Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 281

kütüphaneci - eskikitaplarim

Tanzimat’tan Cum huriyet’e

T ürkiye
A nsiklopedisi

İletişim Yayınları
Tanzimat’tan Cumhuriyet’e

Türkiye
Ansiklopedisi
iletişim Yayıncılık A.Ş. Adına
Sahibi Vedat Çakmak
Genel Yönetmen Murat Belge
Yayın Yönetmeni Fahri Aral
Yayın ve Danışma Kurulu Murat Belge, Seyfettin Gürsel,
Alpay Kabacalı, Şerif Mardin,
ilber Ortaylı, Taha Parla,
Zafer Toprak, Tarık Zafer Tunaya
Sorumlu Yazı işleri Müdürü Ahmet Ziya Bayman
Yayırıa Hazırlama/ Mustafa Şahin
Fotoğraf-Resimleme Emre Ünsev, Yiğit Ekmekçi
Teknik Müdür H.Miray Yüzgeç
Teknik Yönetmen/Kapak Ayla işler
Düzelti Lütfi Kuzu, Abdullah Onay
Pikaj Süleyman Hakan
Renk Ayrımı Üçel Ofset
Dizgi Serpil Şahin, Hüsnü Abbas,
Harnit Balaban, Nuri Abbas
Siyah-Beyaz Filmler Tayfur Hardal, Murat Hardal
Ofset Hazırlık Perka A.Ş. Tesisleri
Baskı Ayhan Matbaacılık
Cilt Örnek Mücellithanesi
Genel Dağıtım Gameda

İletişim Yayınlan
Klodfarer C addesi. iletişim Han. Cağaloğlu-iSTANBUL
Tel: 520 14 5 3 - 5 4 - 5 5

Ankara Bürosu: Konur Sokak No: 24/4 Yenişenir-Ankara Telefon: 25 36 00 - 25 20 71


İzmir Bürosu: 857. Sok. izmiroğlu işhanı No, 306 Konak Telefon: 14 90 42

© 1985. Tanzimat'tan Cumhuriyet'e Türkiye Ansiklopedisi nin tüm yayın hakları iletişim Yayıncılık A.Ş. 'ye aittir.
SİYASAL PARTİLER 1443
Hürriyet ve İtilâf

cinayeti ve birkaç karanlık işle ilintisi


muhalefetin her tür vasıtayı kullanabi­
leceğini göstermektedir. İttihat ve Te­
rakki’nin bu doğrultudaki tipik eylemi
ise Bâbıâli Baskını olmuştur. Böylelik­
le de rejime müdahale eden nitelikte
muhalefet meşrulaştırılmıştır. Cuntacı
eğilimlerin ilk siyasal parti mücadele­
leri döneminden beri gündemde oldu­
ğu görülmektedir. İktidarın, siyasal
azınlığın iktidar olma potansiyelini ve
demokratik seçim mücadelesini önle­
meye çalıştığı ortaya çıkmaktadır. Ya­
şanılan tarih kesiti Hürriyet ve İtilaf’­
ın darbeciliğe cevaz vermesini, İttihat
ve Terakki’nin de askeri müdahaleyle
doğrudan iktidara ulaşmasının şartarını
yaratmıştır. Bu partiler, oluşan meclis-
siz ortamda geleneksel mücadele vası­
talarını da kullanmaya yatkın olmuşlar­
dır. Belki de bu neden bürokratlar arası
mücadeleyi öne çıkarmaktadır. İktidar
ve muhalefetin karmaşık niteliği ve ço­
risi çerçevesinde olaylar değerlendiril­ Anadolu direncine de pek yabancı ol­ ğu konuya yaklaşımı açısından birbiri­
diği zaman bu direncin ideolojisi bakı­ madığı ve Anadolu direncine katılan ki­ ne benzemesi yakın dönem siyasal mü­
mından fazla bir fark olduğunu belirt­ mi önemli kişilerin uzun süre bu diren­ cadelesini andırmaktadır. Sosyal ve
mek de anlamlı görünmemektedir. cin başarısı konusunda kuşku duyup ekonomik sorunlardan ziyade siyasal
Özellikle, direncin antisömürgeci nite­ Anadolu’ya geçmedikleri de bilinmek­ sorunlar önem kazanmıştır. Rejim için­
liğinin ve ekonomik bağımsızlık konu­ tedir. Bağımsız çizgisinin somut ema­ de cereyan etmesi gereken siyasal parti
sunun kuşkular taşıdığı bilindiğine gö­ relerinin ülke siyasetine pek yansırna- mücadeleleri, rejim üstünde cereyan et­
re. Kemalizmin laiklik ilkesinde top­ dığı Hürriyet ve İtilaf’ın bu konuda çok meye yönelmiştir. Siyasal partilerin si­
lumsal devrimlerin önkoşullarını bulan farklı bir yaklaşım içinde olmaması ya­ yasal mücadeleleri rejim üstünde yap­
Niyazi Berkes, kapitülasyonların Batı­ dırgatıcı değildir. maya yatkın oldukları görülmektedir.
lı devletler açısından anlamını 1920’li İki özgür meclisin II. Meşrutiyet son­
yıllarda kaybettiğini belirtmiştir. I. rasının ilk meclisiyle I. TBMM olması
TBMM’deki konuşmalara dikkat edil­ ülkenin önemli siyasal değişiklikler sı­
Türkiye’de Muhalefet rasında önemli bir muhalefet potansi­
diği zaman İngiltere ve Fransa konu­
sundaki düşüncelerin zaman içinde na­ Potansiyeli yeli taşıdığını göstermektedir. Her iki
sıl farklılaştığı anlaşılabilir. Ayrıca Ta­ Hürriyet ve İtilaf Fırkası muhalefeti meclisin de kısa zamanda tasfiye edil­
rık Zafer Tuııaya Hürriyet ve İtilafın İttihat ve Terakki’ye yönelik her tür meleri ve yeni oluşan meclise muhale­
Türk unsuru dışındaki etnik unsurlara karşı çıkışı birleştirmeyi denemiştir. fetin çok küçük bir mebus grubuyla gir­
dayandığını belirtirken ayrılıkçı örgüt­ Muhalefetin programından çok iktidarı mesi Türkiye’de muhalefete tahammül­
ler kısmında Arnavutlar konusundaki eleştirisi öne çıkmaktadır. Birbiriyle süzlüğün bir göstergesi olmaktadır. Bu
kısmen ilginç bilgi dışında sadece genel uyumsuz eleştiriler aynı örgüt içinde durum da muhalefetin insafsız bir şe­
nitelemeyi tekrarlaması anlamlı ve öğ­ yankı bulabilmektedir. Hürriyet ve İti­ kilde etiketlenmesi sonucunu doğur­
reticidir. Birtakım bedahatleri yeni tez­ laf’ın muhalefeti bu nedenle kapsayıcı maktadır.
lermiş gibi ifade eden bir yazarın açık­ bir nitelik taşımaktadır. Mütecanis ol­ Türkiye’de muhalefetin belirgin özel­
lıkla belirttiği gibi Sivas Kongresi’nin mayan muhalefet ister istemez hırçın likleri vardır. Özellikle iktidar olama­
mandacılık konusundaki tutumuna ön­ olacaktır. İttihat ve Terakki karşıtlığı­ mış muhalefetin eleştirilerinde gerçek­
yargısız yaklaşmak sorunun daha so­ nın kemikleşmesi, şartlar tamam olur­ lerden soyutlu!.: çok açıktır. Gerçekler­
ğukkanlı bir şekilde değerlendirilmesi­ sa ihtilal meşru olur anlayışına cevaz den uzaklık ve devlet yönetimi tecrübe­
ni sağlayabilir. Parlamentonun olma­ vermektedir. Halkın siyasete katılımı­ sinin olmaması daha bir hırçın muha­
dığı bir dönemde de tekil Hürriyet ve nın olmadığı bir toplumda da askerle­ lefete yol açmış olmalıdır. Her dönem
İtilaf Fırkası mensuplarının somut tu­ rin siyasetle ilgilenmesi doğaldır. Öz­ iktidarının da buna karşı temel bir sa­
tumlarını partiye izafe etmeye çalışmak gürlükçülük görüntüsü altında Hürri­ vunu biçimi vardır. Ülkede her tür
mantıklı değildir. Mütareke dönemin­ yet ve İtilaf muhalefeti İttihat ve Terak­ olumsuzluğun sorumlusu muhalefettir.
de gerçekleştirilenler partinin yönelimi­ ki iktidarından ülkeyi kurtaracak askeri Her tür fesat muhalefetten kaynakla­
ni belirleyici nitelikte değildir. Hürriyet müdahaleyi de makûl görmektedir. Ha- nır. Bu fesat ocağının da söndürülme­
ve İtilaf’ın kimi mensuplarının mandacı laskâr Zabitan G rubu’nun hareketiyle si gereklidir. Hainlik ve kökü dışarda-
oldukları şeklindeki yorum bazı gerçek­ İttihat ve Terakki’nin iktidarı bir süre lık bunun en bariz mazereti olarak su­
leri ifade etse de, mandacı zihniyetin için sona erdirilmiştir. M.Şevket Paşa nulur. Hürriyet ve İtilaf muhalefeti de,
1444 SİYASAL PARTİLER
Hürriyet ve İtilaf

sı-Batılaşma, İstanbul, 1969


□ Rıza Nur, Hayat ve Hatıratım, C.II., İstanbul,
1968
□ OKANDAN Recai Galip, A m m e H ukukum u­
zun Ana Hatları, İstanbul, 1968
□ Said Halim Paşa, Buhranlanmız (baskıya ha-
zırayan Ertuğrul Düzdağ), İstanbul
□ SENCER Muzaffer, Türkiye’de Siyasal Parti­
lerin Sosyal Temelleri, İstanbul, 1971
□ TUNAYA Tarık Zafer, Türkiye’de Siyasal Par­
tiler, C.l-ll., İstanbul, 1984-1986

YENİDEN ÖRGÜTLENME: Mütareke


döneminde tekrar canlandırılan Hürriyet
ve İtilaf bu kez kendi siyasetini yürütmek
için daha uygun koşulların varolduğu bir
ortamdaydı. Özellikle savaşta uğranılan
yenilgiyi ittihat ve Terakki karşısında çok
iyi kullanan İtilafçılar bu dönemde
hükümetlerde etkili olmuşlar,
bürokrasinin belli kademelerine kendi
destekçilerini getirmişlerdir. Rıza Tevfik
(solda), Ali Kemal (altta), Rıza Nur
(sağda).

İttihat ve Terakki iktidarı da benzeri şe­ hatlıkla ingilizeilik olarak etiketlenebil-


kilde nitelendirilmiştir. Almancılık, İn- miştir. Bu durum Türkiye’deki muha­
gilizcilik, Amerikancılık ve Rusçuluk, lefetin kaderini göstermektedir. İktidar
Türk siyasal bilim literatürünün âşina da doğal olarak ortadan mutlaka kal­
olduğu kavramlardır. Bu kavramların dırılması gereken muhalif siyasal gücü
kullanılması suretiyle bir sürü tabu ya­ hedef almaktadır. D
ratılmıştır. Hürriyet ve İtilaf da bu bağ­
lamda ele alınıp özellikle mütareke dö­
nemindeki tavırları açısından lanetlen­ KAYNAKÇA
miştir. En katı yaklaşımlar ise etnik un­
surlar konusunda gösterilmiştir. Hür­ Ll AHMAD Feroz, ittihat ve Terakki (1908-1914),
Ankara, 1984
riyet ve İtilaf da daha sonraki muhale- □ AKŞİN Sina, Jön Türkler ve İttihat ve Terakki,
fetierin çoğu gibi azınlık milliyetçiliği­ İstanbul, 1980
ne olanak sağlayan bir siysal parti ola­ □ BERKES Niyazi, Türkiye'de Çağdaşlaşma,
rak nitelenmiştir. Değişik etnik unsur­ Ankara, 1973
□ İbnülemin Mahmut Kemal İnal, Son Sadra-
ları büyük devletler koruduğu için azın­ zam/ar, C.lV., İstanbul, 1982
lık milliyetçiliğine olanak sağlama ra­ □ KÜÇÜKÖMER İdris, Düzenin Yabancılaşma-
1445
Osmanlı Devleti’nde Sol
Akımlar ve Partiler
Mete Tunçay

Türkiye’deki sol akımları inceleme­ lerin tağşiş edilmesi suretiyle enflasyo­


ye 1908 II. Meşrutiyet devrimiyle baş­ na gidildiği zaman, örneğin, cami in­
layacağız. Böyle bir çıkış noktası seç­ şaatında çalışan senktraşların, yevmi­
mek, daha gerilerde gevşek anlamıyla yelerinin satın alına gücü azaldığı için,
“ sol” açısından ilgilenmeye değecek bir topluca işlerini bırakarak köylerine
şey olmadığı anlamına gelmez. Batı’da, dönmeleri gibi) tatil-i eşgal olayiarına
kökleri Yunan aydınlanmasına, hatta karşı sâdır olmuş pek eski padişah fer­
İbranî nebilerine kadar uzanan, Orta­ manları bulunmuştur. Ne var ki, bütün
çağda dinî kisveler altında devam edip, bu hareketler modern solcu bilinçten
kilisenin ekonomik temeli sarsılınca, la­ yoksundur. İşçiler, ortaklaşa çıkarlarını
ikleşen ütopyacı özlemler, eşitlikten ya­ koruma içgüdüsüyle hareket etmişler;
na duygular; eski Mısır’da, Babil’de, yalnızca ekonomik olan amaçları poli­
Roma’da başlayıp derebeylik Avrupa- tik boyutlara ulaşamamıştır. 19. yy’ın
sı’nın köylü ayaklanmalarında sürege­ sonlarında başlayan ilk amele teşkilât­
len, adalet adına aşağı sınıfın başkal­ ları da, aynı kalıbı devam ettiren hare­
dırmaları olduğu gibi, Türk tarihinde ketlerdir.
de bunlara benzeyen fikir ve hareket­ Türkiye’de 19. yy’ın son çeyreğinde,
ler vardır. Bu yönden, çeşitli tarikatla­ Kasımpaşa tersanesinde ve Beykoz deb-
rın toplumsal içeriklerini araştırmak, bağhanesinde savsaklanan işçi ücretle­
bugün bile töreler arasında kalıntıları­ rinin ödenmesini sağlamak için grevler
na rastlanan eşitlikçi duyguların, Türk- yapılmıştır. Bununla birlikte, daha yüz­
lerin O rta Asya günlerindeki kökleri üs­ yılın ortasındayken, işçilerin devrimci­
tüne eğilmek, Ahilik örgütünü, Celâlî liğe girişebilecekleri fikri, hükümeti (ge­
ayaklanmalarını incelemek pekâlâ say­ reksiz yere) ürkütmüştür. Nitekim,
gıdeğer bir çaba olabilir. 1845 tarihli Polis Nizarnı’nın 12. mad­
desi, emniyete şu görevi vermekteydi:
“ işini gücünü terk ile mücerret tatil-i
İlk Sol Akımların Özü mesalihi ibat garezinde olan amele ve
Osmanlı İmparatorluğu’nda, çok es­ işçi makulelerinin cemiyetlerinin def’ ve
kilerden beri ekonomik amaçlı işçi ha­ izalesiyle ihtilâl vukuunun önü kestiril­
reketleri olduğu bilinmektedir. İktisat mesi.”
Tarihi araştırmalarında, (gümüş akçe­ Osmanlı-Türk aydınları da, geçen

OSMANLI A YDlN! VE BA Tl
SOLCULUĞU: Batı’da 19. yy’da
gelişen işçi hareketleri ve sosyalist
akımlar Osmanlı aydınlan tarafından
görülmemiştir. Daha doğrusu bir ilgi
odağı oluşturmamıştır. Sözgelimi
1870’lerde büyük yankılar uyandıran
Paris Komünü solcu özüne
bakılmaksızın yalnızca bir ' siyasi
hürriyet” davası biçiminde ele alınmış,
Namık Kemal, İbret gazetesinde savunduğu
Paris Komünü taraftarlarını "cemiyet-i
beşeriyenin ıslahını maksat edinmiş” kişiler
olarak tanımlanmıştır. N.Kemal.
1446 SİYASAL PARTİLER
Osmanlı D evletinde Sol Akımlar ve Partiler

UYGUN BİR ORTAM: II. Meşrutiyet sol akımların gelişmesi ve sol partilerin kurulması için uygun bir ortam yaratmıştır. Bu
dönemde gelişen özgürlük hareketleri miting ve gösteriler/e birlikte birçok yerde grev ve işçi hareketi görüldü. Ancak meşruti
yönetim daha ilk aşamalarda bile bu hareketlere karşı baskıcı yöntemler uygulamış ve “Tatil-i Eşgal Kanunu”nu çıkararak engelleme
yoluna gitmiştir. Bununla birlikte bu tür hareketler İttihat ve Terakki'nin tam iktidara yöneldiği tarihe kadar sürmüştür.
Sultanahmed'de harp lehine yapılan miting.

yüzyıl boyunca Avrupa'da gelişen sol­ miştir. Başka toplumların denemelerin­ kendilerini Osmanlı devletiyle özdeşleş­
cu fikirleri tanımamış ve benimseme- den öğrendiğimize göre, bu tür solcu tirmemişler ve din-dil yakınlıkları sebe­
mişlerdir. Bu durumu açıklamak için, eylem, yetişkin bir radikal aydın kad­ biyle, Batı’yı daha iyi öğrenebilmiş ol­
belki şunlar söylenebilir. Osmanlı rosunun varlığına ve uzun süren mut- maları sayesinde, solculuğu da daha ko­
İmparatorluğu’na Batı’dan zorlanan lakiyetçi bir baskı rejiminin bu kadro- lay tanımışlardır. Bu bakımdan solun,
“ Tanzimat” ve “ Islahat” çabaları, da­ gitgide sertleştirmesine bağlıdır; böy­ ulusal kurtuluş hareketleri gecikmiş
ha çok gayrimüslim uyrukların güven­ le olursa, ilk gevşemede solcu bir dev­ olan Ermeni ve Bulgar azınlıkları ara­
liğini sağlamak amacına yönelmiş olup, rim patlak verebilir. sında yayılmaya başladığını da özellikle
geniş ölçüde devletin dış politikasıyla il­ Yenileşme modelini Batı’da arayan kaydetmek doğru olur.
giliydiler. Yeni Osmanlı ve Genç Türk Osmanlı-Türk aydınları, bu ülkelerde­
akımlarında anlatımını bulan zihniyet ki solcu hareketleri görememişlerdir,
ise, bundan ancak bir adım daha ileri­ çünkü, -bir psikoloji terimi kullanmak 1908’in Getirdikleri
dir. Bu aydın akımlarının da temel so­ gerekirse- sol onların “ ilişki çerçeve­ Türkiye’de solun, asıl, II. Meşruti-
runu “ devletin bekâsını temin” ; bul­ s i n e (jrame ojreference) girmemiştir: yet’ten sonra ortaya çıkması bir rast­
dukları başlıca çare ise, “ teceddüt” tü. sola bakılınamıştır ki, sol görülsün. lantı değildir. 1908 hareketini, burju­
Burada yenileşme denildiği zaman, Bu bakımdan bir 1870 Paris Komü­ va devrimleri kategorisinde görmek ge­
mutlakıyetten kurtulup meşrutiyete nü örneğinin bile, solcu içeriğine inil- rekir. Bunun içindir ki, çağdaş sol, Ba­
ulaşmak kastediliyordu. Bu demokra­ meksizin, siyasal özgürlük terimleriyle tı’da 1789 devriminin ertesinde olduğu
tik anlayışın, biçimsel bir “ siyasal görülmüş olması, ilgi çekici bir olaydır. gibi, Türkiye’de de 1908-1 925 dönemin­
demokrasi” olarak düşünüldüğü; sol­ Yeni Osmanlı ve Genç Türk akımla­ de doğmuştur. 1908 devriminin oluşu­
culuğa yol açacak bir “ ekonomik de­ rının ekonomik sorunlarla ilgilenmele­ mu, şüphesiz ki, geniş bir nedenler di­
mokrasi” anlayışına erişilemediği mey­ ri, milliyetçi siyaset açısından ve prag- zisinin sonucudur. Gözle görünen et­
dandadır. matik bir biçimde olmuştur. Daha son­ kenlerin başında, on yıldır yoğunlaşan
Barışçı yollar izleyen evrimci bir sos­ raki yıllarda, Türk yöneticilerinin dün­ bir aydın muhalefeti ve onunla sıkı sı­
yalizmin doğması için, önce siyasal öz­ ya görüşünü niteliklendirecek olan anti- kıya bağlı olarak ordunun (yani, subay­
gürlük rejiminin kurulması gereklidir ve emperyalist ve (aşağı yukarı aynı an­ ların) tutumu gelmektedir. Yakın geç­
bu koşul Meşrutiyet’e kadar gerçekleş­ lamda olmak üzere) antiliberal yöne­ mişimizdeki pek iyi bilinen bir kalıbı
memiştir. Daha çok yeraltı karakterini limler, tomurcuk halinde, bu aydın çev­ andıran bir biçimde; II. Abdülhamid
taşıyan devrimci bir sosyalistliğin yürü­ relerinde doğmaya başlamıştır. yönetiminin, halk kütlelerine her ne ka­
mesi için de, -Batı’ya açılıştan Meşru­ İm paratorluğun gayrimüslim ve dar meşru görünürse de, aydınları ken­
tiyet’e kadar- yeterince zaman geçme­ gayr-i Türk uyrukları ise, genel olarak disinden soğuttuğu; ordunun da bir
SİYASAL PARTİLER 1447
Osmanlı D evletinde Sol Akım lar ve Partiler

yandan toplum içindeki itibarını azalt­ işaret edilebilir ki, Türkiye’de endüst­ çilerini, kendi kendine yeterli bir eko­
tığı, öte yandan -Alman yardımlarıyla- rileşmiş bir altyapı bulunsaydı, genel sa­ nomik yapı kurma hedeflerine doğru
maddî gücünü artırdığı, devrimin böy­ vaştan yenik çıkıldıktan sonra bile, Mil­ ilerlemekten alıkoymuş, Batı sermaye­
le patlak verdiği söylenebilir. Bu açık­ lî Mücadele’nin de, Cumhuriyetin de si­ ciliği ve onun yerli temsilcileriyle uzlaş­
lama da, yanlış değildir, ama yeterince yasal tarihi çok başka olurdu. maya zorlamıştır. Fakat, (solcuların pe­
derinlemesine bir açıklama da değildir. 1920’de resmen meydana atılan Ana­ joratif bir anlamda kullandıkları de­
19. yy’ın ortalarınagelinceye kadar, dolu Kurtuluş Hareketi, bir bakıma sı­ yimle) komprador burjuvazi, bu kada­
Türkiye’nin toplumsal ve ekonomik ya­ nıf terimleriyle 1908’in yeniden başla­ rıyla yetinmemiş ve siyasal iktidarı da
pısının, kendine has özellikler taşıyan tılması demektir. Zaten, toplumsal za­ milliyetçi burjuvazinin elinden almak
bir derebeylik düzeni olduğu kabul edi­ man açısından büyük bir ilerleme olma­ istemiştir. Bunun için, daha çok kişi­
lebilir. 19. yy Osmanlı devleti, gitgide mıştır. Ancak bu kere, düşmana karşı sel nedenlerle yönetici kadrodan ayrıl­
daha çok Fransa, İngiltere, Avusturya Anadolu’da kurulan cephe, türedi ser­ mış birtakım ünlü kimselerden yarar­
ve Rusya’nın ekonomik ve politik bas­ maye düzeninin tedirgin ettiği taşra fe­ lanmış ve laiklik hareketinin rahatsız et­
kılarının ağırlığını duymaya başlamış­ odalitesiyle, dış sömürülme bağlarını tiği dindar halk kütlelerinin tepkilerini
tır. Yüzyılın sonlarına doğru, bu gru­ koparıp yerli kaynakları ileri bir endüst­ kullanmak yoluna gitmiştir. O sıralar
ba genç Almanya da eklenmiştir. En­ ri tekniği kullanarak işletmek isteyen başgösteren bir din (kisvesi altında, ırk)
düstrileşmiş Batı, otarşik bile olmayan milliyetçi aydın tabakasının işbirliğine hareketi, Ankara hükümetine, düpedüz
ve daha çok, bir zamanlar ticarî kara­ dayanmaktadır. Millî Mücadele’nin bi­ varlığına karşı yöneltilmiş böyle bir teh­
yolları üstündeki askerî egemenliğine timine kadar sürdürülen, Halife-Sul- ditten kurtulmak için elverişli bir fırsat
yaslanan Osmanlı ekonomisini hızla çö­ tana bağlılık fikri ve kurtuluş ertesin­ olmuştur. Nitekim, Şeyh Said ayaklan­
kertmiştir. Devlet hazinesinin kaynak­ de patlak veren çatışmalar gibi, ilk ba­ ması bastırılırken çıkarılan Takrir-i Sü­
ları kuruyunca, geniş dış istikrazlara kışta kolay anlaşılamayan olaylar, bu kûn Kanunu’yla, hükümet her türlü si­
başvurulmuştur. Avrupa sermayesi, dengesiz koalisyonun zorunlu sonuçları yasal muhalefeti ortadan kaldırmıştır.
Türkiye’ye akınaya başlamış ve bir ya­ diye görülebilir. Kurtuluş Savaşı sıra­ Böylelikle, gerçek anlam.yla, Türk ta­
bancı bankalar şebekesi kurulmuştur. sında, çoğunlukla İstanbul ve İzmir’de rihinde bir siyaset dönemi sona ermiş
Gelen sermaye, daha çok pamuk ve tü­ üslenmiş bulunan kozmopolit ticaret ve bir idare dönemi başlamıştır. 1925 ’-
tün gibi tarım ürünleriyle ilgilenmiş, bu burjuvazisi, genel olarak ulusal hareketi ten sonra, siyasetin yeniden meydana
ürünlerin dış pazarlara taşınması ve tutmamıştır. Fakat zaferden sonra, bu çıkması için daha birçok yıl beklemek
karşılığında endüstri maddeleri getiril­ sınıfın yeniden -tıpkı vaktiyle İttihat ve gerekecektir.
mesi için, demir ve denizyollarında gö­ Terakki’ye yaptığı gibi- Ankara çevre­ Türkiye'de (1913-1918 arasındaki beş
rüldüğü gibi ulaştırma sektörüne de bi­ sini de kendi görüşüne getirdiği düşü­ yıl dışında) siyasetin uygulandığı bii dö­
raz el atılmıştır. Böylelikle, yavaş ya­ nülebilir. Örneğin, bir 1923 İzmir İkti­ nem, birtakım sol akımlara da sahne ol­
vaş bir yarısömürge durumuna giren sat Kongresi’nde benimsenen liberal tu­ muştur. Aslında, 1908-1925 yıllarındaki
Türkiye’de, ekonomik temel değişiklik­ tum, bu yorumun doğruluğuna tanık siyasetin genel akışı içinde, bunlar pek
ler toplumsal sınıfları da geniş ölçüde olabilir. Memleket içinde, ticaret yoluy­ az önem taşıyan hareketlerdir. Hemen
etkilemiştir. la büyük sermaye kütleleri birikmeden hiçbir zaman, bir halk hareketi olmak
■Türkiye’de 1908 devrimi, ekonomik ve dışardan geniş çaplı yardımlar alın­ boyutlarına yaklaşılamamış, bazı kü­
tabanı henüz kurulmamış bir milliyet­ madan sanayi yatırımları yapmanın çük aydın çevrelerinde kalınmıştır. Bu­
çi burjuva hevesiyle, sömürgelikten olanaksız görünmesi, Ankara milliyet- rada yapılan yorum yanlış değılse, Türk
kurtulmak ve devlet gücünü canlandır­
mak için yapılmıştır. Ancak, bu yöne­
lim iktidarı aldıktan sonra, dış güçle­ BİR MİLLETVEKİLİ: Mütareke
rin karşısında bir tarafa yaslanmadan döneminde Osmanlı Sosyalist Fırkası 'nın
dışında örgütlenen partiler de vardı.
ayakta durmayı becerernemiş ve dün­ Bunlardan Osmanlı Mesai Fırkası 1919
ya ölçüsünde çatışan emperyalizmler­ yılındaki genel seçimlere katılmış ve
den birine bağlanmak zorunda kalmış­ Zeytinburnu Fabrikası’nda çalışan
tır. Hem de, bütün Yeni Osmanlı ve Nurnan Usta’yı aday göstererek
Genç Türk akımları içinde gözlemlenen İstanbul’dan milletvekili seçtirmiştir.
Fransız kültürel etkisi ve İngiliz meşruti Nurnan Usta Meclis-i Mebusan ’ın
monarşisine özenmelere rağmen, İttihat kapatılmasından sonra Malta’ya sürgün
ve Terakki’nin Almanya’ya yanaşma­ edilmiş ve daha sonra Birinci Meclis'te de
sı, Il. Abdülhamid modeline bir dönü­ milletvekilliği yapmıştır. Nurnan Usta.
şü temsil etmektedir. Bu durumun ne­
denleri, meşrutiyet döneminde yüzey­
de birtakım kaynaşmalar olmakla bir­
likte, toplumun sosyoekonomik temel­
lerinin değişmeyişinde aranmak gerekir.
En sonunda I. Dünya Savaşı, Türk mil­
liyetçiliğini Alman emperyalizminin
gölgesinde yükseltme dileklerini tam bir
iflâsa götürmüştür. Yalnız, şurasına
1448 SİYASAL PARTİLER
Osmanlı D evletinde Sol Akımlar ve Partiler

toplumunda II. Meşrutiyet’in ve Cum-


huriyet'in ilânıyla denenen, altyapının
elverdiği olanakların ilerisine devrimci
sıçrayışlar, Batı'nın -temelinde kapita­
list endüstriyalizmi bulunan- yaşam bi­
çimine özenişten kaynak almışlardır. ORTAK BİR ÖZELLİK: Yeşil Ordu,
Etkili bir biçimde herhangi bir toplum­ Gizli ve Resmi Türkiye Komünist
sal tabana basamayan bütün ilk sol Fırkaları ile Türkiye Halk İştirakiyim
akımlar ise, esas itibarıyla bu yönelimi Fırkası ile bu fırkanın çeşitli kanatları
desteklemekten öteye gidememişlerdir. arasında millî kurtuluş hareketinde
feodal, burjuva ve proleter unsurlara
Bu destekleyiş, daima iktidarları hazır dayanarak "sınıfiararası" bir hareket
olduklarından daha ileriye itmek sure­ yapma gibi ortak bir özellik vardır.
tiyle ortaya çıktığı için, hükümetlerin Ancak bu hareketler tek tek ele
solculara karşı susturucu tavırlar takın­ alındığında hedefledikleri sosyalizme
malarında ve solcuların da hükümetle­ ulaşabilmek için uygulayacakları yöntem
re karşı genel bir özgürtok savaşına ka­ ve mücadele anlayışı ile birlikte ideolojik
tılmalarında şaşılacak bir şey yoktur. olarak da büyük ayrılıklara sahiptir.
Tokat mebusu Nazım bey (karşı
sayfada), Mustafa Suphi (yanda).
Türk Burjuvazisinin
Düşünce Yapısı dıracak sayı gücünde olmaktan uzak­ dığı devrin Meclis-i Mebusan ve Ayan’-
1908'den önceki Osmanlı monarşisi­ tı. Türkiye'de (komprador çeşidinden ında anlatımını buluyordu. Bu durum,
nin temsil ettiği feodal düzen, doğal de olsa) kapitalist sayılabilecek insan­ devletin muhafazakâr ve Müslüman
ideolojisini teolojik bir siyaset görüşün­ ların büyük çoğunluğu, Türk ulusun­ unsurları arasında doğal bir tepki do­
de, yani İslâmcılıkta bulmuştur. Eko­ dan değil, azınlık gruplarından geliyor­ ğurmuştu.
nomik temelinin zayıflaması sonucun­ du. Burjuvazi adına Türk olarak hemen Batı’da önce ticarî, sonra sınaî ka­
da varlığı tehlikeye giren İmparatorlu­ yalnız memurlar ve zabitler vardı. Fa­ rakterde bir burjuvazinin doğması ve
ğu koruma emeliyle, bizim olan Hıris­ kat, kültür yoluyla, modern teknoloji­ toplumda egemen olması, nasıl dinle
tiyan ülkelerden bizim olması gereken nin vadettiği zengin gelişme imkânlarını zorunlu birtakım sürtüşmelere, çatış­
Müslüman ülkelere doğru bir kaydırma sezinleyen bu tabakalar, kapitalist ol­ malara yol açmışsa, Türkiye’de de Ba­
tasarlandığında da, bu İslâmcı yönelim mak, yabancıların ve azınlıkların eko­ tılılaşma hareketi buna benzeyen eği­
-II. Abdülhamid’deki gibi- bir Pan­ nomik hayattaki egemen yerlerini al­ limler yaratmıştır. Bu bakımdan, Türk
islâmizm’e dönüşmüştü. 1908- 1925 dö­ mak özlemini duymaya başlamışlardı. toplumunda saltanatın ve hilâfetin il­
neminde siyasi iktidarı alan Türk bur­ Milliyetçiliğin iktisadi anlamı da bun­ gasıyla din ve devlet işlerinin ayrılma­
juvazisinin doğal ideolojisi ise, milliyet­ dan ibaretti. Onun içindir ki, milliyet­ sı, yani “ lâiklik devrimi” , halk kütle­
çiliktir. Bu yönelim de, uygulamada çe­ çi Türk burjuvazisi hedeflerine ulaşa­ leriyle yönetici aydın kadroları arasın­
şitli aşamalar geçirmişti. Hürriyetin ilâ- bilmek amacıyla, kendi ırkından olan da gözlemlenen soğuma olayının ilk ne­
nı'ndan hemen sonra, imparatorluğun -fakat rejim terimleriyle hasım durum­ deni değil, son halkalarından biridir.
bekası, Türklerin ulusal duyguları da bulunan- feodal unsurlara yanaş­ Modernleşmenin başından beri, bu
uyanmış Rum, Ermeni, Bulgar. .. azın­ mak, onlarla uzlaşmak zorunda kalmış­ yönde bir yabancılaşma olmuştur. De­
lık topluluklarıyla bir çeşit federatif ya­ tı. Uzun bir süre, Enver Paşa'da da, nilebilir ki, yeni Osmanlı aydınının bil­
pı içinde yaşamaları umuduna bağlı gö­ Mustafa Kemal Paşa'da da görülen İs- gisi, İslâmi din bilimi olmadığı andan
ründüğünden, Türk milliyetçiliği önce­ lâma karşı ödün verici tutum, aslında itibaren halktan kopma başlamıştır. İş­
leri çok belirgin olmadı. Ama, Balkan böyle bir koalisyon arayışın anlatımı­ te II. Meşrutiyet boyunca işlemeye de­
savaşlarıyla bu hayal bozulunca, şoven dır. Bunun gibi, solcular da zaman za­ vam eden bu süreç içinde, İttihat ve Te-
bir tutum ağır bastı ve Alman emper­ man burjuvaziye ve feodal sınıflara rakki’nin, Müslümanları birinci plan­
yalizminin yardımıyla Turan ülküsünü yaklaşmak zorunluluğunu duymuşlar da yer almaktan çıkaran imparatorluk-
gerçekleştirmek, yani Pan-Türkizm yo­ ve onlara göre, kendi programlarında çu enternasyonalizmi, kütlelere fazla
luyla imparatorluğu sürdürmek hevesi ulusal veya dinsel istemlere ağırlık ver­ ileri giden bir hareket olarak görünmüş­
doğdu. Kurtuluş Savaşı yıllarında ise, mişlerdir. tür.
Türk milliyetçiliğinin ufukları Misak-ı Bu genel çerçeve açısından, bizim Os­
Millî ile sınırlandı. 1908-1925 arasında manlı solculuğu kategorimiz II. Meşru­ Osmanlı Solculuğu ve
ortaya çıkan Türk solculuğuna gelince, tiyet’in ilk yıllarında, yeni iktidara gel­
bu da ancak Türk proletaryasının do­ miş burjuva sınıfının temsilcilerine kar­ Anadolu Solculuğu
ğal ideolojisi olabilirdi. Fakat, Türk şı bir özgürlük savaşı içinde oluşmuş­ Aslında iktidarın temsil ettiği zihni­
proJetaryası denebilecek tabakalar, o tur. Bu hükümet, başlangıçta ne İslâm- yetten daha ileri bir ideoloji adına mey­
yıllarda, gerçekleştirilmesi mümkün cılığayaklaşmıştı, ne de -potansiyel ola­ dana çıkan Osmanlı sosyalistleri, bir
sosyalist bir programın toplumsal taba­ rak içinde taşıdığı- milliyetçiliği ortaya yandan milletlerarası bir solcular daya­
nı olacak genişlikte değildi. Aslına ba­ koymuştu. Çeşitli milletlerden kurulu nışmasını savunurken, bir yandan da
kılacak olursa, Türk burjuvazisi de, o bir imparatorluğu yaşatma çabası, (fırsatçı denebilecek bir tutumla, kısa
dönemde milliyetçi bir platformu kal- farklı ırk ve dinlerden üyelerin }er al­ vadede işin kolayına kaçarak) İslâmî
SİYASAL PARTİLER 1449
Osmanlı D evletinde Sol Akım lar ve Partiler

kiye Komünist Partisi ile Suphi’nin teş­ hareketinin önderliğini yapan Türk
kilatı ve Türkiye Halk İştirakiyûn Fır­ burjuvazisi, dolayısıyla dünya devrimi-
kası’nın ikinci dönemi. Bu grupların nin antiemperyalist gereklerine de hiz­
üçünde de ortak olan özellik, bir dış met etmiş olmaktadır. Sonra, Türk top­
düşmana karşı girişilen ulusal kurtuluş lumu açısından, her zaman (belki Le-
hareketinde feodal, burjuva ve prole­ ninizmle pek uyuşmayan, fakat iyi'
ter unsurlara dayanarak, elbirliğiyle, sı- Marxizmin sonucu olan) sosyalizme
nıflararası bir hareket yapmak isteğidir. geçmek için önce kapitalizmin gelişme­
Ancak, benzerlik burada bitmektedir. sini bir ön-mesele saymak eğilimi, bir.
Hareketin yarını bakımından bu unsur- kelimeyle “ Menşevikçe” diyebileceği­
laraverilen ağırlık farklıdır. Birinci gru­ miz bir kaygı da vardır. Bu sözü biraz
bun solculuğu, sosyalist sözlüğü gelişi­ açmak gerekir. Uluslararası solculuk,
güzel kullanmaktan ibaret görünmek­ “ dünya devrimi” sloganının anlattığı
tedir. Millî mücadele yönetiminin belli saldırı çağından, “ tek ülkede sos­
bir dönemdeki politikasının ifadesinden yalizm” ilkesinde anlatımını bulan -o
başka bir şey olmayan bu anlayışta, zamana kadar kazanılanı, yani sosya­
ulusal burjuvazinin çıkarı en başta ge­ list anavatanı, Sovyetler Birliği’ni- sa­
lir; feodal dinî unsur bilinçli olarak ge­ vunma dönemine girince, millî kurtu­
çici bir süre için kullanılmaktadır; ezi­ luş hareketleri de, dünya devriminin
len tabakaların sosyalist özlemlerinin yardımcı kuvveti olarak yedeğe alınmış­
tepkiden de yararlanmanın yolunu ara­ ise, ulusal egemenliğin tamamıyla ger­ tı. Bu geçiş olurken, hatırlanacağı üze­
mıştır. çekleştirilmesi halinde kendiliğinden re, Aydınlık çevresi Komintern’de eleş­
Batı’da kapitalizme karşı dinin geç­ doyum bulacağı sanılmakta, hatta “ ko­ tirilmiştir. Aydınlık ’a yöneltilen suçla­
mişten gelen tepkisiyle, solun gelecek münizm’^ erişmek için sınıf mücade­ ma, yabancı kapitalizmlerin gelecekte­
adına söz söyleyen tepkisinin birleşerek lesini şart görenlerin yanıldığı samimi ki emperyalist tehditlerine karşı Türk
örneğin Hıristiyan sosyalizmlerini türet­ olarak iddia edilmektedir. İkinci grup­ millî burjuvazisinin kapitalist bir geliş­
mesi gibi; Türkiye'de de kapitalizmin ta feodalite-burjuvazi-proletarya koa­ me süreci içine girmesini teşvik etme­
soğuk materyalizmine karşı, insanî ve lisyonu, ilkindeki gibi bir hareket nok­ siydi. Sosyalist kuramı bugünkü anla­
âdil bir dünya görüşüne dayanan ve il­ tası olarak alınmakta, fakat zamanla yışımızla, sözkonusu eleştirinin, aynı
kede, halkla birlik olunmasını öngören antiemperyalist mücadele tasfiye edilin­ çerçeve içinde değerlendirilince bir ba­
solcu fikirler duyulur duyulmaz, bunun ce, antikapitalizmin de ağır basacağı, kıma haklı bir bakıma haksız olduğu
İslâmlıkla özdeş olabileceği (belki, mo­ bu durumun sosyalizmin gelişmesine teslim edilebilir. Gerçekten de, Aydm-
dernleşmenin halkla aydınlar arasında yol açacağı umulmaktadır. Üçüncü lık çevresinin tutumu ulusal burjuvaziyi
yıktığı köprüleri yeniden kurmak umu­ grubun bu orta duraktan farkı, bir öz­ -kapitalizmin teknolojik temelini getir­
duyla) önce din cephesinde düşünül­ lemi gerçekle karıştırarak dinci-feodal mesi için- desteklemekten başka bir şey
müştür. unsuru geri plana atması ve onun yeri­ değildi. Ancak, o günün koşullarında
Hilmi çevresinin, sosyalizmi Müslü­ ni sosyalist bilinçlenme süreci içinde bu­ solcular için başka seçimlik yol olma­
manlığın bir gereği olarak tanıtmaya lunan emekçilerin doldurduğu varsayı­ ması yüzünden bu durum kaçınılmaz
kalkmasının temeli bu noktadadır. Za­ mına belbağlanmasıdır. bir gerekirciliğin anlatımıydı. Türk so­
manla, İttihat ve Terakki’nin Türk mil­ Anadolu mücadelesi, bir halk hare­ lu, bağımsız bir hareket yürütecek ka­
liyetçiliğini gitgide daha sivri terimler­ keti olmak yolundaki başarısını, şüp­ dar geniş bir topluinsal tabana basamı­
le belirgin hale getirmesi, Osmanlı sol­ hesiz Osmanlı demokrasisinden hem yordu. Şefik Hüsnü’nün çözümlemele­
cularının bu içten tutarsız tavırlarını da­ daha millî hem daha dinî olabilmesine ri, henüz Ankara hükümetine tam bir
ha da kuvvetlendirmiş ve iktidar, hem borçludur, bir bakıma, bu durum burjuva kapitalizmi egemenliğinin tem­
yeterince enternasyonalist, hem de ye­ BMM’nin Meclis-i Mebusan’a oranla, silcileri olarak bakmamak için neden­
terince İslâmcı olmadığı için tenkit edil­ sosyal zaman çizgisi üstünde daha ge­ ler bulunduğunu ortaya koyuyor, ulu­
miştir. Daha sonra hâkim tabaka, mil­ ride olması demektir. Fakat, solcu an­ sal devrimcilerin Türkiye’nin ekonomik
liyetçiliğini dincilikle de örtmeye çalı­ layışın halkçılık yönü, bu güç sentezin gelişimini -yeni terminolojiyle- “ kapi­
şınca, bu kere solcular yapılan işe (Hür­ işleyebilmesini, hem de ileri bir hareket talist olmayan” bir yoldan yaptıracak
riyet ve İtilâf çevresiyle birlikte ve büs­ olabilmesini sağlayan teorik malzeme­ şekilde etkilenebilir olduğu umudunu
bütün haksız olmayarak) samimî değil yi getirmiştir. veriyordu. Başka kelimelerle söylemek
diye kötü gözlerle bakmışlardır. Anadolu solculuğunun üçüncü gru­ gerekirse, Aydınlık çevresi (veya 1925
Anadolu solculuğuna gelince, bu, buyla yakından ilgili olan, İstanbul’da­ öncesinin Türkiye Komünist Partisi)
toptan genelierne yapmaya elverişli ol­ ki Aydın/ıkçevresi ise, sosyal sınıflar Ankara hükümetini özel sektör kapita­
mayan zoraki bir coğrafya kategorisi­ ve rejimler bakımından nerede durdu­ lizminin yol açacağı acıları çektirmeden
dir. Çözümleme amacıyla, şöyle bir ğunu daha açık olarak göstermektedir. bir dönem atlatmak, bir hamlede sos­
yeniden-sınıflama doğru olabilir: Yeşil Bu çevre feodaliteye ve onun dinci ide­ yalizme yaklaştırmak istiyordu. Bu,
Ordu Cemiyeti’yle Resmi Türkiye Ko­ olojisine karşıdır. Fakat, burjuvazinin klasik olarak bir komünist partisinin bir
münist Fırkası, Yeşil O rdu’nun Nâzım milliyetçiliğini kısa vadede iki mazeretle kapitalist burjuva hükümetine karşı ti­
Bey kolu ile Türkiye Halk İştirakiyûn desteklemektedir. Bir kere, dış düşma­ pik tavrı değildir. Türkiye’de o tavrı
Fırkası’nın birinci dönemi, Gizli Tür­ na karşı sınıflararası bir millî kurtuluş görmek için, 1925 sonrasını beklemek
1450
SİYASAL PARTİLER
Osmanlı D evletinde Sol Akım lar ve Partiler

gerekecektir. düzene geçişi engelledikleri gerekçesiyle ze pek çok şey öğretmişlerdir. Fakat,
Son olarak şunu hatırlatalım ki, ortadan kaldırılmak istenmiştir. Oysa, uzun dönemli hedeflerine yaklaşama-
Türkiye’de solcu düşünüş bütün dö­ tepkilerin içten nedenleri aniaşılmadan malarından başka, kısa dönemli olarak-
nemlerinde başka ülkelerden esinlen­ ve kabul ettirilmek istenen yeniliklerin düşündüklerinin de gerçekleştirilmesin­
miştir. Modernleşme çabası içinde, özüyle ilgileri çözümlenmeden, bu yol­ de (yani, Türkiye’nin özel mülkiyete
uzunca bir süredir, Batı’ya dönük olan da tam başarıya ulaşılması güçtür. dayalı bir burjuva kapitalizmi yoluna
Türk toplumunda buna şaşmamak ge­ girmesinin önlenmesinde) başarısızlığa
rekir. Bu memlekette, (belki sağın uğradıkları açıktır. Bu durumu, sol ha­
“ mukaddesatçı” kanadından başka) rekete önderlik eden sorumluların, iyi
son zamanlarda dışarıdan getirilmemiş Sonuç çözümleme yapmış olsalar bile, taktik
bir siyaset görüşü bulunmadığı söyle­ Türk solculuğu 1908-1925 yılları ara­ kararlarında yanılmış olmalarıyla açık­
nebilir. Türk aydını, aşağı yukarı yüz sında, siyasal iktidar mücadelesi açısın­ lamak mümkündür; ancak, sorunun
yıldan beri Batı’da iyi diye gördüğü şey­ dan bakılırsa, besbelli ki, küçük ve daha derinde bir kökü de olabilir. Bu
leri halkına benimsetmeye savaşmakta­ önemsiz bir hareket olmuştur. Salt bir ülkede uygulanmak istenen teorik sol­
dır. Benzer durumdaki ülkelerde oldu­ tarih merakını karşılamanın ötesinde, cu görüş, acaba, ne kadar akıllıca ha­
ğu gibi, Türkiye’de de ortayaçıkan top­ bu konuyu araştırılmaya değer kılan, reket edilirse edilsin, dogmalarına sa­
lumsal sorunların çoğu, kütlelere mal- asıl fikrî planda yapılan denemelerdir. dık bir davranışı anlamsız, revizyon
edilmeye çalışılan yeniliklerin yerleşik Sosyalist kuramı gözden geçirerek yapmaya hazır bir tutumu ise faydasız
geleneksel düzende yarattığı tepkilerle memleket gerçeklerine uydurmaya ça­ bırakacak kadar Türk toplumunun ya­
ilgilidir. “ Gericilik" diye nitelenen böy­ lışan ilk solcularımız, bu pratik amaçlı pısına yabancı bir kuruluşta mıdır? Bu
le tepkiler, şimdiye kadar hep pratik bir çabaları sırasında, Türkiye’deki siyase­ soruya en iyi karşılığı, bugün gelişmekte
yönden ele alınmış ve daha “ ileri” bir tin oluşumunu anlamak bakımından bi­ olan Türk solu verebilir. □

Hüseyin Hilmi Çevresi ve Osmanli Sosyalist Fırkası


METE TUNÇAY
Meşrutiyet istanbulu'nda, solcu fi­ rak, 11 Haziran 191 O’daki 16. sayı­
kirler besleyen ve bunları yaymaya sına kadar düzenli olarak çıkmış, fa­
çalışan küçük bir aydın çevresi ol­ kat 13 Haziran'da yayımlanan Ahmet
muştur. Bu çevrenin belkemiği, Samim özel sayısı (sayı 1 71 üzerine,
"iştirakçi” namıyla ün salan Hüseyin ,, Divan-ı Harb-i Orfi tarafından kapatıl­
Hilmi'dir. Özellikle, Mütareke yılların­ (j ■$ mıştır. Bu olaydan iki ay sonra, Hil-
da büyük teşkilâtçılık kabiliyetini ispat î« V ı mi çevresi yedek bir dergi çıkarma­
eden Hüseyin Hilmi'nin solculuğu ilk ‘ r , ya karar vermiştir: insaniyet. 18ve 25
önce nasıl tanıdığı hakkında iki söy­ Ağustos 191 O'da iki sayı çıkan insa­
lenti vardır: Romanya'da bir sosya­ niyet, Divan-ı Harb-i Örfi'nin iştirak­
list nümayişi görüp ilgilenmiş; sosya­ in kapanma süresini yeterli bularak
listliği İstanbul'da Saha Tevfik'ten öğ­ yayımlanmasına izin vermesi sonu­
renmiş. Tabiatıyla bunların her ikisi cunda, "icabında yeniden çıkmak
de doğru olabilir. Zaten önemli olan, üzere" kaydıyla kendiliğinden kapan­
çevrenin yayınlarıyla kendisini duyur­ mıştır. 1 Eylül 191 O'da 1 8. sayısıyla
masıdır; hangi rastlantılarla bu işin Sosyalist Fırkası ’nın mührü- yayın hayatına dönen iştirak, bir hafta
başladığını araştırmak pekgerekli sa­ sonra Osmanlı Sosyalist Fırkası'nın
yılmaz. Biraz materyalist, biraz da kuruluşunu haber vermiş, 15 Eylül ta­
anarşist yönelimli ve hür fikirli bir hale sokulunca, mücadele yurt dışın­ rihli 20. sayısında Fırka Beyanname
genç olduğu anlaşılan Saha Tevfik, dan devam ettirilmiştir. Daha sonra, ve Programını yayımladıktan sonra,
Hilmi çevresinin yanında kalmıştır. yeniden harekete geçmek fırsatı bu­ sıkıyönetimce yeniden yasaklanmış­
Bu çevreden bahsederken, birta­ lunmuş, dergi ve gazete yayımlanmış­ tır.
kım gazete sahipleri biraraya gelerek tır. Fakat, bu canlanış da uzun sür­
memiş, takibat yine başlamıştır. Ni­ Sosyalist - insaniyet -
"Osmanlı Sosyalist Fırkası” nı kur­
muşlardır, gibi bir izlenim vermek hayet, Mahmud Şevket Paşa'nın katli Medeniyet
doğru olmaz. Partiden önce de, der­ vesilesiyle sona erdirilen bütün mu­ Bu kere, “Osmanlı Sosyalist Fırka­
gi yayımlayan bir grup vardır. Sürekli halefetin içinde, savaş ertesine ka­ sı heyet-i idare azalan” sıfatını takı­
baskı altında tutulan bu çevre, bir ara dar, solculuk da ortadan kalkmıştır. nan Hilmi çevresi, iştirak’in ikinci ke­
parti kurmuş ve gazete çıkarmak is­ Osmanlı Sosyalist re kapatılmasının üstünden iki ay geç­
temiştir. Fakat, bu gazetelerden biri tikten sonra Sosyalist gazetesini çı­
Fırkası ve iştirak
hükümet tarafından kapatıldıkça, bir karmışlardır: 24 Kasım 191 O. Hafta­
başkası yayıma başlayarak sebatlı bir Hüseyin Hilmi, 26 Şubat 191 OCu­ da iki kere yayımlanan bu parti orga­
fikir mücadelesi yapılmıştır. Bir ara, martesi günü iştirak adlı haftalık bir nı, ancak iki sayı dayanabilmiş ve
anavatanda solcu faaliyet imkânsız dergi yayımlamaya başlamıştır. işti­ “ neşriyat-ı müheyyice ve haysiyet
SİYASAL PARTİLER 1451
Osmanlı Solculuğu ve İştirakçi Hilmi

Ş.ikânesi ” yüzünden Divan-ı Harb-i mi'nin ımzasmı taşıyan yegâne yazı,


Örfi kararıyla kapatılmıştır. Bunun "Şura-yı Ümm?t'e Cevap", böyle bir
üzerine, geçen sefer iştirakin yede­ denemenin, ifadesidir. Hilmi, bu ya­
ği olan insaniyet, yine aynı amaçla zısında, sosyalistliğin İsa ile başladı­
hemen yayımlanmaya başlamıştır: 1 ğını, "islâmiyette dahi nice ayât-ı ke­
Aralık 191 O. Fakat, insaniyet de rime ve ehâdis-i şerife ile teyit ve tas­
üçüncü sayısından sonra süresiz ola­ dik olunan” sosyalist esasların “ze­
rak kapatılmıştır. Hilmi çevresi, bir kât gibi amelî bir surete dahi ifrağ”
parti organı olmasını mutlaka istedik­ edildiğini söylemektedir. Ösmanlı
leri için, ara vermeden bu kere de ye­ Sosyalist Fırkası çevresinde sosya­
ni bir Medeniyet gazetesiyle yayına lizmi islâmla bağdaştırmak yolunda­
devam etmişlerdir. ki girişim, aynı zamanda ' ulemadan
Hilmı çevresinin solculuğu hakkın­ bir zat” olan Karesi mebusu Abdüla-
da yapılabilecek ilk gözlem, homojen­ ziz Mecdi [Tolun(1865-1942)l efen­
likten uzak oluşu ve yerleşip oturma- dinin “ Düşün" başlıklı yazısıyla de­
mışlığıdır. Onun için, o dönemdeki ya­ vam etmiştir. Aslında, ‘Cevap' 'tan da
yınların herhangi bir köşesine baka­ Baha Tevflk. “ Düşün”den de aynı sonucun çıktı­
rak bütün akım hakkında genelleme­ ğı söylenebilir: sosyalist olmak, Müs­
ler yaparken çok dikkat etmek gere­ lüman olmanın bir gereğidir. Ancak,
kir. zeltilmesi için de bazı maddeler konul­ niyetler açısından, bu iki yazı arasın­
Hilmi çevresinin toplu görüşü ola­ muştur (14, 1 7 - 2 0 ve 22). Solcu bir da tam bir ters-simetri vardır, Hüse­
rak, İştirak'in birinci sayısının ilk ya­ anlayışa yakın sayılabilecek, vergi re­ yin Hilmi, bilgisinin bütün yalınkatlı-
zısında (''M eslek', s. 1-2) öne sürü­ formu (4 - 5), millîleştirme (6), barış­ ğıyla birlikte, islâmdan faydalanmak
len düşünceler, bu derginin başlan­ çılık (9 - 11) gibi konularla ilgili mad­ isteyen bir sosyalisttir; Abdülaziz
gıçta sosyalistlikten ne kadar haber­ deler ise,,aslında kendiliklerinden sos­ Mecdi ise, sosyalizmi kullanmaya kal­
siz olduğunu açıkça gösterir. Bura­ yalist bir düzen getirebilecek unsur­ kışan bir Müslüman.
da, toplum olarak "iki şeye fevkalâ­ lar değil, ancak uygulanırlarsa orta­ Ösmanlı Sosyalist Fırkasının hiç­
de ihtiyacımız var ' denilmektedir, mı değişime hazırlayabilecek teklifler­ bir zaman Meclis-i Mebusan'da tem­
'teşebbüs ve terakki ". "Sınıf-ı dir. silcisi olmamıştır. iştirak in misafir ya­
müdrike-i insaniyet” , bugün “ Mille­ Vergi reformu, liberal bir iktisat dü­ zarı Mecdi Efendi, İttihat ve Terakki
tim nev-i beşerdir, vatanım rü-yi zeninin de gereği olabilir. Millileştir­ Fırkası'nın mebusuydu. Öndan baş­
zemin” mısraının ifade ettiği fikre menin sosyalizme has bir şey olma­ ka, Hilmi çevresiyle iyi münasebetleri
bağlanmıştır. "işte Avrupa'da daima dığı -artık- iyice bilinmektedir. Barış­ olan birtakım mebuslar daha vardı.
terakki eden, terakki ettiği kadar çılık dilekleri ise, herhangi bir sistem­ Bunların başlıcaları, Ahali Fırkası ve
mazhar-ı tebcil olan bu fikr-i mukad­ de ortaya çıkabilir ve Hilmi grubuna Ermeni Sosyal Demokrat Partisi (Taş-
dese tebaen biz de ciştirakli halka tak­ modellik eden Fransız sosyalistlerinin nak) etrafında toplanmışlardı. Meclis­
dim etmekle müftehiriz. Maksadımız çoğunun da 1914 te yaptığı gibi, ba- te Emlâk Vergisi Kanunu müzakere
terakki ve teali, sınıf-ı makhure-i ame­ zan solcular tarafından da kabul olun­ edilirken, bütün bu mebuslar, sola ya­
lenin şerait-i fikriyesini ilâ, hayat-ı mayabilir. kın buldukları müterakki vergilendir­
mâneviyesinı temniye, (ittihat)i tâmim, Hilmi çevresinin dergilerinde, daha me sistemini kabul ettirmek için ça­
mevcudiyetimizi tahkimdir' ’. iştirak'- başından beri işçi sınıfından söz edil­ lışmışlardır. Ösmanlı parlamentosun­
te, yalnız sosyalizmin doğru dürüst miş; fakat bu, önceleri daha çok daki solcu azınlık, temsilcileri arasın­
bilinmemesi değil, Batı kültürünü ta­ ‘'edebiyat yapmak"' şeklinde olmuş, da, Bulgar asıllı Selânik mebusu Vla-
nıyışın da iğretiliği göze çarpmakta­ sonra da düpedüz haber aktarmakla hof Efendi'yi anmak gerekir.
dır. Bununla birlikte, genel bilgi eksik­ yetinilmiş ve bu malzeme bilinçli bir Hilmi çevresinin bu dönemdeki fa­
liğinin yanısıra, daha çok sezgiye da­ teori çerçevesi içinde yorumlanma- aliyeti hakkında yapılması gereken
yanarak yazıldığı halde, Marxçı sos­ mıştır. Ösmanlı Sosyalist Fırkası ku­ belki en önemli gözlem, solcu fikirle­
yalist teorinin ulaştığı bazı sonuçları rulduktan sonra çıkarılan gazeteler­ ri yaymak amacıyla başlayan bu ha­
hayli doğru olarak anlatan birtakım iş­ de, işçi meselelerine yeni bir yaklaş­ reketin, kısa sürede liberal bir muha­
tirak makaleleri de vardır. Baha Tev- ma yolu denenmiştir. Salt ekonomik lefet plâtformuna kayışıyla ilgilidir. Bu
fik tarafından kaleme alındığı söyle­ gayeli grevlerin teşkilâtsızlık yüzün­ bakımdan, iştirak in Ahmet Samim'-
nen, "Sosyalistliğin Atisi” başlıklı ya­ den başarıya ulaşamaması üzerine, in anısına ayrılan 1 7. sayısı, bir dö­
zı, bunlara örnek gösterilebilir. işçilere Ösmanlı Sosyalist Fırkası'nın nüm noktası sayılabilir, ittihat ve Te­
desteğiyle sendikalar kurmaları öğüt- rakKi Fırkası'nın kanunsuz şiddet me -
Parti Programı lerımektedir. Böylelikle, parti de güç­ tadiarı kullanacak kadar sert bir hâ­
Ösmanlı Sosyalist Fırkası kurulduk­ lenecektir, ancak bu işin kolay ve ça­ kimiyet anlayışı olduğunu gösteren
tan sonra, yayımlanan parti Beyanna­ buk gerçekleşebileceği konusunda bu ikinci gazeteci cinayeti (daha ön­
me ve Programı, Hilmi çevresinin sol­ iyimserlik gösterilmemektedir. Bu tav­ ce, Serbesti başyazarı Hasan Fehmi
culuğun anlamını iyice kavramamış rın realistliğini teslim etmek gerekir. öldürülmüştü), yeni kurulan bu çev­
olduğunu bir kere daha ortaya koy­ Gerçekten de, Hilmi çevresi, savaş­ reyi rahat bir ortam içinde solcu bi­
maktadır. Ösmanlı Sosyalist Fırkası, tan önceki yıllarda genellikle halka ve lince ulaşmaya çalışmaktan alakoy-
sosyalist olmaktan çok, liberal bir ku­ özellikle işçilere inmeyi becerernemiş muş ve genel hürriyet mücadelesine
ruluş olarak görünmektedir. Nitekim, ve bir “hareket” olamamıştır. katılmaya sürüklemiştir. Ösmanlı
programındaki taleplerin çoğunluğu Bu ekımın solculuğu halka yaklaş­ Sosyalist Fırkası gazetelerinde de,
siyasi hürriyet düzeniyle ilgilidir. Bu­ tırmak için düşündüğü şeylerden bi­ (solculukla bağdaşamayacak kadar)
nunla birlikte, işçilerin çalışma şart­ ri, îslâmiyetle bir uzlaşma zemini ara­ safdil bir hukuk devleti anlayışı ileri
larının ve örgütlenme imkânlarının dü- mak olmuştur. iştirakte Hüseyin Hil­ sürülmüş ve basın, hürriyeti titizlikle
1452 SİYASAL PARTİLER
Osmanlı Solculuğu ve İştirakçi Hilmi

savunulmuştur. Türkiye'deki sosya­ görülen vergi reformu, bu kere, zo­ ra, partinin 1920 ilkbaharında yürü­
list yayınların izinin kaybolduğu 1911 runlu ihtiyaç maddeleri istihlâk vergi­ tülmesine yardım ettiği Debbağhane,
yılında, idarenin solcu kuruluşlar üs­ lerinin kaldırılması ve müterakki esa­ Tersane ve Tramvay grevleri, Hilmi'­
tündeki baskısıçağalmış olsa gerek­ sın kabulüyle yetinmemekte, daha ile­ ye büyük ün kazandırmıştır. Zaferle
tir. Öte yandan, bu dönemde ittihat riye giderek, miras vergilerinin artırıl­ sonuçlanan bu grevlerin etkisiyle, her
ve Terakki’ye karşı türeyen güçler, bir masını, lüks harcamaların ve kullanıl­ gün'yüzlerce kişi Türkiye Sosyalist
muhalefet cephesi halinde birleşme­ mayan servetlerin vergilendirilmesi­ Fırkası’na yazılmaya başlamıştır. Bu
ye yönelerek 21 Kasım 1911 'de Hür­ ni, emekçilerden vergi alınmamasını arada gözleri korkan Şirket-i Hayriye,
riyet ve itilaf Fırkası’nı meydana ge­ istemektedir. “Sermayesiz Sınıfın Hi­ Tramvay Kumpanyası, Haliç idaresi
tirmiştir. Trablusgarp saldırısı, Arna­ mayesi’ yle ilgili talepler ise, çalışma gibi kurumların yüksek memurları da,
vutluk ayaklanması ve Balkan savaşı şartlarının düzeltilmesi hakkında derli cömert bağışlar yaparak partiye gir­
gibi dış olayların iç politikayı önemli toplu bir tedbirler kataloğu meydana mişlerdir. Böylece toplanan paralar­
derecede etkilediği bu sıralarda, Os­ getirmiştir. Bu arada, bir “ Amele la, Türkiye Sosyalist Fırkası merkez­
manlı Sosyalist Fırkası’nın da Hürri­ Nezareti” veya "Meşagil ve Mesalih-i i umumîsi için Divanyolu’nda bir ko­
yet ve itilâfçılara yanaşmış olması Amele Kalemi” kurulması da sözko- nak, reis beye de armalı bir otomobil
muhtemeldir. Bununla birlikte, daha nusu edilmektedir. alınmıştır. Bu parlak dönem, bir yıl­
sonraki gelişmelerden anlaşılacağı Türkiye Sosyalist Fırkası programı­ dan fazla sürmüştür. 1921 Bir Mayı-
üzere, Hilmi çevresi bu ana muhale­ nın yayımlanmasından bir buçuk ay sı'nda İstanbul’un hemen bütün işçi­
fet partisine büsbütün katılmamış ve sonra, Hüseyin Hilmi mütareke döne­ leri, özellikle Şirket-i Hayriye, Seyr-i
bağımsızlığını korumuştur. mindeki yegâne gazetesini, idrak i çı­ sefain, Haliç idaresi ve Tramvay
karmaya başlamıştır. Bu tek yaprak­ Kumpanyası’nda çalışanların hepsi
Türkiye Sosyalist Fırkası lı günlük gazetenin ömrü pek kısa tatil yapmışlar. ve amele bayramını
Mütarekeden sonra, Osmanlı Sos­ sürmüştür. 28 Nisan 1919'da çıkan kutlamışlardır.
yalist Fırkası reisi Hüseyin Hilmi de idrak, 17. ve 18. sayıları arasında (14 Hilmi’nin diktatörlüğü, önceaydın-
lstanbul'a gelmiş ve hemen yeni bir Mayıs'tan 1 Temmuza kadar) teknik ların partiden kopmalarına yol açmış­
ad altında partisini canlandırmaya ko­ sebeplerden ötürü yayına ara vermiş tır. Bunların yerini, Salih Reis (hamal­
yulmuştur. Böylelikle, 1919 Şubatı'- ve 22 Temmuz'da yayımlanan 33. sa­ lar kâhyası), Çopur Rıza ve Rasim Şa-
nda Türkiye Sosyalist Fırkası kurul­ yısından itibaren kesin olarak kapan­ kir (Aksaray tramvay deposu müdü­
muştur. Bu dönemde Hilmi, şimdi ik­ mıştır. rü) gibi işçi sınıfına daha yakın birta­
bal mevkiine gelen -sürgündeyken İdrak’in kapanması, genel bir iç po­ kım kimseler almış olmakla birlikte,
ahbap olduğu (Mustafa Sabri Hoca litika kavgasının sonucunda olmuş­ Hilmi’nin kendi başına buyruk hare­
gibi)- Hürriyet ve itilâfçılardan hima­ tur. Hürriyet ve itilâf Fırkası’nda baş- ketleri bütün parti üyelerini tedirgin
ye görmüştür. Yeni Türkiye Sosyalist gösteren siyasî buhran, ikinci Ferid etmiştir. Bundan daha önemli bir çö­
Fırkası içinde de Hilmi, reis olmuş; Paşa hükümetinin devrilmesine yol küş nedeni, Tramvay kumpanyasına
kâtib-i umumilik ise, Mustafa Fazıl’a açmış, fakat yine Ferid Paşa -üçüncü karşı Hilmi'nin yönettiği yeni grevle­
[Çunl verilmiştir. Savaş yıllarında is­ kere- kabineyi kurmakla görevlendi rin olumsuz sonuçlanmasıdır. Çeşit­
viçre'de okuyan bu genç, Şevket rilince, partilerarası bir muhalefet li işletmeler, başlangıçta vermek zo­
Mehmet Ali tBilgişin] ve Hasan Sadi cephesi yaratılmıştı. Bu muhalefet runda kaldıklan tavizleri geri almak ve
[Birkökl adlı iki arkadaşıyla birlikte, cephesinin bildirisini, bütün gazete­ Türkiye Sosyalist Fırkası'na üye olan
Hilmi çevresine ideolojik mürşitlik et­ ler içinde yalnız idrak yayımlamıştır: işçilerini atmak için fırsatı kaçırma-
miştir. Türkiye Sosyalist Fırkası, bir “ Fırkaların Millete Beyannamesi” . mışlardır. Bu arada, Tramvay amele­
ay içinde programını açıklamıştır. Bu Aynı sayıda, hükümete şiddetle kafa sini Türkiye Sosyalist Fırkası’ndan
belge, eski Osmanlı Sosyalist Fırka­ tutan ‘‘Vah Memleketimize; Vah Mil­ ayırmak amacıyla bir “ İşçileri Siyanet
sı ve Paris Şubesi programlarının iz­ letimize, Vah Bize!!!” başlıklı bir ma­ Gerniyeti’’ kurulmuş ve yine Tramvay
lerini taşımakla birlikte, onlara oran­ kale de vardır. idrakin böylelikle fe­ işçilerinden teşekkül eden bir "Müs­
la daha ayrıntılı ve bilinçlidir. Türkiye da edilmesi, Hüseyin Hilmi’nin Hür­ takil Sosyalist Fırkası” ortaya atılmış­
Sosyalist Fırkası, programı, önce riyet ve İtilât Fırka merkezi taraftar­ tır. Başka birtakım sol işçi kuruluşla­
sosyalizmin amacını tanımlamaktadır: larından para almış olmasıyla açıklan­ rının da rekabeti sonucunda, Hilmi’­
eşitsizlik ve adaletsizliğe dayanan bu­ mıştır. Bu doğru olabilir. Fakat tıpkı nin gücü azalmıştır. Bunun üzerine
günkü toplumun ana kuruluşunda de­ Osmanlı Sosyalist Fırkası’nın vaktiy­ malî sıkıntılar başgöstermiş ve parti
ğişiklikler yaparak, onu çekilebilecek le Ahmet Samim'in öldürülmesi üze­ ancak Yüzbaşı MuratBey adlı su ge­
bir duruma getirmek. Bunun için de rine ittihatçı iktidara karşı genel siyasi misinin kaptanı Hasan’ın para yar­
parti iki temel istekte bulunmaktadır: muhalefete katılmak zorunluluğunu dımlarıyla ayakta kalabilmiştir. Tür­
üretim ve dağıtım araçlarının devlet­ duyması gibi; bu kere de, Türkiye kiye Sosyalist Fırkası, önceleri iki bin
leştirilmesi ve aynı amacı güdenlerle Sosyalist Fırkası’nın hem âciz hem kadar işçi-üye toplamışken, nihayet
uluslararası işbirliği edilmesi. Bu di­ müstebit bir hükümete karşı cephe al­ 1922 Ağustosu ’nda “ismen mevcut
leklerin gerçekleştirilmesini bekler­ mayı, solcu faaliyete girişmeden ön­ ise de, reis Hilmi’nin etrafında bir ma­
ken, birtakım genel reformlar yapıl­ ce çözülmesi gereken bir ön-mesele sa ve bir de sandalyeden maada kim­
malıdır. Parti, hükümeti zorlamak is­ diye görmüş olması da kuwetle muh­ se kalmamıştır.’’ Çok geçmeden Hü­
tediği bu ıslahat tedbirlerini progra­ temeldir. Zaten, partinin daha birkaç seyin Hilmi'nin esrarengiz bir şekil­
mında sıralamaktadır. "Siyasî” baş­ gün önce toplanan genel kurulunda de öldürülmesiyle, Türkiye Sosyalist
lığı altında toplananmaddeler, genel­ da bu yönde bir karar alınmış olması Fırkası da büsbütün dağılmış ve tari­
likle eski programları andırmaktadır; mümkündür. he karışmıştır. D
yalnız burada dinin bir özel mesele Türkiye Sosyalist Fırkası, 1919
sayılması, laik bir anlayışa işaret eder sonlarında yapılan genel seçimlere,
(m.5). "İktisadî” tedbirler, millîleştir­ istanbul’dan iki adayla katılmış, fakat
meyle ve malî politikayla ilgilidir. On- başarısızlığa uğramıştır. Bundan son­
SİYASAL VE TOPLUMSAL
OLAYLAR

Siyasal ve Toplumsal Olaylar Kronolojisi


1454
Siyasal ve Toplumsal Olaylar
Kronolojisi

1801 Galip Paşa’nın ölümü. 8 Haziran 1840 Hüsrev Paşa’nın azli ve Mehmed Emin
1802-6 Mehmed Said Halet Efendi’nin Paris el­ Rauf Paşa’nın 3. kez sadrazam olması.
çiliği. 15 Temmuz 1840 Mısır meselesinin çözümüyle ilgili Lond-
23 Nisan 1804 Cezzar Ahmed Paşa’nın ölümü. ra Mukavelenamesi’nin imzalanması.
1807 Nizam-ı Cedid’in ilgası. 24 Mayıs 1841 Mehmed Ali Paşa’ya Mısır valiliğinin
Mayıs 1807 III. Selim’in hal’i. soyuna da kalması koşuluyla verilmesi.
1808 İstanbul yangını. Alemdar vak’ası, Ye­ 3 Temmuz 1841 Boğazlar Meselesi’nin Londra Antlaş-
niçeri isyanı, saraya hücum; Tersane, ması’yla çözümlenmesi.
Tophz:ne, Selimiye ve Levent çiftliği 4 Aralık 1841 Mehmed Emin Rauf Paşa’nın azli ve İz­
olayları. zet Mehmed Paşa’nın 2. kez sadrazam
1826 Askere fes giydirilmesi. olması.
1826 Hocapaşa yangını. Tarihçi Şanizade’nin 30 Ağustos 1842 İzzet Mehnıed Paşa’nın azli ve Mehmed
ölümü. Emin Rauf Paşa’nın 4. kez sadrazam ol-
1827 Evkaf Nezareti’nin kuruluşu. ması.
1827 İstanbul’da tıp okulunun açılması. 6 Eylül 1843 Yeni askere alma usulünün (kur’a) uy­
1827-36 Hüsrev Paşa’nın seraskerliği. gulamaya konması.
1831 Nüfus sayımı, tımarların kaldırılması, 1 Şubat 1844 Tashih-i sikke uygulaması.
Takvim-i Vakayi’nin yayımı. 1845 Lübnan ıslahatı.
1833 Büyük İstanbul yangını. 10 Nisan 1845 Polis teşkilâtının kuruluşu.
1834 Posta sisteminin kurulması, Hoca İshak 1846 Resmî lakapların kabulü.
Efendi’nin ölümü. 1846 Kürt ümerasından Bedirhan Paşa’nın
26 Kasım 1837 ilk “ buğu” (buharlı) gemisinin yapımı. sonu.
1838 Rüşdiyelerin açılması. 28 Eylül 1846 Melımed Emin Rauf Paşa’nın azli ve
3 Kasım 1839 Gülhane Hatt-ı Hürnayunu’nun ilanı. Mustafa Reşid Paşa’nın sadrazam olma­
Tanzimat döneminin başlaması. sı.
3 Mayıs 1840 İlk ceza kanununun kabulü. 1848 Mülteci sorunu.

GÜLHANE HATT-l HÜMAYUNU’NUN İLÂNI: 3 Kasım 1839’da Mustafa Reşid Paşa'nın Topkapı Sarayı’mn aıtınaa Güihane
diye adlandırılan alanda okuduğu belge Osmanlı Devleti'nde yeni bir dönemin başladtğtnı gösterir. Gülhane Hatt-t Hümayunu
mazbata ve metinden oluşuyordu. Padişahın iradesiyle onaylanan bu belge bir kanun ya da Anayasa değildir. Fermanda devletin
sorumluluk alanı düzenleniyor, tüm tehaya eşit hak, mal ve hayat güvencesi veriliyordu.
SİYASAL VE TOPLUMSAL OLAYLAR 1455
Siyasal ve Toplumsal Olaylar Kronolojisi

16 Mart 1848 İlk öğretmen okulunun İstanbul’da açıl­


ması.
28 Nisan 1848 Mustafa Reşid Paşa’nın azli ve İbrahim
Sârım Paşa’nın sadrazam olması.
ll Ağustos 1848 İbrahim Sârım P aşa’nın azli ve Musta­
fa Reşid P aşa’nın 2. kez sadrazam ol­
ması.
1849 Haliç’in donması.
1 Mayıs 1849 Memleketeyn (Eflâk-Boğdan) meselesiy­
le ilgili Baltalimanı Antlaşması’nın im­
zalanması.
1850 Şirket-i Hayriye’nin kuruluşu.
28 Temmuz 1850 Ticaret Kanunnamesi’nin kabulü.
14 Temmuz 1851 1840 tarihli ceza kanununu yenileyen
Kanun-ı Cedid’in kabulü.
18 Temmuz 1851 Erıcümen-i Dâniş’in kurulması.
26 Ocak 1852 Mustafa Reşid Paşa’nın azli ve Mehıned MÜSLÜMAN OLMAYANLARA YENİ HAKLAR: Gülhane
Emin Rauf Paşa’nın 5. kez sadrazam ol­ Hatt-ı Hümayunu 'nun özellikle Müslüman olmayanlara getirmiş
ması. olduğu haklar nedeniyle birçok sorun yarattığını gören ve
5 Mart 1852 Mehmed Emin Rauf P aşa’nın azli ve maddelerin uygulanmasında denetleyicı olmak isleyen Batılı
Mustafa Reşid Paşa’nın 3. kez sadrazam devletlerin temsilcilerinin baskısıyla yayınlanan Islahat Fermanı
olması. bir anlamda Hıristiyanlar için hazırlanmıştır. 28 Şubat 1856’da
5 Ağustos 1852 M ustafa Reşid Paşa’nın azli ve Ali P a­ ilan edilen fermana göre Müslüman-Hıristiyan eşitliği
sağlanacak, cizye kaldırılacak, kimse dinini değiştirmeye
şa’nın sadrazam olması. zorlanmayacaktır.
3 Ekim 1852 Ali P aşa’nın azli ve Mehmed Ali Paşa’-
nın sadrazam olması.
1853 Kutsal Yerler sorunu. 10 Eylül 1855 İngiliz-Fransız ve Osmanlı birliklerinin
15 Mart 1853 Rusya elçisi Prens Mençikof’un İstan­ Sivastopol’a girmeleri.
bul’a gelmesi. 1856 Cidde olayı.
13 Mayıs 1853 Mehmed Ali Paşa’nın azli ve Mustafa 28 Şubat 1856 Islahat Fermanı’nın ilanı.
Naili Paşa’nın sadrazam olması. 30 Mart 1856 Kırıın Savaşı'nı sona erdiren Paris Ant­
19 Mayıs 1853 Osmanlı Devleti’yle Rusya arasındaki laşması’nın imzalanması.
diplomatik ilişkilerin kesilmesi. 1 Kasım 1856 Ali Paşa’nın azli ve M ustafa Reşid Pa­
22 Haziran 1853 Rus ordularının Balkanlar’daki Osmanlı şa’nın 5. kez sadrazam olması.
sınırlarını aşmaları. Kırım Savaşı’nın 17 Mart 1857 Maarif-i Umurniye Nezareti'rıin kurul­
başlaması. ması.
8 Temmuz 1853 Mustafa Naili P aşa’nın azli ve iki gün 6 Ağustos 1857 Mustafa Reşid Paşa’nın azli ve Musta­
sonra yeniden sadrazam olması. fa Naili Paşa’nın 3. kez sadrazam olma-
30 Kasım 1853 Rus filosunun Sinop’taki Osmanlı filo­
sunu imha etmesi ve şehri ateşe verme- 22 Ekim 1857 Mustafa Naili Paşa’nın azli ve Mustafa
Reşid Paşa’nın 6. kez sadrazam olma­
28 Ocak 1854 Rusya’nın Osmanlı topraklarına karşı sı.
genel saldırıya geçmesi. 28 Aralık 1857 İstanbul'da ilk belediye örgütü olan 6.
12 M art 1854 İngiltere, Fransa ve Osmanlı Devleti’nin Daire-i Belediye'nin kuruluşu.
Rusya'ya karşı birleşme antlaşması. 1858 Eyalet Meclisi’nin kuruluşu.
29 Mayıs 1854 Mustafa Naili Paşa’nın azli ve Mehmed 11 Ocak 1858 Mustafa Reşid Paşa’nın ölümü uzerine
Emin Paşa’nın sadrazam olması. Ali Paşa’nın 3. kez sadrazam olması.
20 Eylül 1854 İngiliz, Fransız ve Osmanlı birliklerinin 6 Haziran 1858 Arazi Kanunnamesi’nin kabulü.
Kırım’a çıkmaları. 15 Temmuz 1858 Cidde olayı.
23 Kasım 1854 Mehmed Emin Paşa’nın azli ve Musta­ Y Ağustos 1858 Yeni Ceza Kanunnamesinin yiırürlüğe
fa Reşid Paşa’nın 4. kez sadrazam ol­ gırıııesi.
ması. 1859 Şam vak’ası.
2 Mayıs 1855 Mustafa Reşid P aşa’nın istifası ve Ali İ2 Şubat 1859 Mekteb-i Mülkiye’nin açılması.
Paşa’nın 2. kez sadrazam olması. 14 Eylül 1859 Kuleli Vak’ası.
28 Haziran 1855 Osmanlı Devleti’nin Londra’da imzala­ 18 Ekim 1859 Ali Paşa’nın azli ve Mehmed Emin Pa-
dığı bir antlaşmayla ilk kez borç para al­ şa'nın 2. kez sadrazam olması.
ması. 23 Aralık 1859 Mehmed Emin Paşa’nın azli ve Müter­
16 Ağustos 1855 İstanbul’da Şehremaneti yönetiminin cim Rüşdî Paşa’nın sadrazam olması.
kuruluşu. 1860 Şam Vak'asmdan soııra Müşir Ahmed
22 Aralık 1855 Rus birliklerinin Kars'ı ek geçirmesi. Paşa ve bazı kimseleı in idamı.
9 Eylül 1855 İlk telgraf hattının açılması. 27 Mayıs 1860 Lübnan’da büyük Dürzî-Mâruni çaıış-
1456 SİYASAL VE TOPLUMSAL OLAYLAR
Siyasal ve Toplumsal Olaylar Kronolojisi

KULELİ VAK’ASl: Ali Paşa'nın sadrazam olduğu sırada Abdülmecid'e suikast düzenleyip, hükümet darbesi yapmak üzere
biraraya gelen kişilerin ortaya çıkarılması Kuleli Vak’ası diye anılır. Gerçekte bu olayın böyle adlandırılmasının nedeni olaya
karışanların Kuleli kışlasında sorgu/anma/andır. Kurulan gizli örgütün üyeleri arasında Şeyh Ahmed, Çerkes Hüseyin Paşa, Arnavut
Cafer Paşa, Tophane ketebesinden Arif Bey, imalat Meclisi üyesi Rasim Bey gibi kişiler vardı. 14 Eylül I859‘da tutuk/anan bu
kişiler idam ve çeşitli hapis ceza/anna çarptırılmış, ancak idam cezalan Abdülmecid tarafından küreğe çevrilmiştir. Ahdülmecid ve
Mehmed Emin Ali Paşa.

masının başlaması. 1865 Fırka-i İslahiye’nin kuruluşu.


8 Ağustos 1860 1860 Fenerler İdaresi’nin kuruluşu. 1865 Amerika’ya elçi gönderilmesi.
1861 Askerî kıyafet değişimi. 12 Nisan 1865 M aarif Nezareti 'nde Tercüme Cemiye-
27 Mayıs 1861 Mütercim Rüşdî Paşa’nın azli, Mehmed ti’nin kurulması.
Emin Paşa’nın 3. kez sadrazam olma- 26 Mart 1865 Ticaret Nezareti'yle Nafıa Nezareti’nin
birleştirilmesi.
3 Haziran 1861 Cemiyet-i îlmiye-i Osmaniye’nin kurul­ 30 M art 1865 Cemiyet-i Tedrisiye-i İslâmiye’nin kurul­
ması. ması.
9 Haziran 1861 Lübnan’ın Cebel-i Lübnan adıyla özel Haziran 1865 Yeni Osmanlılar Cemiyetinin kurulma-
statülü bir vilayet haline getirilmesine
ilişkin Beyoğlu Protokolü’nün imzalan­ 1866 Demiryolu ulaşımı, Mısır’da ilk seçimli
ması. meclis denemesi.
25 Haziran 1861 Abdülmecid’in ölümü ve Abdülaziz’in 5 Haziran 1866 Fuad Paşa’nın azli ve Mütercim Rüşdî
tahta çıkması. Paşa’nın 2. kez sadrazam olması.
6 Ağustos 1861 Mehmed Emin Paşa’nın azli ve Ali Pa- 2 Eylül 1866 Girit’teki Rumlar’ın Yunanistan’a bağ­
şa’nın 4. kez sadrazam olması. lanma isteğiyle büyük bir ayaklanma
22 Kasım 1861 Ali Paşa’nın azli ve Fuad Paşa’nın sad­ başlatmaları.
razam olması. 1 1 Şubat 1867 Müterciın Rüşdî Paşa’nın istifası ve Ali
1862‘ Belgrad olayı. Paşa’nın 5. kez sadrazam olması.
1863 Sultanahmed’de Sergi-i Osmani’nin açı­ 24 Mart 1867 Yeni Osmanlılar Cemiyeti’nin yurt dı­
lışı. şında propaganda çalışmalarına başla­
2 Ocak 1863 Fuad Paşa’nın istifası ve Yusuf Kâmil ması.
Paşa’nın sadrazam olması. Mayıs 1867 Mekteb-i Tıbbiye-i Mülkiye’nin kurul­
12 Ocak 1863 İlk Darülfünun’un açılışı. ması.
1 Haziran 1863 Yusuf Kâmil P aşa’nın azli ve Fuad P a ­ 8 Haziran 1867 Hıdivlik unvanının verilişi.
şa’nın 2. kez sadrazam olması. 21 Haziran 1867 ilk kez bir Osmanlı padişahının (Abdü-
1864 Genel nüfus sayımı. Tuna vilayetinin ku­ laziz) Avrupa ülkelerine geziye başlama­
ruluşu. sı (gezi 7 Ağustos’a kadar sürmüştür).
SİYASAL VE TOPLUMSAL OLAYLAR 1457
Siyasal ve Toplumsal Olaylar Kronolojisi

6 Mart 1868 Adliye Nezareti’nin kurulması. 1876 Sırp ve Karadağ beylerinin isyanı.
1 Nisan 1868 Şûra-yı Devlet’in kurulması. 9 Nisan 1876 İstanbul’da tersane işçilerinin grevi.
23 Mayıs 1868 İlköğretim zorunluluğunun konulması. 2 Mayıs 1876 Bulgar ayaklanmasının başlaması.
9 Haziran 1868 Yabancı ülke uyruklularına mülk edin­ 10 Mayıs 1876 Medrese öğrencilerinin sadrazam Mah­
me hakkının uygulanmaya başlaması. mud Nedim Paşa’ya karşı büyük bir
1 Eylül 1868 Mekteb-i Sultani’nin (Galatasaray Lise­ gösteri yapmaları.
si) öğretime başlaması.
26 Eylül 1868 İlk Erkek Sanat Okulu’nun İstanbul’da
açılması.
1869 Süveyş kanalının açılması.Ö;jeni’nin İs­
tanbul’u ziyareti.
1869 Polis ve Jandarmanın Bâb-ı Seraskerî’-
den bağımsız bir teşkilat oluşu.
20 Nisan 1869 Mecelle’nin ilk kitabının kabulü.
1 Eylül 1869 Maarif-i Umumiye Nizamnamesi’nin
yayınlanması.
19 Aralık 1869 İkinci Darülfünun, Darülfünun-ı Osma-
ni’nin açılışı.
1870 Encümen-î Ülfet kuruldu.
1870 Fransuva Josef’in İstanbul’u ziyareti.
1871 Yemen’de ilk kez Osl'lanlı ordusunun
teşkili.
1870 Beyoğlu yangını.
1871 Serdar-ı Ekrem Ömer Lütfi Paşa’nın
ölümü.
22 Ocak 1871 İdare-i Umumiye-i Vilayât Nizamname­
si’nin yayınlanması.
7 Eylül 1871 Ali Paşa’nın ölümü ve Mahmud Nedim
Paşa’nın sadrazam olması.
1872 Kuzguncuk yangını.
1872 Antalya depremi.
25 Ocak 1872 Hasköy Tersanesi işçilerinin grevi.
30 Temmuz 1872 Mahmud Nedim Paşa’nın azli ve Mid-
hat Paşa’nın sadrazam olması.
19 Ekim 1872 Midhat Paşa’nın azli ve Mütercim Rüş-
dî Paşa’nın 3. kez sadrazam olması.
1873 İran Şahı Nasıreddin’in İstanbul’u ziya­
reti. Yakup H an’ın İstanbul’a elçi gön­
dermesi.
22 Ocak 1873 Kasımpaşa Tersanesi işçilerinin grevi.
15 Şubat 1873 Mütercim Rüşdî Paşa’nın azli ve Ahmed
Esad Paşa’nın sadrazam olması.
15 Nisan 1873 Ahmed Esad Paşa’nın azli ve Şirvaniza-
de Rüşdî Paşa’nın sadrazam olması.
18 Aralık 1873 İlk İdadi’nin İstanbul’da kurulması.
1874 Prens M ilan’ın İstanbul’u ziyareti.
13 Şubat 1874 Şirvanizade Rüşdî Paşa’nın azli ve H ü­
seyin Avni Paşa’nın sadrazam olması.
CİDDE Ol. A YI: Gülhane Halt-t Hümayunu ile Islahat
1874 Üçüncü Darülfünun, Darülfünun-ı Sul­ Fermanı ’nın Hıristiyan tebaya Müslümanlardan daha çok hak
tani’nin açılışı. ve ayrıcailk getirmesi gerginlik yaratmıştı. 15 Temmuz 1858’de
13 Nisan 1875 Hersek ayaklanmasının başlaması. Cidde’de Hac mevsiminde yerli Müslüman halk ile hacılar
25 Nisan 1875 Hüseyin Avni Paşa’nın azli ve Ahmed Hıristiyan tebamn üzerine saldırdılar. Olaya müdahale eden
Esad Paşa’mn 2. kez sadrazam olması. Fransız ve Ingiliz konsoloslarının öldürülmesi işin büyümesine
8 Haziran 1875 İstanbul’da tersane işçilerinin grevi. neden oldu. Bir süre sonra İngiliz ve Fransız savaş gemileri
16 Haziran 1875 Kitap sansürü usulünün konması. Cidde’y i bombaladı ve yabancılar olayın düzenleyicisi olarak on
25 Ağustos 1875 Ahmed Esad Paşa’nın azli ve Mahmud kişiyi idam etti. Bu, Osmanlı Devleti’nin hükümranlık haklarına
Nedim Paşa’nın 2. kez sadrazam olması. ve bir süre önce imzalanan Paris Antlaşması'na aykırı bir
davranıştı. Buna benzer bir olay 6 Mayıs 1876‘da Selanik’te
30 Ekim 1875 Ramazan kararnâmesi. olacak ve Müslüman olmak isteyen bir Bulgar kızı nedeniyle
26 Kasım 1875 Ahmed Esad Paşa’nın zehirlenerek öl­ başlayan olaylarda Fransız ve Alman konso/osları öldürülecekti.
dürülmesi. Cidde olayı (altta), Selanik olayı (üstte).
1876 Selanik olayı.
1458 SİYASAL VE TOPLUMSAL OLAYLAR
Siyasal ve Toplumsal Olaylar Kronolojisi

5 Şubat 1877 Midhat Paşa’nın yerine Edhem Paşa’-


nın sadrazam olması.
19 Mart 1877 İlk Meclis-i Mebusan’ın toplanması (I.
dönem çalışmaları 28 Haziran’da sona
erecektir).
24 Nisan 1877 Rusya’nın Osmanlı Devleti’ne savaş aç­
ması.
13 Aralık 1877 Meclis-i Mebusan’ın Il. dönem çalışma­
larına başlaması.
1878 Edirne’nin işgali.
1878 Kozaıı isyanı.
11 Ocak 1878 Edhem Paşa’nın azli ve Ahmed Harndi
Paşa’nın sadrazam olması.
4 Şubat 1878 Ahmed Harndi Paşa’nın azli ve Ahmed
Vefik Paşa’nın sadrazam olması.
13 Şubat 1878 Meclis-i Mebusan’ın süresiz tatil edilme­
si.
3 Mart 1878 Osmanlı Devleti’nin Rusya karşısında
yenilgisini belgeleyen Ayastefanos
Mukaddimat-ı Sulhiyesi’nin imzalanma­
sı.
18 Nisan 1878 Ahmed Vefik Paşa’nın azli ve Mehmed
Sadık Paşa’nın sadrazam olması.
20 Mayıs 1878 Ali Suavi’nin V. M urad’ı yeniden tahta
çıkarmak amacıyla Çırağan Sarayı’nı
basması.
28 Mayıs 1878 Mehmed Sadık Paşa’nın azli ve Müter­
cim Rüşdî Paşa’nın 5. kez sadrazam ol­
ması.
4 Haziran 1878 Rusya’ya karşı Osmanlı-İngiliz İttifak
Antlaşması ve karşılığında Kıbrıs’ın yö­
netiminin İngiltere’ye bırakılması.
4 Haziran 1878 Mütercim Rüşdî Paşa’nın azli ve Safvet
SERGİ-İ UMUMİİ OSMANİ’NİN AÇILMASI: Osmanlı Paşa’nın sadrazam olması.
Devleti uluslararası sergilere ilk kez Abdülmecid döneminde 13 Temmuz 1878 Osmanlı-Rus savaşım sona erdiren Ber­
katıldı. 1851’de Londra’daki sergide tarım ürünleri lin Antiaşması’nın imzalanması.
sergilenmişli. Ardından 1855’de yine Londra’daki sergiye birçok Temmuz 1878 Skalyeri-Aziz Bey komitesinin dağıtıl­
ürün ve hatta mamul madde gönderildi. imparatorluk içinde ilk ması.
sergi olan Sergi-i Osmani ise 27 Şubat 1863’de İstanbul’da
Sultanahmet Meydanı nda açıldı. Bu sergide yerli ve yabancı 4 Aralık 1878 Safvet Paşa’nın azli ve Tunuslu Hayred-
ürünler sergilenmiş, dışardan gelen tarım araçları çalıştırılmıştı. din Paşa’nın sadrazam olması.
10 Mart 1879 İstanbul’da yapı işçilerinin grevi.
29 Temmuz 1879 Tunuslu Hayreddin Paşa’mn azli ve Ah­
ll Mayıs 1876 Mahmud Nedim Paşa’nın azli ve Müter­ med Arifi Paşa’nın sadrazam olması.
cim Rüşdî Paşa’nın 4. kez sadrazam ol­ 18 Ekim 1879 Ahmed Arifi- Paşa’nın azli ve Said Pa-
ması. şa’nın sadrazam olması.
30 Mayıs 1876 Abdülaziz’in tahttan indirilmesi . V. Mu- 9 Haziran 1880 Said Paşa’mn azli ve Mehmed Kadri Pa-
rad’ın padişah olması. şa’nın sadrazam olması.
15 Haziran 1876 Çerkes Hasan olayı. 17 Haziran 1880 Hukuk Mektebi’nin açılması.
31 Ağustos 1876 V. Murad’ın tahttan indirilmesi. II.Ab- 12 Eylül 1880 Mehmed Kadri Paşa’nın azli ve Said Pa­
dülharnid’in padişah olması. şa’nın 2. kez sadrazam olması.
19 Aralık 1876 Mütercim Rüşdî P aşa’nın istifası ve 12 Mayıs 1881 Tunus’un Fransa tarafından işgal edil­
Midhat Paşa’nın 2. kez sadrazam olma­ mesi.
sı. 27 Haziran 1881 Midhat Paşa’nın Abdülaziz’i öldürttü­
23 Aralık 1876 Tersane Konferansı’nın toplanması. ğü iddiasıyla yargılanmaya başlanması.
23 Aralık 1876 I. Meşrutiyet’in ilanı. Kasım 1881 Muharrem kararnâmesi.
1877 Ardahan ’ın işgali. 20 Aralık 188 l Muharrem Kararnamesi’yle Düyun-ı
18 Ocak 1877 Tersane Konferansı’nda oluşan önerileri Umumiye İdaresi’nin kurulması.
incelemek üzere Bâbıâli’de Meclis-i 1882 Mısır sorunu.
Umumi toplanması. 2 Mayıs 1882 Said Paşa’nın azli ve Abdurrahman Nu-
. 5 Şubat 1877 Midhat Paşa’nın sadrazamlıktan azledi­ reddin Paşa’nın sadrazam olması.
lerek ülke dışına gönderilmesi. 11 Temmuz 1882 Abdurrahman Nureddin Paşa’nın azli
SİYASAL VE TOPLUMSAL OLAYLAR
Siyasal ve Toplumsal Olaylar Kronolojisi

ÇERKEZ HASAN OLA YI: Abdülaziz’in ölümünden sonra çıkan söylenti/er, V.Murad’m sağlık durumunun ağır/aşması Osmanlı
politikasında gergin günler yaşanmasına neden olmuştu. 15 Haziran 1876’da Midhat Paşa’nm konağında lop/anan vükelâ meclisini
basan Çerkez Hasan Serasker Hüseyin Avni Paşa ile Hariciye Nazm Raşid Paşa’yı öldürürken birçok kişi hu olayın Abdü/aziz’in
intikamını almak amacıyla düzenlendiğini söyledi. Ancak bir görüşe göre de ko/ağası olan Çerkez Hasan ’m Hüseyin A vni Paşa
tarafından Bağdat 'a tayininin bu olayı yaratan etken olduğu öne sürülmüştür. Bir başka iddia da olayı düzenleyenin Hüseyin A vni
Paşa’dan kurtulmak isteyen Midhat Paşa olduğu yolundadır. Ancak Çerkez Hasan kendi ifadesinde Abdülaziz’in intikamını almak
istediğini söylemiştir. Bu olay sonunda Çerkez Hasan idam edilmiştir.1Çerkez Hasan (solda), H.A vni Paşa (sağda).

ve Said Paşa’nın 3. kez sadrazam olma­ 4 Eylül 1891 Kâmil Paşa’nın azli ve Ahmed Cevad
sı. Paşa’mn sadrazam olması.
5 Kasım 1882 Ebniye kanunu yayımlandı. 3 Ekim 1892 İstanbul’da Aşiret Mektebi’nin kurul­
30 Kasım 1882 Said Paşa’nın azli ve Ahmed Vefik Pa- ması.
şa'nın sadrazam olması. 1894 Büyük İstanbul depremi.
3 Aralık 1882 Ahmed Vefik P aşa’nın azli ve Said P a­ 8 Ağustos 1894 Sason’da Ermeni ayaklanmasının baş­
şa’nm 4. kez sadrazam olması. laması.
3 Mart 1883 Sanayi-i Nefise Mektebi’nin (Güzel Sa­ 1 Kasım 1894 Diyarbakır’da Ermeni ayaklanması.
natlar Akademisi) kurulması. 1895 Ermeni sorunu.
8 Ekim 1883 Mülkiye Mühendis Mektebi’nin kurul­ 8 Haziran 1895 Ahmed Cevad Paşa’nın azli ve Said Pa­
ması. şa’nın 5. kez sadrazam olması.
1884 Hacı Arif Bey’in ölümü. 16 Eylül 1895 Zeytun 'da (Maraş) Ermeni ayaklanma-
18 Eylül 1885 Berlin Antlaşması’yla kurulan özerk Do­
ğu Rumeli Vilayeti’nin Bulgaristan’la 30 Eylül 1895 İstanbul’da “ Ermeni patırdısı” .
birleşmesi. 1 Ekim 1895 Said Paşa’nın azli ve Kâmil Paşa’nın 2.
25 Eylül 1885 Said Paşa’nın azli ve Kâmil Paşa'nın kez sadrazam olması.
sadrazam olması. 7 Kasım 1895 Kâmii Paşa’nın azli ve Halil Rıfat Pa-
28 Ocak 1889 Mecelle Cemiyeti’nin görevine son ve­ şa’nın sadrazam olması.
rilmesi (1868’den beri çalışıyordu). 1896 Girit Rumları’nın yeniden ayaklanma­
3 Haziran 1889 Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti’nın sı.
kurulması. 26 Ağustos 1896 Ermeni militanların İstanbul’da Osman­
Eylül 1890 Ertuğrul faciası. lı Bankası’nı basmaları.
20 Haziran 1890 Erzurum’da Ermeni ayaklanması. 18 Nisan 1897 Osmanlı-Yunan Savaşı’nın başlaması.
1891 Sadullah Paşa’nın ölümü. Abdülezel ve Celal paşaların ölümü.
1460
SİYASAL VE TOPLUMSAL OLAYLAR
Siyasal ve Toplumsal Olaylar Kronolojisi

15 Ağustos 1900 Darülfünun-ı Şâhâne’nin kurulması.


18 Kasım 1901 Halil Rıfat Paşa’nın ölümü üzerine Sa-
id Paşa’nın 6. kez sadrazam olması.
4 Şubat 1902 I. Jön Türk Kongresi’nin Paris’te top­
lanması.
21 Eylül 1902 Makedonya’da Bulgarların başlattığı
ayaklanma.
1903 San’a ’nın imam Yahya tarafından zap­
tı, Fevzi Paşa tarafından geri alınışı.
14 Ocak 1903 Said Paşa’nın azli ve Avlonyalı Ferid
Paşa’nın sadrazam olması.
2 Ağustos 1903 Bulgarların Makedonya’da üç ay süren
büyük bir ayaklanma başlatmaları.
22 Eylül 1903 Şam’da Mekteb-i Tıbbiye kurulması.
1904 Kavala’da tütün işçileri grevi.
21 Temmuz 1905 Ermeni komitecilerinin Il. Abdülha-
mid’e bombalı suikast girişimleri.
1905 İstanbul’da tabakhane işçileri grevi.
1906 Şehremini Rıdvan Paşa’nın katledilme­
si.
Eylül 1906 Selanik’te Osmanlı Hürriyet Cemiyeti’-
nin kurulması.
1907 Zengibar Sultanı’nın İstanbul’u ziyare­
ti.
4 Aralık 1897 İstanbul Antlaşması’yla Osmanlı-Yunan 27 Eylül 1907 Osmanlı Hürriyet Cemiyeti’yle Ahmed
Savaşı’nın sona ermesi. Rıza G rubu’nun birleşmesi.
18 Aralık I 897 G irit’e özerklik verilmesi. 29 Aralık 1907 Paris’te 2. Jön Türk Kongresi’nin top­
28 Temmuz 1899 1. La Haye Konferansı. lanması.
SİYASAL VE TOPLUMSAL OLAYLAR
Siyasal ve Toplumsal Olaylar Kronolojisi

YANGINLAR VE DEPREMLER: Yangınların ve depremlerin


Osmanlı Devleti‘nde yaratmış olduğu sonuçlar oldukça
önemlidir. Bu olaylar sonucunda can ve mal kayıpları büyük
olmuş, özellikle yangınlar sonucunda kentlerin mimari dokuları
değişmiştir. 5 Haziran 1870’deki Beyoğlu yangını, 1872’deki
Kuzguncuk yangını, I900'den sonraki Hocapaşa, Fatih,
A ksaray ve Hasköy yangınları ile daha birçok yangın
İstanbul'un çehresinin tamamen değişmesine yolaçmıştır.
Depremler ise büyük maddi kayıplara yolaçmış, demografik
yapının değişimini getirmiştir. I894 İstanbul depremi (üstte), I912
Mürefte depremi (altta), Çırağan yangını (yan solda üstte),
Beyoğlu itfaiyesi (yan solda altta).

7 Temmuz 1908 Şemsi Paşa’nın M anastır’da öldürülme­


si.
20 Temmuz 1908 Firzovik toplantısının sonu ve saraya
Meşrutiyet isteyen telgrafın gönderilme-

22 Temmuz 1908 Avlonyalı Ferid Paşa’nın azli ve Said


Paşa’nın 7. kez sadrazam olması.
23 Temmuz 1908 İttihat ve Terakki’ye bağlı subayların
Manastır’da Meşrutiyet’i ilan etmeleri.
24 Temmuz 1908 II. Abdülhamid’in Meşrutiyet’i resmen
ilan etmesi.
29 Temmuz 1908 Bütün suçları kapsayan genel af.
3 1 Temmuz 1908 Cibali Tütün Rejisi işçileri grevi.
31 Temmuz 1908 Hafiyeliğin kaldırılması.
SİYASAL VE TOPLUMSAL OLAYLAR
Siyasal ve Toplumsal Olaylar Kronolojisi

ÇIRAĞAN OLAYI: Ali Suavi’nin VMurad’ı yeniden tahta getirmek amacıyla düzenlediği Çırağan Sarayı Baskım birçok yönüyle
şu anda bile aydınlanamamış bir olaydır. 18 Mayıs 1878’de beraberinde yüz kadar silahlı kişiyle Çırağan Sarayı’nı basan Ali Suavi
VMurad’ın dairesine kadar gitmiş ancak bu sırada yetişen Beşiktaş inzibat memurlarından Yedisekiz Hasan Paşa tarafından
öldürülmüş, adamlarından bir bölümü de kaçmıştır. Bu olaydan bir süre sonra Temmuz ayında buna benzer bir hareketi
düzenlemek isteyen Kleanti-Aziz Bey komitesi de ele geçirilmiş. Çırağan Vak’ası (üstte), Hasan Paşa (solda), Aziz Bey (sağda).
SİYASAL VE TOPLUMSAL OLANLAR 1463
Siyasal ve Toplumsal Olaylar Krono/,Djisi

4 Ağustos 1908 Said Paşa’nın istifası ve Kâmil Paşa’nın Avusturya aleyhinde gösteriler yapılma-
3. kez sadrazam olması.
28 Ağustos 1908 Selanık-Istanbul demiryolu hattı işçile­ 17 Aralık 1908 II. Meşrutiyet dönemi ilk Meclis-i Me-
ri grevi. busan’ının toplanması.
Ağustos 1908 Samsun’da tütün işçileri grevi. 17 Aralık 1908 II. Meşrutiyet dönemi ilk Meclis-i Me-
Ağustos 1908 Selanik’te rıhtım işçileri grevi. busan’ının açılması.
13 Eylül 1908 Kavala ve Drama’da Tütün Rejisi işçi­ 14 Şubat 1909 Kâmil Paşa’nın istifası ve Hüseyin Pa­
leri grevi. şa’nın sadrazam olması.
14 Eylül 1908 Anadolu-Bağdat Demiryolu Şirketi işçi­ 20 Mart 1909 İstanbul’da gümrük hamalları grevi.
leri grevi.
14 Eylül 1908 Zonguldak-Ereğli Kömür Madeni Şirke­
ti işçileri grevi.
14 Eylül 1908 Osmanlı Ahrar Fırkası’nın kurulması.
15 Eylül 1908 Rumeli demiryollarında grev (21 Eylül’-
de sona ermiştir).
18 Eylül 1908 Şark Demiryolları Şirketi memur ve iş­
çileri grevi.
22 Eylül 1908 İstanbul ve Selanik’te Orosdi-Back ma­
ğazaları işçileri grevi.
5 Ekim 1908 Avusturya’nın Bosna-Hersek’i toprak­
larına kattığını ilan etmesi.
5 Ekim 1908 Bulgaristan’ın bağımsızlığını ilan etme-

6 Ekim 1908 Giritli Rum halkın adayı Yunanistan’a


bağladıklarını ilan etmeleri.
7 Ekim 1908 İstanbul’da Yunanistan, Bulgaristan ve

MİDHAT PAŞA ’N IN YARGILANMASI: Midhat Paşa’nın


Sultan A bdülaziz’in ölümüyle ilgili yargılanması II.
Abdülhamid döneminin en önemli olaylarından biridir. Midhat
Paşa sadaretten azledildikten sonra yurtdışına gönderilmiş,
ardından af fedilerek önce Suriye ve bir süre sonra da tzmir
valiliğine getirilmişti. Ancak İzmir’deyken hakkında tutuklama
kararı çıkan ve Fransız konsolosluğuna sığınan Mithat Paşa
Adliye Nazırı Cevdet Paşa'nın teminatıyla İstanbul’a getirilmişti.
Amaç, Midhat Paşa ile birlikte Mahmud ve Nuri Paşaları
yargılamaktı. Yıldız’da yapılan duruşma sonunda idama
mahkum edilen paşaların cezası II. Abdülhamid tarafından
sürekli sürgüne çevrilmiş, ancak olay sonuçlanmamıştı. Mithat
Paşa ve arkadaşları 24 Nisan J884’de Taif’te sürgün kaldıkları
kalede bu olayın tartışmasıyla karanlık yanları günümüze kadar
gelecekti. Mithat Paşa (yanda), Taif zindanı (altta), mahkeme
başkanı Sururi Paşa (ortada), Savcı Abdüllatij Bey (sağda).
SİYASAL VE TOPLUMSAL OLAYLAR
Siyasal ve Toplumsal Olaylar Kronolojisi

ERTUĞRUL FACİASI: Japonya’ya bir dostluk ziyareti yapan Ertuğrul gemisinin dönüşte fırtınaya tutularak batması ve 609 kişilik
personelinden sadece 69 kişinin sağ kalabilmesi geçen yüzyılın yankılar uyandırmış olaylarından biridir. Kaza Osmanlı Devleti’nde
olduğu gibi Japonya’da da büyük üzüntü/ere yolaçmış ve hayatını kaybedenler için Oşima Adası’nda Kaşinozaki fenerinin yanında
bir şehitlik ve anıt yaptırılmıştır. Ertuğrul firkateyni ve gemi komutanı amira/ Osman Paşa.

5 Nisan 1909 ittihad-ı Muhammedî Fırkası’nın kurul­ rülmesi.


ması. 22 Temmuz 1911 İzmir-Kasaba ve Temdidi Demiryolu
6 Nisan 1909 Serbesti gazetesi başyazarı H asan Feh­ Şirketi işçileri grevi.
m i’nin İstanbul’da öldürülmesi. 29 Eylül 191 1 İtalya’nın Osmanlı Devleti’ne savaş ila­
13 Nisan 1909 İstanbul’da “ 31 Mart Vak’ası” . nı. Trablusgarp Savaşı’nın başlaması.
13 Nisan 1909 Hüseyin Hilmi P aşa’nın istifası ve Ah- 29 Eylül 191 1 İbrahim Hakkı Paşa’nın istifası ve Sa-
med Tevfik Paşa’nın sadrazam olması. id Paşa’nın 8. kez sadrazam olması.
14 Nisan 1909 Adana’da Ermeni olayları. 5 Kasım 1911 İtalya’nın Trablusgarp’ı (Libya) toprak­
22 Nisan 1909 Meclis-i Mebusan ve Meclis-i Ayan’ın larına kattığını ilan etmesi.
Yeşilköy’de Meclis-i Umumi-i Millî 21 Kasım 1911 Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nm kurulma­
adıyla toplanması. sı.
24 Nisan 1909 Hareket Ordusu’nun İstanbul’a girişi. 30 Aralık 1911 Said Paşa’nın istifası ve ertesi gün 9. kez
27 Nisan 1909 Meclis-i Umumi-i Millî’nin II. Abdülha- sadrazam olması.
m id’in tahttan indirilip yerine V. Meh- 18 Ocak 1912 Meclis-i Mebusan’ın kapatılması.
med’in (Reşad) geçmesine karar verme­ 18 Ocak 1912 I. dönem Meclis-i Mebusan’ın feshi.
si .
5 Mayıs 1909 Ahmed Tevfik P aşa’nın istifası ve Hü­
seyin Hilmi Paşa’nın 2. kez sadrazam ol­
ması.
28 Aralık 1909 Hüseyin Hilmi Paşa’nın sadrazamlıktan
istifası.
1910 Çırağan yangını.
1910 Arnavutluk isyanı.
12 Ocak 1910 İbrahim Hakkı Paşa’nın sadrazam ol­
ması.
Mart 1910 Arnavutluk’ta ayaklanma.
9 Haziran 1910 Sadâ-yı Millet gazetesi başyazarı Ahmed
Samim’in İstanbul’da öldürülmesi.
30 Ağustos 1910 Bursa’da ipek işçileri grevi.
1911 Bâbıâli yangını.
Ocak 1911 Yemen’de ayaklanma.
Mart 1911 Cibali Tütün Rejisi işçileri grevi.
Mart 1911 Malisorların (Katolik Arnavutlar) ayak­
lanması (ayaklanma Haziran 1911 ’e dek
sü rm ü ştü r.).
Mayıs 1911 İskeçe’de Tütün Rejisi işçileri grevi.
11 Haziran 191 1 Gazeteci Zeki Bey’in İstanbul’da öldü-
SİYASAL VE TOPLUMSAL OLAYLAR 1465
Siyasal ve Toplumsal Olaylar Kronolojisi

II. ABDÜLHAMİD’E SUİKAST GİRİŞİMİ; Ermeni/erin 21


Temmuz 1905 günü II. Abdülhamid’e düzenledikleri bombalı
suikast dönemin önemli olaylarından oldu. Saldırıyt padişahın
Cuma selamlığı için geldiği Yıldız'da Hamidiye Camii’ne kadar
girmiş ve bombayı ayarlayıp kapıda bir yere btrakmışlardı.
Ancak Il. Abdülhamid’in camiden ayrılırken Şeyhülislâm
Cemaleddin Efendi ile konuşması uzayınca zamanlamayı bozmuş
ve padişah henüz kapıya varmadan patlayan bomba 26 kişinin
hayatına son vermişti. Bomba arabası ‘ye bombalardan ikisiyle
tutuklananlardan Belçikalı Eduard Joris.
SİYASAL VE TOPLUMSAL OLAYLAR
Siyasal ve Toplumsal Olaylar Kronolojisi

23 Ocak 1913 Bâbıâli baskını. İttihat ve Terakki’nin


zor kullanarak iktidara sahip olması.
23 Ocak 1913 Kâmil Paşa’nın zorla istifa ettirilmesi ve
Mahmud Şevket Paşa’nın sadrazam ol­
ması.
30 Mayıs 1913 I. Balkan Savaşı’nı sona erdiren Lond­
ra Antiaşması’nın imzalanması.
11 Haziran 1913 Mahmud Şevket Paşa’nın öldürülmesi
ve Said Halim Paşa’nın sadrazam olma-

11 Haziran 1913 Sadrazam Mahmud Şevket Paşa’nın öl­


dürülmesi.
22 Temmuz 1913 Balkan Savaşı’nda kaybedilen Edirne’­
nin geri alınması.
29 Eylül 1913 Osmanlı Devleti’yle Bulgaristan arasın­
daki savaş durumunu sona erdiren İs­
tanbul Antlaşması.
14 Kasım 1913 Osmanlı Devleti’yle Yunanistan arasın­
da savaş durumunu sona erdiren Atina
Antlaşması.
LA HA YE KONFERANSI: 18 Mayıs I888’de La Haye’de 14 Aralık 1913 Alman askerî ıslah heyetinin İstanbul’a
toplanan konferans tüm Avrupa devletlerinin yanısıra bazı Asya gelmesi.
ve Amerika devletlerini de biraraya getirmişti. /. La Haye 1914 Burdur-Isparta depremi.
Konferansı diye adlandırılan bu konferansta kara savaşlarının 1914 Küçük Mehmed Said Paşa’nın ölümü.
yasa ve kuralları ile birçok uluslararası sözleşme de kabul Şubat 1914 Zonguldak-Ereğli Kömür Madeni Şirke­
edildi. Bu konferanstan sonra yine uluslararası kararların ti işçileri grevi.
alınacağı ikinci konferans 15 Haziran 1907’de toplanacaktı. 11 Mart 1914 Bitlis yöresinde Molla Selim’in ayaklan­
Konferansa katılan Osmanlı heyeti (ön sıra soldan sağa)
tahrirat-ı hariciye başkâtibi Nuri Bey, şura-yı devlet mülkiye ması.
azası Turhan Paşa, ferik Abdullah Paşa, mirliva Mehmed Raşid 14 Mayıs 1914 3. dönem Meclis-i Mebusan’ın açılma-
Paşa. (Ayaktakiler soldan sağa): Kaymakam Cevad Bey,
hariciye istişare odası muavini Şerif Bey, hariciye tercüme odası 2 Ağustos 1914 Meclis-i Mebusan’ın süresiz olarak ta­
mümeyyizi Hüseyin Agah Bey, hariciye özel kalem müdürü til edilmesi.
Yusuf Franko Bey. 2 Ağustos 1914 Genel seferberlik ilanı.
2 Ağustos 1914 Osmanlı Devleti’yle Almanya arasında
25 Mart 1912 Türk Ocağı’nın kurulması. ittifak antlaşmasının imzalanması.
18 Nisan 1912 II. dönem Meclis-i Mebusan’ın açılma- 10 Ağustos 1914 Goeben (Yavuz) ve Breslaw (Midilli) sa­
vaş gemilerinin Çanakkale’ye sığınma­
18 Nisan 1912 ları.
23 Nisan 1912 İtalya’nın Onikiada’yı ele geçirmeye 30 Ağustos 1914 Zeytun’da (Maraş) Ermeni ayaklanma-
başlaması.
6 Mayıs 1912 Büyük Arnavutluk Ayaklanması’nın 8 Eylül 1914 Kapitülasyonların kaldırılması (1 Ekim’-
başlaması. de yürürlüğe girer.).
9 Mayıs 1912 Dram a’da Tütün Rejisi işçileri grevi. 2 Kasım 1914 Rusya’nın Osmanlı Devleti’ne savaş ilan
Mayıs- etmesi.
Haziran 1912 Halaskâr Zabitan Grubu’nun kurulma­ 5 Kasım 1914 İngiltere’yle Fransa’nın Osmanlı Devle-
sı. ti’ne Savaş ilan etmesi.
16 Temmuz 1912 Said Paşa’nın istifası. 11 Kasım 1914 Osmanlı Devleti’nin İtilaf devletlerine
22 Temmuz 1912 Gazi Ahmed Muhtar Paşa’nın sadrazam savaş ilan etmesi.
olması. 23 Kasım 1914 Cihad-ı Ekber ilanı.
5 Ağustos 1912 Meclis-i Mebusan’ın feshi. 11 Ocak 1915 Osmanlı-Alman İttifak Antiaşması’nın
5 Ağustos 1912 2. dönem Meclis-i Mebusan’ın feshi. imzalanması.
15 Ekim 1912 Osmanlı Devleti’nin Balkan devletleriyle 15 Nisan 1915 Van bölgesinde Ermeni ayaklanması.
siyasi ilişkilerini kesmesi. 18 Nisan 1915 Bitlis’te Ermeni ayaklanması.
15 Ekim 1912 Uşi’de Osmanlı-İtalyan barış antlaşma­ 19 Nisan 1915 Van’da Ermeni ayaklanması.
sının imzalanması. Trablusgarp Savaşı’- 20 Ağustos 1915 İtalya’mn Osmanlı Devleti’ne savaş ilan
nın sona ermesi. etmesi.
17 Ekim 1912 Bulgaristan ve Sırbistan’ın Osmanlı 21 Ağustos 1915 Osmanlı-Bulgar ittifak antlaşması.
Devleti’ne savaş ilan etmesi. 1916 Mekke şerifinin isyanı.
29 Ekim 1912 Gazi Ahmed M uhtar Paşa’nın istifası ve 9 Ocak 1916 Çanakkale Savaşı’nın sona ermesi.
Kâmil Paşa’nın 4. kez sadrazam olma­ 1 Haziran 1916 Hicaz ayaklanmasının başlaması.
sı. 30 Ağustos 1916 Osmanlı Devleti’nin Romanya’ya savaş
SİYASAL VE TOPLUMSAL OLAYLAR 1467
Siyasal ve Toplumsal Olaylar Kronolojisi,

ilan etmesi.
11 Eylül 1916 Yakub Cemil’in idam edilmesi.
2 Kasım 1916 Osmanlı hükümetinin 1856 Paris ve
1878 Berlin antlaşmalarını yürürlükten
kaldırdığını açıklaması.
12 Aralık 1916 Üçlü İttifak’ın barış önermesi.
19 Aralık 1916 itibar-ı Millî Bankası’nın kurulması ka­
rarı.
3 Şubat 1917 Said Halim Paşa’nın istifası ve Talat Pa-
şa’nın sadrazam olması.
25 Mart 1917 Şeriye mahkemelerinin Adliye Nezare-
ti’ne bağlanması.
23 Nisan 1917 Osmanlı Devleti’nin ABD’yle siyasal
ilişkilerini kesmesi.
1 Temmuz 1917 Yunanistan’ın Osmanlı Devleti’ne savaş
ilan etmesi.
7 Kasım 1917 Hukuk-ı Aile Kararnamesi’nin çıkması.
15 Aralık 1917 Rusya ile savaşa son veren Brest-Litovsk A VUSTURYA MALLARINI BOYKOT: 5 Ekim 1908’de
Mütarekesi’nin imzalanması (asıl antlaş­ Avusturya’nın Bosna Hersek’i i/hak etmesi büyük tepkilere
ma 3 Mart 1918’de imzalanmıştır.). yolaçtı. Bu tek taraflı ve haksız hareketi destekleyen ülkeler
arasında Yunanistan ve Bulgaristan da vardı. 7 Ekim 1908’de
3 Temmuz 1918 V. Mehmed’in (Reşad) ölümü. VI. Meh-
İstanbul’da Yunanistan Avusturya ve Bulgaristan aleyhine
med’in (Vahideddin) padişah olması. gösteriler yapıldı. Bu arada özellikle o dönemde A vusturytfda
30 Temmuz 1918 İaşe Nezareti’nin kurulması. ithal edilen fes kumaşı ve bazı mallar boykot edildi. İzmir'de
10 Ekim 1918 Ahmed Rıza Bey’in âyân reisliğine atan­ Avusturya mallarına karşı oluşturulan harb-i iktisadı heyeti.
ması.
8 Ekim 1918 Sadrazam Talat Paşa’nın istifası.
14 Ekim 1918 Ahmed İzzet Paşa’nın sadrazam olma­ 14 Ocak 1919 Wilson Prensipleri Cemiyeti’nin kuru­
sı. luşu.
30 Ekim 1918 Mondros Mütarekesi’nin imzalanması. 14 Ocak 1919 Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nın yeniden fa­
1 Kasım 1918 İttihat ve Terakki’nin son kongresi (5 aliyete geçmesi.
Kasım’da sona ermiştir.). 18 Ocak 1919 Kasr’ta Millî Şûra’nın kuruluşu.
2 Kasım 1918 Enver, Cemal ve Talat Paşa’nın bir Al­ 22 Ocak 1919 Müşir Gazi Ahmed M uhtar Paşa’nın
man denizaltısıyla yurt dışına kaçmala­ ölümii.
rı. 25 Ocak 1919 Trabzon’da Muhafaza-i Hukuk-ı Milliye
8 Kasım 1918 Sadrazam Ahmed İzzet Paşa’nın istifa­ Cemiyeti’nin kuruluşu.
sı. 30 Ocak 1919 Yurt dışına kaçmayan önde gelen Itti-
9 Kasım 1918 Teceddüt Fırkası’nın kuruluşu. hatçıların tutuklanmaya başlaması.
11 Kasım 1918 Ahmed Tevfik Paşa’nın 2. kez sadrazam 19 Şubat 1919 Teâli-i İslâm Cemiyeti’nin kuruluşu.
olması. 20 Şubat 1919 Türkiye Sosyalist Fırkası’nın kuruluşu.
13 Kasım 1918 İtilaf devletleri filosunun İstanbul’a gel­
mesi. 3 Mart 1919 Ahmed Tevfik Paşa’nın istifası ve Da-
22 Kasım 1918 İtilaf devletleri temsilcilerinin basma ve mad Ferid Paşa’nın sadrazam olması.
3 Mart 1920 Sadrazam Ali Rıza Paşa’nın istifası.
mektuplara sansür koyması.
23 Kasım 1918 İşgal komutanı Franchet d ’Esperey’in 17 Mart 1919 İzmir Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin
İstanbul’a gelişi. kongresi.
26 Kasım 1918 İzmir Müdafaa-i Hukuk-ı Osmaniye Ce- 30 Mart 1919 Damad Ferid Paşa’nın İngiliz himaye­
miyeti’nin kuruluşu. sini isteyen projesini açıklaması.
27 Kasım 1918 Akdeniz Ordusu başkomutanı General lO Nisan 1919 Boğazlıyan kaymakamı Kemal Bey’in
Milne’in İstanbul’a gelişi. tehcir suçlusu olarak idamı.
29 Kasım 1918 Millî Kongre’nin kuruluşu. 30 Nisan 1919 Mustafa Kemal Paşa’nın 9. Ordu mü­
1 Aralık 1918 Trakya-Paşaeli Heyet-i Osmaniyesi’nin fettişliğine atanması.
kuruluşu. 2 Mayıs 1919 Hrisantos’un Pontus Devleti kurulma­
4 Aralık 1918 Vilayat-ı Şarkiye Müdafaa-i Hukuk-ı sını isteyen muhtırasının açıklanması.
Milliye Cemiyeti’nin kuruluşu. 15 Mayıs 1919 İzmir’in Yunanlılar tarafından işgali.
17 Aralık 1918 Kürdistan Teâli Cemiyeti’nin kuruluşu. 16 Mayıs 1919 Damad Ferid Paşa’nın istifası.
20 Aralık 1918 Kilikyalılar Cemiyeti’nin kuruluşu. 16 Mayıs 1919 Mustafa Kemal Paşa’nın İstanbul’dan
21 Aralık 1918 3. dönem Meclis-i Mebusan’ın feshi. ayrılması.
30 Aralık 1918 VI. Mehmed’in İngiltere’nin yol göste­ 17 Mayıs 1919 İzmir’in işgalini protesto amacıyla Es­
riciliğini istemesi. kişehir ve Kütahya’da mitingler düzen­
12 Ocak 1919 Ahmed Tevfik Paşa’nın istifası ve erte­ lenmesi.
si gün 3. kez sadrazam olması. 18 Mayıs 1919 İstanbul, Bursa, Erzurum, Tire ve Hav-
SİYASAL VE TOPLUMSAL OLAYLAR
Siyasal ve Toplumsal Olaylar Kronolojisi

GAZETECİLERİN ÖLDÜRÜLMESİ: Hüseyin Hilmi Paşa’nın sadrazamlığa gelmesiyle birlikte siyasal ortamın gerginfiği daha da
arttı. özellikle İttihat ve Terakkı’ye karşı muhalefet yürüten basm içinde değişik görüşte birçok gazeteci vard1. Volkan yazarı Derviş
Vahdetı’den Ahrar Partisi'ni savunan yazılar yazan Mizanet Murad’a kadar geniş bir grubun amaet İttihat ve Terakki’ye karşı
olmaktt. Bunlardan biri olan Serbesti yazan Hasan Fehmi'nin 6 Nisan I909'da köprü üstünde vurulması olaylar daha da
hızlandırdı. Hasan Fehmi'nin ölümünün ertesi günü yapılan siyasi gösterilerde cinayetten ittihat ve Terakki sorumlu tutulmuştur.
Köprüde öldürülen Hasan Fehmi (ortada), Bahçekapı’da öldürülen Ahmet Samim (sağda), Bakırköy’de öldürülen düyun-ı umumiye
mühimme müdürü Zeki Bey (solda).

za'da İzmir’in işgalini protesto miting­ ben idama mahkûm edilmeleri.


leri. 8 Temmuz 1919 Mustafa Kemal Paşa’nın Erzurum’da
19 Mayıs 1919 Damad Ferid Paşa’nın 2. kez sadrazam askerlikten istifa etmesi.
olması. 20 Temmuz 1919 Damad Ferid Paşa’nın istifası ve ertesi
19 Mayıs 1919 Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a çık- gün 3. kez sadrazam olması.
23 Temmuz 1919 Erzurum Kongresi’nin açılışı.
19 Mayıs 1919 İstanbul’da Fatih mitingi. 26 Temmuz 1919 Balıkesir Kongresi’nin açılışı (31 Tem-
20 Mayıs 1919 İngiliz Muhipleri Cemiyeti’nin kurulu­ muz’da sona ermiştir).
şu. 31 Temmuz 1919 General Milne’in Türk-Yunan sınırını
20 Mayıs !919 İstanbul’da Üsküdar mitingi. belirlemek için İzmir’e gitmesi.
21 Mayıs 1919 Lloyd George’un Wilson’a Türkiye üs­ 7 Ağustos 1919 Erzurum Kongresi’nin sona ermesi.
tünde Amerikan mandası önermesi. Heyet-i Temsiliye’nin seçilişi.
22 Mayıs 1919 İstanbul’da Kadıköy mitingi. 7 Ağustos 1919 Nazilli Kongresi.
22 Mayıs 1919 Trabzon Muhafaza-i Hukuk kongresi. 16 Ağustos 1919 Alaşehir Kongresi’nin açılışı.
23 Mayıs 1919 İstanbul’da Sultanahmed ve Sivas'ta mi­ 4 Eylül 1919 Sivas Kongresi’nin açılışı.
ting. 7 Eylül 1919 Sivas’ta Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i
26 Mayıs 1919 Şûra-yı Saltanat’ın İstanbul’da toplan­ Hukuk Cerniyeti’nin kuruluşu.
ması. 11 Eylül 1919 Sivas Kongresi’nin sona ermesi. Yeni
27 Mayıs 1919 Tutuklu İttihatçıların Malta’ya sürgüne Heyet-i Temsiliye’nin seçilişi.
gönderilmeye başlanması. 16 Eylül 1919 2. Balıkesir kongresi.
29 Mayıs 1919 Denizli Heyet-i Milliyesi’nin kuruluşu. 19 Eylül 1919 2. Nazilli kongresi.
30 Mayıs 1919 İstanbul’da 2. Sultanahmed mitingi. 22 Eylül 1919 Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Fırkası’-
5 Haziran 1919 Muğla Müdafaa-i Vatan Cemiyeti’nin nın kuruluşu.
kurulması. 27 Eylül 1919 Bozkır ayaklanması.
9 Haziran 1919 Havza’da miting, Merzifon’da gösteri­ 1 Ekim 1919 Damad Ferid Paşa’nın istifası ve Ali Rı­
ler yapılması. za Paşa’nın sadrazam olması.
17 Haziran 1919 Şark vilayetleri Müdafaa-i Hukuk Ce­ 10 Ekim 1919 İstanbul’da Sultanahmed mitingi.
miyeti Erzurum Şubesi kongresi. 20 Ekim 1919 2. Bozkır ayaklanması.
21 Haziran 1919 Mustafa Kemal Paşa’nın Amasya’da 22 Ekim 1919 Amasya protokolleri.
komutanlarla toplanması. 25 Ekim 1919 1. Anzavur ayaklanmasımn başlaması.
22 Haziran 1919 Amasya tarnimi. Ekim 1919 Kasımpaşa Tersanesi işçileri grevi.
5 Temmuz 1919 İttihat ve Terakki ileri gelenlerinin gıya- 7 Kasım 1919 Mustafa Kemal’in İstanbul Meclis-i Me-
SİYASAL VE TOPLUMSAL OLAYLAR
Siyasal ve Toplumsal Olaylar Kronolojisi

31 MART OLA YI: Bugün bile üzerinde tartışılan bu olay 12 Nisan Pazartesi gecesi Taşkışla'daki avcı taburlarında erlerin
ayaklanarak subaylarım tutuklamalarıyla başladı. isyancılar hükümetin çekilmesini, bnı mebusların uzaklaştırılmasını, alaylı
subayların görevlerine dönmelerini ve şeriat hükümlerinin uygulanmasını istiyorlardı. İstanbul’daki askeri birliklerin tümü kısa
zamanda isyancılara katıldı. Bu arada isyancılar bazı mektepli subayları da öldürüyorlardı. Medis-ı Mebusan Reisi Ahmed Rıza Bey
sanılarak Adliye Nazırı Nazım Paşa ve Hüseyin Cahid Bey sanılarak da Lazkiye Mebusu Şekip Arslan Bev de öldürülenler
arasındaydı. Harbiye Nezareti kuşatıldı, bazı muhalif gazeteler tahrib edildi. Olaydan tedirgin olan ll. Abdülhamid askerleri
yatıştırmak için yayımladığı tebliğde kimsenin sorumlu tutulmayacağını ve şeriata uyulacağını bildirdi. Bu arada Rumeli’deki ordu
birlikleri ayaklanmayı duymuş ve İstanbul'a doğru trenlerle harekete geçmişlerdi. Hüseyin Hüsnü Paşa komutasındaki birlikler 20
Nisan’da Hadımköyü’ne ulaşırken Mahmud Şevket Paşa da iki gün sonra Yeşilköy'e geldi. Bu arada Meclis-i Mebusan ve Ayan
üyeleri ise Yeşilköy’de Said Paşa'nın başkanlığında toplandılar. Hareket Ordusu ise 22/23 Nisan gecesi İstanbul'a girmeye başladı.
Ayaklanmacılar birkaç yerde karşı koydularsa da kısa bir süre sonra Hareket Ordusu İstanbul’a tamamen hâkim oldu. Ardından
sıkıyönetim ilân edilerek, Divan-ı harb kuruldu. Olay bitmişti. Ancak düzenlemesi ve sonuçlan üzerine tartışma yıllarca sürecekti.
Hareket ordusu mitralyöz bölüğü Galata köprüsünde (altta), Nazım Paşa (ortada), Emir Arslan Bey (sağda), şeriat isteyenlerce
öldürülen Ali Kabali Kaptan (solda).
SİYASAL VE TOPLUMSAL OLAYLAR
Siyasal ve Toplumsal Olaylar Kronolojisi

BABIALİ BASKINI: Balkan savaşlarında uğranılan yenilgiler Edirne’nin Bulgar/ara verilmesi, hükümetin olaylar karşısındaki
tutumu İttihatçı/an harekete geçirmişti. 23 Ocak 1913 Perşembe günü Enver Paşa İttihat ve Terakki’nin Cağaloğlu’ndaki
merkezinden bir ata binerek Bâbtâli’ye doğru inmeye başladı. Yanında Yakup Cemi/, Ömer Naci, Mümtaz ve Mustafa Necip gibi
İttihatçı/arın tanınmış kişileri vardı. Bu arada Bakanlar Kurulu toplantı halindeydi. Enver Bey koruma görevlisi olan subay ve erlerin
müdahalesini engellemek için onlarla konuşarak çekilmelerini sağladı. Sedaret yaveri Nafiz Bey olayı farkederek dışarı fırladı. Ancak
Nafiz Bey’le Nâzım Paşa’nın yaveri Tevfik Bey hemen orada vuruldu/ar. Bu sırada Harbiye Nazırı Nâzım Paşa dışarıya çıkarak
Enver Bey’e sert bir sesle çıkışmaya başlamıştı. Fakat tam bu sırada Yakup Cemi/, Nâzım Paşa’yı vurdu. Enver ve Talat Beyler de
odaya dalarak Sadrazam Kamil Paşa’nın önüne bir kâğıt uzatıp, istifasını sağladılar. Ünlü hatip Ömer Naci ise dışarda biriken halka
nutuk atıyor ve hükümetin çekilmesini istiyordu. Baskın başarıya ulaşmış, darbe gerçekleştirilmişti. Bu olay İttihat ve Terakki’nin
kesin iktidarında bir dönüm noktası oldu. Bâbıâli vak’ası (altta), Omer Naci (sağda), Nâzım Paşa (solda).
SİYASAL VE TOPLUMSAL OLAYLAR
Siyasal ve Toplumsal Olaylar Kronolojisi

MAHMUD ŞEVKET PAŞA 'NIN ÖLDÜRÜLMESİ: Mahmud Şevket Paşa İttihatçıların düzenlediği Bâbıâli Baskını’ndan sonra
sadrazam oldu. Sadareti sırasında I. Balkan Savaşı'nı sona erdiren Londra Antiaşması imzalanmış ve bu antlaşma bir anlamda darbe
yapılarak devrilen Kamil Paşa hükümetinden daha ağır koşullar dayatmıştı. Sorunlar kısa sürede büyüdü. l l Haziran 1913
Çarşamba günü Mahmud Şevket Paşa, Harbiye Nezareti’nden Bâbıâli’ye gelirken suikaste uğrayarak öldürüldü. Suikastçıların bir
bölümü yakalanmış, ama olayın perde arkası yine karanlık kalmıştı. M.Şevket Paşa öldürüldüğü atomabilde ve katillerinden Kör
Ziya.

busanı’na Erzurum’dan mebus seçilme­ 18 Nisan 1920 Kuva-yı İnzibatiye’nin kurulması.


si. 19 Nisan 1920 Beypazarı ayaklanması.
19 Kasım 1919 3. Balıkesir Kongresi’nin açılışı (29 Ka- 23 Nisan 1920 A nkara’da TBMM’nin açılışı.
sım’a dek sürmüştür). 30 Nisan 1920 Safranbolu ayaklanması.
30 Kasım 1919 1. Anzavur ayaklanmasının sona erme­ 3 Mayıs 1920 İlk İcra Vekilleri Heyeti’nin kurulması.
si. 8 Mayıs 1920 Anzavur’un Adapazarı ve Geyve hare­
27 Aralık 1919 Mustafa Kemal’in A nkara’ya gelişi. kâtı (21 Mayıs’ta bastırılmıştır).
12 Ocak 1920 4. dönem Meclis-i Mebusan’ın açılma­ 9 Mayıs 1920 Büyük Edirne Kongresi’nin toplanması
sı. (13 Mayıs’a kadar çalışmıştır).
9 Şubat 1920 Mustafa Kemal’in mebusluğunun mec- 10 Mayıs 1920 İstanbul tramvay işçileri grevi.
lisce onaylanması. 14 Mayıs 1920 Kemah-Yenihan ayaklanması.
16 Şubat 1920 2. Anzavur ayaklanmasının Biga’da baş­ 15 Mayıs 1920 Yozgat ayaklanması.
laması. 20 Mayıs 1920 Cemil Çeto olayı.
17 Şubat 1920 Meclis-i Mebusan’ın “ Misak-ı Milli” yi 25 Mayıs 1920 Zile ayaklanması.
kabul etmesi. 23 Haziran 1920 Boğazlıyan ayaklanması.
8 Mart 1920 Salih Paşa’nın sadrazam olması. 18 Temmuz 1920 TBMM üyelerinin Misak-ı Milli’ye bağ­
16 Mart 1920 İstanbul’un işgali. lılık yemini etmeleri.
18 Mart 1920 Meclis-i Mebusan’ın son oturumunu 22 Temmuz 1920 İstanbul’da toplanan Şûra-yı Saltanat’ın
yapması. barış antlaşması önerisini kabulü.
31 Temmuz 1920 Damad Ferid Paşa’nın istifası ve aynı
19 Mart 1920 Mustafa Kemal’in olağanüstü yetkilere gün 5. kez sadrazamlığa getirilmesi.
sahip bir meclis seçilmesi hakkındaki bil­ 10 Ağustos 1920 Sevr Antlaşması’nın imzalanması.
dirisi. 5 Eylül 1920 2. Yozgat ayaklanması.
31 Mart 1920 Lüleburgaz kongresi. 18 Eylül 1920 İstiklâl mahkemelerinin kurulması.
2 Nisan 1920 Sadrazam Salih Paşa’nın istifa etmesi. 3 Ekim 1920 Konya’da Delibaş ayaklanması.
5 Nisan 1920 Damad Ferid Paşa’nın 4. kez sadrazam 17 Ekim 1920 Damad Ferid Paşa’nın istifası.
olması. 18 Ekim 1920 A nkara’da Resmi Türkiye Komünist
10 Nisan 1920 Şeyhülislâm Dürrizade Abdullah Efen- Fırkası’nın kurulması.
di’nin Kuva-yı Milliye’ye katılanlar hak­ 21 Ekim 1920 Ahmed Tevfik Paşa’nın 4. kez sadrazam
kında fetvası. olması.
11 Nisan 1920 4. dönem Meclis-i Mebusan’ın feshi. 1 Aralık 1920 Demirci Melırned Efe ayaklanması.
13 Nisan 1920 Düzce ayaklanması. 2 Aralık 1920 Gümrü Antlaşması’nın imzalanması.
SİYASAL VE TOPLUMSAL OLAYLAR
S iy a s a l v e T o p lu m s a l O la y la r K r o n o l o ji s i

laşması.
12 Nisan 1921 Fes yerine kalpak giyilmesi hakkında ka­
rarname.
10 Mayıs 1921 TB M M ’de A nadolu ve Rumeli
Müdafaa-i Hukuk Grubu’nun kurulma­
sı.
13 Mayıs 1921 İtilaf devletlerinin Türk-Yunan savaşın­
da tarafsız kalacaklarını açıklamaları.
19 Mayıs 1921 Fevzi Paşa’mn başkanlığında 3. İcra Ve­
killeri Heyeti’nin kurulması.
15 Temmuz 1921 Ankara’da Maarif Kongresi’nin toplan­
ması.
5 Ağustos 1921 Mustafa Kemal’in başkomutanlığa ge­
tirilmesi.
13 Ekim 1921 Kars Antlaşması.
20 Ekim 1921 Türkiye’yle Fransa arasında Ankara
Antlaşması.
2 Ocak 1922 Ukrayna’yla dostluk antlaşması.
26 Ocak 1922 İstanbul tramvay işçileri grevi.
8 Şubat 1922 İstanbul’da belediye temizlik işçileri gre-

26 Mart 1922 İtilaf devletlerinin Ankara’ya barış öner­


meleri.
12 Temmuz 1922 Rauf Bey (Orbay) başkanlığındaki 4. İc­
ra Vekilleri Heyeti’nin kurulması.
26 Ağustos 1922 Büyük taarruzun başlaması.
9 Eylül 1922 İzmir’in kurtuluşu.
24 Eylül 1922 Çanakkale olayı.
l l Ekim 1922 Mudanya Mütarekesi’nin imzalanması.
1 Kasım 1922 Saltanat’ın kaldırılması.
17 Kasım 1922 VI. Mehmed’in bir İngiliz zırhlısıyla İs­
tanbul’u terketmesi.
18 Kasım 1922 Abdülmecid’in halife seçilmesi.
21 Kasım l 922 Lozan Konferansı’nın açılması.
6 Aralık 1922 Mustafa Kemal’in “ Halk Fırkası” ku­
racağını açıklaması.
19 Ocak 1923 Mustafa Kemal’in İzmit’te basın toplan­
GENEL SEFERBERLİK: 28 Temmuz 19I4'te Avusturya'nın tısı.
Sırbistan 'a savaş ilân etmesinden sonra Avrupa’da birçok devlet 4 Şubat 1923 Lozan Konferansı’nın kesilmesi.
birbirlerine karşı savaş açtı. Bu arada Osmanlı Devleti ’nde 17 Şubat 1923 İzmir İktisat Kongresi’nin açılışı (4
genel seferberlik ilân edilmiş, Almanya ile ittifak antlaşması M art’ta sona ermiştir).
imzalanmıştı. Bu arada hızla gelişen olaylar sonunda İngiltere 27 Mart 1923 ll. Grup üyesi Trabzon mebusu Ali Şük­
ve Fransa'ya karşı savaş açan Osmanlı Devleti 23 Kasım 1914’te
cihad-ı ekber ilân edecekti. Cihat Fetvaları ’ndan iki örnek. rü Bey’in öldürülmesi.
8 Nisan 1923 Dokuz Umde’nin yayımlanması.
16 Nisan 1923 I. TBMM’nin dağılması.
7 Aralık 1920 Türkiye Halk İştirakiyûn Fırkası’nın ku­ 23 Nisan 1923 Lozan Konferansı’nın yeniden toplan­
rulması. ması.
7 Aralık 1920 Çerkes Ethem ayaklanmasının başlama- 24 Temmuz 1923 Lozan Antlaşması’nın imzalanması.
ll Ağustos 1923 II. Dönem TBMM’nin açılışı.
20 Ocak 1921 Teşkilat-ı Esasiye kanununun kabulü. 14 Ağustos 1923 Fethi Bey (Okyar) başkanlığındaki 5. İc­
22 Ocak 1921 Çerkes Ethem ayaklanmasının bastırıl­ ra Vekilleri Heyeti’nin kurulması.
ması. 23 Ağustos l 923 Lozan Antlaşması’nın TBMM’de onay­
24 Ocak 1921 Fevzi Paşa (Çakmak) başkanlığındaki 2. lanması.
İcra Vekilleri Heyeti’nin kurulması. 9 Eylül 1923 Halk Fırkası’nın kurulması.
1 Şubat 1921 Sivas’ta İslam kongresi. 2 Ekim 1923 İtilaf devletlerinin son birliklerinin de İs­
21 Şubat 1921 Ankara hükümetinin Londra Konferan- tanbul’dan ayrılması.
sı’na çağrılması. 6 Ekim 1923 İstanbul’un kurtuluşu.
27 Şubat 1921 Londra Konferansı'nın açılması (12 13 Ekim 1923 A nkara’nın başkent oluşu.
M art’ta dağılmıştır). 26 Ekim 1923 Fethi Bey’in (Okyar) İcra Vekilleri He­
6 Mart 1921 Koçgiri ayaklanması. yeti başkanlığından istifası.
16 Mart 1921 Türkiye-Rusya arasında Moskova A nt­ 29 Ekim 1923 Cumhuriyet’in ilanı. D
SPOR

Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Spor


Güreş
Futbol
Basketbol
Voleybol
Atletizm
Okçuluk
Jimnastik
Halter
Bisiklet
Boks
Binicilik
At Yarışları
Dağcılık
Eskrim
Hokey
Kriket
Kayak
Yelken
Yüzme
Kürek
Tenis
C e m A ta b e y o ğ lu

ÇERÇEVE YAZI
□ Ü n lü G ü re ş ç ile r
Cem Atabeyoğlu
Bu konuda ayrıca Gençlik maddesine bakınız.
Tanzimat’tan Cumhuriyete Spor

Cem Atabeyoğlu

Tanzimat’ın ilân edildiği 1839’da Os­ malarına neden olmuştu.


manlI ülkesinde spor, henüz genel kav­
ramından tamamen uzaktaydı. Ülkenin
alabildiğine geniş sınırları içinde Batılılaşma ve Spor
“ spor” olarak yapılan; köy ve köylü­ Tanzimat’ın ilânından, geçtiğimiz
lerin başlıca eğlencelerini teşkil eden gü­ yüzyılın ortalarına dek geçen yaklaşık
reşle yine ata sporu olan okçuluktu. Be­ kırk yıllık zaman içinde koskoca Os­
lirtmek gerekir ki, Il. Mahmud’un yap­ manlı İmparatorluğu ülkesinde görülen
tığı ıslahatın olumlu etkileri, yine Tan­ tüm “ spor” faaliyeti bundan ibaretti.
zimat’ın ilânıyla perçinlenirken, bir ı 9. yy’ın başlarından itibaren bütün
spor meraklısı ve sporcu olan padişa­ dünyada belirli kurallara göre yapılma­
hın özellikle güreş ve okçuluk alanla­ ya ve gelişmeye başlayan modern spor
rındaki bakışı da meyvelerini vermeye türleri, yurdumuzda da 1870’li yılların
devam ediyordu. başlarında kendini göstermeye başla­
“ Meydan-ı Kemankeşâni” adıyla mıştı. Kurthan Fişek, bu konuda “ Tan­
anılan Ok meydanlarında, Türk okçu­ zimat batıcılığı, OsmanlInın yerleşik
luğu ikinci ve son altın devrini yaşa­ spor kurumlarını yeni dönemin koşul­
maktaydı. Büyük bir okçuluk merak­ larına uymak yerine, eskiyle hiç ilgileri
lısı ve aynı zamanda adına menzil taş­ olmayan yeni yapılar ortaya çıkardı ’’
ları diktirtecek kadar mükemmel bir ke­ diyerek yerinde bir saptamada bulunur.
mankeş olan II. Mahmud Türk okçu­ 1860’da açılan Robert College’yle
luğuna pek çok şeyler kazandırmış, bu 1868’de açılan Mekteb-i Sultanî (Gala­
arada İstanbul Ok Meydanı’ndaki tasaray Lisesi), ülkede yalmz kültür açı­
“ Okçular Tekkesi” ni de onartıp geniş- sından “ batıya açılan pencere” olarak
lettirmişti. Kemankeşler olduğu gibi kalmamışlar, spor konusunda da öncü­
pehlivanlar da bu padişahın mutlak hi­ lük etmişlerdir. Buradaki Amerikalı ve
mâyesi altında yetişmişlerdi. Fransız öğretmenler, modern spor tür­
İstanbul’un çeşitli semtlerinde yüzyıl- lerinin Türkiye’de tanınmasında ve ya­
lardanberi faaliyet gösteren “ Pehlivan­ yılmasında öncülük etmişlerdi. Bu ara­
lar Tekkesi” adını taşıyan tesisler o es­ da yurdumuzun “ batıya dönük” ilk
ki şaşaalı günlerinden belki çok şeyler kültür ocağı olan Mekteb-i Harbiye
yitirmiş durumdaydı ama yine de gele­ (Harbokulu) de Türk sporunda cidden
neksel bir disiplin ve intizam içinde ça­ önemli bir yer işgâl eder. Daha 1830’lu
lışmalar sürdürülmekteydi. yıllarda Mekteb-i Harbiye çatısı altın­
Güreş, Anadolu’da “ Karakucak” , da dokuzuncu sınıf öğrencilerinin meç
Rumeli’de ise “ Yağlı” olarak yapıl­ ve kılıç eğitimi yaptıkları, hattâ
maktaydı. Köy yerlerinde, harmanlar­ Mekteb-i Harbiye’nin açılıştöreni sıra­
da yapılan güreşierin yanısıra büyük sında (1 Temmuz 1835) öğrencilerin, Il.
panayırlarda cereyan eden iddialı güreş Sultan M ahmud’un huzurunda meç ve
karşılaşmalanyla düğünlerde yapılan kılıç gösterisi yaptıkları bilinmektedir.
güreşler de ön plânda yer almaktaydı. Galib Paşa’nın Mekteb-i Harbiye
Bütün bunların dışında, Rumeli’deki Nâzırlığı (Komutanlığı) sırasında, spor
Kırkpınar çayırında yapılan geleneksel derslerine büyük önem verildiği, yine
yağlı güreşler de ayrı bir önem ve de­ Harbokulu’yla ilgili belgelerden öğre­
ğer taşımaktaydı ve “ Kırkpınar” , Türk nilmektedir. Öğrencilerin her gün ders­
güreşinin yine en büyük gösterisini teş­ lerin bitiminden sonra topluca veya da­
kil etmekteydi. ğınık bir şekilde, spor öğretmenleri İtal­
Daha II. Mahmud’un saltanatı yılla­ yan M. Martin’le Sadık Bey’in nezare­
rında başlayan ve padişahın önünde ya­ tinde spor çalışmaları yaptıkları ve böy-
pılan “ Huzur Güreşleri” de 1880’lere lece bir subay için gerekli bedenî zin­
kadar sürmüş ve bu güreşler de Türk deliği kazanmaya çalıştıkları; kara ve
güreşine ve Türk g ü relisine pekçok deniz sporları faaliyetine büyük ağırlık
şeyler kazandırmıştı. II. Mahmud ve verildiği, öğrencilerin gerek mayolu ve
Abdülaziz gibi padişahların güreşe karşı gerekse teçhizatlı olarak yüzme dersle­
olan aşırı merakları, onların yetenekli rine tâbi tutuldukları yine Harbokulu ’-
pehlivanları himayelerine yol açmış, bu yla ilgili eski belgelerden anlaşılmakta­
da Türk güreşinin en büyük pehlivan­ dır.
larının bu dönemde yetişip ortaya çık­ Bunlara eklenen Robert College ve
1475
SPOR
Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Spor

TANZİMAT'TAN ÖNCE: Osmanlı Devletinde Tanzimat öncesi dönemlerde spor, köylerde yapılan güreş ile y ü ^ ^ ^ tfır
yapılagelen okçuluktu. Fakat bunun genel spor kavramından uzak olduğunu da belirtmek gerekir. Güreş Anadolu’ilı “Karakucak”,
Rumeli’de de ‘"Yağlı” olarak yapılmaktaydı. Bunun yanısıra padişahların huzurunda yapılan Huzur Güreşleri vardı. Ayrıca eski bir
spor olan cirit de çok yapılıyordu. Melling’ten Kâğıthane’de ciritçiler.

Mekteb-i Sultanî sıralarındaki spor fa­ mancılar Şeyhi)” nâınıyla anılacak olan Büyük kentlerde yabancıların başlat­
aliyeti de Osmanlı İmparatorluğu için­ Faik Üstünidman’ın en yetenekli öğren­ tıkları ve daha sonra aralarına gayri­
de gerçek anlamda sporun yerleşmesin­ cilerinden biri olan Selim Sırrı Bey müslimlerin de katıldıkları bu spor fa­
de önemli etken olmuştu. Mekteb-i Sul- (Tarcan) de Türk sporunun ilk büyük aliyetlerine Müslüman Türk gençlerinin
tanî’de M. Curel’in temelini attığı ve öncülerden biri olarak ortaya çıkmış ve katılmaları kolay olmamıştı. Bunda,
daha sonra da onun yerine gelen M. o da Yüksek Öğretmen Okulu’ndaki dönemin aileler üzerinde egemen olan
Moiroux’nun sürdürdüğü spor faaliyeti beden eğitimi öğretmenliği sırasında koyu taassubunun yanısıra II. Abdül-
sonucu ilk Türk sporcularının ortaya pek çok genç öğrenci yetiştirmişti. Se­ hamid’in son derece evhamlı kişiliğinin
çıktıkları görülmüştü. Bu öğretmenle­ lim Sırrı Bey’in yetiştirdiği öğrenciler de de önemli etkisi olmuştu. Günün padi­
rin yetiştirdikleri öğrenciler arasında ilk öğretmen olarak yurdun dört yanına şahının, gençlerin bir araya gelmeleri
“ büyük isim” , Ali Faik Bey (Üstünid- sporu ve spor anlayışını götürüp yay­ karşısında aşırı titizlik göstermesi ve
man) olmuştu. İlk Türk jimnastikçisi mışlardı. gençlerin toplu olarak girişecekleri her
olarak tanınan Faik Hoca, daha sonra Selim Sırrı Bey aynı zamanda yurdu­ hareketin şahsına ve saltanatına karşı
Galatasaray Lisesi’ne jimnastik öğret­ muzda “ Olimpiyat” fikrini ve idealini bir saldırı anlamı taşıyacağı vehmi için­
meni olmuş ve kırk yıla yakın süren gö­ tanıtan ve yayan, Millî Olimpiyat Ko- de olması gençlerin kulüp kurmalarına
revi süresince sayısız öğrenciler yetiştir­ mitesi’ni kuran ve Uluslararası Olimpi­ da, spor yapmalarına da en büyük en­
mişti. yat Komitesi’nde ülkemizi ilk temsil gel teşkil etmekteydi.
M. Moiroux, Mekteb-i Sultanî’den eden kişidir. Bileklerini kesmek suretiyle intihar
başka Mekteb-i Harbiye’de de spor öğ­ Geçtiğimiz yüzyılın sonlarında, tica­ eden eski padişah Abdülaziz'in reform­
retmenliği yapmış, bu askerî okuldaki ret amacıyla İzmir ve İstanbul’a gelip cular tarafından bir pehlivana katletti-
yetenekli öğrencilerinden Mazhar Bey yerleşen İngiliz aileleri de Türkiye’de riimiş olduğu şüphesi, II. Abdülha-
(Kazancı) daha sonra Mekteb-i Harbi- modern sporların tanınıp yayılmasında mid’in İstanbul'da güreşi dahi yasak­
ye’de spor öğretmeni olarak hizmet gö­ önemli roller oynamışlardı. lamasına neden olmuştu. Böylece taht
rerek pek çok asker öğrenci yetiştirmiş­ Türkiye’de futbol ilk kez 1890’lı yıl­ şehrinin kapıları pehlivanlara bile ka­
ti. Fait Hoca’yla Mazhar Hoca Türki­ larda, İzmir’de yerleşmiş bulunan İn­ panmıştı.
ye’de jimnastik sporunun gerçek öncü­ giliz aileleri arasında oynanmaya baş­
leri olmuş; biri sivil okullarda, diğeri ise lamış, oradan Selânik ve İstanbul’a sıç­
askerî okullardaki olumlu çalışmalarıy­ ramıştı. Türkiye’de ilk tenis kortlarını Güç Koşullarda Yapılan Spor
la Türk sporuna pek büyük katkılarda İngilizler kurmuş; ilk kürek ve yelken İstanbul’un dört yanına dağılmış
bulunmuşlardı. yarışları da yine onlar tarafından yapıl­ olan hafiyelerin göz hapsi altında bu­
Daha sonraları “ Şeyhü’l-İdman (İd­ mıştı. lunan gençlerin toplu halde en ufak ha-
1476
SPOR
Tanzimat’tan Cum huriyete Spor

BATILILAŞMANIN GETİRDİĞİ:
Tanzimat’la birlikte hızla Batı'ya açılan
Osmanlı toplumunda spor ve spor
kurumlan da buna uygun bir gelişme
gösterdi. O yıllarda açılan Galatasaray
Lisesi ile Harbakulları Avrupa'da yapılan
modern sporların yayılmasında öncülük
ettiler. Bu arada askeri eğitimin bir
parçası olan meç ve kılıç eğitimi de
özellikle askeri okullarda uygulandı.
Mekteb-i Harbiye-i şahanede meç talimi.

reketlerine dahi müsamaha gösterilme­ taya “ Galatasaray” ın çıkmasını sağla­ gösteren Beşiktaş, ne de Mekteb-i Sul­
diği bir ortamda, Türk gençlerinin ku­ mıştı. Kurthan Fişek, bunu ”.. Tanzi­ tanî bünyesinde kurulan Galatasaray’­
lüpler kurup takımlar çıkarmak sure­ mat sonrası dönemde Mekteb-i Sulta­ dan saltanata karşı en ufak bir kötülük
tiyle spor yapabilmeleri elbette ki im­ nî, daha önce saray bünyesinde çalı­ gelmeyeceği belli olmuştu. Artık spor
kânsızdı. Nitekim bu ortamda bir avuç şan, Avrupa saraylarındaki emsalleri II. Abdülhamid’in nazannda “ korku­
idealist Türk gençinin, hem de bir İn­ gibi hariciye, askerlik ve saray hizmet­ lu” olmaktan çıkmaya başlamıştı.
giliz adı altına gizlenerek kurdukları leri için seçkin aile çocuklarını eğiten
futbol takımı daha ilk maçında hafiye- Enderun M ektebi’nin bütün işlevlerini Osmanlı Devleti ve
ler tarafından basılmış; futbolculardan üstlenmişti. Osmanlı devlet hayatına
yakalanabilenler ağır şekilde cezalandı­ Enderun ve Sultani çıkışlı 60sadrâzam, Olimpiyatlar
rılmıştı. 3 şeyhülislâm, 23 kaptanı-deryâ katıl­ Ülkede istibdat rejiminin egemen ol­
Böylesine sıkı bir istibdat rejimi al­ dığı düşünülecek olursa, II. Abdülha- duğu günlerde İstanbul’a dünyaca ün­
tında ancak bir Türk spor kulübü ku­ m id’in hoşgörüsü ardında, bu okulun lü bir spor adamının geldiği görülmüş­
rulabilmişti. Bu kulüp de Saray Nâzırı sporcularının, ‘en ziyâde itimada maz- tü. Bu, “ Modern Olimpiyatlar” ın ku­
Osman Paşa’nın çocuklarıyla birkaç ar­ har uyruklar’ olmalarının yattığı söy­ rucusu olan ünlü Fransız spor adamı
kadaşları tarafından, Nâzır Paşa’nın lenebilir. Kaldı ki Sultani öğrencileri, Baron Pierre de Coubertin’di. Couber-
Serencebey Yokuşu’ndaki konağında 1863 sonrasında batıdan öğrendikleri tin henüz Uluslararası Olimpiyat Komi-
gerçekleştirilebilmişti. İşte önceleri bu yabancı sporları yapmakla kalmıyor, tesi’ne üye olmamış devletleri yanları­
nedenle hafiyelerin gözünden kaçan bu öğrendikleri jransızcayla doğuya ya­ na almak için bir dünya gezisine çıkmış,
hareket, ilk Türk spor kulübü olan bancı fikirleri de kolayca massedebili­ bu arada Osmanlı İmparatorluğu’nu da
“ Beşiktaş Basiret Osmanlı Jimnastik yorlardı. Belki de ‘siyaset yapacakları­ Uluslararası Olimpiyat Komitesi’ne üye
Kulübü” nün l903’te doğmasına imkân na sporyapsınlar’ diye dününmüştü 11. kaydetmek için İstanbul’agelmişti. Ba­
ve fırsat vermişti: Ancak bu hareket da­ Abdülham id... ” biçiminde değerlendi­ ron Pierre de Coubertin İstanbul’a gel­
hi çok geçmeden zamanın hafiyeleri ta­ rir. Gerçekten de Mekteb-i Sultanî en meden önce burada bulunan eski dos­
rafından tesbit edilmiş ve durum Padi­ seçkin ailelerin çocuklarını okuttukla­ tu, Mekteb-i Sultanî edebiyat öğretmeni
şaha aksettirilmişti. Bu kötü durum, rı mektepti. Bu ailelerin pek büyük bö­ M. Juery’yle ilişkiye geçerek, İstanbul’a
Padişahın Seryâveri Mehmet Paşa’nın lümü, saraya yakın olan kişilerden oluş­ geldiğinde kendisini bir Türk spor ada­
araya girip Il. Abdülhamid’e, bu genç­ maktaydı. Ve Galatasaray Spor Kulü- mıyla tanıştırması için aracılık etmesi­
lerin yaptıkları faaliyetin olumluluğu b ü ’nü kuranların başında bulunan Ali. ni istemiş, M. Juery de Selim Sırrı Bey’i
yolunda hayli dil dökerek onu ikna et­ Sami (Yen) Bey de ünlü Kamus-ı Âlam tavsiye etmişti. Baron de Coubertin, Se­
mesiyle tatlıya bağlandığı gibi padişa­ yazarı Şemseddin Sami Bey’in oğluy­ lim Sırrı Bey’le yaptığı görüşme sırasın­
hın özel fermanıyla bir “ mekteb” ola­ du. da Olimpiyat Oyunları’nın yeniden ih­
rak kabul edilen bu “ kulüb” ün faali­ Galatasaray’ı iki yıl sonra (1907) Ka­ yası için gösterdiği çabalardan bahset­
yetine izin çıkmıştı. dıköy yakasında Fenerbahçe’nin kuru­ miş ve bunun artık gerçekleşmiş bulun­
Beşiktaş kulübüne karşı gösterilen bu luşu izlemişti. Bu dönemler artık spo­ masından duyduğu memnuniyeti dile
müsamaha, l905’te Mekteb-i Sultanî run gerçek anlamının Saray tarafından getirdikten sonra şimdi tüm gücüyle bu
öğrencilerine yeni bir Türk kulübü kur­ da aniaşılıp kabul edildiği yıllara rast­ davanın etrafına bütün dünya ülkele­
ma cesaretini vermişti. Bu cesaret de or­ lıyordu. Çünkü ne özel izinle faaliyet rini toplamak istediğini söylemiş ve bir
SPOR 1477
Tanzimat’tan Cum huriyete Spor

Olimpiyat komitesi kurarak amatör tanbul’dan Stockholm’e gidiş geliş yol kendini göstermiş; dernek kurulmasına
Türk sporcularının Olimpiyat oyunla­ masraflarının kendilerine ait bulundu­ izin verilmesi, Beşiktaş, Galatasaray ve
rına gönderilmesini istemiştir. ğunu öğrendiklerinde bu işten hemen Fenerbahçe gibi eski kulüplerin resmen
Selim Sırrı Bey, bu olayı Eski ve Ye­ caymışlardı. İçlerinden sadece iki kişi; tesciline yol açarken, yeni yeni birçok
ni Olimpiyatlar adlı eserinde şöyle an­ Mıgır Mıgıryan’la Valıram Papazyan spor kulübü de Cemiyetler Kanunu hü­
latır: adlarında iki Ermeni genci bu şartları kümlerine göre resmen kurulup tescil
“.. Coubertin’in bu teklifi pek ho­ kabullenmişlerdi. Varlıklı bir ailenin olunmuştu. Bu, Türk sporunda önem­
şuma gitti. Yalnız tatbik sahası yoktu. çocuğu olan Mıgıryan Efendi kendi pa­ li bir dönüm noktası oluşturdu. Böyle-
Kendisine, bizim henüz istibdat devrin­ rasıyla Stockholm’e gidip gelirken, Pa- ce Türkiye’de Türk spor kulüplerinin
de yaşadığımızı, cemiyet teşkili değil, pazyan Efendi’nin de masrafları, men­ kurulmasıyla Türk sporu da yabancı­
iki kişinin başbaşa gelmesinin bile subu bulunduğu Ardavast kulübü tara­ ların elinden ve tekelinden kurtulup
m üm kün olmadığını, böyle bir Millî fından karşılanmıştı. Böylece bu iki Er­ Türk çocuklarına mal olmaya başlamış­
Olimpiyat Cemiyeti kurmaya kalkar­ meni genci Stockholm’e giderek Os­ tı.
sam, bunun benim hayatıma mal ola­ manlı devleti adına resmen Olimpiyat Meşrutiyetin İlânı’ndan sonra spor
cağını söyledim. Adamcağız bana hak Oyunları’na katılmışlardı. kulüplerinin sayısı hızla artarken, Türk
verdi ve cevaben: - Siz benim murah­ Ancak bunlar, Olimpiyat Oyunları’- gençleri alenen ve rahatça spor yapa­
hasım olunuz, ileride bir gün gelir de nda Türkiye’yi temsil eden ilk sporcu­ bilecekleri bir ortama nihayet kavuş­
hükümetiniz cemiyet teşkiline izin ve­ lar değildi. 1908’de Londra’da yapılan muşlar, bu da kısa bir zamanda geniş
rirse, siz de M i/If Olimpiyat Cemiyeti’- Olimpiyat Oyunları’nda, Aleko Mulos bir Türk sporcu kitlesinin ortaya çık­
ni kurarsınız, dedi ve ayrı/dık.. ” adında bir jimnastikçi, Baron Pierre de masını sağlamıştı. Bu çok önemliydi.
Ancak Selim Sırrı Bey, 1908’de Meş- Coubertin’in özel davetiisi olarak ka­ Çünkü daha pek kısa bir zaman önce­
rutiyet’in İlânı’ndan sonra ülkeye cemi­ tılmıştı. Aleko Mulos, Baran’un İstan­ sine kadar Türk sporu tamamen yaban­
yet kurma serbestisinin gelmesiyle Os­ bul’u ziyareti sırasında kendisine mih­ cı kulüplerle sporcuların tekelinde bu­
manlı Millî Olimpiyat Cemiyeti’ni ku­ mandarlık ettiğinden Olimpiyat Oyun­ lunmaktaydı. İstibdat rejiminin ağırlı­
rabilmiş ve durumu Baron Pierre de ları kurucusu tarafından sevilmiş bir ğının İstanbul’a oranla çok daha az his­
Coubertin’e bildirmişti. Selim Sırrı Bey Rum genciydi. sedildiği İzmir ve Selânik gibi şehirler­
ise, 28 Mayıs 1909 günü Uluslararası de spor büyük bir rahatlık içinde yapı­
Olimpiyat Komitesi’nin Berlin’de yapı­ lırken buralarda da sporun tamamen
lan toplantısına Osmanlı Millî Olim­
Spor Kulüplerinin Kuruluşu yabancı tekelinde bulunduğu görülü­
piyat Komitesi’ni temsilen resmen ka- . 1908’de ülkede Meşrutiyet’in İlânı’- yordu. Çoğunluğu ise Rum asıllı spor­
tılmıştı. yla gelen özgürlük spor alanında da cular teşkil etmekteydiler.
Bununla birlikte 1912’de Stockholm1
de yapılan Olimpiyat Oyunları’na ka­
tılmak hiç de kolay olmamıştı. Bunu, ‘‘ŞEYHO’L-İDMAN':
yine Selim Sırrı Bey, Eski ve Yeni Olim­ Galatasaray Lisesi’nde
beden eğitimi öğretmeni
piyatlar adlı eserinde şöyle dile geti­
olan M.Moiroux’un
rir: yetiştirdiği Ali Faik Bey
“.. 1912 ’de Stockholm ’de yapılacak (Ostünidpıan) ilk Türk
olan beşinci Olimpiyat Oyunlan’na iş­ jimnastikçisi olarak uzun
tirake karar verdik. İkdam ve Sabah yıllar spora hizmet etmiş ve
gazetelerinde iliin/ar vererek m uhtelif bundan dolayı "Şeyhü'l-
spor müsabakatarına iştirak etmek is­ idman” adını almıştır.
teyen amatör gençleri lisans almak üze­ Kendisi de Selim Sırrı Bey
re davet ettim. Harbiye ve Bahriye ne­ (Tarcan) gibi yetenekli
öğrenciler yetiştiren Ali
zaretlerine de birer tezkere yazarak mil­ Faik Bey’in Jimnastik
letlerarası spor müsabakatanna iştirak yahut Riyazet-i Bedeniye
edecek zabitlerin isimlerini bildirmele­ adlı bir kitabı vardır. Ali
rini rica ettim. O devrin hükümeti bu Faik Bey.
milletlerarası müsabakaların siyasi ve
içtimai tesirlerini lüzumu kadar takdir
edemedik/erinden olacak, benim müra­
caatıma askerlik bakımından faydası
olmayacağından işbu müsabakalara iş­
tiraki lüzumsuz görüyoruz cevabı veril­
di. O tarihte İstanbul’da bir iki fu tb o l
kulübünden başka hiçbirspor teşekkü­
lü bulunmadığından, onlardan da müs-
bet bir cevap alamadım.. ”.
Selim Sırrı Bey’in gazetelerde yayın­
lanan ilânlarına birkaç müracaat ol­
muştu. Ancak bu başvuran gençler İs­
1478 SPOR
T a n z i m a t ’ta n C u m h u r i y e t ’e S p o r

galibiyetler, milletin acılı ve yaralı gönlü


için en büyük teselli kaynağı olmuştu.
İçindeki ezikliğin ve yüreğindeki acının
tesellisini İşgâl Kuvvetleri takımları kar­
şısında elde edilen galibiyetlerde bulan
millet, spora bir “ kurtarıcı” gibi sarıl­
mış ve böylece spor birden gözlerde ve
gönüllerde büyük bir anlam taşımaya
başlarken, başarılı takımlar da büyük
bir seyirciye ve taraftar kitlesine sahip
olmaya başlamışlardı. Bu, Türk sporu
adına önemli bir olaydı.
Öte yandan, Beyoğlu’nun bellibaşlı
lokallerinde, gazino ve salonlarında ya­
pılan iddialı boks maçları da Türk boks
sporunun ilk büyük isimlerinin ortaya
çıkmasına yardımcı olmuştu.
Bütün bu örneklere bakılarak deni­
lebilir ki; Türkiye’de spor ve Türk spo­
ru ilk büyük patlamasını, işgâlin o acı
ve karanlık günlerinde İstanbul’da yap­
mıştı.
I. Dünya Savaşı öncesinde başlayıp,
savaş yıllarında da devam eden spor ve
idman bayramları da Türkiye’de spo­
run ilgi görmesinde etken olmuştu. Fe­
nerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş, İstan­
bul Jimnastik kulübü, Anadolu, Ana-
doluhisarı, Altınorduye İttihatspor ku­
OLİMPİYATLAR YE OSMANLI lüpleriyle “Osmanlı Donanma Cemiye­
SPORU: Modem olimpiyatların kurucusu ti” , “ Himaye-i Etfâl Cemiyeti (Çocuk
olan Baran Pierre de Coubertin Esirgeme Kurumu)” , “ Malül Gaziler
Uluslararası Olimpiyat Komitesi'ne üye Cemiyeti” gibi derneklerin düzenledik­
olmayan ülkeleri dolaşarak, onlan da leri bu şenlikler kalabalık seyirci kitle­
kamileye almak amacıyla yaptığı lerini spor karşılaşmalarına çekmeye
gezilerden birinde İstanbul’a gelmiş ve yardımcı olmuş ve sporun tanınıp se­
burada Selim Sım Bev'le görüşmüştü. vilmesinde önemli bir rol oynamıştı.
Fakat il. Abdülhamid döneminde
Olimpiyat Komitesi kurarak oyunlara 12 Mayıs 1916 günü Yüksek Öğret­
katılmak mümkün olmadı. Osmanlı Milli men Okulu öğrencilerinin beden eğiti­
Olimpiyat Komitesi’nin kuruluşu ll. mi öğretmenleri Selim Sırrı Bey’in ne­
Meşrutivet’ten sonra gerçekleşti. zaretinde Kadıköy'deki İttihatspor sa­
Coubertin (altta), Selim Sım (üslıe; hasında toplu olarak yaptıkları idman
sağında Rıza Tevfik). şenlikleri de Türkiye'de ilk idman bay­
ramı olması bakımından önem ve de­
İzmir’de de, Selanik’te de Rum spor­ İtalyan Savaşı, Balkan Savaşı ve I. ğer taşır.
cularıyla bunların bağlı bulundukları Dünya Savaşı'nın ardarda sıralanması­ Osmanlı Devleti, 1916’da Berlin'de
Rum spor kulüpleri ön plânda yer al­ na rağmen ülkede başlayan spor faali­ yapılması gereken Olimpiyat Oyunları'-
maktaydılar. Modern Olimpiyat Oyun- yeti zor da olsa yürüyebilmiş, bu ara­ nın 1. Dünya Savaşı nedeniyle yapıla­
ları’nın kuruluşunun 1O. yıldönümü da birçok Türk sporcusu savaş nedeniy­ mamasından sonra 1920 Olimpiyatla­
münasebetiyle Atina'da 1906’da “ Ara le hayatını kaybetmişti. I. Dünya Sa- rın a , “ savaş yeniği ülke” olması ne­
Olimpiyatlar” düzenlendiğinde bu vaşı’nı izleyen Mütareke ve işgâl yılla­ deniyle alınmamıştı. Böylece Türk
oyunlara İstanbul Tatavla kulübünün rında İstanbul, işgâl ordularına mensup sporcuları uluslararası bir yarışmada ül­
Rum asıllı jimnastikçi ve atletlerivle İz­ subay ve erlerin getirdikleri yeni yeni . kelerini temsil etme hakkına bir kez da­
mir ve Selânik'in tamamen Ruı;_ fut­ sporlarla tanışırken, Türk sporcularının ha sahip olamamışlardı.
bolculardan oluşan karmalarının katıl­ ve spor kulüplerinin İşgâl Kuvvetleri'- Kurtuluş Savaşı’ndan Türkiye Cum-
ması da bunu gösteriyordu. Ve 1912’de ne mensup takımlarta yaptıkları spor­ huriyeti'nin kurulmasına dek geçen dö­
de durum altı yıl öncekinden farksız­ tif karşılaşmalar ve maçlar da büyük bir nem ise “ Türk sporunda hamle yılları”
dı; Stockholm Olimpiyat Oyunları'nda ilgi uyandırmıştı. olmuştu. Bu arada Türkiye’de sporun
Osmanlı İmparatorluğu Ermeni asıllı Bu maçlarda (özellikle futbol), Türk veya diğer bir deyimle, Türk sporunun
iki atlet tarafından temsil edilebilmiş­ takımlarının İşgâl Kuvvetleri takımla­ ilk kez örgütlenmesi ve Türk spor ku­
ti. rı karşısında kazandıkları başarılar ve lüplerinin bir araya gelerek “ Türkiye
SPOR 1479
T a n z im a t 'tan C u m h u r iy e t'e S p o r

İLK KULÜPLER: Il. Meşrutiyetin ilânıyla birlikte dernek kurutmasına izin verilmesi daha önce varolan kulüplerin tescilini de
beraberinde getirdi. Fenerbahçe, Galatasaray ve Beşiktaş gibi kulüplerin yanısıra birçok yeni kulüp de kurularak sporun yayılmasına
öncülük etti. Bu arada spor yapan gençler arasında Müslüman gençlerin de sayısı hızlı bir artış gösterdi. 1911-12 şampiyonu
Fenerbahçe.

idman Cemiyetleri İttifa k ın ı kurma­ yerini büyük bir futbol sevgisinin alma­
ları da Türk sporunun atılım yapması­ sı, hatta İstanbul'un İşgâli sırasında
nı sağlamıştı ( 1922). futbolun bir “ millî dava” haline gelişi
Bu örgütlenmenin yanısıra Türk spo­ dikkati çeker. Topu Hazret-i Hüseyin'­
runda ilk kez yurt dışındaki benzerle­ in kesik başına benzettiği için ona kut­
rini andıran ve “ Heyet-i Müttehide” sal bir dokunulmazlık veren inancın,
adıyla anılan Federasyonların kurulma­ yirmi yıl içinde yerini büyük bir “ fut­
sı ı üm spor dallarında bilimsel ve çağ­ bol sevgisi” ne bırakması ilginçtir. Kurt-
daş adımlar atılmasını sağlamış ve bu­ han Fişek’in ' Türk sporunda tekkeden
nun olumlu sonuçları da Türk sporun­ kulübe dönüş” görüşüne katılmamak
da derhal kendini göstermişti. mümkün değildir, fakat bu sürenin
içinde Türk sosyal yapısının geçirdiği
Sonuç büyük değişiklik ve görüş farkıyla mo­
Tanzim at'tan Cumhuriyet’e giden dern sporlara doğru büyük eğilim de in­
dönemin Türk sporunda önemli bir ye­ kâr kabul etmez bir gerçektir. D
rinin bulunduğu muhakkaktır. T ü rk
sporu bu sürenin içinde doğmuş, ala­
bildiğine büyük bir gelişme ve yayılma
göstermiş, hatta daha gerçek bır deyiş­
le; Türk sporu bu dönemin ıçınde doğ­
muş ve emeklemış, ayağa kalkarak yü­
rüme ve koşma çağına erişmiştir.
Burada istibdat ve mesrutıyet d ö ­
nemlerinin getirmiş olduğu farklı değiş­
melerden çok, Türk toplumunun sos­
yal yapısında ve görüş açısında görü­
len değişiklikler önemlidir. Spora ve
özellikle topa karşı olan tutuculuğun
1480 SPOR
Güreş

Güreş “ Huzur Güreşleri” ni sürdürdüğü gö­


rülmüştü.
lu Mehmed Pehlivan’ı şöyle bir dene­
yenler, onun padişahın tam aradığı peh­
Il. Mahmud da güreş meraklısı ve livan olduğunu anlamışlardı.
Türkün milli sporu-olan güreş, Tan- güreşçi hâmisi bir padişah olarak tanın­ Suhteoğlu Mehmed Pehlivan, huzur­
zimatın ilânı sırasında da Osmanlı ül­ maktadır. Onun saltanatı yıllarında Sa­ da ilk güreşini 12 Haziran 1812 Cuma
kesinde en gözde ve en sevilen spor ol­ ray’ın Saya Ocağı’nda birçok pehliva­ günü Çinili Köşk önündeki meydanda
ma özelliğini korumaktaydı. Gerçi o za­ nın bulunduğu ve bunların huzurda sık Prizrenli Olise’ye karşı yapmış ve pa­
man “ spor” dfye bir kavram tanınmı­ sık güreşe çıktıkları bilinmektedir. dişahı heyecandan heyecana sevk eden
yordu ama güreş b it spor olarak değil Bu sâyede Türk güreşine “ büyük bu amansız güreş sonunda hasmını yen­
de güreş olarak yapılıyordu. Köy yer­ pehlivanlar” gelmeye başlamıştı. Bur- meyi başarmıştı. 26 Haziran 1812 gü­
lerinde, harmanlarda, panayırlarda, sa’nın Demirci Köyü’nden, Süleyman nü Çağlayanlardaki köşkün bahçesin­
düğünlerde ve bayram larda güreş en „ Pehlivan’ın oğlu Suhteoğlu Mehmed de yapılan Huzur güreşinde de Suhte-
önde gelen şeydi. Güreşin yapılmadığı Pehlivan bunlardan biridir. Tepedelenli oğlu bu kez Gostivarlı İskender’i sırtüs­
bir köy düğünü hemen hemen düşünü­ Ali Paşa’nın Arnavutluk’tan İstanbul’a tü yere vurmuştu. Ancak Arnavut peh­
lemezdi. gönderdiği Gostivarlı İskender ve Priz- livanın bu yenilgi karşısında hiç de tat­
Anadolu’da “ karakucak” , Rumeli ’- renli Olise pehlivanların Arnavutluk’­ min olmadığını farkeden II. Mahmud
de ise “ yağlı” güreş vardı. Yağlı güre­ tan İstanbul’a gelene dek uğradıkları 10 Temmuz 1812 günü bu iki pehliva­
şin en büyük gösterisi ise hiç kuşkusuz her yerde yaptıkları güreşlerde karşıla­ nı bu kez de Yıldız Sarayı’nda güreş­
“ Kırkpınar” dı. Bir de padişahın önün­ rına çıkan rakipleri yenmeleri ve niha­ tirmiş ve hiçbir itiraza yer kalmayacak
de yapılan “ Huzur Güreşleri” vardı ki, yet saray kapısına kadar gelmeleri Il. bir biçimde yenilen Gostivarlı İskender
bunda da devrin en usta başpehlivan­ M ahm ud’u hayli düşündürmüştü. Sa­ memleketine dönmekten başka çare bu­
ları güreş tutabilirlerdi. Birtakım töre­ ray’da bulunan Ahıskalı Mahmud Peh­ lamamıştı. .
leri vardı “ Huzur Güreşleri” nin. “ Hu- livan artık yaşlandığı gibi güreşi de bir­ II. Sultan Mahmud, Arnavut pehli­
zur” a çıkan bir pehlivan kesinlikle p a­ kaç yıl önce bırakmıştı. Yine padişahın vanlar karşısında aldığı bu parlak gali­
dişahın yüzüne bakamazdı. Güreş tu ­ en güvendiği pehlivanlardan biri olan biyetlerle Türk pehlivanlığinın yüzünü
tarken de padişaha arkasını asla döne- Pehlivan İbrahim Paşa da ordusunun güldüren Suhteoğlu Mehmed Pehlivan’ı
rneyeceği gibi rakibinin dönmesine de başında Tuna boylarında bulunuyordu. ödüllendirmiştir. Suhteoğlu Mehmed
müsaade etmezdi. H uzur’da en büyük Saray’da bulunan diğer pehlivanlar; Pehlivan, altı ay önce bir köy delikan­
kabahat padişaha arka dönmekti. Ay­ Dobrucalı, Haliloğlu, Hamza, Hocaoğ- lısı olarak geldiği taht şehri İstanbul’­
rıca “ Huzur Güreşi” nde pehlivanların lu ve Hafız ğibi pehlivanların bu iki ün­ dan, “ zuema ve pehlivan-ı devlet Sulı-
naralanınalan da kesinlikle yasaktı. lü Arnavut pehlivanın çapında olma­ teoğlu Mehmed Ağa” olarak ayrılıp
“ Huzur Güreşleri” nin, güreşe olan dıklarım gayet iyi bilen II. Mahmud bu­ Bursa’daki köyüne dönmüştür.
merakıyla tanınan III. Selim zamanın­ nun sıkıntısı içindeyken, Hüdavendigâr Bu da gösteriyor ki, Osmanlı hüküm­
da başladığı bilinmektedir. Padişahın ve Kocaeli sancakları Mutasarrıfı olan darları arasında güreşe olduğu kadar
büyük takdirine mazhar olan devrinin Ahmed Paşa tarafından Bursa’nın ün­ güreşçilere de büyük önem ve değer ve­
ünlü pehlivanı Alııskalı M ahmud’un lü Atıcılar Meydam’nda keşfedilen genç renler çıkmış ve takdir ettikleri güreş­
uzun bir süre sarayda III. Selim’in hi- Suhteoğlu Mehmed Pehlivan, Paşa va­ çilere iki köy ile binlerce bahçenin zea­
mâyesinde kaldığı bilinmektedir. Bu sıtasıyla saraya yollanmıştı. metini ihsan edecek kadar da çömert
ünlü pehlivanın daha sonra II. Mah- Beşiktaş Sahil Sarayı’mn Kilerciler davrananlar olmuştu. Ve onların bu hi­
mud zamanında da sarayda kaldığı ve Koğuşu’na alınan 150 okkalık Suhteoğ­ maye ve yardımları sayesinde Türk gü-

EN ESKİ SPOR DALI: Güreş Türklerin


en eski sporlarından biridir. Osmanlı
Devleti’nde önce Anadolu’da bir hayli
yaygın olan güreş, karakucak ve yağlı
güreş olmak üzere iki türde yapılırdı.
Kökeni eski Yunan'a kadar uzanan yağlı
güreş Rumeli, karakucak ise Anadolu
güreşi diye bilinir. Bursa Yenişehir’de
güreş/er.
SPOR 1481
Güreş

reşi en üst düzeylere çıkmış, nice peh­ Tuna Valisi Midhat Paşa tarafından da daha büyük titizlik göstermeye baş­
livanlar yetişmişti. gönderilen Arnavudoğlu Ali Pehlivan lamıştı. Padişahın güreşe ve pehlivan­
olmuştu. Aslen Kastamonu’nun Cam­ lığa olan büyük merakını bildiğinden,
Padişahlar ve Güreş baz köyünden olduğu halde Mora Ye- vali ve mutasarrıf bulunduğu bölgede
nişehiri’nde çalışırken güreş meydanla­ ortaya çıkan yetenekli pehlivanları da­
Il. Mahmud 1826’da yeniçeri ocağı­ rında kendini gösterdiği için yanlış bir ha yakından izlemeye ve bunları bir bir
nı ortadan kaldırırken, yeniçerilerin adiandırma ile ‘‘Arnavutoğlu’’ diye İstanbul’a yollamaya başlamıştı. Padi­
bağlı bulundukları Bektaşî tekkeleriy­ anılan Ali Pehlivan, 1.80 boyunda ve şahın bu yakın ilgi ve himâyesi sayesin­
le birlikte bazı tekkeleri de silip atmış­en çok 80 okka çeken ve zamanın peh­ de Türk güreşi kısa zamanda en parlak
tı. Bunların arasında Pehlivanlar Tek- livan ölçülerine göre hayli ince olan fa­ dönemine girmiş ve yetişen büyük ye­
kesi’nin bulunması da Türk güreşi için kat zehir gibi acı kuvvete ve atletik bir tenekler saraydaki bakım sayesinde pek
pek büyük şanssızlık olmuştu. Daha yapıya sahipti. Cambazbaşı Çerkez Rı­ büyük isimler olarak kısa zamanda par­
sonra bu tekke yeniden açılmış, ancak za Bey, bu genç pehlivanı Takvim ü’l- lamışlardı.
eski görkemli günlerinden uzak kaldı­ ebdân el-sıhhat ü '/-insan adlı eserinde Abdülaziz, döneminde ün yapmış bir
ğından, bir süre sonra kendiliğinden or­ şöyle tanıtır: ‘‘.. Karşısında bulunan diğer pehlivan da Amasya’dan gelen
tadan silinmişti. pehlivan biraz anud (inatçı) davransa, Keçecili Kasım’dır.
Abdülmecid’in ise güreşe ve güreşçi­ kuvvetinin şiddet-i tesirinden bir daha Keçecili Kasım karakucakcıydı. Bu
lere karşı yakınlık gösteren bir hüküm­ pehlivanlık edemeyecek derecede ezilüb nedenle yağlı güreş hakkında bilgisi
dar olmadığı bilinir. Zamanında “ Hu­ meydan-ı müsaraaden (güreş alanın­ yoktu. Padişah önündeki ilk huzur gü­
zur Güreşi” yapıldığına dair bir kayda dan) mağ/Uben çekilmeye mecbur ka ­ reşinde Arnavutoğlu Ali pehlivan ile
da hiç rastlanmaması da bunu gösterir. lır idi. Bu şiddetlü pehlivan yenici ol­ Kavasoğlu İbrahim ’i yenmişti. Kava-
Ancak ne var ki şehzade Abdülaziz’in duğu gibi pes ettirmekte de meşhur idi. soğlu ile Kara İbo ile ikisiyle birden ba-
güreşe karşı aşırı sevgi ve merakı bu dö­ Arkası yere gelmeden ve nâmı ve şere­ şetmesi, onun devrin en yaman pehli­
nemde de pehlivanların ön planda yer fin i gaib etmeden (yitirmeden) azim-i vanı olacağında şüphe bırakmamıştı.
almalarına neden olmuştu. Genç şeh­ dar-ı ahiret olmuştur (ahrete göçmüş­ Bunu öğrenen Abdülaziz büyük bir me­
zadenin maiyetinde birçok pehlivanın tür) . . " . rak ve heyecana kapılmış ve Keçecili
bulunması ve tüm saray pehlivanlarının Bu arada memleketi olan Sıvas’tan Kasım’ın biv an önce huzurunda güreş
onun emrinde oluşları, güreş ve güreş­ İstanbul’a gelen ve güreşirken hasım- tutmasını istemişti. Ancak bu büyük
çinin değerini bu dönemde de üst dü­ larını kispetinin içinden tutmaktaki us­ güreşe birkaç gün kala Keçecili Kasım
zeyde tutmuştu. Şehzade Abdülaziz’in talığından ötürü “ Kazıkçı” adıyla ün âni olarak hastalanmış, tüm vücudunu
bu pehlivanları gerek Kurbağalıdere’de- yapan Akkoyunlu Kazıkçı Kara Bekir dayanılmaz kaşıntılar ve yaralar sarmış­
ki köşkünde, gerekse Ayazağa’daki de devrin en iyi pehlivanlarından biri tı. Fakat iyileşemeyen Keçecili kendile­
kasrında sık sık karşılaştırdığı ve onla­ olarak kendini göstermişti. rine pek büyük bir rakip olacağından
rı büyük bir ilgiyle izlediği bilinmekte­ korkan Pomak pehlivanlar tarafından
dir. Güreşsever Bir Sultan zehirlenmiş olduğundan şüphelenerek
Valiler de genç şehzadenin güreşe padişahın iznini alıp köyüne dönmüş­
karşı olan ilgisi ve merakını pek iyi bil­ Abdülaziz’in tahta çıkışından (25 tü.
diklerinden, yörelerinde yetişen en ye­ Haziran 1861) sonra, Tuna Valiliği gö­ Bundan sonra Saraya, Tuna Valisi
tenekli pehlivanları saraya gönderdik­ revini sürdürmekte olan Midhat Paşa, Midhat Paşa tarafından Yörük Ali
leri bilinmektedir. Bunlardan biri de ■ saraya pehlivan göndermek konusun­ Pehlivan’ın ve arkasından da meşhur
1482
SPOR
Güreş

dükleri gibi, asla güreşmemiştir. Ne pa­


dişahlığı, hatta ne de Şehzadeliği sıra­
sında onun kispet giyip güreşe çıktığı
görülmüş bir şey değildir. Huzur’da ya­
pılan güreşler sırasında pehlivanların en
hararetli anında dahi arkalarını döne-
medikleri, hatta yüzüne uzaktan dahi
bakamadıkları bir hükümdarla güreş
tutabilmeleri elbette ki düşünülemezdi.
GÜREŞSEVER PADİŞAH:
Üstelik Osmanlı Padişahlarının “ Hali-
Abdülaziz güreşi seven ve
güreşçileri koruyan bir fe” liği de uhdelerinde bulundurmaları
padişahtı. Daha onlara bâriz bir ayrıcalık, hattâ kutsal
şehzadeliğinde güreşçileri değer verdiğinden buna imkân olama­
sık sık karşılaştırdığı ve yacağı kuşkusuzdur. Bu konu, o gün­
imparatorluğun her leri yaşamış eski ünlü pehlivanlarımız­
tarafından güreşçi buldurup dan ve güreş adamlarımızdan olup,
ortaya çıkardığı ve saraya yaptığım uzun sohbetlerim sırasında
aldırttığı bilinmektedir. güreş tarihimiz konusunda bilgi ve anı­
Tahta çıktıktan sonra bu
ilgisini sürdüren larından pek yararlandığım rahmeti Su­
Abdülaziz’in padişahlığı yolcu Mehmed Pehlivan (1840-1947) ta­
döneminde Keçecili Kasım, . rafından da ısrarla vurgulanmış olan
Makarnacı Halil Pehlivan bir gerçektir.
ve Ket Aliço gibi Abdülaziz’den sonra Osmanlı tahtı­
pehlivanlar ün salmıştı. Ket na çıkarılan V. Murad ile ondan üç ay
Aliço 27 yıl Kırkpınar’da sonra Osmanlı tahtını teslim alarak tam
başpehlivanlığı otuzüç yıl saltanat süren Il. Abdülha-
bırakmamıştır. Abdülaziz.
mid de güreşe ve pehlivanlara asla iti­
bar göstermemişlerdi. Hele II. Abdül-
Makarnacı Halil Pehlivan’ın takdim insan, gösterişli kıyafetleri içinde gerek hamid, tahttan indirildikten sonra bi­
edildiği bilinmektedir. Paris’te gerek Londra’da dikkatleri leklerini keserek intihar ettiği söylenen
Makarnacı Halil Pehlivan, Saraydaki üzerlerine çekmişlerdi. Abdülaziz’in bazı reformcu paşalar ta­
Huzur Güreşlerinin son büyük pehliva­ Arnavudoğlu Ali ile Kara İbo’nun bu rafından Cezayirli Mustafa Pehlivan’a
nı olmuştu. Dev cüssesinin yanısıra son seyahat sarasında Fransa’da ve İngilte­ öldürtülmüş olduğuna inandığından,
derece güçlü kollara ve ayaklara sahip re’de yabancı pehlivanlarla güreşler güreşe ve pehlivanlara karşı adeta düş­
bulunan bu Deliormanlı pehlivan, a t­ yapmadıkları kesindir. Bu seyahat gün­ man kesilmiş, pehlivanları taht şehrin­
tığı tırpanlarla ün salmış ve Abdülaziz’- lerinde Fransız ve İngiliz gazetelerinin den uzak tutabilmek için İstanbul da­
in büyük sevgisini ve takdirini kazan­ hiçbirinde, bu geziler en geniş biçimde hilinde güreş yapılmasını bile yasakla­
mıştır. yeraldığı halde, padişahın maiyetinde­ mıştı. Abdülhamid’in otuzüç yıllık sal­
Bu dönemin en büyük pehlivanı ise, ki Türk pehlivanların güreşler yaptık­ tanatı sırasında Türk pehlivanları an­
Kel Aliço’ydu. Kavasoğlu İbrahim ’in larına dair en ufak bir kayıt bulunma­ cak İstanbul dışında; Maltepe, Beykoz,
akrabası olan ve ondan sekiz yaş daha maktadır. Râmi ve Dudullu gibi köy yerlerinde
küçük bulunan Kel Aliço, Kavasoğlu Ancak ne var ki, Abdülaziz gibi gü­ güreşebilmek imkânını bulmuşlardı.
aracılığı ile Saraya intisap etmesine rağ­ reşe pek meraklı bir hükümdarın yurt Ancak Prens Said Halim Paşa, Mısır
men burada çok kalmamış ve o daha dışında geçen günlerinde, bu iki pehli­ hıdivi Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın
çok huzur dışı güreşleri tercih etmişti. vanı güreştirrnek suretiyle özlem gider­ torunu olmak gibi ayrıcalığına güvene­
Aralıksız olarak tam 27 yıl Kırkpınar’- diği de muhakkaktır. Nitekim İstan­ rek Emirgân’daki köşkünün bahçesin­
da Başpehlivanlığı elinde tutmuş ve el- bul’da yayınlanan Ruzname-i Ayine-i de güreşler yaptırtmıştı.
libeş yaşına kadar er meydanlarından Vatan gazetesinin 25 Temmuz 1867 ta­ Sultan Abdülaziz devrinde geniş
çekilmemiştir. rihli sayısında yeralan şu haber de bu­ maddî imkânlara ve iyi bakıma alışmış
Huzur Güreşleri güreşsever Abdüla- nu doğrulamaktadır: bulunan ünlü Türk pehlivanları bu şart­
ziz’in tahttan indirilmesiyle sona ermiş­ ‘‘ .. Temmuz-u ejrencinin altıncı cu­ lar altında birden zor duruma düşmüş­
tir. martesi günü Zat-ı Cenab-ı Cihanda- ler ve İstanbul dışında yaptıkları güreş­
Abdülaziz, 1867’de yurt dışına dost­ ran, istirahat buyurdukları Elize (Ely- lerde de ödül olarak büyük bir şeyler
luk ziyareti yapan ilk Osmanlı padişa­ see) sarayında, maiyet-i şahanelerindeki alamayınca, geçim sıkıntısı içinde bu­
hı olarak Fransa ve İngiltere’ye gider­ iki pehlivanıyla bir müddet alakadar nalmaya başlamışlardır.
ken, 59 kişilik maiyet erkânı arasında, olarak onlara kisbet giydirip yağsız ola­ II. Abdülhamid’in saltanatı sırasın­
özel hizmetkârları olarak iki ünlü peh­ rak mümareselerde bulunmalarını sey­ da ise padişahın güreş ve pehlivanlara
livanı da götürmüştü. Bunlar Arnavu- retm işlerdir.” . karşı hiç de iyi hisler beslemediğini gâ-
doğlu Ali ile Kara İbo (Şamdancıbaşı Abdülaziz, güreşe karşı olan aşırı yet iyi bilen devlet ricâli de himâyeleri
İbrahim Pehlivan) idi. Padişahın mai­ merakına, hatta büyük düşkünlüğüne altında hiçbir pehlivan bulundurmamış­
yeti arasında bulunan bu iki dev yapılı rağmen, bazı yazarlarımızın ileri sür­ lar, bu da Türk pehlivanlarının aleyhi­
1483
SPOR
Güreş

ne olmuştur. dir. Bu yurt dışı organizasyonlarda me­ etmiş ve nice ünlü Türk pehlivanı ge­
najer ve organizatör adı altında faali­ rek Avrupa’da gerek Amerika’da en
Pehlivanlar Yurtdışında yet gösteren yabancı kişiler, Türk peh­ seçkin yabancı pehlivanlarla, şampi­
livanlarının sırtlarından servetler ka­ yonlarla karşılaşmışlardı. İşte bugünler­
İşte bu sıralarda ortaya çıkan bazı zanmış, ancak pehlivanlar bu işten al­ de sirklerde cambazlık ve kuvvet gös­
açıkgöz yabancı organizatörler Türk dıkları çok az paralarla yetinmişlerdir. terileri yapan ve bir Bulgar kasabasın­
güreşçilerini alıp Avrupa’ya hatta Ame­ Türk pehlivanlarının bu yurt dışı gü­ da meydana gelen bir olaydan sonra ka­
rika’ya götürerek orada güreştirmişler- reşleri 1895-1910 yılları arasında devam çarak İstanbul’a gelen Doublier, Türk

Ünlü Güreşçiler
CEM ATABEYOGLU

ADALI HALİL: 1871 de Edirne'nin tanındı. önceleri “Kurtça” adıyla anıl­ nu'nun Karalar köyünde doğdu. Ko­
Adaiçi nahiyesine bağlı Kilise köyün­ dı, daha sonra bu namda bir başka ça Yusuf'un köylüsüdür. Asıl adı Nu-
de doğdu. Kara Mehmed Pehlivanın güreşçinin çıkması üzerine “ Büyük rullah Hasandır. 2.05'iik boyu ve 160
oğludur. Güreşi Kel Aliçodan öğren­ Kurtça" denildi. ihtiyaryaşına dek er kiloluk cüssesiyle Türk güreşinin en
di. Kırkpınar'da 18 yıl başpehlivanlı­ meydanlarından kopmadı. 191 Oda heybetli pehlivanı olarak tanındı. Bu
ğı kazanarak, Türk güreşlerinin en bü­ köyünde öldü. endamından ötürü "Filiz" adıyla anıl­
yük ustalarından biri olarak tanındı. FiLiz NURULLAH: 1870'te Şum- dı. Güreş h ayatı boyunca köylüsü Ko-
Avrupa ve Amerika'da çok başarılı gü­
reşler yaptı. "Türk Aslanı" adıyla ta­
nındı. Kuvvetinin yanında büyük gü­
reş bilgisine de sahipti. 1 .98 boyun­
da ve 150 kilo ağırlığındaydı. 1927'de
Edirne'de öldü. Kasımpaşa Camii
önündeki kabri Kırkpınara katılacak
güreşçiler tarafından her yıl törenle zi­
yaret edilir.
ALİÇO: 1845 te Plevnede doğdu.
Pomak asıllıdır. Saçsız başından ötü­
rü ‘■Kel Aliço” ve acımasızlığından do­
layı da 'Gaddar Aliço” adlarıyla tanın­
dı. "Tüylü Pomak" diye tanınan Ha-
san Pehlivanın çırağıdır. Türk güre­
şinin büyük isimlerinden biri olarak ta­
nındı. Kırkpınar'da aralıksız tam 27 yıl
başpehlivanlığı elinden bırakmaması
da onun büyük değerini kanıtlar. Ab-
dülaziz zamanında Yıldız Sarayında
görevli olarak bulundu ve huzur gü­
reşlerine katıldı. Yaşlılık günlerini Mal­
kara'da köy bekçiliği yaparak geçirdi.
1922 de İpsala'nın Kumdere köyün­
de öldü.
ARNAVUToGLU ALİ: Kastamonu-
nun Cambaz köyündendir. Arnavut­
lukta askerliğini yaparken güreş alan­
larında kendini gösterdiğinden "Ar-
navutoğlu" adıyla anıldı. Abdülaziz-
in şehzâdeliği sırasında saraya girdi.
Birçok güreşlere katıldı, 1860 ta baş­
pehlivan oldu. 1.80 boyunda ve 80­
85 kiloluk bir pehlivandı. Gayet usta
ve zeki bir güreşçi olarak bilinir. Hiç
yenilmeden 42 yaşına kadar güreşti.
BÜYÜK KURTÇA MEHMED PEH­
LİVAN: 1850'de Samsun Vezirköprü'­
nün Bayram köyünde ^do{ldu. Güreşe
bu köyde başladı. Devrinin en yaman
karakucak güreşçilerinden biri olarak
1484
SPOR
Güreş

güreşine hayran kalmış ve ömrünün bü­ şansı olmuştu. Gençlik yıllarında biraz nacağı başarının pek büyük sevabı ola­
yük bir kısmını sirklerde kuvvet göste­ güreşle meşgul olan bir Fransız koyun cağından bahsedince ünlü pehlivan bu
rileri yaparak geçirmiş olmasının da bü­ tüccarı bu projeyle ilgilenmiş, Delior­ işe “ evet” dediği gibi, gösterişli gövde­
yük tecrübesiyle Türk güreşçilerinin, man taraflarına giderek orada devrin en sinin halk tarafından çok tutulacağı için
kendi ülkesi olan Fransa'da çok iyi iş iyi güreşçisi olarak tanınan Koca Yu­ hemşehrisi ve köylüsü olan Filiz Nurul-
yapabileceklerini düşünmüştü. Ancak suf'u bulmuşlar ve kendisini A vrupa'­ lah'ı da kendisiyle birlikte gelmeye ik­
bunun için çok iyi pehlivanlar bulmak ya götürmek için hayli dil dökmüşler­ na etmişti. Ayrıca yine Koca Yusuf’un
ve onları götürmek gerekmekteydi. Ta­ di. Teklif edilen büyük paralara rağmen aracılığı ile Kara Osman ile Mehmed
biî her şeyden önce paraya ihtiyaç var­ işe yanaşmayan Koca Y usufun dindar­ Pehlivan da kafileye dahil olmuşlardı.
dı. İşte bu sırada karşılarına çıkan bir lığından yararlanan Doublier, bir Müs­ Türk pehlivanlarının yapacakları gü­
Fransız koyun tüccarı onların en büyük lüman'ın Hıristiyanlar karşısında kaza­ reşler için Paris'in ünlü “ Folies Ber-

ca Yusuf'un himayesinde oldu. Avru­ bir varlık gösterdi. Devrinin en yaman başarılı güreşler çıkardı. Devrinin en
pa ve Amerika'da da başarılı güreşler pehlivanlarından biri olarak tanındı. iyi pehlivanlarından biri olarak tanın­
çıkardı. Türk güreş tarihinde unutul­ Koca Yusuf'un yenemediği tek pehli­ dı. Daha sonra Amerika'ya da gitti,
maz bir isim olarak anılır. van olması da onun büyük ustalığının orada da başarılar kazandı. Güreşi bı­
HERGELECİ İBRAHİM: 1865 te işaretidir. Avrupa'da da başarılı güreş­ raktıktan sonra köyüne çekildi. ll.
Razgrad'ın islopol köyünde doğdu. ler yaptı. Koca Yusuf ile Paris'teki gü­ Dünya Savaşı yıllarında, Bulgaristan
Osmanlı-Rus savaşı sırasında ailesiyle reşi, Türk güreş tarihinde önemli bir sınırları içinde kalmış bulunan köyün­
Anadolu'ya göçtü. Ustası, Tarlaklı kö­ yertutar. İzmit ile Derbent arasındaki de öldüğü bilinmektedir.
yünden Deli Hafız dır. Hem karaku­ Sarımeşe köyünde 1923 te öldü. KA TRANCI MEHMED: Deliorman-
cakta. hem yağlı güreşte pek büyük KARA AHMET: 1870'te Hazerg- lı'dır. 1868 doğumlu olduğu bilinir.
rad'ta doğdu. Yirmi yaşında orta peh­ 1.86 boyunda ve 11Okilo ağırlığınday-
livanı olarak İstanbul'a geldi. Bir gü­ dı. Çardak'taki güreşte karşısına çık­
reşinde Abbas Halim Paşanın dikka­ ma cesaretini gösterdi diye, körpe
tini çekti ve yetiştirilmesi için Herge­ Kurtdereli'yi ciğerlerinden kan boşa­
leci lbrahim'e teslim edildi. Yurt dışın­ lacak kadar ezdiği ve bu güreşten
da büyük ün yaptı. 1899'da Paris'te sonra Kurtdereli'nin bir yıla yakın bir
"Dünya Şampiyonu” unvanını kazan­ süre köyünde yatağından kalkamadı­
dı. Fransa'da 1 altın, 3 gümüş; Rus­ ğı bilinir. Avrupa'da da güreş tutup ba­
ya'da 2 gümüş, Belçika'da 2 altın, şarı kazanan pehlivanlarımızdandır.
Münih'te 1 gümüş madalya kazandı. KAVASOĞLU İBRAHİM: Pomak'tır.
24 Mayıs 1902'de otuzüç yaşında İs­ Babası vali kavası olduğu için daha
tanbul'da öldü. Türk güreşine ilk res­ çocukluğunda "Kavasoğlu” diye ta­
mî dünya şampiyonluğunu kazandıran nınmıştı. Abdülaziz'in ilk başpehliva-
pehlivan olması bakımından ayrı bir
değer taşımaktadır.
KARA EMİN: 1874'te Yenizağra'nın
Erduğanlı köyünde doğdu. Delior­
man'da yetişti, Kırkpınarda kendini
gösterdi. Meşrutiyetin ilânından son­
ra İstanbul'da yaptığı güreşlerde par­
ladı. Devrinin en iyi pehlivanlarından
biri olarak tanındı. Kıvraklığı ve tekni­
ği ile tanındı. Güreşi bıraktıktan son­
ra uzun yıllar Lüleburgaz'da kahvecilik
yaptı. 1940 ta öldü.
KARA İBO: Aslen Pomak'tır. Abdü­
laziz'in devrinde Yıldız Sarayında pa­
dişahın şamdancıbaşılığına kadar yük­
seldiği için “Şamdancıbaşı İbrahim”
diye de tanınmaktadır. Kavasoğlu İb­
rahim'den sonra Sultan Abdülaziz'in
başpehlivanlığını alan üç güreşçiden
biridir. Devrinin en iyi, en kuwetli peh­
livanlarından biri olarak tanınmaktadır.
Abdülaziz'in en takdir ettiği pehlivan­
lardan biridir. Çorlu'nun Mandıra kö­
yünde öldü.
KARA OSMAN: Deliormanlı dır.
Orada yetişip parladı. 1895 te Koca
Yusuf'la birlikte Paris'e gitti. 1899'a
lfergeleci Mahmud İbrahim pehlivan. kadar Avrupa'nın çeşitli ülkelerinde Kara Ahmed. Foliberjer'deki güreşte.
SPOR 1485
G ü reş

geres” salonu kiralanmıştı. Gazetelerin rinin ilk yabancı güreşini teşkil etmesi daşlarının ne denli büyük bir ilgi ve rağ­
şişirdikleri haberler Fransa’nın başken­ bakımından da ayrı bir önem taşır. Ko­ bet gördüklerini göstermektedir. Bu sü­
tinde öylesine bir heyecan uyandırmış­ ca Yusuf bu ilk güreşinde rakibini kaş­ renin içinde Koca Yusuf’un yaptığı 10
tı ki, daha biletlerin satışa çıkarıldığı la göz arasında sırtüstü mindere yapış­ güreşi de kazanması ve bu arada Fran­
gün tüm biletler bitmişti. tırınca salonu dolduran büyük seyirci sızların “ yenilmez” gözüyle gördükle­
kalabalığı bu müthiş Türk pehlivanına ri ünlü şampiyonları Paul Pons’u da ar­
Koca Yusuf’un İlk Günleri karşı haklı bir hayranlık duymuştu. ka arkaya iki kez eze eze yenmesi Pa­
Türk güreşçilerinin 20 Mart 1895 gü­ ris'te büyük bir olay teşkil etmişti.
Koca Yusuf’un 26 Mart 1895 günü nü başlayan “ Paris, Folies Bergeres Koca Yusuf ile arkadaşlarının Paris’­
Folies Bergeres salonunda Fransız Du- Güreşleri” nin 14 Haziran 1895 günü­ te yaptıkları güreşlerde uyandırdıkları
mont ile yaptığı güreş, Türk güreşçile­ ne dek sürmesi, Koca Yusuf ile arka­ büyük ilgi, diğer organizatörlerin göz-

nı oldu. Devrinin en yaman pehlivan­


larından biri olarak tanındı. 1830'lu
yılların ortalarında doğan Kavasoğlu
lbrahim, daha sonra yakın akrabası
bulunan Kel Aliço'nun da saraya alın­
masını sağlamıştı. Çorlu'nun Mandı­
ra köyünde öldü.
KAZIKÇI KARA BEKİR: Şumnulu'-
dur. Akkoyunlu Bekir adıyla da tanı­
nır. Kazık oyunundaki büyük ustalığın­
dan ötürü adı “ Kazıkçı Kara Bekir”
çıkmıştır. 1854-55 Sivastapal savaş­
larına topçu askeri olarak katıldı. Ab-
dülaziz tahta çıktıktan sonra büyük
ününe erişti. Saray pehlivanları arası­
na katılıp huzur güreşlerine çıktı.
KEÇECİLİ KASIM: 1828'de Tokat'­
ın Keçeci Bâlâ köyünde doğdu. Kara­
kucak güreşinden yetişti. Tüm dö­
nemlerin en iyi karakucak güreşçile­
rinden biri olarak tanındı. Devrin
Amasya Valisi Ziya Paşa tarafından İs­
tanbul'a, Yıldız Sarayına gönderildi.
Abdülaziz'in önünde ilk huzur güreşini
karakucak olarak yaptı. Abdülaziz ta­
rafından kendisine derhal yağlı güreş
öğretilmesi emri verildi. Yağlı güreşe
hazırlanırken gösterdiği büyük yete-

Kara Ahm ed'in gençliği.


1486
SPOR
Güreş

lerini de Türk pehlivanları üzerine çe­ 3 Şubat’ta yaptığı ilk maçında, New da Amerikalı Lewis’i 6 dakika içinde iki
virmiş ve bunun sonucu olarak organi­ York’un ünlü Madison Square Garden tuşla, 29 Haziran günü Buffalo’da da
zatörler “ Türk pehlivanı” namından salonunu hıncahınç dolduran Koca Yu­ Amerikalı Gallagher’i 12 dakikada iki
yararlanarak güreşler tertiplemiş ve pa­ suf, karşısına çıkarılan ünlü Amerika­ tuşla yenmişti. Böylece Amerika’da da
ra kazanmanın yollarını aramıştı. lı güreşçi Roeber’i adeta perişan etmişti. karşısına çıkacak rakip kalmadığını gö­
1895 yılında Koca Yusuf, Filiz Nu- ren organizatörler bu büyük Türk peh­
rullah, Kara Osman’ın Paris’te başlat­ livanının artık yurduna dönmesine izin
tıkları Yaşar İsmail ile Mehmed Ada- K oca Y usuf A m e rik a ’da vermekten başka çare bulamamışlardı.
lı’nın yine aynı yıl içinde Londra’da Üç yıldan fazla bir süre yurt dışında
sürdürdükleri bu “ yurt dışı güreşler” Koca Yusuf, 5 M art 1898’de Madi- kalan; Avrupa ve Amerika’da karşısı­
bütün yıl boyunca sürüp gitmişti. son Square Garden salonunda Ameri­ na çıkarılan dünyanın en güçlü pehli­
Avrupa’da artık karşısına çıkacak ra­ kalı Jenkins’i eze eze yendikten sonra, vanlarını birbiri ardına yenen Koca Yu­
kip bulamayan Koca Yusuf’u organi­ 4 Nisan günü Philadelphia’da yine suf, yurt hasreti içinde Amerika’dan
zatörler 1898 başında Fransa’dan alıp Amerikalı John McCormick’i, 3 Mayıs dönerken bindiği Fransız bandralı “ La
Amerika’ya götürmüşlerdi. Avrupa’da günü Rochester’de Amerikalı Edmond Bourgogne” transatlantiğinin 4 Tem­
sırtı yere gelmeyen bu büyük Türk peh­ A thetton’u yenmiş daha sonra 11 Ha­ muz 1898’de Atlas okyanusunda aşırı
livanının sırtından Yenidünya’da da bü­ ziran günü New York’ta Yunanlı He- sis yüzünden İrlanda bandıralı bir şilep­
yük paralar kazanmayı düşünen orga­ raklides’i beş dakika içinde iki tuşla ye­ le çarpışıp batması sonucu boğularak
nizatörler bunda da aldanmamışlardı. re sermişti. 20 Haziran günü Chicago’­ ölınü.ş ve ardında bir mezar bile bırak-

nek karşısında huzur güreşlerindeki bası Salih pehlivandır. 1908'de Ame­ duğu gibi yurt dışında da büyük ba­
saltanatın ellerinden gideceğinden rika'da yaptığı güreşlerle kendini Ye- şarılar kazandı. Sırtı yere gelmeyen bir
korkan Pomak pehlivanlar tarafından nidünya'da tanıttı. Amerika'daki başa­ pehlivan olarak tanındı. İleri bir yaşın­
zehirlendiği söylenir. Vücudunu saran rılarını 1909'da da sürdürdü. 1914' te da "Ben yurt dışında güreşirken her
kaşıntı ve yaralardan kurtularnayınca Paris'te “Avrupa Şampiyonluğu”nu güreşte arkamda Türk milletinin bu­
köyüne gönderildi. 1870'de köyünde kazandı. 3 Şubat 1931'deEskişehir- lunduğunu ve millet şerefini düşünür­
öldü. de öldü. düm.” şeklindeki sözleri Atatürk'ün
KEL HASAN: Yozgatlı olduğu için KOCA YUSUF: 1866 da Şumnu - pek hoşuna gittiğinden ona Türk spor
'Yozgatlı Kel Hasan" adıyla da tanı­ nun Karalar köyünde doğdu. Dört ku­ tarihine geçen meşhur mektubunu
nır. Kalyonculuktan yetişti. 1827 Na- şak güreş yapan bir aileden gelen Ko­ yazdığı gibi kendisine 1000 lira da ar­
varin deniz savaşına kalyoncu olarak ca Yusuf. küçük yaşta güreşe başla­ mağan gönderdi. 1939'da Balıkesir'in
katıldığı bilinir. ll. Sultan Mahmud dev­ dı. Hocaları Kel İsmail ile Pomak Os­ Kurtdere köyünde öldü.
rinde er meydanlarında nam saldı ve man'dır. 1 .88 boyunda ve 115 kiloluk KÜÇÜK YUSUF: Kooa Yusuf devri
başpehlivanlığa kadar yükseldi, padi­ vücuduyla alabildiğine heybetli bir gö­ pehlivanlarındandır. Devrinin ünlü
şahın huzurunda güreşler tuttu. Dev­ rünüş arzettiği gibi acı kuweti ve bü­ pehlivanından ayırd edilebilmesi için
rinin en iyi güreşçilerinden biri olarak yük güreş tekniği ile de yalnız devri­ “ Küçük Yusuf" adıyla anılmıştı. As­
tanınmaktadır. nin değil, tüm devirlerin en büyük gü­ len Tophaneli olduğundan, “Topha­
KEPSUTLU ÇAKIR İSMAİL: Adın­ reşçilerinden biri olarak tanındı ve neli Yusuf'' adıyla da anılır. Yurt dışın­
dan da anlaşılacağı gibi Kepsutlu'dur. Türk güreşinin sembol isimlerinden bi­ da da başarılı güreşler yapmıştır.
Kurtdereli Mehmed'in en yaman ra­ ri oldu. 1895'te Avrupa'ya, 1898 de MADRAL! AHMET: 1877 doğumlu­
kiplerinden biri olarak tanınır. de Amerika'ya gitti. Amerika'dan yur­ dur. Yurt içinde yaptığı güreşlerden
KIZILCIKLI MAHMUD: 1880 de da dönüşte, bindiği transatlantiğin At­ çok yurt dışındaki güreşleriyle tanın­
doğdu. Pehlivan bir aileden gelir. Ba- las Okyanusu'nda batmasıyla boğu­ mış bir pehlivandır. Özellikle Ingiltere'­
larak öldü. de yaptığı güreşlerde büyük varlık
KOÇ MEHMED: 1875'te doğdu. göstermiş ve başarılar kazanmıştı.
Şumnu'nun Çukur köyündendir. Kısa Madralı'nın Avrupa'da yendiği ünlü
boylu olmasına rağmen çok güçlü kol­ pehlivanlar arasında Charles Green,
lara sahipti. Deliorman'da başlayan John Ball ve Le Meunier gibi isimler
güreş hayatını Rumeli'de üne ulaştır­ de bulunmaktadır. Avrupa şampiyonu
dı. 1896'da Atina'da yapılan ilk Mo­ olan Hackenschmidt'e iki kez yenilme­
dern Olimpiyat Oyunlarına katılmak si onun büyük ününe gölge düşür­
için gittiyse de hem profesyonel olma­ müştü.
sından hem Osmanlı Devleti'ni temsil MAKARNACI HALİL: Aslen Delior-
edeceğine dair elinde resmi bir belge manlı'dır. Razgrad'ta doğup yetiştiği
bulunmadığından katılamadı. Balıke­ bilinir. Abdülaziz'in pehlivanları ara­
sir'in Sebepli köyüne yerleşti. 1933'te sında yeraldı. Huzur güreşlerinde bü­
öldü. yük varlık göstererek başpehlivanlığa
KURTDERELİ MEHMED: 1869'da yükseldi. Padişahın büyük sevgisini
Deliorman'da doğdu. Küçük bir yaş­ ve takdirini kazanarak Yıldız Sarayı­
ta ailesiyle Balıkesir'de Kurtdere kö­ nın Kuşçubaşılığı görevine kadar yük­
yüne göçtü. Güreşe orada başladı. seldi. Kırkpınar'da da başarılı güreş­
1 .90 boyunda, 123 kilo ağırlığında idi. ler çıkardı.
Koca Yusuf. Genç yaşında parladı. Yurt içinde ol­ POMAK OSMAN: Aslen Deliorman-
SPOR 1487
G ü reş

madan dünyadan göçüp gitmişti. nı sürdürürken, Kurtdereli Mehmet ile da yaptığı maçlarda da rakiplerine üs­
Koca Yusuf'un en verimli bir devir­ Katrancı Halil de Paris’te yaptığı gü­ tünlük sağlayan Türk güreşçisi 2 Ara­
de bu fecî ölümüyle Türk güreşi en bü­ reşlerde karşılarına çıkarılan rakipleri­ lık 1899 günü Fransız Chalzet’i 16 da­
yük yıldızlarından birini, belki de birin­ ni yenmekte, Kara Osman da İngilte­ kikada tuşla yenerek nihai finale kal­
cisini yitirmişti. re'de başarılı güreşler çıkartmaktaydı. mıştı. 4 Aralık günü yine Fransız Gam-
1899 Kasımı’nda, Paris’te düzenle­ bier’i 20 dakikada tuşla yenen Kara Ah­
A dalı H alil nen “ Dünya Güreş Şampiyonası’na met, 5 Aralık 1899 günü Laurent de Be-
katılan, Kara Ahmet, 17 Kasım 1899 aucairois’yı 1 saaat 13 dakika 05 sani­
Koca Yusuf’un ölümünden iki ay günü “ Casino de Paris” salonundaki yede tuşla yenerek greko-romen stilin­
sonra bu kez Adalı Halil Amerika’ya ilk maçında Fransız Raymond’u 3 da­ de yapılan bu karşılaşmalarla “ Dünya
gitmiştir. Adalı Halil’in Amerika’da bir kikada tuşla yendikten sonra 19 Kasım Şampiyonluğu” nu kazanmıştı. Böyle-
günde dört güreş yaptığı ve karşısına çı­ günü Fransız Marechal’i 12 dakikada, ce dünya güreş tarihinde ilk kez bir
karılan dört Amerikalı pehlivanı dok­ yine tuşla yenmişti. Bundan sonra Türk güreşçisi, “ Dünya Şampiyonu”
san dakika içinde yendiği gibi (19 H a­ Amerikalı Fengler ile 23 ve 24 Kasım olmuştu ki, bu Türk güreş tarihinde de
ziran 1899, Nebraska), beş kişiyi de ar­ &_ünleri iki maç yapan Kara Ahmed be­ pek önemli bir olaydı.
ka arkaya 45 dakika 45 saniye içinde tu ­ rabere ilân edilen bu maçlardan sonra Türk güreşçileri 1900’lü yıllarda da
şa getirdiğine (21 Haziran Denver) rast­ 25 Kasım günü yaptığı üçüncü maçta Avrupa’daki güreşlerini sürdürmüşler­
lanmıştı. Amerikalı Fengler’i yenerek final gru­ di. 1900’de Filiz Nurullah, Selim, Kurt-
Adalı Halil Amerika’daki başarıları­ buna kalmayı başarmıştı. Final grubun­ dereli Mehmed, Koç Mehmed Paris’te,

lı'dır. Devrinin en namlı güreşçilerin­ racı” namıyla tanındı. Muhacir olarak adı bilinmemektedir. Aslen Tekirdağ-
den biri olarak kendini göstermesine geldiği İstanbul'da birçok güreşler lı olduğundan ve Türk güreşinin ilk al­
rağmen Türk güreşindeki yeri Koca yaptığı gibi yurt dışında da başarılı gü­ tın döneminin son yıllarında yetişen en
Yusuf gibi dünya çapında bir pehliva­ reşleri oldu. Türklerin oluşturdukları güçlü pehlivanlarından biri bulundu­
nı yetiştirmiş olmasıdır. ilk futbol takımı olan “ Black Stocking" ğu bilinir. Tekirdağlı Sarı Hafız Balkan
SİCİMOĞLU HALİL: 1899'da Si­ ekibinde yeraldı. Savaşı sırasında şehit düşmüştür. □
vas'ın Yıldızeli'ne bağlı Yücebaca kö­ TEKİRDAĞLI SARI HAFIZ: Gerçek
yünde doğmuştur. Babası Celal Peh­
livan adıyla anılmış, oğluna da bu ne­
denle Sicimoğlu denilmişti. Sivas ve
çevresinde yaptığı bütün güreşlerini
kazanmak suretiyle adını duyurdu.
1877 Osmanlı-Rus Savaşı'nda esir
düştü. Esirlik sırasında Rus Çariçesi
huzurunda yapılan büyük güreşlerde,
karşısına çıkarılan Rus şampiyonunu
yendi. Sicimoğlu Halil, 1934'te har­
man yerinde uyurken hasımları tara­
fından vurulmak suretiyle öldürüldü.
SUHTEOĞLU MEHMET: "Softa-
oğlu" adıyla da tanınır. Bursa'nın De­
mirci köyündendir. Karakucak güre­
şinde gösterdiği büyük varlıkla dikkati
çekerek Sarayatakdim edilmiş ve ll.
Mahmudun huzurunda yaptığı güreş­
lerde de padişahın takdirini kazanarak
Enderun'un Kilerciler Koğuşunda gö­
revlendirilmişti. Devrinin en iyi pehli­
vanlarından biri olarak tanınmaktadır.
SUYOLCU MEHMET: 1840 ta doğ­
du. Devrinin ünlü pehlivanlarından Yü­
rük Ali'nin çırağı olarak yetişti. Devri­
nin en iyi pehlivanlarından biri olarak
kendini gösterdi. Çolak Molla Mümin
gibi bir pehlivanın yetişmesinde önem­
li rol oynadı. Daha sonra hakem ola­
rak da uzun yıllar vazife gördü. 107
yaşına dek İstanbul'da yaşadı. Anlat­
tıklarıyla güreş tarihine büyük katkılar­
da bulundu. 1947'de İstanbul'da öl­
dü.
TAMSURACI OSMAN PEHLİVAN:
1874 te Tırnovada doğdu. “Tambu­
1488
SPOR
Güreş

ll. MEŞRUTİYETLE GELEN


CANLANMA: 11. Abdülhamid
döneminde güreşçilerimiz yurt dışına
giderken, 11. Meşrutiyet ’le birlikte bu kez
dışardan güreşçiler gelmeye başladı. O
yıllarda boş bir alan olan Talimhane
meydanında yapılan güreşler kaybolmuş
güreş sevgisini de yeniden kazandırdı.
1911 'de Talimhane meydanında özellikle
Kurtdereli Mehmed Pehlivan 'tn yaptığı
güreşler büyük ilgi uyandırmış ve
Kurtdereli bu güreşlerde şampiyon
olmuştur. Kurtdereli ile Adalı Ali.

1901'de Kara M ustafa, Adalı Halil, güreşler yaptıklarına dair belgeler bu­ ten vazgeçmişti. Bu olay da Türk peh­
Koç Hasan H am burg'ta, Adalı Halil lunmaktadır. O tarihlerde Avrupa’da livanlarının alabildiğine maddî sıkıntı
Berlin’de, Liege'de, Viyana'da; Filiz yayınlanan gazetelerde adları geçen Te­ içinde bulundukları bu dönemde yurt
Nurullah Amerika’da, Koç Mehmed ile selli Mehmedof, Recep Pengal, Hasa- dışında ekmek parası aradıklarının bir
Kurtdereli Mehmed Berlin’de; Murad nof, Salih Süleyman, Tahir Pehlivan, başka tipik örneğidir.
Ali ve Neşat Amerika'da, Filiz Nurul­ İbrahim Safi, Tevfik Ali, bunların en V. Mehmed Reşad'ın saltanatı sıra­
lah Londra'da; 1903’te Koç Mehmed belirgin örnekleri olmaktadır. sında İstanbul'da güreşler yeniden baş­
ile Filiz Nurullah Kopenhag ve Paris’­ 1895-1910 yılları arasındaki dönem lamıştı. Bu arada padişah yurt dışında
te, Madralı Ahmed Londra'da, Koç tüm Türk güreşçileri için yurt dışında başarı kazanan Türk pehlivanlarını da
Hasan Fransa’da, güreşiyorlardı. Yıl­ ekmek aram a dönemi olmuştu. Nite­ nışanlar ve ihsanlarla taltif etmişti.
lar geçtikçe ikinci, hatta üçüncü sınıf kim 1896'da A tina’da yapılan ilk Mo­
Türk güreşçilerinin de yurt dışında gü­ dern Olimpiyat Oyunları sırasında Koç
I I . M e ş r u t i y e t ’te G ü r e ş
reşler yaptıklarına rastlanmaya başla­ Mehmed, Yunanistan'a gitmiş ve bur-
dı. Türk adından yararlanan bazı açık­ da yapılacak güreşlere katılmak istemiş­ İstibdat devrinde Türk pehlivanları
göz organizatörler, götürdükleri ikinci ti. Ancak, Olimpiyat Komitesi kendi­ akın akın “ frenk diyârı” na gitmişler­
ve üçüncü sınıf güreşçilerle Türk peh­ sinden Osmanlı Devleti'ni temsil ede­ di. I I. Meşrutiyet döneminde ise
livanlarının Avrupa’da yaptıkları o bü­ ceğine dair resmî bir belge isteyince Koç “ frenk” pehlivanları İstanbul'a gelme­
yük ünü de zedelediler. 1903'ten sonra­ Mehmed şaşırmış, bu arada güreşler so­ ye başlamış, Türk güreşi serbestliğine
ki dönemde Türk güreşinde ismi işitil­ nunda dişe dokunan bir ödül ve parsa kavuşmuştu. Bu serbestlik uzun yıllar
memiş birçok pehlivanın yurt dışında bulunmadığını da öğrenince güreşmek­ güreşe hasret kalmış İstanbul'da büyük
SPOR 1489
Güreş

bir güreş merak ve heyecanı uyandır­


mıştı. Bu nedenle Türk pehlivanları
arasında çeşitli güreş karşılaşmaları ya­
pılırken, Avrupa’dan da ünlü pehlivan­
lar getirtilmeye başlanmıştı. Bu arada
1911 yılı Ramazan ayında ünlü Macar
pehlivanı Çaya’nın idaresinde İstan­
bul’a gelen Avrupa’nın en seçkin peh­
livanlarının burada yaptıkları güreşler
Türk güreş tarihinde önemli bir yer iş­
gal etmektedir.
O tarihlerde bomboş bir arsadan iba­
ret olan Taksim’deki Talimhane mey­
danında kurulan dev bir sirkte yapılan
bu güreşler Ramazan ayı devamınca İs­
tanbul güreş meraklılarına unutulmaz
saatler yaşatmıştı.
O sırada Kurtdereli Mehmed, Uzun­
köprü panayırından öküz almak için
Balıkesir’deki köyünden gelmişti. Peh­
livanlar kahvesine eşini dostunu gör­
mek için uğradığında bu güreşleri öğ­
renmişti. Onun İstanbul'da bulunduğu­
nu öğrenen organizatörler hemen Peh­
livanlar kahvesine koşup kendisini gü­
reşlere katılması için zorlamaya ve ra­
zı etmek için çalışmaya başlamışlardı.
Ramazanın her haftasında bir güreş
yapması isteniyordu Kurtdereli’den.
Teklif edilen para ise esasen maddî ba­
kımdan zor durumda bulunan Kurtde­
reli Mehmed için reddedilemeyecek ka­
dar câzipti. Elli altın lira vereceklerdi
güreş başına kendisine. Sol kolunda ro­
matizma olduğundan, cepkenini bile YİNE YURT DIŞINDA: Türk güreşçileri yurt dışındaki güreşlerini uzun yıllar
zorlukla ve ancak yardımla giyebilen sürdürmüşlerdir. Filiz Nurul/ah, Kurtdereli, Adalı Halil, Koç Hasan, Madralı Ahmed,
koca pehlivan buna rağmen öneriyi ka­ Koç Melımed gibi güreşçiler Berlin 'de, Paris'te, Hamburg'ta ve Londra'da başarılı
güreşler çıkardılar. 1903'/en sonra da adı duyulmamış bazı güreşçi/erin yurt dışında
bul etmişti. güreştiği bilinmektedir. Londra'da O/impia Tiyatrosu'nda yapılan güreşte Madra/ı'yla
Kurtdereli Mehmed Pehlivan, o ileri Rus güreşçisi.
yaşına ve idmansızlığına: üstelik ro-
mantizmalı koluna rağmen “ Talimha­
ne Güreşleri” nde büyük başarılar gös­ sız bir boğuşma olmuştu. Kurtdereli çilerin bu dönemde çıktıkları ve men­
terdi. Önce karşısına çıkarılan İngiliz’i Mehmed sonunda bu büyük rakibini de kıbeler yarattıkları göçülür. D
sonra da Hollandalı’yı yendi. Kısa boy­ yenerek şampiyonluğu elde etti.
lu ve tıknaz bir pehlivan olan Macar Bu güreşten sonra Kurtdereli Meh-
Çaya ise kaçak güreşiyle işi bir kovala­ med seyircilere: “ Donanma ianesi!” di­
maca haline getirmişti. Ona fena hal­ ye bağırmıştı. Donanma Cemiyeti’nin
de öfkelenen Kurtdereli bir punduna yeni gemiler yaptırma girişiminde bu­
getirip yakalamasıyla bohça halinde lunduğu o günlerde tam 600 altın lira
Hergeleci İbrahim ’in oturduğu yerin toplanmıştı.
önüne fırlatırken: “ Al usta senin olsun 1911 yılı Ramazan ayında Taksim’­
bu!” diye nâralanınaktan kendini ala­ deki Talimhane meydanında kurulan
mamıştı. Daha sonra Avusturyalı raki­ Çaya’nın sirk çadırında yapılan bu gü­
bini de yenen Kurtdereli, şampiyonluk reşler için ünlü güreş yazarımız merhum
için Rus rakibiyle karşılaşmıştı. Kendi­ İsmail Habib Sevük: “ Büyük Türk Gü-
sinden çok daha genç, diri ve cüsseli reşi’nin sonu” deyimini kullanır ki,
olan Baradanof ile yaptığı şampiyon­ doğrusu da budur.
luk güreşi için, o heyecan dolu Rama­ Tanzimat’tan Cumhuriyet'e uzanıp
zan gecesi Talimhane sirkinde bulunan­ giden yıllarda Türk güreşinin bir “ al­
lar “ Bu bir güreş değil, sanki 93 harbi­ tın devir” yaşadığı muhakkaktır. Türk
nin devamıydı” derler ki, cidden aman­ güreş tarihinde efsaneleşmiş tüm güreş-
] 49()
SPOR
F u tb o l

katini ve ilgisini çekmeye başlamıştı. Ve giliz ve Rumlardan oluşan karma ta­


Futbol Rum gençleri bu konuda daha serbest kımla karşılaşarak, İstanbullu rakiple­
olmalarının verdiği ataklıkla İngilizle- rini 3-1 yenmişlerdi. Daha sonraki yıl­
rin arasına karışıp futbola girmişler ve larda da bu maçlar devanı etmiş, 1898’-
Futbol Türkiye’de ilk kez, geçtiğimiz bir süre sonra da kendi aralarında fut­ de İzmir’de ve 1899’da yine İstanbul’­
yüzyılın sonlarında İzmir’in Bornova bol takımları kurmaya kadar gitmişler­ da yapılan bu karma maçlarının üçü­
semtinde, burada yerleşmiş bulunan ve di. nü de İzmirliler kazanmıştı.
pek çoğu tütün ticaretiyle uğraşan İn­ İzmir’den beş yıl sonra İstanbul’da Az sayıda Türk genci 1901 sonbaha­
giliz aileleri arasında oynanmaya baş­ da futbol faaliyetinin başladığı görül­ rında ne pahasına olursa olsun bir fut­
ladı. Bu aileler arasında; Lafontaine’- müştü. Bunda yine İzmir’den İstan­ bol takımı kurmaya karar vermişlerdi.
ler, Giraud’lar, Whittall’ler ve Charna- bul’a gelen bazı İngiliz aileleri öncülük Bunların başında, Amiral Hüseyin
ud’ların adları ön planda yeralır. et nıişlerdi. Hüsnü Paşa’nın Bahriye Mektebi öğ­
Kadıköy’ün Kuşdili ve Moda'nın rencisi olan oğlu Fuad Hüsnü Bey ile
Baklatarlası çayırları ise İstanbul'daki yakın arkadaşı olan Hariciye Nezareti
İzm ir ve İs ta n b u l’da F u tb o l ilk futbol maçlarına sahne olmuştu. memurlarından Reşat Danyal Bey bu­
Türkiye’de futbolun ilk kez oynan­ Böylece futbol çok geçmeden semtin lunmaktaydılar. Moda semtinde oturan
dığı yıllar, İngiltere’deki ilk futbol ma­ gençleri arasında da ilgi uyandırmaya bu iki genç, çok iyi İngilizce bildikle-
çından en az kırk yıl sonrasına rastlar. başlamıştı. İstanbul’da Rum gençleri rinden.oradaki İngiliz aileleriyle ve on­
İzmir’de yerleşen İngilizler 1890’da İngilizlerin arasına karışarak fut hol oy­ ların futbol oynayan fertleriyle çok ya­
Bornova çayırlarında futbol oynama­ namaya başlarken Türk gençleri, istib­ kın dostluklar kurmuşlar ve İngilizle­
ya başladıkları gibi, “ Football and dat rejimiyle aile baskılarının verdiği çe­ rin “ Tosbi Bey” adını verdikleri Reşad
Rugby Club’’ adını taşıyan ilk kulübü kingenlik içinde saha dışında kalmışlar­ Danyal Bey onlardan bir futbol topu al­
de kurmuşlardı. Ancak Türkiye’de oy­ dı. Sonuçta İstanbul’da da İngiliz ve ’ makla bu kulübün kurulması yolunda
nanan bu ilk futbol maçları, İngilizle- Rum gençlerinden oluşan takımlar o r­ ilk önemli adımı atmıştı.
rin bir “ aile eğlencesi” nden ibaret kal­ taya çıkmıştı. Bu iki Türk genci, arkadaşları ara­
mıştı. 1897’de İzmirli İngiliz ve Rumların sında kendi kafalarına uygun dokuz ki­
Bu “ İngiliz oyunu” , zamanla çevre­ oluşturdukları bir karma takım İstan­ şi daha bulmakta zorluk çekmemişler­
deki Rum ve Türk gençlerinin de dik­ bul’a gelmiş ve burada İstanbullu in­ di. Böylece onbir kişi olmuşlardı. An-

BİR İNGİLİZ, SPORU: Çin 'de bile oynandığı bilinen futbol ilk kez 19. yy ’da İngiltere'de belirli kurallara bağlanmıştır. Osmanlı
Devleti'nde ilk kez 1890’larda İzmir’de İngilizlerin kurdukları Football and Rugby Club gibi kuruluşlar aracılığıyla getirdikleri futbol
kısa sürede yaygınlık gösterdi. İzmir’den sonra İstanbul’da da yine bazı İngiliz ailelerinin öncülüğü ile oynanmaya başlanan futbol,
kısa sürede halkın ilgisini topladı. İstanbul’da Papazın Çaym diye adlandırılan sahada ilk futbol maçlarından biri.
SPOR 1491
F u tb o l

cak hafiyelerin takibinden ve istibdat


rejiminin acımasızlığından korunmak
için mümkün olan her tedbiri almakta
kusur etmemişler, bu arada takımları­
na, gerçek kimliğini kamufle etmesi
amacıyla bir İngiliz adı vermişlerdi.
Böylece ilk Türk futbol takımı bir İn­
giliz adı altında; “ Black Stocking (Si­
yah Çoraplılar)” ortaya çıkmıştı. T a­
kımı teşkil eden diğer futbolcular ara­
sında Keman! Nuri, Hafız Mehmed,
Fahri, Hafız Mustafa, Emcet, Hüseyin,
Mazhar, Şevki ve Tamburacı Osman
Pehlivan gibi isimler bulunmaktaydı. İLK TÜRK FUTBOL TAKIMI: Fuad
Bunların tümü Kadıköy ve M oda’nın Hüsnü Bey (Kayacan) ile Reşad Danyal
Bey ’in girişimiyle Black Stocking (Siyah
gençleriydi. Çoraplılar) adıyla kurulan ve baskılardan
Bugünkü Fenerbahçe Stadı karşısın­ kaçmak için İngiliz adını alan bu kulüpte
daki Halil Mahmudiye İlkokulu’nun al­ birçok tanınmış isim de bulunmaktaydı.
tındaki Hurşid Ağa’nın kahvesini ken­ Kulübün kurucularından Fuad Hüsnü
dilerine lokal yapan bu onbir Türk gen- Bey, Kadıköy Futbol Kulübü’nde Bobby
çi burada soyunup giyinmek suretiyle takma adında futbol oynamıştır. 1876'da
Papazın Çayırı’nda birkaç idman yap­ doğan ve bir deniz subayı olan Fuad
mışlar ve daha sonra da Rumlarla bir Hüsnü, İngiltere'de futbol oynamıştır.
maç almışlardı.
26 Ekim 1901 ’de Papazın Çayırı’nda da dört gerçek futbol takımı ortaya çık­ verdikleri bir kararla Türklerden kurulu
yapılan maçı Black Stocking, oyuncu­ mıştı. bir futbol takımı kurmayı gerçekleştir­
larının büyük acemiliği yüzünden 5-1 İstanbul’da dört takımın bulunması, diler. Kurucular okulun beşinci sınıf
kaybederken, Türk takımının tek golü­ James Lafontaine’e bir futbol ligi ku­ öğrencilerinden Ali Sami (Yen), Asım
nü Fuat Hüsnü Bey atmıştı. rulması yolunda ilham ve ümit vermiş­ Tevfik (Sonuınut), Emin Bülend (Ser-
Ancak aldıkları tüm önlemlere rağ­ ti. Kadıköy Futbol Kulübü’nün kuru­ daroğlu), Bekir (Bircan), Celâl, Tahsin
men, daha bu ilk maçın sonunda cusu ve acar futbolcusu James Lafon- Nâhid, Cevdet (Kalpakçıoğlu) ve Abi-
“ Black Stocking” in foyasının meyda­ taine ayııı zamanda “ İstanbul Futbol din Dâver (Dav’er)’di.
na çıktığı görülmüştü. Ve takım, bu ilk Ligi” nin de kurucusu oldu. Bu ligin ku­ Galatasaraylılar ilk renkler olarak
maçının bittiği anda hafiyelerin baskı-. rucuları arasında bulunan Henry Pears, “ kırınızı-beyaz” ı seçmişlerdi. Hatta oy­
nma uğramıştı. futbolculardan 27’şer kuruş toplamak nadıkları ilk maça da bu renkler altın­
suretiyle İngiltere’den büyük bir şilt ge­ da çıkmışlardı. Ancak bu renklerin
İlk F u tb o l K ulüpleri tirtmişti. Bu şiidin üzerinde 10 gümüş hafiyelerin öfkesini ve dikkatini çeke­
plaka bulunmaktaydı. On yılın içinde ceğini düşündüklerinden bunu önce “sa-
Türkiye’de gerçek anlamda ilk fu t­ bu plakalara adını en çok yazdıracak rı-siyah” a daha sonra da “ sarı-kırmı-
bol kulübü 1902’de İstanbul’da, James takım, onun nihaî sahibi olacaktı. Türk zı” ya çevirdiler. Galatasaray takımı 25
Lafoııtaine ile Horace Armitage tara­ futbol tarihinde pek önemli bir yeri bu­ Kasım 1906’da Kadıköy Frerler Mek­
fından kurulmuştu. Böylelikle futbol lunan bu ilk ligin ilk şildine Fenerbah­ tebi (Saint Joseph) ile yaptığı ve 2-0 ka­
takımı hüviyetinden futbol kulübü hü­ çe sahip olacak, fakat bu şilt 1933’de zandığı ilk maçına kırmızı-beyaz forma
viyetine ilk dönüş gerçekleşmişti. “Ca- Fenerbahçe Kulübii’nde çıkan yangın­ ile çıkmıştı. Sarı-kırmızı formayı ise ilk
dikeuy Football Club’ün (Kadıköy Fut­ da yokolacaktı. kez 6 Ocak 1908’de Barham İngiliz ge­
bol Kulübü) ilk kadrosunda santrafor 1904’te başlayan İstanbul Futbol Ligi misi takımına karşı oynanan maçta giy­
mevkiini işgal eden Bobby adındaki maçları Kadıköy’dt, I enerbahçe Sta- mişlerdi.
golcü futbolcu aslında “ İlk Türk Fut­ dı’nın bulunduğu yerin hemen yanına Galatasaray futbol takımı, 1906-1907
bolcusu” olan Bahriyeli Fuat Hüsnü tesadüf eden Papazın Çayırı mevkiin­ sezonundan itibaren “ ilk Türk takımı”
Bey’in ta kendisiydi. Mükemmel İngi­ de oynanmıştı. Sonuçta bu ilk ligin ilk olarak İstanbul Futbol Ligi’ne katıldı.
lizce konuşan Fuat Hüsnü Bey, saç tra- şampiyonluğunu, İngiltere Sefareti’nin O sezon Kadıköy takımı ikinci kez İs­
şından bıyıklarının şekline kadar ken­ gemisi Imogene’in futbol takımı kazan­ tanbul Ligi şampiyonluğunu kazanır­
disine tam bir İngiliz görünüşü vermişti. mıştı. ken Moda 2., Imogene 3., Galatasaray
1902’de kurulan Kadıköy Futbol Ku- Sağlam temeller üzerine oturtulmuş 4., Elpis takımı da 5. oldular.
lübü’nü birer yıl arayla yine İngilizler bulunan İstanbul Futbol Ligi bundan 1907-1908 sezonunda ise Moda takı-
tarafından kurulan “ Moda Football sonra da devam etti. 1905-1906 sezo­ ını ilk kez şampiyonluğu kazanırken
Club” ile Rumların kurdukları “ Elpis nunda oynanan ligin ikinci yılında şam­ Kadıköy 2., Galatasaray 3. oldu. El-
(Ümit)” kulüpleri izlemişti. Bunlara İn­ piyonluğu Kadıköy takımı kazandı. pis’in dördüncülüğü aldığı ligte Iınoge-
giltere Sefarethanesi’nin “ Imogene” Galatasaray’ın Kuruluşu: 1905’te ne 5. ve sonuncu sırayı işgal etti.
adlı gemisinin aynı adı taşıyan futbol Mekteb-i Sultanî (Galatasaray Lisesi) G alatasaray, istibdat rejiminde
takımı da eklenince, 1904’de İstanbul’- öğrencilerinden bir grup, aralarında önemli bir olayı gerçekleştirmişti. Bir-
1492
SPOR
Futbol

lüplerinin de ortaya çıktıkları görül­


müştü. Bunlar; Anadolu, Beykoz ve
Vefa kulüpleri olmuştu.

Diğer Kulüpler
Anadolu, İstanbul’un Üsküdar sem­
tinde kurulmuştu. Kurucularının başın­
da, Türk basınının olduğu gibi Türk
sporunun da en büyük isimlerinden biri
olan Burhan Felek bulunmaktaydı.
Burhan Felek aynı zamanda bu takımın
ilk futbolcularından biriydi. Kardeşi
Hüdai Bey de takımın en ünlü futbol­
cusu olarak dikkati çekmekteydi.
Beykoz da adını taşıdığı semtte ku­
rulmuştu. Ünlü yazar Ahmet Mithat
Efendi’nin Meşrutiyet’in ilânından he­
men sonra kurduğu “ Beykoz İttihat ve
Teavün Cemiyeti” içindeki “ Mümase-
rat-ı Bedeniyye Şubesi” , bu kulübün
çekirdeğini oluşturmuştu.
Vefa ise, adını taşıdığı Vefa İdadisi
öğrencilerinden Saim Turgut (Aktan-
LİSE'DE FUTBOL: 1904'te başlayan sel), Zeki (Baban), Rifat (Baban), Sû-
İstanbul Futbol Ligi Türklerin de futbola di Cavid, Tevfik (Kut), Yusuf Ziya ve
ilgisini artırmıştır. Bu arada birkaç Türk
Sabri efendiler tarafından “ Vefa İd­
takımının da kurulması için girişimlere
başlanmıştı. 1905’te Galatasaray Lisesi man Yurdu” adı altında kurulmuştu.
öğrencilerinden bir grup yalnızca Yeşil-beyaz formalı bu kulüp tıpkı Ga­
Türklerden oluşacak bir takım kurmayı latasaray gibi, bir okulun içinden fış­
karar altına aldılar. Bu öğrenciler kıran ikinci Türk spor kulübü olmuş­
arasında Ali Sami (Yen), Asım Tevfik tu.
(Sonumut), Emin Bülend (Serdaroğlu), Futbol, 1908 Meşrutiyeti’nden son­
Bekir (Bircan), "Cevdet (Kalpakçıoğlu) ve ra pek hızlı bir yayılma gösterdi. Kadı­
Abidin Da’ver gibi isimler vardı. Ali köy ve Moda çayırlarından taşan fu t­
Sami Bey (Yen) ve 1921-22’de lig
bol İstanbul’un dört yanına dağılıver­
şampiyonu olan Galatasaray.
di. Taksim’deki Talimhane meydanı,
Şişli’deki Bulgar Hastanesi karşısındaki
çok şeyin yasak olduğu bir dönemde bir Kısa zamanda çevrenin gençlerini et­ tepe, Tatavla (Kurtuluş) sırtları, Mak-
sporcu topluluğu olarak ortaya çıkmış­ raflarına toplayan üç genç, çoğunluğu­ riköy’ün (Bakırköy) Baruthane sahası,
tı. Bunda, Mekteb-i Sultanî öğrencile­ nu Saint Joseph Fransız Frerler Mek­ Kasımpaşa’nın Camialtı mevkii, Bey­
ri bulunmalarının etkisi vardı. Memle­ tebi öğrencilerinin teşkil ettikleri bir fut­ koz ve Anadoluhisarı çayırlarında fut­
ketin en seçkin ailelerinin çocuklarını bol takımı ortaya çıkarmışlardı. Fener­ bol maçları oynanmaya başladı.
çatısı altında barındıran Mekteb-i Sul­ bahçe’nin ilk futbol takımını teşkil Bu arada İstanbul Lig Maçları sürü­
tanî, Türk kültür ve toplum hayatında edenler arasında; Çerkez Sabri, Hasan, yor, bir yandan da yeni yeni takımlar
eski saray mektebi olan Enderun’un ye­ Dalaklı Hüseyin, avukat Hayri, Nasu- kuruluyordu.
rini almıştı. Böylece “ sarayın bir par­ hi Esat (Baydar) gibi gençler bulunmak­ 1910-1911’de Galatasaray 3. kez şam­
çası” durumunu arzetmekteydi. Bu ne­ taydı. piyonluğu kazanırken, 1911-1912 İstan­
denle, pek çoğu saraya ve saltanata ya­ II. Meşrutiyet’in ilanıyla, II. Abdül- bul Ligi’nde şampiyonluk Fenerbahçe’­
kın kişilerin çocukları olan Mekteb-i hamid dönemi sona ererken, ülkeye ge­ nin oldu. Bir yıl kadar san-beyaz for­
Sultanî öğrencilerinin bu davranışı mü­ len hürriyet havası, spora da geniş ser- ma altında sahaya çıkan Fenerbahçe
samaha ile karşılanmış bulunuyordu. bestî tanımıştı. Kabul edilen “ Cemiyet­ daha sonra sarı-lâcivert renkleri almıştı.
Fenerbahçe’nin Kuruluşu: 1907’nin ler Kanunu” yla kulüplerin resmen ku­ Bu arada İstanbul Ligi’nin iki Türk
Mayıs ayında Nurizâde Ziya (Songü- rulmasının mümkün olması Türk fut­ takımı olan Galatasaray ile Fenerbah­
len), Ayetullah ve Samipaşazâde Seza­ boluna olduğu kadar Türk sporuna da çe futbolcuları arasındaki büyük dost­
i’nin yeğeni Bahriye Necib (Okaner), büyük hareket getirmişti. Fenerbahçe, luk ve arkadaşlık bilhassa dikkati çek­
Fenerbahçe kulübünü kurdular. Fener­ yeni kanuna göre resmen tescilini yap­ mekteydi. Futbol sahalarında birbirle­
bahçe burnundaki feneri kendilerine tıran ilk spor kulübü olurken Galata­ rine amansız rakip olan bu gençler sa­
amblem olarak seçen kurucular forma saray ile Beşiktaş da onu izlemişlerdi. ha dışında dostluk ve arkadaşlık örne­
rengi olarak da sarı-beyaz renkleri al­ Öte yandan Cemiyetler Kanunu hü­ ği gösteriyorlardı.
mışlardı. kümlerine göre kurulan bazı spor ku­ İtalyan, Balkan ve I. Dünya Savaş-
SPOR 1493
F u tb o l

KADIKÖY'DE TÜRK TAKIMI: Galatasaray futbol takımından sonra 1907’de Nurizade Ziya (Songülen), Ayetu/lah ile Bahriye
Necip (Okaner) kendilerine Fenerbahçe burnundaki feneri amblem alarak Fenerbahçe Kulübü’nü kurdular. Kısa zamanda gelişen bu
takımın oyuncularının çoğu Saint Joseph Okulu öğrencilerinden oluşmaktaydı. Fenerbahçe'nin ilk futbol takımlarından biri.

ları ülkede her şeyi olduğu gibi futbo­ 1913 -1914 İstanbul Ligi Fenerbah­ aliyetleri tatil edilmiş olduğundan bu
lu da etkilemişti. Birbirini izleyen sefer­ çe’nin şampiyonluğu ile sonuçlanmış ve liglere sadece Türk takımları katılmış­
berlikte futbolcular silah altına alınmış­ o sezon Türk futbolu iki önemli olaya lar, neticede bir grupta Galatasaray, di­
lar ve cephelere sevkedilmişlerdi. Bu ne­ daha tanık olmuştu. Bunların ilki, 1914 ğer grupta ise Fenerbahçe şampiyon ol­
denle ı9ı2- ı913 İstanbul Lig Maçları Nisanı’nda Romanya Karması’nın İs­ muşlardı. İstanbul şampiyonunu belir­
oynanamamıştı. tanbul’a gelişi, diğeri ise Mayıs ayında leyecek maçın oynanması hayli müna­
Fenerbahçe’nin yurt dışına çıkan ikin­ kaşalara yol açmış, neticede 29 Ocak
İlk Dış Temaslar ci Türk futbol takımı olarak Rusya’ya 1916’da oynanan maçla İstanbul şam­
gidişi idi. Fenerbahçe, 31 Mayıs 1914’te piyonu belirlenmişti. Bu maçta Galata­
ı911 ’de Türk futbolu önemli olayla­ Odesa’da, Şaka takımıyla yaptığı ilk saray’ı 3-1 yenen Fenerbahçe “ İstanbul
ra tanık olmuştu. O yıl ilk kez bir ya­ maçında 1-1 berabere kalmış, 1 Hazi­ Şampiyonu” olmuştu.
bancı futbol takımı maç oynamak üzere ran 1914’de yine Odesa’da oynadığı Beşiktaş Futbol Takımı: Bu dönem­
Türkiye’ye gelmiş, ilk kez bir Türk fut­ ikinci maçında Güney Rusya Şampiyo­ de Beşiktaş Basiret Osmanlı Jimnastik
bol takımı da maçlar yapmak üzere nu Sporting takımını 1-0 yenmişti. 3 Kulübü Beşiktaş Osmanlı Jimnastik
yurt dışına gitmişti. Haziran 1914’te Odesa Karması’yla Kulübü adı altında resmen tescil olun­
Galatasaraylılar 191 1 M artı’nın so­ oynadığı üçüncü maçını ise 3-0 kaybet­ duğunda da aynı spor dallarında jim ­
nunda Macaristan’dan Klojvar Üniver­ mişti. nastik, ağırlık kaldırma, eskrim, güreş
sitesi takımını İstanbul’a getirtmişler ve Fenerbahçe, 7 Haziran 1914’te Niko- ve boks) faaliyetini sürdürmekteydi. Bu
1 Nisan 191 1’de Kadıköy’deki İttihat- layef’te Nikolayef Club takımıyla oy­ yıllarda Beşiktaş semtinde birer fnahalle
spor sahasında oynanan maç, 2-2 be­ nadığı ilk maçı 1-0 kazanmış, 8 Hazi­ takımı hüviyetinde iki futbol takımı or­
rabere sonuçlanmıştı. 3 Nisan 191 1’de ran 1914’te yine aynı kentte Nikolayef taya çıkmış bulunuyordu. Bunlardan
yapılan ikinci maçta ise Galatasaray, Karması ile yaptığı maçı üstün bir biri, Rumelihisarı’nda dalyancılık ya­
Macarları 3-1 yenmek suretiyle Türk oyunla 3-0 yenmek başarısını göster­ pan Münir Bey’in Basiret’i, diğeri de
futboluna ilk yabancı galibiyetini ka­ mişti. Böylece bir Türk futbol takımı­ Refik Osman (Top) Bey ile arkadaşla­
zandırmıştı. Galatasaray aynı yılın Ey­ nın ikinci yurt dışı seyahati de başarılı rının kurdukları Valdeçeşmesi takımla­
lül ayında M acaristan’a giderek Kloj­ bir biçimde sona ermişti. rıydı. Türk futbolunda ve Beşiktaş ku­
var ve Ferençvaroş takımlarıyla oyna­ I. Dünya Savaşı 1914-1915 sezonu lig lübünün tarihinde pek önemli bir yeri
mış, Klojvar ile yaptığı maçları 5-1 ve maçlarının oynanmasını tehlikeye dü­ bulunan Ahmet Şerafeddin Bey (mer­
4-1, Ferençvaroş karşılaşmasını da 7-1 şürmüş ve liglerin bir an önce tamam­ hum Şeref) Je Valdeçeşmesi takımın-
kaybetmişti. Dönüşte Bükreş’te Bükreş lanabilmesi için iki grup üzerinden oy­ daydı.
Karması’yla yaptığı maçı ise 11-1 ka­ nanması uygun görülmüştü. Savaş ne­ Ahmet Şerafeddin Bey, 1909’da Be­
zanmıştı. deniyle İngiliz ve Rum kulüplerinin fa­ şiktaş semtinin bu iki mahalle futbol ta-
1494
SPOR
F u tb o l

İzmir Sultanısi’ni, İzmir’in diğer


okullarında da futbol faaliyetinin baş­
laması izlemiş ve 1914-1915 sezonundan
itibaren İzmir’de okullararası futbol
maçlarının başladığı görülmüştü. Bu
okullararası maçlarda ilk şampiyonlu­
ğun İzmir Sultanîsi takımı tarafından
BEŞİKTAŞ DA FUTBOLDA: Daha önce kazanıldığı bilinmektedir.
saraya yakın çevrelerin kurmuş olduğu Bu yıllarda Bornova ve Buca’da İn-
Beşiktaş Osmanlı Jimnastik Cemiyeti
futbolun yaygınlaşmaya başladığı yıllarda gilizlerin güçlü futbol takımları vardı.
futbol şubesine sahip değildi. Beşiktaş Ayrıca İngiliz ve Rumlardan oluşan Pe­
semtinde Basiret ve Valideçeşme adlı iki lops, yine Rumların Panonion ve Apol-
ayrı takım vardı. J909’da Ahmed lon takımlarıyla bir Ermeni takımı ve
Şerajeddin Bey’in (Şeref Bey) İskoç Sholl ileAmerikan koleji ve Rum
öncülüğünde biraraya gelen iki takım Evangelides okullarının futbol takım­
Beşiktaş Jimnastik Kulübü adı altında larına böylece Türk okul takımları da
birleşti. Şeref Bey ve Beşiktaş katılmıştı. Kemer tren istasyonu civa­
Osmanlı Jimnastik Kulübü 'nün ilk
sporcularından bir grup. rındaki Kanlıçeşme mevkiindeki futbol
sahası iddialı futbol maçlarına sahne ol­
maktaydı.
kımını bir araya getirmiş ve bunları Be­ likyan Efendi, İzmir’de Türk gençleri­ 1912’de Karşıyaka’da Osman (Gü­
şiktaş Jimnastik Kulübü’ne mal ederek ne futbolu tanıtan, öğreten ve sevdiren ven), Hüseyin Refik (Civelek) ve Salih
bu kulüpte futbol şubesinin doğması­ kişi oldu. Melikyan Efendi’nin girişi­ beyler Karşıyaka futbol takımını kur­
na vesile olmuştu. miyle kurulan İzmir Sultanîsi futbol ta­ dular. İzmir’in ilk Türk spor kulübü
kımı ilk maçını 22 Ekim 19lO’da Pelops olan Karşıyaka kırmızı ve yeşil renkle­
kulübü sahasında yaptı. İzmir’in bu ilk ri benimseyerek Karşıyaka Gençlerbir-
İzmir’de Futbol futbol takımında o sıralarda İzmir Sul- liği adıyla tescil edilmiş, daha sonra adı
Bu yıllarda İzmir’de de futbol faali­ tanîsi’nde öğrenci olan Dr. Fikret Tah­ “ Karşıyaka Spor Kulübü” ne (K.S.K)
yeti sürmüştür. İzmir Sultanîsi’ne spor sin, Baha Esat (Tekand), Dr. Hüseyin dönüştürülmüştür.
öğretmeni olarak atanan ve “ Şarkın Bi- Hulki (Cura) ve Hüsnü (Uğurel) gibi Bunu iki yıl sonra, İzmir’in ikinci
lârdo Şampiyonu” olarak tanınan Me- isimlerin yeraldıkları bilinmektedir. Türk spor kulübü olan Altay’ın 16
SPOR 1495
Futbol

Ocak 1914’te Hilâl adıyla faaliyete ge­ culara İstanbul’da askerlik yapmak im­ cularla güçlü bir kadro meydana getir­
çişi izlemişti. Alsancak’taki Şark İda­ kânının tanınması bu kulüpte yeralan- mişti. Ancak sağlam esaslara dayanma­
disi Müdürü olan ve daha sonra Millî lara sağlanan büyük manevi avantajla­ yan ve Türk futbolunda Altınordu’nun
Eğitim Bakanlığı da yapan Mustafa Ne­ rın başında yeralıyordu. Altınordu ta­ açtığı “gizli profesyonellik” anlayışının
cati Bey’in de kurucuları arasında bu­ kımı bu sayede kadrosunu da tümüyle bir devamından başka bir yenilik getir­
lunduğu kulübün diğer kurucuları ara­ elinde bulundurma imkânına sahip olu­ meyen bu kulübün ömrü de pek kısa ol­
sında Çiftçi Necati, Vasıf (Çınar), Ta­ yordu ki, bu da bir başka önemli avan­ muştu. Bu takımda yeralan zamanın
lât (Erboy), yazar Raif Nezihi, Evliya- tajdı. Bu arada Altınordu kulübünün ünlü futbolcusu Refik Osman Top, bir
zâde Nejat ve Şimendiferci Rifat bey­ maddî imkanlar da sağlamaya başlama­ yazısında ‘‘Union Club gibi içki ve ku­
ler de yeralmaktaydılar. Böylece Kar­ sı bu kulübü büsbütün cazip bir hale ge­ marla kurulan bir spor müessesesinin
şıyaka, maçlar yapacağı bir Türk raki­ tirmiş ve kırmızı-mavi formalı kulüp bu akıbeti elbette hoppala olacaktı. Nite­
be de kavuşmuştu. Bu iki takımın Kar­ arada en büyük darbeyi, aynı semtin kim dört sene bu lilşeyi (/eşi) zorla sü­
şıyaka’nın Omiros Tarlası’yla İzmir’in kulübü olan Fenerbahçe’ye indirmişti. rükledik. Olan Altınordu’y a oldu. . . ”
Talebe Çayırı’nda yaptıklan maçlar İz­ Fenerbahçeli Otomobil Nuri başta bü­ diyordu.
mir’de futbol sevgisinin yayılıp kökleş­ yük futbol yıldızı Bekir olmak üzere, İttihatspor sahasının akıbeti de Al-
mesinde önemli etken oluştu. tam 7 Fenerbahçeli ünlü futbolcuyu tınordu kulübününkinden farksız ol­
alıp Altınordu’ya götürünce Fenerbah­ muştu. I. Dünya Savaşı’nın sona erme­
çe takımı çözülme tehlikesiyle karşı kar­ siyle bu sahada çalışamaz hâle gelmiş,
frtihat ve Terakki ve Futbol şıya gelmişti. Ancak genç takımdan alı­ bu arada Taksim Stadı’nın da acılma-
I. Dünya Savaşı başlarında Türk fut­ nan 14-15 yaşlarındaki elemanlarla ta­ sıyla tamamen sessizliğe gömülmüştü.
bolunun içine ilk kez “ politika” nın ka­ kımı takviye eden Fenerbahçe, bu genç­ I. Dünya Savaşı yıllarında İstanbul’­
rıştığı da görüldü. Devrin Sadrâzamı lerden Zeki Rıza Sporel, Alâeddin Bay- da futbol faaliyeti, İttihatspor sahasıyla
Talât P aşa’nın İstanbul Altınordu ku­ dar, Bedri Gürsoy gibi ilerde adı duyu­ Kadıköy’ün Kuşdili, Baklatarlası, Bey­
lübünün başına geçmesi bu kulübe “im­ lacak kişilerle ayakta kaldı. koz, Anadoluhisarı çayırlarıyla Makri-
tiyazlı” bir durum verdi. Altınordu kulübü sahip bulunduğu köy Baruthane, Taksim Talimhane ve
1911 ’de Galatasaray kulübünde baş- maddî ve manevî kuvvet ve kudret kar­ Yenibahçe sahaları da iddialı futbol
gösteren bir anlaşmazlık sonucu kulüp­ şısında 1916-1917 ve 1917-1918 sezon­ maçlarına sahne olmaktaydı. Öte yan­
ten ayrılan bir grup tarafından Kadıköy larında İstanbul Lig Şampiyonluğunu dan İzmir’in çeşitli alanlarında da zor­
cihetinde “ Progre (Terakki)” adı altın­ kazanmış ve gücünü I. Dünya Savaşı’- lu maçların oynandığı görülüyordu.
da bir kulüp kurulmuştu. Bu kulüp sa­ nın sonuna dek sürdürmüştü. Punta mevkiindeki Panonions sahası
hip olduğu mütevazi imkânlarla başa­ Savaşın sona ermesiyle Talât Paşa gi­ (bugünkü Alsancak Stadı), bugünkü
rılı bir futbol faaliyeti sürdürürken, bi büyük bir koruyucusunu yitiren Al- Atatürk Lisesi civarındaki Apollon sa­
1914’te Sadrâzam Talât Paşa’nın ve tınordu kulübü de pek zor bir durum ­ hası, bugünkü İzmirspor tesislerinin
devrin bazı kodamanlarının bu kulübün da kalmıştı. bulunduğu alandaki Talebe Çayırı, Na-
başına geçmeleriyle birden büyük bir Altınordu’dan ayrılanlar Union Club mazgâh semtinde Agora’nın bulundu­
manevî güce sahip oluvermişti. Diğer takımında bir araya gelmişlerdi. Daha ğu mahalledeki Kocabahçe sahası, Kar­
kulüplerin futbolcuları çeşitli cepheler­ sonra “ İttihatspor” adını alan bu ku­ şıyaka tren istasyonu yakınındaki Omi-
de çarpışırlarken, Altınordulu futbol­ lüp de sağdan soldan topladığı futbol­ ros Tarlası, yine Karşıyaka’daki Kara-

HIZLI BİR YAYILMA: 1908’den sonra


Türk takımlarının da kurulmasıyla
gelişen futbol, özellikle Istanbul’da en
sevilen spor dalı haline geldi.
Kadıköy'den Taksim’e Talimhane
meydanına, Tatavla’dan Makriköy’e
kadar her semtte iddialı maçlar
oynanmaya başladı. Union Club
sahasında bir futbol maçı.
1496 SPOR
F u tb o l

DIŞ TEMASLAR BAŞLIYOR: I 9 l l ’de


ilk kez bir Türk futbol takımı
Galatasaray, Macaristan ’a giderek
Klojvar ve Ferençvaroş takımlarıyla
karşılaşmıştır. Bu maçları kaybeden,
ancak dönüşte Bükreş’te Bükreş
karmasıyla yaptığı maçı farklı kazanan
Galatasaray’dan sonra I9I4’te
Fenerbahçe de Rusya’ya gitmiş ve Odesa
karması ve Nikolayef karması ile çeşitli
karşılaşma yapmıştır. Bu temaslarda
alınan sonuçlardan ziyade daha çok yeni
olan Türk futbolunun dışarda tanınmış
olması önemlidir. 1921 ’de yurt dışına
giden Galatasaray takımından bir grup
vapurda. Önde fessiz Bekir.

vokiri sahası ile Osmanpaşa çayırı, Kı- da tam 17 maç oynamıştı. 17 maçta 2 ce İmalât-ı Harbiye, sonra da Ankara-
zılçullu’daki Amerikan Koleji sahası ve galibiyet, 2 beraberlik, 13 yenilgi alan gücü adını almış ve başkentte yalnız
Bornova sahası bunların arasındaydı. takviyeli Galatasaray attığı 22 gole kar­ futbolun değil, sporun da öncülerinden
Bu arada İzmir’de, Karşıyaka ve Al- şılık tam 77 gol yemişti. olmuştu.
tay’dan sonra üçüncü bir Türk kulübü­ Bu seyahat bir bakıma Türk futbo­ Yine bu yıllarda A nkara’da, Turan
nün kurulduğu görülmüştü. “ İdman lundan çok Türk futbolcularının Avru­ Sanatkâran Gücü’nün yanısıra askerî
Yurdu” adını taşıyan bu kulübü, Şark pa’da tanınmalarına yol açmıştı. Nite­ öğrencilerin teşkil ettikleri Talimgâh ve
gazetesi sahibi Halil Zeki Bey (Osma) kim Karlsruhe’de yapılan Phonix ma­ lise öğrencilerinin takımı olan Ankara
ile Hacı Hüseyin Bey kurmuşlardı. Kar­ çından sonra Alman kulübü yönetici­ Sultanisi gibi takımlar bulunmaktaydı.
şıyaka ile Altay’ın faaliyetlerinin tatil leri ünlü Türk futbolcusu Bekir’in pe­ Öte yandan M ustafa Kemal Paşa’nın
edildiği işgâl yıllarında İzmir İdman şine dümüşler ve kendisini Almanya’­ Muhafız taburunun bünyesi içinde de
Yurdu tek Türk takımı olarak faaliye­ da alakoyup kulüplerine mal edebilmek yıldızı pek kısa zamanda parlayacak
tini sürdürmüştü. Kırsakal Muzaffer, için hiçbir fedakârlıktan da kaçınma­ olan Muhafızgücü kulübünün filizlen­
Zımzım Osman, Hafız Mümtaz, Ma- mışlardı. Türk futbolunun en büyük mekte olduğu görülüyordu.
mako Saim (Seymener), Sivrisinek Ba­ yıldızlarından biri olan Bekir, sonun­ 1920’li yılların başında “ futbol” , İs­
ha, Dede Kenan, Bacak Mithat, İma­ da Almanya’da kalmıştı. tanbul sınırlarının dışına taşıp Anado­
nım Celâl gibi futbolcuların yeraldık- Nedim Kaleci ile Refik Osman Top’- lu’yu sarmaya başlamıştı. Trabzon’un
ları bu takımda, 1950-1%0 döneminin un da Köln kulübü yöneticileri peşleri­ Kemerkaya mahallesindeki Rum Lise­
Başbakanı Adnan Menderes de bir for­ ne düşmüş ancak her iki futbolcu da ya­ si öğrencilerinin başlattıkları futbol,
vet oyuncusu olarak dikkati çekmektey­ pılan teklifleri reddederek yurda dön­ çok geçmeden Karadeniz’in Türk genç­
di. müşlerdir. leri arasında da yayılıvermişti. Trabzon
Yeşil-beyaz renkler altında kurulan Sultanisi, Muallim Mektebi ve Zağnos
İzmir İdman Yurdu daha sonraları Milli Mücadele’de Rüştiyesi teşkil ettikleri futbol takım ­
özellikle Rum Apollon takımıyla yap­ Futbol Takımları larıyla bu faaliyete katılırken Trabzon’­
tığı maçiara kırmızı-beyaz renklerle çık­ da Türk futbolunun öncüleri olmuşlar­
maya başlamıştı ki, bu da işgal günle­ 1910’da, İstanbul Sultanahmet Sanat dı. l920’li yılların başında Münir Per­
rinde önemli bir olaydı. M ektebi’nin ikinci sınıf öğrencileri ta­ tev (Subaşı), Burhaneddin (Kahyaoğ-
rafından Altınörs adı altında kurulan lu), Hıfzırrahman Raşit (Öymen), Tev-
Futbolcular Yurtdışında kulüp, Millî Mücadele yıllarında Anka­ fik (Yunusoğlu), Kemal (Özsubaşı), Ali
1921 ’de Galatasaray’ın Avrupa’da ra’da futbolun öncülüğünü yapmıştı. (Yusufoğlu), Mehmet Rıza (Kuğu) ve
yaptığı büyük turne, Türk futbolu açı­ Kuruluşundan kısa bir süre sonra aynı Sami beyler Trabzon’da ilk spor kulü­
sından önemli b;r olay teşkil etmişti. okulun son sınıf öğrencilerinin kurmuş bünü kurmak üzere teşebbüse geçmiş­
Bu, Türk futbolunun üçüncü yurt dışı oldukları Sanatkâran Gücü takımıyla ler ve 20 Ocak 1921’de Trabzon İdman
seyahatiydi. Galatasaray bu seyahate, birleşen Altınörs, 1913’te .Turan Sanat- Ocağı, Trabzon’un ilk Türk spor ku­
Fenerbahçe ve Altınordu takımlarından kâran Gücü adını almış ve yedi yıl sü­ lübü olarak ortaya çıkmıştı. Bu kulü­
takviye olarak aldığı Bekir, Zeki Rıza, reyle İstanbul liglerine katılmıştı. bü daha sonra İdman Yurdu, Sebat
Cafer, Refik Osman, Nedim, İsmet, 1920’de Milli Mücadele’nin başlama­ Gençlik, Birlikspor gibi kulüplerin ku­
Galip gibi ünlü futbolcularla birlikte sıyla bu kulübün üyeleri Anadolu’ya rulması izleyecek, lise takımı ise faali­
çıkmıştı. geçmişler, Millî Mücadele’nin içinde yetini ara vermeden sürdürecekti. Bur-
Takviyeli Galatasaray, bu iki aylık bilfiil görev almışlardı. sa’da da Zeki Rıza’nın (Sporel) çalış­
Avrupa turnesi sırasında İsviçre, Al­ Bu kulüp Millî Mücadele’nin Büyük malarıyla futbol rağbet görmeye başla­
manya, Çekoslovakya ve Macaristan’­ Zafer ile sonuçlanmasından sonra ön­ mıştır.
SPOR 1497
F u tb o l

İşgal Yıllan mahon Kışlası” adını almıştı. sahanın işletmesi, Türk ve İngiliz his-
Futbola karşı artan ilgi ve bu kışla­ sedariardan oluşan “ Union Club” ad­
I. Dünya Savaşı’nın yenilgiyle sonuç­ nın tam karşısındaki Talimhane alanın­ lı bir kuruluşa verilmişti (1909). Ancak
lanması ve bunu izleyen işgal yılları da oynanan maçların topladığı büyük I. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla düş­
Türk futboluna önemli darbe indirmiş­ kalabalık, Çelebizâde Said Tevfik Bey’i man durumuna düşmüş bulunan İngi-
ti. İzmir’de İşgal Kuvvetleri Kuman­ (Said Çelebi), Taksim Kışiası’nın avlu­ lizlerin bu sahJt ile ilgileri kesilmiş ve
danlığı Türk spor kulüplerini kapat­ sunu futbol oynanabilecek bir saha hâ­ Türk hissedarların da dağılmaları üze­
maktan geri kalmamış, İstanbul’u işgal line getirmeye sevketmişti. Fakat Said rine devrin ileri gelenlerinden Kara Ke-.
eden İngilizlerin İşgal Kuvvetleri Ku­ Çelebi’ye karşı bazı Türk kulüpleri yö­ mal tarafından bu sahaya el konulmuş
mandanlığı ise bu konuda Yunanlılar­ neticilerinin giriştikleri boykot hareketi ve adı da “ İttihatspor” a çevrilmişti.
dan çok daha anlayışlı çıkmıştı. kötü sonuçlar vermiş ve bu girişimci in­ Böylece iktidarda bulunan İttihat ve
İngiliz İşgal Kuvvetleri Kumandan­ san daha ağır parasal yük altında ezil­ Terakki fırkası bir yandan Altınordu
lığı, İstanbul’da bulunan Türk spor ku­ memek için stad haline getirdiği Tak­ kulübüyle sporcularını kendine çekme­
lüplerinin faaliyet göstermelerine izin sim Kışiası’nı Mr. Bork adında bir Mal- ye çalışırken bir yandan İstanbul’un tek
vermişti. Bu kararda İngilizlerin kendi tah ’ya devretmek zorunda kalmıştı. sahasını kendi adını verdiği bir kuru­
sporları olarak bilip benimsedikleri fut­ Daha önce Galatasaray Lisesi’nde luş eline geçirmiş oluyordu.
bola karşı olan ilgilerinin de önemli rolü mubassırlık etmiş olan Mr. Bork böy- İşgal Kuvvetleri takımlarıyla İstan­
bulunduğu muhakkaktı. lece eline geçirdiği stadın tramvay cad­ bul’un çeşitli sahalarında yapılan bu
Bu dönemde İstanbul’un Kuşdili, Pa­ desi üzerindeki demir kapısı üstüne bü­ maçlar Türk futbol tarihinde pek
pazın Çayırı, Talimhane, Makriköy sa­ yük bir Yunan bayrağı asmış ve 1922’- önemli bir yer işgal eder. Bu maçlarda
halarıyla İstanbul’un ilk stadları olan den itibaren burada cuma ve pazar gün­ Türk takımlarının İşgal Kuvvetleri ta­
İttihatspor ile Taksim Stadları, Türk ta­ leri futbol maçları aynatınaya başlamış­ kımları karşısında elde ettikleri galibi­
kımlarının İşgal Kuvvetleri’ne mensup tı. yetlerin işgal günlerinde önemli bir ye­
askerî takımlarla yapılan maçiara sah­ Kadıköy tarafında ilk futbol stadı, ri oldu.
ne olmuştu. İstanbul Şehremini Operatör Cemil To­ Fenerbahçe, Galatasaray ve Beşiktaş
Taksim’deki tarihî Topçu Kışlası, puzlu Paşa’nın himmetiyle kurulmuş­ takımları beş yıl süren Mütareke ve İş­
Mondros Mütarekesi’nden sonra Sene- tu. Papazın Çayırı adıyla anılan meş­ gal günlerinde düşman takımlarıyla
galliler tarafından işgal edilince “ Mak- hur sahanın hemen yanında kurulan bu toplam olarak 80 maç oynadılar. Bu 80

İTTİHATÇILAR VE FUTBOL: I91l’de kurulan Terakki adlı kulüpte üç yıl sonra olan değişiklik, spor tarihinde politikanın
kulüplere girmesi açısından anlam taşır. Yine o tarihte Sadrazam olan Taldt Paşa'nın Altınordu Kulübü'nde başkan olması bu
sayede imkânları artan Altınordu'nun Fenerbahçe ve diğer kulüplerden tanınmış oyuncuları alması bu kulübün güçlenmesini
sağlamışlı. 1. Dünya Savaşı'na kadar gücünü sürdüren ve İstanbul lig şampiyonluğunu kazanan Altınordu Futbol Takımı.
1498
SPOR
F u tb o l

Türk futbolunun hızlı bir gelişme dö­


nemine girmesinde pek önemli etken ol­
FUTBOLCULAR DA muştu.
YURT DIŞINDA: I. Dünya Savaşı’nda olduğu gibi
Galatasaray Futbol Kurtuluş Savaşı’nda da kulüpler ve fut­
Takımı’nın !92/'de yapmış bolcular üzerlerine düşen vatan görev­
olduğu iki ay!ık Avrupa lerini yapmaktan geri kalmamışlardı.
turnesi futbolumuz
açısından önem taşır. Bu Zamanın ünlü birtakım asker futbolcu­
turne sırasında özellikle ları Millî Mücadele için Anadolu’ya ge­
Almanya’da yapılan çerlerken, Fenerbahçe’nin Kurbağalıde-
maçlarda göz dolduran re kenarındaki lokalinden motörlerle
futbolcu/ara bazı Alman Anadolu’ya silah kaçırılması yolunda
kulüpleri tarafından faaliyet gösterdiği, hatta bu nedenle ku­
transfer teklifleri gelmiştir. lübün kaç kereler İngiliz askerleri tara­
Alman Phoenix fından basıldığı ve dört yanına süngü­
Kulübü’nün yöneticileri lü nöbetçiler dikildiği görülmüştü. An­
tarafından ikna edilen ünlü
futbolcu Bekir burada cak her şeye rağmen Fenerbahçe kulü­
kalmış ve başarılı maçlar bü bu faaliyeti başarılı bir şekilde sür­
çıkarmıştır. dürmüştü.
Ünlü Bombacı Bekir. Türkiye, Beynelmilel Futbol ittiha-
dı’na (Uluslararası Futbol Federasyo-
nu/F.l.F.A ) girmek üzere 1921’de bir
maçın 51’i Türk takımlarının galibiye­ Subaylar Karması, Ingiliz İşgal Kuvvet­ ınüracaatta bulunmuştu.Ancak savaş
ti, 14’ü beraberlik, 15’i ise yenilgiyle so­ leri Karması vd. yeniği olan Osmanlı devletinin bu mü­
nuçlandı. Bu maçlarda Türk takımları Bu takımlarda asker olan zamanın racaatı üzerinde pek durulmamıştı. Bu
attıkları toplam 248 gole karşı 88 gol ünlü hatta profesyonel bazı futbolcu­ başvuru ancak 1923 Mayıs’nda günde­
yediler. Bu maçların kulüplere göre da­ ları da yer almışlar ve henüz emekleme me alınmış ve Türkiye, Uluslararası
ğılışı şöyleydi: devresinde bulunan Türk futbolu. fut­ Futbol Federasyonu’na kabul edilmiş­
Fenerbahçe 50 41 4 5 193 47. bolun ustaları sayılan İngilizler karşı­ ti. Buna rağmen Türk Millî Futbol Ta­
Galatasaray 23 8 9 6 45 32. sında aldıkları başarılı sonuçlarla dik­ kımı hazırlıkları daha 1922 ortalarında
Beşiktaş 7 2 1 4 10 9. katleri çekmişlerdi. başlamış; bu konuyla tek seçici olarak
Türk takımlarının maç yaptıkları İş­ Bu beş uzun işgal yılının sonunda Galatasaraylı Yusuf Ziya Bey (Öniş)
gal Ordulan takımları arasında şu isim­ Türk futbolunun İşgal Ordularına men­ bizzat ilgilenmişti. Ve ilk hazırlık maçı
lere rastlanmaktadır: Fransız Garnizo­ sup askerî takımları karşısında elde et­ 16 Haziran 1922’de Taksim Stadı’nda
nu, İngiliz Garnizonu, İngiliz Ligh- tiği en anlamlı galibiyetlerden biri de İş­ İngiliz İşgal Kuvvetleri takımına karşı
tning, İngiliz Karlfors, İngiliz Kara gal Kuvvetleri Komutanı General Har- yapılmıştı. Türk takımı bu maçı 3-0 ka­
Muhteliti, İngiliz Tayyarecileri, Irish rington’un koyduğu kupayı Fenerbah­ zanmıştı. Bunu S9Haziran 1922’de ya­
Guard’s, İngiliz Revenge, İngiliz Ma­ çe’nin kazanmasıdır. pılan rövanş karşılaşması izlemiş; Türk
laya, İngiliz Goldstream, İngiliz Roya! Böylece futbol, işgal orduları takım­ Millî Takımı Namzetleri bu maçta da
Soverign, İngiliz Comos, Fransız Pat- larına karşı kazanılan galibiyetlerle il­ İngiliz takımını 9-0 yenmek başarısını
rie, İngiliz Denizciler Karması, İngiliz gi ve hatta sevgi uyandırmış, bu da göstermişlerdi.

FUTBOL YÖNETİMİNE DOĞRU:


Uluslararası Futbol Federasyonu ’na
girmek üzere yapılan ilk müracaat
!92/’de yapıldı. Ancak başvuru 1923’te
kabul görmüştü. Bu sıralarda Türk
sporunun ilk örgütlenmesi olarak sayılan
Türkiye idman Cemiyetleri İttihadı
oluşturulmuş ve buna bağ!ı ilk Futbol
Müllehidesi (Federasyonu) kurularak
başkan!ığa Yusuf Ziya Öniş getirilmiştir.
Yusuf Ziya Öniş (solda), Burhan Fe/ek
(sağda).
SPOR 1499
F u tb o l, B a s k e t b o l

2 Temmuz 1922’de Taksim Stadı’nda


oynanan maçta İngilizleri 4-0 yenen Basketbol
Millî Takım Namzetleri, 28 Ocak
1923’te de Kadıköy’de yapılan maçta
yine aynı rakip karşısında 4-2’lik bir ga­ Bir Amerikan sporu olarak doğan
libiyet almışlardı. basketbolü Türkiye’ye getirenler de
Bu sıralarda Türk sporunun ilk ör­ Amerikalılar oldu. Osmanlı Devleti’nde
gütü olan Türkiye idman Cemiyetleri ilk basketbol maçının 1904’te İstanbul’­
ittifakı resmen kurulmuş ve ilk Futbol daki Amerikan Robert Collego okulu­
Müttehidesi (Federasyonu) vücut bul­ nun spor salonunda oynandığı bilinir.
muştu. Artık Türk futbolu daha iyi ve Bu sıralarda Amerika’dan gelen genç
daha sağlam esaslar üzerine oturtulma­ bir öğretmen, “ Yenidünya” da yeni ye­
ya başlamıştı. İlk Futbol Federasyonu ni gözde olmaya başlayan bu sporu,
Başkanlığı görevine getirtilen Yusuf Zi­ Robert College’in son sınıf öğrencile­
ya Öniş, yalnız Türk futbolunu teknik rine oynatmıştı.
yönden esaslara bağlamakla kalmamış,
aynı zamanda hakemlik ve antrenörlük
konuları üzerine de önemle eğilmişti. Kötü Bir Deneme
Türkiye Cumhuriyeti’nin ilanından
sadece üç gün önce, Türk futbolu ilk
millî maçını oynadı. 26 Ekim 1923’te Ancak Türkiye’deki bu ilk basketbol
İstanbul Taksim Stadı’nda oynanan bu maçı bir “deneme” olmaktan öteye.gi-
maçta; “ Nedim Kaleci-Hasan Kâmil dememiş; nihayet 1911’de, o tarihler­ BAŞARISIZ BİR DENEME: 19ll'de
de Galatasaray Lisesi’nde Beden Eği­ Galatasaray Lisesi Beden Eğitimi
Sporel (Kaptan), Cafer Çağatay-İsmet öğretmeni Ahmet Robenson bir
Uluğ, Nihat Bekdik, Baron Fevzi (Kelle tim öğretmenliği yapmakta olan günün Amerikan dergisinde, oynanırken resmini
İ brahim)-Emin, Alâeddin Baydar, Ze­ ünlü sporcularından Ahmet Robenson, gördüğü basketbol maçını lisede
ki Rıza Sporel, Sabih Arca, Bedri Gür- bir Amerikan dergisinde gördüğü bas­ oynatmak için spor salonunun
soy’dan (Baron Fevzi) kurulu ilk Ay- ketbolle ilgili bir makaleden bunun ca­ duvarlarına kâğıt sepetleri astırmış, ancak
yıldızlı takım Zeki Rıza’nın attığı iki zip bir spor oyunu olacağı düşüncesi­ hiçbir kural bilinmediği için sonuçta tüm
golle Romanya ile 2-2 berabere kaldı. ne varmıştı. Ahmet Robenson, okulun oyuncular sakatlanmış ve oyun yarıda
Böylelikle Türk futbolu, Cumhuriye­ spor salonunun karşılıklı duvarlarına kalmıştı. Bu denemeden sonra, basketbol
astırdığı kâğıt sepetleri ile öğrencileri­ konusunda herhangi bir girişime
tin ilanından üç gün önce ilk milli ma­ rastlanmamaktadır. Bundan sonra
çını oynamış ve tarihinde yeni bir dö­ ne basketbol oynatmıştı.
1919’da Fenerbahçe Kulübü’nde
nüm noktasıyla Cumhuriyet dönemine Galatasaray Lisesi spor salonunda basketbol şubesinin oluşmasıyla bu spor
mal olmuştu. Türk futbolunun Cum­ onar kişilik takımlar arasında oynanan dalında bir yayılma görülmüştür. Ahmet
huriyet döneminde çok daha hızlı bir bu deneme de bütün oyuncuların sakat­ Robenson.
gelişme ve yayılma olanağı bulacağı lanmaları sonucu yarıda kalmıştı. Oy­
muhakkaktı. D nanabildiği süre içinde takımlardan biri ceddüt göstererek, bir Amerikalı mu­
sekiz, diğeri ise üç sayı kaydetmeye mu­ allimin nezaretinde memleketimizde ilk
vaffak olmuşlardı. defa bizde olarak basketbol oyununa
başladı. Ve bunda âzfılan arasında
Oyunun böylesine kanlı bir sonuç
epeyce muvaffakiyet görmekle iftihar
vermesi karşısında, işin içinde bir yan­
eder."
lışlık, ya da eksik bir tarafın bulundu­
İşte yurdumuzda basketbol konusun­
ğuna kanaat getiren Ahmet Robenson,
da yapılan ilk ciddî girişim bu oldu.
bu konuda tamamlayıcı bilgi almak
Ama bu ciddî faaliyet de önce rakip,
üzere Robert College’e başvurmuşsa
sonra da salon bulunamaması yüzün­
da, oradan da aydıntatıcı bir bilgi ala­
den beklenen sonucu vermedi. Yaz ay­
bilmesi mümkün olamamıştı. Böylece
larında kulübün Kurbağalıdere kena­
ilkinden yedi yıl sonraki ikinci basket­
rındaki çimento tenis kortu üzerinde
bol girişimi de sonuçsuz kalmıştı.
kurulan açıkhava sahasında başlayan
Fakat Fenerbahçeliler bu işin peşini basketbol faaliyeti, kışın bastırmasın­
bırakmamışlar ve 1919’da bir Amerika­ dan sonra mecburen kesilmiş oldu. An­
lı öğretmen temin ederek kulüplerinin cak Fenerbahçetilerin bu iki girişiminin
kapısını yeniden basketbola açmışlar­ de sonuçsuz kalmasında en büyük âmi­
dı. Fenerbahçe Kulübü'nün “ Terbiye- lin başka bir rakibin daha bulunmayı­
i Fikriye Şubesi” tarafından yayınlanan şı olduğunu kabul etmek gerekir. Bu
Fenerbahçe adlı spor dergisinin 10 gerçeği , Fenerbahçe’nin o takımında
Temmuz 1919 tarihli 3. sayısında şöy­ basketbol oynayan komple sporcu Sa-
le bir haber yeralmaktadır: “Kulübü­ id Salâhaddin Cihanoğlu da açıkça di­
müz son zamanlarda yeni bir hiss-i te- le getirmişti.
1500 SPOR
Basketbol, Voleybol

Gerçek Anlamda Basketbol spor dergisi SporAlem i, Nisan 1921 ta­


rihli 32. sayısında şöyle anlatıyoru: Voleybol
Türkiye’ye gerçek anlamda basket­ ‘‘C um artesi akşam ı saat 4 ’te,
bolün gelişi, 1920’de Amerikan Y.M.C.A. Darülmuallimin-iAliye bahçesinde bir
(Genç Hıristiyanlar Birliği) örgütünün Amerikan ve ilk yerli takım arasında Tıpkı basketbol gibi Amerika’da do­
İstanbul’da bir şube açmasıyla oldu. basketbol müsabakası yapılmıştır. ğan (1895) voleybol da Türkiye’ye
Y.M.C.A. örgütü, Türkiye şubesinin Am erikan takımı 18 ve yerli takım ise Amerikalılar tarafından sokulan bir
Beden Terbiyesi ve Spor bölümünün te­ 14 sayı yapmışlardır. Temaşagiren (se- spor oldu. Amerikann YMCA (Young
sisi görevini, Amerika’nın en ünlü spor yirci/er) arasında Selim Sırrı Beyefen­ Men’s Christish Association/Genç Hı­
otoriterlerinden biri olan Mr. Helmut di, Darülmuallimin, Darüleytam ve bâ­ ristiyanlar Birliği) 1919’da İstanbul’da
Braun’a vermişti. 1920 Anvers Olimpi­ zı Sultaniler heyet-i tatimiyesi (öğretim bir şube açarken bu şubeye bağlı ola­
yat Oyunları’nda Amerika temsilciliğini üyeleri), zevat-ı mutebere (önemli kişi­ rak bir de spor dalı faaliyete geçirmiş­
yapan bu ünlü spor adamı Y.M.C.A. ler), Darülmuallimin talebesi (öğrenci­ ti. YMCA’nın İstanbul Şube Müdürü
örgütünün Beden Eğitimi ve Spor Şu­ leri) ve Polis M ektebi efendileri vardı. Mr. Deaver, bu sporun yayılması ko­
besini modern esaslar içinde kurarken, Oyun esnasında (sırasında) Amerika­ nusunda son derece zekice hareket ede­
futbol, beyzbol, keyçbol, sutopu, Ame­ lıların yaptıkları âni, serî (çabuk) ve rek Muallim Mekteb-i Âlisi (Yüksek
rikan futbolu, atletizm ve topsuz oyun­ mütemadi (sürekli) paslar herkesin Öğretmen Okulu) BedenEğitimi öğret­
ların yanısıra basketbolu da Türkiye’­ nazar-ı dikkati ve tahsisini ce/bey/emiş- meni olan Selim Sırrı Bey aracılığıyla
ye tanıtmayı amaç edinmişti. tir (dikkatini, beğenisini çekmiştir). voleybolu okullara sokınuştur.
Basketbolun doğum yeriolan Spring- Yerli takım yeni teşekkül ettiği (kurul­ Türkiye’ye bir “ okul sporu” olarak
field’ten mezun olan Dr. Diver, bu ye­ duğu) ve âzalarının birbiriyle ancak bir giren voleybolun ilk önce okullarda ya­
ni Amerikan sporunun Türkiye’ye ya­ ta/im (antrenman)yaptıktan sonra oyu­ yıldığı görülmüştü. Bu, İstanbul’da da
yılması için pek büyük bir çaba göster­ na dahil oldukları (katıldıkları) nazar­ böyle olmuştu. Bu konudabaşta Kaba­
mişti. Y.M.C.A. örgütü Çarşıkapı’da ı itibara alınırsa muvaffakiyetleri asla taş Lisesi olmak üzere Galatasaray, İs­
Medrese Sokağı’ndaki binasında faali­ inkâr edilemez. ” tanbul ve Vefa liseleri öncülük yapmış­
yete geçtikten sonra, Beyoğlu’nda Türkiye’de basketbolu ilk aynatan lar ve faaliyetleri arasında voleybol spo­
Amerikan Konsolosluğu binasının he­ kişilerden biri olan Ahmet Robenson’- runa önemli bir yer vermişlerdi.
men yanında büyük bir bina tutarak un o başarısız ve kanlı denemeden do­ Bu liselerde voleybola başlayan genç
burada da Türk gençlerini basketbol kuz yıl sonra oynanan ilk ciddî basket­ öğrenciler, birkaç yıl sonra yükseköğ­
oynamaya çağırmıştı. , bol maçına çıkan ilk Türk takımında renime başladıklarında bu sporu üni­
Dr. Diver, burada tam bir spor mis­ kaptan olarak yeralması da dikkati çe­ versitelere de taşımışlardı.
yoneri olarak faaliyet gösterirken bas- ken bir noktaydı. Öte yandan Dr. Di- Ancak voleybolun bir “ üniversite
ketbolu da ön planda tutmuştu. Nite­ ver’le yardımcısı Mr. Reep de bu maç­ sporu” haline dönüşmesi Cumhuriye­
kim 18 Kasım 1920’de Selim Sırrı Bey ta yeralmıştı. tin ilk yıllarında olacak ve bundan son­
(Tarcan), öğretmeni bulunduğu Darül- Türk kulüpleri arasında ciddî bir bas­ radır ki, kulüplerde yapılan voleybol ül­
muallimin-i Âliye’nin Cağaloğlu’nda- ketbol faaliyetinin başlaması ise bu ta­ kede geniş bir yayılma zemini bulacak­
ki binasının bahçesinde büyük bir spor rihten yaklaşık iki yıl sonraya rastla­ tı. D
bayramı tertiplediğinde Dr. Diver’le maktadır.
yardımcısı Mr. Reep’i de özellikle dâ- Böylece Türk kulüpleri basketbol
vet etmişti. alanında gerçek ve sürekli faaliyeti baş­
Dr. Diver, bu şenliği düzenleyen Sev latmışlardı.
lim Sırrı Bey’i kutlarken: “ . .İsveç jim ­ Çok geçmeden Türk sporunun ilk
nastiğinin dışında çok güzel spor oyun­ resmî örgütü olan Türkiye İdman Ce­
ları da vardır. A rzu ettiğiniz takdirde miyetleri İttifakı’nın kurulmasıyla bu
bu oyunları öğrencilerinize öğretmeye spor dalında önemli bir adım atılmış ve
amadeyim .. "demekten kendini alama­ basketbol da bu örgütün faaliyeti ara­
mıştı. sında önemli bir yer almıştı.
Bunun üzerine Dr. Diver, Yüksek Kurtuluş, Beyoğluspor, Barkhoba,
Öğretmen Okulu öğrencilerine basket­ Maccabi, Protkeba ve İtalyan Kartal gi­
bol ve voleybol dersleri vermeye başla­ bi azınlık kulüplerinin de basketbola fa­
mış ve bu oyun okulun içinde öğrenci­ aliyetleri arasında yer verdikleri yine bu
ler arasında pek büyük bir ilgi görüver- tarihlerde görülmüştü. Basketbol Cum­
mişti. huriyet döneminde daha hızlı bir geliş­
4 Nisan 192l’de Darülmuallimin-i me gösterecekti. D
Âliye Mektebi’nin Cağaloğlu’ndaki bi­
nasının (bugün Cağaloğlu Kız Meslek
Lisesi) bahçesinde, Türkiye’deki ilk ger­
çek ve ciddî basketbol maçı oynanmış­
tı.
Y.M.C.A. İstanbul Şubesi Başkanı
Mr. Sticker’in yönettiği bu maçı, günün
SPOR 1501
A tle tiz m

Atletizm
Türkiye’de ciddî atletizm çalışmala­
rı II. Meşrutiyet’ten sonra başlar. An­
cak bu tarihten çok daha önceleri de
Türkiye’de atletizmin varlığı bilinmek­
tedir.
Mekteb-i Sultani’de jimnastik öğret­
meni olarak görevli bulunan M.Curel’-
in Türkiye’de çeşitli modern sporların
yanısıra atletizmi de başlatan kişi oldu­
ğunu Galatasaray Lisesi eski müdürle­
rinden Fethi İsfendiyaroğlu’nun 1955’te
yayınlanan bir yazısından öğreniyoruz.
l868’den 1872’ye kadar Mekteb-i Sul-
tanî’de jimnastik hocalığı yapan M.Cu­
rel, 1870’de ilk kez bir idman bayramı
düzenlemişti. O yılın Mayıs ayında bü­
tün öğıencileri ikişer sıralık taburlar ha­
linde yürüterek Kâğıthane’ye götüren
M.Curel, burada çeşitli spor gösterile­
ri arasında koşu ve atlama müsabaka­
ları da yaptırmış ve başarı gösteren öğ­
rencilere armağanlar vermişti.
M.Curel tarafından 1870’te Kâğıtha­
ne çayırında Mekteb-i Sultanî öğrenci­
lerine yaptırılan bu koşu ve atlama ya­
rışmaları Türkiye’de atletizmin tam bir
başlangıcı sayılınasa bile bu yolda atı­
lan ilk adım olması bakımından önem
ve değer taşır.
İlk Tohumlar
Öte yandan 1863’te Amerikalılar ta­
rafından Bebek sırtlarında kurulan Ro- İLK ÇALIŞMALAR: Atletizm konusunda ilk girişimler Galatasaray Lisesi’nde
bert College de Türkiye’de ilk atletizm jimnastik hocalığı yapan M.Curel tarafından başlatıldı. Daha sonra Robert Kolej’de
tohumlarının atıldığı merkezlerden bi­ Amerikalıların sürdürdüğü çalışmalar II. Meşrutiyet'ten sonra yayılma gösterdi. Bu
ri hüviyetini taşımaktadır. Burada dönemde İstanbul’da Tatavla ve Galatasaray kulüplerinden birkaç atlet isim yapmış,
A m erikalı öğretm enler nezare­ Olimpiyat Oyunları 'na kendi paralarıyla katılanlar olmuş ve Silifkeli Şükrü, İri Celâl,
tinde öğrencilerin koşu ve atlama ya­ Selâhaddin (Türsen) ve Nureddin (Otmar-Savcı) gibi atletler öne çıkmıştır. Atletizmin
rışmaları yaptıkları bilinmektedir. ilk yıllarında kale çizgisinden verilen start (üstte) ve ünlü yarışçı Rauf'un (Hasağası) bir
Bu iki okulda başlayan bu faaliyet, finişi (altta).
öğrencilerin arasında geniş bir ilgi uyan­
dırmasına rağmen, bunun okullar dışın­ Nitekim 1896’da Selânik’teki Siklin nusunda da İstanbul’dan daha avantajlı
da yayılması hiç de kolay olmamıştı. Kulübü tarafından Söğüt ormanların­ bir durum arzetmiş ve Osmanlı İmpa­
Zamanın tutuculuğunun yanısıra Il. da düzenlenen idman bayramında, at­ ratorluğu sınırları içinde ilk yarışmalar
Abdülhamid’in istibdat rejimi de bunu letizm yarışmalarının yapıldığı ve Üç yine bu kentlerde yapılmıştır.
engellemişti. Bu nedenle ancak bu iki ayak atlamada (üçadım) birinciliği lO
okulda okuyan gayrimüslim öğrenciler­ Gerçi İstanbul’daki Mekteb-i Sulta­
metre 24 santim ile bir Rum delikanlı­ nî ile Robert College’de de yabancı öğ­
den Rumlar o tarihlerde Tatavla adını sının kazandığı o tarihlerde Selânik’te
taşıyan Kurtuluş kulübünde atletizme retmenlerin nezaretinde atletizm yarış­
yayınlanan Asır gazetesinden öğrenil­
devam etmek fırsatını bulabilmişlerdi. maları hatta bayramları düzenlenmiş­
mektedir.
Bu tarihlerde Osmanlı İmparatorlu- se de bu faaliyet okulların dışına pek
ğu’nun diğer iki büyük kenti Selânik ile Yine aynı yılın içinde İzmir’in Bor­ taşamamıştı.
nova semtinde de Jimnastik Kulübü ta­ Okulları dışında atletizm faaliyetini
İzmir, İstanbul kadar koyu bir baskı re­
jimi altında bulunmadığından bu iki rafından büyük koşu müsabakalarının sürdürebilenlerin yalnız gayrimüslim
kent sporun her dalında olduğu gibi at­ düzenlendiği de gazete haberlerinden Rum öğrenciler olduklarını söylemiştik.
letizm alanında da daha özgür bulun­ öğrenilmektedir. Nitekim bu gençlerin arasında bulunan
maktaydı. Böylece Selânik ve İzmir atletizm ko­ ve koşularda gösterdikleri başarılarla
1502
SPOR
Atletizm

dikkati çeken Konstantin Devecis ile holm Olimpiyat Oyunları’na katılacak mışlardı. (İdman, 1 Ağustos 1913, Sa­
Celepoğlu Tatavla Kulübü’nde sürdür­ istekli gençleri davet eden bir ilân ya­ yı: 5)
dükleri atletizm hayatlarında da pek yınlamış ve bunu her türlü masrafları Bayanlararası yarışmaların yapıldığı
başarılı olmuşlardı. Bu iki atlet, 1906’- kendilerine ait olmak üzere kabul edip 19 Temmuz 1913 günü Türk atletizmin­
da Atina’da, Modern Olimpiyat Oyun- gelen iki Ermeni genci Olimpiyat Oyun- de olduğu gibi Türk sporunda da önem­
ları’nın kuruluşunun 10. yıldönümü ları’nda Türkiye’yi resmen temsil eden li bir dönüm noktasıdır muhakkak ki.
münasebetiyle düzenlenen “ Ara Olim­ ilk atletler olmuşlardı. Bu gençlerden Türk kadınının evinin penceresinden bi­
piyat Oyunları” nda Osmanlı devletini Mıgır Mıgıryan kendi parasıyla gittiği le görünmesinin bir olay teşkil ettiği bir
temsilen katılmışlar; Devecis girdiği 100 Stockholm’de gülle atma, disk atma ve dönemde bu Türk kızlarının Anadolu­
metre ve 110 metre engelli koşularının, dekation yarışmalarına; mensup oldu­ hisarı çayırında herkesin önünde koş­
Celepoğlu da girdiği 400 metre koşusu­ ğu Ermeni Ardavast kulübünün düzen­ maları elbette ki günün koşullarına göre
nun seçmelerinde elenmişlerdi. lediği müsamereden sağlanan parayla çok önemli bir olaydır.
Stockholm’e giden Valıram Papazyan Yine aynı yılın içinde İttihat Spor
Kulüpler Kuruluyor da 1500 metre yarışmasına katılmışlar­ Kulübü tarafından başarılı atletlere
dı. Ay-yıldızlı forma altında yarışan bu Sporcu Madalyası verildiği görülmüş­
II. Meşrutiyet’le birlikte İstanbul’da atletler Stockholm’de dünyanın en seç­ tü. Onyedi yaşını bitirmiş gençlerin ka­
kurulan kulüplerin futbolun yanısıra kin atletleri arasında bir varlık göste- tılacakları sınavlar sonunda arzulanan
atletizme de önem ve değer vermeleri rememelerine rağmen Olimpiyat Oyun- baraj derecelerini tutturanların bronz
bu ana spor dalında önemli ve hızlı bir ları’nda Türkiye’yi ilk kez temsil eden madalya kazanacakları açıklanmıştı.
gelişme ve yayılmaya yol açmıştı. Ga­ atletler olmak gibi bir onura sahip ol­ Konulan ve ilan edilen barajlar şöyle
latasaray’ın yanısıra Beşiktaş ve Fener­ muşlardı. idi:
bahçe kulüpleri de bu faaliyete eğilmiş­ Yine bu yıllarda sürat koşularında Si- 100 metre: 14 saniyede,
ler, bu arada Burhan Felek de kurucu­ lifkeli Şükrü, İri Celâl, Şair Kâzım, mu­ 400 metre: 65 saniyede,
larından olduğu Anadolu kulübüne at­ kavemet koşularında ise Fenerbahçeli 1500 metre: 5 dakika 15 saniyede,
letizmi de sokan kişi olmuştu. Selâhaddin (Türsen) ve Nureddin (Ot- Hız alarak uzun atlama: 4.50 metre,
Türkiye’de atletizmin bu ilk döne­ mar-Savcı) gibi isimlerin sivrilmeye Hız almadan uzun atlama: 2.50 met­
minde Tatavla kulübünden Konstantin başladıkları görülüyordu. re,
Devecis ile Celepoğlu’nun yanısıra Ga­ 1913’te Anadoluhisarı İdman Yurdu Hız alarak yüksek atlama: 1.35 met­
latasaray’dan Celal İbrahim, Sabri Ma­ tarafından Anadoluhisarı çayırında dü­ re,
hir, Beşiktaş’tan Şair Kâzım gibi isim­ zenlenen idman bayramında yapılan Hız almadan yüksek atlama: 1.1 O
ler özellikle sivrilmişlerdi. koşulara erkeklerin yanısıra kız atlet­ metre,
Yine Meşrutiyet’in ilânından sonra ler de katılmış ve bayanlararası yarış­ Sırıkla atlama: 2.50 metre,
kurulma imkânını elde eden Osmanlı malarda Naile, Fahriye ve Faide hanım­ 7.250 ağırlığındaki gülleyi 12 metre­
Millî Olimpiyat Cemiyeti, 1912 Stock- lar, mesafelerinde birincilikleri paylaş­ ye atmak,
Diski 40 metreye atmak,
Ciriti 45 metreye atmak.
GELİŞEN BİR SPOR Bu baraj derecelerinde özellikle gül­
DALI: II. Meşrutiyet’ten le ve disk ile cirit atmalarda konmuş
sonra çeşitli kulüplerin olanların zamanın ölçülerine göre fev­
düzenlediği idman kalâde yüksek olduğu dikkati çekmek­
bayramlan birçok atletin
sivrilmesine ve atletizmin tedir.
yayılmasına neden oldu. Atletizm Yarışmaları
Yine bu dönemde bayan
atletlerin yarışmalara 26 Ekim 1913’te Fenerbahçe Kulübü­
katıldığı bilinmektedir. nün Maarif Nâzırı Şükrü Bey’in hima­
Ancak I. Dünya Savaşı’yla yesinde Union Club sahasında düzen­
birlikte henüz yeni lediği atletizm yarışmalarında 100 metre
gelişmeye başlayan bu koşusunda Bedri (Yıldırım), yarı mu­
dalda bir duraklama kavemet yarışında futbolcu Tripo birin­
görüldü. Savaşın bitiminden
sonra tekrar başlayan ciliği kazanmışlardı.
çalışmalarda ve düzenlenen 28 Şubat 1914’te yine aynı sahada ya­
yarışmalarda üç büyük pılan yarışmalarda ise “ manialı 100
kulübün başı çektiği ve metre sürat ayak koşusu” nda Rıza
Galatasaraylı Rauf Bey’in 19 saniyede birinci olduğu, 100
(Hasağası), Fenerbahçeli metre sürat yarışında da birinciliği İs­
Nureddin ve Ömer Besim tanbul Sultanisi’nden (İstanbul Erkek
(Koşalay) gibi isimlerin öne
çıktığı görüldü. Ömn Lisesi) Ziya Bey’in kazandığı bilinmek­
Besim (Koşa/ay). tedir.
28 Mart 1914 Cuma günü Union
Club sahasında İdman Müsabakaları
adı altında yapılan atletizm yarışmala­
SPOR 1503
A t l e t i z m , O k ç u lu k

rında çeyrek mil koşusunda İstanbul lü), Ömer Besim (Koşalay) gibi yenile­
Sultanisi’nden Ziya Bey’in birinciliği rin katıldıkları görülmüştü. Okçuluk
kazandığı; “ sıklet atma (gülle)” da Al­ 1920 yılı Haziran ayı sonunda Hi-
man Mektebi’nden Fuad Bey’in, “ ma­ maye-i Etfal (Çocuk Esirgeme Kuru­
nia yarışı 100 metre (engelli koşu)” de mu) tarafından düzenlenen Spor Bay- Osmanlı Devleti’nde Tanzimat’ın
Sanayi Kulübü’nden Hasan Bey’in, ramı’nda yapılan atletizm yarışmaları­ ilan edildiği günlerde geleneksel okçu­
“Üç mil mukavemet” koşusunda Mes’- na bayanlar da katılmıştı. luk son dönemlerini yaşıyordu. II.
ut Bey’in, “ 100 metre sürat” koşusun­ 1913 yılında Anadoluhisarı çayırın­ Mahmud, sporu asla ihmal etmediği gi­
da Galatasaray’dan Şükrü Halil Bey’­ da yarışan Naile, Fahriye ve Faide ha­ bi, ondan uzak da kalmamıştı. Saray
in; “ Tulani (uzun) atlama” da yine Şük­ nımlar gibi 1920 yılında Union Club’- bahçesinde ve bellibaşlı mesire yerlerin­
rü Halil Bey’in; “ irtifa (yüksek) atla- te yarışan Fahamet ve Şükran hanım­ de “ huzur güreşleri” yaptınrken, Mey-
ma” da da yine Şükrü Halil Bey’in bi­ ların da kim olduklarını, ne yaptıkla­ dan-ı Kemankeşâni” adıyla anılan İs­
rincilikleri kazandığı Liman dergisi ko­ rını, ne yazık ki bilemiyoruz. Türk at­ tanbul Ok Meydanı’na da sık sık gide­
leksiyonlarından öğrenilmektedir. 21 letizminin değil, aynı zamanda Türk rek burada yay gerip ok savurmak su­
Nisan 1914 tarihli Liman dergisinde ise bayanlar sporunun da öncüleri olan bu retiyle bu ata sporuyla yakından ilgile­
İstanbul Jimnastik Kulübübü tarafın­ değerli Türk kızları hakkında başkaca niyordu.
dan düzenlenen atletizm yarışmalarıy­ hiçbir bilgiye sahip değiliz.
la ilgili olarak şu eleştirinin yeraldığı Türkiye’de atletizm gerçek konumu­ Okçu Bir Padişah
özellikle dikkati çekmekteydi: nun Cumhuriyetin ilk yıllannda bulma­
“..İdmanın, sporun gençler arasın­ ya başlayacak ve bu yeni dönemde Türk okçuluk tarihinde, İl. Mahmud
da yayılmasına büyük bir gayretle ça­ Türk atletlerinin ilk büyük başarıları döneminin pek önemli bir yeri bulun­
lışılmakta ve semeresi de görülmekte ol­ görülecektir. D maktadır. Padişah okçuluk sporuna
masına rağmen halkımızın alâkasızlığı­ karşı büyük merak ve sevgi duymuş,
na hayret etmemek mümkün alamıyor. aynı zamanda adına menzil taşları dik­
Böyle şerefli günlerde koca Union Ku­ tirmiş yaman bir kemankeştir.
lüp bomboş dururken, dört adım öte­ II. Mahmud, okçuluğa 1818’de baş­
de Kuşdili çayırının tozlu dumanlı yol­ lamış ve altı ay kadar ok taliınieri yap­
ları, kadın-erkek, adam almıyor!.. Hele mıştı. Ustasının hangi kemankeş oldu­
kadın nâmına hanımlar mevkiinde an­ ğu kesinlikle bilinmezse de “Binyüzcü’"
cak üç hanımefendinin bulunması esef lerden ve Şeyhü’l-Meydan adıyla anı-
edilecek bir hâdise idi. Hiç olmazsa mü­
sabakalara iştirâk edecek gençlerin an­
neleri, akrabaları olsun orada bulunup
evlâtlarının kahramanlığını, muvaffa
kiyetini görmeliydiler. Dokuz ay evvel
Anadoluhisar’dayapılan müsabakala­
ra katılan hanımlarımız neredeler?.. ”
Ancak çok geçmeden I. Dünya Sa-
vaşı’nın patlamasıyla henüz emekleme
çağında bulunan atletizm faaliyetinin
de büyük bir duraklama devresine gir­
diği görülmüştü. Bu duraklama devre­
si savaşın sonuna dek sürmüş ancak,
1919’dan sonra ülkede atletizm faaliye­
tinin yeniden başladığına rastlanmıştı.
1919-1922 yılları arasındaki bu dev­
re Türk atletizminin yeniden canlanma
dönemi olmuştu. Bu dönemde Robert
College sahasında yapılan atletizm bay­
ramlarının yanısıra Fenerbahçe, Ana­
dolu, Beşiktaş kulüpleri tarafından dü­
zenlenen yarışmalar da Türk atletizmi­
ne büyük katkılarda bulunmuştu. Bu
dönemde yeni yeni birçok genç Türk at­
letinin parlamaya başladıkları görül­
müştü. Bunların arasında Galatasaraylı ÇOK ESKİ BİR SPOR DALI: Okçuluk kökü çok eskilere dayanan bir spor dalıdır.
Rauf (Hasağası), Beşiktaşlı Sünusi, Fe­ Osmanlı Devleti’nde Tanzimat’tan önce geleneksel olarak yapılan bu spor İstanbul'da
Meydan-ı Kemankeşâni diye adiandm/an Okmeydanı ’nda başta Padişah olmak üzere
nerbahçeli Nureddin (Otmar-Savcı), devlet ricalinin de ilgisini çekerdi. Bunun yanı sıra Osmanlı padişahları arasında
Beşiktaşlı Danis (Karabelen) ve Ali Rı­ okçu/uğa merakiı birçok hükümdarın olması bu sporun uzun yıllar ayakta kalmasını
za (Sözeralp) gibi isimlere çok geçme­ sağladı.
den Galatasaraylı Suat Hayri (Ürgüp­
1504
SPOR
Okçuluk

ulaşmıştı. Padişah bu atışlarıyla Binci


kemankeşlerin tümünü geçtiğinden,
kendisinin Binyüzcüler kategorisine
alınması Tekke Divanı’nca uygun gö­
rülmüştü.
II. Sultan Mahmud, Binyüzcülerle
ilk yarışmasını 31 Ağustos 1818’de
“ Lenduha” mevkiinden yapmıştı. Bu
OKÇU BİR PADİŞAH: II. yarışmayı Şeyhü’l-Meydan Hafız Efen­
Mahmud, Türk okçuluk di kazanırken Il. Mahmud da hemen
tarihinde önemli bir yere
sahiptir. Önce 900 gezlik ardından ikinci olmuştu.
(594 m.) mesafeyi aşan 1819’da II. Sultan Mahmud, Gök­
atışıyla "kabze almak” su’ya biniş emretmişti. Göksu meyda­
hakkını kazanan II. nında yapılan ok atışlarında Meleszâ-
Mahmud, 1836’da elde de izzed Bey’in üstüste hava’yı aldığı
etmiş olduğu 1.228 gezlik görülmüştü. Aynı yıl Dolınabahçe sırt­
derecesiyle Türk okçuluk larında yapılan bir yarışınayı da “ Bin-
tarihinin en iyi ilk altı yüzcü” lerden Şeyhü’l-Meydan Hafız
kemankeşi arasında
yeralmıştır. Bu spora olan Efendi kazanmıştı.
ilgisi nedeniyle okçuları 1821 Ağustosu’ndan 1822 Ekimi’ne
koruyan ve Okmeydanı ’nda kadar II. Mahmud’un da katıldığı ok
çeşitli tesisler yaptıran II. atışlarına ait Atış Günlüğü mevcuttur.
Mahmud’un bugün aynı Defterdeki kayıtlardan, bu atışların
yerde harabolmadan ayakta menzil bozmak için yapılmadığı öğre­
kalan bir menzil taşı
bulunmaktadır. II. nilmektedir. Belli bir menzil seçilip ora­
Mahmud. dan atış yapılmadığı gibi sonuçlar da
menzil bozacak ölçülerde, yani rekor
olacak düzeyde değildir.
lan Okçular Tekkesi Şeyhlerinden H a­ nun sıkı sıkıya bağlı bulunduğu gelenek “ Atış Günlüğü” nde II. Sultan Mah-
fız Efendi olduğu söylenir. ve töreler gereği idi. mud’un çeşitli alanlarda düzenlenen ya­
II. Mahmud, 900 gez mesafeyi (594 Bu törelere uygun olarak yenen ye­ rışlarda elde ettiği derecelere ait bir bir
m.) aşan atışını ı2 Mart ı9 ı8 ’de yap­ mekten sonra Gümrükçü Osman Ağa’- tüm sonuçlar yer almaktadır. Bu dere­
mıştı. Bu, bir okçunun ustalığını ve Ok nın beline, yaptığı çalışmaların karşılı­ celerde her geçen gün biraz daha iyiye
Meydanı’nda yarışmalara katılabilecek ğı olarak padişah tarafından 100 bin doğru bir gidişin bulunduğu gözden
değere ulaştığını kanıtlayan bir belge kuruş değerinde mücevherli bir kama kaçmamaktadır.
idi. Ve savurduğu oku 900 gez mesafe­ takılmış, havacı ve koruculara da İhsan­ II. Mahmud, ilk önemli derecesini 17
ye (594 m.) düşüren okçular, bunu al­ lar dağıtılrnıştı. Eylül 1829’da elde etmişti. İstanbul Ok
maya hak kazanırdı. O gün II. M ahmud’la birlikte, 900 Meydanı’nda Cerrah Menzili’ndeki
“ Kabze” yi günümüzün sporcu li­ gez mesafeye ok savurmuş 24 keman­ 1157. 5 gezlik menzil taşını 1172 gez’e
sanslarına benzetmemiz mümkündür. keşe de Şeyhü’l-Meydan tarafından (773 m. 52 santim) götüren padişah, yi­
Ve bu lisansı da Türk okçuluğunun en “ kabze” leri verilmişti. Daha sonra yeni ne aynı yılın içinde, Yıldız havasıyla
yetkili makamı bulunan Okçular Tek­ kabze alan kemankeşler “ Ayaktaşı” Ekşi Menzili’ni de 1196.5 gez’e (789 m.
kesi verirdi. Şeyhü’l-Meydan adıyla adı verileri ok atma mahalline giderek 69 santim) götürmeyi başarmıştı. Böy-
anılan Okçular Tekkesi Şeyhi’yle pîr buradan atışlar yapmışlardı. II. Murad lece II. Mahmud, İstanbul’un nanılı Ok
kemankeşler, bir okçunun 900 gez me­ o gün onbir atış yapmış, bunlardan beşi Meydanı’na adına mermer menzil taş­
safeye ok savurduğunu gözleriyle gör­ 900, 930,940 ve 951 gez mesafelere düş­ ları diktirrnişti.
dükten sonra onlara “ kabze” verirler­ müştü. 1832’de padişahın emir ve fermanıyla
di. Tekke’nin bu yoldaki kuralları son 28 Mayıs 1818’de Ok Meydanı’nda- Ok Meydanı’ndaki Okçular Tekkesı
derece kesindi. ki yarışmalara katılan II. Sultan Mah­ esaslı bir onarımdan geçirilmiş ve ayrı­
Padişahın “ kabze merasimi” için mud, Binciler kategorisinde yarışrnış ve ca ilaveler yapılmıştı. Bu onarım ve ila­
Matbalı Emîni Gümrükçü Osman Ağa 981 gezle (647 m.) birinciliği almışsa da velerle Tekke, 18 oda, 4 sofa, Hünkâr
görevlendirilrnişti. Tören hazırlıklarının bu dereceyi kendisinden sonra gelen ke­ Köşkü, 1 m utfak, 1 mescid, 6 kuyu ve
tamamlandığı Silâhdar Ağa tarafından mankeş Buldanlı İbrahim Ağa’ya ba­ 1 sarnıçtan ibaret büyük bir tesis .hali­
Padişaha bildirildikten sonra İl. M ah­ ğışlamıştı. ne gelmişti.
mud, maiyeti erkânıyla Ok Meydanı’- Il. Sultan Mahmud, 1 Temmuz 18181 1835, II. M ahmud’un okçuluk haya­
na gelmiş ve burada Şeyhü’l-Meydan’la de Ok Meydanı’na gelerek, oradaki ke­ tının en başarılı yılı olmuştu. Bu yılın
kemankeşler tarafından merasinıle kar­ mankeşlerle Hacıisınail Aykırısı deni­ içinde padişahın üç önemli menzilde ta­
şılanmıştı. Gelenekler gereği, Padişah len yerden Güreş Meydanı istikameti­ şını sürdürdüğü görülmüştü. 7 Eylül
şölen yemeğıni Hünkâr Köşkü’nde, da­ ne doğru atışlar yapmıştı. Bu atışlar sı­ 1835’te E!cşi Menzili’ndç 1196.5 gez
vetliler ise Tekke’deki Meydan Odası’- rasında padişahın savurduğu oklardan mesafeye dikili taşını 23 gez aşıp 1219.5
nda yemişlerdi. Bu da Türk okçuluğu­ üçü 1^00 1001 ve 1009 gez mesafelere gez (804 m. 87 santim) mesafeye yeni
SPOR 1505
Okçuluk, Jimnastik

bir taş diktiren II. Sultan Mahmud’un, nedenler olmuştu. Bu dönemde ok ve


14 Eylül 1835’te yine Ok Meydam’- yay yapımıyla uğraşan sanatkarların Jimnastik
nın Topyeri Menzili’nde Pehlivan Ali mesleklerini terkettikleri görülmüştü.
Bey’in 1213.5 gez mesafede bulunan ta­ Büyük ustaların da pek çoğu öldüğün­
şının 7.5 gez uzağına ok uçurarak den bu dönem Türk okçuluğunun çök­ Osmanlı Devleti’ne gelen ilk “ mo­
1221 gez (805 m. 86 santim) mesafeye meye başladığı, hatta yokolduğu dev­ dern spor” jimnastik oldu. Ülkenin Ba-
yeni bir taş diktirdiği görülmüştü. 23 re olarak da kabul edilebilir. □ tı’ya dönük ilk kültür yuvalarından biri
Ekim 1835’te de Il. Mahmud, Cerrah
Menzili’nde 1172.5 gez mesafede bulu­
nan taşını 12 gez aşarak 1184.5 gez me­
safeye (787 m. 77 santim) taş sürdür­
müştü.
Bu yılın içinde Ok Meydanı’nda Hü-
sameddin Paşa, Mehmed Ali Bey, İz-
zeddin Bey, Asir Efendi-zide Taceddin
Molla, Kâtip Nurnan Bey-zâde Vassaf
Efendi gibi kemankeşlerin de adiarına
taş diktirdikleri görülmüştü.
Türk okçuluğunun gelmiş geçmiş
tüm kemankeşlerinin tüm menzillerde
yaptıkları atışlar sıralamasında II. Sul­
tan Mahmud 1836’da elde ettiği 1228
gezlik derecesiyle altıncı sırayı işgal et­
mektedir. Türk okçuluk tarihinin gel­
miş geçmiş en iyi ilk altı kemankeşi ara­
sında bir padişahın yeralması hiç kuş­
kusuz önemli bir olaydır.
Resmî kayıtlar ve belgelere göre Türk
okçuluk tarihinde menzil atışlarında ilk
10 sırayı şu kemankeşlerin işgâl ettik­
leri görülür:
1. Tozkoparan (Ahmed Ağa)1281 gez
2. Bursalı Şücâ 1271 gez
3. Solak Bâli 1239 gez
4. Havandelen 1235 gez
5. Kaptan Sinan 1232 gez
6. II. Sultan Mahmud 1228 gez
7. Çullu Ferruh 1223 gez
8. Deve Kemal 1205 gez
9. Arap Kemankeş 1124 gez
10. Benli Karagöz 1161 gez
(1 gez, santime tekabül etmekte
olup bir ok boyunun uzunluğudur ve
Türk okçuluğundan mesafeler bir ok
boyu olan “ gez” le ölçülmüştür.)
ll. Mahmud devri, Ok Meydanı’nın
en görkemli dönemlerinden birini oluş­
turmaktadır. Bu dönemde ok ve okçu­
luk gereken büyük ilgi ve saygıyı faz­
lasıyla görmüş, bunun semerelerini de
fazlasıyla vermişti.
Türk okçuluğu daha sonra bir du­
raklama ve zayıflama dönemine girmiş­
ti. Bu, II. Abdülhamid döneminin son­
larına dek sürmüştü. JİMNASTİĞİN ÖNCÜLERİ: Galatasaray Lisesinde jimnastik öğretmenliği yapan Jf.
Ve bundan sonra da Türk okçuluğu Moiroux’un yetiştirdiği Ali Faik Bey (Üstünidman) ilk jimnastikçilerimizdendir. Faik
Bey'in yetiştirdiği Selim Sırrı Bey (Tarcan) ise yanm yüzyıl boyunca vapltğı hocalık
hızlı bir çöküş devrine girmişti. Ateşli sırasında jimnastiğin yayılması için uğraş vermiş ve birçok ünlü adm yetişmesini
silahların ön plana girmesinin yanısıra sollamıştır. Çeşitli askeri ve sivil okullarda görev yapan Selim Sırrı Bey, İsveç'te beden
okçuluğa verilen önem ve değerin hız­ eğitimi öğrenimi de yapmıştır. Galatasaray Lisesi'nde jimnastik gösterisi.
la azalması hu çöküntüyü hızlandıran
1506
SPOR
Jimnastik

ÖNEMLİ BİR TARTIŞMA: Türk jimnastik tarihinde çok uzun sürecek bir tartışmanın başlangıcı 19/0’lara kadar uzamr. Bu
dönemde İsveç’e jimnastik öğrenimi için giden Selim Sırrı Bey, dönüşte aletsiz İsveç jimnastiğini savunurken, Almanya’da öğrenim
görüp dönen Mazhaı Bey (Kazancı) de, aletli jimnastiğin yerleşmesini istiyordu. Bu tartışma sonunda özellikle spor öğrenimi yapan
sivil okullarda İsveç jimnastiği egemen olurken, askeri okullarda da aletli Alman jimnastiği etkinlik kazanıyordu. Selim Sırrı Bey
(solda), Mazhar Kazancı (sağda).

olan Mekteb-i Sultanî l868’de açılırken runda yazılmış ilk kitap olması bakı- vücut bulan kulüpte, barfiks, paralel,
Fransa’dan getirtilmiş olan öğretmen­ nıından ayrı bir değer taşımaktadır. halka çalışmalarının yanı sıra çeşitli
ler arasında M. Curel adında bir de jim­ Faik Bey sivil okullarda faaliyet gös­ jimnastik hareketleri ve halter deneme­
nastik öğretmeni bulunuyordu. Bu zat terirken, askerî okullarda da Mazhar leri yapılmaktaydı. Daha sonra bu fa­
okulun en geniş salonunu “ spor salo­ Bey modern jimnastiğin yayılmasında aliyetlere güreşle boksun da katılacağı
nu” haline getirirken, Fransa’dan ge­ başrolü oynamış ve başarılı bir öğret­ görülecekti. Mehmet Ali Fetgeri ise bu
tirttiği gerekli aletlerle burayı donatmış men olarak pek çok asker jimnastikçi kulüpte jimnastik faaliyetinin en önde
ve okulda mükemmel bir “jimnastikha- yetiştirmişti. gelen isimlerinden biri olarak dikkatleri
ne” meydana getirmişti. Ve M. Curel Mekteb-i Sultanî’yi bitirdikten son­ çekmekteydi.
burada öğrencilere ilk jimnastik ders­ ra 1890’da Mühendishane-i Berri-i Hü- Beşiktaş Bereket Osmanlı Jimnastik
lerini vermeye başlamıştı. mayün’a giren Selim Sırrı Bey, modern Kulübü, Türk jimnastik sporuna pek
M. Curel’den sonra 1874’te okula M. jimnastik sporunu İzmir’e sokan kişi büyük katkılarda bulundu. Bu kulübün
Moiroux adında bir jimnastik öğretme­ olmuştu. çatısı altından İstanbul’un ve Türkiye’­
ni gelmişti. Aynı zamanda kendisi de 1900’da Yüzbaşı rütbesiyle İstan­ nin ilk ünlü jimnastikçileri arasında ye-
mükemmel bir jimnastikçi olan M. Mo- bul’a dönen Selim Sırrı, öğretmenlik ralan nice isimler yetişti. O tarihlerde
iroııx bu okulda gerçek jimnastiğin ku­ hayatına Mühendishane İdadisi, Hen- halter sporu da “ Ağırlık kaldırma” adı
rucusu olurken başta Ali Faik Bey (Üs- dese-i Mülkiye ve Harbiye mekteplerin­ altında jimnastik sporunun bir parçası
tünidman) olmak üzere birçok öğrenci de devam etmişti. Beden eğitimi ve esk­ sayıldığından Türkiye’nin ilk ünlü hal­
yetiştirmişti. rim öğretmeni olarak da uzun bir süre tercilerinden pek çoğunun burada ye­
Daha sonra bu isimlere yine Faik çeşitli okullarda görev almış ve pek çok tiştikleri görüldü.
Hoca’nın öğrencilerinden bulunan Se­ öğrenciler yetiştirmişti. Beşiktaş’ın yanısıra İstanbullu Rum­
lim Sırrı Bey’in katıldığı görülür. ların en eski spor kulüpleri arasında bu­
Ali Faik Bey (Üstünidman), 1874’te
İlk Jimnastik Kulübü lunan Tatavla Kulübü de jimnastik spo­
okuldan mezun olur olmaz Mekteb-i Bu arada 1903’te, Mazhar Hoca (Ka­ runa faaliyeti arasında yer veren ilk ku­
Sultanî’de öğretim üyesi olarak görev zancı) ile bu spora gönül vermiş arka­ ruluşlardan biri olarak dikkat çekmek­
almış ve 1924’e kadar aralıksız tam ya­ daşları Türkiye’nin ilk jimnastik kulü­ tedir.
rım yüzyıl bu vazifede kalmıştı. Faik bünü kurmuşlardı. Bu kulüp, Saray Daha sonraları Fenerbahçe Spor Ku-
Bey bu sürelin içinde Türkiye’de m o­ Nâzırı Osman Paşa’nın Beşiktaş’ın Se- lübü’nün de jimnastik sporuna kapıla­
dern anlamdaki jimnastik sporunun rencebey yokuşundaki konağında ku­ rını açtığı ve bu kulübün Kadıköy Kuş­
kökleşip yayılmasında başrolü oyna­ rulan Beşiktaş Osmanlı Jimnastik Ku­ dili çayırındaki lokal binasında da jim­
mıştı. Bu arada 1889'üa Jimnastik ya­ lübü idi. Kulübün kurucuları arasında nastik çalışmalarının başladığı görüle­
hut Riyâzeı-i Bedeniyye adı altında Osman Paşa’nın oğulları da bulunuyor­ cekti.
bir deeser yayınlamıştı. Bu, l'ürk spo­ lardı. Bu konağın selâmlık bölümünde 1906’da Türk jimnastikçileri ilk kez
SPOR 1507
Jimnastik

yurt dışına çıktılar ve 1906’da A tina’­ piyat Oyunlan’nın kurucusu Baron Pi- Bu arada II. Sultan Abdülhamid’in
da, Modern Türk Olimpiyat Oyunları’- erre de Coubertin tarafından özel ola­ istibdat rejimi yüzünden yurt dışına ka­
nın 10. yıldönümü münasebetiyle dü­ rak davet edilmişti. Modern Olimpiyat çan Mazhar Hoca da Almanya’da jim­
zenlenen “ A ra Olimpiyat” ta yarıştılar. Oyunları’nı dünyaya yaymak amacıy­ nastik sporu üzerinde uzun yıllar süren
Osmanlı Devleti’ni ilk kez yurt dışında la büyük bir geziye çıkan Baron Pierre çalışmalarda bulunmuştu.
bir yarışmada temsil edenler, İstanbul de Coubertin, bu arada İstanbul’a da
Uzun Süren Tartışma
Tatavla Kulübü’nün jimnastikçileriydi­ uğramış ve Mekteb-i Sultanî’de öğret­
ler. Bunlar; Yorgo ve Niko Alibranti men olan arkadaşları tarafından ken­ İşte Türk jimnastik sporunda çok
kardeşlerdi. Yorgo Alibranti, Atina’da disine mihmandar olarak verilen Ale- uzun yıllar sürüp gidecek olan bir an­
“ İki elle 10 metrelik ipe tırmanış” ya­ ko Mulos’le tanışmıştı. Bu genç mih- laşmazlık bu dönemde başlamıştı. Maz­
rışmasını 11.4 saniyelik bir Dünya ve mandarımn iyi bir jimnastikçi olduğu­ har Hoca, Almanya’dan âletli jimnas­
Olimpiyat rekoruyla kazandı. Bu, Türk nu öğrenen Baron Coubertin, onu tik konusunda tam bir uzman olarak
jimnastik sporu tarihinde önemli bir 1908’de Londra’da yapılan ilk Olimpi­ yurda dönerken, Selim Sırrı Bey de,
olaydı. Bu rekor ancak 1924’te Paris yat Oyunları’na davet etmiş ve kendi­ âletsiz İsveç jimnastiğinin tam ve ateş­
Olimpiyat Oyunları’nda kırılabilecek- sine bonservisi bizzat vermek suretiyle li bir taraftan olarak Stockholm’daki
ti. Türkiye’nin ilk kez bir Olimpiyat’ta öğrenimini tamamlayıp yurda dönmüş­
temsiiini sağlamıştı. Aleko Mulos Efe- tü.
Olimpiyatlara İlk Katılan Sporcu di, dünyanın en seçkin jimnastikçileri­ Bundan sonra ülkede, bir “ âletli jim-
1908 Londra Olimpiyat Oyunları’- nin katıldıkları bu olimpiyatta bir var­ nastik-âletsiz jimnastik” çatışması baş­
nda Türkiye ilk kez temsil olunmuştu. lık gösterememiş, fakat “ Olimpiyatla­ lamıştı. Bu, bir başka anlamda İsveç’­
Bu da bir jimnastikçi idi. Mekteb-i Sul- ra katılan ilk Türk sporcusu” olmuş­ le Alman jimnastikleri arasındaki çatış­
tani’den, Faik Hoca’nın öğrencisi bu­ tu. maydı. Bu arada Selim Sırrı’nın hoca­
lunan Aleko Mulos Efendi, Olimpiyat Yine aynı yıl; 1908 Meşrutiyeti’nin sı ve Türk jimnastik sporunun kurucu­
Oyunları tarihinde Türkiye’yi temsil ilânından hemen sonra Selim Sırrı Bey’- su bulunan Faik Üstünidrnan da âletli
eden ilk sporcu olması bakırnından ayrı in yüksek beden eğitimi öğrenimi yap­ jimnastik tarafında ve Mazhar Kazan-
bir önem ve değer taşımaktadır. O ta­ mak üzere Harbiye Nezareti tarafından cı’nın yanında yeralmaktaydı. Ancak
rihlerde Türkiye’de henüz bir Millî İsveç’e gönderilmesi Türk sporunda Selim Sırrı Bey, inandığı “ İsveç jimnas­
Olimpiyat Komitesi mevcut bulunma­ önemli bir dönüm noktası daha teşkil tiği” yolundan asla şaşmıyor ve bu ko­
dığından, Mulos Efendi, Modern Olim­ etmişti. nu üzerinde inatla duruyordu.
Bu amansız savaşı Selim Sırrı Tar-
can’ın kazandığını kabul etmek gerekir.
Bunda da onun İsveç’ten dönüşte Er­
kek Muallim Mekteb-i Alisi’ne öğret­
men olarak atanmasının büyük etkisi
olmuştu. Böylece Selim Sırrı Bey, Tür­
kiye’nin dört yanına yayılan öğrencile­
rini “ İsveç Jirnnastiği” esasıyla yetiş­
tirmiş, onlar da öğretmen olarak gittik­
leri yerlerde hep bu jimnastiği yaymış­
lardı. Böylece âletli jimnastik ancak
Mazhar Kazancı Hoca’nın öğretmenlik
yaptığı askerî okullara inhisar etmişti.
191 9-1922 arasında gülle kaldırma
(halter) jimnastik sporundan tamamen
kopmuş ve bağımsızlık kazanmıştı ki,
bu da âletli jimnastik sporuna inen ye­
ni bir darbe olmuştu.
Bu arada yine Selim Sırrı Tarcan’ın
aracılığıyla birçok genç beden eğitimi
öğretmeni yüksek ihtisas yapmak üze­
re İsveç’e gönderilmiş ve •memlekette
“ İsveç Jimnastiği” daha fazla yerleşip
kökleşme imkânına sahip ofrnuştu.
İLK JİMNASTİK KULÜBÜ: Osman Paşa'nın Serencebey’deki konağında kurulan Aradan geçen uzun yıllar sonunda
Beşiktaş Osmanlı Jimnastik Kulübü'nde barfiks, paralel ve çeşitli jimnastik Mazhar Kazancı Hoca’nın görüşünde
hareketlerinin yanı sıra o sırada daha jimnastiğin bir parçası sayılan halter de hak kazandığı gerçeği, jimnastikte Tür­
yapılıyordu. Kulübün kurucuları arasında yeralan Mazhar Hoca (Kazancı) ve Mehmet kiye’nin ne kadar geri kaldığı ortaya çı­
Ali Fetgeri gibi isimler vardı. O dönemin ilk jimnastikçileri bu kulüpten yetişerek,
kınca anlaşılmış, günümüz jimnastiği
jimnastiğin başka yerlerde de yayılmasına önayak oldular. Kulübün kurucuları Mazhar
Hoca (ortada oturan), Ahmet Fetgeri (arkada soldan 3.), Fuad Balkan (sağ başta âletli jimnastiğe dayanmış, İsveç jim­
ayakta), Osman Paşazade Hüseyin Bey (sağ başta oturan). nastiği ise bir fantezi olmaktan ileri gi­
dememişti. D
1508 SPOR
Halter, Bisiklet

"AĞIRLIK K A ttu R M A " Önceleri "ağırlık kaldırma" adıyla jimnastik sporunun hir
parçası olan halter. 1920'den sonra bağımsız, bir spor dalı olarak yapılmaya baş!andı.
Özellikle bu dönemde öğrenim düzeyi yüksek kişilerin halterle uğraştığı görülmektedir.
O yıllarda bir halter çalışması.

Halter Gülleci Cemal (Erçman)’la Neyzen Şev­


ki (Sezgin) özellikle öne çıkan isimler Bisiklet
oldular.
Modern anlamdaki halter sporunun Ağırlık kaldırma adı altında ve alet­ Dünyada ilk bisiklet yarışı 1869’da
Türkiye’ye girişi 1890’1ı yıllara rastlar. li jimnastik sporunun bir parçası ola­ Paris’le Rouen arasında yapılmıştır.
Çok daha önceleri Türklerde “ ağırlık rak Türkiye’ye giren ve gelişen halter 1897’de ise Selânik’te büyük bir velod-
kaldırma” denemelerinin yapıldığı, çe­ 1920’li yıllardan itibaren jimnastik spo­ romun bulunması bu sporun Osmanlı
şitli devirlerde, özellikleOsmanlı ordu­ rundan koparak gerçek kimliğiyle or­ Devleti’ne erken geldiğini gösterir. Şeh­
sunda kalkan ve gürzlerle talim edildi­ taya çıkarken yeni yeni genç halterci­ rin en büyük tütün deposunun hemen
ği tarihçe bilinen bir gerçektir. Öte yan­ ler de bu sporda varlıklarını gösterme­ yanındaki geniş alanda yükselen bu
dan IV. Murad’ın Bağdat seferi sırasın­ ye başladılar. toprak velodrom aynı zamanda tribün­
da Konya Ovası’nda, askerin gözü Halter sporunun Türkiye’deki ilk dö­ lerini dolduran seyircileriyle de ülkede
önünde gürz kaldırma idmanları yap­ neminde, bu sporla meşgul olanların bisiklet sporunun yalnız tanınmakta ol­
tığı bilinir. kültür düzeylerinin yüksekliği özellik­ mayıp aynı zamanda sevilmekte oldu­
Nitekim halter de önceleri “ ağırlık le dikkati çekmektedir. D ğunu da gösteriyordu.
kaldırma” adıyla ve jimnastik sporu­
nun bir parçası olarak Türk sporuna
girmişti. Nitekim Türk jimnastikçiliği-
nin öncüsü sayılan Faik Hoca’nın (Üs-
tünidman) aynı zamanda Türk halter
sporunun da ilk büyük ismi olduğu bi­
linir. Faik Bey, uzun yıllar öğretmen­
lik yaptığı Mekteb-i Sultanî’de (Gala-
tarasay Lisesi) jimnastiğin yanısıra hal­
ter sporunda da sayısız öğrenci yetiştir­
mişti.
F.aik Bey’in halter çalışmalarını 113
kiloluk ağırlık kaldırmak suretiyle yap­
tığı bilinir. Bu tarihlerde Yunanlı hal­
terci Yataganos’un 112.5 kilo ağırlık
kaldırmak suretiyle 1896 Atina Olimpi­
yat Oyunları’nda şampiyonluğu kazan­
dığı hesaplanırsa Faik Üstünidman’ın
bu spordaki başarısı çok daha anlaşı­
lır.
1920’li yılların başlarında halter spo­
runa yeni yeni genç değerlerin gelmeye
başladığı görüldü. Bunların arasında
SPOR 1509
Bisiklet

Osmanlı İmparatorluğu sınırları için­


de ilk bisiklet yarışlarının burada yapıl­
dığı ve kalabalık bir meraklı kitlesi ta­
rafından ilgiyle izlendiği bilinmektedir.
Gerek bu velodromda, gerekse Selânik
Kışlası önünde yapılan bisiklet yarışla­
rında Enver Paşazâde Mustafa Bey,
Nobile ve Modyano efendilerin kendi­
lerini gösterdikleri ve ilk bisiklet yarış­
larının şampiyonluklarını aralarında
paylaştıkları bilinmektedir.
İstanbul’da ise ciddi bir bisiklet spo­
ru faaliyeti ancak 1910’da başlayabil­
mişti.
Gerçi Meşrutiyetin İlânı’ndan önce
de İstanbul’da, bu yolda yapılan bir gi­
rişime rastlanmaktadır. Bu, İstanbul’­
daki bâzı bisiklet acentalarının giriştik­
leri bir denemedir. Avrupa’nın ünlü bi­
siklet firmalannın İstanbul'daki temsil­
cileri ve satıcıları olan bu firmalar, bi­
siklet sporunu halka sevdirmek ve bi­
siklet satışı sağlamak amacıyla İstan­
bul’un Tepebaşı semtinde büyük bir be­
ton pist yaptırarak burada halk arasın­
da çeşitli bisiklet yarışları düzenlemiş­
lerdi. Bu yarışlar halkın ilgisini çekmiş
ve bisiklet sporunu tanıtmış ve sevdir­
mişti. Ancak bu girişim, ciddî bir spor
yarışmasından ziyade hevesliler arasın­
da iddialı bahisler ve acenteler için de
bir “ bisiklet reklâmı” olmaktan öteye
gidememişti. Ve kısa bir süre sonra da
tüm çekiciliğini yitirivermişti.
Meşrutiyetin ilânını müteakip İstan­
bul’da bisiklet sporunda ilk ciddi adım­
ların atıldığı görülür. Bu yeni ve câzıp
spor dalına faaliyeti arasında yer veren
ilk spor kulübü de Fenerbahçe olmuş­
tu. Fenerbahçe kulübünde 1912’de baş­
layan bu bisiklet faaliyetinin ortaya çı­
kardığı ilk ünlü isimler arasında Vecdi
(Çağatay) ve Şinasi beylerle Alber Efen-
di’nin isimleri baş sırayı işgal etmekte-
dir.lstanbul’un Kadıköy semtinde ve
meşhur Union Kulüp sahasında yapı­
lan ilk resmî bisiklet yarışlarının şampi­
yonluklarının Fenerbahçeli bu üç bisik­
letçi arasında paylaşıldığı bilinmektedir.
Bundan sonra bisiklet sporu hızla ya­
yılmaya başlamış ve 1920’1i yıllarda İs­
tanbul’un çeşitli yerlerinde (Talimhane,
Makriköy vd) de bisiklet yarışlarının YENİ BİR SPOR: Bisikletin hir spor aracı olarak kullanılması çok eski değildir.
yapılmaya başladığı görülmüştü. Bu Dünyada ilk bisiklet yarışları /869’da Paris ile Rouen arasında yapılmıştır. Kısa süre
hızlı yayılış ve gelişme bisiklet sporun­ sonra da !897'de Selanik'te toprak btr velodromda bisiklet yarışlarının yapılmış olmast,
da yeni yeni genç isimlerin ortaya çık­ hu sporun Osmanlı Devleti’ne erken geldiğini göstermektedir. Bundan sonra İstanbul’da
görülen ilk girişim tarihi 19/0’dur. II Meşrutiyet ’ten sonra bisikletin yaygmlaşmastyla
malarına yol açmıştı ki, bunlar Cum­ birlikte sporu da ilgi görmüş ve hı.tıa İstanbul’un dışına Anadolu’m da vaytlmıştır. İlk
huriyetin ilk yıllarında Türk bisiklet yangılardan hır grup füstle). Hur.su ’da Sanayi .Sergisi Bisiklet i arşlar birinci olan
sporunda gerçek yerlerini ve ünlerini İstanbullu Hafız. Meiımed Ati Efendi tabla), Taksim snt.lt bisiklet pisti (yan sayfada).
bulacaklardı. D
1510 SPOR
Boks

mal takma adıyla tanınan Esat Tomruk


işgal yıllarında çıktığı Beyoğlu ringle­
rinde işgal kuvvetlerine mensup asker '
boksörler karşısında yaptığı maçlarda
aldığı başarılı sonuçlarla kendini gös­
termişti.
Yine bu karanlık günlerde Mazlum
Kemal, Ziya Boyer, Mısırlı Mazhar,
GEÇ GELEN BİR SPOR: Hilmi Hoca ve Fenerbahçeli ünlü fut­
Boks özellikle 1910’lu bolcu Yavuz İsmet (Uluğ) gibi isimler
yıllarda hızlı'bir gelişme de boks ringlerinde yabancı asker bok­
gösterdi. Bundan önce sörler karşısında başarı kazanmışlardır.
modern anlamlı baksun Yavuz İsmet, askerî bir öğrenci bu­
yapıldığına ilişkin bir bilgi lunduğundan onun İşgal kuvvetlerine
yoktur. Buna rağmen kısa mensup asker boksörlerle yaptığı maç­
sürede rağbet gören bu spor larda kazandığı galibiyetler halkın üze­
dalında yabancı hocaların
rinde anlamlı bir sevinç uyandırmak­
yetiştirdiği ünlü boksörler
isim yapmışlardır. Bunlar taydı.
arasında Sabri Mahir yurt Bu devrin diğer ünlü baksörleri ara­
dışında da ün kazanmıştır. sında Zeynel Abidin Akandere, bir Be­
Mütareke günlerinde ise yaz Rus olan Kirpit ve bir Musevî gen­
ünlü İngiliz Kemal’in yanı ci olan Saranga’nın isimleri de sayıla­
sıra Yavuz İsmet (Uluğ), bilir.
Ziya Bayer, Mısırlı Mazhar, İstanbul’da ilk boks kulübü 1919­
Hilmi Hoca gibi boksörler 1920 yıllarında Akşiyani adında bir
de başarı kazanmışlardır.
Mütareke döneminde Musevî tarafından kurulmuştu. Fran­
yabancı askerlere karşı sa Boks Federasyonu’nun himayesinde
başarılı maçlar çıkaran kurulan bu boks kulübünün kiraladığı
Yavuz İsmet (Uluğ). Taksim Çeşmesi yanındaki Şantekler
salonu her hafta yapılan iddialı boks
maçlarına sahne olmuştu. Bu kulüp
Boks piyonunu kanlar içinde bırakıp hasta­
nelik etmesinden sonra Ispanya’da bir
Türk boksuna pek büyük olmasa bile
birtakım katkılarda bulunmuştur. An­
1908 öncesinde Osmanlı İm parator­ süre boksun yasaklanmasına da sebep cak bu kulübün kiralamış olduğu
luğu sınırları içinde modern anlamda olmuştu. “Chant- Eclaire (Şantekler)” salonunun
boks yapıldığına dair bir belge ve bilgi Sabri Mahir Bey, Avrupa ringlerin­ Türk boksu üzerindeki etkisinin pek
elde mevcut değildir. Bu sporun tanın­ de başarılar peşinde koşarken İstan­ büyük olduğu rahatlıkla söylenebilir.
ması konusunda İstanbul’a yerleşmiş bul’da Beşiktaş semtinde oturan bir Ayrıca Rumeli Caddesi’nin köşesin­
bulunan İngiliz ailelerinden bazı fert­ avuç genç heveskâr, Beşiktaş Jimnas­ de bugün Yapı Kredi Bankası binasının
lerin öncülük ettikleri söylenir. Ancak tik Kulübü çatısı altında ilk boks faali­ bulunduğu yer ve çevresinde bulunan
bu İngiliz ailelerin mensupları arasın­ yetini başlatmış bulunuyorlardı. Bu Osmanbey Bahçesi de bu yıllarda boks
da yapılan tek tük boks maçlarının gençler arasında Kenan, Hüseyin Hüs­ maçlarına sahne olmuştu.
Türkiye’de boksun yerleşip yayılması­ nü, Haydar, Şekip, Şevket, Kemal Hul- I. Dünya Savaşı’nın patlaması üze­
na sebep olduğu asla söylenemez. ki, Kemal Begof, Said, Edip beylerle rine Fransa’da yükseköğrenimini yarı­
Boks sporunun 1910’lu yıllarda İs­ Osman Paşa’nın oğulları Hamza Os­ da bırakarak Türkiye’ye dönen Eşref
tanbul’da yaygınlaşmaya başladığı gö­ man (Erkan), Bekir Osman ve Gazi Os­ Şefik Bey (Atabey) de, modern boks
rülür. Mekteb-i Sultanî (Galatasaray man beyler bu spor dalında kendileri­ sporunun Türkiye’ye girmesinde önem­
Lisesi) öğretmenlerinden M. Jouvery’- ni ilk gösterenler olmuşlardı. li rol oynamıştı. Kişisel ınerakıyla P a­
nin yetenekli bulduğu bazı öğrencileri­ Mütarekeyi izleyen işgal yıllarında ris’te boks dünyası içinde yıllarım ge­
ne boks dersleri vermesi ortaya Sabri Türkiye’de boks sporunun birden geli­ çiren ve özellikle profesyonel maçlar­
Mahir gibi bir boksörün çıkmasına se­ şip yayıldığı görülür. İşgal kuvvetleri­ dan çok şeyler öğrenen Eşref Şefik ye­
bep olmuştu. Bir jimnastikçi ve futbol­ ne mensup yabancı asker ve subayların tenekli gördüğü Türk gençlerini yetiş­
cu olan Sabri M ahir’in yurt dışına git­ kendi aralarında yaptıkları iddialı ve çe­ tirmeye önem vermiş ve birçok genç
tiği ve Fransa’da profesyonel boksa ge­ tin boks maçları yalnız halkın bu spo­ boksör yetiştirmiştir.
çerek Orta sıklette Avrupa şampiyon­ ra ilgisini çekmekle kalmamış aynı za­ I. Dünya Savaşı’nı izleyen yıllarda
luğu finaline kadar yükseldiği bilinmek­ manda Türk gençlerini de bu spora kar­ Fransa’da ünleııen Fenerbahçeli Nuri
tedir. Daha sonra Almanya’ya geçen şı heveslendirmişti. Bey, orada “ Çanakkale Fırtınası”
Sabri Mahir ağır sıklette Dünya şampi­ Mütareke yıllarında Türk gençleri adıyla tanınmıştı. Nuri Kadıköylü, Sab-
yonu olacak Max Schmeling’i yetiştir­ arasında başgösteren bu boks merakı­ ri Mahir’den sonra Avrupa ringlerinde
miştir. 1911 ’de İspanya’da yaptığı bir nın ringlere çektiği isimler arasında Esat Türk boksunu lâyıkıyla temsil eden ilk
maçta karşısına çıkarılan İspanya şam­ Tomruk da bulunmaktadır. İngiliz Ke­ Türk boksörü olmuştu. □
SPOR 15! 1
Binicilik, A t Yarışları

Binicilik dan da sosyal faaliyetiyle tüm İstan­


bul’un seçkin ailelerinin gözbebeği ha­
At
İstanbul At Yarışları’nın düzenlen­
line gelmişti. Kulübün manejleri oldu­
ğu gibi salonları da büyük bir kalaba­
Yarışları
mesi ve ardından Harbiye Nâzırı Enver lıkla dolup taşıyordu. Bu sosyal faali­ Türk sporunda birçok spor dalları­
Paşa’nın önayak oluşu sonucu 1913’de yet sayesinde atlı sporlar İstanbul sos­ nın olduğu gibi at yarışları’nın da do­
ilk Türk binicilik kulübü olan Sipahi yetesini de kendine çekmişti ki, bu da ğum yeri İzmir’dir. Ülkemizde bugün­
Ocağı kurulmuştu. Memlekette at bin­ hızlı gelişmedeki en önemli etkenlerden kü şekline en yakın at yarışlarının 1900:
me hevesini artırm ak ve atlı sporu yurt biri olmuştu. da İzmir’de yapıldığı bilinir. Bu konu­
düzeyine yaymak amacıyla kurulan bu Ancak çok geçmeden patlak veren I. da öncülükyapan kişi ise İzmir’de yer­
kulübün kurucuları arasında Mahmud Dünya Savaşı’yla onu izleyen karanlık leşmiş bulunan Mr. Patterson adında
Şevket Paşa’yla Mahmud Muhtar P a­ mütareke günleri Sipahi Ocağı’nı çok bir İngiliz işadamıdır. Onunla işbirliği
şa gibi devrin ileri gelen devlet ricâli de kötü günlere sürükledi. Bu zor günler­ yapan İzmirli Musevilerden Riz ve Al-
bulunmaktaydı. de gerek atiann iaşesi, gerekse kulübün yoti efendiler ile Evliyazâde Refik Bey’-
22 Mart 1913’te resmen kurulan Si­ hayatını sürdürebilmesi çok büyük in girişimleri sonucu, o zamanlar Pa-
pahi Ocağı, ordunun da geniş yardım­ problem olmuştu. Mütarekeyi izleyen radisu adıyla anılan bugünkü Şirinyer’-
larını görmüş ve kulüp kısa bir süre işgal günleri ise bu sıkıntılı günlerin tu­ deki geniş bir alan, bu şahıslar tarafın­
içinde büyüyüp gelişerek İstanbul’un en zu biberi olmuştu. İşgal Kuvvetleri Ku- dan kurulmuş bulunan Sınyrna Races
gözde derneklerinden biri halini almış­ mandanlığı’nın olanca husumetini üze­ Club’e (İzmir Yarış Kulübü) hükümetçe
tı. rine çeken kulüp birkaç idealistin bü­ tahsis olunmuştu.
Kulüp bir yandan ana amacı olan atlı yük fedakârlık ve gayretleriyle ancak Mr. Patterson ve arkadaşları tarafın­
spor faaliyetini sürdürürken, bir yan­ ayakta kalabilmişti. D dan bu alanda kurulan ve günün koşul-

AT NESLİNt ISLAH: İlk yıllarda yarışlara katılan atların çoğu Arap atlarıydı. Çöl koşullarına alışkın hu atlar day
bünyeye sahiptiler. Bu arada kurulan haralarda da at neslini geliştirme çalışmaları yapılıyordu. Sipahi Ocağt’na bağlı olarak at
neslini ıslah etme çalışmaları da başlamıştı. Bursa'da Sanayi Sergisi’nde Çifteler Harası‘ndan bir at.
SPOR
A t Yarıştan

İLK YARIŞLAR: Kurallara uygun ilk at yarışları İzmir’de Yarış Kulübü’nün hipodromunda düzenlendi. Bundan sonra at yarışlarına
ilgi arttı. İstanbul'da ilk at yarışlarım düzenleyen Evliyazade Refik Bey, Enver Paşa’dan yardtm istemiş ve bazı devlet ricalinin de
desteğini almıştı. Yarışlar Veliefendi çayırında yapılmış, burası daha sonra inşa edilerek hipodrom yeri olmuştur. Balıkesir at
yarışlarında 20 lira ikramiyeli Şimendifer Koşusu.

larına göre oldukça modern olan ilk hi­ müş madalyaların dağıtıldığı, elde mev­ Club’ün kurucularından olan Evliyazâ-
podromda, İngiltere’den getirtilen ya­ cut belgelerle sabit bir gerçektir. de Refik Bey, Türk yarışçılığını yeni­
rış atları ve jokeylerle ‘İzmir At Yarış- Samsun At Yarışları’nın gördüğü bü­ den canlandırmak üzere hiç vakit kay­
ları’na başlanmıştı (1900). Bu arada yi­ yük ilgi civar il ve ilçelerden de atların betmeden girişimde bulunmuş ve bu
ne Smyrna Races Club tarafından Bu- ve binicilerin gelip bu yarışlara katılma­ kez İstanbul’da at yarışları düzenlemek
ca tren istasyonu arkasındaki alanda larına ve pek çok seyirciyi de beraber­ için İstanbul’a gitmişti. Refik Bey ön­
İngiltere’den getirtilen atlar için de özel lerinde getirmelerine yol açmıştı. Bu ya­ celikle ata karşı büyük merakıyla tanı­
ve gâyet güzel ahırlar yaptırtılmıştı. rışlarda Sivaslı Mihrali Bey’in, Bafralı nan zamanın Harbiye Nâzırı Enver Pa-
Kurallara tamamen uygun biçimde­ Zülfikâr Bey’in, Çarşambalı Hacı Re- şa’yı ziyaretle fikrini ona açmış, bu ara­
ki ilk ciddî at yarışları Smyrna Races şid ile Hacı Zekeriya ve Alay beylerin da İzmir’deki yarışlar ve uyandırdığı
Club tarafından Paradisu’daki bu hi­ atlarının büyük varlık gösterdikleri bi­ büyük ilgi hakkında geniş bilgiler ver­
podromda düzenlenmişti. Önceleri yıl­ linir. mişti. Enver Paşa bu konuya büyük il­
da bir kez yapılan yarışlar zamanla il­ İzmir’de atçılığa karşı başgösteren gi göstermiş ve derhal kendi başkanlı­
ginin artmasıyla daha da sıklaştırılmış büyük ilgi, varlıklı Türk ailelerini de bu ğında bir Islah-ı Nesl-i Feres Cemiyeti
ve yılda birkaç kez yapılmaya başlan­ yola çekmişti. Önce Karaosmanoğulla- (At meslini ıslah derneği) ile buna bağ­
mıştı. Hele at yarışlarında müşterek ba- rı, Manisa dolaylarındaki geniş arazi­ lı olarak Sipahi Ocağı kulübünü kur-
hisin tatbikinden sonra bu ilginin büs­ lerinde yarış atları yetiştirmeye koyul­ durmuştu. Bu cemiyet ile kulübe dev­
bütün arttığı görülmüştü. Bunun doğal muşlar ve kısa bir süre sonra da Mani­ rin ileri gelenleri arasındaki at merak­
sonucu olarak da Smyrna Races Club'- sa’da ilk at yarışlarını tertiplemişlerdi. lıları toplanmıştı. İzzet Paşa, Mahmud
ün hipodromu büyük seyirci kalabalı­ Bu yarışların gerçekleşmesinde Karaos- Paşa, Mahmud Şevket Paşa ve Şehzâ-
ğı ile dolup taşınaya başlamıştı. manoğlu Bekir A ğa’nın pek büyük pa­ de Abdiilhalim Efendi gibi önemli ki­
İzmir At Yarışları sürüp giderken yı olmuştu. Ancak Manisa’da düzenle­ şilerin de destekleriyle Makriköy’deki
Samsun’da da M utasarrıf Hilmi Bey’- nen ve büyük ilgiyle karşılanan bu at (Bakırköy), Hazineye ait Veliefendi Ça­
in kişisel çabası ve himmetiyle at yarış­ yarışları, İzmir yarışlarına oranla daha yın bu işe tahsis olunmuştu.
la ; düzenlenmeye başlamıştı. Samsun’­ “ alaturka” bir hava içinde olmuştu. 1911 ’de Veliefendi çayırındaki bu hi­
un doğusunda, Merd ırmağının Kara­ İzmir At Yarışları aynı zamanda podromda İstanbul’un ilk at yarışları
deniz’e karıştığı noktadaki geniş düz­ Türk gençlerinin de jokeyliğe karşı il­ yapılmış ve ilk yarışı da Said Bey’in
lükte düzenlenen bu yarışların uyandır­ gisini çekmişti. Bunun sonucu olarak “ Derviş” isimli atı kazanmıştı.
dığı büyük ilgi Haindi Bey’i buraya ah­ da ilk Türk jokeyleri ortaya çıkmışlar­ İstanbul At Yarışları, 1911 ’den beri
şap tribünler yaptırmaya zorlamış, böy- dı. Böylece yerli atlar ve jokeylerle İz­ V'eliefeıidi’de yapılmaktadır. İstanbul
lece Ege sahillerinden soma Karadeniz mir At Yarışları kısa zaman içinde İn­ At Yarışları burada doğmuş, büyümüş
sahillerimizde de bir hipodrom ortaya giliz at ve jokeylerinin tekelinden kur­ ve gelişmiş, yine burada bugünkü du­
çıkmıştı. tulmuştu. rumuna ulaşmış bulunmaktadır.
Samsun Hipodromunun belirli bir Türk yarışçılığının bu ilk dönemi pek İstanbul At Yarışları, büyük bir ilgi
ücret ödenmek suretiyle girilen bir ya­ uzun sürmemişti. Balkan Savaşı önce­ toplamıştı. Bu ilgi Veliefendi Çayırı’-
rış seyiryeri olduğu ve yarışlarda dere­ sinde İzmir At Yarışları birden önem na da hareket getirmişti. Heyecanlı ya­
ce alanlara 50 kırmızı lira armağanla ve değerini yitirivermişti. Smyrna Ra- rışlar büyük meraklı topluluklarını bu­
üzerinde “ Samsun İdare-i Hususiye Li- ces Club dağıldığı gibi Şirinyer’deki hi­ raya çekmeye başlamıştı. Ancak o yıl­
vâ nâmına icra kılınan at koşusuna podromun kapıları da kapanmıştı. larda modern yarışçılık tekniği henüz
mahsus madalyadır” yazısı bulunan gü­ Bu durum karşısında, Smyrna Races benimsenmemiş olduğundan idman bi-
SPOR 1513
Dağcılık, Eskrim

çimleri eski amprik düzeni korumak­


taydı. Modern sistemler ise İngiltere ve Dağcılık Eskrim
M acaristan’dan getirtilen jokeylerle
Türk yarışçılığına girmişti. Yine bu yıl­
larda Romanya’dan gelen Sabri Bey Türk sporunda dağcılık sporunun te­ Eskrim sporunun Türkiye’ye gelişi,
(Tulça) de ülkede modern yarışçılık an­ meli Osmanlı Devleti’nin sınırları dışın­ geçtiğimiz yüzyılın ortalanna rastlar.
lamının yerleşmesinde önemli etken ol­ da atıldı. Ülkede henüz Meşrutiyet’in Nitekim 1835’te II. Mahmud tarafın­
muştu. ilan edilmediği günlerde; Fransa’da tıp dan Mekteb-i Harbiye kurulduğu za­
Heyecan dolu yarışlar gittikçe artan öğrenimi yapmakta olan bir Türk gen­ man Batı’ya dönük askerî eğitim ve öğ­
ilgi çekerken, İstanbul’da bu işe girişen­ ci, Türkiye’de dağcılık sporunun öncü­ retime kapılanın açan bu okulda öğren­
lerin sayısımn başdöndürücü bir hızla sü olmak şerefini kazandı. Ali Vehbi cilerin mec ve kılıç gösterileri yaptıkla­
arttığı görülüyordu. Reşid Akif Paşa, Bey (Prof. Türküstün) adındaki bu rı ve okulun dokuzuncu sınıfında da
Kıbrıslı M ustafa Paşa, Hassa Müşiri Türk gencinin, yanında bir Fransız ar­ mec ve kılıç dersleri gördükleri bilin­
Rauf Paşa, Keçecizâde Hikmet Bey, kadaşı olduğu halde 26 Temmuz 1^906 mektedir.
Şeyhülislâm Saib Molla, Edirneli Şerif da, A lp Dağları’nın Mont-Blanc doru­
Bey, Müşir İzzet Fuad Paşa, Şerif Ab- ğuna tırmanarak oraya Türk bayrağı­ Mec ve kılıç dersleri ve talimleri
dülmecid, Miralay Şeref Bey, Şekerci nı dikmesi, Türkiye’de dağcılık sporu­ Mekteb-i Harbiye’nin ders programın­
Hacıbekirzâde Ali Muhiddin Bey ve nun başladığı tarih olarak kabul edil­ dan uzun yıllar çıkmamıştır. Ancak bu
Şehzâde Ömer Faruk Efendi gibi ünlü melidir. mec ve kılıç derslerinin bugünkü mo­
kişiler bu yolda ilk adımı atanlar ara­ I. Dünya Savaşı yıllarında ülkede bir dern eskrimle tam bir ilgisinin bulun­
sında yeraldılar. Ve bu dönemde Maa- askerî harekât olarak başlayan dağcı­ duğu kesinlikle söylenemezse de aynı
şallah, Mebrûk, Yegâne, Geyik ve Rey­ lık sporuna ise önce Erciyes ve Ağrı esası teşkil ettiği muhakkaktır.
han en dikkati çeken atlar oldular. En­ dağları sahne oldu. Bu konuda yetişti-
Türkiye’de modern eskrim konusun­
ver Paşa’mn İzmir’den satın aldığı rilırnş askerî birlikler bunu bir savaş eği­
da öncülük yapan kişinin Mekteb-i
“ Übeyyam” isimli atı da İstanbul ya­ timi ve gereği olarak yaptılar ve bunda
Harbiye öğretmenlerinden Muallim
rışlarının en gözde şampiyonlarından başarı da gösterdiler. Bu arada yüksek
Hüsnü Bey olduğu kabul edilir. Bu zât,
biri olmuştu. dağlara küçük çaplı topların parçalar
bütün dünyada hızla yaygınlaşan esk­
İstanbul A t Yarışları’mn bu ilk yıl­ halinde çıkarılıp orada monte edilmesi
rim sporunu, getirttiği özel kitaplardan
larında koşulara katılan bütün atların konusunda büyük başarılar sağlandığı
öğrendiği gibi bunu öğrencilerine de öğ­
Arap atı olmaları dikkati çekmekteydi. da görüldü. D
retmişti. Onun öğrencileri arasında esk­
Arap ülkelerinin Osmanlı İmparatorlu-
rim sporunda ilk sivrilenler; Fuat (Bal­
ğu’nun sınırları içinde bulunuşunun do­
kan), Refik ve Ömer Lütfü beyler ol­
ğal bir sonucuydu bu. Musul ve Halep’­
muşlardı. Bu gençler ilk, ciddî müsaba­
ten getirtilen Arap atları çöl koşulları
kalarını Muallim Hüsnü Bey’in aracı­
altında doğup büyümüş ve yetiştirilmiş­
lığıyla 1903’de Yıldız Sarayı’nda Il.
lerdi. Bu nedenle dayanıklı bünyeye sa­
Abdülhamid’in huzurunda İtalyan esk­
hiptiler. Ve dolayısıyla Türk yarışçılı­
rimcileriyle yapmışlardı. Bu karşılaşma­
ğının bu dönemi Arap atlarının altın
larda genç Türk eskrimcilerinin İtalyan
devri olmuştu.
rakipleri karşısında gösterdikleri büyük
Mütareke yıllarında İngilizler tara­
başarı padişahı son derece memnun et­
fından elkonulan Veliefendi hipodro­
mişti. Bunun sonucunda eskrim, II.
muna beton tribünler yaptırılmış ve bu­
Abdülhamid’in fermanıyla bütün aske­
rada işgal kuvvetlerine mensup binici­
rî okulların tedrisat programına alınnuş
ler tarafından at yarışları yapılmış ve
ve Muallim Hüsnü Bey de ayrıca ödül­
böylece Veliefendi hipodromunda ilk
lendirilmişti. Bu arada İtalyanlara karşı
İngiliz atları da bu vesileyle koşmuşlar­
fevkalâde maçlar çıkararak genç esk-
dı. D
YUKARDA N DESTEK: 1913 'te kurulan
ve ilk binici/ik kulubü olan Sipahi Ocağı
başta Enver Paşa n/mak üzere İttihat ve
Terakki üyesi o/atı birçok ünlü kişinin
kurulmasında önayak oldukları bir
kuru/uştur. Bunların arasında Mahmud
Şevket Paşa ve Mahmud Muhtar Paşa
gibi önemli bazı devlet görevlileri de
vardı. Özellikle seçkin ailelerin etkinlik
gösterdikleri bir yer olan Sipahi Ocağı, I.
Dünya Savaşı'nda kapanma tehlikesiyle
karşı/aşarak, faaliyetini sürdürememiş,
ancak Kurtuluş Savaşı 'ndan sonra
gelişme gösterebilmiştir. Kâğıthane'de
yarış/ar.
1514
SPOR
Hokey

İLK ESKRİMCİLER: Harbiye'de hocalık


yapan Muallim Hüsnü Bey, modern
anlamda eskrim öncüsü olarak kabul
edilir. Muallim Hüsnü Bey’in öğrencileri
arasında daha sonra ün yapacak Fuad
(Balkan), Refik ve Ömer Lütfü Bey gibi
isimler vardır. Fuad ve Hikmet Balkan
kardeşler Beşiktaş Basiret Osmanlı
Jimnastik Kulübü ’nde uzun yıllar
çalışarak, eskrimin yayılmasını
sağlamışlardır. Selim Sırrı ’mn Jimnastik
Okulu 'nda eskrim yapan öğrenciler.

man Yurdu kulüpleri temsilcileri 1915’-


rimci Fuad (Balkan) Bey de padişahın
emriyle Edirne Mekteb-i Harbiye’sinin
Hokey in Mart ayında bir araya gelerek İstan­
eskrim muallimliğine tâyin edilmişti. bul Hokey Ligi’ni kurmuşlardı. Ve İs­
Bugün Türk sporunda adı dahi anıl­ tanbul Hokey Ligi maçları 10 Nisan
Fuad Balkan yine aynı yıl kardeşi mayan hokey, Meşrutiyetin İlânı’nı iz­ 1915’ten itibaren Kadıköy, Şişli, Mak-
Hikmet Balkan ve daha birkaç arkada­
leyen yıllarda en çok sevilen ve tutulan riköy ve Anadoluhisarı sahalarında ya­
şıyla birlikte evlerinin altında eskrim ve
sporlar arasındaydı. 1915’ten Cumhu­ pılan maçlarla başlamıştı.
jimnastik çalışmalarına başlamışlar ve
riyetin ilk yıllarına dek hokeyde İstan­ 1915’de yapılan ilk İstanbul Hokey
kısa bir süre sonra da yine bir arkadaş
bul liglerinin oynandığı ve şampiyon­ Ligi’nde şampiyonluğu Fenerbahçe ta ­
grubuyla kurdukları Beşiktaş Basiret larının belirlendiği bilinir. kımı kazanmış, bunu 1916, 1917 ve
Osmanlı Jimnastik Kulübü çatısı altın­ Başta futbol ve birçok modern spor­ 1918 yıllarında Altınordu’nun şampi­
da toplanmışlardı. Bu kulüpte jimnas­ lar olmak üzere hokey de 1910’lu yıl­ yonlukları izlemişti. 1919’da Fenerbah­
tik ve ağırlık kaldırma çalışmalarının ların hemen başlarında İngilizler tara­ çe tekrar hokey şampiyonluğunu eline
yanısıra eskrim de ön planda yeralmış
fından yurdumuza sokulmuş ve bazı geçirmiş, 1920’de ise Galatasaray bu
ve Türkiye’de gerçek anlamda eskrim yabancı sefarethane mensuplarının da alandaki ilk şampiyonluğunu elde et­
sporunun temeli bu kulüpte atılmıştı. bu işe girişmeleriyle hayli ilgi görmüş­ mişti. 1921’de yapılan hokey lig maç­
Meşrutiyetin İlânı’ndan sonra eskrim tür. ları ise çıkan birtakım anlaşmazlıklar
faaliyeti daha da hızlı bir yayılma gös­ Hokey Türkiye’de 1910-1911 yılla­ nedeniyle yarıda kalmış, bundan son­
termiş; askerî okullarla Beşiktaş kulü­ rında Patenli hokey olarak başlamıştı. ra Cumhuriyetin ilk yıllarına dek ho­
bündeki eskrim faaliyetinin yanısıra Te- Beyoğlu’ndaki ünlü Skating, salonuy­ key lig maçları düzenlenememişti.
pebaşı’ndaki Union Française salonla­ la Türkiye’deki patenli hokeyin doğum Büyük ilgiyle izlenen hokey lig maç­
rında da eskrim dersleri verilmeye baş­ yeri olmuştu. Zamanla Türk spor ku­ larına daha sonraları ilk altı takıma ila­
lamış ve Galatasaray Lisesi öğretmen­ lüpleri de bu spora eğilmişler ve Gala­ veten Nişantaşı’yla Vefa’nın da katıl­
lerinden M. M oiroux’un burada esk­ tasaray, Fenerbahçe ve Nişantaşı ku­ dıkları görülmüştü.
rim öğretmenliği yaptığı bilinmektedir. lüpleri patenli hokey alanında başarı Türk hokeyinin en ilginç yanı, fut­
Rusya’da Ekim Devrimi’nden kaça­ göstermişlerdi. bolun en ünlü isimlerinin bu spor da­
rak İstanbul’a sığınan ve “ Beyaz Rus- Ancak Türkiye’de asıl ilgi gören, ça­ lında faaliyet ve başarı göstermeleri ol­
lar” adıyla anılan Çar yanlısı Ruslar’- yır hokeyi olmuştu. Salonda patenli muştu. Futbolda güçlü takımiara sahip
ın gelmesiyle eskrim sporunda yeni bir olarak başlayan hokeyi çayıra intikal kulüpler hokeyde de şampiyonluğu ka­
hamle başgöstermişti. Bunların arasın­ ettirenler Türk kulüpleri olmuştu. Bun­ zanmışlardı.
da bulunan ve Rus Çarı’yla ailesinin da yabancıların payı yoktur. Kulüpler hokey sopaları ve toplarını
eskrim hocası olan Albay Grodetski’- 1914’de Fenerbahçe kulübünde Elkâ- Beyoğlu’ndaki meşhur Baker mağaza­
yle arkadaşı Nadolski burada eskrim tipzâde Mustafa Bey’in başlattığı çayır sı aracılığıyla İngiltere’den getirtmişler
hocalıklarını sürdürme imkân ve fırsa­ hokeyi faaliyeti bu yolda atılan ilk ve maçlar sırasında futbol forma, şort,
tını bulmuşlardı ki bu da Türk eskrim önemli adımı teşkil etmişti. Hemen tü­ konç ve ayakkabılarıyla hokey oyna­
sporuna çok şeyler kazandırmıştı. münü günün ünlü futbolcularının teş­ mışlardı.
Albay Grodetski bu arada Fenerbah­ kil ettikleri Fenerbahçe takımının bu Futbola karşı artan ilgi ve futbol li­
çe kulbünde açılan eskrim şubesinin ba­ yoldaki faaliyetini kırsa aralıklarla Al- gini teşkil eden takımların sayılarının
şına geçerek birçok eskrimci yetiştirmiş­ tınordu ve Galatasaray kulüpleri de iz­ hızla artması ülkede hokeyi engelleyen
ti. lemişlerdi. Bir yılın içinde 6 İstanbul önemli bir faktör olmuştu. Sahaların
Robert College’de spor öğretmenli­ kulübünün hokey takım lan kurdukla­ futbol maçları tarafından doldurulma­
ğine atanan Nadolski de bu okulun ça­ rı görülmüştü. sı, hokey liglerine zaman ve mekân bı­
tısı altında eskrim sporunu kuran ve bu Bu durum karşısında hokey takım­ rakmaz hale gelmiş ve on yıla yakın bir
dalda birçok öğrenci yetiştiren bir öğ­ ları bulunan Fenerbahçe, Galatasaray, süre ülkede sürüp giden hokey maçları
retmen olmuştu. □ Altınordu, Beşiktaş, Gürbüzler ve İd­ da sessizce ortadan silinivermişti. □
SPOR
Kriket

Kriket
Bir İngiliz sporu olan kriket de eski­
den ülkemizde var olup da bugün ya­
pılmayan sporlar arasındadır. 1910’lu
yılların başlarında İngiltere Sefareti ge­
misi Imagene’in mürettebatı tarafından
Beykoz çayırında ve M oda’da oturan
İngiliz ailelerinin fertleri tarafından da
Kuşdili ve Baklatarlası çayırlarında oy­
nanan krikette, Moda Futbol Kulübü’-
nün ünlü futbolcularından Comber,
Dixon ve Haytung’ün büyük beceri ve
başarı gösterdikleri bilinir.
Zamanla Nişantaşı’ndaki High-Sc-
hooll’un İngiliz öğretmenleri de Nişan­
taşı ve Şişli çayırlarında kriketle uğraş­
mışlar ve onların arasında da bu spor
dalında büyük başarı gösterenler ol­
muştu.
1911-1914 yılları arasında İngilizlerin
Kadıköy çayırlarında aynadıkları kri­
ket maçlarını seyreden Fenerbahçeliler
bu yeni tanıdıkları spor dalını da ku­
lüplerinin faaliyeti arasına sokmak is­
temişlerdi. Fenerbahçeliler 1914’te İn-
gilizlerden ödünç olarak aldıkları mal­
zemelerle bir kriket takımı kurmuşlar­ GEÇMİŞTE YA YGIN BİR SPOR DALI: Bugün Türkiye’de hiç aynanmayan hokey,
dı. Bu arada Baker mağazasına sipariş Osmanlı Devleti'nin son ytllannda çok sevilen bir spor daltydt. Hem çimde, hem de
edilen malzemeler geldikten sonra da patenli olarak yapılan hokey de diğer birçok spor dalt gibi İngilizler taraftndan
getirilmiştir. 1910'da ünlü Skating Salonu’nda patenli olarak başlayan hokey, I9!4'te
kendi malzemeleriyle bu spor dalının ise çim hokeyine dönüşmüş ve bu biçimiyle daha çok ilgi görmüştür. 1915 'te bir hokey
faaliyetini sürdürmüşlerdi. karştlaşmast.
Fenerbahçe’nin krikette başarı gös­
teren elemanları zamanın ünlü futbol­
cuları Said Salâhaddin, Galip, Hasan I. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla İn­ lunan tek Türk kulübü Fenerbahçe bu
Kâmil, Tevfik Haccar, Nasuhi Esat, giliz kulüplerinin kapanmaları ve men­ alanda tamamen rakipsiz kaldığından
Otomobil Nuri, Kemal Aşkî olmuşlar­ suplarının büyük kısmının İstanbul’dan bu faaliyet de kendiliğinden kesilmiş-
dı. ayrılmalarıyla kriket şubesine sahip bu­ ti.D

KRİKET DE BUGÜN YOK: Bir Ingiliz


sporu olan kriket de 1910’lu ytllarda
rağbet gören spor dallarından biriydi.
Önce ingilizlerin kendi aralarında
oynadtklan bu oyun daha sonra
Fenerbahçelilerin, İngilizlerden ödün
aldtk/an malzemelerle kurduklar taktm
tarafından da oynanmtş ve birçok
futbolcu kriketde başart göstermişlerdir
1899’da Kadtköy Kriket Taktmt.
1516 SPOR
Kayak, Yelken

Kayak burada faaliyetlerini sürdürmüşlerdi.


Üçüncü Ordu Kumandanı Vehip Pa-
Yelken
şa’nın Almanya ve Avusturya’da yap­
Kayak ve kayak sporunun I. Dünya tığı tetkik gezisinden dönüşte, bu kurs­ İlk yelken yarışlarını yapanlar da İs­
Savaşı sırasında; 1915-1916 yıllarında ların başarılı öğretmeni Arif Hikmet tanbul’a yerleşmiş bulunan İngiliz ai­
Türkiye’ye girdiği bilinir. Harbiye Ne­ Koyunoğlu’nu, Tirol’de gördüğü ve ça­ leleri olmuştur. 1910’lu yıllarda İngiliz-
zareti tarafından, 1914 sonlarında H a­ lışma programlarını da beraberinde ge­ ler tarafından başlatılan bu faaliyet yi­
liç’teki bir marangozhanede yaptırılan tirdiği Alpinistik okulları gibi bir kayak ne onlar tarafından geliştirilmiş ve ya-
ilk kayaklar buradan hayvan sırtında okulu kurmakla görevlendirmişti. yılmıştı.İstanbul’un ilk yelken kulüpleri
Erzurum’a götürülmüş ve Kafkas cep­ Yedeksubay Arif Hikmet Koyunoğ- de yine o yıllarda ve yine İngilizler ta­
hesindeki erler tarafından kullanılmış­ lu, Suşehri’ne 40 kilometre uzaklıkta­ rafından Moda, Büyükada ve Makri-
tır. ki Buldur köyünde, Türkiye’nin ilk cid­ köy (Bakırköy)’de kurulmuştu.
Böylece Türkiye’de kayak faaliyeti dî kayak okulunu kurmuş ve buradaki Bu tarihlerde İstanbul’da “ yelken” ,
bir spor olarak değil de bir savaş aracı sistemli ve disiplinli çalışmasıyla gerçek bir gezinti vetaşıt aracı hüviyetini taşı­
olarak başlamıştı. anlamdaki ilk Türk kayakçılarını yetiş­ maktaydı. Geçtiğimiz yüzyılın sonları­
1915 Şubatı’nda Erzurum’da, özel su­ tirmişti. Bu çalışmalar o zamanlar pek na doğru Bahriye Mektebi’nin (Deniz
rette Avusturya’dan getirtilen bu konu­ revaçta olan Zdarski ve İsveç sistemle­ Harbokulu) öğrencileri okulun Nüvid-
nun uzmanı subaylar; Palandöken dağ­ ri üzerinde toplanmıştı. Çok sarp ve i fütuh yelkenli talim gemisi ve yine
larında açtıkları kurslarda Türk ordu­ uçurumlu olan yerlerde tek bastonlu okulun Belkıs, Yunus ve Martı adları­
sunun ilk kayakçı subay ve erlerini ye­ Zdarski sistemi tatbikatıyla yetiştirilen nı taşıyan kotralarıyla yelkenciliği öğ­
tiştirmişlerdi. asker kayakçılar, Ruslara karşı yaptık­ renmekteydiler. Ancak bu yelken faa­
Bu kursta yetiştirilen subaylar arasın­ ları savaşlarda üstün başarılar göster­ liyeti de bir spor olmaktan çok bir
da Arif Hikmet Koyunoğlu, Kemal Ha- mişlerdi. “ bahriye eğitimi” hüviyetini taşımak­
sib ve Cevat Dursunoğlu vardı. taydı. Genç deniz subayı adaylan okul­
Rus savaşımn başarıyla sonuçlanma­
Zamanla ordu içindeki kayak örgü­ sından sonra tekrar Erzurum’a dönen da öğrendiklerini, izin ve tatil günlerin­
tü büyütülmüş; dört bölük ile 1917’de Arif Hikmet Bey, orada yeniden kurs­ de yelkenli sandallar kiralamak suretiy­
bir de makineli tüfek bölüğünden olu­ lar açıp kayakçı askerler yetiştirmeye le geliştiriyorlardı.
şan ilk kayakçı taburu meydana geti­ koyulmuştu. Bu arada Avusturya’dan İngiliz aileleri ise Türk sularında yel­
rilmişti. Erzincan’da kurulan bir ka­ Binbaşı von Hupka başkanlığında ge­ ken yarışları yaparlarken asker ve sivil
yakçı taburunda Almanya’dan getirti­ len bir öğretim heyeti Türk kayak ta­ Türk gençleri gezinti yelkenlilerinde on­
len Binbaşı Paulke adında bir subay öğ­ burunun gösterilerini izledikten sonra, ları izlemekten başka bir şey yapamı-
retmen olarak görev almıştı. Ancak as­ bu ekibe teknik bakımdan öğretilecek yorlardı. M oda’da, Büyükada’da ve
kerlik yanı zayıf olan bu Alman suba­ bir şeyin bulunmadığını söyleyerek Makriköy’deki yelken kulüpleri yalnız
yı savaşlarda pek başarısız olunca, ye­ yurtlarına dönmüştü. İngilizlerle bazı gayrimüslimlerin de­
rine, ilk kurstan yetişmiş olan Türk ye- vam edebildikleri tesislerdi. Sosyal yan­
Savaş sonrasında Arif Hikmet Bey’- ları da ağır basan bu kulüplere Türk-
deksubayları getirilmişler ve onlar du­
in ordudaki bu görevin başında kalması
rumu düzeltmeyi başarmışlardı. ler girememekteydiler. Bunun en baş­
istenmişse de asıl mesleği olan mimar­
ta gelen sebebi de zamanın siyasî bas-
Öte yandan bu genç Türk yedeksu- lığı pek sevdiğinden bunu kabul etme­
kısıydı.
bayları, Umranlı Dağları’ndaki Çalıyurt miş ve Türkiye’de modern kayakçılığın
mevkiinde bir eğitim merkezi kurarak kurucusu olarak kalmayı yeğlemişti. □ Türkiye’de yelken sporu henüz
emekleme halindeyken, 1921’de bir
Türk yelkencisinin bir kez yurt dışın­
da, hem de Avrupa’nın sayılı yelken
merkezlerinden biri olan Atter See’de
Türk bayrağım şampiyonluk direklerin­
de dalgalandırdığı görülmüştü.
Osmanlı Devleti’nin Stockholm Se­
firi Asım Turgut Bey’in oğlu olan De­
mir Turgut, henüz on iki yaşındayken
küçükler kategorisinde büyük bir var­
lık gösterip “ yurt dışında kupa kaza­
nan ilk Türk yelkencisi” olmak şerefi­
ne erişmişti. Büyük Türk denizcisi Tur­
gut Reis’in soyundan gelen Dr. Demir
Turgut uzun yıllar Avrupa’da yelken
yarışlarına katılmış ve daha Türkiye’de
yelken sporu henüz emekleme halindey­
ken Avrupa’nın en ünlü merkezlerinde
yapılan yarışmalarda şampiyonluklar
.Vüvid-i f’ütuh. Asım Hey. kazanmak başarısını göstermişti. □
SPOR 1517
Yüzme, Kürek

DONANMA
Yüzme CEMİYETİNİN
ÖNCÜLÜĞÜNDE:
Osmanlı Devleti’nde ilk
Osmanlı Devleti’nde modern anlam­ kürek etkinliği 1913’te
da ilk yüzme sporu faaliyetinin, daha Moda Koyu’nda Donanma
doğru bir deyimle çağdaş yüzmenin ilk Cemiyeti’nin düzenlediği
kez 1850’li yıllarda Mekteb-i Harbiye’- yarış/ardır. Bu yarışlara o
sırada Balkan Savaşı
de ders olarak yapıldığı bilinir. Bu yıl­ nedeniyle İstanbul’da olan
lardan daha önce Mekteb-i Bahriye’de yabancı gemilerin flika/arı
de yüzme derslerinin verildiği bir ger­ katılmış ve yarışlar ilgiyle
çektir. Ancak Mekteb-i Bahriye’yle izlenmiştir. 1899’da
Mekteb-i Harbiye’deki bu yüzme ders­ Büyükada'da yapılan kürek
lerinin bir spor olmaktan çok bir aske­ yarışlarında birinci gelen
rî eğitim niteliğini taşıdıkları da muhak­ Sultaniye vapurunun dört
kaktır. çiftesi.
Mekteb-i Sultanî (Galatasaray Lise­
İtalyan kruvazörü filikalarının da ka­
si) jimnastik öğretmeni M. Moiroux,
öğrencilerine gerçek anlamda yüzme
Kürek tıldıkları görülmüştü. İstanbul Sultanisi
sporu konusunda ilk dersleri veren öğ­ ve Galatasaray Sultanisi öğrencilerinin
retmen olarak .ar a-* v Moiroux’nun Osmanlı Devleti’nde kürek yarışları­ İngiliz yat kulüplerinden ödünç olarak
Galatasaray Li'-v.' yetiştirdiği yü­ nın, İstanbul’un Fethi’nden sonra ya­ aldıkları teknelerle katıldıkları dört tek
zücü öğrenci!.; ;n,n Jir yüzme yarışına pılmaya başlandığı bilinir. Boğaziçi ve yarışından sonra, kulüpler arasındaki
kadiacni' hu'-un olabildiklerine dair Marmara sularının günümüzden 500 yıl tek yarışma İngilizlerin Moda ve İstan­
h'y 'iîr .« ve belgeye rastlanamamış- önce ilk kürek yarışlarına sahne oldu­ bul Yachting kulüpleri fıtalaı arasın­
tıı bugııne dek. ğuna dair belgeler vardır. da cereyan etmişti.
Memleketimizde modem anlamda ilk Türk sporcularının ise ilk kez 1899'- Fenerbahçeli futbolcular, 1908 yazın­
yüzme sporu faaliyetinin, 1910’da baş­ da yurt dışında kürek yarışlarına katıl­ da aralarında topladıkları birer meci­
ladığı görülür. Bunda, İstanbul’a yer­ dıkları görülür. Japonya’ya bir dostluk diyeyle bir sandal almışlar ve antren­
leşmiş bulunan İngiliz ailelerinin arala­ ziyaretine giden Ertuğrul gemisine men­ manla maçlara gidip gelirken yararlan­
rında yaptıkları gösterilerin de etken ol­ sup Türk denizcileri yolda uğradıkları dıkları bu tekneyle kulüplerinde bir de­
duğu düşünülebilir. Singapur limanında şereflerine düzen­ nizcilik şubesi açma yolunda ilk adımı
Kadıköy semtinde oturan ve Fener­ lenen büyük bir kürek yarışına katılmış­ atmışlardı. Ancak bu girişim sadece bu
bahçe kulübünde çeşitli sporlarla uğra­ lar ve bütün rakiplerini gerilerinde bı­ sandaldan ibaret kalmıştı. Fenerbahçe­
şan zamanın delikanlılarından Salâhad- rakarak birinciliği kazanmışlardı. Bu, liler 1914’te Kurbağalıdere kenarında­
din Türsen’le Said Salâhaddin Ciha- Türk kürekçilerinin yurt dışında kazan­ ki binalarına geçtiklerinde kulüp baş­
noğlu ve Kemal beyler Türkiye’de yüz­ dıkları ilk birincilik olması bakımından kanı bulunan Dr. Hamid Hüsnü Bey
me sporuyla meşgul olan ilk başarılı Türk spor tarihinde önemli bir yer iş­ (Kayacan), semtin tanınmış ustaların­
isimler arasında yer alırlar. Bunlardan gal etmektedir. dan Nehabet U sta’ya, dere kenarında
Said Salâhaddin Bey süratte, Salâhad­ 7 Eylül 1913’te Moda Koyu'nda Os­ 14xl8 metre boyutlarında bir kayıkha­
din Bey mukavemette, Kemal Bey de manlı Donanma Cemiyeti tarafından ne yaptırmış ve bu yeni kayıkhaneye ilk
tramplen atlamada özellikle kendileri­ düzenlenen deniz yarışlarının Türkiye’­ tekneleri de İstanbul mebusu Salâlı
ni göstermişlerdi. de ilk ciddî kürek sporu faaliyetini teş Cimcoz ve Prens Muhsin Yeğen Bey­
Öte yandan yine aynı yıllarda Beşik­ kil ettiği görülür. V. Reşad’ın himaye­ ler hediye etmişlerdi. Böylece Fener­
taş Osmanlı Jimnastik Kulübü bünye­ sinde düzenlenen bu yarışlar, o günler­ bahçe Kulübü bünyesi içinde bir deniz­
si içinde de bir deniz subayı olan ku­ de sürüp giden Balkan Savaşı dolayı ■ cilik şubesi vücut bulurken tam ^rn fut­
lüp kurucularından Ahmet Fetgeri sıyla, İstanbul limanında bulunan İn­ bolculardan oluşan ilk kürekçiler de ça­
(Aşeni) Bey’in önayak oluşuyla bir yüz­ giliz, Amerikan, Avusturya, Rus, Al­ lışmalarına başlamışlardı.
me sporu faaliyetinin başladığı görülür. man, İtalyan ve Hollanda savaş gemi­ Bu sırada I. Dünya Savaşı patlak ver­
Çok geçmeden Galatasaray kulübü lerinin de beş Osmanlı torpidosuyla be­ miş ve İngilizlerin İstanbul’daki spor
de bünyesi içinde faaliyete geçirdiği raber Moda açıklarında demirlemele­ kulüpleri kapatılıp varlıklarına “ savaş
yüzme ekibiyle bu faaliyete katılmıştı. riyle ilginç bir görünüm arzetmişti. Bu ganimeti” olarak el konulmuştu. El ko­
Bu kulüpten de başta Şeref Hüsamed- yarışmalar sırasında koyda bulunan nulanlar arasında İngiliz Yachting ku­
din Bey olmak üzere birçok genç yüzü­ Türk ve yabancı bütün gemilerin uzun lüplerine ait tekneler de bulunuyordu .
cü çıkmıştı. uzun düdük sesleriyle selamladığı Ha- Bunlar da Türk kulüplerine dağıtılmış­
Bu dönemin en iyi yüzücülerinden ve midiye kruvazörü ve eşliğindeki Ertuğ- tı. Bu tekneler arasında yelkenlilerin ya-
tramplen atlayıcılarından biri de Fener­ rul yatıyla padişah da yarış yerine gel­ nısıra yarış fıtaları da vardı.
bahçe ve Altınordu kulüplerinde kornp- mişlerdi. Fenerbahçe’den sonra ikinci Türk
le sporcu olarak dikkati çeken ve spo­ Bu yarışlar zengin bir program için­ kulübü olarak Anadolu denizcilik şu­
run her alanındaki üstün yeteneklerin­ de, 23 yarışma halinde yapılmış ve ya­ besini faaliyete geçirmiş ve 13 Temmuz
den ötürü “ Yedibelâ” adıyla anılan rışmalara Fransız Jeanne Blanche, Al­ l 917’de Fenerbahçe’de tertiplenen İd­
Fahri Ayad olmuştu. D man Breslau, Amerikan Scorpion ve man ve Kır Şenlikleri sırasında Fener-
1518 SPOR
Tenis

to kort yapılmıştı. Bu ilk Türk kortun­


dan ilk Türk tenisçileri yetişmişlerdi.
Fenerbahçe’nin bu konlarından yetişen
zamanın ünlü futbolcularından Galip
Kulaksızoğlu’yla Said Salâhaddin Ciha-
noğlu ve onları takiben de Zeki Rıza
Sporel ve Yavuz İsmet Uluğ, Türk te­
nis sporunun ilk yıldızları olarak par­
lamışlardı.
Daha sonra Tevfik Haccar’la (Taş­
çı) yurt dışından gelen İbrahim Cimcoz,
Prens Muhsin Yeğen, Mehmet Reşat
Pekelman ve Ekrem Rüştü Akömer’in
YABANCILAR ARASINDA: Yabancıların ilgi gösterdikleri tenis Meşrutiyet yıllarında de katılmalarıyla sarı-lacivert formalı
özellikle seçkin aileler arasında yayıldı. 1915'te Fenerbahçe’nin bir tenis şubesi kurması kulüpte tenis faaliyeti pek büyük bir ge­
ve beton kort yaptırması bu sporun yaygın/aşmasım sağlayarak, birçok tenisçinin lişme kaydetmişti. □
yetişmesini sağladı. Bu kartlarda Said Salahaddin, Yavuz İsmet (Uluğ) ve Zeki Rıza
(Sporel) gibi isimler öne çıktı. Dönemin ünlü tenisçileri Zeki Rıza (sol başta), Said KAYNAKÇA
Salahaddin (soldan 3.).
□ ARIBALI Celal Davud, Adalı Halil, İstanbul,
1952
□ ATABEY Eşref Şefik, Baş Güreşleri, İstanbul,
bahçe’yle Anadolu kulüplerinin 2 ve 3
çifteleri arasında yapılan kürek yarış­ Tenis 1950
□ ATABEYOĞLU Cem, Spor Ansiklopedisi, İs­
ları Türkiye’de ilk kulüplerarası kürek tanbul, 1971
yarışı olması bakımından önem ve de­ LJ ATABEYOĞLU Cem, Türk Basketbolu, İs­
ğer taşımıştı. Türkiye’de tenisin ilk kez 1910’da İs­ tanbul. 1972
ATABEYOĞLU Cem, “Türk Gibi Kuvvetli”,
24 Ağustos 1917 Cuma günü Donan­ tanbul’da oynandığı görülür. Kadıköy’­ Pirelli Dergisi
ma Cemiyeti tarafından V. Mehmed ün Küçük Moda semtinde oturan İngi­ D ATABEYOĞLU Cem, Atatürk ve Spor, İstan­
Reşad himâyesinde Heybeliada’da dü­ liz ailelerinin burada kurdukları kort ise bul, 1981
zenlenen deniz şenlikleri sırasında ku- Türkiye’deki ilk tenis maçiarına sahne :_, BlC Hilmi, Türk Gureşi-Yağlı Güreş, İstanbul,
1944 '
lüplerarası kürek yarışı da yapılmıştı. olması bakımından önem ve değer ta­ □ CİNAHOĞLU Said Salâhaddin, Sporculuk ve
Şiddetli poyraz fırtınasında yapılan bu şır. A vcılık Halıralanm, İstanbul
yarış sırasında Anadolu Kulübü’nün üç Küçük Moda’daki kortta tenis oyna­ [J CİHANOĞLU Said Salâhaddin, Özel görüş­
meler
çifte fıtası batmış, Fenerbahçe’nin üç yan Edward Whitall, Colonel Simonds DAĞLAROĞLU Rüştü, Fenerbahçe Spor K u­
çifte fıtası ise yarısına kadar su dolu va­ ve Norwill kardeşler ise Türkiye’de bu lübü Tarihi, İstanbul, 1957
ziyette yarışı tamamlayarak padişahın sporun öncüleri olarak tanınırlar. FELEK Burhan, Özel görüşmeler
hediyesi olan kıymetli kupayı kazan­ Bir zengin sporu olarak yurdumuza L2 FİŞEK Kurthan, Spor Yönetimi, Ankara, 1980
□ FİŞe KKurthan, 100 Soruda Türkiye Spor Ta­
mıştı. Bu yarışta Fenerbahçe üç çifte giren ve özellikle yabancıların ilgi gös­ rihi, İstanbul, 1985
ekibini, günün ünlü futbolcuları; Ga­ terdikleri tenis İstanbul sosyetesinde !'! GÜMÜŞ Ali, Güreş, İstanbul, 1972
lip Kulaksızoğlu, Said Salâhaddin Ci- pek çabuk yayılmış; bunu Ohanesyan, ' Z GÜMÜŞ Ali, Teknik Güreş ve Ustaları, İstan­
hanoğlu ve Hulki Göknar’ın tekil ettik­ Ananyan, Abramoviç, Hotckinson ve bul, 1972
-- HİÇYILMAZ Ergun, Türk Spor Tarihi, İstan­
leri ve Ziya Denizer’in de dümenciliği arkadaşlarının kurdukları Osmanbey bul, 1974
yaptığı bilinmektedir. Tenis Kulübü’nün Osmanbey’de yap­ HİÇYILMAZ Ergun, Türkiye'de Futbolun
Fakat bu kürek faaliyeti I. Dünya Sa- tırdığı kortlarda faaliyete geçmesi izle­ Öyküsü, İstanbul
vaşı’nda kesintiye uğramış ve ancak mişti. Daha sonra da Taksim’in Sıra- □ KAHRAMAN Atıf, Pehlivanlık Tarihi ve Türk
Pehlivanları”, Zafer Gazetesi Mart-Nisan
1922’de Malul Gaziler Cemiyeti’nin selvıler semtinde Majak ile Jovarsky 1963, Ankara
önayak oluşuyla yeniden canlanmıştır. adlarında iki girişimci tarafından 'Tak­ □ KAHRAMAN Atıf, H uzur Güreşleri, Ankara,
Galatasaray Kulübü 1915’de Jokali- sim Tenis Kulübü’nün ortaya çıkarıldı­ 1977
ğı ve Sıraselviler’deki kortlarda tenis fa­ □ KAYACAN Fuat Hüsnü, Özel görüşmeler
ni Beyoğlu’ndan Kalamış’a naklettiği ü ORAL Mehmet Ali, Türk Futbol Tarihi, c. l-
zaman bir denizcilik şubesi faaliyete ge- aliyetine başladığı görülmüştü. ll, İstanbul, 1954
çirrnişse de bir varlık gösteremerniş, an­ İstanbul’daki tenis faaliyeti bu şekil­ C: SAN Halûk-Tevfik Ünsi-Samim Var, Futbol
cak l922’de kürek sporu yeniden can­ de sürüp giderken İzmir’deki İngiliz ai­ Ansiklopedisi, İstanbul, 1963
□ SOMALİ Vâla, Beşiktaş Jimnastik Kulübü Ta­
lanırken Galatasaray’ın da bu faaliye­ lelerinin de Bornova’da yaptırdıkları rihi, İstanbul
te katıldığı görülmüştü. 25 Ağustos kortlarda iddialı tenis maçları oynadık­ □ SEVÜK İsmail Habip, Türk Güreşi, İstanbul,
1922’te MalûJ Gaziler Cerniyeti tarafın­ ları bilinir. Tenisin İzmir’deki öncüle­ 1949
dan Moda’da düzenlenen kürek yarış­ ri de Jim Giraud, Hanry Giraud ve □ SUYOLCU Mehmet Pehlivan, Özel görüşme­
ler
larına Galatasaraylı kürekçiler ilk kez Charnot gibi isimler olmuşlardı. □ TARCAN Selim Sırrı, Eski ve Yeni Olimpiyat­
katılmışlardı. Bu, aynı zamanda Fener­ 1915’de, ilk Türk futbolcusu Fuad lar, İstanbul
bahçe’yle Galatasaray’ın kürek sporun­ Hüsnü Bey’in (Kayacan) girişimiyle Fe­ U TARCAN Selim Sırrı, Özel görüşmeler
daki ilk rekabeti olmuş ve bu ilk yarışı nerbahçe kulübünde bir tenis şubesi ku­ □ TEMİZOĞLU Kemal, A ta Sporu Yağlı Güreş,
İstanbul, 1970
Fenerbahçeli kürekçilerin kazandığı gö­ rulmuş ve Kurbağalıdere kıyısındaki □ YEN Ali Sami, Özel görüşmeler
rülmüştü. □ kulüp binasının önünde bir de çimen­ □ YILDIZ Doğan, T ürk Spor Tarihi, İstanbul
SÜSLEME VE
ELSANATLARI

Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Hat Sanatı


Prof. Dr. Ali Alparslan
19. yy’da Kalemişi Nakış-Duvar Resmi
P ro f Dr. Günsel Renda

Bu konuda ayrıca, Mimarlık ve Resim maddelerine bakınız.


1520
Tanzimat’tan Cumhuriyet’e
Hat Sanatı
Ali Alparslan

19. yy’da devlet müesseselerindeki Böylece 13. yy’ın sonlarında bütün İs­
gerilemeye paralel olarak ilim sahasın­ lâm ülkelerine yayılan Yâkut’un üslû­
da görülen zaafa ve güzel sanatların ba­ bu en güzel şekilde İran ve Anadolu’­
zı kollarında meydana gelen Batı etki­ da takib edildi. İranlılar onun üslûbun­
sine rağmen hat sanatında devamlı iler­ da biraz değişiklik yaptılarsa da ana
lemeler olmuş ve milE zevki yaşatan bü­ hatlarıyla bu üslûbun dışına çıkamadı­
yük hattatlar sâyesinde yeni ekoller ku­ lar. Türkler ise, aşağı yukarı Fatih Sul­
rulmuştur. Bunun böyle oluşu, sanat- tan Mehmed devrine kadar (15. yy’ın
kâriarın yazı tarihinde çığır açan bü­ ikinci yarısına kadar) Yâkut’un izinde
yüklere ve onların koyduğu kaidelere yürüdükten sonra Aklâm-ı sitte’yi o de­
bağlı kalışı ve onların bıraktığı eksik recede güzel yazmaya muvaffak oldu­
noktaları tamamlamak endişesiyle izah lar ki, neticede Yâkut’un üslûbu artık
edilebilir. Bu yüzden, hat sanatı veya gerilerde kaldı ve bu yazılarda bir Türk
güzel yazı sanatı terimleriyle de adlan­ ekolü doğduğu gibi bu ana ekol içinde
dırılan hattatlığın 19. yy’daki durumu­ küçük farklar gösteren başka ekoller
nu ve ondan sonra zamanımıza kadar meydana geldi.
olan gelişmelerini daha iyi anlamak için Önce Fatih devrinde Şeyh Hamdul­
gerilere kadar uzanmak ve yazı çeşitle­ lah ekolü kuruldu. Şeyh Hamdullah’­
rini kronolojik bir sıraya tâbi tutarak ın (öl.1519) yolu 17. yy’ın sonuna ka­
onlarda 19. yy’ın başına kadar meyda­ dar sürdü. Bu tarihte yaşayan meşhur
na gelen değişikliklere kısaca temas et­ Hâfız Osman (öl.1698) Şeyh’in bazı
mek gerekmektedir. Sanat sahasına çı­ noksanlarım tamamlamak suretiyle
kışları itibâriyle İslâm yazıları şu tari­ Aklâm-ı sitte’yi artık ulaşılamayacak
hî sırayı takip ederler: Kûfi, Aklâm-ı güzelliğe kavuşturdu. 18. yy’dan itiba­
sitte, Celî Aklâm-ı sitte, Siyâkat (Si- ren zamanımıza kadar artık hattatlar
yâk), Nesta’lîk, Dîvânî, Celî Dîvânî, Hafız Osman Ekolünü takibe başladı­
Rık’a. lar.
/. Nabatîlerin yazısından kay­ Bu arada 16. yy’da Yâkut yolunu ta-
nak lanan ve bu adla bilinen Arap yazısı kib eden Afyonkarahisarlı Ahmed de
(sonraları bütün İslâm milletleri tara­ (Ahmed-i Karahisarî: öl. 1556) bir ekol
fından müştereken kullanıldığı için da­ kurucusu sayılırsa da üslûbu yalnız öğ­
ha ziyâde İslâm yazısı adıyla anılacak­ rencileri tarafından takibedilmiş ve 17.
tır) 1O. yy’ın ortalarına kadar kullanıl­ yy’ın sonunda da ortadan kalkmıştır.
dı ve sonra yerini yavaş yavaş Aklâm-ı Bugün takip edilen ekol Hâfız Osman
sitte’ye bıraktıktan sonra yalnız süs un­ Ekolüdür. Aklâm-ı sitte hemen hemen
suru olarak zamanımıza kadar geldi. her çeşit işte kullanılmıştır.
2. Aklâm-ı sitte: Kûfî, 10. yy’da Ab- 3. Aklâm-ı sitte Celisi: Celî iri anla­
basîlerin kuvvetli vezir ve hattatların­ mına gelmektedir. Serçeparmağı geniş­
dan biri olan İbn Mukle (öl.939) tara­ liğine yakın genişlikteki yazılar için kul­
fından ıslah edilerek adına Aklâm-ı sitte lanılır (bu ölçünün dışına çıkanlar da
denilen Muhakkak, Reyhân(î), Sülüs, celî sayılır). Aklâm-ı sitte içinde 16.
Nesih (Nesh), Tevkî, Rıkâ adında, bir­ yy’dan itibaren Muhakkak ve Reyhân
birinden çok küçük ve ince farklarla ay­ tedavülden düşmeye başlamış ve Tev-
rılan altı çeşit yazı ortaya çıktı. Bunlar kî’yle Rıkâ da pek hususî gayeler için
11. yy’da gene bir Arap hattatı olan İbn kullanıldığından"bütün bunların yerini
Bevvâb (öl.l032) tarafından biraz da­ Sülüs almıştır. Bu yüzden bu bahse Sü­
ha geliştirildi. Nihayet son Abbasî ha­ lüs Celîsi de demek mümkündür.
lifesi Musta’sım’ın bazı kaynaklara gö­ Osmanlı Türkleri Aklâm-ı sitte’yi ge­
re Türk asıllı saray hattatı Yâkut (öl. liştirmek için çok uğraştılar. 16. yy’da
1299) yazıyı 13. yy’da daha önce belir­ yukarıda adı geçen Ahmed-i Karahisa-
lenmiş genel estetik kâideler içinde ken­ rî, Ceiî’de bir ekol sahibi sayılırsa da
disinin de yaptığı katkılarla evvelkiler­ üslûbu Aklâm-ı sitte’de de olduğu gibi
den daha güzel bir şekilde yazmaya mu­ yürümemiştir. Celî, bizde ancak 19.
vaffak oldu. Bu tarihten sonra artık yy’ın başında istenilen güzelliğe Mus­
hattatlara Yâkut’un eksiklerini tamam­ tafa Râkım tarafından ulaştırılmıştır.
lamaktan başka bir şey kalmıyordu. Celî, iri yazı olduğu için bilhassa tarihi
SÜSLEME VE EL SANATLARI
Tanzimat’tan Cumhuriyete Hat Sanatı

AKLAM-l SİTTE: Kuft yazının Abbasi veziri ibn Muk/e tarafından ıslah edilmesinden sonra aralarında ince farklar olan altı çeşit
yazı çıklı. Muhakkak, Reyhân(î), Sülüs, Nesih (Nesh), Tevki ve Rıkâ diye adiandm/an bu biçimler, daha sonra İbn Bevvâb gibi
Arap, Yakut gibi Türk hattatlar tarafından geliştirildi. Fatih dönemine kadar Yakut'un izinden yürüyen Türk hattatları daha sonra
değişik ekaller oluşturdu/ar. Son olarak Hafız Osman ekolünü izleyen hattatların örnekleri günümüze kadar etkisini sürdürmüştür.
Karahisarî Ahmed Şemseddin'in (ö.l556) Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi'nde bulunan Kur'an-ı Kerim 'den "Muhakkak-
Reyhanı"", serlevha.

binalarda ve levhalarda kullanılmıştır. larının yazılmasında kullanılmıştır. için Dîvânîden istifade edilerek Türk-
4. Siyiikat (Siyak): Estetik unsuru ol­ 6. Dîvânî: Selçuklular devrinde kul­ ler tarafından icad edilmiştir. İlk basit
mayan, yalnız tapu ve malî işlerde kul­ lanıldığı ifade edilen bu yazının ilk ör­ örneklerine 18. yy ortalarında rastlanan
lanılan bu yazının tarihi Emevîler dev­ neklerine Fatih devrinde rastlanır. 19. Rık’a 19. yy’da Bâbıâli kalemlerinde
rine kadar uzanmaktadır. Bugünkü bil­ yy’dan itibâren daha güzel bir üslûpta gelişmiş olup Türklerin elyaıısı hük­
gilerimize göre 19. yy’ın sonuna kadar yazılan Dîvânî, dîvanda (bakanlar ku­ mündedir.
kullanılmıştır. rulu) kullamlmak için Türkler tarafın­ Buraya kadar her biri hakkında pek
5. N esta’lıl: 14. yy’da Azerbaycan dan icad edilmiştir. Ferman ve berat­ kısa bir şekilde bilgi verdiğimiz bu ya­
taraflarında görülmeye başlayan ve ların yazılmasında da kullanılmıştır. zı çeşitlerinin 19. yy’dan itibâren nasıl
İranlılar tarafından icad edilen Nesta’- 7. Ce/î Dîvânî: Gelişmesi Kânunî bir yol takibettiğini, gene aynı sırayı
lîk, Fatih devrinde Anadolu’ya geldi. devrinde olan Celi Dîvânî de ferman ve muhafaza ederek gözden geçirelim.
Türkler 19. yy’a kadar İran Nesta’lik beratların yazılmasında bolca kullanıl­ Böylece hem her yazının gelişmesi, hem
ekolünün etkisinde kaldıktan sonra bu mıştır. 19. yy’dan itibaren çok daha gü­ de bu gelişmelerde rol oynayan ekol
yüzyılın başında Yesârîzâde Mustafa zel bir şekle girmiştir. Bu da Türk hat­ (mektep) kurucularıyla önemli sanat­
İzzet tarafından bir Türk Nesta’lîk eko­ tatlarının icadıdır. kârların katkılarını daha iyi anlamış
lü kuruldu. Bu yazı bilhassa şiir kitap­ 8. R ık ’a: Kolay ve sür’atli yazılması oluruz.
SÜSLEME VE EL SANATLARI
Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Hat Sanati

taç (1891-1982) Aklâm-ı sitte’de unu­


tulmaz simalardır. Bu hattatlar fazla
yazı dersi görmemekle beraber kendi
gayretleriyle en yüksek dereceye ulaş­
KUFİ: K üfi diye tanman mış kimselerdir.
Arap yazısı Kûfe şehrinde
geliştiği için bu adı almıştır. Hâlen Aklâm-ı sitte’de Bekir Pek-
10. yy ’a kadar ku/lam/an, ten’le, Hasan Çelebi de eski ustaları
ama bundan sonra önemini aratmayacak dereceye yükselmişlerdir.
kaybeden bu yazı yörelere Bunlardan birincisi Halim Özyazıcı’yla
göre değişik üsluplarla ya­ Hâmid Aytaç’tan, ikincisi de Hâmid
zıldığı için Doğu kûfîsi ve Aytaç’tan feyz ve icâzetnâme almıştır.
Kuzey kûfısi diye ikiye ayrı­ Halen Mimar Sinan Üniversitesi “ Ge­
lır. Anadolu’da Selçuklular leneksel Türk Sanatları Bölümü” nde
döneminden itibaren daha
az kullanılmaya başlanan ders veren M ahmut Öncü de zikre de­
bu yazı OsmanlIların ilk ğer kıymetli hattatlarımızdandır.
dönemlerinde süs unsuru
Hâfız Osman ekolüne bağlı olmakla
olarak öne çıkmış, Fatih
döneminden sonra da çok birlikte gösterdiği küçük bir üslûp far­
az kullanılmıştır. Tanzi­ kı dolayısıyla Kadıasker Mustafa İzzet
mat’tan sonra ll. Abdülha- üzerinde durulmaya değer bir başka
mid döneminde gazeteci ve hattatımızdır. Hattatlar ve musikişinas­
yazar Ebüzziya Tevfik ve lar arasında Kadıasker (Kazasker) ve­
daha sonra İsmail Hakkı ya Kazasker Efendi adıyla tanınan
Baltacıoğlu tarafından can­ Mustafa İzzet Efendi (1801-1876), Tas-
landırılmaya çalışılan bu ya’da doğmuş ve İstanbul’a geldikten
yazı günümüzde Emin Ba­
rın ’ın değişik yorumlarıyla sonra kendisini yetiştirmiş ve sanat ta­
sergilenmektedir. rihimizde hattat ve musikişinas olarak
ün yapmış ve her iki sanat kolunda da
ölmez eserler bırakmıştır. Kazasker’in
K û fi anılan ekolün kurucusu olan Hâfız Os­ kaynağı Hâfız Osman’dır. Yalnız Sü­
man (1641-1698) tarafından kemâle er­ lüs ve Nesih’de Şeyh Hamdullah ve
10. yy’ın ikinci yarısından sonra öne­ dirildiği için 19. yy’daki hattatlar bu ya­ Hâfız Osman’ın yazıları içinden be­
mini kaybetmeye başlayan Kûfi, Tür­ zıları hazır buldularsa da kılı kırk ya­ ğendiği harfleri seçip almış olduğu için,
kiye’de bir süs unsuru olmaktan ileri rarcasına hat kâidelerine uymayı ihmal bu yazıda kendi başına bir yol tutmuş
gitmedi. 16. yy’dan sonra terkedilen bu etmediler. Mesela mekteplerde yazı ho­ oldu ise de her iki yazıda son zamanla­
yazı II. Abdülhamid devrinde gazeteci calığı yapan ve II. Abdülhamid’in şeh- rında Hâfız Osman üslûbunu benimser
ve yazar Mehmed Tevfik Ebüzziya zâdelerine yazı dersi veren Şevki Efen­ di. Nesih’de en bâriz hususiyeti pek
( 1848-1923) tarafından yeniden diriltil­ di (1829-1888) Sülüs ve Nesihlerindeki keskin yazmış olmasıdır. Necmeddin
mek için büyük bir gayret sarfedilmiş- metânet ve titizliğiyle meşhurdur. Hâ- Okyay’a göre onun bilhassa 1280/
tir. Matbaasında bu yazının alfabesini fız Osman ekolünün adetâ bir kolunu 1862’den sonraki Nesihleri, kelebek
dökmüş, kitap unvanlarını bununla meydana getiren hattatın, bilhassa son uçuşlarını andıran bir görünüş ve zerâ-
basmış, ayrıca Yıldız Câmii’nin kuşak 10 yılı sanat hayatının en parlak dev­ fete sahiptir. Celî Sülüste de ilerde bah­
yazısını da yazarak süslü Kûfinin gü­ residir. sedeceğimiz Mahmud Celâleddin’le
zel bir örneğini vermiştir. Mustafa Râkım arasında bir şiveye sa­
20. yy’ın başlarında İsmail Hakkı Yetişen birçok hattat arasında isim hip oldu. Hatta yazısının bu değişik gö­
Baltacıoğlu da Kûfi’yle uğraşmıştır. İs­ yapanların başında 20. yy’ın ilk yarısı­ rünüşlerinden dolayı, onu bir ekol ku­
tanbul’da Ç apa’da Yüksek Öğretmen na kadar yaşayan Kâmil Akdik (Hacı rucusu telâkki edenler olmuştur. Bil­
Okulu’nun cephesindeki 1329/1905 ta­ Kfunil Efendi: 1862-1941) gelir. Ona 20. hassa Sülüs ve Celi Sülüs’teki bu deği­
rihli “ Dârü’l-muallimâti’l-âliye” ibâre- yy’ın Hâfız Osman’ı gözüyle bakabili­ şik üslûbun meydana gelmesinde biraz
si süslü Kûfi’yle kendisi tarafından ya­ riz. Sultan Reşad (V. Mehmed) tarafın­ da Padişah Abdülmecid’in rolü vardır.
zılmıştır. dan 1333/1915’te reisü’l-hattatîn unva­ Şöyle ki: Abdülmecid Sülüs’le Celî Sü-
Devrimizde Prof. Emin Barın 1960’- nı verilen üstad, ayrıca Şeyh Hamdul­ lüs’ü Tâhir Efendi’den yazmış ve öğ­
lardan sonra bu yazıyla alâkadar olma­ lah’la Hâfız Osman’ı taklit ederek yaz­ renmiş olduğu için dolayısıyla onun ho­
ya başladı. Sanatkâr ruhunun verdiği dığı yazılarıyla da kudretini ispat etmiş­ cası olan Mahmud Celâleddin’in yolu­
ilhamla Kûfi’ye yeni bir anlayış getire­ tir. nu benimsernişti. Bu yüzden Tahir
rek sayısız güzel örnekler ortaya koy­ 20. yy’da ayrıca Neyzen Emin Efen­ Efendi’nin vefatından sonra kendisine
du ve 20. yy’da Kûfi’yi gerçeküstü bir di (Mehmed Emin: 1884-1945), Mâcit yazı dersi veren Kazasker’e, Mahmud
anlayış ve yorumla sergiledi. Ayral (1891-1961) Güzel Sanatlar Aka- Celâleddin üslûbunda yazmasını emret­
demisi’nde yıllarca yazı hocalığı yapan mişti. Bu yüzden Kazasker’in bu dev­
A k lâ m -ı S itte
Halim Özyazıcı (1898-1964) ve onun reye ait yazılarında Mahmud Celâled-
Aklâm-ı sitte 17. yy’da kendi adıyla Rık’a yazısında hocası olan Hâmid Ay­ din tesiri görülür. Fakat Padişah ’ın ve­
SÜSLEME VE EL SANATLARI
'e H a t S a n a tı
T a n z im a t 'tan C u m h u r iy e t

fatından sonra klasik yola dönmeye


başlamıştır. Etrafında toplananlar, yani
kendisinden yazı yazanlar veya o yolu
benimseyenler onun etkisinde kalmış­
lar ve böylece ortaya adetâ yeni bir ya­
zı üslûbu çıkmış ise de hakikatte Kazas-
ker’in üslûbu, Hâfız Osman ekolüne
dayanmaktadır.
Kazasker’in yolunu benimseyenler
çoktur. Bunlar içinde Abdullah Zühdî
Efendi (öl. 1879), Şefik Bey (Mehmed
Şefik Bey: 1819-İ880) gelir. Ayrıca bil­
hassa Celî Sülüs’le şöhret yapan Alâ-
eddin Bey (1844-1887), yazdığı Kur’an’-
larıyla isim yapan fakat yazılarında sert
bir görünüş olan Osman Efendi (Kayış-
zâde Hâfız Osman Nûri Efendi:
öl.1894), zamanının reisü’l-hattatîni
olan ve Sülüs’le Nesih’te Kazaskerden
ziyâde Hafız Osman’a yakın bulunan
Muhsinzâde Abdullah Bey (Muhsinzâ-
de Abdullah Harndi Bey: 1832-1899),
Hasan Rıza Efendi (1849-1920) ve Ha­
cı Nuri Bey (Mehmed Nûri Efendi:
1868-1 951) en mühimleridir. Bunlardan
başka Vahdeti Efendi (1833-1871),
Mehmet Hilmi Efendi (öl. 1900), Çır-
çırlı adıyla maruf Haydarlı Ali Efendi
(Mehmed Ali Efendi: öl. 1903), Hâfız
Hasan Sırrı Efendi (1836-1907), Hafız
Hasan Tahsin Efendi (1851-1916), İl­
mî Efendi (Mehmet İlmi Efendi: 1839­
1924) de bu yolun fazla isim yapmayan
hattatları arasında yer alır.

C e li A k lâ m - ı S itte
Daha önce de belirttiğimiz gibi 16.
yy' dan itibaren Muhakkak’la onun kü­
çük yazılan şekli olan Reyhân (Reyhâ-
nî) tedâvülden düştü ve yerini Sülüs ve
Nesih’e bıraktı. Tevkî’yle onun küçük
şekli olan Rıkâ da vakıf ve icâzetnâme-
ler gibi mahdut bir sahada kullanılmak­
ta devam etti. Fakat Sülüs ve Nesih her
zaman, her yerde bolca kullanıldığı için
Celi sözü, Celî Sülüs anlamına gelme­
ye başladı. Yani biz burada Cclî Sülüs’-
ten bahsetmek mecburiyetinde kalmak­
la birlikte, Sülüs ve Nesih yazılarını bi­
len bir hattat diğer dört yazı çeşidini de
kolaylıkla yazacağı için, zihinleri karış­
tırmamak düşüncesiyle bu satırların
başlığını eski geleneği uyarak Celi
Aklâm-ı Sitte şeklinde koymayı daha HAFIZ OSMAN’IN İZLEYİCİLERİ: II. Abdülhamid’ın şehzadelerine yazı dersi veren
uygun bulduk. Bu terim bugün de aynı Şevki Efendi, Hafız Osman ekolünün ünlü bir izleyicisidir. Özellikle sülüs ve
nesihlerindeki titizliği ve metanetiyle isim yapan Şevki Efendi’nin yanısıra Hafız Osman
şekilde kullanılmaktadır. Sülüs’le Celi ekolünden bazı küçük üslup farklarıyla ayrılan Kazasker Mustafa izzet Efendi’nin
S ülüs’ün h arfleri arasında şekil nesihdeki en önemli özelliği keskinliği ve görüşteki zerafetidir. Mehmet Şevki Efendi’nin
bakımından hiçbir fark yoktur. Bütün Celi Sülüs levhası (üstte), Kazasker Mustafa Efendi’nin Celi Sülüs ‘le yazılmış bir
fark bünyelerinin teşekküllerinde yani levhası (altta).
İstiftedir (kompozisyon).
1524
SÜSLEME VE EL SANATLARI
Tanzimat’tan C u m huriyet' H at Sanatı

CELÎ AKLAM-ISİTTE: Levhalarda


kullanılan ama esas gelişmesini mimari
yapılarda gözlediğimiz Celi yazıda iki
temel ekol vardır. Bunlardan biri Celi
yazıya olgunluk getiren, harflerdeki
ölçüleri iyi kullanan, belirli bir ahenk
tutturarak, sarkıklığı ortadan kaldıran
Mustafa Rakım ekolüdür. Bu ekol içinde
yetişen Sami Efendi, Mustafa Rakım 'ın
eksiklerini tamamlamış, birçok çağdaş
hallata ilham kaynağı olmuştur. Bunun
yanısıra Hamid Aytaç da son dönemde
öne çıkan, her çeşit yazıyla birlikte
Celî’de de isim yapmış son
hattatlarımızdandır. Bu türün ikinci
ekolün öncüsü Mahmud Celâleddin ise
yazılarındaki küllük ve yalnızlıkla
kendini gösterir. Mustafa Rakım
Efendi'nin Müteselsil Sülüs Meşk kıtası
(karşı sayfada), Mahmud Celâleddin 'in
Celi Sülüs levhası (sağda).

Ceü, levhalarda kullanılmakla birlik­ yaptı ve Şehzâde II. Mahmud’a yazı öğ­ olan Sami Efendi (1838-1912) ise ade­
te yaşama ve gelişme sahasını daha zi­ retti. Yazı tarihimizdeki yerinin önemi­ tâ Mustafa Râkım’ın eksiklerini ta­
yade mimarî yapılarda bulmuştur. ni anlamak için onun sanatını üç ba­ mamlamış ve onun mektebinin bir ko­
Celî Aklilm-ı Sitte kemâle erinceye kımdan mütalaa etmek gereklidir: Bi­ lunu meydana getirmiştir. Sâmi Efen-
kadar hattatları bir hayli yordu. Os­ rincisi Celî’yi keşmekeşlikten kurtar­ di’nin bütün çağdaş hattatlara ilham
manlıların kuruluş tarihi olan 1299 ile mış, harflerde ideal ölçüleri ve istikra­ veren şaheserlerinden biri İstanbul Ye-
Il. Mahmud (saltanatı: 1808-1839) dev­ rı temin etmiştir. İkinci mahâreti, Ce- nicamiinin arkasındaki çeşmenin tamir
ri arasında geçen beşyüz yıl içinde ye­ lî’de istif (kompozisyon) güzelliğini te­ tarihini ihtiva eden kitabesi görülmeye
tişen usta hattatlardan Ali b. Yahya es- min etmesi ve ona bir ahenk getirmesi değer eserlerinden biridir.
Süfi, Ahmed Karahisarî, Hasan Çele­ olduğu gibi üçüncüsü de Osmanlı tuğ­ Bu ekolün zikre lâyık hattatlarından
bi ve Kâsım Gubârî’nin elinde azamet­ rasına şekil vererek onu hantal ve sar­ biri de Nazif Bey’dir (1846-1913) ki ho­
li; Tekneci-zâde İbrâhim’le Mustafa b. kık bir durumdan kurtarıp canlılık ka­ cası Sami Efendi onun için “ Allah Na­
Süleyman’ın elinde tatlı; Mehmed Bur- zandırmasıdır. Bu yüzden bu yenilikle­ zif’i yazı yazmak için yaratmıştır” de­
sevl ve Beşir Ağa’nın yazılarında da cid­ ri, inkılâp kelimesiyle ifade etmek ye­ miştir. Ömer Vasfi (1880-1928) adlı hat­
dî bir görünüş kazanan Celî yazı, ge­ rinde olur inancındayız. Kendisi tara­ tatımız ise Celî’de aşağı yukarı Sâmi
çirdiği bu dalgalanmaların sonunda fından yazılan İstanbul’daki Nusretiye Efendi’ye eş olacak derecede bir usta­
Mustafa Râkım adındaki büyük üstâ- Camii’nin kuşak yazısı, hattatların da­ lığa ulaştı. Bunlardan başka Mısır kralı
dm elinde duruldu, istikrara kavuştu. ima ilham alacakları ölmez eserlerinden Fuad’ın daveti üzerine oraya giden Aziz
Her bakımdan Türk zevkine uygun bir biridir. Biraz sonra bahsedeceğimiz di­ Efendi (Şeyh Aziz Efendi: 1871-1934)
şekilde meydana çıkan Mustafa Râkım ğer Celî yazı ekolü hiçbir zaman onun ise Türkiye’den ziyade Mısır’da şöhret
Mektebi bütün hattatların takibettikleri sanatı karşısında uzun müddet dayana­ sahibi oldu ve orada birçok talebe ye­
bir yol, bir üslup haline geldi. mamış ve yerini onun ekolüne terket- tiştirdi.
Celî’de bu devirde iki ana ekol var­ miştir. Bugün de Türk hattatları onun Daha fazla Sülüs ve Nesih’le meşgul
dır. Bunlardan birincisi Mustafa Râkım yolunda yürümektedirler. olduğunu söylediğimiz Kâmil Akdik
ekolü, diğeri de Mahmud Celâleddin Bu ekolü takip edenlerin başında II. (Hacı Kâmil Efendi: 1862-1914) de Ce-
ekolüdür. İkincisinin ömrü yarım asır Mahmud gelir. Eserlerinden bazısı ca­ lî’de usta bir hattattı. Yazılarının bir
kadar sürmüş fakat Mustafa Râkım’- milerde ve Topkapı Sarayı Müzesi’nde- kısmı Mrsır’da bulunmaktadır. Talebe­
ın kurduğu ekol ise zamanımıza kadar dir. Ayrıca Nusretiye Camii’nin dışın­ lerinden olan Tuğrakeş İsmail Hakkı
gelmiştir. daki Celî yazıları yazan Hâşim Efendi Altunbezer (1869-1946) ise Sami Efen-
(Mehmed Hâşim Efendi: öl. 1845) ta­ di’den istifade etmiş ve tabiatındaki ka­
lebelerinden Mehmed Râkım (İkinci biliyet sayesinde Celî’de, kimsenin ha­
Mustafa Râkım Ekolü Râkım veya Küçük Râkım: öl. 1865?) tır ve hayaline gelmeyecek istifleriyle
Celî’ye olgunluk kazandıı an Musta­ ve Çarşambalı H acı A rif Bey’le (öl. şöhret sahibi olmuştur.
fa Râkım (1757-1826), Ünyeli olup tah­ 1892) Süleymaniye Camii’nin kubbe Önceleri Kadıasker Mustafa İzzet
sil için geldiği İstanbul’da yetişti. Ya­ yazısıyla Bursa’da Ulucamiin harab Mektebi yolunda yürüyen fakat sonra­
zıyı Küçük Derviş Ali’yle kendi ağabe- olan yazılarını yazan Abdülfettâh Efen­ ları vazgeçen Tuğrakeş’in talebelerin­
yisi İsmail Zühdî’den öğrendi ve Celî’- di (1825-1896) isim yapmış hattatları- den Macit Ayral (1891-1961) bir müd­
de Osmanlı Türk hattatlarının en bü­ mızdandır. det Bağdad Güzel Sanatlar Okulu’nda
yük sanatkârı oldu. Aynı zamanda res­ 19. yy’ın ortalarında yetişen ve 20. yazı hocalığında bulunmak suretiyle
sam olan hattat, III. Selim’in resmini yy’daki hattatların da yetişmesinde rolü Türkiye’nin halen İslâm âleminde ön-
SÜSLEME VE EL SANATLARI 1525
Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Hat Sanatı

bu ise muvakkat bir çeşni ve renk ola­


rak yazı tarihimizde yer kazanmıştır.
Aklâm-ı sitte’de gelişen yazı mektep­
lerinden bahsederken temas ettiğimiz
Kadıasker Mustafa İzzet, bazılarına gö­
re gösterdiği çok küçük bir şîve farkı
dolayısıyla bir mektep kurucusu telak­
ki edilir. O, Mahmud Celâleddin’in
1845’te vefat eden çıraklarından biri
olan Tahir Efendi’den sonra Sultan
Abdülmecid’e hoca olunca daha önce­
leri Hafız Osman ve Mustafa Râkım
yolunda olmasına rağmen Padişah’ın
alışmış olduğu Mahmud Celâleddin üs­
lûbunda yazmasını istemesi üzerine o
üslûbu benimsemeye başlayınca yazıla­
rında Mahmud Celâleddin rengi belir­
di. Her ne kadar Abdülmecid’in
1861’de ölümünden sonra Mustafa Râ­
kım ekolüne dönmüşse de bunda tam
muvaffak olamamıştır. Bu yüzden Ce-
cülük edecek hattatlar yetiştirdiğini gös­ yazıda ise Hafız Osman yolundadır). lî yazılarında Mahmud Celâleddin’le
termiştir. Devrimizde yazı tarihini en iyi bilen üs- Mustafa Râkım tesirleri bir arada gö­
Türkiye’ninbirçok camilerinin kuşak tad Necmeddin Okyay’a göre eğer rülür. Sanatkâr, yazı tarihimizde bu
yazılarını yazmak şerefine eren İstan­ Mahmud Celileddin, imkânı olsaydı da yüzden ayrı bir zevkin öncüsü olmuş­
bul Güzel Sanatlar Akademisi’nde son Sülüs’te Hafız Osman ve Celî’de de tur. En mühim eserleri Ayasofya mü­
yazı hocası olan Halim Özyazıcı (1898­ Mustafa Râlarn üslübunu takibedebil- zesinde bulunmaktadır. Bunlar Allah,
1964) da bir evvelki hattat gibi az hoca seydi bu iki sanatkiinn hat tarihinde ad­ Muhammed,Dört İslâm halifesiyle Ha-
görmüş kimselerden olmasına rağmen ları bile anılmazdı. Şüphe yok ki kud­ san ve Hüseyin’in isimlerini taşıyan se­
bütün yazıları fevkalâde güzel ve seri retli bir ele sahip olan Mahmud Celâ- kiz adet levhadır. Harflerinin genişliği
olarak yazmak kabiliyetine sahipti. Ay­ leddin, yazılarında görülen kütlük, hu- 35 cm olan levhaların çapları da takri­
rıca Türkiye’nin medârı iftiharı oldu­ şûnet, yalnızlık ve azametle dikkati çe­ ben 7,5 m’dir ki bu ölçülere nazaran İs­
ğu kadar, bütün İslâm âlemi tarafından ker. Tabiatındaki gurur ve diğer usta­ lâm dünyasının en büyük levhaları ol­
da tanınan ve oralarda talebeleri bulu­ ların kendine yazı göstermemesinden mak lazım gelir. Bu levhaların azameti
nan, her çeşit yazıda usta olan Harnit dolayı ruhunda meydana gelen yalnız­ Amerikalı müsteşrik Witimor’un Aya-
Aytaç (öl. 1982) da diğerleri gibi de­ lık adetâ yazılarına aksetmiştir. sofya’da yaptığı mozayik araştırmala­
vamlı olarak yazı dersi almadan sırf Hemen her yerde yazılarına rastlanan rı sırasında yere indirilince anlaşılmış ve
şahsî kabiliyeti sayesinde yetişmiştir. bu hattatın yolunda yürüyenler azdır. hiçbir kapıdan geçmediği görülerek tek­
Kendisi Mustafa Râkım Mektebi’nin Bunların başında karısı Esma İbret (do­ rar yerine asılmasına karar verilmiştir.
son en büyük temsilcisiydi. Talebelerin­ ğumu 1780) gelir. İkinci derecede bir Nûr Sûresi’nden bir parçayı ihtiva eden
den Bekir Pekten ve Hasan Çelebi par­ hattat olmakla beraber güzel yazılan da Camiin kubbe yazısı da onundur.
lak bir gelecek vâdeden yazılarıyla dik­ olan Sultan Abdiilmecid de (saltanatı Yazılarında Mustafa Râkım çeşnisi
kati çekenler arasında bulunmaktadır­ 1839-1861) Mahmud Celâleddin’in çı­ de sezilen Vahdetî, Medine’de ve Mı­
lar. Devrimizin diğer bir sanatkârı da rağı Tahir Efendi’den (öl. 1846) yazı sır’daki yapılarda eserleri bulunan fa­
Mahmut Öncü’dür. Halen Mimar Si­ yazmıştır. Yukarıdakilerle birlikte ha­ kat istife fazla riayet etmediği için ya­
nan Üniversitesi’nde yazı dersleri veren yatı hakkında fazla bilgimiz olmayan zılarının okunınası zor olan Abdullah
hattat, A nkara’daki Kocatepe Camii’- ve rivayete göre son derece mağrur bir Zühdî, İstanbul Üniversitesi’nin Baye-
nin yazılarını yazmıştır. kimse olan Çukurcumalı Mahmud Ce- zid Camii tarafındaki kapısının üstün­
mâleddin gibi malıdut birkaç kişi tara­ deki yazının sahibi olup son zamanla­
Mahmud Ceiâleddin Ekolü fından takip edilen bu mektebin ömrü rında Mustafa Râkım üslûbuna dönen
Mağrur, baş eğmez, inatçı bir kimse uzun sürmemiştir. Bir aralık Kadıasker Şefik Bey’le öğrencisi Alaeddin Bey ve
olduğu için hattatların kendisine yazı Mustafa İzzet Efendi de bu üslûbu ta­ Kadıasker üslûbuna dahil olmaklabera-
göstermediği Mahmud Celâleddin (öl. kip etmişse de sonradan vazgeçmiştir. ber Mustafa Râkım yolunu benimsemiş
1837), eskilerin ve aynı zamanda çağ­ Mahmud Celileddin mektebi, temsilci­ fakat tam muvaffak olamamış olan
daşı Mustafa Râkım ’ın yazılarına ba­ lerinin ölümünden sonra ortadan kalk­ Muhsinzâde Abdullah’la Haydarlı Ali
karak kendisini yetiştirmiş ve yazılma­ mış ve yerini yürümekte olan Mustafa Efendi, Hasan Rıza Efendi ve Hacı Nu­
sı zor olan Celî’de kendine has bir üs- Râkım mektebine bırakmıştır. Anlaşıl­ ri Efendi de tanınmış hattatlarımızdan-
lüp, daha doğrusu bir mektep meyda­ dığına göre hattatlar, tabiatinde daha dır.
na getirmiştir. Hakikatte o, Celî’yi ziyade tatlılık ve yumuşaklık hâkim bu­ Yukardaki bilgilerden anlaşıldığına
Mustafa Râkım gibi yazamayınca ya­ lunan Mustafa Râkım mektebini tercih göre bu yolun temsilcilerinin hemen
zısı ayrı bir istikamete sapmıştır (nesih etmişler; Mahmud Celâleddin’in üslü- hepsinin Celî’yle meşgul oduğunu ve
1526 SÜSLEME VE EL SANATLARI
'e H a t S a n a tı
T a n z im a t 'la n C u m h u r iy e t

NESTA 'LİK: Aklâm-ı


Sitte’den sonra ikinci
önemli yazı olan Nesta’lik
yanlışlıkla Ta'lik diye
bilinir. Bu yazının 15. yy
başlarında Anadolu’da
kullanılmaya başlandığı
bilinmektedir. Bizde İran
etkisinden gelen bu yazının
en önemli temsilcisi olan
Yesarî Mehmed Esad’ın
oğlu Mehmed Mustafa
tzzed babasından en güzel
harfleri alarak kendi adıyla
anlan ekalün kurucusu
oldu. Öte yandan Sami
Efendi'nin yetiştirdiği
Necmeddin Okyay da son
dönemin tanınmış
Nesta 'likçilerindendir.
Yesarizade Mehmed tzzet'in
Nesta’lik bir levhası (solda),
Sami Elendi (karşıda).

bazılarının sonradan Mustafa Râkım Umum Müdürlüğü’nde “ Fatih dosya­ hitinin İran kültürüyle yakın münase­
ekolünü benimsediklerini görüyoruz. sı” içinde bulunmaktadır. Bu yazı beti, bu yazının Osmanlı ülkesinde kı­
Önce de bahsedildiği gibi Kadıasker de 1295/1878 tarihine kadar Tapu İdâre- sa zamanda tanınmasına vesile oldu.
sanat hayatının son yıllarında Musta­ si’nde kayıtlarda kullanılmıştır. Bugünkü bilgilerimize göre Nesta’likle
fa Râkım’ın sanat görüşünü benimse­ yazılmış eseriere Fatih devrinde rastlan-
mişti. Bu yüzden sanat hayatındaki bu N e s t a ’l i k maktadır.
değişik devreleri dolayısıyla Kadıasker’i Bizde yanlışlıkla T a’lik adı altında Türkiye’de İran etkisinde gelişen
benimseyen hattatları bir yere kadar (Ta’lik, Nesta’lik’in iptidaî şeklidir) Nesta’lik’in en son ve en kudretli tem­
Mustafa Râkım üslübunun da temsil­ kullanılan Nesta’lik, Aklâm-ı sitte’den silcisi Yesari’dir (Yesari Mehmed Es’-
cisi saymak mümkünse de bu hususta sonra ikinci önemli yazıdır. Türkiye’­ ad: öl. 1789). Anadan doğma çolak ve
karar verirken sanatkârların yazıyla uğ­ de Nesta’liki iki devreye ayırıp tedkik solak olan hattatın ilk yazıları aynen
raştıkları seneleri de gözönünde bulun­ etmek gerekir. Biz birinci devreye Nes- İran uslubundayken, daha sonraki ya­
durmak lazım gelir. ta ’lik’te İran ekolünün etkisi (1400­ zılarında harfleri büyükçe yazdığı gö­
1800); ikinci devreye de Türk Nesta’- rülür. Bu değişik tarzdaki yazılarıyla,
S i y â k â t ( S iy â k ) lik’i devresi (1800 ve sonrası) adını ve­ yani gâh harfleri küçültmek ve gâh bü­
Sanat yazısı olmaktan ziyade maliye, riyoruz. yültmek suretiyle adeta yeni bir üslüp
tapu ve evkâfa ait işlerde ve bunlara ait Nesta’lik’in bütün hususiyetleriyle arıyor gibidır. Ömrünün son yıllarında
vesikaların yazılmasında kullanılan bu meydana çıkmaya başladığı 15. yy’ın harfleri tekrar küçülten Yesarî’nin ya­
yazının harfleri teker teker yazıldığı za­ başlarında A nadolu’da kullanılmasa zılarında tam bir insicam sezilir. Bunun
man kolaylıkla seçilebilirse de bu harf­ dahi bilindiğini kabul etmek gerekir. en güzel örneği Üsküdar’da Selim Ağa
ler biraraya gelip kelime şekline dönün­ Zira Doğu Anadolu’daki ilim ve sanat Kütüphanesi’nin üstünde kendisi tara­
ce okunması zorlaşır. Siyâkâtın kolay muhitlerinin bu yazıyı Batı Anadolu’­ fından yazılan kitabed.ir. 1196/ 1782 ta­
okunanı olduğu gibi, ancak mütehas­ ya nisbetle daha önce öğrendiğinde şüp­ rihini taşıyan bu kitabenin yazıları, son­
sıslarınca okunabilen cinsi de vardır. he yoktur. Bu yüzden dolayı 1400 tari­ radan oğlu Yesarî-zâde Mustafa İzzet
Noktalı ve noktasız olarak iki şekilde hini evvele ve sonraya şâmil olmak üze­ tarafından geliştirilecek olan Türk Nes-
kullanılmış olan Siyâkât’ın tarihi pek re bir başlangıç olarak kabul etmek la­ ta ’lîkini müjdelemektedir.
gerilere gitmektedir. Bize kadar ulaşmış zım gelir. Yamıa es{'rierin elden ele do­ 19. yy’ın başları Türk yazı tarihi ba­
en eski örnekleri Fâtih devrine aittir. laşması, alınıp satılması, istinsahı ve kımından önemli bir dönüm noktasıdır.
Bunlar bugün Başbakanlık Arşiv dolayısıyla Türk ilim ve edebiyat mu­ Celî Aklâm-ı sitte bu yüzyılın başların-
SÜSLEME VE EL SANATLARI
Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Hat Sanatı

Türk Nesta'lîk ekolü veya Yesarîzâde böyle kat'î kaideler yoktur. Bundan
Mustafa İzzet ekolü çıkmış oldu. Birin­ başka İran üslûbunda sıkışık bir görü­
ci ifade geniş manada kullanılmalıdır. nüşe mukabil bizimkinde bariz bir fe­
Fakat kendi hat tarihimizden bahseder­ rahlık vardır.
ken ikinci ifadeyi kullanmamız daha
doğru olur. Bu yazıda Türk ekolü ku­ Bu mektebin ilk temsilcilerinden olan
rulup millî zevk hâkim olduktan sonra Kıbrısîzâde İsmail Hakkı (1785-1862)
hattatlar artık İran'ın büyük ustası ve Ali Haydar Bey (1802-1870), meşhur
İmâd'ın yolunu terkettiler ve Yesârîzâ- Kadıasker Mustafa İzzet (1801-1876),
de'nin ekolünü takibe koyuldular. Çarşambalı Hacı Arif Bey (öl. 1892) ve
İstanbul'da doğan san'atkâr (öl. Abdülfettah'tan (1815-1896) sonra en
1849) hattatlar arasında genellikle Ye- önemli san'atkâr adetâ Yesârîzâde eko­
sârîzâde lakabıyla anılır. İlk devresin­ lünün bir kolunu kuran ve onun eksik­
de aynen babası yolunda yürüyen san'­ lerini tamamlayan Sâmi Efendi'dir
atkâr o derece kudretli bir ele sahipti (1837-1912). Büyük hattatlardan Nazif
ki bazıları yazıyı babasından çalıyor (1846-1913), Ömer Vasfi (Hatib Ömer
demişlerdir. Yesârîzâde, babasının Vasfi: 1880-1928), Aziz (1871-1934),
1213/1798'de ölümünden sonra 1215/ Hulûsî (Mehmed Hulûsî: 1869-1940) ve
1800'de kendi üslûbunu ortaya koyma­ Necmeddin Okyay'ı (1883-1976) bu Sâ­
ya başladı. Yani babasının yazılarında­ mi Efendi yetiştirmiştir. Öğrencileri
ki harflerin en güzellerini seçerek ken­ arasında kendisini en iyi temsil eden
di adıyla anılan mektebin kurucusu ol­ Necmeddin Okyay aynı zamanda İslâm
du. Hattatın en güzel devresi 1260/ yazılarının en büyük mütehassısıydı.
1844'den sonraki tarihlere aittir. II. Herhangi bir yazıyı altında imzası ol­
Mahmud devrinde yapılmış olan tarihi masa da hangi devre ve kime ait oldu­
binaların üstündeki yazıların çoğu ğunu kolaylıkla anlayabiliyordu. Yetiş­
onundur (İstanbul'da Nusretiye camii tirdiği talebeleri şunlardır: Ali Alpars­
sebili ile Bâbıâli ve II. Mahmud türbe­ lan; Ecz. Uğur Derman; Dr. Opr. Sadi
sinin üstündeki kitâbeler gibi).. Belger (öl. 1976); Bekir Pekten.
İran Nesta'lîki ile Türk Nesta'lîki Ayrıca Halim Özyazıcı (öl. 1964) ve
arasındaki farkları şöylece hülâsa ede­ Hâmid Aytaç (öl. 1982) bu yazıda ho­
biliriz: Türk Nesta'lîki İraıu'nkine nis- ca yüzü görmeyen ve kendi kendine ye­
da kemâle erdiği gibi Nesta'lîk de İran betle kat'î kaidelere sahiptir. Ayrıca di­ tişen büyük ustalarımızdandır. Bundan
etkisinden kurtularak bu yüzyılın başın­ key harfleri daha uzunca, sin, şın, sad, başka Hulûsî'nin talebesi olan Kemal
da bir Türk üslûbuna büründü; milli bir dad, kaf ve nun gibi harflerin içieri da­ Batanay da (öl. 1981) tanınmış Nesta'-
karakter kazandı ve böylece ortaya bir ha genişçedir. Halbuki İran yazısında likçilerdendi.

DİVANÎ: Divan’da kullanılan bir yazı olan Divanî’nin Türkler tarafından geliştirildiği muhtemeldir. Önce çok açık bir biçimde
yazılan bu yazı daha sonra gelişerek daha karmaşık bir durum almış, kendine has harfleri ve birleşme biçimleriyle tanınmıştır.
Herkes tarafından okunması mümkün olmayan ferman, berat ve emirnamelerin yazımında kullanılmıştır. Mehmed İzzet Efendi’nin
Divanî yazı örneği.
1528
SÜSLEME VE EL SANATLARI
Tanzimat’tan Cum huriyete H at Sanatı

CELİ DÎVANÎ: Divanî yazının büyüğü anlamına gelen, daha geniş bir kalemle yazılan, süslü ve satır aralarında boşluk
bırakılmayan bir yazı türüdür. En güzel örneklerine 19. yy’da rastladığımız Celi Divanî de ferman ve heratların yazımında
kullanılmıştır. Bu yazının en büyük ismi Maliye ve Evkaf Nezaretlerinde çalışmış Ebubekir Mümtaz Efendi’dir. Mehmed İzzet
Efendinin Celf Divanî yazı örneği.

D iv a n i sında kullamlmaktaydı. Bu önemli ya­ bi ne zaman ve kimin tarafından icad


zılarda da gizlilik esastı. Nitekim Dîvâ- edildiğini bilmediğimiz Celî Dîvânî de
Dîvfu1î dîvana mensup demektir. Bu n î’nin kendine has harfleri ve birleşik en güzel şekline 19. yy’da kavuşmuştur.
adı neden aldığını anlamak için bu adın şekilleri vardı. Herkes tarafından okun­ Resmî evraka imza atmak âdeti ol­
verilmesine sebep olan tarihi çevreyi dü­ ması ve yazılması mümkün değildi. En madığı için Dîvân-ı Humâyun’dan çı­
şünmek lâzımdır. Bilindiği gibi devle­ güzel şekline 19. yy’da Bâbıâli kalem­ kan evrakın kimler tarafından yazıldı­
tin resmi kararları, bugünkü “ Bakan­ lerinde ulaşan Dîvânî’nin süratle yazı­ ğını bilmek mümkün değildir. Yalnız
lar Kurulu” makamında olan Dîvan’- lan ve okunınası çok zor olan şekline son yüzyılda kâğıdın arkasında yazıyı
dan geçerdi. Burada yazılan ferman, Dîvânî kırması adı verilir. Yazı müsved­ yazanların imzaları bulunduğundan on­
menşur, berat ve tâyinleri bildiren res­ delerinde kullanılan bu tür Dîvanî cid­ ların hattatlarını bilmek mümkün ol­
mî yazılar padişahın iradesiyle olurdu. di yazılarda yâni emirnâmelerde değil maktadır. Bu iki yazı birbirine çok ya­
Bu tip yazıların üstünde padişahın im­ de Dîvan’da alınan kararların yazıldı­ kın bir benzerlik gösterdiğinden birini
zası demek olan tuğrası da bulunurdu. ğı defterlerde (mühimme defterleri) kul­ yazan öbürünü de yazardı. Biz burada
Bu durumda, Dîvanî yazının, devletin lanılmıştır. 19. yy’dan itibaren yetişmiş olan önemli
kararları ve padişahın iradelerini yaz­ bazı hattatlara kısaca temas etmekle ye­
mak için kullanılan bir yazı olduğu an­ C e lî D îv a n î tineceğiz.
laşılmaktadır. İsminden de anlaşılacağı gibi bu ya­ Bu yazılarda büyük ustalardan biri,
Biz Dîvânî’nin 18. yy’lara kadar zı Dîvânî’nin irisi manasına gelirse de Maliye ve Evkaf Nezâretinde çalışan
İran’da bolca kullanılan ve adına T a’- her ikisi arasında farklar vardır. Yani yüksek memurlardan biri olan Mümtaz
lik denilen yazıdan alınan ilhamla Celî Dîvânî, Dîvânî’nin iri olarak ya­ Efendi (1810-1871) adıyla meşhur olan
Türkler tarafından icad edildiğine ka­ zılan şekli olmayıp aralarındaki fark­ Ebubekir Mümtaz Efendi’dir. Yazıyı
niiz. Zira her ikisi arasında şekil ve bir­ lar şunlardır: Bu yazı Dîvânî’ye nisbetle kimden öğrendiğini bilmediğimiz sanat­
leşme bakımından büyük bir benzerlik daha geniş bir kalemle yazılır, harfleri kârın en meşhur talebesi Nâsıh Efen­
vardır. Fatih’ten önceki devre ait ka­ ve şekilleri daha farklı ve süslüdür. Üs­ di’dir (1813-1884). Daha önce bahset­
yıtlar mevcut olmadığından bu yazının telik, istifli yazıldığından harfler birbir­ tiğimiz Şefik Bey (1819-1880) ise Celî
meydana çıkış tarihi hakkında bir şey lerini keser, birbirlerinin üstüne oturur. Dîvânî’nin azametli görünüşünden is­
söylemek mümkün olamamaktadır. Fa­ İstif icabı satır içinde boşluk bırakılma- tifadeyle bazen onu stilize ederek gü­
tih devrinden kalmış olan Dîvânî yazı­ masına dikkat edilir. Bu yüzden harf­ zel levhalar yazmıştır. Bunlardan baş­
lara Topkapı Sarayı ve Başbakanlık ar­ ler bazen daha küçük yazılabilir. Sü- ka daha birçok kimse bu yazıyı yazmış­
şivlerinde ve diğer memleketlerin kü­ lüs’te kullanılan harekeler aynen bu ya­ sa da en tamnmış olanları, Dîvân-ı Hü­
tüphanelerinde ve arşivlerinde rastlan- zıda kullanılır ve boş yerler kalırsa bu­ mâyûn Mühimme Kaleminde müdür­
maktadır. raları süs işaretleri ve noktalarla doldu­ lük yapan Ferid Bey (doğumu: 1858) ve
Bu yazının ilk örneklerinden anlaşıl­ rulur. Nâsıh Efendi’nin en tanınmış talebesi
dığına göre önceleri açık seçik bir tarz­ Celî Dîvânî, ferman ve beratların ya­ olup daha önce de adı geçen Sâmi Efen­
da yazılırken zamanla biraz daha inki­ zılmasında kullanılmıştır. Bazen biri al­ di ve onun da öğrencilerinden olan Kâ­
şaf ederek, fakat daha komplike bir du­ tın, biri siyah mürekkeple (bazen kır­ mil Akdik ile Tuğrakeş İsmail Hakkı
ruma girmiştir ki, bu da onun için ta­ mızı ve siyah mürekkeple) yazılan sa­ Altunbezer’dir. Ayrıca Hâmid Aytaç ve
bii görülmektedir. Zira bu yazı, ferman tırların sonu daima Dîvânî’de olduğu Halim Özyazıcı da bu yazıyı güzel ya­
ve berat gibi mühim emirlerin yazılma­ gibi yukarıya doğru kalkar. Dîvânî gi­ zan sanatkârlarımızdandı.
SÜSLEME VE EL SANATLARI 1529
Tanzimat’tan Cumhuriyete Hat Sanatı

R ı k ’a estetiğinden ikinci ve en mühim hamle de adları zikredilen ve yazı örnekleri ve­


Galatasaray Sultânîsi hat hocası, Meh- rilen Sadrâzam Ali Paşa (öl. 1871); Ce­
Osmanlı Türk hattatlarının icadı olan med İzzet Efendi (1841-1903) tarafın­ mil Paşa (öl. 1872); Ahmed Bey (öl.
, Rık’a, Dîvâru’nin dikey harflerinden
dan yapıldı. İsmayıl Hakkı Baltacıoğ- 1875?); Kâmil Paşa (öl. 1879); Ali Fu­
bazılarının biraz küçülmesi, sadeleşme­
lu, M. İzzet Efendi’nin, güzel Rık’a ad Bey (öl. 1885); Raif Efendi (öl.
si, kavis ve meyillerinin azaltılmasından
yazmakla tanınmış Alî Paşa, Fuad Pa­ 1898); Semih Efendi (öl. 1900); Esad
meydana geldiği anlaşılmaktadır. Yu­ şa ve Cevad Paşa gibi kimselerin yazı­ Bey (öl. 1907); Emin Paşa (öl. 1908)
varlaklığı az, düzlüğü çok ve harekesi larını tetkikle, Rık’a’nın eksiklerini gö­ bunlardan birkaçıdır. Söylemeye ltizum
olmayan Rık’a’nın kolaylık ve sür’at rerek yeni bir çığır ortaya koyduğunu yok ki bunların yazıları Bâbıâli Rık’a­
için aranıp bulunduğunda şüphe yok­ ileri sürer M. İzzet Efendi’nin elinde sı üslûbundadır. İbnülemin Mahmud
tur. Sarayda Dîvân-ı Hümâyun’da Rık’a ’nın bir iş yazısı olmaktan çıkıp Kemal İnal uzun müddet Bâbıâli’de bu­
i meydana gelen bu yazı umumiyetle ya­
bir sanat yazısı haline geldiği bir haki­ lunduğu için güzel Rık’a yazanları ya­
zışmalarda, müsveddelerde ve mektup­
kattir. kından tanımış ve dolayısıyla onların
larda kullanılmış, bilhassa 19. yy’ın ba­
M. İzzet Efendi Rık’asının karakter­ hayatını ve bazı örneklerini Son Hat­
şından itibaren günlük resmî yazışma­ leri şunlardır: tatlar adlı eserinde dercetmiştir.
larda da kullanılmaya başlamıştır.
Dikey ve yatay harflerin boylarıyla Daha ziyade ameli bir gayeye hizmet
Rık’a ’nın Dîvânî’den meydana gel­ ettiği için bu yazıyla yazılmış levha ve
diğini gösteren bizim rastladığımız en çanaklı harflerin genişlikleri için hen-
desî ve riyâzî ölçüler tesbit edilmiştir. kitâbe parmakla gösterilecek kadar az­
eski numune, Topkapı Sarayı III. Ah-
Mümtaz Efendi Rık’asındaki bodur­ dır.
med Kütüphânesi’ne vakfedilen gelir­
lukla, girift bir şekilde yazılmaya mü­ Bu yazıda ün yapanlar yukardan beri
ler hakkında 10 Rebîülevvel 1136/12
sait kelimeler, bu durumdan kurtarıi- kendilerinden behsettiğimiz Mümtaz
Aralık 1723 tarihli vesikadır. Bu vesi­ Efendi ve Mehmed İzzet Efendi’nin dı­
ka halen III. Ahmed Kütüphânesi’nde mış ve M. İzzet Efendi Rık’asıyla yazı­
ya bir ferahlık gelmiştir. Böylece katî şında Şefik Bey, Ferid Bey, Hafız Ha-
bulunmaktadır.
ölçülerle klasik şekle giren Rık’a, sanat san Tahsin Hilmi Efendi (öl. 1919);
j Kısaca, Rık’a, Divân-ı hümâyun’da Vahdetî, Sârıl, Tuğrakeş İsmail Hak­
doğdu, 19. yy’da Bâbıâli’de gelişti. Bâ- yazısı haline dönmüş ve Mümtaz Efen­
di Rık’ası unutulmuştur. Bugün de hat­ kı Altunbezer, Halim Özyazıcı ve Hâ-
bıâli kalemlerinde gelişen Rık’a en gü­
tatlarımız M. İzzet Efendi Rık’ası üs­ mid Aytaç’tır. Bugün de bu satırların
zel şekilde, orada memurluk yapan ve
lûbunda yazmaktadırlar. yazarı Rık'a’da Mehmed izzet Efendi
daha sonra nazıriıkiara yükselen, daha yolunda yürümektedir. D
önce de adından bahsettiğimiz Mümtaz Rık’a’nın Bâbıâli’de, kaidelerinin kı­
Efendi (1810-1871) tarafından yazıldı; rılarak yazılan şekline “ Rık’a Kırması”
uslübu, sonradan gelenler tarafından adı verilir ki bu durumda, onun tekrar
da benimsendiği ve takip edildiği için aslı olan Dîvânî’ye benzerliği artar.
KAYNAKÇA
ona “ Mümtaz Efendi Rık’ası” veya ge­ Bâbıâli’nin kalemlerinde çalışan bü­
liştiği yere izâfeten “ Bâbıâli Rık’ası” yük veya küçük rütbeli birçok memu­ D BALTACIOÖLU 1. H., Türkiye’de Yazı Sa­
natı, Ankara, 1958
veya “ Eski Rık’a ” adı verildi. run bu yazıyı oldukça güzel yazdığına □ İbnülemin Mahmud Kemal İnal, Son Hattat­
Mümtaz Efendi’den sonra Rık’a’nın şahit oluyoruz. Son Hattatlar adlı eser­ lar, 1955

RIK'A: Sarayda, Divan-ı Hümayun’da doğan bu yazı Divanı yazının bazı harflerinin küçültülerek ve sadeleşmesiyle değişik biçimler
almıştır. Babıâli’de doğan Rık ’a’yı en gUzel biçimde yazan Mümtaz Efendi'nin geliştirdiği yazıya Bâbıâli Rık'a'sı denir. Bundan
başka Galatasaray’da hat hocası olan Mehmed Izzed Efendi'nin geliştirdiği bir biçimi daha vardır. Mehmed Izzed Efendi'nin
Rık ’a 'sına bır örnek.
19. yy’da Kalemişi
Nakış-Duvar Resmi
Günsel Renda

Bir bezeme türü olarak kalemişi na­ neğin, 18. yy’a kadar bu nakışlar, kendi
kış Osmanlı sanatının her döneminde döneminin çini, maden, ahşap, halı,
önem taşımıştır. Gerçi yüzyıllar boyun­ kumaş veya cilt örneklerinde rastlanan
ca mimari bezemede en önemli yeri alan bitkisel ve geometrik motif düzenlen­
çini olmuştur. Fakat çoğu kez çini süs­ melerini izlemiştir. Oysa 18.yy’dan son­
leme programını tamamlayıcı nitelik ta­ ra gerek teknik gerekse kullanılan mo­
şıyan ve özellikle duvarların üst kısım­ tifler açısından farklı bir gelişme dik­
larında, kubbe içleri ve tavan örtüsü be­ kati çeker. 18. yy’da Osmanlı İmpara­
zemelerinde ağırlık kazanan boyalı na­ torluğumun Batıya açılması sonucu ye­
kışların ayrı bir yeri vardır. Genellikle ni koşulların zorladığı bir kültür deği­
kuru sıva veya ahşap üzerine ince kıl şimi yaşanırken, önceleri saray çevre­
fırça ile sulu veya tutkallı kök boyalarla sinde fakat giderek saray dışında, yeni
yapılır. Ahşap üzerine yapılanlarda ah­ bir san<Jc ortamı oluşmuş ve gerek ıni-
şabın ince bir tabaka alçı veya tutkallı maride gerekse resim alanında yer yer
üstüpeçle kaplandığı da görülür. Kale­ Batılı biçimler denenmiştir. Öncelikle
mişi nakışlar her dönemin kendine öz­ Avrupa’nın barok ve rokoko üslupları
gü bezeme üslubunu yansıtmıştır. Ör­ mimari bezemede etkili olmuş ve iç mi-

ÖNEMLİ BİR SÜSLEME TÜRÜ: Osmanlı süsleme sanatında kalemişi nakışın önemli bir yeri vardır. Kuru sıva veya ahşap üzerine
kıl fırça ve kök boyalarla yapılan kalemişi nakışlarda 18. yy'a kadar bitkisel ve geometrik motifler işlenmiş, bu tarihten sonra
Osmanlı Devleti’nde gerçekleşen bazı değişimlere paralel olarak manzara resimleri, natürmortların yeraldığı kompozisyonlar öne
çıkmaya başlamıştır. Böylece kalemişi nakış bir tür duvar resmine dönüşmüştür. Topkapı Sarayı Harem Dairesi’nde Va/ide Sultan
Odası‘nda "Deniz Kıyısında Bahçeli Ev"" (lll. Selim Dönemi).
SÜSLEME VE EL SANATLARI 1531
19. y y 'da K a le m iş i !'v a k ış-D u v a r R e s m i

maride uygulanan yeni bezeme progra­


mında geometrik ve bitkisel motifli ge­
leneksel kalem işinin yerini barak ve ro­
koko türü boyalı nakışlar almıştır. Ba­
rok kartuşlar, C ve S kıvrımlarından
oluşan ve akant yaprağı veya deniz ka­
buğu motifiyle taçlanan boyama ke­
merler ve İyon veya korem türü başlıklı
sütunlar, birbirine dalanmış bahar dal­
ları, çiçek buketleri, püsküllü perde
motiflerinin arasına çoğu kez manza­
ralar ve natürmort kompozisyonları
yerleştirilir. Böylelikle bu dönemde ka­
lemişi nakışlar bir tür duvar resmine
dönüşmüştür. Bunlar her yapıda belir­
li bir programı izleyerek, tavan veya
kubbe içleri, tavan eteğini dalayan şe­
ritler veya duvarların üst kısımlarında
panolar içinde yer alırlar. 18. yy’ın ikin­
ci yarısında gerek İstanbul’da gerekse
Osmanlı İmparatorluğu’nun çeşitli yö­
relerinde yeni türde duvar bezemeleri­
nin yaygınlaştığı görülür. Bunlar, ister
başkentte Osmanlı padişahlarının yaşa­
dığı Topkapı Sarayı’nda olsun, ister sa­
ray dışı çevrelerde özel yalı ve konak­
larda veya taşradaki eşraf yapılarında
olsun, aynı programı izler. Manzarala­
rın çoğu İstanbul’dan Boğaziçi ve Ha­
liç görünümleri, veya kimi taşra örnek­
lerindeki gibi çevredeki ırmaklar, köşk­
ler, köprüler çeşmelerden oluşan doğa
kesitleridir. Bunlarda insan figürüne
yer verilmemiştir. Bu resimlerdeki bel-
geleyici nitelik, fazla çeşitlilik gösterme­
yen doğal toprak renkler ve hemen hep­
sinde denenen perspektif ortak özellik­
lerdir. Renkler aşağı yukarı aynıdır.
Ağaçlarda açıklı koyulu yeşilier, yapı­
larda beyaz ve kırmızılar, gökyüzünde
pembe ve mavi tonları kullanılmıştır.
Daha doğrusu geçmiş yüzyılların kale­
mişi duvar nakışlarında kullanılan kök
boyaların dışına pek çıkılmamıştır. Fa­
kat renklerin açık koyu dereceleri titiz­
likle kullanılmış, ışık-gölge denemele­
rine girişilmiştir. 18. yy’da ilkel de ol­
sa Batı anlamında perspektifin ve ışık-
gölgenin kullanıldığı duvar resimlerine RESME AĞIRLIK: 18. yy ‘m ikinci yansından sonra duvar bezemelerinde resmin
dönüşen kalemişi nakışların resim sa­ ağırlık kazandığı görülür. Geleneksel kalemişi nakışların yerini barok ve rokoko
natımız açısından da önemi büyüktür. süslemeler almış, motiflerin de arasına manzaralar ve değişik natürmorrlar konmaya
Bunlar, 18. yy’a kadar örneklerini m!n- başlanmıştır. insan figürünün yeralmadığı bu resimlerde renklerin tonlan iyi
yatür dalında vermiş ve kökünü Türk- kullanılmış ve ışık-gölge denemeleri yapılmıştır. Beşiktaş Baş Mabeyinci Konağı’nda
İslâm geleneğine dayamış kitap ressam­ natürmort (üstte), Emirgan Şerifler Ya/ısı Yemek Odası'nda “Ktyı Köşkü" (altta).
lığından Batı anlamında resme geçiş ev­
resini yansıtır. rek İstanbul’da gerekse imparatorluğun ler taşıyan bezeme motifleri yerim ço­
bugünkü Mısır, Suriye, Yunanistan ve­ ğu kez gölgeli boyalı bereket boynuzu,
1 9 . y y ’la G e l e n ya Bulgaristan’ı da içine alan çeşitli yö­ dolmadallar, kenger yaprakları, fiyoııg,
18. yy’ın sonlarında bütün impara­ relerinde izlenmiştir. Fakat bu yüzyıl­ girland veya antik vazolar gıbi ampir
torluğa yayılan bu yeni mimari bezeme da kimi değişiklikler dikkati çeker. 18. motiflere bırakır. Bu tür motiflerin çer­
programı 19. yy’ın sonlarına kadar ge­ yy’da daha çok barak ve rokoko çizgi­ çevelediği manzara ve natürmortlar ise
1532
SÜSLEME VE EL SANATLARI
19. yy 'd a K a le m iş i N a k t ş - D u v a r R e s m i

TEKNİKTE YENİLİK: 19. yy’m ikinci yansında duvar resimlerinde yağltboyanın kullanılması, resimlerin deri veya keten bezi
gerilerek bir çeşit tuva/ üzerine yapılması gibi teknikler yaygınlaştı. Bu dönemde A vrupa'daki seçmeci anlayışa uygun bir mimari
tarzda inşa edilen saraylarda duvar resimleri oldukça önemlidir. A hşap ya da sıva üzerine yapılan boyalı nakışlarda barok, rokoko,
ampir ve neogotik karışımı bir tarz egemendir. Manzaralarda ise Kız Kulesi, Göksu Çeşmesi, Kalamış Koyu ve bazı hayalı
görünümlerle, natürmortlara rastlanır. Çengelköy’de Sadullah Paşa Yaltsı’nda, ”Boğaziçi’nden Görünüm"’ (18. yy son/an).

pek değişmemiştir. Hayali başkent var nakkaşlarının kullandıkları belli re 19. yy Avrupa’sındaki seçmeci mi­
manzaralan veya çevre görüntüleri ki­ motifler, kalıplar haline gelmiş ve kuş­ mari anlayışa ayak uydurmaya çalışan
mi örneklerde daha ustaca, kimilerin­ kusuz, başkentten gelen sanatçıların ye­ mimarların İstanbul’da birbiri ardına
de ise daha naif bir yorumla aynı bel- rel ustalara tanıttığı bu yeni konu ve yaptığı Dolınabahçe, Beylerbeyi, Gök­
geleyiciliği, aynı ayrıntı titizliğini ve ay­ motifler, usta-çırak usulü ile yayılmış­ su, Çırağan ve Yıldız gibi büyük ölçekli
nı renk düzenini yansıtır. Kıyılara ya­ tır. aşırı bezemeli saraylar dizisi boyalı na­
kın kentlerdeki resimlerde deniz m an­ kışları veya duvar resimleri açısından
zaraları ve gemi resimleri yaygındır. Ki­ Yeni Teknikler büyük önem taşır. Ahşap veya sıva üze­
mi örneklerde 19. yy’ın başlarında 19. yy’ın ikinci yarısında boyalı na­ rine yapılan boyalı nakışlar, aynı dö­
Türkiye’ye gelen ve bu nedenle de bü­ kışlarda yeni teknikler kullanılmıştır. nem Avrupası’nın barok, rokoko,
yük ilgi çeken buharlı gemi tasvirleri­ Özellikle yağlıboyanın kullanılması ampir ve neogotik karışımı seçmeci
ne rastlanır. Zaman zaman günlük ya­ önemli bir yeniliktir. Doğrudan sıva ve­ yaklaşımını korur. Bu seçmeciliğe yer
şama yeni giren başka şeyler, örneğin, ya ahşap üzerine boyananların yanısı- yer yaldızlı mukarnaslar, rumiler, sti­
trenler, makineler, çalar saatler, pusu­ ra çoğu kez ahşap tavan veya duvarla­ lize çiçek ya da ağaç motifleri, yıldızlı
lalar, Avrupa tipi sandalya, sehpa hat­ rın kaplama tahtaları üzerine deri ve­ geometrik motifler gibi geleneksel be­
ta çatal, bıçak gibi eşyalar bu tür du­ ya keten bezi gerilerek bir tür tuval zeme kalıplan da girmiştir. Bu tür be­
var bezemeleri arasında yer alır. Fakat oluşturulmuş ve bunun üzerine yağlıbo­ zemelerin arasına yerleştirilmiş manza­
en yaygın olan konu yine İstanbul man­ ya bezemeler yapılmıştır. Artık yalnız­ ralar yine çoğunluktadır. Kız Kulesi,
zaralarıdır. Taşra ustalarının hayali de ca duvarlarda değil, tavanlarda da ge­ Kalamış Koyu, Göksu Çeşmesi gibi gö­
olsa İstanbul görünümlerine yer verme­ ometrik bölmeler veya madalyonlar içe­ rünümlerin yanısıra Avrupa kartpostal­
leri, başkentten gelen akımlara ayak uy­ risine yerleştirilmiş manzara kompozis­ larını andıran ve içlerinde Avrupa ve­
durma çabasında olduklarını gösterir. yonları veya natürmortlar çeşitlilik ka­ ya Hint-Arap üslubunda yapı türlerinin
Bütün bunlar, kalemişi ustalarının, du­ zanmıştır. Başta Balyanlar olmak üze­ de bulunduğu kompozisyonlara rastla-
SÜSLEME VE EL SANATLARI
19. y y ’da Kalemişi Nakış-Duvar Resmi

i
nabilir. Natürmortlar duvar bezemesi­
nin ayrılmaz bir parçasıdır. Çiçek do­
lu vazolar, devrilmiş sepetler, meyve ça­
nakları, içine bıçak saplanmış karpuz­
lar rengarenk tavanları süsler. Av sah­
neleri, yırtıcı hayvanlar, türlü kuşlar ve
deniz savaşları duvar resimlerine konu
olmuştur. 19. yy'ın sonlarında çok ufak
boyutlarda da olsa, insan figürünün du­
var resimlerine girdiği görülür.
19. yy'ın ikinci yarısında önce baş­
kent duvar resimlerine yerleşen yeni
teknik ve konular imparatorluğun baş­
ka yörelerinde de benimsenmiştir. Ör­
| neğin, İstanbul'da birçok yapının du­
varlarında yer alan Kız Kulesi görünü­
mü benzer bir üslupta Gaziantep'te bir
evin tavanını süsleyebilmekte, ya da
Yıldız Sarayı'ndan bir gece manzarası­
nın çok benzeri Safranbolu'daki bir ko­
nakta yer alabilmektedir.
19. yy'ın ikinci yarısında çok sayıda
örneğini bulduğumuz bu resimler genel­
likle mimari bezeme olarak değerlendi­
rilmiş ve daha çok yabancı ustalara at-
fedilmiştir. Gerçi, bu dönemde Türki­
ye'de çok sayıda yabancı ressamın ça­
lıştığı bir gerçektir. Nitekim Abdülaziz
döneminde saray emrinde çalışan Ay-
vazovski veya Chlebowski gibi birçok
ress^mn tablosu saraylarımızda ve mü­
zelerimizde bulunmaktadır. 19. yy'da
kimi yabancı mimar ve dekoratörlerin
de saray emrinde çalıştığı bilinir. Örne­
ğin, Paris operası dekoratörü Sechan'ın
Dolmabahçe Sarayında görevlendirild.i-
ğini belirten arşiv belgeleri vardır. Ni­
tekim 19. yy sarayları içinde en Batılı
bezeme programına sahip olanı da Dol-
mabahçe'dir. Özellikle muayede salo­
nunda yer alan ve başka yapılarda gö­
rülmeyen illüzyonist yapı içi görüntü­
leri yabancı ustalar tarafından prog­
ramlanmış olabilir. Fakat bu dönem
yapılarındaki duvar bezemelerinde yal­
nızca yabancıların çalıştığinı düşünmek
yanlış olur. Nitekim, Dolmabahçe Sa­
rayı duvar resimlerinde yer alan birkaç
imza yabancı değil yerli azınlık ustala­
rına aittir.

Konu ve Üslupta Benzerlik


19. yy'ın ikinci yarısında yapılmış du­
ANADOLU’DA DUVAR RESMİ: Anadolu ve Rumeli’de eşraf ve ayanların var resimlerine toplu bir bakış, bunlar­
yaptırdıkları konaklarda duvar resmi kullanmaları, 18. yy’ın ikinci yarısından itibaren daki konu ve üslup benzerliğine dikkati
Osmanlı taşra yaşamında görülen değişimlerle ilgilidir. Bu dönemde etkili hale gelmeye çeker. Belki de önceleri yabancı ressam­
başlayan bu kesim, İstanbul’daki örneklerine özenerek evlerini ve konaklarım ların yaptığı resimleri yerli ustalar kop­
süslemişlerdir. Bunlar İstanbul'daki süslemein bir kopyası olmakla birlikte, zamanla
yöredeki lıalk sanatçılarının işi öğrenmeleri sonucunda yerel üsluplar da ortaya ya yoluyla denemişler ve ustadan çıra­
çıkmıştır. Taşradaki duvar resimlerinde İstanbul görünümleri ağır basmakta, bunun ğa geçen bir alışkanlıkla tekrarl^mşlar-
yanısıra yelkenliler, buhar gemileri çeşitli kayık görüntüleri de öne çıkmaktadır. dır. Nitekim İstanbul'da çalışmış Al-
lom, Bartlett, Melling ve Preziosi gibi
SÜSLEME VE EL SANATLARI
19. y y ’d a K a le m iş i N a k ı ş - D u v a r R e s m i

birçok Avrupalı ressamın konu dünya­ nin yaygınlığı da düşündürücüdür. As­ likle yağlıboyanın bir teknik olarak yer­
sına giren Göksu Çeşmesi, Kız Kulesi, keri okullarda bu konulara ilgi duyul­ leşmesinde kimi yabancı sanatçıların
Fenerbahçe veya Kalamış Koyu gibi gö­ duğu anlaşılmaktadır. Nitekim Mühen- payı yadsınamaz fakat yalnız saraylar­
rüntülerin saraylarda ve birçok İstan­ dishane-i Bahri-i Humayun öğretmen da olmayıp gerek İstanbul’da ve gerek­
bul konağında yer alan duvar resimle­ ve öğrencileri tarafından yapılmış bir­ se birçok başka kentteki yapılarda yer
rinde tekrarlanması ancak böyle açık­ çok gemili resin. İstanbul Deniz Müze­ alan duvar resimlerinin çoğunu, kuşku­
lanabilir. Kimi resimlerde Avrupa tipi si’nde sergilenmektedir. Örneğin, Os­ suz, yerli ustalar yapmış olmalıdır. Bu
yapıların veya oryantalist ressamların man Nuri P aşa’nın aynı müzede bu­ nedenle de, teknik ve içerik açısından
tablolarında rastlanan Hint-Arap mo­ lunan 1867 tarihli deniz manzarası, 19. yy’da büyük değişiklikler gösteren
tiflerinin yer alması da aynı yaklaşımı Beylerbeyi ve Yıldız Sarayı duvarların­ boyalı nakışlar ve duvar resimleri yal­
yansıtır. Daha da önemlisi bu dönem daki benzer resimleri anımsatır. Aynı nızca mimari bezeme olarak değerlen-
Türk ressamlarının benzer içerikteyağ- dönemde Abdülaziz’in emrinde saray­ dirilmemelidir. Türk resim sanatı tari­
lıboya tuval resimleri yapnuş olmasıdır. da çalışan ressam Ayvazovski’nin en hi içinde önemli bir yeri olan bu resim­
Örneğin, Yıldız’daki Çukur Saray’da çok işlediği konu da deniz savaşları ve ler Batı anlamında resim sanatına ge­
yer alan ve Ihlamur Kasrı’nı gösteren gemilerdir. Bütün bunlar belirli konu­ çiş evresinin ürünleridir. D
duvar resmiyle İstanbul Resim Heykel lara karşı bu dönemde gelişen duyarlı­
Müzesi’nde bulunan İbrahim imzalı Ih­ ğı yansıtır. Nitekim Şeker Ahmed Pa- KAYNAKÇA
lamur Kasrı tablosunun benzerliği şa­ şa’nın ünlü meyveli natürmortlarıyla, D ARIK R., Battlılaşma Dönemi Anadolu Tas­
şırtıcıdır. Bu dönemde gerek askeri bu dönem duvar resimlerinde yer alan vir Sanaît, Ankara, 1976
okul çıkışlı gerekse Darüşşafaka gibi re­ natürmortlar arasında benzer duyarlık ^ İRTEŞ S., “Kalemişlerimizin Bugünü ve Ya­
sim dersi okutulan okulları bitirmiş res­ da buna bir örnektir. İleride, duvar rını”, Türkiye'de Sanatın Bugünü ve Yarını,
Ankara, 1985
samlarımızın fotoğraftan kopya yoluy­ nakkaşlarının ve ressamların kimliğini D RENDA G., Batılılaşma Döneminde Türk Re­
la resim yaptığı bilinen bir gerçektir. ve yetişme biçimini belirleyecek araştır­ sim Sanatt 1700-1850, Ankara, 1977
Duvar resimlerini yapan ustalar da ay­ maların yardımıyla bu ilişkiler açığa ka­ □ RENDA G.-T.Erol, Başlangıcından Bugüne
nı kopya yöntemlerini kullanmış olma­ vuşacaktır. Cağdaş Türk Resim Sanatı, İstanbul, 1980
^ RENDA G., “Restorasyon Çı.hşmalarında Ka­
lıdır. Bu dönemin duvar resimlerinde Bütün bu örnekler şunu düşündürür. lem İşleri ve Duvar Resimlerinin Yeri” , Rölö-
deniz savaşlarının veya gemi resimleri­ Bu dönem mimari bezemesinde ve özel­ ve ve Restorasyon Dergisi, 1982
TANZİMAT

Tanzimat’ın Uygulanması ve Sosyal Tepkiler


Prof. Dr. Halil İnalcık
Tanzimat
Doç. Dr. İlber Ortaylı

Ç E R Ç E V E Y A Z IL A R

D T a n z im a t ’ a D a ir
P r o f. M . İzzed

D M u s t a f a R e ş id P a şa v e T a n z im a t
P r o f. D r . C a v id B a y s u n

Bu konuda ayrıca Anayasalar, Devlet Yapısı ve Yönetimi, H ukuk Düzeni,


Meşrutiyet ve Milliyetçilik Akımları maddelerine bakınız.
1536
Tanzimat’ın Uygulanması ve
Sosyal Tepkiler
Halil İnalcık

Gülhane Hatt-ı Hümâyûn’u devletin Hamlin, intibalarını şöyle anlatmakta­


resmî gazetesi Takvim-i Vakâyi’de ya­ dır: “H a tt’m ilanı memlekette büyük
yınlandığı gibi, bir hafta sonra her eya­ bir hayret ve şaşkınlıkla karşılandı. Eski
let valisine ve sancak mütesellimine ayrı kafalı Müslümanlar, Hattı lanetle am-
ayrı bir ferman halinde tebliğ olundu, yarlardı. Şerî’atin çiğnendiğini, Müslü­
vergi ve asker maddesi hakkında ileri­ manların gâvurlarla aynı seviyeye indi­
de gönderilecek emirlerin beklenmesi, rildiğini iddia ediyorlardı. Hıristiyan te­
bunun dışında H at’taki bütün esasla­ baa ise H a tt’a yeni bir çağın başlangıcı
rın, derhal icrasına girişilmesi bildiril­ gözüyle baktılar. H a tt’ın ilanı, İngiliz
di. Aynı fermana göre, Gülhane Hat- siyasetinin bir zaferi idi. H att’ın gerçek
tı’nın, evvelâ Sancak merkezlerinde değerini, halk arasında yarattığı etkide
şehrin büyük meydanında bütün ileri aramalıdır... Bu esaslar bütün impara­
gelenlerle halk önünde büyük merasim­ torluğa yayıldı. Gülhane Hattı, hüku-
le okunması ve sonra kazâiara ve ka­ metin asıl gayesi ve kanuna göre erişi­
sabalara birer birer gönderilip “ büyük lecek maksatlar hakkında halka yapıl­
ve küçük umûm ahâli ve reayaya güzel­ mış ilk hitap i d i .. Gülhane Hattı rea­
ce anlatarak” açıklanması istendi. Hü­ yaya, hakları için mücadele etmek ce­
kümet, H att’ın ilanıyla birtakım yan­ saretini verdi ve kanun önünde insan-
lış yorumların ortaya çıkmasından ve lann eşit olduğu fikrini ortaya koydu...
kargaşalıklar olmasından kaygı duy­ Ulemânın sivil sahada otoritesini azalt­
makta idi. Onun için, daha evvel cülûs tı... ve artık geri dönülmesi imkânsız bir
fermanı okunduğu zaman olduğu gibi, cereyan meydana getirdi. ”
halkın “ işte artık Padişahımız tekâlif “Reaya arasında tesirine gelince, me­
ve sâlyâneyi bütün bütün affetmiş ve­ selâ Filibe’deservajın kaldırılacağı ha­
yahut şöyle böyle olacak imiş deyü yan­ beri büyük heyecan doğurdu. Hat ilan
lış anlayıp da bir dedikodu etmesi, olunur olunmaz reaya, önderlerinin teş­
ihsân-ı hümâyûn olan emniyet-i cân ve vikiyle, hürriyetlerini istediler. Fakat •
mâl ve nâmus keyfiyetierinden dolayı toprak sahipleri buna şiddetle karşı
küçük ve büyükten tâ en ednâya kadar koydular... Gülhane Hattı bilhassaBul-
alelumûm zâbitân ve sâir memurlara garistan ’da ve Makedonya ’da Bulgar
zerre kadar itaatsizlik eylemek misillû reaya arasında millî hisleri kamçıladı. "
uygunsuzluklar vuku’ bulacak olur Önemle belirtilmelidir ki; Gülhane
ise” bunların şiddetle cezalandırılaca­ Hattı ölü bir vesika olarak kalmamış:
ğı ayrıca bildirilmişti. Tanzimat’ın “ an­ imparatorluk içinde geniş hareketlere ve
cak dîn ü d.’vlet ve mülk ü milletin ih- geleneksel sosyal yapıda sarsıntılara yol
yâ ve m a’muriyetine b â’is ve bâdî ola­ açmıştır. Burada, Hattaki esasların uy­
cak âsâyiş-i hâl-i ahâlî ve fukarâ mad­ gulanmasıyla ilgili olarak derhal alınan
desinin istihsali zımnında lâzım gelen idarî, mail tedbirleri özetlemek lâzım­
hayırlü ve menfaatlû usûllere” başla­ dır.
mak demek olduğu açıklanmıştır.
Y ö n e tim R e f o r m u
Hükümet, Gülhane H attı’nın yeni
bir devrin başlangıcı olduğunu göster­ İdarî teşkilâtta yapılan ıslâhat vali­
mek için elinden geleni yapıyor, donan­ lerin nüfuz ve yetkilerinin azaltılması
malar tertip olunuyordu. amacını gütmekte idi. Bu maksatla, va­
H a tt’ın İmparatorluğun her tarafın­ lilere yalmz asayiş işleri bırakılmış, malî
da ilanı, halk arasında geniş yankılar işler merkezden Padişah tarafından
uyandırdı. Hükümetin korktuğu gibi, muhassıl-ı emvâl adıyla tayin olunan
reformları her zümre kendi bakımından geniş selahiyetli ^mrlerin eline verilmiş,
yorumlamaya girişti. Müslüman ahali diğer taraftan idarenin her kademesin­
umumiyetle gayrimüslimlere verilen de halkın katıldığı idare meclisleri, taşra
müsaadelerden hoşlanmadı. Ulemâ ve meclisleri teşkil edilmiştir.
âyân, hattâ bazı valiler, Müslüman hal­ Tanzimat uygulandığı sırada müşî-
kı tahrikten geri kalmadılar. Balkanlar­ riyyetler ve sancaklar yeni taksimâta tâ­
da gayrimüslim reaya büyük ümitlere bi tutulmuştur.
kapılarak her tarafta sabırsızlık ve kay­ Tanzimat’ın ilanından sonra bazı
naşma gösterdiler. müşîriyyetlere mülhak livâların başına
O sırada durumu gözüyle gören C. ferîkler getirilmiştir.
1537
TANZİMAT
Tanzimat’ın Uygulanması ve Sosyal Tepkiler

Diğer taraftan, her sancağa doğru­ vi jüri teşkil ederdi. mek gayesini güdüyordu.
dan doğruya merkezden Padişah tara­ Abdülmecid, Meclis-i Vâlâ'da verdiği Modern maliye idaresinin merkezî
fından bir muhassıll-ı emvâl tayin olun­ sene başı nutkunda bu idari ıslâhat üze­ kontrol prensibi, yani her türlü gelirin
muştur. Muhassıl, malî işlerden sorum­ rinde ehemmiyetle durmuştur. Ubicini doğrudan doğruya merkezi hazine adı­
ludur. Merkez tarafından muhassılın bu meclisleri Fransız “ departement” na toplanması ve her türlü giderin yine
yanına bir mal kâtibi ve bir emlâk ve meclislerine benzetir. Ona göre, bunlar buradan ödenmesi esası kabul edildi ve
nukûd kâtibi verilmiştir. ‘‘Gülhane Hatt-ı Şerifi 'nin Türkiye’ye maliye teşkilâtı bu prensibe göre yeni
Eyalet idarî teşkilâtındaki ıslâhat ka­ getirdiği en liberal müesseselerden bi­ baştan düzenlendi.
dılık teşkilâtı mensuplarını da daha sı­ ridir. Bu meclis, din ve mezhep farkı ol­ Bu prensibin tabiî neticesi olarak,
kı merkeze bağlamıştır. Kadılar eskisi madan bütün İmparatorluk tebaası ara­ Gülhane H attı’nda vaadedildiği gibi,
gibi Şeyhülislâmlığa, Bâb-ı Meşîhat’e sında hukuk eşitliğini fiilen tesis etmek­ her şeyden evvel iltizâm usûlünün der­
bağlı kalmakla beraber, nâib’ler, diğer tedir.” hal kaldırılmasına karar verildi. İltizâm
memurlar gibi aylık maaşa bağlanmış­ Burada ayrıca kaydetmek gerekir ki, âşardan ve her türlü mukâta‘alardan
tır. Bunların doğrudan doğruya vazife­ evâil-i Rebî’ülevvel 1256/1840 Mayıs kaldırıldı. Daha Gülhane Hattı'nın ila­
leriyle ilgili olarak aldıkları resm-i kıs­ başları tarihli fermanda ıslâhat esasla­ nından önce gümrüklerden iltizâm usû­
met, resm-i tereke ile ilâm, hüccet, mü- rını tesbit için taşra ileri gelenlerinin fi­ lü kaldırılmıştı. “ Ref’ ve ilga olunan
râsele, izinnâme, keşfiyye, seferiyye ve kirlerini öğrenmek üzere Pâyitaht’a bazı rüsûmât-ı muhdeseye mukabil ahzı
şer’î diğer senetlerden aldıkları resim­ çağrılmaları ön görülmektedir. Sonra­ lâzım gelen rüsûmât-ı cedîdenin dahi in-
leri kendi namlarına toplamaları mene- dan, 1845’de İstanbul’da taşra büyük­ zibât-i istihsâli zımnında gümrüklerin
dilmiştir. Aylıkları muhassıllıktan ve­ lerinden mürekkep istişarî bir meclis 1254 senesi Martından, itibaren hazine-i
rilecekti. Bu mahkeme resimleri, hâsı- toplanmıştır. Fikrin menşei şüphesiz mezkûr tarafından (Mânsûre hazinesi)
lat-ı mahkeme olarak doğrudan doğru­ budur. zabtıyla emâneten ihâle ve içlerinden
ya muhassıllık tarafından alınacaktır. cesîmce olanlarına müstakil memurlar
Meclislere gelince, muhassıl gönde­ M a l i y e ’d e D ü z e n l e m e intihâb ve tâyin” olunmuştu. Bu defa
rilen sancak merkezi ve kazalarda bi­ Maliye’de ıslâhat, Tanzimat’ın teme­ bu rüsûmun merkezî hazine adına tah­
rer büyük meclis teşekkül etmiştir. lini teşkil etmekte idi ve idarî sahada ya­ sili ile görevli muha,,sıllar tâyin olun­
Muhassıl olmayan kaza ve kasabalar­ pılan ıslâhat daha ziyade malî merke­ du. Adı geçen genelgede, iltizam usû­
la köylerde beş kişiden mürekkep kü­ ziyetçilik sistemini uygulamak için bir lünde, halkın devlete borçlu olduğu
çük meclisler teşkil olunacaktır. Bu vasıta olarak kullanılmış görünmekte­ muayyen vergiden çok fazlasını ödeme­
emirde küçük meclislerin kimlerden dir. Merkezden geniş yetkilerle muhas- ye mecbur olduğu itiraf olunuyor ve ha-
mürekkep olacağı açıklanmamış, sade­ sılların tâyini, vergi tahsil işlerini vali­ zineye ait “ kâffe-i ınukâta'ât ve sair il-
ce “ icabına göre tertibi” tavsiye olun­ lerin ve âyânın kontrolunden kurtar­ tizâınâtın ınaktû’iyet veçhile ınültezim-
muştur. Sonradan yapılan nizarnnâme- mak ve böylece onların yaptıkları veya ler uhdelerine ihâlesi hususu fesh ve
ye göre o yerin kadısı, zâbit-i memle­ sebep oldukları yolsuzluklara son ver­ ilgâ” olunduğu bildiriliyordu.
ket, yani mahallî jandarma âmiri, mu­
hassıl vekili ve mahallin ileri gelenlerin­
den (vücûh) iki kişi bu meclisin üyesi
olacaklardı. Hıristiyan var ise, bu vü-
cûhdan biri Hıristiyan kocabaşı olacak­
tı.
Küçük meclisler görüştükleri işleri
tasdik edilmek üzere bağlı oldukları bü­ YENİ BİR DEVRİN
yük meclise bildireceklerdir. Büyük BAŞLANGICI: Gülhane Hatl-ı
meclis, mülkî, adlî ve malî işleri görü­ Hümayunu Takvim-i
şüp karar almaya yetkilidir. Bilhassa Vakayi 'de yayımlanmasından
Tanzimat esaslarına aykırı olan vergi bir hafta sonra eyalet valilerine
suiistimallerini ve sair suçları takip et­ ve kaymakamlara fennan
meye ve şer'î kanunlara göre suçluları halinde tebliğ edildi. İstenen
yargılayarak karar vermeye yetkilidir. şev; vergi ve askerlik
maddelerinin dışında diğer
Ancak katil ve hırsızlık olayları merkezî
hususların derhal yerine
hükümete bildirilecektir. Bir Meclis-i getirilmesiydi. Ancak Ferman ’ın
Alıkâm-ı Adliyye müsevvedât defteri­ ilânı imparatorluk ahalisi içinde
ne göre, katil, yaralama, hırsızlık dâ­ farklı yorumlara volaçtı.
valarıyla pıranga cezasını gerektiren dâ­ Müslüman ahali, Müslüman
valar bu meclise havale edilmektedir. olmayanlara verilen haklardan
Kezâ taşra meclisleri bir meselede tered­ hoşlanmadı. Bunun yanısıra bir
düde düştüğü zaman dâvayı buraya ha­ kısım yöneticiler de Müslüman
vale etmektedir. Bazı mühim dâvalar halkı kışkırtarak, bazı
hareketlere neden oldu.
mecliste o yerin “ vücûh ve hânedan ve Tanzimat Fermam ’mn
eshâb-ı alâka muvâcehesinde” cereyan yayımlandığı Takvim-i Vakayi.
eder, yâni o yerin ileri gelenleri bir ne­
1538
TANZİMAT
Tanzimat’ın Uygulanması ve Sosyal Tepkiler

vet alan idare adamlarını, vali, muhassıl


ve kaza müdürlerini, yeni ceza kanun­
nâmesine göre azletmek, para cezasına
çarptırmak veya hapsettirmekte tered­
MALİALANDA düt etmemiştir. Azil cezasına çarptırı­
MERKEZİYETÇİLİK: lanlar arasında yeni tâyin olunan mu-
Tanzimat’ın getirmiş hassılların çokluğu da dikkati çeker.
olduğu merkezî kontrol
sistemi her gelirin, Bunların ekseriya eski alışkanlıkların­
doğrudan doğruya hazine dan vazgeçmeyen eski memurlar oldu­
adına toplanmasını ve her ğu unutulmamalıdır. Reşid Paşa’nın
türlü devlet giderinin de başarısızlığımn başlıca sebeplerinden
buradan karşı/anmasını biri, bu reformların ruhuna uygun ha­
getiriyordu. Bunun için de reket edecek bir personelden mahrum
iltizam usulünün olması idi.
kaldırılmasına karar verildi.
Ancak yeni sistemin A n g a ry a m n Y a s a k la n m a s ı
uygulanması zaman
alacaktı. Bu sırada devlet Tanzimat’ın derhal uygulanan esas­
gelirlerinin kaybolmaması larından biri angaryanın ve servajın ke­
için peşin para toplanması sin olarak kaldırılmasıdır. Daha 1838
gibi bazı önlemler alındı. Ağustosu’nda Rumeli valilerine gönde­
Fakat bu da halkın rilen bir fermanda reayayı isyana sü­
memurlar tarafından rükleyen bu angarya maddesi üzerinde
haksızca soyulması gibi
sonuçlar getirdi. Kısa süre durulmuştu. Bu vesikada, Rumeli tara­
maliye nazırlığı yapan fındaki yerlerin çoğu ileri gelenlerinin
Mehmed Sadık Rifat Paşa. bölgelerindeki reayayı kendi satın alın­
mış köleleri sayıp çiftlik hizmetlerinde
ve diğer başka işlerde ücretsiz kullan­
1838’de ve sonra Gülhane H attı’nda lamak için yaptığı teşebbüsler şimdiye makta, reayadan birisi o çiftlikten ay­
ilân blunan vergi prensiplerinin uygu­ kadar bir netice vermemişti. Üçüncü- rılıp başka bir çiftliğe gitmek veyahut
lanması, yâni vergide servet esasına gö­ sü, eski avânz vergilerine bağlı olup başka bir işe girmek istedigin<ie salıver-
re istisnasız herkesin bir nispet altında merkezî hazine için toplanan verginin memekte, evlenme işlerine karışmakta,
devlete vergi ödemesi için alınacak ted­ kazalarda hane başına taksim ve tahsi­ bunun gibi türlü mezâlime kalkışmak­
birler, Meclis-i Vâiâ’da görüşülmüş ve li sırasında âyân ve diğer görevlilerin ta oldukları bildirilmiştir. Sultan, bun­
bu müzakereler sonucunda vergilerin ve hizmet ve masrafları karşılığı aldıkları ları kesin olarak yasak ettiğini ve aykı­
tahsil usûlünün tespiti için her şeyden aidattır. Halkı en çok bezdiren âdetler­ rı hareket edenlerin yayınlanacak ceza
evvel emlâk ve nüfus tahriri yapılması den biri de görevlinin bir şehre, kasa­ kanunnâmesine göre cezalandırılacağım
ve taşradan çağrılan ahalinin ileri ge­ ba veya köye gittiği zaman kendisinin, tebliğ etti.
lenlerinden (vücûh-i ahâlî) durumun so­ maiyetinin ve hayvanlarının yiyeceğini Reayayı ilgilendiren çok mühim bir
ruşturulması gerekli görülmüştür. Bu iş halkın üzerine yüklemesi veya karşılı­ konu da cizyedir. Şeriata göre yalnız
zaman istediginden yeni sistemin der­ ğında bir para istemesidir. Ulaklar gayrimüslimlerden alınan bu baş vergi­
hal uygulanması mümkün değildi. Bu (posta) için ayrıca beygir sağlamak sinin tahsilinde de önemli ısiahat kara­
arada devlet gelirlerinin kaybolmama­ mecburiyeti vardı. Eskiden beri yerleş­ rına varıldı; fakat şer’î bir mesele oldu­
sı için bu sene geçici olarak her bölge­ miş olan bu âdetler, merkezî otorite ğundan bu hususta evvelâ Şeyhülislâm’-
den durumuna göre bir miktar peşin gevşediği zamanlar bilhassa köy halkı dan bir fetva alındı.
para toplanacak; bu meblâğın, vergi için bir felâket halini almıştır. Abdül- Cizye, cizyedâr denilen tahsildarlar
olarak şahıslar arasında taksimi ve tah­ mecid’in cülûs fermanında ve Tanzi­ veya mültezimler tarafından toplandı­
sili işini her yerde sancak meclisi düzen­ m at’ın uygulanması ile ilgili adı geçen ğı zaman çeşitli suiistimallere konu ol­
leyecek , ileride herkesin vereceği vergi fermanda, bu duruma son verilmesi makta idi. Cizyedârlar, kendileri için
miktan belli olunca alınmış fazlalar geri " kavas ve tatardan ta vüzera-yi izama maîşet, resm-i kitâbet, zahire, sarrâfiy-
verilecekti. İlt^tizi usûlü kaldırılmış bu­ varınca kâffe-i m e’külat ve saire para­ ye, kolcu akçesi gibi çeşitli adlar altın­
lunduğundan bundan böyle taşradaki sı ve menzil ve kira hayvanatı ücretle da âidât alırlar ve bunların tümü res­
voyvoda ve mülte^zirnlerin işleri son bul­ tamamen kendülerinden alınarak bun­ men cizyenin yirmi beşte birine yükse-
muştur. Tahsil işlerini muhassıl ve mec­ dan dolayı ahâlîden bir akçe ve bir hab­ liriii.
lis yapacaklardır. Memur ve görevlile­ be çıkmamak üzere” yeni bir nizam Hükümet daha önceki asırlarda da,
rin türlü adlar altında halktan kendile­ konması ernredilmiştir. Reşid Paşa, bu özel durumu olan bazı bölgelerde, ciz­
ri için aldıkları her türlü resim ve aidat kararların uygulanmasında titizlik gös­ yeyi kesimle, yani maktû‘ olarak rea­
kaldırılmıştır. Adet hükmüne girmiş termiştir. Tanzimat’ın ilânından hemen ya üzerine bırakmış ve onların kocaba-
olan bu tekâlif, halkın memurlar tara­ sonra bu konuda Meclis-i Vâiâ’ya ge­ şıları tarafından toplanmasına ve top­
fından keyfi bir şekilde soyulması ne­ len şikâyet ve dâvâları dikkatle incelet­ tan hazineye teslimine müsaade etmiş­
ticesini verirdi ve merkezî hükümetin miş ve halktan eskisi gibi kanunsuz ai­ ti. Reaya bazan hükümete resmî mik­
bunları kaldırmak veya bir düzene bağ­ dat toplayarak angarya yükleyen, rüş­ tardan fazlasını teklif ederek cizyede
1539
TANZİMAT
Tanzimat’ın Uygulanması ve Sosyal Tepkiler

maktu1usûlünün uygulanmasını sağlar­ bir İslâm devleti olarak cizyeden vaz­ ve sarrâflar ve onlara bağlı bir süri
dı. Bazı yerlerde bu tahsil işlerinde geçemezdi. Bununla beraber Bâbıâli, kimseler bir anda kazanç ve istismar ka­
Müslüman âyân gibi şahsî çıkarları olan 1851 tarihine doğru cizyenin kaldırıl­ pılarının kapandığını görmüşlerdir.
kocabaşılar, reayayı tahrik ederek bu­ ması ve herkesten eşit olarak alınan bir Bunların arasında taşrada küçük ilti­
nu sağlamaya çalışırlardı. Tanzimat'ın baş vergisi haline getirilmesini düşün­ zâmları üzerine alan ve bu yolla zengin­
ilanıyla beraber, m aktu1 usûlü bütün dü ve nihayet 1856 Islâhat Fermanı'nda leşen birçok ayanın ve ağaların bulun­
imparatorluğa teşmil edildi. Buna gö­ bu esas ilan olundu ve cizye, bedel-i as- duğunu unutmamak liizımdır. Birtakım
re her kaza ve sancağın ödeyeceği ciz­ kerî'ye çevrildi. ağalar, servete göre vergi ödeme pren­
ye miktarını gösteren defterler muhas- sibinin uygulanması yüzünden ödeye­
sıllara verilecek ve muhassıl her kaza ve cekleri vergi miktarının birdenbire art­
köyün eskiden beri verdikleri hisseleri D o ğ a n T e p k ile r tığını, yahut eskiden olduğu gibi, an­
ayıracak ve reaya kocabaşılarını çağı­ Umumiyetle vergi sisteminde yapılan garya yoluyla ve yerleşmiş âdetler ve çe­
rıp kendilerine bildirecektir. Kocabaşı- değişikliklerin ve angaryanın kaldırıl­ şitli suiistimallerle halktan sızdırdıkla­
lar, buna göre kendi bölgelerinde rea­ ması kararının meydana çıkardığı ağır rı menfaatlere son verildiğıni görmüş­
yadan zengin, orta halli ve fakir (a’lâ, problemleri ve kargaşalıkları, Niş ve Vi- lerdir. Vergi ödemekte herkesin eşit ol­
evsat, ednâ) olduklarına göre üç nisbet din isyanlarında görmek mümkündü. ması, imtiyazların ve muafiyetierin kal­
altında cizyeyi toplayıp muhassıla tes­ Reşid'in iktidardan düşmesinde bilhas­ dırılması, eskiden az vergi veren ayan
lim edeceklerdi. Cizye, yalnız gayrimüs­ sa malî sahada başarısızlığı etken ol­ ve çorbacıların ve vergiden muâf bulu­
limlerden toplanan bir vergi olduğu muştur. Meclis-i Vâlâ’nın yaptığı en nan din ad^arnlarının şiddetli muhalefeti
için, bu verginin alınmasını reaya, ilan mühim ve radikal reform, iltizâmın kal­ ile karşılaşmıştır. Hıristiyan vakıfların
olunan vergide eşitlik prensibine aykı­ dırılmasıydı. Devrimci bir kararla kal­ vergiye tâbi tutulması ve bu maksatla
rı bulmakta idi. Avrupa basınında da dırılan bu asırlık müessese yerine ko­ bu gelir kaynaklarının sınırlandırılma­
Tanzimat'ı tenkit edenler, bilhassa bu nan yeni teşkilât, vasıta ve eleman yok­ sı, halk üzerinde büyük nüfuzu olan
nokta üzerinde durmakta, eşitliğin ku­ luğu yüzünden maliyeyi bir anarşi içi­ ruhbân sınıfını ısiahat aleyhine çevir­
ru bir vaidden ibaret kaldığını ileri sür­ ne atmıştır. Diğer taraftan geniş bir miştir.
mekte idiler. Halbuki Osmanlı devleti zümre, bilhassa mültezimler, voyvoda Bütün bu idarî ve malî ıslâhatın uy-

T a n z im a t ’ a D a ir var olmayan bir hürriyetle uzlaştırılma­


sı kabil değildir. Olsa olsa toplum dü­
MEHMED İZZET zeninin aşağısından yukarısına giden
yol üzerinde, var olmayanla mutlak
arasında sınırlı kalan alanda bir faali­
3 Kasım 1919tarihinde Tanzimat'­ yeti düzenleyebilir. Hürriyetin kapsa­
ın sekseninci yılını idrak eyledik. Bu dığı kanunun mümkün kıldığı ilerleme­
seksen yıl içinde Osmanlı Türklerinin nin amaç edindiği bu düzenli faaliyet
siyasi ve ictimai akıbeti sorunu uzun Tanzimat'tan önceki toplumda yoktu.
süren bir keşmekeşten sonra bugün Anarşi, bütün uygunsuzluklarıyla her
büsbütün yeni, akıbeti henüz belirle­ uygunluğu imkânsız kılan bir durgun­
nemeyen bir evreye girmiş oluyor. Bu luk hali kurmuştu. Kendi başına salı­
iki tarih karşılaştırılırken, bugünkü vic­ verilmiş bir bulut, bir nebüloz duru­
danımızı anlamak ve eğilimlerimizi be­ mundaki bu dünya acaba dış etkiler
lirlemek en tabii bir ihtiyaçtır. olmasaydı, keşmekeşten kanunu, dur­
Tanzimat hareketini üç fikir etrafın­ gunluktan ilerlemeyi mutlak ve göreli
da toplamak kabildir. Bunlardan birin­ olmayan bir hürriyeti yaratabilecek
cisini 1839, 1856 hattlarıyla kurulan miydi? Herhalde bunu zannettirebile-
hürriyet temellerinde, ikincisini Danış­ cek-bir iz ve bir belirti ortada gözük­
tay, Mahkemeler ve vilayet örgütleriyle müyor, ne padişahların hareminde bu­
göze çarpan hukuki bir devlet biçim­ na eğilim gösteren bir gönül vardı, ne
lenmesinde, üçüncüsünü de okullar yeniçeri ocağında böyle bir ülkü ate­
ve hastaneler açılması, bayındırlık iş­ Y usuf Akçura.
şi yanıyordu, ne de medreselerde
lerine dair raporlar yazılmasıyla beli­ böyle bir ilerleme felsefesi okunuyor­
ren ilerleme eğilimlerinde bulabiliriz. du. Bunun içindir ki, Tanzimat'ın or­
Tanzimat'tan önceki devletin duru­ kat düşüncede olan bu mutlak hürri­ taya koyduğu hareket, bütün takımıyla
muyla Tanzimat'ın kurduğu binayı kC'r- yet her mutlak gibi fiilen mevcut de­ yabancı, Avrupa'dan alınmış, taklidin
şılaştırırsak hürriyet düzeni ve ilerle­ ğildir. Mutlak ve sonsuz olan şeyler bi­ ürünü gözüküyor. Onu Türkiye'ye
me fikirlerine karşılık, keyif, esaret ve rer mechul olduklarından bilinmeleri seksen yıl içinde aşılayan endişe, esa­
durgunluğa tanık olmamak kabil de­ mümkün değildir: Kanunun ifade ey­ sında ve bazı saygıdeğer kişilerden
ğildir. lediği düzenliliği kabul edemezler, on­ uzak, hürriyet fikrinden, ilerleme iste­
Gerçi anarşiye düşmüş toplum için­ ların hikmeti mahdut kişilerin üstün­ ğinden, kanun bağnazlığından esin­
de Tanzimat'tan önce kesin ve sonsuz de ya (da) altındadır. Diğertaraftan ka­ lenmiş değildir. Tek düşünülen nokta
bir hürriyetin varlığını ifade eylemek nunun önceden tahmini mümkün kı­ bu çalkalanıp giden, içten içe bir ka­
garip gözükürse de mümkündür. Fa­ lan uygunluk ifadesi ne mutlak ne de rışıklık içinde yuvarlanan nebülozu,
1540 TANZİMAT
Tanzimat’ın Uygulanması ve Sosyal Tepkiler

gulanmasında Reşid Paşa aşılmaz güç­ bi idi. İdarî-malî dâvalar kadılar vası­ Zira 18. yy’da kocabaşıların vergi işle­
lüklerle ve başarısızlıkla karşılaşmıştır. tasıyla görülürdü. Bazı dâvalarda âyân rinde hükümetle reaya arasında bir de­
K â^t üzerinde yapılan ıslâhat, yeni ad­ başkanlığındaki mahallî divânların ka­ receye kadar resmî bir rol oynadı^nı bi­
lar altında eskinin devamından, yahut rar verdiği anlaşılmaktadır. Tanzimat’­ liyoruz. Bununla beraber kocabaşıların
en çok eski ile yeniyi uzlaştıran bir ted­ ın getirdiği meclisierin eskisinden far­ Müslümanlar yanında geniş idarî yet­
birden ibaret kalmıştır. kı, başkanlığın kadılardan, yâni ulemâ­ kilere sahip bu meclisiere resmen üye
İlkin idarî teşkilâta bakalım: Tanzi­ dan alınıp valiye, muhassıla veya kaza olarak kabulünü, Tanzimat’ın devlet
mat’a kadar kadı’nın başkanlığı altın­ müdürüne, yâni idare adamlarına ve­ içinde müslim-gayrimüslim arasında
da mahalli âyân ve eşrâfın katıldığı rilmesi ve gayrimüslim tebaanın, dinî eşitlik politikasının getirdiği bir yenilik
meclisler, verginin taksimi ve toplan­ reisieri ve kocabaşıları vasıtasıyla ida­ olarak kabul etmek lâzımdır. İdare
ması ve mahalli idarenin harcama ve gi­ rede söz sahibi olmasıdır. Bu son ted­ adamlarının meclis başkanlığı ise, taş­
derlerinin tâyini hususunda yetki sahi­ bir de, büsbütün yeni bir şey değildir. ra idaresinin ulemânın ve âyânın nüfu-

bulutu, feleQi bir rastlantıyla dağılmak­ kaçmış bir hazine sayanlar tarihe bi­ üzerine kurulan bir yenilik yaratmalıy­
tan, bin bir gezegen âlemini parçalan­ zim anlayamadığımız esrarengiz bir dı.
maktan kurtarmaktır: Her şeyden ön­ değer veriyorlar. Halbuki tarihe geç­ Bu fikirde bulunanlar şüphesizdir ki,
ce önemi olan devleti ve gücünü ayak­ memek arzusu, geçmişten ayrılmak taklitçilerin en ileride olanlarıdır. On­
ta tutmaktır. Yusuf Akçora beyin ge­ emeli hayatın tabii şartı değil midir? lar görünüşte kanunların aynen alın­
nel biçimde bize kabul ettirmek iste­ Bütün insanlan kapsayan bir tek ge­ mış olmasını protesto ederler. Gerçek­
diği bir kanuni menfaat burada herhal­ lenek düşünülebilir; o da ölümdür. Fa­ te taklitçi zihinlerin kabul etmediği
de uygulama alanı buluyor. kat bütün insanların da, Tanzimatçı­ nokta, evrimin bütünüyle taklit edilme­
Tanzimat'ı yapanların her şeyden lar kadar, tek isteği bu uğursuz gele­ miş olmasıdır. Geleneği bize makbul
önce devletin gücünü ve menfaatini neğe olabildiğince geç bağlanmaktır. gösteren yine bilinçsiz bir taklit eğili­
göz önünde bulundurdukları kesin ol­ Dirileri ölülere tabi tutmak isteyen midir.
sa bile bunu sağlayabildikleri birçok gelenekçi isteklerin kaynağını biliyo­ Avrupa toplumları özellikle maddi ve
yönden kuşkuludur. IDo(lrudan d o r u ­ ruz; Avrupa kitapları insanların, istek­ iktisadi şartların altında ve içten içe bir
ya Tanzimat'ın eseri olup olmadığını lerine ters bile olsa yine geçmişe bağlı yayılma ya da karşılıklı ve ortak ayrı­
tayin edemediğimiz, fakat herhalde kaldıklarını bize öğretiyor. Yerleşmiş calıklar Ccompencration) sonucunda
ona yönelttiğimiz birçok ızdıraplar bi­ alışkanlık, kendinden bağımsız olmak göze çarpan bir evrim dönemi geçir­
zi bu kuşkuya yöneltmektedir. Artık Ali iddiasında bulunan hayatı boğmaya miş ve geçirmekte olsunlar, bu açık­
ve Reşid paşaların siyasetine olan es­ çalışır. Yaşamak isteyen ona bağlan­ tır. Fakat Osmanlı Devleti'nin de bazı
ki güven ve inancımızı terk ederek maya, hatta ondan yararlanmaya mec­ değişimleri dış baskılar sonucu olarak
Tanzimat'ın yanlış-doğru listesini dü­ burdur. isteyerek ya da istemeyerek! kabul eylediği de açıktır. Tanzimat iti­
zenlemek istiyoruz. Örnekler boldur: işte sancısız büyü­ razcılarının arzu eyledikleri şartların
Hangi kabahatlar yükleniyor? Her yen İngiltere, işte ihtilaline rağmen bu karşıtlığına rağmen yenileşmenin
şeyden önce Tanzimat’ın gelene{Je la­ geçmişini unutmayan Fransa. Bu dev­ aynı tavırları kazanmasıdır. Osmanlı
yık olduğu yeri vermesini bir kusur bu­ letleri ve diğerlerini bugünkü büyüme­ Devleti Araplardan dini kurumları,
luyorlar. Devlet içinde yeni kurulan ye ulaştıran gelenek evriminin hakkı­ Acemden bedii zevki almakla kurulan
düzen, yararlı olmak için, eski güçle­ nı teslim etmek, unutulmuş olsa bile bir tür ödünç alma ve benzeşme işle­
re dayanmalıydı; yeni hükümet bina­ iade eylemek şartıyla meydana gel­ minin üçüncü bir evresi olarak Batı­
sını sağlam kurmak için kerpiç gibi ka­ miştir. Sonuç olarak iddia olunuyor ki, nın yönetim biçimlerini kabul etti. Fa­
tılaşmış tefsir kitapları kullanılmalıydı Tanzimat hareketi de buna benzer ol­ kat bu, Tanzimat'ı beğenmeyenlerce
diyorlar. Bize fenagözüken, Avrupa- malıydı, Tanzimat da böyle gelenek bir kusurdur. Bu eğilimlere bakılırsa
nın taklit edilmesi, Batı kurumlarının İbrahim Müteferrikanın Avrupa'dan
kopya olunması, Frenk zihniyetinin matbaacılığı getirmesi, Türklere kop­
eleştirisiz kabulüne çalışılmasıdır. Yüz ya ettirmesi hatadır, gerekli olan Gu-
yıllarla biriken deneylerin bize öğret­ tenderg'in Türkiye'de do(lmasıydı! Fa­
tiği gerçekler, sevdirdiği değerler ne­ kat kim görmüyor ki bu tarih itibarıyla
den yabana atılsın? işte Tanzimatçı­ bir anlamsızlıktır, kim görmüyor ki Gu-
ları suçlayanların ilk itirazı: Tanzimat tenberg Türkiye'de doğsaydı bile,
yoktan var etmek istedi; sonuçta varı matbaayı icat etmeyecekti!
yok etti! Tarihi "muhakeme” edenler, onda
Fakat bize şimdi bu kadar büyülü, hata aramak hatasına düşenler çok-
çekici gelen gelenek o zaman neydi? cası geçmiş hakkında hüküm vermek
Anarşiden başka bir gelenek var mıy­ için içinde bulunulan günden esinle­
dı? Tarih kitaplarına başvurursak, nirler. Tanzimat'ın taklidini kusurlu gö­
Tanzimat'tan önceki geleneği padişa­ renlerse, Doğu'nun yenileşmesi için
hın ya da Karaosmano(lulları'nın key­ Batı'nın büyümesinden kural çıkarma­
finde, Cabbarzâdenin ya da Kalyon­ ya çalışıyorlar. Bundan dolayıdır ki,
cu Mustafa'nın yeniçerilerin ya da ho­ birbirinden başka olan ve içteki açıl­
caların menfaatinde toplanmış bulma­ maya karşılık dış baskıyıyla kendini
mak kabil değil! Öyle gözüküyor ki, gösteren karşıt şartlara rağmen Batı­
geleneği Tanzimatçıların ellerinden Hamdullah Suphi. daki bir olayın Doğuda yinelenmesi-
1

TANZİMAT 1541
Tanzimat’ın Uygulanması ve Sosyal Tepkiler

zundan kurtarılarak merkezî idarenin hu, yani ileri gelenleri, eski âyânı ve Hı- kaydettirmeleri gerekirdi. Seçim heye­
daha sıkı kontrolü altına sokulması ne­ ristiyanlardan ise kocabaşı ve çorbacı­ ti ise, şöyle meydana gelmekteydi: Her
ticesini doğuracaktı. Bu meclislerin, ları arasından seçilmekte idi (âyân ke­ köyde toplanan halk arasından beş ki­
halkın idareye iştirakini sağladığı iddi­ limesi II. Mahmud devrindeki te’dib şi k u r’a ile seçilip kaza merkezine ge­
ası da aynen kabul edilemez. Meclis hareketinden sonra gittikçe az kullanıl­ lir. Orada köylerden toplanan bu
üyelerinin çoğunluğu valiye tâbi idare maya başlanmış, onun yerine vücûh, adamlar mahallin “ eshâb-ı emlâk ve
adamlarından mürekkeptir. Diğer ta­ müteayyinân, erbâb-ı iktidar gibi keli­ erbâb-ı iktidâr addolunanları” ile bir
raftan halkı temsil etmesi gereken bu meler tercih olunmuştur). Üyelerin se­ araya gelirler. Bunların arasından ma­
meclislerde, Hıristiyanların çoğunluk­ çimi şu karışık usûle göre yapılmakta hallin büyüklüğüne göre 20, 30 veya 50
ta bulunduğu yerlerde dahi Müslüman idi: Evvelâ adayların, o yerin namus ve kişi seçilir. Bunlar seçici heyeti teşkil
üyeler gayrimüslimlere karşı ekseriyet­ diyareti ile tanınmış hemşehrileri ara­ ederler. Adaylar, kur’a çekilerek sıra­
te idiler. Üyeler ise, o mahallin vücû- sından olup mahkemeye gidip adlarını ya göre bu seçici heyet huzuruna çıkar-

ni isteyen bu eleştiricilerin fikirleri ka­ çılar henüz yok olan bir şeyi (kanun Şimdiki ihtilaflara bakılırsa milliyet
palı olmayan bir biçimde taklit esası­ hürriyeti ve ilerleme fikirleriyle kardeş­ duygusunun henüz embriyon halinde
nın meşruluğuna dayanmaya mecbur­ liklerini hisseden insanları) var farze- bulunduğu gayet kolay anlaşılır. Fa­
dur. Tanzimat'ı yapanlar zaruretin tak­ diyarlardı. kat temel bazı eğilimler vardır ki, on­
litçileriydi, onun ''ilmi'' tenkitçileriyse Var olan bir şey de (hâlâ esir, hâlâ ların şimdiden belirdiği sanılabilir.
prensip taklitçileridir. keşif oyuncağı hâlâ ve belki de gitgi­ Eğer Yusuf Akçora ve Hamdullah
Fakat Tanzimat başarılı olamadı, de­ de gerileyen insanların düşmanlıkla­ Suphi beyler bir "mahz-ı millet” (saf
niyor ve bunu kanıtlamak için delil ola­ rını) yok sayıyorlardı. Gerek Yusuf Ak- millet) fikrine yaklaşıyorlarsa ihtimal ki
rak Osmanlı Devleti'nin yarım yüzyıl­ çora Bey' in, gerek Ziya Gökalp B ey­ -içi daldurulması gereken boş bir çer­
lık felaketli savaşları hatırlatılıyor. in bu konuda düşünceleri kesindir. çeve halinde olmasına rağmen- milli­
"Başımıza gelenler” hep Tanzimat Belki nispeten pek yeni olan Ziya yetin onlar tarafından temel amaç sa-
hulyasına aldandığımızdandır. Bu fi­ Bey'in eleştirileri bir dereceye kadar yıldığındandır. Eğer Ahmed Emin Bey
kir bir taraftan bizde her ıslahat dava­ olayların ilhamından etkilenmiştir. Fa­ milliyet sınırlarını daha geniş tutmak
sının devlet müdaatası ve devlet kuv­ kat sabit olan bir nokta, bircinsten ol­ istiyorsa, belki, bu dar sınırları siyasi
veti esasından muhakeme edilmesin­ mayan unsurların biçimlenmesini ko­ ve iktisadi hayatta aşmak isteyen bir
den vazgeçilemediğini, diğer taraftan- laylaştıran Tanzimat siyasetinin bugün eğilimden kaynaklanıyor. Gerçekten
sa her ıslahatın da ancak düşmana ortada yalnız bir duyguya, milliyet bilinmesi gereken nokta milliyet duy­
karşı başarı kazanmak isteğiyle yapıl­ duygusuna gezinti yeri olacak bir alan gusunun bizim için bir son kerteyi
dığını gösterir. iç yenileşmenin ölçü­ bırakmış olmasıdır. Bugün hepimiz, gösteren bir sınır olup olmadığıdır. Bu­
sünü dış bir güç karşılaşmasında ara­ Tanzimat ölüsü üzerine eğilerek, onun rada da bilinçsiz bir taklit rol oynuyor.
yanların bu fikirlerini benimsemeye bıraktığı çocuğu yaşatmanın çareleri­ Burada da gereğinden fazla bir önem­
hacet olmaksızın tartışma başlangıcı ni, bu henüz yeni hissedilen milliyeti le “tarih bir tekrardır” yasasını, kura­
saymak mümkündür. Gerçekten Tan­ büyütmenin yollarını araştırıyoruz. lını kabul etmek, Avrupa'daki ulusla­
zimat devleti güç gösteremiyordu. Anatale France'ın bir sözü var: "Bir rın sermaye üzerine dayanan karşıt­
Gülhane Hattı'nın ilanından önce kar­ millet varlığını duymakla var olabilir. lığı diğer bir çevrede de yaşatılmak is­
gaşalı durumundan dolayı bircinsten Uç yüz elli milyon Çinli var, fakat Çin­ teniyor. Fakat arada büyük birfark var
sayılabilen nĞbuleuse (nebüloz), bu liler bunu bilmiyorlar. Çinliler kendile­ ki, bunu “ mahz-ı millet” yanlısı olan­
devlet bulutu, Tanzimat yüzünden, rini saymadıkça milletler arasında sa­ lar ihmal ediyorlar: Ortada öyle bir
devleti muhafaza ve müdafaadan iba­ yılmayacaklardır.” diyor. Öyle gözü­ mevcut ki eli boştur, fakirdir, onu zen­
ret olan Tanzimat gayesinin aleyhine küyor ki biz de henüz bir geçiş dö­ ginler karşıtlığından uzaklaşıp fakirler
doğru evriliyordu. Spencer'ın herkes­ nemindeyiz. Tanzimat döneminin çır- dayanışmasına girmekten kim engel­
çe bilinen bir kuralını uygulamak için çıplak ortaya bıraktığı millet, gücünü leyecek? □
diyelim ki. Tanzimat unsurları bircins- anlamak için sayısını bilmek istiyor.
ten olmayana yöneltiyordu. Birbirin­ Fakat bu konuda henüz fikirler bir de­
den ayrılmaya hazır bu parçaları bir ğildir. Kimleri millete mal edeceğiz?
arada tutmaya yarayacak merkezi bir Henüz iki büyük eğilim arasında fikir­
sıklet lazımdı. Bir cazibe lazımdı ki, ba­ ler kesin olarak canlanmamıştır. Bir ta­
ğımsız birer dünya kuracak olan bö­ raftan yurtçuluk yanlısı olan Ahmed
lümleri birbirine bağlayabilsin. Bir fi­ Emin Bey, diğer taraftan Türkçüler
münakaşadadırlar. Ahmed Emin [Büyük M e c m u a sayı 15 'ten (1 919) sade­
kir ya da bir his lazımdı ki bütün muh­ leştirilmiştir.!
telif ve karşıt eğilimlere tekabül etsin, Bey milliyetin sınırını gerçekleşen top­
onları belirli bir gaye etrafında topla­ lum çıkarına göre çiziyor, karşıtlarıy­ KAYNAKÇA
sın. işte son yarım yüzyılın olayları bu sa mevcut olan duygulara bağiılık yan­
fikrin, bu cazibeli hissin, mevcut olma­ lılarıdırlar. Önceki fikre göre yararlı ı T AKÇORA Yusuf, Ali Kemal, Anmed Fe-
dığı ya da gereken güce sahip bulun­ gerçeklerin değer kazanması, ikinci­ rid. Ü ç T a rz -t S iy a s e t. İstanbul. 1327
: FRANCE Anatole, Sur la B ie rre B la n c -
madığını kanıtlıyor. ye göre duygusal değerlerin tercihi la­ he
Tanzimat başarılı olmak için bir mil­ zımdır. ■ • V a k it, itha m , T ü rk D ü n y a s ı gazeteleri
let eksikti, ya da daha doğrusu Tan­ Fakat bu münakaşanın olayların be­ Ekım, 1919 ~
zimat’ın başarısı bir milletin eksik ol­ lagatıyla çözümleneceği varsayılsa so­ I i Ziya Gökalp, T ü rk ie ş m e k . islâm /aşm ak,
duğunu bize öğretmesidir. Tanzimat­ run ortadan kalkmış olacak mıdır? M u a s ırla ş m a k
1542
TANZİMAT
Tanzimat’ın Uygulanması ve Sosyal Tepkiler

makta menfaati bulunanlara tâbidir.


Nihayet meclisin yetkileri belirsiz olup
açıkça tâyin ve tesbit edilmemiştir...
... " ■ ■' ■ ' '
Eğer bir yerde meclis üyeleri araların­
:*+*»**,A- ^ V ’ * * * * * * 0 * ? * “ *.■<**» da anlaşmış ve başlarına faal ve kabili­
* » * i J i atl>;
yetli bir adam geçirmiş ise/er, meclis üs­
tün bir nüfuza sahip olabilir; aksi tak­
* £ £ £ * dirde müdür ve kadı ile anlaşmış bir kı­
sım bey/erin hükmü altına girmiş veya
üyeleri aralannda parçalanmış bulunan
bu meclisler hiçbir işyapamaz ve bir hiç
haline düşerler. Türk olsun Hıristiyan
^ •-:■ » * • * a » J , . J « Ü ^ olsun, kaç meclis üyesine sormuş isem,
bu meclislerin aldıkları kararların hangi
^ ^ ** J j h '> * • hallerde kanun kuvvetini haiz olduğu­
♦ rr' ^ ’^ i i u J y . ^ ^ ’ ■ J‘' —A'.<>•».> « ı> o _; .
nu, hangi hallerde sadece temenni ve
w / . . ■ • •• •* " ,i' " ' - > t ^ - • 4 e < ‘A j u Z - , -j. '• ^ '■ 4 ' düşüncelerini bildirdiğini, ne zaman ke­
sin karar veren bir mahkeme otoritesi­
ne sahip olduğu ve ne zaman bir danış­
ma heyeti durumunda bulunduğunu as-
<m>v r t'v .- lfı anlayamadım. Gerçekten şuna ina­
nıyorum ki, kendileri ile konuştuğum
üyeler kendileri de bu hususta daha fa z ­
la bir bilgiye sahip değildiler. ...Mühim
bir karar almak bahis konusu olan
önemli durumlarda büyük meclis top­
lanır; o zaman üyelerin miktarı daha
ka/abalıktır. Bu toplantıya muhtelif ce-
maat/erin dini reisleri ile en nüfuz/u şa-
hıs/ar çağrı/ır. Esasen meclise gidecek
mebusu seçmek ve vazifesini tâyin et­
mek için cemaatın umumi toplantısı ve­
ya Avrupa ’da olduğu gibi seçimler yok­
tur. N e milletin mecliste temsili, ne de
iç işlerini kendi kendine idaresi diye bir
şey vardır. Bir kelime ile hiçbirşeyin ke­
sin bir düzeni, bir nizamnfımesi yoktur.
Bunun yerine sağduyu ve ö rf ve âdet
hâkimdir. Otorite kendiliğinden tabii
olarak en zengin ve en kabiliyelliye ait
olur. ”
J İ» . ., ,. , ^ iA j^ ' j as;u,, Ci '. ■ • ' ' r r ' 1'* » $*.?&,**»•*-•*.
Birçok yerlerde meclislere, bilhassa
küçük şehirlerde ve kasabalarda, ağa ve
vücûh-i memleket adı altında eski âyân
hâkim olmuşlardır. 1850 Vidin İsyanı'-
■ * , jT jff JT- * ^ nda meclise ağaların hâkim olduğu,
; ■ ■ ...... >T'.^*/**<«’»—V ^V y ^ ^o ty ^
memurları, kadı ve müftüyü kendileri­
ne uydurarak valinin otoritesini sıfıra
ANGARYANIN KALKMASI: Tanzimat Fermanı’nın hemen uygulanan maddelerinden indirdikleri ve işlere hâkim oldukları
biri de angarya ile servajın kaldırılmasıydı. Padişah buna uymayanların bizzat hükümetin soruşturması sonu­
cezalandırılacağını tebliğ etmişti. Bununla birlikte gayrimüslimlerden toplanan cizye cunda meydana çıkmıştır.
uzun süre A vrupalıların eleştirdiği bir vergi olarak kaldı. Bâbıâli 1851 ’de cizyenin Ziya Paşa Arz/hii/'de diyor ki: “De­
kaldırılması ve herkesten eşit olarak alınan bir baş vergisi haline getirilmesini düşündü
ve 1856 Islahat Fermanı’yla birlikte cizye bedel-i askeriye’ye çevrildi. Tanzimat rebeyliği, yeniçeri/ik, muhassıl mütesel-
Fermanı'nın aslı. limlik usul-i zâlimânesini Tanzimat-ı
Hayriyye eğerçi lafzan ilga etmemiş ise
de... taşraların her yerinde derebeyleri
lar. Kendisini isteyenler bir tarafa, is­ Yirmi sene sonra bir Fransız seyyah, e/veym mevcad olup fakat isimleri baş­
temeyenler bir tarafa ayrılmak suretiyle Perrot, bu meclisler hakkında şu dik­ kadır. Bunlar iki sın ıf olup birtakımı
reylerini izhar ederler. Seçmenler üze­ kate değer tafsilâtı vermektedir: “Ada­ konso/oslar ve diğeri âzâ-yı meclis,
rinde baskı yapanlar ceza kanunnâme­ yın seçim usulü düzensiz ve keyfidir. mu ‘teberfın, vücuh-i belde denilen er-
sine göre cezalandırılır. Meclisin toplanması, buna engel ol­ bfıb-i nüfuz ve servettir. ”
TANZİMAT 1543
Tanzimat’ın Uygulanması ve Sosyal Tepkiler

Tanzimat’ın ilanından sonra âyân,


yalnız meclislerde değil, idarenin aşağı
kademelerinde de hâkim olmakta de­
vam ettiler. Yeni teşkilâtta kaza müdür­
leri, eski mütesellimler gibi vali tarafın­
dan o memleketin ileri gelen nüfuzlu
ağaları arasından seçilir ve memuriyet­
leri merkezî hükümetin tasdikiyle kesin-
leşirdi.
Tanzimat siyasetine karşı olan ulemâ
da bu meclislerde muhafazakâr ağalar
yanında yer almakta, bazı yerlerde hal­
kı açıkça isyâna teşvike kadar gitmek­
te idiler.
Bu yolda fazla ileri giden ulemâya
karşı Meclis-i Vâiâ’nın harekete geçti­
ğine dair bu devre ait arşiv kayıtları bul­
maktayız. Meselâ Adapazarı meclisin­
de üye bulunan müftünün kahvehane­
lerde vergi aleyhine halkı tahrik etmesi
üzerine kendisi azledilmiştir.
Reayaya karşı eski keyfi hareketlerin­
de devam etmek isteyen ve böylece Tan­
zimat esaslarını çiğneyen bazı ağaların
eyalet büyük meclislerinde veya İstan­
bul’da Meclis-i Vâlâ’da muhakeme
edildiklerini ve yeni çıkarılan ceza ka­
nunnâmesine göre hüküm giydiklerini
görmekteyiz. Bazı elebaşılar verginin
ağırlaştığını öne sürerek halkı tahrik et­
mekte idiler.

Sonuç
Sonuç olarak, bu zümreler, tabiî Re­
şid Paşa ve ıslâhatı aleyhine her vası­
tayı kullanarak mücadeleye girişecek­
lerdi. Islâhattan sonra geçici devrede,
bilhassa âşarın toplanmasında meyda­
na çıkan kargaşalıklar ve eski mülte­
zimlerle mahallî âyânın baltalama ha­
reketleri yüzünden 1839-1840 yılı dev­
let gelirinin mühim bir kısmı toplana­
mamıştır. Mehmed Ali’ye karşı yapılan
felâketli savaş neticesinde hazine zaten
büyük bir sıkıntı içindeydi. Reşid Paşa
iktidara gelince istikraz teşebbüsünde
bulunmuş ve devlet masraflarının ve TEPKİLERİN BAŞLANGICI: İltizam usulünün kaldırılması büyük bir değişimin
maaşların bir kısmını eshâm kavâ’imi başlangıcıydı. O güne kadar bu usulün işlemesiyle çıkar sağlamış gruplar kazanç
denilen bonolarla ödemek mecburiye­ kapılarının kapanacağını görünce tepki göstermiş, vergi ödemede getirilen eşitlik vergi
tinde kalmıştı. Reşid Paşa’nın Pâyı- konusunda imtiyazı olan ya da muaf olan zümre/erin hoşuna gitmemişti. Bunun
taht’taki düşmanları onu düşürmek için yansıra Hıristiyan vakıfların vergiye tabi tutulması ve gelir kaynaklarının
sınırlandırı/ması gibi birçok etken de halkı, yapılan reformların aleyhine çevirmiş ve
bilhassa bu durumdan yararlanmışlar­ sonuçta Mustafa Reşid Paşa’nın iktidardan düşmesine kadar giden bir süreç başlamıştı.
dır. Sarayda damatlar, Rıza, Mehmed Mustafa Reşid Paşa’ya verilen nişan beratı.
Ali Paşalar Sultanı, Reşid aleyhine tah­
rik etmekte idiler.
Nihayet 7 Safer 1257/31 Mart 1841’- Yeni idare işbaşına geçer geçmez bü­ Sultan “ Alıkâm-ı dîniyyenin icrâsına
de Reşid Paşa’nın azli ile muhafazakâr­ tün valiliklere gönderdiği bir fermanla dikkat farz-ı ‘ayn” olduğunu belirti­
lar iktidara geldi. Şimdi Rıza Paşa du­ muhafazakâr Müslümanları tatmin ve yor ve mazeretsiz beş vakit namazı terk
ruma hâkimdi. O, askerî ıslâhata ön­ hükümetin muhafazakâr politikasını te­ edenlerin cezalandırılacağını ihtar edi­
celik verdi. yit etmeye çalıştı. Bu fermanda Halife- yordu. Muhassıllıklar derhal kaldırıldı,
1544
TANZİMAT
ve
T a n z i m a t ’ın U y g u la n m a s ı S o s y a l T e p k ile r

3- Memurların suiistimalleri ve hal­


ka kötü muameleleri önlenecek ve ver­
gi meseleleri dolayısıyla halkı tahrik
edenler cezalandırılacaktır. Yeni tedbir­
lerin uygulanması eyâletlerde, şimdi
tekrar geniş yetkilerine ve otoritelerine
kavuşmuş olan müşirlerin, yâni valile­
MUHALİFLER
SAHNEDE: Tanzimat’ın rin eline bırakıldı ve genel müfettiş ola­
uygulanması sırasında rak Rifat Paşa Rumeli ve eski Meclis-i
doğan tepkiler varolan Vâlâ reisi Mahmud Hasîb Paşa Anado­
yapının direnmesine ve lu’ya gönderildi. Yapılan değişiklikler­
reformlara karşı kesin tavır den biri de ilmiye sınıfını tatmin ediyor­
takınmasına yol açtı. du: 1 Şâban 1257/18 Eylül 1841’den iti­
Birçok yerde ayanlar baren nâiblerin, maaşlarını muhassıllık-
yöredeki memurları da etki tan alan aylıklı memur sıfatına son ve­
altına alarak kurulmak
rildi ve eskisi gibi şer’! resimleri doğru­
istenen merkezî otoritenin
karşısına dikildi. Devlet dan doğruya almalarına müsaade edil­
gelirlerinin toplanamaması, di.
savaş sırasında ortaya çıkan Rumeli’de Niş ve Vidin isyanlarında
güçlükler ve daha birçok görüldüğü gibi, Hıristiyan tebanın
etken Reşid Paşa’nın ayaklanmaları ile Anadolu’daki muha­
karşısında olan kesimin lefet ve kaynaşmanın esas konusu dai­
işine yaradı. Sonuçta ma yeni vergi rejiminin getirdiği deği­
bunların da etkisiyle şikliklerdin Tahriklere önayak olanlar
Padişah Mustafa Reşid
Paşa’yı azletti. Mustafa da, imtiyazlı zümreler, Hıristiyan çor­
Reşid Paşa’nın muhalifi bacılar, Müslüman ağalar ve ulemâdır.
Serasker Rıza Paşa. Fakat Hıristiyanlarla Müslüman züm­
relerin muhalefeti arasında şu mühim
fark vardır: Rumeli’de Gülhane H attı’-
valiler eyâletin veya sancağın yalnız âsâ- leri gidermek üzere bu esaslarda vüke­ nın doğurduğu kaynaşma derhal millî-
yiş işlerinde değil, maliye işlerinde de lânın oybirliği ile değişiklik yapıldığını siyasî bir ayaklanma ve milletlerarası si­
eskisi gibi yetki sahibi oldular. Bu yer­ bildırmektedir. Bu güçlükler ve alınan yasetin ilgilendiği bir konu olma istida­
lerin “ umûr-ı mâliyyeleri umûr-ı zab- yeni tedbirler fermanda şöyle belirtil­ dını göstermiştir. Rumeli’de reaya, çor­
tiyyeleriyle birleştirilerek müşirlerine mektedir: bacıların idaresinde esaslı içtiınai re­
emâneten ihale edilmiştir.” Vergi def­ 1■- Tâyin olunan vergilerin tahsilinde formlar için harekete geçmekte, Ana­
terleri gönderilmiş ve kendilerinden bu ahaliden bazı kimseler yalnız “ kendü dolu’da ise eski Osmanlı İmparatorlu-
defterlerde tâyin edilen vergiyi tam ola­ merâm ve maksûdlarını istihsâl ümni- ğu’nun geleneksel müesseselerini tem­
rak vaktinde göndereceklerine dair mü­ yesiyle’' engel çıkarmaktadırlar. Bu gi­ sil edenler bu gibi reformlara mukave­
hürlü taahhütnâme istenmiştir. Buna biler hem halkı kışkırtmakta, hem de met etmekte ve halkı peşlerinden sürük­
göre, ihmal yüzünden noksan gönderen vergi toplanmasının gecikmesine sebep lemektedirler. Bu tarihten sonra Bal­
valiler bu noksanı kendi ceplerinden olmaktadırlar. Valiler bu gibi müfsid- kanlarda millî uyanış ve modernleşme
ödemeye mecbur olacaklardı. Maliye iş­ leri araştırarak hak ettikleri cezaları ve­ hareketleri gelişirken Türk politika ha­
lerini yürütmek üzere gönderilen mü­ receklerdir. yatına, uzun zaman taşraya hâkim
dür ve kâtip, valilerin emri altına kon­ 2- Emânet usûlüyle, yâni devlet me­ âyân-ağaların gelenekçiliği ile merkez­
muştur. Rumeli’ye gönderilecek sabık murları vasıtasıyla âşar vergisinin tah­ deki bürokratların modernleşme çaba­
Hariciye Nazırı Mehmed Sadık Rifat silinde kayıplara uğranılmıştır. Bu ka­ ları arasındaki çatışma hâkim olacak­
Paşa’ya ve taşradaki idarecilere hitâb yıpları önlemek ve aynı zamanda taş­ tır. D
eden ikinci bir ferman (evâil-i Receb rada ileri gelenlerin ve halkın ticaret ve
1258/1842 Ağustos ortaları) Tanzimat kazancını sağlamak üzere âşarın mahal­ KAYNAKÇA
esaslarını teyit etmekle beraber, Reşid linde müdürlere ve ileri gelenlere “ mak-
C A. Vefik, Tekalif Kavfiidi, Il. İstanbul, 1330
Paşa’nın en radikal görünen bazı re­ tû ’an” ihalesine karar verilmiştir. C Cevdet Paşa, Tezâkir, 1-12, Ankara, 1953
formlarını, devlet ve halk için doğur­ Diğer vergilerin de eskisi gibi iltiza­ C EASTHOPE Lady, Letters of Turkey, Lond­
duğu güçlükler yüzünden kaldırmakta ma verilmesi düşünülmektedir. Diğer ra, 1856
ve eski müesseseleri geri getirmekteydi. taraftan daha 1841 yılı başlarından iti­ KAYNAR Reşat, Mustafa Reşid Paşa ve Tan­
zimat, Ankara, 1954
Bu fermanda Padişah, memleketi ve baren önemli bölgelerde muhassıllıklar □ LEWİS Bernard, The Emergence Modern Tur-
milleti kalkındırmak ve tebaanın emni­ birleştirilerek eyâletlere defterdar adı al­ key, London
yet ve huzurunu sağlamak maksadıyla tında daha geniş yetkili mâliye âmirle­ □ PERROT G., Souvenirs dun Vayage en Asie
“Tanzîmât-ı Hayriyye usûlü” nü koy­ ri tâyin edilmeye başlanmıştı. Reşid Pa- Mineure, Paris, 1867
ULUÇAY M.Ç., Soruhan 'da Eşkıyailk ve Halk
duğu, fakat bazı güçlükler meydana düşünce her yerde muhassılların ye­ Hareketleri, İstanbul, 1944
çıktığını açıkladıktan sonra bu güçlük­ rini bu defterdarlar almıştır. Ziya Paşa, ArzıhSl, İstanbul, 1372
1545

Tanzimat
İlber Ortaylı

Tanzimat insanının, yaşadığı döne­ idarede ve yargıda reformla sağlanabi­


min bilincine sahip olduğunu biliyoruz. leceği düşünüldü. imparatorlukta ulus­
Bu bilinci bugünkü gözle nasıl değer­ çuluktan başka birtakım yerel hanedan­
lendireceğimiz ayrı bir konu; ama Tan­ ların yönetimi ele geçirdiği görüiüyor.
zimat adamında bir tarih bilinci vardı. 1809 Sened-i ittifak’ı bu yerelciliğin bel­
Yaşanan devre, gerçekleştirilmesi iste­ gelenmiş biçimiydi. Üstelik Mehmed
nen projelerin başında belirtildiği üze­ Ali olayı Tanzimat hareketinin de baş­
re, “ Tanzimat-ı Hayriye” deniyordu. lıca nedenlerindendi; ulusçu bir hare­
“Tanzimat-ı hayriye iktizasınca...” ilan ket değil, yerel bir hanedanın egemen­
edilen fermamn içinde 150 yıldır süren liği ele geçirmesiydi. Tanzimat hareke­
bir -gerilemeden söz ediliyordu. 19. ti, merkeziyetçilik ve yeni bir yurtsever­
yy'ın aydın-bürokratı artık bir restora- likle, yani Osmanlıcılıkla İmparatorlu­
tör değildi; değişikliğin gereğine inan­ ğun kurtulacağını düşünenlerin eseriy­
mıştı. Bu değişiklik, frenk deyimleriy­ di.
le reform mu, yoksa revolüsyon muy­
3 Kasım 1839 günü bütün elçilerin,
du? Osmanlı insanı bu hareketler için
ulemânın, devlet erkânının, gayrimüs­
inkılâp sözünü kullanmıyordu; daha
lim cemaatlerin ruhanî ve dünyevî tem­
doğrusu, inkılâp sözü bu dönem için
silcilerinin ve halkın önünde okunan
bazı kimseler tarafından çok sonraları
ferman, bizim tarihçiliğimizde, daha
kullanılmıştır. Kullanılan söz ıslahat’-
doğrusu hukuk edebiyatımızda bir hak­
tır, ama bu da pek sevilmez. “ Tanzi­
lar beyannamesi olarak değerlendirilir.
m at” sözcüğü reorganizasyon'u karşı­
Modern anayasaların içeriği açısından
lamak için kullanılmıştır. Burada Tan­
tahlil edilen bu fermanda aktif statü
zimat’la idarîve hukukîyapının ıslahı,
hakları, negatif statü hakları gibi hu­
kanun ve düzen getirilmesi kastediliyor.
kukî kurumlar aranmıştır. 1839 ferma­
Gerçekten de bu Tanzimat adı o dere­
nı, kuşkusuz, imparatorluğun hayatın­
cede benimsenmiş ve benimsetilmiştir
da bir yenilikti. Sultan adına çıkan bu
ki, Osmanlı İmparatorluğu'nun bu dö­
fermanı aslında Bâbıâli bürokratları
nemini gözleyen yabancılar bile Tanzi­
hazırlamıştır. Kanun devleti statüsü ge­
mat karşılığı olarak legislatione terimini
liyor ve hükümdarın mutlak hakları kı-
yeğlemişlerdir. (Örneğin George Yo-
sıtlamyordu. Uyrukların mal ve can gü­
ung.)
venliği, vergilerin kanuniliği, angarya­
nın yasaklanması, iltizamın kaldırılması
T a n z im a t v e B a lk a n ve her din mensubunun kanun önünde
U lu s ç u lu ğ u eşitliği gibi yeni kurumlar geliyordu.
imparatorlukta kurumlaşan bir can ve
Bürokrasi devlet örgütünü düzenle­ mal güvenliğinden söz edilebilir. Özel­
meyi tarihî misyonu olarak görüyordu, likle Sultan Mecid döneminin, hüküm­
ama toplum hayatının tümünü kapsa­ dar ve bürokratların yönetim tarzmın
yacak bir değişim çoğunun havsalasını da payı olan bu gelişme kalıcı olmuş­
aşmaktaydı. Nihayet Tanzimat bürok­ tur. imparatorlukta klasik despotizm
rasisi, kaide-i tedric’e (ılımlılık kuralı­ II. Mahmud'la son bulmuştur denebi­
na) sadık kalarak kanun ve düzen dev­ lir. Bundan sonra modern otokratik bir
leti getirmek amacındaydı. Yaşadığı dö­ yönetim sözkonusu olmuştur. 19. yy'ın
nemi bir çığır olarak görüp adlandıran ilk yarısında demokrasiterin değil, oto-
Tanzimat adamı, buna rağmen, hiç de riter-kanunî yönetimlerin yaygınlığın­
radikal değildi. dan söz edilmesi mümkündür. Osmanlı
Tanzimat dönemi ve Tanzimat re­ İmparatorluğu da böyle bir dünyaya
formları alevlenen Balkan ulusçuluğuy­ ayak uyduruyordu.
la başlayan toprak kaybını durdurma­
yı amaçlıyordu. Yıkımın ölçüsü toprak Tanzimat insanlarının insan hakları
kaybıydı, başlangıcının tarihi de kon­ gibi bir kuruma yabancı olmadığı bili­
muştu: II. Viyana Kuşatması ... Şimdi niyor. En azından uyrukların refah ve
Balkan uluslarının ayaklanması; Sırbis­ güvenliğine yönelik modern yasal bir
tan'ın muhtariyeti ve Yunan bağımsız­ yönetim konusunda herkes birleşmek­
lığı dikkatleri iç soruna çevirdi. Bu ge­ teydi. Ama bütün bunlara rağmen Tan­
lişmelerin durdurulmasının maliyede, zimat Fermanı’nı bir yerde de klasik
TANZİMAT
T a n z im a t

TANZİMAT VE İNSAN HAKLARI:


Tanzimat Fermanı bir yerde klasik
Osmanlı “adaletname” geleneğinin
devamı olarak görülebilir. Gerçekte
Tanzimat'a öncülük edenlerin insan
haklarına, bunların getirdiği kurumlara
vabancı olduğu bilinmektedir. Bu nedenle
fermanla getirilen şeyin uyrukların refah
ve güvenliğine yönelik, ama kökü biraz
da geleneğe bağlı yasal bir yönetim
olduğu konusunda tüm Tanzimatçılar
birleşmekteydi. J850'de çıkarılan
Tanzimat Madalyası.

Osmanlı adaletname geleneğinin deva­ Bu, devlet hayatında yeni bir gelişmey­ tekrarlanan, 1839 fermanının 1838 ta­
mı olarak görmek gerekir. Hükümdar­ di. O vakte kadar “ Osmanlı” olan dev­ rihli ‘'Osmanlı-İngiliz Ticaret Sözleş-
lar tahta çıktıklarında teb’aya adalet letin adıydı, hanedandan dolayı tabiî... mesi” yle ilişkili bulunduğu savı, pek ge­
vaadeden böyle fermanlar çıkarılırdı. Şimdi ise Osmanlı uyrukları ve Osman­ çerli bir sav değildir. Önce fermanda ti­
Bu sefer bu eski biçimin kısmen yeni bir lılık gibi yeni bir kavram, yeni bir po­ caret sözleşmesi hükümleri aranmama­
içerik kazandığı görülür. Aynı gelene­ litika ortaya çıkıyordu. Bu, çağdaş Av­ lı, çünkü yok. Ne Tanzimat Fermanı’-
ğin sonra da devam ettiği, ama ferman­ rupa kalıpianna uygun bir ideolojiydi; yla ne de Ticaret Sözleşmesi’yle düşük
ların içeriğinin gittikçe değiştiğini gö­ (Avusturya’nın Kaiserreich nationalis- gümrüklü dış ticaret gelmiş değildir. 17­
rürüz. Sultan Abdülâziz’in çıkardığı mus’u gibi) çok budunlu bir imparator­ 18. yy’lardan beri Fransa ve onu izle­
“ Ferman-ı Adalet” gibi ... luğa uygun yeni bir siyaset ve kültür yen diğer devletler yüzde 3.5 gümrükle
Tanzimat Fermanı’ndan en çok ra­ arayışıydı. Tarihin geniş perspektifi (1838’de yüzde 5) ve iç gümrük öde­
hatsız olan, Rum Patriği’ydi. Gayri­ içinde başarı gösteremedi, ama tama­ meksizin, kabotaj hakkını da elde ede­
müslim milletlerin (yani dinî cemaatle­ men etkisiz kalmadı ve tarihte bir iz bı­ rek ticaret yapmaktaydılar. Tanzimat,
rin) eşitliği, Tanzimat Fermanı’yla gel­ raktı. olanı değiştirmiş değildir; öte yandan,
mişti. Oysa Rum cemaati ve Patrikha­ iktisadî dışa açılmanın başı da değildir.
ne o güne kadar diğer gayrimüslimle­ Tanzimat yöneticileri iktisadî ve tekno­
rin üstünde bir statüye sahipti. Bütün T a n z im a t ve M ıs ır S o ru n u
lojik geriliğin farkındaydılar, aradıkları
Ortodoks kavimlerini Fener Patrikha­ Tanzimat Fermanı’nın ilanını kolay­ çözüm de 1840’ların ideolojisi (libera­
nesi kontrol ediyordu. Fenerli aristok­ laştıran ve zahirî bir sebep sayamaya­ lizm) içindeydi. Bilindiği kadarıyla Os­
rasi yönetimde imtiyazlı bir yere sahip­ cağımız olay da Mehmed Ali Paşa manlılarda modern iktisadî düşünce de
ti. Aslında Balkan ulusçuluğu Slavlar Ayaklanması’dır. Bâbıâli ordusuzdu; ancak Tanzimat kadar eskidir. Bununla
arasında geliştikçe, kin duyulan hedef, daha doğrusu, çocuk yaştaki modern beraber ordunun tüketimine yönelik
Bâbıâli’den çok, Fener Patrikhanesi ol­ ordu eğitim ve talim aşamasındaydı; dallarda Tanzimat öncesi ve sonrasın­
muştu. Gerçekten de, yeni dönemde komutanları ise eski ordunun kalıntı- da kurulan bazı sanayi yaşamış, Tür­
Ortodoks kilisesi parçalanacak ve Fe- sıydı. Il. Mahmud döneminde gelece­ kiye’de teknolojinin temelini ve devletçi
ner’in durumu sarsılacaktı. Bâbıâli’yi ğin Tanzimat'ının ana hatları Mehmed bir sanayi geleneğinin başlangıcını oluş­
Tanzimat’ın ilanma iten ana nedenler­ Ali ve Bâbıâli arasındaki polemikten turmuştur.
den biri, Balkan ^ulusçuluğuydu. Yunan anlaşılacak gibiydi. 19. yy’a kadar Av­
ayaklanması ve bağımsızlığı felaketle rupalılaşan tek örnek, Çarlık Rusyası’- T a n z i m a t ’t a S iv i l l e ş m e n i n
bitmişti. Üstelik bu olay devamlı ordu ydı. Rusya reformlarına duyulan ilgi­
sayılan kapıkulu askerinin imhasını ge­ nin sandığımızdan daha yoğun olduğu G e tird ik le ri
rektirdi. Askerî reformun malî-idarî- anlaşılıyor. Ancak Kütahya kapılarına Tanzimat dönemi, yönetimin sivilleş­
hukukî alana da yansıması gerekiyor­ dayanan Mısır örneği reform işinin tar­ tiği bir aşama oluşturur. Sivilleşmenin
du. Daha öncesi Sırbistan özerkliği, tışmasını durdurdu; acele pratiğe geçil-. en önemli sonucu, bürokrasinin yeni
Tanzimat’tan hemen önce de Vidin mesi gerekiyordu. Mısır buhranı Tan­ grubunun egemenliğiydi. Bu, aynı za­
Ayaklanması Bulgaristan için de aynı zimat’ın beynelmilel alanda da gereği­ manda yönetirnde lâik eğitimin kaynak­
tehlikeyi işaret ediyordu. Fermanda ni hazırladı. 1833 Hünkâr İskelesi Ant- lık etmesine ve ilmiye sınıfının statüsü­
göze çarpan prensipierin yorumunu tek laşması’nı Osmanlı Devleti, Boğazlar nü hızla kaybetmeye başlamasına neden
kelimeyle özetlemek gerekirse, yeni bir üzerindeki statüyü değiştiren 13 Tem­ oldu. Tanzimat’ın bürokratı; ister A.
Osmanlılık, Osmanlı yurtseverliği, ye­ muz 1841 tarihli Boğazlar Sözleşmesi’- Cevdet Paşa gibi medreseden, ister Ke-
ni politikaya esas olarak alınmıştı. Çö­ yle değiştirdi. Rusya bu durumda ka­ çecizade Fuad gibi Tıbbiyeden (lâik eği­
küntüyü ve ulusçuluğun şiddetini bu ye­ zandığı hakları kaybetti. Onun azınlık­ tim), ister kalemde yetişen çırak-me-
ni ideolojiyle önleyebileceklerini düşü­ lar üzerinde ileri süreceği protektora murlardan olsun, ortak özellikleri olan,
nüyorlardı. Bu politikanın tutarlılığını hakları ise Fermanın getirdiği eşitlikçi- daha doğrusu oluşan bir tipti. Muha­
tartışmaksızın şunu belirtmek gerekir: yasacı prensiplerle önlenecekti. Çokça lefet ve iktidar yoktu. Birbiriyle çatışan-
TANZİMAT
T a n z im a t

lar herhangi bir projeyi ve sorunu ge­


reğinde ortakça omuzlardı. Ama bir
kuşak sonra Genç Osmanlılarla, muha­
lefet siyasal bir nitelik kazanmaya baş­
ladı.
Tanzimat devrinin en önemli bir ge­
lişmesi, yeni bir insanın, yani Osman­
lInın ortaya çıkmasıdır. Bu Osmanlı,
bütün İmparatorluk halkının her sını­
fının girdiği bir kategori olamadı kuş­
kusuz. Ama 18. yy’a kadar her din ve TANZİMAT'I
etnik grup üyeleri kompartımanlar ha­ KOLA YLAŞTIRAN
linde yaşarken ve Osmanlı sadece dev­ ETKEN: Kavalalı Mehmed
letin adıyken, reformlarla birlikte her Ali Paşa ayaklanması
din ve etnik gruptan bazı aydınların or­ Tanzimat'ın ilanını
tak bir grup oluşturduğunu görüyoruz. kolaylaştıran önemli bir
Bu gruba Osmanlı aydını demek müm­ olaydır. Gerçekten Mısır
Buhranı Tanzimat 'ın
kündür. Daha 18. yy’da Dimitri Can- uluslararası platformda
timir, Nefiyoğlu, Hezarfen Hüseyin, gerekçesini de hazırlamış,
M avrokordato gibi simaların dahil ol­ ardından fermanın getirdiği
duğu bu grup, doğu dillerinden birini eşitlikçi-yasacı ilkeler Rusya
ve Avrupa dillerinden bazılarını bilen, gibi ülkelerin azınlıklar
dünya tarih ve coğrafyasına ilgi duyan konusunda daha önce
lâik görüşlü bir gruptu. Tanzimat’ta bu kazanmış olduğu hakların
grup yaygınlaştı; eğitim kurumlarıyla Osmanlı Devleti'ne yeniden
iadesi sağlanmıştı.
da Osmanlı tipi aydının doğuş ve yaşa­
yışı kurumlaştı. Özellikle Tıbbiye, Mül­
kiye, Hukuk mektepleri, Mekteb-i Sul- ile işbirliği içinde Suriye’de aynı şeyi ya­ zırladı. Bu nedenle, Tanzimat’ın ülke
tani’nin (Galatasaray) kuruluşu bu gru­ pıyordu. Ortadoğu ve Balkanlarda, ay- bağımsızlığının ve kültürel mirasın te­
bun gelişmesini hızlandırdı. Rum-Orto- rıhkçılık yanında, kültürel bir bütünleş­ melindeki rolünü ayrı bir önemle değer­
doks Sava Paşa, halen başvurulan İs­ meye giden bir Osmanlı aydın grubu da lendirmek gerekir. □
lâm H ukuku kitabını kaleme alırken, doğmuştu. Kuşkusuz, öte yandan gele­
İmparatorluğun ressamları her sınıftan neksel cemaat kompartımanları da
Müslümanlardan da çıktı. Polonez asıl­ uluslaşmaya doğru gidiyordu. KAYNAKÇA
lı Mustafa Celâleddin Paşa (Borzecski) Tanzimat, çöküşü durduran bir dö­ U İNALCIK Halil. “Gülhane Hatt-ı Hümayunu’"
Türk tarihini kaleme alırken Arnavut nemdir. Toprak kayıpları durmadı, ik­ Belleten, 112
Şemseddin Sami Türk ve Arnavut dil­ tisadî bağımsızlık sözkonusu değildi. ORTAYLI i., İmparatorluğun En Uzun Yüz­
leri tetkiklerine aynı derecede hizmet et­ Ama devletin bağımsızlığı devam ede­ yılı, İstanbul, 1983
□ Tanzimat. 1, İstanbul, 1940
ti. Suriyeli Hıristiyan Arap Butrus el- bildi ve bu da gelişen Türk ulusçuluğu­ YOUNG G., Corps de Droit Ottoman, Oxford
Bustanî “ Osmanlı Cemiyet-i İlmiyesi” na ayrı bir atmosfer, ayrı bir temel ha­ at the Clarendon Press, 1905

M u s ta fa R e ş id P a şa v e T a n z im a t
temin eylemiştir. Onun siyasi hayatı
tetkik edilirken geniş düşüncesi, az­
M. CAVİD BAYSUN mi, iktidarı ve siyasi mahareti kendili­
ğinden ortaya çıkmaktadır.
Türk milletinin yetiştirdiği büyük mecid'in saltanatlarında vukuagelen R eşid P a ş a nın ilk Yıllan
devlet adamları içinde adı unutulma­ bütün hadiselerin içinde yaşayarak Mustafa Reşıd Paşa. 13 Mart
yacak ve hürmetle anılacak kişilerden yetişti. Bunların bir kısmıyla yakından 1800'de İstanbul'da dünyaya geldi.
biri hiç şüphesiz Mustafa Reşid P a şa ­ ilgilendi ve birinci derecede bir görev Babası ll. Bayezid evkafının ruznam-
dır. 19. yy'ın en çalkantılı dönemlerin­ üstlendi. Birçok kez Avrupa'da sefa­ çecisi Mustafa Efendidir. Oğluna
de elçilik, hariciye nazırlığı, sadrazam­ retlerde bulunup umumi siyasetin in­ okuyup yazmayı o öğretmiştir. Mus­
lık gibi devletin pek mühim mevkileri­ celiklerini öğrendi. Tecrübelerinden tafa Efendi nin 181 O da vefatı üzeri­
ni işgal etmiş olan paşa siyasi saha­ devlet ve milleti yararlandırdı. Avrupa'­ ne yetim kalan genç Mustafa Reşıd
larda yaptığı büyük hizmetlerden baş­ nın en kudretli diplamatları ayarında çok mütevazi bir hayat geçiriyor. ca­
ka Tanzimat denilen inkılap hareketi­ bir devlet adamı olduktan başka mem­ mi derslerine devam ederek bilgisini
nin de kurucusu olmak itibariyle şöh­ leketi yenileştirmek hususunda çok tamamlamaya çalışıyordu. Maamaflh
retini ebedileştirmiştir. gayretli bir inkılapçıydı. Bu itibarla ta­ medrese tahsilini tamamlayamadı.
Reşid Paşa, ll. Mahmud ile Abdül- rihimizde kendisine şerefli bir mevki Arap ve fars dillerinde bilgisi eksik kal-
1548
TANZİMAT
M . Reşid Paşa ve Tanzimat

dıysa da, ilim ve irfana değer veren biri


olduğ undan hayatının her devresinde
okumak ve öğrenmekten uzak kalma­
mış, daha sonraları fransızcayı mü­
kemmel surette elde etmiştir. Genç­
lik çağlarında kendisini himaye eden
eniştesi Ispartalı Seyid Ali Paşa oldu.
Ali Paşa valiliklerde ve sadarette bu­
lunurken Reşid Bey'i de mühürdar
olarak çalıştırırdı. Sadaretten azlini
müteakip Mora seraskerliğine tayin
olunduğu vakit de yine kaynını bera­
ber götürmüştü. O zamanlar Mora'da
Rum isyanı vardı. Ordunun son dere­
ce perişan bir halde bulunması, seras­
keri çok güç bir duruma düşürmüştü.
Bilhassa parasızlık ve askersizlik yü­
zünden çekilen zorluğu Reşid Bey
gözleriyle gördü. Eniştesi tarafından
İstanbul'a gönderildiği zaman -bilinen
tatlı diliyle gerekenleri ikna edip- as­
kerin ulufesi için 2.000 kese para ko­
pardı, ordugaha getirdi.
lspartalı Seyid Ali Paşa'nın Mora
seraskerliğinden azlinden sonra evin­
de pek sade, pek sıkıntılı bir hayat ge­
çirmeye başlayan Reşid Bey az za­
man geçince Köse Akif Efendinin ara­
cılığıyla Sadaret Mektubi Kalemine
memur oldu.
Reşid Bey'in nazarı dikkati çekip
ilerlemeye başlaması Mora vak'asını
izleyen Rus Savaşı nda görüldü. Or­
duda yazıcılık görevi yapanlar arasın­
da bulunuyordu. Telhisatı kaleme alan
Nafi Efendi'nin hastalanarak İstan­
bul'a iadesi üzerine bunları Reşid Bey
yazmaya başladı. ll. Mahmud Reşid
Bey'in yazdığı telhisleri pek beğendi,
kimin yazdığını merak etti. Meşhur
Pertev Efendi (Paşa), Reşid Beyi ta­
rif edince padişah biraz sonra maaşı­
nın artırılmasını emreyledi.
M. Reşid Paşa elçiyken.
Reşid Bey'in maaşı 1 .500 kuruşa
çıkarıldığı gibi aynı zamanda Arnedi
Odası Hulefalığına tayin edildi. raber İstanbul'a dönmeyi tercih etti. leğine girmiş oluyordu. Beraberine
Savaşı izleyen barış girişimlerinde 1831 de Arnedi Ahmed Akif Efendi sırkâtibi olarak hemşirezadesi Nuri
de Reşid Bey'in adı geçmeye başla­ Rumeli'de bulunan sadrazam Meh- Efendi'yle tercüman Ruhüddin Efen-
dığını görüyoruz. Nuri Efendi yle be­ med Reşid Paşa'ya gönderdiği zaman di'yi alıp hemen Paris'e hareket etti.
raber Rus ordugâhına gönderildikten Reşid Bey arnedi vekâletine, 1832 ha­ Yolda Viyana'ya uğradı. Metternich ile
başka Edirne Antlaşması müzakere­ ziranının başında da asaleten amedi- görüştü. Avusturya Başvekili Türk el­
lerinde murahhas heyetine kâtip sıfa­ liğe tayin edildi. çisine çok ikramlarda bulundu. Baden
tıyla katılmış bulunuyordu. Savaş son­ Reşid Bey’in amedi olması iktidar ve sayfiyesinde şerefine ziyafet verdi. Ay­
rası İstanbul'a dönüşünde Sultan kabiliyetini tanıtmaya mükemmel bir nı zamanda aralarında siyasi mesele­
Mahmud, Reşid Beyi çağırtmış, ilti­ vesileydi. Memuriyetine ait görevler­ ler hakkında uzunboylu müzakereler
fatta bulunduktan sonra fransızcayı lâ- den başka yabancı elçilerle Bâbıâli - de icra edildi. Metternich, gerek ken­
yıkıyla öğrenmesini tavsiye etmişti. nin ilişkisini kuruyor, bazan taşrada di devletinin gerek Rusya'nın Osmanlı
Bu asırda Reşid Beyin meziyetini bulunan sadrazama padişahın şifahi İmparatorluğu lehindeki dostane ni­
takdir edip ileri gitmesine Pertev Efen­ emirlerini tebliğe memur ediliyordu. yetlerini gösteriyor, İngiltere ile Fran­
di çalışıyordu. 1830 yazında Pertev sa'yı biraz tereddütle karşılıyordu. Fa­
Efendi bir mesele hakkında Mısır Va­ Elçilikleri ve kat neticede bütün devletlerin Mısır iş­
lisi Mehmed Ali Paşa nezdine gönde­ H ariciye Nazırliğı lerinde ortak hareket edeceklerine ka­
rildiği vakit refakatinde Reşıd Bey i Mustafa Reşid Bey amedilik uhde­ naat gösteriyordu. ikisi de bu görüş­
ikinci kâtip olarak bulundurdu. Meh­ sinde olmak üzere 1834 haziranında meden pek memnun olmuşlardı. Bir­
med Ali Paşa kendisini Mısır'da alıkoy­ Paris ortaelçiliğine tayin edilmekle ar­ birlerini takdir ettikleri anlaşılıyordu.
mak istediyse de Pertev Efendi yle be­ tık doğrudan doğruya diplomasi mes­ Reşid Bey, Fransızcayı hakkıyla bil-
1549
TANZİMAT
M . Reşid Paşa ve Tanzimat

meden elçilik görevi yapılamayacağı­ müştü. Reşid Paşa hariciye nazırlığını bil-
nı anladığından Paris'te dil öğrenimi­ Reşid Bey'in İngiliz devleti hakkın­ fiil'idare ettiği aylarda birkaç mühim
ni ilerletmeye başladı. Cidden büyük da takdiri büyüktü. Bütün siyasi me­ icraat yaptı. Ewela, ziraat, ticaret, sa­
gayret gösterip bu dili mükemmel su­ selelerin hal merkezinin Londra oldu­ nayi gibi şeylerin büyümesini temin
rette elde etti. ğuna inanmıştı. Hatta Fransızlarla ara­ için bir meclis teşkil ettirdi ki kararla­
Fransız başkentinde Türk elçisinin mızdaki ihtilâfların da İngiltere vasıta­ rı padişaha kendi vasıtasıyla arz olu­
görevi hayli ağırdı. Aleyhimizde Mısır sıyla düzeleceğine kanaat getirmişti. nacaktı. Bundan başka 17 Ağustos
valisiyle Yunanlılar tarafından yapılan O halde devleti ilgilendiren bütün si­ 1838'de İngiltere'yle bir ticaret antlaş­
propagandaya karşı girişimlerde bu­ yasi işlerle burada meşgul olacağı ta­ ması imzaladı. Bununla bütün mem­
lunacak, mukabil yayın yapacak, bi­ biiydi. lekette "Yedi-vahit" usulü kalkıyor, ti­
zim de artık Avrupa metodlarını kabule Londra'ya amedilikle gelmiş olan caret serbest oluyor, İngilizler geniş
başladığımızı Frenklere anlatacaktı. Reşid Bey, 1836 sonbaharında hari­ müsaadeler kazanıyordu. Bu müsaa­
Mısır meselesini Osmanlı devleti lehi­ ciye müsteşarlığına, 1837 haziranın­ deler İngiltere'nin Mısır meselesinde
ne halletmek için kamuoyunu kazan­ da vefat eden Hulüsi Paşa'nın yerine gösterdiği yardıma karşılıktı.
mak lazımdı. müşir rütbesiyle ve paşa unvanını kul­ Bundan sonra Reşid Paşa asıl mü­
O sırada Fransızlar Cezayir'i istila lanmamak şartıyla, hariciye nazırlığı­ him işe, Tanzimat teşebbüsüne giriş­
etmekteydiler. Gerçi kendine bundan na tayin olundu. ti. 1838'de çıkan 169 numaralı Tak­
Paris'te söz etmemesi tavsiye olun­ Bu tayin üzerine hemen İstanbul'a vim-/ Vakay/'de bu hususa dair uzun
muşsa da “ Fransızlar Cezayir hare­ gelmesi icap etmiş ve rütbesine ait ni­ bir bent mevcuttur ki burada ortaya
katını ilan edip dururken süküt nasıl şan, kılıç vesaireyi getirmekte olan Mi­ atılan ilk Tanzimat teşebbüsünü görü­
olur?" diyor ve hariciye nazırıyla gö­ ralay Tevfik Bey Marsilya'da karanti­ yoruz.
rüşmesinde bu vilayetin tahliyesini ta­ na beklediğinden o gelinceye kadar Anlaşıldığına göre, Babıali'de vüke­
lep ediyordu. Reşid Bey her mesele­ kendisi İngiltere'de seyahat ederek İr­ la toplanıp uzun müzakerelerden, şer'i
nin İngiltere'de hallolunacağına kaniy­ landa adasını ve sanayi fabrikalarını ve mülki noktaları tetkikten sonra ba­
di. Binaenaleyh daima Londra elçisiy­ görmek istemişti. İstanbul'a geldiğin­ zı ıslahat lüzumuna karar vermişler,
le temas etmekle beraber müttefikimiz de ll. Mahmud ona müstesna bir ilti­ birtakım esaslar kabul etmişlerdi. Son­
olduğundan Rusya'yı gücendirmeme- fat ve teveccüh göstermiş, konağın­ ra bu esaslar meclis-i valaca dahi be­
ye, Fransa'yı da kuşkulandırmamaya da memuriyetine ait fermanın okun­ nimsenip iradeye sunulmuştu.
dikkat ederdi. Reşid Beyin birinci Pa­ ması için pek parlak merasim yapılma­ İlk Tanzimat teşebbüsünde bilhas­
ris elçiliği on, on bir ay kadar sürdük­ sını emreylemişti. sa “ mal emniyeti'' temin olunmak is­
ten sonra 1835 yılı içinde izinle İstan­ Hükümdar üzerinde gittikçe bariz tenmiş, vergilerin ıslahı ve adilane bir
bul'a döndü ve pek çok iltifatını gör­ bir nüfuz kazanan Reşid Beyden di­ surette tevzii, rüşvetle angaryanın ya­
düğü ll. Mahmud'a mühim bir layiha ğer vükelanın kuşkulandığı ve İstan­ saklanması, musaderinin kaldırılması
takdim etti. bul'dan uzaklaşması için çare arandığı kabul olunarak mezkür esasların tat­
Bana bu layihayı bulmak nasip ol­ muhakkaktı. Bir müddet sonra kendi­ bikinde vezirler, rical, ayan, tüccarlar,
madı. Fakat bundan bahseden bir sine paşalık unvanıyla beraber vezir­ reaya müsavi tutulmuştu. Biraz son­
Tezkere-i Samiye ve Hatt-ı Humayun lik veriliyor ve Fethi Paşa ile “ pek zi­ ra kararın hemen tatbikine geçilmiş,
gördüm ki tetkikinden bazı hakikatler yade gayret etmiş, Fransız lisanını ve örnek olarak ilk önce yalnız Bursa ile
ortaya çıkıyor. Tezkerede, Reşid Bey­ Avrupa usullerini tahsil etmiş iseler de Gelibolu sancaklarına memurlar gön­
in o günü ve geleceği ilgilendiren pek bir müddetcik daha Avrupa'da bulun­ derilerek emlak tahririne başlatılmış­
mühim meselelerden bahsettiği söy­ maları takdirinde her yönden bilgile­ tı. Ne yazık ki bu hareket sadece bir
lenmekte ve bu ince ve nazik davala­ rini tamamlayacakları ve geçmişi bil­ teşebbüs mahiyetinde kaldı, arkası
rın uzunboylu incelenmeye muhtaç ol­ meleri nedeniyle elçilik işlerini daha la- gelmedi. Reşid Paşa yine elçilikle İs­
duğu kabul olunmakla beraber Reşid yıkıyla idare edecekleri'' bahane edi­ tanbul'dan uzaklaştırılırken ıslahatın o
Bey'in derhal Paris'e gönderilmek is­ lerek Reşid Paşa Paris, Fethi Paşa yıl yapılamayacağı mecalis-i aliyede
tenmesi anlamlıdır. Londra elçiliklerine tayin olunuyordu. kararlaştırılarak her iki sancağın şim­
Reşid Bey, İstanbul'a gelişinden üç Aradan az bir zaman geçti. Ne ol­ dilik eskisi gibi idaresi emrolunmuş-
ay kadar sonra yola çıktı. Viyana'da duysa oldu. Reşid Paşa'nın İstanbul'­ tu .
biraz rahatsızlanıp birkaç gün fazia ka­ da kalmasına irade çıktı. Merkezde Reşid Paşa ikinci defa olarak 1838
larak Paris'e hareket etti. Metternich mühim devlet işleriyle meşgul olması ağustosunda Londra elçiliğine tayin
Viyana'da bulunmadığından bu defa elçilikten daha faydalı görülmüştü. olunduğu sırada Mısır meselesi yeni­
görüşememişlerdi. Mustafa Peşid Paşa devletin kurtul­ den alevlenmek eğilimini gösteriyor­
Bu yıllarda Osmanlı imparatorluğu­ ması için ıslahat ve inkılap lüzumuna du. Gerek devlet, gerek Mehmed Ali
nu ilgilendiren siyasi meselelerde bir inanmıştı. Kanaatince, eğer eski tarz Paşa askeri hazırlıklarda bulunuyor­
değişiklik olmuş değildi. Binaenaleyh ve şeklinde kalırsa çöküş muhakkak­ lar ve iki taraf arasında bir vakanın zu­
elçi yine başlıca dava olmakta devam tı. Avrupa’yı görüp dünya kamuoyu­ huru pek muhtemel görünüyordu. Ha­
eden Mısır işleriyle uğraşıyor, yine Ce­ nu anladıktan sonra bu düşünceler riciye nazırlığı uhdesinde kalarak İn­
zayir hakkında resmi taleplerde bulun­ daha ziyade kuvvetlenmiş, her fırsat­ giltere'ye memur edilmiş olan Reşid
mamakla beraber Fransız vükelasını ta ll. Mahmud'u kendi fikrine yönlen­ Paşa, o devletin ittifakını temine gide­
eleştirmekten uzak kalmıyordu. dirmeye çalışmıştı. Esasen ıslahat cekti. Beraberinde müsteşar olarak
1836 sonbaharına doğru zahiren yanlısı bir adam olan padişaha, Reşid divan-ı humayun tercümanı Ali Efen­
Londra'nın havasıyla uyuşamayan Paşa'nın fikirleri çok doğru görünü­ di’yi (paşa) götürüyordu. ll. Mahmud
Beylikçi Nuri Efendiyle değiştirilerek yordu. Düşünülen ıslahat uygulanırsa bu elçiliğe özel bir önem veriyor. on­
Londra elçisi oldu, İngiltere'ye gittı. devletin vaziyetini kurtarmak için pek dan pek mühim neticeler bekliyordu.
Kendisi daha önce bu ülkede seyahat elzem olan Avrupa desteğinin de te­ Viyana ve Berlin’e uğrayıp siyasi te­
ederek Portsmouth gibi yerleri gör­ min edileceği anlaşılmıştı. maslarda bulunarak Londra'ya giden
TANZİMAT
M. Reşid Paşa ve Tanzimat

Reşid Paşa, istenilen şartlarla ittifak olup babası kadar mutlak hükümdar­ herkesin işitebileceği bir sesle ve be­
yapamadı. ingilizler yardım vadetmek- lığın bütün zevklerini tamamen kavra- liğ bir ifadeyle Tanzimat-ı Hayriye fer­
le beraber öyle yedi sekiz yıllık bir an­ marn ış olması da etkendi. Her neyse manını okumuş, bütün cihana Türk
laşmaya yanaşmadılar. Elçinin gön­ Hüsrev Paşa gibilerin muhalif çoğun­ idaresi altında bulunan insanların mal.
derdiği antlaşma müsveddesinden ne luğu karşısında Reşid Paşa kendisiy­ can, ırz ve namus emniyetini ilân et­
Saray ne de Bâbıâli memnun oldu. Ve le hemfikir bulunan Âli Efendi. Sadık mişti. O kadar kuvvetli bir muhalif ce­
artık Avrupa'da kalmasına da lüzum Rifat Bey gibi bir iki kişiyle büyük ve reyanın mevcudiyetine rağmen paşa­
görülmeyerek İstanbul'a dönmesi ge­ çetin bir teşebbüse girişiyordu. nın bu hareketi cidden büyük bir me­
rektiği bildirildi. O da Lord Palmers- deni cesaret örneğiydi. Tanzimat'ın
Tanzimat’ın ilânı ilânı mühim birinkılâbın başlangıcı ol­
tonla görüşüp kraliçeyle vedalaştık­
tan sonra Paris'e geldi. Louis Philippe İstanbul'a gelişinden Tanzimat'ın makla beraber tatbiki pek kolay değil­
ve Mareşal Soult ile temaslarda bulun­ ilânına kadar geçen 4 aylık zaman bir di. Hiçbir güçlükten yılmayan ve Tan-
du. Fransız ricalinin savaştan çekin­ hazırlık devresi mahiyetinde oldu. Re- zimata söz söylenmesine tahammülü
diğini anladı. Reşid Paşa gönderdiği şid Paşa padişahın huzuruna çıktıkça olmayan Reşid Paşa işbaşına geldik­
tahriratlardan birinde Avrupalıların siyasi vaziyeti, ıslahat lüzumunu an­ çe fermanın esaslarına önem verilir,
Türkiye'deki ıslahata önem verdikle­ latıyor, Fransa'da Thiers kabinesinin fakat herhangi bir vesileyle uzaklaş­
rini açıklıyor, Fransa kralının ''mema- Mısırlılara gösterdiği taraftarlığı, İngiliz tırılınca gevşeklik görülürdü. Maama-
lik-i saltanat-ı seniyede dahi, Avrupa kamuoyunun bu husustaki kanaatini fih Reşid Paşa ve yetiştirdiği devlet
nizamlarına teşebbüs olunmakta oldu­ izah ediyordu. Nihayet Abdülmecid, adamları hayli uzun süren bir zaman
ğundan badezin Devlet-i Aliye'nin hu­ Tanzimat'ın ilânına muvafakat etmiş, içinde yeni kanunlar, nizamlar, teşki­
kuku Avrupa’ya ithalıyle erbabı tamaın mesele uzun uzadıya tetkik edildikten lâtlar yaparak fermanın adıyla anılacak
nazarlarına bir seddi sedit çekilmek" sonra fermanın Reşid Paşa tarafından bir devir açacaklardı.
görüşünde bulunduğunu söylüyordu. okunmasına karar verilmişti. Tanzimat ilânının nedenlerinden biri
Devletler Mısır meselesinde henüz 3 teşrinisani 1839'da Gülhane'de de Mısır meselesinin halliydi. Fransız­
anlaşmış olmamakla beraber Reşid büyük bir halk kütlesinden başka vü­ ların Mehmed Ali'ye şiddetli taraftar­
Paşa Paris'teki İngiltere Elçisi Lord kelâ, rical, memurlar, sefirler toplan­ lığı yüzünden sürüncemede kalmış
Granville ile yaptığı görüşmede Avus­ mış. Abdülmecid de o civardaki köş­ olan bu meseleyi Reşid Paşa bir an
turya ve Fransa'nın tereddüdüne rağ­ ke gelmişti. Hariciye Nazırı Mustafa önce bitirmek için elinden gelen gay­
men İngiltere'nin aracılığıyla mesele- Reşid Paşa, meydanın bir tarafına reti sarfediyor, lâzım gelen her teşeb­
nın lehte hallolunacağına kani olmuş­ konmuş olan yüksek kürsüye çıkarak büsü yaparak devlet lehine bir Avru-
tu.
Reşid Paşa oğullarını İstanbul'a
göndermek içın Marsilya'ya gelip fır­
sattan istifadeyle Toulon tersaneleri­
ni gezdikten sonra tekrar Paris'e dön­
dü. Durumların karışması dolayısıyla
ihtimal bir kere daha İngiliz devlet
adamlarıyla görüşmek için Londra'ya
gitti. Nihayet Paris ve Marsilya yoluyla
Abdülmecıd'in cülüsunu tebrik etmek
üzere İstanbul'a geldi. Müsteşarı Ali
Efendiyi de beraber getirdi. Elçilik uh­
desinde olduğu halde İstanbul'daki iş­
lerin fevkalâde önemlerinden dolayı
merkezde kalması uygun görülerek
doğrudan doğruya hariciye nazırlığı
vazifesini ifaya başladı.
Genç hükümdar. Reşid Paşa ya
karşı çok mültefit davranıyor. fikirle­
rine değer veriyordu. Paşanın uzun
müddet Avrupa'da bulunmuş olması,
siyasi vaziyete herkesten ziyade va­
kıf bulunması diğer vükelâyla araların­
daki farkı derhal meydana çıkarmış,
nüfuzunu ve kıymetini artırmıştı. Cü-
lüsu müteakıp sadrazamlığı ele geçi­
ren Hüsrev Paşa, hariciye nazırına ri-
yakiirane davranıyor ve mahvına ça­
lışmaktan geri durmuyordu. Hattâ Re­
şid Paşa'yı öldürtmek için plân hazır­
ladığı dahi söylenir.
Abdülmecid, Reşid Paşa nın ikna
edici sözlerinin ve doğru görüşlerinin
tesiri altında kaldığından, Tanzimat, fi­
kirlerine uygun bulunmuştu. Bunda
belki padişahın genç ve tecrübesiz \1. Reşit Paşa sadrazamken.
1551
TANZİMAT
, M . Reşid Paşa ve Tanzimat

pa ittifakı vücuda getiriyordu. İstan­ mayun'da fermanın esasları teyit olu­ Kral Louis-Philippe her fırsatta Türk
bul'daki ecnebi elçilerle sık sık temas nuyordu. Reşid Paşa bir zaman me- elçisini davet ediyor, kabul merasim­
ediyor, Fransız entrikalarına aldanmı* muriyetsiz yaşadı. 1841 temmuzunda lerinde en şerefli mevkilerde bulundu­
yordu. Bir defa elçi M. de Pontois Paris büyükelçiliğine tayin edildi. ruyordu. Kendisi de sık sık ziyafet ve­
"bazı hafif müsaadelerle’’ ihtilafı, har­ rir ve Paris'in en mümtaz şahsiyetle­
Dördüncü ve Beşinci Paris Elçilik­
be sebebiyet vermeden bitirmek iste­ ri bu ziyafefiere davet edilirdi.
leri: Reşid Paşa Paris'e doğru yola
miş, Reşid Paşa bu hafif müsaadele­
çıkmaya hazırlanırken Metternich, pa­ ikinci Hariciye Nazırlığı: Reşid Pa­
rin birtakım eyaletleri Mehmed Ali'ye şanın Viyana'ya uğramasını rica et­
vermek demek olduğunu aniavarak şa Paris sefiriyken 1845 sonlarında
miş, kendisi de önce uygun görmüş­ ikinci defa olarak hariciye nazırlığına
asla kabul etmemişti.
ken sonra nedense bir bahane bula­ tayin olundu. Fransa hükümeti kendi­
Nihayet Fransa dışta bırakılmak rak Marsilya yolunu tercih etmişti. sine bir vapur tahsis etti ve bahriye na­
üzere Londra'da yapılan anlaşmadan Paris'te Reşid Paşa'nın sıhhati düz­ zırını elçiliğe yollayıp hab r verdirdi.
sonra Mehmed Ali devletlerin teklifini gün gitmedi. Ekseriya hastalıktan ve Reşid Paşa hariciyeye tayin edildiği­
reddetmiş, doğrudan doğruya Bâbıâ- hava değişimi ihtiyacından bahsedi­ ni Guizot'ya, Palmerston'a, Aberde-
li'ye müracaat etmişti. Reşid Paşa ko­ yordu. Birdefa da Piza'ya gitmek için en'e birer mektupla bildirdikten son­
nağındaki sefirler toplantısının birinde müsaade ricasında bulunmuştu. Ön­ ra İstanbul'a döndü.
Avusturya ve Prusya elçilerinin: “ Ma­ celeri İstanbul'a dönmek arzusu ye­ Görülüyor ki bu büyük insan bazan
dem ki Mehmed Ali mektup gönder­ rine getirilmiyor, o aralık görev başın­ entrika yüzünden çekilmeye ve uzak­
di, bu bir itaat mûkaddimesidir, dikka­ da kalması münasip görülüyordu. Fa­ laşmaya mecbur olmakla beraber ih­
te almak muvafıktır' ’, demelerine kar­ kat sonraları "illetlerin def'ine tiyaç onu aratıp bulduruyor, en yük­
şılık Reşid Paşa: ' Padişah, cûlûsu teneffüs-i hava-yı vatandan müessir ve sek makamlara kadar çıkarıyordu.
müteakip Mısır'ı veraset tarikiyle ken­ nafi ilâç olamayacağını hekimler dahi
disine bırakmıştı, Londra antlaşmasıy­ bildirmiş olduğundan" İstanbul'a dön­ Reşid Paşa'nın Sadrazamlıkları
la da aynı şey teyit olunduğu halde mesine müsaade olundu. Viyana yo­ Mustafa Reşid Paşa ilk defa 28 ey­
Mehmed Ali Paşa tarafından reddedil­ luyla dönerken Metternich'le görüştü, lül 1846'da (7 şewal, 1262J, Rauf Pa­
di. Artık bugün onun hukukundan Avusturya imparatoru, Reşid Paşa'ya şa'nın yerine sadrazam olmuştur.
bahsetmeye imkân yoktur. Gönderdiği (yadigâr olarak) bir kutu hediye etti. Reşid Paşa ilk sadaretinde faydalı
mektuba gelince, o şimdiye kadar Paris'ten İstanbul'a dönüşünden bir teşebbüslere girişmiş, her sınıf dev­
böyle nice mektuplar yazmıştır’’ de­ zaman sonra kendisine Edirne valili­ let memurları için vazifelerine ilişkin bir
mişti. İngiltere sefiri ise: 'Bu işin hal ği verildiyse de kabul edip gitmedi. talimatname yaptırdığı gibi mücrimlere
ve tesviyesi ancak irade-i şahaneye 1843 sonlarına doğru beşinci defa işkence ve eziyetin men'i, esir paza­
mütevakkıftır. Hukukuna müdahale olarak Paris elçiliğine tayin olundu. rının kaldırılması kabilinden faaliyetler
edemeyiz. Ancak yol gösterebiliriz ”, Epey vakit memuriyetsiz kalmış, borç­ göstermişti. Ayasofya karşısında Da­
mütaleasında bulunmuştu. Bundan lanmıştı. Memnunen gitsin diye bol rülfünun binasının inşasına başlan­
sonra, malüm olduğu üzere ingilizie- harcırah ve atiye de verdiler. 1844 ba­ mak, maarif-i umumiye idaresi ihdas
rin hareketini takip eden, devletlerin şında oğullarından Mehmed Cemil ve etmek, hazine-i evrak yaptırmak da bu
yardımıyla Mısır kuwetleri perişan edi­ Ahmed Celâl beyleri kâtip sıfatıyla alıp devrin mahsullerini teşkil ediyordu.
lip Mehmed Ali'ye Mısır'dan başka yer Viyana'dan geçerek Paris'e gitti. Siyasi olaylara gelince, Atina'da bu­
bırakılmamıştı. Osmanlı imparatorluğunun her işi­ lunan Osmanlı elçisinin uğradığı ha­
Reşid Paşa bu suretle siyasi haya­ ne Avrupalıların karıştığı bir dönemde karetten dolayı azimkârane davran­
tının en parlak başarılanndan birini ka­ Paris'te liyakatli bir elçinin bulunma­ mış, Yunanistan'la münasebeti kes­
zanmış oluyor ve yaptığı hizmet her ta­ sı faydasız değildi. Devlet o zaman bil­ miş, Fransa'da 1848 ihtilâlinin zuhu­
rafta sevinçle karşılanıyordu. Abdül- hassa Yunanistan’dan dolayı endişe­ ru nazarı dikkatini celbettiğinden siya­
mecid pırlantalı imtiyaz nişanını ken­ liydi. Yunanistan'ın, Avrupa himaye­ si, askeri, mali tedbirler almak lüzu­
di eliyle göğsünetakmış, 1 .000 kese sinde genişletilmesinden korkuyordu. munu hissetmişti. Reşid Paşa bu ih­
atiye ihsan eylemişti. Reşid Paşa bu meseleyi tetkik ederek tilâlin önemini idrak etmekle dirayeti­
Durumun nisbeten tabii bir şekle kamuoyunun Yunanlılara müsait oldu­ nin yüksekliğini de ispat etmiş oluyor­
girmesi üzerine Tanzimat esaslarının ğunu söylemekle beraber şimdi bu du.
tatbikine kuvvet vermek sırası gelmiş­ devletler kendi işleriyle meşgul olduk­ Reşid Paşa'yı en fazla'Üzen şey iç­
ken Reşid Paşa uzun müddet yerini larından faaliyetlerini durduracak bir teki aleyhtariarın faaliyetiydi. Mutaas­
koruyamadı. Tanzimat: ı bir frenk ica­ hâdiseye sebebiyet veremeyeceklerini sıplar ve müstebit ruhlular Kendisini
dı telâkki edip taassup gösterenler bildiriyordu. Fakat eğer adalarda bir frenkmeşreplikle suçlarlar, halkın gö­
çoktu. Kendisi ise bu mesele hakkın­ ihtilâl çıkarsa kamuoyu karşısında hü­ zünden düşürmeye çalışırlardı. Aynı
da en ufak bir eleştiriye tahammül kümetin yardıma mecbur olmasından zamanda Abdülmecid'e saltanatı için
edemezdi. Bu esnada Mehmed Ali \ a­ çekiniyordu. birtehlike gibi gösterirlerdi. Reşid Pa-
şa Mısır veraset fermanının bazı mad­ Lübnan meselesine gelince Maru- şa'ya cumhuriyet taraftariiğı bile atfe-
delerine itiraz etmiş, Reşid Paşa da ni ve Dürziler arasındaki çarpışmala­ dilmişti.
aynen kabulünde ısrar göstermişti. ih­ rın şiddetlenmesi Fransa hükümetini Karşıtlardan Serasker Damad Said
tilâfın genişlemesinden korkan Avus­ heyecana getirmiş, hele bir papazın Paşa, bir gün mabeyne gidip huzura
turya elçisinin teşebbüsleri üzerine öldürülmesi yüzünden hâdise çıkma­ çıkarak, padişaha: "Bu adam cumhu­
Abdülmecid liyakatli hariciye nazırını sına az bir şey kalmıştı. Bu meseleler riyet ilân edecek, saltanatın elden gi­
aziederek evinde oturmasını emreyle- yatışıncaya kadar Reşid Paşa hayli diyor, daha ne duruyorsun ", demiş,
di. Maamafih Reşid Paşa nın çekilme­ zor durumda kalmıştı. bu sözlerden ürken Abdülmecid Bâ-
siyle Tanzimat ortadan kalkacak zeha­ Siyasi meseleler bir tarafa bırakıla­ bıâli'de vazifesiyle meşgul bulunan
bı hâsıl olmasın diye de birkaç gün cak olursa Reşid Paşa'nın Paris mu­ Reşid Paşa'dan mührünü aldırtmıştı.
sonra Bâbıâli'ye gelen bir Hatt-ı Hu- hitinde kazandığı itibar çok büyüktü. 28 nisan 1848'de Reşid Paşanın ye-
1552
TANZİMAT
M . Reşid Paşa ve Tanzimat

rıne Sarım Paşa sadrazam olmuş ve Memleketin maarif hayatına ilgi gös­ Abdülmecid, bunların devlet işlerine
ertesi gün kendisine Reşid ve Ali pa­ teren sadrazam, darülfünunda okuna­ kadar sirayet eden anlaşmazlığından
şalar dahil olmak üzere dokuz zatın cak kitapları yazmak üzere bir ilmi he­ usanarak ikisini birden azille ilk defa
sürgün edilmesi için bir liste verilmiş­ yet teşkilini düşünmüş ve darülfünu­ olarak Âli Paşa'yı sadrazam yaptı.
se de ılımlı bir adam olan Sarım Paşa nun açılmasını beklemeden bu heye­ Tanzimat devrinin bu iki büyük adamı
bu fenalığa alet olmak istememiş. Re­ tin toplanmasına karar vermişti. Aka­ arasında bundan sonra samimiyet
şid Paşa biraz sonra mecalis-i âliye- demi mahiyetinde olmak üzere vücu­ kalktı. Ortada peyda olan birtakım mü­
ye memur edilmiştir. da getirilen bu teşekküle “ Encümen-i nafıklar da ikisi arasındaki nifakı artır­
İkinci Sadareti: Reşid Paşa'nın Daniş” adı veriliyordu. Kendisi başta dılar. Reşid Paşa kendi yetiştirdiği bir
uzaklaştırılması üç buçuk ay kadar olarak devrin ekseri büyük ricali üye zatın bu derece yükselmesine bir türlü
sürdükten sonra aynı yılın ramazanın­ seçilmişti. Encümen, 1851 temmu­ tahammül edemez, Âli Paşa'nın bütün
da taltifkâr kelimeleri ihtiva eden bir zunda açılmış, törende Reşid Paşa icraatına karşıt bir tavır takınırdı. Vü­
Hatt-ı Humayun'la ikinci defa ansızın düzgün bir ifadeyle irticalen bir nutuk kelâyla büyük memurlar iki grupa ay­
sadrazam oldu. Sarım Paşanın azli­ söylemişti. Encümen-i Daniş, ülke için rılmıştı. Bir kısmı Reşid Paşa'ya bağ­
ne Harbiye mektebindeki bir diplama mühim bir yenilik olmakla beraber lılıkta devam eder, diğeri Âli Paşa'ya
töreninde yapılan bir hürmetsiz mua­ beklenen neticeyi verememiş, ondan kapılanırdı.
meleye Abdülmecid'in gücenmesiyle yalnız Cevdet ve Hayrullah tarihleri ya­ Reşid Paşa ’nın Üçüncü Hariciye
İngiliz Sefiri Sir Stratford'ın padişah digâr kalmıştır. Nazırlığı: Çar I. Nikola Makamat-ı
üzerindeki baskısı sebep gösterilmek­ Reşid Paşa'nın bu uzun sadarette Mübareke'de (Kutsal Yerler) Lâtinle-
tedir. kazandığı ikbal de nihayet son buldu. re eski imtiyazların iadesini ileri sürüp
Abdülmecid'in çok teveccühünü ka­ Ortodoks hukukunu koruma bahane­
Reşid Paşa'nın en uzun süren ikbal zanmış bir sadrazam olduğu halde ne­ siyle İstanbul'a fevkalâde elçi olarak
devresi bu ikinci sadareti olmuştur. Üç dense 27 ikincikânun 1852'de azio- Mençikof'u göndermişti. Rus elçisi
buçuk yıl süren bu dönemde en ziya­ nularak yerine Rauf Paşa geçti. Ken­ Hariciye Nazırı Fuad Efendinin yerin­
de dikkate değer siyasi hâdise mülte­ disi de “mesalih-i Devlet-i Aliyeye vu­ den edilmesine sebep olduktan son­
ciler meselesidir. 1848 ihtilâlinin tesiri kufu ve zaten ehliyet ve liyakatı ra yeni nazır Rifat Paşa ile müzakere­
altında Macaristan'da Avusturya aley­ cihetiyle'' meclis-i vâla riyasetine ta­ ye başlamış, asıl maksadını da orta­
hine çıkan isyanı ancak Rus orduları yin edildi. ya atmıştı. Mençikof, Osmanlı Orto­
bastırmış, birçok Macar ve Leh milli­ Üçüncü Sadareti: Reşid Paşa'nın doksları üzerinde Rus himayesi kabul
yetçisi Osmanlı ülkesine iltica etmiş­ uzaklaştırılması ancak kırk gün sürdü. olunmasını istiyordu. Reşid Paşa ve
ti. Devlet Macarlara istedikleri yardı­ Tekrar "dirayet ve istikameti, ikdam Âli paşalar işbaşından uzaktılar. Sad­
mı göndermemekle beraber hudutla­ ve gayreti" takdir olunarak makamı­ razam Damad Mehmed Ali Paşa siya­
rı açarak mültecileri muhafaza ediyor­ na iade edildi. Beş ay kadar daha sad­ setten anlamaz, Rifat Paşa ise yaban­
du. Bu yüzden de Avusturya ve Rus­ razamlık etti. cı dil bilmezdi.
ya devletleriyle Bâbıâli arasında ger­ Üçüncü defa aziine sebebiyet veren
ginlik husule gelmiş, her iki devletin Reşid Paşa Rusya'nın isteklerini
hâdise Damad Fethi Paşa ile araların­ onayiayacak adam değildi. Müzakere­
mültecileri şiddetle talep etmelerine daki ihtilâftır. Fethi Paşa saraya men­
Reşid Paşa merdane mukavemet gös­ leri maharetle idare ediyor, zaman ka­
sup bir zat olduğundan Abdülmecid'- zanarak öte taraftan İngiliz ve Fransız
termişti. Rus sefaretine gönderdiği in itimadını kazananlardandı. Reşid
takrirde antlaşmalara ve devletler hu­ elçileriyle anlaşmaya uğraşıyordu. Ni­
Paşa sadrazam oldukça o da Topha­ hayet Mençikof'un taleplerini reddet­
kukuna dayanarak mültecileri iade ne Müşirliğinde bulundu. Tanzimat'­
edemeyeceğini söylüyor, bunun üze­ miş, Rus murahhası memleketine
ın uygulanmasında hizmeti görüldü. dönmüştü. Biraz sonra Rusların hu­
rine Avusturya ile Rusya Bâbıâliyle Fakat Encümen-i Daniş kurulduğu za­
ilişkilerini kesiyordu. Hükümet, Ma- dudu tecavüzü üzerine Bâbıâli'de fev­
man ecnebi dili bilenler üye seçildiği kalâde toplantılar yapılmış ve Rusya-
carlarla Lehlilerin “ mücerret namus- halde Fethi Paşa alınmamış, bundan
ı âliye iltica etmiş olmalarını” nazara yasavaş ilân olunmuştu. Rusların bu
dolayı sadrazamla araları açılmıştı. hareketleri Avrupa'da pek büyük bir
alarak “bu maddenin ne mertebe mu­
azzez ve ehem bir şey ” olduğunu tak­ tesir husule getiriyor, Reşid Paşa bun­
dir etmiş, mesele vükelâ meclisinde dan istifadeyle 12 mart 1854'te İngil­
tetkik olunduktan sonra “ her türlü tere ve Fransa ile ittifak imzalıyordu.
suver-i muhtemele" göze aldırılmıştı. Bilâhare buna Sardunya devleti de ka­
Aynı zamanda Fransız ve İngiliz sefir­ tılacaktı.
lerinin de fikirleri sorularak “devletin Sadaretten ayrıldığına pek gücenik
mültecileri iadeye mecbur olmadığı ve olan Mehmed Ali Paşa savaş tarafta­
icabında Bâbıâli'ye yardım edeceği” rı talebe-i ulümu yanlış haberler çıkar­
cevabını almıştı. Lord Palmerston bu mak suretiyle Hariciye Nazırı Reşid
defa da Osmanlı devletine yardıma ka­ Paşa aleyhine kışkırtmıştı. Talebe
rar vermişti. Maamafih bir taraftan da derslerini tatil ederek nümayişler yap­
Eflâk'ta bulunan Fuad Efendi (paşa), mıştı. Olayın sorumlusunun Mehmed
Petersburg'a gönderilmiş, çar nihayet Ali Paşa olduğunu öğrenen Reşid Pa­
iade talebinde ısrardan vazgeçince şa, onun seraskerlikten azlini istemiş,
devlet davadan şerefiyle kurtulmuştu. padişahtan uygun cevap alamayınca
Reşid Paşa'nın bu azimkârlığı İngiliz, kendisi istifaya kalkışmıştı. Hattâ üç
Fransız kamuoyunu Türkler lehine yö­ gün kadar da İstanbul'daki konağına
neltmişti. gidemeyerek oğlu Cemil Beyin Beşik­
Encümen-i Danişin oluşumu da yi­ taş'ta bulunan evinde kalmıştı. Işe
ne bu sadareti zamanına rastlıyor. U ırd Palmerston. Fransa sefirinin de müdahalesi üze­
TANZİMAT 1553
M R e ş i d P a ş a v e T a n z im a t

rine Mehmed Ali Paşa seraskerlikten bul olunmasını, aynı zamanda büsbü­ bir türlü gizleyemedi.
azledilmiş, Reşid Paşa'nın istifası ka­ tün işten uzak kalmamak için o zaman Bir süre sonra Reşid Paşa'nın Mı­
bul olunmamıştı. Viyana Konferansı'nda bulunan Âli sır'a seyahate çıktığını görüyoruz. Vali
Reşid Paşa hariciye nazırı bulun­ Paşa'nın yerine gönderilmesini rica Said Paşa, oğlunun sünnet toplantı­
makla beraber devletin bütün idaresi etti. 4 mayıs 1855 te çıkarılan Hatt-ı sına Reşici Paşa'yı davet etmiş, o da
aşağı yukarı elinde gibiydi. Geçineme- Humayun Reşid Paşa'nın istediği şe­ kabul ederek Yusuf Kamil Paşa ve
diği bir sadrazamı devirecek iktidara kilde yazıldı. Fakat Viyana Konferan- zevcezi Zeynep Hanımefendi de be­
malikti. sı'nın dağılması üzerine gitmesine ha­ raber Feyzicihat vapuruyla İskende­
O esnada sadarette bulunan Giritli cet kalmadı. Sadarete yine Âli Paşa riye'ye gitmişti. Bir süre Mısır'da kal­
Mustafa Paşa, Avrupa'dan yapılacak geçmişti. dıktan sonra yine aynı vapurla İstan­
istikraza oğlu Paris Sefiri Veli P a ş a ­ Bu sadaretinde Reşid Paşa'yı sefir­ bul'a dönmüştü.
yı memur etmek istemiş, Reşid Paşa lerle uğraşmak son derece usandır­ Âli Paşa Paris antlaşmasını imzala­
bir uzman göndermek fikrinde ısrar et­ mıştı. Lord Stratford'un tahakkümü, yıp Londra'da balolar verdikten son­
mişti. Hiddete gelen Mustafa Paşa müttefik orduların iaşesi, İngiliz, Fran­ ra Viyana ve Trieste yoluyla dönerken
karşıtını gücendirecek sözler sarfet- sız elçilerinin daima ihtilaf halinde ol­ Reşid Paşa Mısır'da bulunduğundan
tiğinden ertesi günü aziedilerek yeri­ ması yüzünden sadrazam cidden zor­ rakibinin bu muzafferiyetine, bu ikba­
ne Kıbrıslı Mehmed Paşa sadrazam luk çekmişti. line şahit olmak bedbahtlığına uğra­
olmuştu. Sadaretten ayrılan Reşid Paşa bir mamıştı.
Dördüncü Sadareti: Reşid Paşa'nın süre yalısında oturdu. Kendi muvaffa­ Son iki Sadareti: Reşid Paşa son
dördüncü defa sadareti vükela arasın­ kiyetiyle başlayan bir harbin ve onu ta­ zamanlarında iki kere daha sadrazam
daki ihtilafa İngiliz Sefiri Lord Sfrat- kip eden konferansın sonuna kadar oldu. Anlaşılan kendisine Abdülme-
ford'un karıştırılması neticesi oldu. seyirci vaziyetinde kalmakla çok muz- cid'in teveccühü kaybolmamış ve İn­
Reşid Paşa ileMehrned Ali Paşa ara­ daripti. Hırsını yenemedi. Halefi Âli giliz politikası ağır bastıkça Reşid Pa­
sındaki husumeti duyan Kıbrıslı Meh- Paşa'yı tenkitten kendini alamadı. Pa­ şa iktidar mevkiine geçirilmiştir. Bu­
med Paşa, "Eğer ben sadrazam ol­ ris antiaşmasında Hıristiyanlara veri­ na mukabil Fransız sefirinin baskısı da
sam, bir gün bile Mehrned Ali Paşa'- len imtiyaz fermanını devletin istikla­ sukutuna sebep olmakta devam et­
yı İstanbul'da tutmam” demişti. Re- line uygun görmeyerek mabeyne uzun miştir.
şid Paşa da bu söz üzerine Mehmed bir layiha verdi. Kendisi gibi' 'emelsiz' ' 1856 ikinciteşrinde Hatt-ı Huma-
Paşa'yı sadarete sevk etmişti. Fakat bir insanın bu itirazı sırf sadakat do­ yun'la beşinci defa sadarete geçme­
sadrazam olduktan sonra vaadini tut­ layısıyla yaptığını söylemekle beraber sini İngiliz sefirinin padişah nezdinde
madığı gibi Mehrned Ali Paşa'yı Âli Paşa'ya olan kırgınlık ve hasedini teşebbüsü temin etti. Aynı gün sefir
meclis-i vükelaya memur etmek iste­
mesi Reşid Paşa ile aralarını açmıştı.
Sadrazam, Hariciye Nazırı Reşid Pa-
şa'dan kurtulmak için İngiliz sefirine
müracaat eylemiş ve bu duyulmuştu.
Bu karışık vak'alar üzerine 1854 son­
larında Mustafa Paşa'nın yerine Re­
şid Paşa dördüncü defa olarak sada­
rete geçtiği gibi Ali Paşa da hariciye-
ye tayin edildi.
Kırım harbi devam ederken bu ka­
bil entrikalar hoş şeyler değildi. Reşid
Paşa devlet işleri kadar rakipleriyle de
uğraşıyor, iktidar mevkii yüzünden
kendisine layık olmayacak hareketle­
re bile teşebbüs ediyordu. Bundan
sonra Reşid Paşa'nın azil ve tayinle­
rinde İngiliz ve Fransız sefirieri büyük
rol oynadılar. Mısır Valisi Said Paşa
Süveyş kanalının açılması için F. de
Lesseps'e imtiyaz verilmesini istemişti.
Reşid Paşa bu kanalın açılmasını uy­
gun görmüyordu. Men'i için Meclis-i
Vâlâ Reisi Yusuf Kamil Paşa'ya, Said
Paşa'ya hitaben, bir mektup yazdırdı.
Bu mektubun Reşid Paşa tarafından
tashih edilmiş müsveddesi Fransız
Maslahatgüzarı Senedetti nin eline
geçti. Senedetti gidip sadrazamla gö­
rüştü. Aralarında yapılan görüşmeden
Reşid Paşa fena halde sıkılarak so­
nunda “çaresine bakarım” , dedi. iş
mabeyne aksedip sadrazamlameclis-i
vâlâ reisinin azilleri kararlaştırılınca,
Reşid Paşa azledilmeyip istifasının ka­
1554
TANZİMAT
M . Reşid Paşa ve Tanzimat

tarafından Abdülmecid'e büyük mera­ da bulunan Yusuf Kâmil Paşa aracılı­ adamları hatırına son derece hürmet
simle Dizbağı nişanı takdim edildi. Bu ğıyla saraya iade edildi. ederler, görevden alındığı zamanların­
iki hâdise istanbul'da ingiliz siyaseti­ Mustafa Reşid Paşa Beyazıt'ta Ok­ da bile ondan çekinirlerdi.
nin ağır basması anlamına geldiğinden çular caddesindeki türbesinde met­ Reşid Paşa kadirşinaslık, adam ye­
Fransızlarca hoş görülmemişti. fundur. tiştirmek ve himaye etmek hususların­
Kırım Savaşı ndan sonra Eflak ve Siyasi hayatını izaha çalıştığımız Re­ da da pek ileri gitmişti. Pertev P a ş a ­
Buğdan'ın idaresini düzenlemek için şid Paşa Türk milletinin yetiştirdiği en yı ölünceye kadar saygıyla anmış, Âli ve
bu memleketlerde “ Divan-ı Mahsus”- büyük devlet adamlarından biriydi. Fuad paşaları o yükseltmişti. Fakat ik­
lar seçilirken Fransız Elçisi Thouve- Hele 19. yy ricali arasında ondan mü- tidar mevkiine karşı duyduğu hırs yü­
nel, seçimlerin eyaletler ittihadına mu­ hir'\bir şahsiyet yoktur denilebilir. ida­ zünden Âli Paşa'nın sadrazamlığını
halif tesirler altında yapıldığını iddia et­ rede ve siyasette büyük bir kudreti ol­ çekememiş, hasedini göstermekten
ti. Sadrazam, bu iddianın varit olma­ duğu gibi inkılâp sahasında da derin kendini kurtaramamıştı. Bundan baş­
yıp seçimlerin usulü dairesinde yapıl­ bir azim ve irade sahibiydi. Her işte ka lütuf ve atıfetin yalnız kendisinden
mış olduğu hususunda ısrar edince gayet tedbirli davranır, fakat verdiği beklenmesini ister, başkalarına hulüs
Fransız sefiri Bâbıâli ile münasebeti kararı tatbikte metanet gösterirdi. arzedenleri affedemezdi. Reşid Paşa
kesti. Rusya, Prusya, Sardunya dev­ Uzun süre Avrupa'da yaşamış olma­ da nihayet bir insandı. Onu her türlü
letleri de katıldı. İngiltere ve Fransa sı ihata kabiliyetini artırmıştı. Bu mem­ noksanlıktan uzak bir varlık telâkki et­
hariciyelerinin birbiriyle temas ederek leketin kurtulması için Batı terakkiya- mek insaniyeti anlamamak olurdu.
seçimin feshini karariaştırmaları üze­ tını takipten başka çıkar yol olmadığı­ Araştırdıkça onun da türlü kusurları­
rine Abdülmecid telâş gösterdi. Sad­ na kanaat getirmişti. Tanzimat-ı Hay­ nı bulmak mümkündür. Fakat bunla­
razamı azlederek işin önünü almak is­ riye'nin ilânında gösterdiği isabet, tat­ ra bakarak bu büyük adamı küçültme­
tedi. Reşid Paşa'nın beşinci sadareti bikinde sarf ettiği gayret bu kanaatin ye kalkışmak insafa uygun değildir.
dokuz aydan biraz fazla devam etmiş­ mahsulüydü. Yoksa bunu sırf scnebi- Reşid Paşa şiir ve inşada da iktidar
ti. Kendisi meclis-i Tanzimat riyaseti­ lerin gözünü boyayıp devrin siyasî sahibi ricaldendi. Resmi kitabette açık
ne naklolunmuşsa da bir ay içinde müşküllerini çözmede bir vasıta telak­ ve sade bir ifade kullanmayı tercih
oradan da alınarak bir müddet mazul ki etmiş değildi. Reşid Paşa Avrupa ederdi. Hele ametçiliği zamanında bu­
kalmıştır. devletleri içinde en ziyade İngiltere'­ na daha z!yade dikkat etmiş, sonraları
Mustafa Reşid Paşa'nın altıncı ve nin tesiri altında kalmıştı. O zamanki ise bağlı cümlelerle yazı yazmaya baş­
son sadrazamlığı şu şekilde vukubul- İngiliz ricalinin Türk devletine samimî lamıştı. Manzum eserleri de varsa da
du: Azledildikten sonrayalısında otu­ surette yardım etmek istediklerini an­ pek nadirdir ve az şiir söylediği tah­
rurken Serkarin Osman Bey, vaktiyle lamış olduğundan daima İngiliz poli­ min olunabilir.
ettiği vaadi tutarak Sultan Mecid'i tikasına yaslanmıştı. Maamafih diğer Söze nihayet verirken bir daha tek­
Emirgân üstündeki köşkte paşayla gö­ devletleri de kırmak istemez, dost ge­ rar edelim: Reşid Paşa bu memleket­
rüşmeye teşvik etti. Padişah karadan çinmek arzusunda bulunurdu. Meselâ te esaslı bir inkılâp hamlesi yapmış bir
gelip eski sadrazamıyla uzun uzun gö­ mülteciler meselesinde Bâbıâli ile devlet adamıdır. Zamanı müsait bul-
rüştükten sonra akşam yemeğini de Rusya arasında ilişkiler kesildiği hal­ saydı belki daha büyüklerini düşüne­
orada yedi. Reşid Paşa'nın zekâ ve di­ de Fuad Efendiyi Petersburg'a yol­ bilirdi. O devri, o devrin güçlüklerini
rayeti, Abdülmecid'in zihnini işgal laması buna misaldi. gözönünde tutarsak yaptığı işin öne­
eden meselelerde bulduğu hal çare­ Mustafa Reşid Paşa cömertlik, ve- mini o zaman iyi anlarız. Velhasıl bu
leri fevkalâde hoşuna gitti. Tekrar sa­ kar, kibarlık ve efendilikle şöhret bul­ büyük adam Türk tarihinde unutulma­
darete getirilmesi kararlaştırılarak muş bir zattı. En parasız zamanların­ yacak bir şahsiyettir. Adını hürmetle
1857 ikinci teşrininde Hatt-ı Huma- da bile kendisine müracaat edenleri anmak hepimiz ıçın vazifedir. C
yunla son defa mühr-ü humayuna na­ boş döndürmez, kendine sığınan düş­
il oldu. manlarına bile iyilik etmekten geri dur­ (Tanzimat l den (1 940) kısmen kısaltı­
Fransa sefaretine de bu tayinden mazdı. Zamanındaki bütün devlet lıp sadeleştirerek alınmıştır.)
kuşkulanmasın diye gereken teminat
verildi. Hariciye Nazırı Ali Paşa'nın zi­
yaretinde sadrazam da sefir de bulu­
narak iki taraf uzlaştırıldı. Bundan baş­
ka Sultan Mecid, Reşid, Ali ve Fuad
paşalara birbirleriyle iyi geçinmeleri­
ni tenbih etmişti.
Mustafa Reşid Paşa'nın son sada­
reti esnasında ortada kendini üzecek,
uğraştıracak bir mesele görülmüyor­
du. O kadar sevdiği iktidar makamına
gelişinden yaklaşık iki ay kadar son­
ra hastalandı. Bir müddet Bâbıâli'ye
gidemedi. Hastalığına rağmen, yalısı­
na gelenleri kabulden geri durmuyor­
du. Nihayet iyileşince sefirlerin ziya­
retini iadeye gitti. Bu ziyaretten yalı­
ya avdetinden biraz sonra 7 ikincikâ-
nun 1858 perşembe günü kalp sek­
tesinden hayata gözlerini kapadı.
Mühr-ü Humayun, vefatı günü yalı­ Kont Metternick.
TARIM, KIRSAL YAPI
VE ORMANCILIK

Osmanlı İmparatorluğu’nda
Tarımsal Gelişme
Prof. Dr. Donald Quataert

Tanzimat’tan Cumhuriyet’e
Ormancılık ve Gelişimi
Yücel Çağlar

ÇERÇEVE YAZI

□ T a n z im a t ’ ta n S o n r a O r m a n Y ı k ı m ı ve
Ç e v re T a h r i b i
M . T e v fik P e h liv a n o ğ lu

Bu konuda ayrıca İktisadi İlişkiler, İktisadi Yapı ve Madenler maddelerine bakınız.


1556
Osmanlı Imparatorluğu’nda
Tarımsal Gelişme
Donald Quataert

tüm Osmanlı İmparatorluğu gayrısafi


G iriş milli hasılanın 0,1o 48’ini, Anadolu bö­
19. yy’da Osmanlı İmparatorluğu lümünün gaynsafi milli hasılasınınsa 0,1o
çok büyük ölçüde tarıma bağımlıydı ve 55’ini tarımın oluşturduğunu biliyoruz.
yüzyıl sonuna dek de öyle kaldı. Os­ Osmanlı Devleti, çok büyük ölçüde ta­
manlı devleti bir tarım imparatorluğuy­ rımsal nüfusundan toplanan dolaysız ve
du -Mısırlılar da dahil olmak üzere, on dolaylı vergilere yaslanıyordu. Kırsal
bir milyon tebasının çoğu geçimini ta­ nüfustan toplanan dolaysız vergilerin
rımdan sağlıyordu; vergi gelirlerinin ço­ başında brüt bitkisel üretimin yüzde
ğu tarımsal kaynaklardanalınıyordu ve onu - on üçü arasında değişen öşür ve
ihracatının çoğu tarım ürünleriydi. 19. beslenen her hayvan başına salınan hay­
yy’ın başlarında, Osmanlı çiftçilerinin van vergisi ağnam resmi geliyordu. Bu
çoğunluğu kendi tüketimleri için, Os­ iki vergi, Osmanlı devletinin toplam
manlı kent ve kasabalarında satmak vergi gelirlerinin 0,1o 34-44’ünü oluştu­
için ve ihracatçı tüccara satmak için ruyordu. Büyük bölümünü çiftçilerin
üretim yapıyordu. İmparatorluk içinde ödediği öbür vergilerle birlikte tarım,
çok çeşitli ürünler yetişiyordu, ürün tür­ Osmanlı vergi gelirlerinin çoğunluğunu
leri bölgeden bölgeye de farklılıklar sağlıyordu. Tarımın Osmanlı ekonomi­
gösteriyordu. Anadolu’nun kıyı bölge­ sindeki önemini ölçmenin bir başka yo­
lerinde pamuk, incir, üzüm ve tütün ye­ lu, ihracatının yapısını incelemektir. Yi­
rel ve yabancı alıcılar için, çok çeşitli ne, yüzyıl başlarına ait elverişli istatis­
öbür ürünler ise yakın çevredeki tüke­ tikler bulunmamakla birlikte, 1860’la-
ticiler için üretiliyordu. Suriye kıyıları rın başında yalnızca pamuğun, Osmanlı
da tahıldan tütüne, narenciyeden pa­ Devleti dış ticaretinde en ön sırayı alan
muk ve sebzeye, aynı bollukta ürünler İngiltere’ye ihracatın yarısını oluşturdu­
yetiştiriyordu. Hem Anadolu’nun hem ğunu biliyoruz. I. Dünya Savaşı’nın
Suriye’nin iç bölgelerinde, bazı Suriye başladığı günlerde tüm Osmanlı ihra­
vahalarında ve İç Anadolu’nun bazı ke­ catının 0.9’u besin ürünleri ve hammad­
simlerinde sulama, üretilen ürün tür ve deler iken, Anadolu ihracatının 0,1o 80-
miktarını önemli ölçüde genişletse de, 85’i tarım ürünleriydi.
kuru tarım egemendi. Irak tarım ı ise
buğday, arpa ve pirinç üretimi için Fı­ O s m a n lı T a r ım s a l G e liş im in i
rat ve Dicle nehirlerine bağımlıydı; iki
nehrin birleşerek İran Körfezi’ne dökül­ Ö z e n d ire n E tk e n le r
düğü Şattü’l-Arab bölgesinde de bol 19. yy boyunca Osmanlı tarımının
miktarda hurma yetişirdi. Irak’ta ve gelişmesini yerli nüfus artışı, Osmanlı
Anadolu ile Suriye’nin iç bölgelerinde devletinin ve ilgili yabancıların özendir­
ulaşım güçlükleri ürünlerin ihraç edile­ me çabaları ve hepsinden çok da hızla
bilirliklerini şiddetle sınırlıyordu. Da­ artan talebin aralarında bulunduğu bir­
ha güneyde, çiftçiliğin Nil nehrinin iki takım etkenler uyarmıştır. Her şeyden
yanındaki dar bir toprak şeridiyle sınır­ önce, Osmanlı İmparatorluğu’nun nü­
landığı Mısır’da buğday ve az miktar­ fusu yüzyıl boyunca üç katına -belki
da pirinç, tütün, afyon ve keten yeti­ otuz üç milyona ulaşmıştı. Bu artışın
şirdi. Mısır’da güvenilir bir nehir ula­ bir bölümü, çok sayıda- üç milyondan
şımının bulunması binlerce yıldır tarı­ fazla Müslüman göçmenin Rusya ve
mın ihracata dönük olmasını kolaylaş­ Balkanlardan daralan Osmanlı İmpa-
tırmıştı. ratorluğu’nun Anadolu ve Suriye’de
kalan topraklarına göç etmesindendi.
Osmanlı Ekonomisinde
Nüfus artışımn büyük bölümü, sağlık
Tarımın Önemi ve tıp alanındaki gelişmeler gibi başka
Osmanlı ekonomisinde tarımın öne­ nedenlerdendi. Birkaç kent merkezi, İz­
mini doğrudan ölçmek çok güçtür çün­ mir, Beyrut ve İskenderiye, Avrupa’yla
kü güvenilir ekonomik istatistikler an­ ticaretin merkezi olmaları nedeniyle çok
cak 19. yy’ın sonuna doğru, 1870’ler- hızlı gelişti. Örneğin Beyrut’un nüfusu
de yayınlanmaya başlamıştır. Osmanlı 1800’de 6 .0 0 iken 1914’te 1 5 0 .0 0 ’e
nüfusunun büyük çoğunluğu, 0,1o 75- ulaştı; İzm ir’inki ise lOO.OOO’den
80’i, kırsal alanda yaşıyordu. 1913’te 300.^W’e çıktı. Benzer biçimde, İsken-
TARIM, KIRSAL YAPI VE ORMANCILIK
Osmanlı İmparatorluğu ’nda Tarımsal Gelişme

OSMANLI
EKONOMİSİNDE TARIM:
Osmanlı Devleti’nde
ekonomik istatistikler 19.
yy ’ın sonlarına doğru
kullanıldığı için, tarımsal
yapı hakkında bilgi
edinmek bir hayli güçtür.
Ancak 1913'te tüm
imparatorlukta gayrisafı
milli hasılanın o/o 48 ’ini
tarımın oluşturduğunu
söylemek mümkündür.
Tarım gelirlerinin büyük bir
bölümü dolaylı ve dolaysız
vergilerden sağlanmaktaydı.
Tarımın yapısı genellikle
ihracatın yapısına bağlı
olduğu için Osmanlı dış
ticaretindeki gelişimi
incelemek de bu konuda
gerekli bilgiyi verebilir.
1900’lerde Silivri'de tarım
ürünlerinin panayırda
sergilenmesi.

dı. Farklı bölgelerin Avrupa egemenli­


ğindeki dünya ekonomisine katılma dü­
zeyleri önemli farklılıklar gösterdiği
halde, çeşitli tarımsal ürünlerin üretim
ve ihracat düzeylerinin giderek artan öl­
çüde dış talebin etkisinde olduğunu söy­
lemek yerinde olacaktır. 19. yy sonun­
da ihracata dönük tarırnla en çok uğ­
raşan Osmanlı bölgeleri Batı Anadolu’­
nun yanında Ankara, Konya ve Ada­
na illerini, Mısır’ı ve Akdeniz’e en ya­
bu artışlar hem genel bir nüfus artışın­ kın Batı Suriye bölgelerini kapsıyordu.
dan, hem de bazı bölgelerin, özellikle Bu bölgelerde deniz ulaşımı mümkün­
deriye nüfusu da l798’de 8.^W’den Avrupa ve Kuzey Amerika’nın refah dü, 1850’den sonra ürünü ihracat için
l907’de 370.000 dolayına fırladı. Dö­ artışından doğdu. Avrupa talebi dün­ kıyılara getirecek demiryollarının yapı­
nem boyunca yine de nüfusun büyük ya ekonomisine egemen oldu, her yer­ mı da başladı. Yüzyıl süresince Osmanlı
bölümü kırsal alanda kaldı. Kasaba ve deki -Ortadoğu’nun yanısıra Latin çiftçileri, özellikle sözü edilen bölgeler-
kentlerde yaşayan Mısır nüfusu I S00’de Amerika ve Rusya’daki- üreticiler Ba­ dekiler, Avrupa ve Amerika’daki eko­
llo lO düzeyinden l9 l4 ’te ancak % 16’- tı ekonomisinin etkisi altına girdi. Os­ nomik eğilimlerden giderek daha fazla
ya çıkarken, Anadolu’da nüfusun % manlı İmparatorluğunda Avrupa etki­ etkilenir oldular. Dış ekonomik güçle­
75’i hâlâ köylerde ve on binden az nü­ sini ilk hissedenler Balkan eyaJetleri ol­ rin bu artan etkisi Osmanlı ekonomik
fuslu kasabalarda yaşıyordu. Bu neden­ du, buraları Anadolu’nun Ege kıyı böl­ yaşamına yeni bir istikrarsızlık getirdi.
le, tarım, kısmen hem kentlerde hem geleri ve Suriye ile Lübnan’ın batı kıyı Osmanlı üreticileri, giderek artan bir bi­
köylerde yaşayan ve besinin yanısıra bölgeleri izledi. Mısır’ın dış ticareti elli çimde, üzerinde en küçük bir etkileri
imparatorluk topraklarının sağladığı yıl içinde 19. yy ortasındakinin on beş bulunmayan ekonomik güçlere tabi ol­
hammaddelere gereksinim duyan Os­ katına ulaşarak müthiş bir artış göste­ dular. Bir ürünün talebi aniden fırla­
manlı nüfusunun artışına bağlı olarak rirken, İzmir’in dış ticareti de I S00’den yabileceği gibi, aniden durabiiirdi de.
gelişti. l9 l4 ’e yaklaşık on kat arttı. Arap ya­ Yüzyıl sonuna doğru, örneğin, İzmirli
Ama yüzyıl ilerledikçe, yabancı pa­ rımadası ve Irak gibi bazı bölgelerde üreticiler tütün veya pamuk üretmek­
zarlarda satılacak tarımsal malların üre­ dünya pazarının etkisi yüzyıl içinde nis- ten daha az kâr getiren zeytin ağaçları­
timi Osmanlı İmparatorluğu’nun eko­ beten daha geç geldi. Irak ticareti, ör­ nı kestiler. Osmanlı toprak ürünlerin­
nomik yaşamında giderek artan önem­ neğin, l850’den 19 l4 ’e on kat arttı den bazılarına olan talep akşamdan sa­
de bir rol oynar oldu. Dünya ticareti ama, yine de öbür Osmanlı bölgeleri­ baha ortadan kalkabiliyordu. Örneğin,
l800’den l9 l4 ’e elli kattan fazla arttı, nin dış ticareti yanında çok küçük kal- yüzyıl ortalanna dek, doğal -bitkisel-
1558
TARIM, KIRSAL YAPI VE ORMANCILIK
Osmanlı İmparatorluğu ’nda Tarımsal Gelişme

içinde dramatik dalgalanmalar, Os­


manlı ürünlerine olan dış talebin sık ve
çoğu kez radikal değişimlerine tepkiler
gözleniyordu. İhracat değerleri açısın­
dan en önemli Osmanlı tarım malları
tütün, buğday, arpa, kuru üzüm, incir
ham ipek, afyon ve pamuktu. Yalnız­
ca iki Osmanlı bölgesinde -Mısır ve
Lübnan- tarım ekonomisi büyük ölçü­
de tek ürüne dayalıydı. Lübnan'da
İpekçilik ve Mısır'da pamukçuluk öy­
lesine yaygın ekonomik faaliyetler ol­
muştu ki her iki bölge de besin madde­
leri bakımından ithalata bağımlıydı. Bu
durum, özellikle Mısır'da, binlerce yıl
imparatorlukların tahıl ambarlığını
yapmış olan bu ülkede, çok çarpıcıydı.
Ama bu ikisi dışında Osmanlı ihraç ta­
rımı dikkat çekici çeşitliliğini sürdür­
müştür; çiftçiler uluslararası pazar ta­
lebindeki kaymalara göre önceliği de­
ğişik ürünlere kaydırarak çeşitli ürün­
ler üretmişlerdir.
Tahıl üretimi, birçok bölgede -örne­
ğin Anadolu ve Suriye’de- kırsal alan­
da egemenliğini sürdürüyordu. Anado­
lu'da tahıl üretimi, kazalarda olsun, vi­
layetlerde olsun, işlenen tüm toprakla­
rın o/o 75'ini, zaman zaman % 90'ını
kapsıyordu. Anadolu buğdayının iki
katı arpa üretilirken mısır daha çok Ka­
radeniz kıyılarında görülüyordu. Buğ­
day ve arpa ihracat sektörünün başlıca
maddeleri arasında yerlerini korurken
önemleri 19. yy sonunda azaldı. Büyük
ölçüde makineleşmiş tarımın üretip mü­
kemmel ulaşım ağının dünya pazarına
akıttığı ucuz ve bol Amerikan tahılı, ço­
ğu Osmanlı tahıl üreticisini fiyat reka­
betiyle devredışı bıraktı. Anadolu'da,
buna karşı, buğday üretimi, öncelikle
İstanbul’u Ankara ve Konya'ya bağla­
yan demiryolları sayesinde, 1850 ile I.
DIŞ ETKENLERİN SONUCU: 19. yy'ın sonuna doğru Osmanlı tarımı Avrupa ve Dünya Savaşı arasında üçte bir arttı.
Amerika'daki ekonomik gelişmelerden etkilenmeye başladı. Osmanlı üreticileri ürünlere l890’dan som a bu demiryolu bağlan­
olan talebin değişkenliği karşısında yeni tarımsal yapılara uymaya başladılar. Sözgelimi tılarının kurulmasıyla, Anadolu plato­
uluslararası piyasalja rağbet gören tarımsal ürünler daha az talebe sahip ürünlerin sundaki tahıl üretim merkezleri İstan­
yerini aldı. İzmir'de üreticiler zeytin ağaçlarını keserek bunlardan boşalan alanlarda
tütün ve pamuk yetiştirmeye başladılar. İzmir'de incir toplayanlar (üstte) ve bul'u besleme rekabetinde öne geçti.
kutulayanlar (altta). Ayrıca dünya pazarına da girmeye baş­
ladı. Anadolu arpa üretimi de en az
buğday kadar arttı; bunda ise en büyük
boya maddeleri -rezede, kökboyası- ih­ Çeşitli Tarımsal Malların Değişen etken Avrupa bira üreticilerinin artan
racatı birçok kırsal ailenin önemli bir Uretim ve İhracatı talepleriydi. 19. yy sonunda toplam Os­
işi olmuştu. Ama, Avrupalı kimyacılar manlı tahıl ihracatı azalma gösterirken,
l850’lerden başlayarak laboratuvarlar- Giderek daha çok sayıda Osmanlı Anadolu’dan demiryollarıyla taşınan
da yapay boyalar geliştirdiler ve doğal çiftçisi, pek ender olarak tahmin edile­ tahıl ihracatı beş kat arttı.
ürün ihracatı böylece ortadan kalktı. bilir veya istikrarlı gelişme gösteren dış Anadolu ve Suriye gibi bazı bölgeler­
Doğal boya kökleri ve taneleri toplayan ekonomik güçlerin yıkıcı etkisine açık de yetişen pamuk, Avrupa talebinin et­
Osmanlı tebası geleneksel bir gelir kay­ hale geliyordu. 19. yy’da çoğu ürünün kisiyle 18. yy sonunda yüksek üretim
nağını yitirdiler ve başka iş olanakları üretim ve ihracı doğrusal bir gelişme düzeylerine erişmişti. Ama 19. yy’ın ilk
aramaya zorlandılar. göstermiyordu. Bunun yerine, zaman yarısında Osmanlı pamuk üretimi, ucuz
TARIM, KIRSAL YAPI VE ORMANCILIK
Osmanlı İmparatorluğu ’nda Tarımsal Gelişme

köle emeği kullanan Amerikan Güne- nin saldırgan politikaları güçlü pir ta­ 1914’e ulaşıldığında, Amerikalı alıcıla­
yi’nin şiddetli rekabeti sonucu, düştü. leple birleşerek üzüm üretim ve ihraca­ rın talebindeki hızlı artış nedeniyle,
1850’ye varıldığında, İzmir gibi bir za­ tını eski düzeyine yükseltti. “ Türk” tütünü Osmanlı ihraç malları­
manların önemli merkezlerinden pa­ İncir de imparatorluğun Anadolu nın en değerlisi haline geldi. Tüm impa­
muk ihracatı bir önceki yüzyılınkinin bölgesinin, özellikle İzmir ve hinterlan­ ratorlukta üretim, 1880-1914 arasında
yarısının altında kalıyordu. Oysa Mı­ dının, bir başka önemli ihraç ürünüy­ iki, belki de üç katına çıktı.
sır’da pamuk, Osmanlı denetiminden dü. 1860’larla 1914arasında incir ihra­
uzaklaşıp ülkeyi bağımsız bir yola ko­ catı dört katına çıktı; incir paketleme,
Üretim Yöntemleri
yan Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın uy­ İzmir bölgesinde başlıca mevsimlik iş Üretim yöntemleri, ürüne, bölgeye ve
guladığı politikalar sonucu, başlıca alanı haline geldi. Afyon üretim ve ih­ devre göre büyük farklılıklar gösteri­
ürün haline geliyordu. Avrupalı tekstil racatı da yüzyı,lın ilk üçte ikisinde kes­ yordu. imparatorluk içinde yabancıla­
imalatçıları ABD’deki İç Savaş döne­ kin bir yükseliş göstererek altı kattan rın toprak kullanımı pek görülmüyor­
minde Amerikan pamuğundan yoksun fazla arttı. Yüzyılın kalan üçte birinde du; bunun nedeni, kısmen, merkezî Os­
kalınca Osmanlı ve Mısır pamuk üreti­ ise ihracat ve büyük olasılıkla üretim, manlı hükümetinin karşı çıkmasıydı.
mi büyük bir patlama gösterdi. İzmir geriledi. İncirde olduğu gibi Osmanlı Ama bazı bölgelerde, örneğin İzmir’­
üretim ve ihracatı 19. yy doruklarına afyon üretiminin de çoğu Batı Anado­ de, yabancılar toprak edinip önemli
ulaşırken A dana’da yeni bir pamuk lu’da gerçekleştiriliyordu. toprak sahipleri haline gelebildiler. Çok
merkezi kuruluyordu. 1882’de İngiliz İmparatorluğun Asya vilayetlerinin, sayıda ücretli işçinin çalıştığı büyük
işgaline giren Mısır’da uzun lifli pamuk Samsun, Bafra, İzmir ve Lazkiye’nin çiftliklerse imparatorluğun hemen her
türü yüzyılın kalan yıllarında yabancı tütünü, sigaranın bulunuşuyla dünya bölgesinde bulunmalarına karşın çok
müşterilerin ilgisini çekmeyi sürdürdü. çapında ün kazandı ve Amerikan tütü­ seyrek görülüyordu. Yalnız, tarımın
Ama 1865’te Amerikan İç Savaşı’nın nüyle çok iyi bir harman oluşturduğu çok büyük ölçüde ihracata dönük ol­
bitmesiyle Anadolu pamuğunun paza­ için her yerde aranır oldu. 1880’lerden duğu Mısır bu kuralın dikkat çekici bir
rı çöktü ve Osmanlı pamuk üretim böl­ başlayarak Osmanlı tütün üreticileri istisnasıydı, 1 ^ 0 ’e vanldığında ülkenin
gelerinin çoğunda üretim keskin bir dü­ Avrupa denetimindeki Regie Cointeres- tarıma açık topraklarının O?o 44’ü top­
şüş gösterdi. Suriye’de, örneğin, 1890’- see des Tabacs yönetimi altına sokul­ rak sahiplerinin O?o 8’inin elindeydi. Mı­
larda pamuk fiyatlarının şiddetli düşüşü maktan büyük sıkıntı çektiler. Ama sır dışında imparatorluk tarım alanla-
sonucunda pamuk üretimi neredeyse
sona erdi. Sonraları, Avrupalı imalat­
çıların ham pamuk talebi 1900 sonra­
sında karşılanamaz olunca pamuk fi­
yatları ve Osmanlı pamuk üretimi ye­
niden yükseldi. Suriye’de üretim iki ka­
tına çıkarken Adana’da on yılda üç ka­
tına ulaştı, I. Dünya Savaşı’ndan önce
de yarı yarıya arttı. Böylece, yarım yüz­
yıl süresince, Dünya talebindeki dalga­
lanmalar Osmanlı çiftçilerini pamuğa
yöneltmiş, sonra vazgeçirmiş, sonra ye­
niden pamuk tarımına çekmiş oldu.
Üzüm, genellikle kurutulmuş olarak,
yüzyılın ikinci yarısında önemli bir ih­
raç maddesi oldu. Üzüm üretimi en çok
A nadolu’da ve Lübnan dağı bölgesin­
de önem kazandı, 1870’lerde de İzmir
kentinin en önemli ihraç ürünü oldu.
I. Dünya Savaşı’ndan hemen önce,
üzüm üretimi Aydın vilayetindeki tarım'
alanlarının yaklaşık beşte birini kapsı­
yordu. Aydın, Bursa (Hüdavendigâr),
Ankara ve Konya vilayetleri, impara­
torluk bağlarının OJo 20’sine sahipti.
Üretim ve ihracat yüzyılın son yılların­
da, bir bağ hastalığı olan fü/oksera’nın
milyonlarca bitkiyi mahvetmesi sonu­
cu önemli bir azalma gösterdi. Hemen TAR1MDA ÜRETİM YÖNTEMLERİ: Osmanlı tarımında üretim teknikleri ürüne ve
bölgeye göre farklılıklar göstermekteydi. Tarımın ihracata dayalı bir yapı kazandığı
hemen aynı dönemde, Osmanlı üzümü­ Mısır hariç, imparatorluk topraklarının büyük bir bölümü küçük birimler halindeydi.
nün en büyük alıcısı Fransa’nın elveriş­ Ticari üretime yönelik büyük çiftliklerin kurulması ise ulaşım ağının oluşması ve dış
siz gümrük politikaları ihracatı daha da ekonomik bağlann kurulmasıyla birlikte gelişti. Manisa’da bir büyük çiftlikte harman
aşağı itti. Yine de 20. başlarında hü­ makinesi (1895).
kümet ve Düyun-ı Umumiye İdaresi’-
1560
TARIM, KIRSAL YAPI VE ORMANCILIK
Osmanlı İmparatorluğu ’nda Tarımsal Gelişme

larının belirlenmesinde hükümet poli­


tikasının oynadığı önemli rolü göster­
mektedir.
Modern tarım araç ve makinelerinin
kullanımı, hızla artmasına karşın, yine
de -Adana ve Mısır dışında- pek ender
görülüyordu. Gelişmiş tarım araçları­
nın kullanılmaya başlaması ancak yüz­
yılın son otuz yılında önem kazandı.
Bazı bölgelerde yeni araçları Anadolu
ve Kuzey Suriye'nin eski sakinlerine ta­
nıtmada en büyük rolü muhacirun oy­
nadı; başka bazı bölgelerde ise bir kıs­
mı Avrupalı olan büyük toprak sahip­
leri aynı işlevi gördü. Anadolu ve Bağ­
dat Demiryolu Kumpanyası gibi bazı
TARIM EĞİTİMİ: Osmanlı yabancı firmalar, çiftçilere gelişmiş tek­
ekonomisinin dünya nolojileri tanıtınada etkin oldular; bu
ekonomisiyle ilişkileri arada demiryolları da büyük miktarlar­
sonucu tarımsal gelişme da yük taşınmasını oldukça kolaylaştı­
programı içinde eğitim de rıyordu. Yeni tarım araçları, orta gelir
önem kazandı. Avrupa düzeyindeki çiftçilerin alabileceği geliş­
tarım okullarında okuyan kin demir pulluklardan yalnız büyük
genç memurlar, belirli bir
çiftlik sahiplerinin alabileceğı buhar gü­
eğitim gördükten sonra
devlet hizmetinde çalıştılar. cüyle çalışan büyük biçer-döverlere ka­
Bu arada Ziraat Heyet-i dar uzanıyordu. Yüzyıl sonuna gelin­
Fenniyesi kuruldu. Daha diğinde basit demir pulluklarının yıllık
sonra da Halkalı, Bursa ve satışı ortalama dört bine ulaşmıştı, yal­
Selanik’te Devlet Tarım nız Batı Anadolu’daki demir pulluk sa­
Mektepleri kuruldu. Ticaret yısı da 60.^00’i aşmıştı. Ama buhar gü­
ve Ziraat nazırı Aristidi cüyle çalışan makineler, tam tersine,
Paşa. çok küçük sayıda büyük toprak sahi­
binin dışına yayılamamıştı, bunların
rımn büyük bölümü küçük birimler ha­ leyebildiler. Daha önce tarıma açılmış büyük kısmı da Adana bölgesindeki bü­
linde işleniyordu; işleyenlerse ya küçük olan bölgelerde girişimciler, çiftçilerin yük çiftliklerde bulunuyordu.
toprak sahipleri ya da büyük toprak sa­ emek kıtlığı ve merkezi hükümetin va­ T a r ım s a l G e liş m e d e
hiplerinin toprağını işleyen küçük üreti- rolan ekonomik sistemce yaratılan ver­
ciler-ortakçılardı. Ticari üretime yöne­ giye gereksinimi tarafından korunduğu, O s m a n lı H ü k ü m e tin in R o lü
lik büyük çiftliklerin kurulmasını emek mevcut sosyal yapıların direnişiyle kar­ Osmanlı tarımsal gelişmesini etkile­
kıtlığı ve ürünü kârlı kılabilecek iyi bir şılaşıyordu. Adana bölgesi, aynı za­ yen ana etkenin dış talep olduğu kuş­
ulaşım ağının yokluğu geciktirmiştir. manda, hem çok düz ve verimli, hem ku götürmez. Ama, büyük ölçüde dün­
Büyük toprak sahiplerinin çoğu toprak de kolay ve ucuz ulaşım sağlayan deni­ ya pazarındaki eğilimiere dayanan baş­
kiralama, ortakçılık ve kendi çiftlikle­ ze çok yakındı. Denize yakın düz top­ ka etkenler de rol oynamıştır. Yukar­
rini işletmek için sürekli ve geçici ücretli raklar, emek kıtlığını bertaraf edecek da sözünü ettiğimiz yabancı firmalar
emek kullanımını bir arada uyguluyor­ büyük tarım makinelerinin taşınması­ bunların en önemlilerindendi. Osman­
du. Küçük toprak sahipleriyse, büyük nın da daha kolay olması anlamına ge­ lı Düyun-ı Umumiye İdaresi de temel
toprak sahiplerinin, başka türlü işlene- liyordu. Epeyce benzer biçimde, Suri­ etkenlerdendi. Başlıca, Avrupalı finan­
meyecek topraklarını kiralıyorlardı, ye'de de tarıma yeni açılan topraklar­ sörlerden kurulan bu konsorsiyum, bü­
kendilerininkine ek olarak. da büyük çiftlikler kurulmaya başladı. yük tutarlara ulaşan Osmanlı devlet
Ücretli emek kullanan büyük çiftlik­ Burada aralarında Sultan II. Abdülha- borçlarının geri ödenmesini gözetmek
ler, 19. yy’da tarıma açılan bölgelerde mid de olmak üzere, büyük toprak sa­ üzere, 1880'lerin başında kurulmuştu.
daha yaygındı. Mısır dışında en iyi bi­ hipleri çiftliklerini işletmek için yeni gel­ Bu amaçla, Osmanlı devleti, Düyun-ı
linen örneklerden biri, ancak 1850'den miş ya da daha önce bu bölgeye yerleş­ Umumiye İdaresine damga vergisi, tuz,
sonra tarıma açılan Adana bölgesidir. miş muhacirun'u istihdam ediyordu. balık ve kereste vergisi gibi temel gelir
Bu bölgede büyük ticari çiftlikler ku­ A m a, İzmit, Konya ve A nkara’yı bağ­ kaynaklarının doğrudan denetimini
rulmasının bir dizi nedeni vardır, bun­ layan Anadolu Demiryolu çevresinde­ devretti. Tarım ekonomisinin önemli
ların başında da daha önce toprak üze­ kiler gibi tarıma yeni açılmış başka böl­ sektörlerindeki gelirlerin denetimi de bu
rinde hak sahibi olan herhangi bir çift­ gelerde küçük mülkiyet egemendi. Bu­ yabancı kreditörler grubuna verilmişti
çi sınıfının bulunmadığı bu bölgenin ye­ ralarda Osmanlı hükümeti, binlerce -tütün, ipek ve daha az düzeyde üzüm.
ni geliştirilmiş olmasıdır. Bu yüzden de muhaciruna eşit miktarda toprak dağıt­ Düyun-ı Umumiye’nin kuruluşu Os­
girişimciler toprakları daha özgürce iş­ mıştı. Bu örnek, toprak dağılım kalıp­ manlı tarihinde bir dönüm noktası, Os-
1561
TARIM, KIRSAL YAPI VE ORMANCILIK
Osmanlı İmparatorluğu ’nda Tarımsal Gelişme

manlı mali bağımsızlığının hemen tü­


müyle ortadan kalkmasını belirleyen bir
olaydı. Ama Düyun-ı Umumiye, bazı
sektörlerin gelişiminde önemli ve olum­
lu bir rol oynadı. Örneğin bu kurulu­
şun yapıcı politikaları Osmanlı ipekbö-
cekçiliğinin canlanmasına yardımcı ol­
du. Batı Anadolu ve Lübnan’da önemli
bir tarım faaliyeti olan ipekböcekçili-
ği, 1860 ve 1870’lerde hastalık ve Uzak­
doğu ülkelerinin rekabeti yüzünden bü­
yük bir sarsıntı geçirmişti. Osmanlı
İmparatorluğu’nda bu faaliyetin gele­
ceği karanlıkken, Düyun-ı Umumiye
ipekböcekçilerini, türlü hastalıkları ön­
leyecek teknikler konusunda, akıllıca ve
iyi yürütülen programlarla eğiterek mü­
dahale etti. Ama İpekçiliğin düzelme­
sinde Düyun-ı Umumiye İdaresi’nin ol­
duğu kadar, büyük bir hızla, neredey­
se üstel bir biçimde artan dünya ipek
talebinin de büyük rolü olmuştu.
Aynı şekilde, dış talebin kısıtlamaları
altında işleyen Osmanlı hükümetinin
tarım politikası da, ikincil durumda ol­
sa da, tarımsal gelişmeyi etkileyen
önemli bir faktördü. Osmanlı tarımını
özendiren hükümet programları, 1930’-
lara, özellikle tarımsal sorunlarla ilgi­
lenmek üzere birtakım devlet örgütle­
rinin kurulmasına dek uzanır. Ama on­
larca yıl süresince, bunlar, hükümet
içinde kurulan kısa ömürlü bürolarca
yürütülen çok sınırlı çabalar olarak kal­
dı. Bu ilk programlardan sorumlu me­
murların bir kısmı gereken uzmanlığa
sahip olmakla birlikte, birçoğunun ta­
rım konusunda pek az bilgisi veya ilgi­
si vardı.
Yüzyılın sonlarına doğru, Osmanh-
nın dünya ekonomisiyle ilişkileri derin­
leştikçe yönetimin ilgisi daha somutlaş­
tı. Buna bağlı olarak da tarımsal geliş­
me programları daha ayrıntlı ve daha
başarılı olmaya başladı. 1870’lerde,
Fransa’da tarım eğitimi görmüş olan
bir Osmanlı Ermenisi, tarımı özendiri­
ci Osmanlı devlet programlarının direk­
törlüğüne atandı. Onun gözetiminde TARIM ARAÇLARININ KULLANILMASI: Osmanlı tarımında modern tarım
genç Osmanlı memurları Avrupa tarım araçlarının kullanımı 19. yy'ın ortalarından itibaren başlar. Bu araçlar da özellikle
okullarına, yeni bilimsel teknikleri öğ­ Mısır ve Adana bölgesinde geniş bir kullantm alanma sahipti. Modern tarım araçlarının
renmeye gönderildi. Sonuçta, sürekli Adana dışında Anadolu'da görülmesi çok sonradır. Bu araçların tantlımı o dönemlerde
yatırım yapan yabancı firma temsilcileri tarafından da yapılmaktaydı. Sultanahmet
genişleyen, birkaç düzine tarım uzma­ Sergi-i Umumisi'nde sergilenen ziraat aletleri.
nından oluşan bir grup, devlet hizme­
tinde çalışmaya başladı. 1892’de, yöne­
timin gelişme programlarından sorumlu görevlilerce yürütülen bir devlet prog­ örneğin, tarım teori ve pratiğinde çağ­
Ziraat Heyet-i Fenniyesi kuruldu. Bu ramı, tarımsal değişim sürecini belirle­ daş eğitime sahip öğrenciler yetiştirmek
kurul, birkaç ay sonra oluşturulan Or­ meye başladı. Sultan II. Abdülhamid'in üzere, İstanbul-Halkalı’da, Bursa’da ve
man ve Maden ve Ziraat Nezareti em­ hükümdarlığı döneminde kurulan ya­ Selanik’te Devlet Tarım mektepleri açıl­
rine verildi. Bundan sonra tarım alanın­ pılar, Osmanlı Devleti’nin I. Dünya Sa- dı. Sonraki yıllarda, üç yüzü aşkın öğ­
da gereken eğitim ve uzmanlığa sahip vaşı’na girişine dek yürürlükte kaldı. renci, bu okullarda üç-dört yıllık öğre-
TARIM, KIRSAL YAPI VE ORMANCILIK
Osmanlı İmparatorluğu ’nda Tarımsal Gelişme

TARIMI ETKİLEYEN DIŞ ETKENLER: Tarımsal yapının değişimini etkileyen Düyun-ı Umumiye gibi kuruluşlar bazı sektörlerin
gelişiminde olumlu roller oynamışlardır. Özellikle ipekböcekçiliğinin canlanması Düyun-ı Umumiye'nin katkıda bulunduğu
programlarla oldu. Düyun-ı Umumiye genel müdürü Kont d'Arnoux (sağda), Düyun-ı Umumiye-i Osmaniye Varidat-ı Muhassasa
idaresi Meclisi reisi Sir Vinceat Caillard (ortada). Orman ve Ziraat nazm Celâl Bey (solda).

timi başarıyla tamamlayarak mezun ol­ buğday tohumu dağıtıldı. re aldığı araç-gereç ve tohumlara el ko­
du. Mezunların çoğu, burslu öğretim­ Yönetim programlarının en önemli­ yuyor, bunların küçük çiftçilere ulaş­
lerinin karşılığı olarak belirli bir süre lerinden biri, 1888’de kurulan ve masını engelliyordu. Ayrıca banka bü­
devlet hizmetinde çalışıyorlardı, ama 1863’te Midhat Paşa’nın Tuna vilaye­ rokrasisi ve kredi verileceklerden iste­
bunlardan pek az bir kısmı Osmanlı ta­ tinde gerçekleştirdiği Memleket Sandık- nen belgelerin çokluğu kredi ihtiyacı
rım bürokrasisinde hizmetlerini sürdür­ ları’nı örnek alan Ziraat Bankası’nın içinde olanların önemli bir bölümü ban­
dü. Ötekiler, yüksek bir rakam tutan oluşturulınasıydı. Ziraat mektepleri, ör­ kaya başvurmaktan caydırıyordu. Ban­
öğretim masraflarını doğrudan ödeye­ nek çiftlikler ve tarlalar, tohum dağıtı­ kanın teminat olarak gayrımenkul ipo­
rek zorunlu hizmetten kaçındılar. mı programları gibi, Ziraat Bankası da teği istemesi de birçok yoksul çiftçiyi
Devlet, tarım okullarında tam za­ devletin tarımsal gelişmeyi doğrudan kredilerden yoksun bırakıyordu. Bunun
manlı öğretim programlarıyla uzman uyarma çabalarının bir parçasıydı. Ban­ kadar önemli bir başka etken de Sul­
yetiştirirken, bir yandan da Adana, An­ kanın özel görevi, sermaye birikiminin tan ve devlet yöneticilerinin banka fon­
kara, Sivas, Konya, İzmit, Erzurum, çok geri olduğu bir ekonomide çiftçi­ larını tarımla ilgisi olmayan amaçlarla
Şam, Halep ve Manastır’da örnek çift­ lere kredi dağıtmak ve her zaman na­ kullanmasıydı. Dahası, banka için ay­
likler ve tarlalar kuruyordu. Örnek tar­ kit ihtiyacı çeken hazine için, çeşitli ta­ rılan paralar pek azdı ve Osmanlı tari­
lalar, pazara gelen çiftçilerin görebile­ rımsal gelişme programları için, sürekli hinde, yönetimin genel tarımsal geliş­
cekleri yerlere kuruluyordu. Bu örnek bir gelir kaynağı oluşturmaktı. Bu he­ me programlarına uyan tanımına pek
kuruluşlarda, devlet tarım uzmanları, deflere ulaşmak için devlet aşar üzeri­ geç kavuşmuştu. Prograrnlar birbiriy-
çoğu kez Avrupa veya Osmanlı tarım ne ek bir vergi saldı; menafi iane hisse­ le tutarlı ve uyumlu bir biçimde ancak
okullarında eğitim görmüş Osmanlı si denen bu ek vergi toplanarak banka­ 1880-1890’1arda, Düyun-ı Umumiye’-
memurları, çevredeki çiftçileri kendile­ nın kullanımı için ayrı bir fona yatırıl­ nin kuruluşundan ve Osmanlı mali
rini örnek almaya cesaretlendirmek dı. Bu paratarla banka, sonraki otuz özerkliğinin büyük ölçüde ortadan
için, geliştirilmiş tohum türleri, modern yılda on milyon liradan fazla kredi da­ kalkmasından sonra kavuştu. Bu tarih­
araç-gereçler ve yapay gübreler kulla­ ğıttı. Yalnızca Anadolu’da, 750.000’i ten sonra Osmanlı ekonomisinin en ka­
nıyorlardı. Uzmanlar çoğu bölgede, yö­ aşkın çiftçiye dağıtılan kredi tutarı altı zançlı kesimleri doğrudan Avrupa de-
re üreticilerine yabancı ürünleri, daha milyon lirayı aşıyordu. Buna ek olarak, nitimine girmişti. Dahası, ithal ikame­
verimsiz yöntemlerden onları uzaklaş­ banka, Ziraat Mekteplerine, örnek çift­ si stratejileri benimsenmemiş, ilgi oda­
tırıp Avrupa’nın talep ettiği ürünlere liklere ve tarlalara, tohum dağıtımı ğı daha çok Osmanlı tebasının gerek­
yöneltmek amacıyla üretiyorlardı. T a­ programlarına ve makine deneme prog­ sindikleri değil, Avrupalı tüketiciterin
rım okullarında, örnek çiftlikler ve tar­ ramlarına 500.000 liralık katkıda bu­ gereksindikleri malların üretimi olmuş­
lalarda sürdürülen bu çabaların yanın­ lundu. tu. Devletin tarım geliştirme program­
da, devlet, üzüm, çay, pamuk, patates, Bankanın ve devlet programlarının larının ilk hedefi Avrupa’ya ihracatın
okaliptüs ağacı ve şekerpancarı gibi yetersizlikleri çoktu. Ziraat Bankası’nın artırılması olarak beliriyor, bu da Os­
ürünlerin üretimini özendirmek için de şube komitelerinde yer alan eşraf kre­ manlı üreticilerini dış ekonomik güçle­
sık sık özel programlar uyguluyordu. dilerin önemli bir kısmını alıyor ve tü­ re daha çok bağlıyordu. D
Örneğin, 20. yy’ın ilk yıllarında, Ana­ ketim harcamalarında ya da tarımdışı
dolu Demiryolu boyunca ve Karadeniz amaçlar için kullanıyorlardı. Zaman za­
kıyılarında çiftçilere yüksek kaliteli man bankanın çiftçilere dağıtmak üze­ (Çeviri: Ahmet Günlük)
1563
Tanzimat’tan Cumhuriyete
Ormancılık ve Gelişimi
Yücel Çağlar

Tanzimat’la birlikte Osmanlı İmpa­ Tanzimat’ın ilanı, ülke ormancılığı yö­


ratorluğumda gündeme gelen siyasal, nünden de bir dönüşüm ya da değişim
ekonomik ve kültürel değişme ve geliş­ noktası olarak değerlendirilebilir.
meler, zaman içinde yaşamın hemen
her alanına yansımıştır, doğal olarak. T a n z i m a t ’t a n Ö n c e
Bu değişme ve gelişmelerin doğru ola­
O rm a n la r d a n Y a ra rla n m a
rak kavranabilmesi, Tanzimat’a yol
açan oluşumların nitelik ve kaynakla­ Bu dönemdeki ormanlardan yarar­
rına ilişkin yargıların açıklıkla ortaya lanma biçimine açıklık getirebilecek
konulmasını gerektirmekterdir: Doğan yetkinlikte bir kaynak bulunmamakta­
Avcıoğlu, sözkonusu oluşumlara ilişkin dır. Derlenebilen çeşitli bilgilere göre
olarak şu saptamayı yapıyor: “1838 ise, ormanlar, bu dönemde, hava ve su
Ant/aşması, serbest ticaret şartlarını ha­ gibi, ancak olmadığı zaman varlığı an­
zırlamıştı. Tanzimat ise, Batı kapitaliz­ laşılabilen ya da aranan türden bir kay­
mi yararına kurulan bu açık pazar dü­ nak olarak algılanmış ve “ değerlendi­
zeninin gerekli kıldığı idarî, malî vb. re­ rilmiştir.” Kaynaklardan anlaşılabildiği
formları getirecektir. Batı kapitalizmi­ kadarıyla Tanzimat öncesi dönemde ül­
nin Türkiye’de yaslanmak istediği Rum kedeki ormanlar üzerinde beş mülkiyet
ve Ermeni/ere imtiyaz/ı birdurum sağ­ biçimi sözkonusuydu: l) Vakıf, 2) Özel,
layacaktır.” Stefanos Yerasimos ise, 3) Cibal-i Mübaha, 4) Köy ve Kasaba
Osmanlı İmparatorluğu’ndaki iyileştir­ Baltalıkları, 5) Tersane ve Tophanele­
me, yeniden düzenleme çabalarının he­ rin gereksinmesine ayrılmış ormanlar.
men her aşamada, ülkenin sömürgeleş- Gerçekte, bu sınıflandırmada, ikinci ve
tirilmesine yönelik etkinliklerle koşut­ döndüncü kümeye giren ormanlar, çe­
luk içinde bulunduğunu öne sürüyor: şitli kaynaklarda “ Mirî Korular” ya da
“1839 Tanzimat Fermanı nası/1838 Ti­ “ Devlet Ormanları” olarak aynı baş­
caret Antiaşması’nın arkasından gel­ lık altında toplanmaktadır. imparator­
mişse, 1856yılmda kabul edilecek olan luk sınırları içinde kalan ormanların
Islahat Fermanı, 1854 yılındaki ilk çok büyük kesimini kapsayan bir kü­
borçlanmanın ve 1878 Berlin Antlaşma­ mede, “ Koru-yu Hümayun” olarak
sı ’nda kayda geçen refom vaatleri de anılan ve üzerinde bulundukları toprak­
1875 yılındaki iflasın ardından gelecek­ lara ilişkin mülkiyet düzenine uygun
tir. Çünkü ekonomik bağımlılığa doğ­ olarak değerlendirilen ormanlar da bu­
ru atılan her adım, Batılı güçlerin re­ lunmaktadır. Bilindiği gibi, Osmanlı
fo rm paravanası altında kendini açığa İm paratorluğu’nda toprak, kısaca
vuran vesayetinin ağırlığını gitgide da­ “ Dirlik Düzeni” olarak anılan bir iş­
ha fazla duyuracaktır. Bu, aynı zaman­ lerlik içinde değerlendirilmekteydi. Bu
da, Batılı büyük devletler için, ıslahat işlerlikte ise, toprak, “ Tım ar” , “ Zea­
hareketlerinin, kendi uyruklarıyla Rum met” ve “ H as” adıyla anılan paylar
ve Ermeni simsarlarına daha geniş bir olarak “ Sipahi” ve “ Zaim”lerle sultan
hareket serbestisi ve gitgide artan bir ve vezirlere verilmekteydi. Bu toprak­
müdahale imkânı kazandırmaktan baş­ lar üzerindeki ormanların da, öteki var­
ka bir anlama gelmediğini de gösterir. ” lıklar gibi, dirlik sahiplerinin kullanı­
Bu iki saptama, Tanzimat’tan Cumhu- mına bırakıldığı anlaşılıyor. Sözgelimi,
riyet’e değin uzanan dönemin orman­ l664’te, dönemin Şeyhülislâmı Yahya
cılığına ilişkin değişme ve gelişmelerin Efendi’nin çıkardığı bir fetva ile; Köy­
irdelenmesi sırasında kesinlikle gözden lülerin, bir sipahinin, tımarı clan top­
kaçırılmaması gereken ekonomik, siya­ raklar üzerinde kendi kendine yetişen
sal ve kültürel gerçeklikleri açıklıkla or­ ağaçları izinsiz kesmeleri durumunda
taya koyuyor. Gerçekten, Tanzimat’a uygun gördüğü bedeli almasına, gerek­
değin, ormanlardan yararlanmaya be­ tiğinde de ağaç kesmelerini engelleye­
lirli kurallar getiren kapsamlı bir yasal bilmesine olanak tanınmıştır. Kaynak­
düzenleme bulunmuyordu. Ormanlar­ lar, sultanlara ayrılan ormanların sınır­
dan yararlanma biçimine belirli bir dü­ landırıldığını, her üç yılda bir içinde ya­
zen getirilmesine yönelik ilk çabalar şayan insan ve hayvanlarla birlikte sa­
Tanzimat’ın ilanını izleyen yıllarda gün­ yıldığı, bu alanlar üzerinde halkın av­
deme gelmiştir. Başka bir söyleyişle, lanmasının, orman ürünü hasat etme-
1564
TARIM, KIRSAL YAPI VE ORMANCILIK
Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Ormancılık ve Gelişimi

sinin yasaklandığını da ortaya koymak­ sadığı alan gerekse yararlanılan biçimi çimine uygun olarak ve vakıf yönetici­
tadır. Öte yandan, “ Dirlik Düzeni” yönünden Tanzimat öncesi dönemde­ leri tarafından “ değerlendirilmiştir” .
içinde sonradan ortaya çıkan mültezim­ ki ormanlardan yararlanma düzeni için­ Özel ormanlar ise, Osmanlı toprak dü­
lerin, gelir kaynaklarına ormanları da de, döneme adını verebilecek denli bü­ zeninde, fıkıh yaptırımlarıyla Müslü­
kattıkları anlaşılmaktadır. Yine devlet yük önemi, Ci bal-i Mübaha olarak anı­ man olmayan halka bırakılan, savaş
ormanları içinde, mülkiyeti doğrudan lan ormanlık alanlar taşımaktaydı: vurgunu olarak sahiplerine verilen ya­
doğruya devletin olan, ancak, özel ola­ Devletin mülkiyet ve gözetiminde olma­ hut devlet arazisinden mülkiyetiyle ki­
rak hiçbir kişi ve topluluğun yararlan­ sına karşın, bu ormanlardan yararlan­ şilere bırakılan arazilerle, köy ve şehir­
masına bırakılmamış ormanlar da bu­ ma, hiçbir özel ve tüzel kişiye bırakıl­ lerde kişilerin özel mülkiyetinde bulu­
lunmaktadır. Çeşitli tarihlerde çıkarıl­ mamış olup, herkesçe ve serbest olarak nan araziler üzerindeki ormanlardır.
mış “ Telhis” , “ Hüküm” ya da “ İlmu- yapılabilmekteydi. Kalıntıları, çeşitli bi­ Sonraki yıllarda yürürlüğe konan çeşitli
haber” lerden, “ Koru-yu Hümayun” çimlerde günümüze değin ulaşan Cibal- yasal düzenlemelerde de yer verilmek­
ormanlardan ayrı olarak “ Mirî Koru” i Mübaha düzeninde ormanlar, her ya­ le birlikte özel mülkiyet altındaki or-
biçiminde anılan bu orm anlardan, an­ rarlanmak isteyene açık bir doğal kay­ ınanlık alanlar büyük bir genişliğe sa­
cak devletin çeşitli gereksinmelerinin, nak olarak değerlendiriliyordu. Örne­ hip değildi ve bütünüyle, üzerindeki
sözgelimi yakacak odun ve kömür, ge­ ğin, Kanunî döneminde çıkarılan bir toprağın sahibi tarafından, hiçbir dış­
mi yapımında kullanılan kereste vb. fetvadan, cibal-i mübaha sayılan or­ sal yönlendirme ya da kısıtlamayla kar­
karşılanması amacıyla yapılacak yarar­ mandan yararlanmak isteyen bir köy şılaşmadan ‘‘değerlendirilirdi.’’
lanmalara izin verildiği anlaşılmakta­ halkı için, bu ormana daha yakın bir Mülkiyet düzeni, dolayısıyla d a ya­
dır. “ Tersane ve Tophane” ormanları fonum da bulunan başka bir köy hal­ rarlanma biçimine kısaca değindiğimiz
ise, adından da çıkarılabileceği gibi ge­ kının karşı koymasına, engellemesine Tanzimat öncesi dönemin ormancılığı,
mi ve top yatak ve arabalarının yapı­ izin verilmediği anlaşılmaktadır. Öte ormancı bilimadaını Mazhar Diker’in
mında kullanılan kerestelerle döküm yandan, İslâm hukukunda önemli bir çok yerinde bir nitelemesiyle, Mutlak
için gerekli yakacak odunun sağlanması konuma sahip bulunan vakıfların çeşitli Baştboş Dönem olarak değerlendirile­
amacıyla ayrılmıştır. Bu ormanların ni­ kaynaklara ilişkin mülkiyet düzeni or­ bilir. Ancak, başıboşluğun, yalnızca,
telikleri ve ağaç türleri yönünden belirli manları da kapsamaktaydı. Oldukça yararlanma isteğinin miktar, yer ve za­
özelliklerin bulunması öngörülmüş ve karmaşık bir biçim ve işlerliğe sahip man olarak eyleme dönüştürülmesiyle
bu özelliklere sahip ormanlar yöreleriy­ olan vakıf mülkiyetinin bu karmaşık­ ilgili. Ancak, hangi mülkiyet düzenine
le belirlenmiş, yönetimleri de Tersane- lığı vakıf ormanlarına da yansımıştır, girerse girsin, elde edilen orman ürün­
i Amireye bırakılmıştır. Devlet orman­ doğal olarak. Başka bir söyleyişle, va­ leri için, çeşitli vilayetlerde, çeşitli za­
ları içinde değerlendirilen ve gerek kap­ kıf ormanları, vakfedilme amaç ve bi­ manlarda çıkarılan kanunnamelerin
yaptırımlarıyla belirlenen oranlarda
vergi ya da gümrük alınmıştır. Sözge­
limi Il. Mehmed döneminde, 1487’de
yürürlüğe konan Kanunnâme-i Al-i Os­
man’da bile, kereste ve yakacak odun­
dan parasal ya da ürün olarak vergi
alınmasına ilişkin yaptırımlar bulun­
maktadır. Çeşitli belgelerden, merkez­
den geçici olarak görevlendirilen me­
murlar tarafından, özellikle kereste ve
yakacak odunun yurtiçi ve yurtdışı ti­
caretinden vergi alınması Tanzimat’a
değin sürmüştür.
Özetlenirse, Tanzimat öncesi döneın-
de orınanların, belirli amaçlarla ayrı-
lanları dışında kalan kesiminden rasgele
yararlanılmış, devletin bu ormanlarla il­
gisi, yalnızca ticarete konu olan keres­
te ve yakacak odundan vergi alınanın
ötesine geçmemiştir.

T a n z i m a t ’t a n C u m h u r i y e t ’e
TANZİMAT ÖVCESİ: Tanzimat Tan önce ormanlar üzerinde beş mülkiyet biçimi O r m a n la r v e O rm a n c ılık
vardı. Ba;:t kaynaklarda özel ve köy kasaba baltalıktan devlet ormanları olarak
belirtildi. Hem kapsadığt alan hem de yararlanma biçimi açısından büyük alanlar Gerçekte, Tanzimat’tan Cumhuri­
kapsayan ve Cibal-i Mübaha diye adiandtnlan ormanlar devletin mülkiyet ve yet’e değin uzanan dönemin ormancı­
gözetiminde olan, ama herkesin yararlandtğt doğal kaynaklardı. Tanzimat öncesi dönen lığı iki altdönemde incelenmesi yararlı
mülkiyet düzeni yönünden tam anlamty!a "Mutlak Baştboş DiJtıem" diye nilelendiri!ir. olacaktır: Ormanlara yaklaşım biçimi
Rize kasabast. ve ormancılık çalışmalarıyla gözetilen
amaç, dolayısıyla da gündeme gelen ya­
TARIM, KIRSAL YAPI VE ORMANCILIK 1565
Tanzimat’tan Cum huriyete Ormancılık ve Gelişimi

sal ve kurumsal düzenlemelerle bu dü­ ni düzenlemeyle, orman müdürlükleri­ orman müdürleri yerine, vilayetlerde­
zenlemelere yol açan ekonomik, siya­ nin kaldırılmasının yanısıra, bir yandan ki öteki kamu görevlileriyle merkezden
sal ve kültürel oluşumların farklılığı, yeni kurallar getirilmiş bir yandan da geçici olarak görevlendirilecek memur­
sözkonusu dönemin, H. Meşrutiyet Ön­ eskiden beri yürürlükte olan ilkelere lar aracılığıyla uygulanması öngörül­
cesi ve ll. Meşrutiyet Sonrası dönem açıklık kazandırılarak pekiştirilmiştir. müş, böylece, bir bakıma, yeniden Tan­
olarak ayrı ayrı değerlendirilmesini zo­ Onbeş yıl sonra ülkeye çağrılacak olan zimat öncesine dönülmüştür.
runlu kılıyor. Fransız ormancıların gündeme getirdi­ Ormanlardan yararlanma biçiminin
ği yeni düzenlemelere değin ormanlar­ yeniden düzenlenmesi çabalarının yeni­
Tanzimat-II. Meşrutiyet dan yararlanma biçimini düzenleyen bu den gündeme gelmesi için onbeş yılın
Dönemi iki belgeye göre; geçmesi, Isiahat Fermam’nın çıkarılma­
Osmanlı İmparatorluğu’nun sömür­ • Tapulu vakıf ya da köy ve kasaba­ sı evresine ulaşılması gerekmiştir. Isia-
geleştirilmesi çabaları yönünden önemli lara ayrılmış ormanlardan sahiplerinin hat Fermanı’nın çıkarılmasını izleyen
bir adım sayılan 1838 tarihli Ticaret yapacağı yararlanmalardan yasada be­ ayın içinde, Fransa ile Osmanlı İmpa­
Sözleşmesi’ni izleyen yılın sonlarında lirtilenlerin dışında kimse vergi alma­ ratorluğu arasında Paris Antlaşması’-
ilan edilen Tanzimat’la birlikte, orman­ yacaktır. nın imzalandığı yılın sonlarında ülke­
lardan yararlanma biçimine yeni bir dü­ • Devlet ormanlarından sağlanacak ye çağrılan Fransız ormancılarla birlikte
zen verme çalışmaları da gündeme gel­ büyük çaplı keresteden 2/lO, küçük ise, ülke ormancılığı yönünden yeni bir
miştir. Henüz bir yıl bile geçmeden, çaplı keresteden ise 1/lO oranında ver­ döneme girilmiştir. Bilindiği gibi, Isla­
1840’ta, merkezi İstanbul’da bulunan ve gi alınacaktır. hat Fermanı ile birlikte ülkede, toplum­
“Ticaret Nezareti’ne bağlı olan Orman • Özel mülkiyet altındaki ormanlar­ sal yaşamın hemen her alanında yeni
Müdürlüğü kurulmuş ve müdürlüğüne dan elde edilecek küçük çaplı kereste düzenlemeler yapılmış ve bu düzenle­
de Ahmet Şükrü Bey atanmıştır. 1841’- için alınagelenlerin dışında 1/ lO oranın­ meler sırasında da Ferman ve Paris
de çıkarılan bir genelgeden anlaşıldığı­ da daha vergi alınacaktır. Antiaşması’nda yer alan yaptırımlar
na göre, taşrada da, çeşitli yörelerde • Yakacak odun ve odunkömürü dış­ uyarınca, Fransız ya da Fransa ile çı­
Orman Müdürleri adıyla görevlendir­ satımından OJo 15, kerestenin dışsatı­ kar bağları bulunan Rum ve Ermeni
meler yapılmıştır. Orman Müdürleri, mından ise OJo 25 oranında vergi alın­ haklarının gözetilmesine özen gösteril­
çoğunluk, kereste ya da yakacak odun ması, ancak yakacak odun ve odunkö- miştir. Bu bağlam içinde değerlendiril­
ticareti ve dışsatımı yapılan kıyı bölge­ mürünün yurt içinde tüketilmesinden diğinde, imparatorluk ormancılığının
lerinde görevlendirilmiştir. Orman Mü­ ise vergi alınmaması uygun görülmüş­ yeniden düzenlenmesi için başka ülke­
dürlerinin çalışmalarını düzenleyen bel­ tür. lerden değil de, yalnızca Fransa’dan,
gelerde, her ne denli ormanların, bir • Tersanelerin gereksinmesine ayrı­ bugünkü söyleyişle yabancı uzman ge­
yandan kesilirken bir yandan da iyileş­ lan ormanlardan dışsatım amacıyla ke­ tirilmesi ve ormancılık örgütlenmesinin
tirilmesi ya da yenilerinin yetiştirilme­ reste yapılmasına izin verilmemiş, özel etkin birimlerine ülkedeki azınlık halk­
sinin sağlanması görevlerinden sözedil- durumlarda ise kerestelerin çap, mik­ lardan kişilerin görevlendirilmesinin ne­
mekteyse de, bu, yönetimin ormanla­ tar ve cinslerinin Ticaret Nezareti’ne denleri kolaylıkla kavranabilir. Tanzi­
ra yönelik yaklaşımını ortaya koyan bir bildirilip gerekli onay alındıktan sonra m at’tan II. Meşrutiyet'e değin uzanan
kanıt olarak değerlendirilebilir. Gerçek­ dışsatırnın yapılabileceği ilkesi getiril­ zaman aralığında, “ ... ormanların bir
ten, yönetimin, ormanlardan yararlan­ miştir. usul-i cedide ve muntazamaya raptı
ma biçimine bir düzen getirmeye yönel­ Sözkonusu iki belgeden anlaşılabil- için” , kimileri birkaç kez olmak üze­
mesi, hemen hemen bütünüyle, daha diği kadarıyla bu yaptırımların yalnız­ re, ülkeye üç grup halinde on Fransız
fazla orman geliri sağlama amacından ca bu amaçla etkinliklerde bulunacak ormancı getirilmiştir. Bu ormancılar-
kaynaklanmaktadır. Bu amaç sözkonu-
su dönem boyunca değişmemiştir. Son­
radan, Posta Nazırlığı görevini de üst­ KURUMLAŞMA DÖNEMİ: Tanzimat’la
birlikte ormanlardan yararlanma
lenen Ahmet Şükrü Bey’in yaklaşık bir konusunda yeni düzenlemelere gidilmiştir.
yıl süren görev süresi içinde ülkenin çe­ I840‘da Orman Müdürlüğü kurulmuş,
şitli yörelerine gönderilen orman mü­ böylelikle kurumlaşma yolunda önemli
dürlerinin kereste, yakacak odun ve bir adım atılmış, ardından orman geliri
odun kömüründen alınagelen vergilerin sağlama amacıyla uygulamalara
yanısıra, “ Dağ H akkı” ya da “ Kum başlanmıştır. Ancak aynı zamanda Posta
H akkı” gibi adlarla anılan keyfi vergi­ Nazırlığı da yapan ve Orman
lere de yöneldikleri saptanmıştır. Bu Müdürlüğü'ne atanan Ahmed Şükrü Bey
döneminde çeşitli yerlere atanan "orman
keyfi vergilerin sözkonusu orman ürün­
müdürleri""nin keyfi vergi toplamaları
lerinin fiyatlarını artırdığı, bu yüzden nedeniyle bu müdürlükler 1841 ’de
halkın yakınmalarına yol açtığı, daha­ kaldırılmıştır. Ahmed Şükrü Bey.
sı, öngörüldüğü gibi; bir yandan or­
manlar kesilirken bir yandan da yeni
ormanların yetiştirilmesini sağlayama­
dıkları gerekçesiyle 1841 sonlarında çı­
karılan bir resmi genelge ve ilmuhaberle
orman müdürlükleri kaldırılmıştır. Ye­
1566 TARIM, KIRSAL YAPI VE ORMANCILIK
Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Ormancılık ve Gelişimi

dan Lois Tassy, gerek ilkliği gerekse için, bildirilmiş gerçek değerinin yarısı mesini önlemeyi öngörmüştür. Ancak,
sürdürdüğü etkinliklerin niteliği ve ka­ kadar bir ücret alınması öngörülmüş­ 27. maddesiyle, devlet toprakları üze­
lıcılığı yönünden özellikle anılmaya de­ tür. Layihaya göre, devlet ormanların­ rinde bulunan ve kendiliğinden yetişmiş
ğer önemdedir. 1856 Aralığı’nda ülke­ dan ağaç kesmek isteyenler, kesmek is­ ağaçları aşı vb. yollarla yararlanılabi­
ye gelen Tassy, yönetimin isteği üzeri­ tedikleri ağaçların cins ve miktarını, lecek duruma getirenlerin bu ağaçları
ne Ticaret Nezareti binasında bir Or­ ödenmesi gereken bedeli ödeyecekleri­ ve ormanları mülkiyetine geçirebilme­
man Mektebi açılması çalışmalarına ni belirten bir dilekçeyi ilgili “ Orman sine olanak vermiş, ayrıca 30. madde­
başlamış, bu arada da İmparatorluğun Müfettişi” ne iletmek üzere yörenin vali siyle de özel mülkiyet altında bulunan
ortn'an varlığı konusunda bilgi edinmek ya da kaymakamına vermesi gerekmek­ ormanların sahiplerinin haklarını pekiş­
üzere inceleme gezileri yapmış ve 17 Ka­ tedir. Layiha, ayrıca, çeşitli düzeyler­ tirmiştir. Öte yandan, Arazi Kanunna­
sım 1857’de ormancı yetiştirmek üzere den ilgililerin verebileceği ağaç kesme mesi, köy ve kasabalara ayrılmış or­
ilk Orman Mektebi’ni açmıştır. Bu izninin sınırlarını da belirlemiştir. 26. manlardan yararlanma biçimine ilişkin
okulun ilk müdürlük ve öğretmenliği­ maddesine göre Orman Müfettişleri yaptırırnlara da yer vermiş, sözgelimi
ni de üstlenen ve 1860’dan başlayarak 1.000 kuruşa kadar, Sancak Başkanla- 92. maddesiyle bu ormanların işletil-
Ticaret ve Nafıa Nezareti’ne bağlı bir rı 1.000-5.000 kuruş, Ticaret Nezareti rnek ya da tarla yapılmak üzere kesil­
birim olarak etkinlikte bulunan Meclis-i 5.000-10.000 kuruş değerinde olan sa­ mesi ve tapuyla sahiplenilmesini önle­
Meabir’de başmühendis olarak görev tışlara izin verme yetkisine sahip kılın­ mek istemiştir.
yapan Tassy, bu birimde 1865’te Reis mış, daha büyük değerlere sahip satış­ Ülkedeki ormanlardan yararlanma bi­
Vekili, 1866-1867’de İkinci Reis ve 1868 ların izni ise hükümete bırakılmıştır. çimine ilişkin ilk kapsamlı yasal düzen­
Nisanı’na değin de birinci Reis olmuş­ Bunlardan başka, Layiha, devlet or­ leme sayılan Orman Nizamnamesi ise
tur. manlarında ağaç kesme iznini alanların, “ 68 Maddelik Nizamname” ve “ 38
Yasal Düzenlemeler: Fransız orman­ gerektiğinde, kendileri ve çalıştırdıkla­ Maddelik Şartname” layihalarının se­
cı Lois Tassy, im paratorluk’ta kaldığı rı işçilerin ormanlara verebileceği zararı kiz yıllık uygulanmasıyla kazanılan de­
süre içinde, “Orman Mektebi” nın açıl­ karşılanfak üzere Kefalet Akçesi yatır­ neylerle, özellikle de Tassy’nin yoğun
masının yanı sıra; 1869’da yürürlüğe ması, her köy muhtarının, köyleri hal­ çabaları sonunda hazırlanarak 1869’da
konan ve ülkedeki ormanların işletilme­ kının devlet ormanlarında otlatacakları yürürlüğe konmuştur. Ormancı bilima-
siyle ilgili ilk kapsamlı yasal düzenle­ hayvanların .cins ve sayısını belirten bir damı Ali Kemal Yiğitoğlu Nizamna-
me olan Orman Nizamnamesi’nin bir dizelgeyi, her yıl orman müfettişine bil­ me’yi şöyle değerlendiriyor: " Orman
bakıma taslağı sayılan Devlete A it Ya­ dirmesi, ormanların korunması ve or­ mevzuatına temel olan 1869 tarihli Or­
ni Eşhas Uhdesinde Olan, Kasabat ve man suçlarını önleyici yaptırımları da man nizamnamesi'ni telkin edenler
Kuraya Mahsus Bulunan Korular ve içermektedir. Fransızlardı. Bunlar vasıtasıyla mevzu­
Baltalıklar ile Ahalinin Muhtaç Oldu­ 1869’da Orman Nizamnamesi’nin ata iktisadi ferdiyelçilik fikri sokulmuş­
ğu Cibal-i Mübahadan Maada Olan hazırlanmasına değin yürürlükte kalan tur. " Kimi değişiklikler geçirerek yak­
Mirî Ormanlar Hakkında 68 Maddelik 68 Maddelik Nizamname ve 38 Mad­ laşık yarım yüzyıl yürürlükte kalan Or­
Nizamname Layihası ile ittizam veya delik Şartname layihalarının, Tassy’nin man nizamnamesi için bir başka or­
Taahhüt veya İmtiyaz Hasebile M irî tüm çabalarına karşın, Bahriye Reisi’- mancı bilimadamı da benzer bir değer­
Ormanlarından Ağaç Kat'ma Mezun nin; ülkede özellikle gemi yapımında lendirme yapıyor: " Saltanat fiili or­
Olanların Muamelatı Hakkında Şartna­ kullanılacak kerestenin sağlanmasını mancılığı 1869 tarihli Orman Nizamna­
me Layihası'nı da hazırlamış, Meclis-î güçleştireceğini öne sürmesi üzerine Ku- mesi ile ve münhasıran para tedariki
Vâlay-ı Alıkâm-ı Adliye’nin yasalarla şadası’ndan İskenderun’a değin uzanan kaygı ve gayretiyle başlamış bulunu­
ilgili biriminde savunmasını yapmış, sı­ kıyılarda ve Varna vilayetindeki orman­ yor. " Gerçekten de, Orman nizamna­
nırlandırılmış alanlar üzerinde de olsa, larda uygulanması, ancak yararı sap­ mesi, sanayi devrimini yapmış, kapita­
1861’den başlayarak uygulanmasını tandıktan som a tüm ormanları kapsa­ lizmi emperyalist evreye ulaşmış, üste­
sağlamıştır. Tassy ve bu arada Osmanlı ması öngörülmüştür. lik alacaklı olan bir ülkeden, Fransa’­
ormancılarla birlikte orman “ keşifleri” Bu arada, ormanların mülkiyeti ve dan getirilmiş ormancıların katkı ve
yapmak üzere, 1866’da dört orman mü­ ormanlardan yararlanma biçimine iliş­ yönlendirmeleriyle hazırlanmıştır. Bu
fettiş muavini ve dört de Orman Bekçi kin kimi yaptırımları da içeren 1858 ta­ kesim: Fransız ormancılar, ekonomik
Başı Fransızı daha ülkeye getirtmiştir. rihli Arazi kanunnamesi’ne de kısaca açmazlık içinde kıvranan İmparatorlu­
1861 ’de yürürlüğe konan ‘68 Madde­ değinmekte yarar var. Bilindiği gibi, ğun, hazinesine daha fazla gelir sağla­
lik Nizamname Layihası’nın, Orman­ Arazi kanunnamesi, “ 17. yy’dan beri mak amacıyla her türden kaynağa yö­
lar İdare-i Umumiyesi örgütleninceye beyler, ayanlar ya da güçlü çiftçiler ta­ neldiği bir dönemde ülkeye getirilmiş ve
değin, Ticaret Nezareti’ne bağlı bir bi­ rafından gaspedilen topraklar üzerinde­ “ Ormanlardan daha fazla gelir nasıl
rim olan Meclis-i Meabir tarafından uy­ ki mülkiyet haklarını güvence altına sağlanabilir?” sorusuna yanıt bulun­
gulanması öngörülmüştür. Layiha, 15. alan ve devlet topraklarının özel mül­ ması ve bu yanıtın yaşama geçirilmesi
maddesiyle; olağanüstü bir neden olma­ kiyete dönüştürülmesi sürecini de ko­ için gerekli yasal ve kurumsal düzenle­
dıkça ya da padişahın özel izni alınma­ laylaştıran” yaptırımları içermekteydi. melerin yapılması çalışmalarında bu­
dıkça devlet ormanlarından kimsenin Gerçekte, Arazi Kanunnamesi, 104. lunmuşlardır. Bu nedenle, aynı dönem­
ücretsiz olarak yararlanamayacağı yap­ maddesiyle, cibal-i mübaha sayılan, ya­ de gündeme gelen kimi oluşumlarla bir­
tırımı getirilmiştir. Bunun dışında, Mül­ ni özünde mülkiyeti devletin olmakla likte irdelendiğinde Orman Nizamna-
tezim ya da imtiyaz sahibi olanların dı­ birlikte herkesin serbestçe yararlanabil­ mesi’yle gözetilen amaç kolaylıkla kav­
şında herhangi bir kişiden keseceği ağaç diği ormanların özel mülkiyete geçiril­ ranabilir. Bir kez, ülkeye gelen Fran-
TARIM, KIRSAL YAPI VE ORMAN CI LIK 1567
Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Ormancılık ve Gelişimi

Kanuni Hak olarak anılan bir yararlan­


ma biçimini ilk kez gündeme getirmiş­
tir. Bu maddeye göre; köy halkının am­
bar ve ahırlannın yapım ve onarımıyla
tarımsal araç ve gereç yapmak, gerek­
sinimleri ölçüsünde odunkömürü hazır­
lamak amacıyla Mirî ormanlardan pa­
rasız olarak ağaç kesmelerine izin ve­
rilmiştir. Ancak, köy halkının ticaret
amacıyla hazırlayacakları kereste için,
tüccarlar gibi belirli oranlarda vergi
ödemeleri gerekmektedir. Doğrudan bir
açıklayıcı yaptırıma yer verilmemekle
birlikte Orman Nizamnamesi de sürdü-
rülegelen müteahhit, imtiyaz ve iltizam
yoluyla orman işletme biçiminin sürdü­
rülmesini öngörmüştür.
Kurumsal Düzenlemeler: 1861'de
gündeme getirilen “ Nizamname” ve
“ Şartname” layihaları ile 1869 tarihli
Orman Nizamnamesi sözkonusu döne­
min en önemli, ancak tek gelişmesi de­
ğildir. Kuruluşundan bir yıl sonra kal­
dırılan “ Orman Müdürlükleri” nden
ORMAN NİZAMNAMESİ: 1869'da çıkarılan Orman Nizamnamesi Fransızların sonra ilk ormancılık örgütü olan Or­
önerileriyle çıkartılmıştı. Gerçekte bu nizamnameyle birlikte ormanlardan gelir sağlama man Meclisi de 1869’da kurulmuştur.
bir esasa sokulmak istenmişti. Yine bu nizamnamenin 5. maddesine göre orman “ Orman meclisi” , merkezde, değişik
köylüleri için "zati ihtiyaç" ya da “kanuni hak” diye adlandırılan bir yararlanma adlarla; Maliye (1869-1872), Orman ve
biçimi de getiriliyordu. Karaköy istasyonuna taşınan çıralı çam keresteleri. M aadin (9.1872-10.1872), Maliye
(1873-1877), Orman ve Maadin (1878),
sız ormancıların -Tassy dışında- tümü, yürürlüğe konan Orman Nizamname­ Ticaret ve Ziraat (1879-1886), Maliye
çalışmalarını, ağırlıkla dışsatıma konu si, hazırlanışı ve uygulanmaya konul­ (1887-1892) ve Orman ve Maadin ve Zi­
olabilecek orman varlıklarının belirlen­ masını geçiktireceği, eksik yanlarının raat ( 1892-1908) bakanlıklarına bağlı
mesi ve yerli ve yabancı girişimcilere daha sonra çıkarılacak orman yasasıy­ bir birim olarak etkinliklerini sürdür­
ihale edilmesine ilişkin işlemlere yönelt­ la tamamlanabileceği gerekçesiyle özel müştür. Bu dönemde ormancılık örgü­
mişlerdir. Örneğin, bunlardan Bricog- mülkiyet altındaki koru ve ormanları tünün merkez ve taşradaki birimleri
ne; Konya-Karaman ile Edirne vilayet­ kapsamına almamıştır. 1. maddesiyle aşağıya çıkarılmıştır:
leri ormanlarıyla Osmaniye Gavurda- ülkedeki ormanları, ilişkin oldukları
Tanzimat-II. Meşrutiyet
ğı (Nurdağı) ormanlarını, Simon; Bos- mülkiyet biçimine göre; devlet, vakıf,
na-Saray, Chervau; Selanik, Godcha- özel ile köy ve kasaba ormanları olmak Döneminde Ormancıük Örgütü
ux ise Edremit-Kazdağı ormanlarını in­ üzere dört kümede toplayan Orman Ni­ Merkez:
celemiş, açık artırmayla satılması için zamnamesi 52 maddeden oluşmuştur. a) Orman Heyeti Fenniyesi
gerekli teknik ve yönetsel işlemleri yap­ Bu maddelerin pek çoğu, 1861 ’de yü­ - 1 Reis
mıştır. Bricogne, 1870’lerde yayımladı­ rürlüğe konan “ 68 Maddelik Nizamna­ - 4 Üye
ğı gezi tutanaklarında şu değerlendir­ me Layihası” ile “ 38 Maddelik Şartna­ - 1 Başkatip
meyi yapmaktadır: “Sıfırdan hareket me Layihası” ndan alınmıştır. Farklı b) Ketebe
ettik ve neye vasıl olduk? Üç milyon olarak, 2. maddesiyle, ülkedeki tüm c) Heyeti Teftişiye
hektardan fazla bir arazinin keşfine ve Mirî (Devlet) ormanlarının belirlenip sı­ Taşra
orman idaresinin inzibatı altına vaz’ı- nırlandırılmasını; 4. maddesiyle, gerek a) Sermüfettişler
na, ileride tezyit edilmek (çoğaltılmak) Mirî gerekse vakıf ve özel mülkiyet al­ b) Müfettişler
üzere 3.212.886 kuruşluk (yaklaşık tındaki ormanlardan Tersane ve Top­ - İkinci Sınıf Müfettişler
700.000frank) bütçe teşkiline, umumi hane yönetimlerinin kereste gereksin­ - Üçüncü Sınıf Müfettişler
hazineye geçen sene için 12.500.000 ku­ mesinin karşılanması için ağaç kesile- b) Müfettiş Muavinleri
ruştan (yaklaşık 2.500.000frank) fa z ­ bilmesi ve taşınabilmesinin bu nizam­ c) Süvariler
la bir gayrisafi gelir teminine. Yeni ih­ namenin içeriği doğrultusunda çıkarı­ e) Piyadeler
das olunan rüsumun tamamen ve na- lacak başka bir nizamnarneyle düzen­ f) Tezkere Muharriri ve Ondalık
muskfırane cibayeti halinde bu gelirin lenmesini öngörmüştür. Orman Nizam­ Memurları
hiç olmazsa iki misline baliğ olacağı namesi, ayrıca, 5. maddesiyle, kimi de­ Merkezdeki birimlerden Orman He-
şüphesizdir. İşte vası! olan netice...” ğişikliklerle günümüze değin uygulana- yet-i Fenniyesi; vilayetlerden gelen bel­
Kimi örnekleri yukarıya aktarılan ça­ gelen ve ormancılık kesiminde, orman geleri incelemek, verilen yanıtları hazır­
baların dorukta olduğu bir dönemde köylüleri arasında Zati İhtiyaç ya da lamak, gerekçeleriyle ilgili bakanlığın
1568 TARIM, KIRSAL YAPI VE ORMANCILIK
Tanzim at’tan Cumhuriyet’e Ormancılık ve Gelişimi

onayına sunmak, satışlara ilişkin tek­ leri yerlerde üçüncü sınıf müfettişlerin olarak etkinliklerde bulunan ve bir
nik raporları incelemek, uygun görülen­ görevlerini üstlenirlerdi. Süvarİler ise, “ kontrol müdürü” ile ona bağlı bir
leri uygulanmak üzere gönderileceği bi­ üçüncü ya da ikinci sınıf müfettişlere “ müfettiş” ve yeterli sayıda memur ile
rimlere iletmek vb. görevlerle donatıl­ bağlı olarak, bir ya da birkaç kazada­ muhasebeciden, İzmir’de ise, bir “ ser-
mıştır. Ketebe ise, çalışmaların m uha­ ki orman gelirlerinin güvenliğini sağla­ memur” ile onun yönetimindeki yeterli
sebesini yapmakla görevlendirilmiştir. mak, sözleşme yaptırımlarının uygulan­ sayıda memurdan oluşan “ Kontrol İda­
Öte yandan, taşradaki en üst birim olan masını izlemek, işlenmiş orman ürün­ resi” örgütlenmiştir. Öte yandan, or­
Sermüfettişler, ormanı çok olan vilayet lerinin damgalanması ve taşıma belge­ man yangını mevsimlerinde geçici ola­
ve liva merkezlerinde yerleşik olarak; lerinin düzenlenmesi işlemlerini yap­ rak yangın korucuları da işlendirilmiştir.
yönetimleri altındaki ikinci ve üçüncü mak, müfettiş bulunmayan kazalarda Saptamalara göre, bu dönemde teknik
sınıf müfettişlerle birlikte, bulundukları Ondalık Memurlarını denetlemekle gö­ ormancılık çalışmalarının 69, orman
liva ya da vilayetin ormanlarla ilgili tüm revlendirilmişlerdir. Doğrudan doğru­ koruma çalışmalarının ise 689 kişiyi bu­
teknik ve yönetsel işlemlerini yönet­ ya süvarilere bağlı olan Piyadeler ise, lan bir personel kadrosuyla yürütülme­
mekteydiler İkinci Sınıf Müfettişler de bir ya da birkaçı birlikte, kendilerine sine çaba gösterilmiştir.
liva ya da vilayet merkezlerinde yerle­ ayrılan orman parçalarının güvenliğini
Sözkonusu dönemde, ormancılık ör­
şiktir ve yönetimleri altındaki üçüncü sağlamak, damgasız ağaç kesimini ön­ gütünün çeşitli düzeylerinde görevlen­
sınıf müfettişler aracılığıyla ya da ken­ lemekle yükümlüydüler. Tezkere Mu­
dirilmiş kişilerin, özellikle etnik nitelik­
dileri gerekli gördükleri durumları doğ­ harriri, sözleşmeye dayalı olarak hazır­ leri, dönemin ormancılık çalışmalarına
rudan bakanlığa iletirdi. Üçüncü Sınıf lanmış orman ürünlerine belge düzen­
ilişkin gelişmeleri temellerini açıklıkla
Müfettişler ise, ikinci sınıf müfettişle­ lemekle görevliydiler. Bunlar, doğru­
ortaya koymaktadır. Tablo 1’de, çeşitli
re bağlı olarak; sözleşmeyle orman sa­ dan doğruya süvarİ ya da müfettişlere
yıllarda, ormancılık örgütündeki yöne­
tışlarının yapıldığı ve orman geliri gö­ bağlı olarak, iskeieierin yakınlarına yer­ ticiler, görevleriyle birlikte verilmiştir.
reli olarak daha yüksek olan kazalar­ leştirilmişlerdir. izinli olarak satılmak
da yerleşiktir ve buralardaki ormanla­ üzere pazar yerleri ya da iskeieiere ge­ Öte yandan, 1878’de taşrada, çeşitli
rı gerektiğince korumanın yanısıra, or­ tirilen işlenmiş ürün ve yakacak odun­ vilayetlerde bulunan 36 müfettişten 21 ’i
manların işletilmesine ilişkin teknik ve dan alınması gerekli vergiler ise Onda­ şunlardır: Artin, Andon Tıngıryan,
yönetsel işlevleri, kesilecek ağaçları işa­ lık Memurları aracılığıyla toplanmak­ Manok Çilingiryan, Milıran Ambarcı-
retleyip damgalamak, müteahhitlerle taydı. Merkez ve taşradaki birim ve gö­ yan, Arslan Gül, İsarsom, Artin, Ra-
gerekli sözleşmeleri bağıtlamak, kendi­ revlilerin yanısıra bir de ondalık me­ zi, Mois, Karabet, Kegork, Simon,
sine bağlı görevlilerinin çalışmalarını murlarının hazırladığı belgelerin geçer­ Mihran, Agop, Zaharyadis, Haçatur,
denetlemekle görevlendirilmişlerdir. liliğini araştırmak üzere, İstanbul’a, Kaliloz, Mihran, Agop Çakıryan, Agop
Müfettiş Muavinleri, görevlendirildik­ doğrudan doğruya ilgili bakanlığa bağlı Serkis Anglidis.

ORMANLARDAN YARARLANMA: 19. yy’da Osmanlı Devletinin demiryolları ile ilgili yapmış olduğu sözleşmelerin birçoğu
sömürgeleştirme çaba/anmn uzantılarıydı. İlginç olan şey bu demiryollarının yapımı sırasında ormanlardan da yararlanma izninin
verilmesiydi. Rumeli Demiryolu Şirketi'ne verilen Silistre, Dobruca, Köstence ormanlarının işletme imtiyazı, bundan da önemlisi
Bağdat Demiryolu sözleşmesinde ormanlardan yararlanmaya ilişkin ağır koşullar bu tür sömürgeleştirme çabalarının örnek/eridir.
Bağdat demiryolunun başlamasında kampanya başmühendisi \feister l’aşa ’mn konuşması.
1569
TARIM, KIRSAL YAPI VE ORMANCILIK
T a n z i m a t ’ta n C u m h u r i y e t ’e O r m a n c ılık v e G e liş im i

Ormanlardan Yararlanma Biçimi: veya iskelede, muayyen bir müddet zar­ TABLO 1
Orman Nizamnamesi'nin yürürlüğe fında, kararlaştırılan şartlara tevfikan
konduğu yıllarda gündeme gelen geliş­ kerestenin teslimini taahhüd eder. Ve K im i Y ı l l a r d a O r m a n c ı l ı k
meler, ll. Meşrutiyet’e değin uzanan buna mukabil, kısmen aynen ve kıs­ Ö r g ü t ü n ü n Ç e ş itli
dönemdeki ormancılık çalışmalarının men nakden kendilerine bir pay veri­ D ü z e y le rin d e k i Y ö n e tic ile r
ayırdedici özelliklerini de açıklıkla orta­ lir ve hatta bedeli bilahare'tesviye olun­
ya koymaktadır. Sözgelimi, çeşitli bü­ mak üzere nakliyatta istihdam oluna­ 18 65 -186 7 Meclis-i Meabir
yüklüklerde orman parçalarının işletil­ cak hayvanlar da tüccar tarafından te­ Reis-i Evvel Aziz Paşa
mek üzere yerli ve yabancı özel girişim­ darik olunur. Bu avansların temettü Reis Vekili Tassy
cilere Mukavele ile satılması işlemleri, nisbeti ekseriya murabaha derecesine Üyeler Riter
en fazla 18. yy'ın son otuz yılında ya­ varır. Emvalin iskeleye muvasalatında Gordon
pılmıştır. Yine bu zaman kesitinde, tüccar, maltn fiyatından bizzat kendi­ Rüstem Bey
Hayri Bey
imparatorluğu sömürgeleştirme çabala­ sinin verdiği hisse-i öşrü, verdiği avans­ Hasan Efendi
rının bir uzantısı olan demiryolu yapı­ ları ve o/o 2, 2.5’u bulan faizleri tenzil Katip Cemi! Bey
mı sözleşmelerine ormaniann işletilme­ eder. Biryandan alıcıların kötü niyeti,
sine ilişkin yaptırımlara da yer verilmiş­ diğer taraftan köylülerin para ihtiyacı, 1868 Meclis-i Meabir
tir. Örneğin, 1864’te Rusçuk-Varna de­ köylünün daima borçlu kalmasından Reis-i Evvel Tassy
miryolunu yapacak şirkete Rusçuk ’un gayri bir netice vermeyecek surette va­ Reis-i Sani Riter
doğusu ile Balkan'ın kuzeyinde bulu­ ziyeti müşkülleştirir. Ve işte bu suret­ Üyeler Rüstem Bey
nan Mirî ormanlardan yol yapımı sıra­ ledir ki, faizcilik zincirleriyle bağlanan Hasan Rıza Efendi
sında gerek duyulacak keresteyi sağla­ halk kütleleri en koyu sefaletlere mah­ Katib-i Evvel Kostantin Efendi
maları için izin verilmiştir. 1870'lerde kum bir halde tüccarların esiri vaziye-
1869 Orman Meclisi
ise, Silistre, Dobruca- Köstence ve Ba- linde kalırlar. ”
neihas ormanları işletilmek üzere söz­ Re is Aristidi Bey
Öte yandan, bu dönemde, hazırlık Devamlı Üye Arif Efendi
leşmeyle Rumeli Demiryolu Şirketine çalışmaları, çoğunluk Fransız orm an­
Geçici Üye Simon
verilmiştir. Öyle ki, yöredeki köy hal­ cılar tarafından yapılan sözleşmelerle Bricogne
kının bu ormanlık alanlar içindeki köy pek çok verimli orman parçası, kısa ve Goço
baltalıklarından ticaret amacıyla yarar­ uzun dönemli sözleşmelerle yerli ve ya­ Shervaux
lanabilmesi için Şirket'e gerekli bedeli bancı girişimcilere satıldığına daha önce Karabet Efendi
ödemesi de öngörülmüştür. Demiryo­ de değinilmişti. Gerçekten de, Bricog-
lu şirketlerine çevredeki ormanların iş­ ne’nin 3.5 milyon hektar olduğunu söy­ 1870 Orman idaresi
letilmesi hakkının satılması uygulaına- lediği orman varlığından bu yolla sağ­ Reis Bedros Kuyumcuyan
larına en çarpıcı örnek, ünlü Bağdat lanan gelirin yıllara göre dökümü ya­ Reis-i Sani Arif Efendi
Demiryolu sözleşmesidir. 1902 tarihli pılan çalışmaların niteliğini açıklıkla Geçici Üyeler Bricogne
sözleşmenin 22. maddesine göre; “Şir­ ortaya koymaktadır. Tablo 2’de bu dö­ Simon
Shervaux
ket, demiryolu güzergâhının 20 km. küm verilmiştir. Karabet Efendi
çevresindeki, imtiyazı alınmamış bütün Gelirlerin sağlanmasında başvurulan
maden ocaklarının işletme hakkına sa­ yollar, dönemin ormancılık çalışmala­ 1873 Orman ve Maadin Meclisi
hip olacaktır. Şirket, hattın civarında­ rının yalnızca daha fazla gelir sağlama Reis Arif Efendi
ki ormanları ister odun kesmek, ister­ amacına yönelik olduğuna ilişkin yar­ Üye Rasih Efendi
se köm ür elde etmek amacıyla olsun, gıları pekiştirecek niteliktedir. Sözgeli­ Cemi! Bey
kullanabilecektir. "O rm ancı bilimada- mi, 1895’te vilayetlere gönderilen bir Karabet Efendi
ını Ali Kemal Yiğitoğlu, bu türden söz­ genelgeyle, her altı ayda bir yapılacak
leşmelerin yol açtığı gelişmeleri şöyle saptamalara göre en fazla gelir topla­ 1878 Orman ve Maadin idare-i
değerlendirmektedir: “Demiryolları ve yan üç “ Orman Meınuru” na başarı Umumiyesi
şoseler boyunca çıplak sahalardan baş­ belgesi verilmesi ve üstüste başarı bel­ Reis Münir Bey
ka bir şey görülmemesi, bu suretle iş­ gesi alabilenlerin de görevlerinde yük- Başmüfettiş Nazif Bey
letmeye açılan ormanların kısa yıllar seltilıneleri uygulaması getirilmiştir. Muhasebeci Cemi! Bey
Karabet Efendi
içinde tamamı ile istismar edildiğine, Sözkonusu dönemde, ormanlarda Sermühendis Bricogne
kayıtsız şartsız hususi menfaatlerin bu ağaç kesmeye ilişkin satış ve izinleri Mühendis Goço
işte her türlü devamlılığı nazarı itibare dört kümede toplayabilmek olanaklı. Montrichard
almadıklarına bir delildir.” Öte yandan, “ Sözleşmeli orman satışları” olarak Seyyar müfettiş Artin Efendi
yerli ve yabancı tüccarların, herhangi anılan uygulamada, ağaç kesimi yapı­
bir yolla işletmek, daha doğru bir söy­ lacak orman parçası belirlenip damga­ lemlerin yapılması yeterli görülmüştür.
leyişle kesmek üzere satın aldıkları or­ landıktan sonra ya açık artırma ya da 2. uygulama, çevre halkına, Orman
man parçalarını nasıl değerlendirdiği­ sözleşmeyle alıcılara satılmaktaydı. Sa­ Hakkı, Pul resmi adıyla anılan vergi­
ni Fransız ormancı Bricogne, anılan ra­ tışlar için, alıcının orman müfettişine ler alındıktan sonra, pazarda satmak
porunda açıklıkla ortaya koymaktadır: başvurması, bir gün içinde gerekli İn­ amacıyla, ağaç kesme, palamut örneği
“Tüccarlar bir mıntıka sakinleriyle, celemenin yapılması, hazırlanacak ra­ ikincil orman ürünü toplamaya izin ve­
meselâ bir dere havzasının halkıyla pa­ porun merkezdeki Fen Heyeti tarafın­ rilmesine ilişkindir. Bunun dışında, tek
zarlık eder ve halk da nehir kenarında dan uygun bulunması üzerine gerekli iş- tek ve hiçbir işleme tutulmadan pazar
1570
TARIM, KIRSAL YAPI VE ORMANCILIK
Tanzimat’tan C um huriyete Ormancılık ve Gelişimi

yerleri ve iskelelere getirilen işlenmiş ya lığındaki ilk ilmî ve teknik adımların lunmaktadır. Sözgelimi, 1908-1920 dö­
da işlenmemiş orman ürünlerine yöne­ atıldığı devredir. Teknik eleman yetiş­ neminin ikinci yarısında, bu kez, önce
lik olarak, Ondalık Memurları tarafın­ tirilmesi maksadıyla ormancılık tahsil Avusturyalı, sonra da Alman orman­
dan yapılagelen Perakende Kesim uy­ durumunun ıslahı, A vrupa’ya talebe cıları ülkeye çağrılmış, ormancılığa iliş­
gulaması sözkonusudur. 4. satış ya da gönderilmesi ve ormanların fennîşekil- kin yasal ve kurumsal düzenlemeler
izin biçimini de, köylülerin, kendi ge­ de işletilmesi hakkında kanun çıkarıl­ arasında belirleyici ya da yönlendirici
reksinmelerini karşılamaları için hiçbir ması bu devrenin karakteristik çalışma­ olmuşlardır.
vergi vb. bedel alınmadan aldıkları ya­ larını teşkil eder. ” Gerçekten, Cumhu­ Yasal Düzenlemeler: Cumhuriyet ön­
rarlanma izinleri oluşturmuştur. riyet öncesi dönemin ormancılığına iliş­ cesi dönemde yasa niteliğindeki ilk dü­
Öte yandan, gerek 1861 tarihli Ni­ kin gelişmeler, özellikle de, yasal düzen­ zenleme Hoca Ali Rıza Efendi tarafın­
zamname ve Şartname layihaları, ge­ leme çabaları görevli olarak en yoğun dan hazırlanan Orman ve Mer’a Kanun
rekse 1869 tarihli Orman Nizamname­ bir biçimde bu on yıllık dönemde gel­ Tasarısı olarak, 1910’da gündeme gel­
si ve çeşitli tarihlerde çıkarılan Tebliğ, miştir. Öte yandan, doğal olarak, bu miştir. Orman ve Maadin Okulu’nda
Talimatname ve Tenbihname vb. ile or­ gelişmelerin gündeme gelmesiyle, yaşa­ öğretmenlik ve yöneticilik, Orman He-
manların korunması, hatta yeni orman­ mın öteki alanlarında gözlenen gelişme­ yet-i Fenniyesi başkanlığı görevlerini
ların yetiştirilmesine yönelik çabalara ler arasında da çarpıcı bir koşutluk bu­ üstlenmiş olan Hoca Ali Rıza Efendi,
girildiği de söylenebilir. Sözgelimi, Ni­
zamname layi hasının 1Ove özellikle de
19-68. maddeleri, şartname layihasının
19-29. maddelerinde,Orman Nizaınna-
mesi’nin 27-52. maddelerinde,otlatma
başta olmak üzere, izinsiz orman ürü­
nü toplamak, orman ağaçlarına zarar
vermek, orman yangını çıkarmak vb.
sakıncalı eylemler sayılmış, cezaları sı­
ralanmıştır. Ayrıca, örneğin Şartname
layihasının 25. maddesinde olduğu gi­
bi, ağaç kesme sözleşmelerinde, yeni­
den ağaç yetiştirilmesi zorunluluğunu
getiren yaptınmlara yer verilmiştir. Bu
dönemde, orman ya da ağaç yetiştiril­
mesine yönelik bireysel çabalara da
rastlanmaktadır. Sivas Valisi Halil Rı­
fat Paşa’nın çabaları, bu bağlamda
özellikle arnlmaya değer: Halil Rıfat
Paşa, 1880’lerde, vilayet halkına ya­
yımladığı tembilınamelerle, her köyde
her köylünün, kaç parça tarlası varsa
hepsinin de dört köşesine ve kenarları­
na, kendi arazisinin bir dönümlük par­
çasına tohum ekme ya da fidan dikme
yoluyla ağaç ve orman yetiştirmesini
sağlamaya çalışmıştır. Orman yetiştir­
me bağlamında sayılabilecek bir başka
tekil olgu da, 1894’te, Orman Mektebi
öğrencilerinin fidan dikme ve tohum
ekme yoluyla orman yetiştirme amacıy­
la yapılacak uygulamalı eğitim çalışma­
larında kullanmak üzere, İstanbul Hal-
kalı’da, bir orman fidanlığı ile bir or­
manın yetiştirilmesine ilişkin “ Sâdaret
Tezkeresi” dir. Ne var ki, etkin bir ör­
gütlenmeye geçilmemesi, bu türden ça­
baların, çoğunluğu deyiş yerinde ise,
kâğıt üzerinde kalmıştır.
İLK YÖNETİCİ: “Orman ve Maadin”, ‘‘Halkalı Ziraat’’, “Halkalı Ziraat ve
II. Meşratiyet-Cumhuriyet Ormancılık Mekteb-i Alisi” ile “Orman Mektebi”nde kırk y!ı aşkın bir süre
Dönemi öğretmenlik, Orman Fen Heyeti Reisliği ve Orman Genel Müdürlüğü yapan, ilk ulusal
orman yasa taslağını hazırlayan, İttihat ve Terakki yanlısı olarak bilinen Hoca Ali Rıza
Ormancı bilimadamı Mazhar Diker, Efendi, 1908 Devrimi ile birlikte, “Orman Genel Müdürlüğü”ne dönüştürülen
1908-1920 dönemini, özetle, şöyle de­ ormancılık örgütünün ilk yöneticisidir. Hacı Ali Rıza.
ğerlendiriyor: ‘‘imparatorluk ormancı­
1571
TARIM, KIRSAL YAPI VE ORMANCILIK
Tanzimat’tan Cum huriyete Ormancılık ve Gelişimi

daha önce, bu tasarı kesinleşinceye de­ rarlanm a koşulları, bu kez, tüm ayrın­ le de Veith'in çabalarıyla; 1917'de Or­
ğin uygulanmak üzere, 1910 Temmu- tılarıyla belirlenmiştir. Dahası, bu La­ manların Usulü İdare-i Fenniyeleri
zu'nda, Orman veM er’aK anunu’nun yiha, köy baltalıklarından, geliri, köy­ Hakkında 9 Maddelik Kanun, sonra da
Neşir ve İlanına Kadar Ormanlarda lerinin çeşme, okul ve camiler ile me­ Ormanların M uvakkat İşletme Planla­
Tatbik Edilmek Üzere 14 Maddelik Ta­ zarlığının yapım, onarım ve bakımı rının Suret-i Tanzimine Dair 10 Mad­
lim atı yürürlüğe koymuştur. Talimat amacıyla kullanılmak üzere yararlanma delik Tarif name hazırlanarak yürürlü­
ile, devletin sınırları içindeki ormanlar­ olanağı da getirmiştir. ğe konmuş, 1919'da da Devlet Orman­
da yapılagelen yararlanmalardan, ola­ Dönemin ormancılığına, ormanların larına A it Amenajman Talimatnamesi
naklar elverdiğince daha fazla pay alın­ korunması ve ormancılık çalışmalarının çıkarılmıştır. Ayrıca, yine bu dönem­
ması hedeflenmiştir. Talimat, Orman tekniğine uygun olarak yapılmasına yö­ de, Avusturya-Macaristan, Bulgaristan
Rantı olarak da tanımlanabilecek bir nelik yeni boyutlar kazandıran Hoca ve Fransa'daki orman yasalarından
uygulamaya ilişkin 3. maddesiyle, Ali Rıza Efendi'nin yasa niteliğinde ilk esinlenerek, bir de Orman Kanunu
Cumhuriyet dönemi ormancılığında or­ düzenlemeyi, Orman ve M er’a Kanunu adıyla yeni bir yasa tasarısı hazırlan­
man ürünleri fiyatlarının belirlenmesi­ Esbabı Mucibe Layihası olarak 1910'- mış ve 1918'de Meclis'e sunulmuştur.
ne Tarife Bedeli adıyla katılan bir pa­ ların başında gündeme getirdiğine da­ H. Veith'in hazırlanmasında katkısı
yın belirlenme biçimine açıklık getirmiş­ ha önce değinilmişti. Ormancılık yazı­ olduğu Orman Kanunu da yasalaştırı­
tir. Öte yandan, 1869 tarihli Orman Ni- nına, Hoca Ali Rıza'nın yaşamöyküsü lamamıştır. Ancak, öteki yasal düzen­
zamnamesi'nin 1895'te değiştirilen 6. ve çalışmalarını içeren yapıtı kazandı­ lemeler, özellikle de 9 Maddelik Kanun,
maddesini yeniden gündeme getirmesi, ran Halil Kutluk ve Kerim Yund'a gö­ Cumhuriyet döneminde, ancak 1937'de
Talimatın, dolayısıyla da dönemin or­ re, tasarı, daha önce çıkarılan nizam­ çıkarılabilen Orman Kanunu'na değin
mancılığı yönünden önem taşıyan bir name ve talimatnamelerle karşılaştırıl­ tüm ormancılık çalışmalarının tekniği­
gelişmedir. Sözkonusu maddeye göre, dığında, çok yetkindir: Tasarının en ne uygun olarak yapılabilmesinin yasal
ı ormanlardan her yıl satılacak ağaçların, önemli yanı ise, başka ülkelerdeki or­ dayanakları olarak yürürlükte kalmış­
ancak, önceden orman fen memurları man yasalarının bir çevirisi olmaması, tır. 9 Maddelik Kanun, özel kişilerin
tarafından saptanması, işaretlenmesi, halkın gelenek ve göreneklerine uygun mülkiyetindekilerle köylere ayrılmışla­
özelliklerinin tutanaklara geçirilmesi, bir içeriğe sahip olmasıdır. Ne var ki, rın dışında kalan tüm ormanlarda ya­
satış bedellerinin ilan yoluyla duyurul­ sürdürülen yoğun çabalara karşın bu pılacak çalışmaları kapsayacak biçim­
ması, satışı yapılanların da devlet dam­ ulusal tasarı, Bakanlar Kurulu'ndan ge­ de hazırlanımştır. Önceki düzenleme­
gasıyla damgalandıktan sonra kesilmesi çirilerek Meclis'e sunulmasına karşın lerden farklı olarak, Koru ve Baltalık
koşulu yeniden yürürlüğe konmuştur. yasalaşmamıştır. olarak teknik yönden iki ayrı kümede
Talimat, köylülerin, ormanlardan ya­ Hoca Ali Rıza'nın emekli olarak ör­ topladığı ormanlardan yararlanma ça­
pacağı yararlanmaların üst sınırları ve gütten ayrılmasını izleyen yıllarda, dö­ lışmalarının işletme planlarına dayan­
koşullarını da belirlemiştir. Bu yanıy­ nemin ormancılığında köktenci sayıla­ dırılması koşulunu getirmiştir. Ticaret
la, Talimat, köylülerin, serbestçe yapa- bilecek nitelikte yeni yönlendirmeler ve Tarım Nezareti'nin irnzasıyla 1917
geldikleri her türlü yararlanmayı, en gündeme gelmiştir: Siyasal alandaki de­ Mayısı'nda yayımlanan bir genelgede
azından nicelikleri yönünden önemli öl­ ğişme ve gelişmelerin doğal bir uzantı­ yasanın amacı; “ ...Osmanlı ülkesinde
çülerde kısıtlayan ilk düzenleme olarak sı olarak, ülkenin ormancılık çalışma­ ormanların yönetiminde geçerli olan
değerlendirilebilir. Aynı yıl, Ormanla­ larının, bu kez, Avusturya-Macaristan düzensiz kesime son verilerek, orman­
rın Muhafazası ve İnzibatına Dair Ku­ ve Almanya'dan gelen ormancılar ta­ lardan her yıl eşit ve belirli miktarda,
ra veKasabat Ahalisine Tembihname rafından yönlendirildiği gözlenmekte­ devamlı gelir alm ak” biçiminde belir­
adıyla çıkanlan bir uyarı ile birlikte ele dir. 1914'te, Tevfik Ortaç'ın Orman tilmiştir. 9 Maddelik Kanun'un 3. mad­
alındığında, Talimat'ın, Hoca Ali Rı­ Genel Müdürlüğü döneminde, ilk ola- desi uyarınca, Ticaret ve Ziraat Neza­
za Efendi'nin ülke ormanlarımn korun­ I-ak Avusturyalı Hofrat Veith'in getiril­ reti tarafından hazırlanacak olan Ame-
ması ve tekniğine uygun olarak işletil­ mesini izleyen bir yıl içinde, Almanya, najman Talimatnamesi ise, 1. madde­
mesi çabalarının boyutları daha kolay Avusturya-Macaristan'dan sekiz or­ sinde belirtilen amacına uygun olarak,
kavranabilecektir. Tembihname, dev­ mancı “ uzman” getirilmiştir. Bu uz­ gerçekten, çalışmaların, ormanların de-
let ormanlarıyla köy baltalıklarının tü­ manların da katılımıyla yapılan çalış­ v^arnlılığinı sağlama yönünden öncelikle
münde, özel ormanların ise, tarım ya­ malar sonunda, ülkede ilk orman ame- yerine getirilmesi koşullan içerektedir.
pılacak kesimi dışındaki yerlerinde tarla najman heyetleri oluşturulmuş, özellik­ Önceki dönemde oldu gibi, ülkenin
ve otlak yapmak amacıyla ağaç kesil­
mesi, yakacak odun elde etmek üzere
ağaç dallarının kesilmesi yasaklanmış­ TABLO 2
tır. Ayrıca, köylülerin kendi gereksin­ Ç e ş itli Y ılla r d a O r m a n G e lirle ri
melerini karşılamak ya da satmak ama­
cıyla ağaç kesmeleri de, ancak, belirle­ Yıllar Miktar (Kese) Yıllar Miktar (Kuruş)
nen süre içinde bitirilmek koşuluyla or­ 1868-1869 1.200 1888 9.962.840
man fen memurlarının iznine bağlan­ 1869-1870 1.800 1889 18.161.448
mıştır. 1911 Eylülü'nde yürürlüğe ko­
1871-1872 2.000 — —
nan K öy Baltalıklarının İdaresine Dair
1872-1873 2.600 1900 22.610.618
Nizamname Layihası ise, köylülerin,
köyleri için ayrılmış ormanlardan ya­ 1906 32.203.960
1572
TARIM, KIRSAL YAPI VE ORMANCILIK
Tanzimat’tan Cum huriyete Ormancılık ve Gelişimi

içinde bulunduğu ekonomik, siyasal, Taşra rinde yerleşik olan Orman Fen Memur­
özellikle de savaş koşulları içinde, bu ları ise ağaç kesimine ilişkin işlerin or­
düzenlemeler ülkenin her yanında ye­ a) Orman Müdürleri mancılık tekniğine uygun olarak yapıl­
terince yaşama geçrilememiştir. b) Orman Müfettişleri masını sağlamak, sorumluluk alanı
c) Ketebe içindeki Muamelat ve Cibayet memur­
Kurumsal Düzenlemeler; Dönemin
d) Orman Fen Memurları larının çalışmalarını denetlemekle gö­
en önemli düzenlemelerinden biri ola­
e) Mesaha-i Eşcar (Ağaç Ölçme) revlendirilmiştir. Bunların dışında,
rak, Merkezde, Orman ve Maadin ve
Memurları Mesaha-i Eşcar Memurları, Orman Fen
Ziraat Nezareti’ne bağlı olarak etkin­
f) Cibayet Memurları Memurları’nın bulunmadığı yerlerde,
likte bulunan Orman Heyet-i Fenniye-
si’nin, 1908 devrimini izleyen ay için­ g) Serbekçiler onların görevini; Muamelat Memurla­
de Orman Müdüriyet-i Umumiyesi’ne h) Bekçiler rı, çalışmalara ilişkin kayıt, hesaplama,
i) Harita Memurları açık artırma duyurusu ve satışlarının
dönüştürülmesi ve yöneticiliğine de İtti­
yapılması; Cibayet Memurları, orman
hat ve Terakki yanlısı olarak tanınan
Hoca Ali Rıza Efendi’nin getirilmesi sa­ ürünleri için gerekli taşıma belgelerinin
1913 sonlarında merkezdeki örgüt­
yılabilir. Yeni düzenlemeyle birlikte or­ düzenlenmesi, vergilerin alınması ve
lenme; orman genel müdürü ile yöne­
mancılık örgütlenmesi, açık adıyla da alındı belgelerinin hazırlanması; Ser-
timindeki Memurin, Amenajman, Büt­
Orman Müdüriyet-i Umumiyesi’nin ye­ çe ve Teftiş şubelerinden oluşacak bi­ bekçiler ise, kendilerine bağlı bekçileri
ni yapısı aşağıya çıkarılmıştır: denetlemek, gerektiğinde ormanların
çimde değiştirilmiştir. Merkez örgüt,
1908 öncesi dönemdeki işlevini, Cum- korunması çalışmalarına katılmak,
Merkez huriyet’e değin sürdürmüştür. Farklı köylülerin gereksinmeleri için kesebile­
ceği ağaçları belirlemek, izin belgeleri­
olarak taşrada, her vilayette, tüm işlem­
a) Orman Heyet--i Fenniyesi lerden sorumlu Orman Müdürleri gö­ ni düzenlemek; Bekçiler, ormanları ko­
— Orman Genel Müdürü revlendirilmiştir. Orman Müfettişleri rumak ve Harita Memurları da, görevli
— 4 Genel Müfettiş ise, orman müdürlerinin gerekli gördü­ oldukları vilayet sınırları içindeki dev­
— 4 Genel Müfettiş Yardımcısı let ormanlarının ayrılma ve sınırlandır­
ğü denetleme çalışmalarını üstlenmişti.
b) Muhasebe Kalemi Ketebeler ise, her orman müdürlüğün­ ma çalışmalarını yapmak, yönetsel ve
c) Tahrirat Kalemi de görevlendirilmiştir. Kaza merkezle- teknik haritalarını düzenlemekle görev­
lendirilmişlerdir.
1914’te, ormanların korunmasını
YA BANCI sağlamak üzere yeni bir örgütlenmeye
ORMANCILAR: gidilmiş, Fransız askeri ataşe Saro’nun
1910’larda ülkedeki yönlendirmesiyle ordunun bir parçası
ormancılık çalışmaları, olarak Orman Jandarma örgütü kurul­
Almanya ve Avusturya- muş, İstanbul Kâğıthane’de bir de Or­
Macaristan man Jandarma Mektebi açılmıştır. Or­
imparatorluklarından gelen
ormanetlann da man Jandarrnası’nın, her orman mü­
yönlendirmeleriyle dürlüğünde, orman varlığının önemine
gerçekleştirilmiştir. Bu göre, bölük-takım-karakol düzeni için­
ormancılardan biri de Dr. de örgütlenmesi öngörülmüştür. Or­
Bauer'dir. Dr. Bauer, man Jandarm a Mektebi, kısa bir süre
1917’de “Orman Mekteb-i sonra kapatılmış yerine, Veith’in öne­
Âlisi”nde öğreticilik risiyle, 1915’te Orman Ameliyat Mek­
yapmıştır. tebi kurulmuştur.
Ormanlardan Yararlanma Biçimi:
Dönem boyunca, üstyapıya ilişkin dü­
zenlemelerin yanısıra, ormanlardan
sağlanan gelirin artırılmasına da çaba
gösterilmiş, 1916-1917 yıllarında Avus­
turya’dan getirilen beş orman amenaj­
man mühendisiyle yedi yerli orman mü­
hendisinden ilk amenajman heyeti oluş­
turulmuş ve Adapazarı’nın Hendek na­
hiyesinde 7.1 47 hektarlık bir ormanlık
alan için Mustafa Şeref Ormanı Ame­
najman Planı adıyla ilk amenajman
planı hazırlanmıştır. Bu arada, yine ilk
kapsamlı Orman İstatistiği, I 910’da ya­
yımlanmıştır. I 906-1907 yıllarında ya­
pılan hazırlık çalışmalarının sonuçlarını
içeren Orman İstatistiği’ne göre ülke­
deki ormanların çeşitli mülkiyet biçim-
1573
TARIM, KIRSAL YAPI VE ORMANCILIK
Tanzimat’tan Cum huriyete Ormancılık ve Gelişimi

verimli ormanların bir kesimi de impa­


ratorluğun Tersane ve Tophanelerinin
gereksinmesim karşılamak üzere ayrıl­
mıştı. Bunların dışırn:la, köy ve kasaba­
ların kullanımlarına bırakılmış olanlar­
la vakıflara ve özel kişilerin mülkiye­
tinde bulunan ormanlar da vardı. Bu
başıboş yararlanmaya bir çekidüzen
verilmesi, daha çok da devlet hazinesi-
ne daha fazla gelir sağlama sorunu ilk
kez Tanzimat’la birlikte gündeme gel­
miştir. Tanzimat’tan Cumhuriyete de­
ğin uzanan dönemin ormancılığı, II.
Meşrutiyet öncesi ve sonrası dönemler­
de farklılıklar göstermektedir: Tanzi­
m at’tan II. Meşrutiyet’e değin geçen
yaklaşık yarım yüzyıllık zaman kesitin­
de, ormancılık çalışmaları, yalnızca, or­
manlardan daha fazla gelir sağlanabil­
YURTDIŞINDA mesine yönelik olmuştur. Bu devrede,
ÖĞRENİM: II. ormancılık çalışmaları, 1850’lerde ülke­
Meşrutiyet 'ten sonra ye gelen Fransız ormancılarca yönlen­
yetiştirilmek üzere dirilmişti. II. Meşrutiyet’ten Cumhuri­
yurtdışına da öğrenci yet’e değin geçen on yıllık zaman kesi­
gönderilmiştir. Yurt dışına tinde ise, gelir sağlama amacının yanı-
gönderilen ilk
ormancılardan Asaj Cemal sıra, ağırlık, ormancılık çalışmalarının
Efendi, ülkeye dönüşünde tekniğine uygun olarak yapılması, bu
"Orman Mektebi"nde yolla ormanların devamlılığının sağlan­
öğretmenlik yapmış, genç masına verilmiştir. Yine bu devrede,
yaşta ölümü üzerine, o özellikle Hoca Ali Rıza ’nın başlattığı
yıllarda yayımlanan yasal düzenlemeler, ağırlıkla, çalışma­
"Toprak" dergisi, özel bir ların tekniğine uygun olarak yapılma­
sayı hazırlamıştır. Derginin sını amaçlamıştır. Devrenin ikinci ya­
ilgili 8. sayısı.
rısında ise, çalışmaların yönlendirilme-

lerine dağılmaları Tablo 3’te verilmiş­ seyrek ağaçlı ya da ağaçsız yerlere fi­
tir. dan dikmek ya da tohum ekmekle yü­
Il. Meşrutiyet’ten Cumhuriyet’e de­ kümlü tutulmuşlardır 1912’de tüm vi­ TABLO 3
ğin uzanan yaklaşık on yıllık arada da layetlere gönderilen bir Tahrirat-ı Umu-
ormanlar, yerli ve yabancı özel girişim­ ıniye’de ise; önemli servetlerden biri 1910 T a rih li O rm a n
ciler tarafından ihalede satın alınarak olan orm anlaın pek çok vilayette çe­
işletilmiştir. Sözgelimi, 1908-1911 Tem­ şitli nedenlerle yok edildiği ya da verim- I s t a t i s t i ğ i ’n e G ö r e
muz aralığında 1.343 Milyon m ' keres­ sizleştirildiği belirtilerek, 4-5 dönümlük O sm an h İm p a ra to rlu ğ u n d a
tenin yapıldığı 27.800 bin kantar odu­ bir tarlanın geçici olarak kiralanarak
orman fidanlığına dönüştürülmesi, fi­ O r m a n V a r lığ ı
nun elde edildiği 15 satışın yapıldığı
saptanmıştır. I. Dünya Savaşı nedeniy­ danlık için bir bekçinin görevlendiril­
le, bu yolla yapılan satışlarda azalma­ mesi istenmiştir.
lar olduğu gibi, 1908-1920 orman ürü­ Ormanlık Alan
nü hasadı ve orman gelirlerine ilişkin Sonuç Mülkiyeti______________ Hektar %
ayrıntılı bilgiler de bulunamamıştır. Öte Türkiye’de ormanlardan yararlanma Devlet 7.7 50.13 2 88.03
yandan, bu arada, orman yetiştirme ça­ biçimine belirli bir düzen getirilmesine Vakıflar 107.295 1.22
lışm alarına da devam edilmiştir. yönelik çalışmalar, Tanzimat’la birlikte Kasaba ve köyler 146.423 t.6 6
191 1’de, Kayseri’nin Kızlarpınarı yöre­ başlatılmıştır. Daha önceleri, ülkedeki Ö zel kişiler 5 3 9.47 3 6.13
sinde 7.500 dönümlük bir alanda fidan ormanların çok büyük bir kesimini Mülkiyeti tartışmalı 260.442 2.96
dikme yoluyla orman yetiştirilmesi için kapsayan Cibal-i Mübaha orm anlar­ TOPLAM 8 .8 0 3 .7 6 5 1 0 0 .0 0
bir Talimatname çıkarılmıştır. Yine dan, hemen herkesin hiçbir kısıtlamayla
191 1’de çıkarılan Köy Baltalıklarının karşılaşmadan, dileğince yararlanabili­ Kaynak: Asmaz, Hasan; "Orman istatistikleri­
İdaresine Dair Nizamname Layihası da, yordu. Ancak, saptanabildiğinde, tica­ nin Tarihçesi". Türk Ormancılığı Yüzüncü Ted­
sözgelimi 6. maddesinde olduğu gibi, ret amacıyla yapılan her etkinlik için ol­ ris Yılına Girerken, 185 7-195 7, Türkıye
köylülerin; baltalıklarının iyileştirilme­ duğu gibi, ormanlardan yararlanmadan Ornıancılar Cemiyeti . Ankara. 195 7, s 116 .
si, verimli ağaç yetiştirilmesi amacıyla da vergi alınabilmekleydi. Öte yandan,
1574
TARIM, KIRSAL YAPI VE ORMANCILIK
Tanzimat’tan Cum huriyete Ormancılık ve Gelişimi

sinde, bu kez, Almanya ve Avusturya- KAYNAKÇA Anka­


cü Tedris Yılına Girerken, 1857-1957,
Macaristan’dan getirilen ormancılar et­ ra, 1957
□ KUTLUK Halil, “Türkiye'de Yabancı Orman­
ken olmuştur. cılar’’
Tüm çabalara karşın Tanzimat’tan □ ASMAZ Hasan, “Orman İstatistiklerinin Ta­
rihçesi”, Türk Ormancılığı Yüzüncü Tedris Yı­ □ TOYGAR Siirevva, Eski ve Yeni Hükümlerine
Cumhuriyet’e değin geçen yaklaşık bir lma Girerken, 1857-1957, Ankara Göre Orman Anlamı ve Ormanların Mülkiyet
yüzyıl boyunca, ülkedeki ormanların Bakımından Bölüniişü, İstanbul, \964
□ BRtCOGNE A., Türkiye'de Ormancılık Heyeti
önemli bir kesiminin vok edilmesinin (Çeviren Fahri Bük), İstanbul, 1940 □ TUNÇSİPER M.Nedim, Türk H ukuk Tarihi,
önüne geçilememiştir. Ormancı bilim- İdare Hukuku ve Medeni Hukuk Muvacehesin­
O ÇAĞLAR Yücel, Türkiye’de Ormancılık Po- de Orman Mevzuatımız ile İlgili Araştırmalar,
adamı Ali Kemal Yiğitoğlu’nun anla­ . litikası (Dün), Ankara, 1979
İstanbul, \964
tımıyla söylenirse; ‘‘Türkiye’de orman­ □ DtKER Mazhar, Türkiye’de Ormancılık Diin- LJ YİĞİTOĞLU Ali Kemal, Türkiye’de Orman­
cılığın oluş tarihi yazılmak istenirse, Bugün-Yarm. Ankara, 1947
cılığın Temelleri, Şartları ve Kuruluşu, Anka­
onun, bir orman yıkım tarihinden baş­ □ KUTLUK Halil, Türkiye Ormancılığı île İlgili ra, 1936
Tarihi Vesikalar, 893-1339 (1487-1923) Anka­
ka bir şey olmadığı görülür. Önce, bu ra, 1967 □ YİĞİTOĞLU AÜ Kemal, Türkiye İktisadiya­
tarih şöyle nitelendirilebilir: Türkiye’­ tında Ormancılığın Yeri ve Ehemmiyeti, Anka­
□ KUTLUK Halil, Türkiye Ormancılığı îleîigili ra, \94\
de ormancılık, ulus iktisadının bağım­ Tarihi Vesika/ar, 1202-1341 (1787-1925), An­
sız bir parçası olarak ele alınmadığın­ kara, 1967 □ YUND Kerim, “Ormaııcılı&mızın Kuruluşun­
□ KUTLUK Halil, “Fransız Ormancılar Nasıl dan Beri Ba^andı^ Nezaretler ve Bunun Ba­
dan, ormanlar da birdoğa olarak geli­ Getirildi, Orman Mektebi Kimlerin isteğiyle ve şındakiler” , Türk Ormancılığı Yüzüncü Ted-
şigüzel kullanılmıştır” denilebilir. D Ne Suretle Açıldı?” Türk Ormancılığı Yüzün­ Yılına Girerken, 1857-195 7, Ankara, 1957

Tanzimat’tan Sonra Orman Yıkımı ve Çevre Tahribi


M.TEVFİK PEHLİVANOĞLU

Yakın tarihimizde Tanzimat'tan dan itibaren yavaş yavaş çözülmeye ka bir şey değildir. Ormanların tek ış-
Cumhuriyet'e kadar uzanan dönem­ ve giderek üretim ilişkilerinde bazı de­ levi devletin ve haikın (padişahın ve
deki orman yıkımları, kökü çok eski­ ğişimler ortaya çıkmaya başlamıştır. kullarının) gereksinmelerini karşıla­
lere giden uzun bir sürecin belirli ve Tanzimat'la birlikte bu olgu daha da maktan ibarettir. Bunu aksatmadan
oldukça duyarlı bir kesitini kapsar. El­ keskinleşmiş, gelişen olayların da ağır yürütebilmek içinse, onları gerekli ku­
deki verilere göre tarihöncesi dönem­ baskısıyla birtakım reformlar kaçınıl­ ral ve statülere bağlamak yeterlidir.
lerden Osmanlıların son zamanlarına maz hale gelmiştir. Dolayısıyla bu dö­ Özellikle ormanların yok olup olmama­
kadar birbiri ardısıra gelen birçok kül­ nem yönetimleri çöküşün dikte ettiği sı ya da tükenip tükenmemesinden
türün, yaklaşık üçbin yıllık yıkımının perişan durumu, çetişli gerekçelere çok, mevcut düzenin işlerliğine uygun
ürünü olarak Tanzimat'ın devraldığı bağlanan kimi ıslahat önlemleriyle bir bir yapı içinde sözkonusu işleve dö­
bu olgu; aynı dönemdesorunlarlaörü- bakıma onarmak zorunda kalmışlar­ nük orman kullanımlarını gerçekleştir­
lerek, doruğa tırmandırılan “olumsuz dır. Tanzimat Dönemi orman yıkımla­ mek önemlidir. Bu bakımdan çeşitli
bir miras” olma özelliğini daima canlı rı ve ormancılığını da, imparatorluğun durum ve amaçlar için değişik kural
tutmuştur. Özellikle öncekilerle karşı­ gösterdiği bu zorunlu değişim süre­ ve kısıtlamaların getirilmesi, ayrıcaor-
laştırılacak olursa, etkin bir orman yı­ cinden soyutlama olanağı yoktur. Bu manların mülkiyet açısından belirli sta­
kımını sergileyen Tanzimat dönemi, ül­ bakımdan konunun bir bütün içinde tülere bağlanarak, Osmanlı Ormancı­
ke ormancılığında gerçek ormansız­ kaynağına inilerek açıklanabilmesi lığımın da varlık alanı bulması; aslın­
laşmanın yeni açılımlara sürüklendiği amacıyla, Tanzimat Dönemi yıkımları­ da bu düşünce sistemi ve yaklaşım­
bir aşama olarak da ayrı bir önem ta­ na girmeden önce, eski duruma göz- ların doğal sonucu olarak biçimlen­
şır. Kuşkusuz Tanzimat'ı hazırlayan atmakta yarar vardır. mektedir. Ne var ki, böylesi bir olu­
değişik etkenlere paralel olarak, aynı şumda ormanları düzenli işletilen ye-
dönemde ormanların içinde bulundu­ Tanzimat’tan Önceki Durum
nileııir bir kaynak olarak görmek ve
ğu koşulları ve orman yıkımlarını da Eski dönem ana hatlarıyla incelene­ kesilenlerin yerine doğal ya da yapay
hazırlayan ve imparatorluğun, siyasal, cek olursa, Ortaçağ İslâm Dünyası ­ yollarla yenilerini yetiştirerek, onların
sosyal, ekonomik ve coğrafi yapısın­ nın temel felsefesi ve eğilimleriyle bü­ sürekliliğini sağlamak gibi ilkelerin yeri
dan kaynaklanan çeşitli nedenler var­ tünleşen “dinsel devlet anlayışı” çer­ yoktur. Yani Osmanlıda ormanların
dı. Bu nedenlerin kavranmasında, çevesinde, Osmanlı için ormanların sürekliliğini değil, padişah ve kulları­
özellikle Osmanlı imparatorluğumun ancakTanrının insaneğluna bahşettiği na iiişkin imparatorluk etkinliklerinin
İslâm dünya görüşüne dayalı "Teok­ bir nimet ya da herhangi bir değal kay­ sürekliliğini hedefleyen ve tekyanlı ya­
ratik Devlet Modelinin” ortaya koydu­ nak olmaktan öte bir anlamı bulunma­ rarlanmayla belirli durumlarda ancak
ğu ve her yönüyle kendine özgü nite­ dığını görmekteyiz. Aynen madenler, yararlanmayı güvence altına alabilmek
likler gösteren "Osmanlı Dirlik su ve hava gibi ormanlar da; yalnızca amacıyla koruma bilincinden ileriye
Düzeni” ve bu düzen içinde biçimle­ çeşitli amaçlar için kullanılmak ve gitmeyen bir ormancılık sözkonusu-
nen ormancılığın yapısı ve işleyişi ana ürünlerinden yararlanılmak üzere var dur. Bir başka anlatımla eski dönem­
çıkış noktasını oluşturmaktadır. olan Tanrı vergisi bir bitki topluluğu ya de imparatorluğun mevcut tüm or­
Bilindiği gibi, “Osmanlı Dirlik Düze­ da dağı taşı kaplayan bitmek tüken- manlarını kapsamayan. devletce ör­
ni'' 16. yy sonlarıyla 1 7. yy başların­ rnek bilmez bir ağaç denizinden baş­ gütlenmiş sınırlı ve resmi nitelikte bir
1575
TARIM, KIRSAL YAPI VE ORMANCILIK
Tanzimat’tan Sonra Orman Yıkımı ve Çevre Tahribi

ormancılıkla ayrıca ülke genelinde çok fından da koruma ve üretim işleri yü­ ğinde el atılacak sıradan bir “ rezerv
geniş alanları içeren örgütsüz ve ser­ rütülmeye başlanmıştır. Böylece, da­ alan'' olmaktan başka bir anlam taşı­
best bir orman kullanımı geçerlidir. ha önce de dedinildiği gibi sınırlı ve mamakta ve bunun dışında herhangi
O günkü "Osmanlı Dirlik kısmî bir nitelik taşımakla birlikte, bir değeri bulunmamaktadır. Dolayı­
Düzeninin” kuruluş ve işleyişine gö­ imparatorlukta ormancılıkla ilgili bili­ sıyla bu ormanların daima devlet ya­
re ortaya çıkan bu yapılaşma içine"!, nen örgütlenme de gerçekleştirilmiş rarlanmalarına da açık tutulacak şe­
birçok kaynağın belirttiği gibi orman­ olmaktadır. kilde “ reayanın” kullanımına bırakıl­
ları tümüyle denetimden uzak tutan Bundan sonraki gelişmeler impara­ ması ve bunu gerçekleştirecek esnek
'mutlak başıboş'' bir ormancılık etkin­ torluğun gösterdiği dedişim sürecine ve belirsiz bir statünün biçimiendiril-
liğinin geçerli olduğunu ileri sürmek, paralel bir çizgi izler. Burada esas mesi en uygun çözüm olarak ortaya
yine de pek mümkün değildir. Çünkü olan başlangıçtan Tanzimat'a kadar çıkmaktadır. Nitekim gelişme ve iler­
imparatorlukda toprağın temel üretim kendi koşulları içinde sistemle uyum­ leme dönemlerinde bu statü kendi
aracı olması ve üretim ilişkilerinin bu lu bir gelişme gösteren eski ormancı­ mantıksal tutarlılığı içinde fazlaca pü­
üretim aracı üzerindeki mülkiyetin ni­ lığın; gerçekte orman yıkımları açısın­ rüz yaratmadan yürümüştür. Ancak
teliğine göre biçimlenmesi, ormancı­ dan ne getirip, ne götürdüğünün doğ­ gerileme döneminden itibaren düzenle
lık etkinliklerinin de mutlaka uygun ru bir biçimde yerli yerine oturtulabil- birlikte işleyiş tersine dönmeye ve söz-
statü ve kurallara bağlanmasını zorun­ mesidir. Çünkü Tanzimat'taki yıkımla­ konusu ormanlar üzerinde elde kala-
lu kılmaktadır. Nitekim başlangıçtan- ra kaynaklık eden asıl oluşumlar bu m tüketmekten başka çaresi olmayan
beri ormanlarla ilgili çeşitli “ Fetva” , dönemde büyüyüp, serpilmiş ve be­ bir devletin sergileyebileceği yıkımlar
“Vilayet Kanunu", “Telhis", “ Hü­ lirli olgunluğa ulaşmıştır. Bu hususla­ yaşanarak, Tanzimat'taki açmazlara
küm” ve “Hatt-ı Hümayun”ların var­ rın aydınlatılması ise, öncelikle orman kader uzanan sorunlaryumağı da ya­
lığıyla değişik orman mülkiyet şekille­ mülkiyet şekilleriyle bunların kullanım vaş yavaş örülmeye başlamıştır. Bu
rinin biçimlenmesi de bunu yeterince ilişkilerine bağlıdır. bakımdan Tanzimat öncesinde -son­
kanıtlamaktadır. Aslında bu görüşler. Tanzimat'tan önceki dönemde or­ rasında da olduğu gibi- asıl yıkımlar
Batı'da kapitalizmin gelişmesine fırsat manlar, mülkiyet şekillerine göre: Mi­ Cibal-i mübaha kapsamı içine giren or­
veren koşulların Osmanlıda ortaya çık­ rî Ormanlar (Devlet Ormanl arı), Cibal-i manlarda görülmektedir. Kuşkusuz
ma olanakları bulamaması ya da baş­ Mübaha Ormanları (Serbest Dağlar­ farklı statülerde bulunun diğer orman­
ka deyişle kapitalizme doğru yol alan daki Ormanlar), Ahali-i Kur'aya Ait Or­ lar da, şu ya da bu şekillerde yıkım­
o dönem Avrupası'nda sürekli yenile­ manlar (Köy Tüzelkişiliğine Ait Orman­ lardan etkilenmiştir. Ancak bunların
nerek, düzenli ekonomik yararlar sağ­ lar), Eşhas Uhdesindeki Ormanlar gördüğü yıkımlar daha çok yerel bo­
lama amacına yönelik ormancılık ge­ (Özel Ormanlar) ve Evkaf Ormanları yutlar ve küçük yüzeylerle sınırlı kal­
lişirken, Osmanlıda mevcut düzenin (Vakıf Ormanları) adı altında başlıca dığından, ülke ölçeğinde etkileri pek
gereği olarak böylesi bir gelişmenin beş ayrı grupta toplanmaktadır. Bun­ sarsıcı olmamıştır. Sadece bunlardan
görülmemiş olması ve yalnızca var lardan ilk sırada yer alan ve dönemin özellikle Mirî Ormanlar içinde yer alan
olanı tüketmeye dönük sağlıksız bir gerçek anlamdaörgütlü ormancılık et­ Tersane ve Tophane Ormanlarının du­
yapının gerçekleşmiş bulunmasından kinliklerini de sergileyen Mirî orman­ rumu dikkat çekicidir. Başlangıçta çok
kaynaklanmaktadır. lar ayrıca; en seçme orman yüzeyle­ iyi korunan bu ormanlar, sürekli artan
rini örtüleyen Koru-yu Hümayunlar, donanma gereksinmeleri karşısında,
Kısaca özetlenen bu yapı içinde dönemin sonlarına doğru iyi korunur
Tanzimat öncesi imparatorluk Orman­ Mirî Korular ile Tersane ve Tophane olmaktan çıkmış; verim güçleri hesa­
cılığımın ilk kez etkinliğini duyurmaya Ormanları olmak üzere üç altgruba ay­
başlaması, Yıldırım Bayezid zamanı­ rılmaktadır. Genelde bu beş ' ana mül­ ba katılmadan yapılan aşırı kesimler
yüzünden, tükenmekten ya da nitelik­
na kadar uzanır. Bu süreç, Sarıca Pa- kiyet grubunu” oluşturan ormanlar­
dan ilk üçü; büyüklükleri, nitelikleri ve lerini yitirmekten kurtulamamışlardır.
şa'nın Gelibolu'ya gönderilerek
Hatta bu nedenle Cibal-i Mübaha Or­
1402'de tersane kurması ve orman­ statüleri bakımından önemlidir. Ancak manlarından sık sık yenileri ayrılarak,
lardan kereste sağlanması için belirli bunlar içinde imparatorluğun asıl or­ donanma gereksinmelerinin karşılan­
koşulların saptanmasıyla başlar. Ter­ man varlığını temsil eden ve yıkımla­
ması yönüne gitmek zorunda kalın­
sanelerin kereste, katran ve zift gerek­ rın boy hedefi olan Cibal-i Mübaha Or­ mıştır.
sinmelerinin karşılanması amacıyla bir manları, çok daha ayrı ve özel bir yer
kısım ormanlann ayrılması ve buralar­ tutar. Özellik!e bunların, “ Dirlik Düze­ Tanzimatöncesinde devletçe yapı­
da kesimlerin kısıtlanması da aynı ev­ ni” gibi devlet denetimini en uç nok­ lan bu yıkımlar dışında, özellikle halk
reye rastlamaktadır. Bu konuda asıl taya kadar götüren bir yapılaşmaya tarafından gerçekleştirilen diğer yıkım­
ciddi önlemler daha sonraları, yani karşın, görünürde “ herkesin” yarar­ ların çok eskilerden beri süregelen ey­
1494 ve 1552 yıllarında alınmıştır. O lanmasına açık serbest bir işleyiş ön­ lemlerden kaynaklandığı bilinmekte­
tarihlerde Kırklareli, Pınarhisar ve Ak- gören “ muhatabı” ya da daha doğru dir. Örneğin aşırı ve düzensiz kesim­
yol kadılıklarına gönderilen hüküm ve bir ifadeyle “ maliki” belirsiz bir mül­ ler, tarla açmak amacıyla orman alan­
buyruklarla, yöre sınırları içindeki or­ kiyet şeklini kapsamaları oldukça il­ larının değişik biçimlerde aralıksız
manlardan ağaç kesimleri yasaklan­ ginçtir. köklenmesi (geleneksel gezici tarım
mıştır. Daha sonra Bolu ve Sinop san­ Aslında mevcut düzenin mantığıyla olayı), yerleşim yerleri çevresi halkı­
cakları ile Somdö{len, Ahıdağı ve Kaz- uyumlu “çok somut bir olgunun” ürü­ nın ve özellikle göçerlerin sürdürdü­
dağı ormanları da denetim altına alın­ nü olan bu durum, ilginçliğinin yanı- ğü çok yaygın hayvancılık gibi önem­
mıştır. Ülkenin birçok yerinde donan­ sıra yine de pek şaşırtıcı değildir. Çün­ li eylemler ilk akla gelenler arasında­
ma ve tophane gereksinmeleri için ay­ kü Cibal-i Mübaha Ormanları devlet dır. Ayrıca konut inşaatlarının ana gir­
rılan bu tür ormanların yönetimleri ise, için ancak örgütlediği resmi ormancı­ disinin büyük ölçüde ahşaba bağlı ol­
"Tersane Emini” denilen sarava bağlı lık etkinliklerini sürdürebilmek amacıy­ ması, yakacak odun gereksinmeleri ve
yöneticilere verilmiş ve bunların göze­ la, tükerıen ya da eksileri Mirî Orman­ hiç eksilmeyen korkunç orman yan­
timinde iradeli “ Koru Ağaları" tara­ ların yerine konulmak üzere gerekti­ gınları da diğer önemli eylemleri oluş-
1576
TARIM, KIRSAL YAPI VE ORMANCI LIK
Tanzimat’tan Sonra Orman Yıkımı ve Çevre Tahribi

kırmaktadır. Aslında tüm bunlara rağ­ anlamıyla niceliklerini yitirmiş değildir. ğurduğu aşırı yararlanmalar nedeniyle
men imparatorluğun güçlü olduğu za­ O zamanlar birçok hızarın çalıştığı La­ büyük ölçüde kötüleşmişler, ayrıca
manlarda, orman kullanımları yine de dik Gölü'nün güney kesimleri, Niksar pek sık görülen yangınlar da bunları
oldukça iyi disipline edilebilmiş ve el- ve Ünye arasındaki dağlık bölgeyle iyice bitik düşürmüştür. Mevcutlar
dekiler biraz da zamanın teknolojik daha doğuda Aşkale ve Çoruh Vadisi içinde Edrem it-Sındırgı hattıyla
olanaklarıyla gereksinmelerin azlığı üzerindeki mıntıkalarda büyük orman­ Balıkesir-Isparta hattı üzerinde yayı­
nedeniyle kısmen korunabilmişlerdir. lar görülür. Karadeniz'in batı kıyıların­ lanlar, o dönem için bölgenin en
Tanzimat'ın Devraldığı da ise, ülke geneline göre önemli bir önemli orman alanları olarak belirtile­
odak oluşturan geniş ormanlar vardır. bilir. Yine Kuşadası-Aydın-Denizli hattı
Orman Varlığı
Bu odakta Sinop, Kastamonu, Zon­ üzerinde de çeşitli ormanlar mevcut­
Osmanlı İmparatorluğu önceleri bü­ guldak ve Bolu mıntıkaları ormanca en tur. öte yandan bölgenin güneybatı kı­
yüklüğüyle orantılı olarak oldukça zen­ zengin yöreler olarak dikkati çeker. yılarında Muğladolayları, özellikle Fet­
gin bir orman varlığına sahipti. Ancak Özellikle bunlar içinde sözkonusu hiye ve Datca arasındaki kuşak her
gerileme döneminden itibaren sürek­ odağın doğusuna rastlayan Gökırmak bakımdan homojen ve zengin orman­
li yitirilen topraklarla birlikte bunlar hız­ Havzası'nda bulunan iğneyapraklı or­ larla örtülüdür.
la azalmaya yüz tutmuş ve Tanzimat’a manlarla, yine Taşköprü'nün güneyin­
gelindiğinde, diğer konularda olduğu deki Elekdağını örten çam ormanla­ O dönemde Anadolu'daki bir baş­
gibi orman ve benzeri doğal kaynak de­ rı; yüzyıllar boyu varlıklarını koruyarak ka önemli orman adağını ise, güney­
ğerleri bakımından da alabildiğine sı­ Tanzimat'a kadar gelebilmiş ünlü or­ de Toros Dağları üzerinde yer alan
kıntılı bir sürece girilmiştir. üstelik aynı manlar olarak anılmaktadır. Hatta bazı yaygın orman örtüsü biçimlendirmek­
dönemde Balkanlar, Kırım ve Kafkas­ kaynaklar, gerek bunların ve gerekse tedir. Bu kuşakta en zengin ormanlar,
ya'daki toprakların tümüyle elden çık­ Karadeniz'in batı kıyılan beyunca uza­ Gülek Boğazı, Pozantı. Feke, Andırın
ması da, imparatorluğun yaklaşık 25 nan sıradağların kuzeyindeki diğer or­ ve Osmaniye dolaylarıyla batıda, özel­
milyon hektarlık bir orman alanından manların "içinde yûrûnemeyecek ka­ likle Antalya yöresinde yoğunlaşmış­
yoksun kalmasını sonuçlamıştır. Özel­ dar sık ve vasıflı" olduğunu bildirmek­ tır. Örnoğin Tarsus Çayı'nın üst kısım­
likle 1 913'den sonra hemen yalnızca tedir. Ayrıca aynı kaynaklardan Bolu larında 19. yy'ın ortalarına doğru bir
Anadolu'dakilerle yetinmek zorunlulu­ ormanlarının da iyi durumda olduğu­ gezi yapan Kolschy, Gülek ve Nem­
ğunun ortaya çıkması "Anadolu nu, ancak Tanzimat'tan sona özellik­ rut'un yukarılarındaki dağlık arazide
Ormanları” için ister istemez durumu le Düzce-Adapazarı çizgisinde yer “çok gûzel meşe ve sedir ormanlan"
daha da kötüleştirmiştir. alan kesimlerinin hızla yok edildiğini gördüğünü ve bunların “tahtacılar ta­
iklimsel. jeolojik, morfolojik ve eda- öğrenmekteyiz. ralından'' önemli oranlarda yıkıma uğ­
fik koşulları bakımından doğal olarak ratılmakta olduğunu söyler. Aynı or­
orman yetişmesine çokca elverişli ol­ Tanzimat'ın başlarında Marmara manlar 1832 dolaylarında, en iyi nite­
mayan ya da oldukça sınırlı orman ye­ Denizi ni çevreleyen orman alanları likte 10.000 tomruğun her yıl İsken­
tişme ortamları sunan bir coğrafi ku­ ise, İstanbul dalayları bir yana bırakı­ deriye'deki gemi tezgâhlarına gönde­
şak üzerinde yer alan Anadolu Yarı­ lacak olursa, "payitahta” yakın olma­ rilmesi nedeniyle de büyük yıkımlara
madası, o zamanki durumuyla bugün­ nın getirdiği yıkımlarla oldukca fakir­ uğramıştır. Yine bir diğer kaynak bu
kü kadarolmasada ormanca zaten ye­ leşmiştir. Tanzimat'la birlikte bu du­ durumu daha da dramatik biçimde ta ­
terince yoksullaşmıştı. Ormanlar an­ rum biraz daha ağırlaşarak, ormansız­ nımlayarak, 1838'de Ulukışla'nın gü­
cak yine bugünkü gibi kuzey ve gü­ laşma hızlanır. Özellikle bölgenin do­ neyinde Toros Dağları dizisini bölen
neydeki kıyı dağlarıyla batı kesimleri ğusunda geniş bir yüzeyi kaplayan ve Adana Ovası ile bağlantıyı sağlayan
ve Marmara çevresindeki alanlarda Bolu-izmit-Bursa hattı, filo yapımı için Gülek Boğazı'nda, "Odun kesicileri­
toplanmıştı. Bunlara ek olarak yüzyıl­ 19. yy'ın ortalarına kadar en çok yük­ nin balta sesleri ile yaşlı iğneyapraklı
lar boyu süregelen insan müdahale­ lenilen yöre olmuş ve geniş yıkımlar ağaçların devrilmeleri sırasındaki gü­
leri. ormanları hem nicelik ve hem de görmüştür. Diğer kesimler buralara rültülerin, Çiftehan civarındaki dağlar­
nitelik yönünden iyice ^ -palamış; ta­ göre nisbeten iyi durumdadır. Örne­ da yankılar yaptığını..." belirtmekte­
rım alanları, otlakları ve iskanlar lehi­ ğin bölgenin güneybatısında Çanak­ dir. Ancak bütün bunlara rağmen böl­
ne sürekli geriletmişti. Kısası Tanzimat kale ve Kazdağı yöreleriyle Balıkesir'in gede 19. yy'ın ortalanna doğru yine
Dönemi bölük pörçük bir orman var­ doğu kısımlarında hâlâ geniş orman­ de değerli orman alanları mevcuttur.
lığıyla tamamen durma noktasına gel­ lar vardır. Yine kuzeyde Akçakoca ile Özellikle Adana çevresi ormanları hâlâ
miş çağdışı bir ormancılığı devralmak Şile arasında kalan kıyı şeridiyle Trak­ ağırlık ve yaygınlığını korumaktadır.
ve zorlayıcı etkenler gereği bundan ya'nın kuzeyindekiler de kısmen nite­ Öte yandan batıda Antalya yöresi ve
azami yararı sağlamak gibi bir çıkmazı liklerini koruyabilmiş ormanlar olarak Tahtalıdağ üzerindeki ormanlar önem­
aşmak durumundadır. Bunu. dönemin göze çarpmaktadır. Ancak bu sonun­ lerinden hiçbir şey yitirmemişlerdir.
başlarındaki mevcut ormanların için­ cu orman alanları, 1830'lardan itiba­ Ne var ki, bunlar üzerinde gerçekleş­
de bulunduğu koşullar ve yayılışları­ ren baltalıklara dönüşme yolunda hızla tirilen yıkımlar korkunçtur. Buralarda
na ilişkin tarihi veriler tüm çarpıcılığıyla bozulmaya uğramıştır. ağaçlar yapı kerestesi olarak kesilip,
sergiler. Batıdaki ormanlar da, aynı yıılarda akarsularla büyük sallar haline getiril­
Tanzimat'tan hemen önce 1830 yıl­ Marmara Bölgesi'nden farklı bir du- mek suretiyle deniz kıyılarına aktarıl­
ları dolayında, Anadolu Yarımadası'- rumdadeğildir. Eskidenberi bölge or­ maktadır. Aynı işler Antalya Beydağ-
nın kuzeyindeki Karadeniz Kıyı Dağ­ manları geniş yıkımlara sahne oldu­ ları yöresinde de yoğun bir şekilde
ları yer yer oldukça zengin sayılabile­ ğundan, elde pak fazla kaliteli orman sürdürülür. Bu konuda bölgede gezi
cek orman alanlarıyla örtülüdür. Bun­ alanı kalmamıştır. Bazıları yüzey ola­ ve araştırmalar yapan ingiliz araştır­
lardan doğuda Giresun, Rize ve Art­ rak geniş alanları kapsasa da; gerek macı Spatt'ın ilginç gözlemleri vardır:
vin yörelerindeki ormanlar dağların bölge ikliminin zorlayıcı etkileri, gerek Spatt, anılan yıllarda AlakırÇayı çev­
sarp yerlerine çekilmiştir. Ancak Do­ üzerinde yetişen ağaç türlerinin özel­ resinde, yüzdürülerek deniz kıyısına
ğu Karadeniz Ormanları yine de tam likleri ve gerekse yoğun iskanların do­ taşınmak üzere "en iyi ağaçlarının
1577
TARIM, KIRSAL YAPI VE ORMANCILIK
Tanzimat’tan Sonra Orman Yıkımı ve Çevre Tahribi

hepsi kesilmiş ' çok büyük bir orman netleşmeye başlayan bu olgular, ay­ içinde hem statü ve hem de ülkenin
soykırımından sözederek, bir bakıma nı zamanda Tanzimat sonrası deği­ esas kaynaklarını oluşturması açısın­
dönemin başlangıcındaki koşulları da şimleri yaratan ana etkenleri de her dan bir tek orman varlığı, yani Cibal-i '
tüm açıklığıyla ortaya koymaktadır. yönüyle açıklığa kavuşturmaktadır. Mübaha Ormanları kalmakta ve Bâbı-
Anadolu'da değinilen bu belli başlı Özellikle ekonomik açıdan iflasın eşi­ âli'nin bunlara yönelmesi kaçınılmaz­
alanlar dışında kalan diğer bölgeler­ ğine gelmiş ve devreye sakulabilecek laşmaktadır. Aslında bu dönem yöne­
de ise 1830'1u yıllarda üzerinde duru­ her türlü kaynağı değerlendirmekten timleri için koşullar elverse, büyük kü­
lacak kadar önemli hemen hiçbir or­ başka çaresi kalmayan bir devlet için, çük demeden tüm ormanlardan top­
man varlığı kalmamıştır. iç Anadolu'­ vergi gelirleri ve dolayısıyla bunu sağ­ luca yararlanmak kuşkusuz çok doğal
daki çok küçük bazı "step ormanı" lamada iyi bir seçenek olarak el altın­ bir davranış olurdu. Ancak eski işle­
kalıntıları bir yana bırakılacak olursa, da duran Cibal-i Mübaha Ormanları­ yişi bir çırpıda değiştirmek ve orman­
yalnızca doğu ve güneydoğu bölgele­ nın ne kadar önem kazanacağı düşü­ ların hepsine birden yönelmek olanak­
rinde Tunceli-Bitlis-Bingöl hattı üzerin­ nülürse, sözkonusu etkenlerin kav­ sızdır. Zira imparatorluk her şeyden
de ve daha güneylerde eski orman ar­ ranması daha da kolaylaşmaktadır. Bu önce bir din devletidir ve temelde is­
tıkları ve çeşitli baltalıklardan başka bir durum ayrıca aynı ormanların dönem lâm Hukukunun yaptırımları dışına çık­
şey yoktur. Mevcutlar da zaten hay­ içinde ön plana çıkma nedenlerini de mak, bir bakıma devletin varlığının da
van yemi ve yakacak olarak kazınıp ortaya koyması bakımından dikkat çe­ yadsınması anlamına geleceğinden;
durmaktadır. Ancak, dönemin başla­ kicidir. Çünkü öncelikle değerlendiril­ yapılan her şeyin kitabına uydurulması
rında ülkenin tüm orman varlığının mek durumunda olan eldeki Miri Or­ zorunluluğu vardır. Kaldı ki bu müm­
Anadolu'dakilerden ibaret olmadığını manlar, değil vergi geliri sağlamak, kün olsa bile, tüm dönem boyunca
da unutmamakgerekir. Özellikle Bal­ donanma gereksinmelerini bile doğru imparatorluğun ne elindeki kadroların
kanlarda henüz elde kalan topraklar dürüst karşılama olanaklarından yok­ durumu, ne örgütsel olanaklar, ne
üzerinde hâlâ hatırı sayılır ormanlar sundur. Köylere, vakıflara ya da özel mevcut ormancılığın geleneksel çatı­
bulunmaktadır. Siyasal gelişmeler yü­ kişilere ait ormanlardan yararlanmak sı, ne halkın yüzyıilardır kökleşmiş tu­
zünden dönem içinde fazlaca yükle- ise, düzene ters müdahaleleri gerek­ tum ve alışkanlıkları, ne de iç ve dış
nilerneyen bu alanlardan, Balkan Ya­ tirdiğinden pek mümkün değildir. Ay­ dinamiklere bağlı siyasal ve ekonomik
rımadasının kuzeybatısındaki Bosna rıca bunlar çok büyük alanları kapla­ veriler, böylesi değişimleri yaratacak
ve Hersek yöresiyle Makedonya'nın madıkları gibi, denetlenmesi çok güç altyapıyı oluşturmaktan çok uzaktır.
kuzeyinde, özellikle Selanik çevresin­ sakıncalı ormanlar olarak da önem ta­ Bu nedenle güncel düzenin işleyişi
dekiler; ayrıca bugünkü Arnavutluk- şımaktadır. Geriye, devlete karşı güç­ içinde ancak mümkün olabilenle ye­
un doğusundaki dağlarla, daha gü­ süz durumda olan halkın genelde sert tinmek ve koşullar zorladıkça birtakım
neyde Pindos mıntıkaları önemlidir. tepkilerine yolaçsa da, mevcut düzen değişimlere yönelmek, dönemin yöne-
T a n z im a t D ö n em i
O rm a n c ılığ ı v e Y ıkım lar
Görüldüğü gibi bu dönem ormancı­
lığı, ülke toprakları üzerinde hiç de iç
açıcı veriler taşımayan perişan bir or­
man varlığı devralmıştır. Üstelik bu dö­
nemde atılan her adım, yapılan her gi­
rişim ve gerçekleştirilen her değişim;
eldeki ormanların güncel durumunu
olduğu kadar, gelecekteki durumunu
da derinden etkilemiştir. Ayrıca impa-
ratorlukarınancılığında yeni bir süre­
cin de başlaması demek olan bu yö­
nelimlerin, özde Osmanlının geçmiş­
teki temel yaklaşımları ve eğilimlerin­
den farklı bir tutum içinde bulunduğu­
nu söylemek de pek mümkün değildir.
Sadece dönemin zorlayıcı koşullarının
belirlediği kaçınılmaz bazı biçimsel dü­
zenlemeler sözkonusudur ve bunu
başlıca iki önemli olgu yönlendirmek­
tedir. Bunlardan ilki eskiden ancak
ürünlerı bakımından önem taşıyan or­
manların, bu dönemde ürünlerinin ya-
nısıra vergi ya da benzeri yollarla ge­
lirinden de yararlanılacak bir kaynak
olarak ortaya çıkması; ikincisi ise, bu
kaynaklar içinde Cibal-i Mübaha Or-
manları'nın önem kazanarak, Miri Or­
manlara katılması ve Tanzimat Orman­
cılığının esas etkinlik alanını oluştur­
masıdır.
Daha 19. yy'ın başlarından itibaren
H ofrnt Veith (oturan), Kreibich, Micklitz ve Stumfahl.
TARIM, KIRSAL YAPI VE ORMANCILIK
Tanzimat’tan Sonra Orman Yıkımı ve Çevre Tahribi

timlerine daima en tutarlı yol olarak güçtür. Her şeyden önce biçimlenen de yitirerek yeni arayışlara gitmek ge­
görünmüştür. Nitekim Tanzimat'tan hedefler ve ormancılığın yüklendiği iş­ reği duyulmuştur. Ayrıca bu uygula­
Cumhuriyete kadar sürdürülen tüm levler bunu engellemektedir. Bir baş­ malara konu olan Cibal-i Mübaha Or­
çabalar hep bu doğrultuda gerçeklik ka deyişle dönemin özgün karakteri, manlarının statüsü de, bu yönde
kazanmış ve Cibal-i Mübaha Orman­ yapılanların biçimden öze indirgene­ önemli engeller içeren farklı bir işle­
larının barındırdığı ağaç servetlerini ne rek yıkımları önleyici sağlıklı yapısal yiş öngörmektedir. Çünkü mültezim­
bahasına olursa olsun paraya dönüş­ değişimlerin ortaya çıkmasına fırsat lerin eylem alanlarını olduğu kadar.
türme yolları aranmıştır. Özellikle dev­ vermemektedir. Kısası buraya değin devletin de en büyük potansiyel or­
letin gırtlağına kadar gömüldüğü bü­ söylenmeye çalışılan tüım bu husus­ man varlığını oluşturan bu ormanlar­
yük borç batağı ve bunabağlı ekono­ lardan da anlaşılacağı üzere, Tanzi­ la ilgili ürünlerden, Mecelle'nin yaptı­
mik darboğazların, Bâbıâli'yi her ge­ mat Ormancılığının genel özellikleri rımlarına göre vergi alınması oldukça
çen gün biraz daha köşeye sıkıştırma­ özetle budur. O bakımdan Tanzimat güçtür. Sözkonusu uygulamayı sür­
sı, bu ormanlardan yararlanma eğilim­ sonrası ‘‘yeni ormancılık olaymı" ön­ dürmekle, yönetim bir bakıma yürür­
lerini daha da güçlendirmiştir. Bunla­ celikle bu genel özelliklerin çizdiği çer­ lükteki şer'î hukukun yaptırımlarına da
rın gerçekleşmesi ise, ancak mevcut çeve içinde ortaya çıkan somut ger­ ters düşmek gibi bir durumla karşı
ormancılığın yeni bazı düzenlemeler çeklere göre değerlendirerek, orman karşıya kalmaktadır. Bunun yanısıra
aracılığıyla, amaca uygun duruma ge­ yıkımlarına ilişkin dönem içindeki belli aynı ormanlardan tek kuruş vergi öde­
tirilmesiyle mümkündür. başlı üç ana evreyi ayrı ayrı incelemek meden serbestçe yararlanma alışkan­
gerekmektedir. lıkları iyice kökleşmiş olan halkın, ver­
işte doksan küsur yıllık Tanzimat gi alınmasına karşı gösterdiği büyük
Ormancılığı hep bu çarpık fakat kaçı­ Birinci Yıkım Evresi (1839-1869) tepkiler de eklenince, orman gelirleri
nılmaz hedefe ulaşmak için uğraşmış­ sorunu tam bir çıkmaza girmektedir.
tır. Ancak ortaya konulan birçok de­ incelenmesi gereken ilk yıkım evresi Sonuçta bu durumu çözümleyebilmek
ğişim ve oluşuma rağmen, hiçbir za­ 1839'da Tanzimat'ın ilanından, 1869'- ve dolayısıyla mültezimler aracılığıyla
man beklenen sonuçlara varmak ola­ da Orman Nizamnamesi'nin yürürlü­ sağlanamayan "kereste ve mahru­
nakları yakalanamamıştır. Bu yüzden ğe girmesine kadar geçen otuz yıllık kat" gelirlerini daha düzenli bir şekil­
sözkonusu değişimler, yapısal yönde süreyi kapsar. Bu evreyi başlatan de toplayarak artırabilmek düşünce­
biçimlendirilen ••büyük bir yenilik ha­ Tanzimat Hareketi sırasında, ülke or­ siyle, 1840'ta ülkenin çeşitli yerlerin­
reketi” ya da ''ileri bir atılım" olma mancılığını sahiplenecek değru dürüst de “Orman Müdürlükleri”nin kurul­
özelliğini de kazanamamıştır. Zira bu bir ormancılık örgütü henüz ortalarda masına karar verilmiştir. Ancak Bâbı-
dönem ormancılığının esas işlevi kök­ yoktur. Orman yıkımları ise, yüzyılın fıli'nin büyük umutlarla gerçekleştir­
tenci değişimler yaparak yeniyi kur­ ilk çeyreğindeki özellikleri ve hızıyla diği bu ilk girişim, konunun özüne do­
maktan çok, mevcut yapı içinde bir­ sürüp gitmektedir. Öte yandan artık kunan hiçbir değişiklik içermediğin­
takım düzenlemelere giderek daima imparatorlukta ekonomik bunalımın ve den çok kısa ömürlü olmuş ve bunlar
kaçınılmazı gerçekleştirmekle sı,ıırlı ormanlardan gelir sağlama eğilimleri­ 1841 de kaldınlarak, tekrar eskiye dö­
kalmıştır. Yani yapılan "yenilikler" as­ nin giderek önem kazandığı çetin bir nülmüştür.
lında köktenci atılımları değil, ancak süreç de başlamıştır. Ancak bu sorun­
günü kurtarmayı amaçlayan zorunlu ların çözümlenebilmesi için elde; dev­ Başarısızlıkla sonuçlanan bu ilk de­
ilk adımları tanımlamaktadır.Bunun en letin tek orman geliri olan ve "keres­ nemeden sonra, bir süre ormancılık­
güzel kanıtı, dönem içinde görülen bir­ te resmi" adı verilen verginin, aynen ta herhangi bir etkinlik göze çarpmaz.
çok değişikliklere ve örgütlenme ça­ tarımdaki gibi açık artırmaya konula­ Yapılan tek iş, yine iltizam Uygulama­
balarıyla bütünleşen düzenlemelere rak bir mültezime ihale edilmesi ve bu larıyla yetinmekten ibarettir. Bu ara­
rağmen, eldeki orman varlığının hoy- mültezimin de daha sonra iskele ve da 1853'de çıkan ve 1856'ya kadar
ratca harcanmasının önüne geçileme- pazar yerlerini tutarak. orman ürün­ süren Kırım Savaşı ormancılıkta birta­
mesi, tersine bunları daha da artıran lerinden vergi toplaması esasına daya­ kım kıpırdanmalara naden olur ve sa­
gelişmelere zemin hazırlanarak büyük nan "Aşar ihale Uygulamaları" ya da vaşı izleyen yıllarda özellikle Kuzey
yakımların yaşanmış olmasıdır. Oysa yaygın deyişle "iltizam Uygulamalar" Anadolu kıyı ormanları üzerinde
daha o dönemde çağdaş ormancılık şeklinde sürdürülen ormancılık etkin­ önemli yıkımlar yaratacak olan ilk göç
belirli bir düzeye ulaşarak, çok sağ­ liklerinden başka bir olanak da yok gi­ dalgası başlar. Ayrıca savaş dolayısıy­
lam temellere oturmuş ve orman yı­ bidir. Bu yüzden mevcut işleyiş he­ la imparatorluk, Avrupa ülkeleriyle da­
kımlarını önleyici sağlıklı bir işleyişi men benimsenmiştir. ha sıkı bir ilişkiye girmiş; savaşın ge­
çoktan geliştirmişti. Tanzimat Orman­ Üstlenilen bu dikenli mirasın içerdiği tirdiği ağır harcamalar, daha önceki
cılığı ise, karakteri gereği ister istemez tehlikelerin ağına böylesine gözü ka­ borçlarla birleşince, orman gelirleri
bunun tam tersini yapmak gibi bir aç­ palı bir şekilde ilk ağızda kolayca dü- konusuna artık daha ciddi biçimde
mazla karşı karşıya kalmaktan kurtu­ şülebilmesi, aslında oldukça ^doğal bir eğilmek ve bu yönde bazı düzenleme­
lamamıştır. Hiç kuşkusuz, Tanzimat sonuçtur. Çünkü yeni yönetim de, es­ ler yapmak gereği ortaya çıkmıştır.
sonrasında biçimsel de olsa birçok gi­ kileri gibi ormancılığa tümüyle yaban­ Ancak bunu o günkü kadrolarla ger­
rişim uygulamaya aktarılmış ve yad- cıdır ve karşısında seçim şansı yara­ çekleştirmek olanaksızdır. Bu nitenle
sınamayacak çeşitli uğraşlara tanık tacak başka hiçbir uygulama örneği ilk kez 1856 da biri İngiliz olmak üze­
olunmuştur. Yapılan hemen her şey yoktur. üstelik dış dünyadan da ha­ re, d^aderi Fransız uzmanlardan olu­
aslında yenidir, hatta birçok yönde bersizdir. O nedenle önüne çıkan ilk şan bir yabancı kurul getirtilmiş ve
olumlu özellikler taşıyor izlenimi bile uygulamaya sarılmış ve hatta başlan­ böylece geniş orman talanını başlata­
vermektedir. Ne var ki, yeni olduğu gıçta bu durum Bâbıâii'ye çekici bile cak olan Tanzimat Dönemi devlet yı­
kadar bilinçsiz ve büyük ölçüde pal- gelmiştir. Ancak kısa bir süre sonra. kımlarının da temelleri atılmıştır.
yatif nitelikler taşıyan bu girişimlerin, hazineye sağladığı gelirin azlığı ve yo­ Ülkede yirmi yıl kadar kalan bu uz­
orman yıkımlarını aşmada herhangi bir laçtığı yıkımlann fazlalığı karşısında. manlar, daha çek eldeki orman varlı­
yarar sağlayabileceğini düşünmek bile ilk günlerdeki çekiciliğini büyük ölçü­ ğının incelenmesi, belirli yerlerde or­
1579
TARIM, KIRSAL YAPI VE ORMANCILIK
Tanzimat’tan Sonra Orman Yıkımı ve Çevre Tahribi

man ihale ve satış denemeleri için ye­ yüzüne çıkmakta ve yine bu evre için­ çizdiği sınırlar içinde orman mülkiyet
rel orman dökümlerinin yapılmasıyla de açıklık ve kesinlik kazanmaktadır. şekilleri. Mir'i Ormanlar (Devlet Or­
eğitim ve örgütlenme konularıyla uğ­ ■Kuşkusuz bunda ilk önemli değişim­ manları). Evkaf Ormanları (Vakıf Or­
raşmışlar, ayrıca ittizam Uygulamala­ leri yaratması bakımından Orman Ni- manları), Kasabat ve Kur' aya Mahsus
rının pürüzlerinin giderilmesini hedef­ zamnamesi'nin çok büyük birrolü var­ Baltalıklar (Kasaba ve. Köy Baltalıkla­
leyen yasal çerçevenin oluşturulma­ dır. Zaten Nizamnamenin yeni bir ev­ rı) ile Eşhas Koruları (ÖZel Korular) ol­
sına ağırlık vermişlerdir. Ancak diğer reyi başlatacak kadar ön plana çıkma­ mak üzere dörtayrıgruptatoplanarak.
konularda belirli sonuçlar almalarına sının nedeni de budur. Çünkü Tanzi­ nihayet amaca uygun hale getirilmiş­
rağmen. yasal dayanakların oluşturul­ mat'ın ilanından bu yana çözümlene­ tir.
ması için ülke ormancılığının tarihsel meyen Cibal-i Mübaha Ormanları so­ Osmanlı imparatorluğu'nun “teok­
handikaplarını aşma zorluğu karşısın­ runu ilk kez bu sayede aşılarak, vergi ratik" ‘ .. akteri dikkate alındığında.
da uzun çabalar harcamaları gerekmiş gelirlerine ilişkin amaçlanan işleyişin Cibal-i Mübaha Ormanlarının bu şekil­
ve evre içinde bu konudaki ilk olumlu kurulması ve bu dönem ormancılığını de Mir' i Ormanlara katılmasının ne ka­
adımlar 1858 de "Arazi Kanunname­ esas temellerine oturtan ilk ciddi giri­ dar güç ve hatta tehlikeli olduğu ko­
si’ nin çıkarılmasını izleyen yıllarda. şimlerin gerçekleştirilmesi mümkün laylıkla anlaşılabilir. Nitekim bu güç­
yani 1861 de atılabilmiştir. Ciddi nite­ olabilmiştir. Anımsanacağı üzere ülke­ lükler yüzünden Nizamname'de yöne­
likte ilk hukuki metinleri biçimlendir­ ye Fransız uzmanların getirtildiği timleri hayli uğraştıran orman gelirle­
mekten başka bir işe yaramayan bu 1856'dan beri giderekönem kazanan ri konusu açıkça "vergi” olarak değil.
girişimler sonucunda, ormanların yö­ bu konular, harcanan birçok çabaya yukarıda değinilen maddeler çerçeve­
netimlerine ilişkin bir "Nizamname La­ ve hatta 1861 de çıkarılan layıhalara sinde sadece "orman hakkı " yani
yihası ' yla yapılacak kesimleri düzen­ rağmen, cibal-i mübaha statüsünü ta­ devlet tarafından ormanların korunma­
lemeyi amaçlayan bir "Şartname nımlayan ilgili Mecelle yaptırımlarının sı hakkı şeklinde tanımlanarak, küçük
Layihası’’ hazırlanarak, aynı yıl için­ dokunulmazlığı karşısında birtürlü is­ bir hile-işer'iyyeye başvurmak gere­
de yürürlüğe konulmuştur. Bunların tenilen uygun çüzümlere ulaştırılama­ ği duyulmuştur. Ne var ki, bu küçük
dışında evrenin sonlarına kadar baş­ mıştı. Bu durum ancak daha sonrala­ hile ters teperek hazineye sağlanacak
kaca bir uğraş yoktur ve ormancılık yi­ rı yine Mecellenin boşluklarından ya­ sınırlı bir gelire karşılık, zararları gü­
ne eskisi gibi sessiz sedasız varlığını rarlanılarak, yani Mecelle'nin "Zarar-ı nümüze kadar sürecek çok sakıncalı
ya da daha doğru deyişle iltizam Uy­ âmmı def için zarar-ı has ihtiyar olu­ bir uygulamaya yolaçan yeni bir ödü­
gulamalarını sürdürüp durur. Hatta bu nur” kuralını getiren 27. maddesiyle nün verilmesini de zorunlu kılmıştır.
yüzden Tanzımat Ormancılığının bu ilk " mubah ile herkes intifa edebilir. fa­ Çünkü Nizamnamenin halk tarafından
etabını aslında ' "Örgütsüz iltizam Or- kat saire zarar vermemek meşruttur’’ benimsenebilmesi ve tepkilerin azal­
manctltğt’' evresi şeklinde de tanım­ diyen 1254. maddesinin arkasına sı­ tılabilmesi amacıyla hazırlanan ünlü 5.
lamak mümkündür. ğınılarak, oldukça çarpıtılmış bir yo­ maddeyle, köylülere çeşitli gereksin­
ikinci Yıkım E vresi (1869-1908) rumla, ormanların zarardan korunma­ melerini giderebilmek için Mir'i Or­
sı için devlet denetimine alınması ge­ manlardan kısmi yararlanma hakkı ta­
Yaklaşık kırk yıl kadar süren ikinci rektiği ileri sürülmek suretiyle çözüm- nınmak suretiyle, oluşturulan yeni sta­
yıkım evresi ise. 1869'da Orman Ni- lenebilmiştir. Böylece önemli bir en­ tüde önemli bir delik açılmış ve bek­
zamnamesi'nin yürürlüğe girmesin­ gelin aşılmasının yanısıra, Fransız uz­ lenen sonuçların bir kısmından daha
den, 1908'de ll. meşrutiyetin ilanına manların yıllardır önerdikleri yasa ta­ başlangıçta vazgeçilmek gibi tipik bir
kadar uzanır. Tanzimat Ormancılığının sarılarının içerikleriyle donatılmış olan çelişki yaratılmıştır. Bu maddenin da­
esas niteliklerini belirleyen ve ona ger­ Orman Nizamnamesinin de yürürlü­ yandığı mantığa göre, böyle bir ödü­
çek anlamda damgasını vuran geliş­ ğe girmesi sağlanabilmiş ve dolayısıy­ nün verilmesiyle cibal-i mübahanın
meler, özellikle bu evreden itibaren su la 1858 tarihli Arazi kanunnamesinin kaldırılarak. orman hakkının getirilme-
1580
TARIM, KIRSAL YAPI VE ORMANCILIK
Tanzimat’tan Sonra Orman Yıkımı ve Çevre Tahribi

sinin bedeli olan "Zekat-ı Kûfuv" tır. Çünkü eskiden küçük noktalar ya itibaren ve özellikle 1891 -1 908 yılları
ödenmiş ve şeriat kurallarının da dı­ da benekler halinde olan orman yıkım­ arasında örgütü hayli uğraştırmış ve
şına çıkılmamış olmaktadır. Ne yazık ları, bu uygulamadan sonra geniş le­ ormancılık etkinliklerinin içinde bulun­
ki, ormanlarımızı habis bir kanser tü­ keler haline dönüşmüş ve büyük or­ duğu çıkmazları daha da körüklemiş­
mörü gibi yüz küsur yıldır kemirmek­ man alanları hızla yokolarak, eriyip git­ tir.
te olan bu düzenleme, kapsamı daral­ meye başlamıştır. En çok Marmara Bölgesi'nin güney
tılmakla birlikte en azından orman köy­ ve doğu kısımlarında yaygınlık göste­
lülerine verilmiş bir hak olarak 'zat-ı Buraya kadar ana hatlarıyla irdele­ ren bu olaylar ve yıkımlar sürerken,
ihtiyaç" adı altında hâlâ sürüp gitmek­ nen Orman Nizamnamesi'nin ardın­ 1892'de ormancılık örgütü yeni koşul­
tedir. dan yine aynı tarihte evre içinde ya­ lara ayak uydurabilmek ve altında ezil­
pılan ilk iş, biçimlendirilen yenilikleri meye başladığı sorunları daha rahat
Sunlann dışında Nizamname'nin bi­ uygulamaya aktaracak ve sisteme iş­ göğüsleyebilrnek için kabuk değiştir­
çimlendirdiği bir başka önemli değişim lerlik kazandıracak olan uygun bir or­ mek zorunda kalır. Artık daha etkin ve
de, ormanların “taahhüt” ya da “ im­ mancılık örgütünün kurulması girişi­ daha istikrarlı bir örgüte gereksinme
tiyaz” yoluyla işletilmesi yöntemini be­ midir. Kuşkusuz dönemin koşullarına vardır. Önceleri iki kez, birer yıl bile
nimsemesi, yani belirli alanlardaki or­ göre bu, kolayca gerçekleştirilebile­ sürmeyen çok kısa devrelerde kurul­
man servetlerinin dikili ağaç olarak sa­ cek bir konu değildir. Çünkü gerekli muş ve kapatılmış olan “Orman ve
tılması nı öngören "Orman Satış elemanları yetiştirmek üzere kurulmuş Maadin Nezareti” ; orman, maden ve
Sisteminin” getirilmiş olmasıdır. Da­ olan Orman Mektebi henüz oldukça tarım işleriyle bunlara ilişkin gelirleri
ha sonraları "Sözleşmeli Orman Sa­ yenidir ve ormancılık oğitimi hem ni­ daha düzenli bir şekilde ele alabilmek
tış Sistemi" de denilen bu uygulamay­ cel ve hem de nitel açıdan ancak amacıyla “Orman ve Maadin ve Zira­
la devlet koruma işlerini kendi örgü- emekleme dönemindedir. ö te yandan at Nezareti” şeklinde tekrar kurulmuş
tüyleyürütme yolunu tutarken, işletil­ Nizamname'nin uygulanabilmesi ba­ ve örgüt “Orman ve Maadin idare-i
mesini ise özel kişi ya da kuruluşlara kımından kesin bir örgütlenme gerek­ Umumiyesi” adıyla bu bakanlığa bağ­
bırakmaktadır. Orman koruma açısın­ sinmesi vardır. Sonuçtafazla ince ele­ lanmıştır. Böylece örgüt bakanlıklar
dan çok büyük boşluklar içeren ve ta­ yip sık dokumadan eldeki kadrolar arası git-gelden kurtularak, Cumhuri­
mamıyla azami gelir eldesi hedefine azami ölçüde değerlendirilerek, 1869- yet dönemine kadar aynı bakanlıkta
göre düzenlenen bu sistem; özellikle da “ Maliye Nezaretine bağlı merkez­ gelişerek varlığını sürdürmüştür. Yal­
uygulamada yükleniciye geniş hare­ de “Orman Meclisi” adını alan, taş­ nız daha önceki girişimler gibi bu olay
ket serbestisi tanıması, kurulan or­ rada ise "Sermüfettişlik” denilen çe­ da. ne ormancılığa ve ne de orman yı­
mancılık örgütünün büyük ölçüde de­ şitli birimlerden oluşan ilk çekirdek or­ kımlarının azaltılmasına önemli bir et­
netim ve gözetim olanaklarından yok­ mancılık örgütü kurulmuş ve hemen ki yapabilmiştir. Gerçi bazı konularda,
sun bulunması, gerçek ormancılık et­ göreve başlamıştır. Ne var ki, her ko­ özellikle köylülerce gerçekleştirilen or­
kinliklerine ters düşmesi ve sağlanan nuda “yoklar ülkesi” olan imparator­ man soykırımlarının önlenmesi için ör­
orman gelirlerinin eskisinden pek fark­ lukta yirmi yıl kadar bu örgüt yerli ye­ güt, gücüyle orantılıolarak elinden ge­
lı miktarlara ulaşamaması gibi neden­ rine oturamamış, çeşitli bakanlıklar leni yapmaya çalışmış ve daha çok ya­
lerle, tam tersi sonuçlar doğurmuştur. arasında ve değişik adlar altında da- zışmalar düzeyinde de kalsa, olduk­
Gerçi Nizamname'de kâğıt üzerinde mataşı gibi dolaştırılarak, bir an önce ça yoğun çabalara girişmiştir. Fakat
de olsa korumayla ilgili birçok önlem gelişip serpilme olanaklarından yok­ ormancılığın dayandığı sistemde hiç­
getirilmiş ve hatta bunlar mümkün sun kalmıştır. Bu durum Tanzimat yö­ bir değişiklik olmaması yüzünden,
mertebe ayrıntılı biçimde tanımlana­ netimlerinin konuya olan yabancılıkları herhangi bir başarı sağlanması da ha­
rak, çeşitli yasaklar ve cezalarla pe- kadar, aynı zamanda ormancılığa ba­ liyle mümkün olamamış; aksine bu ça­
kiştirilmeye çalışılmıştır. Ancak sözko- kış açıları ve yaklaşımlarıyla ‘‘zoraki balar örgütsel büyümeye paralel ola­
nusu önlemler yüklenicilerin eylemle­ ilgilerini” de tüm yalınlığıyla sergile­ rak orman yıkımlarını azaltıcı değil, ar­
rini sınırlamaktan çok, genelde orman­ mesi bakımından özellikle ilgi çekici­ tırıcı sonuçlar doğurmuştur.
lardan yararlanmak durumunda olan dir.
halkın davranışlarına set çekmeyi ikinci evrenin ilk yılında başlayan bu Kuşkusuz bu ters durumun biçim­
amaçlayan yasakları kapsadığından, gelişmelerden sonra, bir süre Orman lenmesinde hazinenin içinde bulundu­
sistemin işleyişi içinde yüklenicilerin Nizamnamesi'ne ilişkin diğer düzen­ ğu büyük parasızlık sorunun dev bo­
ormanları diledikleri şekilde talan et­ lemelerin yoluna koyulması çalışma­ yutlara ulaştırdığı " Tezyid-i varidat”
melerini önlemede hemen hiçbir ya­ larına ağırlık verilmiştir. Bu arada yarışının da önemli bir rolü vardır. ü s­
rar sağlayamamıştır. Bu bakımdan ge­ 1877'de çıkan Osmanlı Rus Savaşı telik uygulanan Orman Satış Sistemi­
tirilen yeni sistemin, eski iltizam Uy­ 1878'de sona ermiş ve savaşın getir­ nin özündeki çarpıklık, yönetimlerin
gulamalarından fazlaca bir farkı yok­ diği olaylar 1879'da “Kanun-ı Esasi"- bu yöndeki iştahını daha da kabart­
tur. Sadece uygulamanın boyutlarıy­ ninve I. Meşrutiyet'in ilanıyla nokta­ maktadır. Hatta bu nitenle çok kesen
la alan olarak kapsamı ulaşılabilen her lanmıştır. Aynı yıl içinde ormancılık ko­ ve çok gelir elde eden ormancının çe­
orman parçasına kadar genişletilmiş, nularında da yeni bazı girişimlerin fi­ şitli şekillerde ödüllendirilerek, devle­
yani Ci bal-i Mübaha Ormanlarına da­ lizlenmekte olduğu görülür. Ancak si­ tin kendi örgütünü açıktan açığa or­
ha kolay el atılarak yararlanabilme ola­ yasal yönden yeni bir sürece girilmiş man yıkımlarına özendirmesi gibi kor­
nakları hayli artırılmış ve ayrıca or­ olmasına rağmen, savaşın doğurdu­ kunç bir tuzağa girilmiş olması dahi
mancılığa ilk kez kapitalist üretim iliş­ ğu ağır sorunların altında bu girişim­ hiç kimseyi rahatsız etmemektedir.
kilerinin girmesine önayak olunmuş­ ler varlığını bile duyurmadan eriyip git­ Örneğin 1889'dan 1921 'e kadar hiz­
tur. Dolayısıyla ikinci evreye ilişkin or­ miştir. Çünkü bu savaştan sonra or­ met vermiş olan dönemin ormancıla­
man yıkımlarını karakterize eden ve taya çıkan ve Anadolu'nun kuzeyba­ rından Hüseyin Fehmi (imer) anıların­
devlet eliyle örgütlü talan ormancılığını tıyla kısmen kuzey kesimlerini etkisi al­ da, Konya ve Adana Orman Müfettiş­
başlatan en sarsıcı düzenleme, ger­ tına alarak büyük yıkımlara neden olan liklerinde bulunduğu 1894-1 901 yılları
çekte bu uygulamayla ortaya çıkmış­ ikinci önemli göç dalgası, 1880'den arasında orman gelirlerinin artırılma­
1581
TARIM, KIRSAL YAPI VE ORMANCILIK
Tanzimat’tan Sonra Orman Yıkımı ve Çevre Tahribi

sı ve diğer mesleki başarılarından do­ Bu çerçevede üçüncü evreye ilişkin Müdürlüklerdeki orman koruma işle­
layı . .altı kıt a takdir ve tahsinname ilk gelişme, ll. Meşrutiyetin ilanını iz­ rini yürütmek üzere 1914'de "Orman
ile taltif edildim. Bunlar sicil cüzdanım-' leyen aylarda "Orman ve Maadin v e ' Jandarma Teşkilatı” adı verilen özel'
da kayıtlıdır1'diyerek aldığı ödüllerden Ziraat Nezaretime bağlı "Orman Mü­ bir düzenlemeye gidilir. Hatta bu
sözetmekte ve bunların dökümünü ve­ düriyeti Umumiyesi", yani güncel de­ amaçla bir de okul açılır. Fakat kısa
rerek değinilen durumu bütün acılığıy­ yişle ' 'Orman Genel Müdürlüğü' 'nün bir süre sonra bu okul kaldırılarak,
la ortaya koymaktadır. Ayrıca bunla­ kurularak örgütün daha etkin bir ya­ "Orman Ameliyat Mektebi' ne dönüş­
ra ek olarak bir de bu evrenin sonla­ pıya kavuşturulması ve başına da or­ türülür. Bu değişimler sürerken artık
rına doğru 1902'de "Bağdat Demir­ mancılık eğitim ve öğretiminin ünlü 1. Dünya Savaşı da imparatorluğun ka­
yolu Sözleşmesi”nin yapılması ise, isimlerinden Hoca Ali Rıza Efendi'nin pılarına dayanmıştır. Nitekim aynı yı­
yaraya iyiden iyiye tuz biber ekmiştir. getirilmesiyle başlar. Çağdaş orman­ lın Kasım ayında ülke Almanya'nın
Çünkü bu sözleşmeden sonra demir­ cılığa yönelişte temele ilk harcı koyan müttefiki olarak kendisini resmen sa­
yolunun yapımı sırasında, özellikle kişilerden biri olan Hoca Ali Rıza Efen­ vaşın içinde bulur. Böylece 18561ar-
Anadolu'da 20 km'lik bir kuşak halin­ di, göreve geldikten sonra çalışmala­ da getirtilen Fransızlardan sonra bu
de devam eden demiryolu güzergâhı rını daha çok orman kanununun çıka­ kez de, imparatorluk armancılığında
üzerindeki tüm orman varlığı kazınıp, rılması ve mevcut mevzuatın geliştiril­ ' Alman Uzmanlar Dönemi'' başlar ve
yok edilmiştir. mesiyle ilgili konular üzerinde yoğun­ ilk olarak Avusturyalı Hofrad Veith pa­
Bütün bunlardan da anlaşılacağı laştırmıştır. Bu amaçla ülke ormancı­ yitahta çağrılır. Ardından 1915 yılı
üzere gerek Orman Satış Sistemi uy­ lığının o günkü gerçeklerini çok iyi tah­ içinde de diğer Alman uzmanlar gele­
gulamaları, gerek iskânlar ve gerek­ lil eden "Esbab-t MucibeLayihast’’ ile rek, çalışmaya koyulurlar.
se diğer nedenler yüzünden tüm ev­ birlikte 191 O da dönemine göre olduk­
Aradan bir süre geçtikten sonra bu
re boyunca Anadolu'da özellikle Si­ ça tutarlı bir "Orman ve Mer’a Kanu­
uzmanların ve özellikle Veith'in katkı­
nop, Bolu, Zonguldak ve Adapazarı nu" tasarısı hazırlamış ve bumm ya­
salaşması için büyük bir uğraşa giriş­ larıyla ormanların teknik yönetim yön­
yöreleriyle Marmara Denizinin doğu temlerine ilişkin 9 maddeden ibaret bir
ve güneyindeki İzmit, Bursa, kısmen miştir. Ayrıca zamanın ağır aksak iş­ ''Orman Kanunu ' tasarısı hazırlanır
Balıkesir ve Çanakkale çevresi orman­ leyişi yüzünden konuyu sürünceme­ ve 1917'de yasalaşması sağlanır. Bu
ları ve yine güneyde Adana ve Antal­ de bırakmamak düşüncesiyle, hiç va­
kit yitirmeden yine aynı yıl içinde, ta­ girişimle nihayet yıllardır tam biryılan
ya dolaylarında çok büyük ve değerli hikâyesine dönen yasa konusu birkaç
orman alanları yitirilmiş ve hatırı sayılır sarı kesinleşinceye kadar geçerli ol­ maddelik dar sınırlar içinde kalsa da,
orman soykırımları yaşanmıştır. Bu mak üzere bir "Talimat" ile onu bü- iyi kötü çözümlenmiş ve dolayısıyla or­
nedenle ikinci evreyi tam bir ‘ Örgüt­ tünleyen bir "Tembihname"yi kaleme mancılık ilk kez bir yasaya kavuşmuş­
lü Talan Ormanctltğı’’devri olarak ad­ alarak, hemen uygulamaya sokmuş­ tur. Ancak 1937 ye kadar geçerliliği­
landırmak pek abartma olmayacaktır. tur. Sözkonusu talimat, özellikle dev­ ni koruyarak Cumhuriyet Dönemini de
letin kendi ormanlarından daha fazla etkileyecek olan bu yasa, özellikle
Üçüncü Yıkım Evresi pay alması, yapılacak kesimlerin dü­
mevcut Orman Satış Sisteminin işle­
( 19 0 8-1920) zenli ve tekniğine uygun olması ve ya­
yişine dokunmaması bakımından,
rarlanmaların kesin kurallara bağlan­
Hem devletin ve hem de halkın bü­ esasta orman yıkımları için olumlu bir
ması gibi önemli bazı yenilikler içer­
yük katkılarıyla ormansıziaşmayı alev­ değişim yaratmaktan oldukca uzaktır.
mektedir. Tembihname ise, Köy Bal­
lendiren bu süreçten sonra girilen Buna rağmen getirdiği bazı yenilikler
talıkları ve Özel Ormanlarla ilgili kul­ de gözardı edilecek gibi değildir. Ör­
üçüncü ve sonuncu yıkım evresi ise, lanım koşullarını belirlemekte ve koru­
1908'de ll. Meşrutiyetin ilanından neğin Devlet Ormanlarının belirli
maya dönük önlemler getirmektedir. "Amenejman Planları", yani "Uzun
1920'de BMM Hükümeti'nin kurulma­ Bu doğrultuda yine aynı kişi tarafın­
sına kadar geçen oniki yıllık kısa fa­ Dönemli Yönetim Planları”na göre iş­
dan gerçekleştirilen bir diğer çalışma
kat oldukça etkili bir süreyi kapsar. Ar­ letilmesine ilişkin o dönem için çok ile­
da, Köy Baltalıklarının yönetimlerine ri düzeyde bir anlayışı arınancılığa ka­
tık ormancılıkta daha önce yapılanla­ ilişkin 1911 tarihli "Lay/ha"dır Ancak
rın ve özellikle de Orman Nizamname­ zandırmış olması ve bu şekilde mev­
tüm bu olumlu çabalara rağmen, Ho­
sinle biçimlendirilen yeni düzenieme- ca Ali Rıza Efendi'nin asıl amacı olan cut sistemi olabildiğince teknik bir çer­
lerin sonuçları görülmeye ve bunların çeve içinde denetlemeye yönelmesi
yasa tasarısı çeşitli engellemeler ne­ son derece önemli bir gelişmedir. Ger­
doğurduğu yıkımların boyutları kavra­ deniyle kesinleşememiştir.
narak, yapısal yönde birtakım deği­ çi savaş nedeniyle Hendek çevresi or­
şimlere doğru yol alma gereği yavaş Bu arada ülke genelinde önemli manlarının Alman uzmanlarca örnek
yavaş hissedilmeye başlanmıştır. An­ olaylar yaşanmaktadır. Zira imparator­ olarak “Amenajman Planlarının” ya­
cak her zamanki gibi köklü değişim­ luk 1912-1 913 Balkan Savaşı' na gir­ pılması dışında, bunun kalıcı uygula­
ler için koşullar ve eldeki olanaklar ala­ miş ve çok sarsıcı etkiler yapan üçün­ malara dönüştürülerek ülke geneline
bildiğine kısıtlıdır. üstelik "Kanun-ı cü büyük göçdalgası başlamıştır. Ay­ yaygınlaştırılması mümkün olamamış­
E sa s i’nin ikinci kez ilanından sonra rıca Almanlarla olan ilişkiler de gide­ tır. Ama teknik armancılığa dönük cid­
yeni bir güç olarak iktidarda söz sa­ rek artmakta ve ülkenin kaderini be­ di bir yapılaşma için gerekli yasal da­
hibi olan ittihat ve Terakki Fırkası'nın lirleyecek gelişmelere doğru yönlen- yanakların şekillendirilmesi ve özellikle
çabalarına rağmen, çeşitli nedenler­ mektedir. Bunlara paralel olarak 191 3 Cumhuriyet Dönemi için örnek oluş­
le ülkede giderek artan otorite boşlu­ yılının bitmesine yakın, örgütte son turması açısından sözkonusu yaptırı­
ğu, ormanlar üzerinde anarılması ola­ bazı değişiklikler ortaya çıkar. Merkez­ mın uzun vadede hedefine ulaştığını
naksız yaralar açmaktadır. Kısası so­ de Genel Müdürlük bünyesinde ''Me­ da unutmamak gerekir.
runlar eskiye göre daha ağır, daha murin", "Amenejman” , "Bütçe” ve Görüldüğü gibi sonuncu evre, ya­
karmaşıktır ve ivedi çözümlerin kaçı- “Teftiş” şubeleriyle taşrada önceki bi­ şanan olayların akışı içinde öncekile­
nılmazlaştığı yeni bir süreç sözkonu- rimlerin yerine her ilde "Orman Mü­ re göre kuşkusuz daha gelişmiş bir
sudur. dürlükleri” kurulur. Daha sonra bu ■Örgütlü Arayış Ormanctiığı'' şeklin­
TARIM, KIRSAL YAPI VE ORMANCILIK
T a n z i m a t ’ta n S o n r a O r m a n Y ık ım ı v e Ç e v r e T a h r ib i

de gerçeklik kazanmaktadır. Ancak gelir elde etme sorunu, savaşlardan KAYNAKÇA


belirli bir bilinçlenme düzeyinin gös­ kaynaklanan üç büyük göç dalgasına
tergesi sayılabilecek olan bu olguya bağlı iskanların özellikle ormanlık yö­ □ BARKAN Ömer Lütfi, Türk Toprak Hu­
rağmen, ormancılığın dayandığı sağ­ relerde yo(lunlaşması, siyasal istikrar­ kuku Tarihinde Tanzimat ve 1274 0 8 5 8 }
sızlık ve devletin içine düştüğü büyük tarihli Arazi Kanunnamesi, İstanbul, 1940
lıksız hedef ve uygulamalar imparator­
luğun yıkılışına kadar sürdüğünden, otorite boşluğu, teknik bilgi ve bece­ □ ÇAĞLAR Yücel, Türkiye'de Ormancılık
sonuncu evre içinde ormansızlaşma riye sahip yerli kadroların bulunmayı­ Politikası, Ankara, 1979
konusunda iyiye giden bir değişim şı, yine çağlarboyu süregelen gele­ D DiKER Mazhar, Türkiye'de Ormancılık:
göze çarpmamaktadır. üstelik I. Dün­ neksel yıkım faktörlerinin ortadan Dün-Bugün-Yarın, Ankara, 1 979
D ERGÜVEN Nedim, “ Anadolu Toplumla-
ya Savaşı sırasında Zonguldak kömür kalkmaması ve hatta daha da artması rının Tarihsel Evriminde Orman Köylüsü­
havzasıyla genelde tüm Karadeniz'i vb. gibi nedenler, bu dönem orman­ n ün kökeni” , Orman Mühendisliği, Sayı
Rus donanması denetim altına aldığın­ cılığında olumlu gelişmelerin ortaya 14(4) 1975
dan bu yöre ormanları değerlendirile­ çıkmasını büyük ölçüde engellemek­ T! HAFNER Franz, "Son Beşbin Yıl içeri­
mez hale gelince, ülkenin diğer bölge­ tedir. sinde Anadolu'da Orman Durumu” , (Çev.
lerindeki ormanlara iyice yüklenilme- Nitekim Tanzimat Ormancılığı top­ Refik Baş), i.ü. Orman Fakültesi dergisi-
luca değerlendirildiğinde, elde edilen Seri B, Sayı 18(2), 1968
si nedeniyle, yıkımların olağan seyri
bir bakıma daha da hızlandırılmıştır. kesin sonucun; çağın gerektirdiği or­ D HESKE Franz, Türkiye de Orman ve Or­
Buna bir de Balkan Savaşıyla başla­ mancılığın kurulup geliştirilmesinden mancılık, İstanbul, 1952
yan ve 1. Dünya Savaşından sonra kit­ çok, yalnızca orman yıkımlarındaki bü­ D KUROOĞLU Faik, Türk Ziraat Tarihine
lesel nüfus hareketi şekline dönüşe­ yük başarıyla sınırlı kalması da bunu Bir Bakış, İstanbul, 1938
rek, bir milyondan fazla özellikle Mar­ açıkca göstermektedir. Bu yüzden n KUTLUK Halil, Türkiye Ormancılığı ile il­
mara dolayları ve Batı Anadolu'da yer­ sözkonusu dönem, Türkiye ormancı­ gili Tarihi Vesikalar 893-1339[ 0 4 8 7 ­ i
leşmesiyle sonuçlanan üçüncü göç lığında halen yaşanan birçok sorunun 1923), Cilt 1, Özel Sayı No.56, İstanbul,
1948
dalgasının doğurduğu aşın yıkımlar da kaynaklarını da aydınlatan, karakteris­ D KUTLU K Halil, Türkiye Ormancılığı ile il­
eklenince, durum çok daha sarsıcı ve tik gelişmelerin biçimlendirildiği çok gili Tarihi Vesikalar 1202-1341 (1787­
ürkütücü olmuştur. önemli bir süreç olarakda dikkati çek­ 1925), Cilt ll, Ankara, 1967
mektedir. Hiç kuşkusuz Osmanlı Top­ D ÖZDÖNMEZ Metin-Turhan İstanbullu,
1. Dünya Savaşı'nı izleyen yıllarda lumu. "ormancılık" denen vazgeçil­
ise bu yıkımlar dışında fazla bir geliş­ Ormancılık Politikası, İstanbul, 1981
mez uğraş alanını, tarih boyunca ye­
me yoktur. Sadece 1918’de Veith ta­ D TCZV, Türkiye Ormancılığının Vazifele­
terince ciddiye almamanın bedelini; ri ve Gayeleri, Ankara, 1 938
rafından daha geniş kapsamlı yeni bir özellikle Tanzimat Dönemi’nde her gi­
yasa tasarısı hazırlanmış, fakat sonuç rişimin ardından orman yıkımları ve or­ D USLU Mehmet, Türkiye'de Orman Tah­
alınamamıştır. Ardından 1919’da da mansızlaşmaya neden olarak kendi öl­ rip Faktörleri, Ankara, 1951
' Amenejman Talimatnamesi" yürür­ D YERASİMOS Stefanos, Azgelişmişlik
çüleri içinde ödemiş bulunmaktadır. Sürecinde Türkiye Cilt 1-11, İstanbul, 1977
lüğe konmuştur. Böylece Osmanlı Or­ Ancak konunun günümüze uzanan
mancılığı da tarihimisyonunu tamam­ D (YİĞİTOĞLU) Ali Kemal, Türkiye 'de Or­
yanı ilginçtir. Çünkü Türk Toplumu, bu mancılığın Temelleri, Şartlan ve Kuruluşu,
lamış olmaktadır. Artık bundan sonra bedeli hâlâ ödemektedir ve öyle sanı­
çağdaş ormancılık etkinlikleri için Ankara, 1936
yoruz ki, gelecek kuşaklar da bundan D YUND Kerim, Seçkin Türk Ormancısı
Cumhuriyet’in kurulmasını ve 20-25 paylarına düşeni almakta gecikmeye­
yıl daha bir deneme-sınama-yanılma Hüseyin Fehmi imer'in Hayatı-Hatıralan,
ceklerdir. □ İstanbul, 1973
sürecinden geçilmesini beklemek ge­
rekecektir.
Sonuç
Başlangıçtan beri ormancılığın ge­
rektirdiği ana çıkış noktalarından yok­
sun olan Osmanlı Ormancılığı, doğal
olarak Tanzimat’la başlayan yeni sü­
reçte de, bu donatımsızlığın yarattığı
handikapların pençesinden kendisini
kurtaramamış ve daima akıntıya kürek
çekmek durumunda kalmıştır. Aslın­
da Tanzimat sonrasına ilişkin buraya
kadar işlenen üç önemli yıkım evresi­
nin incelenmesinden de anlaşılacağı
üzere, bu dönemde ormancılık açısın­
dan daha başka gelişmeler beklemek
hemen tümüyle olanaksız gibidir. Bu
her şeyden önce, o günkü ülke ger­
çeklerine ters düşmektedir. Çünkü
imparatorluğun İslâm felsefesınden
yola çıkan “ teokratik” yapısı, cibal-i
mübaha anlayışının yüzyıllara daya­
nan kökleşmiş yönelimleri, ormancı­
lık ekonomi-politikalarının yanlış ve
alabildığine çarpık biçimlenmesi, hız­
lı çöküşün getirdiği borçlanma ve ivedi 1895/96 Adapazan sel baskını.
TARİHÇİLİK VE TARİH
ANLAYIŞI

Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Tarihçilik


D o ç. D r. Z e k i A r ı k a n

Bu konuda ayrıca D ü şü n ce A k ım la rı ve Siya sa l A k ım la r maddelerine bakınız.


1584

Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Tarihçilik


Zeki Arıkan

Lâle Devri'nden itibaren çeşitli alan­ kendi tarihimizle ilgili eserlerde bile
larda görülen Batılılaşma çabaları, Os-- çağdaş Avrupa tarihinden söz edilmiş,
manlı tarih yancılığını da önemi ölçü­ olayları eşzaman kılmaya (synchronisa-
de etkilemiştir. Bu bakımdan yer yer tion) özen gösterilmiştir. Kaldı ki, Ba­
vak’anüvis tarihçiliği geleneğinin dışı­ tı dillerini bilmeyen tarihçiler bile bilen­
na çıkıldığı, Avrupa tarihi üzerine de lere çeviriler yaptırarak eksik yanları­
çeviri ve uyarlama yoluyla birtakım ba­ nı kapatmaya çalışmışlardır. Sahak Eb-
ğımsız eserler ortaya konmaya başlan­ ru’nun 1271’de (1854) basılan Bazı A v ­
dığı görülmektedir. 1819’da vak’anü- rupa Ministratarının Tercüme-i Hali
visliğe atanan Şanizade Ataullah Efen­ başlıklı kitabında olduğu gibi Avrupa’­
di, Batı dillerini oldukça iyi biliyordu. nın ünlü siyaset adamlarını tanıtan ve
Kendisi aynı zamanda doktor olduğu Avrupa'nın siyasal yapısını inceleyen
için yeni tıbbın esaslarının kurulmasın­ eserler de yayınlanmaya başlanmıştır.
da ve tıp terimlerine Türkçe karşılıklar
bulunmasında büyük bir çaba göster­ A hm ed C evdet P aşa
miştir. Bu bakımdan Şanizade, Batı Tanzimat dönemi tarihçiliğinden söz
kaynaklarından geniş ölçüde yararla­ edilince hiç şüphesiz ilk akla gelen ta­
nan bir kimse olarak karşımıza çıkmak­ rihçi Ahmed Cevdet Paşa’dır. Lofça'-
tadır. da doğan, İstanbul’da medrese öğreni­
Tanzimat dönemi, Osmanlı tarihçi­ mi gören, özel derslerle ufkunu geniş­
liğinde önemli bir dönüm noktasıdır. leten ve Reşid Paşa konağında yetişen
Çünkü Osmanlı Devleti’nin kuruluşun­ Alımed Cevdet Paşa, 19. yy’da çok
dan Tanzimat’a kadar geçen sürede önemli görevlerde bulunmuş, ıslahat
egemen olan dinsel tarih anlayışı yeri­ heyetlerine katılmış, valilik, nazırlık
ni yavaş yavaş hanedan tarihi anlayışı­ yapmış Tanzimat’ın önde gelen devlet
na bırakmaya başlamıştı. Başka bir de­ adamlarından biridir. Cevdet Paşa, di­
yimle o zamana kadar olayların açık­ limizin kendi kurallar içinde incelen­
lanmasında ve yorumlanmasında İslâm mesinin ilk örneğini veren bir dil bilgi­
tarihi temel olarak alındığı halde bu dö­ ni olarak da görünmektedir. Düstur ve
nemde Osmanlı hanedanı çevresinde bi­ Mecelle gibi hukuk tarihimizi ilgilendi­
çimlenen bir tarih görüşü ortaya çıkma- ren kavramların da onun adıyla özdeş
ya başladı. Bu tarih anlayışının başlıca bir duruma geldiğini belirtmek gerekir.
amacı, Enver Ziya Karai'ın da belirtti­ Bir tarihçi olarak Cevdet Paşa; Tarih-i
ği gibi, Osmanlı hanedan etrafında, Cevdet, Tezâkir, Maruzat ve Kısas-ı
cins ve mezhep ayrıntısı göstermeksizin, Enbiya’nın yazarı olarak karşımıza çık­
çeşitli halkları birleştirmek ve böylece maktadır. Burada kısaca onun tarihçi­
Osmanlı İmparatorluğu’nun bütünlü­ liği üzerinde durulacaktır.
ğünü sağlayarak yıkılışını önlemekti. Encürnen-i Daniş bir Osmanlı tarihi
Bu bakımdan Osmanlı örgütlerinin bü­ yazılmasını kararlaştırdığı zaman 1774’-
tününde görülen modernleşme hareket­ ten yani ünlü Osmanlı tarihçisi Joseph
leri tarih anlayışında da yeni bir değiş­ von Hammer’in bıraktığı yerden 1825'e
meye ortam hazırlamıştır. kadar geçen dönemin tarihini yazmak
Öte yandan daha Tanzimat'tan ön­ görevini de Ahmed Cevdet Efendi’ye
ce başlayan dilde sadeleşme hareketi bu vermiş ve “ Herkesin anlayacağı tabirat
dönem tarihçiliğini önemli ölçüde etki­ ile yazılması tenbih” olunmuştu. İşte
lemiştir. Bu hareket, 1832'de Takvim-i bunun üzerine Vekayi-i Devlet-i Aliy-
Vakayi’nin yayınlanmaya başlamasın­ ye-i Osmaniyye'nin “ Kaba Türkçe ile
dan sonra biraz daha genişledi. Tanzi­ tahririni iltizam” eylemiştir.
mat döneminde de halkı önemli olay­ Otuz yıllık bir çalışmanın ürünü olan
lar konusunda aydınlatmak görüşü ağır ve 12ci lt tutan Tarih-i Cevdef’in ilk üç
basmaya başlamış ve özel gazetelerin cildi Kırım Savaş’ı sırasında tamamla­
yayııılanmaya başlaması da bu sadeleş­ narak padişaha sunuldu. Cevdet Efen-
me akımını güçlendirmiştin Bunun ya­ di’nin rüus derecesi Süleymaniye’ye
nında Avrupa dillerini bilen tarihçiler yükseltildi. Hammer, ilk iki cildi tak­
yetişmiş, bundan sonra yazılan genel ta­ dir eden bir yazı yazdı. 3. cildin çıkışı­
rihlerde gerek eski kavimler gerekse Av­ nı da yine Hammer’in büyük bir tak­
rupa tarihi üzerinde d urulmuş ve hatta dirle karşıladığı görülmektedir. Ham-
TARİHÇİLİK VE TARİH ANLAYIŞI
T a n z i m a t ’ta n C u m h u r iy e t'e T a r ih ç ilik

mer, Cevdet Paşa'nın medrese çıkışlı lişmelere oldukça geniş yer verilmiştir. tarih anlayışını açıklamaya çalışmıştır.
olmasına karşın, kendisinden önceki ta­ Osmanlı tarihi dışındaki gelişmelerin bu Bu konularda en çok İbn Haldun’dan
rihçilerin yaptığı gibi gayrimüslimler denli geniş tutulmasının yanında Cev­ etkilendiğini biliyoruz. Hatta Cevdet
hakkında kâfir, gâvur gibi aşağılayıcı det Paşa’nın çağdaş tarihçiliğin üzerin­ Paşa, Pirizade Sâhip Molla’nın eksik
deyimler kullanmamasını hayranlıkla de önemle durduğu konulara ağırlık bıraktığı Mukaddime çevirisini tamam­
karşılamaktadır. Cevdet Efendi, bir sü­ vermiştir. Salgın hastalıklar, moda layarak bastırmıştır. İbn Haldun'un ya­
re sonra vak'anüvisliğe atanmış (1855) akımları, yangınlar, Haçlı seferlerinin nında Taine ile Michelet'den etkilendiği
ve bu görevde bulunduğu sırada bir sonuçları, barut ve ateşli silahların ya­ söylenmektedir. Dahası Alman doğu-
yandan Tarih-i Cevdet'in ciltlerini ta­ yılması, savaş taktiğindeki değişmeler, bilimeisi Hammer, İngiliz tarihçisi
mamlamaya çalışırken diğer taraftan da baskı makinesinin bulunması ve yayıl­ Buckle ile Macaulay, Fransız filozof
kendi zamanının olaylarını yazarak ması, denizcilik tarihi, Amerika'nın Montesquieu'den de çok yararlandığı­
Tezakir-i Cevdet’i düzenlemeye koyul­ keşfi ve Amerikan gümüşünün Akde­ nı söylediği rivayet edilmektedir. Ger­
muştur. Tarih-i Cevdet’in son cildi niz dünyasına ulaşması, tütünün yayıl­ çekten Ali Ölmezoğlu'nun da belirttiği
1302'de (1884) basıldı. Bir süre sonra ması, zenci (köle) ticareti vb. konula­ gibi, Cevdet Paşa’nın tarihin lüzum ve
yeniden gözden geçirilerek esere kesin rın Cevdet Tarihi’nde ele alınıp işlen­ faydası üzerindeki düşüncelerinde bu
biçimi verildi. 1309’da (1 89 1) tertib-i ce­ diği görülmektedir. Doğu ve Batı dün­ söylentileri doğrulayacak görüşler var­
dit adı altında ı2 cilt halinde yeniden yasındaki her türlü gelişmelerin de kar­ dır.
basıldı. şılaştırmalı bir biçimde ele alınması dik­ Cevdet Tarihine yöneltilen en büyük
Cevdet Tarihi, Osmanlı tarihçiliğinin kati çekmektedir. Cevdet Tarihi üzerin­ eleştiri, onun büyük ölçüde Doğu kay­
en büyük başarılarından biridir. Cev­ de duran bütün araştırıcılar, onun di­ naklarına dayanmış bulunması ve Batı
det Paşa, bu büyük eserini ortaya koy­ ğer Osmanlı tarihlerinin hepsinden üs­ kaynaklarına başvurmamış olması nok­
mak için geniş bir kaynak taramasına tün olduğu sonucuna varmışlardır. tasında toplanmaktadır. Buna neden
girişmiş, vak’anüvis tarihleri, mecmua, Cevdet Paşa, tarihinin ilk cildinde ve olarak da Cevdet Paşa'nın bir Batı di­
layiha, sefaretname ve arşiv begelerini yeri geldikçe eliğer ciltlerinde toplum ve lini yeterince bilmemesi gösterilmekte-
dikkatle incelemiş, olaylara tanık olan­
ların görüşlerine başvurmuş ve bütün BİR DÖNÜM NOKTASI:
bunları sağlam bir eleştiri süzgecinden Tanzimat dönemi, Osmanlı
geçirdikten sonra kullanmıştır. Resmi Devletinin kurulduğu
belgeler, fermanlar, antlaşma metinle­ 4 AAr “ t1j f günden beri egemen olan
ri sözün kısası konuya ilişkin belgeleri tarih anlayışının değişmeye
her cildin sonuna eklemiştir. Cevdet başladığı bir dönemdir. Bu
Tarihi biçim yönünden vak’anüvis ta­ dönemin en önde gelen
rihlerinden farklı görülmemekle birlikte isimlerinden olan Ahmed
Cevdet Paşa, ünlü eseri
birçok yönlerden onlardan ayrılmakta­ Cevdet Tarihini
dır. Zaman zaman belirli konuların bir hazırlarken kaynak
bütünlük içinde ele alınıp işlendiği de taramasına girişmiş,
gözden kaçmamaktadır. Siyasal olay­ belgeleri, olayları
lar yanında imparatorluğun dayandığı irdeledikten sonra
kurumların da tam bir çözümlemesini ku/lanrmştır. Tarih-i
(analiz) yapmaktadır. Ahmed Harndi Cevdet’te Osmanlı tarihi
Tanpınar’ın belirttiği gibi Cevdet Pa­ "kurum/ann tarihiyle
şa, “ İmparatorluğun tarihini âdeta mü- ') fi* -‘T*' birlikte” ele alınmış, bunun
yanısıra diğer ülkelerin
esseselerin tarihinde m ütalaa” etmek­ ~
tarihlerine de yer
tedir. Bu bakımdan imparatorluğun verilmiştir. Cevdet
yükselmesinin değil çöküş döneminin ^ ij —
jVs ^ ı . ..z! \ • Tarihi'nin I. cildinin
tarihi olan bu eserde, Osmanlı devleti­ ji 1891 'de yapılan
ni Batılılaşmaya götüren yapısal değiş­ ;J ,1i.î w 'JİC
2. baskısı.
melerin de derin bir açıklaması yer al­
maktadır.
Öte yandan Tarih-i Cevdet yalnız Os­
manlı tarihiyle sınırlı kalmamıştır. Çün­
kü yalnız bizim tarihimizi değil bütün
insanlık tarihini ilgilendiren konuların ' fi* >
bu kitaba ustaca serpiştirildiğini gör­ ------- —
mekteyiz. Feodal dönemden başlamak
üzere 19. yy’ın başlarına kadar daha
doğrusu 1821 Laibach kongresine ka­
dar Avrupa'nın siyasal, sosyal, ekono­
mik ve teknik gelişmeleri incelenmiş, ■■: # ^ ■
ABD’nin bağımsızlığını kazanması,
Fransız ihtilâli ve ihtilâlden sonraki ge­
1586
TARİHÇİLİK VE TARİH ANLAYIŞI
Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Tarihçilik

TTY

J .,PT U) 4>.'
J-i- _r.J.j ".ry ..JJ'
^.j' y.Yj'
- ; *«f ^
o*'..—
.. , lfs BBB
4 ...ü. ..; Jllo JYjİ
•.s-li.,1 .jJ..»jj' !l.ıf"
J-'
..:..JVı.;. fj.j ı_çjcT ..tU. . ..s..,1 ..r
“BİR HATIRA MUHARRİRİ”: Ahmed
Cevdet PaŞa'nın Tezâkir ve Mâruzat'ı ciU. il
’ w -
vak’anüvisliğe getiri/dikten sonra kaleme j^--.r )1.ı »-'ı.ıh L.i j. •..ı.U. ..)
aldığı eserlerdir. Bunlardan Tezâkir'i • jAj'cı
Ahmed Lütfi Efendi'ye yazdığı .JJ, ) J./ l Jlj.
mektuplardan oluşur. Mâruzat ise II.
Abdülhamid’in isteği üzerine yazılmıştır. i..: j.d!
Bir çeşit am niteliği taşıyan bu eserlerdeki
üslubu için Tanpınar ‘‘lezzetli bir tarih 5 'j
muharriri" nitelemesini kullanmıştır. j .. ,ı_,ı
Ahmed Cevdet Paşa’nın Mâruzat'ından ...U ■"■ •""jl
bir sayfa (sağda), son vak’anüvis J'J C-JOj i .J.-I el.
Abdurrahman Şeref Bey (solda).

dir. Ancak bütün kaynaklar, Cevdet ışık tutan iki önemli eserinden de kısa­ daha sonraki ciltlerde geniş ölçüde
Paşa’nın Fransızca yazılmış “ tarih ve ca söz etmek gerekir. Bunlar Tezâkir ve Takvim-i Vakâyi ve •Ceride-i Havadisi
kavanin” kitaplarını anlayacak düzey­ Mâruzat adlarını taşımaktadır. Tezâkir, kaynak olarak kullandı. Onun bu eaze-
de bu dili bildiğini doğrulamaktadır. Cevdet Paşa’nın vak’anüvisliğe getiril­ teleri kaynak olarak kullanması, olduk­
Öte yandan hukukçu Ali Şahbaz Efen- mesinden (1855) sonra görüp işittiği ya ça ağır bir biçimde eleştirilmiş ve hattâ
di’nin Batı kaynaklarını sürekli taraya­ da doğrudan doğruya karıştığı olayla­ Mükrimin Halil Yinanç’a göre Lütfi
rak Cevdet Paşa’ya düzenli notlar ha­ ra, iç yüzünü bildiği konulara ve döne­ Efendi: “ Hiçbir vak'anüvisimizin ya­
zırladığını biliyoruz. Batı kaynakları min devlet adamlarına ilişkin aldığı, pamadığı ve yapamayacağı bir ehliyet­
konusunda kendisine yardım eden bir kendisinden sonra bu göreve getirilen sizlik ve kabiliyetsizliği göstererek yaz­
başka bilgin de Hoca Sahak idi. Encü- Ahmed Lütfi Efendi’ye gönderdiği ya­ mış olduğu 53 senelik Osmanlı İmpa­
men-i Daniş’in de Batı kaynaklarından zılardan oluşmaktadır. Bu tezkerelerin ratorluğu vakayiini âdeta bir boşluk
yaptırdığı çevirileri unutmamak gere­ hepsi 40 tanedir ve 40. tezkere paşanın içinde bırakmıştır” . Onun bıraktığı bu
kir. Bütün bunlar göz önüne alınırsa özgeçmişine ayrılmıştır. Koca bir cildi boşluk Sicill-i Osmanf yazarı Mehmed
Cevdet Tarihi’nin Batı kaynakları yö­ dolduracak oylumda olan bu 40. tez­ Süreyya Bey tarafından doldurulmak
nünden pek de zayıf kalmadığı sonu­ kerenin kimi eklerinin Lütfi Efendi’ye istenmiş ve bu bilginin 1824-1876 tarih­
cuna varılabilir. Cevdet Paşa’nın Av­ gönderilmediği anlaşılmaktadır (Tezâ­ leri arasındaki olayları kapsayan 9 cilt­
rupa tarihi ile ilgili olarak verdiği bil­ kir 4 cilt halinde M.Cavid Baysun ta­ lik büyük eseri ne yazık ki bir İstanbul
giler, onun Batı dünyasını ve Batı dün­ rafından yayınlanmıştır, Ankara, 1953­ yangınında kül olmuştur.
yasındaki gelişmeleri oldukça derin bir 1967). Mâruzat ise Il. Abdülhamid’in O s m a n lı T a r ih ç iliğ i v e
biçimde kavradığını ortaya koymakta­ buyruğu üzerine, Abdülrnecid ve Ab-
dır. Avrupa tarihini işlerken Feodalite, dülaziz dönemleri olayları hakkında ka­ N a m ık K e m a l
Sınıf, Parlamento vb. terimleri yerli ye­ leme aldığı 5 defterden oluşan ‘‘tarih 19. yy ortaları yani Cevdet Tarihi’­
rine oturtması, bu büyük tarihçinin Ba­ kılıklı” bir eserdir. Mâruzat, geniş öl­ nin ilk ciltlerinin yayınlandığı yıllar, Os­
tı tarihçiliğinin kavramlarına yabancı çüde Tezâkir’e dayanmaktadır. Her iki manlı tarihçiliğinin gelişmesi açısından
olmadığını kanıtlamaktadır. eserde de anı niteliğini taşıyan özellik­ ilgi çekici örneklerle doludur. Matba­
Cevdet Tarihi’ne yöneltilen diğer bir ler bulunmaktadır. Ahmed Harndi Tan- acılık belirli bir gelişme göstermiştir.
eleştiri de onun “ kinayeli, tarizkâr fi­ pınar, bu eserleriyle Cevdet Paşa’nın Daha önceki yüzyıllarda yazılmış olan
kirlerle dolu’’ olması doğrultusundadır. ‘‘lezzetli bir hatıra muharriri” olduğu­ tarihlerin basılıp yayınlanması yolunda
Özellikle kendisinden önceki vak’anü- nu belirtmektedir. önemli adımlar atılmış, eskiden basıl­
visleri çok ağır bir biçimde eleştirmesi Cevdet Paşa’nın yerine vak’anüvis­ mış olanlar da yeniden basılmıştır. Böy-
de gözden kaçmamaktadır. Bunda her­ liğe getirilen Ahmed Lütfi Efendi, Cev­ lece vak’anüvis tarihleriyle birtakım
halde Tanzimat dönemi tarihçiliğinin det Tarihi’nin kaldığı yerden (1825-26) vak’ayinameler gün ışığına çıkmıştır.
imparatorluğun çöküş dönemine bakış başlayarak olayları yazmaya başladı. Öte yandan Sahak Ebru’nun derleyip
açısının önemli bir payı bulunmaktadır. İlk ciltte Hazine-i evrak (arşiv) ile 1271 ’de (1855) yayınladığı Bazı A vru­
Cevdet Paşa’nın Tarih-i Cevdet’le Divan-ı Hümayun ve Sadaret Mektubî pa Ministrolarmm Tercüme-i Hali baş­
birlikte ele alınması gereken ve 19. yy Kalemi belgelerine, olaylara tanık olan­ lıklı bir eserde, o günün ünlü devlet
olaylarıyla birlikte birçok sorunlarına ların görüşlerine başvurmakla birlikte adamları tanıtılmış, Avrupa’nın siyasal
1587
TARİHÇİLİK VE TARİH ANLAYIŞI
Tanzimat’tan Cum huriyete Tarihçilik

yapısı üzerine bilgi verilmiş ve Batı’da Namık Kemal’in tarihe dönük çalış­ lığın ilerlemeye engel olduğu yolunda­
gelişen önemli olaylara da değinilmiş­ maları, küçük denemelerle başlamış ve ki Emest Renan’ın iddialarına karşı ka­
tir. Bu arada Batı tarihçiliğinin etkile­ bütünlüğe varan bir gelişme göstermiş­ leme aldığı ancak II. Meşrutiyet’ten
rinin de gün geçtikçe artm akta olduğu tir. Evrak-ı Perişan ve Em ir Nevruz’- sonra basılan Renan Müdafaanamesi,
görülmekte, Osmanlı tarihçiliğinin de da seçmiş olduğu kahramanların yaşa- Namık Kemal’in İslâm tarihine bir uy­
kimi tarihçilerin kişiliğinde giderek çağ­ möykülerini aniatmakla yetinmemiş, garlık sorunu olarak eğilmesinin önemli
daş bir nitelik kazandığı anlaşılmakta­ olayları sıkı bir eleştiri süzgecinden ge­ bir kanıtıdır.
dır. Bunlardan biri olan HayruHalı çirmiş ve işlediği konulara yepyeni yo­ Namık Kemal’in Osmanlıcılık ülkü­
Efendi, geleneksel tarihçiyle çağdaş ta­ rumlar getirmekten geri kalmamıştır. süne dayanan bir tarih anlayışı yanın­
rihçi arasında bir köprü ödevi görmek­ Bütün bu çalışmalarda “ Avrupai bir da Türkçülüğe dönük tarih çalışmala­
tedir. HayruHalı Efendi, Tarih-i Devlet­ zihniyet” in egemen olduğu anlaşılmak­ rının da yavaş yavaş gündeme gelmeye
i Aiiyye-i Osmaniye adını verdiği tari­ tadır. Seçmiş olduğu kahramanların başladığını görüyoruz. Avrupa’daki
hinde, her Osmanlı sultanına bir cilt (Selahaddin Eyyubî, Fatih, Yavuz, Türkoloji araştırmaları, Türklerin İs­
ayırmış, Osmanlı padişahlarının çağda­ Emir Nevruz) kişiliğinde İslâm’ın bü­ lâmlıktan önceki tarihine önemli ölçü­
şı olan diğer İslâm ve Hıristiyan hü­ yük dönemlerine ışık tutmaya çalışmış de ışık tutmuştu. Avrupa’daki Türko­
kümdarlar hakkında da bilgi vermeye ve onları kendi ahlâk anlayışının birer loji araştırmalarının sonuçları, oraya
çalışmıştır. Bu tarih ancak 1617’ye ka­ simgesi olarak ele almıştır. gönderilen öğienciler aracılığıyla ya da
dar gelebilmiş ve son cildi i 875’te ba­ Namık Kemal, Rodos’ta bulunduğu değişik kanallarla imparatorluğa ulaş­
sılmıştır. sırada Osmanlı Tarihi’ni yazmaya baş­ maya başladı. Batı Türkolojisinin Türk
Hayrullah Efendi başta Hammer ve ladı. Bu kitabın önsözünde ‘‘Tarih yal­ aydınlarını en çok etkileyen eserleri ara­
De la Croix’nın eserleri olmak üzere nız erbab-ı hükümet için değil, efrad-ı sında J .Deguignes'in Histoire generale
birçok önemli Batı kaynaklarına da millet için elzemdir” diyen Namık ke­ des Huns, des Turcs, des Mongols, ete
başvurmuştur. Hammer, Hayrullah mal, A vrupa’da birkaç yüzyıldan beri (Paris, 1756-58), Arthur L.Davids'in A
Efendi Tarihinden “ çok dikkate değer her bilim gibi tarihin de ‘ deryalar Grammar o f the Turkish Language
bir eser” diye söz etmiştir. Franz Ba- kadar” genişlediğini, her dilde yalnız (Londra, 1832, Fransızcası Paris, 1836)
binger, Hayrullah Efendi Tarihi'ni, kendi ulusunun değil, bütün dünyanın ve Leon Cahun’un Introduction a l'his-
“ Dünya tarihini toplu olarak görüş olayiarına ilişkin pek çok tarihierin bu­ toire de l ’Asie (Paris, 1896) gibi kitap­
denemesi” olarak nitelemekte ve bu lunduğunu belirtmekte; buna karşılık ları başta gelmektedir. Asıl adı Cons-
eserin Osmanlı tarihinin genel dünya ta­ “bizim lisanda ise... devletimizin tantine Borzecki olan Mustafa Celaled-
rihinin akışı içinde ele alınıp incelenme­ umum vakayiini cami bir tarih mevcut din Paşa, l869’da İstanbul’da yayınla­
si yolunda önemli bir adım olduğunu değildir” diye y- kınmaktadır. Bu ba­ nan Les Turcs Anciens et Modernes
vurgulamaktadır. kımdan yazdığı Osmanlı Tarihi ile böy­ (Eski ve Çağdaş Türkler) başlıklı ese­
Osmanlı uyrukları arasında cins ve le bir boşluğun doldurulmasına çalıştı­ rinde, Türklerin etnik bakımından Av­
mezhep ayrımı gözetilmeksizin Osmanlı ğını belirtmektedir. Ancak, Yavuz’un rupa halklarıyla akraba olduklarını ve
halklarını hak ve ödevler bakımından ölümüne kadar gelen bu tarihin Fatih “ Touro-Aryan” dediği bir ırka -Ari ır­
eşit duruma getirmek ve yeni anlamda döneminin sonlarına kadar gelen kısmı kın Turan kolu- mensup olduklarını ile­
bir Osmanlı milleti oluşturmak ülküsü, çok sonra (1908-1910) basılabilmiş, bu ri sürüyordu. Bu kitapta Atatürkçü ta­
bu dönem tarihçiliğini önemli ölçüde et­ yüzden Namık Kemal’in Osmanlı Ta­ rih tezinin esasları vardır: Türk dili
kilemiştir. Osmanlıcılık olarak adlan­ rihi kendi zamanında gereken yankıyı dünya dillerinin en eskisidir; Yunanca-
dırılan bu akımın amacı, ortak bir va­ yapmaktan uzak kalmıştır. Başta Ham- ya etki yapmıştır, Latinceye etki yap­
tan kavramına ulaşmak, imparatorlu­ mer olmak üzere bir kısım Bizans kay­ mıştır. Yunan ve Roma dinsel tanrıla­
ğu parçalanmaktan kurtarmak ve var naklarına da başvurularak yazılan bu rının, tanrıçalarının çoğunun adı Türk
olan sınırları korumaktı. Namık Ke­ eserde Namık Kemal, yabancı tarihçi­ çıkışlıdır vb. Kitap, insanlık tarihinde
m al’in tarihle ilgili eserlerini bu açıdan lerin düştükleri yanlışlıkları düzeltme­ Türk budunlarının büyük bir rol oyna­
değerlendirmek gerekir. Nitekim çök­ ye çalışmış, zaman zaman da karşılaş­ dığını da önemle belirtmektedir. Aynı
meye yüz tutmuş bir imparatorluğa yeni tırmalar yaparak kaynaklardaki bilgi­ tarihlerde Ali Suavi, Paris'te yayınla­
bir ruh vermeyi, toplumu çağdaş bir leri eleştirmek yoluna gitmiştir. Namık dığı Ulum gazetesinde Türklerin eski
düşünce yapısına kavuşturmayı amaç­ Kemal, Tanpınar’ın deyimiyle, kişileri bir uygarlığın temsilcileri olduklarını ve
layan Namık Kemal için tarih, bir çı­ ve dönemleri belirli bir ahiâkın katkı­ İslâm uygarlığının gelişmesine büyük
kış noktası olmuştur. Bu bakımdan sız simgesi görmek arzusundan kurtu­ bir katkıda bulunduklarını kanıtlama­
imparatorluğun çöküş dönemini değil lamamıştır. Bu nedenle o, olayları ve ya çalışıyordu Ali Suavi bu makalesin­
fakat yükselme dönemini (devr-i istila) sorunları işlerken çoğu kez belge yeri­ de en çok Arthur L.Davids’in anılan
konu olarak seçen Namık Kemal’in ne mantığa başvurmuştur. Cevdet Pa- eserinin girişinde verilen tarih bilgisine
eserlerinde daha çok “ milliyetperverlik şa’nın çürütülmesi olanaksız belgeleri­ başvurmuştu.
ve vatanseverlik” duyguları egemendir nin yerini Namık Kemal’de mantık al­
ve bu eserler “ ilmî olmaktan ziyade pe­ mıştır. Bununla birlikte Namık Kemal'­ A h m e d V e fik P a ş a ,
dagojik bir kıymeti haizdir” . İmpara­ in bu eseri, Osmanlı tarihiyle ilgili bir­ S ü l e y m a n P a ş a ve
torluğun yayılma çağının eski parlak çok yanlışlıkları düzeltmeye çalışan, ol­
dukça akıcı ve sade dille yazılmış ve ay­ Ş e m s e d d in S a m i
günlerini kendi zamanındakilere anım­
satmak isteyen bir görüşün ağır bastığı rıntılı Osmanlı tarihlerinden biri olarak Öte yandan kataloğu koca bir cilt tu­
sezilmektedir. kabul edilmektedir. Öte yandan İslâm­ tacak kadar (az sayıda basılan bu ka-
TARİHÇİLİK VE TARİH ANLAYIŞI
Tanzimat’tan Cum huriyete Tarihçilik

İLK ADIMLAR: Ahmed Cevdet ı^ivıf- .. LtAi


Paşa’nın Tarih-i Cevdet’inin f - V . ı l ı^.JI f..
yayımlanmasından sonra tarihçilik .f' o ..ıil,
açısından önemli gelişmeler oldu. Daha L;.,
önce yazılmış olan tarih kitapları ve Batı
tarihçilerinin eserlerinin etkisiyle yeni ..10, -îUj ıll-jt J ..
tarih kitapları basıldı. Bunları yazan C!10,f j ı.J>./j..ıi
tarihçiler arasında geleneksel tarihçilik ile <§>J[ ,A' ^ 6-. dllo
çağdaş tarihçilik arasında bir çeşit köprü —C.
ödevi gören Hayrullah Efendi, Osmanlı
tarihini dünya tarihinin akışı içinde Ab-**
incelediği için önemli sayılır. Hayrullah ûU_ı! JL:
Efendi'nin Tarih’i (solda), Mehmed Ata
Bey’in Hammer çevirisi (sağda).

taloğun bir nüshası Doç. Dr. Mahmut leyman P aşa’nın Türk tarihine bu yeni maya başlamaları, İngilizlerin Hindis­
H.Şakiroğlu’nda görüldü) zengin bir yaklaşımı Sarf-ı Türki adını verdiği gra­ tan’ı işgal etmeleri, diğer İslâm ülkele­
kütüphaneye sahip olan büyük bilgin, merinde de ortaya konulmuştu. Çün­ rinin Avrupalıların egemenliği altına
devlet adamı ve Moliere’in dilimize kü kendisinden önce Cevdet Paşa’nın girmesi Osmanlı İmparatorluğu’nda
uyarlayıcısı Ahmed Vefik Paşa, hem bu konuda yazdığı kitap Kavaid-i Os­ birtakım tepkiler doğurmakta gecikme­
Osmanlı . tarihine yeni bir yaklaşımla maniye başlığını taşıyordu. Süleyman di. Bu durum, bir kısım Osmanlı aydın­
eğilmiş hem de bilimsel Türkçülüğün Paşa, Recaizade Ekrem’e yazdığı bir larının gözlerini Ortaasya’ya ya da İs­
kurucularından biri olmuştur. Nitekim mektupta, Osmanlının sadece bir ülke lâm dünyasına çevirmelerine yol açmış
Ahmed Vefik Paşa, yalnız okullarda ismi olduğunu ve Türklerin dil ve ede­ ve Ortaasya Türklerinin tarihine de ya­
okutmak üzere yazdığı Fezleke-i Tarih-i biyatlarının Türk dili ve edebiyatı şek­ kın bir ilginin doğmasına ortam hazır­
Osmani'de (İstanbul, 1286) Osmanlı ta­ linde nitelendirilmesinin daha doğru lamıştır. Türkistan ve Hive Seyahatna­
rihini her biri imparatorluğun kuruluş, olacağını belirtiyordu. melerinin Türkçeye çevrilmelerini ve Ali
yükselme, çöküş vb. evrelerini kapsa­ Tarihçiden çok bir dilci olan Şemsed- Suavi’nin bazı çalışmalarını bu bağlam­
yan altı bölümde incelemiştir. Onun bu din Sami Bey, sözlük ve ansiklopedi ça­ da değerlendirmek gerekir. Bu yoldaki
sınıflandırması, son Osmanlı vak’anü- lışmalarıyla Türk benliği duygusunun çalışmalar Pan-Türkçü ülkülerin geliş­
visi, seçkin tarihçi ve devlet adamı Ab- gelişmesine önemli bir katkıda bulun­ mesine olanak vermiş ve bu akım özel­
durrahman Şeref Bey tarafından da be­ du. 1899’da yayınlanan Kamus -1 Türki likle II. Meşrutiyet’ten sonra daha bü­
nimsenmiş ve Tarih-i Devlet-i Osmani­ başlıklı sözlüğünde Şemseddin Sami, yük bir ivme kazanmıştır. Özellikle
ye (İstanbul, 1892-1 895, 2 cilt) başlıklı Türkçe sözcüklere büyük bir önem ve yüksek düzeyde eğitim görmüş, Rus in-
eseri böyle bir yöntemle yazılmıştır. ağırlık vermiştir. Sözlükteki Türkçe tel/igentsiası arasındaki düşünce akım­
Ahmed Vefik Paşa, Türklerin ve dil­ sözcüklerin sayısı 9.9l7’yi bulmakta ve larına yabancı olmayan Rusya Türkle­
lerinin Osmanlıdan ibaret olmadığını, 0Jo34 oranında bir yer tutmaktadır. rinden bir kısım aydınların Türkiye’ye
Pasifik’e kadar bütün Asya’da uzanan Kamusu ’1-Âlâm (İstanbul, 1889-1 898), gelip yerleşmesi de bu akımın gelişme­
büyük ve eski bir familyanın Batı kolu Doğu ve Batı kaynaklarına dayanılarak sine önemli ölçüde katkıda bulundu.
olduğunu önemle belirten ilk kimseler­ Avrupa örneğinde yazılmış 6 ciltlik bü­ Bunlardan biri olan Akçuraoğlu Yusuf,
den biri olmuştur. Ahmed Vefik Paşa, yük bir ansiklopedik sözlüktür. Bu bü­ gerek II. Meşrutiyet gerekse Cumhuri­
Ebulgazi Bahadır H an’ın Çağatayca yük eser bugün bile değerini korumak­ yet dönemi tarihçiliğinde seçkin bir yer
yazdığı Şecere-i Türki adlı eserini de tadır. Öte yandan Cahun’un yukarda tutmaktadır. Yusuf Akçura, Paris’te
Türkiye Türkçesine çevirdi. Lehçe-i Os­ andığımız eserini temel alan Necib öğrenimde bulunduğu sırada Ahmed
m an adını taşıyan sözlüğüyle de yazı Asım da ilk kez derli toplu bir Türk Ta­ Rıza’nın çıkardığı Meşveret gazetesine
diline unutulmaz hizmette bulundu. rihi (İstanbul, 1899) yazmayı başarmış­ tarih konularıyla ilgili yazılar yazdı.
Ahmed Vefik Paşa’nm çağdaşı olan tır. Fransız tarihçilerinden A.Malet ile De-
Süleyman Paşa, başlıca Davids'e ve di­ Bu kültürel Türkçülüğün yanında si­ bidur’un Osmanlı tarihi üzerindeki
ğer Avrupalı yazarlara dayanarak İs­ yasal içerikli bir Türkçülüğün de yük­ olumsuz görüşlerini eleştirdi. 1903’te
lâmlık öncesi Türklere ait bir bölümü selmeye başladığı görülmektedir. 1860’- Paris’te sunmuş olduğu tez Osmanlı
de içeren Tarih-i Atem ’i yayınladı. Sü­ dan sonra Rusların Ortaasya’da yayıl­ Dev/eti Örgütleri Tarihi Üzerine Bir De­
1589
TARİHÇİLİK VE TARİH ANLAYIŞI
Tanzimat’tan Cumhuriyete Tarihçilik

neme başlığını taşımaktadır. Enver Zi­ mektedir. önemli bir belge koleksiyo­ ların hakayık-ı esbab ve netayic-i vakı­
ya Karal’a göre bu tezin önemi şu nok­ nu olan F eridun B ey M ünşeatı alarını mübeyyin olmak ve ahlafa aci­
talarda toplanmaktadır: “ Bir Türk ya­ (Münşeatü ’s-Selâtin) ilk kez basılmış­ zane bir yadigâr bırağılmak üzere” bu
zarı, ilk kez Fransızca olarak, bu ko­ tı . Ancak bunun dışında yüzyılın son­ kitabı yazmaya giriştiğini belirtmekte;
nuda, olayları örgütlerle açıklamaya ça­ larına doğru yayınlanan Muahedat asıl amacının ise “her asırda cari olan
lışmıştır, açıklamasında sıkı bır eleştiri Mecmuası dışta tutulursa önemli sayı­ nizamat-ı mülkiyye ve kavanin-i aske­
yöntemi kullanmıştır. Tezin sonunda labilecek resınl belge yayıniarına da pek riye ve idare-i maliye ve teferruat-ı sai-
pratik bir sonuca v ^arştır. Genç Türk- rastlanmamaktadır. Takvim-i Vakâyi reyi meydana çıkarmak” olduğunu
lerin uğrunda çalıştıkları Osmanlı mil­ ve Salnameler ise herhalde tarih araş­ vurgulamaktadır. İbn Haldun’un insan
leti oluşturma hareketi boş bir girişim­ tırmaları için yeterli değildi. ömrüyle devletlerin kuruluş, gelişme ve
dir. Tek çıkar yol ulusçuluktur” . Öte Yukarda belirttiğimiz gibi çarçabuk çöküş evreleri arasında bir benzerlik
yandan Yusuf, daha ilk yazılarından iti­ derlenen tarihierin yanında özlü, bire­ kuran tavırlar kuramından yola çıkan
baren “ Osmanlı milleti” deyimini kul­ şim (sentez) niteliği ağır basan eserle­ Mustafa Nuri Paşa, işlediği dönemi altı
lanmaktan kaçınmış, Osmanlı devleti­ rin de ortayaçıktığı görülmektedir. Ev­ bölüm halinde incelemekte; her bölü­
nin kalkınması için yönetim biçiminin kaf ve Maarif Nazıriıkiarında bulun­ mün siyasal gelişmelerini özetledikten
değişmesini yeterli görmemiş, Osman­ muş olan Mansurizade Mustafa Nuri sonra, imparatorluğun sosyal, ekono­
lı toplumu için geniş çapta bir devrime Paşa’nın Netayicü’l-Vukuat (İstanbul, mik, askerî yapısında ve yönetim alan­
gerekli olduğunu kanıtlamaya çalışmış­ 1878-191 l) eserini bu açıdan değerlen­ larında görülen değişiklikleri ortaya
tır. Yusuf Akçura, l^M ’te Mısır’da ya­ dirmek gerekir. Bu kitap Osmanlı Dev- koymaktadır. Mustafa Nuri Paşa, olay­
yınlanan Oç Tarz-ı Siyaset başlıklı in­ leti’nin kuruluşundan 1841 ’e kadar gel­ ların nedenlerini araştırmak suretiyle
celemesinde Osmanlılık ülküsünün öl­ mekte ancak o zamana kadar yazılan sonuca varan çağdaş anlamda bir tarih­
düğünü, bir İslâm birliği meydana ge­ tarihlerden oldukça farklı bir yöntem­ çi olarak karşımıza çıkmaktadır. Hiç­
tirmenin sakıncalı olduğunu belirtiyor, le kaleme alındığı anlaşılmaktadır. bir Avrupa ülkesinde bulunmayan ve
Asya kıtasıyla Doğu Avrupa’da yayıl­ Mustafa Nuri Paşa, Osmanlı Devleti’- herhangi bir Batı dilini de bilmeyen
mış olan Türklerin birleştirilmesini tek nin kuruluşundan beri “idare-i siyasi­ Mustafa Nuri Paşa’nın nasıl böyle bir
kurtuluş yolu olarak görüyordu. ye ve nizamat-ı mevzua ve örfiyesi bid- yönteme ulaştığı da araştıniması gere­
defaat tebeddül eylemiş olmağla bun­ ken bir konudur.
Y ö n te m s iz T a rih ç ilik
Yeniden Osmanlı tarihçiliğindeki ge­
lişmelere dönersek diyebiliriz ki bir yan­
dan uzun bir araştırma ürünü olan ve
sağlam bir yöntemle kaleme alınmış ta­
rihlerin yanında “ alelacele, tenkitsiz ve
tahkiksiz, usulsüz ve tasnifsiz yazılmış
birer kırkambar” olan eserlerin de ya­
yınlandığı görülmektedir. Bununla bir­
likte şunu da belirtmek gerekir ki, bi­
limsel çalışmalar için ortam pek elve­
rişli değildi. Sistemli bir arşiv düşünce­
sine henüz ulaşılmış değildi. Birer va­ ryj- _ı ^«4*
kıf kuruluşu olan İstanbul kütüphane­
leri hem dağınıktı hem de bunların dü­ t >i.\ .J
r - ' y ' s c - : —~v‘ ^* 1 * ! > '- j f '-L
zenli katalogları yapılmamıştı. Ancak, j_ 4
İl- o ^-:j
19. sonlarına doğru İstanbul’da bir jL.o! ..cr ’;V'
— "li, ->*' Ai.,' »ı.'j
komisyon oluşturularak “Dersaadet ile
Bilad-ı Selase'de [Üsküdar, Galata, »j '■L- 0_ î. J -
Eyüp] bilcümle kütüphaneler teftiş ve
- ^ '1 ..te.
muayene ettirilerek” bunların katalog­
larının hazırlanmasına ve basılmasına
girişilmiştir. “Defter-i Kütüphane-i
....” başlıkları altında ayrı ayrı basıl­
mış olan bu kataloglarda birçok yan­
lışlıklar bulunmakla birlikte yine de bu
yolda atılmış önemli bir adım sayılma­ NAMIK KEMAL VE TARİH: Namık Kemal için tarih çalışmaları bir anlamda
lıdır. Bu koşullarda tarihe yönelik araş­ pedagojik bir değere sahiptir. Rodos’ta bulunduğu sırada yazdığı Osmanlı Tarihi’nde
tırma yapanlar ya uzun süre kitap top­ yabancı tarihçilerin yanlışlarını düzeltir. Ama olayları anlatırken belgesel olmaktan öte
mantıksal olmaya çalışır ve bu noktada Ahmed Cevdet Paşa’nın tarih anlayışından
lamak zorunda kalıyor ya da büyük bir uzaklaşır. Cevdet Paşa’da yüklü ve çürütülmez olan belgesellik Namık Kemal’de
kitaplığı olan birine başvuruyordu. mantıksal bir örgü içinde sunulur. Namık Kemal’in Osmanlı Tarihi (sağda), Tanzimat
Cevdet Paşa, tarihini yazmak için sık döneminde basılan 17. yy tarihçilerinden Mehmed bin Mehmed’in Nuhbetü’t-tevarih
sık Şeyhülislâm Arif Hikmet Bey’in ve’l-Ahbar adlı eseri (solda).
özel kitaplığından yararlandığını belirt­
1590
TARİHÇİLİK VE TARİH ANLAYIŞI
Tanzimat’tan C um huriyete Tarihçilik

Mükrimin Halil Yinanç, Tanzimat mızda en fazla müessir olan kimseler­ yayımlar büyük ölçüde artmaktadır.
dönemi tarihçiliği üzerine yazmış oldu­ den biri bulunan bu zatın” eserinin Tek tük örneklerine ancak Tanzimat
ğu çok değerli makelesinde, Tanzimat'­ “ bugün tarih nokta-i nazarından ilmî döneminde rastladığımız hatıra türün­
tan Il. Meşrutiyet'e kadar yapılan bü­ hiçbir kıymeti” bulunmadığı yargısına den eserlerin sayısında önemli bir artış
tün tarih çalışmalarını ayrıntılı olarak varılmıştır. Ancak son yıllarda Mizan­ göze çarpmaktadır. Midhat Paşa’nın
ortaya koymuş, genel ve özel tarihlerle cı Murad Bey üzerinde oldukça kap­ (oğlu tarafından), Said ve Kâmil paşa­
şehir ve bölge tarihleri, monografiler, samlı bir eser ortaya koymuş olan Bi- ların hatıraları bu türün ilk akla gelen
tarihî diksiyonerler, hal tercümelerini rol Emil, Mükrimin Halil Yinanç’ın bu eserleridir.
yazarlarıyla birlikte tanıtmış, dilimize düşüncelerinde “ izaha muhtaç nokta­
yapılan belli başlı çevirilere de işaret et­ lar” bulunduğunu belirtmiş ve Yinanç’- T ü r k ç ü lü k v e T a r ih A n la y ış ı
miştir. Yinanç, bu ayrıntılı incelemesi­ ın bu ağır eleştirmelerinde pek de hak­ Öte yandan II. Meşrutiyet siyasal ve
nin sonunda şöyle demektedir: “ Bizde lı olmadığını örneklerle kanıtlamıştır. kültürel Türkçülük hareketinin gelişme­
bütün sosyal ve kültürel ilimlerde oldu­ II. Meşrutiyet döneminin ünlü isim­ sine de ortam hazırladı. Kaşgarlı Mah­
ğu gibi, tarihe dair bilimsel eserlerin te­ lerinden Ali Kemal, Raşid Müverrih mut'un DivanüLügati’t-Türk adlı ün­
lif ve tercümesi çalışmalan hürriyetin mi? Şair mi? başlığıyla yayımladığı kü­ lü anıtsal eserinin II. Meşrutiyet döne­
ilanından yani 1908'den sonra başla­ çük Takat özlü kitabında tarihçiliğimi­ minde bulunup yayınlanması, Türko­
mıştır” . Birçok tarihçilerimizin Osman­ zin dününü eleştiri süzgecinden geçir­ loji araştırmalarına geniş ufuklar açtı.
lı tarihinin sorunlarına yeni bir yorum miş, o günkü durumuna yeni bir yak­ İstanbul'da 24 Aralık 1908'de kurulan
getirdikleri de görülmüştür. Bunlardan laşımla eğilmiş ve bu arada Murad Türk Derneği’nin amacı: “ Türk diye
biri II. Meşrutiyet'ten bir süre sonra ya­ Bey'in eseri üzerinde de durmuştur. Ni­ anılan bütün Türk kavimlerinin mazi ve
yımlanmaya başlayan ve zamanında tekim gazetelerin ölümünü bile (1917) haldeki âsar, ef'al, ahval ve muhitini
büyük yankılar uyandıran Tarih-i “ haber vermeye cesaret edemedikleri öğrenmeğe ve öğretmeğe çalışmak” tı.
E bu’l-faruk'un yazarı Murad Bey'dir. Murad Bey'' için Ali Kemal, şunları ya­ Dernek 191l'de ancak 7 sayısı çıkmış
Murad Bey, kamuoyunda ünlü gazete­ zıyordu: “ Tarihe ve müverrihliğe dair olan bir dergi de yayınlamaya başladı.
sinin adıyla anılmakta ve Mizancı Mu- bizde bu kesif yokluk içinde yegâne var­ Bunu Türk Yurdu adlı bir dergi izledi.
rad olarak bilinmektedir. “ En proble- lık Murad Bey hocamızdır. Murad Bey Kurucuları arasında Mehmed Emin
matik şahsiyetlerden biri” olan Murad ilk Türk müverrihidir ki, hiç değilse bir (Yurdakul), Ağaoğlu Ahmed, Hüseyin-
Bey'in tıpkı Namık Kemal gibi “ gaze­ dereceye kadar yukarıdan beri arz etti­ zade Ali (Turan) ve Akçuraoğlu Yusuf
teci, romancı, tenkitçi, piyes yazarı, ha­ ğimiz şartlara tevfikan bir Tarih-i Os- da bulunuyordu. Ziya Gökalp'in de
tırat muharriri, siyasî eser müellifi ve mani’yi tedvin eylemiş olsun. Tarih-i Türk Yurdu'nda yerini almasıyla bu
tarihçi gibi hepsi birbirini tamamlayan Ebu ’l-faruk bu nokta-i nazardan biz­ dergi, kültürel ve siyasal Türkçülüğün
çeşitli cepheleri vardır” . Uzun süre de henüz yazılmamış bir harikadır. Bir bütün sorunlarının tartışıldığı, işlendi­
Mekteb-i Mülkiye'de tarih öğretmenliği harika ki, bütün Osmanlılarca ibretle ği önemli ve etkili bir organ durumuna
yapan Murad Bey, bu bilimi Avrupa mütalaa olunmağa değer, olunursa fik­ geldi. 1912'de Türklerin ulusal eğitimini
yöntemlerine göre işlemeye çalışmış, ren de, ahlaken de tehzib ve terakkimi­ ve ekonomik düzeyini yükseltmek ama­
Fransız ve Rus kaynaklarına dayanarak ze hizmet eyler” . cıyla Türk Ocaği derneği kuruldu. Türk
Tarih-i Umumi başlığını taşıyan 6 cilt­ Ali Kemal, Murad Bey'in tarihinde Ocağı'nın amaçları: “ İslâm kavimleri-
lik bir dünya tarihi yazmıştır. Buna ay­ “ fenne, mantıka, akl-ı selime mugayir nin başlıca mühimi olan Türklerin millî
rıca Tarih-i Osmani adlı bir cilt de ek bir mütalaa, bir fikir” bulunmadığını terbiye ve ilmî, içtimaî, iktisadi seviye­
(zeyl) yazmıştır. Murad Bey, Il. Meş- söylüyor ve onun “ kavmı, diru her tür­ lerinin terfi ve ilasıyla Türk ırk ve dili­
rutiyet'ten sonra Rodos'ta sürgün bu­ lü hissiyatına galip geldiği için” şimdi­ nin kemaline çalışmak” tı. Türk Yurdu,
lunduğu sırada: ‘‘Tarih-i Osmanî’de si­ ye kadar tarihçilerimizin düştükleri “ta- bu derneğin başlıca organı haline gel­
yaset ve medeniyet itibariyle hikmet-i rafgirane mütalaalara” düşmediğini de di.
asliyeniq taharrisine teşebbüs” etmiş ve eklemekten geri kalmıyor. Vedat Gün- Türk Ocakları çok geçmeden bütün
Tarih-i Ebu’l-faruk (İstanbul, 1909­ yol, bu konuda kaleme aldığı bir dene­ yurt çapında örgütlenmeye başladı. Dö­
1916) böylece ortaya çıkmıştır. mesinde “ Osmanlı yönetiminin saray nemin ünlü adları da bu hareket ve ör­
Murad Bey, Tarih-i E b u ’l-faruk'ta çevrelerini, namuslu bir tarihçi, her şey­ gütlenme içinde yer aldılar. Türk Ocak­
Osmanlı tarihinin olaylarından kültü­ den önce namuslu bir yurttaş açısından, ları merkezleri, kadın-erkek dinleyici­
rel ve siyasal düsturlar çıkarmayı dene­ eleştirel bir yaklaşımla ele alan bu gü­ leri de bir .araya getiren toplumsal ge­
miş ve bir bakıma Osmanlı tarihinin fel­ zelim eser, bize uzak geçmişimizi, bü­ lişmenin önemli odakları durumuna
sefesini yapmaya çalışmış, yaşadığı dö­ tün çıplaklığıyla gözler önüne gelmekte gecikmedi. Türkçü hareketin
nemle ilgili eleştirilerini geçmiş yüzyıl­ sermektedir” yargısına varmaktadır. Gökalp, Ömer Seyfeddin, Ahmet Hik­
lara doğru kaydırmaya çaba göstermiş­ II. Meşrutiyet gazete ve dergi yayı­ met gibi etkin üyeleri Selanik'te Genç
tir. Tarih-i Ebu ’l-faruk, Mükrimin Ha­ nma büyük bir atılım getirmiştir. Taş­ Kalemler’i yayınlamaya başladılar.
lil Yinanç tarafından oldukça ağır bir ra basınında da büyük bir gelişme göze Türk dilinin sadeleşmesi açısından bu
saldırıya uğramış, Murad Bey cahillik­ çarpmaktadır .İstibdat devrinde baskı derginin önemli bir aşama olduğunu
le, megolomanlıkla, “ millî tarihimizi altına alınan fikir özgürlüğüne yeni bir unutmamak gerekir. Halide Edip, siya­
hicv” etmekle, “ dedelerimizi tezyif ve canlılık gelmiştir. Okullardaki tarih sal bir roman olan Yeni Turan'ı yayın­
tahkir eylemek” le suçlanmış; “ cahila­ derslerinin programlarında önemli de­ ladı . Büyük bir bibliyografyacı olan
ne bir kitap vücuda getiren ve pek çok ğişiklikler göze çarpmaktadır. İstibdat Bursalı Mehmed Tahir ise genellikle
şöhret kazanan, siyasî ve fikrî hayatı­ dönemine eleştirel bir yaklaşımla eğilen Türklerin “ ulûm ve fünuna” hizmez-
TARİHÇİLİK VE TARİH ANLAYIŞI
Tanzimat’tan C um huriyete Tarihçilik

leri doğrultusunda araştırmalar yapı­ mayan bugünkü tarihçilere ait olduğu­ taasya kültürel yaşayışıyla birbirine
yor, geçmişte yetişen büyük Türkleri nu belirtiyordu: “ Osmanlı tarihini ken­ bağlı olduğunu kanıtlamıştır. 1922’de
genç kuşaklara tanıtmaya çalışıyor disine takaddüm eden safhalardan ta- Edebiyat Fakültesi M ecmuasinda çı­
özellikle kütüphane kütüphane dolaşa­ mamiyle ayırarak mevhum ve mücer- kan “ A nadolu’da İslâmiyet” başlıklı
rak Osmanlı Müelliflerini hazırlıyordu. red bir surette tetkike çalışan o gibi mü- incelemesinde de Anadolu’daki Türk-
Öte yandan yayın politikası Ziya Gö- dekkikler için 8. asırdan evvelki zama­ lerin din tarihinin Anadolu’yu çevrele­
kalp tarafından belirlenen Yeni Mec­ nın hiçbir kıymeti yoktur; lisanın, ede­ yen coğrafi alanlar ve Ortadoğu İslâm
mua da 1917’de yayma girdi. biyatın, tarz-ı maişetin, ahlak ve âda- dünyasındaki dinsel akımlarla birlikte
1915 (1331)’te kurulan, kurucuları tın Osmanlılardaki tecellilerini anlama­ ele alınmadan anlaşılamayacağını sa­
arasında Hüseyinzade Ali, Ağaoğlu ya çalışırken yalnız ‘Söğüt’ ve havali­ vundu. Halil Berktay’ın ortaya koydu­
Ahmed, Köprülüzade Mehmed Fuad, sinden bahsederler ve yalnız ‘Kayı’ aşi­ ğu gibi Köprülü, Cumhuriyet dönemi
Şemseddin (Günaltay) gibi kimselerin reti nazar-ı dikkatlerini celp eder. Or- tarihçiliğinde de oldukça seçkin bir yer
bulunduğu Asar-ı İslamiye ve Milliye taasya’dan gelen ufak bir aşiret halkı­ tutmaktadır.
Tetkik Encümeni M illî Tetebbular nın az müddette müesses ve kavi bir hü- Öte yandan Ziya Gökalp, bilindiği
Mecmuasinı (İstanbul, 1915,5 sayı çık­ kûmet teşkil edebilmesini ancak hari­ gibi, Fransız toplumbilimcisi Durkhe-
mıştır) yayınlamaya başladı. Yönetme­ kulade rüyalarla tefsir eden eski müver­ im’in sosyolojisinden yola çıkarak top­
liğinde “ Encümen Türklere ait mües- rihler gibi, bugünkü müdekkikler de, lum sorunlarına yeni kavramlar, yeni
sesatıyla mukayese ederek Türk mille­ Anadolu’daki Türk lisan ve edebiyatı­ açıklamalar getirmiş,imparatorluktaki
tinin hangi enmuzec-i içtimaiye mensub nı dört yüz çadır halkında aramaktan çeşitli akımları Türkleşmek, İslâmlaş­
ve tekâmülün hangi safhasında bulun­ fariğ olmuyorlar” . mak, Çağdaşlaşmak formülüyle uzlaş­
duğunu arayacaktır” deniliyordu. Bu Bu son derece sağlam ve tutarlı gö­ tırmaya çalışmış, dil ve kültür sorun­
dernek ve yayımladığı dergi içinde Köp- rüşlerden yola çıkan Köprülüzade, ge­ larına birinci derecede önem vermiştir.
rülüzade Fuad Bey’in seçkin bir yer tut­ rek sözkonusu dergide gerek Bilgi Mec- Ziya Gökalp’in çalışmalarında sosyo­
tuğunu belirtmek gerekir. Köprülüza­ muası’nda yazdığı yazılarda bütün loji yanında tarihin de özel bir yer tut­
de, Millî Tetebbular Mecmuasinda (sa­ Türk tarihinin ve Türk kültür tarihinin tuğunu belirtmek gerekir. Türkçülük
yı 5) “ Selçuklular zamanında Anado­ başlangıçtan zamanımıza kadar “ za­ akımının önde gelen adlarından Ziya
lu’da Türk Medeniyeti” başlığlı altın­ man ve mekân içinde bir bütün olarak Gökalp, Türk tarihinin nereden başla­
da yayınladığı bir incelemesinde, Os­ tetkiki” gerektiğini ortaya koymuştur. ması gerektiğini soruyor ve sorunun
manlı saltanatının kurulmasından ön­ 1919’da yayınladığı ve Batı bilim adam­ karşılığını araştınyordu (Yeni Mecmua,
ce Anadolu Türklerinin geçirdiği evre­ larının da büyük ölçüde dikkatini çe­ sayı 33): “Bazı muharrirlerimiz Türk
lerin yalnız siyasal ve askerî yönden ele ken Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıf­ tarihini Sümerlerden, İskitlerden, Med-
alınmasından yakınıyor; bunda asıl so­ lar adlı eserinde Selçuklular dönemin­ yalılardan, Sakalardan başlatmak isti­
rumluluğun “ tarih medlûlünü” anla­ deki Anadolu’daki kültürel yaşayışın Or- yorlar. Bize göre, henüz !isan ve kav-

Introduction\ 1’histoire dol’Asie, lcsTures et les


. j\ JJ Mon^les
^^d & ..i.;.'t. Ao'r

. Jli.

BATI TÜRKOLOGLARI: 19. y y ’ın sonlarına doğru Batı’da da Türkçülük üzerine araştırmalar başladı. Bu araştırmaların sonuçları
oraya gönderilen öğrenciler aracılığıyla Osmanlı Devletine ulaştı ve bir süre sonra da etkisini gösterdi. Bunlar arasında J.
Deguignes, Arthur, L. Davids ve Leon Cahun’un eserleri özellikle başta gelmektedir. L. Cahun’un Asya Tarihi'ne Giriş adlı eseri o
dönemde bu konuda çalışan Necip Asım’ı da etkilemiş ve Türk Tarihi adlı eserini buna dayanarak yazmıştır. Leon Cahun (solda),
Necip Asım ’m kitabını Cahun ’un kitabına dayandırdığı sayfası (sağda).
1592
TARİHÇİLİK VE TARİH ANLAYIŞI
Tanzimat’tan C um huriyete Tarihçilik

man zaman Sümerleri ve Hititleri de


Ç a ğ d a ş T a rih ç iliğ e D o ğ ru
Türk kavimleri arasında saymaktadır.
Üzerinde durulması gereken bir nok­ 19lO’da Tarih-i Osmanî Encümeni
ta da Ziya Gökalp’in Türkiye’de tarih adını taşıyan bir derneğin kurulması,
yöntemi sorununa ilk eğilenlerden biri Türkiye’de çağdaş anlamda tarih araş­
olmasıdır. Küçük Mecmua’da (sayı 11) tırmalarının başlaması açısından olduk­
yazdığı “ Tarih ilim mi, yoksa sanat ça önemli bir adımdır. Encümenin çı­
m ı?” başlıklı bir makalesinde Durk- kardığı derginin (Tarih-i Osmanî Encü­
heim’a uyarak biri şey’i (nesnel) diğeri meni Mecmuası/TOEM) ilk sayısında:
de millî olmak üzere iki tarihin bulun­ " Usul-i Meşrutiyeti istihsal eden Os­
duğunu belirtmektedir: ‘‘Şey’i tarih, manlılar tevhid-i anasır, telif-i menafi,
vakıaları olduğu gibi görmeğe çalışır. telfik-i âmal ile vatan-ı müştereke aynı
Bunda m uvaffak olmak için, vesikala­ kuvvetle sarılmak azmini izhar edince
rı inceden inceye tespit eder, vesikaları tarih-i milliyi öğrenmek lüzumu teza­
âbidelerle kontrol eder. Tarihi usülün hür ediyordu, "denilmekteydi. Bundan
bütün kaidelerine riayet ederek, geçmiş anlaşıldığına göre TOE tarihi, ittihad­
zamandaki vakıaları yeniden diriltme­ ı anâsır için bir basamak olarak kabul
ye, yeniden canlandırmaya çalışır... ” ediyordu. Osmanlı padişahı da derne­
Gökalp’e göre nesnel tarih tamamen bi­ ğin çalışmalarına mali katkıda bulunu­
lim niteliğindedir. Bu bilim, geçmiş yordu. “ Encümenin vazifesi Devlet-i
olayların bağımsız bir bilini görünüşün­ Osmaniye’nin mükemmel bir tarihini
de başladığı halde, sonuçta toplumbi­ vücuda getirmek ve Tarih-i Osmaniye
limle birleşmektedir. Gökalp, buna kar­ ait resail ve evrak ve kuyudatı tab ve
şılık “millî tarih” in amacının tamamıy­ neşr etmektir. İşbu vazife şimdilik Ta-
la pedagojik olduğunu vurgulamakta­ rih-i Osmaniye münhasır ise de ileride
dır: “M illî tarihe gelince: bunun gaye­ tevsi olunabilir” . Bundan anlaşıldığına
si sırf pedagojiktir. Çocuklara kendi göre derneğin asıl amacı, “ mufassal ve
TÜRKÇÜLÜK VE TARİH ANLA Y1Ş1: vatanlarını sevdirmek, milletlerini en mükemmel” bir Osmanlı Tarihi yaz­
II. Meşrutiyetle birlikte gelişmeye muhterem bir millet tanıtmak için en iyi maktı. Derneğin sürekli üyeleri arasın­
başlayan siyasal ve kültürel Türkçü/ük vasıta onlara atalarının faziletlerini,
hareketinin yanısıra Türk tarihi üzerine da Abdurrahman Şeref, Ahmed Tev-
araştırmalar da önem kazandı. 1915'te kahramanlıklarını, milletin şanlı ve şe­ hid, Ahmed Refik, Mehmed Arif, Ne­
kurulan Asar-ı tslâmiye ve Milliye Tetkik refli sergüzeştlerini öğretmektir. Ço­ cip Asım gibi o dönemin ünlü tarihçi­
Encümeni'nin çıkardığı Milli Tetebbular cuklara istikbal için verilecek mefkure leri bulunuyordu.
Mecmuası 'nın yönetmeliğinde tarih vasıtasıyla daha iyi telkin edilebi­ Tarih-i Osmanî Encümeni, çağdaş
"Encümen.. Türk milletinin hangi lir. M efkure ağacının kökleri, mazinin anlamda tarih malzemesinin nasıl de­
enmuzec-i içtimaiye mensub ve ne kadar derin noktalarına inebilirse, ğerlendirileceği, kaynakların nasıl kul­
tekâmülün hangi safhasında bulunduğunu istikbaldeki çiçekleri ve yemişleri de o lanılacağı, belgelerin ne şekilde ele alı­
arayacaktır"’ denmekteydi. Milli derece taravetli ve feyizli olur...”
Tetebbular Mecmuası 'nın birinci cildi. nıp işleneceği gibi sorunlara bilimsel
Gökalp’in şiirleri başta olmak üzere yöntemlerle yaklaşılmasının ilk örnek­
birçok eserini bu ölçüler içinde, bu lerini verdi. Encümen bir yandan çeşitli
miyetleri meçhul olan bu eski cemiyet­ “ mefkûre” yi verebilmek için kaleme monografiler yayınlarken öte yandan
leri Türk tarihine mebde tanımak doğ­ aldığını belirtmek gerekir. Gökalp, İs­ da en eski Osmanlı kaynaklarının (Aşık-
ru değildir. Bundan başka bilfarz, bun­ lâmlıktan önceki Türk devletlerini, At- paşazade Tarihi başta olmak üzere)
ların Türklerle akrabalıkları olsa bile, tila, Cengiz Han, Timur, Babür gibi eleştirili basımlarının yapılmasına da
bunlar vasıtasıyla Türk tarihini aydın- büyük Türk kahramanlarının başarıla­ ağırlık verdi. Kaynakların var olan yaz­
latamayız”. Gökalp, " Türk kavimleri- rını coşkunlukla anlatır. Bunlara za­ malarının birbiriyle karşılaştırılması su­
nin asıllarını ararken meçhulden başla­ man zaman, Heyd’in deyimiyle biraz retiyle en eski metne yakın bir nüsha­
yarak maluma doğru” gelmeyi değil, tereddütle de olsa, Osmanlı padişahla­ nın ortaya çıkmasını sağlayan bu yön­
" malumdan başlayarak meçhule doğ­ rını da eklemekten geri kalmaz. Gö­ temin (Ğdition critique) ilk kez bu ta­
ru gitmeyi m uvafık” buluyordu. Böy­ kalp’in K üçük Mecmua’da yayınlanan rihlerde bizde uygulanmaya başladığı­
le bir yöntemle yola çıkan Ziya Gökalp, “ Tarihte Usul” (sayı 12), “ Tarih Usu­ nı belirtmek gerekir. Osmanlı kanun­
önce karşımıza Çinlilerin T ukyu” adı­ lünde Şahitler” (sayı 13), “ Tarih Usu­ nameleri (Fatih, Sultan Süleyman) baş­
nı verdikleri Orhon Türkleri devletinin lünde Ananeler” (sayı 14), “Vesikalar” ta olmak üzere Dursun Bey’in Tarih-i
çıktığını belirtiyor; bunların asıllarının (sayı 16) başlığını taşıyan incelemeleri, E bu’l-feth, Kritovoulos’un Tarih-i Sul­
ise " Huyong-Nu 'la ra dayandığını ile­ onun, tarih biliminin 19. yy başların­ tan Mehmed Han-ı Sani gibi kaynak
ri sürüyordu. Ortaya çıkacak yeni kay­ da ulaştığı düzeyi temelinden kavradı­ eserler de TOEM’in sayılarına ek ola­
naklar, daha eski bir Türk devleti gös- ğını ortaya koymaktadır. Bu yöntemin rak veriliyordu. Bu “ ilaveler” in değerli
terinceye kadar Türk tarihine Huyong- oluşmasında büyük katkıları bulunap bir koleksiyon oluşturduğunu belirtmek
Nu devletinin kuruluşundan itibaren Batılı tarihçilerin hiçbiri (Michelet, Fus- gerekir. Öte yandan Türkiye’nin çeşit­
başlanması gerektiğini savunuyordu. tel de Coulanges vb.) Gökalp’e yaban­ li yerlerinde Selçuklu, Beylikler ve Os­
Böyle olmakla birlikte Ziya Gökalp, za­ cı değildir. manlı dönemlerine ait kitabelerin der-
1593
TARİHÇİLİK VE TARİH ANLAYIŞI
Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Tarihçilik

lenip yayınlanması yolunda da çok ile­ Tarih-i Osmanî Encümeni, Türk Tarih yüzden Tanzimat döneminde olduğu gi­
ri adımlar atıldı. Halil Edhem’in Kay- Encümeni adını aldı ve TOEM de Türk bi II. Meşrutiyet döneminde de derli
seriyye Şehri (İstanbul, 1918) bunun en Tarih Encümeni Mecmuası (TTEM) toplu bir İslâm tarihi yazılamadı. Cev­
seçkin örneklerinden biridir. TOEM'- adıyla yayınını sürdürdü. det Paşa’nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-
in hemen hemen her sayısında kitabe­ Siyasal ve ideolojik bir akım olarak i Hulefa’sı bu alanda yapılan en iyi der­
lerle ilgili önemli yazılar yer almıştır. İslâmcılık, II. Meşrutiyet’te oldukça lemelerden bir olmak özelliğini koru­
önemli bir rol oynamıştır. İslâm’ın as­ yordu.
Encümenin üyelerinden biri olan li prensiplerine dönüş, bu akımın ana Belki böyle bir boşluğu doldurmak
“ piyade yüzbaşısı” Ahmed Refik Bey, tezidir. Geçmişi, uygarlığı ve düşünce­ ya da “ kendi dinlerinin bilimsel tarihi­
hem Osman Nuri’nin eksik bıraktığı si bakımlarından, İslâmın zengin tari­ ni Batıdan öğrenmek durumuna düş­
Abdülhamid-i Sani ve Devr-i Saltana- hi istenilen ve aranılan kanıtları ve ör­ müş” bulunan Müslümanlara bu tari­
lı’nın 3. cildini tamamlıyor, hem Bü­ nekleri sağlamaktadır. Bu akımın ya­ hin nasıl yazılacağını göstermek ama­
yük Tarih-i Umumi’yi forma forma ya­ yın etkinlikleri öteki akımları temsil cıyla Dr. Abdullah Cevdet, Hollandalı
yınlıyor, hem de TOEM'de çoğu arşiv edenlerin yayınlarıyla karşılaştırılama­ Doğubilimci R. Dozy’nin Tarih-i İslâ­
malzemesine dayalı çok değerli incele­ yacak kadar çoktur. Sırat-ı Müstakim, miyet’ini çevirip yayınladı ( Mısır, 1908­
meler kaleme alıyordu. Bütün bunların Sebilü’r-Reşad, Mekâtip ve Medaris, 1909). Olay, İslâmcılar arasında büyük
ötesinde bu son derece çalışkan ve üret­ Beyanü’l-Hak, Livâ-yı İslâm, Mahfel bir tepki yarattı. Şeyhülislâmlığın öne­
ken tarihçimiz, birer halk kitabı sayı- gibi dergiler bu akımı temsil eden çe­ risi üzerine hükümetin kitabı toplama­
Iabilecek eserleriyle Türkiye’de tarih şitli derneklerin belli başlı yayın organ­ sı zorunlu oldu. Sırat-ı Müstakim ve
sevgisinin uyanmasına, tarih bilgisinin larıydı. İslâm Mecmuası ise dinin ulu­ Sebilü’r-Reşad dergileri hem Tarih-i İs­
geniş ölçüde artmasına ve tarih bilinci­ sal bir kimliğe büründürülmesinden ya­ lâmiyet’in yazarına hem de çevirenine
nin yerleşmesine önemli bir katkıda bu­ na olan Türkçülerin yayın organı ola­ ateş püskürmeye başladılar. “ Böyle bir
lundu. Gerçekten “ Müverrih Ahmed rak kalmıştır. Bütün bu dergilerdeki ya­ sahte unvanla diyaııet-i celile-i İslâmi-
Refik” , Türkiye’de Tarihi Sevdiren zılarda İslâm tarihine ve İslâm uygar­ ye aleyhinde neşr olunan” bu eseri
Adam oldu. Hasan-Ali Yücel, forma lığına ilişkin araştırmalara da yer veril­ âyandan Manastırlı İsmail Hakkı, ye­
forma yayınlanıp sınıfa ulaşan Tarih-i mekle birlikte daha çok ideolojik ko­ rin dibine batırıyor hem de Türkçe,
Umumi’nin, kendi kuşağını nasıl olum­ nu ve sorunlar ağır basmaktaydı. Bu Arapça ve Farsçaaa yazılmış derli top-
lu bir yönde etkilediğini bütün canlılı­
ğıyla bize anlatmaktadır.
Yukarda belirttiğimiz gibi, Encüme­ o\<-L»
nin temel amaçlarından biri büyük bir
Osmanlı Tarihi ortaya koymaktı. Ta­
sarlanan Osmanlı Tarihi'nin I. cildi Ne-
cib Asım ve Mehmed Arif tarafından ,JT — •;>U u^j.
yazıldı: “İşbu birinci ciltte OsmanlIla­
rın aslı olan Türklere ve OsmanlIların
yed-i fethine geçen memalikte kablel is­
tila hükümet eden ümem ve akvamın
ahvaline mütedair bir hulasa tertip ve
dere kılınmış, badehu devlet-i ebed
müddet-i Osmaniye’nin bidayet-i zuhu­
ru ve birinci padişah-ı âlicah Osman * • . jl
Han Gazi’nin ahd-i hükümeti nakl ve j\..;.;. b c.Gkol y-—-M —
beyan olunmuştur”. Böylece bu ciltte J li
Osmanlı tarihinin, genel Türk tarihinin
bir halkası olarak ele alındığını, Os­ . ç/1-, e.J.'d- ÇAĞDAŞ TARİHÇİLİĞE
manlı Devletinin kuruluşundan önce •..d,, DOĞRU: Tarih-i Osmanî
Anadolu’nun, Rumeli’nin ve Bizans’­ Encümeni çağdaş anlamda
tarih araştırmaları açısından
ın durumunun incelenerek tarihsel ko­ önem taşıyan bir
şulların ortaya konulduğunu görüyo­ kuru/uştur. 1910’da kurulan
ruz. Osmanlı devletinin kuruluşu ve Os­ T ...l Encümen ’in yayımladığı
man Gazi dönemi için o zam ana kadar Tarih-i Osmanî Encümeni
tarihçilerin pek dikkatini çekmeyen Mecmuası ’nda tarih
önemli kaynakların (Kemalpaşazade araştırmalannda amacın
Tarihi gibi) kullanıldığını ve bu kaynak­ <Lij 'jj-lb SL4.:— 1 "Devlet-i Osmaniye’nin
lardaki bilgilerin birbiriyle karşılaştırı­ mükemmel bir tarihini
vücuda getirmek ve Tarih-i
larak eleştirici süzgecinden geçirildiği Osmaniye ait resail ve
anlaşılmaktadır. Kitabın diğer ciltleri­ evrak ve kuyudafı tab ve
nin yayınlanamamış olması bu önemli neşr etmektir”
girişimin yarıda kalmasına neden ol­ denmektedir.
muştur. Cumhuriyetin ilanından sonra
TARİHÇİLİK VE TARİH ANLAYIŞI
Tanzimat'tan C um huriyete Tarihçilik

lu bir İslâm tarihi bulunmadığını teslim başlığını taşıyan bu çevirinin ancak 10 U İSKİT Server, Türkiye 'de Neşriyat Hareketle­
ri Tarihine Bir Bakış, İstanbul, 1939
ediyordu (Sırat-ı Müstakim, 12 (1325) cildi yayınlanabilmiştir (İstanbul, 1329­ D İstanbul Kütüphaneleri Türkçe Tarih Yazma­
ve sonraki sayılar). Eleştiriler Dr. 1331, 11. cilt yeni harflerle, İstanbul, ları Kataloğu, İstanbul, 1943
Dozy’yi olduğu kadar Dr. Abdullah 1941). D KARALEnverZiya, ‘ Osmanlı Tarihinde Türk
Cevdet’i de hedef alıyordu. Özellikle Meşrutiyetten sonra tarihçiliğimiz, Dili Sorunu”, Bilim Kültür ve Öğretim Dili ola­
rak Türkçe, Ankara, 1978
Abdullah Cevdet’in kitaba yazdığı ön­ yeni Türkiye devletinin kurulmasıyla □ KORAY Enver, Türkiye Tarih Yayınları Bib­
söz ve eklediği notlar, bu eleştirilerin ulusal ve çağdaş bir aşamaya geldi. D liyografyası, 1729-1955, İstanbul, 1959
başlıca kaynağıydı. Dr. Abdullah Cev­ □ Köprülüzade Mehmet Fuat, Millî Edebiyat Ce­
KAYNAKÇA reyanının İlk Mübeşşirleri, İstanbul, 1928
det, bu tepkiler karşısında biraz gerile­ D KURAN Ercümend, ‘Ottoman historiography
mekle birlikte Şeyhülislâmlığa, İtalyan D AKÜN Ömer Faruk, ‘‘Namık Kemal”, İslâm of the Tanzimat period”, Historians o f the
Doğubilimcisi Leone Caetani’nin An- Ansiklopedisi (İA), VH M iddleEast (yay. B. Lewis, P.M. Holt), Lon-
nali del'Islâm adlı Katolik gözüyle ya­ U Ali Kemal, Raşid Müverrih mi? Şair mi?, İs­ don, 1962
tanbul, 1334 □ KÜTÜKOĞLU Bekir, ‘ Vekayinüvis”, İA ,
zılmış büyük eserinin Türkçeye çevril­ □ BABİNGER Franz, Osmanlı Tarih Yazarları cüz. 128-129
mesini önerdi (bu kitap Hüseyin Cahid ve Eserleri (çev. Coşkun Üçok), Ankara, 1982 U LEVEND Agah Sırrı, Türk Edebiyatı Tarihi,
tarafından çevrilmiş \92A-H yılları ara­ □ BAYSUN M. Cavid, ‘ Cevdet Paşa. Şahsiye­ 1, Ankara, 1973
sında 10 cilt olarak yayınlanmış fakat tine ve ilim sahasındaki faaliyetine dair”, Tür­ □ LEWİS Bernard, ‘ History writing and natio-
kiyat mecmuası, Xl, 1954 nal revival in Turkey’’, Middle Eastern A ffa-
tamamlanmamıştır). D BERKES Niyazi, Türkiye'de Çağdaşlaşma, irs, 1V, 1953
Batı dillerinden yapılan çeviriler, II. Ankara, 1973 □ LEWİS Bernard, Modern Türkiye'nin Doğu­
Meşrutiyet tarihçiliğinde önemli bir yer U BERKTAY Halil, Cumhuriyet İdeolojisi veF'u- şu (çev. Metin Kıratlı), Ankara, 1970
at Köprülü, Ankara, 1983 MANTRAN Robert, ‘ Les 6tudes historiques
tutmaktadır. Ünlü Fransız tarihçisi D Bursalı Tahir, Osmanlı Müellifleri, Ltanbul, en Turquie depuis 1923”, Anadolu,XW , 1952
Charles Seignobos’un Tarih-i Medeni­ 1334-1342 □ MANTRAN Robert, “L’orientation des 6tu-
yet (çev. A.Refik, İstanbul, 1328,3 cilt) D EMİL Birol, Mizancı Murad Bey Hayatı ve des historiques en Turquie”, Revue historique,
ve Tarih-i Siyasi 1814-1896 (çev. Ali Re- Eserleri, İstanbul, 1979 234, 1965
şad, İstanbul, 1324-1326) gibi eserleri D Fatma Aliye Hanım, Cevdet Paşa ve Zamanı, □ MERİÇ Ümit, Cevdet Paşanın Cemiyet ve
İstanbul, 1332 Devlet Görüşü, İstanbul, 1979
ilk akla gelen çevirilerdir. Engelhardt’ın □ Felsefe Kurumu Seminerleri, Ankara, 1977, (3. D ÖLMEZOĞLU Ali, “Cevdet Paşa”, İA , 111
Türkiye ve Tanzimat başlığını taşıyan bölümde Türkiye’de Tarih Eğitimi Seminerine □ TANPINAR Ahmet Hamdi, “Ahmet Vefik
eseri de Ali Reşad tarafından dilimize sunulan bildiriler ve tartışmalar) Paşa", İA , 1
□ GEORGEON François, A u x origines du nati- D TANPINAR A.H., XI X. A sır Türk Edebiyatı
çevrilip yayımlanmıştır (İstanbul, onalisme turc: YusufA kçura (1876-1935), Pa­ Tarihi, İstanbul, 1956
1328). Mehmed Atâ Bey, Hammer’in ris, 1980 D TEKİNDAĞ M.C. Şehabeddin, “Osmanlı Ta­
ünlü Osmanlı Tarihinin Fransızca çe­ D GÖKMAN Muzaffer, Tarihi Sevdiren Adam. rih Yazıcılığı”, Belleten, XXXV/140, 1971
virisini esas alarak Türkçeye çevirme­ Ahmet R efik Altm ay, İstanbul, 1978 □ TUNAYA Tarık Zafer, İslamcılık Cereyanı, İs­
U GÜNYOL Vedat, Yeni Türkiye Ardında, İstan­ tanbul, 1962
ye başlamış ve bu tarihin bütün Doğu bul, 1976 D YİNANÇ Mükrimin Haü!, “Tanzimattan Meş­
kaynaklarını kontrol etmek suretiyle D Halil Ethem, Fihrist-i Umumi, İstanbul, 1928 rutiyete kadar bizde tarihçilik”, Tanzimat I, İs­
eksiklerini gidermeye, yanlışları düzelt­ □ HANİOĞLU M. Şükrü, Bir Siyasal Düşünür tanbul, 1940
meye çalışmıştı. Böylece ortaya büyük Olarak Doktor Abdullah Cevdet ve Dönemi, □ Yusuf Akçuraoğlu, ‘ Türkçülük”, Türk Yılı,
İstanbul, 1981 I. 1928
bir emek ürünü olan bir çeviri çıkma­ D HEYD Uriel, Türk Ulusçuluğunun Temelleri □ Yusuf Akçura, Üç Tarz-ı Siyaset (yay. Enver
ya başladı. Devlet-i Osmaniye Tarihi (çev. K. Günay), Ankara, 1979 Ziya Karal) Ankara, 1976

ULUSLARARASI PLANDA: Türk tarihi üzerine araştırmaların yaygınlaşması Batı’da da değişik örgütlenmelere yolaçtı. Bu arada
araştırma yapan, kitap yayımlayan birçok Batılı yazar dönem dönem düşüncelerini tartışmak için bir araya gelerek kongreler
düzenlediler. Bu kongretere Osmanlı aydınlan da katıldı. 5 Eylül 1898’de Paris'te toplanan müsteşrikler kongresinde doğu dilleri ve
İslâmî eserler şubesi üyeleri.
t a r ih i e s e r l e r v e
MÜZECİLİK

. w Ai»* -m —
■■' :.Ç>; İ; fîJP l M.rfcS *
V t ı lr:vm v%
!
■J,
N E H A > 1 D Y 'B 1
-’'J, I>lHL CTEUR
'■i} uu - " t s r r : iM P:entA t / i ı
' , M .
.. j , /„y,
, . lf1 8 H 9 0 6 ./>

^ v"

Arkeoloji Müzesi ve Kuruluşu


Prof. Dr. Semavi Eyice
Askeri Müze
Tahir Nejat Eralp

ÇERÇEVE YAZI

D T a n z i m a t ’t a V i l a y e t l e r d e E s k i E s e r T a r a m a s ı
D o ç . D r . İlb e r O rta y lı

Bu konuda ayrıca Mimarlık maddesine bakınız.


1596

Arkeoloji Müzesi ve Kuruluşu


Semavi Eyice

Eski çağlardan kalmış, programlı ve kurtarıldığı ve bugünkü müzelerimize


tesadüfen yapılan kazılarda elde edil­ geçtiği de bir gerçektir. Topkapı sara­
miş eski eserlerin taplanıp muhafaza yı denilen Saray-ı Cedid’in birinci av­
edildiği, eski adıyla Asar-ı Atika, Batı lusunda bulunan, Bizans’dan kalma
dillerinden alınan adıyla ise Arkeoloji Hagia Eirene kilisesi, İç Cebehane şek­
müzelerinin Avrupa’da oldukça erken line sokularak, bütün Osmanlı tarihi
bir dönemde kurulmasına karşılık, biz­ boyunca bilhassa savaş ganimetleri ola­
de benzerleri çok yakın tarihlerde doğ­ rak ele geçirilen çeşitli silâh ve savaş
muştur. Konya’nın ortasında yükselen âletleri burada depolanmış, böylece bu­
ve bir höyük olan yığına tepenin etra­ günkü Askerî Müze’ınizin özü meyda­
fını surlarla çevreleyen Selçuklular, bel­ na getirilmiştir. Ayrıca çeşitli mimarî
ki Türk tarihinde ilk müze denemesini eserler de geçmiş çağların ve medeni­
yapmışlar ve ellerine geçen her döneme yetlerin kalıntıları olan taş organların
ait her çeşit işlenmiş taşı bu sur duvar­ devşirme malzeme olarak ikinci defa
larının dış yüzlerine yapıştırara k sergi­ kullanıldıkları görülür. Devşirme mal­
lemek suretiyle bir bakıma bir müzed zemenin böylece değerlendirilmesi, ya­
anlayışıyla davranmışlardır. Ne yazık bancı da olsa güzel bir parçanın hem
ki, Konya surlarından bugün hiçbir iz korunmasını hem de onun yeni bir mi-
kalmamıştır. Fransız seyyahı Leon de marîdüzenin içinde sergilenmesini sağ­
Laborde (1807-1869), 1837’de yayınla­ lıyordu. Bu davranış da bir bakıma mü­
nan büyük Voyages en Asie Mineure et zeci tutumunun belirtisi sayılabilir. Fa­
en Syrie başlıklı eserindeki gravürlerde kat bu saydığımız birkaç örnek tam an­
bu sur duvarlarını ve kapıları, onları lamıyla bir müze kuruluşu da sayıla­
süsleyen kabartmalar ve heykellerle tas­ maz.
vir etmiştir. Bunlar arasında, duvara
saplanmış bir konsol üzerine yerleştiril­ T ü r k M ü z e c iliğ i
miş başsız çıplak bir erkek heykelinin Türk müzeciliğinın temeli, Tanzi­
varlığı bilhassa dikkat çekicidir. Böy- m at’ın ilânından sonra 19. yy’ın orta­
lece Türk müzeciliğinin çok uzak geç­ larında, Sultan Abdülmecid (1839­
mişini ve öncülüğünü Selçuklular dö­ 1861) yıllarında Tophane-i Amire Mü­
nemine, 13. yy’a kadar indirmek müm­ şiri Fethi Ahmed Paşa’nın (1801-1858)
kündür. gayretiyle atılmıştır. Rodosluzâde lâka­
Osmanlı döneminde ise çeşitli eski bıyla tanınan Fethi Ahmed Paşa çok iyi .
eserlerin, korunmaları gayesiyle depo­ bir asker, büyük kahramanlıkları olan
landıkları ve böylece saklandıkları gö­ bir komutan, dirayetli bir devlet ada­
rülür. Bu tutum her ne kadar çağımı­ mıydı. Sultan Abdülmecid’in ablası
zın müzeciliğine ters düşmekte ise de, Atiye Sultan ile evlendiğinde Saray’a
pek çok eserin böylece yok olmaktan damat olmuş, birkaç defa çeşitli neza-

MÜZECİLİĞİN GEÇMİŞİ: Türk


müzeciliğinin kökenleri Selçuklular
dönemine kadar uzanır. Osmanlı
döneminde ise eski eserlerin korunması
amacıyla depolandıkları görülmüşse de,
tüm bu çabaları gerçek anlamda
müzecilik sayamdyız. Ahmed Fethi
Paşa'nın temelini attığı Türk müzeciliği
Tanzimat’tan sonra gelişmiştir. Ahmed
Fethi Paşa, Batı kültürüne açık,
elçiliklerde bulunmuş, Tophane Müşirliği
yapmış bir kişidir. Osmanlı Devletinde
ilk müzeyi İstanbul’da St. irene
Kilisesinde kuran Ahmed Fethi Paşa.
1597
TARİHİ ESERLER VE MÜZECİLER
Arkeoloji Müzesi ve Kuruluşu

le bir de hatıra madalyası bastırılmış­ m izi inkâr etmeyecek biçimde, bütün


REVUE
tır. Osmanlı dönemi boyunca İç Cebe- duvar yüzleri tüfekler, kılıçlar, çeşitli
modellerden tabancalar, bizim Askerî
archhologmue IIU HfcCUEtL
ıane olarak adlandırılan Hagia Eirene
kilisesi, artık Harbiye Anbarı olmuş, M üze’mize de ters düşmeyecek biçim­
avluyu saran revakların araları came- de askerî bir simetriyle düzenlenerek
DKDOCUMENTS ET UE Mf:MOüiES kânlarla kapatılarak bu revaklar kolek­ kaplanmıştır. Fakat Türkler’de büyük
siyonlara ayrılmıştır. Bu iki galerinin hayranlık uyandıran ve onları gururlan­
A1‘tTBKm HHIUTI; IU«VlflSMaTNPEETIUMULNlE
M DUlıi0JE:'4At* avluya açılan mermer söveli kapılarının dıran bu şatafatlı süslemenin, Avrupalı
M M ı par Ira pılaalpaaa üstünde, bir tarafta Mecma-ı esliha-ı bir seyyahı şaşırtacak bir tarafı yoktur.
âtika, diğer tarafta Mecma-ı âsar-ı âti- Fakat esas ilgi uyandıran apsisin dibin­
emplakcuk» cııvia irinli u » aortajetti qik.l ka yazıları bugün hâlâ durmaktadır. de, galeriye dönüştürülmüş bir mahfel-
Böylece bu galeri şeklindeki uzun me­ de muhafaza olunan tarihi silâhlar ko­
!.E Ml'Si'.K SAINTFMRKNF kânlardan biri eski silâhlar koleksiyo­ leksiyonudur’’.
+or W . AL»ı:l\TDO.OJIT nuna, diğeri ise eski yâni arkeolojik İlk M ü ze' K a ta lo ğ u
eserler koleksiyonuna tahsis edilmiş Kuruluşundan yirmi yıl kadar sonra
PARİS oluyordu. Fransız yazarı Maxime du bu küçük müzenin ilk defa olarak ba­
Camp, 1850 Kasımı’nda Aydın’da hü­ sit bir kataloğu A. Dumont tarafından
BtR KATALOG: Hagia Eirene’de (St. kümet konaği yapılırken bulunan Ro­
irene) kurulan müzenin kata/ağunu 1867’de hazırlanıp yayınlanmıştır. Re­
ma çağına ait bir tiyatro artistini sem­ vue Archeologique’in 1868 yılındaki cil­
hazırlayıp, Revue Archeo/ogique’in
1886’daki cildinde yayımlayan Fransız bolize eden bir heykeli satın almak is­ dinde (s. 237-263) basılan bu makale Le
arkeolog A. Dumant, bu katalogta temiş, fakat bu alışveriş başarıya ula­ Musee Sainte-lrene iı Constantinople,
müzedeki heykelleri, toprak ve madeni şamamış, az sonra da aynı parçaya is­ Antiquites grecques, greco-romaines et
eserleri tarif etmektedir. Eski Osmanlı tanbul’daki küçük müzede rastlamıştır. byzantines başlığıyla çıkmıştır. Dumont
kıyafetleri müzesinde bulunan bazı Böylece Devlet’in çeşitli köşelerinden daha ilk satırlarda bu koleksiyonu pek
eserlerin de yer aldığı katalog bu konuda buraya arkeolojik parçalar gönderildi­ çok arkeoloğun farkına bile varmadı­
ilk olması bakımından önemlidir. ği ve bu hususda bazı memurların hay­
A.Dumont’un kata/oğu. ğını, görmek isteyenlerin ise özel bir izin
li hassas davrandıkları anlaşılır. 1850 almak gerektiğinden bu formalitelerden
sonlarında İstanbul’a gelen tanınmış bezdiklerini belirtir. “Hagia Eirene’nin
retlerde bulunmuş, elçilik yapmış, ikin­ Fransız yazan Gustave Flaubert (1821­ galerilerinde heykeller, kitabeler, ka­
ci defa atandığı Tophane Müşirliği’nde 1880) de 18Kasım günü Saray’daki mü­ bartmalar intizamsız biçimde sergilen­
1843’den 1858’e kadar ondört yıl kal­ zeyi ziyaretini yol günlüğünde kısaca miştir. Birçok eser önlerine konulan ar­
mış ve bu görevdeyken 56 yaşında bu anlatır: burada maskeli bir komedyen keolojiyle ilgisiz eşya yüzünden yeter­
dünyadan göçmüştür. FethiAhmed Pa­ heykeli, birkaç büst, birçok çömlek, siz olarak incelenmekte, başkaları ise
şa, Batı kültürüne açık, uyanık tabiat­ Mısır resimleri ve yazısıyla süslü iki taş bakımsızlıktan, hatta rütubetten her
lı bir kişi olarak tanınmıştı. Kuzgun­ görmüştür. gün biraz daha fazla zarar görmekte­
cuk’taki yalısı (şimdi Şevket Mocan ya­ Bu pek küçük “ ilk müze” yi gören­ dir. En üzücü nokta, her eserin geldiği
lısı olarak bilinen) değerli eşya ile dö­ lerden biri de tanınmış Fransız yazarı yerin güvenilir bir notla bildirilmiş ol­
şenmişti. Ünlü Fransız yazar, şair ve ve sanat eleştiricisi Theophile Gautier’- mayışıdır. Boşlukta oldukları için ko­
hükümet adamı Alphonse de Lamarti- dir (1811-1872). 1852’ye doğru, yâni layca yer değiştirebilen etiketler, genel­
ne (1790-1869), 1833’de İstanbul’a gel­ müzenin kuruluşundan sadece 4-5 yıl likle çok sıradan sözlerle eşyanın men­
diğinde tanıdıği Ahmed Paşa’yı, “ ...her kadar sonra İstanbul’a gelen Gautier, şeini İstanbul dışında bulunmuştur
bakımdan bir A vrupalı’y a benzeyen bu ilk koleksiyonu şu surette anlatır: cümlesi ile bildirir. ” Dumont bu önsö­
genç ve zarif bir Osmanlı diplomatı...’’ “Bir ilerleme gösteren, dikkate değer zünü, Osmanlı Devleti’nin bütün bu es­
olarak tarif eder. Sultan Abdülmecid bir özellik de, Harbiye Anbarı yapılan ki eserleri tasnif edecek Batılı bir arke-
(1839-1861) döneminde 1850’de ikinci ve Saray’ın müştemilâtından olan eski oloğu bu göreve davetini temenni etti­
gelişinde ise, Fethi Ahmed Paşa’mn Bo­ Hagia Eirene kilisesinin önündeki av­ ği cümlesiyle bitirir. Bu Fransız arkeo-
ğaziçi’ndeki güzel yalısını kısaca anar. luda çeşitli antik eşyanın toplanmış ol­ loğu ayrıca Hagia Eirene’yi bir Bizans
Paşa’nın ilk müzeyi kurma deneyi, Ha- masıdır: bunlar heykel başları, gövde­ mimarî anıtı olarak övdükten sonra, ye­
gia Eirene (St.İrene) kilisesinde, çeşitli leri, kabartmalar, kitabeler, liihitler ni ve muhteşem büyük bir greko-bizan-
eski silahları toplaması suretiyle oldu. olup, bir Bizans müzesinin nüvesini teş­ ten müzenin, yapılsa bile onun bu bi­
Bu işe tam olarak hangi tarihde başlan­ kil ederler. Her günkü yeni buluntula­ naya erişemeyeceğine de işaret eder.
dığı kesin olarak bilinmez. Fakat 1846 rın katılmasıyla bu koleksiyon hayli il­ Dum ont’un bildirdiğine göre, burada
veya 1847’de yapıldığı sanılır. Nitekim gi çekici olabilir. Kilisenin yanında, Yu­ Yunan, Roma, Erken Hıristiyan ve Bi­
Müzeler İdaresi bunlardan 1846 tarihini nan haçlarıyla bezenmiş porfir taşından zans eseri bulunmakta olup, bunlar ca­
esas kabul ederek 100. yıldönümü olan iki veya üç liihit herhalde evvelde impa­ mekânlı dolapları olan kapalı büyük bir
1946’da bir anma töreni düzenlemiş, bu rator ve imparatoriçelerin cesetlerini salonda, bu salonun önündeki açık av­
vesileyle Türk müzecilik tarihi hakkın­ muhafaza ediyordu. Kırılmış kapakla­ luda ve Harbiye Anban’mn girişinin so­
da o yılların müze müdürleri tarafından rından yoksun bu liihitlere biriken gö­ lunda bulunan açık avluda serğilenrnek-
yayınlar yapıldığı gibi, bir tarafında ğün yağmur sularını, kuşlar sevinçli tedir.
Fethi Ahmed P aşa’nın, diğer yüzünde ötüşleriyle içmeye geliyorlardı. Hagia A. Dumont’un küçük kataloğunda,
Eirene kilisesi olan yapının resimleriy­ Eirene’nin içinde, bizim Askerî M üze’- buradaki heykeller, toprak ve madeni
1598
TARİHİ ESERLER VE MÜZECİLER
Arkeoloji Müzesi ve Kuruluşu

ÖNEMLİ BİR GELİŞME: Maarif


Nazırlığı sırasında değerli hizmetleri olan
Safvet Paşa müzecilik konusunda da
yararlı çalışmalarda bulunmuştur.
Vilayetlere genelgeler göndererek,
arkeolojik eserlerin toplanmasını ve
İstanbul’a gönderilmesini izleyen Safvet
Paşa ’nın bu çabaları sonunda birçok
değerli eser korunabilmiştir. Safvet
Paşa’nın müze müdürlüğüne atadığı
Edward Goold envanter tutarak
Fransızca bir katalog bastırmıştır. Ali
Paşa’ya ithaf olunan bu katalogta birçok
eserin tarifiyle resimler yer almıştır. Ali
Paşa’ya sunulan katalog (solda),
arkeolajik eserlerin su yüzüne çıkmasında
emeği geçen Suriye valisi Abdüllatif
Suphi Paşa(sağda).

eserler tarif edilmekle beraber, araların­ çümseyerek tarif eder: ”Sultan Abdül- hayatını anlatmak zevkinden mahrum
da Sultanahmet meydanı kenarında İb­ mecid döneminde, tesadüflerin İstan­ kaldığını da bildirir. Böylece hemen he­
rahim Paşa sarayında Elbise-i Âtika bul’a sürüklediği arkeoloji eserleri, Ha­ men ayrn yıllarda Beyoğlu muhitinde E.
adıyla kurulmuş olan eski Osmanlı kı­ gia Eirene’nin müzeden çok bir at ahı­ Goold’u tanınuş olan bir Alman ile bir
yafetleri müzesinde bulunan bazı arke­ rına benzeyen bir ek binasına konul­ Fransız birbirine zıt görüşler ortaya ko­
olajik eserler de yer almaktadır. Yeni­ muştur. Esas bina bir Silâhhane (Zeug- yarlar.
çeriler Müzesi (Musee des Janissaires) haus-Armorium) olduğundan bu müze­
de denilen bu koleksiyon da sonraları İria n d a lı M ü z e M ü d ü rü
yi, yığılmış eserleri görmek isteyenler
Hagia Eirene’ye taşınmış ve galerilere ancak Tophane müşirinin izniyle içeri Müze m üdürü olarak Edward Go-
yerleştirilmişti. Bunlardan sağlam ka­ girebilirler. "Osmanlı Devleti, Anadolu old’un oldukça önemli çalışmaları ol­
labilen mankenler şimdi Askerî Müze’- ve Türkler’i çok iyi tanımakla beraber duğu anlaşılmaktadır. Bu bakımdan
dedir. 1850’li yıllarda hâlâ bazı greko­ yazılarında daima Türkler’i küçümse­ Mordtmann’ın hücumlan bizce aşırı ve
romen parçaların Elbise-i  tika’da mu­ yen, fakat buna rağmen 1811’den beri hatta haksızdır. Birçok yayınlarda Go-
hafaza olunduklarının sebebi anlaşıl­ Türk toprağında yatan Mordtmann’ın old’un, Safvet Paşa’nın (1814-1883)
maz. Toplanmış eseriere ilk defa müze bu görüşlerine karşılık, İstanbul’da M aarif nâzırlığı sırasında bu göreve
adı Ali Paşa’nın (1815-1871) sadrâzarn- Fransızca bir dergi yayınlayan Alfred atandığı bildirilmektedir. Gerçekten de
lığı ve Safvet Paşa’mn (1814-1883) Ma­ de Caston ise 1868’de Paris’de basılan değerli bir devlet adamı olan Safvet Pa­
arif nâzırlığı (Millî Eğitim bakanlığı) sı­ Costantinople en 1869 (!) - Histoire des şa, l l Zilkade 1284 (Ocak/Şubat 1868) .
rasında verildi. Koleksiyon Müze-i Hu- hommes et des choses başlıklı kitabın­ ve 20 Receb 1288 (Ağustos/Eylül 1871)'
mayûn adım alırken, başına da 8 Tem­ da, “ Galatasaray Sultanîsi’nin ders nâ- tarihleri arasında M aarif nezaretinin
muz 1869’da Galatasaray Sultanisi öğ­ zır M. Goold’un İstanbul’da yaşayan başında bulunmuş, bu sırada Müze-i
retmenlerinden Edward Goold adında Avrupalı’ların en ilgi çekicilerinden” Humayiin’un yeniden düzenlenmesi
bir İngiliz atanıyordu. Müze-i Huma- olduğunu yazdıktan sonra, onun ‘‘İn­ için çalışırken, Galatasaray Sultanîsi’-
yiin’un başına getirilen E.Goold hak­ giltere’nin en eski ve en yüksek soylu­ ni (1868), yeni binasında ikinci defa Da-
kında pek az şey bilinir. O çağın İstan­ larından ve Büyük Britanya’nın en bü­ rülfünun’u (1876); ve öğietmen yetiş­
bul’da yaşayan yabancıları arasında da y ü k adlarıyla akraba bir aileden geldi­ tirmek üzere Darülmuallimat’ı kurmuş­
onun hakkında görüşler birbirine tarna- ğini, Avusturya ordusundayüksek rüt­ tur. Aynı zamanda çok meraklı bir ko­
men terstir. Uzun yıllardır Türkler ara­ beyle subaylık yaptığını ve bu saygıde­ leksiyoncu olan Safvet Paşa’nın Go-
sında yaşayan A.D. M ordtmann’a ğer (honorable) kişinin engin bilgisiyle old’u çok büyük ölçüde desteklediği an­
(1811-1879) göre, “ Sadrâzam Âli Pa­ sarsılmaz hoşgörürlüğünü, geleceğin laşılır.
şa tarafından 1869’da, İngiliz elçiliği­ vatandaşlarını yetiştirmeye ve onlara Safvet Paşa viiâyetlere genelgeler yol­
nin tavsiye ettiği ve İstanbul’da çok ka­ yol göstermeye harcamaktadır”’ diyerek layarak, arkeolojik eserler toplamala­
ranlık bir şöhreti olan Mr. Goold adın­ tarif eder. A. de Caston’a göre Goold, rını ve bunları iyice paketlenip sandık­
da Katolik iriandalı biri” müzenin ba­ 1867 veya 1868’de, Doğu’da öğretim lanarak İstanbul’a gönderilmelerini ıs­
şına getirilmiştir. M ordtmann, üzerine hakkında çok dikkat çeken ve mükem­ rarla istiyordu. Kuzey Afrika’da Trab­
adım koymadığı, sadece “ Bir Osmanlı” mel bir de kitap yayınlanuştır. Bu sa­ lus (-u Garbî) vâiisi Ali Rıza Paşa ile
imzasıyla 1877-1878’de iki cilt halinde tırların sonunda yazar, yeı azlığı yüzün­ müsteşarı Karabella Efendi, Selânik vâ-
basılan bu kitabında (Stambul und das den, okuyucuyu çok ilgilendireceğinden lisi Sabri Paşa, Girit’te Lasiti mutasar­
Moderne Türkenthum), müzeyi de kü­ emin olmakla beraber Sir E. Goold’un rıfı Kostaki Paşa Adossides, Konya vâ-
TARİHİ ESERLER VE MÜZECİLER
Arkeoloji Müzesi ve Kuruluşu

lisi Abdurrahman Paşa, eser gönder­ mak istiyor, bu arada arkeolojik olma­ mıştır. Bu 58 sayfalık kitap Ali Paşa’-
mek hususunda en gayretli çıkan ida­ yan şeyleri de (bir balina iskeleti gibi) ya ithaf olunmuş ve 1871 yılının ilk ay­
reciler olmuştur. Goold bir taraftan da gönderiyordu. Ali Rıza Paşa’nın Hü- larında baskıdan çıkmıştır. Calatogue
bizzat araştırmalar yaparak eser topla­ davendigâr vilâyetine atanması' üzerine explicatif, historique et scientifique
maya çabalamıştır. 1869 Temmuz’un- Bursa’ya onunla giden Karabella Efen­ d ’un certain nambre d ’objets contenus
da yâni müdürlüğe atanmasının hemen di, aynı gayreti burada da göstermiştir. dans le Musee Imperial de Constanti-
arkasından Kapıdağ yanmadasında Onun bütün isteği Goold’un yanında, nople fonde en 1869 sous le Grand Vi-
Kyzikos harabelerine giderek oradan Müze-i Humayûn’a, vilâyetlerde dolaş­ zirat de Son Altesse Aa/i Pacha başlı­
bir hayli eski eserle döndüğü bilinir. Ar­ maya ve eser toplamaya selâhiyetli mü­ ğıyla yayınlanan kitapta 147 parça ese­
keoloji müzesinin mükemmel bir kata- dür muavini olmaktı. 1870’de böyle bir rin tarifiyle Limonciyan adında bir res­
loğunu yapmış olan G. Mendel, bu ku­ görevin verileceği söz verilmiş gibiyse samın çizerek litografya olarak basılan
ruluşun tarihçesini verirken, elinden ge­ de, bu atama hiçbir vakit gerçekleşme­ 10 resim yer almıştır. Müze’nin içinde
çen Goold ile ilgili bir dosyanın (dossi- miştir. Ancak 1874’de Fransız arkeo- padişahın burayı ziyaretinde kısa bir sü­
er Goold) varlığından bahseder. Bütün loğu G. Perrot ile birlikte Kyzikos’da re dinlenmesi için bir kısım bölünerek
araştırmalanınıza rağmen bugüne ka­ bir kazı yapmıştır. Fakat bu pek merak­ burası minyatür bir saray odası biçi­
dar ne yazık ki, bu dosya bulunama­ lı amatör arkeoloğun bazı çok değerli minde bezenmişti. Herhalde ilk yapıl­
mıştır. parçaları kendisine sakladığı da anla­ dığında içinde süslemesine uygun Batı
Edward Goold’un eski eser sağlayan şılır. G oold’un müzede 288 sayfalık bir üslûbunda mobilyalar da olan bu renkli
aracılarından Titus Karabella (veya Ca- envanter defteri tuttuktan başka, ilk nakışlı, altın yaldızlı küçücük oda, es­
rabella) her türlü eski şeye merakı olan kataloğu da Fransızca olarak yazıp bas­ ki kilisenin ana mekânıyla eski avlusu
garip bir kişiydi. Trablus’un her tara­ tırdığı biliniyor. Son derece nâdir olan arasındaki kısımda bugün hâlâ görüle­
fında kazılar yaparak eski eserler bul­ bu kataloğa sadece seçme eserler alın­ bilir.

Tanzimat’ta Vilayetlerde Eski Eser Taramasi


İLBER ORTAYLI

Tanzimat döneminde Osmanlı görünüyor) raporda, bulunan taşların eserlerin sancak merkezinde bir de­
imparatorluğu'nun dört biryanındaki “saye-i şevketvaye-i cenab-ı şehriya- poda saklandığı da açıktır. Bu depo­
eski eserlerin tespiti ve toplanması gi­ ride tanzim kılınmış olan müzeye va'z ya her ne kadar müze demek mümkün
bi bir faaliyete de girişilmiştir. Dönem olunmak üzere hiçbir taraflarına halel değilse de, idarecilerin böyle eski eser
içinde İstanbul'da kurulan ilk müze dı­ getirilmeden nakli için” talimat bekle­ toplayıp depoladığı ve merkeze bildir­
şında; vilayetlerde de yerini, şeklini ve niyor. Mutasarrıf daha önce Kasım dikleri görülmektedir. Gene aynı tarih­
kapasitesini henüz bilemediöimiz ba­ 1847' de (27 Şevval 1263) bu tarafa lerde Haleb eyaletinden yazılan bir
zı depoların düzenlendiği yazışmalar­ tayin edildiğinden beri memurlar gö­ tezkirede, Haleb malmüdürü bulduk­
dan anlaşıimaktadır. Bundan başka revlendirip, devamlı asar-ı atlka taharri larının bir listesini bildirmekte ve mü­
daha sonraki yıllarda eski eserlerle il­ ettiğini bildirmektedir. Bu bulunan zeye va'z olunmak üzere devletlu Fet­
gili olarak çıkarılacak nizamnamelerin hi Paşa hazretlerine teslim ve takdi­
kuralları da gene bu dönem içindeki minden sözetmektedir. Bulunan ça­
uygulamalar sayesinde biçimlenmiş­ nak çömlek, heykel ve meskukatın lis­
tir. tesi ekte yer almaktadır (Başb. Arş.
Öneğin Bâbıâlî'nin 1840'larda vila­ irade Dahiliye tasnifi-Nr: 8520 8 Mu­
yetlere: bulunan eski eserlerin tespit harrem 1 264 ve aynı tasnif Nr: 8060
ve değerlendirilmesi ve kıymetli olan­ 4 Şevval 1 263 ve No: 8207, 27 Şev­
larının merkeze gönderilmesi konu­ val 1 263).
sunda bir genelge gönderdiği, vilayet­ Bundan başka: vilayetlerde bulunan
lerden gelen cevabi rapor ve yapılan eski eser ve paralar merkeze bildiril­
arama faaliyetlerinden anlaşılmakta­ mekte ve işlemler bürokrasinin ölçü­
dır. Aralık 1847'de (8 Muharrem leri içinde süratle sonuçlandırılmak­
1264) Kudüs mutasarrıfı Gazze san­ taydı. Genellikle halktan meskükât ve
cağındaki Askalan(?) denen mevkideki değerli bir parça bulana üçte biri ve­
kabartmalardan söz etmektedir. Mu­ riliyor ve bedeli süratle ödeniyordu ki,
tasarrıf “antika mermer üzerindeki ka­ bu uygulama sonraki Asar-ı atika ni­
bartm aların eskizini de çizdirerek zamnamelerine temel olmuştur. Örne­
göndermiştir. Bir Eros grubu ve sfenk­ ğin Mart 1852'de (14 ca 1268) Sam-
sten oluşan bu kabartma için verdiği sad kazasında (ki bugün su altında ka­
izahat ve tarihlendirme pek doğru ol­ lacak olan ünlü bir kazı merkezimiz­
mamakla beraber (o bunu 3 bin yıllık dir) Göşoğlu Mehmed'in hanesinde
diyor, oysa Helenistik bir eser olarak M eskukat idaresi müdürü Hakkı Bey. kazılan kuyudan çıkan 65 adet altın
1600
TARİHİ ESERLER VE MÜZECİLER
Arkeoloji Müzesi ve Kuruluşu

yalı’nın evvelce de müze idaresinde gö­


revli olduğu sanılır; fakat bu husus ke­
sin değildir. Ayrıca Goold’un kitabına
m ü z e -İ h ü m a y u n resimler yapan Ermeni ressam Limon-
MÜDÜRLÜĞÜ: Ahmed ciyan’ın 1880’de müzedeki görevinden
Vefik Paşa’nın Maarif
Nazırı olmasıyla birlikte istifa ettiği bilindiğine göre onun da
Müze-i Hümayun Goold döneminden itibaren müzede ça­
Müdürlüğü ’ne Dr. Philipp lıştığı anlaşılmaktadır. Kısacası Müze-
Anton Dethier getirildi. i Humayûn’da bu ilk yıllarda bir kad­
İstanbul’da Sultanahmet ro vardır. Sanatkârlar Ansiklopedisi’-
Meydanı ’ndaki Yılanlı nde adı geçmediğine göre Terenzio’nun
Sütunun çıkarılmasında ve ressaınlığının pek makbul olmadığı tah­
yazılarının okunmasında min edilir. Terenzio, Avusturya elçisi
bulunan Dethier, Freiherr von Prokesch-Osten’in tavsi­
İstanbul’un eski eserleri ve
topoğrafyası hakkında yesi üzerine atandığına göre, yabancı
yazılar yazmış, İstanbul’un devletlerin doğmakta olan Türk müze­
fethi ile ilgili büyük bir eser sine aşırı bir ilgi gösterdikleri anlaşılır.
hazırlamıştır. Truva’da Goold’un müzeden ayrıldıktan sonra ne
yaptığı kazılar sırasında olduğunu şimdilik bilmiyoruz. Sırasel-
çıkarmış olduğu eserleri vi sokağı no.122’de oturan Goold, 1873
dışarıya kaçıran yılı sonlarında doğrudan doğruya İngi­
Schliemann ’la ihtilafa liz Dışişleri’ne (Foreign Office) bir mek­
düşüp, mahkemelik olan tup yazarak Osmanlı Devleti’nden şi­
Dethier 1881’de ölmüştür.
Dr. P.A. Dethier. kâyetçi olmaktadır. Ricamız üzerine
Foreign Office’de dosyayı bizim için in­
celeyerek, buradaki yazışmaların kop­
Fakat E. Goold, Ali Paşa’nın ada­ dildiklerinde, Goold da görevinden yalarını sağlayan Miss Caroline Finkel’-
mıydı. Bu o dönemde, bilhassa Tanzi­ alınmış, müdürlük kaldırılmış, hangi in yolladığı yazılardan anlaşıldığı kada­
mat devlet adamları arasındaki çekiş­ unvanla getirildiği bilinmeyen Avustur­ rıyla Goold birdenbire görevinden alın­
me yüzünden tehlikeli bir durumdu. ya Lloyd acentesinin oğlu Terenzio ması ve Müze-i Humayûn müdürü ola­
Üstelik İngiliz dostu olarak bilinen Ali adında bir ressam, koleksiyonun başı­ rak maaşlarının ödenmeyişinden şikâ­
Paşa’nın atadığı bir İngilizdi. Ali Pa- na geçirilmiş, veya koleksiyonun idare­ yetçidir. Yazışmalar 29 Aralık 1873’de
şa’nın 8 Ağustos 1871’de ölümü üzeri­ sinde bırakılmıştır. Schliemann bir başlamakta, 1874 Şubatı’nda sona er­
ne Mahmud Nedim Paşa (1818-1885) mektubunda Goold’dan şikâyet ederek, mektedir. Bu yazılardan ayrıca öğreni­
Sadrâzam olduğunda, Ali Paşa’nın kul­ Terenzio’ya “ ...siz de o kişiden çok len bir husus, Goold bilhassa adını ver­
landığı bütün idareciler sebebsiz azle- çektiniz...” dediğine göre, bu Avustur- diği bir kişiden yakınmaktadır.

sikkeden, Mehmed'in hissesine dü­ eski eser kazmak için müsaade iste­
şen sikkelerin karşılığı olan 1 .175 ku- miştir. Eski eserde daha değişik bir
' ruş Emval sandığından kendisine uygulama görülüyor. ispandoni kazı
ödenmiştir (irade Meclis-i Vâlâ, No: masrafları kendine ait olmak üzere
8023 Gur. CA 1268-Harput valisin­ bulduklarının yarısını devlete yarısını
den). Bu gibi işlemler bir hayli çoktur. da kendine alacaktır (irade Meclis-i
Bulunan sikke ve arkeolajik eşyanın Vâlâ No: 5255). Gene Musul'da kazı
üçte biri karşılığı derhal bulana öden­ yapacak olan İngiliz asilzadegllnından
mekteydi. Vilayetlerden, gerek resmi Mr. Kastas da aynı koşullarda kazı
görevlilerin bulduğu, gerekse halkın müsaadesi alıyor (irade Meclis-i Vâlâ
bulduğu bu gibi eşya ve eserlerin ta­ No: 12400 19Şaban 1270). Demek
limat gereği derhal merkeze bildirildi­ ki define arayıcılarıyla, antikacı veya
ği ve kayda değer parçaların istan­ arkeologlar arasında böyle bir tefrik
bul'a gönderildiği anlaşılmaktadır. sözkonusudur. Mamafih bu izin bel­
Bu dönemde scnebilerin kazı yap­ gelerinin etraflı ve ayrıntılı sözleşme­
ması veya bazı asar-ı atîkayı götürme­ ler olmadığını ekleyelim. •
si izne bağlıdır. Uygulamada yani e s­ Bu uygulamalarla; Tanzimat bürok­
ki eser nakline verilen müsaadelerdeki rasisinin eski eserlerin değerlendiril­
kesin kural ve prensipler belli değildir. mesi ve sözkonusu alanda belirli bir
Ama kazıda bulunan para ve kıymetli görüş sahibi olduğu, müzeciliğe önem
madenin gene aynı şekilde üçte biri verildiği anlaşılmaktadır. Tanzimat dö­
kazıyıyapana yani hafîre ait olmakta­ nemi bizde bütün.eksikliklere rağmen,
dır. Tabii kazı masrafları hafîre aittir. müzeciliğin kurumlaştırıldığı bir devir-
Mesela Rusya uyruklu IspandoniC?) dir.O
Halil Fdhem llrr’m ht.tdueu hir ner.
TARİHİ ESERLER VE MÜZECİLER 1601
Arkeoloji Müzesi ve Kuruluşu

İngiliz elçiliği sekreteri Locock'un 6 1823-1827 yılları arasında tarih, klasik İlimler Akademisi yayınları arasında
Şubat 1874'te Foreign Office'de Earl filoloji, arkeoloji, sanat tarihi öğreni­ bastırmaya girişmiş ise de dört kalın cil­
Granville'e yolladığı yazıda, Goold'un mi görmüş, Bonn'da öğretmen olarak di biten bu büyük eserin pek anlaşılına-
İstanbul'daki bir gazetenin idaresinde hayata atılmıştır. İlk eserini 1832'de ve­ yan bir sebepten baskısı durdurulmuş
çalıştığı ve kaybettiği yerin o sırada bir ren Dethier, Berlin'e göçerek, orada ve hazır olan dört cilt, hiçbir vakit sa­
AvusturyalI tarafından işgal edildiği bil­ Ortaçağ tarihiyle ilgili araştırmalar yap­ tışa çıkmamıştır. Dethier İ873'te Ulus­
dirilmekte, 28 Şubat 1874 tarihli yazıyla mış ve nihayet 1841 'de Polonya kral­ lararası Viyana sergisinde Edhem Pa-
da ilgiliye, şikâyet konusu olan sürtüş­ ları hakkındaki tezi ile doktorasını şa'nın başkanlığında hazırlanan Türk
menin Büyük Britanya hükümetinin vermiştir. 1844'te Dethier, D e r D a m p - pavyonu için de Fransızca ve Alman­
araya girmesini gerektirecek bir durum f e r (Buhar Makinesi) aC nda bir tek­ ca, İstanbul ve Boğaziçi'ne dair ince bir
göstermediği haber verilmektedir. nik dergi çıkarmaya başlamış ve bu­ kitap hazırlamış, bu eser 1873'te Viya-
Terenzio'nun bu görevde sadece bir nu 31 Mart 1847'ye kadar yayınlamış­ na'da basılmıştır. Dethier'nin ressam­
yıl kadar kaldığı bilinir. Tanınmış Al­ tır. O yıl İstanbul'daki arkeoloji çalış­ lığı da olduğu bir sergide yer alan bir­
man amatör arkeoloğu Heinrich Sch- maları ise, Atmeydanı'ndaki Yılanlı kaç resminden ve bir tanesi günümüze
liemann'la (1822-1890) hayli kabarık Tunç sütununun meydana çıkarılıp te­ kadar gelen akuarel bir desenden anla­
bir yazışması olan bu res^m-müzecinin mizlenmesi ve böylece gövdesindeki ya­ şılıyor. Dethier 1872'de müzenin başı­
sadece muhafız (conservateur) olarak zıların okunması, eski Sergios ve Bak- na getirildiğinde 68 yaşındaydı. Herhal­
başına geçtiği müessesede fazla fayda­ khos (Küçük Ayasofya Camii) kilisesin­ de oldukça güç tabiatlı bir kişi olduğun­
lı bir hizmeti olmadıği veya hizmete va­ deki uzun sunuş yazısının kopya edile­ dan bazı sürtüşmeleri de oluyordu. Ni­
kit bulamadığı tahmin olunabilir. Aşı­ rek yayınlanması, Girit'te Dreros'dan tekim 1876'da uzun süren rahatsızlığı
rı derecede Rus politikası taraftarı ol­ gelen bir kitabenin tanıtılmasıdır. A.D. ileri sürülerek Maarif Nezareti'nce ye­
duğu için halkın Nedimoff olarak ad­ Mordtınann (181 1-1879) ile birlikte İs­ rine bir vekil atanmış, uzun hastalığı sı­
landırdığı Mahmud Nedim Paşa'nın sa­ tanbul'daki Antik ve Bizans çağları ki­ rasında kendisine devamlı Devletçe
dareti fazla sürmemişti, on ay yirmidört tabeleri corpus'unu yayınlamış (1864), maddi yardımda bulunulmuş, bir ara
gün sonra 1872 Temmuzu sonunda İstanbul'un eski eserleri, tarihi topoğ- Dethier'nin sadece uzman olarak çalış­
Mahmud Nedim Paşa azledildi. Fakat rafyası ve numismatik hakkında maka­ ması, idarenin ise Evkaf-ı Humayün
8 Rebiyülevvel 1289'da (Mayıs 1872) o leler yazmış ve hayatının en büyük eseri Tamirat Müdürü Kadri Bey'e bırakıl­
sıralarda Sadaret Müsteşarı olan Ah- olarak da aralarında Kritoboulos'un ması nezaretçe istenmiştir. Halbuki ay­
med Vefik Efendi, Maarif Nezareti'ne Fatih'in hayatı hakkındaki eseri de olan nı yıl içinde yine Maarif Nezareti, eski
atanmıştı. Sonraları (1877) Paşa olan İstanbul Fethi'nin her dildeki kaynak­ para koleksiyonundan 850 parçayı sa­
A.Vefik Efendi, tam bir Tanzimat dev­ larını toplu surette, bazılarının Fransız­ tışa çıkarmıştı.
let adamıydı. Osmanlılığından hiçbir ca tercümeleriyle Budapeşte'de Macar Dethier'nin müdürlüğü sırasında
şey feda etmeksizin Avrupa, bilhassa
Fransız kültürünü mükemmel tanıyor,
o yıllarda İstanbul'a gelen Batılılarla
görüşüyor, onlar üzerinde zekâsı, nük­
tedanlığı ve bilgisiyle olumlu tesir bıra­
kıyordu. Ayrıca Beyoğlu Frenkleriyle
de yakın ilişkileri vardı. Bunlardan ilim
adamlarıyla yakın dostluklar kurmuş,
Rumelihisarı sırtlarındaki köşkünde
Türkçe ve Fransızca kitaplardan şaşı­
lacak zenginlikte bir kütüphane meyda­
na getirmişti.
Müze-i Humayûn’un Kuruluşu
Maarif Nâzırı (Milli Eğitim Bakanı)
olan Ahmed Vefik Efendi'nin, bu gö­
reve geçince ilk işlerinden biri de Müze-i
Humayûn müdürlüğünü yeniden kur­
ması ve bunun başına da Dr. Philipp
Anton Dethier adında bir Almanı ge­
tirmesi olmuştur. Dr. Dethier (1803­
1881), bazı yerlerde yazıldığı gibi Avus­
turyalı değil, Almandı. İstanbul'daki el­
çilik sekreteri (veya müsteşarı) Locock'­
un, 1873'te müzenin başında bulundu­ YENİ BİNA YA TAŞINMA: İmparatorluğun dört bir yanından gelen eski eserlerin
çoğalması üzerine yeni bir binaya gerek duyulmuş ve bunun için Çinili Köşk uygun
ğunu yazdığı kişi de Dr. Dethier olma­ görülmüştür. Ancak buranın düzenlenmesi sırasında bazı çiniler tahrip edilmiş ve bina
lıdır. Fakat o da onu Avusturyalı sanı­ değişikliklere uğramıştır. Yeni müze binası ise 1880 Ağustosu'nda törenle açılmıştır.
yordu. Köln yakınındaKerpen kasaba­ Çinili Köşk'ün o dönemdeki görünümü.
sında doğmuş, Berlin Üniversitesi'nde
1602
TARİHİ ESERLER VE MÜZECİLER
Arkeoloji Müzesi ve Kuruluşu

Müze-i Hümayûn’un yeni bir bina­


ya taşınması fikri de bu sıralarda doğ­
muştur. Sağlam bir dayanağı olmayan
bir görüşe göre, bu düşünce 1867 ve
1878’de iki defa Maarif nâzırı olan Sup­
hi Paşa’nındır (1818-1886). Bazı belge­
lerden anlaşıldığına göre Cevdet Paşa’-
nın (1822-1895) Maarif nazrrlıği sırasın­
da bu iş gerçeklesmiştir. Dethier’nin ken­
di ifadesine göre, Kıbrıs’dan 88 sandık
eski eserle dönmesi üzerine başka bir bi­
naya gerek duyulmuş, kendisi önce ye­
ni bir bina inşa ettirilmesi üzerinde dur­
muş, fakat bu isteğin yerine getirilme­
sindeki bazı zorluklar üzerine, Çinili-
köşk’ün müzeye tahsisi uygun görül­
müştür. Çiniliköşk’ün müzeye verilmesi
için Maarif nezaretinden Hazine-i Has­
TÜRK MÜZECİLİĞİNDE sa nezaretine ilk yazı 1873 yılı son gün­
YENİ DÖNEM: Dethier’in lerinde yazılmıştır. Müze olmak üzere
ölümünden sonra Müze-i 1875 yılı Martı’nda teslim edilen Çini-
Hümoyun müdür/üğüne
getirilen Sadrazam Edhem liköşk, maalesef esas bünyesinde ve çi­
Paşa'nm oğlu Osman nilerinde büyük tahriplere yol açacak
Harndi Bey gerek yaptığı biçimde değişikliklere uğiayarak bu ye-
kazılario gerekse müzecilik ■ni göreve uygun bir biçime sokulmuş­
alanında yapmış olduğu tur. Bu arada en belirli değişiklik cep­
çalışmalarla önemli hedeki merdivende olmüştur. Burada­
hizmetlerde bulunmuş bir ki orijinal merdiven hem dar, hem de
kişidir. Müze müdürlüğü bir müze binası için gösterişli olmadı­
yaptığı dönemde Asar-ı
Atika Nizamnamesi ğından bozularak, cephenin ortasına
çıkartılmış, mimarlığını 1950 yıllarına kadar duran, dıştan çif­
Vallaury’nin yaptığı yeni te çıkışlı merdiven yapılmıştır. İçeride
müze binası, kütüphane ve ise vitrin raflarının konulması için çi­
katalog çalışmaları nili duvarlara çivi çakılmasından kaçı-
yapılmıştır. Yeni müze nılmamıştır.
binası (sağda) ve giriş kısmı
(üstte). Yeni müze binasına eserlerin taşın­
ması, değişiklikler, yeniden düzenleme
hayli uzun sürerek, ancak 1297 Rama-
önemli bir olay, arkeoloji tarihinde baş- eserlerin sadece üçte birinin bulan ta­ zam’nda (Ağustos 1880) müzenin açı­
lıbaşına bir yer alan tanınmış amatör rafından yurt dışına götürülmesini ön­ lış töreni yapılabilmiştir. Sadrâzam
arkeolog H. Schliemann’ın (1822-1890) görüyordu. önceki duruma nisbetle Mehmed Said Paşa’nın da (1838/39-
1873’de Trova’da bularak Yunanis­ Devletin menfaatini daha fazla koruyan 1914) hazır bulunduğu bu törende Ma­
tan’a götürdüğü eserler meselesidir. Bu bu yönetmelik bile yabancılar tarafın­ arif nâzırı Münif Paşa(1828-1910), Dr.
eserlerin geri alınması için Dethier hayli dan tepkiyle karşılanmış, fakat sonra­ Dethier ile yardımcısı Aristokli Efendi
uğraşmış, hatta Schliemann mahkeme­ ki daha kısıtlayıcı yönetmeliğe zemin (1831-1893) birer konuşma yapmışlar­
ye verilmiş, Dethier bu arada A tina’ya hazırlamıştır. dır. Dethier’nin Türk müzesini geliştir­
da gitmiştir. Fakat sonunda Osmanlı Dethier, 1871’den itibaren Selânik’- mek için geniş bir program tasarladığı
Devleti, yeni bir müzenin kurulmasın­ de Yuvanaki, 1869-1878 yılları arasın­ anlaşılıyor. Nitekim 1880 M artı’nda
da harcanmak üzere yüklüce bir tazmi­ da Bandırma’da Takvor Ağa, 1874’den düzenlediğine göre, herhalde müzenin
nat karşılığında bu eserlerdeki hakkın­ itibaren İstanbul’da Davud Paşa iske­ açılışında basılı olmak üzere küçük bir
dan vazgeçtiğinden, Schliemann’ın bu lesi, Kasap İlyas sokağında no.25’de katalog hazırlamış, fakat bu kitap hiç­
parayı ödemesiyle mesele kapanmıştır. oturan Derviş Hüseyin adlarındaki bir vakit yayınlanmamıştır. Ayrıca mü­
Schliemann’ın son yıllarda yayınlanan ajanlarının aracılığıyla eser toplatarak zeye personel yetiştirmek üzere, müze
mektupları arasında Dethier ile olan müzeyi zenginleştiriyordu. Sekreterliği­ yanında İzzeddiniye adında bir de okul
birkaç yazışması da bulunmaktadır. ni ise Ch. Vollers adında biri yapıyor­ açmayı düşünmüştü. Yılda doksanbin
Ancak bu olayın hemen arkasından, du. Evvelce Goold’un kataloğuna re­ kuruş ödenek istenen bu okul da ger­
önceleri yabancılar istedikleri gibi eski simler çizen Limonciyan, 1880’de isti­ çekleşmemiştir. Dethier’nin müzeyle il­
eserleri dışarı götürürlerken, 20 Safer fasına kadar müzede müdür muavini gili yazışma ve olayların kaydedildiği
1291 (1874) tarihli ilk Asar-ı Atika Ni- olarak kalınış, sonra yerine sefaret kâ- ayrı ayrı dosyalar da düzenlediği bili­
zamnamesi’nin yayınlanması düşündü­ - tiplerinden Nikolaki Ohani Efendi ge­ niyorsa da bugün bunlar bulunama­
rücüdür. Bu yönetmelik, bulunan eski tirilmiştir. maktadır.
1603
TARİHİ ESERLER VE MÜZECİLER
Arkeoloji Müzesi ve Kuruluşu

Salomon Reinach'ı görevlendirmiş ve


nihayet Vallaury adındaki mimar tara­
fından yeni müze binasımn ilk bölümü
yapılmıştır. 13 Haziran 1891'de açılışı
yapılan bu neo-klasik üslüpdaki yapı,
1902 ve 1908'de genişletilerek şimdiki
ÇOK YÖNLÜ BİR ÖNCÜ: biçimini almıştır. Önce 1893'den itiba­
Türk resminde figürü ren A. Joubin adında bir Fransız tara­
kullanan, ilk resim eğitimini fından küçük kataloglar yazılarak
başlatan ve arkeoloji Türkçe ve Fransızca olarak basılmış,
müzesinin kurucusu olan arkasından da yine Fransa'dan gelen G
Osman Harndi Bey (1842­
1910), arkeolog olarak Mendel (1873-1938) eliyle, eşsiz mü-
önemli çalışmalar kemmelikte yine Fransız dilinde üç cilt
yapmıştır. En önemli kazısı halinde büyük ilmi katalog hazırlanmış
olan Sayda kazısında halen ve 1912-1914 yılları arasında yayınlan­
Arkeoloji Müzesi’nde mıştır. Bunların dışında müzedeki çe­
sergilenen ünlü İskender şitli koleksiyonlara dair birçok katalog,
Lahdi ve Ağlayan Kadınlar iki dilde olmak üzere 1890-1918 yılları
Lahdi gibi eserleri bulan arasında basılmıştır.
Osman Harndi Bey, kendi Müze'nin ilk kurulduğundan itibaren
yapmış olduğu kazıların
yanısıra Müze-i Hümayun gelişen, çok zengin bir de kütüphanesi
adına da birçok kazı vardı. Batı dillerindeki en değerli kitap
yaptırmış, Asar-ı Atika ve dergi koleksiyonlarının toplandığr bu
Nizamnamesi ‘ni kütüphane ilk yıllarda Almanya'da ta­
değiştirerek, eski eserlerin rih doktorası yapmış Mystakides Efen­
yurtdışına kaçırılmasını di tarafından idare ediliyordu.
engelleyen hükümler Osman Harndi Bey tarafından Batı
getirmiştir. müzeleri seviyesine çıkarılan İstanbul
Arkeoloji Müzesi'nin 1881'den sonra­
Dethier kendisini tanıyanlarca deği­ hürler koleksiyonlarının ne olduğu bi­ ki tarihçesi ise ayrı bir konudur. D
şik biçimlerde anlatılır. Bazılarına gö­ linmez. 1945'te Yüksekkaldırım kitap­ KAYNAKÇA
re, o çok bilgili, derin bir ilim adamı, çılarından birinde Dethier'nin bazı ki­
bazılarına göre ise “ihtiyar bir orijinal” tap ve broşürleriyle ilk kitabının nüs­ D Mustafa, Sanatta Batı'ya Açılış ve Os­
man Hamdi, İstanbul, 1971
veya “yarı deli” bir kişidir. Müzenin halarına rastlanması, bunların uzun sü­ □ DETHİER Ph. A., Der Bosphor und Constan-
yeni binasında açılışından pek az son­ re âilede kaldığı ve Marie Dethier'nin tinope/, Kerpen 1981’de, 1873'de basılan kita­
ra 3 Mart 1881'de Dethier, Beyoğlu'- de ölümüyle dağıldığı tahmin edilebi­ bın tıpkıbasımında B. Höhner - B. Piiffgen ile
lir. S. Eyice tarafından yazılan iki önsöz, VMX ve
nda Galatasaray'ın arkasında Çukurcu- X-XIII.
ma caddesi no.8'deki evinde hayata Dethier'nin 1881'de ölümü üzerine D ELDEM Halil Edhem, “Müzeler”, Birinci
gözlerini yumduğunda yetmişsekiz ya­ müdürlüğe yine bir yabancının getiril­ Türk Tarih Kongresi Bildiri/eri, Ankara, 1932
şındaydı. Cenazesi evinden alınarak 5 mesi için Berlin'deki elçiliğe başvurul­ D EYİCE Semavi, “Arkeoloji Müzeleri mad”, İs­
tanbul Ansiklopedisi , Il, İstanbul, 1959
Mart günü Feriköy'de Katolik mezar­ muş ve bu iş için Berlin müzelerinde gö­ D EYİCE Semavi, “İstanbul Arkeoloji MUzele-
lığında CarrĞ Saint Laurent'da gömül­ revli Dr. Millhofer aday gösterilmişse ri’nin ilk müdürlerinden Dr. Ph. Anton Det­
müş, kabri üstüne de ufak bir anıt bi­ de, bu girişim öylece kalarak, 1881 ya­ hier hakkında notlar” , İstanbul Arkeo/oji Mü-
çiminde mermerden bir taş dikilmiştir. zı sonlarına doğru, Sadrâzam Edhem HİSAR Abdülhak Şinasi, “Bizde müzeciliğin
Cenazesinde S. Aristarkhis Efendi Paşa'nın oğlu ressam Osman Harndi başlangıçları”, Ülkii-HalkevleriDergisi, II. sa­
yı 8, 1933
Fransızca bir konuşma yapmış ve bu­ Bey (1842-1910) Müze-i Humayûn mü­
nun metni B eyo ğ lu R u m E d e b iy a t K u ­ dürlüğüne atanmıştır. Harndi Bey'in bu D HİSAR Abdülhak Şinasi, “Müzelerimiz ve
ru m u D ergisi’n d e yayınlanmıştır. Bu işin başına geçmesiyle Türk müzeciliği Harndi Bey” O/kü - Halkevleri Dergisi, III, sa­
yı 14 ve 16, 1934
yazıda Dethier olağanüstü bir değer yepyeni bir döneme girmiş oluyordu. □ MENDEL G., Catalogue des scu/ptures grec-
olarak anlatılmıştır. Oğulları, Oscar Bizzat Harndi Bey tarafından yapılan ques, romaines et byzantines, I, İstanbul, 1912
(1854-1929) ve Charles (1845-1932) ta­ kazı ve araştırmalarla bulunan çok de­ D OGAN Aziz, “Türk müzeciliğinin yüzüncü yıl­
dönümü”, T. Turing ve Oto. K. Be/leteni, sa­
rafından dikilen bu taşın Almanca ki­ ğerli eski eserler buraya getirilirken, yı 61, 1947; ayrıca kitap olarak da yayınlandı.
tabesinde Dethier, Asar-ı Atika Müze- 1882'de yeni bir Asar-ı Atika Nizam­ D ÖNDER Mehmed, Türkiye Müze/eri ve Müze­
i Humayün'u müdür (Director des Ka- namesi yayınlanıyor, Çiniliköşk yanın­ lerdeki Şaheserlerden örnekler , Ankara, 1977
iserlichen Ottomanischen Museums der da, bugünkü Mimar Sinan Üniversite- D ÖZ Tahsin, “Ahmet Fethi Paşa ve müzeler”,
T. Tarih, Arkeologya veEtnografya Dergisi, V,
Altertümer) olarak anılmaktadır. Ay­ si'nin özünü teşkil eden Sanayi-i Nefi­ 1949
nı mezarda iki oğlundan başka herhal­ se Mektebi (Güzel Sanatlar Akademi­ D SU Kâmil, Osman Harndi Bey'e kadar Türk
de gelini, kızlık soyadı Mill olan Marie si) yapılarak, ilk yıl yirmi öğrenciyle öğ­ Müzesi , İstanbul, 1965
Dethier (1 866-1943) de yatmaktadır. retime başlıyordu. Harndi Bey müzenin D ŞAPOLYO E. Behnan, Müzeler Tarihi, İstan­
bul, 1932
Dethier'nin ölümünden sonra kitapla­ düzenleme ve katalog işlerini yürütme­ D Vahid, “Osmanlı Müzesi”, Servet-i Fünân,
rı, notları, eski eserler ve kurşun mü­ ye tanınmış Fransız arkeoloji uzmanı 984, İstanbul, 1326
Askeri Müze

Tahir Nejat Eralp

Başlangıçtan 1908’e Kadar Abdülmecid döneminde “ Harbiye Am­


Günümüzde sergilediği her malze­ barı” adı verilen harp silah ve gereçle­
meyle engin tarihimizin bir bölümünü rini kapsayan bölüm, diğeri Arkeolo­
yansıtan Askeri Müzemizin tarihi çok jik eserleri kapsayan “ Mecmâ-ı Âsâr-ı
eskilere uzanmaktadır. Osmanlılar dev­ Âtika” adı verilen bölümdür. Mecmâ-
rinde Yenişehir, Bursa ve Edirne'de ı Âsâr-ı Âtika daha sonraları Osman
“ Hazine” diye adlandırılan kuruluşla­ Harndi Bey tarafından Köşk'e ta­
rı, devirlerinin yapısına uygun Müzeler şınarak günümüz Arkeoloji Müzesi'nin
olarak nitelendirebiliriz. temelini oluşturmuştur. Ahmed Fethi
Dünya müzecilik literatüründe adı Paşa, Aya İrini'yi Müze haline getirdik­
“ Türkiye Askeri Müzesi” olarak geçen ten sonra burada padişah için XVI. Lui
Askeri Müzemizin ilk oluşumu Fatih stili görkemli bir hücre de yaptırmıştır.
Sultan Mehmed devrine kadar uzanır. Müzeyi ziyaret eden padişah özellikle
Değerli harp silah, araç ve gereçlerinin eski devlet adamlarının ve yeniçerilere
toplandığı ve hazine adı verilen Türk ait kıyafetlerin sergilenmesinden mem­
devlet geleneği Fatih tarafından da be­ nunluk duymuştur. Sultan Abdülaziz
nimsenmiş, İstanbul'un fethinden son­ döneminde Aya İrini önemini kaybet­
ra Aya İrini Kilisesi “ Cebehane” adı meye başlamış ve yine, yeni alınan si­
verilerek fetihte ve fethe kadar ele ge­ lahların depolandığı “ Harbiye Amba­
çirilen kıymetli silah, araç ve gereç bu­ rı” şeklini almaya başlamıştır. H atta o
rada muhafaza altına alınmıştır. Bu ge­ dönemde “ Kıyafethane” adı verilen kı­
lenek Fatih'den sonra da devam etmiş yafet seksiyonu Sultanahmet'de elbise
hatta günümüz anlayışına uygun bir ilk arnbarı denilen yere götürülerek “ Ye­
Askeri Müze de bu yapıda düzenlen­ niçeri Müzesi” adı altında sergilenme­
miştir. ye başlamıştır.
Modern anlamda olmamakla bera­ 1 9 0 8 Y ılı v e A s k e r i M ü z e n i n
ber, malzeme toplanması açısından Fa­
tih devrinde başlayan Askeri Müzemi­ R e o rg a n iz a s y o n u
zin tarihi 18. yy'a kadar Cebehane ola­ 10 Temmuz 1908'de Il. Meşrutiyet
rak devam eder. 18. yy'ın ilk yarısı, Os­ ilan edildiği zaman Tophane Müşirliği
manlı İmparatorluğu'nun Batı'ya dö­ makamında, daha sonraları Meclise gi­
nük yenileşme hareketleriyle göze çar­ rerek Âyan Azası olan Topçu Birinci
par. III. Ahmed zamanında gerçekleş­ ferik'i (Orgeneral) Ali Rıza Paşa bulun­
tirilmek istenen yenilik hareketlerinden maktadır. Ali Rıza Paşa, elimizde ke­
birisi de bir Askeri Müze kurulması dü­ sin bir kanıt olmamakla beraber, bun­
şüncesidir. Bu düşünce; 1726'da bazı dan önce Askeri Müze için verdiği ça­
değişiklikler yapılarak, Cebehane'deki balar dolayısıyla ve kuvvetli bir ihtimal­
silah ve gereçlere düzen verilmek sure­ le Mühendishane-i Berri-i Hümayun
tiyle Dârü'l-Eslihâ adında yeni bir ku­ Nazırı Ahmed M uhtar Paşa'nın da et­
ruluşla gerçekleşir. 1716 tarihi bu ne­ kisiyle saraydan bir Esliha-i Askeriye
denle müzemizin, müze anlamına uy­ Müzesi'nin kurulması için ferman al­
gun bir şekilde kuruluş tarihi olmuştur. mıştır. Aslında bu II. Abdülhamid'in
I. Abdülhamid zamanında Osmanlı or­ askeri Müze adına vermiş olduğu ikin­
dusunda topçuluğu kalkındırmak gere­ ci fermandır, birincisi 1908'den önce
ğiyle bulunan Fransız Baron de Tott'- alınmış, Alman Grombekov Paşa ve
un hatıralarında bu ilk Askeri Müze'- Alman Mühendis Yasmund bir askeri
ye ve burada bulunan eserlere ait bilgi­ Müze kurmak için Ahmed M uhtar Pa­
leri bulmak mümkündür. şa ile birlikte bir komisyon kurarak ge­
Dârü'l-Eslihâ'nın ömrü uzun olma­ rekli projeleri hazırlamışlar ve hüküm­
mış, III. Selim ve II. Mahmud devirle­ dara vermişlerdir. Fakat Abdülh^arnid'-
rindeki yeniçeri ayaklanmaları sonu­ in yersiz kuşku ve şüpheleri bu girişimi
cunda kısmen yağma ve saldırıya uğra­ bir süre sonra kapanacak olan Yıldız
dığından kapanmıştır. Özellikle 1826'- Esliha Müzesi'nin açılmasıyla sonuç­
da yeniçeriliğin kaldırılması esnasında landırmıştır.
buradaki malzemelerin yeniçerilere ait İkinci fermanın alınışıyla birlikte ha­
olduğu düşüncesinden hareketle kıy­ rekete geçen Ali Rıza Paşa, Ahmed
metli birçok malzeme tahrip edilmiştir. M uhtar Paşa'nın başkanlığinda üst dü-
TARİHİ ESERLER VE MÜZECİLİK 1605
Askerî Müze

zeydeki askeri yetkililer ve subaylardan ni beklemek gerekecektir. Aydın ve ye­ lunda mücadeleye zorlamıştır. Yapı ve
oluşan bir komisyon kurarak çalışma­ nilikçi bir görüşe sahip bulunan Mah- karakteri gereği her şeyin en ince nok­
ların başlatılmasını sağlamıştır. Elbet­ mud Şevket Paşa, Almanya seyahatin­ tasına kadar tertipli, düzenli ve özen
te ki, koskoca bir Türk Tarihi’nin as­ de Alman Müzeleri dışında Fransa ve gösterilerek, ayrıntılara inilerek yapıl­
keri kültür varlıkları için Aya İrini ye­ Avusturya müzelerini de gezerek, mü­ masını ister. Hatta o kadar ki, orgene­
terli olamazdı. Bunun için önce bir mü­ zelerin toplumun kültür hayatına etki­ ral Asım Gündüz hatıralarında Harp
ze binası aranmaya başlanmış, arkasın­ sini ve toplumun tarih ve sanat bilinci Akademisi son sınıf öğrencisi Mustafa
dan İstanbul’da, adalarda, boğazda ve üzerindeki önemini bizzat görmüştür. Kemal’in, Akademiden beşinci olarak
hatta İstanbul dışında bulunan müze­ mezun olmasını, birinciliği elden kaçır­
lik silahlarla topların bir araya getiril­ Yurda döndüğünde, Mahmud Şevket
masını Ahmed Muhtar Paşa’nın bu ti­
mesine çalışılmıştır. Bugün Askeri Mü­ Paşa kendisiyle Türk Müzeciliği konu­
tizliğiyle yorumlar.
zemizin dünyanın en seçkin top kolek­ sunda aynı görüşleri paylaşan, Mühen-
Sultan Abdülaziz döneminde, Har­
siyonuna sahip olması o günlerin çalış­ dishane-i Berri-i Hümayıın’daki öğret­
biye Ambarı şekline yeniden dönüşen
malarının bir sonucudur. Ne var ki, bu menliğinden beri Türkiye’de bir Aske­
Aya İrini Kilisesi artık Müze-i Askeri-i
çalışmalar sonuçta bir Müze binasının ri Müze kurulması yolunda örnek bir
Hümayun olarak Ahmed Muhtar Pa-
seçilemeyişi, o günlerdeki ekonomik mücadele veren Ahmed Muhtar Paşa’-
şa’nın yönetiminde karşımızdadır. Mü­
durum içerisinde yeni bir bina yapıla­ nın Esliha Müfettiş-i Umumiliği’ne
ze Müdürü Ahmed Muhtar Paşa, alay­
mayışı nedeniyle yalnızca tarihi malze­ atandırılmak üzere olduğunu görür.
dan yetişme bir binbaşı, bir yüzbaşı, bir
meyi bir araya getirmekten daha ileri­ Aralarında ne gibi bir konuşma geçmiş­
sanayi Mülazımı (Teğmen) ve iki sivil
ye gidemedi. Bu nedenle ilk aşamada tir, nasıl bir anlaşmaya varılmıştır, bu­
hademeden oluşan bu kadro ile başla­
nu bugün belgesel olarak kanıtlayama-
yeni bir bina bulununcaya, veya yapı­ yan devreye biz Askeri Müze tarihinde
makla beraber, Ahmed Muhtar Paşa’-
lıncaya kadar malzemeninAya irini Ki- Ahmed Muhtar Paşa dönemi de diye­
lisesi’nde depo edilmesine ve ilerde Ba­ nın müfettişlik atanmasının durdurul­
biliriz. Bu dönemde önceden toplanmış
tılı anlamda bir Askeri Müze kurulma­ duğunu, bundan sonraki çalışmalarına malzemelerin dışında kalan ve toplanıl­
sına karar verildi. Bu yıllarda ülke sü­ bakarak da tam yetkiyle Esliha-i Aske­
masına imkân buluıunayan birçok mal­
riye Müzesi Müdürlüğüne atandırıldı-
rekli bir değişim tablosu içerisindedir. zeme daha toplandı. Çok önceleri ka­
Olaylar birbirini izlemektedir. Meşru­ ğını görmekteyiz. patılan ve Maçka Kışlasına konulan
tiyetin İlanı, 31 Mart Vak’ası, Hareket Ahmed Muhtar Paşa, Askeri Müze­ Yıldız Müzesine ait malzemeler de bu­
Ordusu’nun İstanbul’a gelişi, Abdülha- mizin tarihinde ve hatta Türk Müzeci­ raya alındı. Bunlar dışında gerek o dö­
mid’in tahttan indirilişi ve daha bura­ lik tarihinde adı hayırla yadedilecek ve neme ait ve gerekse daha eski dönem­
da sayamadığımız birçokları. Bütün minnet ve şükranla anılacak sayıları lere ait asker kişilerin hatıraları, şehit­
bunlar nedeniyle Askeri Müze’nin ku­ çok az birkaç kişiden biridir. Bilgili, dü­ lerin malzemderi bazen ilanla, bazen de
rulması olayı neredeyse unutulacak du­ rüst ve vatanına, milletine bağlı mert bir şahsen başvurularak müzeye kazandı­
ruma gelir ve bu arada kurucu komis­ askerdir. Türk Tarihine olan düşkün­ rıldı. Bunların Müzeye veriliş anları fo­
yon da dağılır. Konunun yeniden gün­ lüğü ve bilgisiyle mesleğindeki uzman­ toğraflarla tesbit edilerek zamanın ga­
deme gelmesi için Harbiye Nazırlığına lığı onu bir yandan bu konular üzerin­ zete ve dergilerinde yayınlandı ki, bu
getirilen Mahmud Şevket Paşa’nın da­ de eser vermeye zorlarken, diğer yan­ durum Askeri Müze’ye her an yeni mal­
ha önce uzun süre kaldığı Almanya’ya dan da Askeri Tarihin belgelerinin top­ zemenin kazandırılmasında en etkili
bu kez Harbiye Nazırı olarak gitmesi- lanması, sergilenmesi ve korunması yo­ faktörlerden birisi olmuştur. Bu belge­
leri S ervet-i F ü n u n , R esim li K ita b ko­
leksiyonlarında bulmak mümkündür.
Bu arada, Askeri Müzeye nakledile-
meyen dört bir yana dağılmış toplardan
büyük bir bölümünün devlet tarafından
hurda demir adı altında bir Alman Ya-
hudisine hazineye gelir temin etmek
amacıyla satıldığı görülür. Yurt dışın­
da paha biçilemeyecek değerlere erişe-
ceğı kesin olan bu ata yadigfu"larımn sa­
tışının önlenmesi de yine Ahmed Muh­
tar Paşa’nın çabalarıyla mümkün ola­
bilmiştir.
MÜZENİN TANITIMI: Askeri Müze Müşir Ahmed Fethi Paşa zamanın­
kurulduktan sonra bir süre tam anlamıyla da kurulan ve mankenleri Avusturya’­
faaliyete geçemedi. Bu biraz da Osmanlı da yaptırılmış olan, İstanbul içerisinde
Devleti’nin içinde bulunduğu koşullarla bir hayli dolaştırıldıktan sonra Sulta­
ilgiliydi. 1916-17 yıllarında yerleşme ve nahmet İktisadi Ticarî İlimler Akade­
sergileme çalışmaları bittikten sonra misi salonlarına yerleştirilen Yeniçeri
toplumun ilgisini çekmek için kartpostat
dizileri basıldı, ilanlar bastırıldı. 1918'de Kıyafethanesi yeniden düzenlenerek
basılan duvar ilanı. gösteriye açılması, Yeniçeri Mehterha­
nesi temsili ve aslına uygun olarak As-
1606
t a r ih i e s e r l e r v e m ü z e c il ik
A s k e r î M ü ze

keri Müzede kurulması, 1908-1923 dö­ tedir. Evkaf matbaasında bastırılan ilan dır. Üç gün İstanbul’da kalmışlar ve
neminde Askeri Müzenin Batılı anlam­ 70x100 ölçüsünde olup siyah-beyaz bas­ imparatora Osmanlı Hükümdarı tara­
da yeniden kurulmasında daha sayama­ kılıdır. Dördüncü ilan ise H a rb M ec- fından Müşirlik rütbesi verilmiştir.
dığımız birçok müzecilik faaliyetlerinin m u a sı ’nın arka kapağında tam kapak Üçüncü olarak da yine İstanbul’da
en başta gelenleridir. olarak müzeyi tanıtıcı niteliktedir. Mehmed Safatarafından çıkarılmakta
Askeri Müze; askeri kültür varlıkla­ Kartpostal serisi ise 9x14 ölçülerin­ olan e l-A d / gazetesinden bir makale.
rı, hatıra malzemesi, kütüphanesi, si­ de 24 adet olarak Osmanlıca ve Fran­ Gazetenin 4 Şubat 1918 tarihli 618. sa­
neması, atış poligonu, yayınları, kıya- sızca tanıtımlarıyla koyu eflatun renk­ yısının 3. sayfasında Ahmed Muhtar
fethanesi ve mehterhanesiyle kurulmuş te basılmışlardır. ilk kartpostal zırhlı Paşa’nın bir resmi ve altında “S a h ib ü ’l
ve bugün dahi birçok müzeyi kıskan­ bir yeniçeri neferini, son kartpostal A tu fe te M u h ta r P aşa-M üdirü ’l-M u th a f
dıracak nitelikte faaliyete geçmiştir. M ehterân’ı göstermektedir. el-Askeri- A sk e ri M ü ze M ü d ü rü A tıfe t/i
Bunların dışında yayın organlarında M u h ta r P a şa ” yazısı yer alır. Resmi iz­
A s k e rî M ü z e v e O s m a n lI her vesileyle müzeden bahseden haber­ leyen çok geniş bir bölüm ise “fi el
ler çıkması sağlanmış, müzenin kapsa­ Muthaf el-Askeri” adı altında Askeri
K ü ltü r H a y a tı
mı, müzede meydana gelen olaylar fo­ Müze’nin tanıtımına ayrılmıştır.
Tanıtım ve propaganda şurası mu­ toğraflı olarak halkoyuna duyurulmak
hakkak ki, bir oluş ve hareketin halk­ Y a y ın F a a liy e tle r i
istenilmiştir. Burada kısa süren araştır­
oyuna duyurulması, toplumun merak malar sonucu bulunan üç yayından Askeri Müzenin bu dönemin kültür
ve ilgisinin konu üzerinde yoğunlaştı­ bahsetmek yerinde olur. Bunlardan bi­ hayatına olan en büyük etkinliklerinden
rılması, imkânların elverdiği sınır içe­ rincisi o dönemde yedi cilt olarak çıkan birisi de yayın hayatına girmiş olması­
risinde yapılacak tanıtım ve propagan­ R e sim li K ita b M e c m u a sı ’n ın 29. sayı- dır. 1918’den itibaren M eh terh a n e-i
dayla doğru orantılıdır. Yani, yapıla­ sındadır. Bu sayının 403. sayfasında H a k a n i N o ta la rı adı altında bir müzik
cak tanıtım ve propaganda ne kadar et­ Ahmet Muhtar Paşa’yı bir grupla gös­ ve nota külliyatı çıkarılmaya başlanıl­
kin ise, konu halkoyu üzerinde o kadar teren resmin alt yazısı aynen şöyledir: mıştır. Bunların kesin olarak kaç sayı
etkin işlenmiş olur. Tanıtım ve propa­ “Şeh id -i H ü rriy e t B inbaşı M e rh u m çıkarıldığını bulmak mümkün olma­
gandanın en etkili türü ise hepimizin M u h ta r B e y ’in esna-yı şeh a d etin d e lâ- mıştır. Dört sayfa olarak çıkarılan bu
bildiği gibi yayın yoluyla yapılanıdır. bis bu lunduğu elbise-i askeriyesi, geçen­ yayının bazılarında Güfte ve Notanın
Askeri Müze 1908’de kuruluş döne­ le rd e aile-i m u h terem esi ta ra fın d a n as­ az yer tutması halinde Askeri Müze de
mine geçtikten sonra, tam anlamıyla fa­ keri m ü zesin e ihda ve isli/ kılu n d u ğ u sı­ son sayfada tanıtılmıştır. Geliri Askeri
aliyete geçebilmek için sekiz, dokuz yıl rada m era sim d e hazır b u lu n a n ze va tın Müzeye ait olan bu yayın beş kuruş fi­
kadar beklemek zorunda kalmıştır. Ne­ m ü ze da h ilin d e alınan fo to ğ ra fla rı. - yatla satışa sunulmuştur.
deni de yukarda belirttiğimiz çok kısıtlı Ü skü d a r Ittih a d ve T era k ki K u lü b ü ta ­ Ahmed M uhtar Paşa’nın oğlu Rah­
kadrosu ve ülkenin içerisinde bulundu­ ra fın d a n ih d a o lu n m u ştu r. ” Muhtar metli “ Tarih” ve “ İstanbul Hayatı”
ğu durumla ilgili imkânlarıdır. 1916­ Bey tarihimize 31 Mart Vak’a’sı diye yazarlarımızdan Serınet M uhtar Alus’-
1917 yıllarında yerleşme ve sergileme geçen 13 Nisan 1909 hareketinde Taş- un bu dönemde “ Askeri Müze Uınur-
çalışmaları bitirildikten sonra, ortaya kışla çarpışmasında şehit düşen Erkân-ı u Fenniyye ve Tarihiyye Kâtibi” olarak
çıkan konu bu kadar meşakkatli ve fe­ Harb Binbaşısıdır. Elbiseleri halen mü­ müzede görev aldığını görüyoruz. Ga­
dakârlıklarla gerçekleştirilen müzenin zede teşhirde bulunmaktadır. Malzeme­ latasaray ve Hukuk Fakültesi mezunu
tanıtınunın yapılması, toplumun ilgisi­ nin bir müzede korunması ve kişinin olan Serınet Muhtar Bey 1920-1922 yıl­
nin çekilmesidir. Günümüzdeki kitle küçük de olsa bir törenle tarihe male- ları arasında Askeri Müzenin üç ciltlik
iletişim araçlarının birçoğunun henüz dilmesi. Şehit ve büyük tarihi kişilerin R e h b e r’ini hazırlar. Aya İrini Kilisesi’-
bulunmadığı bu dönemde mevcut im­ soyundan gelenlerin ellerinde mevcut nin tarihçesinden başlayarak Osmanlı
kânlardan yararlanılır. İlanlar bastırı­ malzemeyi kazanmak için daha güzel Ordu Teşkilatı’nı ve Müzede sergilenen
lır, zamana göre çok ucuz bir seri kı­ bir propaganda elbette ki düşünülemez. bütün malzemeleri tanıtan bu eser, ya­
yafet kartpostalı hazırlanır, dönemin I. Dünya Savaşı sırasında Almanya, zarın mükemmel Fransızcası ile aynı za­
basın organlarından her fırsatta yarar­ İngiltere ve Fransa’daki örneklere ben­ manda yine üç ciltlik Fransızca olarak
lanılır. zer ve toplumu bu konuda kanalize da yayınlanır. Eserler Necm-i İstikbal
Bugün elimizde Askeri Müze adına eder mahiyette bizde H a rb M ecm u a sı Matbaasında basılmıştır. Bunların dı­
yapılmış olan üç özel ilan ile bir de dev­ adı altında 27 sayı süren bir dergi çıka- şında Ahmed Muhtar Paşa’nın bizzat
rin özel yayın organı olan H a r b M e c ­ rılnuştır. Bu derginin Mayıs-1334 (1918) yazdığı ve gelirini Askeri Müze’ye ba­
m uası ’nda bulunan bir ilan mevcuttur. tarihli 25/26. sayısının 389. sayfa or­ ğışladığı birçok eser mevcuttur ki, bun­
Bunlardan ilk ikisi doğrudan Askeri tasında yine müzeyle ilgili bir resim bu­ lardan birisi de Silistre M ü d a fa a -i K ah-
Müze için hazırlanmıştır. Osmanlıca ve lunmaktadır. Resim yazısında “im p a ­ ra m a n a n esi adlı eseridir.
Fransızca basılan bu ilanlar 70x100 öl­ ra to r ve im paratoriçe hazeratı M ü ze z i ­ Askeri Müze’nin Yayın hayatındaki
çüsünde olup birinci hamur kâğıda yal­ ya retin d e. M ü ze -i H ü m a y u n bağçesin- bu etkinlikleri hiç şüphesiz toplum için
dızlı olarak basılmıştır. Üçüncü ilan As­ d e te şrifa t m em u rla rın ı ta kib en ve olduğu kadar Türk Müzeciliğinin yayın
keri Müze sinemasında verilen bir kon­ M ü ze -i A s k e r i’d e M ehter-i H a ka n i M u - hayatı içinde büyük bir önem taşımak­
serle ilgilidir. Rus Muhacirin-i Hasta- zik a sın ı d in le y e re k geçerlerken ” denil­ tadır. 1918’den itibaren günümüze ge­
gân ve Eytanu yararına verilen bu kon­ mektedir. Ziyareti yapan imparator ve linceye kadar tespit edilen yayınlar bir
seri takiben, danslar ve güldürülerle si­ imparatoriçe Avusturya-Macaristan katalog halinde hazırlanmış fakat he­
nema gösterisi yapılacağı ilan edilmek­ İmparatoru Şarl ve İmparatoriçe Zita’- nüz yayınlanmamıştır. □
TİYATRO

Tanzimat ve Meşrutiyet Tiyatrosu


P rof. Dr. M e tin A n d

ÇERÇEVE YAZI
□ T a n z i m a t v e M e ş r u t i y e t ’t e T i y a t r o Y a z a r l ı ğ ı
Prof. Dr. Metin And

Bu konuda ayrıca E d eb iya t ve M ü z ik maddelerine bakınız.


1608
Tanzimat ve Meşrutiyet Tiyatrosu

Metin And

Geleneksel tiyatrodan ayn olarak Ba­ Abdülhamid’in sıkı denetimi altında ti­
tı tiyatrosu üç döneme ayrılıyor: 1839’- yatro etkinliği ve gelişimi durmuş, oyun
dan 1908’e kadar olan dönem Tanzimat yazarları oyun yazamaz olmuşlardır.
Tiyatrosu, 1908’den 1923’e kadar olan 1908’de Hürriyet’in ilanının daha ilk
dönem Meşrutiyet Tiyatrosu ve 1923’- haftalarında tiyatro etkinliği başlamış,
ten günümüze kadar olan dönem ise yazarlar başdöndürücü bir çabuklukla
Cumhuriyet Tiyatrosu başlıklarını alı­ oyunlar yazmaya başlamışlardır. 1923
yor. Her dönemin başlangıç ve bitim hem yeni döneme anayasal bakımdan
yılları önemli bir siyasal ve anayasal de­ Cumhuriyet adının konması bakımın­
ğişikliği belirtmektedir. Ancak bu tarih­ dan geçerli bir başlangıç tarihi olduğu
ler aynı zamanda tiyatro bakımından gibi gene 1923 tiyatro bakımından da
da geçerlidir. Şöyle ki, 1839 Gülhane bir dönüm noktasıdır. Tiyatromuzun
Hatt-ı Hümayunu’nun okunduğu yıl en önemli sorunu olan kadın sanatçı­
olduğu gibi İstanbul’da dört tiyatronun nın sahneye çıkması Atatürk’ün yürek­
açıldığı yıldır. Önce tiyatro binalarının lendirmesi ve verdiği güvenceyle gerçek­
yapılması Batı tiyatrosunun kökleşmesi leşmiş olup, ilk kadın sanatçılar 1923’te
için en önemli adımdı. 1908 II. Meşru- sahneye çıkabildiği gibi, ayrıca gene
tiyet’in kabulü olduğu kadar tiyatro ba­ 1923’te Ankara hükümeti tiyatroyu
kımından da önemli bir yıldır. Çünkü desteklemek konusunda ilk adımı at­
1884’ten başlayarak 1908’e kadar II. mıştır.

11*11M
ı

BATl ANLA YIŞJYLA TİYATROLAR: Batı’nın tiyatro anlayışının yerleşmesi birçok değişik etkenlerle olmuştur. Bunlar arasında
Saray ve çevresinin tutumu, yabancı elçilik/er, yüksek devlet görevlilerinin tiyatroya olan eğilimleri yabancı tiyatro kumpanyalarının
gelip gitmesi vb. sayılabilir. Padişahlardan özellikle II. Mahmud bu tür etkinlik/ere önem vermiş, Muzıka-ı Hümayun 'un kurulmasını
sağlamıştır. Daha sonra Dolmabahçe ve Yıldız Sarayı’nda birer tiyatro binası yapılması bu ilginin sürdüğünü göstermektedir.
Dolmabahçe Sarayı Tiyatrosu.
1609
TİYATRO
Tanzimat ve Meşrutiyet Tiyatrosu

Batı’dan ödünç alınan yeni ve deği­


şik tiyatro anlayışının Türkiye’de be­
nimsenmesi, yerleşmesi ve gelişimi için
birtakım kolaylaştıncı etkenlerden söz
edilebilir. Bunların belli başlılarım şöyle
sıralayabiliriz:
1. Saray ve Çevresi: Batılılaşmada gi­
rişim padişahlardan gelmiştir. Türkiye’­
de Batı Tiyatrosu için de bu böyle ol­
muştur. Ayrıca tiyatroya karşı dinden
ve gerici çevrelerden gelecek tepki de
gene Padişah-Halife’nin tiyatroya gös­
terdiği yakın ilgiyle sönmüştür. II.
Mahmud çağında tiyatroya ilginin da­
ha da çoğaldığını görüyoruz. Özellikle
bu çağda ünlü besteci Gaetano Doni-
zetti’nin kardeşinin bir bando kurmak
üzere 1828’de İstanbul’a gelişi, bir ban­ ESKİNİN YERİNE: Ilk
tiyatro gösterimleri
do ve bir de Muzika-ı Hümuyan kurul­ İstanbul’un Beyoğlu
ması tiyatro bakımından önemlidir. II. yakasında başlamıştır.
Mahmud’un kitaplığındaki tiyatro eser­ Daha sonra tiyatro
lerinin çokluğu, onun tiyatroya yakın gösterimlerine sahne olan
ilgisini gösterir. 1859’da Dolmabahçe İstanbul yakasında
Sarayı’na bir tiyatro yapıldığı gibi da­ seyircinin bu alışılmadık
ha sonra Yıldız Sarayı’na da bir tiyat­ gösterimleri izleyebilme/eri
ro yapıldı. Bu iki tiyatroya pek çok için düzene girmeleri
önemli sanatçı gelerek gösterimler ver­ istendi. Bunun için
hazırlanan tüzük/e
mişlerdir. Asıl önemlisi sarayın kendi seyircinin oyun sırasında
sanatçılarıyla düzenlediği Türkçe gös­ uyması gerekenler sıra/andı.
terimlerdir. Unutmayalım, ilk Türk 1870’te Gedikpaşa
oyunu olarak benimsediğimiz İbrahim Tiyatrosu ’nda Güllü
Şinasi Efendi’nin Ş a ir E v le n m e si ko­ Agop’a verilen imtiyazda
medyası Dolmabahçe Saray Tiyatrosu’- da buna benzer maddeler,
nda oynamak üzere yazanna ısmarlan- güvenliğe ilişkin ayrıntılar
mıştı. vardır. Güllü Agop (altta),
2. Y ü k s e k D ev let G örevlileri-T ü rk Osmanlı Tiyatrosu amblemi
(üstte).
Elçileri-Basın: Batı tiyatrosuyla tamşık-
lığımızda ve bu tiyatronun ülkemizde
gelişmesinde saray ve çevresi ölçüsün­ ğu yerlerde tiyatronun gelişmesine hiz­ rerek, Türkiye’de seyircinin yetişmesin­
de, belki daha da önemli bir etken ola­ met etmiş, ayrıca yazar olarak da bu de yol gösterici olmuşlardır. Kısaca ge­
rak devlet görevlilerinin, dışarıya giden dönemin tiyatrosuna büyük katkısı ol­ rek Türkçe, gerek yabancı dildeki Tür­
Türk elçilerinin ve yeni gelişmekte olan muş Ali Bey’i, İstanbul Şehremini Maz- kiye basını tiyatroya geniş yer veriyor
basının da önemli katkısı vardır. Sara­ har Paşa ile 6. Daire-i Belediye Başka­ ve kamuoyunun ilgisini sürekli olarak
ya koşut olarak devlet adamları da ko­ nı Black Bey’i de bu arada sayabiliriz. tiyatroya çekiyor, tiyatronun tanınma­
naklarında Batı tiyatro ve müziğine Avrupa’ya elçilik yoluyla, ya da baş­ sında, anlaşılmasında, yerleşmesinde
önem veriyorlardı. Yüksek devlet gö­ ka nedenlerle gidenler bu ülkelerde ti­ yardımcı oluyordu.
revlileri gösterimlerin çoğunda hazır yatro üzerine görgü ve bilgilerini artır­ 3. Yabancı Elçilikler: Batı tiyatrosuy­
bulunuyorlardı. Kimi gösterimler onla­ mışlardı. Bu elçilerin yalnız okuyanla­ la tanışıklığımızda Türkiye’deki yaban­
rın koruyuculuğunda veriliyor, bu ko­ ra verdikleri bilgi bakımından değil, cı elçiliklerin de payı olmuştur. Kimi el­
nuda İstanbul’daki yabancı elçiliklerle Türkiye’ye döndüklerinde, tiyatro ça­ çiler elçilikleri içinde tiyatro yaptırıp,
de işbirliği yapılıyordu. Bu dönemin en lışmalarında onların bu bilgilerinden de burada gösterimler verdirmişlerdir,
önemli tiyatro adamı, özellikle Molie- yararlanılımş olması olanağı düşünü­ bunlara Türkler seyirci olarak gelmiş,
re çevirilerinden ve uyarlamalarından lünce Batı tiyatrosuyla tanışıklığımızda Türk oyuncuları da kendi gösterimle­
ve Bursa’da kurduğu tiyatrodan bilinen Türk elçilerinin de önemli bir etken ol­ riyle katılmışlardır. Elçiler ayrıca dışar-
ve sadrazamlık gibi çeşitli görevlerde duğu benimsenebilir. Tiyatronun tanın­ daki, özellikle kendi ülkelerini ilgilen­
bulunan Ahmed Vefik Paşa, bu çevre­ masında basının da büyük katkısı ol­ diren gösterimleri çeşitli yollardan des­
nin yetiştirdiği bir aydındır. Moliere’- muştur. Basın. Türkiye’deki tiyatro ça­ teklemişlerdir.
in bir eserini Türkçeye kazandıran, ay­ lışmalarını eleştirme, olayları duyurma 4. A zın lıkla r: Azınlıklar denilince ilk
rıca Adana Valiliği sırasında bu ilde bir ve değerlendirmenin yanısıra sık sık Av­ akla gelen Yahudiler, Rumlar ve Erme-
tiyatro açıp gösterimleri destekleyen Zi­ rupa’daki tiyatrolar üzerine.bilgi vere­ nilerdir. Ancak özellikle Avrupa’dan
ya Paşa’yı da anmak gerekir. Bulundu­ rek, ayrıca oyun metinlerine de yer ve- çeşitli nedenlerle Türkiye’ye yerleşmiş
1610
TİYATRO
Tanzimat ve Meşrutiyet Tiyatrosu

hudi ve Rumların çeşitli nedenlerden işe


yaramadıkları görülerek, Je u n e s de
L a n g u es diye bilinen bu gençlerin ye­
tişmesi zorunlu olmuştu.
Bizi burda asıl ilgilendiren Viyana’-
daki Academie İmperiale et Royale des
Langues Orientales’in tiyatro çalışma­
larıdır. Bu okulun ilişkilerinden Tho-
mas Chabert’in Türkçeyazdığı ve Fran­
sızca özeti de bulunan H ik â y e t-i İb d a -i
Y eniçeriyân B a B ere ke t-i P ir-î B ek ta -
şiyâ n Ş ey h H acı B e k ta ş Veli-i M ü slü -
m ân üç perdelik dramdır. Gene Viya­
na Doğu Dilleri Okulu’nun çalışmala­
rı arasında yer alan Türkçe bir oyun
1761’de Viyana’da yayınlanmıştır.
Bundan sonra verilen örneklerdeki
Türkçe oyunların adını gizleyen bir
Türk elinden çıkmış olabileceği olasılı­
ğı uzak değıldir. Bu örneklerin ilki 1956
yazında Profesör Fahir İz’in Viyana
Ulusal Kitaplığı’nda bulduğu yazma
SİYA SAL ETKi: Tiyatronun yaygınlaşması, Namık Kemal gibi ünlü kişilerin oyundur, Vakaayi-i A c ib e ve H avadis-i
oyunlarının oynanması halkta belirli bir değişim de yaratmaya başlamıştı. Özellikle G aribe-i K efşger A h m e d adını taşımak­
1873‘te Gedikpaşa’da Vatan yahut Silistre oyunu sırasında seyircinin oyunda yeralan tadır, aynı yazınada oyunun Almanca,
‘‘Yaşasın Vatan" seslerine katılması üzerine Namık Kemal sahneye çıkmış, ama ertesi Fransızca ve İtalyan çevirileri vardır.
gün oyun yasaklanarak başta Namık Kemal olmak üzere birçok yazar sürgüne
Viyana Doğu Dilleri Okulu gibi Türk­
gönderilmişti. Bu olay tiyatronun siyasal alandaki etkisini göstermesi açısından
önemlidir. "Vatan" piyesinin 1908’deki bir temsilinde seyirci/er. çe oyunların yazılmasında ve Türkçe-
ye çevrilmesinde katkısı olan bir kesim
de Ermeniler ve özellikle Venedik’teki
Levanten ya da Türkçe deyimiyle tatlı- katkıları olmuştur. Bu topluluklarda­ St. Lazare manastırında Katolik, Erme­
su frenklerini de anlamak gerekecektir. ki Noci, Asti, Merlo, Meydanier gibi ni Mıhitaryonlarının Ermeni harfleriyle
Bunlar arasında özellikle İtalyan, Fran­ sahne adamları Türk topluluklarına yol Türkçe yayınlarının büyük katkısı var­
sız ve Almanları düşünmemiz gerekir. göstermişlerdir. dır. Bu yayınlar arasında oyun metin­
Yahudiler, Rumlar ve Ermenilerden 6. İ lk Türçe O yunlar: Batı tiyatro­ leri de bulunmaktadır. Oyunların dili
önce bu tatlısu azınlığın da Batı tiyat­ suyla tanışmamızda yazılı Türkçe oyun Türkçe sözdizimi kurallarına aykırılık­
rosunun tanınmasında büyük katkısı metinlerinin de payı olmuştur. Gelenek­ ları, kimi sözcüklerin yanlış kullanılma­
olmuştur. Yabancı tiyatro, bale, ope­ sel tiyatromuz doğmaca olduğundan bir sına karşın çok duru, arı bir Türkçe
ra topluluklarının Türkiye’ye gelip oy­ yazılı metin sözkonusu değildi. Batı ti­ kullanılmış olması çok ilginçtir. Örne­
namaları bu azınlığın gereksinmesi için­ yatrosuyla geleneksel tiyatromuz ara­ ğin oyunun kişileri “ söyleşenler” baş­
di. Bu topluluklar için tiyatro binaları sında görülen en önemli iki ayrımdan lığı taşımaktadır. Abdülmecid’in sara­
yapılmış, düzenli gösterimler verilmesi biri tiyatro binası ve sahne ise, öteki de yında oynanmış olan Safvet Bey’in Mo-
sağlanmıştı. Burada sözkonusu katkı bir yazılı metindi. Bir başka deyişle, ilk liere çevirilerini de ilk Türkçe oyunlar
daha çok bu Türkiye’ye yerleşik azın­ başlarda ilk göze çarpan ayrımlar bun­ arasında sayabiliriz.
lığın kendi olanaklarıyla ve kendi ara­ lardı. İlk Türkçe oyunu sarayın, ısmar­ 1858’de Sırabyan Hekimyan’ın İtal­
larında sürdürdükleri tiyatro yaşamdır. laması üzerine 1859’da yazılan Şinasi’- yanca’dan çevirdiği R iy a k â r ve M üsey-
5. Yabancı T opluluklar: Batı tiyat­ nin Şair E vlenm esi olduğunu belirtmiş­ yib adlı oyunun Naum tiyatrosunda oy­
rosuyla tanışıklığımızı kolaylaştıran et­ tik. 1859’dan önceki yıllarda birtakım nandığını ve rol dağıtımını çağdaş bir
kenleri incelerken bunlar içinde en Türkçe oyun metinlerine rastlanıyor. gazeteden öğıeniyoruz. Bu oyun 1863’-
önemlisi kuşkusuz Türkiye’ye sık sık dı­ Gerek özgün, gerek çeviri olan bu me­ te yeniden oynandığında adı M ü ra i F i­
şardan gelip İstanbul ve İzmir’de gös­ tinlerin çoğu ya Türklerin değildir, ya lo z o f ile H ayırhah M ü sey yib olmuştur.
terimler veren yabancı sahne sanatçıları da kesin olarak kimin elinden çıktığı bi­ 1859’da Mimar Balyan’ın önayak oldu­
ve toplulukları olmuştu. Bunların yal­ linmiyor. Türkçeoyun yazılmasında ve­ ğu Ortaköy’deki tiyatrodan Hekimyan
nız seyircinin yetişmesi ve sahne sanat­ ya Türkçeye yabancı oyunların çevril­ ve arkadaşları Sultan Abdülmecid’in
larının tanınması bakımından değil, fa­ mesinde katkısı olan bir kurum Doğu saray tiyatrosunda şu oyunları Türkçe
kat ilerde ilgili bölümlerde de görece­ Dilleri Okulu’dur. Bu okulda Fransız oynamışlardır: D o n G regorio, Titiz-
ğimiz gibi yerli sahne sanatçıları ve ti­ ve başka ülkelerden gelen gençlere m eşreb K erem kâ r, M a h c u b iy e tin M ü - ■
yatro adamlarının görgü ve bilgi kazan­ Türkiye’deki elçiliklerde görevlendiril- k â fi, D o n Cesar d e B azan. Abdülhak
maları, yerli topluluklarının oyun da­ rnek üzere Arapça, Farsça ve Türkçe H ^m d ’in babası Hayrullalı Efendi’nin,
ğarları , yerli yazarların Avrupa tiyat­ öğretiliyordu. Yabancı elçiliklerde çe­ Şinasi’nin Şair E vlen m esi ’nden önce ilk
rosunu tanımaları bakımından önemli virmen olarak kullanılan Ermeni, Ya­ Türk oyununu yazmış olduğu ileri sü-
1611
TİYATRO
Tanzimat ve Meşrutiyet Tiyatrosu

rülmüştür. Bu oyunun adı H ik â y e -i İ b ­


rahim P aşa B e İb ra h im -i G ü lşen i’dir.
Ancak bu görüşe katılmak kolay değil­ OYUNCULAR: Osmanlı
dir. Çağında yayınlanmamış olan, üs­ Devleti’nde ilk başlayan
tiyatro etkinlikleri için
telik bir tıp öğrencisinin notları arasın­
oyuncu bulmak oldukça
da bir taslak, bir karalama niteliği gös­ güçtü. Kadın oyuncu
teren bu oyun denemesini Şinasi’nin Şa­ bulmak zaten sözkonusu
ir E vlen m esi gibi başarılı bir oyunun değildi. Bu nedenle ilk
önüne almak düşünülemez. dönemlerde Ermeni
oyuncular çoğunluktaydı.
S e y ir c i v e T i y a t r o A n l a y ı ş ı İstepan Eşkiyan, Mardiros
Mınakyan gibi Ermeniterin
Her şey sıfırdan başlamıştı. Oyuncu­ yansıra ilk Türk
su, yöneticisi, oyun yazarı nasıl yepye­ profesyonel oyuncu olarak
ni bir dünyaya pencereyi aralıyorlarsa, bilinen Ahmed Necip ve
seyirci de onlarla birlikte bu yeni yaşan­ oyuncu/uğuy/a birlikte
tıyla tanışmak, onu sevmek için bir baş­ yönetmen olan Ahmed
langıç yapmak zorundaydı. Bunun ne Fehim de dönemin ünlü
bilinmedik bir dünya olduğunu, Sefa- isimlerindendir. Soldan
retnamelerdeki, gördükleri tiyatroları sağa Ahmed Fehim,
ve gösterimleri anlatırken Türk elçilik Mınakyan Efendi ve Kınar
Hanım.
ilişkilerinin çocuksu tanıklamalarından
anlayabiliriz. Karagöz, Meddah, Orta-
oyunuyla koşullanmış Türk seyircisi 1870’te gene Gedikpaşa tiyatrosun­ lanmadığını öğreniyoruz.
için bu yepyeni seyir türünü birden an­ daki Güllü Agop’a verilen tekelde de bu Bu dönemde gerek siyasal gerek ede­
layıp değerlendirmesi beklenemezdi. İlk kadar ayrıntılı olmasa da güvenlikle il­ biyat ve tiyatro tarihimiz bakımından
tiyatrolar ve tiyatro gösterimleri asıl gili maddeler vardır. İlk başlarda tiyat­ seyirci tepkisiyle ilgili en önemli olay
Türklerin yoğun olduklan İstanbul ya­ rolar seyircilik kurallarını öğretmek için 1873’te Vatan y a h u t Silistre’n ın Gedik-
kasında değil de Beyoğlu’nda başlamış­ el ilânlarında uyarılarda bulunuyorlar­ paşa’da oynanışından çıkmıştır. Önce
tı. Güllü Agop yönetiminde gösterimler dı. Tiyatrolar, seyircinin güvenliği ba­ İb r e t gazetesi kapatılmıştı. Halk Vatan
İstanbul yakasında kalıcı ve sürekli ola­ kımından da kötü koşulluydu. Çıkış oyununun gösteriminden sonra İb ret
rak başlayınca bu kez Beyoğlu yakasın­ yerlerinin yeterli olmaması, yangın ve­ gazetesi basımevinde vatanseverce çoş-
da bulunanların buraya gelmesi güçleş­ ya herhangi bir olayda halk için tehli­ kunluğu dile getiren ve “ Var olsun
ti. Ayrıca İstanbul yakasının Türk ti­ keli durumlar yaratıyordu. Tiyatrola­ Kemal-i Millet” diye başlayan bir yazı
yatro toplulukları Beyoğlu ve İstanbul’­ rın seyirci çekmek için başvurdukları bırakmışlardı. Eser ilk kez 1 Nisan
un başka yörelerinde de gösterimler ve­ bir yol devlet adamlarının, yabancı el­ 1873’te gösterildi. O gece tiyatro çok
riyorlardı. Seyirdnin bir düzene girmesi çilerin ve önemli yabancı konukların kalabalıktı. Oyunda sık sık geçen “ Ya­
için kamu çevreleri büyük çaba göste­ hazır bulunduğu gösteriler vermek ve şasın Vatan” seslerine seyirciler de ka­
riyordu. bunu basma duyurmaktı. Naum Tiyat- tılmış, Namık Kemal alkışlar arasında
1895’da eski Gedikpaşa Tiyatrosu’- rosu’na padişah ve yabancı hükümdar­ sahneye çıkarılmıştı. Olay üzerinde Ge-
nun yerinde, Tatlıkuyu yakınında ku­ lar gidiyordu. Güllü Agop da tiyatro­ dikpaşa Tiyatrosu ile ilgili olan yazar­
rulan tiyatro için Meclis-i Vâlâ-yı Ah- sunda buna pek önem veriyordu. Bu­ lar tutuklanmış, Ahmed Midhat Efen­
kâm-ı Adliye beş bölürnlük, 31 ve bir nunla ilgili olarak yarara verilen gös­ di ile Ebuzziya Tevfik Rodos’a, Nuri
ek maddelik bir tüzük hazırlamıştır. İş­ terimler vardı. Deprem, açlık, yangın ve Hakkı beyler A kkâ’ya, Namık Ke­
te bu tüzüğün IV. bölümü ve 25, 26, 27 gibi olaylarda veya bir okulun, bir ha­ mal de Kıbrıs’a sürgün gönderildiler.
ve 28. maddeleri seyirciyle ilgilidir. yır kurumunun yararına gösterimler ve­ Ayrıca iki Ermeni, Ib r e t ’m yöneticisi
Bunlara göre seyirciler salona silâh, riliyordu. Tiyatro da bunu basında du­ Sarrafyan ile tiyatronun yöneticisi Gül­
değnek, şemsiyeyle ve sarhoş olarak gi­ yurarak halkın duygudaşlığını kazanı­ lü Agop da kısa bir süre tutuklanmış­
remeyecekler, seyirciler sigara içilıneye yordu. Seyirciye değin bir sorun da ka­ lar, sonra da salıverilmişlerdir. Olay
ayrılmış yerlerin dışında sigara içmeye­ dınlar ve çocuklarla ilgilidir. Kadınlar gerçekten de gerek siyasal tarihiıniz, ge­
cekler, tiyatroya küçük çocuklar geti­ kaç-göç nedeniyle ya kadınlara özgü rek konumuz olan tiyatro tarihimiz ba­
renler çocukların aykırı davranışların­ gösterimlere gidiyorlar, ya da tiyatro­ kımından çok önemlidir; İstibdat dö­
dan sorumlu tutulacaklar, ıslık çalmak, da kafesli bölmeler varsa buralarda nemine bir başlangıçtır. Gerçi Abdül-
bağırıp gürültü etmek, düzen bağına ve oturuyorlardı. Bununla birlikte, kadı­ hamid’in ilk yıllarında Vatan y a h u t Si-
görgüye aykırı davranışlarla oyunların nın nasıl olursa olsun hiç tiyatroya git­ /istre pek çok kez oynanmıştır. Ancak
gerektiği gibi oynanm asına engel memesi isteniyordu. 1859’da İstanbul bu olaydan sonra tiyatroya kısıtlama­
olanlar tiyatrodan atılacaklar, aynı şey­ Tiyatrosu yönetmeliğine ek 4 Ramazan ların ve sıkıdenetiınin baskısının yoğun­
leri yaparlarsa kolluk kuvveti gönderi­ 1276 tarihli belgede kadınların içeriye luğunu kerte kerte artırdığrm göreceğrz.
lecek. Perde aralarında ve tiyatronun alınması yasaklanıyordu. Güllü Agop’- Seyircinin bu dönemdeki görünümünü
çıkışında, localara giden yollarda, ge­ u n d a tiyatrosuna İ879’da kadınlar için çizerken bunun yanısıra tiyatronun na-
çitlerde eğlenmek de yasaklar arasında­ kafesli localar yaptırdığım, ancak tiyat­ sİ anlaşıldığını da belirtmek gerekir.
dır. ronun yöresinde bunun bile hoş kilrşı- Dönemin tiyatro anlayışı üzerine eli-
1612
TİYATRO
Tanzimat ve Meşrutiyet Tiyatrosu

TULUATIN ÜNLÜ İSİMLERİ: Ortaoyununu geliştiren ve Büyük İsmail diye bilinen İsmail Hakkı Efendinin yanısıra yine
ortaoyunun en ünlü isimlerinden biri de Küçük İsmail’dir. Çeşitli tiyatro topluluklarının kuruluşunda bulunmuş, müzik/i tiyatro ile
de ilgilenmiş Küçük İsmail’le birlikte Abdürrezzak (veya Abdi/) ve Kel Hasan dönemin tanınmış ortaoyuncuları arasımda sayılır/ar.
Bunlardan Kel Hasan kendi kurduğu toplulukla uzun yıllar gösterimlerde bulunmuştur. Küçük İsmail (solda), Kel Hasan (ortada),
Abdi Efendi (sağda).

mizde üç kesin kaynak bulunmaktadır: ni birleştiren bu konuda en doyurucu lüyle her şeyin düzeleceğini sanan halk
Önce basılı oyun metinlerinin öndeyiş yazıları yazmış olan Namık Kemal’dir. kısa sürede büyük bir düş kırıklığına
veya sondeyişlerinde yazarların tiyatro­ D/yo/'en’de imzasız beş yazısı, H a d ik a ’- uğradı. Her şeyin bir anda düzelmesi­
yu nasıl anladıklarını belirten düşünce­ da bir, Ibret’te bir, Şork’ta bir ve ayrı­ ni isteyen sabırsızlık, toplumun yöne-
leri; sonra süreli yayınlarda eleştiri ve­ ca ünlü Celâl M u ka d d e m e si’n d e ve baş­ tirnde söz sahibi olma eğiliminin yan­
ya tiyatro üzerine yazılan yazılarda da kaca yazı ve mektuplarında hep bu gö­ lış kavranmasının yarattığı düzensizlik
bu yolda birtakım düşüncelere yer ve­ rüşleri yükümlü olarak savunmuştur. ve kargaşalık büyük bir aşağılık duy­
rilmektedir. Yerli oyun yazarları özel­ Meşrutiyet döneminin de kendisin­ gusu ve umut kırıklığı doğurdu. 31
likle geleneksel aile düzeni bakımından den önceki ve sonraki dönemlere göre Mart olayının yarattıği sarsıntı, iç ve dış
büyük kısıtlamalar içindedir. birtakım ayırıcı, ilgi çekici özellikleri olayların yarattığı kötümserlikle gene
Bunu yenmek için yazarlar ya yerli bulunmaktadır. İstibdat çağının sona tiyatroya bir görev düşüyordu. Bu kez
çevre ve kişileri çok sınırlı davranış ve ermesiyle tiyatrolar da açılmış, halk tiyatro bir yanda Osmanlı tarihinden
durumlar içinde ele alıyorlar, ya da ko­ hürriyetin ilânı karşısında coşkunluğu­ seçilmiş konuları oyunlaştırarak, eski
nuyu Avrupa veya Türkiye’deki Müs­ nu, sevincini bir belirtme alanını tiyat­ günlerin parlaklığında avunma fırsatı
lüman olmayanların yaşantılanna uy­ roda bulmuştur. Hürriyetin ilânından ararken, bir yanda tıpkı belgesel ve si­
duruyorlardı. (Ahmed Midhat Efendi’- iki gün sonra Tepebaşı Amfi Tiyatro­ yasal tiyatro gibi günlük olayları sıca-
nin Avrupa’da Avrupalı kişilerle geçen su kiralanmış, Gedikpaşa Tiyatrosu’- ği sıcağına sahneye çıkarıyordu. Bu ara­
A h z - i Şar, H ü k m -i D il gibi oyunları, ndan beri yasaklanmış olan oyunların da gericiler de tiyatroya karşı saldırıla­
veya Ermeni Osman Harndi’nin İk iK a r- aynanmasına başlanmıştı. İlk oyunlar rını azaltmamışlardı. Tiyatronun bir
p u z Bir K oltu ğ a S ığ m a z’ı vb.) Daha B esa ile Vatan y a h u t Silistre’yd i. Seçi­ “ ibret” yeri olmadığı, olsa bile tiyat­
çok siyasal bir bildirisi olan konular ise len oyunların eski çağın yasaklanmış ronun bir, iki saatte verebileceği eğiti­
ya yapıntı ülkelere veya Hindistan, A f­ oyunlarıyla, yeni yazılmış günün hava­ ci gücün, din kürsüsünden beş dakika­
ganistan, Arabistan gibi ülkelere akta­ sına uygun oyunlar olmasından başka, da verilebileceği ileri sürülüyordu. Sa­
rılıyordu. Ancak bu yerine getirilmeyin­ gösterimler birtakım güzellikleri de hal­ vaşlar sırasında halkın moralini kalkın­
ce basında veya sansürde hemen yan­ kı tiyatroya çekiyordu. Bu gösterimle­ dırmak için bu savaşlarla ilgili oyunlar
kısı görülüyordu. Tiyatro anlayışında rin ulusun yararına harcanacağı (yeni gösteriliyordu. Donanmaya veya ordu­
önce tiyatronun gerekliliği üzerinde du­ bir savaş gemisi alınması vb.) gibisin­ ya, yangın, deprem, sel gibi afetlerde
ruluyordu. Tiyatronun işlevinin eğlen­ den “ menfaat-i milliye” için düzenlen­ yardım parası toplamak için vatansever
dirmek mi yoksa eğitmek, yararlılık mı mesi, gösterimlerle birlikte ateşli söy­ geceler düzenleniyordu. Aydınlar çeşitli
olduğu kökeni çok eskilere giden bir levler verilmesi, hürriyet konulu şarkı­ konularda bu arada günün önemini be­
tartışmadır. Yalnızca bir eğlence oldu­ lar okunması, halkın o günlerdeki mi­ lirten konuşmalar yapıyorlar, marşlar
ğu bu dönemde kimse tarafından ileri zacına uygun düşüyordu. Meşrutiyetin, çalınıyor, şürler, bu arada Tevfik Fik­
sürülmemiştr. Eğlence ve yarar işlevi­ hürriyetin ilfuııyla, Anayasanın kabu­ ret’in “ Sis” , “ Hayat” gibi şiirleri, ve­
1613
TİYATRO
Tanzimat ve Meşrutiyet Tiyatrosu

ya Midhat Paşa’mn savunmasının met­ termiş, oran bakımından az olmakla nilerin büyük yararı olmuştu. Bunlar
ni, Sultan Selim’in konuşması okunu­ birlikte gerek Osmanlı Tiyatrosu’nda, arasında Bedros Magakyan’ın (1826­
yordu. Çağın tiyatro anlayışını yansı­ gerek başka topluluklarda Müslüman 1891) sahneyekor ve öğretmen olarak
tan yazılar da yazılıyordu. Bu yazılar oyunculara rastlanmıştır. Okuma yaz­ büyük sanatçıların yetişmesinde katkı­
ya süreli yayınlarda yayınlanıyor, ya ma bilen herkes hemen devlet kapısına sı olmuştur. Magakyan’ı Nestor Noci
oyun kitaplannın başında veya sonun­ koşuyordu. Kadın oyuncu bulmak za­ yetiştirmişti. Yetiştirmede Nestor No-
da yer alıyordu, ya da tiyatro program­ ten güçtü. Eser bulmak da güçtü. Çe­ ci gibi, Türkiye’de kalan başka yaban­
larında görülüyordu. Geçen yüzyılda viriler üstünkörü oluyor, kimse işini gü­ cıların da büyük katkısı olmuştu. Eu-
olduğu gibi, bu dönemde de yazarlar nünde yapmıyordu. Sorunlar arasında gene Meydanier, hem orkestra yönet­
oybirliğiyle tiyatroyu topluma gerekli en önemlisi dil sorunuydu. Oyuncula­ meni hem sahneyekor SoliĞ, dekor sa­
ve halkın eğitimi için zorunlu bir araç rın çoğu Ermeni, bunların Türkçesi de natçıları Merlo ve Fornari vb. Bu ya­
gibi görüyorlardı. bozuk olduğundan tiyatromuzunbu dö­ bancıların çoğu dışardan bir topluluk­
nemde en çok üzerinde durulan konu­ la gelmişler, sonra Türkiye’de kalmış­
O y u n c u la r v e O y u n c u lu k su buydu. Özellikle Ermeni oyuncula­ lardır. Yerli öğretmenler arasında İste-
Türkiye’de yeni başlayan Batı tiyat­ rın metatez ve çeşitli telâffuz bozukluk­ pan Ekşiyan’ı (1834-1901) da saymak
rosu için her şeyden önce oyuncu bul­ larından örnekler veriliyordu. Örneğin gerekir. Oyuncu sahneyekor, yönetmen
mak güçtü. Türkiye’deki Ermeni azın­ “maşrapa” yerine “ marşapa” , bayram Mardiros Mınakyan’ın (1873-1920) da
lığı bu işe önce başlamıştı. Seyirci çek­ yerine “ baryam” vb. sanatçıların yetişmesinde büyük katkı­
mek için giderek Türkçe de oynamaya Güllü Agop’un Osmanlı Tiyatrosu ti­ sı olmuştur.
başladılar. Ancak, yetişkin, Türkçeyi yatroyla oyuncular arasında bir sözleş­ Bu dönemin bellibaşlı oyuncuları
iyi konuşan, profesyonel yetkinlikte me taslağı hazırlamıştır. Bu sözleşme arasında önce Müslüman oyuncuları
oyuncu bulmak sıkıntısı dönem boyun­ metni yayınlanmıştır. Her bir oyuncu görelim. Müslüman oyuncuların sahne­
ca çekildi. Özellikle Müslüman oyun­ için ayrı ayn hazırlanan bu 9 maddelik ye çıkması 1847’lerde Saray çevresinde
cu gerekliydi. Burada Müslüman kadın basılı sözleşmede bir yandaoyuncu öte olmuştu. Bunlar arasında Kolağası Ha­
oyuncu zaten sözkonusu değildir. Öte yanda yönetmen Güllü Agop vardır. lil Bey, Vasıf Bey, Garip İhsan Bey,
yandan Türklerde eskiye uzanan bir Oyunculukla ilgili önemli bir konu Halim Bey, Hilmi, Hakkı vb. bulunu­
oyunculuk geleneği vardı. Ortaoyunu da, yetişme olanağı yoktu. Sarayda yordu. Türk tiyatrosunun II. Meşruti­
sanatçıları oyunculuk sanatı bakımın­ Muzika-yı Hümayun bir çeşit okul gi­ yet ve Cumhuriyet dönemlerinin baş­
dan çok yetkindiler. İlk Ulusa: Tiyat­ biydi. Ancak sarayın dışında oyuncu­ langıç yıllarında en önemli sahne sanat­
romuz sayılacak Güllü A gop’un Os­ lar usta-çırak ilişkisi içinde yetiştiriyor­ çılarımızdan biri olan Naşit de burada
manlı Tiyatrosu özellikle Türk oyuncu- lardı. İlk Ermeni oyuncuların yetişme­ yetişmişti. Batılı anlamda ilk Müslü­
lanna ve Türk y ^ ^ la rın a kapılanın aç­ sinde, öğrenimlerini İtalya’da ve Avru­ man profesyonel tiyatro oyuncusu Ah-
maya önem verdi. Çağıılar etkisini gös- pa’nın başka yerlerinde yapmış Erme- med Necip Efendi (?-1898) Güllü
Agop’un Osmanlı Tiyatrosu’nda oyna­
mıştır. Ahmed Necip’in ilk Türk pro­
fesyonel oyuncusu olarak benimsenme­
sine karşın Ahmed Fehim’in (1857­
1930) oyuncu, yönetici, yetiştirici, sah­
neyekor ve dekorcu olarak ilk Türk ti­
yatro adamı olduğunu ileri sürebiliriz.
Buraya kadar verilen Müslüman oyun­
cular arasında Harndi Efendi ve İsma­
il Hakkı Efendi iki önemli sanatçının
adlarıdır. Bunlardan Harndi Efendi
(1841-191 1) Ortaoyununu en ileri götü­
ren üstün bir sanatçıydı. İsmail Hakkı
Efendi’ye gelince, bir adı da Büyük İs­
mail’dir. Aşağıda sözünü edeceğımiz
Küçük İsmail’den ayırdebilrnek için Bü­
KADıN OYUNCULAR: Tiyatronun
kadın oyuncu boşluğunun yük İsmail adını almıştır. Bu oyuncu­
dotdurulmasında Ermeni oyuncuların ların yanında Tulûat tiyatrosunun
büyük katkısı olmuştur. En seçkin kadın önemli üç kişisi üzerine bilgi verelim.
oyunculardan olan Siranuş’un yanısıra Bunların başında Küçük İsmail (1854?-
Karakoşyan kardeşler, Mari Nivart, 1931) gelmektedir. En başta Ortaoyu-
Karakan Riştuni, Manuk Sisak gibi nunun en önemli sanatçılarındandı. Or-
isimler o dönemde ün/enmişlerdir. II. taoyununun yamsıra, Bursa’ya giderek
Meşrutiyette ise en tanınmış kadın Ahmed Vefik Paşa’mn koruyuculuğun­
oyuncular arasında Kınar Sıvacıyan da tiyatro çalışmalarına katılmış, çeşitli
geliyordu. Yeranuhi Karakoşyan (solda),
Benliyan Operet Kumpanyasından tiyatro toplulukları kurmuş, bu arada
Arşalois Hanım (sağda). müzikli tiyatroyla ilgilenmiştir. Bu dö­
nemin oyuncuları içinde en etkin. en
1614
TİYATRO
Tanzimat ve Meşrutiyet Tiyatrosu

hem dramatik, hem lirik tiyatroda en


® beatre beğenilen sanatçıydı. Güllü Agop’un
Osmanlı Tiyatrosu’nun en önemli güç­
G R A Y D E R L E D E P E R A , T IS -A -V IS G A L A TA S E R A Y . leri arasında iki kızkardeş vardı: Yara-
184». nuhi Karakaşyan (1848-1924) ve Vergi­
ne Karakaşyan (1856-1933). Güllü
Agop’un Osmanlı Tiyatrosu’nda kısa
w , ı n o o n l ) 1Jı:B bir süre çalışmış olmakla birlikte gene
Ermeni sanatçıların en önemlisi sayılan
»*» [ESI - is- * / ' *-*— '■A
* j?A —£'/ •x— *A 4-'* “***
lig 1 is*. , > w _•. '.+>.,*> •' r - t - L wy Aznif Hratçya (1853-1920) zaman za­
tv u u o rn c u sn c L Ifcj 4—ıyw- ».k-• ,r*— /J-*— »»•*✓ ■*—-• .»**«
jj;; ^ >-'■*^JV'r'4L-"■*’ man Türkçe de oynamıştı. Güllü Agop
Tiyatrosu’nun önemli kadın sanatçıla­
■—— **«*• rından biri de Mari Nıvart (1853-1884)
»|1I »St »ItUt: İ' i- * j ♦*
•,#*>-Ur-.—
v / ' *4r*
-r- .J J-İ.T» genç yaşında ölmüş olmasına karşın
-- ** '.>s j 'j/ — »■
*»— *.
j j j - ^ ,- > ,y — ■-»jf-v j.p —. O u f + j j * * o ~ . * J» —»-> çok beğenilen, olgun bir sanatçıydı.
.r r ^ v- t'j -r-p--*>>—
»-»/■'•-j.) Güllü Agop’un Osmanlı Tiyatrosu’nda
j...,
i -•£->*/--*?- W-*. *“■* başta gelen oyuncular arasında başka­
>j- .*->^-<X~ ca şunları sayabiliriz: David Triyans
*-*f-'—1»•%».»'*4».. - *J|<—*■■±r.'*-*-~*

‘ 4-■*.»* (1840-1893), Karakin Riştuni (1840­


—''jj*»'rT*—■ jj -—-<>/
i, _ / •**■- y r - - >’ 1879), Manuk Sisak (1839-1897) vb.
ja E M » * â flE W F S» «38*^8»«5»-vi>o «o» «e»o o>^>'ac» Fasulyeciyan’a bağlı önemli sanatçılar,
0EATPOIN 9DT BG2KOY.İİ nr.nsr.iT.rnm.n- 1 karısı Bayzar Fasulyeciyan, Takuhi Hi-
4 ; «lOH’j-ilsll' !M.-r.Xt-<>fH',ı. ranuş, Satenik ve başkalarıdır. Mınak-
if yan grubunda ise, çoğu II. Meşrutiyet
O B BOSKOI * döneminde de varlık gösterenler arasın­
'i -rı«w*■*»<■»t-»ır4/444,* “r- ♦*/-»<44 »
t-4**-'-' ‘ -f»7
W ----•* k-
► -T*/ » -J*»», <-M,~ »l — « ■
—-*• «*■»..
<------»*•-*! . *»» »-r-k—r-«-» «-4^4 da, özellikle Keork Holâs (1858-1907),
4 t n < ^ - ***** >4’- l-*4t*»-A :»*4*Pe *»v gms *4*4 k^
O rOHTUS TOVPANAOS .e-»,-' .—»‘ ı-r- *-*~4 *•*>
Türkçeyi eniyi konuşan Ermeni sanat­
» ‘ ‘,4- ♦-T34V■»!-*v ,lr4«4 +4^ V#
-**-«£ ■Vı4'*r*4 W4* i» “ r--* -^4 • **x&* çısıydı. Gene Mınakyan’la veya kendi
başına çalışan Harutyun Aleksanyan
'-p»>>»4‘.«--*<» *■*♦».»<«.44V
< ^«-*-r~
U--» -v«,*<»-S
***<n-~V
*4*-~ (1857-1917) başarılıydı. Binemeciyan,
■*W‘ «•,« “ r- ■**-*•■ «1^
Çaprastçıyan, Matosyan, Çobanyan,
4 *4».’#**,-X
-*4“4V/'‘»■■
4»■‘A./'»?•«<-■'>--T‘<W *♦».»4•*—
/*rt^•**
<**»*r*■rf*-» fc
^ ,f~t p-'-t-* ‘ *-tı-n4w .4*«;----»-4-» rt.» .
^ Eiy3İ*,r*İ,1
, ^
T*'*""• ......
__ .. . . .
‘ * "' ^ "• ÎK I— .¥ &
* ‘ **•W«r4'*/**r *♦ •
w ~,/£ ^-**-4 ,-sVr- U-i» -‘w —‘A-V ‘ 4c**-< rr>-rt-* ♦*(-»
Satenik, Bazyar, Öjenı vb. II. Meşru-
4. 4A,-. I.*b'•• (*<««•* p*~ • - ' ’-•••••• . -jğ/S n ı - r - e* ■‘ - r f r * M*» t-*H* + 4
• “ *?* « i » . . . . , * , . , t* ,, ■- »-..»•>
r*"*^ rf1"' T.Mrt. . ' — ■-*’ 4..4T. W»
4p) — - bp*» *■> .< -* - y v*rt - i - f t 4 H ' ■++ e-'*-# tiyet’in en başta gelen sanatçılarından
.:•-*•I.-4>»£i»•«p*t~
><4
-w
%<
4*»»-'4*^7C
t.- -*> -*v ’—4. »-ri**>»' A
V— «t- 4it^>r>v — krt,
*»^^,k-r*
e‘->4-*4»W
w —-Mf»'ıf
p*'» -t-*
*---tA*»-*
*V •«»-<»*l•-•■
*ı-*Aı
---*<— . *f’*
-*f■*
Kınar Sıvacıyan (1876-1950) bu dönem­
L~*r-4<«-* « - , 4 ^*4-
»• • ••f* 1*V*'> -O1»*<»»•«* 4ı..>•>»•». . . f. • .
(.U.Mrr.'.f>ıUı
, 1^ 'c <-* t ' ik < ~ . ^ 4 4 f , ->4
“ ‘K4-K. /■# mA#-r
!>W b ' «V t-4-* ‘
4«14 » w » ■»■»**>» 4
4—«• 44 .
ArV
de sahneye atılmıştı. Meşrutiyet döne­
“**L-»^*—
■*~t
*•4*»*^-4<-T»^4».
■K-r* ‘t-* »^»*4 »Wx*-ı •* * *-*•- •*-
minin başlarında bu çağın bir özelliği
oı«•r—4-..>-*»ı— i*'' T4 .»lWI4'4M< t-4tti“■*** '<>*m4»+
n *-«•-■<>ot«- 4arw H «>M ,4,.- liıibi• >»n .» u.
. ,n i . . ı u » . . . .4; • i,.i .»■•
İ>ı**t A-t/İ 4-1 *-» * • * T-T**t * »■«« -v -AA olarak herkesin sesini duyurmak iste­
mesi, yönetime katılma eğilimi, hiç de­
YABANCI TOPLULUKLAR: Osmanlı Devletinde tiyatro topluluklarının ğilse söz sahibi olma isteği tiyatroda da
kurulmasından önce birçok yabancı topluluk gelerek gösterimlerde bulunmuştur. kendini göstermişti. Hiç sahne görgü­
Bunların gösterim yerleri şüphesiz Beyoğlu gibi yabancıların oturduğu semtlerdi. Fakat sü olmayan hemen kendini sahnede bu­
bu toplulukların Türk tiyatrosunun gelişimine katkıları olmuş, tiyatroya ilgi duyan yerli luyordu. Kendi uğıaşları yanında bir iki
oyuncu ve yönetmenler bunların temsillerini seyrederek Batı tiyatrosuyla tanışma gösteride boy göstermek için gençler ya­
imkânı bulmuşlardır. 1840’da İstanbul'a gelen Bosco Tiyatrosu’nun el ilanı. rışıyordu. Mardiros Mınakyan, Ahmet-
Fehim, Burhanettin (Tepsi), Muhsin
önde gelen sahne sanatçılarındandır. köy’deki gösterilerinde çıktı. Bu, 1856 Ertuğrul, Rıza Fazıl, Celâl Tahsin, Sa­
Gene Tulûat tiyatrosunun büyük usta­ sonlarındadır. Kadıköy’de ilk sahneye ra Manik vb. Oyunculuk bakımından
larından Abdürrezzak (veya Abdil) çıkan Fanni adıyla oynayan Agavni bu dönemde üç önemli sorunla karşı­
(1835-1914) tiyatro toplulukları kur­ Hamoyan olduğu ileri sürülmekte, bun­ laşıyoruz. Bunlar kısaca (a) Kadın
muş, Ortaoyunculuğu da yapmış, sara­ dan başka Agavni Kevorkyan’ın adı sa­ oyuncu sorunu; (b) Oyunculuğun bir
ya da alınmıştır. Bu arada dönemin yılmaktadır. uğraş olmasına engeller; (c) Oyuncula­
sonlarına doğru sivrilen Kel Hasan Şimdi belli başlı Ermeni oyuncuları­ rın yetişmesi.
(1868-1925) da kendi topluluğunun ba­ nı kısaca görelim. Bunların içinde en
T iy a tro T o p lu lu k la rı
şında uzun bir süre varlık göstermiş, ça­ önemlileri, ne yazık ki, ya Türkçe gös­
lışmalarını II. Meşrutiyet’te de sürdür­ teri vermemişlerdir, ya da pek az ver­ Tanzimat dönemindeki tiyatro top­
müştür. Bu dönemde Müslüman kadı­ mişlerdir. Bunların başında Ermeni ti­ luluklarının en önemlisi 1870’de on yıl­
nın sahneye çıkması sözkonusu değil­ yatrosunun en önde gelen sanatçıları lık bir tekel almış Osmanlı Tiyatrosu’-
dir. Ancak ilk başlarda Ermeni kadı­ Bedros Atamyan (1849-1891) özellikle dur. Ancak daha çok Ermenice oyna­
nın sahneye çıkması da çok kolay ol­ Shakespeare rollerinde çok başarı gös- makla birlikte Türkçe de gösteriler ver­
mamıştı. İlk profesyonel Ermeni kadın­ terıtıiştir. Ermeni sahnesinin en seçkin miş olan daha önceki topluluklardan da
ları sahneye Stepan Ekşiyan’ın Kadı­ kadın oyuncusu ise Siranuş (1857-1932) söz açmak gerekmektedir. Ayrıca Os-
1615
TİYATRO
Tanzimat ve Meşrutiyet Tiyatrosu

İLK TOPLULUKLAR: Ilk Türk tiyatro topluluğu olan Osmanlı Tiyatrosu’ndan önce Ermeniterin tam bir tiyatro topluluğu olmayan
ve programında canbazlık ve ortaoyunu gibi gösterilere de yer veren gruplar vardı. Bunların arasında Kasparyan ’ın kurduğu
Aramyan topluluğu ve Hekimyan'ın kurduğu topluluklar bu dönemde de henüz başlangıç aşamasında olan tiyatronun gelişiminin ilk
adımlarını oluşturur. Cambazbaşı Rıza Bey’in dişle top atması (solda) ve karnında taş kırması (sağda).

manlı Tiyatrosu yöneticileri ve sanat­ dılar. İşte uzun ömürlü olan Şark Ti­ onbeş yıllık bir tekel vermişti. 1870 bu
çıları bu dönemlerde yetişmişlerdir. yatrosu böyle kurulmuştu. 1862 döne­ dönem için önemli bir yıldır. 1869 son­
Tam bir tiyatro topluluğu olmayıp, minin başında Güllü Agop’ta çalışma­ larında ve 1870 başlarında devlet tiyat­
canbazlık, Ortaoyunu benzeri gösteri­ lara katıldı. 1862-63 dönemi parlak geç­ rosu niteliğinde bir Osmanlı tiyatrosu
lerde Ohannes Kasparyan’ın kurduğu ti. 1862-64 yıllarındaki bir girişim Türk­ kurulması için girişim suya düşünce,
Aramyan Topluluğu, profesyonel top­ çe gösterileri bakımından önemlidir. Bu Güllü Agop’un Osmanlı Tiyatrosu’na
lulukların ilkidir. Kasparyan I 863’te girişimin bir başka önemi de Güllü on yıl için İstanbul’da Türkçe tiyatro
Gedikpaşa’da bir tahta tiyatro kurdu. Agop’un bu çalışmalarda ilerisi için bü­ oynatmak tekeli verildi. Ayrıca aynı yıl
Bu tiyatronun Güllü Agop’un Osman­ yük görgü ve bilgi kazanmasıdır. Beyoğlu’nu, bu arada Naum Tiyatro-
lı Tiyatrosu’nun gösterimler verdiği Ge- Şark Tiyatrosu’nun kapanmasıyla üç su’nu yerle bir eden yangınla, Gedikpa-
dikpaşa Tiyatrosu olduğunu kesinlikle topluluk kuruldu. Bunlardan biri Şark şa Tiyatrosu rakipsiz kaldı. Osmanlı Ti­
söyieyebiliriz. Topluluğun çalışmaları Tiyatrosu’ndan ayrılanlar, ikincisi Gül­ yatrosu Türkçe oynatma tekeline kar­
l866’ya dek sürdü. Kasparyan da 1867’- lü Agop’un kurduğu Asya Kumpanya­ şın, Ermenice gösterimler de veriyordu.
de öldü. Türkçe gösterimleri veren ilk sı, üçüncüsü ise Acemyan ve başkala­ Basın genellikle bu Osmanlı Tiyatrosu’-
topluluğu Sılu Hekimyan kurmuştur. rının kurduğu bir dernek. Bunlardan nu destekliyordu. 1872-73 dönemi Os­
Hekimyan ilk önce İtalyanca ve Türk­ bizi en çok Güllü Agop’un kurduğu As­ manlı Tiyatrosu’nun parlak yıllarıdır.
çe gösteriler veriyordu, sonra izin alıp ya Kumpanyası ilgilendirmektedir. Seyircilerin çoğunlukla Harbiye ve Tıb­
Naum Tiyatrosu’nda Ermenice göste­ 1869’da Asya Kumpanyası adı silindi, biye öğrencileriyle subaylardan oluşma-•
riler de verdi. Hekimyan ve Ekşiyan’- yerine yalnız Osmanlı Tiyatrosu duyul­ sı basında hoşnutluk yaratmıştır. Telif
ın Türkçe gösteriler vermesi Türk tiyat­ du. Osmanlı Tiyatrosu’na asıl gücünü oyunlarda büyük gelişme görülmüştür.
rosunun gelişmesinde önemli bir evre veren 1870’te 10 yıllık Türkçe gösteri Tiyatroda Türk yazarlarının oluşturdu­
sayılmalıdır. Altınduryan kardeşler, Be- verme tekelinin tanınışı olabilir. Gedik- ğu, dil ve dramaturgluk çalışmaları ya­
yoğlu’nda daha sonra Tokatlıyan ote­ paşa Tiyatrosu, önceleri tiyatroya da pan Tiyatro Komitesi bu dönemde ku­
linin bulunduğu yerde Cafe Oriental’i yer verilen bir canbazhane gibi kurul­ rulmuştu. l874’te G örenek, Besa ya h u t
tuttular, 1859’da yapılan binayı Şark muş, işte 1859’da hükümet burayı İs­ A h d e Vefa, İşte A la fra n g a gibi oyun­
(Aravelyon) Tiyatrosu olarak adlandır­ tanbul Tiyatrosu adıyla tanıyarak birde lar gösterilmiştir. 1874 Güllü Agop’un
1616
TİYATRO
Tanzimat ve Meşrutiyet Tiyatrosu

Beyazıt’ta askeri misafirhanede yeni ya­ ro, Mınakyan yönetimindedir. 1881’de


pılan tiyatroda gösterimlerine başlaya- beklenmeyen bir olay, belki de Güllü
calını haber veriyor. Gerçekten, bir ay­ Agop’un tekelinin sona erişiyle ilgili
da bitirilen ve 800 kişi alan söz konusu olabilir. 1882’de Mınakyan, Güllü
tiyatro Ramazan’da açıldı. Güllü Agop Agop ile birleşti. Tiyatro yaşamı Şeh-
sonunda rakibine onun silâhıyla, yani zadebaşı’na kaymıştır. Aynı yıl Güllü
müzikli oyunlara başlayarak cevap ver­ Agop’un saraya girmesiyle öngörülen
meyi uygun buldu. 1875’te her iki top­ gelişmeyi gerçekleştirmek, Mınakyan’a
luluk da müzikli oyunlara yer veriyor­ düşmüştü. Mınakyan, Osmanlı Tiyat-
du. 1875’te Güllü Agop’un tekeline rosu’nu kimi bu adla, kimi Osmanlı
karşı çıkan ikinci rakibin Tulüat Tiyat­ Dram Kumpanyası adıyladönem sonu­
rosu olduğunu söylemiştik. na dek sürdürdü. Fasulyeciyan ve ar­
1875’te Harndi Efendi yönetiminde kadaşları Filibe yolculuğundan yeni
Zuhurî Kolu, Moliere’e öykünen gös­ dönmüşlerdi. Elimizde 1883 yılı üzeri­
terimlere başlamış, Aksaray’da bir sı­ ne bir el ilânı var. 5 Nisan 1883 tarihli
ra Jocası olan 300 kişilik yeni bir tiyat­ bu el ilânı Şehzadebaşı’ndan Vezneci­
roda, bir İtalyan orkestrasıyla temsil­ ler Caddesindeki Osmanlı Tiyatrosu’-
ler veriyordu. Erkekler kadın rollerini nun Abdürrezzak ile Mınakyan yöne­
de oynamaktadırlar. Nitekim gazeteler­ timinde olduğunu, böylece Osmanlı Ti­
de bundan sonra “ Hamdi Efendi İda­ yatrosu adının daha çok bina için kul­
resinde Hayalhane-i Osmanî” başlığı lanıldığını anlıyoruz.
altında duyumlara sık sık rastlıyoruz. 1884 birçok bakımlardan önemli bir
l876’da Güllü Agop’un Osmanlı tiyat­ yıldır. Önce Fasulyeciyan’ın yeni bir
rosu bozulmaya, gerilemeye yüz tut­ topluluk kurarak Gedikpaşa Tiyatro-
muştur. Bir ara Gedikpaşa’daki toplu­ su’nu kiraladığrnı, ancak Gedikpaşa Ti-
luğun Güllü Agop yerine başka bir yö­ yatrosu’nu başka toplulukların da kul-
netim altına girdiğini görüyoruz. landığrnı öğreniyoruz. öte yandan Şeh-
Kimi duyumların başında bu göste­ zadebaşı da Mınakyan da topluluğunu
rimlerin Güllü Agop’un izniyle olduğu “Asıl Osmanlı Tiyatrosu” olarak du­
belirtilmektedir. 1877 Türk-Rus sava­ yuruyordu. Gedikpaşa’da Fasulyeci-
şının patlak verdiği yıllar, Güllü Agop yan’ın yönetimindeki Osmanlı Tiyatro­
topluluğu bir yanda müzikli gösterim­ su da müzikli oyunlar oynuyordu. Böy-
leri yürütürken, bir yandan da savaşa lece tarih yineleniyor, tıpkı on yıl önce
uygun düşecek vatanseverlik oyunları Gedikpaşa’da Güllü Agop ile Opera Ti-
ve şarkıları sahneliyordu. Bu arada Va­ yatrosu’nun müzikli oyiınlar rekabeti­
ta n y a h u t Silistre de günün havasına uy­ ne benzer bir durum ortaya çıkmıştı. Bu
duğu için bol bol oynanıyordu. arada Küçük İsmail ve Hamdi, ikisi bir­
1878-79 döneminde Güllü Agop gös­ likte Şehzadebaşı’nda Temaşahane-i
terimleri sürmektedir. Türk-Rus sava­ Osmanî topluluğunu yürütmektedirler.
OSMANLI TİYATROSU: Osmanlı şı sona ermiş, barış görüşmeleri sırasın­ Ahmed Midhat Efendi’nin Ç e rke z ö z ­
Tiyatrosu 1868'de Güliü Agob'un Asya da Rus askerleri bir süre Edirne’de kal- denleri ve Çengi oyunları Beyoğlu’nda-
Kumpanyası'nın silinmesiyle kendini mıştır.İşte bu sürede Güllü Agop oyun­ ki başarılı gösterimlerinin yanısıra Ge-
duyurmaya başladı. 1870'te Sadrazam Ali cularının hemen hepsi Edirne’ye gitmiş­ dikpaşa’da oynandı. Ç engi ve Ç erkes
Paşa'nın desteyi ve aldığı tekel imtiyazı lerdi. 1879’da Fasulyeciyan, Hiranuş, Ö zdenleri yüzünden Gedikpaşa Tiyat­
sayesinde rakipsiz bir tiyatro olmuş, bir Koharik Şirinyan Bursa’ya gitmişler, rosu yıktırıldı. Fasulyeciyan, Hiraniş,
çeşit Devlet Tiyatrosu nite/iği Sofi, Kör Mari ve Binemeiyan Sela­
kazanmıştır. Osmanlı Tiyatrosu ‘nun Paris
Melekzat Bahçesi’nde temsil verirken,
Paçavrası oyununun ilânı. Ahmed Vefik Paşa onlara bir tiyatro nik’ten Edirne’ye geçmişlerdir. Ahmed
yaptıracağrnı, orada oynamalarını söy­ Fehim’i çağrrırlar. Gedikpaşa Tiyatro-
lemiştir. Toplulukta Fasulyeciyan, Tri- su’nun yıkılışından sonra, 1885’te tiyat­
topluluğu içinde iki tehlikeli rakibin be­ yants, Binemeciyan, Holas, Viktoria ro hareketli canlılığını yitirdi. Mınak^
lirdiği yıldır. Güllü Agop Türkçe ko­ vb. vardı. Daha sonra Satenik de gel­ yan, Benğliyan ile müzikli oyunlar oy­
medya, dram, tragedya ve vodvil oy­ mişti. 1882’de Ahmed Vefik Paşa’nın namak üzere Kahire’ye gitmişlerdi.
natmak tekelini elinde tutuyordu. İşte Bursa valiliğinden azledilmesiyle Türk 1890’da Benğliyan ile Küçük İsmail bir
bir yandan bu tekelin müzikli oyunları Tiyatro tarihi için bu önemli dönem ka­ müzikli tiyatro topluluğu kuruyorlar.
kapsamadıl! bu bakımdan opera, ope­ panmıştır. Böylece 1879’dan 1882’ye Adı Osmanlı Opera kumpanyası’dır.
ret oynatacak bir topluluk, öte yandan dek 3 yıl kadar sürmüştür. Paşanın az­ Bir de elimizde Temaşahane-i Osmanî
bu tekelin yalnız metne dayanan oyun­ li üzerine Bursa’dan ayrılan topluluk Kumpanyası Osmanlı Opera Kumpan­
ları içerdiği savıyla tulûat tiyatrosu or­ Filibe’de gösterimler vermiştir. 1880 yası başlığı altında topluluğun kadro­
tay çıktı. Dikran Çuhacıyan’ın Opera Güllü Agop için hem on yıllık tekelinin, sunu ve oyundağarını veren ayrıntılı bir
Tiyatrosu topluluğunun yerli ve yaban­ hem de Gedikpaşa Tiyatrosu’yla kira göstermelik bulunuyor. Mınakyan’la
cı eserlerle gösterimleri Ramazan’da sözleşmesinin sona erdiği yıldır. Tiyat­ Küçük İsmail’in birlikte çalıştıkları dö-.
1617
TİYATRO
Tanzimat ve Meşrutiyet Tiyatrosu

nem üzerine elimizde bir Güzel Elen el


ilânı bulunmaktadır. Topluluğun adı
Osmanlı Tiyatrosu Osmanlı Dram ve
O pera K um panyası’dır. 1892’nin
önemli bir olayı Şahinyan’ın kurduğu
operet topluluğudur. Bu geçici girişim­
lerin yanısıra Mınakyan topluluğu ken­
di oyun dağarı ve oyuncu kadrosuyla
gösterimlerini sürdürüyordu. 1894’te
bir ara Kel H asan’ın, topluluğunu Os­
manlı Tiyatrosu olarak adlandırdığını
görüyoruz. 1895’te Kambur Mehmet ve
Mehdi Efendilerin Eğlencehane-i Os­
man! Kumpanyası’nı kurduklarını gö­
rüyoruz. Aynı yıl Samatya’da Nezaret
Efendi yönetiminde bir Gülünçhane Ti-
yatrosu’nun varlığına rastlıyoruz,
1901’de çok adına rastlanan topluluk
Şevki Efendi’nin Eğlencehane-i Osmanî
Kumpanyası’dır. 1903 ’te önemli bir
topluluk kuruluyor. Yönetıneni ve sah-
neyekoru bir Fransız olan Georges MINAKYAN'IN YÖNETM1NDE: 1880,
Osmanlı Tiyatrosu’nun imtiyazının sona
Gonnet-LĞvy’dir. Topluluğun adı kimi erdiği ve tiyatronun Mınakyan ’ın
Osmanlı Komedi kumpanyası, kimi kez yönetimine girdiği bir yıl oldu. Bu
Mesire (Komedi-Vodvil)’dir. Kadıköy, yıllarda tiyatro yaşamı Şehzadebaşı’na
Bakırköy, Üsküdar, Pangaltı vb. tiyat­ kaydı. Mınakyan Efendi de tiyatroyu
rolarda gösterimler veren tiyatronun bazen Osmanlı Tiyatrosu, bazen de
oyun dağarı daha çok Beyoğlu’nda Osmanlı Dram Tiyatrosu adı aitında
Fransız vodvilleri oynayan Fransız top­ yönetti. Mınakyan- ve yönetimindeki
luluklarına büyük benzerlik gösterir. Osmanlı Dram Kumpanyası ’nın Biçare
Minyon oyununun ilânı.
Ali Rıza Efendi’nin Komedi Kumpan­
yası Concordia tiyatrosunda temsiller
veriyordu. Bundan başka Abraham Kumpanyası vb. 1909’da toplulukların Bey’in Millî Osmanlı Tiyatrosu birleş­
Efendi yönetiminde bir Varyete Kum- başıboşluğu görülerek Comedie Fran- tirilerek kurulan Sahne-i Milliye-i Os-
panyası’na rastlıyoruz. çaise örnek alınarak ulusal bir tiyatro maniyye 1912’de Ahmed Fehim, Bur-
1908’de II. Meşrutiyet’in ilânından kurulması düşünüldü. Müze-i Hüma­ hanettin Bey’le birleşti. Millî Osmanlı
1923’te Cumhuriyet’in ilânına kadar yun müdürü Harndi Bey ile âyandan Tiyatrosu Mınakyan ve Benliyan top­
olan dönemde pek çok tiyatro toplulu­ Recaizade Ekrem’in başkanlıklarında lulukları birleşerek 80 kişilik bir toplu­
ğu kurulmuştur. Isdibdat döneminde bir topluluk kurul<tu. l910’da şu top­ luk kurdular. Kınar Hanım da bir top­
çeşitli kısıtlamalar tiyatroda da kendi­ lulukları buluyoruz: Osmanlı Trajedi luluk kurdu. Gene 1912’de Hüsn-i
ni göstermiş, Tanzimat’ın tiyatro çalış­ Kumpanyası, Todori Efendi Kumpan­ Şems-i Hürriyet Kumpanyası, Şark
malarını durdurmuştu. 1908’de göze yası, Tenvir-i Hissiyat Kumpanyası, Varyete Kumpanyası, İstanbul Kum­
çarpan tiyatro topluluklarının bazıları Darüttemsil-i Osmanî Kumpanyası, panyası sayılabilir. 1913’te Mınakyan,
şunlardı: Osmanlı Komedi Kumpanya­ Agopyan yönetiminde Osmanlı Şark Felekyan kızkardeşlerle birleşti. Ayrı­
sı, gene Beriiyan’ın Hüseyin K^rn Bey Dram Kumpanyası vb. 1911’de şu top­ ca Madam Binemedyan ile Kınar Ha­
ve Mısır-Türk amatörler kurucusu lulukları buluyoruz: Burhanettin Bey nım bir araya gelerek Yeni Osmanlı Ti-
Ömer Sadi Bey ile kurdukları Vatan Ti­ yönetiminde Sahne-i Milliye-i Osmani­ yatrosu’nu kurdular. Benliyan ve Mı­
yatrosu Kumpanyası, Ahmed Fehim’- ye Topluluğu, Sahne-i Milliye-i Şarki­ nakyan topluluklarının birbirinden ay­
in de katıldığı Mürebbi-i Hissiyat Ce­ ye Topluluğu, Sanayi-i Nefise ve rılması da 1912’de oluyor. 19l3’de
miyeti, gene Fehim’in katıldığı Millî Mürebbi-i Hissiyat Kumpanyası vb. Bu Muhsin Ertuğıul’un katıldığı bir top­
Osmanlı Dram Kumpanyası vb. arada önemli sayılabilecek toplulukla­ luluk kurulmuştur. 1914’te Şark Dram
Meşrutiyet’in ilk yılında faaliyet gös­ ra rastlıyoruz: Sahne-i Osmaniye gibi. Kumpanyası süregelmekte, Reşat Rıd­
teren Millî Osmanlı Tiyatrosu sanatçı­ Bu sırada Yeni Tiyatro Cemiyeti adlı van Sahne-i Milliye-i Osmaniyye top­
ları arasında Afif, Muvahhid, Hakkı bir de tiyatro derneği bulunuyordu. luluğunu yeniden canlandırmıştı. Os­
Necib, Simon, Fikret, Tahir, Sukutî, Burhanettin, Gavroş Tolayan ile kur­ manlı Tiyatrosu Fehim yönetirnindedir.
Recep, Ali, Mari vb. buluyoruz. O rta­ duğu yeni topluluğa Sahne-i Tecdid adı­ Mınakyan ile Nurettin Şefkati birleşti.
oyunu gönüllülerinden ressam Muazzez nı verdi. Ahmed Fehim ve Hekimyan Bunun yanısıra önemli bir topluluk
ve Sahne-i Heves’i kurmuştu. 1909’da Hanım Yeni Osmanlı Tiyatrosu’nda da Donanma Cemiyeti Heyet-i Temsi-
şu toplulukları buluyoruz: Yeni Varyete birleştiler. Daha sonra Hekimyan çıka­ liyesi’ydi. Paris’ten dönen Muhsin Er-
Kumpanyası, vb. Osmanlı Millî Zevk-i rıldı. Burhanettin Bey rejisör oldu. Bur- tuğrul da bir topluluk kurdu. Bunlar­
Selim Kumpanyası, Tasfiye-i Ahlâk hanettin Bey ve Kumpanyası ile Reşat dan başka Recep Bey’in Osmanlı İtti-
1618
TİYATRO
Tanzimat ve Meşrutiyet Tiyatrosu

Temaşa Derneği Heyet-i Temsiliyesi


Mınakyan, Ahmed Fehim, Aleksan-
E ! @ S S . E 'ı E j E l î E
yan, Şahinyan, Felekyan, Aznif birleş­
tiler. Hasan Efendi Millî Dram Kum-
panyası’nı yönetti. 1918’de kurulan
topluluklardan biri de Muhsin Ertuğ-
rul’un Edebî Tiyatro Heyeti’dir. Bun­
dan sonraki yıllarda da çeşitli topluluk­
lar buluyoruz. Bunlar arasında Genç
Türk Birliği, Ertuğrul Saadettin Top­
luluğu, Ziya Bey Heyet-i Temsiliyesi
vb. sayılabilir. Darülbedayi yer yer sar­
sıntılar geçirerek gösterimlerini veriyor­
du. Darülbedayi içinde parasızlık, ba­
şıbozukluk, yönetim kuruluyla sanat­
çılar arasında geçimsizlikler sanatçıla­
rı Darülbedayi dışında bir topluluk kur­
maya itti. 15 Ağustos 1336 (2 Ağustos
1920)’da Beyazıt’ta Hizmet-i Umumi­
ye müessesesi sahibi İsmail Faik Bey
adında birinin yardımıyla Yeni Sahne
kuruldu. Topluluk gösterimlerini haf­
tanın belirli günlerinde Tepebaşı Tiyat­
rosuyla, Şehzadebaşı’nda Yeni Ferah
Tiyatrosu’nda veriyordu. Ancak Hiz­
met-i Umumiye Müessesesi tiyatro dı­
şında ticarî işlere girişmişti, bu işlerden
iflâs edince Yeni Sahne de dağıld’.
Açıkta kalan oylıncuların kimi yeniden
DİĞER TOPLULUKLAR: Darülbedayi’ye döndüler. 1922’nin ilk
Tiyatro imtiyaz tekelinin aylarında Darülbedayi’de sanatçılar yö­
Güllü Agop’a verilmesinden netim ve edebî kurulla tiyatronun yü­
sonra ona rakip olan rümeyeceğini anlamışlar, kendileri bir
tiyatroların başında Tuluat topluluk kurmak istiyorlardı. Muhsin
Tiyatroları gelir. Hamdi
Efendi’nin yönettiği Ertuğrul Avrupa’dan dönmüştü. 6
Aksaray’daki tiyatronun Temmuz 1337/1921’de Türk Tiyatro­
yanısıra yine Hamdi Efendi su kuruldu. Türk Tiyatrosu, Yeni Sah-
yönetiminde Hayalhane-i ne’den değişik olarak kendi yağıyla
Osmani topluluğu gibi kavrulan bir tiyatroydu. Türk Tiyatro-
kuruluşlar o yıllarda adını su’na paralel olarak aynı yıllarda Da-
duyuran topluluklar oldu. rülbedayi’den çıkarılan kimi sanatçılar
Hayalhane-i Osmanî Yeni Tiyatro Temsil Heyeti adında bir
topluluğunun “Gayyur topluluk kurdular. Bu dönemde operet
Çoban yahut 24 saat
Bîhuş” oyununa dair ilanı. toplulukları da kuruldu. 1922 yılların­
- da da çeşitli topluluklar kurulduğunu
görüyoruz. Bunlardan biri de Osmanlı
hat Dram Kumpanyası, Sahne-i Beda- kurulmuş olmasıdır. Ancak bir okul Yeni Şafak Heyet-i Temsiliyesi’dir.
i Millî Heveskârân Heyeti, Dram- olarak kurulmuş olan bu kurumun gös­ 1923’te de Kornik-i Şehir Fahri Bey İs­
Komedi Kumpanyası vb. sayılabilir. Bu terimleri için 1915-1916yıllannı bekle­ tanbul Temaşa Heyeti Temsil Heyeti,
sayılanlar arasında en ciddi topluluk mek gerekecektir. Nitekim Darülbeda- İstanbul Temaşa Heyeti gibi topluluk­
Donanma Cemiyeti Heyet-i Temsiliye- yi-i Osmanî 13 Ocak 1915’te Tatbikat lara rastlamyor. Bu arada daha sonra
si’ydi. Topluluk gösterimlerini 1905’e Salonu’nda ilk gösterimini vermiştir. Millî Sahne adını alarak Cumhuriyet’-
kadar sürdürmüştür. 1914’te tiyatroyu 1915’te Burhaneddin Bey topluluğu in ilk yıllarında önemli topluluklardan
bir düzene sokmak, sağlam temellere Nurettin Şefkatî, Muvahhit, Kınar, Ah- biri olan Sadi Fikret ve Arkadaşları adlı
oturtulmuş ulusal bir tiyatro kurma ça­ med Fehim, Zabel ile birleşti. 1915’te topluluk, İzmir’den sonra çeşitli yerle­
lışmaları sürerken, İstanbul Belediye ayrıca Yeni Komedi Sahnesi, Osmanlı ri dolaştıktan sonra Cumhuriyet’in ilâ­
Başkanı Cemil (Topuzlu) Paşa, İstan­ Dram ve Komedi Kumpanyaları’m say­ nından az önce Eylül 1923’te Ankara’­
bul’da bir konservatuvar kurulması için mak gerekir. 1916’da en önemli olay ya gitmiş, Türk Ocağı’nda gösterimler
ünlü Fransız tiyatro adamı Andre An- Darülbedayi-i Osmanî’nin Ç ü rü k Te­ vermişti, bu gösterimlerin sonuncusu
toine’ı Türkiye’ye çağırdı. 1914’ün en m e l ile gösterimlerine başlamasıdır. Kâ­ İsmet İnönü koruyuculuğundaydı. Bu
önemli olayı Darülbedayi-i Osmani’nin mil Bey’in katılmasıyla kurulan Türk arada müzikli oyunlar, operetler oyna-
1619
TİYATRO
Tanzimat ve Meşrutiyet Tiyatrosu

'tj/ u'-: S. •
•M ^ t f 'J • . J -

"JJı; ^
• • .,.v i j , . —^ ..t;r
— 'M t l , — J i

r + -
( » » • { I > " . ! w

t.& Jt' V »

II. MEŞRUTİYET VE DARÜLBEDA Yİ: II. Meşrutiyetle birlikte başta Milli Osmanlı Tiyatrosu olmak üzere Sahne-i Heves,
Osmanlı Trajedi Kumpanyası, Osmanlı Şark Dram Tiyatrosu gibi birçok topluluk kuruldu. Bu arada bazı ünlü oyuncular da kendi
adlarına topluluklar kurdular. Donanma Cemiyeti Heyet-i Temsiliyesi gibi kuruluşlar da yine o dönemin sayısız topluluklarındı. Ama
bunların içinde en önemlisi 1914‘te kurulan Darülbedayi-i Osmani’dir. Önce bir okul olarak kurulan bu tiyatronun gösterimleri ise
1915‘te başlayacaktı. Donanma Cemiyeti Heyet-i Temsiliyesi ilanı (solda) ve Darülbedayi’nin açılışına ilişkin ilan (sağda).

yan toplulukları da unutmayalım. Kü­ ruz; ancak Fransız Tiyatrosu üzerine rak yer alıyordu. Naum saraydan çok
çük Benliyan’ın (Arşak Hacaduryan) kesin bir bilgimiz yok. Fransız tiyatro­ yardım ve destek görmüş, kurduğu ti­
kurduğu Milli Osmanlı Opera Kumpan­ su daha çok yabancı özellikle Fransız yatro bir çeşit İmparatorluk Tiyatrosu
yası çeşitli adlar altında veya çeşitli top­ dramatik ve lirik topluluklarının gös­ olmuştur. Naum Tiyatrosu 1870 Hazi-
luluklarla birleşerek bu dönemin başın­ terim verdiği bir tiyatro olınakla birlikte ranı’nda bütün Beyoğlu’nu yerle bir
dan sonuna kadar çalışmalarını sürdür­ burayı geçici olarak Türk toplulukları eden korkunç yangında yokoldu. Be-
müştür. İkinci önemli topluluk İstan­ da kullanıyordu. Naum Tiyatrosu’nda yoğlu’nun önemli tiyatrolarından biri­
bul Operet Heyeti’dir. Bunu izleyen da­ Bosco adında ünlü bir İtalyan gözbağ- si de Fransız Tiyatrosu karşısında bu­
ha başka topluluklara da rastlanıyor: cısı Galatasaray’ın tam karşısında gös­ gün Saint-Antoine kilisesinin bulundu­
Hale Opereti, Jale Opereti vb. terimler vermek üzere bir tiyatro için bir ğu yerdeydi. Adı Concordia’ydı. 1896’-
ferman almıştı. Bosco’dan sonra tiyat­ da Concordia yıktırıldı, yerine bugün­
T iy a tr o B in a la rı ronun yönetimini ele alan Naum ’un ti­ kü St.Antoine kilisesi yaptırıldı. Beyoğ:
İzmir’de 1830’da bir tiyatronun ol­ yatrosu 1847’de yanmış, Naum eski lu’nda önemli olan iki tiyatro da Tepe-
duğunu biliyoruz. İstanbul ve İstan­ tahta bina yerine yeni bir bina yaptır­ başı’ndaydı. Bunlar, yakın yıllara ka­
bul’un Beyoğlu yakasında gerek eski­ mıştır. Tiyatroda her yıl bir tiyatro sü- dar ayakta durmuştu. Biri İstanbul Şe­
likleri, gerek süreklilikleri bakımından reıni boyunca dışardan İtalyan lirik hir Tiyatrosu’nun Dram Bölümü ola­
iki önemli tiyatro vardır: Fransız Tiyat­ topluluklarınca opera gösterimleri ve­ rak kullanılan ve tamamen yanan tiyat­
rosu ile Naum Tiyatrosu. Naum Tiyat- riliyor, bunun yanısıra dramatik, bale ro, öteki de Komedi Bölümü olarak
rosu’nun 1840’ta kurulduğunu biliyo­ ve gözbağcılık gibi gösteriler geçici ola­ kullanılıp sonradan yıktırılan tiyatro-
1620
TİYATRO
Tanzimat ve Meşrutiyet Tiyatrosu

dur. Beyoğlu’nda Concordia ve Tepe-


başı yazlık tiyatrolarından başka iki
yazlık tiyatro daha vardı. Bunlardan bi­
ri Tünel’de Tekke’deki yazlık tiyatro,
öteki Taksim Talimhane’deki Croissant
Tiyatrosu. Yakın yıllara kadar Odeon •
Tiyatrosu veya Eclair Sineması adıyla
bilinen, bugün de Lüks Sineması adıy­
la ayakta duran tiyatrosudur.
Halep Çarsısı’ndaki tiyatroya gelin­
ce bu geçidin sonundaki yerde Sirk Ti­
yatrosu vardı. Günümüzde Ses Tiyat­
rosu ve Dormen Tiyatrosu olarak ad­
landırılan bu tiyatro daha önce Fran­
sız Tiyatrosu, ondan önce de Varyete
Tiyatrosu adını taşıyordu. Önemli bir
tiyatro merkezi de Galata’daydı. Gala-
ta’daki oyun yerlerinin çoğu salaş de­
nebilecek yapılardı. Bunlardan çoğu ,
baloz adı verilen şarkılı, danslı eğlence
yerleriydi. Örneğin Apolo, Amerikan
Alkazarı, Avrupa Tiyatrosu vb.
İstanbul yakasına geçersek, burada
en önemli tiyatro Gedikpaşa Tiyatro­
sudur. Gedikpaşa’da önce sirk binası
olarak kurulan Gedikpaşa Tiyatrosu
Türkiye’ye çok sık gelmiş olan Souilli-
er cambazhanesi için kurulmuştu.
1886’da burayı alan Razi adında biri,
pandomima, bale, operaparçaları gös­
teriyordu. Gedikpaşa Tiyatrosu’nun
adı Osmanlı Tiyatrosu oluyor ve sonra
da Güllü Agop’un Osmanlı Tiyatrosu’-
na geçiyor. Güllü Agop yönetimindeki
Gedikpaşa’da da düzeltiınler, onarım-
lar yapılmıştır. Tiyatro binası dışardan
ahşaptı, üç katlı locası vardı. Yerde sı­
ra sıra kanepeler, koltuklar bulunuyor­
du. Gedikpaşa Tiyatrosu’nun sona erişi
ise 1884’te olmuştur. Ahmed Midhat
Efendi’nin bu tiyatroda oynanan Ç e n ­
g i ve Ç erkez ö z d e n le r i saraya jurnal
edilmiş ve yerleşmiş bir kanıya göre ti­
yatro bir gecede yıktırılmıştır. İstanbul
yakasında Aksaray’da, Harndi Efendi’­
nin 300 kişilik tiyatrosu, Beyazıt’ta Mi-
safirhane’de Çuhacıyan’ın 800 kişilik ti­ OYUNCULARIN KURDUĞU TİYATROLAR: ll. Meşrutiyet döneminde birçok ünlü
yatrosu, Şehzadebaşı, Vezneciler’de ço­ oyuncu da kendi adına grup kurdu. Burhanettin Bey (Tepsi), Ahmed Fehim, Reşad
ğu kıraathaneden bozma çeşitli tiyatro­ Bey, Muhsin Ertuğrul, Mınakyan, Şefkati, Kâmil Bey gibi isimler zaman zaman
lar ve Sultanahmet’in 1880’de kurulan ayrılarak, kimi zaman da biraraya gelerek, değişik isimler altında çeşitli tiyatro
açık hava tiyatrosu vardı. toplulukları oluşturdu. Bunların bir bölümü Cumhuriyet döneminde ünlenen
oyuncuların adıyla kurulmuştu. Burhanettin Bey Neron rolünde ve A hmed Fehim
Üsküdar’daki Aziziye Tiyatrosu İs­ (karşı sayfada).
tanbul’un eski tiyatrolarındandır. Ka­
dıköy ve Üsküdar yakasında bu dönem­
de çeşitli tiyatrolar vardı: Üsküdar Bul­ ları görelim. co ve Palais de Cristal adında iki de
gurlu Libade caddesindeki tiyatro, Ka­ İzmir İstanbul’dan sonra ikinci mer­ Cafe-concert bulunmaktadır. Ayrıca
dıköy Söğütlüçeşme caddesinde Zam- kezdi. İzmir, l830’da bir tiyatro kur­ Rumların girişimiyle yapılan Eksariste-
boğlu Tiyatrosu, Üsküdar Bağlarbaşı du. Bundan sonra, 1841’de Euteperne ron Tiyatrosu, Nea Skene ve Sporting
Çiftlik Gazinosu Tıyatrosu vb. İstan­ adlı küçük bir tiyatro kuruldu. İzmir’­ Kulüp tiyatroları çeşitli tarihlerde ya­
bul’daki tiyatrolar üzerine bu toplu ba­ de başka tiyatrolar da vardı, örneğin pılmıştı. Tanzimat’ın iki seçkin aydın
kıştan sonra İstanbul dışındaki tiyatro­ Elhamra gibi. Bunlardan başka Mona- yöneticisi Ahmed Vefik Paşa’yla Ziya
TİYATRO 1621
Tanzimat ve Meşrutiyet Tiyatrosu

ler’de Meşrutiyet Tiyatrosu, Şehzade- yı olup olmadığını sormuş, Çaprast da


başı Kâgir Tiyatro, Bağlarbaşı Posta sıkıdenetimciye dans etmek zorunda
"yolundaki tiyatro, Halep Çarşısı Şevk-i kalınca, görevli de bunu alay sanmış.'
Hürriyet Tiyatrosu, Nefise Mektebi Ti­ Gerçi bu dönemde birkaç oyun yazıl­
yatrosu vb. Abdülhamid’in Yıldız Sa­ dı, ancak bunlar Türkiye dışında basıl­
rayı’ndaki tiyatrosu da Meşrutiyet’in dı. Bu oyunlar Fikripaşazade Ömer
ilk yıllarında halka açılnuş, burada Lütfi’nin (Lutfi Fikri) Kahire’de bası­
özellikle Burhanettin Bey topluluğu lan E rke kler A ra sın d a adlı töre komed­
gösterimler vermiştir. yasıyla gene aynı yazarın Ş im d ik i İzd i­
vaçlar adlı evcil dramı, Silistreli Mus­
tafa Harndi’nin A f ile M a h k û m y a h u t
T iy a tr o Y ö n e tim i - S a h n e
Ş e r e f K u rb a n la rı'd ır.
D üzeni
Bu dönernin sahne düzeni üzerine bil­
Tiyatro yapmak, açmak ve işletmek gilerimiz pek azdır. Yabancı tiyatro
Sultan’ın bir fermanıyla oluyordu. Ti­ topluluklarının gösterimleri sahne dü­
yatro açıldıktan sonra da burada belirli zeni ve tekniği üzerinde yerli topluluk­
türde ve belirli dilde gösterim vermek lara yol gösterici oluyordu. Ayrıca bu
için bir tekel imtiyazı sağlandığı oluyor­ toplulukların sahneyekor ve teknik
du. Başta padişah olmak üzere saray ve adamları Türkiye’de kalıyorlar, yerli
hükümet çevreleri tiyatronun ilerleme, topluluklar için çalışıyorlardı. Noci,
Batılılaşmada önemli bir etken olduğu Asti, George Gonnet-l£vy gibi sahneye-
görünüşünü içtenlikle benirnsernişlerdi. korlar, Fornani, Merlo gibi dekorcular
Tiyatrolara ödenekler verme, ayrıca yü­ yerli topluluklara çok yardımcı olmuş­
Paşa’nın Bursa’yla Adana’da kurduk­ reklendirme, isteklendirmenin yanısıra, lardı. '
ları tiyatrolar üzerine ne yazık ki bilgi­ dönemin başlarında bir Ulusal Tiyatro Güllü Agop’un göstermeliklerinde
miz çok azdır. İzmir, Bursa ve Adana kurulması fikri vardı. Bu fikrin girişim­ sahneyekorluk manzara nezaretiyle
dışında başka yerlerde de tiyatrolara cisi Ali Paşa’ydı. Kamu kesimiyle tiyat­ karşılanıyordu. Dekorcu için ise man­
rastlanmaktadır. Taşrayı gösterimler roların ilişkisi üzerine özellikle bu dö­ zara müzeyyini kullanılıyordu. Hemen
vererek taramış, tiyatrosu olmayan yer­ nem için çok önemli bir konu da san­ her tiyatronun demirbaş dekorları var­
lere tiyatro yapnuş, onları onarnuş olan sür veya sıkıdenetimdir. Dönemin ilk dı. Gelen topluluk bu dekorları oyuna
Ahmed Fehim, anılarında kısa kısa da yarısında sıkıdenetim vardı, ancak bu­ uygun bir biçimde kullanırdı. Ahmed
olsa o yerler üzerine bilgi verir. Bu bil­ nun, isdibdat dönemine girildiğinde, Fehim, Gedikpaşa’da sahnenin sofita-
gilere göre, Edirne’de gösterimler bahçe yapılan bütün olumlu işlerin üzerinden sına çekilmiş böyle 95 perde olduğunu,
ortasında Eski Mahkeme adı verilen es­ silgi çekercesine yıkıcı etkisi olmuştur. bunların mağara, salon, divanhane, ha­
ki bir mahkeme konağında, Kırkkilise’- Sıkıdenetim tiyatroları bile yıktırabili- pishane, kilise, yoksul oda, deniz, or­
deki (Kırklareli) gösterimler ise bir Rum yordu. Sıkıdenetimce bir oyunun adı bi­ man vs. olduğunu belirtir. Bunları ço­
okulunun salonlarında, Trabzon’da Ali le bu oyunu sakıncalı kılmaya yetiyor­ ğunlukla Naum’un dekorcusu Merlo
Bey’in valiliği sırasında gösterimler du. Tehlikeli çağrışımlar yaptığı için yapmıştı.
Meydan-ı Şarkî’de yazlık tiyatroda vb. birtakım sözcükler bile yasak edilmiş­ Meşrutiyet’te tiyatro yönetimi ve sah­
verilmiştir. ti: Yıldız, Kıbrıs, dinamit, kırat, hür­ ne düzeni de her bakımdan ilkel, çağın
Saray tiyatrolarına gelince, özellikle riyet, grev vb. Sıkıdenetimin etkisi yerli koşullarına uygun olarak bozuktu. Ti­
Çırağan Sarayı ve Dolmabahçe Sarayı’- tiyatrocular üzerinde olduğu kadar ya­ yatro tuplulukları bir iki gösterim için
ndaki geçici tiyatroların en önemlileri bancı sanatçı ve topluluklar üzerinde de bir araya geliyor, sonra dağılıyorlardı.
Abdülmecid’in Dolmabahçe Sarayı için görülüyordu. Sıkıdenetim yönetimi ve İyi sanatçıların az oluşu, bunların da
yaptırdığı tiyatro ile II. Abdülhamid’- yetkisi çeşitli bakanlıklar arasında el de­ çeşitli topluluklara dağılmasıyla ortaya
in Yıldız Sarayı’ndaki tiyatrolarıdır. ğiştirmiştir. Sıkıdenetim işlemlerinde dermeçatma topluluklar çıknuştır. Ça­
1910’da Taksim’de Reşadiye Tiyatro- bir tiyatro oyunu ya yasaklanır, ya ko­ ğın çeşitli güçlükleri, koşulları ve baş­
su’nda daha çok Pathe sinemasının şullara bağlı olarak oynanmasına veya kaca nedenlerle tiyatro tupluluklarının
gösterileri oluyordu. Bu dönemde sine­ basılmasına izin verilir, ya da oynan­ çoğu amatör niteliğindeydi. Çoğu ka­
manın gelişmesi sonucu pek çok sine­ mış, basılmış bir eserde sonradan gö­ mu yararına gösterim veriyor, halk,
ma açılmıştı. Bu arada geçen yüzyılda rülen sakıncalar veya gözden kaçma ne­ toplulukların bu yararlı hizmetlerine
Eski Fransız Tiyatrosu, St.Antoine Ki- deniyle hemen kovuşturma yapılması saygı duymakla birlikte tiyatro sanatı­
lisesi’nin karşısında İstiklâl Caddesi 320 için Zaptiye, veya Bâbıâli’ye jurnal edi­ nın gelişmesi ve tiyatronun profesyonel
numaradaydı. 1920 Kasınu’nda gene lirdi. Sıkıdenetim ve baskı altında tiyat­ bir nitelik kazanması böyle engellenmiş
aynı yerde Elhamra adıyla bir müzik- ro yaşamı üzerine pek çok tuhaf olay­ oluyordu.
ho] açılmış, daha sonra Elhamra sine­ lara rastlanmaktadır. Bir oyunda Ah- Eleştirmen ve tiyatro tarihçisi Selim
ması diy"' bilinen bu tiyatroda bugün de med Fehim kadının gözlerinin “ yıldız” Nüzhet (Gerçek) temaşa vergisi,Dârü-
tiyatro oynanmaktadır. gibi parladığını söylediği için jurnal laceze, Düyun-ı Umumiye ödentisiyle
Bu sayılanlardan başka bu dönemde edilmiş, Çaprast Üsküdar’da bir dans gelirlerinin Ofo25’ini almanın altın yu­
şu tiyatroları sayabiliriz: Paşabahçe okulu açmış, ayak oyunları için izin is­ murta yumurtlayan tavugu kesmek ola­
Sultaniye çayırındaki tiyatro, Vezneci­ temiş, sıkıdenetimci bu oyun için ona­ cağını belirtiyor. Kamu ödenekli bir ti­
1622
TİYATRO
Tanzimat ve Meşrutiyet Tiyatrosu

yatro olan Darülbedayi’den bile kazanç Tiyatro çalışmaları İstanbul’da toplaş- ne düzeninin önemli ögelerine gelince,
vergi istenmişti. Yönetim sistemi bakı­ mıştı. Ancak zaman zaman tiyatrola­ bunların da parasızlık, bilgisizlik ve ça­
mından Fransa, özellikle ComĞdie rın çeşitli nedenlerle İstanbul dışına çık­ ğın çeşitli koşulları yüzünden yerine ge-
Française örnek alınmıştı. Nitekim tığını görüyoruz. Meşrutiyet’in ilâmnın tirilemediği anlaşılıyor. Yeni bir dekor
1909’da kurulması düşünülen Millî Ti­ ilk aylarında Ahmed Fehim topluluğu yapılması, hele bu dekor bir kapalı oda
yatronun da ComĞdie Française örgü­ Selânik, Üsküp, Manastır gibi yerler­ dekoru (decorfermĞ) olursa sanki
tüne uygun olmasına çalışılmıştı. de dolaşıp gösterimler vermişti. Bu tur­ önemli bir olay gibi duyuruluyordu. Bu
Oyun seçimi ve tiyatro yönetiminin nelerin en önemlisi olarak 1923’te Da- çağın gösterimlerini gösteren fotoğraf­
yazarlarla ilişkisine gelince, bu da pek rülbedayi sanatçılarının İzmir’e gidiş­ ların hiç denecek kadar az olması yü­
düzenli değildi. Edebi Heyet adı altın­ leri, İzmir’de Atatürk’ün önünde oyna­ zünden dekorlar üzerine bir fikir edi­
da birçok tiyatronun bir okuma kuru­ maları, bu arada Şâdi Fikret’in de “ Şâ- nemiyoruz. El ilânlarında, eleştirmeler­
lu bulunuyordu. Topluluklar daha çok di Bey’in Riyaseti Altındaki Darülbe- de de temsilin sahne düzeni, dekorları,
önemli yazar ve fikir adamlarım bu ku­ dayi Grubu” başlıklı ayrı bir toplulukla giysileri, bunları kimlerin yaptığı üze­
rula toplayıp bunların adlarım duyura­ Anadolu’nun çeşitli yerlerini dolaşma­ rine pek bilgi bulamıyoruz. Kimi tiyat­
rak daha çok tiyatro için bir saygınlık sı, Cumhuriyet’in ilânından az önce ro toplulukları bunlara önem verecek­
sağlamak, yazarlar da böylece adlarını Ankara’da gösterimler verişini göstere­ lerini duyuruyorlardı. Sehne-i Milliye-i
işittirmek ve kendi oyunlarını oynatabil­ biliriz. Nitekim bu topluluk daha son­ Osmani topluluğu 1911 ’de Raif (Ogan)
mek olanaklarını kazanıyordu. Darül- ra Cumhuriyet’in ilk yıllarında önemli Bey’in B iza n s'ın S u k u tu y a h u t F atih
bedayi’nin bir önemli sıkıntısı da ken­ çalışmaları görülen Milli Sahne’nin te­ S u lta n M e h m e t adlı 5 perdelik bir oyu­
di tiyatro binası olmamasıydı. Nitekim melidir. nunu sahneye koyacağı zaman dekor­
1919 yılı da bu sıkıntının çekildiği yıl­ Sahneye koyanın adı kimi tiyatrolar­ ların Milano’da Maison Rovasvalli’ye,
lardan birisidir. da görülmekle birlikte görevinin tam giysilerin de bir yabancıya yaptırıldığı­
Tepebaşı Tiyatrosu dokuz yıl için bir anlaşıldığı söylenemez. Zaten bu çağın nı duyurmaktadır. Yabancıların çeşitli
yabancının işletmesine bırakılmış, Kâ- koşullarıyla sürekli tiyatroların kalıcı gösterimlerde sahne düzeninde görev
ni Bey’in başarısıyla Ramazan ve kimi etkinlik görülmediği gibi, bir gösteri aldıklarım biliyoruz. Nitekim Mme. Bi-
günlerde Darülbedayi’ye verilmiştir. üzerinde yeterince durmaya, prova yap­ nemeciyan topluluğunda dekorları Er-
Oysa 1919’da tiyatro başka kumpanya­ maya da vakitleri yoktu. Öyle ki, oyun­ tuğrul Muhsin ve Behzat (Butak) yap­
lara kiralanmış, Beyoğlu’nda Skating, cularda ilgili bölümde de belirtildiği gi­ mış olmakla birlikte, bunun dışındaki
Odeon, Varyete tiyatroları çeşitli Rum, bi, değil prova yapmak, rollerini ezber­ işleri yabancılar üzerine almışlardır.
Ermeni, Fransız topluluklarına kiralan­ lememiş oyunculara sık sık rastlanıyor­ Bunun gibi Darülbedayi’de Ç ü r ü k Te­
dığı için Darülbedayi için Şehzadeba- du. m e l ile H isse-i Şayia dekorlarını Ber-
şı’na geçmek zorunluluğu doğmuştur. Dekor, giysi, ışık, donatım gibi sah­ nard Rosenthal yapmıştı. D

Tanzimat ve Meşrutiyetle Tiyatro Yazarlığt


METİN AND

Tanzimat dönemi oyun yazarlarının "yazarlar yazarı" gibisinden çok


başında ilk Türk oyununu yazan İbra­ önemli bir yer almıştır.
him Şinasi (1826-1871 ) gelmektedir, Bu dönemin bir başka tiyatro yaza­
Gazeteci, şair, denemeci İbrahim Şi- rı Ahmed Midhat'dır (1844-1912). Ça­
nasi'nin tek oyunu daha önce Dolma- ğında birçok oyun sahnelemiştir: Ey-
bahçe Saray Tiyatrosu 'nda oynanmak va h. Açık Baş, Ahz-ı Ştir yahut Avru­
üzere ısmarlanmış Şair Evlenmesidir. pa 'mn Eski Medeniyeti, Hükm-i Dil,
İbrahim Şinasi, ilk Türk tiyatro eseri­ Çengi yahut Daniş Çelebi, Fürs-i Ka­
ni verdiyse, bu döneme güçlü kişiliğiy­ dimde Bir Facia yahut Siyavuş, Çer-
le her bakımdan damgasını vuran Na- kes Özdenleri, Zeybeklerden başka
(1840-1888) de çağında şu oyunları yazdığı ileri sürülmüştür:
cıöır açan Vatan vahut Sijistre, Zaval­ Çavuş, Kürt Kızı, Ziba, Arnavutlar, in­
lı Çocuk, AkifBey, Gülnihal, Celılled- tikam, Yürek Pazarlığı, Zuhur-i Osma-
din Harzemşah ve Kara Belâ oyunla­ niyan ve romanlarından uyarlama Kaf­
rını yazmıştır: Bu eserler öteki yazar­ kas ve Merdut Kız. Tiyatro üzerine ya­
ları bunlara öykünerek oyun yazma­ zılar yazmış, Türkçeye çevirdiği ro­
ya isteklendirdiği gibi, Namık Kemal manlar oyunlaştırıldığı gibi, tiyatro
bunlardan başka. tiyatro üzerine yaz­ eseri de çevirmiştir.
dığı yazılar ve Celâl Mukaddimesi yle JSemseddin Sami'nin (1850-1904)
tiyatro konusunda görüşlerini belirt­ üçu de yaymTanmış^ve oynanmış üç
miş, yazarlarla mektuplaşmalarında başarılı oyunu vardır: Besa yahut Ah­
onlara yol göstermiş, onların eserle­ de Vefa, Gılve, Seydi Yahya. Ayrıca
rini eleştirerek, düzelterek çağında Feraizcizade Mchmed Şakir. Dumanoir ve Dennery'nin Le vieux
1623
TİYATRO
Tanzimat ve M eşrutiyet’te Tiyatro Yazarlığı

Caporal'ini ihtiyar Onbaşı Ckimi kez Gondinet'in Gavaut, Minad ve Şüre­ Bu dönemin en önemli kişilerinden
Mûsin Onbaşı adıyla oynanmıştır) kâsı çevirisi, Eugene Grangâ ile Vic­ biri Ahmed Vefik Paşa'dır C1823-
adıyla çevirmiştir. tor Bemard'ın Madame est couchâe 189):Tiyatro eserlerinin hepsi çevi­
. Recaizade Mahmud Ekrem (1847­ adlı komedyasından uyarladığı Koka­ ri ve uyarlama olmakla birlikte Maliâ-
1913) dört oyun yazmıştır: Afife An- na Ysttıyor (ya da Madame Uykuda) ve re uyarlamalarında gösterdiği başarı
jelik, Atala yahut Amerika Vahşileri, bir de gene bir yabancı oyundan uyar­ ile sanki bunları yeniden yazmışçası­
Vuslat yahut Süreksiz Sevinç, Çok Bi­ landığını sandığımız Çıngırak adlı gül­ na özgün olabilmiştir. Maliâreçeviri ve
len Çok Yanıltr. dürüsü vardır. uyarlamalarından 16'sı elimizdedir.
Ebuzziva Tevfik (1849-1913), biri Bu dönemin verimli ve çoğu kez bir­ Bunlar sırayla Savruk, infiâl-i Aşk, Du­
Victor Hugo'nun Ange/o'sundan uyar­ likte çalışan yazarları Manastırlı Meh­ du Kuşları (daha önceki adı Ziynet Fu-
lama Habibe yahut Semahat-i Aşk, met Rıfat (1851 -1907) ile Hasan Bed­ ruşlar), Kocalar Mektebi, Kadınlar
öteki Ecel-i Kaza olmak üzere iki oyun rettin Paşa'dır (1850-1911 ). Birlikte Mektebi, Zor Nikâh, Tartüf, Den Civa­
yazmıştır. Temaşa adında, içinde telif ve çeviri nı, Tabib-i Aşk, Adamcıl, Zoraki Tabib,
_Şamipaşazade Sezai'nin (1858­ 20 kadar oyun bulunan bir dizi yayın­ Yorgaki Dandini, Azarya, Dekbazlık,
1936) biri basılmamış (Bir Düşmüş lamışlardır. Mehmet Rıfat'ın kendi ba­ Okumuş Kadınlar, Meraki (Hayali
Kadın), öteki yayınlanmış (Şir) iki oyu­ şına yazdığı eserler şunlardır: Bir Hasta), ayrıca Aşk-ı Musawer, Pırpı­
nu vardır. Günlük ikbal, Ahmet Yetim yahut rı Kibar (bu oyunun bir adı da1<öylü
.Muaüjm Naci_(1852-1887) bir tek Netice-i Sadakat. Delile yahut Kanlı in­ Kibar'dır). Ahmed Fehim anılarında
oyun'yazmışilr:Hazım Bey yahut He­ tikamı, Ebülfeda, Ebal'ulâ yahut Mü­ Bursa'da 34 Maliâre çeviri ve uyarla­
der. 1891 'de yayınlanmış bu eserden rüvvet, Fakire yahut Mükâfat'ı iffet, masının oynandığını, bir kaynak ise
tek bir sayı bile kalmamış, Meşrutiyet'- Kölemenler, Nedamet, müzikli oyun­ bunlardan 19'unun basıldığını belirt­
te Heder adıyla yeniden yayınlanmış­ lardan Fortunio, Orpâe, Grioflâ-Griof- mektedir. Ahmed Vefik Paşa'nın Lam-
tır. Muallim Naci ayrıca, Ahmed Mid- la, Emin Eşref ile Mehmet Rıfat'ın bert Thiboust ile E.Lehmann'ın Le Tu-
hat'ın Çengi adlı müzikli oyununun Michel-Jean Sedaine'den çevirdikle­ eur de lions adlı eserinden çevirdiği
şarkılarının sözlerini yazmıştır. ri Kan intikamı, Michel Carrâ ve A. Arslan Avctlan yahut Hak Yerini Bu­
Hiçbir döneme sığmayan Abdülhak Lvfe'nin Lall Roukh'undan çevirdikleri lur da basılmıştır. Victor Hugo'nun
Hamid (1852-1937) hem Tanzimat, Lâleruh, Joan François Ducis'den çe­ Heman/'sini çevirmiştir. Ahmed Fe-
hem Meşrutiyet. hem de Cumhuriyet'- virdikleri Othello, Alexandre Dumas - him'in bildirdiğine göre, Ahmed Vefik
te eser vermiştir. Bu dönemde yayım­ nın La Denscience’ından çevirdikleri Paşa, Alman veliahtı Wilhelm'in Bur-
lanmış veya yazılmış eserleri arasın­ Vicdan, Emile de Ginardin'in Clâpo- sa'ya gelmesi üzerine Schiller'in Hay-
da şunları sayabili riz: içli Kız, Macera- ratre'ından çevirdikleri Kleopatra, duf/ar'ını manzum olarak çevirmiş ve
yi Aşk, Sabr û Sebat, Duhter-i Hindu. Schiller'in Hud'a ve Aşk (ayrıca Ge- bu çeviri Bursa'da oynanmıştır. Ayrı­
Nazife, Eşber, Tank yahut Endülüs dikpaşa Tiyatrosu’nda aynanmış olan ca Oyuncuya Bir Oyun gibi kısa de­
Fethi, ibn-i Musa yahut Zatü l-Cemal, Schiller'in Haydutlar'ının da onların nemeleri de olduğunu belirtiyor. Ah­
Finten, Zeyneb yahut Tecrübe-i Ka­ çevirisi olduğunu sanıyoruz); Hakkı med Fehim'e dayanarak bunların Fa-
der, Sardanapal, Liberte. Ali Bey'in Tarık Us Kitaplığı'nda bir yazması bu­ sulveciyan ın sandığıyla yok olduğu­
(1 844-1899) Misafiri istiskal, Geveze lunan Serencamlı Vasiyet yahut Defi­ nu öğreniyoruz. Ayrıca bir de Shakes-
Berber adlı komedyaları, Letâfet adlı ne de onların çevirisidir. Bu arada Ge- peare çevirisi olduğu ileri sürülmüs-
müzikli oyunundan başka: Maliâre'in dikpaşa Tiyatrosu'nda aynanmış olan tür.
Les Fourberies de Scapin'inden uyar­ Feth-i Celil-i Konstantiniyye'nin de Ahmed Vefik Paşa'dan söz açınca
ladığı Awar Hamza, George Dandin'- Mehmet Rıfat'ın eseri olduğu sanıl­ ister istemez bu dönemin en önemli
den uyarlama Tosun Ağa, Edmond maktadır. oyun yazarı Sursalı Feraizcizade Meh-

Musahibzade Celâl. İ.A.Nuri Sekizinci. Abdülhak Hamid.


1624
TİYATRO
Tanzimat ve M eşrutiyette Tiyatro Yazarlığı

med Şakir'den (1853-1911) söz aç­ lardır. Sohum diye de adlandırdığı yın tarihi 1293 olabilecek bir Hüsrev
mak gerekir. Ferazcizade Mehmeıd oyun Osmanlı Tiyatrosu'nca oynandı­ ile Şirin varsa da burada yazarın im­
Şakir, Ahmed Vefik Paşa yanında ye­ ğında tam adı Sohum Muzafferiyeti'- zası M.R. harfleriyle gösterilmiştir.
tişmiş, Moliâre'i tanımış ve Moliâre et­ dir. Oyunun elimizde metni olmamakla Mehmed Rıfat'ın olduğu sanılmakta­
kisiyle, özgün yaratı olarak 6 komed­ birlikte 1877'de 93 Osmanlı-Rus sa­ dır. Yazarın bir de Osmanlı Tiyatrosu'-
ya yazmış ve bunları kendi basımevin- vaşıyla ilgili olmalıdır. Yazarın Leylâ ve nca oynanmış Nedamet yahut Hırsız
de yayımlamıştır: Teehûl yahut ilk Mecnun ile Rumeli'deki Türklerin göç Evltit adlı dramının bir dergide kısaca
Gözağnsı, inatçı yahut Çöpçatan, Ev- edilişini ele alan Muhacir adlı iki oyu­ özeti verilmiştir.
hami, icab-ı Gurur yahut lnkiltib-ı Mu­ nu daha olduğu söyleniyor ki, bu sa- Karakin Riştuni'nin de birçok oyu­
habbet, K1rk Yalan Köse ve bunun ar­ nımca Hicret adıyla da anılıyor. Bir nu Osmanlı Tiyatrosu'nda, oynanmış­
kası, Yalan Tükendi. başka yazar Nâzım Paşa'nın Mecnu- tır. Eserleri arasında Grampiimpam-
ilk tragedya denemelerini yapan Ali niye diye bir başka eserinin adını anı­ poli, Niks Niks, Dörtyüz Frank, Mi­
Haydar Bey'in (1836-1914) üç eseri yor. Ntom Paşa'nın Aleksinaç’ı ile ay­ ras Sandığı vardır. Riştuni'nin bu sa­
yayınlanmış, ikisi Gedikpaşa Tiyatro­ nı aylarda Vizental'in Asya da Çerna- yılanlardan başka eserleri de olduğu­
su n d a oynanmıştır: Sergûzeşt-i Per- y e f adlı eseri Osmanlı Tiyatrosu'nda nu öğreniyoruz: Sarhoşun Şarkısı, As­
viz, ikinci Ersas ve Rüya Oyunu. Bil­ oynandı. Ressam, müzeci Osman kerin Kaybı, Fena Zaman, Sahne Şar-
gi verilmeden, kaynak gösterilmeden Harndi (1842-191 m de iki komedya kılan, Ktiğıt Yakalıklı Aşık ve Köse
yazarın iki eseri daha olduğu ileri sü­ yazmıştır. Osman Harndi'nin Türkçe Ktihya'nın metni. Onun gibi Mikael
rülmüştür: Gonce-i Çin yahut BirAğ- yazdığı iki Karpuz Bir Koltuğu Sığmaz Çaprast'ın da bir iki oyunu vardır: 5
lamamn Bir Gülmesi ve Hekimlerin Ben' imzasıyla yayınlanmıştır. Yaza­ perdelik dramı Nedamet, Bir Kadeh
Hareketi yahut Tiyatro içinde Tiyatro. rın bir de Fransızca yazmış olduğu Çay adlı fars ve Buket adlı şarkılı ve
Huşenk adında bir tragedya dene­ “Gerf Volant (Uçurtma) adlı bir ko­ danslı bir üçlü.
mesinde bulunan ibnürreşad Ali Fer- medyası da vardır. Bu arada müzikli oyunların libretto­
ruh (1865-1904), manzum olan Bah­ Abdülhalim Memduh (1868-1905) larının yazarlan üzerine açık seçik bilgi
tiyar yahutSon Gürlüğü ile Tesir-i Aşk manzum olarak Bedriye’yi yazmıştır. edinmek oldukça güçtür. Özellikle
yahut Zahmetsiz Ölüm adlı oyunların Ümitsiz Mültikatyahut istifade-i ibret- Arif in Hilesi için. Eserin ilk baskısın­
yazarı Mustafa Hilmi (1840-1880), de onundur. Ayrıca Refik Nevzad ile da yazar, Osep Yazıcıyan olarak gös­
Osmanlı Tiyatrosu Tiyatro Komitesi yazdığı Abdülhamid ve Genç Türk Bir terilmektedir. Kimine göre librettoyu
üyesi Mustafa Nuri Bey (1844-1906), Harem Ağası adlı bir oyunu vardır. Na- Takfor Nalyan yazmış, OsmanlıTiyat-
Zamane Şıklan ve Biçare adlı oyunları itin adında manzum olarak yazdı(lı rosu Tiyatro Komitesi üyelerinden ib­
yazmıştır. Bu dönemin en önemli ya­ oyun Nokta dergisinde bölüm bölüm rahim Halet Bey düzeltmiştir. 1874 te
zarlarından biri olan Hüseyin Nâzım yayınlanacakken baştan kesilmiştir. Arif in Hilesi oynandığında librettoyu
Paşa'nın (1854-1927) oyunları oy­ Bu arada tiyatroculardan da oyun düzeltenler Halid (Halet olacak) Bey
nanmış olmakla birlikte ne yazık ki, yazanlar çıkmıştır. ilk Türk oyuncusu ve başkaları olarak gösterilmiştir.
bunların hiçbiri günümüze ulaşmamış­ Ahmed Necip Efendi'nin çeşitli oyun­ Birçok müzikli oyunun librettolarını
tır. lbnülemin Mahmud Kemal lnal, ya­ ları vardır. Onun elimizde, basılı tek Şakir Paşa'nın, Agâh Efendi'nin ve
zarın üçtiyatro oyunu olduğunu bildi­ oyunu idbar ve ikbaldir. Osmanlı Ti- başkalarının hazırladığı gösterilmiştir.
riyor, adlarını Aleksinaç, Sohum ve yatrosu'nun göstermeliğinde Genova Meşrutiyet dönemine gelince bura­
Hicret olarak veriyor. Bunlardan ilk iki­ Muhaberesi ve Güllü Agop ile birlikte da Servet-i Fünuncular içinde tiyatro
si Osmanlı Tiyatrosu'nca Türk-Rus yazdığı Tayyarzade yahut Binbirdirek alanında en geniş etkinlik gösteren
savaşı sırasında oynanmıştı. Aleksi- de onun eseri diye gösterilmiştir. Da­ Hüseyin Suad (Yalcın) (1867-1942)
naç'ın oynanışı üzerine eseri öven bir ha önce de belirttiğimiz gibi, onun ba­ olmuştur. Hüseyin Suad'ın Meşruti-
de yazı yayınlanmıştı. Oyunun tam adı sılmış bir Hüsrev ve Şirin adlı oyunu yet'in ilk günlerinin eğilimine uyarak
Aleksinaç yahut Osmanlı Kahraman­ olduğu ileri sürülmüştür. Elimizde ya­ ilk yazdığı istibdat döneminin kötülük-
1625
TİYATRO
T a n zim a t ve M e ş r u tiy e tte Tiyatro Yazarlığı

Raif Necdet Recaizade Mahmud Ekrem. Şehabeddin Süleyman.

lerini gösteren beş perdelik oyunu arasında Pençe, Gidal, ilk önce İki manlı Donanma Gerniyeti oyun dağar­
Şehbal yahut istibdadın Son Perdesi Kuvvet adıyla oynanmış ve yayınlan­ cığındaki oyunları gösteren bir duyu­
olmuştur. ikinci önemli oyunu basıl­ mış olan Sansar, daha sonra konuş­ rudan Cenap Şehabeddin'in Merdud
mamış olmakla birlikte Darülbedayi malı roman olarak Yara adıyla yayın­ Aile adında "yeni hissi 3 perdelik bir
topluluğunca oynanmış (3 Mart 1919) lanan Gerihe önemli eserleridir. Meh- facia ' yazmış olduğunu öğreniyoruz.
Yamalar adlı üç perdelik oyunudur. med Rauf'un Diken adlı tek perdelik Ayrıca dergilerde tiyatro eleştirileri, in­
Hüseyin Suad bunlardan başka birer bir komedyası vardır. Birçok uyarla­ celemeler yazmıştır. Gazetelerdeki du­
perdelik oyunlar yazmıştır. Bunlar malar da yapmıştır. Halid Ziya Uşak- yurulara göre, Cenap Şehabeddin,
Hülle, Çifteli Mikroplar, Deva-yı Aşk ­ lıgil'in aynı adlı romanından oyunlaş- Hüseyin Suad'la birlikte Zehirli Çiçek­
tır. Aynı yazarın bu dönemde oynan­ tırdığı Ferdi ve Şürekâsı, Octave Fe- ler adlı bir oyun yazmış ve bunu Milli
mış fakat uyarlama olup olmadığını ke­ uillet'nin bir perdelik Charybe et Scylla Osmanlı Tiyatrosu ve Mınakyan Top­
sin olarak bilmediğimiz Sanat Vesika­ komedyasını Yağmurdan Doluya adıy­ luluğu oynamıştır. Ancak oyunun öz­
ları, Harman Sonu oyunları da bu ara­ la, Victorien Sardou'nun Fedora adlı gün olup olmadığını bilmiyoruz.
da sayılabilir. Darülbedayi'ye verilip oyununu Leylâ adıyla, gene Sardou'­ Halid Ziva da CUşaklıgil) (1866­
de oynanmamış olan Çantada Keklik nun Les Pates de Mouche adlı oyu­ 1945) Kâbus adlı bir dram yazmış,
ile Ballı Baba, Salah Cimcoz ile birlik­ nunu Kargacık Burgacık adıyla, A.Bis- A.Dumas Fils'in Francillon adlı oyu­
te yazdığı ve Mınakyan Topluluğu'nun son'un 115. Rue Pigalle adlı oyunu­ nundan Füruzan, Edouard Pai'le-
191 O'da oynadığı Malüm Meçhul üze­ nu Pembe Köşk adıyla, Maurica Hen- ron'un La Souris adlı oyunundan Fa­
rine bilgimiz yok. Cenap Şehabeddin nequin ile Georges Duval'in Le Coup re adlı uyarlamaları olduğu gibi tiyat­
ile birlikte Küçük Beyler adlı komed­ de fouet oyununu Kamçı adıyla, Paul ro üzerine bir yazı yazmış, Sahne-i Os-
yası da Darülbedayi'de oynanmıştır. Gavault'un Man bon onele oyununu mani edebi heyetinde görev almıştır.
Aynı oyun başka topluluklarca Derse karısının adını kullanarak (Bessim Ra­ Gene Servet-i Fünunculardsıo.Na-
Devam Edelim adıyla, daha sonra da uf) Amca Bey adıyla, Bernstein'in Le }!tiHKemsı!'in oğlu Ali Ekrem de (Bo-
müzikli komedya olarak Züppeler Detour adlı oyununu inhiraf adıyla layır) (1867-1937) tiyatroyla ilgilen­
adıyla oynanmıştır. Hüseyin Suad'ın uyarlamıştır. Bunlardan başka yaza­ miştir. Önemli oyunlarından 4 perde­
ayrıca başarılı çevirileri de vardır: Al- rın Erkek, Evlât Acısı, Komşu Kocası lik Bana ile üç perdelik Sukut'u saya­
bin Valabrdgue ile Maurice Mennequ- gibi uyarlamaları olduğunu bilmekle biliriz. Yazar bir de tek perdelik Ma­
in'in Carolie et Cie adlı oyununu Kirli birlikte bunlar üzerine bilgi edinileme- ma Dadım Darılır adlı bir komedya yaz­
Çamaşırlar adıyla, Andrâ Sylvan'ın La miştir. Yazarın bir de Serenad adlı mıştır. Müzikli bir güldürü yazdığını da
Layette adlı güldürüsünü Kundak Ta­ oyunu olduğu söylenmektedir. Meh- biliyoruz. Bu, Köse Daniş ve Kumpan­
kımları adıyla, Fransız Fonson ile Fer- med Rauf oyun yazarlığından başka yası adını taşımaktadır. Ali Ekrem Ya­
nand Wicheler'in Le Mariage de Mlle tiyatrolarda da görev almış, Sahne-i vuz Sultan Selim adında dört perde­
Beulemans adlı güldürüsünü Münir Osmaniye'nin kurulmasında önayak lik “ manzum facia-i tarihiye”ye baş­
Nigâr ile birlikte Kayseri Gülleri adıy­ olmuş, Yeni Sahne'nin edebî heyet lamışsa da, birinci perdesinin ikinci
la uyarlamıştır. Acemi Çaylaklar da müdürlüğünü yapmış, bunların yanı- sahnesine kadar yayınlanan bu oyu­
uyarlamadır. Emile Fabre'in La Mai- sıra çeşitli dergilerde tiyatro eleştirme­ nun bitirilip bitirilmediğini bilmiyoruz.
son d'Argile adlı oyunundan Çürük leri, tiyatro üzerine inceleme yazıları Yazarın bir de Engel adında bir oyun
Temel adıyla çevirdiği oyun Darülbe- yazmıştır. yazmış olduğunu öğreniyoruz.
dayi'nin oynadığı ilk oyun (20 Ocak ^S erv et-i Fünunculardaa_Çşnap Ş_e- Servet-i Fünunculardan Safveti Zi-
1916) olmuştur. (1870-1 934) tıyatroyla ıi- _y!I.i1 875-1929) Haralambos Cankiya-
\ıi-.Edebiyat-ı Cedideciler arasında da­ gilenmiştir. Tek perdelik ikı oyun yaz­ dis adlı bir oyun ve bir iki tiyatro eleş-
ha çok roman alanında ün yapmış mıştır: Yalan ve Körebe. Ayrıca yuka­ tirisi„^..Eaik.AlLde C^ansoy) (1875­
olan Mehmed Rauf da (1875-1931) ti­ rıda belirtildiği gibi, Hüseyin Suad ile 1950) Payitahtın Kapısında ve Nedim
yatroyla ç^mgilenrniştir. Oyunları Küçük Beyler’i yazmıştır. Bir de Os­ ve Lâle Devri adlı iki manzum oyun.
TİYATRO
Tanzimat ve M eşrutiyette Tiyatro Yazarlığı

^^L Sahir ,CE.rozan) ise 1918’de Bur-


hanettin Bey'in oynadığı Darılmaca
Yok adlı komedyayı yazmışlardır.
Servet-i Fünuncularlaaynı kuşaktan
olup bu çığırın dışında kalmış yazar­
lar içinde oyun yazmış olanlar vardır.
Bunlardan biri -Hûsevin Rahmi’dir
(Gürpınar) (1864-1944). Cumhuriyet'-
te de tiyatro yapıtı vermiş olan Hüse­
yin Rahmi bu dönemde dört perdelik
Hazan Bülbülü'nü yazmıştır. Bundan
başka Cem dergisinde yayınlanması
tamamlanmış Devre-i Hürriyette Ga­
zetecilik adlı bir tek perdelik bir gül­
dürü yazmıştır. Ayrıca Hüseyin Rah-
mi'nin Mürebbiye adlı romanı çeşitli
ellerde oyunlaştırılmış, müzikli oyun
yapılmış ve çeşitli topluluklarca oy­
nanmıştır. Gene bu kuşaktan Safvet
Nezih! (1871-1939) izah ve istizah ile
Garibeler dergisinde başladığı tiyatro
eleştirmenliğini bu dönemde de Mu­ Klizım Nami Duru. M üfit Ratip.
savver Malûmat, Resimli Kitap dergi­
lerinde sürdürmüştür. Bu kuşaktan
Nigâr Hanım’ın tiyatro yazarlığı üze­ leur adlı oyunu_ Bursalı Hala adıyla lenmişlerdir. Bunlardan Midhat Cemal
rine aşağıda kadın oyun yazarları ke­ uyarlamıştır. Ati gazetesinde ve (Kuntay) (1885-1956) Fecr-i Ati kuşa­
siminde bilgi verilecektir. Servet-i Fünun 'da tiyatro üzerine ya­ ğından olmakla birlikte Millî Edebiyat
zılar yazmıştır. çığırına da katılmıştır. Midhat Cemal
■ * Fecr-i Ati çığırı ilişkini yazarlardan Fecr-i Ati ilişkinlerinden Müfid Ra- Kemal ve Yirmi Sekiz Kânunuevvel ad­
da tiyatroyla ilgilenenler olmuştur. ^.!iılJ1887-1917) tiyatroya oyuncu ola­ lı iki oyun yazmıştır. Bunlardan ikin­
Bunların başında Şehabeddin Süley­ rak da çıkmış bir yazardır. Kısa oyun­ cisi manzumdur. Halid Fahri (Ozan-
man J l e jils i^ ^ ^ ^ g e lir . Şehabed­ ları arasında Sayfiyede Zincir sayıla­ soy) (1891-1971)lîiJçîğmn içinde ti­
din Süleyman (1885-1921 ) Fırtına, bilir. Refik Halid (Karay) ile birlikte Ka- yatroyla yakından ilgilenmiş bir tiyat­
Çıkmaz Sokak, Kırık Muhafaza oyun­ nije Müdafaası ve Tiryaki Hasan Pa- ro yazarımızdır. Manzum olarakyaz-
larını yazmıştır. Tahsin Nahid'le birlik­ şa'yı yazmıştır. Uyarlamaları da var­ dığı Baykuş ve gene manzum Olüm
te yazdığı Kösem Sultan adlı tarihî dır. Gaston de Gaillavet ile Robert de Perileri, ilk Şair ve itiraf bunlar arasın­
oyunu çağında büyük ilgi görmüştür. Flers’in L’Amour Veille adlı oyununu dadır. Yazarlığını Cumhuriyet'ten son­
Tahsin Nahid'le birlikte yazdığı Bir Sukut-ı Natamam adıyla, H. Bern- ra da sürdürmüştür. Ayrıca Paul Her-
Ben....Başka adlı tek perdelik bir gül­ stein’ın La Griffe adlı oyununu Kadın vieu'nun Connais-toi adlı oyununu
dürüsü, konuşmalı hikâye biçiminde Pençesi adıyla, gene Bernstein'ın Kendini Bil, Hertley Manners’den lves
Kanun, Aziz Katil, Yeni İzdivaçlarda, L ’Assâut adlı oyununu Bir Buhran ola­ Mirande ve Maurice Vaucaire'in bir­
Burgu adlı denemelerini bu arada sa­ rak çevirmiştir. Ayrıca Musavver Mu­ likte yazdıkları Peg de moncoeur’ün­
yabiliriz. Bir de Siyah Süs adlı bir oyu­ hit, Servet-i Fünun, Resimli Kitap, Mu­ den Baş Tacı, Mahmud Yesari ile bir­
nu olduğu söylenmektedir. Şehabed­ savver Tiyatro Mecmuası, Aşiyan, likte Alexandre Sisson ile Antony
din Süleyman Rübab, Servetifünun Hak gazetesi haftalık ekinde tiyatro Mars'ın birlikte yazdıkları Les Surpri-
dergilerine tiyatro üzerine yazılar. eleştirileri yazmıştır. ses du divorve’unu Kaynanam adıyla
eleştirmeler yazmıştır. Fecr-i Ati ilişkinlerindenJ^&LMeliJb. uyarlamıştır. Ayrıca Servet-i Fünun,
Tahsin Nahid’e (1887-1919) gelin­ (Devrim) (1887-1966) tiyatroyla yakın­ Temaşa, Hayat, Ümid, Şair Nedim adlı
ce, onun yazdığı oyunlar arasında iki dan ilgilenmişse de Türkçe oyun yaz­ dergilerle, Alemdar, Yeni Şark, Payi­
perdelik Firar, bir perdelik Hicranlar mamıştır. Ancak Fransızca yazdığı taht gazetelerinde tiyatro yazıları,
ile yukarda adını verdiğimiz Şehabed­ Leylâ adlı oyunu ilgi görmüş, İngiliz­ eleştirileri yazmıştır.
din Süleyman'la birlikte yazdığı Kö­ ceye ve Almancaya çevrilmiştir. Jnsui (1895-1967)
sem Sultan ile Ben ...Başka, Ruhsan Fecr-i Ati'ye bir ara girip sonra ay­ Binnaz adlı manzum bir oyun, Kördü-
Neware ile yazdığı Jön Türk bildiği­ rılan Yakup .Kadri (Karao^^moğlu) Güm adlı üç perdelik bir oyun, önce
miz oyunlarıdır. Dört oyunu daha ol­ (1889-1974) ile Refik Halid’in de (Ka­ Name, sonra Mektup adını verdiği bir
duğu söylenmektedir. Bunlardan Şe­ ray) bu dönemde tiyatroyla ilişiği ol­ tek perdelik manzum bir oyun, Lâtife,
habeddin Süleyman ile yazdığı Os- muştur. Yakup Kadri önemli iki oyu­ Mahkemede, Tavla, Düğünden Son­
man-ı Sani, Sanatkâr, Talâk, Bir Mü- nunu Cumhuriyet’ten sonra yazmış ol­ ra, Erkek Evlât, Tatlı Ölüm adlı kısa
cadele-i Hissiye adlı oyunlarıdır. Ay­ makla birlikte bu dönemde de Nirva- oyunlarla Nikfjhfa Keramet kitabında
rıca uyarlamaları arasında Henry Kis- na adlı kısa bir söyleşmeyle Veda yer alan manzum soyıeşmeli hikâye­
temackers ve Eugâne Delard'ın La Ri- adında bir perdelik oyun yazmıştır. ler biçiminde çoğu aşk üzerine on do­
vale’ini Rakibe adıyla, Robert de Refik Halid (Karay) (1888-1965) ise kuz kısa parça yazmıştır. Gelâl Sahir
Flers, Gaston de Caillavet, Etienne yukarıda belirtildiği gibi Müfit Ratip ile ile birlikte Eugene Brieux'ün Simone
Rene'nin yazdığı La Belle Aventure'ü, Kanije Müdafaası ve Tiryaki Hasan adlı oyununu Ceza adıyla uyarlamış­
Bir Çiçek iki Böcek adıyla, Marie Thi- Paşa'yı yazmıştır. tır. Yazar bir de Fal adında manzum
âry'den L 'Accordeur adlı bir perdelik Millî Edebiyat çığırının ilişkinlerin­ bir oyun yazmış, bundan bir parça Te­
komedyayı Akortacı, La Tante d ’Honf- den de pek çok yazar tiyatroyla ilgi­ maşa dergisinde yayınlanmıştır. Bu-
1627
TİYATRO
Tanzimat ve M eşrutiyette Tiyatro Yazarlığı

ri (1874-1935) tiyatroyla do(lrudan


doğruya uğraşmış, oyunculuk, yöne­
ticilik yapmış, öyle ki Osmanlı Donan­
ma Gerniyeti'nin oynadığı Alemdar adlı
oyununda başrole çıkmıştır. Daha çok
uyarlama oyunlarıyla ve bunları san­
ki yerli eser gibi yeniden yaratılmışça-
sına bize uyarlamakta gösterdiği ba­
şarıyla ilgiyi çekmiştir. Bu dönemde
uyarlama olmayıp kendi yazdığı eser­
leri arasında şunları sayabiliriz: Alem­
dar, Sivrisinekler, Aşk-ı Atik, Cereme,
Cengi Dengine, Tecdid-i Nikâh, Fırsat
Yoksulu, Gücü Gücü Yetene, Kadın
Tertibi, Gerdaniye Buselik, Harika, iki
Ateş Arasında, Iki Bebek, lzdivaç Pro­
jesi, Kuduz, Madde-i Asliye, Münafık-
/ık, Ah/IJktan Bir Yaprak, Münewerin
Basbihgil, Türabizadeler, Üç Misli,
Yeni Dünya ve Ferda.
İzzet Melih. Celâl Sahir. Buraya kadar sayılanlar yazarın öz­
gün oyunları olduğunu sandıklarımız-
dır. Ancak, bnürrefik Ahmed Nuri’nin
nun yanısıra Alemdar, Zaman gazete­ du{! u için yalnız Zaman gazetesine el­ ününü yapan, geniş sayıda seyircinin
lerinde, Temaşa, Türk Yurdu dergile­ liyi aşkın yazı yazmış olmakla birlikte, tuttuğu oyunlar, daha çok uyarlama
rinde tiyatro yazıları, eleştirileri yaz­ Zaman gazetesinin bütün sayıları hiç­ eserleridir. Bu dönemde bunlar ara­
mıştır. bir yerde bulunmadığı için ne yazık bu sında şunlar sayılabilir: Daniel Riche’-
Tiyatro çalışmalarını Cumhuriyet’te değerli yazıların çoğu görülmemiştir. nin Le Pretexte’\nden uyarladığı
de sürdüren Resad Nuri (Güntekin) Hikâyeci Ömer Seyfeddin (1884­ Hisse-i Şayia, Tristan Bemard’ın Le
(1889-1956) bu dönemde dört oyun 1920), tiyatro alanında pek eser ver­ Paulai/ler’sinden uyarladığı Dert Cı-
yazmıştır. Bunlar Hacer, Eski Rüya, memiştir. Elimizde metni olan tek oyu­ har, Guy de Maupasant ile Jacques
Taş Parçası ve Gönü/’dür. Daha ön­ nu Mahçupluk imtihanı Cumhuriyet’- Normand’nın Musotte'undan uyarla­
ce gördüğümüz gibi 1918'de Milli Ta­ ten sonra basılıp oynanmıştır. Ayrıca dığı Oda/ık, H.Bernstein’ın LeBerca-
lim ve Terbiye Cemiyeti’nin oyun ya­ bu dönemde Darülbedayi Edebi He- i/'ından uyarladığı Belkıs, Maurice
rışmasında Bir Macera adlı komedya­ yeti'ne ihtiyat Olsam da adlı bir ko­ Hennexuin ile Pierre Veber’in Vingt
sıyla birinci ödülü almıştır, ancak bu medya verdiğini, fakat bunun oynan­ Jours a /’Omore ından Ceza Kanunu,
oyunu üzerine bilgimiz yoktur. Yaza­ madığını biliyoruz. Bu oyun da Mah- Albert Carrâ'nin Le DocDocteurJojo’sun-
rın bir de söyleşmeli öykü biçiminde çup/uk imtihan’nın de(liştirilmiş biçi­ dan Lokmanzade, Alfred Savoir’ın La
Asker Dönüşü adlı kısa bir parçası midir. Donamma Gerniyeti Heyet-i Huitiâme Femme de Barbe-B/eu’sün-
vardır. Reşad Nuri’nin uyarlama ve Temsiliyesi'nin oyun d^arcığını gös­ den uyarladığı Bekizind, Felix Caude-
çevirileri de vardır. Bunlar arasında teren bir el ilanından Omer Seyfed- ra’nın Atout cocur’ünden Dokuzuncu,
R.de Flers ile G.A. Gaillavet’nin La din'in Şaka (vatani facia, 1 perde) adlı Francis de Crolsset ile M. de Wolff’-
Chance du Mari’sinden Sevda Politi­ bir oyununun oynanacağı duyurul­ ün Leje ne sais quoi’sından Asri Ola­
kası adıyla, George Feydeau'nun Le muştur. Ayrıca Nasreddin Hoca adın­ lım, Tristan Bemard'ın Les Gardiens
Bourgeon'undan Bahar Hastalığı, Pa­ da çağın ünlü kişilerini taşlayan ko­ de Phare'ından Fener Bekçi/eri, Henri
ul Lindenau'nun eserinden Henri de medyasının birkez oynandığını, Can­ Brieux’nün Ade/e est Grosse’undan
George ile Louis Forest’in sahneye lar ve Patlıcanlar ile Telgraf adında iki Hoşkadem Gebe, Tristan Bemard'ın
uyarladıkları Le Procureur H allerin­ oyun yazmış olduğunu öğreniyoruz. Le Socur’ünden Kısmet ^De()ilmiş, Le-
den Karanlık Kuyu, Mehmed Ferid Raif Necdet (Kestelli) ile M.Raif Tira- on Xanroff’un Cher Maitre’inden Şa­
takma adıyla Alfred Savoir’in Cempar- je adında üç perdelik duygusal bir ir, Alfred Savoir’in Julie’sinden Yegâ­
tement des Dammes Seu/es’ünden dram yazmışlardır. Ziya Gökalp'in ise ne. George Courteline'nin Le Com-
Bir Donanma Gecesi, Tristan Ber- Alparslan-Malazgirt Muharebesi adlı missaire est ben entant’ından Yavrum
nard'ın Le Petit Cafe'sinden Kahra­ iki perdelik bir manzum oyunu vardır. Komiser. Paul Gavault ile R.Chavary'-
man Kahvesi adıyla, Pierre Wolf'un Le Aka Gündüz (1885-1958) Cumhuri­ nin Mademoiselle Josettenia femme’-
Lys adlı eserini Sevmek Hakkı, Hay- yet’te oyun yazarlığını sürdürdüğü gi­ ından Zuhal Burcunda bunlar arasın­
reddin Rüştü takma adıyla, Tristan bi bu dönemde sahneye bile çıkmış­ dadır. Bu arada yazarın Meşrutiyet'-
Bemard’ın Le Vrai Ceurage'ından Ha­ tır. Bu dönemdeki eserleri Aşk ve is­ in ilanı üzerine olduğunu sandığımız
kiki Kahramanlık adıyla uyarlamaları tibdat, Yarım Türkler, Muhterem Ka- 10 Temmuz adlı bir oyunu bulundu­
sayılabilir. Reşad Nuri bu dönemde ti­ ti/'dir. Ayrıca bir perdelik isratifin Bo­ ğunu öğreniyoruz. Bu oyunlardan ki­
yatro üzerine pek çok sayıda incele­ rusu adlı bir oyunu olduğunu biliyoruz. mi çok tutulmuş, değişik topluluklar-
me ve eleştiri yazıları yazmıştır. Bu ya­ Bu çağın en verimli ve oyun yazar­ ca oynanmıştır. lbnürrefik Ahmed Nuri
zılar Zaman, Dersaadet, Vakit, Hafta­ lığını başlı başına uğraş olarak benim­ tiyatro üzerine yazılar da yazmıştır.-
lık adlı gazetelerde, Büyük Mecmua, seyen, bu verimliliğini Cumhuriyet’te Ayrıca Türk Sahnesi Topluluğunca
Hayat, Ümit, Yeni Dünya, Türk Yur­ de sürdüren iki yazarvardır: İbnürre- 1922 Martı' nda Ankara’da yazarın Bi-
du, Yeni Mecmua adlı dergilerde ya­ fik Ahmed Nuri (Sekizinci) ve Musa- 111 Fasıla Nakl-i Mekân illeti adlı bir
yınlanmıştır. Yazıları sıra numaralı ol- "Rlpzâde Celâl. Ibnürrefik Ahmed Nu­ oyununun oynandığını Hâkimiyet-i
1628
TİYATRO
Tanzimat ve M eşrutiyette Tiyatro Yazarlığı

Milliye gazetesinin 24 Mart 1922 sa­ adlı oyunu gibi. Osmanlı Hürriyet Ce­ oynanmıştır. Ruhsan Neware takma
yısı duyuruyor. miyeti kurucularından, Türk Yurdu, bir ad olup, asıl adı Hadiye Ebüzziya’-
Musahipzade Celâl (1870-1959) ise yazarlarından Kâzım Nami de CDuru) dır. Üçüncü bir kadın yazar da iki oyun
önemli oyunlarının ço(lunu Cumhuri- Nasıl Oldu? adlı bir oyun yazmıştır. yazmış olan Fehime Nüzhet’tir. Yaza­
yet’ten sonra yazmış olmakla birlikte Jön Türklerden ve fikir adamlarından rın bu oyunlârı Adalet Yerini Buldu ve
bu dönemde de yapıtlar vermiştir. Abdullah Cevdet oyun yazmamış ol­ Bir Zatimin Encamı olup her ikisi de
Bunlar Türk Kızı, Köprülüler, İstanbul makla birlikte Shakespeare’den Juli- kitap olarak yayınlanmıştır. Bunlardan
Efendisi, U !e Devri, Macun Hakka- us Caesar, Hamlet, Macdeth, Kral Le- Adalet Yerini Buldu yazarın denetimin­
sı, Yedekçi, Kaşıkçılar, Atlı Ases, De­ ar, Anthony and Cleopatra’yı dilimize de 1909'da Osmanlı Milli Zevk-i Se­
mirbaş Şart, Moda Çı/gm/an, itaat İtâ- çevirmiştir. Çağın düşünürlerinden lim topluluğunca sahneye konulmuş­
mı’dır. Baha Tevfik de tiyatro üzerine yazılar tur. ^DeQerli kadın yazarlarımızdanJ:Ia;
Sermet Muhtar CAius) (1887-1952) yazdığı gibi bir de tek perdelik İyi Sa­ litta Edin de iAdıvar) Kenan Çobanla­
bu dönem oyunları arasında inceledi­ atte Olsunlar adlı bir komedva, ayrı­ rı adlı bir opera librettosu yazmış,
ğimiz Kof Ramiz yahut KuruSıkı ile Ev ca Nasreddin Hoca adlı bir müzikli Sahne-i Osmanî Topluluğu’nca oy­
//âcı adlı oyunları yazmış, Helâl Mal güldürüyü bir arkadaşıyla yazmıştır. nanmak üzere Shakespeare’in Julius
adıyla bir kısa oyunu uyarlamıştır. Zin­ :')dYa kadın yazarlar var mıydPBeir Ni- Cassar’ını dilimize çevirmiştir. Ayrıca
cirleme adlı bir oyunu bulunduğunu gâr_H_an.ım.(1867-1918) bir iki oyun Kösem Sultan adlı tarihi bir oyun yaz­
ö(ıreniyoruz. Bunlardan başka oyun­ yazmıştı, ancak bu oyunlarının hiçbi­ mış fakat oyunun metni Tanin Matba­
ları, uyarlamaları olduğunu bilmekle rinin metni bugün elde yoktur. Bunlar­ ası tahrip edildiği zaman yok olmuş­
birlikte, tarihçe bu döneme rastlayıp dan, çokevlilikle iloili Girive adlı oyun tur. Haremde bulunmuş bir yabancı
rastlamadığını kestiremiyoruz. Surhanenın Bey topluluğunca 1 5 kadın, Mme Theo Stefanovitch, Bur­
Tiyatro oyuncusu, tiyatro adamları Ağustos 1912'de Ferah Tiyatrosu’- hanettin Bey topluluğunca oynanmak
içinden de bu dönemde oyun yazar­ nda ayrıca, Fındıksuyu’nda oynan­ • üzere Çerkez Gülnar adında bir Türk
ları çıkmıştır. örnedin Mınakyan’ın bir­ mıştı. Çokevlilik üzerine Nioâr Hanım’- oyunu yazmıştır. Mes'adet Bedirhan
çok oyunlar yazdığını, uyarladığını, bu ın bir oyununun oynanacağı La Pat- adlı bir kadın yazarın Hasbihal adlı kı­
arada Midyeci Kaspar adlı bir oyunu rie demişinin 15Aralık 1909 tarihli sa­ sa komedyası, ayrıca Fahrünnisa
olduğunu biliyoruz. Burhanettin Bey yısında duyurulduğuna göre, oyunun Fahrettin’in aynanmış fakat basılma­
de oyun yazmayı denemiştir. Bu oyun­ yazılış tarihi 1912 ’den çok geriye git­ mış 3 perdelik Siyah Gölgeler adlı oyu­
lar bugün elde olmamakla birlikte mektedir. 4 Ocak 1910 tarihli Ter- nu, Zeliha Osman’ın (Özen) oynanma­
Charles Castellan ile Nadire yahut Ha­ cüman-ı Hakikat gazetesinde ise Bur- mış fakat yayınlanmış 3 perdelik Edebi
remde Bir Dram, ayrıca gazeteci ve hanettin Bey topluluğunun oyun da­ Hisler'i de kadın yazarların eserlerine
Kandiye Burcunda adlı oyunun yaza­ ğarcığı duyurulurken Nigâr Hanım örnekler arasında yer alabilir.
rı Celâl Nuri ile Abdülhamid-i Sani “Suistimal muharriresi Nigâr bint-i Gerek Tanzimat tiyatrosunda, gerek
adında bir oyun yazmıştır. Muhsin Er- Osman’'diye anıldığınagöre belki Ni­ Meşrutiyet tiyatrosunda türler daha
tuğrul da 1911 'de Burhanettin Bey gâr Hanım’ın be adda bir başka oyu­ çok dalantı türüne yatkındı. Geçen
topluluğunda aynanmış olan İntihar nu vardır. Bir de Tasvir-i Aşk adlı bir yüzyıl Türk tiyatrosunda görülen bel­
adlı tek perdelik bir oyun yazmış oldu­ oyunu bulunmaktadır. Meşrutiyet’te li başlı türler altıdır: Komedyalar Cent-
ğu gibi, Courteline’nin Monsieur Ba- kadın yazarlar arasında Tahsin Nahit rika, töre ve karakter komedyaları),
din adlı oyununu Yasin Efendi adıyla ile birlikte üç perdelik Jön Türk adlı bir trajedyalar, tarihi dramlar, romantik
uyarlamıştır. Ertuğrul Muhsin'in Arif oyun yazmış olan Ruhsan N ^ a r e de dramlar, melodramlar, halk dramları.
Hikmet Bey’le birlikte Can Yoldaşı yer alır. Bu oyun 1908'de kitap ola­ Bunlara yedinci bir tür olarak müzikli
adında bir facia yazdığı ve bunun Da- rak yayınlandığı gibi ayrıca 1912 yılı oyunları katabiliriz. Bunların hiçbirinin
rül^deyi'de oynanacağı duyurulmuş­ Ramazam'nda Osmanlı Tiyatrosu'nda klasik anlayışta tanımlarına uygun arı
sa da bu oyun üzerinde daha çok bir türler olduğu ileri sürülemez. Özellik­
bilgi edinilememiştir. Aktör Ziya Bey le Tanzimat yazarlarının tragedya yaz­
de Kıvılcım ve Metres adında iki oyun mak istediklerini belirtmiş olmaları ve
yazmış ve bunları kendi topluluğu oy­ oyunların manzum olmaları bunları
namıştır. Ço(lunda oyunculuk da yap­ tragedya saymaya yetmeyecektir.
mış olan Şahap Rıza’nın İklimâ. Akris Meşrutiyet'te türlerin belirsizliği, bir­
Adel, Gazab-ı İlâhi yahut Jön Türklük, birlerine karıştırılmış olması, arı türler
Vicdan yahut Talih mi?, İkinci İnönü yerine dram egemenliğine ve dramın
adlı oyunları vardır. çeşitli alt-türlerine rastlanır.
Yazarların, tiyatro adamlarının ya- Hemen belirtelim, belki burada tür
nısıra olaylara katılmış, kendi yaşan­ sözü yanlıştır. Bunların kimi konula­
tılarını oyunlaştırmış Jön Türkler, si­ rına göre (tarihi dramlar, toplumsal
yaset adamları, askerler de vardır. ö r- dramlar gibi), kimi yarattıkları duygu
neQin Jön Türklerden şair Abdülhalim ve havaya göre Ckomedyalar, duygu­
Memduh, geneJön Türklerden Dr.Re- sal dramlar gibi), kimi diline göre
fik Nevzad ile Abdülhamid ve Genç bir Cmanzum dramlar gibi), kimi de müzikli
Harem Ağası adlı bir oyun yazmıştır, oluşlarına Cmüzikli oyunlar gibi) göre
gene Jön Türklerden Tunalı Hilmi, ayrılmıştır. Bu türler, izlediğimiz sıra­
kahramanı köylü Memiş Çavuş olan ya göre şöyledir: 1) Komedyalar; 2)
beş oyun yazmıştır. Olaylara d o r u ­ Manzum Oyunlar; 3) Siyasal ve Bel­
dan do(lruya karışıp oyuna kendisini gesel Oyunlar; 4) Toplumsal ve Evcil
oyun kahramanı olarak koyan yazar­ Dramlar; 5) Tarihi Dramlar; 6) Savaş
lara da rastlanır. ihsan Adil’in Hâile-i Oyunları; 7) Duygusal Dramlar; 8) Mü­
Mahmut Şevket-Hürriyet Kurbanları Halit Ziya Uşaklıgil. zikli Oyunlar. D
ULAŞTIRMA VE
HABERLEŞME

19. yy’da Osmanlı İmparatorluğu’nda


Demiryollan
P ro f. D r. D o n a ld Q u a ta e r t

Tanzimat Döneminde Osmanlı Posta Örgütü


D r . N e s im i Y a z ıc ı

ÇERÇEVE Y A Z I
□ B ir Y a r ı- S ö m ü r g e O lm a S im g e s i:
Y a b a n c ı P o s ta Ö rg ü tle ri
M . B ü le n t V a rlık

Bu konuda ayrıca İk tisa d i Yapı ye S a n a y i maddelerine bakınız.


19. yy’da Osmanlı İmparatorluğu’nda
Demiryolları
Donald Quataert

Fabrikalardan sonra, sanayi devrinin ca, yapım için gereken teknolojik uz­
en büyük simgesi olan demiryolları Os­ manlık da -Osmanlı devletinde henüz
manlı İmparatorluğu’na birçok yenili­ hiç bulunmadığından- tümüyle Avru­
ğe göre daha erken girmiştir. Daha pa’dan sağlanmıştı. Dahası. tek dikkate
1830’larda demiryollarının yapımı pro­ değer istisna olan Hicaz Demiryolu dı­
jelendirilmiş, yapım çalışmaları ise yüz­ şında, Osmanlı demiryolları hemen tü­
yıl ortalarında başlatılmıştı. 1914’e va­ müyle yabancılar tarafından işletilip yö­
rıldığında, imparatorluğun Avrupa, netiliyor, denetleniyordu. Bir başka de­
Anadolu ve Mısır dahil Arap toprak­ yişle, Osmanlı ülkesindeki demiryolla­
larında döşenmiş ve işletmeye sokulmuş rında aşağı kademelerde Osmanlı tebası
olan demiryolları uzunluğu 12 bin işçiler çalıştırılıyordu, ama sermaye,
kın’yi aşrnıştı. Bu demiryolları, Osman­ araç-gereç ve yönetim Avrupalılara ait­
lı İmparatorluğu’nu Avrupa’nın ağır ti.
bastığı dünya ekonomisine daha sıkı
bağlamanın yanı sıra, bir zamanlar İlk D e m iry o lla rı
uzak ve huzursuz olan vilayetler üzerin­ Osmanlı demiryollarının üçte birin­
de Osmanlı devletinin idari ve askeri de­ den fazlası, 19. yy’da fiilen Osmanlı
netimini de güçlendirmişti. İmparatorluğu’ndan bağımsızlaşmış
Ama yine de, demiryollarının yapı­ olan Mısır’da bulunuyordu. Bugünkü
mı ve işletilmesi, Osmanlının Avrupa’­ Türkiye sınırları içinde Osmanlı demir­
ya bağımlılığını daha fazla artırmıştı. yollarından yalnız 4 bin kın’lik bir bö­
Demiryollarının büyük bölümü yabancı lüm kalmıştır; Türkiye sınırları dışın­
sermaye tarafından yapılmıştı; Osmanlı da kalan Rumeli vilayetlerindeki Os­
demiryollarına yapılan yatırırnın o/o 90’ı manlı demiryollarının uzunluğu ise bu­
yabancıydı, yabancı sermaye içindeki nun üçte ikisine ulaşmaktadır. Suriye
en büyük pay ise Fransa’ya aitti. Ayrı­ vilayetindeki demiryollan 1.600 km’yi

İLK DEMİRYOLLARI: Osmanlı Devletinde ilk demiryollarının projelendirme çalışmaları 1830’lara kadar uzanır. Ancak bunların
yapım tarihleri çok sonradır. İlk kez 1851 'de Mısır'da başlayan yapımlar sonunda Mısır o dönemde çok yoğun bir demiryolu
şebekesine sahip olmuştur. Ardından Anadolu'da İngilizlerin yapımını üstlendiği Izmir-Aydm, İzmir-Kasaba ve Haydarpaşa-izmit
hatları kısa olmalarına rağmen, o dönemde önemli yatırımlar oldu. 17 Nisan 1868'de 2 bin km'lik demiryolu yapımı sözleşmesi
imzalayan Baron Hirsch ve Bursa-Mudanya Demiryolu'nun açılış töreni.
1631
ULAŞTIRMA VE HABERLEŞME
19. y y ’da Osmanlı İmparatorluğumda Demiryolları

bulurken, Irak’taki demiryolları 200 önemli bir rol oynamıştı. 1918’e varıl­ lu Demiryolu’nun yapımına başlanma­
bin kın’yi aşmıyordu. dığında bu hat Konya’dan Basra’ya ka­ sıyla, bir zamanların ücra İç Anadolu-
İlk demiryolu inşaatı 1851’de Mısır’­ dar varmıştı. Anadolu demiryollarının su hem İstanbul’un, hem Avrupa ülke­
da başladı. •1869’da Mısır demiryolla­ finansman, yapım ve yönetimi üzerin­ lerinin tahıl ihtiyacını karşılamaya baş­
rının uzunluğu 1.300 kın’yi geçmişti. deki Alman egemenliğine karşılık Os­ ladı. Anadolu Demiryolu işletmeye açı­
1905’te 4.400 kın’ye ulaşan demiryol­ manlı İmparatorluğu’nun Suriye vila­ lışının ilk yıllarında tahıl taşımasında
ları, Mısır’a dünyanın en yoğun demir­ yetindeki demiryolları Fransız deneti- yılda 50 bin tona ulaşamıyordu. Oysa
yolu ağlarından birine sahip olma un­ mindeydi. Suriye vilayetindeki demir­ 1902’ye varıldığında yıllık tahıl taşıması
vanını kazandırmıştı. Anadolu’daki ilk yollarının büyük çoğunluğu 1889 son­ 400 bin tonu aşmıştı. Bu tahılın büyük
iki demiryolunu İngilizler kurmuş ve İz­ rasında, Osmanlı İmparatorluğu’nda bölümü tarıma yeni açılan topraklar­
mir’i zengin hinterlandına bağlamışlar­ Fransız yatırımlarının 19. yy sonlarına dan elde ediliyordu; bu süreci de demir­
dı. 1866’da tamamlanan İzmir-Aydın doğru hızla arttığı dönemde yapıldı. yollarının varlığı başlatrnıştı.
ve İzmir-Kasaba demiryollarını kıyılar­ 1914’e varıldığında yoğunca sayılabile­ Demiryollarının tarıma etkisi bu ka­
da yapılan daha kısa bir dizi yeni hat cek bir demiryolu şebekesi Yafa ve Ku­
darla da kalmamış, demiryolunun geç­
izledi: Örneğin 1873’te Haydarpaşa- düs’ü, Beyrut ve Şam’ı, Humus ve
tiği bölgelerdeki mevcut çiftçi ailelere
İzmit demiryolu açılmış, 1875’te ise Trablusşam’a, Halep ve Rayak’ı birbi­
hızla yenileri eklenmişti. Hükümet de
Bursa-Mudanya demiryolu yapılmıştı rine bağlıyordu. Bütün bunların en
bu fırsatı değerlendirerek Balkanlardan
(ama bu sonuncusu yapım hatası nede­ önemlisi, hiç kuşkusuz 1^W’de II. Ab- gelen Müslüman göçmenleri demiryo­
niyle hizmete girememişti). dülhamid’in tahta çıkış yıldönümünde
lu boylarında açılan yeni tarım alanla­
1888’de Viyana’yı İstanbul’a bağla­ yapımına başlanan Hicaz demiryoluy-
rında iskân etmişti. Demiryolu boyla­
yan demiryolu, Osmanlı demiryolu ya­ du. Arap vilayetleriyle İslâmın kutsal
rına yerleştirilen göçmen sayısı daha de­
pımına yeni bir hız getirdi. Böylece bü­ kentlerini başkentine daha sıkı bağla­
miryollarının ilk on yılı dolmadan 30
yük Anadolu-Bağdat demiryolu ve Hi­ mayı ve böylece İslâm dünyasındaki
bini geçmişti. Hatların geçtiği tarım
caz demiryolunun yapımı başlatıldı. saygınlığını yükseltmeyi amaçlayan sul­ bölgelerindegözlenen çarpıcı ekonomik
1890-1914 yılları arasında Mısır dışın­ tanın başlattığı Hicaz demiryolunun ya­ gelişmenin iki temel nedeni vardı: biri
daki Osmanlı demiryollarına 5 bin pımı Osmanlı devletinin özel ve kamu ucuz taşımacılık, öbürü ek insan gücü.
kın’ye yakın yeni hat eklendi. 1888’de kaynaklarınca finanse edilmişti.
Örneğın, Anadolu Demiryolu’nun geç­
Osmanlı yönetimi Deutsche Bank ön­ Bütün bu demiryolları, Osmanlı tiği sancaklarda -İzmit, Kütahya, Er-
derliğinde kurulan gruba Anadolu De­ İmparatorluğu üzerinde derin askeri, tuğrul ve Ankara- tarımdan alınan ver­
miryolları Şirketi’ni kurma ve Haydar- toplumsal ve ekonomik etkiler yarattı. giler on yıldan az uzun bir zaman için­
paşa-Ankara hattını inşa etme imtiya­ Osmanlı askeri imkân ve kabiliyetini de OJo 174 oranında artmıştı; bu artışın
zını verdi. 1895’te Anadolu Şirketi, Es­ önemli ölçüde yükseltti. Tamamlanan başlıca nedeni de tarımsal üretimdeki
kişehir’le Konya’yı bağlayan bir yan yol ve hizmete giren demiryolları askeri bir­ hızlı artıştı.
daha açtı. liklerin imparatorluk sınırları içinde
1903’te, Bağdat demiryolunun yapı­ Demiryollarının sağladığı başka
nakledilmesini iyice hızlandırıp kolay­
mı için yeni bir imtiyaz anlaşması da­ önemli yararlar da olmuştu. Örneğin,
laştırdı. Böylece, 1897 Yunan Savaşı sı­
ha yapıldı. Bu hat, o günler Avrupası’- Rumeli ve Anadolu’da yapılan demir­
rasında Anadolu’daki birlikler çok da­
ndaki diplomatik rekabet üzerinde yolları sayesinde İstanbul’un Rusya,
ha büyük bir hızla cepheye ulaştırıla­
Romanya ve Bulgaristan buğdayına
rak zafer kazanılabildi. 1912ve 1913’te
olan bağımlılığı iyice ^ ^ ^ ş t ı . Başken­
Balkan Savaşları sırasında, I. Dünya
tin ekmek gereksinmesinin karşılanma­
Savaşı sırasında yine demiryolları saye­
sında yabancı kaynakların ağırlığı sür­
sinde Osmanlı askeri direnişi büyük güç
düğü halde, İstanbul tahıl tüketiminin
kazandı.
Anadolu ve Rumeli’de üretilip demir-
yollarıyla taşınan yerli tahılla karşılan­
D e m ir y o lla n v e O s m a n lı ma oranı OJo 66-0o arasına kadar
E k o n o m is i yükselmişti.
Ekonomik açıdan bakıldığında de­ Demiryollarının sağladığı taşıma ko­
miryolları Osmanlının endüstriyel gü­ laylıkları ihracatın da artmasına yara­
cünü çökertirken tarımsal ekonomisi­ mış, böylece Osmanlı ödemeler denge­
ni birçok yönden geliştirmiştir. Demir­ sindeki açığın kapatılmasına katkıda
yollarının sağladığı ucuz ve kolay taşı­ bulunmuştu. Ayrıca binlerce Osmanlı
macılık Osmanlı devletinde yeni ve ge­ tebası gişe memurluğu, makasçılık, is­
niş alanların tarıma açılmasını sağla­ tasyon şefliği ve koruculuk gibi yeni
mıştır. Bu durumdan özellikle tahıl üre­ açılan işlerde istihdam olanağı bulmuş­
timi etkilenmiştir. Çünkü büyük yer tu. Demiryollarının istihdama katkısı
tutmasına karşın fiyatı düşük olan ta­ bu kadarla da kalmamış, doğıudan sağ­
hılın hayvan sırtında taşınması çok da­ ladığı iş olanaklarının yanısıra tarlalar­
ha pahalıya mal oluyor, bu da tahıl ta­ dan istasyonlara kadar ürünü taşımak
şımacılığını kısıtlı bir mesafeyle sınırlı­ için gereken yeni iş alanlannın da doğ­
yordu. Ama 1890’ların başında Anado­ masına yol açmıştı.
1632
ULAŞTIRMA VE HABERLEŞME
19. y y ’da Osmanlı İmparatorluğumda Demiryolları

HİCAZ DEMİRYOLU: 1900de II.


Abdülhamid’in tahta çıkışının
yıldönümünde yapımına başlanan Hicaz
Demiryolu'nun değişik bir işlevi vardı.
Bu bir anlamda lslâmiyet'in kutsal
yerleriyle imparatorluğun başkentini
birbirine bağlamak, Hac ziyaretlerini
kolaylaştırmak ve belli bir saygınlığı
sürdürmek amacını taşıyordu. Hicaz
Demiryolu'nun yapımı için gerekli
finansman Osmanlı Devleti’nin özel ve
kamu kaynaklarınca sağlanmıştı. 141 ve
145 km 'sinden görünüm.

Ama demiryollarının Osmanlı eko­ yük bir yıkımla karşılaşmıştı. El işçili­ du; İstanbul, Selanik, İzmir gibi büyük
nomisine sağladığı bu yararlar yanın­ ğine dayanan Osmanlı üretimi zaten liman kentlerinde esnaf ve zanaatkâr
da büyük zararları da olmuştu. Demir­ yüzyıllardır daha ileri olan Avrupa’nın loncaları çöktü. Yine de, kıyıdan uzak
yollarının geçtiği yollarda daha önce tehdidi altındaydı. 18. yy sonlarında iç kesimlerde çalışan zanaatkârlar mes­
ulaşımı sağlayan kervancılar işsiz kal­ başlayan Sanayi Devrimi ile ortaya çı­ leklerini daha onlarca yıl sürdürebildi-
mışlar, bunlardan bir bölümü çevre kan makine yapısı mamuller hızla kü­ ler. Görece uzaklıkları ve Avrupa’dan
bölgelerle demiryolları arasındaki taşı­ çük atölye yapısı mamullerin yerini al­ gelebilecek fabrika mamullerinin taşı­
macılıkta iş bulmakla birlikte birçoğu maya başladı. Avrupa’daki Sanayi Dev­ ma maliyetlerindeki yükseklik, el işçi­
açıkta kalmışlardı. İç bölgelerdeki Os­ rimi ’nden ılk etkilenenler, kıyı kentle­ liğinin rekabet gücünü buralarda koru­
manlı esnaf ve zanaatkârı daha da bü­ rinde oturan Osmanlı zanaatkârları ol­ yabilmesini sağlamıştı.
1633
ULAŞTIRMA VE HABERLEŞME
19. yy'da Osmanlı İmparatorluğunda Demiryolları

TOPLUMSAL SONUÇLARI: Osmanlı Devletinde demiryollarının yapımıyla birlikte toplumsal değişimler de gözlendi. Özellikle
gündelik yaşamı etkileyen, değiştiren bazı sonuçlar o güne kadar durağan olan güçlerin harekete geçmesini sağladı. Bu da yeni
yaşama biçimlerini de beraberinde getirdi. Anadolu Osmanlı Demiryolu şirketi ray döşeme makinesi.

1 9 1 4 Y ılın a K a d a r O s m a n lı D e m ir y o lla r ı Ne var ki, A nkara’ya veya Konya’­


Uzun­ İmtiyaz Yapım Kuruluş Sermayenin ya örneğin, demiryollarının ulaşmasıyla
Adı luğu Km. tarihi tarihi Ser.Mil.K. kaynağı Avrupa sanayiinin kitle üretimi mamul­
Köstence-Çemavoda leri olanca çeşitliğiyle ve eskisinden çok
(Boğazköy) 66 1856 1859-60 32 İngiltere
224 1861 1863-68 135 İngiltere daha ucuza, iç bölgelerdeki pazarları
Şark demiryolları: doldurup taşırdı. îç bölgelerdeki birçok
istanbul-Edirne 318 1868/69 1869- 70 214 Fransa, Belçika, İs­ kent ve kasabada el işçisi zanaatkârlar
Şarkî Rumeli 386 1868/69 1872-88 218 viçre. Avusturya
Selânik-Mitroviçe 363 1868/69 1872-72 206 (Banque de Partis et Avrupa endüstri ürünlerinin rekabetiyle
Edirne-Dedeağaç 149 1868/69 1870- 72 92 de Pays-Bas) ilk kez karşılaşıyorlardı. Sonuçta, de­
Bosna kısmı 102 1868/69 1870-72 65
Babaeski-Kırkkilise 46 1910 1911-13 miryolları yüzünden, esnaf ve zanaat-
1364 792 kâr önce müşterilerinin çoğunu, sonra
Üsküp-Sırp hududu vs. 131 1884 1885-88 82 Osmanlı Bank. da işlerini kaybetti.
Selânik-Manastır 219 1890 1891-94 220 Deutsche Bank.
Dedeağaç-Selânik 508 1892 1892-96 488 Osmanlı Bank. En genel düzeyde, demiryolları Os­
Aydın Hatları: manlı ekonomisini Avrupa ekonomisi­
İzmir-Aydın 130 1856 1856-67 147 İngiltere ne daha da sıkı bir biçimde bağlılaştır-
Aydın Dinar Eğridir 342 1879/1911 1879-1912 308 İngiltere
Tire-Ödemiş-Çivril vs. 137 1882/1911 1883-1911 124 ingiltere dı. Osmanlı tebasının yaşamı günden
609 579 güne daha fazla Osmanlı împaratorlu-
İzmir-Kasaba ve temdidi ğu’nun ve siyasi liderlerinin denetimi dı­
İzmir-Kasaba (Turgutlu) 93 1863 1863-66
Kasaba-Alaşehir 76 1872 1885-86 249 şındaki ekonomik eğilim ve gelişmeler
Manisa-Soma 92 1888 1888-90 Fransız sermayesiyle tarafından belirlenir oldu. Giderek da­
Alaşehir-Afyon 252 1884 1894-96 İngilizlerden satın
Sorna-Bandırma 184 1888 1909-1912' 464 alınmıştır ha fazla Osmanlı çiftçisi uzak pazarlar­
İzmir-Bornova 5 1865 da satılmak üzere üretim yapar oldu;
702 713 bunlar giderek daha fazla uluslararası
Mudanya-Bursa 41 1871 1872-92 18 Fransa piyasanın tahmin edilemeyen belirsiz­
Mersin-Adana 67 1883 1884-86 45 İngiltere (bilahare
Almanya) liklerine ve insafına tabi oldular. Aynı
Anadolu Hatları: zamanda, sattıkları tarım ürünleri kar­
Haydarpaşa-İzmit 93 1872-73 26 İngiltere şılığında elde ettikleri geliri giderek da­
izmit-Ankara 486 1888 1892(1902) * 475 (Doyçe Banka
Arifiye-Adapazarı 9 1898 1898-99 satılmıştır.) ha fazla Avrupa yapısı giyim, kuşam ve
Eskişehir-Konya 445 1893 1893-95 445 Deutsche Bank. hatta yiyeceğe harcar oldular. Örneğin
1033 946 Fransa’dan ve ABD’nin Minneapolis’-
Bağdat Hattı:
Konya-Ulukışla-Karapınar 291 1899' 1904-12 Deutsche Bank. inden yüklenen un gemilerle Osmanlı li­
Durak-Mamure 115 1899' 1904-12 550 Deutsche Bank. manlarına, oralardan da demiryollarıy-
Toprakkale-iskenderun 59 1899' Deutsche Bank.
islahiye-Resulayrı 453 1899' 1911-14 400 Deutsche Bank. la Anadolu’nun iç bölgelerine taşınıyor
Bağdat-Samarra 119 1899* 1912-14 50 Deutsche Bank. ve yerli undan daha düşük fiyatla satı­
1037 1000 lıyordu.
Suriye Hatları:
Beyrut-Şam-Müzeyrib 258 1890 1892-94 Fransa, Belçika
Riyak-Halep 332 1893/98 1900-06 Fransa D e m iry o lla rın ın T o p lu m s a l
Trablusşam-Humus 102 1909/11 88 Fransa E tk ile ri
Yafa-Kudüs 87 1888 1889-92 65 Fransa
779 597 Demiryollarının çeşitli toplumsal et­
Hicaz Demiryolu 1564 1901-06 428 Mıİli kileri de olmuştu. Bunların bir bölü­
Kaynak: Eldem(1970). s. 164. münde uzak dış ekonomik güçlerin
Bu tabloda yeralan • işaretli tarihler Fransız arşivlerine göre düzenlenmiştir. gündelik yaşamda giderek artan önem-
İ634
ULAŞTIRMA VE HABERLEŞME
19. yy'da Osmanlt imparatorluğumda Demiryolları

4 \ ADOLU-BAGDAT DEMİRYOLU: Osmanlı Devletinde yabancı sermaye yatırımlarından en önemlisi olan Anadolu-Bağdat
Demiryolu 'nun yapımına önce 1888'de Deutsche Bank’ın önderliğinde kurulan bir gruba imtiyaz verilmesiyle başlandı. ■1895'te aynı
şirket Konya'ya kadar uzallığı ham Eskişehir'e de bağladı. Ardından 1903'/e yeni bir imtiyaz alarak üzerinde bir hayli tartışma ve
siyasal çekişme olan bu demiryolunu Bağdat 'a kadar inşa karan aldı. Bunun yapımı ise 1914'te tamamlanacaktı. Bağdat
Demiryolu’ndan bir görünüm (üstte), Ankara hattının Sapanca mevkii (altta).

leri sonucu Osmanlı toplumunda artan tanbul’un zenginleri Marmara Denizi ilişkileri daha önceki dönemden daha
huzursuzluk duygusu rol oynuyordu. ve İzmit Körfezi kıyılarında villalar alı­ yakın ve sık hale getirmişti. Bir zaman­
Öbür toplumsal etkiler, sabah evden işe yor, yeni yaşama üslupları ve tüketim lar dış dünyadan tecrit olmuş, kendi içi­
gitme-akşam işten eve dönme biçimin­ kalıpları ediniyorlardı. Demiryolları ay­ ne kapanmış olan, artık yanından de­
de yeni bir alt-kültürün oluşmasından nı zamanda çeşitli bölgeler arasında iş­ miryolu geçen köyler büyük taşra yer­
Osmanlı toplumundaki etnik gruplar çi akımını da hızlandırmış, genel ola­ leşim merkezleriyle yakın ilişki içine gir­
arasında gerilimlerin artmasına kadar rak Osmanlı İmparatorluğu’nun çeşit­ mişlerdi.
geniş bir alana yayılıyordu. Örneğin İs­ li bölgelerinde oturan ahali arasındaki Demiryolu şirketlerinin yöneticilerin-
19. y y ’da Osmanlı İmparatorluğu'nda Demiryolları

ce uygulanan istihdam politikaları za­ özetlenebilir: Karmaşık ve çoğu kez eşit olarak paylaşıyordu; en aşağı dü­
ten 19. yy Osmanlı toplumunda mev­ ekonomik yönden akla yakın nedenlerle zeyde ise büyük çoğunlukla Müslüman
cut olan gerilimleri daha da artırmıştı. üst yönetim makamlarıyla idari kade­ Türkler yer alıyor, yol yapımı, bakımı,
Yabancılar yönetimindeki yabancı ser­ melerde Avrupalılar çalıştırılırken Os­ onarımı, atölye hizmetleri ve trenlerde­
mayeli bu demiryolu şirketlerinin istih­ manlı tebası Rum ve Ermeniler orta ka­ ki işleri onlar yapıyordu. Osmanlı te­
dam politikaları genel olarak şöyle deme konumları yabancılarla birlikte bası Hıristiyanların Müslümanlardan
daha yüksek mevkilerde bulunduğu ya­
bancı şirketlerdeki istihdam kalıbı ay­
nı ülke vatandaşlarını birbirine rakip
-hatta düşman- iki ayrı gruba bölüyor­
du. Ve bu durum, Osmanlı Hıristiyan
tebasını, Osmanlı Müslüman tebasının
çıkarlarına karşı, yabancıların sosyal ve
ekonomik müttefikleri olarak gösteri­
yordu. Bu duygular, yersiz bile olsalar,
Osmanlı toplum yapısında süregiden et­
nik düşmanlıkları daha da kızıştırmış-
tı. Böylece, toplumsal açıdan da, de­
miryollarının yapımı Osmanlı İmpara-
torluğu’nun parçalanmasını hızlandır­
mıştır. D
(Çeviri: Ahmet Günlük)

KAYNAKÇA
ELDEM Vedat, Osmanlı İmparatorluğunun
iktisadi Şartları Hakkında Bir Tetkik, Anka­
ra, 1970
HECKER M., “Die Eisenbahnen der Asiatisc-
hen Türkei” Arehiv für Eisenbahnwesen, 1914
] QUATAERT Donald, "Limited Revolution:
The lmpacı of the Anatolian Railway on Tur-
kish Transportation and the Provisioning of İs­
tanbul, 1890-1908.” Business History Review,
Summer, 1977

DEMİRYOLLARININ EKONOMİK ETKİSİ: 19. yy’da yapılmaya başlanan demiryolları, Osmanlı Devleti’nde taşra sayılan vilayet
ve bölgelerin ekonomisinde birçok değişimler yarattı. Ucuz ve kolay taşımacılığın sağladığı imkânlar sayesinde tarımsal üretimde
ihracatla artışlar görüldü. Ayrıca istihdam imkanlarını da artıran demiryollarının yapımı bazı olumsuz sonuçlar da yarattı. Sözgelimi
kervancıların işsiz kalması, A vrupa mallarının iç pazara ulaşması nedeniyle yerli liretimin yokolması gibi. Ankara’ya gelen ilk tren
(üstte}, Bursa ’ya gelen ilk katar (altta).
Tanzimat _Döneminde
••
Osmanlı Posta Örgütü
Nesimi Yazıcı

G iriş ler, seferdeki ordu kumandanları ve di­


ğer üst düzey görevlileri faydalanmış­
Tarih boyunca kurulmuş olan bütün lardır. Bütün bu uzun dönemde Os­
büyük devletler, daimi bir surette iyi manlı ülkesinde yaşayan halk devletin
düzenlenmiş haberleşme teşkilâtlarına haberleşme kurumunun çalışmaların­
sahip bulunmuşlardır. Nitekim örnek dan kendi mektuplarının ve diğer pos­
vermek gerekirse. Pers ve Roma impa­ ta maddelerinin taşınmasında hiç fay­
ratorluklarını gösterebiliriz. Bunun ya­ dalanamamıştır.
nında küçük küçük devletçiklerden Bu kısa girişi bitirirken kanaatimiz­
oluşmuş olan Yunanistan’da durum ce, halkın haberleşmesini de sağlayan,
bunun tersidir. Yani burada merkezî ticaretin gelişmesine katkıda bulunmayı
otoriteye bağlı güçlü bir devletin yok­ amaç edinen posta örgütünün 1750 ve­
luğu kuvvetli bir haberleşme teşkilâtı­ ya 1800’de değil de neden Tanzimat dö­
nın da gelişemernesi sonucunu doğur­ neminde, 1839 Gülhane Hatt-ı Hüma-
muştur. Bizans sınırında küçük bir uç yunu’ndan hemen sonra kurulmuş ol­
beyliği olarak tarih sahnesine çıkmış duğu sorusuna cevap vermek gerekir.
bulunan Osmanlı imparatorluğu da, İşte burada karşımıza Osmanlı Devle­
zaman içinde gelişen ve genişleyen dev­ ti ’nin zaman içinde bozulan devlet teş­
let örgütüyle orantılı olarak, üç kıtaya kilâtını düzenleme ve nihayet Batı ku-
uzanan toprakları üzerinde, damarla­ rumlarını örnek alan bir devlet örgütü
rın vücut içerisinde dağılımına benze­ kurulması çalışmaları çıkar.
yen yollar yapmış, bu yollar vasıtasıy­ Bilindiği gibi Kanunî Süleyman
la ve denizlerden faydalanarak merke­ (1520-1566) devrinde kudretinin doru­
zî idarenin gerektirdiği düzenli haber­ ğuna erişmiş olan Osmanlı İmparator­
leşmeyi temin etmiştir. 1840’ta Posta luğu, 16. yy sonlarında artık gerileme­
Nezareti’nin kuruluşuna kadar devam ye yüz tutmuştur. Nihayet imparator­
eden dönemdeki bu haberleşme teşki­ luk, 17. yy’da Köprülii ailesinden ge­
lâtı “ ulak-menzilhâne” ikilisinden oluş­ len sadrâzarnların yönetiminde son bir
maktaydı. Bu teşkilâtın daha sonra ku­ kalkınma hamlesi yapmışsa da, 1682’de
rulacak' olan Posta İdaresi’nden şüphe­ başlayıp 1699’da Karlofça Barış Ant-
siz en büyük farkı yalnızca devlet ileri laşması’yla sonuçlanan harpte Avustur­
gelenlerinin hizmetinde olmasıdır. Ya­ ya ve müttefiklerine yenilerek önemli
ni genel olarak ulak diye isimlendirilen topraklar kaybetmiştir. Bundan sonra
tatarların menzilhâneler arasında bey­ devletin, askerlik ve m addîhayat saha­
girler sırtında gerçekleştirdikleri haber larında Batı karşısında gerilemekte ol­
getirip götürme hizmetlerinden öncelik­ duğu açıkça ortaya çıkmıştır. İmpara­
le padişah, sonra da sadrâzam, vezir­ torluğun içinde bulunduğu bu durum,

TARİHTE HABERLEŞME: Tarih


boyunca iyi örgütlenmiş devletler
haberleşmeye önem vermişlerdir. Pers ve
Roma imparatorlukları geniş topraklar
üzerinde egemenlikler kurarken,
düzenlemiş oldukları güçlü haberleşme
uzun yıllar ayakta kalmalarının bir etkeni
olmuştur. Osmanlı Devleti de geniş
topraklan üzerinde merkezi yönetimin
gerekli kıldığı bir haberleşme sistemi
kurarken, bunu “ulak-menzilhane"
temeline oturtmuş, bunu yıllarca
sürdürmüştür. Eski bir posta tatarı
(yanda), menzilhane (karşı sayfada solda),
Sirkeci Demiryolu mevkiinde posta-
telgraf şubesi (karşı sayfada sağda).
1637
ULAŞTIRMA VE HABERLEŞME
Tanzimat Döneminde Osmanlı Posta Örgütü

tecrübeli Osmanlı devlet adamları ve arandığı bir dönem olmuştur. Daha Gülhane’de okunan meşhur hatt-ı hü­
aydınlarını, imparatorluğu çöküntüden sonra I. Mahmud (1730-1754), III. mayundan kısa bir zamansonra konuy­
kurtarmak için çözüm yolları aramaya Mustafa (1757-1774), I. Abdülhamid la ilgilenecek özel bir komisyonun ku­
sevketmiştir. Bunlara örnek olarak, I. (1774-1789) ve III. Selim (1789-1808) rulduğunu tesbit etmekteyiz. A vrupa’­
Ahmed (1603-1617), II. Osman (1618­ dönemlerinde genellikle askerlik saha­ da uygulanan postacılık usullerini de bi­
1622), IV. Murad (1623-1640), III. Se­ sında devam eden ıslahat çalışmaları, len M ustafa Sami Efendi 4 Temmuz
lim (1789-1807) ve II. Mahmud (1808­ II. Mahmud’un (1808-1839) saltanatı 1840’ta Posta Müdürü olarak tayin
1839) dönemlerinde nizâm-ı devlet hak­ sırasında çok daha genişlemiş ve güç­ edilmiştir. Kuruluş çalışmalarını yürü­
kında takdim edilen ıslahat lâyıhaları- lenmiştir. Bu sırada askerlik alanında ten Mustafa Sami Bey 9 Eylül’de bu gö­
nı sayabiliriz. Genel olarak amelî ve olduğu kadar devlet teşkilâtında, sos­ revden ayrıldığında yerine Ahmed Şük­
pratik bir gayeyi içeren bu eserlerin 17. yal alanda, kültür sahasında, iktisat, sa- rü Bey getirilmiştir ki, bu sırada çalış­
yy ortalarına kadar olanlarının “Kanu­ nayî ve sağlık konularında önemli ye­ malar kesin bir sonuca ulaşmış ve 23
nî devri şartlarına” dönmeyi teklif et­ nilikler yapılmıştır. II. Mali-V.ud haber­ Ekim 1840’da Posta Nezareti resmen
tikleri görülür. Bundan sonraki tarih­ leşmenin (iletişim) gelişmesınin gereği­ kurulmuştur. Kuruluşu takip eden ilk
lerde ise, Türk aydınlarının bir kısmı, ne de kesin olarak inanmış bulunuyor­ ay içerisinde de önce 28 Ekim’de Edir­
devlet müesseselerindeki bozuklukların du. 1 Kasım 1831’de bugünkü Türkiye ne, sonra 2 Kasım’da da Anadolu ta­
düzeltilebilmesi için Kanunî devri şart­ sınırları içindeki ilk Türkçe gazeteyi, raflarına ilk postalar çıkarılmıştır. Böy-
larına dönmenin yeterli olamayacağını T a kvim -i V a kâ yi ’i kurdu. Onun Türk­ lece Osmanlı haberleşme teşkilâtı de­
ileri sürerler. Onlara göre, Osmanlı çe yanında Fransızca, Arapça, Farsça, mek olan “ ulak-menzilhâne” , ikilisi,
İmparatorluğu Batı karşısında bütün­ Ermenice, Rumca olarak da çıkarılma­ Posta Nezareti adı altında yeniden dü­
lüğünü koruyabilmesi için, öncelikle as­ sını sağladı. Aradan bir sene geçmeden zenlenmiş ve ülke ahalisine hizmet ve­
kerî sahada, onların usul ve teknikleri­ halkın da faydalanacağı bir haberleşme ren bir organizasyon haline gelmiştir.
ni almalıdır. teşkilâtı kurulması yönünde direktif
Osmanlı İmparatorluğu’nun Batı ku- verdi.
Posta Teşkilâtı
rumlarını kabule başlaması, 18. yy’ın II. Mahmud’un 1832’deki bu hatt-ı Posta Nezareti 23 Ekim 1840’da ku­
ilk yarısına rastlar. 21 Temmuz 1718 ta­ Hümayûnu’ndan sonra haberleşme teş­ ruluşundan 21 Eylül 1871’de Telgraf
rihli Pasarofça Antlaşması’nın görüş­ kilâtının daha düzenli işlemesi için ça­ Müdürlüğü’yle birleştiği 31 yıla yakla­
melerinin devam etmekte olduğu bir sı­ lışmaların artarak sürdürüldüjtiinü tes- şan bir süre içerisinde nezaret olarak
rada sadâret makamına getirilen Nev­ bit etmekteyiz. Nitekim 1834’ûe l.İskü- kalmıştır. Bilindiği gibi “ nezaret” ke­
şehirli İbrahim Paşa’nın bu görevde dar-lzmit arasında bir posta yolu yapı­ limesinin günümüzdeki karşılığı “ ba-
kaldığı süre (1718-1730) tarihimizde lâle larak, arabalarla “ posta taşımacılı­ kanlık” tır. Fakat şunu hemen belirt­
yetiştirilmeye verilen önemden dolayı ğına” geçildiğini görürüz. Buradaki ba­ mek gerekir ki, Posta Nezareti bu ismi
Lâle Devri diye isimlendirilir. Bu dö­ şarı İstanbul-Edirne arasında da ben­ taşımış olmakla birlikte yine de bir Ma­
nem bir zevk ve safa, dünyadan zevk zer taşımacılık gayretlerinin gösterilme­ liye, Ticaret, Nafıa veya Evkaf nezaret­
alma dönemi olduğu gibi, şüphesiz sine sebep olmuştur. Daha sonra da çe­ leri seviyesinde değildi. Nitekim kuru­
bundan da önemlisi matbaa gibi önemli şitli teşebbüsler halinde postanın kuru­ luş çalışmalarını yürütmekle 4 Temmuz
bir yeniliğin imparatorluğun Müslüman luş çalışmalarına devam edildiği görü­ 1840’da görevlendirilen Mustafa Sami
tebaasının hizmetine girdiği, diğer ba­ lür. Fakat bu arayış ve gayretler ancak Bey’in tayiniyle ilgili belgede Posta İda­
zı yeniliklerin de yapıldıği bir devredir. II. M ahmud’un ölüp yerine Abdülme- resi için; ‘‘tra d ve m asrafı M a liye
Bu sebeple tarihçiler arasında Tanzi­ cid’in geçmesinden sonra olgunlaşmış N e za re t-i Celilesine ait o lm a k la ve
m at’ın en uzak kaynağının kendisinde ve meyve vermiştir. Kasım 1839’da vükelâ-yı Devlet-i A liy ye d en birinin ne-
1638
ULAŞTIRMA VE HABERLEŞME
Tanzimat Döneminde Osmanlı Posta Örgütü

POSTA TELGRAF
NEZARETİ: II.
Mahmud’un haberleşmenin
düzene sakulmasını isteyen
girişiminden sonra İstanbul
ile yakın şehirler arasında
posta taşımacılığı başladı.
Mustafa Sami Efendi Posta
Müdürlüğü’ne getirildi.
Ahmed Şükrü Bey >
döneminde Posta Nezareti
kuruldu. Kuruluş
aşamasında özellikle
İstanbul’da yoğun bir
örgütlenme içinde olmuştur.
Bir dönem nazırlık yapan
Agâh Efendi (sağda), bir
dönem posta, telgraf ve
telefon nazırlığı yapan Talat
Paşa (solda).

ziiretinde b u lu n m a k üzere m ü d ü r ve öğrendiğimize göre İstanbul’da Posta lete hizmet etmiş, zaman içerisinde ba­
m em u rin m a rifetiyle idaresi. . . ” denil­ Nezareti ve İstanbul Postanesi’nde, Na­ zı değişiklikler geçirmiş olan “ ulak-
miştir. Aynı konuda kesinleşen karar­ zır ve Postane Müdürü dahil 9 görevli menzilhane” ikilisi, Posta Nezareti’nin
da ise; gelir ve gideri Maliye Hazinesi- ve 15 de posta tatarı olmak üzere top­ kuruluşuna Radar devletin haberleşme­
ne ait olmak üzere Posta’nın Ticaret lam 24 görevli bulunmaktadır. Bunla­ sini gerçekleştirmiştir. Bu haberleşme
Nezareti’ne bağlı olarak çalışması ön­ ra ödenen aylık ücret tutarı ise 17.975 kurumunun, artık uzunca bir süreden
görülmüştür. Daha sonra Ahmed Şük­ kuruştur. T. evvel 1258/13 Ekim-12 beri tatar olarak isimlendirilen görev­
rü Bey de Posta İdaresi’ne Ticaret Na­ Kasım 1842’de ödenen maaş tutarı ise lileri; bunlann yolları boyunca uğradık­
zırı Fethi Paşa’nın teklifi üzerine tayin nazır hariç 26. 125 kuruştur (nazır ma­ ları, beygir değiştirip diğer ihtiyaçları­
edilmiştir. aşı daha önce 4.000 kuruştu) ve görev­ nı giderdikleri menzilhaneleri vardı.
Ticaret Nezareti’ne bağlı olan Posta lilerin toplamı 47 kişidir. Görüldüğü gi­ Kuruluşu sırasında Posta Nezareti, ta­
Nezareti’nin kuruluşundan ancak bir bi bu sırada merkez teşkilâtı oldukça tarlardan bir kısmını “ posta tatarı”
sene sonra Kasım 1841’de Teşrifat Def- hızlı bir gelişme içerisindedir. Nitekim olarak kendi kadrosu içine almıştı. Di­
teri’nde Ticaret Muhasebeciliği seviye­ aradan birkaç ay geçmeden Ocak 18431 ğer tatarlar da çeşitli görevlere yerleş­
sinde bulunduğunun kabul edilmiş ol­ te kadro nazır, 18 asil memur, 49 ta ­ tirildiler. Menzilhaneler için durumun
duğunu görmekteyiz. Posta Nezareti’- tar, 3 mülazım olmak üzere 71’e çık­ gerektirdiği yeni bazı düzenlemeler ge­
nin Ticaret Nezareti’ne olan bağımlılı­ mıştır. Bu sayı Haziran 1845’de 92’ye tirildi. Fakat menzilhanelerde çalışan,
ğı 13 Haziran 1852-13 Mart 1857 tarih­ ulaşmış bulunuyordu. İlk dönemde İs­ diğer görevleri yanında en önemli va­
leri arasındaki İltizam Dönemi hariç, tanbul’da yalnız bir postanenin bulun­ zifeleri posta tatarlarına hizmet olan
Nafıa Nezareti’ne bağlandığı 2 Şubat muş olmasına karşılık 13 Ocak 1863'ten menzilciler ve öteki menzil vazifelileri >
1870’e kadar devam etmiştir. 21 Eylül itibaren posta pulunun kullanılmaya fiilen çalıştıkları Posta Nezareti’nin taş­
187 1’de ise iki ayrı organizasyon ola­ başlanması, ayrıca da şehir içinde pos­ ra kadrosu içinde yer almadılar. Ayrı­
rak düzenlenmiş bulunan Posta Neza­ ta taşım acılığı yapacak “ Şehir ca gayr-ı muntazam postanelerin (Posta
reti ve Telgraf Müdürlüğü, Posta ve Postaları’nın” kuruluşuyla Posta Ne- Nezareti tarafından müdür tayin edil­
Telgraf Nezareti adı altında birleşmiş­ zareti’nin merkezdeki kadrosu olduk­ meden, mahallinden temin edilen gö­
lerdir. ça gelişmiştir. revli ve imkânlarla postacılık yapılan
merkez) görevlileri de doğrudan Posta
Taşra Teşkilâtı Nezareti’ne bağlı değillerdi ve nezare­
Posta Nezaretinin Merkez Teşkilâtı Posta Nezareti’nin kuruluş yılların­ tin taşra örgütü içerisinde gösterilme­
Posta Nezareti kuruluş aşamasında dan başlayarak gelişen ve genişleyen bir mekteydiler. Böyle olunca Posta Neza-
öncelikle başkentte teşkilâtlanmıştır. taşra örgütü vardır. Fakat Posta Neza- reti’nden maaş alan ve onun tarafından
Fakat meydana getirilen iöare oldukça reti’nin Anadolu ve Rumeli’nin hangi tayin edilen görevli sayısının çok az ol­
mütevazi bir nitelik arzetmektedir. Her merkezlerinde müdür görevlendirdiği­ masına rağmen, bunun birkaç katına
ne kadar bütünüyle ilk kadroyu ve nin tesbitine geçmeden önce çok önemli ulaşabilecek sayıda kişinin ve postane­
onun zaman içinde gelişimini tam ola­ bir iki noktanın açıklanması gerekir. nin de posta hizmetlerinin yürütülme­
rak ortaya koyacak zenginlikte belge­ Her şeyden önce Ekim 1840’da kuru­ sinde doğrudan görev yapmakta bulun­
lere sahip bulunmamaktaysak da bu luşu tamamlanan Posta Nezareti’nin duklarını unutmamak gerekir. Nitekim
konuda bir kanaate sahip olabiliriz. Ni­ Osmanlı Devleti’nin ilk haberleşme teş­ kuruluşunun altıncı senesinin sonunda,
tekim Zilkâde 1257/15 Aralık 184 1-14 kilâtı olmadığını hatırdan çıkarmamak Posta Nezareti’nin taşraya gönderdiği
Ocak 1842 ayına ait maaş defterinden lazımdır. Yüzyıllardan beri yalnız dev­ posta müdürü sayısı yalnızca 37’ydi.
1639
ULAŞTIRMA VE HABERLEŞME
Tanzimat Döneminde Osmanlı Posta Örgütü

Aynı tarihte muntazam olarak 2.062 sa­ R u m e li’de: Dersaadet’den Diyarbakır yolu270 saat
atlik bir yolda tatarlarla; en az bu ka­ Dersaadet’den Edirne yolu 44 saat Diyarbakır’dan Bağdat yolu 169 saat
dar bir mesafe içinde de sürücüler va­ Edirne’den Kalas yolu 130 saat Trabzon’dan Erzurum yolu 54 saat
sıtasıyla hizmet gören postayı taşrada Edirne’den Vidin yolu 99 saat Toplam 2.062 saat
37 müdürün idare etmesi mümkün de­ Edirne’den Manastır yolu 123 saat
ğildir. Bir örnek vermek gerekirse, da­ Dersaadet’den Selânik Taşradaki muntazam postanelerin
ha ilk kuruluş senesinin dolduğu bir sı­ ve Yanya yolu 186 saat sayısı Mayıs 1849’da 19’u Rumeli ve
rad a yalnız B eyrut’daki “ gayr-ı Filibe’den Belgrad yolu 102 saat 25’i Anadolu’da olmak üzere 44’e çık­
muntazam” postanenin bir müdür, bir Kumanova’dan Bosna yolu 101 saat mıştır. Eylül 1868’de Posta Nezareti ye­
kâtip ve yedi sürücüsü vardı. Bunlar Manastır’dan İşkodra yolu 54 saat ni bir çalışma düzeni içerisine girdiğin­
Posta Nezareti tarafından doğrudan ta­ de Rumeli’de tatar caddesi üzerinde 116
yin edilmedikleri gibi, maaşlarını da ne­ A n a d o lu sahasında: merkez bulunuyordu. Bunlardan 36’-
zaret bütçesinden almamaktaydılar. Bu Dersaadet’den İzmir yolu 87 saat sında postane müdürü vardı. Anadolu’­
sebeple de Posta Nezareti’nin taşra Dersaadet’den Alaiye (Alanya) da ise tatar caddesi üzerinde bulunan
kadrosu içerisinde gösterilmemekteydi­ yolu 58 saat merkez sayısı 142’ydi ve bunların
ler. Dersaadet’den Şam yolu 319 saat 30’unda postamüdürleri görev yapıyor­
Posta Nezareti’nin kuruluşundan Dersaadet’den Kayseri yolu 186 saat du. Bunların haricindeki merkezlerde
sonra taşrada açtığı ilk merkez Edirne’­
dedir. Bunu diğerleri takip etmiştir.
Özellikle ticaretin geliştiği merkezlere
öncelikle müdürler tayin edilmiştir.
Bunlar postacılık usullerini İstanbul’­
da bizzat uygulamalı olarak öğreniyor­
lardı. Nitekim Haziran 1841’de bu şe­
kilde yetişmiş elemanlardan 7 mülazım
Yenişehir, Selanik Serez, Niş, Yanya,
Ankara ve Kayseri’ye tayin edilmişler­
di; Ağustos’ta ise Konya, Adana, H a­
lep, Şam ve Akka’ya postane m üdür­
leri tayin edilerek “ muntazam posta­
neler” kuruldu. Bununla birlikte yuka­
rıda değindiğimiz nedenlerden dolayı
posta müdürü tayinlerinin oldukça ya­
vaş yürüdüğünü belirtmek gerekir. Ha­
ziran 1845’de nezaretin taşradaki kad­
rosu içerisinde görev yapan müdürlerin
sayısı 21’i Anadolu, l3’ü Rumeli olmak
üzere 34’tü. Bunlar 300 ilâ 750 kuruş
arasında maaş almakta olan Anadolu’­
da; Şam, Halep, Adana, Beyrut, Bur­
sa, Ankara, Kayseri, Konya, Isparta,
Kütahya, İzmir, Aydın, Erzurum,
Trabzon, Samsun, Bağdat, Musul, Di­
yarbakır, Sivas, Eğin, Bolu. Rumeli’­
de; Edirne, Varna, Kalas, Filibe, Serez,
Yenişehir, Niş, Yanya, Sofya, Vidin,
Manastır, Şumnu’dur. Aradan iki se­
ne geçtiğinde ise sayı ancak 37’ye çık­
mıştı. Bununla birlikte daha önce de­
ğindiğimiz muntazam, gayr-ı munta­
zam postaneler hatırlandığinda, bu 37
posta müdürüyle gerçekleştirilen hizme­
tin büyüklüğü daha iyi değerlendirilir.
Nitekim bu sırada 37 merkez arasında
postanın tatarlarla taşındığı 15 büyük
yol açılmış bulunuyordu. Böylelikle MERKEZDEKİ KURULUŞ: Öncelikle İstanbul’da hızlanan kuruluş çalışmaları içinde
2.062 saatlik (saat, iki nokta arasında­ Posta Nezareti ve İstanbul Postanesi’nde önceleri 24 görevli varken, bu sayı 1845’te
92'ye ulaştı. Bu tarihten sonra şehir içinde posta taşımacılığı yapan postaların
ki uzaklığı belirtmek için söyleniyor, ör­ kurulması ve 1863 ’ten sonra posta pulunun kullanılmaya başlanması merkezdeki
nek: İstanbul-Edirne arası 44 saattir) kadroyu daha da geliştirdi. Posta Telgraf Nezareti’nin temel atma töreni (üstte) ve
bir mesafeye muntazam posta taşınmış­ törende hazır bulunanlar (altta).
tır. Bu yollar şunlardır:
1640
ULAŞTIRMA VE HABERLEŞME
T a n z im a t D ö n e m i n d e O s m a n lı P o s t a Ö r g ü tü

ise gayr-ı muntazam postaneler vardı, dürleri mahalli meclisler tarafından se­ tendil, Karlova, Gabrova, Palanka,
yani postayı sürücüler taşımakta ve an­ çilecek, kefalete bağlanan bu müdürler Kalfa, Çorlu, îhtiman, Berkofça, Mal­
cak adi mektup ve bazı evrak postacı­ Posta Nezareti’nin tasdikiyle tayin olu­ kara, Şehirköyü, Firecik, Lom, Meg-
lığı yapılmaktaydı. Posta Nazırı Yâver nacaklardı . Bir fikir sahibi olabilmek ri, Silivri, Uzunköprü, Yanbolu, Cis-
Paşa’nın (nezareti 17 Ağustos 1868-21 bakımından bu 11 daireyi ve yalnızca riergene.
Eylül l871) çabaları sonucu gerçekleş­ bir dairenin bağlı birimlerini göstere­ Yeni düzenlemede, daireler dahilin­
tirilen yeni çalışma düzeni içerisinde lim. Daireler: deki postane müdürleri, posta memu­
Posta Nezareti’nin merkez ve taşra teş­ Edirne, Vama, Saraybosna, Selânik, ru sıfatıyla bulunacak ondalıkçı, zarf
kilâtında da önemli bazı değişiklikler Galos, Galata, İzmir, Halep, Diyarba­ ve pul satıcılarını kontrol ve teftiş; mer­
yapıldı. Buna göre: Posta îdaresi’ni il­ kır, Trabzon, Samsun. kez müdürleri ve menzilhanelerin çalış­ >
gilendiren konuları görüşmek üzere Birinci daire olan Edirne merkezine malarına nezaret etmek üzere Rumeli’­
Posta Nezareti memurlarının ileri ge­ bağlı birimler ise şunlardır: Maiyet mü­ de iki, Anadolu’da iki ve İstanbul ile
lenlerinden oluşacak bir meclis kurul­ dürlükleri: Niş, Sofya, Samako, Filibe, Arabistan’da birer olmak üzere altı
maktaydı. Nezaretin taşradaki teşkilâ­ Kızanlık, Zağraiatik, Vidin, Pilevne, Posta Müfettişi tayin edilmiştir. Bu
tı on bir daireye ayrılıyordu. Her dai­ Lofca, Tırnova, îslimye. Şubeler ise: kadro küçük bazı değişikliklerle Posta
reye bir merkez müdürü, yanına bir kâ­ Enez, Hasköy, Cisrimustafapaşa, Ke­ ve Telgraf idarelerinin birleşmesine ka­
tip ve bir mukayyid tayin edilmektey­ şan, Tatarpazarcığı, Çırpan, Lülebur­ dar devam etmiştir.
di. Bu dairelere bağlı postanelerin mü­ gaz, Dobnice, Rahova, Kırklareli, Kös-
P o s ta H iz m e tle ri
İlk Postaneler: Posta îdaresi’nin ken­
disinden beklenen hizmetleri yerine ge­
tirebilmesi için görevliler kadar olma­
sa bile, araç-gerece ve bu arada hizmet
binalarına, postanelere ihtiyacı olaca­
ğı açıktır. Bununla birlikte ilk Osman­
lı postaneleri hakkında, başkent hariç
fazla bir bilgimiz bulunmamaktadır. İs­
tanbul’da Posta Nezareti ve İstanbul
TAŞRA Postanesi, Postane-i Amire ismiyle açıl­
ÖRGÜTLENMESİ: Posta mış olan binadaydı. Postane-i Amire,
Nezaretinin kurulmasından Eminönü’nde Yenicami avlusunda bu­
sonra o güne kadar taşrada lunuyordu. Evkaf’a ait olan bu bina
haberleşme görevini yerine daha önce Cizyehane olarak kullanıl­
getiren “ulak-menzilhane”
ikilisi yerini yeni yapılara mıştı. Şehrin ortasında, ticaret merke­
bıraktı. Tatarlar "posta zine ve sahile yakın olması sebebiyle bu­
tatarı"’ olarak nezaretin rası Posta Nezareti’ne verilmişti. Kapı­
kadrosu içine alındı, sının üzerine Abdülmecid’in bir tuğra­
tatarlara hizmet eden sı konmuş, celî hatla da Postane-i Ami­
menzilciler de nezaretin re yazılmıştı. Yabancıların anlaması
taşra kadrosunu için Posta kelimesi Fransızca “Poste”
oluşturdular. Bu arada şeklinde ayrıca eklenmişti. Po^tane-i
taşraya posta müdürleri de
Amire binası iki katlı, ahşap bir yapıy­
gönderildi. Posta tatarları
(altta), resmî elbiseli posta dı. Üst katı Posta Nezareti birimlerine
tatarları (sağda). ayrılmış, alt kat ise İstanbul Postanesi
olarak düzenlenmişti.
1641
ULAŞTIRMA VE HABERLEŞME
T a n z im a t D ö n e m i n d e O s m a n lı P o s t a Ö r g ü tü

Postanın kuruluş yıllarında taşra


postanelerinin durumlarının ne olduğu­
nu 16 Kasım 1840 tarihli Birinci Posta
Kanunu’nun getirdiği esaslardan hare­
ketle tahmin etmek mümkün olur. Bu­
na göre; postaneler imkânların elverdiği
ölçüde şehrin merkezinde, hücreli ve­
ya dolaplı, ayrıca rafları bulunan birer
odadan ibaret olacaktır. Bu odada, gö­
revlilerin çalışacağı kısımla postaneye
bir iş için gelenlerin arasında bir kapı
veya pencere bulunacaktır. Giriş kapı­
sının üzerine buranın postane olduğu­
nu gösterir bir hevha konulacaktır. Ay­
rıca kapı üzerinde postaların çalışma
esaslarıyla ücret tarifelerini gösteren ya­
zılar bulundurulacaktır. Tabiatıyla hiz­
metin gereği olan terazi, sandık, defter­
ler, mühürler, muşambalar ve diğer ge­
rekli eşya da postanelerde bulundurul­
maktaydı.
İlk dönem postanelerinden çok azı
hakkında elde edilebilen belgeler, bize
onların yukarıdaki özellikleri taşıdıkla­
rını doğrulamaktadır. Yani bunlar hiz­
metin görülebileceği oldukça da basit
yapılardır. Denebilir ki, bir yerde pos­
tane açılacağında bu özelliklere sahip
bir oda varsa burası postane yapılır ve­
yahut da kiralanırdı.
P o sta İşleyen M ahaller: Burada
1840’larda hâlâ çok geniş topraklara sa­
hip bulunan Osmanlı İmparatorluğu’-
nun bütününe işleyen postaları ve onun
güzergâhlarını ayrı ayrı gösterme imkâ­
nımız bulunmamaktadır. Fakat şu ka­
darına işaret etmek gerekir ki, eldeki
belgeler, daha ilk yıllardan itibaren ül­
kenin en uzak noktalarına kadar posta
hizmetlerinin götürülmeye çalışıldığını
göstermektedir. Bunun için önemli böl­
geler muntazam postanelere kavuştu­
rulmuş, diğer kısımlarda ise mahallin­
den sağlanan imkânlarla postacılık ger­
çekleştirilmiştir.
P ostanelerin K a b u l E ttik le ri P o sta KISA SÜREDE YA YGINLAŞMA: Posta Nezareti kurulduktan sonra taşrada açılan
M addeleri: Posta Nezareti kuruluşu sı­ ilk merkez Edirne oldu. Bundan sonra özellikle imparatorluğun ticaret merkezlerinde
yeni kuruluşlara gidildi. Selanik, Niş; Yanya, Halep, Şam ve Konya gibi yerlerde
rasındaki mütevazı teşkilâtıyla ancak "muntazam postaneler"" kuruldu. Bu muntazam postanelerin sayısı I849’da 44‘e
evrak postacılığı yapmıştır. Fransız yükselirken Anadolu ve Rumeli’de tatar caddesi üzerinde görev yapan 258 merkez
Posta Kanunu’ndan faydalanılarak ya­ bulunmaktaydı. İstanbul’da posta, telgraf merkez binasının inşaatı (1905) ve Osmanlt
pılan 16 Kasım 1840 tarihli ilk posta ka­ Postanesi mektup teslimi.
nununda, postaların yalnızca aslı kâğıt
olan posta maddelerini taşımaları ön­
görülmüştür. Mektuplar, “adi, taah­ den itibaren emanet akça ve numune­ ni düşürüyordu. Bu konular 1857’den
hütlü” ve “ tahrirât-ı mühimme (res­ lik ticaret eşyası taşınmasına başlanmış­ itibaren defalarca ele alınmıştır. Fakat
mî)” olmak üzere üç çeşittir. Bunlara tır. Bu durum 17 yıl devam etmiştir. Fa­ ne ticarete direkt katkısı olması arzu­
ilave olarak gazete, evrak ve takvim de kat kara postacılığında yük taşıyıcı ola­ lanan postaların, akça vt ,icarî eşya ör­
postalarca taşınmaktadır. Bununla bir­ rak hemen yalnızca beygirlerden fayda­ neklerini taşımasından tamamen vazge-
likte bu uygulama kısa süre sonra ge­ lanılmakta olduğundan, nümunelik eş­ çilebilmiş, ne de bu hizmetleri kolayca
nişletilmiş ve yalnız muntazam bölge­ ya ve akça taşınması güçlükler arzet- gerçekleştirebilecek imkânlar, bir örnek
ler arasında olmak şartıyla Ocak 1841’- mekteydi. Ayrıca da postaların sürati­ olarak arabalı postacılık gerçekleştiri-
1642
ULAŞTIRMA VE HABERLEŞME
Tanzimat Döneminde Osmanlı Posta Örgütü

lebilmiştir. Bu arada sınırlı bir uygula­ du. Alıcı mektubunu bizzat postaneden cıdan “ ücret-i kademiyye” alırdı.
ma olmak üzere Ekim 1862’den itiba­ alırdı. Mektup taahhütlü ise, alıcıdan 1864’te bunun mektup başına 20 para
ren bazı merkezler arasında posta ha­ bir alındı belgesi alınarak, postanede olduğunu görüyoruz. Bununla birlikte
valesi muamelesine başlanmıştır. Bu­ saklanırdı. Yani bu sırada bir müvez- aynı tarihde taşrada bu hizmetin kar­
gün modern postanın verdiği hizmetle­ zilik hizmeti yoktu. Ancak Eylül 1861’- şılığı olarak ne kadar bir ücret alınmak­
rin benzerlerinin Osmanlı Postası’nda de çıkarılan bir yönetmelikle, sahibinin ta olduğunu bilememekteyiz. Bu uygu­
uygulamaya konulması ise daha çok postaneden almadığı mektubun mek- lama bazı değişikliklerle Haziran
1876’dan sonraki yıllardadır. tupçular tarafından adreslerine götürü­ 1882’ye kadar devam etmiştir. Bu ta-
M ektu p la rın D a ğ ıtım ı-M ü ve zzilik: leceği hükmü yer almıştır. Fakat bu uy­ rihde Üçüncü Posta Kanunu’yla mü­
Birinci Posta K anunu’na göre; mun ta- gulamanın İstanbul’da daha önce baş­ vezzilik hizmetinin ücretsiz yapılması
zam (posta müdürü bulunan) bir mer­ )
lamış olması gerekir. Burada mektup- esası getirilmiştir. Tabiatıyla bu husus
keze gelen mektuplar, Posta Müdürü çubaşılık, artırmayla bir kişiye verilir, yalnızca mektuplar ve bazı evrak için
tarafından önce jurnaline göre kontrol Postaneye belli bir para ödeyen bu ki­ geçerliydi. Diğer posta maddeleri yine
edilir, sonra da alfabetik sıraya konur­ şi, müvezzilik görevi karşılığı olarak alı­ postanede alıcısına teslim ediliyordu.
Posta Tekeli
a) P o sta N e z a r e tin in İltiza m a Veril­
m esi: Dünya postalarının gelişim tarih­
leri incelendiğinde, halkın bu hizmet­
lerden faydalanmaya başlamasıyla bir­
likte postacılık faaliyetlerinin arttığı ve
devletlerin de zaman zaman posta ida­
relerini maktu bir bedel karşılığı özel ki­
şi veya kuruluşlara devrettiği görülür.
Osmanlı Devleti’nde, iltizam denen bu
idare şekli yaygın bir uygulamaydı. Ya­
ni bir kişi belli şartlar dahilinde bir hiz­
meti yapmaya talip olmakta, devletin
buradan temin edeceği parayı peşinen
veya taksitle vererek, işletmeyi idare et­
mekte, tabiatıyla daha çok kazanmaya
çalışmaktaydı. Posta Nezareti’nin ilti­
zama verilmesi ilk defa Birinci Posta
Nazırı Ahmed Şükrü Bey (nezareti Ey­
lül 1840-Nisan 1842) döneminde sözko-
nusu olmuştur. Bizzat nazır, postanın
maktu bir bedelle, üç seneliğine kendi­
sine verilmesini istemişse de, bu sırada
görevden ayrıldığından uygulamaya ge­
çilememiştir. Fakat daha sonra İsmail
Paşa, şimdiki senelik gelirinden 1.000
kese fazlasını devlete vereceğini taah­
hüt ederek, Posta Nezareti’ni mültezim
İLK POSTANELER: Posta sıfatıyla idareye talip olmuştur. Bu is­
Nezareti kurnlduktan sonra tek kabul edilmiş ve 13 Haziran 1852­
ilk postaneler İstanbul’da 13 Mart 1857 arasında postalar iltizam­
açıldı. Eminönü ’nde la İsmail Paşa tarafından idare edilmiş­
Yenicami avlusunda tir. Fakat sonuçta bu tarz idarenin ha-
bulunan Postane-i Amire zinenin hiç de yararına olmadığı tesbit
binası şehrin ticaret
merkezine yakın olduğu için edilmiştir. Ayrıca mültezim yetkilerini
posta işlerinin görülmesinde kötüye kullanmıştır. Bu sebeple kendisi
kolaylık sağlıyordu. cezalandırılarak Bolu’ya sürtilmüş ve
Nezaretin ilk kurulduğu Avrupa postalarında oldukça uzun sü­
yıllarda varolan postaneler reler devam eden iltizamla idareye, Os­
hakkında çok fazla bilgi manlı Postası’nda beş yıla yaklaşan bir
olmadığı için diğer uygulamadan sonra son verilmiş, dev­
semtlerdeki işleyişin nasıl letin yıkılışına kadar da bir daha iltizam
olduğu bilinmemektedir. idaresine dönülmemiştir.
İstanbul’daki ilk postane
b ) M e k tu p Taşım acılığının Yalnızca
binası ve PTT nazırı
İstanbulliyan Efendi. P asta İdaresine Verilmesi: Bilindiği üze­
re Osmanlı İmparatorluğu sınırları için-
1643
ULAŞTIRMA VE HABERLEŞME
Tanzimat Döneminde Osmanlı Posta Örgütü

de yaşayan halk, Posta Nezareti’nin ku­ radan, beygirler sırtında gerçekleştiril­ ların kesif rekabetidir.
ruluşundan önce devlet haberleşme teş­ diğini görürüz. Hemen her tarafı deniz­ Karadan posta taşımacılığının birçok
kilâtı demek olan “ ulak-menzilhane” lerle çevrili olan Osmanlı devletini, kara güçlükleri vardı. Öncelikle yollar bo­
İkilisinin çalışmalarından faydalanama­ taşımacılığına iten birçok nedenler bu­ yunca yer alan menzilhaneler arasında
maktaydı. Bununla birlikte, haberleş­ lunmaktaydı. Kanaatimizce en öriemli beygirler sırtında nakliyat çok güçtü.
menin bir ihtiyaç olduğu göz önünde neden ise; devletin elinde o sırada ye­ Taşınan yük az oluyordu. Alınan bü­
bulundurulduğunda, bunun değişik teri kadar yük ve yolcu taşıyacak vapur­ tün tedbirlere rağmen, soyulma tehli­
yollardan giderilmiş olacağını düşün­ ların bulunmamasıdır. Çünkü posta ta­ kesi vardı. Ayrıca maliyet aşırı yüksel­
mek doğaldır. Nitekim burada karşımı­ şımacılığı, ancak limanlar arasında dü­ mekteydi.
za tüccarın ve halkın haberleşmesini dü­ zenli bir şekilde yük ve yolcu taşıyan va­ Posta Nezareti’nin bütün imkânsız­
zensiz bir şekilde de olsa temin etmeye purlarla gerçekleştirildiğinden iktisadi lıklara rağmen denizyollarından istifa­
çalışmış olan sâ’î, kiracı, katırcı ve ema­ olabilirdi. Osmanlı Devleti’ni kara pos­ deye çalıştığım vurgulamak gerekir. Ni­
netçi gibi unsurlar çıkar. Bunlara bir de tacılığına iten diğer bir önemli neden tekim Trabzon ve Erzurum ’a postalar
daha önce tatarlık görevi yapan, fakat , ise, şüphesiz sahillerde yabancı posta­ baştan itibaren denizden gönderilmiş-
Posta Nezareti’nin kuruluşundan son­
ra posta tatarı olamayanların bir kıs­
mını ilave etmek gerekir. Çünkü bun­
lar da eski alışkanlığın bir devamı ola­
rak posta maddelerini kendi hesapları­
na taşımaya devam etmişlerdir.
Osmanlı Devleti’nin halkın da fayda­
lanacağı postaları kurarken çeşitli ga­
yeleri vardı. Bunların en önemlilerinden
biri, haberleşme maddelerine fesadın
karışmasının önlenmesi, bir diğeri de
gelir teminiydi. Tabiatıyla bu durum­
da devlet, postacılık faaliyetlerini tekel
altında yürütecekti. Fakat birinci Pos­
ta Kanunu’nda bu hususta hiçbir hü­
küm getirilmemişti. Bu durumda bir
yandan sâ’î, kiracı, katırcı ve emanet­
çiler; öte yandan da eski tatarlar ücreti
karşılığında mektup ve benzeri madde­
leri taşımaya devam ettiler. Yasadaki
bu açıklık kısa zamanda idarenin de
dikkatini çekti ve bunlarla m ü cad e-
Ocak 1841 ’de başlatıldı. Uzun süre de­
vam edecek olan bu mücadelenin esa­
sı; postayı taşıma hakkımn Posta Ne-
zareti’ne ait olduğu, başkalarının bu
göreve talip olmalarıyla hem gelir kay­
bının, hem de haberleşme hizmetlerin­
de yolsuzlukların olabileceğiydi. Posta DAĞITIM: Dağıtım
Nezareti’nin bu unsurlarla ve ayrıca da hizmetlerinin tam
yine ücreti karşılığı posta maddeleri ta ­ örgütlenmediği dörıfmlerde
şımaya yeltenen bazı araba şirketleriy­ merkeze gelen mektıiplar
le yaptığı mücadelenin oldukça uzun jurnaline göre kontrol edilir
sürmüş olduğunu eldeki belgelerden öğ­ ve alıcı mektubunu bizzat
renmekteyiz. postaneden alırdı. 1861 ’de
ise sahibi tarafından
Postalarm Taşınması Problemi alınmayan mektupların
mektupçular tarafından
Posta Nezareti ülke içerisinde posta götürülmesi öngörüldü. Bu
taşımacılığını kendisinden önceki dö­ görevi yapan kişi ise
nemde kullanılan vasıtalarla sağlamış­ alıcıdan "ücret-i
tır. Yani öncelikle menzilhaneler ara­ kademiyye" alırdı.
sında beygirler ve yerine göre diğer yük Sonunda 1882'de çıkarılan
taşıyıcı hayvanlardan faydalanmıştır. Üçüncü Posta Kanunu ile
Bu arada bazı merkezlere posta deniz­ bu hizmetlerin ücretsiz
yapılması kuralı getirildi.
den ulaştırılımştır. Bununla birlikte İstanbul’da postane dağıtım
özellikle ilk 20-25 sene içerisinde, pos­ servisi ve "müvezzi‘‘ler.
ta taşımacılığının büyük çoğunlukla ka­
1644
ULAŞTIRMA VE HABERLEŞME
T a n z im a t D ö n e m i n d e O s m a n lı P o s t a Ö r g ü tü

tir. 1859’da postacılık gayesiyle iki va­ kili olan bu iki hususun haricinde di­ desiyle de belirtilmişti. Agâh Bey, pos­
pur satın alındığını, bunlara Sür’at ve ğer bir etken ise, posta taşımacılığının talarda yapmak istediği ıslahat çalışma­
Gemlik isimlerinin verildiğini görmek­ karadan veya denizden gerçekleştirilmiş larında, Rowland Hill’i kendisine örnek
teyiz. Temmuz 1863’te ise Sahil Posta­ olmasıdır. Denizyoluyla taşımacılık da­ aldı. Onun Ingiltere’de 21 sene önce
ları kurulmuştur. Ülke içinde demiryol­ ha ucuza mal olduğundan, fiyatlar bu yaptığını Posta Nezareti’nde aynen uy­
ları kurulmaya başladığında, postalar sahada düşük tutulmuştur. Bununla gulamak istedi. Bu konuda hazırladığı
bu yoldan da faydalanmışlardır. birlikte sahil merkezlerine postanın detaylı lâyılıayı Maliye Nezareti’ne sun­
ucuza taşınmasının diğer bir sebebi da­ du. Özellikle mektup ücretleriyle ilgili
Postada Ü cret Tarifeleri-Pul ha vardır. Bu da ücretlerin düşürülme­ olan bu lâyıhanın; ücretlerin düşürül­
Tanzimat dönemi postası yaptığı hiz­ siyle ülke içinde, özellikle sahillerde teş­ mesi ve mesafeye göre ücret alımından
metlere karşılık zaman içerisinde çeşit­ kilâtlanmış olan yabancı postalarla re­ vazgeçilmesi, böylece halkın daha faz­
li değişiklikler gösteren değişik tarife­ kabet etme düşüncesidir. Fakat buna la mektuplaşmasının temini yolundaki
ler uygulamıştır. Burada bu tarifeleri bir bakıma zıt düşen bir uygulama da, teklifleri kabul edilmedi. Yalnızca posta
ayrı ayrı göstermek yerine, bunların tes- fiyatları yüksek tutarak hazineye gelir pulu kullanılması düşüncesi yerinde bu­
bitinde etkili olan esasları belirtmeye temin etme gayretleridir. Nitekim Ağâh lundu. Böylece yapılan hazırlıklardan
çalışalım. Bu dönem tarifelerinin en Bey (24 Ağustos 1861-21 Mart 1865) za­ sonra 13 Ocak 1863’den itibaren Os­
dikkat çekici özelliği; mektup ve evrak manındaki fiyat ayarlamalarında bu il­ manlı postalarında pul kullanılmaya
posta ücretlerinin tesbitinde mesafe ve kenin ağır bastığım tesbit etmekteyiz. başlandı. Bu uygulamanın ne demek ol­
ağırlığın etkili olmasıdır. Bir örnek ver­ Bu vesileyle ülkemizde posta pulu­ duğunu daha iyi anlatabilmek için
mek gerekirse; Istanbul’dan A nkara’­ nun ilk defa kullanılmaya başlanması 1840’dan itibaren 22 sene süreyle, pos­
ya gönderilen bir mektupla, Kayseri, üzerinde biraz duralım. Mektup ücret­ tanelerde bir mektup için yapılan işlem­
Bağdat, Cidde veya Niş’e giden mek­ lerinin bir makbuz karşılığında önceden lere kısaca değinmek gerekir.
tupların posta ücretleri değişik olmuş­ alınması yönündeki çalışmaların 1653 Birinci Posta K anunu’nagöre; mek­
tur. Aynı şekilde mektupların ağırlığı Paris “ Petite Poste” una kadar uzanan tup göndermek isteyen kişi önce, “mun­
da fiyatlara aksettirilmiştir. Nitekim ilk bir geçmişi varsa da, bugünkü anlam­ tazam ” bölgede ise, mektubunu posta­
tarifede 3 dirhem ağırlığındaki bir adi da pul uygulaması dünyada ilk defa 6 neye götürür ve memuruna teslim eder­
mektubun, bir saatlik mesafeye bir pa­ Mayıs 1840’da Ingiltere’de başlamıştır. di. Tabiatıyla âdi mi, taahhüdü mü
raya, 4 dirhemliğin aynı mesafeye 1,5; Bunu kısa zamanda diğer Avrupa pos­ göndereceğim belirtirdi. Bir pencereden
5 dirhemliğin 2 paraya gideceği belir­ taları takip etmiştir. Agâh Bey, beşin­ bunu alan memur hemen tartar, tari­
tilmiştir. Günümüz postalarının tarife ci Posta Nazırı olarak göreve başladı­ fesine uygun olarak ücretini alırdı. Ne
tesbit esaslarına ters gelen bu uygula­ ğında, postalarda bazı yenilikler yap­ kadar ücret aldıysa bunu kırmızı mü­
ma, 1840’da Ingiltere’de Rowland mak istedi. Zaten kendisinden bunun rekkeple mektubun üzerine yazardı.
Hill’in yapnuş olduğu posta reformu­ beklendiği, bazı ıslahatlar yaparak, Zarfın bir kenarına da mektubun cin­
na kadar bütün Avrupa için de geçerli- posta gelirlerini artırması gerektiği, ta­ sine göre siyah boyalı mührü basar ve
dir. yin kararnamesindeki “ bu misillû işler­ dolaba koyardı. Sonra da posta çıka­
Posta Nezareti’nin fiyat tesbitinde et­ de vukuf ve malumatı bulunduğu” ifa­ rıldığı gün mektuplar ve diğer posta
maddeleri iki saat evvel gidecekleri yer­
lere göre ayrılır, her birine bir numara
verilirdi. Bu numaralara göre cetvelle­
re (posta jurnali), sırayla her birinin
isim ve şöhreti, ağırlığı, alınan ücreti
kaydedilirdi.
POSTALARIN Mektuplar adi, taahhüdü ve mühim-
TAŞINMASI: Posta me olurdu. Bu nedenle gerek bunlar ve
Nezaretinin kurulmasından gerekse, diğer posta maddelerinin pos­
sonra yaklaşık 25 yıl taya verilmesi, ücretlerinin ayrı ayrı he­
boyunca postalar yine saplanarak alınması, sıraya konulması
eskiden olduğu gibi posta memurları için güç olur, yanlış­
karadan ve hayvan sırtında lıklar meydana gelirdi. Ayrıca bu sis­
taşındı. Denizden taşınma
olmayışının nedenlerinden temde alınan ücretin mektuba eksik ya­
biri de sahillerde faaliyet zılması da mümkündü. Birinci Posta
gösteren yabancı postalardı. Kanunu’nda bu konuda gerekli yasal
Ancak daha sonra bu tedbir alınmıştı. Bu yapılan işlemlerin
amaçla gemiler alındı ve “ muntazam” postanelerde yapıldığını
demiryollarının işletmeye tekrar belirtmek gerekir. Çünkü mek­
geçmesiyle, ulaşılabilen tup ücretleri ancak muntazam postane­
yerlere bu yolla taşınma lerde alınabilirdi. Gayr-ı muntazam
yapıldı. 1890‘larda posta postanelerden gönderilen mektupların
arabasıyla nakliyat (karşı
sayfada) ve PTT Nazırı ücretleri ise, yukarıdaki işlemler yapıl­
Oskan Efendi. mak suretiyle mektup alıcısından iste­
nirdi.
1645
ULAŞTIRMA VE HABERLEŞME

İşte Agâh Bey’in çalışmalarıyla ülke­ Şehir Postalan lâtını geliştirmiş, ahaliden büyük rağ­
mizde posta pulunun kullanılmaya baş­ bet görmüştür. Fakat kesin olarak tes-
Buraya kadar görüldüğü gibi Posta
landığı Ocak 1863’ten itibaren bu işlem­ bit edemediğimiz sebeplerle bu posta,
Nezareti geniş ülkedeki çeşitli merkez­
ler büyük ölçüde basitleştiği gibi, bazı ler arasında postacılık yapmaya çalış­ daha iltizam süresinin bitişine 4,5 sene
suistimalleri önlemek de mümkün ol­ maktadır. Gelen mektupların adresle­ varken Mart 1867’de çalışmalarına son
muştur. rine müvezziler tarafından ulaştırılması vermiştir.
b) Diğer Şehir Posta/arı: 13 Aralık
bile uzun süre düşünülememiştir. Hal­
Postaların Hareket Günleri buki bazen aynı şehirdeki kişilerin de 1869’da İkinci Şehir Postası’nın çalış­
birbirine mektup göndermesi gerekebi­ maya başladığı görülür. Bu teşkilât
Osmanlı postalarının kuruluş sırasın­
lir. Burada karşımıza Şehir Postası çı­ kendisi için çıkarılan 22 maddelik bir
daki imkan ve ihtiyaçlarına göre ken­
kar. kanunla, doğrudan Posta Nezareti ta­
dilerine güzergâhlar tesbit edildiği gibi,
rafından idare edilmiştir. Bunu müte­
çalışma günleri de belirlenmiştir. Bu sı­ a) Birinci Şehir Postası: Ülkemizde akip 13 Eylül 1875’de Üçüncü Şehir
rada postaların her gün değil, çoğun­ şehir postası kurulması düşüncesi ilk Postası’nın kurulduğunu görüyoruz.
luk ancak haftada bir defa çıkarılabil- defa Posta Nezareti’nin tesisinden 24­ Tanzimat devrinde İstanbul haricin­
diğini söylemek gerekir. Bir örnek ol­ 25 sene sonrasına rastlar. Yapılan araş­ deki Osmanlı şehirlerinde başka bir şe­
mak üzere 1847’de İstanbul merkez ol­ tırmalar neticesinde, gereğine inanılan hir postası uygulaması görmüyoruz.
mak üzere çıkarılan postaları göstere­ böyle bir organizasyonun kuruluşu ve Bunun iki istisnası 1866-67’de Kösten­
lim: memurlarının bir senelik maaşlarının ce ve Çim ova’da birer özel idare şek­
İstanbul’dan Rumeli’ye, her pazar­ 350.000 kuruşu bulacağı hesaplanır. linde teşkilâtlanmış olan şehir içi pos­
tesi akşamı iki tatar çıkarılır. Bunlar­ Bunun üzerine Şehir Postası’nın bir ta işletmeleridir.
dan biri sağ koldan Edirne’ye, diğeri de müteahhit tarafından çalıştırılmasına
sol koldan Selanik ve Yanya’ya gider­ karar verilir. Samancıoğlu Ohannes, Posta Tatarları ve Menzilhaneler
di. Her iki posta pazar günü dönerler­ Aznavuroğlu Osep ve Yanyalı Lianos Uzunca bir süreden beri hemen ta­
di . efendilerden üçüncüsünün teklifi uygun mamıyla tatar olarak anılan ulaklar
Edirne’den, her çarşamba günü sağ bulunur. Böylece 9 Ağustos 1865 tarihli Posta Nezareti döneminde de görevle­
koldan Kalas’a, orta koldan Vidin’e, padişah onayıyla Birinci Şehir Postası rine Posta Tatarı olarak devam etmiş­
sol koldan da Filibe, Kumanova ve Ma- Yanyalı Lianos Efendi’ye verilir. Lia­ lerdir. Zaten posta tatarları olmaksızın
nastır’a üç tatar çıkarılırdı. Bu posta­ nos Efendi bu süre içinde Postane-i Posta Nezareti’ni ve posta hizmetleri­
lar Perşembe günü Edirne’ye dönerler­ Amire’ye 365.000 kuruş ödeyecektir. nin var olabileceğini düşünmek bile
di. Bu postanın çalışmalarını düzenleyen güçtür. Posta Tatarlarının sayısı artan
38 maddelik bir nizanınârnesi çıkarılır “ m untazam” merkez sayısıyla orantı­
Rumeli bölgesinde yukanda belirtilen ve 13 Aralık 1865 çarşamba günü ça­
merkezlerden ileri ayrıca tatarlarla eş­ lı olarak çoğalmıştır. Tatarların bu sı­
lışmalarına başlar. rada aldıkları maaşlar 5 -6 0 kuruş ara­
ya ve mektup gönderilmekteydi. Bun­
lar Filibe’den Belgrad’a, Kumanova’- Dönemin gazetelerinden tesbit edil­ sında değişmiştir. Bu maaş, Nezaretin
dan Bosna’ya ve M anastır’dan İşkod- diğine göre Birinci Şehir Postası, İstan­ diğer görevlilerine kıyasla hiç de az de­
ra’ya belirli günlerde çıkarılan postalar­ bul ve çevresinde kısa zamanda teşki­ ğildir.
dı.
İstanbul’dan Anadolu’ya, her çar­
şamba akşamı beş tatar çıkarılır. Biri
sağ koldan İzmir’e, biri yine sağ kol­
dan Alaiye’ye (Alanya), biri orta kol­
dan Şam ’a, biri orta koldan Kayseri’-
yeve diğeri de sol koldan Diyarbakır’a
giderdi. Buralardan posta pazar günü
İstanbul’a dönerdi.
Rumeli kısmında olduğu gibi, impa­
ratorluğun Anadolu kısmında da bu
mevkilerden ileri ayrıca tatar postaları
çıkarılırdı. Diyarbakır’dan Musul’a ve
Bağdad’a ve Trabzon’dan Erzurum ’a
belirli günlerde postalar gönderilir ve
geri dönerlerdi. Musul’dan Bağdat’a
olan posta iki haftada bir defa çıkarı­
lırdı.
İlerleyen zaman ve görülen ihtiyaç
üzerine posta hareket günleri artırılmış­
tır. Özellikle deniz postaları, yabancı
postalarla rekabet gayesiyle büyük sa­
yılara ulaşmıştır.
1646
ULAŞTIRMA VE HABERLEŞME
Tanzimat Döneminde Osman// Posta Örgütü

Posta tatarları daha önceki dönem­ olduğu gibi, eski dönemde sahip olduk­ önemli ilişkisi, hiç şüphesiz 16. yy’ın
de olduğu gibi bu sırada da içlerinden ları önemlerini Posta Nezareti’nin ku­ sonlarında başlayıp 20. yy’ın ilk yarı­
birinin yönetiminde bulunmuşlardır. ruluşundan sonra da korumuşlardır. sına kadar devam etmiş olan yabancı
Bu yönetici Sertatarân veya Tatarân Menzilhanelerin idareleriyle yakından postalar ve potaneler dolayısıyladır. Ba­
Müdürü ismini almış, tatarlardan ba­ ilgilenilmiştir. Bu sırada menzilhaneler- ğımsız bir devletin sınırlan içinde, kendi
zen iki misli, bazen da daha fazla aylık le ilgili en önemli konu, menzilcilerin kontrolünde olmayan postanelerin var­
almıştır. İlk Sertatarân Hüseyin A ğa’- görevlerini eksiksiz yapmalarını sağla­ lığı, başka devletlerde belki de örneği
dır. D ahasonra Abdurrahman Ağa ve mak, menzilci-tatar ikilisinin iyi ilişki­ hiç bulunmayan bir durumdur. Osman­
Ferhat Ağa bu göreve getirilmişlerdin ler içinde olmalarını ternin ve hepsin­ lı Devleti’nde, 300 seneyi aşan bir sü­
Karadan beygirler sırtında yapılan den önemlisi de menzillerin Posta Ne- re, ülke içi ve dışarıyla haberleşmede
posta taşımacılığında Posta İdaresi’nin zareti’ne malî bakımdan yük olmaları­ yabancı postalar etkin bir rol oynamış­
en büyük görevli grubu olan tatarların nın önlenmesidir. Fakat bu sahada tam lardır. Halkın ve tüccarın haberleşme­
çalışmalarına 1 Nisan 1918’de son ve­ başarı elde edilememiştir. sini temin etmişlerdir. Yabancı posta­
rilmiştir. Çünkü artık postacılık daha lar, Posta Nezareti’nin kuruluşundan
Yabancı Postalar önce olduğu gibi, 1840’dan sonra da,
ziyade deniz ve demiryolları vasıtasıy­
la gerçekleştirmeye başlanmıştır. Osmanlı İmparatorluğu’nun postacı­ -özellikle artarak- faaliyetlerini sürdür­
Menzilhaneler de aynen tatarlarda lık sahasında diğer devletlerle olan en müşlerdir.

/r - Ak

p
1
i !,
-4N
10.V
_-._/'v
... V o

.. . ..

*>' e » •a -.w ,,..

"VsU’j f t Ç r j '.■ ''f < V , V ' h / y j • , , .•


4
r

..
d '.* y - c -'f y - ' y
,, „ .V .. ■ ■
'o v j' , ■ • ‘ r-'V*v
• ı<r' .• • ' • ' ’p - N u n . v . . .’Ş J

tf . ' ■■ ’•* ^'S*i „ V.* .


A ı 'ı^ı>- v,v, , ‘ f nş /, ' -
........................ - . Uj J ■■ . • T "" '
J 'j, S ... ■■ C. ~ f S j * S j l* 6 \ . ■ • *•- " ' S

" S ' u -j j j
C-v- ^ 1

:j -, ı .
POSTA PULLARI: Osmanlı Devletinde
.. *J*+JS',c3' t . ( f-" ..v-y ^ . 1 .. posta pulu kullanılması Agâh Bey'in
[ • - ’I '. ■- c-vj'fi.y
■■- ■ - ,V* V ' 4 •' Posta Nazırı olduğu dönemde başladı.
Kendisine posta pulunu dünyada ilk kez
! <-:r^''<‘1 ,> ■, -. kullanan İngiltere'yi örnek aldı. Agâh
Bey'in çabaları sonunda 13 Ocak
i,,. „ . ' P ^ -S t- \ . 1863'ten itibaren Osmanlı postalarında
posta pulu uygulamasına geçildi.
cC Böylelikle posta işlemlerinde belirli bir
v!| f y
,^İ - kolaylık sağlanmış oldu. Pul kullanımı ile
'V vM '■ .■ <>< r " ••“ ilgili Meclis-i Vâtâ kararı ve posta
pulları.
L .J
1647
ULAŞTIRMA VE HABERLEŞME
Tanzimat Döneminde Osmanlı Posta Örgütü

POSTA TATARLARI: Eskiden haberleşme düzeni içinde yeralan tatarlar, Posta Nezareti döneminde görevlerine posta tatarı olarak
devam ettiler. İçlerinden Sertatariin veya tatariin diye adlandırılan birinin yönetiminde bulunan tatarlar, o yıllarda nezarette bulunan
diğer memurlar kadar maaş alırlardı. Posta tatarlığı 1 Nisan 1918’de kaldırılmıştır. Osmanlı Posta tatarları (solda), Osmanlı seyyar
posta müvezzii (sağda).

Sınırlarımız içinde en geniş bir biçim­ O s m a n lı T e lg r a f T e ş k ilâ tı men belirtmek yerinde olacaktır ki, bu
de teşkilatlanan yabancı postane Avus­ tarihten önce de Osmanlı Devleti telg­
turya’ya aittir ve kuruluşu 1746’dır. rafla ilgilenmiş, hatta bu sahada Avru­
Osmanlı Devleti’nde Telgrafın
Daha sonra Rusya 1748, Fransa 1812, pa’yı geçmiştir. Abdülmecid, Morse’u
İngiltere 1832, Almanya 1870’de pos­ Kurulması Çalışmaları icadından dolayı tebrik etmiş, kendisi­
taneler açmışlar ve zamanla teşkilâtla­ Tarihin ilk devirlerinden itibaren gö­ ne bir de murassa nişan göndermiştir.
rını genişletmişlerdir. Bunlara İtalya, rülen haberleşme çalışmaları, dönem­ Bu konuda Morse; " A b d ü lm e c id , bu
Yunanistan, Romanya ve Osmanlı Dev- lerin teknik imkânlarıyla orantılı ola­ nişanı ve te b rik iyle icadım ın değerini
leti’nin bir eyaleti olan Mısır’ı da ekle­ rak hız kazanmıştır. Telgrafın icadı ve a nlayan A v ru p a lı ilk b ü y ü k insan
mek mümkündür. haberleşme sahasında kullanılması da o lm u ş tu r ” demiştir.
Osmanlı İmparatorluğu, sınırları şüphesiz bu sahadaki en büyük atılım- Bu sahadaki olaylar şöyle gelişmiş­
içinde görev yapan bu postaların varlı­ lardan biridir. Samuel F.B. Morse’un tir: 1839’da M orse’un ortağı Mr.
ğına razı değildi. Özellikle de Posta Ne- icadıyla düzenli ilk haberleşme 1843’de Chamberlain, yeni icat edilmiş telgraf
zareti’nin kuruluşundan sonra bunlar­ Washington-Baltimore arasında ger- aletinden bir takımı İstanbul’a getirmiş­
la mücadele etti. Fakat desteklerini ka­ çekleştirilmiştir.-.Bunu gerek Amerika tir. Gayesi, o sıralarda hâlâ dünyanın
pitülasyonlardan alan bu teşkilâtları bir ve gerekse Avrupa’da telgrafçılığın hız­ en büyük devletlerinden biri olan Os­
türlü kaldıramadı. Bu sahada kesin ba­ la yayılması takip etmiştir. Osmanlı manlı Devleti’nden ve Avusturya’dan
şarı Lozan Antlaşması’yla kapitülas­ İmparatorluğu’nda ise ilk telgraf hat­ icadın kabulünü istemektir. Chamber-
yonlara son vermiş olan Türkiye Cum- larının kurulduğunu görmek için 1855 lain önce o sırada Robert Kollej’ın mü­
huriyeti’nin oldu. yılını beklemek gerekmiştir. Fakat he­ dürü olan Mr. Cyrus Hamlin’in yanı­
1648
ULAŞTIRMA VE HABERLEŞME
Tanzimat Döneminde Osmanlı Posta Örgütü

na gelmiştir. Oldukça ilkel durumda rin gerçekleşmesi için 8 yılın geçmesi ge­ telgraf hatları çekilmesini istiyorlar, ay­
bulunan takım üzerinde birlikte bazı ça­ rekti. rıca da bu tesislerin kendilerine kurdu-
lışmalar yapmışlardır. Sonunda aletin rulmasını teklif ediyorlardı. Osmanlı
Viyana’da iyi bir işçilikle tekrar yapıl­ Osmanlı Telgraf Hatları Devleti, ilk hatlarında, içinde bulunu­
ması ve ancak ondan sonra Osmanlı İstanbul- Varna-Balaklava H attı: Os­ lan durumun da bir sonucu olarak as­
hükümetine takdim edilmesine karar manlı ülkesi içerisinde çekilmesine baş­ kerî yöne ağırlık verdi. Fakat devletin
vermişlerdir. Fakat Tuna Nehri yoluy­ lanan ilk hat, Kırım Harbi sırasında, genel telgrafçılık siyasetinde askerî ha­
la Viyana’ya hareket eden Chamberla- Ruslara karşı Osmanlı Devleti’nin müt­ berleşme kadar önem arzeden diğer ba­
in’in vapuru yolda batmış, kendisi ve tefiki olan İngilizlerin askeri amaçla Si­ zı hususlar da vardı. Buna göre telgraf
beş arkadaşı boğularak ölmüşlerdir. vastopol yakınındaki Balaklava’dan tesisleri, ülke içi ve Avrupa’yla haber­
Böylece, Osmanlı Devleti’nde telgraf Varna’ya, oradan da İstanbul’a uzat­ leşme amacıyla kurulacaktı. Halkın ve
kurulması için yapılmak istenen birin­ tıkları deniz hattıdır. Buna ek olarak, özellikle de tüccarın haberleşmesi temin
ci teşebbüs sonuçsuz kalmıştır. Fransızlar Varna’yı Viyana’ya bağla­ edilecekti. Merkezî idare güç kazana­
Ülkemizde telgrafkurulm ası için ya­ mışlar, böylece Mayıs l855’ten itibaren caktı. Gelir temin edilecekti. Avrupa ül­
pılan ikinci teşebbüs de, yine bir Ame­ ordularıyla başkentleri arasında telgraf kelerinin haberleşmesinde aracı oluna­
rikalı vasıtasıyla olmuştur. 1847’de, Os­ haberleşmesini temin etmişlerdir. İstan- caktı. Viyana’dan İstanbul’a gelen ve
manlı Devleti’nde bir maden okulu kur- bul-Varna görüşmesi ise 27 Eylül’de oradan da Üsküdar-Bağdad-Basra yo­
ınakla görevli jeolog Prof. J. Lawren- gerçekleşmiştir. Bu hatları daha sonra luyla Hindistan hatlarıyla birleşen bü­
ce Smith, İstanbul ile yakın şehirlerden Osmanlı Devleti satın almıştır. yük hat bu gayeyle, Avrupa’nın Hin­
birisi arasında bir hat kurmak ümidiy­ V arna-Şum nu-R usçuk-B ükreş H attı: distan’la haberleşmesini temin gayesiyle
le Amerika’dan bir telgraf takımı ge­ Bu hat İngiliz hatlarının bir devamı ve kurulmuştu. Aynı şekilde Mısır için el-
tirtti. Smith de alet üzerinde C. Ham- tamamlayıcısı olarak düşünülmelidir. Ariş hattı çekilmişti.
lin’le birlikte çalışmalar yaptı. Nihayet Fransızlar tarafından karadan çekilen Osmanlı Devleti’nin kendi hesabına
izin alınarak 9 Ağustos 1847’de bugün­ bu hatların yapımı, Mustafa ve Voliç kurdurmaya karar verdiği ilk hatlar İs­
kü Beylerbeyi Sarayı’nın yerinde bulu­ efendiler gibi bazı Osmanlı vatandaş­ tanbul’dan Edirne’ye gidecek, oradan
nan büyük ahşap sarayda bizzat Abdül- larının da telgrafçılığı öğrenmeleri için da birinci kolu Şumnu’ya, ikinci kolu
mecid’in huzurunda ilk deneme yapıl­ iyi bir fırsat olmuştur. Filibe-Sofya-Niş üzerinden Aleksi-
dı. Alıcı ve vericiler sarayın değişik oda­ İlk O sm anlı H atları: Kırım Savaşı ve naç’a, buradan da Avrupa bağlantısı
larına yerleştirilmişti. Deneme başarılı İngiltere ve Fransa’nın bu rada ülke­ için Belgrad’a bağlanacaktı.
geçti. Padişah, telgrafla çok yakından miz sınırlan içerisindeki ilk hatları çek­ Bir telgraf komisyonu kuruldu. İn­
ilgilendi ve ertesi gün aynı denemenin meleri, Osmanlı Devleti idarecilerinin giliz Cook bir arkadaşıyla, Fransız De
devlet ileri gelenlerinin huzurunda tek­ artık, uzun zamandan beri, genel bir La Rue de Osmanlı tebaasından Blac-
rarlanmasını emretti. Aynı şekilde ba­ eğilim şeklinde sahip oldukları telgraf que ile birlikte iki ayrı teklif verdiler.
şarılı geçen deneme üzerine, öncelikle tesisleri kurma düşüncelerini tatbik sa­ Bu iki teklif arasında fazla bir fark bu­
İstanbul-Edirne arasında bir hattın çe­ hasına geçirmelerinde etkili oldu. Za­ lunmamaktaysa da daha çabuk yapa­
kilmesini emretti. Fakat nedense bu fik­ ten İngiltere ve Fransa da ülkemizde cağına inanıldığından De La Rue ve

İLK TELGRAF: Osmanlı Devleti’nde telgraf için birçok girişimde bulunulmuş, ancak 9 Ağustos 1847’de Padişah Abülmecid’in
huzurunda yapılan denemeden sonra telgraf hatlarının kurulması gündeme gelmiştir. Buna rağmen ilk hat olan İstanbul-Edirne hattı
bu olaydan 8 yıl sonra gerçekleştirilmiştir. Bunun yanında Kırım Savaşı sırasında İngilizler Balaklava’dan Varna'ya, oradan da
İstanbul’a çekilen bir deniz hattı gerçekleştirmiş, bu hat daha sonra Osmanlı Devleti tarafından satın alınmıştır. Osmanlı ordusunda
yaygınlaşan ilk telgraf bölüklerinden biri (üstte), Bağdat'ta 13. Kolordu telgraf bölüğü (karşı sayfada).
1649
ULAŞTIRMA VE HABERLEŞME
Tanzimat Döneminde Osmanlı Posta Örgütü

Blacque’ın teklifleri kabul edildi. Bu­ den Mısır’a, Basra-Bağdad’dan Rume­ de gelişen, merkez ve taşra örgütü var­
na göre devlet müteahhitlere 8.009 ke­ li’nin en uç noktalarına kadar telgraf dır. 1861 Ocağında İstanbul Telgrafha­
se 458.5 kuruş (728.143 frank) ödeye­ haberleşmesi gerçekleştirilmiştir. Yeri nesiyle Beyoğlu ve Üsküdar merkezle­
cekti. Müteahhitler, çalışmalar sırasın­ gelmişken şu hususu önemle belirtmek rindeki çeşitli servislerde 82 görevli bu­
da Osmanlı memurlarından telgrafçı gerekir. Osmanlı idarecileri telgrafı kur­ lunmaktadır. Taşrada ise, merkezlerin
yetiştirmeyi kabul ettikleri gibi, ilk dö­ maya karar vermiş, ama onu Osmanlı büyüklüğüne göre; müdür, Türkçe ve
nemde çalışacak görevlileri de Fransa’­ tebaası elbirliğiyle kurmuştur. Bizi bu Fransızca haberleşme elemanları,
dan getirmeyi kabul ettiler. Bu 16 Fran­ kesin düşünceye ulaştıran sayısız arşiv mûsil-i muharrerât (müvezzi), makine­
sız için 114.143 franklık ayrı bir antlaş­ belgesi bulunmaktadır. Nitekim bütün ci, çavuş, stajyer görevliler ve gerekti­
ma yapıldı. telgraf hatlarında ahalinin hükümete ğinde odacı, kapıcı gibi vazifeliler bu­
ilk Osmanlı telgraf tesislerinin yapı­ müracaat ederek; hat direklerinin dağ­ lunurdu. Telgraf merkezleri sayısının
mına 1855 başlarında geçildi. Öncelik­ lardan kesilmesi, yerlerine dikilmesi, bilinmesi bize teşkilât hakkında fikir ve­
le Bâbıâli yakınında, bugünkü Gülha- teller için gerekli paranın karşılanma­ recektir. Aralık 1860’da 44, 1862’de 49,
ne Parkı girişinin sol tarafında kale sı, telgrafhanelerin inşası, arnele ücret­ 1863’te 63, 1864’te 77, 1865’te 5 l ’i Ru­
burcuna bitişik İstanbul Telgraf Mer- lerinin verilmesi gibi birçok hususta bü­ meli, 42’si Anadolu’da olmak üzere 93
kezi’nin yapımına girişildi. Telgraf Mü- yük çapta katkıda bulundukları görü­ telgraf merkezi vardır. Aradan geçen
dürlüğü’nü de içinde barındıracak olan lür. Osmanlı idarecilerine düşen plan­ zamanla birlikte bu sayı hızla artar.
bu binanın mimarlığını Fossati yapmış­ lamayı yapmak, alıcı-verici makineler­ 1870’de 143’ü Rumeli bölgesinde olmak
tır. Hat çalışmaları da hızla yürütül­ le, diğer araç-gereci Avrupa’dan getirt­ üzere 301 telgrafhane görülmektedir.
müş, 19 Ağustos’ta İstanbul-Edirne mek olmuştur. T e lg ra f O kulları: İlk dönemde he­
arası bitmiş, 15 Eylül’de ise İstanbul- men tamamı ülke dışından getirtilen
Edirne-Şuınnu hattının resrrıl açılışı ya­ Telgraf Teşkilâtı telgrafçılar yerine, yerli görevliler yetiş­
pılmıştır. Bu arada De La Rue ile ya­ Osmanlı ülkesinde telgrafın, posta gi­ tirilmesi çalışmalarına vakit geçirilme­
pılan kontrat iptal edilmiş, Edirne’den bi bir geçmişi bulunmadığından tama­ den başlanmıştır. Hatta bu konu daha
çıkacak diğer hattın doğrudan devlet ta­ men yeni bir teşkilât kurmak gerekmiş­ ilk tesisler kurulmadan planlanmıştır.
rafından yapılmasına karar verilmiştir. tir. 21 Eylül 1871 ’de Posta Nezareti’- Dışarıdan getirilen görevlilerin yerli me­
yle birleşinceye kadar Telgraf idaresi, murları eğitmeleri ön görülmüştür. Bu
İlk Osmanlı hatlarının açılmasıyla Müdürlük olarak kalmıştır. İlk Telgraf şekilde pratik olarak telgrafçı yetiştiril­
birlikte Fransız hatları vasıtasıyla İstan­ Müdürü de 29 Mart 1855’te tayin edi­ mesine bir süre devam edilmiştir. Ni­
bul’un Avrupa’yla görüşmeleri gerçek­ len Billurizâde Mehmed Bey’dir. Önce­ hayet 2 Ocak 1861 tarihli kanunla İs­
leşmiştir. Bunu kara ve denizden diğer leri Sadaret’e bağlı olan Müdürlük 2 tanbul’da Soğukçeşme’de Gülhane
devletlerin hatlarıyla birçok birleşme­ Şubat 1870’de Posta Nezareti’yle bir­ Parkı karşısında, yakın geçmişe kadar
ler takip etmiştir. Kısa zamanda Os­ leşmiş ve Posta ve TelgrafNezareti adı Adlî Tıp olarak kullanılan binanın ye­
manlı ülkesi, gerek karası ve gerekse de­ altında Dahiliye Nezareti’ne bağlanmış­ rinde daha önce var olan bir binada ilk
nizleriyle zengin bir telgraf ağına sahip tır. telgraf okulu, Fünûn-ı Telgrafiye Mek­
olmuştur. Bunlar vasıtasıyla Yemen’- Telgraf Müdürlüğü’nün, zaman için­ tebi adı altında açılmıştır. Okulda cu-
1650
ULAŞTIRMA VE HABERLEŞME
T a n z im a t D ö n e m i n d e O s m a n lı P o s t a Ö r g ü tü

TELGRAF ÖRGÜTÜ: Telgraf İdaresi


Posta Nezaretiyle birieşineeye kadar
müdürlük olarak kalmış, sonra Posta
Nezareti’yle Nafıa Nezareti’ne ardından
da Dahiliye Nezareti’ne bağlanmıştır.
Kısa süre içinde hızlı bir gelişme gösteren
Telgraf Müdürlüğü 1860’ta 44 te/graf
merkezine sahipken, bu sayı 1870’de
301 te/grafhaneye yükselmiştir. Sart-
Bingazi telgraf hattı muhaberesi (yanda),
Kaş-Bingazi telsiz telgraf hattının
Kaş’taki makine dairesi (karşı sayfada)

ma ve pazar hariç haftada beş gün, sa­ ler alınmakta gecikilmedi. Öncelikle tifadesi mümkün değildi.
bahları 1,5 saat, öğleden sonra da 2 saat makinelerin iyi kullanılması, bakım ve Osmanlı idarecilerinin telgraf dilinin
olmak üzere teorik ve uygulamalı eği­ bazı gerekli tamirlerinin yapılabilmesi Fransızca olmasını geçici bir uygulama
tim yapılmıştır. çalışmaları ele alındı. Kadrolara tamir­ olarak düşündüklerini tesbit etmekte­
Birinci telgraf okulunun pek de uzun ciler, makineciler tayin edildi. Nihayet yiz. Nitekim bunun en büyük delili 6
süreli olamayıp, muhtemelen 1864’de Feyzi Bey’in Telgraf Müdürlüğü döne­ Aralık 1885’te C eride-i H a vadis’te ya­
kapanmasından sonra Mekteb-i Fünûn- minde Mayıs 1869’da üretime geçiş aşa­ yınlanan ülkemizin ilk Telgraf tarifesin­
ı Makineciyân açıldı. 4 Ocak 1872 ta­ masına ulaşıldı. Bu sırada ülke dışın­ de, daha telgraflarda Türkçe kullanıl­
rihli irade üzerine ise Posta ve Telgraf dan getirtilen bir telgraf makinesi bazı mazken, Türkçe kelimelerin sayılması
Mektebi adlı bir okulun açıldığını gö­ yardımcı parçalarıyla 400 franka mal- esaslarının gösterilmiş olmasıdır. Bu sa­
rüyoruz. Buradan mezun olanların bir oluyordu. Ayrıca bunlar çabuk bozu­ hadaki ilk çalışmaları Voliç ve Musta­
kısmı idarenin ileri düzeydeki mühen­ luyor ve tamirleri de güç oluyordu. fa efendiler başlatılmışlarsa da, daha
dis ihtiyacını sağlamak gayesiyle Avru­ R.1285/M. 1869-70 bütçesine 2 O0 ma­ sonraları Mustafa Efendi’yi yalnız gö­
pa’ya gönderilmiştir. Bunlar sonra kine alımı için ödenek konulmuştu. Bu rüyoruz. Onun ısrarlı çalışmaları sonu­
elektrik mühendisi olarak önemli hiz­ yapılmadı, küçük bir atelye kuruldu ve cunda, kendisi tarafından yapılan
metler yapmışlardır. iki ayda İstanbul’da 100 makine yapıl­ Türkçe telgraf alfabesiyle (Mustafa Al­
Ülkemizde telgrafçılık eğitiminde dı. Bir makine 250 franka malolmuştu fabesi) ülkernizdeki ilk Türkçe telgraf
Darüşşafaka Lisesi’nin de önemli bir ve Avrupa’dan getirtilen benzerlerinden Edirne Merkezi’nden İstanbul’da Telg­
yeri bulunmaktadır. Posta ve Telgraf daha kullanışlı ve sağlamdı. Bu başlan­ rafhane Müdürü Billurizâde Mehmed
Mektebi’nin Nisan 1880’de kapanma­ gıcı iyi gelişmeler takip etti. Telgraf Efendi’ye çekilrniştir. Bu telgraf 128 ke­
sından sonra ancak Ocak 1910’da yeni Fabrikası, zaman içinde gelişen ve ül­ limeliktir ve 3 Mayıs 1856 Cumartesi ta­
bir okul, Posta ve Telgraf Mekteb-i Ali­ kenin ihtiyaçlarının önemli bölümünü rihini taşır (saat 11.50). Görüldüğü gi­
si açılabilmiştir. Bu aradaki boşluk ta­ karşılayan bir tesis oldu. bi Fransızca başlayan telgraf haberleş­
mamıyla Darüşşafaka programına ko­ O sm a n lı T elgrafında D il: İlk telgraf meleri aradan yedi ay geçmeden Türk-
nan ek derslerle ve buranın mezunların­ hatlarımızın bir Fransızın müteahhitli­ çeye çevrilmiştir. Fakat şunu da belirt­
ca doldurulmuştur. ğiyle kurulduğunu, tesisleri çalıştırmak mek gerekir ki, bu tarihten sonra da is­
T e/g ra f F abrikası: Osmanlı Devleti, üzere de yine bunun tarafından 16 teyen telgrafını Fransızca olarak çeke­
sınırları içinde ilk telgraf tesislerini kur­ Fransızın getirtildiğini biliyoruz. Bu du­ bilmiştir.
maya başladığında, buna ülke içinde rumun tabii bir sonucu olarak da telg­ Posta ve Telgraf İdarelerinin
çok az katkıda bulunabilrniştir. Telg­ raf dilimiz Fransızca olmuştur. Bu gö­
Birleştirilmesi
rafhane binasını yapmak, dağlardan di­ revlilerde de dışa bağımlılığımıza sebep
rek kesmek gibi. Diğer bütün araç-gereç olmaktaydı. Ülke içinden yetişen telg­ Osmanlı Devleti 1840’da Posta Ne-
ise Avrupa’dan getirtilmiştir. Tabiatıyla rafçılar ya Rum, Ermeni gibi unsurlar, zareti’ni, 1&55’te de Telgraf Müdürlü-
btmun için büyük çapta ödemeler ya­ ya da dil bilen Tercüme Odası görevli­ ğü’nü kurmuştur. Her iki idare de gö­
pılmaktaydı. Bu sahada da bazı tedbir­ leriydi. Halkın telgraftan yeterince is­ revleri itibarıyla birbirine çok yakındır.
1651
ULAŞTIRMA VE HABERLEŞME
Tanzimat Döneminde Osmanlı Posta Örgütü

Böyle olunca birlikte, müşterek bir teş­ Mösyö Kombari isimli bir kişinin îstan- ğiştirmek lüzûmunu ortaya çıkardı. Bu­
kilât içinde bulunmaları, hizmetin da­ bul ve çevresinde telefon şebekesi kur­ nun üzerine üçlü teşkilat, Posta ve Telg­
ha iyi yürütülebilmesi için gerekliydi. ma imtiyazı istediğini, Şûra-yı Devlet’te raf ve Telefon Nezareti adını aldı (5“
Ayrıca bu sayede bina ve personelden görüşülen bu isteğin kabul edilmediği­ Temmuz 1911) ve yeni bir düzenleme­
tasarrufta bulunulabilecekti. Avrupa’­ ni göstermektedir. Aynı sene bir başka ye tabi tutuldu. D
da da önceleri ayrı olan posta ve telg­ imtiyaz isteği de reddedilmiştir. Bu ara­
raf idareleri, sonraları daima birleşmiş­ da sonuç alınamayan diğer bazı teşeb­ KA YNAKÇA
lerdi. Nihayet Osmanlı Devleti’ndeki iki büslerden sonra nihayet 1881’de Soğuk-
çeşme’deki Telgraf îdaresi’yle Yenica- Q DURU^AL Sadık, “Osmanlı Telgraf Fabrika­
haberleşme organizasyonu 21 Eylül sı”, Posta-Telgraf Mecmuası, 215, 1921
1871’de Posta ve Telgraf Nezareti adı mi’deki Postane arasında ilk telefon □ DURUKAL Sadık, M illî Tarihimizde Mühim
altında birleştirildi ve Dahiliye Nezare- hattının çekildiği görülür. Aynı şekil­ M evkii Olan Türk Telgrafçılığı, PTI Ktp., No:
ti’ne bağlandı. de Posta ve Telgraf Nazırı’nın odasıy­ Mil 370 (daktilo metin)
la Telgraf Fabrikası Müdürü’nün oda­ □ ESKİN Şekip, Türk Posta Tarihi, Ankara,
Osmanlı Devleti’nde buiki haberleş­ 1942
me kuruluşunun birleştirilmesinin en sı da bir hatla birleştirilir. Bunu diğer D HALACOĞLU Yusuf, Osmanlı İmparatorlu-
büyük amacı tasarruftu. Yeni düzenle­ bazı telefon hatlarının yapımı takip ğu'nda M enzil Teşkilatı ve Yol Sistemi, İstan­
meyle personel ücretlerinden yıllık eder. Bununla birlikte ülkemizde tele­ bul, 1982 (basılmamış doçentlik tezi)
□ LUSSON Geodffroy de, “Osmanlı Telgraf Ta­
2.418.420 kuruşluk bir tasarruf sağla­ fonun sürekli olarak kullanılmaya baş­ rihi”, Telgraf Mecmuası, 5, İstanbul, Mayıs
nıyordu. Buna senelik kırtasiye masraf­ lanması tarihi olarak 1908 kabul edilir. 1877
larındaki azalmayı ve kaldırılan diğer Telgraf îdaresi’nin, telefon kurulması­ □ TANRIKUT Asaf, Türkiye Posta ve Telgraf ve
bazı giderleri eklersek toplam tasarruf na ve idaresine el atması ise 1911 ’dedir. Telefon Tarihi ve Teşkilat ve Mevzuatı, 2 cilt,
Ankara, 1983
2.890.942 kuruş 30 para olmaktaydı. Bu tarihten itibaren özel telefon tesis­ C YAZICI Nesimi, “Tanzimat Devri Osmanlı
Fakat bu sırada masrafların düşürülme­ leri idarenin yönetimine verilmiştir. Şe­ Posta Teşkilâtı”, İletişim, 1981/2
si en büyük gaye kabul edildiğinden ku­ hirler arası ilk konuşma Mekke-Cidde □ YAZICI Nesimi, Osmanlı Devleti'nde Posta
Teşkilatı "Tanzimat Devri”, Ankara, 1981
rulan yeni teşkilat uzunca bir süre ye­ arasında gerçekleşmiş, milletlararası ilk (basılmamış doktora tezi)
rine tam olarak oturtulamamıştır. konuşma ise îstanbul-Sofya arasında D YAZICI Nesimi, “Osmanlı İmparatorluğu’nda
yapılmıştır. Daha sonra da ülkemizde Yabancı Postalar ve Atatürk Türkiyesi’nde
Posta ve Telgraf ve Telefon Postacılık”, İletişim, 1981/3
telefon haberleşmesi sahasında bazı ge­
Nezareti D YAZICI Nesimi, “ Lutfi Paşa ve Osmanlı Ha­
lişmeler görülür. Fakat bunların yeter­ berleşme Sistemi ile İlgili Görüşleri, Yaptıkla­
A m erika’da 1876’da icat edilip li olmadığını ifade etmek gerekir. rı”, İletişim, 1982/4
1877’den itibaren de kullanılmasına Haberleşme sahasına posta ve telg­ □ YAZICI Nesimi, “Osmanlı Telgraf Fabrikası”,
başlanan telefonun ülkemizde tanınma­ Türk Dünyası Araştırmaları, 22, İstanbul, 1983
raftan sonra telefonun da girmesi, Pos­ □ YAZICI Nesimi, “Osmanlı Telgrafında Dil
sı çabuk olmuşsa da, yaygınlaşması za­ ta ve Telgraf Nezareti teşkilâtında ge­ Konusu”, AÜ İlahiyat Fakültesi Dergisi,
man almıştır. Eldeki belgeler 1879’da rekli düzenleri yapmak ve adını da de­ XXVI, 1983
1652
ULAŞTIRMA VE HABERLEŞME
Tanzimat Döneminde Osmanlı Posta Örgütü

TELGRAFÇILARIN EĞİTİMİ: Ilk


yıllarda yurtdışından getirtilen
telgrafçıların görev yapmasından sonra
yerli görevlilerin yerleştirilmesine önem
verildi. 2 Ocak 1861 'de İstanbul'da
Soğukçeşme'de Gülhane Parkı'nın
karşısına ilk telgraf okulu açıldı. Daha
sonra kapatılan bu okulun yerine
Mekteb-i Fünun-ı Makinaciyan açıldı.
Ardından 1872’de Posta ve Telgraf
Mektebi açıldı. Osmanlı Devleti'nde
telgrafçı eğitimine Darüşşafaka’mn büyük
katkıları olmuştur. 1903 Londra Telgraf
Kongresi'ne katılan Darüşşafaka mezunu
ve 2. murahhas Mehmed Emin Efendi
(solda), telsiz, telefon ve telgraf bölüğü
(sağda).

Postanin idarecileri Temmuz 1862-22 Aralık 1862); 7- Dikran


Efendi (22 Aralık 1862-5 Mayıs 1863); 8-
1911-6 Ekim 1911 ); 2- İbrahim Selim Su­
sa Bey (6 Ekim 1911 -5 Ocak 1912); 3-
Aleko Efendi (5 Mayıs 1863-3 Temmuz Talat Paşa (5 Ocak 1912-21 Temmuz
1863); 9- Dikran Efendi (3Temmuz 1863­ 1912); 4- Ziya Paşa (vekaleten 24 Tem­
1- Posta Müdürleri: 8 Eylül 1864); 10- Ağaton Efendi (8 Ey­ muz 1912-29 Temmuz 1912); 5- Abdur-
1- Hadi Efendi (Ocak 1835 belli değil); lül 1864-21 Haziran 1868); 11 - Feyzi Bey rahman Bey (vekaleten 29 Temmuz
2- Mustafa Sami Efendi (4 Temmuz 1840- (21 Haziran 1868-21 Eylül 1871) 1912-25 Ağustos 1912); 6- Sabri Bey (26
3/7 Eylül 1840) IV- Posta ve Telgraf Nazırları: Ağustos 1912-29 Ekim 1912); 7- Mûsü-
II- Posta Nazırları: 1- Ahmed Şükrü Bey (21 Eylül 1871-3 rus Paşa (30 Ekim 1912-24 Ocak 1913);
1- Ahmed Şükrü Bey (9 Eylül 1840-11 Ağustos 1872); 2- Feyzi Bey (3-4 Ağus­ 8- Oskan Efendi (24 Ocak 191 3-4 Kasım
Nisan 1842); 2- Hüseyin Hasip Bey (11 tos 1872-31 Ekim-1 Kasım 1873); 3 -Sa­ 1914); 9- Ahmed Şükrü Bey (Maarif Na­
Nisan 1842-25 Mart 1852); Postanın il­ lim Bey (31 Ekim-1 Kasım 1873-13 zırı, vekaleten 5 Kasım 1914-3 Eylül
tizam Devri (13 Haziran 1852-13 Mart Ağustos-1 Eylül 1875); 4- Yaver Bey (31 1917) 10- Hüseyin Haşim Bey (3 Eylül
1857) 3- Nazif Ahmed Bey (13 Ocak Ağustos-1 Eylül 1875-9-10 Nisan 1877); 191 7-13 Ekim 1918); 11 - Abdurrahman
1857-7 Aralık 1858); 4- Rıza Mehmed 5- i2*8zzet Bey (9-10 Nisan 1877-19 Ocak Şeref Bey (Maarif Nazırı 15 Ekim 1918­
Bey (7 Aralık 1858-24 Ağustos 1861 ); 5- 1879); 6- Haydar Bey (19 Ocak 1879-4 19 Kasım 1918); 12- Rıza Tevfik (Bölük-
Agil.h Bey (24 Ağustos 1861-21 Mart Haziran 1880) 7- izzet Bey (4 Haziran başı) Bey (Maarif Nazırı, vekil 19 Kasım
1865); 6- Mehmed Kadri Bey (21 Mart 1880-22 Mayıs 1888); 8- Hasan Âlî Bey 1918- 29 Aralık 1918); 13- Yusuf Franko
1865-23 Ekim 1865); 7- Ağaton Efendi (22 Mayıs 1888-M Kasım 1895); 9- Hü­ Paşa (29 Aralık 1918-24 Şubat 1919);
(Vekil 23 Ekim 1 865-17 Ağustos 1868); seyin Hasip Bey ( ı4 Kasım 1895-24 Tem­ 14- ibrahim Edhem Bey (25 Şubat 1919­
8- Tıngırzil.de Yaver Bey (17 Ağustos muz 1908); 10- Ali Galip Bey (8 Ağustos 4 Mart 1919); 15- Mehmed Ali Bey (4
1868-21 Eylül 1871) 1 908-4 Mart 1909); 11 - Fuad Bey (vekil Mart 1919-12 Nisan 1919)
III- Telgraf Müdürleri: 4 Mart 1909-12 Temmuz 1909)
1- Billürizâde Mehmed Bey (29 Mart V- Posta ve Telgraf Umum Müdürleri: VII- Umum Müdürler:
1855-1 O Ağustos 1860); 2- Davut Bey 1 - Fuad Bey (vekil 12 Temmuz 1909-7 1- Refik Halid (Karay) Bey (12 Nisan
(1 OAğustos 1860-26 Haziran 1861); 3- Eylül 1909); 2- Ms. Sterpen (7 Eylül 1919- 12 Ekim 1919); 2- YusufRıza (Bel)
Franko Efendi (26 Haziran 1861-15 Ka­ 1909-1 Eylül 1911) Bey (13 Ekim 1919-15 Nisan 1920); 3-
sım 1861 ) 4- Rıza Bey (15 Kasım 1 861 - VI- Posta ve Telgraf ve Telefon Nazırla­ Refik Halid Bey (16 Nisan 1920-23 Eylül
24 Kasım 1861 ); 5- Arif Bey (24 Kasım rı: 1920); 4- Orhan Şemseddin Bey (26 Ey­
1861-9 Temmuz 1862); 6- Kamil Bey (9 1- istanbulliyan Efendi (5 Temmuz lül 1920-4 Kasım 1922).
1653
ULAŞTIRMA VE HABERLEŞME
Yabancı Posta Örgütleri

Bir Yarı-Sömürge Olma Simgesi:


Yabanci Posta Örgütleri
M. BÜLENT VARLIK

iç dinamiklerin yeterince ivmeye sa­ li bir posta örgütü kuran Osmanlı Dev­ rine uyumlu bir şekilde nitelik değiş­
hip olmaması nedeniyle 16. yy'dan iti­ leti, geçen zaman içinde, bu posta ör­ tirerek Avrupa kapitalizminin (ve sonra
baren Avrupa'ya oranla gerilemeye gütüne gereken önemi verememiş, emperyalizminin) kültürel ve ekonomik
başlayan Osmanlı Devleti, 19. yy. or­ onu çağın koşullarına uyduramamış. yayıl macılığında etkin olarak yer alan
talarında bir yarısömürge durumuna geliştirememiştir. Bunun sonucu ola­ bir kurum haline dönüşmesi kaçınıl­
düşmüştür. Gerek gerileme ve gerek­ rak da, 18. yy'ın başlanndan itibaren, mazdır.
se yarısömürge olma dönemlerinde yabancılar ülkenin posta işlerine el at­
görülen, sosyoekonomik ve kültürel maya başlamışlardır. Bu durum, ticari ilk P o s ta Ö rgütleri
bağımlılığı pekiştiren kurumlar arasın­ kapitalizmin ve sanayi devriminin ge­ Osmanlı Devleti’ndeki yabancı pos­
da iletişimle ilgili örgütler de yer al­ rektirdiği bir biçimde posta örgütünü ta örgütlerinin -ki, bunlar Şark Posta­
maktadır. kuramayan Osmanlı Devleti için kaçı­ ları veya Levant Postaları olarak da
Posta örgütünün devlet denetimi al­ nılmaz bir sonuçtur. Bir diğer yakla­ anılmaktadır- yaklaşık 250 yıllık bir
tında olması, şüphesiz ki, ulusal ba­ şımla, önceleri diplomatik amaçlara geçmişi bulunmaktadır. Osmanlı Dev­
ğımsızlığın göstergelerinden biridir. yönelik olarak çalışmaya başlayan ya­ leti ile Avusturya arasında 1718'de
Geçmiş yüzyıllarda, resmi nitelikli iş­ bancı posta örgütlerinin, kısa bir sü­ imzalanan Pasarofça Antlaşması'nın
lerin yürütülmesi için oldukça düzen­ re sonra, yaşanılan sürecin özellikle­ 18. maddesi, İstanbul ve Viyana ara­
sında karşılıklı olarak gidip-gelecek
diplomatik kuryelerin can güvenlikle­
rinin sağlanmasını, gereksinimlerinin
karşılanmasını ve bu gidiş-gelişlerin
bir düzen dahilinde gerçekleştirilme­
sini öngörmektedir. Antlaşmanın bu
maddesi 1 721 'de uygulamaya kon­
muş; İstanbul ve Viyana arasında,
başlangıçta düzenli olmayan diploma­
tik posta seferleri başlamıştır. Bu se­
ferler 1746'da karşılıklı olarakayda bir
kez olmak üzere düzene girmiştir.
Avusturya ile 1791 'de imzalanan Ziş-
tovi Antlaşması'nın 13. maddesi, yi­
ne aynı konu üzerinde durmakta ve
sözkonusu olan posta servisinde gö­
rev alan diplomatik kuryelerin korun­
masını, herhangi bir şekilde uğraya­
cakları zararın tazmin edilmesini hük­
me bağlamaktadır. Görüldüğü gibi,
Avusturya ile Osmanlı Devleti arasın­
da yapılan her iki antlaşmada da posta
seferlerinin diplomatik nitelikli olarak
yapılacağı belirtilmiştir.
18. yy'ın sonlarına doğru, Rusya ile
İstanbul'da imzalanan 1783 tarihli
antlaşmanın içeriği ise biraz daha de­
ğişiktir. Bu antlaşmanın 76. madde­
sine göre, taraflar, kendi uyrukların­
da bulunan kişilerin ticari idlerini ko­
laylaştırmak için kendi sınırlan içinde
kalan bölgelerde posta hizmetlerini
düzenlemekle yükümlüdürler.
Anlaşılacağı gibi, her iki devletle de
yapılan antlaşmalarda, yabancıların
Osmanlı Devleti'nde posta şubeleri
açabileceğini gösterir hükümler yer al­
mamaktadır. Ancak, uygulama bu şe ­
kilde olmamış; Osmanlı posta örgütü­
nün uluslararası gereksinimleri karşı­
layacak düzeyde bulunmaması nede­
niyle önceleri, İstanbul'da bulunan el-
ULAŞTIRMA VE HABERLEŞME
Y a b a n c ı P o s t a Ö r g ü tle r i

girişimler olmuştur. Ancak, Osmanlı


postalarının etkin bir şekilde faaliyet
gösterememesi, ilk girişimleri sonuç­
suz bırakmıştır. Osmanlı posta örgü­
tünün kurulmasından 24 yıl sonra,
1864'te Ali Paşa zamanında, yaban­
cı posta örgütlerinin kapatılması için
yeni girişimlerde bulunuldu; elçilikle­
re, Osmanlı posta örgütünün yeniden
düzenlendiği bildirildi ve kendi posta­
nelerini kapatmaları istendi. Bu tale­
be, sadece Rusya kısmen uydu, elçi­
lik kanalıylayapılan posta hizmetleri­
ne son verdi, ancak, bir vapur şirketi
yük taşımacılığının yanısıra posta iş­
lerini de yürütmekle görevli kılındı.
Avusturya ve Fransa ise bu talebe ke­
sin bir şekilde karşı çıkarak uygulama­
larını devam ettirdi. Bu durum karşı­
sında Rusya da eski uygulamasına
döndü. 1869'da İtalya'nın Trablusg-
rap'da fiili bir durum yaratarak posta
örgütünü kurmasından sonra, Os­
manlı Devleti, yabancı postanelerin
kapatılması için yeniden girişimlerde
bulunduysa da bunlardan da bir so­
nuç alınamadı. Hatta 1870'te Alman­
ya ve 1 873'te Mısır Hıdivliği Osmanlı
sınırları içinde posta taşımaya başla­
dı. 1874'te Bern'de yapılan toplantı
sonucu "Uluslararası Posta Birliği”
kuruldu. Bu toplantıda bulunan Os­
manlı delegeleri, ülke içindeki yabancı
posta örgütlerinin kapatılması için ça­
ba harcadılar; konuyu derinlemesine
açıkladılar. Ancak, buradan da kesin,
kalıcı bir sonuç elde edilemedi.
Bu başarısızlıklardan sonra, Os­
manlı hükümeti, İngiltere'den bir pos­
ta uzmanı getirterek, 1880'de ulusla­
rarası düzeyde iş görecek birOsmanlı
posta örgütü kurdu. Ancak, İstanbul'­
da açılan dört postane sadece birkaç
şirketin posta işlerini üstlenebildi, bu
arada, Avrupa'yla bağlantıyı sağlamak
amacıyla Varna'ya düzenlenen vapur
seferleri gereken düzenliliği göstere­
meyince uygulanmaya çalışılan model
sonuçsuz kaldı. Daha senraki yıllarda,
uluslararası çalışmalara ağırlık veril­
di ve bunun bir sonucu olarak
İlk telgraf anlaşmasından bir bölüm. 1881 de Mısır ve Yunanistan posta­
neleri faaliyetlerini tatil ettiler. 1883'te
de İtalyan postanesi kapandı. 1896'da
çilikler kendi vatandaşlarının mektup­ kelerine de bir "ayrıcalık” . bir "hak” İstanbul'da faaliyete geçen Romanya
larını da taşımaya başlamış, daha son­ olarak tanınmıştır. Fransa, 1 740'ta
raları bu işlem vapur kumpanyalarıy­ postanesi de kısa bir süre sonra ka­
imzalanan ve Fransa'ya diğer ülkele­
panmak zorunda kaldı.
la devam etmiştir. Özellikle, Avustur­ re tanınan ayrıcalıkların aynen tanına­
ya Lloyd Kumpanyası, Osmanlı sahil­ cağını karara bağlayan antlaşmadan
leri ile Avrupa arasında yaptığı mal ta­ yararlanarak 1812 ’de posta işlerine Muhalif Yayını E ngellem e
şımacılığının yanısıra posta taşımacı­ başlamıştır. Daha sonra, 1832'de İn­ 1900'lü yıliann başında, özellikle in­
lığını da üstlenmiştir. Bunun ardından giltere'ye ve 1834'te Yunanistan'a giltere ve Fransa gibi Osmanlı Devle-
Rus ve Yunan vapur şirketleri de pos­ Osmanlı Devleti sınırları içinde posta ti'nde posta örgütüne sahip ülkelerde
ta işlerine girmişlerdir. hizmetleri görme hakkı tanınmıştır. basılan Jön Türk süreli yayınlarının bu
Başlangıçta Avusturya ve Rusya'­ 1840'ta Osmanlı posta örgütünün ülkeler postanelerinin aracılığıyla ne­
nın fiilen uygulamaya koyduğu posta kurulmasından sonra, yabancı posta redeyse günü gününe İstanbul'a gel­
işleri kısa zamanda diğer Avrupa ül­ örgütlerinin kaldırılması yolunda bazı mesi, konuyu bir kez daha gündeme
1655
ULAŞTIRMA VE HABERLEŞME
Yabancı Posta Örgütleri

getirdi. Yurtdışında basılan “muhalif"


süreli yayınların ülkeye girmesini ke­
sin olarakönlerneyi amaçlayan ll. Ab-
dülhamid, kapatamadığı yabancı pos­
ta örgütlerini değişik yollarla denetle­
meye çalıştı; postanelerin çevresine
nöbetçiler, “ hafiye”ler konuldu; bu­
ralarda çalışan Osmanlı uyruklular çe­
şitli gerekçelerle tutuklandı, sürgüne
gönderildi. Nevar ki, Jön Türk yayın­
ları bu kez de yabancı uyruklular ara­
cılığıyla ülkeye girmeye başladı. Bir
Jön Türk olan Ahmed Bedevi Kuran,
anılarında Avrupa'yla ilişkilerin Gala-
ta'daki Fransız postanesi aracılığıyla
ve Harbiye'de öğretim üyesi olan
Fransız uyruklu Toustin Paşa'nın yar­
dımıyla yapıldığını belirtmektedir. Ku-
ran'ın anlattıklarına göre, Toustin Pa­
şa kendi adına gelen Jön Türk yayın­
larını postaneden almakta, daha sonra
Çürüksulu Ahmed Paşa'ya vermekte­
dir. Durumun bu yönde gelişmesi üze­
rine ll. Abdülhamid yönetimi, kesin so­
nuç almaya yönelik bir eyleme girişti.
5 Mayıs 1901'de Avrupa'dan trenle
Sirkeci istasyonuna gelen yabancı
posta örgütlerine ait çantalara el kon­
du ve bunlar Yenicami'deki merkez
postanesine götürüldü. Merkezde ya­
pılan incelemelerde, çantaların içinde
mektupların yanısıra, silah ve benze­
ri gibi Osmanlı Devleti'ne girmesi ya­
sak olan maddelerin de bulunduğu
saptandı. Ancak, elçiliklerin bu eyle­
me karşı çok sert bir tavır alması üze­
rine, Bâbıâli bir daha yabancı posta
örgütlerinin işlerine karışmayacağına
söz verdi.
Yabancı postanelerle baş edeme­
yen Osmanlı hükümeti 1901 'de yurt-
dışına gönderilecek mevkutelere indi­
rimli fiyat uygulamaya başladı. Bu uy­
gulama 1914'e kadar devam etti.
Çeşitli ülkelere, önemli ayrıcalıklar
tanıyan Osmanlı yönetimi, posta işle­
rinde “bağımsız" kalabilmeyi, yabancı

Yabancı devletlerle yapılan telgraf ve posta anlaşmalarının kaydedildiği defter ve Yabancı Posta damgaları.
1656
ULAŞTIRMA VE HABERLEŞME
Yabancı Posta Örgütleri

posta örgütlerini kapatmayı neredey­ tan işgal ettiği yörelerde posta mer­
se temel bir politika olarak belirledi. kezleri oluşturdu.
Örneğin, 1903'te imzalanan Bağdat Osmanlı Devleti Zamanında
Savaştan sonra İstanbul hükümetiy­ Günümüzdeki Sınırlar İçinde
demiryolu anlaşmasıyla Alman serma­ le itilâf devletleri arasında imzalanan,
yesine çok büyük imkanlar tanınırken, Kalan Yörelerde Açılan
ancak Ankara hükümetinin hiçbir za­ Yabancı Posta Örgütleri
imtiyaz sahiplerinin Osmanlı hüküme­ man tanımadığı Sevr Antlaşması'nın
tinden izin almadan yabancı posta ör­ 262. maddesi yabancı posta örgütle­
gütlerinin malzemelerini taşıyamaya­ 0 . Avusturya: Giresun
riyle ilgilidir. Maddeye göre “ 1 Ağus­ Bozcaada İnebolu
cakları ısrarlı belirtildi. tos 1914 tarihinden evvel Osmanlı Çanakkale İskenderun
1908 hareketinden sonra Avustur­ Devleti'nin eski memleketlerinde pos­ Çeşme İstanbul
ya'ya karşı yürütülen boykot hareke­ ta idareleri bulunan itilâf devletleri Edirne İzmir >
ti süresince, bu ülkenin postaneleri­ posta idarelerini yeniden açmak hak­ Gelibolu Mersin
ne karşı saldırılarda bulunuldu; Avus­ kını haiz olacaklardır.” Giresun Ordu
turya postanesinin İstanbul'un önemli Ulusal bağımsızlığa gölge düşüren inebolu Samsun
merkezlerine yerleştirdiği posta kutu­ yabancı postaneler meselesi, ancak İskenderun Sinop
ları tahrip edildi. Aynı günlerde. Mi­ Lozan Antlaşması'yla kesin bir çözü­ İstanbul Trabzon
zancı Murad da "‘ecnebi postaları da me ulaştı. Antlaşmanın 113. madde­ İzmir 3. ingiltere:
hukuk-u haysiyet-i hükümeti muhil siyle Bağıtlı Yüksek Taraflar, her bi­ Mersin İstanbul
tecavüzat-ı hariciyyeden”dir demek- ri kendisiyle ilgili olması bakımından Samsun İzmir
teve bu örgütlerin, sağlıklı bir Osmanlı Türkiye'de yabancı postanelerin kal­ Sinop
posta örgütü kurulduktan sonra tas­ 4. Yunanistan:
dırılmasını kabul ettiklerini bildirirler'' Tekirdağ İstanbul
fiye edilmesini istemekteydi. Boykot hükmü kabul edildi ve böylece Os­ Trabzon
döneminden sonra Avusturya ile im­ 1. Rusya: İzmir
manlı Devleti'ndeki yabancı postane­ 5. kalya:
zalanan anlaşmada, bu ülkenin pos­ ler meselesi tarihe karıştı. Çanakkale
ta örgütü üzerinde de duruldu ve ba­ Giresun İstanbul
zı postanelerin kapatılması kabul edil­ İnebolu İzmir
di. T elgraf ve Telefon İskenderun 6. Almanya:
Osmanlı Oevleti'nin 1. Dünya Sava- Osmanlı Devleti'nde yabancıların İstanbul İstanbul
şı'na girmesiyle birlikte 1. Ekim 1914'- denetiminde olan iletişim örgütleri sa ­ İzmir İzmir
te çıkarılan “ Imtiyazat-ı Ecnebiyyenin dece postaneler değildi. Telgraf ve te­ Mersin
Lağvı” kanunuyla, yabancı posta ör­ Ordu 7. Mısır:
lefon haberleşmesi alanında da ya­
gütleri kesin olarak kapatıldı. Rize Çanakkale
bancı sermaye bulunmaktaydı. Gelibolu
Samsun
Ancak, savaştan yenilgiyle çıkılması ilk kez Kırım Savaşı sırasında kul­ Sinop İskenderun
üzerine, yabancı postaneler yeniden lanılmaya başlanan telgraf. kısa bir sü­ Tarsus İstanbul
faaliyete başladı; Polanya İstanbul'da re sonra yaygınlık kazanmıştır. 1900'- Tirebolu İzmir
bir postane açtı. Hem sivil hem de as­ lerde 36.400 km olan telgraf hatları Trabzon Mersin
keri nitelikte olan bu postaneler eski­ 1914'te 50.000 km'ye çıkmıştır. Bu 8. Romanya:
den olduğu gibi işlerini yürütmeye de­ alanda, Osmanlı posta örgütünün ya- 2. Fransa:
Çanakkale İstanbul
vam ettiler. Bunların dışında, Yunanis- nısıra yabancı sermayeli olan "Eas-
tern Telegraph Company Limited” de Enez 9. Polanya:
faaliyet göstermekteydi. Marmara yö­ Gelibolu İstanbul
resinde bazı hatlara sahip olan şirket,
Selânik üzerinden Avrupa'yla da bağ­
lantı kurabilmekteydi.
KAYNAKÇA
Osmanlı Devleti'nde 1881 'de kulla­
nılmaya başlayan telefon 1909'dan D DURUKALHüsnü, "Ecnebi Postalarının
sonra yaygınlık kazanmıştır. Aynı yıl Türkiye’de ilgasının 50. Yıldönümü”,
çıkarılan bir kanunla yabancı serma­ Yıllık- Gazetecilik Enstitüsü Dergisi, 3­
yeli şirketlere telefon tesisi kurma ve 4, 1962/1963
işletme ayrıcalığı verilebileceği kabul D KUYAŞ Salih, "Posta Tarihi ve Kapitü­
edilmiştir. Bunun bir sonucu olarak, lasyon Postaneleri", Tarih ve Toplum,
hükümet adına Maliye Nazırı ile “Wes- 1, Ocak-1984, 2, Şubat-1984
tern Electric Company", ''The British D SONKOR Seyfettin, "Türkiye'de Ecne­
lnsulatedHalsby Cables Limited Com­
bi Postaları Nasıl Teessüs Etti", Pul
Meşheri, 5,6,7, Mayıs/Hazi-
pany", "Compagnie Française pour ran/Temmuz-1931, İstanbul
IExplaitation des Procedes Thomp­ □ TAN Turgut, "Osmanlı imparatorluğu'-
son Huston" adlı şirketler arasında ndaYabancılara Verilmiş Kamu Hizme­
kurulan konsorsiyum ve bu konsorsi­ ti imtiyazları", SBF Dergisi, XXII/2,
yuma dahil olan "National Telephone 1967
Company Limited’ in idare memurla­ □ VARLIKM.Bülent, "Türkiye'de Yaban­
rı arasında bir ayrıcalıkantlaşması ya­ cı Postaları”, Türk Pulları Haberler Der­
gisi, 91/92,93/94. Ankara, 1973
pılmıştır. "Dersaadet'te Telefon Os­ D YAZlCI Nesimi, "Osmanlı imparatorlu­
Londra’da yapılan telgraf kongresine manlı Anonim Şirketi” adını alan bu ğunda Yabancı Postalar ve Atatürk
katılan Telgraf ve Posta Nezareti Tahrirat-ı kuruluş uzun yıllar Türkiye'de faaliyet Türkiyesi'nde Postacılık ', iletişim,
Ecnebiye Müdürü Me/kon Efendi. göstermiştir. □ 1981/3
VAKIFLAR

ftpc _
v1( ' tty
*
a>
,'}ft/'-'>& 1iSifft **/'* _

------3Iİ75ÎJ —jjali " J ty k ç jt iiU ^ fj^ J .,


-'Ai.kA'I
_---- *<Aj zi —A»“<J
"'S.l/Vıjjs' ” 11
1yVA i j_^
|h
-S.-Î
*4*i- ^>
* yAAs
jı»V*-to/î A/ty J*Uj ~u
'J - VUil* '
«/v* <,.
■'CpT^Sa/1
fjTf6' ~T - -
u'«^>u«VkjV»|-q*.n İçel livası evkafı tahrir defterlerindeki kayıtlardaniki örnek.

Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Vakıf


Prof. Dr. Hüseyin Hatemî

Bıı konuda ayrıca H ukuk D iizen i \e O rm a n cılık maddelerine bakınız.


Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Vakıf

Hüseyin Hatemî

V a k ıf K u ru m u v e O s m a n lı leri ” ne dini bir dokunulmazlık kazan­


H ukuku dırmak istedi.
Kur’an-ı Kerim terimleriyle esasen
Vakıf kurumunun tam anlamıyla bir “sa d a k a ” kelimesinin bugün kullandı­
İslâmî kurum olduğu ve en geniş ve zen­ ğımız “A lla h rızası için fe r d i ve ih tiya ­
gin uygulamasını Müslüman Türk top- r î bağış’”anlamından daha geniş bir an­
lumlarında bulduğunun söylenmesi; lamı vardı. Ödenmesi zorunlu devlet
bizde öteden beri gelenekleşmiştir. Bu vergileri (zekât) yanında ihtiyarî bağış­
yargının doğru olup olmadığına karar lar da “ sadaka” kapsamına giriyordu.
verebilmek için vakıf teriminin ardın­ Bu sepeble, Hz. Ali’nin uygulamasın­
daki kavramı belirlemek ve hangi özel­ da, devlet reisi sıfatıyla yaptığı kamu
liğine ağırlık verdiğimizi saptamak ge­ hukuku tahsisleri “sadaka-i m e v k u je ”
rekir. adını aldı. “ Mevkuf” deyimiyle bu tah­
Kur’an-ı Kerim’de ve İslâm hukuku­ sislere “ dokunulmazlık” kazandırılı­
nun başlangıç döneminin terimleri ara­ yor, daha sonra ortaya çıkacak “ sözde-
sında henüz vakıf terimine rastlanmaz. halife” lerin keyfi tasarruflarına karşı
Kamu hizmetlerini örgütleme görevi hiç değilse bazı kamu malları; kamu
devlete yüklenmiştir ve devlet, topladığı hizmetlerine sürekli olarak tahsis edil­
vergilerle bu görevi yerine getirecektir. mek suretiyle korunuyorlardı. Bu uy­
Kamu hizmetlerinin başında gelen ve gulama; daha sonra Osmanlı hukukun­
önemi en kesin ifadelerle vurgulanan da “ gayrisahih vakıf” veya “ tahsis ve
devlet görevi; yoksullukla savaş ve yok­ irsad kabilinden vakıf” adı verilen uy­
sulluğu ortadan kaldırarak herkese in­ gulamanın temeli olacaktır. Diğer yan­
sanca yaşamayı sağlama görevidir. Ne dan; İslâm hukukunun başlangıç döne­
var ki, bu görevi yerine getirmek için minde toprak mülkiyetine geniş ölçü­
didinen bir toplumda aşırı kazanç, lüks de yer verilmemiş ve muhtemelen hiç
ve israf yolları kapalı olacaktır. Bu da tanınmamış olduğu için; özel hukuk
insanların birçoğunun bencil içgüdüle­ alanında terim olarak “ vakıf” terimi­
rine uygun düşmediğinden, İslâm ka­ ne rastlanmadığı gibi; geniş bir vakıf
mu hukuku kuralları; gitgide büyüyen uygulaması olduğunu gösteren işaret de
bir sapma açısı yönünde saptırılmıştır. yoktur. Bazı rivayetlerde görülen
Bu sapmanın iyiden iyiye belirginleşti­ “ habs” terimi, özellikle Medine topra­
ği üçüncü halife Osman dönemi bir ğında kendisini gösteren ve daha son­
halk ayaklanması sonucunda kapanın­ raki vakıf uygulamasının temeli sayıla­
ca, halife Ali; tekrar İslam kamu hu­ bileceği şüpheli olan bir hukuk kuru-
kuku kurallarını egemen kılmak için so­ muna işaret ediyordu. Medine toprağı
nuna kadar uğraştı. Ne var ki, özellik­ zorla alınmadığı, kılıçla fethedilmedi- >
le Bizans egemenliği altından İslâm ege­ ği, “ meftuhul-anve” olmadığı için, bu
menliğine geçen ve kısa bir zaman sonra arazi üzerindeki hak, İslâm yönetimi­
da İslâma karşı bir örtülü devrim ha­ ne girişdeki sahipleri elinde bırakılmıştı.
reketinin (karşı-devrim) önderi olan Bu gibi arazinin üzerindeki hakkın dev­
Muaviye’nin valiliğiyle yönetilen Suri­ let hazinesine (Beytülmal) dönebilmesi
ye yörelerini Medine’den gelen kural­ için; hak sahiplerinin mirasçısız ölme­
lara göre yönetmek çok zorlaşmış, ar­ si veya haklarını Beytülmal’e bağışla­
tık karşı-devrim kısa vadede başarıya maları gerekiyordu. Kesin bir bağış
ulaşmıştı. Kendisinden sonraki yönetim yapmasalar dahî; bir gayrimenkulün
için karamsar olan Ali; kurmaya uğraş­ meselâ kuyusu veya kaynağı olan bir
tığı bütün düzeltme ve düzenleme ön­ arazi parçası veya bir bağ veya bahçe­
lemlerinin; kendisinden sonra tamamen nin yararlanmasının belirli bir süre de
yıkılacağını; devlet hazinesine (Beytül- olsa yoksullara, ihtiyaç sahiplerine tah­
mal) ait olması gereken malvarlığı un­ sisi hoş görülüyor, “sadaka'kıan sayı­
surlarının ve gelir kaynaklarının yöne­ lıyordu. Ancak; tahsis eden “h a b s”
tici çıkar grupları tarafından yağmala­ usûlüyle yaptığı, temlik ve temellükten
nacağını görüyordu. Bu sebeple Pey- habsettiği bu “sadaka ” sından -büyük
gamber’in de devlet reisi sıfatıyla yap­ bir ihtimalle- dönebiliyordu. “ Ebedî”
tığı ve ilk iki halife döneminde de ör­ tahsis usulü henüz yerleşmemişti. Bu
nekleri görülen “K a m u h u k u k u tahsis­ tahsisden kendisi hayatı boyunca dön-
1659
VAKIFLAR
Tanzimat’tan Cumhuriyet 'e Vakıf

VAKIF TERİMI: Kur’an-ı Kerim ’de ve İslâm Hukuku ’nun başlangıç dönemlerinde vakıf terimine rastlanmaz. Kamu hizmetlerinin
yürütülmesinde olduğu gibi devlet, yoksullukla savaşta ve yoksulları korumakla da görevlidir. Daha sonraki gelişmeler İslâm kamu
hukukunda da bazı değişimler yarattı. Ancak yine de başlangıç dönemlerinde vakıf uygulaması görülmemektedir. Daha sonra İslâm
miras hukukundaki gelişmeler, verilen önemin artması sonunda vakıf kurumunun gelişmesi başladı. Karakeçili aşiretince yoksul ve
zayıfların doyurulması (altta), Konya’da İnce Minare Camii kapısı (üstte, solda), Konya İnce Minare Camii (üstte, sağda).
1660
VAKIFLAR,
T a n z im a t 'tan C u m h u r iy e t ’e V a k ıf

>
VAKFIN BAŞLANGICI: İslâmiyet’ten
önce vakfın kökeni konusunda kesin bir
tarih olmamakla birlikte Babil ve
Sümerlerde vakıf kurulduğuna
rastlanmıştır. İslâm öncesi Araplarda ise
dini kurumlara birtakım malların tahsis
edildiği görülmüştür. İslâm öncesinde
bilinen tek olay Ka’be'nin Hz. İbrahim
tarafından vakfedilmesidir. Kiibe (karşı
sayfada), Mısır'da sebil ve okul (yanda).

memiş olsa bile mirasçılarının dönme­ “İradî mirasçılık” yönünde; bir kim­ yun kesilmiş olması halinde o malların
si imkânı olmak gerekirdi. Oysa İslâ- se sadece malvarlığının üçte birini va­ “ fukarâ”ya tahsis edilmiş olması, bu
mın ilk yüzyılı dolmak üzereyken; İs- siyet edebilirdi. Üçte bir (sülüs) aşılmış “vakf”ın “ sadaka”dan ve hayırlı bir
lamın kurmak istediği mülkiyet düze­ ise; bu aşan miktara mirasçılar itiraz iş sayılmasına yetiyordu. Vakıf vakfe­
ninden sapmalar da oldukça önemli bo­ edebilirler, icazet vermeyebilirlerdi. denin vasiyetiyle meydana getirildiği
yutlara varmaktaydı. Demek oluyor ki terekenin (terike) takdirde veya ölümle sonuçlanan son
Fethedilen arazînin mülkiyeti artık üçte ikisi; hangi mirasçı sözkonusu hastalığı (maraz-ı mevt) sırasında yapıl­
“kıyamet”e kadar “m e v k u f” olmak ve olursa olsun, geride kalan mirasçıların dığı takdirde yine mahfuz hisseli miras­
özel mülkiyete konu edilmemek gere­ toplam miras hissesini meydana getiri­ çıların itirazıyla karşılaşabiliyor, “sü­
kirken; devlet reisinin (Halife) Beytül- yordu ve mirasçılar kanuni miras pay­ lüs” haddini aşamıyordu. Buna da bir
mal’den temlik yapma yetkisi bazı for­ larına göre bu kısmı paylaşacaklardı. çare bulmak gerekiyordu.
müllerle kitaba uyduruluyor, böylece Diğer bir deyişle her mirasçının mah­ “Ö rfler”e şer’î kurallardan daha çok
toplumda önemli servet farklılıkları fuz hissesi (saklı payı) değişmez bir değer verme yoluna giren ve ismini ta­
doğmasına yol açılıyordu. Diğer yan­ oranla, kanuıû miras payımn üçte ikisi şıdığı Ebu Hanife’nin görüşlerinden he­
dan devlet reisinin ceza hukuku ve idare oluyordu. Kadın mirasçılar da mahfuz men bütün temel noktalarda ayrılan
hukuku alanındaki yetkileri İslâmî kav­ hisseyi koruyan kurallardan yararlana­ Hanefi Mezhebi hukukçuları bu çare­
ramlar zorlanarak genişletiliyor; “sul- caktılar. yi bulmakta gecikmediler: Bir kimse
tan”laşan “halife’’ye tebaası ve özel­ Şu halde İslâm kamu hukuku kural­ sağlığında vakıf meydana getirdiği tak­
likle devlet erkânının canı (siyaseten larının saptırılmasından ve özellikle ka­ dirde “sülüs” haddi sözkonusu olmu­
katl) ve malı (müsadere) üzerinde tasar­ mu malı sayılması gereken toprakların yor, bütün malvarlığını bir vakfa tah­ )
ruf imkânı tanıma yoluna giriliyordu. özel mülkiyete aktarılması yollarının sis etse bile ölümünden sonra miras­
Diğer tarafdan; İslâm hukukunun. bulunmasından sonra; aşırı ve göze ba­ çıları itiraz edemiyorlardı. Ancak; bir
\miras hukuku alanında gerçekleştirdi­ tan servet yığanların iki yönden bir ko­ kimsenin sağlığında vakfa tahsis ettiği
ği “devrim” de bir karşı-devrime de­ runmaya ihtiyaçları vardı: Bu korunma malları üzerinde yönetim ve yararlan­
ğer önemde görünüyordu: Çünkü İslâm bir yandan Halife-Sultan’ın “müsa­ ma hakkını kaybetmesi, sağlıkta vakıf
miras hukuku o zamana kadar miras dere” yetkisine, bir yandan da bunca yapmayı oldukça sevimsiz kılabilirdi.
hukukunda hak sahibi sayılmalarına tehlikeyi göze alarak yığılan servetin bir Bu sebeple hukukçuların daha fazla
pek alışılmayan kadınlara da miras aile içinde ve özellikle büyük erkek ev­ gayret sarfetmeleri, buna da bir çare
hakkı tanıdığı gibi; bir ailede toplanmış lat elinde kalarak nesiller boyu o aile­ bulmaları gerekiyordu. Çare şöyle bu­
servetlerin nesilden nesile o ailede kal­ ye nüfuz ve kudret imkânı sağlanması­ lundu: Bir kimse, ölünceye kadar ken­
masına imkân vermiyor, bir ölüm ha­ nı önleyen İslâm miras hukuku kural­ di kendisini vakfının yöneticisi (müte­
linde servetin geniş bir mirasçı zümresi larına karşı olmalıydı. Bu sebeple “sa- velli) ve vakfından tek yararlanan kim­
arasında parçalanmasına yol açıyordu. d a ka -i m e v k u fe ” kavramı zorlandı ve se olarak tayin edebilirdi. Menkul vakfı
İslâm miras hukuku kuralları saptırıl­ evlât lehine vakıflar (zürn vakıflar) da da örflere dayanılarak caiz sayıldı.
madan uygulandığı takdirde bu parça­ bu kavramın içine alındı. “Örfler” , daha sonra gelir getirmek
lanmanın önlenmesi imkânsızdı: Çün­ Bir kimse, “ soyu inkıraz buluncaya üzere para vakfedilmesini de caiz kıla­
kü İslâm hukuku kuralları gereğince (kesilinceye) kadar” vakfettiği malların rak, böylece vakıf kurumunun gelişme­
yalnız belirli ve sınırlı mirasçılar değil gelirlerini soyundan gelenlerin (ve ister­ si için hiçbir engel kalmamış olacaktır.
bütün mirasçılar “m a h fu z hisseli miras- se sadece erkek soyunun) yararlanma­ Menkul bir mal, meselâ 16. yy baş­
çı"ydı. sına vakfedebiliyor, böylece yalnız so­ larında İstanbul’da örneklerine rastla-
1661
VAKIFLAR
T a n z im a t ’ta n C u m h u r i y e t 'e V a k ı f

nacağı gibi mahalle halkının ihtiyacın­ ğu dahî ileri sürülmüştür. Oysa nasıl Bazı İslâm hukukçuları veya çağdaş
da kullanılmak üzere bir tencere veya bütün sistem için bu görüş tek başına Türk hukukçuları da bir tarafdan va­
kazan vakfedilmiş ise, veya yine İslâm kabul edilemez ve ancak “örf” kayna­ kıf kurumunu İslâmdan sonra, hatta
hukukunun temel kurallarına tamamen ğı dolayısıyla uygulamada bazı etkile­ Türk-İslâmdan sonra ortaya çıkıp ge­
aykırı bir şekilde bir “köle” belirli hiz­ rin olabileceği ileri sürülebilirse; vakıf lişmiş bir kurum olarak görmek ister­
metler için vakfedilmişse, bir “tüzel kurumunun tek kaynağının Bizans hu­ lerken, bir yandan da İbrahim Peyga-
kişilik” doğduğundan söz edilemez. Be­ kuku olduğunun ileri sürülmesi de doğ­ mer’in vakıflarından veya Uygur vakıf­
lirli bir amaç için gelir getiren mallar ru değildir. Hele Roma hukukunun tek larından söz etmektedirler. “ Devlet”
vakfedildiği takdirde ise; vakfın “ m at- kaynak olduğu hiç söylenemez. Sasanî dediğimiz toplumsal görünümün orta­
Zûö”u ve “z im m e t ”i olabilir. Açıkça hukuku incelenirse orada da benzer ku- ya çıkışından beri bu gibi “tahsisler”-
söylenmese ve nazariyesi geliştirilmiş ol­ rumlarla karşılaşılabilir. İbranî huku­ in de ortaya çıkması tabiîdir. Bu görü­
masa bile, bu gibi vakıfların ayrı bir tü­ kunda hatta Samî kökenli bir dil kul­ nümleri üstyapı kurumlarımn birbirini
zelkişiliği vardır. Daha önce meselâ K a­ lanıldığından “sa d a k a " gibi terimler­ veya biri diğerini etkilemesiyle açıkla­
b e ’nin hak sahibi olması kabul edilmiş de ortaklık dahî sözkonusu olabilir. mak yerine benzer altyapıya sahip in­
olduğundan, gerçek kişiler karşısında Her şeyden önce, başka hukuk düzen­ san topluluklarında benzer kurumların
meydana çıkan bu yeni kişilik türü fazla lerinin bu konuda İslâm hukukunu ne oluşabilmesiyle açıklamak daha yerin­
yadırganmamış olacaktır. dereceye kadar etkilediğini saptamak is­ de olur. ■
tediğimizde, iki tür “vakf”ı birbirinden İslâmın temel kaynağı olan Kur'an-ı
Yabancı Hukukun Etkileri ayırmak gerekir: Kerim’in “sadaka”yı geniş anlamda
İslâm vakıf kurumunun, doğrudan a) Devlet reisinin yaptıği veya onun kullandığım ve devlet reisinin Kur’an-ı
doğruya Roma hukukundan değilse bi­ izniyle meydana getirilen gayrisahîh va­ Kerim’de gösterilen kamı, hizmetlerine
le, Suriye ve Mısır'da uygulanan Bizans kıflar (tahsis ve irsad kabilinden vakıf­ kamu mallarım tahsis etmesinin bile Al­
hukukundan etkilendiğini ileri süren ve lar): Bunlar için Osmanlı hukukunda lah rızasına ve Allah’a yakınlaşma ama­
oldukça taraftarı olan bir görüş vardır. kullanılan “g a y risa h îh " terimi; bu va­ cına (Kurbet) uygun bir davranış ola­
“Örf”e hiç değilse Şeriat’ın yanında ta­ kıfların geçersiz ve hükümsüz olduğu­ rak “sa d a k a ” şeklinde adlandırıldığı­
lî bir kaynak olarak değer veren İslâm nu değil; özel mülkiyetten yapılmayan, nı biliyoruz. Hazret-i Ali; bu tahsisle­
hukukçularının; Suriye, Irak, Mısır gibi Beytülmal’e ait mal ve gelirlerle mey­ rin bozulmasını önlemek için bunların
yörelerdeki kurumlardan etkilenmiş ol­ dana getirilen, bu sebeple de “dar ve “ sadaka-i mevkufe” olduğunu belirt­
maları hiç de uzak bir ihtimal değildir. gerçek anlamıyla vakıf” sayılmayan bir miş ve belki İslâmda ilk kez olarak bu
Ne var ki, bu etkilenmeyi abartarak Bi­ kurum karşısında olduğumuzu gösterir. sadakaların kullanılış yönetmeliğini
zans hukukunun vakıf kurumunun tek (Vakfiyye) yazdırmıştır.
kaynağı olduğunu ileri sürmeye imkân Bu vakıfların kökeninin Roma huku­ Demek oluyor ki; bu tür “ kamu hu­
yoktur. ku olduğu söylenemez. Resmi dini ol­ kuku tahsisleri”nin kökeninin Roma
Her şeyden önce bu yörelerde uygu­ ması veya belirli bir dine göre örgütlen­ veya Bizans hukuku olduğu söylene­
lanan hukuk kuralları da klasik ve saf mesi aranmaksızın, iktidarı elinde tu­ mez. Nasıl bugün kamu kaynakları ve
anlamda bir tekdüze hukuk sistemi de­ tanların mensup olduğu dinin üstün tu­ parasıyla kurulan bazı kurumların
ğil; yöredeki çok eski uygarlıkların ka­ tulduğu devletlerde de her zaman be­ “özel hukuk kurallarına göre faaliyet
lıntısı olan örflerin karışımından mey­ lirli arazî, bina veya gelirlerin bir tapı­ göstereceği belirtiliyorsa, yine tarihi se­
dana gelen bir hukuktur. İslâm huku­ nağa, bir manastıra, bir dinî topluluğa beplerle özel hukuk-kamu hukuku ayı­
kunun kaynağının Roma hukuku oldu­ tahsis edildiği görülebilir. rımının çok kesin ve belirgin olmadığı
166 2
VAKIFLAR
Tanzimat’ran Cumhuriyet ’e I 'akf'

İslâm hukukunun sonraki gelişimi için­ Saf anlamda hayrî amaçlarla vakıf lenecektir. Şurası da unutulmamalıdır
de bu vakıflar da sahih vakıflar gibi kurma ve ayrı tüzelkişilikler meydana ki saf anlamda hayrî vakıfların temel
“ mütevelli” eliyle yönetiliyorlar, bu getirme süreci, belki de İslâm kamu hu­ amacı yönünden esasen “ etki” değil sa­
mütevelliler çoğunlukla şahsen değil gö­ kuku kurallarından sapılmış olsaydı, dece benzerlik sözkonusudur.
revleri dolayısıyla belirtilmiş bir merke­ kendisini bu şekilde göstermeyecek, Ki­ “ Sadaka” ve “ kurbet” kasdı Bizans
zi devlet görevlisi olsa bile. halk gö­ lise hukukundaki duruma benzer şekil­ hukukundan değil Bizans hukukuna
zünde “sahih vakıflar” dan ayrılamı- de, “ müminler topluluğunu temsil eden Hıristiyanlıktan ve dolayısıyla İslâm ile
yorlardı. manevî kişilik” e yükümlü kazandırma­ Hıristiyanlık arasında ortak olan kay­
Cumhuriyet döneminde ve 1967’den lar yapılacak, ayrı tüzelkişilikler mey­ naktan gelmektedir. Belki sadece şu
sonra Türkiye'de başka nedenlerle ye­ dana getirilmeyecekti. yönden bir etkilenme sözkonusu olabi­
ni bir “ vakıfçılık akımı” doğduğundan Klâsik Roma hukukunda “bağım sız lir: Bizans hukukunda hayır amacıyla
kamu kaynaklarının tahsisiyle meyda­ v a k ıf” kurumu yoktur. Diğer bir deyiş­ yapılan (Piae Causae) bağışlamalar ve
na getirilen bu vakıflar da “ atalarım ı­ le; “kişiliği h a iz b ir m a l to p lu lu ğ u ” bunlardaki süreklilik unsuru; İslâm hu­
zın ferdî hayırseverlik duygusunun (Vakıf) meydana getirmek yerine; bir kukunda daha da geliştirilerek “sada-
tezahürleri” olarak gösterileceklerdir. şahıs topluluğuna, meselâ müminler k a ”yla alelâde “b a ğ ışla m a ” hukuken
b) Sahih vakıfları da bazı alt- topluluğunun manevi şahsiyeti olan ki­ birbirinden ayrılmış, ayrıca açıkça be­
bölümlere ayırarak incelemek gerekir: liseye yapılan bir kazandırma (yüküm­ lirtilmese bile, yine örflerin etkisiyle
aa) E vla t lehine değil d e g erçekten lü kazandırma, donatio sub modo) var­ menkul (taşınır) vakfının kabulüyle or­
h a y r î am açlarla ya p ılm ış va k ıfla r: Na­ dır. Bununla beraber 5-6. yy’lardan taya çıkan ve para dışında kalıp “ ayn” -
sıl kamu kaynakları kullanılarak kuru­ sonra, özel bir yönetime bağlı ve bağım­ ından yararlanılan menkuller bir yana
lan “İrsad kabilinden vakıfla r ”ın iktisa­ sız, İslâm hukukunda olduğu gibi, açık­ bırakılırsa; vakıf kurulmasına yol açan
di önemi özel mülkiyet kaynaklarıyla ça söylenilmese ve nazarî bakımdan işlem bir bağımsız “tü ze lk işilik k u r m a
kurulmuş vakıflara oranla çok daha açıkça ortaya konmuş olmasa bile tü­ işle m i ” haline getirilmiştir.
büyük ise, sahih vakıf kesimi içinde ana zelkişiliği olan hayır amaçlı (Piae Cau- Vakıf kurma işlemini tek taraflı bir
amacı eviâda yarar sağlamak veya ev- sae) mal topluluklarının bulunduğu da hukuki muamele, İslâm hukukunda ba­
lâddan bir kısmı zararına diğerini üs­ ileri sürülmektedir. Bu doğru ise ve ger­ zı mezheplerde kullanılan terimle bir
tün tutmak olan vakıflar da saf anlam­ çekten kiliseden veya bir başka şahıs “ik a a ” sayan görüşlerle, gerçek kişiler
da hayrî amaçlarla kurulan vakıflara topluluğundan bağımsız “vakıflar” Bi­ alanındaki, kölelerin “a zad ed ilm e si” ı
oranla iktisaden daha önemli boyutlar­ zans hukukunda var idiyse; Bizans et­ işlemine benzeten görüşlerde bu nitelik
da kurulmuşlardır. kisi değilse bile benzerlik daha da güç­ daha da belirgindir.

FARKLI GÖRÜŞLER: İslâmiyet’te vakıf kurumunun etkilendiği hukuklar arasında Roma ve Bizans hukukunun olduğunu öne süren
görüşler vardır. Aslında Suriye, Mısır ve Irak gibi yörelerde böylesi kurumlardan etkitenrnek sözkonusu olabilir. Bununla birlikte
vakıf kurumunun kaynağını Bizans hukukuna bağlamak yanlıştır. Bağdat (üstte), Mısır’da Sinan Paşa Camii'nin iç ve dış görünümü
(karşı sayfada).
1663
VAKIFLAR
Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Vakıf

Demek oluyor ki, aslında Bizans ku- zemese dahi az çok hatırlatır bir görü­ lik iddia edebilen Safevî hanedanının
rumlarının doğrudan doğruya “ta k lid ” nümün doğması için, kamu hukuku ku­ son bularak dindarlar gözünde böyle
edilmesinden çok, “ ö rf” kaynağının rallarından saptırılan dçvlete açıkça gü­ bir niteliği dahî olmayan Kaçarlar son­
verdiği imkânla örnek alınması, fakat vensizliğini ifade eden bir Şiî uygulama­ rası İran’ını beklemek gerekmişse, Ba-
İslâm hukuku kurallarının ve İslâm sını beklemek gerekecektir. tı’da da durum aksine olmuştur.
dünyasındaki şartların da göz önüne Sünnî çevrelerde ise bir tarafdan dev­ Hıristiyan dünyasında, İslâmın “ba­
alınarak Bizans ve Batı’dan farklı bir letin “ Asr-ı Saadet” özelliklerinden ğ ım sız v a k ıfla r ” uygulamasının “ yü­
gelişime girilmesi sözkonusudur. ‘‘Ö rf’’ uzaklaştığı düşünülmekle birlikte; dev­ kümlü kazandırmalar” uygulamasının
yoluyla örnek alma görünümü de da­ let reisi-Halife’nin meşru olmadığını yerini aldığını görebilmek için de Re-
ha çok aşağıda inceleyeceğimiz “ aile resmen itirafa da gidilmemesi dolayısıy­ formasyon sonrası Avrupasında Pro­
vakıfları’’nda belirginleşecektir. la; Şiî çevrelerde olduğu gibi devlet ör­ testanlığın üstün geldiği çevreleri bek­
Niçin Ortodoks, Gregoryen ve Kato­ gütü dışında bir “ müctehid” , bir “ hâ- lemek gerekmiştir: Protestan dünyasın­
lik dünyasında olduğu gibi “kilise” ma­ kim-i şer” kabul edilememiş, Beytül- da da Katolik kilisesiyle ilişki kesildiği
nevî şahsiyeti yararına yükümlü bağış­ m al’i yönetenlere de tam güven duyu- için, Sünnî İslâm dünyasında benzer
lamalar (donatio sub modo) yapma ye­ lamadığı için Beytülmal yararına yü­ şartlar doğmuştur. Devlet dışında, ar­
rine bağımsız vakıflar kurmak yoluna kümlü kazandırma yapma yerine ayrı tık “inananlar” ın bağlanacağı ve güve­
gidilmiştir? Evlâd yararına yapılan va­ ve bağımsız örgüt kurma düşüncesi üs­ neceği güçlü bir manevî kişilik yoktur.
kıflarda bunun sebebini anlamak daha tün gelmiştir. Ancak “ laik” güçlere dayanarak Ka­
kolaydır: Servetin aile içinde kalması is­ tolik kilisesinin elinuen kurtulabilen
Şiîliğin başlangıç döneminde imam­
tendiğinden, bağımsız bir örgüt kurul­ Luther; bir “P ro testa n P a p a ” olamaz­
lar gözetim altında olduklarından,
ması ve aile içinden “ mütevelli” tayin dı. Bu sebeple de, aynı zamanda -hiç
imamların “ mütevelli” tayin edildiği
edilmesi de amaca daha uygun görüle­ değilse Safevîler kadar- ruhanî önder­
tek merkezli vakıflar veya “ sadakat”
cektir. lik iddia eden Protestan kral ve prens­
(sadakalar) yerine yine Sünnî çevreler­
lere de güvenilemeyerek Allah’ın hak­
Gerçek anlamda hayır amacıyla mey­ de olduğu gibi ayrı vakıflar düşüncesi
kım Kayser’e vermek yerine, İslâm dün­
dana getirilen “sahîh v a k ıfla r” da ise; üstün tutulmuş olabilir. Nitekim nasıl
yasında olduğu gibi bağımsız vakıflar
bağımsız tüzelkişilik meydana getirme Katolik ve Ortodoks uygulamasına az
(Stiftung) kurma" yoluna gidilmiştir.
eğilimi şu olguyla açıklanabilir: İslâm- çok benzer bir “ vakıf” (veya yükümlü
da; Hıristiyan dünyasında olduğu gibi kazandırma) uygulamasının doğabilme­ bb) A ile Vakıfları: Özellikle bu alan­
bir “ kilise” olgusu yoktur. Bu sebep­ si için Şiî Mezhebi’nin resmiyet kazan­ daki gelişim İslâm hukukunun temel
le; tam olarak Batı’daki duruma ben­ masını ve seyyidlik ve ruhanî mürşid- kurallarına değil de örflere dayanır gö-
1664
VAKIFLAR
Tanzimat’tan Cumhuriyet 'e Vakıf

rünmektedir. Yukarıda belirtildiği gibi; çılar arasında paylaştırılıyordu. örnek alınmaya alışılmış Bizans kalın­
İslâm hukuku kadına da miras hakkı Üçüncü Halife döneminde belirgin­ tısı hukukta ise durum farklıydı: Miras
tanımıştı ve servetin bir aile çerçevesin­ leşen ve Emeviler Saltanatı boyunca iyi­ hukuku kuralları ve toprak hukuku ku­
de yığılıp kalarak nüfuz vasıtası olma­ ce kökleşen sapmalar ve bu temel ku­ ralları; servetin aile içinde kalmasına
sına müsaade edilmiyor, toprak mülki­ rallara tamamen aykırı uygulamalar so­ çok daha geniş ölçüde imkân verir bir
yeti ve faiz ilga edilerek dengesiz ve aşırı nucunda, artık Abbasî döneminin ilk duruma getirilmiş bulunuyordu. İslâ-
servet yığılmaları önleniyor, meşru yol­ yüzyılındaki İslâm toplumu bu devrim­ ının temel kuralları buna elverişli olma­
dan kazanılmış servetler de, ancak üç­ ci ve katı kurallara tahammül edemez dığından yine yeni ortaya çıkmak üze­
te birinde vasiyet yoluyla tasarruf (ta­ bir görünümdeydi. Özellikle Emevî dö­ re bulunan “ Vakıf” kurumunun sınır­
sarruf nisabı) imkânı tanınarak, miras­ neminden beri “Ö r f” kaynağı yoluyla ları zorlandı.

TÜRKLERDE VAKIF: Türkler İslâmiyet 'i kabul ettikten sonra vakıf gibi kurumlara önem verdiler. Bu konuda ilk örneklerden biri
de Karahan/ı Tamgiic Buğra Han’ın kurduğu vakıftır. Bunun önemi ilk resmi medrese olan Nizamü/mülk'ün Bağdat’ta kurmuş
olduğu medreseden önce kurulmuş olmasıdır. Yine Tamgiic Buğra Han ’ın bu dönemde kurulmuş darüşşifası da Türklerin ilk vakıf
örnekleri arasında sayılır. Şiraz vekil medresesi (solda), Konya'da darü'1-huffaz (ortada), Sahib Ata Vakfiyesi'nden İnce Minare
Medresesi (üstte), Karatay Medresesi’nin girişi (sağda).
1665
VA KlFLAR
Cu m hu ri y e t
T a n z i m a t ’tan ’e Va k ıf

OSMANLI DEVLETİ’NDE: Osmanlı hukuk düzeni içinde bireylerin kendi mal varlıklarından tahsis yaparak kurduktan gerçek
anlamda vakıflar (sahih vakıflar) yanında devlete ait mal veya gelirlerin tahsisi ile meydana gelen “irsad kabilinden” yani ‘‘gayri
sahih vakıflar” da vardı. Bunun yanısıra daha sonra faiz yasakları nedeniyle getirilmiş para vakıfları da mümkün sayıldı.
Örgütlenme konusunda ilk adım da Orhan Bey‘in Bursa’da yaptırdığı cami ve zaviye evkafının nezaretine Sinan Paşa’nın getirilmesi
biçiminde oldu. Yıldırım Beyazıd döneminde ise her vilayete birer Müfettiş-i ahkâm-ı şeriyye tayin edildi. Bursa (altta), Süleymaniye
(üstte, solda), Ayasofya (üstte, sağda).

Böylece yine yukarıda değinildiği gibi kurumunun saygınlığını azalttı. Hıris­ Vakıf kurumunun “ üstün zekâlı”
ölünceye kadar yararlanma hakkı ve tiyan dünyasında bu gibi amaçlar dinî hukukçular tarafından böyle kötüye
yönetimi vâkıfın kendisinde kalan ve ve hayrî bir paravan kullanılmaksızın kullanılışı, Tanz/maf’dan sonra hiç ayı­
vâkıfın ölümünden sonra da İslâm mi­ hiç değilse ayrı bir kurumla tatmin edi­ rım yapılmaksızın bütün kurumun kö­
ras hukuku kurallarını altüst edebilen lebiliyordu (Fideicomissum). Böylece tülenmesine yol açacak ve böylece Ev­
garip vakıflar bu gibi hasîs amaçların dinî ve hayrî kurumlar, aynı zamanda kaf hazinesinde biriken bir kısım ser­
hayır amaçlarıyla mezcedilmesi veya gerçek kişilere değil de doğrudan doğ­ vetle birçok küçük ve mahalleye müh­
hayır amacıymış gibi gösterilmesi, bü­ ruya kilise manevî şahsiyetinin görev- rünü basıp tarihî çevre bakımından pa­
tün kanuna karşı hilelerde olduğu gi­ likrinin yönetimine bırakıldıklarından, ha biçilmez değerde sayılması gereken
bi, paravan olarak kullanılan hukuk daha çok saygınlık kazanıyorlardı. vakıf eserlerin özel mülkiyete aktarıl­
1666
VAKIFLAR
Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Vakıf

masına ve yok olup gitmelerine ortam ya hükmetmiş bir imparatorluğun tek (Beytülmal, mlrî Hazine) alıkoymakta,
hazırlanacaktır. Üstelik “aile va k ıfla rı” ve kesin bir yargıyla nitelenmesi güçtür. bu “ mülkiyet” hakkına “ra k a b e ” adı
kural olarak alıkonacak, asıl hayrî Belki şöyle söylenebilir: Genel olarak verilmektedir. Bu toprakların vergisini
amaçlarla tahsis edilen malvarlığı un­ halkın durumu; feodal ilişkiler içinde toplama ve buna karşılık devlete asker
surları bu vakıf karşıtı akımdan daha yaşayan herhangi bir halk topluluğun­ (sipahi) sağlama yetki ve görevi ve tı­
çok zarar göreceklerdir. Cumhuriyet- dan farklı değildir. Örfi vergiler; klâ­ mar sahibindedir. Araziyi fiilen ekip bi­
den sonra, Reformasyon sonrası özel­ sik İslâm hukukunun kurmak istediği çen çiftçi ise bir tür “ kiracı” durumun­
likle Protestan-Cermen hukuk alanın­ düzenden toplumu uzaklaştırmakta, dadır.
da doğan “ vakıf” kavramı “ tesis' te­ halkı temeli şer'î olmakla birlikte tanın­ Askeri tımar sistemi bozulduktan
rimiyle aktarılacak bir süre geçiş ve dur­ maz hale gelmiş şer'î vergilerle örfi ver­ sonra tımar sahibi aradan çekilecek ve
gunluk döneminden sonra bu kez de gileri toplayanlara bağımlı kılmaktadır. topraklar daha önce o yörede fiilî veya
okyanuslar ötesindeki gelişmelerin ilha­ Ancak; bu vergileri toplayanlar “se- ana kural dışı olarak hukuki bir feodal
mıyla hukukçular “ vakıf” kurumunu ig n eu r” durumunda -çoğunlukla- değil­ nüfuz sağlayabilmiş kimselerin veya
yeniden keşfedecekler, “ vakıf” adı al­ dir. Onların devlet, daha doğrusu ha- böyle bir kimse yoksa doğrudan doğ­
tında yeni bir uygulama dönemi başla- n e d a n ’a ilişkisi kapıkulu ilişkisidir. Yi­ ruya ekip biçen kişilerin “ta s a r r u f’u-
yacakır. ne çoğunlukla kendisini gösteren bu gö­ na geçecektir. Özellikle Tanzimat'dan
rünüm de sanıldığının aksine her zaman sonra hızlanan bir süreçle de devletin
V a k ı f K u r u m u ’n u n
halk yararına değildir. Askerî ikta (tı­ “ rakabe” si içi boşalan ve koflaşan bir
T a n z i m a t ’a K a d a r G e l i ş i m i mar) sisteminin bozulması; devletle ka­ hak haline gelerek; üzerinde “ta sa rru f”
Önceki hukukumuzda vakıf konusu­ pıkulu ilişkisi içinde de olmayan ve ma­ hakkı bulunan mîrî arazinin “ mülki-
na hukukî terim ve kavramların gelişi­ halli bir asîl değil, devlete ödediği be­ yet” i tasarruf hakkı sahibine geçmiş
mi açısından değil de iktisadi önemi açı­ deli fazlasıyla çıkarmaya çalışan bir olacak, bu süreç Cumhuriyet dönemin­
sından bakarsak asıl önemli vakıfların “ bezirgân” olarak davranan “ m ü l­ de İsviçre Medeni Kanunu’nun kabul
taşınmaz tahsislerini konu alan vakıf­ tezim ’lerin ortaya çıkmasına yol aça­ edilmesiyle tamamlanacaktır.
lar olduğunu görürüz. Böyle olunca da caktır. Mîrî arazi sistemi kural olarak “ va­
tarım toprakları ve arsalar alanındaki Tarım topraklarının “ vakıf” olarak kıf” kurulmasına engel olsa bile; bir
mülkiyet ilişkilerinin incelenmesi konu tahsis edilenleri; esasen “ mîrî arazî” yandan İslâm hukukunun temel ilkele­
açısından önem taşır. Tarım toprakla­ sisteminin yürürlükte olduğu ölçüde ve rine aykırı bir gelişimle devlet reisine
rı alanında mülkiyet ilişkilerinin ince­ yörelerde “ sahîh” değil yukarıda belir­ özellikle savaşta, fetih sırasında yarar­
lenmesinde de Osmanlıda feodalite tildiği gibi gayrisahîh (tahsis ve irsad ları görülenlere arazi te m lik i yetkisi ta­
olup olmadığı tartışmalan ortaya çıkar. kabilinden) vakıf niteliğindedir. Os­ nınmış olması; diğer yandan gayrisahîh
Altı yüzyıl Doğu Anadolu'dan Ye- manlı klasik düzeni; ilke olarak tarım vakıf uygulaması; aslında devlete ait ol­
men'e ve Batı'da Güneydoğu Avrupa’- tapraklarının mülkiyetini Devlet'de ması gereken tarım topraklarının da va-

TANZİMA T'TAN ÖNCE: Tanzimat ‘tan


önce I. Abdülhamid ve II. Mahmud'un
vakıflan için kurulan “Evkaf-ı Hümayun
Nezareti" bakanlık sayılmamakla birlikte
bu konuda önemli uygulamalar
getiriyordu. Denetimi devlet görevlilerine
bırakılan tüm vakıfların nezareti de
buraya bırakıldı. Bu durumdan dolayı
Evkaf Nezareti’nde gereğinden fazla
kadro oluşturularak, vakıf gelirleri
düşüncesizce harcanmaya başladı.
Darüssaade ağalarının çeşitli yıllarda
vakıflardan aldıkları aidata ait iki belge.
166"'
VAKIFLAR
Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Vakıf

kıflara tahsis edilebilmesine yol açmış­ kiler sonunda vazgeçmiş, hiç değilse ta­ İslâm hukukunun temel ilkelerinde
tır. rım toprakları üzerinde mîrî hazine şiddetli faiz yasağı olmasına rağmen.
Gayrisahîh vakıf uygulaması; aslın­ aleyhine meydana gelen gelişmeleri ön­ toplumsal gelişim bazı vakıfların da fa-^
da yukarıda da değinildiği gibi; devlet lemek istemişse de ölümünden sonra izle para işletmesine yol açmaktaydı.
görevi olan kamu hizmetlerinin Özel baskı gruplarının gayretiyle oğlu Il. Ba- 16. yy Osmanlı toplumunda, günümüz-.
Hukuk’a yakın bir örgütlenme çerçeve­ yezid bu girişimlerden de geri dönülme­ de de bankacılık ve faiz sorununun za­
si içinde örgütlenmesi gibidir. Son yıl­ sine göz yummuştur. man zaman tartışılması gibi, para vak­
larda Türkiye’de “f o n ” uygulamasına Kent arsaları üzerinde tarım toprak­ fının caiz olup olmadığı şiddetle tartı­
gösterilen rağbeti andırmaktadır. larından farklı olarak “özel m ü lk iy e t” şılmaktadır. İmam Birgivî ve Şeyhulis-
Bazı önemli şeyh veya serdar, gazi ai­ ilkesi kabul edilmiş olması dolayısıyla; lâm Çivizade Mehmed Muhiddin para
lelerine tahsis edilen topraklar ise, ile­ bunlardan da “ sahîh vakıflar” a akta­ vakfının caiz olmadığını, İslâm huku­
ride Tanzimat döneminde “ müstesna rılanları çoktur. Ancak; bu “ sahîh va- kunun ana kurallarıyla tutarlı olarak
vakıflar” adını alacak vakıf kesiminin kıflar” ın birçoğu saf anlamda kamu savunuyorlardı. Ne var ki “ Örf” e karşı
doğmasına yol açacaktır. Bunlar “ va­ yararına olan vakıflar değil “ aile vakıf­ “ şer’ ” i (Şeriat) savunmak tehlikeli ola­
kıf” adı altında bir tür aile vakıfları ve­ ları” veya kamu yararı yanında hiç de­ bilir, bu işin sonu “ chl-i ö r f ’e ve ‘'ehl-i
ya çiftlikleridir. ğilse bazı “ cihet” ve “ vazife ” leri yö­ örf” ün ulu’su olmakla birlikte “halife”
Kent topraklarında da “ Fetihde ya­ nünden özellikle vakfedenin soyundan kisvesi giymiş olan sultana kadar gide­
rarlığı görülenler” e, özellikle nüfuzlu gelen kişileri de gözeten vakıflardır. bilirdi. Toplum örflere karşı kesin ve
komutan, vezir vs. gibi kimselere yine Bugün nasıl bazı nüfuzlu çevrelere kökten bir devrime hazır değildi. Bu se­
İslâm hukukunun temel ilkelerine ay­ emekliye ayrılmaları halinde “ h a kk-ı beple “ Örf” ün savunucuları, başta yeni
kırı görülen, fakat yerleşmiş bulunan h u z u r ” üyelikler yoluyla ek gelir sağ­ Şeyhülislâm E b ü ssu u d E fen d i galip gel­
içtihada uygun olarak önemli temlikler lanmakta ise, Osmanlı toplumunda va­ diler ve para vakfı caiz sayıldı.
yapılabilmiş ve bunlar aile vakıflarına kıflara bu görev de yüklenmiştir. “ Dua Osmanlı hukukunda mülkiyet dış:n-
veya kamu yararıyla aile yararının kar­ okuma” gibi aslında ücretli olması dü­ daki (sınırlı) aynî haklar sorunu da ke­
ma olarak gözetildiği vakıflara aktarı­ şünülmemesi gereken hizmetler bile, sin ilkelerle çözümlenmiş ve ileride güç­
labilmiştir. Bu önemli temlikler dışın­ “F o d la ” veya başka bir maddi karşı­ lük yaratmayacak şekilde düzenlenmiş
da da kent arsalarının -hiç değilse fe­ lık tayin edilerek “ü c re t”e bağlanmış­ değildir. Komşuluk hukukundan doğan
tih yoluyla ele geçen İstanbul, Bursa vs. tır. Zamanla bu gibi görevler bir tür İrtifa k h a kla n n ın süreye bağlanmama-
gibi birçok kentte- özel mülkiyet dışın­ “ nama yazılı” , hatta “ hamile yazılı” sının sakıncası olmayıp üstelik böyle ol­
da tutulması ve mutasarrıflarının bir tür senet gibi devri kabil görülmeye başlan­ ması gerekirse de, “ yararlanma” ve
devlet kiracısı sayılması sistemi yürüme- mış ve bazı ellerde meselâ “v a k ıf du a - “ üst” (İnşaat) haklarının bir süreye
miştir. İstanbul’da II. Mehmed bir sü­ cılığı ”ndan epeyce “ fodla hakkı” bi- bağlanmaması ileride mülkiyet hakkı
re bu sistemi yürütmek istemişse de tep­ rikebilmiştir. zararına bir gelişime yol açabilir. “ Ge-

TANZİMAT'TAN SONRA: Tanzimat’ın ilk yıllarında "gayrisahih vakıflar” konusunda bazı önlemler alındı. Bu arada Maliye
Hazinesi’nde ayrı bir merkezi Evkaf Hazinesi oluştu. Bunun yönetimi de Evkaf-ı Hümayun Nezareti'ne verildi. Bu hazine daha çok
bir fonlar topluluğu durumundaydt. Ancak bu dönemde çeşitli vakıfların ayn ayn olma durumu kendini korumuş ve bir tek
tüzelkişilikte toplanma gerçekleşmemiştir. Yine aynı dönemde Evkaf Nazırı kabineye dahil edilmiştir. Evkaf Nazırı Galib Paşa
(solda), Turhan Paşa (ortada), Vilayâl-ı Şahane Umum Evkaf İdareleri miifellişi Han Ahmed Kadri Bey (sağda).
1668
VAKIFLAR
Tanzimat’tan Cumhuriyete Vakıf

dik” , “ İcareteyn” , “ mukataa” gibi nazırlığa getirilmiş olan Mehmed Ha- kurulmuş bulunan büyük vakıfların he­
sözleşmelerden doğan haklar böyle ol­ sib Paşa M eclis-i H iiss-ı V ü kelâ ’ya alı­ nüz “ ferdiyetleri” , “ kişilikleri” ve
t
muştur. Vakıf gayrimenkuller üzerin­ narak, İslâm-Osmanlı Hukuku döne­ “ Vakfiye kurallarının bağlayıcılığı”
de kurulan süresi belirlenmemiş yarar­ minde bir nev’i “f o n ” veya “ özel hu­ düşüncesi Evkaf Nezareti içinde erimiş
lanma ve üst hakları; Cumhuriyet dö­ kuk tüzelkişisi” durumuna getirilmiş değildir. Bu sebeple; Maliye Nezareti
nemine kadar uzanan ve günümüzde bi­ kamu hizmeti örgütleri, Tanzimat son­ ancak Mîrî Hazine’yi kullanabilecek,
le bütün boyutlarıyla henüz tasfiye edil­ rası eğilimine uygun olarak Evkaf-ı Hü­ “ Evkaf Hazinesi” ise bu ayrı ayrı fon­
memiş olan sorunlara yol açacaktır. mayun Nezareti aracılığıyla devlet de­ lar ve tahsislerin özel kural ve şartları­
netimine alınacaktır. Ana fikir bakı­ na da riayet edilmek şartıyla Evkaf Ne-
T a n z i m a t ’d a n C u m h u r i y e t ’e mından doğru bulunması gereken bu zareti’ne bağlı kalacaktır. Oysa Tanzi­
K a d a r V a k ıf K u ru m u %
gelişim; “ vâkıfın arzusuna ve vakfiye­ mat döneminde iyi bir mali politika iz-
19 yy; Türkiye’nin Batılılaşma süre­ ye riayet” ilkesini de zayıflattığından, lenememiş, otuz yıl içinde devlet olduk­
cinin hızlandığı; Batı’da da Fransız ih­ Evkaf Nezareti’nde gereğinden fazla- ça ağır bir borç yükünün boyunduru­
tilâli sonrası sarsıntılarının sürdüğü, veya doğrudan doğruya gereksiz kad­ ğu altına girmiştir. Bu sebeple; gayri-
“ Feodal” kurumların tasfiye edildiği rolar ihdas edilmekte, vakıf gelirleri dü­ sahîh vakıfların gelirini yeni idarî usûl­
bir dönemdir. II. Mahmud da Fransız şüncesizce harcanmaktaydı. Bu da va­ lere uydurmak perdesi altında Evkaf
İhtilâlinin kopardığı kasırgalara karşı kıf kurumların ve vakıf binaların can­ Nezareti’nden Maliye Nezareti’ne geçir­
büsbütün dikkatli olması ve tedbir al­ lanmasına ve onarılmasına değil aksi­ mek fikri doğmuştur.
ması gereken bir hükümdardır. Osman­ ne yıkılıp gitmesine yol açıyordu.
Toprak Mülkiyetindeki
lı Devleti; güçlü olduğu dönemlerde, çe­ Esasen; vakıf hukuki çerçevesinin
doğmasına ve benimsenmesine yol açan Düzenlemeler
şitli sebeplerle Hıristiyan teb’ayı, reâ-
yâyı özümleyememiş veya özümleme- görüşler de, Tanzimat sonrası toplu- Tanzimat döneminde; toprak mülki­
miştir. Şimdi de Batı’da “ayd ın lıkçı munda sarsıntı geçirmekte, değişmek­ yeti alanında da yeni düzenlemeler yap­
m onarşi” uygulayarak durumu kurtar­ teydi. Aslında “ rakabe” si Beytülmal’e ma gereğini duyuran gelişmeler olmuş­
maya çalışan monarşik yönetimlerden ait olan, fakat “ gayrisahih vakıf” (tah­ tur. “ Batılılaşma” akımları; Fransız İh­
daha fazla tehlikeyle karşı karşıyadır. sis ve irsad kabilinden vakıf) olarak tilâlinin etkisi altında, toprak üzerinde­
Bir tarafdan özellikle bu yüzyılda Müs­ “ vakıf” hukukî çerçevesi içinde gelir­ ki “ Feodal” kayıtların kalkması eğili­
lüman olmayan teb’a arasında Batılı- leri özel bir fon olarak vakıf kurumla- mini gösteriyordu. Oysa “ mîrî arazî”
ların da destekleyip kışkırttığı ulusçu­ rına tahsis edilmiş kamu mallarına Ma­ sisteminde ilke feodal bir mülkiyet dü­
luk akımlan yayılmaya başlamış; diğer liye Hazinesi d koymak istiyordu ve bu zenine değil devlet mülkiyeti düzenine
yandan da teknik ve askeri gelişmelere amacını gerçekleştirdi. uygun ve elverişli olduğu halde, o sıra­
ayak uyduramayan devlet; emperyalist Evkaf Nezareti de bir kamu maka­ da Batı çevrelerinde hâkim görüşler bu
emeller karşısında ciddi bir varlığını mı haline gelmekle birlikte, ne de olsa farkı görmezlikten geliyor, toprağın
sürdürebilme sorunuyla karşılaşmıştır. henüz bu tahsislerden yararlanan ve ço­ özel mülkiyetde olmasını “ liberalist”
Böyle olunca da, önce Osmanlı Devle­ ğunlukla sultanlar tarafından veya on­ iktisadî ilkelere uygun görüyordu. Ay­
ti şartları içinde mümkün olduğu kadar ların işbu tahsislere izin vermeleriyle rıca; bankacılık ve ticaret de Avrupa’-
Batı ölçülerine uygun bir aydınlıkçı mo-
narşik ve güçlü merkezî yönetim kurul­
mak istenmiştir. Merkeziyet eğilimi va­
kıflar alanında da kendisini göstermiş­
tir. Esasen 18. yy’dan ve özellikle ikin­
ci yarısından itibaren hiç değilse hane­ '-''-i
dan tarafından kurulan vakıflar için
merkeziyetçi eğilim belirginleşmeye baş­
lamıştır. (•)! > oştyJfJ OÛ- rT<J
I. Abdülhamid ve II. M ahmud’un S s J S ) Mb J ■ s f c y 'İf s J ıs 'J b %
vakıfları için 1826’da kurulan özel yö­ { y y ıj < fy ip jffjy ia
’ /»ij j a , y / s ) &•?></*'< r ^ 4 «*
netim “ Evkaf-ı Hümayun Nezareti” “4 y (/ j û j ı a>j j jş

adını aldı ancak; henüz bir “ bakanlık”


kurulmuş sayılamaz. Özellikle büyük Oy. -fJ y < <yti\ ^ a>j j y 3^^^
vakıflarda esasen daha önce de “ dene­ Ajj; J
tim” görevini haiz olan birisi tayin edi­
liyor ve genellikle büyük vakıfların baş­
lıca geliri de Beytülmal’e ait “ tahsis” -
lerden geldiği için bu kişi -meselâ Da- r- M *y y j
ojtı y y& j yic «y i
rüssaade Ağası gibi- bir resmî görevli
oluyordu. Ancak; “ Evkaf-ı Hümayun %
Nezareti” kurulduktan kısa bir süre
sonra; nezareti devlet görevlilerine bı­
rakılan bütün diğer vakıfların nezareti
bu nezarete verilecek, 1838’de ikinci kez
1669
VAKIFLAR
Tanzimat’tan Cum huriyete Vakıf

da olduğu gibi Osmanlı ülkesinde de yamaz hale geleceklerdir. Buna rağmen “E v k a f B ey tü lm a li” gi­
kurulmak istendiğine göre; artık taşın­ Ancak, “m üstesna v a k ıf” adı veri­ bi terimler kullanılmaya başlanmıştır.
maz mülkiyeti karşılık gösterilerek kre­ len, bazı “azizlere ve g a zilere” yapıl­ Bu süreç de Cumhuriyet döneminde bü­
di alma gibi işlemler de eski toprak hu­ mış olan mîrî arazî tahsisleri, yine do­ tün “m a zb u t v a k ıfla r ” m tek bir tüzel­
kuku kurallarıyla, istisgal vs. gibi işlem­ kunulmadan kalmıştır. Bu kabil arazî, kişilik içinde erimelerine ve Vakıflar
lerle yapılamazdı. Toprak üzerinde dev­ bir tür “vergi bağışıklığı olan vakıflar”a Genel Müdürlüğü’nün “Kamu tüzelki-
letin “ra k a b e ”si ister istemez, kapsa­ veya daha doğrusu “aile çiftlikleri”ne şiliği”nden ayrı olarak bir de “Ö zel h u ­
mı yönünden sınırlanacak ve “mutasar- aittir. k u k tü ze lk işiliğ i” türünden “m a zb u t
n fla r ” ın “ta sa rru f h a k k ı” ise Batı hu­ Böylece; eski usuller değiştirilirken, vakıflar tüzelkişiliği”nin doğumuna yol
kuktan anlamında bir “ ta şın m a z eski hukuk dönemindeki usullere göre açacaktır. Ne var ki bu özel hukuk tü­
m ü lk iy e ti” olma sürecine girmiştir. yine kamu yararı güden bazı örgütler, zelkişiliğinin ayrı organları olmayıp Va­
Tanzimat döneminin daha başlangı­ devletin yeni mali ilkeler düzenlemesin­ kıflar Genel Müdürlüğü tarafından
cında, 1840’ta, yönetimin özellikle den zarar görmüş, bazı “ V a k ıf” adını temsil edilecektir.
“gayrisahîh vakıflar” konusunda ted­ taşıyan özel menfaat örgütlerine ise, Evkaf Nazırı da kabineye dahildir.
birler almaya kararlı olduğu görülmek­ dakunulması uygun görülmemiştir. Kamu yararına ve çoğunlukla da esa­
tedir. Bâbıâli’de bu konuda bir “ Def­ Belki de “tarîkat” şeklinde örgütlenen sen kamu kaynakları kullanılarak ku­
ter” açılmış, bu konudaki programın baskı gruplarıyla karşılaşılmak istenme­ rulan vakıfların malları, bir “ruh a n î
esaslan tesbit edilmiştir. Artık vakıflara miştir. d e v le t”e ait değildir. Hatta yine bir dev­
tahsis edilen mîrî arazinin âşârı da ver­ Demek oluyor ki Tanzimat dönemi­ let görevlisi olan Şeyhülislâm, Evkaf
gi tahsildarları tarafından tahsil edile­ nin başlangıcında manzara şudur: Ma­ Nazırı bile değildir. Çünkü vakıf huku­
cek, masraflar alındıktan sonra bu ver­ liye Hazinesi’nden ayrı olarak bir de kî çerçevesi, eski yönetim usullerine gö­
gi bedelleri yine ait olduğu vakfa veri­ merkezi Evkaf Hazinesi doğmak üze­ re, sadece dar anlamda dinî vakıflar
lecektir. Ne var ki; bir süre sonra, Ke- redir. Bu hazinenin yönetimi ve dene­ için değil hemen bütün kamu hizmet­
çecizade Fuad Paşa’nın sadrazamlığı sı­ timi Evkaf-ı Humayûn Nezareti’ne ve­ leri için kullanılmıştır.
rasında, Maliye Hazinesi’nin Evkaf rilmiştir. Nâzır, bakanlar kuruluna gir­ Buna rağmen, Evkafın ayrı bütçesi
Hazinesi’ne verdiği bu paraya “ia n e ” miştir. Diğer bakanlıkların (nezaret) ve hazinesi olması; Batı’da benzer bir
adı verilecek ve bu para Evkaf Hazine- Devlet Hazinesi’nden ayrı bir hazinesi örgütlenme olmadığı için, bazı kimse­
si’nin hakkı değil de devletin Evkaf Ha- olmadığı için, Evkaf Nezareti, Cumhu­ leri “ nazarî” yönden rahatsız ediyor,
zinesi’ne bir yardımı gibi görülecektir. riyet döneminde “Vakıflar Genel Mü- Vakıf mallarının durumu Batı’daki
Bütçede açık görüldükçe de bu para kı­ dürlüğü”nün doğuşuyla tamamlanacak “ kilise malları” yla -bilerek veya
sılacak ve böylece eski usûllere göre ba­ bir “ayrı kamu tüzelkiliği” sürecine gir­ bilmeyerek- karıştırılıyordu. Bazı yöne­
zı devlet gelirlerinin “ özel hukuk ku­ miştir. Ne var ki henüz çeşitli vakıfla­ ticiler de vakıf malların istendiği gibi
rallarına göre yönetilen bir fon” uygu­ rın “ ferdiyet”i tek bir tüzelkişilik için­ kullanılmasını ve harcanmasını önleyen
lamasına benzer şekilde tahsisinden ge­ de erimemiştir ve Evkaf Hazinesi tek kayıtlardan rahatsız oluyorlardı. Belki
lir sağlayan büyük çaptaki vakıflar güç bir hazine olmak görünümünden çok, köktenci bir davranışla dar anlamda di­
duruma düşecek, masraflarını karşıla­ bir “fo n la r topluluğu "durumundadır. nî vakıflar hiç değilse yine bir devlet gö­
revlisi olan Şeyhülislâm’a bağlanabilir,
dar anlamda dinî sayılmayan kamu hiz­
metleri ise ilgili olduğu bakanlığa dev­
redilebilirdi. Ne var ki yüzyıllarca sü­
regelen uygulamada “dinî nitJikte
olan”la “olmayan”ı ayırmak kolay de­
ğildir.
Nazarî olarak, İslâmın “dinî” nite­
lik tanıdığı hususların kapsamı geniş­
tir. Kamu yararına olan bütün davra­
nışlar, dinin uygun gördüğü ve öğütle­
diği, “Kurbet” şartını gerçekleştiren
davranışlar olduğu gibi, vakfiyelerde de
dar anlamda dinî olan amaçlarla olma­
yanlar birbirine kenetlenmiş durumda­
dır. Eski İdarî usullerde de devlet ha-
zinesinden ayrı bir dinî Beytülmalyok-
tur. Bu sebeple, daha önce de gördü­
ğümüz gibi, tek bir manevi kişiliğe yü­
kümlü bağışlamalar yapmak yerine, ay­
KÖTÜYE KULLANMA: Sahipsiz vakıfların kullamlmast konusunda getirilen rı ayrı “ Ferdiyet”i olan vakıf ve tah­
hükümler dahi bu vaktflann kötüye kullamlmastnt önleyemedi. Şehzadelere,
damat/ara, sadrazam/ara, mabeyn erküntna vb. verilen sahipsiz vaktflann yağmast sisler (fonlar) meydana getirilmiş, bun­
sonunda birçok vaktf malt hisselere ayrılarak kayboldu. Mütevellilerin ların hepsi, aile vakıfları da dahil olmak
yolsuzluklarına ve vakflan ytkıma uğratlıklanna dair iki belge. üzere, bir kutsallık ve dokunulmazlık
örtüsüne bürünmüştür.
VAKIFLAR
Tanzimat’tan Cumhuriyet 'e Vakıf

Tanzimat’a kadar ve Tanzimat’dan çekleşince zabtedileceği ve dolayısıyla önemli hukuki belgelerinden biridir.
sonra bu dokunulmazdık örtüsü ne ka­ mazbut vakıflar tüzelkişiliği içinde eri­ Alıkâm-ı Mer’iyye ve daha önceki ka­
dar zedelenmiş olursa olsun birdenbi­ yeceği konusunu düzenleyecektir. nunnamelerdeki mîrî araziye ilişkin ku­
re kaldırılması ve kökten değişiklikler Özellikle “ gayrisahîh vakıflar” yö­ rallar göz önünde tutularak düzenlen­
yapılması mümkün görülmemiştir. Ne nünden, vakıflar konusu “ tarım top- miş ve maddeler haline getirilmiştir.
de olsa başında “ İslâm halifesi” olan rakları” nın hukuki durumuyla da ya­ Düzenleyen ve kaleme alan; daha son­
bir devlet; bazı konularda ve yerleşmiş kından ilgilidir. Bu sebeple de Tanzi­ ra Mecelle çalışmalarında da önemli
gelenekler karşısında, Mısır valisi Meh- m at’ın “ Arazi H ukuku” yönünde ge­ katkıları olan Ahmed Cevdet Paşa’dır.
med Ali Paşa kadar olsun serbest dav­ tirdiği düzenlemeye de burada kısaca Kanunnamenin 1. maddesi; Osman­
ranamazdı. Bir “ intikal” dönemi ge­ değinmek gerekmektedir. lı ülkesindeki arazinin beş kesime ay­
rekliydi. Böylece; aynı devlet teşkilâtı Tanzimat Fermanı’ndan sonra; A ra­ rıldığını belirtir. Bu kesimler şöyle sı­
içinde Şeyhülislâm dinin ve dini huku­ zi Kanunname-i Hümayunu çıkarılın­ ralanır: a) Arazi-i memlûke b) Arazi-i
kun temsilcisi, Sadrazam “ ö rf” ün ve caya kadar geçen süre içinde (1839­ miriyye c) Arazi-i mevkufe d) Arazi-i
şimdi de Batı’dan gelen örf ve kanunun 1858) toprak hukukunu ilgilendiren ba­ metrûke e) Arazi-i mevat.
temsilcisi, diğer nazırlar (bakanlar) sad­ zı düzenlemeler olmuştur. Bu düzenle­ a) Arazî-i memlûke, özel mülkiyet
razama bağlı olarak yine Batı’dan ge­ melerden en önemlisi 1849’da Şeyhülis­ konusu olan arazî türüdür. Arazi Ka-
len yeni kamu hizmetleri anlayışının, lâm Arif Hikmet Bey tarafından düzen­ nunnamesi’nin 2. maddesi; arazî-i
evkaf nazırı ise eski kamu hizmetleri ör­ lenen ve İrade-i Seniyye ile yayımlanan memlûkeyi dörde ayırır.
gütüne devlet yapısı içinde yer arayan ‘‘A h k â m -ı M e r ’iy y e ”dir. Mîrî arazi aa) Tarım arazisi olarak tahsis edil­
değişken bir Tanzimat sürecinin temsil­ üzerindeki “ tasarruf hakkı” nın “ inti- meyip öteden beri köy ve kentlerde ve
cisiydi. kali” ni eski kurallara oranla daha da civarında konut arsası olarak tahsis edi­
Başlangıçta özellikle hanedanın mey­ genişletmektedir. 1858’de henüz Arazi len yerler.
dana getirdiği vakıflar için merkezi bir Kanunnamesi yayımlanmadan önce bir bb) M îrî arazîden ayrılıp bölünerek
“ fonlar müdürü” gibi ortaya çıkan Ev­ İrade-i Seniyye ile, m îrîarazide intikal hukuka uygun bir şekilde özel mülki­
kaf Nezareti makamı, diğer bakanlık­ hakkı sahiplerinin kapsamını genişleten yet alanına aktarılmış arazî parçaları
lar gibi bir bakanlık durum una geldik­ kuralların " tahsisat ka b ilin d en arazî-i (mesağ-ı şer’iye binâen temlik-i sahîh ile
ten sonra, mütevellisi vakfiyelerine göre m e v k u fe ”de de yürürlükte olacağı be­ temlik olunmuş arazi).
tayin edilen vakıflar üzerinde de gitgi­ lirtilerek; daha önce değindiğimiz mîrî cc) Öşre bağlanmış arazî (arazî-i öş-
de daha geniş yetkili bir denetim ma­ arazi tahsislerinin (gayrisahih vakıflar) riyye).
kamı olma sürecine de girmiş bulunu­ mîrî arazi kurallarına bağlanma süre­ dd) Haraca bağlanmış arazî (arazî-i
yordu. Böylece doğrudan doğruya “Ne­ cinde bir aşamayı vurgulamıştır. Bun­ haraciyye).
zaret’' eliyle yönetilen vakıflara “ maz­ dan sonra çıkarılacak Arazî Kanunna- “ Öşre bağlanan arazî” nin özel mül­
but” , diğerlerine ise “ mülhak” vakıf mesi’nde de bu süreçten dönülmeyecek- kiyette olmasının sebebi olarak; sulh
adı verilmeye başlanacak, Cumhuriyet tir. yoluyla ele geçmiş olan arazinin mül­
döneminde 1935 Vakıflar Kanunu maz­ kiyetinin sahiplerinin elinde bırakılma­
but vakıfların kapsamını büsbütün ge­ Arazi Kanunnamesi’nin Getirdikleri sı, “ haraca bağlanan arazi” ninki ise,
nişletecek ve bu kanundan sonra da Nihayet 1858 Arazî Kanunnamesi çı­ yine mülkiyeti Müslüman olmayan sa­
‘ mülhak vakıllar’Tn hangi şartlar ger­ karılmıştır ki; Tanzimat döneminin hiplerinin elinde bırakılması olarak gös-

MÜLKİYETSİZ ARAZİ: Vakıf arazisi diye anılan metruk arazi terimi bugünkü anlamda kullanılmaz. Yani bu, terkedilmiş, boş
bırakılmış arazi değildir. Buradaki terk’den amaç bireysel mülkiyeti olmayan arazi demektir. Bu da ikiye ayrılır. Kamunun
yararına sunulmuş araziler (genel yollar gibi) ve köy ya da kasabanın hizmetinde olan meralar vb. gibi. Edirne'de Uzunköprü
(üstte). Soma civarında bir köprü (karşı sayfada).
1671
VAKIFLAR
Tanzimat’tan Cumhuriyet 'e Vakıf

terilmektedir. Aslında bir arazîden b) Mîrî arazînin tasarruf hakkı; ön­ çekleştirmek ve harç almak olacak, mîrî
“öşr” veya “harac” vergilerinin alın­ celeri askerî ıkta' sistemi sözkonusu ol­ arazî sistemi ortadan kalkacaktır.
ması; o arazînin özel mülkiyetde oldu­ duğundan, büyüklüklerine göre tımar c) Vakıf arazi (arazî-i mevkufe) da­
ğunu göstermez. İslâm hukukunun top­ ve zeâmet gibi adlar alan arazî kesim­ ha önce söylediklerimize uygun olarak
rak mülkiyetine ilişkin ilkeleri sonradan lerinde devlet adına yetkili tımar ve ze­ ikiye ayrılır.
farklı yorumlandığı ve Arap ülkeleri amet sahiplerince “tefviz” ediliyor, ta­ aa) Mülk topraklardan iken şartları­
Osmanlı yönetimine geçineeye kadar o sarruf hakkı çiftçilere devrediliyordu. na uyularak vakfedilen topraklar.
yörelerde “mirî arazî” sistemine yaban­ Maaş karşılığı tasarruf hakkı “sipahi­ bb) Mîrî arazîden iken sultanın izni
cı bir mülkiyet anlayışı doğduğu için, ye devredilen küçük tımarlar da vardı. veya bizzat tahsisiyle vakfedilen toprak­
bu yöreler Osmanlı hâkimiyetine geç­ Yeniçeri adı verilen asker ise sipahîden lar. Birinci türden olan “sahîh vakıf­
tiğinde toprakta alışılmış düzen bozul­ farklı olarak devletden maaş (ulûfe) alı­ larda “kanun” değil “şeriat” hüküm­
mamış, bazı topraklar hariç özel mül­ yordu. Ordunun yapısı değiştikçe ve tı­ leri yürürlüktedir. İkinci türden “gayri-
kiyet düzeni yerinde bırakılmıştır. Ni­ mar ve zeamet karşılığında asker sağ­ sahîh vakıflar” ise Arazi Kanunname­
tekim Osmanlı Avrupası’nda ve Doğu lama usulü terkedildikçe, belirli yöre­ si ve diğer “ kanun” kurallarına tabi­
Anadolu’da da bazı arazîde mîrî arazî lerin vergilerini toplama işi, götürü bir dir. Ancak; araziden tahsil edilen ver­
düzeni kurulamamış, bu topraklar üze­ bedel karşılığında mültezimlere verilir gi ve resimler vakfedildikleri cihete ait
rinde bizzat çalışanlarla malik görünen­ oldu ve bu mültezimler toprağı “tefvîz” olurlar. Yukarıda da değinildiği üzere;
ler arasında “feodal” nitelikte ilişkiler etme yetkisini de haiz oldular. Maliye Hazinesi'nin -müstesna vakıflar
doğmuştur. Devletin; vergi toplama yetkisini hariç- bu gibi vakıf arazinin kamu ge­
Mülk arazî (arazî-i memlûke) üzerin­ “özel teşebbüs”e aktarması ve onu bazı lirlerini toplama işini üstlenmesi; bu gi­
de “ra k a b e ” ve “ta sa r ru f” bölünmesi kamu yetkileriyle donatması usûlü (İl­ bi özel “fon”ların şartlanna da zaman­
olmaksızın, mülkiyetden doğan yetki­ tizam) son derece sakıncalı bir usûldü. la uyulmamasına yol açacak ve Cum­
ler malik olan kişiye ait olur. Bu arazî Ödediği bedeli fazlasıyla çıkarmak is­ huriyet döneminde Medeni Kanun’un
üzerinde mirasçılık sözkonusu olur teyen bu kişiler, halka zulmetmektey­ kabulü ve a'şar vergisinin kaldırılma­
(İrs). Mîrî arazide ise “rakabe” devle­ diler. Tanzimat fermanı “İltizam” usû­ sıyla bu “fonlar” ortadan kalkacağı gi­
te ait olup “tasarruf” hakkı ise “mu- lünü lağvettiğinden artık doğrudan bi, gayrisahîh vakıf arazî üzerinde Va­
tassarrıf”a ait olduğundan, ‘7rs,”den doğruya devlet memuru olan bir kim­ kıflar Genel Müdürlüğü veya mazbut
değil “intikal”den söz edilir. Diğer bir se “tefvîz” işlemini yapacaktır. Muta­ vakıflar tüzelkişiliğinin hakkı kalmaya­
deyişle; mîrî arazînin mirasçılara inti­ sarrıfların eline de baş tarafı” tuğralı” caktır. Ne var ki, bir yandan artık eski
kali İslâmî mîras hukuku kurallarına tapu senetleri verilecektir. Böylece mî­ hukuk teriın ve kavramları bilinmedi­
göre değil; devletin düzenlediği rî arazide “tasarruf” haklarının mül­ ğinden, bir yandan da Vakıflar Genel
“in tik a l” kanunlarına göre olur. Mülk kiyet hakkı haline gelmesi sürecine gi­ Müdürlüğü’nün vakıf kaydına rastla­
arazî ise mîras kurallarına göre şer’î rni- rilmiştir. Cumhuriyet döneminde ta­ nan her yerde sahîh bir vakıf görmek­
rasçılara geçtiği gibi, mîrî arazinin bağ­ mamlanacak olan bir süreç sonucunda; te ısrar edişinden dolayı, Cumhuriyet'in
landığı kayıtlara bağlı olmaksızın satı­ devletin görevi sadece taşınmaz malla­ 60. yılı dolduktan sonra bile genel mü­
labilir, vakfedilebilir, rehnedilebilir, ba­ rın mülkiyet durumunu kesinlikle sap­ dürlükle ferdler arasında birçok gerek­
ğlanabilir, üzerinde “şuf'a (önalım) tamak ve “tescil” işlemlerini yapmak, siz çekişme ve davalar doğmaktadır.
hakkı kullanılabilir. devir işlemlerini memur aracılığıyla ger­ c) Metrûk arazî (arazî-i ınetrû.ke) te-
1672 VAKIFLAR
Tanzimat’tan Cumhuriyet 'e Vakıf

rimi; bugünkü hukuk dilimiz çerçeve­ kimsenin “ mahlûl” olan arazîsinin du­ lar”a ayrılmıştır. Burada yer alan 121.
sinde yanıltıcı çağrışımlara neden ola­ rumunu, tasarruf hakkının nasıl kay­ maddede; artık yeni “gayrisahîh vakıf-
bilir. Arazî-i metrûke’den amaç; terke­ bedileceğini düzenler. lar”ın meydana getirilmesi önlenmiş
dilmiş, boş bırakılmış, sahibinin bıra­ Mîrî arazî üzerinde tasarruf hakkı görünmektedir. Mîrî arazi; padişah ta­
kıp gittiği arazî anlamına değildir. Bu­ düzenlenirken aynı kurallara bağlı olan rafından “ Mülknâme-i humayûn”la ve
radaki “terfc"den amaç, bireysel mül­ gayrisahîh vakıf arazî de düzenlenmiş­ “temlîk-i sahîh” le temlik olunmadık­
kiyet sözkonusu olmayan ve kamunun tir. Sahîh vakıflar ise “ kanun”a değil ça vakfedilemeyecektir. II. Meşrutiyet
veya belirli bir topluluğun yararlanma­ fıkhî hükümlere tabidirler. Osmanlılar­ döneminde “ taraf-ı padişahî”den de­
sına özgülenen (tahsis edilen) arazî de­ da başlangıçtan beri kendisini gösteren ğil “ canib-i hükûmet”den verilen
mektir. Bu arazî de ikiye ayrılır: Bir ke­ kanun-fıkıh veya şeriat-örf ayrımı; “mülkname-i hümayun”dan söz edile­
simi belirli bir topluluğun yararlanma­ Tanzimat dönemi hukukunda büsbü­ cek ve mîrî arazînin vasiyet konusu ya­
sına değil de herkesin yararlanmasına tün belirgindir. pılamayacağı da belirtilecektir.
sunulmuş toprak parçasıdır: Genel yol­ Kanunun ikinci babı metrûk arazî Arazî Kanunnamesi’nin mîrî arazî
lar gibi. Diğer kesimi de bir köy veya (kamu mallan) ve mevat araziye (işlen­ mutasarrıflarına tanıdığı hak ve yetki­
kasaba veya birden fazla köy yahut ka­ memiş, ölü topraklar) ilişkin kuralları lerle devir ve intikal kolaylıkları gide­
saba halkımn yararlanmasına sunulmuş düzenler. Orman ve otlak gibi mallar­ rek gelişip genişleyecek ve sonunda Me­
mer’alar (otlaklar) gibi taşınmazlardır. dan nasıl yararlanılacağını belirtir. Yi­ denî Kanun’un yürürlüğe girmesiyle bu
d) Mevat arazi: Konut arsalarındanne bu babda yer alan 103. madde gere­ süreç tamamlanarak rakabe/tasarruf
oldukça ve aşağı yukarı en az bir bu­ ğince, işlenmemiş (ölü) araziden “me­ ikiliği ortadan kalkacak, “ tasarruf”
çuk mil uzakta olan boş, işlenmeyen murun izniyle” yer açıp tarla haline ge­ mülkiyete dönüşecektir. Özellikle gayri-
yerlerdir. tiren kimsenin durumu, rnlrî arazî mu­ sahîh vakıf kavramı yönünden arazî
Arazi Kanunnamesi’nin birinci babı tasarrıfı gibi olacak, Beytülmal (Hazi­ hükümleriyle vakıfları düzenleyen ku­
mîrî araziye ayrılmıştır. Bu arazinin ne) yine “rakabe”ye sahip sayılacak, rallar arasındaki ilişki dolayısıyla kısaca
üzerinde nasıl tasarruf edileceğini, ta­ ölü araziyi izinle tarla haline getirenden gözden geçirdiğimiz arazi rejiminden
sarruf hakkının nasıl başkasına devir başlangıçta “tapu” adı verilen bedel bundan sonraki gelişimine vakıf konu­
(ferağ) edilebileceğini, tasarruf hakkı alınmayacak, izinsiz tarla açmış ise bu sunu ilgilendirdikçe değinilecektir.
sahibinin vefatı halinde kimlere ve na­ bedel alınarak kendisine tapu senedi ve­ Arazi Kanunnamesi’nden kısa bir sü­
sıl “intikal” edeceğini, intikal hakkı sa­ rilecektir. re sonra, 1863’te, İstanbul dışındaki va-’
hibi olan bir kimse bırakmaksızın ölen Kanunun üçüncü babı “çeşitli kural­ kıfların yönetim ve denetimini düzen-
1673
VAKIFLAR
Tanzimat’tan Cum huriyete Vakıf

leyen nizamname çıkarılmıştır. Bu ni­ rulması için aranan şartlara benzer ku­ bir peşin kira bedeli (icare-i muaccele)
zamnameye göre “E v k a f M ü d ü rle r i” rallar yanında, belki de nizamnameyi alınarak ve süresi sınırlanmayarak ki­
bulundukları memleketin meclis üyesi hazırlayanların Fransız ihtilâli sonrası racıya devredilmekte, her yıl da ayrıca
olacaklar, İstanbul dışındaki ‘‘mülhak akımların etkisinde kalması dolayısıy­ dönemli bir kira bedeli (İcare-i müec­
vakıflar”ı denetleyeceklerdir. Mülhak la yalnız şeklî ve hukuki bir incelemey­ cele) alınarak kira sözleşmesi yenilen­
vakıflar Evkaf Nezareti’nce değil mü­ le yetinilmeyerek kurulacak vakfın ge­ miş gibi gösterilmekteydi. Zamanla İca­
tevellileri eliyle yönetilen vakıflardır. rekli ve yararlı olması da aranmış, böy- reteyn usûlüyle kiraya verilen taşınmaz­
Yine nizamnameye göre, gereksiz kal­ lece “izin” sistemine yaklaşılmıştır. lar üzerinde “aynî hak” niteliğini ka­
mış bir görev (cihet) dolayısıyla vakfi­ Vakıf taşınmazların alelâde kira de­ zanan “tasarruf” hakkı meydana ge­
yede ücret (vazife) kararlaştırılmış ise, ğil de “icareteyn” usûlüyle kiraya ve­ lecek, bu tasarruf hakkı da mîrî arazî
bu görev boşaldığında “cihet” yeniden rilebilmesi için “m esağ-ı ş e r ’î ” , fıkhî gibi intikal hakkı sahiplerine intikal
bir başkasına verilmez ve “vazife” vak­ hükümlere uygun bir “ cevaz” ve ayrı­ edecek, Cumhuriyet’ten sonra Vakıflar
fa irat kaydolunur, vakfın kasasında ca bu konuda “irade-i seniyye” aran­ Kanunu’yla (1935) mülkiyet hakkına
kalır. maktadır. İrade-i seniyye alınmaksızın dönüşme süreci tamamlanarak “ta sfi­
Nizamnamenin en ilgi çekici kural­ “icareteyn” usûlünün ihdası hapis veya y e ” süreci başlatılacak, Vakıflar Genel
larından birisi, yeni vakıf kurulmasını sürgün cezasını gerektirir. Daha önce Müdürlüğü’nün bu gibi taşınmazlar
izne bağlayan kuraldır: Nizamnamenin de değindiğimiz gibi “icareteyn” usûlü üzerindeki hakkı “taviz bedeli” karşı­
35. maddesi uygulanmış ise artık yeni­ olağan kiralamadan farklıdır. Mîrî ara­ lığında tasfiye edilecektir.
den vakıf yapma işleminin izne bağlan­ zinin “tasarruf”u nasıl ferdlere “tef­ Ancak, 1983’te TBMM toplanmadan
dığı söylenebilir. Vakfın o yörede hal­ viz” edilmekle bu “t a s a r r u f u n gide­ önce çıkarılan ve böylece Anayasa’ya
ka gerekli ve yararlı olduğu, vakfede­ rek mülkiyete dönüşmesi süreci başla­ aykırılık iddiası önlenen bir Vakıflar
nin özgülediği malvarlığı unsurlarının tılmış idiyse, vakıflar alanında da bazı Kanunu değişikliğiyle bir yandan “ta­
da vakfın amacına hizmete yeterli ve güçlükler vesile kılınarak ve zorunluk viz b ed eli” oranı artırılacak, diğer yan­
ayrıca düzenlenen vakfiyenin “usû1-i gibi gösterilerek özellikle 17. yy başla­ dan da taviz bedeli ödenerek vakıfla ili­
şer’iyyesine muvafık bulunduğunun ta­ rından itibaren “icareteyn” usûlü yay­ şiği kesilmemiş olan taşınmazların
hakkuk etmesi ve “ba-ferm an-ı â lî” ka­ gınlaşmış, vakıf taşınmazlar üzerinde “mahlûlen” vakfa avdeti usûlü canlan­
lemine kaydı gerekir. Görülüyor ki ye­ de zamanla özel mülkiyete dönüşme ve dırılmak istenecektir.
terlik şartı aranması, vakfiyenin ince­ aktarılma süreci başlatılmıştır. Nizamname; vakıf olan bir taşınma­
lenmesi, “tescil” gibi bugün vakıf ku­ “ İcareteyn” usûlünde vakıf taşınmaz zın “mülk” olan bir taşınmazla “istib-

VAKIF ORMANLARI: Tanzimat’tan sonra çıkarılan önemli bir vakıf mevzuatı da Evkaf ormanlarının yönetimine dair
kararnamedir. Buna göre ayrılmış ve mütevelli eliyle yönetilen ormanlar dışında ormanların orman memurları eliyle yönetileceği
belirtiliyordu.
1674
VAKIFLAR
Tanzimat’tan Cumhuriyet 'e Vakıf

d a l” (trampa) edilmesi konusunu da bütün icareteynli vakıflara uygulamyor- ca, halefiyet usûlü benimsenmiştir. Her
düzenlemiş ve “ irade-i seniyye”ye bağ­ du. kökte üst tabakada birisi varsa, onun
lamıştır. Önce kadı önünde “ istibdal” Oysa “ icareteyn” usûlünün başlan­ aracılığıyla ölene bağlanan kimse inti­
için gerekli şartların bulunduğu tesbit gıcında “ intikal” konusunda vakfede­ kalden yararlanamaz. Ölenden önce
edilecek, sonra da “ İrade-i seniyye” alı­ nin başkaca bir şartı yoksa, şer’î mîras- ölenin yerine kendi furu’u (altsoyu) ge­
nacaktır. çılık sözkonusu olmadığı için, sadece çer.
evlâd ve kız-erkek eşit olmak üzere in­ İkinci derecede ana-baba ve halefi­
Miras Düzenlemeleri tikal hakkı sahibi oluyordu. intikal yet usûlü ile onların füru’u (kardeşler
hakkı sahiplerinin ınîrî arazî ve gayri- ve kardeşlerin füru’u) yer alır. Daha
l870’de “ Musakkafat ve Müstagal- sahîh vakıflardan sonra mazbut icare- önceki intikal kuralları kardeşlerden
lât-i Evkaf’ın Muamelâtı Hakkında Ni­ teynli vakıf taşınmazlar, sonra da mü­ sonra kardeşin füru’una hak tanımadığı
zamname” çıkarılmıştır. Bu nizamna­ tevellisi olan vakıfların icareteynli ta­ halde, 1913 Muvakkat Kanunu; 1900
mede “mazbut vakıflar”da intikal hak­ şınmazlarına da teşmil ediImesi hoşnut­ Alman ve 1912 İsviçre Medenî kanun­
kı sahipleri daha geniş tutulmakta, suzluk doğurduğundan, atılan bu adım larından da etkilenerek, 1926 Türk Me­
“ gayr-i mazbut” vakıflarda ise icare- geri alınacak ve bu kuralların " ihtiya­ denî Kanunu’ndan önce, taşınınaziarın
teynli taşınmazın yalnız “ evlâd” a inti­ r î ” olduğu belirtilecektir ( 187 5 tarihli oldukça geniş bir kesimi için, İslâmî mî-
kal edeceği belirtilmektedir. 1875'te çı­ İrade-i Seniyye). Ne var ki artık Tan­ ras hukuku kuralları dışında ve “ inti­
karılan bir nizamname, bütün icare- zimat ve Meşrutiyet dönemi hukukla­ kal hakkı” çerçevesinde Batı hukukla­
teynli vakıflarda intikalin evlâd/ahfâd rında mîras ve mülkiyet hukuku alan­ rındaki mirasçılık sistemini hemen ay­
(torunlar)/ebeveyn (ana-baba)/ana- larında Batı hukuku etkisinde bir de­ nen Türk-Osmanlı hukukuna aktara­
baba bir kardeş/yalnız baba bir kar- ğişim sürecine girilmiştir. caktır. Bu gelişimin yolunu Osmanlı
deş/yalnız ana bir kardeş/eşe (zevc ve­ Mîrî arazîde de intikal hakkının kap­ Devleti’nin başlangıcından beri beliren
ya zevce) intikal edeceğini belirtecektir. samı giderek genişleyecek ve nihayet ve Tanzimat’dan sonra büsbütün belir­
Eş, çocuk ve torunlarla içtima (bir ara­ 1913’te çıkanlan "E m viil-i G ayrim en- ginleşen hukuk kaynağı ikiliği, Şeri-
da bulunma) halinde bir şey olmaya­ k u le in tik a la tı” muvakkat kanunuyla at/Ö rf veya Fıkıh/Kanun ayırımı ha­
cak, fakat diğerleriyle içtima edince 1/4 " in tik a l” konusunda icareteynli vakıf zırlayacak, Cumhuriyet’den sonra ise
pay alacaktır. Böylece 1867 tarihli ka­ taşınmazlarla ınîrî arazinin aynı " in ti­ dînî hukuk kaynağı ile ilişki tamamen
nunla yalnız mazbut vakıflarda ve ih­ k a l ” kurallarına bağlanması süreci ta­ kesilecektir.
tiyarî (isteğe bağlı) olmak üzere kabul mamlanmıştır. Bu kanuna göre intikal Yine Batı hukuklarının etkisinde ola­
edilen “ intikal hakkı sahipleri çevresi­ hakkı sahiplerinin birinci derecesi mü­ rak, 1913 Muvakkat Kanunu’yla, bü­
nin genişletilmesi” yöntemi; nizamna­ teveffanın füru’u, yani evlâd ve ahfa­ yük ana ve büyükbabalarla onların fü-
meyle ihtiyarî olmaktan çıkarılıyor ve dıdır (altsoy, çocuk ve torunlar). Ayrı­ ru ’u da “ üçüncü derece intikal hakkı

II. MEŞRUTİYET DÖNEMİNDE: II. Meşrutiyet’te özellikle Ürgüplü Hayrı Bey’in Evkaf Nazın olduğu sırada yapılan düzenlemeler
önemlidir. Bu dönemde duacılık vazifeleri bedel karşılığında yokedildi, İstanbul’daki imaretler medrese öğrencilerine tahsis edildi,
cami ve mescid vakıftan dışındaki bina ve arsaların amaçlan dışında yararsız hale gelenlerinin paraya çevrilmesi ve buradan elde
edilecek gelirin hayır, kurumlanna, mekteb, medrese ve hastanelere harcanacağı kabul edildi. Şeyhülislam ve evkaf nazın Hayri Bey
(sağda), evkaf nazın Fevzi Paşa (solda), Şemseddin Paşa (ortada).
1675
VAKIFLAR
Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Vakıf

sahipleri” ni oluşturacaklardır. Bu üç tüzelkişiliği de “ Tekke ve Zaviyelerin il­ kullanılan veciz ve güzel bir eserdir. Bu­
dereceden sırasıyla birisinde intikal gası Hakkında Kanun” la ortadan kal­ gün de eski vakıf sorunlarında başvu­
hakkı sahibi varsa, ardından gelen de­ kacak, âşarın kaldırılması ve mîrî ara­ rulmaktadır. Yeni harflere üç ayrı ya­
recedeki kişi “ intikale nail” olmaz. zî sisteminin Medenî Kanun ile ortadan yımla aktarıldığı gibi; yurt dışındaki
Yalnız ana ve baba ölenin füru’u ile bir­ kalkması sonucunda artık bu tür vakıf­ Türk cemaatlerince de başvurulan bir
likteyseler altıda bir (südüs) pay alırlar. lar da ortadan kalkmış olacaktır. eser niteliğini korumaktadır. Özellikle
Zevc veya zevce ise; birinci dereceyle Tanzimat döneminin önemli bir ka­ Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde
birlikte olduğu takdirde dörtte bir, di­ nunlaştırma hareketi olan Mecelle ça­ Anayasa atfıyla adeta “K a n u n ” nite­
ğer derecelerle birlikteyse yarı pay, lışmaları yarım kalmasaydı; belki de liğini kazanmıştır. Kıbrıs’da da yeni
üçüncü derecenin füru’u ile birlikte tek “ V a k ıfla r” konusu da ayrı bir kanun­ Türk alfabesiyle çoğaltılmıştır ve Vakıf­
başınaysa taşınmazın tamamının tasar­ la düzenlenebilecekti. Nitekim Mecel- lar İdaresi’nde başvuru kitabı olarak
ruf hakkını alır. le’nin hazırlanmasında da önemli kat­ kullanılmaktadır. 1893 yılında Hüseyin
Bu “ intikal kanunları” yla miras hu­ kıları olan, o dönemin seçkin hukuk­ Hüsnü Efendi’nin e l-ih s â ffi A h k a m i’l-
kuku alanında kadın-erkek eşitliği de çularından Ömer Hilmi Efendi’nin E v k a fa d lı eseri yine İstanbul’da bastı­
Osmanlı hukukuna Medenî Kanun’dan 1890’da ölümünden sonra bastırılan rılacaktır. Nihayet Cumhuriyet döne­
önce girmiştir. 1870’te, vakıfların İ th â fu ’t- A h lâ ffi A h k fim i’l-E v k a f adlı mine girilmek üzereyken 1921’de yine
vakfiyelerinde gösterilen çeşitli görev­ eseri; biçim yönünden kanun yapma İstanbul’da Ali Haydar Efendi’nin
lerin nasıl tevcih olunacağını gösteren tekniğine uygun olarak hazırlanan, an­ Tertfbü ’s - S u n u ffi A h k â m i’l-V u k u f ad­
bir nizamname çıkarılmış, 1873’te bu­ cak “ madde” yerine “ mesele” terimi lı eseri yayımlanacaktır.
nun yerini yeni bir nizamname almış­
tır. 1874’te vakıf taşınmaz kayıtları da
Defterhane Nezareti’ne devredilmiştir.
Vakıf taşınmazlara ilişkin işlemlerden
sağlanacak gelir; mülhak vakıflarda
mütevellinin hissesi verildikten sonra,
Evkaf Hazinesi’ne verilecektir.
1880’de “ Evkaf Nezareti’ni Teşkil
Eden Devair’in Vezaifi Hakkında Ni­
zamname” çıkarılmıştır.
1888’de, icareteynli taşınmazlar üze­
rindeki tasarruf hakkının da beslemek
şartıyla ferağ edilebileceği ve bu mua­
melenin geçerli olacağı, ancak; senede
bağlanmayan iddiaların dinlenmeyece­
ğine ilişkin bir kanun çıkarıldı. Esasen
1879’da bu konuda İrade-i Seniyye (Pa­
dişah iradesi) ile tasdik edilen bir ve­
killer heyeti (Meclis-i Mahsûs-i Vüke­
lâ) kararı yayımlanmıştı.
Bu arada, 1870-1894 yılları arasında,
Yeniçeri vakıfları gibi amacının gerçek­
leştirilmesi imkânsız görünen vakıflar­
la, yurt dışında kalan kurumlara gelir
getirmek üzere tahsis edilen taşınmaz
gelirlerinin ve yangın yerlerinde kadast­
ro yapıldığında “ fazla” kalan parsel­
lerin Evkaf Nezareti eliyle Darüşşafa-
ka’ya tahsisine ilişkin ve “irade-i seniy-
ye” yoluyla düzenlemeler de yapılmış­
tır.
1874-1895 yılları arasında, Tanzimat
döneminin başlangıcında kendisini gös­
teren ve gelişen sürece uygun olarak,
birçok “ müstesnâ” vakfın “ istisnaî”
durumu ilga edilecek ve bunların da
“canib-i m îrîden za b t ve ta ’ş ir ” oluna­
cakları belirtilecektir. Daha önce de de­ VAKIF Y A P A N K AD IN LAR: imparatorluk boyunca birçok kadın, adıyla anılan
ğindiğimiz gibi, bu “ müstesnâ vakıf­ cami, çeşme, sebil, külliye, imaret, sıbyan mektebi, hamam, kervansaray, köprü vb.
la r d a n bir bölümü Cumhuriyet’den yaptırıp vakfetmişlerdir, ll. M ahm ud’un 2. ikbali ve Abdülaziz’in annesi Pertevniyal
önce veya sonra millî sınırlarımız dışın­ Valide Sultan’ın yaptırdığı Aksaray’daki Valide Camii.
da kalacak, bir bölümünün bağımsız
1676
VAKIFLAR
Tanzimat’tan Cum huriyete Vakıf

Tanzimat ve I. Meşrutiyet dönemle­ karşılığında taliplerine satılacak ve alı­ hafazakâr çevrelerin bir ölçüde de haklı
rinde vakıflara ilişkin olarak çıkarılan nan bedel vakfına irad kaydedilecekti. olan tepkilerine yol açabilmiştir. Daha
mevzuatdan birisi de Evkaf Ormanla- Bu acı ve garip durum; II. Meşrutiyet sonra Cumhuriyet döneminde “ mes-
rı’nın Suret-i İdaresi’ne Dair Kararna- dönemi başlangıcında büsbütün garip cid’’ vakıfları da istisna edilmeyecek ve
me’dir (1876). Bu kararname; gayrisa- bir görünüm almıştı. Meselâ bu duagû- çevrelerine tarihî bir kişilik veren bir­
hîh vakıflar konusundaki düzenlemeye luk fodlalarından günde yetmiş dokuz çok küçük mescid “ tasnif harici” bı­
benzer biçimde ve ondan daha geniş bir çiftini bir müşir (mareşal) satın almış rakılıp satılarak binası veya arsası baş­
çerçeve içinde, müstesnâ vakıflar ve bulunuyordu. Bu sebeple köktenci bir ka amaçlarla kullanılabilecek, 1957’de
mütevellisi eliyle idare olunan vakıflar çözüme gidildi ve duacı vazifeleri be­ bu uygulamanın zararlarını giderebil­
dışındaki bütün vakıf ormanlarının da­ del karşılığında imha edildi. mek için “ Aslında Vakıf olan Tarihî ve
hî orman memurları eliyle yönetilece­ Aynı tarihde çıkarılan bir diğer ka­ Mimarî Kıymeti Haiz Eski Eserlerin
ğini belirtiyordu. Nitekim II. Meşruti­ nun da İstanbul’daki imaretlerin lağvı­ Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne Devrine
yet ve Cumhuriyet döneminde de eski na ve bunların tahsisatının medrese öğ­ Dair Kanun” çıkarılacaktır. Ne var ki
idarî usullerin tasfiyesi süreci devam rencilerine tahsisine ilişkin kanundur. bu kanun özel hukuk kişilerinin eline
edecek, vakıf hukukî çerçevesi içinde Bu imaretler de amaçlarından uzaklaş­ geçen vakıfların kaderiyle ilgili değildir.
düzenlenen yetkiler ve kamu hizmetle­ mış ve muhtaçların değil yöneticilerin Bunlar için Vakıflar Genel Müdürlüğü
ri zamanla başka makamlara ve yerel yiyim kapısı olmuşsa da, bunların lağ­ kamulaştırma yetkisini kullanabilecek­
yönetimlere aktarılacaktır. vı yerine ıslahları daha uygun olabilir­ tir.
di. Oysa böyle yapılmamış, yalnızca bi­
I I . M e ş r u t i y e t ’t e n S o n r a 1912’de çıkarılan bir kanun, vakıf bi­
risi İstanbul, diğeri Üsküdar’da olan iki naların altında üstünde, sınırları için­
V a k ıfla r imaret alıkonarak diğerleri kapatılmış­ de ve müştemilâtında bulunup başka­
Il. Meşrutiyet döneminde 1^$ tarihli tır. sının eline geçen yerler hakkında Evkaf
bir İrade-i Seniyye “ Evkaf Nezareti da­ 1911 ’de çıkarılan bir kanun da Nezareti’ne istimlâk (kamulaştırma)
iresinde Teftiş Kalemi’yle, Belediye da­ “ Mekteb-i Evkaf Hakkında Kanun” - yetkisini vermektedir.
irelerinde evkaf muhasebecilikleri ku- dur.
rulması” na ilişkindir (D ü stu r, II/2 , Yine 19l l ’de çıkarılan önemli bir ka­ 1913’te bir İrade-i Seniyye ile gayri-
s.224). Amaç, Osmanlı ülkesindeki va­ nun ile de, cami ve mescid vakıfları dı­ sahîh vakıf kökenli olan İstanbul ada­
kıf kurumlarının iyi korunması ve ge­ şındaki vakıflardan vakfediliş amaçla­ ları çamlıklannın mîrî arazî hükümle­
lirlerinin artınlması, şunun-bunun eli­ rı açısından yararsız hale gelen bina ve rine tabi tutulup ihale edilmemesi ve
ne geçmiş olan vakıf malların ortaya çı­ arsaların paraya çevrilerek civarındaki korunması karara bağlanmıştır. Ne var
karılması olarak belirtilmektedir. benzer hayır kurumlarının masrafları­ ki aradan yetmiş yıl geçtikten ve “ ta­
II. Meşrutiyet döneminde özellikle na ve sonra mescid, mekteb, medrese viz bedeli” konusu yukarıda değindi­
Ürgüplü Hayri Bey’in (Efendi) Evkaf ve hastahane gibi hayır kurumlarına ğimiz gibi 1983’te yeni bir düzenleme­
nazırı olduğu sırada, vakıflar alanında harcanacağı ilkesi kabul edilmiştir. Bu ye bağlandıktan sonra, adalar arazisi­
önemli düzenlemeler yapılmıştır. Bun­ \canun; vakfiye şartlarına, vakfedenin nin “ gayrisahîh vakıf” kökenli olduğu
lardan birisi “D uagu V ezaifinin Suret-i isteğine ve vakıfların “ ferdiyet” ine ay­ unutulacak ve Vakıflar buradaki taşın­
İm hası H a k k ın d a K a n u n ”dur (1911). kırı ve çeşitli vakıfların “ mazbut vakıf­ mazlardan da taviz bedeli talep edecek­
Bu kanun çıkarılıncaya kadar vakıflar­ lar tüzelkişiliği” içinde erimesi sürecin­ tir.
da fiilen hizmet görenlerden başka de önemli bir aşama olduğundan mu­ Yine 1913’te “ Eşhas-ı Hükmiyyenin
“ duacı” sıfatıyla da bazı kimselere
“ fodla” pişirilip dağıtılıyordu. Duacı-
lık sıfatı adeta kıymetli evraka bağlı,
alınıp satılabilen, Evkaf Nezareti’ne
karşı ileri sürülebilen bir “ fodla” hak­
kı veriliyordu. Bu sıfat başkasına dev-
redilebiliyordu.
1835’te Il. Mahmud’un bir iradesiy­
le duacılık sıfatının sağladığı hakların
devri yasaklanmış, kişiye bağlı sayılmış,
o kişi öldüğünde ancak yardıma muh­
taç eviâdına “ mahlûlünden” verilmesi
kararlaştırılıştı. Ne var ki toplumda
yeterli bir sosyal güvenlik düzenlemesi
olmadığı ve bazı kimseler ellerinde bu
duagûluk sıfatlarının toplanmasını bel­
ki de bir tür “ sigorta” olarak gördük­
leri, yahut bu yoldan emeksiz “ fodla”
almaya alışık kimselerin çokluğu dola­
yısıyla, aynı yıl ferağa ve evlâda intika­
line yine ruhsat verildi. Duacılar çocuk­
suz ölürlerse duacılık sıfatı bir bedel
1677
VAKIFLAR
Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Vakıf

Emvâl-i Gayr-i Menkuleye Tasarrufları Kanun'dan sonra, Cumhuriyet döne­ limsel eserler yanında “ Islahat lâyiha­
Hakkında Kanun” çıkarılmıştır ve bu minde bazı imar mevzuatıyla İstanbul ları' ', bu konuda yazılan makale ve ya­
kanun daha çok bir gerçek kişi adına dışındaki gediklerin tasfiyesi yolu da pılan teklifler de önemli ve ilgi çekici
tescil edilip de aslında Müslüman olma­ açılacaktır. boyutlardadır. Mısır Evkaf Nezareti'-
yan cemaatlerin dînî ve hayrî kuram ­ Yine 1913'te çıkarılan intikal kanu­ nde bulunup sonra emekli olan Hama-
larına tahsis edilen taşınmazların duru­ nuna yukarıda değinmiş bulunuyoruz. dazade Halil Harndi Paşa önce Ayan
munun belirginlik kazanmasına ve bu Aynı yıl Vakıflar konusunu ilgilendi­ Meclisi üyeliği ile İstanbul'a getirilmiş,
kurumların “ cemaat” yararına yüküm­ ren başka düzenlemeler de yapılmıştır. 1909'da da Evkaf nazırı olmuştu. Yılı
lü bağışlamalar olmaktan çıkarak ayrı Bunlardan birisi yeni Tevcih-i Cihât Ni- dolmadan görevden çekilen bu zatın va­
ayrı kişiliği haiz “ cemaat vakıfları” ha­ zamnamesi'dir. Bundan başka “ müs- kıfların ıslahına dair bir lâyihası ve ay­
line gelmeleri sürecinin başlatılmasına tesnâ vakıflar” la, ayrıcalığı kaldırılmış rıca “ Muvakkat Talîmat-ı İdariyye
yolaçmıştır. Lozan Antlaşması'yla bu vakıflara ilişkin bir irade-i seniyye ya­ Mecmuası” vardır. O dönemin eski yö­
süreçde önemli bir aşama daha alına­ yımlanmıştır. netim usullerinin tasfiyesi ve Evkaf Ne­
cak ve 1935 Vakıflar Kanunu'ndan son­ zareti elinde toplanan birçok kamu hiz­
ra bu kurumlar da kanuni bir tahvil (çe­ Önemli bir metin de Evkaf Bankası metinin ve dolayısıyla kamu mallarının
virme, dönüşüm) ile “ mülhak Cemaat Hakkında Muvakkat Kanun'dur. Esa­ dağıtılması sürecine aykırı olarak,
vakıfları” durumuna gireceklerdir. sen Hayri Efendi Evkaf Nazırıyken Harndi Paşa'nın fikirleri daha çok di­
Nukud-i Mevkufe M üdürlüğü’nü kur­ ğer nezaretlerin elinde bulunan vakıf
Vakıflar konusunu dolayısıyla da ol­ muştu. Evkaf Bankası I. Dünya Sava­ mallarının geri alınması yönündedir.
sa ilgilendiren bir diğer kanun da 1913'- şı ve Kurtuluş Savaşı şartları içinde fa­ Herhalde görüşleri zamana uymamış,
te çıkarılan “ Gediklerin ilgası Hakkın­ aliyete geçemeyecek, Cumhuriyet döne­ nezarette fazla kalamadan ayrılmış, fa­
da Muvakkat Kanun” dur. Başlangıç­ minde yine Vakıf Paralar Müdürlüğü kat belki de bazı ıslahat görüşleri daha
ta belirli bir taşınmazda sürekli olarak aracılığıyla ihtiyaç karşılanacak, niha­ sonra Mustafa Hayri Efendi'nin giri­
bir meslek veya sanatın icrası hakkını yet 1954'te ilk kanundan kırk yıl son­ şimlerini etkilemiştir.
veren “ gedik” hakkı; süresi sınırlanma­ ra, Türkiye Vakıflar Bankası Kanunu Meclis-i İdare-i Evkaf Başkâtibi İs­
dığı için zamanla asıl hak sahibinin çıkarılacaktır. mail Sıdkı'nın da bu konuda bir risa­
hakkını “ sembolik” hale getirmişti. Bu 1918'de çıkarılan Meclis-i Meşayih lesi vardır. Bu yazar da vakıf hizmet­
kanun; “ gedik” hakkını değil “ mülk Nizamnamesi, binası “ vakıf” veya lerinin halka ve halkın denetimine bı­
mutasarrıfı” nın hakkını bedel karşılı­ “ m ülk” olan tekkeler konusunda da rakılması gerektiği, Hazine-i Evkaf
ğında tasfiye ediyor, taşınmaz vakfa ait bazı kurallar getirmektedir. 1925'te tek­ Teşkilâtı yerine çok daha dar bir “ Mer-
ise “ gedik” hakkını yine süresi sınırlan­ ke ve zaviyeler ilga edilirken, sahîh kez-i Umumi” niteliğinde “ Hayrat-ı İs-
mamış bir tür üst hakkı olan “ muka- vakıf” olan tekkelerin mülkiyeti evka­ lâmiyye İdaresi” nin yeterli olduğu gö­
ta 'a ” ya çeviriyordu. Vakıflar Kanunu'­ fa (mazbut vakıf tüzelkişiliği) kalacak, rüşündedir. Yazarın “bürokrasi ve dev­
ndan (1935) sonra “ icareteynli” taşın­ “ mülk tekkeler” in mülkiyeti malikin­ letçilik” karşısında ve “ teşebbüs-i şah­
mazlarla birlikte “ mukataalı” taşın­ de kalacak, binası “ m ülk” olan tekke­ si” akımının etkisinde olduğu sezilmek­
mazların da vakıfla ilişiği kesilerek ta­ ler de güç tasfiye sorunları doğuracak­ tedir. İcareteynli ve mukataalı vakıf
viz bedeli karşılığında özel mülkiyete tır. mahaller ve gediklerin mülke tahvilini
aktarılmaları yolu açılacaktır. İstanbul II.Meşrutiyet döneminde vakıflar istemesi de ilgi çekicidir ve bu isteği ile­
ve yöresindeki gedikleri ilga eden bu konusunu hukukî yönden inceleyen bi- ride gerçekleşecektir. Bu “ lâyiha” da
ileri sürülen görüşlerden bazıları ileri­
MÜZE: Vakıf eserlerinde bulunan de vakıfların İslâm cemaatine terki şek­
malzemenin (yazma kitap, minyatür, linde yankılar bulacak, ancak yukarı­
mühür eşya vb.), Türk-İslâm değerlerinin
da da değindiğimiz gibi vakıf hukuki
bir müzede toplanması evkaf nazırı Hayri
Bey’in öncülüğüyle oldu. Malzemenin çerçevesi içinde çok çeşitli kamu hiz­
toplanması için bir komisyon metleri örgütlendiğinden ve bizde tari­
oluşturuldu. Evkâf-ı İslâmiye Müzesi’nin hi gelişim ve şartlar devletten bağımsız
kurucu heyetinde M. Ziya (İhtifalci), bir “ İslâm Cemaati5’ örgütlenmesine
İ.M. K. İnal, Reşad Fuad Bey, İsmet Bey, uygun olmadığından, uygulanmaya­
Armenak Efendi, Sakızyan Efendi ve caktır. Eski sadrazamlardan, Saîd Pa­
İstanbul vakıflar müdürü ve müzenin ilk şa da ilke olarak vakıf işlerinin cemaat
müdürlerinden Ahmet Hakkı Bey yer meclislerine aktarılması, Evkaf Neza-
aldı. Ülkedeki tekke, türbe, medrese ve
camilerdeki bağış eserler derlenmeye reti'nin ise bir denetim makamı olarak
çalışıldı. Süleymaniye külliyesinde açılan kalması görüşündeydi.
müzenin açılış konuşmasını İhtifalci Ziya Ziya Gökalp; “ özel teşebbüsçü” gö­
Bey yaptı. Müzenin açılışına Yusuf rüşler yönünde değil de yeni yönetim
izzeddin Efendi, Harndi Bey, Besim usulleri ve merkezî yönetim açısından
Ömer Paşa, Said Halim Paşa, vakıf kurumuna en keskin ve şiddetli
Şeyhülislâm Ürgüplü Hayri Efendi ve eleştirileri yapmış, “ Vakıf” şiirinde bu
Ahmed Rasim katıldı. Soldan sağa kurumun halkı tembelliğe alıştırdığını,
ihtifalci Mehmed Ziya, İbnülemin
Mahmud Kemal İnal, Ahmed Rasim. dirilerin yönetimini ölülerin eline ver­
diğini söylemiş, “ Bütçe Birliği” adlı şi­
1678
VAKIFLAR
Tanzimat’tan Cum huriyete Vakıf

irinde de bir devlet içinde iki ayrı hazi­


ne ve kamu hizmeti örgütü olmasını
eleştirmişdir. Meşrutiyet döneminde bu
görüşler geniş çapta uygulama alanı bu­
lamamışsa da özellikle Cumhuriyet'in
ilk dönemi uygulamasını daha büyük
ölçüde etkileelikleri söylenebilir.
Cumhuriyet döneminin başlangıcın­
da, 1920’de TBMM Hükümeti’yle ku­
rulan Şer’iyye ve Evkaf Vekâlet; 3 Mart
1924’de hilâfetin kaldırılmasıyla birlikte
ilga edilecek, bunun yerine başbakan­
lığa bağlı bir genel müdürlük kurula­
cak, 1926'da yürürlüğe giren Medenî
Kanun’un Tatbikat Kanunu eski vakıf­
lar konusunda ayrı bir Tatbikat Kanu­
nu çıkarılacağını bildirecek, bu özel ka­
nun 1935'te yürürlüğe girineeye kadar
bazı özel kanun ve kurallarla “ tasfiye”
süreci sürdürülecektir. 1967’de çıkarı­
lan 903 sayılı kanundan sonra ise, ta­
rihten alınabilecek dersleri unutmuş gö­
rünen ve bu kez de özellikle ABD’den
örnek alan bir vakıf uygulamasıyla ye­
ni bir kavram ve terim kargaşası döne­
mi başlayacaktır. D

AMME MENFAA Tİ: Hali vakti iyi olanların taşınır ya da taşınmaz mallarını toplum yararına sunmalarının binlerce örneği vardır.
Kuşların bakımından yoksul kızların çeyizlerine kadar her tür insani yardım bu yolla sağlanmış, adeta hayır ve hayrat yapmak için
yarışı/mıştır. Bursa'nın Aksu köyünde bir çeşmenin açılışı (altta), Selanik'te Hamidiye çeşmesi (üstte).
YAYINCILIK

Osmanlı Yayıncılığı
N u ri A k b a y a r

Bu konuda ayrıca Aydınlar, Basın, Dil ve Dil Tartışmaları, Edebiyat ve


Hukuk Düzeni maddelerine bakınız.
1680
Osmanlı Yayıncılığı

Nuri Akbayar

Osmanlı matbaacılığının ilk ürünü­ daha yavaş olmuştur. Bunun nedenle­


nü verdiği tarih 1729’dur ama 1870’lere rinin başında Osmanlı modernleşmesi­
kadar bir yayın dünyasının oluştuğun­ nin temel hedefleri arasında kültürel
dan söz etmek imkânsızdır. Arada ge­ modernleşmenin en son sırada gelmesi
çen 140 yıllık sürede Osmanlı toplumu yer alır. Modernleşme yolunda kesin
birçok alanda önemli değişimler yaşa­ dönemeç olan Tanzimat’ın ilanından
mış, kültür alanındaki değişim ise çok sonra ise kültürel modernleşme ön sı-

EN SONDA: Osmanlı toplumunda kültürel alanda modernleşme çok sonraları başladığı için yayın dünyasının gelişimi de yavaş
olmuştur. Ancak Tanzimat'ın ilanından sonra Balı'dan aktarılan gazete ve dergi gibi araçlar küçük de olsa bir yaytn dünyastntn
oluşumunu sağlamış, bunun yanısıra matbaa, kağıt fabrikalar vb. teknik gelişmeleri de hızlandırmışlır. İlk matbaanın kurucusu
İbrahim Müteferrika’nın bastığı, Katip Çelebi’nin Tuhfetü’l-Kibar adlı eserindeki Akdeniz haritası (üstte) ve 1840’larda kullanılan bir
baskı makinesi (altta).
1681
YAYINCILIK
Osmanlı Yayıncılığı

rada yer almış, yeni bir okuryazar, ye­ timi büyük ölçüde denetimi altına ala­ Fransa’dan) gelen kâğıtlar kullanıldı.
ni bir aydın tipinin yaratılması yolun-' rak, örgütleyerek, yaygınlaştırarak, zo­ Bu arada yerli kâgit imal edildiğine dair
daki çabalar sonucu geleneksel okurya­ runlu müfredat programları koyarak, varolan bilgiler ise üretimin miktarını
zar ve aydın (medreseli) arka plana itil­ kitap yazımı için yarışmalar açarak yeni tespit için yeterli degildir. Osmanlı mat-
miştir. İşte bu yeni aydının Batı’dan ak­ oluşuma bu bakımdan da öncülük et­ baacılıginın kurucusu İbrahim Mütefer­
tardığı iki önemli araç, gazete ve dergi miştir. rika, matbaası için gerekli kâğıdın yer­
yoluyla yeni bir yayın dünyasının oluş­ Yayıncılıgin gelişimini incelemeye kâ­ li olursa daha ucuza maledilebileceği-
masında önemli katkılar sağlanmıştır. ğıt ve matbaa unsurlarından başlamak ni, bunun da kitap fiyatlarını etkileye­
Geleneksel aydının ilgi alanlarının, doğru olacaktır sanıyoruz. ceğini bildiğinden 174l’de Yalova’da
alışkanlıklarının ve muhafazakâr tav­ bir kâğıt fabrikası kurulması için giri­
rının, matbaanın varlığına rağmen bir K â ğ ıtç ıiık şimde bulundu. Lehistanlı ustalar tara­
yüzyıl daha yaşattığı büyük bir geçmi­ 16. yy’a kadar Osmanlı ülkesinde fından kurulan ve çalıştırılan fabrika­
şe, yaygın bir piyasaya, kendisine has kullanılan kâğıtların büyük çoğunluğu nın 1760’a doğru kapandığı sanılıyor.
bir estetiğe sahip yazma kitap artık ya­ Doğu (Şam, İran, Hint, Türkistan, Çin) İkinci kâğıt fabrikasının 18. yy’ın son­
vaş yavaş yerini basma kitaba bırakma­ kökenliydi. Bu yüzyıldan başlayarak larına doğru İstanbul’da Kâğıthane’de
ya mecbur kalmıştır. Devlet ayrıca eği­ daha çok Batı’dan (özellikle İtalya ve kurulduğunu, ancak bunun da kısa bir

İLK MATBAACILAR: İbrahim Müteferrika tarafından kurulan Hendesehane Matbaasından sonra Fransız Elçiliği de elçilik binası
içinde bir matbaa kurdu. Bundan sonra Üsküdar’da Darü’t-Tıbaatü’I-Cedide adlı bir matbaa açıldı. Bu daha sonra Bayezid’e
taşınarak Matbaa-i Amire adını aldı. Bu arada litografi tekniğini kullanarak önemli baskılar yapan Kaya/ kardeşlerin kurduğu
matbaa da bu dönemin önemli kuru/uşlarındandır. Kaya/ kardeşlerin bastığı kitaplardan örnekler ve Matbaa-i Amire müdürü ve
Kamus-ı Osmani yazarı Selahi Bey.
YAYINCILIK
Osmanlı Yayıncılığı

İLK TAŞ BASMACILIĞI: Osmanlı Devletinde ilk taş


basmacılığı Mehmed Hüsrev Paşa'nın girişimi sonunda başladı.
Litografyanın mucidi Senefelder (karşı sayfada solda),
litografyanın terakkisine çalışan ve Zelliç matbaası sahibi
Antuan Zelliç (karşı sayfada sağda), Nuhbetü't-
talim ’in kapağt (solda) ve Müzekkere-i Zabitan 'tn kapağt(sağda).

süre sonra kapandığını biliyoruz. Üçün­ lar arasında çıkan anlaşmazlık sonucu arasında ikisi Türkçe biri Fransızca üç
cü ve en uzun ömürlü kâğıt fabrikası kısa bir süre üretim yapabilmiştir. kitap yayınlamaktan öteye bir etkinlikte
1804'te kurulan Beykoz Fabrikası'dır. Görülüyor ki 19. yy boyunca Osman­ bulunamamıştır. 19. yy'ın hemen başın­
1832'ye kadar üretim yapan bu fabri­ lı matbaacılığı ve yayımcılığı kâğıt ba­ da devlet yeni bir matbaa kurar. İlk
ka da teknolojide meydana gelen geliş­ kımından büyük ölçüde dışa bağımlı ol­ ürününü 1802'de veren bu matbaa Da-
meler sonucu Batı kökenli ucuz kâğıt­ muş, yerli kâğıt üretimi yönündeki gi­ rü't-Tıbaatü'l-Cedide adını taşır ve Üs­
la rekabet edemeyerek kapanmıştır. rişimler ise özellikle rekabet şartlarının küdar'da kurulduğu için Üsküdar Mat­
Dördüncü girişim teknolojideki yenilik­ tümüyle olumsuz oluşu sonucu başarı­ baası olarak da anılır. Darü't-Tıbaa-
leri de yurda getirmeyi amaçlayan İz­ lı olamamıştır. tü'l-Cedide 1831'e kadar Üsküdar'da
mir Kâğıt Fabrikası'dır. 1846'da üreti­ faaliyette bulunduktan sonra Beyazıt’a
me geçen fabrikanın da rekabet şartla­ M a t b a a c ı l ı ğ ı n G e liş im i taşınır, daha sonra da Takvim-i Vaka-
rına dayanamayarak 1860'a doğru ka­ İbrahim Müteferrika'nın kurduğu ilk yi için kurulan Takvimhane-i Amire ile
pandığı sanılıyor. Son girişim ise Osmanlı matbaasından sonraki ikinci birleştirilerek Matbaa-i Amire adını
1893'te üretime başlayan İstanbul'da m atbaa 1795'te açılan Hendesehane alır.
Beykoz'daki Hamidiye Kâğıt Fabrika­ Matbaası'dır. Görülüyorki 18. yy'da Tanzimat'a kadar gelen dönemde
sı'dır. Kurulması 1887'de kararlaştırı­ Osmanlı matbaacılığı hemen hiç geliş­ Osmanlı matbaacılığını etkilemiş iki
lan ve bir Osmanlı-İngiliz Şirketi biçi­ me gösterememiştir. Arada Fransa El- matbaadan daha söz etmek gerekir.
minde organize edilen fabrika, ortak- çiliği'nin kurduğu matbaa ise 1787-1790 Bunlardan birincisi taşbasma (litogra-
1683
YAYINCILIK
Osmanlı Yayıncılığı

fi) tekniğini ülkeye getiren Kayol’lerin toluk tâlik hurufat, yine Mustafa İzzet yardımcı olmuşlardır.
(Jacques Caillol ve Henıi Cayol) 1831’- Efendi’nin hazırladığı 24 puntoluk ne­ 1729-1917 arasını kapsayan dönem­
de İstanbul’da kurdukları matbaadır. sih hurufat izlemiştir. Bunları işleyen de Osmanlı matbaalarının sayısal dö­
Bu teknik sayesinde geleneksel okurya­ Hakkâk Ohannes Mühendisyan Efen­ kümü ise şöyledir:
zar kesimin m atbaa harflerinde gördü­ di de m atbaa tekniğinin geliştirilmesi­
ğü (ve bu yüzden rağbet etmediği ileri ne, okuyucunun zevkine hitabedilme- 1729-1875 151
sürülen) zevksizliğe karşı hattat elinden sine önemli katkıda bulunmuştur. 1876-1892 172
çıkmış yazı ve sayfa düzenlemesinin ba­ Matbaacılığın gelişmesine asıl etkiyi 1893-1907 199
sımı gerçekleşmiştir. Nitekim bu tek­ basının yaptığı kanısındayız. Basının 1908-1917 368
nikle sonralan da daha çok dinî ve halk gelişmesi hem birçok matbaa kurulma­
kitapları basılmıştır. İkinci önemli mat­ sına önayak olmuş, hem okuyucu ye­ Bu tablodan da anlaşılıyor ki, 1729­
baa Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın tiştirmeye hizmet etmiş, hem de kitap 1875 arasını kapsayan 146 yıllık dönem­
1822’de Kahire’de kurduğu Bulak Mat- ekieri vererek, kitap ilanları yayınlaya­ de (bunun ilk 70 yılında yalnızca iki
baası’dır. Bu m atbaa da özellikle kul­ rak yayıncılığın, dolayısıyla da m atba­ m atbaa vardır) 151 matbaa kurulabil­
landığı tâlik hurufatla bastığı divanlala acılığın gelişmesine büyük katkılar sağ­ miş olmasına karşın 1908-1917 arasın­
Osmanlı okuyucusunun beğenisini ka­ lamıştır. Ayrıca yerel basının teşvik daki 10 yıllık dönemde 169 yeni mat­
zanmış ve basma kitaba ısınmasında edilmesi, her vilayet merkezinde resmî baa açılmıştır. Bu sayılar o dönemde de
önemli rol oynamıştır. Öyle ki, çoğun­ bir m atbaa kurulması da matbaacılığın gelişmiş ülkelerle kıyaslandığında
luğun Arapça konuştuğu bir ülkede bu­ ülkenin birçok yerinde en azından ta­ önemli bir başarı olarak görülmemek­
lunmasına rağmen 1822-1842 arasında nınmasına yardımcı olmuştur. le birlikte, gelişmenin düzenli olduğu­
bastığı 243 kitabın 125’i Türkçe’dir. Bu 1860’a kadar oldukça yava, gelişen nu vurgulamak bakımından anlamlıdır
arada İstanbul’da da ancak iki yeni Osmanlı matbaacılığı bu tarihten son­ sanırız.
matbaa kurulmuştur: 1831’de Matbaa-i ra hem sayısal bakımdan hem de basım
Bâb-ı Hazret-i Seraskeriye ve 1835’te tekniğindeki gelişmeler bakımından ol­ Matbaaların Hukuki Durumları
Maçka Mekteb-i Harbiye Matbaası. dukça hızlı bir ilerleme göstermiştir. Bu Önceleri hiçbir izne bağlı olmaksızın
Tanzimat’ın ilk yıllarında da matbaa arada unutulmaması gereken bir nok­ açılan matbaalar, dışarıya da iş yapan
hızlı bir gelişme gösterememiştir. Ağır­ ta da Osmanlı ülkesinde yaşayan gayri­ Matbaa-i Amire’nin gelirinin azalması
lık önceleri yine taşbasma tekniğini ge­ müslim cemaatlerin matbaalarıdır. Os­ üzerine bir düzene bağlanmak istenmiş­
liştirme yönündedir. Ayrıca çok tutu­ manlı matbaacılığından çok daha eski ti. Bu amaçla 1856’da yayınlanan bir
lan tâlik hurufat da Yesarizade Mustafa bir geçmişe sahip olan bu matbaalar iradeyle özel matbaaların bastıkları ki­
İzzet Efendi’nin hattıyla ilk kez 1842’de (özellikle Yahudi, Rum ve Ermeni) 19. tapları Takvimhane Nezareti’ne bildir­
İstanbul’da kullanılmaya başlamış, bu­ yy’da daha hızla gelişmişler, Osmanlı meleri ve gelirleri üzerinden vergi alın­
nu Râcih Efendi’nin hazırladığı 24 pun- matbaacılığına da teknik bakımdan ması kararlaştırılmıştı. 26 Ocak 1857
1684
YAYINCILIK
Osman lı Yayıncılığı

BİR KİTAP: 1890’lardan sonraki yıllar yayıncılığın gelişmesine paralel olarak matbaacılık tekniğim ve tarihçesini anlatan kitapların
yayımlandığı yıllar oldu. Bu tarihlerde yayınlanan Ş. Ahmer'in kitabı çok ilginçtir. Kitapta matbaacıltk tarihi ve tekniği çeşitli
yanlarıyla anlatılmaktadır. Kitap İvan Nikolayeviç'in matbaacılıkta 40. yılı şerefine yayınlanmıştır. İvan Nikolayeviç ve kitabın kapağı.

tarihli ilk Matbaa Nizamnamesi’yle de Matbaalar Kanunu Matbuat Kanunu Ancak dönemin siyasî çalkantıları ara­
matbaa açma isteği Meclis-i Maarif ve ile basma tanınan özgürlükleri matba­ sında gazetenin yayını sürmeyince bu
Zabtiye Nezareti’nin incelemesinden alara da tanıyordu. Matbaa açmak için girişim de sonuçsuz kalmıştır. İlk ya­
sonra Sadaret’in uygun görmesiyle Dahiliye Nezareti’ne vilayetlerde ise va­ yıncımız da sayılabilecek kişi Ahmed
Zabtiye Nezareti’nin vereceği izne bağ­ liliklere bir beyanname vermek yeter- Midhat Efendi’dir. Onun 1870’te baş­
lanmıştır. Nizamnameyle matbaalar ga­ liydi. lattığı 25 kitaplık “ Letaif-i Rivayat”
zete dışında kalan her türlü risaleyi ba­ külliyatı ilk dizi yayındır. Onu yine Ah-
sımdan önce Meclis-i Maarif’in incele­ Y a y ı n c ı l ı ğ ı n G e liş im i med Midhat Efendi’nin ”K ırka n b a r
mesine sunacaklar, herhangi bir sakın­ Girişte de değindiğimiz gibi 1870’lere ilavesi Hikâye Gözü” ve “ K ırkanbar
ca görülmediği takdirde ve Sadaret’in kadar bir Osmanlı yayın dünyasından ilavesi Tiyatro Gözü” dizileri izler.
izniyle basabileceklerdi. Aynı yıl yayım­ söz edilemez. Zira 1729-1870 arasında 1878’de “ Tercüm an-ı H a k ik a t Tefrika­
lanan ilk telif nizamnamesiyle de mat­ basılan kitap sayısı 2.^W dolayındadır. larından Mütehassıl Yeni Kütüphane”
baaların yazarın izni olmadan kendi Bunun 1.500’e' yakını da 1840-1870 ara­ yi kurar. İkinci önemli yayıncı Şemsed-
nam ve hesaplarına kitap bastırmaları sında basılmıştır. Yayıncılık ancak ba­ din Sami’dir. 1879’da matbaacı Milıran
yasaklanmıştı. 23 Ocak 1888 tarihli yeni sınla birlikte gelişmiş, yayın dünyası da Efendi’yle kurdukları Cep Kütüphane-
Matbaa Nizamnamesi aslında 1857’den basının kökleşmesiyle oluşmuştur. si’nde küçük boyda ve her alanda ya­
beri var olan sansürü biraz daha ayrın­ 1870’lere kadar basılan kitapların ço­ rarlı bilgileri kapsayan 30 kadar kitap
tılı olarak yeniliyor, ayrıca matbaala­ ğunluğunu devlet eliyle basılmış ders ki­ yayınlanmıştır. Onu 1879’da başladığı
rın her an denetime hazır bulundurul­ tapları ve resmî yayınlar ile tek tek ki­ salname ve takvim yayımcılığını
ması, kapılarının kilitli olmaması, kom­ şilerin ya da kitapçıların (sahhafların) 188 1’de kitap yayımcılığıyla genişleten
şu binalara pencereleri bulunmaması gi­ bastırdıkları kitaplar oluşturur. Henüz Ebüzziya Tevfik izler. Kurduğu
bi kayıtlar da getiriyordu. 20. Aralık bir yayınevi kurumu oluşmamıştır. Şi- Kütüphane-i Meşahir’de ■14,
1894 tarihli Matbaa Nizamnamesi, san­ nasi’nin Tasvir-i EEfidıEfidır’da sonradan ke­ Kütüphane-i Ebüzziya’da ise 114 kitap
sürü ve denetimi biraz daha sıkılaştırı- silerek forma haline getirilebilecek bi­ yayımlar.
yordu. II. Meşrutiyet’in ilanından son­ çimde yayımladığı risaleler dizi yayın 1880’lerde Bâbıâli civarında yerleş­
ra çıkarılan 29 Temmuz 1911 tarihli yönünde atılmış ilk adım sayılabilir. miş özellikle Ermeni asıllı kitapçılar da
1685
YAYINCILIK
Osman h Yayıncılığı

BASIM TEKNİĞİNDE GELİŞMELER:


Tanzimat’ın ilk yıllarında litografi
tekniğinde bazı gelişmelerin olduğu
gözlenmektedir. Basın hayatı da gelişmiş
ve okur sayısı artmıştır. Bu arada bazı
hat ustalarının hazırladığı hurufatlar da
kullanılmaya başlanmıştır. Bunlar
arasında çok tutulan bir tür de
Yesarizade Mustafa izzet Efendi’nin
hazırladığı talik ve nesih hurufattı.
Yesarizade Mustafa izzet Efendi (solda)
ve hurufatları işleyen Mühendisyan
Ohannes Efendi (Mühendisoğlu) (sağda).

| ji- .ı - l:-r
yayımcılığa başlarlar. Bunların en ün­
lüleri Kasbar, Krikor ve Ohannes Kay-
' | -A
o'-'-Vj* .$...»' f *1 ..s-b)- seryan kardeşlerdir. Kasbar “Tedrisat
» k • ..Ji,. .1■-.• J',. A T• 1V Kütüphanesi” , Kirkor (Kirkor Faik
» a 1• adını da kullanmıştır) “Asır Kütüpha­
k » ■Jİ-- T ,■ a nesi”, Ohannes de (Ohannes Ferid adı­
.jl.. J- cl 1■ nı da kullanmıştır) Vatan Kütüphanesi
J* » , » -i,.- tv Y adıyla önemli sayıda kitap yayınlamış­
r v■ 9
1f \.,_ r'i- j
lardır. Ayrıca Mihran, Arakel, Parseh
j, J j j ,■ t• Keşişyan bu dönemin önemli yayıncı­
» » S. V T• 1• larıdır.
» • » &S' ■>>* * 1• 1890’dan sonra ise Ahmed İhsan
„ „ rk JJ» .J.'"/ V '. 19
. .1! A " (Tokgöz) kurduğu Servet-i F ü n u n der­
» » >■ t A gisinin yanısıra telif ve çeviri kitaplar,
» „ „ .-l 1■ Y• salnameler yayınlamış, İk d a m gazetesi
» , „ A ,. 1V
, » "'.;f*>cu' ı.:-'" A sahibi Ahmed Cevdet de (Oran) 1985’te
> * j -"> T ”V “ Kütüphane-i İkdam” adı altında da­
» » y-1 1 A <• 1V Y• ha ziyade tarihî ve edebî bir dizi kitap
» r r• V
> r r• V yayımlamıştır. İbrahim Hilmi’nin (Çı-
» x .>•,> \ 1• Y Y. ğıraçan) 1896’da kurduğu “Kütüphane-
T Y. 9
• <• \ 1■ i İ slâm” daha sonra gelişerek
“ ■*'>-*- ı '"'.'ij '--.c “ Kütüphane-i İslâm ve Askerî” ve
» • Y• • r•
. _w>’-- "-J,-* 1J------------------ ' r y. « “Kütüphane-i Hilmi” adını almış,
• - » t •:. ,. l■
\ Y Cumhuriyet’ten sonra da yayın faaliye­
, ..s.)-': Y 1■ T T- tini sürdürmüştür. Bu arada M a lu m a t
T t gazetesi sahibi Tahir Bey de “Malumat
\ 1• Y Y.
ırtr j)'-> r •\ Kütüphanesi” adı altında kitap yayın­
» \ r \T » » Y A cılığı da yapmıştır.
» \T\İ ; » » r T Bunların dışında Beyazıt’taki Hak-
• ,. \
kâklar Çarşısı (bugünkü Saiıhaflar Çar­
. JÎ-V ->■'► J")' ;,-:!l ı.jr . ’-!' {'pjl, şısı), Kapalıçarşı’daki Salıhaflar Çarşısı
J:» el-jU» j' j ^ '^ ', ?.t. ile Beyazıt ve Bâbıâli’deki kitapçılar da
kitap ticaretinin yanısıra yayıncılık ala­
BASININ ETKİSİ: Osmanlı toplumunda basının gelişmesi birçok matbaanın nında da etkinlik göstermişlerdir.
kurulmasına önayak olmuş, geniş bir okur kitlesinin yetişmesini sağlamıştır. Giderek II. Meşrutiyet’in ilanından sonra ga­
okurda artış gösteren bu talebe karşılık matbaalar kurulmuş ve yayıncılıkta belirli bir zete ve dergi yayımcılığı alanındaki hızlı
gelişme görülmüştür. Tabii tüm bu değişimler Batı ‘daki hızlı gelişmeler gözönüne
alındığında çok önemli değilse de, yüzyıllarca böylesi bir tekniğe uzak kalmış bir sayısal artış kitap yayımcılığında da gö­
toplum için azımsanmayacak bir değişimdir. O dönemlerde yayımlanan çeşitli rülmüş, ancak kurulan yayınevlerinin
kitapların ilanı. çoğunun ömrü bir iki yılı geçmemiştir.
Bu dönemin önemli yayımcıları arasın-
.1686
YAYINCILIK
Osmanlı Yayıncılığı

da şu adlar sayılabilir: M uhtar Halid, kitap sayısımn 2.^W dolayında olduğu­ Arap harfli kitaplar da dahil edilmiş­
Leon Lütfi (Semih Lütfi), Misak (Za­ nu belirtmiştik. 1729’dan Arap harfli tir.
man Ktp.), Mihran (Cihan Ktp.), Gar- kitap yayıımna son verildiği 1928’e ka­ Meral Alpay’ın tesbit ettiği sayının
bis Fikri (Gayret Ktp.), İlyas (Bayer) dar geçen iki yüzyıllık dönemde bası­ dönemlere göre dökümü şöyledir:
(Kanaat Ktp.), Hüseyin (Tutya) (İkbal lan toplam kitap sayısımn 30.000 do­ 1729-1829 180
Ktp.), Naci Kasım (Açıkel) (Maarif layında olduğu tahmin edilmektedir. 1830-1875 2.894
Ktp.). Ayrıca Abdullah Cevdet’in Jön Kütüphaneci Meral Alpay’ın tespitleri­ 1876-1892 3.277
Türk yayını o larak b aşlattığ ı ne göre bu sayı şimdilik 27.407’dir. Bu 1893-1907 4.250
“ Kütüphane-i İçtihat” serisini bu dö­ dönemde basılan kitapların ayrıntılı bir 1908-1917 6.827
nemde de sürdürdüğünü belirtelim. bibliyografyasını hazırlayan M.Seyfet- 1918-1928 6.376
tin Özege’nin tesbit ettiği sayı ise Tarihsiz 3.603
Yayımcılığımızın Sayısal Dökümü 25.554’tür. Üstelik bu toplama 1928
Yukarıda 1729-1870 arasında basılan öncesi ve sonrası yurtdışında basılan Toplam 28.407

BASINDA KISITLAMALAR: 26 Ocak


1857 tarihli Matbaa Nizamnamesi ile
birlikte matbaa açma isteği Meclis-i
Maarif ve Zabtiye Nezareti ile Sadaret’in
uygun görmesi koşuluna bağlandı. Buna
göre matbaalar gazete dışında tüm
mevkuteyi Meclis-i Maarifin onayına
sunacaklardı. Ardından 1888’de
yayımlanan yeni nizamname ile sansür
biraz daha ayrıntılı hale sokuldu. Buna
göre matbaalar her an denetime açık
bulundurulacak, kapılarının kilitli
olmaması gerekecekti. Encümen-i Teftiş
ve Muayene reis vekili Abdullah Hasip
. Efendi (sağda), Matbuat-ı Dahiliye
müdürü Hıfzı Bey (solda).

GELİŞEN YA YlN HAYA Tl: 1870’lere kadar Osmanlı yayın hayatı çok az bir gelişme gösterdi. Bu tarihe kadar basılan kilapiann
çoğu devletin bastığı ders kitapları ve küçük broşürlerdi. Bu arada Şinasi, Ahmed Midhat Efendi gibi önde gelen yazarlar da ,ı
yayıncılık alanında önemli girişimlerde bulundular. Şinasi’nin risaleleri, Ahmed Midhar’ın "Letaif-i Rivayat" külliyatı bu dönemde
yayımlandı. Bunun dışında matbaacı Mihran Efendi ile birlikte Cep Kütüphanesi’ni kuran Şemseddin Sami de dönemin ünlü
yayıncıları arasındadır. Ön sıra sağdan, Hasan Bedreddin, Mihran Efendi, Mahmud Sadık, Nazım; arka sıra Enis Tahsin, Feyzi
beyler ve Karnik Efendi ve Bâbıâli’de yeniden yapılan bir kütüphane.
1687
YAYINCILIK
Osmanlı Yayıncılığı

Ne yazık ki, bu sayıların konusal ay­ cağını düşündürmektedir. Jale Baysal’- Sözlük 4.72
rımını bilemiyoruz. Yalnız Jale Baysal’- ın tespitlerine göre 1729-1875 dönemi Resmî yayınlar 4.65
ın 1729-1875 arası yayınlar için hazır­ yayınlarının konusal dökümü şöyledir. Tasavvuf 4.51
ladığı tablodan öğrendiğimize göre bu Münşeat 3.93
dönemde yayımlanan kitaplar arasında Konu Yüzde İslâm felsefesi 3.37
İslâm dini o/o 13.44’lük bir yüzdeyle bi­ Tiyatro 3.17
rinci sırayı almaktadır. Dinî kitap bas­ Ahlâk 3.17
ma yasağının 1803’te kalktığı dikkate İslâm dinî 13.44
Sağlık bilimleri 2.72
alınırsa bu durum daha da dikkat çe­ Nazım 12.27
Fen 2.65
kicidir. l 729-1802 arasında basılan ki­ Dil 8.79
Matematik 2.62
tap sayısı yalnızca 45’tir ama yukarıda­ Tarih 6.34
ki durum, dinî kitap basma yasağı ol­ Roman-hikâye-masal 6.03 Öğretim 2.06
masaydı bu sayının çok daha fazla ola­ Askerlik 5.03 Diğerleri (15 ayrım) 10.38

İLK YA YINCILAR: 1880’lerden sonrtı


Ermeni asıllı yayıncılar yayın dünyasında
önemli bir yer işgal ederler. Bunların
yayımlamış oldukları kitaplar o dönemin
yayın hayatına katkılarda bulunmuş ve
okur sayısının artmasını sağlamıştır.
Kasbar’ın kurduğu Tedrisat Kütüphanesi,
Kirkor’un kurduğu Asır Kütüphanesi ve
Ohannes’in kurduğu Valan kütüphanesi
ünlü yayınevleri arasında sayılır. Asır
Kütüphanesi’nin tanıtma broşürü ve
Matbuat-ı Ecnebiye müdürü Nişan
Efendi.
1688
YAYINCILIK
Osmanlı Yay inciliği

Yayıncılığın Hukukî Durumu


Yukarıda matbaalar dolayısıyla sö­
zünü ettiğimiz 1857 ve ı888 tarihli mat­
baa nizamnamelerinin getirdiği sansür,
yayımcıları da doğrudan etkiliyordu.
Ancak ı857 nizamnamesinin sansüre
ilişkin maddeleri kitaplar için oldukça
yumuşak uygulanmış, yalnızca ı873’te
Namık Kemal’in E v ra k -ı P erişan adlı
kitabına matbaadayken el konulması
epey tartışmalara yolaç^^tı. II. Abdül-
hamid döneminde ise önceleri yalnız sü­
reli yayınlara uygulanan sıkı öndenetim
1882’de Encümen-i Teftiş ve Muayene’-
nin kurulmasıyla kitapları da kapsamı­
na aldı. Yurt dışından gelen kitapları
da inceleme yetkisi olan bu kurulun gö­
revleri 1888 nizamnamesinde daha ay­
rıntılı biçimde sıralanmıştır. Bu kuru­
lun yanısıra 1897’de padişah iradesiyle
bir de Tetkik-i Müellefat Komisyonu
oluşturuldu. Bu kurulun görevi “E n -
cü m e n -i T e ftiş ve M u a y e n e ’nin b a d e ’t-
te tk ik (inceledikten sonra) ta b ’ına ru h ­
sa t ita edeceği (basımına izin vereceği)
A ra b i, Farisî, T ü r k i lisanları üzerine
m ü re tte p ve m ü e lle f kita p la rla T ürkçe
piyeslere m a h su s olarak tekrar te tk ik a t
icra sı” olarak tanımlanıyordu. Böyle-
ce kitaplar üstündeki denetim iki kade­
meli olarak daha da ağırlaşıyordu.
II. Meşrutiyet’ten sonra çıkan 29
Temmuz 191 1 tarihli Matbuat Kanunu
ve aynı tarihli Matbaalar Kanunu ile
1908’de fiilen kalkmış olan sansür hu­
kuken de son buluyordu. Ancak 1913’-
ten sonra oluşan İttihat ve Terakki yö­
netiminde herhangi bir muhalefete izin
verilmediğinden kanunun tanıdığı öz­
gürlükler fiilen kullanılamaz duruma
geldi.

Sonuç
Tanzimat’tan sonra oluşmaya başla­
yan Osmanlı yayımcılığı dönemin çetin
ekonomik, sosyal ve siyasî şartları içe­
risinde pek büyük bir gelişme olanağı
bulamamıştır. Ama yine de nitelik ve
nicelik bakımından belli sıçramalar ya­
ratmış, eğitimin yaygınlaşmasının,
okuryazarlığın artmasının, basının kök­
leşmesinin yarattığı okuma ihtiyacına
cevap vermeye çalışmış, hem. bir tica­
ret metaı, hem de bir kültür metaı ola­
ÜNLÜ YA YINC/LAR: 1890’dan sonra gelişen yayın dünyası ünlü isimlerin de ortaya rak basma kitabın varlığını kabul ettir­
çıkmasını sağladı. Bunlardan yayın hayatını Cumhuriyet ’ten sonra da sürdüren Ahmed miştir. D
İhsan (Tokgöz) kendi kurduğu Servet-i Fünun’un yanısıra, telif ve çeviri kitaplar ile KAYNAKÇA
birlikte salnameler yayımladı. A. İhsan ve Alem Matbaası’nın teşekkürü ile Servet-i
Fünun ’un Paris ’ten getirttiği hakkak mösyö Napier. ALPAY Meral, Harf Devriminin Kütüphane­
lerde Yansıması, İstanbul, 1976
1689
YAYINCILIK
Osmanlı Yayıncılığı

□ BAYSAL Jale, M üteferrika’dan Birinci Meş­ □ GERÇEK Selim Nüzhet, Türk Taş Basmacılı­ cılığımızın 250. Yılı Bilimsel Toplantısı-
rutiyete Kadar Osmanlı Türklerinin Bastıkla­ ğı, İstanbul, 1939 Bildiriler, Ankara, 1980
rı Kitaplar, İstanbul, 1968 □ İSKİT Server, Türkiye'de Neşriyat Hareketle­ □ UNAT Faik Reşit, Türkiye Eğitim Sistemi’nin
□ ERSOY Osman, X V III. Ve X IX . Yüzyıllarda ri Tarihine Bir Bakış, İstanbul, 1939 Gelişmesine Tarihi Bir Bakış, Ankara, 1964
Türkiye’de Kâğıt, Ankara, 1963 □ Türk Kütüphaneciler Derneği, Basım ve Yayın­

İKDAMCIAHMED CEVDET: Cumhuriyetten sonra da gazetecilik yapan Ahmed Cevdet (Oran) 1895'te Kütüphane-i İkdam adı
altında kurduğu yayınevinde birçok kitap yayımlamıştır. Bir yıl sonra İbrahim Hilmi'nin (Çığıraçan) kurduğu Kütüphane-i İslâm da
o dönemde kitap basan kuruluşlar arasındaydı. Ahmed Cevdet (sağda).Nişan Berberyan matbaasında basılan Belagat-i Osmaniye
(solda), Mihran matbaasında basılan Talim-i Edebiyat (ortada).

Matbaa-i Amire’nin Tarihi


Nakl-i Takvim ve Matbaa-i Amire be Badehu 1247 tarihinde Vakanüvis ve inşa ve derununa vapur makinası,
Saray-ı Cedid: Mukaddemleri tetan- Esad Efendi merhumun nezaret ve müteaddit presler ve alât ve edevat-ı
bul'da Matbuat-ı Osmaniye için iki da­ marifetiyle müceddeden ihdas olunan müteaddide vazıyla nâ-tamam dur­
ire var idi. Bunların birisine D.ırü’t- Takvim Gazetesi için cami-i mezkürun makta bulunan kavaim-i nakdiyye fab­
Tıbaatû'I-Amire, diğerine Takvimhane yanında köşe başında Kapıcıbaşılar- rikasının heyet-i hâzırası emr-i tıbaat
denilir idi. Mevkileri Bâb-ı Seraskeri­ dan meşhur Musa Ağa nın konağı için münasib olduğu aniaşılmasıyla
nin arka cihetinde Kaptan ibrahim Pa­ cânib-i mirîden beşyüz keseye bi'l- matbaa-i atika ile Takvimhane'nin alât
şa Camii'nin iki canibinde idiler. mübayaa Takvimhane ittihaz ve neza­ ve edevât-ı mevcudesi memurlarıyla
Matbaa-i Âmire Sultan Selim-i Salis reti ber-veçh-i muharrer Esad Efendi­ beraber zikrolunan fabrikaya nakl ve
zamanında Üsküdar'da tesis olun­ ye ihale olundu. işte ol vakitten işbu isal ve nevakısı ikmal olunarak o âna
muştu. Ol vakit meşhur hattat Hafız 1280 senesinekadar şu iki dairede ni­ kadar istanbul'da misli görülmedik su­
Osman Resmi ve Arapoğiu adlı mü­ ce yüzbinlerce kütüb ü resail vesair rette gayet muntazam ve her bir leva­
hendis bir Ermeni imaliyle çelikten ih­ evrak tabıyla teksir ve teshil-i esbab-ı zımı mükemmel bir tıbaat fabrikası
das olunan ana kalıplardan alınan maarife himmet olunmuştu. intişar-ı küşat olundu. Buna maarif nâzırı bu­
bakırlar ile el-haletü hazihi istimal olu­ maarif ve ulümun esbab-ı mühimme- lunan Edhem Paşa fevkalgaye hizmet
nan basma harflerle Üsküdar'da bir­ si olan teksir-i kütüb ü resail ve husu­ eyledi. Yevm-i küşadında sadr-ı vakit
çok âsâr-ı müellefe tab ve temsil siyle devair-i resmiyede sarf ve istimal Fuad Paşa ile Ahkâm-ı Adiiye reisi Kâ­
olundu. Muahharen Firdevs-âşiyan olunan defatir ve evrak-ı resmiyye ve mil Paşa ve sair bazı erkân ve me-
Sultan Mahmud-ı Sâni zamanında kavaim-i nakdiyyenin gün-be-gün murin-i devlet davetle huzzar-ı mev-
Vaka-i Hayriyye'den mukaddem bâlâ­ ihtiyacat-ı zamaniyyeye göre teksir-i cude huzurlarında kütüb ve evrâk-ı Iâ-
da mezkür câmi-i şerif ittisalinde Kap­ enva^ ve adadı her bir levazımıyla be­ zımenin tab ve temsili için destgâhla-
tan Paşa Hamamı namıyla maruf raber bir büyücek matbaanın vücudu­ rın mecmuu vapur kuwetiyle imalâta
mesdut hamam matbaa heyetine ko­ nun labüt olduğunu taayyün eyledi. bed' ettiler. Destgâhların birisinde
nularak Üsküdar Matbaası edevatı Bu cihetle Bâb-ı Hümayun dahilinde muharrir-i fakirin işbu: “Huda tahtın­
oraya nakl ile Dârü't-Tıbaatü'I-Âmire muhterik eski Maliye dairesinin arka­ da daim eylesin Abdülaziz Ham/Bu
ittihaz kılındı. sında (ada) katı vafir masraflarla bina daruttab'ı ol hakan-ı zişan eyledi te-
1690
YAYINCILIK
Osmanlı Yayıncılığı

sis/O şahın himmeti neşr-1 ulûma al­ lunan müderrisinden Müneccim-i Sani çok terakkıyata mazhar ve müddet-i
mada masruf/Ulûm u sanata kıldı ahali Tahir Efendi memur oldu. Eski matbaa medide Maarif Meclisi riyaseti ve Ev­
sınıfını tesis" kıt'a-ı bediiyyesi mun- dairesi Maarif idaresine verilerek mek­ kaf müfettişliği ve Müneccimbaşılık gi­
tabi olur idi. Bu kıta'nın varaka-i mat­ tep ittihaz olundu ve Takvimhane Ko­ bi memuriyetlere nail ve bu sayede
bualarından birer tanesi esna-yı seyr nağı taraf-ı miriden Mustafa Fazıl güruh-ı sudur ve heyet-i ayana dahil
ü temaşada matbaa memuru yediyle Paşa'ya satıldı. Abd-i fakir ol vakit oldu. Edhem Paşa ile araları bozula­
zevad-ı hazıraya i'ta olunmuştur. Fab­ rütbe-i salise eshabından Takvim-i Va­ rak daima mezemmetinde bulunur
rikanın her cihetle mükemmeliyetiyle kayi muharrirliğiyle Matbaa-i Amire idi.D
beraber hüsn ü intizamı ve nazır-ı mü­ sermusahhihi idim. Tahir Efendi'nin
şarünileyhin sa'y ü himmeti ile me­ rekabet ve su-i siayeti tesiriyle müşa­ Tar/h-/ Lutf/ (yazma), Cilt 1O 1 280
(1863/4)
murlarının gayreti huzzar-ı mevcude rünileyh Edhem Paşa'nın hüsn-i te­
tarafından rehin-i tahsin olarak avdet veccühünden mehcur olmuştum. Mü­
olundu. idaresine Takvim-i Vakayi mu­
kabelecisi, maiyyet-i fakiranemde bu­
şarünileyh hizmetiyle Tahir Efendi
sonraları rütbe ve memuriyetçe pek
Mühendisoğlu
Şu okuduğunuz satırları teşkil eden
huruf gazetemizin 54. sayfasında res­
mini gördüğünüz hünerver-i şehr hak­
kak Mühendisoğlu Ohannes Efendi1
nin dest-i maharetinden çıkmıştır. Mu­
maileyhin kendi namıyla benam olan
bu hurufattan evvel lisan-ı Osmaniyi
tertip için bidayetten (Araboğlu) tesmi­
ye edilir bir yazı istimal olunurdu ki, ilk
defa olmak üzre tesis edilen bu huru­
fatı da "mühtedi İbrahim” Efendi is­
minde bir Macarlı imal eylemiştir; mü-
teveffa-yı mumaileyhin resmini elde et­
miş olsaydık tabii derc-i sayfa eyleye­
cek idiysek de ne çare ki buna muvaf-
fakıyet hasıl olamadı.
Mühendisoğlu'nun Türkçe'de üç
türlü hurufu vardır. Bunlardan birinci­
si makalâtımıza sername olan iri harf,
ikincisi sütunlarımızı teşkil eden vasat
harf üçüncüsü de Türkçede mevcut en
ufak yani 6 punto huruftur.
Bu zat sene-i Miladinin 1810 sene­
si Şubatının 21. günü Dersaadet'te te­
vellüt etmiş olup babası dahi mühen­
dis idi.
Sanataevvela kuyumculuk ile ibti-
dar eyleyip ziyade asar-ı terakki gös­
termiş ve sonradan Üsküdar'da küşad
edilen bir matbaada Ermenice huruf
çelikleri yapmaya başlamış badehu
cedd-i mecid-i hazret-i padişahi cen-
netmekan Sultan Mecid Han zamanın­
da ta'lik yazı kalıpları yapılmak arzu
olunup münasip başka hünerver bu­
lunmadığı için iş Mühendisoğlu'na ha­
vale kılınmıştır. Mühendisoğlu'nun
imalgerdesi olan 3.000 kadar parça­
dan mürekkeb ta'lik yazı el'an Matbaa-
i Âmire'de mevcut olup emr-i terkibin­
deki müşkilattan dolayı matbaalar ta­
rafından istimali kabil olamamıştır
Mühendisoğlu talik yazıyı ikmal ey­
ledikten sonra Hakan-ı merhum mü-
şarileyh zamanında ihraç edilen kaime
kalıplarının imaline memur edilip ta­
mam 17 sene kaime kalıbı yapmakla
•rıeşgul bulunmuş ve daha sonra 22
punto “Mühendisyan” hurufu denilen
iri yazı kalıplarını imal ile hükümet-i se-
niyyenin takdirine mazhar olmuştur
işte bundan sonra el an her matbaa-
1691
YAYINCILIK
Osmanlı Yayıncılığı

“BABA TAHİR": II. Abdülhamid döneminde yayımcılık yapan Tahir Bey, bu dönemde saraya yakınlığıyla tanınmış bir
yayıncıdır. Malumat gazetesinin yanısıra Malumat Kütüphanesi adı altında kitap da yayımlayan ve Baba Tahir diye
anılan Tahir Bey ve Malumat matbaası ve Kütüphanesi ve aym matbaanın, padişahın cülus şenliğinde bezenmiş hali.

da müstamel kitap yazısının kalıpları­ âli-i sadaret-i uzmâya arz ile istizân Yedinci madde: Memâlik-i Mahru-
nı, onu müteakip gayet ufak 6 punto­ olunmadıkca bir harf basmağa muk­ sa'da mülkce ve devletce muzırrolan
yu vücuda getirerek derece-i h üner ve tedir olamayacakdır. kütüb ü resâili tab' ettirmeğe cesâret
maharetini isbat etmiş ve şimdi de 82 Üçûncû madde: işbu basmahâne- eden olur ise o makülelerin basdırdık-
yaşında bir pir olduğu halde fevkalâ­ lerin tab' ve temsil edecekleri her nev'i ları şeyler cânib-i zabtıyeden derhal
de nefis bir rık'a kalıbı hakkıyla meş­ kütüb ü resâil evvelemirde Dersaa- ahz u zabt olunacakdır.
guldür inşallah kariben bunu da it­ det'de doğrudan doğruya ve taşralar­ Sekizinci madde: Müellifine bir nev i
mam eyler ve matbaacılık âlemine bir da ise vülât-ı eyâlet cânibierinden in­ mükâfât ve emsâline tâziyâne-i şevk
büyük hizmeti daha olur. D ha ile Meclis-i Maarif'de görülüb mül- olmak üzre her müellif hakkında kayd-ı
Ser vet-i Fünun cilt 1, sayı 5, sayfa 53 keve devlete bir güna mazarratı oldu­ hayat şartıyla imtiyaz verilmesi nizâm
ğu tebeyyün ederek meclis-i mezkür dahilinde olmağla işbu basmahaneler­
(Mühendisoğlu 18.11.1891de Beyoğlu 'nda tarafından kezâlik ba-mazbata ma- de basılacak şeyler o maküle imtiyaziı
vefat etmiştir.)
kâm-ı âlî-i sadâret-i uzmâya arz ile is- nev'iden olamayacakdır.
tizân olunmadıkca tab' ve neşr etdi- Dokuzuncu madde: Bu nizamâtın
M a tb a a N iz a m n a m e s i rilmeyecekdir. hilâfına hareket edenlerin basmahâne-
Dördûncû madde: Düvel-i Ecnebiy- leri zabtıye nezâreti ve vülât ma'rife­
Birinci madde: Dersaadet'de gerek ye teb'asından olub da Memâlik-i tiyle derhal kapatdırılub buna mütecâ-
litografya ve gerek huruf ile kitab tab' Mahrusa-i şâhânede kitab basmak is­ sir olanların derece-i töhmetlerine gö­
etmek isteyenlerin keyfiyetieri Meclis-i teyenlerin evvelemirde Nezâret-i Celi- re kânunnâme-i hümâyun'da münde-
Maarif ve Zabtiye ma'rifetiyle tahkik le-i Hariciyye'den ruhsatı hâvî yedie- ric cezâ ile mücâzâtı icrâ olunacakdır.
olunduktan sonra meclis-i mezkürdan rinde senedi olmadıkca basmahâne
Madde-i Mahsusa
ba-mazbata makam-ı âli-i sadaret-i uz- küşâdına muktedir cllamayacaklardır.
mâdan istizân ile cânib-i zabtıyeden Beşinci madde: Bu makulelerin ba­ işbu nizamâtın ilânı tarihinden altı
me'zuniyeti hâvi yedlerinde sened-i sacağı kütüb ü resâil evvelemirde aya kadar el-hâletü hâzihi mevcud
mahsusları olmadıkça basmahâne kü- Nezâret-i müşarün-ileyhâya ibrâz ile olan basmahânelerin sahibleri yedin­
şâd edemeyeceklerdir. oradan ruhsat verilmedikce basılama- ce mezuniyeti hâvi sened bulunacak-
ikinci madde: Memâlik-i mahrusa-i yacakdır. dır. Eğer bu müddet içinde sened al­
hazret-i şâhânenin ba'zı mahallinde ki­ Altına madde: Kezâlik Düvel-i Ec- mayan olur ise andan sonra sened al­
tab basmasını arzu edenler ewelemir- nebiyye teb'asından olub da gazete mak istemiş olsa bile kendüsüne izin
de vâli-i eyâlete haber verüb vâli tara­ tab' etmek isteyenler dahi Nezâret-i verilmeyecekdir.
fından dahi keyfiyet derbâr-ı şevket- Celile-i Hariciyye'den izin ve ruhsatı (fî 30 cemâdiyelülâ sene 1273)
karâra inhâ ve kezâlik Meclis-i Maa- hâvî sened almadıkça basmahâne kü-
rif'de görülüb ba-mazbata makâm-ı şâd edemeyeceklerdir. (26 Ocak 1857)
1692
YAYINCILIK
Osmanlı Yayıncılığı

Kitab Tab’ı Hakkında Nizâmnâme


Birinci madde: inhisar maddesi kül-
liyen lağv olunmağla herkes istediği ki­
tabı tab' etdirecektir.
ikinci madde: Müellifine bir nev'i
mükâfât ve emsâline tâziyâne-i şevk
olmak üzre her müellif hakkında kayd-ı
hayat şartıyla imtiyaz verilerek müd-
det-i hayâtında kendisinden başkası
telif eylediği kitabı bastıramayacakdır.
Üçüncü madde: Müellif kendisi bas-
dıramadığı takdirce ol kitâbın tab'ı hu­
susunda olan imtiyazını istek eden
kimseye olunacak mukavele ve müna-
sib bir bahâ ile ba-sened ü füruht ede-
bilecekdir.
Dördüncü madde: işbu mukavele ve
füruht keyfiyetinde meclis-i maarifin
dahi ma'lümatı bulunacaktır.
Beşinci madde: Devletce tab'ı lâzım
geldikde müellifine ne mikdar şey ve­
rilmesi münasib ise meclis-i maarif
ij» j*.
ma'rifetiyle i'tâ etdirilerek basdırıla-
cakdır. )rrs
Altıncı madde: Tab' olunacak kita­
bın mukavele olunan mikdardan ziyâ­ sinden olarak matbuat-ı Osmaniye şa-
de basdırılması memnu' olduğundan mütercemesi hakkında dahi muamele-
hiiâfına cesâret edenler olur ise âde- i mezküre aynile câri olub yalnız yan-ı memnuniyet bir hale gelmiş ve
tâ sirkat hükmünde olarak o malüle- müddet-i imtiyazı yirmisene olacak ve her gün yeni yeni neşr olunan fenni,
ler hakkında kânunen icâb eden ce- asıl kitab sâir istek edenler tarafından hikemi kütüb ü resail sıdk-ı müddeaya
dahi her vakit terceme edilmek mücâz birer burhan-ı natık hükmünde bulun­
zâ icrâ olunacakdır.
bulunacakdır. muştur.
Te' lif ve terceme olunan kitabiarın Matbuat-ı Osmaniye'nin hal-i hazı­
(fi 8 Receb sene 1289 ve rıyla mütenasib ve ebna-yı vatanın mü­
fi 30 Ağustos sene 1288) imtiyazı ya devlet-i aleyh cânibinden
satun alınmış veyahud imtiyazı müel­ talaa, tevsi-i malumat, tefennün hu­
(11 Eylül 1872) lif ve mütercimleri tarafından devlete suslarındaki ihtiyacatına hadim olabi­
Kitab Tab’ı Hakkında Olan terk edilmiş bulunur ise bu gibi kitab- lecek derece-i mükemmeliyette bulun­
Nizâmnâmeye Zeyl Olunan ları tab' etmek isteyenler ewelemirde mak üzre kütüphane-i acizanem,
Fıkariıt-ı Nizamiye maârif nezâretine müracaatle hazine-i namına nisbetle, yeni bir kütüphane
celile için tensib edilecek bedeli vere­ tesis etmiştir.
Telif olunan-bir kitabın tab'ı ve neşri rek istihsal-i ruhsat etmedikçe tab' ve "Asır Kütüphanesi'nin maksadı
tarihinden i'tibâren kırk sene müddet­ neşr edemeyecekdir. şimdiye kadar lisanımızda misli ender
le müellifinden gayrisi tarafından tab' Tab' ve neşri imtiyaz tahtında bulu­ olan her türlü âsar-ı makbuleyi câmi
ve neşr olunamamak vete'lif olunmuş nan kitabiarı biiâ-ruhsat tab' edenler olmak üzre elsine-i sairede neşr olu­
bir kitabın mukaddeme ve zahrinde hakkında cezâ kânunnâme-i hümâyu­ nan kütüphanelerin en güzel ve en
veyahud sâir mahallerinde elsine-i sâ- nunun ikiyüzkırkbirinci maddesi hük­ müntehablarına muadil eserler vücu­
ireye nakl ve tercemesi müellifine âid- münce muamele olunacakdır. da getirmekten ibaret olduğundan bu
dir ibaresi muharrer olduğu suretde Her müellif ve mütercim matbuât ni- yolda hiçbir külfetten, hiçbir fedakâr­
zikr olunan kırk sene müddet zarfın­ zamâtına ittibâa dahi mecbur buluna- lıktan çekinilmeyecektir.
da müellifinden ruhsat almadıkca âhiri cakdır.D Asır Kütüphanesi mektep şakirda-
tarafından elsine-i sâireye nakl ve ter- nından bed ile müntehilin derecesine
ceme edilmemek üzre müellif-i kitab vasıl olan erbab-ı maarif ile alelıtlak
taleb eder ise kendüsüne imtiyaz ve- tevsi-i vukuf ve malumata ve eslatın
rilecekdir. Zikr olunan kırk sene A s ır K ü tü p h a n e s i müntehab-ı âsarını cem ve kıraatine
müddet-i imtiyaziyenin inkızâsından T a n ıtım B r o ş ü r ü âhişger bulunan eshab-ı mütalaaya
mukaddem müellif vefât eylediği hal­ velhasıl büyük küçük kitap okuyan ze­
de müddet-i bakâya emvâl-i metrüke Asır Kütüphanesi, her nevi âsar-ı vatın kâtfesine faidebahş olacak âsar-ı
gibi veresesine intikal eyleyerek ve müntehabeyi havi külliyat. mütenewiayı havi olacağı için umu­
müellif veyahud veresesi nâil olduğu Hame-i yegane-i maarif ve kemalat mun takdir ve rağbetini kazanacağı
imtiyaz müddetinin bircüz'ünü veya­ olan velinimet-i bi-minnetimiz Sultan şüphesizdir.
hud tamâmını âhire satmağa mukte­ Abdülhamid Han-ı Sani Efendimiz Asır Kütüphanesi şimdiye kadar ge­
dir olacak, müşterinin alacağı imtiyâz Hazretlerinin bilumum efrad-ı tebaa-i lip geçen ve eser yazan umum üde-
müddeti tekmil olmaksızın vefâtı vuku' şahanelerinin her cihetle behredar-ı ba ve şuara ve müverrihin . ve
bulur işe kezâlik müddet-i bakâyâya nimet-i terakki olması emrinde meş- mütefennin-i Osmaniyenin en bergü-
veresesi tasarruf edecekdir. hud-ı basıra-i şükran olan âmal-i feyz- zide ve makbul eserlerini eczası ara­
Terceme olunan bir kitabın nüsha-i iştimal-i şehriyarileri cümle-i cemile­ sında suret-i mükemmele ve nefisede
1693
YAYINCILIK
Osmanlı Yayıncılığı

HUKUKÎ DURUM: 1858‘de ve


1888’de çıkartılan nizamnamelerle
getirilen sansür, yayıncıları da
doğrudan etkiledi. 1897'de padişahın
iradesiyle Tetkik-i Müellefet
Komisyonu oluşturuldu. II.
Meşrutiyetken sonra 1911 ’de
Matbuat Kanunu ve Matbaalar
Kanunu çıkarıldı. 1908'den sonra da
sansür fiilen kalktı. Ancak 1913’ten
sonra İttihat ve Terakki yönetiminde
basın özgürlüğü yine kullanılamaz
hale geldi. Matbuat ve Matbaalar
Kanunu ’nun kapağı ve soldan sağa
sansürcü Kemal Bey, Zabtiye nazırı
Nazım Paşa, Zabtiye nazırı ferik Ali
Paşa.

tab ve neşr edeceği gibi Avrupa mil­ pa meşahirinin beynelmilel şöhret alan seyahatname ile Stanley'nin seyaha­
letlerinin vücutlarıyla iftihar veeserle- ve her milletin edebiyatına mal edilen ti hakkında mazbut ve muhtasar bir
rini bir mevki-i ihtiram ve itibarda eserlerini ki -mesela Fransızlardan eser, Afrika'da Avrupalıların müstem-
tuttukları üdeba ve hükema-yı salife ve Rasen'in faciaları ile Molyer'in mud- lekatı hakkında yine bir eser-i coğrafi
haran ın meşhur-ı âlem olmuş âsarını hıkelerini Sen Piyer'in, Şatobriyan' Asır Kütüphanesi'nin ilk nüshaları me-
dahi câmi olmakla beraber ulum, tü- ın, H ugonun, âsar-ı şıiriye ve yanında neşr olunmak üzre hazırlan­
nun ve edebiyatın kâtfe-i şuabatına hikemiyesini, filiz le rd e n Şekspir- mıştır.
dair umumun lezzetleokuyacağı, su­ in Romeo ve Jülyet ve Hamlet, Kral Hamisen umum âsar-ı matbua-i Os­
huletle anlayacağı ibârat ile birçok Lear gibi tiyatrolarını ve Lord Byron '­ maniye hakkında intikadat: Âlem-i
eserler neşr edecektir. un âsarını veAlmanlardan Goethe'nin matbuata eski ve yeni ihrac olunan ve
Asır Kütüphanesi gayet umumi ve Herman ve Dorote ve Faust'u, Schil- olunmakta bulunan müellef ve müter-
her türlü müellefatı câmi olduğu için ler'in Vilhelm Tel, Valenştayn ve Ta­ cem roman, hikâyat, âsar-ı edebiye ve
neşr edeceği Asarın nevi ve mahiye­ rihin Lüzumu eserleri gibi şeylerdir- fenniyenin umumen tankidatına dair
ti hakkında şimdiden bir program yap­ matbuat-ı Osmaniye arasına güzel bir sahib-i re'y ve haiz-i evsaf-ı lazıme
mak kabil değilse de mücerred mü- tab münasib bir kıt' ada idhaline vası­ olan zevatın kalemlerinden çıkmış ma-
taliin-i kiram hazaratınca bir fikir ha­ ta olacaktır. kalata Asır Kütüphanesi icabına göre
sıl olabilmek için Asır Kütüphanesi'nin Saniyen gerek muharririn-i Osma- bir veya sırasıyla birkaç cüz'ünü hasr
neşr edeceği enva'ı Asardan birkaçı niye-i hazıranın âsar-ı makbulesini, edecektir.
hakkında misaller iraesi suretiyle, kü­ gerek umum Avrupa erbab-ı kalemi Sadisen umumen teracim-i ahval:
tüphanenin maksad-ı tesisi ve suret-i ser-amedanının birkaç lisana tercüme Tarihin ıttılaı. yettiöi zamandan şimdiye
tertibini izah etmek münasib görül­ edilmiş ve her millet-i mütemeddine kadar gelmiş ve sahife-i âlemde bir
müştür. nezdinde müştehir olmuş olmakla bir isim bırakmış olan zevatın iktidar ve
Asır Kütüphanesi her nevi muhar- mevki-i mümtaz kazanan müellefat-ı mahiyetini veef'al ve mesleğini, âlem-i
reratı câmidir. Ez en cümle şu yolda nadiresini neşr için Asır Kütüphanesi insanivete hizmetini bast eder suret­
eserler neşr edecektir: en güzel bir vasıta olacaktır. te müdekkıkane yazılmış tercümeıhaf-
Evvelen âsar-ı eslaf: Muharrerat-ı Salisen ulum ve fünun: Ulum ve fü- leri Asır Kütüphanesi eczasını işgal
makbule ve nadire-i Osmaniye'den nunun terakkıyat-ı hazırasından kariin- edecektir.
mesela Fuzuli'nin Leyla vü Mecnun, i Osmaniye'yi haberdar etmek ve bil­ Asır Kütüphanesi'nin mesleği hak­
Şeyh Galib'in Hüsn ü Aşk namındaki cümle keşfiyat ve ihtiraat-ı fenniyeyi kında bu kadar bir program göstere­
manzumelerini, Baki ve Nedim gibi şu- anlaşılır bir lisanla erbab-ı mütalaaya bildik. Fakat Asır Kütüphanesi'nin
aranın eş'ar-ı müntehabesini ve mü- arz eylemek Asır Kütüphanesi'nin neşr edeceği âsar buna da münhasır
verrihin-i meşhuremizin tıkarat-ı maksadındadır. değildir. Mukaddimemizi hülasa et­
tarihiyesini neşr edecek yani esiaf-ı Rabian her qün (gazete okuyaniara mek istesek deriz ki: Tarih-i âlemde
Osmaniye'nin âsarını umumen ihya başkaca bir hizmet olmak üzre evrak-ı meşhur olan Osmanlı, Arap ve Acem
eylevecek. Bundan başka ulum ve havadiste mevzubahs olan mesailin la- ve Ecnebi umum erbab-ı kalemin eb-
fünun-ı hazıraya esas koyan ulema­ yıkıyla malum olması için bu mesaile na-yı cinslerine yadigâr bıraktıkları
yı Garb ın oergüzide eserlerinin müteallık seyahat ve coğrafyaya dair eserlerin en güzellerini icab ettikçe
matbuat-ı Osmaniye arasında yeni bir malumat birer kitap şeklinde Asır Kü­ müelliflerinin tasvirleriyle beraber
surette güzel bir Türkçe ile husulüne tüphanesi meyanında neşr olunacak­ kariin-i Osmaniye'nin nazar-ı mütalaa
hizmet edecek ve bir de umum Avru­ tır. Mesela Fas hakkında güzel bir ve itibarına arzla vukuf-ı mıNimîzi tev­
1694
YAYINCILIK
Osmanlı Yayıncılığı

si ve ulum ve fünun-ı haziranın netini İstenilen mahalle gönderilmek üzre: miz küçük hikâyelerinin içinde mazhar
milletimiz efradı arasında umumileş­ Adet Kuruş olduğu rağbet-i âmmeye müteşekki-
tirmek niyet-i halisanesine istinaden Seneliği 52 50 ren, “Asır Kütüphanesi Hikâyeleri"
bu kütüphaneyi tesis ettik. Bu mak- 6 aylığı 26 27 namıyla küçük ve güzel bir kıt'ada la­
sad-ı halisanemizin husulü ancak vü- Asır Kütüphanesi'nden alınmak üzre: tif hikâyelerden mürekkeb ve mecmua
cudları bu mülk ve devlet için medar-ı Adet Kuruş daha teşkil ediyor. Bir hikâye bir cüz
iftihar olan zevat-ı kiram-ı marifet-ittisa- Seneliği 52 40 veya birkaç cüz'de tamam olacak. 16
mın teşvik ve tergıbi, muavenet ve 6 aylığı 26 22 sayfalık bir cüz' ü 1O paraya, haftada
himmeti sayesinde mümkündür. Bu lâ-akal bir cüz çıkacak, 52 cüz bir se­
sebepten dolayı kütüphanemizin me- nelik itibar olunur.
malik-i Osmaniye'nin her cihetine in­ A boneler için Suhulet Bir senelik abone bedeli Dersaadet
tişarına himmet buyurmalarını ve Abanelere suhulet olmak üzre be­ için 5 taşra için posta ücreti olarak 5
nekayısını hemen ihtar suretiyle ibraz-ı delin taksit suretiyle itasını kabul ede­ kuruş daha alınır.
muavenet-i hayırhahane eylemelerini riz. Bir taksit 1O kuruştur. Taksit Mekteb-i Asır
ve mümkün mertebe mükemmeliyeti suretinde abone olanlar için seneliği
ve gerek intişar, gerek ihata ettiği asa­ 55 altı aylığı 30 ve kütüphaneden alın­ Mekatib-i umumiye ve hususiye
rın dairelerini tevsi için efkâr-ı maarif- mak üzre 25 ve 45 kuruştur. Taksit ders programlarına muvafık olarak
perveraneye layık olacak tedabirin it­ suretinde abone olduklarını müş'ir bir kâtfe-i ulum ve fünuna dair müellefat-
tihazını Asır Kütüphanesi idaresine ih­ senedi imza edeceklerdir. tan ibaret olmak üzre kütüphane-i aci-
bar zahmetini ihtiyar kılmalarını alenen zanem yukanki nam ile bir külliyat
rica ve istirham ederiz. Bu mukaddi­ A sır K ütüphanesi Rom anları mecmuası daha tesis etmiştir.
menin neşrinden maksadımız kütüp­ Kütüphanemiz tarafından bu nam ile Mekteb-i Asır Elifba cüz'ünden bed
hanenin muhtasarca esas tertib ve neşr olunmakta olan roman külliyatı­ ile mekatib-i âliyede tedris olunan tü-
tesisini söylemek ve bu himmet ve mu­ nın birinci senesi hitam bulmuştur. nun kitaplarına varıncaya kadar en
avenet ricasını erbab-ı iktidar ve ma­ Bimennihi'l-kerim karîben ikinci sene­ mükemmel ve müfid eserleri câmi ola­
rifete arz eylemektir. nin neşrine başlanacaktır. Birinci se­ cak ve külliyat dört kısım üzerine bit-
nesi büyük, küçük 11 roman ve hikâ­ taksim, kısm-ı evvel hazine-i tedrisat-ı
Muharririn-ı muhtereme-i Osmani- ibtidaiye, kısm-ı sani hazine-i tedrisat-ı
yemizden ayrıca kütüphanemiz dahi­ yeyi câmidir.
Bir senelik abone bedeli taşra için rüşdiye, kısm-ı salis hazine-i tedrisat-ı
linde neşr olunmak üzre âsar-ı idadiye, kısm-ı rabi hazine-i tedrisat-ı
kalemiyelerini ihda ve kütüphanemiz 50 Dersaadet için40 kuruştur. Altı ay­
lığı 25 ve 30 kuruştur. âliye namıyla bu kısımlardan her biri­
tahrir ve tertibinde her cihetle mükem­ ni havi bulunacaktır.
meliyet husulüne himmet suretiyle Asır Kütüphanesi'ne abone olan ze­
vat Asır Kütüphanesi romanlarına da İtikad-ı acizanemizce herhangi ilim
muavenet-i hayırhahane ve insaniyet- ve fenne dair olursa olsun telif edile­
kârane ümid ve intizarırıdavız. Asır Kü­ abone olmak istedikleri surette kendi­
lerine bir ikram olmak üzre seneliğini cek bir eser mutlaka o ilim ve fende
tüphanesi idaresi buna karşı vasi ve
taşra için 40 Dersaadet için 30 ve altı ihtisası olan zevat tarafından yapılması
iktidarı dairesinde hidemat-ı tabiâna iktiza edeceğinden Mekteb-i Asır me-
arz eder. aylığını 20, 25 kuruşa tenzil ederiz.
yanına girecek bilcümle kütüb ü resa-
Asır Kütüphanesi meyanında neşr Asır K ütüphanesi Hikayeleri ilin erbabına yaptırılmış ve yaptırıl­
olunacak fısarın intihab ve tertibi hu­ Asır Kütüphanesi romanlarının, bu makta bulunmuş-olduğunu dahi baş­
suslarına nezaret cihetiniıdahi zevat­
romanlarımız meyanında neşr ettiği­ kaca arz ederim. D
ı muktedire deruhte buyurmuşlardır.
Asır Kütüphanesi'nin intizamı ve ha­
vi olduğu fısarın tenevvüü ve tekem­
mülü birinci senesi eczasının neşri
zamanında kendi kendine zahir ola­
caktır.
0 1j j jV ) 1 j f"

Suret-i N eşr
Asır Kütüphanesi'nin bir cüzü lâ-.
akal 64 sayfa olarak Avrupa'nın en
meşhur kütüphaneleri kıt'asında ya­ ^ J - i Sil ; j L
ni şu kitap hacminde neşr olunacak ve
her cüzü müstakil bir eserolacağı gibi
bir eser sırayla 4-5 ve icabına göre da­ 4.;>-«JLllı ıJT 2 y o-->-Âİ J lA,.
ha ziyade cüz'ü dahi işgal eyleyecek­
tir. Asır Kütüphanesinden 52 adedi
bir senelik itibar olunacaktır. Bir ade­ i
din fiyatı 50 paradır.
Asır Kütüphanesi'nin esas teşkili
maarife hizmet olduğu için 64 sayfa­
lık bir cüz'üne ucuz bir fiyat konul­
muştur. Abone bedeli: Vilayâtdaki
kariin-i kirama suhulet olmak ve Asır
Kütüphanesi'nin intişarını tamim et­
mek maksadıyla abone bedeli bir de­
rece daha tehvin edilmiştir.
1695
YAYINCILIK
Osman lı Yayıncılığı

Telif ve Tercüme Nizamnamesi’nden Bölümler

Elif b a guruş mükâtât verilecekdir. Te'lîfi içün kılınacak ve hulâsa risılle-i matlube az
Vavın hareke olarak isti'malinde su- dört ay müddet ta'yîn olunmuşdur. kâide ve çok misâli müştemil olacak-
ver-i muhtelifede telaffuzîçün alâmât. dır. Çünkü misallerin taaddüdü kavâ-
Fezail-i Fi’liyye R isalesi idin tahsilini teshîl etdikten başka bu
yânın hareke makâmında isti'malinde
diğer halinden temyîzîçün alâmet ke­ Gerek ehl-i İslâm ve gerek milel-i sâ- vesîle ile isti'mal olunacak kelimâtın
limenin ibtidılsında vakı' elif harfinin ire beyninde fezâil-i ahlâka müteallık imlâ ve ma'naları dahî öğrenilür.
harekesini mübeyyin alâmât hecıl ni­ ezmine-i sâlitede vuku'a gelmiş olan İşbu risâle lisân-ı Türkî kavâidine
hâyetinde hareke makâmında müsta'- hâlât ve harekılt-ı memduha ahlâk ri- mahsus olacağından gerek Arabî ve
mel h{! harfinin diğerinden temyîzîçün sâlesi beyannâmesinde gösterilen ter- gerek Fârisî'den Türkî lisânında isti'-
alâmet Arabî ve Fârisî keflerin yekdi- tîbe tevfikan fasıllara taksîm olunacak- mali ziyâde şâyi' ve bilinmesi lıl-büd
ğerlerinden temyîzîçün alâmet hecıl- dır. Bu makule vukuât-ı seyr ve târîh olan kavâid dahî ayrıca tertîb ve bâlâ­
yı tedrîc üzre ta'lîm içün gâyet sâde ve ahlâk kitablarında bulunabileceğin­ da gösterilen numunelere tevfîkan mi­
ve sehl-i kelimıltdan mürekkeb ibılrılt den bunlar tetebbu' ile münâsibleri in- sallerle tavzîh olunarak zeyl olmak üz­
risıllenin nısf-ı evveline işılrılt-ı cedî- tihılb olunur ve bu yolda yazılmış mah­ re risâlenin âhirine ilâve kılınacakdır.
de ile berâber Mî harekât vaz' oluna­ sus kitablar mevcud olduğundan an­ Arabî fiillerden Türkçe'de müsta'-
cak ve nısf-ı diğerine yalnız işârât-ı ce- lardan dahî nakledilebilir. Fezâil-i fi'- mel olan sîgaları şâmil olmak üzre bir­
dîde konulacakdır. Bunlardan başka liyye risıllesi yüz sahîfe kadar olacak takım cedveller tertîb olunub bunların
tehcîyeyi teshîl içün keşf olunacak her ve birincisine beşbin ve ikincisine üç­ ma'naları ve ba'zı tenbîhât ilâve olu­
türlü usul dere kılınacakdır. Münılsib bin guruş mükâtât verilecekdir. İşbu nacak ve işbu fiiller yalnız ef'âl-i sa-
resimler dahî ilâvesi câiz olacakdır. risıllenin te' lîfi içün dört ay müddet ta'- hîha olub muattelât yazılmayacakdır.
Hutut-u âdiyede harekât-ı ma’hude is- yîn olunmuşdur. İşbu risâleye cüz-ü sânî olmak üz­
ti'mal olunmadığı cihetle mümkün re derununda münderic kavâide tat-
Kavaid-i Türkiyye bîkan bir imlâ risâlesi dahî tertîb kılı-
mertebe bunların makâmına kılim ve
diger ba'zı fevılidi şâmil olarak tehci- İşbu risâle iki kısma munkasim olub nacakdır. Şakîr-i muallimin muâvene-
yeyiteshîl eylemek üzre bâlâda beyân birincisi usul-u lisılndır. Bu dahî zîrde tiyle kendü lisân-ı mâder-zâdının
olunan huruf içün ba'zı alâmât-ı mü­ muharrer mevâddı şâmil olacakdır. kavâid-i külliyesini kolaylıkla öğren­
nâsibe ihtirâı matlub olub fakat işbu Mukaddeme. İsim. Zamir. Fi'il. Edat. mek içün işbu risâle iktizâ eden her
alâmât usul-u müsta'meleye muhâlif Terılkîbin kavılid-i lisâna tatbîki. İkin­ türlü mevaddı şâmil olacakdır. Lisânın
ya'nî şekl-i aslîyi tağyîr edecek suret- cisi terkîb-i kelâmdır. Bu dahî âtî-üz- kavâid-i hikemiyye ve muşkilesini be­
de olmayacakdır. lsti'mal olunacak zikr mevaddan ibaretdir. Mutabakat. yandan ziyâdesiyle ictinâb olunacak
kelimâtın kılffesi mümkün mertebe ço­ Mef'uller. Cümlelerin yekdigerine ir- olub çünkü ale-1-umum kavâid kitab-
cukların bildikleri ve belki her gün is- tibıltı. İsbu risâlede münderic her bir larının tedrîsini tas'îb eden ba'zı
ti'mal etdikleri lügatlerden ve bunla­ kaide ve istisna ve tenbih akîbctinde ma'lumât-ı dakîka ve cüz'iyyeyi öğren-
rın mütâdı dahî anların derece-i idrak­ müteaddid misaller îrâd olunacak ve meksizin lisan tahsîl olunabilir bu ced-
lerine muvâtık efkılrdan ibâret olacak- bir kılide ne kadar müşkil ise misalle­ velde ittihaz olunan usul her ne kadar
dır. ibtidâ sâde ve kolaydan bed ile bi- ri o nisbetle olacakdır. memleketimizde ale-1-umum müsta'­
t-tedrîc mürekkeb ve müşkil kelimât ve Emsile cümlesinden olmak üzre mel olan usule mugılyir görünürisede
ibârât yazılacakdır. Her halde etfâle meselâ lisân-ı Türkî'de kelimâtın zîr ü memâlik-i sâirede bunun kavâid ve
hoş görünüb rağbetlerini eelbedecek bâlâsına vaz' olunan harekâtdan baş­ muhassenâtı bi-t-tecrübe anlaşılmış-
suretde olmasına i'tinıl kılınacakdır. ka olarak dâhil kelimâtda ba'zı huruf dır. İrâd olunacak misallerin en mu’-
Hülâsâ bir çocuk bu risâle vâsıta­ hareke makâmında müsta'mel oldu­ teber münşîler âsârından intihâb olun­
sıyla nihâyet altı ay zarfında hecâyi ta- ğundan bunları şâmil yigirmi kelime ması iktizâ edeceği dahi ihtâr olunur.
allüm edüb eline verilecek sâde ve âdî tertîb olunacak ve bâlâsı zîrde muhar­ İşbu kavâid risâlesi lâ-akall yüz elli
ibareli Türkçe kitabları okumağa muk­ rer lügatın o kabîlden olan harflerinin ve imlâ risâlesi yüz sahîfeden ibâret
tedir olacakdır. Elif-bâ yüz sahîfe ka­ altına bir hat çekile deyu yazılacakdır. olacak ve bunlardan birinci derecede
dar olacak ve birincisine beşbin ve Muzaf-ün-ileyh ve mef'ul-ün-leh ve bulunana onikibin ve ikinci derecede
ikincisine üçbin guruş mükâfât verile- mef'ül-ün-bih olarak otuz kadar isim bulunana sekizbin guruş mükâfât ve­
cekdir. işbu risâlenin te'lîfi içün dört tertîb olunub bâlâsına işbu üç sîgalı rilecekdir Kavâid-i Türkiyye risâlesinin
mâh müddet ta'yîn olunmuşdur. isim yekdigerinden tefrîk ile üç sütu­ te'lîfiiçün altı ay müddet ta'yîn olun­
na taksîm olunadeyu yazılacakdır. Lâ­ muşdur
Ahlak R isalesi zım ve müteaddi ve ma'lum ve mec-
ilm-i ahlâkın mevzu'u ve gâyetine hul fiiller içün dahî taraf-ı mezkür üz­ Coğrafya
dâir bir muhtasar mukaddeme. insa­ re emsele dere olunacakdır.
nın vezâif-i diniyyesi. Vâlideynine kar- Birtakım cümleler tertîb ve bunlar­ Kürre-i arzın şekl ve mevkii ve hare­
şu vezâifi. Muallimlerine karşı vezâi- da vakı' fiiller masdar olarak tahrîr olu­ ketine dâir ma'lumât-ı umumiyye, arz
fi. Ebna-yı cinsine karşu vezâifi. Nef­ nub işbu fiiller ezmine-i selaseden üzP.rinde farz olunan devâir. Islâhât-ı
sine karşu vezâifi. Ülülemre karşu ve­ kangı zernân ile takdîr olunması iste- coğrafya. Ecnâs-ı nev'i beşer. Suver-i
zâifi. Vatana karşu vezâifi. Kavânin-i nilür ise iki kavs içine yazılacakdır. hükümât ve mezâhib. Avrupa'dan
memlekete riâyetin vücubu. Hayvanât Muzâf ve mef'ul-ün-leh ve mef'ul-ün- başlayarak kıtaât-ı hamsenin hudud
ve sâir mahlukâta karşu vezâifi. işbu bih ve sâire içün dahî bu yolda misal­ ve nüfus ve sâiresi. Memâlik-i şâhâ-
risâle yüz sahîfe kadar olacak ve bi­ ler getırilecekdir. işbu numunelere nenin hududu ve vüs'ati ve dağları ve
rincisine beşbin ve ikincisine üçbin tevfikan diğer münâsib misaller tertîb ırmakları ve gölleri ve büyük nehirleri
1696
YAYINCILIK
O sm a n lı Yayıncılığı

ve idârece eski ve yeni taksimi ve şâ­ dan bir şey dere olunmayub dört beş na dAir ba'zı ma'lumat-ı muhtasara
mil olduğu milel ve tavaif-i muhtelife. satırlık ve nihayet bir sahîfelik mektub- dahî verilecekdir.
Her bir vilAyetin hududu ve mahsulAt-ı lar yazılacakdır. ibArAtı dahî çocukca İşbu risAle otuz kırk sahîfe kadar
arzıyye ve sınaıyyesi ve merkez-i ida­ lAkırdısöylergibi sadeolacakdır. Mek- olacak ve birincisine dörtbin ve ikin­
resi ve munkasim olduğu sancakları tublar tebrîk ve teşekkür ve tavsiye ve cisine üçbin guruş mükafAt verilecek­
ve mevAki-i müstahkeme ve sAiresi. ta'ziye ve emsali fusula taksim kılına­ dir. Şevazz-ı imla risalesinin te'lîfi içün
Memalik-i şahnede bulunan temür ve caktır. dört ay müddet ta'yîn olunmuşdur.
şose yollar ve posta ve telgraf hatla­ İnşA risAlesi yüz sahîfe kadar ola­
rı. Devlet-i aliyyenin suret-i hükümet cak ve birincisine beşbin ve ikincisi­
ve usul-ü idaresine ve kuvve-i berriy- ne üçbin guruş mükAfat verilecektir. Ma'lumât-ı Nâfıa
ye ve bahriyyesine ve muhakim ve Işbu risalenin te'lîfi içün dört ay müd­ Hey'et. Coğrafya. Tarih. Hikmet-i
maarif-i umumiyyeye dair ma'lumat. det ta'yîn olunmuşdur. tabiiyye. Kimya. Tabakat-ül-arz. Ah­
Taksîmât-ı askeriyyeyi mübeyyin bir lak.
cedvel ve vilayet ve sancakları mübey- Edebiyyât-ı M anzum e İşbu risale balada mezkür ulum ve
yin bir cedvel. Coğrafya risAlesi mü- Şiirin ta'rîf ve mevzuu ve gAyetine sairine müteallık her türlü'ma'lumat-ı
teaddid resimlere taksim olunub her ve hususat-ı sAiresine dair bir nafıayı şAmil bir mecmua olacağından
bir dersin ahirinde şamil olduğu me- mukaddeme-i muhtasıra. MünAcAt. mesAilin yekdigerine irtibatı iktizA et­
vadda müteallik es'ile-i muhtelife vaz' Na't-ı resul. SitAyiş-i padişahî. Evzan mez. EtfAl bunu dersden addetmeyüb
olunacak ve münasib olan mahaller­ ve kavAfi-i muhtelifede her türlü eş'- hikAye kitabları gibi eğlence makamın­
de ba'zı ma'lumat-ı tArihiyye dahî ila­ Ar. işbu eş'Arın yeniden nazmına ha- da okumak içün heves ve rağbetleri­
ve kılınacakdır. işbu risAle yüz sahîfe ced olmayub meşAhir-i şuarA AsArın­ ni eelbedecek suretde gayet sade ve
kadar olacak ve birincisine beşbin ve dan intihâb ile zîrine ismi dahî vaz' olu­ muhtasar yazılacakdır. Ma'lumat-ı na­
ikincisine üçbin guruş mükafAt verile- nacak ve adAb-ı umumiyyeye muga- fıa risAlesi yüz sahîfe kadar olacak ve
cekdir. Coğrafya risalesinin te'lîfi içün yir-ül-elfAz ve efkAr bulunmamasına birincisine beşbin ve ikincisine üçbin
dört ay müddet ta'yîn olunmuşdur. dikkat edilecekdir. Hikem ve nesAyîh guruş mükafat verilecekdir. İşbu risA­
ve letaif ve hikayat ve emsali fasıllara lenin te'lîfi içün dört ay müddet ta'yîn
Târih-i O sm ânî olunmuşdur.
taksîm olunacakdır. İşbu risale yüz sa-
Devlet-i aliyye-i Osmaniyye'nin ne hîfe olacak ve birincisine beşbin ve
vechle zuhur etdiğine ve evvel zaman ikincisine üçbin guruş mükafat verile- M eşk M ecm uası
Anadolu'da bulunan devlet ve millet­ cekdir. Edebiyat-ı manzume risalesi­
lerin ahvAline dair bir mukaddeme. Kalem ve mürekkeb ve kağıd ve sair
nin te'lîfi içün dört ay müddet ta'yîn edevat-ı hattatıyyeyi nasıl intihab ve
Zuhur-u devlet-i aliyyeden şimdiye ka­ olunmuşdur.
dar ser-nüma-yı zuhur olan her türlü tehyie etmek ve bunları nasıl isti'mal
vukuAt-ı mühimme. Bilcümle selatîn-i eylemek iktiza edeceğine ve sair usul­
Şevâzz-ı İmlâ
Osmaniyye'nin tarîh-i veladet ve cü­ ü hattAtıyyeye dair bir mukaddeme.
lusu ve vefatlarını mübeyyin bir ced­ İşbu risalenin mevzuu Türkçe (lekin, Sülüs kAidesine muvafık olarak amu-
vel. Işbu tarihde münderic vukuat-ı kezalik,Mhişlgibi imlAsı kaideye mu­ dî ve ufkî ve münhanî keşîdeler. Ba'zı
mühimmenin tarih ve vuku'larını mü­ gayir olarak yazılan kelimAtdır. Gayeti huruf-u mukattaanın cüz-ü ahirleri
beyyin bir cedvel.Avrupa ve Asya ve o makule kelimatı kolaylıkla şAkirdA- olan kaseler. Vav ve cim ve sad ve em­
Afrika kıt'alarında vakı' memalik-i Os­ na ta'lîm etmekdir. Zîrde gösterildiği sAli ba'zı huruf-u mukattaanın yalnız
maniyye'nin bir kıt'a haritası, şimdi­ vechle mebhus-ün-anh olan kelimAtın cüz-ü evvelleri. Huruf-u mukattaanın
ye kadar erike-pîra-yı saltanat olan suret-i tahrîr ve telaffuz ve ma'naları- envAı. Nıkat ve harekat. Huruf-u mu-
padişah-ı celil-ül-unvandan her birinin nı ve kangı lisandan olduklarını mü- kattaadan her birinin kavaid-i hattatı-
uhde-i hükümeti bir fasla taksim edi­ beyyin bir kıt'a cedvel tanzîm oluna- yece noktalarla mikdarının ta'yîni. Her
lecek ve vukuat hakîkatı vechle bi- cakdır. harfin evvel ve ahir kelimede ne şekil­
tarafane yazılub fakat muhabbet-i va- de vakı' olduğuna misal olmak üzre iki
taniyyeye müteallık mevad senA ve si­ suret-i harfli kelimeler. Harfin vasat-ı kelime­
suret-i m anâ
tayişle yad olunacakdır. işbu tarîh hi­ tahrir telaffuz lisân de ne şekilde vakı' olduğuna misal ol­
kaye yolunda yazılacağından muhake­ mak üzre üçer dörder harfli kelimeler.
meye girişilmeyüb ancak nakl olunan lekin lakin amma Arabî Tehzîb-i ahlaka müteallık Arabî ve
fezail tahsin ve kabayîh takbih kılına­ kezlik kezalik öylece Arabî Türkî ibareler. Hatt-ı rık'a ile yalnız
cakdır. Esamı-i bilad ve rical ve teva- havahiş hâhiş istek Farisî Türkî ibareler. Hatt-ı dîvanî kezA. Hatt-ı
rîh daima gösterilmeyüb bunlar yalnız elke ülke memleket Türkî ta'lîk ile Farısî ve Türkî ibareler.
vukuat-ı mühimmede zikr olunacakdır. işbu mecmua sığırdili ta'bîr olunur
Tarîh-i Osmanî yüz sahîfe kadar ola- Cedvelde bulunan kelimeleri şamil şekilde yapılarak hutut dahî kürsîleri
cakdır ve birincisine beşbin ve ikinci­ birtakım küçük ibarelerve mümkün ol­ ya'nî hurufun mevki'leri gösterilmek
sine üçbin guruş mükafat verilecekdir. duğu halde kısa hikayeler olunacak- üzreufkî olarak çekilmiş ince çizgiler
işbu tarîhin te'lîfi içün dört ay müddet dır. Şevazz-ı imla risalesi münasib mik- üzerine yazılacakdır. Mevadd-ı meş-
ta'yîn olunmuşdur. dar derslere taksîm olunub her ders ruhadan başka hüsn-ü hatt tahsîlini
dört beş kelime ile bunları şamil iki sa­ teshîle medar olacak her türlü usul da­
inşâ R isâlesi hî ilave kılınacakdır. Meşk mecmuası­
hîfe kadar ibareden mürekkeb olacak-
Fenn-i inşa ve mükatebata dair dır. Fakat her bir dersin ıbareleri o gün nın birincisine beşbin ve ikincisine üç­
kavaid-i umumiyyeyi şamil ve bir ta'lîm olunan kelimelere mahsus ol- bin guruş mükafat verilecekdir.1-işbu
mukaddeme-i münasibe. Mektub ve mayub geçen derslerde bulunan ke­ mecmuasın tertîbi içün dört ay müd­
arzuhal ve senedat suretleri. işbu ri­ limeler dahî tekrar kılınacakdır. Keli- det ta'yîn olunmuşdur. D
saleye ekseriya münşeat kitablarında matın mugayir-i kaide olarak yazılma­ (fi 12 safer sene 1287)
görülen mustalah ve mutavvel mevad- sının sebeb ve hikmeti ma' lum ise bu­ (14 Mayıs 1870)
YENİ O S M A N L IL A R

Yeni Osmaniıiar ve Siyasi Fikirleri


Prof. Dr. Şerif Mardin
Bir Aydın Grubu: Yeni Osmanlılar
Doç. Dr. İlber Ortaylı

Bu konuda aynca Batılılaşm a, J ö n T ürkler ve İttih a t ve T era k ki maddelerine


bakınız.
1698
Yeni Osmanlılar ve Siyasî Fikirleri

Şerif Mardin

Tanzimat’ın ilânı, temelde, uzun yıl­ şim cıe Batı’nın önen'ftr 'sayılabilecek
lar kendi iç sorunlarını çözümlemeye coğrafya, tarih ve müsbet bilimlerle il­
çalışmış imparatorluk idarecilerinin bir gili eserlerinin tercüme edilmeye çalışıl-
buluşunda odaklanıyordu. Osmanlı masıydı. Bütün bu konularda devletin
devlet yapısı askerî, idari ve malî ko­ girişimi esas şablona bağlıydı: Rüşdiye-
nuları birbiriyle ilintili bir üçgen halin­ ler çağdaş bir idare için gereken memur­
de örgütlemişti: Birine dokunmak he­ ları sağlayacaktı, kitaplar bu memur­
men diğerlerini etkiliyordu, reform so­ lara Batı’nın geliştirdiği bilgileri vere­
runu üçünün birden o lu m lu bir şekilde cekti. Batı’dakilere benzeyen, devlet
etkilendiği sistemi bulmakta toplanıyor­ katlarının dışında çalışan bir aydınlar
du, bu sistem de Osmanlılarca bir tür­ grubunu geliştirmek Tanzimatçıların
lü geliştirilememişti. Batı’da 17. yy’dan amaçları arasında yer alınıyordu fakat
beri beliren çağdaş devlet de bu üç ana eğitim ve iletişim politikalarının uygu­
ekseni birbirine bağlı olarak görmüştü lanması beklemediği böyle bir sonucu
fakat modern devlet anlayışında Os­ karşısına çıkardı: Yeni Osmanlılar ha­
manlıların arayışlarının tersine giden reketi Tanzimatın önceden kestireme-
bir çözüm bulmuştu. Osmanlılar mev­ diği sonuçlardan biri olarak oluştu.
cut iktisadi kaynaklardan daha çok im­ Tanzimat yıllarında giderek özel gi­
kân sızd ırm a yı amaçlarken Batı’da ye­ rişimlerin ürünü olarak ortaya çıkma­
ni k a y n a kla rın oluşturulmasına gidil­ ya başlayan entelektüel yapıtların bile
mişti. 18. yy’da, aydınlanma devrinde, önceleri devletin genel stratejisiyle or­
en anlamlı şeklini alan bu düşünceye ganik bir şekilde bağlantılı olduğu göz­
göre vatandaşlar güvenliğe kavuşturul- lemlenir. Bunu iki yönde izleyebiliriz:
duğu, iktisadi çabalarda serbest bırakıl­ Başlangıçta, bu gibi ürünler devlet ka­
dığı, bu alanlardaki kısıntılar (ülke içi tında önemli görevleri olanlar tarafın­
gümrük resmi gibi) hafifletildiği, dev­ dan kotarılmıştı. Örneğin 1859’da Fe-
let asayişi ve iletişimi sağlamak üzere nelon, Fontenelle ve Voltaire’den ter­
bir çaba sarfettiği takdirde ülke zengin­ cümelerden oluşan ve pratik bir ama­
leşecekti. Zenginleşen ülke de bu kay­ ca yöneliyormuş gibi gözüken M uhave-
naklarla kendini yenileyebilecekti. Ba­ rat-ı H ik e m iy e Münif Paşa tarafından
tı siyasetbilimcilerine göre böyle bir po­ tercüme edilmişti. Konusu da vatandaş­
litika kendi kendini besleyen bir hare­ lara kendine güveni aşılayacak temalar­
ket başlatacaktı. Batı devlet adamları­ dan oluşuyordu. 1862’de basılan Tele-
nın Osmanlılara tavsiye ettikleri “re­ m a q u e Yusuf Kâmil Paşa tarafından
form” hareketi buydu. Tanzimatı des­ tercüme edilmişti, konusu da hüküm­
tekleyen Osmanlı devlet adamları da darın devlet idaresinde hangi hususla­
Osmanlı İmparatorluğunun yeniden ra dikkat etmesi gerektiği alanını kap­
“tanzim”ini böyle anlamışlardı. Tan- sıyordu. 1840’la 1860 arasında Osmanlı
zimatı ve girişimlerini suçlayanlar ge­ İmparatorluğu’nda devletin dışında
nellikle Tanzimatın bu sistematiğini göz oluşan yapıtların bile “ansiklopedik”
ardı ederler. Oysa Tanzimatı, başarı ve bir amacı olduğu söylenebilir. Gene Ye­
başarısızlıklarını anlamak için bu görüş ni Osmanlılan göz önünde tuttuğumuz­
açısını hatırlamak gerekir. Yeni Os­ da bu grubun sahneye çıkması “ ansik-
manlılar olarak gördüğümüz grubun lopedizm”in terkedilmesi ve yerine “si-
düşünceleri de ancak bu biçimde bir yasiciliğin” geçmesi olarak yorumlana­
çerçeve içinden bakıldığında bir anlam bilir. Bu gelişmeye 1840’tan sonra ge­
kazanır. lişen gazeteciliğin önemli bir katkısı ol­
Tanzimatm bu genel stratejisinin ge­ muştur.
reklerinden biri ülkenin eğitim düzeyi­ Bir çeşit Resmi Gazete olan T akvim -i
ni yükseltmekti. Tanzimatı başlatanlar­ V akayi Tanzimatçılar tarafından 1831’-
dan bir ya da iki kuşak sonra ürün ver­ de başlatılmıştı. Daha sonra Churchill
meye başlayan Rüşdiyeler bu amaçla adında bir İngiliz özel gazeteciliği Ce-
kurulmuştu. Bunun yanında Tanzimat­ ride-i H a va d is'le başlattı (1840). Fakat
çıların devlet katında ve vatandaşla gazetenin bir okuyucu kitlesi kazanması
devlet arasında iletişimi kolaylaştırmak Kırım iSavaşı’ndan sonraki yıllara rast­
için dil ve alfabe konusuyla ilgilendiği­ lar. İlk Türkçe gazeteyi çıkaran Türk
ni biliyoruz. Aynı tipte bir diğer giri­ olan Agâh Efendi’nin T ercüm an-ı A h -
YENİ OSMANLILAR 1699
Yeni Osmanlılar ve Siyasi Fikirleri

rattığı hizipler, âyanlar, mehdiler bu tu­


tumu takınmaktan sakınmamışlardı.
1856’da çıkarılan ve Müslüman olma­
yan azınlıklara önceleri sahip olmadık­
ları bazı garantileri veren Isiahat Fer-
manı’ndan ı.iç yıl sonra, bunu m illet-i
h â kim e olan Müslümanların yaralan­
ması olarak gören bir Nakşibendi şey­
hi bir generalin yardımıyla hükümeti
devirmeyi amaçlamıştı (Kuleli Vakası).
Bu açıdan bakıldığında Osmanlı İmpa­
ratorluğunda bazı şartlarda hüküme­
te karşı başkaldırma gibi bir geleneğin
yaşadığını söyleyebiliriz. Yeni Osman­
lıları bu kategoriye tam anlamıyla so-
kamayışımızın sebebi büyük ekseriye­
tinin kan dökülmesine karşı olmasıydı:
Bu noktada “entelektüellikle birlikte
yeni bir geleneğin oluşmaya başladığı
da söylenebilir.
T A N ZİM A T BÜ RO K RASİSİN İN A M A C I: Tanzimat’ın genel amaçlarından biri de Yeni Osmanlıların 1865’ten sonra
ülkedeki eğitim düzeyini yükseltmekti. Bu amaçla kurulmaya başlanan rüşdiyeler, dil ve
alfabe konusunda yapılan girişimler, Batı 'nın önemli düşün eserlerinin çevrilmesi gibi
hükümeti (padişahı değil!) eleştirmeye
çalışmalar bu amaca yönelikti. Bu dönemde çevrilen yapıtlar buna uygun olarak iten nedenler arasında Tanzimat devlet
devletin genel stratejisiyle bağıntılıydı. M ünif Paşa’nın 1862’de basılan Telemaque adamlarını ve 1850’lerden beri Türki­
çevirisi gibi. O dönemde Rüşdiye öğrencileri. ye’nin mukadderatını tayin eden Ali ve
Fuad paşaların dış siyasetini beğenme­
me başta gelir. Yeni Osmanlılara göre
v a /’i de kendisine küçük bir okuyucu baada “ kalem”e oranla çok daha bunlar gerektiği kadar aktif bir siyase­
grubu bağlamayı sağladı. Fakat asıl sıç­ “hür” bir hava hâkimdir. Gene gaze­ te teşebbüs edememişler, Batılı devlet
rama 1862’de Tasvir-i EEfidir gazetesiyle tenin amacı esas itibarıyla haber ulaş­ adamlarının esirleri olmuşlardır. Eleş­
oluştu (1860). Tasvir-i E/kfir’ın kuru­ tırmaktı, “ kalem” i ise haberlerin s a k ­ tirilerinin bu yüzeysel katı deşildiği za­
cusu İbrahim Şinasi Efendi ise (1826­ landığı bir yer olarak tanımlayabiliriz. man onun altında Tanzimat “aristokra­
1870) gazeteciliğimizin pîri olduğu ka­ Şinasi bir müddet sonra çok iyi bi­ sisi” adını verebileceğimiz bir gruba
dar 18. yy’ın akı/cı/ığının bizdeki tem­ linmeyen bir sebepten dolayı Avrupa’­ karşı duyulan düşmanlık görülür. Ger­
silcisi olarak belirir. Çağının çok ileri­ ya kaçtı ve gazetesinin idaresini Namık çekten de Tanzimat liderlerinin amaç­
sinde olan Şinasi’nin 18. yy’ın düşün­ Kemal’e bıraktı. Yeni Osmanlıların ilk larından biri yüksek devlet memurları­
cesiyle olan doğrudan bağıntısını ken­ çarpıcı makaleleri Namık Kemal’in nın hayat ve servetlerini padişahın kap­
dinden sonra -izinde yürüdüğünü kabul Tasvir-i Ejkdr’da çıkardığı makaleler risinin etkisinden kurtarmak olmuştu.
ettiğimiz- Namık Kemal’de bile göre­ olacaktı. Matbaalarda toplanan bir kı­ Bunda da başarılı oldular. Fakat diğer
meyiz. Şinasi’nin özel yetenekleri kuş­ sım gençler de aynı zamanda bir kuşak taraftan rüşvet yiyen, gayrımeşru şekil­
kusuz katkılarının oluşmasında önem­ öncesi “ansiklopedist” olarak temayüz de servet edinen memurların “kelle”le-
li bir rol oynamıştır. Zamanında eden paşaların konaklarında sohbetle­ rini kaybedecekleri korkusu ortadan
Tasvir-i Ejkor’ın başmakaleleri giderek rini devam ettiriyorlardı. Yeni Osman­ kalkmıştı. İmparatorlukta 1860’larda
bir toplumsal ve siyasal eleştiri türüne lılardan Suphi Paşazade Ayetullah Bey genel bir kontrolsuzluk hâkimdi. Yen;
bürünmeye başladı. bunların bir örneğini verir. Yeni Os­ Osmanlılar bu duruma karşı koymak
Fakat Şinasi’nin bu tutumunun ken­ manlılar da Şinasi gibi devlet dairele­ üzere bir anayasanın hazırlanmasını ve
di yeteneklerini aşan kurumsal bir ba­ rinde ve bu arada “Tercüme Odası”- parlamentolu bir idare öneriyorlardı.
zı olduğunu unutmamamız gerekir. Bir nda yetişmiş gençlerdi. Bunlar Şinasi’- Siyasî fikirlerinin çok derine gittiği söy­
taraftan en basit anlamda “gazete” nin başlattığı toplumsal ve siyasal eleş­ lenemez: Görüş açıları Batı’nın aydın­
devlet memuriyetlerine ya girmeye he­ tiri geleneğini çok daha belirgin bir şe­ lanma felsefesinin “vulgarizasyon”un-
vesli olup giremeyen ya da Şinasi gibi kilde geliştirdiler. Siyasi fikirlerinin dan ve bunun, dolaylı olarak, Osman­
memuriyetteyken başı derde giren kim­ oluşmasında Batı’nın o zamanki libe­ lı İmparatorluğu’nun günlük hayatına
seleri toplayan bir meslekti. Bu açıdan ralizminin etkisini kolektif adlarında intikal eden salonlarda konuşulan öğe­
gazetecilerin “tenkitçi” olmalarına şa­ görürüz. Jeune France, Giovane Eta- lerinden esinlenmişti. Bir diğer özellik­
şılmaz. Fakat daha derinde yatan bir lia kendileri gibi düşünenierin daha ön­ leri de -bazı istisnalarla- 20-30 yaşların­
unsur gazeteciyi eleştirici yapıyordu. ce Fransa ve İtalya’da takındıkları ad­ da olmaları, “genç” kuşağı ve Batı’da
Gazete “ kalem” den çok daha a çık bir lardır. yeni yeni gençliğe bağlanan ümidi tem­
entelektüel alandı. Bunu anlamak için Eskiden beri Osmanlı İmparatorlu- sil etmeleriydi.
memurların yanyana oturduğu ve her­ ğu’nda hükümeti (bazen de devleti) kar­ Yeni Osmanlıların grup olarak ilk de­
kesin herkesi kolladığı “kalem”i mat­ şısına alan gruplar görülmüştür. Yeni­ fa 1865 yazında toplandıklarını biliyo­
baa ile karşılaştırmak yeterlidir. Mat­ çeri isyanları, saray entrikalarının ya­ ruz. Bu toplantıda Namık Kemal, Nu-
1700
YENİ OSMANLILAR
Yeni OsmanlIl ar ve Siyasî Fikirleri

YENİ O SM A N LILA R IN
E LE ŞTiR iLER /: Yeni Osmanlılara göre
Tanzimat devlet adamları ülkenin
kaderini belirleyecek siyasi sorunlarda
yeteri kadar a k tif değillerdi. Bundan da
öte bu devlet adamları Batılı siyasetçilerin
sözlerinden çıkmayan, yüksek hayat
standartma sahip olmak için servet
peşinde koşan kişilerdi. Bu ortam içinde
biçimlenen Yeni Osmanlılar muhalefeti'
"genç” kuşağa dayanıyordu. İlk
toplantılarını 1865 yazında yapan grupta
Nam ık Kemal, Nuri, Reşad ve Suphi
Paşazade Ayetullah beylerin bulunduğu
bilinmektedir. Mehmed Efendi Fransız
askeri kıyafetiyle (solda), M ustafa Fazıl
Paşa (sağda).

ri ve Reşad ve Suphi Paşazade Ayetul- Suavi’nin M u h b ir gazetesi grubun bay­ misyona üye oldu. 1877’de Midhat Pa-
lah beylerin bulunduğunu biliyoruz. raktarlığını yaptı fakat sonraları Ali Su- şa’nın azlinden sonra Midilli’ye sürül­
Sonradan Yeni Osmanlılar arasında siv­ avi’nin fikir boşluğu karşısında M u h - dü, sonradan Rodos ve Sakız’da me­
rilecek olan Ziya Paşa ve Ali Suavi’yi b ir ’in yerini Namık Kemal’in başında muriyetler aldı, 1888’de Sakız’da öldü.
bu toplantıda görmüyoruz. Bunu bir te­ bulunduğu H ü rriy et aldı. Az zaman
sadüf eseri saymamak gerekir. Namık sonra Avrupa’daki Jön Türkler arasın­
daki görüş ayrılıkları dolayısıyla grup Y e n i O s m a n lIla rın F ik irle ri
Kemal, ZiyaPaşa ve Ali Suavi Yeni Os­
manlıların üç ayrı fikir akımını temsil dağıldı. Ali Suavi kendi başına muhte­ Yeni Osmanlıların bir tek fikir akı­
ederler. lif broşürler çıkarmaya devam etti. An­ mı etrafında kümelendikleri söylene­
1867’de Tasvir-i E fr â r gazetesinde cak Fransa’nın Almanya’ya yenilmesin­ mez. Satıhta Osmanlı İmparatorluğu’-
hükümeti eleştiren makaleler ve M u h ­ den sonra Yeni Osmanlılar İstanbul’a nda bir anayasanın ilânı ve parlamen­
bir gazetesinde Ali Suavi ’nin aynı şe­ döndüler. Namık Kemal İb re t gazete­ tonun kurulmasında birleşmiş görünen
kilde tenkitleri dolayısıyla Namık Ke­ sinde fikirlerini yayınlamaya devam et­ bu kişiler gerçekte felsefi temelleri ba­
mal, Ziya Paşa ve Ali Suavi Avrupa’­ ti. 1873’te Vatan y a h u d Silistre piyesi­ kımından birbirlerinden kesin bir şekil­
ya kaçtılar. Avrupa’da bir Mısırlı prens nin yarattığı nümayiş dolayısıyla Kıb­ de ayrılıyorlardı. Paylaştıkları bir tu­
ve eski bir Osmanlı maliye nazırı olan rıs’a sürüldü. 1876’da askerî erkânın tum Tanzimat aristokrasisine ve Tan-
Mustafa Faal Paşa’nın yardımıyla neş­ Abdülaziz’i tahttan indirmesi üzerine zimatın yüzeysel saydıkları “ Batılılaş-
riyatlarını devam ettirdiler. Önce Ali Namık Kemal anayasayı hazırlayan ko­ ma”sına karşı koymalarıydı.

PADİŞAHA B A G L / BİR REFORMCU: N a m ık K e m a l


Ziya Paşa, Namık Kemal'e göre Batı
Namık Kemal’in sağlam klasik ede­
düşüncesine daha uzaktır. Ona göre
devlet eğitim yoluyla düzeltilebilir. Ziya biyat kültürü olması Batı’nın fikirleriy­
Paşa yöneltmiş olduğu eleştirilerde le karşılaşmasından önce olmuştur. Si­
varolan aksaklıkları dile getirirken, devlet yasi fikirleri iki kaynağın izini taşır fa­
katında reform yapıkıası gereğini kat temel felsefesi İslâmî öğelere daya­
savunur. nır. Ortaya koyduğu siyasal kuramın
temel sorunu bu iki fikir kümesinin
kaynaşamamasından kaynaklanmakta­
dır. Namık Kemal’e göre temel toplu-
laşma prensipleri insanların tabii ola­
rak beliren çatışmalarından kendileri­
ni korumak için vardır. Bu fikir esas iti­
barıyla Kur’an’dan gelmiştir (K u r’a n ,
20/121). Şeriat bu kuralların tümünü
oluşturur. Dünyevî devlet ikinci bir ka­
demede oluşur. Bu aşamada ümmet
kendine siyasi sistemin başına geçen bir
YENİ OSMANLILAR
Yem OsmanlIlar ve Siyasî Ftktrhn

önder seçer. Bu kademe biat merasi­ Z iy a P a ş a •,d iıkırten Namık kemaı'mionGen ce


miyle sembolleşir. Bundan dolayı da si­ demi çapraşıktı. Ali Suavt ı:.erı.>indo:"k;
yasi önder bu “mukavele”nin şartları­ Batı fikriyatıyia unsiyct konuşur L tsiâmi etkilerin sonucund.ı doğrudan
nı bozarsa ümmet bu yetkileri geri ala­ Namık Kemal’den çok geride katan Zi­ doğruya in.su..J bir müessese olan Ba-
bilir. Burada Batı’nın “mukavele” te­ ya Paşa’nın Yeni Osmanlıların düşün­ tı’nın ‘‘temsil” fikrini anlayamamıştır.
orilerinin İslânnl öğelerle bağdaştırılma­ cesine en önemli katkısı devlet tecrübe­ Batı parlamentolarında görünen “ oak-
sı çabasını görüyoruz fakat bu bağdaş­ sinden gelmiştir. Ziya Paşa’nm devrin­ kal ve kasap”ların halkın mukaddera­
manın zorluklarla karşılaşması bekle­ deki muhafazakâr!ığı padişaha olan tını tayin etmelerine razı değildir. Ali
nebilirdi. Örneğin Batı kuramlarında­ bağlılığında görürüz. İmparatorluğun Suavi’de ‘‘temsilin yerini İslâmî “ada­
ki “ kıyam” hakkının İslâmda çok ha­ eğitim yoluyla kalkınabileceği de bu let” kavramının yer aldığını görüyoruz.
fif te o rik bir içeriği mevcuttur, “dev­ özelliğinin altını çizer. Özetle, Ziya Pa­ Bu kavramda “ tatlı bir htikümdarin
şa’nın eski Osmanlı hükümet eleştirisi vatandaşların şikâyetlerini dinlemesi ve
rim in sistematiği Batı’nın bir icadıdır.
ve devlet reformu geleneğinin modern bir “elit”le hükümranlık etmesi “tem­
Bundan dolayı Namık Kemal bu konu­ silin yerini almaktadır. Batılı “temsi!"'-
da açık değildir. bir görünümünü temsil ettiğini söyleye­
biliriz. le İslâmî “adalet” karmaşıklığı zama­
Namık Kemal’in adıyla bir tuttuğu­ nımıza kadar gelmiştir: Bu analitik ay­
muz “hürriyet” fikri de ifadesinin ate­ rımı yapamamak hâlâ birçok tartışma­
şine rağmen çok vazılı bir teorik teme­ A li S u a v i ların karmaşık niteliğini oluşturmakta­
le oturtulamamıştır. Hürriyetin şer’î Ali Suavi'nin 1860’ların ortalarında dır. Bu hususilginç bir arastırma alanı
(sufiliğin en çok değer verdiği) temeli devlet idaresine karşı tutumu yetiştiği oluşturmaktadır.
Allah’ın insanları dünya varlıkları üze­ medresenin izlerini açıkça göstermek­ Ali Suavi’nin bir ilginç katk'sı
rinde egemen olarak yaratmasıydı. Fa­ tedir. Başlangıçta Yeni Osmanlılar Ali ‘‘Türk” kavramına ilk değer verenler­
kat bu “metafizik” egemenlikle birlikte Suavi’de fikirlerini ifade edebilecek bi­ den biri olmasıdır.
ülü'l-emr’e itaat konusunda şeriatte ol­ risini bulduklarını sanmışlardır. Bun­ Yukardaileri sürülenlerden Yeni Os­
dukça ağır bir yükümlülük gelir. Na­ dan dolayı Ali Suavi’nin damgasını ta­ manlılarda Batı fikirlerinin yanında
mık Kemal’in “terennüm” ettiği hür­ şıyan M u h b ir Yeni Osmanlıların Avru­ bunlarla karışmış üç Osmanlı geleneği­
riyet bu temelden kaynaklandığı gibi pa’da çıkardıkları ilk gazete olmuştu. nin görüldüğü söylenebilir: Naınık Ke­
Batı’nın fikirlerinden esinleniyordu. Gerçekten de Ali Suavi “yeniçeri” sim­ mal’i etkilemiş olan, sufî menşeli, ın-
Oysa Batı’nın “ hürriyet”i insanın in­ gesiyle açıklayabileceğimiz başkaldırma sanın sarsılmaz değeri fikri, Ziya Pa­
san olarak değerine dayanıyordu. Bu türünün bir temsilcisiydi. II. Abdülha- şa’nm çok eskilere giden devlet adam­
mid devrinde bir ayaklanma teşebbü­ larının reform teklifleri ve Ali Suavi’­
açıdan örneğin Rousseau’nun toplum
sünde ölmesi bunu açıkça gösterir. Fa- nin İslâmi adalet kavramı. D
mukavelesinde insan kendi hürriyetini
“genel irade” adı verilen bir mefhuma
bırakabiliyordu. Namık Kemal buna
kesin olarak karşı koyuyordu. Diğer ta­ N A M /K KEMAL VE
SİYA SE T: Namık Kema/’m
raftan siyasi itaat de tamamen insanın siyasi fikirleri Batı
kendi iradesiyle ilgili bir anlaşmaydı, düşüncesine, ama temel
itaatin metafizik-dinî dayanağı yoktu. felsefesi İslâmi öfte/ere
Namık Kemal’in fikirlerinin en iyi dayanır. Gerçekte Namık
uyuştuğu Batılı yazar toplumu “sosyo­ Kemal’in en iyi uyuştuğu
lojik” bir açıdan gören -analizine faz­ Batılı yazar, toplumu
la felsefe karıştırmayan- Montesquie'- incelerken araya felsefe
dür. 1876 anayasasının hazırlanmasın­ karıştırmayan
M ontesquie’dür. Namık
da -komisyon üyeliğine rağmen- pek et­
Kemal çok sık kullandığı
kili olduğu söylenemez. " hürriyet" kavramtm
Namık Kemal’in en açık şekilde izah açıklarken bunu teorik hir
ettiği fikir “ilerleme”-“terakki” kav­ temele oturtamamıştır
ramıdır. İnsanların gelişmeye tabii bir
eğilimleri olduğunu ileri süren Namık
Kemal Osmanlıların da -çalıştıkları tak­
dirde- “istikbalierinin “emin” oldu­
ğunu, terakki edebileceklerini ve güç-
lenebileceklerini birçok yazısında ileri
sürmüştür.
“Vatan” kavramını “hürriyet” kav­
ramı kadar coşkuyla işleyen Namık Ke­
mal -bu stiline rağmen- odak noktası­
nı -Osmanlı İmparatorluğu’nun yapısı­
nın zorunlu bir sonucu olarak- nerede
bulacağim belirleyememiştir. Yazıların­
da vatan, Osmanlı ümmet ve millet eş­
değer kavr^arnlar olarak sunulmaktadır.
1702
Bir Aydın Grubu: Yeni Osmanlılar

İlber Ortaylı

Osmanlı İmparatorluğu’nun modern rinde eski bürokrasi arasındaki entrika


siyasal fikir ve eylem tarihinde Yeni Os­ ve çekişmenin kalıntıları da görülür.
manlIlar dediğimiz grup, ilk bakışta Nihayet Yeni Osmanlıların düşüncele­
kendine özgü çizgileri olan: ama O rta­ ri anayasacı liberalizmden, modernist
doğu ve Müslüman kolonilerinde ben­ İslâmcılığa, hatta olgunlaşmamış bir
zerleri bulunan düşünce ve eylem Türkçülüğe ve sosyalizme kadar çeşitli
adamlarından oluşan bir gruptur. Ye­ görüşleri içeren zengin bir yelpaze oluş­
ni Osmanlılar deyiminin Fransızcaya turur. Daha da ilginci bütün bu görüş­
tercümesi Genç Osmanlılar anlamında • lere çoğun bir kişilik içinde rastlanabil-
Jeunes Ottomans olmalıdır. Fakat Av­ mesidir.
rupalılar arasında Osmanlının ulus sı-
fatlaması olarak bir anlamı olmadığın­ T a n z im a t B ü ro k ra s is in e
dan Genç Türkler-Jeunes Turcs çeviri­
si yaygın olmuş ve imparatorluğun ör­ T epki
gütlü siyasal muhalefet hareketi bu Yeni Osmanlılar hareketi bir bakıma
isimle anılagelmiştir. Oysa 19. yy orta­ bürokrasinin üst katmanlanna karşı bir
larından imparatorluğun yıkılışına ka- direnişle başlar. Diğer yönden de aydın
darki siyasal muhalefeti bir potada de­ despotizrni denen Tanzimat döneminin
ğerlendirmenin bir anlamı ve olanağı son on yıllarında Abdülaziz dönemin­
olmadığı açıktır. Bizim tarihçiliğimiz­ deki buhranlar bu tepkiyi geliştirmiş ve
de yapılan, Yeni Osmanlılar ve Genç fikri bir içerik kazanmasına neden ol­
Türkler ayrımı bu nedenle zaman ka­ muştur. Daha önceki ilk toplu hareket
dar ideolojilerin ve örgütlenmelerin ve olan Kuleli Vakası maalesef gerek ide­
eylernin niteliğini belirleyen çizgiler açı­ olojisi ve gerekse yapısı ve mensupla­
sından da gerekli, doğru bir ayrımdır. rının kişiliği yönünden çeşitlilik göste­
ren, daha doğrusutarihçiliğin bilgisi dı­
Genç Osmanlılar, Jön Türkler diye­
şında bir olay olarak kalmaya devam
ceğimiz Il. Abdülhamid dönemi kuşa­
etmektedir. Yeni Osmanlılar dediğimiz
ğının tersine örgütlenme ve gizli siya­
grup “ despotizm” karşılığı olarak is­
sal faaliyet alanında ustalığa, hatta be­
tibdat sözcüğünü kullanmaktadırlar.
lirli prensiplere ulaşabilrniş bir grup de­
Bu ilginç bir gelişmeydi. Çünkü klasik
ğildi. Grubun ideolojileri vardı. Ortak
İslâm devletinde istibdat olumsuz an­
yönleri anayasacılık çevresinde oluşan
lamda değil, tıpkı Latinlerin dictator’u
bir muhalefetti. H atta bu anayasacılı-
gibi yönetimin gerekli olan bir niteliği­
ğın da asgari müştereklerini tesbit zor­
dir. Klasik dillerdeki tyrannie gibi İs­
dur. Yeni Osmanlılar siyasal program­
lâm devletinde kanunsuz zorba idare­
larında belirgin çizgiler olan ve politik
nin karşılığı zulüm ve zalim gibi kav­
çizgilerinde uyum sağlamış aydınlar de­
ramlarla ifade edilirdi. Gayrimemnun
ğildi. Siyasal programlannda belirgin
genç bürokratlar arasında her zaman
ve birlik arzeden çizgiler yoktu. Bu, on­
görülen klasik tipteki muhalefetin, ar­
ların eylemleri açısından da doğrudur.
tık modern bir siyasal içerik kazanma­
Kuşkusuz ikinci kuşak Jöntürklerin de
ya başladığım belirtmek gerekir. Mu­
siyasal program ve eylem yönünden
halefet artık bürokrasinin bir grubunun
aralarında derin farklılıklar vardı. An­
öbür grupla yürüttüğü tipik mücadele
cak Hamidiye döneminin uzun siyasal
olmaktan çıkıyor; belirli bir içeriği ve
muhalefet yılları ve koşulları ikinci ku­
programı olan bir siyasal eleştiri ve
şağı belirli bir program (anayasal mo­
gruplaşma haline dönüşüyordu. “ Usul­
narşi) ve belirli bir örgütlenme alışkın­
ü meşveret” diye özetlenen parlamen-
lığına zorlamıştır.
tarizm özlemi böyle bir gelişmenin ifa­
Yeni Osmanlılar genç bürokrasi üye­ desidir. Gerçi yenilikçi grubun “ usul­
leridir. İddialı ve hırslı, eski Osmanlı ü meşveret’’ diye tanımladıklarından
kültürü kadar yabancı dil (bu yabancı modern meşrutî idare kastedilmekle
dil bilgisi ve Avrupa literatürüne tanış- birlikte onunla temelden bir alâkasının
lık dereceleri farklı ve kimi zaman tar­ olmadığı açıktır. Yeni Osmanlılar ha­
tışmalı düzeydedir) bilgileri sayesinde reketinin tarihi önemi, İttihat ve Terak­
Avrupa dünyasına açılan yeni bürok­ ki ve Hürriyet ve İtilâf gibi müstakbel
rasidir bu... Mücadele ve muhalefetle­ örgütlenme ve siyasal fraksiyon ve dü-
1703
YENİ OSMANLILAR
B ir Aydın Grubu: Yeni OsmanlIlar

şüncelerin, onların mirası üzerinde ge­ şılır olduğu görülmektedir. Liberal bir bir yerde Türkçülüğün öncülerinden sa­
lişip yaşamalarıdır. ortam ve parlamentarizme karşı duyu­ yılıyor. Ali Suavi dil ve alfabe konula­
lan özlemin saltanata karşı çıkmak de­ rında Namık Kemal’den daha çok za­
Yeni Osmanlılar grubu ve hareketi
tarihçilik ve düşün hayatımızda farklı mek olmadığı; hatta bu düşünürlerin manımıza yakın fikirleri savunuyordu.
kiminde parlamentarizm ve liberaliz­ Ahmed Midhat Efendi öınrü boyunca
değerlendirmelere konu olmuştur. Kla­
sik görüş; Yeni Osmanlıların meşruti­ min bile bizim anladığımızdan uzak an­ sosyalizmin ve Avrupa! pluralizmin
yet ve insan haklarının getirilmesi ko­ lamlar ve ihsaslar halinde bulunduğu aleyhindeydi. Saltanatı meşrutiyete kar­
nusundaki mücadelelerinin yüceltilme- görülmektedir. 19. yy’ın Osmanlı aydı­ şı savundu. Dönekliğinden değıl; bu tür
sidir. Burada bir tür düz tarih çizgisin­ nı reform ve Batı kavramlarından farklı bir düşünceyi anlamak için Tanzimat
den, belli bir amaca yönelik yorumcu­ şeyler anlıyordu ve farklı yaklaşımlar insanının saltanat ve İslâm karşısında­
luktan sözedebiliriz. Bu resmî görüşün, içindeydi. En azından ilk kuşak Yeni ki tutumunu daha iyi kavramak gere­
kaba yorumculuğun tepkisi de aynı ni­ Osmanlılar bu konuda diğerlerinden, kir.
teliktedir. Yeni Osmanlılar hareketinin yani ikinci kuşak Jön Türklerden da­ Yeni Osmanlıların Türkiye’nin siya­
Avrupa’nın oyuncağı olduğu veya ma- ha karmaşık daha gelenekçi düşünce sal ve düşünsel hayatındaki yeri, tarih
sonik bağlantılara konu oldukları abar­ kalıplarına sahiptiler. Yeni Osmanlıla­ çizgisindeki katkıları parlamentarizm
rı Balkan ulusçuları veya Rusya’da gö­ gibi kavramların dışında ele alınmalı­
tılı düğüm olaylarla “conspirative” bir
tarihçi üslubuyla kaleme alınmıştır. Bu rüldüğü gibi revolüsyoner bir diaspo- dır. Yeni Osmanlılar 19. yy Osmanlı
yorumların mutlaka belli bir dünya gö­ ra’nın Osmanlı Türkiyesi’ndeki uzan­ kültürünün düşün hayatımn önde ge­
rüşüne özgü olmadığını da belirtmek tıları olarak görmek, tutarlı bir yakla­ len simalarıdır. Edebiyattan gazetecili­
gerekir. 1950’lerden sonra hareketin ni­ şık sayılamaz. Yeni Osmanlılar formel ğe, eğitimden çocuk terbiyesine kadar
teliği ve gelişimi, toplumsal dokudaki bir gizli örgüt değildi. Avrupa’da Bâ- el atmadıkları alan kalmamıştır. Eksik
yeri modern sosyal bilirnin analizleriy­ bıâli diktasını ve saltanatı eleştiren ilk veya yanlış; doğru veya isabetsiz, Os­
le ele alınmıştır. Bu alanda Şerif Mar­ basın organımn Yeni Osmanlıların çı­ manlı cemiyetindeki müesseselerin de­
din’in çalışması, Yeni Osmanlılar ha­ kardığı M u h b ir gazetesi olduğu gerçe­ ğişmesi gerektiğıni ve bu değişikliklerin
reketini bürokrasinin kendi yapısal ğini bile bir mütearife haline getirmek­ Avrupa uygarlığı karşısındaki konumu­
özelliklerini yansıtan bir hareket olarak ten kaçınmak lazımdır. En azından 6 nu tartışma malzemesi yapmışlardır. Bu
ele almaktadır (literaty kavramı içinde). Şubat İ866 tarihli (832 no .lu) T a k v im ­ yaklaşım, Batıcı veya antibatıcı olabi­
i V akiiyi, Avrupa’da saltanat ve bazı lir. Ama Osmanlı düşün hayatına Ba-
zadegan aleyhinde bildiriler dağıtan al­ tı’yı getiren ve tartışan öncüler olduk­
B ir A y d ın G e le n e ğ i çak kimselerden söz ettiğıne göre; Fa­ larına kuşku yoktur. Böylece bu yak­
Yeni Osmanlılar tarihinin kronolojisi zıl Mustafa Paşa’nın desteğinden önce laşım 18. yy’daki gibi mimari, moda,
henüz tam ve sağlıklı olarak tesbit edi­ dışarıda yayın yoluyla faaliyette olan doğabilim aktarımının ötesinde; Türk
lebilmiş değildir. Zaten bir siyasal ha­ bir muhalefetin varlığı sözkonusudur hayatında ve düşüncesinde bütün mü-
reketi tarihlendirrnek her zaman için (bu muhalefetin Balkan ulusçuları ol­ esseseleriyle Batı’nın rolü ve yeri ve Os­
güçtür. Ama bazı olayların, (hem bun­ madığı da anlaşılıyor). manlı toplumunun Batı karşısındaki
lar çok önemli de olabilir) henüz gün Namık Kemal yer yer tutucu, yer yer konumunu ele alan bir yaklaşımdı. Bu
ışığına çıkmadığı, Yeni Osmanlılar ha­ liberal modemist bir İslâmcı çizgiye sa­ yönleriyle aydın geleneğin başlangıcını
reketini klasikleşmiş birkaç tetkikin ve hipti. Sarıklı ihtilâlci denen Ali Suavi oluşturuyorlardı. D
hareketini kendi üyelerinden örneğin
Ebüzziya Tevfik’in anlattıkları kadarıy­
F A R K LI DEĞERLENDtRM ELER: Yeni
la sınırladığımız bir gerçektir. Gene Ye­
Osmanlıların düşünce ve eylem yapıları
ni Osmanlıların Aralık 1876’da Osman­ üzerine çok değişik görüşler öne
lı İmparatorluğunda Meşrutiyetin ila­ sürülmüştür. Bir kesim Yeni Osmanlıların
nı olayına katılım dereceleri de kolay mücadelesini yükseltirken, bir başka
hüküm verilecek bir konu değildir. kesim ise bu harekette varolan bazı
Meşrutiyet fikrinin oluşması ve yayıl­ masonik bağları ve ilişkileri abartarak bu
masında bu aydınların payı önemlidir, hareketin Avrupa'nın bir oyuncağı
ama meşrutiyeti hazırlayan askeri dar­ olduğunu savunur. Ancak yine bu alanda
bede (yani Sultan Abdülaziz’in hal’i son yıllarda yapılan çalışmalar bu
hareketi Osmanlı bürokrasisi içinde, bu
olayı) böyle bir fikre ve ideale uzak in­ bürokrasinin yapısal özelliklerini yansıtan
sanların payı da o derecede önemliydi. bir hareket olarak ele alır. Yeni
Meşrutiyet hareketini başlatan grupta Osmanlılardan Ebüzziya Tevfik.
Midhat Paşa adeta tek liberal olarak
kalmaktadır. Nihayet Yeni Osmanlılar
zamanla muhalefeti bırakıp düzenle bü­
tünleştikleri gibi bir hüküm; Namık Ke­
mal, Ziya Paşa, Ali Suavi, Mizancı Mu-
rad, Ebüzziya Tevfik, Çapanoğlu Agâh
Bey, Reşad Nuri Bey ve Ahmed Mid­
hat efendilerin fikrî yapıları yakından
incelendiğinde doğrusu ne kadar tartı­
Düzeltmeler
SATIR
SAHA S ( T t '\i (a: alttanü: üstten) YANLIŞ DOGRU

32 Resiınaltı Namık Kemal ve Rıiştü Paşa Namık ve Rüştü Paşa


111 nakça Edebiyatı Fak. Edebiyat Fak.
1:!l 1 u. 11 mükildir. nâkildir.
520 Kesimsin Yukarıda (çıkacak)
ı>IO a.24 V.Mahmud V.Murad
ft12 •» a.l4 evrakı mu- C\'rak-ı mu-
61’ : Son salır da süreli yayınlar gibi alabildiğine sıkı
621 Hİ Palmcrstone Palmcrston
668 Ka..Ol. Iktisadi Politika Dış İktisadi Politika
687 Kavnakv.ı DU VELAY A.. VELAY A. du,
■1,4 1-2 Y.Al!con, J.AUcon A.Aleon
llarıla d'Esc.do Paris de Paris
"W Rts>mai’, Oroz di Bak Orosdi-Back
;; lJ lahlo Sulun t- (Rayak) Halep) Rayak, Halep
821 Kısimalt ı (1847?-1951) (1874?-1951)
0:'1 j he de ne de
<)47 h.:kaoak yan... 10 Temmuz 190H'de 10 Temmuz 1327/19ll’de
%] lî.»\‘lk Meşrutiyet’te I. ve ll. Meşrutiyet’te
OIH l'-Ho.IHı Tanzimat’ta Tanzimat’tan
QW Kt.-simaltı Birindisi Brindcsi
100! Kcsımaln Hamambaşı Nizamnamesi Hahambaşı Nizamnamesi
1011 ( erçeve yazı ara
haslık Arnavutluk Arnavutlar
lll)h Resimalıı-nulm Arabi Paşa Urabi Paşa
1055 Kc-.amaln Harbiye-i Umumiye Erkân-ı Harbiye-i Umumiye
po? Resimaltı Çaylak levfik'in üç yıl Teodor Kasap’ın üç yıl
!İOJ Ki'sımaln ...Yeniçeri, Filozof... ...Yeniçeri, Perde, Filozof...
I105 Kes-maliı İkincisinde Birincisinde
l J06 Kcsımaln (solda) (sağda)
1125 Resimaltı ll.A.Bey B.A.Bey’in oğlu Faik Ahmet Barutçu.
\ tlO ; u.2X Baratçuzade Ahmet Bey Barutçuzade Ahmet Bey
IİJ9 Resimaltı Bakir Sami Kunduk Bekir Sami Kunduk
U »»5 Resimaliı Çetiııkya Çetinkaya
1205 * a. IS Mustafa Kemal Mustafa Kemal)’
121' Ickopal. Z.Gökalp ve Türk Musikisi (1. satır çıkacak)
HM 3 a bando içi bir... bando için bir...
!21- 1 ü.20 ...en az belli ...az çok belli
122: ’ u.U ...notiflerle milli ...motiflerle miHî
1222 * a.l ...öp plandadır ...ön plandadır.
ı: 2 a.‘» ...popüler biri ol- ...popüler türlerden biri ol-
1221 * u.13 Şamran Hanım, Şamram Hanım,
1217 3 a.lS bir Türk beğenisinden... bir Türk musıkisi beğenısindcn...
122lt Re..-ımaln musiki öğrem gören musıki öğrenimi gören
1228 Resimaltı yazısızdır. yazısıdır.
1228 3 a.ı4 satırdan önce gelecek Batı musıkisiyle hazırlıksız temasların uyandırdığı bir
esinti, belki,
1230 3 u.J ...Yürük Ncv’i, ...Yürük Semai’si (Bir dilbere dil düştü ki...), Dede
Efendi’nin Rast Kâr-ı Nev’i, “Gör-
1235 resimalu musuki musıki
1705
DÜZELTMELER

SATIR
SAYFA SÜTUN (a: alttan ü: üstten) YANLIŞ DOGRU

1247 , ü.Il bi- (çıkacak)


1248 3 a.13 Saineme- Salname-
1266 Kaynakça Engellıardt E.D.. Engelhardt <ed.),
1272 Resimaltı Kevork . Kigork
1278 Resimaltı Arz Odusu Arz Odası
1280 3 a.15 ...iştihkak ...istihkak
1281 3 ü.23 Mahmud Hân’ım” Ahmed Hân’ım”
1289 Resimaltı Abdülmecid’m Ryüpsulun’! ziyareti.
1293 resimaltı İI. Abdülhamit! ( uma v'.jnuı s,n,j ı h<im d!\e larn,
önünde.
1313 1 13 Kaınlumbağa Kaplumbağa
1316 1 a. l Bayriyeli Bahriyeli
1327 Resimaltı Altıncı Daire’de Altıncı Daire-i BelediyeJ-.
1342 Resimaltı 1900’larda 1900'lerde
1343 Resimaltı bua Buna
1427 Resimaltı İbrahim Hayri Ürgüplü İbrahim (İpek ml'tıtı-.ıı t. Hn ı ı r.: ., •
1434 Resimaltı B.Şakir Bahaeddin Bev
1440 Resimaltı (s.ll43’de). (s.l443’te).
1443 3 ü.17 şartarını şartlarını
1445 Resimaltı olarak tanımlanmıştır. olarak tanımlamıştır.
1455 2 ü.3 1856 Cidde Olayı. (çıkacak)
1456 1 ü.2 1860 Fenerler idaresi’nin Fenerler İdaresi’nin
1461 Resimaltı (yan solda üstte, yan solda altta) (yan sayfada üstte, yan sayf ada altta).
1462 Resimaltı Ele geçirilmiş. Çırağan ele geçirilmişti. 1,'ırağan
1464 Resimaltı kalede bu olayın kalede boğdurulunca bu ulayın
1535 İç kapak M.izzed M.îzzet
1554 Resimaltı Kont Metternick. Kont Metternieh
1562 Resimaltı Sir Vinceat Sir Vincent
1568 Resimaltı Meistcr Paşa Maister Paşa
1570 Resimaltı Hacı Ali Rıza. Hoca Ali Rıza.
1613 Resimaltı Arşalois Arşalui"i
1624 2 a.l9 İbret- İbret
1625 3 a.8 soyleşmeli söyleşmelı
1706

İçindekiler
ANAYASALAR s.9-44 Osmanlı Materyalizmi / Ekrem Işın
Anayasal Gelişmelere Toplu Bir Bakış / Doç. Dr. Bülent Tanör Osmanlı Devleti'nde Korporatif Dünya Görüşü: Meslekçilik / Doç.
1876 Kanun-ı Esasîsi ve Türkiye'de Anayasa Geleneği / Prof. Dr. Dr. Zafer Toprak
Jhrık Zafer Tınaya Osmanlı Devleti'nde Uluslaşmanın Toplumsal Boyutu: Solidarizm
Anayasal Metinlerde Egemenlik / Prof. Dr. Rona Aybay / Doç. Dr. Zafer Toprak
Midhat Paşa'nın Anayasa Tasarısı: Kanun-ı Cedid / Prof. Dr. T. Z. Osmanlı Devleti'nde Meslek-i İçtima Akımı / Dr. M. Şükrü Hanioğlu
Tınaya Bilim ve Osmanlı Düşüncesi / Dr. M. Ş. Hanioğlu
İlk Osmanlı Anayasa Kitabı: Hükümet-i Meşruta / Prof. Dr. T. Z.
Jhnaya EDEBİYAT s.387-454
AYDINLAR s.45-66 Tanzimat'tan Cumhuriyet'e Türk Edebiyatı / Cevdet Kudret
Tanzimat ve Aydınlar / Prof. Dr. Şerif Mardin Tanzimat'tan Cumhuriyet'e Roman / Prof. Dr. Berna Boran
Osmanlı Aydını / Dr. Mehmet Ali Kılıçbay Tanzimat'tan Cumhuriyet'e Şiir / Şükran Kurdakul
Tanzimatın Getirdiği “Aydın” / İsmet Özel Tanzimat'tan Cumhuriyet'e Eleştirinin Gelişimi / Ekrem Işın
Tanzimat'tan Cumhuriyet'e Halk Edebiyatı Etkileri / Y. Doç. Dr.
BASIN s.67-132 Nevzat Gözaydın
Osmanlı Basını: İçeriği ve Rejimi / Dr. Orhan Koloğlu Tanzimat'tan Cumhuriyet'e Çeviri / Nuri Akbayar
Türkçe-Dışı Basın / Dr. Orhan Koloğlu Tanzimat Romanında Yazar ve Metni / Doç. Dr. Jale Parla
Yerel Basının Öncüsü: Vilâyet Gazeteleri / Bülent Varlık Dadaloğlu ve İskân / Dr. Nedim Gürsel
Jhnzimat ve Meşrutiyet Dönernlerinde İzmir Basını / Doç. Dr. Zeki Türkiye'de İlk Folklor Derleme Yönetmeliği / Y. Doç. Dr. N. Göz-
Arıkan aydın
Jhnzimat ve Meşrutiyet Dergileri / Bülent Varlık Çeviri ve Batılılaşma / Dündar Akünal
II. Meşrutiyet'te Fikir Dergileri / Doç. Dr. Zafer Toprak
Osmanlı Basını ve Kanun-ı Esasî / Prof. Dr. T. Z. Tınaya EĞİTİM s.455-516
II. Abdülhamid'in Basın Karşısındaki Açmazı / Dr. O. Koloğlu Tanzimat'tan Cumhuriyet'e Eğitim Sistemindeki Değişmeler / Prof.
İzmir'de İlk Bulgar Gazetesi / Doç. Dr. İlber Ortaylı Dr. İlhan Tekeli
İlk Türk Dergisi: Mecmua-i Fünun / Dündar Akünal Eğitim Tartışmaları / N. Sakaoğlu
Tanzimat'tan Sonra Özel ve Yabancı Okullar / Cemil Koçak
BATILILAŞMA s.133-152 Amerikan Okulları / Dr. Uygur Kocabaşoğlu
Batılılaşma Sorunu / Doç. Dr. i. Ortaylı 19. yy'da Medreseler / Prof. Dr. Hüseyin Hatemî
Osmanlı ve “Batılılaşma” / Prof. Dr. Taner Timur Mühendislik Eğitimi / Doç. Dr. Emre Dölen
Osmanlı Batılılaşması / Dr. Mehmet Ali Kılıçbay Darülfünun / Doç. Dr. E. Dölen
Osmanlı - Batı Diyalogu / Prof. Dr. T. Z. Tunaya Makine Mühendisliği ve Bahriye Feriki Ahmed Besim Paşa / Doç.
BİLİM s.153-196 Dr. E. Dölen
^Tlınzimat'tanCumhuriyet'e Bilim: Matematik, Astronomi, Tıp ve Sağ­ GENÇLİK s.517-536
lık, Zooloji, Botanik, Fizik, Kimya, Jeoloji, Coğrafya ve Hari­ Tanzimat'tan Cumhuriyet'e Gençlik / Öğ. Alb. Dr. Yücel Aktar
tacılık / Doç. Dr. Emre Dölen II. Meşrutiyet Döneminde Paramiliter Gençlik Örgütleri / Doç. Dr.
Osmanlı Basını ve Bilim / Dr. O. Koloğlu Z. Toprak
DERNEKLER s.197-208 GÜNLÜK HAYAT s.537-572
Jhnzimat ve Meşrutiyet Dönemlerinde Derneklerin Gelişimi / Prof. 19. yy'da Modernleşme ve Gündelik Hayat / Ekrem Işın
Dr. Hüseyin Hatemî Seyyahlar Gözüyle Levantenler / Dr. Nora Şani
1909 Cemiyetler Kanunu / Doç. Dr. Z. Toprak İstanbul'da Kimlik Değişimi / A.H. Tanpınar
DEVLET YAPISI VE YÖNETİMİ s.209-270 İstanbul'da Giyim Kuşam / Musahipzade Celâl
Jhnzimat'tan Cumhuriyet'e Ülke Yönetimi / Doç. Dr. Musa Çadırcı Esir Pazarı / Alphonse de Lamartine
Jhnzimat ve Meşrutiyet Dönemlerinde Yerel Yönetimler / Doç. Dr.
İ. Ortaylı HUKUK DÜZENİ s.573-616
19. yy'da Osmanlı Bürokrasisi / Prof. Dr. Metin Heper Tanzimat'tan Önce Osmanlı Devleti'nde Hukuk / Prof. Dr. Coşkun
19. yy'da Osmanlı İmparatorluğu'nda Bürokratik Gelişme / Prof. Üçok
Dr. Carter V. Findley İslâm Hukuku ve Mecelle / Ord. Prof. Dr. Sıddık Sami Onar
19. yy'da Şeyhülislâmlık / Necdet Sakaoğlu Tanzimat'tan Sonra Kanunlaştırma Hareketleri / Prof. Dr. Bülent
Tahiroğlu
DIŞ POLİTİKA VE DİPWMASİ s.271-312 Tanzimat'tan Sonra Resepsiyon / Prof. Dr. Ülkü Azrak
Tanzimat'tan Cumhuriyet'e Dış Politika ve Doğu Sorunu / Prof. Dr. Tanzimat ve Meşrutiyet Dönernlerinde Sansür / Alpay Kabacalı
Halûk Ülman
İttihat ve Terakki'nin Dış Politikası (1908-1919) i Prof. Dr. Feroz Ah- İKTİSADİ DÜŞÜNCE s.617-640
mad Tanzimat'tan Cumhuriyet'e İktisadi Düşüncenin Gelişmesi (1838­
II. Abdülhamid'in Dış Politikası / Dr. Selim Deringil 1918) / Prof. Dr. Ş. Mardin
Tanzimat'tan Lozan'a Kıbrıs Sorunu / Dr. Faruk Sönmezoğlu II. Meşrutiyet Döneminde İktisadi Düşünce / Doç. Dr. Z. Toprak
Osmanlı Diplomasisi ve Dışişleri Örgütü / Doç. Dr. İlber Ortaylı
İKTİSADİ İLİŞKİLER s.641-716
DİL VE DİL TARTIŞMALARI s.313-340 Osmanlı Devleti ve Dünya Ekonomik Sistemi / Dr. Çağlar
Jhnzimat'tan Sonra Türk Dili Sorunu / Ord. Prof. Enver Ziya Karal Keyder
Thnzimat'tan Cumhuriyet'e Dil Sadeleşmesi / Konur Ertop 19. yy'da Osmanlı Dış Ticareti / Doç. Dr. Şevket Pamuk
DÜŞÜNCE AKIMLARI s.341-386 Tanzimat'tan Sonra İktisadi Politika / Doç. Dr. Zafer Toprak
19. yy'da Düşünce Akımları ve Osmanlı Devleti / Prof. Dr. Ş. Mardin Osmanlı Dış Borçları / Dr. Seyfettin Gürsel
Osmanlı Modernleşmesi ve Pozitivizm / Ekrem Işın Düyun-ı Umumiye / Prof. Dr. Haydar Kazgan
1707
İÇİNDEKİLER

Ticaret Antlaşmaları / Necdet Kurdakul MİMARLIK s.1037-1090


1838 Osmanh-Ingiliz Ticaret Antiaşması / Dr. Seyfettin Gürsel Batılılaşma Döneminde Osmanlı Mimarlığı / Doç. Dr. Afife Batur
Osmanlı Mimarlığının Son Yılları / Dr. Yıldırım Yavuz, Dr. Süha
İKTİSADİ YAPI s.717-790 Özkan
Osmanlı Ekonomisinin Dünya Kapitalizmine Açılışı / Doç. Dr. Şevket Yıldız Sarayı / Doç. Dr. A. Batur
Pamuk Dolmabahçe Sarayı / Doç. Dr. A. Batur, S. Batur
Osmanlı Devleti’nde Yabancı Sermaye / Prof. Dr. Jacques Thobie Balyan Ailesi / Selçuk Batur
Millî iktisat / Doç. Dr. Z. Toprak Istanbul Art Nouveau’su / Doç. Dr. A. Batur
Osmanlı Devleti’nde Ücretler (1839-1913) / Prof. Dr. Gündüz Ök-
çün, Prof. Dr. Korkut Boratav, Doç. Dr. Ş. Pamuk MİZAH s.1091-1108
Osmanlı Devleti’nde Para ve Bankacılık / Doç. Dr. Z. Toprak Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Mizah / M. Bülent Varlık
Cumhuriyet’ten Önce Şirketler / Prof. Dr. H. Kazgan Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türk Karikatürü / Thrgut Çeviker
Osmanlı Devleti’nde İç Gümrük Rejimi / Mehmet Genç MÜTAREKE VE MİLLİ MÜCADELE s.1109-1210
Osmanlı Bankası / Prof. Dr. Jacques Thobie Mondros Mütarekesi ve Sonrası / Bülent Demirbaş
Osmanlı Devleti’nde Ticaret, Sanayi Odaları ve Borsalar / Adnan Giz Milli Mücadele'de Siyasal Kuruluşlar / Alev Er
Galata Bankerieri / Prof. Dr. H. Kazgan Milli Mücadele'de Kongreler / Doç. Dr. Bülent Thnör
Ziraat Bankası / Dr. Arslan Yüzgün TBMM Nasıl Kuruldu? / Dr. Mustafa Kemal Palaoğlu
iş ç i HAREKETLERİ s.791-830 I. TBMM’de Muhalefet / Dr. Kurtuluş Kayalı
Tanzimat’tan Sonra İşçi Örgütlenmesi ve Çalışma Koşulları (1839­ Milli Mücadele’de Ordu, Savaşlar ve Cepheler / Prof. Dr. Toktamış
1919) / Doç. Dr. Mesut Gülmez Ateş
Tanzimat’tan Cumhuriyet’e İşçi Hareketi ve Grevler / Doç. Dr. Şeh- Milli Mücadele ve İstanbul Hükümetleri / Doç. Dr. S. Akşin
mus Güzel Milli Mücadele ve Dış Dünya / Dr. F. Sönmezoğlu
Anadolu-Bağdat Demiryolu Grevi / Doç. Dr. Ş. Güzel Milli Mücadele’de Hukuk Düzeni / Em. Amiral Fahri Çoker
Milli Mücadele’nin Mali Kaynaklan / Prof. Dr. T. Ateş
JÖN TÜRKLER s.831-856 Mütareke ve Milli Mücadele Basım / M. Bülent Varlık
Jön Türkler / Doç. Dr. Sina Akşin Milli Mücadele’de Gizli Örgütler / Alev Er
Jön Türk Basını / Dr. M. Şükrü Hanioğlu Şûra Hükümetleri / A. Er
Jön Türk Gazeteleri / Dündar Akünal
MÜZİK s.1211-1236
KADIN s.857-876 Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Musıki ve Batılılaşma / Bülent Aksoy
Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Toplumsal Değişim ve Kadın / Doç. Dr. Ziya Gökalp ve Türk Musıkisi / Doç. Dr. Cem Behar
Ş. Güzel
Feminizm Üzerine Görüşler NÜFUS s.1237-1248
Tanzimat’tan Sonra Osmanlı Devleti Nüfusu / Nuri Akbayar
KENTLER VE KENTLEŞME s.877-912 Osmanlı Salnameleri / N. Akbayar
Tanzimat'tan Cumhuriyet’e Kentsel Dönüşüm / Prof. Dr. Ilhan Tekeli
Osmanlı Devleti’nde Thşra Kentlerindeki Değişimler / Dr. Sevgi Ak- ORDU VE GÜVENLİK s.1249-1276
türe Osmanlı Devleti’nde Yenileşme Hareketleri ve Ordu / Dr. Kurtuluş
Istanbul Estetiği / Çelik Gülersoy Kayalı
Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Ordu / Em. Tümg. Cemal Özkan
MADENLER s.913-922 Tanzimat’tan Sonra Osmanlı Kolluk Kuvvetleri / Doç. Dr. Z. Toprak
19. yy’da Osmanlı Devleti’nde Madencilik / Prof. Dr. Donald Qua- Tanzimat ve Ordudaki Yenilikler / Em. Amiral Fahri Çoker
taert Osmanlı’nın Son Döneminde Hırsızlar, Dolandırıcılar, Yankesiciler
Osmanlı Devleti’nde Madenierde Çalışma Koşulları / M. Bülent Var­ / Doç. Dr. Z. Toprak
lık Türklerin Şarlok Holmes’i Aman Vermez Avni / Doç. Dr. Z. Toprak
MALİYE s.923-946 PADİŞAHLAR VE SADRAZAMLAR s.1277-1306
Tanzimat’a Doğru Osmanlı Maliyesi / Dr. Yavuz Cezar Padişahlık ve Sadrazamlık Kurumu / Necdet Sakaoğlu
Tanzimat’tan Sonra Osmanlı Vergi Sistemi / Prof. Dr. Stanford Shaw II. Mahmud, Abdülmecid, Abdülaziz, V.Murad / Cemil Koçak
II. Meşrutiyet Döneminde İç Borçlanma / Doç. Dr. Z. Toprak Il. Abdülhamid / Doç. Dr. Engin Akarlı
Thnuslu Hayreddin / Cemil Meriç
MEŞRUTİYET s.947-976 Midhat Paşa / Prof. Dr. Ezel Kural Shaw
Osmanlı Devleti’nde Meşrutiyet Kavramı / Prof. Dr. Yıldızhan Yayla Said Halim Paşa / Dr. K. Kayalı
Osmanlı Devleti ve Meşrutiyet / Doç. Dr. Ilber Ortaylı
Meşrutiyet’te Heyet-i Ayan ve Heyet-i Mebusan / C. Koçak RESİM s.1307-1318
Meşrutiyet’te Seçimler ve Seçim Mevzuatı / Doç. Dr. Z. Toprak - Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türk Resmi / Kemal Iskender
SAĞLIK s.1319-1338
MEZHEPLER VE TARiKATLAR s.977-994 Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Koruyucu Sağlık Uygulamaları / Dr. Nu-
Tanzimat'tan Cumhuriyet’e Thsavvuf ve Tarikatlar / Dr. Mustafa Kara ran Yıldırım '
Vehhâbilik
SANAYİ s.1339-1362
“MİLLETLER” VE AZlNLIKLAR s.995-1024 Osmanlı Devleti ve Sanayileşme Sorunu / Doç. Dr. Zafer Toprak
Osmanlı Imparatorluğu’nda Millet / Doç. Dr. İ. Ortaylı Tanzimat’ta Osmanlı Sanayii / Doç. Dr. Zafer Toprak
Osmanlı Imparatorluğu’nda Azınlıklar Sorunu / Prof. Dr. Stanford IL Meşrutiyet ve Osmanlı Sanayii / Doç. Dr. Z. Thprak
Shaw Islah-ı Sanayi Komisyonu / Adnan Giz
Osmanlılarda “Millet Sistemi" ve Tânzimat / Doç. Dr. Cevdet Küçük SAVAŞLAR VE ANTLAŞMALAR s.1363-1380
Osmanlı Imparatorluğu’nda Gayrimüslim Azınlıklar / Taha Toros Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Savaşlar ve Antlaşmalar / Em. Tümg.
MİLLİYETÇİLİK AKIMLARI s.1025-1036 Cemal Özkan
Balkanlar’da Milliyetçilik / Doç. Dr. 1. Ortaylı SİYASAL AKIMLAR s.1381-1420
Osmanlı Imparatorluğu’nda Arap Milliyetçiliği / Doç. Dr. İ. Ortaylı Batıcılık / Doç. Dr. M. Şükrü Hanioğlu
Pus
İÇİNDEKİLER

İslamcılık / Prof. Dr. Ş. Mardin TARIM, KIRSAL YAPI VE ORMANCILIK s.1555-1582


Osmaniıcılık / M. Ş. Hamoğlu Osmanl ı imparatorluğu'nda Tarımsal Gelişme / Prof. Dr. Donald
Tanzimat'tan Cumhuriyeı’e İslamcılık Emışmak'-; İsmail K:ıı ı Quataert
. ü. kçuüık / Doç. Dr. M. Hanıog.iu Tanzimat'tan Cumhuriyet’e Ormancılık ve Gelişimi / Yücel Çağlar
Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Orman Yıkımı ve Çevre Tahribi / Tev-
SI YASA1. t*ARTI I. ER s.142/1452 fik Pehlıvarıoğlu
rnınat vc l'erakkı i Doç. Dr. Sına Akşın TARİHÇİLİK VE TARİH ANLAYIŞI s.l583-1594
hu.ııyet ve Hilaı' / Dr. Kurtuluş Kayalı Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Tarihçilik / Doç. Dr. Zeki Arıkan
Osman!] Dev.etiTıde Sol Akımlar ve Partiler 1 Dcıe. Dr. Mete Tuncay
Csm.mli Sokuluşu ve iştirakçi Hi Imı ; Doç. 1.):. Me;e Tuncay TARİHİ ESERLER VE MÜZECİLİK s.1595-1606
Arkeoloji Müzesi ve Kuruluşu / Prof. Dr. Semavi Eyice
Askerî Müze / Tahir Nejat Eralp
SİYASAL. VE TOPLUMSAL OLAYLAR s.M'3 /.;7;:
Tanzimat’ta Vilayetlerde Eski Eser Taraması / Doç. Dr. i. Ortaylı
s vjsal ve Toplumsal Olaylar Krono'ojısı
TiYATRO s/607-1628
SPOR sT;.7Vl5te Tanzimat ve Meşrutiyet Tiyatrosu / Prof. Dr. Metin And
Tın/ımaTıan Cunıhuriyet'e Spor: Güreş, Futbol, Basketbol, Voley- Tanzimat ve Meşrutiyet’te Tiyatro Yazarlığı / Prof. Dr. M. And
:ı.ıl. A,leıızm, Okçuluk, Jimnastik, Halter, Bisiklet, Boks, Bıni-
.:ıi.k. -'lı Yarısıan, Dağcılık, Eskrim, Hokey, Krıkel, Kayak. Yel­ ULAŞTlRMA VE HABERLEŞME s.1629-1656
ken. Yunıe. Kürek. Tenis 1 Cem Atabevoğlu 19. yy’da Osmanlı İmparatorluğu’nda Demiryollan / Prof. Cr. D.
l. ".i:: Gı.reşçıkr Cem Aıabeyoğlu Quataert
Tanzimat Döneminde Osmanlı Posta Örgütü / Dr. Nesimi Yazıcı
M.SLEME \ E El. SANALLARI s/519-1534 Yabancı Posta Örgütleri / M. Bülent Varlık
Tanzimat'tan ClrrıhonyıTc Ha; Sanan / Prof. Dr. Ali Alpaslan VAKlFLAR s.1657-1678
1'. yv’da r,jicaı.,ı Nakış-Dııvar Resmi / Prof. Dr. Günsel Renda Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Vakıflar / Prof. Dr. Hüseyin Hatemî
TANZİMAT <.1.535-1554 YAYINCILIK s.1679-1686
Tanzimat’ı.! tJyg ıîar;ması ve Sosval Tepkiler / Prof. Dr. Halil İnalcık Osmanlı Yayıncılığı / Nuri Akbayar
Tanzimat Doc D:. 1. Onaylı y e n İ o s m a n l il a r s.1687-1703
Tanzimat'a Dan / Prof. M. Iz/eı Yeni Osmanlılar ve Siyasi Fikirleri / Prof. Dr. Şerif Mardin
V.ws;..ta Re-..d 'b - h Tanzını.,1 i Prof. Dr. Cavıd Baysun Bir Aydın Grubu: Yeni Osmanlılar / Doç. Dr. İlber Ortaylı
1710

Dizin

AhmedFethi Paşa 354, 621, 624, 626, 762, Alaşehir Kongresi 1138, 1139, 1140 Amasya 100
A 1596
Ahmet Hikmet (MUftüoğiu) 116, 125, 1136
Albayrak 1208
Albert Fua847
AmasyaTamimi 1146
Amel-i Menazır 1316
A. Mldhat(Metya) 374 Ahmed İhsan(Tokgöz) 91, 116, 120, 399, Aleko Mulos 1507 Ameli Ziraat Mektebi 469
A. Nadir 401 424, 1685, 1688 AleksanSarafyan 85, Arnel-i Nazari Talim-i Lisan-ı Osmani 465
Abdi Efendi (Basmacı) 1217 AhmedKadri (Hacı) 1667 Aleksandrİpsilanti 460, 1029 Ameliyat Tatbikat Mektebi 468
Abdulgani Nablusi 984 Ahmed LUtfi Efendi 449 Aleksandr Karatodori Efendi 117 Amele-i Osmani Cemiyeti 810, 821
AbdulhalimÇelebi 989 AhmedMidhat 51, 73, 74, 82, 84, 85, 87, AleksandrZoeros Paşa 171 Arndeperver Cemiyeti 794, 809
AbdUlkadirGeylani 980 88, 114, 317, 322, 326, 329, 330, 336, Alem-i Musiki 1207 Amelya 1223
AbdullahBuhari 1309 338, 339, 357, 359, 365, 391, 392, 393, Alem-i Sanayi veTicaret 125 Amelya(Büyük) 1223
AbdullahCevdet 59, 91, 124, 125, 128, 395, 397, 398, 399, 409, 410, 412, 418.’ Alemdar 1202 American Boardof Commissıon495, 497,
131, 138, 255, 367, 368, 427, 439, 845, 419, 424, 434, 436, 437, 444, 611, 627, Alexandre Blacque 103 498
846, 848, 850, 987, 1384, 1385, 1386, 628, 629, 635, 1684, 1686 AlexandreDumas 393 Amerikan KızKoleji 860
1387, 1593, 1595, 1686 AhmedMuhiddin 130, 743 Alexandre Dumas Pere 391 AnaTUrkYurdu 1208
AMullahHasipEfendi 1686 AhmedMuhtar 119 Alexandre Vallaury1080, 1081 Anadolu 109,110, lll, 850, 851, 1206,
AbdullahZUhdU91, 1523 AhmedMuhtar Bey 1187 Ali (Yusufoğlu) 1496 1207, 1209
AbdullatifKudsi 980 Ahmed Muhtar Paşa 122, 1604, 1605bkz. Ali (Çetinkaya) 1169, 1170 AnadoluAjansı 1205'
AbdurrahmanNesibEfendi 991 Gazi Ahmed Ali İhsan Paşa 1118 AnadoluDuygusu 1208
AbdurrahmanRobenson531 AhmedNaim(Babanzade) 1411, 1413, Ali İlmî 1207 AnadoluTerbiye Mecmuası 1208
AbdurrahmanSami Paşa48, 622, 624 1415, 1420 Ali İrfan(Eğribozî) 107 AnadoluTıpMecmuası 1208
AbdurrahmanSUreyya317 AhmedNecib 1613 Ali Bey391, 392, 395, 1099 AnadoluveRumeli Müdafaa-i Hukuk
AbdurrahmanŞeref Bey 1588 AhmedRasim91, 115, 116, 123, 327, 402, Ali Canib(Yöntem) 116, 120, 124, 131, Cemiyeti 1134, 1135. 1148
AbdUlBey481 403, 406, 444, 468, 794, 1099, 1677 327, 339, 404, 415, 427, 428, 438, 1203 Anadolu'da Kalem1098, 1208
AbdUlaziz 1290 AhmedRefik(Altınay) 125, 1593 Ali CevadBey(Kolağası) 192 Anadolu'daOrtodokslukSadası 1207, 1208
AbdUlbaki Efendi 993 AhmedResmi Efendi 137 Ali Efendi 86 Anadolu'da Peyam-ı Sabah 1100, 1208
AbdUlbaki Nasır Dede 1228, 1230 AhmedRıfat 985 Ali Ekrem(Bolayır) 125, 401, 424, 426, Anadolu'da Yenigün 1202, 1206, 1207,
AbdUlfettahEfendi 1524 Ahmed Rıza 54, 84, 255, 294, 321, 322, 1624, 1625 1208
AbdUlgani Ahmet 1208 347, 351, 354, 356, 357, 358, 359, 382, Ali Emiri Efendi 558, 562 Anadolu-Bajdat Demiryolları 828
AbdUlhak Hamid(Tarhan) 115, 124, 125, 383, 384, 833, 834, 836, 837, 845, 846, Ali Faik(ÜstUnidman) 1475, 1506, 1507 AnaınınKitabı 407
359, 365, 390, 391, 392, 394, 396, 423, 847, 848, 1427 Ali Ferruh 1624 Anatoli 104
424, 434, 436, 444, 1623 AhmedRobenson 531, 1499, 1500 Ali Fethi (Okyar) 1121, 1122 AnatoliaCollege498
AbdUlhakMolla 112, 155, 168, 170 AhmedSaib848 Ali Fethi (TürkUstün) 174 Anatolikos Minitör 104
AbdUlhakŞinasi (Hisar) 406 AhmedSaidBey 1330 Ali Fuat (Başgil) 122 AnavatanMecmuası 1208
AbdDlhalimMemduh 1624 Ahmed^Sarnim92, 116, 132, 428, 520 Ali Fuat (Cebesoy) 1146, 1165, 1166, 1172 AnceloBohor dr. 1324
AbdDlhalimÇelebi 994 Ahmed Sunusi 994 Ali Haydar 386 Ankara 100
AbdUlhamidI 1^tt, 1668 AhmedTevfikPaşa296. Ali Haydar Bey 1624 AnmekyanEfendi 847
AbdUlhamid(Gazete) 851 AhmedUrabi 305 Ali Haydar Midhat 835, 848 AntepHaberleri 1209
AbdUlhamit ll 82, 83, 84, 253, 254, 304, AhmedUsta(Trarnpetçi) 1216 Ali HUseyinKadri Bey 1121 Antoine 406
305, 306, 307, 1292, 1294, 1299 AhmedVefikPaşa 51, 52, 114, 117, 338, Ali Kararname 81. 82, 87, 1095 Aristidi 847
AbdUlharnidZohravi 1438 394, 395, 396, 421, 443, 444, 622, 1580 Ali Kemal 91, 115, 125, 526, 1125, 1202, Aristidi Paşa 1560
AbdUlkadir (Noyan), Dr. 1327 Ahmed Yesevi 979 1203, 1208, 1439, 1590 Arabi Paşa 1036
AbdülkadirTöre 1232 AhmedZiyaAkbulut 1316 Ali Kuşçu 165 ArabaSevdası 391, 397, 398, 414, 418,419
AbdülkerimNadir Paşa 1367 AhmedŞerafeddinBey 1494 Ali Macit (Arda) 193 Arapİzzet Paşa 1033
AbdUllatif Suphi Paşa48 AhmedŞuayb 119, 130, 359, 360, 36, 367, Ali Mümtaz(Arolat) 430 Arapgirli Cevdet Paşa 1l10
Abidin(Da'ver) 1491 401, 402, 437, 438 Ali Münif (Yeğena) 1127 Arazi Kanunnamesi 593
AcaibU'l-Mahlukat 191 Ahmed-i Karahisari 1520 Ali Nizami Bey'inAlafrangalığı 406 Arhangelos Gavriel 828
Açıkbaş 395, 396 ' Ahmed ZiyaAkbulut 1311, 1316 Ali Naci (Karacan) 89, 91 Arif Bey(Çarşambalı, Hacı) 1527
Açıksöz 1207, 1208 AhmedŞükrüBey 1565 Ali Nazmi Bey 108 Arif Hikmet Bey 1670
AdileSultan989 Ahmet Fetgeri 1517 Ali Paşa(Ferik) 1693 Arif Hikmet (Koyunoğlu) 1516
Adalet 1207 Ahmet Halit (Yaşaoğlu) 123, 1023 Ali Paşa 140, 144, 312, 344, 345, 346, 953, Arif Hikmet Hersekli 354bkz. Hersekli
Adalı Halil 1483, 1487, 1488 Ahmet Harnit 317 1554 Arif Oruç 1208, 1209
Adana'ya Doğru 1207 Ahmet Harndi (Başar) 130 Ali Rifat Bey(Çağatay) 1235 Arkadaş 123, 1209
Adapazarı (Gazete) 1210 Ahmet Harndi (Tanpınar) 1203 Ali Rıza(Sözeralp) 1503 Armağan 1209
Adapazarı İslâmBankası 770 Ahmet Haşim124, 403, 404, 407, 427, 428, Ali RızaBey 185 ArnavudoğluAli 1482
Adla-i Müsellesat 161 1203 Ali RızaBey (Kaptanzade) 1222 Arnavut BaşkımKulübü202, 208
Adnan(Adıvar) 1136, 1205 Ahmet Kutsi (Tecer) 1203 Ali RızaPaşa 1179, 1180, 1604 Arnavutluk851
Aehrenthal 285, 286, 288 Ahmet Nebil 128 Ali Şir Nevai 432 ArnavutoğluAli 1483
Afyon'daNur 1209 AhmedNecib 168, 169, 178, 183 Ali SaibBey 191 Arndt 185
Agillı Efendi 47, 63, 77, 82, 356, 392, 422, Ahmet Remzi (Yüregir) 1207 Ali SaibPaşa794 Arsoy, Yesari Asım1223
1638 Ahmet Reşit (Rey) 424bkz. Rey, Ahmet Ali Sami (Yen) 1491 ArtinBezciyan Artin) 761
AgâhMazlum992 Reşit Ali Seyfi (Tülümen) 1124 Arziyat DarU'l-Mesaisi 190
Aganta BurmaBurinata406 Ahmet ZiyaŞam1312 Ali Suat 317 ArşakHaçaduryan 1234
AgoPaşa'nınHatıratı 407 Ahrar 1209 Ali Suavi 50, 63,65, 80, 81, 82, 85, 86, Aşir Efendizade TaceddinMolla 15O5
AğaoğluAhmed 120, 126, 131, 484, 1200, AhrarFırkası 1424, 1438 137, 315, 316, 318, 324, 330, 335, 336, Asaf Nef'i 127
1205, 1397, 1410, 1414 Ahter 85, 98 338, 345, 346, 392, 393, 421, 480 Asakir-i Mansure-i Muhammediye 1253,
Ahali 851, 1209 Alıundzade 138 Ali TevfikBey 191 1260, 1261, 1263
Ahali Fırkası 1437, 1451 Ahz-i Sar396 Ali Ufki 1228 Asakir-i Zaptiye 1270
Ahbar-ı Vakaiyye 71 Ahzıasker Kanunnamesi 1264 Ali Ulvi (Elöve) 120, 131, 534, 536 Asar 115
Abd-ı Osmani Cemiyeti 838 Aile 858, 863 Ali Vehbi (TUrküstün) 1513 Âsar-ı Atika Nizamnamesi 1603
Ahenk 106, 107, 108, lll, 428, 1206, 1207 Aistakes AzaryanEfendi 752 Ali Vehbi Bey 173 Âsar-ı Bakiye 164
AhırköylüAhmedBey 1124 Ajans Haberleri 1209 Ali Şefkati 832, 846 Ashab-ı Kehfİmiz405
Ahmed İhsan(Tokgöz) 447 AkaGündUz 1098, 1200, 1208 Ali Şükrü Bey 1161, 1162, 1164, 1165, 1166 Asım427
Ahmedİzzet Paşa 1183 Akbaba 851, 1098, 1106, 1108 Ali Kemal 527 AsımPaşa703
AhmedAğa(Çilingirzade) 1217 Akdeniz 1207 Aliço 1483 AsımTevfik (Sonumut) 1491
Ahmed 1312 Akif Bey443 Alleon761 Asır 107, 428, 609
AhmedSesimPaşa514 Akif Paşa75, 217, 316, 334, 441, 443 AlpDağlarından407 Asır Kütüphanesi 1692, 1693, 1694
AhmedBey(ÇUrüksulu) 837 Akil Muhtar (Koyuncu) 120 AlpTekin741 Askeri Rasadat-ı Havaiye İdaresi 168
AhmedCelilleddinPaşa837 Akil Muhtar (Özden) 1327 Alsancak 109 Asri Kadınlar Cemiyeti 872
AhmedCevat Cemre 1632 Akın407 AltayKulübü 1494 Asriler406
AhmedCevdet (Oran) 89, 1202, 1685, 1689 Aks-i Seda427 Altın Işık Asya 1208
AhmedCemi! 109 Aksiseda 1209 Altıncı Daire-i Belediye 242, 884, 894 Aşair ve MuhacirinMüdüriyeti 1242
AhmedEfendi 1043 Aksekili Ahmet Harndi 126 Alyans İsrailit <464, 494 Aşar ve AğnamEmaneti 938
AhmedEfendi (Mutafzade) 1229 Akşam1200, 1201, 1202 Amicis de Edmondo 568 AşıkMusa424
AhmedEfendi (Yenişehirlizade) 481 AkvemU'l-Mesalik 1299 ArniraBerciyan463 Aşk-ı Memnu402, 415, 424
AhmedEmin(Yalman) 91, 303, 633, 1125, Akyiğitzade Musa628, 629, 635, 636 Arnira Garabet Balyan 1^W Aşiret Mekteb-i HUmayunu 1035. 1036
1200, 1202 Alafranga 1098, 1103 Arnira Krikor Balyan 1^W Aşiyan 124, 125
"JımedFaris Şidyak96 AlafrangaEşek 1098 ArniraMiricanyan462 Ati/lleri 1107
\hmedFehim1611, 1614, 1617, 1618, 1620 Alay 1098, 1106, 1203 Amal-i Milliye 1209 Atala 393, 394, 409
‘hmedFerid(Tek) 122, 1136, 1390, 1392 Alay Beyi 222 Amalthia96, 104, llO AtaullahDedeEfendi 1232
1711
DİZİN

AtaullahEfendi 322, 502 Bekir Sami(Kunduk) 1131, 1135, 1147, Tahir(Bursalı) 317, 322, 333, 334, 335, 346,392, 398,
Ateş veGüneş407 1149, 1175, 1188 Butrusel-Bustani 1034 502, 582, 583, 626, 1584, 1585, 1588,
Ateş-Pare 394 Bektaşilik200 BüyükKurtçaMehmedPehlivan1483 1589, 1670
AteştenGömlek405, 406i, 412 BelediyeKanunu244 BüyükMeclis 214 Cevherü’l-Feridfi Tıbbü’l-Cedid 180
Avantiya 1223 Belediye Meclisleri 224 BüyükMecmua 1203 CezaKanunname-i Hümayunu
Avarifu’l-Maarif 988 Belediye Memurları Mektebi 473 CezaKanunu407, 592
AvarızSandıkları 552 Belediye Nizamnamesi 970 CezaKanunu(Kanun-ı Cedid) 593
Avedaper97, 98 BelediyeYasası 230 Cezair-i Bahr-i Sefid100
Avni 421 BenDeli Miyim? 402 c Cezayirli SeyyidHasanEfendi 51l
Avni (Doğan) 1207 Bergson439 Cezmi 398
Avni (Başman) 386 Berk 115 Cadaloz 1103, 1104 Chateaubriand393, ^409 1693
AvrupaAhvalineDair Risale 352, 391 BerlinAntiaşması 286 Cadı 1098, 1104, 1203 Churchill, William75, 81, 624
AvrupaRisalesi 352, 391 BerlinKonferansı 681 CaferTayyar(Eğilmez) 1171 Cidde Olayı 1455
AvrupaveOsmanlı Cog:rafya-i iktisadisi BerlinKongresi 281, 283, 285, 287, 306, Calthorpe 1115, 1116, 1117, 1118 Cihan114
193 699 Cami (Baykut) 1130, 1131 Cihan-ı İslâm122
Avusturya-MacaristanTicaret Odası 751 Bernard, C.A. dr. 168, 169, 175, 177, 183 CanPazarı 414 Cihannüma ı91
Avusturya-Osmanlı Bankası 725 Bernardinde Saint Pierre393 Canavar407, 446i Cinayet Mahkemeleri 596
AyPeşinde407 BertramEfendi 704 Canning, Stratford144-bk. Lord Coğrafya-i iktisadi 192
Ayine 858 BesimÖmer 115, 116, 1327, 1334 Cassel, Emest 732 Coğrafya-i Hikemi 191
Ayine-i Vatan82 Besa396 'CavidBey91, 119, 124, 128, 130, 295, 301, Coğrafya-i Mufassal-ı Memalik-i Devlet-i
Ayan247 BesaryaEfendi 874 360, 361, 615, 635, 636, 637, 687, 736, Osmaniye 191
Ayastefanos Antlaşması 282, 284 Beyanü’l-Hak91, 122, 127, 1405, 1416, 752, 767. 794, 860, 1348 Coğrafya-i Umrani 191
Ayaşlı ileKiracıları 406 1418 Cebel-i Lübnan222 Comte, Auguste356, 358, 359, 601
Aydede 1098, 1106, 1107, 1108 Beykoz İttihat veTeavünCemiyeti 1492 Cebr-i Ala 164 ComtedeBonneval 511
Aydın 100 Beynelmilel Denizİşçileri İttihak826 Cebr-i Hati 164 Comeille391, 396
Aydınili (Gazete) 107 Beynelmilel Bina ikileri ittihadı 826 Cehd125 Coumbary 167
Aydınlık 1204, 1449 Beynelmilel Marangozİşçileri 826 Celal Esad(Arseven) 122, 1234, 1235 Courrierd’Orient 78, 80
AyetullahBey48 Beynelmilel Marangozİşçileri ittihadı 826 Celal Muhtar(Özden) 1125, 1335 Couturier ı04
AyınTarihi 1206 Beyrut 100 Celal Nuri (ileri) 125, 138, 303, 987, 1107, Ceride-i tlmiye 129
Ayna 1098, 1203 Bezmi Nusret(Kaygusuz) 124 1125, 1200, 1201, 1206, 1384, 1386, 1387 Credit General Ottoman696
AynarozKadısı 407 Beşiktaş Basiret Osmanlı JimnastikKulübü Celal Sahir(Erozan) 120, 123, 124, 131, Credit Lyonnes Compoir d’Escamte699
AyvalıkAkademisi 461 1476, 1506 401, 415, 424, 426, 4*8. 109, 1627 Crusoe, Robinson
AyyarHamza3%, 1099 Beşiktaş Cemiyet-i İlmiyesi 48, 155, 200 Celal Tahsin1614 Cuma 1207
Azim1209 Beşiktaş Osmanlı JimnastikKulübü 1493 Celali 424" Cumartesi 1207
Aziz İstanbul 407 BeşirFuad115, 253, 356, 360, 365, 366, CelaleddinArif 1163 Curcuna851, 1097
Aziz Efendi 1524 367, 391, 399, 420, 434, 435, 436, 437 CelaleddinEfendi 989 Cüheyne851
Azizel-Mısri 1036 Beşer365, 366 CelaleddinHarzemşah396 Cüret 851
Azkaniver Hayuhyaç İngerruty493 Beşeriyet 821, 844 CelalzadeHızırBey264 Cüzdan 114
AzmzadeSadık 192 CemaatMahkemeleri 595
Aznavour Georges Vincent 178 Bidari Kidelyats 97 Cemal (Erçman) 1508
Bilgi Derneği 207 Cemal Bey 1125
B
Bilgi Mecmuası 128
ı838Ticaret Antlaşması 665
1871 Vilayet Nizamnamesi 223
Cemal Paşa298, 535, 1376
Cemal Sahir 1234
CemaleddinAfgani 307, 323, 1401, 1403,
ç
Çağlayanlar402
1909(1325) Deliklikleri 37 1405, 1411, 1412 Çalıkuşu404, 406
Bab-ı Fetva268 1^ft Kanun-ı Esasi Değişikliği 24 CemaleddinEfendi 269, 526 Çamhca’daki Eniştemiz406i
Bab-ı Meşihat 268 1921 Anayasası 44 CelaleddinHarzemşah443 Çankaya407
BabaTahir 1691 1924Anayasası 42 CemaranOkulu463 Çarigradski Vestnik79, 98
Babalık 1098, 1206, 1208 Binbaşı Rifat Beyin Sergüzeşti 397 Cem122, 123, 1097, 1103, 1105, 1106 Çarikof286, 294
Babanzade İsmail Hakkı 91 Binnaz407, ^446 Cemil (Topuzlu) 889, 890, 1326, 1497 Çaylak 109, 1101
BabanzadeAhmedNaim122, 126, 1402 BirİçimSu407 Cemil Bey(Tanburi) 1228, 1231, 1232 ÇaylakTevfik(TevfikBey) 1100bk.
Babıâli Baskını 1431, 1470 Bir Avuç Saçma407 Cemi! Cahit (Toydemir) 1149 MehmedTevfik
Babıâli Nümayişi 528 BirDolaptırDönüyor446» Cemil Cem123, 1097, 1103, 1106 Çengi 395, 396
Baae:n-Powell 531 BirKavuk Devrildi 407 Cemil Süleyman(Aiyanakoğlu) 403, 415, ÇerkezEthem1l6l, 1162, 1170, 1172
Bafralı YankoEfendi 90 BirOsmanlı ZabitininSalıra-i Kebirde 428 Çerkes HasanOlayı l458
BahaEsat (Tekand) 1494 Seyahati 192 Cemiyet-i tlmiye-i İslâmiye 127, 208 Çerkes Özdenleri 396
BahaTevfik 124, 125, 128, 366, 368, 369, BirSefileninHasbıhali 391 Cemiyet-i tlmiye-i Osmaniye48, 66, 117, Çıngıraklı Tatar 114, 1094, 1101
370, 874, 1098, 1450, 1451 BirSerencam406i 158, 188, 448, 482, 1456 ÇırağanVak’ası 1255, 1462
BahaeddinŞakirdr. 350, 351, 1127, 1434 BirTereddüdünRomanı 405, 406i Cemiyet-i inkılabiye842 ÇiftçilerDerneği 207
Bahar-ı Daniş 433 BirYazınTarihi 402 Cemiyet-i Belediye 243 Çingeneler406
Bahriye Necib(Okaner) 1492 Bir Ölünün Defteri 415 Cemiyet-i Kitabet l14 Çoban446,
Bahriyeli İsmail Hakkı 1316 BirÖmürBöyleGeçti ^404446, Cemiyet-i Milliye-i Naciye202 ÇobanYıldızı
Bakteriyolojihane-i Şahane 171 Birinci Grup l163, l167 Cemiyet-i Matbuat-ı Osmaniye 207 ÇobanÇeşmesi ^404^446
BalıkesirHareket-i Milliyesi 1139 Birinci JönTürkKongresi 834 Cemiyet-i Müderrisin208 Çocuk 1207
Balkan(Gazete) 850, 851 Birinci TrabzonKongresi 1142 Cemiyet-i Müteşebbise207 ÇocukBahçesi 123, 124, 428
BalkanSavaşı I. 288 Birlik1209 Cemiyet-i Osmaniye 113 ÇocukDostu 124
Baltazzi 761 Bismarck 281, 282, 284 Cemiyet-i Siyasiye-i Osmaniye207 ÇocukDuygusu 124
Banazadeİsmail Hakkı 615 Bitmemiş Şiirler Cemiyet-i Sufiye 208, 991, 992 ÇocukDünyası 124
Barisien195 BizimAkdeniz 407 Cemiyet-i Sufıye-i ittihadiye991. 992 ÇocukPostası 1203
Bargigli 104 Bizantis 96 Cemiyet-i Tedrisiye-i islâıniye 163, 201, ÇocukYurdu 123
BaronHirsch727, 1630 Bize Göre407 468, 469 ÇocuklaraMahsus Gazete 123
BarutçuzadeAhmet Bey l130 Bıçakcızade Hakkı 105, 106, 107 Cemiyet-i Tedrisiye-i Hayriye 201 ÇocuklaraRehber428
Basiret 51, 82, 86, 88, 609 BoğazlarSözleşmesi 278 Cemiyet-i Tıbbiye-i Osmaniye 170, 201 ÇokBilenÇokYanılır396
Basiretçi Ati 51 Bolu 100 CemiyetlerKanunu202, 205, 206, 207 ÇolakSelahattin1162
Basiretü’ş—Şark851 Bosna 100, 102 ' Cemiyetü’l-Kahtaniyeel-Ahd208 Çorum100,
BasmahaneNizamnarnesi 608, 613 BostanizadeMustafaBey 182 Cenin91, 92 Çorum(Gazete) 1209
Basra 100, 102 Botev, Hristo 1028 CenabŞehabeddin123, 124, 125, 338, 401, Çulluk406
Bataryaile Ateş427 Bouillon, Franklin1175 402, 424, 425, 426, 436, 437, 439, 1625
Battalname 550, 562 Bousquet 104 Central TurkeyCollege498
Baykuş 407, ^446 Bozkurt 1208 Ceride-i ilmiye 122, 127, 1203
Beberuhi (Beberouhi) 851, 1097, 1102
Bedi Nuri 119, 127, 361
BoşboğazBirAdem1101
BoşoEfendi 520
Ceride-i Askeriye88
Ceride-i Havad.is 71, 72, 75, 77, 78, 81, 88, D
Bedir 88 Britannicus 396 157, 158, 166, 317, 334, 624, 1698 DağaÇıkanKurt 405
BedirhanBey218 Brest-LitowskAntlaşması 310 Ceride-i Nüfus Nezareti 1240 Dağarcık 114
Bedri (Yıldırım) 1502 BuAdam1099 Ceride-i Resmiye 1206 Dadaloğlu424, 442, 443
BedriyeOsman Hanım86ı Bucak1208 Ceride-i Sufiye 122, 991, 1203 DadyanArtin469
Bedreka-i Selamet 851 BulakMatbaası 1683 Ceride-i Şarkiyye97 Dagavaryan 1438
BedrosAtaınyan 1614 Bulgar Meşrutiyet Klüpleri 208 Ceride-i Tıbbiye-i Askeriye 171 Dahiliye Nezareti 212
Behçet Efendi 182 Bulgarski Orel 1029 Cerrahhane-i Amire 155 Dalkavuk 1105
Bekir (Bircan) 1491 Burhan161 Cerrahhane-i Mamure46 Damat Ferit Paşa 1176, 1177, 1180, 1438,
Bekir (Bombacı) 1496 Burhan(Felek) 1498 CevadAbbas(Gürer) 1149 1439, 1440
BekirSıtkı Efendi 117 Burhaneddin(Kahyaoğlu) 1496 Cevat (Dursunoğlu) 1135 DamatMahmudPaşa692
BekirFahri 405 Burhaneddin(Noyan)dr. 1327 Cevat (Çobanlı) 1169 DamgaMüdüriyeti 94J
Bekir Paşa 182, 512, 885 BurhaneddinBey (Tepoi) 1614, 1618, 1620 Cevat Şakir(Kabaağaçlı) 1107 Daniş (Karabelen) 1503
Bekir(Pekten) 1527 Bursalı Ali Efendi ISO Cevdet (Kalpakçıoğlu) 1491 Danişmendname 550, 562
Bekir Sami (Günsav) 1169, 1170 Bursalı Tahir 122, 126, 1396bk. Mehmed Cevdet Paşa 59, 65, 137, 140, 156, 316, Daoul 851
1712
DİZİN

Dar-ı Şura-yı Askeri 1261, 1262 Doğu 1207, 1209 EkremBey470 Evrak-ı Perişan610, 1587, 1688
Dar-ı Şura-yı Bâbıa.J.i 246 Doğu Rumeli Vilayeti 225 ei-Eyyam852 Eyalet 213
Darbhane 931 Dobruca 852 el-Ferik852 Eyalet Meclisi 215, 216
Darbhane-i Amire 928 Doksanbeşe Dogru425 el-IslâmCemiyeti 208 Eylül 402. 415, 424
Darü'l-Elhan474 DokuzuncuHariciye Koğuşu406 el-Cevaib 81, 96 Eyvah396
Darü’l-Ameliyat 472 Dolab852, 1097, 1102 el-Kâtip852 Ezan 852
Darü'l-Hikmeti’l-Islâmiye 270, 475, 509 Donanma 124 el-Malum1103
Darü’l-Hilafeti’l-AliyyeMedresesi 506, 507, DonanmaCemiyeti 208 el-Medhal fi’c-Coğrafya 191
508 Donanma Cemiyeti Heyet-i Temsiliyesi el-Menar 1034
Darü'l-Maarif 248, 467 1617, 1618 el-Müntediü’l-Edebi 208 F
Darü’l-Ulumü’l Hikemiyye-i Osmaniye466 Donanma Dergisi 125 ei-Saltanat 76
Darülbedayi 474 Donanma-i Osmani Cemiyeti 203 El Tiempo 97 F. Beaufort 193
Darülfünun155, 470, 476, 477 Donanma-i Osma'ni Muavenet-i Milliye el-Üfürük 1103 F. Celalettin405, 406
DarülfünunGrevi 530 Cemiyeti 202, 1266 Elif Efendi 993 FahimBey Ve Biz406
DarülfünunTalebeCemiyeti 521, 522 Donizetti Paşa 1215, 1216, 1219, 1221, Eldebir Mustafendi 406 Fahri (Kopuz) 1234
Darülmuallimin 190, 465. 468, 478 1226 Eleftros 110 Fahri Kaptan 1312
DarülmualliminTatbikat Mektebi 469 Dragon Tzankoff 470 Eleni (Küçük) 1223 FahrettinPaşa 1112
Darülmuallimin-i Sıbyan468, 469 Droşak 844 Elhac İbrahimEfendi 434 Faik(Kaltakkıran) 1124, 1140
Darüimuallimat 486, 860 DudaktanKalbe406 Elhan424 FaikAhmet (Barutçu) 1208
Darüttemsil-i Osmani Kumpanyası 1617 Duhter-i Hindu3% Elhan-ı Vatan426 FaikAli (Ozansoy) 116, 124, 125, 401, 424,
Darüşşafaka468, 469 Dumas, Alexandre409 Emile 398 426, 427
DavidPaşa 236 Dumont, Albert 1597 Emek 1208 FaikBey İle Nuridil Hanımın Sergiizeşti
David Triyans 1614 Dunaiskolebed 1029 Emel 852, 1208 397
DavudP.,a 216, 217 Durkheim, Emile 372, 375, 378 EminAğa 1230 Faik Nüzhet 119, 127
Davud-ı Kayseri 980 Durub-i Esrnal-i Osmaniye 318, 354, 441 EminBülend(Serdaroğlu) 116, 403, 428. FaikSabri (Duran) 191, 193
Davul 1102, 1103, 1105bk. Davul Duygu 109, 1206, 1207 1491 FalihRıfkı (Atay) 407, 533, 1202, 1203,
Deccal 1097, 1098, 1099, 1203 DünyaSavaşı 1. 1374 EminEfendi 1229 1204
DedeZekai Efendi 1210. 1228, 1229, 1230 DünyanınMihveri KadınmıParamı414 Emin Lami 116 Falaka402
Def’a-i SaniyeBükiyonTercümesi 174 Dünyayaİkinci Geliş 413 EminNihat 397, 398 Famanto Mektebi 494
Defoe, Daniel 409 Düring, Ernst Von 1330 EminSıddık449 Faris Şidyak 81, bkz. Ahmed Faris
Deforges 195 Dürrizade AbdullahEfendi 270 EminSüreyya 111 Farnetti 736
Defter-i A’mal 398 Dürûs-ı lim-i Hayvanat-ı Tıbbiye 174 Emine Serniye Hanım861, 862 FarukNafiz (Çamlıbcl) 125. 404, 407, 430,
Defter-i Hakani Müdürü222 Dürziler 221 Emir Nevruz 1587 446, 1203
Defterdar 214, 216 Düyun-ı Umumiye648, 649, 683, 701, 703, EmlakveNüfus Memurları 222 FatihKanunnamesi 264
Delahey 542 706, 707, 709, 710,712, 714, 716, 721, Emniyet 852 Fatih-Harbiye 405, 406
Demirhane Müdürü 105 722, 726, 733 Emrah424 Fatin (Gökmen) 166, 167
Demdeme 399, 434 Düyun-ı Umumiye Konseyi 708 Emraz-ı Sariye ve İstilaiye 1322 Fatinİhsan451
Demet 124, 861 Düyun-ı Umumiye Meclisi 726 Emraz-ı Umumiye 170 FatinDavud432, 433
Denizaşırı 407 DüşünenMusiki 427 EmrullahEfendi 473, 481, 482, 483, 484, FatinTezkiresi 432, 433
Dergâh428, 430, 439, 1203 519 FatmaAliye 322, 858, 859, 861, 862
Dersaadet BelediyeKanunu244 EmtiaGumrük idaresi 945 Fazı! (Berki) 122
Dersaadet Bulgar Meşrutiyet Kulübü208 Enis Behiç (Koryurek)^404430, 446ı Fazı! Ahmet (Aykaç) 116, 120, 128, 428
Dersaadet Daü’lkelpAmeliyathanesi 171 E Enciimen-i Daniş 66, 73, 155, 156, 316, Fazlı Faik (Yegül) 185
Dersaadet Ticaret Odası Gazetesi 638, 751, 448, 482 Fecr 1208
752 Ebe Mektebi 468 Encümen-i Hariciye 257 Fecr-i Ati 403, 415
Dersaadet Ticaret veSanayi Odası 639 Ebe Okulu478 Enciimen-i Teftiş veMuayene613, 614, Fedakaran-ı Millet Cemiyeti 202, 207
Dersaadet Ticaret veZiraatOdası 636 Ebniye Kanunu886, 887 615, 1686, 1688 Felatun Bey Ile RakımEfendi 397, 398,
DersaadetTahvilat Borsası 751 Ebniye Nizamnamesi 885, 886, 1047, 1048 Encümen-i Ülfet 1457 413, 416, 417, 418, 419
Dersaadet TetebbuaHIçtimaiyesi 819, 120, Ebniye-i HassaMüdürlüğü 1047, 1051 EnderunAğaları Mektebi 155 Felsefe 128
825 EbruEfendi 626 Enin-i Mazlum852 Felsefe Mecmuası 125
Dersaadet veVilayet BelediyeKanunu242 EbuBekr Bin Behram-ı Dımışki 165 Enis Avni (Akagundıız) 120, 124 Felsefe-i Ferd369, 390
Dertli (Gazete) 1209 EbuMusaKazımBey 138 Envar-ı Zekâ366 Fener RumOkulu462, 492
Derviş Efendi 169 Ebu’lulaMardin 122, 1402 Envar-ı Şarkiye 97, 99, 100, 1208 Fenerbahçe 1492
DervişÖmerSifai 180 Ebu's-SüreyyaSami Bey 1274 Enver Paşa299, 300, 331, 533, 1110, 1162, Fenerbahçe Kulübü 1492, 1493, 1499
Derviş Hima 1391 Ebubekir Hazım(Tepcyran) ^404405 1374, 1375, 1426, 1427. 1434, 1448 Fenerbahçe Spor Kulübü 1506
Derviş MehmedEminPaşa 182 Ebubekir Mümtaz Efendi 1528 Fenerler İdaresi 728
Derviş P.,a 178, 179, 182, 183, 185, 476 Ebubekir RatibEfendi 148, 619 Erciyes 100 Fenn-i İhtina 174
Derviş Vahdeti 91 Ebulmukbil Kemal Bey61I ErcümendEkrem(Talu) 406 Fenn-i Coğrafya 191
Dethier, PhilippAnton 1601, 1602 1603 EbusuudEfendi 264 ErenlerinBağından407 Fenn-i Hurdebin176, 177
Deutsche Bank^4, 686, 732 Ebüzziyya Divanı 453 Ermeni Kadınlar Komitesi 859 Fenn-i Menazır 1316
Deutsche Orient Bank686, 731 EbüzziyyaTevfik 84, 115, 116, 318, 344, Ermeni Kadınlar Terakki Derneği 861 Fenn-i Terbiye 482, 483
Devir88 396, 398, 445, 453, 1522, 1623, 1684. Ermeni Patrikliği Nizarnatı 1^W Ferid (Kam) 992, 1417
DevirveIntibah 104 1703 Ermeni Sosyal Demokrat Panisı 1451 Ferit Paşazade Celaleddin Paşa 1439
Dewey, John499 EbüzziyaVelid 1202 Ertuğrul 1207 FeraizcizadeMehrnedŞakir 395, 396, 1622
D’ArendaPaşa 1224 Ecel-i Kaza396 ErzurumKongresi 1139, 1143, 1144, 1145, Ferah 125
Diken 1098, 1100, 1103, 1105, 1106 Echo d’Orient 104 1147, 1148 Ferdi veŞürekası 415
Dikkat 852 EchoDe Smyrne 104 Esirgeme Derneği 208 Ferda 1207
DikranKaleınciyan 1223 Eczacı Gazetesi 172 EsadEfendi 34, 441, 479 Fermanlı Deli Hazretleri 407
DikranÇuhacıyan1222, 1223, 1616 Edebi Hatıralar 402 EsadŞerafeddin(Köprülü) 175, 176, 177 Fersan Refik 1223
Dilaver Paşa919 Edebi Mecmua 1203 Esaret 397 Feryad852
Dilaver PaşaNizamnarnesi 802, 919 Edebiyat-ı Cedide 399 Esat Tomruk(Çınar) ll I, 1207 Fevzi Paşa 1674
Dilek 1209 Edebiyat-ı UmumiyeMecmuası 125 Esat Efendi 333 FeyhamanDuran 1318
Dilhayat 1207 EdebiyataDair407 Esat Paşa520 Feylesof 1103
Dilmesti-i Mevlana987 EdepYahu 1098 Esat Paşa(Işık) 1122 Feyzi Bey 1650
DimitirKantemir 137 Edhemdr. 127 Esat (İngiliz Kemal) 1510 Fezleke-i Tarih-i Osmani 1588
Dimitraşko Morozbeyzade 461 EdhemBey 195 Esham-ı Cedide 677 Fırat 100
Dimetokalı Müftüzade Cemal Bey 1124 EdhemNejat 483, 484, 531, 1204 Eski Riiya407 FikretTahsin 1494
Dinle Neyden404 EdhemP.,a 187, 188 Eski Saat 407 Filiki Eterya 1030
Dinç Demeği 203, 535 EdhemP.,a (Müşir) 1372, 1689, 1690 Eski Şiirin Riizgarıyle 404 FilipEfendi 81
Dinç Demekleri 208 EdhemPertev Paşa 114, 117, 393, 424, Esnaf Cemiyetleri Hakkında202 Filiz Nurullah 1483, 1486, 1487, 1488
Diplomalı Kız413 452, 624 Esnaf Cemiyetleri Talimatnamesi 371 Filos TonNeon96, 104
Divan-ı Ahkâm-ı Adiiye 212, 581, 593 EdhemRuhi (Balkan) 847, 848, 849, 850 es-Sadaka852 Filozof 1104
Divan-ı Hümayun 11, 13 EdibEfendi 333 Estiya 110 Finten391, 396
Divan-ı Muhasebat ^606949 Edirne 100, 102 Eşber396 Firak-ı Irak427
Divan-ı Nadiri 1309 EduardBlackBey611 Eşek 1098, 1103 Fontenable 390
Divan-ı Temyiz597 Edwards 104 Eşkal-i Zaman402 Fontmagne deDurand569, 570
Divançe-i Fazıl 428 Efe 1206 Eşref 1098, 1099 Franco 1108
Diyarbekir 100 Efkâr-ı Umumiye 852 Eşref Edib(Fergan) 122, 126, 1207 1402 FransızTicaret Odası 751
Diyojen83, 609, 1093, 1094, 1095, 1099, Efrad-ı Cedide Mektebi 1271 EşrefoğluRumi980 Frei Osmanısche Post 852
1100, 1101, 1103 Efsus 427 Etniki Eterya1030 Fuad(Balkan) 1513, 1514
Diyorlar ki 407 Eftal 115 Evhami 395, 396 Fuad(Köseraif) 349
Dişçi Mektebi 473 Eğlence407 Evkaf Memurları Mektebi 474 FuadEfendi (Paşa) 156
Doğru109 Eğil Dağlar 1098, 1203 .E.-.vkafMüdürü222 FuadHüsniı (Kayacan) 1490, 1491, 1518
DoğruÖz 1209 Ekinci 88 Evkaf Nazırlığ:ı 894 Fuad Paşa 140, 144, 344, 345, 1554, 1689
Doğrusöz 852, 1207 Eklisiastik; Alitheria96 ' EvliyaÇelebi 191 Fuad(Köprülü) 407 bkz. Köprüiıizade
Doğruyol 852 EkonomiPolitik628, 635 Evliyazade Naciye 109 MehmedFuad
1713
DİZİN

Fuhş-i Atik402 Hacı Arif Bey 1230, 1231 Harp ZenginininGelini 406i HovsepVartanPaşa 1101
Fususü'l-Hikem988, 989 Hacı MusaBey 1135 HarutyunAleksanvan 1614 Hristaki Zoğrafyon692
Futuhatu’l-Mekkiye 989 Hacı Şükrü 1162 HasanBedreddin Paşa397, 1623 Hugnin E. 830
Füruzan394 HacıbeyzadeAhmedMuhtar 992 HasanFehmi 91, 526, 527, 530 Hugo, Victor 366, 391, 393, 396, 399, 435,
Fı.iyuzat 351 HacimMuhittin(Çarıklı) 1139 HasanFehmi Efendi 991 1693
Füyuzat-ı Mıknatısıye 178 Hacivat 1103 Hasan(Dramalı) 1223 HukukMektebi 471
Hadika83, 116 HasanHulki 317 ■ Hukuk-ı Aile Kararnamesi 872
Hadikatu’l-Evliya990, 992 HasanMellat. 391, 397, 398, 410, 413 Hukuk-ı Beşer 110, 1206, 1207
Hadikatu’l-Ahbar 76 HasanRıza 1316 Hukuk-ı Umwniyye 91
G Hadisat 1200
Hafız Isınail 109, 1202
HasanTahsin 110, 1206
HasipBey 1439
Hukuk-ı AileKararnamesi 595
Hulusi Raşit Bey 173, 174
GactanoDonizetti 1216 Hafız HasanSırrı Efendi 1523 HasköylüAhmet İhsan 1316 Humbaracı AhmedPaşa 1251, 1252
GalipBahtiyar (Köker) 131 HafızHasanTahsinEfendi 1523 Hassa Mimarları Ocağı 1053, 1054 HurafattanHakikata 1417
GalipBey 1270 Hafız Mehmed(Kömürcüzade) 1217 Hatimetü’l-Eş’ar 432, 433 HuzmaSafa427
Galatasaray Kulübü 1491, 1492, 1493, 1495 Hafız Osman 1522, 1523 Hatîat-ı Tercüme 451 Huzur MOrafaaları 268
Galatasaray Mekıeb-i Sultanisi 466, 467, Hahambaşı Nizamnamesi 1001 Hatıra853 Hüdavendigar 100, 102, 1207
468 Hak91, 848, 852, 1208 Havatır853 HükümGecesi 406i
Galataı-ı Tercüme450 Hak Söz 853 Haver 115 Hiıkiimet-ı Meşruta 34
GaiibPaşa 1667 Hak Yolu 1208 Hayal 611, 846, 853, 1092, 1094. 1095, Hülleci 407
Gababet Balyan 1064, 1089 Hakikat 853, 1208 1097, 1101, 1102, 1103 Hünername 1309
GarbîTrakyaMüdafaa-i HukukCemiyeti Hakimiyet-i Milliye 1204, 1205, 1206, 1208 Hayal içinde ^40 401,402 Hünkar iskelesi Antlaşması 274, 276, 298
1140 Hakayık-ı Şark852 Hayal-i Cedid 1103, 1105 Hürriyet 77, 78, 82, 85, 346, 422, 434, 441,
Gaspıralı İsmail Bey 88, 350, 351, 629 Hakayıku’l-Vakayi 82, 609 Hayalet 846, 853, 1700
Gauttier 193 Hakk-ı Sarih853 Hayat 351, 1209 Hürriyet vehilaf 1134, 1430, 1436
Gave 396 HakkaSığındık402, 414 Hayat veKitaplar402 Hürriyet PervevanFırkası Cemiyeti 836
Gaye-i Milliye 1209 Hakkı Behiç (Bayiç) 1136 Hayat-ı Muhayyel 402 Hüsameddin(Ertürk) 1127, 1128,
Gayret 852 Hakkı Efendi 195 Haydar Rüşdti 109, 1207, 1209 HüsameddinPaşa 1505
Gazi AhmedMuhtar Paşa 528, 1432 HakkınZaferleri 992 Haydarizade ibrahimEfendi 991 Hüseyin Avni (Ulaş) 115, 1162, 1164, 1166
Gazi Sancak 1209 Halaskar ZabitanGrubu528. 1257, 1439 HaydarhAli Efendi 1523 HüseyinAvni Paşa 691. 592, 1255
Gazali'de Marifetullah987 Haliç Dersaadet VapurŞirketi 549 HayoçMiyaçyal İngerrutyanCemiyeti 493 HüseyinCahid(Yalçın) 91, 92, 116, 124,
GazetteduLevant 80 HalidBey776 Hayrenik97 295, 302, 323, 399, 40, 401, 402, 414,
GazetteMedicale d’Orient 167, 171, 188 Halid Şazi Bey 172 Hayri Bey 1674, 1676, 1677 424, 436, 437, 445, 615, 767, 1200
Gazette Medicalede Constantinople 112, HalideEdip(Adıvar) 119, 120. 131,328, HayrullahEfendi 114, 117, 269, 1587 Hüseyin Daniş (Pedram) 120
171 405, 406, 407, 416, 417, 429, 872, 873, Hayvanat-ı Tıbbiye 173 HüseyinFahreddinDedeEfendi 1232
Gece Dersleri Mektebi 473 1125, 1126 Hazine:- Amire 924, 928, 930, 931 HüseyinGirilli 1312
Gelcnbevi İsmail Efendi 161, 512 Halikarnas Balıkçısı 406bkz. CevadŞakir Hazine-i Celile-i Maliye 932, 933 ‘ HüseyinHilmi (İştirakçi) 91, 817, 823, 824,
Gelenbevi Mustafa 122 Halil (Menteşe) 975 Hazine-i Letaif 109 825, 1450, 1451, 1452
Gencine-i Edeb 109, 110 Halil Bey 114, 117 HaşimPaşa518 HüseyinHilmi Paşa 1428
Gencinc-i Hayal 846, 852 Halil (Dikmen) 1317 Hekim1208 HüseyinHaki 783
Genç Anadolu 1208 Halil Edhem(Eldem) 185, 189, 190 Hendese-i Mülkiye 472 HüseyinHulki (Cura) 1494
Genç Demekle,i 203, 208 Halil Ganem835, 846, 847 Henüz Onyedi Yaşında397, 398, 413 Hüseyin Hulki Beydr. 1328
Genç Dernekleri Müfettiş-i Umumiliği 536 Halil Harnit Paşa 1251 Hergeleci İbrahim1484. 1489 HüseyinHüsnüBey 171
Genç Dernekleri içinTalimatname 536 Halil Paşa 1311, 1316, 1318 Hersekli Arif Hikmet 421, 422 HüseyinKhım(Kadri) 91, 92, 1427
Genç Kimyager 186 Halil Rifat Paşa 106 Hesab-ı İhtimalat 164 Hüseyin Ragıp(Baydur) 1205
Genç Kadın 1203 Halil Zeki Bey(Osma) 1496 Hesab-ı Müsenna 163 Hüseyin Rahmi (Gürpınar) 399, 402, 406i,
Genç Kalemler 120, 128, 129, 327, 339, HalimSabit (Şibay) 122, 126, 127, 128, HeybeliadaRumPapazOkulu492 414, 444, 1099, 1626
340, 404, 415, 425, 438, 1207 1402, 1410 Heyet-i Ayan948, 950, 961, 962, 965, 96, HüseyinRemzi 170, 171, 173, 174, 1331,
Genç Türk385 Halim(Özyazıcı) 1522, 1525, 1527, 1528 967, 968, 969, 971,972 1332, 1334
Gençlik 1207 Halil (Moralı) I123 Heyet-i Mahsusa-i Ticariye 371, 744 HüseyinRıfkı 162, 163, 191
Gençlik ve Edebiyat Hatıraları 407 HalidFahri (Ozansoy) 125, 404, 407, 446, Heyet-i Mebusan948, 949, 950, 961, 962, HüseyinSiret (Özsever) 116, 120, 401, 4:!4,
Gesher Efendi 704 1203 963, 964, 965, 966, 967, 968, 969, 970, 426, 848
Geveze 1095, 1098, 1101 HalidZiyaUşaklıgil 88. 105, 106, 107, 110, 971, 972 Hüseyin Sadeddin (Arel) 123, 1232
Geveze Berber 396 116, 327, 330, 338, 399. 40. 401, 4)2, Heyet-i Temsiliye 1145, 1158 HuseyinSuad(Yalçın) 116, 120, 123. 424,
Gıdık 1104 414, 417, 424, 429, 436, 438, 449, 450 Heyet-i Vükela257 426, 1098, 1624
Gırgır 1100 Halk 1208 Heşt-Behişt 432 Hüseyin Vassaf 992
Giridi Rahmi Bey 123 Halka Doğru 110, 120, 130, 131, 132, 429, Hıfzı Bey 1686 HüseyinZekai Paşa 1311, 1315, 1316
Girit 100, 852 439, 1206 Hıfzırrahman Raşid(Öymen) 1209, 14% Hüseyinzade Ali (Turan) 128, 131, 350,
Girit Nizamnamesi 1022 HalkaDoğruCemiyeti 131. 207 HıfzıssıhhaKomisyonu 1321 351, 1397
Gizli Figanlar 427 Halkalı Ziraat ve Baytar Mektebi 154 Hıyanet-i Vataniye Kanunu 1194 Hüsn-i Şems-i Hürriyet Kumpanyası 1617
Gizli Türkiye Komünist Partisi 1449 HallacyanEfendi 801 H. Nazım(AhmedReşid) 401, 402 Hüsnü(Açıkgöz) 1207
Gladstone 286, 698 Hallü’l-Ukad 634 Hicaz Sıhhiye İdaresi 1324 Hüsnü(Uğurel) 1494
Glorius 194 HallacyanEfendi 801 Hicaz Sıhhiye Daireleri 1322 HüsnüBey 1332
Goltz. VonDer295 Haluk’unDefteri 401 Hidmet 846 HüsnüPaşa 1122
Goodell, William496 Hamid(Aytaç) 1522, 1527, 1528 Hikâye 415, 437 Hüsn-üAşk 1693
Goold, Edward 1598 Hamidiye 835, 1097 Hikâyeler 406i HusrevPaşa 1682
Göl Saatleri 404 Harnilton Lange700, 702 Hikmet 163, 402, 992 HüsrevSami (Gerede) 1136
GönüldenSesler^404446 Harnit Hüsnü (Kayacan) 1517 Hikmet (Onat) 1318
Görenek396 Harnit Hafız (Pamir) 190 Hikmet-i Tabiiye 179
Grey, Edward293, 294, 290
Guizot, François 146
HamidSadi (Selen) 193, 1204
Hamiyet 853
Hilafet 838, 853
Hilafet (el-Khilafat) 848 I
GugukluSaat 407 Hamamizade İhsan 122 Hilal 853, 1207, 1209 lmpartial 104
Gurebahane-i Laklakaan 407 Harndi Efendi 1418, 1616 , Hilal-i Ahmer Cemiyeti 203 Islah850
Guatelli Paşa 1219, 1220, 1222 Hamdullah Suphi (Tanrıöver) 116, 120, Hilal-i Ahmer KadınlarCemiycti 208 lslah-ı Huruf Cemiyeti 337
Güleryüz 1100, 1106, 1107 122, 131, 403, 425, 428 Hilal-Croissant 846 Islah-ı Medaris Nizamnamesi 506, 508
Gülhane Hatt-ı Hümayıınu 10, 14, 15, 16, Hamlet 396 Hilmi Bey(Tunalı) 848 lslah-ı Ntsl-i Feres 1512
588 Hamrner 156 Hilmi Kasımpaşalı 1312 lslah-ı Sanayi Komisyonu481, 748, 1343,
GüllüAgop 1223, 1609, 1611, 1613, 1614, HammondProjesi 698 Hilmi Paşa 1270 1351, 1360, 1361, 1362
1615, 1621 HamparsumLimoncuyan 1228 Hilmi Ziya (Ülken) 992, 1412 Islah-ı Meşkukat Komisyonu766
Gulnihal 396, 443 Handan406i, 416 Himaye-i Etfal Cemiyeti 204 Islahat ll I, 853
Gülnar Delebedef Hamm448, 864 Hande 1098, 1103 Hind407 Islahat Fermanı 10, 13, 14, 15, 16, 589
GiılunçluEfsaneler 1099 Hanım1203 Hisabü’l-Kusur 161 lslahat-ı TurukKomisyonu886
GuliıpAğladıklarım402 HanımlaraMahsus Gazete 859, 863 Hiss-i tnkılab346, 348 İsparta 100
Güneş 115, 1208 Hanly John Saffan 97 Hisı;e-i Şayia407 Isvolski 285, 286, 288
Giırbüz Derneği 203. 535 Hançer 407 Hizb-i Cedid 1257, 1429 lşık 1208, 1210
Gürbüz Dernekleri 208 Harabat 389, 394, 434 Hizmet, 104, 105, 106, 108, 110, 111, 339,
Güzel İnebolu 1209 HarbMecmuası 1^ft 428, 853
Güzel Trabzon 1208 Hareket-i Arza Dair BirçokSöz 19) HocaİbrahimEfendi 319
Hareket-i Fikriye 1209
Hariciye216
Hoca lshakEfendi 162, 165, 181, 182, 183.
187, 322, 335
i
Hariciye Nezareti 212, 279, 280 HocaAli Rıza 1311, 1315, 1316, 1317,
H Harir Darüttalimi 475
Haririzade KemaleddinEfendi 992
1571, 1572, 1581
Hoca HüsameddinEfendi 993
lane-i Umumiye 937
İaşeMeclisi 745
Haber Anası 1098 Haristan402 HocaSadeddinEfendi 165 lbiş 109, 1206
Habl-i Metin 1203 HaritaKomısyonu 889 HocaTahsin 179, 316, 323, 480 lbn Arabi 988
Hacı İbrahimEfendi 317 HarmanSonu428 HocazadeAhmedHilmı 992 İbnHazımFerid 107, 111
Hacı AhmedEfendi 837 HarpMitingi 528 Horace 396 İbnKayyım263
1714
DİZİN

İbnKemal 264 İntibah397, 398, 411, 413, 418, 419, 854, tzzet Ulvi 1205 Kavlak 1098
lbnüleminMahmudKemal (İnal) 122, 992, 1207 tzzet Ziya 1107 Kaygı 1208
1677 İntihab-ı MebusanKanunu970 Kaymakarn213, 216
İbnürrefikAhmedNuri 407, 1627 İntihab-ı MemurinEncümeni 257 Kaynak, Sadettin 1223
İbrahimCehdi (SüleymanNazif) 401 İntihab-ı MemurinKomisyonu262 Kayol’ler 1681, 1683
İbrahimEdhemPaşa 157, 163 intikam848, 849, 854 J Kayseri 100
İbrahimHafızBey611 . tntikarncı Yeni Osmanlılar Cemiyeti 848 Jachmund1079, 1080 Kayseri (Gazete) 1207
İbrahimHakkı (Konyalı) 1208 İntizam-ı ŞehirKomisyonu894 Jamanak97 Kaza 213, 216
İbrahimHakkı Erzurumi984 tri Celal 1502 JandarmaZabitMektebi 1271 Kaza İdare Meclisi 226
İbrahimHakkı Paşa296, 1429 Irad-ı Cedid Hazinesi 929, 930 Journal de Constantinople 104 Kazıkçı Kara Bekir 1481, 1485
İbrahimHayri (Ürgüplü) 1427 trade-i Milliye 1148, 1204, 1209 Journal de Smyrne95, 103, 104 Kâzım(Karabekir) 1174, 1208
İbrahimHilmi 1685, 1689 İrtifa Risalesi 162 Kâzım(Özalp) 1170, 1172
İbrahimLütfi (Paşa) 170, 188 İrşad 1207, 1208 KâzımNarni (Duru) 120, 124, 131. 327
İbrahimMüteferrika 148, 156, 1680, 1681, tshak Efendi 156, 178 Kel Aliço 1482
1682 İshakSükuti 848 K Kel Hasan 1486, 1614
tbrahimPertev1359 İslâmMecmuası 127, 128, 132, 372, 1410 Kemal (Özsubaşı) 1496
İbrahimTemo835, 1391, 1434 İslâmiyet 854 Kabil Gamen324 Kemal (Batanay) 1527
İbrahim(Çallı) 1318 tsmail Ali Bey 179 KadastroMemurları Mektebi 474 Kemal Bey374, 1693
İbrahimŞinasi Efendi 47bkz. Şinasi tsmail Canbulat 1122 Kadın 124, 861 KemalettinBey 1082
İbret 78, 82, 83, 84, 85, 88, 116, 346, 609, İsmail DedeEfendi (Hammamizade) t217, KadınAmele Taburları 871 KemalpaşazadeSaid317, 321, 323, 334,
610, 1208, 1700 1227 KadınMecmuası 861 448, 450, 451,
lbretnüma-yı Alem609), 1095 tsmail Efendi (Dellalzade) 1217 Kadınlar Dünyası 124, 861, 868, 1203 Kemani Ali Ağa 1217
lcma-i Ümmet 853 İsmail Fenni (Ertuğrul) 1416, 1417, 1420 Kadri Efendi (Hoca) 846 Kenan Rifai 991
lçli Kız 396 İsmail FerruhEfendi 155, 200 Kadri Paşa 117, 750 Kendi Gökkubbemiz 404
tçtihad 125, 128, 131, 367, 850, 853, !386, tsmail Gasprinski 138 bkz. Gaspıral Kafile-i Şu'ara432 KendimEttimKendimBuldum395
1387, 1388 tsmail Hakkı 992, 1204 Kafkas 1207 Keork Holas 1614
İçtimaiyat Mecmuası 128 tsmail Hakkı (İzmirli) 126, 992 Kahkaha 1095, 1208 KepsutluÇakır İsmail 1486
İçtemeran97 tsmail Hakkı (Altunbezer) 1524, 1528 Kalıriyat 427 Kethüdazade ArifEfendi 48, 155, 200
İsmail Hakkı (Kıbrısizade) 1527 Kaime-i Mütebere-i Nakdiye677 Kevkeb-i Şarki 82
tdare Meclisi 216 İsmail Hakkı (Çelebi) 173, 174 Kalem122, 123, 1103, 1105, 1106 Keçi Arif Ağa 1217
İdare-i Umumiye-i Vilayat Nizamnamesi İsmail Hakkı Bey 1130 Kalfazade İsmail Çınari Efendi 161 Keçecili Kasım1481, 1485
226, 235, 237. 1457 İsmail Hakkı Bursevi 984 KalyaBey 169, 184 Keçecizade Mehmet FuadEfendi 156
tdrnan 1503 tsmail Hakkı Paşa 1438 Kamil (Akdik) 1522, 1524, 1528 Keçecizade Rıfat 1316
tdrnanYurdu 1496 İsmail Hami (Danişmend) 125 Kamil Bey242 Keşfü’n-Nikab854
ldrak91, 1203, 1452 tsmail Hüsrev(Tökin) 381 Kamil Paşa257, 296, 528, 1432 Kıbrıs 854
İffet, Neriman 124 tsmail Kemal (V1ora) 836, 838, 1393 KambiyoMuamelatı Merkez Komisyonu Kılıçzade Hakkı 986, 1384, 1385, 1388
İtlıarn1136 tsmail Müştak(Mayakon) 116 744, 745 KınaGecesi
lgnatiyef 285, 693 tsmail Safa 116, 427, 468 Kamus-i Osmani 334 Kınalızade Ali Efendi 625
tğne 1208 İsmail Sıdkı 109 Ramus-i Riyaziyat 164 Kınar Hanım1611, I614, 1617, 1618
İhaei-Arabi 208 İsmail Suphi (Soysallıoğlu) 116, 1131 Kamus-i TOrki 323, 1588 Kınk Hayatlar402, 415
thracat Heyeti 671 İsmayıl Hakkı (Baltacıoğlu) 482, 484 Kamusu'l-Alam323, 1588 KırımSavaşı 1364
İhsan(Sungu) 386 İsmet (İnönü) 312, 500, 1173 Kani Paşazade Rıfat 480 Kınmlı Aziz 170, 182, 184, 185
lhtisapNazırlığı 894 İsmet (Uluğ) 1510 Kanal Seferi 1376 Kırımlı HüseyinRıfkı Efendi 161
thtiyar Meclisi 216 tstanbul 100 Kandıra(Gazete) 1210 KırkYıl 402, 450
lhyauUlumi'd-Din988 İstanbul İçinMeb’us Namzetleri 1099 Kantemiroğlu 1228 . Kırbanbar 121
tkaz 1208 tstanbul AltınorduKulübü 1495 Kanun-ı Cedid28, 30, 31 Kırmızı Bayraklar405
İkbal 1208 İstanbul Bankası 696 Kanun-i Esasi (Gazete) 848 Kısas-ı Enbiya 1584
İkdarn87, 89, 91, 348, 526, 1202 tstanbul Kumpanyası 1617 Kanun-i Esasi 18, 19, 20, 21, 22, 24, 25, KıssadanHisse 397
İkinci BalıkesirKongresi 1140 tstanbul Sanayi Odası 750 27, 28, 29, 33, 34, 35, 36, 37, 38, 39. KıvırcıkPaşa
İkinci BalkanSavaşı 291 tstanbul SendikalarBirliği 822, 826, 827 40, 41, 43, 44, 72, 74, 854, 961, 963, Kızıl Elma446
tkinci Grup 1162, 1163, 1164, 1165, 1166, İstanbul Ticaret Odası 751 965, 96, 967, 969, 970, 972, 973, 974 Kızıl Hilal 1207
1167 tstanbul Ticaret ve Zahire Borsası 752 Kanunname-i Ticaret 595 Kibar 1098, 1103
İkinci JönTürkKongresi 838 tstanbul Tatavla Kulübü 1507 Kanunname-i Ticaret-i Bahriye Kiepert, Heinrich 194
tkinci TrabzonKongresi 1143 tstanbul Şehremaneti 241 Kanunname-i Ticaret-i Berriye Kilikyalılar Cemiyeti 1127
tktisadDerneği 208 İstanbul'da BirSene445 Kaptanzade Ali RızaBey 1234 Kilisli Rıfat dr. 1331
İktisadiyat Meclisi 745 tstanbul’unİçyüıü 405, 406 Kara tbo 1482 Kimya-yı Tıbbi 170, 182, 184
tktisadiyat Mecmuası 119, 129, 130, 132, İstanbulliyanEfendi 1642 KaraAhmed 1484 Kimya-yı Uzvi 185
632, 633, 638, 639, 740 İstanbulluBulgar Hanımlar Yardım KaraBibik398 Kimyeviye Risalesi 182
llave-i Meşveret 847 Cemiyeti 859 KaraEmin 1484 KiralıkKonak405, 406, 416
tleri 1201, 1206 İstefanaki Karateodori Efendi 173 KaraKemal Bey371, 374, 632, 633, 744, Kitab-ı Usulü'l-Hendese 163
İlharni Nafiz(Parnir) 1204 İstihkamat-ı Cesime 162 745, 1127, 1129, 1161 Kitabu't-Tevhid 1419
İlkahı Hafi Nebatlar 176 İstihlak-ı Milli Cemiyeti 207 KaraMehmet 1487 Kitabü'l-Bahriye 191
tlm-i tktisat 637 İstihlak-ı Milli Kadınlar Cemiyeti 871 KaraMustafa 1488 Kitabü'1-Merasid 161
tlm-i İçtima 385, 386 İstihlas-ı VatanCemiyeti 1138 KaraOsman 1486 Kitabü’l-Nebatat 175
tlm-i Hayvanat 173, 174 İstikbal 832, 846, 854, 1208 KaraSinan104, 1103 Koares 461
tlm-i Hayvanat-ı Tıbbi ve Parazitoloji 174 İstiklal 1209 KaraVasıf 1136, 1162, 1163 Koca Yusuf 1484, 1485
tlm-i Hayvanat-ı Umumi 174 İstiklal ve tktisad-ı Milli Cemiyeti 207 Karacahisar 100 Kocaeli 101
tlm-i Kimya-yı Gayr-ı Uzvi-i Tıbbi 182. 184 İstinaf-ı Deavi-i Ticaret Divanı 597 Karadağ Savaşı 1367 Kocaeli (Gazete) 1210
tlm-i Maadin 190 İstirdat 848, 849, 854 Karagöz 1103, 1105, 1106 Koç Hasan 1488
İlm-i MaadinveTabakatü’l-Arz 189, 190 İstirdat Cemiyeti 848 KarakinRiştuni 1614 KoçMehmed1486, 1487
tlm-i Marifetü’l-Taktir 180 İşaratu'l-İcaz 1416 Karakol Cemiyeti 207 Koçi BeyRisalesi 502, 618
tlm-i Nebatat 176 İşhad 125 Karamame-i Ali - Kokonoz 854
tlm-i Nebatat-ı Tıbbi 177 İşkilli Memo 109 Karatodori Paşa682, 699 KoleraRisalesi 1326
tlm-i Nebatat-ı Tıbbiye 175 İşkodra 100 Karesi 100 KomanlızadeÖmerBey 1124
tlm-i Sarf-ı Türki 421 İştihat 125 Karı KocayaUygun395 Kondüktör Mekteb-i Alisi 516
tlm-i Tabakatü’l-Arz 190 tştirak91, 128, 132, 385, 1450 Karidi 104 Kondüktör Mektebi 473
tlm-i Tufeylat 174 İtibar-ı Milli Bankası 767, 768 Karikatür 1103 KonsoloslukMahkemeleri 595
tlm-i TufeylattaTatbikat-ı Hurdebini 174 İtisarn 1203 Karlı DağdanSes 427 KonstantinRode 104
İlmu’n-Nefs Tercümesi 1420 tttifak 854 Karlofça Antlaşması 278 Konstantinidi Paşa499
İlmü'l-Arz ve’l-Maadin 188 İttihad ve Terakki Kadınlar Şubesi 208 KarmaTicaret Mahkemeleri 596 Konstantine Kumas 461, 462
İlti^rnUsulü214 İttihad-ı Muhammedi Cemiyeti 202, 1424 Kars Milli ŞûraHükümeti 1135 Konya 101, 1208
tmalat-ı Harbiye Müdüriyeti 1347 tttihad-ı Osmani 833, 854 KarşıyakaSporKulübü 1494 Kopuk
tmarMeclisleri 219, 220 tttihad-ı Osmani-Federation850 Kasapbaşızade İbrahimEfendi 512 Kosova 101
İmdad 1209 tttihat 82, 109, 854 Kasbar (Matbaacı) 1685 Kozmos 110
İmtihanü'l-MühendisinveTelhisü't-Eşkâl İttihat ve Terakki 1422-1436 Kasımİzzeddin1324 Köprülüzade MehmedFuad 124, 403
161 İzmir 104, 107, 108 KasımpaşaSeyr-i SefainAmelesi Cemiyeti KörAli İhsanBey(Öoğlu) 374, 375
İnas Darülfünunu472, 477 İzmirJimnazyumu461 826 Köy216
tnatçı Yahut Çöpçatan396 İzmir Müdafaa-i Hukuk-ı Osmaniyesi 1123, Kastamonu 100 Köy İktisat Bankası 769
tnci 1203 1124, 1138 KâtipNurnanBey-Zade Vassaf 1505 Köy Hocası 1208
tncili Çavuş 854 İzmir’e Doğru lll, 1207 KâtipÇelebi 191, 501, 502, 1680 ]l:öylü 108, 109, 110, 111. 1103, 1206, 1207
İngiliz Muhipleri Cemiyeti 1131, 1132, 1134 İzzeddinBey 15O5 Kavaid-i Osmaniye 156 KöylUBilgi Cemiyeti 207
tngilizSaidPaşa ll4, 117 İzut Bey 1135 Kavaid-i Ressamiye 163 Krikor Balyan 1^tt, 1063
tngilizYıldızı 79 tzzet HoloPaşa 252, 254 Kavalalı MehmedAli Paşa274bk. Krikor(Matbaacı) 1685
İnkılab842, 854, 1210 tzzet Melih(Devrim) 116, 122, 124, 403, MehmedAli Paşa KudretullahEfendi 984, 986
İnsaniyet 91. 115. 124, 858, 863, 1450, 1626, 1627 Kavasoğlu İbrahim1484 Kudüs 101
1451 tzzet Paşa 1114, 1115, 1118. 1176 Kavslarım402 ' Kukumav 854
1715
DİZİN

Kukuruk 1098 Lugat-i Tarihiyeve C<>A:rafiye 192 MatbuatMüdürlüğü79, 87, 608 MehmedEmin(Yurdakul) 116, 120, 124,
Kuleli Vak’ası 200, 1255, 1455 Lugat-i ÇağatayveTürki-i Osmani 323 Matbuat Nizamnamesi 79, 608, 970 I25, I3I, 324, 335, 339, 404, 428, 429,
KumbaraEndahtınaMahsus Cetvel 162 Lugat-ı Naci 334 Matbuat ve İstihbarat Müdüriyeti 1204, 445, 1136, 1203
Kurtdereli Mehmed 1486, 1487, 1488, 1489 Lugatçe-i Felsefe I420 I205 MehmedFuad428
Kurtuluş 1203, 1204, 1209 LübnanNizamnamesi 222. 227, 1019 MatbuaHEcnebiye HOlasaları 1206 MehmedFuad(Köprülü) 116, 120, 131,
Kuruçeşme Okulu461, 462 Lütfi Efendi 140 Matmazel Gülizar Hanım864 327, 331, 427, 439, 446, 1397
Kutu-ı Mahrutiyat 162 Lütfi Fikri 9I, 6I5 Mavrokordato Efendi II22 MehmedHilmi (Anadoluhisarlı) 1^09 1100
Kuva-yı Havaiye Müfettişliği 1268 LütfullahBey834, 835 MazidenAtiye 1417 MehmedHalid450
Kuvve-i Seyyare 1172 LütfüEfendi 398 Mazhar (Kazancı) 1475, 1506, 1507 MehmedHalidBey45I
KuyrukluYıldızAltındaBir izdivaç 1099 Lyoboslovie I08, I029 Mazhar Diker I570 Mehmedİzzet Efendi 1529
KuzucuoğluTahsinBey536 Mazhar Müfit (Kansu) 1136, 1197 MehmedMidhat 628
Kuşadalı İbrahimEfendi 989 MazlumRasim(Can) I207 MehmedMurad397, 398, 399, 409, 412
Kuşeyri Risalesi 988 Mebadi-i tlm-i Servet-i Milel 628 bk. Mizancı
KuşçuAli 162 Mebadi-i Coğrafya 191 Mehmed Niyazi I76, I77
Küçükİsmail 1613 M Mebadi-i Fenn-i Rüşeym174 MehmedNecib I08, 339
KüçükMecmua446, I2ü6, 1209, 1592 MaadinNizamnamesi 918, 940 Mebadi-i Nebatat I76 MehmedNecib(TürkçüNecib) 107, 428
KüçükPaşa404, 405 Maarif Müdürü222 Mebadi-i Tasnif-i Hayvanat 174 MehmedNuri Efendi I523
KüçükYusuf I486 Maarif-i Umumiye Kanunu488 Mebaniü’l-lnşa348 MehmedRauf 116, 124, 401, 402, 414,
KüçükŞeyler 398 Maarif-i Umumiye Nizamnamesi 462, 479, Mebhas-ı Tasnif-i Nebatat 177 4I5, 4I7, 424, 436, 437, I624, I625
Külliyat-ı ZiyaPaşa394 486, I457 Mecalisü’n-Nefais 432 MehmedRefet I09
Kürdistan854 Maarif-i Umumiye Nezareti 467 Mecelle 580, 582, 583, 584, 585, 586, 587, 833
Kürdistan(Gazete) 849 Maarif-i Umumiye Nizamnamesi 470 602 MehmedRifat 396
KürdistanTeali Cemiyeti 1131 Macit Ayral 1522, 1524 Mecelle Cemiyeti 582 MehmedSalihEfendi I56
Kütüb-i Diniyeve Şer’iyeTetkikHeyeti 613 Macit Paşa3I9 Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye 268 MehmedTahir(Bursalı) 326, 348, 349, 44,
Macarlı AbdullahBeyI73, I88 Mecelle-i Sufiye 985 I204, I590
Macbeth396 Mecelle-i U mur-uBelediye 1360 MehmedTahir Ağa
MadenMektebi I88 Mechveret 854 MehmedTevfik(Çaylak) 432, 445, 1096
L Madralı Ahmed I486, I488 Mech veret S upplement Français847, 848, MehmedZihni I24
Mağdurin Hikâyesi 393 849 MehmedZiyaeddinEfendi 270
LaBuenaEsperenca97 Mahir Bey I85 Meclis-i Ahkâm-ı Adliye 234 MehmedŞeref I07
LaEpoca97 Mahfil 127 • Meclis-i Ali-i Tanzimat 212, 593 MehmedŞevki (FerikŞevki Paşa) I95
LaFontaine 390 Mahkûm1103 Meclis-i Beledi 242 Mehmet Ağa I37
LaFuente778 Mahmud II. 166, 1668 Meclis-i Cinayet 598 Mehmet Adalı 1486
LaJeuneTurquie 854 MahmudNedim449 Meclis-i Deavi 597, 598 Mehmet Asım(Us) I202
LaJwtice 854 Mahmud Celaleddin I522, I524, I525 Meclis-i Kebir-i Maarif 470, 480 Mehmet Ali Bey I439, I505
LaLiberte 110 MahmudCelaleddinPaşa383, 956, 957 Meclis-i Maarif 467, 6I3, I684, I686 Mehmet Ali Fetgeri 1506
LaReforme III MahmudEsadEfendi 936 Meclis-i Maarif-i Umumiye 156 Mehmet Ali Paşa 175, 176
LaTurquieContemporain856 MahmudNedimPaşa6I0, 692, 693 Meclis-i M eşayih985 Mehmet Ali Tevfik(Yükselen) 131
LağımRisalesi 162 MahmudPaşa(Damat) 834, 848 Meclis-i MeşayihNizamnamesi 986 Mehmet Ali Şevki 386
Ladino97 MahmudSadık 116 Meclis-i Meşveret 248> Mehmet Cemil Paşa 117
Lady Mantagu568, 569 MahmudŞevket Paşa295, 528, 1426, 1429, M Meclis-i Muhasebe-i Maliye 932 Mehmet Cemal I93
Lafitte, Pierre 357 1431, 1432 eclis-i Tahaffuz-i Ula I323 Mehmet Emin(Bolay) I208
Laklak854 Mahmut Baba200 Meclis-i Tahaffuz-i Sani I323 Mehmet EsadEfendi 7I
LalaMehmedPaşa308 Mahmut Celal (Bayar) 108, 109, l3l Meclis-i Tahkikat 595, 597 Mehmet HaşimEfendi I524
Lale 1209 Mahmut Esad(Bozkurt) 376, 1205 Meclis-i Temyiz 397 Mehmet ilmi Efendi 1523
Lami428 Mahmut Sadık9I M eclis-i Umumi 963, 96 MehmetNasru470
Lamartine390, 391, 395, 542, 1452 Mahmut Yesari 406i Meclis-i Umumi-i Milli 972 Mehmet Nadir Bey I64, 47I
Latife 1095, 1096, 1101, 1104 Mahrec-i Aklarn468 Meclis-i Umumi-i Vilayet 238 Mehmet Rıza(Kuğu) I496
Lavara854 Mahrec-i Mekâtib-i Askeriye 513 Meclis-i Umur-ı Nafia467 Mehmet Salim104
Layard, Henry I44, 309, 3I0, 622 Mahşer 4I6 Meclis-i Umur-ı Sılılıiye 1323 Mehmet Sırrı I23
Le Cid396 Mai veSiyah399, 40, 401, 402, 415, 424 Meclis-i Vâlâ 241 Mehmet Şükrü(Koç) 1208
Le Courrier de Smyrne 95, 103 Makarnacı Halil 1482, 1486 Meclis-i Vâlâ-yı Ahkam-ı Adliye 212, 246, Mehmet Vehbi (Sarıdal) 1204
LeCourrier des Balkans 851 Makber 394, 423 58I, 593 Mehtab I384
LeCorissant 85ı Maksut ibrahimI39I Meclis-i Vükela Iı Mekatib-i AJiyyeve Hususiye 488
Le JeuneTurc96 Maksutbeyzade Derviş Bey I124 Mecmua-i İber-i intibah 114 Mekatib-i Ecnebiye ve Gayrimüslime
Le Journal d'Orient 96 MaliyeMemurları Mektebi 473 Mecmua-iCeride-i Askeriyye 114 Müfettişliği 499
LeLevant III Malatya I0I Mecmua-i Daü'z-Zühreviye 1330 Mekatib-i Gayrimüslimve Ecnebiye
LeMoniteurOttoman I04 MaltaAdasında402 Mecmua-i Ebüzziya 114, 115 Müfettişliği 48
Le Reveil 96 MaltaGeceleri 427 Mecmua-i Fünun48, 59, 78, 113, 117, 118, Mekatib-i Hususiye idadisi 491
Le Smymeen95 156, 188, 347, 448, 452 Mekatib-i Hususiye Talimatnamesi 489,
Le Spectateur Oriental 103 MalûmI098 M ecmua-i Havadis 79 490, 500
Le Yıldız856 Malûmat 87, 1685 M ecm ua-i Kemal 854 Mekatib-i Rüştüye Naıırlığı 479
Lehçe-i Osmani 318 Malumat Matbaası 1685, 1691 Mecmua-i Maarif 1I4, I57 Mekatib-i Umumiye Nezareti 462
Lehçeiü’l-Hakayık445, 1099 MalûmyanEfendi 844 Mecmua-i Ulum114 Mekteb-i idadi-i Umumi 5I3
LeonLütfi I24 MamuretO’l-Aziz 101 Mecmua-i Ulumve Riyaziye I56 Mekteb-i iptidai 462
LeonOstrorog(Kont) 811, 815 Manastır I0I Mecmua-i Ulum-ı Riyaziye I62, I63, I65, Mekteb-i Aklâm248
Leskofçalı Galib 421, 422 Manastırlı İsınail Hakkı 122, 1402 I78, I8I, I87 Mekteb-i Fünun-ı Tıbbiye-i Şahane I88
Letaif-i inşa 109, 1100 Manastırlı Mehmet Rıfat I623 Mecmuatü’l-Mühendisin I62 Mekteb-i FOnun-ı Maliye471, 628. 630
Letaif-i Asar 1093, 1101 Manolaki Baltazzi (Baltacı) 764 M ecra -i Efkar 854 Mekteb-i Hamidi 47I
Letaif-i Nasreddin I^tt Mansur Defterdarlığı 931 Medaris I22 Mekteb-i Maarif-i Adliye248, 46
Letaif-iRivayat 398 MansureHazinesi 931 M ed aris-i tlmiye Nizamnamesi 505 Mekteb-i Mülkiye 190, 248, 468
Letafet J09 ManukSisak ı6I4 Meddah I095 Mekteb-i Osmani 248, 335
LevantCompany660! Manzume-i Efkâr 97 M ed en iyet 9I. I45I Mekteb-i Tıbbiye-i Adliye I73
Levant Herald76, 80 Mari Nivart I6I4 Medrese Hatıraları 398 Mekteb-i Tıbbiye-i Adliye-i Şahane 155,
Levant Times 80, 98 Marius Michel (Michel Paşa) 728, 735, 736 M ed resetü ’l-Eimmeve'l Huteba474 I68, I69, I77
Levazımat-ı Umumiye-i Askeri 1347 Mardiros MınakyanI614 Medresetü’l-Kuzat 504, 510 Mekteb-i Tıbbiye-i Aliye-i Şahane 46
Levni I309 Mardiros Yazıcıyan I07 Medresetü’l-Kuzat Nizamnamesi 504 Mekteb-i Tıbbiye-i Askeriye I70
Levski, Vasil 1028 MarkoPaşa 1331, 1334 Medresetü’l-Mütehassisin474 Mekteb-i Tıbbiye-i Mülkiye I54, 468
Leyal-i Girizan426 Markopaşa 1100 Medresetü'l-Vaizin474, 508 Mekteb-i Ulum-ı Edebiye 46
Leyla Hanım(Saz) I2I9 Maruniler 22I Meflıaret 861 Mekteb-i Ulum-ı Harbiye I54
Liberal Ottoman854 Maruzat 398, 502, I584, I586 Mefkûre I208 Mektep426
Liberte444 Masis 97 Megali Toyenos Sholi 462 MektepGücü dernekleri 534
Lifij, Avni 1318 Masarifat-ı Umumiye Muvazene Kanunu Mehasin I24, 86I, 862 Mektepli I209
Liva226 968 Mehcure 402 Mektupçu216
Liva İdare Meclisi 226 MasonLocası 199 M ehmedAkif (Ersoy) I22, I26, 404, 426, MelihaHanım872
LokmanHekimI207 MasonÖrgütO199 503, 988, 1207, 1402, I4ü6, 1414, 1419 MelekPaşazade Abdülkadir BeyI55
LondraKonferansı 29I Masonluk200 MehmedAli (Ayni) 994 MelkonEfendi I656
LondraSözleşmesi 275, 276 Mastariyecizade HüseyinEfendi 163 MehmedAli Paşa275, 276, I033, I670, Memalik-i Mahrusa609
Loran768 Maşrik91 I683 Memalik-i Osmaniye Coğrafyası 191
LordCanning674 Matbaa-i Amire 1681, 1683, 1689, 1690 MehmedArifEfendi 504 Memalik-i Osmaniye Ziraat Coğrafyası 191
LordClarendon676 MatbaaNizamnamesi 76, I684, I69I MehmedBurhaneddinBey 192 Memalik-i OsmaniyeninTarihi I92
LordDerby696 Matbaalar Nizamnamesi 613 Mehmed Celaleddin Dede Efendi 1232 MemduhŞevket (Esendal) 120, 376, 405,
LordPalmerston 141, 276, 696 Matbuat Dairesi 86 MehmedCelaleddinEfendi 270
LordSalisbury696, 698, 702 Matbuat Kanunu6I5, 6I6, I68I, I683, MehmedDerviş Paşa I56 MemlahaMüdürlüğü945
LozanAntlaşması 312 I688, I693 MehmedEdip3I7 Memleket Hikâyeleri 404. 405, 406
Lrakir 97 Matbuat Mitingi 525, 526 MehmedEmin 1522 Memurin-i MülkiyeTerakki veTekaüd
1716
DİZİN

Kararnamesi 257, 262 Monte Cristo393, ^409410 Mutasarrıf 216 NazımRagıp 119
Menafi-i UmumiyeSandıkları 235 Montesquieu390 Mutedil HürriyetperveranFırkası 1437 NazımPaşa 1693
Menafiü’l-Etfal 1334 Mor Salkımlı Ev407 Mutedil Hürriyet ve itilaf Fırkası 1440 Nazmi Ziya(Güran) 1318
MenapirizadeNuri Bey85 Muallim109, 129, 483 Muvaffakıyet-i Milliye 1209 Nazmibeyzade İsmail Bey 1124
Menba-i Marifet Mektebi 494 Muallimİsmail Hakkı Bey 1234 Muvakkat Maarif Meclisi 465 Nea izmirni 110
Menemenli Rıfat bk. Rıfat Menemencioğlu MuallimNaci llS, 334, 398, 399, 423, 42S, MuvakkatenUlumGazetesi Müşterilerine Nebatat 176
MenemenlizadeTahir 1IS, 424 426, 434, 1623 8SS Nebatat Dersleri 176
Menfa 398 Muallimhane-i Nüvvab504 Muvazene 850, 855 Nebatat-ı Saydelaniye 176
Menfada 854 MuallemAsakir-i Mansure-i Muhammediye Muzika Mektebi 473 NecibAsım(Yazıksız) 119, 319, 338, 323,
Mensiyyat 427 1261 Muzika-yi Hümayun446i, 1210, 1215, 1216, 326, 1225, 1396, 1588
Mensur Şürler 401 Muhadderat 858 1217, 1219, 1221, 1224, 1227, 1234 NecibPaşa 1221, 1224
Menteşe 1210 Muhakemat-ı Hukukiye Kanunu Muzaffer (Kılıç) 1149 Necip Ağa (Tanburi) 1217
Merhale854 MuhammedIbnAbdülvehhab986, 1401 Mücahede-i Milliye 1209 NecibMelharne Paşa 1033
MerkezK^az.ası 226 Muhammedikbal 1413 Müdafaa-i Hukuk855 NecmeddinSadık(Sadak) 91, 374, 386,
Meslek 376 MuhammedAbduh1402, 140S, 1416, 1419 Müdafaa-i Hukuk-ıNisvanCemiyeti 861, 1125, 1202
Meslek-i içtimai 386 Muhammedel-Saud1033 868 NecmeddinOkyay 1S2S, 1S27
Meslekçiler 385, 386 MuhammedNuru’l-Arabi 989 Müdafaa-i Hukuk-ı NisvanDemeği 861 Nedim446, 1203
Mesnevi 988 MuhammedResmi Efendi 991 Müdafaa-i Milliye Cemiyeti 203, 208 Nekregu 1105
MesnevihanMuradEfendi 989 MuhammedSahibEfendi 991 Müdafaa-i Maliye ve iktisadiye 638 Nemide 415
MestanEfendi 1124 MuhammedTahir Efendi Müdavimin-i Mülkiye Cemiyeti 522 Neogolos 96
Meşihat Dairesi 267 Muharrir BuYa402 Müessesat-ı Hayriye-i Sılılıiye 1322, 1324, Neretva 101
Meşihat-ı tslâmiye 264, 266 Muharrir ŞairEdip402 1325 Nesi-i CedidKlübü207
Meşhedi Arslan Peşinde 406 MuharremKararnamesi 683, 684, 694, 697, Müfettiş 216 Nesteren391, 396, 444
Meşrutiyet 844, 855 698, 704, 70S, 706, 710, 712, 714, 716, MüfidRatip 1626 Netayicü’l-Vukuat 1589
MeşrutiyetCemiyeti 838 726, 730 MüftüoğJuAhmet Hikmet 402bk. Ahmed Nevahi Nizamnamesi 239
Meşrutiyet Hatıraları 402 Muhasebeci 216 Hikmet Nevruz lO5, 106, 107
Meşrutiyet-i Osmani Kulübü207 Muhassıl 213, 214 Mühendis Mekteb-i Alisi 473, 515 Neyyir-i Hakikat 855
Meşveret 84, 357, 832, 833, 836, 845, 846, MuhassıllıkMeclisi 213 Mühendishane-i Bahri-i Hümayun 180, 465, Nigar Binti Osman 124
847, 854, 1391 MuhassıllıkMeclisleri 2ı5, 234 SJ2, 513 NigarHanım427, 859, 864, 1628
Metanet 855 Muhaverat-ı Hikemiye48, 39, 452, 453, Mühendishane-i Berri-i Hümayun178, 180, NigehbanCemiyet-i Askeriyesi I129, I130
Metres402 4S4 465, 514 NikoAlibranti 1507
Mevkifü’l-Ak! 1417 Muhbir 77, 79, 80, 81, 82, 422, 855, 1700, Mühendishane-i Fünun-ı Berri 512 Nikoğos Balyan 1062, 1064, 1065, 1090
Mevlana988 1701. 1703 Mühendishane-i Mülkiye 190 Nikola I 276, 277
MevlanaHalidBağdadi 984, 989 Muhib82 MükriminHalil (Yinanç) 1590 Nikolayadi Efendi 116
MevlanzadeRıfat 91, 525 Muhibban98S, 992 Mülkiye478 Niran427
MıgırMıgıryan I502 Muhittin(Birgen) 375, 376 Mülkiye Baytar Mekteb-i Alisi 172 NişanEfendi 1687
Mınakyan 1617, 1618 Muhlis Sabahattin 1234, 1236 Mülkiye Baytar Mektebi 472 Nizam-ı Cedid 1252, 1259
MmakyanEfendi 1611 MuhsinErtuğrul 1614 Mümeyyiz 123, 609 Nizamiye Mahkemeleri 597
MısırCemiyet-i tsrailiyesi 838 MuhsinzadeAbdullahBey 1S23 MümtazEfendi 1S29 Nizarnname-i Millet-i Ermeniyan463, 493
Midhat Paşa 75, 347, 481. 692, 771, 772, Muhtasar tlm-i Tabakatü'l-Arz 190 Münif Efendi 156 NurnanAğa 1217
774, 953, 9SS, 960. 1300, 1301, 1302, Muhtasar Coğrafya 191 Münif Fehim1107 NurnanUsta 1447
1303 Mukataat Hazinesi 930 Münif Paşa48, 113, 114, 117, 118, 188, Numune-i Terakki 47l
Mihail Naum1218 Muktebes 108 390, 452, 457. 4S4, 482, 624 Nur 1208
Mihail Portakal Paşa630 MuradBey54 Münir Bey704 NurBaba406
Mihaliki Efendi 1095 MuradBey(Mizancı) S3, S4, 63, 91, 360, Münir Pertev(Subaşı) 14% Nuri 84
Mihanik 164 629, 636, 833, 834, 837, 847 MünevverSaime(AskerSaime) 872 Nuri Bey90, 1510
Mihnetkeşan412 MuradV1291 Müntahabat-ı Eş’ar394, 395, 422, 453 Nuri Ulviye Hanım861
Mihrab992 *" MusaCarullah 1405, 1407, 1418 Mürebbiye 402 Nurizade Ziya(SOngülen) 1492
MihranEfendi 90, 93, 1686 MusaKazım122, 126, 269, 270, 326, 503, Mürettibin-i Osmani Cemiyeti 800, 826 Nurettin(Otmar-Savcı) 1502, 1503
Mikail Paşa63S S07, 991, 993, 1410 Müsameretname 398 Nurettin Bey 1439
Milel-i GayrimüslimveEcnebi Mektepleri MusahibzadeCelal 1623, 1628 Müsavat lll NurettinŞefkati 1617, 1618
Müfettişliği 488 Musavat 1206, 1207 MüsellahMüdafaa-i Milliye 1128 NurullahEsat (Sümer) 1204
Milli iktisat Bankası 769 MusavverDeccal 855 Müşahedaı 397, 436 NümuneBağı ve Aşı Ameliyat Mektebi 472
Milli Ahrar Fırkası 1131 Musavver KüçükGazete 1203 MüşirFuadPaşa 1438, 1439
Milli AydınBankası 769 MusavverMehasin109, 1206 Mütalea428
Milli Edebiyat 403, 404, 415 Musavver Tiyatro 125 MütercimRüşdü Paşa610, 692 o
Milli FabrikacılarCemiyeti ^34 Musevi Asri Mektebi 494 Müzaheret Mitingi 528, 529
Milli Kongre 1122 Musset 394 Obst E. 193
Milli Mefkure 1207 Mustafa İzzet (Kazasker) 1217, 1S22, 1S25, Ohannes Efendi (Sakızlı) 628, 630, 635, 704
Milli Ordu 1208 1S27 Ohannes Efendi (Mühendisoğlu) 1685, 1690
Milli Savaş Hikâyeleri 405, 406i MustafaAğa 1217 N Ohnet 105
MilliTalimveTerbiyeCemiyeti 207 Mustafa Behçet Efendi 168, 170, 1324, OkunUcundan407
MilliTetebbularMecmuası 128, 132, 439, 1326, 1334 Nabi (Mememencıoğlu) 1127 On Yılın Destanı 446
1S91 MustafaCelaleddinPaşa 315, 316, 319, Nabizade NazımllS, 116, 391, 397, 398, OrhanSeyfi (Orhon) 404, 430, 446, 1108,
Milli TürkCemiyeti 207 320, 322, 330, 331, 378, 349, 35O, 1547, 399, 409, 424 1203
Milli TürkFırkası 1136 1587 Naci Fikret (Baştak) 125 OrmanMektebi 1566, 1580
Millet Gazetesi 861 Mustafa Fazıl Paşa63, 65, 80, 81. 82 Naciye Hanım872 OrmanMüdüriyet-i Umumiyesi 1572
MimarKemaleddinBey 1084 MustafaFevzi 992 Naciye Sultan871 OrmanNizamnamesi 1566, 1567, 1370,
Min-el-Babil-el-Mihrab407 MustafaHilmi Bey 1326, 1327 Nafi Atuf (Kansu) 386, 531 1S78, 1S80
Minber 1121 MustafaK3.mEfendi 321 NafiaNezareti 243 Ormanve MaadinMektebi 478
Minhacü’ş-Şifai Fi Tıbbü'l-Kimyası 180 MustafaKemal (Atatürk) 837, 976, 1İl 1, Nahiye Meclisi 223 OrtaOyunu 1098, 1203
Mir'at 114 1113, 1118, 1131, 113S, 1143, 1144, Nahiye Müdürü223 OskanEfendi 1644
Mir'at-ı Mekteb-i Harbiye 166, 169, 184 1145, 1146, 1147, 1148, 1149, 1155. Nahiye Nizamnamesi 223 OsmanCemal 405, 406
Mir'atü'l-Mekasıd985 11S6, llS7, 11S8, 11S9, 1160, 1163, Nail 993 OsmanHarndi Bey470, 1O54, 1056, J311,
MiralaySadikBey348 1167, 1178, 1179, 1180, 1182, 1188, Nail (Moralı) 1123 1312, 1313, 1314, 1603
Miras 404 1189, 1190, 1192, 1196, 1200, 1258, 1448 Nail Halid 172 OsmanNuri (Ergin) 886
Miratü’l Ahval 76 MustafaNihat (Özön) 1203 Nail (Tuman) 432 OsmanSalahaddinEfendi 991
Miratü'l Alem162 MustafaNecati 111, 1207 Nakil 449 OsmanŞems 422
MirlivaHüseyinPaşa 191 Mustafa Nuri Paşa 1589 Nakiye (Elgün) 872, 873 Osmanlı 91, 836, 847, 848, 849, 95S
Mirsad425 MustafaRakım1522. 1524 Namık ismail 1318 Osmanlı ittihat Mektepleri 491
Misafiri istiskal 396 Mustafa ReşidEfendi 1324 Namık Kemal48, 49, SO,60, 63, 74, 78, Osmanlı ittihat veTerakki Cemiyeti 833,
Misak 1207 Mustafa ReşidPaşa140, 143, 144, 146, 79, 80, 82, 83, 84, 8S, 137, 178, 25J, 1458
Misak-ı Milli 1207 150, 250, 251, 316, 317, 334, 343, 358, 315, 318, 319, 322, 336, 338, 345, 347, Osmanlı Amele Cemiyeti 794, 800, 810
MiskinlerTekkesi 406 620, 1S43, 1S47, 1S48, 1549, J550, 1551. 348, 349, 3SO,36S. 390, 391. 392, 394, Osmanlı Bankası 693, 696, 699, 730, 737,
MithatCemal(Kuntay) 122, 12S, 406i, 430 15S2, 1SS3, 1SS4 396, 393, 398, 409, 410, 411. 412, 418, 763, 771, 775, 776, 777, 781
Mithat Şükrü(Bleda) 1427 MustafaSabri 127, 1202, 1417, 1418 419, 421, 422, 423, 426, 433, 434, 435, Osmanlı Cemiyet-i Hayriye-i Nisvaniye 208
Miyarül-Etibba 1334 Mustafa Sabri Efendi 991, 1403, 1438, 439, 442, 480, 609, 610, 626, 627, 1S87, Osmanlı Demokrat Fırkası 385, 1438
Mizan91, 629, 833, 834, 847, 848, 8S5 1439, 1440 1688, 1699, 1701 Osmanlı Deutsche Beilage 848
Mizan-ı Adalet 8S5 Mustafa Sami Bey 1637 NankingAntlaşması 645 Osmanlı Genç Demekleri Mecmuası 536
Mizan-ül-Hakk 502 MustafaSami Efendi 334, 352, 391 Nasihat 855 Osmanlı Güçü Demeği 534
Moliere 39S, 396 Mustafa Satı 361 Nasbil'l-Hıyaın 162 Osmanlı GüçDemekleri 203, 208, 534
MollaFenari 264 Mustafa Suphi 1448 Nayi OsmanDede 1228 Osmanlı Hassa Mimarları Ocağı 1078
Moniteur Egyptien70 MustafaŞekib(Tunç) 430, 439, 992 Nazif Bey 1524 Osmanlı Hukuk Cemiyeti 202
MoniteurOttoman70, 855 Mustafa Şevki 1312 NazımBey294, 1448 Osmanlı Hürriyet Cemiyeti 837, 840
Mondros Mütarekesi 1176 Mustakimzade SüleymanSadedin984 Nazımdr. 131. 3SO,351, 533, 534, 835 Osmanlı Hürriyet veTeavün-i Milli
Montani 1063 Musul 101 NazımHikmet 430 Cemiyeti 207
1717
DİZİN

Osmanlı Hürriyetperver AvamFırkası 1121 PostaNezareti 1638, 1650 Ruhi (Arel) 1311, 1318 SavaPaşa46
Osmanlı Kadınları TerakkiperverCemiyeti PostaveTelgraf Mekteb-i Alisi 1650 Ruhsati 424 SayveTetebbu531
208 Postane-i Amire 1640 RumCemiyet-i Edebiyesi 493 Scalieri-AzizBeyKomitesi 832
Osmanlı Kadınları Şefkat Cemiyeti 208 Prizren 101 RumDarülfünunu(Kuruçeşme) 492 Sebilü’r-Reşad122, 126, 128, 439, 1206,
Osmanlı Kambiyo veMenkul Kıyametler Prens Emine861 RumEdebiyat Demeği 462 1207. 1387. 1402, 1413
Şirketi 696 Prens Sabahadin354, 382, 383, 384, 483, Rumeli 91, 101 Sebat 855
Osmanlı Matbuat Cemiyeti 207 630, 834, 835, 847. 848 Rus Ticaret Odası 751 Sedat (Simavi) 1098, 1100, 1105, 1107,
Osmanlı Milli Olimpiyat Cemiyeti 1502 Proust 406 Ruzname78, 407 1203
Osmanlı Mektepleri Tevhid-i Mesai PüsküllüBela 1104 Rumame-i Ceride-i Havadis 77, 81, 116, Sedat Nuri (tleri) 1103, 1106, 1107
Cemiyeti 491 159, 449 Sefiller393
Osmanlı Müellifleri 1591 Ruşen Eşref (Ünaydın) 407, 1149, 1205 Sefine-i Evliya992
Osmanlı Mühendis veMimarları Cemiyeti R Rübab-ı Şikeste401,424, 425 Sekban-ı Cedid 1260
202 Rübab'mCevabı 401 Selahi Bey 1681
Osmanlı SanatkâranCemiyeti 208, 821 Rümuzü'l-Hikem622 Selahaddin(Türsen) 1502
Osmanlı Sosyalist Fırkası 132, 817, 819, Raimondod’Aronco 1081, 1087, 188 Rüsum-ıSittetdaresi 670, 702 SelahaddinEnis (Atabeyoğlu) 405, 406î
821, 822, 823, 1450, 1451, 1452 Rabotniceski Vestnik820 Rüsum-ı Sitte Antlaşması 710, 712 Selahattin(Ulusalerk) 1204
Osmanlı Sulhve Selamet Cemiyeti 207 Racine 390, 396 Rüsumat Emaneti 669, 941, 944, 945 Selamet 855, 1208
Osmanlı Supplement Français 848 RagıbNureddin(Ege) 531, 1125 Rüsumat Memurları Mektebi 473 Selanik97, 101
Osmanlı Terakki Cemiyeti 800 Rağbet 855 Selanik^meleCemiyeti 820
Osmanlı Terakki ve İttihat Cemiyeti 836, RahmiBey 131 Selanik Bankası 770
838, 840 Raif Efendi 1135, 1147 SelanikOlayı 1457
Osmanlı Terakki-i Sanayi Cemiyeti 820, 821 RaifNecdet 1625 s SelanikSosyalist İşçi Federasyonu80, 819,
Osmanlı Trajedi Kumpanyası 1617 RaifNecdet(Kestelli) 122 820, 822, 826
Osmanlı TütünRejisi 782 Raik'inAnnesi 416 SaadZağlul 1034 Selanikli Tevfik90, 447
OsmanlıUhuvvet Cemiyeti 202 RamiMehmedEfendi 278 Saadet 87, 91, 434, 855 SelimFaris Efendi 846
Osmanlı Ziraat ve Ticaret Gazetesi 636 Ramiz(Gökçe) 1107 Sabah87, 90, 91, 92, 437 SelimMansur 193
Osmanlı ÇiftçilerDemeği 639 Rasathane-i Amire 167 SabahaddinBey385, 386bkz. Prens SelimMelhamePaşa914
Osmanh-İngilizTicaret Antlaşması 653, RatipzadeMustafa 1136 SabataySevi SelimSabit Efendi 468, 480, 482
654, 655, 688, 719, 724 Rauf (Hasağası) 1503 Sabr-üSebat 444 SelimSırrı (Tarcan) 534, 535, 536, 1475,
Osmanlı-FransızTicaret Antlaşması 667 Rauf(Orbay) 1112, 1115, 1116, 1117, 1131, Sabri Mahir 1510 1477, 1478, 1500, 1507
Osmanlı-Rus Savaşı 1368 1135, 1143, 1144, 1146, 1147, 1149 Sadi Belger 1527 SendikaMeseleleri 827
Osmanlı-SırpSavaşı 1367 Rauf YektaBey 1210, 1232, 1235 Sada855 Sened-i tttifak 10, 12, 13
Osmanlı-YunanSavaşı 1897, 1369 RaşidMüverrihmi? Şeirmi? 1590 Sada-yı Hak lll, 127, 528, 1206, 1207 Senefelder 1682
Othello396 RaşidRıza 1034, 1408 Sada-yı Millet 92, 848, 855 • Senin91, 92
OtomanBank725 ReisülküttabAtıf Efendi 59 Sadakat 855 serab-ı Ömrüm404, 405
Otomobil Nuri 1495 RecaizadeEkrem78, 116, 317, 337, 338, SadıkBey 1438 Serasker Rıza Paşa 1239
31 Mart Olayı 1469, 1495 359, 360, 390, 391, 392, 394, 396, 397, SadıkRifat Paşa250, 252, 316, 334, 352, Serbest Bulgaristan855
398, 399, 409, 413, 418, 419, 421, 423, 355, 391, 622, 623, 1544 Serbest Fikir 1386
424, 425, 434, 435, 436, 439, 444, 1623, SadıkVicdani (Kayıkçıoğlu) 992 Serbesti 91, 526, 527
1625 SadrettinCelal (Antel) 827, 1204 Sergi-i Osmani 1456
ö RecepZühtü(Soyak) 1205
Redif Hazinesi 931
SadullahAğa 1229
SadullahEfendi 1135
SadullahPaşa355, 424, 469, 480
Sergüzeşt 397, 398, 399, 413
Serkaz 1098
Öğüt 1208 Redd-i İlhakCemiyeti 1124 Safahat 404, 426 Serınet Muhtar(Alus) 406, 1103, 1628
Ömer Besim(Koşalay) 1503 Redd-i İlhakHeyet-i Milliyesi 1138 Saffet (Atabinen) 1227, 1233, 1234 Server Paşa704
ÖmerFarukEfendi 1182 Redhouse, James 156 Saffet Paşa285, 309, 310, 470, 479, 480, Servet 116
ÖmerFerid(Kam) 1402bk. Ferid Refi Cevat (Ulunay) 1202 481, 693 Servet Bey 1135
Ömer Fevzi 1207 RefikBakterdr. 1326 Safveti Ziya402, 414 Servet-i Fünun87, 91, 115, 116, 119, 360,
Ömer Paşa 1365 RefikBey(Koraltan) 994 Safvet Nezihi 403 40, 403, 424, 425, 426, 436, 1688
Ömer Seyfeddin 120, 124, 327, 404, 405, RefikEfendi 990 SahakEbru1586 Servet-i FünunEdebiyatı 399
406, 407, 415, 428, 429, 438, 446, 1203, Refik(Güran) 1336 Sahne 125 ServigenEfendi dr. 1327
1398, 1627 RefikHalid(Karay) 116, 123, 403, 404, Sahra394 SeviyeTalip416
Ömer Subhi Bey 191 405, 406, 407, 427, 428, 1098, 1106, Sevda-yı SavüAmel 627
Ömer Vasfi 1524 1125, 1203, 1439 SaidHalimPaşa65, 299, 1163, 1304-1306, Seydi Yahya 396
ÖmerŞevket(Öncel) Bey 185 RefikNevzad 817, 821, 844 1411-1415, 1432 Seydişehirli MahmudEsad 126
Ömer’inÇocukluğu398 Refik Osman(Top) 1495, 1496 SaidMolla 1202 Seyf-i Hakikat 855
Örfi Hukuk602 Refet (Bele) 1136, 1146 SaidNursi 988, 1413, 1414, 1418 Seyhan 101
Rehnuma 1209 SaidPaşa296, 481, 482, 528, 748, 749, 750
Rehnüma-i Muallimin-i Sıbyan480 SaldSelahaddin(Cilıanoğlu) 1518 SeyidMustafa248
Reji Şirketi 710 SaidTevfik(SaidÇelebi) 1497 Seyit Abdülkadir Efendi 1439
Renin 91, 92 SaidÇelebi 1203 Seymour, Harnilton276
P Renan Müdafaanamesi 420 Sain-PierredeBernardin SeyyidAbdülkadirEfendi 1131
PalabıyıkMehmedEfendi 512 Resimli Gazete426 Sainte-Beuve438 SeyyidAhmedHan 1405, 1411, 1419
Palmerston621, 622bkz. Lord Resimli Salon Mecmuası 1203 Sait Efendi (Neyzenler) 1217 SeyyidAli Fethi Efendi 187
Palyaço 1098 Resimli ve Haritalı Coğrafya 192 Sait Molla ll31, 1134 SeyyidAli Paşa 162
Paravan Resm-i DamgaNizamnamesi 941 SakızlıOhannesEfendi 114, 117bkz. Seyyid 1415
Parfitte 534 ResmiTürkiyeKomünist Fırkası 1449 Ohannes Efendi SeyyidEmirAli 1405
ParisAntlaşması 276, 277, 278 Rey, Ahmet Reşit 426 Salalı Cimcoz 122, 1200 Seyyare-i Yeni Dünya1208
Paris Konferansı 276, 277 Reşid Akif Paşa 1117 SalihEfendi 117, 1324 Shakespeare391
Paris Kongresi 277, 28ı ReşidRıza 142, 1409 SalihEfendi (Suyolcuzade) 1217 SıhhiyeMüdüriyet-i Umumiyesi 1321, 1322
Parvus631, 633, 638 ReşadRızaBey 1322 ' SalihMollaAşkî 1312 SıhhiyeÇavuş Mektebi 1321
ParçaBohçası 858, 863 ReşadRızadr. 1327, 1338 SalihPaşa 1179, 1185 Sırat-ı Müstakim122, 126, 128, 1387, 1402,
Pasarofça Antlaşması 278 Reşat Danyal 1490 SalihZeki (Aktay) 65, 164, 167, 179, 430, 1405, 1409, 1410, 1416
Patris 110 Reşat Nuri 125, 404, 405, 406, 407 468, 469 Sıtkı (Dursunoğlu) 1208
Paul et Virginie393, 394, Reşat Nuri (Drago) 1204 SalonKöşelerinde402 Sicill-i Ahval 262
Pavlaki (Fenerli) Paşa 173 Rıfaael-Tahtavi 1033 Sami Bey(Yen) 1477 Sicill-i Ahval Daire-i Umumisi 1247
PembeMaşlahlı Hanım406î Rıfat (Menemencioğlu) 1127 SamiEfendi 1524, 1526, 1527, 1528 Sicill-i NüfusNizamnamesi 1241
Peri Kızı 446» Rıfat Bey 117, 319 Sami Paşa796, 797, 829, 830 SicimoğluHalil 1487
PertevEfendi 611 RızaEfendi 1217 Samih(Rifat) 90 Silifkeli Şükrü 1502
PertevPaşa316, 334 RızaFazı! 1614 Samipaşazade 125, 360, 390, 391, Silah91
Perthuis de Edmond727 Rıza Nur 1130, 1438, 1439 394, 397, 398, 409, 413, 1623 SimeonKalfa1043
Peruz ı223 RızaTahsinBey 169 Sami(Yetik) 1311 SinanBey 1308
Peyarn91, 93 RızaTevfik(Bölükbaşı) 119, 122, 125, 130, San'a 101 Sinekli Bakkal 406, 416
Peyam-ı Sabah 93, 1098, 1207, 1208 360, 361. 404, 429, 430, 444, 445, 1439 Sanayi 130, 638 Sinema Postası 1203
Peyami Safa405, 416 Risale-i Fethiye 162 Sanayi-i NefiseMektebi 471, 1311 Sirac 116
Pharmacope MilitaireOttoman 168 Risale-i Hasiyyet-i Kınakına 1330 Sancak213, 216, 848, 849, 855 Sivas 101
Pinti 855, 1102 Risale-i Telkih-i Bakaıi 1334 Sanders, VonLiman 1110, 1374 Sivas Kongresi 1137, 1138, 1148, 1145,
Pinti Harnit 1^^ Riyaset-i Cumhur Armoni Mızıkası 1234 SanskaBoşna855 1146,1147,1148
Piri Reis 191 Riyaset-i CumhurFilarmoni 1234 Sansür607 Siyahİnciler 401
PirizadeMehmet Sait Efendi 5ı1 Riyaset-i CumhurMusiki Heyeti 1234 SaraManik 1614 Siyavuş 396
Piyale404, 428 RobensonHikâye-i Garibesi SarayveÖtesi 402 Smyrneen 103
Piyasa 1209 Robert Kolej 496, 498 Sarf-ı Türki 1588 SodomveGomore405, 406
Polis Dershanesi 472 RomeoveJuliet396, 1693 Sar MehmedPaşa250 Solgun Demet 402
Polis Memurları Mektebi 473 Rotschild680 Sarkis Balyan 1056, 1060, 1065, 1090 SonEseri 416
Polis Nizamı 607 Rousseau390, 398 Satı Bey 127, 473, 482, 483, 484 SonHaber J209
Polis Nizamnamesi 792, 803 Rubailer Satvet Lütfi (Tozan) 842, 1128 Sosyalist 9J
PomakOsman1486 Ruh-i Bikayd428 Satvet-i Milliye 1209 Sosyalizmve Rehber-i Amele821
1718
DİZİN

SönenKandiller407, 446 ŞeyhFevzi Efendi ı133 Muvakkat 793, 793, 800, 817, 819 Ticaret Kanunnamesi 595
SönmüşYddızlar406 ŞeyhGalib984 Tatil-i Eşgal Kanunu796, 799, 816, 819 Ticaret Meclisi 596
SözBirliti 1209 ŞeyhHalid 1401 Tatil-i Işgal Yasası 801 Ticaret Mektebi 471
SOzdeKızlar40S, 406, 416 ŞeyhMubyiddinEfendi 989 ■ Tatlı Sen 1098, 1203 Ticaret-i Bahriye Kanrnınamesi 595
SpectateurOriental 94 ŞeyhOsmanSalahaddinEfendi 989 TBMM1136, ll38, 1139 Ticaret-i Umumiye Mecmuası 130, 639
SporAlemi 1203 ŞeyhSafvet (Yetkin) 992, 994 Teali-i İslâmCemiyeti 208, 1131 Ticaret ve Ziraat Nezareti 671
Stamboul 91 Şeyh-i Ekberi NiçinSeverim^994 1417 Teali-i NisvanCemiyeti 208 Tiyatro 1101
SuSinekleri 406 Şıpsevdi 402, 414 . Teali-i Vatan-ı Osmani Hanımlar Cemiyeti Tiyatrove Temaşa 125
SuatHayri (Ürgüplü) lS03 Şimendifer Memurları Mektebi 474 208 TocquevilleProjesi 698, 699
Subhi Edlıem370 Şinasi 46, 48, 49, 77, 78, 80, 114, 313, 318, Teceddüt Fırkası 1122, 1124, 1177, 1433 Todori Efendi Kumpanyası 1617
SubteotluMehmed1480, 1487 337, 338, 343, 344, 334, 333, 336, 390, Tedkik-i Galatat-ı Tercüme450, 451 Tokatlı Molla Lütfi 501
SükutizadeMuhammedŞerif 993 391, 392, 393, 394, 41l, 412, 423, 432, Tedrisat-ı İptidaiye483 Tokatlı Nuri 442
SulhveSelamct-i OsmaniyeFırkası 1128 433, 441, 448, 432, 433, 1686, 1699 Tedrisat-t İptidaiyeKanun-ı Muvakkati 488, Tokmak 848, 836, 1097, 1098, 1102
Subhi Ethem128 Şirket-i Hayriye349, 782, 783 490 Tomar-ı Turuk-ı Aliyye^W,992
Subhi Ezgi 1232, 123S Şirket-i Mahsusa349 Teehhül 397 Torat, Zion97
Suhpi Nuri (İleri) 1201 Şirket-i Tedrisiye-i Osmaniye 491 Teehhül yahut IlkGözagrısı 393, 396 Tott, Baronde 148 î
Suriye 101 Şirvanizade RüşdüPaşa346 Teessüf 846, 836 Trablusgarp 101
Su^^e-i Vehbi 1309 Şule-i Edeb 108 TekinAlp, 130, 378, 379, 380, 633, 634, Trablusgarp Savaşı 1372
SuyolcuMehmet 1487 Şule-i Maarif 494 1398 Trabwn 101
Suzi Bey 18S Şule-i Maarif Mektebi 494 Tekirdaglı Sarı Hafız 1487 TrabzonMuhafaza-i Hukuk-ı Milliyesi
SüleymanNazif 120, 123, 123, 138, 327, Şûra-yı Osmani 83O,836 Tekalif-i Milliye Emirleri 1194, 1198 1130, 1142, 1123, 1130, ll42
401, 427, 1133, 1200, 1392 Şûra-yı Devlet 212, 257, 268, 381, 393 Tekalif-i Milliye Komisyonu 1194 Trakya-Paşaeli Müdafaa Heyeti 1124, 1123.
SüleymanNecati 1133, 1208 ŞÛra-yı Ümmet 91, 384, 836, 847, 849, S5Ü. Telgraf FenMektebi 469 1140, 1141
SüleymanNesib 120, 124, 123. 401, 424, 836, 1423 Telgraf Haberleri 1208 Trakya-Paşaeli Müdafaa-i Heyeti 1125,
426 ŞükrüHalil Bey 1303 Telgraf Mektebi 478 1140
Süleyman Paşa 338, 346, 348, 349, 33O, ŞükilfeNihal (Başar) m, 430, 872, 873 Telgraf Müdürlüğü 1650 Trakya-Paşaeli Müdafaa-i HukukHeyeti
421, '429, 1393, 1438, 1439 Şükilfezar 838, 863 Telgraf MülazımMektebi 469 1141
SüleymanSeyyid1310, 1313 Telgrafos 110 TubaAğacı Nazariyesi 473, 481, 482. 483
Süleymanname 1309 Telif veTercüme Nizamnamesi 1695 Tufeylat-ı Hayvaniye 174
Tuhfe-i Behic-i Rasini 161
Sümmani 424 T Telkih-iCüderi Ameliyathanesi 1332
Teminat 91 Tuhfe-i Naili 432
Tuhfetü’t-Tıb 114
Taaşşuk-i Talat veFımat 397, 398, 412, Temaşa 123, 1203
Tuna 101, 102, 850, 836
şŞafak833. 1093 418, 449
TabibMüşavirligi Mektebi 474
Table 836
Temaşa-i Esrar 856
Temyiz Meclisi 216
Tenbihat 91
TunaGazetesi 99
Tuna Kıyıları 407
Şebve Padişah 1^$ Tahir Bey993 Tenvir-i Hissiyat Kumpanyası 1617 TunusluHayreddinPaşa 1391
ŞahVeliyyullah 1401 Tahir HayreddinBey 1438 Teodor Kasap72, 73, 74, 390, 391. 395, Tunuslu HayreddinPaşa 1033, 1295, 1297,
Şair 1203 Tahirü’l-Mevlevi (Olgun) 122 449, 611, 1093, 109 1298
ŞairEvlenmesi 78, 336, 390, 393, 393, 412, Tahavvülat 162 Terakki 78, 82, 333, 609, 836, 849, 83O, Turfanda mı Yoksa Turfa mı 397, 398, 412
422, 448 Tahrib-i Harahat 434 856 TurhanPaşa 1667
ŞairKazim1302 Tahrir-i EmlâkDairesi 942 Terakki Eğlence 1093 Turukve-Ebniye Niıa.mnamesi 886, 1049
ŞairlerDemegi Tahrir-i EmlâkNezareti 937 Terakki Eğlencesi 1101 Turukve Maabir Mektebi 514
ŞakirAga 1217, 1230 TahsinBey 173 Terbiye 386 Türk830, 836
ŞamMekteb-i Tıbbiye-i Mülkiyesi 172 TahsinNahid120, 124, 403, 428, 1626 Terbiye-i Bedeniye MüslimMektebi 474 TürkBilgi Demegi 128
ŞamTıbbiyesi 171, 473 Taine, Hippolyte360, 361, 367, 437 Terbiyevi Yeni Fikir 483 TürkDemegi 119, 120, 131. 207, 428, 429,
ŞamramHanım1223 Ta’kib434 Terci-i Bend422 444
Şenİ7adeAtaullahEfendi I34, IS3, 200, Takib-i İstikbal 836 Terceme-i Manzume 390, 394, 447, 452, TürkDerneği Dergisi 128
1334 TakiyeddinMehmet 163 433 TürkEdebiyatı Tarihi 407
Şarivari Medeniyet 1093 Takdir-i Elhan399, 434 Terceme-i Telemak390, 409, 448, 452 TürkEdebiyatında İlkMutasavvıflar 407,
Şark ll 1, 833 Takvim-i Vakayi 70, 71, 72, 73, 78, 88, 89, Terceme-i Zic-i Kasini 161 439
ŞarkVaryete Kumpanyası 1617 93, 96, 98, I36, I38, I39, 333, 333, 624, Tercüman88, 91, 33l, 629 TürkGenci 1203
Şarkve Garp836 1698, 1703 Tercüman-ı Ahval 76, 77, 78, 79, 80, 334, TürkGücüCemiyeti 203, 331, 332, 333,
ŞarkYüdızi 1209 Talak-ı Selase 406 356, 390, 422, 448, 1698, 1699 336
Şark’ınSesi 1208 Talat(Erboy) 1493 Tercüman-ı Hakikat 87, 88, 89, 317, 424, TürkKadını 1203
Şark-ıKaribMuavenet Heyeti 300 Talat Paşa 298, 331. 1113, 1114, 1121, 434, 1202, 1684 TürkMedeniyetleri Tarihi 407
Şark-ı Musavver836 1176, 1427, 1638 TercümeOdası 77, 79, 248, 249, 260, 261, TürkOcagı 207, 322, 323
Şarki AnadoluMüdafaa-i HukukCemiyeti Talebe 123 279, 280, 333, 432 TürkSazı
l144, 1147, 1148 Talebe Defteri 123, 1203 TersaneHazinesi 930 TürkSesi 1ll, 1207
Şecere-i Türki 1388 Talebe Mecmuası 1203 Tersane Konferansı 282 TürkSöZ 120, 429, 439
Şefik(Atabey) Bey 1310 Talim-i Edebiyat 360, 423, 434, 435 Tertib-i Ecza 1324 TürkTarihi 1588
ŞefikBey l323, 1528 Tesis 91 TürkTöresi 407
ŞefikHüsnü(Deymer) 1204 Tamburacı OsmanPehlivan 1487 Tesadüf 402 TürkYurdu120, 128, 129, 130, 328, 329,
ŞehirMektupları 402, 109 Tanin91, 92 Teslis-i Zaviye Mes’elesi 163 429, 439, 631, 632, 638, 741, 744, 1392,
Şeha^ridinMercani 138 Tanrı Misafiri Teşebbüs-i Şahsi 384 l397, 1410
ŞehabeddinSüleyman122, 403, 428. 1623, Tanzimat 64, 91, 1663 Teşebbüs-i Şahsi veAdem-i Merkeziyet TürkYurduCemiyeti 120, 207
1626 TanzimatFermanı 13 Cemiyeti 383, 384, 833, 838, 942 Türk’ün Ateşle İmtihanı 407
Şehbal 123, 123 Tarihçe-i İllet-i Efrenç 1330 Teşhir 109 Türkiye 383, 1207
ŞehbenderŞükrüBey 1124 Tarih-i Alem348, I388 Teşkilat 91 Türkiyeel-Fettat/LaJeuneTurc846
Şehbenderzade AhmedHilmi 61, 992, 1417 Tarih-i Cevdet 334, l384, l383, I386 Teşkilat-ı Belediye Kanun-ı 244 Türkiye İdınanCemiyetleri İttifakı 1479,
Şehremaneti Meclisi 242 Tarih-i Devlet-i Osmaniye 1588 Teşkilat-ı Mahsusa 1127, 1128 1499
Şehsuvarzade Mehmet Behçet 122 Tarih-i Devlet-i Aliyye-i Osmaniye 1587 Teşkilat-ı MehakimKanunu598 Türkiye İdınanMecmuası 1203
ŞekerAhmedPaşa 1310, 1311, 1312, 1313, Tarih-i Ebu’l-Farukl390 Teşvik-i Sanayi Kanun-ı Muvakkati 1343, Türkiye İşçi Çiftçi Sosyalist Fırkası 825
1314, 1313. 1316, 1334 Tarih-i Kadim401, 422 1349 Türkiye BüyükMillet Meclisi 1151
Şemsi Bey 174 Tarih-i Osmani 1390 Teşvik-i Sanayi Kanunu 1352, 1356 Türkiye Halk IştirakiyunFırkası 1449
Şemseddin(Günaltay) 126, 988, 1402, 1403, Tarih-i Osmani Encümeni 1593 Teşvik-i Sanayi Talimatnamesi 1349 TürkiyeNasıl Kurtarılabilir 383
1408, 1410, 1417 Tarih-i OsmaniEncümeni Mecmuası 1592 Tetkikat-ı İklimiyeEncümeni 168 Türkiye Sosyalist Fırkası 825, 1452
ŞemseddinSami90, 113. 323, 333, 336, Tarih-i Tedenniyat-ı Osmaniye987 TevfikNureddin124 Türkiye Tarihi 407
338, 349, 392, 393, 396, 397, 398. 409, Tarih-i Tıp 174 Tevfik(Saglam) dr. 1327 Türkeli 1207
410, 412, 418, 421,443, 449 Tarih-i Umumi 1590 ' Tevfik(Yunusoglu) 1496 TürklerinUlumve Fünuna Hizmetleri 1396
Şen, Bimen 1223 Tarik87 TevfikBey(Macar) 1222 Türkleşmek, İslâmlaşmak, Muasırlaşmak
ŞerafeddinMagmumi 843, 846 TarikEmini 222 TevfikBey(Çaylak) 1^09 bkz. Mehmed 407
ŞerafeddinTevfik(Tenemiz) 176 Tank 396 Tevfik Türkçe Istanbul 1202
Şerıue394 Tarla836 TevfikFikret 91, 92, 116, 120, 124, 338, TürkçeŞiirler339, 404, 428
Şeref Hanım989 Tarsus (Gazete) 1209 360, 399, 40, 401, 402, 422,423, 424, TürkçülüğünEsasları 407
ŞerafeddinŞuaybEfendi 991 Tasavvuf(^etgi) 992 423. 436, 443, 484 j Tütün Rejisi işçileri Cemiyeti 826
Şerh-i Cedavilü’l-Ensah 161 TasavvufunZaferleri 992 TevfikNevzat 103. 106, 107, 110, 428 ‘ Tütün Rejisi İşçileri Sendikası 821
Şeriat 602 Tasvir 78 TevfikPaşa, 164, 1114, 1119, 1177, 1180,
Şeriat Mahkemeleri 393, 398 Tasvir-i Efkâr 77, 78, 79, 80, 82, 92, 116, 1182, 1183
Şerif (Aykan) ll39 432, 1202, 1684, 169. 1700 TevfikRüştü(Aras) 109, 333, 1122, 1203
Şerif Paşa 84 TaşOcaklanNizanı^smesi 918 Tevhid-i Meskukat Kanunu767 u
Şermin40), 443 Taş Parçası 401 Tezâkir 398, 1384, l386
Şevket (Ödül) Bey ll24 Taşili 101 Tıbhane-i Amire 154, 46
Şevket Bey ll24 Taşköprizade AhmedEfendi 623 Tıbhane-i AmireveCerrahhane 168 Uhuvvet 836
Şevki (Sezgin) 1308 Taşnaksutyon838 TibyanuVesaili’l-Hakaikfi Beyan-ı Uhuvvet-i Arabiye-i Osmaniye202
Şevki Bey 1231 Tatil-i Eşgal Cemiyederi 813 Selasili’t-Taraik992 Ulug Bey 163
Şevki Efendi 193, l322 Tatil-i Eşgal Cemiyetleri HakkındaKanun-ı Ticaret Gazetesi 1208 Ulum82
1719
DİZİN

Ulum(OuloumGazatassı) 856 Vuslat 3%,399


Ulum-i iktisadiye ve İçtimaiye Mecmuası VüzeraKanunnamesi 257 z
127, 129, 130, 3(ı(), 361, 628, 630, 631
Ulum-ı lktisadiyye l !8 Zafer 1207, 1208
Ulum-ı Harbiye 46 w Zafername 394, 1099
Ulus 1205 Zahire Hazînesi 929
Ulviye Mcvlan 124
Umdetü’l-Hakayık348 Weuendorf Bey704 Zakarya Beykozluyan 1095, 1096
Umran 116 White Charles 569 Zaman856
Umumi HıfzıssıhhaKanunu 1322 Whittall Şirketi 665 ZamaneŞıkları 395
Umur-ı Maliye Nezareti 212 Wilhelmll 284, 291 Zaniyeler405, 406
Umur-ı Mülkiye Nezareti 212 WilsonPrensipleri Cemiyeti 1125 Zati Bey(Arca) 1124
Umur-ı Zaptiye 1268 Zavallı Necdet 403
Umur-ı Ecnebiye Müdürü222 Zavallı Çocuk3%
Urquhart, David 621, 622 Zehra397, 398, 424
Usul-i lsaga 162, 181, 183 y Zeki Bey92, 528
Usul-i lskihkamat 163 ZekiCemal 1107
Usul-i Coğrafya 191 Zeki MehmedAğa I217
Usul-i Hikmet-i Tabiiye veKimya178 YaGazi YaŞehit 3% Zeki Paşa 1439
Usul-i Hendese 161, 162 YahyaKemal (Beyatlı)404, 407, 426, 429, Zeki Rıza(Sporel) 14%
Usul-i Kimya 182, 183 430, 439, 1203 Zekâ429
Usul-i Muhakeme-i Ticaret Nizamnamesi YahyaNaci Efendi 279 Zekaî Bey769
595, 604 YakupCemil ll 13 Zekeriya Sertel 1206
Usul-i Hikmet-i Tabiiye 179 YakupKadri (Karaosmanoğlu) 116, 403, Zelliç, A. 1682
Usul-i Muhakemat-ı Cezaiye 405, 406, 407, 415, 416, 417, 427, 428, 429, Zembilli Ali Cemali 264
Usul-i Muhakeme-i Hukukiye 593 439,1202, 1203 Zemzeme 394, 399
UtanmazAdam402, 414 Yalnız Efe405 Zevra88, 101
Utarit 82 Yaban406i Zeyiindağı 407
Uyanış 116 Yanardağ404 Zic-i Uluğ Bey Şehri 165
Yanya 101 Ziraat Bankası 769, 771, 772, 773
Yaprak Dökümü405, 406 Ziraat Mektebi 487
Ziraat ve Ticaret 1207
ü YaralılaraYardımKomitesi 859
Yaranuhi Karakaşyan 1614 Ziraat ve Ticaret Müdürü222
Yaşarİsmail 1486 Ziya 993, 1677
Üç İstanbul 406i Yaşar Nezihe(Bükülmez) 124, 868 ZiyaBey 1502, 1503
ÜçTarz-ı Siyaset 1589 Yemen 101 ZiyaGökaİp 120, 128, 130, 131, 138, 327,
Ümit 856 Yeni IslâmMüctehidlerininKıymet-i 328, 330, 340, 361, 371, 372, 373, 375, 376,
ÜrgüplüHayri Efendi 506, 507, 510 llmiyesi 1418 378, 380, 404, 407, 415, 428, 429, 439, 445,
Üss-i lnkılab611 Yeni Adana 1207 46, 459, 473, 475, 482, 483, 484, 503, 506,
Yeni Asır 107 532, 633, 740, 744, 1163, 1200, 1209, 1225,
Yeni CoğrafyaAtlası 192 1226, 1393, 1398, 1399, 1403, 1411. 1413,
Yeni Dünya 1206, 1208, 1209 1414, 1591, 1592, 1677
Yeni Fikir856 ZiyaPaşa49, 63, SO,82, 85, 315, 316, 318,
V Yeni Giresun 1208 336, 338, 345, 389, 390, 392, 394, 421, 422,
Yeni Gazete 91 423, 426, 434, 441, 442, 453, 109. 1700
Vahdet-i Vücut 1417 Yeni Gün 1200, 1201 Zoeros Paşa 1332, 1335, 1337bkz.
Vahdet-i Efendi 1523 Yeni Hayat 1207, 1208, 1209 Aleksandr
Vahideddin 1177, 1178 Yeni Lisan339 ZohrabEfendi 637, 638, 800
ValıramPapazyan 1502 Yeni Mecmua 122, 128, 129, 130, 132, 378, Zola 391
Vakit 303, 317, 858, 863, 1201. 1202 439, 483, 632, 633 Zanaro 1313
Vakayi-i Mısriye 70, 156 Yeni Mektep 1209 Zuhuri 856
Vakayi-i Tıbbiye 112, 113, 114, 171 Yeni Osmanlılar Cemiyeti 1456 ZulmettenNura988
Vali 213, 216 Yeni OsmanlılarTarihi 398 Zühtü(İnhan) 1136
Valide Mektebi 248 Yeni TiyatroCemiyeti 1617 Zümrüd-ü Anka 1098, 1203
Valide Sultan 1675 Yeni Tasvir-i Efkâr 91
Varlık1208 Yeni Turan405, 416, 417
Vasil Naum182, 184 Yeni Türkiye 1208
Vasfİ (Çınar) 1495 Yeni Zaman856
Vasfi Beyile Mukaddes Hanım397 Yeni Ün 1202
Vasfi Efendi 1439 Yenibahçeli Nail Bey 1127
Vasıf 111 Yeniçeri 1104
Vasıf (Çınar) 1207 Yenişehirlizade HalidEyüb 107
Vasıtta-i Servet 115 Yeryüzünde Bir Melek397, 413
Vatan82, 848, 856 Yesarizade Mehmed İzzet 1526
Vatanve Hürriyet Cemiyeti 837 Yesarizade Mustafaİzzet 1521, 1527, 1685
VatanyahutSilistre84, 396, 1700 Yevmiİzmir 107 ,
Vatandaş 109 Yeşil Gece405, 406i
VaybelimAhmedAğa 1216 Yeşil İlgaz 1207
Veeihi 402 Yeşil OrduCemiyeti 1449
Vecdi (Çağatay) 1509 Yıldırım856
Vedat (Tek) 1082, 1083 Yıldız 856
Vedat Nedim(Tör) 1204 YirmisekizÇelebi Mehmed247
Vedat örfi (Bengü) 125 Yirmisekiz Çelebi MehmedEfendi 137
VefaidmanYurdu1492 Yolageldili KasımEfendi 1124
Velid(Ebüzziya) 1200 Yoldaş 1207
VeledÇelebi (lzbudak) 119, 320, 326, 338, YorgoAlibranti 1507
349, 444, 992 Yörük Ali Efe 1170
Vergine Karakaşyan 1614 Yörük Ali Pehlivan 1481
Vidinli Tevfik Paşa 163, 513 Yuha 1098, 1103
Vilayet 216 Yunan Savaşı
Vilayet Idare Meclisi 216, 222, 226 Yunus Nadi (Abalıoğlu) 91, 120, 1375, 376,
Vilayet Hariciye Müdürlüğü280 986, 1122, 1125, 1202
Vılayet Nizamnamesi 215. 216, 222, 234, Yusuf AgahEfendi 279
235, 237, 239, 242, 599 Yusuf Akçura 119, 120, 130, 131, 428, 637,
Vilayet UmumMeclisi 216, 226 743, 744, 850, 1136, 1205. 1391. 13%.
Vilayet veBelediye Kanunu894 1410, 1589
Vilayetler Kanunu225 Yusuf Behçet Bey611
Virjin (Büyük) 1223 Yusuf Bey 1108
Virjin(Küçük) 1223 YusufFrankoPaşa 1102
ViyanaKongresi 272, 274, 278 Yusuf Kâmil Paşa 390, 409, 448, 452
Vlahof Efendi 810, 1451 Yusuf Paşa692
Volkan91, 202, 1405 Yusuf Ziya(Ortaç) 404, 429, 430, ^446,
Voltaire390 1108, 1203, 1626
VonHoff 535, 536 Yusuf Ziya(Öniş) 1498
Vulçetrinli Hasan Bey 1438 Yüksek KarantinaMeclisi 1323
VurunKahpeye416 YüksekKarantinaMeclisi Bürosu 1323

You might also like