Professional Documents
Culture Documents
68'liler Birliği Vakfı - Köktendinciliğe Karşı Aydınlanma
68'liler Birliği Vakfı - Köktendinciliğe Karşı Aydınlanma
68'liler Birliği Vakfı - Köktendinciliğe Karşı Aydınlanma
Köktendinciliğe Karşı
AYDINLANMA
MART1997
Yayın Koortlillatöril
MERDAN ASLAN
Yayına Ha:ırlayan
HÜSEYİN KIVANÇ
Bllgisayar
VEYSEL COŞKUN
Baskı-Cill
ARI MATBAASI
Kapak
MEHMET AKINCI
Basım Tarihi
HAZİRAN 2007 İSTANBUL
68 'lileryayinlari@yahoo.com
C TOm hakları saklıdır. Bu kilabın tamamı ya da bir kısmı 5846 sayılı ya
sanın hOkOmlerine gOre, kitabı yayımlayan 681iler Vakfı YAYINLARl'nın
ve yazann izni olmaksızın elektronik, mekanik, fotokopi ya da herhangi
bir kayıt sistemi ile çoOaltılarnaz, yayımlanamaz, depolanamaz.
Köktendinciliğe Karşı Uluslararası Aydınlanma Konferansı
Köktendinciliğe Karşı
AYDINLANMA
MART 1997
il
BİRLİGİ VAKFI
YAYINLARI
ÖNSÖZ
İçinde yaşadığımız süreç Türkiye'yi önemli bir yol ayrımına getirmiş durumda. Dün teh
like olarak nitelediğimiz çağdışı bir akım ne acıdır ki bugün siyasal erk koltuğunda otur
maktadır. Bir İslam ülkesi olan Türkiye'de irtica ve gericilik biraz da içinde yaşadığı coğraf
yadan kaynaklanan potansiyel bir tehlike olma özelliğini özellikle son 200 yıldır taşımakta
dır. Ama kabul etmek gerekirse bu tehlike, Tanzimattan günümüze değin bir biçimde varlı
ğını sürdüren nice akımlar gibi genellikle marjinal bir konumda değerlendirilirdi.
İrtica ve gericiliğin siyasallaşması ve düzeni değiştiricek bir güç olarak örgütlenmesinin
tarihi, emperyalizmin Türkiye'deki etki gücüyle doğru orantıda geliştiği tartışma götürmez
bir gerçiktir. Osmanlı döneminde yaşanan 31 Mart olayını saklı tutarsak, gericiliğin bu ül
kede en güçlü olduğu dönem, emperyalizmin Türkiye'yi doğrudan işgal ettiği Kurtuluş Sa
vaşı sürecinde yaşanan dönemdir. Hatta bir bakıma, Kurtuluş Savaşı'na, emperyalizmle
olduğu değin gericilikle de olan sıcak savaşımın tarihidir diyebiliriz. Nitetim Kurtuluş Sava
şı'nın ilk yılları özellikle gerici isyanların bastırılması ve püskürtülmesiyle geçmiştir.
Cumhuriyet döneminde gericiliğin yeniden ve güçlü olarak tarih sahnesine çıkması, 2.
Emperyalist Paylaşım Savaşı'nın sona erdiği ve Soğuk Savaş döneminin başladığı tarih
olan 1 945 yılı sonralarına denk düşer. 1 950 yılında Demokrat Parti'nin siyasal erki ele ge
çirmesi, ABD emperyalizminin bölge ve Türkiye üzerindeki nüfusunun artması ve Türkiye'nin
NATO şemsiyesi altına girerek sosyalist dünya karşısında kapitalist dizge içinde yer alma
sıyla gericiliğin yeniden piyasaya sürülmesi arasında ciddi bir koşutluk olduğu son derece
açıktır.
Kabul etmek gerekirse, daha 1 950'1i yıllarda bu gerçeği ilk gören aydınımız Aziz Nesin
olmuş ve bu tehlikeye ilişkin uyarıcı yazılarını daha o yıllarda kaleme almıştı. 90'1ı yıllara ge
lindiğinde ise gerek Türkiye'de gerekse dünyada yaşanan fundamentalist olaylar yeniden
dinsel gericiliğin gündemin tartışmalı konularının başına oturtmuştur: Yine bu süreçte, Aziz
Nesin'irı günlük bir gazete çıkartmak için kurduğu, çok sayıda aydın, sanatçı, bilim insanı ve
örgüt yöneticisinin içinde yer aldığı Onbinler Turizm ve Yayımcılık Anonim Şirketi'nin Genel
Müdürlüğü görevine getirilmiş ve Aziz Nesin'le çalışma olanağı bulmuştum. Kendisiyle bir
araya geldiğimiz her fırsatta, Türkiye'nin içinde yaşamakta olduğu iki soruna, fundamenta
lizm ve Kürt sorununa değinir ve her iki konuda birer konferans düzenleme fikrini tartışırdık.
Aziz Nesin'den bir görev olarak devraldığım bu sorumluluğu, aynı zamanda yöneticisi ol
duğum 68'liler Birliği Vakfı'na ve onun başkanı Necla Ülkü Hanım'a götürdüm. Çok sıcak ba
kılan bu proje İstanbul'da ulaşılabilen tüm oda ve meslek kuruluşlarına, sendikalara, demok
ratik kitle örgütlerine bir çağrıyla ulaştırıldı. Bu çağrıya olumlu yanıt veren kuruluş ve kişiler
den şöylesi bir düzenleme kurulu oluşturuldu: Prof. Dr. All Nesin (Bilgi Üniversitesi), Alper
Aktan (Mülkiyeliler Birliği), Aslan Başer Kafaoğlu (Ekonomist-Yazar), Bilge Bllglç (Ata
türkçü Düşünce Derneği), Bedri Baykam (Ressam-Yazar), Prof. Dr. Cevat Geray (Onbin
ler A.Ş.), Demlrtaş Ceyhun (Yazar), Derviş Günday (TESK), Doğan Taşdelen (Çankaya
Belediye Başkanı) Faik Akçay (Yayıncı), Fatma Hasene Somer (Turizmci), Gülen Utku
(Atatürk Vakfı), Haşmet Atahan (68'1iler Birliği Vakfı), Prof. Dr. Jale Baysal (Çağdaş Yaşa
mı Destekleme Derneği), Mehmetcan Akyolcu (Öğretim Üyeleri Derneği), Mustafa Dabis
(CUMOK), Mustafa Sütleş (TTB İstanbul Tabip Odası), Necla Ülkü Kuglln (68'1iler Birliği
Vakfı), Nejat Blrdoğan (Yazar), Osman Erten (SODEV), Özcan Keskeç (Sosyal-İş), Sön
mez Targan (Onbinler A.Ş.), Turgut Gökdere (Onbinler A.Ş.). Kurulun başına Prof. Dr. Ce
vat Geray seçilmesine karşın Sayın Geray'ın Mersin Üniversitesi'ne atanması nedeniyle
konferans öncesi yaklaşık bir yıl süren hazırlık çalışmalarına ben başkanlık ettim.
Hazırlık çalışmaları sürecinde yaşanan iki önemli gelişmeye değinmek isterim. Birinci
si, konferansta konuşacak ve bildiri sunacak kişilerin belirlenmesiyle ilgili. Düzenleme ku
rulunda uzun tartışmalardan sonra bildiri sunacak yerli ve yabancıları belirlemiştik ama açı
lış konuşması yapması istenen konuk konuşmacı konusunda tartışmalara son nokta konu
lamıyordu. Kurulun çoğunluğu Cumhurbaşkanı Sayın Süleyman Demlrel'in yapması yö
nünde kararlığını sürdürünce Çankaya ile ilişki kurmak görevi bana düştü. Sayın Demi
rel'den randevu almak hiç de zor olmadı. Demirel ile Cumhurbaşkanlığı makamında belir
li aralıklarla gerçekleşen iki buluşma, Anayasa Mahkemesi Başkanı Sayın Yekta Güngör
Özden, Prof. Dr. Cevat Geray, Alper Aktan, Turgut Gökdere, Doğan Taşdelen, Fatma Ha
sene Somer ve benim de bulunduğum heyet tarafından gerçekleştirildi. Sayın Demirel'den
konferansın çok olumlu bir girişim olduğunu, önemli bir devlet görevi olmazsa açılış konuş
masını kendisinin yapacağı sözünü aldık. Ne var ki, konferansın öngünlerinde gelişen
olaylar ve gerici basının adeta tehditlere varan yayınları nedeniyle olacak Sayın Demirel
konferans izlencesinde yer almasına karşın toplantıya gelmedi. Bu sorumluluğu Sayın
Yekta Güngör Özden yerine getirdi.
Yaşanan ikinci olay ise konferansın adının belirlenmesi konusundaydı. Önceleri Ulus
lararası Antifundamentalizm Konferansı olan başlık uzun tartışmalardan sonra yabancı
sözcüklere olan itirazlar nedeniyle "Köktendinclllğe Karşı Uluslararası Aydmlanma
Konferansı" olarak değiştirildi. Yasal işlemlerin ve izin alma prosedürünün ise Aziz Ne
sin'in kurduğu ve bir yadigar olarak bizlere bıraktığı ONBİNLER A.Ş. tarafından yapılma
sı kararlaştırıldı.
Evet, Türk yazınının usta kalemi Aziz Nesin irtica ve dinsel gericiliğe karşı sürekli ve et
kin bir savaşım vermenin gerekliliğine yıllar önce vurgu yaparken ne denli haklı olduğunu
bugün yaşayarak öğreniyoruz. İşte, elinizdeki bu kitap Aziz Nesin'in sağlığında başlatıp ta
mamlayamadığı bu girişimin Ankara'da 20, 2 1 , 22 Mart 1 997 günlerinde gerçekleşen kon
feransa sunulan bildiri ve konuşmaların tam metinlerini önünüze koyuyoruz. Aradan tam
1 O yıl geçmesine karşın bu konferansta dile getirilen düşün ve değerlendirmelerden son
derece ilginç dersler çıkartılacağı kanısındayım. Çünkü o günlerde tehlike olarak işaret et
tiğimiz ve bu konuda toplumu uyarmaya çalıştığımız yönlerdeki haklılığımız bir yana, he
def aldığımız yapılanma bugün siyasal erkin gelmiş tepesine oturmuş bir durumda.
Bugün yaşananlara baktıkça, keşke tarih bizi haksız çıkartsaydı da bugünlere tanıklık
etmeseydik diyorum. Okurlara ulaştirma konusunda da son derece geç kalındığının bilin
cinde olan birisi olarak 68'liler Birliği Vakfı'nın özgün çalışmaları sonucu yayın dünyamıza
kazandırdığı bu tarihsel belgeyle sizleri başbaşa bırakıyor, bu ürünün toplumsallaşmasın
da emeği geçen herkese teşekkür ediyorum.
2. . .. . . . . . . .
Oturum . . . .. . . . .. . . . . . . . . .. . . . .......... . . .. ... . ..... .... ... . . .. . .. . ... .. . . . .. . . . . .. .. . ...... . ...... .. . ...fil
Prof. Dr. ilhan Arsel.. .............................................................................................
68
Şeriata başkaldıran kadınlarımıza karşı •aydın"ın tutumu hakkında 70 ....................
3. Oturum ..... .. .. .. .................... ....... ................................. ........... .............. ... ....... .109
Faik Bulut ............................. ............................... ............ ..... ......... ....................
. . 111
Tarikatların doQuşu .............................................................................•................ 111
Tarikatlar sivil toplum kuruluşları mı? . ................. ................................................ 113
Tarikat-siyaset ilişkileri . ................................. ...................................................... 117
Tarikat-ulema kavgası .................................................................................. ....... 118
Nakşi ve NurculuCjun devletle ilişkilerinin kökenleri ............................................ 119
Nakşiliğin siyasileşmesi . ...... .................. ........................................... ................. . 120
Cumhuriyet devrinde tarikat-devlet ilişkileri ....................................................... .123
Kaynakça ........... ........................................................... ..... ..............................
. . . 126
Türker Alkan ......................................................................... ..............................
. 127
Türkan Saylan ..................................................................................................... 134
Köktendincilik ve tıp .............................................. ............. ................................
. 134
Kaya Güvenç ...................................................................................................... 137
Lütfü Do(jan ........................................................................................... ............ . 138
Turgut Burakreis .............................................. ..................................................
. 139
Osman Ertem ...................................................................................................... 139
Demet Işık ................................... ........................................................................ 140
Faik Akçay .. . ......................................... ................................... .........................
. . 141
Cüneyt Örkmez ..................... ....................
. .. ....................................................... 142
Tıtsa .................................................................................................................... 143
Atilla Aşut ............................................................................................................ 143
Faik Bulut ................................... ............ ..................................... ........ .. .........
. . . . . 144
Türker Alkan ......... ................................................ ..............................................
. 146
4. Oturum . . .. . .
........... . .... . . . . . .
.. . ...... .... ....................... ......... .. .. .............................. 151
5. Oturum . . .. . . . . . . . .
........ .... .. . ........ .. .. .. ................. ...... .. .......... ............... ..... ..... ... . . . 167
6. Oturum . .. . . . . ...... . . . . .. . .. . .. .. ..
.. . .. ... .. . . . .. . . .. . .. .... .. . .. . .. . . . . .. .
. .. . . . .. .. . .
... ........ .. ............ 195
Suphi Karaman .
.............................................................................. ....... .. .........
. . 288
Saldıray Can ............................................... .................. ............... .. .
. . . .. . ... . . . 289 . .. . .. . .
Mevlüt Kaya . . . . . . .
.... ... ... . .. ........ .. ............... ..
. . . .. . .. .. ....
.. .. . . ....... . ... .... ......................
295
Prof. Sina Akşin . . .. .. .. . ......................................
.. .. .. . . . . . ... .. ... ....... ... .... ...............
. . . 296
M. İlhan Erdost .
............................... ........................
. . . .. ..... .. .. .............................
298
Ali Balkız . .. .
...................................... ... ... ... ........... . . .............................................
308
Bir yabancı katılımcı .................. .. ... .. ......... .. .. .. ...........................................
. . . . . . . . 309
Bedri Bayram ...............................
.. . . . . . 310
... .. .... ....... . . .. .. .. .. ........... ..... ....... .. ....
... . . . . . .
Prof. Dr. Cevat Geray . 312
............................. . ...... .................................................
.. .
Kaya Güvenç . ....... ........
... . . ......... .. ......
.. .. . . . . .. . . ..... .. .... ....
. . . .......... ... .. ...................
313
Faik Akçay . . . ..
... ... ..... . . . . . . ... ... . . . . . . . . . .
....... .. ...... .... ...... . .. . .... .. .. . ..... .
. 314 ... .. ....... ...........
Atilla Aşut . . . . . . . .
. ... .. . .. . ... .. .................... ........... .............
. . .
.. .. .. . .. . .. . . .. . . .315 . . .. .. . . .. .. . .. ....
Ömer Ôzdal . .. .. . . . . .. . . . . .
.. . . . . .... ... . . . . . . .. . . . . .. . . .
... .. .. .... ...... .. . . . .... ... . .... .... . ...
320 ... ..... .. ......
Suphi Karaman . . .. . . .. .. . . .
.. ................ .. . .. ... .... . ....... . ..
....... .... ... ....... ...........
. 321 .......... ..
1. Oturum
2. Oturum
3. Oturum
4. Oturum
5. Oturum
6. Oturum
7. Oturum
8. Oturum
KAPANIŞ OTURUMU
likle ulusal eğitim alanında hiçe sayarken, sosyal hukuk devleti ilkesi de her açı
dan zedelenmektedir. : Bir yandan, hukuka sayg ısızlık almış yürümüş, daha doğ
rusu yargıç güvenliği sözünü yerine getirmeyen iktidar, "hukukun üstünlüğü ilke
sini rafa kaldırma", böylece "hukuk devleti" yok edilmek istenmektedir. Bir yandan
da küreselleşmenin dayattığı özelleştirme, yerelleştirme söylemi çerçevesinde iş
levini bir yandan devleti küçülterek, bir yandan da kamuyu toplumsal-ekonomik
görevlerini özele devrettirerek, bugüne değin kamunun gördüğü hizmetlerin özel
kesime bırakılması yoluyla sosyal devlet ilkesi yok edilmeye çal ışılmaktadır.
Sosyal devlet ilkesi emekçinin, işçinin, çalışanların yararına düzenlemeler ve
desteklemeler yapmayı gerektirirken, onların sorunlarına çözümler getirmek ye
rine, yerli yabancı anapara sahiplerinin çıkarına çal ışılmaktadı r. Ü retime yönelik
bir içerik ve amaç taşımayan, borsa ve döviz kurlarıyla yabancı sıcak para akı
şıyla, büyüme sağlanmasına güvene dayalı politikalar ile IMF'ye olan borçların
ancak faizlerini ondan borç alarak ödemekle övünülmektedir. Bu tutum, işsizliğin
ve yoksulluğun görülmemiş ölçüde artmasına, gelir dağılımındaki dengesizliğin
daha da büyümesine yol açmaktadı r. Desteklemenin kaldı rılmasıyla çiftçi zor du
ruma düşmüştür, yabancıların tarıma girmesini kolaylaştıran tohum ve girdi fir
malarının tarıma egemen olmasına çal ışılmaktadır. Tarım çökmüştür. Ü reticinin
değil, aracının istekleri ağır basmakta, kooperatiflere karşı politikalar güdülmek
tedir. Fındıkta, pancarda, tütünde oynanan oyunlar bunun somut örnekleridir.
Sonuç, köylü açlık ve yoksulluk sınırının altına düşmekte, kente göç etmek zo
runda kalmaktadı r. Dengesiz ve plansız kentleşme ve yapılaşmanın kentlerimizi
bugünkü içinde yaşanamaz duruma sokmaktadır. İ ktidar, devlet kesesinden "ze
kat" dağ ıtırcasına, kömür, erzak dağıtarak yurtt aşın onurunu kırıcı bir tutumla oy
toplamaya çalışmaktadır. Bunun çağdaş sosyal politikalarla hiçbir ilişkisi yoktur.
Yasama alanında da yasa taslaklarının kamuoyunda serbestçe tartışılması,
ilgili kamusal, sivil kuruluşların, meslek odalarının görüşlerini almaksızın ya da
görüşlerini dikkate almaksızın, ivedilikle yasalar çıkarma uygulaması sürmekte
dir. Torba ya da paket tasarılarla çok sayıda yasalarda yapılan.değişiklikler tek
bir yasada toplanarak kamuoyunun ve halkın dikkatinden kaçırılmaktadı r.
28 Şubat kararlarıyla yapılan düzenleme ile ilk ve ortaokullar birleştirilerek 8
yıllık ilköğretim okullarına geçiş üzerine yaz aylarında Kuran kurslarına izin veri
lerek ya da göz yumularak amaç saptırılmaktadı r. Çeşitli ders kitaplarında Ata
türk'e ve devrimlerine ilişkin kesimler ya çıkarılmakta ya da açıklamalar saptı rıl
maktadı r. Ders kitapları hazırlattırılmakta, belli kitaplar ücretsiz dağıtılarak ailele
rin yükünü hafifletme yoluna gittikleri izlenimini verirken gerçekte belli kesimlere
kaynak aktarılmaktadı r. Ulusal eğitim alanında kadrolaşma doruğuna ulaşmış,
özellikle yöneticiliklere genelde imam hatipliler atanmıştır..
Geçen yıl Ulusal Egemenlik ve Çocuk bayramında TBMM'de düzenlenen tö-
13
rende, çocuklar adına 23 yaşı ndaki imam hatipli bir genç konuşturulmuştur.
Eleştiriler üzerine bu yıl böylesi bir uygulamadan kaçı nılmıştır. Bu kez, gerçekte
30 martta başlaması gerekirken, kutlu doğum haftası 23 Nisan bayramına rast
latılarak çocukların bu etkinliklere katılmasını sağlama yolu tutulmuştur.
İ mam hatiplilerin, meslek okulu niteliğine karşın, üniversiteye genel liselerle
eşit duruma getirilmesi için yönetmeliklerde değişiklik yapılmış, bunların açık li
seye alı nması için kaçamak bir yol tutulmuşsa da yönetmelik yönetsel yargı en
geliyle bu yanlış uygulamaya geçirilememiştir. Siyasal bir simge olduğu bilinen
türban takanların öğretim kurumlarına girmelerini engelleyen Danıştay'ı n ilgili
dairesine görev başında yapılan, daire başkanının ölümüyle ve kimi üyelerin ya
ralanmasıyla sonuçlanan hain silahlı saldırı, köktendinciliğin nasıl beslendiğinin
bir göstergesidir. Aynı kişinin/kişilerin daha önce Cumhuriyet gazetesine bomba
lı saldırı yapan/lar oldukları ayrıca dikkate değer. Hrant Dink cinayetini işleyen
ler, Malatya'daki H ıristiyan yayınevinde üç kişiyi hunharca öldürenler hep kök
tendinci odaklarca beslenen canilerdir. Bunun gibi yazıyı kaleme aldığımız 25 Ni
san 2007 günü, hükümetin karşı tepkili olan YÖ K başkanına yapılan saldırı da
cumhurbaşkanı adayının atandığı güne rastlaması da anlamlıdır. Çünkü, başkan
Teziç, gerici basının boy hedefi olmuştur. Köktendinciliğin bu denli ivme kazan
masında kuşkusuz işbaşındaki siyasal iktidarın bu konuda köklü bir tavır takın
maması ndan, daha doğrusu tarikat ve cemaatlerin temsilcisi gibi hareket etme
sinden kaynaklanmaktadır. Bu cinayetlerin arkasında, gizli örgütler, daha çok dış
odaklar bulunsa da bu insanların dinsel inançlarından, duygularından yararlana
rak onları azmettiriyor da olabilirler. Kaldı ki Türkiye'de yaşanmış olan Madımak
toplu kıyımı, Kahramanmaraş, Tokat, Çorum olayları da şeriatçı güçlerce girişil
miş eylemlerdi.
İ şbaşındaki İ slam iktidarının, çeşitli konularda başta ABD olmak üzere, AB'nin
ve öbür uluslararası kuruluşun isteklerine karşı güttüğü teslimiyetçi politikalar,
ulusal egemenlik açısından sakıncalıdı r. Bu nedenledir ki Cumhurbaşkanı Se
zer'in urejim tehlikeden uyarısı bir yana itilmeyecek bir uyarıdır. Genelkurmay
Başkanı Büyükanıt'ın, seçilecek cumhurbaşkanının Cumhuriyete bağlılığı, onu
koruma ve yaşatma konusunda sözde değil özde olması gerektiğine ilişkin umu
dunun gerçekleşmesi her aydın yurttaşımızın dileğidir.
Köktendinciliğe karşı aydınlanma sürecinin giderek güçlü biçimde süreceği
inancıyla ..
Sayın Cevat G ERAY başkan olarak seçildi. Biraz sonra kendisi de sanıyorum bu
konferansın açılış konuşmasında, gerekli bilgileri verecektir. Sayın GERAY'ın
Mersin Ü niversitesi'ne atanması nedeniyle, i stanbul'da yapılan yürütme kurulu
toplantılarına ben başkanlı k ettim ve bu kurul, bu konferansa varıncaya değin,
1 ,5 yıl içinde, 27 toplantı gerçekleştirdi. Ben burada, yürütme kuruluna, - daha
sonra adı düzenleme kurulu oldu- katılarak konferansın hazırlanmasına katkı ya
pan tüm arkadaşlara huzurlarınızda teşekkür ediyorum.
Burada tanık olduğumuz bir konunun daha altını çizmek istiyorum. Bu etkin
liğin hazırlanmasının bütün evrelerinde, ulaşabildiğimiz en geniş kesimlere ge
rek kurul olarak, gerekse Sayın Ali NES İ N kendi çabalarıyla, yazılı ve sözlü çağ
rılarda bulunmuştur. Ama bugün, kimilerinin, neden bizim haberimiz olmadı, bi
çimindeki eleştirilerini büyük bir haksızlık olarak değerlendiriyor ve düşünüyo
rum .
Konferansın niteliğine ilişkin birkaç söz söylemek gerekirse, özellikle gerici ve
şeriatçı basın ve çevrelerin göstermek istediği gibi bu konferans dine inanma
yanların düşün ve görüşlerinin çarpıştığı bir platform değildir. Tersine hangi gö
rüşten, din ve mezhepten olursa olsun, gezegenimizi etkisi altına alan ve en çok
inanan, sade insanlara zarar veren köktendinci akımlara karşı, doğru ve bilimsel
iletileri, kamuoyunun bilincine çıkartmayı amaçlamaktayız. Özellikle son günler
de, Türkiye'de şeriata karşı askeri darbe söylentilerinin sıkça sözünün edildiği bu
günlerde, bu konferans, varsa böylesi bir amaca malzeme oluşturmayı da hiç mi
hiç, ama hiç çağrıştırmamalıdır. Çünkü bu konferansı n hazırlık çalışmaları bir
bütün olarak, beş ve daha geri yıllara gider ki o yıllarda böylesi bir tehlikenin var
lığından bile çoğu kesimlerin haberi yoktu.
Evet sözü uzatmadan, konferansın düzenleme kurulu adına ve aynı zaman
da Onbinler topluluğu Yönetim Kurulu Başkanı olan Prof. Dr. Sayın Cevat Ge
ray'ı açılış konuşmasını yapmak üzere kürsüye davet ediyorum. Buyurun Sayın
Geray.
dığı, aydınlara çağrıda bulunduğu eski günlere, yani bir buçuk, iki yıl öncesine
değin gidiyor. Hele hele Milli Güvenlik Kurulu'nun son uygulamalarıyla hiçbir iliş
kisi yoktur. Çünkü, her uluslararası toplantı gibi bu toplantı tarihi de çok önceden,
1 995'in SOlil aylarında saptanmıştı. Teknik, akçal birtakı m güçlüklere karşın; yine
de bu belirtilen günlerde bunu gerçekleştirme başarısını arkadaşlarımız göster
miş bulunuyor. Buraya kişi olarak katılmakla birlikte pek çok aydınımız ve kitle
örgütlerinin, sivil toplum örgütlerini başkan ı olsun ya da temsilcisi olsun, pek çok
yurttaşımız bu hazırlık çalışmalarında gerçekten büyük katkılarda bulunmuşlar
dır. Bunun büyük ölçüde burada daha konuşmanı n başında belirtilmesi gerekti
ği inancıyla kendilerine teşekkürlerimizi sunuyoruz. Aydın olmanın, insan olma
nın, demokrasiye, insan haklarına, laik cumhuriyete sahip çıkmanın bir gereği
olarak bu insanlarımız, bu değerli aydınlarımız etkinliğimize büyük katkılarda bu
lunmuşlardır. Adlarını tek tek saymıyorum ama bize bu salonları sağlayan TESK
Genel Başkanı'na, yine bazı olanaklarıyla bu toplantı nın gerçekleşmesine katkı
da bulunan kimi sendikalarımıza ve Çankaya Belediye Başkanı'na ayrıca bura
da teşekkürlerimi sunmak istiyorum.
Bu, ne herhangi bir dine karşı, ne de herhangi bir dinsel kitaba karşı bir top
lantıdır. Kısacası, ne İ slam'a ya da başka bir dine, ne de Kuran'a ya da başka
bir dinsel kitaba karşı bir girişim. Uluslararası nitelikteki bu bilimsel çalışmaya çe
şitli yabancı ülkelerden aramıza katılan uzman kişiler, aydınlar, yazarlar, bilim
adamları var. Bu herhangi bir partiye karşı bir girişim de değildir. Hazırlıklarda şu
ya da bu biçimde herhangi bir partiyle de bağlantı kurulmamıştır. Ama yan ı m ız
da yer alan partiler ya da partilerin temsilcileri bize her zaman destekçi olmuş
lardı r. Bunu da vurgulamak istiyorum. Hareket noktamız olan köktendincilik, ger
çekten yalnızca Türkiye'nin ve İ slam'ın bir sorunu değil. Bütün ülkelerde ve bü
tün dinlerde şu ya da bu biçimde köktendincilik akım ı söz konusudur. Bu akım
lar, çeşitli nedenlerle bu yüzyılın sonunda, gelecek yüzyıla gireceğimiz günlerde
hem kendi ülkemizde hem de bütün dünyada gündemin başına oturmuş bulun
maktadır. Şunu da belirtmek istiyorum; bu bir laiklik havariliği de değildir. Konu
yu böyle bir yaklaşımla ele almıyoruz. Yalnız dinin, özellikle köktendinciliğin za
man zaman tanığı olduğu muz, yaşadığımız kimi şiddet ve terör olaylarının top
luma olan etkilerini, nedenlerini ve bunun sonuçlarını burada gözden geçirmek
ve ileride tutulacak tutumları geliştirmek için sonuçlar çıkarmayı amaçlıyoruz.
Laiklik, en basit anlamıyla dile getirebileceğimiz biçimde, din ve devlet işleri
nin ya da dünya ile "ahiret" işlerinin birbirinden ayrı tutulmasıdır. Bu bağlam'da
devletin dini olmaz, bireylerin dini olur. Laikliğin, dinsizlik, hatta din düşmanlığı
olarak gösterilmesinin gerisinde, gerçekten din devletinin ya da şeriat devletinin
İslam ülkelerinin bir kesimine- büyük ölçüde köktendinciliği özendiren bu tür bir
eğitim dizgesini özendirmesinden kaynaklandığı ileri sürülüyor. Ayrıntılara bu
rada girmek istemiyorum . Ama insanı n toplumsal, siyasal kurtuluşunun, yani
tarihsel kurtuluşunun, günahtan arınmaya dayandığını savunan görüş ve yak
laşımların da bu tür köktendinci akımları başka bir açıdan desteklediğine tan ı k
oluyoruz.
Sönmez TARGAN
Oturum Başkanı
Bu konferansın düzenlenmesinden sorumlu kurul adına konuşan Sayın Prof.
Dr. Cevat Geray'a biz de teşekkür ediyoruz. Gerçekten konferansın amacını be
lirleyen hatta bir ölçüde konferansın çerçevesini çizen, bu güzel ve özlü konuş
ması için Sayın Geray'a bir kez daha teşekkür ediyoruz.
Oturumun bu aşamasında da Sayın Prof. Dr. Ali Nesin'i kürsüye çağı rıyorum.
Aziz Nesin her ne deOin aramızda bulunamıyorsa bile, onun düşünceleri bu kon
feransa ışık tutuyor. Ali Nesin de sanıyorum Aziz Nesin'in boşluğunu dolduracak
tı r. Buyun Sayın Ali Nesin.
Sevgili dinleyiciler,
Bir insan, geleceği ne denli uzaktan ve ne denli doğru görebiliyorsa, o dere-
Sönmez TARGAN
Oturum Başkam
Sayın Nesin'e biz de teşekkür ediyoruz. Konuşmasının son bölümünde vur
guladığı gibi Aziz Nesin'in yıllar önce kaleme aldığı, bugün yaşadığımız fotoğ_ra
fı ve tehlikeyi ortaya koyan iki yazısını, düzenleme kurulu üyemiz Sayın Fatma
Hasene Soner sunacak.
Buyurun efendim.
irtica Yoktur!
Genel Kurmay Başkanlığı'nın "Erkan-ı Harbiye-i Umumiyye Reisliği" olduğu
bir dönemde, bir milletvekil i çı kar.
- Ekim, Kasım, Aral ık, Ocak ayları nın adlarını yine eskisi gibi Teşriniewel,
Teşrinisani, Kanunuewel, Kanunisani'ye çevirelim diye bir tasarı verir.
31 Mart kahramanı Volkan'cı Derviş Vahdeti'nin kalem ortağı , Said-i Kürdi çı
kar, milletvekillerine şöyle mektuplar gönderir:
- Türkiye'deki Nurcuların sayısı, polislerin sayısından çoktur. 600 bin Nurcu,
Tü rkiye'de asayişin korunmasında emniyet kuwetleri kadar önemlidir.
Herkeste bir suskunluk. Yok, değil. Şu sesi duyarsınız:
-
İ rtica yoktur!
Bir parti kongresinde bir delege, cuma namazı kılınması için cuma günleri öğ-
leden sonraları "resmi tatil" ister.
Kimse aldırmaz. Aldırmaz olur mu aldırı r. Şu sesi duyarsınız:
-
İrtica yoktur!
Bizde yasa güvenliği altında din öğrenimi var. İ lkokulda, ortaokulda, i mam
hatip okullarında, ayrıca Kuran kurslarında din eğitimi yapılır. Ama yobaz, yasa
ya uygun bir eğitimle de yetinmez, ilkokuldan bile geçmemiş çocuklara Arap
hartleriyle okuma-yazma öğretir. Okul olmayan köylerde bile bu vardı r.
Ama ses çıkmaz . Nasıl çıkmaz? Şu sesi duyarsınız:
-
İ rtica yoktur!
Yalnız taşranın illerinde, ilçelerinde değil, İstanbul sokakları nın, pazar yerle
rinin sergici kitapçıları bile açıkça Arap hartli kitaplar satarlar. Vapurlarda, tren
lerde açık açık, bağ ıra çağ ı ra muskalar, karınca duaları satılır.
Ses soluk yok. Nasıl yok? Var:
- İ rtica yoktur!
Samsun gibi yerde hem de mahkemeye verilmiş olan Nurcular, açık açık Nur-
culuğu yayar, yayınlar yapar, üstelik kentin sokaklarına yazılı bildirilerini asarlar.
Yalnız bir ses duyulur:
- İrtica yoktur!
Eyüp Sultan'daki "Resmi iftar sofralarını" bir yana bırakınız "Vatan kurtaran
aslan" futbolcularımız, maç kazanmak için Eyüp Sultan türbesine gider, türbeye
avuç açarlar.
- İ rtica yoktur!
Bir parti kongresinde zavallı bir genç "Hilafetin geri gelmesini istiyoruz" der.
O, der, siz diyemezsiniz. Duyulan yalnız şu :
- İ rtica yoktur!
Eskiden değil, daha dün, evet daha dün Bursa'da ayin yapan 1 7 Nurcu, "Nur
risaleleriyle" yakalanırlar. Ama yine de:
- İ rtica yoktur!
i stanbul'un en güzel, en değerli dini yapılarından Beyazıt Camii, İ stanbul Ü ni
versitesiyle karşı karşıyadı r. Namaz kılacak üniversiteli o güzel, büyük camie git-
se olmaz mı? Olmaaaz ! 300 metre yürüse vakit kaybedermiş. Onun için ille üni
versitenin içinde bir bodruma mescit yapılacak.
Siz susarsınız, biri konuşur:
-
İ rtica yoktur!
İrtica yoktur, irtica yoktur. . . Onlara göre bu "irtica" denilen gericilik nasıl bir
şeydir? İlk çağlardaki 1 00 metre boyunda canavar bir yaratık mı?
•
Veee . . . Şimdi de özel ve resmi bütün öğrenci yurtlarına mescit yapmak için
hazırladıkları yönetmeliği Meclis'ten geçirmek için tartışıyorlar ve sen hala sesi
ni çıkarmıyorsun ! "İbadetini yapmak isteyen öğrencilere uygun yer ayrılması" ba
hanesiyle öğrenci yurtlarında mescitler açı lacak, ama sen sesini çıkarmıyorsun!
Tarihimizde gericilik yolunda atılmış hiçbir adım, bir parmak bile geriye alına
mamıştır. Nereye götürüldüğümüz çok açık, çok belli.
Başka daha nasıl anlatmalı? Sana aptal olduğunu söylerken, bu sözüm duy
duğum derin ve büyük acının çığlığıydı. Namık Kemal'in ağzıyla sana sesleniyo
rum:
Ey yareli şir-i jivan
Uyan, uyan bu hab-ı gafletten.
Aziz Nesln-25 Mayıs 1 993
Sönmez TARGAN
Oturum Başkanı
Aziz Nesin'in 59 ve 93 yıllarında yazdığı ve gerçekten bugünkü durumu son
derece güzel çizen bu iki makalesinden sonra bir açıklama yapma gereğini duy
dum.
Bu konferansın hazırlık aşamasında, düzenleme kurulu içinde yer almasa bi
le, çok sayıda insan çal ışmalara katkıda bulundu. Hatta bu çal ışmaları mızı cum
hurbaşkanlığı katına kadar da taşıdık. Bu projemizi kendilerine götürdük ve bir
dosya olarak da sunduk. Biraz önce, Ali Nesin konuşmasının bir bölümünde de
ğindiler. Yine aynı çalışma kapsam ı içinde, Anayasa Mahkemesi Başkan ı, Sayın
Yekta Güngör Özden'le da birkaç kez görüştük. Cumhurbaşkanımız Süleyman
Demirel'le yapılan görüşmenin ilkinde de, görüşmeci kurul arasında Sayın Yek
ta Güngör Özden de yer aldılar. İkinci görüşmeye ise İstanbul'da önemli bir et
kinlikte oldukları için katılamadılar.
Özetle, Anayasa Mahkemesi Başkanı Sayın Yekta Güngör Özden, konferan
sın hazırlanmasında ve bu sıralara taşınmasında bizlere büyük katkıda bulun
muşlardır. Ben, düzenleme kurulu ad ına kendisine teşekkür ediyor ve konuşma
sını yapmak üzere kürsüye davet ediyorum.
larla, devrim yasalarıyla yaşama geçmiştir. Bu ilke, 5.2.1 937 günlü, 31 1 5 sayılı
yasayla yapılan değişiklik sonucu 2 . madde de özgün bir devlet niteliği olarak be
lirtilmiştir. Asla din düşmanlığı , din karşıtlığı olmayıp, devletin dinler yönünden
saygın bir yansızlığıdır. Başta din ve vicdan özgürlüğü olmak üzere tüm halk ve
özgürlüklerin güvencesi; bağ ı msızlığın, egemenliğin ve demokrasinin kaynağı ;
siyasal, hukuksal ve ulusal birliğin dayanağı ; akılcılığı n, bilimselliğin, çağdaşlı
.
ğın, eşitliğin, barış ve aydınlığın ortamıdır. Dinlerin olduğu yerde vardır, olmadı
ğı yerde yoktur. Demokrasinin ön koşulu, olmazsa olmazıdır. Demokrasinin ol
madığı yerde laiklik olabilir ama laikliğin olmadığı yerde demokrasi olamaz. La
iklik benimsenmeden köktendincilikle savaşılamaz.
Türkiye, teokratik monarşiden, cumhuriyetle demokrasiye geçtiğinden yeni
devleti korumak ve eskiye dönüş girişimlerini durdurmak için kimi önlemleri al
mak ve sürdürmek zorundadır. Yanlış bir insan hakları ve demokrasi anlayışı ve
uygulamasıyla, ülkeye özgü ortam ve koşulları gözardı ederek laikliğe karşı çı
kışlar anlamsız olduğu gibi anayasanın kimi kuralları, kimi kurumsal yapılanma
lar, kimi yasa kuralları ve kimi uygulamalara kalkışmalar da laiklikle bağdaşma
maktadı r.
Din, hiç kuşkusuz bir tarih ve kültür mirasıdır da. Bu kimliğiyle bir yaşam ger
çeğidir. Tanrı inancı, inanç düzeni, bağlılık yöntemi ve bunların dayandığı dog
malarla tapınma biçimlerini kapsayan bir anlayış yoğunluğudur. Akıl; düşünce
nin, gerçeğin anasıdır. Aklı itmek, akla tavan ya da sınır koymak yetmiyormuş gi
bi kutsal kitaplar dışına çıkarak hızla değişen yaşamın her alan ını düzenlemeye
kalkışmak, inancı gölgelemektir. Akılla inanç, bilimle din karıştırılmamalıdır. Hep
sinin doğası, yapısı, yeri, işlevi ayrıdır. Bilim düşünenin, deneyimin sonucu, ger
çeklerin anahtarıdır. Din, varsayım, dogma, saygı n bir duygu özümsemesi, yapı
cı bir yönelmedir. Bilgi, uzay, insan hakları çağının bilimsel ortamında dinin işle
vi konuşulmalıdır. Din adına konuşma, temsil etme, yarg ıya varma yetkisi özel
likle ele alı nmalıdır. Hukuksal ve anayasal yeri nedir, irdelenmelidir. Bilim ve uy
garlıktaki çok hızlı gelişmelere koşut ilerlemeler gösteren çağdaş siyasal sistem
ler karşısında, köktendinci ya da dinci sistemlerin insanların geleceği ve insanlık
için yapabileceği fazla şey yoktur. Karanlıkta aydınlığın bilincinde olan insanlar,
akılcı sistemi seçmişlerdir. Geçmişi ve geriye dönüşü özlemek, kanımca kendini
yadsımak, çağdışı düşmektir. İnsan Hakları Avrupa Komisyonu Türkiye ile ilgili
6.1 . 1 993 günlü, 1 4524/90 sayılı kararında, önceki kimi kararlarını da vurgulaya
rak, dinsel kuralların üstünlüğünü sağlama amaçlı köktendinci eylemlerden ka
çınma zorunluluğunu benimsemiştir. Tapınmayı, dinsel öğrenim ve uygulamala-
Her yurttaş, her insan için her yönden güvence oluşturan laiklik; köktendinci
liğin, din dışılığın, din düşmanlığının karşısı ndadı r. Anlayış yüceliği, yaklaşı m in
celiği ve hoşgörüdür. Değerini bilirsek, ulusal dayanışmanın temeli olan toplum
sal barışı güçlendiririz.
Laikliği benimseyen, en gerçek yol gösterici bilimle yaşamına yön veren yurt
taş, laik devletin asıl öngesidir. Laik devlet, laik yurttaşların kurduğu, koruduğu
devlettir. Türkler, Şamanizm'den sonra Budizm, Zerdüşt, Mani, Yahudilik dinleri
ne girip çıkmışlardır. Bugün dünyanın değişik yerlerinde, değişik dinlerde Türk
ler vardır. Türkiye'de çoğunluk Müslümandır. Başka dinden olanlara kötülük yap
mam ıştır, olanaklar sağlamışlardır. Musevileri 500 yıl önce kucaklamışlar, sina
gog, kilise ve camiyi ayn ı bahçede korumuşlardır. Atatürk düşünce ve vicdan öz
gürlüğüne, eğitime, bilime çok önem vermiş, Cumhuriyet'in düşün yönünden
güçlü bekçileri olmasını istemiştir.
Yaşamak; bağımsız, özgür, güvenlik içinde, sağlıklı ve mutlu yaşamak, en do
ğal hakkım ızdır. Dine saygıdan uzak köktendincilikle; güzelliklerin çirkinliğe, ay
dınlıkların karanlığa dönüşmesine olanak vermemeliyiz. 73 yıl önce geçilen yol
lara yeniden dönülmemeli, ileri gitmeliyiz. Kimi durumlardan, kimi tutumlardan,
kimi oluşumlardan, kimilerinden, birbirimizden, kendimizden utanmamalıyız, kı
vanç duymalıyız. Köktendincilik karabasanından tümüyle kurtulup, çocuklarımı
za daha güzel bir dünya bırakmak için gerekli tüm önlemleri gecikmeden alma
lıyız.
Sönmez TARGAN
Oturum Başkanı
Anayasa Mahkemesi Başkanı Sayın Yekta Güngör Özden'in, köktendinciliğin
moral, hukuk ve etik açıdan bir değerlendirmesini dinledik. Bu güzel ve özlü ko
nuşması için kendisine teşekkür ediyorum.
Değerli arkadaşlar, açılış oturumumuzun son konuşmacısı Cumhurbaşka
nı'mız Sayın Süleyman Demirel'di. Konuşmalarında gerek Sayın Prof. Dr. Cevat
Geray, gerekse Sayın Ali Nesin kısaca değindiler ama ben bu konuyu biraz da
ha açmak istiyorum.
Sönmez TARGAN
Konferansın birinci oturumunu açıyor ve oturumu yönetmek üzere Sayın Ce
vat Geray'ı davet ediyorum. Bildiri sunacak konuşmacı ları n da isimleri okunduk
ça divandaki yerlerini almalarını rica ediyorum .
B u akşam 1 9.00-21 .00 arasında açılış kokteylimiz var. Hiçbir ayrım gözet
meksizin, burada bulunan bütün konuklarımızı bu kokteyle davet ediyoruz.
yın Oğuz Soydan ile birlikte aynı toplantıda bulunmak zorunda olduğundan ara
mızda olamıyor. Ama ümit ediyoruz ki en geç yarın öğleden sonra bize katı labi
lecekler. Sözü , Mersin Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Vural Ülkü'ye bırakıyorum.
Kendilerinin belki bu oturumun sonunu bekleyemeden uçakla görevi başı na
Mersin'e dönmesi gerekiyor. Yeni kurulan üniversitemizin çok ender yöneticileri
arası nda olduğunu söylersem, benim Siyasal Bilgileri bı rakarak Mersin'e gitme
min belli başlı nedenini açıklamış olurum. Onun değerli, açık, aydınlık yönetimin
de öğretime katkıda bulunmaktan mutluluk duyuyorum. Buyurun sayın Ülkü.
FUNDAMENTALİZM İ N D Ü N Ü ve BUG Ü N Ü
1 - Giriş
Fundamentalizm kelimesinin kökünde Latince fundamentum (temel, esas)
yer alı r. Birçok Batı dilinde fundament, "maddi ve manevi temel", "esas", üzeri
ne bir makinenin yerleştirilmiş olduğu kaide" anlamı nda kullanılır; bu kökten
oluşturulan fundamental sıfatı ise "temel oluşturan", "olağanüstü önemde" anla
mındadır.
2- Fundamentalizm - Fundamentalizmler
Bütün uygar toplumlarda tedirginliğe yol açan yeni fundamentalizmler, 1 970'1i
yı lların ortalarında ve sonlarında ortaya çıkmıştır. Fransız araştırmacı Gilles Ke
pel, "La revanche de dieu chretiens". (Tanrı'nın İntikamı) adlı kitabında, 1 977-79
arasını günümüz fundamentalizminin doğum yı lları olarak görüyor. O yıllarda Hı
ristiyan, Musevi ve İslam dünyalarında çok önemli değişiklikler ortaya çıkm ıştır:
1 970'1i yıllarda Güneydoğu Asya'dan Batı Afrika'ya, Orta Asya'daki eski Sov
yet Cumhuriyetlerinden, Batı Avrupa'da milyonlarca Müslüman'ın yaşadığı bü
yük şehirlere kadar pek çok ülkede, dinci harekette büyük bir canlanma gözlen-
Politikada,
Felsefede,
Fundamentalizm kavramı 1 960'1 ı yıllarda filozof Hans Albert tarafı ndan fel
sefe alanı nda kullanılmıştı r. O sıralarda neopozitivistler ve "Frankfurt Okulu"
mensubu neomarxistler ile Kari Popper'in görüşlerini savunan "eleştirel rasyo
nalistler arası nda bir bilim tartışması sürüyordu. Albert, "tartışılmaz derecede
kesin" olduğu ileri sürülen bilgiden hareket eden bütün felsefi akımları funda
mentalist olarak nitelemişti. Bunlara, Albert'e göre ampirik ölçme, sayma, tart
madan mantıksal operasyonlara, Marxist ve H ı ristiyan öğretilerin temellerine
kadar pek çok düşünüş biçimleri gi rmektedir. Hans Albert, "fundamentalist" ad ı
nı verdiği b u düşünüş tarzına karşılık, kesin gerçekler v e mutlak değerler yeri
ne bilgide açık ve bitimsiz bir bilme sürecini savunan , her zaman açık ve dog
malardan uzak bir toplum gerçekleştirme mücadelesini veren Popper'in "yan
l ışlanabirliği"ni bir bilimsel bilme biçi mi olarak öne sürmektedir.
4- Dinsel Fundamentalizm
İslamiyet 1 O. yy'da bir dini-siyasi sistem olarak yerleşti. Çok geniş toprakla
ra yayılan bu "süper güç"ün mensupları , temellerini Muhammed'in attığı ve Me
dine'de bir süre yönettiği , tanrısal yasalara dayalı İslam devletinin, düşünülebi
lecek en mükemmel düzeni oluşturduğu inancı ndaydı .
Ancak bu dini-siyasi sistem i le İslam dünyasındaki reel durumlar arasında
gerçekte hemen hemen hiç uyuşma olmamıştı. Daha ilk dört halife zamanında
kanlı iç savaşlar yaşandı ve Muhammed'in ölümünden daha 30 yıl geçmeden,
İ slamiyet'te ilk parçalanma gerçekleşti. Teoride halife, peygamberin ardılı olarak
dini-siyasi otoriteyi temsil ediyordu v tek olmalıydı . Fakat 1 O. yy'da sadece ken
disinin meşru olduğunu belirten tam üç halife hüküm sürüyordu. Bağdat'ta Abba
si, Kahire'de Fatimi ve Endülüs'te (İspanya'da) Emevi halifeleri ! Bu halifeler, ken
di egemenlik alanlarında bile tehlikedeydi, her tarafta paralı askerler arasından
çıkan bir bölgeye egemen olup merkeze başkaldırıyorlard ı .
Sonraki yüzyıllarda ve günümüzde, İslam dünyası sürekli geriledikçe v e geri
kaldıkça, ezildikçe ve emperyalist güçlerin boyunduruğu altında kaldıkça, bilim
sel , teknolojik, ekonomik ve askeri bakımlardan güçsüzleştikçe ve önemsizleş-
Şeriat
İslamiyette sadece Kuran değil, "sünnet" denilen gelenekler de fundamen
taldir. Kuran, hadisler ve Peygamberin hayat hikayesi (siret) bir bütün olarak
görülür. Bu üç kaynak temelinde, din bilginlerinin yorumları (tefsirleri) ile muaz
zam bir tanrısal yasa manzumesi oluşmuştur. 1 O. yy'dan bu yana var olan bu
binayı, bazı ayrı ntılarda bugün de büyütüp genişletmek mümkündür. Ancak çok
uzun yıllar bu konuda çalışmış bir bilgin , kütüphaneler dolduran bu yasa komp
leksini iyi bildiğini söyleyebilir ve yorumları tam anlayabilir.
Şeriat, din yasasıdır ve bir sistem oluşturur. Ancak İslami gelenekte, baştan
itibaren din yasası ile İslam cemaatinin, yani toplumun, siyasetin ve devletin
normatif yasası özdeşleştirilmiştir. Kuran, hem dini, hem toplumsal düzen ile il
gili düzenlemeler içerir. Sonuçta din ile siyaset iç içe girmiştir.
Fundamentalistler, ilahiyattan daha önemli gördükleri İslami hukuku (şeri
atı), her ülkede tek geçerli hukuk sistemi yapmak amacındadı r. Onlara göre di
nin toplum hayatının sadece bir bölümünde geçerli olduğu söylenemez; din,
devletin bütün alanlarını belirlemeli ve denetlemelidir. Kökte ndinciler, buradan
hareketle 2. Dünya Savaş'ından sonra Müslümanların çoğunluğu oluşturduğu
bütün ülkelerde siyasi otoriteyi ele geçirmeye çal ışmışlar ve çalışmaktadı r. Bu
da hemen her ülkede geniş boyutlu huzursuzluklara yol açm ıştır.
Günümüz İslam köktendincileri, ülkelerinde siyasal, sosyal ve bi reysel ha
yatın tamamen şeriat sistemine göre biçimlenmesini istemektedir. Onlara göre,
gerçekleştirmek istedikleri, insanı n bütün ihtiyaçlarına en iyi cevap verebilecek
en mükemmel sistem, bir çeşit yeryüzü cennetidir. Böyle bir düzen ("adil dü
zenn) kurulursa, siyasal ve sosyal sıkıntılar ortadan kalkacak, herkes refaha ka
vuşacaktır. (Türkiye'de bir parti adı n ı n "Refahn olarak seçilmesi tesadüf değil
dir!) Bunu somut olarak gerçekleştirecek kurumlar ve süreçler; kesinlikle düşü
nülmez ve tartışılmaz, her şey mutlak bırakılır. Günlük sorunların bilimsel bi
çimde ele al ınması da söz konusu değildir. Ciddi ciddi tartışı lan konu , önce ger
çek İslam toplumunun mu yoksa İslam devletinin mi kurulması gerektiğidir. Bu
noktada ı l ı mlılar, ülkede farklı düşüncede olanları ikna yoluna ve demokratik
yöntemlerin kullanılmasına taraftar oldukları halde, radikaller, amaçlarına şid
det de kullanarak hemen u laşmak isterler ("kanlı mı kansız mı" tartışması !).
Köktendincilerin çoğunluğu, İslamiyet ile şeriatı aynı şey olarak görür ve
göstermeye çalışır. İ kinci olarak da şeriat yasalarının gündelik hayatı n her sa
niyesinde herkes için bağlayıcı olmasını ve bunun en sert biçimde denetleme
sini isterler. Düşünme, tartışma, soru sorma ve eleştirme nitelikleri yok edilmiş
"kullarn, her konuda ulemaya danışmalı ve alacakları fetvaya göre davranmal ı
d ı r. İran'da Humeyni, b u noktadan hareketle, İslami devlette tüm yönetimin din
adamların ı n elinde ve denetiminde olması gerektiği sonucuna varm ış ve İ ran
anayasasına bu yönde bir hüküm konulmuştur.
Pakistan'da 1 977 Ziya-ül Hak, Suudi Arabistan desteğiyle koyu bir şeriatçı
politika uygulamaya girişti. Sudan'da N umeyri 1 983'te şeriatı resmen kabul et
miştir. Onun devrilmesinden sonra bu konuda geri adı m atıldı, fakat ülkede hu
zursuzluk iç savaş boyutların ı alm ıştır.
Bütün bu örgütlerin ve partilerin tek bir merkeze bağlı oldukların ı , ortak bir
planda hareket ettiklerini kanıtlamak mümkün değildir. Birçok noktada araları n
da görüş ayrılıkları da söz konusudur. Ancak temel inançlarda ve davranışlar
da bir bütünlük içindedirler.
Sevgiye, hoşgörüye dayalı özgür, aydınlık bir dünyanın tam tersidir funda
mentalistlerin dünyası. Atatürk döneminde doğan Türk aydınlamasınını tam an
lamıyla gerçekleşmesi için yılmadan ve bütün ağı rlığı ile çaba göstermek, yur
dunu, ulusunu, insanlığı seven her Türk'ün görevidir.
Saygılar sunarım .
Kaynakça
Barr, J. ( 1 981 ), Furdamentalismus. München.
Kepel, Gilles ( 1 991 ), Die Rache Gottes (La revanche de dieu chretiens). Radikale Mos
lems, Chirsten und juden auf dem Vormarch. Almanca Çev: Thorsten Schmidt. -
Piper-München.
Keinzler, K. (Hg.) (1 990), Der neue Furdamentalismus. Rettung oder Gefahr für Ges
sellschaft und Religion? (Patmos) Düsseldorf.
Pfürtner, st. H. ( 1 99 1 ), Furdamentalismus. Die Flucht ins radikale. (Spektrum 4031 )./Her
der/Freiburg.
Schulz-Vobach, K.-D. (1992), Mohammeds Erben: die Furdamentalisten auf dem Veg
zum Gottesstaat. (8ertelsmann) München.
Tıbi, 8. (1992), Die Furdamentalistiüsche Herausforderung. Der İslam und die Weltpoli
tik. (8eck) München.
Tıbi, 8. (1987), Vom Gottesreich zum Nationalstaat. Frankfurt.
Weielandt, R. (1990), Zeitgenössischer islamicher Furdamentalismus-Hintergründe und
Perspektiveri. Kienzler, Der Neue Furdamentalismus, S. 46-66.
dini kullananların dindar olmaları gerekmez. Sadece dini kullanırlar. O süre için
de de köktendinci gibi görünebilirler. Fakat bu iki grubu birbirinden ayırmak çok
zordur. Kimi köktendincidir, kimi dini siyasi ikbal için kullanmaktadır, bunları faali
yet içinde ayırmak çok zordur. Herkes kendi kafasına göre bir şeyler söyler. Ta
bii köktendinciler, gerçek köktendinciler bu durumu, karanlık ve tatsız bir durum
olarak görürler. Bunun Batı'daki bir örneği İ ngiltere'de, Cromwell zamanında ya
şanmıştı r. Eğlence yok, içki yok, gezmek yok, aşk yok, berbat bir yaşam var. Bu
durum on beş, yirmi yıl devam etti. İnsanlar bıktı. Yani gerçek köktendincilerin
böyle bir eğilimleri var. Yaşamlarında hiçbir zevk ve safa yoktur. Onlar için öbür
dünya önemlidir. Öbür dünya asıl olduğu için de bu dünyayı bir lokma ekmek ve
bir hırka ile yürütmek lazım . Oysa dini siyasal araç olarak kullananların özel ya
şamlarında böyle pek prüten, böyle imsaklı bir yaşam sürmedikleri görülür ve
oradan teşhis edilirler. Bu gibilerin, bayramların ı lüks otellerde geçirmeleri, lüks
lokantalara gitmeleri, lüks arabalara binmeleri köktendincilikle bağdaşmaz.
Köktendinciliğin temel sakıncası nedir? Toplumun ilerlemesini, gelişmesini
önlemisidir. Sakıncası buradadır. Toplum gelişirken, toplumsal yaşamın bütün
yanları, birbiriyle bağlantılı olarak uyum içinde gelişir. Yani, toplumsal yaşamı n
bütün yanlarının değişebilmesi gerekir k i toplum gelişebilsin. Oysa d i n kuralları
değişmez. Bunları biraz önce anlatmaya çalıştım. Çünkü Allah kelamıdır. Dinle
rin de yaşamla ilgili birçok yanları var biliyorsunuz. Faizle, evlenmeyle, seyahat
le, kadın haklarıyla ilgili birçok yönü var. Dine göre bunlarla ilgili kurallar değiş
mez. Oysa toplumsal yaşamı n diğer tarafları, bunlar değişirse, değişebilir, geli
şebilir. Bu durum bir ayağını bir yere sıkıştı ran bir insanın diğer ayağıyla yürü
meye çalışmasına benzer. Yürümek istiyorsunuz, bir ayağınızla adı m atıyorsu
nuz ama diğer ayağınız buna uymadığı için yürüyemiyorsunuz. İşte köktendinci
liğin temel sakıncası budur. Toplumların gelişmesine engel olurlar. Zaten kökten
dinciler gelişme istemezler. Yeniliğe onun için karşı olurlar. Yenilik doğal olarak
gelişme demektir. Yeniliğe karşıysan, gelişmeye de karşısınız demektir. Bu yüz
den karanlık bir manzara gösterirler. Örneğin Darvinizm'e karşıdı rlar, neden?
Çünkü Darvinizm, dünyanın bir süreç içinde oluştuğunu söyler. Yani bir gelişme
den söz eder. Hayvanların, insanların bir süreç içinde oluştuğunu söyler. Oysa
dinlere göre dünya bir günde ya da bir dakikada yaratılmıştır. Ve bir daha değiş
mez. Onun için dinle Darvinizm çatışır.
Bir de şunu söylemek isterim. Dinin, gelişmenin önüne koyduğu sakıncaları
içtihadla kapatmak mümkün değildir. Denilebilir ki din böyledir ama ulema din
adamları dini yorumlayarak, kuralları yorumlayarak çağa uydururlar. Ve demin
söylediğimiz sakıncalar ortadan kalkabilir. Böyle bir şey akla gelebilir. Bu akla
pısı artık şeriat kurallarına uygun değil. Geçirmiş olduğumuz 70-80 yıllık döne
min gelişmelerinden ötürü bir yerlere gelindiği için Türkiye'de köktendinciliğin
fazla bir şansı olduğunu sanmıyorum. Ama sanmıyorum demek, hiç zarar gel
mez anlamı nda değil. Çok önemli zararlar gelebilir. Geçmişi var. Sivas var, Kah
ramanmaraş var. Birçok örnek var. Ama bunlar lokal kalmışlar. Toplum bir düze
ye ulaştığı için lokal kalmıştır. 31 Mart bile, Osmanlı İmparatorluğu zamanı nda
bile ·şeriat, Türkiye'de fazla birşey yapamam ış, bastırılmıştır. Ama yine söylüyo
rum, Türkiye'nin kalkınmasını frenler, zaman zaman problemler yaratabilir. kan
dökülmesine bile neden olabilir.
Bunlardan dolayı şeriatçılığı iyice tanımak, teşhir etmek iyi bir iş yapmaktır.
Bu kongrenin bir yararı da bu olacaktır. Meseleleri ortaya çı kararak halkımızın,
köktendincilerin peşinden gitmeleri önlenecektir. Teşekkür ediyorum.
Prof. Dr. Cevat GERAY
Oturum Başkam
Sayın Prof. Aren'e teşekkür ediyorum. Zamanını iyi kullandığı için de ayrıca
teşekkür ediyorum.
Ü çüncü konuşmacımız Peter Priskil. Dinsel Fanatizmin T1rmamşı ve Batı
nm Korkaklığı ya da Namertliği konusunda konuşacak.
Peter Priskll
Bayanlar, baylar. Konferansın sevgili dostları .
Beni buraya, Ankara'ya, Köktendinciliğe Karşı Aydtnlanma Konferansı'na ça
ğ ı rıp, konuşma olanağı verdiğiniz için hepinize teşekkür ediyorum.
Ben tarih, politika ve Alman edebiyatı okudum. Oradan mezun oldum. 20 yıl
önce, Almanya'daki politik kıyımlardan kurtularak bugünlere kadar gelebilen son
organizasyonlardan biri olan "Bungiging Anpasung"a katıldım. Sosyal Demok
rat'ların Başkanı Willy Brandt önderliğinde kurulan grup, 20 yıldır Almanya'da ya
şam mücadelesi veriyor. O günden itibaren diğer bütün solcu gruplar tasfiye edil
di. Çünkü muhalif bir partiye üye olan hiçbir insan ne öğretmen, ne demiryolu iş
çisi, ne posta görevlisi herhangi bir iş kolunda çalışamıyordu. Devletin kontrolün
deki bütün bu alanlarda solcular tasfiye edildi. Şu günlerde devletin politik kıyım
alanı daha da genişledi. Artık düşünce ve konuşma özgürlüğüne da karışmaya
başladı. Alman devleti katolik ve protestan kiliselerinden yönelecek her şeyi ele
mine ediyor. Daha ne söyleyebilirim? Aynı zamanda bir yazarım da. Salman
Rüşdi'yi savunacak bir kitap yazdı m . İ ngiliz devletinin Avrupa'nın ortasında bir
modern ortaçağ yaşanmasına seyirci kalınması ve Vatikan liderinin Salman Rüş
di hakkında ölüm fermanı çı kartan İran'lı lider humeyni'yi haklı görmesi, beni bu
olayların içine itti. Bu gelişmelere karşı kendi yayınevimizi kurduk ve dışarıda gö
rebileceğiniz kitapları yayınladık. Başka hiçbir Alman yayınevinde bu kitapları
bulamazsınız.
Konuşmama başlarken, fundamentalizm hakkında bir başka tan ı m vermek
istiyorum. Sanıyorum bu tanımın öncekilerden pek farklı olmayacak. Ancak fun
damentalistlerin tehlikeli olduğu bir noktaya dikkatlerinizi çekmek istiyorum .
Fundamentalizm, dindar insanların bir davranış biçimidir. devletin koruması
altında hareket ederler. Muhaliflere karşı şiddet uygularlar. Ellerine ne zaman
güç geçse, muhaliflerini öldürür ve işkence ederler. Bu konuda kuşkusu olanlar
varsa, onların Sıvas'ta katledilen aydı nları ve katliamdan şans eseri kurtulan
Aziz Nesin'i hatırlamaları yeterli olacaktır. Aziz Nesin "şeytan" diye adlandırıld ı .
Çünkü, "Şeytan Ayetleri" adlı kitabı , gazetesi Ayd ınlık'ta, bölüm bölüm yayınlı y or
du. Hepinizin hatırlayıp, bildiği gibi Sivas'taki olayın olduğu gün, 250 yıl önce din
ci fanatikler tarafından yakı larak öldürülen, Alevi şair Pir Sultan Abdal'ın katledil
mesinin yıldönümüydü. Sonuçta, 37 aydınlık savaşçısı öldü.
Fundamentalistler ne zaman ellerine bir güç geçirseler, o zaman katliamlar
başlıyor. Afganistan gibi İran gibi. Çağrılarına uymayan kadınları süründürüyor
lar. Herhangi bir gençlik örgütlenmesinde olanları öldürüyorlar. Bu, tıpkı 1 500'1er
deki ortaçağ Avrupa'sındaki kiliseyi eleştirenlerin başlarına gelen olaylara benzi
yor.
Ben Alman'ım ve tarihçiyim. Araştırmalarıma göre şunu söyleyebilirim. Tarihin
en büyük suçlusu hitler değil, kilisedir. Hitler, 6 milyon insanı n ölümüne sebep ol
muştur. Ancak, kilisenin işlediği cinayetlerin bir rakam ını vermek çok zor. Son
400 yıl içinde, ne kadar insanı n öldürüldüğünü bilmek olanaksız. Bunun nedeni
de var olan belgelerin ortadan kaldırılarak çöplüğe atı lmasıdır. Bu basit bir prob
lemdir. Ancak çok da önemlidir.
Benim konumun başlığı, fundamentalizmin demokrasiye ve demokratik hak
lara global saldırılar. Daha açık söylemek gerekirse, Batı'nın globalizasyonu. Hı
ristiyan kilise ve Batı hükümetleri, özellikle d e Almanya hükümeti, İslami funda
mentalizm ile ortak ilişki içerisindedir. Ben, Almanya'da muhalif bir partinin üye
siyim. Aynı zamanda, kurduğumuz bir yayınevinin de yazarları ndanım. Yayın
çizgimiz antikonformist bir temelde, politik bir muhalefet ve dini eleştiri üzerine-
dir. Birkaç örnek vermek istiyorum. Yalnız bu örneklere geçmeden, bir şeyi be
lirtmede yarar görüyorum. Birçok Alman, Türkiye'yi İslami bir devlet olarak görü
yor. Birçok Türk de Almanya'yı demokratik bir ülke olarak görüyor. İki görüş de
yanlıştır. Öğretilerini, kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ten alan modern Türkiye,
laiktir.
Türk tarihinin en önemli olaylarından biri olan, dini işleri için devletin maddi
kaynak sağlamaması, din ve devlet işlerinin birbirinden ayrışması için atılan en
önemli adı mlardan birisidir. Aynı zamanda, ilkokula giden çocuklara din dersi ve
rilmemesi, yeni evlilik sistemiyle sivil evlilik ve boşanma haklarının sağlanması,
Türkiye'de laikliğin sürdüğünün belirtileridir. Ancak, inanması zor ama, Alman
ya'da bu yok. Bu konuda bir açıklama yapmak istiyorum . Almanya'da kiliseye
karşı yapacağ ınız bir eleştiri karşısında, kilisenin rencide olduğuna karar verilir
se, 3 yıl hapis yatarsınız ya da para cezası ödemek zorunda kalırsınız. Bu, çok
ağı r bir cezadı r. Bangladeş'te aynı türden bir suçun cezası 2 yıl iken, Almanya'da
bu ceza 3 yıl. Ö rneğin, biraz önce benim söylediğim, tarihteki en büyük suç ör
gütü kilisedir lafım üzerine, bana doğrudan dava açılabilir, sanık olabilirim. Bu
şekilde birçok arkadaşımız san ık sandalyesine oturtuldu ve kurumlarımız saldı
rıya uğrad ı . Sanık olduk. Türk fundamentalizminin, Sivas'ta işlediği, 37 insanın
yakılarak öldürülmesi ile ilgili olarak, yakılanların fotoğraflarına 41 nolu bülteni
mizde yer vereceğiz.
Almanya'daki kilisenin, Türk fundamentalistlere olan üstünlüğü, devlet tara
fından ayrıcalıklara sahip olmasıdır. Alman kilisesinin bir başka ayrıcı lığı da Hit
ler'in ihsanlarıdır. Dünya'da faşist Almanya'yı ilk tanıyan devlet Vatikan mı değil
mi bilmiyorum. Ama böyle bir nedenle, Vatikan'la bir anlaşma yapılmıştır. Yapı
lan bu anlaşmaya göre kilisenin ayrıcalıkları korunacaktı. Ö rneğin Alman devle
ti, vergileri kilise adına topluyordu. Bu nedenle Roma Katolik Kilisesi'nin, Alman
ya'da 1 m ilyon DM tutarında malları bulunuyor. Hitler'in ihsanı, kilisenin okullar
daki yerini de garanti altına almıştır. Şu an elimde, şimdi de yürürlükte bulunan,
Hitler'in ihsanının 2 1 . maddesini görüyorsunuz. Faşist Almanya döneminde ya
pılan bu anlaşma hala yürürlükte. Şimdi size onu okuyacağ ı m : "Katolik Roman
eğitimi önemle ele almacak bir konudur. İlkokulda, meslek okullarında, liselerde
ve daha yüksek eğitim kurumlarında katolik kilisenin prensipleri verilmelidir. "Ant
laşma 1 933'te yapılmış, 1 997'de hala yürürlükte. Bu nedenle diyoruz ki Alman
ya demokratl ığın aksine, Türkiye'nin bugünkü durumundan daha fazla kökten
dincidir. Bir çeşit kilise devletidir ve kim bunu eleştirirse, Hitler ihsanı uyarınca
cezaya çarptırılabilirler. Bu sebeple tekrar ediyorum, Türkiye, İslami bir devlet
değildir. Çünkü, geleneksel bir laiklik anlayışı var. Buna karşılık Almanya demok-
rat değildir. En yal ın hali ile kilise devletidir. Bir örnek vermek istiyorum : 1 989'da
İ ran devlet başkanı ve müftüsü, hiçbir zaman Şii olmamıştı, fakat İngiliz vatan
daşı Salman Rüşdi hakkında ölüm fermanı çikarmıştı r. Batı nasıl bir reaksiyon
gösterdi? İlk önceleri, Rüşdi şaşırmış idi. Alman ve İngiliz hükümetleri ilk etapta
önemsemediler ve Rüşdi'yi korumak yerine, onu saklamak zorunda kaldılar. Bu
hassas konumda "Rüşdi''yi öldürün" diyenler, bugüne kadar, İngiltere'nin cadde
lerinde yürüyebiliyorlar.
Köktendinciliğe yönelmek yanlıştır. Fakat bu bir anlaşmadır. Batılı devletler
demokrasiyi tüketerek, İslami devletler ise barışçıl görünerek dinsel bir diktatör
lüğe ilerliyorlar. H ı ristiyan kilisenin böyle bir şey yapacak gücü yok. Çünkü Fran
sız Devrimi'nden bu yana, yaklaşık 200 yıldır, kilisenin bu yöndeki girişimleri en
gellendi. Katolikler gerçek köktendinciler olarak görünmese de İslami güçlerle
ortaklık içinde, düşünce özgürlüğüne savaş açtı lar ve beraber dini bir diktatörlü
ğe doğru ilerliyorlar. Almanya'da bu ihtimal, Türkiye'ye oranla biraz daha uzak
görünüyor.
. 1 989'da Salman Rüşdi için bir kitap yazdım ve bu, onun için Almanya'da ya
zılan ilk kitaptı. Bu kitap, Alman basının neredeyse tamamı tarafından boykot
edildi. Ama gene de başarılı bir kitaptı. 3. baskısı yapıldı. Bunun yanında Alman
ya'n ı n değişik bölgelerinden aldığım tartışma ve söyleşi toplantılarına davet edil
diğimde, İslami köktendincilerin bomba tehditleriyle karşı laştım. Bu durumu po
lislere ilettiğimde bana, salona girip, masanın altına bakmamı , eğer bomba yok
sa, korkmam gereken bir şey olmadığını söylediler. Bu, düşünce özgürlüğünü ve
Salman rüşdi gibi hayatları için endişe edilen insanları savunanlara karşı , Batı
yollu bir tehdit yöntemi idi.
Kilise ve devlet komplosuna uğrayan başka bir isim ise Anema Reshume idi.
Yazar bundan 1 ,5 yıl önce, barış ödülüne layık görülmüş idi. Ve Reshume şimdi
baskı altında tutuluyordu. Haberi ilk defa Alman bası nından öğrendiğim zaman,
çok şaşırmıştım. Bana sorarsanız bu propagandist yazar arkadaşımız, insanlar
için barışa katkılarından dolayı ödüllendirilmelidir. Bu gelişmeler üzerine yayıne·
vimiz bir protesto kampanyası başlattı. Yaklaşık altı ay sonra bu olayın yazısı, İs
lam Dünyası adl ı gazetede yeniden yayı mlandı. Gazete, Anema Reshume'ya
karşı yürütülen bu kampanyanın en etkin ismi olan Arema Kitabevi'nin durdurul
ması için 540 imza topladı . Bu, Alman hükümeti ve büyük medyanın bir koalis
yonu idi.
Şunu söylemekte yarar görüyorum; her kim köktendinciliğe karşı savaşmak
isterse, öncelikle insanları aydınlatmalı. İkinci olarak da köktendincilere karşı de-
Karşı Aydmlanma Konferansı'na katı lmış olanlar, Alman adaletinin, dinsel fana
tizmin son derece işine yarayacak bu kanuna aykırı kararı, şiddetle ve var gücü
müzle protesto ediyoruz. Roman Katolik kilisesinin provokasyonlarına dikkat çe
kerek, sizleri Federal Kültür ve Eğitim Kurumu karşısında uyarıyoruz. Eğitim Mü
dürü'nün aldığı, mahkeme salonlarındaki masumiyeti yaralayacak kararlardan
son derece utanç duyduk. Sizlerden, bu konuda hazırlanan deklerasyonu imza
lamanızı rica ediyorum . Bunu imzalamanız, sadece uluslararası dayanışma için
değil, aynı zamanda devletinizin kurucusu olan Kemal Atatürk için ve ülkenizde
ki laikliğin güçlenip, gelişmesi ve cesaretlenmesi için olacaktır.
Köktendinciler, dünyanı n her yerinde ortak ilişkiler içerisinde çal ışmalar yürü
tüyorlar. Bizler de yeryüzünde kurulacak tüm dinsel diktatörlüklere karşı savaşa
cak olanlar, ortak ilişkiler içine girerek, ortak çalışmalar yürütmeliyiz. Ve eğer bu
kongrede böyle bir karar al ınırsa, çok büyük ve pratik bir gelişme sağlanacağ ı
na inanıyorum.
Hepinize çok teşekkür ediyorum.
All Balkız
Dinler tarihi, bir savaşlar tarihidir de aynı zamanda. Her din, var olabilmesinin
hikmetini, kendinden bir önceki dinle savaşmakta bulmuştur. Tarih boyunca din
ler, asla dinsizlerle savaşmamışlardır. Başka bir şeye inananlarla savaşa girmiş
lerdir. Bu, dinin özünde vardı r. Ve din, bir bireyi fethettikten soıira -eğer buna fet
hetmek diyebiliyorsak- onu, ruhuyla, vicdanıyla, eliyle ayağı arasındaki işlemi ile
bire bir koordine eder, ona bile hükmeder. Kişinin kendi kendisiyle, ailesiyle,
komşusuyla, devletiyle, başka toplumlarla ve başka şeye inananlarla olan ilişki
sini, bu düzlem içerisinde din oluşturur. Kendisinden başka bir şey kabul etmez.
Sivas örneği, konuşmacılar tarafından da anı msatıldığı gibi burada da bu duru
mu görebilirsiniz. Siz Sayın Cevat Geray, Sivas'ı yaşayanlardansınız. Burada
birkaç arkadaş daha görüyorum. Sayın Demet Işık, Sayın Kamer Çakır bey, Ne
val hanım ve diğer arkadaşlarla birlikte Sivas'ı yaşadık.
Ben bu olayın en önemli yanına dikkatinizi çekmek istiyorum. Öğle namazın
dan çıkanlar oteli kuşattılar. Giderek saatlerin ilerlemesiyle birlikte, ikindi namazı
vakti geldi. Ezan okundu. O iki ezan arasında, otelin içindekilere neler yaptıkları
nı, hepimiz biliyoruz. Bağırdıkları kadar, bağırdılar. Atacakları kadar, taş attılar.
Edebilecekleri kadar, küfür ettiler. Protesto etmekse, ettiler. tatmin olmaksa, oldu
lar. Sevap kazanmaksa, kazandılar. Ama, o ikinci ezana icabet edip, camiye git
mediler. Oysa dinleri onlara, o namaza gitmelerini emrediyordu. Hayır gitmemeliy
diler. Çünkü Kuranı-Kerim'in birçok ayeti onlara diyor ki "vuruşun, sonuna kadar
vuruşun ve öldürün". Dinin özü, İslamiyetin özü şiddettir, kandır, kendinden olma
yan her şeyi yok etmektir ya da kendisine benzetmektir. Bunlar, otelin içindekiler
den belki Aziz Nesin'in adını biliyorlardı. Ama başkalarının kimler olduklarını bilmi
yorlardı. Kimler buradakiler, meslekleri ne, eğitimleri ne, öğretimleri ne, dinleri ne,
mezhepleri ne, kültürleri ne, bilmiyorlardı. Ama bir şeyi biliyorlardı. Bu otelin için
dekiler, bizden değil. Bize benzemiyorlar. Bize benzemememeleri, onların yakıl
malarını helal kılıyordu. Bu anlayıştaki bir dinle, bu anlayıştaki dindarlar toplulu
ğuyla bizler, hangi ortamda birlikte yaşayabiliriz. Daha doğrusu onları, buna nasıl
razı edebiliriz. Böyle bir ortam oluşturalibilir mi? Bunun koşulları nedir? Sayın Sa
dun Aren'den rica ediyorum. Teşekkür ediyorum.
Demet Işık
Sayın hocam dediler ki, "Köktendincilikte, oylama falan olmaz". Yani toptan ol
mak zorundasın. Biraz köktendinci, biraz kenardan dolaşan olmaz, dediler. Bu
doğru bir saptama. Ben şunu söylemek istiyorum; köktendinci olan klanlar ve aşi
retler var. Dünyanın belirli yerlerinde bunlar var ve çok kapalı yaşıyorlar. Yani, çi
vi kullanıyor, araç kullanmıyor, belli yiyecekleri yiyor, televizyon seyretmiyorlar.
Bunlar gerçekten dini köküne kadar kullanıyorlar ve çok kapalı yaşıyorlar. Halbu
ki, bizim bugün Türkiye'de karşı karşıya olduğumuz kesimin, köktendinci gibi
davranarak, siyaset için dini kullanmalarından başka bir şey değildir. Köktendin
cilik dünyada bu anlamda kullanılıyor. Kahire'de bir kadın konferansına katıldık.
Orada birçok şeyi açıkça gördük. Hı ristiyanlık ve onun mezhepleriyle, İslamiyet
ve onun mezhepleri mensupları arasında çok iyi bir işbirliği yaratıldı. Demostras
yonuyla, insan gücüyle, el ele tutuşmalarıyla, neredeyse ilahileriyle, bir birliktelik
yarattılar. Yani, H ı ristiyanlık da Müslümanlık da eğer köktendinci olsalardı , birbir
leriyle bu kadar uyuşamazlardı.
Şanal Saruhan
Oturum Başkanı
Değerli arkadaşlar, konuşmacılar adına hepinize teşekkür ediyorum. Bugün
başlayan çalışmamızın, kanı mca son derece önemli bir bölümüne gelmiş bulu
nuyoruz. Bilindiği gibi köktendincilik "'8rkesi, ama özellikle kadını çifte paranga
ya alan bir anlayıştır. Biz, kadınlar olarak şeriatın karşısında özellikle kadınları n
durması gerektiğine inanıyoruz. Ama şeriatın hedefi kadın ya da erkek değil, şe
riatın öncelikle hedefi demokrasi, özgürlük ve laiklik. Oysa biz, gerçekten de
mokratik, gerçekten özgür, gerçekten laik bir eyleme geçmek istiyoruz.
aksi takdirde Kuran'ı inkAr etmiş oluruz" dediği zaman, kalkıp da kendisine: "Hayır
uymamız gereken şey din kuralları değll, Kuran değll, her şeyden önce akıl
kurallarıdır; yönelmemiz gereken şey akılcılıktır; çünkü şeriat verllerl çağdaş
yaşamlara, çağdaş özgürlüklere yer vermez" diyemiyoruz. Çünkü şeriatın akla,
mantığa ve çağdaşlığa ters yönlerini bilmiyoruz ya da bilsek de bunu söyleyecek
cesareti gösteremiyoruz.
Yine bunun gibi şeriatçı bize: "Şeriata inanan insanlar olarak .. cehaleti, atale
ti ve meskeneti terk etmeliyiz" dediği zaman, kalkıp da "Evet ama cehaleti, ata
leti ve meskeneti yaratan şey şeriatın ta kendisidir" deyip şeriatçıyı sustura
mıyoruz, çünkü şeriatın bu yönlerini bilmiyoruz, bilsek de söyleme cesaretini
gösteremiyoruz.
Yine bunun gibi şeriatçı bize: "İslam şeriatı özgürlük dinidir, hoşgörü dinidir;
İslam'da zorlama olmaz" dediği zaman, bizler kalkıp da "Hayır yalan söylüyor
sun ! Çünkü şeriat özgürlükleri reddeder, hoşgörüyü reddeder; şeriat: şid
det ve zorlama üzerine bina edilmiş olup İ slam'dan gayrı gerçek din tanı
maz; İslam'dan başka dinlere rağbet edenleri sapıklık ve ziyan içerisinde
sayar; müşriklerin (puta tapanların öldürülmelerlnl emreder; "Kitap ehil"
olanların (Yahudilerin ve Hıristlyanların) İ slami kabul etmedikleri takdirde
(etmemenin cezası olarak) cizye (kafa parası) vermeleriol ve eğer bu iki
şeyden birini yapmadıkları takdirde yok edilmelerlnl emreder; Her kim di
nini (yani İslam'ı) değiştirirse, onu hemen öldürünüz" şeklinde konuşup bu
emirlerin kaynağını şeriatçının suratına vuramıyoruz. Çünkü bunları bilmiyoruz,
bilsek da söylemeye cesaret edemiyoruz.
Yine şeriatçı bizlere: İslam şeriatı kadına önem ve değer verir, kadın hakları
nı ve özgürlüklerini gerçekleştirir" diye konuştuğunda, bizler: "Hayır yalan söy
lüyorsun, şeriat kadını aklen ve dinen dun saymıştır, erkeği kadına üstün
kılmıştır, iki kadının tanıklığını bir erkeğin tanıklığına eş tutmuştur, miras
paylaşımında kadına yarım pay ayırmıştır, kadını aşağılatmak için: -namaz
kılanın önünden eşek, köpek, kadın geçerse namaz bozulur- demiştir; ka
dına dayak atılmasını öngörmüştür; ya da; Uğursuzluk karıda evde ve atta
bulunur; şeklinde ve daha buna benzer nice hükümler sevk etmiştir" diye
söyleyemiyoruz, çünkü bunun böyle olduğunu bilmiyoruz, bilsek de ağzı m ızı aç
maya cesaret edemiyoruz.
Yine bunun gibi şeriatçı bizlere: "Şeriat batıl itikadlere, hurafelere yer vermez"
dediği zaman bizler bu iddianın yalan olduğunu, çünkü şeriatın baştan aşağı hura
fe niteliğindeki hükümlerle dolu olduğunu söyleyemiyoruz: örneğin "esnemek şey-
tandandır, sizden biriniz, esneyeceği zaman gücü yettiği kadar onu karşılasın, çün
kü sizden biriniz esnerken . . . -Haa- deyince şeytan (sevincinden) güler", ya da:
"Merkep şeytan görmedikçe anırmaz. Merkep anırınca siz Allahu Teala'yı zikredin
(Muhammed'e de) salavat getirin", ya da "Fena rüya şeytandandır. Biriniz korkunç,
yani karışık rüya gördüğünde hemen sol tarafına tükürüp, üfürsün ve o rüyanın şer
rinden Allah'a sığınsın" şeklindeki nice sayısız hükümlerin Diyanet İşleri Başkanlığı
tarafından insanlarımıza belletildiğini sergileyemiyoruz; çünkü bilmiyoruz, bilsek de
cesaret edip konuşamıyoruz.
Sabiha Çaycı
Değerli hocanın, Kadın ve Şeriat konusunda çok daha açıklamalı , detaylı bil
gileri var. Şeriatın kadın hakkındaki hükümleri üzerinde teker teker durarak şöy
le diyor.
kımdan (özellikle Türk tarihi bakımından) dayanağı olmadığı aşikardır. Fakat her
ne olursa olsun, yukarıdaki hüküm "kadınların dinen ve aklen dun" olduklarını be
lirten diğer bir hükümle bağlantılı olup TC Devleti!nin , Diyanet aracılığıyla, kadı na
bakış açısının olumsuzluğunu ortaya vurur. (Bkz. Sahih-i. .. , cilt. 1 . sh. 223) Yine
bu yayımların 1 . cildinin fihrist kısmının "Kitabü-i Hayz" bölümündeki bir kesimin
başlığı aynen şöyledir: "Kadının dinen ve aklen erkeklerden dun olduğuna dair
Ebu Said hadisli". Aynı cildin 223. sayfasında hükmün kendisi yer almıştır. (H.
no:209) Bu hükme göre kadınlar "eksik akıllı, eksik dinli" olup "akıllı ve dininde
olan kimselerin aklını çelebilen" kimselerdir; ötekine berikine çokça lanet eden",
zevcelerine karşı "küfran-ı nimet gösteren" kimselerdir; bu nedenle cehennem
halkının çoğunluğunu oluştururlar. Yine aynı hükme göre kadınların "eksik akıllı,
eksik dinli" olmalarının nedeni, bu şekilde, yaratılmış olmalarındandır: "eksik din
li"dirler çünkü "hayırı gördükleri zaman namaz kılamaz ve oruç tutamazlar"; "ek
sik akıllıdırlar çünkü "kadınların şahadeti erkeklerin şahadetinin yarısıdır" (Bkz.
Sahih-i. . . , Cilt 1 , sh. 223 H. no. 209 ayrıca bkz. K. Bakara Suresi, ayet 282).
Yine Diyanet'in açıklamalarına göre kadın, "iradesindeki fıtri za'fa mebni" sa
dece "şahadet" bakımından değil fakat diğer "cihetlerden"de birçok görevleri üs
telenemez. Ü stelenemeyeceği görevler arasında yargıçlık, kadılık, imamlık ve
özellikle "millet otoritesini temsil" gibi kamu görevleri vard ır. Öte yandan kadın,
kocası ya da yakın akrabaları ndan bir erkek olmadan uzak bir mesafeye (bir
günlük, ya da üç günlük yere) seyahat edemez. Diyanet'in açıklaması aynen
şöyle: "islam dini . . . kadının bünye ve iradesindeki fıkri za'fa mebni muayyen hu
susta kadını, mehariminden bir erkeğin vesayetine vermiştir ki kadının uzak bir
mesafeye gidebilmesi.. için zevcin veya bir mahreminin bulunmasını şart kılma
sı bu cümledendir". Burada geçen 'fikri za'f" deyimi, kadının yaradılış itibarıyla
"iradece güçsüz" olduğunu anlatmak için kullanılmıştır. (Bkz. Sahih- Buhari Muh
tasarı . . . , Cilt. H , sh. 449-451 , Hadis no. 1 660; ve Cilt 1 0, sh. 2 1 9-220 s.)
Fakat iş bununla da bitmiş olmuyor! Yine şirat kaynaklarından, (ve örneğin al
Sa'labi ve al-Kisa'i gibi yazarlardan, ki her ikisinin de Kisas al-anbiya adlı yapıt
ları vardı r) öğrenmekteyiz ki biz erkekler, sevgili Adem babamızın "topraktan" ya
ratılmış olması sayesinde, kadınlara üstünlük arz eden birtakım ayrıcalıklara
konmuşuzdur. Şu bakımdan ki şeriatçının uydurduğu masallara göre Hawa,
Adem'in eşi olup, Adem cennete uykuda iken, onun sol kaburgasından alınan bir
kemikten oluşturulmuştur. Adem "topraktan" ve Hawa kemikten yaratıldıkları için
erkek, yaşı ilerledikçe güzelleştiği halde, kadı n yaşland ıkça çirkinleşmektedir.
Öte yandan İblis'e uyarak şer ağacının meyvesini önce hawa yediği için suçun
büyüğü ona aittir! Güya Hawa, kocasına şarap verip onu sarhoş ettikten sonra
yasak meyveyi sunmuş, o da onu yemiştir. Yasak meyveyi yedirmekle de bütün
insanlığı sonu gelmez bir bahtsızlığa sürüklemiştir. Bundan dolayıdır ki Hawa'ya
(ve dolayısıyla kadı n sı nıfına) birtakım cezalar uygun görülmüştür ki bunlar ara
sında hayz, gebelik, doğum sancıları, yarım değerde şahitlik, erkeğe boyun eğ
mek, vs .. gibi olanları vardır. Hayz'lı olması ve erkeğe nazaran şahadetinin ya
rım sayılması nedeniyledirki biraz yukarıda belirttiğimiz gibi kadın "dinen ve ak
len dun yaratık" sayılmıştır.
Bilmem bütün bunlara "aydın"ları m ız ve "aydın" bildiğimiz siyasetçilerimiz ne
derler? Kadınlarımızı karşılarına alarak: "Bunlar şeriat emlrlerldlr; halk şeriatı
İslam diye blllyor. Bu nedenle insan haysiyeti ve özgürlükleriyle bağdaşmaz
olsalar dahi bu emlrlere boyun eğin ve şeriata karşı asla dlkllmeyln"mi diye
ceklerdir? Yoksa: "Şeriata karşı bütün gücünüzle dikllln! Zira akla ve lime ters
bu tür emirlere boyun eğmek haysiyetsizlik olur" diyerek kendilerini, insan de
nilen varlığa saygılı birer aydın ya da siyaset adamı olarak mı tanımlayacaklardır?
Buna benzer örnekleri çoğaltmak kolay. Anlatmak istediğim şudur ki eğer biz
ler, şeriatın ne gibi hükümler kapsadığını bilebilmiş olsak ve dayanışma yolu ile
biraz medeni cesarete sahip bulunsak, şeriatçıyı kendi silahlarıyla susturup, in
sanlarımızı akıl rehberliğine ve dolayısıyla sınırsız gelişme olasılığına kavuştur
muş oluruz.
Şanal Saruhan
Oturum Başkam
Değerli Prof. Dr. İlhan Arsel ve Sayın Sabiha Çaycı'ya teşekkür ediyoruz.
Programda bir değişiklik olmuştur. Şimdi, ressam ve yazar Sayın Bedri Baykam
bize, Demokrasinin, köktendincilik yolundaki sapkın kullanımları ve şeriatçı
komplo, başlığı altındaki bildirilerini sunacaklar. Buyurun Sayın Baykam .
Bedri Baykam
Ressam-Yazar
Demokrasinin Köktendlnclllk Yolundakl Sapkın
Kullanımları ve Şeriatçı Komplo
Sağolun sayın başkan, sevgili izleyiciler.
Öncelikle şunu vurgulamak istiyorum; zor günlerde, zor şartlar altında bu
uluslararası konferansı, beraber örgütleyebilmiş olmamız, beraber burada topla
nabilmiş olmamız güzel bir başlangıç. Ü mit ediyoruz ki bu birinciyi, ikinci, üçün
cü ve daha birçok konferans izleyecek ve her geçen yıl bunu güçlendirmeyi, el
ele başaracağız. Gerek yabancı katılımcıların bize verecekleri artan destekli, ge
rek bizlerin daha geniş ve salonları dolduracak bilinçli, kitlese l yaklaşımı bir ara
ya getirmekle, önümüzdeki yıllarda daha görkemli konferanslar toplayabileceği
mize eminim.
Biraz önce Sayın Saruhan'ın size okuduğu bildirimin başlığıyla, sözünü etti
ğiniz, Şeriat ve Kadm veya şeriat yönetimi altında kadı nların içine düştüğü zor
ya da imkansız yaşam şartları, artık güncel bir durumda. Zaten, laik demokratik
cumhuriyeti hedef alan şeriatçı yaklaşımları n mantığı, artık -kadın-erkek ayrımı
gözetmiyor, laik, anti laik yarım ı gözetiyorlar. Laikliği benimsemiş ve çağdaş bir
cumhuriyette, demokratik parlamenter bir rejimde, özgür bir ortamda yaşamayı
seçmiş insanları da en az kadınlar kadar hedef alıyorlar. Hatta daha da ileri gi
derek, burada benden önce konuşan Peter Priskil'in de dediği gibi "tüm düşman
larını toptan yok etmek gibi amaçlar taşıyorlar". Bizde de Türkiye'de, bu konuda
maalesef çok enteresan olaylar yaşıyoruz. i ntihara koşan kadınlar, bu beyin yı
kama operasyonlarına çocukluklarından beri kapılıp, esir düşüp, adı m adı m ken
di yurttaşlık haklarını toptan yok edecek bir veba gibi üstlerine giden ve onlara
yurttaşlık haklarından tamamen soyutlayacak bir yaklaşımı destekliyorlar. Adeta,
biz bu esarete düşmek istiyoruz, biz hakları m ızı kaybetmek istiyoruz der gibi
kendi çıkarları aleyhine yürüyüş yapıyorlar, imza topluyorlar, televizyonlarda gö-
kokul dörtten ayrılmış. Bu gibilere, bunlar kafir, Allah adma öldür ve al sana
cennetin snshtsr1, derseniz, bütün bunları serbestçe bir propaganda unsuru
olarak verirseniz, lalk devlet yıkılacak elbet, diye cuma günleri sokaklarda gös
teri yaptırıp, polisin de hiçbir şey yapmadan onları seyretmesini sağlarsanız. Gü
ya din sömürüsünün yasak olduğu bir anayasada, din sömürüsünü yaşam tarzı
haline getiren partilerin var olmasına ve her noktasına bu yönde politikalar sür
dürerek, yeminlerini ve anayasaya karşı gelmelerine seyirci kalırsanız, bütün
bunların sonucundan ne bekleyebilirsiniz. Ne ekerseniz, onu biçersiniz. İşte bu
yüzden, şaşırdığını söyleyen insanlara kızıyorum.
Şimdi şeriatçıların sistemi çökertme taktikleri, sistemin boşluklarını arama
taktikleri nelerdir? Konuşmamın bu bölümüne geçiyorum . 1 923'ün aydı nlanma
cı çizgisinin kazanımlarını imha etmek için adı m adı m çalışıyor, önce Mustafa
Kemal düşmanlığı geliştiriyor. Resmi ideoloji diye ortaya bir kavram atılıyor. Ve
bizim tarih kitaplarından, Atatürk ya da cumhuriyetle ilgili öğrendiğimiz her şeyin
yanlış olduğunu, bunların bize devlet tarafından empoze edildiğini anlıyoruz. Pe
ki, hangi devlet? 1 2 Eylül'ü yapan devlet. İşkenceci devlet, insanlara polis bas
kısı yaptıran devlet, öğrenci coplayan devlet. Aşı rı sağcıları n, çetelerin, şeriatçı
ların tüm kavramları da 1 923 cumhuriyetinin devletine imaj olarak yükleniyor.
Böylece 1 923'ten uzaklaşmak için bu şekilde öğrendiğimiz her şeyden şüphe et
me veya öğrendiğimiz cumhuriyetle ilgili güzel olan her şeyle alay etme veya on
lara düşman olma düşüncesi, yalan haberlerle ve uydurma politik demagojilerle,
Türk halkına, Türk gençliğine adı m ad ım damardan zerk ediliyor. Ö rneğin Ata
türk, Samsun'a Bandırma isimli bir transatlantikle gitmiş. Herhalde turizm yapı
yordu, gibi karalamalar yapılıyor. Atatürk'ün ailesi belli değil, annesi belli değil gi
bi burada söyleyemeyeceğim terbiyesizlikler yapılıyor. Türkiye Cumhuriyeti yan
lış temeller üzerine kurulmuştur. Devrimler halka karşı yapılmıştı r. Halka sorul
mamıştır, diyorlar. Herhalde şunu bekliyorlardı ; ey Türk kadını, sen özgür olmak,
seçme seçilme hakkını kullanmak istiyor musun? i steyenler, lnterstar'da
90090 1 9 1 2 nolu telefonu arasın, istemeyenler 90090 1 91 3'ü arasın. Herhalde
bunları bekliyorlardı . Mustafa Kemal'in suçu, bu özgürlükleri Türk halkına kan
dökmeden ve cumhuriyetle birlikte sağlamış olmasıdır. Büyük bir suç yani.
Bizler, bu demokratik haklarımız için mücadele etmedik. Bunlar bize tepeden
inme verildi. Tepeden inme denmiş ki egemenlik milletindir. Sizi yönetenleri, ken
diniz aranızdan seçin denmiş. Kadın, erkek eşittir, denmiş. Dil, din, ı rk ayrı mı
yapmayın, denmiş. Atatürk'ün suçları bunlar. 1 930'da Serbest Fırka'yı kurduğu,
demokrasiyi istediği, sürekli demokrasiyi öne çıkaran demeçler verdiği, yok sa
yılıyor. Altı Ok'un içinde, demokrasi yok deniliyor. Laiklik, cumhuriyetçilik ve halk-
çılık bir arada ele alındığında zaten demokrasiyi getirdiği göz ardı ediliyor. Halk
çılığın, Atatürk'ün, Afet İnan'la birlikte kaleme aldığı kitaplarda, parantez içinde
"demokrasi" olarak geçtiği, göz ardı ediliyor. Ve bütün bu ortamda, adı m adı m ,
bir Atatürk düşmanlığı yerleştiriliyor. Bu arada, türban demogojisi devreye soku
luyor. Bu dem_ogoji içinde, her ortamın bir kıyafet düzeni olduğu unutuluyor. Ad
liyeye, hastaneye türbanla giremiyoruz, üniversiteye çarşafla giremiyoruz, diye
rek, bunların kavgası başlatılıyor. Hangi çağdaş ülkede, in�anın kılık ve kıyafe
tiyle uğraşılır, bu ne biçim çağdaş ülke diyorlar. Hangi ülkelerde bu gibi şeylerle
uğraşılır? Örnek olarak gösterdiğimiz, İran'da. Hosteslerimiz bile başları nı bağ
lamadan İran'a giremiyorlar. Tabii bunları göstermiyorlar bize. Yine bu insanlar,
Millet Meclisi'nde, kadın milletvekillerinin eteklerinin, iki santim daha uzun olma
sının savaşını veriyorlar. Vay efendim, çab1.Jk kapatın, böyle etek olmaz, gibi tez
lerle meclis başkanına başvuruyorlar. Bende mi bir eksiklik var diye, kendime so
ruyorum. Ben niye kadın dizi görünce tahrik olmuyorum? Sekreterlerin kısa kol
lu giymesinden, kollarının görülmesinden rahatsız oluyorlar. Hani, çağdaş bir ül
kede insanın kılığına, kıyafeti ne karışı lmaz diyordunuz, daha dün.
Özeti şu; demokrasiyi kullanarak, dinle ilgili her noktalarına özgürlük talep
ediyorlar. Ondan sonra kendi bölgelerinde, kendilerini güçlü gördükleri her za
man, dini kullanarak, demokrasiyi ve özgürlükleri adı m adım yok ediyorlar. Kur
tarılmış bölgeler yaratıyorlar. Ö rnek Sincan, örnek Sultanbeyli. İçki satamazsı
nız, sanat yok, heykellere tükürülür, alkol yasaklan ır, içkili restoranlar kapatılır.
Bu kurtarılmış bölgelerde kadınlarımız, bırakın mini eteği, belki etekle bile geze
mezler. Yaratılan böyle bir ortamda, sürekli din ve demokrasi arasında oluşturu
lan bu dans etme; sürekli olarak işlerine geldiği gibi, zaman zaman aşı rı demok
rat, zaman zaman aşırı dinci görünümü alı r. Ve maalesef çoğu zaman gençleri
miz, üniversiteli beyinlerimiz, bu demogojilerin tuzağına düşüyorlar. Bir türbanın,
bir tavır olarak, askeri militanlaşmanın, İran '1aşman ı n bir sembolü olduğunu kav
1
rayamıyorlar.
Kemalist yazarların öldürülmeleri (Muammer Aksoy, Çetin Emeç, Turan Dur
sun, Bahriye Ü çok, Uğur Mumcu) ve Sivas, bu senaryonun birer parçalarıdır. Bu
na rağmen, öldürülen bizler olmamıza rağmen, onlar kendilerini sürekli mağdur
göstererek, 70 yıldır zulüm gördüklerini söylüyorlar. 70 yıllık zulmü bugüne ka
dar anlayan çıkmadı. Orduyu tek ciddi rakip olarak görüyorlar. Neden? Çünkü,
parlamentoya inanmıyorlar, ceza kanununa inanmıyorlar, yasalara inanmıyorlar.
Bizim kitabımız Kuran'dır diyorlar. Onları ilgilendiren tek şey, ordu. Ordudan kor
kuyorlar. Orduyu tek ciddi rakip olarak gördükleri için de onu sulandırmaya, boz
maya çalışıyorlar. Orduda silah var. Sol kesimin, demokrat kesimin 1 2 Eylül'de,
rılmıştır, dolandırılmıştır. Siz bunun adına ne derseniz deyin. Ben sizi Şikago'ya
götürmek üzere bir uçak bileti satsam ve havada on beş saat geçtikten sonra
Çemişgezek'e indirsem, sizi dolandırmış olurum. Bir turizmci olmanın dışında
yapılanın pek bir farkı yoktur. Bana oyunu ver şunu yapacağı m diyorsunuz ve
sonra aksi istikamette koşarak gidiyorsunuz. Bu yapılmıştı r. Türkiyede sağ bit
miştir.
Şöyle söyleyelim:
Terminolojileri işlerine geldiği gibi kullanmak ve terminolojileri değiştirmek, la
ikliğin anlam ını ve içini boşaltmak, değiştirmek, demokrasiyi değiştirme, irticayı
değiştirmek bu taktiğin sadece bir bölümüdür. Erbakan geçenlerde bir konuşma
sında "esas irtica geriye dönmektir, solcular irticacıd ır" diyor. İrtica kelimesini de
bize karşı kullanıyor. Çağdaşlık budur, diyor. Çağdaşlık, bizim modern Müslü
manlıktır diyor. Kelime saptırması, demagojisi devam ediyor ve laiklik budur di
yor. Din devlet işleri tamamen ayrılsın. Bu, tehlikeli bir olaydı r. Bunu yaparsanız
din gücü, bütün camilere, bütün Kuran kurslarını, bütün bu dinsel maneviyat ola
rak gezen tüm düşünceleri alıp; Batman'da olduğu gibi Hizbullah'ın yaptı{lı gibi
şeriatçı terör örgütlerine üs olarak teslim etmiş olursunuz. Bugün Diyanet çok mu
laik, çok mu demokrat, çok mu temiz. Ama her şeye rağmen bir kontrol var. Ya
rın biz bunu elden çıkarıp buyurun sizin olsun, para da vermiyoruz derseniz, on
lar yine para toplar, İran yine para akıtır, Suudi Arabistan yine para akıtır. Bunun
sonucunda oraya müdahale hakkınız kalmaz, kontrol hakkınız kalmaz. İp eliniz
den tamamen kopar gider. Karışmasın birbirine ve din devlet tarafından finanse
edilmesin. Bunu, bugün Türkiye'nin ortamında yürürlüğe koyduğunuz zaman bir
felaketi ve sonumuzu hazırlarız.
Türkiye'de 1 2 Eylül sonrası sol, Bülent Ecevit tarafından öldürüldüğü için bu
ortamlara gelinmiştir. Şimdi bu gerçekleri birbirimizden saklayıp, aman ayıp olur,
konuşmayalım, politika yapmayalı m diyebiliriz. Ama bu gerçekleri görmeye mec
buruz. Çünkü bıçak kemiğe dayanmış on ikiye bir var. Artık efendi olalım, terbi
yeli olalım, bahsetmeyelim deme şansımız kalmamıştır. Artık Başbakanı m ız,
Adalet Bakanımız saf değiştirmiştir, gerçekleri görün. Bugün neden Şevket Ka
zan Adalet Bakan'ınız, neden Necmettin Erbakan Başbakan'ınız? Sol bölünmüş
de ondan, gayet basit. Hepimizin birbirimizle alıp veremediği hesaplar vardır
geçmişten. On yıl önceden, beş yıl önceden, yirmi yıl önceden kalkıp bu hesap
laşmaları ülkenin çıkarların ın önüne getiremeyiz diye görüyorum. O yüzden bu
rada diyorum ki ; Atatürk Anıtkabir'den çıksa görevini yapan Erbakan'ı veya her
zamanki gibi ideolojik boşluk içinde milliyetçi muhafazakarlık ceketi altında çıkar
dağıtımı yapan bir Çiller veya Yılmaz'ı yargılamaz, kalkar hangi hakla benim
devrimimi yapan Cumhuriyeti kuran, partimi bölersin diye tahminim Ecevit'e yö
nelir hışmıyla.
Türkiye'de bir Refah Partisi sendromu var. Yani tüm bu tarikatları yaşama ge
çiren -Son bölümde de onu ele alacağı m- Milli Nizam Partisi ve Milli Selamet
Partisi'nin kapatılma hikayelerini biliyoruz. Cumhuriyetimizin geçmişinde Refah
Partisi'nin, Milli Nizam Partisi ve Milli Selamet Partisi'nden ne farkı var. Onlar ni
ye kapatıld ı. Onlar kapatı ldıysa niye açık. O zaman Milli Nizam Partisi boş yere
kapatıldı? Ö ncelikle bu soru geliyor insanın akl ına. Ve demokrasinin temel çeliş
kisi. Demokrasi rejim düşmanı bir partiye, rejim içinde sonsuz özgürlük tanıyabi
lir mi? Bence tanıyamaz, çünkü demoltrasi bir intihar rejimi değildir. Oyunun
kurallarını kabul edenler, o oyunu beraber oynarlar. Burada temel bir tanı mlama
hatası yaptık. Demokrasiye bir partileşme olayında, aynı 1 63'te yaptığ ı m ız gibi.
Şu anda yaptığımız, o tanımlama hatasının faturaları neden ödeyeceğimizi ve
nasıl kapatacağı m ızı bilemiyoruz. İşte böyle dışarıdan da dostlar getirip, konfe
ranslar yapıp, iki elimizi başımızın arasına alıp, kabuslar görüyoruz.
RP'yi savunan yayın organlarının anti-demokratik hedefleri ve şiddeti özen
dirmeleri vardır. Yani burada yanımda birçok örnek var. Vaktinizi kaybedip, gös
termek istemiyorum. Ama cihada kadar savaş, efendim "Mezarcı kaz laiklerin
kuyusunu derin kaz", Sivas'a madalya verelim diyor adam. Kahramanmaraş gi
bi paye verelim diyor. Cumhuriyetimiz, cumhuriyet diyor ve bunları yayımlıyor.
Bunun adı demokrasi. Ben bunun demokrasi olduğuna inanmıyorum. Demokra
siyi kullanarak, politik ortamda birbirine karşı kendi içindeki geçmiş ve bugünkü
çelişkilerimizi kullanıyorlar. Yani AP'd�n çıkan ANAP'la DYP birbirine girerse,
DSP ile CHP birbirine girerse, sosyalis1 sol kendi içinde üç gruba ayrılır, birbirini
yer. Sosyalist sol CHP ile uğraşır. CHP,� ANAP'la uğraşır. Normal demokratik ha-
yatın kendi içimizdeki o meşhur yüzde 80 var ya, bizler, o meşhur yüzde 80'in
kendi içinde birbirini yemesine tamamen kullanıyorlar. Biz birbirimizle uğraşır
kenç onlar tek güç tek vücut, tek sepet olarak ilerlemeye devam ediyorlar. Böy
lece birbirine destek veremeyecek kadar birikmiş kin ve husumetleri olan insan
ların birbirleriyle olan çelişkilerini yani bizleri kullanıyorlar. Hassas konuları var.
Mesela, Türkiye AB'ye girmeli mi girmemeli mi? Şimdi burda bile oylama yapsak,
kimimiz der ki girmemeli, bağımsızlık gider. Kimimiz der ki girelim. İşte Atatürk,
çağdaşlık Batı yolu, demiştir. Bu tartışılabilir. Değişik fikirler olabilir. Ama böyle
bir ayırım yüzünden bile biz birbirimize girmiş oluyoruz ve onlara karşı bir tek vü
cut olamıyoruz, kolkola giremiyoruz. Dayanışma yapamıyoruz. Gücümüzden bir
şeyler eksiliyor. Böyle bir konudan birbirimizi kıracak kadar kin ve husumetli ke-
İslamdı r diyor, solun birliğini engelliyor. Ecevit, bırak diyorum. ANAP Mesut Yıl
maz, Çiller onları zaten biliyorum. Ben dolayısıyla inandığım partiyle çal ışıyo
rum. Ben CHP'de üyeyim. Doğru parti seçmişsin, devam et diyorum. Bu sizi ik
na etmem gerektiğini anlamına gelmez. Ama sizler de hesabınızı iyi yapın. be
nim sizi etkileme hakkım yok. Onu düşünüyorsanız da o partiye üye olun. Ama
her halükarda tarafsız kalmak, oyları dağıtmak gibi olaylara düşmeyelim. Bizi
dinleyen yabancılar şu anda n�den bahsettiğimizi çok iyi anlayamazlar. Çünkü
onlar inandıkları partiyi, kendilerini koruyacak partiyi candan, gönülden militan
olarak destek verirler. Biz o kadar partilerden ve politik ortamdan soğutulmuşuz
ki sanki bir partiye şu aşamada destek vermeyi günah gibi görüyoruz. Ayıp gibi
görüyoruz. Böyle şartlandırılmışız. Bundan çıkılması lazım. Türk toplumunun çı
kışının da orada olduğunu görüyorum. Çok teşekkürler.
Şanal Saruhan
Oturum Başkam
Değerli arkadaşlar, ne yazık ki tek konuşmacımız oldu. Fakat zannediyorum
tartışabiliriz, sorular yöneltebiliriz. Ayrıca benden fikirlerinizi de belki soru-yanıt
bölümünden sonra açıklayabilirsiniz. Bu nedenle deminki yöntemden farklı ola
rak el kaldı ran ilk arkadaşa söz vererek başlayacağım. Buyurun.
Faik Bulut
Sayın İlhan Arsel'in tebliğine esasta, yani dini temelde katılıyorum. Fakat, bu
kadın konusunda iki şeye vurgu yapacağım. Bugünkü kadın, İslamdaki kadın, ta
bii o tarih kitaplarında ya da Kuran'da kalan kadı n değil. Artık sosyolojik bir olgu.
Biraz siyasallaşmış bir olgu . Bunu şöyle ifade edeyim . 1 994 yerel seçimlerinde
sırf İstanbul'da Refah'lı kadı nlar komisyonu denen şey, 2 .400.000 veya
2.200.000 insana ulaştılar. Ev gezdiler, kadın ziyaret ettiler. 3500 video toplantı
sı ve kahvaltı toplantısı yaptılar. Bir rakkamdır bu. Bu konuları izleyen birisi ola
rak söylüyorum, yani çok sayıda sokak gösterisi ve şovu yaptılar. Yeni bir rek
kam veriyorum. Bu bire bir çalışma, yatay ve dikey örgütlemenin bir sonucudur.
Dolayısıyla sadece kadın, gerçekten teorik olarak doğru ve -katılıyorum tamamı
doğru- bu konuda da çalışmalarımız oldu. İkincisi Refah'lı kadınlar, şu türbanlı
dediğimiz kadınlar, son derece okuyan kadınlardır. Çünkü iktidar isteyen okur,
araştı rır. Ve onlarda bir başka şekilde sosyolojik olarak bir özgürlük yaşıyorlar.
Bu noktaya özellikle dikkatinizi çekiyorum, bir özgürlük yakalıyorlar. Mesela ev-
den çıkamıyor. Babası diyor ki çıkamazsın. Hayır, diyor. Hadiste şu dedi, Ku
ran'da şu dedi falan babasına o yolla itiraz ediyor. Bu bir örgütlülüktür. Fakat şu
na dikkatinizi çekiyorum . Dini, dinci dalganın, şeriatçı dalganın kırılma noktasın
da Refah'a darbeyi vurabilecek güç budur. Güçlerin birisi budur. Esas biziz. Biz
fikirsel olarak onların karargahını bonıbalayacağız. Fikirsel olarak, ideolojik ola
rak. Bütün şeriatçıların bence fikirsel olarak karargahları n ı , siyasal olarak bom
balayalım. Fikirsel diyorum dikkat edirı, şiddet anlamında söylenmez. Şiddet kul
lanılırsa şiddet kullanı rız, o ayrı mesele. Demek istediğimi iyi algı lamınızı rica
ediyorum. Dolayısıyla bu kadınlar bizim yedek gücümüz olabilir ileride. Yeter ki
kırılma noktasını iyi yakalayabilelim. Bu benim açımdan birinci görüşüm.
İ ran konusu üzerinde çok duruldu. Baykam'la bir hukukumuz var, sevdiğimiz
bir kardeşimizdir. Bu dostluk nedeniyle söylüyorum . Dostluklar, fikir ayrıl ıklarını
engelleyemez. İran ve şeriat ihracı meselesi üzerinde bence biraz daha akıll ıca
ya da biraz daha sessizce, sakin bir şekilde düşünelim. İran'ın - i ran'ı yakından
izleyen birisiyim- devrim ihracı meselesi, şeriat ihracı meselesi, 1 992'den itiba
ren durmuştur. Türkiye'de ve bütün Ortadoğu ülkelerindeki bu şeriatçı dalga, iç
dinamizm kazanm ıştı r. Bu iç dinamizmi -Refah da öyle- görmesek, dış mihrak
larla baş edemeyiz. Dış mihrakları biraz geri itelim bence. Esas olarak şeriatçılı
ğın, İslami dalgan ın, iç dinamizm kazandığını bütün Ortadoğu ülkesinde kendi
kendini yenileye yenileye, evrensel moral kazanarak ilerlediğini görmek zorun
dayız. Bu İ slami hareket örgütüydü, şu çağrıcıyd ı , falan filan meselesi. Orada
CIA'nın da parmağı var. Bunu da söy,leyeyim. Uluslararası örgütlerin de parma
ğı var. Ama bunlar biraz ajanvari şeylerdir. Artık İran yaptığı gibi Rusya da bunu
yapabilir. N itekim geçmişte de başka :t ürlü komplolar oldu. Onun için dış mihrak
tan ziyade, şu anda şeriatçılığın Türkiye'de bir iç dinamizm kazandığını ve ken
di işlevinden, bizim hatalarımızdan, devletin hatalarından, bizim pasifimimizden
kaynaklandığını görmek durumundayız diye düşünüyorum İran konusunda.
Atatürkçülük ve Kemalizm meseleleri de laiklik ve Atatürk, Kemalizm ve şeri
atçılık bir alana kışkırtılıyor. Ben demokrasi diyerek genişletiyorum. Çünkü ben
solcu olmam hesabıyla, bir Kürt aydını olmam hesabıyla Atatürkçü değilim. Ata
türkçü olmak zorunda da değilim. Ama şuna kesinlikle inanıyorum; Kemalizmi
eleştirmekle, Atatürkçülüğü eleştirmekle, şeriatçılarla ittifaka varı rsa, en kötüsü
budur. Biz Atatürkçülüğü de eleştireceğiz, o fikirleri de eleştireceğiz, Kemalizmi
de. Kendimize göre iyi ve kötü yönlerini, tarihsel yönlerini eleştireceğiz, olumla
yacağız. Bu tarih anlayışıdır. Ama o dar alana kısıtlamayalım. Dar alana kısıtla
dığımız zaman, işte Sayın Baykam'ın dediği o anti-Kemalist şeyler türer. Geçen
gün tanık oldum . Beraber panele katıldık, verdiği isimlerden birisi, en teorisyen-
Bedri Baykam
Cumhuriyet dönemi, bizim kullandığımız isim açısından.
Faik Bulut
Cumhuriyet açısından söylemiyorum. Adnan Keskin açısından söylüyorum.
Çünkü bir partide bugün toplanmasını istediğiniz bir partinin sorumlusudur. Ne
diyor? İslam evrensel olması gereken bir dindir, diye kavram kullanıyor. Sana ne
ya? Yani tamamlanmamış şeyi, sen mi kılıç elde cihat ilan edeceksin de gide
ceksin, Eskimoları sen mi Müslüman yapacaksın? İşte bu en kötü, şeriatçı lığa
karşı en kötü mücadele yöntemidir. Bu sizin dediğiniz, Mezarcı'nın hani o kullan
dığı veledi zina lafı . Mustafa Kemal için kullandığı o kelimeye gelelim. Aynı man
tık orada da işledi. İşte CHP ile DYP kalktı lar, gittiler Taksim'de ne yaptılar efen
dim. Vay biz Zübeyde ananı n getirdik, nikahını getirdik. İ şte buyurun nikah bel
gesi. Zaten doğruydu. Hayır kardeşim. Yani nikahlı olsa ne olacak, nikahsız ol
sa ne olacak. Paşa çocuğu olsa ne olacak, sıradan bir köylü kadının çocuğu ol
sa ne olacak. Mustafa Kemal, mezhep açısından söylüyorum, sonuçta yaptıkla
rıyla, siyasetiyle, politikasıyla değerlendirilmesi gerek. Anasının köylü , ya da ni
kahlı yada nikahsız olmasıyla değil. Siz orada nikah belgesini getirdiğiniz şeriat
çılara temelde karşı çıkıyorsunuz. Dini temelde karşı çıkıyorsunuz. Onların söy
lemini genişletiyorsunuz, geliştiriyorsunuz. Neden çünkü İ slam şunu der: Eşiniz
le yatmadan önce Bismillahirrahmanirrahim çekerseniz çocuğunuz tertemiz, pir-
ü pak, masum çocuk olur. Eğer çekmezseniz veledi zina olur, şeytan olur. Şey
tan da yaramazdı r. Şimdi bu mantığa tersinden gidiyorsunuz, ispatlamaya çal ı
şıyorsunuz. Genel anlamda söylüyorum. Bu mantık yanlış bir mantıktır. Dini ze
minde onlarla tartışmak yanlış bir mantıkdır. Bir nokta daha var Onu da belirte
yim . Aslında DSP'nin ya da Ecevit'in yaptıkları bence CHP ile ayrıldığından de
ğil, 1 970'1ere, 1 973'1ere uzanır. O günden bu tarafa bence Ecevit, bir kırılma nok
tasını yaşam ıştır. Sadece CHP ile ayrılma noktası ndan değil. Korkut Özalları,
Asiltürkleri koalisyona ortak ettiği günden beri, orada devlet kademelerindeki
kadrolaşmaların ilk tohumlarını adımları nı attıkları günden beri devam ediyor. Ve
o günkü tohumlar bugün yeşermiştir. Daha güçlüdür.
Teşekkür ederim.
Şanal Saruhan
Oturum Başkanı
Teşekkür ederim. Buyurun Sayın Demet Işık.
Demet Işık
Sayın Faik Bulut'a birinci bölümde söylemiş olduğum konuda sadece yanıt
vermek istiyorum . Galiba konuya biraz yanlış yaklaştınız. Dediniz ki şeriat ve ka
dın konusundaki İlhan hocanın görüşlerine aynen katılıyorum. Kuşkusuz ben de
katılıyorum. Belki pek çok dinleyicimiz de katıldı. Demek istediniz ki o partinin ka
dınları çok çalıştılar, ev ev gezdiler, Refah'ın kazanmasında çok büyük payları
oldu. Ama öbür partilerin kadınları bunu yapmadılar. Bir yanda şeriat ve kadın di
yen ve şeriatla kadın kötüleyen bir partinin kadınları; parti onlara, ideolojik bir şey
vermediği halde çalıştılar. Ama öbür partilerin kadınları çalışmıyor. Onları çalış
tırmalıyız, dediniz zannediyorum. Şimdi ben öbür partide çok çalıştığım için ora
daki farkı daha iyi gördüğümü zannediyorum. Eğer bir kadını çalıştırmak istiyor
sanız bir partide, partinin içine almanız lazım. Partinin içine girdiği zaman kadın
çal ışır. Halbuki biliyoruz k i Refah partisindeki kad ınlar sadece b ir potansiyel, bir
kadın gücü olarak çalıştılar. Onların, eminim ki büyük bir bölümü, ideolojiyi de bil
miyor. Onlar kocasının, nişanlısının veya babasının isteği üzerine veya para kar
şılığı çalıştı lar. Şimdi bu aradaki farkı görmek lazım.
Şanal Saruhan
Oturum Başkam
Arkadaşlar, lütfen müdahale etmeyelim. Söz almadan konuşmayın lütfen.
Demet Işık
Ben kendi görüşümü söylüyorum. Yani o partideki kadınlar inandıkları , bildik
leri için değil, para için çalıştılar. Emir aldı lar. Babalarından, kocalarından ve ni
şanlılarının hatırları için çalıştılar. Başlarını örttüler ve çalıştı lar. Oysa diğer par
tideki kadınlar, henüz daha partiye girmediler, politikaya girmediler. Politikada
kadı n yok. Yüzde 5-6 milletvekili kadın olamaz Türkiye'de. Giremediği için çalış
mıyor. Ama diyorsunuz ki bundan sonra çalıştıralım. Kotaları uygulayın. Kadın
ları al ı n partiye. O zaman milletvekili olmak için bir hedef için çal ışsınlar. Bir ide
al için çal ışsınlar. Öyle olmadıkları halde, yine de partilerin kadın kolları çal ışıyor.
Fakat arada çok fark var. Onlar marjinal, dini partiler, ideolojik partiler. Başka
yöntemlerle çal ışıyorlar. Ama bu tarafta söylediğiniz diğer partiler, liberal partiler,
çağdaş partiler. Onları n yöntemleri de çok farklı . Daha liberaller. Onlar da emir
yok, baskı yok. Onun için aradaki bu farkı görmek lazım, o baştan söylediğiniz
görüşe hiç katılmıyorum.
Şanal Saruhan
Oturum Başkam
Faik arkadaşı m ızın sorusuna Baykam kısa bir yanıt verecek.
Bedri Baykam
Türkiye'de darbe olursa, biz Müslüman kardeşlerimize yardım için oradan da
gideriz diyorlar. Bu cümleyi ilk defa bu yıl kullandılar, basına geçti. Ben yıllardır
düşünüyorum, adamı n orada söylediğini ve "biz sınırdan da gireriz" lafı zaten yıl
lardır benim aklımda. Bu da senaryonun bir parçası. Şimdi dolayısıyla Refah
Partisi'nin legal olarak işi kansız tamamlayacağını düşündüklerinden, şimdilik si
lahlar buzdolabında olabilir. Bu başka bir anlama gelmez. Atatürk'ten söz etme
ye bizi mecbur edenler onlar. Biz kimseye illa Atatürkçü olacaksınız, Mustafa Ke
mal şudur, Mustafa Kemal budur diye bir yükleme yapmıyoruz ki. Mustafa Ke-
mal'den söz etmeye mahkum eden, sürekli olarak onun hakkında iftiralar üreten
şeriatçılar ve ikinci cumhuriyetçiler. Ayağı mızın altından halı çekiliyor. Ha ona ce
vap vermezsek ne olur. Emin olun ki cevap vermesek, çok kötü olur. Ü niversite
lerde yaptığ ımız o ters beyin yıkama olmasa, gençlik çok daha fazla elimizin al
tı ndan toptan kayar gider. Şimdi 70'1i yıllarda sosyal-demokratlar durmadan Ke
malizmden mi söz ediyorlard ı . Hayır alakası yok. Eşit paylaşımdan söz ediyor
du, insan haklarından söz ediyordu, daha iyi bir yaşamdan bahsediyordu, işçi
haklarından söz ediyordu. Yine hedeflerimiz ayn ıdır. Bizi bir tarih hesaplaşması
na götüren onlard ı r. Bizim seçimimiz değil.
Ben zaten sivil toplum örgütlerinden gelmiş birisiyim. Ben partilerden değil, si
vil toplum örgütlerinden, politikaya çıkmış bir insanım. Evet örgütleyelim, evet
yapılan o güzel yürüyüşün daha büyüklerini yapal ı m . Bugün bir arkadaşla ko
nuştuğumuz gibi Kuvayı-Milliye kurultayları yapalı m . Hepsi çok güzel. Bunlar bi
zi ·sandık gecesi kurtarmayacak. Sandık gecesi oylar gene beşe bölünmüş olur
sa ve yine Refah yüzde 24'1e birinci parti olursa, bizim yapacağ ı m ız, tüm güzel
1
toplantılar ve yürüyüşler bir sonuca varmış olmayacak. Adnan Keskin'in bir cüm-
lesini ele aldınız. Bir partiyi, bir gece bir televizyonda bir insanın ayakta konuşur
ken söylediği bin cümleyle ele almak bence doğru değil. Partinin bir genel çizgi
si var, bir politikası var, bir yürüyüşleri var. Koyduğu tavı rlar vard ı r. Yani böyle ge
nel bir değenlendirme yapmak lazım. Yani CHP şimdi Müslümanlığı evrensel
yapmak için ortaya çıkmış bir parti mi?
Şanal Saruhan
Oturum Başkam
Teşekkürler. Değerli arkadaşlar çok fazla söz isteyen var. Şu anda çokça da
adları yazılmış arkadaş var. İzin verirseniz, şöyle bir belirleme yapalı m , Yine iz
ninizle birkaç şey de ben söylemek istiyorum. Şu anda saat altıyı on iki geçi
yor. Zannediyorum yediye çeyrek kala bı rakmamız gerekir. Bu sürece, ben böl
müyorum, lütfen siz bölün. Ona yakın söz isteyen arkadaşı mız oldu. Ancak son
anda herkes aynı anda el kaldı rd ı . S ı rasını bilmiyorum. Birinci grubu bitireyim .
Not ettiklerimi lütfen bitireyim. Sonra e l kaldı ranlara söz verelim. Atilla arkada
şımız, buyurun.
Attilla Aşut
Ben sevgili Bedri Baykam'ı kırmak istemiyorum .
Bedri Baykam
Atilla bey, lütfen kırın. Açık açık tartışmak için buradayız. Yani aramızda san
sür yapmayacağız. Medya sansüründen şikayet ediyoruz. Rica ederim istediği
niz kadar kırın beni.
Attilla Aşut
Bedri Baykam'la biz aynı gazetede yazı yazdı k. Kendisinin politikada bir sa
natçı olarak üstelendiği işlevi sevgiyle, saygıyla karşıl ıyorum. Sanatçıların, ay
dınların politikaya çekilmesinde, onun bu güzel çabaları nın olumlu sonuç vere
ceğini de umuyorum . Yalnız Bedri Baykam arkadaşımızla belki bizim firekansla
rı mızda önemli bir farklılık var, kendisi ifade etti. Yılda iki yüz tane konferans ver
diğini söyledi. Oysa kendisinin başka şeyleri de var, yani baskın özellikleri var.
Yani kendisi bir sanatçı, bir ressam bu kadar zaman dilimini bu konferanslara ak
tarılması sanıyorum bu konferansların içeriği ve düzeyinin doyurucu olmaması
gibi bir sonucu doğuruyor. Ben bugün kendisinden her cümlesir:ıi artık ezbere bil
diğim bir konferans dinledim. Uluslararası yapılan bir konferansta yapılan bir ko
nuşmanın, sunulan bir bildirinin, burada zaman ayırmışız her bir arkadaşımızın,
belirli bir düzeyi var. Bir parti kongresinden d aha çok polemikçi ajitatif bir söylem
le, içeriği doyurucu olmayan bir konuşma yapmasını yad ı rgadım. O nedenle bu
rada derinlikli daha içerikli konferansı m ızın da adı na yakışır bir aydı nlanmacı ko
nuşma dinlemek isterdim. Ben şahsen onun için güzel çabaları nın daha verimli
sonuç vermesi bakımından, özellikle son zamanlarda televizyonlarda da benzer
üslupla, polemikçi bir yaklaşı mla yaptığı konuşmaların çok da yararlı olmadığını,
kendisine buradan içtenlikle iletmek istiyorum. Kendi yanında, kendi görüşlerine
yakın bir insan olduğum için fazla yararlı olmadığını düşünüyorum. Bedri Bay
kam'a yönelik, bu konferansa ilişkin eleştirim bunlar.
Bunun dışı nda oturum başkanına ben bir soru yönelteceğim. Çünkü bu konu
hukuksaldır. Adını da doğru telaffuz ederek, Sayın Şanal Saruhan diyerek hitap
etmek istiyorum. Demokrasi Kurultayı'nda, yıllar önce Aziz beyin önderliğinde
gerçekleşen kurultayda, 1 41 - 1 42 ve 1 63'ün kaldırılması doğrultusundaki tartış
maları hep birlikte yaşadık. Ben de bu 1 41 , 1 42'nin yan ısıra 1 63'ün kald ı rılma
sından yana tavır alan insanlardan biriyim. Ve bugün geriye baktığı mda bu tav-
Şanal Saruhan
Oturum Başkam
Teşekkür ederim. Değerli arkadaşlar buna yanıt vereyim. Sonra diğer arka
daşlarımıza söz vermeye çalışacağ ım. Bugün bir gözlem ya da bir anı aktararak
girmek istiyorum. Siz basından da izliyorsunuz. Sivas davasının Yargıtay'dan
bozularak dönüşünden sonra duruşmada savunma yapan sanık avukatları, şu
tür savunmalar �apıyorlar. Diyorlar ki ; Aziz Nesin ve arkadaşları, ama ille de Aziz
Nesin, bizim inandığımız kutsallara küfür etmiştir. Türk ceza yasasında bizim
kutsallarımıza küfür edenlere karşı uygulanacak bir madde yoktur. Ceza madde
si yoktur. Böyle olduğu içindir ki Sivas'ta toplanan köktendinciler, inançlı dindar
lar, öyle ifade ediyorlar. Benim için de ihkakı hakta bulunmuşlardır. Bu sebeple
de ortada bir suç yoktur, diyorlar. Ve bu tutum, bu açıklama, ihkakı hak kendili
ğinden hak alma anlamına geliyor, bu açıklama öldürmenin hak olduğunu, yak
manın hak olduğunu ifade eden bir açıklamadır. Yasalarda boşluk var, bizim
aleyhimize, laikler aleyhine, demokratlar aleyhine bir boşluk var. Bu boşluğu da
niş ölçüde olduğu halde, 35 insanı bir orada ve aralarında belki politik bilinci ha
lay çekmekten öteye gitmeyen, 9 yaşındaki çocukların da olduğu, 35 kişiyi yak
mış. Bunları izledikten sonra kendi adı ma söylemeliyim ki 1 63 . maddenin kaldı
rı lması için gösterdiğim çaban ı n yanlış olduğunu düşünüyorum. Neden böyle dü
şünüyorum. Biraz önce ifade etmeye çal ıştım. 1 41 , 1 42 kalktı . Bakın iktidarın
oyunu buydu işte. 1 4 1 - 1 42 kalktı. Başka yere taşınd ı . 3 1 2 zaten beni her zaman,
istediği zaman yasa önüne getirebileck durumdaydı. 1 59 benzer bir madde, 1 75
benzer bir madde. Ama gerçekten demokrasi yanlıları nın, laiklerin ya da inanç
sızların korunabileceği bir yasa maddesi bugün yürürlükte değildir. Dediğiniz
doğrudur. zaten kullan ılm ıyordu 1 63. madde. Zaten hiç işe yaramıyordu. Ama
bazı maddeler yine işe yaramıyor. Bu adamları toplaya, toplaya getiriyorlar, İ B
DA-C intihar komandoları falan filan. Ama bakıyorsunuz bunlar için son derece
kolay, tahliye olabilmek. Bunlar için duruşmada olay çıkarabilmek, sonradan ok
şanarak cezaevine gönderilmek son derece kolay. Ama biz onurlu bir hareketi
mizden ötürü Cumhuriyeti korumak adına, bırakınız demokrasiye daha ileriye fa
lan, kazanılmış hakları korumak adına, tı rmanmakta olan şeriatçı olguyu durdur
mak adı na bir yürüyüş yapıyoruz. O yürüyüşten ötürü de ki bu yürüyüşe katı lan
düzeltiyorum 35 bin kadın var. 25 bin kad ın değil. Akit falan gibi gazetelerin söy
lediği gibi bir-iki bin kadın da değil. 35 bin kadın katılıyordu. Bu 35 bin kadının
34.500'ünün en azından dini inançları vardır. Dinle hiçbir alışverişleri yoktur ama
gerçekten demokrat bir ülkede yaşamak istiyorlar. Gerçekten özgür, hem evde
hem sokakta, hem işte özgür ve eşit olmak istiyorlar. Bu kadı nlar, bu kadar bir
cumhuriyet savcısı nın bir yargıcın, bir bakanı n, bir valinin sahip çıkması gereken
bir işi yapıyorlar. Ama şimdi bu işten ötürü mahkeme önüne gelecekler. hiç de
umurumuzda değil. bunu da ifade edeyim . Elbette hiç umurumuzda değil. Çün
kü bu yasal değil, hukuksal değil ve bunun üstesinden gelmeyi elbette bu kadın
lar ve örgütler başarabilirler. Kendi kendine de sorduğum bir soruydu sizin biraz
önce yönelttiğiniz soru. Gerçeklerini anlatarak ifade etmeye çal ıştım. Bugün ko
rumaya devam ediyorlar. 1 63 olsa da korunurlar, olmasa da korunurlar.
Şimdi değerli arkadaşlar, çeteler 3 1 3 sayılı yasaya ayk ırı davranıyorlar da
solcu çocuklar neden anayasal düzeni ortadan kaldı rmak için eylem yapmış olu
yorlar. Niye onları idam cezaları ile cezalandırıyorsunuz da diğerlerine 3 yıllık, 5
yıllık cezalar veriyorlar. Ü stelik onların tam da yargılanacakları zamanda basını
o duruşma salonlarının dışına itiyorsunuz. Biz bunu Sivas'ta da yaşadık. Muha
lefetimiz olmasaydı 3 1 3. maddeyi DGM kapsamı dışında çıkarmak için ve bizim
o çok akıllı solcu arkadaşlarımız da tam o saatte hatırladılar, DGM'lere karşı dur
mak gerektiğini. Şimdi gerçekten bugün çok büyük bir dengeye, çok büyük bir
özveriye, çok büyük bir inceliğe, akıla, bilime çok fazla ihtiyacımız olduğu bir dö
nemdeyiz diye düşünüyorum. Onun için de keşke 1 63. madde kaldırılmasaydı
ve keşke şu bugün yaptığımız köktendinciliğe karşı aydı nlanma toplantısını çok
önceleri de yapabilseydik diyorum. Özür dilerim. Son konuşma hakkını biraz
uzattım. Demet Işık arkadaşımız çıktı galiba, buyurun hocam.
Alparslan Işıklı
Sayın Atilla beyin söylediklerine katılıyorum. Faik Bulut'un da bir nebze olsa
İ ran fikrine katılıyorum. 1 63. madde de olsa hiçbir şey değişmezdi. Siz de söyle
diniz zaten sayın başkan. Çünkü biz hukuku sizden daha eski zamanda, Esat Er
sevik isimli değerli bir hocamız vard ı . Borçlar hukukunu okuturdu ama hukuka ait
çok esaslı şeyler söylerdi. Bizim aklımızdan çıkmazdı . Der ki ; kanun maddeleri
de çok önemli değil çocuklar. Toplumda biriken kanaat, hakimin kafası na giren
kanaat önemli. Siz sigara içen idam olacak diye kanun koyarsanız, bu hakimin
vicdanına yatmadığı için toplum da vicdana yatmadığı için sigara içmemiş, kağ ıt
tüttürmüş can ım der. Delili takririnden onu beraat ettirir derdi. Onun için 1 63'te
de öyle bir yere geldik ki toplum öyle yere geldi ki işte bu salonda bunu görüyo
ruz. Toplum öyle bir yere geldi ki 1 63. değil, birçok madde daha olsa bunları
mahkemeye götürüp, mahkemede mahkum ettirip, Sivas gibi bir şeye engel ol
manın imkanı yok. Bu böyle.
İkincisi, aslında laikliğe karşı savaşı mda bütün partiler, parlamentodaki bütün
partiler kusurludur. Çünkü, köktendinciliğe karşı mücadelede her siyasi parti,
parlamentoda bulunan bütün siyasi pa�! ler, hatta olmayanların bir kısmı da ve
_
buna benim kendi partim de dahil. Yani 1ODP de dahil.
Aslında köktendinciliğe karşı iki çeşit bir ifade kullanılabilir. Müslümanlık çok
iyi dindir, en iyi dindir ama siyasete karışmamalıdır. Bu çok yanlış. Ve Türkiye'yi
bu yere getiren siyasilerin, bu idare-i kelamları olmuştur. Bir de İlhan Arsel gibi,
Turan Dursun gibileri var. kaç asır önce dünyayı vahiyle idare etmek gibi bir şey
var. Onun için bir sürü tutarsızlık var. Bir tane, iki tane değil. Binlerce. Bunu or
taya koymayı seçmemiştir siyasilerimiz. Bu yolu seçmek varken ve ne yazık ki
bunlar 1 985'ten sonra yani irtica akımları daha şiddet kazandı ktan sonra iki kah
raman adam tarafından şiddet ve cesaretle i leri sürülmüştür. Birisini biliyoruz,
kurşunla gönderdiler mezarlığa. Öbürü de Türkiye'ye bile uğramıyor. Aslında ta
vizsiz olmak budur. Sayın Bedri Baykam, elhamdülillah biz de Müslümanız ama,
diye başladı nız mı hapı yuttunuz.
Bedri Baykam
Biz öyle başlamıyoruz.
Şanal Saruhan
Oturum Başkanı
Siz öyle başlamıyorsunuz ama sizin partiniz başlad ı . Çok yaptı bunu çok
yaptı . Buradakilerin çoğu Atatürk dönemini yaşamamıştır. Atatürk dönemini ben
yaşadı m . Ve Atatürk'ten başka, Atatürk'ün etrafı ndaki Saffet Arıkan, Recep Pe
ker gibi Atatürk'ün karargahında çal ışmış, gerçek Atatürkçüler dışında da irtica
ya gerçekten tavizsiz karşı duran siyasetçiler gerekeni yapsalardı , bugünlere
kadar gelmezdik. Ama zannettiler ki dine saygılı olarak, dindarlardan oy alırız.
Veyahut dindarlar efendim dindar başkad ı r, mürteci başkad ır. Hayır. Dindar ol
du nuz mu dini hakkıyla yapmak istediniz mi devletle bütünleşirsiniz. Çünkü
Müslümanlık bir devlet dinidir. Faik Bulut bunu çok güzel anlatm ıştı r. Müslü
manlıkta devlet Allah'ındır. Ordu da Allah'ındır ve Allah namına idare ediyorlar
d ı r, idare edenler. Ö lüm Allah'ın, dirim Allah'ın her şey Allah'ın. Akıl katiyen yok.
Ha buna böyle karşı çıkmazsın, buraya gelirseniz, geldik. Ve bunu böyle bilmek
lazı m . Yarın bunu böyle gelişimizin başka nedenlerini de anlatacağ ı m . Ama siz
derseniz ki, dinimiz büyük din, çok şahane din filan. Hiç de öyle bir din değil.
Yani ben niye söyledim. Ben de politika yaptım. Pekala mümkün. hiç de öyle
yuhalanmad ım. Bir gün bana bir açık oturumda gerici bir adam dedi ki ; sen
Müslüman değil misin. Yahu sana ne dedim. Bunu diyebilmek lazımdı. Konu
nun dinle ne ilgisi var kardeşim ki sen Müslüman değil misin diye bana soru
yorsunuz. Anayasaya göre senin bu soruyu sorma hakkın yok. Şimdi Tansu sa
nı yor ki dinden tarafı olarak, Refah'ın bir kısım oylarını alı rı m . Mesut sanıyor ki
şeriatle din aynıdır, gitmeyin deyince kendisine oy gelecek sanıyor.
Bir de İslam , her şeyi kavramak istemiştir. Her şeyi kavramak isteyince boşa
konuşmuştur. Devlet bazı şeylerden net konuşmamıştır. Kuran net değildir bir
çok konularda. O iş yoruma kalm ıştır. Yoruma kal ınca İslam çok bölünmüştür.
Kim ki İslamı, politikayı siyasete getirir, o ülkeyi böler. İslamcılık bölücülüktür de
mek lazım Türkiye'de. Anadolu'yu kan gölüne çevirmiştir İslami politika. Ancak
Atatürk zamanında toplumsal barış Alevilerle Sünniler arasında kurulmuştur.
Atatürk öldükten sonra yine Kahramanmaraş, Sivas olayları falan yaşanmıştır.
Onun için bunu böyle anlamak lazım.
Şanal Saruhan
Oturum Başkam
Teşekkürler, sayın Kafaoğlu. Buyurun sayın Ali Nesin.
All Nesin
Peki, ben söz aldığım zamanki söylediğim şeyleri değiştirdim çünkü konu
değişti. Sevgili Atilla Aşut, biz de aynı gazetede yazıyoruz. Seni kırmak istemem
ama her konferansta herkesin beğendiği ya da beğenmediği konuşmacılar olur.
Bugünkü konuşmalarda benim de beğenmediklerim oldu ama sonunda bunu
beğendim ya da beğenmedim diye tartışmaya açmadım. Yani bunu doğal bul
mad ı m . Umarım Bedri Baykam buna yanıt vermez. Çok geç oldu. Ben şimdi
1 63. maddeyle ilgili olan anı m ı anlatacaktım ama geç oldu galiba. Belki biliyor
sunuzdur, ben babamla 22 yıldır mektuplaştı m ve her yaz geldiğimde kendisiy
le tartışırdım. Özellikle çok civcivli konularda ilk iş olarak ona sorardım. Haklı
m ıyım diye tartışırdık. Genellikle aynı düşüncedeydik. Arada bir ayrı düşündü
ğümüz olurdu ve çok sert ve uzun tartışı rdık. Hep de o haklıydı bir tek konu dı
şında. Onda ben haklıydım. Biliyordum ki sonra düşüncesini değiştirecekti.
Ö nemli değil ne oldu. O konu dışında hep kendisi haklıyd ı . Bu 1 41 - 1 42 ve 1 63.
maddelerin kaldı rılmasını da tartıştık ve ben kaldırılmalarından yanaydım. Kaç
yılı ndaydı onu unuttum . 1 989'da Türkiye'ye gelmiştim, tartıştık. En sonunda de
di ki bunlar dedi, demokrasiden yana değiller. Demokrasiden yana olmadıkları
için, demokrasi bunlara izin veremez dedi. Kütüphaneydik o zaman, çok iyi ha
tırlıyorum. Ben dedim ki kendisine, o zaman Uğur Mumcu bir yazı yaz mıştı,
Cumhuriyet'te. Süleyman Demirel'in niye TKP'ye izin vermediğine dair. Süley
man Demirel TKP'ye aynen bu yüzden izin vermiyor, diyordu ki Süleyman De
mirel komünist partisi demokrasiden yana değil ki seçimlerden yana değil ki biz
ona izin verelim diyordu. Ve Uğur Mumcu da buna karşılık diyordu ki demokra
silerde, demokrasiyi kaldırmayan partiye bile, partilere bile izin verilir Sayın Sü-
Şanal Saruhan
Oturum Başkanı
Teşekkür ederim. Buyurun.
Nedim Aras
Uzun konuştuk. Detaya indik. Bu kadar detaya gerek yok. Ö nümüzde bir teı.
rih var. hepimiz bu tarihi biliyoruz. Koskoca bir Osmanlı İmparatorluğu, neden
bölündü parçalandı , hasta adam durumuna getirildi. Nasıl, sebep ne. Bütün İs
lam ülkeleri Ortadoğu'da bir petrol zengini olarak yaşadıkları halde bugünkü ge
ri duruma niçin geldiler. Bunları inceleyelim. tarihimizi bilelim, bundan ders ala
lım, Tek cevabı şu : Müslümanlığın kişilerin çıkarı, partilerin çıkarına kullanılma
sından oldu. Sonucu bu. Hilafet dönemi Osmanlıyı yıktı, Türk'leri de bu duruma
getirdi. Bir Selçuklu İmparatorluğu zamanın en uygar devleti, en kuwetli devle
tiydi. Bunların eserleri de yok oldu. Onun için, evet kendimizi iyi tanıyalım. Fert
olarak, millet olarak, tarih olarak bunlardan ders olalım, başkalarının söylediğine
dikkat etmeyelim. Mustafa Kemal'in söylediği, en iyi gösterdiği en iyi yol onun il
keleri ve o ilkelerin akıl, mantık ve bilim etkisinde incelenip yolumuzu seçmektir.
Maalesef 50'den sonra Türkiye'de Müslümanlık kişiler ve partilerin çıkarları için
vasıta olarak kullanılmaya başladı. Ben bunu yaşayan bir insanım. En acı tarafı
bu. Onun için hem milletimize, hem devletimize ihanet edildi. Hem de Müslü
manlığa ihanet ediliyor, dinimize ihanet ediliyor. Kötü örnek oldukları için dinden
soğutuyorlar insanlarımızı. Cahillerimizi kandırmak çok kolay, kafaları nı yıkıyor
lar günde beş vakit, ondan sonra da bağışların ı topluyorlar. Maddi yönden des
tekliyorlar, arkalarından sürüklüyorlar. Lütfen, 1 63'ün filan üzerinde durmayalı m ,
varmış, yokmuş. Yasaların uygulanmad ığı bir ülkede bu kadar detaya inmeye
lim. Zaten önemi yok. Kullanılm ıyor ki olanlar. Olanlar kullanılsa bugünkü duru
ma gelebilir miyiz. H ayır. Onun için rica ediyorum şuraya gelmiş uygar insanlar
olarak Atatürk'ün ilkelerini iyi inceleyelim, onun dediği gibi akı l yoluyla, bilim yo
luyla inceleyelim. Kendimizi iyi tanıyalım kişi olarak, toplum olarak, tarih olarak.
Yapacaklarımızı ona göre yapalım. Atasözleri çok önemli. Bana dokunmayan yı
lan bin yaşasın diyor. Toplu mumuz bu yapıda. Dokunmuyor, dokunmadı da. Ata
sözü diyor ki bal ık baştan kokar. Evet baştan kokuyor, elliden beri koktu, koktu,
koktu yaşadık. Onun için hepinizden özel ricam olsun bu.
Saygılarımla.
Şanal Saruhan
Oturum Başkam
Teşekkürler. Sayın Faik Akçay buyurun.
Faik Akçay
Sayın Baykam'ın yersiz bir olgu olarak gösterdiği bir konunun tartışı lmasını
gerekli görüyorum kendi açımdan. Tabii farklı düşünebiliriz. Herhalde karşılıklı
anlayışlarımız olacaktır. Bu konferansımız açısından da önemli bir konu bu. Eğer
Türkiye Cumhuriyeti'nin 74 yıllık döneminin bir yılını Refah Partisi'ne mal ediyor
sak, 73 yılı Refah'ın dışındaki hükümetlerle geçmiştir Türkiye'de. Din eğitimi,
özellikle Diyanet İşleri Başkanlığı da 657 sayılı yasaya göre devletin döneminde,
gözetiminde. Devletin memurları tarafından din eğitimi ve denetimi yapılmakta
dır Türkiye'de 73 yıld ı r. Şimdi biz burada sonuçları tartışıyoruz, yani sonuç nok
tasına gelmişiz, bir tehlikeden bahsediyoruz. Bunu herhalde getirip de son bir yıl
lık bir gelişmeye filan bağlayacak değiliz. Yani 73 yıldır Türkiye Cumhuriyetinde
devlet zorunlu olarak Hanefi mezhebini ders olarak, dayatmacı bir biçimde okut
makta. İmamları , müezzinleri, vaizlerini devlet personel yasası içerisinde çalış
tırmakta, maaş vermekte, denetlemekte. Şimdi bir sonuca gelmişiz, artık bu ya-
pıdan alıp da birilerine mal etmenin biraz haksızl ık olduğunu düşünüyorum . Bu
gün Diyanet İşleri Başkanlığ ı, Türkiye'nin en büyük KİTierinden biridir. En büyük
propaganda merkezlerinden biridir. Bunu da herhalde Şevket Kazan yapmış de
ğildir yalnızca. Yani 73 yıldır bu böyledir. Bu devlet aygıtı içindeki, dinin devlet
aygıtı içinde değerlendirilmesinden, işte bir sonuç çıkıyor. O zaman şu gerekir
diye düşünüyorum, bunun tartışılması gerekir. Devletin dinin eğitiminden ve de
netiminden kesinlikle dışarı çıkmasının tartışılması gerekir. Bu konuda tartışma
açılmasını ve görüşlerinizi diliyorum ve saygılar sunuyorum.
Şanal Saruhan
Oturum Başkam
Teşekkürler. Buyurun Türkel Minibaş.
Türkel Mlnlbaş
Ben konuyu önce biraz geriye getireceğim. Gündem maddemize; şeriat-ka
dın, ikilemine. Çünkü Faik Bulut gitmeden önce çok ciddi bir şey söyledi. O da
şuydu: RP'li kadınlarla ilgili saptama yaptı. Hastalığın tedavisinde siz doğru ve
ya sorunun her neyi çözecek stratejilerinizi doğru tespit etmezseniz, politikaları
nızın da o zaman doğru olması imkansızlaşıyor. Ben hemfikir değilim. Bir mas
ter tezi yaptırdım. Bunu Atatürkçü biri de yapmadı. BBP'den militan bir erkek ar
kadaşımız yaptı. RP'de kadın olgusu. Çok önemli, çünkü eğer bir ülkede nüfu
sun yüzde 51 'i kadınsa ve bu kadınlar evinde çocuk yetiştirme dahil, bütün işle
ri götürüyorsa sorumluluğu çok önemli. Zaten AP de kadından başladı . Ama bu
rada kadın, ne Sabiha hanımın söylediği gibi -ben çok büyük bir ayıp ettim Sa
biha Hanım konuşmasına oturduğum yerden atladım. RP'li kadı nların para kar
şılığı oy kullandıklarını, para karşılığında partilerde çalıştıklarını kabul etmiyo
rum . Yoksulluk. Para karşılığı çalıştı, para karşılığı Türkiye'de oy verdi ama. Şe
riata gönül vermiş kadınlar asla, böyle bir şey yapmadı lar ve böyle bir yanlışa
düşmeyelim. Bu kendimizi aldatmak demektir. Onlar ideolojilerini iktidar etmek
için oralarda çalışıyorlar ve kapı kapı bu çabayı veriyorlar. Aksine onların ideolo
jisinde zaten yü�ütmeye ya da yargıya kendilerinin aday olması diye bir sorun
yok. Böyle bir hedefleri de yok. Onlar zaten evlerinde olmayı, evlerine dönmeyi
veyahut kendi eğitimlerinin izin verdiği alanda çalışmayı kabul ediyorlar, daha
baştan. Daha başka bir şey istemiyorlar, ileride de başka bir istekleri olmayacak.
Daha vahimini söyleyeyim: bu salonda oturan işte benim, sizin gibi okumuş yaz-
Kendi veyahut buranı n özel nedenlerinden. Ama bence bundan sonraki zamanı
mız, Nedim beyin söylediği bir söz var, çok konuşuyoruz, biraz daha proje üre
tecek, biraz daha çözüm getirecek şeyleri konuşalı m ve böyle toplantılarda bir
arada olunca belki o projeleri paylaşmak çok daha anlamlı olacak. Yeterince na
sırı mıza basıldı. Yani bundan sonrası çok fazla değil. Son bir şey de herkes ha
yat hikayesini anlattı, ben de bir şey anlatmak istiyorum. Ben dün gecekonduda
çalışıyordum. Yeni okuma, yazma kursundan çıkan kadınlara ekonomi anlatıyo
rum . En büyük şaklabanlıkları yaparak, o sırada kadının biri bana şunu söyledi.
"Çok mutluyum, süt kutusunun üzerindeki son kullanma tarihini okuyorum" dedi.
Ama ne acı ki Türkiye'de okuma yazma bilen, çok eğitimli ve kendilerine aydın
etiketi yapıştıran bizler, son kullanma tarihini galiba hala okuyamıyoruz. Teşek
kür ederim.
Şanal Saruhan
Oturum Başkam
Arkadaşı m ıza teşekkür ediyorum. Bir arkadaşımız daha söz istemiş, ben gör
memiştim. Özür dileyerek buyurun efendim.
Emekli Ü stteğmen
Ben 38 senedir Amerika'da yaşıyorum. 30 sene de burada yaşadı m emekli
denizaltı üsteğmeniyim . Gençliğimin birçok senelerini Karadenizin altında geçir
dim. Sonra gözümdeki renkkörlüğü dolayısıyla ayrıldım. Ya kara hizmeti edecek
sin dediler. Duyabiliyor musunuz efendim. Bazen heyecanlanıyorum. Korkuyo
rum ben. Heyecanlı bir adamım. Sizi de ikaz ediyorum, böyle yavaş başladım
ama.
Şanal Saruhan
Oturum Başkam
Yalnız çok özür diliyorum. Yediye birkaç dakika var, lütfen çok uzatmadan.
Ü stteğmen
Peki, isteyenler kalsa olmaz mı efendim. Ben kendimde konuşurum. İki kişi
Şanal Saruhan
Oturum Başkam
Buyurun.
Bedri Baykam
Çok hızlı olarak ben birkaç şeye yanıt verip, son cümlemi söylemek istiyo
rum . Birincisi, Atilla beye şunu söyleyeyim. Ben elimden gelse 200 değil, zama
n ı m ve sinirim, param yetsin, yılda 400 konuşma yaparım. Çünkü gittiğim Ana
dolu'nun her köşesinde, kendisi belki bir entel düzeyde, ne kadar komplike olur
sa, ne kadar az yol gösterirse, o kadar bir düzey belirtisi olacağ ını zannediyor.
Benim yayı mlanmış on kitabı m var. Bir düzey göstermeye ihtiyacım yok. Türk
halkının bilinçlenmesine yardım etmek isteyen, ona çabalayan bir insanım. Ve
elimden gelse 400 konferans yaparım . Çünkü entelektüel şov ve gösterişin, bu
ortama bir şey kazandıracağına inanmıyoruz. Ayrıca soyut konuşmaların da bir
şey kazandıracağına inanmıyorum. Hastalığın teşhisi ve hastalığın çıkışı. Bun
ları göstermemiz lazımdır. Yoksa biz entelektüeller kendi aramızda, hani meşhur
entelektüel masturabasyonu, dünyanın her yerinde bolca yapılıyor. Köşelerinde
de yaparlar, kitaplarında da yapıyorlar. Benim de onu yaptığ ı m olmuştur. Bugün
Türkiye başka bir geçiş dönemindedir. Bundan iki yıl sonra böyle bir toplantıyı
yapıp yapmayacağ ımızı bilmiyoruz. Bundan üç yıl sonra dört yıl sonra seçim
olup olmayacağ ını bilmiyoruz. Böylesi kritik bir ortam da biz ne kadar net ve so
mut da olsak, o kadar bu ortamı yaşatmak şansımız vard ı r.
Sayın Kafaoğlu birkaç şey söyledi. İnansın ki ben kendi gösterdiği doğrultu
da politika yapıyorum. Birisi de bana dinin nedir, ne kadar inanıyorsun dediğin
de, benim de yanıtım bu . Yalnız beni ilgilendirir. Konumuz dışındadı r, seni i lgilen
dirmezdir. Bunun yanıtı elhamdüllilah ben de Müslümanı m merak etme, değildir.
Belk� sen çok dindarım kimseyi ilgilendirmez o konuda müsterih olsun sayın Ka
faoğlu.
İ çinde bulunduğum partide de bir sapma olma ihtimali olduğu zaman da bu
nun savaşçısı olacağımın garantisini veriyorum kendisine. Geçmişle hesaplaşa
rak sürekli bir yere gidemeyiz. 73 yıllık demokrasi tarihinde muhakkak ki CHP de
çok hata yapmıştır. Aksine söyleyen yoktur. Mesela köy enstitülerinin kapanma
sı, halk evlerinin kapanması. Daha çok sayabilirim, ama geçmişle sürekli hesap
laşarak bulunduğumuz her noktayı bugün dinamitlemememiz lazım. Bunu darbe
ve şiddetle değil, demokrasi içinde yapmak istiyorsak, var olduğumuz konumda
ki sağlam noktaları daha iyiye götürmeye çal ışmamız lazım. Diğer sol partilerle
önemli ve bu eksende diyaloga girilmesi gerektiğini ve bir cephe oluşturulması
gerektiğini düşünüyorum.
Son bir yıla bağlamıyoruz Refah olgusunu ve tüm olan biteni. O yüzden za
ten yıllardır yazıyoruz çiziyoruz. Diğer partilerin sürekli suçlarını ortaya döktüğü
müz gibi mesela Özal iktidardayken ben uyarılarımı artık Özal'a değil, muhale
fete uyarı diye yazıyordum. Yani sonuçta bunun yalnız Refah değil, Refah'ı bü
yüten politikalara medya ve sağ merkez partilerin hatta sol partilerin ve onların
meşhur bölünmüşlüğünün getirdiği ortamı yı llardır ikaz ediyorum. Çünkü cerahat
böyle bir ortamda büyüdü, sivilceleşti ve patlamak üzere. Şimdi Diyanetin bütçe
si olayına son bir nokta koyacağım. Farz edelim bu gece Türkiye Cumhuriye
ti'ndeki diyanet bütçesini kaldırdım, diyaneti kald ı rdım, herkes ne hali varsa gör
sün dedim. Ve bir sürü laik demokrat insanı n da istediği oldu. Şimdi benim tekli
fim , Diyanetin bütçesininin çok kısılması , bir sürü gereksiz harcamanın belki yüz
de 70'nin kaldırılması. Ama kontrolün devlet yapısında kalması. Diyelim ki tersi
oldu, yarın öbür gün Türkiye'deki 66 bin caminin bilgisayarda, bir noktadan ba
sı larak aynı anda cihada savaş sloganına alet edilmeyeceğinin garantisi var mı
yok. Garantisi yok. Tam tersine bunun o yönde kullanılacağını işaretleri var m ı ?
Fazlasıyla var. Yarın öbür g ü n , biz bunu hesaplayamamıştık, böylesi daha iyi
olurdu deyip, 1 63 konusunda yaptığ ımız hatanın çok daha ölümcülünü bu konu-
Şanal Saruhan
Oturum Başkanı
Değerli arkadaşlar özellikle salonda son dakikaya kadar kaldığınız için teşek
kür etmek istiyorum. Çok küçük bir şey ifade edeceğim. Sayın İlhan Arsel'in met
ni okunurken şu noktalara dikkat çekiliyordu. Özellikle şeriata karşı duruş için öğ
renmeye, yani bilgiye ihtiyacım var. Bildiklerimizi cesaretle başkalarına aktarma
ya ve tartışmaya ihtiyacımız var diyorlard ı . Ben de şunu eklemek istiyorum. Ga
liba biz bilebiliriz, bilginin sınırı yok, biz cesuruz daha cesur olabiliriz. Ama bizim,
Türkiye'deki aydı nların eksik olan noktası şu, birliği bilmiyoruz, birlikte durmayı
bilmiyoruz. Asgari müşterekler için mücadele etmeyi bilmiyoruz. O sebeple ben
de birlik diyerek sözlerimi bitirmek istiyorum. Teşekkür ederim.
Sönmez Targan
Oturum Başkanı Sayın Tahir Hatiboğlu. Konuşmacı arkadaşlarımız Sayın Fa
ik Bulut, sayın Prof. Türkler Alkan, Sayın Türkan Saylan'ın uçağı teknik nedenle
inememiş, geri dönmüştür. O nedenle bize tebliğini faksla göndermeye çalışa
cak, sunmaya çalışacağ ız.
Değerli başkan ve değerli konuşmacılar, dinleyicilerin azlığı, bizim toplantımı
zın önemini elbetteki azaltmamaktadı r. Bu sayı azlığına rağmen biliyoruz ve bek
liyoruz ki son derece az sayıda dinleyicilerimiz, konuklarımızla birlikte düzeyli bir
tartışma yaparak belli sonuçlara varmak durumunda olacağ ız. Katılanlara teşek
kür ediyorum . Bu arada İstanbul Barosu Başkan'ından gelen telgrafı aktarmak
istiyorum :
Çok sayıda toplum kuruluşlarının temsilcilerince düzenlenen Köktendinciliğe
Karşı Uluslararası Aydınlanma Konferansı 'na yoğunluk kazanan işlerimiz nede
niyle katılamıyoruz, ancak bu konferanstan ulusumuz ve diğer dünya ulusları için
önemli sonuçlar ve kazanımlar çıkacağı inancımız tamdır. Böyle bir konferansla
dünya aydınlanmasına katkılarınızdan dolaylı sizleri kutlar, başarı dileklerimizi
sunarız.
İstanbul Barosu Başkanı Avukat Yücel Sayman.
Yine Sayın Sıdıka Su'dan bir telgraf gelmiş durumda.
Köktendinciliğe Karşı Uluslararası Aydınlanma Konferansı düzenleyicilerini
kutluyor, Aziz Nesin'in anısı önünde saygıyla eğiliyorum.
Sıdıka Su
Tahir Hatlpoğlu
Oturum Başkanı
Değerli dostlar, dün başlayan konferansımızın üçüncü oturumunu açıyorum.
Hepiniz hoş geldiniz. Konuşmacı arkadaşlarımız ve kendi adıma teşekkür ediyo
rum . Bugün, bu oturum konusu: Şeriat ve sistem burada işlenecek. Konuşmacı
lardan birisi gelemedi. Konuşmasını faks çekecek ve onunu konuşmasını bir ar
kadaşımız sizlere sunacak.
Konumuz şeriat ve sistem demiştik. Bu konular bildiğiniz gibi çok önemli ko
nular. Bundan yirmi otuz yıl önce bu konuları aklı m ıza bile getiremiyorduk, ama
ne yazık ki ikibin yılına az bir süre kala bu konular gündemimizin birinci konusu
oldu. Bu yönden üzülüyoruz, üzüntülüyüz. Ancak yine de bu üzüldüğümüz konu
ları aşmak işi bizlere düşüyor, aydınlara düşüyor, bu konuda inaçlı olanlara dü
şüyor. Bunu hepimiz biliyoruz, onun için biz varız. O bakımdan azlık bizi korkut
masın. Bizim ilerici devrimci hareketler, azlar tarafı ndan başlar, kitleler arkasın
dan ve sonra gelir. Şeriat ve sistemde, sistemi anlatırken aynı amaca yönelik sis
temler topluluğu deriz, Örneğin sindirim işlevi bir amaçtır, sindirim işlevi, sindirim
işleviyle ilgili birbirinden uzakta bir yığın birçok organ vardı r. Ama hepsinin işi sin
dirim işine yöneliktir. Şimdi bu şeriat da böyle oldu. Şeriat sisteminde de bu var.
Sivil toplum olarak bakıyorsunuz bir yığın vakıf var, tarikat var, mezhep var, par
ti var. Bunlar hepsi sanki birbirinden uzak ve ayrı olmalarına rağmen amaç ortak.
Bu ortak amaç da bildiğiniz gibi şeriat ama, kamuoyunda bunlar ayrıymış gibi su
nulur, birbirinden farklıymış gibi sunulur. Bunların amacı ortaktır, şeriat düzenini
ülkeye getirmektir. Aynı sindirimde olduğu gibi karaciğerin yeri karın boşluğunda,
ağı r, dil ağız boşluğunda, ama ikisinin de amacı sindirilme yöneliktir. Bu açıdan
gerçekten bizce bugün dört bir yanından şeriat amacına yönelik sistemleşmiş or
ganlar topluluğuna dönmüştür ve bu dönüşüm artt ı kça tehlike daha da artıyor ve
şu anda bana göre sizlerin de öyle sanıyorum bu tehlikenin doruğundayız. Şim
di konuşmacılarımızla ilgili birkaç söz söylemek istiyorum. Sağı mda oturan hoca
m ız Prof. Türkler Alkan, hemen hepinizin bildiği hocamız ama ben yine birkaç
cümle söylemek istiyorum. Kendisi şu anda Ankara Ü niversitesi öğretim üyesi,
bir ay öncesine kadar dekandı. i steğiyle dekanlıktan ayrılan tek kişi. Bu da önem
li bir olgu çünkü sistemle uyuşamadığı için dekanlıktan tutamadı , benim kanıma
göre. Sayın Alkan hocamızın bir özelliği de bildiğiniz gibi Radikal gazetesinde kö
şe yazarı olmasıdır. Bir de geçmişten bir özelliğini tanıtmak istiyorum 1 980 ön
cesinde öğretim üyelerinin bir örgütü var. Öğretim Ü yeleri Derneği. Bunun bir dö
nem genel başkanlığını yaptı. Şimdi o derneğin 1 980 sonrası 1 986'da kurulan
öğretim üyeleri derneği adını değiştirerek hocam yeni başkan oldu, derneği ya-
şatmak için adına tüm öğretim üyeleri derneği yaptı . Bir haftadır da başkanı be
nim. Türkan Saylan hocamız gelemedi. Bu da kamuoyunun bildiği isim, Çağdaş
Yaşamı Destekleme Derneği'ni büyük uğraş sonucu tek kişi olarak kurmuş ama
sonra bunu ordu haline getirmiş bir hocamız, aynı zamanda tıp alanında önemli
çalışmaları var ve önemli bir bilim kadını, onu da burada yokluğunda anmak is
terim. Daha fazla söze gerek yok. Sol tarafımda sayın konuşmacı dostumuz Fa
ik Bulut, kendisi gazeteci yazar. Genellikle araştırmacı kimliğiyle tanınıyor. Gaze
teci yanı ağır basıyor ama daha çok araştı rmacı yazar tan ındığı için böyle söylü
yorum. Araştırma alanları Ortadoğu ülkeleriyle özellikle İslam ağırlıklı konularla il
gili pek çok araştırması var. Ve kitapları var şimdi kendilerini dinleyeceğiz. Tür
kan Saylan hocam ızın konuşması faksla buraya geçilecek ve konuşmacım ızdan
sonra bir arkadaşımız tarafından sizlere okunacak. Dolayısıyla saat 1 0.30'a ka
dar konuşmalar var. 1 0.30-1 1 .00 arası tartışmalar var. Ve 1 1 .30'da kahve mola
sı verilecek. Şimdi konuşma sırası Sayın Faik Bulut'ta. Buyurun.
Faik Bulut
TAR İ KAT-S İVİ L TOPLUM-İ KTİ DAR İ Lİ ŞKİ Sİ
A) Anlam:
Şeriat. Arapça'da "geniş su, cadde, anayol , kural, yasa, hükümn anlamına
gelir. Tarikat ise "yol/yolakn demek olup, şeriattan daha küçük alanı ifade eder.
Bir tasawuf terimi olarak tarikat 'Allah'a varma gayesi güdenlerin izledikleri özel
tarz ve yol" anlamında kullanılır.
Tarikat, dinsel düşünüş/iman temelinde yükselir. Dolayısıyla tarikat ile din
arasında diyalektik bir bağ vardır. Yani, din olmayan yerde tarikatten söz edile
mez. i ster antik, isterse Ortaçağ dinleri olsun, her inanç sistemi, kaçınılmaz bi
çimde mezheplere ve daha alt kolları durumundaki tarikatlara ayrışır.
B) Tarikatların Doğuşu :
İslam'daki tarikat olgusu, tasawufi düşüncenin bu dine girişleriyle birlikte or
taya çıkmıştır. İslamiyetin birtakım kurallar şeklinde beliren dış kısmı "zahiri"
olarak adlandı rıldı. Bu bölümü, Ortodoks İslamın "fıkıh" denilen dinsel hukuku
doldurdu. Ancak gerek Kuran, gerekse peygamber hadislerine ilişkin içrek ve
özel yorumlar getiren İ slam düşünürleri, "batını fıkıh" ekolünü oluşturdular. Ta
rikatlar, bu "batınl" (özsel, içrek) yorumlar temelinde meydana geldi. Bu anla-
Her dinin aynı zamanda bir siyaset olduğu gerçeğinden hareket edersek; din
lerdeki mezhep ve tarikatları da siyasi parti, akı m, hareket ve örgütler biçiminde
algılamak, tarikat meselesini anlamamızda kolaylık sağlar.
Genel iddia şudur: "İslamiyetin ilk zamanında tarikat yoktu ; sonra ortaya çık
tı. "Doğrudur. Ancak, iddiayı şu söyleme indirgemek yanlıştır: "İslam Peygambe
ri yaşasaydı . İslamiyet ilk günkü haliyle devam etseydi ; tarikatlar da ortaya çık
mazdı".
Gerçekte, her siyasi ve dini akı m , ilk çıktığında bütünlük arz eder. Çünkü, dar
bir alana hitap eder ve başlangıçta çözmesi gereken sorunlar azdır. Oysa, yük
selme ve genişleme devirlerinde, dinler kaçınılmaz olarak mezheplere, onlar da
tarikatlara; yani, siyasi akım, hareket ve partilere ayrışı rlar.
İslam dinindeki tasawuf akım ı, Hicri ikinci yüzyılda ortaya çıkmış; giderek bil
lurlaşmıştır. Ortodoks İslam, ilk zamanlarda tasawufa karşı kıyasıya mücadele
vermiş; ilk tasawufçulara adeta kan kusturmuştur.
Ancak, yaklaşık yüzyıllık bir mücadeleden sonra tasawufu kabul edip; bün
yesinde eritmeye çalışmıştır. Başlangıçta ilk ve öz İslam'da geniş bir kavisle ay
rılan Sufilik, İslam mistisizmine saplanıp kaldı. Tasawuf akımında eski İ ran, Mı
sır, Hindistan, Yunanistan kaynaklı Brahmanizm, Budizm, Zerdüştilik, Musevilik,
Hıristiyanlık, Manilik gibi inançların hamuru vardır. Tasawuf, İslamiyete mantık
ve felsefeyi (kelam) sokmayı bilmiş; bu dinde sorgulama/irdeleme yolunu açmış
tır. İ lk İslam mutasawufları İ brahim Edhem, Maruf Kerhi, Serly Sakatı, Bişr
Hafi, Şaklk Belki, Ebu Yazld Bistami ve Cüneyd Bağdadl'dir.
Bağlı olarak tarikatların ilk izleri 1 O. yüzyıla uzanır. Gerçek anlamdaki tarikat
ların doğuşu 1 2. ve 1 3. yüzyıla rastlar. Moğol istilaları, bunu hızlandı ran en bü
yük etkendir. İkinci etken, yaşanan kuraklık, açlık, sefalet ve kitlesel göçlerdir. İs
lam ı n merkezi yapısı zayıflayınca, insanlar bilinçsizce ortalıkta dolaşır oldu.
U mutsuzluk ve yabancılaşma diz boyuydu. Mevlana Celaleddin-1 Rumi, o gün
kü durumu şöyle dile getirir: "O/ Sufiler ki, sanursun bir leşker (ordu) gelur. . . Ta
harabatlıktan gelurlar ve zulmet/erden bizar olurlar. n
Sahi, tarikatlar sivil toplum kuruluşları mı? Cevap: "Kesinlikle hayır! . . . "
Sivil toplum kuruluşlarının ölçütlerine bakalı m :
a ) Elverdiğince hiyerarşiye yani ast-üst ilişkisine karşı olmak, mümkün oldu
ğunca bunu asgariye indirmek.
b) Eşitlik ve özgürlük temelinde ilişkileri sürdürmek.
c) Yönetsel/siyasal önderliği seçim yoluyla yani demokratik kurallarla belirli
mek.
d) Devlet mekanizmasına, yönetenlere karşı yurtta şın yanında yer almak.
Yurttaşın haklarını devlete karşı savunmak.
e) Yönetenlerle ilişkilerinde mesafeli, hatta aykırı davranmak ve sivil toplum
alanını yönetim aleyhine genişletmek.
Tarikatlara gözatalı m :
Bu dönemde, şehirli hakim sınıflar içinde, Mevlevilik gibi Sünnilik esas olan
"sosyal barışn mezhep ve ideolojileri de çıktı . Mevleviler, halktan nefret ediyor,
bedeni çalışmayı ve alın terini hor görüyor, kadı nlara değer vermiyor, kurulu dü
zeni savunuyorlardı. Köylü ve göçebe isyanlarına şiddetle karşıydılar. Bugün ha
kim sın ıfların alabildiğine reklamını yaptıkları Mevlana'nın oğlu Sultan Veled,
Türkleri, "meşru hükümdarlarına isyan suretiyle dini bakımdan büyük günah iş
lemiş ve öldürülmeye müstahak olmuş asiller" sayıyor; "merhamet edilmeyerek
hepsinin öldürülmesini" istiyordu.
b) İttihat ve Terakki'nin tarikat uzmanlarından Baha Sait Bey, başta Mevlana
Celaleddin-i Rumi olmak üzere, tarikat erbabını şöyle tan ımlar: "İsfahan merke
zinin kemirici asalakları, İ ran'ın duştüğü karışıklıktan canlarını kurtarmaya ve
alıştıkları hazır lokmaya konmak için Konya'ya üşüşmeye başladılar.
Vani Efendi'ye göre "Cariye, ziynet ve zenginlik peşinde koşan tarikat şeyhi,
Mürad'e şu nasihatte bulunur: "Sen bana benzemeyesin; bir lokma sana haram
iken; kuwet-i ilmiyye ve tasarrufatı akliye ile bana helal olur."
Bu mana aristokratları , kul ile Allah arasına girince, yepyeni iktidar odakları
yarattılar. Daha ileri giderek, iktidar için şanslarını denemek isteyenler bile çıktı:
"Şeyhimiz huruç eyler; biz dahi bey oluruz".
Tarikatlerin "eşitlikçi ve insancıl, dolayısıyla demokratik bir yapıda oldukları"
sıkça tekrarlan ır. Oysa, bu söylemlerin tarihsel gerçeklerle fazlaca ilintisi olmaz.
Ö rneğin: Naim-a Tarihi'ne bakıl ırsa, "İnsan-ı Kamil" diye nitelenen tarikat şeyhi
için "her türlü lokma ve nükte helaldir; ama, mürüdi böyle bir şey yapamaz."
Kadirilik, Nakşibendilik, Mevlevilik, Halvetilik gibi tarikatların silsile-i meratibi,
yani hiyerarşi gereğince: "Mürid, Mürşid'e nikahlı gibidir; ondan izinsiz yedi ad ı m
atsa, boş olur ve mürted/kafir sayılır.
Keza, İslam'daki ilk tarikat kurucularından Abdulkadir Geylani, uzunca bir sü
re evlenmedi. İst�diği "kemal" noktası na erince, dört kadınla birden evlenip 27'si
erkek 49 çocuk sahibi oldu. Ahmet Can ı m Nameki adlı bir tarikat önderinin bir
çok kadı ndan 9'u kız 48 çocuğu vard ı . İbn Hafif isimli şeyh daha ileri gitti: 40 ka
dınla evlendi, 400'üyle de tebarüken nikahlandı .
Tarikat erbabının nazarında kadın, "cadaloz, dırdırcı"dır; erkeğe "cehenneme
azabı çaktirmek" üzere dünyaya gelmiştir. Evliya derecesine yükselmenin şartla
rından biri de mutlaka cinsel ilişkide bulunmaktır, yani kadını cinsel meta olarak
kullanmaktır.
"Sivil toplumcudur" denilen tariklardan Süleymancıların, 1 940'1arda. "Hitler
gizli Müslümand ır. Gelip Deccal İnönü'den bizi kurtaracaktır" diyerek; kendi mü
ritlerinden oluşan bir birliğe 1 63. Fırka adı altında Balkanlar'daki Nazi birlikleri
nin emrine vermeleri nasıl yorumlanabilir?
Nurcuların 1 960'1ardaki Komünizmle Mücadele Dernekleri'ndeki kirli rolleri
unutulabilir mi?
Fethullah Gülen'in "Her Erzurumlu biraz Turancı'dır; ben de onlardanı m" me
alindeki sözü, hangi tür sivil toplumculuktur?
Adıyaman Menzilköy Dergahı'nın geçmişte ülkeyi kana bulayan ı rkçı şövenist
bir partiyi sonuna kadar desteklemesi ; günümüzde yükselen bir şiddet grafiği iz
leyen Büyük Birlik Partisi'nin (BBP) arkasında durması bazı gazetelere göre Kürt
yoğun illerdeki Hizbullah adlı karanlık yeraltı örgütüyle henüz açıklığa kavuştu
rulmamış bağlantıların demokrasi ve sivil toplumculukla ilgisi ne olabilir?
D) Tarikat-Siyaset İ lişkiler!
Osmanlı'da, kuruluş ve yükseliş dönemlerinde tarikatların iki farklı konumu
oluşmuştu :
1 ) Tarikatlar vasıtasıyla devletin topluma nüfuz etme ve onu kontrol altında
bulundurma çabası : buna karşılık, tarikatların devletle iç içe geçerek "sivil" bir
görevden çok "devlete ait ya da siyasi" bir görevi yerine getirmeleri olmuştur. Bu,
tarikatların sivil ya da salt "dini" dünyaya ait olmasını engellemiı:: nnı:ımli bir un
surdu.
2) Siyasi ve tasawufi geleneklerin kökünde bulunan bu roı dışında, tarikatlar,
tasawufun ruhuna uygun bir çerçevede çok önemli işlevler de yerine getirmiş
lerdir. Bir yandan ; fiziki ve kültürel imar faaliyetlerini canlandı ran merkezler ola
rak toplumsal bir ortak kimliğin belirlenmesinde önemli bir yerleri olmuştur. Tari
katlar, ehil ve köklü bir icazet mekanizmasıyla hizmet veren şeyhlerin denetimin
de devlet adamlarından esnaflara uzanan Osmanlı "ahlak" projesinin üretim
merkezleri olmuşlard ı r.
Öte yandan: tarikatlar, İslam ile insan arasına manevi, edebi ve kültürel süz
geçler yerleştirmişlerdir. Ö rneğin, Mevleviler, musiki ve Farsça'n ı n; Bektaşi ler,
Türk hal� edebiyatının: Bayramlar, sanat ile çiftçiliğin: Melamiler; dokuma sana
tının gelişmesinde çok önemli roller oynamışlard ı .
Anılan nedenlerle, Bektaşiler, Osmanlı militarist mekanizmasının, yani Yeni
çeri Ocağı'nın manevi yönlendiricisi haline getirildi. Hacı Bektaşi Veli, bu ocağı n
Pir'i sayıld ı. Bektaşilik içinde büyük bi r operasyon yapan Osmanlı Padişahı i l .
Beyazid, 1 051 yılı nda Sırp kökenli Balı m Sultan'ı, Dimetoka'daki derga.htan alıp
teşkilatın başına getirdi. Militarist yeniçeriler, bu derga.htan feyz alarak başka
halkları kılıçtan geçirdiler, topraklarını işgal ettiler.
Hacı Bektaşi Veli müritlerinden Abdal Musa, Osmanlı Padişahı Orhan Ga
zi'nin gazavatlarına bu ruhla katıldı. Sarı Saltık, Balkanlar'a kadar uzanıp kale
ler fethetti. Çünkü, Türk dervişleri, sadece tespih çeken adamlar değillerdi; aynı
zamanda kılıç sallayıp, sınırlarda çapul akınları yapıyorlardı.
Ehil olan değil, soydan gelenin postnişine oturması: parayı verenin kadılık göre
vi alması veya padişaha en yakın kişinin ya da haremdeki Valide Sultan'a yağ
çekenin şeyhülislam olması gibi olgular, özellikle 1 4. ve 1 5. yüzyıllardan itibaren
artmıştır. Bazı devlet ricalinin, siyasi nüfuz kazanmak gayesiyle tarikat şeyhleri
ne yanaşması ; siyasi meşrutiyeti din temelinde aramasının nedeni de burada ya
tıyor. Siyaset-tarikat-ticaret -aşiret denklemi geçmiş bir gelişmenin ve geleneğin
devamıdır. Mevcut olana, mafya-tarikat-ticaret ilişkisini de katabiliriz.
iV) Dikkat edilirse, din-devlet ilişkisindeki bozulma her iki tarafı da etkilemiş
tir. Yozlaşan sadece dinsel değil, aynı zamanada askeri kurumlardır. Nitekim,
Ulema-Tarikat yozlaşması ve rekabetinin diğer yüzünde Ulema-Tarikat-Askeriye
çatışması yatar. Yeniçerilik sistemi de bozulmuştur artık. Özellikle Bektaşi tekke
leri, kısa zamanda siyasi ve ekonomik çıkar sağlama ve nüfuz yaratmanın vaz
geçilmez mek�nları oldular.
V) Sipahiliğin bozulmasıyla, iltizam sistemi devlete ulaşma kanallarını tıkadı .
Osmanlının atardamarlarından biri sekteye uğradı. Bu dönemde devlete ulaşma
işlevini tarikatlar yerine getirmeye başlamış: Siyasi etkiye ve sızmaya iyiden iyi
ye açılmıştı .
"Osmanlıdaki tarikatlar, siyasi açıdan bir geçişi ifade eder. Devlet, tarikatlar
aracıl ığıyla toplumu kontrol altında tutma çabasından tarikatlar aracılığ ıyla dev
leti kontrol etme mücadelesi noktasına doğru kaymıştır."
dergahı, tekke ve şeyhlerin tarikat için usül v e adabını anlatan kitaplar yayımla
mıştır.
lik politikalarıyla bir dizi önlem alınd ı , anılan tüm tarikat mekanları kapatıldı. Di
ne ait görünür her unsurun zor yoluyla tasfiye süreci böyle başladı .
1 940'1ara gelindiğinde, Cumhuriyet yönetiminin, baş rakibi sayılan İslamcı
lık/şeriatçılık akım ı n ı tasfiye edemediği görülür.
Hal böyleyken, tarikatların konumunu da anmakta yarar var. Tekke ve zaviye
leri kapatma, her şeyden önce yasal ya da hukuki ve siyasi bir önlemdi. Dolayı
sıyla, hukuksal açıdan tarikat kapılarını kapatmış olmak. "Din ile toplum" arasın
daki fiili kopuşu beraberinde getirmedi. Tersine, yeraltına çekilip köşeye sinen ta
rikatlar, daha cazip hale geldiler ve sürekliliklerine yepyeni bir ivme kazandı rdı
lar. İçeriklerini de buna göre ayarlayıp belirlediler.
Diğer bir deyişle, tarikatlar ve tarikat olmayan köklü dini cemaatlar; bir yan
dan, halk kitlelerinin inançlarının tek kökü ve temeli olma işlevini sürdürdüler; öte
yandan, yerel ve dini kültürün öğrenilip üretildiği mekanlar haline geldiler.
Cumhuriyet dönemindeki tarikatların işlevlerini birkaç noktada tanımlamak
mümkündür:
Bir; tarikatlar geleneksel doku ile yeni dönemin koşulları arasında köprü gö
revi gördüler.
İki; İslami yaşam biçimiyle tasawufun dünyevi yüzüne (kazanç, nimetler, dev
letten yararlanma, politikaya katı lım, lobi faaliyeti, holdingleşme vs) vurpu yaptı
lar.
Ü ç; her iki noktanın doğal sonucunda irşad-imam faaliyetleri, vakıflar yolı:ıyla
kurumsallaştı rıld ı . Dini eğitim ve ekonomik faaliyet alan ı na geçildi. Böylece İslam
ile toplum, imam ile para, modernite ile gelenek arasında meta ekonomisine da
yanan, aynı zamanda ruhani biçimde kutsanan bir etkileşim kurulmuş oldu. Ya
ni tarikat şeyhi hem işveren hem mal satıcı (veya imalatçı/üretici), mürit ise hem
işçi hem de tüketici oluverdi.
Dört; Cumhuriyet yönetiminin laiklik ve Türklük politikasıyla toplumu yenile
meye kalkışmanı n yarattığı toplumsal, siyasal ve ekonomik bunalımlar; İslami
kesim-laik kesim çatışması, Kürt-Türk çelişkisi türünden sancı ve sapmalar, ister
istemez tarikatlara yaradı . Kimlik inkarından, yoksulluktan, milli baskı ve zulüm
den bunalan insanlar, tarikat merkezlerini birer sığınak ve sıcak yuva olarak, ah
laklı ve iyi mümin olmaya yönelik bireyci bir İslam anlayışını da hayata geçirdi
ler.
CIA eski Şefi Graham Fuller gerçek politikayı açıklıyor: "Soğuk Savaş'ı n bit
mesiyle birlikte Türkiye, etrafında çok geniş bir alan (Kafkas, Balkanlar ve Orta
Asya) olduğunun farkına vardı. Ufku açıld ı . Türkiye'nin devlet olarak yaptığı pek
bir şey yok. Sadece bazı özel vakıflar ve kuruluşların dikkate değer faaliyetleri
var OrtaAsya'da, eğitim faaliyetleri olarak bakarsak, hangi amaçla yapılırsa ya
pılsın, bana göre olumlu bir olaydı r. Özellikle Türkiye'deki ılımlı Müslümanların
yapmış olduğu çok yararlı ve güzel şeyler olduğunu düşünüyorum."
Devletin üniformalı birimleri içinde açık veya gizli örgütlenmelere giden tari-
katlar hakkında, "kendi hallerinde yaşıyorlar, iktidar ve şeriatçılık diye bir dertle
ri yok" demek de gerçekçi bir yaklaşım tarzı değildir. İktidarı istemeyen tarikatla
rı n, 36 yıllık uzun vadeli Harbiye planı yapmalarının bir açıklaması olmalı ?
Son nokta: Tarikatlar siyasete bal gibi karışıyor. Stratejik Araştırmalar Vak
tı 'nın 1 996 yılında tarikatlara ilişkin bir raporuna bakılırsa, Türkiye genelinde
Türklerdeki tarikat üyeliği oranı %6 iken: Kürtler arasında bu oran % 1 1 'e yüksel
di. Doğu ve Güneydoğu temelinde ise tarikatlara üyelik oranı %36'1arı geçiyor
du. Çünkü, ekonomik ve siyasal baskılar altında bunalmış bir Kürt insanı , kimli
ğinin tanınması ve özgürlüklerden yararlandırılmaması nedeniyle, kendine sığı
nacak yuva olarak tarikatları görüyor. Resmi raporlara göre boşaltılan 3000 köy
den toplam 5 milyon insan göç etmiş. Bunlar aç, susuz ve sosyal yardımlardan
yoksun. Sosyal devlet ilkesinden vazgeçen iktidarlar; gerek Batı gerekse Doğu
insanını, tarikatların rahmetine ve insafına bırakmıştır. İktidarların Kürtlere yöne
lik yanlış politikaları ve OHAL bölgesinde süren 1 O yıllık çatışma tarikaçlığı-aşi
retçiliği güçlendirdi. Tarikatlar ise bu çatışmanın sonuçlarını nimet bilerek; siya
sal ve ekonomik ranta dönüştürme peşindeler. Özelleştirme, bunun üzerine tuz
biber ekiyor. Özetle, Kürt meselesini ve ekonomik bunalımı çözemeyen devlet,
büyük bir tarikata dönüşmüş; tarikatlar ise küçük birer devlet oluvermişlerdir.
KAYNAKÇA
1) Sabri F. Ülgener, Zihniyet ve Din
2) Baha Sait Bey, İttihat ve Terakki'nin Alevilik Bektaşilik Araştırması, derleyen Nejat
Birdoğan, Berfin Yay.
3) Ali Bayramoğlu, uosmanlı 'dan Günümüze Tarikatlar·, Yeni Yüzyıldaki yazı dizisi,
Ocak 1997
8) Faik Bulut, 1826'den 1 997'ye Resmi Belgeler ışığında Ordu ve Din, Doruk yay.
1997
Tahir Hatlpoğlu
Oturum Başkam
Buyurun sayın Alkan.
Türker Alkan
Teşekkür ederim. Ben, değerli başkan ımız Tahir Hatipoğlu konuşmasını açar
ken sindirim sistemi ile bu laikliğe karşı olan hareket arasında benzetme yaptı.
İyi bir benzetmeydi herhalde, çünkü gerçekten bu şeriatçılar bizi sindiriyor. İki an
lamda sindiriyor, hem gözümüzü yıldırmak anlamında sindiriyor, hem hazmetme
anlamında sindiriyorlar gibi geliyor. O nedenle sindirilmemek için laiklik konusu
nu ben, hani çok söz ediliyor laiklik nedir ne değildir diye biraz ona benzer bir
yaklaşımla ele almaya çalışacağ ım. Laiklik konusundaki birtakı m genel yanlış
anlamları ve anlatılmalar var. Onların üzerinde durmak istiyorum. Laiklik ne de
ğildir demeyeceğim ama, Laiklik konusunda söylenen bazı yanlış şeyler bilinçli
olarak bazen bunlar söyleniyor nelerdir, onları ele almaya çalışacağ ım. Şimdi
çok hayati çok önemli kavramlar genellikle saptırılır. Bu yalnız laiklikte değil, de
mokrasi kavramı saptırılır. Özgürlük kavramı saptırılır, eşitlik kavramı saptırılır.
Özgürlük nedir deyince kendine göre özgürlük tanımı çıkar karşımıza veya de
mokrasi aynı şekilde. Biraz laiklikte öyle gördüğüm kadarıyla özellikle Türkiye'de
laiklik kavramı konusunda son derece yanlış olduğunu düşündüğüm birtakım
saptamalar var. Sırayla bunları ele alıp, kısaca tartışmak istiyorum. Bir tanesi şu ;
efendim deniyor. Çağdaş olalım ama laik olmayalım veyahut da az laik alalım.
Yani fabrikamız olsun, kentimiz olsun, uygar olalım, bilimde gelişelim hepsi de
mokrasi olsun ama laik olmayalım. Veyahut da az laik olalım, fazla olmasın bu
laiklik. Böyle birşey olmaz. Çünkü laiklik, çağdaşlaşma dediğimiz genel projenin
veya oluşumun entegre bir parçasıdır. Bir sendromun bir parçasıdır, onu diğer
lerinden ayı ramazsınız. Laiklik; endüstrileşmenin, kapitalistleşmenin, ulusallaş
manın, demokratikleşmenin, bireyselleşmenin, bir parçasıdır. Tarihsel olarak bir
aynı süreç içinde yer almıştır, Aynı toplumsal oluşumun parçasıdır. Siz, bütün bu
dir ki insanlar dindar olabilirler. Önemli olan dini inanışlarını siyasal sistemin par
çası haline getirmek isteyip istemedikleridir. Veya siyasal sistemi dini inançları
na göre düzenlemeye girişip girişmedikleridir. Amerika'da başkan kalkıp, ben
devlet sistemini İncil'e dayandıracağı m dememiştir, benim bildiğim kadarıyla. Ve
ya böyle bir girişimi olmamıştır, siyasal partilerinde olmamıştır. Bu olmadığı sü
rece insanların dini bakımdan güçlü duygulara sahip olmaları o sistemin laik ol
madığı anlam ına gelmemektedir. Bir diğer ileri sürülen laiklikle ilgili görüş: Deni
yor ki din dünyada güçleniyor, bu nedenle laiklik gerilemektedir. Din güçleniyor
mu güçlenmiyor mu bunu saptamak kolay değil. Tam olarak bilemeyeceğim. Bu
konuda da farklı görüşlerin olduğunu zannediyorum. Pek çok ülkede ateistlerin
arttığını söylemek mümkün. Fakat dinin güçlendiğini varsaymak bile dünyada,
bu laikliğin gerilediği anlamına gelmez ki. Benim görebildiğim kadarıyla tam ter
sine dünyadaki örnekler İran gibi bir iki istisnayı saymazsak ki İran zaten Şah dö
neminde de laik bir ülke değildi. Özellikle Batı ülkelerinde laiklik güçlenmektedir.
Şimdi bakın son yirmi otuz sene içinde bütün Katolik ülkeler hepsi değilse bile
tüme yakını aile hukukunu dine dayanmaktan laik hukuk düzenine getirmiştir.
Boşanma yoktu biliyorsunuz Katolik ülkelerde, boşanmayı tanıdılar. Efendim do
ğum kontrol yasaktı. Bir iki tanesinin dışında doğum kontrolü tan ındı . Bütün bun
lar laikliğe doğru bu ülkelerin attığı adı mlardı r, laikliğin bu ülkelerdeki gösterdiği
gelişmelerdir. Daha birkaç sene önce Güney Kıbrıs'ta papazlar gösteri yapıyor
du. Sebep kilisenin aile hukukuna ilişkin yetkileri daraltı lmıştı, bunun için gösteri
yapıyorlardı. Bütün ülkelere baktığımız zaman, en azından dünyada laikliğe doğ
ru bir gelişmenin sürmekte olduğunu görüyoruz. Bu laiklik, dincilik ya da şeriat
çılık çatışması diyebileceğimiz olay aslında bütün dünyada devam etmekte olan
bir olaydır. Sadece Türkiye'de değil. Türkiye'de biraz daha bizim özelliğimiz ne
deniyle sert yaşanıyor olay. Fakat bu çekişme, bu gerileme, bu oluşum dünya
nın her tarafında devam edip getirmekte olan bir oluşumdur. Ve genel olarak top
lumsal ekonomik bir temelden kaynaklandığı nedenleri ayrıca bir sonuca bağla
nıncaya kadar bunun devam edeceğini de sanıyorum, bir noktada duracak geri
dönecek bir oluşum, değildir diye düşünüyorum. Başka bir tartışma; Laiklik, Ke
malist dönemde zorla benimsetilmiştir. O nedenle anti demokratik bir uygulama
olmuştur, iddiası ile sık sık karşılaşırız. Şimdi ben, laikliğin sadece Atatürk döne
minde olduğu kanısında değilim, ondan önce başladığını düşünüyorum. İkincisi,
Atatürk döneminde laikliğin veya Kemalist devrimlerin uygulanması için belirli bir
zorlama olmuştur belki. Atatürk döneminde neden demokrasi olmamıştır diye
sormak bana en azından siyaset bilimi açısından yersiz gözüküyor. Demokrasi
her toplumda, her dönemde her zaman her an uygulanabilecek bir sistem değil-
dir. Demokrasi belirli bir toplumsal gelişmişlik düzeyine uygunluk düzeyini gerek
tiren bir sistemdir. Çocuğun bazı sorumlulukları taşıyabilmek için belirli bir bilinç
düzeyine ulaşması gibi . Laiklik olmasaydı demokrasiyi hiçbir zaman uygulaya
mazdık. Bugün Türkiye'de laiklik uygulanabiliyorsa belirli ölçüler içinde bu Ata
türk devrimleri gerçekleştirildiği içindir. Ve başında da laiklik yer aldığı içindir. Ba
na dünyada teokrat olup, aynı zamanda demokratik olup bir tek ülke göstere
mezsiniz, yoktur. Demokratik olan ülkelerin hepsi laikliği uygulamış olan ülkeler
dir. Onun için laiklik uygulamasını, anti demokratik bir uygulama olarak göster
mek aslında olay saptırmaktan b�şka bir şey değildir Bir diğer yanl ış saptar1ıa
veya görüş, devlet laik olur, bir şeycik olmaz diyorlar. Yanlış anı msamıyorsam
bunu ilk söyleyen rahmetli Turgut Özal olmuştu. Hacca gitmişti, orada öyle de
mişti. Hacı elbiseleri içinde, ben laik değilim, bireyler olmaz devlet olur demişti.
Tabii bu da saçma bir şey. Bir devlet sistemine ilişkin bir düşüncenin varlığı, in
sanların o düşünceyi taşımayacağı anlamına gelmez ki . Aynı mantığa göre bir
demokrasi olur ama insanlar olmaz. Bir devlet komünist olur ama insanlar olmaz
gibi saptamalar yapmak lazım ama abes bir şey bu. Devlet tabii ki laik olur. La
iklik devlete ilişkin bir şeydir, insanlar laik olur veya teküler olurlar. Yani dünya
görüşlerinde dini dogmalardan kurtulmuş olabilirler. Veya bir devlet düzeninin la
ik olması gerektiğine inanıyor olabilirler. Laik insan dediğimiz zaman anlaşılma
sı gereken budur. Onun için insanlar laik olmaz gibi bir şey otomatik olarak he
pimiz şeriatçı olacağız demektir ki böylece abes bir şey olmaz tabii, anlamsız bir
şey. Bir diğer sık sık karşılaştığ ımız öneri ya da saptama laiklikle ilgili; efendim
deniyor laiklik Batı H ıristiyanlığına özgü bir uygulamadır. İslamlıkta laiklik ola
maz. Neden böyle deniyor, birkaç tane önerileri var bunu söyleyenlerin, bunlar
dan bir tanesi şu: İşte ünlü Hz. İsa'nın İncil'in hepsinde yer alan sözü vardır. Tan
rı 'ya ait olanı Tanrı 'ya veriniz, İsa'ya ait olan ı İsa'ya veriniz. Şimdi bu Hıristiyan
lıkta bir şeyin devlet ayrımını din ayrımını öngörmektedir deniyor. İslamlıkta böy
le bir ayrım öngörülmemiştir. Tabii İncili okuyanlar hemen bunun farkına varı rlar.
Aslında İsa, dinle devlet işlerini ayırmak için söylememiştir bu sözü. İşte o katı ,
dogmatik Musevilerin oyununa düşmemek için az vergi verelim mi demişlerdir
Roma'ya. Verin dese bir türlü Romayı destekliyor gibi olacak. Vermeyin dese
Roma valisi tarafından idam edilmesi tehlikesiyle karşılaşacak. Bu açmazdan
kurtulmak için İsa'nın söylediği bir söz bu yoksa, dinle devlet, işlerini ayırmak için
söylememiştir. Nitekim daha sonra Roma'da, Bizans'ta ve Avrupa'da dinle dev
letin bütünleştiği görülmüştür ortaçağda. Din devlete tamamıyla egemen olmuş
tur. Teokratik bakımdan böyle bir ayrım olsaydı herhalde din devleti egemen ol
mazdı . Onun için bu söze dayanarak bu Hıristiyanl ığa özgüdür demek abes.
İkincisi, H ı ristiyanlıkta deniyor, dinle kiliseyle daha doğrusu devletin kurumsal bir
ayrımı var. Kilise vard ır, ruhban sınıfı vardır. Onun için ayırmak mümkündür. İs
lamlıkta kurum olarak din ayrı bir kurum değildir, ruhban sınıfı yoktur, kilise gibi
hiyerarşik bir örgütlenmesi yoktur, o zaman dinle devleti nasıl ayı racağız. Şimdi
tabii burada şunu söylemek lazım, her şeyden önce laikliğin başlangıcı veya se
külarizmin başlangıcı zaten dinle devletin ayrılmasını tartışmasından çok daha
öncedir. Onu da söylemek lazım. Batı dünyasında laiklik, sadece reform da de
ğil Rönesansta da başlam ıştır yani kültürde başlam ıştır. Hümanizmayla başla
mıştı r. Mesele sadece dinle devlet işlerinin ayrılması değil, mesele toplum�al ya
şamı , kültürel yaşam ı dinin mistiğinden, büyüsünden, doğmasından kurtarabil
mesidir. Yani aydınlanma çağı dediğimiz olaydı r. Onun için meseleyi sadece din
ve devlet ayrılması değil, meseleyi bütün toplumsal yaşam ı n dünyevileşmesi,
sekülerleşmesi olarak algılayıp onaylamak gereklidir. Bir kere, işi sadece bir ay
rımmış gibi görmemek ve anlamamak lazım. İ kincisi, İ slamda gerçi ruhb_?n sını
fı yoktur en azından, Sünnilikte ruhban sınıfı yoktur, bir kilise gibi oluşum yoktur,
ama olmaya başladı. Onu da görmek laz ı m , işte imam hatip uygulamaları vs'le
riyle bir ruhban sınıfı zorla yarattık. Sünni olarak yarattık. Ve İslamda hiyerarşik
bir yapı yoktur, ama demin arkadaşımızın da söylediği gibi ona çok benzeyen ya
ni hiyerarşik yapısı olan tarikatlar, Ortaçağ'da çıktı. Başında bir lideri olan, mürit
leri olan tarikatlar ortaya çıktı, yani İslamlığı H ı ristiyanlaştırdık; Bir bakıma yapı
sal olarak H ı ristiyanlaştırdık. Onu da unutmamak lazım. Onun için bu tür argü
manlar aslında bana çok geçerli argümanlar gibi gözükmüyor. Ve bir de bütün bu
argümanlara karşı şunu söylememe izin verin, mesele bir laiklik Hıristiyanlık me
selesi de değildir. Laiklik bir endüstriyel toplum meselesidir. Yani laiklik Batı ül
kelerinde H ı ristiyan dini olduğu için ortaya çıkmamıştır. Laiklik, Batı ülkeleri en
düstrileştiği için endüstirileşmeyle, kapitalistleşmeyle gelen kültür nedeniyle laik
lik ortaya çıkmıştır. Biz Türkiye'de laikliği uygulayacaksak veya laiklik diğer ülke
lerde uygulanacaksa endüstrileşmeyle ve kapitalistleşmeyle birlikte ortaya çıkan
siyasal zorunluluklar nedeniyle uygulanacaktır. Türkiye, Müslüman olduğu için
veya batı , Hıristiyan olduğu için değil. Mesele din meselesi değil, ekonomik ya
pı meselesidir. Onu da burada eklemek lazım. Yani mesele ancak H ıristiyan top
lumlarda olur diyenler, o bakımdan, öz olarak, temel olarak yanlış bir şey söylü
yorlar, laikliğin gerekçesi, doğuş nedeni açısından yan ı lıyorlar. Bir başka süreç
te, son 70 yıldır laiklik diye başlıyorlar, Kemalizm'den başlatmak laikliği o da yan
lış. Laiklik Kemalizm'den önce başlamış bir süreçtir. Laiklik, Türkiye'nin son iki
yüzyıldır Tanzimatla beraber, i l . Mahmut'la beraber başlayan Batılı laşma serü
veninin veyahut modenleşme serüveninin ayrılmaz bir parçasıdır. Batı'dan oku-
rıca dini dogmaların , kültüre egemen olduğu bir yerde laikliğin de mümkün oldu
ğunu sanmıyorum. Ben ayrıca laikliğin bu kılı kla, kıyafetle, baş örtüsüyle vs bir
arada ele alınmasını, bağlantılı görülmesini yanlış görüyorum . Bunu kendinin la
ik olduğunu düşünüyorum. Dinci olduğunu söyleyenler de yaptığı zaman yanlış
olduğunu düşünüyorum. Bir görünüş meselesi değil laiklik, bir düşünce mesele
si. Bir dünya görüşü. Bir olaylara bakış tarzı, o bakımdan bunun kılık kıyafetle,
baş örtüyle, çarşafla ve mayoyla her neyse bağlantılı olarak tartışmak olumlu ôl
sun olmasın bana yanlış gibi geliyor. Bir başka görüş, laiklikle ilgili yanlış oldu
ğunu düşündüğüm görüş. Laikliği kaldıralım yerine hoşgörüyü koyalı m deniyor.
Birkaç nedenle ben buna karşıyım. Hoşgörü iyi bir şeydir, fakat devlet yönetimi
nin dini dogmalardan arındırılması işini hoşgörüyle nasıl sağlayacağız. Yani onu
içermiyor hoşgörü. Laikliğin asıl meselesi olan devlet yönetiminin dini dogmalar
dan ayrılması meselesini hoşgörü şöyle veya böyle çözmüyor. Hoşgörü konu
sunda ikinci olarak kuşkularım ; hoşgörü kavramı kendi içinde eşitsizliği içermek
tedir. Hoşgörü aslında sanıldığı kadar hoş bir kavram olmayabilir. Nedir hoşgö
rü? Ben daha güçlüyüm, daha üstünüm, seni hoş göreceğim. Ben devletim seni
hoş göreceğim. Ben Sünniyim, Alevileri hoşgöreceğim. Ben Kürtüm, Türkü hoş
göreceğim. hoş görünün anlamı bu. Birimiz üstünüz, öbürüne tolerans, müsama
ha, hoşgörü: Sana şu kadar sınırları içinde yaşamana izin veriyorum . Burada bir
yanlışlık var. hoşgörü kavramı kendi içinde yanlış bir kavram. Hoşgörü değil eşit
likten, insan olarak hepimizin eşit koşullarda yaşamasından söz etmeliyiz. Hoş
görüc 3 üstün olanı n altta olana verdiği bir çek vardır, bir müslümaha vardır, bir
kabul etme vardır, bu her zaman geri alı nabilir. Hoşgörüde verdiğini güçlü kabul
etmP. vardır ama bu her zaman geri alınabilir. Hoşgörüde verdiğini güçlü olan her
zaman geri alabilir. O bakımdan hoşgörü kavramı bana yeterli gözükmüyor. Biz
ce de hoşgörü tanı mlanması zor bir kavram. Bana göre hoşgörü, size göre hoş
görü olmayabilir. Ben hoşgörülü davrandığımı sanabilirim. Oysa çok katı davran
maktayı mdır. O çok oluyor, ben çocuğuma hoşgörülü davrandığımı sanıyorum,
bakıyorum çocuğum şikAyet ediyor ki haklı. Meğerse katı davranmışım. Pisiko
lojik bir olay çünkü bu . Kendimizi başkalarının bizi gördüğünden farklı görüyor.
O bakımdan hoşgörüye dayanan bir düzenleme temelde yanlış bir düzenleme.
İslamda hoşgörü vard ır deniyor, örneğin, İslam hoşgörülü bir dindir. Nasıl hoşgö
rülü bir din oluyor. Bu bize Sivas katliamını yaşatıyor. Kahramanmaraş katliamı
nı yaşatıyor. Salman Rüşdi olayını yaşatıyor. Ve dinle ilgili bir yazı yazsam, erte
si gün on tane faks alıyorum, beni tehdit eden. Hani ya hoşgörülüydük. Onun için
bu kadar muğlak bir kavramla hareket etmek bana yanlış gibi gözüküyor. Son
olarak sözlerimi şöyle kapatmak istiyorum. Geleceğe bakarak, efendim laiklik or-
tadan kalkacaktır, yok olacaktır, din sitemi onun yerini alacaktır sözlerini sık sık
işitiyoruz. Ben tam tersini düşünüyorum. Dünyada laiklik gelişecektir ve evrensel
bir sistem olacaktır diye düşünüyorum. Bunun iki temele dayandırıyorum; birin
cisi globalleşme dediğimiz olay, dünyanın bir ekonomik bütünleşme içine girme
si, ancak laiklikle mümkün olacaktır. Dünya çünkü ulusun bir siyasal sistem ol
duğu zaman muhtaç, laikliğe muhtaç olması gibi , dünya da bir tek ekonomik sis
temin altına girecek olursa ancak dini farklılıkları hazmedebilmiş, dini meseleler
siyasal mesele haline getirmemiş bir dünya globalleşebilir. Ekonomik bakımdan,
ekonomik çıkarların bütün dünyaya egemen olduğu bir ortam , ancak laik bir or
tam olabilir. Dünyanın yarısı İ ran gibi , Afganistan gibi Libya gibi olacak olursa bu
dünyada ekonomik bakımdan bir bütünleşme, bir globalleşme mümkün değil. O
bakımdan globalleşme eğilimi, kendi içinde laikliği getirecektir. İkinci bir neden
hepimizin izlediği bir demokratikleşmenin evrenselleşmesi eğilimi var. 1 975'ten
bu yana otuzun üzerinde devlet, demokrasiyi seçtiğini ifade etmiştir. Demokrasi
eğilimi sürdüğü ve güçlendiği takdirde ki muhtemelen öyle olacaktır, en azından
şu anda öyle gözüküyor. Bu laikleşmeden mümkün değildir. Teokratik bir yöne
tim , demokratik yönetim olmayacağına göre. Teşekkür ederim.
Tahir Hatıpoğlu
Oturum Başkanı
Hocam, çok teşekkür ederim. Tam zamanında bitirdiniz. Şimdi efendim, ilk
konuşmacımız Türkan Saylan'ın bildirisini bir arkadaşımız sunacak. Buyurun.
Köktendlnclllk ve Tıp
Özellikle halk sağlığı konusunda çalışanlar, aydın din adamlarından her za
man yararlanabilir, işbirliği yapabilirler, yüzlerce yıldır, pek çok salgın hastalığın
misyonerlerce iyileştirildiği bir gerçektir. Kendini kabul ettirmeye ve yaşatmaya
kararlı dinlerin mensupları, her gün normal giysi ve yaşantılarıyla, doktor, hem
şire ve sağl ıkçı olarak hizmetlerini yine din adına sürdürmektedirler.
İlkel toplumların büyücüleri, insanların, hastalıkların kötülere gökten ceza ola
rak gönderilişine inanmaları, böylece onlara işkence etmeye, dışlamaya hak ka
zanmaları herkesçe bilinir.
Gerild C. Goeringer . . .
Tahir Hatlpoğlu
Oturum Başkanı
Efendim, biz de teşekkür ediyoruz. Sayın Saylan'ın dediği gibi tıp alan ında da
çok yoğun bir propaganda başladı. Türkiye'de ne yazık ki bazı tıp kitaplarını açı
yorsunuz tam orta sayfasında Kuran'dan ayetler. Örneğin geçtiği miz günlerde
Tıp Emburyolojisi diye bir kitabı açtık. 1 56. sayfada, Ankara tıptan profesör ho
camız. Yine böyle bir olay Erzurum'da yaşandı. Yani bu salg ın haline geldi. Bu
vesileyle de şunu anlatmak istiyorum. Geçtiğimiz günlerde Van Tıp Fakülte
si'nden bir arkadaş geldi. Ben iki gün önce Van'a gitmiştim. Halkla konuşurken,
bize yakınmışlard ı. Buraya tıp fakültesi açıldı, fakat kadın hastalar, kadın doktor
lar erkek hastalara bakmıyorlar. Vatandaş da adını duymuş, kendisine onun bak
masını istiyor. Yani halk fakülteden yakınmıştır. Bu dediğim olay, on gün önce
oluyor, bu arkadaş gelince vaziyetin nasıl olduğunu sordum. İ ki yıl önce ben git
tim dedi, Gülhane'den ayrılıp giden bir doçent arkadaşımız. Daha kötüsü var de
di. Bu türbanlı doktor hanımlar, donun üzerinden iğne yapıyorlar dedi. Olay abar
tısız böyle. Ben dedi anabilim dalına atandım, vard ım dedi iki tane türbanlı asis
tan hanıma elimi uzattım hoş geldin hocam dediler, elim havada kaldı dedi. Bu
Van Tıp Fakültesinde yaşanan başka olaylar da var, O tür bir iğne yapmak, bi
limsel açıdan çok yanlış ama öyle yapıyorlarmış. D� iler ki YÖ K çok uğraşıyor,
bunu kaldırmak için.
Şimdi konuşmalar bitti. Biz yarım saat sonra başladık, oturuma. On-beş yirmi
dakika en fazla soru sormak, kısa açıklama rica ediyorum. Söz almak isteyen
lerden ricam , kısa olması konuşmaları n. Buyurun . . .
Kaya Güvenç
Konunun ekonomik yanıyla ilgili bir iki noktaya değinmek istiyorum . Şimdi
Türkiye'de ve dünyada köktendinciliğin bir ekonomik hedefi var. Bir çıkar grubu
ekonomi üzerine örgütleniyor. Bunun Türkiye'de ve dünyada örnekleri çok açık.
Belki ayrıntılı olarak bilmiyoruz, genel olarak bir değerlendirme yapabiliyoruz.
Türkiye'de ve dünyada köktendinciliğin bu nedenle basit bir hareket olmadığı,
doğrudan doğruya siyasal iktidarı hedefleyen ve siyasal iktidar olmak amacı gü
den bir hareket olduğunu biliyoruz. Bu anlamda köktendinciliğe karşı mücadele
Türkiye de tahmin ediyorum en önemli ve acil boyutu, siyasal iktidar olayı, yani
bugün köktendinciliğin belli ölçülerde savunan bu i ktidarı mutlaka ve mutlaka de
mokratik yollardan uzaklaştırılması öncelikli ve kısa vadeli bir gerek olarak orta
da.
Tahir Hatlpoğlu
Oturum Başkam
Biz teşekkür ediyoruz. Başka efendim . Lütfü Doğan hocam buyurun.
Lütfü Doğan
Konuşulanları çok dikkatle dinledim. Bazı örneklere katılmıyorum. Çünkü, İs
lam ile Müslümanlar arasında fark var. Köktendincilik, konusunu ben Hıristiyan
lıkta olduğu gibi kabul etmiyorum . Çünkü İncil'de birtakım uygar dışı şeyler var.
Ama bizim kökümüzde ilme saygı var ve şimdi ilimlerin arasındaki ayrım var.
Kökümüzde Ruhbanlık yok. Ondan ötürü Anadolu hareketinde Mustafa Ke
mal'in çevresindeki kişiler belki şimdiki manada köktendincilik o manada görü
lebilir, asıl saadete dönme, asıl saadete yönelme fikri var. 1 9. asırda Mısır'da
başlayan akı lcılık akı mının başlangıcı sayabiliriz. Bunu yapmak istediler. Bun
lara selefi diyoruz. Yalnız selefiler toplumsal yere göre değişir. Çöldeki anlayan
lar başka. Mısır'daki bu hareket devam ederek Türkiye'de İsmail Hakkı İzmir
li'nin, Mehmet Akif'in Hindistan'daki ikbali yeniden düşünme, bir bakıma sadrı
İslama dönme diye düşündükleri, yeniden bütün değerleri akılcı biçimde, uygar
biçimde ele alma hareketi ki Efganide, Aftıda görüyoruz. Anadolu'da İzmirli de
var. Akif de var. Son dönemde Hamdi Akseki vs uzatmak istemiyorum . Şimdi
soru m : demokrasi yürüyecek, (en geniş anlamda artık Türk halkı bunun çok iyi
biliyor) hem de sizin gösterdiğiniz örnekleri sayın Saylan'nın gösterdiği örnek
leri nasıl telafi edeceğiz. Ne yapacağız. i stediğimiz amaca gitmek için hem de
mokrasiyi yaşatacağız, hem insanın inanç özgürlüğünü ayakta tutacağız. Her
kes istediği gibi konuşacak, istediği gibi yönelecek, kişi özgür olarak. Bütün ku-
rumlar kişinin toplumda özgür yaşamını bağ ı msız halini girişimciliğini, bir şey
yapmasını sağlayacak. Dikkat ettim sürekli örnekler gösterdiniz. Sayın Türker
beyefendi de buyurdu örnekler verdi. Bu örnekleri nasıl çözeceğiz. Ne yapal ım ,
nasıl çözelim benim öğrenmek istediğim bu.
Tahir Hatipoğlu
Oturum Başkanı
Teşekkür ederim hocam. Buyurun.
Turgut Burakrels
Sayın Doğan'a teşekkür ediyorum. Benim soracağı m soruya başlangıç yap
tı . Demokrasinin sadece kanunlar tümü olduğunu biliyorum, inanıyorum. Başka
türlü bir demokrasi bilmiyorum. Bütün dünyada böyle olmuştur. Tarihte, her ce
miyetin birtakım kuralları vardır. Dini kurallar yahut demokratik kurallar. Türkiye
Cumhuriyeti hükümeti geçen hafta bir Bakanlar Kurulu kararıyla 1 8 maddelik ir
ticaya karşı bir karar çıkardı. Bakanlar çalışıyor. Bu sorum sayın Faik Bulut'a.
Bunun altıncı maddesi mevcudiyetteki 677 sayılı yasa ile men edilmiş tarikatla
rın ve bu kanunda belirtilen tüm unsurların faaliyetlerine son verilmeli� toplumun
demokratik siyasi ve sosyal hukuk düzeninin zedelenmesi önlenmelidir. Tam me
tin. Nasıl uygulanır. Uygulanmadan sonra ve tesirleri olabilir Türkiye milletinde.
Tahip Hatlpoğlu
Oturum Başkanı
Teşekkür ederiz. Buyurun efendim.
Osman Ertem
Efendim, Erzurumlu İ brahim Hakkı efendinin Marifetnamesi, Saidi Nursi'nin
Risale-i Nuru. Aynı tarihlerde 1 7, 1 8'inci yüzyılda canlı doku araştı rması yapılı
yor Avrupa'da, dünyanı n yapısı inceleniyor, doğal yasalar, güneş sistemi, yer çe
kimi, ısının etkisi, güneş enerjisi gibi araştırmalar yapılıyor. Biz Kısası Enbiyayla
uğraşıyoruz, o tarihlerde mide kanaması, kireçlenme, beyin hastalıklarıyla ilgili
insanlarımız kalkıp Eyüp Sultana gidiyorlar. Şimdi çok iyi niyetle Anadolu'da ye
tişmiş, din kültürü almış, bir genç olarak 1 997 yılında İslamlıkla bilinçli olarak ta
nışmaya başladım. Bu koşulları göze alırsanız benim önyargılı olarak İ slamlığa
Tahir Hatipoğlu
Oturum Başkam
Ben teşekkür ediyorum. Buyurun
Demet Işık
Benim sorum Türker Alkan'a olacak. Kendileri, laikliğin ve demokratikleşme
nin globalleşmenin getirdiği hızlarla ivmelerle daha güçleneceğini söylediler.
Şimdi, globalleşmenin istediği insan kendi bilgi sermayesine dayalı bilgi öğrete
bilen, üretilmiş bilgiyi kullanabilen, teknoloji üretebilen, üremiş teknolojiyi kulla
nabilen insan. Globalleşmenin istediği insan karşılığında istediği insan topluluğu,
yani şirket, yani ulusların içerisinde, yani ulusların dışında birtakım bağlamlarla
meydana getirilmiş birbirine bilgi eşitliği kültür eşitliği ve teknoloji eşitliği içerisin
deki ulusların, aşan kişiler veya şirketler veyahut benzeşmelerle bölgesel insan
toplulukları. Şimdi bunu bir tarifi var. Bunların sermayesi bilgi, bunlara dayanıyor.
Şimdi bizde iki türlü insan yetişiyor. Birisi gerçekten çağdaş, çok iyi dil bilen, bil-
Tahir Hatlpoğlu
Oturum Başkanı
Teşekkür ederim.
Faik Akçay
Şimdi efendim, özellikle sayın Faik Bulut'a bir soru yönelteceğim. Tarikatların
ortaya çıkışı, dinin gerçek yaşama yanıt veremeyişinin bir sonucu mudur? Eğer
böyle ise bu Batı'daki -dün bu soruyu yönelttim kendimi tatmi n edecek bir yanıt
alamadım- Rönesansın yaşanmasındaki temelindeki etken sanıyorum, dinden
mantıklı yola geçilmesiyle olanaklı olmuş. Yani dinin etkisinden toplumlar kurta
rılmış. Bunun da bir tarihsel süreci yaşanmış Batı'da. Şimdi Türkiye'de bu bağ
lamda ne yapılabilir. Bunu öğrenmek istiyorum. Özellikle bilgi aşamasına geçilen
bir dünyada bu dinin birtakım ayrıntılarının; yani tarikatlarının, mezheplerinin bir
takım açmazlarıyla uğraşma yerine dinin gerçek yaşama yanıt veremediğini or
taya koymakla yani köküne dönmekle bu gerçek yaşama yanıt veremediğini or
taya koymakla yani köküne dönmekle bu işi çözebilir miyiz, çözemez miyiz bu
nu öğrenmek istiyorum. Teşekkür ederim.
Tahir Hatipoğlu
Oturum Başkam
Teşekkür ederim. Buyurun.
Cüneyt Örkmez
Ben, dün ve bugün konferansları izliyorum, takip ediyorum ve gördüğüm şu ;
genelde fundamentalizme siyasi yönden yaklaşılıyor ve daha çok Türkiye'deki
durum ön planda tutuluyor. Bugün burada bu soruları incelediğimiz zaman din
lediğimde dikkatimi çeken bir şey oldu. Genel soruların içeriği bence biraz da ko
nunun sosyolojik olarak incelenmesinin gerekliliğini ortaya çı karıyor. Bu benim
düşüncem. 1 994 yılında Alman Kültür Merkezi'nde düzenlenen bir köktendincilik
ve çoğulculuk isimli sempozyum programı vardı. Ben o programı biraz izlemiş
tim. Ve o konuda bildiriler de yayımlanmıştı. Orada özellikle sorunlar ve konular
sosyolojik açıdan irdelenmişti. Ben buradaki sorulan sorularla bir yerde bir şey
lerin açıklanması gerektiğini düşündüğüm için bir şeyler söylemek istiyorum.
Thomas Mayer diye sosyolojik araştırma yapan bir kişinin tespiti var burada; di
yor ki; her kim modern kültürün açık ortamında kendi yönelimi doğrultusunda ye
rini alıp, davranışını düzenlemezse modernist kültürün sunduğu özgürlüğü ko
laylıkla bir korku ve tehdit unsuru olarak algılayabilir. Yani bugünki köktendincili
ğin Türkiye'deki gelişmesinin karşı duyduğu tepkidir. Biraz ewelki konuşmalar
dan da ortaya çıkıyor ki daha çok çağdaşlaşmaya karşı bir hareket. Yani çağdaş
laşmaya ayak uyduramayan bir yerde dogmatik fikirlerle daha çok kolay alg ıla
nabilecek fikirlerle, fikirlerin etrafında örgütlenerek bir şeyler yapılmaya çalışılı
yor. Benim burada bir sorum olacak. Çoğulcu demokrasi diyoruz, çoğulcu de
mokrasi belki modernleşmenin sürecinde ortaya çıkan bir kavram içerisinde fun
damentalizme karşı nasıl mücadele edilir. Yani hoşgörüyü de kabul etmiyoruz.
Biraz ewelki fikirlerde o ortaya çıktı. Öyleyse hoşgörü olmayacak, demokrasi
içinde fikirle mücadele ettiğin zaman onları kitlelere ulaştı ramayacağız. Öyleyse
1 923"teki gibi bir devrimler süreci mi yaşamamız gerekecek yani tepeden inme
dayatmalarla mı biz köktendincilikle mücadele etmek zorunda mı kalacağız. Te
şekkür ederim .
Tahir Hatipoğlu
Oturum Başkam
Teşekkür ederim. Buyurun.
Tltsa
Ben Almanım. Prof. Saylan , din ve demokrasi arasındaki bağlantıyı verirken,
laikliğin tanımını vermiştiniz. Laikliğin kısa bir tarih tanımını yapmak istiyorum.
Fransız devriminden geliyor ve yurttaşların ve devletin birbirine verdiği kontrat
uyarınca ve her yurttaşı n dinsel anlamda baskı ve emir altında olmamasını sağ
lıyor. Bu talimatları bireylere öneriyor, takip edilmesini önlemek için uyarıyor.
Çünkü maddeler dinde kullanılan terimlerdir. Bu yüzden din ve devlet ile laiklik
ve ayrışma arasındaki ilişki çok önemlidir. Bazı insanlar 1 500 yıl sürebilecek din
ler kuruyor. Eğer dikkat ederseniz Fransız devrimi sadece 2 yüzyıllık. Bu yüzden
yazılması çok önemli, gerekli. Avrupa ülkelerinde yükselen laiklik son dönemde
düşüyor. Biz de fundamentalistlerin örgütlenmesi gibi örgütlenmek zorundayız.
Teşekkür ederim.
Tahir Hatlpoğlu
Oturum Başkam
Teşekkür ederim. Buyurun Atilla bey.
Atilla Aşut
Ben Sayın Türker Alkan'ın konuşmasından etkilenerek şunu söylemek istiyo
rum . Özellikle medyada son zamanlarda bir moda başladı . Şeriatçı biçimindeki
bu kadı n yürüyüşünden sonra ortaya çıkan bu söylemi yeniliyorlar. Kanımca bu
bir aldatmacadır. Sayın Türkan Alkan, bu ikinci cumhuriyetçilerin ve utangaç an
tilaiklerin argümanlarını bana göre çok sistematik olarak çürüttü. Ancak benim
burada asıl dikkat etmek istediğim nokta şudur. Bizim açık şeriatçılarla mücade
lemiz son derece kolaydır. Beni asıl kaygılandı ran konu başkadır. Bizim medya
da kendilerine çağdaş bir görüntü veren birçok arkadaşımız, geçmişleriyle solla
bağlantılı oldukları için kitleler üzerinde kafa karıştırıcı bir rol oynamaktadı r. Ben
size somut örneğini de vereceğim. Geçenlerde, bir televizyonda, açık oturum
vardı , kadın yürüyüşünden sonra. Burada birçok geçmişte sol ve hatta CH P'de
üst düzeyde yöneticilik, yapmış, parlamenterlik yapmış ve Türkiye İ şçi Partisi kö
kenli olan bu milletvekili, orada Nevzat Yalçıntaş hocamın televizyonda anlattık
ları nın tam tersi doğrultusundaki bir karikatür, laisizm anlayışına kafa sallad ı .
Onay verdi. N e dedi Yalçıntaş: Efendim milletin dini olursa devletin dini olmaz.
Devletin dini vardır, o milletin dinidir. İ şte laisizm sadece vicdani inançları kapsa
maz kamu alanını da kapsar bu son derece doğaldır. Çünkü sosyal bir olgudur
dedi. Efendim laisizm şudur, budur. Hocamın anlattıklarının tersini söyledi. Ve bu
rada örneğin bir Birikim gibi sol kesimde ekol olmuş derginin yayın yönetmeni
kendisini ben orada ateistim diye takdim ettiği halde bütün bu söylenenlere karşı
çıkmadı. Ve Nevzat Yalçıntaş aman ne güzel söylediniz Ö mer beyfendi, ne güzel
isabet buyurdunuz, inşallah sizi de yakında Müslüman olarak göreceğiz. Sizin için
de dua edelim diye bitirdi. Bu utanç verici bir şeydir. Bir başka örnek daha. Müj
dat Gezen bilirsiniz. Kendisi demokrat ilerici bir insan olarak tanınır. Bir televizyon
programında devlet laik olur, insanlar laik olmaz biçimindeki savsataya olur verdi
ve bunu kendi ağzından ifade etti. Ve düşünebiliyor musunuz bu arkadaşı seven,
onun yazılarının okuyan, onu ilerici bir insan olarak bilen insanların kafalarında bu
söylemle nasıl karışıklık yarattığını ve bir sürü insanı n nasıl duraksama geçirdiği
ni takdir edersiniz. Hocam ben şunu demek istiyorum. Biz yazıyoruz, çiziyoruz,
söylüyoruz. Dikkatimizi herhalde daha çok bu kesimlere yöneltmek zorundayız.
Bu ideolojik mücadeleyi yükseltmemiz, bu savsatalara bilgiyle karşı çıkmamız ge
rekir. Ben burada dün küçük bir uyarıda bulundum. Bu genel bir uyarıdır. Yani sa
dece demagojiyle değil ajitasyonla değil, gerçekten açıklayıcı, doğrucu, zengin
leştirici, geliştirici, bilgi birikimine dayalı bir ideolojik mücadeleyi daha dikkatli ve
yükselterek sürdürmemiz gerektiğini düşünüyorum. Teşekkür ederim.
Tahir Hatlpoğlu
Oturum Başkam
Teşekkür ederim. Efendim, şimdi yanıtlara gelelim. Özür diliyorum sizlerden,
önümüzdeki toplantının vaktini aldık. Zaten biz de geç başladık. Sayın Faik Bu
lut buyurun.
Faik Bulut
Efendim ben sayın D!Jğan hocamıza yanıt olarak şunu belirteyim. İ slam'da
köktendinciliğin bağı var. Bütün Araplar bunu kullanır. Ya da selefiye, fakat sele
fiye iki tarafta anlaşılıyor biliyorsunuz. Onun için bir bağı var. Tarihini de ileriye
götürüyor, İ slam ve köktendincilik eskilere, 1 300'1ü yıllara kadar gidiyor. Afgani
nin getirdiği ekol, Said-i Nursi'de bitti.
Modernite ile İslam modernizmini dışlamak ona eş değildir. Hatta bazı bakım-
larda şOra mura geleneği ile ondan daha üstündür denilen şey Seyit Kutup'la bit
ti. Yani 60'1ardan sonra hayır modernite o döneme kadar Müslümanlar moderniz
mi yakalamak için canla başla çarpışıyorlar. Hayır 60'tan sonra özellikle Seyit
Kutup'un teorize ettiği, Müslüman Kardeşler liderlerinden biridir, hapiste vefat et
miştir- modernite kötüdür, İ slam bu modernitenin kötülüklerinden bir alternatiftir
diye bugün çıkan önümüzdeki şey bu, şimdi bunu bir tarafa bırakıyorum. Efen
dim bana yöneltilen sorunun özü şu. Bir defa Türkiye'deki sermaye gruplarının
ben naçizane bugün çıktı Tarikat Sermayesinin Yükselişi adlı kitap bütün bilan
çosunu verdim. Mesela sırf tarikatların iki yüz trilyona yakın parası var, gördü
ğüm kadarıyla. Türkiyede 1 04 tarikat, zaviye var. Bin kadar dini oluşum var. Bu
nun yarısı aşağ ı yukarı şiddete değilse bile radikalizme çok meyal, sekiz onu ise
bugün fiilen eylemcilik yapan mesela İ BDC gibi. Türkiye'deki aşağı yukarı
5800'den 4500 vakıf dinsel içerikli vakıft ı r. Ve bu 600 gönüllü teşekküller vakıf
adı altında birleşti ve bunlar lobi oluşturdular, esas önemli olan şey bu. TBMM'de
95'te geçen kanunları önleyebilecek bir lobi oluşturdular. Yalnız yeşil kuşak pro
jesi bitti bende, çünkü yeşil kuşak projesi bütün Müslümanları ya da dini duygu
ları komünizme karşı yönlendirmeydi. Bence bugün tersi bir şey pasifike kayan
rekabetin ön aşamaları ve ılımlı İ slam, radikal İ slam diye bir ayrım, birisini diğe
rine karşı kullanma, Yeşil Kuşak asl ında onun başlang ıcıydı ve birincilikle bitti.
Tarikatların Türkiye'de haliyle açıkçası MGK kararları dahil, açıkça söylüyorum
bu haliyle tarikat olgusu bitmez. Yani cumhuriyet döneminde de Kemalistler çok
önemli şeyler yaptılar fakat tarikatı kapatmakla, tarikatı n sosyal tabanıyla insan
arası ndaki bağı kopartamıyorsunuz, hatta tersine daha çok cazip hale eliyor. De
mek ki buna daha ideolojik ve siyasal bakmaktan ziyade ideolojik bakmak gere
kiyor buna inanıyorum. Bu bir, ikincisi Türkiye'de üç problem var. Bunları çözer
sek, sanıyorum tarikatların holdingleşmesinin ve lobileşmesine ve bizi de yön
lendirmesini önleriz. Mesela Fethullah Hoca'ya referans sormadan, Orta Asya
cumhuriyetlerine büyükelçi tayini yapılmıyor. Mesela biz bunu önleriz. Ama nasıl
önleriz. Konu şu ; efendim Türkiye'de bir Kürt meselesi var. Baktım, Stratejik
Araştı rmalar Vakfı'nın 96 sonu araştırmalarına baktım. Türkiye genelinde Kürtler
arasında tarikatlaşma oranı yüzde 1 1 , Türkler arasında yüzde 6. Olayı Güney ve
Güneydoğu bazında aldığınız zaman tarikatlaşma oranı yüzde 36. Şimdi orada
ki Kürt insanların kimli�ini asimile ederseniz, mesela Nurculuk vasıtasıyla asimi
le ederseniz, Fethullahçılık vasıtasıyla asimile ederseniz insanlar oraya gider. İ ki
bu malu m yedi yüz elli bin aile bu son on yılın çatışmaları nedeniyle ortalıkta iş
siz. Beş milyona yakın insan göç ettirilmiş ve buralarda dolaşıyor. Şimdi sosyal
devlet ilkesinden de vazgeçmişseniz, yani sağlık hizmetleri, eğitim hizmetleri bu-
Tahir Hatipoğlu
Oturum Başkam
Teşekkür ederim . Buyurun hocam.
Türker Alkan
Teşekkür ederim. Sayın Çiller'in böyle kadından imam olur diye bir fetva al
dığını ilk defa işitiyorum. Tabii işte, şeriatçılığın tehlikesi burada. Bugün kad ın
dan imam olur diye fetva alırsınız yarın aynı din adamı kalkar, kadından başba
kan olmaz diye fetva verirse ne yapacaksınız. Onun için bu tür işlere girmemek
lazım. Laikliğin de yararı ve üstünlüğü, işte insanı n bu tür dini kurallara değil
mantık ve akla göre hareket etmesini sağlamasıdır. Soruların hepsine yanıt ve-
rebilecek miyim bilmiyorum. Lütfi Doğan hocam ı n sorusunu tam olarak anladıy
sam, biz bu dini nasıl modern toplumun içine oturtacağ ız. Anladığım kadarıyla
bu çerçevede bir endişeyi dile getirdi. Bu hepimizin üzerinde düşünmesi gereken
bir soru tabii . Fakat daha da çok sayın hocam gibi bu işlerden anlayanların her
halde yan ıtını bilebileceği bir şey. Dini olduğu gibi reddetmek teorrik olarak müm
kün ama pratikte böyle bir şeyin mümkün olduğunu sanmıyorum . Dini olduğu gi
bi kabul etmek işte fundamentalizm dediğimiz şey. O da işlemiyor. Yapılacak
olan şey dini, bir sosyal kurum olarak görmek, insan psikolojisi açısından katkı
da bulunacak bir kurum olarak görmek ve onu çağdaş yaşam ı n koşullarıyla bağ
daştırmak. Bağdaştıracak yorumları , girişimleri gerçekleştirmek o da Sayın Lütfi
Doğan hocam bu işin üstadıdır. Bunu bize kendisinin sormasına gerek yoktur, di
ye düşünüyorum. Demet hanımın sorusu vardı globalleşme ile ilgili olarak önce
şunu söyleyeyim, ben demokratikleşme ve globalleşmeden söz ederken, bunlar
globalleşme, demokratikleşme savlıyor demek istedim. Tam tersine globalleş
menin demokratikleşme açısından uzurı dönemde problemler yaratabileceğini
düşünüyorum. Şunu anlatmaya çalıştım. İ ki akım da uzluyorum . Ve her ikisi de
laikleşme açısından olumlu katkıları olabilecek şeyler. Globalleşmenin uzun dö
nemde yaratabileceği etkileri tahmin etmek kolay değil tabii, fakat Türkiye'nin
globalleşmenin bir boyutu örneği Avrupa Topluluğu'nun gelişmesi işte ekonomik
açıdan ve gittikçe ulusal sınırları aşan bir topluluk ortaya çıkıyor. ısrarlı başvuru
.
ları üzerine Avrupa Topluluğu'nda H ıristiyan demokratların çıkı şıyla birlikte ora
da da bir laiklik tartışması yaşanmaya başlad ı . Benim anlatmaya çalıştığ ı m bu.
Globalleşme dediğimiz olay, yani ekonomik sınırların bir dünya çerçevesinde öl
çeğe oturması. i ster istemez bu işten ekonomik çıkarı olan insanları dinler kar
şısı nda eşit veya yansız, daha laik bir tutum almaya sevk edecektir. Yani Avru
pa'da yaşanmaya başlayan laiklik tartışması, Türkiye'nin başvurusu karşısında
bunu gösteriyor bize. Aynı tartışmayı, aynı çerçeveyi dünya ölçeğinde düşüne
cek olursan ız bugün Amerika'da, Çin'de, Japonya'da şurada burada birçok ülke
lerde ekonomik çıkarları var. Bu ekonomik çıkarların ı korumak için, din ayrımcı
lığı yapamaz, yaptığı takdirde ekonomik çıkarları zarar görecektir. Benim anlat
mak istediğim bu. Ortaya çıkmakta olan bu ekonomik sistem yavaş yavaş bir si
yasal sistem halini de alacaktır. Bu ister istemez laikleşme doğrultusunda bir eği
limi güçlendirecektir. Benim anlatmaya çalıştığım buydu. Teşekkür ederim.
Tahir Hatlpoğlu
Oturum Başkanı
Efendim biz de teşekkür ediyoruz. Geciktiğimiz için de özür diliyoruz.
Komite Görevllsl
Dördüncü oturumu yönetmek üzere Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Başkanı
Sayın Nail Güreli'yi çağırıyorum. Konuşmacı larımız Sayın Lütfü Doğan, Sayın
İ smet Zeki Eyüboğlu ve Sayın Zekeriya Beyaz. Buyursunlar efendim.
Nail G Ü RELİ
Türkiye Gazeteci/er Cemiyeti Başkam
Oturum Başkanı
Değerli dinleyenler, Köktendinciliğe Karşı Uluslararası Aydı nlanma Konferan
sı'nın ikinci gününde, dördüncü oturum çalışmasına başlıyoruz. Konuşmacıları
mızdan Sayın Dr. Lütfü Doğan biraz sonra katılacak. Diğer konuşmacı larımızdan
Zekeriya Beyaz katılamadılar. Biz şimdi tek konuşmacıyla başlayacağız.
Şimdi ilk sözü Sayın i smet Eyüboğlu'na veriyorum. "ülkemlzde aşırı dlnclll
ğe karşı direnç odakları" başlıklı konuşmasını sunacak. Buyurun Sayın Eyü
boğlu.
İ smet Z. Eyüboğlu
yan, başkasına göre aşı rı olabilir. Türker hocanın hoşgörü konusunda çocuğu ile
olan değerlendirmesinde belirttiği gibi çocuğuna davranışı ona göre aşırı değil,
ama çocuğuna göre hiç de hoşgörülü olmayabiliyor:
Ö nce şunu söylemek isterim ki 1 923 yılında 1 4 yaşı ndayken Süleymancı-ta
rikat, fırka (parti) denen kuruluşlar yoktur. Kuran bütüncül bir içerik taşır. Bu özel
l iği dolayısıyla, Arapça olarak tüm insanlığa indirilmiş, evrensel nitelik taşıyan bir
tanrı buyruğudur. Arapça olması da peygamberin Arap olması nedeniyledir. Yok
sa kimilerinin ileri sürdükleri, çarpıttıkları gibi "Allah'ça" değildir. Tanrı , kendisine
inansın, inanmasın tüm insanların tanrısıdır. Belli bir topluluğun, belli bir oyma
ğın değil. Bu nedenle gerçek bir Müslüman'ın mezhebi, tarikatı, partisi olmaz.
Kuran'da bir ayet var " İ slamda fırka yasaktır" der.
4- Bugün İ slam ülkelerinde, Kuran'dan kaynaklanmış gibi görülen, gösterilen
yüz yirmi dolayında mezhep, dört yüz dolayında tarikat vardır. İ lk mezhep kuru
cusu Ebu Hanife, peygamberin ölümünden 67 yıl sonra doğmuştur (699-769) .
Ondan sonra Malik (71 2-795) , Şafii (767-820), Hambel (780-855) gelir. Bu dört
kişinin adıyla anılan kuruluşlarda, ibadet-muamelet-ukubet gibi tapım-işlem-ya
pım (cezalandırma) yöntemleri apayrıdır. Bunun örneklerini, İ slam ülkelerinde.
sürdürülen uygulamalarda görmek kolaydır. Söz gelişi Maliki mezhebine göre
köpeğin içtiği suyla abdest alınır. Şafii mezhebinde, abdest almış bir kişi kadın
eteğine değerse, abdest tazeler.
5- Tarikatlara gelince. Bu kuruluşların birkaçı dışında hepsinin kökeni İ ran'dır,
Asya'dır. Tarikatların 1 2. ve 1 3'ncü yüzyıllarda birdenbire çoğaldığı, yayıldığı,
toplumsal etkinlik kazandığı görülür. Bu dönemlerde toplumsal bunalımların, bö
lümlerinin doruğa vardığı biliniyor. Gerçekte tarikatlar, Kuran içeriğine uygun bi
rer kuruluş değildir. Özellikle Yesevilik-Nakşibendilik-Kadirilik-Mevlevilik-Rifailik
gibi kuruluşların Kuran'a değil, Kuran'ın içeriği dışı nda kalanlara, yorumlara da
yandığı çok mu çok açıktır. Ü lkemizde din koşullarına dayalı bir yönetim kurmak
isteyenlerin, çoğunun Nakşibendi olduğu bilinmektedir. Nakşibend� tarikatı ke
sinlikle siyasi bir içerik kazanmıştır. Başlangıcı da doğuşu da budur. Bu tarikat
devlet yönetimini dolaylı olarak ele geçirmek için her türlü kılığa girebilir. Bir yer
de Hanifi bir yerde Nakşi, bir yerde Hambeli görünür, bir yerde Maliki görünür.
Hangi toplumdan çıkmışsa ihtilalci niteliğini bırakmamıştır. Elini kana bulamıştı r.
Güçlü olduğu gün elini kana bulamıştı r. Güçlü olduğu yer Anadolu'dur.
hadis yakılmıştır. Hadis toplayıcıları nın, Nesia dışında, hepsi İ ran'lıdır. Adların
dan belli: Sicistani, Kazvini, Bunari, Müslim. Bu hadisçilerin topladıkları hadisler,
birbiriyle karşılaştırılınca, değişik düşüncelerin, çelişik anlatımların sergilendiği
görülür. Burada örnek vermek istemiyoruz.
Nail G Ü RELİ
Oturum Başkanı
Sayın Eyüboğlu'na teşekkür ediyorum. Efendim , sayın Lütfi Doğan hocamız
gelinceye kadar, dünkü konuşmacılardan esinlenerek izninizle iki üç dakika, bir
kaç konuya değinmek istiyorum . Tabii yine bu konferans amacı çerçevesinde.
Köktendinciliğe karşı aydınlanma yolunda bir çaba harcanıyor, bir mücadele ve
riliyor. Bunun en büyük araçlarından biri de tabii ki kitlelere ulaşmak, bu düşün
ce ve fikirleri ulaştırabilmek. Onun aracı da bugünkü deyimiyle: Medya. İ ki ko
nuşmacımız, medyanın bu tür konferanslara değer vermemesinden yakındı . Ben
Benim mesleğim açısından masanın bir tarafı var. Bir de öbür tarafı var. Ben
de bir sivil toplum örgütü mensubuyum . Her sivil örgüte olduğu gibi biz de hepi
miz siyaset yapıyoruz. Kendi fikrimizi topluma yaymak istiyoruz. Siyasetin yön
temlerini de dikkate alarak. Fakat hepimiz bu çözümü kamuoyuna nasıl duyura
cağız. İ şte medya var. Bunu sadece medyayı eleştirmekle, yeteri kadar yer ver
miyor, gidiyor doktorun taciziyle uğraşıyor, bilimsel bir toplantıyla uğraşmıyor de
memiz hakl ı . Ama bunu gidermenin yollarını da aramamız gerekir diye düşünü
yorum. Ö rneğin bunu duyurmanı n çeşitli yollarını bulmal ıyız. Çok somut olarak,
mesela medya mensupların ı bilgilendirmek, buraya gelse de gelmese de bunla
rı iletmek için bir yöntem uygulamak gerekir. Ö rneğin burada yapılan konuşma
ların çok kısa bir özetini yayın organların ın merkezlerine fakslamak için bir yön
tem bulmalıyız. Bu bir yöntemdir. Bu, zaman zaman bazı holdinglerde uygulanı
yor. Belki o nedenle onların haberleri daha çok çıkıyor. Yani gazetecinin masa
sına gidiyor. Gazetecilik, zamanla yarışan bir sürü olayın peşinden koşulan bir
meslek. Günlük olayların değerlendirilmesine göre halkın ilgisine göre değerlen
dirme yapmak zorunda. Nedeni çok açık bu değerlendirmeyi yaparken, sade
kendi ölçüsüyle yapmıyor. Ö lçüsü ; halkın ilgi duyduğu, var saydığı -doğru veya
yanlış değerlendiriyor- konuları gündeme getiriyor. Ö nceki akşam reyting rekoru
kıran kanalın durumu da meydanda. Gazeteci bunu da dikkate almak zorunda.
Bu nedenle bizlerin, sivil toplu m örgütlerinin düşünerek, medyaya ulaşmak onu
bilgilendirmek, enforme etmek konusunda daha yoğun bir çaba harcamalıyız di
ye düşünüyorum.
Lütfü Doğan
Sayın başkan, sevgili dostlarım , hepinizi sevgiyle selamlıyorum. Türkiye'nin
ve dünyanın hatta bu çağdaki insanların en önemli konularından birisi köktendin
ciliktir. Ben köktendinciliğin en büyük zararı olan alanının, din alanı olduğuna ina
nıyoru m . Çünkü Müslümanlar olarak biz, her ne kadar akl ı mızla inansak da dü
şünerek, inansak da dinin esas alanı insanın gönlüdür, kalbidir. Ve bu çağda, ça
ğın globalleşmesi, yeni gelişmesi, ulaşımın ve iletişimin başka bir yeni dünya
oluşturmasına neden oluyor. Yeni dünyada özellikle oluşan bu katılığın en büyük
Aşırıcılık ve Aşırıcılar
(Gulav ve Gulat)
Köktendinciliğin istenmeyen sonuçlarına neden olan , bence, özel deyimi ile
lan ıp kalmamaktır. Göz göre göre haksızlık, gerçekler hilafına davranmak Müs
lümana yaraşmaz. İslam , hak dindir. Gerçekçidir. Olayları ve nesneleri belgeleri
ile değerlendirir. Benden olma, babamdan gelme, göreneği izleme zorunda de
ğildir. Müslüman aklın, bilincin yoluna uyması Kuran'ın bildirdiğidir. Şöyle buyu
ruluyor: "Onlara, Allah'ın indirdiğine uyun" denilince "Hayır, atalarımızı ya
par bulduğumuz şeye uyarız" derler. Ya ataları bir şey akledemeyen ve doğru
yolda olmayan kimseler idiyseler? (Bakara 1 70) Kuran böyle bağnaz kişileri, bu
tür tutuculuğu kınıyor. Akılsız, bilgisiz yanlış olsalar da uyacaksınız diyor. Müslü
manı'na aklını kullanmadan davranmasını, bilgisiz karanlığın peşinde yürümesi
ni yasaklıyor. Bu konuda gerçekle gerçek olmayan ı, doğruyu, gerekliyi, güzel
yanlıyı araştırmak, olanı gözleyerek, aklın, gerçeklerin izini izlemek öneriliyor.
Uyulması gerekenin ölçüsü, yeni veya eski olmak, benden, babadan olmak de
ğil; akla, bilime uymasıdır. Belgesiz, dayanaksız söz kabul olmaz. Müslümanın
yapacağı işin, Kuran'dan bilgi belgesi ve akıldan, bilimden bir bilgisi muhakkak
vardır. Bunun akıl dışı hurafe ve batıl, boş inançlard ır.
Dinde amacımız sürekli gerçeği izlemektir. Kör bir taklit, kaskatı kuru bir bağ
nazlığın İ slam'la bir ilişkisi, ilintisi yoktur.
İnsan fıtratına, yaradılışına uygun olan İslam, insanı n özünden kopup gelen
sevgi ve hoşgörüye öncelik verir. Farklı bakış açıları, görüş ayrılıkları insan ol
man ı n bir gereğidir. Görüş ayrılıkları, sevgi ve hoşgörünün güzelliğinde rahmet,
iyilik olur.
Kuran'ı Kerim, insanlara bağnazlığı yasakladığı gibi onların sürekli hep en iyi,
en güzel ve sürekli mükemmeli n izinde olmalarına; bunun için herkesin, her gö
rüşü, her yorumu dinlemelerini; ancak onlardan en yararlı , en iyi ve güzel bul
duklarına uymayı önerir. Kuran'ı Kerim'de şöyle buyurulur: "Ey Muhammedi
Dlnleylp de en güzel söze uyan kullarını müjdele." İşte Allah'ın doğru yola
eriştirdiği onlardır. İşte onlar akıl sahipleridir. (Zimer, 1 7)
Bundan ötürü duyduğu sözü ve düşünceyi dinleyerek anlamayı; bilgiyi veren
ve söyleyene karşı, o kim olursa olsun, ona düşmanlık göstermeden herkesten
dinlemek, ancak aklı ile duydukların ı, öğrendiklerini değerlendirerek en iyisini
seçmek, bu Kuran'ın akıl sahibi diye övdüğü ve doğru yolda diye müjdelediği art
tıkça öğrenme, araştı rma isteği artar.
Bilgi; hatta çeşitli bilgi kişinin bilgi açısını genişletir. Sağlıklı düşünmesini sağ
lar.
Kuran'ı Kerim, inançta, dinde ihtilafı yeni çeşitliliği kabul etmiştir.
Frank SHUTTE
Adım Frank Shutte. B yıldır Uluslararası Dinsizler Cemiyeti'nin başkanlığını
yapıyorum. Bu konferansta konuşanların çoğunun Müslüman olmasını olumlu
buluyorum ve gereklidir de. Sanırım dünya yüzeyinde ve konumlar üzerinde de
ğildir. Konuşmanızda peygamberden bahsettiğiniz. Peygamber hoşgörü için iyi
bir insandı r. Bence bu çok iyi bir şey, ama bizim konumuz bu değil. Bu otelin ka
pısından dışarı çıktığınız anda orada peygamber yoktur. İ slam'da azınlığa ait bir
sürü hoşgörüsüz ve fanatik insan vardı r. Onlar dinci teröristlerdir. Bizimle yapa
cakları diyalogda sınırım en iyi hoşgörü, bir bütün olarak imanlısı, dinsizi ve ate
isti ile beraber din ve devlet işlerinin, din ve kilise işlerinin birbirinden ayrılması
için savaşmalıyız. Sanırım burada konuştuklarımızı hepimiz yapabiliriz. Ve bu
hoşgörünün işaretidir. Vaazların ve inançsızlığın değil. Teşekkürler.
Nall GÜRELİ
Oturum Başkam
Teşekkür ederiz. Türkel Minibaş buyurun.
Türkel MİNİBAŞ
Teşekkür ederim. Şimdi öncelikle şunu vurgulamak istiyorum. Tahlillerimizde
genellikle biz -bu toplantıda da aynı şey oldu- kendi aramızda da bir yanlış yapı
yoruz diye düşünüyorum. Köktendincilerin ne kadar köktendinci, kendi söylem
lerine ne kadar uyup uymadıkları hatta bunu biraz avam seviyesine indirirseniz,
işte başlarını bağlayıp aynı zamanda flört ettikleri falan böyle söylemler arasına
sıkışıp kalıyoruz. Bu bizi gerçekten, doğrudan giderek uzaklaştırıyor. Şimdi ka
nımca sorun, kimin, neye, ne kadar uyduğundan ziyade, sabahleyin sayın Faik
Bulut bize anlattığı gibi, bunun nedenlerinin cevabını arasak, kimin adı na yapıl
dığının da cevabını verebilsek. Çünkü kimin adına sorusunun cevabı, tabanını
�
besleyen kanalları da algılamamıza yardımcı olacak.
Bugüne kadar köktendincilerin örgütlenme biçimini tarikatlarda ya da yapmış
oldukları eylemlerin b utunda düşünüyoruz, konuşuyoruz ve bence korkuları
mızı da o boyutta gö eriyoruz. Oysa besleyen kanalları, sermaye açısından
baktığınız zaman, düny nın yeniden düzenlendiği, sosyal-siyasal-ekonomik ola
rak yeni dünya düzeni ın tartışıldığı şu süreçte; Türkiye'de sermayenin bir biçim
değiştirdiği görülüyor. Sabah anlamlı bir soru yöneltmişti Kaya Güvenç, kökten
dinciliğin uluslararası ekonomik kurumlarla ilişkisi nedir dedi. Ben konuşmacılar-
dan tarikatların niye böyle bir dünyada yeniden gündeme geldiğinin sorgulanma
sını bekliyorum. Herkesin nasıl bir din biçimi varsa, inanan inanmayan herkesin
bir ibadet biçimi vardır. Bu ayrı bir tartışma konusu. Buradaki sembolleri tartışa
biliriz, bunları n mesajları nı tartışabiliriz. Ama bunları kendimizi mutlu etmek için
kullanamayız. Kendimize savunma araçları oluşturmak için de kullanamayız.
Eğer bunu yaparsak, çok ufak oyun alanları içine saklanmış oluyoruz. O zaman
da 35 bin kişilik yürüyüşlere, cenaze törenlerine ne kadar katıldığımızla avunu
ruz ve bu bize yeter.
Bence sorun -sabahki yine bir konuşmayı buraya bütünleştirmek istiyorum
Sayın Alkan'ın küreselleşme ile laiklik ve demokrasinin daha güçleneceğini ve
hızlanacağ ını söyledi. Küreselleşmeyle birlikte tarikatlar güçleniyorlarsa, o halde
biz tarikatları niye tartışıyoruz. Bunun cevabını konuşmacılardan özellikle bekli
yorum. Bunu söylerken de şu açıklamayı lütfen yapmama izin verin. Eğer biz kü
reselleşmeyi sadece insanların şu mikrofonlarla konuşması, Bilkent'te oturup
Amerika'daki hocadan ders almak veyahut Japonya'daki borsada hisse senetle
rinin kaça düştüğünü şu anda öğrenmek olarak anlıyorsak, kusura bakmayın ya
nı lıyoruz. O noktada şu var: Biliyorsunuz ta 40'1ardan beri bu olayı yaşıyoruz. Ya
ni kırkların ortasından beri -dün de aynı şeyi söyledim- krizin yükseliş dönemle
rine bakın, aynı süreçlerde dini akımlar yükseldi. Milliyetçilik akımları yükseldi.
Ve o dönemde dünya şunu tartışıyordu. Doğu Batı bütünleşmesi kendine yeni bir
düzen arıyordu, krizden çıkmak için. SO'ların ortasına geldik. sistem tıkandı .
Çünkü karların artış hızı teknolojik gelişmeyi karşılamıyordu. Ve biz bu sefer
başka bir şey tartıştık. Kuzey-Güney diyaloğu. Çünkü yeni pazarları yeni dini
akı mlar. O dönemi hiç yadsıyamazsınız. Ortadoğu'daki savaşları, bölgesel sa
vaşları. 70'1er, Vietnam'ın, Kamboçya'nın gündeme geldiği bir dönemdir. Bugün
SO'lerin, 90'1arın dünyasında, dünya küreselleşmeyi, artık son aşamasını tartışı
yor. Şimdi burada bu tıkan ıklık noktası nda, üretimdeki gerilemeye karşı, serma
yenin kolay hareket edebileceği yeni bir düzenden bahsediyoruz. Ve dikkat edin,
aynı dönemde geldi hepsi gündeme. Özelleştirme, sendikaların modası geçti.
Sosyal sigortalardan, sosyal güvenlik kurumlarından kurtulma ve köktendincilik.
Şimdi bu dönem, köktendinciliğin yoksullukla birlikte en hızlandığı dönemdi. Yok
sul kitlelere sizin bir cevap vermeniz lazım. Ama ben bu kadar açıklamayı baş
ka bir şey için yapıyorum. O da bizim kendi alanımızı genişletmemiz için. Ne za
man ki hızlandıracak biçimler yerine baskı ve şiddet rejimlerinin gündeme geldi
ğini görüyoruz. Ve bütün bunu, dünyada Türkiye'nin konumunda olan ülkeler ya
şıyor.
Türkiye, nüfusunun büyük bir bölümü toplam gelirin küçük bir bölümünü aldı-
t<omiteden Birisi
Sayın dinleyiciler, konferansın beşinci oturumunu açıyorum. Sayın Aslan Ba
şer Kafaoğlu'nun yöneteceği konferansta konuşmacılarımız Françoise Barret
Decrocq, Erol Sever ve Oral Çalışlar. Kendilerini davet ediyorum.
Oral Çalışlar
Gazeteci- Yazar
Türkiye'nin ilginç ve hepimizi endişelere sevk eden bir dönemden geçtiği
koşullardayız. Bu koşullar yarın ı m ızın ne olacağ ını bilmediğimiz ölçüde de
olumsuz bir şekilde sürüp . gidiyor. Bugün gazete manşetlerine baktığı m ız za
man, generallerin Refah-Yol koalisyonuna verdikleri ültimatomlar, onlar bunu
gerçekleştirecekler mi gerçekleştiremeyecekler mi sekiz yıllık eğitim başarıla
bilecek mi başarılamazsa ya da yapılmak istenmezse bu hükümet tarafından
askerler buna karşılık ne yapacaklar, bütün bu soruların hepsinin üzerinde so-
ler var. Mesela Hamidullah'ın kitabında var. Aysbendi'nin birkaç tanesinde ör
nek belirtmek istiyorum , o dönemde İ slamcı erkeklerin istediği kadı nla evlen
mesi çok normaldi. Çünkü dört kad ınla evlenmek ilk Arap sisteminde yalnızca
köle olmayan kad ınla evlenmek demekti. Fakat dört kadın yetmez ise o zaman
köle cariyeler de alı nabiliyordu. Bu ölçüde erkek egemen bir sistem içerisinde
yaşanıyordu.
Yine iki kadının şahitliği, bir erkeğin şahitliğine eşittir. Mirastan erkek iki , ka
dın bir almal ıdır gibi çok sistematik bir şekilde erkek egemendi. Açı n bugün İ s
lamcıların kitaplarını -şimdi tabii milletin önüne çıktıkları zaman bunları inkar
ediyorlar- Bekir Topaloğlu diye bir adam, profesör. " İ slamda Kadın" kitabı, yük
sek İ slam enstitüsünde yirmi baskı yapmıştır. Kad ınlara boşanma hakkın ı n ve
rilmemesi üzerine psikoloji, sosyoloji bilimi üzerine yüz sayfalı k gerekçe yaz
m ıştır. Abdullah Hükmil, yani tanınmış bir profesör ki El Ezherin en önemli pro
fesörlerinden biridir. Neden çok kadı nla evlenmenin yararlı olduğuna dair ciltler
dolusu kitaplar yazm ıştı r. Ve bu kitapları nı Türkçe yazmışlar. Bunlar bir gün Ku
ranı Kerim üzerine yazılmış, orada kalmış değildir. Onları bugün almışlar ve ki
taplarında yayı mlam ışlardır. Abdurrahman Dilipak'ı n kitabı kadın üzerine yazıl
mış. Dayak dahil hepsini savunmaktadır. Şimdi milletin önüne çıkıp hoşgörü
üzerine söz ediyorlar. Benim kitabımda Dilipak'ı n kitabı ndan alıntılar var. Kadı
nı neden dövmek gerekli diye yazılmış, en az Türkiye'de yüz tane kitap vardır.
Kadının kapatılması, kadının ikinci sınıf vatandaş haline döndürülmesi geri bir
sistemin devamı için temel bir güvencedir. Özgü r bir kadın; çal ışma alanına
çıkmış, siyaset alanına çıkmış, gündelik yaşama çıkm ış kadı ndır. Bu bir toplu
mun özgürleşmesi demektir. Bunlar birbiriyle bire bir bağlantılıdır. Bunları söy
lememin nedeni, çevremde bunun birçok örneğini görüyor olmam ve tecrübe
lerimdir.
İ sveç'te parlamentonun yüzde 41 .S'i ve hükü metin yarısı kadındır. Dünya
n ı n gelişmiş ülkelerinden biridir İ sveç. Dünyanı n en gelişmiş ülkelerinde kad ın
lar siyasi hayatta ve gündelik alanda çok etkindirler yani kadın ne kadar özgür
lük alanına çıkmışsa, toplum o kadar demokrasi ve özgürlüğe doğru ilerlemiş
demektir. Şimdi bunlar da toplumu ne kadar geri tutabilirlerse o kadar iktidarda
kalacakları nı biliyorlar ve bunu sağlamak için de en kolay yolu, yani kadını ez
mek ve özgürlük haklarını elinden almaktır. Ö nce kadını kapatmaktı r. Taliban
iktidara geldiği gün, niye kadının kapatıyor, çünkü onu yaptığı zaman, iktidarı
nı sürdürebilmesi zordur, özgür kadının olduğu yerde Taliban olmaz. Kadınla
rın özgür olduğu yerde, parlamentosunda yüzde 2.5 kadın olursa Türkiye siya
si İ slamı yaşar. Bunun tek çaresi ve ölçüsü vardır. Kad ı n siyasi hayatta ne ka-
dar etkili olursa, gündelik hayatta ne kadar etkili olursa, bizim kurtuluşumuz da
o kadar kolay olacaktır. Ama yalnızca siyasi İ slamcıların değil, siyasi İ slamcıla
rın dışında erkeklerin de genel egemenlik felsefesidir. İ şte bu genel egemenlik
felsefesi, siyasi İ slam'ın da altyapısı nı hazırlam ıştır. Bugünkü koşullarda bun
dan kurtularak mesele çözülecektir diyorum. Teşekkür ederim.
Françolse Barret-DECROCQ
saretlendirdi. Kilise ise bu olanları çok cılız bir şekilde protesto etti. Fenomenon
artık evrensel değildi ve Rousseau gibi muhteşem beyinli bir insan, kadı nların
özgürlüğüne büyük destek sundu. Ü nlü bir sözü vardır: " İ yi bir kadın iyi bir anne
dir".
Bir diğer faktör ise Fenomenon yalnızca toplumun üst tabakasını etkiledi;
aristokratlar ve daha üst orta sınıflar. Ü lkede yaşayan ve genellikle kurallara
uyan ve kendi kuralları nın sıradan kurallardan farkı olmasından gururlanan in
sanlar. Voltaire'in ünlü bir sözünü hatırlayal ım: "Tanrı insanı zihninde yarattı. İ n
,
san onun bir gerçeği oldu." 1 8. yüzyılın laik filozofları tanrıyı, Moliere'in Tartuf
te'sinde de yer alan kutsal kutlama kampanyasının bağnazlığı gibi düşünmüyor
lardı.
Bu yüzden laiklik ve kadınların cehaletten kurtuluşu arasındaki bağlantı açık
tır. Gene bir yüzyıl sonra 1 880'1erde Fransa'da, laik eğitim sisteminin Juli Ferry
tarafı ndan yaratılmasıyla olacaktı . Bu arada kadına neler olmuştu? Devrim be
raberinde İ nsan Hakları Deklerasyonu'nu da getirdi. 1 789'da evrensel oy kullan
ma ve politik demokrasiyi de. Erkeklerle beraber şehirde olabilecekler, politik ku
lüplerde konuşabilecekler, ancak oy kullanmayacaklardır. Ayrımcılığa karşı olan
bu evrimin sonucunda paniğe kapılıp, kadınların sorumsuzlukla tehdit eden Na
polyonik kinini destekleyerek, erkekler kadınların ölçüsünü almaya çal ıştı.
1 9. yüzyıl ilim ve bilim çağı idi, ama erkeklere. Bu dönemde her şey akade
mik idi. Ü niversite dünyasına girmek diploma derecesine bakıyordu. Kim Volta
ire ya da Diderot'ta PHD notunun kaç olduğunu sormayı hayal edebilirdi ki? Şim
di, öğrenme akdemik fundamentalizm tarafından engelleniyordu. Herkes hatırla
malı ki Fransa'da kad ın en azından parlamentoya girmeden önce üniversiteye
girildi. Bugün bile sanat fakültelerinin kız öğrenci oranı yüzde 70, hukuk ve tıpta
yüzde 60, yüzde 30'u profesör ve parlamentonun ise yüzde 5 oranı nda kadın
üyesi vardır.
Şunu görebiliriz ki kadınları n konularının ispatlanması öğrenmeye bağlı. Öğ
renme onlara kilisesi tarafı ndan yasaklanmıştı, çünkü kilisenin belirttiği kadın
maddesine uymuyordu. Gelişme sadece laik eğitim sisteminin geliştirilmesi ile
gelirdi ve geldi. 1 9. yüzyıl sonraları ve 20. yüzyıl başları çeşitli dallardan bilim
adamları bir araya gelerek kadı nların bilim alanında çalışmamaları gerektiğini,
sağlıkları nı tehlikeye attıkların ı , hatta daha da ileri giderek çocuklarının da sağ
lıklarını tehlikeye attıkları'nı söylediler. Erkek, kadın ve maymun kafatasları ince
lendi. Bu doktorlar ve bilim adamları kendi bölümlerinin en iyilerindendiler ve bir
çoğu politik ve sosyal bilince sahip insanlardı.
Gelişim, umduğumuz kadar hızlı ve çabuk olmadı. Ancak ilk kadın doktor
1 860'1arda mezun oldu ve 1 91 4'te Sorbourne'daki öğrencilerin yüzde 30'u kızdı
(çoğunluğu sanat okuyordu). Bütün engeller bir bir yıkıl ıyordu; bazen şartların
zorunluluğu, özellikle 2 tane dünya savaşı kadınların birçok işte yavaş yavaş er
keklerin yerini almasını sağladı. Şartların gerektirmesi sonucu bugün de kadına
çarşıyı yasaklayan Talibanlar kadının sadece hastanede çalışmasına izin veri
yorlar.
Bütün yasal engeller ortadan kalktı . Askeri teknik akademiler ve Katolik Kili
sesi'nin rahiplik geleneği dışında kadı nlar her profesyonel alanda seslerini du
yurdular. H ıristiyan fundamentalistler kad ına getirdikleri her türden engellemeyi
kaldırmak zorunda kaldı lar. Ancak kadınların ha.la. kimi zaman şiddete varan teh
ditlere maruz kalmadığı söylenemez.
Fundamentalizmin okullarla tanışması İ slami fundamentalizm ile oldu. Bir
grup fundamentalist kurum, okullarda kız öğrencilerin peçe takmaları için bir
kampanya başlattı . Hatta bazı kızları ve ailelerini etkiledi ve biyoloji, jimnastik gi
bi bazı derslerin İ slami geleneğe uygun olmadığını söyleyerek boykot edilmesi
gerektiğini söylediler. İ slam, Fransa'da 5 milyon kitlesi ile ikinci büyük dindir. La
iklik adına idare konsülü, eğer bu davranışlarda ısrar ederlerse kızların ilişiğini
kesme kararı ald ı . Mücadele sürüyor ve Fransız liberaller arası nda geçen gün
bir tartışma oldu ve bazıları uzaklaştırmanın biçiminin laik fundamentalizm oldu
ğunu söylediler. Bu kriz, bir de kominternciler ile integrasyoncular arası nda çıkan
tartışmayı tekrar alevlendirdi. Basit bir Fransız geleneği olmuştu. Damarındaki
kandan dolayı değil, bu topraklar üzerinde yaşadığı için Fransız, başka bir de
yişle Fransız vatandaşlığı bir seçim sonucudur. Kanunun gözünde hiç kimsenin
bir diğerinden farkı yoktur ve bu durum İ slamcıları çıld ırtıyor. Fransız hukukunun
kendilerini inkar ettiklerini söylüyorlar. Öyleyse kendileri niçin eşlerini ve çocuk
ları nı haklarından mahrum ediyorlar. İ htilalden sonra Fransız hukuku kadın er
kek arası nda ayrım yapmaz, ama İ slam yapıyor, hem de çok büyük bir ayrım .
Gerçek adı baskı v e tecrit olan bir ayrım b u konuda peçe bahane.
Laiklik, ayd ınlanmadan bu yana gelen en kesin evrensel değerlerdir. Laiklik,
hoşgörülük, ilkelilik ve doğallıktır. Ama laiklik aydınlanmış bir hoşgörü ve bu hoş
görünün sürmesi için kendini güvence altına alacak sayısız önlemleri içerecek
bir olgudur. Ve çok basit olarak hoşgörü diğerlerinin fiziki ve ahlaki tehditleri baş
ladığında son bulur.
Aslan Başer KAFAOG LU
Oturum Başkanı
Mesut Yılmaz
ANAP Genel Başkanı.
Şimdi konuşmacımızı sizlere tanıtmak istiyorum. Erol Sever: 1 939 yılında İ z
mit'te doğdu, aslen İ stanbul Fatihlidir. Orta öğrenimini tamamladıktan sonra öğ
renim görmek için Viyana'ya gitti. İ şletme ekonomisi okudu. Öğrenimini tamam
lamadan 1 977 yılında Türkiye'ye döndü. Halkın Sesi ve Aydınlık gazetelerinde
çalıştı. 1 979 yılında Aydınlık gazetesinin Frankfurt bürosuna geçti. 1 980'de İ s
veç'e göç ederek Stockholm'a yerleşti. Serbest yazar ve çevirmen olarak çalış
maktadı r. Telif ve çeviri olarak 1 2 kitabı vardı r. Kitaplarından biri İ sveççeye, di
ğeri Arapçaya çevrilmiştir.
Erol Sever
Musevilik ve Elen-Batı H ıristiyanlığının peygamberlik tasarımları aynıdır; bu
tasarım i sa'ya, Yeremya, Hoşea, Yoel gibi büyüklü küçüklü yazar peygamberle
re ve onların görüşlerine dayanır. Batı düşüncesi binlerce yıllık ortak bir peygam
berlik anlayışı nın etkisi çaltı nda olduğu için yalnız Musevilik ve Elen Hıristiyanlı
ğ ı çerçevesi içindeki bir peygamberlik anlayışının doğru ve gerçek olduğunu ka
bul eder.
Ancak Batı 'nın eleştirel bir süzgeçten geçirmeden benimsediği bu anlayış ba
zı gerçeklere ters düşüyor. Örnek verecek olursak, i sa'dan önce bin yıllarında Fi
listin'de Samaristan dağlarında yaşayan ve Yahve kültürüne karşı çıkan Sama
ritler'de de peygamberlik geleneği vard ı . Samaritler'in ünlü peygamberleri Eli, 9.
ve 3. yüzyıllar arası nda, yazar peygamberler üzerinde eski i srail'in Yahve kültü
rünü etkilemiş ve gelişmesine katkısı olmuştu. İ brani din adamları bu yazar pey
gamberi eski Ahit'e almadılar, hatta varlığını bile yadsıma yoluna gittiler.
Öte yandan İ slam, eski Ahit'in klasik peygamberlerini kabul etmediği için ba
zı Batılı ilahiyatçılar İ slam'da Samaritçilik etkisinin olduğunu ileri sürdüler. Aslın
da Muhammed'in eski Ahi peygamberlerine karşı olması ve Kuran'da daha önce
gördüğümüz gibi melek öğretisinin ve inancının yer alması gibi olgular, Muham
med'in Süryani Hıristiyanlığı ve İ slam arasındaki ortak noktalardan biri eski Ahit
peygamberlerini Elia dışında reddetmektir. İ slam'ın bu ret cephesinde yer alma
sına rağmen, Kuran'daki peygamberlik düşüncesi, doğrudan ilk Hıristiyanlık ve
Süryani H ı ristiyanlığından alınmıştı r. Samaritçilik ile ilişkisinin olmadığı açık se
çik görülmektedir. Şimdi bu paradoks gibi görünen gerçeği ele alacağ ız.
Peygamber Ella
Samaritler eski Ahit'in bütün peygamberlerine, ayrıca Natan, Elia ve Elisa gi
bi coşkulu denilen peygamberlere karşı düşmanca bir tutumla yaklaşıyorlardı.
Buna karşın, Elia'nın Kuran'da olumlu ve saygın bir yeri olduğu gibi yeni Ahit'te
ve İ sa'nın çevresinde de olumlu bir yeri vardı. Bu genel görünüş Kuran ve İ s
lam'daki peygamberlik öğretisinin ilk H ı ristiyanlık anlayışı ile çok sıkı bağları ol
duğunu da gösteriyor.
İ sa, teyzesinin oğlu vaftizci Yuhanna'yı "peygamberden de üstün bir peygam
ber" olarak nitelendiriyordu. Vaftizci Yuhanna İ sa'ya Mesih'in kurtarıcının yolunu
açan bir melekti. İ sa bu melek ve peygamber vaftizci Yuhanna'yı, yargı gününü
bekleyen dünyaya gelen Elia olarak görüyordu. İ sa, kral Herodes tarafı ndan sor
guya çekilirken, kendisinin kellesi kesilen vaftizci Yuhanna olduğunu veya pey
gamber Elia'nın yeniden bedenleşen ruhu olduğunu söylemişti.
nı bir araya getirmiştir. İ slam'ın geliştiği 8. 1 O. yıllarda ortaya çıkan Nusayrilik di
nin en önemli ilkelerinden biri tenasüh denilen ruh göçüne inanılmasıdır. Ancak
bu ruh göçü yalnız peygamberler ve son imam sıfatıyla gelecek olan Mesih/Meh
di içindir.
Peygamberlerin ruh göçü yalnız Şii imam öğretisinde değil, kapalı bir tarzda
Sünni İ slam'da da var. Ruh göçü inancı bir yandan insana duyulan saygıyı, öte
yandan melek inancının sürmesini gösteriyor. İ slam'da bütün peygamberlerin bi
rer melek olduğuna inanılması da aynı melek inancının bir sonucu olarak ortaya
çıkıyor. İ slam inancına göre 1 24.000 peygamber ve aynı sayıda melek var.
Kuran'da aktarılan Muhammed'in bir gece Küdüs'e gitmesi, peygamberlerin
aynı zamanda birer melek olması anlamına geliyor. Ayrıca bütün peygamberle
rin, yani 1 24.000 peygamberin de birer melek olduğu vurgulanıyor.
Bazı Batılı ilahiyatçılar ancak Muhammed'in ölümünden sonra eski Hıristi
yanlığın İ slam teolojisi içine alındığını iddia ediyorlar. Bu yanlış görüşün temsil
cileri arasında lgnaz Goldziher, Theodor Nöldeke gibi ilahiyatçı lar da var. Bu ila
hiyatçılar esas olarak erken H ıristiyan melek ve peygamberlik tasarımlarının,
Muhammed'in ölümünden sonra İ slam'a geçtiğini söylüyorlar ve iddialarını, Mu
hammed'in zamanında yazılan Kuran'da, örneğin melek öğretisinin bulunmadı
ğına dayandırmak istiyorlar. Elimizdeki tahrifata uğram ış Kuran'dan hareket et
sek bile Muhammed zamanında yazılan Kuran'da melek öğretisinin varl ığı rahat
ça kanıtlanabilir.
Muhammed'in son sözlerini eşi Ayşe'nin aktarı mları ndan öğreniyoruz. Ayşe;
ateşler içinde yatan, ölümcül hasta Muhammed'e böylesi durumlarda olduğu gi
bi bu hastalık da geçer, sen de kurtulursun gibilerden temennilerde bulunuyor
du. Buna karşın Muhammed "hayır, daha ziyade yüce topluluk" diyordu. İ slam
Sure 1 7'nin birinci ayetinde, bilindiği gibi Muhammed'in gece gezisi yoluyla,
daha önceden de var olduğunu göstermesi bakımı ndan önemli. Çünkü peygam
ber ve meleklerin ruhlarının göçü inancı hüküm sürüyordu. Yine sure 1 7'nin 93.
ayetinde, kimilerinin Muhammed'in "göğe çıktığ ı na asla inanmayız" dedikleri ile
tiliyor ve Muhammed de "Rabbimi tenzih ederim. Ben sadece beşeri bir elçiyim"
diyor. Daha sonraki ayetler önemli olduğu için şimdi bu üç ayeti aşağ ıya alıyo
ruz.
inanmaları nı sırf, 'Allah, peygamber olarak bir beşeri mi gönderdi' demeleri en
gellenmiştir. n
Sure 1 7, 96. "De ki : Benimle sizin aranızda gerçek şahit olarak Allah kafidir.
Zira o, kullarını hakikaten bilip görmektedir."
ürünü değildir. Muhammed kendini İ sa ile aynı kefeye koymaktaydı . İ kisi de pey
gamberdi; İ sa'nı n melek niteliği olduğuna göre Peygamber Muhammed'in de ay
nı niteliğe sahip olması doğaldı. Hem İ sa hem Muhammed, Musevilik geleneğin
den geldikleri ve ayrıca Muhammed tanrı nın elçisi olduğunu ilan etmeden önce
H ı ristiyanlık üzerine geniş bilgisi olduğu için bu inancın kökeni daha açıklık ka
zanıyor. Böylece bir paradoks gibi görünen gerçek de ortaya çıkmış oluyor. Bu
gerçek Muhammedin, İ sa'nın düşüncesini ve peygamberliğini çok iyi bilmesinde
yatmaktadır.
Nuru Muhammed
Muhammed'in peygamberlik ve meleklik tasarımı ile Musevilik ve erken Hıris
tiyanlığın melek ve peygamberlik öğretisi arasındaki sıkı bağları incelediğimiz bu
bölüme, Hıristiyanlık ve İ slam tasarımlarını birbirine bağlayan önemli bir özelliğe
değinerek son vermek istiyoruz. Bu özellik N uru Muhammed denilen Muham
med veya peygamber ışığıdır. Ayrıca peygamber ışığı bağlamı nda Musa, Elia ve
İ sa'nın açıklamalarına da göz atacağız. İ slam'ın peygamberlik inancında, Mu
hammed'in seleflerini ve haleflerini aydı nlatan peygamber ışığı öğretisinin önem
li bir yer tutmasına rağmen, bu inanç yeterli bir biçimde incelenmemiştir. Bu ışı
ğın aydınlattığı Muhammed'in selefleri ilk insan olan Adem'e kadar, halefleri ise
son insana kadar uzanır.
Biz burada nuru Muhammed denilen bu peygamber ışığı inancının ilk İ ncil
ler'de de yer alan Musevilik ve erken H ıristiyanlık geleneklerindeki melek Mesih
inançlarıyla bağlarını ortaya çıkarmak istiyoruz.
İ sa'nın ilk Musevi-Hıristiyan cemaatı nın İ sa Mesih kavram ı, İ sa Mesih eşittir
yeni Musa biçiminde formüle edilebilir. Bu formülasyon yeni Ahit'te, özellikle Mat
ta İ ncili'nde Musevi-Hıristiyan kimliği söz konusu olunca Mesih eşittir Musa biçi
minde ifade ediliyor. Dört İ ncil arasında Markos İ ncili'nin yanı sıra, özellikle Mat
ta İ ncili, Hıristiyanlık üzerine en eski tarihi bilgileri içeriyor; öte yandan Kuran te
olojisi bilindiği gibi açıkça Musevilik'ten gelen ilk Musevi-Hıristiyan cemaatının
geliştirdiği erken H ıristiyan teolojisinden ve özellikle ilk İ ncil olan Matta İ nci
li'nden etkilenmiştir. İ slam uzmanları da bu gerçeğin altını sık sık çizerler. Yalnız
bu gerçeğin karşısı nda bir olumsuzluk örneği diyebileceğimiz bir olgu var. Ele
nist sır kültürünün etkisi altında yazılmış olan Yuhanna İ ncili'ni savunanlar, Me
sih eşittir Musa formülasyonu ile sık sık polemiğe girmiştir.
vahiy sahnelerine bakal ım. İ sa, Musa ve Elia ile buluşmak için yüksek bir dağa
çıkar; yanında Petros, Yakup ve Yuhanna vardı r. Sonra "onların gözü önünde
görünüşü değişti, yüzü güneş gibi parlaaı . Giysileri de ışık gibi akpak oldu."
Yeni Ahit'teki görünme sahnesi ile İ slam'daki Nuru Muhammed inancı arası n
daki açık bağlantı, İ sa'n ın kendi Mesih niteliğini gizlemeye çabalaması ve Mu
hammed'in melek peygamberliğini açık bir biçimde açıklamaması, tersine bu
inancı denek tahtası olarak değerlendirmesi arasındaki koşutlukta kendini gös
teriyor. Hiç kuşkusuz Matta ve Markos İncilleri'ndeki İ sa'nın Musa ve Elia ile bir
arada görünmesi, İ sa'nın ışık ve peygamberler kaybolduktan sonra müridlerine
bu olayı başkalarına anlatmalarını yasaklaması da bunu gösteriyor. İ sa bu ya-
man olumlu yönleri ve yanlarının olabileceği ifade edildi. Bu konuda sizin fikrini
zi almak istiyorum, ama ben kadın bağlamında bu soruyu soruyorum . Bu global
leşme aslında bir kapital emperyalizmi, kapitalin bir mıknatısla kapitali çekmesi,
karşısındaki bir topluluk değil, bir yurt değil, bir ulus değil. Kişi var, şirket var,
uluslararası birliktelikler var. Yani karşısı ndaki özgürleşmesini istediği ve yahut
laikliğin ona özgürleşme getirdiği bir muhatabı yok globalleşmenin. Bu muhata
bın içerisinde köktendincilik değil de siyasal İ slam'ın eve çekmek istediği laiklik
le ilintilendirmediği ve bu yüzden de özgürlükleri geri al ınmak istenen bir kadı n
var. İ ş istatistiklerinde kadın düşüyor, eğitim istitastiklerinde kadın düşüyor, hal
buki globalleşmenin muhatabı olacak olan kişi bilgi devriminin, bütün iletişim im
kanlarını kullanabilen, bilgiyi üretebilen teknolojiyi üretebilen ama bunun tüketi
cisi de olan kad ınd ı r.
Titsa
Pratik ölçülerde kendi organizasyonunuzdan ve Fransa hükümetinden söz
ettiniz. Fundamentalizm kurbanlarını korumak için bazı mesajlar vermek gereki
yor. Soruyu iki nedenden ötürü soruyorum. Birincisi Teslime Nesrin hem funda
mentalistlerin tehdidine atması yasaklandı . İ kincisi, Cezayir'de her gün insanlar
öldürülüyor, kesiliyor. Soru m ; Fransa'dan biraz yardım alabilmek çok mu zor?
Mehmet Bey
Benim ilk önce Oral Çalışlar'a bir sorum var. İ slam'da kadının statüsünün be
lirlenmesini; şehir hayatına geçmesine bağlad ı . İ slam'da kadınla ilgili şeriat ya
saları tamamen, Tevrat'tan alınma Tevrat'tan esinlenme şeriat yasalarıdır. Buna
Muhammed'in yaptığı değişiklikler katılmıştır. Bunlar kad ı na da bir miktar miras
hakının verilmesi gibi şeyler. Ö nce bunu belirtmek isterim , İ slam'daki şeriat ya
saları yüzde 80 Tevrat'tan, alınma Tevrat şeriatıdır. Başka bir şeriat değildir. İ kin
cisi ben Erol Sever'in tezine itiraz ediyorum. İ slamiyet tabii Hıristiyanlıktan da
esinlenmiştir, fakat İ slamiyet, İ sa'nın tanrılığını kesinlikle reddeder. Ve İ sa'nı n
tanrı olarak kabul edenleri İ slamiyet Kuran'da kafirlikle niteler. B u , günümüzde
ki, İ slam uleması tarafı ndan da yanlış yorumlanan bir şeydir. Yani Hıristiyanları
ehli-kitap olarak kabul ederler, halbuki bu iki düşünce yani iki yargı birbirini nak
seder. Birbirinin karşıtıdır. Hıristiyanlar ehli kitap iseler o zaman kafir olarak ad
landıramazlar, halbuki İ slamiyet'te veya peygamberin kabul ettiği ehli kitap, Ya
hudiler'de ayrıdır. Onları bir nevi İ sevi Yahudiler olarak başlang ıçtaki Yahudiler
olarak kabul etmek gerekir. Daha sonradan i sa'nın tanrılığını kabul edenleri
Müslümanlık, kesin olarak kafir kabul eder. Bir husus da şudur: İ slamiyet, Hıris
tiyanlıktan esinlenmiştir ama asıl olarak Yahudiliğin bir kolunun bir mezhebinin
devamıdır. Yani bunun bilinmesi, ortaya konulması gerekir. İ slamiyet aslında Ya
hudiliğin Ferisi mezhebinin devamıdır. Kuran ayetlerinde bu husus belirtilir, açık
lanır. Ama Kuran ayetlerinin tercümesinde bunlar saklanır, özellikle Diyanet İ şle
ri Başkanlığı'nın tercümelerinde, çevirilerinde bu kesinlikle gizli tutulur. Halbuki
Kuran, hem kendisinden önce gelen bir kitabı tasdik ettiğini belirtir, hem de Fe-
risi Yahudilerin kitabı olan Mişnadan'dan yedi bölümün alındığını bir ayetinde be
lirtir. Teşekkür ederim .
Mustafa Altıntaş
Yalnız böyle bir konferansa gelirken köktendinciliğe karşı uluslararası ayd ın
lanma konferansı ve temel yaklaşımıyla düzenlenen bir konferansa geldiğim ka
nısını taşımaktaydı m . Burada da ana başlık sanırım ki dünyada şeriat, bunun
kaynakları üzerinde durmanız gerekirdi. Siyasal etkileri var mı ekonomik neden
leri var mı biraz yaklaşmak istediniz. Dünyada ve Türkiye'de aydının, aydınlan
ma koşumuzdaki sorumluluğu nedir? Onu tartışmamız gerekir. Ö rneğin madam
Derocq'a, Fransa'daki Le-Pen hareketinin yükselme göstermesi, Le-Pen hareke
tinin köktendincilikle ilişkisini sormak istiyorum. İ kincisi Sayın Çalışlar'a ve ken
dime de yönelik bir eleştiri getirmek istiyorum. Biliyorsunuz ki son zamanlarda
özellikle de Türkiye'de İ slamiyet'i siyaset aracı olarak kullanmak isteyen çevre
ler var. Bir kavram geliştirdiler laiklik konusunda. İ şte faşist laikler falan dediler.
Yanlış algı lamadıysam Sayın Çalışlar dedi ki laikliği biraz demokratikleştirelim.
Şimdi laikliğin demokrasiyle ne ilgisi var diye soruyorum çünkü şeriat bizde laik
likle sanki becayiş edilmesi gereken bir kavram olarak alg ılanıyor ve genellikle
şeriatın karşısına hep laikliği tartışarak çıkıyoruz. Halbuki şeriatın karşıtı demok
rasidir. Şimdi biz laikliği gerçekten İ slamcı çevrelerin söylediği gibi ya da şeriat
çı dediğimiz çevrenin söylediği gibi ya da laikliği, işte faşist laiklik, az faşist laik
lik tarzındaki bir yaklaşımla tartışırsak, köktendinciliğ güç verme ya da onu des
tekleme gibi bir sonuçla karşı laşmıyor muyuz? Sizin söylediğiniz, laikliğin de
mokratikleşmesi nedir? Yani laiklik ne ölçüde, nasıl demokratikleşir? Tü rkiyede
faşist laiklik var mıdır? Cevap aradığım sorular bunlar. Teşekkür ederim.
Arslan Başer Kafaoğlu
Oturum Başkanı
Şimdi konuşmacılara sırasıyla söz veriyorum. Buyurun Sayın Çalışlar.
Oral Çalışlar
Türkiye'de laiklik; cumhuriyetin kurulduğu yıllardan itibaren var. Resmen ana
yasaya 1 937 yıl ında girse bile, din ile devlet işlerinin ayrılması devletin bu anlam
da dine bir müdahalesi var demektir. Fakat Türkiye'de demokrasi yok. Böyle bir
farklılığı baştan görmemiz gerekiyor. Türkiye laik ve demokratik bir ülke olamadı
ğı için laiklik zaafa girmiştir. Kendi kendimizi aldatmayalım, Türkiye iki tane aske
ri darbe yaşadı. Demokrasi var mı? Türkiye 1 908'den itabaren laikliğe adım attı .
Ama Türkiye demokratikleşemediği için demokratik bir ülke olmadığı için bugün
laikliği savunması zaaf içindedir. Çünkü laikliği savunabilecek güçler aydınlık ka
falardır. Aydınlık örgütlenmelerdir. Niye şeriata karşı direnemiyoruz. Niye direne
miyoruz, çünkü sen ezmişsin bunları , ezdiğin için Türkiye bugün laiklik konusun
da zaaf içinde onu kim koruyacak, ancak bilinçli aydınlık kafalar, insanlar koruya
cak. Sen her gün din propagandası yaptı r, laik devletinde din derslerini zorunlu
hale getir, ezanı Türkçeleştir, daha ne kadar dini geliştirecek laikliğe darbe vura
cak şey varsa yap, ona direnebilecek insanları da ez, seslerini çıkarttırma, tabii
ki laiklik zaafa girer. Laikliğin bugün temel zaafı ülkenin demokratik olmamasıdır.
Bu gerçeği kabul etmediğimiz sürece şeriata yeniliriz. Esas problem budur.
Şimdi globalizm başka, globalleşme başka bir şey. Globalleşme kapitalizmin
evrenselleşmesi. Yani dünyan ın her yerinde maçları bile seyrettiğinizde Fuji foto
filmden Coca-Cola'ya kadar her yere hakim olması, dünyanın her yerinde Ame
rikan filmlerinin seyredilmesi, yani bir kültür ve iktisadi hegomanya ve yayg ınlık
globalleşmedir. Globalizm ise bunu bir teorik fikir olarak savunma, yani böyle
olarak insanlığın ilerleyebileceğini ve gelişebileceğini düşünen fikirdir, bu yanlış
tır tabii. Yani gelişemeyecektir, çünkü dünyada büyük dengesizlikler vardır. Glo
balizm adı altında büyük devletlerin hegemonyasını amaçlayan sistemler sonun
da yoksul ülkeleri ezmektedir, eşitsizliği teorize etmektedir. Bu eşitsiz ilişkiyi ka
bul etmiyoruz. Bugün ezen bir dünya, zengin bir dünya var, bir de ezilen bir dün
ya var. Bunların arasında bir çelişme var. Kadın da ezilen bir dünyanın bir par
çası, bu nedenle globalizm denen teori yanlıştır esas olarak bu yayg ınlaşmayı
hakim olmayı demokratik kılıflar altında teorize etmektir. Buna karşıyız.
Hala dünyada ezilen uluslar, hakkını kaybetmiş uluslar vard ı r. Bu eşitsizliği
ortadan kald ırmak için bu globalizmin sunduğu çarpıtma teorileriyle mücadele
etmemiz gerekmektedir. Arapların yeni bir devletleşme, yeni bir sistem kurmak
için yeni bir teoriye yeni bir felsefeye yeni bir ekonomiye ihtiyacı vardı r. Hz. Mu
hammed bu felsefeyi, bu teoriyi tabii ki çok çeşitli yerlerden almıştır. Hıristiyan
lıktan, Yahudilikten ve hatta oradaki geleneklerden alıntı lar vard ı r. Yerel gelenek-
lerden d e birçok şeyi katarak, Arapları devletleştirmeye ve yeni bir sistemi yürüt
me işlevini yapmıştır. Bir anlamda modernleşmedir İ slamiyet, Araplar açısından,
ama aynı zamanda sınıflaşma ve bu sınıflaşmayla birlikte egemen güçlerin de
kendi egemenliklerini pekiştirme olayıdır. Teşekkür ediyorum.
Françolse Barret-Decrocq
Evrensel Kültür Akademisi, içerisinde bir sürü ödüllü yazarı bulunduran ku
rumdur. Bugüne kadar yaptığı iş, etkinliklerde aracıydı. Şu sıralar miting düşünü
yoruz, dünyanın değişik yerlerinden gelecek insanların katılımıyla bir miting ya
pılacak, Sourbone'da. Bu mitinge üç tane bakan katılacak, UNESCO sekreteri
açılış konuşmasını yapacak. Ben ha.la. orada görevime devam ediyorum . Ancak
bu toplantıyı çok önemli bulduğum için bugün buradayım. Bizim yaptıklarımız
bunlar. Teslime Nesrin konusuna gelince, sanırım bir hatanız var. Teslime Nesrin,
Fransa'ya geldi ve 1 3 yaşındaki oğlum karşıladı onu. Daha sonra beraber aka
demiye, üniversiteye gittik. Toplantı ve bir de mitinge katıldık. C ezayir'deki sorun
sadece entelektüalizm ile çözülecek gibi değil, üstelik biliyorsunuz öteden beri;
Fransa ve Cezayir'in ilişkileri karışıktı. Ama biz akademi olarak en ünlü yazarı nı
akademiye alacaktık. Fakat geçen hafta öldürüldüğünü duyduk. Sonuç olarak
yaptığımız çok şey yok, fakat hoşgörüsüzlüğe karşı hoşgörülü olmak zorundayız.
Erol Sever
Değerli arkadaşlarım . Hiç bilmediğim yeni bilgiler söyledi arkadaşımız. Bu ye
ni bilgiler resmi Arap tarih yazıcıları tarafından yazı lmış kitaplardan elde edildiği
ni sanıyorum. Çünkü ilk önce İ sa, peygamber değildi. İ sa öldüğünde zaten bir ta
rikatı n başıydı. Esenler tarikatı nın başıydı. Ve bütün isteği yozlaşmış olan Muse
viliğin reforme edilmesine olanak tanımayan bir toplumun içinde Aziz Paulos Hı
ristiyanl ığını öğütledi. Ve tarihsel bir şahsiyet olarak İ sa'yı peygamber ilan etti.
Füsun Sayek
Oturum Başkam
Biz burada zayıf kalı r gibi olduk ama, kiloca fena değiliz. Evet benden de bir
merhaba. Ben kendi adıma böyle bir toplantının fikir babalığını yapan kişiyi sev
giyle anıyorum. Onun yanında, toplantıyı düzenleyenlere de çok sayg ılarım ı su
nuyorum. Çok h ızlı bir biçimde başlayal ım. Önce Sayın Sütlaç sanıyorum İ lmiye
Çığ'ın bildirisini okuyacak.
Sümerliler bundan hemen hemen 6000 yıl önce Mezopotamya'ya gelip yer
leşmişler ve orada izleri zamanımıza kadar ulaşan büyük bir uygarlık geliştirmiş
lerdir. Bu uygarlığın en önemli buluşu tekerlek ve dillerine göre bir yazıdır. Yazı
ilk olarak resim şeklinde taşlara yazı lmış. Daha sonra Dicle ve Fırat nehirlerinin
getirdiği bol kil üzerine yazılmaya başlanmış. Bu yüzden yazı şekil değiştirerek,
işaretleri oluşturan çizgiler çiviye bezemiş, (bunun için şimdi "çivi yazısı" deniyor)
kelimeler de kısmen hece olmuş, böylece hem kendileri istediklerini yazabilmiş
ler, hem de Ortadoğu milletleri olan Babiller, Asurlar, Hurriler, Hintliler, Urartu
lar'ın da kendi dillerini yazmalarını sağlamışlardır.
Geçen yüzyıldan beri gerek Mezopotamya'da, gerek Anadolu ve Suriye'de
yazılan kazı lardan on binlerce çivi yazılı tablet bulunmuş, yazılar okunmuş, dil
ler çözülmüş ve tamamıyla unutulmuş, en az üç bin yıll ık Ortadoğu milletlerinin
tarihleri, dinleri, efsaneleri günlük yaşantıları ortaya çıkmıştır.
Bu yazılı belgelerin en önemlileri Sümer edebiyatı ve dinine ait olanlarıdı r.
Sümer dini çok tanrılı bir dindir. Fakat inanç ve dinsel işlemlerde tek tanrılı din
lere büyük etkileri olduğu anlaşılıyor.
Tanrı nın yaratıcı ve yok edici gücü, tanrı korkusu, insanların tanrı tarafından
yargılanması, tanrılara yaranmak için kurbanlar verilmesi, törenler, dualar tütsü
ler, ilahiler, çalgılarla tanrıyı sevindirmek, iyi ahlaklı , saygılı olmak ve temizlik,
Sümer inanışları nın temeli idi. Bunlar tek tanrılı dinlere geçmiş, Sümerlilere gö
re tanrılar şehirleri ve bütün kültür varlıklarını meydana getirip insanlara vermiş
lerdir. Aynı düşünceyi Kuran'da da buluyoruz. Allah'ın insanlara elbiseler yaptığ ı ,
(Araf: 26) , dağlara barınaklar, sıcaktan koruyacak elbiseler, savaştan koruyacak
zırhlar (Nahl : 81 ) ve gemiler (Yasin: 82) yaptığı yazılıyor. Sümer'de tanrılar "ol"
deyince o şey olur. (Yasin: 82) "Allah'ın, yaratmak istediğine "ol" demesi yeterli
dir.
Sümer tanrılarının gökyüzünde duku denilen topladı kları yerleri, kürsüleri var
dır. İ srail'lilere göre de tanrın ın gökte sarayı ve etrafında birçok yaratıkları var.
Kuran'da da 26 ayette, Allah'ın arşta, etrafı nda melekler, cinlerden oluşan bir
toplulukla oturduğu yazılı. Arş da saray demek.
Sümer'de krallar, yeryüzünde tanrıların vekili sayılıyor. İ slam'da da halife, Al
lah'ın gölgesi, vekili idi. Papa da öyle. İ slam'a giren kadınların başlarını örtmele
ri, Sümer mabet fahişelerininin simgesiydi.
Sümerliler dünyadaki olayların ve tanrı isteklerinin yıldızlarda yazılı olduğuna
inanırlard ı . Burue: 1 7- 1 8, Nemi: 75 ayetlerinde Kuran'ın ve diğer olayların, gök
te Levh-i Mahfuz'da yazılı oldı.ığu bildiriliyor.
Sümer'de sosyal adaleti koruyan tanrıça, senede bir kez, insanları o yıl için
deki davranışlarına göre yargılar. Bu inan ış İ slam'a Şaban ayının on beşindeki
Beraat Kandili olarak girmiş. Sümer'liler dinsel törenlerini ayın görünüşüne göre
yaparlard ı . Tek tanrılı dinlerde de öyle. Sümer'de her şahsın ve ailesinin kendi
lerine özgü bir tanrısı vardı. Onun görevi onları korumak, isteklerini büyük tanrı
lara iletmekti! Kuran'da (Kat: 1 7/1 8) "hiç kimse yoktur ki onun üzerinde bir
koruyucu ve denetleyici bulunmasın" denmektedir.
Tevrat ve Kuran'da bulunan evrenin, insanın yaradılışı, Hı:ı.wa'nın Adem'in
kaburgası ndan var edilişi, Habil Kain cinayeti, cennetten kovulma, tufan, Babil
Kulesi, tek dil, Eyüp peygamber konuları hep Sümerlilerden gelmektedir. Bunlar
dan başka Kuran'daki Harut Marut melekleri ile ilgili konu, Tevrat'taki Süley
man'ı n şarkılar şarkısı bölümü, İ brahim peygamberin karısı Sara'yı Firavun'a
sunma hikayesi de Sümerlilerin bereket kültürünü oluşturan kutsal evlenme tö
renlerinden kaynaklandığı son yıllarda anlaşıldı.
Kuran'da her konu ayrı ayrı, çok Yüzeysel, çeşitli sürelerdeki ayetlere dağıl
.
mış ve birbirlerine bağlantısız olarak yazılmış. Yaratılış: Her üç dinde de evren,
büyük bir su. Ondan bir dağ çıkıyor, ikiye ayrılıyor. Ü stü gök, altı yer oluyor. İ n
san, çamurdan tanrı görüntüsünde yaratılıyor. İ lk yaratıldığına inanılan Adem'in
anlamı da kırmızı toprak. Hawa'nın, Adem'in kaburgasından yaratılması ve
cennetten kovulmaları bir Sümer efsanesinden geliyor:
Kuran'da Aden bahçeleri olarak tan ımlanan, Sümer'in tanrılar bahçesi dil
mun'da, yer tanrıçası 8 bitki yetiştiriyor. Bunların koparılması yasak. Fakat bilge
lik tanrısı dayanamayıp, tatları na bakıyor. Buna çok kızan tanrıça, tanrıyı lanet
leyerek yok oluyor. Bunun üzerine bilgelik tanrısı ölüm derecesinde hastalanıyor.
Büyük zorluklardan sonra tanrıça bulunarak, bilgelik tanrısını iyi etmesi için ikna
ediliyor.
Tanrıça hasta olan 8 bitkiye karşı, 8 organı için 8 tanrı ve tanrıça yaratıyor.
Son olarak tanrının kaburgasını iyi edecek bir tanrıçadı r. Adı da kaburganı n ha
nı m ı anlamı na gelen nin-ti'dir. Burada nln hanım, ti kaburga demektir, ti'nin bir
anlamı da yaşam'dır. Eğer isme buna göre anlam verirsek yaşamın hanımı olur.
Bu efsane Tevrat'a geçerken tanrıça, kaburgadan yaratılan kadın olmuş, ka
burganı n hanımı anlamına gelen ad yerine de yaşamın hanımın anlamına gelen
Hawa adı konmuştur. Burada tanrıların bahçesi, yani cennet, yasak meyve,
meyveyi yiyen erkek tanrı, kaburga ile ilgili kadın (tanrıça) ve tanrının yasak
meyve yiyip lanetlenmesi, Tevrat hikayesine tamamıyla uymaktadı r. Kuran'da ne
Hawa'nın adı , ne de kaburgadan yaratıldığı yazılı. Cennetten Tevrat'taki gibi yı
lan değil, şeytan çıkartıyor onları, yasak ağacın adı , "sonsuzluk ağacı".
Adem'in çocukları Habil Kain ( İslam'da Kabil) hikayesi Tevrat'a göre Habil ko
yun çobanı , Kain çiftçi. İ kisi üzümlerinden tanrıya sunuyor. Tanrı Habil'in getirdi
ğini beğendiği için kardeşi Kain onu öldürüyor. Konu, Kuran'da Maide 27-31 'de,
ne çocukların ı n adları , ne getirdikleri yazılıyor. Hadislerde de bol bol ve çeşitli şe
kilde bunlar anlatılmış.
Sümer'de hikaye şöyle: Çoban tanrısı ile çiftçi tanrısı, aşk tanrıçası ile evlen
mek ister. Tanrıça çoban tanrısını ve onun getirdiği ürünleri yeğler. Çiftçi de ara
dan çıkar. Buna paralel bir başkasında, yaz kendi ürünü olan tahılı, kış da hay
vanlarından, tanrı Enlil'e sunarlar. Tanrı kışın ürünü hayvanı , kabul eder. Yaz da
buna razı olur. Tevrat'ta neden onlara cinayet yaptırılmış, hele böyle bir din kita
bında!
Tufan
Tevrat Tekvin Bab 8-9 tufan olayı kısaca şöyle anlatılmış. İ nsanlar bozulmuş
olduğundan, rab hepsini yok etmeye karar veriyor. Yalnız rabba iman eden
Nuh'a tufan yapacağını, tarif ettiği gibi bir gemi yapmasını, içine neler alacağ ını
bildiriyor. Nuh, söyleneni yapıyor. Tufan başlıyor, 40 gün sürüyor. Sular 1 50 gün
de çekiliyor. Gemi Ararat dağına oturuyor. Sular tamamıyla çekildikten sonra
Nuh, gemiden çıkarak rabba kurbanlar kesiyor. Nuh'a 950 yıl ömür veriyor. Rab
da yaptığına pişman oluyor. Kuran'da bu olay 7 sure içinde 20 kadar ayette, de
ğişik şekillerde, çok yüzeysel olarak yazıl m ış. Tuf�n adı bir kez geçiyor. Geminin
nasıl yapılacağı , tufanı n ne kadar sürdüğü, gemiden nasıl çıktıkları, Nuh'un ne
den 950 yıl yaşadığı bildirilmemiş.
Buna karşın Allah'ın kızması, olayın Nuh'a bildirilmesi, gökten, yerden sula
rın taşması, geminin bir dağa yanaşması, bir kısım insanların kurtulması Tevrat
ile paralel.
1 872 yılına kadar tufan hika.yesinin yalnız Tevrat'ta olduğu biliniyordu. Fakat
Ninova'da çıkarılan Asurbanipal Kitaplığı içindeki bir çivi yazılı tablet okununca,
büyük bir şaşkınlık olmuştur. Gılgamış destanının son kısmını oluşturan bu hika.
ye, ölümsüzlüğü arayan Gılgamış'a, Nuh'un Babilce karşılığı olan Utnapiştim an
latmış. Buna göre çoğalan, insanların gürültüsünden rahatsız olan tanrılar, bir tu
fan yapmaya karar veriyorlar. Fakat bilgelik Tanrısı gizlice bir duvar arkasından
Utnapiştim'e durumu bildiriyor.
Gemi 7 günde yapılıyor. İ çine Utnapiştim akrabaları n ı, sanatçıları, çeşitli hay
vanları dolduruyor. Tufan başlıyor. 6 gün 6 gece sürüyor. 7'nci gün gemi Nizir da
ğında oturuyor. Suların çekildiği, kuşlar gönderilerek anlaşılıyor. Gemiden dışarı
çıkı nca Utnapiştim kurbanlar kesiyor, onların kokusunu duyan tanrılar üşüşüyor.
Tanrılar, Utnapiştim'e ölümsüzlük vererek, tanrıların bulunduğu yerde oturtuyor
lar. Bu hikAye, geç ça!';jda Sami olan Akat dilinde yazılmıştır.
Bu yüzyılın içinde daha erken çağa ait bu hikayenin Sümercesi bulundu. Tab
let çok kırık olmasına rağmen tanrıların bir tufan yapmaya karar verdiği, bu ka
rarı bilgelik tanrısı Enki'nin duvar arkası ndan Utnapiştim'in Sümerce karşılığı Zi
nusudra'ya bildirdiği, Tufan'ın, 7 gün 7 gece sürdüğü, bittiğinde Zinusudra'nın
kurbanlar yaptığı yazılı. Görüldüğü, gibi tufan hika.yesinin Sümerlilerde yazıya
geçtiği, onlardan Alkat'ların aldığı, onlardan da Tevrat'a, arkadan Kuran'a geçti
ği anlaşılmaktadı r.
Sümer'de vaktiyle insanların tek dilde konuştuğu, fakat bilgelik tanrısının kı
zarak onu bozduğu ve insanların dillerini karıştırdığı yazılı. Bu konu Tevrat'ta ol
duğu gibi Kuran'da da bunun izini, 2 ayette buluyoruz,
Birincisi: Hud: 1 1 8- 1 1 9
Rabbın dileseydi bütün insanları bir tek millet yapardı , onlar ihtilafa düşmeye
devam edecekler. Zaten rab onları bunun için (dalaşsınlar diye) yarattı. Rabbın
"andolsun ki cehennemi tüm insanlarla ve clnlerle dolduracağım" sözü ye
rini buldu.
(Ey Ü mmetler!) Her birinize bir yol ve şeriat verdik. Allah dileseydi sizleri bir
tek ümmet yapard ı . Fakat size verdiğinde (yol ve şeriat) sizi denemek için (böy
le yaptı). Öyle ise birbirinizle yarışın, hepinizin dönüşü allahtır. Ü zerinde ayrılığa
düştüklerinizi o haber verecektir.
Eyüp peygamberin sabrı ve ödüllendirilmesi konusu Tevrat'ta 1 040 satırlık şi
ir halinde yazılmış. Sümer'de " İ nsan ve onun tanrısı" adlı şiir aynı konuyu kap
sıyor. Çeşitli felaketlere uğraşan bir adam sabır ederek tanrılara yaptığı dualar
ve yakarışlarla bunlardan kurtuluyor. Eski sağlık ve zenginliğine kavuşuyor.
İ lginç olan ı 1 846'da bir Amerikalı tarafından yazılan bir kitapta, Tevrat'taki bu
şiirin Musevilere ait olamayacağı, başka bir dinden aktarmış olduklarını yazma
sı, en az yüzyıl sonra bunun Sümerlilerden alındığı kanıtlandı.
Kuran'da b u konu 2 sure içinde 1 5 ayet (enbiya: 81 -94, said: 41 -44) kısa ola
rak yaz ı l masına rağmen, dert ve üzüntülerin sabır ve Allah'a dua ile giderilece
ğ i , eski varl ığa kavuşulacağı bildiriliyor.
Suların kan olması: Tevrat çıkış Bab 7: 1 4-25'te Musa suları kana çeviriyor.
Bu, Kuran'da Araf 1 32-1 33 ayetlerinde "su baskınının, çekirgeyi, kurbağa
yı ve kanı, her birini ayrı mucizeler olarak onlara m usallat ettik" deniyor. Bu
da Sümer'in aşk tanrıçası İ nannan'ın kendisine tecavüz eden bahçıvana kızarak
ülkesinin suların ı kana çevirmesine paralel.
Kuran Bakara: 1 02 ; adı geçen Harut Marut meleklerine ait hadislerde yazılan
hikayelere göre bunlar, Sümerlilerin Venüs yıldızını simgeleyen aşk tanrısının
aşıkları , çoban tanrısı Dumuzi ile çiftçi tanrısı Enkidu'nun bir devamıdır.
Tevrat'taki Süleyman'ın şarkıları şarkısı bölümündeki şiirlerin Sümer'de yeni
yıl bayramlarını oluşturan kutsal evlenme törenindeki şarkılara paralel olduğu,
hatta birçok satırların aynı olduğu saptandı.
Tevrat Tekvin 1 2'de anlatıldığına göre İ brahim Peygamber karısı il e Mısı r'a
gidiyor. Karısı güzel olduğu için onu alıp, kendisini öldürecekler korkusu ile İ bra
him, karısını kızkardeşi olarak tanıtıyor. Firavun onu karı lığa al ıyor, fakat saraya
gelen felaketlerin kadının yüzünden olduğunu öğrenen Firavun, kadını bir cariye
ile geri veriyor. Ayrıca sığırlar, altın ve gümüşlerle İ brahim'i zengin olarak ülkesi
ne gönderiyor.
Bu hikayede İ brahim, neden karısının kızkardeşi olduğunu söylüyor, neden
krala veriyor, neden bunun için İ brahi m cezalandırılacağı yerde Firavun cezala
nıyor, neden Firavun İ brahim'i zengin yapıver sorularına yüzyıllar boyunca Tev
rat araştırıcı lar cevap bulmaya çalışmışlardır. 946 yılında İ srail'de Kumran ma
ğaralarında, İ sa zamanına yakın tarihlenebilen, tomar halinde İ branice ve Arami
ce yazılı metinler bulundu. Deri üzerine yazılmış, fakat zamanla çok yıpranmış
metinlerin çevirilerini zorlukla da olsa bilim adamları yapmaya çalışmaktadırlar.
İ şte bu belgelerden birinde bu hika.yenin daha ayrıntılı olarak yazılmış olduğunu
gördüm. Buna göre aslında böyle bir olay olmamış.
İ sraillilerin, Sümer'in kutsal evlenme efsanesinden çeşitli motifleri alarak bu
hika.yeyi meydana getirmiş oldukları anlaşılıyor.
Bize Sümer yolunu açarak, bunları meydana çıkarmamızı sağlayan Ata'mızı
şükranla anıyorum.
3.3.1 997 Muazzez İ lmiye Çığ
Füsun Seyek
Oturum Başkam
Teşekkür ederim.
Hüseyin Batuhan
Faik Akçay okuyor.
amacını güttükleri bence kesin. Gerçi açıkça insanlara "Ben böyle davranma
nızı istiyorum" demiyorlar, ama Tanrın ın buyrukları n ı tanımayanları cehen
nem ateşiyle tehdit etmeleri, hatta kendi söylediklerine inanmayanları günah
ka.r ve suçlu sayıp cezalandı rmak istemeleri bunu göstermiyor mu? Tanrı'nın
sözcüsü olduğunu iddia eden gene kendileri (yani hikmetleri kendilerinden
menkul) , ama her ne hikmetse, birçok filozof da dahil, pek az insan buradaki
kurnazlığın farkına varmış, psikolojik nedenlerle doğa-üstü güçlere inanmak ih
tiyacını duyan basit insanlar ise böyle bir ihtimali akılları nın ucundan bile geçir
memiştir. Ona bakarsanız, bu tür insanlar yalnız peygamberlerln sözlerine
değll, en kafasız şarlatanların dedlklerlne de lnanıvermeye dünden hazır
dılar. Bu nedenle, Oscar Wllde, haklı olarak, "Aptal/Jk en büyük günahtır" de
miştir.
İ şin daha da ilginç yanı , bazı insanların kendilerini "peygamber"in (veya pey
gamberlerin) sözcüsü ilan etmeleridir. Bilindiği gibi Tanrı nın peygamberlerine
vahyettikleri iddia edilen sözler Tevrat, İ ncil ve Kuran gibi kitaplarda yazılıdır, oy
sa bu kitaplar değişik zamanlarda, hem de çoğu halde peygamberleri doğrudan
tanı mamış kişiler tarafından kaleme al ınmıştır. Ama, gelin görün ki hemen bütün
ilahiyatçılar, din adamları, hatta bazı filozof ve bilim-adamları (örneğin Newton)
bunu bir sorun yapmamış, dolayısıyla bu kitapları "Tanrının sözü" olarak kabul
etmişlerdir. Ancak bu duru m bu kitapların değişik yorumlarının· yapı lmasını en
gellememiş, her yorumcu kendi yorumunun "tek doğru" yorum olduğuna inandı
ğı için birbirinden farklı , hatta bazen birbirine "düşman" mezhep ve tarikatlar doğ
muş, bu defa bunlar arasında "iktidar" kavgaları baş göstermiştir. Gerek "Ben
Tanrının elçisiyim" diyen peygamberler, gerekse "Ben kutsal kitabın tek yasal ve
yorumcusuyum" diyen mezhep ve tarikat liderleri, kendi dini ideolojilerini halka
kabul ettirmeye çalışan hükmetme tutkunu insanlardır. Hepsi arkalarını her şeyi
bilen ve hiç yan ılmayan bir tanrının otoritesine dayandırdıkları için dini ieolojile
rin en dogmatik, en itiraz kabul etmez, dolayısıyla en "hoşgörüsüz" ideolojiler ol
duğu söylenebilir.
Buna rağmen tarikat kurucuları arasında Assisi'li Aziz Francesco gibi yaradı
lış bakımından yumuşak huylu, hoşgörülü, sevecen, barışsever insanlar da var
dır. Dolayısıyla bu gibiler kutsal kitabın daha çok kendi yaradılışlarına uygun bir
yorumunu yaparak insanlar arası nda dostluk ve kardeşlik bağları kurmaya çal ı
şırlar. San ırım, biz de Mevleviliğin kurucusu Mevlana'yı da bu öbeğe sokabiliriz.
Ne yazık ki yüzyıllar boyunca süren din, mezhep ve tarikat kavgalarından da an
laşı lacağı gibi bu türlü "barışsever" dindarların sayısı pek az. Çoğunluk kendi din
anlayışını herkese kabul ettirmeye kararlı, hükmetme tutkunu insanlardan oluşu-
yur. Elbet bu tutkunun da dereceleri var: Bir uca Aziz Francesco veya Mevlana
gibi barışsever dindarları , öteki uca ise Galvin ve Humeyni gibi diktatör ruhlu ki
şileri koyabiliriz.
ABD başta olmak üzere birçok Batı ülkesinde eskiden olduğu gibi bugün de dur
madan yeni yeni tarikatlar kuruluyor, ama bunlar laik toplum içinde küçük ada
cıklar oluşturuyor. İ çlerinden bazıları -bazen ABD'de olduğu gibi- özellikle eğitim
sistemini etkileme girişimlerinde bulunuyorlar, ama -bildiğim kadarıyla- toplumun
siyasi ve hukuki yapısını değiştirmek gibi çağ-dışı bir düşünce, en aşırı tarikat li
derlerinin bile aklından geçmiyor. Nitekim, ABD'de Jim Jones adındaki tarikatçı ,
taraftarlarını peşine takıp Guyana'da satın aldığı bir çiftliğe götürmüş, kendisini
ikinci İ sa sanan bir başkası da Waco adlı bir kasabada müritleriyle birlikte bir bi
naya sığınmıştı. Birincisi, bazı yolsuzluklarının ortaya çıkacağ ını anlayınca taraf
tarlarını intihara sürüklemiş, ikincisi ise binaya girmek isteyen polis kuwetlerine
karşı koyarken çıkan yangında müritleriyle birlikte ölmüştü. Benzer bir olay da bir
yıl kadar önce İ sviçre'de yaşandı.
Sözü oraya getirmek istiyorum: Genellikle Hıristiyan olan ülkelerde tarikatçı
lık bazı insanların özgür istekleriyle ve -deyim yerindeyse- sadece "kendi lerini
kurtarmak" için giriştikleri bir eylem. Oysa İ slam ülkelerinde bundan bir hayli fark
lı bir durumla karşı karşıya bulunuyoruz. Belki İ slam tarikatları arası nda da aynı
amaca yönelik tarikatlar var, ama "Hizbullah", " İ slami Cihat", "Müslüman Kardeş
ler" gibi adlar taşıyan bazıları hAIA bütün toplumu kendi "şeriat" anlayışları doğ
rultusunda yönetmek sevdasındalar. On dört yüzyıl öncesinin ilkel bir toplumu
için belki oldukça ileri bir yaşam biçimini bugünün dünyasında yeniden diriltme
ye kalkmak, bana hükmetme tutkusunun en kaba biçimi gibi geliyor. Hele bütün
totaliter sistemlerin yıkıldığı ve hemen hemen bütün ülkelerin demokratik yaşa
ma biçimine özendiği çağ ım ızda, Batı uygarlığının bütün kültürel kazanı mları nı
yok sayan bir din anlayışının ortaya çıkması kadar anakronik bir olay düşünü
lebilir mi?
Ben burada İ slam köktendinciliğini -her ülkenin özel şartlarına göre az çok
değişen- sosyal, ekonomik ve politik nedenleri üzerinde duracak değilim. Ama
cım daha çok bizdeki köktendincilerin din anlayışlarıyla kafa yapıları konusunda
kısa bir açıklamada bulunmak.
Anladığım kadarıyla bu insanlar yalnız genel kültürden değil, doğru dürüst bir
din kültüründen de yoksunlar. Kısaca bunlar "dindar" değil, daha çok "dinci", ya
ni dini bir "hükmetme" aracı olarak kullanmak isteyen kişiler. Genellikle "yobaz"
diye adlandırdığımız bu kişiler, kuran okuyup üzerinde düşünme zahmetine kat
lanmadan, salt kulaktan dolma bir iki dogma ve kuralı n çekiciliğine kapılıp, dün
yanın gidişini ters yönde değiştirebileceklerini sanan, tarih bilincinden yoksun,
hiçbir şekilde bilginin tadına varmamış, kendilerine belletilmiş olan dini dogma-
zaman izin vermez. Nitekim bu ülkede çeşitli dinden, mezhepten ve tarikattan in
sanlar bugüne kadar hep barış içinde yaşam ışlardır.
O zaman hemen akla şu soru geliyor: Sayıları hızla artan bu militan kökten
dlncller nasıl, nerede yetişiyor? Atatürk döneminde, hatta onun ölümünden bir
süre sonrasına kadar yurdumuzda bu tip insanlara rastlanmadığına göre bunla
rın şu son birkaç yıl içinde ortaya çıktıkları anlaşılıyor. Gerçekten de bu süre için
de ülkemizde köktendinciliğin biçimlenip güçlenmesine manevi zemin .hazırlayan
pek çok gelişme oldu: Türk- İ slam sentezcilerinin fikir babalığı ettiği bu gelişme,
"dinci" politikacıların kışkırtmasıyla her geçen gün biraz daha hız kazandı . Artık
binlerce Kuran kursunda küçücük çocukların beyni yıkanıyor, yüzlerce imam-ha
tıp okulunda şeriatçı yobazlar yetiştiriliyor, devlet okullarında tam 8 yıl boyunca
İ slam dininid ogmaları ezberletiliyor. Radyo ve televizyonlard a her allahı n günü
son derece ilkel bir din propagandası yapıl ıyor. 1 2. yüzyıldan bu yana hiçbir "dü
şünsel" gelişme gösterememiş olan İ slam dini, yalnız genel kültürden değil, din
kültüründen de nasibini almamış insanların elinde, sadece politik bir hükmetme
aracına dönüşmüş durumda. Düşününki bugün ülkemizi tekrar "şeriatçı" bir dü
zenle yönetme hayalleri kuran adam, İT Ü 'de yıllarca motor dersi vermiş olması
na rağmen, Kuala Lumpur üniversitesinde pervasızca "NASA'dakiler aya gitmek
için Kuran okuyorlar" diyecek kadar din kültüründen nasibini almamış bir yobaz.
İçimizde dindarlığı her şeyden önce -manasını bile bilmeden- Kuran'ı ezberle
mek diye anlayan ve bu yüzden zorunlu temel eğitimin 8 yıla çıkarılmasına kar
şı koyan başka profesörler mi yok? Hatta biyoloji profesörü oldukları halde Dar
win'in "evrim" teorisinin bütün bilimlerce reddedildiğini iddia edenler mi ararsı
nız? Ya Kenan Evren'e verdikleri "fetva" ile din derslerinin zorunlu olmasını sağ
layan "ilahiyat" profesörlerine ne buyurulur? Bütün bunların olup bittiği bir ülke
de köktendincilerin iyice azması na şaşılacak bir yan var m ı ?
cı ile işbirliği sonucu kurulan çağdışı "ittifak", bu gibilerin cüretini daha da arttır
mış olduğundan, bugün ülkemiz ciddi bir "Cezaylrleşme" tehlikesiyle karşı kar
ş ıya bulunuyor. Buna etrafımızı çeviren şeriatçı ülkelerin gizli ve açık, maddi ve
manevi yardımlarını eklerseniz, tehlikenin boyutları konusunda bir fikir edinebi
lirsiniz. Nitekim, Atatürk'çü ordu komutanları nın işe el atmak ihtiyacını duymuş
olmaları da tehlikenin büyüklüğü hakkında yeterli bir fikir veriyor olsa gerek.
2) Zorunlu din dersleri kaldırılıp yerine -o da sadece lise son sınıfta okutul
mak şartıyla- "seçmeli" din dersi konabilir, ama bence. bu bile gerekli değil.
Falk Akçay
Teşekkür ediyorum, sabırla dinlediniz.
Füsun Sayek
Oturum Başkam
Sayın Akçay'a teşekkür ediyoruz. Esasında çok zor bir görev yaptı . Şimdi bir
ozana sığınıyoruz. Peter Curman, Stocholm'den geliyor. İ sveç Yazarlar Merkezi
kurucusu, aynı zamanda gazeteci. Bir kısmı Türkçe'ye çevrilmiş olan 1 2 şiir ki
tabının yazarı. 1 987'den beri Yazarlar Birliği'nin başkanı. Kendisi, ihtiyacımız
olan diyalog konusunda konuşacak.
Peter Curman
Değerli konuklar, sevgili katılımcılar, öncelikle bu önemli konferansa davet
edildiğim için memnuniyetimi belirteyim. İ sveçli bir şair olarak, bu konferans ta
rafından açıklık kazanan sıcak çatışmanın merkezinden uzakta yaşamama rağ
men benim sesimi dinlemek size tuhaf gelebilir. Ancak bugün dünyanın sını rları
yok ve her birimiz olan biten hakkında aynı sorumluluğu paylaşmalıyız. En azın
dan e-mail ve İnternet ile haberleşen yazarlar daha fazla ya da az, aynı odada
yaşıyor.
Aziz Nesin sınırları olmayan bir adamdı. Kalbi herkese yetecek kadar büyük
tü. Hepimiz onun adalet ve barış kavgasına imrenirdik ve hepimiz, Sivas'ta itfa
iye arabasının merdivenlerinden inerken görebileceğiniz, Daily News'in kapak
sayfasını da hatırlarız. Polisin cahilliği ve vahşiliğini gördük. 37 yazar ve sanatçı
öldü. 1 993'te Sivas'ta yaşanan trajediyi hiçbir zaman unutmayacağız. Aynı za
manda uluslararası yazarlar topluluğu, Orhan Pamuk'un "Nesin'i provokatör ola
rak tammlayan mahkeme karan, ruhumuzda isyan duygusu uyandtrdı" dediği
sözlerinin her kelimesine katılır.
likle evet veya hayır arasında bir seçim yapmak zorunda kal ırsınız. Fundamen
talistler kararsızlıktan nefret ederler.
Avrupalı politikacılar, -Hı ristiyan Halkın Partisi'nin son dönemde yaptığı gibi
Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne girmesini Avrupalı fundamentalistler gibi reddeder
ler. 4 Mart'ta Reuter'in geçtiği bir habere göre "Hıristiyan Demokratların ( EPP)
toplantısında, Türkiye'nin katı lım için yetersiz olduğu konusunda bir konsensü
sün belirlendiği kıdemli politikacı lar tarafından dile getirildi. Türkiye, kısa veya
uzun zamanda, Avrupa Birliği'ne üye olmak için daha hazır değil dedi Belçika
Devlet Başkanı ve EPP Başkanı Wilfried Martens. Alman Başbakanı Helmut
Kohl, İ spanya Devlet Başkanı Jose Maria Aznar ve İtalya Devlet Başkanı roma
na Prodi'nin de katıldığı belirtilen toplantıda, Martens, Ankara ile sıkı ilişkilerden
yana bir isteğin belirtild iğini söyledi. Fakat AB üyeleri kartlarda yoktu. "Biz de
mümkün olan en sıkı ortaklığı isteriz, ancak biz bir Avrupa Birliği inşa ediyoruz"
dedi Martens. Diğer taraftan Yunanistan'dan Theodore Pangalos, Hollanda
Apeldoorn'daki toplantıda, "eğer Türkiye bir Avrupa ülkesi olarak kabul edilmiyor
ise Yunanistan'ın da kabul edilmemesi" gerektiğini söyledi.
Avrupa'yı kapı ları ve pencereleri kapalı bir kale olarak inşa etmek yönünde
Ki eğilim sadece dış dünyayı değil, Avrupa'da yaşayan bizleri de tehdit etmek
tedir. En azından biz yazarlar, kendi hAkimiyetimiz alanına kilitlenmeyi asla ka
bul etmeyeceğiz. Bizim için diğer ülkelerdeki meslektaşlarım ızla etkileşim için
de kalmak bir gerekliliktir. İ sveç'te biz kendi edebiyatımızı geliştirebilmek için
Türk ve Kürt edebiyatını öğrenme ihtiyacını duyuyoruz, çünkü hiçbir edebiyat
kendini diğerlerinden izole ederek gelişemez. Edebiyat, farklı kültürlerin yeni
kelimeler ve ifadeler karşılaşması sonucu gelişecektir. Onun için biz, ülkelerin
kültür değişimine inanıyoruz ve kültür değişiminin karş ıl ıklı anlayış ve güvene
dayanması gerektiğinden yanayız. Bu, hiç kimsenin herhangi birini, yukarıdan
yargılamaması anlam ına gelmektedir. Bazen, İ sveç'te değil ama diğer ülkeler
de neler yapılması gerektiğini tartışmak ve çözüm üretmek, İ sveç'te moda hali
ne gelmektedir. Uzak ülkelerdeki insan hakları ihlallerini ve konuşma özgürlü
ğünün kısıtlanmasını protesto etmek, kendi ülkendeki ihlaleri protesto etmekten
daha kolaydı r.
yordu. Biz Türk ve Kürt yazarları nı İ sveç Yazarlar Birliği'ne üye yazmaktan gurur
duyuyoruz. Birliğimize üye olabilmek için tabii ki İsveç'te oturmanız gerekir ama
İ sveç vatandaşı olmanız veya İ sveççe yazmanız gerekmez. İ sveç yazarlar Birli
ği üyelerinin yaklaşık yüzde onu dış ülkelerden gelenlerdir. Dış ülkelerden gelen
meslektaşlarımızın varl ığı, bizim edebiyatımıza ekstra bir ilham vermektedir!
Dünyada iş adamları, nerede, ne olduğuyla çok yakından ilgilidirler. Ankara'dan,
New York, Tokyo ve hatta Stockholm'deki stok borsalarının yükselen ve düşen
değerlerini tam olarak bilirler. Ya biz yazarlar? Bizlerden hangilerimiz internet ve
e-mail'e sahibiz? Bunu alışkanlık haline getirenimiz var m ı ? Tabii ki edebiyat bor
sası bir stok borsası değildir ve kelimelerin ritimlerinin dolar, pound veya sterling
ritminden ayrı bir dili vardır. Ben halen birbirimizi daha iyi tanımak için çok şey
yapmamız gerektiğini düşünüyorum.
Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra Baltık Denizi etrafı ndaki tüm yazar
lar, kuwetli bir biklikteliğe yöneldiler. 1 992'de büyük bir Rus gemisi kiraladık ve
ortak denizimizin ülkelerinden 300 yazar ve tercümanla denize açıldık. Bu yapı
lan ilk Baltık Denizi konferansı idi. 14 gün boyunca limandan limana uğradı k ve
şiir, edebiyat ve diğer ortak ilgi alanlarımızdan konuştuk. Salman Rüşdi'ye de bir
dayanışma telgrafı gönderdik. Bu bizim Baltık Denizi etrafı nda ilk birleşmemizdi.
Daha sonra Rusya hükümetine katılması için savaşılan Çeçenya'daki savaşı
protesto eden bir telgraf çektik.
Ofisi'nden gelmiştir. Ama böyle bir merkezin dürüstlüğünün korunması için aynı
Gotland ve Rodos merkezlerinin olduğu gibi U NESCO'nun himayesi altına gir
mesi gerektiği işaret edilmelidir. Ama İ stanbul'da insan hakları ve konuşma öz
gürlüğü ile ilgili kurulacak bir merkez, çok daha önemli işlev görecektir. Orada
yazarlar konferansının çeşitliliğini savunabilir, internet ve diğer sosyal aktiviteler
deki inisiyatifi ele alabiliriz. Hatta, İstanbul gibi eski, çok kültürlü bir merkezdeki,
Yazarlar ve Çevirmenler Merkezi'nin UNESCO'nun himayesinde çalışması, Aziz
Nesin'in insancıl kişiliği açısından da büyük bir başarıdı r. i stanbul'un yanı sıra
ajandamızda başka öneriler de mevcuttur. Yunan ve Arnavutluk sınır ortasında
yer alan Presba Gölü'nde bir merkez oluşturma yönünde fikirler vardır. Ayrıca
Rodos Merkezi'nin resmi olarak başlaması esnasında, Filistin ve i srail'lilerin bu
luşma merkezi olan Betlehem'in de olabileceği yönünde öneriler vardı. Ben bir
kaç gün içinde Ramallah'a giderek, bugün için gerçekleşmesi çok zor görünen
bu düşle ilgili olarak araşetı rma yapacağım. Ama düşleyebildiğimiz sürece, düş
lerimiz gerçek olacaktır, yeter ki gerçekten deneyelim.
Füsun Sayek
Oturum Başkanı
Teşekkür ediyoruz. Şimdi, Fatoş hanım Peter Curman'ın bir şiirini Türkçe
okuyacak.
Füsun Sayek
Oturum Başkanı
Çok hoştu. Şimdi bir tartışma için zamanımız var sanıyorum. Ö nce soruları
alal ı m . Buyurun.
Peter Curman
Bence diyalog çok önemli, tabii ki bilgi de. Yazarın her şey hakkında gerçeği
bilmesi gerekir. Sanırım İ stanbul'daki toplantı çok önemli olacak, bütün yazarla
rın tartışmalarda yer olacak olması da önemin! arttırıyor. Eğer Yunanistan'daki
All Nesin
Amerika'da çoğu kimse köktendinci ülkelerin hangi ülkeler olduğunu bilmiyor
lar. Öğrencilerime sordum. Bana köktendinci bir ülke söyleyin dedim. Irak dedi
ler hepsi. Yani Amerikan halkı büyük bir cahillik içinde. Acaba İsveç'te de var mı,
sizin bildiğiniz ülkelerde, Avrupa'da buna benzer bir cahillik var mı? Bunu öğren
mek istiyorum.
Peter Curman
Çevrenizdeki insanların çok şey okuması lazım. Benim için buraya gelmem
çok önemli. Ne kadar ciddi sorunlarla karşılaştığ ı mız ortada. Bu tür tartışmalar
tüm gruplarda tekrarlanmalı. Burada verilen bu tür bilgiler ve üzerindeki yürütü
len tartışmalar çok önemli. Sadece Ankara ile kalmamalı , her yere yayılmalı. Sa
nı rı m biz yazarlara çok çok iş kaldı .
Söylemezoğlu
Bay Peter Curman'a bir soru sormak istiyorum. Sunuşunda İsveç'e Türk ya
zarlarla birlikte Kürt yazarların da beraber davet edildiklerini söylediler. Şimdi
Birleşmiş Milletler Ö rgütü'ne üye olmayan ülkeler arasında Kürt devleti diye bir
devlet yok. Burası Türkiye Cumhuriyeti Devleti olduğuna göre ve Türkiye Cum
huriyeti anayasasına göre de Kürt vatandaşlarına Türk denildiğine göre kendile
ri, köktendinciliğe karşı uluslararası aydı nlanma konferansı için ülkemizde misa
fir olarak bulunuyorlar. Türk misafirperverliği de yeryüzünde bilinmektedir. Bu ne
denle belki bir düzeltme yapabilirler diye düşündüm. Teşekkür ederim.
Peter Curman
Ben Kürt insanlardan değil, Kürt edebiyatından bahsettim. Burada yazarlar
dan, Yaşar Kemal, Göteburg'daki ayrımcılara, "ben insanım, İki çemberim var,
birinde Türk tarafım, diğerinde Kürt tarafım" dedi. Ancak çok zor böyle yaşamak.
Şunu kabullenmeliyiz, homojen insanlar değiliz. Siz de değilsiniz. Ve Kürt edebi
yatından bahsetmemem için hiçbir neden yok.
All Balkız
Efendim, Curman'a i stanbul'u betimleyen o güzel şiiri için teşekkür ediyo
rum . Bir şey de ben eklemek istiyorum. i stiklal caddesinde, evet banka, gece
kulüpleri var. Ama ayn ı zamanda sinemalar, tiyatrolar, sergi salonları, resim ga
lerileri, kitabevleri, kültürevleri, yayınevleri, kiliseler, camiler, sinagoglar var ay
nı zamanda. Ü lkemizde Kürtler var, Kürtçe yazan yazarlar var. Kürt kökenli
olup da Türkçe yazan yazarlar var. Bunlar İ sveç'te de var, dünyanın her yerin
de de var. Bağı msız devletlerin olup olmaması başka bir şey. Bu onun varlığı
n ı Kürtçe dilini, Kürtçe yazma edimlerini inkir etmemizi gerektirmez diye düşü
nüyorum.
Füsun Sayek
Oturum Başkanı
Teşekkür ederim.
Peter Curman
Şunu söyleyeyim. Ayasofya'nın içindeydim. Bana Avrupa'nın kültür şehrini
göstermemi söylediler. Ben de bunun şaka olduğunu düşündüm. Bütün güzelli
ği ve fantastikliği, insan severliği sorsalar, en iyisi İ stanbul derim.
Füsun Sayek
Oturum Başkam
Sanıyorum başka bir soru yok. Evet, bu akşam da bitirmiş oluyoruz. Yarın
tekrar buluşmak üzere, ayrıl ıyoruz. Yarı n sabahki oturum 09.30'da başlayacak.
Ona göre hareket etmemiz lazım.
Teşekkür ederim .
Alparslan Işıklı
Oturum Başkanı
Bu açıdan Aziz Nesin'in, ölümsüz yazar Aziz Nesin'in içinde yer aldığı tabiri
caizse baş kahramanı konumuna geldi. Sivas olayları bir dönüm noktası oluştur
muştur. İ nsanların inançlarından dolayı diri diri yakıldığı hadisesi, ülkemizde fun
damentalizm sorununa özel ve olağanüstü bir boyut kazandırmıştır. Bu başka
gelişmeleri çekiyor. Bu arada İ stanbul'da Müslüman eserleri olmadığı için surlar
yıkal ı m diyen önde gelen politikacılar çıkabiliyor. Sizlerin ve eminim ki konukla
rı mızın yakından, uzaktan izlediği birtakım olumsuzluklar yoğunlaşarak sürege
liyor. Ben şunu burada belirtmek ihtiyacını duyuyorum. Bu gelişmeler doğrusu bi
zim geçmişimizle de yabancı . Bizim geçmişimizin doğal uzantıları olarak sayıl
maları bile mümkün değil. Bunları , hatırlatmak ihtiyacını duyuyorum. Bunları
kendimizi savumak vallahi billahi biz böyle değiliz demek için söylemiyorum .
Fevkalade bir şey olduğunu belirtmek için bunlara, geçmişimizle b u karşılaşetır
mayı yapma gereksinimini duyuyorum. Sivas'ta bu olaylar oluyor. Oysa 1 492'de
İ spanya'da Yahudiler, Katolikler tarafından yakıldıkları vakit Osmanlı İ mparator
luğu'nda sığı nma olanağına başvurabilmişlerdi. Tekrar ediyorum . Toplumumuzu
_/
bugün temize çıkarmak çabası değil, tam aksine bugün olanların geçmişimizle
de bağdaşmadığını ve fevkalede bir şeylerin olmakta olduğunu belirtmek için
bunlara değinmek istiyorum. Ve hakim düşüncenin dışındaki görüşlere, bilimsel
çabalara, hoşgörü, saygı bizim geçmişimizde yabancı olmadığımız bir tutumdur.
Keza 1 5. yüzyılda ve daha öncesinde Avrupa'da dünya yuvarlaktır dediği için
Galile işkenceye maruz bırakılırken, Bruno aynı şeyleri söylediği için diline çivi
çakılarak öldürüldüğü dönemlerde; İ bn-i Haldun, Mevlana hatta daha sonraki dö
nemlerde başka İ slam düşünürleri örneğin bir Darvin düşüncesinin aşağ ı yukarı
aynısını söyleyebilecek ortama sahip bulunuyorlardı. Bu geriye gidişin anlamı
üzerinde düşünmemiz gerektiğini sanıyorum ve elbetteki hepimizi derinden dü
şündüren bir husus oluşturuyor. Öyle görünüyor ki bu durum dünyadaki hakim
Erdoğan Aydın
Sayın dinleyiciler merhaba. Tebliğim "Laiklik ve Türkiye". Bildiğiniz gibi gerek
yüzyılın başında akılla her türlü sorunumuzu çözebileceğimizi, dünyayı söz ko
nusu tüm bu olumsuzluklarından arındırıp bir cennete dönüştürebileceğimiz doğ
rultusunda insanlık ciddi bir umut içindeydi. Ve 1 9 . yüzyılın başı apayrı bir dün
ya atmosferine tekabül ediyordu. Oysa aradan yüzyıla yakın bir zaman geçip,
yüzyılın sonuna geldiğimizde, yüzyılın başında apayrı, tam tersi bir dünya at
mosferiyle karşı karşıyayız. Sorunların çözülebileceğinden, akıllı her türlü soru
numuzu çözebileceğimizden yana umutların önemli bir yara aldığ ı , önemli bir
darbe yediği bir atmosferde dünya hakları, dünya in �anl ığının her türlü metafizik
yönelime ve doğal olarak bu kapsamda özellikle dine yöneldiği bir dünya atmos-
lar değiştirildi ve tüm bu değişimler siyasal ve dinsel otorite birliği nedeniyle şe
riat sayıldı. Bu ise mutlakiyet rejiminin, dini/Tanrı'yı iktidarlarını sürdürmenin ara
cı yaparak 20. yüzyıla kadar gelmesini sağladı.
Söz konusu b u tümüyle keyfi, despotça yönetim geleneği, neden sonuç iliş
kisi içinde şeriatçı kavrayışın olmazsa olmaz sonucuydu. "Dinin her şeyi kapsa
dığı ve yönetimin mutlaka dinin denetiminde olması" gerektiği şeklinde bu yakla
şım, dindışı yönetimin yanısıra, toplumsal dinamizmin ve özgürlükçü açılımları
da olanaksız kılan bir donukluğu beraberinde getirdi.
Yapısal olarak demokrasiye kapalı , farklılığın meşrutiyete ve eşit haklılığını,
keza egemenliğin halka ait olmasını kabuletmeyen şeriat, halkı teba durumuna
sokan, yönetimi mutlak yetkilerle donanmış halifeye bırakan ve farklı olanın ken
dini ancak kılıç zoruyla gerçekleştirebildiği bir siyaset geleneğini temsil ediyor.
Aynı genelleme içinde Müslüman olanlar da güvensizliğin siyaseti olmuş olan
şeriat, seçim ve yurttaşl ık bilincinin oluşumuna da engel olmuştur. Bu bağlamda
dinin farklı algılanışları na da hoşgörü üretememiş, bu nedenle kendi ayrışmala
rını uzlaşmazlığa itmiştir.
Din içi katliamların dinler arası savaşlardan çok yaşandığı bu geleneğin kaçı
nılmaz sonucu, daha �k dönemden başlayarak en kutsal kişilerin �rtarda suikast
lerle tasfiyesi, yüz binlerce Müslümanın birbirini katlettiği savaşlar olmuştur.
Kendini yozlaşmaktan kurtarabilmiş, başka halkların topraklarını işgalle in
sanlık suçu işlememiş bir şeriat düzeni örneği olmamıştır. Aynı şekil kendi halkı
na, çağdaş insanlık değerlerini, sağlık, eğitim, iş, barınma güvencesi, fikir ve
inanç özgürlüğü, köleliğin yasaklanması, kadınların erkeklerle hukuki eşitliği, ge
lir adaleti gibi hak ve özgürlükleri sunabilmemiştir. Şeriat inanırları nı haklarıyla
değil, görevleriyle tanı mlamıştır.
Keza antik Yunan'dan sonra bir talih olarak İ slam egemenliğindeki toprakları
da filizlenen bilim ve felsefenin tam da olgunlaşmaya başladığı bir aşamada bir
daha geri gelmemek üzere İ slam topraklarını terketmek zorunda kalmıştır.
Özetle 1 4 yüzyıllık evrensel pratiğinde, ancak totaliter, teokratik ve monarşist
bir payda da kendini var edebilmiş bir yönetim örneği olmuştu şeriat.
İ nsanlığın özgürleşmesi, gelişimi ve onuru açısından bu öğelerin aşılması zo
runluluğu ise yine insanlığın evrensel bir kazan ımı olan laiklik önkoşuluna bağlı
olmuştur.
Dolayısıyla, dinin saygın kalabileceği tek yere, ona inanan insanların vicda-
n ı na çekilerek kamusal alanın önyargısız, insani, değişebilir bir hukuka, yani la
ikliğe bırakılması zorunluluktur.
Lalkllk nedir?
Siyaset biliminin temel kavramlarından biri olan laiklik, en kaba ifadeyle din
le devletin ayrışmasıdır. "Hak" kavramını Tanrı'ya ait, tanrısal emirlerin yerine ge
tirilmesi anlamından çıkarak, insana ait, onun hakları, özgürlüğü ve adalet şek
linde yeniden tanımlamanın ahlakıdır.
Devletin örgütlenmesi ve hukukuna ilişkin bir yöntem olan laiklik, esasen bir
özgürleşme ve özgürlüklerin korunma temelidir. Devletin "tanrısal" emirlerin ifası
için değil, insani ihtiyaçlar için insani bir irade ve denetimle kurumsallaşması, ah
laki referansını insan hak ve özgürlüklerinden almasıdır.
Dinin kamusal yaşamın dışına çıkarılması, devletin dinden arındırılması olan
laiklik, kişiyle inancı arasında vicdan özgürlüğüdür. Bu anlamda iktidarı n, kimse
nin dindarlığının ölçütü olmaması, herkesin kendi vicdani özgürlüğünün tanın
masıdır. Yine kimsenin inancına göre ayrıcalık veya aşağ ılanmaya uğramama
güvencesi anlamı nda da inanç özgürlüğüdür.
Laiklik din alternatifi bir ideoloji değil, kamu alanının din dışı, her inancın di
ğeriyle eşit koşullarda ve hukuki güvencesiyle ilişkileneceği ve aynı zamanda bi
reyin ve aklır:ı kendini daha özgür var edebileceği bir yönetim atmosferidir. Bu an
lamda Müslümanlığın karşıtı değil Müslümanların da içinde özgürce hareket
edeceği bir hukuki normdur.
Laiklik açısı ndan din, özgürlüğü herhangi bir dinin kendi doğrularından hare
ketle istediğini yapabilmesi değil, başka inançların hak ve özgürlüklerini ihlal et
memek koşuluyla istediğini yapabilmesidir. Kimsenin diğerinin inancına karışa
maması ve her türden inanç dayatmasına karşı tam güvenceyle inancını yaşa
ması, bundan dolayı kı nanmaması veya ayrıcalık elde edememesi, ayrı ma tabi
tutulmaması, yasal veya moral baskıya uğratı lmaması, kanaatini açıklamaya
zorlamaması ve salt yurttaş olarak yasalar önünde eşit olmasıdır. Laik devlet.
yurttaşların inanç özgürlüğünü güvence altına alan , inançlar karşısında tarafsız
olan, ideolojisiz, bu anlamda inançsız devlettir.
Özel bir dinin veya mezhebin veya tarikatın özgürlüğü ile genel olarak inanç
özgürlüğü arasında çelişki olduğunda, laiklik (keza demoktasi) ikincisinden yana
bir taraflılığı gerektirir. Belli bir din veya mezhebin hakları genel olarak din ve vic-
Laiklik kavram ının demokrasinin biçimsel kurallarıyla sorunlu bir kavram ol
duğu düşünülebilir. Çok uzun yüzyıllar boyunca toplumun sekülerleşmesi sonu
cunda oluşmamışsa eğer, ele geçirilen iktidar aracılığıyla dayatılan bir yöntem
olmuştur laiklik. Ancak laikliğin olmadığı yönetimlerin temel hak ve özgürlükler
den zaten yoksun olduğu anımsanırsa, demokrasinin biçimsel kuralları içinde
oluşması zaten mümkün olmayacaktı . Diğer yandan laiklik, belli bir din veya
mezhebin kamusal düzenini, kendi doğrularına göre değiştirmesine karşı önlem
alması gerekir. Bu tip sorunlar laikliğin, demokrasisinin özüyle çelişmesi değil,
tersine onu güvence altı na almanın gerekleridir.
Diğer yandan yaşanan deneylerin de gösterdiği gibi laiklik, tek başına özgür
leşme getirmiyor. Totalite sadece gökyüzünde değil aynı zamanda yeryüzünde
dir. Dolayısıyla laikliğin bir özgürleşme normu olarak mantiki sonuçlarına vard ı
rılması gerekiyor ki bu da demokrasidir. Aksi takdirde gökyüzünden indirilen ikti
darın asla halka inememesi gibi bir realite söz konusu olacaktır ki bu laikliğin
kendi anlamına yabancılaştırılmasıdır.
Ancak durgun, tanı mlanmış bir totalite olarak şeriattan ayırı m la sürekli yeni
den tan ımlanması gereken, demokratik bir içerilme içinde geriletme yeteneği el
de etmesi gereken bir alternatiftir.
Osmanlı'da laik bir yönelim, yer yer kimi padişahları da içine olarak başlamış,
1 839 Tanzimat Fermanı , 1 856 İ slahat Fermanı , 1 876 Meşrutiyet ilanı ile Osman
lı'nın, teokrasiden uzaklaşma noktasında bir dizi ad ı m atılmıştı . Ne ki sonuçta
bütün bu girişimler, egemen ideoloji ve siyaset geleneğini temsil eden şeriatçı
Ancak sonuçta belli bir birikim olmuştur. İ şte Mustafa Kemal bu birikimler üze
rinde cumhuriyet ve laikliği gerçekleştirebilmenin olanağını buluyordu. Söz konu
su gelişmenin hem de demokratikleşmenin önündeki engellerin kırılması demek
olan Rönesans ve Reform'un nihayet Türkiyeye'de gerçekleştirilememesi oldu
ğunu söylemek de abartı olmayacaktır.
Kuşkusuz atılan adımlarla kurulan bir demokrasi değildi. Ve bu noktada tayin
edici halka laiklikti. Ya laiklikten vazgeçilecekti ya da sekülerleşmemiş bu top
lumsal zeminde, zoru da içeren bir yerden bu dönüşümün gerçekleştirilmesi yo
luna gidilecekti.
Laikleşmenin evrimci ( İ ngiliz) ve devrimci (Fransız) yollarından ikinci keyfi bir
tercih değil, nesnel koşulların olanaklı ve zorunlu kıldığı yoldu. Türkiye'nin birin
ci yolu deneme şansı yoktu.
Ü stelik Fransız örneği anımsanacak olursa, Türkiye laikliği hiç de san ıldığı
kadar radikal değildir. Egemen din ekolüyle önemli uzlaşmalar gerektirmektedir.
Dinin siyasal olmayan sembolleriyle asla çatışma yaşanmamıştır. Dolayısıyla
buna rağmen yaşanan çatışma laikliğin temelinin buradaki zayıflığında aranma
lıdır. Keza Kemalist laiklik, kendini karşıt bir din olarak kurması da laikliğin top
lumsal temelinin zayıflığı nedeniyle başka türlü kurulamayacağından, toplumu
sekülerleştirme gereksiniminden kaynaklanmıştı r.
Cumhuriyet ve laikliğin, Batı'nın bilimsel, teknik, kültürel ve askeri üstünlüğü
karşısında çöken Osmanlı'nın, kendini yeniden var edebilmek, eski gücüne ula
şabilmek için başvurduğu araçlardan biri olduğunu söylemek de sanırım gerçe
ğe aykırı olmayacaktır.
1 1 1 . Selim, i l . Mahmut ve İ ttihat ve Terakki'nin Osmanlı dönemindeki arayışla
rı , artık sistem içi çözümden kesilen umuda bağlı olarak köklü bir dönüşüm ara
yışına yönelmiştir. Gökyüzünden ve saltanattan umut kesilmiş ve iktidarın meş
rutiyeti Batı'yı takliden laiklik ve cumhuriyette aranmıştır. Yani Türkiye'de laiklik,
dinler arası çatışmanın değil, geri kalmışlığın tepkisi olarak gelişti.
Özetle, Türkiyede laiklik belli bir kültürel, entellektüel temelden, onu savuna
bilecek sınıfsal güçlerden, toplumsal düzeyde belli bir dünyevileşmeden (sekü
lerleşme) yoksun gelişti. Dünyevileşme ve demokratikleşme açısından kısır bir
ortamda var olduğundan, değişimin motor sözcüğü olurken aynı zamanda de
mokratik açılı mlar üretme yeteneğinden yoksun kaldı . Kuşkusuz buradan laiklik
olmasaydı daha demokratik bir süreç yanaşacaktı gibi bir yaklaşım çıkmaz. Ay
nı gelişme düzeyinde olmamakla birlikte Mısır, İ ran gibi deneylerden de daha
olumlu bir örnek çıkamamıştır. Yani liberallerin, radikal laisizm olmasaydı daha
iyi olacaktı tezi, ciddiye alınabilmekten uzak bir spekülasyondur.
Özgürlükçü laiklik
İ ktidarda yıpranmasına rağmen, halihazırda toplumun en dinamik ve hego
monik gücü olmaya devam eden, şeriatçı hareket, toplumun dinsel kimlikler te
melinde tanımlanmasını, devletin dine sunduğu desteğin artt ı rılmasın ı , eğitimin
ve kamusal alanın daha da İ slamcılaştırılması n ı, ülkenin ve dev!etin sahipliği ko
nusundaki meşruiyetlerinin tanınarak Alevi, Gayri Müslim ve ateistlerin "oturduk
ları yerde oturmaları" koşuluyla şeriatçı "hoşgörüye" sığı nmalarını ve tabii laikli
ği benimsememiş Sünni çoğunluğun "halledilmek" üzere kendi insaflarına bıra
kılmasın ı istiyor.
Kriz içindeki bir rejim, ne kadar irrasyonel olursa olsun ütopya sahibi bu ha
reketi kitle temelinden yoksun kılamaz. Şeriatçı hareket toplumsal yabancılaş
manın ürünü olsa da krizden beslenmeye devam ediyor. Böyle bir siyasal soru
nun kanunla çözülmesini kimse beklememelidir. Hele ki onun sorumlusu olan bir
rejimin başarı şansı olamaz. Bilimin mürşitliği de çözüm olamaz, çünkü insanla
rın yıkılan umutları ve verilmeyen haklarının neden olduğu tepkilerin bir anlam
dünyasına gereksinimi var.
Resmi laikliğin bizdeki tıkanış nedeni, eşitsizlikçi ve anti demokratik bir dev
let geleneğinin araçlarından biri olmasıdır. Bu nedenle ve değişik nedenlerle,
ezilen çoğunluk nezdinde yıpranmış bir kavramd ı r. Laikliği tazelemek, geleceği
miz için yaşamsal önemini kavratmak, onu yıpratan faktörlerden arı ndırılmasın
dan geçmektedir. Orduya güvenle ayakta tutulan bir laikliğin toplumsal güvence
elde etmesini ise kimse beklememelidir.
devlet bütçesinden bir mezhebe para aktarmak, onu İ slam'ın tek meşru biçimi
saymak, o mezhep doğrultusunda eğitime bütçe ayırmak, zorunlu din dersi uy
gulamak, devlet yöneticilerinin dini aidiyetlerini vurgulayan gösteri veya açıkla
malarda bulunmak, resmi kültürel faaliyeti bir mezhebe yürütmek, örneğin yurt
dışındaki işçilere imam göndermek, toplumun Sünnileştirilmesi için yoğun bir ça
ba sergilemek, devlet büdtçesinden cami yapmak vb sayılabilecek bir dizi uygu
lamadır. Anayasası nda "laik" olduğu yazılan Türk devletinin laik olamadığının sı
radan göstergeleridir. Diyanet bugün Türkiye'nin en büyük şeriat propağanda
merkezidir ve bu faaliyetini laik devletin anayasal güvencesi ve toplumun vergi
leri ile gerçekleştirilmektedir. Oysa laik devlet, din işlerini insanların özgür irade
sine bı rakır, onlara karışmaz.
Bugün laikliğin asıl problemi, dinle bu kadar içli dışlı hale gelmiş olan devle
tin kendisindedir. Toplumu kendine rakip gören, Susurluk'u örten, gelir adaletsiz
liğini düzeltmeyen, demokratik toplumsal dinamikleri bastıran, dini ve Türkçülü
ğü toplumsal kontrol aracı olarak kullanan resmi politikanı n kendisindedir.
Dünyevi yaşam koşulları ve umutlardan yana köşeye sıkıştı rılan insanları n,
en zayıf yerlerinden, din ve milliyet istismarıyla yedeklenmesinden daha doğal
bir şey olamaz.
Sorun salt laiklik düzleminde çözülebilir olmaktan uzaktır. Sorun bir sistem
sorunu olarak görünüyor. Tabii sistem değişimine endekslemek anlamında söy
lemiyorum, ama mevcut anti demokratik yapı ve diz boyu adaletsizlikle yaşayan
bir laiklik, şeriatla boğaz boğaza yaşamaya bizi zorunlu kılacak demektir.
Gelinen noktada artık demokrasiden bağ ı msız, demokrasiye rağmen düşü
nülemeyecek bir kavram olarak içselleştirilmek zorundadır. Orduyla korunabile
cek bir laiklik düşleyenler bunu kafalarından söküp atmal ıdırlar.
Laiklik ya toplumsal zeminle savunulup güvenceye al ınacaktır ya da 40 katır
40 satır seçenekleri olan şeriat ve otoriter devlet geleneği arasında ezilmeye de
vam edecektir.
Bu kapsamda demokrasi ile laiklik arasında tercih yapma ikilemleri sunidir.
Bizi böylesi sıkıştıran ikilemler, san ılanın aksine ikisinin de olmaması ve ikisinin
de bu kördövüğüşü ortamında istismar ediyor olmasındandır. Bu ikilemin altı ka
zındığında ne "demokrasinin" altından demokrasi ne de "laikliğin" altından laiklik
çıkıyor. Oysa biz ikisini birden istiyoruz. Sabrınızı zorladığım için özür diliyorum.
Teşekkür ederim.
Alparslan Işıklı
Oturum Başkanı
Biz teşekkür ediyoruz. Bu ilginç açıklamalarınızdan, değerli tespitlerinizden
dolayı. Yalnız izin verirseniz bir yanl ışı anlamaya yer bırakmamak istiyorum. Be
nim mukayesem cumhuriyet ile Osmanlı imparatorluğu arasındaki iyimserliği çı
karmak değil. Benim mukayesem geçmişte kendisini İ slami takdim eden düşün
ce ile diyemeyeceğim, düşüncesizlik arası ndaki mukayesedir. Yani somutlaştırır
sak; Mevlana'yla, İ bn-i Haldun'la, Yunus Emre'yle günümüzdeki İ slami düşünür
leri mukayese ettiğimizde herhalde müthiş bir gerilemeden söz etmek kaçınıl
mazdı r. Geçmişteki bu düzey Osmanlı i mparatorluğunu da zaman zaman hiza
ya getirebilmiştir. Saltanatın gerici yapısına rağmen verdiği diğer örneği de açık
lamak isterim. Surlar İ stanbul'da Osmanlı İ mparatorluğuna rağmen, saltanatına
rağmen asırlarca yaşamış, günümüzde kendini Müslüman olarak takdim eden
lerin en uygar görüneni Oğuz Asitürk çıkıp, surların Müslüman eseri olmadığı
için yıkılmasından bahsediyor. Çok müthiş bir gerileme var tabii. Bu saltanatla
cumhuriyetin mukayesesi değil, cumhuriyete rağmen kendisini, İ slami olarak tak
dim eden akı mların, akıl almaz bir karalama içerisine girmiş olmalarıyla açıkla
nabilir, diye düşünüyorum. Teşekkür ederim, bu fı rsatı verdiğiniz için. Şimdi
Frank Shutte sunuşunu yapacak.
Frank Shutte
Laisizm, din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması için mücadele veren sev
gili dostları m,
Şu son birkaç haftadı r, biz dinsiz ve ateistler, Türkiye'de meydana gelen olay
ları pür dikkat bir şekilde izliyoruz. Bir yanda çoğulcu ve demokratik bir toplumun
öncüleri ile diğer yanda fanatik fundemantalizmin destekleyicileri-ki bunlar Ata
türk'ten sonraki 4. kuşaktır ve Türkiye'd e İ slama sadık bir teokratik devlet kurma
planları yapmakta olanlar arasındaki mücadele, Türkiye veya herhangi bir yer
deki demokratik toplumun yaşam ve ölüm konumunu belirleyecektir.
Şunun farkı ndayız ki caddelerde yürüyen her kadın ve erkeğin binbir zorluk
la kazanılmış olan hakları dinsel fundemantalizm hayaletine karşı, aynı zaman
da bizim de temel haklarımızın temel göstergesidir. Ve biz Batı Avrupa ülkeleri
nin aydınları kabul edilen dinsiz ve ateistler olarak, asıl amaçları , dünya yüzeyin
de cinayet ve zülme dayalı bir dinsel ideoloji oluşturmak olan İ slami terorist kişi
liğe karşı aktif mücadele verenlere gösterilen son derece yetersiz ilgi ve daya-
Sevgili dostları m ! Bizi bu korferans etrafı nda birleştiren isim Aziz Nesin'dir.
Yaşarken bizlere aktardığı tecrübeler artık olmayacak, ancak fikirleri öylesine
güçlü ki O'nun politik bir mirası olan bu antifundementalist dünya konferansı bu
rada Türkiye'nin başkentinde yapılıyor. Biz inanmayanlar ve Ateistler Cemiyeti
bu konferansa nezaketen değil yazar ve ateist Aziz Nesin'in cesaretlendirdiği bü
tün insani değerlere olan inancımızdan dolayı katıldık. O'nun kişiliği, bu konfe
ransı toplaması ve Türkiye'nin insanlarının- özellikle kadı nlarının- direncini arttı r
mak için cesaretlendirmesi, bunları hepsi, İ slami terörist azınlık tarafı ndan uygu
lanmaya çal ışan "Tanrı egemen" bir düzen kurma girişimini engelleyecek ortak
ifadeyi oluşturur. Şunu anlıyoruz ki uluslararası alanda bu sorundaki uyuşmaz
lıklar ve sorunun sü rüncemede kalması sadece fundamentalistleri cesaretlendi-
-Ordudaiken askeri rahibin eğitim masrafları devlet tarafı ndan karşılı nacaktır.
-Toplam 3.6 milyon DM Batı Almanya'daki devlet okullarındaki dini sınıflar için
harcanmıştır.
-Aynı yıl içerisinde, üniversitelerde rahip ve teolojistlerin eğitimi ve aynı za
manda kilise kolejlerinin maliyetini karşılamak amacıyla toplam 1 . 1 milyar DM
ödeme yapılm ıştır.
-Her iki kilise için de kilise vergilerinden gelen gelir çoktan 1 4 milyar DM'yi aş
mıştır. Bu toplamın sadece yüzde7'si yoksullara yardım ve kilisenin eğitim proje
leri olarak yansıd ı . Geri kalan paranın büyük çoğunluğu ise kendi kişisel harca
maları için kullanıldı.
bir sebep de bu şartlar altında, örneğin Katolik bir kurumunun Katolik bir çalış
manın bir Müslüman ile evlenmesi olabilirdi.
Türkiye'nin kritik bir noktada olduğu şu günlerde bu hepimiz için bir umut ışığı ol
du. Bize dünya genelinde laisizim için mücadele azmi veriyor. Uluslararası Din
siz ve Atesitler Fedrasyonu bu hedefi önüne (Mayıs 1 972) 25 yıldır koymuş du
rumdadır. Biz Almanlar olarak hükümetimizin uyguladığı Türkiye'yi AB dışında
tutma politikasından utanç duyuyoruz. Hiçbir ülkede bayanlar baylar, Bonn'da bi
le, demokratik çoğunluk Türkiye'de olduğu kadar fundamentalist fanatiklere kar
şı duracak güçte değildir. Yugoslavya'nın oluşumunda değil, Bulgaristan'da· de
ğil ve arnavutluk'ta değil. Alman yaklaşımının, Türkiye'yi komşularından uzak
tutmak istemesinin nedeni budur. Tam da bu noktada -bizim ve özgürlüğümüz
için savaştığı yerde bu hiçbir şeydir ama Hıristiyan küstahlığının bir hareketidir.
Sevgili dostları Dini ya da felsefi özgürlük ihlal edilemez ve engellenemez in
san haklarındandır. Bunun yan ı sıra hayatımızı dincilerden ve filozoflardan uzak
yaşama hakkımız da var ve bu yolla çoğulcu, laik ve demokratik bir toplumun bir
üyesi olabiliriz. Biliyoruz ki son zamanlarda Türkiye'deki fundamentalistlere dine
balı insanlarda tepki gösteriyor ve bizimle beraber demokrasiyi savunuyorlar. Bu
bizi azimlendirecek, Aziz Nesin'e göre ve İ slami sald ırganlığ ı n limitlerini korku
suzca ve kararlı bir şekilde dağıtacağız. Ayrıca bugüne kadar politikacıların yap
tıklarına ald ırmayalı m ve şöyle haykıralım.
Alparslan Işıklı
Oturum Başkam
Efendim, Shutte'ye çok değerli sunuşundan dolayı teşekkür ederiz. Doğru ve
gerekli şeyler çabuk anlaşılıyor. Lisan handikapının önemsizliği böylece ortaya
çıkmış oluyor. Buyurun sayın Jean-Paul Constantin.
Jean-Paul Constantln
Laiklik ve Hoşgörü
Dindarlıktan çokkültür/ülüğe demokratik bir çözüm
Laiklik"çok az ülkede uygulanabilmiş bir sistemdir. Türkiye ve Fransa laikliğin
sistem olarak uygulanabildiği iki ülkedir. Bilgilerime göre sadece bu iki ülke laik
liği hayatlarına ve kurumlarına geçirebilmişlerdir. Burada laikliği tanımlamak da
önemlidir. Laik olduğunu iddia eden bir ülke, bağnaz bir biçimde bunu savunu-
yor olabilir ki bu tehlikelidir. Bunun tam tersi olarak da laik olarak görülmeyen bir
devlet ise son derece hoşgörülü olabilir. Hoşgörü laiklik kavramı ndan daha ge
niş alanı kapsamaktadır. Hoşgörü sözü için Türkçe'de çok güzel bir kelime kar
şılığının olduğu söylendi; başkalarına karşı iyilik istemek anlamında bir kelime.
Türkçe'de laik kelimesi daha az dostça geliyor. Benim ülkemde ise laik ve laiklik
kelimesi son yüzyıla cumhuriyetçilerin savaşımı ile elde edilmiştir. Bu eşitlik, öz
gürlük ve kardeşlik özdeyişlerinden etkilenmiştir. Ve 1 994'e gelindiğinde eğitim
bakanının hazırladığı anti laik taslak üzerindeki koşullar bir gecede 1 milyon in
sanı sokağa döktü ve projenin alelacele geri çekilmesini gerektirdi. Çok az bir is
tisna ile Fransız politikası ve yakın geçmişinin çehresinde laiklik sürekli olarak
hatırlanmasına ve hoşgörüye mi bağlı ya da nüfusun yüzde 5'inden daha az bir
kısmının düzenli olarak kiliseye gittiği bir ülkede giderek büyüyen dinsel farkl ılaş
manın bir yan etkisi mi?
Tarihsel olarak laiklik devlet dini için vekilliklerden biri olmuştur. Şunu akl ımız
dan çıkarmayalı m ; din devlet olduğunda, yakın geçmişte olduğu gibi, arada
uzaklık vard ı . Bu ilk zamanlar, insanların , kendi prensiplerini girdiği mezhebe ge
tirmeleri gerektiği olarak anlaşıl ıyordu. Tanrılar ve şehir arasındaki bağlantılar
çok yakın olduğunda, şehrin tanrı ve tanrıçalarının eleştirilerini duymak düşünül
mez olacaktı. Bu prensip, hı ristiyanlığı n genişlemesinin en ters metotlarından bi
riydi: Bir kralın değişmesi onun halkının da değişmesi demektir. Aynı prensip Av
rupa'da Katolik ve Protestanlar arasındaki savaşta uygulandı "Prensip dini hal
kı n da dinidir" prensibine göre bugünkü Almanya haritası , örneğin 1 6. yüzyılda
krallar, dükler, kontlar ve diğer büyük soyluların Papizm ve Lutheranizm'e girme
leri üzere tekrar düzenlenmiştir. Aynı zamanlarda Fransa'da, kralları nın girdiği
Katolik dinine girmeyi reddeden Protestan azınlık ile devlet arası nda korkunç bir
savaş vard ı . Protestan prensi 4. Henri tahta çıktığında düşüncelerinin çoğunu
uygulayabilecek yetkisi vardı ve kendisine sadık Protestanlara gösterecek hoş
görüsü de yeterince vardı. Uzlaşma fazla uzun sürmedi ve 1 4. Louis hoşgörü uz
laşmasını kaldırd ı ve yerleşik dengeleri bozmak için süvarilerini gönderdi. Onlar
da uygun bir yer bulup kendi din devletlerini kurana dek ülkeyi dolaştılar (özellik
le Prusya, Hollanda, İ ngiltere).
Aynı prensip tam anlamıyla İ ngiltere'de yeni bir sonuç üretti, 2. James, Kato
lizmi kabullenip vazgeçmek zorunda kaldı . Ve o günden itibaren (hala da öyle)
Protestan olmayanlar ardı sıra çıkamadı tahta. Din devletinin elbette başka hal
leri de vardı. Bunlardan en zararlısı din devletinin herkes üzerinde etkili olması,
çoğu şiddet konumunda ölüm cezası vermek gibi. Örneğin Katolikler 1 9. yüzyı
l ı n ortalarında bile İ ngilizlerin sivil servislerinden, ordu kuwetlerinden, etkilen-
Daha sonra 1 905'te Combe hükümeti kilise ve devletin kesin olarak ayrılema
sına karar verdi. Çok zor bir dönemdi. Sokaklarda bazen gösteriler oluyordu. Ka
mu alanları nın güvenliği, devlet arazilerinin, ve gayrimenkullerinin, korunması
için ordunun çağrılması gerekti.
Diğer ülkeler din sorununu farklı yollarla hallettiler. Bazı demokratik ülkeler te
orik olarak bir devlet kilisesi oluşturdular: İ ngiltere'deki Angalikan Kilisesi gibi. i n
giltere'de çok geniş bir dinsel hoşgörü var. Resmen tan ınan kilise hala bazı res
mi görevler alıyor ve devlet okulların müfredatında büyük bir rol oynuyor.
Amerika'nın durumu daha belirgindir. Ü lke bağ ı msızlığını kazanana kadar din
devleti görülmemiştir. 1 787'de bağ ımsızlık savaşı ndan sonra 1 789'daki ilk kon
ferans Hakların Hesabı oybirliği ile kabul edildi. 1 779'daki Haklar Deklerasyo
nu'nun ilk maddesinde "Bütün insanlar eşit yaratılmıştır". Bütün Amerikan para
ları üstünde "Tanrı bizi korusun" yazar. Ve G. Washington kendisi bir yaratıcıya
inanmadığı halde resmi yerlerde İ ncil taşınmasın ı bildiriyor. Herhalde İ ncil'deki
şu son cümleyi söylemek için "allahı m yardım et bana."
Amerika'dan laikliğe karşı herhangi bir güçlü karşı koyuş gelmedi. Başkan
Reagan'ın okullarda her sabah çağdaş dua ayini ile açma teşebbüsü çok çabuk
geri döndü. Eğilim kısa zamanda USA, Kanada ve İ ngiltere'de bilinen adıyla
"çokkültürlülük" olarak yayıld ı .
Şimdi size söylemek istediklerimi anlatacağım anekdottan başka daha iyi bir
şekilde anlatabileceğimi sanmıyorum. Nijeryalı arkadaşımın başından geçen bir
olay. Wole Soyinka aynı zamanda Evrensel Kültür Akademisi Sekreteri, Aralık
1 993'te anlattı. Kanada'ya gidiyor ve toronto'da bir salon dolusu insana konferans
veriyor. Salman Rüşdi de akademiye üye olduğu için onun hakkında bir konuşma
yapıyor. Ayetullah'ın gaddarlığından, sanata ve insana düşmanlığından bahsedi
yor. Konuşmanın sonucunda salonda alkışlayan çok az insan oluyor. Kanadalı bir
akademisyen, Soyinka'ya yaklaşıp "Çok cesur bir adamsın, söylediklerine katılı
yorum. Rüşdi konusunda ben de senin gibi düşünüyorum. Ancak bunları sınıfım
da söyleyecek olsam öğrencilerin tepkisinden sın ıfta duramam. "Ve orada konu
şan tanınmış bir mülti kültist, Salman Rüşdi'nin hakettiğini aldığını söylemiş.
Bu mülki kültürel davranış ortak sömürgelerinin tipik bir ürünü. İ ngilizler top
luluklarla sömürgelerine giderler. Sömürgelerinde çok fazla şey aramazlar. Sa
dece başa bela olmamaları yeterli. Fransızlar'da bu olay entegrasyon şeklinde
dir. Çok kültürlülük aynı zamanda her değerin taraftarının radikalce bir araya gel
mesidir.
Size şimdi ilgili olduğu için başımdan geçen bir olayı anlatacağım. Haftanın
yedi gününün ?'sinde de sınavı olan sevimli bir kız öğrencim bana gelerek sitem
li sözlerle benim vereceğim sınavı erteleyip ertelemeyeceğimi sordu. Ben böyle
bir niheyitim olmadığını, ama isterse onlardan dört gün sonra sı nav olacak diğer
sın ıftan bir arkadaşının onayını alarak yer değiştirebileceğini söylediğimde kız:
"dört gün mü? Ama bu benimle yer değiştirecek arkadaşa büyük haksızlık olur.
Vazgeçtim, sınavımı vaktinde olacağ ım dedi". Bundan daha iyi bir laiklik tan ım ı
bugüne kadar hiç bulamadım. Bu kız hem de dayanışma içerisinde olduğu diğer
arkadaşlarının hakları arasındaki ilişkiyi çok güzel kurmuş.
Laiklik hoşgörünün ötesinde gider. Hoşgörü kişiye özgüdür. Laiklik ise toplu
bir davranış ve hoşgörü ile hoşgörülmeme arası ndaki bağ ı ntıyı sağlayan bir top
lum poliçesidir. Laiklik üstelik iki basit kural üzerine temellendirilmiştir. Birincisi
farklı dinler arasında imkansız sayılabilecek denge kurma çalışmalarına girmek.
İ kinci kural, bize basit bir hatırlatıcıdır. Bir sürü okullar ve ideolojiler var insanı
mutlu etmek için. Fakat hepsi aynı değerde olsaydı bundan bir tat alamazdık.
Bazıları çok kırı lgan ve alıngan olabilirler bu yüzden bunlara herkese davranıldı
ğ ı gibi davranmak yanlış olacaktır. John Stuart Miel, özgürlük üzerine yazdığı de
nemelerinde şöyle diyor: "Düşünce özgürlüğü ve konuşma özgürlüğü bireysellik
hakları olmadan hiçbir şey değildir. Laiklik, evrensel değerlerin büyük çıkarları
için kişilerin bir arada yaşamasını sağlayacak en iyi metoddur".
Alparslan Işıklı
Oturum Başkanı
Efendim, Jean-Paul'e teşekkür ederiz. Konuşmaların her biri son derece il
ginç oldu ve ilgiyle izlendi. Geç başlam ış olmanın da ötesinde, süreyi aşmış ol
mamıza rağmen doğrusu başkanlık görevinin o sevimsiz gereğini, konuşmala
rı sınırlama işini yerine getirmedim ve isabetli hareket ettiğimi zannediyorum.
Çü.nkü çok büyük ilgiyle izliyordunuz. Programa göre yarım saatlik tartışma
aşamasında gelmiş bulunuyoruz. Sorularınız varsa rica edeceğiz. Buyurun
efendim.
Alparslan Işıklı
Oturum Başkam
Buyurun Sayın Baykam.
Bedri Baykam
Bütün konuşmacılara teşekkür ederim. Sayın Erdoğan'a yöneltilen soruya
bir açıklama olacak. Kendisinin daha önce okuduğum kitapları ve makaleleri
doğrultusunda bu konularla ilginç açı klık getirdi. Onun için kendisine hakikaten
teşekkür ederim. Kendisiyle tam anlaşamadığımı söyleyeceğim konulara belki
aydınlatıcı açıklamalar getirebilir. Laiklikten demokratik dönüşümün yolları nı tı
kayan bir olgu olarak bahsetti, Türkiye'deki laiklikten, buna bu bağlamda böyle
bir cümleyle katılmak mü mkün değil. Bir detaya giremiyorum burada. Çünkü de
taya girmek bizi paneli ve bu beni korsan paneliste çevirir. Türkiye'de laiklik ol
gusuyla Kürt sorunu arasında direkt bir ilişki kurdu. Ben cumhuriyet kurulurken
de Atatürk'ün bir yandan laikliği getirirken bir yandan dil, din, cins, ırk ayırımı
yapmayan topluma geçici imtiyazlı hiç kimseninin olmadığı bir topluma geçiş
yapması ndaki detaylara burada girmek istemiyorum, ama ben bu ilgiyi kurmu
yorum. Resmi laiklikten söz ettik sayın Aydın, bunun yerine özgürlükçü laiklik la
zım dedi. Kemalizmi aşmak lazım dedi. Şimdi bugün laikliğin yaşad ığı tüm kriz
ler zaten Kemalizmi aşmak lazım diye on beş yıldır laiklik kavramını bildiğimiz
şekilde çeşitli açı lardan sulandıran Kemalizmi aşmak lazım diyen insanları n se
rüvenleriyle buraya geldik. Türkiye'deki resmi laiklikle ilgili saydığı olumsuzluk
lar doğru. Ancak bunlar Mustafa Kemal'i bağlamaz. Çünkü bunlar milliyetçi cep
heleri, milliyetçi muhafazakar yönetimleri, Türkiye'yi son elli yılın demokrasiye
geçişimizin çok büyük bir kısmın ı yöneten sağ iktidarlara bağlıdır. Atatürk, aşa
malı olarak ileriye doğru bir yön göstermiştir. Ok tersine çevrildiyse ve bildiğimiz
tutucu saydığımız olumsuzluklar geldiyse laiklik uygulamalarına, bu Kemalizmi
aşmak lazımdır sözleriyle bir bağlantı kurmuyordur. Türkiye'de milliyetçi muha
fazaka.rlık adı altında MC'lerin ve sağ iktidarların ve tersine işleyen bir din sö
mürüsünü aşamalı olarak demokrasinin içine geçirmeleriyle ilgilidir. Diyanet kal
dırılırsa neler olabileceğini düşünüyormuyuz, ben kendi konuşmamda bundan
bahsetmiştim. O sorunun yanıtını düşünmemiz lazım. Yarın diyanet kaldırılırsa
ve camiler terör örgütlerinin direkt olarak i nisiyatifine denetimsiz bırakılırsa ne
olur. Bu sorudan kaçamayız. Her ne kadar teorik olarak diyaneti kaldırmak ku
lağa hoş gelse de.
Son bir nokta, CH P'den söz ettik. Tam cümleyi duyamadım fakat CHP'nin
dinle ilgili referansları girdiğini anlatan bir cümle kullandı . Şimdi bir partiyi değer
lendirir iken genel bir trend içinde yapılan bütün konuşmaları genel başkanın
gösterdiği doğrultuya, partinin, parti meclisinin gösterdiği doğrultuya bakmak la
zım. Hangi cümlede veya detaydan yola çıkarak bunu söylediğini bilmiyorum
ama, toplumda şu anda o konuşmam da değindiğim partilere karşı utangaçlık ve
mecburi bir eleştirel tavır var. Sürekli bir zoraki hata bulma çabaları var. Türk top
lumunda, politik ortama olan soğukluktan şu gerçeği görelim.
Erdoğan Aydın
CHP sözcülerinin şeriatçılarla Kuran'ı referans alan bir yerde laiklik savunma
çabaları nı kastetmiştim.
Bedri Baykam
Anladım. Fakat canlı tartışmalardan birkaç kere değinen bir olgunun sanki ar
tık CHP, Kuran'ı referans gösteriyor gibi bir hataya düşmemiz lazım diye düşü
nüyorum. Çünkü şu gerçeği görelim ; sözünü ettiğimiz bu konferansta tüm olum
suzluklardan çıkış için demokrasiyi kullanmamız lazım. Demek ki partileri kullan
mamız lazım. Sürekli olarak her noktamızı dinamitlersek; askeri istemiyoruz,
partileri beğenmiyoruz ve üzerimize bir karabasan geliyor.
Alparslan Işıklı
Oturum Başkanı
Teşekkür ederim .
Osman Ertem
Efendim ben konuk iki konuşmacım ıza kısa bir soru yöneltmek istiyorum. Me
rak ediyorum, üniversiteyi bitirene kadar Almanya'da ve Fransa'da bir insan, çok
tanrıl ı dinlerden başlayıp, anemezmle oradan başlayıp hak dinlere kadar bir din
kültürü alabiliyor mu? Yoksa bizde ki gibi asiklopedilerde mi saklı bu? Bunu me
rak ediyorum. Teşekkür ederim.
Alparslan Işıklı
Oturum Başkam
Kaya bey buyurun.
Kaya Güvenç
Sayın yabancı konuklarımızın anlattıklarından bu sın ıflar önümüzde olduğu
sürece aydı nlanma önünde hakikaten ciddi engellerin olduğu anlaşılıyor. Daha
çok uzun mücadele dönemi var önümüzde. Yalnız Erdoğan beyin yaptığı konuş
maya ilişkin birkaç şeye değinmek ihtiyacını hissetim. Sayın Baykam bu konu
nun bazı yönlerine değindi. Kemalist iktidar, iktidarı devir aldığı şınıfların karşısı
na bir ideolojiyle çıkmak zorundaydı. Bu ideoloji Batı'da da aynı şekilde, birçok
yerde demokrasi adıyla, cumhuriyetçilik ile gelebilir. Türkiye'de laiklik iktidar de
ğişikliğinin önemli bir ideolojik unsuruydu. İdeolojik unsuru ve kendi iktidarını ko
rumak için de her iktidardaki mevcut olan kimse bir zoru kullanmak durumunday
dı. İktidarın ilk aşamasında özellikle bu kaçınılmaz bir olay. Şimdi, devrim yasa
ları diye kısaca adlandırdığımız bu yasalar zannediyorum bunun bir temelini
oluşturuyor. 1 950'1erle birlikte Türkiye'deki siyasal anlamda, sınıfsal anlamda
değişen veya farklı bir yöne giden iktidarla birlikte şeriat olayı da birdenbire can
lanmıştır. Şeriatçılık hiçbir zaman geride kalmamıştır. Şeriat iktidardır. Konuşma
nın son bölümünde yapmış olduğumuz birtakı m saptamalar var, bu saptamala
ra katılmamak mümkün değil. Ama sanıyorum ki demokrasi gibi bir kavramda,
laiklik gibi bir kavramda o ülkedeki mevcut sınıfların ve sınıflararası güçler den
gesinin bir tezahürüdür. Kaçınılmaz olarak daha iyi bir demokrasiyi, daha iyi bir
laikliği savunduğumuzu hepimiz zannediyoruz. Ancak burada sizin özgürlükçü
laiklik diye bahsettiğiniz, bu çerçevede olmak kaydıyla nedir. Ben 1 920'1erden
sonra veya iktidar değişikliğinde Türkiyede tekkelere karşı iktidarın eski unsurla
rına karşı belli şekillerde tedbirlerin uygulandığını biliyoruz. Bunun çok ayrıntıla
rını bilmemekle beraber, özellikle yapılan bazı hareketlere çok hoş da bakılma-
dığını biliyoruz. Son on beşyirmi yıla baktığımız zaman oruç tutmayan öğrenci
nin öldürüldüğü veya giyiminden dolayı bir bayan ın hakarete uğradığı ve saldırı
ya uğradığı, o dönemlerde pek öyle görünen bir olay değil. Peki özgürlükçü laik
lik nedir. İ ktidar kendisini korumayacak mı kollamayacak m ıdır. Kolladığı takdir
de nasıl olacaktır. Tekrar söylüyorum. Ancak bütün bu konuşmada temel olan
unsur yine o ülkedeki sınıflar dengesinin, güçler dengesi çerçevesinde acaba bi
raz bu konuyu açabilir miyiz. Ben bu konuda rahatsızlık hissediyorum . Çünkü
özellikle Türkiye'de şeriatı savunanlar bugün faşist laiklik gibi bir kavrama geli
yorlar. Kuşkusuz sizin söylediğiniz anlamda söylemiyorlar. Ancak bu konuda biz
ler sorumsuz aydın olamayız. Yani bir iktidar mücadelesidir. Karşı tarafı kullan
mış olduğu terimler ve deyimleri çok dikkatli bir şekilde yapıtlamak zorundayız.
Lütfen bu konuyu biraz açar m ısınız. Teşekkür ediyorum.
Alparslan Işıklı
Oturum Başkanı
Buyurun efendim.
yan bir dönem olarak mı değerlendiriyor. Sormak istiyorum. Eğer tümüyle şeriat
çı bir dönem ise Türkiye Cumhuriye'inde laikliğin gelişmesinde bunun bir rolü ol
muşdur? Yani Osmanlının tümüyle şeriatçı olmamasının günümüz laikliğinin di
ğer İ slam ülkelerinde olmayan bir biçimde Türkiye'de gelişmesinde bunun etkisi
olmuştur. Onun bu konudaki değerlendirmesini öğrenmek istiyorum. İ kincisi, la
ikliğin cumhuriyet döneminde anti-demokratik yöntemlerle yerleştirildiğini söyle
di. Demokratik yöntemlerle nasıl yerleştirilecekti, onu öğrenmek istiyorum . Ken
disini Atatürk'ün yerine koysun lütfen. Devrimin lideri öldükten sonra ayakta du
ran tek devrim Türk devrimidir. Bu konuda da herhalde bir değerlendirme yap
mak gerekir. Yabancı konuklarımıza bir soru sormak istiyorum. Almanya'da,
Fransa'da ve Avrupa'da ateistlerin toplumu bu konuda değerlendirmelerini rica
edeceğim. Teşekkür ederim.
Alparslan Işıklı
Oturum Başkam
Teşekkür ederim.
Suphi Karaman
İ ki konuşmacıya sorum var. Belki tercüme hatası olabilir, yanlış anladım. Ko
nuşmalar arasında 1 993'1erden itibaren, Fransa'da İ slami kültür veren kürsüler
açı ldığını söylediler. Hemen arkası ndan bir cümle geldi. İ şte Cezayir'deki olay
lar bunun sonucudur, bu iki cümle arası nda bir bağlantı kuramadım. Herhalde
tercümede bir hata oldu, bunun aydınlanmasını istiyorum.
İ kincisi ise sayın Erdoğan Aydın'ın çok kapsamlı konuşması içerisinde bir
noktaya sayın Baykam da temas ettiler. Kemalizmi aşarak laikliği geliştirmek.
Ben bunu ütopi sayıyorum. Türkiyenin gerçeklerine hiç bir şekilde uymayan bir
utapi sayıyorum. Mustafa Kemal aşı lırsa Türkiye'de Türkiye'nin hangi noktaya
gideceğini, şeriatın hasıl hızlanacağını, hatta şeriat ötesinde Türkiye'nin parça
parça olacağ ını tasawur ediyorum ben, iki yüz sene Türkiye'de Kemalizim aşı
lamaz. Ve nasıl bugün Fransa'da iki yüz sene geçtiği halde Napolyon aşılamı
yorsa ve Napolyon Türkiye'de Bonapartizan diye Türk yazarları kötülüyorlar. Na
polyon orduları yalnız Marsilya'dan Tunus'a değil bütün Avrupaya inkı labı yayd ı .
Ben b u konferansta konuşmacı olmak isterdim. Neden isterdim. Çünkü kökten
dinciliğe karşı aydınlanma çok önemli bir konu, Türkiye için çok aşamal ı . Benim
şu toplumda kırk senelik siyaset hayatım var. O siyaset hayatı mın deneylerini
aktarmak isterdim. Teşekkür ederim.
Alparslan Işıklı
Oturum Başkanı
Teşekkür ederim.
Demet Işık
Yalnız sayın Baykam'ın Erdoğan Aydın'a yönelttiği bir bölüm soruya olduğu
gibi katılıyorum . Onun dışında bir ekleme yapmak istiyorum. Türkiye'de Mustafa
Kemal'in kurtuluş savaşı, halkların kurtuluşu için aydınlanma ve bir işaret olmuş
tur. Bizim dışımızda çok fazla ülke ve ülke insanı halkların özgürlüğünü kazan
masının savaşı olarak Mustafa Kemal ve Türkiye'yi işaret ederlerken, bizim içi
mizdeki İ slam'ı siyasetlerine alet etmek isteyenler ben bunlara köktendinci demi
yorum, çünkü bunlar tam anlamıyla İ slamiyet'i bilirler ve de ona göre yaşamayı
isterler. Çok mahdut sayıda insan belli kaidelerin içinde yaşıyorlar. Ama bunların
herkesi yönetmek, iktidar elde etmek gibi bir amaçları yok. Onun için bizim İ sla
mı kullanan donanımsız, yeteneksiz ve kendi başlarına geçimlerini ve siyasetle
ri elde edilmek, iktidarı yapılaştırmasının içinde kalmış olan insanlar o zaman şu
nu söylüyorlardı. Kurtuluş savaşını halka rağmen yapmışlardır, deniyordu. Şim
di bugün moda değişik ama stil yine aynı , şimdi de deniyor ki laiklik Atatürk'e rağ
men olmalıdır. Atatürk ve Kemalizm olursa çağdaş bir laiklik Türkiye'de yerine
getirilemez. Onun için ben de kendisinin nasıl Atatürk aşılırsa ifade ettikleri gibi
laikliğin kurulacağını açıklamalarını istiyorum.
Bir de sayın Constantin'in 20. yüzyılda Avrupa ülkeleri arası nda kimin daha
yumuşak ve daha iyi sömürgeci olduğuna dair bir mukayesesi vardı . Şimdi, Av
rupa tabii sömürgeci bir bölge, İ ngiltere'yi nasıl bir sömürgeci olduğunu bilmek
için kendi sözlerine inanmamak, Hindistan'ı görmek lazım. Hollanda'nın barış
tan, laiklikten ve insan haklarından bahsederken sözüne inanmak, 300 sene sö
mürdüğü Endonezya'yı görmek lazım. Fransa'nın kendisinin fevkalade iyi bir sö
mürgeci olduğunu ifade ettiği zaman; kendisinin insan haklarına, özgürlüklerine,
laikliğe ve demokrasiye nasıl baktığını görmek için Fransa'ya gelen, kendisinin
sömürmüş olduğu ülkesinin insanına yaptığıyla, kendisinin gittiği zaman sömür
düğü ülkedeki tavrını ve tarzını görmek lazım. Tabii orada bırakırsanız, istediği
ni yapsın. i sterse laik olsun, isterse demokrat olsun. Sizin gidiş amacınız onlara
insanlık bakımından bir şey katmak değil, doğasını sömürmek, insanı sömür
mek, beynini, vücudunu ve toprağını, havasını, suyunu sömürmek. Ondan son
ra nasıl yaşarsa yaşasın. Bu sömürgecinin kendisini temizleyecek bir şenlik,
hoşgörü falan filan değil. Ama siz o insanı kendi ülkenize geldiği zaman, ona ne
yapıyorsunuz, ona çok iyi bakmanız lazım. Almanlar ne dediler; Biz Türkiye'den
işçi istedik ama bir de baktık ki bize insan gelmiş. Yani bunlar çok zor şeyler. Sö
mürgeci ülkeler ve Avrupa kendisini birbiriyle mukayese ederek, ben bu işi çok
yumuşak, elle yaptım diye övünmesinler. Biz Avrupa'nın çok bu devrelerde ge
çirdiği imtihanlardan, aldığı notları biliyoruz. Teşekkürler.
Alparslan Işıklı
Oturum Başkam
Teşekkür ederim. Buyurun efendim.
Alparslan Işıklı
Oturum Başkam
Teşekkür ederiz. Buyurun efendim.
Osman Şentürk
Ben, Sayın Erdoğan Aydın'ın bir eleştirisine katılmıyorum. Diyorlar ki özgür
lükçü, laiklik diye bir model üretiyorlar. Şimdi laikliğin evrim sürecini tamamladı
ğını söylemek istiyorum . Laikliği onun algıladığı düşündüğü anlamda kullanılma
sına ve uygulanılmasına karşı değilim. Ama şuna karşıyım ; laiklik karşı mızda
gördüğümüz üç ulusa mensup insanların da aktardıkları , yansıttıkları gibi her
toplumda kendi kültürel ve sosyal gerçeklerine yönelik olarak değişiklikler arz
eder. Bu gerçeği kabul etmiyor musunuz? Bunu dışlıyor musunuz? Türkiye'deki
Alparslan Işıklı
Oturum Başkam
Teşekkür ederim. Buyurun efendim .
Turgut Burakrels
Teşekkür ederim . Ben ki demokrasiyi hem Amerika'da Boston'da M İT'de tah
sil ettim . Ben ki demokrasiyi İ sviçre'de Universty Jenuv'de tahsil ettim. Atatürk'ün
yetiştirdiği çocuğum. Fakat bir şey var. Bu üç kıtada okuduğum demokrasinin şe
riatın, şeriat kurallarından başka bir şey olmadığı gibi demokrasinin de tanımlar
dan başka bir şey olmadığını biliyorum. Şayet demokrasi başka bir şeyse kanun
lardan onu öğrenmek istiyorum . Türk Anayasasının 1 1 8. maddesi Milli Güvenlik
Kurulu, kurulun devletin varlığı ve bağ ı msızlığı ,ülkenin bütünlüğü ve bölünmez
liği, toplumun huzur ve güvenliğinin korunması hususunda alınmasını zorunlu
gördüğü tedbirlere ait kararları, bakanlar kurulunca öncelikle dikkate alı nır. Türk
ordusunun iç hizmetler kanununun, kanun numarası 2 1 1 , madde 35, silahlı kuv
vetlerin vasifesi Türk yurdunu ve anayasayla tayin edilmiş Türk Cumhuriyeti'ni
kollamak ve korumaktır. Şayet Türk anayasasının temsil eden genel kurmay
başkanı kara, deniz hava ve jandarma komutanları bu vazifelerini yerine getir
mezlerse o zaman demokrasiye aykırı bir şey yapmış olurlar zannediyorum. Sa
yın Shutte'den ricam, belirtmiş olduğu üç olgu birarada, insanlar için neden ol
muyor? İ nsanlar niçin olabilir. Ben her üçüne de katılıyorum. Ben bu üç ideoloji
nin de insanlığı, kainattaki planet üzerinde bulunan 6 milyar insanı katiyen, hiç
bir zaman, hiÇbir şekilde, hiçbir yere götürmeyeceğine inanıyorum. Yegane şey,
şayet dindarsanız, Allah verdiği o insan aklını kullanarak ilim dediğimiz ilmin doğ
rultusunda, ilmi yeni bir ideoloji olarak, o hususta insanların ilerlemesini temin
edecek bu konferansı düzenleyenlere teşekkür ederim.
Alparslan Işıklı
Oturum Başkam
Teşekkür ederiz. Buyurun hanımefendi.
Sivaslı Bayan
Cümleten merhaba. Ben Sivaslıyım. Türkiyeliyim doğrusu. Şimdi buradaki
yazarlarımız konuşuyor. Biz dört senedir, Sivas'ta yanan çocukların annesiyim.
Beş tane çocuğumu yolladım. Hiçbiri de geri dönmedi. Bir tek hasta geldi. Bura
da konuşanlar, hep dinden konuştu. Ben 55 yaşındayım. Din adam yakmak mı
dır. Din insanları öldürmek midir. Biz bunun içinde yaşıyoruz. Bizim hürriyetimiz
yok. Ben Aleviyim doğru konuşursam. Oruç tutarsak kimse duymaz.
Ramazan gelir, davul çalarlar, sabahlara kadar biz bunları dinleriz, hiç yat
mazsak hiçbir şey söylemeyiz. Saygı duyarız. Biz bunların ezanlarına yine say
gı duyarız. Yine ölen biziz, üzülen biziz, kesilen biziz, ezilen biziz ne diyeyim . Di
ri diri gömülen biziz, yıllardır. Yirminci asıra geldim, okumuşluğum da yok. Yir
minci asırda ben Sivaslıyım, benim çocuklarım ı , Sivas'ta üniversiteye soktum,
yirminci asırda mecliste dediler ki neden gitmiş Sivas'a. Sivas yüzde 90 Müslü
mandı r. Müslüman ülkede neden gitmiyorlar, bize bir yer göstersinler eğer bura
da yurtdışından gelen Avrupalılarımıza sesleneyim ben bunu. Özür dilerim hiç
biri de kusura bakmasın. Biz dört senedir ne olduğunu gördük. 300 milyon lira
çocuğumuza kan parası verdiler. Ne gittim ne de bunu. Biz bu dersliğimizi nere
den bulacağ ız, ben anlamıyorum. Yıllardır bizim bunların elinden çektiğimiz ne
dir? Atatürkçülük desek biz Atatürkçüyüz. Atatürk'ü savunan benim . İ nsanlık de
sen yine bizde var. Benim yavrularım bugün üniversite mezunuydu hep, okumuş
kişilerdi. Orada ölenler yazarlardı, doktorlardı anlatamam sana, karikatürcülerdi.
Yavrularım ızı yolladık ki orada bir eğlensinler. Orada isterse Pir Sultan'ın heyke
li dikilsin, isterse bir insanı n heykeli dikilsin bana ne. Aziz Nesin bahane. Aziz
Nesin gelmişti dün mahkemeye. Bizzat kendi oğlu da dinledi bunu, Aziz Nesin
köpeği dedi -kusura bakmayın, söyleyeceğim derdim çok- Salman rüşdi köpeği
nin yüzünden dedi, bu çocuklara dedi dipteki araba yanmış, üstte dumandan ze-
hirlenmiştir dedi. Bunu dünya duysun . Bile bile devletin eliyle, cumhurbaşkanı
mızın eliyle, başbakanı n eliyle, garnizon komutanın eliyle, iç işlere bakanının
eliyle, bunu diyene kadar artık ne diyeyim sana. Artık itfaiye memurunun eliyle,
Belediye Başkanı Mollaoğlu'nun eliyle, biz bunları daha mahkemeye getirip ifa
de verdiremedik. Dedi ki Mollaoğlu "ben rahatsızım, hastayım, kalp kirizi geçir
dim, delil bulamıyorum ki çıkayım bir ifade vereyim" dedi. Bu memlekette biz ne
rede yaşıyoruz. Camiler olsun, hocalar olmasaymış, camiler terör yuvası olur,
zaten terör yuvası. Bunu inkAr eden biri varsa yazıklar olsun. Benim diyeceğim
bu. İ nsanlarına, bize sahip çıkmış. Avrupalılar sahip çıksın. Bize bunlar sahip
çıkmaz. Bunlar Atatürk'ün boynuna şeyi sürüklediler, Sivasta, dediler ki cilalıyo
ruz. Biz bu milletin içinde yaşıyoruz. Biz bunları her şeyi gördük. Derler ki ezel
den ben köylüyüm, senin konuştuğun, bir ceviz kabuğunu doldurmuyor. Gerçek
ten de bir ceviz kabuğunu dolduramamazlık var. Nedir bu ya? Uzatılan Susurluk.
Susurluk geçiyor. Uğur Mumcu benim yavrularım öleli dört sene, Uğur Mumcu
öleli beş sene olacak. Katil yok. Katili sizsiniz daha kimi arayacaksınız. Benim
katilim kim? Alman mı öldürdü benim çocuğumu? Bizim çocuklarım ızı bile bile
yedi dakikada. Almanya'yı, Avrupa'yı kınadılar. Yedi dakikada dediler, itfaiye na
sıl kavuşamamış. Bizim bir beş kişimiz ölmüştü orada. Avrupa, Almanya kınadı
ğında günlük bağı rıyorum ama benim sesinim duyulmuyor. Ben sahipsizim , bir
sahipsiz. Bizim hürriyetimiz yok. Alevilerin kimliği var, yalanedır. Hiçbirşeyi yok.
Hiçbirşeyimiz yok bunu iyi duysunlar. Artık biz hacılara, hocalara inanmayaca
ğız. Bizim partimiz de yok. Biz insanız. Eğer insanca yaşayacaksak, bize bir yer
versinler. Yoksa bizi bir yere nakletsinler. Ya onlar burada kalır, ya biz gideriz. Biz
daha çekemeyeceğiz bu dertleri. Gitmiyorlar, onlar bizi sürüyorlar. Çünkü onlar
çoğunluk. Hepimiz de çıkıyoruz dinin bir halkası na sürülüyoruz. Ya ben dinsiz
miyim. Ben de insanım, sen de insansın. Herkes insandı r. Ne diyeceği m şimdi?
Biz bunu ne yapmamız laz ım . Ben 300 milyona utandım. Bugün çocuğumun ya
ni çocuğum değilse de orada bir insanın, bir adam ı n kanı 300 milyona ödenirse
bir memlekette acaba sağ olan adamı n diyeti ne olur? Nedir bunun farkı ben an
layamadım. Ben bunu arlandı m söylemeye, biz burada Sivas'ta yanan çocukla
rın annesiyiz, gazide oluyor, Şevket Kazan geldi bize karşı avukatlık yaptı. Şim
di de adalet bakanı . Adaleti bu yönetirse, Mollaoğlu şimdi meclis başkanı, o bizi
yönetirse kimin katiliyse onu yazıyorlar. Maraş'ın katili bugün Mecliste, kim kati
li ise kim Atatürk'e küfür ediyorsa, o başta. Bunu iyi bilsin Avrupa. Diyeceğim za
ten beni de idam etsinler, Pir Sultan diyeni dönen dönsün ben dönmeyeceğim
gönlümde, ben çocukluklarımı günahı üzerine ben de gideceğim. Yani ne yaza
cağ ımı ne yapacağımı şaşırdım, bunu iyi bilin. Artık daha kabıma sığmıyorum.
Alparslan Işıklı
Oturum Başkam
İ zin verirseniz, hanımefendi çok özlü çok güzel bağlad ı . Her şeyi çok güzel
anlattı. Buradakiler de yeteri kadar anlayış sahibi insanlar bunu burada bı raka-
lım. Ben birşey ifade edeceğim yalnız. Söyledikleri içerisinde bir tek şeye katıl
madım. İsimleri de merak ediyorsanız alırsınız. Katılmadığım noktayı söyleyece
ğim. Utandım dediniz. Utanmaması gereken sizsiniz. Utanması gereken başka
ları ve vazifesini yapmayan herkes. Utanmalıdır. Bununla bağlıyorum. O hariç
hepsini sayg ıyla karşılıyorum. Teşekkür ederim. Efendim şimdi sayın konuşma
cılar ortaya konulatı görüşlerle ilgili, sorularla ilgili. Buyurun.
Yabancı Katılımcı
Bu etkileyici konuşmalar için teşekkürler. Çok hızlı bir şekilde bu deklerasyo
nu yazdım. Yabancı katılımcıların imzasına sundum. Eğer ilgilenirseniz, size
okuyabilirim.
Alparslan Işıklı
Oturum Başkanı
Şimdi efendim sayın konuşmacılar, konuşma sıralarına göre kendilerine yö
neltilmiş olan sorulara yanıt verecekler. Burada ben organizasyor komitesinin bir
tebliğini duyurmak istiyorum. Öğleden önceki oturumlardan ikisi öğleden sonra
ya ertelenmiştir. Öğleden sonraya ertelenen bu oturum, kapanış oturumuyla bir
likte tamamlanacaktır. Dolayısıyla biz kısaca veya özlü bir şekilde bu sorulara
yanıt bölümünü tamamladıktan sonra ara vereceğiz. Buyurun.
Erdoğan Aydın
Yanlış anlaşılmaması dileğiyle, sadece sizleri gülümsetmesi dileğiyle bir şey
belirtmek istiyorum. Sabahki konuşmadan sonra otel bana sıcak gelmişti. Ceke
timi çıkarm ıştım. Yarım saattir üşüyorum. Bir espiri niyetine antis olmadım. Ama
ikliğin halka rağmen yapıldığı saptamamı bir suçlama olarak anladığını düşünü
yorum bazı arkadaşların. Oysa ben var olan nesnelliği saptamadan aynı zaman
da Türkiye'deki laikliğin handikaplarını saptamak için o vurguyu yapmıştım. Do
layısıyla en azından belki benim yalnış veya eksik anlatmış olmama bağlayarak
arayı aşmak istiyorum. Şimdi diyanet eksik anlatmış olmama bağlayarak konu
yu açmak istiyorum . Şimdi diyaneti mutlaka kaldırılmalıdır diye düşünüyorum,
neden? Çünkü birincisi diyanet dediğim gibi Türkiye'nin en büyük tarikatı en bü
yük şeriat propagandası ile korunan, korunabilecek bir laiklik hayalinin de son 1 5
yıllık pratik tarafından geçersizleştirildiği kanaatindeyim. Ben artık aradan 70 yıl
geçtikten sonra 75 yıl geçtikten sonra hala diyanet, hala ordu, hala anayasayla
korunmak zorunda kalınan bir laikliğin aslında korunmadığını, üstelik de söz ko
nusu olan devletin başta da belirttiğim gibi laik bir devlet değil daha çok Türk İ s
lam ve laiszime ilişkin bazı öğeleri de içinde taşıyan bir karma devlet olduğu ka
naatindeyim . Türkiye devleti aslında Kemalizmin başlattığı gelenek çerçevesin
de Türkiye toplumuna çoğunluk milliyetle din saptanmıştır. Türkiye ırksal açıdan
çoğunluğu Türk · değildir. Ama hepimiz Türk yapılmışızdır. Türkiye'de özellikle
cumhuriyetin tepkisini ideolojik bir tepki alarak görüyorum. Neden öyle görüyo
rum çünkü herkesin Türk yapılması ırki anlamında Türk yapılması değildir. Her
kes kendisini Türk saymak zorundadır. Türk olarak üretmek zorunda. Türkiye'de,
Türk olmayan insanların Türklerle eşit hak ve özgürlüklere sahip olmadığını ken
dine Kürt diyen, Kürt olan insanların ensesinide pişiren boza da çok net olarak
görüyoruz. Türkiye'de kaldı ki hepimizi birileri işte tam da böyleyken ve tam da
Türkiye'de laikliğin çok kısa zamanda demokratikleşmesi için çok olağanüstü bir
avantajken, devlet yukarıdan bize siz hepiniz Türksünüz diye ilan etti. Ve toplum
sal etnik çoğulculuğumuz ki demokrasi için nesnel temel, toplumun kendi içinde
ki dinsel, etnik, kültürel çoğunluktur ki her çoğunluk kendisini özgürce ifade ede
bilirse, o ülkede laiklikten demokrasiye geçilmek çok daha kolay olacaktır. Bu ge
çişin toplumsal zeminini oluşturacaktı . Oysa devlet bizim ad ımıza, Osmanlıya
karşı iyi şeyler yapan cumhuriyeti ve laikliği ilan eden devlet ve devletin resmi
ideolojisi Kemalizm, aynı zamanda bu yeni şeylerin yan ı sıra daha sonra demok
rasinin gelişme zeminini de elimizden alan toplumun o kendiğilinden Osmanl ı'da
bile kendini var edebilmiş olan çoğulculuğunu elinden alıp, hepiniz Türksünüz
demiş . . . Kemalizm aşılmak zorundadır. Çünkü ne o gün için ne bugün için sınıf
sız imtiyazsız bir toplum yaratmak mümkün değildir. Bu iyi de değildir, gerekli de
değildir. Aksine çok kimlikli, çok etnikli, çok kültürlü bir topluma ihtiyacımız var.
Demokrasi için de laikliğin anayasa ve ordunun güvencesini alarak değil, bizzat
aşağıdan yukarıya güvenceye kavuşabilmesi için böyle bir şeye gereksinimimiz
var diye düşünüyorum. Laik devletin, diyanete bizim vergilerimiz aracılığıyla
imam atayan, besleyen bir devlet olmaktan çıkıp diyaneti feshetmesi, dinsel iş
lerin inananlara bırakılması gerekir. Ama laik devlet burada ne yapacak. Tarikat
ların veya kimi şeriat odakların ın camileı i ele geçirmesinin önünde yasal ve fiili
bir engel oluşturacaktır. Laik devletin görevi budur. Laik devletin, insanların Ha
nefi mezhebi doğrultusunda okullarda eğitilmesi, düzenlenmesi neyin doğru, ne
yin yanlış olduğunun bir mezhebin referanslarına dayanarak bildirilmesi gibi bir
sorunu yoktur. Tam tersine bu yoldan giderek Hanefiliğin bizzat devletin içinden
şeriatçı bir perspektifle devletin içinde kurumlaşmasının önemli hedeflerinden bi
ri olarak görüyorum. Tabii bu konuyu başkanın da belirttiği gibi daha geniş bir
toplantıda ve öğelerine ayrıntılarına inerek irdelememiz gerekiyor. Bu nedenle
geçmek zorundayız. Bizim vergilerimizle Hanefi mezhebinin din diye topluma su
nulmasının önüne geçecektir ki şu saptamayı yineliyorum. Diyanet, Türkiye'deki
en büyük şeriat propaganda merkezidir. Din ihraç merkezidir ve bunu özellikle
belki salt bir Kemalist perspektiften yaklaşan arkadaşlar değerlendiremiyorlar
ama Alevi, Türkiye'de Osmanlıdan farklı çok da farkı olmayan bir süreçte hala
yaşamay devam ediyor.
Alparslan Işıklı
Oturum Başkanı
Galiba oradan Kemalist perspektif deyince anlaşmazlık çıkıyor. Sina Akşın bir
örnek verdi. Alman profesörler aptal değildir. Türkiye'ye geldiler dedi. Aleviler
dikkat ederseniz, kahvehanelerine Atatürk'ün resmini asıyorlar, onlar da aptallık
larından dolayı, asamıyorlar galiba.
Erdoğan Aydın
Akademisyenlerin değerlendirmesine bence aptallı k, aptal olup olmama dü
zeyinde değerlendirmek eksik olur, aynı örneği birisi kalkar der ki İ spanyadan ka
çan Yahudiler, Osmanlıya gelmiştir, Demek ki Osmanlı da demokratikti . Bu de
mokrasi sayın hocam beni bağışlasın, çok biçimsel ve çok dar.
Alparslan Işıklı
Oturum Başkanı
Osmanlı, Yahudileri yakmad ı . Osmanlı o dönemin İ spanya'sına göre Yahudi
ler'e karşı daha farklı bir tutum içerisindeydi, denilebilir.
Erdoğan Aydın
Arkadaşlar, ben sonuçta varlık vergisi unutulmasın, beş altı eylül olayları
unutmasın. Türkiye'de Osmanlı dönemindeki nüfus dengesi yani Müslüman,
gayri Müslüman Türk ve Türk olmayanlar arasındaki nüfus dengesi imtiyazsız sı
nıfsız bir toplum yaratmayı hedefleyen cumhuriyet rejimi tarafı ndan ortadan kal
dırılmış hepimiz Türk ve hepimiz elhamdülillah Müslüman, Hanefi anlamda Müs
lüman haline getirilmişizdir. Türkiye'de bu anlamıyla demokrasi kavramını daralt
mamak, aksine tam da içinde bulunduğumuz problemler açısından gerçek anla
mıyla, kullanmakta yarar var diye düşünüyorum. Diktatörlükten de söz etmek
mümkündür ama olumsuz olmaz. İyi şeyler yapan diktatörlerden de söz etmek
mümkündür ama sonuçta diktatörlük bilimsel bir kavram olarak bir siyaset bilimi
nin kavram ı düzeyinde kullandım. Yoksa asla Kemalizmi küçümsemek, aşağ ıla
mak rencide etmek gibi bir yerden hareket ettiğim asla düşünülmesin. Dediğim
gibi anti-Kemalist değilim, ama sadece Kemalist değilim. Tarihe benim bulundu
ğum yerden işe sosyalist diyelim, başka bir şey diyelim, bulunduğum yerden
farklı bir bakış açısı ndan bugün Türkiye toplumunun önünden çok yaşamsal bir
problem olduğu kanatindeyim. Sadece bunu belirtmek istedim. Şimdi aynı zorlu
ğu ben kendi açımdan söylüyorum. Zaten bu atmosferde sistematik bir şeyler
aktarabilmemi, ister benim yeteneksizliğime bağlayın, ister başka bir şeye,
mümkün değil. Her zaman kısıtlaması açısından hem dediğim gibi en azından
şu tavı r, sistematik anlatım ortamını cazip görmeyecek arkadaşların zamanı nı
d a ihlal etmemek açısından. Özetle ben, sorumsuz aydın kavram ını kullanmıştı
bir arkadaş. Mevcut laiklik, diyanet sistemi de dahil olmak üzere doğrunun ve
yanlışın cumhuriyetin kurulduğu günden beri bugüne kadar yukarıdan saptandı
ğ ı , yukarıdan saptanarak topluma empoze edildiği bir sistemi beraberinde getir
di. Bu sistem Türkiye'de demokrasinin önünde temel engeldir. Bu sistemin de
ğiştirmesi için bizlerin laikliği savunabilecek, bir olgunluğa ve güce, reflekse sa
hip olduğu muz hakkının bize verilmesi lazım. Yani ben Refahı n hükümet ortağı
olması tartışmaları yapıldığı dönemde de Cumhuriyet ve diğer yerlerde çıkan ya
zımlarımda bunu özellikle belirttim. Refah ı , hükümet ortağ ı olmayı göze alama
yan bir laiklik, kendine güvenmeyen, rüştünü ispatlamayan ve ömür billah de
mokrasiye izin vermeyecek, veremeyecek olan bir laikliktir. Bu laikliğin artık aş ı
l ıp, yerine devletten belirlenmeyen, toplumun insiyatiflerine, toplumun dengeleri
ne bu anlamda dönem dönem geriye doğru gidişleri de göze alabilecek, yani bi
ze güvenen bir laikliğe ihtiyaç var. Aksi takdirde MGK'yı anayasa da vardı r diye
ki o anayasa ayrıcana tartışma konusudur, 1 2 Eylül'ün anayasasıdır. Anayasal
Alparslan Işıklı
Oturum Başkam
Teşekkür ecre rim. Buyurun efendim.
All Nesin
1 995'te Almanya'da iken insanları n , bütün ateistlerin, agnostiklerin, özgür dü
şünce taraftarlarının, inananların ve dinsizlerin kilise ve devletin yani din ve dev
letin öncelikli olarak da okul ve devletin birbirinden ayrışması için mücadele edil
mesi gerektiğini söylemişti. Bu benim mücadelem ve umarım bu hepimizin mü
cadelesi olur. Teşekkürler.
Alparsaln Işıklı
Oturum Başkam
Teşekkür ederim. Bugün konuşmacılara teşekkür ederim. Ve sizlere de bu
yönetimde bana gösterdiğiniz işbirliği ve kolaylıktan dolayı teşekkür ederim . Öğ
leden sonra buluşmak üzere saygılar sevgiler sunarım.
Komiteden Birisi
Kapanış oturumundan önceki son oturumunu açıyorum . Bu oturum aslında
sabah yapılacaktı. Ama sabah oturumunun geç başlaması ve uzaması nedeniy
le öğleden sonraya almayı uygun gördük. Haşmet Atahan oturumun başkanı . Ve
oturumumuzun konusu "aydınlanma ve şeriat" burada oturuma geçmeden önce
bilgi vermek istiyorum . Sayın İ lhan Selçuk bir bildiri i le katılacaktı ama kendileri
yoklar. Bildirilerini kendi istekleri üzerine Sayın İ lhan Erdost okuyacaklar. Sayın
Sina Akşin hocamı ve Haşmet Atahan arkadaşları mı kürsüye davet ediyorum. İ l
han beyle birlikte. Sayın Nejat Bozkurt şu ana kadar henüz zannediyorum ula
şamad ı . Bir bilgi de ulaşmad ı . Bu oturumumuz aynı zamanda kapanış oturumu
.
olarak konuşmalar bittikten sonra herkesin söz alacağı ve kapa nış metninin de
ğerlendirileceği oturum olarak sürecek. Bu anlamda süre sınırı şu anda yok.
Ama bu konuşmacıları n konuşma süreleri ile ilgili farklılığı gerektirmiyor.
Haşmet Atahan
68'/iler Birliği Genel Başkanı
Oturum Başkanı
Değerli konuklar, değerli dostlar. Ben Sayın Sina Akşin'e söz vermeden önce
kısaca bir giriş yapmak istiyorum . İ ki gündür burada belli konuları daha önce be
lirlemiş olduğumuz program çerçevesi içerisinde izlemeye çalıştık. Şüphesiz bir
takım eksiklikleri oldu. Bunları bir ölçüde kapanış oturumunda gerek eksikliklerin
bundan sonra yapılacak olan ve bu toplantıya geleneksel hale getirecek şekilde
yapılacak konferanslara ışık tutması bakımından, eleştirilerinizi ve önerilerinizi
al ma, aynı zamanda bu konferanesın sonuçlanmasına yönelik değerlendirmele
ri olgunlaştırma bakımından bu oturumun sonunda kapanış oturumunda belirli
tartışmalar yapacağız. Ben kısaca kendi görüşlerimi şöyle bir toparlamak istiyo
rum. Ö nce gelişen sü reç içerisinde nerede olduğumuzu, bir değerlendirmek la-
zım diye düşünüyorum . Yer olarak, mekan olarak bugün neredeyiz. Milyonlarca
galaksinin olduğu, dünyamız gibi milyonlarca gezegenin olduğu bu evrende bir
noktadan bile küçük olan ve daha bir yer kaplayan dünyanın üzerinde bulunuyo
ruz. Yani evrendeki yerimizi değerlendirirken dünyan ın bu şekilde konumunu
gözden uzat tutmak lazım, diye düşünüyorum. Peki dünyamızın tarihi itibarıyla
tarihin neresindeyiz. Bugün 1 997 yılındayız, iki bine birkaç sene kalmış durum
da. Yaşam ımızın süresiyle insanlık yaşamı süresi itibarıyla baktığımız zaman
dünyanın milyarlarca yıllık geçmişi olduğunu görüyoruz. Ve dünyamızın üzerin
de canlıların yaşamaya başlamasının milyonlarca yıllık bir süreyi kapsadığını bi
liyoruz. İ nsanlığın da bu oluşum içerisinde yüz binlerce yılı bulan bir serüveni ya
şadığını görüyoruz. Yani insanın hayvanlıktan çıkışı ve sosyal düşünen bir yara
tık olarak diğer canlılardan ayrılmaya başlayıp, doğaya hükmetmeye başlaması,
yüz binlerce yıll ık bir süreyi almıştır. Yüz binlerce yıl, insanın vahşet çağ ından çı
kıp, aşağı barbar orta barbar, yukarı barbar konaklarınının yaşayıp medeniyet
denilen sınıfl ı topluma geçtiği sürece dikkate alı rsak göçebe olan ve çobanlık
ekonomisi denilen orta barbarl ık sonrasını, yukarı barbarlık dönemi olan tarım
toplumu döneminin yaşandığını dikkate alırsak, buradan sı nıflı topluma geçişin
on binlerce yılı sürdüğünü dikkate alırsak, evet on binlerce yıl süren böyle bir sü
reç yaşanmış. Bilim tarihi teknolojik gelişmelerin tarihe uygulanmasının ışığ ında
insanların ilk sınıflı toplumu Mezopotamya dediğimiz bir bölgede Ortadoğu'daki,
şimdiki Irak topraklarına denk düşen bir yerde MÖ beş bin bir alt bin yı lları ara
sında ilk sı nıflı toplumu yaşadığını ortaya çıkarmış. Bugün yani yedi bin yıl önce
medeniyet, yani sınıflı topluma geçmişiz. Milyonlarca yıllık bir gelişim süreci içe
risinde on binlerce yıllık insanların yaşam süresi içerisinde yedi bin yıl gibi bir sı
nıflı toplum dönemini yaşamış insanlık. Beş bin yılı MÖ , iki bin yılı MS böyle bir
sü reç yaşanmış. Medeniyet tarihi yedi bin yıllık bir süreç içerisinde değerlendiri
lirse insanlık tarihinde ne kadar az bir yer kaplad ığını görmek gerekiyor. Köleci
feodal denilen antik medeniyetler birbiri ardına üstüne kurulup yıkılmış toprak ta
rı m ı düzeni üzerine kurulan medeniyetler binlerce yıl sürmüş, birbirlerini kovala
mışlar ve birbirleriyle benzeyen gelişim süreci ile kapitalizme kadar gelmişler.
Son dört yüz yıl öncesine kadar. Son 400 yıla girdiğimiz zaman yedi bin yıllık in
sanlık süresine göre çok kısa olan bu 400 yıllık süre içerinde kapitalizmin hızla
geliştiği ve toplumun hızla ilerlediği bir süreç yaşanmış. Özellikle 400 yıl içeri
sinde, hele hele bu son 50 yıllık süre içerisinde son on yıllık bir süreçle korkunç
bir gelişme şaşı rtıcı bir hızla ilerleme ve gelişme söz konusu olmuş. Bunları ni
ye anlattım sayın izleyiciler, değerli arkadaşlarım. Bizler toplumda sınıfların ol
madığı ilkel sosyalizmin yaşandığı yüz binlerce yıllık insanlık hini yok sayma ey-
lum ister istemez topraktaki bu ekonomik boyutu görmek gerekiyor. Sınıflı top
lum ister istemez bu hak yolunda, doğruluk ve adaletten ayrılmayan yöneticile
rin zaman içerisinde aşındırdı, derebeyleştirdi ve artık köylünün, daha önce yı
kılmış bulunan teodallerinln karşısında yeniden ezilmesi, baskı ve sömürü düze
ni başladı. Osmanlı devletinin yıkılması da kuruluş nedenlerindeki gibi, aynı ne
denlerle oldu. Şimdi böylesine gerçekleri biz gözardı edebilirsek bir sonuca va
rabilir miyiz. Hiçbir şeyi belli bir konumdaki, belli bir konaktaki durumunu değer
lendirerek genelleştiremeyiz. Ve bundan kesin sonuçlara varamayız. Gözardı et
memiz gereken şey nedir? Klasik kapitalizm sürecini yaşayan bilim ve teknik ça
ğına bu süreç içerisinde yakalayan kapitalizm öncesından kurtulan ülkelerin ay
dınlarısınız gelen yabancı konuklarımız için söylüyorum. Sizler bizim gibi ülkeler
de dahil, bizden çok daha fazla ekonomik sıkı ntıları ve sorunları olan ülkelerden
kAr ve artı değer çıkartan, bu nedenle de kendi ülkelerinde halklarına yanaşabi
lir, kabul edilebilir bir yaşam standartını verebilen ülkelerin aydı nlarısınız. Bizler
ise milyonlarca işsizin kol gezdiği her gün her saat hatta abartısız her saniye pa
halılığın arttı ğı, ekonomik sosyal sıkıntıların olağanüstü yaşandığı bir ülkenin ay
dınlarıyız. Bu durumu bilerek, ülkelerimizin, ülkelerin hakim sınıfları arası nda ke
netlenmelerinin halkların çıkarına aykırı olarak, daha doğrusu, bizim gibi ülkele
rin halklarının daha da açlığa ve yoksulluğa mahkum edilmeyecek bir sürecin ne
olduğu üzerinde tartışılabilir ve anlaşabilir miyiz? Tartıştığımız köktendincilik
akı mlarının da gerisinde siz Batılı aydın dostlarımızın ülkelerinin h!kim sınıfları
ve devlet egemenliği bulunmaktadır. Bu gerçekleri tartışmadan köktendinciliğe
karşı aydınlanmamız mümkün olmayacaktır. Ne yazık ki bunları burada taretış
madık. Bunların eksik kaldığını düşünüyorum. Ve eksik kalmış olan bu konula
rın, bundan sonra yapılacak olan toplantılarda, aydınlanma konferanslarında;
daha iyi bir şekilde ele alınarak, başka sonuçlara da ulaşabileceğimiz dileğini ta
şıyorum. Bu çerçevede içerisin sözü sayın Sina Akşin'e bırakıyorum. Biliyorsu
nuz Sayın Akşin, Ankara Ü niversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Profesörü'dür. Ve
Türk siyasal tarihi konusunda uzman, araştırmacı değerli bir bilim adamı mızd ı r.
Buyurun Sayın Akşin.
manın belki en güzel tarifini Prof. Dr. Suat Sinanoğlu yaptı. 1 980 yılında çıkan
Türk H ümanizmi kitabında Atatürk hareketini bu açıdan incelemiştir. Ve orada iş
te aydı nlanmayı "Zihnin sınırsız özgürlüğü" diye tarif ediyor Sinanoğlu. Aynı şe
kilde daha önce Prof. Bedia Akarsu, Prof Dr. Macit Gökberk de Atatürk devrimi
ni bir aydınlanma haraketi olarak sunmuşlardır. Bu, Atatürk devriminin felsefi bo
yutu, sonra Atatürk devriminin ideolojik boyutu var. Bu ideolojik boyut biliyorsu
nuz altı ilke olarak oluşturulmuştur, Atatürk döneminde. Bu altı ilkeye uzun boy
lu girecek değilim. Ama şunu belirteyim; Cumhuriyetçilik ilkesi, Atatürk'ün ideolo
jik programındaki demokrasiyi kapsayan bir ilkedir. Ve Atatürk 1 929 yılında Afet
İ nan'la yazdığı "Medeni Bilgiler" adlı ders kitabı bu okullarda yurttaşlık bilgisi ola
rak okutulacaktı, okutuldu. O kitapta, 1 929 yılında Atatürk rejimleri tarif ediyor,
kendi el yazısıyla. Sonra da Afet İ nan bunları yayımladı, fotokopilerini yayı mladı.
Atatürk kendi el yazısıyla rejimleri tarif ederken, şunlar var diyor. Bir de demok
ratik rejim var diyor. Demokrasinin türlerini de işte meşrutiyet olabilir diyor. Cum
huriyet olabilir diyor. Cumhuriyet diyor. Demokrasinin en iyi biçimidir. Meşrutiyet
de demokrasidir amma yetkin, mükemmel olan cumhuriyettir diyor. Ve demokra
siyi yükselen bir deniz olarak tarif ediyor. Tabii Atatürk bu sözleri, bu cümleleri
1 929 yılında yazıyordu. Gerçekten 1 920'1i yıllar bir demokrasinin gelişme yılı ol
du. Maalesef yani dünya iktisat bunalımının sonrasında, 30'1u yıllar tam tersine
demokrasinin gerileme dönemi olmuştur. Ama şunu belirtmek istiyorum. Atatürk,
cumhuriyetçilik derken bunu demokrasinin en iyi biçimi olarak anlıyordu. Ve de
min Erdoğan Aydı n beyin tebliği dolayısı ile Atatürk rejiminin demokrasi olduğu
nu söyledim. Buna ciddi olarak inanıyorum. Çünkü demokrasi denen rejim, gö
receli yani çağına göre ortamına göre değerlendirilecek bir şeydir ve mesela es
ki çağda Atina rejimine Atina demokrasisi diyoruz. Halbuki Atina demokrasisinde
nüfusun yarısından çoğu köleydi. Kadınları n hiçbir hükmü yoktu. Ve bir avuç Ati
nal ı yönetiyordu. Yani bugün böyle bir demokrasi olamaz. Siz kalkıp da 1 997 yı
lında hadi bakalı m bir Atina demokrasisi kuracağı m deseniz sizinle alay ederler.
Aklınızdan zorunuz mu var derler? Niye Atina demokrasisi; çünkü o çağda, Ati
na başka ülkelere göre mesela Pers İ mparatorluğuna göre başka kent devletle
rine göre bir demokrasiydi. Dolayısıyla Atina demokrasisi diyebiliriz. Şimdi dola
yısıyla Atatürk rejiminin demokrasi olup olmadığını günümüz dünyasında günün
Avrupasıyla karşılaştı rarak irdeleyebiliriz. O devir, totaliterliğin yükseliş devri, iş
te Almanya'da Hitler, İtalya'da Mussolini, İ spanya'da Franko, Portekiz'de Sala
zar, Macaristan'da, Amiral Horti, Yunanistan'da Mateksas, Bulgaristan'da Boris,
Romanya'da Karol, Polonya'da Pizuski, vs, bütün bunlar totaliter veya aşı rı oto
riter rejimler ve Avrupa'da çoğulcu demokratik diyebileceğimiz rejimler çok azdı.
Şimdi bu durumda Atatürk rejimi tek parti rejimi olmasına rağmen aydı nlanmacı
olduğu için, kadın erkek eşitliğini sağladığı için (bu tabii ki çok önemli), çok zor.
Atatürk dönemi, Avrupa'nın demokrasi ortalamasının üstündeydi. Dolayısıyla
Atatürk rejimine bir demokrasi rejimi o gün için diyebiliriz. Ama zaten bu demok
ratik olup olmama değerlendirmesi çağ ına ve koşulları na göre olacaktır. Evet
Atatürk'ün diğer ilkeleri işte laiklik çok önemli bir ilke, burada yeterince üzerinde
duruldu. Halkçılık, bu da özellikle dar gelirli kesimi kollayan bir ilkeydi. Neyse bu
altı ilke üzerinde fazla durmak istemiyorum . Fakat Atatürk devriminin demek ki
ideolojik programı bu altı ilkeydi. Atatürk devrimini felsefi bakımdan ele ald ık. Ay
d ınlanma dedik, ideolojik bakımdan ele aldık. Altı ilke dedik. Şimdi de bir kalkın
ma modeli olarak Atatürk devrimine bakarsak, bu kalkınma modelinin özelliği şu
her alanda kalkı nma, topyekün kalkınma, bütünsel kalkı nma. Yani burada de
mek ki teknolojiyi almak yeterli değil. Çünkü teknolojinin arkası nda bilim var. Bi
lim büyük bir alem. i şte sadece içinde fen bilimleri yok, sosyal bilimleri, insan bi
limleri var. Fakat bu bilime gerçekten sahip olmak için felsefeye ihtiyaç var. Fel
sefe çünkü, bilimin sustuğu yerlerde dile gelen bir disiplin, ondan sonra felsefe
nin gelişmesi içinde kültür ve sanat, özgür ve gelişmiş bir sanat ortamı gereki
yor. Ve işte Atatürk'ün kalkınma anlayışı buydu. Yani her alanda kalkınılacaktı.
İ şte müzikte kalkınılacakt ı ; bilimde, insan haklarından, hukukta, bayındırlıkta, sa
natta, sanayide kalkınılacaktı ; Her alan bir kalkınma alanıydı. i şte bütünsel kal
kınma anlayışı var. Maddi kalkınma anlayışının, günümüzde en mükemmel ör
neği Arap şeyhlikleri. Petro-dolara sahip Arap şeyhlikleri. Suudi Arabistan'da her
türlü teknoloji var. Mükemmel şehirler var. Yollar birinci sı nıf, en iyi bilgisayarları
kullanıyorlar, en son model uçaklar, otomobiller, araçlar, deniz suyundan içme
suyu yapıyorlar. Çölde patlıcan yetiştiriyorlar. Ama ortaçağda yaşıyorlar. Yani 9.
yüzyılın sosyal hayatını yaşıyorlar. Dolayısıyla demek ki bilgisayar kullanıyorsa
nız, son model bilgisayarları kullanmak ortaçağ ı yaşamanıza engel değildir ve iş
te Suudi Arabistan gibi rejimler bunu göstermişlerdir. İ şte Atatürk'ün başarısı top
yekün, bütünsel kalkınma modelidir. Ve uygulamış olmasıdır. Atatürk'ün kültür
konusunda daha da ileri götüren olay sanıyorum, Kubilay'ın öldürülmesidir. Me
nemen olayıdır. Aralık 1 930'da biliyorsunuz Menemen'de şeriatçı bir ayaklanma
oldu. Derviş Mehmet diye bir adam, yeşil bayrak açtı. Halkı etrafına toplamaya
çal ıştı. Bu hareketi bastırmak için teğmen Kubilay yanında bir manga askerle, on
bir askerle olay yerine geldi. Dağılmalarını söyledi, fakat onlar dağılmadılar. Ve
Derviş Mehmet veya adamlarından biri Kubilay'ı yaraladı . Fakat işin ondan son
rası daha önemli. Derviş Mehmet, bir testere alıp Kubilay'ın kafasını kesti. Ve bir
sırığa dikip halka gösterdi. İ şte bu tipik bir ortaçağ manzarasıdır. İ bret alem ol-
sun diye kesilen kafalar teşhir edilebilir. Topkapı sarayının önünde her zaman en
son idam edilmiş adamların kafaları teşhir edilirdi. İ şte vezir kafası ise gümüş bir
tepsi içinde önünde fermanı, orta halli bir Osmanlı ise tahta tepsi, sıradan bir uy
ruk ise kafalar yerde teşhir edilirdi. Aynı çağda Londra'ya gitseydiniz Waterlook
kapısı üstünde de sırıklar vardı ve bu sırıkların üstüne yine en son idam edilmiş
kişilerin kafaları teşhir edilirdi. Pedagojik bir olay bu. Ve Derviş Mehmet 1 930 yı
l ı nda ortaçağ ın dehşetini uyguladı. Tabii bunlar benim yorumum. Ama sanıyorum
Atatürk bu olayda çok derin bir üzüntüye kapıld ı . Yani 1 930 yılına gelinmiş, cum
huriyet ilan edilmiş fakat hala kafalar kesiliyor ve teşhir ediliyor. Atatürk'ün bun
dan sonra üç ay ülkede dolaştığını görüyoruz. Bütün Türkiye'yi dolaştığını görü
yoruz ve o dolaşmadan sonra Atatürk halkevleri örgütünü kuruyor, halk odaları.
Neydi bu halkevleri. Bu halkevleri arkadaşlar biliyorsunuz, dört başı mamur kül
tür merkezleriydi. Ve kısa zamanda pek çok halkavi kuruldu. Bu halkevlerinin do
kuz çalışma alan ı vard ı . Bir; dil edebiyat ve tarih, iki; güzel sanatlar yani müzik,
plastik sanatlar; üç; temsil, yani tiyatro, dört; spor, beş; içtimai yardım, yani sos
yal yardım, altı; halk dershaneleri, halk için kurslar vs. yedi; kütüphane ve yayın
birçok halkevleri dergiler çıkartmışlardır ve bunların kütüphanesi vardı , en önem
li şey, bunların kütüphaneleri vardı. Sekiz; köycülük, işte yöredeki köyleri incele
mek onlara yard ımcı olmaya çalışmak. Dokuz; alanda çalışma yapıyordu hal
kevleri. Ve 1 951 'de halkevleri sayısı 478 tane olmuştu.
478 tane halkavi, 4330 tane de halk odası en küçük yerlerde mahallelerde,
köylerde halk odaları kuruluyorlardı. Atatürk, 1 936'da "TC'nin temeli kültürdür"
diyordu . Ve insan olabilmek için kültürün temel bir unsur olduğunu söylüyordu.
Nitekim Atatürk döneminin uygulamaları da hep bu yönde olmuştur. Daha sonra
Atatürk döneminin sonuna doğru köylere ilk Köy Enstitüsü uygulaması başlıyor.
Zaten 1 936'dan başlayarak Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel'dir. Hasan Ali
Yücel, tipik bir aydınlanma adam ıdır. Tü rkiye'nin en mutlu şeylerinden biri de Ha
san Ali Yücel'in bu ülkede 1 936'dan 1 946'ya kadar on yıl Milli Eğitim Bakanlığı
yapmış olmasıdır. Onun zamanı ndan Köy Enstitüleri başlad ı ve bu Köy Enstitü
leri çok az para ile çok sayıda öğretmen yetiştirdi. Bizzat köylüleri, köy öğretme
ni olarak yetiştirdi. Fakat bunlar yalnız öğretmen değildi. Bunlar çağdaşlığın tem
silcisiydiler. Bunlar toplum kalkınması önderi idiler. Ve sonunda 20 enstitü olmuş
tu. Yaklaşık yirmi bin kadar da öğretmen yetiştirildi. Ne yazık ki Türkiye bu say
fayı çevirdi. Türkiye bir karşı devrim yaşad ı . Bu karşı devrim özellikle kültür ala
nı ndaki bir karşı devrimdir. Bakı n karşı devrimin duraklarına, bir göz atalım.
1 95 1 'lerden halkevleri ve halk odalarının kapatılmas ı . Bunlar devlete mal edildi.
Aslı nda bunlar devletleştirilip, aynı fonksiyonu, aynı işlevi sürdürebilirlerdi. Hayır
öyle olmadı. Bu canım binalar, bu canım kuruluşlar alındı, belediye binası, tapu
müdürlüğü aklınıza ne gelirse. Kültür merkezi olma işlevlerine son verildi, bunla
rın. Kitaplar dağıtıldı, ziyan edildi. Ondan sonra Köy Enstitülerinin kapatılması
1 954 yılında. Görüyorsunuz ki bu iki olay, Türkiye'de gerçekten bir çeşit barbar
lıktır. Bir kültür vandalizmidir. Ve Türkiye'yi geri götürmüştür. Türkiye'yi maddi
kalkınma modeline sokmuştur. Bundan sonra Türkiye'deki siyasetçilerin hedefi
yol, baraj, fabrika olmuştur. Kültür ikinci plana, kültür meseleleri de bir yana itil
miştir. Maddi kalkınma modelini uygulayan siyaset adamları , devlet adamlarının
birçoğu mühendistir. Mühendis olmasa bile, kendini mühendis sanmıştır. Mese
la i stanbul'da bir yerden bir yere bakmıştır. Beyazıt'tan Aksaray'a doğru bakmış
Aksaray'ı göreceğim diye oradan bir dağ eritmişlerdir. Şuradan böyle bir cadde
açılsın denmiştir. Bunu yapan adam, mühendis, mimar filan değildi, ama kendi
ni öyle algı lıyordu. Daha sonra asıl mühendis adamlarımız geldi. Ve bu mühen
dis devlet adamları geniş kalkınmayı, gelişmeyi, geniş bir mühendislik perspek
tifi içinde de görmediler. Uzmanlık alanlarına göre gördüler. Şöyle ki inşaat mü
hendisi olan devlet adamı , köprü ve baraj kralı oldu. Ondan sonra elektrik mü
hendisi olan devlet adam ımız ülkeyi mükemmel bir telefon şebekesine kavuştur
du. Ü çüncü bir devlet adamımız da makine mühendisi onun zamanında en ağı r
sanayi iddiaları ortaya atı ldı. Biz kuracağız diye çıktı. Ondan sonra da iktidara
geldi. Bu arada Türk devleti borca batık hale getirildiği için maalesef sanayi ku
racak, zaten sanayi kurmanın modası geçtiği için dünyada özelleştirme rüzgar
ları esiyordu ve artık devletin sanayi kurması çok ayıptı. 1 950'den sonra bir ka
ranlık çağ açılıyor. Fakat bunun işareti daha önceden de başlıyor.
Mesela 1 946'da o mükemmel Milli Eğitim Bakanının, Hasan Ali Yücel'in işine
son verilmesi. Sonuç, Türkiye bugün maddi kalkınma modelini tabii ki bizdeki ko
şulları içinde en az eğitilen i nsan topluluğudur. Birleşmiş Milletlerin yaptığ ı insan
gelişmesi endekslerine göre ortalama Türk'ün okulda geçirdiği süre 3.6 yıl. Kom
şumuz İran 3.9, bizi geçiyor. Suriye 4.2, Ermenistan, Irak, Azerbaycan 5 yıl oku
yor. Yunanistan ve Bulgaristan 7 yıl. Rusya'da ortalama 9 yıl. Yani Türklerin oku
duğunun neredeyse üç katı. Ve bu maddi kalkınma modelinin sonucu ve biz ha
la 8 yıl olsun mu olmasın mı diye tartışmaları sürdürüyoruz. Hala bunu tartışıyo
ruz ve bunu maalesef Silahlı Kuwetler dayatıyor. Türkiye'deki kitap durumu bir
feciattır. Ankara, i stanbul'da başlıca yayınevlerine gidin Ankara, İstanbul, İzmir
dışında Türkiye bir kitap çölüdür. Adana gibi bir şehirde, Konya Erzurum gibi bir
şehirde doğru dürüst bir kitapçı yoktur. Türkiye'de basılan kitaplar cumhuriyetin
1 920'1i yı lların başında bin kadard ı . Şimdi altı binlere ulaştı . Ama bunu nüfusa
vurursanız çok kötü bir manzara ortaya çıkıyor. Çünkü 1 920'1i yıllarda bin kadar
kitap basılması demek, on bin kişiye 7 kitap demek. Halbuki bugün altı bin kitap
basarken okur-yazar nüfusa göre hesaba vurarsanız on bin kişiye iki kitap çıkı
yor. Yani gerilemiş durumdayız aslında. Tabii okur yazarlık Türkiye'de bir hayli
gelişti. Okur yazarlık tek başına hiçbir şey ifade etmiyor.
Şizofrenik bir toplum. Kişilik bölünmesine uğramıştır. Bir kısım insanlar orta
çağda yaşıyorlar, bir kısmı da günümüzde. Şizofrenik toplumu yaratmakta en
önemli etkenlerden biri de imam hatip okulları oldu. Ama etkenlerden sadece bir
tanesi bu. Ve bu imam hatip okullarına daha iyi olanaklar veriyor. 1 991 -92 ders
yılı içinde bir öğretmene 9 öğrenci düşüyor; imam hatipte, normal bir lisede bir
öğretmene 1 4 öğrenci düşüyor. Sivas olayı, bu şizofrenik toplumun bir sorunu
dur. Türkiye'de başka bir feciat var. Yığınla okul var, fakat bu okulların büyük ço
ğunluğunda kütüphane yok. Veya varsa bile göstermelik. Aslında her kütüpha
nenin memuru olması lazım, ödünç kitap vermesi lazım. İçinde her türlü kitap bu
lunması lazı m. Teşekkür ederim.
Haşmet Atahan
Oturum Başkanı
Teşekkür ederiz. Değerli konuklar Sayın İlhan Selçuk, panelist olarak katılma
dığı için özürlerini gönderdi, aynı zamanda tebliğini de yazılr olarak gönderdi.
Sayın İlhan Selçuk'un tebliğini Sayın Muzaffer İlhan Erdost sizlere sunacak. Bu
yurun Sayın Erdost.
İ lhan Selçuk
Gazeteci- Yazar
(Muzaffer İlhan Erdost okuyor)
İki ayrı zamanı bir zamanda yaşayan toplumlar arasında, gelişmiş olan ın ge
ri kalmış olana bakışı, hiçbir zaman uygarca ve insanca olamadı.
Buna karşılık geri kalmış toplumun insanı, olaylara nasıl baktı?
Anadolu aydınlanmasının anahtarı bu soruda kilitleniyor. Çünkü sanayileş
memiş bir tarım toplumu olan Osmanlı İmparatorluğu'nun 1 789 Fransız Devri
mi'nde sonra yaşadığı değişimin özel koşulları var.
5) Osmanlı'da engeller . . .
1 923 devrimine gelinceye dek, çağdaşlaşmanın yeterli uygulaması görülme-
di. Devlet düzeni padişahlığın ve halifeliğin dinsel egemenliğinden kurtulamıyor
du; hilafet laikliğe engeldi. Osmanlı imparatorluğunun çokuluslu olması, ümmet
bilincini aşmak isteyen etnik toplumların bölücülük açmazına düşmelerine yol
açıyordu. İ nsan hakları ve demokrasinin karşısındaki engel, şeriat hukukuydu.
M a rt 1 997 - Ankara
282
Din, Osmanlı toplumunda tek boyutlu bir olgu değildi; devlet yönetimi, inanç
ları çeşitli din ve mezheplerin karması içinde düşünmek zorundaydı .
8) Kültür seferberliği
Sınıfsal dayanaklarından yoksun olması, Anadolu aydı nlanmasının yönetimi
ni de belirledi. Toplumun ümmet bilincini aşıp ulus bilincine kavuşması için kul
kimliğinden kurtulup yu rttaş kimliğine kısa sürede kavuşması gerekti. Okuma
yazma oranı yüzde 1 O'u geçmeyen bir ülkede bu iş nasıl yapılacaktı? Cumhuri-
Haşmet Atahan
Oturum Başkam
Teşekkür ederim. Değerli katılımcı arkadaşlar, Sayın M . İlhan Erdost'u size
tanıtmaya gerek yok. Ancak yabancı katılımcı sayın arkadaşları mız için kısa bir
açıklama yapmak gerekirse, Sayın İlhan Selçuk'un yazısını bize okuyan Sayın
İ lhan Erdost, Sol ve Onur Yayı nları sahibi, aynı zamanda değerli bir yazarımız
d ı r. Yabancı konuklara sayın Suphi Karaman'ı n uyarısı üzerine söylemekte fay
da var. Sayın Muzaffer Erdost, hapishanede işkence ile öldürülen kardeşi İlhan
Erdost an ısını yaşatmak için kendi ad ını ismini ekleyerek Muzaffer İ lhan Erdost
M. İ lhan Erdost
Değerli konuklar, bir metin okumanın zorluğunu yaşadım. Özellikle İlhan ağa
beyin, çok yalı n bir metnini okumanın zorluğu ile çevrildim. Bizim 1 950-60'11 yıl
lara değin Türkiye'deki demokratikleşme hareketimizde siyasal partilerimizin ni
teliğine baktığımızda bir CHP, bir DP ağ ırlıklı olmak üzere iki farklı kesimin bur
juva topluma denk düşen iki farklı kesimin, sınıfın bir siyasal yapılanmasını gö
rürüz. Biri CHP, genel olarak burjuva toplumunun emekçi sınıflarının özlemlerini,
amaçların ı n yaşama geçirmek istemektedir. Bu anlamda demokratikleşmeden
ve ilericilikten yanad ır.
Bir de DP genellikle egemen sınıfları n, burjuvazinin isteklerini yaşama geçir
mek istemekte ve bu anlamda da Türkiye'de feodalite ile feodal gericilik, dinsel
gericilik, teokratik gericilikle ve bizim söylemimizi konuklarımız bağışlasın em
peryalist sermaye ile işbirliği içerisinde olan bir bütünleşmeyi temsil eder. Yani
siyasi partide modern toplumun, modern burjuva toplumunun iki ayrı sınıf ve
katmanları nı temsil eden bir yapıya sahiptir. 1 961 Anayasası, bu sın ıflaşmayı
daha belirgin bir niteliğe dönüştürdü. Bu nitelik son derece önemli . Çünkü sola
açık, sosyalizme açık bir anayasanın yaşama geçirilmesi ile sosyalist parti de
kuruldu. Dolayısıyla işçi sı n ıfı, modern işçi sın ıfı n ı siyasi anlamda temsil eden
bir işçi partisi oluştu . CHP ya da aynı merkezde bulunan siyasi partiler daha çok
yine modern burjuva toplumun bir sınıfını oluşturan küçük burjuvaziyi, küçük
burjuvanı n kanatlarını temsil eden bir demokratikleşmeyi dile getiren bir siyasi
partileşmeyi oluşturdu. Ve bunun karş ıtı da egemen sınıfları temsil eden esas
olarak AP yaşama geçti. Özellikle 1 2 Eylül'den sonra. Tabii bunun başlangıcı 1 2
Mart'ta. 1 2 Mart'ı n daha gerisine dayanıyor. Taa 1 950'1ere dayanıyor ama 1 2
Eylül'den sonra siyasal partiler açısı ndan Türkiye'nin yapılanmasına baktığı
mızda farkl ı şey görüyoruz. Ne görüyoruz mesela? Bir bakıyorsunuz Milliyetçi
Çal ışma Partisini görüyoruz. MÇP, Türk ırkını etnik olarak yani Türkiye Cumhu
riyeti dediğimizde Türk vatandaşıyla belirlenen hani demin daha arkadaşların
tartışmaya getirdiği anlamda ulusun, TC ulusunun üyesi olanlar değil, etnik an
lamda Türk olanları öne çıkartan bir siyasi partileşme ve biz buna gerici anlam-
da faşist bir siyasi partileşme diyoruz. Bir baktık RP geldi. RP, asl ında bir din
partisidir. Dine dayalı bir partidir. Ve özellikle Sünni mezhebine dayalı bir parti
dir. Sünni mezhebe dayalı olması da yeterli değildir. Gücünü tarikatlardan al
maktad ı r. BBP, gene M H P'nin içinde ya da MÇP içinden doğmuş olmakla birlik
te BBP de hem etnik anlamda Türk ırkçılığına dayalı , hem de dinsel ve tarikat
sal anlamda, dine ve tarikatlara dayalı bir partileşmedir. Şimdi böyle bir tablo
nun içerisinde, giderek erimekte olan modern toplumun sın ıflarını temsil eden
partiler var. Şimdi Sivas olaylarına bakı nız. Sivas olaylarından önce, 2 Tem
muz'dan önce genellikle CHP'nin, sosyal demokratların oy aldığı bir Sivas, da
ha sonra 1 2 Mart öncesi bir de Birlik Partisi kuruldu. Alevi partisidir, birlik parti
si. BP'nin de, CHP'nin de çoğunlukla oy aldığı Sivas. Fakat daha sonra Sivas
olayları sırası nda belediye başkanı Refah Partisi'nden. Ama Sivas olayları ileri
ci harekete yönelmiş, ağ ı r saldırı sonucu ne olmak gerekirdi. Sivas'ta. Demok
ratikleşme hareketinin güçlendirilmesini gerektirirdi. Ve ilerici, laik güçlerin kitle
selleşmesini gerekirdi. Burada son seçimlerde, tam tersi görüldü. RP, olaylarını
artt ı rd ı . MÇP ikiye bölünmüştü. BBP ve MHP; ama özellikle BBP, tarikatlara o
bölgedeki tarikatlara dayandığı için daha büyük oy ald ı. Son yerel bölgesel se
çimlerde, RP ile BBP'nin aldığı oy oranı yüzde 82'yi buluyor. Geriye kalan yüz
de 1 2'nin yüzde S'i DSP ile DYP arasında paylaşıldı. Merkez sağ da bu oranda
eridi. Şimdi Türkiye'deki sınıflaşmanın temeline dayal ı , mezhepsel temele da
yal ı ve hatta tarikat temeline dayalı bir siyasal yapılaşmaya doğru yöneldi. Bu
gün içerisine çekildiğimiz gericiliğin temelinde bu vardır. Türkiye elbette sınıfsal
temele dayalı bir siyasal yapılaşma içerisinde demokratikleşme savaşımı verir
ken, bu savaşın Türkiye'yi kuşkusuz ileriye götüren, bir savaşım olacaktı. Ama
görüyorsunuz ki bugün demokratikleşme açısından Türkiye'yi ileriye götüren bir
savaşı mdan yoksunuz. Bunun anlam ı üzerinde biraz durmak istiyorum. Şimdi
bir konuyla girmek istiyorum. Şimdi Osmanl ı İmparatorluğu ile ilgili tartışmaları,
bir daha temele oturtmak gerekir. Osmanlı İmparatorluğu özellikle Fatih Sultan
Mehmet zamanı nda, özellikle gayri müslimlere bir millet statüsü tahsis edilmiş,
belirlenmiştir. İlkin Rumlara, daha sonra Ermenilere ve Yahudilere millet statü
sü belirlemiştir. Millet, Cumhuriyetten önceki dönemde din topluluğu demektir.
Bugünkü karşılığı ulus değildir, din topluluğu demektir. Rum milleti demek, Rum
topluluğu dinsel anlamda Rum topluluğu demektir. Yahudi topluluğu da aynı şe
kilde, Musevi topluluğunu, Ermeni topluluğunu da ayn ı şekilde, dinsel anlamda
Ermeni topluluğunu kucaklıyordu. Bunlar kendi içlerinde özerktiler, özgürdüler,
vergilerini dini liderlerine veriyorlard ı . Bunun yanı sıra bir başka, Sünni Müslü
manlar ise İ slam milletini oluşturuyordu, Osmanl ı İmparatorluğu'nda. Bu iki ay-
rım son derece önemlidir. Bir kere Sünni olmayanlar, yani zımni olanlar, zimmet
sorumluluğu olanlar, gayri müslimler, Müslüman olmayanlar bin cizye diye baç
parası veriyorlardı . Bu baç vergisi, san ılıyor ki Müslüman'dan alınm ıyor, hayır
Müslüman'dan alı nan askere gidiyor, Müslüman olmayandan alı nan askere git
miyordu. Askere gitmediği için bir baç vergisi veriyordu. Baç vergisi bu anlam
da Müslüman olanlardan da al ınıyordu. Çünkü o askere gidiyordu. Müslüman
olmayan bu cizye vergisini veriyordu. ş'imdi Sünni Müslümanların İslam milleti
ni oluşturması, bu arada Türkiye'de tabloya baktığım ızda Sünni olmayanları n
yani Alevilerin, İslam milletinden sayılmadığın ın kanıtı ortaya çıkıyor. Aleviler,
İslam milletinden sayılmadı , Osmanlı İmparatorluğu daha doğrusu Aleviler mil
letten sayılmad ı . Aleviler bir din topluluğu olarak özgür ve özerk olarak tanınma
d ı . Cumhuriyet bu ayırımı, bu kast ayrım ı n ı ortadan kaldırdı. Dolayı sıyla mo
dern anlamda uluslaşmanın temelini attı . Bunu laiklik ilkesi ile attı. Dolayısıyla
Müslüman olan, Müslüman olmayan ayrımı sona erdiği gibi Sünni olan, Sünni
olmayan ayrımı da yasada eşitlendi. Bu eşitlenmeyi laiklikten ald ı . Tabii Türkiye
bu konuda bir mozaik diyorlar ona bu mozaik sözü ile pek ifade edilecek bir şey
değil. Bir tarihsel ayrımı bağlarında taşıyordu, Alevi-Sünni tartışmasını, farklılı
ğ ı n ı bağrında taşıyordu. Osmanlı'dan devreden ve diyanet işlerinin kurulması
bence, bana göre esas olarak cami imamları n ın devletin denetimi altına alı nma
sıyla açıklanabilir. Diyanet işlerinin esası buydu. Eğer camiler varsa burada
imam olacaktı. İmamlar, cuma günü hutbede okuyacakları metinleri, devletin
haz ı rladığı, bir organı tarafından hazırlanmış metinleri okuyacaklardı . Kendi ta
rikatlarına, kendi mezheplerine, kendi inançlarına düşüncelerine uygun okuma
nı n ortadan kaldı rılması n ı , bu serbestliğin, bu başıboşluğun ortadan kaldırılma
sı nı ve bunun devlet tarafından denetlenmesini diyanet sağlayacakt ı . Ve o za
man zaten o dönemde özellikle 1 952'ye kadar imamlar maaş almad ı . İmamlar,
eski feodal vergilendirmeye bağlı bir biçimde, hani aşarın toplanması gibi har
man zamanında cerre çıkarlard ı . Ve harmanda üretilen üründen imam ve mü
ezzin farklı ölçülerde ürün al ırlardı. Ve bu rantlarla geçimlerini sağlarlard ı . Ma
aşa bağlanması , özellikle Türkiyede laikliğin yapısal değişikliğe uğraması ki Si
na Akşin , 1 950'1i yı llarda halkevlerinin kapatılması, Köy Estitülerinin kapatılma
sını söyledi. İ mam hatip okullarının açılmasıyla başlam ıştır. İ mam hatip okulla
rı üzerinde de kısa bir bilgi sunmak istiyorum. Bu okullar, Türkiye'de bir prog
ram dahilinde açı lm ıştır. Bu program bizim mutlaka bilmemiz gerekir. Bu prog
ram, her şeyden önce Türkiye, İ ran ve Pakistan'ı içerisine alan bir yeşil kuşak
denen CENTO olayıyla gerçekleştirilmek istenmiştir. CENTO biliyorsunuz, İ ngil
tere yönetiminde, aslında ABD yönetiminde oluşturulmuş, bir ittifaktır. Bu ittifa-
kın amac ı ; Sovyetler Birliğine karşı oluşturulmuştur. Sovyetler Birliğine karşı ya
ni sosyalizme karşı , yani ateizme karşı bir yeşil kuşak. İslamın canlandırılması
anlamında, İslamın diriltilmesi kuşağı biçiminde bir politika geliştirildi. Bir politi
ka empoze edildi. Ve bunun içerisinde Türkiye de var. Tam bu yıllarda kurul
muştur imam hatip okulları . İ mam hatip okullarının özelliğini belirleyen en tipik
an ı . Coşturoğlu'nun bir anısında nakledilmiştir.
Milli Birlik Komitesi ; Osman Köksal'ı İsmet İ nönü ve Cevdet Sunay'a gönde
rir. Bunu çok yineledim, çok da yinelenecek bir anlatı. Der ki paşaya git sor, laik
okullar konusunda baskı altındaymış, eğer böyle bir sorun varsa, kendisine des
tek verelim. Köksal, Sunay'a gider. Laik okullar, baskı diye sözünü bitirmeden
Cevdet Sunay parlar. Ne laik okulları, bunlar anarşist yuvaları , burada anarşist
ten başka bir şey yetişmiyor. Biz devletin üst kadrolarını , imam h ?tip okulların
dan yetişecek olanlara vereceğiz der. Şimdi imam hatip okulu, bir meslek okulu
dur. Orta okulu, liseli, meslek ortaokulu meslek lisesidir. Eğer camilere imam ge
rekiyorsa bunların milli € ğitim denetiminde eğitilmiş imamlardan , hatiplerden
oluşması son derece doğal. Fakat eğer başka amaçlar için i mam hatip lisesi açıl
dıysa onun üzerinde durmak gerekir. Eğer devletin üst kademelerinin ve kadro
larının imam hatip okullarından yetiştirecek kadrolara vermek için imam hatip
okulları açıldıysa bunun anlamı farklıdır. Bunun üzerinde durmak gerekir. Zaten
demin de rakamlar söylendi. Ama son rakkam imam hatip lisesi, Türkiye'de 609
adet 5 1 1 .000 imam hatip lisesi öğrencisi var. 51 1 .000 imam hatip lisesi öğrenci
si demek en az 1 50.000 öğrenci mezun ediyor demektir. 80.000 tane Türkiye'de
cami var. Camiler zaten kadrolarıyla tamam. Diyelim ki boş bile olsa, her yıl Tür
kiye'deki cami sayısı nın yani Türkiye'nin gereksindiği imam hatip sayısının iki
katı her yıl mezun veriyor. Bu Alevi-Sünni meselesi bakımından önemli. Ve do
layısıyla üniversiteler, yüksek okulların kapıları, bu imam hatip lisesi mezunları
na açıldı. Bunları al ınd ı . Bunlar yavaş yavaş yı llar içerisinde, devletin önemli
kadroları nda yer almaya başlad ı . Fakat bunu siyasal yapılanmada, siyasal par
tileşmede bir temenni oluşturan başka faktör var. Bu defa aynı mezhebe ve tari
katlara bağlı olarak, RP'nin kitlesel kadrosu, yönetici kadrosu da aşağı yukarı
imam hatip okullarına dayandı . İmam hatip okullarına alınan öğrencilerin Sünni
olduğu, Alevilerin bu okula al ınmad ığı ve Alevilerin bu okullara zaten gitmediği
düşünülürse, devletin hem kadrolarının, hem de siyasal kadrolarının Alevi olma
yan, Sünni olan mezheplerin ve bunların içerisinde de tarikatların egemenliğinin
yolu imam hatip� okullarıyla açılmış oldu. Teşekkür ederim.
Haşmet Atahan
Oturum Başkam
Teşekkür ederim. Değerli katılımcı lar, konuklarımızın size sunmuş oldukları
görüşler üzerine bir tartışma açıyorum. Bu tartışma döneminin akabinde kapa
nış oturumuna geçeceğiz. Görüşlerini açıklamak isteyen ya da panelistlere so
ru yöneltmek isteyen arkadaşlar işaret etsinler lütfen. Buyurun Sayın Kara
man . . .
Suphl Karaman
Efendim ben, bir ewelki oturumda 1 0- 1 5 dakikalık bir konuşma talep etmiş
tim . Sayın Erdost'un süresinin uzatılması için bu talepten vazgeçtim. Çok saygı
duyduğum, çok derinlemesine meseleleri bilen bir arkadaş. Ben umarım ki bun
dan sonra başka bir toplantıda bana 1 0- 1 5 dakikalık bir konuşma verirler. Bugün
bu hakkım ı kullanıyorum. Sayın Erdost'u n imam hatip okulları için söylediği açık
lamalara bir ufak katkıda bulunmak istiyorum. İmam hatip okulları 1 960'ta 1 9
adetti. 1 965'e kadar ilave olmadı. 1 965'ten sonra süratle büyüdü. Ve hani onar
yıllık olaylar var ya Türkiye'de, ben de onlardan bir tanesiyim. Çok dikkat ediyo
rum şu otuz senelik, kırk senelik siyasi hayatımda bu olayları toplumsal olarak
kendisini ilerici çevrelere tam kanıtlayamadı. 27 Mayıs bir farklı . Ama diğerleri,
toplumda ilerici kesimlerde, askerlerde kompleks yarattı. Hele özellikle 1 2 Eylül
daha büyük kompleks yarattı. Hatta öyle ki 1 2 Mart ve 1 2 Eylül aydı nlarla Silah
lı Kuwetlerin arasına açtı. Ve imam hatip okullarının sayılarının çoğalması bu
süreçlerin sorunlarında daha da h ızlandı. Ve bugün işte 609'a yükseldi. İmam
hatip okullarının yapısal oluşmasında bir noktaya dikkatinizi çekmek istiyorum.
O n sene ewel yaptığım bir etüt, 1 987'1erde yaptığım bir etüt, kendim tarafından
yapılan bir inceleme, ben öyle laf söyleyen siyasetçi değilim. Matematikçiyim de
ayn ı zamanda hesap da yaparı m. Hesaplar açık-seçik o günün en yüksek ma
kamında bir adama da aktardım bunu. 1 987'den bugüne kadar devletin orta öğ
retimde ve meslek öğretmen okullarına, meslek liselerine, ticaret liselerine, tek
nik okullarına filan tahsis edildi yüzde 37'si. O yasa Atatürk zamanında 1 930'1u
yıllarda orta öğretiminin yüzde 1 O bütün kadrosunda parasız yatılı hakkı vardı.
Süleyman Demirel oraya girdi, Özal oraya girdi, Cahit Külebi oraya girdi Suphi
Karaman da askeri mektepler olarak oralara girdi. Bu saydığım isimler ve binler
cesi toplumun yoksul kesiminin yetenekli çocuklarıydı . Eğer bu saydığım isimler,
o okullar o şartlar o gün olsaydı, hiç kuşku duymayın ki biz hepimiz imam hatip
liselerine girerdik. Çünkü madem ki devlet olanaklarını o tarafa açmış ve bulun-
duğunuz yerde daha yüksek tahsil yapmak olanağımız yok, oraya gidecektik.
Demek ki imam hatip okullarının bugün içinde bulunduğu çocukların çoğu yok
sul kesmin yetenekli çocuklarıdır. imtihanla giriyorlar ve kazan ıyorlar. Ve imam
hatip liselerin kaldırılmadıkça Türkiye'yi kurtarmanın imkAnı yoktur. O halde bir
reform hükümeti gibi bir şey varsa kullanılabilir. Fakat öyle bir şey olduğunu bil
miyorum. İ mam hatip okulları kald ırılmıştır, kapanmış değildir. Hepsi bulunduğu
yerde liselere çevrilmiştir. Programları, devlet lise programlarının aynısıdır. Bu
güne kadar imam hatip okullarından, imam hatip liselerinden diploma alanlar, es
kiler, üç ay içinde diplomaların ı n lise diplomalarına çevireceklerdir. Bunu on se
ne, yirmi sene işletirseniz; işte köktendinciliğe karşı uyanmanı n özü budur. Te
şekkürler.
Haşmet Atahan
Oturum Başkanı
Sayın Karaman'a teşekkür ediyorum. Buyurun efendim.
Saldıray Can
Şunu söylemek istiyorum. İ mam hatip liseleri, anti-laik okullarsa veya rejim
karşıtı okullarsa veya rejime karşı insanların yuvalandığı bir yer ise geriye kalan
okullardakiler de laik oluyor. Peki onların durumu nedir? Ben bunu söylemek is
tiyorum. Acaba geriye kalan okullar tam bir laik okullar mı veya onlara verilen
eğitim tam bir Atatürkçü, laik, ilerici, toplumun olabilecek o tip bir eğitim mi veri
yorlar? Buna da dikkat çekmek istiyorum.
Haşmet Atahan
Oturum Başkam
Teşekkür ederim.
Bir katılımcı
Buna bağlı olarak, Sayın Akşin'in söylediği gibi mesela kütüphaneler lazım
dedi. Şimdiki eğitim sisteminde, kütüphaneye, lafa ihtiyacımız yok. Mesela bizim
eğitimimiz araştırmaya yönelik değil, ezberciliğe yönelik. Kütüphane bizim işimiz
değil yani. Bence çözüm burada. Teşekkür ederim.
Haşmet Atahan
Oturum Başkam
Teşekkür ederim.
All Yıldırım
Türkiye'de dinci gericiliğin kökenleri konusunda kafamızın tarihsel verilerle
net olması gerektiğini düşünüyorum. Haşmet bey, sınıf mücadelesine değinme
diği için işte bu türlerin Müslümanlaşmasından, kılıç zorunun tek başına yetme
yeceğini söyledi. Arkası nda da bir Osmanlı tarifi yaptı. Belki Osmanlı düzeni bi
çimi bizim için anlaşılır olabilir ama yabancı konuklarımız için ve yine de bizim
için Osmanlı nasıl bir düzendi? Dinci gericiliğin kökenleri , Osmanlıda nasıldı? Bu
konuda düşüncelerimi söyleyip kendilerinin de düşüncelerini öğren f!lek istiyo
rum. Osmanlı, köylüye yaşanabilir bir dünya sundu. Feodal senyörlere göre hür
bir dünyayd ı bu. Zavallı Osman Gazi'nin atından başka bir şeyi yoktur diyor ve
sonrasında da bildiğimiz şeyler olduğu söyleniyor. Değerli dinleyiciler, Osman
lı'ya ilişkin düşüncelerde resmi tarih anlayışı bir yanılsama içerisindedir. Ve bu
yanılsamayı olduğu gibi tekrar ediyoruz. Osmanlıda da hem Osmanl ının önce
sinde de bir egemenlerle, yoksul Osmanlı köylüsü arasında, yoksul köylülük,
yoksul Anadolu insanı arasında büyük bir mücadelenin olduğu görülür. Başta
Selçuklu'da 1 240'1arda Babailer ayaklanmasından başlayarak, Şeyh Bedrettin
ayaklanmasında, Şahkulu ayaklanması ndan ve devam eden ayaklanmalarda
yoksul Anadolu köylüsü ile Osmanlı egemen sisteminin sürekli bir iç savaş içeri
sinde olduğunu görürüz. Buradan şuraya bağlamak mümkün olabilir, bunu. Der
ler ki Osmanlı tüm düşüncelerin, inançları n, dinlerin mezheplerin kardeşçe, hoş
görü içerisinde yaşadığı, kimsenin kimseye karışmadığı özgür bir düzendir. Hat
ta şimdinin şeriatçıları Osmanlıya dönelim çağrısında bulunurlar. Bu anlam ıyla
Osmanlı laikliğinden söz ederler. Acaba gerçekten Osmanlı böyle midir? Baktı
ğ ı mız zaman bu sorunun yanıtı nın hiç de olumlu olmadığını, tersine Osmanl ıda,
Osmanl ının resmi dini, resmi ideolojisi olan şeriatın dışındaki inançlara karşı
özellikle de Aleviliğe karşı yoğun bir engizisyon uygulamasının varlığını görürüz.
Evet, yaln ızca Avrupa'da engizisyon yoktur. Türkiye'de de Anadolu toprakları n
da da Avrupa'daki engizisyonu aratmayacak şeriat dışı inançlara karşı , başta da
Alevilere karşı yoğun bir engizisyon uygulaması olmuştur. Bu işte zavallı Osman
Gazi'nin bir atından öte sınıf mücadelesinin Anadolu'daki sınıf mücadelesinin bir
tezahürü olarak ortaya çıkar. Çok örnek vard ır ama, ben tek örnekle yetinece-
ğim. 1 5 1 2'de Çaldı ran Savaşı öncesinde Yavuz Sultan Selim; o işte, Türklerin
büyük atası , kırk bin Kızılbaşı defterlere kaydedip, kesmiştir. Yüce padişahım ı
zın kırk bin insan 1 5 1 2'1erde hiç de birden bire geçilecek, Yavuzu ulu padişah
ilan edecek bir rakam değil arkadaşlar.
Bu engizisyon mutlaka hatırlanmalıdır. Dinci gericiliğin tarihini, şöyle bir geri
lere götürerek, bakmak gerekir diye düşünüyorum . O yüzden Haşmet arkadaşı
m ızdan bu noktayı açmasını isteyeceğim. Tabii Sina beyle konuşmalarına ilişkin,
düşüncelerimi açıklamak istiyorum. Arkadaşlar şimdi biz özellikle şeriata karşı ,
şeriatçı faşizme karşı görüşler, düşünceler ortaya koyarken güzellemelerden,
nostaljik tarih eğilimlerinden uzaklaşıp, bilimsel ayakları yere basan düşünceler
geliştirmek durumundayız ve birbirimize karşı da samimi olmak, içten olmak du
rumundayız. Farklıl ıklarımız olabilir. Burada Kemalist arkadaşlar var, sosyalistler
var, başka çevrelerden insanlar da olabilir. Ancak bir asgari temelimiz olmalıdır.
Demokrasi ve laiklik konusunda birleşmek durumunda olduğumuzu düşünüyo
rum. Şimdi şöyle bir anlayış ortaya konuyor. İ şte Mustafa Kemal, Kemalizmin 23
ve sonrası işte laik, çok güzel bir sistem var, orta yerde. Bu sistem sonradan bo
zuldu. Bugün bizim sorunlarımızın çözümü, şeriata karşı mücadelelerin çözümü,
yeniden oraya dönmektir. Sina bey önemli bir tarihçimizdir, ama bir güzelleme
yapıyor. Güzellemeyle olmaz arkadaşlar, şimdi bazı konuları ifrata vardırırsanız,
kendisini olmaktan çıkarırsınız. Kemalizmi de Atatürk devrimlerinde eğer bu tür
bir güzellemeyle anlatırsanız, anlamsız bir şey ortaya çıkar ki yapılan özellikle,
Kemalist diye kendisini tanımlayan arkadaşların yaptıkları budur. Diyor ki Sina
bey, zıhnin sınırsız özgürlüğüdür. Kemalist felsefenin tan ımı öyle midir arkadaş
lar. Aydı nlanma budur, Kemalizmin tanı m ı da işte budur. Peki 1 921 , 1 923, 1 925,
27, 31 'deki komünistlerin tutuklanmasının, düşüncelerinden dolayı. Bakın dikkat
edin yalnız düşünce suçu bugün değil, bu tarihlerde de düşüncelerinden dolayı,
bu insanların cezalara çarptırılmasın ı , sürgünlere gönderilmesini neye bağlamak
gerekir, nasıl bir s ı nırsız özgürlüktür? Arkasından 1 4 1 , 1 42 hangi tarihte gelmiş
tir. Şimdi hepiniz, Nazım Hikmet dediğimiz zaman sayg ıyla eğileceksiniz. Nazım
Hikmet'i cezaevlerinde yatıran hangi sistemdir. Bir de söylemek istediğim şu ;
ben bu kazanımlara sonuna kadar sahip çıkılması gerektiğini düşünüyorum . An
cak bir güzellemeyle tarih açıklanmaz. Diyorsunuz ki pırıl pırıl bir gül bahçesi or
taya koyuyorsunuz, hadi bunu yapalı m . Bu tutarlı bir çizgi oluşturmuyor. Tabii
şimdi Bedri bey elini kaldırıyor, ona ilişkin de söyleyeceklerim var, Sina beyin
söyledikleriyle bağlantılı olarak Bedri beyin partisiyle bağlantılı söylemek istedik
lerim var.
Haşmet Atahan
Oturum Başkam
Sayın katı lı mcı biz burada polemik yapmıyoruz. Konuşmacılara yönelik soru
ları nız varsa lütfen tamamlayınız. Buyurun.
All Yıldırım
Tartışmayı önümüzdeki oturuma bırakıyorum. Yalnız birtakım rakamları ben
de vermek istiyorum, o rakamlar Şunlardır. Tutarlı bir laiklik, gericiliğe, şeriata
karşı tutarlı, bir mücadele için bu rakamlar gereklidir. Arkadaşlarımız söyledi. 390
imam hatip lisesi, 1 996 609 imam hatip lisesi kim iktidarda bu arada. Evet
50.000 cami, 1 991 rakam. 76.000 cami 1 996 rakamı. Kim iktidar bu arada. Kim
yaptı bu camileri. Her altı saatte bir cami yapılmasına kim olur verdi. 70.000 di
yanet işleri personeli 1 991 rakamı bugün diyanet işleri personeli 90.000 bunları
kim işe aldı. Şeriatçı gelişmeyi bu kadar büyüten kim. Bunu yapan Atatürk'ün mi
rasına mensup olduğunu söyleyen, arkasından laikliğin Türkiye'de şeriatçı geliş
menin önüne tek engel olduğunu söyleyen CHP hükümetidir, iktidardır. Burada
bir şeye dikkatinizi çekmek için söylüyorum . Ayakları yere basmayan , emekten,
demokrasiden, laiklikten, özgürlükten yana olmayan şeriata karşı bir mücadele
güzel sözlerle, güzelleşmelerle bir yere varmaz. Teşekkür ederim.
Haşmet Atahan
Oturum Başkam
Teşekkürler. Değerli katılımcılar, ben tekrar belirtmek istiyorum, lütfen şu aşa
mada söz alan arkadaşlarımız katı lımcı larımız bu panelde görüşlerini ortaya ko
yan arkadaşlarımızın anlattıklarına ilişkin görüşlerini veya sorularını iletsinler.
Ondan sonra tekrar zaten genel olarak bir değerlendirmeye gideceğiz. Teşekkür
ediyorum. Buyurun efendim.
Veli Devecloğlu
Öncelikle bir noktaya işaret etmek istiyorum . Ahmet Yıldız sıkıyönetim aske
ri mahkemesinde yargılanırken, savunma sırasında ikide bir yargıç sözünüze
müdahale ediyordu. Bunun üzerine ben tepki gösterdim. Lütfen tahammül buyu
run dedim. Şimdi burada, bir aydınlanma konferansında Türkiye'nin seçkin bir
aydın kadrosu toplanmış durumda. O bakımdan birbirlerimize tahammül etmeli-
Haşmet Atahan
Oturum Başkanı
Teşekkürler. Sayın Devecioğlu, lütfen sorunuzu bir kere daha net bir şekilde
belirtir misiniz. Sayın Sina Akşin kendisine hangi sorunun yöneltildiğini net ola
rak anlayamadı.
M a rt 1 997 - Ankara
294
Devecloğlu
1 920'1erde iki sayılı yasayı çı karan laik cumhuriyeti kuran devrimci kadro de
ğişe değişe bugün artık RP'li bir başbakan iktidarda bulunmaktadı r. Yani Türk
toplumunu bunlar yönetme noktasına gelmiştir. İşi politik zemine çekmemek için
bunun başka yandaşlarını söylemek istemiyorum, sakınıyorum bundan. Adam
lar bugün devlet kadroların ı , ele geçirmek çabası içindeler. Günlerden beri, ay
lardan beri bunların sıkıntısını çekiyoruz. Buna karşı biz aydınlar olarak, aydın
lanmacı yandaşlar olarak Türk toplumunun sorunlu aydınları olarak gücümüzün
envanteriyle bilerek nasıl mücadele edeceğiz? Bunun çıkış yolu nedir? Onu öğ
renmek istiyorum.
Haşmet Atahan
Oturum Başkanı
Teşekkürler. Buyurun Sayın Akçay.
Faik Akçay
Efendim, ben Sina Akşin'in sunuşunun yüzde doksanının bizim konumuzla
ne ilişkisi olduğunu hala kavramış değilim. Buna karşın kendisine konuşmaları
içinde geçen çok kısa iki, üç soruyu yönelteceğim. Birincisi 1 950 yılından sonra
Türkiye'de ekonomik bir kalkınma modelinin öne getirildiğini söylediler. Bir ülke
de demokratik ve laik bir sistemin, düzenin kurulması için ekonomik kalkınma
modeli mi daha önemli, kültürel bir model mi daha önemli. Bunların oranının na
sıl kurulması gerekir. İ kincisi ; bazı kültürel oranlar verdiler. Ö rneğin Türkiye'de
3.7, İ ran'da 3.9, lrak'ta beş yıl insanlar eğitim sürecinden geçiyormuş, bu duru
ma göre biz İ ran ve Irak halkından çocuklarından daha az okullarda kaldığımıza
göre acaba laik, demokratik bir düzen yönünden bu ülkelerin neresindeyiz.
Ü çüncü bir sorum var. 1 920 ile 1 950 arasında kendileri bir tarihçi Avrupa'da ve
dünyadaki demokrasinin ölçütleri nelerdir. Yasama, yargı ve yürütme erkinin na
sıl olması gerektiği konusundaki belirlemeler nelerdir. Bunların Türkiyede uygu
lanmasının sonuçları, konumuz açısından ne gibi sonuçlar doğurmuştur. Yani la
ik ve demokratik bir Türkiye kurulmasına nasıl etken olmuşlardır. Bir kısacık şey
daha soruyorum. Diyor ki Suudi Arabistan'da bilgisayarlar, en son teknik araçlar
kullanılıyor. Bu araçların Suudi Arabistan'da kullanma oranı nedir. Bunları kullan
dıkları halde, bunca teknolojik aygıtları , olduğu halde niçin gelişemiyorlar. Onun
kültürel ekonomik nedenleri nelerdir. Teşekkür ediyorum.
Haşmet Atahan
Oturum Başkanı
Teşekkürler. Buyurun.
Mevlüt Kaya
Ü ç başlık yapmıştım. Saptama gibi olacak ama yanlış olabilir. Saptanmayı
değiştiriyorum. Şöyle soru şekline dönüştürüyorum. Dini bilenler halka doğruları
söylemiyorlar diyorum. Siyasiler halk ve din dalkavukluğu yapıyorlar. Aydın, din
konusuna eğilmiyorlar. Bu konuda cahil. Sayın katılımcı ların bu konudaki görüş
lerini almak istiyorum. Teşekkür ederim.
Haşmet Atahan
Oturum Başkam
Teşekkürler. Bu aşamada yöneltilen sorular, sanıyorum bitti. Sayın Ağı n bu
yurun.
Kazım Ağın
Şimdi ben konuşmacıların, başından beri izleyebildiğim kadarıyla bir eksik ka
lan görüş olduğu kanısındayım. Bu konuda ben kendime göre bir cevap arıyorum.
Tabii açıklanırsa iyi olur. Gerek ülkemizdeki köktendincilik gerekse bölgesel ola
rak Ortadoğu'daki köktendinciliğin kalıtımsal bir şekilde bazı dönemlerde etkileri
ni görüyoruz. Bunun tabii Ortadoğu ülkelerinde görmemizin makuliyeti ,var. Fakat
ülkemizde dönemsel olarak etkinliğinin şaşırtıcı yanları var. Niçin var? Çünkü ül
kemiz emperyalizme ve gericiliğe karşı bir kurtuluş savaşının başlatmış, özellikle
kadınları mız, bu konuda ilerici bir harekete damgasını vurmuş ve 1 950'1erden
sonra da daha fazla, tam tersi karşı devrim niteliğinde birtakım köktendinci hare
ketleri görüyoruz. Şimdi emperyalizmin, ülkemizin jeopolitik durumunu göz önüne
bulundurarak ülkemizdeki köktendinciliğin, kal ıtımsal bir şekilde etkisinin sürdür
mesinin nedenlerinin acaba açıklanması mümkün mü? Teşekkürler.
Haşmet Atahan
Oturum Başkanı
Teşekkürler. Soruları almış bulunuyorum. Sayın Ağ ın, son söylediğiniz konu
yu anlayamamış Sayın Erdost. Bir kez daha söyler misiniz.
Kazım Ağın
Ü lkemizin jeopolitik konumu açısından emperyalizmin özellikle Türkiye'de ge
nel bölgesel olarak söylüyorum bunu, fakat özellikle Türkiye'de kalıcı bir şekilde
gerek faşist gerekse gerici güçleri kullanarak ülkemize dönemsel damgasını vur
duran köktendinciliğin etkilenmelerinin nedenlerinin açıklanmasını rica edecek
tim.
Haşmet Atahan
Oturum Başkanı
Teşekkürler. Sayın Akşin soruları yanıtlayacak. Buyurun.
Sina Akşln
Ben bi raz Muzaffer Erdost arkadaşımın, bu yeşil kuşak meselesine değindi.
Onu vesile ederek bir iki söz söyleyeceğim. Türkiye'de biliyorsunuz böyle müt
hiş bir okul açan bir örgüt var. Fethullah Gülen hocanı n açtığı okullar. Yurtiçin
de ve dışında sayısı kabarık okullar açm ış, herkes iftihar ediyor bununla. Fa
kat benim kafama takılan bir soru var, bu yeşil kuşak bağlam ı nda, bu kadar çok
okul hangi parayla açılıyor. Acaba bu paranın içinde Suudi Arabistan parası var
m ı diye soruyorum. Bilmiyorum cevabını. Suudi Arabistan parası olunca hemen
Amerika'ya gidiyor aklımız, çünkü Suudi Arabistan'ı n Amerika'ya hayırlı dava
ları için sağa sola para verdiği öteden beri bilinen bir şey. Yani burada dile ge
tireceğim varsayım doğruysa, o zaman yeşil kuşak teorisi bu rada işliyor olma
l ı . Ama bu sefer amaç Orta Asya'nı n yeniden Rusya'nın kucağı na düşmesini
önlemek olmalı diyorum. Tamam böyle hayali şeyler söyledim. Kusura bakma
y ı n . Öbür sorulara geliyorum. Saldıray bey öbür okullar laik mi diye sordu. As
l ı nda çok yerinde bir soru . Çünkü bizde köktendincilik o kadar çok yayıldı ki
imam hatip okulları dışındaki normal ilkokul, ortaokul ve liselerde yoğun bir din
cilik söz konusu. Diğer bir arkadaşımız da güzelleme yaptığımı söyledi. Nostal
jik olmayalım dedi. Ben güzelleme yaptığı m ı sanmıyorum. Tabii ki sanabilirsi
niz ve kesinlikle Atatürk dönemine dönelim demiyorum. Yani rica ederim. Bizim
bir sürü kazanımlarımız var, demokratik kazan ımları mız oldu. Muhteşem bir
Anayasa Mahkememiz var. Yani Atatürk dönemine dönelim diye, bu mahkeme
yi çöpe mi atacağ ız. Anayasa Mahkemesi mu hteşem bir kuruluş ama daha
muhteşem olabilir. İ nsan ilerlemesinin sonu yok. Atatürk'ün yöntemlerine ve fel
sefesine dönelim diyorum. Atatürk o koşullarda demokratik sayılabilecek bir re-
Haşmet Atahan
Oturum Başkanı
Teşekkürler. Buyurun Erdost.
melerine göre daha doğrusu Osmanlı millet modeline göre demin biraz açıkla
maya çal ıştım, millet modeline göre feodal birliklere ayırmak ve bu birlikler üze
rinde bir otorite sağlamak. Bu anlamda 3. dünya imparatorluğu, deniliyor. Şimdi
bunun sınırları ne? Sınırları için mesela bu yazarlar bunu söylüyorlar. Bosna'ya
Clinton 2000 askeri niçin gönderdi. Çünkü Clinton diyor ki Bosna Nato'nun doğu
sınırıdır. Bu yazarlar diyor ki Clinton böyle söylüyor ama bu resmi söylem. Res
mi olmayan söylem şudur. Bosna Balkanlardan Orta Asya'ya kadar geniş bir ala
nı kucaklayacak ve gelecekte ABD'nin egemenlik alanı olan alan ı n Balkanlar'da
ki batı sınırıdır. Şimdi bu alan içerisinde bir paylaşım sürüyor. Ve özellikle diğer
sermayeler gibi ABD burada önemli bir rol oynamaya çal ışıyor. Şimdi 1 993 Ocak
ayında Henzel'in 21 . Yüzyıla Doğru Türkiye adlı raporunda özellikle şu vurgula
nıyor. Türkiye'de klasik Atatürkçülük artık ölmüştür. Laiklik bu anlamda tarihe ka
rışmış olması gerekir. Türkiye Pan-islamist ve Pantürkist politikalara dönmelidir.
Pan-islamist ve Pan-Türkist politikalar bugün gerici ve faşist politikalar olarak ni
teleniyor ama Pan Afrikanist, Pan-Arabist politikalar ilerici olarak niteliniyordu; ni
çin bugün Pan-İslamist, Pan-Türkist politikaları bir tarihsel seyri var ki onun bu
rada dökümünü yapmak, çok zaman alacağı için belirtmeden sadece ifade ede
rek geçiyorum. Arkasından şunu somutlaştıracak biçimde söylüyor. ABD yöneti
mi; Nurcular ve Nakşilerle bu politikanın bir şeyi olarak resmi olmayan ilişkiler
kurulalı çünkü Türki cumhuriyetlerde Sovyetler Birliği zaman ında Nakşibendiler
ve Nurcular önemli yerleri tutuyordu. Ve bugün Sovyetler Birliği dağ ıldıktan son
ra girişimci sınıfın esasını Nurcular ve Nakşibendiler oluşturuyor. Eğer Nurcular
ve Nakşibendiler aracılığı ile Türk cumhuriyetlerle ilişkilerimizi kurup, geliştirebi
liriz diyor. Ve Türkiye'de de ABD yönetiminin Nurcu ve Nakşilerle resmi olmayan
ilişkiler kurmasını istiyor. Kissinger geçen günlerde İ stanbul'a geldi. Orada şu ifa
deleri kullandı. "Orta Asyadaki Türk cumhuriyetleri iki özellikle petrol, enerji kay
naklarının zengin olduğu ülkeleri kastederek, bu ülkeleri ABD'li yöneticilerin dev
let adamlarının bilmesi, harita yerini göstermesi olanaksız bunlarla, biz ilişkileri
mizi, dinsel ve ırksal yakı nlığı olan Türkler aracılığı ile kurabiliriz. Şimdi bunları
bir değerlendirip topladığımız zaman, şu ortaya çıkıyor. Türkiye'deki ister kök
tendinci diyelim, ister Nurculuk, Nakşibendicilik diyelim ya da başka tarikatlarla
şey yapalım şimdi Türkiye, Kemalist dönemde, laiklik dönemde dinsel gerekleri
ni, özgürce yerine getirmiştir. Hiç kimse bir insan ı n ne camiye gitmesine, ne na
maz kılmasına, ne oruç tutmasına engel olmuştur. Bu açıdan baktığımızda Tür
kiye'de din, laiklik sistemi içerisine tam anlamıyla özgürdür. Özgürce yerine ge
tirilmiştir. İ nananlar da özgürce inanmışlardır. İ nanmayanlar da özgürce varlıkla
rını korumuşlard ır. Ama şimdi bir bakıyorsunuz Erbakan, Kaddafi ile konuşup dö-
nerken, ben ikna ettim diyor. Çünkü onlar diyor, PKK'yı destekliyor. Onlar ateist
ve komünistti diyor. Şimdi bir bakıyorsunuz, BMM'de RP'li milletvekili konuşuyor.
Alevilik ateizmin basamağıdır diyor. Erbakan konuşuyor, diyor ki yüzde 3'sünüz
konuşamazsınız. Rahatlık battı mı diyor. Şimdi sorun ateist olup olmamak soru
sunda düğümlenmiştir. Şeriatın egemenlik temeli üzerinde Nurculuk, Nakşilik te
meli üzerinde eğer ateistseniz, ateist olarak varlığınızı sessizce sürdürdüğünüz
için şükredin oturun. Yoksa size yaşama hakkı da tanımayız diye bir mesaj ı da
içerisinde taşıyor. Tartışmanın özü ateist olup olmamakla özdeşleşmiş olmakla
birlikte politik anlamda ateist olup olmamak, ilerici olup olmamakla özdeşleşiyor.
Sosyalizme karşı olman ın, ilericiliğe karşı olman ı n bir başka ifadesi ateizme kar
şı olmak biçiminde ifade edilebilir. Şimdi ABD'nin özellikle kendi egemenliğini
sağlaması için Balkanlar'dan Orta Asya'ya, Kafkaslardan Basra Körfezi'ne kadar
o federatif yapılanmanın içerisinde üstün bir şey oluşturmak istiyor. Müslüman
topluluklarla o 3. Amerikan imparatorluğun'daki, yazarların ifadesiyle söylüyo
rum . Müslüman topluluklarla ABD'nin resmi olmayan ilişkilerinin geliştirilmesini
istiyor ve bunun temeline oturtmak istiyoruz. Zaten dikkat edilirse geçenlerde ge
ne Fuller, i stanbula geldi, söyledi. "Osmanlı modelini deneyin" dedi. Türkiyeye
dayatılmak istenen Osmanlı modeli, aslında dinsel ve etnik temele dayalı fede
ratif yapılanmadır. Balkanlar için de bu söz konusudur. Türkiyeyi kucaklayan Or
tadoğu için de. Bu söz konusudur. Ve Orta Asya Türk Cumhuriyetleri için de bu
söz konusudur. Bu çerçevede ele alındığı zaman ABD'nin ya da emperyalizmin
ya da uluslararası sermayenin, uluslararası sermayeyi kumanda eden güçlerin
Türkiye'deki dinle ilgisini daha iyi açıklamış oluruz. Teşekkür ediyorum.
Haşmet Atahan
Oturum Başkanı
Teşekkürler. Bana yöneltilen soruya kısaca cevap vereceğim. Yabancı katı
l ı mcıların bilmediği bizim bir yanımızı ister istemez söyleyeceğim. Bir fıkra ile sö
ze başlayacağım.
Bizim ünlü bir filozofumuz var. Nasrettin Hoca. Hoca bir komşusuna gider, on
dan ödünç bir kazan ister, kazanı alır, kullanır bir iki gün sonra götürür verir. Yal
nız verirken içine bir de tencere koyar. Komşusu sorar nedir bu? Hoca, senin ka
zan doğurdu, der. Tabii aklı buna yatmaz ama, bir kazan vermiş yanında bir ten
cere almış. Teşekkür eder alır. Ü ç beş gün sonra tekrar bir daha Hoca komşu
sundan kazanı ödünç ister. Komşusu sevine sevine kazanı verir Ve bekler ki tek
rar kazan gelecek. O gün geçer, bakıyor ki kazan gelmez Gider hocanın kapısı-
nı çalar. Kazanı geri ister, hoca çok üzgün biçimde, 'komşu der, senin kazan öl
dü. Yahu der komşusu kazan hiç ölür mü? Hoca, bire gafil der, doğurduğuna ina
nıyorsun da niye öldüğüne inanmıyorsun. Şimdi niçin bunu söyledim. Bana soru
yönelten arkadaşa cevap anlamında söyledim. Söylediğimden bütün arkadaşla
rımız anlamıştı r. Olaylara Marksist açıdan bakıp yaklaşmak durumunda olan bir
arkadaşımız ben hemen söyleyeceğim allah bize böyle skolastik bir şekilde olay
lara bakan Marksistlerden korusun. Şimdi arkadaşım, Kanuni'nin Alevileri katlet
tiğini söylüyor. Bu bir vaka. Ona bir şey söylemiyorum. Pardon Yavuzun katletti
ğini söylüyor, buna bir şey söylemiyorum . Şimdi arkadaşlar olayları olduğu gibi
ele alıp değerlendirmek zorundayız. Şimdi ben bu arkadaşıma soruyorum. Dün
yanı n gaz bulutundan olduğuna inanıyorsun, insanı n maymundan geldiğine ina
nıyorsun, tek hücrelilerin çok hücrelilere dönüştüğüne inanıyorsun, peki Osman
lı toplumunun kendi içerisinde değiştiğine, geliştiğine niye inanm ıyorsun. Yani
Osmanlı toplumu bir kalıp mıdır? Bir bütünlük içerisinde hiç değişmez olarak mı
kalmıştı r. Yani arkadaşımın söylediği olay bir gerçekliktir. Aslında burada önem
li olan konu, sırf Osmanlı tarihinin anlatımı da değildir. Bu bir anlamda geçmiş
antik medeniyetlerin, kapitalizm önceki toplumdaki medeniyetlerin bir anlamda
tarihi idi. Yani o zaman antik toplumlarda kapitalizm öncesi medeniyetlerde ge
nel orta barbarlık döneminde olan göçebe dönemde olan insanların olaylara bel
li bir bakışı , yorumu, yaklaşımı söz konusuydu. Bunlar insanlara bakış itibarıyla
daha hakkaniyetli, daha eşitlikçi, daha özgürlükçü olan insanlardı. Bu insanlar
medeniyete girip de sınıflı toplumla kaynaştıkları zaman, belli bir dejenerasyona,
bir bozulmaya yönelmişlerdi. İşte Osmanlı'nın tarihi ile böyle bir tarih içerisinde
dir. Olayı bu bütünlük içerisinde al ıp değerlendirmek lazım. Ve Osmanlı toplu
munda ilk dirlik düzeni denen demin benim ilk kuruluş döneminde üç kıtaya ya
yılmasına yol açan toprak düzeni, daha sonra arkadaşımın söylediği dönemler
de dirlik döneminden mukataa düzenine dönmüştür ve seçmiş olduğu tekfurla
rın, derebeylerin içinde bulunduğu toplumu aynı şekilde toplumuna yaşatmaya
başlam ış. Bu gelişim süreçlerini bu şekilde değerlendiremezsek sın ıfsal temel
de, ekonomik temelinde bunlara bakamazsak, mantıki çözümlere varmayız diye
vurgulamaya çalıştı m. Bir kere daha böyle bir soru üzerine bunları açmak gere
ği ve ihtiyacını duydum. Değerli katılımcı lar bu oturumu bu şekilde kapatmış olu
yoruz. Şimdi kapanış oturumuna geçiyoruz. Kapanış oturumunu yönetmek üze
re Sönmez Targan'ı mikrofona davet ediyorum.
Sönmez Targan
Oturum Başkanı
Teşekkürler. Değerli arkadaşlar, üç gün süren uzun ve yorucu bir çal ışma
dan sonra bu mekanda yapılan son oturumu açıyorum. Bu mekanda yapılan
son oturum diyorum çünkü bu etkinlik, bu oturumla bitmeyecek. U marım kök
tendinciliğe karşı aydınlanma konferansı adı altında sürdürdüğümüz bu etkin
lik; bu tehlike ortadan kalkana kadar bir mücadele bayrağı olarak yükselecek
tir. Bu konferans çerçevesi içerisinde sürdüregeldiğimiz bu çal ışmaların, bu ka
panış oturumunda bir değerlendirilmesini yapacağız. Kapanış oturumu bir tar
tışma oturumu değil, bir değerlendirme çal ışması olarak sürdürelecek. İlk kez
sivil toplum kuruluşları, Onbinler AŞ'nin hukuki sorumluluğunda bir araya gele
rek Aziz Nesin'in başlatmış olduğu bir girişimi bu mekanda yaşama geçirmek
için çaba sarf ettiler. Yerli , yabancı konuklarımız, konuşmacı ları mız burada bil
diriler sundular. Şimdi burada bunları bir değerlendirmesini yapacağız. Bu iz
lencemizde bize ayrılan saat 1 7.00 'de bitiyordu. Bu zaman dağılımını da göz
önüne alarak bir tartışmayı değil, bir değerlendirmeyi gündeme koyacağı m .
Sonra bir metin okunacak. Daha sonra d a düzenleme kurumuzun başkanı , yi
ne ONB İ NLER AŞ'nin Başkanı Prof. Dr. Cevat Geray bir kapanış konuşması
yapacak, bu mekandaki çal ışmalarımızı burada noktalamaya çalışacağ ız. Bu
arada iki mesaj var. Onları da ileteyim. Daha evvelki oturum başkanı arkadaşı
mız san ıyorum okumamış.
Değerli arkadaşlar zamanın son derece sınırlı olması nedeniyle ben hiçbir şe
kilde tartışmanın oturum şeklinde olarak ermeyeceğim. O tartışmalar o oturum
da bitmiştir. Bu kapanış oturumudur Burada bir değerlendirme yapacağız. İzin
verirseniz, ben daha konuşmamı gelecekteki konferanslarımızı ve çalışmaları
m ızı nasıl daha iyi yapabiliriz, daha asıl kitlelere ulaşabiliriz, daha ne kadar bo
yutlandırabiliriz, anlamında önerilerinizi de alacağız. Bu bir değerlendirme top
lantısıdır. Kapan ış oturumu, bir polemik toplantısı değildir. Altını özellikle çizmek
istiyorum ve konuşmacılara, söz almak isteyenlerin de çizdiğim bu çerçeve içe
risinde konuşmalarını özenle sürdürmelerini rica ediyorum. Ve dediğim gibi bize
ayrılan zaman, bana göre 1 O dakikalık bir zaman var. Toplantının aslında yöne
ticisi, oturum başkanı Sayın Demirtaş Ceyhun'du. Sayın Ceyhun'un İzmir'de bu
lunması ve imza günleri nedeniyle öylesi bir mezareti var. Evet, söz almak iste
yenlerin kendilerini tanıtmalarını da özellikle rica ediyoruz. Çünkü bunlar sonra
çözülecek ve ondan sonra kitap haline, büyük bir olasılıkla getirilecek. Buyurun
efendim.
Nezih Gençler
Kuvay-ı Milliye dergisinden, kitle meslek örgütlerimize ve kamuoyumuza bir
açık mektup sunmak istiyorum. Bu Kuvay-ı Milliye dergisinin Türkiye'deki tüm
demokrat kitle meslek örgütlerini başkanları düzeyinde sunduk. Kitle örgütleri
mize ve kamuoyuna açık mektup "Sürekli aydınlık için yeniden Kuvay-i Milliye".
1 91 9'da başlayan Kurtuluş Savaşımız 1 923'te Türkiye Cumhuriyeti'mizin ilan ıy
la taçlanm ıştı. Demokratik ve laik bir temele dayanan cumhuriyetimizin genel
olarak halk kesimlerimize, özel olarak da köylerimize nüfuz edemediği herkes
çe malum. Osmanlı çöküşünün en büyük nedeni olan, büyük kent acente bezir
ganları ve kasaba tefeci eşrafı emperyalizmle hep işbirliği içinde oldular. Kurtu
luş Savaşı ' mıza İstanbul, İ zmir gibi kentlerimizdeki acente bezirganlar, Türki
ye'yi terk ettiler. Kasaba tefeci eşrafı ise sindirildi. Ancak ortadan kald ırı lamad ı .
Genç demokrasi v e cumhuriyetimizin yolu, içte b u rantiyeler tarafı ndan kesil
miştir. Bunlar bugün de Sincan'da vurun kahpeye diyebilmektedir. 1 940'1ardan
sonra Marshall yard ımıyla, kasaba rantiyelerine benzer şehir rantiyeleri türedi.
Büyük kentlerimizde yabancı ortakl�ğ ı mali sermaye palazlandı . Şehirlerimiz
deki bu rantiyeler ile kasabalarım ızdaki hacı ağa, bezirgan, şeyh ve tefeciler si
yasi iktidarı da ele geçirerek gerçek üretici sanayinin ve sanayicinin gelişmeme
si, kooperatifçiliğin baltalanması, üretici ve çal ışan halk kesimlerinin örgütlen
memesi, demokrasi ve cumhuriyet prensiplerinin kitaptan hayata geçmemesi
ıçın her şeyi yaptılar. HAIA da yapıyorlar. Bugün geldiğimiz durum, tıpkı
1 91 9'daki gibidir. Aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmek, bütün tersanelerine
girilmek, bütün orduları dağıtılmak ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmek
üzere gaflet adalet ve hatta hıyanet kol geziyor. İktidar sahipleri şahsi menfaat
lerini müstevlilerin siyasi emelleriyle birleştirilmiş, millet fakru zaruret içinde ha
rap ve bitap, misaki milli, tevhidi tedrisat, kılık-kıyafet ve tümüyle inkı lap kanun
ları ciddi tehdit altında. Emperyalizmin güttüğü yerli yabancı ortaklı şehir ve ka
saba rantiyeleri, demokrasi filizlerini kesip, yok etmek üzere son vuruşa hazır
lan ıyor. Bir yandan özelleştirme, küreselleşme, globalleşme, i l . cumhuriyet, si
vil toplumculuk, anarşisim, bölücülük, mandacılık, diğer yandan şeriat, tarikat
ve cinayet çeteleri emperyalist güç odaklarının işgal kuvvetleri olarak görev ya
pıyor. İşte bu ahval ve şerait içinde istiklal ve cumhuriyeti kurtarmak için yeni
den Kuvay-ı Milliye diyoruz.
1 - 1 9 1 9 halkçılık programının ve 1 961 Anayasası'nın ışığında demokrasi ve
cumhuriyetimizi koruyup, geliştirmek.
Sönmez Targan
Oturum Başkanı
Teşekkürler. Buyurun efendim.
All Balkız
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. Sevgili katılı mcılar, bu organizasyonu yapan,
örgütleyen, bizleri bu üç gündür tartıştıran ve tanıştıran girişimcileri kutluyor, el
lerine sağlık diyorum. Ü lkemizin bu koşullarından, gerçekten önemli bir görevdi.
Bu bir başlangıçtır. Aksaklıklar, eksiklikler olur. Bundan böyle yapılacak olan et
kinliklerde bunlar·ı n giderilmesini de diliyorum. Neydi o eksiklikler? Sanıyorum ki
bu oturumun amacı da buna yöneliktir. Efendim her şeyden önce seçilen mekan,
daha merkezi bir yerde olabilirdi. Belki böyle güzel bir salon olmazdı ama, mer
kezi olurdu. İkincisi bu etkinliklerin duyurusu hiç yapılmadı. Az yapıldı demiyo
rum , hiç yapılmad ı . Ben hem 68'1iler Vakfı'nın üyesiyim hem de Onbinler AŞ'nin
ortağıyım. Bu konulara karşı da son derece duyarlı ve hassas olmama karşın
Cumhuriyet Gazetesi'nin 8 sütuna yerleştirilmiş küçük bir ilanını görmeseydim,
şu olanakları kaçırmış, şu etkinlikleri izleyememiş ve birçok şeyi öğrenmemiş
olacaktım. Bu da başka bir eksiklik diye düşünüyorum. Ü çüncü şey sevgili arka
daşlar, dine karş ı, köktendinciliğe karşı, bir anlamda idealist felsefeye karşı mü
temadiyen felsefeyle karşı çıkılır. Bunun panzehiri olur.
Seçilen konulara, işlenen konulara baktığımız zaman felsefi boyutu incelen
medi, işlenemedi. İdealist felsefeyi kalbinden vuracak olan dini tekrar gökyüzün
den yeryüzüne indirip, inanıyordumdan, düşünüyoruma dönüştürecek olan me
kanizme felsefesidir. Türkiye'de felsefe derslerinin okullardan kaldırılmasını ya
da ikinci ve üçüncü s ınıflarda seçmeli hale getirilerek, o da din felsefesi ve ben
zeri biçiminde yuvarlanarak geçiştirilmesi, insanlarımızın düşünülmesinin engel
lenmesi, düşünmenin önünün kapatılması açısından burjuva politikacı larının ve
hükümetlerin son zamanlarda başarabildikleri bilinçli bir şekilde başardıkları atı
l ı m oldu. Buna karşı önlemler belki bu toplantılarda önerilebilecek olan işin fel
sefe boyutudur. Haz ır söz bendeyken bir de diyanet işleri teşkilatının köktendin
cilik konusunda geldiğimiz noktadaki rolü biraz ihmal edildi gibi geliyor bana.
Hatta kimi konuşmacılar örneğin Sayın Bedri Baykam bey bir parantez açarak
konuşması nda diyanet işleri teşkilatı bu şekliyle kalmamal ıdır, hiç olmazsa bu
araçlar devlet dini tarikatları şeriatçı odakları kontrol altında tutuyor gibi bir dü
şünce beyan ettiler. Arkadaşlar, diyanet işleri teşkilatı hilafetin kald ırılması son
rası kurulu bir devlet dairesidir ve o günün koşulları içerisinde o günün tarihsel
perspektifi içerisinde belki böyle bir organ gerekiyordu, Kuruluş tarihi yanılmıyor
sam 1 924. Ve ilk başkanı da Börekçizade Rıfat efendidir. Börekçizade Rıfat
efendi, Atatürk i stanbul'dan Ankara'ya gelişlerinde Ankara garına fötr şapkayla
gelip, onu selamlayan ve karşılayan bir zattır. Bugünün Diyanet İşleri teşkilatın ı
düşündüğünüz zaman işte bilmem kaç tane bakanlığın bütçesine denk bir büt
çeler toplamını, yüz bine yakın personeli ile tarikatları engelliyen onları denetim
altında tutan dini devletin denetimi altında tutan bir organ olmaktan öte, bütün bu
olanakları onların eline veren, onlara yuvalık yapan, şemsiyelik yapan şeriatçı bir
örgüt, kaldı ki laik bir devlette ki bence Türkiye hiçbir zaman laik olmamıştır) Ve
Türkiye laiktir laik kalacaktır saptaması da doğru değildir. Atatürk'le birlikte laikli
ğe doğru adımlar atılmıştır. Bu tarihsel bir gerçekliktir. Ama diyanet işleri gibi bir
teşkilatın laik devlet tanımıyla bağdaşabileceği asla mümkün değildir. Diyanet iş
leri teşkilatının yeniden organize edilmesine, Alevilerin de orada temsil edilmesi
ni değil, böyle bir organın devlet çatısı altında olmaması gerektiğine ben şahsen
inanıyorum. Bir başka eleştirim efendim. Organizasyonla ilgili. Hiç kuşkusuz ki
bütün bu etkinliği sağlayan arkadaşlarımız ya da örgütler saygındır, ama Türki
ye'de laiklik dediğimiz zaman şeriata karşı mücadele dediğimiz zaman birçok ka
tılımcı bildiri sunan arkadaşları mız da belirtti ler, Türkiye'de işte şu kadar Alevi
var, Alevilerin laiklik konusundaki anlayışları şudur, ama böyle bir organizasyon
da bir Alevi örgütünün temsil edilmesi girişimci olarak ya da sözcü olarak bulun
mamasını da bir eksiklik olarak değerlendiriyorum. Bir başka konu ; burada iki ko
nu sanki Kemalizme karşı olanların karşılıklı mücadelesi gibi bir hava esti. Ben
onu hissettim. Böyle yanlışa da düşmememiz gerekirdi.
Biz sosyalistlerin, (ben bir sosyalist arkadaşınızım) Mustafa Kemal'den ve
onun enginlerinden öğreneceği çok şey var. Ama Kemalist arkadaşları n da sos
yalizmden, Marks'tan, Lenin'den, Stalin'den öğrenecekleri çok şey olduğuna ina
nıyorum. Saygıları mı sunuyorum efendim.
Sönmez Targan
Oturum Başkanı
Teşekkür ederiz. Buyurun efendim.
Sönmez Targan
Oturum Başkam
Teşekkürler. Yabancı konuklarımızın bu konudaki gösterdiği duyarlılığa biz de
teşekkür ediyoruz.
Bedri Baykam
Ressam
Ben önce arkadaşımın dediği gibi burada sürekli olarak köktendinciliğe karşı
aydınlanman ın en büyük savaşımını verip burada bize bu toplantıyı yapma im
kanını vermiş olan Mustafa Kemal de sürekli hırpalananlar listesinde olmasaydı
gönül isterdi ama oldu. Şimdi bu tip demokratik toplantılarda bu hep oluyor. Bun
lar normaldir, yanıtı da verilir. Gönül isterdi ki esas bizi köktendinciliğe doğru sü
rüklemek isteyenlere karşı nasıl bir birlik beraberlik ve hedef eylem birliği içeri
sinde olacağımızı mantıklı bir şekilde konuşalım. Mustafa Kemal gerçekten o
dönemde bizi sonsuz bir ayd ınlanmacı, özgürlük ortam ı na sokmuştur. O dönem
Mustafa Kemal ne kadar demokrattı veya değildi diye tartışmak isteyenler onu
bugünün mantığ ıyla verileriyle Olaf Palme veya Villy Bradt'la mukayese ede
mezler. Kendi döneminde Lenin ne kadar demokrattı, Hitler ne kadar demokrat
tı, Mussolini ne kadar demokrattı , onu ele alarak belki mukayese edebilirler. Yok
sa dön·emler birbirine karıştırılmaz. Gerçek demokraside fikir özgürlüğü vardır.
Sönmez Targan
Oturum Başkanı
Bedri bey, arkadaşlar bir değerlendirme toplantısı yapıyoruz. Bu konferansın
sonuçlarını değerlendiriyoruz. Birbirimize yanıt vermiyoruz.
Bedri Baykam
Ressam
Burada Mustafa Kemal dönemi hakkında bir şey söylendi. Ben buna yanıt ve
riyorum. Neden bu kadar tepki gösteriyorsunuz? Ona da mı sansür getireceksiniz.
Sönmez Targan
Oturum Başkam
Arkadaşlar bu bilimsel bir toplantıdır. Bunun sonuç bölümündeyiz. Bu üç gün
süren bilimsel toplantıya lütfen gölge düşürmeyin. Böyle bir şey yapmaya kimse
nin hakkı yoktur. Kim yapıyorsa provokasyon yapıyor derim. Sonuçta birbirimizi
sabırla dinlemesini öğreneceğiniz. Birbirinizin düşüncelerini beğenmeyebilirsi
niz. Biz zaten birbirimize bu sabrı göstermediğimiz için gericilik bu boyutlara
ulaştı. Lütfen sakin olun lütfen toplar mısınız.
Bedri Baykam
Ressam
Şimdi aklı başında her insan sonsuz düşünce özgürlüğü, laik demokratik par
lamenter hukuk rejimi ister ve bunu talep eder. Şimdi reel politika, acıdır. Biz eği
timde laiklikten sapmalardan şikayet ediyorsak, Türkiye'nin İran eksenine götü
rülmesinden şikayet ediyorsak, kalkıp Metin Göktepe'nin işkencede öldürülme
sinden şikayet ediyorsak, nedir hedefimiz. Bunları önlemektir. Bunu nasıl önler
seniz. Ancak iktidar olarak önrersiniz. Başka türlü önleyemezsiniz. Biz de sivil
toplum örgütleri olarak Sayın Akşin, demin dedi ki çıkış yolu için ben Atatürkçü
lüğe sarılmayı görüyorum, gibi bir cümle söyledi. Evet belki öyledir. Ama bu da
tek başına sizi iktidara taşımaz . Çünkü sonuçta, tekrar hatırlıyorum utangaç ol
maya gerek yoktu. Sonuçta siz, ordunun sizi kurtarmasını istemiyorsanız ki iste
miyoruz, demokrasiye inandığımızı, fikir özgürlüğüne inanmadığımızı söylüyo
ruz. Demek ki bizi parlamenter rejim kurtaracaktı r. O partinin, o yobazların oyun
dan daha fazla olursa o zaman sizin bunları değiştirme şansınız veya ihtimaliniz
olabilecektir. Ama Türkiye'de 1 2 Eylül sonrası yaşanan partilere karşı olan so
ğukluk ve bu utangaçlık ve kin yüzünden hiçbir gerçek çıkış yolu göstermeyen,
reel politikadan uzaklaşan bir tavra giriyoruz. Düzenleme komitesinin 200 tane
değişik kuruma, davet edilmeyen hiç kimseye karşı hiçbir ön yargısı yoktur. Da
ha iyisini, daha büyüğünü bir dahaki sefer el ele vererek beraber yapacağız. Te
şekkürler. . .
Sönmez Targan
Oturum Başkanı
Teşekkürler. Buyurun efendim.
Sönmez Targan
Oturum Başkanı
Teşekkürler. Söz vermeden önce bir şeyin altı nı çizmek istiyorum arkadaş
lar. Türkiye, biz kendimizi bir bütün olarak sol kimlik ile ifade etmek isteriz, do
ğald ı r. Ve Türkiye'de de gericiliğe karşı faşizme karşı mücadele bu kimlikle mü
cadele vermişse Türkiye gibi gelişmekte olan azgelişmiş ülkelerin demokrasi
mücadelesinde burjuvazinin ve orta sağın bile yeri olmadığı açık bir gerçektir.
Bu bakımdan gericilik Türkiye'de başta olmak üzere, her türlü mücadelenin ana
eksenini solcular oluşturmaktadı r. Türkiye'de bugün yaşanan koşullarda özel
likle gericiliğin siyasal iktidara tırmandığı tarihsel bir süreçte ayrılıkları mızı or
taya koyma lüksümüz yoktur bizim. Bu kadar açı k ve nettir bu. Bundan sonra
sını nasıl yapacağız. Nasıl bir araya geleceğiz, daha iyiyi, daha güzeli, daha yı
ğ ı nsalını nasıl hayata geçireceğiz . Bunları değerlendireceğiz burada. Ayrılıkla
rımızı koya koya bu hale geldik. Küçüle küçüle salyangoz gibi kabuğumuza çe
kildik. Artık kıralım bu zinciri . Bunun kırı lmasının yolu da birbirimize göğüs ver
mekten, omuz vermekten, el ele yürümekten geçer. Bu konferansın amacı ana
tehlike olan kara tehlikeye karş ı , güç ve eylem birliğini bilimsel bir platform içe
risinde değerlendirmektir. Yine siyasi ayrı lıklarımızı, kimliklerimizi koruyal ı m
ama onların ayrı lık yeri burası değil. Ben şimdi Kaya beye söz veriyorum .
Kaya Güvenç
Teşekkür ederim. Eksiklikleriyle beraber, bir konferansın son oturumuna gel
dik. Ö nce bütün eksikleklerine karşın kutluyorum. Eksikliklerimizi ne şekilde gi
derebiliriz. Birincisi şu : Tartışmalarda, oturumların hepsi zaman ın sürelerini çok
aştı. Ve buradan şu sonuç çıkıyor. Bizler bu konuları tartışmak gereksinimi içeri
sindeyiz. Dolayısıyla birinci önerim, bundan sonraki organisazyon açısından. Bu
tür toplantıların mutlaka devam etmesi gerekir. Buna ilişkin önerilerim olacak
ama toplantılarda daha az konuşmacı daha çok tartışmaya olanak tanımak zo
rundayız. Konuşmalar yeteri kadar doyurucu oluyor veya o konu belli bir nokta
ya kadar tartışılmış oluyor ve devam etmeye gerek kalmıyor. Yani bazı toplantı
larda, buna ihtiyaç olmayabilir. Konferansın en büyük eksiklerinden birisi, kök
tendinciliğin iki boyutu konusunda özgün tebliği olmaması. Bir tanesi, gerçi son
konuşmada özellikle sayın Erdost o bölümde epey bir kapattı ama, köktendinci
liğin Türkiyede köktendinci hareketin uluslararası siyasal ve ekonomik ilişkilerini
irdelemedik, bu konuda özgün bir tebliğ yok idi. Mutlaka bunun açılması gerekir.
Çünkü sanıyorum kilit oradadı r, anahtar oradadı r. İ kinci bölümün köktendinciliğin
Türkiye'deki iktidarlarına ilişkin ve ekonomik hedeflerine ilişkin konuda özgün bir
tebliğ bulunmuyordu. Bu iki nokta sanıyorum bundan sonraki organizasyonlarda
göz önünde bulundurulur ise epey bir sonuç alabiliriz. Söyleşi havası içinde ya
pılan konuşmalar da sapmalar olabiliyor. Ancak konular saptırıldığı takdirde ger
çekten çok zor oluyor. Şimdi kendi aramızda tartışacaklarımız çok var. Bunu
yapmak durumundayız. Görüşleri beğenmek beğenmemek gibi kimsenin bir lük
sü yok. Görüşler en son tahlilde olabildiğince belli bir sın ıfsal konumu da yansı
tır. Onlar da haklıdırlar, herkes, kendi açısından haklıdır. Olaya hangi taraftan
baktığına bağlı. Ö nemli olan bizler bu konuşmaları tartışmaları yaparken bir kı
rıklığa ve kırgınlığa yol açmamız gereklidir. Bunun için de ortak bir eylem planı
nın tartışılmasına yönelik öneriler acaba gündeme getirebilir miyiz diye bir dü
şüncem var. Bu konferansın sonuna doğru, bir eylem planını düzenleme kurulu
nun gündeme getirmesi lazım ve onun belki tartışılmasında yarar olabilir. O ba
kımdan bir eylem planını bir hareket planını içerebilirse böyle bir tartışma san ı
yorum çok daha iyi olur. Son önerim, buraya kimler katılmalıdır. Böyle bir düzen
leme kurulunda başlangıçta ne yapılmışsa yapılm ıştır. Tekrar söylüyorum ve tek
rar kutluyorum . Bundan sonraki toplantının örgütlenmesinde belki bir yapı gün
deme getirilmelidir. Ve Türkiye'deki demokratik kitle örgütleri bağlamında da bir
katılımın sağlanmasında büyük bir yarar var. Çünkü sonuç itibarıyla zannediyo
rum ki köktendinciliğe karşı onların iktidar mücadelesine karş ı , emek eksenli bir
mücadeleyi içine katacak insanlar bunlardır. Bu örgütlerdir, bizleriz ve bu sade
ce bu örgütlerle değil, aynı zamanda Türkiye'de akı lcı bir düşünce için şimdiye
kadar mücadele etmiş olan insanların da mümkün olduğunca buralarda yer al
ması gerekir. Çok geniş bir organizasyon şeması çizmiş, ancak bunu ne kadar
iyi yapabilirsek sanırım o kadar başarılı olabilir. Teşekkürler.
Sönmez Targan
Oturum Başkanı
Teşekkürler. Buyurun.
Faik Akçay
Değerli izleyenler, son oturumumuz demiyoruz, bu terimi kullanmayacağım
çünkü eğer bu kavga verilecekse böyle bir oturum, bir uluslararası konferansta bu
işin kurtarılacağı gözükmüyor. Şimdi bizim bu konferansımızdan, ben bir tarafım
ama düşüncemi tabii aktarmak istiyorum. Düzenleme kurulunun bir üyesi olarak
altının çizilmesinin gerekli olan yanı şu. Bizim Türkiye'de bir tabuyu delerek, bir ta
buyu Türkiye kamuoyunun önünde tartışmaya açtık. Bu yürekliliği gösteren tüm
yürütme kurulundaki arkadaşlara çok teşekkür borçluyuz. Şimdi bu bağlamda şu
nu bu tartışmalar ışığında değerlendirmemiz gerekiyor dostlar. Biz insan düşünce
sine zincir vuran tüm tabuları yıkmadığımız sürece bırakınız köktendinciliğe karşı
kavga vermeyi, hiçbir konuda kavga verme şansını bulamayız. Alalım köktendin
ciği, eğer bir tabu olarak görürsek, biz Türkiye'de orduyu hala bir tabu olarak gö
rürsek, biz hükümeti eleştiremezsek, biz cumhurbaşkanını eleştiremezsek, biz
Kemalizmi eleştiremezsek, biz 1 920'1eri sorgulayamazsak, biz Marksizmi eleştire
mezsek kafam ızı birtakım zincirlerle bağlıyoruz bir yerlere hapis ediyoruz demek
tir. Bu mantıkla bir yere varma şansımız yoktur. Onun için şunu çok iyi karşılıklı an
layış ve hoşgörü içerisinde birbirimizi çok hoşgörülü biçimde iyimserlik içinde din
leyerek her konuyu ama toplumsal yaşamımızı , insan yaşamını ilgilendiren her
konuyu gerekirse acımasız biçimde, hareket etmemek koşuluyla eleştirelim. Bu
eleştirileri de sabırla dinleyelim. Eleştiri getiren arkadaşlara da sesimizi yükselte
rek cevap vermeyelim. Siz de bizi bu organizcı.s:·on için hiç çekinmeden eleştirin.
Eleştiri olmadığı yerde, bir yere varma şansımız yoktur. Eleştirilerinizi acımasızca
getirin. Bundan sonra yapılacak olanlara bu eleştirileriniz ışık olsun. Eğer bunu
yapmazsak; yalnız benim dediğim, yalnız benim düşüncem, yalnız benim partim,
yalnız benim görüşüm, en doğrusu noktasını aşamazsak bizim başarı şansımız
yoktur. Değerli dinleyicilerden bunu istiyorum, bunu yapalım istiyorum. Birbirimize
karşı çok sayg ılı davranalım, bu süreç içerisinde, benim de katı lmadığım çok gö
rüşler oldu, çok sonuçlar oldu, çok işler oldu, çok eylemler oldu ama bir şeye so-
nuna kadar katıldım. Yapılan olay çok ciddi, çok önemli bir olaydı. Buraya b u ola
yı, yaşama geçirecek insanların kişiliği, örgütleri, siyasal görüşleri, şunlar bunlar
değil. Bu olayın önemi işin başından sonuna omuz vermeye çalıştım, doğrusunu
yaptığımı sanıyorum. Böyle yapmanın yararlı olduğunu sanıyorum.
Şimdi demek ki tabularla bir yere varma şansımız yok. Kafamızdaki zincirle
ri kı rmakla bir yere varma şansı mız vardır. Kendi kafamızdaki doğruları, eğer biz
de başkaları na karşı tabu olarak ortaya çıkarsak bir yere varma şansımız yoktur.
Bu duygularla tüm katılımcılara, emeği geçenlere özellikle bizi bu koşullarda din
leyenlere çok teşekkür ediyorum. Saygılarım ı sunuyorum.
Sönmez Targan
Oturum Başkanı
Teşekkürler. Yabancı bir konuşmacımız var.
Bayanlar ve Baylar
Ben Uluslararası Dinsizler ve Ateistler Cemiyeti ve kendi adıma konuşuyo
rum . Söylemek zorundayım ki ilk defa böyle bir konferansa katı.l ıyorum. Böyle bir
konferansa katı labildiğim için çok mutluyum. Ü lkeme döndüğüm zaman burada
i<onuştuğumuz ve duyduğumuz her şeyi, Türkiye'de olup bitenleri ve hatta gaze
telerde okuduklarımızı bile herkese anlatacağıma söz veriyorum. Biz fazla bir
şey bilmiyorduk ve halen yeterince bilmiyoruz. Ama Türkiye'nin durumu ile ilgili
daha çok çaba harcayacağı m ıza söz veriyorum. Uluslararası anlamda birlikte ol
duğumuz sürece neler yapabileceğimiz hakkında da kişisel olarak bir bilgi edin
miş oldum. Çok teşekkür ederim.
Sönmez Targan
Oturum Başkanı
Teşekkürler. Buyurun efendim.
Atllla Aşut
Değerli arkadaşlar, ben Kemalizme saygılı bir sosyalistim. Ve Türkiye'de 60'1ı
yıllarda çok söylendiği üzere Kemalizmle sosyalizm arasında bir çelişki olmadı
ğ ı na inananlardanı m . Dolayısıyla burada bizim böyle bir çelişki yaratmam ızı son
Sönmez Targan
Oturum Başkanı
Teşekkür ederim. Yabancı konuşmacımız var.
geliş nedenlerimden biri d e bu. Ancak Ankara hala dünyanın e n ünlü müzelerin
den birine sahip ve siz Ankara gibi ber şehrin zenginliklerini göstermek amacıy
la, konferansı organize ederken bu tür şeyleri de düşünmelisiniz. Ankara'yı gez
meye daldığım için zamanında salona gelemedim ve baştaki konuşmaları kaçır
dım. Bu ciddi bir eleştiridir. San ırım önemli olan sürüp giden diyalogdur. Eğer ba
şarabilirsek son derece önemli olacak olan sonuç bildirgesinde bütün Avrupa ya
zarlarını ve çevirmenlerini i stanbul'a getirerek burasının tekrar Avrupa'nın bir
edebiyat merkezi haline getirilmesi çabası yönünde bir karar alınırsa bunu en iyi
şekilde değerlendireceğimi belirtiyorum. Bence bu da tartışılması gereken konu
lardan biridir. Bir şey daha eklemek istiyorum. İsveç'e günlük işlerime döndü
ğümde, internette bir kültür verici oluşturacağ ım. Elbette burada neler olup bitti
ği hakkında bilgileri internete vereceğim. Bir çözüm taslağı hazı rlayacağım ve si
ze Baltık bölgesinde neler yaptığımızı görmeniz için internet adresini vereceğim:
Mare Baltik Com./www S. sanı rım burada olmayıp konuşulanları dinleyemeyen
lere de bir konferans vermek gerekecek. Çok teşekkürler.
Sönmez Targan
Oturum Başkam
Teşekkür ederiz. Bizim arkadaşlarımız eksiklikleri belirtirken, yabancılardan
da söz alan iki konuşmacımız da bu etkinliği övgüyle değerlendirdiler. Ben ken
dilerine teşekkür ediyorum. Evet buyurun Sayın Keskeç.
Özcan Keskeç
rağmen galiba devlet ve din ilişkisi, devletin inanç özgürlüğü alanındaki varsa rolü
ve görevinin ne olması gerektiği konusu -ki laikliğin temel öğelerinden bazıları- ol
dukça eksik kaldı. Sadece değinerek, işaret edilerek kaldı . Bir de galiba genel söy
lemleri, içimize çok sindirdiğimiz için olsa gerek, işte Türkiye'de kimse dini inanç
larını uygulamaktan, yerine getirmekten dolayı bir sıkıntı içinde değil, çok çabuk
yatkın sonuçlar tartıştık. Oysa öyle değil. Bu söylenen, Türkiye'de Sünni inançlar
için geçerli. Ama onun dışındaki inançlar için geçerli değil. Askeri okullarda, yatılı
okullarda okuyanlarımız varsa bilirler, çok basit bir örnek bu; Ramazan ayı geldi
ğinde oruç tutacak öğrenciler sorulur, isimleri alınır, onlara iftar yemeği çıkartılır,
sahur yemeği çıkartılır. Ama Alevi öğrencilere Muharrem'de oruç tutmak isteyen
var mı diye sorulmaz. Böyle bir şey akıllarına bile gelmez. Ben askeri okulda ye
tiştim, alınır. Şimdi de al ınır. Askeri okullara alınırken, Alevi idi, sünni idi diye ayrım
yapılmaz, dün de yapılmazdı, şu gün de yapılmaz. Ama oraya girdikten sonra ar
tık Sünnisinizdir. Başka bir şeyin varlığı akla gelmez. Bu yalnız okullarla ilgili değil,
toplumun her kesiminde. Sivaslı ananın sabahleyin söylediği gibi otuz gün davulu
dinlersiniz. Muharrem'i garip Aleviler, sırtını büküp kendi dertleri içerisinde geçirir
ler. Böylesine bir inançlara karşı devlet ilişkisine olması konusunda sanıyorum
önemli ölçüde eksiklik kaldı. Bir diğer önemli nokta, özellikle tartışmalarımızda ga
liba, bir olay olur şartlar içinde değerlendirme, sosyolojik bütünlüğünü gözardı ede
rek, olaylara baktığımız için birbirimizi anlayamaz hale geldik. Şimdi Türkiye'de bir
siyasi partinin diyanet işlerini, devlet kurumu olmasını, devlet kurumu olmaktan çı
karılması istemesi yasak. Ve hiçbir siyasi parti yöneticisi, o siyasi partiyi temsil et
me yetkisine sahip ise böyle bir talepte bulunamaz Türkiye'de. Partisini zarar uğ
ratır. Şimdi ben o siyasal partinin böyle bir yasak dururken bu alandaki sözlerine
ister kalsı n, ister kalksın diye ne kadar samimi olduğunu kestirmekte doğrusu zor
lanırım. Çünkü ortada bir yasak var. Birey olarak söyleyebilirsiniz ama siyasal par
ti olarak talep edemezsiniz. Ve Türkiye'de artık diyanetin varlık nedeni, tüm boyut
larıyla özgürce tartışılmasının yolu açılmak zorundadır. Diyanet kalmalıdır, diyanet
revize edilmelidir diyenler gibi diyanet kalkmalıdır diyenler de savunmalıdır. Bugün
Türkiye'nin en büyük K İ T'i olan, diyanettir. Dikkatinizi çekmek için dikkatinizi çek
mesi açısından Sayın Prof. Dr. Arsel'in tebliğidir. Tebliğinde kadına ilişkin, dini ba
kış açısını, daha doğrusu bir deyimle Sünni bakış açısını örnekleyen birçok örnek
sundu. Sanıyorum dikkatlerden kaçmamıştır. Bu örneklerin alındığı mehaz, diya
net işleri yayımları , tümüyle diyanet işleri yayımları. Bu yayımların halka ulaşma
dığı söylenebilir. Ama diyanet işleri yayımları 70 bin kişiye ulaşıyor, kadrolara. Bu
ülkede bir dönem cumhuriyetin kuruluş yayımlarındaki bana göre diyanetin oluşu
mu, cumhuriyetin kuruluş yıllarında Atatürk'ün bir dehasıdır. Bugün ortadan kalk-
ması gerekir. Çünkü diyanet kurulurken biliyorsunuz, aynı anda hilafet kaldırılmış
tır, aynı anda evkaf ve şeriat vekaletleri kaldırılmış, o günün koşullarında devlet di
ni, Sünni mezhebi daha doğrusu, bir kontrol altına alarak daha önce Sünniler dı
şında, içte ümmet dahi sayılmayan diğer inanç gruplarını da yurttaşlık bilincine
ulaştırmada önemli işlevler görmüştür, o tarihsel kesit içerisinde. Aynı anlayış içe
risinde, Atatürk'ün bakışıyla bana göre Sayın Sina Akşin"in deyimiyle söyleyeyim
"Atatürkün bakışıyla bugüne gelseydi, diyanet bugün bu hale gelmezdi. Benim
inancım bu. O dönemlerde imamların kadrosunun maaşını devlet vermemiştir. Bu
süreçleri tartışmamız laz ım ve Türkiye'de laikliğe yönelmenin mimari Atatürk'tür.
Bir tarihsel sürece çok çeşitli bilimsel metotlarla bakabiliriz. Bilimsel metodların or
taya çıkardığı sorular birbiriyle çelişebilir, hatta çatışabilir. Ama yörünge anlamın
da gidiş anlamındaki bakış, hangi metotla bakarsanız bakın, bilimsel metotla eğer
baktığınız ,bu birbiriyle çelişmez, çatışmaz. Bugün köktendinciliğe karşı uğraş ver
mek durumunda olanlar ve Türkiye'de inanç özgürlüğünün artı devlet-din ilişkisinin
gerçek anlamıyla laik temellere oturmasını sağlamak isteyenler Mustafa Kemal'in
bu alandaki atı lımını, sosyalist olarak söylüyorum, görmemezlikten gelmezler.
Eleştirmek başka bir şeydir, çıkış yolu üzerindeki bakış açımızı bugüne gelişte,
köktendincilik şeyden çıkmadı, bir eksik yanımız bu galiba. Bu bilimsel toplantıda,
köktendincilik siyasal örgütlenme ilişkisini yeterince tartışmadık. Din ve vicdan öz
gürlüğü üzerindeki anti-laik uygulamada kanımca daha farklıdır. Köktendincilik
başlı başına ve doğrudan siyasal iktidarı hedefleyen bir siyasal mücadelenin ara
cıdır. Bu alanda ortaya eksiklerimiz çıktı. Bu konferansın bitişiyle birlikte tekrar de
vam edecek olan bir konferanstır. El birliği ile bu eksiklerimizi gidererek, Türkiye'de
gerçekten laik bir ortamın gelişmesine daha da dal budak atmasına ve siyasi İ s
lamcı oluşumların Türkiye'de etkisiz hale gelmesine, bütün bunların açıklıkla, bile
rek, öğrenerek ve alabildiğince geniş biçimde, bu öğrendiklerimizi ve bildiklerimizi
paylaşarak sağlayabileceğimizi sanıyorum. Teşekkür ederim.
Sönmez Targan
Oturum Başkanı
Teşekkürler. Buyurun efendim.
lerde kimi hep ayn ı şeyi söylüyorlar, lütfen aynı şeyleri tekrarlaması nlar. Eleştiri
lerde de hep aynı şeyler tekrarlanıyor. Sonuçta belki en zevkli kısmı, dinleyicile
rin tartışması oluyor. Ondan sürekli müdahale ediliyor. Sonuçta, oturuyoruz,
dertleşiyoruz ve gidiyoruz. Hiçbir şey değişmiyor. Çoğunu biliyoruz. Onun için
benim istediğim; toparlayalım ve bir sonuca çıkalım. Yani ben dertleşmekten bık
tım. Bir şeyler yapmak istiyorum. Burada onu bana söyleyin. Teşekkürler.
Sönmez Targan
Oturum Başkam
Buyurun efendim.
Ömer Özdal
Bir eğitimci olarak kısaca bazı şeyleri dile getirmek isterim. Yıllardır çeşitli
okullarda görev yaptım. 7 okul değiştirdim şu ana dek, 23 yıllık eğitimciyim. Tür
kiye'de bugün gözardı edilen bir şey var. Özellikle MGK kararlarından sonra kök
tendincilerin üzerine gidiliyormuş gibi bir izlenim veriliyor. Halbuki ülkenin en te
mel kurumu olan Milli Eğitimde bugün köktendinciler öylesine yuvalanmış du
rumda ki genel müdüründen, daire başkanlığına dek ve MI� bu makamları işgal
ediyorlar. Bunlar okullarda da idari kademeleri işgal ediyorlar. Kadrolu öğretmen
haftada 1 6 saat ders yaparken bunlar haftada 4-5 saat ders yapıyorlar. Ve bun
ların işi gücü siyaset yapmak oluyor. Somut iki örnek anlatacağım. Hasanoğ
lan'da il MC döneminde 1 979-1 980 yıllarında görev yaparken tarikatçı bir din
dersi öğretmenini müdür olarak atadılar, arkasından da 1 2 tane din dersi öğret
meni, okulda 2 din dersi öğretmeni gereksinimi olduğu halde ve bunlar müdür
yardımcıları filan yapıldı. Bunlar koridorlarda ezan okumaya başladı ve çocukla
rı mescitte toplayıp -daha önce pirlerinin evine götürüyorlardı- halka olup, hu çe
kiyorlardı, ayin yapıyorlardı. Ve çocukları kovalayıp, yatakları na gönderdim. Er
tesi gün okul müdürü, bütün öğretmenler, öğrenciler tören alanında toplansınlar
diye anons yaptı. Toplandık. "Benim öğrencimin namaz kılmasına, oruç tutması
na, müdahale edecek öğretmenin aln ını karışlarım" diye meydan okudu. Bu ada
mın makamının arkası nda Atatürk resmi yerine MHP sembolü asılıydı. Kendisi
ni yetkili makamlara şikayet ettik ve görevden aldırdık. Fakat ANAP döneminde
bakanlığa daire başkanı olarak geldi. Ayrancı listesinde de aynı şeyleri yaşadık.
Sonuç yine o kişi korundu. Benim oturduğum apartmanda bir tarikatçı , kızım kı
sa etek giyiyor diye "seni böyle bir daha sokağa çıkarmasın" diye müdahale ede
biliyor. Böylesine büyük bir tehlikeyle karşı karşıyayız. Bu konuda akl ıma gelen
leri söyledim, teşekkürler.
Sönmez Targan
Oturum Başkanı
Teşekkürler. Buyurun efendim.
Suphl Karaman
Türkiye çok önemli günler yaşıyor. Susurluk olayını bile kapatacak kadar yo
ğunlaştığ ı gösterildi ama aslında olay 30-40 senedir devam eden bir birikim var,
bir örgütleme var ama bu son senedir çok yoğunlaştı. Çok karanl ık günler bekli
yor geleceği. Demokratik yaşamımızı tehlike altında, özgür düşüncemiz tehlike
altında ve bütün bunlara bağlı olarak da ülkemiz, halkımız, her şeyimiz tehlike
altında. Ve bunu karşılamak için konferansımızın iki öğesi var. Köktendincilik, bir
de aydınlanma. Ona karşı aydınlanma, üç gündür devam eden çalışmaların ba
şı ndan sonuna kadar bir dakika kaybetmeden izledim. Coşkulu, güzel, verimli
ama eğer sonunda gümbür gümbür bildiri yayımlamazsak ve bu bildirimizi de ba
sına, medyaya mal edemezsek Kudüsün ağlama duvarları dibindeki insanların
durumuna düşeceğiz. Zaten medyanın da son aylarda Susurluk'a gösterdiği ilgi
yi buna hiç göstermediğini gördük. Bu şeyleri aşmamız lazım. Ama bunları aşar
ken de bu konuda, köktendincilik konusunda, buna karşı aydınlanma savaşımı
zı verme konusunda samimi olan bütün insanlar, kimler? Bütün demokratlar, bü
tün l iberaller, aydınlıktan yana olanlar, bütün sosyalistler, bütün Kemalistlerin bü
tün olması lazım. Çünkü hepimizi tehdit ediyor. Ben 35 senelik siyasi yaşamım
içerisinde sosyalistlerin parça parça olduklarını gördüm ve üzüldüm. Ben destek
verdim şahsen, 1 965'ten beri bu desteğimi sürdürüyorum. Sosyalist dergilerde
yazılar yazdım. Ama bu parça parça olmak; 1 2 Mart'ın özellikle 1 2 Eylül'ün bel
ki gerçeklerinden birisi oldu. Yani onları hazı rlayan ortam oldu. Şimdi bir de bu
na 1 2 Eylül'ün ortaya çıkan rezaletlerinden sonra Kemalizm de ortaya çıktı . Ya
ni Kemalizm'e karşı çıkıldı. Birlik ve beraberlik içinde olmazsak, hiç şüphe etme
yin tarihi süreç işler. O tarihi süreç belli zamanda nasıl işlemişse yine işler. Bize
düşen 61 aydınlanması ndan sonra bize düşen, o bizim dışım�daki insanların
halletmesini önlemek içinde bizim sorunların üzerine topluca gitmemiz lazımdır.
Beni bu toplantıda bazı şeyler üzdü. Onun için birleşelim, bütünleşelim, bu geri
cilik belasını, köktendincilik belasını ezelim. Teşekkür ederim.
Sönmez Targan
Oturum Başkanı
Teşekkürler. Karaman'ın konuşması bana bir şeyi anı msattı. Bir iki yıl önce
Jose Marti'yi anma toplantısı düzenlendi. 68'1iler Birliği Vakfı. Orada Küba büyü
kelçisinin bir konuşmas ı, beni son derece etkilemişti. Biz dedi, bugün Küba'yı
sosyalist Küba haline getirmişsek, Marti'nin geçmişte verdiği onurlu ulusal sava
şı üzerine kurduğumuz içindir dedi. Kendi değerlerine sahip çıkmayan bir ülke -
tabii doğru değerlerden bahsediyorum- çıkmayan bir ülkenin sosyalizme gitme
si bir tarafa, olanı da yaşatması mümkün değildir, dedi. O bakımdan Mustafa Ke
mal'in böyle bir değerlendirmesini yapmıştır. Arkasından söylediği ise beni çok
duygulandırd ı. Biz dedi, ne ekonomik olarak, ne sosyal, ne de teknolojik olarak
ayakta duracak halde değiliz, vursan ız devrileceğiz. Ama sizin gibi ülkelere umut
olmak için direniyoruz, dedi. Buyurun efendim.
Bir katılımcı
Konferansımız oldu. Bir iki hususu tenkit ediyorum . Köktendinciliğe karşı kon
ferans yerine belki köktendincilik üzerine bir konferans oldu. Ve bu dünya tarihi
ve iki süper devletin karşılığı, bir dönemde Türkiye'nin bu şartlar içerisinde bu
olayların oluşturduğu görüşülmedi. Türkiye'nin komünizmi çevreleyen Ameri
ka'yla işbirliği yapmak mecburiyetinde olduğu, NATO'ya girerek kendi tarihi çı
karlar bakı mından o hususlar konuşulmad ı . Bir de Türkiye'nin milli savunması
üzerine köktendinciliğin tesirleri konuşulmad ı . Konferansın yapılması üzerine
gelecek konferans için zaman ve mekan, şehir ve şehirdeki mevki konuşmuyo
rum fakat bunlar nazarı dikkate alınmad ı . Bir hafta olabilir ve bu aynı tipte bildi
riler aynı günde olabilir ve bu şekilde bir günlük toplantıya katı lan üniversite ta
lebeleri ve diğer aydınlar olabilir, işlerinden ve mekteplerinden ayrılabilen, ufak
bir konferans ücreti olabilir. Bildiriler ewelce basılıp, İngilizce ve Tü rkçe olarak
konferansı n başında veya sonunda bir ücret mukabili satı labilir. i stanbul'da ve
Ankara'da yabancılar için gezi olabilir. Bu konferansta alı nan videolar bir belge
sel, bir TV belgeseli yapılabilir. Veya yabancı misafirler, diğer Batılı arkadaşları
nı bir dahaki konferansa daha çok kalabalık, Batılı arkadaşlarının konferansa
gelmelerini temin edebilir. Teşekkürler.
Sönmez Targan
Oturum Başkanı
Teşekkürler. Buyurun efendim.
Rıfat Aras
Bir iki saptama yapmak istiyorum. Burada üç gün boyunca benim görüşüm o
ki dinsel bastırmaya karşı ne yapılmalı. Fakat bu ne yapılmalılar anlatırken da
ha çok da neler oluyor, hepsi söylenegeldi. Nasıl buraya geldiğimizi kabaca sap
tamadan, sonuçlarla savaşma olanağı yok. Tabii bunu uzun uzun uzun saptaya
cağ ı m . Biliyoruz laisizm bir amaç olduğu kadar, bir sonuçtur. Aynı şekilde buna
karşıt şeriatçılık bir amaç, karşıt amaç olduğu kadar bir de sonuçtur. Sonucu ön
ceki zeminler hazırlar. Nedir? Demokratik, sosyal, hukuk devleti bilincini oluştu
ramadığınız sürece sonuç şeriattır. Ya da onunu dayatmasıdır. Bugün neden şi
kayet ediyoruz, şeriattan. Şeriat demeyi, şeriat istemeyi Türkiye'de yasaklaya
cak hiçbir mevzuat yok. Yasaklasın mevzuatı istemiyorum. O halde neden bura
ya geldiğimizi çok iyi saptamak durumundayız. Toplumsal bilinç dediğimiz şey.
Evrensel hukuk, demokratik katılım, sosyal devlet ya da sosyal yapısı 1 970 yı
lında bir yerlere gelirken ben tarihin sol anahtarını 1 970 yılında başlatıyorum.
Genel Kurmay Başkanı Memduh Tağmaç demişti ki "Türkiye'de sosyal uyanış,
ekonomik oluşumların önüne geçti. O tarihten bu yana 1 2 Mart muhtırası, devam
eden darbelerle bireysel bilincin toplumsal bilinç sürecindeki gelişimi kısılmaya
ve sürekli durdurulmaya çalışıldı. Çok önemli zeminlerde raylar elimizden kaçtı.
Bugün artık rayların üzerinde değil, bir şeriat lokomotifinin önünde bulunuyoruz.
Gemek istiyorum ki bu çarkı tersine çevirmek, şeriatçıyım diyene karşı olmaktan
daha çok demokratik evrensel hukuk çerçevesinde olur. Nedir o, insan hakları
evrensel beyannamesi ve Paris ilkelerinde. Bizim parlamentomuzun imza attığ ı ,
kabul ettiği 61 Anayasası'nda b u özgürlükleri kısmen (yeterli olmasa bile) vardır.
Oldukça geniş anlamda yaşadığımız bir sürecin mutlaka evrensel hukuk, tam ör
gütlü toplum, kayıtsız koşulsuz tam örgütlü toplum. Her türlü bireyi ve kendisini
farklılaştı rmış, ifadesini özgürce yapabilen bir toplum. Yani demokratik katılımlı
ve mutlaka kişinin yaşama güvencelerinin asgaride alındığı sosyal bir toplum.
Sosyal bir devletin oluşturulmad ığı yerde, sonuçları tartışmış oluruz. O halde
mutlaka biz fundamentalizme karşı çıkmak için akl ımızı, demokrat taleplerimizi,
sosyal hukuk devleti taleplerimizi en yüksek sesle başta siyasal partiler olmak
üzere, tüm toplumun katlarında seslenmek durumundayız. Dün akşam bunu bir
sonuç bildirgesine konsun diye söyleyebiliyorum. ANAP Genel Başkanı Mesut
Yı lmaz, Kanal 6'daki söyleşisinde dedi ki "hayır bilinçli bir din eğitimini yapmak
için liselere, bütün eğitim sistemine, hatta üniversitelerimize din eğitimini koy
mamız gerekir" dedi. Bu lafı , Erbakan söylemiş olsaydı yer yerinden oynard ı . O
halde 6 1 Anayasas ıyla kaybettiğimiz siyasal-sendikal hakları , siyasal partiler
Sönmez Targan
Oturum Başkam
Teşekkürler. Değerli arkadaşlar on beş arkadaşımız konuşma yapmış, şimdi
ben isterseniz sizlere bir bildirge okuyacağım. Yalnız toplam sekiz oturuma 22
bildiri sunulmuştur. Buyurun Sayın Nesin.
Ali Nesin
Düzenleme komitesinde 1 5-20 kişiydik. Aramızda, Atatürkçüler, solcular,
Marksistler, Leninistler, Maoistler vard ı . Hepimiz bir arada çalıştık. Kimler yoktu.
İkinci Cumhuriyetçiler yoktu, anti-Kemalist solcular yoktu. Barış içinde biz 1 .5 yıl
birlikte olduk. Bir iki kişi alaturkalıktan ayrı ldı . Eylem planı ne yazık ki yok o bil
dirgede. Benim birkaç önerim olacak. Bir tanesi, bu konferansın daha geniş kit
lelere ulaşması için bir şenlik düzenlemesi ilk baharda, 1 2 Nisan galiba laiklik gü
nü, 23 Nisan da çocuk bayramı . O iki gün arasında, bir hafta sonu cumartesi-pa
zar bir şenlik düzenlenebilir. Fransa da Humanite bayramı vardır. Komünistlerin
Humanite bayram ı , o bayramı n komünistlerle ilgisi yoktur. Herkes gelir o bayra-
ma. Palyaçoları vardır, çocuklar için şenlik vardır, kitap satılır, içki satılır, her şey
yapılır. Öyle bir şey yapmak, konseriyle, balesiyle yani laikliğin bize tanıdığı im
kAnları gösterirsek eğer o şenlikte çok daha etkin olabiliriz. O şenlikte konferan
sı düzenleriz. Bir de babamın bir projesi vardı r. Laiklik derneğinin kurulması. İ ş
te laikliğin haklarını korumak için örneğin tanrıya inanmayan birisinin Müslüman
mezarlığına gömülmemesi ya da Müslümanca gömülmemesi gibi. Ya da kimliğe
doğar doğmaz İ slam diye damga vurulmaması. Buna benzer hakları koruyacak
bir laiklik derneğinin kurulması. Bir de Salman Rüşdi'nin kitabını çevirmek istiyor
duk biliyorsunuz. Kitabın üçte biri çevrilmiş. Çevirmeni aradım, korktular, gelme
diler. Kitabın çevrilmesi oldukça zor, çünkü çevirenin çok iyi din bilgisi olması ge
rekir. Yani hem İ ngilizcesi ve Türkçesi iyi olacak hem de din bilecek. Laiklik der
neği o kitabı yayımlayabilir. Bu kitap kararname ile yasaklanmış, yani fetva gibi
bir şey. Başkan bu konuda siz ne düşünüyorsunuz.
Sönmez Targan
Oturum Başkam
Biz notlarımızı aldık. Mutlaka değerlendirelecektir. Bundan sonra yürütme da
ğılmıyor, bundan sonra değerlendirme toplantıları yapacaklar. Bu önerilerinizi
·
Temel niteliği insan haklarına sayg ı lı , demokratik, laik, sosyal hukuk devleti
olan Türkiye Cumhuriyeti'nin köktendinci akımları n kuşatması altına girdiğini,
Atatürk devrimi ve ilkelerinden uzaklaşıldığını vurgulayarak;
Anayasada öngörülen ve yaln ızca belli bir dinin, hatta mezhebin öğretisi ve
uygulaması netiliğindeki zorunlu dinderslerinin, dine dayalı eğitim veren okulla
rı n, Kuran kurslarının, mescide dönüştürülen öğrenci yurtlarının, köktendinciliği
besleyen odaklar olduğuna, devlet içinde köktendincilerin kadrolaşmasına ve di
nin siyasallaşmasına yol açtığına dikkat çekerek;
Sivas olaylarından çok önce, İsveç'te katıldığı bir yazarlar toplantısında; kök
tendinciliğin uluslararası boyutlarına dikkat çeken ve bu alanda etkin savaşım
verilmesi gerektiğini vurgulayan ünlü yazarımız Aziz NES İ N'in, 30 Haziran 1 995
günü i stanbul'da yaptığı basın toplantısında, kamuoyuna çağrıda bulunarak,
köktendincilik konusunda uluslararası bir konferans girişimi başlatmasından bu
yana, çeşitli sivil toplum örgütleri ve duyarlı kesimlerin katılımıyla iki yıla yakın
süren bir hazırlık sonunda gerçekleştirilen bu uluslararası konferansı n konuşma
cı ve katılımcı, yukarıda belirtilen bulgular ışığında, aşağıdaki görüş ve istemle
rini kamuoyuna duyurmayı görev bilmektedir.
Sönmez Targan
Oturum Başkam
Bu konferansı n bir belgesi olarak bütün basın-yayın kuruluşlarına TBMM, si
vil toplum örgütlerine ve toplumun tüm duyarlı kesimlerine, yabancı konuklar ve
örgütlerine de dahil, bu belge iletilecektir. Ben şimdi zamanın dar olması nede
niyle, hiç yorum yapmaksızın Sayın Cevat Geray'ı düzenleme kurulu başkanı
Geray'ı kapanış konuşması için kürsüye davet ediyorum.
yapacağım ama devlet işleri alıkoysa bile bir ileti göndereceğini buyurdular. Biz
de ona güvenerek, izlencemize adlarını koyduk. Birkaç gün önceden başlayarak
kendilerinin özel kalemini telefonlarla arayarak gelip gelmeyeceklerini ve vaat et
tiği biçimde gelmeyeceklerse ileti göndermesini rica ettiğimizi duyurduk. Aran
madık. Bu gerçekten bize güç katan cumhurbaşkanı m ızın bunu gerçekleştire
memesinin nedenlerini bilmiyoruz ama, bizi düş kırıklığına uğrattığını da bura
dan haykırmayı bir aydın görevi biliyorum. Ama başından beri, çeşitli biçimlerde
bizimle birlikte olan hatta cumhurbaşkan ının ziyarette de bizimle olan Türkiye'nin
Anayasa Mahkemesi'nin değerli başkanı Yekta Güngör Özden hem yaptığı ko
nuşmayla, hem de gelip burada vaktinin el verdiği ölçüde konuşmaları , tartışma
ları izleyerek, gösterdiği ilgiye çok teşekkür ediyoruz. Kendisi biraz önce başka
etkinlikler nedeniyle ayrılmak zorunda olduğunu söylediler. Ben cumhurbaşkan
lığı genel sekreterliğine hiç değilse gelmeyeceklerse ileti göndermesine ilişkin bi
zi oraya yansıttığını da söylediler. Kendisine teşekkür ediyoruz. Zaten gerici güç
lerin hedefi durumuna sokulmuş olan Özden herhalde bu etkinliklerde, bu konuş
malarıyla ve jestleriyle bize güç katan önemli bir yargı organı başkan ıdır. Teşek
kür ederiz ve alkışlıyoruz. TESK'e olan teşekkürümüzü belirttikten sonra Çanka
ya Belediyesi'nin bize destek verdiğini, bu gelişim ile ilgili çalışmalara ön katkıda
bulunduğunu, kimi olanaklar sağlayabildiğini, fakat elinde olmayan nedenlerle de
bizim önceden planladığımız biçimde gelemeyişi arkadaşlarımın dikkatinden
kaçmamıştır. Ufak bir otobüsle ilgili buraya geliş gidiş ile ilgili bir akşama oldu
ama biz Taşdelen'e gerçekten ilgi ve yardımları için teşekkürü borç biliyoruz. Yi
ne bunlar tek tek sayıyorum arkadaşlar insanlar köktendincilik söz konusu olun
ca hedef olmamak için destek çıkmak vaadinde bulunsalar bile bunu yerine ge
tirmemiş oluyorlar. Bu nedenle bazı özel kuruluşlar var ki bize maddi destek de
sağlamıştır. Ama çeşitli nedenlerle bunun kimler olduğunu açıklamayacak bir du
ruma geldiğimizi ya da insanlar üzerinde bu kadar baskı yaratılmış olduğunu be
lirtmek ve göstermek için yapıyorum. Ama bu arada T Ü YAP bu i stanbul'daki fu
arları ve turistik çalışmaları düzenleyen ortaklığın büyük katkıları olmuştur. Özel
likle baskı ve afiş izlencesiyle ilgili katkı ları olmuştur. Doğrusu başkanları , düzen
leme kurulunda olan örgütlere ayrıca teşekkür etmiyoruz. Onlar da büyük katkı
larda bulunmuşlardır. Bu arada Harb- İ ş Sendikası ve OLEY İ S Sendikası bize
SOSYAL- İ Ş başta tabii onu zaten aramızda ama yürütme kurulu üyesi olduğu
için Sayın Keskeç'i andım. Çünkü anarsam diğerlerini de anmam gerekir. Ama
bu arada 68'1iler Vakfını ve Mülkiyeliler Birliği'ni zikretmeden geçemiyoru m . Ve
özellikle Ankara'ya geliş gidişlerimiz de bize bağrını açan Türkiye Kent Koopera
tifleri Merkez Birliği'ne de ayrıca teşekkür ederim. Tabii ben aslı nda hele Anka-
misyonu ve öbür mahkemeye doğru gidilerek bazı haklar elde edilmeye çal ışıl
maktadır. Şimdi biz tabii bütün bu hukuk dışı, insanlık dışı birtakım uygulamala
rı yerleştiren 1 2 Eylül'ü sorgulamakta, kınamakta haklıyız. Ama buna karşı ne
yapacağız sorusunu yanıtlamak için doğrusu isterseniz yine yurttaşları mızın bi
linçli ve duyarlı hareket etmelerine, dayanışmalarına çok büyük ölçüde önem
vermek durumundayız. Demokrasiye, insan haklarına ve laikliğe ki demokrasinin
ön koşulu olan laikliğe birey olarak sahip çıkmak ve yurttaşlar girişimlerini güç
lendirmek, örgütlendirmek, örgütlü bir savaşı m vermek zorundayız. Bunun için
den hangi siyasal akımdan gelirsek 'gelelim birbirimize anlayışla bakıp elbirliğiy
le ortak düşmana karşı bu savaşımı yöneltmemeliyiz. Türkiye'de demokratik
güçler, akımlar paramparça olmuştur ve toparlamak, soruna ulaşmak zorunda
yız. Birbirimizi eleştirmeye hakkımız varedır ama doğrusu ortak düşmanla sa
vaşmada birlikte olmal ıyız. Milli Eğitim Bakanlığı gerçekten bir arkadaşımın be
lirttiği gibi, tam mollalar ordusunu yetiştiren artık milli olmayan bakanlık haline
gelmiştir. Sonuç bildirgesinde gereken yer ve önem verildiği için ayrıntılara gir
miyorum. Sayın Gürsoy ve Karaman'ın da görüşlerine katılıyorum. Şimdi böyle
ce size yapamadıkları mızın hesabını vermek durumunda olmadığımı söylemek
istedim. Şunu söyleyeyim bu kadar gönüllü ve özverili çalışan düzenleme komi
tesine diyorum ki evet hatalar benimdir. Ama ne başarıldıysa başta siz katılımcı
lar, konuşmacılar olmak üzere siz arkadaşlarımızın özverili çabalarıdır. Bir teşek
kürler listesi yerine Türkiye'nin bir dakikalı k değil, daha uzun karanlıkla olduğu
nu söyleyerek ama bundan kurtulmak için aydınlığa koşmak el ele omuz omuza
savaşıma çağ ırıyorum. Buradaki varlığınızla zaten dikkatle ve ilgiyle izlediğiniz
de bunu gösteriyor. Laiklik, demokratik, insan haklarına saygılı sosyal hukuk
devleti için el ele ileriye.
Sönmez Targan
Oturum Başkam
Sayın Cevat Geray'a ben düzenleme kurulu adına çok teşekkür ediyorum. Bi
zi bir yerde rahatlatmış oldu. Yalnız bir iki öneri var. Ben onu dikkatlerinize sun
mak istiyorum. Bu yüce kurulun bir tanesi Sayın Alparslan lşıklı'dan geldi. Seki
zinci maddede yer alan, bir iki kelimenin çıkartılması konusunda önerisi var. Bu
nu bilgilerine sunuyorum ki bunu ayrıca kurula da ileteceğim. Siyasal partiler ya
sasında bulunan ve siyasal partiler için kapatılma gerekçesi sayılan, siyasal par
tilerin, diyanetin devlet kurumu olmaktan çıkarılması ileri sürmeme yasağının
kaldırılması ve diyanet işleri başkanlığının bugüne kadar hepsine katılıyor, var
lık nedenine dair bu varlık nedeni çıkartılması gerekir diyor, tüm boyutlarıyla tar-
tışılmasını talep ediyorum diyor. Yine Veli beyin bir önerisi var, dördüncü mad
deyle ilgili. Basın yayın kuruluşları ile kitle iletişim araçlarının Susurluk olayına
haklı kelimesini koyarak gösterdikleri özen ve duyarlılığı, köktendincilik konusun
da da göstermeye çağırıyoruz önerisi var. Bunlar da önemli öneriler olarak kabul
edelim.
Cevat Geray
Mersin Üniversitesi Öğr. Üyesi
Olumlu fakat, sevgili arkadaşım Alparslan lşıklı'nın o çıkarmak istediği şeyi,
çıkartırsak kesinlikle bütünlüğü kaybolur. Savunmak mümkündür.
Sönmez Targan
Oturum Başkam
O zaman Ali Nesin arkadaşımızın da kelimelere dayanan istemleri var. Biz
bunları tekrar d9'1erlendirece(ıiz arkadaşlar. Katılarak, izleyerek katkıda bulunan
tüm arkadaşlarımıza çok teşekkür ediyorum ve bu oturumu sadece kapatıyorum.
Bundan sonraki oturumda bulunmak ümidiyle hepinize düzenleme kurulu ve
şahsım adına saygılar ve sevgiler sunuyorum.