Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 26

2000’DEN SONRA TÜRKİYE’DE

TARİHÇİLİK1

A. Teyfur Erdoğdu

B
ugüne kadar Türkiye’de tarihçiliğin 2000’den önceki durumu
üzerine önemli çalışmalar yayımlandı (İnalcık 2006; Yazıcı
2009; İslamoğlu 1977; Toprak 1986; Berktay 1985; Koloğlu 1995;
Tokdemir 1995; Özbaran 1995 ve 1997; Çetinsaya 1998; Özel 1998, 2000
ve 2001-2; Durukan 2001; Öz 2006). Bu yazıda ise 2000’den sonrası ele
alınıp işlenecektir.
Türkiye’de Batılı manada tarihçiliğin kurucusu hiç şüphesiz
birinci nesil tarihçilerimizden Fuat Köprülü’dür (diğer birinci nesil
tarihçilerimiz Refik, Togan, Barkan, Uzunçarşılı, Karal v.d.dir). Ancak
yeni tarihçiliğin Türkiye’de tam manasıyla temsili 1977 yılı itibarıyla
ikinci nesil tarihçilerimizden Halil İnalcık ile gerçekleşir (önemli diğer
ikinci nesil tarihçiler Sahillioğlu, Karpat v.d.; üçüncü nesil Göyünç,
İpşirli, Ocak, Beydilli, Eldem, Kunt, Deringil, Hanioğlu, Adanır,
Berktay, Akarlı, Baykara, Arıkan v.d., dördüncü nesil M.Ö. Alkan, H.
Erdem, M. Seyitdanlıoğlu, Oktay Özel, Mehmet Öz v.d.den oluşur).
Türkiye’de tarihçilik bu nesiller arasında temsil ve icra edilirken
içsel ve dışsal etmenlerle bazı önemli kırılmalara maruz kalır. İlk büyük
kırılma 12 Eylül 1980 askerî darbesi ile yaşanır. Bugüne kadar uzanan
kalıcı etkileri itibarıyla tarihçiliğin özerkliğini haylice zarara uğratır ve

1 Bu makalenin ortaya çıkmasında yardımlarını esirgemeyen Nuri Akbayar ve Edhem Eldem üstat-
lara hasbi teşekkürlerimi iletmek isterim.
A.Teyfur Erdoğdu

tarihçilerin çoğu, zorla veya gönüllü olarak ve büyük oranlarda resmî


ideoloji üretimi içinde “memurlaşırlar” (ayrıntılar için bkz. Koloğlu
1995: 1352-1354; Özbaran 1995: 1358; Anonim 1999; Özel 2001-2: 11-
14 ve 2009: 120).
İkinci büyük kırılma ise 1990’larda siyasi iktidarların YÖK’le
başlattıkları ve hâlâ devam etmekte olan üniversite, öğrenci, (birçok
üniversitede fen-edebîyat ve eğitim bilimleri fakülteleri olmak üzere
birden fazla) tarih bölümü, ikili eğitim programı ve öğretim elemanı
sayılarındaki patlamalar şeklinde tezahür eden “sayısal takıntı” ile
yaşanır (ayrıntılar için Koloğlu 1995: 1353-1354; Özel 2001-2: 19-24).
Tarihçilerin büyük kısmı verilen maaşların yeterli olmaması yüzünden
ek gelir anlamına gelen bu gidişattan memnun olurlar. Böylelikle tarih
bölümlerindeki sayısı zaten sınırlı olan tarihçiler henüz akademik
hayatlarının başındayken öğretmenliğe mahkûm edilirler veya olurlar.
Bu arada “tabela üniversiteleri” her tarafı kaplar. Bunların büyük
kısmının alt yapısı, yetişmiş akademik kadrosu, kütüphanesi kervan
yolda düzülür mantığıyla eksik kurulur ve sonrasında da bu eksiklikler
tam manasıyla gideril(e)mez. Tabela üniversitelerinin bulunduğu
şehirlerin birçoğunda sinema, tiyatro, sahaf, antikacı, sanat galerileri
gibi imkânların olmaması veya yetersizliği de çok boyutlu eğitim
eksikliğine sebep olur.
Yukarıdaki sayısal patlamalar ve akademik yükseltim kıstaslarının
değişmesi 1990’lardan itibaren yayınların da artmasına sebep olur
(ayrıntılar için Özel 2001-2: 24-25 ve 2007; İnalcık 2002; Ersan
2011: 599-600). Ancak bu artış ilkin eski-yeni fakülte/sosyal bilim
enstitülerinin çıkardığı sayıları yaklaşık yetmiş eski-yeni dergide
ve aşağıda ele alınacağı üzere ikinci olarak da piyasa malı popüler
dergilerde yer alan Türkçe makalelerle gerçekleşir. Aralarında az sayıda
nitelikli dergiler bulunsa bile birinci zümredekilerin genelinin fakülte
hocalarına puan kazandırma amacında ikincilerin genelininse para-
şöhret kazanmaya ve kazandırmaya yönelik oluşları sayısal artışın
beraberinde maalesef niteliksel yükselişe tekabül etmemesine sebep
olur. Bu makalelere bakıldığında açıkça görülen, birçok tarihçinin
alanlarındaki uluslararası yayınları takip edecek donanıma bile sahip
olmadıklarıdır. Yapılan az sayıda yurt dışı yayınlarına bakıldığında da
bunların yabancı dilde tedrisat yapan üniversitelerdeki veya eğitimlerini
yurt dışında tamamlamış tarihçiler tarafından yapılageldikleri görül-
mektedir (ayrıntılar için Çetinsaya 1998: 142-143, 146; Özel 2001-2:
21-22; Selçuk 2007; Ersan 2011: 601-602). 2000’den sonra yayınların

278
2000’den Sonra Türkiye’de Tarihçilik

sayısal artışındaki patlama yapısal bir sorunu da beraberinde getirir.


Yayımlananların izlenmesinde ferdi takip yöntemi artık imkânsızlaşır
ve bunların tertipli şekilde izlenmesi, kullanıma konulması ve yöntemli
şekilde yayımlanması ancak güçlü kurumsal bir yapı ile mümkün
görünmektedir (ayrıntılı görüş için İnalcık 2005: 25).
Bu arada Türkiye’de bilimsel tenkit yazıları büyük boşluk arzetmekte
az sayıda yapılan tenkitlerin büyük kısmı ise hakaretlerle dolu olmak-
tadır (İnalcık 2006: 15. Son dönem önemli istisnalar için Birinci 2005
ve 2006; Emecen 2009; Koçak 2012). Oysa biliyoruz ki bu tür yazılar,
yayınların elenmesi veya gerçek değerlerinin anlaşılması için vazgeçil-
mezdir. Çünkü tarih uğraşısında bilimsel tenkit olmadıkça ilerleme ke-
sinlikle kaydedilemez.
Türkiye için bu boşluğun birkaç sebebi vardır:
1. İnalcık’a göre: “İlim madrabazları… baskındır, ortalığı öyle bir
yaygaraya boğarlar… ki, kendini bilenler için, kenara çekilip susmaktan
başka çare kalmaz… Kamuoyu [da] kim bağırıp çağırarak konuşuyorsa
onun sesini duyar. Farkı görmek için kamuoyunun önünde bir ölçü yok-
tur…” (2005: 26). Tam da bu yüzden Türkiye’de bu “madrabaz” tarih-
çiler vitrinde önde dururlar, itibar görürler. Cornell Üniversitesinden
iki ruhiyatçı J. Kruger ve D. Dunning’e 2000 yılında IgNobel ödülünü
kazandıran araştırmaları ile ortaya konulduğu üzere “cehâlet, gerçek bil-
ginin aksine bireyin kendine olan güvenini arttırır.” Bu araştırmaya göre
niteliksiz insanlar “müzmin olarak kendi kendini değerlendirme (self-
assessment) yeteneksizlikleri” sebebiyle ne ölçüde niteliksiz olduklarının
farkında değillerdir ve bu yüzden özelliklerini abartma eğilimindedir-
ler. Bunlar ayrıca nitelikli insanların niteliklerini görüp anlamaktan da
acizdirler. Bu sebeple hadlerini de bilemezler. Yetersizlik ve haddini bi-
lememe hâllerinin bileşkesi de insana, mesleğinde yukarılara tırmanma
isteği verir ve daha yükseklere layık olduğunu düşündürtür. Hakettiğini
düşünen ve kendine güvenen insan daha görünür olmaya çalışır (1999:
1122). Böylelikle bunlar televizyon, gazete, dergi gibi kuvvetli vasıtaları
ellerine geçirdiklerinde ise ehliyetsizliklerini izleyicilerine ve okuyucu-
larına da hızlıca bulaştırırlar. Böylece izleyiciler ve okuyucular da artık
nesnel ve ehliyetli değerlendirmeler yapamaz hâle düşerler. Ehliyetsiz-
ler de bu ortamda rahatlıkla at koşturmaya başlarlar.
2. Ehlileşmiş olmak. Bu durum Türkiye ile ABD’deki eleştiri alışkan-
lığının farkını ortaya koyar. Ehlileşmek kurumsal ve toplumsal baskı ol-
mak üzere iki düzlemde gerçekleşir. Bu baskılar dostluk ve arkadaşlığın

279
A.Teyfur Erdoğdu

yoğunlaşması ve artmasıyla ziyadeleşir. Türkiye’de tarihçiler belli tarih


zümrelerinin (zaman zaman mafieuse tarza yaklaşan tarih cemaatleri-
nin, loncalarının, networklerinin) içine girdikçe, dostluklar geliştirdikçe
ve orada kendilerine yer edindikçe aynı zümre içinde bulunan tarihçiler
hakkında eleştiri metni yaz(a)maz olurlar. Kazara bunu yaptıklarında
ise hakkında tenkit yazılan tarihçi yazana “Niçin bunu yaptın? Biz senin-
le dost değil miydik? Bunu kamuoyu ile paylaşacağına bana hususi söy-
leyebilirdin” diye siteme, ardından hızını alamayarak buğz, hatta düş-
manlık etmeye başlar. Çünki her ağ gibi bu ağların da “ahlaki” kodları
vardır. Oysa bilimsel ortamın oluşumunun temelinde ehlileşme değil
anonimleşme yatar. Namık Kemal’in deyimiyle “Etrafa ianetten umu-
ma ihanet doğ(m)a(ktadı)r” (Anonim 1968: 4; Ergut 2001-2: 218-219;
Birinci 2006: 108).
Şehirdeki çeşitli mahfiller yanında kongre, bilgişöleni (symposium)
ve çalıştay türü toplantılar da çevre edinme, belli çevrelere girme
fırsatları sunar. 2000’den itibaren belli özel ve tüzel kişilerin, savaşların,
barışların 50., 75., 100., 250. v.b. kuruluş veya ölüş-yokoluş günlerini
bu tür toplantılarla anmak/kutlamak moda oldu. Bu furyaya taşra
üniversitelerinin yanında hemen hemen her valilik, kaymakamlık ve il
ve ilçe belediyeleri de dâhil oldu. Beşinci kuşak tarihçilerimizin doktora
(ve belki doçentlik) sonrasında ürettiklerinin önemli bir kısmı da daha
çok bu türden çeşitli toplantılar vesilesiyle kaleme aldıkları çalışmalar
oldu (Özel 1998: 154 ve 2001-2: 23). Bu tür toplantıların pek de farkında
olunmayan ciddi tehlikeleri vardır:
i. Kişiler adına yapılan toplantılarda o kişiyi övmek esastır. Buradan
tenkiti ve özgün yaklaşımlar beklemek hayaldir. Çünki tarihçi burada
özerk hareket edememektedir.
ii. Yapılan bu toplantılar tarihçilerin özerk konu seçimlerini de etkiler.
Tarihçi bunlara katılmamakta serbesttir denilebilir ama bu faaliyetlerin
neredeyse tamamının ve neredeyse hiç elemesiz kitaplaştırılmaları
sebebiyle makale yayımlatma zorluğu çekenlere kolayından makale
yayımlatma, az maaş yüzünden gezme imkânına sahip olamayanlara
‘tarihçi turizmi’ sağlama ve taşrada köşeye sıkışmışlara geniş çevrelere
katılma imkânları v.s. sunduğu unutulmamalıdır. Hâl öyle bir noktaya
gelmiştir ki tebliğ önerileri reddedilen büyük ünvanlı tarihçiler dahil
birçoğu düzenleme ve bilim kurullarına tehditler, küfürler içeren
e-mailler göndermekten, telefonlar açmaktan, redde rağmen yine
de kabul edilmek için araya adam koymaktan çekinmemektedirler
(son örneği 02-04 Kasım 2012 tarihinde İstanbul’da yapılacak olan

280
2000’den Sonra Türkiye’de Tarihçilik

VII. Üsküdar Sempozyumu kurullarında yaşanmıştır). Toplantıların


niteliğindeki bu düşüş, katılımcıların profiline de yansımıştır. Artık
CIEPO’lar ile TTK, TDK ve Atatürk Yüksek Kurumunun düzenledikleri
toplantılar Avrupalı, İsrailli ve ABD’li tarihçiler tarafından değil daha
ziyade Orta Asyalılarca doldurulur olmuştur. Bunun bir sebebi bu
kurumların devletin güdümünde iş yapıyor gözükmeleri ise diğer bir
sebebi Orta Asya devletlerinin elde ettikleri siyasi ve/veya kültürel
bağımsızlıklarıdır (Memmedov 2010: 212-213).
3. Bu tür tarihçilerin kendi zümresinden olmayan tarihçilerin eser-
leri hakkında da tenkit yazmadıklarını biliyoruz. Bunun sebebi ise bun-
ların aynı zamanda akademik yükselme, maddi veya manevi kazanım-
lar elde etmeye meraklı olmalarıdır. Bunlar tabiplerin ve avukatların
kamusal alanda birbirlerini eleştirmemeleri gibi kendilerine eleştiri
gelmemesi için zımni bir “centilmenlik anlaşması” içinde diğer tarih-
çileri eleştirmezler. Kaide şudur: “Önemsiz” isimlerin tenkiti yararsız,
“önemli”lerin ise tehlikelidir (Ergut 2001-2: 216; Koçak 2012: 10). Bu
yüzden yapılan tenkitlerin ekserisi sözeldir, dedikodu şeklinde yürür-
gider. Aksi tavır fazlasıyla “medeni cesaret” gerektirir. Ancak bunlar
tarihçi olmayan biri fikir beyan ettiği zaman dişlerini göstermekte de
gecikmezler.
4. Bu diş gösterme ayrıca tarihçiler nezdinde vaki çarpık hoca-
asistan-talebe ilişkilerinin neticesinde de görünür olur. Aralarındaki
karşılıklı suistimal ile hoca asistan-talebe emeğini istismar ederek kolay
yoldan yayın yapar, asistan ve öğrenci de buna gözyumarak mezun olur,
tezini kabul ettirir, kadroya atanır, doçent olur. Başarı basamaklarını
hızla tırmanırken hocasına «düşmanlık” edenlere fedai tavrıyla bazen
de inanarak düşmanlık eder. Hoca da yetiştirdiklerinin eleştirilmesine
eleştirilerin ucu kendisine dokunacağı düşüncesiyle kesinlikle izin ver-
mez. Böylelikle hoca-talebe arasında sağlam bir intisap/patronage iliş-
kisi kurulmuş olur (Birinci 2005: 8-9 ve 2006: 106).
5. Son belki de en etkili sebep birçok tarihçide tenkit edebîlecek bilgi
birikiminin ve tenkit yönteminin eksikliğidir (Koçak 2012: 10).
Çalışma konularında yaşanan eksen kayması
90’lı yıllarda başlayan gelişmelerin ve onların yarattığı ortamın,
2000’den itibaren tarih alanındaki üretimi, üretilenlerin içeriğini ve
niteliğini de büyük ölçüde belirlediğini söylemeye gerek yoktur.

281
A.Teyfur Erdoğdu

90’lı yıllardan itibaren lise ve üniversitelerde yürütülen derslerin,


çalışmaların ve projelerin içerikleri ‘millî tarih ve coğrafya’nın sınırları
içinden seçilir, gayrımillî unsurlar tek tek ayıklanır, Avrupa tarihi
ve Osmanlı İmparatorluğu’nun Anadolu coğrafyası dışında kalan
bölgeleriyle ilgili malumatın oranı düşürülür. İstisnalar bile yine ‘millî
mesele’ sayılan başta Ermeni sorunu gibi konulardan seçilir. Yapılan,
yaptırılan tezler, yayımlanan kitap ve makaleler önemli birer gösterge
olarak elimizdedir (Özbaran 1995: 1358; Avcı 2011: 330).
Ancak bu ideolojik dayatmalar ve güdümlemeler karşısında,
alternatif literatürün doğması gecikmez: Tartışılan ve çalışılan
konular hızla II. Abdülhamid’den (Çetinsaya 1998) Atatürk’e, Ermeni
meselesinden Varlık Vergisi’ne, kardeş katlinden padişahların nesebine
kadar Osmanlı ve Cumhuriyet tarihinde tabulaştırılan ama merak
uyandıran meselelerde yoğunlaşır.
Bu alternatif literatürün doğmasında bu dönemde yaşanan
gelişmelerin de etkisi vardır. Bunlar:
1. Esnek yapılı ve ideolojili vakıf üniversitelerinin ve bünyelerinde
kurulan iddialı tarih bölümlerinin sayısının artmasıyla buralarda
12 Eylül tasfiyesinden pay alan sol ve 28 Şubat müdahâlesinin
gadrine uğrayan muhafazakâr tarihçilerin tekrar çalışmaya başlaması
canlanmaya ve devletin akademik hayata müdahâlesinin bir önceki
döneme oranla önemli ölçüde kırılmasına sebep olur.
2. Osmanlı arşivlerinin İnalcık gibi etkili tarihçilerin uzman bilgi ve
önerileriyle daha geniş ölçüde açılması, arşivlerde çalıştırılmak üzere
çok sayıda uzman alınması, tasnif, kataloglama ve yayın faaliyetine
ciddiyetle ve yeni teknik ve teknolojiler kullanılarak girişilmesi,
arşivdeki yerli-ecnebi araştırmacılara ve uzmanlara ait çalışma ortam
ve imkânlarının geliştirilmesidir. Arşivlerin daha işler hâle gelmesi hem
alternatif literatür için kaynak sağlarken hem de alternatif literatürü
“doğru” yönlendirmek amacına matuftur. Bu da arşiv yönetimini önemli
olabilecek bütün belge dizilerini düzenli olarak neşretmeye sevkeder. Bu
gelişmenin bir sonucu arşivde istihdam edilen uzmanlara yüksek lisans
ve doktora yapma hakkının tanınmasıyla arşivin karmaşık zenginliğini
herkesten daha iyi kavrayan birçok genç tarihçinin 90’lardan itibaren
taşra üniversitelerde öğretim elemanı olarak çalışmaya başlamalarıdır.
3. Serbest fikirlerin tartışılabildiği ve neşvünema bulabildiği, maddi
ve/veya manevi imkânları geniş İSAM (1988) gibi tarihle ilgilenen özerk

282
2000’den Sonra Türkiye’de Tarihçilik

ve Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı (1991) ve BİSAV (1986)


gibi özel kurumların sayısının artması.
4. 1998-1999’da ardı ardına Cumhuriyet’in 75. yılı ve Osmanlı’nın
700. yılı kutlamalarının yapılmasıyla Osmanlı ve Cumhuriyet tarih
altdalları için dönüm noktalarının yaşanması (Özel 2001-2: 31).
5. Fakülte basımevlerinin ve dergilerinin sınırlayıcı çerçevelerini
zorlayan zaman zaman da aşan özgün çalışmaların ve çevirilerin
yayınlayabileceği YKY, İletişim, Kitabevi gibi (İmge, Dergâh, Akçağ,
Türkiye Günlüğü, Enderun, Müteferrika ve Kebikeç ise 2000’den
itibaren eski etkinliklerini yitirmişlerdir) özel yayınevlerinin ve
dergilerin sayısının ve faaliyetlerinin artışı.
6. Türkiye’nin kapitalizmi benimsemesi ve bunun doğal sonucu
yazılı, görsel ve sanal medya iletişim yollarında patlamalar yaşanmasıyla
tarihin siyasi ve ticari kullanım alanları içinde hızla ve kolaylıkla
metalaşması. Benzer bir gelişmeyi nispeten erken tarihlerde Duby, Le
Goff, Chaunu, Chartier ve Ozouf gibi Annales Okulunun öncülerinin
Fransa’da televizyonlara çıkmaları, gazete ve dergilerde düzenli
yazmaya başlamaları esnasında da gözlemliyoruz (Burke 1990: 91-92).
Ancak Türkiye’de 2005’ten itibaren halk nezdindeki merakın boyutları
meslekten tarihçilerin çalışma kapasitelerini aştığı andan itibaren
kamuoyunu tatmin işi akademik tarihçilerin denetiminden çıkar ve
popüler ellere geçer. Neticede satış beklentilerine cevap verecek bir
tarih söylemi ve yazımı hem akademik tarihçileri (bazıları çok okunmak
için işin boyutunu eserlerine popüler isimler vermeye, nitelikten ödün
vermeye, tarihçi olmayan gazetecilere önsözler yazdırmaya hatta
eleştiriler karşısında onları “benim değer verdiğim bir tarihçidir” diye
takdim etmeye kadar vardırdılar) hem (yayınevlerinde ve gazetelerde,
NTV Tarih, Atlas Tarih, Derin Tarih gibi popüler, Toplumsal Tarih
gibi vülgarize tarih dergilerinde yetkili) yayıncıları ve TV yapımcılarını
baştan çıkarır, hem de tele-tarihçi (tele-dons), twitter-tarihçi, blogger-
tarihçi, facebook-tarihçi tarzı popüler tarihçileri yaratır (ABD’deki
benzer sorun için Milmo 2012). Edebiyat, tv ve sinema dünyası da
tarih üzerinden para kazanabileceğini keşfedince yerli-yabancı tarihsel
romanlar, diziler ve filmler üretmeye başlarlar ve bunlar kısa zamanda
çok satanlar ve çok izlenenler arasına girer.
Bu gelişmenin önemli bir sonucu alternatif literatürün doğması
iken diğeri tarihin süratle popülerleşmesi olur. Kafadar’ın deyimiyle
Türkiye 90’lara kadar tarih konusunda anoreksik olmasa da diyet

283
A.Teyfur Erdoğdu

yaparken bugün tarih oburu olmuş durumdadır (2010: 416). Aslında az


bile söyler: Doğru tabir “tarih obezliği” olmalıdır.
Bu hızla devam ederse Türkiye 21. yy.ı, Avrupa’nın 19. yy.ı bir tarih
asrı olarak yaşadığı gibi yaşayacaktır ama bu asır Türkiye için “popüler
tarih asrı” olacaktır.
Çünkü yaşanan bu sürece sığlık hatta seviyesizlik hâkimdir. Bu
şekilde devam etmeyeceğinin emareleri de en azından yakın zaman
görülmemektedir. Tarihin gündemden bağımsız olarak yazarın zaten
uzman olduğu veya çalışmakta olduğu alandaki bir konuyu daha az
akademik bir dille ve genel okuyucuya hitap edecek şekilde aktarması
anlamına gelen vülgarizasyondan değil ama (bu tarifi benimle paylaşan
Edhem Eldem’e teşekkürlerimi sunarım) popülerleşmesinden hem
tarih hem de tarihçi zarar görmektedir (Groot 2012). 2000’den itibaren
Türkiye’de bu zarar kendini oldukça fazla hissettirmektedir (aksi görüş
için Soysal 2011: 564). Çünkü:
1. Tarih araçsallaştırılarak özerkliğini hızla yitirmektedir. Zira tarih
uğraşısı
a. “Hakikatı arama ameliyesi” yerini büyük çapta “ihtiyaç duyulan
bilgiyi elde etme ameliyesi”ne bırakır.
b. Yoğun bir şekilde kişilerin hem kendileri (cemaatleri, milletleri)
için geçmişi bilme ve anlam çıkarma hem de varoluşları için bir gerekçe
ve meşruiyet sağlama aracı hâline gelir.
c. İdeolojik olarak varolan korkuları gidermeye yönelik olarak
araçsallaştırılır.
d. İçinde bulunulan günün etkisinden tamamen bağımsız olarak
oluşumunu tamamlayan geçmiş zaman konularının mutlaka güncele
bağlanması endişesi ile ele alınmaya başlanır. Tarihçi bağımsız
konu belirlemek yerine okuyucunun ilgisini çekeceğini, sansasyon
yaratacağını düşündüğü gündemdeki konuları işlemeyi seçer.
2. Tarihçi de 60’lardaki tabipler, 80’lerdeki askerler gibi her şeyi
bilen aydın tipini temsil etmek zorunda bırakılır. Bu da tarihçinin belli
bir süre sonra öncelikle toplum üzerinde tahakküm kurma isteğiyle
ardından bilimsel bakımdan ciddiyetsizliğe düşmesiyle ve nihai olarak
da saygınlığını yitirmesiyle neticelenir.

284
2000’den Sonra Türkiye’de Tarihçilik

Türkiye’de bir süredir buna karşı akademik camia ve tarihin zarar


görmesini istemeyen çevreler popüler tarihçilikle mücadele yollarını
düşünmeye başladılar. Bugün iki yol belirginleşmiş durumdadır:
i. Popüler tarihe hayır demek ve onu yasaklamak mümkün ve ahlaki
olmadığı için akademik tarihçiliğin popüler konulardan beslenmesi
yerine popüler tarihçiliğin akademik tarihçilikten beslenmesi gerektiği
yoğun şekilde hatırlatılmalıdır,
ii. Meslekten tarihçiler bu hengâme içinde kendi mesleki üretimlerini
daha tarafsız konularda sürdürmeye, daha sınırlı ölçülerde üretim
yapmaya karar vererek içe kapanmalılar ve mutfaklarına çekilmeliler
denmektedir (Özel 2009: 123).
Revaçta olan ve öne çıkan konular
Türkiye’de 2000’den itibaren yapılan çalışmalara daha yakından
baktığımızda Osmanlı üzerine olanlarının sayı itibarıyla yine ilk sırayı
işgal ettiğini görürüz. Örneğin Belleten’de (1937-2011) yayımlanan
makaleler içinde bu oran %30’dur.
İlginin arttığı diğer konular Tanzimat, II. Abdülhamid ve I. ve II.
Meşrutiyet başta olmak üzere 19. ve 20. yy. tarihçiliği; Ocak’ın başı
çektiği tasavvuf (alanın zorlukları için Ocak 2001-2); Naskali’nin başı
çektiği kültür; Türk imajı; Osmanlı diplomasisi, uluslararası ilişkileri;
siyasi tarih; edebîyat; yerel basın; gayrimüslim, azınlık, köylü isyanları,
eşkıyalık, ayaklanma ve nüfus; göç; cinsiyet; çocuk; aile; İstanbul ve
imparatorluğun diğer şehirleri (buradaki artışın bir sebebi taşradaki
tarihçilerden bulundukları şehrin ve bölgenin tarihini yazmalarının
beklenmesi veya bu tarihçilerin aidiyet hissiyle bu konuya eğilmeleridir);
sözlü; kahvehane gibi kamusal alan, kamuoyu ve gündelik hayat tarihleri
ve biyografi yazımıdır (Çetinsaya 1998; Özel 1998; Arslan 2000; Adıyeke
2000; Öztürkmen 2001-2; Emecen 2009; Ak 2011; Özgen 2011).
Cumhuriyet dönemi de 2000’den itibaren ağırlığını giderek arttırır.
Örneğin TTK’nın 2011’e kadar yayınladığı yaklaşık 1100 cilt kitabın
%20’si, Belleten’deki makalelerin (1937-2011) %15’i bu döneme aittir.
Benzer oranlar yapılan tezlerde de kendini gösterir (Gökdemir 2000;
Avcı 2011; Koç 2011).
Ermeni sorunu, misyonerlik, Kıbrıs, Patrikhane, Yunan,
Bulgar mezalimi/işgali, Avrupa ile ilişkiler, Kürtler, Atatürkçülük
gibi konuların ise ideolojik ve güdümlü olarak öne çıktığını ya da
çıkarıldığını görüyoruz (Deringil 2001-2; Özel 2009: 140-149; Avcı

285
A.Teyfur Erdoğdu

2011). İşin ilginç tarafı bu konulardan biri üzerinde çalışmış olanların


çoğunun ya doğrudan ya da dolaylı olarak diğerleri ile de ilgilendiğini
ve onlar hakkında da kalem oynattığını görüyoruz.
İlgi görmeyen ve/veya kaybeden konular
2000’den itibaren ilgi kaybeden konular ise şunlardır: Müessese;
kitap; bilim; Selçuklu; Orta Asya; E. Akkuş, E. Konukçu ve İ. Atnur v.d.
hariç köy ve kırsal; Genç, Pamuk ve Eldem v.d. hariç mali ve iktisat
tarihleri; A. Somel v.d. hariç eğitim; Kayhan Orbay v.d. hariç vakıf ve
30’lu yıllardan itibaren F. Köprülü’nün, 50’li yıllardan itibaren Halil
İnalcık’ın ve 1970’li yıllardan itibaren de Kemal Karpat’ın eğildiği
Osmanlı tarihinin dünya tarihi içindeki yeri ve önemini tespit (Berktay
1985; Erdem 2011; Özgen 2011).
İlk Çağ ve Eski Çağ; mimarlık; suç ve ceza; spor; askerî; havacılık;
İ. Bostan ve B. Arı v.d. hariç denizcilik; Selçuk Dursun v.d. hariç
çevre; İnalcık’ın elde ettiği çok yeni bulgulara rağmen F. Başar ve
S. Sevim v.d. hariç Osmanlı’nın kuruluş yılları; Makal, M. Ş. Güzel
ve Y. Koç haricinde sol ve emek; Bahar Gürsel v.d. hariç Amerika
ve Avrupa; Kavas v.d. hariç Afrika; Esenbel v.d. hariç Uzakdoğu; G.
Amerika, Avusturalya; Şiilik, dönmelik, Sabetaycılık, ihtida hareketleri;
kıtlık, kuraklık; kölecilik; zihniyet; rüya; kavram (2010 yılı itibarıyla
üniversitelerin bin civarındaki farklı tarih lisans derslerinin sadece
isimleri üzerinden bir değerlendirme bile yapıldığında kavramların
ODTÜ, Mersin ve Sabancı’daki birkaç ders haricinde hiç bulunmadığı
görülmektedir); E. Eldem’in araştırmalarının başı çektiği mezarlıklar
ve ölüm tarihleri de ya neredeyse çalışılmamakta veya oldukça yetersiz
kalmaktadır (Faroqhi 2000; Demir 2000 ve 2011; Akkaya 2001-2; Ak
2011; Koç 2011; Özgen 2011).
Sonuç: Genel durum değerlendirmesi
2000’den itibaren yapılan çalışmaları ve tarihçileri genel olarak
değerlendirdiğimizde sırasıyla şunları söylemek mümkün gözüküyor:
1. Osmanlı çalışmalarında sayısal artışa rağmen niteliksel olarak
büyük bir iyileşme ve yükseliş göremiyoruz. Akademide yapılan
çalışmalara baktığımızda bunlar ağırlıklı olarak belli arşiv kaynakları
veya temel yazma metinler (vakanüvis tarihleri, sefaretnameler vb.)
üzerine odaklaşmışlardır (Koraltürk 1998; Çakır 1999; http://www.
kaynakca.info/tr/; http://tez2.yok.gov.tr/).

286
2000’den Sonra Türkiye’de Tarihçilik

İlk çalışmalarını Mükrimin Kamil Su’yla 30’larda veren ama İnalcık


tarafından Batı’daki yüzlerce cilt Monumenta ve Calendar of State
Papers gibi arşiv belgelerini neşretme örneği takip edilerek 40’ların
başından 90’lara kadar önemi vurgulanarak yayımlanan ve bugüne
kadar şeriyye sicillerini, temettüat, tapu-tahrir defterlerini, vakfiyeleri,
salnameleri, mühimmeleri sadece yayına hazırlamaya dayalı çalışmalar
gözde ve ağırlıklı yerini korumaktadır (Çetinsaya 1998: 145-146; Uğur
2003; Öztürk 2003). Bu çalışmaların ve İnalcık’ın bunlar üzerine
dikkat çekmeye yönelik öncü eserlerinin önemini yadsımak mümkün
olmasa da 90’lardan itibaren bu çalışmaları yapanların bunların
aslında “yaratıcı/mimar-tarihçi”liğe (kavramın ayrıntısı için Erdoğdu
2011: 5-6) sadece malzeme sağlayan eserler verdiklerinin bilincinde
olmadıklarını ve İnalcık, Yediyıldız, İslamoğlu-İnan ve Mehmet Öz
gibi birkaç isim hariç çoğunun belli basmakalıpları yeniden üretmekten
öteye geçemediklerini, tahlili (analytique) boyutlarının ise neredeyse
hiç mesabesinde olduğunu kurgu ve dizilimde bile birbirini taklit
ettiklerini üzülerek müşahede ediyoruz. Eleştirilerin sayısının artması
üzerine bu sefer de bu çalışmalara biraz daha “analitikmiş” havası
vermek için başlıklara “…yüzyılı şeriyye siciline/salnamesine/mühime/
avarız… defterine göre/ışığında… vilayetinin/sancağının/ailenin sosyo-
ekonomik/demografik yapısı/…arası ilişkiler”, “…vilayetinde yangın/
sel/çekirge/deprem/kıtlık felaketinin sosyo-ekonomik etkileri” türünden
ibareler eklenmeye başlanır ama içleri fazlaca değişmez, iktisadi-içtimai
tahliller gayet sınırlı kalır (Özel 2001-2: 22-23).
Bu çalışmalardan en kalını 1443, en incesi ise 35 sayfa ile iki yüksek
lisans tezidir (Çınar 2011: 366). Bazı çalışmaların başlığında hatalı
olarak transkribe, öğrenci ders ve not döküm listesi anlamına gelen
transkript veya “…numaralı …şehri şeriyye sicili, transkripsiyonu ve
edisyon kritiği” gibi ibareler geçmektedir ki bu aslında tarihçilerin
yaptıkları işin farkında olmadıklarını gösterir: Édition critique (tenkitli
neşir) olabilmesi için aynı eserin elde farklı nüshalarının bulunması
gerekir. Oysa şeriyye sicilleri tek nüshadırlar.
Bu türden çalışmaların yoğunluklu olarak yapılmasının daha
kötüsünü düşünmek bile istemediğim birkaç sebebi olmalıdır (Berktay
1985: 2471 ve 1990: 63; Özel 1998: 153-155 ve 2009: 108; Ergut 2001-2:
217; Köktürk 2005: 23):
i. Özgün mesele (problematic) bulmakta zorlanmak.
ii. Sadece Osmanlıca bilgisi ile yapılabilmesi dolayısıyla meslekte
hızlı ilerleyebilme imkânı sunması.

287
A.Teyfur Erdoğdu

iii. Yeni bir kaynağın veya bilinen bir kaynak türünün çalışılmasının
Türkiye’deki özgünlükten anlaşılanla örtüşüyor olmasıdır. Varolan
bilgilerin/verilerin yeniden ele alınarak/yorumlanarak ortaya bir
eser konması Türkiye’de muteber ve özgün kabul edilmez. Çünkü
çalışılan konu Türkiye’de çalışanın tekelindedir. Bir konunun yeniden
yazılabilmesi için yeni bir belge/bilgi bulunması şart koşulur.
iv. Tarihin alet ilimlerinden olan lisaniyat, meskukat, iktisat,
istatistik v.s.nin ya hiç veya az bilinmesi. Mesela 19. yy. Balkan tarihi
çalışacakların mevzubahis ülkenin dili yanında Rusça, Almanca,
Fransızca, İngilizce, Avusturya-Macaristan’ın yazışma dillerinden olan
Latinceyi yahut bütünlüklü Selçuklu çalışmalarda ikincil kaynakları
kullanılmak için Batı dilleri yanında Arapça, Farsça, Aramca, Ermenice,
Gürcüce, Moğolca, Süryanice, Yunanca, Latince ve Yunanca bilinmesi
gerekmez mi? Bu yüzden Osmanlıca üzerinden ne yapabilirse artık ne
kadar oluyorsa o yapılmaktadır.
v. Z.V. Togan’ın 1939’da ortaya koyduğu planlı tez verme projesinin
(Baykara 1989: 33-34) aksine herhangi bir plan gözetilmeden ve
çoğunlukla ufku dar hocaların kendi bildikleri dar alanlardan seçilen
bir konunun yetişme aşamasındaki tarihçilere verilmesi ve çalışma
aşamasında da hocaların ekseriyetle genç tarihçilere yeterince yardım
etmemesi, yol-yordam göstermemesidir. Bu da yetişme aşamasındaki
genç tarihçinin ufkunun açılma fırsatının ıskalanmasına sebep olur.
Bugüne kadar yapılmış 10.700 tarih tezinin 8.429’u yüksek lisans, 2.219’u
doktoradır ama özgün konu arandığında oran %3-4’ü geçmemektedir.
Netice itibarıyla bu tür çalışmaların oransal hâkimiyeti tarih
uğraşısını beşeri ve toplumsal bilimler nezdinde kuramsal çerçeveler
kurmaya yarayan veri sağlayıcı bir araç konumuna indirgemekte ve
önemini küçültmektedir.
2. Taşra, köy ve kırsalın toplumsal tarihi çalışmalarının sayıca azlığı
büyük oranda tarihçiliğin bugüne kadar devlet ama özellikle İstanbul
merkezli ele alınmasından kaynaklanır. Taşralı, köy ve köylü, büyük
şahsiyetlerin ve büyük olayların, ileri gelen askerî, dinî, idari ve ticari
ricali gölgesinde kalmış, bu yüzden bunlara ait veriler tarihi kaynaklarda
yeterince kendilerine yer bulamamıştır.
3. Gayrimüslim, azınlık, köylü isyanları, eşkıyalık, ayaklanma, rejim
mağdurları konularını ele alan çalışmalar madun olan öznenin sesini
ve bilincini yeniden keşfetmek iddiasında iken farkında olunmasa da
aslında madunları ötekileştirirler. Çünkü madunun sesini duyurma

288
2000’den Sonra Türkiye’de Tarihçilik

çabası her zaman belgeleri okuma sürecini anlamlandırmak isteyen


tarihçinin kendi kurgusundan ibarettir ve maduna atfedilen özelliklerin
yeniden üretilmesi sonucunu verir. Bu yüzden tarihçi onların gerçeğine
ulaştığını iddia edemez (Türkiye’dekine benzer sorunlar için Spivak
1988: 276). Hatta bazı düşünürler pek çok Afrikalı ve Hint tarihçilerin
madunların şuura sahip olmalarını ve özerklikten yararlanabilmelerini
bununla birlikte yine de madun olarak kalmalarını isterler şeklinde
yorum yapmaktadırlar (Cooper 1994: 1517-1518; Prakash 1994: 1482;
Mallon 1994: 1512). Bu bana Türkiye’deki tarihçilere de teşmil edilebilir
gibi gözükmektedir.
4. Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi kürsülerinde yeralan öğretim
üyelerinin birçoğunun tarih lisansı, yüksek lisansı veya doktorası
yapmış olmaları bu kürsülerin niteliğini bir nebze arttırmış,
Cumhuriyet Tarihi’nin kendine ciddi bir alan açmasına yardım etmiş,
diğer altdallar tarafından yutulmamasına yarayacak görece bir özerklik
kazandırmıştır. Bu alanda tarihsel “gerçeklerin” konuşulmasının ve
yazılmasının hâlâ pek mümkün olmadığı günümüzde Cumhuriyet
(Modern Türkiye) Tarihi çalışmaları yine de sert ideolojik baskıdan
kurtulma eğilimi içine girmiştir denilebilir. Bunun yanında sayıları az
da olsa Tek Parti dönemine elverdiğince tarafsız yaklaşmaya çalışan
eserleri de artık görmek mümkündür (Turan 1990. Bu alana yönelik
yöntemsel çalışmalar için bkz. D.A. Akbulut, S. Pullu, M. Arslan, A.
Kuyaş, C. Koçak, O. Gökdemir, E. Şahin ve M. Süme). Ancak tarihin
bu altdalının sahip olduğu bir başka sorun 50’lerden sonrasını konu
edinmeyerek bu alanı siyaset bilimine bırakıyor olmasıdır.
5. Bu bırakış aslında birçok altdal için de geçerlidir. Tarih
bölümleri genellikle tarihin belli konularını çalışır, diğer konularını
ise üniversitenin farklı bölümlerine bırakır. Örneğin, iktisat tarihi
iktisatçılara, eğitim tarihi eğitimcilere, hukuk tarihi hukukçulara,
dinler tarihi ilahiyatçılara bırakılır. Bu biraz da bu alanların bilgisine
nüfuz edemeyen “muslukçu” tarihçiler yüzündendir. Muslukçu tarihçi
kısaca söylemek belgeleri yanlış ve kıt anlar, yanlış veya aşırı yorumlar,
zamandizinsel (chronologique) hatalar yaparak zamanaşımcılığa
(anachronisme) düşer, siyakusibakın (context), tarihi şartların ne
demek olduğunu kavrayamaz, kaynakları yanlış tasnif eder, eser ortaya
koyarken geçmiş zaman hadiseleri içinden işine gelenleri cımbızla
çekip alır ve bunlar üzerinden büyük ve geniş yorumlara varmakta
bir beis görmez ve “teknisyen” tarihçinin sahip olması gereken lisan,
matematik, iktisat gibi alet ilimlerinden de yoksundur.

289
A.Teyfur Erdoğdu

Gelişmiş tarihçilik örneğine aykırı ve çok disiplinli eğitim ve


donanım eksikliğinin bir sonucu olan bu bırakış durumundan çıkışın
ilk adımı olarak tarih bölümleri müfredatında beşeri ve toplumsal
bilimlerin (felsefe, mantık, toplumbilim, siyaset bilimi, iktisat, hukuk
gibi) diğer dallarına ağırlıklı yer verilmesinin gereği bir kez daha
kendini hissettirmektedir.
6. Benzer bir durum da çalışılan konulardaki etnik/cinsel/mesleki
tercihlerle ilgili zihinlerde mevcut olan sınırlılıklardır. Öyle ki
Türkiye’de bugün çoğunlukla ancak kadınlar kadın, Çerkezler Çerkez,
Museviler Musevi, askerleri askeri tarih(i) v.b. çalışabilir gibi ‘görünmez
bir yasa’ söz konusudur (Özel 2001-2: 24).
7. Osmanlı’yı ve Türkiye’yi dünya tarihi içinde telakki ederek onun
yerini ve önemini tespit etme gayretinin sekteye uğramasının da bazı
sebepleri vardır. Bunlar:
i. Osmanlı araştırmacıları dünyanın diğer bölgeleri ile ilgilenen
tarihçilerle iletişime geçememekte, aynı dili kullanamamaktadırlar.
Ulema, şeyhülislam, harem, çift-hane, sıvış yılı, timar gibi Osmanlı’ya
özgü binlerce termini technicinin birini bile açıklamak için bazen
sayfalar bazen de müstakil makaleler gerektirdiği düşünülürse bu
durum dünyanın diğer bölgeleri ile ilgilenen tarihçilerin Osmanlı
araştırmacıları ile irtibata girmesini zorlaştırır (Kafadar 2010: 420).
Osmanlı araştırmacısını da Osmanlı’yı araştıran içinde ecnebilerin de
bulunduğu Osmanlı tarihçileri dünyasına hapseder.
ii. İkinci sebep tarihçilikte uzmanlığın yol açtığı zihni güdükleşme-
dir. Türkiye’de 90’lardan itibaren tarihçilerin micro konularda ihtisas-
laşması gerektiğine inanılır ve güçlü bir dünya tarihçiliği geleneği unu-
tulmuştur (Öz 2006: 259; Demir 2011: 736-738). Oysa bugün kapitalizm
açısından imtiyazlı ülkelerde hâlâ macro konularda tarih yazılmakta,
imtiyazsız ülkelerde ise micro tarih yazımı telkin edilmektedir. AB ül-
keleri ve Japonya gibi yarı imtiyazlı ülkeler ise ufak çapta da olsa micro-
macro arası tarih yazabilmektedirler. Örneğin Türkiye’de bazı tarihçiler
sadece Millî Mücadele dönemini hatta onun da yalnızca İstanbul Hükü-
metleri konusunu bilirler. Böyle olunca da o tarihçi o konuda dünyanın
en önde gelen uzmanı hâline gelir. Ancak bu durum tarihçileri kendi
dar uzmanlık alanlarının dışında kalan tarih mevzularında güdükleş-
tirir ve tarihin bütünlüğüne, büyük meselelerine, genel manzarasına
ve karmaşık akışının açıklanmasına dair ilgi ve bilgilerini ellerinden
büyük oranda alır. Buna Almancada Fachidiotismus İngilizce’de tun-

290
2000’den Sonra Türkiye’de Tarihçilik

nel history denir. Bu tür tarihçiler kendilerine dar uzmanlık alanlarının


dışında herhangi bir soru yöneltildiğinde “bu benim uzmanlık alanım
dışında kalıyor” diyerek dürüstlük yaptıklarını zannederler ama aslında
ehliyetsizliklerini (yani “muslukçu” tarihçiliklerini) açığa vurduklarının
farkında değillerdir. Mevzu tarih dışındaki siyasi, iktisadi ve toplumsal
konulara geldiğinde ise dar uzmanlık batağına saplanmış tarihçiler bu
konularda isabetli fikirler serdedemezler. Bu dar uzmanlık konusunun
arkasında yatan sebeplerin şunlardır:
a. Sistem olarak kapitalizm. Kapitalizm hâkimiyetinin dünyada ve
Türkiye’de her geçen gün artmasıyla dar alanda uzmanlık, her tarafa bir
marifetmiş gibi yayılır. Bugün her alanda olduğu gibi tarih alanında da
makinada bir dişli olarak sadece kendine düşen görevi tanımlayabilen
ve dişlinin yer aldığı bütünü algılayamayan makina-insan/makina-ta-
rihçi yaygın tiptir. Aşırı uzmanlaşma isteyen bu süreç dünyayı hakkıy-
la değerlendirebilecek insan sayısını da azaltır. İnsanlar gittikçe içinde
bulunulan durum hakkında değerlendirme yapma yeteneklerinin
olmadığına inanmaya başlarlar (Kropotkin 1968; Toynbee 1975: I,
30). Aksi durum yani geniş alanda ilgi ve bilgi sahibi olmak, çeşitli
konularda aynı anda kalem oynatmak ve çok işlevlilik üstün derecede
ehliyetin göstergesi olduğu, denetlenme ve yönlendirilmenin hem daha
zorlu hem de daha maliyetli olmasına yol açtığı ve bu da kurulmak is-
tenen “bilimsel” silsile-i meratibi (hiérarchie) tehdit ettiği için kapitalist
sistem bakımından tahammül edilemez bir durumun doğmasına sebep
olur. Bu yüzden muhtelif kurum ve yöntemlerle dar uzmanlık alanı dı-
şına taşmalar sınırlandırılır, cezalandırılır ve caydırma yolu benimse-
nir. Dünyanın farklı ülkelerindeki lise ve üniversite üstünde denetim
yetkisine sahip YÖK tarzı müesseselerin kuruluş amaçlarının başında
bu sınırlama ve caydırma ödevi gelir. Yüksek kurumlar kendilerine
yüklenen vazifeyi yerine getirebilmek uğruna «bilimsel” kıstaslar bulur,
çıkarır ve uygulamaya koyarlar. Mesela şöyle derler: «Doçentlik için ön-
celikle insan ve toplum bilimlerinden bir dal seçilmelidir!” Dal olarak ko-
numuza uygun olması için tarih seçilmiş olsun. Sonra fazladan kıstaslar
konmaya devam edilir: “Tek başına tarih olmaz tarihin de bir dönemi
seçilmelidir!” Bu da mesela Orta Çağ olsun (zamandizinsel olarak bir
dönem seçmemekle birlikte Genel Türk tarihçileri de sadece Türk ta-
rihiyle ilgilidirler ve uzmanlık alanlarını biraz geniş tuttukları için de
dedikodu odalarında bilimsel yönleri hakkında hiç de iyi sözler sarfedil-
mez). Bu noktadan itibaren doçentlik için sadece Orta Çağ ile ilgili olan
çalışmalarınız değerli kabul edilir ve diğer konulardaki eserleriniz, “bi-
limsel” süzgeç için çöpten farksızdır. Bu yüzden değerlendirmeye bile

291
A.Teyfur Erdoğdu

tabi tutulmazlar. Bu durumda “aklı” olan her tarihçi de kalkıp bilimsel


terfiinde (ne demekse artık!) etkili olmayacak hatta kıskançlık doğura-
bileceği için köstek olabilecek farklı alanlarda çalışmalar yapmaya yel-
tenmez. Bu sebep yüzünden dar uzmanlığa gömülmek yerine bugün
sayıları az da olsa ilgi alanlarını geniş tutanlar, başta kendi meslektaşla-
rınca, yakın ve uzak çevrelerce fazlaca “cesur” bulunurlar (Ersan 2011:
601). Meslektaşları hemen “Sen bu kadar incelemeyi gördün, okudun ve
bitirdin de mi bu konularda da konuşabiliyorsun?” türünden itiraz ses-
lerini yükseltmeye başlarlar. Aslında bilmezler ki piyasada ortalığı kap-
layan çalışmaların birçoğu işe yaramazdır ve şişirmedir. Nitekim bugün
birçok tarih çalışmasının içinde bırakınız bir kitabı, bir makaleyi bile
doldurabilecek sağlam bir bilgiye, yoruma veya fikre rastlayamazsınız.
Ancak günümüz bilimsel sisteminde, sahip olunan cüzi bir bilgiyi şişi-
rerek makale veya kitap şekline sokmak ve onu bu şekilde “pazarlamak”
daha itibarlı ve yükselmek için daha anlamlı olduğu için etraf “bilimsel”
araştırma ile dolup taşmıştır.
b. Herhangi bir felsefi amacı olmadan sadece üretmek için üreten-
lerin ortaya koydukları yığınla tarih çalışmasının bugün artık görüle-
bilme, okunabilme ve nüfuz edilebilme imkân sınırı çoktan aşılmıştır.
Bu yüzden dar bir alan seçilip oradaki literatür, o da zar zor, takip edi-
lebilmektedir. Burada yukarıdaki tespiti hatırlatmakta fayda vardır: Bu
yayınların tertipli şekilde izlenmesi, kullanıma konulması ve yöntemli
şekilde yayımlanması ancak güçlü kurumsal bir yapı ile mümkündür.
c. Yeni nesil tarihçilerin büyük kısmındaki, biraz da taşralılık ve
muhafazakârlıktan gelen, edebli ve (hanım)efendi olma, mahviyetkârlık
ve tevazu duygusu, yeni nesil tarihçilerin bu özelliklerinin üzerine bin-
dirilen bir önceki kuşağın (60 ve 70’lerin) aşırı iddialı macro çalışmala-
rına duyulan anlamlı tepkiler, kapasitelerinin farkında olmadan macro
çalışma yapanların pişmanlıklarını beyan etmeleri ve bunu yeni nesile
aşılamalarıdır. Bunların bileşimi, tarihçileri dar uzmanlığa iten önemli
bir amil olarak karşımıza çıkar.
d. Tarihçilerin büyük kısmındaki taşralı, kasabalı veya köylü ka-
rakteri de başka bir amildir. Bu karakterdeki insanlar düşüklüklerinin
hıncını elindeki imkân ve becerileri kullanarak yüksek kültür insanla-
rından çıkarmaya, aradaki farkı bunlarla doldurmaya çalışırlar. Tarih
bilgisi de bu imkân ve becerilerden biridir. Bu imkân ve becerinin dar
uzmanlık alanında elde edilmesi daha kolay olduğu için bu yola sapıl-
maktadır ve bu yol sonuna kadar savunulmakta ve övülmektedir. Bu tür
tarihçileri tespit etmenin kolay yollarından biri de tarihçilerin içinde

292
2000’den Sonra Türkiye’de Tarihçilik

bulunduğu durum ele alınırken yüksek kültürlü tarihçilerin esas soru-


nu mesleğin maruz kaldığı toplumsal statü kaybı iken bunların konuyu
her seferinde ücretlerin düşüklüğüne getirip bağlamalarıdır. Yapılan
hırsızlıkları kesinlikle hoşgörmemekle birlikte Batı’da ama özellikle
Fransa’da yaygın bir uygulama olan dipnotsuz ve sadece kaynakçalı
akademik tarih eser yazma usulünü hatırlatarak bu tarihçileri tespit et-
menin bir diğer yolunu da belirteyim: Bunlar metnin bilimselliğini ve
akademik ciddiyetini ölçmenin başka kıstaslarını bilmedikleri için sü-
rekli dipnot sayılarıyla ve dipnotlar üzerinden intihal avcılığıyla meşgul
olurlar (bu görüşleri destekler çalışmalar Özel 1998: 152-153; Birinci
2005 ve 2006; Köktürk 2005).
8. 2000’den itibaren Türkiye’deki tarihçilerin belgeyle olan ilişkileri-
ne ve belge kullanımlarına baktığımızda da şu yorumları yapabiliyoruz:
Bilindiği üzere inşa faaliyeti içinde olan tarihçi belgeyi beş farklı
biçimde kullanır:
i. Belgeden doğrudan nakletme.
ii. Belge tenkiti yapma.
iii. Belgeyi diğer belgelerle karşılaştırarak kullanma.
iv. Belgedeki verileri farklı bağlamlarda değerlendirme.
v. Belgedeki verileri bir kuram veya tez çerçevesinde kullanma.
Veinstein Batı’daki Osmanlı ve Türk tarihçiliğini belge kullanım
özelliklerine bakarak birkaç okula ayırmanın mümkün olduğunu
belirtiyor: Alman, Fransız ve Anglosakson okulları. Almanlar
ziyadesiyle âlim (highly erudite), Anglosaksonlar çoğunlukla iddialı
üslubuyla tezlere ve hatta speculationlara meylederler, Fransızlar ise
bunların arasında bir yerdedir: Belgeye ve olguya (eventus) öncelik
verir, güncel kuramsal tartışmalara girmek istemezler (2002: 84).
Türkiye’de belgelerle ilişkilere yönelik olarak acaba hususi bir okul
var mıdır varsa özellikleri nelerdir?
Türk tarihçilerin belgeleri kullanırken hangi yolu veya yolları
izlediklerine baktığımızda kabaca söylenebilecek olan belgelerin tenkite
tabi tutulmaya ihtiyaç duyulmadan güvenilir oldukları önkabulü ve
belgelerin sundukları ile yetinilmesini hâkim olduğudur. Synthétique
çalışmaların sayısı ise bu yüzden oldukça azdır.

293
A.Teyfur Erdoğdu

Nitekim Selçuk Üniversitesi Tarih Bölümünden bir profesör


etrafındaki tarihçileri gözlemliyor ve onlarla konuşuyor. Söyledikleri
sorumuzun cevabı açısından pek ibret verici: Bazıları şöyle diyormuş:
«Ben bilimsel metodoloji falan anlamam, …hocanın [Nejat Göyünç’ün]
metodolojisini bilirim. O ne derse, o ne yaparsa ben de onu yaparım.”
Bir kısmı da, bütün dünyanın kendi usulüne riayet etmesi gerektiğini,
en yaygın olanın kendi yaptığı olduğunu söylüyormuş. Tarihçilerin
büyük kısmı akademik anlayış olarak kendilerinde bulunması gereken
yöntem bilgisine ve önemine yeterince inanmıyorlarmış. Tarihçiliği
“arşiv belgelerini önlerine koyarak oradaki bilgilerin diğer [bir] kâğıda
[aktarılmasından] başka bir iş olarak” kabul etmeyen tarihçilerin var
olduğunu söylüyor Selçuk Üniversitesindeki tarih profesörümüz. Hatta
dekanlık da yapan bir tarihçinin şeriyye sicillerini göstererek “tarih bu;
burada yazılı olandan başka ne bir bilgiye ne de bir kitaba gerek [var].
Buradakini yazacaksın sadece” dediğini aktarmaktadır. Aslında benzer
ifadeleri bugün her tarihçi az çok duymuştur (Tuş 2011: 96-97; Kafadar
2010: 410). Kısaca Türkiye’deki tarihçilerin büyük çoğunluğunun Ranke
(1795–1886) gibi wie es eigentlich gewesen (1874: vii) diyerek geçmişin
eksiksiz ve “olduğu gibi” bilinebileceğini ve kayda geçirilebileceğini
düşündüklerini ama onun döneminin tersine belge tenkitini aynı
titizlikle yap(a)madıklarını ve yetmiş sene önce kaleme alınmış Togan’ın
Tarihte Usül kitabını ilmihal gibi kabul ederek tarihyazıcılığındaki yeni
eğilimlerden bihaber olduklarını görüyoruz (Özel 1998: 156; Acun
2011; Ak 2011: 617). Çünkü bu tarihçiler “belge fetişizmi” ile milletleri
birbirinden farklı kılan ve onları özgün yapan kültürleri (Volkgeist)
araştıran tarih yazımına ağırlık vererek aslında kültür-birliği ve tek-tip
yurttaş yaratmaya dönük ulus-devletin “doğru”ları vazedici tavrı altında
olgusalcı (positivist) tarihçilik yapmaktadırlar. Bu, tarihçinin kesinlik
illusionuna teslim olmasıdır. Türkiye’deki tarihçilerin büyük kısmı
her zaman ve sadece evet veya hayır sorularına cevap ararlar. Her şeyi
siyah-beyaz dichotomique neticelere indirgemeye çalışırlar. Oysa asıl
yapılması gereken belgenin oluşum ve yazılım sürecini yakalamaktır.
Tarihçilikte ilginç olan da budur (belge kullanımı konusunda örnek bir
çalışma için Eldem 2007).
Biliyoruz ki şeriyye sicilleri de dâhil tüm resmî ve yarı-resmî belgeler
taraflıdırlar. Bize geçmişin resmî hakkında bilgi verme konusunda
kaybolmuş, çeşitli sebeplerle yokolmuş ve/veya yok edilmiş oldukları
için eksiktirler. Bu yüzden yapılacak yorumlar üretilen tüm belgelerin
görülebilmesi ile yapılmış ol(a)mayacaktır. Ayrıca eldeki belgelere konu
olan anlaşmazlıklar, anlaşmalar, emirler, yasaklamalar v.s. sadece idari,

294
2000’den Sonra Türkiye’de Tarihçilik

siyasi, mali, askerî ve adli sistem tarafından algılanabilen, yetkililere


yansıyan, yansıtılan sorunlara dairdir. Diğer sorunlara ait elde resmî
veya yarı-resmî belge yoktur, ama bilgisi günümüze mesela şiir, söz,
şarkı, türkü, ağıt gibi edebîyat ürünleri vasıtasıyla taşınmıştır. Bu yüzden
resmî ve yarı-resmî belgelerin temsil kabiliyetleri bu tür vakıaların
artması oranında düşük olacaktır. Bunlar önemli nakısalardır.
Ayrıca şunu da söylemek mümkündür: Tarihçiler için rakamlar
her zaman kesinlik sunduğu düşünüldüğünden cezbedicidir. Ama
kısa yoldan kati bilgiye ulaştırır görünseler de aslında arada yalan da
söyleyebilirler (burada iktisattaki How to lie with statistics kitapları
hatırlanabilir). ABD’li ve Avrupalı tarihçiler yarım yüzyıla yakındır,
19. yy.da İngiliz, Fransız ve Alman bürokrasilerinin çok yaygın,
güçlü ve karmaşık olmalarına rağmen zaman zaman çevreye “yanlış”
sorular yönelttikleri için bugün bazı bilgilere ve onların içyüzlerine
ulaşılamadığını ve bu yüzden sayısal tarihçiliğin tehlike arzettiğini
farkına varmış şekilde rakamları dikkat ve itinayla kullanmaktadırlar.
Aynı durum Osmanlı bürokrasisi için de geçerlidir. Günümüz Osmanlı
araştırmacılarının büyük çoğunluğuysa Osmanlı vakanüvislerinin
coşkulu ve coşturucu dilinin ve kâtiplerinin etkileyici kıvrak
kalemlerinin, titiz hesaplamalarının ve bitmez tükenmez gayretlerinin
15. yy.dan imparatorluğun sonlarına uzanan dönemde binlerce tahrir
defterinin ve envai çeşit vesikanın şekil ve muhteva olarak sahip
oldukları düzenin cezbesine kapılarak -özellikle nüfussal- rakamların
kendilerini sürüklediği tehlikeleri göremez olmuşlardır. Ayrıca
malzemeye duyulan hayranlık giderek onu üreten düzene yönelmekte,
bu hayranlığın tarihyazımındaki yansıması ise bir döneme ve o dönemi
yaşatan devleti övmeye ve onu yüceltmeye evrilmektedir (Quataert
1986: 209-210; Özel 2009: 103-104).
Sonsöz olarak Türkiye’de 2000’den itibarın tarihçilikte baş döndürü-
cü sayısal ve teknolojik ilerlemelere, birincil kaynak sağlayan resmî,
yarı-resmî ve özel arşivlerin çok daha rahat kullanılmasına ve dünya
piyasasındaki ve kütüphanelerindeki ikincil kaynaklara muazzam
ulaşım kolaylıklarına karşın başta alet ilimlerindeki eksiklik ve yönteme
yeterince önem verilmemesi dolayısıyla niteliksel gelişmeyi maalesef
gözlemleyemediğimizi belirtmek gerekir. Ümit edilir ki en azından orta
vadede bu ikincilere de önem verilerek Türkiye’de tarihçiliğin önü açılır
ve tarih uğraşısı zevkli olmasından kaynaklanan çekiciliğinin yanında
hakettiği akademik saygınlığa, özerkliğe, erginliğe ve yetkinliğe de biran
evvel erişir.

295
A.Teyfur Erdoğdu

KAYNAKLAR
Acun, Fatma (2011), “Tarihin inşası sürecinde belge ve kullanımı”,
Cumhuriyet Döneminde Türkiye’de Tarihçilik ve Tarih Yazıcılığı
Sempozyumu, Bildiriler Ankara 18-20 Mart 2010, ed. M. Öz,
Ankara: 67-74.
Adıyeke, Nuri (2000), “Anadolu Osmanlı ölçeğinde yerel tarih
yazımında kuramların değişimi: Merkez-çevreden çevreselleşmeye,
çevreselleşmeden globalleşmeye”, Tarih Yazımında Yeni
Yaklaşımlar: Küreselleşme ve Yerelleşme, İstanbul: 260-270.
Ak, Mahmut (2011), “Tarih çalışmaları bakımından İstanbul
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Dergisi”, Cumhuriyet
Döneminde Türkiye’de Tarihçilik ve Tarih Yazıcılığı Sempozyumu,
Bildiriler Ankara 18-20 Mart 2010, ed. M. Öz, Ankara: 605-618.
Akkaya, Yüksel (2001-2), “Türkiye’de emek tarihinin sefaleti üzerine
bazı notlar”, Toplum ve Bilim, 91: 285-294.
Anonim, (1968), “Türk tarihçiliği müsbet tenkit fikrinden mahrumdur”,
Hayat Tarih Mecmuası, 1/5: 4.
–––––, (1999), Tarih ve milliyetçilik, I. ulusal tarih kongresi bildirileri.
Mersin Üniversitesi, 30 Nisan-02 Mayıs 1997, Mersin.
Arslan, Erdal (2000), “Yerel tarihin tanımı, gelişimi ve değeri”, Tarih
Yazımında Yeni Yaklaşımlar: Küreselleşme ve Yerelleşme, İstanbul:
199-201.
Avcı, Orhan (2011) “Türkiye Cumhuriyeti tarihi araştırmaları”,
Cumhuriyet döneminde Türkiye’de tarihçilik ve tarih yazıcılığı
sempozyumu. Bildiriler, Ankara 18-20 Mart 2010, Ankara: 319-332.
Baykara, Tuncer (1989), Zeki Velidi Togan, Ankara.
Berktay, Halil (1985), “Tarih çalışmaları”, Cumhuriyet Dönemi Türkiye
Ansiklopedisi, 9: 2456-74.
–––––, (1990), “Batı ve Türk Orta Çağ tarihçiliğinin köylülüğe bakışının
temel deformasyonları”, Toplum ve Bilim, 48/49: 61-78.
Birinci, Ali (2005), “İlim hayatında köylüler ve köylülük”, Türk Yurdu,
217: 7-12 (Ali Tekinci takma ismiyle).
–––––, (2006), “Tarihçilikte meslek ahlakı veya ahlaksızlığın tarihçiliği
meselesi”, Muhafazakâr Düşünce, 2/7: 77-108.

296
2000’den Sonra Türkiye’de Tarihçilik

Burke, Peter (1990), The French historical revolution the Annales School,
1929-1989, California.
Cooper, F. (1994), “Conflict and connection: rethinking colonial
African history”, The American Historical Review, 99/5: 1516-1545.
Çakır, Coşkun (1999), “Osmanlı ekonomik ve toplumsal tarihiyle ilgili
tezler bibliyografyası, 1933-1999”, Divan, 7/2: 251-379.
Çetinsaya, Gökhan (1998), “Abdülhamid’i anlamak: 19. yüzyıl
tarihçiliğine bir bakış”, Sosyal bilimleri yeniden düşünmek, haz. T.
Bora, v.d., İstanbul: 137-146.
Çınar, Hüseyin (2011), “Şer’iye sicilleri ile ilgili çalışmalar”, Cumhuriyet
Döneminde Türkiye’de Tarihçilik ve Tarih Yazıcılığı Sempozyumu,
Bildiriler Ankara 18-20 Mart 2010, ed. M. Öz, Ankara: 359-422.
Demir, Fevzi (2000), “Bir algılama ve uygulama alanı olarak Türkiye’de
tarih lisans programlarında tarihsel özne”, Tarih Yazımında Yeni
Yaklaşımlar: Küreselleşme ve Yerelleşme, İstanbul: 137-141.
–––––, (2011), “Türkiye’de makro tarih eğitiminin aciliyeti üzerine dü-
şünceler”, Cumhuriyet Döneminde Türkiye’de Tarihçilik ve Tarih
Yazıcılığı Sempozyumu, Bildiriler Ankara 18-20 Mart 2010, ed. M.
Öz, Ankara: 731-744.
Deringil, Selim (2001-2), “Geç dönem Osmanlı İmparatorluğu’nda
Ermeni sorununu çalışmak ya da “belgenin gırtlağını sıkmak”,
Toplum ve Bilim, 91: 122-142.
Durukan, Kaan (2001), “Modern Türk tarihçiliğinin/tarihyazımının
sorunları üzerine bazı düşünceler”, Toplum ve Bilim, 91: 295-307.
Eldem, Edhem (2007), “26 Ağustos 1896 “Banka Vakası” ve 1896
“Ermeni Olayları””, Tarih ve Toplum Yeni Yaklaşımlar, 5: 113-146.
Emecen, Feridun M. (2009), “Klasik dönem Osmanlı siyasi tarih çalış-
maları: Yönelimler ve yaklaşımlar”, Türkiye’de Toplum Bilimlerinin
Gelişimi, Sosyoloji Yıllığı 18, ed. E. Eğribel & U. Özcan, İstanbul:
361-374.
Erdem, İlhan (2011), “Türkiye’de Selçuklu tarihi araştırmaları”, Cum-
huriyet Döneminde Türkiye’de Tarihçilik ve Tarih Yazıcılığı Sem-
pozyumu, Bildiriler Ankara 18-20 Mart 2010, ed. M. Öz, Ankara:
301-309.

297
A.Teyfur Erdoğdu

Erdoğdu, Teyfur (2011), “Prof. İnalcık Tarihçiliği’nin tahlil deneme-


si”, CIEPO 6. Ara Dönem Sempozyum Bildirileri, 14-16 Nisan 2011
Uşak, İzmir: I, 1-26.
Ergut, Ferdan (2001-2), “Sosyal bilimlerde tartışma ortamının kurgu-
lanması”, Toplum ve Bilim, 91: 213-228.
Ersan, Mehmet (2011), “Üniversitelerin tarih dergileri hakkında bazı
tespitler”, Cumhuriyet Döneminde Türkiye’de Tarihçilik ve Tarih
Yazıcılığı Sempozyumu, Bildiriler Ankara 18-20 Mart 2010, ed. M.
Öz, Ankara: 597-604.
Faroqhı, Suraiya (2000), Osmanlı’da kentler ve kentliler, çev. N.
Kalaycıoğlu, İstanbul.
Gökdemir, Oktay (2000), “Küreselleşme bağlamında Türkiye’de
Cumhuriyet tarihi yazıcılığının sorunları”, Tarih Yazımında Yeni
Yaklaşımlar: Küreselleşme ve Yerelleşme, İstanbul: 207-213.
Groot, Jerome de (2012), Public and popular history, Routledge, NY.
İnalcık, Halil (2002), “Türkiye’de Osmanlı araştırmaları”, XIII. Türk
Tarih Kongresi, 4-8 Ekim 1999, Ankara, I: 85-220 (Bahaeddin
Yediyıldız ile birlikte).
–––––, (2005), Doğu Batı Makaleler I, Ankara.
–––––, (2006), “Türkiye’de modern tarihçiliğin kurucuları”,
Muhafazakâr Düşünce, 2/7: 1-44 (geniş sürümü için XIII. Türk
Tarih Kongresi, 4-8 Ekim 1999, Ankara 2002: I, 1-70).
İslamoğlu, Huricihan & Çağlar KEYDER (1977), “Agenda for Ottoman
History”, Review, I/1: 31-55 (Türkçesi için bkz. Huricihan İslamoğlu
& Çağlar Keyder, “Osmanlı tarihi nasıl yazılmalı? Bir öneri”, Toplum
ve Bilim, 1, 1977: 49-80. Bu yazıya verilen cevap için bkz. Toktamış
Ateş, “Osmanlı tarihi nasıl yazılmalı? Bir öneriye yanıt,” Toplum ve
Bilim, 4, 1978: 93-102).
Kafadar, Cemal (2010), “Cemal Kafadar ile dünyada Türk tarihçiliği
üzerine”, Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi, 8/15: 393-424.
Koç, Yunus (2011), “Türk Tarih Kurumu ve Türk tarihçiliğindeki yeri”,
Cumhuriyet Döneminde Türkiye’de Tarihçilik ve Tarih Yazıcılığı
Sempozyumu, Bildiriler Ankara 18-20 Mart 2010, ed. M. Öz, Ankara:
655-666.
Koçak, Cemil (2012), Tarihçinin eleği, İstanbul.

298
2000’den Sonra Türkiye’de Tarihçilik

Koloğlu, Orhan (1995), “Tarih çalışmaları: 1980-95”, Cumhuriyet


Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, 15: 1352-1360.
Koraltürk, Murat (1998), Osmanlı ekonomik ve toplumsal tarihine ilişkin
Türkçe makaleler bibliyografyası denemesi, 1910-1997, İstanbul.
Köktürk, Milay (2005), “Aynayı kendine tutmak-akademik dünyanın
eleştirisi”, Türk Yurdu, 217: 22-25.
Kropotkın, Pyotr (1968), The conquest of bread, London.
Kruger, Justin & David Dunning (1999), “Unskilled and unaware of it:
how difficulties in recognizing one’s own incompetence lead to inf-
lated self-assessments”, Journal of Personality and Social Psychology,
77/6: 1121-1134.
Mallon, F.E. (1994), “The promise and dilemma of subaltern studies:
perspectives form Latin American history”, The American Historical
Review, 99/5: 1491-1515.
Memmedov, Hüsameddin (2010), “Azerbaycan’da Türkiye ve Osmanlı
tarihi araştırmaları”, TALİD, 8/15: 209-230.
Mılmo, Cahal (2012), “Young historians ‘are damaging academia’ in
their bid for stardom”, The Independent, 12 May.
Ocak, Ahmet Yaşar (2001-2), “Türk ve Türkiye tarihinde İslam’ı
çalışmak yahut “arı kovanına çomak sokmak””, Toplum ve Bilim,
91: 100-114.
Öz, Mehmet (2006), “Tarih ve tarihçiliğimiz üzerine bazı düşünceler”,
Muhafazakâr Düşünce, 2/7: 67-75.
Özbaran, Salih (1995), “1980’den günümüze tarih çalışmaları”,
Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, 15: 1358-1359.
–––––, (1997), Tarih, tarihçi ve toplum, İstanbul.
Özel, Oktay (1998), “Bir tarih okuma ve yazma pratiği olarak Türkiye’de
Osmanlı tarihçiliği”, Sosyal Bilimleri Yeniden Düşünmek, haz. T.
Bora, v.d., İstanbul: 147-160.
–––––, (2000), “XIII. Türk Tarih Kongresi ve Osmanlı tarihi”, Toplum
ve Bilim, 83: 352-363.
–––––, (2001-2), “Türkiye’de Osmanlı tarihçiliğinin son çeyrek yüzyılı:
Bir bilanço denemesi”, Toplum ve Bilim, 91: 8-38 (Gökhan Çetinsaya
ile birlikte).

299
A.Teyfur Erdoğdu

–––––, (2007), “Akademik dergiler ve bilimsel standartlar”, Sosyal


Bilimlerde Süreli Yayıncılık, 2007, II. Ulusal Kurultay Bildirileri,
Ankara: 109-115.
–––––, (2009), Dün Sancısı, İstanbul.
Özgen, Yüksel (2011), “Belleten dergisinin Cumhuriyet dönemi Türk
tarihçiliğindeki yeri”, Cumhuriyet Döneminde Türkiye’de Tarihçilik
ve Tarih Yazıcılığı Sempozyumu, Bildiriler Ankara 18-20 Mart 2010,
ed. M. Öz, Ankara: 619-626.
Öztürk, Said (2003), “Türkiye’de temettüat çalışmaları”, TALİD, 1/1:
287-304.
Öztürkmen, Arzu (2001-2), “Sözlü tarih: Yeni bir disiplinin cazibesi”,
Toplum ve Bilim, 91: 115-121.
Prakash, G. (1994), “Subaltern studies as postcolonial criticism”, The
American Historical Review, 99/5: 1475-1490.
Quataert, Donald (1986), “Ottoman population, 1830-1914:
demographic and social characteristics, by Kemal Karpat…”,
Anthropology and Sociology: 208-210.
Ranke, Leopold von (1874), Geschichte der romanischen und
germanischen Voelker 1495–1535, Berlin.
Selçuk, Ayhan (2007), “Akademik dergilerde editörlük ve sorunları”,
Sosyal Bilimlerde Süreli Yayıncılık, 2007, II. Ulusal Kurultay
Bildirileri, Ankara.
Soysal Doğan, Asude (2011), “Cumhuriyet dönemi popüler tarih
dergileri”, Cumhuriyet Döneminde Türkiye’de Tarihçilik ve Tarih
Yazıcılığı Sempozyumu, Bildiriler Ankara 18-20 Mart 2010, ed. M.
Öz, Ankara: 557-564.
Spıvak, G. C. (1988), “Can the subaltern speak?”, Marxism and the
Interpretation of Culture, ed. C. Nelson & L. Grosberg, Chicago:
271-313.
Tokdemir, Ertuğrul (1995), “1980 sonrasında Türkiye’de iktisat
tarihçiliği”, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, 15: 1356-
1357.
Toprak, Zafer (1986), “Türkiye’de çağdaş tarihçilik (1908-1970)”,
Türkiye’de sosyal bilim araştırmalarının gelişimi, ed. S. Atauz,
Ankara: 431-438 (eleştirisi için bkz. Mehmet Genç, “Tarih
araştırmaları oturumu üzerine yorum”, Türkiye’de sosyal bilim
araştırmalarının gelişimi, ed. S. Atauz, Ankara 1986: 439-446).

300
2000’den Sonra Türkiye’de Tarihçilik

Toynbee, Arnold (1975), Tarih Bilinci, İstanbul.


Turan, Şerafettin (1990), “Meseleler”, Fırat Üniversitesi. Tarih
Metodolojisi ve Türk Tarihinin meseleleri kollokyumu 21-26 Mayıs
1984 Elazığ: Bildiriler, Elazığ: 185-190.
Tuş, Muhittin (2011), “Türkiye’de tarih metodolojisi sorunu ve
metot konusundaki yayınlar”, Cumhuriyet Döneminde Türkiye’de
Tarihçilik ve Tarih Yazıcılığı Sempozyumu, Bildiriler Ankara 18-20
Mart 2010, ed. M. Öz, Ankara: 89-106.
Uğur, Yunus (2003), “Mahkeme kayıtları (şer’iye sicilleri): Literatür
değerlendirmesi ve bibliyografya”, TALİD, 1/1: 305-344.
Veınsteın, Gilles (2002), “Fifty years of Ottoman studies in France. An
essay of thematic bibliography”, XIII. Türk Tarih Kongresi, Ankara,
4-8 Ekim 1999, Ankara: 61-84.
Yazıcı, Orhan (2009), “Türkiye’de tarih biliminin kurumsallaşması”,
Türkiye’de Toplum Bilimlerinin Gelişimi, Sosyoloji Yıllığı 18, ed. E.
Eğribel & U. Özcan, İstanbul 2009: 293-307.

301
A.Teyfur Erdoğdu

302

You might also like