Professional Documents
Culture Documents
Ingilizce Phrasal Verbs
Ingilizce Phrasal Verbs
Verbs
fluentu.com/blog/english-tur/ingilizce-phrasal-verbs/
Nasıl mı? İngilizcede, bir kelime birden fazla farklı anlamlara gelebilir.
Yalnızca tek bir İngilizce kelimeyi öğrenmek suretiyle kelime dağarcığına iki ya da daha fazla
kelime ekleyebilirsin.
Örneğin, bir crane uzun bacaklı bir kuş olan turna ya da ağır şeyleri kaldırmaya yardım eden
uzun bir makine olan vinç olabilir.
Eğer bunu bir fiil olarak kullanırsan bir şeyi görmek için “craning your neck” yani boynunu
uzatmak anlamına gelir.
Gördün mü? Yalnızca tek bir kelime ile üç kelime öğrenmiş oldun! (Faydalı bilgi: Bu tür
bilgilere homonyms – eş sesliler – denir. Aynı yazılırlar fakat farklı anlamlara sahiptirler.)
1/13
Phrasal verbs, İngilizce konuşmak için yepyeni bir olasılıklar dünyasının kapısını sana açar.
Fiillere tamamen farklı anlamlar veren ifadelerdir. Günlük konuşmalarda çok sıklıkla
kullanılır, bu da onları daha önemli hale getirir.
Örneğin, phrasal verbs ile yavru kedin, kağıt turnaları comes across (bulabilir) ve bir
tanesini fall down (düşürebilir), onu durdurmak için ya “Cut it out!” (kes şunu) diye
bağırabilir ya da give in (pes edebilir) ve kağıt el işlerinle oynamasına izin verebilirsin.
Ne kadar kullanışlı olduklarını gördün mü? Büyük olasılıkla, İngilizce fiiller “come”, “fall”,
“cut” ve “give” zaten bildiklerin fakat yukarıdaki dört koyu harfli phrasal verb yeni olabilir.
Öbek fiiller hakkında konuşmadan önce fiil, zarf ve edat (ilgeç) nedir anlamak önemli.
Bir verb (fiil), eylem bildiren kelimedir. Olan bir şeyi (hearing, seeing gibi), olma
durumunu ( to sleep, to live gibi) veya yapılan bir işi (to read, to sing gibi) açıklar.
Bir adverb bir fiili niteleyen bir kelimedir. Örneğin, quickly veya slowly (hızlı veya
yavaş bir şekilde) koşabilir veya sınıfa early veya late (erken veya geç) gelebilirsin.
Artık fiillerin ve edatların ne olduğunu biliyorsun, onları phrasal verbs haline getirmeye
hazırsın.
Öbek fiiller, takip eden edata bağlı olarak fiilin anlamını değiştirirler.
Öğrencilerimin tabiriyle İngilizce gramer dersi gibi oldu ama gözün korkmasın!
Düşündüğünden daha kolaydır — büyük ihtimalle zaten bildiğin bir dizi phrasal verb vardır.
Örneğin, “So come on, let’s learn some phrasal verbs.” cümlesindeki “come on” bir öbek
fiildir.
“Come” kelimesi tek başına bir şeye doğru hareket etmek anlamındadır. Ancak “on” edatıyla
birlikte “come on”, teşvik ve cesaretlendirme anlamında “haydi” ifadesine dönüşür.
2/13
Aşağıda uzunca bir phrasal verbs listesi bulacaksın!
Bir ifadenin öbek eylem mi yoksa yalnızca edat ile söylenen bir eylem (fiil) mi olduğundan
emin değilsen, sözlüğe bakmayı dene. Pek çok sözlük, öbek eylemlere yer vermekte, emin
olmak için sözlüğe bakabilirsin. English Page phrasal dictionary öbek eylemlere
bakabileceğin, mükemmel bir kaynak, hatta bu linki kaydetmelisin!
Bazı phrasal verbs anlamları “fall down” da olduğu gibi açıktır fakat bazıları neredeyse deyim
gibidirler çünkü “come on”da olduğu gibi kelime anlamıyla çevrilemezler. Öğrenmeyi
kolaylaştırmak için günün zamanı (wake up, lie down gibi) veya olumlu (cheer up gibi) ve
olumsuz (give up gibi) şeklindeki kategorilere öbek fiilleri gruplamayı deneyebilirsin.
Öğrenmesi çok zor gelebilecek pek çok öbek fiil vardır. Fakat bu ifadelerin çoğu bir müddet
sonra daha doğal hale gelecek, tek yapman gereken biraz tekrar ve pratik.
Genellikle, “fall down” ifadesinde olduğu gibi bir öbek fiildeki, fiil ve edat birlikte
söylenmelidir. Bazı durumlarda fiili ve edatı araya başka kelimeler koyarak ayırabilirsin.
Örneğin: “turn off”u ele aldığımızda aynen bu şekilde ya da kapattığın şeyi arada belirterek
de kullanabilirsin. Bir başka deyişle, “turn off the TV” diyebileceğin gibi “turn the TV off”
şeklinde de söyleyebilirsin, her ikisi de doğru!
İngilizce phrasal verbs ile ilgili aklında tutman gereken bir şey de hala fiil olmalarıdır. Yani
ifadenin fiil kısmı cümlenin zamanına göre değişebilir. Mesela, “turn off”, “turned off” ve
“turning off” da olabilir.
Hangi öbek fiiller ayrılabilir, hangisi ayrılamaz öğrenmen biraz zaman alabilir, bu yüzden
biraz hang in there (dişini sık)!
Bir de İngilizce phrasal verbs pratik gerektirir. Kolay ve akılda kalıcı bir şekilde pratik
yapmak için bilgisayarında, iOS ve Android mobil cihazlarında FluentU uygulamasını
deneyebilirsin.
3/13
Aşağıda en sık kullanılan fiillerden seçerek oluşturduğumuz bir İngilizce phrasal verbs listesi
bulacaksın. Kolayca bulabilmeni sağlamak için alfabetik olarak sıraladık fakat bunları
öğrenirken istediğin gibi gruplayabilirsin!
Bring
Bring up — Bir şeyden bahsetmek. (Not: Bu öbek fiil iki parçaya ayrılabilir.)
“Mark was sick and had to miss the party, so please don’t bring it up, I don’t want him to
feel bad for missing it.”
“Mark hastaydı ve partiyi kaçırdı bu yüzden ona bundan bahsetme, kaçırdığı için kendini
kötü hissetmesini istemiyorum.”
Bring on — Bir şeyin olmasına neden olmak genellikle de olumsuz bir şeydir. (Bu öbek fiil
olanlara göre iki parçaya ayrılabilir.)
Bring it on! — Güven duyarak bir mücadeleyi, meydan okumayı kabul etmek.
Call
Call on — Ya birini ziyaret etmek ya da birinin, bir şeyin bilgisine başvurmak anlamına gelir.
Cheer
4/13
Cheer on — Birine cesaret verici sözler ile destek vermek. (Desteklenen kişinin adı veya kişi
zamiri ile ayrılabilir).
“Even though Samantha was in the last place, her brother cheered her on through the
entire race.”
“Samantha yarışta son sırada olmasına rağmen erkek kardeşi bütün yarış boyunca onu
destekledi (ona tezahürat yaptı).
Cheer up — Bu ifade, ya üzgün görünen birine (yalnızca “cheer up!” diyerek) cesaret verici
bir ifade olarak kullanılabilir ya da birini daha mutlu yapmaya, neşelendirmeye çalışmak,
moral vermek anlamına gelir.
“Andrew was having a bad day, so his girlfriend cheered him up by taking him out for ice
cream.”
“Andrew kötü bir gün geçiriyordu, bu yüzden kız arkadaşı dondurma yemek için dışarıya
çıkartarak onu neşelendirdi (ona moral verdi).
Come
“I came up with this idea for a TV show about a woman living with her best friend and
daughter. I call it ‘Two and a Half Women.’”
“En iyi arkadaşı ve kızı ile birlikte yaşayan bir kadın ile ilgili bir televizyon programı fikri
ortaya attı. Ben buna ‘İki Buçuk Kadın’ derim.”
Come in — Girmek.
“Come in, the door is open!’ said the grandmother to the wolf.”
“Büyükanne, kurda ‘Kapı açık, içeri gir‘ dedi”.
5/13
“I was cleaning the attic and I came across my high school uniform. Can you believe it
still fits?”
“Çatıyı temizliyordum ve lise üniformamı tesadüfen buldum, hala bana oluyor,
inanabiliyor musun?”
Come forward — Bir suç gibi bir şey hakkında gönüllü bilgi vermek.
“The police are encouraging people to come forward with any information about the
kidnapped girl.”
“Polis, kaçırılan kız hakkında bilgi vermeleri için insanları teşvik ediyor.”
Cut
Cut off — Bu ifade birkaç şekilde kullanılabilir fakat genel manası “bir şeyi kesmek veya
durdurmak”. (Ayrılabilir.)
Mahrum bırakmak, bir şeyleri desteklemeyi veya biriyle iletişimi kesmek: “His father is rich
but he cut him off without any money of his own.”
“Babası zengin fakat onu parasından mahrum bıraktı.”
Cut (it) out — Bu ifade “Stop it” (Durdur, kes) ile aynı anlama sahiptir.
“Hey, cut it out! I was watching that movie, so stop changing the channel!”
“Hey, kes, şunu! bu filmi izliyorum, kanal değiştirmeyi bırak!”
“I was about to ask that girl on a date, but her friend cut in and I lost the chance.”
“Kıza tam çıkma teklifi ediyordum ama arkadaşı lafa karıştı ve şansımı kaybettim.”
Drop
Drop by/in — Kısa bir süreliğine ziyaret etmek için uğramak.
“Andrew is such a great boyfriend, when he heard that his girlfriend had a cold he
dropped by to bring her some soup.”
“Andrew harika bir erkek arkadaş, kız arkadaşının üşüttüğünü duyduğunda çorba yapmak
için ona uğrardı.”
Drop off — Bir şeyi ya da birini gideceği yere bırakmak (Bırakılacak ile ayrılabilir.)
6/13
“I can give you a ride and drop you off at work.”
“Seni arabayla götürebilir ve işe bırakabilirim.”
Fall
Fall apart — Bu ifade “to break into pieces” (parçalara ayırmak) anlamındadır fakat bir
evlilik veya kişi gibi maddi olmayan şeylerden bahsederken de kullanılabilir.
“They tried to save their marriage by going to therapy but in the end if fell apart
anyway.” “Terapiye giderek evliliklerini kurtarmaya çalıştılar ama yine de sonunda
ayrıldılar.”
“My friend slipped on a banana peel and fell down. I thought that only happened in
cartoons!”
“Arkadaşım bir muz kabuğuna basıp kaydı ve düştü. Sadece çizgi filmlerde olur
sanıyordum.”
Fill
Fill (someone) in — Bir şeyle ilgili birine detaylı bilgi vermek. (Bilgi verilen ile genellikle
ayrılır.)
“Quickly, let’s go! There’s no time to explain, I’ll fill you in on the way.”
“Çabucak gidelim! Açıklamaya vakit yok, detayları sana yolda anlatacağım.”
“The little girl filled up on candy before dinner, and didn’t want to eat any of the chicken.”
“Akşam yemediğinden önce küçük kız şekerle doydu ve tavuktan hiç yemek istemedi.”
Get
Get away — Kaçmak. “Getaway car” ifadesini daha önce duymuş olabilirsin. Banka soygunu
gibi bir suç mahallinden soyguncuların kaçmak için kullandığı arabadır.
“Carmen’s neighbor tried to show her pictures of all her cats, but Carmen managed to get
away.”
“Carmen’in komşusu ona bütün kedilerinin resmini göstermeye çalıştı fakat Carmen
kaçmayı başarabildi.”
Get around — Temel sorundan sakınarak bir problemi çözmek, halletmek. Bu ifade
gündelik dilde cinsel ilişkisi kurabileceği birçok arkadaşı olan kişiyi ifade etmek için de
kullanılır. Tahmin edebileceğin gibi, birine “gets around” demek hiç de hoş değil!
7/13
“Some people know all the different ways to get around tax laws.”
“Bazı insanlar vergi kanunlarını halletmenin farklı yollarını biliyor.”
“Some people are surprised that I get along with my mother-in-law really well!”
“Kayın validem ile iyi geçinmeme pek çok insan şaşırıyor.”
“I have so much trouble getting up in the morning that I have to set three alarms.”
“Sabahları uyanma konusunda çok problem yaşadığımdan üç tane alarm kurmak
zorunda kalıyorum.”
Get back to — Birine veya bir şeye geri dönmek. Bir müddet sonra bir soruya veya bir isteğe
bir cevap ile geri döneceğini söylemek için sıklıkla kullanılır.
“Derek’s coworker wasn’t sure what time the meeting was, so he said he’d get back to him
with the time.”
“Derek’in iş arkadaşı toplantının ne zaman olacağı konusunda emin değildi bu yüzden ona
bir müddet sonra geri döneceğini söyledi.”
“Her ex-husband took her house so she got back at him by taking his dogs.”
“Eski kocası evini aldı bu yüzden o da onun köpeklerini alarak intikamını aldı.”
Give
Give out —Bu ifade çalışmayı durdurmak, bozulmak veya bir şeyi teslim etmek, dağıtmak
anlamlarına gelir.
Çalışmayı durdurmak:
“The city had to rebuild the bridge completely, because it was about to give out and fall
down.”
“Şehir köprüyü tamamen yeniden inşa etmek zorunda kaldı çünkü iş göremez hale
gelmiş çökmek üzereydi.”
Dağıtmak:
“He has a lot of contacts because he gives out his business card to everyone he meets.”
“İletişim halinde olduğu pek çok kişi vardı çünkü tanıştığı herkese kartvizitini
dağıtıyordu.”
Give in — Özellikle bir kavgada veya tartışmada teslim olmak, pes etmek.
8/13
“Ben’s mother gave in and let him stay out late with his friends.”
“Ben’in annesi pes etti ve arkadaşlarıyla geç saate kadar kalmasına izin verdi.”
Give away — Ücretsiz vermek, elden çıkarmak. (Dağıtılan şey ile ayrılabilir.)
“When Linda’s cat had kittens, she gave them all away to good homes.”
“Linda’nın kedisinin yavruları olduğunda onları iyi evlere verdi.”
“After two weeks of trying to build my own table, I gave up and just bought one.”
“İki hafta boyunca kendi masamı yapmaya uğraştıktan sonra vazgeçtim ve bir tane
aldım.
Go
“Sarah was so happy when Peter finally asked her to go out with him!”
“Nihayet Peter Sarah’a çıkma teklifinde bulduğunda Sarah çok mutlu oldu.”
Go ahead — birinin önünde gitmek, bir şey yapmaya veya söylemeye izin vermek.
Grow
Grow up — Büyümek, birine çocuk gibi davranmayı bırakmasını anlatmak için bazen
kullanılır.
“Some people tell Steve he needs to grow up, but he loves acting like a child.”
“Bazı insanlar Steve’a artık büyümesi gerektiğini söylüyor fakat o çocuk gibi davranmayı
seviyor”.
“When my friend moved to a different country I tried to stay close with her, but we slowly
grew apart.”
“Arkadaşım farklı bir ülkeye taşındığı zaman, onunla irtibat halinde kalmaya çalıştım
fakat yavaş yavaş koptuk.”
Hang
Hang on — Bir şeye devam etmek, tutunmak.
9/13
“When everyone else was getting fired, Paul managed to hang on to his job.”
“Herkes işten kovulduğunda Paul işinde tutunmayı başardı.”
“My friends and I used to hang out in the park after school.”
“Ben ve arkadaşlarım, okuldan sonra parkta takılırdık.”
Hang up — Telefonda bir konuşmayı sonlandırmak, özellikle karşıdaki kişi böyle bir
duruma hazır olmadan önce.
Hold
Hold on — Bir şeyi sıkıca tutmak. Bu ifade bir kişiden beklemesini istemenin bir yolu da
olabilir.
“Amy has a great voice but whenever she’s singing in public she feels shy and holds back.”
“Amy’nin harika bir sesi var fakat her ne zaman insanların arasında şarkı söylese utanır ve
söylemek istemez.”
Log
Log in (to) — Bilgisayarlar ile kullanılır, bu ifade bir web sitesinde veya bilgisayarda kendi
hesabına giriş yapmak, oturum açmak anlamına gelir.
“Don’t forget to log in to your FluentU account to learn English better and faster.”
“İngilizceyi daha iyi ve hızlı öğrenmek için FluentU’da oturum açmayı unutma!”
Log out/off — Yine bilgisayarlar ile kullanılır, bu ifade hesabından çıkış yapmak, oturumu
kapatmak anlamındadır.
“You should always log out of your accounts when you use a public computer.”
“Eğer herkese açık bir bilgisayar kullandığında daima oturumu kapatmalısın.”
Look
Look up — Bir şeyin anlamını kontrol etmek. (Bakılan şey ile ikiye ayrılabilir).
10/13
“If you don’t know the meaning of a word, you should look it up in the dictionary.”
“Eğer bir kelimenin anlamını bilmiyorsan sözlükten anlamına bakmalısın.”
Pay
Pay back — Ödünç aldığın parayı birine geri vermek. (Ödeme yapılan kişi ile ayrılabilir.)
Tek kelime halinde yazılması durumunda “payback” öç, intikam anlamına gelir.
“Thanks for getting me lunch when I forgot my wallet at home! I’ll pay you back
tomorrow.”
“Cüzdanımı evde unuttuğumda bana öğlen yemeği getirdiğin için teşekkür ederim! Sana
yarın geri ödeyeceğim.”
Pay for — Ya Birine belli amaçlar (yeni arabanın parasını ödemek gibi) için para vermek ya
da yaptığın bir şeyden dolayı acı çekmek anlamına gelir.
“He’ll pay for all the problems he caused me by being late today!”
“Geç kalarak bugün başıma açtığı bütün problemlerin bedelini ödeyecek.”
Put
Put out — Bu ifade, bir yangını söndürmek veya yardım isteyerek birini rahatsız etmek,
birine zahmet vermek anlamına gelir. (Birini kızdırma durumunda, kızan kişi belirtilerek
ikiye bölünebilir.) Bu ifade gündelik kullanımda ağır bir argo olduğunu çok daha çirkin ve
kırıcı bir anlama sahip olduğunu unutma!
“Every morning she puts on her dress, lipstick, shoes and hat—in that order.”
“Her sabah elbisesini giyer, rujunu sürer, ayakkabılarını giyer ve şapkasını takar hem de
bu sırayla.”
Take
11/13
Take off — Bu ifade elbiseleri çıkarmak veya bir seyahate çıkmak (yani uçaklar uçuşlarına
başladıklarında take off yaparlar, havalanırlar).
“She was very happy when she finally got home and took off her shoes. They had been
hurting her feet all day!”
“Eve varıp ayakkabılarını çıkardığında çok mutluydu. Bütün gün ayaklarını
ağrıtmışlardı!”
Take out — Çanta veya cep gibi bir şeyden çıkarmak. Bu ifade ayrıca biriyle çıkmak
anlamında da kullanılabilir. (Kişi veya çıkarılan şey tarafından ayrılabilir.) Bu ifade öldürmek
anlamına gelen ortadan kaldırmak olarak da kullanılabilir fakat bu muhtemelen günlük
konuşmada kullanmaya pek ihtiyaç duyacağın cinsten değil!
Turn
“Sally was about to get on the plane, but she turned around when someone called her
name.”
“Sally tam uçağa binmek üzereydi fakat biri adını söylediğinde arkasına döndü.”
Turn up — Kaybolan bir şeyi beklenmedik bir şekilde bulmak, ortaya çıkmak.
“Anything I lose usually turns up under the couch. It’s my cat’s favorite hiding place.”
“Genellikle kaybettiğim bir şey kanepenin altından çıkar. Kedimin favori saklama yeri.”
Warm
Warm up (to) — Özellikle ilk başta sevmediğin birini veya bir şeyi zamanla daha fazla vakit
geçirdikçe sevmeye başlamak.
12/13
“The new puppy was scared of my husband when we first got him, but he warmed up to
him pretty quickly.”
“İlk aldığımızda yeni köpek yavrusu kocamdan korkuyordu fakat onu çok çabuk sevdi.”
Work
“I try to work out every morning, by repeatedly lifting a heavy donut to my mouth.”
“Her sabah ağır bir donutu (kızartılmış tatlı kek) ağzıma tekrar tekrar kaldırarak
egzersiz yapmaya çalışıyorum.”
“Don’t worry, I’m sure we can work something out so that everyone is happy.”
“Endişelenme, herkesin mutlu olacağı bir çözüm bulacağımıza eminim.”
Verdiğimiz phrasal verbs listesinden kaç tanesini daha önceden biliyordun? İngilizce phrasal
verbs her yerde! Kaç tane olduklarından korkma, yalnızca her defasında birkaç tanesi ile
başla ve zamanla adeta bir phrasal verbs uzmanı olduğunu göreceksin.
https://youtu.be/IEuh17Uik7k
Ücretsiz Kaydol!
13/13