Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 80

Suç Sosyolojisi

1. Sosyal Sapma ve Suç


2. Suç ve Suçluluk- Tanım ve İlkeler
3. Suçlu Davranışı- Bireysel, Psikolojik ve Biyolojik
Yaklaşımlar
4. Suç Kuramları Sosyal Yapı Ve Suç
5. Suç Kuramları Sosyal Süreçler, Sosyal Çatışma ve Suç
6. Suçun Mahiyeti ve Suç Türleri
7. Aile İçi Şiddet ve Suç
8. Çocuk Suçluluğu
9. Toplumsal Cinsiyet ve Suç
10. Kent ve Suç
11. Küreselleşme ve Suç
12. Suç Korkusu
13. Siyasal Suçlar, Terörizm ve Organize Suçlar
14. Türkiye’de Suç ve Suçluluk

Erkan TOSUN
erkan_tosun@aof.anadolu.edu.tr
https://bayar.academia.edu/ErkanTosun
Ders Anlatım Videoları için;
You Tube Erkan Tosun
https://www.youtube.com/channel/UC
OwipFSYLzq8bQ7eWhhMV2A/videos
“Suç Sosyolojisi” sosyal yaşamın temel bir sorunu olarak görülen “suç” konusunu incelemeye odaklanır. suç
sosyolojisinin konusu, yalnızca hukuksal olarak yani yasaca belirlenmiş suçlarla sınırlı değildir. Sosyoloji suçu
daha çok toplumsal düzen, sosyal kontrol ve bunları oluşturan toplumsal değerler ve normlar açısından ele
alır. Sosyologların inceleme konusu olan sosyal sapma ile suç, pek çok durumda örtüşse de, aynı şeyler
değildir. Sapma kavramı, bir yasanın çiğnenmesi şeklindeki uyumsuz bir davranışa göndermede bulunan suç
kavramından çok daha geniştir. Yasada belirlenmiş kuralların ihlal edilmesi dışında, örf-âdet, gelenek ve
görenek ile din-ahlak kurallarının ihlal edilmesi de sapma olarak nitelendirilebilir.
TOPLUM VE SOSYAL YAŞAM
İnsan, toplumsal bir varlıktır ve fizyolojik, psikolojik ve sosyolojik ihtiyaçlarını karşılamak için toplumu
oluşturan diğer insanlara muhtaçtır. Toplum, bireyler arası ilişkileri, etkileşimleri, kurumsal yapıları, çeşitli
türden grupları ve bu grupların organizasyonları içeren oldukça geniş bir oluşumdur. Sosyal yaşam ise,
yapılandırılmış sosyal ilişkileri, bu ilişkilerden doğan karmaşık süreçleri ve kurumları içeren toplumsal
alandaki yaşam döngüsüne karşılık gelir. Toplumdaki bireyler, sosyal yaşam içinde nasıl hareket edeceklerini,
hangi kurallara uymaları gerektiğini, nasıl ve ne şekilde davranacaklarını bilirler. Sosyal yaşamın düzenliliği,
toplumun varlığını sürdürmesinin koşulu olarak görülür ve düzen, sosyal yaşamı düzenleyen kurallarla
sağlanır. bireyler sosyalleşme süreciyle toplumun kendilerine sunduğu dini, ahlaki değerleri, örf ve âdetleri,
görgü kurallarını tümüyle hiçe sayarak sosyal yaşamda diğer bireylerin onayladığı bir yaşam sürdüremezler.
Toplum bu durumdaki bireyi bağlayıcı yaptırımlar uygular. Sosyal yaşamın düzenliliği içinde, uyumsuzluk,
gerilim ve çatışmalar her zaman vardır. Hatta sosyal yaşamın etkinliği için belirli düzeyde çatışma olması da
zorunludur. Hiç çatışmanın olmadığı toplum düşünülemeyeceği gibi, çatışma ve uyumsuzluğun olmadığı
alanlarda yenilik ve değişimlerin olması da beklenemez. Sosyal yaşamın düzenliliği içinde çatışma ve …

… anlaşmazlıkların çözümü de yine belli kural, ilke ve kalıplarla sağlanmaktadır. özetle; sosyal yaşamda
bireyler arası ilişkilerin ve etkileşimlerin, dolayısıyla sosyal yaşamın düzenli bir şekilde devam edebilmesi için,
insanların sosyal norm ve kurallara uyması gerekir. İnsanlar biyolojik varlık olarak dünyaya gelirler ama
sadece biyolojik bir varlık olarak yaşamlarını sürdürmezler. Topluma katılan her bireyin aynı zamanda
toplumla bütünleşmesi de gerekir. Bu bütünleşme topluma hazırlanma süreci ile gerçekleşmektedir. Topluma
hazırlanma, ailede başlar, akran grupları, okul ve kitle iletişim araçları gibi unsurlarla etkileşimle devam eder.
Bu süreç sosyalleşme olarak adlandırılmaktadır.
SOSYALLEŞME SÜRECİ
Sosyalleşme, toplumun yeni üyelerinin sosyal düzeni sağlayan sosyal normlar ve değerler konusunda
farkındalık geliştirmelerini sağlayan ve ayrı bir benlik duygusuna erişmelerine yardımcı olan sosyal süreçlerin
toplamıdır. Sosyalleşme, insanın biyolojik bir varlık olmaktan çıkıp toplumla bütünleşmesini ve kişilik
kazanmasını anlatan bir kavramdır. sosyalleşme, bir insan olma sürecidir de denilebilir. İnsan bu süreçte,
içinde yaşadığı toplumun norm ve değerlerini kademeli bir biçimde öğrenerek toplumun kendisinden
beklediği uygun davranış biçimlerini kazanmaktadır. İnsan, sosyalleşme süreciyle birlikte içinde bulunduğu
toplumun bir üyesi hâline gelir. Bu süreçte basitten karmaşığa doğru çeşitli beceriler geliştirir, toplumsal
kuralları öğrenir ve benimser. Farklı toplumsal gruplar içinde yer aldıkça öğrenme süreci genişleyerek
sosyalleşme hız kazanır ve daha karmaşık bir hâl alır. Mikro düzeydeki gruplar, aile ve akran grupları iken orta
düzeydeki grupları, okul ve dinsel yapılanmalar oluşturmaktadır. Makro gruplar ise, medya ve siyasal
sistemler gibi geniş ölçekli toplumsal oluşumlardır. Sosyalleşmeyi ve onu oluşturan süreci anlamanın en
belirgin yolu, sosyalleşme etkenlerini ya da sosyalleşmenin aracılarını incelemekten geçmektedir. Sosyalleşme
sürecini belirleyen bu etkenler, çok çeşitli olsa da, başlıca etkenler olarak aile, okul, akran grubu ve kitle …
… iletişim araçlarını sayabiliriz. Akran grubu, çocuğun kendi yaş gruplarıyla girdiği etkileşimlerin tanımlayıcısı
iken kitle iletişim araçları, bireyin topluma tam olarak uyum sağlaması için rol modeller sunmaktadır. bireyin
ailede ya da okulda kazandığı değer ya da normlar, genelde çalışma yaşamındakilere ya da diğer sosyal
gruplar içindekilere oranla daha baskın gelmektedir. Nesnel olarak sosyalleşme, toplumun kültürünün
bireylere aktarıldığı ve bireylerin, örgütlenmiş sosyal yaşamın kabul edilmiş ve onaylanmış yollarına
uyarlandığı bir süreçtir. Toplum içerisinde yer alan bireylerin birlikte ortak bir yaşam sürdürebilmesi,
toplumun örf ve âdetlerini, geleneklerini, giyinme, yeme içme, uyuma, oynama, eğlenme biçimini
benimsemesine; toplumsal hayatın norm ve ayinlerine uymasına ve toplumsal rollerini yerine getirmesine
bağlıdır.
SOSYAL DÜZEN VE SOSYAL KONTROL
Bir toplumun varlığını idame ettirebilmesi için toplumsal düzeni, yani bireyler veya gruplar arasında gerekli
ilişkileri sağlayabilecek ve koruyabilecek birtakım kurallar oluşturması gerekir. sosyal yaşamda bireylerin
tutum ve davranışlarının bazı kural ve standartlara göre örgütlenmiş olması zorunluluğu vardır. Bauman’ın
ifade ettiği gibi, düzenin kaybolacağı, olayların birbiri ardından akışının bozulacağı, kaosa meydan vereceği
fikri toplumun en büyük korkularından biridir. Sosyal düzen konusunda Emile Durkheim, Talcott Parsons gibi
sosyologlar önemli görüşler ortaya koymuşlardır. Sözgelimi Parsons, çalışmalarında doğrudan ‘sosyal düzen
problemi’ dediği şeye, yani toplumların gerekli uyumu kuşaktan kuşağa nasıl aktaracağına odaklanmıştır.
Sosyalleşme benlik duygumuzun kendi imajımızı ‘iyi bir insan’ olarak şekillendirmemize yardım eden
uyumluluk kurallarıyla bağlantılı olmasını teminat altına alır. Gerçek manada bizler kendi kendimizi
sansürleriz, yani kendi davranışlarımızla ilgili denetleme faaliyetlerinin çoğunu kendimiz yaparız. Sosyal
düzenin devamlılığı ise sosyal kontrol aracılığıyla sağlanır. Sosyal kontrol, bireyler ile grupların davranışlarını …

…düzenleyen toplumsal süreçleri anlatmak için kullanılan bir kavramdır. Tüm toplumlarda davranışları
yönlendiren normlar ve kurallar bulunduğu için (normları olmayan bir toplum tasavvur edilemez), aynı
ölçüde hepsinde bu normlara uymayı sağlayacak ve sapkınlıkla başa çıkacak bazı mekanizmalar işlemektedir.
DEĞERLER VE NORMLAR
Toplumsal değerler, grup ve sosyal çevre ilişkilerinde bireylere nasıl davranmaları gerektiğini gösteren ve
davranışları düzenleyen yol haritalarıdır. “Toplumun ortak duygu, amaç, düşünce ve çıkarlarını yansıtan
genelleştirilmiş ilke ve inançlar” şeklinde tanımlanan değerler, grupların ya da toplumların benimsediği
doğruyu ya da yanlışı belirleyen temel standartlardır. Sosyalleşme süreci boyunca toplumsal değerlerin
aktarıldığı birey, kendini tanımlayış biçiminden, dünyayı algılayış biçimine varıncaya değin sahip olduğu
değerlere yaslanacaktır. Sosyolojik anlamda değer, insanların istenilen hedefler ve sonuçlara dair vardıkları
standart yargılardır. Değerler, kendimizin ve öteki insanların hayatlarına dair varabileceğimiz yargıların genel
ölçütlerini oluşturur. Sosyal yaşamda değerler, toplumun beklentileriyle örtüşen bir biçimde bireylerin tavır
ve hareketleri için yol gösterici işlevini yürütürler. değerler bize, iyi, kötü, güzel, çirkin, ahlaki, gayri ahlaki
veya arzu edilen ve edilemeyen şeyler hakkında ölçütler sunar. Değer sistemi, bir toplumdaki ödül ve cezanın
da temelini oluşturur. Değerleri olmayan bir toplum, en güçlü toplumsal kontrol aracını da yitirmiş demektir.
Değerler, kavramsal olarak bilinir, coşkusal olarak yaşanır, ortaklaşa paylaşılır ve ciddiye alınırlar. Değerler,
davranışlara yol gösteren genel ilkeler iken normlar, belli bir durumda insanların nasıl davranmaları gerektiği
konusunda beklentilerdir. Diğer bir deyişle normlar, kültür tarafından belirlenmiş davranış kuralları olarak
tanımlanabilir. Normlar bireylere grup, organizasyon ya da kurum içinde, rollerinin gereği doğru ve yapılması
gereken davranışları söyler. Sosyolojide norm, kültürel açıdan arzu edilebilir ve uygun olarak değerlendirilen
davranışları akla getiren ortak bir davranış beklentisidir. Norm yaptırım gücüyle birlikte var olabilir. Normu …
… uygulamayı yadsımak; kınanma, antipati toplama, acı çekme, mahkûm olma gibi, üzücü sonuçlara yol açar.
Özetle, sosyal yaşamda her birimizin sosyal kontrole, yani toplumun, kişilerin düşünce ve davranışlarını
düzenleme girişimine tabi olduğumuz söylenebilir. Toplum tüm üyelerini etkiler, onlara sosyal kurallara ve
normlara uymaları konusunda baskı yapar. farklı normlar, ihlali durumunda farklı yaptırımlara yol açmaktadır.
Âdetler, gelenek-görenekler ve töre de, toplumlarca büyük önem atfedilen ve bazı durumlarda hukuk kadar
etkili olabilen toplumsal normlardır. ahlaki değerleri hiçe sayan bir kimse toplumdan ya da gruptan dışlanma
yaptırımına maruz kalır. Günlük hayattaki normların çoğunluğu sıradandır ve önem derecesi düşüktür.
Bununla birlikte bu normların ihlali de “görgüsüzlük” olarak adlandırılır ve yine de az ya da çok bir cezası
vardır.
SOSYAL SAPMA
Sapma, en basit tanımıyla toplum tarafından üzerinde uzlaşı sağlanmış normların ihlal edilmesidir. Bir başka
tanıma göre de toplumsal sapma, çoğunluğun kararlarını etkileyen toplumsal normlara uyumsuzluğu ifade
eder. Kütüphaneden kitap çalma, öğrenci bir akranına saldırma ya da alkollü araç kullanma gibi kuralların
çiğnenmesine dair çeşitli olumsuz olaylarla birlikte, giyim ve yaşam biçimlerinde toplumun genel kabullerinin
dışına çıkma sapma için basit örnekler olarak verilebilir. Sapma davranışı; toplumdaki çoğunluğun garip,
sıkıntı verici, tuhaf, acayip, tiksindirici olarak görebildiği faaliyetlerin genel bir sıralamasına işaret eder.
Normal davranışlar, standartlaşmış, beklenen, kalıplaşmış, geçerli, toplumun onayladığı hareketleri ifade
ederken anormal davranışlar, toplumun onaylamadığı, kişilerin, kültürün denetiminden kaçan davranışlar
olarak tanımlanmaktadır. Toplumda standartlaşmış, toplumun genelinin üzerinde uzlaştığı davranışların dışına
çıkan kişiler sosyal yaşamda anormal ya da sapkın olarak nitelendirilirler. Toplumsal sapma, toplumsal kontrol
ve ona gösterilen tepki ile tanımlanır. Yaşanan küresel kültürel dönüşüm, sapkınlık konusundaki ölçülerimizi ..

…de büyük ölçüde değiştirmektedir. Sosyologlar sapmayı her ne kadar daha çok olumsuz yönleriyle alsalar da
sapmanın olumlu yönlerinden de bahsederler. Sapma bu nedenle iki biçimde ele alınır: Olumlu ve olumsuz
sapma. Olumlu sapma, daha çok, ideal davranış kalıpları yönünde bir sapmadır. Toplumun yücelttiği ideal
normlara daha erdemli davranış formlarına doğru yöneltilen bir uyumdur. Bu kişiler olağanüstüdürler.
Örneğin, azizler, evliyalar, şehitler, kahramanlar gibi. Bazı kişiler toplumun kabul ettiği davranış kalıplarını
aşarlar, bunların üstüne çıkarlar. Olumsuz sapma ise, onaylanmayan, aşağı ve yetersiz davranış kalıpları
yönündeki sapmadır. Bunlar, farklı ve anormal olarak görülürler. Fakat her toplumda çeşitli derecede ve
biçimlerde anormallikler vardır. Aşırı uyumsuzlar, orta düzeyde uyumsuzlar, fiziksel psikolojik moral ya da
kültürel açılardan anormaller gibi. Olumsuz sapma, kendi içinde dört biçime ayrılabilir. Bunlardan ilki, zihinsel
özürlüler ve psikolojik uyumsuzlardır. Ruhsal yetersizlikleri yüzünden toplumun normal davranış kalıplarına
uyarlanamazlar. Zekâ geriliği olanlar, ciddi psikolojik ve nevrotik rahatsızlıkları olanlar bu gruba girerler. Fizik
ya da organik engelliler, akılsal olarak normal olup fiziksel bir özür nedeniyle normal davranışları
başaramayan kişilerdir. Sağır- dilsizler, kötürümler ve kronik hastalar gibi. bağımlı sapkınlar, terk edilmişler,
sürgünler, dilenciler, kimsesiz çocuklardan oluşur. Son grup ise, suçlulardır. Bunların sapmaları, isteyerek bile
bile yapılan sapmalardır. Suçlular kültürün değer ve normlarını kasten bozan uyumsuzlardır. Onun için
toplum, bunlara ceza vererek en ağır yaptırımı uygular.
Sapmanın Sosyal Temelleri
her toplumda o toplumun üyelerinin davranışlarını düzenleyen kurallar ve normlar bulunmaktadır. Bu
kuralları destekleyici yöndeki uzlaşma ne kadar fazla olursa olsun, yine de bazı kişiler bu kuralları ihlal ederler.
Toplumun beklentilerinden ya da toplumun uygun gördüğü şekilden farklı bu davranışlara günümüzde,
sapma ya da sapıcı davranışlar denilmektedir. Normlardan sapmanın gerçek nedenleri genellikle farklıdır ve…
…hoşgörü çerçevesinde açıklanamaz. Bunlardan biri, bireyin herhangi bir nedenle grubunun dışında veya
uzağında kalmasını ifade eden marjinalite olgusu, bir diğeri de norm çatışması içerisinde bulunan bireyin
bunlardan birini uygulamak için diğerine karşı çıkma zorunluluğunda bulunmasıdır. Sapmanın özü konusunda
belli bir görüş birliği bulunmamakla birlikte, sapmayı karakterize etmeye katkıda bulunan ve birbiriyle ilintili
iki özellikten söz edebiliriz. Bu özelliklerden birincisi, sapmayı bir norm ihlali kalıbı olarak görmekte ve daha
sonra, dinsel normların sap-kınlara, hukuksal normların suçlulara, sağlık normlarının hastalığa, kültürel
normların tuhaflığa, vb. yol açması türünden bir normlar yelpazesi saptamaktadır. Normlar çoğunlukla
toplumsal ortamlarda göründüğü için, böyle bir tanım çok geniş kapsamlı olur ve toplumsal yaşamın her
alanını içine alır. İkinci bir özellik ise sapmayı, belli zamanlarda belli davranış kalıplarına yapıştırılmış ve daha
sonra değer kaybetmiş, gözden düşmüş ve genellikle dışlanmış bir etiketle bir damga kurgusu olarak öne
çıkarmaktadır. Bu özellik de çok geniş kapsamlıdır. İnsanlar sırf geğirdikleri ya da çok konuştukları için
arkadaşlarını sapkın ilan edebilecekleri gibi, teröristler de kendi değerlerini paylaşanların gözünde birer
siyasal kahraman konumunda görünebilirler. Sapma çalışmalarına dair sosyolojik çıkarımlar, 19. yüzyılda
sosyolojinin kurucu isimlerinden biri olan Emile Durkheim ile başlamıştır. O, her ne kadar sapmadaki artışın
işlev bozucu olabileceğinin farkına varmış olsa da, sapmayı pek çok bakımdan ‘normal’ bir davranış olarak
kabul ediyordu. Durkheim suç ve sapmayı sosyal gerçeklikler olarak görmüş ve her ikisinin de toplumların
kaçınılmaz ve bazı durumlarda da ‘normal’ nitelikleri olduğunu ileri sürmüştür. Durkheim ayrıca sapmanın iki
önemli işlevi yerine getirdiğini düşünüyordu. Birincisi, sosyal ve kültürel değişimlere neden olarak toplumda
yeni dürtülere ve fikirlere kaynaklık ederek yenilikçi bir güç olabilir. İkincisi, sapma grup dayanışmasını artıran
kolektif bir tepkiyi destekleyerek ‘iyi’ ve ‘kötü’ arasındaki sınırın korunmasını güçlendirir ve sosyal normları
netleştirir. Öte yandan eğer sapkınlık seviyeleri aşırı yüksek olursa, toplumun düzenli işleyişine sekte vurabilir.

Modern çağdaki insanlar, geleneksel toplumdakilerden daha az sınırlanmış durumdadırlar çünkü bireysel
seçenekler için daha fazla yer vardır; bundan dolayı, bazı uyumsuzlukların olması kaçınılmazdır. Sapma
kültürel normlara göre değişir. İnsanlar başkaları öyle nitelendirdiği için sapkın olurlar. Toplumların norm
tespiti ve de kural ihlalini tanımlamaları sosyal iktidarı içinde barındırmaktadır: Karl Marx’a göre yasa, iktidar
sahiplerinin kendi çıkarlarını korumak için kullandıkları bir araçtır.

Sosyal Sapmanın İşlevleri


Sapma, kültürel normları ve değerleri onaylar. Sapmaya yanıt vermek ahlaki sınırları açıklığa kavuşturur
Sapmaya yanıt vermek insanları bir araya getirir. Sapma, toplumsal değişmeyi teşvik eder. Sapkın kişiler,
durağanlığa alternatifler önermek ve değişimi teşvik etmek yoluyla toplumun ahlaki sınırlarını genişletirler.

Sosyal Sapma ve Suç


Sapkınlık kavramı, yalnızca bir yasayı ihlal eden uyumsuz davranışa göndermede bulunan suç kavramından
daha geniştir. Sapma ve suç kavramları birbiriyle yakından ilişkili olsa da, sapma daha genel ve belirsiz bir
kavram olarak suçu da kapsamaktadır. Bu anlamda her suç bir sapma iken her sapma suç olarak nitelenemez.
DEĞERLENDİRME NOTLARI

1. Disiplin, Töre, Hukuk kuraları, Din kuraları; toplumun birliğini ve düzeni sağlayan kurallardandır.
2. Sosyalleşme; topluma uyum sağlama süreci anlamına gelir.
3. Aile, Okul, Akran Grubu, Kitle İletişim Araçları; sosyalleşme sürecinin etkenlerindendir.
4. Sosyal kontrol; bireyler ile grupların davranışlarını düzenleyen toplumsal süreçleri anlatmak için kullanılan
bir kavramdır.
5. Norm; bireylerarası ilişkileri düzenleyen ve kişilerin birbirlerine karşı hak ve görevlerini belirleyen kurallar
anlamındadır.
6. Toplumsal değerler; toplumun ortak duygu, amaç, düşünce ve çıkarlarını yansıtan genelleştirilmiş ilke ve
inançlar şeklinde tanımlanır.
7. Sosyal sapma; çoğunluğun kararlarını etkileyen toplumsal normlara uyumsuzluğu ifade eden bir kavramdır.
8. E. Durkheim; sapma üzerine görüş bildiren ilk sosyologdur.
9. Zihinsel özürlüler ve psikolojik uyumsuzlar, Bağımlı sapkınlar, Fiziki ya da organik engelliler, Suçlular;
olumsuz sapkınlığın biçimlerindendir.
10. Sosyal sapmanın toplum için olumlu işlevleri de vardır. Sapma kültürel normlara göre değişir.İnsanlar
başkaları öyle nitelendirdiği için sapkın olurlar. Sosyal sapmadaki artış, toplumsal düzeni bozar.

Teşekkürler...
Ders Anlatım Videoları için;
You Tube Erkan Tosun
https://www.youtube.com/channel/UC
OwipFSYLzq8bQ7eWhhMV2A/videos
Suç ve sapma arasındaki en temel farklılık; suçun tanımlanmış bir yasa tarafından cezalandırılan bir davranış
olması karşısında sapmanın, bizatihi toplum ve sosyal gruplar tarafından doğru görülmeyen bir davranış
olması noktasındadır. her suç bir sapmadır fakat her sapma bir suç değildir. Suç, sadece yaşadığımız zamana
ait bir oluşum değil; tarihsel süreçte her zaman var olan bir sosyal olgudur. Günümüzde de suç ve suçluluk
önde gelen toplumsal problemlerden birini oluşturmaktadır. Suç sosyolojisi ve suçla ilgili diğer disiplinlerin bir
amacı da, sosyal yaşamda suçu oluşturan koşulları belirleyip suç unsurunu azaltmaya katkı sağlamaktır.
SUÇ: TARİHSEL KÖKENLER
Suç, sosyolojik olarak tanımlandığında toplumun üyesi olan bireyin eyleminin yanlışlığını ifade eder. Suç; en
ilkel toplumdan, en modern topluma her dönemde rastlanan sosyal bir olgudur. Sosyal bir eylem olan suç,
toplumun geçirdiği evrime göre değişmekte ve farklı biçimlerde yorumlanmaktadır. İnsanların içindeki
hırslarla birlikte toplum hâlinde yaşamanın ortaya çıkardığı çeşitli sosyal çelişkiler, uyumsuzluklar bulundukça
suçun var olacağı söylenebilir. Suç bir bakıma, bazı kişilerin davranışları ve tutumları ile bunların içinde
yaşadıkları grupta yerleşmiş davranış örnekleri arasındaki bir çelişki olarak ortaya çıkmaktadır. Suç kavramının
içerdiği anlam ve özellikleri ile buna karşı geliştirilen ceza sistemi, toplumların ve insanlığın geçirdiği sosyal,
iktisadi ve politik dönüşümlere bağlı olarak değişik zamanlarda farklı dönüşümlere sahne olmuştur. hukuk
kurallarının ne zaman ve nasıl oluştukları hususu yeterince açık olmamakla beraber, suça ilişkin hukuksal
oluşumların ilk defa bireylerin bir araya gelerek aile ve toplum kurmalarıyla ortaya çıktığı anlaşılmaktadır.
Suçun tanımlandığı eski çağlara ait ilk yazılı belgelere Mezopotamya ve Anadolu’daki medeniyetlerin
kalıntılarında rastlanmaktadır. Örneğin, Mezopotamya ve Anadolu toplumlarının ortaya koymuş oldukları çivi
yazılı hukuk metinlerinde çeşitli suçların tasavvur edildiği ve bu suçlara verilecek cezaların tespit edildiği bir
ceza hukukunun varlığı tespit edilmektedir. Bilinen ilk adam öldürme suçu Âdem ile Havva’nın ilk çocukları…

…olan Habil’in kardeşi Kabil tarafından öldürülmesi suçudur. Augusto Comte’un toplumların gelişim
aşamalarını betimlemek için geliştirdiği üç aşama yasasını kullanmışlardır. Comte’a göre insanlık tarihi,
teolojik, metafizik ve pozitivist aşama olmak üzere üçe ayrılmaktadır. Teolojik aşamada suç, şeytani bir
davranış olarak açıklanmıştır. Bu düşünce Ortaçağ’da egemen olmuştur. Metafizik aşamada suç, akıl sahibi
olan insanın elde edeceği menfaati ve maruz kalacağı cezayı göz önüne tutarak yaptığı bir seçim olarak ele
alınmıştır. Bu fikir hâlen geçerliliğini sürdürmektedir ve ceza hukukunun temelini oluşturmaktadır. Pozitif
aşamada ise suç, gözlem ve deney yönteminden yararlanarak şartların sonucu doğal bir durum olarak
tanımlanmıştır. Bu yöntem 19. yüzyıldan günümüze kadar geçerliliğini sürdürmektedir. Homojen özelliklere
sahip İlk Çağ toplumlarında suç, tüm kabileye karşı işlenmiş sayılırdı ve birey formu gelişmediği için suçun
cezası tüm kabileye kesilirdi. Suça ve suçluya ilişkin Orta Çağ Avrupası’ndaki açıklamalara baktığımızda suçun
nedeni ve kaynağı olarak doğaüstü güçler; cinler, periler, şeytanlar ve benzeri insanüstü varlıklar,
gösteriliyordu. Suçun nedenleri ve oluşumuna ait ilk açıklamaların doğaüstü güçler perspektifiyle başladığını
görmekteyiz. Bu yaklaşım içerisinde suç bir çeşit günah olarak ele alınmaktaydı. Hatta bu batıl inançlar
neticesinde 15. ve 16. yüzyıllarda Avrupa’da insanların cadı avları sonucunda mahkemelere sürüklendikleri,
yakıldıkları veya türlü işkencelerle öldürüldüğü görülmüştür. Hangi davranışın suç olduğu ve o suça hangi
cezanın verileceğine dair bir kanun veya kurallar bulunmadığı için tam bir düzensizlik hâkimdi. Michel
Foucault’un Hapishanenin Doğuşu adlı önemli çalışmasında bildirdiği üzere, Ortaçağ Avrupası’nda cezalar çok
şiddetli ve acımasızdı. Her türlü acımasızca işkence, kırbaçlama ve gayri insani muamele yaygın olarak
uygulanmaktaydı. Suçlu azap çektirilen, organları parçalanan, yüzüne ve omuzuna simgesel damga basılan,
canlı veya ölü olarak teşhir edilen, seyirlik unsur hâline getirilen bir ceza sistemiyle karşı karşıyaydı. 18.
yüzyılın sonu 19. yüzyılın başında, bazı büyük tartışmalara rağmen, cezayı karanlık bir şenlik hâline getiren…
…uygulama yok olmaya yüz tutmuştur. 18. yüzyılın başlangıcından itibaren suç fikri rasyonelleşmeye başlar ve
suçun zarar veren kişiyle toplum arasındaki ilişkilerde aranması gerektiği fikri ortaya çıkar; bu düşünce kısa bir
süre içinde yaygınlaşır.
SUÇA İLİŞKİN ÇEŞİTLİ TANIMLAR
Suç faaliyeti, doğuştan olan veya sonradan kazanılan özellikleri ile değil; içinde cereyan ettiği sosyal durumla
tanımlanır. suç, tümüyle tanımsal bir faaliyettir. Suç kavramı vardır çünkü bazı faaliyetler bu şekilde
tanımlanmışlardır. Kısaca “suç bilimi” olarak tanımlayabileceğimiz kriminoloji ceza hukukunun temellerini ve
etkilerini açıklar. Kriminoloji, suçluluğun boyutu ve doğasını, nedenlerini, kontrolünü ve önlenmesini bilimsel
olarak araştıran ve birçok bilim alanındaki bulgulardan faydalanan çok disiplinli bir daldır. Kriminoloji suçu,
suçluyu, doğa ve toplumsal çevreyi inceleyerek suçlunun anti sosyal hareketlerinin sebeplerini aramaya ve bu
gibi eylemleri önleyecek tedbirleri tespit etmeye yönelir. Kasıtlı bir hareketin gösterilemeyeceği durumlarda
(sözgelimi, çocuklar veya akıl hastaları söz konusu olduğunda) yapılan fiiller bir suç oluşturmaz ve
cezalandırılmaz. Nezaket, görgü ve terbiye kurallarına, örf ve âdetlere, bir kısım ahlâka aykırı sapıcı eylem ve
davranışlar vardır ki, bunlar teknik-hukuki anlamda suç değildirler. bütün bu tanımlarda temel teşkil eden
husus, fiilin suç olması için kanun koyucu tarafından cezalandırılmış bulunmasıdır. Garofalo doğal suçları
tanımlarken, bunların üstün ırklardaki ölçüler içinde, insanların merhamet, namuskârlık gibi esaslı özgecil
duygularını ihlal eden hareketlerden ibaret olduğunu ileri sürmüştür. Jhering ise suçu, toplum hâlinde
yaşama şartlarına yönelmiş her türlü saldırı şeklinde tanımlamıştır. Konuyu sosyal psikoloji yönünden ele alan
Thomas ve Znaniecky suçu, “kişinin kendisini mensubu saydığı grupta varlığı toplum dayanışması ile çelişki
gösteren fiil” olarak nitelendirmiştir. Sutherland’a göre ise suç, üç unsuru kapsamaktadır: a) Bütün grup veya
grup içinde siyasal bakımdan önemli olan küçük bir alt grup tarafından takdir olunan bir değer b) Toplumun…

…diğer bir parçasını oluşturan küçük grubun, kültürel bakımdan diğer grup ile ihtilâf hâlinde bulunması
dolayısıyla, söz konusu değeri ya hiç takdir etmemesi veya az takdir etmesi ve böylece o değeri tehlikeye
atması c) Değeri takdir etmeyenlere karşı usulünce uygulanan yaptırım yoluna başvurulması. Taft'ın görüşü
de aşağı yukarı aynıdır. Topluma zarar veren hareketler ya örf ve âdetlerce belirlenmiştir yahut grup içinde
egemenliği elinde tutanlar, diğer kişilerin, tavır ve hareketlerini uydurmaları için modelleri, örnekleri ve bu
suretle ahlaki kuralların tümünü belirlerler. Günümüzde sosyal bilimler, suç teşkil eden insan davranışını,
toplumda yürürlükte olan sosyal normlardan sapma ya da sapkın eylem olarak tanımlamaktadırlar. Bir
davranışın suç sayılabilmesi için maddilik, manevilik ve kanunilik unsurlarına sahip olması gerekir. Maddi
unsur; suçun maddi unsurunu hareket oluşturmaktadır. Hareket unsuru bir yapma veya yapmama
davranışıdır. Bir davranışı yapma ya da yapmama suçun maddi unsurunu oluşturabilir. Örneğin bir tren yolu
bekçisinin geçitteki parmaklığı kapatmaması bir kazaya neden olabilir. Böylece bekçinin bir davranışı
yapmaması onu suçlu kılar. Manevi Unsur; bu unsur suçlunun kastı veya kusurudur. Suçlu, kanun tarafından
suç olarak tanımlanmış bir davranışı bilerek ve isteyerek yaparsa bu davranışın kasıtlı olduğunu gösterir.
Kusur ise yapılan davranışın meydana getireceği zararları öngörememe durumudur. Kanunilik Unsuru; Bu
durum “kanunsuz suç ve ceza olmaz” prensibine dayanmaktadır. Herhangi bir suç tanımına girmeyen bir
davranış suç olarak kabul edilemez.
SUÇ SOSYOLOJİSİ
Suç ve suçluluğun önde gelen toplumsal sorunlardan biri olması, onun sosyolojik açıdan incelenmesini
gerektiren önemli bir nedendir. sosyolojinin, önemli bir toplumsal sorun olarak ortaya çıkan suç ve suçluluk
üzerine yoğunluklu olarak odaklanmasının anlaşılır gerekçeleri olduğu bir gerçektir. Suç sosyolojisi, suçu ve
suçluluğu, sosyolojik boyutlarıyla inceleyen bir disiplindir. Suçun bir çeşit sapma davranışı olarak toplumdan..
..topluma değişmesi, aynı toplum içindeki sınıfsal, etnik yapıların suçun oluşumundaki etkileri ve suçun
toplumsal yaşam içinde tanımlanması gibi unsurlar suçun sosyolojik doğasını daha önemli hâle getirmektedir.
Heidensohn’un, hiçbir disiplinin sosyoloji bilimi kadar suç olgusunu başarılı olarak çözümleyemediği iddiası,
günümüzün ünlü sosyologlarından Anthony Giddens’in; toplumsal kurumların analizini gerekli kıldığı
gerekçesiyle suç olgusunu başarılı olarak çözümleyen herhangi bir kuramın, sosyolojik nitelikte olmak
zorunda olduğu yönündeki yaklaşımı bu iddiayı destekleyen görüşlerdir. İçli’nin suçun nedenlerini, doğasını ve
yayılmasını çözümleyen kuramlar içerisinde en kapsamlı ve sistematik bakış açısını sunan teorilerin, sosyolojik
nitelikli teoriler olduğu yönündeki saptaması, suçluluğun sosyoloji disiplini açısından araştırılmasının önemini
belirten türden savlardır. Benzer biçimde Siegel de, suçun insan etkileşimi sonucunda meydana geldiğini
belirterek bu nedenle sosyologların suçu daha iyi açıklayabildiklerini ileri sürmektedir.
SOSYOLOJİK BOYUTLARIYLA SUÇ
Sosyolojik boyutları göz önüne alındığında suçun sadece hukuksal bir tanımını yapmak yeterli olmayabilir.
Nitekim insanın sapıcı eylemlerinin hepsi teknik anlamda suç teşkil etmez. O hâlde önce teknik-hukuki
anlamda suçun mahiyetini anlamamız gerekmektedir. Hukuk kuralları bireylerin doğrudan doğruya dış
ilişkilerini düzenlerler. Bu özelliği ile hukuk kuralları ahlak kurallarından ayrılır. Zira ahlakın prensipleri kişisel
vicdanlardan doğmaktadır, hukukun kuralları ise sosyal zaruretlerin eseridir. Ahlakın yaptırımı, vicdan
dediğimiz içsel yeti olduğu hâlde, hukukun yaptırımı bireye dıştaki toplum tarafından düzenlenen cezalardır.
Hukukun kuralları yazılıdır, ancak ahlak kuralları yazılı değildir. Hukuk teşkilatlıdır, ahlak teşkilatlı değildir.
Hukukun alanı dardır, ahlakın alanı ise geniştir; toplumun bütün bünyesine yaygındır. Aralarında bu ayrılıkların
bulunmasına rağmen, hukuk ile ahlakın ikisi de toplum içinde yaşayan bireylerin hareket ve davranışları ile
ilgilidir. Hukuk âdeta daraltılmış ahlaktır, ahlakın objektif cephesidir. Bir eylemin sapkın davranış olarak kabul..

…edilebilmesi için, onun toplum tarafından suç kabul edilmesi gerekir. • Suç, toplumsal ve evrensel bir
olgudur. • Suç, tarihsel sürecin her döneminde görüldüğü gibi, insan yaşamı sürdüğü sürece de var olacaktır.
• Suç, zaman ve mekân boyutunda biçim değişikliği gösterir. • Hangi davranışların suç olduğuna ilişkin
değerler görecelidir. • Suç, zaman zaman bireyin kişiliğinde somutlaşmasına rağmen sosyal bir olgudur. •
İnsan-doğa ve insan-insan ilişkileri bağlamında ortaya çıkan bir olgudur. • Suç düşünceyle başlasa da eylemle
sonuçlanır. • Toplumun düzenini bozduğundan birden çok kişiyi etkileyen eylemsel bir süreçtir. Sosyolojik
boyutlarıyla baktığımızda sapmanın bir kategorisi olan suç, bir toplumun resmî olarak koyduğu ceza yasasının
ihlalidir. suç, resmî olarak ceza yasasında yer alan ve toplumsal normlar tarafından tanımlanan özel bir sapma
durumunu ifade eder.
Suçun Toplumsal Temelleri
Suçla ilgili çalışmalarda ve suç sosyolojisi içinde geliştirilen teorilerin ortak noktası, suçun toplumsal bir olgu
olduğu, toplumsal yaşam içinde tanımlanıp gerçekleştiğidir. Suç bir sosyal sapma biçimidir ve sosyal düzenin
bozulmasına neden olmaktadır. suçun toplumsal temelleri denilince akla suçun tanımlanmasında ve ortaya
çıkmasında etkili olan yaş, cinsiyet, ekonomik durum, toplumsal ya da sınıfsal konum gibi bazı değişkenler
gelmektedir.
Yaş ve suç; suçla ilgili araştırmalar, suç işleme ya da suça konu olma anlamında özellikle belirli yaş aralıklarının
öne çıktığını göstermektedir. Bu çalışmalardan elde edilen verilere göre örneğin, suç işleyen kişiler, tipik
olarak genellikle işçi sınıfından gelen, yaşı 12 ile 20 arasında değişen, bir sokak çetesinin üyesi olmak gibi
değişik toplum karşıtı davranışlar sergileyen, yetkililerle problemli ve sabıkalı bir geçmişi olan, kentli genç
erkeklerdir.
Cinsiyet ve suç; Kadınına dair toplumsal rol beklentileri, kadını suça yönelimden alıkoymakta, kadınların suç…
…işleme oranlarını düşürmektedir. erkekler kadınlara göre daha çok suç işlemektedirler. kadınların daha az
suç işlemesinin temelinde, kadının toplumsal olarak nasıl algılandığıyla ilişkili, kadına atfedilen iki temel
özellik vardır. Bunlardan birincisi çocuk yetiştirme rolü, ikincisi ise kadının zarafeti ile eşleştirilen cinsel
erdemidir. Kadını suçtan alıkoyan en önemli sorumluluk annelik sorumluluğudur. Erkekle suç arasındaki çizgi
çok inceyken kadınla suç arasındaki çizgi ise çok keskin ve nettir. Suç, kadınlar için çoğunlukla aşağılayıcı ve
lekeleyici olarak algılanmaktadır.
Ekonomi ve suç; Ekonomi, suçun oluşumunu belirleyen en önemli etkenlerden biridir. yüzyıllar boyunca
yaşanan her bir sosyal problem, beraberinde suçu da getirmiştir. Örneğin yaşanan ekonomik kriz
dönemlerinde suç oranları da artış göstermiştir. Artan suç ve şiddet aktivitelerinin ekonomik faaliyetler
üzerindeki olumsuz etkileri yanı sıra insanların güvenliği ve yaşam kalitesini doğrudan azaltıcı etkileri de
mevcuttur. suç ile ekonomik durum ilişkisinin değişik yönlerden ele alınması gerekmektedir; • Toplumsal
ekonomik düzen (ekonomi alt fonksiyonel sistemi) ile suçluluk arasındaki ilişkilerin tespiti, • Kişilerin
ekonomik durumları ile suç arasında doğrudan veya dolaylı olarak bir ilişkinin bulunup bulunmadığının
belirlenmesi, • Ekonomik bunalım dönemlerinde suçluluğun nasıl geliştiği (yani işsizlik, fiyat yükselişleri, kıtlık
gibi ekonomik olaylar ile suç arasındaki ilişkiler), • İnsanları ekonomik faaliyetlere yönelten unsurlar ve
motivasyonlarla, suça yönelten gerçekler arasında bir ilişki bulunup bulunmadığı, • Çocukların çalıştırılmaları,
kadının iş hayatına daha fazla dâhil olması gibi olaylarla suç arasındaki ilişkilerin belirlenmesi, • Ekonomik
şartların, yaşadığımız kültür içindeki yerinin incelenerek suç ile bu yönden olası ilişkisinin belirlenmesi. Suçun
ekonomik teori veya modellerinde de suçluların ekonomideki diğer karar birimleri gibi “akılcı” şekilde
davrandığı kabul edilmektedir. Yani suçlular, bir noktada ekonomik refahlarını maksimum yapmak için
çalışmaktadırlar.

yapılan uygulamalı çalışmalarda suçlu davranışlarının rasyonel tercih teorisine uymadığı; risk ve maliyetleri
önemsemedikleri veya hesaplayamadıkları gözlenmiştir.

Sosyal sınıf ve suç; Toplumsal sınıfı, yönelebildikleri yaşam biçimini güçlü bir biçimde etkileyen genel
ekonomik kaynakları paylaşan büyük çapta insan öbeği olarak tanımlayabiliriz. İş gücü ve mülkiyet, sınıf
ayrımının ana temelleridir. Marxist çatışma kuramları, suç olgusunu, kapitalist sistemin bir ürünü ve sosyal
adaletsizliklere karşı bir tepki olarak görürler. Çatışma kuramcıları ayrıca suçluluğu kapitalizminin bir sonucu
olan tüketme arzusu ve tüketim alanındaki eşitsizlik ile de açıklarlar.

Suçun Toplumsal İşlevleri


Suçun olumlu işlevleri: Suç bir toplumda istenen davranışların sınırlarının belirlenmesine yardımcı olur.
Kuralların ihlal edilmesi, bireylere kuralların gerekliliğini hatırlatır. Suçun olumsuz işlevleri: Norm ve
değerlerin yıpranması, suçluluğun toplumda yaygın olarak görülmesi var olan normların yıpranmasına yol
açar. Bu durum ise beraberinde sosyal çözülmeyi getirebilir.

SUÇ VE SUÇLULUK İLİŞKİSİ


Suçluluk, sözcük anlamıyla kötülük yapmayı, suç işlemiş olmayı ya da belli bir görevi yerine getirmemeyi
anlatan ve bu anlamıyla yasalarla kesin olarak tanımlanmamış bir terimdir. Sosyologlar, “Kimi birey ya da
grupların suça yönelmesi ya da suçun kurbanları hâline gelmesi daha mı olasıdır?” sorusu üzerinden konuyu
açıklamaya çalışmışlardır. Etnik azınlıkların dengesiz bir biçimde kent içi bölgelerde yoğunlaşması, onların
daha yüksek kurban hâline gelme oranlarını açıklayan önemli bir etkendir.
Suçlulukla ilgili çalışmalar, daha çok suç istatistiklerine dayanmaktadır. ülkemizde suç istatistikleri ve buna
bağlı suçluluk tanımlamalarına ilişkin çalışmalar henüz istenilen düzeyde değildir. günümüzde suç ile ilgili
çalışmalar yapan bazı araştırmacılar, suçluluk, endişe, utanç gibi duyguların etkin bir toplumsal kontrol
mekanizması olarak kullanılabileceğini iddia etmektedirler. Nitekim geçmişte de toplulukların daha küçük
ve bağımsız olduğu durumlarda, ayıplama ve utanç duygusu etkin bir sosyal davranış kontrolü aracı olarak
kullanılıyordu.
DEĞERLENDİRME NOTLARI

1. Kriminoloji; “suç bilimi” anlamına gelir.


2. Mezopotamya; suçun tanımlandığı eski çağlara ait ilk yazılı belgelerin bulunduğu medeniyettir.
3. Teolojik aşamada; suç, şeytani bir davranış olarak görülmüştür.
4. Orta Çağ; Avrupa’da cadı avlarının, çeşitli işkencelerin görüldüğü dönemdir.
5. Yasanın ihlali; teknik-hukuki anlamda kesinlikle suçtur.
6. Jhering; suçu, “toplum hâlinde yaşama şartlarına yönelmiş her türlü saldırı” şeklinde tanımlamıştır.
7. Suç sosyolojisi; suçu ve suçluluğu, toplumsal boyutlarıyla inceleyen bir disiplindir.
8. Kanunilik; suçun unsurlarından biridir.
9. Yaş, Cinsiyet, Ekonomi, Kültürel yapı; Suçun sosyolojik temellerinde yer alır.
10. Kadının çocuk yetiştirme rolü, Kadından beklenilen toplumsal roller, Kadınların (baba-eş) erkeklere
bağımlı olması, Kadının daha evcimen ve zayıf olması; Kadınların erkeklere göre daha az suç işlemesinin
nedenleridir. Teşekkürler...
Ders Anlatım Videoları için;
You Tube Erkan Tosun
https://www.youtube.com/channel/UC
OwipFSYLzq8bQ7eWhhMV2A/videos
Suç ve suçun önlenmesi, tarihin her döneminde ve her toplumda önemli bir konu olmuştur. Geleneksel
toplumlarda, daha çok, yazılı olmayan toplumsal kurallar çerçevesinde ele alınan ve cezalandırılmaya çalışılan
suçlu davranışı, toplumsal yapının değiştiği modern çağla birlikte farklı bir bakış açısı ve uygulama alanı
kazanmıştır. Modern dünyada ortaya çıkan sekülerleşme, endüstrileşme, kapitalizm, ulus devlet, kentleşme,
rasyonelleşme, demokratikleşme, bireyselleşme ve bilimsel düşüncenin gelişimi gibi unsurlar diğer bütün
olay ve olgularda olduğu gibi suç konusunda da yeni bir bakış açısını ve yeni yaklaşımları gerekli kılmıştır.
SUÇLU DAVRANIŞI
Sapmanın özel bir şekli olan suç, en genel anlamıyla, toplumdaki yazılı kurallara uymama davranışı olarak
tanımlanır. Suç, kişisel alanı aşıp kamusal alana giren ve yasaklanan kural ya da yasaları çiğneyen, buna bağlı
olarak kamusal bir otorite tarafından müdahale edilerek meşru ceza ve yaptırımların uygulandığı fiillerdir.
Toplumda yazılı olmayan örf, âdet, gelenek, görenek gibi kurallara uymama da bir sapma olarak görülür ve
toplum bu kurallara uymama davranışını ayıplama, kınama, dışlama, damgalama, baskı gibi davranışlarla
cezalandırır. Oysa suç; kanunda açıkça belirtilen, yapılması ve yapılmaması hâlinde cezai bir yaptırımı olan
davranıştır. Sapma, söz konusu olduğunda toplumsal bir bakış açısı; suç, söz konusu olduğunda ise devletin
tanımlaması ve bakış açısı söz konusudur. Platon, suçu ruhun bir hastalığı olarak kabul etmiştir. Arzulamak,
kıskançlık, hiddet gibi ihtiraslarla birlikte zevk aramak ve eğitimsizlik; suçu oluşturan temel faktörlerdir. Tıbbın
kurucusu Hipokrat, beden tipleri ile karakterler arasındaki ilişkilere dikkat çekerek suça ilişkin
değerlendirmeler yapmıştır. Aristo ise ekonomik sıkıntıların, fakirliğin suça neden olduğunu söyleyerek her
suçun mutlaka cezalandırılması gerektiğini belirtmiştir. Suçun ne olduğu ve nasıl tanımlanacağı konusu kadar
bireyleri suça iten sebeplerin ne olduğu konusu da oldukça önemlidir. Bu bağlamda geliştirilen teoriler;
bireysel, biyolojik, psikolojik ve sosyolojik olmak üzere dört ana başlık altında toplanmaktadır.

BİREYSEL TEORİLER
Klasik Ekol
Klasik ekol, Orta Çağ’ın suçluya ilişkin geri kalmış, zalim ve barbar uygulamalarına bir tepki olarak insan ve
insan onurunu ön plana çıkaran bir yaklaşımdır. Klasik ekole göre suç, bireylerin özgür iradeleri ile verdikleri
rasyonel kararların bir sonucudur. Suçu bireylerin bilerek ve isteyerek yaptıkları bir eylem olarak gören klasik
okula göre, bireyler suç işlemeye karar vermeden önce bir kâr-zarar hesabı yaparak suç işlemenin “kârlı” bir
eylem olarak ağır basması durumunda suç işlerler. Klasik ekolün iki önemli temsilcisi olan Cesare Beccaria ve
Jeremy Bentham’a göre, yasalar tarafsız ve yasalar önünde tüm vatandaşlar eşit olmalıdır. Bireyler suç
işlemekte özgürdür. Klasik Okul, Aydınlanma Dönemi ile birlikte ön plana çıkan rasyonel aklın bir ürünü olup
modern dünyanın ceza ve adalet sistemlerinin de temelini oluşturmuştur.
Neo – Klasik Ekol
1970’lere kadar ceza sistemi üzerinde etkisi devam eden klasik ekolün görüşleri, bu tarihten itibaren tekrar
ele alınmaya başlanmıştır. Neo-klasik ekol ise suçun bireysel ve rasyonel bir tercih olduğu savından hareketle
suçtan çok suçun oluşumuna odaklanılması gerektiğini ileri sürmüştür. Suçu ortaya çıkaracak şartlar ortadan
kaldırılırsa suç da ortadan kalkmış olur. Neo-klasik ekol böylelikle klasik okulun aksine suça değil, suçun ortaya
çıkma koşullarına odaklanmıştır. Neo-klasik okulun iki popüler yaklaşımı: Rasyonel Tercih Teorisi ve Rutin
Aktiviteler Teorisidir. Rasyonel Tercih Teorisi, suçluları; düşünen, hesap eden ve rasyonel tercihler yapan
bireyler olarak görmektedir. Rutin Aktiviteler Teorisine göre ise suçun ortaya çıkması için üç unsur gerekliydi:
motive olmuş saldırgan, uygun bir hedef ve hedefi saldırgandan koruyacak koruyucuların eksikliği. Bu üç
unsur aynı zaman ve mekânda kesiştiğinde suç meydana gelmektedir. Neo-klasik okulun temel amacı suçu
önlemektir.
Pozitif Ekol
19.yy’ın ortalarında pozitivist bilim anlayışının ortaya çıkması ve gelişmesi, suça ilişkin yeni bir bakış açısının
ortaya çıkmasına neden olmuştur. Pozitif ekol, klasik ve neo klasik ekolun aksine suçlu davranışının biyolojik,
psikolojik ve sosyal faktörlerin bir sonucu olarak ortaya çıktığını iddia etmektedir. Pozitif ekol, iki temel
bilimsel varsayıma dayanmaktadır: Birincisi sosyal gerçekliğin de tıpkı fiziksel gerçeklik gibi somut-sistematik
gözleme ve deneye dayalı, rasyonel bilgi ile anlaşılabileceğidir. İkinci olarak da fiziksel dünyada olduğu gibi
sosyal dünyada da bir neden – sonuç ilişkisi vardır. Sosyal dünya, doğa bilimlerinin kullandığı yöntemler
kullanılarak incelenebilir. Bu sayede sosyal dünyanın değişmez kural ve kanunlarına ulaşılabilir. Bu dönemde
suç ile ilgili yapılan çalışmalarda pozitivizmin etkisi ile suça değil suçluya odaklanılmıştır. Pozitif ekolün en
önemli temsilcilerinden Cesare Lombroso, Darwin’in fikirlerinden de etkilenerek insanların sürekli bir gelişim
sürecinde olduklarını, suç işleyenlerin de tam olarak evrimselleşemeyen bireyler olduğunu iddia etmiştir.
Pozitif ekolün diğer iki önemli temsilcisi Rafaelle Garofalo ve Enrico Ferri’dir. Her iki bilim adamı da “doğuştan
suçluluğu” kabul etmişlerdir. Ancak Ferri çevresel faktörlerin, Garofalo ise ruhsal bozuklukların da önemli
olduğunu belirterek bu konuda çalışmalar yapmıştır.
Coğrafi Ekol
Coğrafi Ekole göre, coğrafi etmenler suçlu davranış üzerinde etkilidir. Ekolojik okul olarak da adlandırılan
Coğrafi ekole ait ilk bilimsel çalışmalar, Belçikalı bir matematikçi olan Adolphe Quetelet ile Andre – Michel
Guerry’e aittir. Montesquieu, ekvatora yaklaştıkça suçlulukta; kutuplara yaklaştıkça ise alkollü içeceklerin
kullanımında bir artış olduğunu ileri sürmüştür. Quetelet ise kişilere karşı işlenen suçların güneyde ve sıcak
mevsimlerde artış gösterdiğini buna karşılık kuzeyde ve soğuk mevsimlerde mülkiyete karşı islenen suçların
yüksek sayılar gösterdiğini açıklamıştır. Bunu ise kanun şekline dönüştürmüş “Suçluluk Hakkındaki Isı Kanunu”

olarak adlandırmıştır.
BİYOLOJİK TEORİLER
Tarih boyunca fiziksel bozuklukların kötülükle ilişkilendirildiğine dair çeşitli görüşler ortaya çıkmıştır. Fiziksel
olarak kusurlu insanların suçla ilişkilendirilmesi sıkça karşılaşılan bir durumdur. Ancak bunun bilimsel
çalışmaların konusu hâline gelmesi pozitivizm ile beraber olmuştur. Biyolojik teorilere göre suçlu birey,
biyolojik ve genetik bakımdan sahip olduğu kusurlar yüzünden suça daha yatkındır ve suç işlemektedir.
Biyolojik Teoriler; Erken Dönem Yaklaşımları ve Çağdaş Biyolojik Yaklaşımlar olarak iki dönemde ele alınabilir.
Erken Dönem Biyolojik Yaklaşımlar
Biyolojik teorilerin erken dönem yaklaşımları dış görünüşe odaklanmıştır. 1876 yıllarında hapishanelerde
çalışan bir İtalyan doktor Cesare Lombroso; ciddi suçlar, soygun veya hırsızlıkla ilgili suçları işleyenlerin suçlu
doğduklarını, onları suça iten fiziksel problemlere, kalıtım yoluyla sahip olduklarını iddia etmiştir. Ernest
Kretschmer beden yapıları ile davranış arasında bir ilişki olduğunu iddia etmiştir. Kretschmer beden yapılarını
Piknik, Astenik, Atletik ve Displastik olarak 4 tipe ayırmaktadır. Atletik tiplerin cebir ve şiddet suçlarına;
astenik tiplerin ufak hırsızlık ve hilekârlıklara; pikniklerin ise genel olarak hileli suçlara eğilimi olduğunu
belirtmiştir. Displastiklerde vücut diğerlerine benzemez. Kalıtımla ilgili veya sonradan olan bozukluklardan
dolayı anormal bir beden yapısı vardır. Aşırı uzun veya kısa boy, şişmanlık, zayıflık, zekâ gerilikleri, kişilik
sapmaları gibi özellikleri içerir. 20. yy’ın ortalarında ise W. Sheldon tarafından geliştirilen yaklaşım, genel
vücut yapısının suçluluğa delil olabileceği yönündeydi. Sheldon vücut yapılarını; Endomorf, Mezomorf ve
Ektomorf şeklinde üç temel tipe ayırmıştır. Endomorf tipte olanların iç organları gelişmiş olup özellikle karın
bölgeleri geniştir. Beden yuvarlak, kaslar gevşek, saçlar seyrek ve cilt düzgündür. Bunlar uyuşuk, rahatına
düşkün, neşeli, hoşgörülü, alkole düşkün, duygusal tiplerdir. Mezomorf tipte olanların omuzları ve özellikle…
…kasları iyi gelişmiş, dayanıklı, atletik kişilerdir. Canlı, girişken, atılgan, saldırgan, dışa dönük tiplerdir.
Ektomorf tipte olanlar ince, uzun, iyi gelişmemiş kas yapısına sahiptirler. Yavaş, endişeli, içe kapanık,
denetimli, çekingen kişilerdir.
Çağdaş Biyolojik Yaklaşımlar
Çağdaş biyolojik yaklaşımlar, erken döneme ait biyolojik teorilerden, yaklaşım ve metodolojik alanda ortaya
çıkan gelişmelerden dolayı farklılaşmaktadır. Çağdaş biyolojik yaklaşımlar, evrim eksenli anlayışı terk ederek
biyolojik özelliklerin suçlu davranışını belirleyen tek faktör olmadığını, suç işlemeye etki eden faktörlerden
biri olduğu yaklaşımını benimsemiştir. Bu nedenle farklı disiplinlerle iş birliği hâlinde yeni bir yaklaşım ortaya
koymaktadır. Çağdaş biyolojik yaklaşımlar, erken dönem çalışmalarından farklı olarak daha çok genetik ve
kalıtımsal faktörler, beyin fonksiyonu bozuklukları ve biyokimyasal ve hormonsal bozukluklarla suçlu davranışı
arasında bir ilişkinin olup olmadığına yoğunlaşmaktadır. Suç davranışı ile genetik özellikler arasındaki ilişkiyi
ortaya koymak için üç araştırma metodunun kullanıldığı görülmektedir. Bunlar; aile çalışmaları, ikizler
üzerinde yapılan çalışmalar ve evlat edinme araştırmalarıdır. Aynı aileden gelen fertlerin ortak genleri
olacağından hareketle yapılan aile araştırmaları, aynı aileden gelen bireylerin aynı çevresel faktörler, benzer
yeme içme alışkanlıkları gibi ortak başka özelliklere de sahip oldukları için zayıf ve problemli çalışmalar
olmakla eleştirilmişlerdir. İkizler üzerinde yapılan araştırmalarda da tek veya çift yumurta ikizi olmakla
suçluluk arasında istatistiksel olarak belirgin bir fark bulunamamıştır. Evlat edinme çalışmaları da aynı şekilde
genetik faktörlerin suçlu davranışı üzerinde bir etkisi olduğu yönünde bazı bulgular ortaya koysa da, elde
edilen sonuçlar genellenebilir çıkarımlar yapmaya imkân tanımamaktadır.
PSİKOLOJİK TEORİLER
Psikolojik teorilere göre bireyler, kişilik ve zekâ kapasitesi gibi birçok psikolojik özellik açısından farklıdır. Bu…

…farklılıklar, doğrudan ya da dolaylı olarak suça neden olabilir. Psikolojik suç teorilerinin üzerinde uzlaştığı üç
genel varsayım vardır. Birincisi; suça neden olan şey, bireyin içinde meydana gelen çatışmalar ve çalkantılar
olup suçlu davranış bunların dışa yansımasıdır. İkincisi; bu problemler, çocukluk döneminde ortaya çıkar ve
yaş ilerledikçe karakterin bir parçası hâline gelir. Üçüncüsü; problemin kaynağı birey olduğundan suçlu
davranışın önüne geçebilmek için bireye ve bireyin yaşadığı sorunlara yoğunlaşmak gerekir. Psikolojik suç
teorileri genel olarak; psikanalitik –psikodinamik yaklaşım, zekâ ve suç, genel kişilik özellikleri ve suç, ahlaki
gelişim ve suç olmak üzere dört başlık altında toplanırlar.
Psikanalitik –Psikodinamik Yaklaşım
Bu yaklaşımın temelinde S. Freud’un çalışmaları yer almaktadır. Freud’a göre kişiliğin; id, ego ve süperego
olmak üzere üç parçası vardır. İd, zihinsel yanının en ilkel kısmıdır ve insanın bedeni ihtiyaç, istek, cinsellik ve
arzularını temsil eder. Süperego, kişiliğin ahlaki yönüdür; kişiyi toplumsal kurallara uymaya zorlayan yönünü
oluşturur. Ego ise id ve süperegonun isteklerini uzlaştırmaya çalışan yönetici yapıdır. Psikanalitik yaklaşımın
suç konusundaki görüşleri, bilinçaltı ve kişiliğin parçalarını oluşturduğu iddia edilen id, ego ve süperego
kavramlarının ölçülebilmesi ve test edilebilmesinin mümkün olmadığı yönündedir.
Zekâ ve Suç Yaklaşımı
Zekâ ve suç ilişkisini araştıran çalışmalar, genellikle düşük zekâ düzeyine sahip kişilerin içinde bulundukları
durumu analiz edebilecek veya yaptıkları harekelerin ahlakilik ölçüsünü değerlendirecek kapasiteye sahip
olmadıklarını ortaya koymaktadır. Ayrıca düşük zekâ düzeyine sahip kişilerin arzularını ve duygularını kontrol
altına alamamalarından dolayı suç işledikleri de varsayılır.
Genel Kişilik Özellikleri ve Suç Yaklaşımı
Bu yaklaşıma göre insanların suçlu olmasının nedeni, belli kişilik özelliklerine sahip olmalarıdır. Hiperaktivite,
kendini kontrol edememe veya kontrol eksikliği ile düşüncesizce ve ani tepki verme gibi kişilik özelliğine sahip
olanlar suç işlemeye daha yatkın bireylerdir. Örneğin psikopat/sosyopat (antisosyal kişilik bozukluğu)
kimseler, herhangi bir neden ya da amaç olmaksızın ani ve düşüncesiz bir şekilde hareket eden saldırgan
suçlulardır. Negatif duygusallık ise bireyin yaşadığı olaylara ve içinde bulunduğu şartlara ve ortama karşı
kızgınlık öfke ve olumsuz bir bakış açısıyla yaklaşmasıdır.
Ahlaki Gelişim ve Suç Yaklaşımı
Ahlak, bireylerin sosyal olaylar karşısında davranışlarını biçimlendiren iyi-kötü, doğru-yanlış
gibi yargılarıdır. Bu yaklaşıma göre bireylerin davranışlarına yön veren ahlaki yargıların düşük
olması suça neden olmaktadır. Kohlberg’in Ahlaki Gelişim Modeli bu yaklaşıma örnek olarak
verilebilir. Kohlberg’in Ahlaki Gelişim Modelinde belirttiği Gelenek öncesi dönemde davranışta
fiziksel ihtiyaçlar önceliklidir ve kurallara uyup uymama otoriteye ve onun verdiği ödül ve
cezalara bağlıdır. Geleneksel dönemde bireyin çevresinin genişlemesi ile birlikte, bireyde
empati kurma yeteneği gelişmeye başlar. Gelenek sonrası dönem ise bireyin kendine ait,
bağımsız değerler sistemi geliştirdiği dönemdir. Bu dönemde birey otoriteden bağımsız olarak
toplumsal düzeni, yasaları, kanunları artık sorgulayabilmektedir. Toplum, bireylerden ahlaki
yargıları ile davranışlarının uyumlu olmasını bekler. Genel bir eğilim olarak suç işleyen kişilerin
ahlaki bakımdan gelişmemiş olduğu kabul edilir. Yapılan araştırmalar da bu düşünceyi
destekler niteliktedir. Bu araştırmalara göre ahlaki gelişim ile suç işleme arasında bir ilişki
vardır. Ahlaki gelişim ile suç arasındaki ilişkiyi araştıran çalışmaların ortak kanısı, suçluların
ahlaki gelişimlerini tamamlayamadıklarıdır.
DEĞERLENDİRME NOTLARI
1. Klasik Ekol; modern dünyanın ceza ve adalet sistemlerinin temelini oluşturmuştur.
2. C. Lombroso; Suçluların biyolojik olarak benzer özelliklere sahip olduklarını ve bunların da insan evriminin
bir önceki aşamasından kalan özellikler olduğunu savundu.
3. Ernest Kretschmer’ın ileri sürmüş olduğu beden yapıları; Piknik, Astenik, Atletik, Displastik.
4. Psikanalitik yaklaşım; Kişiliğin id, ego ve süperego olmak üzere üç parçası olduğunu ve suçun bu parçalar
arasında var olan uyumsuzluktan kaynaklandığını ileri süren yaklaşımdır.
5. Gelenek öncesi dönem; davranışta fiziksel ihtiyaçların önceli olduğu ve kurallara uyup uymamanın
otoriteye ve onun verdiği ödül ve cezalara bağlı olduğu dönemdir.
6. Pozitif Ekol; Suç ve suçun sebeplerine ilişkin çalışmalarda bilimsel metot ve deneysel araştırmaların temel
olduğu ve suçlu davranışın biyolojik, psikolojik ve sosyal faktörlerin bir sonucu olarak ortaya çıktığını iddia
eden yaklaşımdır.
7. R. Garofalo; pozitif ekolün temsilcilerinden biridir.
8. Biyolojik faktörlerin suçlu davranışını belirleyen tek faktör olmadığı; çağdaş biyolojik yaklaşımları erken
döneme ait biyolojik yaklaşımlardan ayıran özelliklerden biridir.
9. Genel kişilik özellikleri yaklaşımı; Hiperaktivite, kendini kontrol edememe veya kontrol eksikliği ile
düşüncesizce ve ani tepki verme gibi özelliklere sahip olan kişilerin suç işlemeye daha meyilli olduğunu kabul
eden yaklaşımdır.
10. Neo-klasik Ekol; Temel amacı suçu önlemek olan ve bireyi suça iten faktörleri bir kenara bırakıp suçun
işlenmesini zorlaştıracak fiziksel, çevresel faktörlere odaklanan yaklaşımdır.
Teşekkürler...
Ders Anlatım Videoları için;
You Tube Erkan Tosun
https://www.youtube.com/channel/UC
OwipFSYLzq8bQ7eWhhMV2A/videos
Doğası gereği toplu hâlde yaşamak zorunda olduğunu fark eden insanlar, ilk olarak bu zorunluluğun
katlanılabilir, az-çok rızaya dayanan ve kabul edilebilir biçimini belirlemeye yönelmişlerdir. Toplumsal
kuralların ortaya çıkışı, kaynağı, otoritesinin dayanağı, nesiller arası aktarım yöntemi, yaptırım gücü ve
toplumun varlığını sürdürmesine katkısı, aynı zamanda insan ilişkilerinin bir örüntüsü olarak ortaya çıkan
toplumun yapısını da belirlemektedir.
SUÇ KURAMLARI: SOSYAL YAPI VE SUÇ
Yapısalcı yaklaşımı benimseyen sosyologların üzerinde durduğu ana nokta sapma davranışlar üzerindeki
sosyal yapısal faktörlerinin etkisini incelemektir. Sosyal psikologların vurguladığı aile, komşuluk durumları gibi
mikro sosyal değişkenlerden, Robert K. Merton tarafından vurgulanan sosyal sınıf, etnik köken ve politik-
ekonomik sistem gibi makro yapısal değişkenleri ayırt etmek mümkündür. İşlevselcilik’te sistem kavramı
oldukça önemlidir. Sistem, sistemin parçalarının birbiriyle bağımlılık, dayanışma ve karşılıklı uyum içinde
bulundukları veya en azından bu parçaların kendi aralarında birbirlerini sürekli olarak yeniden düzenleme
süreci içinde oldukları düşüncesi üzerine yapılanmıştır. Bir sistemin ve ögelerinin nasıl çalıştığı konusunda bir
dizi sayıltı söz konusudur. • Bir sistemin ögeleri fonksiyonel olarak karşılıklı ilişki içindedir. Bu sayıltının anlamı,
bir ögenin normal işleyişinin diğer ögelerin normal işleyişini gerektirdiğidir. • İşlevselcilere göre bir sistemin
oluşturucuları bu sistemin süregiden işleyişine genellikle olumlu katkılarda bulunurlar. Pek çok kuram bir
sistemin parçası olmalarına rağmen sistemin devamlılığı için olumlu katkıda bulunmayan ögelerin varlığı
üzerinde de durmaktadır. Eğer katkı olumsuz ise diğer bir deyişle sistemi bozuyorsa bu öge "bozuk işlev"
olarak adlandırılır. • Pek çok sistem diğer sistemler üzerinde etkide bulunur. Bunlar aynı zamanda tüm bir
organizmanın alt sistemleri olarak görülebilirler. Örneğin sindirim sistemi, dolaşım sistemini etkiler. Durkheim
için toplumun üyeleri belirli pozitif sonuçlara sahipse işlevseldir. Tersi olumsuz sonuçlu bir görünümdür ve…

…bozuk işlevdir.
SOSYAL YAPI KURAMLARI
Rubington ve Weinberg suç ya da sapmayı objektif bir olgu olarak gören işlevselci yaklaşımı benimseyen
sosyologların üç sayıltıdan hareket ettiklerini belirtirler. Bunlar: • Toplumdaki normlar, değerler ve normal
davranışların tanımları üzerinde geniş bir konsensus vardır. Bu konsensus suçun tanımlanmasını kolaylaştırır.
• Suç veya sapma; kınama, dedikodu veya yasal eylem gibi yaptırımları harekete geçirir. • Suç veya sapmaya
karşı gösterilen tepki, toplumun ortak değer ve normlarını, normal davranış tanımlarını pekiştirir. Sosyal yapı
kuramları; sosyal yapı ve toplum düzeni ile suç olgusu arasındaki ilişki üzerine odaklanır ve suçu toplumsal
yapının bir sonucu olarak görür. Sosyal yapı kuramları içerisinde; işlevselci, gerilim, alt kültür ve sosyal ekoloji
kuramları yer almaktadır.
İşlevselci Kuramlar: Emile Durkheim
İşlevselci kuramlar, "İnsanlar neden suç işler?" sorusuna cevap arar. E. Durkheim başta olmak üzere bu
kuramları öne sürenler, nedenini biyoloji ya da psikolojiden ziyade sosyal yapıda görürler. Durkheim’ın suç ile
ilgili görüşleri üç noktada karşımıza çıkmaktadır. Bunlardan ilki, normal ve patolojinin ayrılmasında, ikincisi
dayanışma tiplerine yol açan cezalandırma çeşitlerinde, üçüncüsü ise sapma olgusu içerisinde yer alan intihar
ile ilgili görüşlerinde. Durkheim’ın sapma ile ilgili görüşlerinden ilki, normal ve patolojinin ayrılmasında
karşımıza çıkmaktadır. Durkheim'a göre tüm sosyal olgular “toplumun uyumuna" katkıda bulunmaya
yönelirler ve sapma davranışlar belirli sınırlar içinde oluştukları takdirde normal toplumsal olgu olarak
görülürler. Durkheim'a göre, eğer her çeşit davranış toplumla genellikle birliktelik gösteriyorsa ve ortaya
çıkma oranı belirli sınırlar içindeyse patolojikten çok normaldir. Sokrates ve liberal düşünürleri örnek olarak
gösteren Durkheim, Sokrates'in cezalandırılmasını, o dönemin ortak bilinç durumuna göre normal kabul eder.
Durkheim sapma ile ilgili görüşlerinden ikincisine, dayanışma tiplerine yol açan cezalandırma çeşitleri
içerisinde değinmektedir. Durkheim'a göre, cezanın fonksiyonu ve anlamı korkutmak ya da caydırmak
değildir. Cezanın fonksiyonu, ortak bilinci doyuma ulaştırmaktır. Durkheim’a göre, iş bölümü açısından iki
genel toplum tipinden söz edilebilir. Birincisi mekanik dayanışmalı, ikincisi ise organik dayanışmalı toplum
tipidir. Durkheim’a göre mekanik dayanışma benzeşmeye dayalı, iş bölümünün oldukça sınırlı olduğu ve daha
çok sanayi öncesi toplumlarda görülmektedir. Organik dayanışmalı toplumlar ise farklılaşmaya dayalı ve iş
bölümünün yoğun olduğu toplumlardır. Durkheim'ın sapma ve sosyal örgütlenmeye ilişkin evrimci bakışı,
basit ve karmaşık toplum tiplerindeki iş bölümü üzerinde odaklaşmıştır. Durkheim iki ayrı hukuk tipi üzerinde
durur. Bunlar basit toplumlarda cezalandırıcı, karmaşık toplumlarda ise geri verdirici hukuktur. Durkheim’ın
sapma ile ilgili görüşlerinden üçüncüsü ise sapma olgusu içerisinde yer alan intihar ile ilgili belirlemelerinde
yer alır. Durkheim, İntihar (1986) adlı çalışmasında “Bir toplumsal olgunun nedeni ancak başka bir toplumsal
olgudur.” diyerek intihara toplumsal olgular düzeyinde bir açıklama getirmiştir. Durkheim’a göre toplumsal
olguların, üç ana karakteristiği vardır. Öncelikle bunlar bireylerin dışındadırlar, bireylerin seçtiği ya da
keşfettiği bir şey değildirler, ikincisi kollektif halkın davranışına uygulanmışlardır, üçüncü olarak zorlayıcıdırlar,
halkı sınırlandırırlar; uyma, olumlu yaptırımlar yani ödül getirir; uymama (sapma), olumsuz yaptırımlar, ceza
getirir. Toplumsal İşbölümü adlı kitabında Durkheim, kuralların yokluğu ya da ayrışması anlamına gelen
anomiden söz eder. Durkheim'a göre toplumsal iş bölümü dayanışma doğurmuyorsa, organlar arasındaki
ilişkiler düzenli değil, demektir. Bu durum ise anomiyi yaratacaktır. Durkheim’ın İntihar adlı eserinde; •
Ekonomik karışıklık ve düzensizlik dönemlerinde, • Yerleşik ve sürekli olarak ticaret ve sanayi dünyasında, •
Evlenme sözleşmesi ile ilgili pozitif hukukun boşanmayı kabul etmesi hâlinde anominin ortaya çıkacağını ifade
eder.

Gerilim Kuramı: Robert K. Merton


Gerilim teorisi, belli temel değerler üzerinde toplumun homojenliğini
kabul ederek nüfusun büyük çoğunluğunun kitle iletişim araçları,
aileler ve okullar ile sosyalleştiğini göz önünde bulundurarak bazı
insanların neden kurallardan saptıklarını açıklamayı amaçlar. Gerilim
teorisyenlerine göre suçun nedeni, toplumun sosyal organizasyonuna
bağlıdır . Bu teorinin en bilinen ismi Merton’dur. Durkheim gibi
Merton’da suç ve sapma davranışları açıklamak üzere, anomi kavramı
üzerinde durmuştur.
Kültürel norm ve amaçlar ile bireyleri bu kültürel norm ve amaçlara uygun ve uyumlu davranışlarda
bulunmaya zorlayan toplumsal yapı arasındaki kopma olarak tanımlamaktadır. Değerler ve normlar, kültürel
yapıyı; insan ilişkileri ise toplumsal yapıyı oluşturmaktadır. Merton'da anomi, çeşitli düzeyde sorunların
göstergesi olduğu hâlde, değişmenin itici gücüdür; bir değişme aracıdır. Toplumsal yapı ile kültürel yapı
arasında ani ve kesin kopmaların yaşanması şiddetli anomi hâlidir. Değişim hızı ve yönü kestirilemez.
Böylelikle mevcut normlar geçerliliğini kaybeder ve bu normların değişmesi sözkonusudur. Merton, sosyal ve
kültürel yapının iki unsurunu vurgulamıştır. Merton, ilk unsuru kültürel amaçlar olarak tanımlamıştır, ikinci
unsur ise bu amaçları takip eden kabul edilebilir araçlar olarak önerilen yöntemlerle ilgilidir. Merton, kültürel
ve toplumsal yapıya göre, beş ayrı davranış türü belirler. Bunlar uyum, yenilik yaratma, şekilcilik, geriye
çekilme ve isyandır. Bu davranışlar, kültürel amaçlarla bu amaçlara varmada izlenebilecek kurumlaşmış yol ve
yöntemler arasındaki uygunluk derecesiyle belirlenir.
Uyum davranışı, toplumda en çok görülen davranış biçimidir. Bu gruba giren birey, hem toplumsal kültürce
sunulan amaçları hem de bu amaçlara ulaşmada kullanabileceği kurumsallaşmış araçları benimser. Yenilik
yaratma davranışında, birey kültürel amaçları benimsemekte fakat kurumsallaşmış araçları reddetmektedir.
Şekilci davranış: Merton'a göre şekilci davranış, kişinin büyük bir maddi başarı içeren kültürel hedefleri terk
etmesidir. Kişiler, kendilerince gerçekleştirilmesi mümkün olmayan amaçlar için mücadele etmekten
vazgeçme eğilimindedirler. Çekilme-kaçış davranışı: Merton'a göre geriye çekilme davranışı, bireyin bir
zamanlar inandığı ve yücelttiği kültürel hedefleri ve bu hedeflere yönelik kurumsallaşmış yolların hepsini terk
etmesi anlamına gelir. Bu davranış tipine serseriler, fahişeler, alkolikler ve uyuşturucu kullananlar girer. İsyan
davranışı: Bu davranış biçiminde bireyler, var olan toplumsal yapıdan tamamen ayrılarak yerine temelden
farklı yeni bir yapı kurmayı amaçlarlar.
Alt Kültür Kuramları: Albert Cohen, Cloward ve Ohlin
Alt kültür kuramları, kültürel sapmayı açıklarken sapkın normlar ve inançların üyelere kazandırılma süreçleri
üzerinde de dururlar. Alt kültür suç kuramları, toplumda belli gruplar veya alt kültürlerin suçu onayladığı veya
en azından suça sebep olan bazı değerlere sahip olduklarını belirtir. Alt-kültür kuramları suçluluğun; gruplar,
çeteler, akranlar ve onları çevreleyen yaşamlardan güçlü bir şekilde etkilendiğini varsaymaktadır. Bireyler,
suçlu alt kültürün oluşmasını sağlayan çetelere katılarak suç alt kültürün değerlerini öğrenir. Ayrıca çetelere
katılımı güdüleyen faktörler değişir. Alt kültüre katılımla öğrenilen olumsuzluklar, negatif formel yaptırımlarla
karşılaşır. Alt kültür mensubu bireylerin orta sınıf statü sisteminin oluşturduğu engellere karşı tepkisi
düşmancadır ve suç çetelerindeki statüleri vurgulamaktadır. Alt kültür kuramları konusunda Albert Cohen'in,
Cloward ve Ohlin'in çalışmaları dikkat çekmektedir. Albert Cohen, alt kültürleri çalışan sınıfın ve orta sınıfın
kültürleri arasındaki çatışmanın bir ürünü olarak görülebileceğini belirtmektedir. Cohen, alt ve orta sınıf…

…kültürü arasındaki çatışmanın bir sonucu olarak suç alt kültürünün ortaya çıktığını belirtmektedir. Alt sınıfa
ait olan çocukların toplumsallaşması, bir üst statü sisteminde başarılı olabilmelerinin önünde engel oluşturur.
Ayırıcı Fırsatlar Kuramı Cloward ve Ohlin tarafından ortaya atılmıştır. Cloward ve Ohlin ise birçok alt sınıfın
başarılı amaçlara ulaşmada zorlanabildiklerini ve suçlu alt kültürlerin başarılı olmak için ilk olarak kanuna
aykırılık sonra da şiddet gibi yasadışı yollara başvurduklarını belirtmişlerdir. Cloward ve Ohlin suçun bireysel
bir çaba olmadığını fakat kolektif uyumun bir parçası olduğunu vurgular. Kriminal alt- kültürü; hırsızlık, şantaj
ve gayri meşru yollardan suç işlemeyi tanımlayan bir kültürel biçimdir ve suç modellerini içermektedir.
Çatışma alt-kültürü, şiddet ile belirlenen çatışma alt-kültürüne gönderme yapar. Şiddete özgü kodların veya
davranış biçimlerinin yaygın olarak varlığını sürdürdüğü bölgelerde ortaya çıkar. Geri çekilmeci alt kültür ise
uyuşturucu kullanma biçiminde ortaya çıkar. Bu alt-kültür bireyin toplumdan kaçışını tanımlar, aynı zamanda
bu kaçış büyük ölçüde uyuşturucuya bağımlı olma ile somutlaşır.
Sosyal Ekoloji Kuramları: Chicago Okulu, Shaw ve McKay
Sosyal ekoloji kuramları, insan ilişkilerini ve suç/sapma davranışlarını, içinde gerçekleştiği coğrafi çevre ile
etkileşim hâlinde ele alan ve inceleyen yaklaşımlardan oluşmaktadır. 1910’ların sonu ve 1920’lerin başında
Chicago’da yapılan çalışmalarla ortaya çıkmıştır. Ekolojik yaklaşım aynı yeri paylaşan insanlar arasında bir
etkileşim ilişkisinin bulunduğunu varsayar. İnsan ekolojisi; bireyler ve gruplar arasındaki karşılıklı ilişkiler ve bu
ilişkilere etki biçimleri ya da belirli mekânsal örüntü ve süreçleri etkilemiş olan karşılıklı ilişkilerle de ilgilidir.
Ekoloji-suç ilişkisinde oldukça sık kullanılan diğer bir kavram da “suçluluk oranı” kavramıdır. Ozankaya bu
kavramı “belli bir toplumda, toplumsal kümede ya da bölgede ceza yasalarına aykırı davranışların oranı”
olarak tanımlamaktadır. Henry Mayhew, 1850’lerde yaptığı çalışmalarda Londra’nın bazı bölgelerinde suçlu
nüfusun aşırı derecede yüksek oranda olduğunu belirlemiştir. Ancak, suç bölgelerinin ilk sistematik …
…araştırması 1921’de Chicago’da Shaw ve
McKay tarafından başlatılmıştır. Shaw ve
McKay, kent yapısını ve gelişimini ekolojik
ilkelere göre açıklayan Burgess’in
Çemberler Teorisi’nden yararlanarak suç
olgusunu incelemişler ve Burgess’in
kuramsal görüşlerini alanda test etmişlerdir.
Burgess, ekolojik süreçler olarak
nitelendirilen kavramlardan yararlanarak
kentlerin gelişimini açıklamak üzere kent
kuramını oluşturmuştur.
I. bölge ağır endüstrinin ve ticaretin yer aldığı iş merkezi durumundadır. Geçiş bölgesi olarak görülen II. bölge,
endüstri ve ticari kullanım tarafından istila edilmiştir. Bu bölgede konaklamanın bozulmasına izin verildiği ve
şehrin en yoksul kesiminin burada yer aldığı görülmektedir. Burgess; geçiş bölgesi olarak tanımladığı bölgeyi
etiketlenmiş bölge olarak tanılamaktadır çünkü bu bölge sürekli şehre göç eden bireylerin ilk olarak akınına
uğradığı bölge özelliğini taşımaktaydı. Shaw ve McKay, Chicago’da çeşitli bölgelerdeki suç oranlarının
haritasını çıkarmak üzere bu yaklaşımı kullanmışlardır. Shaw ve McKay, suçun kentin merkez iş bölgesi
yakınında, slum olarak bilinen geçiş bölgesinde ve sosyal çözülmenin çok miktarda görüldüğü alanlarda
toplandığını ve suç oranlarının nispeten kent merkezinden uzaklaştıkça azaldığını bildirmişlerdir. 1900’lü
yılların başında Chicago Üniversitesi Sosyoloji Bölümü, her konuda -özellikle kavramlaştırma ve sapma
incelemeleri üzerinde söz sahibiydi. Shaw ve McKay’e göre, Chicago’daki topluluk tipleri arasındaki ince…

… farklar, şu genel önermenin kapsamına girer: Suçlu oranının düşük olduğu alanlarda az-çok tek biçimlilik,
tutarlılık, çocuk bakımı, hukuka uygunluk ve ilgili konularla alakalı uylaşımsal değer ve tutumlarda bir
evrensellik söz konusudur. Suçluların oranının düşük olduğu, yüksek ekonomik statülü alanlarda, genelde
uylaşımsal değerlerden dolayı ikamet edenlerin tutumlarında bir benzerlik vardır. Shaw, ayrıca belirli bir
bölgedeki yüksek suçluluk oranına üç faktörün etkide bulunduğunu bildirir. Bunlar; endüstri ve ticaretin
genişlemesi, bazı bölgelerin bozulması ve komşuların varlığıyla sürdürülen sosyal kontrolün ortadan kalkmaya
başlamasıdır. Shaw ve McKay çalışmalarında yüksek suçluluk alanlarının sosyal ve ekonomik özelliklerini
ayrıntılı olarak inceledikten sonra yüksek suçluluk alanlarının en önemli özellikleri olarak aşağıdaki sonuçlara
ulaşmışlardır:
• Fiziksel bozulmanın hâkim olması,
• Yaygın yoksulluk,
• Endüstri ve ticaretle iç içe geçmiş ikametgâh,
• Yabancı doğumlu nüfusun yoğunluğu,
• İkametgâhta yüksek hareketlilik; olabildiğince çabuk, çevrenin dışına hareket eden aileler,
• Geleneksel topluluk yaşamını destekleyen, elverişli çevre organizasyonunu koruyan imkânların yokluğu,
• Yetişkinlerin işlediği suçun yüksek oluşu.
Shaw ve McKay suçluluğun kentlerdeki mekân itibariyle dağılımını tespit ettikten sonra, suçluluğu açıklamada
“sosyal çözülme” kuramını formüle etmişlerdir.
DEĞERLENDİRME NOTLARI

1. Anomi; normsuzluk, düzensizlik anlamına gelir.


2. Durkheim; uç ve sapma konusunu toplumsal iş bölümü açısından ele alır.
3. Sosyal Yapı Kuramları; sosyal yapı ve toplum düzeni ile suç olgusu arasındaki ilişki üzerine odaklanır.
4. Suç olgusunu patolojik olmaktan çok normal bir olgu olarak tanımlayan sosyolog; Durkheim.
5. Merton; Gerilim Kuramı’nın temsilcisidir.
6. İsyan Davranışı; bireylerin var olan toplumsal yapıdan tamamen ayrılarak yerine farklı yeni bir yapı
kurmayı amaçladığı davranış biçimidir.
7. Alt Kültür Kuramları; Toplumdaki belli grupların suçu onayladığını veya en azından suça sebep olan bazı
değerlere sahip olduklarını iddia eden kuramdır.
8. Geri çekilme; Hem kültürel hedeflerin hem de sosyal yapının kurumsallaşmış araçlarının birlikte reddi
olarak değerlendirilen davranış tipidir.
9. Sosyal Ekoloji Kuramları; Suçluluk alanlarının sosyal ve ekonomik özelliklerinin ayrıntılı olarak
incelendiği kuramdır.
10. İntihar adlı eseriyle bilinen sosyolog; Durkheim.

Teşekkürler...
Ders Anlatım Videoları için;
You Tube Erkan Tosun
https://www.youtube.com/channel/UC
OwipFSYLzq8bQ7eWhhMV2A/videos
suç ve suçun sebepleri, farklı disiplinlerin konusu olmuş ve bu disiplinler, suç olgusunu açıklamak için pek çok
teori geliştirmiştir. Bu teoriler, suçu açıklamak için farklı faktörlere vurgu yapmaktadır. Suçu açıklamaya
yönelik olarak geliştirilen sosyolojik teoriler ise suçu açıklarken daha çok sosyal çevrenin birey üzerindeki
etkilerine odaklanırlar.
SOSYAL SÜREÇ TEORİLERİ
Sosyal süreç teorileri, suçluluğu sosyalleşme sürecinde öğrenilmiş bir davranış olarak kabul ederler. Sosyal
süreç teorilerine göre insan potansiyel olarak sapkın ya da günahsız değildir. Her iki eğilimi de barındıran bir
varlıktır. Suçlu ya da suçsuz olması büyük oranda yaşadığı çevrenin bir sonucudur. Sosyal süreç teorilerine
göre insanın suç işlemesine biyolojik ya da psikolojik bozukluklar ya da hastalıklar sebep olmaz. Normal
insanlar da suç işleyebilir. Suç sosyalleşme sürecinde öğrenilir. Suç, bireyin sosyal çevresi ile kurduğu
etkileşimin bir sonucudur. Suç öğrenilen bir davranıştır.
Öğrenme Teorileri
Öğrenme teorilerine göre suç, öğrenilen bir davranıştır. Öğrenme teorileri, suçu bireyin biyolojik ya da
psikolojik kusurlarına bağlayan görüşü reddederek suçun öğrenilen bir davranış olduğunu söyler. Suç, kalıtım
yoluyla geçen biyolojik ya da psikolojik özelliklerden çok, bireyin sosyalleşme sürecinde çevresi ile girdiği
etkileşim sonucu öğrenilir. Gabriel Tarde’ın “taklit kuramı”nda, suçun kaynağına ilişkin sosyolojik bir bakış
açısı getirerek suçun sebeplerinin sosyal faktörlerde gizli olduğunu söylemiş ve suçun taklit yoluyla öğrenilen
bir davranış olduğunu belirtilmiştir.
Ayırıcı Birliktelikler Teorisi
Edwin H. Sutherland’ın Ayırıcı Birliktelikler Teorisi ilk öğrenme teorilerinden biridir. Sudherland’a göre
suçluluk ne kişisel özelliklerden ne de sosyo-ekonomik durumlardan doğar. Suç, öğrenme sürecinin bir…

…sonucudur. Suç, öğrenilen bir davranıştır. Suçluluğu öğrenme, küçük ve yakın gruplarda olur. Sutherland’a
göre suçu öğrenme, bireyin yakın ilişki içinde olduğu kişiler ya da gruplarla etkileşimi sonucudur. Teorinin
temelinde yer alan prensipler şunlardır: • Suç davranışı öğrenilir. • Suç davranışı diğer bireylerle etkileşim
sonucu öğrenilir. • Suç davranışını öğrenme yakın gruplar içinde meydana gelir. • Suça yönelik davranışlar
öğrenilirken suçun basit ya da karmaşık olan teknikleri ve suç işlemeyi haklı çıkaracak gerekçeler de öğrenilir.
• Öğrenme sürecinde davranışı etkileyen dürtü ve güdüler kanuni davranış kalıplarına göre kabul edilebilir ya
da kabul edilemez olarak belli bir yönde öğrenilir. • Kişide kanun ve düzene uymama yönünde biriken
davranış kalıpları, kanuna uyma yönündeki davranış kalıplarından fazla olursa suç işlemeye başlar. • Ayırıcı
birliktelikler; süre, öncelik, yoğunluk ve sıklık açısından çeşitlere ayrılabilir. • Suçlu davranış kalıpları diğer
davranışlarla aynı şekilde öğrenilir. • Suça iten sebepler normal davranış sebepleri ile açıklanamaz. Bu teoriye
göre bireyler, suç işlemeyi tercih eden kişi ve gruplarla ilişkili olduğunda onlar gibi suç işlemeye meyilli hâle
gelir.
Sosyal Öğrenme Teorisi
Sosyal öğrenme teorisi Ronald Akers tarafından geliştirilmiştir. Akers’in teorisi, Sutherland’ın Ayırıcı
Birliktelikler Teorisi’nin devamı ve geliştirilmiş hâlidir. Akers, Ayırıcı Birliktelikler Teorisi’nin prensiplerini kabul
etmiş, onları öğrenme prensipleri ile birleştirerek öğrenme sürecindeki temel mekanizmaların ve prensiplerin
neler olduğunu da ekleyerek teorisini oluşturmuştur. • Ayırıcı Birliktelikler: Akers, Sutherland’ın Ayırıcı
Birliktelikler Teorisi’nin prensiplerini kabul eder. • Tanımlar: Tanımlar kişinin davranışını gerekçelendirmesidir.
Tanımlar genel ve özel olmak üzere ikiye ayrılır. Genel tanımlar dinî, ahlaki ve diğer geleneksel norm ve
değerlerle ilgili tanımlardır. Özel tanımlar ise bireyin herhangi bir davranışa ilişkin kendi değerlendirmeleridir.
• Ayırıcı Pekiştirme: Bir davranışın sonucunda kişinin alacağı ödüller veya cezalar o davranışı ya …
…cesaretlendirir ya da o davranıştan vazgeçirir. • Taklit: Taklit, gözlenen davranışın benzerinin yapılmasıdır.
Ancak taklit her zaman yüz yüze etkileşimle olmaz. Akers’e göre taklit sürecini takiben suçlu ya da sapkın
davranışlar oluşur. Suçlularla arkadaşlık ve bu kişilerin bulunduğu gruba katılma ile oluşan yakın ilişkiler suç
işlemeyi kolay hâle getirebilir.
Damgalama Teorileri
Damgalama kuramı, bireylerinin etiketlenmelerinin onların suç işleme süreçleri üzerinde etkili olduğu
varsayımı üzerine oturmaktadır. Çünkü bu kurama göre, bireylerin sapkın veya suçlu olarak etiketlenmeleri,
onların toplumdan dışlandıkları yönünde bir duyguya kapılmalarına yol açmaktadır. Bu dışlanma duygusu da
onların suçlu gruplarla ilişkiye girmelerinde etkili olmaktadır. Damgalama teorilerine göre suçluyu
etiketlemek, onların toplumdan dışlanmasına neden olur. Damgalama teorisinin temelleri sembolik etkileşim
teorisine dayanır. Sembolik etkileşim teorisine göre insanlar, toplumda ve çevredeki varlıklara ve olaylara özel
bazı anlamlar yükler.
Kötülüğün Dramatize Edilmesi
Etiketleme ve suç ilişkisini ilk ifade eden kişi Frank Tannenbaum olmuştur. “Suç ve Toplum” isimli eserinde suç
ve suçlu davranışı yerine, işledikleri bir suç sonrasında bireylere gösterilen resmî ve sosyal tepkiler üzerinde
durmuştur. suçluların diğer insanlardan belirgin farklarının bulunmadığını, ancak kişinin bütün davranışları
içinde sadece suçlu olanlarının çekilip ayıklanarak halkın dikkatine sunulmasıyla kişiye bakışın değiştiğini
söylemiştir. Bunu “Kötülüğün Dramatize Edilmesi” kavramıyla açıklamıştır.
Birincil ve İkincil Sapma
Edwin Lemert, “Sosyal Patoloji: Sosyapatik Davranış Teorisine Sistematik Bir Yaklaşım” isimli eserinde; suç ve
etiketlenme sürecini birincil ve ikincil sapma kavramları ile açıklar. Birincil sapma kişinin çeşitli nedenlerden…

…dolayı ilk defa suç işlemesini ifade eder. Çoğu zaman durumsal ve geçici bir özellik taşır. Birincil sapmada
kişinin sosyal çevresi ile ilişkisi kötüleşmez. Kişinin sosyal konumu bozulmaz. Çünkü yapılan suç toplumun çok
ciddiye aldığı bir suç değildir. Ancak bu suç sürekli hâle gelir ya da yapılan suç toplumun ciddiye aldığı ve
kolayca affedebileceği mahiyete değilse o zaman ikincil sapma olarak adlandırılır ve suçu işleyen kişiye sert
bir toplumsal tepki oluşur. Bireyin toplumsal konumu olumsuz etkilenir. Birey suçlu ya da sapkın olarak
etiketlenir. Zamanla birey bu etiketi benimser, içselleştirirse suç işlemede ikincil sapma aşamasına geçilir.
Birey de toplumu reddeder ve kendisi gibi suçlu kişi ve gruplarla ilişki kurmaya başlar. Birey, toplumun
kendisine yapıştırdığı etiketi benimser ve ona uygun davranmaya başlar.
Ötekileştirme Teorisi
Becker’e göre suç, toplum tarafından üretilir. ona göre suç bir davranış değil, damgadır. Suçlu da suç damgası
vurulan kişidir. Bu şekilde toplumda bazı gruplar, ötekileştirilmekte; suçlu damgası ile damgalanmaktadır.
Becker’e göre suç etiketlenmiş bir davranıştır.
Kontrol Teorileri
Kontrol teorilerine göre insanların tabiatında suç işleme vardır ve insanlar, kendi imkânları ile baş başa
bırakılırlarsa suç işlerler. İnsanların suç işlemesi gayet doğaldır, sorulması gereken asıl soru neden suç
işlemedikleri ve kanunlara uyduklarıdır. O nedenle insanları suç işlemekten alıkoyan sebepler ortaya
konulmalıdır. Bu teoriye göre bireylerin aile, okul, din ve arkadaş gibi geleneksel kurum veya unsurlara
bağlılık düzeylerinin güçlü olması, suçlulukta engelleyici bir işlevi görmektedir. “sosyalleşme” ve “uyum”,
kontrol kuramının iki önemli kavramını oluşturur.
Sınırlama Teorisi
Walter Reckless’in geliştirmiş olduğu teoridir. Reckless sınırlama teorisi ile birlikte kişinin suç işlemesine…
…neden olan iki temel güç olduğunu ileri sürmüştür. Birincisi, kişiyi suça teşvik eden “çekiciler”; ikincisi; kişiyi
suça iten dış faktörler yani “iticiler”dir. İç sınırlayıcılar kişinin öz-kontrol mekanizmasının bir ürünü olarak
kendisini suç işlemekten uzak tutabilme ve uyum sağlayabilme yeteneğidir. Dış sınırlayıcılar ise kişinin ailesi ve
dostlarından başlayarak kendisini saran ortamın onu suç işlemekten ve hata yapmaktan alıkoyarak bireyin
davranışlarını kabul edilebilir sınırlar içinde tutabilme yeteneğidir.
Sosyal Bağ Teorisi
Kontrol teorilerine göre suç, bir bireyi suça iten uyaranlar ile onu engelleyen toplumsal ya da fiziksel
kontroller arasında bir dengesizliğin sonucu ortaya çıkar. T. Hirschi’ye göre insanların suç işleyip işlememe
kararları, fayda – zarar hesabı sonucu oluşan bencilce bir eylemdir. T. Hirschi’ye göre suç, kişilerin genellikle
kendi kendilerini kontrol düzeylerinin düşüklüğü ev ya da okuldaki toplumsallaşmalarının yetersizliğinden
kaynaklanmaktadır. Suç davranışı önlenmek isteniyorsa bireylerin kontrol altında tutulmaları gerekir. •
İnsanların suç işlemesi beklenen bir durumdur ve normaldir. • Eğer suç meydana geliyorsa bu bireyi
engelleyen kontrol mekanizmalarının kötü işliyor olması, zayıflığı ya da yokluğunun bir sonucudur. • Doğru ve
yanlışların neler olduğuna, uyulması gereken kurallara, normlara, inançlara ve değerlere ilişkin toplumsal bir
uzlaşı ve fikir birliği vardır. Kontrol teorileri suçu önlemede öz-kontrol fikri ile orijinal bir bakış açısı getirmiştir.
ÇATIŞMA TEORİLERİ
Çatışma kuramlarına göre suç, kapitalist sistemin eşitsizliklerine bir tepki olarak ortaya çıkmaktadır. Toplumda
yasaların oluşması ve uygulanmasını ise güçlülerin yasaları kendi ayrıcalıklı konumlarını sürdürmek için
kullandıkları bir araç olarak görmüşlerdir. Suç, toplumun bütün düzeylerinde gerçekleşmektedir. Ancak
toplumsal gruplar arasında eşitsizlikler vardır. Güce sahip olanlar avantajlı gruplardır. Çatışma kuramcılarına
göre sapma ile sosyal eşitsizliği belirleyen şey, ekonomik ilişkilerdir. Kimlerin sapkın olduğuna karar verenler…

…gücü elinde bulunduranlardır. Toplumda var olan değerler, kurallar, yasalar, normlar güçlüler tarafından
oluşturulur. Güçsüz insanlar genel olarak sapkın olma riskiyle yüz yüzedir. Sapma, sosyal eşitsizlikten
kaynaklanır.
George B. Vold’un Grup Çatışması Teorisi
George Vold’a göre toplum sürekli rekabet eden gruplardan oluşur. Güçlü gruplar da yasaları kendi çıkarlarına
göre düzenleme kudretine sahiptir. Vold’a göre suç, sosyal çatışmanın bir ürünü ve sosyal eşitsizliğin bir
yansımasıdır. Toplum çıkar ve amaçları birbiri ile çatışan gruplardan oluşmaktadır.
Austin T. Turk’un Çatışma Teorisi
Austin T. Turk’un 1969 yılında yazdığı “Suçluluk ve Hukuki Düzen” isimli eseri önemlidir. Turk’a göre modern
toplumda yönetenler ile yönetilenler arasında sürekli bir çatışma vardır. Yönetenler kanunları hem yapar hem
de ceza adalet sistemi (polis, savcı ve hâkim) eliyle bu kanunları uygular. Suç, yetkililerin kişiyi
davranışlarından ötürü suçlu olarak tanımlamasıdır.
Marksist Suç Teorisi
Marksist teori, çatışma teorisinden farklı olarak toplumdaki çoklu grup çatışması düşüncesini reddederek
bunun yerine güç-elit modelini kabul eder. Marksist teorisyenlere göre suçu meydana getiren ekonomik
koşullardır. Üretim araçlarına sahip olan sınıf ile sömürülen alt sınıf arasında baskın gelme-direnç gösterme
ekseninde bir çekişme vardır. Suç bunun sonucunda ortaya çıkar. Üretim araçlarına sahip olan sınıf baskın
gelmeye çalışırken sömürülen sınıf buna direnç gösterir. Bu aşamada sömürülen sınıfın eylemleri suç olarak
değerlendirilir.
Richard Quinney’in Çatışma Teorisi
Quinney (1977), “Sınıf, Devlet ve Suç” (Class, State, and Crime) adlı çalışmasında, suç olgusunu sınıf eksenli…
…bir çerçevede ele almıştır. O, üretim ilişkilerinden hareketle birbiriyle ilintili iki suç türünden söz
etmektedir: 1. Kapitalist sınıf ve onların denetleyici birimleri tarafından gerçekleştirilen tahakküme ve
baskıya dayalı suçlar, 2. İşçiler ve sıradan insanlar tarafından işlenen uyum ve karşı koyma suçları. Quinney,
kapitalist üretim sisteminden kaynaklanan suç türlerini şu şekilde belirtmektedir. Polisler tarafından rüşvet
v.b işlenen “kontrol suçları”, Watergate ve CIA suikastları gibi siyasal suçları içeren “hükümet tarafından
işlenen suçlar”, şirket suçları gibi “ekonomik tahakkümden kaynaklanan suçlar” ve temel insan haklarını
reddeden “toplumsal haksızlıklar” olarak kategorileştirilebilen suçlar. Kapitalist sınıfın baskısıyla karşı karşıya
gelen isçi veya ezilen sınıfların itaat etme çerçevesinde işledikleri suçlar da şunlardır: Hırsızlık, gasp ve
uyuşturucu satıcılığı gibi davranışları içeren “yırtıcı suçlar”, isçi ve alt sınıf bireylerine yönelik olarak işlenen
tecavüz, cinayet, yaralama gibi doğrudan bireyi hedef alan “kişisel suçlar”. Son olarak da “karşı koyma
suçları” ise, işçi sınıfı tarafından işyerinde makine kırma, sabotaj yapma gibi işlenen suçlardır. Çatışma
Kuramları, suç olgusunu kapitalist yapı ve sınıf çatışması bağlamında ele almaktadır. Bu nedenle kuram sınırlı
bir açıklama çerçevesine sahiptir.

DEĞERLENDİRME NOTLARI
1. Suç öğrenilir. Suçu öğrenme yakın gruplar içinde olur. Suça iten sebepler, normal davranış sebepleri ile
açıklanamaz. Suçlu davranış kalıpları diğer davranışlarla aynı şekilde öğrenilir; Ayırıcı Birliktelikler Teorisi’nin
prensiplerindendir.
2. Sosyal öğrenme teorisi Ronald Akers tarafından geliştirilmiştir.
3. Suç ve etiketlenme sürecini birincil ve ikincil sapma kavramları ile açıklayan düşünür; Edwin Lemert.
4. Kişinin suç işlemesine neden olan, çekiciler ve iticiler olmak üzere iki temel faktör olduğunu iddia eden
teori; Sınırlama Teorisi.
5. Suç kavramının anlaşılması ve açıklanmasında, toplumun yapısı ve egemen sınıfların gücünü koruması
konuları üzerinde yoğunlaşan teori; Çatışma Teorisi.
6. Grup Çatışması Teorisi; Toplumun sürekli rekabet eden gruplardan oluştuğunu, güçlü grupların da yasaları
kendi çıkarlarına göre düzenleme kudretine sahip olduğunu ve suç eyleminin bu hâkim grupların kontrolüne
yönelik bir meydan okuma olduğunu ifade eden yaklaşımdır.
7. “Suçluluk ve Hukuki Düzen” isimli eser Austin T. Turk'a aittir.
8. Toplumdaki çoklu grup çatışması düşüncesini reddederek bunun yerine güç-elit modelini kabul eden
yaklaşım; Marksist Suç Teorisi.
9. Suçu açıklarken daha çok sosyal çevrenin birey üzerindeki etkilerine odaklanan teoriler; Sosyolojik
Teoriler.
10. İnsanı başıboş bırakıldığı an suç işlemeye hazır gören yaklaşım; Kontrol teorileri.

Teşekkürler...
Ders Anlatım Videoları için;
You Tube Erkan Tosun
https://www.youtube.com/channel/UC
OwipFSYLzq8bQ7eWhhMV2A/videos
suçla ilgili tanımların daha çok teknik-hukuksal anlamdaki tanımlardan oluştuğu söylenebilir. Bunun temel
nedeni, suçun mahiyeti yani niteliği gereği daha çok yasal-hukuksal zeminde tartışılan bir olgu olmasıdır. suç,
yalnızca bir bireyin ya da grubun gerçekleştirdiği yasaya aykırı bir fiil değil; aynı zamanda toplumsal alanda
şekillenmiş nedenlerin bir sonucudur. Dolayısıyla suçun oluşum koşulları, sosyolojik nedenleri göz önüne
alınmadan bunlara ilişkin önlemler geliştirilmeden yalnızca suça karşı ceza uygulayarak yani suçu salt
hukuksal bağlamıyla değerlendirerek toplumsal yaşamda suç probleminin çözümü konusunda belirgin
ilerlemeler sağlanamaz. Suç, insanlık tarihi boyunca her dönemde ve her toplumda var olan ve var olmaya da
devam edecek bir olgudur. Toplumsal yaşam geliştikçe geçmiş dönemlere göre suçun mahiyetiyle birlikte
biçimleri de değişkenlik göstermektedir.
SUÇUN MAHİYETİ VE DÖNÜŞÜMÜ
Suçun belirgin niteliklerinin başında, evrensel ve genel bir olay olması gelmektedir. nerede toplum varsa
orada suç olacaktır. Suçun en temel niteliklerinden biri de durağan değil, dinamik bir olgu oluşudur. geçmişte
suç olarak tanımlanan bir eylem, günümüzde normal ve zorunlu bir davranış olarak tanımlanabilir. Bununla
bağlantılı başka bir nitelik, suçun göreceliliğidir. Suç zamandan zamana değişkenlik gösterebildiği gibi, bazı suç
tanımları toplumdan topluma da farklılaşabilmektedir. Suçu oluşturan fiiller zaman ve ortama göre
değişkenlik göstermektedir. Suçun oluşması için, kanunla tanımlanmış olması, yönetimsel bir düzen veya
yetkili merciler tarafından tespit edilmesi ve müdahale edilip işlem yapılması gerekir. Gizli suçlar, yasada
karşılığı olduğu hâlde mağdurları tarafından çeşitli nedenlerle üstü örtülen, dışarıya yansıtılmayan, aile içi
şiddet, etnik azınlıkları hedef alan saldırılar, ahlâk dışı hareketler ve ırza geçme türünden suçlardır.
Günümüzde geçmişle kıyaslandığında suç oranlarında artış, suç türlerinde ise farklılaşma ve çeşitlenme
görülmektedir. Suç oranlarının artışının nedenlerinin neler olduğu sorusu, cevabı en çok merak edilen…

…sorulardan biridir. suç artışı ve suç türlerindeki değişimleri tetikleyen bazı unsurlar öne çıkmaktadır. Bunlar ;
• Yerleşimsel hareketlik, • Hızlı kentleşme, • Nüfus artışı/nüfus yoğunluğu, • Nüfusun heterojenleşmesi, •
Ekonomik gelişme/sanayileşme, • Gelir eşitsizliği, gelir dağılımı, • Nüfus başına düşen millî hasıla, • Siyasal
gelişme/demokrasi, • Kadının sosyal konumunda meydana gelen değişmeler, • Enformel değerler ve denetim
unsurlarındaki dönüşümler ve • İşsizlik. suç oranlarının artışı ve yeni suç türlerinin ortaya çıkışı konusunda
ileri sürülen yaklaşımları dört başlık altında ele alabiliriz; -modernleşme perspektifi; Modernleşme yaklaşımı,
toplumların geleneksel yaşam biçimlerinden modern yaşam tarzlarına geçiş sürecinde ortaya çıkan hızlı ve
köklü dönüşümlerin, sosyal normların ve sosyal bütünleşme seviyesinin zayıflamasına neden olarak suç
oranlarını artıran koşulları meydana çıkardığını iddia etmektedir. Bir anlamda bu yaklaşıma göre, modernliğe
özgü değer ve normlar geleneksel ve yerleşik olan değerleri zayıflatması neticesinde suç oranları artmaktadır.
-çatışma yaklaşımı veya Marksist teori; Çatışma yaklaşımı da artan suçluluğun sebeplerini, toplumların
gelişme aşamalarının eşit olmayan bir ekonomik bir yapı ortaya çıkardığı tezine dayandırmaktadır. Başka bir
deyişle çatışmacı yaklaşım suç oranlarındaki artmanın nedenlerini, ekonomik eşitsizlik, işsizlik, yoksulluk ve
emeğin sömürülmesi gibi piyasa koşullarının eşit olmayan yapısıyla izah etmektedir. -fırsat ve rutin aktiviteler
yaklaşımı; Bu yaklaşımın kurucuları da günümüzde artan suç oranlarını, gündelik hayatın rutin eylemlerinde
ortaya çıkan değişmelerle ve sahip olunan yeni fırsatlarla bağlantılı olduğunu dile getirmektedirler. -
küreselleşmenin etkisine odaklanan yaklaşım; Bu yaklaşımda küreselleşme olgusunun, suç oranlarının
artışında ve suçun niteliklerinde yarattığı etkiler belirlenmeye çalışılmaktadır.
SUÇ VE SUÇLU SINIFLAMALARI
Suç kişiye veya mala karşı işlenebilir. Bununla birlikte niyet unsuru bağlamında da suçu tasnif etmek
olanaklıdır. Kişilere ya da mallara karşı suçlar açıktan ya da gizlice işlenir. Hile, dolandırıcılık ve sahtekârlık gibi
yöntemlerle oluşan suçlar ise hem kişilere hem de mala karşı olabilir. Suçlar ayrıca niyet unsurunun varlığına
göre kanıtlanabilir olan ve kanıtlanamayan suçlar şeklinde de sınıflanabilir. Kişiye yönelik suçlar aynı zamanda
şiddet suçları olarak tanımlanır. Bu suçlar başkalarına karşı direkt şiddet veya şiddet tehdidi içermektedir. Mal
varlığına yönelik suçlar aynı zamanda mal varlığı suçları olarak adlandırılır. Bu suçlar, başkalarına ait para veya
malların çalınmasını içermektedir. Suçluların tasnifinde kullanılan bazı ölçütler genel olarak şunlardır: • Suça
neden olan etmenlere göre sınıflamalar • Psikolojik ve psikiyatrik sınıflamalar • Klinik ölçütler açısından
yapılan sınıflamalar • Sosyolojik bakımdan yapılan sınıflamalar • Suçluluğun nitelik ve yönüne ilişkin
sınıflamalar • Ceza siyaseti, ıslah ve tedavi bakımından sınıflamalar.
SUÇ TÜRLERİ
Bu tür sınıflandırmalar suçlunun suçu işleme gerekçelerine göre, toplumun suça karşı oluşturduğu tepkinin
niteliğine ve derecesine göre oluşmaktadır. Sosyolojik açıdan suç tiplerini profesyonel suçlar, organize suç,
beyaz yakalı suçlar, şirket suçları ve mağduru belli olmayan suçlar şeklinde tasnif edebiliriz.
Profesyonel Suçlar
Profesyonel suçlular yasal olmayan faaliyetleri bir meslek hâline getirmiş kişilerin işlediği suçlardır.
Profesyonel suçlular, uçak kaçırma, dükkân soyma, hırsızlık ve yankesicilik gibi alanlarda uzmanlaşabilirler.
Organize Suçlar
Organize suç, kaçakçılık, uyuşturucu satışı, kadın ticareti gibi alanlarda faaliyette bulunan değişik örgütler
arasında koordineli bir biçimde grup hâlinde gerçekleştirilen suçlardır. Organize suç illegal suç dünyasına
hâkimdir. Organize suçların en belirleyici özellikleri arasında, şiddet, yolsuzluk, gizlilik, süreklilik ve
değişimlere ayak uydurabilmek sayılabilir. Organize suçlar, kişilerin yoksulluktan kurtulmak arzusunda olanlar
için bir sosyal hareketlilik yolu olarak benimsenebilir. İlk kez 1920'li yıllarda ABD'de kullanılmış olan organize…

…suç terimi, mafya ile eş anlamlı olarak kullanılmaya başlanmıştır. Organize suça ilişkin bir diğer tanım, bir
grup insanın, hiyerarşik bir düzenle örgütlenerek, disiplinli ve süreklilik arz eden bir biçimde kazanç elde
etmek adına kamu düzenini bozan suçları işlemek için oluşturulan örgütlenmeler şeklinde tanımlanmaktadır.
Tanımların ortak vurgusunda, maddi çıkar veya menfaat unsuru, kişi sayısının fazla oluşu ile yasa dışı sürecin
işlemesi dikkat çeker. organize suçlar; maddi çıkar veya menfaat ekseninde bir araya gelen insanların yasa dışı
yollarla faaliyette bulunmak suretiyle oluşturdukları örgütlü yapılar olarak tanımlanabilir. organize suç
örgütleri hakkında; Avrupa Organize Suçlulukla Mücadele Çalışma Grubunun 28-31 Mart 1996 tarihinde
Almanya’nın Leipzig şehrinde yapmış olduğu toplantıda bu suçun oluşabilmesi için aşağıda yer alan yedi
unsurun bulunmasını gerektiği belirtilmiştir. Bunlar: • Haksız kazanç temin etmek üzere bir araya gelmiş ve
aralarında iş bölümü ilişkisi bulunan hiyerarşik bir yapının, • Suç ile elde edilen bir kazancın, • Suç işleme
konusunda bir sürekliliğin, • Mevcut organize yapı içerisinde uygulanan bir yaptırım sisteminin olması; •
Şiddet, tehdit gibi yöntemlerin kullanılması, • Kamuya ve özel sektöre nüfuz edilmesi, • Elde edilen kara
paranın aklanması, şeklinde belirtilmektedir. Organize suç, geleneksel olarak farklı ülkelerde kültürel
bakımdan özgül biçimlerde gelişmiş ise de kapsam bakımından giderek ulus aşırı nitelik kazanmıştır.
Beyaz Yakalı Suçları
Beyaz yakalı suçları tanımlaması ilk kez, Edwin Sutherland tarafından kullanılmıştır ve toplumun daha varsıl
kesimlerindekiler tarafından işlenen suçlara vurgu yapmaktadır. Beyaz yakalı suçları, mesleği boyunca yüksek
bir sosyal statüye sahip ve toplumda itibarlı olan bireyler tarafından islenen suçlardır. Sutherland’in beyaz
yakalı suçlu tanımlaması dört temel kriterden oluşur; • Bir suç, • Saygınlık sahibi bir kimse tarafından
işlenmiştir, • Bu suçu işleyen kimse yüksek bir sosyal statü sahibidir, • Suç, bir mesleğin icrası süresince
gerçekleşmiştir. Beyaz yakalı suçlar, şiddet içermez ve polislerin silahlı müdahalesini gerektirmez. Beyaz yakalı
suçlular, kendilerini ve başkalarını zenginleştirmek için daha çok güçlü pozisyonlarını kullanırlar. sosyologlar,
“süit suçları” deyimini kullanırlar. En yaygın beyaz yakalı suçlar; banka dolandırıcılığı, iş yeri sahtekârlığı,
rüşvet ve anti-tröst ihlalidir. Beyaz yakalı suçları, gizlilik ve aldanma suçlarıdır. Suç filine ait deliller, çoğunlukla
ortadan kaldırılır, gerçekler saptırılır, yeni gerekçeler oluşturulur ve mağdurlar üzerine de psikolojik baskılar
yerleştirilerek soruşturmadan vazgeçilmesinin koşulları oluşturulmaya çalışılır. Beyaz yaka suçları, her zaman
güncelleştirmelerden haberdar olarak ve kendini koruma yöntemlerini uygulamak suretiyle engellenebilir.
Beyaz yakalı suçlarının ekonomik maliyeti oldukça yüksektir.
Şirket Suçları
Kriminologlar, büyük şirketlerin dâhil olduğu türden suçları tanımlamak adına şirket suçları kavramını
kullanmışlardır. Çalışmalar, büyük şirketlerle ilişkili olan ve suçun unsurlarını oluşturan altı tür ihlalden
bahsetmektedirler. Bunlar: yönetim (kayıtlarda sahtekârlık ya da kurallara uymama), çevre (kirlilik yaratma,
izinlerin ihlali), mali (vergi kaçırma, yasa dışı ödemeler), iş gücü (çalışma koşulları, işe alma uygulamaları),
imalat (ürün güvenliği, etiketleme) ve adil olmayan ticaret uygulamaları (haksız rekabet, yanıltıcı reklam vb).
Şirket suçları, şirketlerin örneğin yasal düzenlemelere uymayarak doğaya verdikleri zararlar nedeniyle
gerçekleşmektedir. Şirket suçlarının etkileri, toplumda çoğunlukla alt sınıftan ya da dezavantajlı kesimler
tarafından hissedilir.
Nefret Suçları
Belirli ve ortak karakteristik özellikleri bulunan birey ve gruplara veya onların mülklerine yönelik ön yargılarla
işlenmiş suçlara nefret suçu denir. Nefret suçları dünya çapında başta etnik, ulusal ve dini kimlik, cinsiyet,
cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği temelli olmak üzere; sağlık durumu, zihinsel ya da fiziksel engellilik,
toplumsal statü, siyasi veya felsefi görüş, eğitim durumu gibi özelliklere yönelik olarak da işlenmektedir.

Bir nefret suçu, ırksal ya da diğer ön yargıların yönlendirdiği, kişiye ya da kişinin malına yönelik suç eylemidir.
Bir nefret suçu bazılarının ırkına, dinine, atalarına, cinsel tercihine veya fiziksel özrüne yönelik gösterilen
düşmanlık olabilir. burada asıl olan hedefteki mağdur değil, onun üyesi olduğu ve belirli ortak karakteristikleri
paylaştığı gruptur. saldırgan belli bir kişiye karşı belirli bir nefret veya ön yargı sahibi değilse bile, o kişiyi
tanımlayan özelliklere ve kişinin aidiyetlerine ilişkin tanımladığı nefretle yola çıkmış olabilir.
Mağduru (Kurbanı) Belli Olmayan Suçlar
Mağduru ya da kurbanı belirsiz suçlar, gözle görünür kurbanı olmayan yasa ihlalleridir. Bu suçlar aynı zamanda
yasa dışı yollardan uyuşturucu kullanımı, fahişelik ve kumar gibi şikâyet içermeyen suçlardır. Örneğin, genç
insanların madde alışkanlıkları yüzünden hırsızlık yapması durumunda, söz konusu suçun tam anlamıyla
kurbanı olmadığından söz edilemez.
KÜRESEL RİSK TOPLUMU VE YENİ SUÇLAR
Küreselleşme, basit olarak günümüz dünyasında toplumların, ülkelerin aralarındaki etkileşim ve iletişimlerin
genişlemesi, dünyanın teknolojik imkânlarının gelişmesiyle küresel bir köy hâline gelmesi şeklinde
açıklanmaktadır. Uydu ve bilişim teknolojilerindeki gelişmelerle birlikte ulaşım ve iletişim olanakları artmış,
dünyanın bir ucundaki bir insan ile diğer ucundaki insan kolaylıkla etkileşime girebilir hâle gelmiştir.
küreselleşme kültürden, ekonomiye, siyasal tanımlardan suç tanımlarına varıncaya değin birçok konuda
değişimler yaratmıştır. Küresel dünyada yeni suçlar, yeni suç tanımları ortaya çıkmıştır. Ulrich Beck’in
tanımladığı risk toplumu kavramı ise küreselleşmiş nitelik taşıyan, politik, ekonomik, kültürel ve çevresel
olabilen risklerle örülü bir dünyayı betimlemektedir. Beck’e göre, modern toplumda insanlar tarafından imal
edilmiş riskler, sistematik bir biçimde ve sıklıkla tersinemez zararlara neden olurlar.
Risk toplumu tanımlamasında öne çıkan değişimlerin suç oranlarındaki artışı ve
çeşitlenmeyi tetiklediği söylenebilir. küresel risk toplumunda suçlar artış
göstermiş, aynı zamanda yeni suç türleri de gündeme girmiştir. Bunlardan en
belirgin olanları “bilişim suçları” diye tabir edilen suçlardır. Bilişim suçlarıyla
bağlantılı olarak gelişen “siber terörizm” de yine çağımızı tehdit eden önemli
suçlardandır.

DEĞERLENDİRME NOTLARI

1. Suç; Görecelidir. Genel bir olaydır. Dinamiktir. Sosyal bir olgudur.


2. Organize suç, Nefret suçu, Beyaz yakalı suçları, Bilişim suçu; suç türlerindendir.
3. Şiddet, Gasp, Cinayet, Tecavüz; kişiye yönelik suçlardandır.
4. Görecelilik; Suçu oluşturan fiillerin zaman ve ortama göre değişkenlik göstermesi,
5. Suçun suç olarak ortaya çıkması için; Yasa tarafından tanımlanmasına, Yetkili mercilerce fark edilmesine,
Müdahale edilmesine, İşlem yapılmasına gerek vardır.
6. Hızlı kentleşme, İşsizlik, Nüfusun heterojenleşmesi, Nüfus yoğunluğu; suç artışını ve suç türlerindeki
değişimleri tetikleyen unsurlardandır.
7. Modernleşme perspektifi, Çatışma teorisi, Fırsat ve rutin aktiviteler yaklaşımı, Küreselleşmenin etkisine
odaklanan görüş; suç oranlarının artışı ve yeni suç türlerinin ortaya çıkışı konusunda ileri sürülen
yaklaşımlardandır.
8. Organize suç; Kaçakçılık, uyuşturucu satışı, kadın ticareti gibi alanlarda faaliyette bulunan koordineli bir
biçimde grup hâlinde gerçekleştirilen suçlardır.
9. Beyaz yakalı suçu; mesleği süresince yüksek bir sosyal konuma sahip ve itibarlı bir durumda olan kişiler
tarafından islenen suçlardandır.
10. Profesyonel suç; ırksal ya da diğer ön yargıların yönlendirdiği, kişiye ya da kişinin malına yönelik
suçlardandır.
Teşekkürler...
Ders Anlatım Videoları için;
You Tube Erkan Tosun
https://www.youtube.com/channel/UC
OwipFSYLzq8bQ7eWhhMV2A/videos
Modernleşmenin, kentleşmenin, teknolojik ve bilimsel ilerlemenin yanı sıra demokrasi ve insan hakları
alanındaki büyük ilerlemelerin sağlandığı günümüzde bile hâlâ yerel, bölgesel ve küresel içerikli çatışma ve
savaşlar; kadın ve çocuğa yönelik şiddet; çocuk, kadın ve yaşlılara ait ihmal ve istismarlar sürmektedir.
İstenmeyen, mağduru sürekli artarak bireysel ve toplumsal yaşamın devamını tehlikeye sokan bu şiddet
dizilerinden görülme sıklığına bağlı olarak en dikkat çekeni aile içi şiddettir. Aile içerisinde daha çok kadına ve
çocuğa yönelik şiddet uygulanmakta ve mağdurun yaşantısı bundan olumsuz etkilenmektedir.
ŞİDDET VE TÜRLERİ
Farklı sebeplerle değişen zaman ve mekânlarda şiddet türlerine maruz kalan insanoğlu, sürekli ondan
yakınmasına rağmen, onun uygulayıcısı ve üreticisi olmaktadır. Etimolojik açıdan, şiddet kavramının dilimize
Arapça’dan geçtiği bilinmektedir. Kamûs-ı Türkî’ye bakıldığında, şiddet; sertlik, sert ve katı davranış, kaba
kuvvet kullanma olarak geçmektedir. “Şedid” ise, sert, katı ve şiddetli anlamına gelmektedir. “Şeddat” da
sertlik ve kızgınlığı ile tanınan eski Yemen hükümdarının adıdır. Bir Türkçe sözlükte ise karşıt tutumda, görüşte
olanlara kaba kuvvet kullanma, sert davranma ve sertlik olarak tanımlanmaktadır. şiddet, hukuka rağmen güç
ve zor kullanılmak anlamını ifade etmektedir. Bu açıdan şiddet, kurallara karşı gelen insana özgü bir
davranıştır. Şiddete başvuran kişide, toplumsal normlara ve hukuk kurallarına karşı bir saldırı niyeti
bulunmaktadır. Şiddet ile fiziki ve sosyal çevre arasında bir ilişki bulunmaktadır. İçinde yaşanılan çevrenin
değişmesi ve bozulması, kültürün yozlaşmasına ve yıpranmasına yol açmaktadır. Kültürün bozulması, insanın
ruh ve beden yapısında bozulmalar ve değişmeler ortaya çıkarmaktadır. İnsanın iç âleminde meydana gelen
bir tahribat, onun yaşantısına olumsuzluk ve iyi geliştirilemeyen ilişkiler şeklinde yansımaktadır. Historie de la
violence başlıklı çalışmasında Fransız araştırmacı Jean Claude Chesnais uluslararası polis örgütü İnterpol’ün
sınıflamasını esas alarak şiddeti “özel” ve “kolektif” olmak üzere iki başlık altında toplar. Özel şiddet cürümsel

olan ve olmayan olarak ikiye ayrılır: a) Cürümsel Şiddet: • Ölümle Sonuçlanan Şiddet: Cinayetler, suikastlar,
zehirlemeler (ebevyn ya da çocuk öldürmeler vb.), idamlar, • Bedensel Şiddet: Bilerek darbe ve yaralamalar,
• Cinsel Şiddet: Irza geçmeler, zorla cinsel birleşmeye zorlamalardır. b) Cürümsel Olmayan Şiddet: Özel
şiddetin bir türü olan cürümsel olmayan şiddet de kendi içinde türlere sahiptir. Bunlar; • İntihar ve intihara
teşebbüs • Kazalar (trafik kazaları dâhil). J. Claude Chesnais, özel şiddet yanında ikinci tür olan kolektif şiddet
üzerinde durur ve ona göre bu şiddet türünün üç birimi vardır. Birincisi vatandaşların iktidara karşı olan
şiddetidir. Bunlar; terör, grev ve ihtilaller. İkincisi, iktidarın vatandaşlara karşı gerçekleştirdiği şiddettir. Devlet
terörü ve endüstriyel şiddet bunlardan bazılarıdır. Üçüncüsü veya sonuncusu ise şiddetin en sık ve yaygın
görüleni olan savaşlardır. Chesnais’in ayrıntılı bir biçimde verdiği şiddet türleri, fiziksel olan ve olmayan bir
sınıflamaya da tabi olmaktadır. Bedende gözle görülebilir şekildeki yaralama, dayak atma ve ölüme yol açacak
darp etmeler fiziksel şiddete; hakaret, küfür, ötekileştirme, görmezden gelme veya iş hayatında en çok
karşılaşılan mobbing ise fiziksel olmayan şiddet türüne girmektedir. Fiziksel olmayan şiddet insanı ruhsal ve
psikolojik açıdan etkileyen çok derin zararlı sonuçlar doğuran şiddet türüdür. Bu sınıflamaların dışında ve en
çok kabul gören şiddet sınıflamasında şiddet; fiziksel, psikolojik, ekonomik ve cinsel olmak üzere dört başlık
altında değerlendirilir. • Fiziksel Şiddet: Bedene yönelik her türlü saldırı, fiziksel şiddettir. Tokat, tekme ve
yumruk atmak, sarsmak, hırpalamak, boğaz sıkmak, bağlamak, saç çekmek, herhangi bir cisim atmak, kesici
ve delici aletler ya da ateşli silahlarla yaralamak, işkence yapmak, sağlıksız koşullarda yaşamaya zorlamak,
sağlık hizmetlerinden yararlanmayı engellemek ve öldürmek gibi eylemler fiziksel şiddet tanımına dâhildir. •
Psikolojik Şiddet: Kişinin bedeninden çok ruh sağlığını hedef alan şiddet türü psikolojik şiddet başlığı altında
değerlendirilir. Genellikle bir defaya mahsus eylemlerden çok, sürekliliği olan eylemler psikolojik şiddet olarak
tanımlanır. Sürekli olarak bağırmak, korkutmak, küfür veya hakaret etmek, aileyle, arkadaşlarla, komşularla
görüştürmemek, giyim tarzıyla ilgili baskı yapmak, eve hapsetmek, çocuklardan uzaklaştırmak, kıskançlık
bahanesiyle sürekli kontrol altında tutmak, başkalarıyla kıyaslamak, sevdiği eşya ve hayvanlara zarar vermek,
tehdit etmek, şantaj yapmak, aynı şekilde düşünmeye zorlamak gibi eylemlerle karşı karşıyaysanız psikolojik
şiddet görüyorsunuz demektir. • Ekonomik Şiddet: Ekonomik kaynakların ve paranın düzenli bir şekilde kadın
üzerinde bir yaptırım, tehdit ve kontrol aracı olarak kullanılmasıdır. Koşullar elverdiği hâlde evin masraflarını
karşılamamak, para vermemek, kısıtlı para vermek, ailenin gelir ve giderleri konusunda bilgi vermemek, aileyi
ilgilendiren maddi konularda fikir almadan tek başına karar vermek, kişinin mallarına ve gelirine el koymak,
çalışmasına engel olmak, istemediği işte zorla çalıştırmak gibi davranışlar ekonomik şiddettir. • Cinsel Şiddet:
Kadını rıza göstermediği herhangi bir cinsel davranışa zorlamak cinsel şiddettir. Cinsel şiddet, cinselliğin bir
tehdit, sindirme ve kontrol etme aracı olarak kullanılmasını da içerir.
AİLE İÇİ ŞİDDET
Şiddet olgusunun en sık ve yaygın görülen türü hiç kuşkusuz aile içi şiddettir. Geçmişten günümüze hemen
her dönem, toplum ve kültürde uygulanış biçimi ve sonucu değişen aile içi şiddet olgusuna rastlanmaktadır.
Aile üyelerinden birinin; duygusal, sözel, fiziksel ve cinsel olarak zorlanmasıyla ortaya çıkan ve kişide acı,
ıstırap ve utanç duygusu yaratan aile içi şiddet; ailenin yapı ve işleyişini temelden sarsmaktadır. Her yaş,
eğitim, sınıf ve ekonomik seviyedeki toplum üyesinin yaşadığı bir sosyal problem olan aile içi şiddet, uygulan
kişinin günlük yaşantısı yanında onu izleyen dönemindeki yaşantısında da psikolojik açıdan derin tahribatlar
yaratmaktadır. Aile içinde eşinden; anne babalarından fiziksel ve psikolojik şiddet gören kişinin yaşantısını
olumsuz etkilemektedir.
Kadın ve Çocuğa Yönelik Şiddet
Kadına yönelik şiddet; kültürel, coğrafi, dinî, toplumsal ve ekonomik sınırları aşan bir küresel bir sorun…

…niteliğindedir. İnsan hakları açısından, toplumsal cinsiyet temelinde bir insan hakkı ve özgürlük ihlali olan
kadına yönelik şiddet, kadınların toplumsal ve ekonomik yaşamda yerlerini alıp kendini ifade etme
olanağından yoksun bırakılmalarından, engellenmişliklerine bağlı olarak siyasette arzu edildiği kadarıyla sesini
duyuramamalarına; fiziksel ve ruhsal travmalar yaşamalarına, hatta bunların sonucunda sakat kalma ve
yaşamlarını yitirmelerine kadar uzanan bir durumu ifade etmektedir. Ev içi şiddet veya kadına yönelik şiddet,
şiddet literatüründe en büyük yeri kaplamaktadır. Çünkü şiddetin en farklı ve geniş şekli, evde ve kadına karşı
olmaktadır.
Aile İçi Şiddetin Sosyal ve Kültürel Dayanakları
Şiddet, her toplumun kendine özgü bir metotla biçimlendirdiği kurallarla [8] bir kültürel ortamlar dizisi
üzerinde ve çok çeşitli sosyal durumlar içinde incelendiği takdirde en iyi şekilde anlaşılmaktadır [4]. Zira
şiddet olarak değerlendirilen eylemin, toplumdan topluma, kültürden kültüre, hatta insandan insana faklı
anlamları olabilmektedir. Çoğu zaman şiddet, hem içgüdüsel faktörlerin hem de içinde yaşanılan çevre
faktörünün etkisiyle oluşan bir davranış olarak kabul edilmektedir. Winnigott’a göre, şiddet eğilimli bir kişide
onu şiddetin eğilimli davranışa yönelten etkenler, yetersiz kalan anne baba çocuk ilişkisi ve ailede hâkim olan
şiddet olmaktadır. İşsizlik ve yoksulluk, şiddetin oluşmasına etki eden ekonomik faktörleri oluşturmaktadır.
Ailede ve yakın çevrede şiddetin uygulanması, kabullenilmesi ve disiplin yöntemi olarak değerlendirilmesi,
şiddeti oluşturan sosyal ve kültürel faktörleri meydana getirmektedir. Evrensel şiddet olgusu içerinde kadın
ve çocuğa yönelik şiddet, mağdurların fiziksel ve ruhsal durumları dikkate alındığında en travmatik etkiye
sahip olması nedeniyle özel bir öneme sahiptir. Şiddet üretiminde aile ve eğitim kurumlardaki sosyalleşme
süreçleri belirleyici olmaktadır. Çocuk sayısının fazla olması, bir taraftan ebeveynlerin çocuklarına karşı ilgi ve
sevginin azalmasına neden olurken diğer taraftan da onlara karşı ancak sert ve otoriter davranarak etkili…
…olunabileceği düşüncesini ortaya çıkarmaktadır. Çocuk sayısının fazlalığıyla anne babanın çocuklara karşı
tutumları veya anne baba algısı üzerine yapılan bir araştırma bu düşünceyi doğrulamaktadır. Şiddet
üretimiyle aile ve eğitim kurumlarında sosyalleşme süreçleri arasındaki ilişki birçok araştırma tarafından
incelenmektedir. Freud, sosyal iletişimin azlığı veya yokluğuna bağlı olarak ortaya çıkan sevgi azlığının kişinin
saldırgan davranışlarda bulunabileceğini ileri sürmektedir. Çocukların aileleri, içinde yaşadıkları toplum,
arkadaş çevresi, gittikleri okul ve yaşadıkları tecrübeler, hep birlikte, saldırgan ve şiddet davranışına yönelimi
artıran faktörleri oluşturmaktadır. Bu noktada çocuğun zamanının büyük bölümünü içinde geçirdiği aile yapısı
oldukça belirleyici olmaktadır. Dadson’a göre, çocuklar şu şekilde şiddete yönelmektedir: 1. Anne baba,
çocuğun psikolojik ihtiyaçlarını yerine getirmediğinde ve çocukta nefret, öfke ve şiddet duyguları uyandıracak
tutum ve davranışlarda bulunduklarında. 2. Çocukların şiddete başvuran anne baba ve aile büyüklerine sahip
olduklarında. 3. Anne ve baba, çocuğun göstereceği şiddet hareketlerine-örneğin başka çocuğu dövmesine-
karşı çıkmadıklarında. 4. Çocuklar, şiddet duygularını boşaltma imkânı bulamadıklarında. Dolayısıyla, sağlıklı
ilişkilerin yürütülmediği, dayağın problem çözme ve cezalandırma yöntemi olarak kullanıldığı, sevgi ve
şefkatin çocuğa gösterilmediği, dayak ve küfrün bir iletişim öğesi olduğu ve şiddet uygulayan çocuğun
uyarılmadığı bir aile, şiddetin ve şiddet içerisinde en geçerli olan dayağın üretilmesinde merkez rol
oynamaktadır. Sağlıklı iletişimin olmadığı ve kaba güç kullanmanın bir problem çözme ve eğitim yöntemi
olduğu sosyal ortamlarda şiddet yeniden üretilir. Kaba/fiziki güç kullanma, karşındakine kötü davranma, küfür
etme gibi gündelik hayatta çok sık karşılaşılan şiddet türlerinin arkasında bir “öğrenilmişlik durumu”
bulunmaktadır. Sosyalleşme sürecinin önemli özelliklerinden biri özdeşleşmedir. Özdeşleşme, çocuğun kişilik
gelişiminde önemli bir yere sahip olmaktadır. Çocuk, kendini özdeş tutacağı model veya örnekler aramakta ve
bunları en yakın çevresi içinde seçmektedir. Çocuğun, davranışlarında model alacağı en yakın kişiler, anne ve..

..babası olmaktadır. Çocuklar üzerinde yapılan deney sonuçlarından elde edilen bulgularla bilim insanları,
çocukluk döneminde görülen her çeşit kötü davranışın, çocuklarda saldırgan davranışları artırdığı ve bunun
da dış dünyaya sürekli olumsuz bakmaya ve yaklaşmaya yol açtığını savunmaktadır. Olumsuz şartlardaki
çocuğun, dış dünyadan sürekli tehdit beklentisi içerisinde olması nedeniyle, aşırı uyarılmış bir durumda
bulunduğu ve kolaylıkla saldırgan tepkiler verdiği kabul edilmektedir. Nitekim yapılan araştırmalar,
saldırganlığın doğuştan olmayıp öğrenilmiş bir davranış olduğunu desteklemektedir. Konunun ilk
uzmanlarından olan Bandura’ya göre, insanların birbirlerine karşı saldırgan tutumlarında, yaşayıp kazandıkları
tecrübelerin etkileri bulunmaktadır. Ona göre, insanların saldırgan nitelikte tepkileri nedeniyle çevrelerinin
takdiriyle karşılanmaları ve ödüllendirilmeleri, hatta çevreleri tarafından şiddete teşvik edilmeleri, sonraki
yaşam dönemlerinin temel özelliklerini inşa etmektedir. Saldırgan eğilimlerin içinde yaşanılan ortamlarda
ödüllendirilmesi, şiddeti meşrulaştırmaktadır. sosyal öğrenme kuramına göre, saldırgan davranışların
öğrenilmesi, “edimsel koşullanma”, pekiştirilen davranışların tekrarlanması ve modelin taklit edilmesi gibi
şekillerde gerçekleşmektedir. Bu durum aslında içinde yaşanılan kültür ile de yakından ilişkili olmaktadır.
İçinde yaşanılan toplumda “korku kültürü”nün var ve yaygın oluşu, şiddetin kendiliğinden oluşmasına neden
olmaktadır. Nitekim kültürel yön, korkunun bir uyum aracı olarak fonksiyon kazanmasıyla belirginleşmektedir.
Kadına yönelik şiddet veya aile içi şiddetin yaygınlaşmasının arkasında şiddetin kültürel olarak üretilmesi
gerçeği yatmaktadır. Bunun en yakın örnekleri, ülkemizde görülmektedir. Toplumun belirli kesiminde
“Gelinlikle girilen evden kefenle çıkılır.”, “Bizde kadının yeri, kocanın yanıdır.” gibi şiddetin korku ve çaresizlik
nedeni olarak kabullenilmesi ve “Bu kadarcık dayağı herkes yer.”, “Karı koca arasında önemli değil.”, “Kocandır
sever de döver de.” gibi söylemlerle şiddet meşrulaştırılmakta, normalleştirip kabul edilmekte ve kültürel
olarak üretilmektedir. Cinsiyetçi eğitim/öğrenim süreci, şiddeti çoğalmakta ve normalleştirmktedir.
Ülke genelinde, kadınların medeni durumu değerlendirildiğinde en çarpıcı sonuç, boşanmış/ayrı yaşayan
kadınların belirttiği fiziksel şiddet oranının %73 olmasıdır. Başka bir ifadeyle boşanmış/ayrı yaşayan her 10
kadından 7’si yaşamının herhangi döneminde fiziksel şiddet yaşamıştır. Fiziksel şiddetin onaylanması ve
normalleştirilmesi anlamına gelecek “Bazı durumlarda erkekler, eşlerini dövebilir.” ifadesine verilen “evet”
cevabı, kadınların özellikleri açısından incelendiğinde, fiziksel şiddet yaşanma ile paralel sonuçlar ortaya
çıkmaktadır. Eğitim düzeyiyle bu konu ilişkilendirildiğinde kadının eşiyle tartışmaması gerektiğini ifade etme
ile eğitim durumu arasında bir ilişki göze çarpmaktadır. Türkiye’deki araştırmalar, kadına yönelik şiddetin
yüksek olduğunu ortaya çıkarmaktadır. Dolayısıyla kültürümüzde, şiddet, kaba güç ve öldürme üzerine dayalı
bir süreç içinde bir çocukluk yaşanmaktadır. “Erkek dediğin sert olmalı.”, “Erkekler ağlamaz.” gibi telkinlerle
büyüme ve yetiştirilme tarzı, şiddeti yaygınlaştırmaktadır. Bundan, toplum üyeleri olmak üzere aile ve
özellikle kadın ve çocuklar olumsuz olarak etkilenmektedir. Kültürel olarak öğretilen şiddet, aile içinde, taklit
etme ve model alma şeklinde devam ederek yeni bir nitelik kazanmaktadır. Yaşanılan fiziki ve sosyal çevre
yanında kültürel değerler ile şiddet arasında yakın ilişki bulunmaktadır. kültürel ortamda yaşamaya bağlı
olarak oluşturulan değer yargıları ve referans çerçevesine bağlı olarak kadın cinayetlerinde kadının suçu
aranmakta, olaya kültürel bir gerekçe bulunmakta ya da yaşananlar aklileştirilmektedir. Ortaya çıkan kadına
yönelik taciz, tecavüz ve şiddet olaylarına karşı kültürel değerler içinden hafifletici unsurlar aranmaktadır.
Babaların, kendi başına davranan, istediği işe giren, sevdiğiyle evlenmek isteyen, kendi değerlerine ters gelen
durumu protesto eden yani büyüklerini dinlemeyen gençlere “haddini bildirmesi”, “ağızlarının payını
vermesi” kamuyu rahatlatmaktadır. Dolayısıyla, şiddeti besleyen kültürel uygulama ve değer yargılarının
varlığı, suç başlığı altında değerlendirilmesi ve ceza caydırıcılığıyla azalması düşünülen şiddetin hâlâ artarak
devam etmesine neden olmaktadır.

AİLE İÇİ ŞİDDET VE SUÇ İLİŞKİSİ


Sosyal ve kültürel değişim gerçekleşmediği sürece, şiddetin azalması konusunda bir ilerleme sağlamak güçtür.
1999 yılında, Birleşmiş Milletler tarafından ilan edilen 25 Kasım “Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası
Mücadele Günü”nün hikâyesi de Dominik Cumhuriyeti’nde vahşice işlenen bir tecavüz olayına dayanıyor.
Türkiye’de kadına yönelik şiddetin önlenmesi için izlenen politikalarda da sivil toplumun göz ardı edilmesi ağır
sonuçlar doğuruyor. TBMM İnsan Hakları Komisyonu tarafından yayımlanan “Kadına ve Aile Bireylerine
Yönelik Şiddet İnceleme Raporu”na göre son 10 yılda kadın cinayetlerinde %1400 gibi dev bir artış olması bu
sonuçların çarpıcılığını ortaya koyuyor. İnceleme Raporu’na göre Türkiye’de her iki kadından biri şiddete
maruz kalıyor. Son on yılda 5913 kadın cinayeti işlenmiştir. Şiddet gören her iki kadından biri çocuğuna şiddet
uygulamakta; fuhuş, tecavüz, zorla alıkoyma, tehdit, hakaret, çalışmasını engelleme; kasten veya tedbirsizlikle
yaralama, çocuk düşürtmek, namus cinayetleri gibi şiddet türleri kadınların en sık ve yoğun yaşadığı durumlar
olarak karşımızdadır. İşin ilginç olan yanı, kadına yönelik olarak gerçekleştirilen ve yakın bir tarihe kadar
dillendirilmeyip gizlenen ya da normalleştirilerek üretilen bu eylemlerin büyük bir bölümü Anayasa ve
yasalarda suç olarak tanımlanmaktadır. Aile içi şiddetin suçla ilgili kısmında değinilmesi gereken önemli
noktalardan biri de aile içi ilişkilerle şiddetin ve suçun üretilebilmesi gerçeğidir. Aile içi ilişkilerinde kavga,
dayak, yaralama, hakaret etme gibi şiddet davranışlarıyla sık karşılaşan üye bunu belli bir süre sonra kişiliğinin
bir parçası olarak benimseyebilmektedir. Yaşamında fiziki ve psikolojik şiddetle karşılaşan birey, herhangi bir
engelleme anında şiddet göstermekten kendini alamayacağı gibi şiddeti bir tür problem çözme tekniği olarak
kullanacak ve bunlara bağlı olarak kanunlarla tanımlanmış herhangi bir suç türünü işleyebilecektir. Çalışma
ortamındaki şiddete karşılık gelen mobbing, yazılı hukukta bir suçtur.
DEĞERLENDİRME NOTLARI
1. J. Claude Chesnais ‘in şiddet sınıflandırmasına göre terör, grev ve ihtilallerin "En önemli örneği Atina’da
görülür".
2. Çocukluğunda aile yaşantısında kaba güç kullanmayı gözlemleyen birinin yetişkinliğinde bunu uygulamaya
koyması "Şiddetin öğrenilmiş bir davranış olmasına" işaret eder.
3. Psikolojik şiddet; Bir erkeğin kıskançlık bahanesiyle eşinin kıyafet seçimine sınırlamalar getirmesi veya
kıyafet giyme konusunda baskı yapmasıdır.
4. Toplumun belirli kesiminde “Gelinlikle girilen evden kefenle çıkılır, bizde kadının yeri, kocanın yanıdır,
kadının sırtından sopayı karnından sıpayı eksik etmeyeceksin, kocandır sever de döver de.” gibi söylemler
yerleşmiştir. bu çıkarıma göre; Korku ve çaresizlik nedeni olarak şiddetin kabullenilmesini, Şiddetin
normalleştirilmesini, Kültürel olarak üretilmesini, Şiddetin sosyal bir zemin edinmesini bu zihniyet sağlar.
5. Türkiye’de kadınlar üzerinde şiddetle ilgili yapılan bir alan araştırma sonucunda şiddeti en çok %52,2
oranıyla eğitimi olmayan veya ilköğretimi bitirmemişlerin gerçekleştirdiği, onu %39,9 ile ilköğretim birinci
kademeden mezun olanların ve %34,4 ile ilköğretim ikinci basamak mezunlarının izlediği; lise ve üzerinde
eğitimi olanlarda ise bu oranın %25’e düştüğü sonucu elde edilmiştir. Buna göre; Kadının eğitim durumuyla
şiddet görme arasında bir ilişkinin olduğu doğrudur.
6. Suç olarak tanımlanıp ceza gerektiren birçok şiddet eyleminin hâlâ varlık bulmasının en önemli nedeni;
Şiddetin kadın ve çocuklarla sınırlı kalmasıdır.

7. Yakın tarihe kadar şikâyet üzerine eve gelen görevli emniyet personellerinin, “Aile içi mesele veya bu,
karı koca arasındaki ilişkidir.” Buna göre; Aile içi şiddetin kurumsal olarak destek bulmasını, Aile içi
şiddetin yaşamasını, Şiddetin “aile mahremiyeti” imgesiyle normalleşmesini, Aile içinde şiddet
mağduru kadın ve çocuğun var olması sağlanmış olmaktadır.
8. Suç olarak da kabul edilen çalışma hayatında sık karşılaşılan mobbing Psikolojik şiddet türüne örnek
teşkil eder.
9. Şiddetin en sık ve yaygın görülen şekli aile içi şiddettir. Şiddetle ilgili alan çalışmaları şiddetin
öğrenilen bir davranış olduğunu ortaya çıkarmaktadır. Bazı kültürel uygulamalar ve sosyal değerler
şiddeti beslemektedir. Aile içinde şiddet genellikle kadın ve çocuklara yönelik gerçekleşmektedir.
10. Dünya genelinde kadına yönelik şiddete baktığımızda; Bu şiddet türünün belli bir kültürle doğrudan
ilişkisi yoktur. Bu şiddet türü küreseldir. Bu şiddet türünün belli bir din/inanç sistemiyle sınırlılığı söz
konusu değildir. Bu şiddet türünün herhangi bir sosyoekonomik sınıfla doğrudan bir bağlantısı
kurulamaz.

Teşekkürler...
Ders Anlatım Videoları için;
You Tube Erkan Tosun
https://www.youtube.com/channel/UC
OwipFSYLzq8bQ7eWhhMV2A/videos
Suç başlığı içinde değerlendirilen çocuk suçluluğunun kendi içinde birçok sebebi bulunmaktadır. Parçalanmış
ve olumsuz aile ortamı, sosyalleşme ve eğitim sürecinin aksaması, hızlı kentleşme, kötü arkadaş çevresi,
karşılanmayan psiko-sosyal ihtiyaçlar, artan şiddet içerikli televizyon programları ve filmler bunlar arasında ilk
akla gelenlerdir. Çocuğun fiziksel, zihinsel ve ruhsal gelişimi, ihtiyaçlarının yeterince karşılandığı, sevgi ve saygı
temelinde gelişen ilişkilerin hâkim olduğu bir aileye bağlıdır. Boşanma, ölüm ve ayrılma nedenlerine bağlı
olarak ailenin parçalanması ve sağlıksız aile içi ilişki yanında hızlı kentleşme ve yoğun iç göçlerin beraberinde
getirdiği ekonomik ve sosyal problemlerle karşılaşma çocuğun sosyalleşme sürecini kesintiye uğratarak veya
olumsuz etkileyerek; onun toplumla bütünleşmesini engelleyerek suç işlemek için koşullar hazırlamaktadır.
SUÇ VE ÇOCUK SUÇLULUĞU KAVRAMI
Suç, içinde yaşanılan toplum ve kanun koyucular tarafından yapılması yasaklanan tutum ve davranışlara
karşılık gelmektedir. Jhering, “Bazı davranışlar, toplu hâlde yaşamayı engellemektedir.” demektedir. Durkheim
suçu, “kolektif bilincin kuvvetli ve belirmiş tutumlarını ihlal eden fiiller” olarak tanımlamaktadır. suç, topluma
zarar verdiği veya tehlikeli olduğu kanun koyucu tarafından kabul edilen ve belirtilen tutum, davranış ve
hareketlerdir. Seligman ve Johnson, bir sosyal grubun üyeleri tarafından iyi ve doğru diye kabul edilmiş
bulunan inançların, geleneklerin, âdet ve törelerin dayandıkları kurallara aykırı olarak gerçekleşen davranışı
suç; durumu ise suçluluk olarak nitelendirmektedirler. Lombrozo, suçluluğu, “bir davranışın, bir toplumun
âdet, töre, gelenek ve düşünceleriyle çelişki hâlinde bulunmak” diye tanımlamıştır. O, suçu toplumdaki
yerleşik düzen sağlayıcılarıyla ters düşmek olarak görür. Suç ana başlığı içinde değerlendirmeye alınan “çocuk
suçluluğu”, günümüzde sosyal bilimlerde oldukça çok tartışılan bir konu olmaktadır. Bunda, farklı toplumlarla
birlikte Türkiye’de sayıları sürekli bir artış gösteren kapkaççılık, hırsızlık ve adam öldürme, bali ve tiner
bağımlılığı gibi olaylarda çocuk ve çocuk denilecek yaştaki gençlerin fazla olmasının etkisi bulunmaktadır.

Emniyet Genel Müdürlüğü kaynaklarına göre, 18 yaş ve altı çocukların suç işleme oranı her geçen gün
artmaktadır. Başka bir ifadeyle, 18 yaş ve altı çocukların işlediği suç oranı, işlenen toplam suç içerisindeki payı
sürekli artış göstermektedir. Türkiye’deki 2010 yılına ait suç oranları ve bunların içindeki çocuk suçluların
yerinin verildiği yukardaki bilgilerde de görüldüğü gibi suç işlemiş çocuk oranı göreceli olarak illere ve yıllara
göre değişiklik gösterse de artış yönündedir.
Ailenin Parçalanması ile Çocuk Suçluluğu Arasındaki İlişki
Tutum ve davranışların şekillenmesinde insanların içinde yaşadıkları aile, sosyal çevre ve bunları etkisi altına
alan sosyal yapı ve olgular etkili olmaktadır. Olgular, bireyin dışında bulunan ve sahip oldukları zorlayıcı güç
sayesinde kendilerini bireye empoze eden davranış, düşünüş ve duyuş tarzını ifade etmektedir. Levi Strauss,
Mills ve Radcliffle Brown’un ifade ettikleri gibi, insanlar arası ilişkilerin ve kişinin karakteri yanında
davranışlarının arkasında içinde yaşanılan sosyal çevre ve yapının etkisi bulunmaktadır. Rousseau, bu
konudaki düşüncelerini “Toplumsal bir varlık olan insan hep dışa dönüktür: Yaşam duygusunu, başkalarının
kendisi hakkında ne düşündüğünü algılamaya başladıktan sonra kazanır.” şeklinde ifade eder. Mills ise,
toplumu ve bireyi birlikte ele almadıkça ne birey hayatının ne de toplum tarihinin tam olarak kavranıp onun
üzerinde fikir yürütebileceğini ileri sürmektedir. Bu nedenle, insanlar karşılarına çıkan sorunların,
engellemelerin ve felaketlerin, içinde yaşanılan tarihsel değişmeler veya kurumsal ilişkilerin sonucunda
biçimlendiğine dikkat etmek gerekmektedir. Çocuğun suç işlemesine neden olan koşullar değerlendirilirken
de çocuğun içinde yaşadığı ailenin niteliği önemli olmaktadır. Nitekim, uygulamalı araştırmalar, çocuğun suç
işlemesi ile içinde yaşadığı aile yapısı ve aile içi ilişkiler arasındaki ilişkiyi ortaya çıkarmaktadır. Suça karışarak
hüküm giymiş çocuklar içinde ailesi parçalanmış olanların oranı büyüktür. uygulamalı çalışma sonuçları,
ailenin parçalanması ve olumsuz aile yaşantısıyla çocuk suçluluğu arasındaki ilişkiyi ortaya koymaktadır. Bu
ilişki, ailenin üzerine aldığı görev ve sorumluluğu yerine getirememesi ile açıklanmaktadır.
Hızlı Kentleşme ve Çocuk Suçluluğu
Hızlı göç sonucu kentlerin yeni gelenlerin ekonomik ve sosyal ihtiyacını karşılayamaması suç işleme
eylemlerine yönelmede etkili olabilmektedir. Yaşanılan yerin “itici” ve yaşanması arzu edilen yerin ise “çekici”
faktörlerine bağlı olarak gerçekleşen göçler ve bu göçlerden beslenerek şekillenen kentleşme süreçleri,
ekonomik, mekânsal ve sosyal değişimleri beraberinde getirmektedir. Yeni yerleşilen yere alışamama; aile
büyüklerinin iş bulmakta zorlanmaları ve kent yaşamının maliyetli oluşuyla çalışmaya mecbur kalmak [13];
anne baba kontrollerinden uzak kalarak sokak ve çalışma hayatının olumsuzluklarına açık hâle gelmek;
yoksulluk; kent değerleriyle bütünleşememek; farklı okul ve arkadaş ortamlarıyla iletişim ve etkileşime
geçmek gibi durumlarla çocuk, istenilen ve makul görülen bir sosyalleşme sürecinden çıkmaktadır. olumsuz
durumlar sokakta uzun zaman geçiren ya da sokaklarda çalışmak zorunda kalan ve hemen her ülkenin bir
sorunu olan “sokak çocukluğu” olgusunu yaratmaktadır. Dünyada yakın tarihten bu yana yaklaşık 150 milyon
çocuğun eğitimine ara verdiği, çalışma ve aile parçalanması gibi nedenlere dayalı olarak kentlerin
sokaklarında yaşadığı gerçeğiyle yüzleşilmektedir.
Başarısız Sosyalleşme Süreci ve Çocuk Suçluluğu
Dünya genelinde suç oranları içinde çocuk suçluluğunda bir artış gözlemlenmektedir. Dünyaya gelen her
insanın, içinde yaşadığı toplumdaki mevcut bilgiyi öğrenmek, doğuştan gelen bazı dürtülerini kontrol altına
alarak sosyal kuralları ve değer yargılarına göre davranmak zorunluluğu bulunmaktadır. Bu anlamda genci
yetiştirmek ve üyesi olduğu toplumun bir ferdi hâline getirmek dünyanın her yerinde ailenin sorumluluğunda
gerçekleşmektedir. Her toplum, kendi yapı özelliklerine ilişkin bir sosyal norm ve inanç sistemi kurmuştur.
Bütün bunlar, doğumundan itibaren insana yüklenilmektedir. Bu itibarla, zamana bağlı olarak kişilik geliştikçe,

insanın dış uyaranlara verdiği cevaplar, kendisine ebeveyni veya grubun diğer üyelerine yüklenen âdetler ve
örfler tarafından belirlenmektedir. Kişinin grup dışı, sosyal olmayan ve sapkın olarak nitelendirilmesi, ne
ölçüde topluma hazırlanmış olduğuna bağlı olmaktadır. Her toplum kendi yapısal özelliklere bağlı olarak kendi
yasal düzenleyicilerini oluşturur. Hirschi, çocuk suçluluğu konusunda “Sosyal Kontrol Teorisi”ni geliştirmiş ve
teorisinde Durkheim’in “kişinin ait olduğu grupla bağlarının kopması hâlinde kontrol edilme güçlülüğü” fikrini
kullanmıştır. Toplu hâlde yaşayan insanların belirli olaylar ve durumlar karşısında beklenen davranışlar
göstermesi ve bir ana fikir etrafında toplanabilen beklenen davranışlar dizisi olarak tanımlanan normlar,
insanların kendi dünyalarını yapılandırmalarına ve onunla ilgili tahminlerde bulunmalarına yardımcı
olmaktadır. Aile başta olmak üzere çevre tarafından, çocuğa aktarılan sosyal birikimle oluşturulan uyma
davranışıyla çocuk, gelecekte nasıl bir yol ile nereye ulaşacağını hafızasında canlandırarak toplumsal yaşamla
olan bağını güçlendirmektedir. Aksi takdirde, çocuğa bu konuda bir yakınlaştırıcı, öğretici telkinlerde bulunan
ebeveynin olmaması veya olan ebeveynlerin bunları tam anlamıyla aktaramaması, çocuğun toplumsal
yaşamla köprülerin atılmasıyla sonuçlanmaktadır. Çocuk, böylece ne bir hedef elde etmekte ne de hedefine
nasıl ulaşacağını bilemeyeceğinden, sosyal hayatta zorlanmakta ve zamanla toplumdan kopmaktadır. Freud,
toplum tarafından konulan ahlak kurallarının insan şahsiyetine yansıması üzerine “üst ben” adını verdiği bir
sistemin varlığından bahseder. “Üst ben”, toplumu temsil eder; insandaki benliği zevk ve haz prensibine göre
çalışmaktan alıkoyar. Ailede yaşanan sorunlara bağlı olarak sosyalleşme sürecini tamamlayamayan çocuğun
“üst benliği” gelişmemektedir. Kişiyi birtakım tutum ve davranışları yapmasına sınır koyarak denetleyen “üst
benliğin” gelişmemişliği, saldırganlık ve suça yatkınlığı ortaya çıkarmaktadır. Suç işleyen kişilere, iş birliği
yeteneği ve toplumsal ilgi duygusu gelişmemiş kişiler denilmektedir. Doğuştan var olan iş birliği potansiyelinin
gelişmesi, çocuğun doğumundan sonra başlamaktadır. Çocuğun başta anne olmak üzere aile büyükleriyle
olan ilişkisi ve bu ilişkiden doğan deneyimi, onun iş birliği ve toplumsal ilgi duygusunun elde edilmesini
sağlamaktadır. Toplumsal ilgileri çocukluk aşamasında kazaya uğramışlar, geleceğin suçlularını
oluşturmaktadır. Toplumu tanıyıp onunla bağı kurmasında anne baba gibi bir rehberden mahrum kalan
çocuğun istenmeyen tutum ve davranışlara yönelmesi muhtemeldir. Toplumsal ilgi duygusu gelişmemiş
kişinin iş birliği yapma ilişki kurup geliştirme ve birlikte çalışma gibi sosyal yaşantı için gerekli süreçlere
katılımı sıkıntılıdır. Ölüm, boşanma ve ayrı yaşama sonucunda ailenin parçalanması, çocuğun sosyalleşme
sürecini kesintiye uğratarak “üst benlik” veya sosyal kontrol mekanizmasını devre dışı bırakarak; aidiyet,
sorumluluk duygusu ve sosyal ilgi yeteneğini kazanmasını engelleyerek onu suça sevk edebilmektedir.
Çocuğun Karşılanmayan Psiko-sosyal İhtiyaçları ve Suç
Çocuğun yemek, içmek ve temizlenmek gibi temel ihtiyaçları dışında, sevilmek, korunmak, istenilmek, motive
olmak ve içindeki başarı potansiyelini ortaya çıkarmak gibi psiko-sosyal ihtiyaçları bulunmaktadır. Bunlar
uygun bir şekilde doyurulmadığında, bütün hayat boyunca “ego”nun engellenme eşiğini zorlayacak olan
saldırganlık dürtüleri ortaya çıkmaktadır. Kişiliği oluşturacak olan “id”, “ego” ve “süperego” nun normal
gelişimi, ancak tipik aile adı verilen normal aile içinde mümkün olmaktadır. Tipik aile, anne baba ve
çocuklardan meydana gelen sosyal bir birimdir. Anne babadan birinin ya da ikisinin eksik olduğu, anne
babanın dışında çok kalabalık bir nüfusun yaşadığı aileler, ebeveynlerden birinin alkolizm veya akıl hastalığı
gibi kişilik kusurları gösterdiği ve sürekli tartışmaların olduğu aileler atipik aile olarak kabul edilmektedir.
Kurumlar veya başka aile içinde yetiştirilme de atipik aile adı altında değerlendirilmektedir. Kişiliğin topluma
yönelik kısmı olarak tanımlanan “süperego”nun gelişmemesi, kişiyi istenmeyen davranışlara sevk
edebilmektedir. Birçok nedeni olan çocuk suçluluğunun, aile kurumu ve aile içi ilişkilerle ilgili yönleri en genel
anlamda şunlar olmaktadır: 1. Evde çocuğa katı disiplin uygulanması, kötü muamele, şiddet, ihmal ve

istismar. 2. Reddedici ve kısıtlayıcı ebeveyn tutum ve davranışları. 3. Ailenin ölüm, boşanma ve ayrı yaşama
şekliyle parçalanması. 4. Aile içinde suç işlemiş bireylerin varlığı, özellikle anne babanın cezaevi deneyimi. 5.
Evden kaçma ve ayrı yaşama. 6. Çocuğun ve ailedeki diğer üyelerin kişilik özellikleri. 7. Çocuk ve ailenin
yaşadığı çevre ve ekonomik koşullar. 8. Çocuk ve diğer aile üyelerinin ruh sağlığı bozukluğu ve hastalıklar. 9.
Aile bireyleri ve aile üyeleri arasındaki iletişimin niteliği. 10. Ailede madde bağımlılığı. 11. Anne babanın
evliliklerindeki uyumsuzluk, kavga ve eşler arasındaki iletişim kopukluğu. Kısaca aile olumsuzlukları olarak
özetlenecek bu koşullar, çocuğun sağlıklı bir yetişkin olmasını sağlayacak olan fiziksel ve ruhsal ihtiyaçlarının
karşılanmasını engellemektedir. İnsanlar, bedensel ihtiyaçları olan beslenme ve korunmayı sağladıktan sonra
sevgi ihtiyacını karşılamaya yönelmektedir. Sevgi olmadıkça insanlar arasındaki olumlu, sağlıklı ve sürekli
ilişkiler kurmak zorlaşmaktadır. Sevginin insan yaşamında en çok ihtiyaç duyulduğu aşama, bebeklik veya
çocukluk dönemidir. Çocukta sevgi; anne babanın gösterdiği denge, düzen, ilgi, anlayış, bağlılık, beğeni,
sevecenlik ve özveri oranında gelişmektedir. İnsanın bütün yaşam süresince duyduğu ilgi ve sevginin açılıp
gelişmesi ve olgunlaşması çocukluk çağında sevgi gereksinimine sağlanan doyuma bağlı olmaktadır. İnsanın
bütün ilişkilerinde, olumlu ya da olumsuz tutum ve davranışlarında, bu doyum çok önemli rol oynamaktadır.
Olumsuz aile koşulları, başarılı bir sosyal yaşantı için önemli olan “süperego”nun gelişimini güçleştirir. Çocuğa
en ağır gelecek ceza, kendisine gösterilen sevginin ondan geri çekilerek alınmasıdır. Sevgiden yoksun
bırakılmanın etkisiyle çocukta zamanla cezalandırılma korkusu oluşmakta ve böylelikle vicdan
mekanizmasının yeni bir parçası gelişip ortaya çıkmaktadır. İster doğuştan verilmiş olsun, ister kalıtsal nitelik
taşısın, vicdanın çekirdeğinde gelişen içerik, her zaman kişisel çaba ürünüdür ve çevreden kaynaklanıp
bağlanım yeteneği temeline dayanmaktadır. Karşılanmayan psiko-sosyal ihtiyaçlar çocukta güvensizlik ve
düşük benlik saygısı yaratır. Aile içinde ve dışındaki yaşantı için çocuklar açısından büyük önem taşıyan
babanın yokluğunda; 1. Otoriteyi anne üzerine almakta ve belirli bir süre sonra onun görevi hâline
gelmektedir. Bu durumdaki erkek çocuğu, anneye bağımlı olmaktadır. 2. Erkek çocuklarda suça yönelme
oranlarıyla, küçüklüklerinde yeterli baba figürünün yokluğu arasında bir ilişki bulunmaktadır. Otorite yokluğu
veya yetersizliği, çocuğu sosyal olmayan olaylara itebilmektedir. 3. Babanın yokluğu durumunda, eksik bir
sosyalleşme süreci yaşanılmaktadır. 4. Babanın yokluğunda anne, babanın görev ve sorumluluklarını da
üzerine alarak normalden daha fazla bir yük üstlenmektedir. Bu ise onun daha kısa zaman içinde
yıpranmasına neden olarak çocuğun bu durumdan olumsuz olarak etkilenmesine neden olmaktadır. 5. Baba
olmayınca, çocuk kendine model olarak televizyonlardaki dizi ve film kahramanlarını almaktadır. Çocuğun
kendini güvende hissetmesi, kendisi hakkındaki düşünceleri etkileyerek “benlik değerini”
belirleyebilmektedir. Babanın varlığı ve ilgisiyle, kabullenildiği, sevildiği, korunduğunu hisseden ve güven
duygusu kazanan çocuk, kendisi hakkında daha pozitif düşüncelere sahip olabilmektedir. Araştırmalardan
elde edilen bulgular, erkeklerin “benlik” aşamasıyla ilişkili tek iletişim türünün babayla olduğunu, destek ve
dolaylı öneriler alan ve onlara açık önerilerde bulunabilen erkek çocukların benliklerinin, diğerlerine oranla
daha çok geliştiğini göstermektedir. Yani, baba ile yakın ve anlamlı ilişki imkânı olan, ondan tasdik ve teşvik
alan erkek çocuğun benlik düzeyi yüksek olmaktadır. Ebeveynlerin varlığı ve onlarla olan yakın diyalog,
çocuğun olası korkular karşısında kendini güvende hissetmesine neden olur. Kişinin “benlik değeri”nin yüksek
olması, onun insani ilişkiler kurmasını kolaylaştırmakta ve sosyal ilgi düzeyini yükselterek normal dışı
davranışlar göstermesini engellemektedir. Dave’nin içerisinde alkolizm ve şiddetin fazla; sevgi ve ilginin eksik
olduğu bir ailede yaşam mücadelesi veren bir çocuğu konu edinen çalışmasındaki çocuğun bazı sözleri ve
savunması bu konuda oldukça önemli bilgiler vermektedir. Annesi tarafından sevilmeyen, dövülen; babası
tarafından korunmayan, ilgilenilmeyen ve bakıcı aile yanına verilen çocuk, hırsızlığı kendini ispat etmek için

yaptığını ve bir şeyleri başardığını kendisiyle birlikte çevresindeki insanlara kabul ettirmek için yaptığını
söylemektedir. Anne babaları tarafından desteklenip ilgilenilen çocukların sosyal ilişki kurma becerisi gelişir.
SOSYAL ÖĞRENME VE ÇOCUK SUÇLULUĞU
Suç işlemiş kişiler, ruh bilimsel testten geçirildiklerinde sapma davranışlarının temelinde çocukluk yıllarındaki
yaşadıkları problemler bulunmaktadır. Suçluların geneli, çocukluklarında aykırı bir eğitimden geçmiştir;
aldıkları yetersiz ve sağlıksız eğitim, içlerinden toplumdan öç almak duygusu uyandırmıştır. Örnek alacakları,
doğru olarak alıp benimseyecekleri, onları özdeşleşebileceği kişi ve durumlardan mahrum olmuşlardır. Bu
nitelik ve şartlar, onları suç işlemeye yöneltmektedir. Bununla da kalmayarak suç işleyen çocuk toplumdan
soyutlandığından bu durumdan kurtulmak için kendine ortaklar arayıp bulmaya yönelmektedir. Yaptığı yasa
ve toplum dışı hareketlerine ortak arayan suçlu çocuk, bu davranışı ile içine düştüğü suçluluk duygusundan
kurtulmayı amaç edinmektedir. Sosyal öğrenme ve davranış teorileri, suçun; suçlu faaliyetle ilgili normların,
değerlerin ve davranışların öğrenilmesinin bir ürünü olduğu görüşü üzerine inşa edilmektedir. Bu teorilerin
geçmişi 19. yüzyıl sonlarında Tarde’ın “Taklit Teorisi’”ne dayanmaktadır. Tarde, o dönemde popüler olan
Lombroso’nun “Anormallik Teorisi”’ni reddederek suçluların normal kişiler olduklarını ve suçu diğer yasak
davranışlar gibi öğrendiklerini iddia etmiştir. Ona göre, bireyler bir elbise modelini kopya eder gibi davranış
kalıplarını taklit ederek kendilerine mal etmektedir. Bu durumda; 1. Bireyler diğerlerini, onlarla temas
yoğunluğu ve sıklığı oranında taklit etmektedir. 2. Alt düzeyde olanlar, üst düzeyde olanları taklit etmektedir.
Taklit eğilimi, köyden kente, alt sınıftan üst sınıfa doğru gerçekleşmektedir. 3. İki davranış çatıştığında, biri
diğerinin yerini alabilmektedir. Suçla ilgili teoriler, suç teknikleri yanında suçun nasıl açıklanacağı, ne tür
mazeretler bulunacağı ve utanç duygusunun oluşup oluşmayacağı gibi suçun psikolojik yönlerini öğrenmeyi
içermektedir.
DEĞERLENDİRME NOTLARI
1. Suçu “kolektif bilincin kuvvetli ve belirmiş tutumlarını ihlal eden fiiller” olarak tanımlayan sosyolog;
Durkheim.
2. Suç ile ilgili tanımların ortak kabulleri dikkate alındığında bir fiilin suç olabilmesi için aranan özellik; Toplum
ve kanun koyucular tarafından yasaklanması.
3. Parçalanmış aile ile ebeveyn, üzerine almış olduğu görev ve sorumlulukları yerine getirememesine bağlı
olarak suç için zemin hazırlar. Parçalanmış ailede ebeveyn çocuk ilişkisi problemlidir. Ailenin parçalanmasıyla
çocuğun sosyalleşme süreci aksar. Ailenin parçalanması, çocuğun sevilme ve ilgilenilme ihtiyacının yeterince
karşılanmamasını beraberinde getirir.
4. Kentleşme yeni yerleşim yerine, yaşam alışkanlıklarına ve değerlere uyum problemlerini getirir. Kentleşme
hızlı değişimlere neden olurken çocuğun bunları kavraması zaman alır. Kent yaşamının pahalılığı ve iş
bulmaktaki güçlükler çocuğun çalışmasına neden olarak suçun ortaya çıkmasına zemin hazırlar. Eğitim ve
sağlık başta olmak üzere kent olanaklarından yeterince yaralanamamak çocuğu suça yöneltebilir.
5. Aile, üyesi olan özellikle toplumsal hayata girmeye çalışan çocuk ve genç için, kendileri dışında bir dünya
olduğunu ve bu dünyanın kendine ait işleyiş prensibi olduğunu benimsetmekle Freud’un şahsiyetle
ilişkilendirdiği Süperego'nun gelişmesi mümkün olur.
6. Sosyal duygusu yeterince gelişmeyen çocuk veya yetişkinde; İnsanlarla iş birliği yapma, Birlikte çalışma,
Sosyal ilişki kurma, geliştirme ve koruma, Bir organizasyon içinde olmayı gerçekleştirmekte zorlanır.
7. Çocuk suçluluğunu “öykünme”, “model alma” gibi durumlarla ilişkilendiren taklit teorisi; Tarde'ye aittir.
8. Hirschi, Durkheim'den etkilenerek Sosyal Kontrol Teorisi’ni geliştirmiştir.

9. Parçalanmış aile ile çocuk suçluluğu arasında bir ilişki olduğu söylenilebilir. Yakın çevresinde suç işlemiş
kişilerin varlığı çocuğun model alma/etkilenme durumlarına bağlı olarak suça yönelmesine neden olabilir.
Yoğun iç göç ve hızlı kentleşmenin beraberindeki problemler çocuğun suça yönelmesine katkı sağlayabilir.
Kitle iletişim araçlarındaki şiddet içerikli programlar çocuğun suça eğilimini artırabilir.
10. Suçlu çocuk profili göz önüne alındığında suç işlemiş çocuklardaki ortak özellikler şunlar olabilir; Hızlı göç
ve kentleşme sürecini deneyimleme. Parçalanmış aile öyküsüne sahip olma. Başarı sağlanamayan
sosyalleşme süreci yaşama. Psiko-sosyal ihtiyaçların karşılanma yetersizliği.

Teşekkürler...
Ders Anlatım Videoları için;
You Tube Erkan Tosun
https://www.youtube.com/channel/UC
OwipFSYLzq8bQ7eWhhMV2A/videos
Sosyalleşme sürecinde bireyin kimliği oluşurken toplum tarafından toplumsal cinsiyete göre erkek veya kadın
rolleri tanımlanmaktadır. Suçlu olarak tanımlanan kişi ise içinde bulunduğu toplumun kuralları ile kişisel aykırı
istekleri arasında denge kuramayan kimsedir. Suç, bir toplumun resmî olarak koyduğu ceza yasasının ihlalidir.
Suç olayı içinde yaşanılan sosyal durumla anlam kazanmaktadır. Bazı suç türleri de sapma gibi toplumdan
topluma veya aynı toplumda zamana bağlı olarak suçun görelilik özelliği gereği değişmektedir.
TOPLUMSAL CİNSİYET
Sosyal bir varlık olarak bir aile içerisinde doğan insan, anne ve babasından gelen kromozomların sayısına göre
ya erkek ya da kız olarak dünyaya gelir. Biyolojik verasetini doğuştan verili olarak alan birey, sosyal verasetini
de içinde doğduğu ailede hazır bulur. Toplumsal cinsiyet, her bir cinsiyet üyesi için, uygun diye görülen
davranış hakkındaki toplumsal beklentilerdir. Toplumsal cinsiyet, erkek ve kadınların birbirlerinden farklı
olmasına yol açan fiziksel niteliklere değil, erkeklik ve kadınlık hakkındaki toplum tarafından oluşturulmuş
özelliklere göndermede bulunmaktadır. Beden biyolojik, psikolojik ve sosyolojik boyutlarıyla bir bütündür.
Cinsiyet (sex) terimi, kadın ya da erkek olmanın biyolojik yönünü ifade etmektedir ve biyolojik bir yapıya
karşılık gelmektedir. Toplumsal cinsiyet (gender) terimi ise, kadın ya da erkek olmaya toplumun ve kültürün
yüklediği anlamları ve beklentileri ifade etmektedir; kültürel bir yapıyı karşılamaktadır ve genellikle bireyin
biyolojik yapısı ile ilişkili bulunan psikolojik özelliklerini de içermektedir. Toplumsal cinsiyet, bireyi kadınsı
(feminen) ya da erkeksi (maskülen) olarak karakterize eden psiko-sosyal özelliklerdir. Toplumsallaşma
sürecinde erkek ve kız çocuklarının öğrendikleri, kültürün cinsiyetlerine uygun bulduğu duygu, tutum,
davranış ve roller arasındaki farklılıklar toplumsal cinsiyet farklılıkları olarak ele alınır. toplumsal cinsiyet
özellikleri bakımından cinsiyetler arasında farklılıklar gözlenebileceği gibi, aynı cinsiyetten bireyler arasında
da bu özellikler bakımından çeşitlenmeler gözlenebilir. Cinsiyet kimliği, kişinin kendini kadın ya da erkek

olarak tanımlamasıdır. Biyolojik cinsiyet farklılıkları öğrenilmemiş, doğuştan getirilen özellikler bakımından
kadınlarla erkekler arasında gözlenen farklılıklardır. Toplumsal cinsiyet farklılıkları ise öğrenilen, sosyalleşme
sürecinde kazanılan özellikler bakımından insanlar arasında gözlenen farklılıklardır. kültürlerin toplumsal
cinsiyet örüntülerindeki benzerliklerden “ideal tip” bağlamında bir sınıflandırma ve betimleme
yapılabilmektedir. Cinsiyet kalıp yargıları zaman içinde değişmediği gibi, dünyanın çeşitli kültürlerinde de
büyük benzerlikler göstermektedir. Best ve Williams’a (1993) göre, Amerika, Avrupa, Asya ve Avustralya’daki
25 ülkenin insanı genel olarak şu özellikleri erkeğe ve kadına daha çok yüklemektedir: Erkekler için, duygusal
anlamlardan aktif ve güçlü; psikolojik ihtiyaçlardan baskınlık, özerklik, saldırganlık, başarı vb.; ego
durumlarından eleştirici ebeveyn ve yetişkin; kadınlar için ise, duygusal anlamlardan pasif ve zayıf; psikolojik
ihtiyaçlardan bağımlılık, saygı, yardımseverlik, bakım vericilik, dostluk vb.; ego durumlarından bakım verici
ebeveyn ve uyumlu çocuk. Türkiye’de kadınlar için beklenen olumlu özellikler şunlardır: Duygusal, çekici,
düzenli, etkileyici, fedakâr, görgülü, iyi huylu, kibar, terbiyeli, pratik, sabırlı, sevimli, saygılı, sevecen, sadık,
tatlı dilli, itaatkâr, üretken, yumuşak, zarif iken; erkekler için beklenen olumlu özellikler ise şunlardır: Atılgan,
bağımsız, cesur, çevik, kavgacı, dayanıklı, spor sever, güçlü, girişimci, hakkının savunabilen, hızlı, hırslı,
kendine güvenen, kararlı, mert, mücadeleci, onurlu, otoriter, sert, soğukkanlı.
TOPLUMSAL CİNSİYET VE SUÇ
Toplumsal cinsiyet ile suç arasında ilişki şu şekilde ele alınabilir: -Kadınlar hemen hemen tüm toplumlarda
erkeklerden daha az oranda suç işlemektedir. -Erkeklerin kadınlara karşı işledikleri suçlar daha fazladır. Erkek
ve kadın olmak, aileden başlayarak toplumda bütün kurumlarda öğrenilmektedir. ABD’de 2007 yılında polis
tarafından yapılan tutuklamalardan mal varlığına yönelik tüm suçların %66,6’sını erkekler, %34,4’ünü kadınlar
işlemiştir. Türkiye’de cezaevlerinde tutukluların %96.3’ü erkek ve %3.6’sı kadındır. Dünya’daki her toplum,
kadınlar üzerinde erkeklerden daha fazla kontrol uygulamaktadır. Kadınlar aile sorumluluğu ve annelik
görevleri ile çoğunlukla ev odaklıdırlar. Kadın suçluluğu incelendiğinde kadınların özellikle adam öldürme ve
adam yaralama gibi suçları büyük çoğunlukla kendilerini korumak amacı ile işledikleri görülmektedir. Kadın
suçluluğu açısından işlenen suç türlerinde kadınların çoğunlukla mala kasıt ve şiddet içermeyen suçları
işledikleri görülmektedir. Türkiye’de ise en çok işlenen suç türleri olarak hırsızlık, adam öldürme, namus
suçları ve geçmiş dönemlerde zina suçları ön plana çıkmaktadır. Sosyal değişmenin en yoğun biçimde
hissedildiği, yüz yüze ilişkilerin yerini formel ilişkilere bıraktığı şehirlerde kadın, karmaşık bir ilişki ağı içinde ve
giderek artan sorumlulukları taşıma durumunda kalmaktadır. Bu şartlara kadına karşı şiddet, aile geçimsizliği,
geçim zorluğu gibi olumsuz faktörler de eklenince kadının sapmış davranışlara ve suça itilme olasılığı
yükselmektedir. Türkiye’de sosyal ve kültürel açıdan kadın suçluların kırsal kesimde ataerkil yapı ve aile
koruması altındaki kadının suça katılımdan uzak durduğu gözlenmiştir. Kentli kadınlar daha fazla suç
işlemektedirler. Ailesinde şiddet gören veya şiddeti gözlemleyen erkek çocuk evlendiğinde kendisi de aynı
davranışı taklit edip eşine şiddet uygulamaktadır. kadınların suçluluk oranlarının erkelerden düşük olmasının
nedenini Giddens şu şekilde betimlemektedir: Yasayı çiğneyen kadınların oldukça sık bir biçimde mahkemeye
çıkmadan kurtuldukları, çünkü polis veya öteki yetkilileri kendi eylemlerini belirli bir bakışla görmeye ikna
ettiklerine ilişkin kanıtlar vardır. Erkeklik ve kadınlık toplumsal olarak inşa edilir. “İyi kız” imgesi, kadınların
davranışını toplumsal olarak sınırlandırır. Kadın suçluluğuna ilişkin iki büyük tabu bulunmaktadır: Bunlardan
ilki, kadının iffeti, ikincisi de kadının rol yükümlülükleri ile ilgili beklentilerin büyütülmesidir. Hareket ve
konuşmalarında, istek ve ihtiyaçlarında "kadın gibi olmak" şeklinde tanımlanan kadınlık, toplumsal yapı
tarafından kesin çizgilerle belirlenen rolleri de (annelik - eş rolleri gibi) içinde bulundurmaktadır. Ekonomik
suçlar, kadının sosyal ve çalışma ortamında daha fazla yer almasıyla birlikte sayıca artmış olmakla birlikte,

yine kadının özellikle çocukları için işlenen ve kadınlık deneyimleri ile birlikte değerlendirilmesi gereken
suçlardır. Erkek çocuklar, genellikle küçük yaşlardan başlayarak çetelere üye olmaktadır. Günümüzde
kızlardan oluşan çetelerin varlığına karşın, böyle alt kültürler esas olarak erkekliğe dayanır ve serüven,
heyecan ve yoldaşlığı öngören erkek değerleriyle örtüşür. Genç insanların, yaşam boyu sürecek kariyerlere ve
ailenin ekmek kazananı olmaya ilişkin geleceğe güvenle bakma rolü pek çok erkek için belirsiz hâle
gelmektedir. Erkeklerin kadınlara karşı işledikleri suç kategorisinde aile içi şiddet, cinsel taciz, cinsel saldırı ve
tecavüz, erkeklerin kadınlara karşı kendi üstün toplumsal ve fiziksel güçlerini kullandıkları suçlardır. Toplumsal
cinsiyet ve suç ilişkisinde diğer önemli konu fuhuştur.
CİNSEL SUÇLAR
Toplumsal bir varlık olan insanı, hayvandan farklı kılan en önemli özelliklerden biri, hayvanın cinsel
dürtülerinin belli zaman dilimlerinde ortaya çıkarak kaybolmasına rağmen insanda süreklilik arz etmesidir.
Ceza yasalarında; kamu ahlakı, genel adap, aile düzeni gibi kavramlarla çeliştikleri öngörülüp, ihlal ettikleri
çıkarlar açısından değerlendirilerek kişinin cinsel özgürlüğüne veya insanlık özsaygısına ya da toplumsal
düzeninin varlığına zarar verdiği kabul olunan, dolayısıyla da o günün geçerli toplumsal değerleri ve ahlak
kuralları doğrultusunda cezaları saptanan cinsel kökenli eylemlere cinsel suçlar adı verilir. Cinsel suçlar
konusunda güvenilir istatistiklere ulaşmanın güçlüğü çerçevesinde, siyah rakamlar veya saklı suçluluk denilen
kavram ortaya çıkmaktadır. Değişik resmi belgelere göre saptanmış olan suçluluğa nazaran, çeşitli nedenlerle
ihbar veya şikâyet edilmemiş, varlığından habersiz kalınmış,ancak gerçekte işlenmiş olan suç sayısına saklı
suçluluk denir. Cinsel suçları da kapsayacak şekilde, bir kısım suçların saklı kalmasının nedenleri şu şekilde
sıralanabilir: -Suçun, mağdurun özel hayatıyla yakından ilgili olması. -Mağdurun, özel bir nedenden dolayı
suçun ortaya çıkmasını istememesi. -Kolluk kuvvetine ihbarın doğuracağı zaman kaybı; kolluk kuvvetlerinin
konuyla ilgilenmeyeceği, faili yakalayamayacağı konusunda yerleşik bir inancın olması. -Mağdurun fail
tarafından tehdit edilmesi; fail ve mağdurun akraba veya tanıdık olması. -Mağdurun suçta rızasının olması. Bu
nedenler yanında diğer bir saklı suçluluk nedeni de ensest konusunda ortaya çıkmaktadır. Nerdeyse tüm
toplumlarda rastlanan cinsel sapma şekli de ensest (incest veya fücur)tir. Ensest kısaca yakın aile bireyleri
arasındaki cinsel ilişki anlamına gelir ve en sık rastlanan türü, baba-kız ensestidir. Ensestin nedenleri;
eğitimsizlik, alkolizm, cinsel yoksunluk, konut yetersizliği gibi sosyoekonomik koşullar veya bazı psikolojik
bozukluklar olarak belirtilebilir. başka bir cinsel suç olgusu, gözaltına alınan kadınlara tecavüz edilmesi veya
cinsel tacizde bulunulmasıdır. İş yerinde duygusal saldırı (mobbing) için bir araç olarak da kullanılan cinsel
taciz, çeşitli biçimlerde ortaya çıkabilir ve çoğunlukla mağdurlar maruz kaldıkları eylemin taciz olduğunun
farkında değildirler. Genel olarak gruplandırmak gerekirse iş yerinde işlenen dört farklı cinsel taciz türünden
söz edilebilir: -Cinsiyete yönelik taciz: Herhangi bir cinsel davranış içermemekle birlikte kişilerin cinsiyetine
yönelik genellikle düşmanca sözlü, fiziksel ya da simgesel tutumlardır. Toplumda atasözü olarak kullanılan
‘saçı uzun aklı kısa’ gibi sözler bugruba örnek olarak verilebilir. -Düşmanca ortam tacizi: Bir bireyin
performansını düşürmeyi hedef alan her türlü sözlü veya fiziksel cinsel içerikli davranış. -Cinsel içerikli
tehditler: Açık veya örtülü bir biçimde kişinin mesleği ile ilgili tehdit ya da şantaj kullanılarak kişiye yönelik
rıza gösterilmeyen cinsel davranışlarda bulunmak veya kişiyi cinsel davranışlarda bulunmaya zorlamak cinsel
içerikli tehditlerin kapsamında değerlendirilir. -İstenmeyen cinsel ilgi veya yakınlık: Kişiye yönelik fakat kişi
tarafından karşılık görmeyen ve rıza gösterilmeyen uygunsuz cinsel davranışların tamamıdır. Bu davranışlar
cinsel içerikli sözler gibi sözlü ya da istenmeyen dokunuşlar gibi fiziksel eylemleri içerebilir. Cinsel suçlular şu
şekilde sınıflandırılabilir: -Tecavüz suçluları: Bu kategoriye, rızası olmayan bir kişiyi, cinsel ilişkiye zorlayan
veya bu niyetle saldıran suçlular girmektedir. Suç işleme güdüleri, cinsel doyum, öfke duygusu, sadistlik

duygular veya bunların herhangi bir kombinasyonu ile olarak ortaya çıkabilir. -Çocuk cinsel istismarcıları: Bu
kişiler, mağdurlarını, kendi öz ya da üvey çocukları da dâhil olmak üzere çocuklardan seçmektedirler. -
İnternet suçluları: Bu suçlu grubunu, yasal olmayan internet sitelerinden çocuk pornografisine ait içerik
indiren kişiler oluşturmaktadır. İnternet suçları, teknolojik gelişmelere paralel olarak ortaya çıkmış, yeni bir
cinsel suç tipi olarak kabul edilmektedir. -Teşhirciler: Bu cinsel suç tipi, mağdur ile fiziksel olarak direkt bir
temas içermemektedir. Sadece kurbana, cinsellik içeren özel bölgeler gösterilmekte veya kurbanın önünde
çeşitli cinsel davranışlarda bulunulmaktadır.

DEĞERLENDİRME NOTLARI
1. Cesur, Aktif, Otoriter, Mert; toplumsal cinsiyet özelliklerinden erkek kimliği kapsamında yer alır.
2. Duygusal, Pasif, Zayıf, Sadık ; toplumsal cinsiyet özelliklerinden kadın kimliği kapsamında yer alır.
3. Erkeklerin kadınlardan daha fazla suç işlemelerinin biyolojik nedeni; Hormonal.
4. Adam öldürme, Namus, Zina, Hırsızlık; kadınların işlediği suç türlerindendir.
5. Polis ve mahkemelerin kadınlara daha çok müsamahakâr davranması Şövalyece olarak adlandırılır.
6. Cinsel suçlar konusunda güvenilir istatistiklere ulaşmanın güçlüğü Saklı rakamlar ile ifade edilir.
7. Kadınların boşanma ve yoksullaşma sonunda yapmak zorunda oldukları illegal iş; Fuhuş.
8. İş yerinde duygusal saldırı anlamına gelen ve zaman zaman cinsel tacizi de içeren davranış; Mobbing.
9. Teşhirci; fiziki temas içermeyen görsel anlamda cinsel davranışlarda bulunmayı ifade eder.
10. Tecavüzcü; rızası olmayan bir kişiyi, cinsel ilişkiye zorlayan suçlarda bulunmayı ifade eder.
Teşekkürler...
Ders Anlatım Videoları için;
You Tube Erkan Tosun
https://www.youtube.com/channel/UC
OwipFSYLzq8bQ7eWhhMV2A/videos
KENTLEŞME KAVRAMININ SOSYOLOJİK İZAHI
Kent, insanlık tarihinde insanların yerleşimi ile ilgili olan ve hayat tarzlarını tespit etmede yardımcı olan bir
kavramdır. Hızla büyüyen kentler, sağladıkları imkânlara rağmen birçok problemin yaşandığı mekânlar
olmuştur.

Kent
Maunier; şehri, morfolojik, fonksiyonel ve karma bir esasa dayanmalarına bağlı olarak sınıflandırmıştır.
Morfolojik esaslı tanımlarda, şehrin toprağı ve nüfusunun çokluğu bakımından kütlesi, etraflarının kale ve
surlarla çevrilmiş olması ve demografik özellikleri esas alınmıştır. Fonksiyonel özellikleri açısından yapılan
kent tanımları ise zanaat, endüstri ve ticaret, değişim ve tüketim, hukuki fonksiyonları esas alınarak
yapılmıştır. Karma kent tanımları ise yukarıda verilen yaklaşımların birleştirilmesiyle ortaya çıkmıştır. Kentler
siyasi, fiziki ve fonksiyonel açıdan incelenebilir. Siyasi açıdan kent, belli idari hudutlar çerçevesinde görev
yapan idarelere sahip birimleri olması bakımından; fiziki açıdan, değişik amaçlar için kullanılan binalar ve
ulaşım araçları, fonksiyonel açıdan ise; iktisadi, toplumsal, kültürel faaliyetlerin yapıldığı yerler olarak
incelenmektedir. Toplumsal, kültürel, siyasi ve ekonomik özellikleri dikkate alınmadan yapılan kent tanımları
eksiktir. kent birbirine benzemeyen yaşam biçimlerine sahip insanların aynı yerleşim alanında diğer yaşam
biçimlerini kabullenerek yaşayabildiği mekânlardır. Kent tanımında, bütün kent tiplerinde bulunan ve
değişmeyen özelliklerin vurgulanması ve sosyolojik bir muhtevaya sahip olması esastır. Maunier’in yapmış
olduğu kent tanımı; “nüfusuna oranla coğrafi temeli dar olan ve aileler, meslek grupları, sosyal sınıflar,
mezhepler vs. gibi çeşitli heterojen grupları içine alan karmaşık bir yerleşme grubudur.

Kentleşme
Kentleşme konusunda en çok dikkat çeken, kentlerin sayısının ve kente göçen nüfusun artmasıdır. Dar
manasıyla kentleşme, kent sayısının ve nüfusunun artmasıdır. geniş manasıyla kentleşme sanayileşmeye ve
iktisadi gelişmeye paralel olarak şehir sayısının artması ve mevcut şehirlerin büyümesi sonucunu doğuran,
toplum yapısında artan oranda örgütleşme, iş bölümü ve ihtisaslaşma yaratan, insan davranış ve ilişkilerinde
şehirlere özgü değişikliklere yol açan bir nüfus birikimi sürecidir. Türkiye’de kentleşmeyle ilgili olarak
kentleşmenin sanayileşmeye dayanmaması, plansızlık, gecekondulu kentleşme özelliği göstermesi
bakımından köy blokları veya köyleşen kentlerin varlığından söz edilmektedir. Üretime dayanmayan bir
kentleşme, işsiz ve gizli işsizliğin bolluğu, iş gücünün hizmet sektöründe yığılması gibi sebepler de
kentleşmenin bu tür isimlerle anılmasına yol açmaktadır. Kentleşmede bir taraftan köyün itici yönleri diğer
taraftan kentin çekici özellikleri rol oynamaktadır. Sanayileşmenin yetersizliği, nüfus artışıyla iş imkânlarının
paralel gelişmemesi, işsizliğin artması, gecekondulaşmanın önlenememesini göz önünde bulundurarak
kullanılan bir başka ifade de aşırı kentleşmedir. Ayrıca gecekondulaşmanın, gelişmiş ülkelerdeki oluşumdan
farklı olması da bunda tesirli olan bir başka sebeptir. gecekondularda yaşayanlar daha çok köy asıllı olmalarına
rağmen, slumda oturanlar kent asıllıdırlar. Altındağ’da yapılan bir araştırma, gecekonduda yaşayanların,
özellikle beklentileri açısından kente ait değerleri benimsediklerini ortaya çıkarmıştır.
Kentlileşme
Kentlileşmeyi yeterince anlayabilmek için köy kent farklılığının dikkate alınması gerekir. Kentlileşme, kırsal
hayattan kent hayatına göçmekten ibaret bir kavram değildir. kentlileşme; kentsel yaşam deneyimi içinde elde
edilen bir kültür birikimi olup kent hayat tarzına uyumu ifade etmektedir. Kentlileşme yani şehir değerlerine
intibak etme, aşamalı gerçekleşse de neticede şehirle bütünleşme temin edilmektedir.
KENTLEŞME VE SUÇ İLİŞKİSİ
Suçu sadece durumsal bir olgu olarak ele alıp onu belirli bir nedenle bağdaştırmak muhtemelen bu sürece
neden olan sayısız sebebi görmemize engel olacaktır. Kentleşme suç ilişkisinde esas faktör, kentleşmenin
sağlıklı olup olmamasıdır. Kontrol teorileri, ailenin çocuğu suçtan alıkoyan bir özelliği olduğunu belirterek bu
durumun genel olarak suçu engelleyen bir nitelik taşıdığının altını çizmiştir. Gözlemler ve sayısal veriler de
kentleşmenin suç sayılarını ve türlerini kent dışı yerlerde işlenen suçlara nazaran artırdığını göstermektedir.
kentleşme, ‘suçun sebepleri’ arasında yer almaktadır. Kentsel mekânda suçların eşit veya düzenli
dağılmadıkları da bilinen bir gerçektir. Kentleşme ve suç arasındaki ilişkiyi açıklamaya çalışan ilk görüşler
1920’lerde Chicago’da ortaya çıkmıştır. Shaw ve Mckay, o dönemde kentlerdeki suç oranlarına bakarak bu
oranların kent merkezlerinde en yüksek değerlere ulaştığını tespit etmişlerdir. Chicago modeline göre, suç
oranlarının kent merkezlerinde yoğun olmasının nedeni, merkezdeki binaların ve yerleşim alanlarının
büyüme baskısı ile bu bölgedeki evlerin ve imkânların kötüleştiği bu durumun neticesinde suç olgusunun
ortaya çıktığı görüşü bulunmaktadır. Kentleşme suç ilişkisi tek sebeple izah edilemeyecek kadar karmaşık
(girift) bir olgudur. Kent merkezleri nüfus yoğunluğu ve iş yerlerinin fazla olması açısından suçlular için cazip
bir bölgedir. Suçlular yakalanma riskinin daha az ve toplumsal kontrolün daha zayıf olduğu, üstelik de iş
yerlerinin yoğun bulunduğu kent merkezlerinde daha rahat suç işleyebilirler. 1970 ve 1990 arasındaki dönem
suçun bir kent olgusu olarak tanımlandığı zaman dilimi olarak görülebilir. Uzamsal açıdan kent, insanların
heyecan aradıkları, aylaklık içinde oldukları, iş aradıkları yerlerdir. Kent genişledikçe daha karmaşıklaşmış ve
kentin mekânsal dinamikleri gelişmiştir. ekonomik ve toplumsal hareketliliğin mekânsal sonucu, kentin
kenarlarındaki yeni gelişme alanlarındaki gecekondulaşmadır. Mekânsal ve toplumsal hareketliliğin
sonucunda ortaya çıkan gecekondulaşma, kent hayatının karmaşıklık, hareketlilik ve düzensizlikten uzak, daha

iyi bir hayata doğru yönelten süreci temsil eder. Kentleşme sürecinde ortaya çıkan gecekondu mahalleleri suç
merkezleri olarak görülmüştür.
Gecekondulaşma ve Suç
Kırdan kente gelmiş bu sahipsiz insanların, kendi gelenek ve değerlerini, görgülerini esas alarak kentsel
ortamda kendilerini yeniden keşfetme, yeniden üretme ruhu ve kurumu olarak hemşehrilik nosyonuna
dayanmaları olağan bir tutumdur, hatta kaçınılmazdır. Sır ve güven, örgüt yapılanmasında temel ölçüttür.
Gecekondulardaki bu enformel, kaotik, belirsiz ve denetimsiz toplumsal yapı organize suç örgütleri için
bulunmaz bir vahadır. Organize suç örgütleri kırsal, enformel dayanışma örüntüsü olan “imece” ruhunu, para
ve gücü ele geçirmek için kentsel alanda yeniden üretmektedir. Kentsel ortamda yaygın uygulama alanı bulan
kayıt dışı ekonomi, onun getirdiği ekonomik anlayış, zihniyet ve enformel ekonomik ilişkiler bir yandan
kentleşme sürecinde önemli bir tampon kurum işlevi gören “hemşehrilik ilişkileri”ni geliştirmiş diğer yandan
da bu sosyo-ekonomik ve sosyo-kültürel ortamda bazı özel hayat stratejilerinin oluşmasını sağlamıştır.
Hemşehrilik ilişkileri (geleneksel, dayanışmacı, cemaat ilişkileri) kırdan göç eden nüfusun kente yerleşmesini
ve onun ön bilgilerini üretmekle kalmamış, kentte erimenin, kaybolmanın, ezilmenin önünü alarak geleneksel
dayanışma örüntülerini kente taşıyarak yeniden yapılandırmıştır. Kente sonradan gelen bireylerin hemşehrilik
dayanışması, bir taraftan suçu önleyici diğer taraftan da suçu teşvik edici bir rol oynamaktadır.
Kentleşmenin Suça Sevk Eden Özellikleri
Leones, kentleşme ve suç ilişkisini incelediği çalışmasında kentleşmeye bağlı suça yol açan sebepleri şu
şekilde sıralar; • Yoksulluk: İşsizlik, düşük gelir, sağlıksız beslenme, kalabalık aileler ve hızlı nüfus artışı ve
düşük hayat standartlarına eşlik eden bir kentleşme olgusu, yapısal bağlamda suça yol açan etkenler olarak
görülmelidir. • Aile Değerlerinin Kaybolması: Bir ülke sanayileştikçe oluşan iş koşulları ve yoğun bir hayat
tarzının ortaya çıkması gibi nedenlerle aile bağları zayıflamaktadır. • Kayıtsızlık: Kentte yaşayan pek çok birey,
suçla ilgili kanunlardan, yasal haklarından ve ceza adalet sistemiyle ilgili süreçlerden habersizdirler. •
Adaletsizlik/Kötüye Kullanma: Adaletsizlik duygusu ve bu duygunun sonucunda oluşan intikam hissi, suçun
işlenmesine neden olan en önemli güdülerden biridir. • Zayıf Devlet ve Yönetim Anlayışı: Kanunların ve
düzenlemelerin doğru dürüst uygulanmadığını gören ya da keyfi uygulamaların varlığına şahit olan bireyler,
bu durumda kanunları ihlal etmekte bir sakınca görmeyebilir. • Suç Korkusu: Suçun kimi durumlarda
artmasına yol açan bir faktör olarak suç korkusu toplumun bütün kesimlerindeki bireyleri etkiler. Korku, suça
neden olan gizli etkenlerden biridir. Kentleşme, tek başına suçlu üreten bir mekanizma değildir. Kentleşme
sürecinde farklı birçok değişkenin suça etkisini tespit etmek mümkündür. Kentleşmenin getirdiği sorunlarla
baş edebilmek ve bu sürecin olumsuz yönlerinden kurtulabilmek, bir anlamda ‘kentlileşmek’ kavramıyla da
alakalı bir durumdur.
Kentte Toplumsal İlişkiler ve Suç
Nüfus yoğunluğunun kentte yüksek olması, kentteki farklılaşma ve heterojenliğin temel kaynağı olmaktadır.
Farklılaşma meslek, gelir, statü vs. şeklinde olduğu gibi insanlar arasındaki ilişkileri de etkilemektedir. Kent ise
kültür ve meslek grupları, sosyo-ekonomik sınıfları ihtiva eden heterojen bir cemiyettir. Toplumsal sınıflar;
inançlar, meslek, eğitim derecelerine göre farklılaşmış ve değişik davranışlar içine girmişlerdir. R. Redfield folk
ve şehir ayrımından hareketle folkun küçük, kendi içinde kaynaşmış, dünyadan göreli olarak kopuk,
yabancılarla temasının kısıtlı olduğunu belirtir. Kentteki nüfus yoğunluğunun toplumsal ilişkiler üzerine etkisi
dolayısıyla suçta da artış gözlenmektedir. Tönnies, gelenekten modernliğe geçişi cemaat ve cemiyet
kavramlarıyla izah etmektedir. Tabii iradenin baskın olduğu her türlü birlik cemaat, akli irade tarafından
şekillendirilen ve esas itibariyle onun tarafından yönlendirilen birlik ise cemiyettir. Kentleşme sürecinde

yaşanan hızlı değişim, beraberinde birçok problem doğurmaktadır. Kentlerin aksine köyde herkes birbirini
tanıdığı için, büyüğü saymak, küçüğü sevmek kolayca mümkün olmaktadır. Kent karmaşık, iş bölümüne dayalı
ve ileri bir toplum düzenini simgeler. Kentin bu yapısı bir kişinin, diğer bir kişiyi yakından tanımasını zorlaştırır.
Bu sebeple kurulan ilişkilerin niteliği, kırsal kesimden farklı olarak şahsi olmayan, yüzeysel ve geçicidir.
Kentleşme teorisi, suçu kent hayatına uyumlu olmayan davranışlarla ilişkilendirir. Kentler çok sayıda ve
homojen olmayan nüfusun yaşadığı alanlardır. Kentleşme teorisine göre suçlar, kent hayatına uyumlu
olmayan davranışlar ya da bu davranışların sonucu olarak karşımıza çıkarlar. Wirth’e göre, kentte oldukça
farklı görevleri olan örgütsel yapı, kendine bağlı kişilerin uyumunu ve ruhsal dengesini temin edemez.
Merkezî alanlar ve suç ilişkisi teorisine göre yerleşim yerlerinde merkeze yaklaştıkça suç oranlarında artış
görülür. merkezî alanlar ve suç ilişkisi teorisi, yerleşim yerlerinde merkezlere yaklaştıkça suçların fazlalaştığına
vurgu yapmaktadır. Chicago’da 1840’lardan bu yana kentin nüfus değişimlerini, yerleşim ve ekonomik
özelliklerini inceleyenler, elde ettikleri bulgulardan, merkezden uzaklaştıkça suçların azaldığı; suç oranı yüksek
yerlerde ise geleneksel ilişkilerin ve akrabalık ilişkilerinin azalmış olduğu sonucuna varmışlardır. Shaw ve
arkadaşlarının 1942 yılında yapmış oldukları bir araştırma da, belirli bölgelerde yasayan geleneksel nüfusun
suç oranlarını azalttığına vurgu yaparak bu tezi doğrulamıştır. Ülkemizde, kent dışı yerlerde yasayan ailelerin
arasındaki komşuluk ilişkilerinin yoğunluğu ve herkesin birbirini tanıması gibi etkenlerle, yüz kızartıcı görülen
hırsızlık veya gasp gibi mala karşı suçların daha az işlendiği gözlenmektedir. Kentin suç üzerindeki etkisi
yalnızca toplumsal denetimin zayıflaması ve ilişkilerin yüzeysel duruma gelmesi ile sınırlı değildir. Kentsel
alanlarda yaşanan çevre kirliliği, yoğun trafik, ulaşım zorlukları, geçim kaygısı, işsizlik, yüksek hizmet
maliyetleri, ekonomik bunalımlar gibi sorunların varlığı, kişinin psikolojisinde olumsuz etkilere neden
olmakta; bu durum, şiddet eğilimini ve suç oranını artırmaktadır.
Göç ve Suç
Özellikle gelişmekte olan ülkelerde kentleşme ve suç arasındaki ilişkinin en önemli boyutlarından biri göç
olgusudur. göç, uzun bir süre için veya kalıcı olarak belli bir kültürel ortamdan başka birine gitmek suretiyle
yaşanan değişikliktir. Suç ve göç arasında ilişki kurulmasının en önemli sebeplerinden biri göç sonucu ortaya
çıkma ihtimali yüksek olan uyum sorunlarıdır. Göç ile suç arasındaki ilişki özellikle ikinci nesilde
görülmektedir. Göç ve suç arasındaki dikkat çekici noktalardan biri, ilk nesil göçmenlerin suç işleme
oranlarının sanıldığının aksine çok yüksek olmamasıdır. Göç ve suç arasındaki ilişkiyi inceleyen ilk
çalışmalardan biri olan Sellin’in araştırmasında pek çok suç açısından göçmenlerin kent sakinlerine oranla
daha düşük suç oranına sahip olduğu ortaya çıkmıştır.

DEĞERLENDİRME NOTLARI
1. Merkeze yaklaştıkça suçlarda bir artış gözlenir; bu görüş merkezî alanlar ve suç ilişkisi teorisinin tezleri
arasındadır.
2. Kentleşme teorisine göre; Suç, kent hayatına uyumlu olmayan davranışlar ya da bu davranışların sonucu
olarak karşımıza çıkar.
3. Yoksulluk, Aile değerlerinin kaybolması, Kayıtsızlık, Suç korkusu; kentleşmenin suça sevk eden
özelliklerindendir.
4. Gelir dağılımındaki adaletsizlik ile suç arasında ilişki vardır. Kentlerdeki nüfus yoğunluğu suçu arttırıcı etkiye
sahiptir. Zayıf devlet ve yönetim anlayışı suça sevk eden faktörler arasındadır. Sosyal ilişkilerdeki çözülme
suçu arttırır.
5. Kentleşme ve suç arasındaki ilişkiyi açıklamaya çalışan ilk görüşler; 1920’lerde Chicago’da ortaya çıkmıştır.

6. Sağlıksız kentleşme; kent-suç ilişkisinin temelini oluşturur.


7. Geleneksel bağlardaki zayıflama,Tabii çevreyle olan bağın zayıflaması, Yatay ve dikey hareketlilikteki
artış, Nüfusun heterojenliği ; kent hayatını köy hayatından ayıran ölçütlerdendir.
8. Sanayileşmeye dayanmayan kentleşme, Planlamanın olmayışı, Gecekondulaşma, Toplumsal
bütünleşmenin yetersizliği; sağlıksız kentleşmenin özelliklerindendir.
9. Bireylerin kendi kurallarını uygulaması, Hızlı toplumsal değişme, Bireylerin kentsel normları kabul
etmemeleri, Kentsel değerlere yabancılaşma; kentlerde anomiyi ortaya çıkaran sebeplerdendir.
10. İşsizlik; göçle birlikte ortaya çıkan sorunlardan biridir.

Teşekkürler...
Ders Anlatım Videoları için;
You Tube Erkan Tosun
https://www.youtube.com/channel/UC
OwipFSYLzq8bQ7eWhhMV2A/videos
Bilişim çağında, iletişim araçları ve bilgisayar ağları vasıtasıyla ekonomik, siyasal ve kültürel küreselleşme,
ülkeleri ve toplumları etkilemektedir. Üretim, sermaye, finansal pazar ve hizmetler ulusal sınırları aşmaktadır.
Siyasal küreselleşme, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) oluşumunda sağlanmaktadır. Kültürel
küreselleşmenin boyutu, uydu yayınları vasıtasıyla medyaların etkinliğinde artmaktadır. Küreselleşmeyle
birlikte, McLuhan'ın söylemiyle dünyamız "global bir köy"e dönüşmektedir. Manuel Castells, bu yeni
yapılanan toplumu “Ağ Toplumu” (Network Society) olarak nitelemektedir. Yeni kavramlaştırmalardan birisi
de Ulrich Beck tarafından üretilen “Risk Toplumu” kavramıdır. Anthony Giddens’de, risk toplumu kavramını
içeren “Düşünümsel Modernleşme” kavramını kullanmaktadır. Başka bir adlandırma da ilk kez Gary T. Marx
tarafından kullanılan ve David Lyon tarafından geliştirilen, Giddens tarafından da ele alınan “Gözetim
Toplumu” kavramıdır. Küreselleşmenin etkilemediği hiçbir şey yoktur. Bu bağlamda, suç eylemleri de
küreselleşmektedir.
KÜRESELLEŞME
Küreselleşme tek bir süreç değildir, dört farklı değişim tipini içerir: -Toplumsal, siyasal ve ekonomik
etkinlikleri siyasal sınırların ötesine, farklı bölgelere ve kıtalara yayar. -Ticaret, yatırım, finans, göç ve kültür
akışlarının artmasına yol açarak birbirimize olan bağımlılığımızı güçlendirir. -Dünyayı hızlandırır. Taşıma ve
iletişim sistemlerindeki yenilikler, düşüncelerin, malların, bilginin, sermayenin ve insanların daha çabuk
hareket etmesi anlamına gelir. -Uzak mesafelerdeki olayların yaşamlarımız üzerinde derin etkisi olduğu
anlamına gelir. küreselleşme, kültürden suça, finanstan çevreye kadar, dünyanın farklı bölgeleri arasındaki
bağlantılara ve zaman içinde bu bağlantıların değişme ve genişleme biçimlerine ilişkin bir konudur. Günümüz
dünyasında uluslararası ilişkilerin en moda kavramlarından biri olan küreselleşme, aslında 20. yüzyılın bir
buluşu değildir. Kültürel etkileşim sürecinde, kültürel bilişim üretimini elinde bulunduran hâkim ülkelerin

“Kültür Kodları” ve “Kültür Modelleri” diğer ülkeleri etkilemektedir. Ekonomik küreselleşmede, üretim,
parçalara bölünmekte; örneğin, bir işletmenin merkezi, bir ülkede, üretimin bir bölümü başka bir ülkede,
araştırma- geliştirme faaliyetleri daha başka bir ülkede yapılabilmektedir. Kültürel küreselleşme, uydu
yayınları vasıtasıyla medyanın etkinliğinde artmaktadır. İnternet, anında bilgi alış-verişi sağlamaktadır. Bu
bağlamda, medyada yayınlanan kültürel bilişim ürünleri, ABD kaynaklı olduğu için "Hayat Alanlarının
Amerikanlaştırılması" sürecinden söz edilebilir. adaletsiz sisteme rağmen küresel kültür, bütün dünya
ülkelerini etkilemektedir. Besin, müzik ve moda alışverişi bağlamında, evrensel hayat tarzı imajının itici gücü
"tüketici" olmaktadır. Bugün dünyada iki boyutlu bir küreselleşmenin gerçekleşmekte olduğu bilinmektedir.
Birincisi, objelerin yaygınlaşması; ikincisi ise, değerlerin yayınlaşmasıdır.
KÜRESELLEŞME VE SUÇ
Küreselleşen modern dünyada teknolojik gelişmelerin de etkisi ile suç olgusu, yeni görünümler ve ulus ötesi
küresel ilişkileri içermektedir. Küresel suç türleri şunlardır: Uyuşturucu ve terörizm, gelişmiş teknoloji ve ileri
teknolojiyle ilgili gizli ticaret, nesli tükenmekte olan türler, porno malzemeleri, taklit ürünler, silahlar, fil dişi,
zehirli atıklar, para, insan kaçakçılığı, çalıntı mal, resim ve antikalar. Terörizm ve siber suçlar gibi suçların
yaygınlaşmasında küreselleşmenin rolü büyüktür. Bütün bu süreçler her türden durumu kapsar; örneğin
uyuşturucu, para, hayat kadını olarak kullanılanlar gibi mağdur insanlar, teröristler gibi suç işleyen failler,
çocuk pornosu, kara para aklama fonları, bilgisayar virüslerinin yayılması gibi internet ortamında küresel
dolaşıma çıkan her tür yasa dışı şey. Terör, casusluk ve silah kaçakçılığı gibi bazı tür suçlar daima
uluslararasıdır. Serbest ticaret bölgeleri, yasa dışı ürünlerin dolaşımını hızlandıran yapılardır; bunlar dünyanın
dört bir yanına taşınan yasal ve yasa dışı her türden ürün için etkili geçiş noktalarıdır.
Küreselleşme ve Suç Artışının Nedenleri
Küreselleşme sürecinde yaşanan ve suçun artışını da tetikleyen gelişmeler şunlardır: -Küreselleşme süreci
aile, din, sendikalar vb. toplumsal bağların büyük ölçüde aşınmasını da beraberinde getirmiştir. Toplumsal
kriz dönemlerinde bireylerin destek alacağı mekanizmaların ortadan kalkması suç oranlarının da
yükselmesine neden olmaktadır. -Küreselleşme sürecinde üretim yapısının değişmesi, üretimde teknoloji
kullanımının artması sonrasında özellikle mavi yakalı çalışanlar arasında işsizlik artmıştır. Günümüzde gelişmiş
ülkelerde nitelikli eğitim almış kişiler arasında bile işsizlik yaygındır. İşsiz kalan, bunun yanında her an işsiz
kalabileceği korkusuyla yaşayan geniş kesimler arasında suç ve şiddet giderek artmıştır. -Küreselleşme
sürecinde bütün dünyada finans ve eğlence merkezleri hâline gelen metropollere yönelik iç göç önemli
oranda artmıştır. -Küreselleşme sürecinde yeni bir kişilik yapısı ortaya çıkmış, değer yargılarında önemli
değişimler yaşanmıştır. -Küreselleşme sürecinde istikrarsızlık, krizler ve kaos olağan hâle gelmiştir. -
Küreselleşme sürecinde farklılık ve çeşitliliğin artması, özellikle etnik köken ve din farklılığına dayalı
çatışmaları ve gerilimleri artırmaktadır. Küreselleşme sürecinde artan suç oranları Durkheim tarafından ilk
ortaya atılan, Parsons ve Merton tarafından geliştirilen “Anomi Teorisi” ile açıklanabilir. kelime anlamı,
“normsuzluk” ya da “kuralsızlık” olan “anomi”; birey ve toplum hayatındaki bunalımlı bir durumu ifade eder.
Dolayısıyla, “anomi” toplumda ya da bireyde ölçü ve değerlerin çökmesi ya da amaç ve ülkü yoksunluğu
sonucunda oluşan dengesizlik durumudur. “anomi”, bir toplumdaki mevcut kültürel değer ve amaçlar ile o
toplumda yaşayan bireylerin söz konusu amaç, değer ve kurallara uygun olarak davranma ve yaşama istekleri
arasında belirgin bir farklılaşmanın ortaya çıkması sonucu toplumsal ilişkileri düzenleyen kural ve değerlerin
aşınmasının doğurduğu karmaşa ve kuralsızlık durumudur. Hızlı değişim dönemlerinde kişi ile toplum
arasındaki bağları sağlayan birçok norm çözülür. Toplumda yeni değerler ortaya çıkar. hızlı toplumsal değişim

dönemlerinde kişileri topluma bağlayan normlar geçerliliğini yitirirken ortaya çıkan yeni değerler ve normlar
karşısında da insanların davranışları farklılaşır. Merton’a göre zenginliğin temel bir değer olarak ortaya çıktığı
yapıda, bireyler bu yeni değerler karşısında beş farklı davranış biçimi geliştirirler. Anomi teorisi açısından
küreselleşme sürecinde zengin ülkelerin yaşam tarzını medya ve internet vasıtasıyla gören gelişmemiş ülke
veya alt sosyal sınıflar, bu varsıllığa ulaşmak için yeni davranış biçimleri geliştirmektedir. -Uyum: Zenginlik
önemli bir değer olarak ortaya çıktığında kişiler bu değeri benimserler ve zenginliğe ulaşmak için toplumda
kabul görmüş normal yolları deneyerek zenginleşmeye çalışırlar. -Yenilik: Zenginlik önemli bir değer olarak
kabul edilir ama kişi meşru ve yasal yollarla zengin olamayacağını bildiği için zenginleşmek için yasa dışı
yollara başvurur. -Şekilcilik: Ortaya çıkan yeni değerle bir sorunu olmayan, zenginliği bir değer olarak kabul
eden ama zenginliğe ulaşabilecek araçları da olmayan kişilerin kanaatkâr şekilde ortama uyum gösterip sorun
çıkarmadan yaşamlarına devam etmeleri davranışıdır. -Geri Çekilme: Toplumsal değişme sürecinde ortaya
çıkan yeni bir değer olan zenginliği kabul etmeyen, bu değişim sürecine uyum da sağlayamayan kişilerin
toplumdan koparak izole olma durumunu ifade eder. -İsyan: Zenginliği ve getirdiği yeni yaşam biçimini kabul
etmeyen, toplumdaki bu değer dönüşümüne kayıtsız da kalamayan, ortaya çıkan yeni yapılanmayı ortadan
kaldırarak kendi istediği ideal düzeni getirmeye çalışan kişilerin davranışı. Küreselleşmenin neden olduğu
ülkeler arasındaki gelişmişlik ve refah uçurumu, anomik davranışların suç olarak ortaya çıkmasına sebep
olmaktadır. Suçlular küreselleşmeden faydalanmaktadır. Yasa dışı ticaret -kadın, silah, hap ticareti ve kara
para aklanması- dünya çapında tüm bölgeleri korkutarak şiddet ve suça katkıda bulunmaktadır. Küresel suçun
başka bir çeşidi yolsuzluktur. Yolsuzluk, kamusal görevlerin özel çıkarlar için kötüye kullanılması ya da daha
genelinde verilen yetkinin kişisel çıkar için istismar edilmesi olarak tanımlanabilir. Küreselleşme bağlamında
terör de küreselleşmiştir. Terörizm, ölümlere, ciddi yaralamalara ve devlet ya da özel mülkiyete, mekânlara,
tesislere ve diğer sistemlere verilen ciddi zararlara neden olan eylemler olarak tanımlanır.
SİBER SUÇLAR
Ülkelerin bilişim teknolojilerine ve özellikle internete olan bağımlılıkları her geçen gün artmaktadır. Küresel
yeni dünyada fiziksel temasa veya mağdurla aynı yerde bulunmaya gerek duymadan hırsızlık, dolandırıcılık
gibi suç fiilleri mümkün hâle gelmiştir. Küreselleşme ile bilgisayar teknolojileri ve internetin gelişmesiyle
yaygınlaşan suç tipi bilişim veya siber suçlardır. Kapsamı çok geniş olan ve toplumda yaşayanların büyük
bölümünün etkilendiği ve suç işlediği bazı bilişim suçları şunlardır: -Bilgisayarlara, cep telefonlarına, internet
hesaplarına gizli erişim. -Müzik, sinema, yazılım eserlerinin izinsiz indirilmesi, kullanılması ve yayılması. -Suç
teşkil eden bilgilerin internet üzerinden yayınlanması. -Yasa dışı yayınlar. -İnternet üzerinden dolandırıcılık. -
Sosyal medya üzerinden sahte kimlikler yoluyla çıkar sağlama. -Siber terörizm. -Endüstriyel casusluk. Siber
suç, bir bilişim sistemine izinsiz olarak ve hukuka aykırı olacak şekilde girilmesi ve sonrasında yapılan
eylemdir. Bilişim sistemlerine yetkisiz erişim sağlamaya yönelik birçok farklı metot bulunmaktadır Elektronik
ağlar vasıtasıyla işlenen klasik suçların başında dolandırıcılık suçları yer almaktadır. Dolandırıcılık
yöntemlerinde olduğu gibi internette diğer bir suç türü oltalamadır. Oltalama genellikle e-posta aracılığıyla
yapılmaktadır. Oltalama yapan kişiler Facebook gibi popüler sitelerin, alışveriş sitelerinin veya finansal
kurumlara ait internet sitelerinin tıpatıp benzerlerini yaparak internet üzerinden yayımlar ve rastgele
gönderdikleri e-postalarda belirttikleri değişik mazeretlerle mağdurları bu sahte web sitelerine yönlendirirler.
Hacking olarak adlandırılan, bilişim sistemlerine yetkisiz erişim sağlama, kimlik hırsızlığı amacıyla kullanılan
diğer bir yöntemdir. İnternet pornografik materyallerin çoğaltılmasını ve dağıtılmasını kolaylaştırmaktadır.
Siber suçlarda diğer siber saldırı tekniği sosyal mühendislik saldırılarıdır. Sosyal mühendislik saldırıları, insan
doğasından istifade etmek üzere değişik aldatmacalar kullanarak hedef sistem hakkında bilgi edinmek, veri

ele geçirmek veya sisteme girmektir. Oltalama ve istenmeyen e-posta göndermek bir nevi sosyal mühendislik
saldırısıdır.

DEĞERLENDİRME NOTLARI
1. Risk toplumu kavramını geliştiren sosyolog; Ulrich Beck.
2. Ağ toplumu kavramını geliştiren sosyolog; Manuel Castells.
3. Kültürel küreselleşme sürecinde 4 yılda 50 milyon kişiye ulaşan medya; İnternet.
4. Türkiye; Ölüm cezasının uygulanmadığı ülkeler arasında yer alır.
5. Yenilik; Zenginleşme hedefine ulaşmak için mafya ve çetelere katılma, hırsızlık ve gasp, devleti dolandırmak
gibi davranışlardır.
6. Geri çekilme; Yeni ortaya çıkan yapıya uyum sağlayamayan, kendini alkol ve uyuşturucuya veren ve içine
kapanan kişilerin davranışıdır.
7. İsyan; Eski toplumsal düzeni yıkıp yeni toplumsal düzen getirmek isteyen devrimcilerin davranışıdır.
8. Yolsuzluk; Kamusal görevlerin özel çıkarlar için kötüye kullanılmasıdır.
9. Genellikle e-posta aracılığı ile yapılan, kişileri sahte web sitelerine yönlendirerek bilgilerinin ele geçirilmesi;
Oltalama.
10. Hacking; Bilişim sistemlerine yetkisiz erişim sağlama ve kimlik hırsızlığı amacıyla kullanılır.

Teşekkürler...
Ders Anlatım Videoları için;
You Tube Erkan Tosun
https://www.youtube.com/channel/UC
OwipFSYLzq8bQ7eWhhMV2A/videos
Bir suçun mağduru olma korkusuna vurgu yapan suç korkusu (fear of crime) suçun ortaya çıkardığı
sorunlardan biri olarak 1960’lardan itibaren dikkat çekmeye başlamıştır. Suç korkusunun bilimsel açıdan
incelenmesi ise 1970’li yılların başına denk gelmektedir. Suç korkusu suçun neden olduğu sorunlardan biri
olmasına karşın zamanla suçtan bağımsız bir olgu hâline dönüşmüştür. Suç korkusunun en önemli yanı her ne
kadar suçun yol açtığı bir sorun olarak ortaya çıksa da zaman içerisinde suçtan bağımsız bir olgu olarak
toplumlarda varlığını devam ettirmesidir.
SUÇ KORKUSUNUN KAVRAMLAŞTIRILMASI VE ÖLÇÜMÜ
Suç korkusu ile ilgili bilinen ilk çalışma 1966 yılında Amerika’da yapılmıştır. 1963 yılında Başkan John F.
Kennedy’e yönelik yapılan suikast eylemi, 1960’ların ortalarında azınlıkların yaşadığı mahallelerde ortaya
çıkan isyanlar, artan ırksal sorunlar, karmaşa ve düzensizliğin ulusal bir sorun hâline dönüşmesi gibi nedenler
Kanun Uygulama ve Adalet Dairesi Başkanlık Komisyonu’nun Amerikan halkının suçla ilgili yükselen kaygıları
ve seçmenlerin güvensizlik algılarıyla ilgili araştırma yapmasını zorunlu kılmıştır. Suç korkusunun yaygınlığı suç
korkusunun nedenleri ve sonuçlarını bilimsel açıdan incelemeyi gerekli kılmıştır. Ancak alan yazını
incelendiğinde suç korkusuyla ilgili evrensel bir tanımın ortaya konamadığı görülmektedir. Bu durum suç
korkusunun subjektif olmasından, bilişsel, duygusal ve davranışsal olmak üzere üç farklı boyuta sahip
olmasından kaynaklanmaktadır. Suç korkusu bilişsel, duygusal ve davranışsal boyutları olan çok yönlü bir
kavramdır. Suç korkusunu ölçmek amacıyla sıklıkla kullanılan Genel Suç Anketi ile Ulusal Suç Mağduriyeti
Anketi bilişsel yönüyle suç korkusunu ölçen iki önemli ölçme aracı olarak dikkat çekmektedir. Genel Suç
Anketindeki “Çevrenizde gece yalnız dolaşmaktan korktuğunuz bir yer var mı?” sorusu ile Ulusal Suç
Mağduriyeti Anketi’nde yer alan “Gece çevrenizde tek başınıza iken kendinizi ne kadar güvende
hissediyorsunuz?” sorusu bireylerin algıladıkları riski ölçmeye dayalıdır. Ferraro’ya göre suç korkusu bireyin

suç veya suça ait olduğunu düşündüğü sembollere karşı geliştirdiği duygusal tepki veya anksiyete
duygusudur. Diğer ifade ile duygusal boyutuyla suç korkusu bireyin suç veya suç ile ilişkilendirdiği sembollere
karşı geliştirdiği duygusal tepki veya anksiyete duygusudur. Covington ve Taylor suç korkusunu olası şiddet
içerikli bir suç ve fiziksel zarara yönelik duygusal tepki olarak kavramlaştırmaktadır. Garafalo ise fiziksel
yaralanma veya ölüm tehdidine karşı ortaya çıkan kaygı ve tehlike duygusu ile nitelenen duygusal tepki olarak
kavramı tanımlamıştır. O, gerçek korku ile öngörülen korku arasında ayrım yapmanın önemli olduğunun altını
çizmektedir. Figgie’de suç korkusunu tanımlarken anlamsız korku ve somut korku ayrımı yapmaktadır. Suç
korkusunun davranışsal boyutu ise bireylerin suç eylemiyle karşılaşmamak için gösterdikleri tepkilerden
oluşmaktadır.
SUÇ KORKUSUNUN KAVRAMLAŞTIRILMASI VE ÖLÇÜMÜNE YÖNELİK ELEŞTİRİLER
İlk dönemlerde yapılan suç korkusu araştırmaları; belirli bir suç türüne atıf yapmadığı, genel suçlar üzerinden
korkuyu ölçtüğü gerekçesiyle eleştirilmektedir. Ferraro, Garofalo, Warr, LaGrange gibi suç korkusu üzerinde
dikkat çekici çalışmalarıyla tanınan araştırmacılar konuyla ilgili yapılan araştırmaları çeşitli açılardan
eleştirmektedir. Bunlardan ilki suç korkusunu oluşturan üç boyutun farklı anlamlar içerdiği, buna karşın
özellikle başlangıçtaki araştırmalarda boyutlar arasındaki ayrımın net ve açık olarak ortaya konamadığıdır.
Ferraro bireyin risk ile ilgili yargısının (algıladığı risk) onun korkmasını gerekli kılmayacağını, algılanan riski
yüksek olsa bile kişinin korkmayabileceğini öne sürmektedir. Suç korkusuyla ilgili yapılan araştırmalarla ilgili
bir diğer eleştiri sorularda suç kavramına açık şekilde değinilmemiş olmasıdır. Bir başka eleştiri ise sorularda
genel suçlar üzerinden mağduriyet korkusunun incelenmeye çalışılmasıdır. Bir diğer eleştiri noktası soruların
spesifik bir zaman dilimini referans almamasıdır.“ Soruların çoğunun kimsenin sıklıkla yapmadığı eylemler
üzerinden suç korkusunu ölçmesi eleştirilen bir diğer noktadır. Sorularda coğrafik olarak belirsiz bir alanın
referans verilmesi ve varsayımsal bir durumdan hareketle suç korkusunun ölçülmesi dikkat çeken bir diğer
eleştiri konusudur. Suç korkusuyla ilgili çalışmalarda eleştirilen bir diğer nokta araştırmaların çoğunlukla
kantitatif yöntemlerle yapılmasıdır. Kantitatif yöntemlerin kullanılması suç korkusu üzerinde sosyo-
demografik faktörlerin etkisini ölçmede kolaylık sağlayabilir ancak insanların neden korktuklarını açıklamada
yetersizdir.
SUÇ KORKUSUNU AÇIKLAYAN KURAMLAR
Suç korkusunu açıklayan kuramlar; bireysel özelliklere vurgu yapan Mağduriyet Kuramı ve Savunmasızlık
Kuramı, çevresel faktörlere odaklanan Toplumsal Kaygı Kuramı ve hem bireysel hem de çevresel faktörleri
birlikte ele alan Risk Değerlendirmesi Modeli‘nden oluşmaktadır.
Mağduriyet Kuramı
Mağduriyet Kuramı, geçmiş dönemde herhangi bir suç eylemine maruz kalmanın suç korkusunu
yükselteceğini varsaymaktadır. Mağdur uğradığı saldırı sonucunda duygusal açıdan kayıplar yaşamaktadır. Bu
kayıplar şu şekilde özetlenebilir: • Mağduriyet bireyin düzenli ve öngörülebilir bir dünyada yaşadığına dair
güven duygusu zedelenmektedir. • Mağduriyet bireyde şok, depresyon veya travma sonrası stres bozukluğu
gibi psikolojik sorunları geliştirmektedir. • Mağduriyet bireyin kendisine olan öz saygısını kaybettirmektedir. •
Mağdurun etrafındaki nesne ve durumları tehlikeli olarak algılama içgüdüsü kuvvetlenmeye başlamakta,
mağduriyet sonrası kurbanların verdikleri bu reaksiyonlar bireyi daha incinebilir ve hassas bir insan olmaya
doğru sürüklemektedir. Mağdurlar yaşadıkları mağduriyetin etkilerinden korunabilmek, duygusal kayıplarını
en aza indirmek için nötrleştirme diye adlandırılan teknikleri kullanmaktadır. Bu teknikler; -Uğranılan zararı
ya da yaralanmayı reddetme: Mağdurun uğradığı saldırı sonucu aldığı zararı reddetmesi, “bana bir şey
olmadı” diye bir düşünce geliştirmesi. -Savunmasızlığını reddetme: Mağdurun mağduriyet sonrası tecrübe

kazandığı ve gelecekte mağdur olmamak için ne yapması gerektiğini öğrendiği gibi bir anlayış geliştirmesi. -
Adil dünya inancına sahip olma: Mağdurun yaşadığı mağduriyet sonrası suçluların cezalarını elbet bir gün
çekeceklerine yönelik inanç geliştirmesi. -Yüksek gerekçelere başvurmak: Mağdurun yaşadığı mağduriyete
haklı gerekçeler üretmesi. Kuram mağduriyetin doğrudan ve dolaylı olabileceğini iddia etmektedir. Doğrudan
mağduriyet bireyin kendisinin bir suçun mağduru olmasıdır. Zarafonitou Atina’da yaptığı çalışmada doğrudan
mağduriyet yaşayanların diğerlerine göre üç kat daha fazla korktuklarını saptamıştır. Fox, Nobles ve Piquero
takip, taciz, hırsızlık, cinsel taciz gibi suçlara maruz kalan üniversite öğrencilerinin suça maruz kalma
korkusunun bu tür mağduriyetleri olmayan öğrencilere kıyasla daha yüksek olduğunu ortaya koymuştur.
Dolaylı mağduriyet ise bireyin suçun mağdurunu tanıması ya da suç mağduru ile ilgili bilgi edinmesi sonucu
yaşadığı mağduriyete gönderme yapmaktadır. Covington ve Taylor Baltimore’da yaptıkları çalışmada dolaylı
mağduriyetin bireylerin suç korkusunu yükselttiğini saptamışlardır. Medya dolaylı mağduriyet yaşanmasında
etkili olan önemli faktörlerden biridir. Medya ve sosyal iletişim ağı, dolaylı mağduriyete neden olan iki
faktördür. Dolaylı mağduriyete yol açan diğer faktör güçlü sosyal iletişim ağlarına sahip olmaktır.
Savunmasızlık Kuramı
Savunmasızlık Kuramı, fiziksel ve sosyal savunmasızlık ile suç korkusu arasındaki ilişkiye odaklanmaktadır.
Fiziksel savunmasızlık ile kastedilen herhangi bir saldırıya karşı koyabilecek yeterli fiziksel güçten mahrum
olmaktır. hem kadınların hem de yaşlıların gündelik yaşamları gereği evde daha fazla vakit geçirdikleri
düşünülünce suç mağduru olma olasılıklarının daha düşük olması beklenmelidir. Buna rağmen araştırmaların
büyük çoğunluğunda bu iki sosyal grubun suça maruz kalma korkularının yüksek çıkması bir çelişki olarak
görülmektedir. Bu çelişkiye cinsiyet-korku paradoksu diyoruz. Feministler bunun kriminolojideki erkek
egemen yapıdan kaynaklandığını öne sürmektedir. Feministler kadınların suça maruz kalma korkularının
araştırmalarda oldukça yüksek çıkmasının ataerkil sosyalleşmeden kaynaklandığını öne sürmektedir. Bunun
temelinde toplumsal cinsiyet ayrımına dayalı sosyalleşme süreci yer almaktadır. Kadın ve erkeklerin toplumsal
beklentiler çerçevesinde farklı yetiştirilmeleri araştırmalarda kadınların suça yönelik hissettiklerini daha kolay
ifade etmelerini sağlarken erkeklerin zayıflık olarak algılanabileceği endişesiyle korkularını söylemekte
çekinmesine neden olmaktadır. Bir diğer açıklamaya göre kadınların gerçek suç mağduriyet oranları resmî
raporlara tam yansımamaktadır. Cinsiyet-korku paradoksuyla ilgili bir diğer açıklamaya göre kadınların suça
maruz kalma korkusunun altındaki asıl neden onların cinsel taciz ve tecavüze uğrama korkusudur. Ferraro,
geliştirmiş olduğu Gölge Hipotezi ’nde gerek şahsa gerekse mal varlığına yönelik yapılacak herhangi bir
saldırının bir kadın için cinsel içerikli suçlara maruz kalma riskini de beraberinde getirdiğini, bu risk nedeniyle
kadınların her suç türünden korktuğunu iddia etmektedir. Bir kadının tecavüze uğrama korkusu diğer tüm
potansiyel suçlarla ilgili korkularını artırmakta ve erkeklerle kıyaslandığında daha yaygın/genel korku
yaşamalarına neden olmaktadır. Pain, araştırmalarda sadece biyolojik yaşın dikkate alındığını yaşlılığın
kültürel boyutunun göz ardı edildiğini öne sürmektedir. Taylor, Evans ve Fraser herkesin yaşlılığı farklı tecrübe
ettiğini kimilerinin yaşlılığın ilk zamanlarında dahi incinebilir olduğunu kimilerinin yaşlılığın ilerleyen
dönemlerinde bile aktif bir yaşam sürdürebildiğini öne sürmektedir. Savunmasızlık Kuramı çerçevesinde
odaklanılan sosyal savunmasızlık, eğitim ve gelir düzeyi düşük olanlar ile azınlıkların sosyal açıdan savunmasız
olmaları nedeniyle suç korkularının yüksek olduğunu iddia etmektedir.
Risk Değerlendirmesi Modeli
Ferraro tarafından geliştirilen Risk Değerlendirmesi Modeli; Düzensizlik, Rutin Aktiviteler Kuramı ve Sembolik
Etkileşim Kuramı olmak üzere üç kuramın birleşiminden oluşmakta, bireysel ve çevresel faktörlere odaklanan
kapsamlı bir modeldir.

Sembolik Etkileşim Kuramı


Sembolik Etkileşim Kuramı Mead’in fikirlerine dayanmaktadır. Mead benlik, zihin, iletişim kurma ve
yorumlamaya özel önem atfetmekte, benliğin gelişiminde sosyalleşme sürecinin önemine işaret etmektedir.
Bireyler rol alma süreci ile kendilerini diğerlerinin yerine koyarak onların duygu ve düşüncelerini
anlamlandırmaktadır. Mead benliğin birbirinden ayrılmayan “ben” (I) ve “bana/beni” (me) olmak üzere iki
yönü olduğunu, kişinin ancak “beni/bana”yı “ben”den ayırt edince kendisinin farkına varabildiğini öne
sürmektedir. bireyler herkesin beklentilerini doğru tahmin edemeyeceği için genellemeler yapmakta,
genelleştirilmiş diğerlerinin haklarında ne düşüneceği konusunda imge geliştirmektedir. Ancak yine de mutlak
olarak başkalarının beklentilerine uymamakta, kendileri için önemli diğerlerinin baskısına daha çok boyun
eğmektedir. Sembolik Etkileşim Kuramı bu görüşler çerçevesinde bireylerin gündelik yaşamlarında semboller
ve bu sembollere yükledikleri anlamlar aracılığı ile etkileşime girerek toplumsal düzeni oluşturduğunu öne
sürmektedir. Ferraro, Sembolik Etkileşim Kuramı’nın temel varsayımlarından yola çıkarak bireylerin suç veya
suç ile ilişkilendirdiği sembollere bakarak risk değerlendirmesi yaptığını savunmaktadır. Risk değerlendirmesi
sonucu “Burası güvenli bir yer değildir.” düşüncesine sahip olan kişi davranışlarını ona göre belirleyecektir.
Düzensizlik Kuramı
Düzensizlik Kuramı literatürde Medeni Olmayan Davranış Kuramı olarak da tanımlanmaktadır. Kuram Şikago
Okulu’nun çevrenin suçluluk ile ilişkisini ortaya koyan görüşlerinden beslenmektedir. Düzensizlik Kuramı
çevresel düzensizliği fiziksel ve sosyal bozulma olarak iki grupta incelemektedir. Fiziksel bozulma metruk
binalar veya arabalar, etrafa dağılmış çöpler, duvar yazıları, boş arsalar, pis sokak araları, başıboş köpekler,
yetersiz aydınlatmalar gibi suç ile ilişkilendirilen ipuçlarıdır. Sosyal düzensizlik ise serseriler, çeteler, saygısız
komşular, dilenciler, madde bağımlıları ve evsizler gibi suç işleme olasılığı yüksek görülen insanların rahatsız
edici davranışlarını içermektedir. Avustralya’daki bir çalışmaya göre özellikle serseri gençlerin köşe başlarında
toplanması mahallelinin korku düzeyini yükseltmektedir. Düzensizlik kuramı çevrede görülen fiziksel ve sosyal
bozulma işaretlerinin suç korkusunu yükselttiğini savunur.
Rutin Aktiviteler Kuramı
suç mağdurunun yaşam tarzının suçun oluşmasında etkili olduğu yönünde görüşlerin savunucuları Hindelang,
Gottfredson ve Garofalo yaşam tarzı ve mağduriyet ilişkisini şu şekilde özetlemektedir: • İnsanların evlerinin
dışında ve özellikle kamuya açık alanlarda vakit geçirmeleri bir suçun mağduru olma ihtimallerini
yükseltmektedir. • Kişinin yaşam tarzı, bu kimsenin kamuya açık yerlerde bulunma süresi ve olasılığında
etkilidir. • İnsanlar zamanlarının çoğunu kendilerine benzer yaşam tarzına sahip insanlarla birlikte
geçirmektedir. • İnsanlar çoğunlukla kendilerine benzer sosyo-demografik özelliklere sahip insanlar
tarafından mağdur edilmektedir. • İnsanların yaşam tarzı, diğer insanlarla geçirdikleri vakti belirlemektedir.
Ailesinden uzakta geçirdikleri her vakitte kişi suça karşı savunmasızdır. • Kişinin ailesi dışındaki insanlarla
geçirdiği vakit arttıkça suç mağduru olma ihtimali de artmaktadır. • İnsanların seçtiği yaşam tarzı bunların
kendilerini suçlardan uzak tutabilme kapasitesini sınırlamaktadır. • İnsanların yaşam tarzında yaptıkları
değişim, suçlular açısından çekici hedef hâline gelmelerinde etkilidir. Cohen ve Felson yukarıdaki görüşlere
dayanarak Rutin Aktiviteler Kuramı’nı ortaya atmıştır. kurama göre suç fırsatının ortaya çıkmasında esasen üç
faktörün bir arada olması gerekmektedir. Bunlar: • Suç işleme niyetinde olan motive olmuş suçlu, • Suçun
yöneltileceği uygun bir hedef, • Herhangi bir saldırıya karşı hedefin korunmasız olması. Cohen ve Felson’a
göre suç fırsatının ortaya çıkması için motive olmuş suçlu, uygun hedef ve hedefin korunmasız olması
gerekmektedir.

Sosyal Kontrol Kuramı


Sosyal Kontrol Kuramı mahalledeki sosyal faktörlere odaklanmaktadır. Kurama göre farklı etnik ve kültürel
geçmişi olan insanlardan oluşan yerleşim yerlerinde sosyal bağlar ve ilişkiler zayıf olacaktır. Etnik ve kültürel
farklılığın yüksek olduğu mahallelerin genellikle sosyoekonomik düzeyi düşük mahalleler olduğu
bilinmektedir. Kırdan kente göç edenler için ilk basamak olarak kullanılan bu mahallelerde oturanlar, kente
uyum sağladıkça veya gelir düzeyleri yükseldikçe kentin diğer bölgelerine gitmeyi tercih etmektedir. Enformel
sosyal kontrol, toplumsal düzeni bozan suç ve sapma davranışlarının önüne geçebilmek amacıyla mahalle
sakinlerinin kendi aralarında aldıkları önlemlerdir. Mahallede görülen yabancı biri hakkında bilgi edinmeye
çalışmak, komşuların ev ve mallarını gözetmek, mahalledeki gençlerin hâkim norm ve değerler çerçevesinde
yetişmesini sağlamak veya huzuru bozan herhangi bir duruma müdahale etmek için organize olmak enformel
sosyal kontrol araçlarıdır.
SUÇ KORKUSUNUN SONUÇLARI
Suç korkusu, bireylerde fizyolojik ve psikolojik sorunlara neden olduğu gibi bireylerin davranışlarını da
kısıtlayabilir. Terleme, uyku düzeninin bozulması, iştahsızlık ve cinsel isteksizlik, kabız veya ishal hâlleri, soğuk
ve hastalıklara karşı duyarlılık, alkol/ilaç tüketiminde artış ve/veya aşırı yemek de güvensizliğe karşı verilen
kimyasal reaksiyonlardandır. Suç korkusu ayrıca insanlar arasındaki güven duygusunu zedelemekte, sosyal
bağların zayıflamasına yol açmaktadır.
SUÇTAN KORUNMA PRATİKLERİ
Literatürde suçtan korunma pratikleri kaçınma ve korunma davranışları olarak gruplandırılmaktadır. Kaçınma
Davranışı: Kaçınma, korkuya yol açan belirli mekânlardan veya insanlardan uzak durmak demektedir. Warr’ın
araştırma bulguları kadınların kaçınma davranışı gösterdiğini ortaya koymuştur. Bunun yanında bazı insanlar
tehlikeli olduğunu düşündüğü insanlardan uzak durarak kaçınma davranışı sergilemektedir. Korunma
davranışı: Korunma davranışı bireyin kendini veya malını suçtan korumaya yönelik aldığı tedbirlerdir.
Ferraro’nun yaptığı çalışmada ailelerin %40’ından fazlasının evlerinde silah bulundurdukları anlaşılmaktadır.

MODERNLEŞME VE SUÇ KORKUSU


Modernleşme hareketi 16. yüzyılda başlayan toplumsal değişme ve dönüşme sürecidir. Modernleşme kadının
toplumsal yaşama katılımını sağlamış ancak bu durum, geleneksel aile yapısının bozulmasına neden olmuştur.
Modernleşmeyle birlikte boşanma oranları artmış, buna bağlı olarak tek ebeveynli aileler ortaya çıkmıştır.
Yoksulluk, gelir adaletsizliği, eşitsizlik, bireycilik, modernleşmenin yol açtığı diğer sorunlar olarak dikkat
çekmektedir. Modernleşmenin karanlık yönlerinden biri de suç oranlarının artmasıdır. Kent bütününde
suçların genellikle toplandığı bu noktalar “sıcak noktalar” olarak tanımlanmaktadır. Modern toplumlarda
görülen güvenlikli sitelerin var oluş nedenlerinden biri güvensizliğin yarattığı korkudandır. Modernleşmeyle
ortaya çıkan değişim ve dönüşümler suç korkusunu yükseltmiştir. Teknolojik gelişmelerin suçlular tarafından
kullanılmaya başlaması da modernleşmenin olumsuz yönlerinden biridir. Özellikle geç modern dönem olarak
adlandırılan günümüzde bilgi teknolojisinde yaşanan devrimler, suçun görünür olmaktan çıkmasına ve
kontrol edilemez hâle dönüşmesine yol açmıştır.

DEĞERLENDİRME NOTLARI
1. Sokaktaki dilenci, Sokakta madde kullanan genç, Sokakta toplanan serseri gençler, Gürültü yapan
komşular; suç korkusunun ortaya çıkmasına neden olan sosyal bozulma işaretlerindendir.
2. Evine güvenlik kamerası taktırmak; suçtan korunmaya yönelik bir davranıştır.
3. Ferraro; kadınların suç korkularının altında yatan en önemli nedenin cinsel taciz ve tecavüze uğrama
korkuları olduğunu öne sürmektedir.
4. Sosyal Kontrol Kuramı; mahalledeki enformel sosyal kontrolün ve sosyal bağların zayıf olmasını suç
korkusuyla ilişkilendirmektedir.
5. Sorularda aç açık şekilde suç kavramına atıf bulunmamaktadır. Bu nedenle katılımcılar tarafından farklı
yorumlanmaya ve yanlış anlaşılmaya açıktır. Araştırmalarda risk algısı ve suç korkusu birbirinden açık biçimde
ayrılmamıştır. Sorular spesifik bir zaman dilimini referans almamaktadır. “Mahallenizde veya muhitinizde
kendinizi ne kadar güvende hissedersiniz?” gibi bir soru coğrafik belirsizlik içermektedir. Bu saydıklarımız suç
korkusunu araştıran ilk dönem çalışmaların eleştirildiği konulardandır.
6. İştahsızlık; suça maruz kalmanın fiziksel sonuçlarındandır.
7. Rutin Aktiviteler Kuramı, Fonksiyonalist Kuram, Savunmasızlık Kuramı, Mağduriyet Kuramı; suç korkusunu
açıklayan kuramlardır.
8. Sembolik Etkileşim Kuramı’na göre; Bireyler, gündelik yaşamlarında semboller aracılığı ile etkileşime
girerler. Semboller ve sembollere yüklenen anlamlar etkileşim hâlindeyken öğrenilmektedir. İnsanlar içinde
bulunduğu duruma göre anlamı seçmekte, değiştirmekte, kontrol etmekte, askıya almakta ve yeniden
sınıflandırmaktadır. En büyük sembol dildir.
9. Suç korkusuyla ilgili ilk çalışma Amerika’da 1966 yılında yapılmıştır.
10. Benlik, Zihin, Sosyalleşme, İletişim kurma; Mead’in kullandığı kavramlardandır. Teşekkürler...
Ders Anlatım Videoları için;
You Tube Erkan Tosun
https://www.youtube.com/channel/UC
OwipFSYLzq8bQ7eWhhMV2A/videos
Devletin koruduğu düzene karşı, devletin varlığına karşı işlenen her suç, siyasal suç olarak görülmüştür. neyin
siyasi olduğunun belirlenmesi araştırmacılar için olduğu kadar devletler için de ‘siyasal ve öznel’ bir
değerlendirmedir. En büyük ideali para kazanmak ve güç elde etmek olan organize suç örgütlerin, son yıllarda
özellikle ticari işlere yönelmeleri ve dolayısıyla bu kanalı da kullanarak toplumda belirli statüleri işgal eden
tanınmış kişilerle yakınlaşması kabul edilebilir bir durumdur. “hem yasal görünmekte, hem de bu camialara
mensup insanların konumlarından dolayı elde ettikleri imtiyazlardan faydalanmaktadırlar.”

SİYASET VE SİYASAL SUÇ


Siyaseti egemenlik kurma, çatışma, kontrol altına alma ve yönetme sanatı, otoriteye dayanma olarak alanlar
yanında, siyaseti belli bir iktisat-dışı koşulları toplumsal çapta sağlama uğraşı olarak gören tezler
bulunmaktadır. En genel tanımı ile siyaset, iktidar etme, iktidar kullanma ve iktidarı kullanmaya katılma
uğraşıdır. Siyaset genel anlamda, toplumun yönetimiyle ilgili konuların bilgisidir. Özel anlamda ise siyaset,
erdemli toplumlarda uygulanan en yüksek sanat olarak “saadetin elde edilme yollarını” gösterir. Farabi’nin
siyaset teorisindeki hareket noktası, devlet başkanlığı olup iki statüye ayırmıştır: İlki, erdemli başkanlık;
ikincisi, cahil başkanlıktır. İlki, hakiki mutluluğa götüren, pratikleri sağlamlaştıran başkanlığı; ikincisi ise sahte
mutluluk araçlarına bağlı olan başkanlığı ifade eder. Siyaset, toplumdaki değerlerin otoriteye dayanan
dağıtımıdır. siyaset, zaman ve mekân bakımından evrensellik ve süreklilik niteliklerine sahiptir. siyasetin özü
toplumdaki değerlerin dağıtımı ile ilgili bir görüş ve çıkar çatışması ve mücadelenin asgari bir anlaşma temeli
üzerinde cereyan etmesi gerekir. siyaset sadece bir çatışma değil fakat aynı zamanda bir uzlaşmadır. siyaset,
kamu düzenini sağlamak ve genel yönetimi gerçekleştirmek görevini yerine getiren temel bir kurumdur.

Siyaset ve Devlet Yönetimi


Aristo, Polis’i (yani şehir devletini) en önemli aşama, toplumsal grupların tümünü, örneğin, aileyi ve cemaati
sinesine taşıyan en üstün topluluk olarak tanımlamaktadır. Siyaset, kabaca iktidarı ele geçirmek için yapılır.
Siyaset, iktidarı elde etmek için mücadelede içinde olanlara çeşitli yollar ve yöntemler sunar. Örneğin Van
Dyke siyaseti, “kamuyu ilgilendiren sorunlarda kendi tercihlerini kabul ettirmek, uygulatmak, başkalarının
tercihlerinin gerçekleşmesini engellemek üzere çeşitli aktörlerin yürüttükleri bir mücadele” olarak
tanımlamıştır. David Easton siyaseti, “toplumdaki değerlerin otoriteye dayanan dağıtımı” olarak ele almıştır.
Weber’e göre ise siyaset, kişinin diğer kişiler üzerine “egemenlik” kurmasıdır. Weber’in, siyasal iktidarın
önemli bir ögesi olan “otorite” kavramını incelerken yaptığı geleneksel otorite, rasyonel ve karizmatik otorite
ayrımı ve sınıflandırması günümüze kadar gelmiş ve kullanılmıştır. Litre ve Dictionnaire De L’Academie de ise
siyaset “devlet yönetme ve bu devletin dış ilişkilerini yürütme sanatı”dır. Andre Lalande, bu tanımı daha da
kesinleştirerek “Siyaset, iktisadi ve sosyal diye adlandırılan meselelerin; adalet, yönetim, sanat, ilim öğretim,
millî savunma gibi uygar hayatın diğer uğraşanları karşısındaki devletle hükümeti akla getirir.” demektedir.
Lipson’un yaptığı siyaset tanımını incelersek o, siyasetin, sürekli bir tartışma ortamı içinde olduğunu
belirtmektedir. Bu da siyasetin doğasından kaynaklanmaktadır.
Siyasal Suçlar
Siyasal suç kavramı, tarihsel olarak düşünüldüğünde komplo girişimlerini ve siyasal yöneticilere ya da kutsal
otoriteye meydan okuma eylemlerini anlatır. Objektif yaklaşım, siyasal suçun belirlenmesinde ‘suçun hukuki
konusu’ kıstasından yola çıkmaktadır. Buna göre siyasal iktidara ve işlevlerine, bireylerin siyasal haklarına
yönelik suçlar siyasal suçtur. Subjektif yaklaşım ise faili suç işlemeye yönelten nedeni ele almaktadır. Siyasal
faaliyetler esasen devlet iktidarının ele alınıp siyasal faaliyetlerin belirlenmesi ve düzenlenmesi olduğuna
göre öncelikle devletin yapısının ortaya konulması gerekmektedir. Devletin başta anayasa olmak üzere belli
hukuk metinlerinde şekillenen bu siyasal örgütlenme biçimi; yasama, yürütme ve yargı biçimindedir. siyasal
suç, siyasal iktidarın kullanılması, siyasal iktidarın ele geçirilmesi, bu iktidarda etkili olunması ve devletin
siyasal menfaatlerine ve devletin temel varlığına ilişkin hukuka aykırı fiillerin tümüdür. Kendi ülkesinde
terörist olarak görülen bir kişi diğer bazı ülkelerde “fikir suçlusu” ya da “siyasi suçlu” olarak
görülebilmektedir. Şiddetin araç hâline getirilmesi, ideolojik grupların ve devletin yapısı ile yakından ilgilidir.
Diktatörlük rejimleri ile demokratik rejimlerin suçluluk üzerinde nasıl bir etki yaptığını Hurwitz şöyle
değerlendirmiştir: İlk olarak otoriter devlet rejimlerinde polis faaliyetlerine sıkı, şiddetli bir kovuşturmaya çok
önem verilir. Yönetici güçlerin eleştirilmediği toplumlarda rüşvet ve irtikâp (yani memurun görevini kötüye
kullanması; haksız yere gelir ve menfaat elde etmek) suçları fazla sayıda işlenmeye başlanır. İkincisi,
demokratik rejimle idare edilen toplumlarda ise suç teşkil eden fiil ve hareketlere karşı bilinçli bir grup
direncinin oluşması çok muhtemeldir. Zira demokrasi düzeninin işlenmesinde esas unsurlardan biri
karşısındakinin fikir ve düşüncelerine karşı hoşgörüdür. Demokratik kurumların asıl etkisi, toplumun suça
karşı gösterdiği tepkinin şekli bakımından yani hukuk yönünden kendisini gösterecektir.
Siyasal Suç-Terör İlişkisi
Terör suçu ile siyasi suç Bu kavramlardan özellikle terör kavramının tam olarak tanımlanamaması ya da bir
tanım üzerinde uzlaşılamaması, bu iki kavram arasında bir ayrım yapılmasını zorlaştırmaktadır. Siyasi suç
kavramı Türkiye’de genellikle düşünce suçu ya da fikir suçu kapsamında ele alınmaktadır.
TERÖRİZM
Terör kavramı ilk olarak sosyal bilim literatürüne Fransız Devrimi esnasında, yerli düşmanlara karşı girişilen
bastırma hareketlerini anlatmak için kullanıldı. Terör, “şiddet, korku, siyasi ve süreklilik” kavramları üzerine

kurgulanmaktadır. Sun Tzu’nun “Birini öldür, birini korkut.” Kelime anlamı olarak “yıldırma, cana kıyma ve
malı yakıp yıkma, korkutma, tedhiş” anlamında kullanılan terörizme atfen bazen de sürece odaklanarak
asimetrik savaş, psikolojik savaş, kirli savaş gibi tabirler kullanılmaktadır.
Terörizm Nedir?
Terörizm, bir grup ya da birey tarafından politik bir strateji olarak kullanılan şiddet tehdidi ya da şiddet
eylemleri anlamına gelir. terörizm, belirli bir siyasal düşünce veya ideolojinin şiddet kullanılmak suretiyle
örgütlü bir yapı tarafından realize edilmesi olarak tanımlanabilir. Terörizmin dört ayırıcı özelliği vardır;
teröristler şiddeti meşru bir siyasal taktik olarak takdim ederler. terörizm sadece gruplar tarafından değil,
aynı zamanda kendi insanlarına karşı devletler tarafından da kullanılır. demokratik toplumlar, ilke olarak
terörizmi reddeder fakat insanlara daha geniş sivil özgürlükler verdiklerinden ve daha az yaygın polis ağlarına
sahip olduklarından dolayı teröristlere karşı korunmasızlardır. terörizm, daima bir tanım meselesidir.
Devletler zorla bile olsa düzeni sağlama hakları olduğunu iddia eder ve şiddet kullanan muhalif grupları
“terörist” olarak damgalayabilir. Her şiddet eylemi terörizm değildir. Süreklilik arz etmeyen, siyasi bir içerik ve
amaç gütmeyen eylemler bu tanım dışındadır.
Terörizm Türleri ve Özellikleri
Terör, aşağıdan ve yukarıdan olmak üzere ikiye ayrılabilir. Terör, egemen sosyo-politik güç yapısına uyumlu,
yani onun ürünü ise “yukarıdan” terör söz konusudur. Eğer terör ve şiddet egemen güçlerin dışında başka bir
güçten kaynaklanıyorsa bu tür bir terör sistemi, çoğunlukla, mevcut otorite sistemini, özellikle devleti kontrol
eden güçleri çökertmeye yöneliktir. Bu terör tipi ise aşağıdan terör olarak adlandırılır. Günümüz şartlarında
terörizm çeşitlerinin temel özelliklerini belirleyebilmede aşağıdaki sınıflandırma, daha rasyonel bir bakış
tarzının ifade edilişini sergilemektedir. -Devlet Terörü -Devlete Karşı Terör -Kır Terörü -Şehir Terörü -
Devrimci Terör -Ayrılıkçı (Bölücü) Terör -İç (Yerli) Terör -Uluslararası (ya da Küresel) Terör. Terör türlerinin
zaman zaman çeşitli bakımlardan çakıştıkları, zaman zaman iç içe geçtikleri görülebilmektedir. Devlet Terörü:
Devlet yönetimini elinde bulunduran güçler, ayrıcalıklarını ve etkinliklerini kaybetmemek için, kontrolleri
altındaki resmî kuruluş ve gruplar aracılığıyla şiddete başvurarak rakiplerini yok etmeyi, en azından onları
sindirmeyi amaçlamaktaysa bu durumda devlet teröründen söz edilebilir. Devlete Karşı Terör: Bazı
düşünürlerin “aşağıdan terör” veya “tabandan terör” olarak belirtilen devlete karşı terör, toplumsal-siyasal
düzenin başka bir düzene dönüşümünü öngören devrimci terör, statükoyu korumaya çalışan tutucu terör
veya ülkenin belli bir parçasını koparmayı hedefleyen ayrılıkçı-bölücü terör olarak ortaya çıkabilir. Devrimci
Terör: İçinde bulundukları sosyal, siyasal ve ekonomik düzeni yıkmayı nihai hedef olarak alan bu terör tipinde
“yıkma” isteğinin çeşitli sebepleri olabilir. Ayrılıkçı (Bölücü) Terör: Ayrılıkçı terörün amacı, belirli bir bölgeyi
bağlı olduğu ülkeden kopararak bağımsız bir hâle getirmektir. Kır Terörü: Teorik temelleri Mao’ya kadar
uzanan kır terörünün teorik ve fiili gelişmeleri Latin Amerika ülkelerinde ortaya çıktı. Fidel Castro, Ernesto
Che Guevara, Fransız asıllı Guevaracı Regis Debray, kır terörünün teorilerini geliştirdi. Castro’nun devrim
stratejisine göre, dağlarda, vadilerde yönetime karşı silahlı ayaklanmaya kalkışacak küçük bir gerilla grubu
başka herhangi bir politik şartın yerine getirilmesine gerek kalmaksızın devrimin öncüsü olmuştur. Latin
Amerika ülkelerine devrim ihraç etmeyi hedef alan Castro ve arkadaşı Che Guevara’ya göre Latin
Amerika’daki devrimci mücadelenin mihveri kır gerillasıydı. Şehir Terörü: Kır teröristlerinin Latin Amerika
ülkelerindeki, özellikle Bolivya’daki başarısız denemeleri, kırların devrimci mücadele için sanıldığı kadar
elverişli olmadığını göstermiştir. Terörle mücadelede başarılı olmak için öncelikle terörün nedenlerini iyi
belirlemek gerekir. İç (Yerli) Terör: “Bir devletin millî sınırları içerisinde cereyan eden ve dış kaynaklı hiçbir
terörist örgüt veya örgütlerce iş birliği yapmadan gerçekleştirilen başka bir devletin veya şahsın menfaatini

veya zararını amaçlayan tedhiş hareketleri” olarak tanımlanır. İç terör, bütün yönleriyle sadece belirli bir
ülkenin sınırları içerisinde cereyan eder. Uluslararası (ya da Küresel) Terör: Bir devletin millî sınırları içerisinde
cereyan eden ve başka ülkelerin ya da ülkelere mensup fertlerin menfaatlerini hedef alan ve zarar veren,
organizeli bir şekilde yürütülen şiddet hareketine uluslararası terörizm denir. Terörizmin devamını sağlayan
en önemli faktör, örgüte elaman akışının sağlanmasıdır. Bireyin terör örgütüne girmesinde motivasyon
faktörü olarak dört kategori mevcuttur. Bunların ilki, eylem için fırsat olması; ikincisi, bir yere ait olma
gereksinimi ya da aidiyet duygusu; üçüncüsü, sosyal statü gereksinimi ve son olaraksa maddi getiri elde
etmedir. Adaletsizlik, bireylerde haksızlığa uğramışlık ve mağduriyet duygularına neden olmakta bu
duygularda dolayısıyla bireyleri mutsuzluğa itmektedir.
ORGANİZE SUÇLAR
Organize suç kapsamına giren fillerin en yaygın olanları, haraç toplama ve içki, uyuşturucu, kumar, tefecilik,
fahişelik gibi yasa dışı mal ve hizmetlerin sağlanmasıdır. Organize suç şiddetle iç içedir ve haraç toplamada,
sindirilen kişi ve kesimler üzerindeki denetimin sürdürülmesinde, grup içindeki iktidar ve gruplar arası
denetim tekeli mücadelelerinde tehdide dayalı bir mekanizmayla etkili olur. “organize suç” kavramı ilk olarak
1920’li yıllarda ABD’de kullanılmaya başlanmıştır. 1960’lı yıllarla birlikte ise “mafya” ve “organize suç
örgütleri” suç, kavramı olarak yeni olmakla birlikte, olgu olarak çok eskilere dayanmaktadır. 1970'li yılların
başlangıcından beri dünyada suç kovuşturmasıyla yetkili makamlar, o zamana kadar anlamı ve kapsamı tam
olarak bilinmeyen bir suçluluk türüyle mücadele hakkında yeni araştırma ve arayışlara yönelmişlerdir. Bu
suçluluğun failleri, suç işleme metotlarını sürekli geliştirmekte ve böylece bu konudaki polis
kovuşturmasından rahatlıkla kurtulabilmektedirler. Çok gelişmiş bir profesyonellik ve ticarileştirme yoluyla
işlenen bu suçlar, organize suçluluk olarak adlandırılmaktadır. 2000’li yıllara gelindiğinde ise organize suç
örgütleri çek senet tahsilatı, devlet ihaleleri, hırsızlık, mal pazarlama, zorla senet imzalatma, kasa hırsızlığı,
oto hırsızlığı, fuhuş, göçmen kaçakçılığı, işçi simsarlığı ve kara para aklama gibi alanlarda faaliyet göstermeye
başlamıştır. Son zamanlarda ise organize suç örgütleri yasal yapılanmaya yönelmiş olup daha çok üst
tabakada olanlar içerisinde çevre edinme arayışı içerisine girmektedirler. Organize suç olgusu, sosyolojik,
siyasal, ekonomik, psikolojik ve hukuki boyutları olan bir fenomen olarak ortaya çıkmakta, yerel ve küresel
toplumun bütününü ilgilendiren bir niteliğe bürünmektedir. Organize suçlar, suç sosyolojisinin de önemli
çalışma alanlarından birini oluşturur. Giddens’a göre organize suç, geleneksel işlerin pek çok özelliğini taşıyan,
ancak yasa dışı nitelikteki etkinlik biçimlerine göndermede bulunur. Organize suçluluğun günümüzdeki
etkinlik alanı oldukça genişlemiştir. Giddens organize suçu, geleneksel işlerin pek çok özelliğini taşıyan, ancak
yasa dışı nitelikteki etkinlik biçimleri olarak ifade eder. Geleri'ye göre organize suç, “iki veya daha fazla kişinin
gizlice bir araya gelerek iş birliği yapmak suretiyle sürekli bir şekilde kazanç sağlamak için suç işlemesi” dir.
Taşcıoğlu’na göre ise organize suç, yasal ve yasal olmayan yöntemler ile para ve gücün ele geçirilmesi için
yapılan eylemlerdir. Gökpınar’a göre, organize suçluluk, geniş kapsamlı suçların, örgütlü olarak belirli bir
plana göre, birçok kişi tarafından, uzun veya belirsiz bir süreyle, mesleki veya ticari benzeri yasal yapıların
kullanılması ya da siyaset, basın, kamu yönetimi, yargı ve ekonomi üzerinde etkide bulunulması suretiyle,
yasa dışı kazanç ve güç elde edilmesidir. Organize suç örgütlerinin amaçları; -Çek-senet tahsilatı amacıyla, -
Alacak tahsili ya da borçlandırma amacıyla adam kaçırma, -Borçlunun azmettirmesi sonucu alacaklının
tehdidi ve kaçırılması. Organize suç “içimizdeki düşman konfederasyonu” ve “güçlerin suçu” olarak
karakterize edilebilir. Son zamanlarda büyük “Çıkar Amaçlı Suç Örgütleri”, klasik örgüt şemasının dışında,
eylemlerinde kendilerini belli etmemek için 2000 yılında taşeron silahlı gruplar kullanmaya başlamışlardır.

Organize Suç Örgütlenmelerinin Temel Özellikleri


Aralarında kazanç temin etmek için iş bölümü yapılmış olan elamanlar bakımından hiyerarşik bir yapı vardır.
Kazanç, her hâlükârda suçla sağlanır. Suç işlemek süreklilik arz eder, Suç organizasyonu içinde bir yaptırım
sistemi vardır. Şiddete başvurulur, Kamuya ve/veya özel sektöre nüfuz edilir. Kara para aklanır, Paravan
firmalar kurulur. Mafya tipi organize suçların diğer önemli bir özelliği, içe dönük olması ve grubun deşifre
olmaması için konuşulmamasına dikkat edilmesidir. Bu bağlamda; “Susma Yasası” anlamında da kullanılan
ünlü “Omerta Kuralı” literatüre geçmiştir. Organize suç grupları arasında bilinen ve genel olarak uygulanan
omerta ismindeki bu söylem, bilip de konuşmamak veya susmayı tercih etmek anlamındadır. Organize suç
örgütlerinin yapısı, bir şirket veya bir holding yapısına çok benzemektedir ve örgüt üyelerinden, lidere karşı
mutlak itaat beklenir. Çok farklı görüşlerin ileri sürüldüğü, itilaflı bir alan olan organize suç “içimizdeki
düşman konfederasyonu” ve “güçlerin suçu” olarak karakterize edilir. Profesyonel suç, örgütlü suç, illegal
girişim, yeraltı dünyası imparatorluğu, gizli topluluk, çete, şebeke, teşekkül, örgüt ya da basitçe ve çok yaygın
bir şekilde mafya gibi terimler, farklı zaman ve zeminlerde organize suç ve suçluluk kavramının yerine
kullanılmaktadır. Organize suçluluk ve organize suç örgütleri evrensel benzerlikler taşımalarına rağmen,
oluşum, faaliyet ve kullanılan yöntemler açısından bulundukları ülkelerin kültürel, sosyolojik ve ekonomik
yapısından etkilenmekte ve kendilerine has karakteristik özellikler kazanmaktadırlar.
Organize Suç Teorileri
Özellikle 1950’li yıllardan sonra Batı dünyasında bilhassa Amerikalı bilim adamları, organize suçlarla ilgili
yaklaşımlarında farklı teoriler geliştirmişlerdir. Dış Komplo Teorisi, üç önemli konuyu içermektedir. Bunlardan
ilki, organize suçların gizli bir anlaşma ve iş birliği olduğunu ifade etmektedir. İkincisi, bu tür oluşumların,
Amerika’da ortaya çıkmasına rağmen, Amerikan toplumunun yabancı olduğunu, çünkü İtalya’dan gelen
göçmenler tarafından getirildiğini ve organize edildiğini ileri sürmektedir. Üçüncüsü ise, organize suçların çok
katı bir merkezî yapılanmaya ve hiyerarşik bir örgütlenmeye sahip olduğu yönündedir. Etnik Miras Teorisi’nin
temelinde, Amerika’ya göç eden İtalyanların geçirmiş olduğu yabancılık hissi ve buna dayalı gerilimlerden
kaynaklanan dezavantajlı toplum olma özelliği bulunmaktadır. Güçlülerin Suçu Teorisi’ne göre ise dünya,
âdetâ güçlüler ve güçsüzler diye ikiye ayrılmaktadır. Özel Koruma Teorisi’nde ise mafya özel koruma
hizmetinin pazarlanmasında uzmanlaşmış şirketler grubu olarak tanımlanmaktadır. İllegal Yasak Girişim
Teorisi, bu girişimin ardındaki bireylerin ya da grupların üzerine ve daha çok suça teşebbüs faaliyetleri üzerine
vurgu yapmaktadır.
Organize suçu ortaya çıkaran sebepler ve mücadele yolları
Organize suç örgütlerinin faaliyet yürütebilmeleri için birtakım faktörlerin varlığı aranmaktadır: bir ülkede
ekonominin gelişmesi, o ülkenin coğrafik olarak kaçakçılık güzergâhı üzerinde bulunması, arz talep dengesi
içerisinde suç örgütlerinin kendilerine uygun zemin bulması, terör örgütlerinin faaliyet yürütmesi, sınır
ülkelerdeki çatışma, sınır ülkelerdeki yolsuzluk ve ülkeler arasında mücadelede görülen iş birliği yetersizliği.
Fırat, organize suçların ortaya çıkmasında etkili olan faktörleri şöyle sıralamıştır: İdeolojik yapılanmalar, siyasi
otorite boşluğu, rejim değişikliği, hukuki boşluklar, ekonomik istikrarsızlık (uzun süreli ve yüksek enflasyon,
para piyasalarındaki suni dalgalanmalar, yolsuzluk, gelir dağılımındaki adaletsizlik), toplumun sosyolojik yapısı
(örf, âdet ve gelenekler), rüşvet, eğitimsizlik, işsizlik, göç, ahlaki yozlaşma, ülkenin jeopolitik konumu, lüks
yaşama ve kolay yoldan para kazanma arzusu, organize suç ihraç eden ülkelerin etkisi, medyada yer alan
özendirici yayınlar, idari ve adli denetimsizlik, toplum bünyesine uygun olmayan sosyal, hukuki ve siyasi
değişimler. organize suçla mücadele etmek olağanüstü güçtür. Çünkü ceza kovuşturma sistemi ağı
işlemektedir. Buna karşılık organize suç örgütü, çok hareketli olduğu gibi, ayrıca polis ve adliyeden iyi

donatılmıştır. Almanya 1992, Avusturya’da 1996 ve İsviçre’de 1997 yılında getirilen yeni düzenlemeler,
Türkiye’de 1999’da “Çıkar Amaçlı Suç Örgütleriyle Mücadele Kanunu” ile yürürlüğe konulmuştur.
DEĞERLENDİRME NOTLARI
1. Dış Komplo Teorisi, Etnik Miras Teorisi, Güçlülerin Suçu Teorisi, Özel Koruma Teorisi; organize suç
teorilerindendir.
2. Gizli topluluk, Çete, Şebeke, Teşekkül; organize suçu ifade eder.
3. 19. yüzyılda Batı Avrupa’da devlete karşı işlenen suçlar; Siyasal suçlar.
4. Siyaset, zaman ve mekân bakımından evrensellik ve süreklilik niteliklerine sahiptir. Siyasetin özü
toplumdaki değerlerin dağıtımı, görüş ve çıkar çatışması ve mücadelenin asgari bir anlaşma temeli üzerinde
cereyan etmesidir. Siyaset sadece bir çatışma değil, aynı zamanda bir uzlaşmadır. Siyasetin her türlü değer
yargısından uzak, çıplak bir çıkar çatışmasından ibarettir.
5. Devlet terörü, Devlete karşı terör, Kır terörü, Şehir terörü; terör türlerindendir.
6. organize suç örgütlerinde; Aralarında kazanç temin etmek için iş bölümü yapılmıştır. Kazanç, her hâlükârda
suçla sağlanır. Suç işlemek süreklilik arz eder. Suç organizasyonu içinde bir yaptırım sistemi vardır.
7. organize suç örgütleri ile mücadelede başarılı olunabilmesi için yapılması gerekenler; Siyasetin kendi içini
temizlemesi, herkesin yargılanabilmesi ve kamuda yolsuzlukların önlenmesi, Hukukun üstünlüğü ve kanun
hâkimiyetinin sağlanması, Organize suç örgütlerinin devlet memurlarıyla iş birliğini önlemek için onurlu bir
gelir düzeyinin tutturulması, Finans sektörü değil; reel sektörü harekete geçirecek ekonomi politikalarının,
kalkınma ve istihdam politikalarının derhâl harekete geçirilmesi.
8. Eylem için fırsat olması, Bir yere ait olma gereksinimi ya da aidiyet duygusu, Sosyal statü gereksinimi,
Maddi getiri elde etmek; terör örgütüne katılımı etkiler.
9. Teröristler şiddeti meşru bir siyasal taktik olarak takdim ederler. Terörizm sadece gruplar tarafından değil,
aynı zamanda kendi insanlarına karşı devletler tarafından da kullanılır. Demokratik toplumlar ilke olarak
terörizmi reddeder. Devletler zorla bile olsa düzeni sağlama hakları olduğunu iddia eder ve şiddet kullanan
muhalif grupları terörist olarak damgalayabilir.
10. Sosyoekonomik sorunların çözümüne yönelik tedbirler, Reform kanunları yapma, Halkın desteğinin
kazanılması, Terörizmle mücadele kanunları yapma; terörle mücadelede alınacak tedbirlerdendir.

Teşekkürler...
Ders Anlatım Videoları için;
You Tube Erkan Tosun
https://www.youtube.com/channel/UC
OwipFSYLzq8bQ7eWhhMV2A/videos
Suç, her toplumda ve her zamanda var olmuş, var olmaya devam edecek olan bir olgudur. Suçun niteliği ve
niceliği toplumdan topluma farklılık gösterdiği gibi aynı toplumda zaman içinde de değişiklik gösterebilir.
Normlar, toplumun yapısı ve değerlerinin devamı ve istikrarını sağladığı gibi, toplumda bireyler arası ilişkileri
düzenleyerek, toplumu bozulma ve çözülmeye karşı korur. Türkiye’de endüstrileşmiş toplumlardaki
boyutlarda olmasa da günümüzde suç önemli bir sosyal problemdir. Suç oranlarının nüfus artışına paralel
olarak giderek artış göstermesi yanında muhtevası da değişmekte; teknolojinin yaygın olarak kullanılmasıyla
birlikte ortaya yeni suçlar çıkabilmekte, suç işleme yaşı giderek düşmektedir.
TÜRKİYE’DE SUÇ OLGUSUNA GENEL BİR BAKIŞ
Toplumda adalet sisteminin yavaş işlediği ve mahkeme süreçlerinin ağır işlediğine dair bir kanaat vardır.
Türkiye’de verilen cezaların caydırıcılığı düşüktür. 2016 verilerine göre en fazla işlenen suç türü hırsızlıktır.
Sonra sırasıyla, uyuşturucu, adam öldürme, yaralama, yağma ve gasp, cinsel suçlar, sahtecilik, dolandırıcılık,
fuhuş, adam öldürmeye teşebbüs gelmektedir. Hırsızlığı etkileyen faktörlerin başında işsizlik, gelir
dağılımındaki dengesizlik, öğrenim seviyesinin düşük olması, göç hareketleri ve nüfus artışını sayabiliriz.
Hırsızlık, giderek bir meslek olarak görülmeye başlamaktadır. Hırsızlık suçundan cezaevinde yatmış olan
hükümlüler, cezaevinden çıkınca, sabıkalı olmaları nedeniyle çok kolay iş bulamamakta, daha önce kendisini
hırsızlığa sürüklemiş çevresel şartlara geri döndüğü için de tekrar hırsızlık yapma eğilimi içine girmekte ve
suçun tekerrür etmesinden dolayı tekrar cezaevine girmektedirler.
TÜRK CEZA KANUNU’NDA SUÇLAR
suç olgusu, bir toplumda belirli bir dönemde var olan idealler, gelenekler ve değerler sistemi çerçevesinde
geliştirilen normlara dayalı hukuk düzenine uygun olmayan, bu düzenden sapan davranışlar olarak ele
alınmaktadır. Türk Ceza Kanunu’nun 1. Maddesi’ne göre “Türk Ceza Kanunu’nun amacı; kişi hak ve

özgürlüklerini, kamu düzen ve güvenliğini, hukuk devletini, kamu sağlığını ve çevreyi, toplum barışını
korumak, suç işlenmesini önlemektir”. 2. maddeye göre ise “Kanunun açıkça suç saymadığı bir fiil için
kimseye ceza verilemez ve güvenlik tedbiri uygulanamaz. Kanunda yazılı cezalardan ve güvenlik
tedbirlerinden başka bir ceza ve güvenlik tedbirine hükmolunamaz.” denilmektedir. 3. maddenin birinci
bendine göre “Suç işleyen kişi hakkında işlenen fiilin ağırlığı ile orantılı ceza ve güvenlik tedbirlerine
hükmolunur.” denilmektedir. Dördüncü maddede ise “Ceza kanunlarını bilmemek mazeret sayılamaz.”
denilmektedir. Madde 20’nin birinci bendine göre “Ceza sorumluluğu şahsidir. Kimse başkasının fiilinden
dolayı sorumlu tutulamaz.” Türk Ceza Kanunu’nun İkinci Kısım Kişilere Karşı Suçlar içinde yer alan Birinci
Bölümü’nde Hayata Karşı Suçlar başlığı altında “kasten öldürme” suçundan bahsedilmektedir. İkinci
bölümünde Vücut Dokunulmazlığına Karşı İşlenmiş Suçlara yer verilmektedir. Üçüncü bölümde İşkence ve
Eziyet başlığı altında işkence, ağırlaşmış işkence, eziyet suçları anlatılmaktadır. Dördüncü bölümde ise
Koruma, Gözetim, Yardım veya Bildirim yükümlülüğünün İhlali başlığı altında, koruma yükümlülüğü olduğu
hâlde terk etme suçu yer almaktadır. Beşinci bölüm de ise Çocuk Düşürtme, Düşürme, Kısırlaştırma ile ilgili
suçlar vardır. Altıncı bölümde Cinsel Dokunulmazlığa Karşı Suçlar başlığı altında cinsel saldırı, çocukların cinsel
istismarı, cinsel taciz, reşit olmayanla cinsel ilişki suçları yer almaktadır. Yedinci bölümde Hürriyete Karşı
Suçlar başlığı altında yer alan suçlar şunlardır; tehdit, şantaj, cebir (zor kullanma), kişiyi hürriyetinden yoksun
bırakma, eğitim ve öğretimin engellenmesi, siyasi hakların kullanılmasının engellenmesi yer almaktadır.
Sekizinci bölümde ise, Şerefe Karşı İşlenen Suçlar kapsamında hakaret, kişinin hatırasına hakaret suçları
vardır. Dokuzuncu bölümde Özel Hayata ve Hayatın Gizli Alanına Karşı İşlenen Suçlar başlığı altında,
haberleşmenin gizliliğini ihlal, kişiler arasındaki konuşmaların dinlenmesi ve kayda alınması, özel hayatın
gizliliğini ihlal, kişisel verilerin kaydedilmesi vardır.
Onuncu bölümde ise, Malvarlığına Karşı Suçlar yer almaktadır; hırsızlık, nitelikli hırsızlık, yağma, nitelikli
yağma, mala zarar verme, ibadethanelere ve mezarlıklara zarar verme, hakkı olmayan yere tecavüz, güveni
kötüye kullanma, bedelsiz senedi kullanma, nitelikli dolandırıcılık, hileli iflas, karşılıksız yararlanma, suç
eşyasının satın alınması veya kabul edilmesi, bilgi vermeme gibi. Türk Ceza Kanunu’nun üçüncü kısmında
Topluma Karşı Suçlar yer almaktadır. Birinci bölümde Genel Tehlike Yaratan Suçlar kapsamında genel
güvenliğin kasten tehlikeye sokulması, radyasyon yayma, atom enerjisi ile patlamaya sebebiyet verme yer
almaktadır. İkinci bölümde ise Çevreye Karşı Suçlar yer almaktadır. Üçüncü bölümde ise Kamunun Sağlığına
Karşı İşlenen Suçlar kapsamında zehirli madde katma, bozulmuş veya değiştirilmiş gıda ve ilaçların ticareti,
kişilerin hayatını ve sağlığını tehlikeye sokacak biçimde ilaç yapma ve satma yer almaktadır. Dördüncü
bölümde Kamu Güvenine Karşı Suçlar başlığı altında parada sahtecilik, kıymetli damgada sahtecilik, mühürde
sahtecilik, resmi belgede sahtecilik, özel belgede sahtecilik suçları yer alır. Beşinci bölümde ise Kamu Barışına
Karşı Suçlar başlığı altında halk arasında korku ve panik yaratma amacıyla tehdit, suçu ve suçluyu övme, halkı
kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama, kanunlara uymamaya tahrik, görev sırasında din hizmetlerini kötüye
kullanma, suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçları yer almaktadır. Altıncı bölümde ise Ulaşım Araçlarına
veya Sabit Platformlara Karşı Suçlar kapsamında ulaşım araçlarının kaçırılması veya alıkonulması, kıta
sahanlığında veya münhasır ekonomik bölgedeki sabit platformların işgali suçlarına yer verilmiştir. Yedinci
bölümde Genel Ahlaka Karşı Suçlar başlığı altında hayâsızca hareketler, müstehcenlik, fuhuş, kumar
oynanması için yer ve imkân sağlama, dilencilik suçları yer almaktadır. Sekizinci bölümde ise Aile Düzenine
Karşı Suçlar başlığı altında, birden çok evlilik, hileli evlenme, dinsel tören, çocuğun soy bağını değiştirme, kötü
muamele, aile hukukundan kaynaklanan yükümlülüğün ihlali, çocuğun kaçırılması ve alıkonulması suçları yer
almaktadır.

Dokuzuncu bölümde ise, Ekonomi, Sanayi ve Ticarete İlişkin Suçlar başlığı altında, ihaleye fesat karıştırma,
fiyatları etkileme, kamuya gerekli şeylerin yokluğuna neden olma, ticari sır, bankacılık sırrı veya müşteri sırrı
niteliğindeki bilgi veya belgelerin açıklanması, mal veya hizmet satımından kaçınma, tefecilik suçlarına yer
verilmiştir. Onuncu bölümde Bilişim Alanında Suçlar başlığı altında, bilişim sistemine girme, sistemi
engelleme-bozma-verileri yok etme veya değiştirme, banka veya kredi kartlarının kötüye kullanılması suçları
yer almaktadır. Dördüncü kısımda ise Millete ve Devlete Karşı Suçlar yer almaktadır. Son hükümler ile ilgili
olarak birinci bölümde “Kamu İdaresinin Güvenirliliğine ve İşleyişine Karşı Suçlar” kapsamında, zimmet,
irtikâp, denetim görevinin ihlali, rüşvet, yetkili olmadığı bir iş için yarar sağlama, görevi kötüye kullanma,
göreve ilişkin sırrın açıklanması, kamu görevlisinin ticareti, kişilerin malları üzerinde usulsüz tasarruf, kanuna
aykırı eğitim kurumu, özel işaret ve kıyafetleri usulsüz kullanma, görevi yaptırmamak için direnme, kamu
görevine ait araç ve gereçleri suçta kullanma suçları yer almaktadır. İkinci bölümde Adliyeye Karşı Suçlar
kapsamında, iftira, başkasına ait kimlik veya kimlik belgelerinin kullanılması, suç üstlenme, suç uydurma,
yalan tanıklık, yalan yere yemin, gerçeğe aykırı bilirkişilik veya tercümanlık suçları yer almaktadır. Yine bu
bölümde yargı görevi yapanı etkileme, suçu bildirmeme, suç delillerini yok etme-gizleme veya değiştirme,
suçtan kaynaklanan mal varlığı değerlerini aklama, suçluyu kayırma, gizliliğin ihlali, ses ve görüntülerin kayda
alınması, adli yargılamayı etkilemeye teşebbüs, muhafaza görevini kötüye kullanma, resmen teslim olunan
mala el konulması ve bozulması, başkası yerine ceza infaz kurumuna veya tutukevine girme, hükümlü veya
tutuklunun kaçması, kaçmaya imkân sağlama, muhafızın görevini kötüye kullanması, infaz kurumuna ya da
tutukevine yasak eşya sokmak, hak kullanımını ya da beslenmeyi engelleme suçları yer almaktadır. Üçüncü
bölümde ise Devletin Egemenlik Alametlerine ve Organlarının Saygınlığına Karşı Suçlar başlığı altında,
Cumhurbaşkanına hakaret, devletin egemenlik alametlerini aşağılama, Türklüğü, Cumhuriyeti, devletin
kurum ve organlarını aşağılama suçları yer almaktadır. Dördüncü bölümde ise, Devletin Güvenliğine Karşı
Suçlar kapsamında, devletin birliği ve ülke bütünlüğünü bozmak, düşmanla iş birliği yapmak, devlete karşı
savaşa tahrik, temel millî yararlara karşı hareket, yabancı devlet aleyhine asker toplama, askerî tesisleri tahrip
ve düşman askerî hareketleri yararına anlaşma, düşman devlete maddi ve mali yardım suçları vardır. Beşinci
Bölümde Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar başlığı altında, Anayasayı ihlal,
Cumhurbaşkanına suikast ve fiili saldırı, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetine karşı silahlı isyan, silahlı örgüt, silah
sağlama, suç için anlaşma suçları yer alır. Altıncı bölümde Milli Savunmaya Karşı Suçlar başlığı altında ise,
askerî komutanlıkların gasbı, halkı askerlikten soğutma, askerleri itaatsizliğe teşvik, yabancı hizmetine asker
yazma-yazılma, savaş zamanında emirlere uymama, savaşta yalan haber yayma, seferberlikle ilgili görevin
ihmali, düşmandan unvan veya benzeri payeler kabulü suçları yer almaktadır. Yedinci bölümde Devlet
Sırlarına Karşı Suçlar ve Casusluk kapsamında, devletin güvenliğine ilişkin belgeleri temin etme, siyasal ve
askeri casusluk, devletin güvenliğine ve siyasal yararlarına ilişkin belgeleri açıklama, gizli kalması gereken
bilgileri açıklama, uluslararası casusluk, askerî yasak bölgelere girme, devlet sırlarından yararlanma, devlet
hizmetlerinde sadakatsizlik, yasaklanan bilgileri temin etme-açıklama suçları bulunmaktadır. Türkiye
Cumhuriyeti Anayasası’nın 38. maddesine göre; “Kimse, işlediği zaman yürürlükte bulunan kanunun suç
saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılamaz; kimseye suç işlediği zaman kanunda o suç için konulmuş olan
cezadan daha ağır bir ceza verilemez”. Ceza sorumluluğu şahsidir. Hiç kimse, yalnızca sözleşmeden doğan bir
yükümlülüğü yerine getirmemesinden dolayı özgürlüğünden alıkonulamaz. Ölüm cezası ve genel müsadere
cezası verilemez.

TÜRKİYE’DE SUÇLULUK VE SUÇ İSTATİSTİKLERİ


Suçlu davranışın doğru bir biçimde ölçülmesi, suçun kökeninin belirlenmesi açısından önemlidir. Güvenilir suç
verileri aynı zamanda adalet sisteminin geliştirilmesi için de gerekli olmaktadır. Suçlu davranışın üç temel
operasyonel ölçütü vardır; resmî istatistikler, mağdur surveyleri ve bireyin beyanına bağlı suç ölçümleri.
Resmî suç istatistikleri, ceza adalet sisteminin olağan işlevi sonucunda ortaya çıkar. Mağdur surveyleri, değişik
ülke ve şehirlerden çok sayıda kişiye belirlenen süre içinde bir suç mağduru olup olmadıklarının sorulmasıdır.
Bireyin beyanına bağlı suç ölçümleri ise suçlu kişinin yazılı ve sözlü beyanına yönelik oluşturulan verilerdir.
Cinsiyet ve Suç
Suçla ilgili sosyolojik araştırmalarda incelenen değişkenlerden biri cinsiyettir. Genelde araştırmalarda suçun
sıklığı, türü, işleniş nedenleri cinsiyet temelinde sınıflandırılmaktadır. Cinsiyet ile suç ilişkisine bakıldığında
bütün toplumlarda kadınların suç işleme oranlarının erkeklerden düşük olduğu görülmektedir. Yapılan bir
araştırmanın sonuçlarına göre; ekonomik gelişme sonucu piyasadaki malların çeşitlenmesi ve çoğalması, alış-
veriş merkezlerinin sayısının artması, alışverişlerde kredi kartı kullanımının yaygınlaşması tipik kadın suçları
niteliği taşıyan hırsızlık ve dolandırıcılık oranlarını arttırmaktadır. cezaevlerinde bulunan hükümlü ve tutuklu
sayıları hem erkek hem de kadın açısından nüfusun artışına da bağlı olarak artış göstermektedir. genelde
kadınların erkeklere göre daha az suç işlediği Türkiye’deki istatistiksel veriler açısından da doğrulanmış
olmaktadır.
Yaş ve Suç
Genel olarak gençlerde tutuklanma ve yasal otorite ile temas ne kadar erken yaşlarda olursa gençlerin ciddi
suç aktivitelerine katılma olasılıkları da o oranda artış göstermektedir. Sutherland, gençlerin yaşlılara göre
daha sık suç işlediğini ama herhangi bir yaş grubundaki suç oranlarının sosyal koşullara bağlı olarak da
değişiklik gösterdiğini belirtmektedir. Knudten’e göre adam öldürme suçunun 20’li yaşlarda işlenme olasılığı
yüksek iken rüşvet, görevi kötüye kullanma, çek-senet sahtekârlığı gibi suçlar daha ziyade ileri yaşlarda daha
fazla görülebilmektedir.
Öğrenim Durumu ve Suç
en fazla ilköğretim ve en az ise okuryazar olup bir okul bitirmeyenlerin ceza infaz kurumlarında bulunduğunu
söyleyebiliriz. Bu durumda öğrenim durumu ile suç işleme arasında negatif korelasyon olduğu görülmektedir.
Öğrenim düzeyi düştükçe suç davranışında artış ortaya çıkmaktadır. Tülin İçli’nin yaptığı araştırma sonuçlarına
göre 1975-1985 yılları arasında suçluluğun en yüksek oranı okuryazar olup da ilkokul mezunu olmayanlar
grubu iken günümüzde ilkokul mezunu olanlar daha fazla sayıdadır.
Meslek ve Suç
Türkiye’de suçluluğun mesleklere göre dağılımına bakıldığında 2008 TÜİK verilerine göre; toplam 76.607
kişiden, işi olmayanlar (18.283) kategorisi en fazla sayıyı içermektedir. işsizlik ve bu olgunun beraberinde
getirdiği yoksulluk suç olgusu üzerinde önemli etken olmaktadır.
Medeni Durum ve Suç
evli kişilerin suçluluk oranları daha yüksek görülmektedir. İkinci sırada hiç evlenmemiş olanlar sonra da
sırasıyla boşanmış ve eşi ölmüş olan kategorileri gelmektedir. Medeni durum bir değişken alındığında da
erkeklerin suçluluk oranlarının kadınlardan fazla olduğu görülmektedir.
TÜRKİYE’DE SUÇ TÜRLERİ
TÜİK’in 2008 yılı verilerine baktığımızda suç türüne göre ceza infaz kurumlarında bulunan hükümlülerin
dağılımı şöyledir. Toplam 76.607 kişiden, İcra İflas Kanunu’na muhalefetten ceza almış olanların sayısı
18.175’dir (erkek; 17.391, kadın; 784), ikinci sırada dolandırıcılık suçu yer almaktadır; toplam; 12.295, erkek;

11.724, kadın; 571, diğer suçların toplamı 7.259’dur, bu kişilerin 7.018’i erkek, 241’i ise kadındır. 2008 yılında
cezaevine girenlerin içinde en fazla İcra İflas Kanunu’na muhalefet ve ikinci sırada dolandırıcılık suçu yer
almaktadır.
Suç İşlenen Yer
Genelde bir şehrin düşük kira ödenen kenar mahalleleri suçluluğun yüksek olduğu merkezler olarak kabul
edilmektedir. Bu bölgelerde fiziksel yapılarda bozulmalar görülür, ticaret merkezleri ve endüstrileşmenin
yoğun olduğu yerlere yakındır, nüfus yoğunluğu fazladır, genellikle bu bölgelerde göçmenler bulunur. Bu
bölgelerde suçluluk gelenek hâlinde kuşaktan kuşağa özellikle erkek çocuklara geçirilmektedir. Sosyal
organizasyon eksikliği de bu bölgelere has bir durumdur. Eşitsizlik ve istihdam imkânlarının sınırlı olması da
bu bölgelerde suç oranlarını artırmaktadır.
Ceza Türleri
2008 yılı verilerine göre cezaevinde bulunan hükümlülerin en fazla sürekli hapis cezası (süresi
değişebilmektedir) aldığı görülmektedir; 76.258 kişinin 73.607’si erkek, 2.651’i ise kadındır. Daha sonra sırası
ile hapsen tazyik 8.170 kişi (erkek; 7.823, kadın; 347), para cezasının hapse çevrilmesi 7.042 kişi (erkek;
6.756, kadın; 286), adli para cezası (5.325 kişi (erkek; 5.110, kadın; 215), müebbet 279 kişi (erkek; 257, kadın;
22), ağırlaştırılmış müebbet 70 kişi (erkek; 69, kadın; 1) ve belli haklardan yoksun bırakılma 58 kişi (erkek; 57,
kadın; 1) cezalarını aldıkları ve cinsiyet açısından dağılıma bakıldığında erkeklerin kadınlara göre fazla olduğu
görülmektedir.
DEĞERLENDİRME NOTLARI
1. Suç; Her toplumda vardır. Sosyal bir problemdir. Niteliği değişebilir. Toplumsal düzeni bozar.
2. Kentleşme, Endüstrileşme, Bilgi teknolojileri, İç ve dış göç; suçu ortaya çıkaran toplumsal nedenlerdendir.
3. Suç; Nüfus artışına bağlı olarak artış gösterir. Nitelikleri toplumdan topluma farklılaşır. Sosyal değişme
nitelik ve niceliğini değiştirir. Her zaman vardı ve var olmaya da devam edecektir.
4. “Ceza kanunlarını bilmemek mazeret sayılmaz.” cümlesini en iyi anlatan ifade; Toplumsal düzeni koruyan
kanunlar bilinmelidir.
5. Tehdit, Şantaj, Zor kullanma, Ayrımcılık; “hürriyete karşı suçlar” ile ilgilidir.
6. Nitelikli dolandırıcılık, Radyasyon yayma, Tehlikeli madde bulundurma, Trafik güvenliğini bozma; topluma
karşı işlenmiş suçlardandır.
7. Türkiye’de suç istatistiklerine göre ; Erkekler kadınlardan daha fazla suç işlemektedir. 15 yaş altı ve 65 yaş
üstünde suç işleme oranı düşüktür. 18-50 yaş grubunda suç işleme oranı yüksektir. Okuma yazma
bilmeyenlerin suç işleme oranı yüksektir.
8. Türkiye’de suç istatistiklerine göre ; Dolandırıcılık en fazla görülen suç türlerinden biridir. 2008 yılında icra
iflas kanuna muhalefet suçu işlenmiştir. Yağma, sahtecilik, kaçakçılık suçları da yaygın olarak vardır. Belli bir
kategori altında toplanmayan suç oranları yüksektir.
9. Kenar mahalleler, Fırsat eşitsizliği, İşsizlik, Yoksulluk; şehirlerde suç olgusu ile ilgilidir.
10. Türkiye’de suç istatistiklerine göre ; Cezaevinde bulunan hükümlüler en fazla süreli hapis cezası
almaktadır. Medeni durumu evli olanların suç işleme oranı yüksektir. Cezaevinde bulunan hükümlülerin
çoğunluğu ilkokul mezunudur. Ev kadınları, emekli ve öğrencilerin suç işleme oranı düşüktür.
Teşekkürler...
Ders Anlatım Videoları için;
You Tube Erkan Tosun
https://www.youtube.com/channel/UC
OwipFSYLzq8bQ7eWhhMV2A/videos

You might also like