Professional Documents
Culture Documents
Turgut Gürsan - Dünyanın Gizli Tarihi 1
Turgut Gürsan - Dünyanın Gizli Tarihi 1
Turgut Gürsan - Dünyanın Gizli Tarihi 1
Tarih: 13
ISBN: 978-605-5943-49-3
© PEGASUS YAYINLARI
PEGASUS YAYINLARI
G üm üşsüyü M ah. Osm anlı Sk. Alara Harı
www.pegasusyayinlari.com / info@pegasusyayinlari.com
TURGUT GÜRSAN
DÜNYANIN
GİZLİ TARİHİ-1
PEGASUS YAYINLARI
İÇİNDEKİLER
Önsöz.................................................................................6
BİRİNCİ BÖLÜM
Mısır Gizemleri................................................................. 7
İKİNCİ BÖLÜM
Babil Kardeşliği............................................................... 19
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Gurdjieff ve Sarmung (Sarman) Kardeşliği..................34
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
Tevrat ve İncil Mit’leri Eski Ahitteki Atalar ve
Firavunlar........................................................................42
BEŞİNCİ BÖLÜM
Essenli’ler veya Zadok’un Çocukları.............................73
ALTINCI BÖLÜM
Gnostikler........................................................................75
YEDİNCİ BÖLÜM
Haşişiler (İslamda Ezoterik Bir Örgüt örneği)
Nizari İsmaililerin Kökeni............................................. 96
SEKİZİNCİ BÖLÜM
Süleyman Tapmağının ve Hz. İsa’nın
Fakir Askerleri Tarikatı (Tapınakçılar)....................... 113
DOKUZUNCU BÖLÜM
Cizvit Tarikatı................................................................ 144
ONUNCU BÖLÜM
Gül-Haç Kardeşliği....................................................... 155
ONBİRİNCİ BÖLÜM
Masonluk, Okültizm ve Gnostisizm...........................182
5
ONİKİNCİ BÖLÜM
Hür-Masonluğun Kökenleri........................................ 190
ONÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Büyük Loca D önem i.................................................... 203
ONDÖRDÜNCÜ BÖLÜM
Alman Tapınakçıları ve Fransız Illuminizmi.............214
ONBEŞİNCİ BÖLÜM
Yahudi Kabalistler........................................................234
ONALTINCI BÖLÜM
Sabataycı-Frankist Elit................................................. 266
ONYEDÎNCİ BÖLÜM
Rothschild’lerin Sabataycı Mesih J. Frank’la ilişkisi. 282
ONSEKİZİNCİ BÖLÜM
Bavyera Aydınlanmışları (Illuminati).........................283
ONDOKUZUNCU BÖLÜM
Illuminizm’in Fransız ihtilali Üzerindeki Etkileri..... 300
YİRMİNCİ BÖLÜM
Fransız ihtilalinin Finansörleri...................................319
YİRMİ BİRİNCİ BÖLÜM
ABD Dünyanın ilk Masonik Cumhuriyeti ...............332
YİRMİ İKİNCİ BÖLÜM
Illuminati Ve ‘Kaos’tan Doğan Düzen Plânları.........339
YİRMİ ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Etniki Eterya (‘Ulusal Kardeşlik’) ............................... 345
YİRMİ DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
Marx ve Engels’in Akıl Hocası; Haham
Moses Hess....................................................................354
YİRMİ BEŞİNCİ BÖLÜM
1848 İhtilali-İlk Dalga.................................................. 361
YİRMİ ALTINCI BÖLÜM
6
1848-49 İhtilali—İkinci Dalga 365
7
ÖNSÖZ
9
BİRİNCİ BÖLÜM
MISIR GİZEMLERİ
11
Bu arada, ilk örgütlenmelerinin Atlantis kıtasında
başladıkları sanılan çeşitli mesleki kuruluşlar ve özellikle
de inşaat loncaları, piramitlerin ve diğer mabetlerin yapı
mında aktif rol oynadılar. Mısır’daki bu loncaların devamı
niteliğinde olan Yahudi loncalarının Süleyman Mabedi’nin
inşasında oynadıkları rol yakından bilinmektedir.
1888 yılında Libya çöllerinde yapılan kazılarda bulu
nan papirüs rulolarında M.Ö. 2000 yılında düzenlenen giz
li bir lonca toplantısından bahsedilmektedir. Bu loncanın
Süleyman Tapınağının yapımında rol aldığı anlaşılmıştır.
Masonluk bugün halen var olan gizli örgütlerin en
eskilerinden biridir. Masonların efsaneleri kayıp kıta
Atlantis’e ve hatta Mu kıtasına kadar uzanmaktadır
Durugörü medyumu, okültist, teozofıst ve büyük Mason
Üstadı olan C. W. Leadbeaterl, “Freemasonry and Its Ancient
Mystic Rites” (Masonluk ve Eski Mistik Ritleri) adlı kitabın
da1Atlantis’lilerin Mısırı günümüzden 150.000 yıl önce işgal
ettiklerinden ve ilk büyük Mısır İmparatorluğunun M.Ö.
75.025 yılma kadar devam ettiğinden bahseder.
Büyük bir felaketten sonra, Atlantis uygarlığını oluş
turan Ruta ve Daitya adaları Okyanusun sularına gömü
lürken, geriye yalnız Poseidon adası kalmıştı. Leadbeatere
göre, Mısır’ın görkemli üç büyük piramidi işte bu impara
torluğun egemenliği döneminde, Atlantis’li rahiplerin ma
tematik ve astronomi bilgilerine dayanılarak yapılmıştı.
M.Ö. 75.025 yılındaki büyük felaket esnasında bütün
Mısır sel suları altında kalmış, eski ihtişamlı günlerden
geriye sadece üç büyük piramit kalmıştı.
Sular çekildikten sonra, ülke yeniden Atlantis’liler
1 Adı geçen yazarın, “İnsanlardaki Güç Merkezleri, Şakralar” adıyla Türk-
çeye çevrilmiş bir kitabı bulunmaktadır. (Ruh ve Madde Yayınları).
12
tarafından kolonize edildi. Bu imparatorluk Mısır’ın
Aryan’lar tarafından işgaline kadar (M.Ö. 13.500) sürdü.
Yazara göre, Yunanlıların yarı-Tanrı diye nitelendir
diği ilahi krallar hanedanı Aryan lardan çıkmıştı.
M.Ö. 40.000 yılında “Beyaz Loca’nın gönderdiği
“Dünya Öğretmeni” Mısır’a geldi. Mısırlılar ona “Tehu-
ti” veya “Thoth,” Yunanlılar ona “Hermes” diyorlardı. O,
Mısır tanrılar kült’ünü kurdu ve eski “Mısır Gizemlerini”
yeniden yürürlüğe soktu.
C.W. Leadbeater’e göre Mısır, Orta Asyaüaki “Büyük Be
yaz Kardeşliğin”23dünyadaki yardımcı merkezlerinden biriydi.
13
“Büyük Beyaz Kardeşlik,” birçok ünlü kişinin yetiş
tiği bir bilim ocağıydı; Hermes Trismegistos, Homeros,
Solon, Pitagoras, Plotinus, Essenliler, Kral Dagobert, Aziz
Thomas, Bacon, Shakespeare, Jakob Böhme v.b gibi.
“Büyük Beyaz Kardeşlik”in bilgeleri, Kral Süleyman
zamanında ilk Mason locasını kuranlardı.
Daha sonra geniş olarak ele alacağımız Gül-Haç’lar,
“Büyük Beyaz Kardeşlik’’in mirasçılarıydı. “Büyük Beyaz
Kardeşlik”in bütün gerçek müritlerinin en belirgin özelli
ği suskunluk kuralıydı.
Özetlersek, “Büyük Beyaz Kardeşlik” -ki bunlara
Gül-Haç da diyebiliriz- geçici olarak Tapınakçılar’d a ci-
simleşen tinsel şövalyeler ve seçkin bilgeler topluluğu idi.
Yahudi Gizemleri:
14
M.Ö. 75.025 yılındaki büyük felâketten 4000 yıl önce
Mısır’daki Atlantislilerin İmparatoru Manu, takipçilerini
Atlantis’in geri kalan halkından ayırarak, Arabistan’ın
yukarı kesimlerine doğru götürdü. Manu’nun takipçileri
daha sonra Aryan kök ırkını oluşturdular.
Manu taraftarlarına komşularıyla karışmamaları ve
ırklarının safiyetini korumaları konusunda çok sıkı tali
matlar verdi.
Bu insanlar kendilerinin “seçkin insanlar” olduk
larına inanıyorlardı. Büyük felaketten az bir süre önce,
bu “seçkin insanlar”dan 700 kişi Manu’nun liderliğinde
Orta Asya’ya göç ettiler ve daha sonra bütün dünyaya ya
yılan Aryan ırkının çekirdeğini oluşturdular.
M.Ö. 40.000yılmdayeni kökırkın 2’nci alt ırkı, Arabistanı
yeniden sömürgeleştirdi. Geride kalan Samiler, Atlantisli
halklar arasında bu insanlara en yakın insanlardı.
Arabistan büyük bir Aryan Krallığı haline geldi.
Yarımadanın güney kısmında oturan belirli bir grup in
san Manu’nun emirlerine uymadı (Yani yalnız kendi ır
kından olan insanlarla evlenme konusunda).
Daha sonra Arabistan’ın güneyi de Aryaıılar tarafın
dan fethedildi. Güneydeki halkın fanatik bir kesimi yurt
larına dönmek istediler ve bugün “Somali” diye adlandı
rılan ülkeye göç ettiler. Burada yüzlerce yıl yaşadılar ve
oradaki zencilerle karıştılar.
Bunlardan bir grup insan, cemaatlerinden ayrılarak,
birçok göçten sonra, bugün Mısır denilen bölgeye yer
leştiler. Devrin Mısır Firavunu kendilerine yerleşecek bir
bölge gösterdi. İşte bugün kendilerine “seçilmiş halk” di
yen Yahudiler, ilk defa tarih sahnesine burada çıktılar.
Yahudiler, Mısır’d aki ikâmetleri sırasında Mısır
Gizemlerine belirli bir dereceye kadar inisiye oldular.
15
Üstad yazar, Mısır hikmet ve bilgeliğini öğrenen Musa’nın
‘Yahudi Gizemciliğinin gerçek kurucusu olduğunu iddia
etmektedir.
1- Başlangıç:
16
smda Babil ve Mısır’d a yaşamış olarak kabul edilirler.
İslam’d a da Hermes bir kültür kahramanı olarak ele
alınmış ve tüm sanat ve bilimleri icat ettiğine inanılmıştır.
Yahudilik, çok öncelerden beri, hem ezoterik kült
lere, hem de “Gizli Tanrı” ve “Demiurgos” kavramlarını
çağrıştıran iki katlı bir felsefeye sahipti. Örneğin, Essene’ler
kendilerinin, sıradan insanlara ve hatta Kudüs’te yaşayan
rahiplere bile verilmeyen bazı bilgilerin sahibi olduklarını
savunuyorlardı. Essene’ler ile Hıristiyanlık arasındaki kuş
ku götürmez ilişkiler epey tartışılmıştır. Esseneler’in cinsel
oruç ve ortak topluluk yaşam konusundaki yaklaşımları ile
Hıristiyanlığın ilk dönemlerindeki manastır keşişliği ara
sındaki benzerlikler dikkat çekicidir. Hem Essene’ler, hem
de ilk dönem Hıristiyanlar popülizm, Mesihçilik ve şiddet
eğilimi konularında birleşmektedirler.
Mısır’da yaşayan ve giderek Helenleşen Yahudiler
arasında ise, Eski Ahit bilgeliğinin ezoterik ve gizemci
yorumları sayesinde, Platonculuğu Mısır düşüncesi ile
bütünleştirmek yolunda bir eğilim vardı. Bu eğilim, M.S.
I’nci ve H’nci Yüzyıllarda “Yahudi Gnostizmi” diye ad
landırılabilecek bir gizemci ve ezoterik akıma yol açtı.
Bu akım Hermesçiliğin anahtar unsurlarının çoğuna yer
vererek, Tevrat metinlerinin içerdiği gizemli ve numero-
lojik gizler gibi, tümüyle Yahudilere özgü ilgi alanlarının,
yani Kabalanın gelişmesini sağladı.
Kabala, Rönesans döneminde Hermesçilik ile içiçedir.
Güney Fransa ve Ispanya’da XII. ve XIII. Yüzyıldagörülen Ya
hudi gizemciliğindeki gelişmenin, büyük ölçüde Hermesçilik
ve uzantılarının Yahudilik, Hıristiyanlık ve îslamda yaşamayı
sürdürmüş olmasıyla açıklanabilir.
Güney Fransa’da yani Languedoc yöresi, Hıristiyanlık
ve İslam arasındaki sınırda bulunmaktadır. Bu bölge
17
aynı zamanda İslam yönetimi altında yaşayan Sefarad
Yahudileri ile Hıristiyan yönetimi altında yaşayan
Aşkenaz Yahudileri için de bir kavşak noktasıdır.
Avrupa Hıristiyanlığının karşısına çıkan en radikal
sapkınlık olan K athar’cılığın bu bölgede ortaya çıkması
bir rastlantı değildir.
Kathar’cılık, içersinde iki ayrı sınıf bulunuyordu; bir yan
dan “Credentes” adı verilen sıradan inananlar, diğer yandan
“Perfecti,”yani yetkinliğe ermiş olanlar vardı. Perfecti’ler, dü
şünsel evrene ulaşabilmek amacıyla kendilerini maddi evren
den soyutlamaya çalışıyorlardı.
Kathar’cılık temelde bazı Hermetik gelenekleri de
bünyesine alıyordu. Ancak esas olarak İran’a özgü Zerdüşt
ve Mani inançlanndan türemiş keskin bir düalizme sa
hipti. Bu düalist yaklaşım Tanrı-Şeytan, iyilik-kötülük,
ruh-beden gibi kozmik güçlerin çekişmesi ve birbirini
dengelemesi üzerine oturtulmuş bir felsefe idi.
Katharcılığın ve Kabalanın hemen aynı dönemlerde,
birbirine çok yakın bölgelerde gelişmiş olmaları çarpıcıdır
ve bu bölgenin toplumsal ve kültürel niteliklerinde olağa
nüstü yönler olduğunu ortaya koymaktadır. Doğal olarak
Katharcılık ile Kabalanın birbirlerini etkilemiş olduklarını
düşünmek gerekir. İki akım arasındaki benzerlik toplumsal
yapı açısından da ilginçtir. Katharlar’daki “Perfecti” sınıfının
“Credentes" tarafından desteklenip, sadakada korunması gibi,
Kabalacı Hahamlar da sağladıkları manevi yararlar sayesinde
Yahudi cemaati içinde korunuyorlardı.
Katharlar’ın kökünün Katolikler tarafından kuru
tulmuş olmasına rağmen, Kabalacı’lar böylesi bir tehli
ke ile karşılaşmadılar. Kabalacı akım, 1492 yılında tüm
Yahudilerin Ispanya’dan kovulmasına kadar, Yahudiliğin
ezoterik bir unsuru olarak gelişmesini sürdürdü.
18
Kabala ezoterik bir sistemdir, zira belirli sınırların
aşılması ve Eski Ahit metinlerinin “derin okunuşu” söz
konusudur. Bu da kaçınılmaz olarak, metinlerin yüzeysel
okunuşundaki tarihselliği ve Ortodoks Yahudiliğin akılcı
lığını reddetmeyi gerektirir. Kabala, yoğun sezgi ve ince
leme ile ulaşılabilen bir gizemin araştırılmasıdır. Kabala
aynı zamanda Hermesçilikte görülen tüm kilit düşünce ve
kavramları içerir. “Üçbirlik,” “Gizli Tanrı,” harekete geçiren
“Logos,” "Sekiz Gök Küresi” ve iyi eğitilmiş gizemcinin bu
kürelerin ötesine geçebilmesi gibi, Kabalacı kavramların
tümü Hermetizm’de de vardır.
2- Rönesans:
19
1460 yılında Cosimo de Medicis ünlü filozof, bilim
adamı ve çevirmen Marsilio Ficino’dan Yunan filozofla
rının ünlü eserlerinden önce “Corpus Hermeticum”’\m
çevrilmesini talep etti. Zira Mısır Yunanistan’dan eski,
Hermes Trimegistos Platondan önceydi. Ficino’nun
Floransa yakınlarındaki villasında oluşturduğu yeni
“Akademi”de bu yeni çeviriler inceleniyordu. Aynı ça
lışmalar İtalya’nın önemli kentlerinde ve daha sonra
Avrupa’nın her yanında ortaya çıkan Akademilerde de
yapılıyordu. Bu Akademiler, Platon’nun modeline göre
oluşturulmuşlardı ama Akademi üyeleri tıpkı Mısır ta
pınaklarındaki kutsal rahipler gibi örgütlenmişlerdi.
Akademilere giriş, Mısır’a dayanan gizemlere ulaşma
ve ölümsüzlük kazanma amaçlı inisiyasyon törenleri ile
gerçekleştiriliyordu. Rönesans Akademileri örgütlenme
biçimi olarak Neo-Platonculara benzemekle birlikte,
Platon ve Pitagoras felsefelerine, bilim, sanat ve büyüye
hep Mısır açısından bakıyorlardı.
XV. Yüzyılın sonlarında ünlü düşünür ve gizemci Pi
della Mirándola, Neo-Platoncu düşünce ve Hermetik
gelenekler ile Kabalayı birleştirdi. Önceden beri ilişkili
olan Yahudi gelenekleriyle Mısır geleneklerinin yeni
den birleştirilmesi çabasını, XVI. Yüzyılda Campanella
da sürdürdü. Hıristiyanlığın katı kurallarla dolu evreni
ni aşmakta yaratıcı Rönesans düşünürleri için Mısır ve
Hermetizm’d en başka bir alternatif yoktu.
Yalnızca 1471 ile 1641 yılları arasında Ficino’nun
‘Hermética’ çevirileri 25, Patritius’un çevirileri 6 baskı
yaptı. “Asklepius” tam 40 kez yayınlandı. 1400 ile 1700
yılları arasında Batılı gezginler tarafından Mısır’ı anlatan
250 kitap yayınlandı.
Bilginin kaynaklarına ulaşmak için Mısır’a seyahat etmiş
olmak, dogmalara saldırmayı bir ölçüde meşru kılıyordu.
Örneğin Paracelsus, büyük ihtimalle uydurma olma-
20
sma rağmen, Mısır’a gittiğini ileri sürüyor, kendi eserleri
ni Hermesçi olarak nitelendiriyordu. Ne var ki Paracelsus,
Newtona kadar sürecek olan bir geleneğin ilk adımıydı.
Bu gelenek, Yunan ve Roma tarafından korunması başa
rılamayan eski Mısır bilgeliğini yeniden elde etmek için
deneylere yönelmeyi savunuyordu.
XVI. Yüzyılda Hermesciliğe ve Mısır’a beslene
ilgi kuşkusuz Rönesans kültürünün en saygı duyulması
gereken yönüydü. Hermesciliğin o dönemde verdiği en
büyük ürün, bilimin ve araştırma özgürlüğünün öncüsü
Giordano Bruno kişiliğinde ortaya çıktı. Bruno, kendi
sinden öncekilerden ve çağdaşlarının tümünden daha ileri
gitmiş olması bakımından olağanüstüdür. Tüm çabalarına
rağmen, Bruno’d an önceki Hermesçiler, Hıristiyanlık ta
rafından çizilen sınırlar içinde kalarak, Mısır düşüncesini
Incil’de yer alan bilgilerden daha yukarı taşıyamamışlardır.
Oysa Bruno, Mısır bilgeliğine ulaşabilmek uğruna yalnızca
Hıristiyanlığın değil, Yahudiliğin bile ötesine geçmeye cesa
ret etmiş, üstelik bu çabanın hem entelektüel, hem de siya
sal açıdan gerekliliğini vurgulamıştır. Bruno, Hermesciliği
katıksız Mısırlıhğa döndürmeye çabalamıştır; onun için
Hermesçi Mısır inançları aslında dinin ta kendisidir.
Hıristiyanlığın sınırlarını aşan Bruno, inançları yü
zünden Engizisyon tarafından yakılarak öldürülmüştür.
Sonuçta Rönesans düşünürleri büyük çoğunluğu özgün ve
yaratıcı kaynağın Mısır olduğuna ve Yunanistan'ın Mısır bilge
liğini aktarmada yalnızca aracılık ettiğine ikna olmuşlardı.
3- Onyedinci Yüzyıl
21
Roma’d a diri diri yakıldı. Onun kurban edilmesinde
ki amaç, Kilisenin doğrudan meydan okumalardan
korunmasıydı. Zira XVII. Yüzyıl Roma’sında eski Mısır
en etkin entelektüeller arasında saplantı haline gelmişti.
Bu kişilerden biri de Athanasius Kirscher idi.
Kirscher astroloji, Kabala ve Pitagoras felsefesi ile ilgi
lenen bir Hermesçiydi ve Hermes Trimegistos’un çok
eskilerde yaşadığına kuşku duymuyordu. Mısır’ı “ilk bil
gelik” ya da “felsefe” için anayurt olarak kabul ediyordu.
Kirscher hayatını hiyeroglifleri çözmeye adadı; zira bunu
yalnızca bir bilgi hâzinesi olarak değil, ideal bir simgesel
alfabe olarak görüyordu.
Mısır tutkusu yalnızca Katolik ülkeler ile sınırlı de
ğildi. Protestanlar da Mısır ve Hermesçilik ile ilgiliydiler.
XVII. Yüzyılda Almanya, Fransa ve İngiltere’d e ortaya
çıkan “Gül-Haç’çılar” bir tür “Gerçek Din” kavramını ge
liştirirken Hermesciliği temel aldılar. Gül-Haç’çılar, top
lumun gerçek bilgeliğe ulaşmış seçkin bir aydınlar gru
bu tarafından yönetilmesi gerekliliğini savunuyorlardı.
Böylece Mısır rahiplerinden Pitagorasçı kardeşlik toplu
luklarına, oradan da Platon Akademisine uzanan ezoterik
zinciri izlemiş oluyorlardı. Hermesçilik, XVII. Yüzyıldan
beri Gül-Haççılığa, XVIII. Yüzyıldanberi de Masonluğun
simgesel ritüellerini etkilemeye devam etmektedir. 19’ncu
Yüzyıl sonunda ortaya çıkan M artinizm, Teozofi, “Altın
Şafak Herm etik Tarikatı” gibi etkin ezoterik akımların
arkasındaki itici güç yine Hermesçilikti.
22
İKİNCİ BÖLÜM
BABİL KARDEŞLİĞİ
23
Tanrıçası Nirikurşag’ı temsil ediyordu. Nemrud Afrika’daki
Dogon kabilesinin yarı-insan yarı-balık tanrısıydı.
Kraliçe Semiramis bir balıkla sembolize ediliyordu,
çünkü Babilliler balığın bir afrodizyak olduğuna inanı
yorlardı. Bu sebepten Semiramis Babil’d e “Aşk Tanrıçası”
oldu. İlginçtir ki, Hıristiyan dini sembolizmi ve mima
risinde “balık” önemli bir yer tutmaktadır. “Kutsal Ruh”
olarak Semiramis’in zeytin dalı tutan bir güvercin olarak
resmedildiğini görüyoruz.
Semiramis adı, Hint tanrısı ‘Sami-Ramaisi’ veya
Semi-ra-mis’d en türemişti. “Balık ve güvercin” birçok in
sanın gerçek anlamını bilmediği semboller arasındadır.
Örneğin; Kuzey İrlandalı teröristgrup IRA’nın (İrlanda
Cumhuriyet Ordusu) sembolü güvercindir. Ayrıca İngiliz
kraliyet sembolleri arasında da güvercin bulunmakta
dır. IRA ve İngiliz Monarşisi, Babil Kardeşliğinin cephe
örgütlerindendir. “Bilinenin tersine güvercin barış değil,
ölüm ve yokolmanın sembolüdür." Çünkü biraderler her
zaman o sembolü ters anlamıyla değerlendirirler. Kitleler
için pozitif olan, “Biraderlik”için negatiftir.
Semirami.se “Göklerin Kraliçesi” (Rhea), “Tanrıların
Bakire Anası ”ve bazen de “Büyük Dünya Ana”(Ningurşag)
denirdi. Ona “Astarte” (Kuleleri inşa eden kadın) diye
tapılırdı. Bunun Nemrud’un yaptırdığı söylenen Babil
Kulesi ile de ilişkisi olabilir.
Avrupa kraliyet aileleri doğrudan Babil’in kan bağın
dan gelmektedirler. Giydikleri taçlar, Nemrud tarafından
giyilen boynuzlu başlıktan esinlenerek geliştirilmiştir.
Roma Kilisesi de “Babil Kardeşliği’nin bir yaratığıdır.
Papalar halen Nemrud’u sembolize eden balık şek
linde piskoposluk tacını giymekteler!..
24
Roma Kilisesi ve “Babil Kardeşliği” tek ve aynı şeydir.
NewYork’taki “Özgürlük Heykeli” Semiramis’i sem
bolize etmektedir ve Fransız Masonları tarafından yapıl
mıştır.
Babil rahiplerinin yönetici sınıfına “Papalar Büyük
Konseyi” denirdi. Bu isim daha sonra Roma Kilisesine
transfer olmuştur.
Kitleler batıl inançlara doğru yönlendirilip, sembolik
hikâyelerin gerçek olduğuna inandırılırken, seçilmiş ini-
siyelere gerçek bilgiler -eğer açıklarlarsa ölecekleri tehdi
di ile- verilirdi.
İnsan kurbanı, Babil Dini ve Babil Kardeşliğinin te
melini oluşturmuştu ve bunlar nereye giderlerse gitsinler,
insan kurbanı töresini de beraberlerinde götürüyorlardı.
Babil rahipleri kutsal sunaklardan bazılarını da yi
yorlardı ki, bu rahipler için kullanılan “Cahna-Bal” de
yiminden “insan eti yiyen” anlamında “Kanibaî” kelimesi
türemiştir.
Moloch (Uçan Kertenkele) Nemrud-Tammuz
(Temmuz)un başka bir adıydı. “Tammuz-Moloch,” ço
cukları diri diri yakma ritüeline verilen bir isimdi ki, bu
ritüel halen günümüzde de devam etmektedir.
Daha sonra Druid’ler tarafından İngiltere’de 1
Mayıs’ta gerçekleştirilen “Beltane” ritüelinde de çocuklar
kurban edilmekteydi. Bu ritüel, biraderlik Avrupa’d a ya
yılmaya başladığı zaman, Babilliler’d en miras kalmıştı.
İlginçtir ki, 23 Haziran-Temmuz Bayramı bugün
Hıristiyanların St. John Günü olarak kutlanmaktadır.
Satanistlerin sık olarak başvurdukları ve uğruna ço
cuk kurban ettikleri tanrılardan biri de Yunan efsanele
rinde adı geçen Siklopslar Kralı Kronos’tur.
25
Kronos kule inşa ettirici olarak bilinir ki, bu da bize
Babil Kulesini inşa ettiren Nemrud’un başka bir versiyo
nunu düşündürmektedir.
Babil’de olduğu gibi, bugün de biraderlik hiyerarşi
sinde şeytani ritüeller, çocuk kurbanı ve kan içme ritüel-
leri devam etmektedir.
Babil dininin üç temel unsuru Ateş, Yılan ve Güneş’ti.
Burada biraz Güneş üzerinde durmak istiyorum; çünkü
Güneş, Babil Kardeşliği ve diğer elit guruplar için haya
ti bir önem taşıyordu. Onlara göre, Güneş çok boyutlu
bilincin (ki bu bilinç, görünmeyen frekans seviyesinde
Güneş sistemimizin ötesine geçebiliyordu.) sembolü idi.
Yazar Maurice Cotterell “The Mayan Prophecies” adlı
kitabında Mayaların insanm evrimsel devirlerini Güneşteki
lekelerin artışına göre hesapladıklarını açıklamıştır.
Meksika Başkanı Miguel de La M adrid bir ko
nuşm asında Mayalar’ın, “sürüngenim si ırk”la (İguana
ırkı) karıştığını iddia etmişti.
Cathy O’Brien, CIA Zihin Kontrolü Kölesi, “Trance-
Formation of America” adlı kitabında (Bu kitap Türkçe’ye
“Baykuş İmparatorluğu” adıyla çevrilmiştir.) Meksika
Başkanı Miguel de la Madrid hakkında bilgi verirken
şunları söylüyor:
“De la Madrid ‘İguana efsanesini’ bana aktarmıştı.
Buna göre kertenkele benzeri uzaylı yaratıklar Maya uy
garlığına saldırmıştı. Maya piramitleri, ileri astronomik
teknolojileri, hatta bakirelerin kurban edilmesinin bile
kertenkele yaratıklarından kaynaklandığını söylüyordu.
Bana söylediğine göre yaratıklar, Mayalılar ile çiftleşerek
yaşayabilecekleri bir hayat formu bulmaya çalışırken, bu
kalemun gibi, insan ile İguana arası bir görüntü arasında
gidip gelmişlerdi. “Dünya liderlerine dönüşmek için mü
26
kemmel bir araç.” De la Madrid Maya/yaratık soyundan
geldiğini söylüyor ve “istediği zaman bir İguanaya” dönü
şebileceğini iddia ediyordu.
Güneşin manyetik emisyonlarının etkisinin ne oldu
ğunu anlamak için enerjinin anlamını genişletmek gere
kir. Bilinmelidir ki her şey enerjidir!.. Hayat, manyetik
vibrasyonel (titreşimsel) alanların birbiriyle girişimidir.
Manyetizmi değiştirirseniz, enerji alanının da doğasını
değiştirmiş olursunuz. Enerji alanını değiştirirseniz, her
biri değişik enerji formları olan, zihinsel, duygusal, ruh
sal ve fiziksel hayatı değiştirmiş olursunuz.
Diğer gezegenler bunu Güneşin etrafında dönerek
yaparlar ve Dünyanın manyetik alanını etkilerler. İşte
buna “Astroloji” deniyor.
Yukarda adı geçen yazar Cotterell, doğum anımızda
bu alanlardan çok etkilendiğimizi belirtmektedir. Bilim
adamları da insanların Güneşle senkronize olan bir “iç
saati” olduğunu keşfetmişlerdir.
Özetle Güneş’in insan hayatı üzerindeki etkisi çok
güçlüdür ve ısı ve ışık etkisinden çok farklıdır.
Babil Kardeşliği ve ona dayanan kan bağları Ortadoğu
ve Yakındoğuya doğru, özellikle Mısır’a, daha sonra da
Avrupa ve Amerika’ya doğru yayılmıştı. Yazar David
lekeye göre ilk Mısır Medeniyeti, Venüs gezegeninde mey
dana gelen büyük değişikliklerden sonra, Mars’d an6 gelen
6 1976 yılında Mars’a gönderilen Viking Via çektiği 70A13 num ara
lı fotoğraf karesinde, görülen “Yüz,” fotoğrafı analiz eden Dr. Marc
J.Carlotto tarafından Mısır’daki Sfenks’in yüzüne benzetilmiştir. Daha
da ilginci DiPietro ve Mole-naar’ın “Uııusual Manian Surface Featu-
res” kitabında verdikleri fotoğraflar arasında devasa boyutta iki pen-
tagonal piramit görülmektedir. Bu piramitler “Yüz”e yakın bir yerde
bulunmaktadır, lan Ridpath’ın “Journal of the British Interplanetary
Society”de yazdığına göre, Kahire (Yani El-Kahire) Arapça “Mars”
anlamına geliyordu. Eski Mısırlılar Mars’a Hor Dshr =Kırmızı Horus
derlerdi. Yukarı Mısırda bulunan bazı mezar yazılarında Sfenkse Ho-
27
Aryan’lar (Fenikeliler) ve sürüngenimsi Anunnaki’ler
(veya onlar olmadan) tarafından kurulmuştu.
Fakat M.Ö. 2000’li yıllarda sürüngenimsi Anun-
nakiler’in Mısır’ın yönetimini tamamen ellerine geçir
dikleri sanılıyor. Muhtemelen Anunnakiler’in etkisi ile,
Mısırlı Mendes rahipleri tarafından M.Ö. 2200 yılında
“Ejderha Krallığı” örgütü kuruldu. Bu örgüt, bugün de
varlığını sürdürmektedir (“Imperial and Royal Court of
the Dragon Sovereignty” adı altında).
Kendisi de bir Tapınakçı- mason olan (Knight Templar
of St. Anthony) İngiliz yazar Laurence Gardner, “Imperial
Court of Dragon” örgütünün başkamdir (Şansölyesi).
Gardner’a göre “Dracula,” Dracul’un oğlu anlamına
geliyordu. Dracul=Draco (Ejder)
Nereye giderlerse gitsinler, Babil Kardeşliği mensup
lan kendi gizem okullarını kurarak, halkı saçma inançlara
yönlendirdiler ve onların korku ve batıl inançları üzerine
kendi egemenliklerini kurdular.
J. G. Bennet, “The Masters Of Wisdom” (Hikmet
Üstadları) adlı kitabında belirttiğine göre, ünlü mistik
G.Guıdjieff ona “Gizem Okullarının” kuruluş tarihinin
30.000 - 40.000 yıl öncesine kadar geri gittiğini söyle
mişti. Gurdjieff bunu, Kafkas dağlarındaki mağaralarda
bulunan resimlerden ve Türkistan’daki araştırmalarından
sonra ortaya çıkarmıştı.
Ünlü Mason Üstadı (otuzüç dereceli) tarihçi Manly P.
rakti yani, Mars denildiğini öğreniyoruz. İlginçtir ki çok uzun zaman
önce Sfenks-Mars’ı sembolize etmek için - kırmızıya boyanmıştı. Dik
kat edilirse, Sfenksin insan başlı ve aslan gövdeli olduğu görülecektir.
Eski Hindu mitolojisinde Mars gezegeni ‘Nr-Simha’ yani ‘insan-aslan
olarak tasvir edilirdi. Bütün bu bilgiler eskilerin, kızıl gezegen Mars
ile Mısırdaki Sfenks arasında doğrudan bir bağlantı olduğunu bildiklerini
göstermektedir. Orta Avrupa’d a bulunan ve bilinmeyen bir uygarlığa ait
olduğu sanılan üçgen şeklindeki bir taşın üzerinde kozmik su motif
leri ve altında Mars’d aki “Yüz’e benzer bir şekil görülmektedir. Bu taş
Mısır’ın kutsal Benben taşma da benzemektedir.
28
Hall, “The Secret Teachings O f All Ages” (Bütün Çağların
Gizli Öğretileri) adlı kitabında şunları yazmaktadır:
... “Mısırda Atlantisli kara büyücüler, kullandıkları
insanüstü güçleri nedeniyle ilkel gizemlerin ahlâki çö
küntüye uğramasına sebep oldular. Kara büyü devlet dini
haline geldi ve bireylerin entellektüel ve ruhsal faaliyetle
rini felce uğrattılar.”
Halkın sözkonusu ettiği Atlantisli kara büyücüler
“Babil Kardeşliği”ni oluşturan sürüngenimsi-insan
melezleri miydi?
Hintli Aryanlar Güneşe Baba-Tanrı “İndra” diye
taparlardı. Hititliler ve Fenikeliler ise ona “Bel” derler
di. Birçok isim altında anılan Aryanlar, Sümer, Babil,
Mısır, Önasya ve diğer Ortadoğu ülkelerine yerleştiler.
Buralarda hep aynı mit ve dinlere rastlandı. Bu sebepten
bütün büyük dinler bize aynı hikâyeleri değişik isimler al
tında sunmaktalar. Çünkü hepsi aynı kaynaktan geliyor!..
Bu Aryan ırkın kökenleri Mars gezegenine dayanıyordu.
İngiliz yazar L. A. Waddell, “The Phoenician Origin
O f Britons, Scots And Anglo-Saxons” (Britonlar’in,
İskoçlar’m ve Anglo-Saksonlar’ın Fenikeli Kökenleri)
adlı kitabında, Fenikelilerin Sami bir ırktan olmayıp,
beyaz Aryan ırktan geldiğini iddia eder. Gerçekten de
“Royal Antropogical Institute” (Kraliyet Antropoloji
Enstitüsü)’nün Fenike mezarlarında yaptığı araştırmalar
da Fenikelilerin Sami’lerden tamamen farklı, dolikosefal
(Uzun kafataslı) Aryan ırktan geldikleri anlaşılmıştır.
Mısırlılar, Fenikelileri Panag, Panasa ve Fenikha diye
biliyorlardı. Mısırlıların birçok tanrılarını beyaz tenli ve
mavi gözlü olarak tanımlamaları, onların Aryan-Fenike
kökeninden dolayı idi.
29
İşte Aryan ırkının bu dünya-dışı kökeni (Yani
Mars) Nazilerin ve onları ortaya çıkaran gizli örgütlerin
(Tapınakçılar, Vril, Thule v.b. gibi) tutku ve saplantısı hali
ne gelmişti. Naziler, Arilerin dünya-dışı kökeni dolayısıyla
“Üstün tanrısal bir ırk”tan geldiklerine inanıyorlardı.7
Masonların mitolojik kahramanı Hiram Abif’in
(Süleyman Tapınağının mimari olduğuna inanılır.)
Fenikeli olduğu kabul edilmektedir. Ünlü Firavun
Ahenatonun büyükbabası (Firavun Tutankamonun ba
bası) Fenikeli bir başrahipti.
M ısır’ın mitolojik kuşu Föniks, gerçekte
Fenikelilerin “Güneş Kuşu” idi. Bu kuş, Güneş Tanrısı
“Bil” veya “Bel”i sembolize ediyordu.
30
Musa’nın izine rastlamadılar. Daha da anlaşılmaz olanı,
Eski Ahit e göre 430 yıl boyunca Mısır’d a yaşayan, 210
yıl köle olarak tutulan onbinlerce Yahudi’d en Mısır tarihi
nasıl olur da hiç bahsetmez? Firavundan kaçan binlerce
Yahudi köle Kenan bölgesine, yani Firavunun toprakla
rına nasıl, korkusuzca yerleşebilmiştir? Niçin Mısır’da tek
bir Yahudi mezarı, bir mezar taşı, bir duvar yazısı veya bir
mektup bulunamamıştır?
Messod ve Roger Sabbah bu “muammaları” çözmeyi
başardılar.
Tevratta anlatıldığı şekliyle, Yahudilerin Mısır’d an
Hz. Musa’nın önderliğinde kaçışının hiçbir kaydı yoktur;
çünkü Yahudi tarihinin “Yahudilerin Göçü” diye verdiği
olay, Ahen-Aton kentinde yaşayan tek Tanrılı Mısırlılar’ın
Firavun Ai tarafından sürülüşünden başka bir şey değildir.
Mısır’ın ilk tek Tanrıya inanan Firavunu Ahenaton’un
ölümünden sonra, Firavun Ai, Ahenaton’un başkenti
Ahen-Aton (Şimdiki Tel el-Amarna) halkım sımrdışı etti.
Böylece tek tanrıcılığı Mısır’dan atmış oldu.
Ancak tek tanrıcılık yok olmadı. Ahen-Aton halkı
“Sazlıklar Denizi’ni aşarak Sina Çölüne geçti. “Denizin
yarılması” efsanesi de Mısır mitolojisinde yer alan
“Anadeniz’in Firavun tarafından ikiye açılması” efsa
nesinden farklı bir şey değildir. Filistin’in Kenan böl
gesine yerleşen Mısırlı rahipler ve asillere “Firavuna
(Yani Ahenaton’a) tapan” anlamına “Yahud” adı verildi.
Yahud’lar burada Yahuda Krallığını (Yuda) kurdular.
Yani Tevratta adı geçen Hz. İbrahim, Sara, İshak,
Rebeka, Yakup, İsrail v.b. Hepsi aslında Mısırlı asillerdi.
Hz. Musa, ilerde Firavun I. Ramses adıyla tahta ge
çecek olan Mısırlı General Mose (Ra-Messu) idi. Yuşa
31
(Musa’nın halefi) ise Musa’nın büyük oğluydu.
Ve en önemli bulgu, bugüne kadar çözülememiş sır
da ortaya çıktı;
Hz. İbrahim, Firavun Ahenaton’d an başkası değil
di!.. Müslüman Mısırlılar bugün bile bu Firavundan
“Ahenaton Aleyhisselam” diye sözederler.
Bu belgeler doğruysa, sadece 3500 yıl öncesine ait
tarih yeniden yazılmayacak, Yahudilerin anavatanının
Filistin değil, Mısır’ın Yukarı Nil kıyıları olduğunun orta
ya çıkmasıyla, yakın tarihe bakış da gözden geçirilecek.
Vincent DiPietro ve Gregory Molenaar adlı NASA
bilimadamlarınm, Mars’ın “Cydonia” bölgesinde altı
adet dev piramid keşfetmesi ile, Mars’d a çok eski bir
medeniyetin varlığı ortaya çıktı. Dünyaya geldikleri za
man Mars’daki piramitlerin benzerlerini dünyada da inşa
edenler Z. Sitchin’in “12. Gezegen” adlı kitabında bahset
tiği (Mars’d a üs kurmuş olan) “Anunnakiler” miydi?
İngiltere’deki Avebury ve Stonehenge’deki megalit
(Megalit, Grekçe’de ‘büyük taş’ anlamına gelmektedir.)
yapıları inşa edenlerin de Mars’dan gelen ırk olduğu iddia
edilmektedir. Avebury’deki yapıların (Avebury 60 tona ula
şan taşların kullanıldığı dünyanın en geniş taş dairesidir.
Stonehenge gibi Avebury de bir takvim elde etmek için kul
lanılmış olabilir.) Mars’daki “Cydonia” kompleksinin dünya
daki yansıması olarak yapıldığına dair deliller vardır.
Eski bir NASA görevlisi olan Richard C. Hoagland,
“Monuments On Mars” adlı kitabında “Mars Şehri’nin
dünyadaki benzer yapılarda kullanılan teknikler ile ya
pıldığını iddia etmekteydi. Mars’daki Cydonia bölgesin
de uygulanan kutsal geometri ve matematiksel hesapla
rın aynısını Mısır’daki Gize Piramidinde, Mexico’daki
32
Teotihuacanda ve Zimbabvede de görmekteyiz!..
İlginçtir ki, Fenikeli-Aryan elit dünyadaki enerji
şebekesi ve bunun insan bilinci üzerindeki etkileri ko
nusunda derin bilgilere sahipti.
Bugünün insanlarının çok azı gezegenimizin m an
yetik alanının farkındadır. Alan değiştiği zaman biz de
değişiriz. Kısaca şöyle diyebiliriz, gezegenlerin hare
keti dünyanın manyetik alanım, o da bizi etkilemekte
dir. Biraderlik örgütü bu konuda insanların ciddi bil
gilere sahip olmasını engellemektedir. Büyük dinlerin,
Hıristiyanlıkta olduğu gibi, astrolojiyi “şeytan işi” olarak
nitelendirmesi onların çok işine gelmektedir.
İngilterede görülen taş daireler ve yapılar, Stonehenge ve
Aveburyde olduğu gibi, Fenike-Aryan liderliğini konrol eden
“Babil Kardeşliği” örgütü tarafından yaptırılmıştı.
Bu yapılara ait gizli bilgilerin yanında, bir taş etra
fındaki manyetik alanın, ses dalgaları tekniği kullanılarak
değiştirilmesi ve taş kütlesinin yerçekiminden kurtularak
yükselmesi gibi teknikler de vardı.
Aryan kelimesi de Fenike kökenlidir. Arri=Şerefli
Kişi anlamındadır. Buradan “Sum-Arian” (Sümerliler)
kelimesi türemiştir.
İngiliz kültürünün temeli ve efsaneleri Fenikelilere
dayanmaktadır. ‘St. George ve Ejderha efsanesi Fenike
lilerin merkezi olan Kapadokyadan (Bugünkü Ürgüp,
Göreme ve çevresi) gelmiştir. Kızılhaç, ki alev-haçı da
deniyor, Fenike-Aryanları’nın (Daha sonra Naziler tara
fından kullanılan “svastika” gibi) Güneş sembolü idi.
Fenike Güneş sembolü olan “svastika” (Gamalı Haç) ya
İskoçyada Craig-Narget bölgesinde rastlanmıştır. Fenikeli-
Hitif ler Güneş tanrısına “Bel” veya “Bil” diyorlardı.
Klasik İngiliz sembolü olan “Britannia’da Fenikeli
33
tanrıça “Baretf’d en türemiştir. Bu tanrıçaya Küçük
Asyada’ki Kilikya’d a “Barati,” “Parathea” ve daha sonra
“Diana” adıyla tapıldı. Yani “Diana” ve “Britannia” aynı
kaynaktan gelmektedir.
Fenikeli-Aryanlar yılana da tapıyorlardı ve şekil değiştiren
sürüngenler olan “Naga”lar Hindular’m yılan tannlan idi.
“Cours de Literatüre Celtique” adlı kitabın yazarı
Arbois de Juvainville’ye göre Ortaçağlarda İrlandalIlara
“Mısırlılar” deniyordu. Mısırla, İrlandalIlar arasında il
ginç bağlantılar vardır. İrlanda’nın sembolü olan “harp”
Kuzey Afrika’d an gelmedir. Çapraz duran kollarıyla Mısır
Tanrısı Osiris’i sembolize eden portreler, ilginç bir şekilde
İrlanda el yazmalarında da görülmektedir.
İrlandalılar’in kullandıkları “pucan” denilen deniz
aracı, Kuzey Afrikalılar tarafından keşfedilmiş ve Nil
Nehrinde kullanılmıştır.
İrlanda’d a görülen “Yuvarlak Kuleler” bazı oryanta
listlere göre Fenike kökenliydi. Profesör Philip Calahan’ın
araştırmalarına göre, “Yuvarlak Kuleler” kuzey göklerinde
görülen bir yıldız sistemi ile yani Draco (Ejder) ile ilgiliydi.
İrlandalIlar ve Fas Berberiler’i arasındaki benzerlik
ler de hayli ilgi çekicidir. Fas Berberiler’i açık tenli, bazıları
mavi gözlü ve sarışın dağlılardır. Atias dağlarının eteklerinde
yaşamaktadırlar. Bu dağların adı da Atiantis’in efsanevi yöne
ticisi Poseidon’un oğlu Atlas’dan gelmektedir. Berberi lisanı
ile Galce arasında da benzerlikler bulunmaktadır.
Fransa sahilindeki (Brötonyabölgesinde) “C arnac’da
ilginç dikili taşlar bulunmuştur. Bu isim de Mısır’daki
“Karnak”dan gelmektedir. Joachim de Vilîeneuve 1833’de
yazdığı “Phoenican Ireland” (Fenikeli İrlanda) adlı ki
tabında, İrlandalı Druidler’in aslında Fenikeli denizci
lerin “Yılan Rahiplerinden geldiğini iddia etmektedir.
34
‘Bu da bize “Şeytan Gözü Balor’un Kuzey Afrikalı tanrı
“BaaT’d en geldiğini göstermektedir. Aynı şekilde “Baal”
ritüeli, “Beltane” adım almıştır.
“Şeytan gözü” sürüngenlerin hipnotize edici bakışı
ile ilgilidir. Fenikelilerin Güneş tanrısı “Bel” veya “Bil,”
Kenanlılar ve Babil’liler tarafından “Baal-Nemrud” ola
rak biliniyordu.
Babil’in “Baal”geleneğinin temsilcileri olan Druidler,
İngiltere, İrlanda ve Fransa gizem okullarının taşıyıcıları
oldular. Druid kelimesinin kökeni tam olarak belli de
ğildir. “Druidh Galce bir kelimedir ve “bilge adam” veya
“büyücü”anlamına gelmektedir. Aslında İrlandaca bir ke
lime olan “Drui’den gelmiş olabilir, “meşe ağacı adamı”
anlamına gelmektedir. “Kutsal Çalı,” Druidler’in diğer bir
kutsal sembollerinden biriydi.
ABD nin Los Angeles kentindeki bir “Babil Kardeşliği”
kuruluşu olan “Fíollywood,” “Holy-Bush=Kutsal Çalıdan
türemiştir ve global (Yahudi) film endüstrisinin merkezi
dir. Hollywood, “Babil Kardeşliğinin elinde çok önemli
bir “Kitle Zihin Şartlama ve Kontrol” vasıtası olarak kul
lanılmaktadır.
Modern Masonluğun mavi dereceleri gibi (Çırak-Kalfa-
Usta) Druid inisiyeleri de üç gruba ayrılmıştır. Druid gizem
okulunun ilk derecesi “Ovat” (Yumurtamsı) da yeşil cüppe
giyilmektedir ki, bu Druidik öğrenme rengiydi. İkincisi,
“Ozan"di. Hakikati ve armoniyi temsilen mavi bir cüppe giyi
liyordu. Üçüncü derece yani Druid, güneşi ve saflığı temsilen
beyaz bir cüppe giyiyordu. Baş-Druid (Yani manevi önder)
olmak için ise, geçilmesi gereken altı derece daha vardı.
Druidler uzun bir zaman halkın üzerinde çok etkili ol
dular. Ritüelleri arasında “Babil Kardeşliğinden alınma derin
ve kötü etkili birçok unsur vardır. Druid gizemleri arasında
35
insan kurbanı da vardı!.. Biraderlik örgütünün “Kara Büyü”
seremonilerinde halen Druid rimelleri kullanılır.
Babil Kardeşliğinin ileri bilgileri ile İngiltere’yi mesken
tutmasının sebebi neydi? Bu doğrudan ülkedeki yoğun enerji
alanları ile ilgiliydi. İngiliz adaları “Biraderlik” için kutsal bir
yerdi, çünkü dünya enerji şebekesininin merkeziydi.
İngilteredeki dev taşlar, taştan daireler, höyükler dün
yanın heryerinden fazla burada yoğunlaşmış durumdadır.
Enerjiyi ve bilinci yönlendirmeyi amaçlayan faaliyetlerin
merkezi de doğal olarak İngiltere’dir.
Londra, dünya manyetik enerji şebekesi8üzerinde büyük
öneme sahip bir şehirdir. Bu sebepten hem Britanya’nın, yani
“Baratland’ın, hem de “Babil Kardeşliği’nin başkenti olmuş
tur. Kardeşlik örgütü için Londra, “Yeni Truva” veya “Yeni
Babil” anlamına gelmektedir. Birçok sürüngenimsi-Aryan
kanbağı Truva (Troy) kenti tarihi ile bağlantılıdır.
Gizli örgütlerin üst seviyelerine ulaşabilen insanlar
için Truva kutsal bir şehirdir. Troy (Truva) veya Troia
Yunanca ve İbranice “Üç Yer” anlamına gelmektedir ki,
bu kavram “Trinite” (Teslis-Üçleme) ile bağlantılıdır.
Homer’in yazdığı İlyada efsanesinde Troy’un ‘D ardanus’
(Yunan tanrısı Titan-Zeus) tarafından kurulduğu belirti
lir. Zeus sürüngenimsi kan bağının bir sembolüdür ve bir
kartal veya bir planla sembolize edilmektedir.
8 Keltler yerakımlarım biliyorlardı; bunu Atlaııtislilerden öğrenmişlerdi.
Onlar yer akımlarının yerküredeki konumlarını ortaya çıkarmanın yeterli
olduğuna inanıyorlardı: İşte bu nedenlerle taş-anıdar dikmişlerdi; Menhir-
ler uzaktan duyarlı aygıtlardı, tıpkı biyel kollan, akımlann kollara ayrılıp,
yön değiştirdikleri noktalara yerleştirilen elektrik prizleri gibi. Leyler belir
lenmiş akımların yollarını gösteriyordu Dolmenler, Dmid’lerin toprak falı
aracılığı ile yeryuvarlağınm tasarımını çıkarmaya çalıştıkları, enerji yoğun
laştırma odalarıydı. Krom-lek’ler ve Stonehenge, akımların düzenini kesti-
rebilmek için takımyıldızların düzeninin incelendiği makro-mikro kozmik
gözlemevleriydi.
Mısırlılar’m bu gizli bilgileri, Hermes Trismegites aracılığı ile Musa’ya
geçmişti.
36
Birçok kişi Londra’nın, Truva’mn M.Ö. 1200 yılında
yıkılmasından sonra, “Yeni Troy” (Yeni Truva) olarak kurul
duğunu bilmemektedir. Efsaneye göre kraliyet kanbağından
olan Aeneas, halkından geri kalanlarla beraber İtalya’ya sı
ğınmıştı. Orada Latin kralı Latinus’un kızıyla evlendi. Birçok
geleneğe göre, Aeneas’m torunu Brutus M.Ö. 1103 yılında bir
grup Truva’lı ile birlikte Britanya’ya gitmişti. Welsh kayıtları
Brutus’un orada birçok Briton kabilesiyle karşılaştığından ve
Britonlar’m onu kral ilan ettiğinden bahseder.
Brutus, “Caer Troia” (Yeni Truva) adlı bir şehir kur
muştu. Romalılar daha sonra bu şehre “Londonium”
adını verdiler. Böylece Londra, “Babil Kardeşliğinin ope-
rasyonel merkezi oldu. Bugün Londra, Paris ve Vatikan’la
birlikte biraderlik örgütünün merkezlerinden biridir.
Kolaylıkla anlaşılacağı gibi sürüngenimsi kanbağına9
dayanan ailelerin merkezi de Londra’dır.
37
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
GURDJIEFF VE SARMUNG
(SARMAN) KARDEŞLİĞİ
38
maya yüz tutsa bile, hâlâ varlığını sürdüren bir şey vardır
orada.
Gurdjieff zamanında orada hâlâ bir şeyler kalmış ve
en az 3000, belki 4000 yıldır kesintisiz bir gelenek varlığı
nı sürdürmekteydi.
Gurdjieff’in yazılarını dikkatle inceleyenler, İran’ın
doğu-kuzeydoğusundan kuzeybatısına uzanan bir böl
gedeki “Ehl-i Hak” (Hakikat Ehli) adlı bir tarikat ya da
kardeşlikle bağlantı kurduğunu anlayabilirler.
Bu tarikat 1316 yılında Sultan Sahak tarafından
kurulmuştu. Tarikatın gelenekleri yalnız Nasturi-
Hıristiyanlığına değil, çok daha eski Babil’in en görkemli
dönemine ait, 4000 yıllık Kaide ve Zerdüşt geleneklerine
kadar uzanıyordu.
Yazar Adrian G. Gilbert’a göre Gurdjieff, eski zaman
larda yaşayan bazı insanların bugün yaşayanlardan çok
daha ileri bir seviyede olduğuna inanmaktaydı.
Gurdjieff’in müridi ve öğrencisi olan Bennett’e göre,
Gurdjieff hayatının 1891-1907 arasındaki bölümünü,
“Sarmung veya Sarman Kardeşliği” diye bilinetı ezoterik
bir örgütün yönettiği bir tapınakta geçirmişti.
Gurdjieff’in “Meetings with Remarkable Men” (İlginç
İnsanlarla Karşılaşmalar) adlı kitabının birçok bölümü,
Gurdjieff’in M.Ö. 2500 yılında kurulduğuna inandığı bu
esrarengiz kardeşlik örgütüne tahsis edilmişti. Bu kabaca
Mısırlıların “Büyük Piramid”i inşa ettikleri döneme10 te
kabül etmektedir.
Bennett’in inancına göre, aynı gizli kardeşliğin ta
kipçileri, Babildeki esareti sırasında Yunanlı filozof
Pitagoıas’ı da inisiye etmişti.
39
Gurdjieff, Yunan filozofu Pitagorasm “Babil Majisi’ne
inisiye edilmesi efsanesine çok inanmıştı. Nitekim daha sonra
kuracağı akademisine “Pitagoras Okulu” model teşkil etmiştir.
Gurdjieff kendisi ile aynı görüşleri ve düşünceleri pay
laşan dostları ile “Hakikati Arayanlar” adlı bir örgüt kurdu.
Araştnmaların sonuçları, bu örgütün bilgi havuzunda top
lanmaya başlandı. Gurdjiefif’in bu grup içindeki en yakın
dostlarından biri Pogosyan adlı bir Ermeni idi.
Gurdjieff arkadaşı Pogosyan ile birlikte 1890’lı yıl
larda Ani harabelerinde (Bugünkü Kars ilimizin sınırla
rı içinde) kazı yaparken bir yeraltı geçidine rastladılar.
Geçidin sonundaki duvarı deldikleri zaman karşılarına
küçük bir oda çıktı. Burası bir keşişin hücresi olabilirdi.
Yerde kırık kaplar ve kullanılmış eşya parçaları görülü
yordu. Odanın bir köşesinde, duvardaki bir oyuğun için
de saklanmış eski parşömenler buldular.
Parşömenler H’nci Yüzyıldan veya muhtemelen daha
eski zamanlardan kalma idi. Parşömenlerin bazılarının
daha havayla temas eder etmez toz haline gelmesine rağ
men, çoğu sağlam durumdaydı. İki arkadaş bunları dikkat
le toplayarak Aleksandrapol’e geri döndüler. Burada belge
leri deşifre etmek için çalışmalara başladılar. Belgeler eski
Ermeniceyle yazılmıştı ve iki keşişin arasındaki mektup
laşmadan bahsediyordu. Bu yazışmada Gurdjieff’in daha
önce “Merkharvat” adlı Ermenice bir kitapta gözüne çar
pan “Sarmung Kardeşliğinden bahsediliyordu. Yazışmadan
anlaşıldığına göre, baş manastırın “Nivssi” yakınlarında
olduğu belirtiliyordu. Pogosyan ve Gurdjieff, Nivssi’nin
Kuzey Irak’taki “Musul’un eski adı olduğunu ortaya çıkar
dılar. Burası eski Ninova harabelerine yakındı ve mektup
ların yazıldığı tarihte bu bölgeye “Nievi” deniyordu.
40
Burada Gurdjieff’in maceralı yolculuklarının ta
mamım anlatmam mümkün değil. İlginç olan bir hu
sus var o da; Gurdjieff’in11 Ani harabelerinden Nisbise
(Nusaybin’e) gidip orada Mısır medeniyetine ait çok eski
(Mısır’ın kumlara gömülmeden önceki durumunu göste
rir) bir harita bulmasıdır.
Bennett, 1975 yılında yayınladığı “The Masters of
Wisdom” (Hikmet Üstadları) adlı kitabında bu üstad-
ların halen var olduğundan ve bunların Gurdjieff’in
“Sarmung” veya “Sarman” örgütü ile ilişkileri olduğun
dan bahsetmektedir.
Sarmung ve Sarman kelimesi eski Farsça ile ilgili ola
bilir. Zerdüşt doktrinini ihtiva eden eski Pehlevi (İran)
metinlerinde bu kelimeye rastlanmaktadır. Bu “arı” için
kullanılan bir kelimeydi. “Arı” geleneksel hikmetin kıy
metli balını toplayıp, gelecek nesillere aktarmak için m u
hafaza eden bir semboldü. (“Arı” sembolü Masonik sem
bolizm içinde de önemli bir yer tutmaktadır.)
13’ncü Yüzyılda Suriye ve çevrelerinde iyi bilinen
efsanelerin bir derlemesi, Nestori mezhebine mensup
yüksek bir rahip olan, Mar Salamon tarafından yapıl
mıştı ve kitabın adı “Arılar” adını taşıyordu. Bu kitapta,
Zerdüşte atfedilen ve Hz. İsa zamanında ortaya çıkan es
rarengiz bir güçten bahsediliyordu.
“Man” Farsça’d a soyaçekimle geçen bir karakterle il
gilidir. Dolayısıyla özel bir aile veya ırkla ilgili olmalıdır.
11 Gurdjieff’in büyüdüğü kültür potası (Ermenistan, İran, Türkistan)
daha bölgeye İslam gelmeden önce bile ilgili öğretilerin ve büyü üstad-
larının bolca bulunduğu bir alandı. Gurdjieff, Zerdüştün günlerine kadar
geri giden ‘Sarman Kardeşliği’ cemaatine bağlı olduğu konusunda açık re
feranslar veriyordu. Bunları inceleyen Bennett bunun tarihsel olarak müm
kün olduğunu söylüyor. Bölgede 30.000 yıl öncesinin şamanik tarikatlarına
bağlanabilen silsileler olduğunu, Budizm, Hıristiyanlık ve İslâmın bu silsi
lelerden belli şeyler aldığım savunuyor, Bennett. Bu silsileler bugünkü Nak
şibendi dervişlerine kadar devam ettirilebilir gibi görünüyor ona göre. Bu
anlamda Bennett, incelemelerine dayanarak Gurdjieff’in bir ruhi seçkinler
topluluğuna üye olduğuna ikna olmuş gözüküyor.
41
“Sar” ise “Baş” anlamındadır. Yani şef veya ‘başkan’ an
lamında.
“Sarman” kelimesi ise “Perennial Felsefe”12 denilen
bir geleneğin, inisiyasyona bağlı olarak nesilden nesile
geçirilmesi demekti. “Sarman’ın bir diğer muhtemel an
lamı da ‘'Aydınlanmışlar” idi.
42
Gilbert, Kral I. Antiochus’un yaşadığı çağda varo
lan “Sarman Kardeşlik Örgütü” ile yakın ilişkisi olduğu
görüşünde, onun Kuzey Fırat bölgesine yayılan küçük
krallığının simgesi aslan’dı veya ‘Commagene Aslanıydı.’
Nemrut Dağında bulunan dev mezar anıtta, astrolojik
ve Hermetik simgeler kullanılarak, gizem vurgulanmış
tı. Nemrut’d a bulunan Aslan kabartmasının üzerindeki
Astrolojik simgeler aslında bir horoskop, yani yıldız ha
ritasıdır ve Gilbert burada işaret edilen iki zaman döne
miyle, Kralın doğum ve “Sarm an Kardeşliğine” inisiye
edildiği tarihleri işaret ettiği düşüncesindedir, bu tarih
6 Ocak’tır yani Hz. İsa’nın Yahya Peygamber tarafından
vaftiz edildiği tarih, yani özgün adıyla “Epiphanes” günü.
Gilbert, Kral Antiochus’un krallığının henüz bu
lunmamış bir yerinde 35 derece eğiminde, 155 metre
Uzunluğunda, nereye gittiği bilinmeyen bir tünel olduğu
nu iddia ediyor. Aslında bu iddia doğru, çünkü arkeologlar
uzun zamandanberi bu bulmacanın peşindeler, Kahta’d an
Nemrut Dağı’na uzanan tünellerin varlığı biliniyor ama
nereye gittikleri henüz anlaşılamadı zira o boyutta kazılar
yapılmış değil. Gilbert, Commagene Kralının doğum ta
rihini de hesaplıyor; bu tarih Güneş’in Regulus yıldızıyla
Aslan Burcunda buluştuğu tarih, yani 29 Haziran.
A. Gilbert, Urfa’mn da (Eski adıyla Edessa) “Orion Bilgeli
ği” ile ilgili bir merkez olduğu görüşünde ve bunun kanıtları
nı da Eski Ahit’te yani Tevrat’d a bulunduğunu belirtiyor.
Hıristiyanlığın ilk yıllarında Urfa, çok önemli bir eği
tim merkeziydi ve kutsal kalıntılar hâlâ orada görülür.
Gilbert, araştırmalarında kayıp Kardeşlik Örgütünün
izlerinin Urfa’d a da bulunduğunu belirtiyor ve Matta
İncilindeki “Maji Öyküsünü hatırlatıyor. Mesihin yani
Hz. İsa’nın doğumu yani “Christmas Günü” aslında 25
43
Aralık değildir, bu tarih aslında antik bir Pagan festiva
lini simgeler. (M itralarin Doğum Kutlamaları) Gerçek
“Christmas” Milattan önceki 7’nci Yılın 29 Temmuzudur
yani Hz. îsa milattan yedi yıl önce doğmuştur ve o gün
gök konumu çok özeldir.
Güneş her yıl aynı tarihte, "Kralın Doğumu” konumuna
girer. Aslan Burcundaki “Küçük Aslan” veya “Aslan Yürek”
de denen Regulus’la buluşur. Bu aynı zamanda da, göğün en
parlak yıldızı olan Sirius’un yükseliş döneminin hemen son
rasıdır. Mısır Mitolojisinde Sirius yıldızı Tanrıça îsis’in özel
yıldızıdır, görülmediği dönemde Tanrıça hamiledir, yüksel
diğinde yani parlamaya başladığında oğlu Horus doğar, bıı
da Güneş-Regulus buluşmasıyla simgelenir.
İlk Hıristiyanlar, bu mitolojik kavramı kullandılar,
Sirius’un yükselmesi Meryem’in doğumuydu ama bu kez
doğan Horus değildi. Çünkü Meryem’in oğlu Hz. İsa’ydı,
aynı anda görülen parlak yıldızlar da önemliydiler, örne
ğin Orion İsis’in eşi olan Osiris’ti.
Hıristiyan kültü, Osiris’e Meryem’in eşi Yusuf’un
kimliğini verdi. Procyon yıldızı da, Sirius gibi Orion’dan
sonra yükselir ve İsis’in kardeşi Nephthys ile simgelenir.
Zodyak (Burçlar Kuşağı) genelde hayvanlarla simge
lenir. Öküz yani Boğa, Koyun yani Koç burçları Hz. İsa’nın
doğduğu ahırda bulunan ve yemlenen yani beslenen iki hay
vandır ve ahır Bethlehem kasabasmdadır, kasabanın adının
anlamı “Ekmeğin Yerı’dtr. Beüehem kasabası, Judah bölge
sinde yani İsrail’in Aslan Kabilesinin yaşadığı yerdedir ve bu
kabilenin simgesi Aslan Burcundaki veya takım yıldızındaki
Regulus’tur. Sonuç olarak ezoterik anlamda Güneş-Regulus
buluşması, Hz. İsa’nın ahırdaki doğumunu simgeler.
Gilbert, Hz. İsa’nın doğuşu öyküsünün anlamının
farklı olduğu görüşünde, bizlere bu şekilde Hz. İsa’nın
44
doğum horoskobunun, yani yıldız haritasının anlatılmak
istendiğini düşünüyor, eğer okuma doğru yapılırsa kesin
zaman belirlenecektir.
Hz. İsa da Horus gibi bir kral olarak doğmuştur, ge
zegenlere uygun armağanlar onun doğumunu simgelerler.
Matta İncilinde armağanların baştan çıkarıcı oldukları ve
ego’sal amaçlarla kullanılabilecekleri vurgulanır. Yani üç
gezegenin negatif yönleri vurgulanır, negatif yönler pra
tik Majinin reddedilmesi (Merkür), ölümsüzlük arzusu
(Satürn) ve krallık yani iktidar hırsıdır. (Jüpiter) Daha son
raki olaylar da benzer anlamlar içerirler, Yahya Peygamber
Ürdün Irmağında Hz. İsa’yı vaftiz ederken cennetten gelen
bir güvercin simgeselliğinde Hz. İsa’ya en yüksek arma
ğan verilir, bunun anlamı gezegendeki en yüksek krallığın
onaylanmasıdır. Artık o, Logosun yani Varoluşun aracı
olmuştur. Yani Vaftiz’in simgeselliği ve 6 Ocak kutlama
larının anlamı göksel buluşmanın gerçekleşmesi, daha da
ötede Hz. İsa’nın göksel doğumudur. Ama bu tarih değişe
cek, 25 Aralık’a kayarak antik Romanın Satürn şenlikleri
Mitralar’ın doğumu ile karışacaktır.
Bütün bunlardan anlaşılan şey, Kayıp Kardeşlik
Örgütünün içeriğidir, Horus’dan, Hz. İsa’ya oradan da
Kral I. Antiochus’a uzanan gizemin ezoterik anlamı ve
bunun astrolojik metodla, Herm etik Bilgelik düzeyinde
simgeselleştirilmesidir fakat tüm anlatılar ve Gilbert’in
iddiaları yine de asıl gizemi açıklayamıyor; yıldızların ve
gezegenlerin etkinliği ya da önemi acaba kutsallık düze
yinde ezoterik simgesellik midir? Yoksa, dünya dışındaki
bir yerler mi ima edilmektedir? Sır, Orion ve Sirius’da
saklı gibidir; bir gün bunu da öğreneceğiz; ne zaman mı?
kimbilir, belki de Nemrut Dağının altında yatan sırrı çöz
düğümüz zaman.
45
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
46
bir tarihini çıkarmak için Firavunların izini sürmek ge
rekmektedir.
Mısırlı tarihçi Manetho Hz. Musa hakkında şunları
yazmaktadır;
“Levi kabilesinden Musa, Mısır’d a eğitilmiş ve
Heliopolis’de inisiye edilmiştir. Firavun Amenofis
(Eknaton) zamanında “Kardeşliğin” yüksek rahipliğine
atanmıştı.”
Mısırlı Ejiptolog Mustafa Gadalla “Tarihteki Tahrifat-
Eski Mısırın Yayınlanmamış Tarihi” adlı kitabında Eski Ahit
(Tevrat)’in kökenleri ile ilgili birçok cevaplanması gereken
soru olduğunu belirtir ve Tevrattaki tarihler ve şahısların yaş
ları hakkında verilen bilgilerin gerçeklerden uzak olduğunu
ve hiçbir iyi niyetli tarihçinin bunları ciddiye alamayacağını
yazmaktadır. Gadalla şöyle devam etmektedir;
“Tevrata inanırsak Tanrı dünyayı M.Ö. 4004 yılında
yaratmıştır. Ama elimizdeki bilimsel deliller bundan çok
önceleri dünyada insanların yaşadığını ispatlıyor.”
İlginçtir ki Eski Ahit’d e bütün yollar sonuçta ya
Mısır’d a son bulmaktadır ya da oradan başlamaktadır.
Tevrat’taki “Davud ve Golyat” hikâyesi de Mısırın
“Sinuhe” efsanesinden alınmıştır. Eski Mısır yazılarından bu
olayın Hz. İsaüan 20. yüzyıl önce vukubolduğunu anlıyoruz.
Ejiptolog ve yazar Mustafa Gadalla, onlarca senelik
araştırmalarının sonucunda Hz. Davud’d an Hz. İsa’ya
kadar bütün peygamberlerin Mısırlı firavunlar olduğunu
ortaya çıkarmıştır.
Bütün ibrahimi dinlerin ortak kutsal şehri olan
Kudüs’ün bulunduğu yere, ilk kutsal şehri yaptıran
Firavun III. Tutmosis’di.
47
Erdmann’ın kitabındaki 18. Hanedan kronolojisi
ni olduğu gibi aktarıyorum:
KRALIN ADI KRALLIK SÜRESİ YAŞAM SÜRESİ
T utm osisIII (Tevrattaki adı: David) 34 Yıl M.Ö.1505-1450
Amenofıs III (Tevrattaki adı: Süleyman) 36 Yıl M.Ö. 1408-1372
Amenofıs IV (Tevrattaki adı: Musa) 18 Yıl M.Ö. 1372-1354
48
Hz. Musa’dan 5000 yıl önce yaşayan Zerdüşt’ün ha
yatı da Hz. Musa’ya çok benzemektedir. Birçok eski kay
naktan elde edilen bilgilerin, Musa hikâyesi ile uyuşması,
Tevratta anlatılan mucizelerin Musa’ya özgün şeyler ol
duğu iddiasını yalanlamaktadır.
1928 yılında Alman yazar Jens Jürgens’in “Der biblis-
che Moses” (Tevrat’taki Musa) adlı kitabında delillere da
yanarak açıkladığına göre, Mısırlı rahipler 6000 yıl önce
barutu biliyorlardı. Musa’nın ateşle ilgili bazı gösterileri
nin kaynağında bu bilgiler olabilir.
Arkeolog Sir Flinders Petri’nin araştırmalardan elde
ettiği sonuçlara göre, Mısırlılar Sina bölgesinde “Gnefru”
adlı bir kükürt madeni işletiyorlardı. Musa barutun reçe
tesini biliyor olmalıydı. (Herhalde Heliopolis rahiplerin
den öğrenmişti) Bilindiği gibi barut; kükürt, potasyum
nitrat ve odun kömüründen yapılmaktadır.
Konuyla ilgili birçok yazara, Mısırlı General Musa’nın
Yahudiler’in atası olması makul gelmektedir.
Alman yazar Dr. Dr. Erich Bromme, onbeş yıllık
araştırmalarının sonuçlarını (Yani Hıristiyan teolojisinde
ki sahtekârlıkları) “Faelschung und Irrtum in Geschichte
und Theologie” adlı kitabında toplamıştı.
Bromme göre, bronz çağında Filistin bir Mısır eyaleti
idi. Küçük bir azınlık olan Yahudi halkının - ’Mısıra bağ
lı- iki Kralı Jarobeam ve Rehabeam idi ki, bunların var
lığı Mısır kaynaklarınca da doğrulanmaktadır. Bu her iki
krala bağlı halk, M.Ö. 734-721 yılları arasında Asurlular
tarafından esir edilerek, Dicle Nehri kıyılarına sürüldü ve
bunlar bir halk olarak bir daha asla tarih sahnesine çık
madılar. Yani o zamanlar ne tanınmış bir halktılar, ne de
kayıp 12 kabile diye bir şey mevcuttu. M.Ö. 582-580 yılla
49
rı arasında, Nabukadnazar bu halkın geri kalan kısmını,
kralları Jojakim ile birlikte Babil topraklarına ait bir böl
geye yerleştirdi. Bunlardan hiçbiri bir daha Filistine geri
dönmedi.
Muharref Tevrat yazarları tarafından “İsrail’in Çıkışı”
denilerek M.Ö. 1230 yılında geçtiği iddia edilen olay, aslın
da M.Ö. 539-538 yıllarında Babil’de geçmişti. Babil Kralı II.
Kyros’un Kaide ordusunu Miraya Vadisinde (Kerbela’nın
25 km. Güneydoğusunda) yok etmesi, Tevrat’ta “Firavunun
Kızıldeniz’de yok edilmesi” diye anlatılıyordu.
Daha sonra II. Kyros, Farisi (Pers) subayların komu
ta ettiği, esir Arap çöl haydutları ve Kaideli köylülerden
oluşan bir birlik oluşturdu. Bu birliğin sembolü “6 köşeli
yıldızdı ve bu seçkin birlik (Seçilmiş kavim!..) kendileri
ne “Isra-El” (Efendinin Savaşçıları) diyorlardı.
II. Kyros M.Ö. 580’de esir Yahudi Kralı Jojakim’in oğlu
Eli-Ezer’i, “Moshe” = Musa (Kendini müşkül durumdan
kurtaran anlamında) adıyla birlik (Alay) komutanı yaptı.
İşte tarih sahtekarları, alay komutanı “Moshe’yi
Mısırlı Firavunun oğlu yaparak hakkında çeşitli efsaneler
uydurdular. Moshe, “seçilmiş”lerle beraber Fırat Nehrinin
yukarlarma doğru, bugünkü “Jarua” köyünün yakınlarına
doğru çekilerek, kışlık ordugahını kurdu.
II. Kyros’un birlikleri için çıkardığı talimatname
ler, daha sonra tarih sahtekarları tarafından “Musa’nın
Yasaları”diye adlandırıldı.
Bromme’a göre bugün kendilerine “İsrailli” diyenler
aslında “Hiksos-Hazar” melezi bir halktır. Dikkat edilir
se, Yahudi tarihi denilen şeyin tersyüz edilmiş ve tahrif
edilmiş bir Mısır tarihi olduğu kolayca anlaşılabilir.
Filistin binlerce yıl Mısır eyaleti olarak kalmıştı.
50
Tevratta Babil isimleri, Mısır isimleri ile değiştirildi ve
Kaide Kralları Firavunlar olarak tanıtıldı.
Son olarak Tevratta anlatılan David ve Golyat arasın
da büyük zaman farkı olduğunu belirtelim. Dev Golyat
Miken çağında yaşamıştı, buna karşılık David M.Ö. 900
yılında demir silâhlar ve zırh kuşanamazdı, çünkü o za
manlar bunlar yoktu.
Yeniden III. Amenofıs’in oğlu “Ahen-Aton” konusu
na dönersek, IV. Amenofis denilen Ahenatonun Mısır'da
monoteizmi (tek Tanrı inancını) savunduğunu görüyoruz.
Ahenaton tek Tanrıyı “Aton” diye adlandırıyordu. Ona göre,
Güneş tanrısı “Aton” tek tanrıcılığın (tevhid’in) sembolü idi.
Bu sebepten kendi adı olan IV. Amenofis’i kaldıra
rak, onun yerine “Ahenaton” demeye başladı. Ahenaton,
“Aton” dini takipçileri için Teb’deki geleneksel “Amun”
merkezinden 300 km. daha kuzeydeki Tel-el-Amara’d a
“Ahen-Aton” adlı (Yani Atonun ufku) yeni bir şehir kur
du. Bu şehir Atonun (yani tek tanrıcılığın) merkezi oldu.
Ahenaton aynı zamanda Mısır’ın eski “Gizli
Öğretisi’ne de inisiye edilmişti. İlginçtir ki ünlü psikoa-
nalizci S. Freud araştırmalarının sonucunda Ahenaton ve
Musa’nın tek ve aynı şahıs olduğunu ortaya çıkarmıştı.
Talmud’d a Musa ile ilgili açıklamalar ve Ahenatonun
Amar-na’daki hayat hikâyesi arasında çok ilginç benzer
likler vardır;
1- Musa, Sina Yarımadasına göç etmeden önce
“k r a l” diye adlandırılıyordu. Ahenaton da aynı şekilde
adlandırılmıştı.
2- Her ikisi de “Yüksek Rahip”unvanına sahipti.
3- Talmud’da Etiyopya’da bir şehir diye anlatılan yer as
lında Amama idi.
51
4- Musa’nın eş olarak aldığı Mısırlı Kraliçe Adonit
(Aten-lt) ismini taşıyordu. Aten, Ahenatonun Tanrısı
“At-on”dan geliyordu.
5- Kraliçenin oğlunu Musa yerine kral yapmak is
temesi de, Tutankamonun babası Ahenatonun egemen
liğinden sonra tahta çıkışını hatırlatmaktadır.
Bu açıklamalardan anlaşılacağı gibi Hz. Musa ve
Ahenaton tek ve aynı şahıstır!..
“David Yıldızı” veya “Süleyman’ın M ühürü” de
nilen “altı köşeli yıldız” aslında Ahenaton’un m ühürü
müydü?
Süleyman’ın mühürü ya da “David Yıldızı” denilen altı
köşeli yıldız (Aslında içiçe geçmiş iki üçgenden oluşmuş
tur.) Mısır Firavunu Ahenatonun kraliyet mühürüydü.
Ahenaton mühürü, birbiri ile harmoni içinde içiçe
geçmiş iki ayrı büyük piramidi sembolize etmektedir. Bu
piramitlerden biri, insanın “Işık Bedeni”13’nin üst erkek
bölümünü, yani elektmental kısmını, aşağı doğru olan
ise “Işık Beden’in dişi bölümü yani manyetik-emosyonel
kısmını sembolize etmektedir.
Her piramid bir Oktahedron (Sekiz yüzlü
Piramid)’un yarısıdır Ahenatonun m ühürü bize iki yarım
Oktahedronu veya ruhsal enerjiler piramidini, yani bizim
kim olduğumuzu gösterir.
Bu sembolizm bize, üç boyutlu fiziksel bedenimizin
“Sanal Gerçek Makinası” olduğunu göstermektedir.
Bizler saf ışığın elektromanyetik enerjileri’ ola
rak yaratılışın derinliklerindeki hayat tecrübelerini ya
şamaktayız. İşte özü bu anlayışa dayanan “Tek Tanrı”
13 “Işık Beden” aynı zamanda “Bilincin Ruhsal Enerji Alanı” olarak da
bilinir. Spirütel teknikler ve dualar’la ışık bedeni aktive etmek m üm
kündür.
52
inancı, Ahanetonun diniydi. Ahaneton Tevratta “Musa”
olarak bilinir. Ahanetonun mühürü, önce “Süleyman’ın
Mühürü” sonra da “David’in Yıldızı” olmuştur.
53
yılında Süleymana ait olduğunu iddia ettiği kanıtların
M.Ö. 10’ncu Yüzyıla değil, M.Ö. 9’ncu Yüzyıla ait olduğu
anlaşılmıştır.
Herzog, “Süleyman ve Davut arkeolojik kayıtlarda
bulunmuyor,” demekteydi. Herzog’un araştırma arkadaş
larından biri olan İsrael Finkelstein, Yahudilerin göçebe
Kenan lılardan başkası olmadığı kanaatine varmıştır.
Fakat esas bomba, Herzog’un keşifleriyle ilgili sonuç
ları açıklayınca patladı. Ona göre Yahve’nin “Aşera” adlı
bir eşi vardı.
M.Ö. 8’nci Yüzyıla ait Yahudi yazıtlarında Yahve’nin
dişi bir yardımcısı olduğu yazılıydı. Yahve’nin tek Tanrı
olduğu inancı da bu şekilde ortadan kalkmış oluyordu.
Tanrıça Aşera (Asherat)’nm Yahve’nin yardımcısı olma
sı, Yahudi / Hıristiyan Tanrı kimliğini, dolayısı ile batı dininin
dayandığı monoteistik Tanrı inancını da sarsmış oluyordu.
Asteroth, Ortadoğu tanrılar panteonunda önemli bir
yer tutar.
Sümerliler onu “İN. ANNA” (Anu’nun sevgilisi)
diye bilirlerdi ve Sümer destanlarında önemli bir ka
rakterdi. Asurlular ve Babilliler onu “İştar” olarak bi
lirlerdi. Kenanlı’lar ona “A ştoretY unanlılar “Afrodit,”
Romalılar ise “Venüs” diyorlardı. Onun en önemli özde
şi Mısırlı Tanrıça H athor idi.
Hathor, savaş Tanrısı Horus’un karısıdır. Hathor
inekle sembolize edilirdi. 26’ncı Hanedan (M.Ö. 572-525)
zamanında yapılan inek heykelleri Tanrıça Hathor’u sem
bolize etmektedir.
Aşera (Bu ad, denizde yürüyen anlamına gelmekte
dir) büyük Tanrı El’in yardımcısı idi ve Elath (Tanrıça)
olarak da bilinirdi.
54
Ras Şamrah’m çivi yazısı tabletlerinde (Tak. M.Ö. 1400)
tanrıların başında “El” ve karısı “Denizdeki Aşera” (Asherah)
bulunduğu yazmaktadır. El’den sonra en büyük tanrı, El ve
Aşera’nın oğlu Tanrı Baal geliyordu. Lübnan geleneklerinde
Baal, Jüpitere denk gelmektedir.
Suriyede bulunan bir Aşera kabartmasında, Tanrıça
bir Mısır başlığı ile tasvir edilmiştir.
Tevrat’ın Genesis (Yaratılış) bölümünde Tanrı “El -
Şadday” diye adlandırılmaktadır.
El-Şadday’ın kelime anlamı “Dağlardan birinin
tanrısı’dır. Fakat ondan başka El Olam (Ebedi Tanrı), El-
Elyon (En yüksek Tanrı), El-Roi (Vizyon Tanrısı) da vardır.
Sorulması gereken soru ise şudur; niçin Yahve kendi
ne “El-Şadday” demiştir? Bunun cevabı Hz. İbrahim’in bir
zamanlar yaşadığı söylenen Kenan’ın dini geleneklerinde
yatmaktadır. Bu gelenekler Fenikeliler tarafından getiril
mişti. Bilindiği gibi Fenike dini gelenekleri de Sümer’e
dayanmaktadır.
Dağlar tanrısının bir Sümer muadili vardı; o da
Enlil’in (‘Uzaktaki dağların tanrısı’ anlamında) en genç
oğlu ISH. KUR’dur. Ishkur ibranice ‘A dad’ veya ‘H adad’
olarak bilinir. Hadad, Ninnar/Sin’in kardeşi ve Kenan-El-
Şadday’ın önde gelen tanrısı idi.
El-Şadday Yahudi inancında önemli bir yer tutar ve
Tora metinlerinde yer alır.
Yahve’nin şiddete olan eğilimi ve seçilmiş halkını
küçümsemesi, ISH. KUR (Hadad) ülkesini işgal eden Amorit
ve Hititler’e karşı gösterdiği şiddetle kıyaslanabilir.
ISH. KUR’un imajı ve sembolleri Tanrı Baal’e çok
benzemektedir. O da Yahve gibi Babil’e ve Mısır’a düş
mandı.
55
Onun da Yahve gibi gerçek ismi Kenan-Baal (Hadad)
söylenmezdi.
H e r z o g ’u n k e ş ifle ri so n u c u n d a ;
56
nın, Yahudiler arasında çocuk kurban ritüelleri ile anıldı
ğına inanmaktadır.
Moloh adı “Malak’dan türemiştir. ‘M elkizedek’ gibi
“kral” anlamındadır. Moloh uzak geçmişte Kenani Güneş
tanrısı idi.
Fakat Tevratta Moloh’un bir Tanrıdan çok, “bir kurban
biçimi” olarak anlatıldığını görüyoruz. Söz konusu kurban,
“kralın öz çocuklarını diri diri yakmasıyla” tanrıları sakin
leştirme amacını güdüyordu.
Süleyman’ın çok geniş bir haremi ve sayısız çocuğu
vardı. Bunlardan bir kısmı niye kurban edilmiş olmasın?
Moloh’un ilk tasvirleri onu boğa başlı bir yaratık ola
rak göstermektedir. Moloh’a tapınmanın temel özelliği,
“Moloh ateşinde” çocukların ritüel olarak yakılmasıydı.
Bu ritüel, çocukların yavaş yavaş ateşte yakılarak acı
içinde öldürülmeleri ile icra ediliyordu.
Tevrat bu korkunç ritüeli Ammonit’lerin “iğrenç bir
uygulaması” olarak adlandırsa da Yahudi yasalarının ya
zıldığı tarihlerde bu ritüelin uygulandığı bilinmektedir.
Bu Moloh hikâyesi, M inotaur mit’ine çok benze
mektedir. Bu yaratığın Girit Adası’ndaki Minos labiren
tinde yaşadığına inanılırdı ve Minotaur Grekçe “Minos
Boğası” demekti.
‘Minos Boğası’ ve ‘Kenani Moloh’ arasında ilginç bir
bağlantı olduğu derhal göze çarpıyor. Çünkü Kenaniler’in
bir alt gurubu olan Filistinli’ler, Girit’ten gelmişlerdi.
A.B.D Nashville’deki Vanderbilt Üniversitesinden
Prof. Philip Hyatt, “Filistinliler Ege bölgesinden ve Girit
Adasından gelerek güneybatı Filistin’de beş şehirden olu
şan bir konfederasyon kurmuşlardı,” demektedir.
57
Minotaur hikâyesi, Girit’te çocukların kurban edildi
ği bir dönemin anısına dayanıyordu.
Tevı atın ‘Genesis’ bölümünde, Hz. İbrahim’in en bü
yük oğlu İsak’ı Moıia Dağında kurban etmeye hazırlan
dığı anlatılır.
İlginçtir ki dağın o noktası, Yahudiliğin kurucu ba
balarının ilk doğan çocuklarını Moloh’un anısına yaktık
ları yerdi. Tevratm yazarları İbrahim’in ilk doğan oğlunu
“Moloh’lamadığıııı” (yani yakarak öldürmediğini) anlat
maya çalışırlar. Ama İbrahim oğlunu kurban etmeye ni
yetlendikten sonra, Güneş tanrısı “El-Elyon” onun cezasını
affetmişti.
İbrahim’in M.Ö.1900 yıllarında oğlunu kurban etme
ye niyetlendiği tanrı Yahve değil, El Elyon’d uLSon yapılan
araştırmalar, bu kurban yerinin “Melkizedek Krallığı” ol
duğu ve yüzyıllar sonra, çocukların kurban edildiği yere,
Süleyman Tapınağının yapıldığı ortaya çıkmıştır.
Profesör Hook’a göre, antropolojik açıdan Süleyman
Tapmağının yeri, Yahudiler’de çocuk kurbanı geleneğinin
varlığının bir deliliydi.
Tevrat’ın Krallar, II. Kitap 16. Bölümünde, 1-5 ayet
lerde “Yuda Kralı Ahaz’ın Süleyman devrinden ve Yahve
Tapınağının yapımından 200 yıl sonra bile Moloh’a taptı-
ğırfÖan” bahsedilir.
Kudüs şehri duvarının güneybatısındaki Hinnom
Vadisi, çocukların Moloh’a kurban edildiği yerdi. Vadinin
adının çocukların alevde yakılması ile anıldığı için
buraya Gehenne (Cehennem) denmeye başlanmıştı.
Yahudilerdeki çocuk kurban ritüeli ile ilgili araştırmalar,
bunun kutsal meşe ağaçları, ritüel seks ve ölüler kültü ile
ilişkili olduğunu göstermiştir. Bütün bunların, kendilerini
58
“Tek Tanrının Seçkin Halkı” olarak ilan eden Yahudiler
için oldukça garip düşünceler olduğu inkâr edilemez.
Davud ve Süleyman’d an yüzyıllar sonra bile Moloh
tapınmasının sürmesi, Yahudilerin iddialarının aksine,
tek Tanrıcılıktan fazla etkilenmediklerini göstermektedir.
Gerçekten de Hz. Musa’dan, Kudüs Tapınağının M.S. 70
yılında tamamen yıkılmasına kadar, Yahudiler çevrele
rindeki halkların dinlerini bir ergitme potasında eritip,
kendilerine göre bir sentez yapmışlardı.
Hiksoslar:
59
Mısır’d aki Hiksoslar ISH. KUR’a benzeyen SET’e
tapıyorlardı. Her iki tanrı da yıldırım tanrısıydı.
7’nci Yüzyılda Yahudi araştırmacıları tarihi gerçekle
ri tersine çevirerek, sürgün hikâyesini, “kaçış” hikâyesine
dönüştürdüler. Daha sonra da düşmanları olan Firavun
Ahmose’nin adını değiştirerek onu Yahudi devrim lideri
Musa’ya dönüştürdüler. Gerçekte iki ayrı kökenli Musa
karakteri de tek bir kişiliğe dönüştürülmüştü.
Ahmose’nin başarıları M.Ö. 1567’d e Mısır’daki 18.
Hanedanın kurulmasına yol açtı. ThotMoses III, bir tra
vesti olan Firavun Acepsut’u devirdi ve ThotMoses IV un
yönetiminde Mısır İmparatorluğu, Sina’d an Filistin’e ora
dan da Babil ve Kenan’a kadar yayıldı.
Bu yayılmanın sonucunda, Amenofis III (M.Ö. 1380)
sınırları bugünkü Türkiye’ye kadar dayanan bir impara
torluğa hükmetmeye başladı. Hiksoslar’m yaşadığı bölge
de bu imparatorluğun sınırları içinde kalıyordu.
M.Ö. 1353’de tahta Amenofis IV. geçti. O, yeni bir
monoteist (ATEN) kült kurarak, adını Akhenaton olarak
değiştirdi. Esrarengiz bir kadın olan Nefertiti ile evlene
rek, kendini tek tanrı Aten (RA) ile insanlık arasındaki
aracı bir tanrı olarak ilan etti. Bütün insanların Aten’in
çocukları olduğunu söyleyen Akhenaton, bütün impara
torluğa egemen olan bir din kurmayı plânlıyordu. O, bü
tün putları ve tek büyük Tanrı dışında tanrılar olabileceği
düşüncesini yasaklattı.
Akhenaton ve babası Amenofis IH’ün yanında ikinci
bir Musa daha görüyoruz.
Bu dönemin önemli şahsiyetlerinden biri “Hapu’nun
Amenofis oğludur. O her iki kralın veziri idi ve dünyayı
ve insanlığı yaratan, yaşayan tanrı Aten’in şahsında bü
60
tün eski tanrıları birleştirmişti. Bu tanrının sembolü olan
“Güneş Diski” Ra. Horus ve diğer bütün tanrıların tek bir
tanrıda birleşmesini sembolize ediyordu. Bu güneş diski
sembolizmi boğanın boynuzları arasında olarak gösteri
liyordu.
Modern tarihçilere göre Amenhotep’in krallığı
nın üçüncü yılında, “Nubia’nın yöneticisi Mermose,
Nüdeki küçük bir isyanı bastırmak için harekete geçmiş
ti. Buradaki asıl hedef gizli altın madenlerini korumaktı
(Bu altın madenleri Mısır yöneticilerine büyük servetler
sağlıyordu).
Peki kimdir bu Mermose? Tarihçi Dawn Breastede
göre bu ismin Yunanca tercümesi “Musa”idi. Tevratta ya
zılı olmayan Yahudi tarihine göre, Musa Firavunun ordu
sunu güneye doğru yani, Habeşistan’a götürmüş ve Atbara
Nehri yakınlarına ulaşmıştı. Burada Saba Şehri Prensesi
Meroe ile tanışarak ona âşık olmuştu. Mermose (Musa),
Saba Prensesinden evlilik hediyesi olarak bu şehri teslim
almıştı. Tevratta bu evlilikten Sayılar 12:l’de bahsedilir.
Akhenaton yönetiminin sonunun nasıl geldiği tarih
çiler için bir muammadır. Bazı tarihçiler Akhenaton’un
vebadan öldüğünü, bazıları ise öldürüldüğünü söylemek
tedir.
Kesin olan bir şey varsa, akhenatonun ölümünden
sonra Mısır eski tanrılarına geri dönmüş ve Akhenaton
ve kültüne ait bütün izler ortadan kaldırümıştı.
O sıralar Mısır’d an sürülen Hiksoslar, Kenan’da
yaşamaktaydı. İşte burada İsrail-Hiksos bağlantısı ortaya
çıkmaktadır.
Tevrat’taki Exodus ve Mısırlıların Hiksosları sür
mesi arasında 400 yıllık bir boşluk vardır. “Hakimler” ve
61
“Samuel”kitaplarındaki tarihlendirme sistemleri kullanı
lırsa, bu boşluk 554-612 yıl arası değişmektedir.
Hiksos sonrası Mısır tarihi kayıtları, İmparatorluğun
Kenan’a kadar yayıldığını gösteriyordu. Tevrat’a göre
İbranilerin Kenan ülkesine girip yaşamaları, Süleyman
Krallığından 400 yıl önce gerçekleşmişti..
Kenan’d a yaşayan İbraniler Mısır egemenliği altın
daydı. Burada (Yani Kenan’da) Yahve ve Kenani Moloh
(Baal) arasında bir kıyaslama yapabilir ve Exodus’ta anla
tılan “Firavunun ilk doğan çocukları öldürme” hikâyesi
ne bir açıklık getirebiliriz.
Moloh’a tapanlar ilk doğan çocuklarını Tanrılarına
kurban ederlerdi!.. Kenan’daki Yahve’ye tapanların da zor
zamanlarda çocuklarını, boğazlarını keserek kurban et
tikleri bilinmektedir.
Kurbanlar “Topheth” denilen kutsal yerlerde öldürü
lürdü. Nitekim arkeologların Topheth sitelerinde yaptık
ları kazılarda çocuk kemiklerine rastlanmıştır.
M.Ö. 200 un başında, Aten kültünden çok farklı ola
rak, Yahudi inancına “İrk Üstünlüğü” fikri sokulmuştu.
İsrailli araştırmacı Herzog’ıın buluşları, modern İsrail’in
işgal ettiği toprakları kendisi için “ilahi bir hak” olarak
görmesinin mümkün olmadığını ortaya koymuştur.
62
Sümerlerden o günlere kadar gelen bilgileri, bazı ger
çekler, çoğu zaman sembolik gerçekler ve fantezilerle
karıştırarak “Eski Ahit’in temellerini oluşturdular. Es
ki Ahit’in, ‘Yaratılış,’ ‘Exodus,’ ‘Leviticus’ ve ‘Sayılar’
bölümü daha sonra Yahudileştirilen “Tora’’14 ile birlikte
Babilon’daki ikametleri şırasında Levi rahipleri tarafından
yazıldı. Birçok Hıristiyan fanatiğin de inandığı gibi “Eski
Ahit” Tanrının kelamı olmayıp, sürüngenimsi veya yarı-
sürüngenimsiler’in oluşturduğu “Babil Kardeşliği’nin
direktifleriyle Levililer’in uydurduğu sözlerdir.
Böylece insan kurban eden, kan içen fanatiklerin ve
kara büyücülerin (Yani Babil Kardeşliğinin) çıkarttığı ya
salar, Yahudi halkının uymaya mecbur kaldığı dini yasa
lar haline geldi.
Tevrat’taki birçok hikâye Sümerliler’d en alınmıştır.
Örneğin, Sümerlilerin “Edin” hikâyesi, Levililer’in
“Eden” (Cennet) bahçesine dönüşmüştü.
Musa’nın hikâyesi de Babil Kralı yaşlı Sargon’un
hikâyesinin tıpatıp aynısıdır.
Bütün bu dini metinler, Babilon’daki sürüngenimsi
gizem okuluna inisiye edilen Levililer tarafından yazıl
mıştır. Bu hikâyeler semboliktir ve ancak inisiyelerin an
layabileceği şekilde kodlanmıştır.
Tevrat’taki Siyon Dağı=Güneş Dağı anlamına gel
mektedir. Güneşin doğudaki dağlar üzerinde doğması
bugün biraderliğin çok kullandığı sembollerden birisidir.
Levililer’in “Exodus”15 hikâyesi, “İbrani” bilgisinin
Mısır gizem okullarından çalındığını gizlemek için uydu
rulmuş bir kılıftır.
14 Tevrat, Eski Ahidin ilk beş kitabı.
15 Musa Peygamber zamanında Musevilerin Mısırdan çıkışları, Eski
Ahit’d e ikinci kitabın ismi.
63
Mısırlılar, “Yehova” inancını kutsal bilimlere karşı iş
lenmiş bir suç olarak (Yani kutsal bilimden çalıntı olarak)
telakki ediyorlardı.
Daha önce de belirttiğim gibi, masonik tarihçi Manly
P. Hail, Mısır devlet dininin kara büyücülerin elinde ol
duğunu yazıyordu. Levi’li-Babilon manipülasyon şekli
nin bu tip bir kara büyüden esinlendiği bir gerçektir.
Yahudilikten beslenen bir din olan Hıristiyanlığın temel
inançları da Levililer’in yazdığı dogmalara dayanmaktadır.
Levi’lilerin Mısırdan çaldıkları ve Babilondaki ikâ
metleri sırasında ilaveler yaptıkları bilgi, Kabala idi.
İbranice QBL (Kabala) şeklinde yazılan bu bilgiler, ağız
dan kulağa aktarılan gizli bilgi anlammdaydı. Bu metod,
inisiyeler arasında gizli bilginin iletişiminde kullanılıyor
du. Kabala, Yahudiliğin ezoterik yorumunu oluşturuyor
du. Yahudilik de, Vatikan gibi ‘Babil Kardeşliği’nin bir
cephesidir.
Kabala, Eski Ahitte ve diğer metinlerdeki gizli bilgi
nin kodlarla gizlenmiş bir şekliydi.
Levi kodlamasına örnek olarak Ezra Kitabının ya
zarı beş Musevi fakih’in adını verebiliriz; bunlar: Garia,
Dabia, Tzelemia, Echanu ve Azrel’di.
Dabia: Bir metindeki veya cümledeki kelimeleri kapsar.
Tzelemia: Sayılar, sayılan şeyler veya anlaşılmayacak
bir şekilde belirtilen
Echanu: Değiştirilen bir şey
Azrel: Ezra’nın ismi, el’burada Ezra’nın çalışması anlamı
na geliyor.
Bir inisiye beş fakih’in adını tek bir cümlede şöyle
okuyordu-
“Kelimelerin ikaz işaretleri -ki anlaşılmaz bir şekilde
dizilmiştir- Ezra tarafından değiştirilmiştir.”
İlginçtir ki, “Tevrat’ın Şifresi” adlı kitapta Eski Ahit’in
îbranice versiyonunda geleceğe ait bilgi kodlarının bu
lunduğu iddia edilmekteydi. Bu kodlara baktığımız za
man bolca dezinformasyonla karşılaşıyoruz. Örneğin;
Kennedy’nin Lee H. Oswald tarafından (Tek başına) vu
rulduğuna bugün kim inanır ki? Gerçek şu ki, Tevratta
bir kod var ama yalnız inisiyeler için....
Bütün gizem okulları için 12 sayısı çok önemliydi. 12
bir şifre olarak, yılın 12 ayını, 12 burcu sembolize eder.
Güneş ise Tanrı olarak 13 sayısı ile sembolize edilir. 13
sayısı bu sebepten “kutsal 12 ve 1” diye bilinir. Buradan
İsrail’in 12 kabilesine, Hz. İsa’nın, Budanın, Osiris’in ve
Quetzalcoatl’ın 12 müridine, ilaveten Kral Arthur ve 12
Yuvarlak Masa Şövalyesine, oradan da Himmler’in 12 S.S
Generaline (12 Şövalye) ulaşmak mümkündür.
İskandinav mitolojisinde de 12 sayısı önemli bir rol
oynuyordu. Bu sembolleri bayraklarda, reklam ve şirket
logolarında görmek mümkündür. Bir biraderlik kurulu
şu olan “Avrupa Birliğinin sembolü 12 yıldızdır. Burada
kutsal sayılar ve kutsal geometri16söz konusudur. O se
bepten, Mısır heykelleri 6 veya 12 sayılarına veya katları
nın oranına göre yapılırdı. Bu sayısal şifrelerin çok daha
derin anlamları vardır. Sayılar aynı zamanda titreşimsel
frekansları da temsil ederler.
Her frekans belirli bir sayıya, renge ve sese denk ge
lir. Bazı sayılar, renkler ve seslerle temsil edilen frekanslar
çok güçlüdür. Buradan da anlaşılacağı gibi semboller fre
kansları temsil eder.
16 Kutsal Geometri, sayıların uzayda gözler önüne serilişinin haritalarını
çıkanı*. Sayılar ya da Aritmetik, Müzik, Geometri ve Evrenbilim, kadim
dünyanın ‘Yüce Bilimlerinden önde gelen dört tanesidir.
65
Onlar ilgili şahsın kendisinin farkında olmaksızın,
bilinçaltını etkiler. Bu bazı gizli örgüt sembollerinin niye
ulusal bayrak, şirket ve reklam logolarının üzerinde bu
lunduğunu gayet iyi açıklamaktadır.
İbraniler, İsrailli veya Yahudi değildiler, onlar Mısır
gizem okullarının inisiyeleri veya kurucuları idiler. Bu
sebepten genetik olarak bir “İbrani” veya “Yahudi” ırkını
ispat etmek mümkün olmamaktadır.
Yahudi rahiplerine verilen “Kohen” adı “Kahen”den
gelmektedir ki, bu da Mısırlıların prens veya prensesler
için kullandıkları bir isimdir.
Hatta Yahudilikteki sünnet geleneği bile Mısır gizem
okullarından alınmadır. Bu gelenek M.Ö. 4000 yılına ka
dar geri gitmektedir. Gizem okullarında hiçbir aday sün
net olmadan inisiye edilmiyordu.
Eski Mısır’d a “İbrani” dini ve yasaları diye bir şey
yoktu, çünkü “İbrani”ırkı diye bir şey mevcut değildi!..
Buradaki tek tapınç, Mısır tapıncı idi. İbrani dini, dili
ve ırkı, Mısırlı inisiyelerin -ki tarihte Levi’ler olarak bi
liniyor- Mısır bilgilerini, ülke dışına çıkararak, yeni bir
hikâye uydurmaları ile ortaya çıktı.
İbranileri Mısır’a bağlayan tek şey, “Hiksos” veya
“Çoban Krallan”nm Mısır’ı istilası olabilir. (Bu konuda
“Hiksoslar” bölümüne bakınız.)
Mısırlı tarihçi Manetho, acaip ve barbar bir ırkın
Mısır’ı istila ederek kontrolü ele geçirdiğinden bahseder.
Bunlar daha sonra Mısırdan kovularak, “Kudüs” adlı bir
şehir inşa etmişlerdi.
Hiksoslar, Habiru (İbraniler)’larla aynı etnik grup
tan olabilirler. Gerek Hiksoslar, gerekse Habiru’lar Eski
Ahit’teki İbrahim’in geldiği ülkeden, yani bir zamanların
Sümer ülkesinden geliyorlardı.
66
Kral Süleyman (Solomon) ve tapmağı semboliktir.
Kral Süleyman diye birinin yaşadığına dair hiçbir delil
yoktur. Adı hiçbir yazıtta veya kayıtta geçmemektedir.
Levililer metinlerini yazmadan önce, Yunanlı tarihçi
Heredot (M.Ö. 485-425) Mısır’a giderek ülkenin tarihi ile
ilgili birçok araştırma yapmış, fakat ne Süleymanın Krallığı
ile ilgili, ne de İsrailliler’in Mısır’dan kitle halinde göçüne
(Exodus) ait herhangi bir şey duymamıştı.
I Platon da aynı bölgeye yolculuk yapmış o da hiçbir
şey duymamıştı. Neden? Çünkü bütün bunlar sonradan
uydurulmuş, imal edilmiş hikâyelerdi.
Sol-Om-On bize üç lisanda “Güneş’i anlatmaktadır.
Süleyman (Solomon)’ın tapmağı “Güneşi” sembolize edi
yordu.
Talmud efsanelerinde, Süleyman “Kabala’yı anlayan,
cinleri çağıran, “Üstad Büyücü” olarak anlatılır. İbrani
tarihi diye ‘imal edilmiş hikâyelerin çoğunda gizli bilgi
sembolizmi vardır.
Daha önce de bahsettiğim İngiliz yazar L. A. Waddell,
“The Phoenician Origin Of Britons” adlı kitabında şöyle
demektedir;
“Grek ve Roma tarihi kayıtlarında İbrahim veya
Tevrat’ta adı geçen diğer Yahudi Peygamberlerin -bunla
ra Musa, Davut, Süleyman da dahil olmak üzere- varlığı
na ait hiçbir yazılı belge veya delil bulunmamaktadır.”
Musevi yasaları, yani Musa’nın kanunları, aslında
Levi’li rahiplerin -yani sürüngenimsiler ve melezlerin
den oluşan Babil Kardeşliğinin- yasalarıdır. ‘Tora’ ve
‘Talmud,’ Babil esareti sırasında kaleme alınmış kitaplar
dır. Bu kitapları Levililer yazmışlar ve bu gerçeği gizlemek
için “Musa hikâyesı’ni uydurmuşlardır.
67
Levililer’in metinleri Yahudi olmayanlara karşı fana
tik ırkçı bir nefretle doludur. Şurası da bir gerçektir ki,
Talmud bu dünyadaki en ırkçı kitaplardan biridir.
Gerek bizzat Talmud içinde ve gerekse Talmud’cu
literatür içinde sayısız miktarda kadın düşmanı ifadeler
vardır. Tractate Shabat’ın 152. sayfasındaki kadın betim
lemesi ibret vericidir: “Kadın, dışkı dolu bir çuvaldır.”
Talmud ya da Kutsal Kitap öğretilerinin kadınlarca
öğrenilmesini engelleyen dini yasak, geçmişte olduğu gibi
bugün de büyük bir öneme sahiptir.
Nablus yakınlarındaki bir yeshivanın müdürlüğünü
yürüten Rabbi Yitzhak Ginsburgh, 26 Nisan 1996 tarih
li “Jewish Week”te yayınlanan ve aynı gün Haaretz’de
alıntılanan bir makalesinde şu görüşleri dile getiriyordu:
“Eğer Yahudi vücudundaki hücrelerin her biri kutsallık
taşıyorsa, ve böylelikle Tanrının bir parçasıysa, o halde
DNA’daki her bir dizi de Tanrının parçasıdır. Bu sebeple,
Yahudi DNA’sı ile ilgili her şey özeldir. “Rabbi Ginsburgh,
bu ifadelerden iki sonuca varıyor:
“Bir Yahudi, karaciğere ihtiyaç duyduğunda, ken
disini kurtarmak için Yahudi olmayan günahsız bir ki
şinin ciğerini alabilir mi? Torah muhtemelen buna izin
verir. Çünkü, Yahudi’nin hayatı, sonsuz değer taşımak
tadır. Yahudi’nin hayatı, Yahudi olmayanlarınkinden
daha kutsal ve değerlidir. “Burada, Rabbi Ginsburgh’un
Hebrondaki İbrahim Camii katliamının faili Baruch
Golds tein’ı öven kitabın yazarlarından biri olduğunu ha
tırlatmak faydalı olacaktır. Ginsburgh, “Yahudiliğe göre,
bir Yahudi’nin, Yahudi olmayan kişileri katletmesinin
cinayet olmadığını ve suçsuz Arapların intikam hırsıyla
öldürülmelerinin bir Yahudi erdemi olduğunu” belirttiği
68
bir bölümle bu kitaba katkıda bulunmaktaydı.
Yahudi olmayanlara düşmanlık Talmudla sınır
lı kalmamaktadır. İbranice kaleme aldığı yazılarla
“Kabbala” konusunda uzman olan Yesaiah Tishbi, ol
dukça akademik nitelikli çalışması, “Lurianic Kabbala’da
Şeytan Teorisi ve Şer Alanı” adlı kitapta (1982) şunları
söylüyor: “Beklentilerin ve kurtuluş planlarının sadece
Yahudiler için hazırlandığı gayet açık. “Tishbi, Rabbi
Luria’nm en yetkin yorumcularından olan ve bunları
“Kutsallığın Kapıları” adlı eserinde toplamış olan Rabbi
Havim Vitalden alıntılar yapmakta ve Yahudi olmayan
insanların şeytani ruhlar olduğu yönündeki Lurianic dok
trine vurgu yapan yazılarından örnekler vermektedir:
“Yahudi olmayan insanların ruhları, tamamen şeytan
sınıfının dişi bölümünden gelmektedir. Bu nedenle, Yahudi
olmayan kişilerin ruhları “uğursuz”olarak nitelendirilir ve ilahi
bilgiden yoksun olarak yaratılırlar ’
Bugün Levi Rahipleri (Yani Talmud’cu- Siyonistler)
hiyerarşisinin elindeki en büyük koz, bütün dünyada çok iyi
örgütlenmiş olan bir Yahudi-Masonluğa (B’nai-Brith) bağ
lı “Anti-Defamation League” (ADL)dir. ADL, Siyonizmi ve
İsrail’i eleştiren herkesi ezmek için devamlı olarak “anti-se-
mitizm” suçlamasını bir silâh olarak kullanmaktadır.
Birçok Yahudi araştırmacı ve antropolog, “Yahudi
ırkı” diye bir şey olmadığını, bunun bir inanç meselesi
olduğunu belirtmekteler. “Yahudi Halkı” konsepti, Tevrat
gibi Levililer tarafından “imal edilmiş”tir!..
Kendilerine “Yahudi” diyen insanların, bugün “İsrail”
diye adlandırdıkları ülke ile hiçbir genetik bağı yoktur!..
Yahudi yazar Arthur Koestler’in de belirttiği gibi, küçük
bir azınlık hariç, İsrail’in kurucularının tamamı genetik
olarak güney Rusya’ya bağlıdır. Tipik bir Yahudi ırk ka
69
rakteristiği olarak bilinen “kanca burunlar” da genetik
olarak Kafkaslar ve güney Rusya’ya aittir, İsrail’e değil!..
Arthur Koestler, ünlü kitabı “13. Kabile”de M.S. 740
yılında Hazar Türklerinin kitle halinde Yahudiliğe geç
mesini bütün detayları ile anlatmaktadır.
Yahudilik içinde iki farklı etnik grup göze çarp
maktadır; Sefarad’lar ve Aşkenaz’lar. Sefarad’iar 15’nci
Yüzyıla kadar İspanyada yaşayan ve daha sonra bura
dan kovulan Yahudilerin torunlarıdır. Aşkenaz’lar ise
Hazarlar’in soyundan gelmekte ve dünya Yahudiliğinin
çoğunluğunu oluşturmaktadırlar. (Yaklaşık 11 Milyon)
Buna karşılık Sefaradlar’ın 1,5 Milyon civarında olduğu
tahm in edilmektedir. Bu 11 Milyon kişinin İsrail’le hiç
bir tarihi bağlantısı olmamasına karşılık, Filistin’i işgal
etmişler ve İsrail devletini kurmuşlardır.
Çünkü Tanrı onlara kutsal kitapta bu toprakları va-
detmişti. Peki Eski Ahit’i kim yazmıştı? Levi rahipleri!..
Hıristiyanlığı ortaya çıkaran Yeni Ahit’i (İncil’i) kim
yazmıştı? Levi’lileri kontrol eden aynı güç, yani “Babil
Kardeşliği”!..
70
(Temmuz), Frigyalılar’ın Attis’i ve Mexico’nun
Quetzalcoatl’ı” v.b. gibi.
Bunlardan başka “Tanrının Oğulları” da vardı; Hıristi
yanlıktan önceki Roma-Pers Tanrısı Mitras ve Küçükasyadaki
Dionysus ve Bacchus gibi.
Mitras,17 bugün gizli örgütlerin halen kullandığı bir
semboldür ve “kanatlı bir aslari’la sembolize edilir.
Masonluğun üstad derecesinde “A slan’la ilgili re
feranslar vardır. Bunlar eski M itra gizem okulu sem
bolizm inden gelmektedir. M itra ayinlerinde inisiyele-
re “aslanlar” denir ve alınlarına “Mısır haçı” çizilirdi.
Mitra’nın klasik sembollerinden biri, bedeninin et
rafına dolanmış bir yılan ihtiva eden aslandır. Bu aslan
aynı zamanda elinde göklerin anahtarını da tutmaktadır.
Bu daha çok bir Nemrud sembolizmi ve Hz. İsa’nın 12.
Havarisinden biri olan Aziz Peter’in, göklerin anahtarını
tutması hikâyesinin de aslıdır. Babil gizem okulunun baş
rahibinin de adı Peter’di.
Mitra kültü inisiyesi -aynı Hıristiyanlıkta olduğu
gibi- ritüelini tamamladıktan sonra, bir parça ekmek yer
ve şarap içerdi. Mitra inancında ekmek Mitra’nm etini,
şarap da onun kanını sembolize ediyordu.
Hıristiyanlık aslında -Hıristiyanlığın bizzat kendisi ta
rafından lanetlenen- Pagan Güneş dinidir. O, aynı zamanda
yine Papa tarafından lanetlenen bir astroloji dinidir.
71
Kilise hiyerarşisi tabii ki bunları biliyordu ama önem
li olan Hıristiyanların bunları bilmemesiydiL
Bugün Roma’d a Vatikan’ın bulunduğu yer, Mitra’nın
takipçileri için de kutsal sayılan bir yerdi. Bu sebepten
Mitra’nın tasviri ve sembolleri Roma çevresindeki kaya
lara ve taş tabletlere işlenmiş bir vaziyette bulunmuştur.
Hıristiyanlık ve Roma Kilisesinin temelinde Pers-
Ronıa güneş Tanrısı M itra (Nemrud) vardır!..
Horus, Mısır’da Tanrının oğlu idi. Hıristiyan Kilisesi
ile eski Mısır arasındaki bağlantılar inanılmayacak kadar
çoktur. Örneğin, Hz. İsa “Dünyanın Işığı" idi, Horus da
“Dünyanın Işığı’dır. Hz. İsa bakire Meryemin oğlu idi,
Horus da bakire İsis’in oğludur. Hz. İsa’nın 12. Havarisi
vardı, Horusun da 12 takipçisi vardı.
İlginçtir ki, Hz. İsa’ya atfedilen “D ünyanın Işığı” de
yimi, Aryan-Fenikeliler tarafından Hz. İbrahim ’in doğu
mundan binlerce yıl önce, “Tek Gerçek Tanrı’yı tanımla
mak için kullanılmıştı.
Hıristiyanlar Hz. İsa’yı başında ışıktan bir hale ile tas
vir ederler, Fenikeliler de güneş tanrısı “Bel” veya “Bil’i
başının etrafında ışın saçan hale ile tasvir ederlerdi.
Güneş, Mısır gizem dininin temelini teşkil ediyor
du. Güneş tanrıları ile ilişkili “bakire anneler," Örneğin;
Kraliçe Semiramis ve Ninkurşag, Mısır’d a İsis olarak
biliniyordu. İsis “yaratıcı dişi gücü” sembolize ediyordu.
Zamanla Horus, Hz. İsa’ya İsis, Meryem’e (Hz. İsa’nın ba
kire annesi) yani Güneşe dönüştü. Meryem’in kucağında
Hz. İsa ile tasvir edildiği resimler herkesin malumudur.
Mısırlıların İsis’i kucağındaki bebeği Horus ile tasvir et
tikleri resim, Meryem’in kucağında Hz. İsa’yı tuttuğu res
min aynısıdır. Bu portreler tabii ki sembolikti. İsis, Virgo
(Sümbüle burcu ve takım yıldızı, yani virgin=bakire)’nun
astrolojik işareti ile ilgilidir.
72
İsise ‘Denizin Yıldızı’ ve ‘Göklerin Kraliçesi’ denirdi.
İlginçtir ki Meryem’e de ‘Göklerin Kraliçesi’ denirdi. Bu
deyimlerin kökeninde Babilon’daki “Göklerin Kraliçesi”
Kraliçe Semiramis bulunmaktadır.
Kolaylıkla anlaşılacağı gibi, Hıristiyanlık ve
Yahudiliğin her ikisi de Babil dininin bir parçasıdır.
Bütün dünyada aynı güneş dinlerini ve rimelle
rini görmekteyiz; Sümer’de, Babilon’da, Asurlular’da,
Mısır’da, İngiltere’de, Yunanistan’da ve genel olarak bütün
Avrupa’da, Mexico, Orta Amerika ve Avustralya’da.
“Siyon Manastın” gizli örgütünün büyük üstadı
Leonardo da Vinci, ünlü ‘Son Yemek’ adlı tablosunda Hz.
İsa’nın 12. Havarisini üçerli dört gruba ayrılmış olarak res-
metmişti. Ortadaki Hz. İsa ‘Güneş’i sembolize ediyordu.
Burada yine gizli bir örgüte üst derecede inisiye olmuş bir
kişinin tablosundaki astrolojik sembolizmle karşılaşıyoruz.
M.Ö. 2200 yılları civarında “Meikizedek18 Rahipliği”
diye bilinen bir grup, kuzu yününden önlükler takıyordu.
Kuzu, astrolojik olarak koç burcunu sembolize ediyor
du. Hıristiyanlıktaki “kuzu” sembolizmi de aynı anlama
gelmektedir. Bugün başta Masonlar olmak üzere birçok
‘biraderlik’ örgütü bu önlükleri takmaktadır.
Hıristiyanlıktaki haç’ı ele alırsak, haça dini bir sem
bol olarak her kültürde rastlamak mümkündür. Amerika
73
yerlilerinden Çinlilere. Hindistan, Japonya, Mısır, Sümer,
eski Avrupa halklarında ve Orta ve Güney Amerika’da
haçlarla karşılaşıyoruz.
“Tan” veya “Tav” haçı ki, “T ” harfine benzer, D ruid
Tanrısı “Hu’nun sembolüdür. Bu sembol günümüzde
Masonlar tarafından kullanılmaktadır.
Mısırlıların ünlü “Crux Ansata’sına (Hayat Haçı)
eski Orta Amerika medeniyetlerinin hepsinde rastlıyo
ruz. “Crux Ansata” su ile ilgiliydi ve Babilliler bunu “Su
Tanrılarının bir sembolü olarak kullanırlardı. Doğunun
insan-sürüngenimsi tanrıları olan Nagalar’ın da suda
yaşadıkları varsaydırdı. “İnsanlığın kurtuluşu için ölen
tanrı” kavramı da oldukça eskidir. Hindistan dinlerinde,
Hıristiyanlık ortaya çıkmadan önce, “haça gerilmiş tan
rı” kavramı vardı. Bu kavramın kökenleri Kafkasya’daki
Aryanlar’a dayanıyordu.
Hindular’ın İsa’sı Krişna da bir haça çivilenmiş
olarak tasvir edilir. Mexico’nun mitolojik kahramanı
Quetzalcoatl denizden bir haç taşıyarak çıkmıştı.
Gizem okullarında altın haç aydınlanmayı,’ gümüş
haç arınmayı,’ tahta haç ise ‘yüksek bir gaye edinmeyi’
sembolize ediyordu. Hz. İsa’yı yaralayan mızrak hikâyesi
bile gizem okulu sembolizmini taşımaktadır.
Bütün bu anlattıklarımdan da anlaşılacağı gibi,
Hıristiyanlık pagan dinlerin yerine geçmemiştir, çünkü
kendisi pagan bir dindir!..
1947 yılında Lut gölü kenarında bulunan Kumran
(Parşömen tomarları) yazmaları bize “Essen Kardeşliği”
ve Hz. İsa hakkında çok farklı açıklamalar getirmektedir.
Bu tomarlardan öğrenildiğine göre, Essenliler, Eski
Ahit metinlerini yazan Levililer’in fanatik takipçisiydiler.
Bunlara uymayan herkesi de düşman sayıyorlardı.
74
Essenliler Terapotlar (Şifacılar) denilen bir Mısır
tarikatının Filistin koluydu. Eski Mısır’ın gizemli bilgile
rine inisiye olmuşlardı. Terapotlar ve Essenliler Mısır’ın
krokodili’ni (timsah) sembol olarak kullanıyorlardı.
Essenliler halüsojenler başta olmak üzere gizem okulu
inisiyasyonlarında kullanılan ilaçlarla19 ilgili derin bilgilere
sahiptiler. “Kutsal bitki”veya “kutsal mantar”denilen bir ilaç,
Yahudi Hahamlar tarafından kullanılıyordu. O zamanlardan
kalma bir resimde, bir Haham mantar şeklinde başlıkla gö
rülüyordu. Bu da ritüellerde kullanılan “büyüsel” halüsojenik
mantarların önemini çok iyi ortaya koyuyordu.
Essenliler, Yunanlı filozof ve matematikçi Pitagoras’m
düşüncelerini savunuyorlardı. Pitagoras Grek ve Mısır gi
zem okullarına inisiye olmuş bir kişiydi. Dönemin tarihçisi
Josephus’a göre Essenliler evreni yöneten güçlerin isimle
rini gizli tutmaya yemin etmişlerdi. Essenliler-Terapof lar,
Hıristiyan vaftiz ritüellerine benzer bir ritüel uygularlar ve
inisiye olan kişinin alnına bir haç çizerlerdi.
Lut Gölü yazmalarının ikisinden biri İbranice, diğeri
Aramca olmak üzere horoskoplar (Yıldız haritaları) bu
lunmuştur. Bu da bize, onların gezegenlerin insanın ka
rakteri ve kaderi üzerinde etkili olduklarına inandıklarını
göstermektedir.
Essenliler, Eski Ahitte sembolik bir şekilde anlatılan
Astroloji pratikleri yapmaktaydılar.
Essenliler ile türeyen ilk Hıristiyanlar da, Judea çev
resindeki Yahudi olmayan halklar da aynı şeylerle meşgul
olmuşlardı.
Essenliler’le ve Eski-Yeni Ahit konularıyla bağ
lantılı olan diğer bir gizli örgüt ise Nazaıit’ler veya
Nazarenler’di.
Musa ve Samson gibi Eski Ahit karakterlerinin ve ay
rıca Hz. İsa, kardeşi James, Vaftizci Yahya ve Aziz Paul’un
19 Bu ilaçlarla değişik bilinç seviyelerine ulaşmak mümkün olabiliyordu.
75
bu örgütün üyeleri oldukları iddia edilmektedir.
Aslında bu şahısların hiçbiri asla varolmamıştı!..
Fakat Nazaren sembolizmi, gizli bir örgütle İncil arasında
bağlantı kurmuştu.
Essenliler, Nazarenliler aynı gruptan türeyen farklı
örgütlerdir.
Nazarenliler, Mısırdaki İsis rahipleri gibi siyah giy
siler giyiyorlardı. İlginçtir ki siyah aynı zamanda Babil
Kardeşliğinin de rengiydi. Siyah otorite ve ölümü sim
geleyen bir renktir.
Nazaren li Hz. İsa deyimi, Hz. İsa’nın Nazaret kasaba
sı ile ilişkisini değil, “Nazaren” gizli örgütü ile bağlantısı
nı göstermektedir.
Essenliler-Terapotlar-Nazarenli’ler Eski Ahit-Yeni
Ahit ve Hıristiyanlığın doğuşu arasında bir köprü görevi
ni üstlenmişlerdi. İlk Hıristiyanlara “Hıristiyan” denme
den önce “Nazarenlfler denirdi. “Nazaren Kardeşliği”
ritüellerini bugünkü Hıristiyan Kilisesinde görmek
mümkündür.
Nazarenliler siyah elbiseler giyerlerdi, bugün birçok
Hıristiyan din adamı da siyahlar giymektedir. Kumran’da
“günahlardan arınmak” için ritüel banyosu yapılırdı. Bu,
bugün ‘Hıristiyan vaftizi’ diye adlandırılan ritüeldir.
19’ncu Yüzyıl sonu îngilteresi’nde ortaya çıkan sata-
nik “Altın Şafak” örgütünün kurucusu W. Wynn Westcott,
“The Magical Mason” adlı kitabında Masonluğun tarihi
nin Essenliler’e kadar uzandığını iddia etmektedir.
Bugün Nazarenliler’e “Nasrani” denmektedir. (“Nasara”
veya “Nazara” olarak da bilinirler) Bu aslında İbranice “Noz-
rim ’kelimesinden gelmektedir ki, o da “Nozrei ha-Brith”
(Ahitin Koruyucuları)’den türemiştir. Nozrei ha-Brit kelime
si Eski-Ahitteki Samuel ve Samson’a kadar geri gitmektedir.
Samuel, Levililerin başkanı idi. Tevrat ve Talmud’u Babil
Kardeşliğinin direktifleriyle yazdıran odur.
76
BEŞİNCİ BÖLÜM
ESSENLİ’LER VEYA
ZADOK’UN ÇOCUKLARI
77
da şunları yazmaktadır.
“Yahudi Dr. Ginsberg küçük bir kitapçıkta21 Hz. İsa'nın
“Essenliler Kardeşliği” örgütüne üye olduğundan hiç şüp
hesi olmadığım açıklamıştı. Hz. İsa’yı Talmud'daki adıyla,
yani “Toledot Yeshu” diye adlandıran yazar, İsa’nm mucizele
rini reddederek onu bir büyücü ve şifacı olarak görmekteydi.
Ginsburga göre İsa’nm doktrinleri bu mezhebin görüşlerini
dile getirmekteydi. Ginsburg bununla da yetinmeyip, İsa’nın
Essenliler’in komünist doktrinini yaydığını iddia etmektedir.
Ginsburga göre, Hıristiyan Sosyalizminin kökenlerinde kol-
lektivist Essenliler mezhebi vardı.” (Marksist-Yahudi yazar
Max Beer’de “Sosyalizmin ve Sosyal Mücadelelerin Tarihi”
adlı kitabında aynı görüşleri savunuyordu.)
Webster’in değerlendirmelerine göre, Essenliler
Hıristiyan olmayan bir gizli örgüttü ve dört dereceli bir
inisiyasyona sahipti. Örgütün üyeleri bir dereceden diğer
bir dereceye geçerken, kutsal gizliliği koruyacaklarına
dair korkunç yeminler ediyorlardı.
Yazara göre, “Kabbala” diye bilinen Yahudi gizli gele
neğinin kökenleri Essenliler’e kadar geri gidiyordu.
Ginsburg adı geçen kitabında Essenliler konusunda
şöyle devam etmektedir;
“Mezheplerine ait kitapları çok dikkatle saklarlar
dı. Bu kitaplarda meleklerin isimleri ve Tanrının diğer
isimleri ile “Tetragrammaton’la22 ilgili gizemli bilgi
ler bulunmaktaydı. Bu bilgiler Yahudi mistiklerinin ve
Kabbalistlerin kozmogoni ve teozofisinde büyük rol
oynamıştır. Gerçek şudur ki, Essenliler üstün bir çeşit
Kabbalist’tiler. Dayandıkları Kabbala, Hıristiyanlık önce
si zamanlardan kalmaydı ve Hz. İsa’nm ölümünden sonra
ortaya çıkan, Yahudi Hahamlarının Hıristiyanlık-aleyh-
tarı görüşlerinin temel kaynağını oluşturmuştu.”
78
ALTINCI BÖLÜM
GNOSTİKLER
79
lara karşı dövüş temasından alınmıştır. Gnostik öğre
tilerde, Mezopotamya’nın Marduk’unu, Hindistan’ın
Purusha’sım, İran’ın Gayomerd’ini hatırlatan tipleri bu
luyoruz. Gnostik üçlemelerin karşılığı olarak, Babil’de ve
Suriye’de Tanrısal üçlemeler vardır.
Kıpti Nag Hammadi kitaplığının23 keşfinden son
ra, Gnostizmin oluşma ve genişlemesinde heterodoks
Yahudiliğin rolü ortaya çıkarılmıştır. Burada Gnostizmin,
Kudüs’ün düşmesinden sonra apokaliptik ve eskatolojik
ümitlerin sona ermesinden doğduğu anlaşılmıştır.
Jewish Encyclopaedia (Yahudi AnsiklopedisiJ’nin
“Kabala” ile ilgili maddesinde şunlar yazmaktadır:
“Gnostizm, Hıristiyanlaşmadan çok önceleri Yahudi
karakterine sahipti.”
Gnostizm’in doğuş yeri olan İskenderiye’d e güçlü bir
Yahudi kolonisi mevcuttu ve burada Philo ve Aristobulus
gibi ünlü Yahudi filozoflar yetişmişti. Başka dinler ve ırk
lardan kendi çıkarları için faydalı şeyleri almak, eski bir
Yahudi alışkanlığı idi. “Kabala” işte bu heterojen unsur
lardan oluşmuştu ve Gnostizm’in kaynağı idi.
Ünlü Mason Ragon bunu şöyle açıklıyor; “Kabala,
okült bilimlerin anahtarıdır. Gnostikler,. Kabalistlerden
doğmuştur.” Kabalanın Gnostiklerden çok daha
eski olduğu iddiası doğruysa, Gnostizm “Kabala’yı
Hıristiyanlaştırmamış, tam tersine Hıristiyanlık ‘Kabalize’
olmuştur, denilebilir. Gerçekten de Gnostizmin kurucusu
Yahudi Simon Magus yalnız bir Kabalist değil, aynı za
manda ünlü bir kara büyücü idi.
Gnostik mezhepler, Kabalistik bir terim olan
“Demiourgos’u dünyayı bütün kusurlarıyla yaratan
23 Yukarı Mısırda Nag Hammadi kenti yakınlarında 1945 sonunda keşfe
dilmiş önemli Kipti-Kopt yazma tomarları. Yazıların çoğu gnostikti.
80
kıskanç ve ikincil bir tanrı olarak tanımlamışlardır.
Gnostiklere göre cahil ve sıradan Hıristiyanlar, sadece
gnostiklerin kavrayabildiği ve tapındığı yüce Tanrı ya de
ğil, bilinçsizce Demiourgosa ibadet ediyorlardı.
Aynı dönemlerde Roma İmparatorluğundan başla
yarak gelişen çeşitli gnostik tarikatlar “Ophifler (Yunanca
Ophis=Ytlan demekti) olarak adlandırılıyorlardı.
Ophitler, Hıristiyanlığın erken dönemlerinde
Frigya’d a ortaya çıkan bir Yahudi mezhebidir. Ophitlere
göre, Yehova (Dolayısıyla Musa da) bir şeytandı ve ‘Bilge
Yılan-Nabu’nun krallığını zorla gaspetmişti. Druid gi
zemlerindeki ‘deniz yılanının kırmızı yumurtası,’ Ophik
dünyanın yaratıldığı ophik-yumurta’ya benzemektedir.
Ophitlere göre dünyamız, dünya-Yılanı “Ophion” ile
Büyük Tannçanın cinsel birleşmesi sonucu ortaya çıkmışü.
Yahudiliğin Tanrısı Yehova’yı sadece bir ‘Demiourgos’
olarak gören Ophit’ler, Tekvin Kitabındaki yılana özel
bir önem atfetmişlerdi. Onlara göre, yılan insanların iyi
ile kötüyü ayıredebilmelerini sağlamış, halbuki Yehova
bu çok önemli bilgiyi onlardan esirgemişti. Dolayısıyla
Ophitler yılana, Yehova’ya başkaldırmayı ve bilinmeyen,
gerçek tanrıyı aramayı öğrettiği için gerçek kurtarıcı gö
züyle bakmışlardı. Ophitler tarikatı İsa’yı da tümüyle m a
nevi bir varlık olarak görmüş olup bu varlık, insan İsa ile
birleşerek insana kurtarıcı gnosisi öğretmiştir.
81
“Gnostizmin tam bir tarifini yapmak genellikle zor
olmakla birlikte, gnostizmin Tanrı, alem, insan, kurtuluş
ve bilgi gibi temel konularda kendine özgü açıklamalar
getiren ve M.Ö. 5’nci ve 4’ncü Yüzyıllardan itibaren çe
şitli Ortadoğu toplumlarınca yaygın olarak temsil edilen
dini-felsefı bir akım olduğunu söylenebilir. Yahudilik ve
Hıristiyanlık içersinde Batı tipi gnostik inanç ve öğretileri
temsil eden birçok ekol varolduğu gibi, tamamıyla gnoştik
bir karaktere sahip olan ve Doğu tipi gnostik gelenekler
olan “Sabiilik” ve “Manihaizm” gibi akımlar da mevcut
tur. Ortadoğu menşeili olan gnostik inanç ve öğretilerle
Hint geleneği arasında da çeşitli konularda dikkate değer
benzerlik ve paralellikler mevcuttur.
Gnostizm, ya da tamamıyla gnostik karakter taşıyan
dinler ya da çeşitli dini gelenekler içersinde yeralan inanç,
düşünce ve ritüeller şeklinde Milat öncesi dönemlerden
itibaren Ortadoğu’da oldukça yaygın olan bir akımdır.
M.S. 8’nci Yüzyılda Uygurlar’in resmi dini olan
“Maniheizm,” tamamıyla gnostik inanç ve öğretileri tem
sil eden bir dini gelenektir. Yine M.S. Il’nci Yüzyıldan iti
baren Güney Mezopotamya’d a varlığını sürdüren ve öne
minden dolayı Kuranda üç yerde ismi anılan “Sabiilik”
baştan sona gııostizmi temsil eden bir akımdır.
Bundan başka Hermetistler, çeşitli gizem dinleri
m ensupları, Yahudilik ve Hıristiyanlık içersinde yer
alan çeşitli m istik hareketler de gnostik inanç, öğreti
ve hayat tarzını yansıtmaktaydılar. Kısacası, gnostik
düşünceler, inançlar ve yaşama biçimi, farklı isimler
ve cemaatler halinde tarih sahnesinde yer almalarına
rağmen Ortadoğuda, yaşayan halkların ortak paydala
rından birisi, belki de en önemlisiydi.
82
Bir başka ifade ile, İslam hakimiyeti öncesi dönemde
gnostizm, bu yörenin bir alt kültürü konumundaydı ve
farklı dil, din ya da cemaat mensubu olan insanların m it
lerini, inançlarını ve ritüellerini şekillendiriyordu.
Gnostik öğretinin arka plânında madde-mânâ, ay-
dınlık-karanlık, ruh-beden ve dünya-öte dünya gibi de
ğerler arasında var olduğuna inanılan katı bir dualizm
bulunur.
Gnostikler makro plânda alemi, ışık alemi ve karan
lık alemi şeklinde ikiye ayırırlar. Işık ya da nur alemi iyi
liği, hakikat ve gerçeği temsil ederken karanlık ve zulmet
alemi kötülüğü, yalanı ve gerçek olmayanı temsil etmek
tedir. Işık alemiyle karanlık alemi arasında bitmek tüken
mek bilmeyen bir mücadele ve çekişme vardır. Madde ve
maddi olan her şey, yani içinde yaşadığımız dünya, be
denlerimiz ve bu dünyaya ait olan her şey kötülük alanına
aittir ve dolayısıyla bizatihi kötüdür. Ruh ve ruhsal olan
varlıklar ise ışık alemine aittir ve yapısı gereği iyidir.
Kötülük alemiyle iyilik alemi ya da ışık ile karanlık
veya nur ile zulmet arasındaki bu mücadelede başarılı ola
cak olan, iyilik, yani ışık veya nurdur. Makrohayatı tem
sil eden insan açısından da aslolan, iyilik alemine ait olan
ruhsal varlığına değer vermek ve kötülüğe ait olan maddi
yapısına, yani bedenine ve bedenin istek ve arzularına bo
yun eğmemektir. Varlık itibarıyla kötü olan bu dünya ve
dünyevi şeyleri terketmek, ışık ve iyiliğin timsali olan ruh
ve ruhsal aydınlanmaya kulak vermek gerekir.
Gnostik düşüncede insanın yapısıyla ilgili bir üçle
meye yer verilir. Buna göre insan üç unsurdan; ruh, be
den ve nefs’ten oluşur. İnsanı oluşturan bu üç unsurdan
ruh köken itibarıyla ışık alemine aittir. Öte yandan beden
83
ve nefs ise yapıları gereği kötü tabiatlı ve süflidirler; zira
bunlar kötülük alemine aittirler.
Gnostiklere göre beden içersinde ruh, hapishanede
ki bir tutsak gibidir. Zira, ruhu çepeçevre kuşatan beden,
onu elden kaçırmamak amacıyla tutsak etmiştir ve onun
iyilik ve ışığının dışa aksetmemesi için elinden gelen her
şeyi yapmaktadır. Işık ve iyilikle olan ezeli mücadelesin
de bir ışık unsuru olan ruhu tutsak etmiş olan kötülük,
ruhun kaçmasını engellemek için bedeni ve her türlü
dünyevi arzu ve ihtirası temsil eden nefsi kullanmaktadır.
Kısacası ruhun bu dünyadan kaçışı beden ve nefs ile engel
lenmeye çalışılmaktadır.
Gnostik tasavvura göre kurtuluş ya da hidayet, süfli
madde alemine düşen ruhun tekrar ilahi aleme yüksel
mesi ile gerçekleşir. Gnostiklere göre ilahi alemin bir par
çası olan ruh ölümsüzdür.
Gnostik inanç ve öğretilerin odak noktasını oluşturan
bir öğreti olan gnostizmin “kurtarıcı bilgi” ve “gizli hik
met” doktrini de dikkat çekicidir. Bu öğreti -bazı küçük
yorum farklılıklarıyla birlikte- bütün gnostik sistemlerde
önemli bir yer tutar. Gnostik terimi de “bilgi” anlamına
gelen Yunanca “gnosis” teriminden gelmektedir. Bu süfli
alandan kurtulabilmesi için ruhun sahip olması gereken
bu bilginin birtakım özellikleri vardır.
Bu bilgi kutsal bir bilgidir ve ilahi alanın merkezinde
yer alan yüce Tanrıdan kaynaklanır. Bu bilgi ezoterik, giz
li bilgidir; gnostiklerden başkası onu bilemez, anlayamaz
ve idrak edemez. Kendilerine bu bilgi bağışlanmış olan
gnostiklerin bunu veya bunun tezahürlerini dışa aksettir
meleri, ifşa etmeleri en büyük suçtu.
84
Gnostizmfle “kurtarıcı”ya da “mürşid’’in çarpıcı bir
özelliği de süfli alemde irşat edici olarak görevlendiril
meden önce, bizzat kendisinin de ilahi takdir gereği bu
kötü alanda yaşamayı, burada kurtuluşun yolunu aramayı
ve nihayet kurtarıcı bilgiye vakıf kılınarak süfli alemden
kurtarılmayı tecrübe etmiş olmasıdır yerinde bir ifadeyle
o, bizzat kendisi kurtarılmış olan bir kurtarıcı, irşat edil
miş bir mürşittir.
Gnostik geleneğe göre, ruhun kurtarıcıyı ve mürşidi
kavrayabilmesi ve kendisini hidayete kavuşturacak olan
ilahi bilgiyi alabilmesi için bu hususta gerekli olan altyapı
yı hazırlaması zorunludur. Bu gaye doğrultusunda bütün
gnostik toplumlar az ya da çok, hafif ya da katı bir asketiz-
me yer verirler. Örneğin Maniheizm’de, Maniheist cema
at arasında kurtuluşa en yakın olarak görülen seçkinlerin
karakteristik özelliği, elden geldiğince az yemek, az konuş
mak, az uyumak, dünyevi her türlü iş ve meşgaleden uzak
durmak, evlenmemek, bütün zamanını dua, ibadet ve dini
öğretiyle geçirmeye çalışmaktır.
“Eline, beline ve diline sahip olmak” ifadesi Maniheist
ahlâk anlayışının temelini oluşturan bir özdeyiştir. Öte
yanda halka karışmamak, dünyevi her türlü arzu ve ih
tirasa karşı direnmek, ahlâkî her türlü kötülükten uzak
durmak, bütün gnostik toplumların ortak özellilde-
rindendir. Gnostik geleneğe göre ideal bir yaşantı, süfli
alemden tamamen el etek çekmeyi gerektirir.”
Kısaca özetlemeye çalıştığımız gnostizmin bu özel
likleriyle başta çeşitli tasavvuf ekolleri olmak üzere, İslam
düşünce tarihi içersinde yer alan çeşitli akımlarca temsil
edilen benzer düşünce ve öğretiler arasında yakın bir iliş
ki olduğu açıkça görülmektedir.
85
Gnostik dinlerde olduğu gibi maddi aleme karşı
olumsuz yaklaşım hemen hemen bütün tasavvuf ekolle
rinin ortak özelliğidir.
86
İddialara göre o, La Peyre tepeleri civarında hâzineyi bul
muştu. İlginçtir ki 1930’lu yıllarda Rahn’ın “Kutuplar”
adlı, Hans Hörbiger’in nordik ve ezoterik dünya görüşü
nü benimsemiş, bir Fransız gizli örgütü ile ilişkisi vardı.
Fransız Kontes Poujol-Murat Katharlar ile ilgili araştırma
masraflarını karşılıyor ve hatta özel otomobilini ve şofö
rünü Rahn’ın emrine tahsis ediyordu.
87
lık Marcion, mektep değil, birçok yüzyıl süren Gnostik
düşüncelerin muhafızı olmuş bir kilise kurmuştu. Onun
gözünde evren basitti. İçinde yaşadığımız gözle görü
nür, ceza verme prensibi ile idare edilen zalim bir dünya
vardır; dünyayı yaratan, Tevrat’ın merhametsiz Yehovası
vardı. Nihayet, bir başka boyutta gerçek Tanrı, nazik ve
rahim “İyi Yabancı” vardı. O, daima mevcuttu ama kendi
ni, insana rahim İsa’yı, Yehova’nın soğuk öğretisine Sevgi
İncili ile karşı koymak üzere, yeryüzüne göndererek ifşa
etmişti. Eski-Ahit ile Yeni-Ahit’in birbirinden ayrılan
mesajları Marcionu çok etkilemişti ve bu sonuncusunu
hiçbir surette ilkinin tamamlayıcısı olarak görmüyordu.
Hatta Tevrat’ta haberi verilmiş olan savaşçı, intikam alı
cının İsa’ya benzer bir tarafı olamazdı. Ona göre bu iki
öğreti, keskin bir karşıtlık içindeydi ve bunu, imanının
temeli yapmıştı.
Marcion böylece dosdoğru giden bir düalistti. Ama
onun düalizmi alışılmış tipten değildi; o, iyilikle kötülüğü
değil, adaletle rahmeti, zulümle sevgiyi karşılaştırıyordu.
Yaratılmış dünya kötü değil, basitçe adil olmalıydı; ama
ne olursa olsun, ondan kaçınmak gerekiyordu. Bu itibarla
zühd ve takva gerekliydi. Dünya zevklerinde ifrat, acına
cak bir durumdu. Her şeyden önce evlenmek ve çocuk
yapmadan uzak durmak gerekiyordu.
Marcionist Kilise ilk büyük Hıristiyan düalist Kilisesi
olmuştu ve Ortodoks yazarlar düalist Hıristiyan sapkınla
rına “Marcionit”sıfatını yapıştırmakta biraz haklılardı.
Marcion’un kurumlan, Gnostiklerin garabetlerine
yeni bir boyut getiriyordu. Yehova Tanrı karşıtı idiyse,
Eski Ahit’in canileri kahraman olmalıydı.
88
Marcion, kuramlarının içinde yetiştiği Suriye
Hıristiyanlığı temelinden olduğu kadar, devlet dininin,
Zerdüştlüğün düalistik olduğu İran’dan da etkilenmiş olduğu
söylenebilir. Zerdüştlüğün de geç Yahudiliği ve dolayısıyla da
Hıristiyanlığı etkilemiş olduğu muhakkaktır.
Maniheizm’in kurucusu Mani de kilisesinin örgüt
lenmesinde Marcion’u örnek almıştı. Maniheizm’de de
Zerdüşti unsurlar bulunduğu inkâr edilemez.
İzmir piskoposu Polycarpus’un “Sende Şeytanın ilk
çocuğunu görüyorum,” dediği Marcion, önemli ve etkili
bir Hıristiyan öğretmen olmuş, öğretisi ve de örgütleyi-
ci faaliyetlerinden ortaya çıkan Marcionism, II. Yüzyıl
Kilisesini derinlemesine bölmüş ve bu keyfiyet V. Yüzyıla
kadar sürmüş ve sonunda Marcion Roma cemaatinden
dışlanmıştı.
Maniheizm Sapkınlığı:
89
bir kötülük idi. Ruh, madde-dışı olduğu için ilahi idi.
İnsan bedeni ruhu tutsak etmiş bir hapishaneydi. Bu ha
pishaneden tek bir kurtuluş yolu vardı; o da ölüm idi.
Daha az yaratıcı olan Demiurg, görünür dünyayı karanlık
güçlerin parçacıklarından yaratmıştı. Bu güçler, ruhsal
alandaki Tanrıya karşıydı ve ebediyyen madde dünya
sının içine hapsolmuşlardı. Yine bu karanlık güçler, in
sanları ayartarak, devamlı üremeleri için cinsel güçlerini
kullanmalarını sağlamış ve bu şekilde ruh parçalarının
insanların bedenlerine hapsolmalarına sebep olmuşlardı.
Aksi takdirde bedenler ölü boş kabuklar haline gelecek ve
karanlık güçlerin kontrol edebileceği kimse olmayacaktı.
Bu ikiye bölmeye (Dichotomi) anti-kozmik dualizm
deniyordu. Bu, gnostizmin bütün önemli eserlerinde fakat
özellikle Maniheizm’de görülür. Günah, madde dünyasın
daki hayatın ta kendisidir. Yalnız hayat kıvılcımı yani, in
san ruhu, İlâhi düşünce ve davranışlar için uygundur. Bu
düalizm’de sınırlı her şey (Yani, mana bağlı olan) kötü,
ebedi olan her şey, yani Tanrının ebedi ateşinin kıvılcımı
olan insan ruhu iyi idi.
Maniheizmin katı bir etiği vardı. İnsanları, hayvanla
rı öldürmeleri ve kan akıtmaları yasaklanmıştı. Yukarda
anlatılan sebepten dolayı da cinsel ilişkinin her türü la
netleniyordu. Bütün maddesel zevkler ve mutluluklar,
şeytani sayılıp reddediliyordu.
Bazı Maniheist “Seçkinler” veya “mükemmeller”
dilenerek yiyeceklerini temin ediyorlardı.
Maniheistler dinleri ile uyuşmayan seküler yasalara
aldırış etmezler ve inançları için rahatlıkla ölümü göze
alabilirlerdi.
Doğrusunu söylemek gerekirse, Maniheistler
Hıristiyan değildiler. Yalnız Hz. İsa’yı değil, diğer bütün
90
dini liderleri örneğin; Buda, Lao-tzu ve diğerlerini de ka
bul ediyorlardı. Onlar ne, İsa’nın yeniden bedenlenmiş
bir tanrı olduğuna, ne de haç üzerinde öldüğüne inanmı
yorlardı. Onlara göre İsa da diğerleri gibi bir insandı. Bazı
eleştirmenler Maniheistleri panteist olmakla suçlamışlar
dır. Şurası da bir gerçektir ki Maniheistler Hıristiyanların
inandığı birçok şeye inanmıyorlardı. Özellikle haç onlar
için Tanrının değil, maddenin bir sembolü idi, çünkü on
lar Tanrının her yerde var olduğuna inanıyorlardı.
Maniheist hareket muhtemelen iki sebepten yok oldu.
Maniheistler cinselliği reddettiği için çok anti-sosyal idi
ler, ayrıca savaş, şiddet ve kan dökmeyi de reddettikleri
için, kan ve şiddetin egemen olduğu o çağların düşünce
sine çok ters düşüyorlardı.
M.S. 450’de Agapius, Maniheizmi ve gerçek Hıristiyanlığı
bağdaştırmaya çalıştı, fakat fazla tutunamadı.
Diğer bir gnostik grup olan “Paulus’çuların
“Samosaia’h Paulus” diye birinin müridleri olduğu söy
leniyordu. 8’nci Yüzyıldan başlayarak bunlar hızla çoğal
maya başlamışlardı. Bu mezhep bir topluluğa, topluluk
da siyasal bir güce dönüşüyordu. Bizans imparatorları
bunları yoketmek için üzerlerine ordular göndermişler
di. Paulus’çular Arap dünyasının sınırlarına kadar dayan
mışlardı. Paulus’ç ular Fırat’a doğru yayılmışlar, kuzeyde
Karadeniz’e kadar uzanan Bizans topraklarını ele geçir
mişlerdi.
Paulus’çular, Eski Ahit’i inkâr ediyorlar, ayinlerini
reddediyorlar, haçı küçümsüyor ve Bakire Meryem’e saygı
duymuyorlardı. Paulus’çular, Esld Ahit’in Yehova’ya tapan
hırsız ve hilekâr bir ırk tarafından yazıldığını ve tama
men bir aldatmaca olduğunu savunuyorlardı. Bu sebep
91
ten Yahudilerden nefret ediyorlardı. Fakat bir taraftan da
Yahudileri Hz. îsanın katilleri olarak görmüyorlardı çün
kü onlar, Hz. Isa’nın haça gerilmesini bir ilüzyon olarak
değerlendiriyorlardı. Onlara göre Aziz Peter, Hz. İsa’ya
ihanet eden tipik bir Yahudi idi. Paulusçular çeşitli se
beplerden geleneksel kiliseye saldırıyorlardı. Onlara göre
rahiplerin siyah giysileri şeytanın kostümü idi. Dış görü
nüşte Ortodoks Hıristiyanlar gibi davranan Paulus’çular
aslında “takiyyeci”bir görüşü benimsemişlerdi.
Incil ve nefret edilen Tevrat, yalnız ezoterik kulla
nımlar için kabul edilmiş gibi gösteriliyordu. İnançlarına
göre, kutsal kitaplardaki gizli anlamları ve vahyedilen
sözleri, ancak maddi dünyadan kaçmayı bilen, inisiyeler
anlayabiliyordu.
Bir alanda bunlar Maniheizm’d en farklıydılar.
Onların aksine, inançları için savaşıp ölmeye hazırdı
lar. Başarılarının çoğu, önce Bizans ordularına, sonra da
Bulgar İmparatorluğuna karşı çıkmalarından ileri geli
yordu. Paulus’ç ularm tarih üzerindeki etkileri savaşçı
güçlerinden çok, düşüncelerinden oluşmuştur.
Paulusçular güçlerinin doruğuna Tychicus zamanın
da (M.S 801-835) ulaştılar ve bazı küçük gruplar halinde
1200 yılına kadar var olmaya devam ettiler.
950 yılında Paulusçu ve Maniheizm düşüncelerinin
sentezinden oluşmuş bir hareketin Bulgaristan’d a orta
ya çıktığını görüyoruz. “Bogomili” denilen bu hareke
tin kelime anlamı “Tanrı merhametlidir” veya “Tanrının
Merhameti”idi.
Düalist bir dünya görüşünü benimseyen Bogomiller’e
göre şeytan (Bogomiller ona ‘SataneV diyorlardı)
92
Tanrının oğlu ve İsa da onun kardeşiydi. Onlara göre
şeytan Adem’i yaratmak için, Tanrının ebedi ruhundan
bir kıvılcım çalmak istemiş, fakat ruh yerine geri döne-
memişti. Bogomiller’e göre, Tevrat’taki yılan, Adem’i
Satanel’in aldatmasına karşı uyarmak için görünmüştü ve
bu sebepten Satanel tarafından lanetlenmişti.
Bogomil inancına göre, Tanrı ve oğlu şöyle bir anlaş
maya varmıştı; Tanrı ondan çalınan parçayı, yani insan
ruhunu, şeytan da bedeni yönetecekti. İnsan ırkının ve
Satanel’in insan bedenleri üzerindeki kontrolünün sonu
gelmemesi için, şeytan insan ırkının devamını sağlama
lıydı. Ancak bu şekilde bütün ruhlar bedenlere hapsedi
lebilirdi. Bu sebepten o, cinselliği ve üremeyi kontrolün
başvasıtası olarak kullanmaya başladı. Seks ve üreme ol
madan Satanel’in kontrolünün bir geleceği olamazdı. Şu
halde gerçek inançlı bir Bogomil’in evliliği ve cinselliği
reddetmesi gerekiyordu.
Bogomiller, haçı şeytanın bir sembolü olarak gör
dükleri için inkâr ediyorlardı. Onlar Hz. İsa’nın öğretile
rini de toptan reddediyorlardı.
93
Kathar’lar askeri bakımdan faal ve savaşçı olmuş olsalar
dı, bugün Avrupa tarihinde Hıristiyan reformcuları olarak
Luther ve Calvin’in değil, onların adı geçecekti.
Katharlar’ın ortaya çıkışı 1025 yılıdır. Bu yıl, Almanya,
İtalya ve Fransa’d a ortaya çıkan hareket, İngiltere’ye de ya
yılma istidadı göstermiştir. Kilise onları basit olarak “Yeni
Maniheistler” olarak nitelendiriyordu. Kathar sapkınlığı
nın kuruluşu ile ilgili birçok efsane vardır. Fakat bu konu
ile ilgili olarak ne belirli bir şahıs, ne de belirli bir grup
tespit edilebilmiş değildir. Reims başpiskoposu Aurillac’lı
Gerbert’in 991 yılında yaptığı açıklamalar gnostik ve
Maniheist olarak nitelendirilse de, Kathar dinine öncülük
ettiği veya yaygınlaşmasına hizmet ettiği söylenemez.
1028 yılında Akitanya Dükü William V, bir piskopos
lar konseyi toplayarak sapıklığın ortaya çıktığı yeri tespit
etmeye çalıştı. Konsey, bu inancın İtalya’nın kuzeyinde
doğup büyüdüğüne karar verdi. Modern araştırmacıların
bir kısmı hareketin Bulgaristan’da doğduğuna, diğer bir
kısmı ise, Ermenistan ve/veya Bizans İmparatorluğunda
doğduğunu iddia ederler. Bazı araştırmacılar ise hareke
tin, gnostik mezheplere büyük hoşgörü ile bakan İslam
ülkelerinde ortaya çıktığım iddia etmektedirler.
Katharlar klasik Maniheist anlamda düalisttiler. Bu
sebepten onlara “Maniheist” de denmişti. Bazı kısımla
rı İran-Zerdüşt inancına dayanan geleneksel düalizmde,
birbirine eşit güçte iyi ve kötü iki Tanrı anlayışı vardır.
Katharlar, Yahudiler’in Yehovası’m şeytanın bir en-
karnasyonu olarak görüyorlardı.
Katharlar’ın İncil’in ezoterik yorumuna inanıyor
lar ve kendilerine uymayan bölümleri de kutsal kitap
tan çıkarıyorlardı. Onlara göre İncildeki bazı bölümler,
94
Yahudiler tarafından kafaları karıştırmak ve imanı sars
mak için sonradan ilave edilmişti.
Katharlar “Mükemmerieri ile diğer halk arasında belir
gin bir fark vardı. Diğerleri “Gerçek Hıristiyanlığı” öğrenen
insanlardı ve eğer isterlerse evlenebiliyorlardı. Fakat “son
yemini” eden inisiyelerin cinsi münasebette bulunmaları ve
bir aile çevresinde bulunmaları yasaktı. înisiye olmayanla
rın eğitimi genellikle on yıl veya daha fazla sürüyordu. Bazı
Katharlar ancak ölüme yaklaşırken yemin etmişler ve bu şe
kilde “MükemmeV’in uymakla mükellef olduğu moral koda
uymamışlardı.
Kathar dininin en kutsal şeyi “Consolementum” idi.
Bu bir “Mükemmel”in veya bir sempatizanın evinde bulu
nurdu. Genellikle “Servitium” denilen günahların ve yan
lışların itirafı ile kutsal ayin başlardı. Mevcut herkes, ister
“Mükemmel,” ister takipçi olsun bu ayinlere katılmakla
mükellef idi. Bu seremonilere ait eski yazıtlar bugünkü
tarihçilerin eline geçmiştir. Bunların aslında Ortodoks
Hıristiyanlığa karşı olmadığını yalnız, günahların bedene
ve maddi dünyaya ait olduğu konusunun özellikle vurgu
landığını görüyoruz.
Adayın son mükemmellik rifine inisiyasyonu oldukça
basitti. Bu ayin, Kilise Babalarının kabul edilmiş yazılarını
ve Kitab-ı Mukaddesi kapsıyordu. Ama bunlardan Kathar
inancına ters gelenler rahatlıkla reddediliyordu. Bir aday et
yemekten, dünyevi zevklerden, kibirden, gururdan, yalan ve
dedikodu v.b şeylerden uzak duracağına dair yemin etmek
zorunda idi. Roma Katolik Kilisesi tam bu noktada Katolikliğe
ait bütün değerlerin inkâr edildiğini iddia ediyordu.
Kathar’lar Hıristiyanların aksine şarap içmezlerdi ve
Aşar-ı abbanı (Komünyon)’ye karşı idiler. Onlara göre
95
maddi hiçbir şey Tanrı nazarında kutsal veya arınmış ola
mazdı.
Katharlar, Hz. İsa’nın bizler gibi bir insan olduğuna,
Yahudi olmadığına ve bir bakireden doğmadığına ve ebe-
diyyen günahtan arınmış bir kişi olmadığına inanıyorlardı.
Onlara göre çarmıha gerilen insan-Tanrı değil, insan İsa
idi. Katharlar’ın temel inancına göre Tanrı bedenlenemez-
di, çünkü insan bedeni maddeden oluştuğu için kötü idi.
Kathar’lar Hz. İsa’nın Yahudiliğini de kabul etmiyorlardı,
çünkü onlar Yahudiliğe ve Tevrat’a toptan karşı idiler.
Hıristiyanlığın geleneksel cennet ve cehennem inancı
da Kathar’lar için kabul edilemezdi. Çünkü içinde yaşadı
ğımız dünya, şeytanın maddi dünyasıydı ve kötülüklerle
doluydu. Yalnız bedensel arzularını ve şeytanı reddeden
ler cennete girebilecekti. “Consolamentum” kötülükler
den arınma anlamına geliyordu. Aynı şekilde onlar ölüler
için dua etmiyorlardı. Çünkü madde dünyasının kötü
lüklerinden kurtulmuş olan ruhların yardıma (Dualara)
ihtiyacı yoktu. Kurtulamayan ruhlar ise yeniden, bu dün
yanın maddesine tutsak oluyorlardı.
Kathar’cılık ile ilgili çalışmaların hiçbiri
“Reenkarnasyon” (Yeniden bedenlerime) meselesine de-
ğinmemiştir. Fakat görünüşe bakılırsa, dinlerinin mantıki
neticesi bu inanca götürüyordu. Katharlar’a ait birçok kay
nak bu konuda suskunluğunu korumaktadır.
Yüksek bir sembolik anlamı hariç, Meryem, Kathar
öğretilerinde yer almıyordu.
Katolik engizisyonu Katharlar’ı panteist olmakla suç
lamıştı. Katharlar’a göre ruhsal alanda bütün varlıklarda
ilahi bir parça bulunuyordu. Bunun tersi olarak da hiç
bir maddi şey, ilahilik ihtiva etmiyordu. Kathar’lara göre
Tanrı, materyalist ayrılığın ve çoğulluğun anti tezi idi.
96
Bazı Kathar’lar her şeye muktedir Tanrı’mn maddeye nü
fuz edebileceğini veya madde görüntüsü alabileceğini ve
iradesiyle “Işık İnsanı’nı maddesel hapishaneden kurta
rabileceğine inanıyorlardı,
Katharlara göre Yahudilerin Tanrısı Yehova hem
kötü, hem de sahte bir Tanrı idi. Şeytan-Yahve (veya en-
karne şeytan şeklinde) İbrahim ve Musa’yı etkilemişti.
Yani bu Yahudi peygamberler şeytandan esinlenmişlerdi.
Katharlar’ın temel inancına göre Tanrı bedenlenemez-
di, çünkü insan bedeni maddeden oluştuğu için kötü idi.
Kathar’lar Hz İsa’nın Yahudiliğini de kabul etmiyorlardı,
çünkü onlar Yahudiliğe ve Tevrat’a toptan karşı idiler.
Hıristiyanlığın geleneksel cennet ve cehennem inancı
da Kathar’lar için kabul edilemezdi. Çünkü içinde yaşadı
ğımız dünya, şeytanın maddi dünyasıydı ve kötülüklerle
doluydu. Yalnız bedensel arzularını ve şeytanı reddeden
ler cennete girebilecekti. “Consolamentum” kötülükler
den arınma anlamına geliyordu. Aynı şekilde onlar ölüler
için dua etmiyorlardı. Çünkü madde dünyasının kötü
lüklerinden kurtulmuş olan ruhların yardıma (Dualara)
ihtiyacı yoktu. Kurtulamayan ruhlar ise yeniden, bu dün
yanın maddesine tutsak oluyorlardı.
Vaftizci Yahya da onlar için kötüydü, çünkü suda vaf
tiz edilmişti—Su, madde olduğu için Kathar’lar tarafın
dan kabul edilemez bir şeydi. Onlar için geçerli olan tek
şey, “Ruhsal Vaftiz” idi.
Rosenberg ve Gnostizm:
97
oldukça fazlaydı. Rosenberg’in “20’nci Yüzyılın Miti”
adlı kitabında bu her iki grup, Hıristiyanlığı yozlaştıran,
Tanrının doğru mesajını saptıran ve Katharlar’a zul
medenler olarak tanıtılıyordu. Rosenberg’in kitabındaki
Katharlar’la ilgili referansları, onun gerçek Hıristiyanlığın
anahtarını ele geçirdiğine inandığını ortaya koyuyordu.
Rosenberg gerek yazılarında, gerekse konuşmalarında
“Hıristiyan” olduğunu söylüyordu. O, Katolik Kilis
esini Reformasyon sonrası Avrupasında oluşan temeller
üzerinde, eleştiriyordu. Fakat bundan çok daha fazlası da
vardı. Reformasyon görevini tamamlayamamıştı. Luther
ve Calvin doğru bir yönde harekete başlamışlar, fakat
tamamlayamamışlardı.
Protestanlar ve Waldense’ler Katharlar’m çağdaşı
idiler. VValdense’ler ne dogmatik, ne de ezoterik doktrine
fazla bağlı değildiler. Onlar diğer protestan gruplar gibi,
Katolik Kilisesi’nin ayinlerini basitleştirmek ve Katolik
din adamlarının yolsuzluklarına mani olmak istiyorlardı.
Luther, Incil’in yazıldığı şekliyle yorumuna çok önem
veriyor fakat -Katharlar’daıı farklı olarak- kutsal kitapla
rın arasından Eski Ahit’in çıkarılmasına karşı çıkıyordu.
Calvinistler ise Katolik Kilisesinden daha fazla Eski
Ahite bağlıydı. Puritenler Eski Ahit’in teokratik yöneti
mini yeniden canlandıracak kadar ona bağlıydılar.
Katharlar, Luther gibi St. Paul’e çok önem veriyor gibi
görünüyorlardı ama onlar için Paul, ezoterik düşüncele
rin bir çıkış noktası, bir sembolüydü.
Rosenberg’in “Flıristiyanlıktaki en büyük mesele” de
diği St Paul’du. Rosenberg, Paul’u ikiyüzlü bir Yahudi ola
rak görüyordu. Rosenberg’e göre, Paul yeni bir isim altın
da Musevi şeriatını, Flıristiyan yasaları diye yutturmaya
98
çalışıyordu. Ona göre, Paul “büyük birfesatçıydı." Yeni din
Hıristiyanlığı yenemeyeceğini anlayan Yahudiler, Paul’u
yollayarak bu dini başka bir şekle dönüştürmüşlerdi.
St. Paul sayesinde Yahudiler toplumdışı kalmamış ve
Hıristiyanlığı yönetmeye başlamışlardı. Rosenberge göre
Paul olmasaydı, Hıristiyanlık da Eski Ahiti ve Yahudileri top
tan reddeden Bogomiller, Maniheistler, Katharlar gibi “sap
kın”sayılan dinler arasında olacaktı.
İlginçtir ki S.S’ler de Katharlar’m okuduğu kitaplar
dan birçoğunu ele geçirmişti. (Bunların çoğu Maniheist
mezheplerin okudukları kitaplardı).
Naziler’in Katharlar’a olan bu ilgisi onların Kathar
öğretisini Nordik Hıristiyanlığın temeltaşı yapmak iste
melerinde yatmaktadır.
Gerçek şudur ki, hiçbir şey Maniheistlerin Yahudiler
ve Eski Ahit konusundaki düşünceleri kadar (Yahudi-
aleyhtarı) III. Reichiıı düşüncelerine uyamazdı.
Bu öğreti sayesinde Hıristiyan doktrininin kuzeyli
bir yorumu mümkün olabiliyordu.
99
YEDİNCİ BÖLÜM
100
en şaşırtıcı yöntem leri uygulayabilen bir eğitim oda
ğı idi. Amaca ulaşabilmek adına, yetenekli eğitm en
ler İslama özgün dem okratik fikirlerini yıkarak, o dö
nem de M ısır’da hüküm süren Fatimi Halifesinin em ir
lerini yerine getirmeye çalışmışlardı.”26
“Tasavvufun, en iyi bilinen mistik simgeciliğinin bü
yük bölümü, genellikle Ömer Hayyam’ın Rubaileri saye
sinde herkesin öğrendiği kadarı, İsmaili’ler tarafından sa-
hiplenilmiştir. Şia ile tasavvufu, şaşırtıcı ve benzersiz bi
çimde kaynaştırarak, kendi şeyhlerine sıkı sıkıya bağlı bir
mistik topluluk oluşturmuşlardır. Diğer taraftan, mistik
esrikliğe ulaşmak için haşhaş ya da başka uyuşturucula
rın kullanılması tasavvufta olağan uygulamalardandır.”27
101
“İşte bu sebeple, tarihte sonradan Haşişiler olarak
ün salacak olan bu yeni akımın üyeleri, ilk zamanlarda
Nizari İsmaililer’i olarak bilinirler.”28
Arapçada assesen sözü ‘koruyucu, bekçi anlamına
gelir Kimi yorumculara göre gizlerin koruyucusu deyi
minin gerçek kökeni bu kelimededir.”29
“Haşan Sabbah, Nizari İsmailileri’nin yeni öğretisini,
yani “dâva yi örgütleyen ve uygulamaya geçiren inkılapçı
bir dahiydi. Kaiıire’deki Fatımi İsmailileri’nin dâvasının
yerine, Haşan Sabbah kendi öğretisini koymayı başardı.
Sabbah, 1060 yılında Tahranın 150 km güneyindeki Kum
kentinde dünyaya gelmişti.”
“İnce bir zekâsı, mükemmel bir teoloji bilgisi, idealini
uzun yıllar boyunca bıkmadan izleyecek olağanüstü bir
irade gücü vardı. Tıpkı bir zamanlar kendisinin eğitildiği
gibi, sabırla, dinsel kuşkulan ortaya çıkarıp yeni bir seçe
neğin muhtemel olduğuna ikna edilinceye kadar ısrarla,
daylamlı’ları etkisi altına almış ve inançlarını değiştirme
ye razı etmişti.”
“Teolojik tartışmaları ustaca kullanarak, inatçı bir
mantıkla Şia öğretisini titizlikle irdelemeyi başarmış,
İsmaililerin fesatçı doğasına ve geleneksel gizliciliğe da
yanan, çok güçlü bir ayrılıkçı topluluk yaratmıştı.”
“Marco Polo’nun 1273 yılındaki ziyareti ve bunu
daha sonra kitabında “Dağlar Şeyhi ve H aşişinler” olarak
anlatması, Haşan Sabbah’ı ve yüksek bir vadide bulunan
Alamut Kalesini Batıda bir efsane haline dönüştürdü.30
“Şeyhin mahiyetinde, gelecekte fedaileri olacak, 12
yaş civarında birçok genç vardı. Onlara içmeleri için haş-
28 Kaynak: Edward Burman, The Assasins-Holy Killers of İslam.
29 Kaynak: Arkan Daraul, Secret Societies.
30 Kaynak: Edward Burman, The Assasins-Holy Killers of İslam.
102
haş veriliyor ve üç gün süreyle uyuduktan sonra dörtlü,
onlu, ya da yirmili gruplar halinde, şahane bir bahçeye bı
rakılıyorlardı. Bahçede kendilerine gelen gençler, cennete
geldiklerini sanıyorlardı. Etrafları müzik, şarkı ve rakslar
la onları eğlendiren, gönüllerini hoş tutan genç kızlarla
çevriliyordu. Gençlerin her türlü arzuları anında yerine
getiriliyordu. Öyle ki, kendi rızalarıyla bu bahçeden ay
rılmayı kesinlikle istemiyorlardı.”
“Şeyh, bir düşmanını öldürtmek isteyince, gençler
den birini yanma çağırtıp “cennete geri dönebilmen için,
düşmanımı öldürmelisin,” diyordu. Böylece, katiller gidip
hevesle, gönüllü olarak görevi yerine getiriyorlardı.”
.Birçoktarihçininuzunyıllartartıştığı, ancakbugünkesin-
likle kanıtlandığı şekliyle “haşhaş içenler”ya da “haşhaş yu
tanlar”deyimleri, asla İslam kaynaklarında rastlanılmayan,
tümüyle yanlış bir adlandırmadır. Küçük düşürücü bir
anlamda, “kötü üne sahip kişiler” ve “düşmanlar” dey
imlerinin yerine kullanılmıştır. Deyimin bu anlamıyla
kullanımı günümüze dek süregelmiştir. 1930’lu yıllarda
Mısır’da gündelik dilde “Haşişin” sözü sadece “gürültücü
ve huzur kaçıran” anlamında kullanılmıştır. Özdenetim
sahibi olduğu her bakımdan anlaşılan Haşan Sabbah’ın
uyuşturucu kullanmak gibi bir aşırılığa kapılacağı hiç akla
uygun değildir. Alamut kitaplığı ve gizli arşivlerinde dahi,
İran Haşhaşilerinin uyuşturucu kullandıklarını ima eden
tek bir satır bile mevcut değildir.”
“Güvenli ve sürekli bir üsse sahip olmayı başardıktan
sonra, Haşan Sabbah dai’lerini (İsmaiü misyonerleri) Alamut
kalesinden dört bir yana gönderdi. Aynı zamanda, toprakla-
103
ı ıııı genişletme politikası izlemeye başladı. Yeni kaleler inşa
eti irdi, propaganda ya da kuvvet kullanarak, başka kaleleri ele
geçirdi. Bu dönemde, alamut ve diğer kalelerde yaşam, son
suz bir disiplin ve ciddiyet içinde geçmekteydi.”
“Haşan Sabbah’tan önce, İslam dünyasında politik ci
nayetler yok değildi. Daha eski tarikatlar da, suikastı bir
siyaset yöntemi olarak kullanmışlardı. “Haşişi” ‘Assassin
(katil) sözü, batı dilleri kelime dağarcığına, Dante tara
fından kullanıldığı zaman katıldı. İlahi Komedya, cehen
nem, XIX. Kitapta Dante kendini, “kötü assassin’in güna
hını çıkartan bir keşiş” olarak betimler.31
Eserin bu kısmında, günah çıkartan suçlu kafası aşa
ğıda olarak canlı canlı toprağa gömülmektedir. Bu sebeple
mümkün olan en büyük suçu işlemiş olmalı; yani, özellikle
dehşet verici bir günahın sahibi olmalıdır. Kötülük olgusuyla,
“assassin-katil” sözü arasında Dante tarafından kurulan bağ,
kesinliği ve berraklığı güçlendirir ve işte bu aıılamıyladır ki,
“assassin” sözü tüm batı dillerine yayılmıştır.”32
3- İsmaili’lerin Kaderi:
304
Bir diğer büyük kol, bugün özellikle Pencap’ta etkin
olan “Hoca”lar tarikatıdır. Bu tarikata geleneklerine göre,
kurucuları kuzeybatı Hindistan’a XIII. Yüzyıl başlarında ge
len “Satagut” (gerçek ışığın öğretmeni) adında bir dai’dir.”
Ağa Han önderliğindeki, çağdaş İsimdiler’in da
yandığı temel “Hocalar” tarikatıdır ve doğrudan Nizari
İsmailileri’nin yani Haşişi’lerin soyundan gelmektedir.”
“Bugün Ağa Han, tam olarak Prens Kerim el-Hüseyni,
Ağa Han IV, İsmaililer’in 49’ncu İmamı olup, doğrudan
Hz. Mııhammed’in soyundan geldiği ileri sürülmektedir.
Tüm dünya üzerindeki tahmini 20 milyon İsmaili’nin li
deri olup, sadece bağışlardan oluşan, ydhk gelirinin, 1985
yılı için 75 milyon Sterlin olduğu açıklanmıştır.”
“Devrimci bir dahi olarak kabul edüen Haşan Sabbah’ın
teolojik ve politik görüşleri, ülkesinin Araplar tarafından
fethedümesi ve buna bağlı olarak İslam dininin kabul edil-
mesinden sonra, İrana özgü ilk dinsel ve politik bir akımdır.
Bu geniş anlamda, Haşişilerin kurucusunun düşünce ve öğ
retilerinin Ortadoğu’daki politik akımlar ve dinsel yaşantı
üzerinde uzun menzilli bir etkisinin bulunduğu söylenebilir.
Haşan Sabbah’ın mirası, bugün bir yandan Ağa Han
tarafından, diğer yandan Lübnan ve İran’d a bulunan dev
rimci gruplar tarafından paylaşılmaktadır.”33
1-Düşünce Okulları:
105
mak istenmeleridir (Mısır Fatımi halifelerinin yöneti
minde İsmaili inancının resmi dinsel görüş olarak
kabul edildiği dönem dışında). Bu baskının sonucu
olarak, Haşişi inancının herkesçe anlaşılabilir bir
açıklaması yapılmamıştır. Haşişiler kendi öğretilerini gi
zli tutmuşlar, düşmanları ise, sapkın oldukları gerekçesi
yle, inceleme araştırma yapmadan onları neredeyse yok
saymışlardır.”-34
“Haşan Sabbah, sıradan kişilerin bilgi edinmesine
engel olmuş, her kitabın tehlikesini ve her yazarın da
ğarcığını zaten bilenler dışında, bilginlerin eski kitapları
incelemelerine izin vermemiştir. Yandaşları ile birlikte,
teoloji alanında, “Allahımız Muhammedin Allahıdır” de
mekten öteye geçememiştir.”35
“İslam bir mesih dini değildir ve bir kurtancı-mesih
kavramına yer vermez. Yine de, büyük ihtimalle Hıristiyan
etkisi altında, İslamda Peygamberin soyundan gelen bir kişi
ya da yeniden dünyaya gelen İsa kişiliğinde, “imanın eska-
tolojik onarımcısı” yani “Mehdi” (Tanrısal Rehber) kavramı
zamanla gelişmiştir. İsa'nın ortaya çıkmasıyla, “son yargı”
dönemi başlayacaktır. İyiler cennete giderken, kötüler cehen
neme atılacaklar; cennette ödüller, cehennemde ise cezalar
olacaktır. Böylece öngörülen “Sondan önceki dönem de ol
dukça karamsardır.”36
“Çeşitli duygu yüklü isimler altında, Hz. İsadan
Kuranda tam otuzbeş kez sözedilir; “Allahın Habercisi”
ve “Mesih” gibi... Ama, Kuranın hiçbir yerinde Hz. İsa,
ölümlü bir peygamberden, Hz. Muhammed’in yolunu
açan kişi ve tek yüce Allahın bir sözcüsü olduğundan
34 Kaynak: Edward Burman, The Assasins-Holy Killers of İslam.
35 Kaymak: Şehrestani.
36 Kaynak: Encylopaedia Brittannica.
106
daha farklı bir niteliğe sahip değildir. Tıpkı Basilides ve
Mani’nin söyledikleri gibi, Kuran Hz. İsa’nın çarmıhta öl
mediğini yazar; “Onu öldürmediler, onu çarmıha germe
diler, öyle yaptıklarını zannettiler. “Bu pek de açık olma
yan sözler dışında başka bir yorum yoktur. Ancak İslam
yorumcularına göre, ölmek üzere olan Hz. İsa’nın yerine
geçen bir başkası vardır. Her zaman olmasa da, bu kişi
nin Sirene’li Simon olduğu ileri sürülür. Bazı İslam ya
zarları, Hz. İsa’nın bir duvar girintisine gizlenerek, tıpkı
Nag-Hammadi yazıtlarında da belirtildiği gibi, taklidinin
çarmıhta can verişini izlediğini yazarlar.”37
“Yeniden Doğuş” öğretisi ya da doğrusu “ruh
göçü" kavramı, İran’da geniş kabul görmüş ve İslam’daki
“Mehdi” inancına evrimlenmiştir. Bu öğretinin İsmaili
versiyonu iki ayrı düşünce okulu biçiminde ortaya çık
mıştır. İlki, İsmail’in kendisinin doğrudan ölümsüz ve
dolayısıyla “Mehdi” olarak kabul eder. İkincisi, İsmail’in
oğlu Muhammed’in Mehdi olduğunu ve tüm dünyayı fet
hetmeden önce ölmeyeceğini ileri sürer.
Dürziler “yeniden doğuşu kendi inançlarının temel
ve ayırdedici bir ilkesi olarak benimserler. Dürziliğin
kurucusu Hakim’in 12 İmamın ruhuna sahip olduğuna
inanırlar. Hakim’in tüm dinsel yetkisi de bu olgudan kay
naklanmaktadır, Haşişiler’e oranla daha fazla bilgi sahibi
olduğumuz Dürziler’in öğretileri aslında hemen hemen
Haşişiler’in öğretisiyle eştir. “Tüm ruhlar hep bir anda ya
ratılmışlardır, sayıları sınırlıdır. Her ruh bir dizi ruh göçü
ile gelişir ve mükemmelliğe doğru yükselir.”38
107
2-Haka’ik-İçrek Gerçekler:
108
Muhammed’in gnostik bir görüş olan, çarmıhta ölen
kişinin sadece bir hayal, Romalılarla Yahudilerin yaralaya-
madıkları bir görüntüden ibaret olduğunun İslama uyarla
masıyla, birçok gnostik öğenin İslama geçiş yolu açıldı.”
“İsmaili haka’iki’nin özü, “İlkNeden” olarak Tanrının
reddedilmesinde ve kendi içinde belirli bir akılcılığa yö-
nelmesindedir. Bu öğreti aynı zamanda İsmaili sapkınlığı
nın temelidir. Onlara göre “İlk Neden” evrensel akılla bir
leşen Tanrısal buyruk, yani Tanrı sözüdür (logos-kelam)
Bu yüzden, İsmaillier’in buyruk-düzen-yasa hakkındaki
düşünceleri, içrek öğretilerinin çekirdeğini oluşturur ve
Neoplatoncu felsefe ile İslamın sentezini gerçekleştirir.
Haşan Sabbah’ın gücü ve fedailerinin bağlılığı, Tanrının
aşkın doğası hakkındaki İsmaili öğretisinin kategorik ıs
rarından kaynaklanır. Böylesi mutlak bir Tanrı ve mutlak
bir imam, mutlak bir inanç ve itaat gerektirir.”
1- İmam (Ali ve Nizar’ın soyundan). Tam
Aydınlanmışlar.
2- Dai’d -Duat (Baş Dai).
3- Dail-Kebir (Büyük Dai).
4- Dai.
Yarı Aydınlanmışlar.
5- Refik.
6- Lasik.
7- Fedai.
“Her ne kadar, aydınlanma derecelerinin ayrıntıları,
1322 yılında Dürziler hakkında kaleme alınmış tarihi bir
belgeden aktarılmışsa da, Haşişiler ile asıl fark, derece sa
yısının Dürziler’de, belki de dokuz göksel cisimle uyum
sağlamak için, dokuza yükseltilmiş olmasındadır.”39
39 Kaynak: Edward Burman, The Assassins-Holy Killers of İslam.
109
3-Dolcuz Derece:
İlk Derece:
İkinci Derece:
110
Üçüncü Derece:
Dördüncü Derece:
m
ca” sözcüğü, her imam tarafından, baş dai olarak atanan
kişilere de ad olarak verilmiştir. Sonradan, 12 “hucca” in
san omurgasındaki oniki sırt omuru ile bağdaştırılır, yedi
kafa omuru (cervical) ise 7 peygamber ya da 7 imamı
simgeler.
Altıncı Derece:
Yedinci Derece:
Sekizinci Derece:
112
olduğu hakkındaki ilk bilgiler verilmeye başlanır. Bu isim
siz “Varlık,” Zerdüşt inancındaki, “Zervan Akanana”yı
(Sonsuz Zaman) andırmaktadır. Ancak, öğretinin bu
noktasında, İsmaililer arasında farklı anlayışlar, çatışma
ve karışıklıklar ortaya çıkmıştır. Yine de, Nuveyri “bu fi
kirleri kabul edenlerin yeri, dualistlerin ya da maddecile
rin yanından başka bir yer olamaz,” diyerek tümünü aynı
sepete yerleştirmiştir. Bu derecede, öğrenciye peygamber
olmak için, mucizeler yaratmaktansa politik, sosyal, dini
ve felsefi bir sistem yaratıp uygulamak kabiliyetini göster
mek gerekliliği öğretilir. Ayrıca, dünyanın sonu, yeniden
doğuş, cennet-cehennem gibi allegorik kavramların yanı
sıra çeşitli “kıyamet” doktrinleri de aktarılır.40
Dokuzuncu Derece:
113
“Sekizinci dereceye hak kazanabilmek için, kişi tüm
dinlerin sahtekarlık olduğuna inanmalıdır. Önemli olan
yalnızca birey ve bireysel akıldır; o da ancak, en büyük
güç olan imama hizmet ederek mükemmelliğe erişebilir.”
“Dokuzuncu derece, inanç diye bir kavramın mevcut
olmadığı, aslında her şeyin “eylem’den ibaret olduğu sır
rının açıklandığı son derecedir. Herhangi bir eylemi dü
şünüp uygulamak da, tüm akıl ve mantığın yegane sahibi
olan imamın elindedir.41
4-Okült Gelenek:
114
Şövalyeleri, büyük Üstadları, dinsel adanmışlıkları ve
hiyerarşik yapıları ile Doğudaki İsmaililer’le en güçlü
benzeşmeyi gösterirler.
1004 yılında İskenderiye’de Halife Hakim tarafından
Dar-ül Hikmet kuruldu. Bu tarihte bilinen ilk “Büyük
Loca” idi.43 Burada, 872 yılında Batıni mezhebini kuran
Abdullah Ibni M aymunun fikirleri öğretiliyordu.
HollandalI tarihçi Reinhardt R Dozye göre, îbni
Maymunun takipçileri arasında yalnız Şii’ler değil,
Maniheistler, Harran’lı paganlar ve Yunan felsefesi öğren
cileri de vardı.
Abdullar îbni Maymun mezhebi, mutlak bir itaat ve
sessizliği emreden, derecek bir organizasyondu. Daha baş
langıçta, örgütteki bütün devlet ve din düşmanlarının faali
yetlerine hoşgörü ile bakılmaktaydı.
Batıni mezhebi, daha sonra Haşişi mezhebine dönüşerek
tümüyle yozlaşmıştı. Alman tarihçi Hammere göre, Hasan
Sabbah, Sultan Melik Şahın büyük veziri Nizam-ül Mülkken
kaçarak, Kahire’deki Büyük Locaya (Oradaki İsmaililer’in ya
nma) sığınmıştı. Orada çevirdiği entrikalar yüzünden Halife
Mustansir ile çatışan Hasan Sabbah, Halep’e kaçarak orada
kendi mezhebini (Haşişileri) kurmuştu.
Hammere göre, Haşişiler ve Tapınakçılar ortak
çalışıyorlardı. Tapınakçılar da Haşişiler gibi beşli inisiyas-
yon derecesine sahipti. Beş sayısının okült örgütler için
önemi büyüktür. Daha sonra Gül-Haç’lar da beş yapraklı
gülü sembol olarak kullanacaklardır.
Tapınakçı-Haşişi işbirliğinin sonucu, Tapınakçılar
115
1 H ‘/(ln Şilinin alınmasını engellediler. 1166’d a Kudüs
Kınlı Aıntmry, Türkler’e bir kaleyi teslim eden oniki
Tnpiımk şövalyesini idam ettirdi.
I la.şişi gizli örgütü ve Kahire Büyük Locası batıdaki
benzeri bütün gizli örgütlerin “anası”olmuştur.
Tapınakçılardan Wilhelm Von Montbard aynı
Haşişilerde olduğu gibi, Lübnan’d a bir mağarada
“Dağdaki Yaşlı” derecesine inisiye edilmişti.
“Secret Sects of Syria” adlı eserinde Springet,
“Tapınakçıların yasası Haşişilerin tamamen bir kopyasıy
dı,” demektedir.
Moğollar, Haşişilerin başkenti Alam ut’u fethettikleri
zaman hem Halifeyi, hem de Papayı ortadan kaldırmayı
amaçlayan gizli plânlan ele geçirmişlerdi.
116
SEKİZİNCİ BÖLÜM
117
önce Kudüs Tapmağı rahiplerinin iki okulu vardı; biri
si erkek çocuklar, diğeri kızlar için. Tapınağın rahipleri
Mihael, Mazaldek, Cebrail (Cebrail) gibi melek isimleri
taşıyorlardı. Bu rahipler, Yahudi Levi ve David soyunun
saflığını korumakla mükelleftiler. Rahip okulundan olan
ve “bakire” diye adlandırılan Meryem’in bir oğlu vardı.
Meryem, “Melek Cebrail” diye adlandırılan bir rahip ta
rafından ziyaret edildi. Meryem daha sonra kendinden
yaşça büyük olan Joseph (Yusuf) ile evlendi. Meryem’in
Joseph’d en dört oğlu ve üç kızı oldu. Hz. İsa çarmıha geril
dikten sonra Kudüs Kilisesinin ana direği Hz. İsa’nın kar
deşi James oldu, James’in yardımcıları İsa’nın Havarileri
olan Peter ve John idi. Hz. İsa’nın ölümü, halk tarafın
dan fazla tanınmadığı için, büyük bir tepki yaratmadı.
Fakat Hz. İsa’nın kardeşi James de öldürülünce şehirdeki
Yahudi halk galeyana geldi ve Romalılara karşı büyük bir
ayaklanma başlattı.
James öldürülüp, Tapınağın son defa yokedilmesin-
den sonra, Nazaren rahiplerinden bazıları (Bu konuda
bakınız “Nazaren Kardeşliği”) önce Yunanistan’a, bura
dan da Avrupa’ya kaçtılar. Kaçanlar yanlarına ‘kurtarı
cıları’ James’in kemiklerini de almışlardı. Kaçanlar, M.S.
600 yılında Yunanistan’d an döndükleri zaman, James’in
kemiklerini Tapınağın harabelerinin altına sakladılar.
Tapınağın harabelerinin altında birçok oda vardı ve bu
odaların duvarlarına Tapmak rahiplerinin, Davud ve
Harun zamanına kadar geriye giden soy ağaçları işlen
mişti.
Kaçıp kurtulanlardan bir grup, kendilerini “Rex
Deus” (Tanrının Kralları) diye adlandırıyordu. Bunlar,
Yahudi katliamından göç ettikleri ülkenin dini pratikleri
118
ni benimsemiş görünerek kurtulmuşlardı!.. Onlar, bir gün
dünyada “Tanrının Krallığını” kuracaklarına inandıkları
Davud ve Harun adlı iki Yahudi Mesih’in kan bağından
geldiklerine inanıyorlardı.
Buradan şu ortaya çıkıyor; Harun ve Davud’un
Yahudi soyundan gelen bir grup Avrupalı soylu aile,
Kudüsteki Tapınağın sırlarını ve bu Tapınağa ait kutsal
eşyaları babadan oğula miras bırakmışlardır.
Bu aileler içinde en önemlileri; Champagne Kontları,
Gisor Lordları, Payen Lordları, Fontaine Kontları, Anjou
de Couillon Kontları, Roslin’li St. Clair’ler, Brienne,
Joinville, Chaumont, St. Clair de Gisor, St. Clair de Neg
ve Habsburg’lar idi.
İlk bakışta Knight ve Lomas’ın bulguları, Michael
Baigent, Richard Leigh ve Henry Lincoln’un “The Holy
Blood and Holy Grail” (Kutsal Kan ve Kutsal Kase) ki
tabındaki “Prieure de Sion” (Siyon Manastırı) örgütü ile
ilgili iddialarına benzer görülmektedir.
Baigent ve arkadaşları Hz. İsa’nın çarmıha gerilerek
ölmediğini ve Fransa’ya gittiğine inanıyorlardı. Onlara
göre, Hz. İsa Fransa’da bir aile kurmuş ve bu ailenin kan
bağı Merovenj Kralları ve Lonaine Dükleri vasıtasıyla ko
runmuştu. Yazarlar “Prieure de Sion” (Siyon Manastırı)
örgütünün İsa’nın soyundan gelen Godfrey de Bouillon
tarafından kurulduğunu ve bu kan bağının günümüze
kadar devam ettiğini iddia etmekteydiler.
Rex Deus hipotezi ise, bilinen kan bağı ile değil, İsa
ile yalan bağlantılıdır. Knight ve Lomas’a göre, Godfrey de
Bouillon, “Tapmakçılar” kurulmadan önce ölmüş veya öldü
rülmüştü. Knight ve Lomas’a göre, FIz. İsa çarmıha gerilerek
öldürülmüştü. Onun ölümünden sonra kardeşi James’in yap
tığı konuşma bunu tasdik etmekteydi.
119
İlk Haçlı seferlerinde ‘Rex Deus’ grubunun bulunma
sı çok doğaldı, çünkü onlar Kutsal Tapınakta bulunacak
hâzinenin yasal mirasçısıydılar. ‘Rex Deus’ aileleri yalnız
I. Haçlı seferinde değil, diğer bütün Haçlı seferlerinde de
hep ön saflarda yer almışlardı.
1095 yılma gelindiğinde, ‘Rex Deus’ grubunun üyeleri
nin hemen hemen tamamı Hıristiyanlaşmışlardı. Buna rağ
men içlerinden en az bir erkek üye Yahudi kökenlerine ait
geleneksel tarihi bilmekteydi.
Hiç şüphesiz ilk Kilisenin mirasçıları olarak kendi
lerini “Süper-Hıristiyanlar” olarak görüyorlardı. Onlar
sessiz bir elit grup, “Tanrı’nın Kralları” idiler.
Bu grup Kudüs’ü Selçuklu Türklerinden almak için
Incil’deki Gog ve Magog (Yecüc-Mecüc) hikâyesinden
faydalanarak, böyle bir haçlı seferi için Papa Urban II’yi
ikna ettiler. Onlar Papaya Yuhanna’mn kehanetlerinin ger
çekleşeceğini, kutsal şehir Kudüs’ün dinsiz saldırganlardan
kurtarılmakla Hıristiyanlığın yüceleceğini anlattılar.
1104 yılında Hugues de Payen beraberinde Hugh de
Champagne olduğu halde Kudüs’e geldi. Tapınağın oldu
ğu bölgede bir keşif ve araştırma yaparak, harekete geç
mek için bir plân hazırladılar.
1113 yılında bir grup Hıristiyan şövalye “Kudüslü St.
John Hastahanesinin Malta ve Rodoslu Egemen Askeri
Tarikatı’riı veya kısaca “Knights Hospitaller’i (Hospitaller
Şövalyeleri) kurdular. Bunlar kendilerini, I. Haçlı Seferi sı
rasında Kudüs’de kurulmuş olan hastahanenin koruyucu
ları olarak ilan ettiler. Bu biraderler hem hastahaneyi hem
de Kudüs’ü koruyacaklarına dair şeref yemini ettiler.
Bu tarikatın kuruluşu, Rex Deus grubunun aklına
yeni bir fikir soktu ve Hugh de Champagne ve Hugues
120
de Payen, 1114’de yeniden Kudüs’ü ziyaret ederek Kudüs
Kralı Baldwin’e yeni bir plân sundular. Ona bir grup şö
valyenin Kudüs’teki tapmağın olduğu yerde kazı yapmak
istediğini söylediler. Maalesef kral ikna olmadı ve her iki
lord da hayal kırıklığı içinde yurtlarına döndüler.
Baldwin’in ümitsiz bir vaka olduğunu gören
Tapınakçılar, bütün dikkatlerini onun yeğenine çevirdi
ler. Çünkü kralın varisi o olacaktı. Potansiyel kral -onun
da adı Baldwin’d i- dört yıldan beri müslümanlann esiri
idi ve ne yapılması gerektiği konusunda radikal düşün
celeri vardı.
1118’de I. Baldwin 60 yaşında öldü. Kuzeni derhal
Kudüs Kralı II. Baldwin olarak taç giydi.
Birkaç hafta içinde, dokuz şövalye eskiden Herod
tapınağı’mn olduğu yerde, ki o zamanlar Al-Aksa
Camii’nin bir parçasıydı, kamp yaptılar. Dünyaya
Hıristiyan hacılarını Müslüman saldırılarından koruna
cağı hikâyesi anlatılıyordu ama onların gerçek misyonu
“Kudüs Kilisesinin hâzinelerinin ve yazma rulolarının
yerlerini tespit edip, çıkarmaktı.
Oldukça zor bir görev onları bekliyordu. El aletleri
ile sert kayanın içinde yeni bir tünel açmak büyük çaba
gerektiriyordu. Açtıkları tüneli, camimin altındaki derin
liklerde bulunan Tapınağın alanına giden orijinal geçitle
birleştirmek aylarını aldı. Labirentin içine girdiklerinde
işlemler hızlanmaya başlamıştı.
İlk önce, muhtelif altın ve gümüş kapların yanında
küçük bir torba içinde eski paralar, daha sonra, iki tahta
kutunun içinde yazma rulolar buldular.
Değerli metaller çok büyük bir heyecan yarattı ama,
rulolar onların çoğu için anlaşılmaz olan Aramca ve
Yunanca metinlerden oluşmuştu.
121
İlkel arkeoloji timi, bulduklarının ne kadar değerli şeyler
olduğunu hissetmişti. İkinci komutan Geoffrey de St. Ömer,
ruloları tercüme ettirmek amacıyla Fransa’ya yolladı.
Bu buluntuların sonucunda, Anjou Kontu Fulk der
hal Kudüs’e giderek (1121 ’de) ilerlemeleri gözleriyle gör
mek istedi. Çalışma alanını görmeden önce, yemin ettiri
lerek diğerleri gibi bir “birader” oldu. Daha sonra Kudüs
Kralı olacak olan Fulk, onlara yıllık 30 Angevin Lirası
tahsis ederek, anjou’ya geri döndü.
‘Rex Deus’ grubunun amacı, sırlarım gizli tutmaktı. Bu
sebeple Kudüs’e birçok önemli kişiyi davet ederek çalışmala
rını örtbas edebilecek hikâyelerin oluşmasını sağladılar.
1124’de Champagne’ll Hugh bir defa daha Kudüs’e gel
di. Yolculuğu esnasmda yemin ederek bir “Tapınakçı” oldu.
Böylece Tapınakçı üyeleri 11 kişiye ulaştı. Bu grup “Rex Deus”
üyelerinden oluşan bir konseye itaat etmeye yemin ettiler.
Tim, bütün hâzineyi ve ruloları ele geçirdiklerinden
emin oldukları 1127 yılı Noeli’ne kadar kazılara devam
etti. Payen, değerli ruloları îskoçya’daki karısının evine
götürerek orada sakladı. Bu rulolarda Hz. İsa’nın ve kar
deşi James’in yaşamlarıyla ilgili Yahudi savaşçıların ak
tardığı hikâyeler vardı. Bu hikâyeler arasında “ölümden
sonra yeniden diriliş” ile ilgili seremoniler de vardı.
Bu belgeler yeni Tapınakçı üyelerinden bile gizli tu
tuluyordu ve özellikle St. Clair ailesi bu sırrı muhafaza
etmekle görevlendirilmişti.
Knight ve Lomas “The Book Of Hiram” adlı yeni
çıkan kitaplarında, Tapınakçı şövalyelerinin soylarının
Süleyman Tapınağı’m inşa eden Yahudi rahiplere da
yandığını tekrarlayarak, îskoçya Masonluğunun büyük
Üstadı olan Rosslyn’li William St. Clair ailesinin bu ma-
sonik geleneği devam ettirdiğinden bahsetmektedirler.
122
Rosslynli William St. Clair bir taraftan kuzeyli, diğer ta
raftan da Yahudi kanı taşıyordu. St. Clair ailesinin erkek ta
rafı EarLof More, Norveçli Rognvald ailesinden geliyordu
ama Fransa Kralı Charles’ın kızı Gizelle yoluyla da aileye
‘Yahudi Tapınak rahiplerinin’ kanı karışmıştı.
Hugues de Payen in Avrupa’daki turları bitince, 300
şövalye ile birlikte Tapınakçıların ilk “Büyük Üstadı “ola
rak Kudüs’e geri döndü. Ona epey mali yardım yapılmış
ve büyük emlaklar hediye edilmişti. Bütün bunlar, onla
rın çok değerli hâzinelere aniden sahip olduklarını örtbas
etmek için kullanılıyordu.
1894 yılında, yani Tapınakçıların Kudüs Tapınağı
harabelerinde yaptıkları kazıdan yaklaşık 800 yıl sonra,
bu defa İngiliz Ordusu Kraliyet Mühendislik Birliğinden
Teğmen Charles Wilson komutasında bir grup asker, ha
rabelerde yeniden araştırma yaptılar. Kudüs Kilisesinin
efsanevi hâzinesi ile ilgili bir şey bulamamalarına rağ
men, Tapınakçılar tarafından kazılan bu tünellerde bir
“Tapmakçı kılıcı” ve bir “Tapınakçı haçı” buldular. Bütün
bu buluntular, İskoçya’d aki Tapınakçı arşivcisi Robert
Brydon tarafından muhafaza edilmektedir. Brydon’un
büyükbabası, 1894’deki kazıya katılan bir İngiliz
Yüzbaşının arkadaşı idi.
R. Brydon’un büyükbabasına yazılan 1912 tarihli bir
mektupta, “Tapmak Dağı”nın altında gizli bir oda bulun
duğu ve bu odanın gizli bir geçitle Ömer Camiine bağlan
dığı yazılmıştı. Camiin içinde kazı yapmak isteyen İngiliz
subay, imamın ve cemaatın galeyana gelmesi üzerine ca
nını zor kurtarmıştı.
Lomas ve Knight, Tapınakçıların bulduğu yazı rulo
larının İskoçya’d aki Rosslyn Kilisesinin altında gömülü
olduğuna inanmaktadırlar.
123
İskoçya’d aki Rosslyn Kilisesi, 1440 ve 1490 yılları ara
sında yapılmıştır ve modern Masonluğa ait olduğu rahat
lıkla anlaşılabilen Kelt ve Tapınakçı motifleri ile kaplıdır.
(Rosslyn Kilisesinin dış cephesindeki bir oymada mason
luğun birinci derecesine inisiye olan gözleri bağlı bir aday
görülmektedir. Bu oymaların yapıldığı tarih tak. 1450,
yani resmi Masonluğun -yani İngiltere Birleşik Büyük
Locası’n m - kuruluşundan 270 yıl öncesidir.)
Kilisenin batı duvarı ve bütün döşemeleri “Süleyman
Tapmağı” modeline göre yapılmıştır. En ilginci de
Süleyman Tapmağındaki “Boaz” ve “Jachin”sütunlarının
benzeri iki sütunun, yerlerinin ve yönlerinin Kudüs’teki
aslına uygun olarak yapılmış olmasıydı. Yer seviyesinin
üstündeki yapı ve batı du varının ilerisi, Yahudi Peygamber
Ezekiel’in “Göksel Kudüs” kehanetinin yorumlarını ihtiva
ediyordu. Özetle İskoçya’daki Rosslyn Kilisesi ‘Tapınağın’
bir kopyası olarak yapdmıştı.
Yeniden Ortaçağlara dönüyor ve Tapınağın yıkılma
sından 1000 yıl geçtikten sonra, artık Rex Deus aileleri
nin hâzineleri ile hem Kudüs’ü, hem de Tapmağı kontrol
leri altında tuttuklarını görüyoruz. Rex Deus grubunda
iki branş vardı; bir kolun soyu Kral David’e, diğerinin
soyu ise Yahudi rahiplere dayanıyordu. Böylece bir kol,
Süleyman Tapınağındaki Boaz-Mişpat sütununu, diğeri
ise, Jachin-Zedek sütununu temsil ediyordu.
(Bilmeyenler için burada kısaca belirtm ekte fayda
görüyorum; “JACHİN”45 ve “BOAZ” Mason m abedi
nin en kutsal iki sembolüdür.^
45 Yahudilik Ansiklopedisi 1. Cildinde (Yusuf Besalel, Gözlem Gazeteci
lik Basın ve Yayın A. Ş) Süleyman Tapmağından bahsedilirken, “Tapı
nağa giriş bir balkondandı ve bunun her İlci tarafında havaleli bir bronz
sütun vardı. Bu sütunlardan birisinin adı “YAHİN” diğerinin adı ise
“BOAZ’dı denilmektedir.
124
Tapınakçıların aslında daha büyük bir plânı olduğu
inkâr edilemez bir gerçektir. Onlar yalnız değerli hâzi
nelere kavuşmak için kazı yapan basit birer hazine avcı
ları değildiler. Onlar tarihi bir sitede bulunan bir hazine
için gerekenden çok fazla zaman ve enerji harcamışlardı.
Burada büyük bir komplonun varlığından söz edebili
riz. Çok büyük miktarda para veya gücün elde edilebil
diği yerde, insanlar inançları için olağanüstü şeyler ya
pabilirler.
Tapınağın altında buldukları belgelerden sonra,
Tapınakçılann yaşamlarında oldukça büyük değişiklikler
oldu. Birkaç yıl sonra, tarikat hakkında acaip söylentiler
yayılmaya başladı.
Tapınakçılar’ın elinde bulunan Nasuralar’a46 ait bel
geler, Hz. İsa ve İsa Kilisesi konusunda onların inandıkla
rından çok farklı şeyler söylüyordu. Bu belgelerde, İsa’nın
kral gibi bir lider olduğu fakat Tanrı olmadığı, ölümden
sonra yeniden diriliş’in Paul tarafından yanlış anlaşıldığı
yazılıydı.
Ayrıca burada İsa ve taraftarları tarafından uygu
lanan eski bir ritüel’d en bahsediliyordu ki, bu ritüelde
‘inisiye adayının’ hayatta iken “ölümden sonra yeniden
diriliş”! yaşaması öngörülüyordu. Bu amaçla beyaz bir
kefenle tabuta giren aday, simgesel bir ölümün ardından
kutsal bir ritüel ile “yeniden doğuyor” ve bu “yeniden
doğan” şahıs, Tapınakçıların yeni “biraderi” ve Kudüs’ü
savunan Yahudi askerler gibi, “Tapmakçı askeri” olmaya
hak kazanıyordu.
Tapınakçıların ayinlerinde “kuru kafalar” kullandıkla
46 Nasura lar, Hz. İsa öncesi dönemde Yahudilik içersinden türemiş olan
ve Kudüs merkezli Ortodoks Yahudilerle anlaşmazlığa düşen, ayrılıkçı
(Heterodoks) bir gruptur.
125
rı ve ‘Baphomet’47 adlı bir varlığa taptıkları iddia edilmiştir.
Kııight ve Lomas’ın açıklamalarına bakılırsa, Tapmakçıların
insan kafaları kullanmaları şaşırtıcı değildi, çünkü masonik
“yeniden diriliş” seremonisinde kullanılan “kuru kafa ve ke
miklerin” kökeni Tapmakçılara kadar uzanmaktadır.
Tapınakçılar, bugün Masonluğun 3’ncü derecesinde
halen uygulanan ritüelleri kullanıyorlardı. Yani adaylara
beyaz kefen ve kafatası veriliyordu.
H. Schonfıeld “The Essene Odyssey” adlı kitabında
“Baphomef’in ne olduğunu açıklamıştır. Yazara göre,
Tapınakçılar in ci Yüzyılda kullanılan ve “Atbaş Şifresi”
denilen bir Yahudi kod sistemini kullanıyorlardı. Bu
kod, Lut Gölü Yazmalarında da görülmüş olup, ha
len modern Masonluk tarafından kullanılmaktadır. Bu
kod Tapmakçıların ‘Baphomefine uygulandığında, Yu
nanlıların “Hikmet” için kullandıkları “Sophia”48kelime
si ortaya çıkmaktadır.
126
Kendisi de “Güneş Kardeşliği” (Kökeni İnkalar a daya
nan And Dağlarındaki ezoterik bir okul) inisiyesi ve kardeş
lik Örgütünün Kuzey Amerika direktörü olan Mark Amanı
Pink-ham,”Tlıe Return of the Serpents of Wisdom” (Bilge
Yılanların Dönüşü) adlı kitabında “Tapınakçılar ve Ejderleri
Baphomef’ konusunda şu bilgileri vermektedir;
“Filistinde öğrendikleri ritler ve gizemlerle Avrupa’ya
dönen Tapınakçılar, kendi topraklarında “Bilge
Yılanlar’ın” yeni bir şubesini kurdular. Uzun vadeli
plânları, bütün ‘yılan branşlarını’ birleştirmek ve “TEK
DÜNYA KUTSAL İMPARATORLUĞU ”nu kurmaktı.
Gnostik Elıristiyanlığın bir sığınağı olan Güney
Fransa, Tapınakçılar’In ana karargâhı idi.
Tapınakçılar burada tam bir özgürlük içinde hareket
ediyor ve kutsal geometri prensiplerine uygun olarak kili
seler ve tapmaklar inşa ediyorlardı.
Tapınakçıların kiliseleri genel olarak daire şeklinde
dizayn edilmiş olup, içteki mihrap ise küp şeklindeydi.
Tapınakçılar bu şekilde erkek (daire) ve dişi (küp) pren
sibin birleşmesini alşimik olarak sembolize ediyorlar
dı. Ayrıca yaptıkları kiliselerin camlarına “Kara Ejder”
(Baphomet=Bilgeliğin Babası) imajlarını resmediyorlar
dı.
Dhul Nun, “Kara Ejder” Baphomet imajını Mısır’dan
getirmişti. Eski Mısır’da siyah renkli “Felsefe Taşı” üreti
liyordu. Siyah renk Mısır’d a dönüşüm ve bilgeliğin sem
bolü idi.
Baphomet’in kökenleri Atlantis’e kadar geri gitmek
tedir!..
19’ncu Yüzyılda yaşamış, Tapınakçı bir aileden ge
len, üstad Mason Eliphas Levi, Baphomet’in “Mendes
127
Keçisi” ile aynı anlama geldiğini belirtir. Bu şeytani görü
nümlü keçi başlı yaratık, eski Mısıra anavatandan (Yani
Atlantis’ten) getirilmişti.
Levi’nin iddiasına göre, Baphomet; kutsal ruh, ya
şama gücü ve dönüştürücü “Kundalini”49 enerjisiydi.
Tapınakçı ritüellerinde büyük üstad, yeni bir adayı ağ
zından öperek bu enerjiyi ona aktarıyordu. (“Tapınakçı
Öpücüğü”gizli ritüeli denen şey buydu.)
Alşimi, Seksüel Tantra ve Yoga’da “Kundalini “uyan
dırma pratikleri” yapılmaktadır.
Günümüzde pek çok kişi, fal bakmak için bilinçsizce
kullandığı “Tarot” (Aslında Tarot tersten okunduğunda
“TORA”50çıkmaktadır) kartlarının, Yahudi ve Tapınakçı
inançlarını sembolize ettiğinin farkında bile değildir!..
Tarotun sıfır numaralı kartı “Budala” ile başlayıp,
dokuz numaralı kartı “Münzevi” ile biten onluk deste, .
bir kapalı halka (devre) oluşturmaktadır. Bu halkadaki
kartlar Güneş ve erkek enerji ile ilişkili dış dünyayı temsil
etmektedir.
Onbir numaralı kart (Güç)’tan yirmibir numaralı kar
ta (Şans tekerleği) kadar olanlar, diğer bir onlu desteyi ve
halkayı oluşturmaktadır. Bu kartlar gizemin iç dünyasını
ve onunla ilişkili dişi enerjiyi (Ay) temsil etmektedir.
49 Kundalini öğretisi, Doğulu öğretiler içinde en gizemci, en ezoterik
öğretilerin başında gelmektedir. Kaynağını Tantra Yogadan alan bu
öğretide amaç herkeste varolan ve çok az insanda açığa çLkmış olan
kozmik enerjiyi, varoluş gücünü uyandırıp ete kemiğe büründürmek,
bedenleşmesini sağlamaktır.
Bu öğreti yalnız Doğu öğretilerinde değil, birçok dünya kültüründe
de varolan bir öğretidir. Tantracı’lann ‘Kundalini’ dediği bu tanrısal
yaşam enerjisi, Sümerlilerin, Cinlilerin. Eski İrlandalılar’in, Aztek ve
Yunanlıların da içinde bulunduğu pek çok dünya kültüründe “YILAN
GÜCÜ” olarak temsil edilmiştir.
Kundalini Yoga’d a amaç simgesel olan yılanı, Kundalini enerjisini
uyandırıp yaşam ağacı olan gövdeden yukarı doğru çıkarmaktır.
50 Torah: Tevrat, Eski Ahidin ilk beş kitabı.
128
Tarot kartları içinde en ilginç olan “Asılı adam”daki
adamın (çapraz duran) bacaklarının duruşu bile
Tapmakçılarını mezar kabartmalarından alınmıştır. “X”
şeklinde duran bacaklar “T aunun51 bir şekli idi ve ölümü
sembolize eden İbrani alfabesinin son harfiydi.
En ilginci de “Hierophant” (Eski Yunanistanda ka
hin) veya “Papa” diye bilinen beş numaralı kartın, onbeş
numaralı (Şeytan) kartı ile ilişkili olmasıdır. Bu bilgilerin
ışığında Papalığın Tarot kartlarını yasaklatmasına şaşma
mak gerekir.
Tarot konusunda araştırmalar yapan Barbara
Walker’a göre, “Hierophant” kartı (İki sütun arasında
bir tahta oturmuş bir rahibi göstermektedir.) “Tapınakçı
Büyük Üstadını” sembolize etmekteydi. Günümüzde
de Masonluğun büyük üstadları böyle -tahta ben
zer- bir koltukta oturmaktadırlar. Sütunlar ise, daha
önce de belirttiğimiz gibi, Süleyman Mabedinin sütun
larıdır. Knight ve Tornasın yaptığı araştırmalar sonun
da modern Masonluğun yapısı ve temel ritüellerinin
İskoçya’daki Tapınakçılardan alındığı ortaya çıkmıştır.
(İskoçya’daki Rosslyn Kilisesini hatırlayalım.) Yazarlara
göre, Tapınakçıların Büyük Üstadı da iki sütun arasında
bulunan bir tahtta oturuyordu.
“Hierophant” kartı aynı zamanda “Kudüs Kilisesi’nin
(ve dolayısıyla Nasura hareketinin) başrahibi olan Hz.
İsa’nın kardeşi James’i sembolize etmekteydi. James’in giy
diği piskoposluk tacı, Eski Mısır’daki “Amon-Ra” rahip
lerinin giydiği tacın aynısı idi. Eski Mısır’ın Thebes kenti
eski Yahudi teolojisinin de merkezi idi. Eski Mısırdaki
yaratıcı tanrı “Amon-Ra” için kullanılan hiyeroglif,
129
elinde “T” şeklinde bir haç tutan rahibe benzemektedir.
Bugünkü Hıristiyan piskoposlarının buna tıpatıp benzer
taçlar kullanmaları, bu inancın Thebes’ten Kudüs’e nasıl
geldiğini çok iyi açıklamaktadır.
“Hierophant” kartının sembolize ettiği şeylerden biri de,
Tapınak şövalyelerinin kendilerini yeniden dirilen Kudüs
Tapmağı nm “yüksek rahipleri” olarak görmeleri idi.
Onlara göre, rabbinik Yahudilik ve Hıristiyanlık,
“Yahve T ap m a n ın önemli, fakat bozulmuş şekilleriydi.
“Yahve’nin Yüksek Rahipleri” olan Tapınakçı Büyük
Üstadları, ‘Boaz’ ve ‘Jachin’ sütunları arasındaki tahtta
oturarak, Yahve nin hem ruhani, hem de seküler (dünye
vi) gücünü temsil ediyorlardı.
Avrupa’d a muhtelif yazarlara konu olan “Kral
Arthur” ve “Kutsal Kase” efsanelerinin Tapınakçılar ve
Kudüs Kralları ile ilişkisi vardır. Kudüs Tapmağının al
tındaki kazılara katılan dokuz şövalyeden biri olan Payen
de Montdidier, İngiltere Tapmakçılarının “Büyük Üstadı”
olunca Geoffrey of Monmouth’a birçok sırrını açıklamış
tı. Takipeden üç yıl içinde onun hikâyesi bütün Avrupa’ya
yayılmıştı. Kral Arthur hikâyesi gerçekte Rex Deus hika
yesiydi. “Kutsal Kase,” Vatikan’ın St. Peter’inden ayrı bir
İsa havarisi olarak kabul edilen Aritmathea’lı Joseph’in
kan bağı ile ilişkiliydi. Nitekim “Kutsal Kase” kavramını
da icad eden Aritmathea olmuştur.
Lomas ve Knight’ın iddialarına göre, İngiltere tarihi
üzerindeki Rex Deus ailelerinin etkilerini şöyle özetleye
biliriz:
1- David Kraliyet hanedanın renkleri yeşil ve altın
sarısıdır.
2- İngiltere Kralı I. William (Piç William) Rex
Deus ailesindendi ve oğlu II. William, devletin resmi dini
130
olan Roma Katolikliği inancı yerine, Rex Deus inançlarını
ikame etmeye çalışırken öldürülmüştü.
3 - Stuart hanedanı mensupları Rex Deus ailelerden
geliyorlardı.
131
diye adlandırılan mezar, Hz. İsa’nın kardeşi Jamese52 ait
ti. Çüııkii Jamese “adil” (İbranice; “Zadok”) veya “Adalet
öğretm eni” (İbranice; “Moreh-Zedok”) deniyordu.
İbranice ‘Zadok,’ ‘Zedek’le aynı anlamdadır. Bu,
“Misphat ve Zedek” denilen Süleyman Tapınağındaki
iki sütundan biridir.
20’nci Yüzyılda bulunan Lut Gölü Yazmaları, bize
kendilerine “Zadok’un Çocukları” (Essenliler) diyen bir
grubun bu tomarları yazdığından bahsetmektedir.
Bu ‘Zadok’un Çocukları’ Tapınağın M.S. 70 yılındaki
düşüşünden sonra, Rex Deus diye bilinen rahipler soyu
nun İbranice-Aramca adıdır.
Lut gölü parşömenlerinde “Zadok’un Çocukları”
deyimine sık sık rastlanmaktadır. (Bu konuda Essenli’ler
bölümüne bakınız) Bunlara “Şafağın Çocukları” da
denmektedir. Bu deyimin anlatmak istediği şey, eski
Mısır’daki kralların ‘yeniden doğuşunun’ sabah yıldızının
(Venüs’ün) şafakta doğması ile birlikte gerçekleşmesi idi.
Bugünkü Masonlar da ritüel olarak sabah yıldızının ışığı
altında ‘yeniden doğmaktadırlar.
M asonluktaki ‘M ükemmel Üstad’derecesi, Hiramın
cesedinin bulunup, gömülmesi ile ilgilidir. Masonik
efsaneye göre, Hiram Kudüs’teki ilk Tapınağın yapıl
ması sırasında başına vurularak öldürülm üştü.
“Pesher” denilen bir teknik l ’nci Yüzyılda Kudüşte
yaşayan Yahudiler için çok önemliydi ve bu, Lut Gölü
yazmalarında da görülmektedir. “Pesher” kendi zama
52 Hz. İsa’nın kardeşi James’in (İlk Kudüs Piskoposu) tarihi rolü, Roma
Katolik Kilisesi tarafından kabul edilmemiş ve Kiliseye karşı bir tehdid
olarak algılanmıştır. Katolik Kilisesi ilk zamanlardan başlayarak, bu
çok önemli kişi ile ilgili önemli bütün bilgileri ortadan kaldırarak, ta
rihi kontrol altında tutmaya çalışmıştır. 1996 yılında Papa II John Paul
bir bildiri yayınlayarak, Hz. İsa’nın Meryem’in tek çocuğu olduğunu ve
bu sebepten James’in onun kardeşi olamayacağını açıkladı.
132
nında meydana gelen olayların, eski kutsal insanların
tanımladığı gibi tanımlanmasıdır. Hz. İsa’nın kardeşinin
öldürülmesi de bugünkü Masonlar tarafından ‘H ıram
Abif’in öldürülmesi’ diye kabul edilen bir “Pesher’dir.
Hiram Abif’in hikâyesinin “Pesher’i Yahudiler’in
ortak mesihi olan James’in öldürülmesidir. Nitekim
James’in mezarında olduğu gibi, bugünkü loca odaları
nın iki sütun arasındaki girişi, üzerinde bir “J” harfi ihtiva
eden kare şeklinde bir taşla desteklenmektedir.
Eski ve Kabul Edilmiş İskoç Riti’nin onüç derece olan
“Enoş’un Kraliyet Kubbesi”53(The Royal Arch ofEnoch) veya
“Dokuzuncu Kubbe Üstadı” (The Master of the Ninth Arch)
3000 yıl önce Süleyman Tapınağının yapımı ile ilgilidir.
Bu derecenin “Pesher’i ise, Tapmak Şövalyelerinin
Herod’un Tapınağında anahtar bir taşı yerinden oynata
133
rak, bir yeraltı geçidine girmeleri ve burada eski yazma
ları bulmalarıdır.
Ayrıca bu derece, Hz. Musa ve Hz. İbrahim’d en çok
önceleri yaşamış bir şahsiyet olan Enoş’un, dünyayı m ah
vedecek olan ateş ve su ile gelen apokaliptik (Yani kendi
sine önceden bildirilmiş) felaketleri önceden görerek, bu
bilgilerden bazılarını saklamak ve gelecek nesillere aktar
mak ihtiyacı duyduğunu da anlatır.
Enoş’un yaptığı dokuz gizli kubbe-mezarm neyi tem
sil ettiği tam olarak bilinmiyor. Lut Gölü toplumları ara
sında çok kabul gören Kabala’m n gizli öğretileri arasında
olan mistik üyeliğin dokuz aşamasını işaret ediyor olabi
lirler. Diğer yandan, belki de gizli kubbe mezarların efsa
neleri, Kutsal Toprakta bir yerlerde insanın geleceği için
son derece önemli kutsal nesneleri gizlemek için yapılmış
gerçek yeraltı odalarını işaret ediyordu.
Masonik efsaneye göre, Enoş’un bilimin büyük sır
larını -hiyerogliflerle- yazdığı bu sütunların tamamı tu
fanla yok olmamış ve bazı bölümleri Yahudiler, bazı bö
lümleri ise Mısırlılar tarafından bulunmuştu.
“Zadok’un Çocukları” diye bilinen Rex Deus aileleri
nesiller boyunca işte bu Yahudi efsanesini muhafaza et
mişti. Eski Mısırlılarca bilinen büyük sırların Yahudilerin
eline nasıl geçtiği bu şekilde izah edilebilir.
Bir sonraki derece olan “Mükemmel İskoç Şövalyesi”
(Scotch Knight of Perfection) Enoş’un hiyerogliflerle yaz
dığı sütun parçalarının toplandığı bir odanın ortasında
temsil edilmektedir.
İddialara göre, Kral Süleyman 13 aşağı dereceyi yönet
mek için “Mükemmeliyet” locasını kurmuştu. Bu locanın
üyeleri ilk defa Süleyman Tapınağının altında bir yerde
bulunan “Enoş’un gizli mahzeninde” toplanmışlardı.
134
Bu, Rex Deus’un kuruluş hikâyesine çok benzemek
tedir. Efsaneye göre, Süleyman’ın Tapınağının yapımında
kullanılan gizli bilgiler, tufanla yok olan ön ceki bir mede
niyetten (Atlantis mi?) Yahudilere (nesilden nesile) akta
rılan bilgilerdi.
Eski İskoç Riti Masonluğunun ondört derecede ilk
haçlı seferine katılan grubun içinde, Kudüs Tapınağının
Yahudi rahiplerinin soyundan gelen şövalyeler olduğu
anlatılmaktadır.
Bu tarikata Rex Deus ailelerinden olmayanların da
üye olarak kabul edilmeleri ile günümüz Masonluğu or
taya çıkmıştır.
Bu derece Knight ve Lomas’ın hipotezini de tasdik
etmektedir. Buna göre, Kral Süleyman zamanından baş
layarak, Kudüs’te kalıtımsal bir rahiplik kurumu oluştu
rulmuştu. Tapınağın yıkılmasından sonra, bu rahipler
Avrupa’ya dağılmışlar ve onların torunları kayıp şehri
(Yani Kudüs’ü) yeniden almak için haçlı orduları ile geri
dönmüşlerdi. Onlar eski ritüelleri yeniden kullanmaya
başlamışlar ve Yahudi rahiplerin soyundan gelmeyen
leri de buna dahil etmişlerdi. Bu ritüeller, Kudüs’teki
Tapmağın M.S. 70 yılında yıkılmasına kadar yüzlerce yıl
dır kullanılmaktaydı ve Mason ritüelleri olarak da günü
müze kadar gelmiştir.
Onbeş derece olan “Kılıç Şövalyesi ve Doğu
Şövalyesi,” (Knight of the Sword and Knight of the East)
Yahudilerin Babil’deki esareti sırasında ‘Zerubbabel
Tapmağının yeniden inşasını konu alır. Bu derecede loca,
esaretteki her yılı temsilen 70 mumla aydınlatılmıştır.
Bu derecede sürgündeki Yahudilerin Kudüs’e dönüş
leri ve Rex Deus aileleri tarafından nesilden nesile ak
135
tarılan bilgiler işlenir. Onbeş derecedeki Masonlar altın
saçaklı yeşil bir kuşak takarlar. Bu kuşakta Davud hane
danın renkleri hakimdir (Yeşil-altınsarısı)
Onaltı derece “Kudüs Prensi’dir (Prince of Jerusalem).
On-yedi derece “Doğu ve Batının Şövalyesi”dir (Knight of
the East and West). Daha önceleri bu dereceye “Knight
of the Red Cross of Babylon” (Babil’in Kırmızı Haçının
Şövalyesi) denirdi. Bu dereceden öncekiler Eski Ahit üze
rine odaklanmışken, bu derece İncil’in “Vahiy” bölümü
ne ve “7 m ühüre” bir sıçrama yapar.
Onyedi derece ritüelinde 1118 yılındaki Haçlı seferi
sırasında onbir şövalyenin nasıl gizlilik yemini ettiği an
latılır. Fakat işin en ilginç tarafı 1118 yılının belirtilmesi
dir, çünkü Tapmak Şövalyeleri tarikatı bu yıl kurulmuştu.
İnanılmaz ama, kendilerine masonik tarihçi diyenler, bu
derecelerin anlattıkları gizli tarihten tamamen bihaber
görünmektedirler. Bazıları ise Tapınakçılar dokuz kişiy
ken, niye onbir kişiden bahsedildiğini anlamazlar. Fakat
gerçek oldukça basitti. Tapmak şövalyeleri sonradan ara
larına katılan ‘Fulk of Anjou’ ve ‘Hugh of Champagne’
ile birlikte onbir kişi (9+2) olmuştu.
İskoç Ritinin yirmiiki derecesi olan “Lübnan Prensi”
(Prince of Libanus) de herkes bir kılıç taşır ve bu ritüel,
adayı “Yuvarlak Masa” adayı yapar. Yuvarlak Masanın
gerek Kral Arthur efsanesi ile, gerekse Rosslyn Kilisesi ile
yakın bir ilişkisi vardır. İddialara göre, Tapınakçı gelene
ğine bağlı bir aileden gelen St. Clair ailesinin Ortaçağlarda
ölen bütün fertleri, zırhlarıyla birlikte Rosslynin altına
gömülmüşlerdi.
Yirmiüç derece olan “Kutsal Çadır Şefi” (Chief of
the Tabernacle) bize, Süleyman Tapınağının “Rahiplik
136
Tarikatı”mn (Order of Priesthood) Harun (Aaron) ve
oğullan Eleazar ve Ithamar tarafından nasıl kurulduğunu
anlatır. Bu derecedeki Masonlara eski Yahudi rahipleri gibi
“Levi’ler denir ve bunlar eski Levi rahipleri gibi kırmızı şe
ritli beyaz cüppeler giyerler. Rahip rolündeki aday, üç kafa
tası ve bir iskelet ihtiva eden karanlık bir odaya sokulur.
Bu derecede, “Egemen Büyük Kurban Edici”
(Sovereign Grand Sacrifıcier) unvanını taşıyan iki yüksek
rahip de hazır bulunur. Bu rahipler altın piskoposluk tacı
taşırlar. Bu taç, Thebes yaratıcı tanrısı Amon-Ra’nın ve
ilk Kudüs Piskoposu (Hz. İsa’nın Kardeşi) James’in giydi
ği başlıktır. İlginçtir ki, Yahve’nin Yüksek Rahipleri Musa
zamanından beri bu başlıkları takıyorlardı.
Bundan sonraki derece (yirmidört derece) “Kutsal
Çadır Prensi”dir. Burada Tanrının (Yahova’nın) Musa’d an
“Ahit Sandığım” korumak için ‘kutsal bir çadır
(Tabernacle) yapmasını istediği belirtilmektedir. Bu de
recede ayrıca Musa’nın Tanrı için ‘kutsal çadırı’ nasıl kur
duğu ve Yahudilerdeki kraliyet kan bağının nasıl oluştuğu
anlatılmaktadır. Bu derecedeki adaya ‘y üksek rahip’ rolü
verilir ve en yüksek varlığa, yani Yahova’ya (Yahve’nin al
ternatif karşdığı) tapmasına izin verilir. Burada Yahova’nın
(veya Yahve’nin) Adonay’d an daha etkili olduğu öğretilir.
Daha sonra ilerleyen derecelerde, “Masonik Bilim’in
Kral Süleymana dayandığı ve bu bilimin Tapınakçılar tarafın
dan yeniden canlandırıldığı anlatılır. Evet, inanılmaz görünü
yor ama Tapınakçılar Yahudilerin kayıp bilgisine sahipti!..
Bu açıklamalardan da anlaşılacağı gibi, Tapınak
Şövalyeleri gerçek Yahudi rahiplerin soyundan gelen
“Yeni Yahve Rahipleri” olarak yapmaları gereken şeyi
yapmışlardır.
137
Bu ritüelde “Yüksek Rahip” yapılan adaya “Kraliyet
Mason Sanatı” (Royal Art of Masonry) tarihi anlatılır. Bu
tarihe göre, Masonluğun kökenleri Hz. Nuh’tan başlaya
rak, Hz. İbrahim, Hz. Musa ve Hz. Süleyman’d an Tapmak
Şövalyelerinin kurucusu Hugues de Payene ve trajik bir
şekilde öldürülen Şövalyelerin son üstadı Jacques de
Molaya kadar uzanmaktadır.
Bütün Tapınakçı Büyük Üstadları açıkça “Yahve’nin
Yüksek Rahipleri” olarak kabul edilirlerdi.
Tapmakçılar Filistin’i terk ettikleri zaman, gizli bil
gilerini İskoçya’ya taşımışlar ve ilk localarını burada
kurmuşlardı. Bu sır, Tapmakçıların “Yahova’mn Yüksek
Rahipleri” diye bilinen (Aynı soydan gelen) takipçilerine
de aktarılmıştı.
Masonik tarihçi Arthur Waite göre, Hz. İsa’ya akta
rılmış özel bilgiler vardı ve o da, bu bilgileri inisiye olmuş
havarilerine aktarmış ve onları ‘St. Jonn’un54 otoritesi al
tında toplamıştı.
Hz. Isa tarafından aktarılan, Mısır’ın mistizm ve hi
yerarşik inisiyasyon bilgilerini ihtiva eden bu doktrin,
Tapmakçıların 1118’deki ilk Büyük Üstadı olan Hugues de
Payeıı’e de iletilmişti. Payen sahip olduğu apostolik (havarile
re özgü bir şekilde) ve patriarkal (patriğe ait) güçlerle orijinal
“Yuhanna Hıristiyanlığının yasal temsilcisi haline gelmişti.
54 (St. John the Baptist =Vaftizci Yulianna-Yahya) diye bilinen Hz. Yahya’nın
gnostik bir mezhep olan Sabiililcte özel bir yeri vardır. Hz. İsanın ve ona
tabii olanların içinde yaşadıkları Yahudi toplumunca “Nasuralar” olarak
adlandırılması ile, Hz. İsa öncesi dönemlerden itibaren var olan ve içersin
de oluşum dönemi Sabii hareketini ve Hz. Yalıya yı barındıran “Nasuraizm”
aküm arasında bir ilişki vardır. Sabiilikte Yahya'nın (Yahya-Yuhanna) çok
özel bir yeri vardır. Sabiilere göre Yahya, mucizevi bir doğumla ışık güçle
rince yeryüzüne gönderilen ve kutsal öğreti ve ibadetleri (özellikle vaftizi)
diğer Nasuralara öğreten bir rehberdir.
138
Daha önce de bahsettiğim Tarot kartları içindeki
“Hierophant” kartı, işte böyle güçlere sahip Tapınakçı
Şövalyelerinin Büyük Üstadını sembolize etmektedir.
Bu derecelerin açıklanan sırları, ilk İngiliz Masonlarını
oldukça korkutmuştu. Bu sebepten üst derecelerin muh
tevaları değiştirilmişti. (Özellikle İngiltere Birleşik Büyük
Locasının Büyük Üstadı olan Sussex Dükü, bazı sırların açık
lanmasının mahzurlu olacağı endişesiyle, gerçek İskoç rimel
lerinin birçoğunu ya örtbas etmiş ya da gizlemiştir.)
Lomas ve Knighte göre, Hugues de Payen Yahve’nin
(Yahova’mn) Yüksek Rahibiydi. Diğer bütün Tapınakçı
Büyük Üstadları da -e n son Büyük Üstad Jacques de
Molay da dahil olmak üzere- bu görevi layıkıyla yerine
getirmişlerdi.
Tapmak Şövalyeleri bu hizmetlerin karşılığında, ele
geçirdikleri sırları İskoçyaya götürmüşlerdi.
Yirmibeş derece “Tunç Ydan Şövalyesidir (Knight of
the Brazen Serpent). Bu derece Haçlılar zamanında Filistinde
askeri ve dini bir tarikat tarafından kurulmuştur.
Bu derecenin adı, Israilli’ler tarafından bilinen “tunç
yılan’ın iyileştirici özelliğinden ileri geliyordu. Bilindiği
gibi şövalyelerin görevlerinden biri de hasta yolcuları iyi
leştirmek ve onları “imansızlar”dan korumaktı) Rex Deus
sütununun etrafına sarılmış yılan motifi Essenliler’d en
alınmıştı. Bilindiği gibi (Essenlilerin dini liderlerinin
Levi kabilesinden geldiğini hatırlayalım.) Essenliler ünlü
‘şifacı’ ve ‘iyileştirici’lerdi. Essenlilerin sembolü, bugünkü
modern tıbbın da kullandığı bir sopaya sarılmış yılandı.
İlginçtir ki, Yahudi “Levi” kabilesi Yahve (YHVH)’yi
tunç bir yılan şeklinde sembolize ediyor ve mabedlerinin
en kutsal varlığı olarak kabul ediyorlardı.
139
Levi kabilesinde Yahve’nin yılan şeklinde ken
dini gösterdiğine inanılıyor ve ona kuzey Kenan ve
Yunanistan’d aki gibi, “Leviathan”55 olarak tapıyorlardı.
Levi kabilesinin ismini bu ejderha Leviathan’d an aldığı
sanılmaktadır.
Levili’ler arasında Yahve’nin yılan formu “Nehuştan”
yani “Tunç Yılan” olarak bilinirdi ve mabetlerin yüksek
yerinde altın veya tunç bir yılan sembolü bulunurdu.
Bundan sonraki derece (yirmialtı derece) olan
“İnayet Prensi” (Prince of Mercy) fazla önemli bir derece
değildir.
Yirmiyedi derece olan “Tapmak Büyük Amiri”
(Grand Commander of the Temple”) bir nevi engizisyon
mahkemesi gibidir. Bu askeri bir derecedir ve yuvarlak
bir masanın etrafında toplanan “mahkeme,” adayı sor
gular. Bu ritüel Tapınak Şövalyelerine yöneltilen yanlış
ithamları ve haçın inkârının önemini anlatır.
Masonik tarihçi Arthur Waite, bu derecede kulla
nılan haçın iki ismin baş harflerini ihtiva ettiğini belirt
mektedir bunlar; JN ve JBM’dir. Waite göre bunlar; Jesus
Nazarenus (Nasuralı İsa) ve ‘Jacques (J) Burgundus (B)
Molay’ (M) anlamına geliyordu.
Böylece haç üzerinde ölen iki mesih belirtilmek is
tenmiştir.
Hiç şüphe yokki, Tapınakçılar ve modern Masonluğun
kurucuları için Jacques de Molay56 ikinci Mesih’ti.
Yırmisekiz derece olan “Güneş Şövalyesi” (Knight of the
Sun) Masonlukta anahtar bir derecedir. “Gerçek Tek Tann’nın
140
varlığına inanılır ama, bu Hıristiyanlığın Tanrısı değil, Marduk,
Amon-Ra, Yahve gibi isimler taşıyan bir Tanrıdır. Bu derecede
ayrıca bütün masonik semboller açıklanır.
Yirmidokuz derece üç çeşit isimle anılır; 1- “St.
Andrew Şövalyesi” (Knight of St. Andrew) 2- “Haçlıların
Patriği” (Patriarch of the Crusade) 3- “Işığın Büyük
Üstadı” (Grand Master of Light)
İddialara göre bu derece, Tapınak Şövalyeleri
Filistin’den kaçarken kurulmuştur. Şövalyeler kaçarken,
beraberlerinde Enoş’un sütunlarına ait olduğunu iddia et
tikleri üç taşı İskoçyaya götürmüşler ve burada ilk Mason
locasını57 kurmuşlardı.
Otuzuncu derece “Siyahve Beyaz KartalŞövalyesi”dir.
(Knight of the Black and White Eagle).
Burada Jacques de Molay’ın trajik ölümü anlatılır.
Bu derece ritüelinde Molay’ın ölümünden sorumlu olan
lara karşı (Yani Papa V. Clement ve Fransa Kralı Güzel
Philip) intikam ve nefret duyguları kışkırtılır. Bu ritüelde
Masonların iki baş düşmanı açıklanır;
1- Fransız monarşisi (Genelde bütün krallıklar)
2- Papalık makamı (Genelde bütün Katolik sistem)
Jacques de Molayı ortadan kaldıran Fransa Kralı Güzel
Philip! bu derecedeki biraderlerin öldürdüğü veya öldürttüğü,
rivayetler arasındadır.
Masonluğun otuzbir derece olan “Büyük Müfettiş
Engizitör A m ir” (Grand Inspector Inquisitor
Commander) ve otuziki derece olan “Kraliyet Sırrının
Prensi” (Sublime Prince of the Royal Secret) idari derece
ler olduğu için bunlardan bahsetmeyeceğim. Yalnız “kra
57 Masonluğun Presbiteryen ve Episkopalyan formları (Yani Presbiteryen
Kilisesi ve piskopos idaresi usulüne ait) İngiltere’d eki Katolik gücüne
şiddetle karşı çıkmıştı.
141
liyet” teriminin ‘Kral Davut’un soyundan gelenler için
kullanıldığı hususunu vurgulamakta fayda görüyorum.
Bütün bu anlatılanlardan şu sonuç çıkmaktadır;
Masonluk, Kudüs’te Tapmak Şövalyeleri tarafından ku
rulmuş olan bir’ Yahve Rahipliği’ tarikatıdır!..
Şurası da bir gerçektir ki, Masonluk, Francis Bacon,
Sir Robert Moray, Benjamin Franklin ve George
Washington gibi ünlü kişilerle, akılcılığın, bilimin ve de
mokrasinin savunucuları olarak, “Yeni Dünya D üzeni’nin
kuruluşunda önayak olmuştur.
Tapınakçı Sapkınlığı:
142
yayı ve insanları yarattı ve yılan da onun yöneticisi oldu.
Burada açıkça şeytanın yüceltildiğini görüyoruz.
12’nci Yüzyılda şeytana inananlara ‘Satanist’ veya
‘Lüsifer’ciler’ (Lüsifer kelime itibarıyla ışık getiren anlamın
dadır. Kurandaki ‘İblis’in karşılığıdır.) deniyordu. Şeytana
tapanlar onun göklerden haksız yere kovulduğuna ve oraya
yeniden geri döneceğine inanırlardı.
Bogomiller hem iyi Tanrıya hem de Şeytana taparlardı.
Aynı şekilde Tapmakçılar da insanla iletişim kurmayan ve
sembolik temsili olmayan iyi Tanrı ile, korkunç özelliklere
sahip kötü Tanrıya tapıyorlardı.
Tapınakçıların elinde iki baş bulunuyordu; birisi
‘Eskilerin eskisi’ denilen sakallı bir baştı, diğeri ise gümüşten
yapılmış bir kadın başı idi. Gümüş başlı kadın Ana-Tanrıça’yı
(İştar’ı) sembolize ediyordu.
Bogomiller en hararetli şekilde kendilerine dünye
vi nimetleri ve zenginlikleri bağışlayacak olan kötülük
Tanrısına taparlardı. Onlar şöyle diyorlardı;
“Tanrının yaşlı oğlu Satanael veya Lüsifer ölümlüle
rin sığınağıdır, Genç kardeş İsa bu şerefe layık değildir.”
Tapınak Şövalyeleri Hz. İsa’ya neden inanmadıklarını
şöyle açıklıyorlardı;
“O hiçbir şey değildir, değersiz sahte bir peygamberdir.”
Tapınakçılara göre “Baphomet” adlı ‘sakallı baş’da
madde dünyasına egemen olan aşağı bir Tanrının sem
bolü idi. Burada Şeytana tapan Bogomiller ile hem iyi
hem de kötü Tanrıya tapan Tapmakçılar arasındaki farkı
görebiliyoruz.
Diğer bir iddiaya göre, Tapınakçıların sapkınlığı
nın temelinde “Yuhanna” (St. John) inancı vardı. Çünkü
“Yuhannacı’lar” İsa’nın Tanrısallığım kabul etmiyorlar ve ona
143
“sahte peygamber” diyorlardı. Onlara göre sadece St. John-
Baptist (Yahya, Yuhanna) kııtsal bir kişi idi.
Özetlersek, Tapınakçıların sadakati yalnız Ana-
Tanrıça’ya ve Yuhanna’ya idi.
Wilhelm Ferdinand Wilcke’ye göre, Tâpmakçılara at
fedilen “Müslümanlarla işbirliği” suçlamalarının ardında
Kabala ile karıştırılmış bir İslami anlayış yatıyordu. (Bu
konuda ‘Haşişiler’ bölümüne bakınız).
Tapmakçılar putlarına ‘Eskilerin eskisi’ veya ‘Uzun
yüz’ veya “Makroprosopos” deniyordu. Ünlü Mason Üstadı
Eliphas Levi’ye göre Tapmakçılar Kabalanın esrarengiz dok
trinlerine inisiye edilmişlerdi.
1842’de Mason Ragon, Tapınakçıların “doğudaki bir
inisiyeden” St. Johna atfedilen bir Yahudi doktrinini öğ
rendiklerini iddia eder. Ragon onların “Yuhannacı” ol
duklarını söylüyordu ki, Eliphas Levi de aynı fikirdedir.
Tapmakçılar ve Siyon M anastırı59 (Prieure de Sion)
tarikatları birbirlerinden ayrıldıktan sonra, farklı yollar
izlemeye başlamışlardı.
Tapmakçılar “Yuhanna” öğretilerine önem verirken, Siyon
Manastın Talmudik-Kabalistik öğretilere önem veriyordu.
1- Tapmakçılar (ve Masonlar) sosyal eşitlik ve
özgürlüğe dayalı bir kardeşlik prensibini temel alarak,
insanları özgürleştirmek istiyorlardı. Sapkınlıklarının
temelinde, insanları İsa’nın ilahiliğine dayanan dininin
baskısından kurtarmak vardı.
Bu nedenle Tapınakçıların siyasi hedefleri, bütün
monarşileri ortadan kaldıran evrensel sosyalist bir düzen
kurmaktı.
59 Siyon Manastın (Prieure de Sion) konusunda daha fazla bilgi edinmek
isteyen okurlara, Türkçe tercümesi de yapılan, “The Holy Blood and
The Holy Graü” (Kutsal Kan ve Kutsal Kase) adlı kitabı öneririm.
144
2- ‘Prieure de Sion (Siyon Manastırı) tarikatı ise,
siyaseti kullanarak, merkezinde Talmud-Kabala ezoterik
Yahudi doktrini olan dini sebeplerle, monarşileri ortadan
kaldırmak ve “Işık Şehrini” yaratmak istiyordu.
1804’de “Ordre du Temple” (Tapınakçı Tarikatı)’nm
BüyükÜstadıolanFabrePalaprat’ın“ManueldesChevaliers
de 1’Ordre du Temple” (1811) ve “Levitikon” (1831) adlı
kitaplarındaki açıklamalara göre, Tapınakçılarm gizli
doktrini, Roma Kilisesinin kanunlarına tamamen zıttı.
Ayrıca bu doktrinde Hz. İsa’nın dahiliği de sorgulanmak
taydı. Palaprat, Tapınakçılara karşı yapılan suçlamaların
“kara propaganda” olduğunu iddia etmekteydi.
Öte yandan E. Levi, Tapmakçdann gizli doktrini başlangı
cından beri krallıkları yıkmayı hedefliyordu, demektedir.
Tapınakçı ritüellerinde düşük dereceli biraderlere
İsa hakkında kabalistik efsaneler anlatılırken, Hughes de
Payen gibi yüksek inisiyeler başka türlü bilgilere sahipti.
Sonuçta bütün şövalyeler Hz. İsa’yı ve haçı inkâr etmekte
birleşiyorlardı.
1622 yılında Portekizli rahipler Fırat kıyılarında ken
dilerine “St. John’un (Yahya’nın) Hıristiyanları” diyen
bir mezhebe rastladılar. Bunlar Manden’ler, Sabii’ler60
veya Nasııra’lar olarak da biliniyorlardı. Mandai kelime
si Kaide lisanındaki “Manda”dan türemiştir ve Yunanca
“gnosis” (hikmet, irfan) anlamına gelmektedir.
147
DOKUZUNCU BÖLÜM
CİZVİT TARİKATI
(‘Religio Clericorum Societatis Jesu’)
148
ulaşmak için, Papanın ve kutsal kilisenin düşmanlarına ve
imansızlara karşı mücadele edeceklerine dair yemin etti
ler. Aynı şekilde birbirlerine karşı körükörüne bir itaat ve
sadakat yemini de ettiler. Kurdukları bu birliğe “Societas
Jesu” (İsa örgütü) adını verdiler. Bu örgütün başlıca göre
vi, “zamanın sapkın afeti” (‘Protestanlık’ kastediliyor) ile
mücadelede Katolik Kilisesine yardımcı olmak ve bütün
dini meselelerde onu tek yetkili olarak tanımaktı.
1537 yılının başında artık on kişi olan şövalyeler
Venedik’te buluştular ve uzun zamandan beri plânla
dıkları “Kudüse haçlı seferini” gerçekleştirmek istediler,
fakat Venedik Cumhuriyeti ile Osmanlı Türkleri ara
sındaki savaş, bu yolculuğu imkânsız hale getirdi. 1538’de
Loyola’nın küçük grubu onu başkan seçti. Bunun üzerine
Loyola, Roma’ya giderek örgütün nizamnamesini Papa
III. Paul’e sundu ve bu yeni tarikatın tanınmasını ve ko
runmasını rica etti.
17 Eylül 1540’d a Papa, tarikatı ve nizamnamesini üye
sayısının altmışı geçmemesi şartıyla, tastik etti.
Ayın 26’smda yeni tarikatın başına ‘general’ rüt
besi ile atanan Ignatus Loyola, Papanın elinden tari
katı “Regimini mili-tantis ecclesiae” (Savaşçı Kilisenin
Egemenliğini) tanıyan emri aldı.
Bu şekilde yeni “Cizvit Tarikatı” (Societatis Jesu),
Roma-Katolik Kilisesinin yeminli savaş birliği haline gel
di. Bu birlik aynı zamanda ‘Kutsal Babaya (Yani Papaya)
“body-guard”lık yapıyordu. Onlar Papa’yı her çeşit sal
dırıdan ve isyanlardan, özellikle “Lutherciler”den her
vasıtayı kullanarak korumak ve Papalığın düşmanlarını
yoketmek ile yükümlüydüler.
149
Böylece kuzeyli Reformasyon hareketine (Yani
Luther’e) karşı Romanın “Karşı Reformasyon” hareketi
başlamış oldu.
Cizvitler düşmanı yalnız yenmek değil, her vasıtaya
başvurarak, yok etmek istiyorlardı. Onlar için parola şuy
du; “Gaye vasıtayı meşru kılar.”
Gerçekten de Cizvitler hedeflerine ulaşmak için, kan
dökmekten ve tarikatın görev sınırlarını aşan her türlü
acımasızca ve vicdansızca eylemden, hiçbir zaman çekin
memişlerdir.
Ignatus Loyola böylece tarikatın ilk ‘Generali’ oldu.
Artık RS. J. Ignatius (Pater I. Societatis Jesu) diye anılı
yordu ve ‘İsa Ö rgütü’de bundan böyle “Cizvit Tarikatı”
diye tanınmaya başlandı. Böylece Roma Katolik Kilisesi
uluslararası bir kilise boyutuna taşınmış oldu.
Cizvitler, karşı kutuptaki diğer enternasyonaller gibi,
(Dünya Masonluğu ve Dünya Yahudiliği) milliyetçilik
düşmanı idiler.
Lord Thomas B. Macaulay “İngiltere Tarihi” adlı kita
bında, “Cizvitler Papalığı kurtarmaya geldi ve Protestanlık,
Alp Dağlarının eteklerinden Baltık Denizi kıyılarına ka
dar geri çekilmek zorunda kaldı” diye yazmaktadır.
Cizvitler dünyanın dört bir tarafına misyonerler yol
lamaya başladı. Ne fırtınalı okyanuslar, ne de sıra dağlar
onlara engel olamıyordu. Afrika’nın balta girmemiş or
manlarından, Tibet’e ve Moğolistan’a, oradan da Çin’in
içlerine kadar her yere yayıldılar.
Cizvitler öğretmen, tüccar, doktor, sanatçı, asker v.b
kılığında bütün ülkelere sızma imkânı bulmuşlardı.
I. Loyola’nın öldüğü 31 Temmuz 1556 tarihinde “Societas
Jesu’nun 12 bölgede, 1000 üyesi ve 100 devamlı tesisi vardı.
1617 yılında tarikat üyelerinin sayısı 13.112’yi bulmuştu.
150
Cizvit tarikatı günümüz şartlarında gizli b ir örgüt’
sayılmaz, çünkü hedefleri, nizamnamesi, üye listesi her
kese açıktır. Ama arka plânda gizlenen şey; Onlar için
‘ta b u ’ sayılan “kilisenin inanç öğretisf’dir.
Cizvitler dün olduğu gibi, bugün de Roma Katolik
Kilisesinin görüşlerini yaymak ve onu korumak için çalış
maktadır. Protestanlar ve kilise düşmanları ile ve özellikle
“Aydınlanmacı” çevrelerle her vasıtaya başvurarak müca
dele etmek, Tarikatın gücünü ve üye sayısını arttırmak,
Cizvitlerin görevleri arasındadır.
Cizvit tarikatı, haklı olarak masonik yapılanmaya
benzetilmektedir. Nasıl Masonluğun bir sırrı yok, fakat
kendisi bir sır ise, aynı şeyi Cizvitler için de söyleyebiliriz.
Tarikatın hedeflerine ulaşması için kullandığı metodlar ve
kullandığı vasıtalar, tamamen gizlidir!..
Aynı şekilde tarikatın faaliyetleri ve sadece “b ile n le
re ” özgü temel dünya görüşleri gizli tutulmaktadır.
Bunun haricinde Cizvitlerin ‘sırları korkunç bir sus
kunluk ve yeminle örtülmüştür. Yemini bozan İçişinin vay ha
line!.. Tarikatın uzun kolu o kişiyi dünyanın neresinde olursa
olsun bulur ve cezalandırır. Şunu da söyleyelim ki, dünyevi
mahkemelerin verdiği cezalar, katolik Engizisyon mahkeme
sinin verdiklerinin yanında çok hafif kalıyordu!..
Cizvit Tarikatının kuruluşunda Yahudiliğin önemli bir
rol oynadığından ve örgütün kurucusu Iqnatus Loyola’mn
yarı-Yahudi olduğundan bahsetmiştim. İki büyük, dün
ya örgütü olan Cizvitler ve Masonlar dıştan birbirleri
ne düşman gibi görünmelerine rağmen, her iki örgüt de
Yahudilerin önderliğinde kurulmuş olan Marksist-Proleter
III. Enternasyonal ile işbirliği yapmaktaydı.61
61 Bu alıntıları yaptığım Egon Lützeler’in kitabının 1938 yılında
(Almanya’da) yazıldığını hatırlatmak isterim.
151
Cizvitlerin ilk güç denemesi ‘imansız’ protestan
‘Waldenser’lerin yok edilmesi ile başladı. Tarikat Generali
Jakobus Laynez’in tam yetkili kıldığı S.J.P. Antonius
Possevin, 1561 yılında Premont, Savoy ve Kalabria civa
rındaki Protestanların kitle halinde katledilmelerine ön
cülük etmişti.
Bu katliamlar, bütün imansızlara ve kilise düş
manlarına karşı duyulan büyük nefretin, Roma Katolik
Kilisesine ve Papaya mutlak bir sessizlikle ve körükörüne
itaatla birleşmesinin sonucuydu.
Rahatlıkla anlaşılacağı gibi, Cizvit Tarikatı Roma
Katolik Kilisesi’nin emrinde çalışan askeri bir tarikat,
yani “Tanrı’nın Lejyonu” idi.
Tarikattaki manevi eğitim (‘Exercita spiritualia’) dış
dünyaya kapalı olarak yapılırdı. Tarikatın özel bir maksada
yönelik eğitimi yalandan incelendiğinde, eski çağlardan gü
nümüze kadar gelen gizli örgütlerin kullandığı mistik araç
ları ve dışarıya karşı örtülü bir düşünce yapışım kullandığım
görüyoruz. Örneğin; Antik çağlardaki “Eluisis” gizemle
rinden, anlaşılmamış Pitagor gizli öğretilerine, oradan da
Tapmakçılara ve günümüz modern masonluğuna baktığı
mızda, bunu açık bir şekilde görebiliyoruz.
Yoğun dinsel eğitimlerine rağmen, Cizvitler hiçbir
zaman alışılmış bir papaz tarikatı olmamıştı.
Trent Konseyi onları diğerlerinden ayırmak için, “Religio
Clericorum Sodetatis Jesu” (İsa Örgütünün Klerikal62
Tarikatı) diye adlandırmıştı. Bu sebeptendir ki, Cizvitler di
ğer manastır rahiplerinin kullandıkları giysi ve eşyaları kul
lanmazlar ve kimliklerini gizlerlerdi.
Cizvit Tarikaü bütün Katolik Kilisesinin ve Roma-
Papalığımn gücünü taşırdı. Tarikat Roma Katolik Kilisesinin
62 Klerikal: Papaz, Kilise taraftan.
152
üzerine inşa edildiği granit bir yeralti yapı gibiydi.
Bu kapalı toplumda doğaldır ki, bireysel özgürlük diye
bir şey mevcut değildi ve dolayısıyla yapılanlardan hiçbir bi
rey sorumlu değildi.
Cizvitler gaye vasıtayı meşru kılar’ zihniyeti ile ha
reket ettikleri için, kilise öğretilerine aykırı olmasına
rağmen, zenginlik ve kazanç hırsına sahip insanlardı. Bu
amaçla büyük ticari işlere ve faizciliğe girmişlerdi. Bütün
bu pis işlerini “din” aşkına veya “Yüce Tanrının Şerefine”
diye yürütüyorlardı.
Tarikat bilinenin aksine, her çeşit bilime, özellikle
coğrafyaya, etnolojiye, doğa bilimlerine, kozmik araştır
malara çok önem veriyordu. Toplanan bilgiler tarikatın
çıkarları için kullanılıyordu.
Öte yandan bu Hıristiyan-Cizvit misyonerler, “din” adı
na dünyadaki bütün kültürlere çok zarar vermişlerdir!..
Bugünkü bihmimizin Cizvitlerin çalışma ve araştır
malarına çok şey borçlu olduğu, ayrı bir gerçektir. Örneğin;
Cizvitlerin Güney Amerikadaki araştırmaları bize çok şeyler
öğretmiştir. Yine onların astronomi ve dilbilim konusunda
değerli insanlar yetiştirdiği bilinen bir gerçektir. Onlar uzak
ülkelerden Avrupa’ya birçok tıbbi yeniliği ve bilinmeyen
ilaçları getirmişlerdi. Cizvit Franz Xaver Dentrecolles 17’nci
Yüzyılda Çiniden getirdiği porselenleri FransaUa üretmeye
başlamıştı.
Cizvit tarikatına girebilmek için iki yıllık “çıraklık”
devresinden geçmek gerekiyordu. Bu iki yıl aynı zamanda
hem aday, hem de tarikat için bir çeşit deneme süresi anla
mına geliyordu. Adayın bekar ve bedensel, ruhsal sağlığı
nın kusursuz olması gerekiyordu. En başta aranan özellik
ise, kiliseye ve Hıristiyan inancına sadakat idi. Yahudiler,
153
prensip olarak tarikata alınmıyorlardı ama -irken Yahudi
bile olsa- “vaftiz olmuş Yahudiler” (yani Hıristiyanlığı
kabul etmiş olanlar) tarikata kabul ediliyordu.
Zaten tarikatın kurucusu Loyola ve altı sadık arkada
şı da Yahudi asıllı değil miydi?
Kilise, Yahudileri “Hz. İsa’nın katilleri” diye suçlama
sına rağmen, basit bir vaftiz seremonisi sonunda onları
kiliseye kabul ediyordu. Vaftiz olmuş bir Yahudi, Çinli,
Hintli, zenci v.b bu şekilde ‘Katolik Yoldaş’ haline geliyor
ve uluslararası kilise devletinin (Imperium Romanum)
bir üyesi (vatandaşı) oluyordu.
Daha önce de bahsettiğim gibi, Cizvitler Papaya,
tarikat Generaline ve isimleri bilinmeyen yukarı derece
deki tarikat şeflerine mutlak ve sessiz bir itaatla yüküm
lüydüler.
Cizvit Tarikatı da diğer bütün gizli örgütler gibi üçlü
dereceye sahipti. Bu dereceler;
1-Çırak (Skolastikçi) 2-Kalfa (Koadjutor) 3-Usta
(Professi Spiritualis)’d an ibaretti.
Tarikata giren hiç kimsenin örgütten kendi rızası ile
ayrılması mümkün değildi. Buna karşılık örgütün kuralları
na karşı gelenler veya örgüte faydalı olamayacağı anlaşılanlar,
örgütten uzaklaştırılıyorlardı.
Yukarıda bahsetttiğim üç derecenin dışında bir de
“görünmeyenler”in oluşturduğu bir tarikat sınıfı mevcut
tu. Bunlar İsa örgütünün “yardımcıları” idi. Bunlar her
sınıftan meslek sahibi ve tarikata hizmete hazır insanlar
dan oluşmuştu. Bu insanlar tarikatın dileklerine ve dün
yevi çıkarlarına hizmet etmeye yemin etmiş, kiliseye tabii
veya kilise haricindeki kadrolardı. Bu tip “yardımcılar”
tarikatın “geçici” veya “müstesna” üyelerini oluşturuyor
du. Bunlar sayesinde tarikat, dışarıya çok farklı bir gö
rüntü (imaj) sergiliyordu. Örneğin; Yüksek rütbeli devlet
memuru, yargıç, tüccar gibi saygın meslek sahibi insanlar,
tarikata casusluk yapıyorlar ve kendi hayatlarını da tari
katın arzusuna göre yönlendiriyorlardı. Kendilerinden
fayda umulan büyük mülk sahipleri de bu şekilde tarikata
kazandırıldı. Ayrıca devletin yüksek makamlarına gelmiş
insanlar, hatta prensler ve kraliyet ailesinden gelenler, ta
rikata katıldı. Bunlar bilinçli veya bilinçsiz olarak bu gö
rünmeyen güce’ bir şekilde katkıda bulunmuş oldular.
Cizvit Tarikatının dıştaki ‘gizli biraderlerinin’
örgütlenmeleri, yönetimi ve bunların gündelik hayatta, yani
siyasette, ekonomide ve dünya tarihinin ‘perde arkasında’ oy
nadıkları rol hakkında, çok az bilgimiz bulunmaktadır.
Bu ‘görünmeyen’ ve bütün dünyaya yayılmış şebe
ke ağı olan, tarikatın egemenliği o dereceye varmıştı ki,
prenslerin ve imparatorların -onların bilmediği- hiçbir
isim kalmamıştı.
Örgütün dünyevi işleri “Procurates” denilen bir yö
netimin elindeydi. Her bölgenin bir “Prokurator P.S.J’si
vardı ve o da Rektörler ve Profess’ler tarafından belirle
nirdi.
Daha önce de bahsettiğim gibi, tarikatın başında
‘General-kongregation tarafından oy çokluğu ile -bir
ömür boyu- seçilen ‘Ordensgeneral’ (Tarikat Generali)
vardı. Generalin sınırsız yetkileri vardı. Seçim sırasında
herhangi bir direniş olursa, bu direnişçiler, uygun bir se
çim yapıncaya kadar, tarikat kurallarına göre, bir hücrede
7 gün ve 7 gece aç ve susuz bırakılırlardı.
Tarikat Generalinin yanında, 4 veya 6 General
yardımcısından (Bakanlardan) oluşmuş bir meclis vardı.
155
Bunlar efendileri ve üstadları kontrol etmekle yükümlüy
düler. Burada, hiç kimseye güvenmeyen Roma Katolik
Kilisesinin, kendi seçtiği kimselere de güvenmediğini ve
böyle bir hiyerarşik kontol sistemine ihtiyaç duyduğunu
görüyoruz.
Tarikatın en önemli ve en hayati prensibi ‘körükörü-
ne’ “cesetvari” (ceset gibi) bir itaat idi.
Bu Cizvit yasalarında şöyle ifade ediliyordu;
“Alttaki (Alt derecedeki) üsttekinin elinde bir ceset
(cadaver=kadavra)tir.”
Buradan da rahatlıkla anlaşılacağı gibi, itaat ve yeni
den itaat prensibi, tarikatın A’sından Z’sine egemen bulu
nuyordu.
Tarikat üyeleri için vatan, aile, dostluk vb. kavramlar
mevcut değildi!.. O, bütün benliği ve varlığı ile tarikata
aitti. Şöyle ki, bir üstten izin alınmadan ne bir kitap oku
nabilir, ne de bir mektup yazılabilirdi. Bir Cizvit üstünün
izni olmadan bulunduğu yeri terkedemez ve ziyaretçi
kabul edemezdi. Cizvitler’in birbirleri ile münasebetleri,
konuşmaları, giysileri ve davranışları bile yasalarla ve ta
limatnamelerle belirlenmişti. Önderine karşı kör ve dü
şüncesiz bir itaat, bize onlarla benzer düşüncelere sahip
olan Haşişiler’i hatırlatmaktadır. Cizvitler’in eğitiminde
ki ‘hipnoz ve telkin’ uygulamaları Haşişilerde de vardı.
Cizvitler siyah bir şapka ve yine tamamen siyah renkli
cüppeler giyerlerdi.63
Cizvit Tarikatının gizli iç hayatı, Tapınakçıların gizli
öğretilerini hatırlattığı gibi, masonik yüksek derecelerin
156
yarı-mistik gizliliğine -k i artık ‘iyi’ ve ‘kötü’ kavramları
üst derecedeki inisiyeler için çok değişik manalar ifade
etmektedir- de benzemekteydi.
Bu gizlilik, temelde dini inançlar, kilise ve Papa
maskelerinin arkasında yatan büyük bir güç ve iktidar
hırsını perdelemekteydi. Yine bu gizlilik vasıtası ile dev
letler ve milletler, Cizvitlerin şeytani dünya egemenliği
uğruna ayaklar altına alınmaktadır.
Tapınakçılar aristokratik-şövalye dünya düzeni’
için krallıklara ve Papa’lığa karşı mücadele verirken,
Hıristiyanlık adına savaştığını iddia eden Cizvitler, ger
çekte demokrasiyi kendi egemenliklerini pekiştirmenin
bir aracı olarak görüyorlardı.
Cizvitler dıştan Papa ve Katolik Kilisesi için uğraşır gibi
görünürken, gerçekte iktidarı ele geçirmek için mücadele
veriyorlardı. Bu nedenle yollarına çıkan engelleri, kör kit
leleri tahrik ederek yıkmaya uğraşıyorlardı. Buna tarihten
birkaç ilginç örnek verebiliriz; 1649 yılındaki İngiliz İhtilali,
1793 yılındaki ‘Büyük Fransız İhtilali,’ 1917’deki Bolşevik
İhtilali, 1918 Kasım ayındaki Alman (Komünist) İhtilali.
Bunların hepsinde Cizvit parmağı vardı!..
Kızıl enternasyonalin ateist Marksizmi, Yahudileşmiş
Masonluğun mavi-kızıl enternasyonali, Yahudiliğin sarı
enternasyonali ile Romanın kara enternasyonali, omuz
omuza Almanya’d aki milliyetçilik hareketine karşı bir
mücadele vermektedir.64
1930’lu yıllarda Almanya’da faaliyette bulunan
“Katolik Merkez Partisi” ve “Bavyeı a Halk Partisi,” Cizvit
örgütünün uyanan Alman millî bilincine karşı, ‘dalgakı
ran olarak kurduğu partilerdi.
64 Kitabın, 1938 yılı Almanyasının atmosferini yansıttığını belirtmekte
fayda görüyorum.
157
Cizvitlerin tarihte (Özellikle Katolik Fransa’da) bü
yük Protestan katliamları yaptığı bilinen gerçeklerdendir.
Bunlar içinde en önemlileri 1 Mart 1562’deki ‘Vassy’ kat
liamı ile 24 Ağustos 1572 yılındaki ‘Bartholomeus gece
si’ katliamıdır.
1660da Cizvit tarikatı ve emrindeki siyasi güçler,
‘inançsız’ Türkleri, Papayla ihtilaflı olan Katolik Venedik
Cumhuriyetine karşı kışkırtmaya muvaffak olamayınca,
Venedik’le açık bir çatışmaya girdiler ve bunun sonucun
da bu ülkeden kovuldular. Ancak Papa VII Aleksander
zamanında Cizvitler yeniden Venedik’e girebildiler.
Yapılan anlaşmaya göre, hiçbir Cizvit Tarikatı üyesi üç
yıldan fazla Venedik’te kalamayacaktı.
158
ONUNCU BÖLÜM
GÜL-HAÇ KARDEŞLİĞİ
159
Her durumda, hâlâ mevcut olan en eski simya çizim-
leri, Mısır papirüslerinde bulunur.
İlk dönem Mısır belgelerinden hiçbirinin geriye kal
maması şaşırtıcı değildir, çünkü şifahi olarak aktarılmak,
kutsal bir sanatın temel özelliğidir.
Hermes Thoth’a atfedilen bütün metinleri içine alan
Corpus Hermeticum (Hermetik Külliyat) denen eserin
bize Yunanca ulaşmış olması ve az veya çok Eflatuncu
bir dille örtülmüş olması tamamıyla doğaldır. Delil
şunu gösterir ki, ‘Zümrüt Tablet’ denen şey de Corpus
Hermeticum’un bir parçasıdır. Zümrüt Tablet, kendini
Hermes Trismegistos’ta bir vahiy olarak takdim eder ve
Arapça ve Latince yazan simyacılar tarafından sanatla
rının kanun listesi olarak kabul edilir.
Mitolojik zeminiyle birlikte simyanın, tek tanrıcı
dinlerin (Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam) içine dahil
edilmesinin nasıl mümkün olabildiği şüphesiz sorulacak
tır. Bunun açıklaması şöyledir; Gerçekte hem metallerin
(ve genel olarak madenlerin) harici sahasıyla, hem de nef
sin dahili sahasıyla ilişkili olan simyaya özgü kozmolojik
perspektifler, kadim metalürji ile organik olarak bağlan
dı, bu yüzden zanaat ile birlikte kozmolojik arka plân, te
rimin en geniş anlamında sadece bir tabiat (physis) bilimi
olarak devralındı, daha doğrusu Hıristiyanlık ve İslam,
müzikte ve mimarideki Pisagorcu geleneği benimsedi ve
ona tekabül eden manevi perspektifi de özümledi.
Hıristiyan bakış açısından simya, vahyedilen haki
katler için doğal bir ayna gibiydi; Bazı metalleri altına ve
gümüşe çeviren Filozof Taşı Hz. İsa’nın bir sembolüydü
ve bu taşın, kükürdün ‘yanmayan ateşi’ ve cıvanın sebat
kâr suyundan üretilmesi, Hz. İsa’nın doğumunu andırır.
160
Hıristiyan inancı tarafından benimsenmesi ile birlik
te simya, manevi olarak bereketlenirken Hıristiyanlık da
onda gerçek irfana (gnosise) götüren bir yol buldu.
İslam dünyasında da Hermes Trismegistos genellikle
Hz. İdris (Enoş) ile özdeşleştirilir.
Simyacılar, çeşitli metalleri, gezegenlere, atfettikleri
semboller vasıtasıyla gösterirler ve gerçekten hem me
tallere, hem de gezegenlere aynı ismi verirler. Altın için
‘Güneş,’ gümüş için ‘Ay,’ cıva için ‘Merkür,’ bakır için
‘Venüs,’ demir için ‘Mars,’ kalay için ‘Jüpiter’ ve kurşun
için ‘Satürn’ derler. Bu şekilde kurulmuş uygunluklar
simya ile astroloji arasındaki ilişkiyi gösterir, bu ilişki
‘Z üm rüt Tablet’inde şöyle ifade edilir; “Altta olan ne var
sa yukardakine benzer.”
Batılı biçimlerinde Hermesçi gelenekten çıkan astro
loji ve simya, gök ve yer gibi birbiriyle bağlantılıdır.
Astroloji, Zodyak’ın ve gezegenlerin anlamını yo
rumlar, simya ise unsurların ve metallerin anlamını.
Zodyak’ın 12 burcu, İlahi Akılda sabit şekilde içeri
len arketiplerin basitleştirilmiş bir resmidir. Öte yandan
ateş, hava, su ve toprak unsurları ise sembolik olarak, asli
cevherin (materia prima) ilk ve temel farklılaşmalarıdır.
Halbuki gezegenler, birbirlerine nispetle konumlarından
dolayı, farklılaştırılmış ve zamansal bir tarzda, Zodyak’ta
içerilen imkânları izhar ederler ve böylece de Sema’dan
yere inen ilahi Ruhun faaliyet yollarını temsil eder, metal
ler kendi hesaplarına, Ruh veya Akıl tarafından olgunlaş
tırılmış’ unsuri cevherin ilk meyvelerini temsil ederler.
Okuyucuya bu bilgileri vermemin sebebi, Gül-Haç
örgütünün simya ile ilgili bağlantılarına bir nebze açıklık
getirebilmek içindir.
161
Almanya’da 16’ncı Yüzyıl sonlarına doğru, astroloji ve
alşimi (simya) ile ilgili araştırmalar çoğalmaya başlamıştı.
Astrologlar kozmik dünya ve dünyevi olaylar arasında
ki bağlantıları çözmeye çalışırken, simyacılar bazı doğal
maddelerden başka maddeler elde etmeye uğraşıyorlardı.
Örneğin, kömürü elmasa, kurşunu altına dönüştürme ça
balan içindeydiler. Simyacıların yapay altın elde edebilmek
için “Bilgelik Taşı”m (Filozof Taşı) kullandıkları, insan ha
yatını uzatan bir çeşit “iksir” buldukları söyleniyordu.
Gerek astrolojinin, gerekse simya (alşimi)’m n köken
leri eski Sümer, M ısır ve Babil medeniyetlerine kadar
uzanmaktdır.
“Paracelsus” veya “Bombastus” adıyla bilinen ‘Philippus
Aureolus Teoprastus Von Hohenheim,’Alman simyacıları için
de en meşhur olanıdır. Bir diğer ünlü isim ise, sihirbaz ve kahin
‘Agrippa Von Nettesheim’ idi.
Efsanevi “Kara Kimya” çerçevesi içinde 1589’da
“Historia Von Doct. Fausti” (Ünlü sihirbaz ve 'karasanaf
ustası, Dr. Faust’un Tarihi) adlı bir kitap yayınlandı.
Simyacıların, maddeleri dönüştürme işlemini ruh-
sal-manevi alana taşımaları ile, yani maddesel insanı,
ilkel, saf, ruhsal insana dönüştürme çabalan da başla
dı. Böylece ‘maddesel’ simyadan “Simya Felsefesi" ve
“Panzofi”ortaya çıktı.
Paracelsus’a göre, insan üç ana unsurdan yaratılmıştı;
Tanrı, Gök ve Dünya. Dünyevi her şey göklerden yaratıl
mıştı. Tanrı her yerde ve her şeydeydi. Görünen dünya
onun varlığının bir dışa yansımasıydı.
Ona göre, bütün elementlerde ve maddenin görünen
şekillerinde gizli ruhlar, elf’ler (peri’ler), gnonilar (top
rak ruhları veya cinleri) ve cinler yaşıyordu.
‘Panzofi’bütünüyle ruhsallaştırılmış simyanın bir kar
162
deşidir. Panzofı, temelde gnosis, Yeni-Platoncu Teozofi,
Kabala, Yahudi-Arap fantezisi ve biraz da felsefe ve batıl
inançların garip bir karışımından oluşmuştu. Panzofıstler
için ‘gül’ doğanın, ‘haç’ ise Tanrı’nın sembolü idi.
Hermes Trismegistos, Aristoteles, Albertus Magnus
gibi isimler ile, Mısır ve eski Yahudi gizli öğretileri, ka-
balistik, majik, teurji,66bu gizli atmosferi soluyan mistik
insanlar çevresinde önemli bir yer tutuyordu. Kayzer II.
Rudolf Von Habsburg, esrarengiz İskoçyalı John Dee,
Prag’lı Haham Löw, Ursinus Von Rosenberg gibi isim
lerle, ‘Hermetik Kardeşlik’ veya ‘Gül-Haç’lar’ örgütü, o
günlerdeki simya imparatorluğunun önemli temsilcileri
arasındaydı. Yine o günlerde felsefi mistisizm veya sem
bolik alşiminin temsilcisi ‘Jakob Böhme’ (veya Böhm)
adlı bir kişi idi. Ona “Philosophus teotunicus” (Toton
Filozofu) deniyordu.
1575 yılında fakir bir köylü çocuğu olarak
Altseidenberg-Görlitz’de (Almanya) dünyaya gelen
Böhme, mistik yazılarla uğraşıyordu ve üstad Paracelsus
Bombastus’tan çok etkilenmişti. Başlangıçta Böhme,
‘sapkın düşünceleri dolayısıyla Protestan cemaatinden
büyük tepkiler almıştı. Böhme’nin hayatı boyunca hiçbir
yandaşı, arkadaşı veya öğrencisi olmadı. O, hiçbir zaman
bir mezhep veya gizli örgütün kurucusu da olmadı. 1624
yılında tek başına yaşadığı bu dünyadan sessizce ayrılıp
gitti.
‘Gül-Haçlılar’ın Hermetik Kardeşliğini etkileyen
düşünceler arasında Böhme’nin düşünce dünyasının
66 Teurji, gizli varlıklarla (tannlar, ruhlar, cinler) eşleşen saf şeyler olan
simgeler ile, örneğin, Güneş ile altın gibi farklı şeyler arasındaki eşleş
tirm e yasasına göre, ilişkiler olan işaretler ile uygulanır.
163
-yani Deism’in doğa felsefesinin- etkisi küçümsenemez.
Jakob Böhme’nin izinden giden HollandalI tüc
car H endrik Beets 1660 yılında Amsterdam ‘da “Melek
Kardeşler” mezhebini, İngiliz William Law da İngiltere’de
“Böhme” mezhebi’ni kurdu.
1697 yılında Jane Lead Londra’da, temelini Böhm’ün
düşüncelerinin oluşturduğu, “Philadelphist’ler örgütü
nü kurdu.
Almanya’da mistik Gül-Haç’çı Johannes Bermeier
Böhle’ün manevi mirasçısı olduğunu iddia ettiği
“Societas Regalis Jesu C hristi” adlı örgütü kurdu.
1754 yılında Fransa’d a Portekizli bir Yahudi olan
Martinez Paschalis, yine Böhm’ün düşüncelerine da
yanan mistik “Martinisi” gizli örgütünü kurdu. Bu gizli
tarikatın Paris, Lyon, Marsilya, Bordo ve Toulouse’ da şu
beleri vardı.
Martinistler’in gizli öğretileri, Gnostizm ve Yahudi
- Kabalasının bir karışımından oluşmuştu. Gerçekte
Paschalis’in düşüncelerinin arka plânında Yahudi-Tevrat
öğretileri yatıyordu. Tarikatın kurucusu ve büyük üsta
dı Martinez Paschalis’in kendi hayatı da sırlarla doluydu.
Paschalis, devamlı olarak beklenmedik bir şekilde bulun
duğu yerden kayboluyor ve aniden bir başka yerde ortaya
çıkıyordu (Eskilerin deyimi ile tayyi-mekân yapıyordu).
1778’e kadar devamlı olarak Paris ve Lyon’d a yaşa
dı. Günün birinde esrarengiz bir şekilde St. Domingo
Adasına kaçtı ve 1779’d a orada öldü.
“Martinistler Tarikatı” (Orden der Martin isten) veya
diğer adıyla “Seçkin Kahanim” (İbranice ‘Kohen’ veya
‘Kahen: Yüksek rahip, kahin anlamına gelmektedir.) ör
gütünün 9 derecesi vardı. Bu dereceler; Klasik üç maso-
164
nik dereceye (çırak, kalfa, usta) ilaveten ‘Büyük Seçkin
Üstad,’ ‘Koherı Çırağı,’ ‘Kohetı Kalfası,’ ‘Kohen Üstadı,’
‘BüyükM imar,’ ‘Konttur67Şövalyesinden oluşuyordu.
Kurucusu Paschalis’in ölümünden sonra, tanınmış
Marki de St. Martin tarikatın başkanlığına geçti. O da ta
rikatın dünya görüşünü tamamen Jacob Böhme’nin öğre
tilerine dayandırıyordu.
1600lü yılların başında Tübingen (Almanya) l i an-
tikçağ araştırmacısı ve Kabalist Christoph Besold, “Bütün
dünyada genel reform” adıyla bir kitap neşretti.
1614 yılında bu kitap, yazarının adı zikredilmeden,
‘Fama fraternitatis rosaceae crucis’ veya ‘R.C Kardeşliği’
adına yeniden yayınlandı. Aynı zamanlarda “Fama”68
(1614) ve 1615’de Almanca ve Latince olarak “Confessio
fratrum rosaceae crucis” adlı bir kitap yayınlandı ve ina
nılmaz sayıda okur kitlesine yayıldı.
Tirol’de Adam Haselmayer, 1610 yılında kendi el yazısı
ile “Gül-Haç Kardeşhği’’nin kuruluşunu açıkladı. Yazısının
başlığında “Fama fraternitatis Christiani Rosenkreutz” (Gül-
Haç Kardeşliği) ibaresi vardı.
Dinkelsbühl’lü (Almanya) Kabalist Johannis Hörner,
1590 yılında “Fraternitas R.C” adlı gizli bir grubun varlığın
dan söz etmektedir.
Adı geçen yazıların basılması, Güney Almanya ve
Avusturya’daki Katolik çevrelerce “inançsız”ların bir ey
lemi olarak algılandı. ‘Karşı-Reformasyon hareketinin
öncüsü olan Alman Kayzeri III. Maximilian ve Cizvitler’i
bunları tedirginlik ve şüphe ile karşıladı.
1615’de Almanya’nın Köln şehrinde Themis aurea,
hoc est de Legibus fraternitatis roseae crucis’ başlığı al
67 Kom tur: Bir papaza ait varidat (zaamet).
68 Fama: Rivayet, söylenti anlamında.
165
tında bir ‘Gül-Haç’ tarikatının kuruluş manifestosu ya
yınlandı. Yazan Alman Kayzeri II. Rudolfs’un dokto
ru, ‘Büyücü’ namıyla maruf, Dr. Michael Mayer’di. Bu
‘Themis aurea’ya göre, “Fama fraternitatis R.C” yani
Gül-Haç’ın kurucu babası, Christian Rosenkreutz idi. C.
Rosenkreutz, 1378 yılında St. Agnes / Zwolle’de (Alman
ya) dünyaya gelmiş, aristokrat bir ailenin çocuğu idi. Bazı
kaynaklar Gerhart van Groot veya Croit’in Gül-Haç’ın
manevi babası olduğunu iddia ederler.
Genç Rosenkreutz, saygın eğitmeni ve baba dosdarı ile
birlikte Akdeniz ülkeleri gezisine çıkmış ve doğunun kut
sal şehirlerini görme fırsatını bulmuştu. Bu yolculuğu es
nasında yolu Arabistan’a düşen, Rosenkreutz orada çok sı
cak karşılanmış ve Yemendeki ‘Damcar’ veya ‘ Damardaki
felsefe okulunu69 ziyaret etmişti. O zamanlar ‘Damarda
‘Seitid’ler (Seyitler mi?) denilen bir yüksek okul vardı.
‘Damar’ eski çağlarda “Sabiiler”in (Bu konuda
‘Gnostikler’ ve ‘Sabiiler’in Peygamberlik Anlayışlan’ bölü
müne bakınız) -k i Hz. İbrahim’in soyundan geldiklerini
iddia ediyorlardı- başkenti idi.
Sabiiler’in koruyucu tanrısına Mısırlılar ‘Thoth’ (Tat),
Yunanlılar ise, ‘Hermes Trismegistos’ diyordu.
Tanınmış Yahudi filozof ‘Moses ben Maimon ben Jo-
seph’ (Maimonides olarak bilinir.) ve Tyana’lı Apollonius’un
eserleri de ‘Sabii’ kaynaklarına dayanıyordu.
Sabiiler’in kozmik olaylar hakkındaki bilgileri
nin etkileri, C. Rosenkreutz’un “Liber Mundi (Yeryüzü
kitabı=Gök cisimlerinin hareketleri ile ilgili Tanrısal yasa-
69 Tarih içinde, İbrani Sabiiler’in Mısır’a göç etmeleri gibi, Sabiiler’in bir
kolu da Yemen’e gitmişti. Kuranda da bu Yemen inanışına değinilmekte
ve onlardan ‘Tek tanrı inanırları” olarak bahsedilmektedir. İslamiyet
üzerinde öğretileriyle etkili olan da büyük bir ihtimalle Sabiiliğin bu
koludur.
166
larm açıklanması) adlı kitabında açıkça görülür. R. C’nin
bir diğer kitabı ise, ‘Liber Naturae’ (Doğa kitabı=Dünyevi
yaratılışı ve Mikrokozmoz’u yöneten yasalar) idi.
Gül-Haç’ın kurucu babası Christian Rosenkreutz
Arap topraklarında, arap bilgeliğini, “Kraliyet Sanatı’nm
gizli hâzinelerini ve insan hayatanı uzatma sanatını öğ
renmişti. Mısır’da bir süre kaldıktan sonra-bilindiği gibi
Mısır “Kara Sanatlar”ın vatanıdır-Rosenkreutz Fas’a git
ti. Orada “Alşimistlerin Hermetik Kardeşliği” örgütü ile
tanıştı ve bu kardeşliğin gizli çevresine katıldı. Christian
Rosenkreutz burada edindiği bilgileri Almanya’ya taşı
dı. İspanya ve Fransa yoluyla Güney Almanya’ya dönen
Rosenkreutz, burada eski okul arkadaşlarının üçüyle
bir grup kurdu. Bu grup üyeleri zamanla sekize çıktı.
Birbirlerine sessizlik yemini ile bağlanan bu gizli grup,
daha başka üye kabul etmeme kararı aldı. Yedi sadık ar
kadaşı ile tam bir ruhsal uyum ve denge içinde bulunan
Christian Rosenkreutz, birliğin gizli lisanı olarak ka
bul edilen “Büyülü Yazıyı” yani ‘Liber M undi’yi yazdı.
Ayrıca en ince ayrıntılarına kadar ele alınmış gizli bir ta
rikat yasası hazırladı. Christian Rosenkreutz, tarikat için
yüzyıl ötesine kadar uzanan bir çalışma plânı hazırladı.
Zengin tecrübelerini ve bilgilerini yalnız ‘Rosenkreutz’
inisiyelerinin anlayabileceği bir lisanla kitaplara aktardı.
Sekiz arkadaş birbirlerine sadakat ve sessizlik yemini
ile bağlandıkları gibi, üstatlarına da körükörüne ve mut
lak itaat edeceklerine yemin ettiler.
Yüzyıl boyunca bu gizli birlik, bütün dünyaya karşı
sessizliğini korudu. Sekiz biraderin her biri kendi ölümle
rinden sonra yerlerine kimin geçeceğini bile tespit ettiler.
Biraderlerin beşi, her yıl dönüşümlü olarak ve tanınm a
dan öğrenciler yetişterecek “Yüksek Bilimi” ve tarikatın
167
düşüncelerini yayacaklardı. Biraderlerin herbiri tanın
mamak için üzerlerinde tarikata ait herhangi bir işaret
taşımadıkları gibi, birbirlerine de herhangi bir el işareti
yapmaktan kaçınırlardı. Tarikatın yegâne kimlik belirtisi
kamufle edilmiş ismi ve büyülü yazı ile yazılmış Christian
Rosenkreutz harfleri idi.
Her yıl C hristian Rosenkreutz Kardeşleri belirli
bir saatte tarikat evinde (Sti Spiritü) sessizce toplanır
ve tarikatın m eselelerini tartışırlardı.
Christian Rosenkreutz 1484 yılında 106 yaşında
öldü. Rosenkreutz’un bütün hayatı olduğu gibi ölümü de
sırlarla doludur. Mezarının da nerede olduğu, biraderleri
tarafından gizli tutulduğu için bilinmemekteydi.
Fama’da anlatıldığına göre, R.C’nin kurucu babasının
ve üstadının ölümünün üstünden 120 yıl geçtikten sonra,
1604’de tarikat evinde tadilat yapmak isteyen biraderler,
üzerinde altın varaktan harflerle “Post CXX annos pate-
bo!” (120 yıl sonra açılacak) yazan gizli bir kapı ile kar
şılaştılar. Bu esrarengiz kapı, yapay bir şekilde aydınlatıl
mış yedi köşeli bir odaya açılıyordu. Odanın tabanı düz
taşlarla örülmüştü. Bütün oda yanan ampullerle gün ışığı
gibi aydınlatılmıştı. Duvarlarda bir sürü dolap ve dolap
larda her çeşit mistik alet ve edavat, aynalar, lâmbalar ve
nadir ‘mucizevi’ kitaplar bulunuyordu. (Bunlar arasında
‘Vocabularium Theophrasti Paracelsi de vardı.) Ayrıca ta
rikat yasaları ve Christian Rosenkreutz’in kendi el yazısı
ile kaleme almış olduğu, özgeçmişi ve yolculukları hak
kında geniş bilgiler vardı.
Ama daha da ilginci, biraderlerin bir katafalk’ın al
tında tarikatın kurucusu C. R’nin bozulmamış cesedini
bulmaları idi. Cesedin elinde, parşömen kağıt üzerine
168
altm harflerle yazılmış, kutsal kitap, “Kitap T” bulunu
yordu. Bu kitapta Luther’in evanjelik-Hıristiyan öğretisi
ile ilgili bilgiler vardı.
Kitapta bulunan tarikat nizamnamesine göre,
Yahudiler, çocuklar ve kadınlar tarikata giremezlerdi.
Burada her ne kadar özel bir siyasi gündem yoktuysa da,
Alman Reich’ına ve Kayzerine itaat edilmesi gerektiği
söyleniyordu.
İlginçtir ki, üstad Christian Rosenkreutz’un yeraltın-
daki mezarı, Romalılar zamanında yapılmış ‘Mitra kül
tüne’ ait mağara tapmaklardan biriydi.
“Confessio” (itiraflar) ’da açıklanan Gül-H aç
tem el düşüncelerinde, o nların M üslüm anlığa ve
Papa’lığa karşı old u ğ u n u öğreniyoruz.
169
Asil bir aileden doğan Christian Rosenkreutz, erken
bir yaşta yetim kalmıştı. Bir manastırda yetişip, 16 yaşında
Arabistan, Mısır ve Fas’a seyahat etmişti. Müslüman ülkele
rine yaptığı bu seyahatlar sırasında çevirdiği ‘M’ kitabından
kaynaklanan evrensel armoni bilimini ona öğreten Doğulu
bilgelerle temas kurmuştu. Bu öğretilere dayanarak, aynı
anda evrensel dini, felsefi, siyasi ve sanatsal reform plânını
tasarladı. Bu plânı gerçekleştirmek için birkaç müridiyle bir
araya gelerek topluluğa “Gül-Haç” adını verdi.
Fama’ya göre, Christian Rosenkreutz gençliğinde
“kardeş” RA.L ile birlikte kutsal yerleri ziyaret etmeye
teşebbüs ettiğini, ancak bu kardeşin Kıbrıs’ta öldüğünü,
dolayısıyla Kudüs’e gidemediğini, bunun yerine ülkesi
ne dönmeyerek Şam’a gittiğini anlatmaktadır. Şam’d an
Kudüs’e gitme plânlarını hastalık nedeniyle erteleyen
C.R, kullanmasını bildiği tıbbi ilaçlar sayesinde Türkler’in
dostluğunu kazanmış ve Arabistan’d a (Damkar) bilginleri
ile temas kurmuştu. Bu bilginlerin, gerçekleştirdikle
ri mucizeleri ve doğunun bütün sırlarının onlara nasıl
açıklandığını öğrenmişti. Daha fazla sabredemeyen C. R.
Araplarla bir anlaşma yaparak belirli bir para karşılığın
da, onu Damkar’a götürmeleri konusunda anlaştı.
Eğer 1378 yılını Christian Rosenkreutz’un doğum
yılı olarak kabul edersek, Orta Doğudaki yolculuğunu
1389-1402 yılları arasında yapmış olması gerekir.
C.R. gibi Arap kültürünü takdir eden ve seven genç biri
nin, İslam ülkelerinde bilgili çevreler tarafından kabul görüp
aralarına girme fırsatmı kaçırmaması gayet doğaldır.
Halifeliğin sonu ile ortaya çıkan entelektüel çöküntü
ye rağmen, Kahire, Bağdat ve Şam üniversiteleri halen çok
itibarlıydı. Papa IX. Gregory’in Aristo ve Arap filozofları
üzejrindeki yasağı kaldırmasının Ortaçağ Skolastiği üze
170
rinde çok yoğun etkileri olmuştu.
Bu açıdan genç bir Alman bilginin Kudüs’e gitmesi ve
Arap felsefesi öğrenmeye çalışması hiç de yadırganacak
bir şey değildi.
C. Rosenkreutz ile ‘Damasco’ bilginleri arasında
ki ilişki konusunda ‘Fama Fraternitatis’ aslında pek açık
değildir. Bu yer ‘Damascus’ (Şam) olabilir mi? Bu şe-
hire Araplar “Damaşkun” derlerdi. Dolayısıyla DMKR
(Damkar) kelimesi esrarını korumaktadır.
C. Rosenkreutz Damkar’d a Arapça’sını geliştirerek,
bir yıl sonra “M” kitabını Latinceye çevirdi. Yazarın “M”
kitabı ile ne kastettiğini anlamak oldukça zor. Belki de bu
adı taşıyan Aristo’nun kayıp bir kitabının tercümesi ima
edilmektedir, ancak bu pek mümkün görünmemektedir.
Çünkü Fama’d a aynı şekilde tek bir harfle adlandırılan
başka kitaplardan sözedilmektedir.
Özellikle tıp ve matematik üzerinde çalıştığı üç yıllık bir
süreden sonra, Arabistandan araştırmalarını bitki ve hayvan
lara yoğunlaştırdığı Mısır’a hareket etti. Fas’a doğru yolculuğa
çıkmadan önce Mısır’da pek uzun kalmadığı gözükmektedir.
Fas için söyledikleri ise oldukça dikkat çekicidir;
“Her yıl Araplar’m gönderdiği temsilciler toplanır ve
birbirlerine sanatlarda (Bilimlerde) daha iyi bir şeylerin
keşfedilip keşfedilmediğini veya deneylerin temel ilkele
rini çürütüp çürütmediğini sorgularlar. Dolayısıyla her
yıl matematiği, tıbbı ve maji’yi geliştiren yeni şeyler or
taya çıkar.”
Christian Rosenkreutz, Arap nıajilerinin tam olarak
saf olmadığını ve Kabalanın dini doktrinlerle yozlaştığını
farketti. Rosenkreutz’a göre Fas’ta tanıştığı bilginler, diğer
Müslüman ülkelerdeki bilginlerle sürekli temas halindey
171
diler ve elementleri araştıran bazı bilginler, ona birçok
sırlarını açıklamışlardı.
Bu sıralarda Fas, felsefi ve okült araştırmaların mer
kezi idi; burada Abu-Abdullah, Gabir ben Hayan ve imam
Cafer al Sadık’ın simyası, Ali-aş-Şabramallişi’nin astroloji
ve majisi, Abdarrahman ben Abdullah al îskari’nin ezote-
rik bilimleri vardı.
Sırların söz konusu oluşu, kesin bir şekilde gizli ce
miyetlerin öğretilerini ima etmektedir. Daha önce de de
ğindiğim gibi, Sabiiliğin Arap dünyasındaki gizli bilim
lerde çok geniş etkisi vardı. Aslında C. Rosenkreutz’un
M.S. 622 yılında Basra’d a gelişen Ihvan-üs-Safa (Saflık
Kardeşleri)’d an bazı sırlar aldığını düşünmek akla daha
yatkın gelmektedir. Bu gizli cemiyetin doktrini Yeni-
Pitagor’cu yorumlara dayanmaktaydı. Pitagor ekolünden
olanlar, her şeyi sayısal değerlere göre algılardı. İhvan-üs-
Safa’nın İslami yorumlarının heterodoks oluşu dolaysı
ile, toplumdan gizli tutulurdu. Örneğin, diriliş anlamına
gelen ‘kıyamet’ kelimesinin aslında kıyam’d an geldiğini,
dolayısı ile ruh bedeni terk ettiğinde kendi cevherinden,
özünden geçinerek varlığını sürdürdüğüne ve kıyametin
gerçek anlamının bu olduğu kabul edilirdi.
İhvan-üs-Safa öğretisinin gizli kısmı teurji, kutsal ve
melek isimleri, çağrı ve celpler, Kabala ve egzorsizm (Şer
etkileri defetmek veya şeytan kovma) gibi konular üze
rinde yoğunlaşmıştı. İhvan-üs-Safa, Sufi’lerden farklıydı
ama birçok doktrini de paylaşıyordu.
Bu öğretiler, C. Rosenkreutz gibi bir Hıristiyan inisi-
yenin dikkatini çekecek kadar Hıristiyanlıktan kaynakla
nan karşılıklı etkileşim taşıyordu. Onlarda bulunan logos
(kelam) doktrinin, Hıristiyanlıktan farklı olduğu kesindir,
172
ancak Hermetik ve Yeni-Platoncu doktrinlerin Gül-Haç
rimellerinde bir şekilde senkronize olduğunu (kaynaştı
ğım) görmekteyiz.
Gül-Haç’çıların “Yaratılış D oktrim ’nin aynısını îbni
Sina’nın felsefesinde de görebiliriz.
Tanrı doğrudan doğruya dünyayı yaratmıyor, ancak
‘İlk Sevkedici’ sıfatında bir saf zekâ (Akl-ı küll) olarak zu
hur ediyor.
Christian Rosenkreutz’un tbni Sina veya Abdülkerim
al-Jili’nin öğretilerinden etkilendiği sanılmaktadır. Gül-
Haç teurjisi, Sufi’lerinki ile hemen hemen aynıdır, ama
Sufıler Kuf andan kaynaklanan çok zengin bir melek bili
mine sahiptirler.
1616 yılında “Chymische Hochzeit” (Kimyasal
Nikah) başlığını taşıyan satirik-fantastik bir roman yayın
landı. Yazarı Lutherci din adamı Johann Valentin Andrea
idi. Kitabın gerçek yazarı Valentin değildi. Bu kitap ilk
kez 1459’d a “Gül-Haç Kardeşliği” örgütünün kurucusu
Rosenkreutz tarafından hazırlanmış bir çalışmaydı.
Simyacılar ‘Kurşun elementine “Saturnum ” derlerdi
ve bu, kırmızı ve beyaz kükürtün (Yani kırmızı veya be
yaz gülün) içinde çözülürdü. .
Efsanevi “Saturnum”a, Alşimistlerin lisanında
“Acidum naturae” veya “Gül-Haç” denirdi. Görüldüğü
gibi her çeşit ‘Gülhaççılık,’ Simya felsefesi ve Panzofı’den
çıkmaktaydı. Johan Valentin Andrea’mn Tübingendeki kü
çük gizli grubu, “sapkın” Jakob Böhme’nin düşüncelerini
‘Rosenkreutz’ etiketi altında Avusturya, Macaristan, Leipzig,
Rostock, Stettin, Strassburg’da yaymaya çalışıyordu. Andrea
Linz ve Tunada bir çeşit ‘Rosenkreutz’ örneğine göre Lutherci
bir loca kurmuştu.
173
Valentin Andrea gerçekten bir Gül-Haç mıydı bilin
mez ama, onun o günlerin siyasi hayatından fazla uzak
olmadığı kesindir. Andrea, 1612-1619 yılları arasında
Avusturya’da faal olan “Brüderschaft Christi” (Hıristiyan
Kardeşliği) gizli örgütünün kurucusu idi. Bu örgütün ku
ruluş amacı, Avusturya’ya egemen olan katolik Cizvitlere
karşı protestanlığı savunmaktı. Bu örgüt üç yıl sonra hü
kümet tarafından kapatılıp, yasaklandı. Kardeşlik örgü
tünün yasaklanmasında, Papalığın onayını almış olan
katolik “Mavi Haç Tarikatı”mn büyük rolü olmuştu.
J. V. Andrea’nın ‘Gül-Haç’ tutkusu o derece ilerle
mişti ki, kendi ailesinin asalet armasına bile “Fraternitas
Rosaceae Crucis” yazdırmıştı. Ayrıca miğferinin yanları
na da Gül-Haç’ın mistik parolasını yazdırmıştı; “S.U.A.T.
}.” (Yani, ‘Sub umbra ala-rum tuarum, Jehova! = Senin
kanadının gölgesinde, Yehova)
Gül ve Haç insanlığın en eski sembollerindendir.
Hıristiyanlığın ilk başlangıç yıllarında ve çok daha önce
leri, Örneğin; Eski Hint Tanrılarının efsanelerinde ‘Gül
ve Haç’ önemli bir rol oynuyordu.
Ortaçağdaki Trabadur70 şarkıcıları ve aşk şiirleri (şar
kıları) okuyanlar da bu sembolleri kullanıyorlardı. Burada
‘Gül’ mucize anlamına geliyordu. Bu sembolleri Alman
inşaat loncaları da kullanıyordu. Bu loncaların gotik kili
selerin yapımında mistik inşa sembollerini kullandıkları
bilinmektedir.
1597 yılında Petrus Winzig (Breslau) ve 1613 yılında
Valentin Weigels panzofik yazılar yayınladılar. Prenslik
danıştay üyesi Julius Sperber “Bin Yıllık Reich” adlı tarihi
ve okült ifşaatlarında “Süleyman Kardeşleri Tarikatı”nı
174
kurduğunu açıklamıştı.
1600’lü yılların Almanya’sında en önemli Gül-Haç
üyeleri olarak şu şahısları sayabiliriz; Josephus Stellatus
(asıl adı: Christoph Hirsch), Johann Gerhard (Jena),
Johann Schubert (Nürnberg), Polycarp Lyser (Leipzig),
Daniel Sennert (Wittenberg), Balthasar Goschelius
(Ulm).
Johan Valemin Andrea, Prag’lı Böhm’cü bilgin Amos
Comenius ve öğrencisi Danzig’li Yahudi Samuel Hartlib
ile çok yakın ilişkiler içindeydi. S. Hartlib, “Societas
Christiana” (veya ‘Collegium Spiritus Sancti’ = Kutsal
Ruh Okulu)’nın kurucusuydu. Bu okuldan daha sonra
“Antilia” veya “Macaria” adlı ‘teozofik kardeşlik’ örgütleri
türemiştir.
J. Sperber’in “Gül-Haç’ın Tanrı Tarafından
Aydınlatılmış Kardeşliğinin Sesi” adlı dergide yazdığına
göre, Gül-Haç örgütünün kökenleri Hz. Ademden baş
layıp Hz. Nuh’u izleyerek, Hz. İsa’ya kadar dayanıyordu.
Sperbere göre ilk Gül-Haç yasasını Hz. İsa yapmıştı!..
Gül-Haç’ın Hıristiyanlık anlayışı, kiliseden çok fark
lıydı. Çünkü temelde Gül-Haç, Komadaki Papadan da
Katolik Kilisesinden de nefret ediyordu!..
Onlara göre Papa Deccal (İsa-aleyhtarı)’in ta kendisi
idi. Gül-Haç Katolik Kilisesinin cadı ve şeytan avına karşı
çıkarak, bunları ‘batıl inançlar’ olarak değerlendiriyordu,
fakat öte yandan kendileri Paracelsus’un Öğretilerindeki
elemanter ruhlara, şeytanlara ve meleklere inanıyordu.
Altın yapmayı ve diğer alşimist sanatları gülünç ve değer
siz şeyler gibi gösteren Gül-Haç, aslında ‘Kraliyet Sanatı’
vasıtasıyla her çeşit dünyevi hâzineye sahip olmaya ve ha
yatlarını uzatmaya çalışıyordu.
175
Ama en ilginci kendilerini görünmez yapmaya uğ
raşmaları, ruh çağırmaları ve cinlerle temas kurarak,
dünyevi arzularını tatmin etmek için, onları egemenlik
leri altına almaya çalışmalarıydı.
Gül-Haçlı’lar yaratılışın bütün sırlarını bildikle
rini, hayvan-insanı Tanrı’nın oğluna ve Tanrının oğ
lunu, evrendeki diğer tanrısal yaratıklara bağlayan
“Filozof Taşı’na sahip olduklarını iddia ediyorlardı.
Gül-Haçlılar’in sembolü inciFdeki TNRF (Jesús
Nazarenus Rex Judaeorum=Yahudilerin Kralı Nasıralı
İsa) idi ama onlar için bunun anlamı “Igne Natura
Regenerando integrat” (Doğa ateş tarafından durmadan
yenilenir) idi. (Buradaki ateşten maksat Güneş olup, ma
sonlukta önemli bir semboldür.)
. Tübingenli dost çevresinin ve dış üyelerinin za
manla ölmesi ile ve nihayet tarikatın manevi önderi J.
V. Andrea’nın da ölümüyle Gül-Haç Kardeşliği efsanesi
sona erdi.
Tarikat unutulmuşluğun karanlığında iz bırakmadan
aniden kayboldu. Fakat bu kayboluştan birkaç yüzyıl son
ra 18’nci Yüzyılda yeniden ortaya çıkacaktı. Bu, tarikatın
uzun süreli gizlilik stratejisinin bir icabı idi.
İtalya ve İspanyada da bazı görünmeyen, hayaletvari insan
ların Gül-Haç mensubu olduğu sanılmaktadır. İspanyada
bunlara “Alumbrados” (Görünmeyenler) deniyordu.
Paris’te 1623 yılında 36 üyeden oluşan bir Gül-Haç
topluluğunun olduğu tespit edilmiştir. Bunların 12 si
Alman, 6 sı Fransız, İspanyol ve İtalyan, 4 u İsveçli ve 2 si
İsviçreli idi.
176
Gül-Haç ve Okültizm:
177
ise, İblis’in veya torunu olan Bayzah’ın ortaya çıkardı
ğı (es-sahara) şeklidir. Bu türün temsilcileri arasında,
Kallisthenes, Balmas ve Hermes bulunmaktadır.
Kısaca, Maji evrensel münasebetleri, yıldızların
pozisyonlarını ve bunun dünyevi olaylarla alâkasını, yani
tabiat alemini özel bir bakış açısı ile inceleyen ve bu ter
kibin neticesi, nadir tesirler ve harika eserler ile bunla
rın kaynağı olan nedenleri araştıran ve ortaya çıkaran bir
ilimdir.
Taşköprüzâde, majinin dört çeşidini belirlemektedir;
178
bilimin bir parçası olmuş ve artık nıajikal sanatlarla bir
ilgisi kalmamıştır.
Fakat Fludd’un Nekromantik Maji (Necromancy;
Ölülerle haberleşerek fala bakmak, sihirbazlık, büyücülük
anlamına gelmektedir.) adı altında topladığı bazı maji’ler
de vardı. Bunlar;
1- Goetik Maji: Arınmamış ruhlarla ve ölülerin
ruhlarıyla ilişki kurmak için yapılan çağrıları ve ritüelleri
ihtiva ediyordu.
2- Malificient (Kötü) Maji: Şeytanları ve kötü
ruhları çağırmak için kullanılıyordu.
3. Teurji: İyi melekleri çağırmak için kullanılan bir
majiydi ama, genellikle iyi melekler yerine kötü ruhlar
(cinler) geliyordu.
4- Thaumaturji (Görüntü Majisi): Bu maji ile ha
yaletler ve bunlara benzer görüntüler elde ediliyordu.
5- Göksel Maji: Gezegenlerin etkisi (Astroloji) ile
uğraşan bir maji türüydü.
179
madiği biliniyor. Bu okul, Yahudi Kabalasından ilham
alıyordu. Ünlü Mason üstadı Eliphas Levi, “Devamlı
yanan lambalarım sırrına sahip olan Kabalist-Haham
Jechiel’in St. Louis tarafından korunduğunu belirtir. Levi,
Gül-Haçlılar’ın ‘p arlak gaz’ veya elektrik ışığı bilgisini
Yahudilerden almış olabileceğini belirtir.
14’ncü Yüzyılın ünlü alşimisti Nicholas Hamel’in
“Yahudi Abraham, Rahip, Levi, astrolog ve Filozof adlı ki
tabın çok etkisinde kaldığı bilmiyor. Bu kitap, daha sonra
Kardinal Richelieu’nun eline geçmiştir.
15’nci Yüzyılda yaşamış olan Florentinalı mistik
Yahudi ‘A lemanus’ veya ‘Datylus’ (Pico della Mirandola
olarak bilinir) Kabaladan faydalanıyor ve Kabalada
Hıristiyanlığın doktrinlerini bulduğunu iddia ediyordu.
Mirandola’mn etkisi ile, Papa IV. Sixtius, kabalistik yazı
ların Latince’ye çevrilerek ilahiyat öğrencilerine okutul
masını emretti.
Aynı zamanlarda Kabala, Reuchlin yoluyla Almanya’ya
giriyordu. Reuchlin, III. Frederik’in saray doktoru olan
Haham Jacob B. Jechiel Loans’dan İbranice öğrenmişti.
Haham Loans, ‘De Verbo Mirifıco’ adlı bir kitap yazarak, bü
tün bilgeliğin ve gerçek felsefenin Yahudilerden (Kabaladan)
kaynaklandığını iddia ediyordu. Bu yaygın kabalistik-Haham
hteratürünün etkilerine karşı, 1509’da Hıristiyan olmuş bir
Yahudi olan Pfefferkom, Alman İmparatoru I. Maximilian’ı
uyararak, Eski Ahit haricindeki bütün Yahudi kitapları
nın yakılmasını tavsiye etti. Reuchlin bunu duyunca, yalnız
Toledot Yeshu’ ve Haham Liprnann’m ‘Sepher Nizzachon
adlı kitapların yok edilmesinin doğru olacağım, çünkü bu
eserlerin Hz. İsa’ya ve Hıristiyan dinine karşı iftiralar ve ya
lanlarla dolu olduğunu belirtti.
180
Reuchlin Yahudi literatürünü savunurken, kendisini
profesör olarak Ingolstadt’a atayan Bavyera Dükü’nün de
güçlü desteğini aldı ve savunmasını ‘De Arte Cabalística’
adlı Yahudi-Kabala’sını öven bir kitapla yaptı. Reuchlin’in
çağdaşı olan Agrippa Von Nettesheim de onun kabalis-
tik düşüncelerini paylaşıyordu. Bu öğretilerin bir sonucu
olarak, Kabalizm birçok Hıristiyan din ve devlet adamı,
asker ve düşünür arasında hızla taraftar bulmaya başladı.
Athanasius Kircher ve Knorr, ‘Kabala Denudata’yı yazan
Baron Von Rosenroth, 17’nci Yüzyılda Kabala ve tercü
mesini Hıristiyan çevrelerde yayan isimler olarak bilinir.
Jewish Encyclopedia (Yahudi Ansiklopedisi) ‘Kabala’
ve ‘Reuchlin ile ilgili maddesinde;
“Birçok Hıristiyan, eski bilgeliğin kaynağı olarak
nitelendirdiği Kabalanın gerçek Hıristiyanlığa ait de
liller ihtiva ettiğine inanmaktadır. Yine birçoğuna göre,
Kabaladaki Hıristiyanlık eski ezoterik doktrinlerin m an
tıki gelişiminin sonucundan başka bir şey değildi,” de
mektedir.
Gül-Haçlıların hem Paracelsus’un, hem de Kabalanın
öğretilerine bağlı kaldıkları anlaşılmaktadır.
Gül-Haç isminin kökenleri neydi? Ünlü Mason
Mackey’in “Lexicon of Freemasonry” adlı kitabın
da belirttiğine göre, Latince ‘Ros’=Çiğ damlası, Crux’
(Cross=Haç) ise ‘ışığın’ kimyasal hiyeroglifi idi. (Aslında
Rose=Hem’ ‘Gül’ hem de ‘Çiğ Damlası’ anlamında kul
lanılmıştır. ‘Çiğ Damlası’ alşimistler tarafından ‘A ltının
içindeki Sır’ anlamında kullanılıyordu.)
Gül-Haçlılar haçın üzerindeki ‘INRP harflerini “Igne
Nitrum Roris Invenitur” olarak yorumluyorlardı. Bu deği
şik yorum doğru ise, 1614 yılındaki ‘Fama Fraternitatis’de
181
sözedilen ‘Rosie Cross’ ve Prag’h Haham Sabatay Sheftel
Horowitz’in 1612 yılında çıkan kitabı “Shefa Tal” (‘Çiğ
Damlasının Dökülmesi’) arasında bir bağlantı olabilir mi?
182
N. VVebstere göre, Christian Rosenkreutz tamamen
mitolojik bir şahsiyetti ve onun doğuya yaptığı iddia edi
len yolculukları gerçek kaynakları, yani Tapmakçılardan
alınan Arap, Suriye maj isini ve Yahudi Kabalasını ama
daha önemlisi, Almanyadaki kabalistlik Yahudilerden
alınan bilgileri gizlemek için ortaya atılmıştı.
Mirabeau, Gül-Haçları mistik, kabalistik, teozofık ve
majikal bir mezhep olarak nitelendirir.
Gül-Haç, bu şekilde 17’nci Yüzyılda Kabalizm,
Teozofi, alşimi, astroloji ve Mistisizmi kapsayan gizli bir
hareketin ismi oldu.
Birbirinin devamı olduğu iddialarına rağmen,
Tapınakçılarla Gül-Haç örgütü arasında belirgin bir fark
vardı o da; Tapınakçıların alşimist olmaması ve Hıristiyan
aleyhtarı bir örgüt olmasıydı. Gül-Haç ise dış görünüşte
Hıristiyan gibiydi. Tapınakçıların alşimi pratikleri yap
mamaları, Gül-Haççıların Tapınakçılarla ilişkisi olmadığı
anlamına gelmez.
Gerek Gül-Haç, gerekse Tapınakçılar gizli bir gelene
ğin takipçisiydiler. Ayrıca okültizme karşı duydukları ilgi
ve doğal olaylarla ilgili gizli bilgilere sahip olduklarını id
dia etmeleri, her iki örgütü birleştiren ortak payda olarak
ele alınabilir.
Gül-Haç ve Hıristiyanlık:
183
edilmişti. Burada, gizli cemiyetlerin ısrarla sürdürdükleri
“iııisiye İsa” iddiası ile karşılaşmaktayız.
1624 yılında yayınlanan bir broşürde, Gül-Haç örgü
tünün Yahudilerin ve Kabalist-Yahudilerin stratejilerinin
bir icabı olarak kurulduğunu iddia edilmişti.
“Bilinmeyenin AraştırılmasıveGül-HaçKardeşliğinin
Kabalası” adlı kitapta, bu görünmeyen kolejin başında
“Şeytan” olduğu ve ilk yasasının da ‘Tanrıyı inkâr etmek’
olduğu iddia edilmişti. Kitaptaki bir diğer iddiaya göre,
Gül-Haç mezhebi gizlice şeytanla işbirliği yapıyor ve kü
çük çocukları kurban ediyordu.
Her ne kadar bu iddialar Gül-Haçın bilinen karakteri
ile uyuşmuyor gibi görünse de, Gül-Haç’m yaptığı iddia
edilen büyü pratikleri tamamen hayali ve uydurma şey
ler değildi. 17’nci Yüzyılda Gül-Haç ortaya çıktığı zaman,
“Kara Büyü Ayinleri” büyük bir suç olarak kabul ediliyor
ve Fransa, İngiltere, İskoçya ve Almanya’d a her iki cinsten
de büyücüler yakılarak öldürülüyorlardı.
Avrupa K ıtasındaki Gül-Haç Kardeşliği, kim lik
leri meçhul, “görünm eyen” bir grup oluştururken, ta
rikatın İngiliz üstadları ise, gün ışığına çıkmışlardı ve
zamanlarının ve ülkelerinin tanınm ış insanlarıydı.
Francis Bacon’un bir Gül-Haç inisiyesi olduğu
Masonlarca da kabul edilmektedir.
Fakat kıta Gül-Haç Kardeşliği ile kesin bağlantısı olan
şahıs ise, Robert Fludd idi. Robert Fludd altı yıl içinde
Fransa, Almanya, İtalya ve İspanyayı ziyaret etmiş ve ora
daki Yahudi-Kabalistler ile ilişki kurmuştu. Fludd’un ilişld
kurduğu Kabalistler içinde en ünlüsü Alman İmparatoru
Rudolf’un doktoru olan Alman Yahudisi ve Gül-Haç üye
si Michel Maier’di.
184
Fludd, 1616 yılında ‘Tractatus Apologeticus’ adlı
Gül-Haç örgütüne yönelen suçlamaları redden (Örgüt,
Libavius tarafından Maji ve şeytanla işbirliği yapmakla
suçlanmıştı) bir kitap yayınladı.
“Eugenius Philalethes” takma adını kullanan İngiliz
Gül-Haç mensubu Thomas Vaughan’ın 1652’de yazdığına
göre, Gül-Haç gizli bilgilerini Araplar’d an almıştı.
185
ONBİRİNCİ BÖLÜM
MASONLUK, OKÜLTİZM VE
GNOSTİSİZM
186
Mason Wilmshurst “The Masonic Initiation” adlı ki
tabında şöyle demektedir:
187
17 Ocak 1953 tarihli “Observatore Romano” ga
zetesi (Vatikanın resmi gazetesi) AvusturyalI B.
Scheichelbauer’in “Die Johannis Freimaurerei” (Yuhanna
Masonluğu) adlı kitabını eleştirirken şöyle yazıyordu;
“Yazar Avusturya ‘Yuhanna Masonluğunun Büyük
Üstadıdır. Bu kitapta, Masonluğun amacının, üyelerine
“İlahi Öz”e ulaşmak ve iman ile bilim arasındaki zıtlığı
yenmenin yegane yolunun ‘Gnosis’d en geçtiğini anlat
mak, olduğu belirtiliyordu.
Aslında Gnosis ‘A ntropozofi’d en75 başka bir şey de
ğildi!.. Bunun temel dogması Panteizmdir.76
Kitapta, Masonluk hariç hiçbir dinin ve kurumun
(Katolik Kilisesi kastediliyor) tüm hakikate ulaşamayaca
ğı belirtiliyor, buna karşı ‘Gnosis’ yegâne hakikat bilimi
olarak gösteriliyor. Yine bu kitapta Masonların bütün va
hiy dinlerine karşı olduğu belirtilmiştir.”
“Ünlü Mason Üstadı Albert Pike, “Morals & Dogma”
adlı kitabında, eski ezoterik inançların -İlk zamanlar
Hıristiyanlıkta da olduğu gibi- hem gizli hem de açık yan
ları olduğunu belirtir. Bu yüksek bilimin takipçileri onu
nesilden nesile aktarmışlardı. Bu gizli gelenek “Gnosis”
olarak bilinmektedir.
Pike’a göre Gnostikler doktrinlerini ve düşünce
lerini, Philo ve Eflatunun düşüncelerinden, Persler’in
75 Antropozofi: Viyanah felsefe doktoru Rudolf Steiner (1861-1925)’in
kurduğu bir ekol. Steiner evreni ve insanı birçok teozofi yazarının yap
tığı gibi Sanskrit diline göre değil, Alman 1 akış açısına göre yorumla
dı. Steiner kozmos ve insanı kendi terminolojisi ile ayrıntıda teozofık
terminolojiden farklı bir görüş katmış ve aynı zamanda bazı eski din
dışı düşünceleri yeniden canlandırıp, kendine ait yeni düşünceler de
katarak, Hıristiyanlıkla birleştirmeye çalışmıştır.
76 Panteizm: Her şeyin temelinin Tanrı olduğunu, Tanrının şeylerde ve
ruhlarda içkin olarak var olduğunu (Hegel) öne süren felsefi öğreti.
Panteizm düşüncesini en yetkin biçimde dile getiren Spinozaya göre
dünya Tann’nın bir yansımasıydı ve Tanrı ile doğa aynı gerçekliğe veri
len iki değişik isimden başka bir şey değildi.
188
Zendavesta’sından, Yahudilerin Kabalasından, Mısır ve
Hint’in kutsal kitaplarından almışlardı.”77
T. M. Stewart’a göre dünya Gnosis’le aydınlanmış’
iken Kilise Babalarının baskısı sonucu, yüksek bir inisi-
ye olan Hypathia öldürülmüştü. Bu şekilde onlar geçici
olarak ‘ışığı’ söndürmeye muvaffak olmuşlar ve insanlığı
‘Hıristiyanlığın karanlık çağlarına’ mahkûm etmişlerdi.
Fakat bütün bu baskılara rağmen, Gnosis gizlice yaşamaya
devam etmiş ve ‘karanlığa’ rağmen, kesintisiz olarak yeraltı
kanallarından aktarılmıştı. Fakat bugün (Gnosis) Masonlukta
yeniden hayat bulmuş ve dünyaya yayılmaya başlamıştır.
1945 yılında İtalya (Floransa)da basılan “La
Massoneria” adlı gizli bir masonik belge, localarda elden
ele dolaşmaya başlamıştı. Aşağıda okuyacağınız açıkla
malar bu belgeden alınmıştır:
189
Böylece “İnşaatçılar Kardeşliği” ebediyyen kayboluyor ve
“Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar” ve “Hür Masonlar”
yani saf Gnostizmin savunucuları, yozlaşmış ve sahte bir
Gnostizmi savunan Hıristiyan Kilisesine karşı kesin bir
tavır alıyorlardı.78
“Masonluğun çırak, kalfa ve usta dereceleri saf
Gnostizmin dünyayı fethedecek ordusudur.”79
“Yalnız Masonluk, saf Gnostizm olan gerçek dine sa
hiptir. Bütün diğer dinler ve özellikle Katoliklik doktrini
gerçekleri Masonluktan almışlardır. Onların doktrinleri
saçma ve yanlış teorilerle doludur.”80
“Masonluk devrimci bir harekettir ve siyasi ve dini
despotizme karşı sürekli bir “fesat” (conspiracy) içersin
dedir.”81
N. Deschamps tarafından yazılan “Les Societes
Secretes et la Societe” adlı kitap, Masonluk hakkında ya
pılmış en kapsamlı araştırmalardan biridir. Deschamps’m
açıkladığı 1535 tarihli eski bir masonik belgeye göre (Köln
Beratı) Bu yıllarda Katolik Masonluğa, gnostik kökenli
anti-Hıristiyan etkiler gizlice sızmaya başlamıştı.
Bu etkiler uzun bir süre karanlıkta kaldıktan sonra,
18’nci Yüzyılda belirginleşerek, yüzeye çıkmaya başlamıştı.
Deschamps, Ortaçağda ve Rönesans döneminde
Masonluğun gelişimini şöyle anlatmaktadır:
“Almanyada ve İtalyada Masonluğun “Egemen
Papalığı”nm (Sovereign Pontiffs) ağırlıklarını koymaları
sonucunda kiliseye karşı düşmanlığın izlerine rastlanmı
yordu.
190
Buna rağmen, 1535’de ‘Hür-Masonlar’ adı altında -
ki onun anti-Hıristiyan prensipleri modern Masonluğun
prensipleri ile tam bir uyum içersindedir- bir tarikatın
varlığına ilişkin bir belgeye rastlıyoruz. Bu gizli birliğin
“Masonik Lonca” adını nasıl aldığı tarihin çözemediği
bir meselesidir.”82
“Gnostizm, Maniheizm, Katharlar ve Tapınakçılar,
işte bunlar Masonluğun dayandığı kökenlerdir.”8384
Deschamps bu sapkınlıklar üzerindeki Yahudi etkisi
ni şöyle anlatıyor;
“Güney Fransadaki aristokrasinin tamamı Yahudi
ve Arap-lardan oluşmuştu. Bunların dış görünüşleri ve
davranışları, kuzeydeki cahil ve dindar Fransız şövalye
lerinden çok farklıydı. Bunlar hırsızlık, soygun, yağma ve
cinayetlerle o bölgede (yani Güney Fransa’da) tam bir te
rör havası estiriyorlardı. “Languedoc” denilen Fransa’nın
bu Yahudi bölgesi, yalnız zeytin ağaçları ile değil, yörenin
‘Sodom ve Gomorra’sı olarak da ün kazanmıştı. Nitekim
daha sonra Katolik Kilisesinin intikamını alması ile bu
bölge kendi “Lut G ölüne (!!!) de kavuşmuştur. Pers dü-
alizmi, Maniheizm ve Gnostizm’in bu bölgede yayılması
hiç kimseyi şaşırtmamıştır. Bütün sapkın doktrinler ve
özellikle Maniheizm burada kök salmıştır.”8'1
Deschamps bu konuda şunları eklemektedir:
“16’ncı Yüzyıl Masonluğu, Tapınak Şövalyelerinin
harabeleri üzerinde yükselirken, modern Masonluğun,
Hz. İsa’nın eserlerine tamamen karşı olan sapkınlıklara
dayanan ‘karşı bir kilise,’ yani ‘Şeytanın Kilisesi’ olduğu-
191
mı belirtmek isterim.
Katolik Kilisesi taralından birçok kere takibata uğraması
ve yenilmesine rağmen, aynı düşman, batıdaki huzursuzlu
ğun ve Hıristiyan dünyasındaki Protestan-Katolik bölün
müşlüğünün de sorumlusudur.”85
Hıristiyanlığın ilk yüzyıllarında ‘Gnostik sapkınlık’
Roma dünyasında oldukça yaygındı. ‘Kilise Babaları’
bu akıma karşı yoğun bir mücadeleye girişmişlerdi.
Gnostizm, heterodoks Yahudi kökenli bir doğu teozofısi
idi ki, bu bizi yeniden ‘Masonluk ve Yahudilik’ arasındaki
bağlantıya götürmektedir.
Ağustos-Eylül 1930’d a “Le Voile d’Isis”de Gnostizm’e
özel bir bölüm ayrılmıştı. Bu önemli bölüm, 1860’da
Strasburg’d a yayınlanan “Nouvelle Revue de Theologie”
dergisinde M. Nicholas tarafından yazılan bir makaleyi
ihtiva ediyordu.
Yazar Gnosis doktrinin doğasında bulunan Yahudi
etkisini şöyle açıklıyordu:
“St. Paul kiliseye saldıranların sisteminin Yahudi mit
lerine ve yanlış düşüncelerinin isĞ prensip olarak Yahudi
milletine dayandığını söylüyordu.
Teozofıstler tabii ki kilisenin üyesi değillerdi ve
Hıristiyan inancı ile uzaktan yakından ilişkileri olma
yan insanlardı. Bu kişiler Teozofı’nin Hıristiyan inancı
na dayandığını iddia ediyor ve hatta Hz. İsa’nın gerçek
öğretilerinin onlarda olduğunu söylüyorlardı. İşte bu,
Gnostizm’in karakteristik özelliklerinden birisidir.
Teozofistler birçok doktrini assimile etmişler ve
kendi sistemlerine katmışlardı. Bunlar arasmda Yahudi
192
dogması, Yunan felsefesi, Parseizm, Budizm vardı.
Teozofistlerin tanrılar panteonunda ise Hermes, Satürn,
Zerdüşt, Pitagoras, Vaftizci Yahya, Hz. İsa, Epikür ve kol-
lektivist-Mazdek bulunuyordu.
Gnostik okullar, antik çağların pagan gizemlerine
benzemekle birlikte, kökenleri Yahudi-Samiriyeliler e da
yanmaktadır. (Samiriye eski Filistinde bir şehirdir.)
Filistin dışındaki Gnostik okullar da İskenderiye,
Küçük-Asya ve Suriye’deki Yahudi cemaatlerine dayan
maktaydı.
193
ONİKİNCİ BÖLÜM
HÜR-MASONLUĞUN KÖKENLERİ
R o y a l M a so n ic C y c lo p e d ia (K r a liy e t M a so n A n sik lo -
p e d i s i) ’y a g ö re M a so n lu k şu u n su rla rd a n tü re m işti:
1- Patriklerden (Patriarchs).
2- Pagan gizemlerinden.
3- Süleyman Tapınağından.
4- Haçlı seferlerinden.
5- Tapınak Şövalyelerinden.
6- Antik Romanın ‘Collegia’ yapı ustalarından.
7- Ortaçağdaki ‘Operatif’ Masonluktan.
8- 16’ncı Yüzyıldaki Gül-Haç’lardan.
9- Oliver CromwelFden.
10- Siyasi nedenlerle Prens Charles Stuart’tan.
11- Sir Christopher Wien ve St. Paul’un yapımından.
12- Dr. Desaguliers ve arkadaşları tarafından (1717).
Bu sıralama aslmda kafa karıştırıcıdır, çünkü bu teoriler
den yalnız biri Masonluğun gerçek kökenini ortaya koyabilir.
Gerçekte modern Masonluk iki ayrı geleneğin karışı
mından ortaya çıkmış, ikili bir sistemdir. Bunlardan biri
‘Operatif Masonluktur ki, yapı ustalığına dayanır. Diğeri
ise, hayat ve ölüm üzerine ortaya atılan spekülatif teorileri
içeren ‘Spekülatif Masonluktur.
Operatif Masonluk:
195
palı, mesleki kuruluşlardı ve meslekleri ile ilgili birtakım
sırları muhafaza ediyorlardı.
Bu devrin muhteşem katedrallerinin bu loncaların
eseri olduğu bilinmektedir.
Abbe Grandidier 1778’de (Strasburg) bütün masonik
sistemin Alman loncalarına dayandığını iddia etmektey
di. Ona göre, ‘Masonlar Cemiyeti’ eski ve faydalı gerçek
Masonların -k i merkezleri Strasburg’d u ve nizamname
leri İmparator Maximilian tarafından 1498’de tasdik edil
m işti- taklidinden başka bir şey değildi.
İngiltere’deki duvarcı loncaları aralarına güçlü aris
tokratları da alarak, dışardan üye alma geleneğini de
başlatmış oldular. VI. Henry’in hükümdarlığı dönemin
de, Mason toplantılarının bir parlamento yasası ile ya
saklandığını görüyoruz. Daha sonra Kraliçe Elizabeth’in
de York’taki ‘Büyük Locanın yıllık toplantısını, yolladığı
silâhlı birliklerle, bastırdığı bilinmektedir. Kardeşliğin et
rafını saran gizlilik çemberinin İngiltere’deki siyasi otori
tenin şüphesini çektiği inkâr edilemez bir gerçektir.
17’nci Yüzyıl yazarlarından Plot, ‘Natural History of
Staffordshire’ adlı kitabında, Masonluk ile ilgili aynı şüpheleri
dile getirir. Ona göre, bu örgütün sakladığı sırlar, inşaat sanatı
ile ilgili değil, localara sokulan spekülatif unsurlarla ilgiliydi.
Bu unsurlar, inşaat sanatı ile ilgisi olmayan asil patronları ol
duğu kadar, basit centilmenleri de localara çekmekteydi.
Ünlü Mason Üstadı Elias Ashmole’nin 16 Ekim 1646
yılında günlüğüne düştüğü notlardan, örgüt üyelerinin
çoğunun operatif olmayan Masonlardan oluştuğu anla
şılıyordu. Aralarında mimarlar ve yapı ustaları olmasına
rağmen, Masonluğun 17’nci Yüzyılda inşaatçılar birliği
olmaktan çıktığına dair deliller vardır.
196
1703 yılında Londra’d a ‘St. Paul Locası’ resmen açıl
dı ve ‘Mason olma imtiyazı,’ yalnız opératif Masonlarla
sınırlı kalmayıp, diğer muhtelif meslek mensubu in
sanları da kapsamaya başladı. Bunu 1717 yılındaki
“Büyük Loca”nm kuruluş darbesi izledi ve bugün “Hür-
Masonluk” olarak bilinen spekülatif Masonluk, ritüelleri,
kuralları ve yasaları ile ortaya çıkmış oldu.
Spekülatif Masonluk:
197
Churchward, bu antik Eskatoloji’nin86 (Mason) du
vara loncalarına nasıl ulaştığını ne kadar açıklayamasa
da, modern Masonluğun eski Mısır, Asur, Hint ve Pers
izlerini artık taşımadığı bir gerçektir.
Eski gizli geleneğin bazı kısımları Druid’ler veya
Romalılar tarafından İngiltere’ye taşınmış olabilir. Fakat
masonik geleneğin diğer önemli kısmı da Yahudi-
Kabalasmdan oluşmaktadır. Bazı masonik yazarlar bu çift
geleneğe dikkat çekmektedirler; Yani bir taraftan Mısır,
Kaide ve Yunanistan, diğer taraftan da Yahudilerden ge
len gelenek. Bazı yazarlar masonik sistemin tamamen
Yahudi geleneğinden türediğini iddia etmektedirler.
Bilindiği gibi, modern Masonluk ‘Süleyman’ ve ‘Hiram’
efsanelerine dayanmaktadır.
Dr. Oliver87 ve Dr. Mackey, gerçek Masonluğun Hz.
Nuh’a dayandığını (Nuh’tan, İbrahim, îsak, Yakup, Musa
ve Süleyman’a geliniyordu) ve Masonlara “Nuh’c ular”
da dendiğini belirtiyorlardı. Onlara göre Süleyman
Tapmağının inşaası sırasında Yahudi Hiram Abiffin
kurduğu örgüt, yani Yahudi-Masonluğu, bugünkü
Masonluğun temelini oluşturuyordu.
Hiram Abiff’in gerçekten yaşayıp yaşamadığı meç
huldür ve bu efsane, gerçek olmaktan öte, bir ezoterik
doktrindir. Hiram efsanesinin bir benzerini eski Mısır’ın
İsis-Osiris efsanesinde de görüyoruz.
Maniheizm’in kurucusu olan Manes de Hiram gibi vah
şice öldürülmüştü ve Maniheistler’ce “Dul Kadının çocuğu”
olarak biliniyordu.
Masonluktaki şekli ile bu efsane tamamen Yahudi
kökenlidir ve eski bir geleneğin Yahudileştirilmiş bir ver
86 Eskatoloji: Ölümden sonraki hayata ait doktrin.
87 A Lexicon of Freemasonry, pp.323-5; Oliver, “Historical Landmarks of
Freemasonry’” 1.60.
198
siyonundan türediği anlaşılmaktadır. Süleyman Tapmağı
ve Jakin, boaz sütunları gibi konular Yahudi-Kabalasından
alınmıştır. Jakin ve Boaz sütunları Kabaladaki on
Sefirottan ikisini oluşturmaktadır!..
The Jewish Encyclopedia (Yahudi Ansiklopedisi) da
“Hiram hikâyesi, Süleyman Tapmağı ile ilgili rabbinik
(Hahamlara ait) efsanelere kadar geri gitmektedir,” diye
rek kabalistik bilgi aktarımını doğrulamaktadır. Peki, bu
‘Haham efsanesi’ Masonluğa nasıl girmişti?
‘Roma Collegia’ teorisini savunanlar bunu şöyle izah et
mekteydi;
“Süleymanın Tapmağı inşaa edildikten sonra, bu
rada çalışan duvarcılar (Masonlar) Avrupa’ya dağıldılar.
Bunlardan bir kısmı Marsilya’ya, bazıları da muhtemelen
Roma’ya gittiler ve buradaki ‘Collegiaya Yahudi efsane
sini soktular. Daha sonra bu efsaneler, 7’nci Yüzyıldaki
“Comacini Üstadlan” tarafından ortaçağlarda, İngiltere,
Fransa ve Almanya’daki loncalara sokuldu. İddialara bakı
lırsa, ortaçağlarda Fransa ‘Compagnonnages’leri arasında
‘Süleyman Tapınağı’ hikâyesi çok yaygındı. Bu gruplar
dan ‘Süleymanın Çocuklarında Hiram efsanesi, bugünkü
şekline çok benzer bir şekilde mevcuttu.”
Fakat efsanenin ortaya çıktığı tarih kesin olarak
bilinmemektedir. Clavele göre ‘Yahudi gizemleri’ Roma
Collegia’ları zamanından beri vardı. Ona göre, bu
Collegia’lar oldukça Yahudileşmişti.
Eckert ve Yarkere göre Yahudi unsurların Masonluğa
girişi Haçlı Seferleri sırasında olmuştu.
Modern Masonluk geniş çapta Kabalaya dayanması
na rağmen, muhtelif Kabalalar arasında bir ayırım yap
mak gereklidir.
199
Hu /umana kadar bilinen üç çeşit Kabala vardı. Bunlar;
I l’alriklerin88 eski gizli geleneği, ki bu eski
M ısırırlardan, Yunanlılara ve Romalılar’a ve muhtemelen
Collegialar vasıtasıyla İngiltere’nin Masonlarına geçmiştir.
2- Bu geleneğin Yahudi Versiyonu, yani Yahudilerin
ilk Kabalası, Hıristiyanlıkla uzlaşması mümkün olmayan
bu gelenek, Hz. Musa, Hz. Davud ve Hz. Süleyman yoluy
la Essenliler’e ve aydınlanmış’ Yahudiler’e ulaştırılmıştı.
3. Sapkın Kabala, Yahudi Hahamlarının büyü, batıl
inançlar ve -Hz. İsa’nın Ölümünden sonra-Hıristiyanlık
aleyhtarı efsaneleri karıştırmasından oluşmuştu.
Masonluğa Haçlı Seferleri sırasında giren kabalistik unsur
lar, daha çok yukarda belirtilen ikinci gruba girmektedir.
Sapkın olmayan Kabala türü ise, Essenliler tarafından
bilinmekteydi. Gerçekten de Masonluk ve Essenizm arasında
belirgin bir benzerlik vardır. Essenliler’in ‘Sabii’ geleneğin
den aldığı bazı unsurlar, localarda güneş ve yıldız sembolizmi
şeklnıde kendini göstermektedir.
Tapınakçı Geleneği:
200
ğinin Mason localarına girişi, Tapınakçılar vasıtasıyla olmuş
tu ve bu gelenek, masonik loncalara Roma Collegialar ından
miras kalan eski efsanelerin üstüne aşılanmıştı.
Yarker’e göre, ‘Tau haçı’ ve ‘parlayan yıldız’ sembo
lizmi Tapınakçılar tarafından Masonluğa sokulmuştu.
Nitekim Salisbury Katedralindeki ‘beş köşeli yıldız,’
Westminster Abbey’deki içice geçmiş iki üçgen ve Jakin-
Boaz sütunları, 14’ncü Yüzyıl Masonluğunun eserleridir.
Dahası, masonik bir geleneğe göre, bu dönemde
Tapınakçılarla masonik loncalar arasında sıkı bir ittifak
kurulmuştu. Fransa’d a Tapınakçı Tarikatı takibata uğradı
ğı zaman, Üstad Pierre d’A umont ve yedi şövalyenin “du
varcı ustası” (Mason) kılığında gizlice İskoçya’ya gittiği
(1307) ve Mulî Adasına yerleştikleri iddia edilmektedir.
îskoçya’daki Tapınakçılar 1307 yılında St. John (Aziz
Yuhanna) gününde ilk toplantılarını yaptılar. îskoçya Kralı
Robert Bruce onları koruması akına aldı. Buna karşılık
Tapınakçılar da yedi yıl sonraki ‘Bannockburn’ savaşında
İngiltere Kralı IL Edward’a karşı Bruce’un saflarında dövüştü
ler. (II. Edward İngiltere’deki Tapınakçı tarikaüm kapamıştı.)
Bu savaştan sonra Robert Bruce’un ‘Royal Order of H.R.M’
(Heredom)= ‘Kraliyet Heredom Tarikaü’ ve ‘Knights of the
R.S.Y.C.S’ (Rosy Cross)= ‘Gül-Haç Şövalyelerini’ kurduğu
iddia edilmektedir. Bu iki derece “Royal Order of Scotland”
(îskoçya Kraliyet Tarikatı)’nı oluşturuyordu.
Bazı masonik yazarlar Gül-Haç derecesinin 1188
yılında Filistin’de kurulduğunu iddia etmektedirler.
(‘Heredom,’ Hebrid adalarının güneyinde bulunduğu id
dia edilen mitolojik bir dağdı. Burada Yahudi “Culdee”
mezhebi rimellerini uygulamaktaydı.)
1314 yılında îskoçya Kralı Robert Bruce, Tapınakçılar
201
ve ‘Royal Order of H.R.M’u duvarcı (Mason) loncala
rı ile birleştirdi. Böylece İskoçya opératif Masonluğun ve
Tapmakçıların kalesi haline geldi. îskoçyadaki ‘Heredom
of Kilwinnig’ de Masonluğun ‘kutsal evi’ oldu.
F. H. Buchmaster ‘The Royal Order of Scotland’ adlı
kitabında Kilwinnig’in 1150 yılından beri Masonluğun
büyük buluşma alanı olduğunu belirtir.
Tapmakçılar ve İskoç duvarcı loncaları arasındaki
ittifak, masonik otoriteler tarafından da kabul edilmekte
dir. Masonluk sistemi üzerindeki Tapmakçı etkisinin bir
başka göstergesi de dereceler ve inisiyasyonlardır. Çırak,
Kalfa ve Ustad Mason dereceleri İskoçya’d an çıkmıştır.
Bu dereceler ve Haşhaşin dereceleri arasındaki benzer
liğe daha önce dikkat çekmiştim. Nitekim, Masonluğun
dış örgütlenmesi ile ‘İsmaili sistemi’ arasındaki benzerlik,
birçok yazarın dikkatinden kaçmamıştır.
Dr. Bussel’e göre, ezoterik kutsal geometri bilgisi ve
birçok sembol, bize çok eski çağlardan gelmekteydi. Fakat
ezoterik bilginin daha belirgin bir modeli, Kahire’deki
İsmaililer’in “Büyük Locası” yani “D ar-ül Hikm et” vası
tası ile intikal etmişti. Seyid Amir Ali’ye göre, Makrisi’nin
muhtelif inisiyasyon dereceleri, localara uyarlanmış ve
bunlar Masonluğu biçimlendirmişti. Gerçekten de Kahire
Locası, Hıristiyanlığın doğuşu sonrasında kurulan bütün
localara model olmuştur.
Bu sistemin Masonluğa, Tapmakçılar ve onların bağ
lantılı olduğu HaşhaşiTer (Dar-ül Hikmet) yoluyla girdi
ğine şüphe yoktur.
1825’de basılan ‘Manuel des Chevaliers de l’Ordre du
Temple’ adlı kitapta şöyle bir açıklama vardı;
“Jacques du Molay’ın ölümünden sonra, takipçileri
İskoç Tapmakçıları ‘The Royal Order of Scotland’ adı al
tında yeniden örgütlendiler. İşte, İskoç Masonluğunun ve
202
diğer masonik ritlerin kökeni bu örgüte dayanmaktadır.
İskoç Tapınakçıları 1324 yılında Papalık tarafından aforoz
edildi. Tapınakçıların ‘Yuhanna’ doktrini ve ‘Süleymanın
Tapmağı’ile ilgili Yahudi efsaneleri, Kilisenin Hıristiyanlık
öğretileri ile uzlaşamaz bulunmuştu.
İşin ilginç yönü, Katolik Kilisesinin yalnız İskoç
Tapmakçılarım değil, “Knights of St. John of Jerusalem”
(Kudüs’ün St. John Şövalyeleri) tarikatım da aforoz etmiş
olmasıdır.
Bütün bunlar bize gösteriyor ki, Tapınakçılar do
ğudan gizli bir doktrin getirmişlerdi ve yoruma göre
Hıristiyan veya anti-Hıristiyan olarak görülüyordu.
Onların ‘Royal Order of Sco tland’ ve ‘Knights of St. John
of Jerusalem’bağlantıları, bu yorumları muhafaza etmiş
ve Masonluğa intikal ettirmişlerdi.
Bazı masonik otoritelere göre, her iki St. John’un
Masonluğun patron azizleri olarak kabul görmesi,
Yuhannacılıktan değil, Tapınakçılarla St. John Şövalyeleri
arasındaki ittifaktan ileri geliyordu.
18’nci Yüzyıl Kıta Masonluğunun temellerinde
‘Tapınakçılar’ bağlantısı olduğunu hatırlamak her zaman
faydalı olacaktır.
203
naklandığına inanıyordu. Modern masonik yazarlardan
Augustus Le Plongeon’d a89 kadim Maya uygarlığından
Mısır kültürüne uzanan olağanüstü izlerini araştırdığı
kitabında, uzakçağlarda Mısırlılar, Mayalar ve Batı ülke
sinin sakinleri (Atlantis) arasında ilişkiler olduğuna dair
ipuçları aramıştı.
Bacon’a göre bu gelenek en saf şekli ile Yahudi-
Kabala’smda bulunuyordu. Bacon ‘New Atlantis’ (Yeni
Atlantis) adlı kitabında Peru’dan Çin’e giden bir geminin
yolda fırtınaya yakalanıp, Güney Denizinde henüz keşfedil
memiş bir adaya sürüklenişinden bahseder. Bu adadaki halk,
demokratik prensiplere uygun olarak yönetiliyordu ve baş
larında aydınlanmış’ bir kral vardı. Bu adaya “Bensalem”
deniyordu ve Eflatunun bahsettiği efsanevi Atlantis’ bu ada
idi. Bacon mı ‘Bensalem adasında Yahudiler de vardı. Bunlar,
Musa'nın ‘Bensalem kanunlarına uygun olarak hazırladığı
bir ‘Kabalaya inanıyorlardı. Onların inancına göre, “Mesih
geldiği ve Kudüs’deki tahtına oturduğu zaman, Bensalem
Kralı onun ayağının dibinde oturacaktı “Bu pasaj özellikle il
ginçtir, çünkü Bacon burada Musa’dan kaynaklanan eski gizli
gelenekle, Hahamların sapkın Yahudi-Kabalası arasındaki
ayrımını ortaya koymuştu.
Bacon’un bu Atlantis ütopyasında denizaltılar, uçak
lar gibi zamanın çok ilerisinde teknolojik buluşlar da vardı.
Bacon’un 1600’lü yıllarda yaşadığı göz önüne alındığında, bu
bilgilere nasıl ulaştığını düşünmek hayli ilginç olacaktır.
“Francis Bacon and his Secret Society” (F. Bacon ve Gizli
Cemiyeti) adlı kitabı yazan Bayan Potta göre, Bacon Gül-Haç
örgütünün kurucusu idi. Ona göre Bacon, bu örgütün dayan
dığı düşüncelerin yaratıcısı değil, mirasçısı idi. Nitekim onun
‘New Atlantis’ kitabı Masonluktan alıntılarla doludur.
89 Bu konuda bakınız: Augustus Le Plongeon, “Mısırlıların Kökeni,” Ege
Meta Yayınları.
204
Buraya kadar anlattıklarımızdan anlaşılacağı
gibi, Gül-Haç bir başlangıç değil, eski gizli dernekleri
Masonluğa bağlayan uzun zincirin bir parçası idi.
Ünlü Mason yazar Dr. Mackey’in, ‘Gül-Haçlılar’m
Masonlukla bir ilişkisi yoktur,’ demesine rağmen, Masonluk
ve Gül-Haç arasındaki bağlantı, Masonluk ve Tapmakçılar
bağlantısı gibi oldukça tartışmaya açık bir konudur.
İlginç olan bir başka husus da, 18’nci Yüzyılda İngiliz
Masonlarının listesinde bulunan şahısların, aynı zaman
da Gül-Haç örgütünün de üyeleri olmalarıdır.
Masonluk ve Gül-Haç bağlantısıyla ilgili çok önemli
bir şahıs da -O peratif Masonluk ve Spekülatif Masonluk
konusunda adı geçen- Elias Ashmole’dir.90Ashmole, as
trolog, alşimist ve Oxford’daki ‘A shmole Müzesinin ku
rucusu olup, 1617 yılında doğmuştu. Ashmole isim yap
mış bir Gül-Haç mensubu ve Masondu. Yazar Ragon’a
göre, Ashmole nin Masonluğa kabul edildiği tarihte, Gül-
Haçlı’lar ve Masonlar toplantılarını aynı salonda yapıyor
lardı. Yarkere göre, Elias Ashmole Masonluğun ve Gül-
Haçlılarm önde gelen simalarından biriydi.
Yukarda anlatılanlardan sonra “Masonluk ve Gül-
Haç arasında herhangi bir bağlantı yoktur” denilebilir
mi? Yorumu okuyucuya bırakıyorum.
205
beşiğinde Yahudiler vardı,” diye yazmaktadır. Bu
açıklamanın ışığında Büyük Locanın kuruluşuna (1717)
bakarsak, bazı gerçekleri daha iyi anlayabiliriz.
Nitekim Büyük Locanın ‘hanedan arması Amsterdam h
bir Yahudi olan Jakob Yehuda Leon Templo tarafından tasar
lanmıştır. (Bu şahıs Cromwell’in yalcın dostu olan Kabalist-
Haham Menassah ben İsrael’in arkadaşıydı)
Bugün bile İngiliz BüyükLocası tarafından Templo’nun
tasarladığı ‘hanedan armaları’ kullamlmaktdır.
1920’li yıllarda İngiliz Yahudi cemaatinin önde ge
len isimlerinden biri olan Lucien Wolf, masonik arma’da
Yahudi Peygamber Hezekiel’in vizyonuna ait insan, as
lan, kartal ve boğa sembolleri bulunduğunu belirtir.
Bütün bunlar İbrani sembolizminin mistik alanına gi
ren sembollerdir. Diğer bir ifade ile, Hezekiel’in vizyonu
Yahudilerce “Merkaba”91olarak biliniyordu.
Şimdiye kadar anlatılanları özetlersek, Masonluğun
1717 yılında belirlenen rimelleri ve yasaları, eski Mısır
ve Pitagor doktrinlerine ait bazı parçaları ihtiva etse de,
İngiliz Büyük Loca sistemi, gizli geleneğin Yahudi versi
yonuna, yani Kabalaya dayanmaktadır.
206
ONÜÇÜNCÜ BÖLÜM
207
ve sistemi kendini iktidara taşımak için kullandığım be
lirtmişlerdir.
Bütün bu iddialarda spekülasyon payı bir hayli yük
sektir. Nitekim, Cizvitlerin Gül-Haç sistemini kullandı
ğını iddia edenlerden biri de, kendisi de Gül-Haç m en
subu olan Eliphas Levi idi. Bu iddialara rağmen, bazı
Cizvitlerin 17’nci Yüzyılın siyasi entrikalarında önemli
rol oynadıkları inkâr edilemez bir gerçektir.
17’nci Yüzyıl sonundaki localar kralcı idi ve 1688 ih
tilali patlak verdiği zaman, Fransa’ya kaçan Kral II. James
ve Jakobit’ler92 Masonluğu da beraberlerinde götürmüş
lerdi. Bunlar Fransızların yardımıyla Stuartlar’ın davasına
hizmet eden masonik ritler ve semboller kullanan Mason
locaları açtılar. Örneğin; burada “Vaadedilmiş Ülke”
İngiltere’yi, “Kudüs” Londra’yı, Hiram’ın öldürülmesi de,
I. Charles’ın idam edilmesini sembolize ediyordu.
Londra’daki kralcı -Masonlar doğal olarak Stuart’ları
desteklemiyor, tam tersine Hannover hanedanına sempati
duyuyorlardı- Dr. Bussel’e göre “Büyük Loca” Hannover
hanedanlığını desteklemekteydi. Yani İngiltere’deki loca
lar Hannover kulüplerine, İskoç locaları ise, Jakobit ku
lüplerine dönüşmüştü.
Masonluk, sık sık ‘Deist’ olarak suçlanmasına rağ
men, büyük Locanın kurucuları arasında “Deism” oku
lunun öncüleri olan Toland, Bolingbroke, Woolston,
Hume gibi isimlere rastlamamaktayız.
Büyük Locanın kurucuları, kiliselerde Hıristiyanlık
doktrinini vaaz eden din adamlarıydı. Şu halde 1717 yı
lındaki Masonluk ‘Deist’ bir kuruluş değildi. Localara
92 Jakobit: İngiltere tarihinde 1688 Devriminden sonra sürgüne yollanan Kral
II. James! ve Hannover sülalesine karşı son Stuart’ları destekleyen hareketin
yandaşlarına verilen ad.
208
‘Deist’ görüşleri taşıyan özgür-düşünceli (free-thinker)
Sussex Dükü olmuştur. (1813)
Fransa’da Masonluk:
209
ve baskılara rağmen, Tapınakçıların yok olmadıklarım ve
Jacques du Molay’d an Duc de Cosse-Brissac’a (1792 yı
lında öldürülmüştür) kadar ‘Büyük Üstadlar’ geleneğinin
sürdüğünü öğrenmekteyiz. 1705 yılındaki ‘Büyük Üstad’
ise Orleans Dükü Philippe idi.
1740 yılında Fransa ve Almanya’d a Tapınakçıların
yeniden ortaya çıktığı görülmektedir. Bu tarihteki Alman
Tapınakçılan “Stricte Observance,” Fransa’daki ise,
“O rdre du Temple” adını taşıyordu. Daha önce adı geçen
Lord Derwentwater’i ve ‘Fransa Büyük Locasını des
tekleyenler arasında Andrew Michael Ramsay (Şövalye
Ramsay olarak biliniyordu) vardı. Ramsay, İskoçya’da
(Ünlü Kilvinnig Locası yakınlarındaki) Ayr’d a doğmuştu.
(Bilindiği gibi 1314 yılındaki Tapınakçı+Mason ittifakı
burada doğmuştu)
Ramsay, Fransa’daki ikameti sırasında Orleans Dükü
Philippe ile tanışmıştı. O sıralar Philippe, “Ordre de Saint
Lazare’nin93 Büyük Üstadı idi. Fakat Ramsayi ‘Ordre
du Temple’ örgütüne inisiye eden Orleans Dükü değil,
Dangeau Markisi olmuştur.
1737 yılında Bourbon Dükü Tapınakçıların Büyük
Üstadı seçildi. Aynı yıl Ramsay Kardinal Fleury’e bir
mektup yazarak, Paris’teki Masonları himayesi altına
alıp alamayacağını soruyordu. Ramsayin Kardinale yol
ladığı mektupta. Haçlı Seferleri arasında Tapınakçıların,
“Kudüs’lü St. John’un Şövalyeleri Tarikatı” ile birleştiği
ni ve o tarihten bu yana Tapınakçı localarının ‘St. John
Locaları’ olarak anıldığını yazmıştı.
Ramsay’in 21 Mart 1737 tarihli mektubu, Masonlar
arasında çok sert tartışmalara yol açmıştı. Çünkü burada,
93 Bu örgüt Haçlı seferleri sırasında ‘Hospitalie Şövalyeleri tarafından
kurulmuş ve daha sonra 1608 yılında ‘Ordre du Mont-Carmel- ile bir
leşmiştir.
210
Tapınakçılar ve Masonlar arasındaki bağlantı açıkça göz
ler önüne serilmişti.
1738 yılında Ramsay’in talep ettiği kraliyet koruması
reddedildiği gibi, Papa XII Clement resmi bir tebliğ, “in
Eminenti” yayınlayarak, Masonluğu yasakladığını ve bu
örgüte üye olan Katoliklerin aforoz edileceğini bildirdi.
Fakat bu yasaklar Masonları yıldırmadığı gibi, mevcut
derecelere yeni dereceler ilave ettiler. Bu tarihi takip eden
otuz yıl içinde çıkan masonik literatürde, Tapınakçı bağ
lantısı daha belirgin bir şekilde ele alındı.
Örneğin; Şövalye de Berage 1747de ilk baskısı ya
pılan küçük kitabında “İngiliz ve İskoç Şövalyelerinin
Metropolitan Locasının” ‘Heredom Dağı’nda kurulduğun
dan sözetmekteydi. “Beragee göre masonik genel konsey’
halen orada toplanıyor ve ‘Egemen Büyük Üstad’ın ofisi de
orada bulunuyordu. Bu dağ batı ve kuzey İskoçya arasında
ve Edinburg’a 60 mil uzaklıkta bulunuyordu.
Bu kitapta Haçlı Seferlerine katılan bazı şövalyeler
le, Kilwinnigdeki ‘Heredom Locası’ arasındaki ilişkinin
varlığı, 1747 gibi erken bir tarihte reddedilemez bir bi
çimde ortaya konuyordu.
Baron Tschoudy, 1766 yılında yazdığı “Etoile
Flamboyante” adlı kitabında, Masonluğun Filistin’deki
Haçlı Seferlerinden çok önce kurulduğundan bahseder.
Ona göre Masonların gerçek ataları “Filistin ve Aurora
Şövalyeleri” idi. Yahudiler’in sürülmesinden sonra, bu
şövalyeler, babalarının topraklarına geri dönmek ve
Süleyman Tapınağını yeniden inşaa etmek için, ayin ve
dua usûllerini gizlice muhafaza etmişlerdi. Tschoudy on
ların “okült bilimlerin sadık bir öğrencisi olduğunu -ki
alşimi bunun bir parçasıydı- ve Hıristiyan inancını takip
211
edebilmek için Yahudi dini prensiplerinden kesin olarak
feragat ettiklerini” yazmaktadır.
Haçlı Seferleri sırasında bu şövalyeler çölde saklan
mışlar ve daha sonra Kudüs’te kalan haçlılara katılmışlar
dı. Burada, kendilerinin ‘Süleyman Tapınağında çalışan
Masonların soyundan geldiklerini açıkça ifşaa etmişlerdi.
Bu tarihten itibaren onlar ‘Hür-Masonlar’ adını almışlar
ve kendilerini haçlılara bu şekilde tanıtmışlardı.
Bu kitapta anlatılanları tarihi gerçekler olarak ka
bul etmek saçma olur. Önemli olan husus, “Yuhanna-
Tapmakçı” bağlantısının bu teori ile desteklenmesidir.
İngiliz Masonluğunun kökenleri operatif duvarcı
loncalarına dayanırken, Fransız Masonluğu 1737’den itibaren,
kökenlerini ‘Haçlı Şövalye Tarikatı’na’ (Yani Tapmakçılara)
dayandırmaktaydı. Yine bu tarihlerde Fransız Masonları ara
sında “İskoç Riti” denilen üst dereceler ortaya çıktı. Bu dere
celer Tapınakçılardan esinlenerek hazırlanmıştı.
212
ve daha sonra “İskoç Ritfnin, günümüzde ise “Eski ve
Kabul Edilmiş İskoç R itfnin 18. ve en önemli derecesini
oluşturacaktır.
Gould, “History of Freemasonry” adlı kitabında bü
tün İskoç Masonluğunun ‘İskoç Büyük Locası’veya ‘Royal
Order of Scotland’ ile ilişkisi olmadığını belirtir. Fakat iş
Gül-Haç derecesine geldiğinde durum değişmektedir.
‘Royal Order of Scotland’daki geleneğe göre, bu derece
İskoçya Kralı Robert Bruce’un ‘Bannockbum’ Savaşı’ndan
sonra Tapınakçılarla yaptığı ittifaka dayanmaktaydı.
İddialara göre H. R.M. (Heredom) ve R.S.Y.C.S (Rosy
Cross) derecesi Robert Bruce tarafından kurulmuştu.
Ünlü masonik otorite Dr. Mackey, ‘Royal Order of
Scotland’ geleneğini araştırırken, halen mevcut Gül-Haç
derecesinin kökenlerinde ‘Rose-Croix de Heredom’ ola
bilir demektedir.
Fakat Rose-Croix derecesi, dayandığı Tapınakçılar
geleneği gibi, muhtelif yorumlara açıktır, ,ki böyle bir şey
diğer dereceler için söz konusu değildir. Gül-Haçlılar’ın
lata Avrupası’ndaki alşimist gruplardan türemiş olması
da çok muhtemeldir.
R.S.Y.C.S. (Rosy Cross) derecesinin doğudan ithal
edilerek, 1314 yılında ‘Royal Order of Scotland’a eklen
diğine inanmak oldukça zordur. Rose-Croix derecesi
nin 1741 yılındaki kuruluşunda, 17’nci Yüzyıl Gül-Haç
Kardeşliği ve diğer örgütlerle ilişkileri, kesin ve net bir
şekilde ortaya çıkarılamamıştır.
Fransız Masonları tarafından 1741 yılında kabul edi
len Gül-Haç derecesi hem Hıristiyan, hem de Katolik bir
karaktere sahipti. Gül-Haç derecesinin bu Katolik görün
tüsü, derecenin Katolikliğe karşı saldırıları önlemek için
213
Cizvitler tarafından kurulduğu izlenimini vermiştir.
J. S. Tuckett, ilave dereceler konusunda yazdığı ki
tabında, ‘İskoç Masonluğunun’ hem Roma Katolikliğini,
hem de Masonluğun ‘Stuart’ formunu korumak için ku
rulduğunu iddia etmekteydi.
Fransa’ya Gül-Haç derecesini sokanların niyetle
ri, ateistleri Deist, Deistleri ise Katolik Hıristiyanlara
döndürmekti. Siyasi açıdan bakıldığında, 18’nci Yüzyıl
ortalarında Fransa’ya sokulan üst derecelerin İskoç-
Jakobit kaynaklı olduğu söylenebilir. 1754 yılında ‘Rite of
Perfection’ (Mükemmeliyet Riti) yahut ‘İskoç Derecesi’
denilen yüksek dereceler şu şekilde sıralanmaktaydı:
214
17- Doğu ve Batı Şövalyesi
18- Gül-Haç Şövalyesi
19- Büyük PontiP4
20- Büyük Patrik
21- Mason Anahtarının Büyük Üstadı
22- Lübnan Prensi veya Krallık Baltası
23- Egemen Prens Üstad
24- Siyah ve Beyaz Kartal Komutanı
25- Kraliyet Sırrının Komutanı
1786’d a 7’nci ve 8’nci derecelerin yeri değiştirildi,
l i n ç i derece Seçilmiş Yüce Şövalye, 12’nci derece Bütün
Sembolizmin Büyük Üstadı oldu. 21’nci derece Nuh
Patriği veya Prusya Şövalyesi, 23’nci derece Ahit Sandığı
Şefi, 24’nci derece Ahit Sandığı Prensi ve 25’nci derece
Tunç Yılan Şövalyesi olarak değiştirildi.
Bu derecelendirmeye baktığımız zaman operatif
Masonluğun iki ana unsura dayandığını görüyoruz:
1- Haçlı Şövalyeleri.
2- Yahudi Geleneği (Kabala).
Bu iki unsur zaten Tapınakçılık’tan başka bir şey miydi?
Gould, “History o f Freemasonry” adlı kitabında
Masonluktaki ‘Taptnakçı’ etkisini şöyle anlatmaktadır;
“Fransa’daki bazı İskoç Locaları, yeni derecelerin ka
bulü ile -ki bu dereceler İskoç Masonluğunun Tapınak
Şövalyeleri ile birleşmesinden oluşmuştu- Tapınakçıların
istilasına uğradı. İlk defa 1741’de Lyon Masonları,
Tapınakçıların intikamını sembolize eden “Kadoş”9495 de
recesini icat ettiler. Yine bu tarihte Fransa ve Almanya’da
94 Pontif: Piskopos, özellikle Papa.
95 Kadoş: İbranıce ‘kutsal’ demektir. Kabalada ‘Tetragramma-
ton’ (YHVH) ile birleşmiş bir vaziyette bulunur.
215
yeni ritler geliştirildi, fakat hepsi Fransız kökenli idi ve
şövalyeliğe, yani Tapmakçı derecelerine dayanıyordu.”
‘Kadoş’ derecesi “Büyük Seçilmiş” derecesinin ge
liştirilmiş halidir ve ‘Hiram’m öldürülmesinin intikamı
konusunu işleyen üç ‘intikam’ derecesinden biridir. Fakat
“Kadoş” derecesi daha sonra “Eski ve Kabul Edilmiş İskoç
Riti’nin otuzuncu derecesi haline gelecek ve Hiram efsa
nesi de Molay’ın öldürüldüğü Tapınakçı hikâyesine dö
nüştürülecektir. Bu derecede Masonlar, öldürülen üstad
Hiram efsanesi yardımıyla Tapınakçı Üstadı Jacques du
Molay’ı öldürten Fransa Kralından öç almaya yönlendi
riliyorlardı.
(Aslında bu derece Masonların başta Katolik Fransa
Kralı olmak üzere diğer Katolik monarşilere de düşman
lıklarını açığa vuruyordu.)
Üst derecelerin siyasi ve anti-Hıristiyan eğilimleri,
Masonluğun temel prensibinden, yani localarda dinsel veya
siyasi nitelikli konuşmalar yapılamayacağı prensibinden,
sapma anlamına geliyordu. Bu sebeplerden yalnız anti-ma-
sonik yazarlar değil, Masonların kendileri de bunları eleştiri
yorlardı. Clavel, Ragon, Rebold, Thory, Findel gibi masonik
yazarlar, bu üst dereceleri ‘düzeri için bir tehlike olarak görü
yorlardı.
Kolaylıkla anlaşılacağı gibi, ‘İskoç Masonluğu’
Tapınakçılar için bir ‘örtü’ vazifesini görüyordu.
“Tapınakçılık” düşüncesi, Gül-Haç’ın türediği kökenler
den oldukça farklı bir düşünce biçimiydi.
“Fransız Büyük Locası” içinde iki farklı grup, o denli
şiddetli bir rekabet içine girmişti ki, 1767 yılında Fransız
hükümeti “Büyük Locayı” kapatmak zorunda kaldı.
Tapınakçılar iki ayrı örgüt kurmuşlardı. Bunlardan
216
biri ‘Doğunun Şövalyeleri’ (1756) ve diğeri de ‘Doğu ve
Batı İmparatorları Konseyi’ (1758) idi.
1761 yılında Stepnen Morin adlı bir Yahudi,
‘İmparatorlar’ tarafından Amerika’ya yollandı ve kendisi
ne ‘Paris Büyük Locası’ ve Clermont Dükü tarafından bi
rer ruhsat verildi. Morin, Amerika’d a ‘Rite of Perfection’ı
kurmaya muvaffak oldu. Bu ritteki “Büyük Müfettiş” de
recesindeki Masonların onaltısı Yahudi idi. Bunlar ara
sında Isaac Long, Isaac de Costa, Moses Hayes, B. Spitser,
Moses Cohen, Abraham Jacobs, Hyman Long vardı.
Fransa’d a locaların kapatılması, Büyük Locanın
toplantılarını engelleyememişti. Clermont D ükünün
1772 yılında ölmesi ile bu grup, Chartes D ükünün
Üstadlığında “Grand Orient” (Büyük Doğu)’i kurdu.
“Grand Orient,” daha sonra ‘Büyük Loca ile birleşe-
rek, büyük bir devrimci parti haline geldi. Chartres Dükü
de bütün konseylerin, şapitr’lerin ve Fransa’d aki İskoç
Localarının ‘Büyük Üstadı’ oldu.
1782’de ‘İmparatorlar Konseyi’ ve ‘Doğunun
Şövalyeleri,’ “Grand Chapitre General de France’ı kur
mak için birleştiler. Bu örgütte 1786’d a ‘Grand Orient’
ile birleşti. Böylece ‘devrimci parti’ tam manasıyla zafere
ulaşmış oldu.
217
ONDÖRDÜNCÜ BÖLÜM
ALMAN TAPINAKÇILARI VE
FRANSIZ İLLUMİNİZMİ
219
lit eden bir örgüttü. Bu örgütte herkes birbirini şövalye
adıyla tanıyordu. Örneğin; Hess Prensi Charles, ‘Eques a
Leone Resurgente,’ Brunswick Dükü Ferdinand, ‘Eques a
Victoria,’ Prusyalı Bakan Von Bischoffswerder, ‘Eques a
Grypho,’ Baron de Waechter, ‘Eques a Ceraso’ v.b gibi.
Fakat tarikatın deklarasyonuna göre resmi liderler
olarak görünen ‘Ay Şövalyeleri,’ ‘Yıldız Şövalyeleri’ gibi
unvanlara sahip olanlar, sadece şekilsel liderlerdi. Gerçek
liderler, yani “Bilinmeyen Üstünler” geri plândaydı ve şö
valye unvanları taşımıyorlardı ama tarikat üzerinde üstün
yetkilere sahiptiler. Sistem, 17nci Yüzyıl Gül-Haçlılarmın
“Görünmeyenler” yönetimini andırıyordu.
221
inancını yıkmak için, tarihi bir romantizmi yeniden can
landırmış olması çok mümkündür. Voltaire’in Tapınakçı
sapkınlığını yeniden canlandırmak için, Gnostikler,
Manden ler veya St. John “Yuhanna” Hıristiyanlığına ait
eski belgeleri inceleyerek, Katolik Kilisesine karşı ‘Gerçek
Hıristiyanlığı’ “Yuhanna Hıristiyanlığım” ortaya çıkarmış
olması mümkündür.
Tarikata gizli arşivlerinde bulunduğu iddia edilen bel
geleri ‘imal’ edecek bir sahtekar bulmak zor bir iş değildi!..
Hundt’un Tapınakçı arşivlerinde bulunduğunu iddia
ettiği belgelerin, güvenilir, gerçek belgeler olmadığı, bun
ların Voltaire’in çalışmaları ve muhtemelen Suriye elyaz-
malarmın bir Yahudi tarafından tahrif edilmesiyle, ortaya
çıktığı anlaşılmıştır.
Findel, ‘History of Freemasonry’ adlı kitabın
da, yukarda adı geçen Johnson’un Tapınak Şövalyeleri
Tarikatının devamlılığı hikâyesini uyduran kişi olduğunu
iddia etmektedir.
Büyük Frederick de bilindiği kadar, karanlık işleri
için Yahudileri kullanmaktan hiç çekinmeyen bir kişiydi.
Frederick kendisi için sahte metal para basan Ephraim gibi,
Johnson u da belgeleri tahrif etmek için kullanmış olabilir.
Frederick’in tarikat üzerindeki kontrolü arttıkça, et
kişi de artmaya başladı ve tarikatın yeni yasasını Frederick
hazırladı ve dereceler yeniden düzenlenerek, 33’ncü dere
ceye kadar yeni ilaveler yapıldı.
İlave dereceler şunlardı:
26- Merhamet Prensi.
27- Tapınağın Egemen Komutanı (Amiri).
28- Güneş Şövalyesi.
29- St. Andrevv’un Büyük İskoç Şövalyesi.
222
30- Kadoş’un Büyük Seçilmiş Şövalyesi.
31- Büyük Müfettiş Engizitör Komutan (Amir).
32- Kraliyet Sırrının Yüce Prensi.
33- Egemen Büyük Müfettiş -General.
Son dört derecede, büyük Frederick ve Prusya önemli
bir rol oynamıştı. Otuz derece olan ‘Kadoş Şövalyesi,’ Alman
“Vehmgerichts”97 (Vehm Mahkemeleri) model, alınarak
oluşturulmuştu. Bu derecede şövalyeler tötonik haçlı giysiler
giyiyorlardı. Tahtın arkasında da Prusya’nın çift başlı kar
talı bulunuyordu. ‘Üç defa güçlü’ Büyük Üstad da (Başkan)
Prusya Kralı Büyük Frederick’den başkası değildi!..
___ 32’nci derece olan “Kraliyet Sırrının Yüce Prensi’Yıde
97 Vehm Mahkemeleri (Vehmgerichts): Bu dehşet mahkemeleri M.S
772 yılında Şarlman tarafından Westfalya’d a kurulmuştu. 12 nci Yüz
yılda ‘Vehm Mahkemeleri’ devamlı infazları ile gerçek bir “Kızıl Te
rör” yaratmıştı. Bu yüzden Almanya’nın doğusu ‘Kızıl Ülke’ olarak
biliniyordu. Lecouteuk de Canteleu’ya göre ‘Kutsal Vehm’ 1371 yılın
da Tapınakçılar’ın dağıtılmasından sonra bazı ‘Tapınak Şövalyeleri’
tarafından kurulmuştu, Tapmakçılar bir yolunu bulup Almanya’ya
kaçmışlar ve burada ‘Gizli Mahkemelere’ kabul edilmişlerdi. Vehm
Mahkemelerinin elinde Tapınakçılara ait ne gibi gizli bilgiler olduğu
bilinmemekle beraber, Vehm inisiyasyon seremonileri ve masonik ri-
tüel arasındaki benzerlikler şaşırtıcıdır. Bilge’ veya ‘A ydınlanmış’ kişiler
olarak bilinen ‘Vehm’ üyeleri üç inisiyasyon derecesinden geçiyorlardı;
1- Özgür Hakimler
2- Gerçek Özgür Hakimler
3- Kutsal Mahkemenin Kutsal Yargıçları
İnisiye adayı, aynı Masonlukta olduğu gibi, gözleri bağlı olarak Üstad
(Stuhl-herr)’ın karşısına getiriliyor ve ‘Kutsal Vehm’in sırlarını açıkla
mayacağına dair korkunç bir yemin ediyordu. Daha da korkuncu ada
yın annesi, babası, kardeşi veya arkadaşlarından herhangi biri ‘Vehm’
için bir tehdid oluşturursa, onu Örgüte ihbar etmekle mükellefti. Eğer
herhangi bir ‘Vehm’ üyesi örgüte ihanet eder ve sırlarını açıklamaya
kalkışırsa, onun önce gözleri bantlanır, sonra elleri arkasından bağlanır
ve dili kopartılırdı. Bundan sonra ölünceye kadar ayaklarından asılırdı.
Ölünün cesedi de parçalanması için kuşlara bırakılırdı. Anlaşılıyor ki
‘Kutsal Velim’ de Masonluk gibi ortak bir kaynaktan besleniyordu; yani
eski pagan geleneklerinden veya Tapınakçı sisteminden/Vehmgericht’
ve Tapmakçılar arasında bir bağlantı varsa, bu Haşişiler olabilir. Ayn-
ca ‘Gizli Mahkeme’ üyelerinin ‘Gül-Haç’ üyesi oldukları da belirtil
mektedir. Bilindiği gibi Gül-Haç 17’nci Yüzyılda Tapınakçı geleneğinin
bir devamı idi.
223
Frederick, kıta Masonluğunun başı olarak kabul edilmek
teydi. 33’ncü derecenin sembolü olan çift başlı kartalla,
‘Egemen Büyük Komutan’ yani Prusya Kralı Frederick
temsil edilmektedir. İlginçtir ki, ‘Büyük D oğunun Büyük
Üstadı Orleans Dükü Philippe, Frederick’in yardımcısı
durumundaydı.
Bütün bu yenilikler içinde en önemlisi otuziki derece
idi. Çünkü gerçekte bu, bütün ülkelerdeki Masonları tek bir
başkanın (Yani Frederick’in) emrine sokan bir sistemdi.
1786 yılına gelindiğinde, Fransız Masonları tamamen
Prusyalılaşmış bir vaziyette idi ve Frederick de her yerde
Masonluğun bir idolü haline gelmişti.
‘Stricte Observance’m resmen kuruluşundan (1752)
birkaç yıl sonra, Lord Holdernesse, Paris’teki İngiliz Elçisi
Lord Albemarle’ye yazdığı mektupta “Prusya Kralının
bütün Fransız Konseyleri üzerindeki güçlü etkisinden”
bahsediyordu. Birkaç hafta sonra, Lord Albemarle ce
vabi mektubunda “Prusya etkisi o kadar fazla ki Fransız
Konseyleri kendi adlarına karar verememektedirler,” diye
yazıyordu.
Fakat Büyük Frederick ve Masonluğunun etkilediği
bir başka alan daha vardı; Diderot ve Ansiklopedist’ler.
Ansiklopedinin98 yazun çalışmalarının arkasındaki gizli
devrimci etkiler hesaba katılmadan Fransız İhtilali anlaşıla
maz. Resmi tarih bu konuda bizi hiç aydınlatmamaktadır.
98 Ansiklopedi (Eııcylopedie): Tanı adı “Ansiklopedi veya Bilim, Sanat ve
Zanaatların Sınıflandırılmış Sözlüğü” (Encyclopédie ou Dictionnaire
raisonne des sciences, des art des metiers) olan 35 ciltlik belgesel ve
felsefi eser. (1751 1752) Ansiklopedinin yazım çalışmaları, Diderot ve
D’A lembert tarafından yönlendirildi; çok sayıda bilim ve fikir adamı
(Montesquieu, Voltaire, J. J. Rousseau, Jaucourt, d’Holbach v.d) bu
çalışmada yer aldı. “Ansiklopedi” yayımlanır yayımlanmaz çok sayıda
saldırıya hedef oldu; bunun nedeni, gelenek, görenek ve düşüncede
evrim adına, otorite ve geleneği reddetmeğiydi. Yine de “Ansiklopedi,”
18’nci Yüzyıl sonlarında Avrupanuı aydın çevresi üzerinde çok büyük
etki yaptı.
224
Ansiklopedi, gerçekte masonik bir yayındı. Ünlü
Mason Üstadı Papus (Dr. Gerard Encausse) bunu şöyle
açıklıyordu;
“Fransız İhtilali iki aşamada gerçekleştirilmiştir:
1- Entelektüel devrim: Duc d’A ntinin verdiği il
hamla, Fransız Masonları tarafından Ansiklopedinin ba
sılması ile.
2- Okült devrim: Üyelerinin büyük bir çoğunluğu
‘Tapmakçı Riti’ne bağlı localar tarafından yürütülmüştü.”
Ansiklopedinin masonik yazarları ve bunların ih
tilalci doktrinler üzerindeki etkisi, hiç şüphesiz Fransız
Masonlarının çalışmaları sonucunda elde edilmiştir.
1904 yılında ‘Grand Orient’ (Büyük Doğu) kongre
sinde konuşan birader Bonnet bunu şöyle dile getiriyor
du;
“18’nci Yüzyılda Ansiklopedistler’in çabaları sonu
cunda tapmaklarda, halkın daha o günlerde bilmediği,
devrimin parolası oluştu: “Hürriyet, Eşitlik, Kardeşlik.”
İhtilalin tohumu bu eliflerin ortamında yeşerdi. Ünlü
Masonlarımız dAlmbert, Diderot, Helvetius, d’Holbach,
Voltaire, Condorcet v.b zihinlerdeki evrimi tamamlayıp,
onu yeni bir döneme hazırladılar. Ve Bastille düştüğü za
man, “İnsan Hakları B eyannam esini insanlığa sunma
şerefi de Hür-M asonluğa ait oldu.”
Ansiklopediciler locaları devrimin tohumlarını
ekmek için kullandıklarında yalnız monarşiye değil,
Masonluğa da ihanet etmiş oluyorlardı. Çünkü gerçek
masonik prensiplere göre locaların dini ve siyasi tartış
maların dışında tutulması gerekiyordu.
Ansiklopedistlerden dAlembert ve Diderot (1751’de
Ansiklopedi yayınlandıktan sonra) Prusya Kraliyet
225
Akademisine üye yapılmıştı. Takipeden yılda, Frederick,
d’A lemberte Akademi başkanlığını teklif etti. 1763’de
dAlembert Almanya’ya Büyük Frederick’i ziyaret etme
ye geldiğinde, Berlin’den düzenli olarak emekli maaşı al
maktaydı.
Öyle anlaşılıyor ki, Büyük Frederick Prusya’nın üs
tünlüğünü sağlamak amacıyla masonları, filozofları ve
Yahudileri kullanmakla yetinmemiş, yine kendi çıkarları
için Fransa ve Avusturya arasındaki ittifakı bozmuş ve ni
hayet Fransız monarşisini yok etmişti.
18’nci Yüzyılda Kralcılar ve Katolikler tarafından
kurulmuş bir örgüt olan Masonluk, devrimci entrikalar
tarafından bir yoketme aygıtına dönüştürülmüştü. Rit’ler
ve semboller aşamalı olarak saptırılmış ve sonunda ku
ruluş amacının tam tersine hizmet eder bir vaziyete gel
mişti. Gül-Haç’ın iki derecesi ve Kadoş Şövalyesi, dine ve
Fransız monarşisine karşı savaşın sembolleri haline geti
rilmişti.
Ünlü Mason Üstadı Eliphas Levi, “Histoire de la
Magie” adlı kitabında “Fransız İhtilalinin Orleans Dükü
başkanlığındaki Masonlar tarafından yapıldığını” yaz
maktadır.
Fransız İlluminizmi:
226
18’nci Yüzyıl Rus ve Alman aristokrasisi içinde sayısı
hiç de azımsanmayacak insan, hizmetlerindeki okültistle-
rin etkisi ile, hayatı uzatan iksirlerle (Hayat iksiri) büyük
güç verdiği iddia edilen 'Felsefe Taşı’ ve ‘Ruh Çağırm a
Seansları’ ile meşgul olmaya başlamışlardı.
Fransa’d a okültizm bir sisteme indirgenmişti ve okült
doktrinler dış görünüşte masonik formlarla örtülmeye
başlanmıştı.
1754’de bir Gül-Haç Masonu olan Martines de
Pasqually (veya Paschalis) “Kohen’in Seçkinleri
Tarikatı”nı kurdu. (Martines de Pasqually için ‘Gül-Haç
Kardeşliği’ bölümüne bakınız.) ‘Kohen’in Seçkinleri’ iler
de “M artinistes” veya Fransız “Iliumines” olarak biline
cektir. Pasqually daha önce de belirttiğim gibi bir Yahudi
idi. Kendisi de bir ‘Martinisi’ ve ‘Amis Réunis’ üyesi olan
Baron de Gleichen, hatıralarında Pasqually’in Yahudi
olduğunu ve takipçilerinin de Yahudi öğretilerine bağlı
kaldığını yazmıştır.
HenriMartin,‘HistoiredeFrance’adlıkitabmda,Fransacla
üçüncü büyük masonik güç haline gelen Martinistler’in “ka-
balistik bir mezhep” olduğunu yazmaktadır. (Martinisi rit’ler
için ‘Gül-Haç Kardeşliği’ bölümüne balanız.)
Martinistler’in Fransa’d a güç kazanmasından sonra,
diğer okült tarikatlar da ortaya çıkıp, süratle yeni üyeler
kazanmaya başladılar. 1760’da Dom Pernetti “Illumines
d’A vignon”u kurdu. Pernetti, yüksek dereceli bir Mason
inisiye olduğunu ve Swedenborg" doktrinlerini öğrettiği
ni iddia ediyordu.9
227
Daha sonra Chastanier, “Illumines Theosophes”!
kurdu. Bu, Pernetti riti’nin modifıye edilmiş bir şekli idi.
1783’de Marquis de Thome “Swedenborg Riti’ni kurdu.
Bütün bu okült mezheplerin ortak ilham kaynağı
Yahudilerin sapkın ve büyülü Kabalasıydı.
Bu kabalistik etki muhtelif Gül-Haç derecelerinde de
görülmektedir. (Bu derece, bütün masonik örgütlerde en
yüksek ve çok gizli bir derece olarak bilinir.)
“Gül-Haçın Egemenleri veya “Kara Kartal Şövalyeleri
Tarikatı”nın rimellerine ait gizli ve basılmamış bir belgedeki
yayınlanmış rimellerin tamamından farklıydı— ‘Süleymamn
Anahtarı’ olmadan kimsenin kabalistik bilimin gerçek sırla
rına ulaşamayacağı belirtiliyordu.
Fransa ve Amerika’daki ‘Rite of Perfectiona göre ça
lışan localarda ‘kabalistik etki’ “Kutsal Dereceler” de
kendini gösteriyordu..
“Kutsal Dereceler,” Yahudilerin ‘Tanrının Kutsal
Adı’ inancından kaynaklanıyordu.
Yahudi geleneğine göre, Yehova veya Yahve’yi oluştu
ran yod, he, vau, he (YHVH)-ki bunlar* Tetragrammaton’u
oluşturuyordu—kutsal olduğu için telaffuz edilmesi ya
saktı. Yahudiler bu sebepten onun yerine “Adonai” keli
mesini kullanıyorlardı.
Yahudi inancına göre Tetragrammaton’un (YHVH)
büyük bir gücü vardı. Onu telaffuz eden kimse gökleri ve
yeri sarsabilir, melekleri dehşete düşürebilirdi.
Bu batıl Yahudi inancı, Gül-Haç geleneğinin bir par
çasıdır. Üçgen içinde bulunan ‘Tetragrammaton’ sembo
lü dünyadaki bütün Mason locaları tarafından benimsen
miştir. Ayrıca bu sembol Fludd’un kabalistik sisteminde
de görülmektedir.
228
Kolayca anlaşılacağı gibi, “Kutsal Dereceler” Yahudi
teolojisinin mistik atmosferi ile çevrilmiştir.
Gül-Haç derecesinin alşimik versiyonunda da “Kutsal
İsim” Yahudi Kabalacında olduğu gibi, majikal bir güce
sahiptir.
Ragon, ‘Maçonnerie Occulte’ adlı kitabında, Yahudi
seremonisindeki “Kutsalların Kutsalının100 Yüksek
Rahibi’nin “Yehova” kelimesini telaffuz etmesinden
sonra, Tetragrammaton için kulandan diğer bir keli
me olan “Şemamfor”u101 telaffuz ettiğini, yazmaktadır.
"Şemamfor,” İskoç derecesi için de kutsal bir kelimedir.
Otuz derece olan “Kara Kartal Şövalyesindeki (Gül-Haç)
ritüelinde ‘Kutsal îsim şöyle geçmektedir;
Soru: Pentaculum içindeki Tanrının en güçlü adı ne
dir?
Cevap: Adonai
Soru: Gücü nedir?
Cevap: Evreni hareket ettirir.
229
Social” Locasında ‘Gül-Haç’ derecesine inisiye olacak adaya
şunların söylendiğini yazmaktadır;
“Bu ‘Mükemmel Masonlar Tarikatı’nı da kapsa
yan derece, birader R. tarafından Leyden-Hollanda’daki
sinagogun başkanı Doktor Rabbi Neamuth’un kabalistik
hâzinesinden alınmıştır. Rabbi Neamuth, Kabalanın ve
esrarengiz Talmud’un sırlarına vakıf birisiydi.”
1782’de bir İngiliz Mason biraderin yazdığına göre,
kendisi Cezayirde Gül-Haç örgütü ile ilgili İbranice bir
yazı görmüştü. O tarihlerde örgüt aynı formdaydı, ama
başka bir isim altında tanınıyordu.
Uzun zamandan beri Yahudi ve Mason yazarlar,
Yahudilerin Masonlukla hiçbir ilgisinin olmadığını, çün
kü onların localara kabul edilmediklerini ileri sürmüşler
dir. Bu iddia acaba ne derece gerçeklere uyuyordu?
De Luchet, “Essai sur la Secte des Illumines” adlı ki
tabında David Moses Hertz adlı Yahudi’nin 1787 yılında
Londra’d a bir locaya alındığım yazmaktadır.
1746 yılında basılan “Les Franc-Maçons ecrases” adlı
kitapta Amsterdam’daki bir locaya alınan üç Yahudiden
bahsedilmektedir. Avrupa kıtasındaki “Melkizedek
Locaları”na Hıristiyan olmayanlar da almıyordu ve bu
rada Gül-Haç derecesinin önemli bir yer tuttuğunu gö
rüyoruz. Bu ritin en yüksek dereceleri “Asya’nın İnisiye
Kardeşleri,” “Bilge Ustadlar” ve “Kraliyet Rahipleri”
(‘Melkizedek’ veya ‘Gerçek Gül-Haç Kardeşliği’ olarak
da bilinir.) idi.
‘Asiatic Brethren (Asyalı Kardeşler) olarak bilinen bu
tarikatın merkezi Viyana ve lideri Baron Von Eckhoffen
idi. ‘Asiatic Brethren (Asyalı Kardeşler) “Altın ve Gül-Haç
Kardeşliği” örgütünün bir devamı idi.
230
“Altın ve Gül-Haç Kardeşliği” 1710 yılında bir Salcson
rahibi olan Samuel Richter (Sincerus Renatus olarak da
biliniyordu) tarafından kurulmuştu.
“Asyalı Kardeşler” örgütünün gerçek kökenleri tam
olarak bilinmemektedir.
“Asyalı Kardeşîer”in bir diğer adı da “Evanjelist St.
John’un Şövalye ve Kardeşleri” idi.
Burada ‘Yuhannacı’ bir esinlenme var gibi görünüyor
ama bu apaçık bir sahtekârlıktı, çünkü üyeleri Yahudiler,
Türkler, İranlı’lar ve Ermenilerden müteşekkildi.
İlk elden masonik kaynaklara ulaşabilen De Luchet,
Asyalı Kardeşler’ tarikatını tamamen bir ‘Yahudi
Ö rgütü’ olarak tanımlıyordu.
Luchete göre üst yönetim “Avrupa'nın Küçük Sanhed-
rini”'02 olarak adlandırılıyordu ve yönetimdeki isimler doğal
olarak hep Yahudi idi. Örgütün üçüncü derece (Yani Gül-
Haç) işareti “Urim ve Tumim”102103idi.
Muhtelif ‘M ümine’ mezheplerin önderliğinde bir
okültizm dalgası bütün Fransa’yı sarmıştı. Localar Kabala,
büyü, kehanet, alşimi ve teozofı merkezleri haline gelmişti.
Masonik ritler ruh çağırma seremonilerine dönüştürül
müştü. Bu toplantılara kabul edilen kadınlar, çığlıklar atı
yor, kendilerinden geçiyor, titreme krizlerine kapılıyor ve
kendilerini en korkunç tecrübelere kurban ediyorlardı.
Bu okült pratikleri ile ‘Illumine’ler Fransa’da üçüncü
büyük masonik güç haline geldi. Bunun üzerine rakip ta
rikatlar da güçlerini birleştirme kararı aldılar. Bu sebep
ten 1771’de bütün masonik gruplar, yeni kurulan ‘A mis
102 Sanhedrin: Eskiden Yahudilerin millet meclisi.
103 Urim ve Tumim: Yahudi Başkahini nin göğüs levhasındaki kehanet.
Yusuf Besalel, Yahudi Ansiklopedisi Cilt: 1.
231
Reunis’ locası etrafında toplanmaya başladılar. Bu loca
nın kurucusu Savalette de Langes, ‘Grand Orient’ (Büyük
Doğu)’in ‘Hazine Emini’ ve ‘Büyük Amiri’ ve yüksek
dereceli bir Masondu. De Langes, bütün locaları birleş
tirmek için, sofıstik, Martinist ve masonik sistemden bu
locayı ortaya çıkarmıştı.
Amis Reunis’in gelişmesi ile ‘Philalethes’ riti or
taya çıktı. 1773’de Savalette de Langes’in Swedenborg,
Martinist ve Gül-Haç gizemlerini Amis Reunis’in yüksek
dereceli inisiyelerine açmasıyla bir çok ünlü şahıs tarikata
inisiye edildi.
Bu ritin modifıye edilmiş bir şekli, 1780’de
Narbonne’d a “Primitif Rit’in Hür ve Kabul Edilmiş
Masonları” adıyla kuruldu. Kurucusu Marquis de
Chefdebien d’A rmisson idi. D’A rmisson “Büyük Doğu”
(Grand Orient) ve “Amis Reunis” üyesiydi. O, bu locayı
Alman Masonlarından esinlenerek kurmuştu. Burada
kastedilen Alman M asonları ‘Stricte Observance’ olm a
lıdır. Çünkü Chefdebien bu tarikatın bir üyesiydi ve
“Eques a Capite Galeato” unvanını taşıyordu.
Marquis de Chefdebien ve Savalette arasındaki yazış
maların Fran-saüa yayınlanmasından sonra, filozofların ve
aristokratik loca üstadlarının arkasındaki gücün, esrarengiz
profesyonel majisyenler, yani gizli örgütlerin perde arkasın
daki gerçek yöneticileri olduğu anlaşılmıştır.
Majisyenler (Büyücüler):
232
Birdenbire sahneye çıkıveren bu ‘Büyücüler Takımı
filozoflar gibi, hep Masonların arasından çıkıyordu.
Majisyenlerin önde gelenleri, yalnız Mason olmakla kal
mayıp, aynı zamanda okült gizli örgütlerin de üyesi idi
ler. Bunlar tecrit edilmiş şarlatanlar değil, gizli bir gücün
ajanları idiler.
Bu alanda ilk göze çarpanlardan biri Leipzig’li kahve
hane sahibi Schroepfer idi.
Schroepfer, hiç kimsenin maji pratikleri yapmadan
gerçek bir Mason olamayacağını söylüyordu. O, kendi
ni masoııik bir reformcu olarak tanıtıyordu. Schroepfer
evinde Gül-Haç ritine dayanan bir loca açmıştı. Burada
gece yarısı ruh çağırma seansları yapılıyordu. Çok geç
meden, Schroepfer yaptığı sihirlerin kurbanı oldu. Önce
delirdi sonra bir gün Leipzig yakınlarındaki bir bahçede
intihar etti.
Lecouteubc de Canteleuya göre, modern masonik lo
caların ünlü üstadı Saint-Germain Kontu’nu da eğiten
Schroepfer idi. St. Germain Kontu’nun gerçek kimliği ise
hiçbir zaman ortaya çıkarılamadı.
233
ve simyacı idi. Altın yapmadı, ancak görkemli taşlar üret
ti. Ayrıca, varolan mücehverleri büyüttü ve kusurlarını
yok etti.
‘Filozof Taşı’nı bilirmiş gibi davranırdı ve arkadaşla
rıyla geçmiş deneyimleriyle ilgili konuşmayı severdi. St.
Germain in üst derecelerde yer alan bir Mason ve St. Jakin
ya da St. Joachim örgütünün üyesi, belki, de başı olduğu
sanılmaktadır.
Bazı çağdaşlan St. Germain’in Portekiz Kralının oğlu
olduğunu, diğerleri ise onun Polonyalı bir Prensesle, bir
Yahudi’nin evliliğinden doğduğunu iddia etmekteydiler.
Duc de Choiseul, onun Portekizli bir Yahudi’nin oğlu
olduğunu iddia etmiştir. 1780’lerde St. Germain’in babasının
Bordeaux’lu bir Yahudi olduğu iddiası oldukça yaygındı.
Marquise de Crequy’un anılarında St. Germain’in
Strasburg’lu bir Yahudi doktorun oğlu olduğu belirtil
miştir. St. Germain’in asıl adı Daniel W olf’du ve 1704’de
doğmuştu.
Anlaşılacağı gibi genel kanaat St Germain’in Yahudi
olduğu yönündeydi.
St. Germain adı ilk defa 1740’larda Almanya’da
duyulmaya başladı. St. Germain’in esrarengiz güçle
ri, Maréchal de Belle-Isle’nin dikkatini çekince, Fransa
Sarayına davet edildi. Burada hızla ve kolaylıkla Madame
de Pompadur’un güvenini kazandı. Kısa bir süre sonra
St. Germain’in Kralın huzuruna çıktığı ve ona bir apart
man tahsis edildiği görüldü.
St. Germain 1761’de Hollanda’d a büyük bir zenginlik
içinde yaşarken görüldü. 74 yaşında olduğunu söylemesi
ne rağmen, 50 yaşında görünüyordu. 1784’de Schleswig’de
öldüğünde 91 yaşındaydı. Ama 1920’li yıllarda bile onun
234
Doğu Avrupa’nın bir köşesinde yaşadığına inanılmaktay
dı. Bu inanç, St. Germain’in kendisinin yaydığı bir teo
riden kaynaklanmaktaydı. Bu teoriye göre, St. Germain
18’nci Yüzyılda muhtelif enkarnasyonlardan geçmiş ve
sonuncusu 1500 yıl sürmüştü.
Barruel, St. Germ ainin yaşı konusunda masonik bir
lisan kullandığını iddia eder. Bu lisana göre İnci dereceye
inisiye olan kişi üç yaşındadır, 2’nci derecede beş, 3’ncü
derecede yedi yaşında olur. Bu şekilde yüksek derecelere
gelindiğinde, bir üstad 1500 yaşma gelmiş olur.
St. Germain, modern yazarlar tarafından bir çeşit ‘sü-
permeri gibi sunulmaktadır. Fakat, ‘Memories authentiques
pour servir a l’histoire du Comte de Cagliostro’ adlı kitap
ta belirtildiği gibi, onun asıl önemi ‘Masonluğun Büyük
Üstadı’ olmasından kaynaklanmaktadır. Cagliostro’yu ‘Mısır
Masonluğunun Gizemlerine’ inisiye eden de odur.
1743’de doğan Joseph Balsamo (Kont de Cagliostro)
üstadı St. Germain gibi bir majisyen ve yine onun gibi bir
Yahudi idi. Cagliostro, Yahudi asıllı Sicilyalı tüccar Pietro
Balsamo’nun oğlu idi. Pietro Balsamo sık sık Yahudi ırkı
na mensup olmakla övünürdü.
J. Balsamo ailesinin ölümünden sonra, Palermo’daki
manastırından kaçarak, Ermeni asıllı dostu Altotas’la bera
ber önce Yunanistan’a, sonra da Mısır’a yolculuklar yapmıştı.
Cagliostro’nun yaptığı yolculuklar Polonya ve
Almanya’yı da kapsıyordu. Cagliostro hem Fransa’d a hem
de Almanya’da Masonluğa inisiye edilmişti.
Cagliostro 1782’de ünlü “Mısır Riti’ni kurdu. Kendi
iddialarına bakılırsa, M ısır Riti’ George Cofton adlı esra
rengiz bir İngilizin elyazmalarına dayanıyordu. Cagliostro
bunlan tesadüfen (!!!) Londra’dan satın almıştı.
235
Yarker a göre, Cagliostro riti gerçekte Pasquallye aitti
ve muhtemelen onun Londra’daki bir m üridinden satın
alınmıştı. Akla daha yakın gelen başka bir açıklama ise,
Pasqually’in ‘M artinistler Tarikatı’ için kullandığı kay
nakla, cagliostro’nun kaynağının aynı olmasıdır. Bu kay
nak büyük bir ihtimalle ‘Kabala’ idi. Londra’daki ünlü
bir Yahudi Kabalist’ten aldığı elyazması da tek değildi.
Cagliostro açıklamalarında ‘kabalistik sanata’ ve ‘Gül-
Haç’a inisiye olduğundan bahseder. Cagliostro kendi ritini
kurduktan sonra kendine “Büyük Kopt” (Mısır Mason
luğunun Başyöneticisi) unvanını layık görmüştü.
St. Germain ve Cagliostro gibi üst kategoride bulunan
bir diğer isim de Doktor Mesmer idi. 1780’de Mesmer104
büyük buluşu olan ‘hayvansal manyetizmi ilan etti.
104 F. A. Mesmer (1734-1815): Kendisinin ‘Hayvansal manyetizma dediği
izleyicilerinin ise onun onuruna ‘Mesmerizm’ dediği olguyu kurdu.
Mesmer, İsviçre sınırında Constance’d a doğdu ve önceleri rahip olmak
istedi, ancak Viyana Üniversitesinde tıp okudu. ‘Gezegenlerin Bedene
Etkisi’ adlı bitirm e teziyle 1766’d a mezun oldu. Böyle bir konu, o gün
lerde tuhaf olarak algılanıyordu ve büyük ihtimalle kabul edilemezdi,
ancak dönem in önde gelen profesörlerinden biri olan Van Swieten, tıp
ta ün yaptıysa da okültizmle de ilgileniyordu. Mesmer aynı zamanda,
Viyana’d a astronomi profesörü, cizvit M. Hell ya da Hehl’le (1720-1792)
• dost olmuştu. Hehl büyük çelik levhalar ve mıknatıslarla deneyler ya
pıyordu ve bir bölümünü Mesmer’e tıp çalışması için ödünç verdi. Ar
dından Mesmer, mıknatısların bazı hastaları iyileştirmede etkili oldu
ğunu gördü. Bunu Hehl’e anlattı. Kısa süre sonra Hehl'in mıknatısların
iyileştirme gücü üzerine bazı yazılar yazmasına sinirlenen Mesmer, bir
astronomun tıpla ilgili olaylara karışmaya hakkı olmadığım düşündü.
Mesmer, başlangıçta hastalarını mıknatıs yardımıyla iyileştiriyordu,
ardından mıknatısa gerek olmadığını gördü ve sonunda mıknatısların
dışında başka nesnelerin de aynı etkiyi yaratacağına inandı, çünkü ona
göre nesneler, manyetik sıvıyla yüklüydü. Bunun insan bedeninde de
var olduğuna ve dokunuşla aktarılabileceği sonucuna vardı.
Mesmer, Paris’de seanslar tertiplemeye başladı. Seansları büyük bir
odada yapıyordu. Büyük bir kovanın içinde bulunan şişelerce su, oda
nın ortasına konurdu. Demir çubukların bir ucu suya daldırılır ve di
ğer ucundan hastalar tutardı. Hastaların birçoğu cinnet benzeri haller
geçirir ancak olağanüstü bir iyileşme sağlanırdı. Mesmerizm araların
da çok önemli hekimlerin de bulunduğu birçok kişinin ilgisini çekerek,
iki düşünce ekolünün doğuşuna neden oldu; 1-Fizyolojik olarak, insan
bedeninin fiziksel, manyetik ya da manyetiğe benzer etkenlerden etki
lendiğini savunan ekol, 2-Psikolojik olarak, zihinsel etkenlerin neden
olduğunu savunan ekol.
236
Bugün ‘M esmerizm hipnotizma ile aynı anlama
gelmektedir, fakat artık okültizmin bir kolu değildir.
O günlerde ‘sihirli kovalar’dan çok etkilenen ve bu
işin sırrını öğrenmek isteyen Masonlar, Doktor Mesmer’i
tarikatlarına davet ettiler. Mesmer, 1785 yılında “Hür ve
Kabul Edilmiş Masonlar Primitif Riti’ne kabul edildi.
1740 ile 1790 yılları arasında Almanya ve Fransa’d a
bir sürü küçük ‘majisyen ortaya çıktı. Bunlar majikal, te-
ozofık, alşimik tecrübeler yapıyor ve bu arada birçok şar
latan da ceplerini dolduruyordu.
De Luchet, Fransız İhtilalinin arifesindeki günle
rin atmosferini anlatmak için, İsa’d an önce yaşamış olan
Kabalacı bir Yahudi olan Gablidone’nin kehanetini akta
rır;
“1800 yılında dünyamızda çok ilginç bir ihtilal olacak
ve dünyada Patriklerin dininden (Yahudilikten) başka
bir din kalmayacaktır!..
18’nci Yüzyılda batı Avrupayı saran bu olağanüstü
‘Kabalizm’ akımı nasıl açıklanabilir? Bu akım kimlerden
esinlenmişti? Şayet Yahudi yazarların ısrarla belirttikleri
gibi, ne M. Pasqually, ne St. Germain, ne Cagliostro, ne
de herhangi bir ‘görünür’ okültist veya majisyen Yahudi
değilse, mesele o zaman daha da karmaşık bir hal almak
tadır.
237
ONBEŞİNCİ BÖLÜM
YAHUDİ KABALİSTLER
238
ve Torah Şe Beal Pe” veya sözlü öğreti (Mişna) Sözlü din
Musa’nın Sina Dağında sözlü olarak almış olduğu bilgi
lerden; diğer yanda da zaman içersinde babadan oğula ve
Hahamdan Hahama, ağızdan ağıza iletilen dinsel malze
melerden ve bunun yorumlarından ve dinsel otoritelerin
söylevlerinden olduğu kadar “Alaha’yı oluşturan örf ve
âdetlerden oluşur.
Kabalanın yaygın tanımlarından biri de Musa’ya Sina
dağında verilen ‘Sözlü D inin belirli bir aydınlar çevresi
tarafından algılanan kısmı şeklindedir. Çağlar içersinde
Kabala bir sihir ilminden ziyade “Mistik Bir Teoloji” şek
linde oturmuştur. Kabalada adı geçen ‘Sefırot,’ yaratılışın
mistik yapısının ancak simgelerle ifade edilebileceğini be
lirtir. Bu simgeler:
1- Keten Eıı yüksek taç.
2- Hokhma: Bilgelik.
3- Bina: Akıl.
4- Gedula (Yücelik) Hesed (İyilik).
5- Gevura (Güç) Din (Yargı).
6- Tifareth (Güzellik) Rahamim (Şefkat).
7- Netzah (Zafer).
8- Hod (Haşmet).
9- Tzadik (Adil ve Adalet)-Yesod Olam (Dünyanın
Kuruluşu).
10- Malkhut (İktidar, hükümdarlık).
239
İlk Sefîrot, beyni (Zohar, kitabında beynin üç lobu
nun); dördüncü ve beşinci, kolları; altıncı Sefirot, gövdeyi;
yedinci ve sekizinci Sefîrotlar, dizleri; dokuzuncu, cinsel
organı; onuncusu ise erkeğin yaratılıştaki arkadaşı kadını
da içeren toplam görünümü simgeler. Mükemmel insanı
simgeleyen bu duruma ‘Şiur Hokhma’ (Akıl ve Bilgelik
Ruhu) adı verilir.
Israel Shahak&Norton Mezvinsky’in “İsrail’de Yahudi
Fundamentalizmi” adlı kitabında ise ‘Kabala’ şöyle anla
tılmaktadır;
“1550 ile 1750 yılları arasında Doğu Avrupa’daki
Yahudiler’in büyük bir bölümü, Kabala adı verilen Yahudi
mistisizmini ve onun inanç dizisini kabul etti. Modern
ulus devletlerin yükselmeye başladığı ve modernizmin
etkilerinin hissedildiği bu dönem, Yahudi tarihinin 3’ncü
döneminin sona erdiği periyottur.
Mistisizm, hâlâ Yahudi köktendinciliği tarafından ka
bul görmekte ve kurtarıcılık (Mesihçilik) inancının öne
minden dolayı onun en hayati bölümünü oluşturmakta
dır. Yahudi köktendinciliğinin ‘Mesihçi’ inanç ideolojisi
‘Kabalaya dayanmaktadır.
240
Luriacı Kabalacılık, Batı Kabalacılık geleneğini iz
leyenler tarafından neredeyse hiç bilinmemektedir. Batı
Kabalacıları daha çok ‘Hayat Ağacı’ ve ‘Sefirot’larla il
gilenmişlerdir. Bu, Yahudi Kabalasının bir parçasıdır,
ama asla tümü değildir. İki ana grup, Yahudi ve Batılı
Kabalacılar özünde birbirlerini tanımamaktadır.
Yahudi Kabalacılığı ve Batı Kabalacılığı çok farklı
iki gelenektir. Batı Kabalası, Yahudi Kabalasının parça
larının bir sentez yaratacak biçimde başka geleneklerle
birleştirildiği ve Yahudi olmayan dünyaya geçmesiyle
doğmuştur. Bu geçiş, büyük ihtimalle 12’nci Yüzyılda
Yahudi Kabalasının mutlak gizliliğinden kurtulması ve
onu Hıristiyan komşularına öğreten Avrupalı Yahu diler
arasında daha iyi bilinir duruma gelmesiyle başlamıştır.
Batı Kabalacılığı, Rönesans döneminde Gül-Haç ör
gütü, astroloji, Sufi mistisizmi, maji, simya, Hıristiyan
mistisizmi, Hermetizm ve doğaldır ki Yahudi Kabalasının
birleşmesiyle biçimlenmeye başlamıştır.
Şurası da bilinen bir gerçektir ki, Hıristiyanlık döne
minin başlangıcından günümüze okült ve anti-Hıristiyan
mezheplerin oluşumunda ‘Yahudi Kabalası’ önemli bir
rol oynamıştır.
Ayrıca Yahudilerin modern ihtilallerdeki rolleri de
gözardı edilemez. Tarih boyunca Yahudi etkisinin kendi
ni gösterdiği iki alan vardı; Finansal ve okült.
Ortaçağlar boyunca Yahudiler 'büyücü’ ve ‘faizci’ ola
rak tanınıyorlardı. 17. Yüzyıldan itibaren onları, bu tanın
mış vasıflarına ilaveten ihtilallerin arka plânında görmeye
başlıyoruz. Sosyal ve politik karışıklıklardan para kazanıl
dığı ortamlarda, Yahudiler zenginleşiyor ve kazanan tarafı
destekliyorlardı. Hıristiyanlar kendi kuramlarına karşı çık
tıklarında en hararetli desteği, Yahudi Hahambaşılardan,
241
profesörlerden, filozoflardan ve okültistlerden alıyorlardı.
Bu, bütün devrimci hareketleri Yahudilerin çıkarttığı anla
mına gelmez ama, onlar devrimci hareketleri kendi çıkar
ları için kullanmayı çok iyi biliyorlardı.
Örneğin; Cromwell’in “Büyük İsyanı”sırasında onla
rı devlet konseyinin üyeleri arasında veya Cromwell ta
raftarları arasında göremiyoruz ama, ihtilalcilere para ve
bilgi akışını onlar sağlıyordu. Ayrıca ordu müteahhitleri,
faizle borç verenler ve casuslar olarak (yani siyasi istihba
ratçı olarak) devrime büyük katkılarda bulunuyorlardı.
Yahudilerin bir çeşit ‘gizli servis’i kontrolleri altında
tutmaları onlara gizli bir giiç’ vermişti. Bu gücün gizli kal
ması çok önemliydi, çünkü 1290 yılında İngiltere Kralı I.
Edward onları ülkesinden kovmuştu. Yani Yahudiler 350
yıldan beri İngiltere’ye giremiyorlardı. Fakat yine de ül
kede “Gizli Yahudiler” veya “M arrano”lar vardı. Bunlar
çevrelerine uyumda olağanüstü bir başarı göstermişlerdi.
Fakat gizli sinagoglarında ibadetlerini yerine getirmeyi de
ihmal etmiyorlardı. İngiltere’de bulunan ‘Gizli Yahudiler’
(İspanyol ve Portekiz Yahudileri) koyu ‘Roma Katolikleri’
gibi görünüyor ve hatta İspanyol Elçiliğindeki katolik ayi
nine muntazam olarak katılıyorlardı. Fakat İspanya ile
İngiltere arasında savaş çıkınca, Marrano’lar ilk iş olarak
inançlı bir Hıristiyan gibi görünmeyi bir kenara bıraka
rak, kendi Yahudi inançlarına geri döndüler.
17’nci Yüzyıl Yahudilerin “Mesih” bekledikleri bir
zamandı. Cromwell de bu ‘Mesih’ tarifine uygun düşü
yordu. Hatta bazı Yahudi araştırmacılar Cambridge ar
şivlerinde Cromwell’in Yahudi atalarının izini aradılar.
Bu bir sonuç vermeyince, Amsterdam’ın ünlü Kabalist
Hahamı Menaseh ben Israel, Cromwell’e bir dilekçe ya
zarak, Yahudilerin İngiltere’ye yeniden kabul edilmesini
242
rica etli. Yahudilerin ülkeye kabulü halinde, İsrail halkı
nın onun koruyucularını mükafatlandıracağı da belirtti.
Yahudiler bu dilekçe ile yetinmeyip, St. Paul
Katedralini ve Bodleian Kütüphanesini satın alması için
ona 500.000 Sterlin teklif ettiler. Cromwell bu miktarı ye
tersiz buldu. Ayrıca artan muhalefet yüzünden Yahudilerin
ancak küçük bir bölümü kabul edilebildi. Bunlara da bü
tün haklar verilmemişti. Ancak II. Charles’in tahta çıkıp,
Yahudilerin finalisai desteğini talep etmesiyle birlikte,
bazı haklara sahip olabildiler.
Amsterdam Yahudilerinin yardımıyla, William
of Orange 1688’de tahta çıktı. Ancak bundan sonra,
Yahudiler İngiltere’ye göç etmeye başladılar. Bir Yahudi
yazar bunu şöyle anlatıyordu;
“'Kraliyet tacını Yahudi altınına borçlu olan bir kral
İngiltere’yi yönetiyor.”
Şurası açıkça belli olmuştur ki, Yudaizmin mistik ide
alleri 17’nci Yüzyılın ortalarında Avrupa’nın her yerine
sızmış bir vaziyette idi. Bunların yayıldığı bazı kabalistlik
merkezler var mıydı? Bunu görebilmemiz için gözlerimi
zi Doğu Avrupa’ya çevirmemiz gerekiyor.
16’ncı Yüzyılda Polonya’da büyük bir Yahudi kitlesi
yaşamaktaydı. Bunların arasında ‘mucize yaratanlar’ ola
rak bilinen ‘Zaddikim’ veya ‘Ba’al Şems mezhebi’ ken
dini göstermeye başlamıştı. Ba’al Şems1“ (Kutsal İsmin
Üstadı) Alman-Polonya Yahudileri arasından çıkmıştı ve
Yehova’nın kutsal adım (Tetragrammaton) mucizevi kul-
106 Israel Ben Elizer, Baal Şem Tov (1698-1760): Hasidizrvnn kurucusu
dur. Podolya’d a doğmuştur. Tanrının kutsal isimlerini birleştirerek
söylediği cümlelerle insanları iyileştirdiği ve mucizeler yarattığı söyle
nir. Etrafına toplanan mistiklerle bir Tsadik (dürüst, aziz) liderliğinde
örgütlemenin Hasidiznıin (Tsadik’izm) temelini oluşturdu. Müritleri
Baal Şem Tov’un mucizeler yaratmaktan öte, bir dinsel akımın öğretici
ve mesajcısı olduğunda ısrar ederler. Yusuf Besalel, Yahudilik Ansiklo
pedisi, cilt: I.
243 ,
244
lammı olan kabalistik inanca dayanıyordu.
Bir Ba’al Şem, “İlahi Adın” gücünü kullanarak muska
yazan, ruh çağıran ve muhtelif hastalıklar için tedavi uy
gulayan bir kişi anlamına geliyordu. Polonya ve özellikle
Podolya böylece ‘Kabalizm’in bir merkezi haline gelmişti.
Kabalist Yahudiler, 1666 yılında ‘M esih D önemi’nin
yaklaştığına inanıyorlardı ve bütün Yahudi dünyası
Sabatay Sevinin107 ortaya çıkışı ile sarsılmış bir vaziyette
idi.
Mordehay adlı İzmirli bir tavukçunun oğlu olan Sevi,
beklenen ‘Mesih’in kendisi olduğunu iddia ediyordu. Bir
anda Filistin, Mısır ve Doğu Avrupa’d a binlerce taraftar
bulmuştu. Samuel Pepys günlüğünde (Diary of Samuel
Pepys, dateofFebruary 19,1666) Londra’daki Yahudilerin
arasında bile İzmirli bir Yahudi’nin “Dünyanın Kralı” ve
“Gerçek Mesih” olarak bilindiğini yazmaktadır.
Müritleri, bir Kabala uzmanı olan Sabatay’ın
‘Yehova’nm Kutsal Adını’ kullanarak, mucizeler gerçek
leştirdiğini iddia ediyorlardı. Sabatay’ın kendisine yakış
tırdığı “Dünyanın Krallarının Kralı” sıfatı Yahudiler
arasında bir bölünmeye yol açmıştı.
Sabatay Sevinin ölümü ile bu hareket sona ermedi.
Sabataycılık diğer yüzyılda da (18’nci Yüzyıl) taraftar bul
maya devam etti.
Polonya’d a ‘Kabalizm’ yenilenmiş bir enerji ile
‘Zaddikim’ ve ‘Ba’al Şems’ olarak ortaya çıktı. Polonya’daki
Yahudi Kabalistler içinde en önemlisi, Fîasidim mezhebi
nin kurucusu Ba’al Şem Tov’du. (İsminin başharflerinin
107 Sabatay Sevi ile ilgili bilgi edinmek isteyen okurlara üç kitap öneririm:
1- Gershom Scholem, “Sabbatai Sevi, The Mystical Messiah” (Bu kita
bın Türkçe çevirisi mevcuttur) 2- İlgaz Zorlu, “Evet, ben Selanikliyim”
(Türkiye-Sabef aycılığı) 3- Prof. Abraham Galante, “Sabetay Sevi ve Sa-
bctaycıların Gelenekleri.”
245
kısaltılmış haliyle ‘Besht’ olarak biliniyordu.)
Besht, Haham öğretilerine karşı çıkıyor ve “Zohar’ı108
esin kaynağı olarak kabul ediyordu. Besht, tamamen
Kabalaya bağlı değildi. O, evrenin Tanrı olduğunu kabul
eden Panteist bir doktrine inanıyordu. Besht’in müritleri
kendilerine “Yeni Azizler” diyorlardı. Besht’in zamanla
40.000 kişiyi bulan müritleri yalnız Talmudu değil, bütün
geçerli ahlak ve namus kurallarını reddediyorlardı.
Aynı dönemde Satanov’lu Joel Ben Uri’nin (‘Heilprin
takma adıyla biliniyordu) de ‘İlahi İsmi’ kullanarak muci
zeler yarattığına inanılıyordu.
Fakat bu kabalistik gruplar içinde en önemlisi
Frankistlerdir ki, “Zohar’cılar” veya “Aydınlanmışlar”
olarak da biliniyorlardı.
249
türülmesi (TEK DÜNYA HÜKÜMETİ PROJESİ) için
uğraşmışlardı.
Ünlü İsrailli araştırmacı Gershom Scholem,
Sabataycıların ensest pratiklerini ‘D ünya Ana’ tap m a
na111 bağlamaktaydı.
Rabbi Antelmanm kronolojisine göre, 1770’lerde
Jacob Frank, Yahudi kökenli Cizvit A. Weishaupt ile bir
anlaşma imzalayarak, birçok Sabataycmın ‘Illuminati’ ta
rikatının saflarına katılmasına vesile olmuştu.
Frankistler’in 1759 gibi erken bir tarihte “Illuminati”
tarikatının oluşumuna katkıda bulundukları tarihi bir ger
çektir. Illuminati tarikatı resmen 1776 yılında kuruldu.
Gerek ‘Illuminati,’ gerekse Frankistler metod ve he
defleri açısından büyük benzerlik taşımaktaydı. Gerçekte
‘Illuminati’ örgütü Frankistlerin bir alt kuruluşu veya
doğrudan onun bir devamı mıydı? Bu somlar bugüne ka
dar cevaplandırılamamıştır.
Acaba her iki tarikat da daha büyük bir ‘Ana Fesat
Plânının bir parçası mıydı? Bu tez bazı araştırmacılara ol
dukça mümkün görülmektedir.
Frankist hareket gözönüne alındığında, hareketin
tabiatını belirleyen iki unsur göze çarpıyor; bir yandan
batini ve Kabalacı doktrinlere eğilim ile öbür yandan
‘A ydınlanma’ felsefesine duyulan cazibe.
Sabatay Sevinin zuhurundan sonra, her ülkede sayısı
hiç de küçümsenmeyecek Sabataycı gruplar oluşmuştu.
İlk olarak Selanik’te, 1683’de “Dönme” tarikatı kurulmuş
olup, mensupları zahiren İslama bağlıydılar. Gerek bunlar,
gerekse 1759’d a Katolik Kilisesine intisap eden J. Frank
taraftarları kendilerine “maamminim” (Müminler) de-
111 Prof. Abraham Galante, “Sabatay Sevi ve Sabataycıların Gelenekleri”
adlı kitabında Sabataycılann mum söndü geleneğinin izlerinin, antik
doğu tarihine kadar geri gittiğini tespit etmişti.
250
meyi sürdürüyorlardı. Kendilerini Hahamcı Yahudilikten
açıkça ayırmamış olan bu unsurların etkileri, Fransız
Devriminden sonra, birçok Yahudi çevresinde reform,
liberalizm, ve “aydınlanma” düşüncelerini besleyen ana
kaynaklardan biri olmuştu.
Sabataycılık, rasyonalizme (akılcılık) birçok yolla ek-
lemlenmişti. 19’ncu Yüzyılın ortalarında Macaristan’daki
Yahudi reform hareketinin önderi olan Leopold Loew,
gençliğinde Moravia’d aki Sabataycılarla temas kurmuş
bir kişi olarak, kendi çevresinde, yeni rasyonalist hareketi
teşvik etmek için çok çaba harcamıştı. Batı rasyonalizmi
ni ve Fransız Devriminin Avrupa’d a yarattığı maddi ma
nevi havayı, Osmanlı ülkesine taşıyanlar sık sık Avrupa’ya
gidip gelen gayri-müslim unsurlardı ve bunların başını
Yahudiler çekiyordu.
Çekoslavakya’nın Brno kentinde ikamet izni almış olan
Salamon Zalman (Levi), Morovyadaki başlıca Sabataycı
merkezi olan Prossnitz’de Jakob Frank’ın kuzeni ile evlen
mişti. XVI-II. Yüzyılın altmışlı yıllarında bu zengin ka
dın Morovya’daki Sabataycılarm hamisi olup, Ortodoks
Hahamların bütün şimşeklerini üzerine çekmişti.
İlginçtir ki bu Yahudiler Avusturya-Macaristan İmpa
ratorluğunun başlıca gelir kaynağı olan tütün satış tekelini
ellerine geçirmişlerdi.
Salamon Zalman (Levi) Dobruşka’nm oğlu Moses
Dobruşka, babaevinde bir Yahudi ve Rabbinik eğitim gö
rüyor; aynı zamanda da tarikat mensuplarının Sabataycı
“imanın sırrı” ve “m üm in’lerin kaderi hakkında bilgi
ediniyordu. Bu çift eğitim, görünüşte Rabbinik Yahudiliği
uygularken, gizlice tarikata girmiş birçok ailede bu alışı
lagelmiş bir olaydı. Babası ona ve kardeşlerine bir öğ-
retmen-Haham tutmuştu; bu Frankist eğilimli ‘ihtiyar
251
Yahudi Haham Salamon Gerstl,’ 1773’de Prossnitz’de
bütün bir Frankist grupla birlikte Hıristiyanlığı kabul et
mişti (tenassur etmişti).
Moses Dobruşka Avusturya’d a tenassur etmeden asa
let unvanına sahip olan ilk Yahudi olup, yeni adı Joachim
Edler (Şövalye) Von Popper’e dönüşmüştü.
Baba Salamon Dobruşka’nm oniki çocuğu olmuş,
bunlardan sadece iki kız Yahudi kalmıştı. Öbürlerinin
hepsi, muhtemelen Frank’m Brno’ya gelişinden sonra,
Hıristiyan olmuşlardı. Bu din değişimlerinin hepsinin
müşterek yanı, erkek çocukların az çok hepsinin asker
lik mesleğini seçip subay olarak hizmet etmeleriydi. Bu
durum, Jakob Frank öğretisini özgünleştiren gerçek ordu
kültü ile açıklanmaktadır.
Faaliyetlerini Brno’d an yürüten Frank, ona Polonya
ve Moravya’d an gönderilen gençleri bir yönetim altında
topluyor, bunlara askeri üniforma giydirip, talime tabii
tutuyordu. Çok sonra, Morovya’d a Sabataycı kökenli bazı
Yahudi ailelerinde, bu talimlerde kullanılmış olan kılıçla
rın muhafaza edildiği görülmüştür. Frank’ın askeri ide
olojisi Yahudilerde, kendilerine daha önce yabancı olan
hevesler yaratmıştı.
Yahudi Dobruşka ailesi Hıristiyan olduktan sonra
‘Schönfeld’ adını almıştı. Adolf Ferdinand Edler Von
Schönfeld, Prag İmparatorluk ve Kraliyet Üniversitesinin
matbaacısıydı. Kendisi ve ailesinin başka fertleri bu ken
tin Mason Locasının faal üyelerindendi.
Schönfeld, Viyana’ya yerleşip oradaki aydın ve rasyo
nalist çevrelere girmişti. Schönfeld, özellikle dış politika
konusunda Avusturya İmparatoruna raporlar sunuyor ve
özellikle Osmanlı İmparatorluğunu çökertmek için sava
252
şa teşvik ediyordu. İmparatorun 1788’de Türkler’e karşı
askeri seferi sırasında Schönfeld ordu levazımında birinci
derecede rol oynuyordu.
Jakob Frank’ın tilmizi Schönfeld (Moses Dobruşka)
tenassurunu izleyen on yıl içinde edebi çalışmalarının
yanı sıra daha gizli faaliyetlere de girişmişti. Bu faaliyet
ler Mason hareketine bağlı teşekküller içinde olmuştu.
İngiliz kaynaklı Mason dernekleri, Alman İmparatorluğu
çerçevesinde varlığını sürdürüyor ve çok sayıda kralcı
ve aristokrat çevrelerin, bu arada İmparator II. Joseph
de dahil olmak üzere, desteğinden faydalanıyordu. Ama
bunların yanı sıra, bu dönemde, özel bir yapıya sahip
batini (ezoterik) eğilimli Mason tarikatları da yeşermeye
başlamıştı. Masonlukla bu yeni dallar arasındaki başlıca
fark, ideolojik düzeydeydi; birincilerin doktrini daha çok
hem Hıristiyan ve rasyonalist ve hatta deist iken, öbürleri
mistik eğilimlere sahipti. Jakob Böhme’nin ve daha baş
kalarının öğretisi olan ‘Hıristiyan Teozofizi sine, simya ve
bir ölçüde de, birtakım sihirsel uygulamalara yer veriyor
lardı. Bu çeşit unsurlar kendilerini Gül-Haç tarikatının
devamı olarak görüyorlardı. Bu tarikatlar, rasyonalizmle
mistisizm arasında gidip gelen ve bazen de bu iki eğilimin
sentezini gerçekleştirmeyi deneyen kuruluşlardı.
Bu iki eğilim arasındaki ‘boş bölgede’d e “Gerçek
Işığın Şövalyelerinin (Ritter vom wahren Licht) yeniden
örgütlenmesinden ortaya çıkan “Asyalı Kardeşler Tarikatı”
(The Order of the Asiatic Bretheren) bulunuyordu.
253
veya orijinal adı ile “Die Brüder St. Johannes des Evange
listen aus Asien in Europa” idi.
Bu tarikat 1780-81 yılları arasında Viyana’da kurulmuş
olup, kurucusu Bavyeralı aristokrat Hans Heinrich von
Ecker und Eckhofen idi. Bu şahsın kardeşi Hans Carl da
Almanya’daki birçok masonik cemiyetin kurucusuydu.
Ecker’ler arazilerini ve servetlerini kaybetmiş aris
tokrat bir aileden geliyordu.
Heinrich, Bavyera ve Avusturya Gül-Haçları arasın
da en faal olan üyelerden biriydi. Bazı anlaşmazlıklar do
layısıyla onlarla ilişkisini kesti ve 1781’de onların sırlarını
ifşaa eden bir kitap yazdı. Aynı tarihte, daha sonra “Asyalı
Kardeşler” adını alacak olan, “Die Ritter vom wahren
Licht” (Gerçek Işığın Şövalyeleri) tarikatını kurdu.
Kudüs’teki Yahudi Kabalistleri iyi tanıyan Fransisken
keşişi Justus tarikatın önde gelen üyelerinden biriydi.112
Justus, kabalist tarikatın müritleri ile tanışmış ve daha
sonra onlardan aldığı el yazmaları ile tarikatın teozofık
doktrinini ve ayinsel kurallarını oluşturmuştu. Justus’a
elyazmalarını veren şahıs Azariah adlı bir yahudiydi.
Ephraim Joseph Hirschfeld Azariah kabalistik bir mezhebe
üyeydi. Başka bir iddiaya göre ise o bir Sabataycı idi.
“Asyalı Kardeşler’in Sabataycılarla ilişkisi bir başka
kaynaktan da doğrulanmıştır. Azariah hakkında ise ye
terli bilgiye sahip değiliz. Elimizdeki mevcut bilgiler ise
eksik ve çelişkilerle doludur. Onun varlığı, köklerinin
doğuda olduğunu iddia eden “Asyalı Kardeşler Tarikatı”
tarafından da uydurulmuş olabilir.
Fakat bir başka şahıs daha vardır ki onun bu tarikat -
taki önemi inkar edilemez. Bu şahıs Baron Thomas von
112 Kaynak: The Clifford Shack Blog-Jews and Freemasons in Europe by
Jacob Katz. (Internet)
254
Schönfeld adlı bir Yahudidir. Schönfeld tarikatın kurucu
larından biriydi. Fransız Devrimi sırasında Paris’te idam
edilmiştir. Yahudi kabalistik çalışmaları kopyalayan ve
tercüme eden Schönfeld idi.Tarikatm tarihçisi Franz Josef
Molitor’a göre Schönfeld, Sabataycı-kabalistik bir kitap ko
leksiyonuna sahip R. Jonathan Eybeschutz un torunuydu.
Shönfeld, Brünnlü Dobruşka ailesinin bir üyesiydi
ve kan veya evlilik yoluyla Eybeschutz ailesinin bir ferdi
olmuştu.
Asıl adı Moşe Dobruşka olan Thomas von Schönfeld,
sabataycı hareketin aktif bir üyesiydi. Sabataycı doktrin
leri tarikatın öğretileri arasına sokan da oydu. Ecker ve
Eckhofen’in kabalistik düşünce sistemleri arasında her
hangi bir ayırım yapabilmesi mümkün değildi. Örgütün
spesifik Sabataycı karakteri Schönfelde dayanıyordu.
Diğer taraftan Ecker’in gerçekten tarikatın Yahudi ve
Hıristiyan karışımı olmasını isteyip istemediği şüpheli
dir. Ecker, yukarda bahsettiğim kitabında Gül-Haçlıların
Yahudi üye kabul etmediğinden bahsediyordu. Onun bu
şövalye tarikatına Yalıudileri kabul etmeye niyetli olma
dığı açıkça bellidir.
“Ritter vom wahren Licht” tarikatının doktrinin
kabalistik kaynaklardan türediği doğrudur ama, bu dü
şüncelerin Hıristiyanlığa uygun yorumu yapılmakta ve
Yahudilerle Hıristiyanlar arasında onları kaynaştırmaya
yönelik senkretik bir eğilim bulunmamaktaydı.
Ecker, masonik programını 1782 yılında
Wilhelmsbad’da yapılan Mason Konferansına sundu.
Konferansa bütün Alman Masonlarının büyük üsta
dı olan Brunswick dükü Frederick başkanlık ediyordu.
Yardımcısı ise bir diğer aristokrat olan Cari von Hessen
255
idi. Von Hessen Danimarka monarşisi adına Schleswig
bölgesini yönetmekteydi. Ecker konferansa katılanları
von Hessen vasıtası ile etkilemek ve kendi masonik prog
ramını kabul ettirmek için uğraştaysa da muvaffak olama
dı.
Ecker bu konuda başarısız olunca, bazı Yahudileri
grubuna dahil etmeyi denedi. “Asyalı Kardeşlerin ilk ya
sası 1784 Kasımında yürürlüğe girerek, Hıristiyanlar ile
Yahudiler arasındaki mevcut engelleri ortadan kaldırdı.
Bu şekilde herhangi bir kardeş dini, ırkı, sınıfı ve inancı
ne olursa olsun tarikata girmeye hak kazanıyordu.
Bu tarikata girebilmek imkanı Viyana’nın zengin ve
aydınlanmış Yahudi çevrelerini çok cezbetmişti.
Ecker, bunlar arasında ruhsal faaliyetlerine yardımcı
olabilecek bir kişiyi de buldu.
Bu kişi "Ephraim Josef Hirschei (Hirschfeld) idi.
Hirschfeld 1782’d en beri Innsbruck’ta yaşıyor ve zen
gin bir Yahudi kitapçı olan Gabriel Uffenheimer’in yanın
da çalışıyordu.
Hirschfeld, Karlsruhe’de (Almanya) doğdu. Babası
bir Talmud-Kabala araştırmacısı idi. Aynı zamanda Rabbi
Moşe Alshek’in Tevrat yorumunun tercümesini yapmıştı.
Baba Hirschfeld çok hırslı bir insandı. Yaptığı yorumlar
nedeniyle yerel haham Nathaniel Weill ile anlaşmazlığa
düşmüştü. Buna rağmen yaptığı yorumlar diğer şehirler
de yaşayan önde gelen hahamlardan onay almıştı. Bunlar
arasında Prag’lı meşhur haham Ezekiel Landau da bulu
nuyordu.
Baba Hirschfeld eserini Baden prensi Karl Friedriche
ithaf etmişti. Bu şekilde baba Hirschfeld aristokrat çevre
lerin dikkatini çekmiş oldu.
256
Oğul Hirschfeld ise Strasbourg’d a tıp tahsiline başla
mış, fakat tamamlayamamıştı. Çağdaşı diğer Yahudilerin
aksine felsefe, edebiyat ve sosyal davranışlarla ilgilenme
ye başladı. Hirschfeld Strasbourg’d an ayrıldıktan son
ra, dostu Schlosser’in tavsiyesi üzerine Berlinde Moses
Mendelsohn’u ziyaret etti.
Friedlander’in kayınbiraderi Isaac Daniel Itzig’e göre
Mendelssohn Hirschfeld ile çok ilgilenmişti.
Hirschfeld, Mendelssohnun akılcı ve aydmlanmacı
doktrinlerine inanan biri olmamasına rağmen, onunla
çok yakınlaşmıştı.
Hirschfeld daha sonra açıkça Mendelssohna karşı
tavır almış ve onun çevresindeki entelektüellerden sıkıla
rak, Berlin’i terketmişti.
Hirschfeld, Berlin’den Innsbruck’a giderek Ecker ile ta-
nışü ve orada “Asyalı Kardeşler” ve onun ruhsal dünyasını
tanıma fırsatını buldu.
1785 ilkbaharında Hirschfeld Eckere katıldı ve onun
evinde kalmaya başladı. Kısa zamanda ikisi çok iyi dost
oldu. Viyana’da herkes onlar için “orijinal bir çift” diyor
du.
Hirschfeld’in katılımıyla “Asyalı Kardeşler” tarikatı
nın yazılı bir yasası oluştu. En azından Viyana grubunun
bu yasalarla yönetildiğini biliyoruz. Grubun Yahudi ol
mayan üyeleri arasında Lichtenstein Dükü, Westenburg
Kontu, Kont Thun ve anonim olarak Avusturya Adalet
Bakam bulunuyordu.
Diğer bir kaynağa göre bu listed e, Max Joseph Freiherr
von Linden, Otto Freiherr von Gemmingen, Freiherr von
Stubitza gibi aristokratlar bulunuyordu.
Üç zengin Viyanalı Yahudi de (Arnstein, Eskeis ve
257
Itzig) tarikatın üyeleri arasındaydı.
Bu ünlü Yahudileri tarikata kazanan ismin Hirschfeld
olduğuna hiç şüphe yoktur. Hirschfeld’in zengin banker
dostları da vardı ve birçok mali transferi Berlin’deki dostu
Itzig vasıtasıyla yapıyordu. Bu mali transfer operasyonla
rı ile hem tarikatın kasaları, hem de Hirschfeld’in cepleri
dolmaktaydı.
Zamanla Hirschfeld’in “Asyalı Kardeşler” içindeki
fonksiyonu artmaya başladı. Aslında tarikatın temel bil
gileri onun tarafından değil, Baron Schönfeld tarafından
oluşturulmuştu.
"Asyalı Kardeşler’in sembolleri ve doktrini kabalis-
tik literatürden alınmaydı. Bu yazıları anlayan ve bilen
sadece birkaç üye vardı. Grup tamamen Justus ve Baron
Schönfeld’e dayanıyordu.
1785’d en 1787’e kadar tarikatın sekreterliğini kod
adı İbranice “Oker Harim” olan Ephraim Joseph yürüt
tü. Tarikatın birçok ofisi İbranice isimlerle anılıyordu.
Üyelerin kod adları da İbrani kaynaklarından alınmış
tı. Örneğin; Heinrich von Ecker’in kod adı “Abraham”,
Justus’un “Ish Zadik”, Baron Schönfeld’in kod adı ise
“Isaac ben Joseph” idi.
Tarikatta İbraniceniıı öne çıkması buna katılan
Yahudilere çekici gelmekteydi.
“Asyalı Kardeşler” Yahudileri aralarına almak için
İngiliz Mason yasasının bir paragrafını kendilerine göre
yorumlamışlardı. Tarikatın amacı her iki dinin sentezin
den yeni bir düşünce yaratmaktı.
Teorik olarak “Asyalı Kardeşler” masonluğun bir yan
kuruluşu olarak değil, düzenli masonik yapmın üstünde bir
seviyede bulunuyordu. Tarikat, diğer Masonlar gibi ilk üç de
258
receden sonra (yani Çırak, Kalfa, Üstad) diğer yüksek İskoç
Riti derecelerini uygulamaktaydı.
O tarihlerde Yahudiler, Mason localarına kabul edil
medikleri için onları açıkça tarikata almak mümkün de
ğildi.
Eckert, Yahudileri masonik kardeşler safına katabil
mek için epey uğraştı. Düzenli localar Yahudilere kapa
lıydı. Eğer “Asyalı Kardeşler” eski mason ritlerini kulla
nabilirse, bu şekilde Yahudileri aralarına alabilirlerdi.
Böylece bir çözüm bulundu. Bu amaçla özel “Melkizedek
Locaları” kuruldu.
“Asyalı Kardeşlerin yazılarında Melkizedek riti-
ne rastlanması Türklerin, îranlıların, Ermenilerin ve
Kıptilerin işin içinde olduklarının bir delili sayılıyordu.
“Asyalı Kardeşlerin ideolojisi İsrailli Kabala uzmanı
Profesör Gerslıom Scholem tarafından da analiz edilmiş
tir. Onun araştırmalarına göre, tarikatın ideolojisi teorik
seviyede Hıristiyan ve Yahudi kaynaklardan alıntıların
bir sentezine dayanıyordu.
Burada kabalistik ve sabataycı düşünceler, Hıristiyan
teozofi doktrini ile harmanlanmış vaziyette idi. Tarikat
Hıristiyan bayramlarının yanı sıra Yahudi festivallerini
de kutlamaktaydı. Örneğin; Musa’nın doğumu ve ölümü,
Exodüs vb gibi.
Kendisi de bir sabataycı olan Moses Dobruşka
Schönfeld, sabataycı düşünceleri tarikata taşıyan kişiydi.
Tarikata katılan birçok Yahudinin sabataycı olduğu tespit
edilmiştir. “Asyalı Kardeşler” bu haliyle bir Hıristiyan tari
katından çok, bir Yahudi-Hıristiyan karakteri taşıyordu.
Yahudi üyelerin dinlerinin sınırlarını aşmaya hazır
veya tamamen ilişkilerini koparmış olmaları, bir başka
259
ilginç durumdu. Hirschfeld, “Asyalı Kardeşler” tarikatı
na girmeden önce de yahudi dinsel uygulamalarına çok
uzak bir kişiydi. Sabataycı kökenden gelmeyen diğer bazı
Yahudiler de Yahudi geleneğinden oldukça uzaklaşmış
kişilerdi. Örneğin; Berlinli Itzig ve Arnstein aileleri bu
yabancılaşmanın tipik örnekleriydi.
Masonik tarikatlar yerel organizasyonlar değildi.
Onların ağları muhtelif şehir ve ülkelere yayılmıştı. Bu
yeni tarikatın kurucuları onun etkilerini Viyana sınırları
dışına taşımaya niyetliydi.
Ecker, bütün Alman Masonlarını “Asyalı Kardeşler”
çatısı altında toplamaya çalıştıysa da başarısız oldu. Bu
nedenle muhtelif yerlerde yeni örgütler kurmaya çalıştı.
Ecker, 1783 ve 1785 yılları arasında Almanya ve
Avusturya’nın muhtelif şehirlerine yolculuk yaparak ör
gütün propagandasını yapmaya çalıştı. Bu işte ne derece
başarılı olduğu ise bilinmemektedir. 1786 sonu ve 1787
başında hareketin merkezi Viyana idi. Tarikatı yöneten
Sanlıedrin in 113 merkezi burasıydı.
Prag, Innsbruck, Berlin, Frankfurt ve Hamburg’da “Asyalı
Kardeşler” locaları olduğu bilinmektedir. 1822’de basılan
“Encyclopedie der Freimauerei” (Masonluk Ansiklopedisi)
Wetzlar ve Marburg’da da tarikat mensuplarının mevcudiye
tinden bahsetmektedir, innsbruck’ta tarikatı oluşturanların
çoğu yerel aristokrasi mensuplarıydı.
Berlin’de yahudi Itzig’in yanında Bischofswerder,
Wulnerr ve hatta daha sonra kral olan Frederick
William’d an (O zamanlar veliahttı) bahsedilmektedir.
260
1783 yılında Ecker’in genç kardeşi Cari, iki yahudiyi
bünyesinde barındıran (Isaac Oppenheimer ve Gottschalk
Samson) yeni bir loca açtı. Bu kısa ömürlü locanın kapan
masından iki yıl sonra Cari von Ecker 1785’de yeni bir
loca açtı. Ecker’in Viyana’d a yaşayan ağabeyi Hamburg’a
gelerek, bu grubu “Asyalı Kardeşler’e katılmaya ikna etti.
1786’da “Asyalı Kardeşler” üyelerine baktığımız zaman
çoğunun önde gelen mevkiilerde ve aristokrat olduklarını
görüyoruz. Üyeleri arasında altı yahudi de vardı. Bunlar;
Yukarda da adı geçen Samson, Isaac Guggenheimer, Jacob
Gutz, Wolf Nathan Liepmann, Hirsch Wolf ve Marcus
Jacob Schlesinger idi.
Yesevizade, Abraham Danon’un “Etudes Sabbatiens”
(Paris 1910) ve Salamon Rosane’nin “Karot ha Yahudim
be-Türkiah ve-Artsot hakedem” adlı kitaplarından derle
diği Sabataycı-Frankistlerle ilgili şu bilgileri vermektedir;
“Cinsi patoloji bakımından Jacob Frank’ın hasta ol
duğu şüphe götürmez görünmektedir. Bu hususta İsrailli
uzman Bychowski’nin ‘Psikiyatrinin ışığı altında Frank
ve mezhebi’ isimli bir çalışması vardır. Jacob Frank’ın her
çeşit vicdani kayıttan uzak ve bozuk ahlaklı birisi olduğu
muhakkaktır.
Almanya’nın Offenbach şehrini faaliyetlerinin mer
kezi yapan Frank, Selanikli Sabataycı Barukiya Ruso’nun
(Yani Müslüman adıyla Osman Baba, 18’nci Yüzyıl başla
rında Selanik’teki Radikal Dönmelerin-Karakaşiler’in-li
deri) fikirlerinin takipçisiydi. Onun Selanik’teki müritle
rini (yani Karakaşi’leri) yalandan tanımıştı. Nutuklarında
onu sık sık zikretmekteydi. Frank’ın kurduğu mezhep de
uzun bir müddet Dönmelerin sadece Katolik görünüşlü
ve özellikle radikal bir kolundan başka bir şey olmamıştır.
261
Selanik ve Varşova’daki bu iki mezhep arasındaki m ü
nasebetler herhalde 19’ncu Yüzyılın sonlarına kadar de
vam etmiştir.
1920’li yıllarda Viyana’yı ziyaret etmekte olan bir
Dönme, Yahudi bir dostuna, kendi cemaatinin Varşova’da
zahiren katolik olarak görünen bazı ailelerle irtibat halin
de olduğunu ifade etmişti.
Tarihi açıdan Dönmelerin (Sabataycıların) mevcudi
yetinin en mühim sonucu Jön Türk hareketi üzerindeki
tesirinden başka, işte bu Polonya Frankizm’ini doğurmuş
olmasıdır.
Frank, bir iyilik Tanrısının ve üç tane kötülük
Tanrısının bulunduğunu ve bu ölümlü dünyayı kötülük
Tanrılarının yarattığına inanıyordu.
O, her çeşit ahlâksızlığı, cinsi sapıklığı meşru gör
mekteydi. Vazettiği en büyük esaslardan birisi, aynen
Sabatay Sevi gibi, mutlak ve kati suskunluk, gizlilik ve ol
duğundan farklı görünmekti.
Frank, bütün geçmişi bir darbede silip süpürerek
dünyayı yeni baştan inşa etmeye imkân verecek evren
sel bir ihtilalin (Dünya İhtilali) hayalini kurmaktaydı.
(Bütün belirtiler Sabataycılık-Frankizm-Illuminizm ara
sında sıkı bağlar bulunduğunu göstermektedir.)
Sabataycı müminler kendilerini mevcut dinlerin hep
sinin ortadan kaldırılmasıyla doğacak yeni bir dünyanın
öncü kolu olarak görmekteydiler.
Fransız İhtilali, Sabataycı ve Frankistler’in, dini
ve eski ahlâkı yıkma projelerine uygulama sahası açtı!..
Nitekim Jacob Frank’m yeğen] erinin, Paris ve Strasburg’un
ihtilalci çevrelerinde faal bir rol oynadıkları bilinmekte
dir.
262
Avusturya gettoların Dönmeleri, kiliseden ve papaz
lardan nefret etmekte, onlara karşı büyük bir kin besle
mekteydiler. Onun için de Fransız İhtilalinin o devirde
moda olan Kilise aleyhtarlığını hararetle desteklemektey
diler.
18’nci Yüzyılda Offenbachdaki Frankistler tarafından
kaleme alınmış olan ‘İşaya’nın Kehaneti’ adlı eser dikkatle
incelenseydi, onların gerçekten ‘kurulu düzeni’ yıkmak
amacında oldukları tespit edilebilirdi.
1815’d en sonra, Prag ve Çekoslavakya’d a Dönmeler
(Frankistler) Yahudi cemaatine karıştılar. Örneğin,
Amerikalı ünlü Siyonist lider Hakim Louis Brandeis’in
(1856-1941) ataları bunlardandı.
18’nci Yüzyılın ikinci yansında Polonya’d an bir miktar
Sabataycı gelerek Selanikteki ‘Dönme’ cemaatine katıldı.
Öyle ki, ta 1915’de Selanikte kendilerine “Lehli” denilen
dönme aileler mevcuttu.
Batı ve Orta Avrupadaki Sabataycı harekete katılan ai
lelerin çoğu Yahudiliğin sinesinde kalmaya devam ettikleri
gibi, bunların sülalesinden gelen birçokları, 19’ncu Yüzyılda
bilhassa Avusturya’da meşhur fikir adamları, bankacılar ve
nüfuzlu siyasiler olarak yüksek mevkiiler edindiler.”
Polonya ve Almanya’daki ‘büyücülerin’ kariyerle
rini incelemek için Fransa’dakileri de gözönüne almak
gerekir. “Baron Von Offenbach” (Jakob Frank), “Saint-
Germain Kontu” ve “Kont Cagliostro”ımn ailelerinin
ortak bir yönü olduğunu, yani üçünün de Yahudi olduğu
nu görmüştük. Ayrıca bu üç şahsiyet de “Kabalist” ola
rak biliniyordu. İşin bir diğer ilginç yönü, üçünün de bir
süre Almanya’da yaşamış olmasıdır. Frank, ‘Baron Von
Offenbach’ sıfatı ile Frankfurt (Bu kent ünlü Yahudi ban
263
ker ailesi Rothschild’lerin ikametgâhı idi.) yakınlarında
bir yerde yaşarken, Cagliostro da Frankfurt’tan birkaç mil
ötede, bir yeraltı odasında ‘Stricte Observance’ tarikatına
kabul ediliyordu. Cagliostro’nun kariyerinin başlangıcın
da Frank’ın ülkesi Polonya’yı ziyaret ettiği bilinmektedir.
Kariyerleri birbirine çok benzeyen bu üç adamın aynı za
manda aynı yerde bulunması bir tesadüf müydü? Fransa’da
‘Kabalist’ büyücülerin birdenbire ortaya çıktığı bir za
manda, Almanya ve Polonya’d a da ‘Yahudi Kabalistlerin
ortaya çıkması basit bir tesadüf sonucu muydu? Martinez
Pasqually’in Kabalist ‘Illumines’ tarikatını 1754’de, Jakob
Frank’ın ise Zohar’cı tarikatını (‘A ydınlanmışlar’) 1755’de
kurması basit birer tesadüf olarak açıklanabilir mi?
O günlerde Avrupa’ya yayılmış olan büyücülerin çoğu
nu Ba’al Şems Tov ve J. Frank’ın müritleri oluşturuyordu.
Burada şu soru akla gelebilir. Ba’al Şems’in veya
Kabalistlerin masonik ve gizli örgütlerle ilişkisi olduğuna
dair bir delil var mıdır?
O tarihlerde ‘Bütün Yahudilerin Şefi’ olarak bili
nen Ba’al Şems’in bir Mason inisiyesi olduğu ve gizli
Örgütlerin lider kadrosu ile doğrudan ilişkisi olduğuna
dair kanıtlar vardır!..
Bu olağanüstü şahıs, ‘Londra’nın Ba’al Şemsi’ olarak
bilinen Hayinı Samuel Jakob Faik (Dr. Faik olarak bili
niyordu) adlı kabalistik bir Yahudi idi.
Faik veya Falkon 1708’de Podolya (Polonya) da doğ
muştu. Faik, Sabatay Sevinin müritlerinden biriydi ve
Podolya ‘daki Zoharcı’lar (Frankistler) ile temas halin
deydi.
Yahudi Ansiklopedisinde ‘Londralı Ba’al Şems’ şöyle
anlatılmaktadır:
264
“Falk’ın taumaturjik güçlere sahip olduğu
na ve gizli hâzineleri keşfedebildiğin e inanılırdı.
Archenholz (‘England und Italien adlı kitabında) Falk’ın
Brunschwick’te gerçekleştirdiğini iddia ettiği bazı muci
zelerden ve onun özel bir simya bilgisi olduğundan bah
seder.
Almanya’nın Westfalya eyaletinde Faik, bir büyü
cü olarak yakılarak ölüme mahkum edilmiş fakat o,
Ingiltereye kaçmayı başarmıştı. Faik, İngiltere’de büyük
bir saygı ve kabul gördü ve mucizeler gerçekleştiren bir
Kabalist olarak ün yaptı. İddialara göre, Londra’daki büyük
Sinagogda bir yangın başladığı zaman, o kapının yanında
ki sütuna dört İbranice harf (YHVH) yazarak bir felakete
mani olmuştu.”
1742 yılında H. S. Jakob Falk’ın, Podolya’d an
Londra’ya geldiğini görüyoruz. Müritleri tarafından o
bir Sabataycı olarak biliniyordu. Londra’ya varışından
bir m üddet sonra Falk’ın büyük bir zenginlik ve refaha
kavuştuğu ve hatta özel sinagogu olan bir eve taşındığı
görülmektedir.
‘United Synagogue’ (Birleşik Sinagog) da hâlâ m u
hafaza edilmekte olan günlüğünde ‘Epping Ormanlarına
yaptığı esrarengiz yolculuklardan, ormandaki gizli buluş
ma odalarından ve orada gömülü olan altınlardan bahse
dilmektedir.
Onun hayranları arasında uluslararası maceracı ve
Korsika Kralı olduğunu iddia eden Theodore de Stein da
vardı. Stein, Falk’ın alşimik deneyleri vasıtası ile elde etti
ği altınlarla tahtını geri almayı düşünüyordu.
Yahudi Hay yum Azulai (‘Ma’gal Tob’ adlı kitabında)
Faik’d an şöyle bahsetmektedir;
265
“1778 yılında Marchesa de Crone Londralı Ba’al Şems’in
ona Kabalayı öğrettiğini iddia ediyordu. Falk’m dostları
arasında acaip maceracı Baron Theodor de Neuhoff bu
lunmaktaydı. Fakat Falk’m en yakın dostları Yahudi banker
Aaron Goldschmidt ve oğlu idi. Faik, tefecilik ve spekülas
yon vasıtası ile büyük bir servet kazanmıştı.”
Dr. Adler, “The Gentlemans Magazine”in Eylül
1762 tarihli sayısında Falk’m adını anm adan bir Yahudi
Kabaliste ait korkunç hikâyeler anlatmaktaydı. Burada
Falk’tan ‘Hıristiyanlaşmış bir Yahudi ve’ dünyadaki
en büyük serseri ve hain’ diye bahsedilmekteydi. Aynı
yazıda Kabalistlerin kanlı keçi kurban ritüelinden de
bahsedilmekteydi.
Bütün bu açıklamalardan sonra okuyucu şu soruyu
sorabilir; Falk’m masonik veya gizli örgütlerle bağlantısı
olduğuna dair delil var mıdır?
Gerçekten de Yahudi Ansiklopedisinin Falk’la ilgili
maddesinde ‘Masonluk’tan hiç söz edilmemiştir.
Fakat Ba’al Şemse ait bir portre’de o, elinde bir'pergel
tutmuş vaziyette (‘Pergel’ ve ‘Gönye’ masonik sembol
lerdendir.) ve önünde ‘Süleyman’ın M ührünü (6 köşe
li yıldız) ihtiva eden bir masa ile birlikte resmedilmişti.
‘Davud’un Kalkanı’ da denilen altıköşeli yıldız, önemli
masonik sembollerden birisidir.)
“Royal Masonic Encylopaedia’tia Gül-Haç mensubu
Kenneth Mackenzie’nin Faik hakkında uzun ve detaylı
bir makalesi bulunmaktadır. Fakat burada Falk’m maso
nik bağlantılarına dair hiçbir kayıt yoktur. Acaba belirli
bazı iç masonik çevreler, Falk’m önemi dolayısıyla, onun
inisiye olmayanlara açıklanmasını istemiyorlar mıydı?
“Ars Quator Coronatorum” adlı masonik dergide
266
Gordon Hills, Falk’ın masonik harekette bir rol oyna
mış olabileceğinden bahsetmektedir. Hills’e göre, eğer bir
‘Yahudi Kardeş’ kabalistik öğretilerini ‘yüksek derecelere’
aktarmışsa, bunu yapabilecek kapasitede tek kişi Faik ola
bilirdi.
Faik, gerçekten de sıradan bir Mason değil, yüksek
dereceli bir inisiye idi.
Savalette de Langes ve Marki de Chefdebien ara
sındaki yazışmalarda, Savalette Londralı Ba’al Şems ile
ilgili olarak şunları söylüyordu;
“Bu Doktor Faik Almanya’da çok tanınmış bir şahsi
yettir. Her açıdan çok olağanüstü bir adam. Bazıları onun
‘Bütün Yahudilerin Şefi’ olduğunu söylüyor. “Memoirs of
the Chevalier de Rentzov” adlı kitapta onun bir Gül-Haç
mensubu olduğu belirtilmiş.
Onun, ‘Filozof Taşını arayan Mareşal de Richelieu ile
epey maceraları olmuş. ‘Gizli Bilimler,’ konusunda üstüne
kimse olmadığı söyleniyor. O, halen İngiltere’de. Baron de
Gleichen onun hakkında size bilgi verebilir. Frankfurt’tan
daha çok bilgi edinmeye bakın.”
Mektupta diğer şahsiyetlerle ilgili notlar arasında
yine Faildin ismine rastlıyoruz;
“12’nci dereceden ‘A mis Reunis’ üyesi ve Direktörler
Başkanı Prens Louis d’Harmstadt gençliğinde Falk’m öğ
rencisi olan bir Yahudi ile çalışmıştı.”
Bu yazışmalardan anlıyoruz ki, ‘Stricte Observance,’
‘Amis Reunis’ ve Philalethes örgütlerinin arkasındaki ger
çek inisiyelerin kimlikleri her zaman gizli tutuluyordu.
Falk’m öğrencilerinin ‘iç sırlara’ vakıf oldukları anla
şılıyor. Acaba bu öğrencilerden biri de Cagliostro muydu?
Cagliostro’nun İngiltere’d en aldığı herhangi bir kabalistik
267
belgeden esinlenmek yerine, Falk’tan talimat almış olma
sı daha muhtemel gözükmektedir.
Cagliostro’nun meşhur ‘Mısır Riti’114 gerçekte çok iyi
gizlenmiş Kabalizm’d en başka bir şey değildi!..
1770de ünlü Alman şairi Gotthold Ephraim
Lessing, Brunswick Dükü tarafından şehir kütüphanesi
ne atanmıştı. Falk’ın ünü Lessing’in kulağına da gelmiş
olmalıdır. Lessing, 1771 yılında Hamburgda bir Mason
locasına girdi ve 1778de meşhur masonik draması “Bilge
Natharí’i yayınladı. Bu eserde Kudüs şehrinde yaşayan
Yahudilerden hayranlıkla bahsediliyordu. Lessing ayrıca
bütün Alman Localarının Büyük Üstadı olan Brunswick
Düküne ithafen, beş adet -Masonluk üzerine yazılmış-
diyalog içeren bir kitap da yazmıştı. Kitap, “Ernst ve Faik,
Masonluk Üzerine Konuşmalar”115başlığını taşıyordu.
Lessing’in ünlü Yahudi Moses Mendelssohn ile olan
dostluğunun kitabındaki ‘Nathan’ karakterine ilham ver
diği iddia ediliyordu. Ama bu iddia oldukça şüpheli gö
rünmektedir.
Bu karakter Brunswickde mucizeler yaratan Faik
olmasın? Her halükârda diyaloglara baktığımızda bu ko
nuda şüphemiz kalmamaktadır!.. Burada Faik ismi açık
ça belirtilmekte ve Masonluğun yüksek sırlarına inisiye
edildiği iddia edilmekteydi.116
Ernst ve Faik arasındaki diyalog, Masonluğun arka
planındaki etkilere ışık tutmaktaydı.
268
Diyalogda Faik, Masonluğun her zaman varoldu
ğunu fakat başka isimler altında bilindiğini anlatıyordu.
Yine ona göre, örgütün gerçek amacı hiçbir zaman açık
lanmıyordu.
Falk’in diyaloglarda sorduğu Üginç bir soru vardı;
“Niye insanlar arılar veya karıncalar gibi hükümetsiz var
olamıyorlar?”
Faik daha sonra, Evrensel Devlet” (DÜNYA
HÜKÜMETİ) düşüncesini açıklar ve insanların millî,
sosyal ve dini önyargılara dayanmadan ve bölünmeden
yaşayabileceği büyük bir eşitliğe dayalı devlet ütopyasın
dan bahseder.
İlginçtir ki, “Dünya Devleti” “Evrensel Cumhuriyet”
gibi söylemler, Birinci Dünya Savaşı sırasında ve sonrasmda
Enternasyonal Sosyalistlerin ve Grand Orient (Büyük Doğu)
Masonlarının safları arasında sıkça duyulur olmuştu.
Peki Faik bir devrimci miydi? Faik bir Kabalist ve
yüksek dereceli bir Mason inisiye olabilir ama Fransız
İhtilalinin liderleri ile bir bağlantısı var mıydı?
269
sırasında görülen ‘Orleans’cı Komplo’nun arkasında
Yahudi gücü bulunmaktaydı.
Orleans Dükü Londra’da Faik’la temas halindeydi ve
Faik onun Fransa tahtını gaspetme teşebbüsüne yardımcı
olmuştu.
Böylece İhtilalin ‘baş-fesatçısı’ Orleans Dükünün ar
kasında ‘Bütün Yahudilerin Şefini görmekteyiz.
“Lor de Pitt”de anlatıldığı gibi, Orleans Dükü ihtilal
deki ayaklanmaları Faikın altınları ile finanse etmişti.
Fransız Monarşisine saldırı ile, İngiltere’deki Yahudi
çevreleri arasındaki bağlantıyı ortaya koyan yazarlardan
biri de Gordon Riots’dır.
1780’de Lord George Gordon Riots İngiltere’deki
Protestan çetenin önderliğini yapıyordu. Riots aslında bir
Yahudi idi ve ‘The Public Advertiser’ adlı dergide Fransa
Kraliçesi Marie Antoinette’yi suçlayıcı yazılar yazdığı
için hapse mahkum olmuştu.
Lord George Gordon’un 1786 yılında Londra’da
Cagliostro ile buluştuğu bilinmektedir. Fransa Kraliçesi
Marie Antoinette’in saygınlığını zedeleyen “Gerdanlık
Meselesi”117de bu çevreler tarafından tezgahlanmış ola
bilir miydi?
Görüldüğü gibi İngiltere Fransız Monarşisinin yoke-
dilmesine yönelik ‘fesafın ana üssü haline gelmişti.
---------------------- »
117 ‘Kraliçenin Gerdanlığı’ skandalini Cagliostro düzenletmişti. A. Du-
mas, bu olayı m onarşinin saygınlığını azaltmak için çevrilmiş bir ‘Ma
son dolabı’ olarak niteliyor.
270
ONALTINCI BÖLÜM
SABATAYCI-FRANKİST ELİT
271
yük bir servet sahibi olmuştu.
L obdur en büyük oğlu Israel Hönig (1724-1808)
Avusturya tütün tekelini elinde tutuyordu. Avusturya
İmparatoru II. Joseph bu tekeli 1784’te bir hükümet şirke
tine dönüştürdü ve Israeli şirketin müdürü yaptı. Böylece
Avusturya İmparatorluğu tarihinde ilk defa bir Yahudi (Israel
Hönig) bir devlet memuriyetine getirilmiş oluyordu.
İsrael’in tütün işindeki ortağı kardeşi Aaron Moses
(1730-1787) idi. Aaron Moses’in on çocuğu vardı ve
bunların hepsi Hıristiyan olarak vaftiz edilmişlerdi.
Israelin ise altı oğlu ve bir kızı vardı. Oğullarından biri
olan Leopold (1744-1815) Prag’ın Frankist cemaatının
önderi Jonas Wehle’nin kızı ile evlenmişti. Leopold faal
bir Frankistti. O, hahamların dinsel baskı yaptıklarından
şikayetçi olarak, polisten koruma istemişti. Leopold bu
şekilde bir hile ile hahamların otoritesini sarsmayı amaç
lıyordu. Leopold, Prag’da 32 sayfalık bir anti-semitik bro
şür yayınlayarak hahamlık kurumunu protesto etmişti.
Leopold Hönigsberg’in kayınbiraderi Rabbi Wolf
Eibeschutz, Jonas Wehle’nin diğer bir kızı ile evlendi.
Jonas Wehle (1752-1823) Prag’ın önde gelen aristokratla
rından biriydi. Yeğeni Gottlieb Wehle ünlü bir Sabataycı
idi. Gottlieb Wehle, diğer birçok Bohemya ve Moravyalı
Sabataycı gibi, 1848 devriminden sonra ABD’ye göç
etti. 1881 yılında arkasında bıraktığı vasiyet, Scholem’in
“The Messianic Idea in Judaism” kitabına konu olmuş
tur. Scholem’in kitabından G. Wehle’nin hakim Louis
D.Brandeis’in119 büyük amcası olduğunu öğreniyoruz.
L. D. Brandeis’in büyükbabası, Dembitz adını taşıyordu
ve faal Frankistlerden biriydi. Dembitz’in oğlu L. Naftali
Dembitz (1833-1907) Cumhuriyetçi Partinin 1860 yılı
119 L. D. Brandeis: 1930’lu yıllarda ABD’nin en yüksek federal yargıcı.
272
toplantısında Lincoln tarafından aday gösterilmişti.
Yargıç L. Brandéis, büyük bankerle çok içli dışlıydı ve
bilinçli, inanmış bir Siyonistti. Ünlü Yahudi banker Jacob
Schiff 1907 yılında “Bir insan hem gerçek bir Amerikalı,
hem de gerçek bir Siyonist olamaz ” dememiş miydi?
Brandéis ise “İyi bir Amerikalı olmak için iyi Yahudi
olmak, iyi bir Yahudi olmak içinse Siyonist olmak gere
kir” diyordu.
İlginçtir ki, bugün ABD’nin önde gelen üniversitele
rinden biri olan Brandéis Üniversitesinin kurucuları ve
yöneticileri şiddetli Hıristiyan düşmanı ve aşırı solcu ola
rak bilinmektedir.
J. Wehlenin kardeşi Aaron Beer Wehle (1750-1825)
Gottlieb Wehle’nin babası ve önde gelen Frankistlerdendi.
İlginçtir ki, yargıç Brandeis’in karısı da Frankist bir köken
den gelmekteydi. (Bu husus nasılsa G. Scholem’in gözünden
kaçmış) Brandeis’in ABD’deki Sabataycı-Frankist bağlantıları
onun yükselişinde çok etkili olmuştur. Brandéis, G.Wehlenin
torunlarından biriyle evlenmişti. Brandeis’in kızkardeşi ise
Felix Adler adlı bir yahudiyle evlenmişti.
Daha önce “Asyalı Kardeşler” adlı Illuminati locasının
Moses (Dobruşka) Schönfeld tarafından kurulduğundan
bahsetmiştim. Bu loca Viyanalı Sabataycı-Frankistlerin
toplantı yeriydi.
O tarihlerde Mason locaları Illuminati, Jakobenler ve
Frankistlerin sızdığı gizli toplantı yerleri haline gelmişti.
Bu gruplar masonluğu kendi devrimci doktrinlerini yay
mak için kullanıyorlardı.
Katz, bize Viyanalı “Asyalı Kardeşler” üyelerinin bir
çoğunun isimlerini vermektedir. Bunlar arasında Hönig
ailesi ve Nathan Adam Arnstein (1748-1838) bulunmak
273
tadır. Arnstein, Berlin li Isaac Daniel Itzig’in kayınbirade
riydi. Itzig, aynı zamanda Berlin’deki “Friedlaender Özgür
Yahudi O kulunun da kurucularından biriydi.
Itzig, Prusya Kralı IL William’in mali danışmanıydı. (F.
William daha veliaht- prens iken Berlin Illuminati demeği
nin bir üyesi olmuştu)
Daha önce sözünü ettiğim “Asyalı Kardeşler”
Illuminati nin bir yan kuruluşuydu ve Prag, Innsbruck,
Berlin, Frankfurt ve Hamburg’d a locaları vardı. Itzig,
Berlin’deki “Asyalı Kardeşler’in bir üyesiydi.
Arnsteinin kaymbiraderi Bemhard von Eskeles (1753-
1839) de Viyana locasının bir üyesiydi. Eskeles, Itzig’in kız-
kardeşi Cecelia ile evlenmişti. Arnsteinin karısı Barones
Fanny olarak bilinmekteydi. Kızı Charlotte, Mettemich’in
baş bankeri Leopold Edler von Hertz’in karısı oldu. Kuzeni
Leopold ve beş çocuğu ise 1819 yılında Hıristiyan oldu.
IL Frederick William tahta geçince, Illuminati geçmişini
unutturmaya çalışarak, kendisini Gül-Haç mistisizmi ile ilgili
araştırmalara verdi.
1790’d a Berlin’in önde gelen yahudi finansörleri ta
rafından “Tolerans Locası” kuruldu. Bu loca kendisini
Almanya Büyük Locasına kabul ettirmek istediyse de baş
vurusu reddedildi. Ancak banker Itzig Kral William’d an
bir tasdik mektubu alabildi.
Katz, “Illuminatizm”kelimesinin sosyal ve politik aşı
rılık anlamına geldiğini belirtmektedir.
Prusya Kralı örneğinde olduğu gibi, Illuminizm fel
sefesini savunanlar dışardan muhafazakar görüşleri savu
nur gibi görünmelerine rağmen, aslında içten radikal gö
rüşlere sahiptiler. Aslında “Aydınlanma” ve “Illuminizm”
eşanlamlı kelimelerdi.
274
Prusya Kralı William “aydınlanmış” bir örgütün başın
da bir “Magus-Kral” gibi ruhsal ölümsüzlüğü arıyordu.
Prusya Kralının örnek aldığı monarşi, Pers
İmparatorluğunu yöneten I. Kavad (449-531) idi. Kavad,
soylularla devamlı bir çatışma içindeydi. O, bu krize si
yasi bir çözüm bulabilmek amacıyla komünist öğretiyi
yayan Mazdak’tan yardım istemişti. Mazdak, soylulara
karşı bir gerilla savaşı başlattı ve Pers İmparatorluğunu
bir sınıf savaşının içine soktu. Kavad, oturduğu yerden
zevkle Mazdakçıların büyük ekonomik merkezlerde soy
luların polisini ve ordusunu yok etmesini izledi. Sonunda
Mazdak galip gelerek bütün soyluların mallarına, mülk
lerine, paralarına el koydu ve onların karılarım taraftar
larına dağıttı. Mazdak inancına göre yalnız mal ve mülk
değil, eşler de ortak olarak kullanılıyordu.
Mazdak ayaklanması sırasında Yahudiler servetle
rini işlerini, yaşamlarını, kızlarını ve karılarını kaybetti
ler. Bütün ümitler kaybolmuş gibi görünürken, Yahudi
Cemaati Başkanı (Sürgündeki Prens) II. Mar Zutra, Yahudi
cemaati üyelerini silahlandırmaya ve organize etmeye mu
vaffak oldu. Mar Zutra’nm ordusu ayaklanmacıları dur
durmayı başardı ve onları yendi. Mar Zutra’nm başarısı
Mazdakileri büyük bir ümitsizliğe sürükledi. Mazdakilerin
Zutra’yı şatosunda öldürme teşebbüsleri de başarısız oldu.
En sonunda (520 yılında) Mar Zutra’nm ordusuna ağır
kayıplar verdirdiler ve onu yakalayıp, idam ettiler. Mar
Zutra’nın idam edildiği gün karısı III. Mar Zutra’yı doğur
du ve doğumun hemen akabinde Kudüs’ü terketti.
III. Mar Zutra Yahudi Tarihine “Kudüs
Talmud’unun Editörü” olarak geçti. Babası II.Mar
Zutra ise diaspora’da “Komünizmle Mücadele eden
Yahudi Prensi” olarak tarihe geçti.
275
IL Mar Zutra’nın ölümünden dokuz yıl sonra, Kavad
ve oğlu Chosroes, Mazdakların yokedilmesi için bir fer
man yayınladılar. Bunun sonucunda Mazdak asıldı ve
Komünist terör de sona erdi. Şimdi artık Kavad’ın krallığı
birleşmiş ve soylulardan gelen tehdid de ortadan kalkmıştı.
Komünizm, Kavada çok faydalı bir şekilde hizmet etmişti.
Prusya Kralı Frederick William ve Avusturya Kralı II.
Joseph, yukarda anlatılan politik oyunlara benzer bir oyun
oynayarak -k i bu oyunun başaktörleri Sabataycı-Frankist
elitti- Fransız Devriminin şartlarını hazırladılar.
Berlin’deki “Asyalı Kardeşler’i Itzig ailesi yönetiyor
du. Bu aile evlilik ve sosyal çevreleri vasıtasıyla 18. Y.Y
sonu ve 19. Y.Y başındaki bütün Illuminist-Frankist poli
tik entrikalara karışmıştır.
Isaac Daniel Itzig (1750-1806) Daniel Jaffe’nin (1723-
1799) oğluydu. Itzig’ler banker bir ailenin üyeleri olmakla
beraber, aynı zamanda Kraliyet Prusya’sının gümüş teda
rikçisi idiler. Daniel, banker-tüccar H. Ephraim (1703-
1755) ile beraber “Yedi Yıl” savaşı sırasında çıkardığı ma
deni paralarla hem enflasyonun fırlamasına sebep olmuş,
hem de Prusya hükümetinin savaşı yürütebilmesine yar
dımcı olmuştur.
Daniel’in kızı Leah, B. Seligman (1771-1815) ile
evlenmişti. Seligman, Felix Adler’in solcu “Etik Kültür
Cemiyeti’nin başkanı idi. Adler kendisini “özgür düşün
celi” olarak adlandırıyordu ama aslında tam bir ateistti.
Daha önce bahsettiğim Felix Adler’in karısı, Louis
D. Brandeis’iıı baldızı ve Varşovalı Joseph Goldmark’m
(1819-1881) kızıydı.
Goldmark, 1848 devriminde rol almış radikal bir
komünistti. O, Öğrenci Birliği başkanıyken Avusturya
276
Savaş Bakanı Latour’un öldürülmesi komplosuna ka
rışmıştı. Goldmark yakalanmamak için ABD’ye kaçtı.
Avusturyada gıyaben yargılanarak, Latour’u öldürmek
suçundan idama mahkum edildi.
1868’de marxist radikaller Avusturya yönetimini ele
geçirince, Avusturya’ya geri döndü. Latour’u öldürme su
çundan aklanarak beraat etti.
Joseph, Frankist Gottlieb Wehle’nin kızıyla evlendi.
Oğlu Henry (1857-1942) Panama kanalının havuzlarını
tasarladı. Kızkardeşi Pauline (1874-1962) “Ulusal Tüketici
Derneği’nin sekreteri idi.
Daniel Itzig’in kızı Blümchen (1752-1814) ünlü
filozof Mendelssohn’un dostları çevresinden David
Friedlander ile evlendi.
Friedlander, Tora’yı (Tevrat’ı) Almanca’ya çevirerek
“Biur” sapkınlığına katıldı. Naftali Herz Weisel (1725-
1805) ise “Biur’un Leviticus yorumlarım yayınladı.
Weisel, Rabbi Jonathan Eibeschutz seminerlerinin
bir müdavimi idi. Bu seminer 1726 yılında sabataycı öğ
retilerinden dolayı hahamlıkça yasaklanmıştı.
Talmud yorumcusu Rabbi Jacob Joshua Falk (1680-
1756) 1752 yılında Eibeschutz’u musevi cemaatinden tar-
detti.
Weisel 1782 yılında “Divrei Sholom V ’E met” (Barış
ve Gerçeğin Sözleri) adlı bir kitap yayınladı. Fakat Berlin
Başhahamı Rabbi H. Lewin kitabı yasakladı.
Bunun üzerine Itzig ailesi kitabı serbest bırakması
için Lewin’e baskı yapmaya başladı.
Arnstein ler Weisel’i Trieste musevi cemaati mensup
larıyla tanıştırdılar ve filozof Mendelssohn’un “Biur” pro
jesine fınansal yardımda bulundular.
277
Rabbi Wertheimer (1658-1724) 1694-1704 yılları ara
sında Avrupanm en zengin yahudisi olarak biliniyordu.
Wertheimer, İmparator I. Leopold’un mali yöneticisiydi.
Ayrıca İmparator I. Joseph ve VI. Charles’m da diploma
tik misyonlarını yürütmekteydi. Bu yüzden Wertheimer’a
“Judenkaiser” (Yahudi İmparator) deniyordu.
Arnstein’lar ve Eskeles’ler siyasi devrimi amaçla
yan gizli politik entrikalara katıldılar ve aktif Illuminati
üyesiydiler. Bunların operasyon merkezi Vivana’daki
“Asvalı Kardeşler” locası idi.!!!
Bu loca İmparator II. Joseph’in yahudi asimilasyonu
nu hızlandıran “Toleranz-Patent”i (Tolerans Fermanı)
yayınlamasına neden olmuştu.
“Toleranz-Patent” entrikası isimsiz bir kişi tarafından
ifşaa edilmişti. Tarihçilere göre bu isimsiz yazar Bernhard
Eskeles idi. Bu, II. Joseph’in “Toleranz-Patent”i yeniden
gözden geçirmesine neden oldu. 1788’de İmparator Joseph
Yahudilere “aydınlanmış” imparatorluk yasaları haricinde
ki yasa ve törelerden uzak durmalarını emretti.
Bernhardin kızkardeşi Lea’nın adı Prusya casusluk
skandalına karışmıştı. Bernhardin karısı Cecelia ve kız-
kardeşi Barones Fanny von Arnstein, Viyana sosyetesini
sarsan balo salonları açtılar. Fanny, Mozart’la tanışmak
fısatım buldu. Cecelia ise Illuminist, hümanist Goethe ile
flört ediyordu. Ceceîia’nın baldızı, Lea Günther düzenli
olarak Goethe ile mektuplaşmaktaydı.
Viyana Kongresi sırasında Metternich, Hardenberg ve
Talleyrand yukarda adı geçen balo salonlarında dans ettiler.
Bu salonlar aynı zamanda politik entrika merkezleriydi.
Cecelia’nın kızı Henrietta, ailece Hıristiyanlığa dön
müş yahudi banker Pererra (1774-1835) ile evlenmişti.
278
Arnstein ve Eskeles aileleri Fransa ve Bavyera’ya kar
şı ayaklanan Tirol’lü köylüleri finanse ettiler. Arnstein ve
Eskeles bankacı aileleri 19.Y.Y başlarında Rothschild’lerin
rekabeti karşısında dayanamayıp iflas ettiler. Yine bu sıra
larda Yahudi inançlarından tamamen kopmuş olan bu ai
leler Hıristiyanlığa döndüler. Örneğin; Cecelia Eskeles’in
bütün ailesi 1824 yılında vaftiz oldu.
“Asyalı Kardeşler” localarına Frankist rit’lerin egemen
olduğu kesindir.” Asyalı Kardeşler” locaları Hıristiyan sem
bolleri kullanıyorlardı ama Prof. Scholeme göre, tarikata sa-
bataycı düşünce yapısı egemendi.
Viyana’daki A.K locası kurucusu Dobruşka’nm
ölümünden sonra, Sabataycı-Frankist ve filozof
Mendelssohn’un çevresinden, Viyana locasının aktif üye
lerinden Ephraim Joseph Hirschfeld (1755-1820) onun
yerine geçti. Flirschfeld, “merkezi manevi sütun” diye
anılmaktaydı. O, Kabala ile uğraştığı için müslümanlı-
ğm, yahudiliğin ve katolikliğin ötesinde “tek, gerçek ve
evrensel bir din” e ulaştığını iddia ediyordu. 1792’den
1820 yılındaki ölümüne kadar, Hirschfeld Sabataycı-
Frankistlerin Almanya’daki merkezi olan Offenbach şeh
rinde yaşadı. Hirschfeld’in yakın arkadaşı tarihçi Franz
Joseph Molitor da Viyana locasındandı.
Molitor (1799-1860) 1812’de Frankfurt’taki Illuminati
locasındaki Yahudi-Masonların başkanı oldu.
Molitor, Hirschfeld ve A.K tanıtmak için uğraş-
tıysa da bu teklifi loca tarafından reddedildi. Bu loca,
Illuminati’nin Paris Grand-Orient Locasına bağlı olarak
çalışıyordu.
Molitor, Frankist Jonathan Eibeschutz’a büyük bir
saygı duyuyordu ve bu nedenle Moses Schönfeld’in
279
Eibeschutz’un torunu olduğunu iddia ediyordu. Aslında
bunun tam olarak doğru olmadığı biliniyor. Sabataycı -
Frankist aile bireyleri arasında cinsel ilişki normal kabul
edildiği için, Schönfeld’in Eibeschutz’un gayrimeşru to
runu olması mümkündür. Wolf Eibeschutz’un Brno’daki
Dobruşka ailesini ziyaret ettiği bilinmektedir. Frankistler
arasında zina çok sık rastlanan bir durum olduğu için,
yukarda bahsedilen akrabalık ilişkisinin doğru olma ihti
mali vardır. O zamanlar en saygın bilinen hahamların bile
gizli Sabataycı olduğu bilinmektedir.
BuihtimaligüçlendirenbirbaşkaolaydaEibeschutz’un
etkilediği çevre ve locadır. Eibeschutz’un nihilist ve her
türlü ahlak kurallarına karşı çıkan kitabı "V'Avo Hayam
El Haayin”(Ben Bugün Göze Yaklaşacağım)i özellikle bu
rada belirtmek gereklidir.
Buradaki “göz” “Aydınlanma”nm (Illuminati’nin)
gözüdür.
Eibeschutz’un kitabındaki sinsi ifadeler, Weishaupt’un
“Illuminati” örgütünde gerçek anlamını bulmuştur.
Illuminati örgütünün kullandığı semboller arasında yer
alan “Her şeyi Gören Göz” ve “Daire içindeki Nokta”
(Seksüel Anarşinin ve Doğurganlığın Sembolü) gibi sem
boller bunun en tipik örneğidir.
Bunlar bugün masonluğun hâlâ kullandığı semboller
arasında yer almaktadır. Bu semboller, Illuminati örgütü
nün temellerini oluşturan Sabataycı-Frankizmi ve Platonik-
Komünist düşünceleri anlatmaktadır.
Illuminati üyesi Brunswick dükü Friedrich gibi (Dük,
ölüm yılı olan 1792’e kadar Viyana’daki Asyalı Kardeşler
Locasının ana sponsoru olarak kalmıştır) Rothschild’ler
de Illuministik-Alman-Yahudi Masonluğu vasıtasıyla
280
bütün localarda kontrolü ele geçirmeye başlamışlardı.
Rothschild’ler başkatipleri -k i Berlindeki Itzig’d en
yardım almaktaydı- Sigmund Geisenheimer vasıtasıy
la “Illuminati Tolerans Locası”m ve Paris’teki “Grand-
Orient Locası”nı kullanıyorlardı. Geisenheimer, “Mayence
Masonik Illuminati Locası”nın bir üyesiydi ve Frankfurt’taki
“Judenlogemn (Yahudi Locasının) kurucusuydu. Bu loca
üyeleri Frankfurt Başhahamı Zvi Hirsch Horowitz tarafından
musevi cemaatinden tard edilmişlerdi.
Daha sonra Rothschild’ler de “Judenloge’ye katıl
mışlardı. Solomon Mayer (veya Meir) Rothschild (1774-
1855) de Viyana’ya taşınmadan önce kısa bir süre bu lo
canın üyesi olmuştu.
Frankistler 1786 yılında Frankfurt varoşlarından biri
olan Offenbach’da örgütlenirken, Frankfurt cemaatinin
kimliği bilinmeyen bazı hayırseverlerinden yardım al
mışlardı.
Rothschild’lerin doğrudan Frankistlerle ilişkisi olduğuna
dair bir belge bulunamamıştır. 1791 yılında Sabataycı Mesih
Frank öldüğü zaman, A. Mayer Rothschild (Rothschild kar
deşlerin en büyüğü) 18 yaşındaydı ve kardeşlerin en genci
olan James ise daha doğmamışü.
Frankfurt Locasının kuruluş yıllarında “Judenlogemn
üç aktif üyesi öne çıktı. Bunlar; Gersenheimer, Michael Hess
ve Justus Hiller idi.
Michael Hess, M. Amschel Rotschild’in çocuklarına
öğretmenlik yapıyordu.
Sigmund Gersenheimer, “Reformcu Yahudilik” oku
lunu kuran hayırseverlerden biri olarak bilinir.
Frankfurt “Judenloge”, Reformcu Yahudilik hareketi
liderlerinin bir karargahı gibiydi.
281
1848 devrimi sırasında, Abraham Geiger’in devrimci
arkadaşı Berthold Auerbach ve reformcu G. Salamonu
bu locanın üyeleri arasında görüyoruz.
Justus Hiller bu locanın konuşmacısıydı. Locanın ku
ruluş aşamasında Frankist öğretilerin ağır basması sonu
cu, ahlakdışı düşüncelere doğru bir eğilim gözlenmiştir.
J. Hiller, Westfalyali banker Israel Jacobson (1768-
1828) ile birlikte Fransız “Sanhedrin”in delegesiydi.
Jacobsona “İsrail’in çocuğu Jakoben” denmek
teydi. Jacobson, Frankist A. K. tarikatı sponsoru olan
“Illuminatus” Brunswick düküne hizmet etti.
Jacobson, Westfalyah bir banker olarak Napolyonun
mali ajanlığını da yaptı. Bunların haricinde Jacobson re
formcu Yahudi hareketinin hahamı olarak bilinir.
17 Temmuz 1810’d a Jacobson reformcu Yahudi ayin
lerinin içine Hıristiyan unsurlar da kattı. Bu uygulama
larda filozof Mendelssohhun etkisi büyüktü.
Jacobson birkaç yıl sonra, Berlin’e taşındı. 1815’de
orada ilk Reform Sinagogunu açtı.
Bunlar Yahudilik içindeki Reformcu ve Muhafazakar
kanatlar arasında düşünce farklılıklarını ortaya koyan
oluşumlardı.
Jacobson’dan günümüze değişen fazla bir şey
olmamıştır. Reformcu Yahudi gruplar Yahudiliği
Hıristiyanlaştırma ve Hıristiyanlığı Yahudileştirme yoluy
la “bütün dini sistemleri yoketmeye” çalışmaktadırlar.
Jacobson, Aaron Chorin (1776-1844) onu destekleme
ye başlamasından sonra, reform hareketini başlatmıştı.
Chorin bir Sabataycıydı ve bütün kirli işlerini
Macaristan’d a açtığı Reformcu Sinagogundan yürütüyor-
282
du. O, Yom Kipur’120daki “Kal Nidre” törenini kaldıra
rak, Hıristiyanlarla evliliği ve asimilasyonu savunmaya
başladı.
Frankist elitlerin bir listesini yapmak ve onları derin
liğine incelemek, birkaç cildi doldurabilir.
Scholem kitabında 1820 yılı civarında Frankistlerin
yeraltına çekildiğinden bahsetmektedir. Onların takipçi
leri Sabataycı ailelerin elindeki gizli yazıları ve belgeleri
toplamışlardı.
1845’de Woltgang Wessely “Bir Sabataycının
Mektupları’nı yayınladı. Bu kitapta Prag’daki sabataycı fa
aliyetlerden bahsedilmekteydi. Yıllar geçtikçe Frankistlerin
ekonomik ve entellektüel durumları iyileşmeye ve güçlen
meye başladı. Onlar fabrikalar kurmaya ve masonik örgüt
lerde aktif roller almaya başladılar. Frankistlerin 9 Av’da
gizlice toplanarak yahudi bayramını kutladıkları bilinmek
tedir. Frankistlerin harekat merkezi zamanla Frankfurt-
Offenbach’d an önce Prag’a sonra da Varşova’ya kaydı.
Varşova’daki Frankist’ler Katolik aileler gibi gö
rünüyorlardı ve bunların II. Dünya Savaşı’na kadar
Türkiye’deki Dönme-Sabataycılarla ilişkisi vardı.
Bilindiği gibi Dönmeler İttihat ve Terakkinin kuru
luşunda ve Jön-Türk hareketinde çok faaldi.
Polonyalı şair Adam Mickiewicz (1795-1855) Frankist
bir aileden geliyordu ve radikal siyasi görüşleri yüzünden
284
Frankistlerin ABD’de en faal oldukları şehirlerin ba
şında Boston, NewYork, Washington ve San Francisco
gelmektedir.
ABD’deki Frankistler arasında çok ünlü kişiler, ünlü
diplomatlar, senatörler, valiler ve din adamları bulun
maktadır.
Frankistler daha çok “Reformcu Yahudilik” çevre
sinde toplanmış olarak görünmekle beraber, onları m u
hafazakar yahudiliğin üst kademelerinde de bulmak ka
bildir. Reformcu din adamlarından Maurice Eisendrath
ve Muhafazakar din adamı Abraham Joshua Herschel
onlardandır. Eisendrath, her zaman Komünizm davasına
hizmet etti ve Siyonizm hareketini sabote etmeye çalış
tı. Herschel ise “Yeni Sol” hareketinin organı Ramparts
Magazinede muhtelif makaleler yazdı.
Herschel’in“The Prophets” adlı kitabı gizli-Sabataycıların
iki yüzlülüğünü yansıtır. Bu kitap Frankist elit tarafından çok
tutulmuştur.
Frankistlerin ABD’de egemen olduğu diğer Yahudi
örgütlerden bazıları şunlardır; Anti-Defamation League,
The American Jewish Congress ve Federations of Jewish
Charities.
Almanyadaki Sosyalistler ve Komünistler Frankist
elitleri kendi çıkarları için kullandılar. Fakat Nasyonal-
Sosyalistler, Frankistleri diğer Yahudiler gibi irken yalıudi
saydıkları için dışladılar.
Frankistlerin Illuminati ve Mendeîssohn’un Haskala
Hareketi ile ilişkileri konusunda bir fikir verebildiği
mi sanıyorum. Frankistler Mendelssobn’un öğretile
rinden etkilenmişlerdi. Mendelssohn’un takipçilerinin
Jakobenlerle ilişkisi vardı. Illuminist-Frankist aileleri iz
285
lediğimizde onların Reformcu ve Muhafazakar hareketle
rin oluşumunda rol aldıklarını ve bazı büyük elit Frankist
ailelerin “Bund der Gerechten” (BdG) (Adı daha sonra
1848 devriminde “Komünist Parti’ye çevrilmiştir.)’in iç
çekirdeğini oluşturduğunu görüyoruz. Böylece dünyada
ki ilk Komünist Partisi oluşumunda Yahudi-Frankistlerin
rol aldığını tespit edebilmiş oluyoruz. BdG> 1848 devri
minde çok önemli bir rol almıştı.
286
ONYEDİNCİ BÖLÜM
ROTHSCHİLD’LERİN
SABATAYCI MESİH
J. FRANK’LA İLİŞKİSİ
287
ONSEKİZİNCİ BÖLÜM
BAVYERA AYDINLANMIŞLARI
(ILLUMİNATÎ)
Illuminatinin Kökenleri:
288
Peki bu doğulu mezhepler nasıl olmuş da Bavyeralı
bir profesöre kadar ulaşmıştı? Bazı yazarlara göre bunları
‘Cizvitler’ getirmişlerdi. Weishaupt’un Cizvitler tarafından
eğitilmiş olması, Illuminati nin esin kaynağının onlar oldu
ğu konusunda delil olarak ileri sürülmektedir.
Weishaupt, Cizvit rejiminin özellikle otoriter yapışım ve
yöntemlerini benimsemişti. Ama bunu kendi görüşleri doğ
rultusunda -ki bu Cizvitlerin Hıristiyan dünya görüşlerinin
tamamen zıddı idi- kullanmıştır.
Barruel, “Mémoires sur le Jacobinisme” adlı kitabın
da Cizvitlerin dini itaatları ile ‘Uluminist’ itaat biçimi ara
sında büyük bir fark olduğunu ileri sürmektedir.
Bilindiği gibi ‘kesin itaat’ ve ‘birinin iradesine tama
men teslim olmak’ gibi kavramlar bütün askeri disipli
nin temelini oluşturur. Cizvitler, başlarında bir General
olan askeri bir tarikat olarak, tam bir askeri disiplinle
yetiştiriliyorlardı. Fakat Weishaupt’un sistemi bunlardan
tamamen farklıydı. Askerler ve Cizvitler, aldıkları emir
doğrultusunda ne yapacaklannı ve hedeflerini bilirken,
Weishaupt’un takipçileri bilinçli olarak hazırlanmış al
datmacalarla, bilinmeyen bir hedefe doğru yol alırlardı.
İşte bu, şerefli ve şerefsiz gizli örgütler arasındaki farkı
ortaya koymaktadır.
Gizli örgütlerin arkasında ‘Cizvit entrikası var,’ iddi
ası, aslında gizli cemiyetlerden kaynaklanıyordu ve amacı
kendi izlerini örtbas etmekti.
Cizvitler, Tapınakçılar ve Illuminati’nin aksine 1793
yılında -hem de hiçbir adil yargılanma yapılmaksızm-
kapatıldı.
Cizvitlerin dostu olduğu hiç söylenemeyecek olan
Marki de Luchet, cizvitlerin hedeflerinin Illuminati ve
289
Masonlukla aynı olduğu iddialarının gülünç ve saçma ol
duğunu ileri sürer ve üç örgütün de çok farklı amaçlarla
kullanıldığından bahseder.
Ayrıca şu soruyu da sormak gereklidir; Cizvitlerin
monarşilere ve kiliseye karşı bir fesadın içinde olmala
rını gerektirecek ne gibi sebepler olabilirdi? Cizvitler ki
lise ve prensler vasıtasıyla devlet üzerinde etkinlik sağ
lamadılar mı? Şurası çok açık bir gerçektir ki, dinsiz bir
Cumhuriyette din adamlarının bütün güçleri yokedilmiş
olacaktı.
Gerçekte Cizvitlerin kapatılması ile eski rejim, dev
rim dalgalarına direnebilecek son engeli de ortadan kal
dırmış oluyordu.
Weishaupt’unesinkaynağıneydi?BarruelveLecoutelx
de Canteleu’nun araştırmalarına göre, 1771’de Jutland’lı
Kölmer adlı bir tüccar -ki Mısırda uzun yıllar kalmış ve
Avrupaya dönüşünde doğuda öğrendiği Maniheizme da
yanan gizli bir doktrini geliştirmişti- Fransa’ya giderken
Maita’ya uğramış ve burada Cagliostro ile buluşmuştu.
Bu buluşma halk arasında büyük bir hoşnutsuzluk
yarattığı için Kölmer, ‘Malta Şövalyeleri’ tarafından ada
dan kovularak, Avignon ve Lyons kentlerine gitmişti.
Buradaki ‘Illumine’ler arasında birkaç taraftar bul
muş ve aynı yıl Almanya’ya giderek orada Weishaupt’la
karşılaşmıştı. Kölmer, Weishaupt’u gizli doktrininin bü
tün sırlarına inisiye etmişti. Barruel’e göre, VVeishaupt beş
yılını sistemi üzerinde düşünmekle geçirmiş ve sonunda
1 Mayıs 1776’da ‘Illuminati’ ismini bulmuştu. Weishaupt
kendine de ‘Spartacus’ takma adını uygun görmüştü.
Kölmer’in gizli kabalistik Yahudilerden biri olma ih
timali de yüksektir. Kölmer adı, çok iyi bilinen bir Yahudi adı
290
olan ‘Calmer’in biraz değiştirilmiş bir versiyonu olabilir.
Lecoutebc de Canteleu’ya göre Kölmer ve -
Cagliostro’nun büyük saygı ve hayranlık duyduğu- sim
yacı Altotas aynı kişiydi. Gizli örgütlerin hiç değişmeyen
bir kuralı vardır; Gerçek yöneticiler hiçbir zaman asıl
kimlikleri ile ortaya çıkmazlar!..
Şayet Kölmer ve Altotas aynı kişiler ise, onun bir
Yahudi ve Kabalist kimliği ile değil, Ortadoğu’daki gizli
bir cemiyetin -muhtemelen İsmaililer’in - bir inisiyesi
olarak ortaya çıkmış olması çok mümkündür.
Lecouteuhc de Canteleu, Altotas’ın bir Erm eni ol
duğunu ve sistem inin Mısır, Suriye ye İran’d an alın
dığını belirtir. Canteleu’nun açıklamaları, Barruel’in
Kölmer’in M ısır’dan geldiği ve düşüncelerinin tem e
linde ‘Maniheizm’ olduğu şeklindeki açıklamaları ile
uyuşmaktadır.
‘Spartacus’ arkadaşı ‘Cato’ya ‘Gheber’ler ve ‘Farisiler’e da
yanan eski bir sistemi yeniden canlandırdığını yazıyordu.124
Gheber’ler, Abdullah İbni May mun’un gerçek des
tekçisi olan mezheplerden biriydi. Weishaupt (Spartacus)
yazısına şöyle devam ediyordu;
“Gizemler ve yüksek derecelerdeki alegoriler “Ateşe
Tapınma” ve “Zerdüşt” felsefesi ile ilgilidir. Bu sebepten
ileri derecelerde tarikatı, Ateşe Tapanlar,’ Ateş Tarikatı’
veya ‘Pers Tarikatı’ olarak adlandırmak uygundur.”
Aynı zamanda ‘Illuminati’ Pers takvimini125 kabul et
mişti.
Aslında Weishaupfun sistemi kısmen Maniheizm’e,
yani sapkın Zerdüştlüğe dayanıyordu. Maniheizm de
291
Batıni ve Fatimi metodları gibi doğulu bir kişi tarafın
dan Weishaupt’a getirilmişti. Weishaupt’un organizasyon
plânı ile Abdullah ibni Maymunun plânı, siyasi entrika
açısından olağanüstü bir benzerlik gösteriyordu. Bu se
bepten Weishaupt’un sisteminde ne Yahudi ifade tarzına,
ne de kabalistik efsanelere ve Martinistler’in mistik ha
yallerine yer yoktu. Teozofınin bütün formları, okültizm,
spiritüalizm ve maji konusunda Weishaupt hiçbir şey
söylemiyor ve bütün bunları son derece küçük görüyordu.
Bu sebeplerden Gül-Haç Masonları Illuminati’yi Cizvitler
gibi düşmanları arasında sayıyorlardı. Weishaupt’un sis
teminde ne Gül-Haç derecesi, ne de diğer masonik de
receler mevcut değildi. Tarikatın ifadelerinde rastlanı
lan ‘Gizemler’ (Büyük ve küçük gizemler şeklinde) eski
Mısır’d an alınmış olmakla beraber, yüksek inisiyelere
verilen “Epopte” ve “Hierophant” unvanları ‘Eleusis’
Gizemlerinden alınmıştı.
Weishaupt’un sisteminin içine nüfuz ettikçe, bu
nun hiçbir dini kaynakla -yani ne Pers, ne Mısır veya
Hıristiyanlıkla- ilgisi olmadığını görüyoruz. Kullanılan
bütün formüller, materyalist amaçlarla toplumun kurulu
düzeninin yıkılmasına yönelikti.
Illuminizm’de gerçekten eski yıkıcı bir düşünce
yeniden canlandırılmıştı ve bu organizasyon metodu
da doğudan ithal edilmişti. Illuminati yazışmalarında
‘Uluminizm’ daima bir dairenin içindeki nokta ile sem
bolize ediliyordu.
Weishaupt’a göre bütün sistem kendi dehasının ve
çalışmasının ürünü idi. O sebepten en üst yönetim sadece
onun elinde olmalıydı!..
Barruel, Robison’un Illumizmi Masonluktan çıkmış
bir düşünce olarak belirtmesini büyük bir yanlış ola
292
rak nitelendirir. Gerçekten de Weishaupt tarikatını ku
runcaya kadar Mason olmamıştı. Weishaupt’un 1777 e
kadar Masonluğa giremediği doğrudur. (Bilindiği gibi
‘Illum inati’ 1776’d a kurulmuştu) Weishaupt, Münih’teki
‘Théodore de Bon Consei’ Locasına kabul edilmişti.
Weishaupt Masonluk hakkında araştırmalar yaparken
bile, kendisinin daha üstün bir bilgiye sahip olduğuna
inanıyordu.
Bir Mason olan Mirabeau,126 Berlin’i ziyareti sı
rasında (1786) Illuminati tarikatına kabul edilmişti.
Mirabeau hatıralarında Weishaupt’tan hiç bahsetme
mesine rağmen, ‘Histoire de la Mo-narchie Prusienne’
(Prusya Monarşisinin Tarihi) adlı kitabında ‘Bavyera
Illuminatisi’nden ve Weishaupt’tan bahsetmektedir. Bu
kitapta da Illuminati’nin Masonluktan doğduğu iddia
edilmekteydi.
Mirabeau, Illuminati tarikatının en büyük hedefinin
mevcut hükümet ve yasa sisteminin ıslahı’ olduğunu ve
ne kadar iyi olursa olsun hiçbir prensi istemediklerini,
yani monarşinin ortadan kaldırılması için çalıştıklarını
yazmıştı.
Tlluminizm’ gerçekten Théodore Locasında
Weishaupt tarafından mı ortaya atılmıştı? Bunu kesin
olarak tespit etmek mümkün değildir. Fakat Robison’un
Illuminatinin ‘Masonluktan doğduğu’ tezinde de doğru
luk payı olabilir. Yoksa hedefleri klasik masonluğun çok
dışında olan bir grup Mason tarafından mı ortaya atıl
mıştı? Bunları kesin olarak bilemiyoruz.
126 Mirabeau: Fransız siyaset adamı (1749-1791) Başarılı bir hatip olan
Mirabeau, Etats generaux ve Ulusal Kurucu Mecliste kendini kabul
ettirdi. Devrim ilkelerini savundu, rahipler sınıfının mallarının halka
verilmesini önerdi. Mayıs 1790’d a gizlice XVI. Louis in hizmetine girdi.
Meclis başkanlığına getirildi.
293
Illuminatinin hedefleri neydi? M. Barthou’ya göre
sosyal ve politik bir reformdu. Onların istekleri çok
sonraları Fransız Kurucu Meclisi tarafından yerine geti
rilmişti. Yani 1789daki Fransız Kurucu Meclisi, 1776da
Illuminati’nin çekirdeğini oluşturan bir grup Alman
Masonun formüle ettiği programı gerçekleştirmişti!..
Buna rağmen, birçok tarihçi Illuminatinin Fransız
İhtilali üzerinde hiçbir etkisi olmadığım iddia etmektedir.
Weishaupt’un çok daha tecrübeli ‘fesatçıların -ki
bunlann siyasi hedefleri ‘sosyal reform plânı’ söylemi ile
perdelenmişti- aj anı olması mümkündür.127Organizasyon
yeteneği olan Bavyeralı Profesörün, bazı çevrelerin daha
kapsamlı plânları için kullanılmış olması pek ihtimal dışı
değildir.
Illuminatinin yazılarından ‘Illuminizm’in anarşik bir
felsefe haline geldiğini anlıyoruz. Fransız tarihçi Henri
Martin, ‘Spartacus’ (Weishaupt) tarafından ortaya atılan
sistemi şöyle anlatıyor;
“VVeishaupt, Rousseau’nun mülkiyet ve toplum hak-
kındaki düşüncelerini dikkatle incelemişti. Weishaupt,
Illuminizm’in sonunda mülkiyetin, sosyal otoritenin,
milletlerin ortadan kalkacağını ve tek bir aileye dönüşen
insan ırkının suni ihtiyaçlara gerek duymayacağını belir
tiyordu.
Ayrıca dinler de ortadan kaldırılacağı için, din adam
ları bilinen dinler yerine ‘Doğa Tanrısına’ yöneleceklerdi.
Birçok belirti bize, Weishaupt’un Diderot ve
d’Holbach gibi ‘Doğaçlan başka ‘Tanrı’ tanımadığını gös
termektedir. Bu doktrinden Alman Ultra-Hegel’ciliği ve
294
Fransa’da gelişen ‘A narşi’ doğmuştur.”
Yukarda özetlediğimiz Illuminati’nin hedefleri,
Barruel ve Robisonun anlattıkları ile uyum içindedir
ve 19’ncu Yüzyılda yaşamış sosyalist ve özgür düşünce
li Louis Black’in ‘Révolutionnaires Mystiques” (Mistik
Devrimciler) adlı kitabında Weishaupt’tan ‘şimdiye kadar
gelip geçmiş en büyük fesatçı,’ diye bahsetmesiyle de doğ
rulanmış olmaktadır.
Sosyalist ve Mason dostu olan yazar George Sand
yazdığı bir kitapta, ‘Illuminizm’in Avrupa fesadından ve
‘mistik Almanya’nın gizli cemiyetlerinin güçlü etkilerin
den bahsediyordu.
Illuminati tarikatına ait gizli belgeler, örgüt üyelerin
den Von Zwack ve Von Bassus’un evlerinde yapılan ara
malar sonucunda, Bavyera Hükümetinin eline geçmiştir.
Bunların arasında Illuminati örgütüne ait gizli yazış
malar da bulunuyordu.
295
1- Von Zwack (Cato) — Bavyeralı Saray müşaviri
2- Von Merz (Tiberius) — Elçilik katibi
3- Von Hohenaicher (Alkibiades) — Saray müşaviri
4- Berger (Scipio) — Temyiz müşaviri
5- Freiherr Von Bassus (Hannibal)
6- Graf Von Kobenzl (Arrianus)
7- Freiherr Von Schreckenstein (Muhammed) —
Hükümet müşaviri
8- Von Hertel (Marius)
9- Dr. Med. Baader (Celsius) — Münihte Profesör
10- Rahip Michel (Solon)
Illuminizm ve Masonluk:
128 Johann Wolfgang von Goethe (1749-1803): Alman yazar. Dünya edebiya
tının en büyüle yazarlarından biri ve Öncü bir düşünür olan Goethe, deha
sıyla Avrupa ve Alman edebiyatı üzerinde derin bir etki bırakmıştır.
129 Johann Gottfıed Herder (1744-1803): Alman yazar ve filozof. Kant’in
derslerini izledi, Protestan rahibi oldu. Düşüncesi Alman romantizmi
üzerinde büyük bir etki bıraktı.
296
dum. Onların bütün hedeflerini biliyorum ve bunları
doğru zamanda yüksek derecelerden birine sokacağım.”
Cato, İtalyan M asonu Abbe Marotti’yle konuşmala
rını günlüğüne şöyle yazmıştı:
"Abbe Marotti ile Masonluk meselesi ile ilgili olarak
konuştum. O bana yüksek İskoç dereceleri ile ilgili bütün
sırları açıkladı. Spartacus’a bunu bildirmem lazım.”
VVeishaupt, aydınlanmış’ Aeropajit’lerin Masonluğun
ilk üç derecesine sahip olmasına karar vermişti. VVeishaupt
bu konuda şunları yazıyordu:
“Biz kendimize ait bir Mason locasına sahip olacağız.
Burası bizim ana okulumuz olacaktır. Bu Masonlardan
bazılarına normal Masonların sahip olduklarından daha
fazla bir şey açıklamayacağız. Her fırsatta kendimizi bu
Masonlukla gizleyeceğiz. Beraber çalışmaya layık olma
yanlar, masonik locada kalacak ve sistem hakkında daha
fazla bilgiye sahip olamayacaklar.”130
Çok gizli tutulan “iç gizli daire” günümüz Masonlu
ğunda da bulunmaktadır.
VVeishaupt’un Masonluğa ait birçok sırrı öğrenmesi
ne, dostu Mason ve ‘Stricte Observance’ üyesi Baron Von
Knigge (Philo) çok yardımcı olmuştur. (Von Knigge Stricte
Observance’da ‘Eques a Cygno’ takma adıyla biliniyordu.)
Bütün bunlar VVeishaupt’un yalnız entrikacı değil,
aynı zamanda gizemler ve yeni dereceler uyduran ‘büyük
bir şarlatan olduğunu ortaya koymaktadır.
VVeishaupt Masonluğu, teozofiyi, Gül-Haççılığı ve her
çeşit mistisizmi hakir görürken, Philo ile beraberliği, bü
tün bunları yem olarak kullanmaya yöneltti. VVeishaupt,
297
Philo’d an ‘İskoç Şövalyesi’ derecesi için plânlar yapmasını
istemişti. Illuminati’nin Masonluğa olan sadakatsizliği bu
şekilde ortaya çıkmıştı.
Bavyera Hükümetinin ele geçirdiği ve yayınladı
ğı ‘Illuminati’ belgeleri, Illuminatimn Masonluğun bir
şeklini kullandığını, fakat derecelendirmelerin tamamen
farklı olduğunu göstermektedir.
Amerikalı Mason yazar Mackey, Weishaupt ve
Illuminati için belirli bir sempati duymasına rağmen,
Illuminati ile ilgili yazısının dipnotunda “Robison’un
‘Proofs of a Conspiracy’ (Bir Fesadın delilleri) (Bu kitapta
Illuminatinin fesatları anlatılmaktadır.) kitabı bu sözde
masonik kuruluş hakkında çok mükemmel açıklamalar
da bulunmaktadır,” diye yazmıştı.
Gerçekte VVeishaupt İngiliz Masonluğunun ve gerçek
Masonluğun en büyük düşmanlarından biriydi!..
298
Weishaupt bir yazısında131 vatanseverliğin’ kötülüğü
nü şöyle anlatmaktadır:
“Milletlerin ve halkların ortaya çıkışı ile, büyük bir
aile, tek bir krallık, doğa ile bağlarını koparmış oldu.
Milliyetçilik, ‘insan sevgisinin yerini aldı. Şimdi
birinin anavatanını savunması bir ‘değer’ haline geldi.
Halbuki ‘vatan’ dar sınırlar içinde yaşamak, bu sınırlar
dışındaki yabancıları hor görmek ve hatta onlara saldır
mak anlamına gelir. İşte bu özelliğe ‘vatanseverlik’ deni
liyor. Vatanseverlikten, bölgecilik, aile ruhu ve sonunda
da egoizm doğar. Vatanseverliği yok ederseniz, insanlar
birbirlerini tanıma fırsatını bulur ve bu şekilde birbirleri
ile dayanışmaları son bulur ve birlik bağları gevşer.”
Görüldüğü gibi Weishaupt teorisini bütünüyle eski
gizli bir geleneğin (Yani Adem ve Havva’nın işlediği ilk
günah ve sonuçlan, ilk mutluluğun kaybı ile ilgili) yeni
bir yorumuna dayandırıyordu.
Weishaupt, insan ırkının kurtuluşunun nasıl
olabileceğini şöyle anlatıyordu:
“Bu ancak gizli hikmet okulları vasıtası ile olabilir.
İnsanlar ancak doğa’dan ve ‘insan haklarından’ faydala
narak, ‘îlk Günah’tan kurtulabilirler. Bu şekilde prensler
ve milletler, şiddet kullanılmadan, ortadan kaldırılabilir,
insan ırkı ve dünya akılcı insanlara dayanan tek bir aile
haline gelebilir.
Her aile babası, eskiden İbrahim ve patriklerin oldu
ğu gibi, ailenin rahibi ve bağımsız efendisi olabilir. Burada
"Akıl”insanlığın yegâne rehberi olacaktır.
İşte bu, bizim en büyük sırlarımızdan birisidir.”
Weishaupt, insanın dışında bir ilahi güç olduğu dü-
131 Nachtrag von vveitem Originalschriften 11,67.
299
şüncesini inkâr ederken, sistemini tamamen siyasi çiz
gilerin içine oturtmuştu. Weishaupt, takipçilerini şüp
helendirmemek ve onları şoke etmemek için Hıristiyan
doktrinlerine açıkça saldırmıyordu. Tam tersine her vesi
le ile Hz. İsa ve doktrininden bahsediyordu.
Daha önce de belirttiğim gibi, Weishaupt’un ilk dü
şüncesi “Ateşe Tapınma”yı IUuminizmin dini haline getir
mekti. Fakat o, Hıristiyanlığı kendi yıkıcı düşünceleri için de
kullanabileceğini anlamış ve Hz. İsa’yı bir komünist ve gizli
örgüt üstadı olarak tanıtmaya başlamıştı.
Weishaupt’un yazılarında da belirttiği gibi, “Akıl”''2
insanlığın dini haline geldiği zaman bütün sorunlar çö
zülecekti.
Illum inati’nin Arkasındaki Gizli Güç:
132 Fransız devriminden sonra Anti-katolik hareket Paris’te öyle bir nokta
ya gelmişti ki, 17 Brümerde, Piskopos Gabel, kendisi gibi kırmızı başlık
giymiş olan ve bütün ruhani yetkilerinden vazgeçtiklerini belirten 11
yardımcısı ile birlikte Konvansiyon salonlarında boy gösterir. Konvan
siyon üyesi olan büyük sayıda din adamı da bu örneğe göre hareket
eder. 10 Kasım 1793’d e Komün tarafından Notre-Dame Kilisesinde
bir şölen düzenlenir/Us Mihrabı’ (Akıl Mihrabı)’nm önünde ‘gerçeğin
meşalesi yakılır; bu sırada opera oyuncusu bir kadın da ‘özgürlüğü’
temsil etmektedir. Bir grup temsilci, gidip Konvansiyondan Notre-
Dame Kilisesinin bundan böyle ‘Us Tapınağı’ olarak anılmasını ister.
Konvansiyon bu ad değişikliğini karara bağlar; opera oyuncusu bir ka
dın meclise gidip başkanla kucaklasın Daha sonraki günlerde, Paris’te
birçok kilise ‘Us Tapmağı’ haline gelir. İllerde yeni inanç içtenlikle ve
ağırbaşlılık içinde örgütlenmektedir. Buralarda ‘Us Tanrıçaları’ Paris’te
ki gibi tiyatro oyuncuları değil, seçkin burjuvazinin güzel ve erdemli
kızlarıdır. Hebert’c ilerin iyice kızıştırdığı ‘Hıristiyanlığa karşı’ hareket
başkentte öylesine şiddetli bir noktaya gelir ki 24 Kasım 1793’de Ko
mün, Paris’teki bütün kilise ya da tapınakların kapatılmasını, bütün din
ya da inançların en kısa zamanda önlenmesini kararlaştırır. Bir kilise
ya da bir tapmağın açılmasını isteyen kimse tutuklanacaktı. Rahipler
bütün kamu görevlerinden olduğu gibi, bütün ulusal yapımevlerinden
de uzaklaştırılacaktı. (Albert Bayet, “Dine Karşı Düşüncenin Tarihi”)
300
Masonları yönlendirmişse, bu Kölmer’in Weishaupt’u
doğulu organizasyon metodlarına niye inisiye ettiğinin
açıklanmasında yardımcı olabilir. Fakat Weishaupt’un
anarşik felsefesini hangi kaynaktan aldığı konusu tam
olarak açıklığa kavuşmuş değildir.
Weishaupfun gerçek esin kaynağının Yahudiler olduğu
da sıkça dile getirilen bir husustur. (Konuyla ilgili olarak ‘Yakob
Frank ve PolonyalI Sabataycılar bölümüne bakınız.) Yahudi ya
zar Bernard Lazare “Weishaupfun133çevresinde kabalistik Ya
hudiler vardı,” diye yazmaktadır.
‘La Vielle France’ yazarlarından biri, Weishaupfun
çevresinde ünlü Yahudilerden Moses Mendelssohn,
Wessely ve bankerlerden Itzig, Friedlaender ve Meyer ol
duğunu iddia ediyordu.
Daha önce de belirttiğim gibi, Kabalanın teozofık
düşüncelerinin ‘Illuminizm’ sistemi üzerinde bir etkisi yok
tu. Tarikatın ele geçen belgeleri arasında kabalizm’le ilgili ola
rak, düşük yapmak, afrodizyak imal etmek ve çok etkili bir
zehir olan ‘Aqua Tofana’ yapımı hakkında gerekli formüller
vardı. (Bütün bunlar ‘Kabala Majör’ başlığı altında toplan
mıştı.) Bu reçetelere bakarak, IOuminati’nin ‘venefik maji’
ve bazı doğal maddelerin kullanımını Yahudi Kabalistlerden
öğrenmiş olabileceğini çıkarıyoruz.
Weishaupt’un iki yardımcısı olan Zwack ve
Massenhausen saf kan Almandı. Buna rağmen,
Weishaupfun düşünceleri ile Lessing’in “Falk’ı arasında
ki yakın benzerlikler de gözden kaçmamaktadır!..
Illuminati’nin yazıları ile Lessing’in ‘Diyaloglarının
her ikisinde de Masonlukla ilgili ironiye rastlamak m üm
kün olmaktadır. Her ikisinde de mevcut sosyal düzenin
ve burjuva düzenin inkârı ve milletlerin arasındaki fark
133 Birçok kaynak Weishaupt’un da Yahudi olduğunu belirtmektedir.
301
lılıkların ortadan kaldırılması (yani millet düzeninin
reddi) söz konusuydu. Her ikisinde de insan hayatında
arı kovanına benzer bir yapılanma öngörülmekteydi.
İlginçtir ki, anarşist Proudhon da bu ‘arı kovanı’134 m o
delini benimsemişti.
Lessing de Weishaupt’un esin kaynağı olan, Moses
Mendelssohnun arkadaşı ve hayranlarından biriydi.
İlk bakışta Mendelssohn gibi ortodoks bir Yahudi’nin
Weishaupt gibi anarşik düşünceleri olan birine sempati
duyması acayip gelmektedir -aslmda Weishaupt’un dok
trinleri Ortodoks Yahudi prensipleri ile uyuşmuyordu- ama
Weishaupt’un Illuminist sistemi özünde Yahudi-patriar-
kal konsepte dayanıyordu. Yahudi-patriarkal sisteminin
Weishaupt’un ‘Akıl Dinine dahil olamayacağı düşünülebilir.
Ancak, unutulmamalıdır ki, Yahudi zihniyetine göre, insan
ırkı iki farklı kategoriye ayrılmaktadır; Tanrının seçkin ırkı
(Yahudiler) ve bunun dışındaki kısanlar.
Moses Mendelssohn, kendisini Hıristiyanlığa davet
eden Papaz Lavatere şunları yazıyordu:
“Dinimin prensiplerine göre, bizim yasalarımıza göre
doğmamış hiç kimseyi dinimize (yani Yahudiliğe) döndüre
nleyiz. Hahamlarımızın bize öğrettiğine göre, dinimizi oluş
turan yazılı ve sözlü yasalara yalnızca halkımız uymakla mü
kelleftir. Biz diğer halkların ‘doğa kanunlarına’ ve ‘patriklerin
dinine’ göre Tanrı tarafından yönetildiğine inanırız.
Hayatını bu ‘doğa ve akıl dini’ icaplarına göre dü
zenleyenler, diğer milletlerin erdem sahibi insanlarıdır
ve onların çocukları ebedi kurtuluşa’135 kavuşacaklardır.
134 Kovan m odelinde yürütme gücü merkezdeki bir komitenin veya kliğin
emrine verilmektedir.
135 Bu ifadeler doğru değil, çünkü Kabalada belirtildiğine göre yalnız İsra
il geleceğin dünyasının sahibi olabilir. (Zohar, bölüm Vayschlah, folio
177 b). Talmud ise İsrailin kayıp 10 kabilesinin bile geleceğin dünyasın
da yeri yoktur, der. (Tract Sanhedrin).
302
Hahamlarımız başkalarını dinimize döndürme çaba
sından çok uzaktırlar.” (Talmuda göre, ‘din değiştirenler
îsraili bir yara gibi rahatsız eder’.)
Yukardaki açıklamalar Weishaupt’un ‘doğa ve akıl
dininden başka bir şey mi?
Illuminati’nin Yahudi bağlantıları gözardı edile
meyecek bir faktördür. Mirebeau,136 dostu Moses Men-
delssohnun ölümünden sonra, berlinde onun takipçileri
tarafından Yahudi Henriette Herz’in salonunda kabul edil
mişti. 1 Eylül 1922 tarihli ‘Jewish Chronicle’a göre “Fransız
devriminin en ateşli destekçileri bu Yahudilerdi.”
Özetlersek, ‘Illuminizm Hıristiyanlığı yok etmek için
örgütlenmiş bir fesat hareketi olmasa bile, mevcut sosyal
136 Illum inatinin Yüksek Konseyi (13 kişiden oluşmuştu.) îngoldstadt Lo
cası vasıtasıyla bir kampanya düzenledi. Bu kampanya ile, Illum inatinin
ajanları veya hücreleri ‘Kıta Masonluğuna sızacaklardı. Bu politika üzerin
de anlaşmaya varıldıktan sonra, Yüksek Konseyin ajanları Fransada, kendi
çıkarlarına hizmet edebilecek en uygun kişi olarak gördükleri Marki Mi-
rabeau ile temas kurdular. O bir aristokrattı ve saray çevresinde tanınmış,
etkin bir isimdi. Aynca Illuminatinin Fransız devriminde ‘Cephe Adam’
olarak kullanmayı düşündüğü Orleans Dükünün de yalan arkadaşı idi.
Fakat en önemli husus, Mirabeau’nun düşük ahlaklı bir insan olması ve bu
yüzden ağır borç yükünün altına girmiş olmasıydı.
Tefeciler ve ajanlarının Mirabeau ile temas kurması fazla uzun sürme
di. Ona finansal güçlüklerini yenmede yardımcı olabileceklerini söyle
diler. Borçlarının ertelenmesi için, Mirabeau bir toplantıda büyük Ya
hudi finansörlerden Mendelssohn ile tanıştırıldı. Bir sonraki aşamada
Mirabeau, Illuminizme inisiye edildi. Örgüt içinde ona verilen görev,
Orleans Dükünü Fransa’d aki devrim hareketinin başına geçirmekti.
Mirabeauya tabii ki Fransız devriminin gizli amacı anlatılmamıştı. Ne
Orleans Dükü, ne de Mirabeau, Fransa Kral ve Kraliçesinin ölüm ferman
larının çoktan imzalanmış olduğunu bilmiyorlardı. Onlar Mirabeau ve
Orleans Düküne, devrimin amacının siyaseti despotizmden ve dini batıl
inançlardan kurtarmak olduğunu söylüyorlardı. Illuminatinin Orleans
Dükünü ‘Cephe Adamı’ olarak seçmesinin bir nedeni de onun Fransız Ma
sonluğunun Büyük Üstadı olması idi. Mirabeau, Orleans Dükünü dostla
rı Talleyrand ve Weishaupt ile tanıştırdı. Weishaupt gerek Talleyrand’ı
gerekse Dükü ‘Grand Orient’ (Büyük Doğu) Masonluğunun sırlarına
inisiye etmişti. 1773’ün sonlarına doğru Orleans Dükü ‘Grand Orient’
ritüelini Fransız Masonluğuna soktu. 1788’de ‘Grand Orient’e bağlı
2000 loca ve 100.000’i aşkın üye bulunuyordu. Böylece Moses M en
delssohn ve Weishaupt’uıı Illuminati’si ‘Grand Orient’ adı altında ‘Kıta
Masonluğuna sokulmuş oldu. Artık Illuminati, ‘Grand Orient’ locala
rında gizli devrimci faaliyetlerini rahatlıkla sürdürebilirdi.
303
ve moral düzene karşı eski isyan ruhunun dinamik gücü
idi ve Yahudiler’de ‘Illuminizm sistemini kendi çıkarları
için kullanmışlardı.
Weishaupt’un büyük başarılarından biri, geçmişteki
ve o günlerdeki gizli örgütlerin işe yarar kısımlarını bir-
leştirmesiydi. Örneğin; Gnostiklerin ve Maniheistlerin
yıkıcı doktrinlerini, ansiklopedistleri, modern filo
zofları, İsmaili ve Haşhaşiler’in metodlarım, cizvit ve
Tapınakçılar ın disiplinini, Hür-Masonların organizasyo
nunu ve sırlarını, Makyavelli felsefesini ve Gül-Haçlılar’ın
gizemleri ile birleştirerek, bunlardan korkunç etkili
bir sistem yaratmıştı. Ayrıca o, mevcut örgütlere doğru
insanların nasıl üye yapılacağını ve bunların kendi çıkar
ları için nasıl kullanılacağını çok iyi biliyordu.
Bu sebepten Illuminati ordusu saflarında şair Goetheye,
entrikacılara, idealistlere, sosyal reformculara ve her çeşit
hırslı insana rastlamak mümkündü. Weishaupt’un sistemi
sayesinde bütün bu farklı insanlar bilinçli veya bilinçsiz aynı
hedefe doğru yol alıyorlardı.
304
ONDOKUZUNCU BÖLÜM
ILLUMİNİZM’İN FRANSIZ
İHTİLALİ ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ
305
Wilhelmsbad Mason Kongresi toplandı. Toplantıya bütün
dünyadan masonik delegasyonlar katıldı. Tapınakçılarm
(yani ‘Stricte Observance’ın) Büyük Üstadının ortaya attığı
soru şu idi “Tarikatın gerçek hedefi ve kökeni nedir?”
Mirabeau bu soruyu istihza ile karşılamış ve “Aynı
Büyük Ustad ve yardımcıları yirmi yıldan beri bu örgütte
çalışıyor, nasıl olur da örgütün hedefleri ve kökeni hak
kında bir şey bilmez,” diye karşılık vermişti.
Weishaupt bütün masonluğu kontrol etmeye ka
rarlıydı ve bu amaçla kendisini temsilen yardımcısı
Knigge’yi-Knigge Almanya’d a dolaşarak kendisini büyük
bir masonik reformcu olarak tanıtıyordu—tam yetki ile
Wilhelmsbad’daki Mason Kongresine yolladı. Knigge
burada birçok din ve devlet adamını Illuminati’ye kazan
maya muvaffak oldu ve aynı zamanda Saint-Martin ve
Willermoz yetkilileri ile bir ittifak yaptı.
Güçlü rakibi karşısında ‘Stricte Observance’ varlığını
daha fazla sürdüremedi ve meydanı Illuminizme bıraktı.
15 Şubat 1785’de Paris’te bir masonik kongre daha
yapıldı. Bu defa konvanı ‘Philalethes’ örgütü toplamış
tı. Illuminati bu konvanda Bode (Amelius) ve Baron de
Busche (Bayard) ve ‘Büyücü Cagliostro’ tarafından tem
sil ediliyordu. Toplantıya manyetizmacı Mesmer, Kabalist
Duchanteau, ‘Philalethes’ liderleri, Savalette de Langes,
(Kongre başkam olarak seçilmişti) Marki de Chefdebien
ve aynı tarikatın birkaç Alman üyesi katılmıştı.
Bu kongreden pratik bir sonuç alınamadı ve takibe-
den yılda (1786’da) Frankfurt’ta bir ‘Büyük Loca’ daha
kuruldu.
İddialara göre, bu Loca’da Fransa Kralı XVI. Louis
ve İsveç Kralı III. Gustav’ın ölüm kararları alınmıştı.
306
Paris’teki maşonik kongrenin yapıldığı yıl, yani
1785’de devrimci dramamn ilk perdesi sahneye kon
du; Ünlü ‘Gerdanlık Meselesi.’ Resmi tarih tarafından
bu olay, yeterince iyi değerlendirilebilmiş ve anlaşılmış
değildir. Ancak, gizli örgütlerin işleyiş mekanizmaları
kavranabilirse, bu olağanüstü hikâyeye bir açıklık geti
rilebilir. Napoleon’un düşüncesine göre bu mesele, 1789
Fransız İhtilalinin patlak vermesine her şeyden fazla se
bep olmuştu.
‘Gerdanlık Meselesinin ortaya atılması ile kilise ve
monarşi zayıflatılmış, böylece hem Illuminati, hem de
Büyük Frederick amaçlarına ulaşmış oluyordu. ‘Gerdanlık
komplosunu düzenleyen Cagliostro talimatlarını ve pa
rasını Illuminati’d en almıştı!..
Aynı yılın Kasım ayında Cagliostro’yu Londra’da
yeni kurulmuş bir gizli örgüte girerken buluyoruz.
Kendisini Avignon’lu bir örgüt üyesi ‘Kont Sutkowski’
diye tanıtan Cagliostro, oradaki Teozofı Derneğinde
Swedenborg’cularla tanışmış ve onlara kendisinin bu
konularda üstün bilgilere sahip olduğunu iddia etmişti.
İddialara göre ‘Morning Herald’ gazetesinde (Morning
Herald, 2 Kasım 1786) Gül-Haç şifresi ile yazı yazan da
Cagliostro idi.
Fakat bu olaylardan bir yıl önce, çok olağanüs
tü bir şey olmuştu. Lanze isimli bir Evanjelik rahip ve
‘Illuminatus,’ Temmuz 1785’de Illuminati görevlisi olarak
(kurye) Silezya’ya giderken yolda yıldırım çarpması sonu
cu ölmüştü. Tarikatın talimatlarının cesedin üzerinde bu
lunmasıyla, bütün entrika plânları Bavyera Fliikümeti’nin
eline geçmiş oldu. Bunun üzerine Illuminati mensupları
Zwack ve Bassus’un evlerine ani baskınlar düzenlenerek,
307
diğer belgeler ve deliller de ele geçirildi.
Bu ele geçen belgeler hükümet tarafından “Illuminati
Tarikatının Orijinal Yazıları” başlığı altında yayınlandı.
Fakat bundan önce, dört eski Illuminati mensubu Münihli
Profesör iki ayrı ciltte topladıkları delillerle Illuminati’nin
iç yüzünü ortaya koydular.
Artık kimsenin Illuminizm’in şeytani doğası konu
sunda şüphesi kalmamıştı. Bütün bunlardan sonra tarikat
hükümet tarafından kapatıldı.
Barruel ve Robison gibi Illuminati muhalifi yazarlar
Illuminizm’in sonunun geldiğini ilan ettiler. Fakat bu biraz
erken bir açıklamaydı çünkü, Illuminati varlığını devam
ettirmiş ve yirmi-beş yıl sonra bile hem Weishaupt’un,
hem de Illuminati nin Masonluğun arka plânında faali
yetlerini sürdürdüğü anlaşılmıştır.
Illuminati nin görünürde olmadığı 1786 yılında,
‘A lman Birliği’ isimli bir örgüt ortaya çıktı. Bunun ori
jinal Illuminati’nin yeniden organize olmuş bir şekli ol
duğuna inanılmaktaydı. Ayrıca Illuminati’nin Fransa’daki
gizli örgütler vasıtası ile faaliyetlerine devam ettiği bilin
mekteydi.
Illuminizm aslında bir tarikattan çok bir prensipti ve bu
prensip, herhangi bir şeyin altına saklanarak çok daha iyi bir
şekilde çalışabilirdi.
Weishaupt, Illuminizm’in başka isimler ve meslekler
altında çok daha başarılı olacağını belirtmişti!..
Böylece çok maharetle hazırlanmış bir kamuflaj örtüsü
altında, örgüt faaliyetlerine devam edebiliyordu. Bu ‘kamuf
laj’ örgütlerden biri Paris’deki ‘Amis Reunis’ Locası idi. (Daha
önce Illuminati’nin bu örgütle ilişkiler kurduğunu görmüş
tük. Bu konuda balanız ‘Fransız Illuminizmi’)
308
1787’de bu locayla kesin bir ittifak sağlandıktan son
ra, Illuminati mensuplarından Bode ve Busche, locanın
daveti üzerine Paris’e geldi. Burada eski ‘Illuminatus’
Mirabeau ile karşılaştılar. Gustave Bord.’La Franc-
Maçonnerie en France’ (Fransa’da Masonluk) adlı kita
bında bu Alman kardeşlerin toplantısında Talleyrand’ın137
büyük rolü olduğunu iddia etmektedir. Bu toplantıya ay
rıca ‘Stricte Observance’m iki önemli ismi yani, Marki
de Chefdebien d’A rm isson (Eques a Capite Galeato)
ve bir AvusturyalI olan Kont Leopold de Kollowrath-
Krakowski (Eques ab Aquilla Fulgente) katılmıştı. (Kont
Krakowski aynı zamanda Illuminati üyesi idi.)
‘A mis Reunis Locası’nın (Birleşen Dostlar)
Locasının oynadığı rolün çok önemli olduğunu burada
bir defa daha belirtmek gereklidir. ‘Loge des Neuf Soeurs’
(Dokuz Kızkardeşler Locası) daha çok orta sınıf devrim
cilerden oluşurken (Brissot, Danton, Camille Desmoulins
ve Champfort gibi) ‘Loge de La Candeur’ (Safiyet Locası)
ise aristokrat devrimcileri barındırıyordu. (Lafayette, Dük
d’Orleans taraftarları, Marki de Sillery, Dük d’Aiguillon,
Marki de Custine ve Lameths gibi).
‘Loge du C ontrat Social’ ise güçlü kralcı ve devrime
hoşgörü ile bakmayan unsurlardan oluşmuştu.
Amis Reunis’in görevi localardaki bütün yıkıcı unsurları
yani, Philalethes’çileri, Gül-Haççıları, ‘Dokuz Kızkardeşler’
Locasım (Loge des Neuf Soeurs), ‘Loge de la Candeur’ üye
leriyle, Grand Orient’in en gizli komitelerini ve bölgedeki
‘Illumine’ görevlilerini biraraya getirmekti!..
309
Rue de la Sourdiere (Sourdiere Sokağındaki)’deki
Locada, Savalette deLanges’in önderliğinde, Weishaupt’un,
Swedenborg’un ve Saint-Martinin müritleri, devrimi pra
tik olarak gerçekleştirenler kadrolar ve 1789 ihtilalinin
ajitatörleri ve demagogları bulunuyordu.
Alman Illuminizmi’nin bütün bu heterojen unsur
lar üzerindeki etkisi çok büyüktü. İki Almanın (Bode ve
Busche) Fransa’ya gelmesiyle birlikte, komplonun son rö
tuşları da tamamlanmış oldu.
Weishaupt doktrinlerinin etkinliği o kadar artmıştı
ki, ‘Contrat SociaT Locası mensubu kralcı biraderler bile
monarşinin geleceğinin tehlikede olduğunu görmüşlerdi.
Hatta, ‘Kadoş Şövalyesi’ derecesine kadar yükselebilmiş
olan mason biraderler Papa’d an ve Bourbon Monarşi sinden
nefret etmeleri gerekirken, kral taraftarı olmuşlardı.
Görünüşe göre bu locada Fransız ruhu, masonik ruhu
yenmişti. Fakat Weishaupt’un doktrinleri, ‘Fransız ruhunu
altedecek ve ‘intikam derecesindeki (Kadoş Şövalyesi) ri
meller gerçek hayata geçirilecekti.
Birçok tarihçi 1789 devriminin mason localarında
hazırlandığını kabul eder. Fakat Fransız Masonlarının
yanında, ‘Illumine Masonluğunun bu ihtilali gerçekleş
tirdiği gerçeğinin de k^Jjul edilmesi gereklidir.
Nitekim ünlü ‘Jakobenler,’ Fransız localarındaki
Weishaupt taraftan ‘Illum ine’ Masonlardır.
310
lik’ siyasi literatürde çok önemli yeri olan bir terim haline
geldi. Bu terimle, tepedeninmeci ve baskıcı bir yöntemle
halkı halka rağmen yönetmeye soyunan kişiler ve kurum
lar tanımlandı.
Jakobenlik, insan hakları, demokrasi, eşitlik, özgür
lük gibi süslü sloganlar altında belli bir grubun gerekti
ğinde zor da kullanarak topluma hakim olma isteği olarak
bilindi. Jakobenlerin ortak özellikleri hepsinin aşırı laik’
oluşları ve ‘laik’ düzenler kurmak için toplumu reforme
etmeye çalışmalarıydı.
Jakobenler Kulübü, devrimin ilerleyen dönemin
de kapatılmış, tarih sahnesinden çekilmiştir. Ama,
Jakobenliğin ardında, Jakoben geleneği devam ettiren,
“Jakoben likten de öte” bir yapı vardı. Nitekim masonluk
la Jakobenlik arasındaki ilişki incelendiğinde, İkincisinin
birincisi için bir paravandan başka bir şey olmadığı an
laşılır.
Görünen odur ki, masonlar, devrimdeki rollerini
gizlemek için Jakoben Kulübünü kurmuşlar ve gerçek
kimliklerini bu sayede perde arkasında tutabilmişlerdir.
Fransız yazar Pierre Miquei ‘La Grande Revolution adlı
kitabında Jakobenlerin çoğunun mason localarına üye
olduğunu yazmaktadır.
Bastil’in Yıkılışı:
311
nen monarşilerin başında (Katolik) Fransız Kralı 16’ncı
Louis ve (Katolik) Kraliçe Marie Antoinette geliyordu.
Bu ‘diktatörlüğü’ yıkmak için Bastil Hapishanesi -ki
o günlerin siyasi ve ideolojik baskılarının bir sembolü
olarak görülüyordu- hedef olarak seçilmişti.
Bastil Hapishanesine yapılan saldırı ‘Dokuz Kız kar
deşler Locası’ tarafından organize edilmişti. (Bu locanın
üyeleri arasında Cagliostro, Voltaire ve Helvetius gibi
ünlü isimler vardı)
‘Dokuz Kız kardeşler Locası’ üyesi Camitle
Desmoulins tarafından organize edilen bazı çeteler, hal
kı tahrik ederek onları Bastil hapishanesine yöneltti. Bu
kışkırtmaların sonucunda ortaya çıkan kaos ve anarşi,
Kral ve Kraliçenin giyotinle idamına kadar devam etti.
16’ncı Louis’in idamı, Avrupa’daki monarşilere ‘Yılanlar
Tarikatı’ndan bir mesaj niteliğindeydi.
1787 yılındaki Fransız Masonlarının hep
si Illuminati’nin bilinçli müttefiki değildi. Cadet de
Gassicourt’a göre bütün localarda yalnız 27 gerçek ini-
siye vardı, geri kalanlar çok az veya hiçbir şey bilmiyor
lardı. İlginçtir ki, ihtilal hareketinin hararetli destekçileri
üst sınıflardan veya Avrupa’nın kraliyet ailelerinden ge
liyordu!..
Illuminizm’in rahiplerinin ‘beyin yıkama’ faaliyet
lerinin sonucunda bunlar, hiç anlamadıkları bir dini sa
vunmaya başlamışlardı. Weishaupt, doğaldır ki bu kralcı
ahmakların tarikatın gerçek hedeflerini anlamaması için
her türlü tedbiri almıştı.
Illuminati ile işbirliği yapan aristokrat çevreler ara
sında, bir büyük Dük bile bulunuyordu!..
Prensler ve aristokratlar böylesi bir siyasi körlüğün
312
içindeyken, büyük tehlikeyi gören ve uyaran bazı aklı
başında kimseler de vardı. Bunlardan biri de Viyanah
Kardinal C aprara idi. Caprara, Papaya gizli bir me
saj yazarak, Almanyadaki Illumine’ler, Perfectibilist’ler,
Masonlar v.b mezheplerin yıkıcı faaliyetlerinin artarak
devam ettiğini bildirmişti.
Fakat daha ilginç bir kehanet te Marki Luchet’in
‘Essai sur la Secte des Illumines’ adlı kitabından geldi.
Luchet devrimci hareketin bazı kısımlarında rol almış,
liberal bir aristokrattı. İhtilal daha başlamadan önce,
1789’un başlarında Luchet şunları yazıyordu;
“Halk özgürlüklere karşı bir despotizm komplo
su ile aldatıldı. Gerçekte bu örgüt (Illuminati) sonunda
“DÜNYAYI YÖNETMEYİ” hedefleyen evrensel bir ege
menlik peşinde. Bu plân olağanüstü, inanılmaz gibi gö
rünüyor ama dünya henüz böylesine bir felaketi daha
yaşamadı.”
Luchet kitabında, 3-4 yıl sonra olacakları da büyük
bir doğrulukla bilmişti. Nitekim yazdıklarının hepsi,
1792’deki ‘Giron-din’ yönetimi sırasında bir bir gerçek
leşmişti. 1793 yazındaki yok etme kampanyası ile ilgili
olarak da şunları yazmıştı;
“Illumineler’in yönettiği ülkenin yok olacağını söy
lemek istemiyoruz ama, ülkenin siyasi olarak tanınmaya
cak rezil bir duruma düşeceği kesindir. Nüfus azaltılacak
ve buna direnenler başka ülkelere kaçmak zorunda kala
caklardır.”
Luchet, Avrupa güçlerine ümitsizce son bir çağrıda
bulunmuştu. Gerçekten de beş yıl sonra, Fransa tamamen
perişan bir duruma düşmüş, sanat ve ticaret yokedilmiş
ve durmadan çalışan giyotinler nice kardeşleri ve koca
313
lan öldürmüştü. Bu şekilde Luchet’in kehanetleri doğru
lanmıştı ama ne yazık ki, o günlerde bunları anlayacak
insanlar mevcut değildi.
1791’de yayınlanan ‘Mysteres de la Conspiration
adlı bir broşürde bütün devrim plânları açıklanmıştı. Bu
broşürün editörü, burada açıklanan ‘Croquis ou Projet
de Revolution de Monsieur de Mirabeau’ adlı belgenin,
Mirabeau’nun yayıncısının karısı olan Madame Lejai’nin
evinde bulunduğunu yazmaktadır (6 Ekim 1789)
314
karşı nefreti kışkırtmalıyız. Onların zenginliklerini m ü
balağa etmeli, bireysel kusur ve günahlarını, bütün din
adamlarını kapsayacak şekilde göstermeliyiz. Özellikle
onları her türlü kötülüğün kaynağı gibi göstermeliyiz.
Çünkü ihtilal zamanlarında dinsizlik, cinayet, iftira vb.
şeyler geçerlilik kazanır.
Asilleri kötülemeli, aşağılamak ve lekelemeliyiz, ki
halkı onlara karşı kışkırtabilelim. Asillerin en inatçıla
rını kurban etmeli, mülklerini yakmalı ve yoketmeliyiz.
Ancak bu şekilde geride kalanların gözü korkar. Asiller
hakkmdaki önyargıları tamamen yokedemesek de, onu
zayıflatabiliriz ve halk bütün aşırılığı ile onların gurur ve
kıskançlıklarım ayaklar altına alacaktır.”
Yazının devamında, askerlerin vatanlarına ve
hükümdarlarına olan sadakatlannm bozulması için neler
yapılması gerektiği anlatılıyor ve hükümetin baş makam
larım işgal eden yetkili sivil memurlar da ‘despot’ olarak
nitelendiriliyordu. Halk ise, “zalim, vahşi ve cahil oldu
ğu için yalnız kötülükleri görür, hiçbir şeyin iyi tarafını
görmez,” diye tanımlandıktan sonra, onlara (yani halka)
belediyelerde sınırlı güç verilmesi öneriliyordu. Yazı şöyle
devam ediyordu;
“Onlara (yani halka) çok fazla güç vermekten sakına
lım, onların despotizmi çok tehlikelidir. Devrim kurban
larının ve sayılarının ne önemi var? Yoketme, yıkım ve
yakma bir devrimin gerekli unsurlarıdır. Machiavelli’nin
de dediği gibi “Gaye vasıtayı meşru kılar.”
Bütün bu düşünceler M. de Mirabeau nun muydu?
Illum inati’nin ele geçirilen belgelerinde de görüldüğü
gibi, bu bir “fesat program ı” mıydı? Ben bunun bir
‘Illum inist’ fesat program ı olduğuna inanıyorum.
Böyle bir plânın var olduğundan ve uygulamaya
315
konulduğundan ilk defa bahseden, Mirabeau’nun yakın
dostu Chamfort olmuştur.
Lam bard de Langes,‘Histoire des Jacobins’(1820) adlı
kitabında Fransız devriminde bir “Cehennem Plâm’nın
uygulandığından bahseder. Acaba bu ‘Cehennem Plânı’
yukarda bahsettiğim ‘Devrim Projesinde (Projet de
Révolution) açıklananlar mıydı?
Daha sonraları ‘A lta Vendita Yazışmalarında,
Maurice Joly’in ‘Dialogues aux Enfers entre Machiavel et
Montesquieu’ (Cehennemde Machiavel ve Montesquieu
Arasındaki Konuşmalar) kitabında, Bakunin’in kateşiz-
minde, ‘Siyon Önderlerinin Protokollerinde ve 20’nci
Yüzyıldaki Rus Bolşevizmi sırasında buna benzer bilgile
rin gün ışığına çıktığını görüyoruz.
Yukarda adı geçen belgelerin gerçekliği tartışma
lı olsa bile, şurası bir gerçektir ki, 1789’un başlarında
‘Makyavelist-ihtilalci’ bir plân vardı ve bu, halkı kullana
rak, halk adına bir azınlık diktatörlüğünü iktidara taşı
mak için formüle edilmişti. Fransız devriminde, “İhtilal
Projesi”nde açıklanan metodlar bu plâna göre aynen uy
gulanmıştı.
22 Temmuz 1789’da bütün FransaUa çok okunan “Büyük
Korku” kitabının yazarı Adrien Dupost, 21 Mayıs 1790’da
şunları yazıyordu:
“M. de Mirabeau Fransa’d a vukubolan devrimin
Avrupa’daki halklarının özgürlüklerinin uyanması, fakat
Avrupa Krallarının ölüm uykusu olduğunu söylerken bir
gerçeği dile getiriyordu.”
Aslında Illumine Masonluğun gerçek amacı, bir dün-
ya-ihtilalinden başka bir şey değildi!..
Fransız İhtilalini sadece Orléans Dükü’nün bir eseri
316
olarak görmek doğru değildir. Onun arkasında daha ka
ranlık güçl er vardı.
Devrimin başlangıç günlerinde Orleanscılar ve m a
sonlar birleşik bir cephe oluşturmuşlardı. Lombard de
Langres ‘Histoire des Jacobins’ (1820) adlı kitabında
bunu şöyle anlatıyor;
“1789’da Fraıısada ‘Grand Oriente (Büyük Doğu) bağ
lı 2000’den fazla loca vardı. Üstadların sayısı ise 100.000’nin
üstündeydi. 1789’un ilk olaylarında masonlar işbaşmdaydı.
Kurucu Meclisi oluşturan bütün devrimciler üçüncü derece
ye (yani üstadlığa) inisiye edilmişlerdi.
Bu sınıfa Orleans Dükü, Syllery, Laclos, Sieyes,
Petion, Menou, Biron, Montesquiou, Fauchet,
Condorcet, Lafayette, Mirabeau, Garat, Rabaud, Dubois-
Crance, Thiebaud, Larochefoucauld ve diğerleri giriyor
du. Bu diğerleri arasında ‘Girondin partisinin çekirdeğini
oluşturan Brissotin’ler ve Marat, Robespierre, Danton ve
Desmoulins gibi terör taraftarları bulunuyordu.
Bazı Jakoben liderler -Weishaupt’un Illuminati’sini
örnek alarak- takma adlar kullanıyorlardı. Örneğin;
Chaumette (Anaxagoras), Clootz (Anacharsis), Danton
(Horace), Lacroix (Publicola) ve Ronsin (Scaevola). Aynı
Illuminati tarzında şehir isimleri de değiştirilmiş ve dev
rimci bir takvim kabul edilmişti. Jakobenlerin (ve dolayı
sıyla devrimin) sembolü haline gelen “kırmızı şapka”da138
Illuminati localarından alınmıştı.”
Teröristler eylemlerini Illuminati’nin plânlarına uy-
317
gun olarak yürütürlerken, gerçekte onlar ‘komplonun en
gizli sırlarına inisiye edilmiş değillerdi. Konvansiyonun,
kulüplerin, devrimci mahkemelerin arkasında ‘çok daha
gizli bir konvansiyon (Convention secretissime) vardı.
İşte bu, 31 Mayıstan sonra meydana gelen bütün olayları
yöneten korkunç okült güçtü. Illuminati’nin basit inisi-
yelerinden oluşan konvansiyon, bu gizli gücün kölesi ol
muştu. Bu güç Robespierree de, hükümet komitesine de
hükmediyordu.
Bu okült gücün hedefi neydi? Bu Bavyeralı bir profe
sörün yirmi yıl önce tasarladığı bir yok etme plânı mıydı,
yoksa Weishaupt’un ve müttefiklerinin zincirlerini çö
zerek dünyaya saldığı, çok eski canlı ve korkunç şeytani
bir güç müydü? Fransa’daki ‘Terör Yönetimi,’ Ortaçağdaki
‘Satanizm gibi, yalnız maddi sebeplerle açıklanamaz.
Nefret Orjisi,139şehvet çılgınlıkları, yalnız zenginlere de
ğil, fakir ve savunmasız insanlara da yönelik zulüm ve şiddet,
bilim ve sanatın yokedilmesi, kiliselerin kudsiyetinm çiğnen
mesi, asil ve kutsal olan her şeye karşı organize kampanya
düzenlenmesi, “Satanizm’den başka bir şey midir?
Jakobenler’in kiliselere karşı yürüttüğü kampanya
aslında ‘kara büyünün140ta kendisiydi. Çünkü, ‘cehenne
min güçlerinin uyandırılması için dinin seremonilerinin
dünyevileştirilmesi ve ‘kutsal sembollerin ayaklar altına
alınması’ gerekiyordu.
Fransa’d a ‘Büyük Terör’ döneminde yaşayanlar, ülke
nin karanlık güçlere’ teslim olduğuna tanık olmuşlardı.
O zamanlar yaşamış bir Fransız yazarının deyimiy-
139 Orji: Eski Yunanistan ve Roma’da tanrılar ve özellikle Baküs için yapı
lan gizli dinsel törenlerde fazla heyecanlı şarkı söyleyip dans etme ve
çılgınca hareketlerde bulunma.
140 A. E.Waite,’The Mysteries of Magic’ (Maji’nin Gizemleri).
318
le, “medeniyetin büyük bir gemi enkazı” olan Fransız
İhtilali, Kabalistler’in, Gnostikler’in ve gizli örgütlerin
onsekizyüzyıldan beri uğraştıkları ‘Hıristiyanlığı te
mellerinden sarsma’ projesini gerçekleştirmiş oluyordu.
Marki de Sade’m Meryem için, ‘Yahudi Köle,’ ‘Zina
yapan ka dın’ ‘Galile’li Fahişe’ gibi suçlamalarının ar
dında ‘Toledot Yeshu’nun141142sesini duyar gibi oluyoruz.
Ünlü Fransız devrimcisi Marat’ın112 takipçilerinin “Hz.
İsa sahte bir Peygamberdi,” diye haykırışlarının ardında,
Tapınakçıların gizli doktrininin izlerini görebiliyoruz.
Bilindiği gibi Tapmakçılar da ‘İsa gerçek bir Tanrı değildi,
o sahte bir peygamberdi’ diyorlardı.
Bütün bu benzerlikler sadece tesadüfi midir, yoksa
Hıristiyan inancına karşı yüzyıllardan beri süregelen bir
suikastın dışa vurumu muydu?
141 Daha önce de belirttiğim gibi, Yahudi kutsal kitapları olan ‘Toledot*
Yeshu ve ‘Talmud’d a Hz. İsa bir büyücü olarak nitelendiriliyordu.
142 Fransız devrimmin önder kadrosundan olan Marat hem yahudi, hem
de masondu. İspanyadan kaçıp Bordeaux’a yerleşmiş bir ‘Dönme
(Marrane) aileye mensuptu. (Henry Coston.’Les Juifs dans le France
d’aujourd’hui, Documents et Témoignages, Paris 1965, p.25).
319
18’nci Yüzyılın başlarında Yahudiler Paris’te yeni
den görünmeye başladılar. Bu arada önceki yüzyılda
‘Alsas’ bölgesinin Fransa’ya ilhakı ile, bu bölgede yaşayan
Alman Yahudileri (Aşkenaz’lar) de krallık sınırları içine
girmiş oldu. Bu iki etnik Yahudi grubu arasında belirgin
farklılıklar göze çarpıyordu. ‘Sefarad’lar’ iyi vatandaşlar
olarak bilinir ve herhangi bir baskıya maruz kalmazken,
Aşkenaz’lar’ kanunsuz bir şekilde “tefecilik” yaptıkları
için halkın nefretini kazanmışlardı. Hükümet, bunların
açgözlülüklerini sınırlamak için sert yasalar çıkarmak
mecburiyetinde kaldı. Millet Meclisini karıştıran gö
rüşmelerde ‘Yahudi Meselesi’ tartışıldı. Burada özellikle
Alsas Yahudileri’ söz konusuydu.
1784 yılında XVI. Louis tarafından Bordeaınc
Yahudilerine ek ayrıcalıklar tanındı. 1776’d a bütün
Portekiz Yahudilerine dinsel özgürlük ve kraliyetin her
hangi bir bölgesine yerleşebilme izni verildi.
28 Ocak 1790 tarihli bir kararname ile Bordeaınc
Yahudilerine Fransız vatandaşı olma hakkı verildi. Fakat,
bu imtiyazların Alsas Yahudileri’ni içine alacak şekilde
genişletilmesi teklifi meclisi karıştırdı. O sıralarda tefeci
Yahudilerin mağdur ettiği Alsas’ı köylüler arasında bir
ayaklanma çıkmıştı. Bu sebepten halkın yararı düşünüle
rek, bu teklif geri çevrildi.
Abbe Maury, “Yahudiler onyediyüzyıl boyunca di
ğer milletlerle karışmadılar. Onlar sadece ticaret yapıp,
para biriktirdiler. Tarım bölgelerinin felaketi olmalarına
rağmen, kimse onları ellerinde sabanla toprağı işlerken
görmedi,” diyordu.
320
Maury yazısını şöyle bitiriyordu;
“Yahudiler birey olarak korunmalı, Fransız vatandaş
ları olarak değil!.. Ne yaparsanız yapın onlar her zaman
aramızdaki yabancılar’ olarak kalacaklardır.”
Nancy Piskoposu Monsinyör de la Fare de aynı tezi
şöyle savunuyordu;
“Onlara korunma, emniyet, özgürlük sağlanmalı ama
ailemize yabancı bir kabileyi aramıza kabul etmeli miyiz?
Halk haklı olarak onlardan korkmaktadır. Alsas’taki halk
ayaklanmasının sebepi de onlardı”
Bu açıklamalardan da anlaşılacağı gibi, Yahudilere
yapılmış bir baskı veya zulüm söz konusu değildi. Fakat
kendisini toplumun geri kalanından -kendi çıkarları ve
avantajları için- izole etmiş bir topluluğa karşı ihtiyatlı ve
tedbirli olma durum u vardı.
Bordeaux Yahudileri ayrıcalıklarını kaybetmek is
temedikleri için, Alsas, Lorraine vb. bölgelerde yaşayan
Alman Yahudileri’nden kendilerini uzak tutuyorlardı.
Meclis’teki bütün protestolara rağmen, Alsas
Yahudilerini özgür kılan yasa, Eylül 1791’de yürürlüğe
girdi.
Leon Kahrı, ‘Les Juifs de Paris pendant la Revolution
(1898) adlı kitabında Fransız İhtilalinde rol alan
Yahudilerin isimlerini açıklamıştı.
Bu kitapta anlatılanlara göre, Yahudi Rosenthal ken
di adıyla anılan bir lejyona önderlik yapmış ve “Vendee
Savaşı”na katılmıştı. Eskici Zaikind Hourwitz din
adamlarının mallarına el koyan biriydi. Lang isimli başka
bir Yahudi, Tuileries sarayının kapısındaki beş İsviçre’li
muhafızdan üçünü öldürmüştü. 16 Eylül 1792’de kraliyet
mücehverlerini şu Yahudiler yağmalamıştı; Lyre, (daha
321
sonra idam edildi) Clootz, Pereyra, Hebert, Chaumette
ve Momoro. Bu sonuncu şahıs, 1793 Kasım ayında
Başpiskopos Gobel’i tehdit ederek, Hıristiyanlığı inkâr
etmesini istemişti.
Fransız Devrimindeki büyük din aleyhtarlığı kam
panyası başladığı zaman, Yahudiler -kendilerininki de
dahil olmak üzere- bütün dini inançlara saldırmaya baş
ladılar. Fransız Yahudileri’nden devrime gelen bu destek,
onların dinsel fanatizminden değil, bir etnik grup ola
rak, avantaj sahibi olma arzularını yansıtıyordu. Onların
eski rejimi devrilmesiyle, çok büyük kazançlar temin
ettikleri bilinen gerçeklerdendir. Nitekim, 1796 yılında
yapılan Millet Meclisi toplantılarının birinde “devrim,
bankerlerin bir spekülasyonu muydu?” diye sorulmuştur.
Proudhomme, ‘maliyeciler ırkının devrim sırasında ya
şanan karışıklıklardan en çok çıkar sağlayanlar olduğunu
iddia etmişti.
Marks, “YahudiMeselesi’nin Fransız Devrimini ana
liz eden bölümünde, daha önceki dönemlerde Yahudi
para sermayesi ancak vaftiz olduktan sonra “Yeni
Hıristiyanlar” olarak Hıristiyan devleti içinde ticaret ya
pabiliyorlardı, demektedir.
Oysa devrim, Hıristiyan devletine karşı bu kontro
lü kaldırarak ticaret ve tefeciliğin önünü resmi olarak
‘Sefarad Yahudilerine açmıştır. Marks buradan yola
çıkarak, Fransız Devriminin burjuva karakterinin altını
özellikle ‘Yahudi’ olarak çizmektedir.
Alman Masonluğunun Büyük Üstadı Brunswick
Düküne göre, (Dük, ‘Stricte Observance’da “Eques a
Victoria,” Illuminati ‘de “Aarori” talana adıyla biliniyor
du.) masonluğun içinde faaliyet gösteren gizli bir mez
322
hep, Fransız Devrimini gerçekleştirmişti ve gelecekteki
devrimleri de onlar gerçekleştireceklerdi.
Fransa’daki (1796) Komünist Babouef Ayak
lanm asından sonra, 1799 yılında İngiliz Parlâmentosu
masonluk hariç bütün gizli örgütleri yasaklama kararı
aldı. İngiliz Hükümeti bu örgütlerin arzettikleri tehlike
lerin farkındaydı.
Barruel’in kitabında belirttiği gibi, Illuminizm ve
‘Grand Orient’ “Büyük Doğu” Masonluğu yalnız Fransız
Devrimini gerçekleştirmekle yetinmemişti. Devrimden
üç yıl sonra bile bunlar hâlâ faal vaziyette idiler.
İlginçtir ki, Illuminati’nin Bavyera Elektörü tarafın
dan 1786’d a (Yani Fransız Devriminden üç yıl önce) ya
saklanması, ne Weishaupt’u ne de Illuminati’yi durdura-
mamıştı. Illuminati ve Weishaupt, Fransız Devrimi sona
erdikten sonra bile faaliyetlerini sürdürmeye devam etti.
“Terör” dönemi bittikten sonra, devrim sırasında maso-
nik locaların yerini alan kulüpler, yerlerini yeniden localara
terketmişlerdi.
Illuminati’nin düşünceleri başka milletler için yıkı
cı idi ama ‘A lman Vatanseverleri’ için böyle değildi. Bu
ilginç paradoksu, 19’ncu ve 20’nci Yüzyıldaki Illuminati
faaliyetlerinde gözlemlemekteyiz.
323
YİRMİNCİ BÖLÜM
FRANSIZ İHTİLALİNİN
FİNANSÖRLERİ
324
işinde yeteneğini kanıtlayan Bauer, bankanın küçük ortakla
rından biri oldu. Daha sonra Frankfurt’a babasının kurduğu
işe geri döndü. Kırmızı şilt hâlâ kapının üzerinde duruyordu.
Bauer ‘kırmızının143 gizli anlamını çok iyi biliyordu. Bu ne
denle yeni bir aile ismi almaya karar verdi. Böylece Almanca
‘kırmızı şilt’ anlamına gelen ‘Rothschild’ adı ortaya çıktı.
Amschel Mayer Bauer 1812 yılma kadar yaşadı.
Bauer’in beş oğlu olmuş ve hepsi birer finans uzmanı
olarak yetiştirilmişlerdi. Oğullarından Nathan çok yete
nekliydi ve yirmibir yaşında ‘Bank of England’ı (İngiltere
Bankası) kontrolü altına almak için İngiltere’ye gitti.
Bu kontrol, diğer kardeşleri ve babası ile bağlantılıydı.
Böylece Avrupa’da ilk defa “Uluslararası Bankacılık
Tekeli” kurulmuş oldu.
Uluslararası bankerler tarafından finanse edilen
Lenin’in kullandığı ilk kızıl bayrakta, orak-çekiç sembo
lünün dışında beş köşeli değil, altı köşeli Davut yıldızı
bulunuyordu. (Bu, daha sonra derhal beş köşeli yıldıza
dönüştürülmüştür.)
1773’de Mayer Rothschild, oniki zengin Yahudi ban
keri Frankfurt’taki evine davet etti.
Bunlar, ‘Dünya Devrimci Hareketi’ni finanse ve
kontrol etmek için bir ‘kaynak havuzu’ oluşturdular.
Bu toplantıda Rothschild onlara İngiliz Devriminin
nasıl organize edildiğini anlattı ve burada yapılan hatalar
dan ders alınması gerektiğini belirtti.
İngiliz Devrimini kışkırtan bankerler, millî ekonomi
143 Encyclopaedia Judaica (Yahudi Ansiklopedisi) “adam” sözcüğünün
‘kırmızı’ anlamı konusunda net bir tutum almaktadır. Tevratta ilk in
sanın yaratıldığı toprağın ‘ kırmızı’ olduğuna inanılmaktadır. Ayrıca
“adamu” sözcüğü İbrani’ce “kan” anlamına gelmektedir. Demek ki ‘kır
mızı’ adam anlamına gelmektedir. (Yalçın Küçük, ‘Şebeke’-Network).
325
üzerinde mutlak bir kontol sağlamışlardı. Uluslararası dü
zeyde yürütülen entrikalarla, ve ayrıca savaşlar ve ihtilallerle
ulusal borçları yükseltmişlerdi. (1694den beri savaşan taraf
lara ve ihtilalcilere borç para veriyorlardı.)
Rothschild, diğer bankerlere dikkatlice hazırlanmış
bir eylem plânı sundu. Bu plân dünyanın zenginlikleri
ni, doğal kaynaklarını ve insan gücünü kontrol etmeye
dayanıyordu. (1773deki bu toplantıya katılanlar dünya
servetinin büyük bir kısmını ellerinde bulunduran ban
kerlerdi. Bugün de hâlâ öyledir.)
25 maddelik bu plânın 20 nci maddesinde son hedefleri
nin “DÜNYA HÜKÜMETİ”ni kurmak olduğu belirtiliyor
du. 23ncü maddede ise ‘Yeni Dünya Düzeni’nin nasıl kuru
lacağı anlatılıyor ve ‘Tek Dünya Hükümeti’ üyelerinden biri
nin “diktatör” olarak atanacağı anlatılıyordu. Gerçekte bu bir
‘ILLUMİNATİ’ plânıydı, ama 20’nci Yüzyıl başında birçok
yazar tarafından yanlışlıkla, ‘Siyon Bilgelerinin Protokolleri’
veya kısaca ‘Siyon Protokolleri’ diye adlandırılacaktır.
Unutulmamalıdır ki 1773 yılında ‘Siyonizm’ resmen
mevcut değildi.
Bu belge 1901 yılında Rus Profesör S. Nilus’un eline
geçti ve o da bunu ‘Yahudi Tehlikesi’ başlığı altında ya
yınladı. Nilus’un yayınladığı belgede ilk baskısından bu
yana büyük bir değişiklik görülmüyordu. Fakat bazı ilave
ler yapılmıştı. Örneğin, fesatçıların Danvinizm, Marxism
ve hatta Nietzcheizm’i nasıl kullanacakları anlatılıyor
du. Burada hatırlanması gereken önemli bir husus da,
1901’de ele geçen belgede Siyonizmin de kendi amaçları
için kullanılacağının açıklanmasıdır!.. Hatırlanmalıdır ki,
326
‘Siyonizm’144 1897 yılında organize olmaya başlamıştı.
327
Kanadalı askeri istihbarat uzmanı William G.Carr’m
‘Pawns in The Game adlı kitabmda açıkladığına göre, Bavyera
Hükümetinin eline geçen Illuminati belgelerinde (Bu konuda
‘Illuminizm’in Fransız İhtilali Üzerindeki Etkileri’ bölümüne
bakınız) Rothschildler’i Frankfurt’taki Illuminati’ye, onu da
Fransız Masonluğuna “Büyük Doğu” (Grand Orient) bağla
yan olaylar, kronolojik bir sıraya göre anlatılmıştı.
Yine bu belgelerden anlaşıldığına göre, tefeciler, ban
kerler, bazı yüksek rahipler ve direktörlerden oluşan bir
grup insan, şeytani çıkarlarına hizmet edecek çok gizli bir
örgüt kurmuş ve buna ‘Illuminati’ demişlerdi. Illuminati
kelimesi ‘Lüsifer’d en (Şeytan, İblis) türemişti. Lüsifer
‘Işık Getiren’ anlamındadır. Yani Illuminati, “Lüsifer
Başrahiplerinin kabalistik ayinler sırasında (muhtemelen
cinlerden) aldıkları ilham ve bilgileri hayata geçiren bir
örgüttü. Hz. İsa bunları “Şeytanın Sinagogu” diye nite
lendirmekte çok haklıydı. (Illuminati’nin köklerinin antik
Sümer medeniyetine kadar uzandığını hatırlatmak isterim.
Bununla ilgili olarak, “Hitler Almanyasının Gizli Tarihi”-
‘Sümer Yılan Kardeşliği Örgütü’ S. 152- kitabıma bakınız.)
Illum inati ‘Yüksek Konseyi’ onüç kişiden145 oluşmuş
tu. Bunlar ‘33’ler Konseyini yönetiyorlardı. Illuminatinin
şefleri, dinsel doktinler, ayinler ve seremoniler konusunda
her şeyi bildiklerine inanıyorlardı.
145 Son yemekteki 12+1 üzerine kurulan Hıristiyan geleneğinde 13, ço
ğunlukla cehenneme ait mertebelenmenin sayısı olarak zikredilir; aynı
şekilde cadılar da sık sık 13’lü gruplar halinde ortaya çıkarlar. Ayrıca
tahmin edilebileceği üzere 13, cadılık ve kara büyü ile de irtibatlıdır.
Kadim Maya kültüründeki gibi 13 Yahudi geleneğinde de kutsal ve
uğurlu bir sayıdır.
İbranice’d eki (Arapçada olduğu gibi) sayısal değeri ‘A had’ (Bir) keli
mesini verdiği için ‘Kabala onu uğurlu bir sayı olarak kabul eder. Çıkış
34:6’d an 13 ilahi sıfat çıkarılır ve ‘Hamursuz Bayramı Haggada’sı açık
bir şekilde bu sayının önemini vurgular. (Annemarie Schimmel, ‘Sayı
ların Gizemi’).
328
‘Yüksek Konseyin onüç kişi olması, onlara esas görevle
rinin Hz. İsa ve oniki havarisi tarafından kurulan dini (yani
Hıristiyanlığı) yok etmek olduğunu hatırlatıyordu.
Illuminati ye inisiye edilen herkes, 33’ler Konseyinin
başkanına mutlak itaat edeceğine ve onun üstünde hiç
bir ölümlüyü tanımayacağına dair yemin ediyordu.
Illuminati gibi bir organizasyonda, 33’ler Konseyinin
başkanı yeryüzünde yaşayan bir tanrı gibiydi.
‘Yüksek Konsey,’ Ingolstadt LocasTnm ajanları ve
hücrelerinin yardımıyla, kıta Masonluğuna sızma kararı
almıştı. Kıta Masonluğuna sızanlar burada Grand-Orient
(Büyük Doğu) localarını kurdular. Rüşvet, yolsuzluk v.b
metodlarla, Grand Orient üyeleri, Illuminizm’in bilinç
li veya bilinçsiz müritleri haline geldiler. Bundan sonra
Grand Orient Masonluğu ateist ve materyalist ideolojile
rin başta gelen savunucularından biri oldu.
Yüksek Konseyin ajanları, kendi çıkarları için
kullanabilecekleri en uygun adamın Marki Mirabeau ol
duğuna karar verdiler. (Mirabeau konusunda daha önce
bilgi vermiştim) Mirabeau, Illuminati’ye inisiye edil
dikten sonra, ona Orleans Dükünü Fransa’daki İhtilalci
Hareketin liderliğine getirme görevi verildi.
Mirabeau, Orleans Dükünü Fransa’daki ‘mavi’ veya
‘ulusal’ denilen Masonluğa sokmaya muvaffak oldu.
Dükün borçları bir hayli kabarıktı ve 1780 yılındaki bor
cu 800.000 Livre idi.
Tefeciler ona (Mirabeau gibi) fınansal yardım tekli
finde bulundular. Dük borçlarına karşılık, ‘Palais Royal’
(Kraliyet Sarayı) diye adlandırılan evi de dahil olmak üze
re birçok mülkünü ipotek etti. Dük, Yahudi finansörlerin
mallarını ve mülklerini idare etmelerine -kendisine de
329
bir miktar gelir bırakılması şartıyla- kabul etti. Böylece
Orleans Dükü tamamen Yahudi bankerlerin avucuna
düşmüş bulunuyordu.
Fransız Devrimini yöneten ‘Gizli Güçler,’ Choderlos
de Laclos’u başta ‘Palais Royal’ olmak üzere, Dükün
mülklerini yönetmekle görevlendirdiler. De Laclos bir
İspanyol Yahudisiydi. Laclos, ‘Palais Royal’ı zamanının en
kötü ününe sahip evine çevirdi.
Burada her çeşit şehevi eğlence, ahlâksız ve utanmaz
şovlar, müstehcen resim galerileri, pornografik kitaplar ve
cinsel sapıklığı en hayvani şekillerde ortaya döken sergiler
bulunuyordu. Ayrıca erkekler ve kadınlar için en haya
sızca sefahat alemleri de düzenleniyordu. Böylece ‘Palais
Royal’ Fransız dini inançlarının ve ahlakının sistema
tik olarak çökertildiği ve yokedildiği bir yer haline geldi.
Bütün bu yapılanlar en iyi devrimci, ahlak kurallarına hiç
uymayandır’ düsturunun kaynaklandığı Jakob Frank’in
kabalistik teorisine dayanıyordu.
De Laclos’la işbirliği yapan bir başka Yahudi daha
vardı o da; Palermo’lu Cagliostro, yani Joseph Balsamo
idi. Balsamo, ‘devrimci propagandayı’ organize etmekle
görevlendirilmişti. Balsamo aynı zamanda bir casus hal
kasını da yönetiyordu ki bunlar, devrimin arkasındaki
‘Gizli Güç’ün emirleri mucibince, “L’Infamie” (Haksız
yere karalama, suçlama) kampanyasını yürütüyorlardı.
Laclos ve Balsamo’nun şantaj ağma düşen erkek ve
kadınlar, onların istediklerini yapmak mecburiyetin
de kalıyorlardı. Bu şekilde Orleans D ükünün mülkleri
‘Devrimci Politika Merkezleri’ haline geldi.
Bavyera Hükümetinin ele geçirdiği Illuminati örgü
tüne ait belgelerde ‘Dünya Devrimci Hareketi’ne ait baş
330
ka deliller de bulundu. Bunun üzerine Bavyera Hükümeti
Fransa, İngiltere, Polonya, Avusturya ve Rusya’ya devri
min uluslararası doğası’ konusunda uyarıda bulundu,
fakat bütün uyarılara rağmen, bu ‘şeytani fesat’ hareketi
durdurulamadı.
Çünkü, “Dünya İhtilal Hareketi”nin arkasındaki in
sanlar, seçilen hükümetlerden çok daha güçlüydiı.
1785 yılında Bavyera Hükümetinin diğer ülke
hükümetlerine verdiği bilgiler, onları harekete geçirmeye
yetmemişti. Fransa Kraliçesi Marie Antoniette’nin kız-
kardeşi, bir mektup yazarak, onu devrimci bir komploya
karşı uyarmıştı. Kızkardeşi uluslararası bankerlerin ve bir
kısım masonların ortak bir devrim hazırladığını, bu se
bepten hayatının tehlikede olduğunu yazıyordu.
Marie Antoinette (1755-1793) Avusturya İmparatoru I.
Francis’in kızıydı ve Fransa Kralı XVI. Louis ile evlenmişti.
M. Antoinette, kızkardeşinin yazdığı ‘Illuminati Komplosu’
uyarılarına hiç inanmamıştı. Kızkardeşinin uyarı mektupla
rına devam etmesi üzerine, Marie Antoinette cevabi mektu
bunda şöyle yazıyordu; “Fransa söz konusu olduğunda ma
sonların rolünü çok abartıyorsun. Onlar Fransa’da Avrupa’nm
diğer ülkelerine nazaran çok daha önemsizdirler.” Tarih, M.
Antoinette’nin kızkardeşini acı bir şekilde haklı çıkarmıştır.
Joseph Balsamo ve propagandacıları, Marie
Antoinette’e her türlü yalan ve iftirayı atarak onu halkın
gözünde küçük düşürmek için uğraşıyorlardı. Weishaupt
ve Mendelssohn, M. Antoinette’i karalamak için “Elmas
Gerdanlık” hikâyesini uydurmuşlardı.
O zamanlar Fransa’nın mali durumu çok bozuktu ve
Fransız Hükümeti Uluslararası Para Baronlarından ek
kredi dilenmekteydi.
331
Büyük fesatçıların gizli bir ajanı sarayın kuyumcusuna
-Kraliçenin arzusu imiş gibi- elmas bir gerdanlık siparişi
verdi. Bu gerdanlığın o günkü fiyatı çeyrek milyon livre idi ve
tabii, Kraliçe adına sipariş edilmişti. Saray kuyumcusu elmas
gerdanlığı Kraliçeye getirince, Kraliçe onu derhal iade etti ve
gerdanlıkla ilgili hiçbir para ödemediğini bildirdi. Kraliçenin
bütün iyi niyetine rağmen, gerdanlıkla ilgili söylentiler,
komplocuların istediği şekilde gelişiyordu.
Balsamo’nun propaganda makinası yoğun bir biçim
de çalışmaya başlamıştı, Bunun sonucunda, M. Antoinette
yoğun bir eleştiri bombardımanına maruz kaldı. Bir anda
Kraliçenin şeref ve itibarı zedelenmiş, karakterine leke sü
rülmüştü. Bu işlem tamamlandıktan sonra, Balsamo’nun
yayın organları binlerce, hatta onbinlerce broşür basıp da
ğıtarak, Kraliçenin gizli bir âşığı olduğunu, gerdanlığı da
bu şahsın gönderdiği yalanını yaymaya başladılar. Fakat
Kraliçeyi hedef alan yalan ve iftira kampanyası bununla
sona ermemişti. Fesatçılar, Kardinal Prens de Rohan’a
Kraliçenin imzasını taklid ederek bir mektup gönderdiler.
Mektupta, “gece yarısı ‘Palais Royal’de buluşalım ve elmas
gerdanlık’ meselesini görüşelim,” diye yazıyordu. Gece
yarısı, Kraliçe yerine ‘Palais Royal’den bir fahişe gelerek
Kardinale kendini Kraliçe diye tanıtmıştı. Bu olay erte
si gün gazetelere ve broşürlere yansıdı. Böylece kilise ve
devlet’in en yüksek makamlarına ulaşmış iki insanın şah
sında, hem kilise hem de devlet yıpratılmış oldu.
Tarihi kayıtlar, elmas gerdanlığın görevi’ sona erdik
ten sonra İngiltere’ye gittiğini göstermektedir. Elmaslar,
İngiltere’de Eliason adlı bir Yahudi’nin eline geçmişti.
Lady Queensborough “Occult Theocrasy” adlı kita
bında Fransız devriminde İngiliz Yahudi tefecilerin rolü ile
332
ilgili ilginç bilgiler vermektedir. Lady Queensborough’un
iddialarına göre, İngiltere’deki Yahudi bankerlerden
Benjamin Goldschmidt, kardeşi Abraham ve ortaklan
Moses Mecatta ve yeğeni Sir Moses Montefiore, Fransız
devrimini finanse etmişlerdi. Daha sonra Berlin’li Daniel
Itzig, üveyoğlu David Friedlaender ve Alsas’lı Herz
Gergbeer’in Rothschildler’le ortak olarak ‘büyük fesat’ın
içinde olduklarına dair deliller ele geçirilmiştir.
İşte, ‘Dünya Devrimci Hareketi’nin arkasındaki
‘Gizli Güç’ yukarda belirtilen şahsiyetlerdi.
Fransa Hükümeti, devamlı savaşlar dolayısıyla
yüksek faizle yeniden borç para bulmak mecburiyetin
de kalmıştı. Aslında bu savaşları çıkaranlar da borç ve
ren ‘Uluslararası Fesatçılardan başkası değildi!.. Fransa
Hükümeti ile bu bankerler arasında yapılan anlaşma
gereğince, M. Necker adlı bir kişinin ‘Fransız Kraliyet
Konseyine ‘Finansal Meseleler Bakanı’ (Maliye Bakanı)
olarak atanması şartı vardı. Yahudi maliyeciler bu mali
ye sihirbazının Fransa’nın maddi meselelerini çözeceğini
iddia ediyorlardı.
Maliyecilerin gönderdiği ‘kurtaracı’ M. Necker sa
yesinde Fransa’nın borçları azalmak şöyle dursun, dört
yılda korkunç bir şekilde artarak 170.000.000 Sterling’e
(İngiliz Lirası) çıkmıştı.
Joseph Balsamo’nun propaganda broşürleri kili
se ve devletin yüksek rütbeli memurlarını kötülerken,
Illuminati’nin özel ajanları -ki ‘Terör Dönemi’nin lider
leri olarak kullanıldıktan sonra harcanacak insanlardı-
devrimci çabalara destek veriyorlardı.
Bu liderler arasında Robespierre, Danton ve Marat
vardı. Jakoben Konvan’ın da kararlaştırıldığı gibi, hapis
333
hane ve tımarhane kaçkınları sokaklara salınarak, 'Terör
Dönemi’ için uygun bir psikolojik ortam yaratıldı.
Bu konvan’d a ayrıca ‘tasfiye edilecek’ (yani öldürü
lecek) gericilerin listesi de hazırlanmıştı. Caniler ve de
liler, sokaklarda katliamlar ve tecavüzlerle halkı dehşete
düşürürken, ‘Kom ünün146 pezevengi’ Manuel’in yöneti
minde örgütlenen yeraltı unsurları, bütün önemli siyasi
şahsiyetleri, önde gelen din adamlarını, Krala sadık su
bayları tutuklamaya hazırlanıyordu. Bu iyi örgütlenmiş
yeraltı Yahudi şebekesinin elemanları Jakoben Kulüpleri
tarafından belirlenmişti. Kolaylıkla anlaşılacağı gibi, ‘Te
rör Dönemini, görünmeyen efendilere’ hizmet için, yö
netenler Jakoben Kulübü üyeleri idi.147
Devrimin başlaması ile Jakobenler kontrolü ele geçirdi
ler. Daha önce de belirttiğim gibi, bunlar Illuminati ve Grand
Orient Masonluğu tarafından derlenmiş insanlardı.
Orleans Dükünü, kuzeni Kralın öldürülmesi lehinde
oy kullanmasını sağlayarak, onu kendi amaçları için kullan
dılar. Dük meşruti bir monarşinin kurulacağını sanıyordu
ama Jakobenlerin gündeminde başka talimatlar vardı. Kralın
ölümü için oyunu kullandıktan sonra, ‘devrimin arkasındaki
gizli güç’ onun da ‘tasfiye edilmesini emretti. Dük yoğun bir
karalama ve iftira kampanyasının cırdından, inanılmaz kısa
bir zaman içinde kellesini giyotine kaptırdı.
Jakobenler, gizli üstadların hedef gösterdiği bütün
insanları sistematik bir şekilde ortadan kaldırıyorlardı.
Mirabeau, bu korkunç intikam aletinin çalışmasın
dan çok huzursuz olmuştu. O, Krala karşı şiddet uygu
lanmasına karşıydı. Şahsi inancına göre, devrimin amacı
146 Paris Komünitesi’ne, Jakobenler’in Sanhedrin i deniyordu. (Bilindiği
gibi, eskiden Musevilerin millet meclisine ‘Sanhedrin deniyordu.)
147 Sir Walter Scott, ‘Life of Napoleon,’ Vol.2, P.30.
334
XVI. Louis’in yetkilerini kısıtlamak olmalıydı. (Bu arada
kendisi de Kralın Başdanışmanı olmayı düşünüyordu.)
Efendileri’nin Kralı öldürmeye karar verdiklerini öğre
nince, XVI. Louis’i sadık generallerinin korumasında
Paris dışına kaçırmaya kalkıştı. Fakat bu da onun sonu
oldu. Çünkü, Jakobenler kaçış plânını öğrenmişlerdi.
Mirabeau’yu halkın önünde idam etmeye cesaret edeme
yen yönetim, onu zehirleyerek öldürttü. Onun ölümüne
intihar süsü verildi.
Illuminati’nin ‘Terör Yönetiminin başında ‘bedenlen-
miş şeytan denilebilecek iki şahıs yer alıyordu; Danton ve
Robespierre. Bu ikili yollarına çıkan bütün insanları göz
kırpmadan ölüme gönderdiler. Fakat görevleri tamamla
nınca, bu iki cellat da giyotinden kurtulamadı.
Danton ve Robespierre148 gibi devrimin kullandığı
birçok insan, belirli bir süre sonra hizmet ettikleri insan
lar tarafından idama gönderildi.
Sir Walter Scott’un ‘Life of Napoleon adlı kitabında
belirttiğine göre, Fransız Devriminin kilit şahsiyetlerinin
çoğu yabancılardı. Scott’a göre, bu yabancılar çalışmala
rında ‘Direktörler ve ‘Yaşlılar’ gibi tipik Yahudi terimleri
ni kullanıyorlardı.
Sir Walter’in belirttiğine göre, ‘Communaute de
Paris’ (Paris Belediye Konseyi) Jakobenler’in “kan ve daha
çok kan” diye bağıran ‘SANHEDRİN’i haline gelmişti.
Scott Robespierre, Danton ve Marat’m ‘JAKOBENLER
SİNAGOGU’NDA önemli mevkiiler işgal ettiğini söyle
mektedir. Kral ve Kraliçeye saldırarak onları giyotine gö
türen ‘Komünün pezevengi’ Manuel olmuştu. Manuel’in
148 M. Louis Marchand (1895) Robespierre’in Alsas’lı bir yahudi olduğunu
ve asıl adının ‘Ruban olduğunu yazıyordu. Aynı yazara göre Danton da
bir Polonya yahudisi idi.
335
en yakın destekçisi, ‘Halk Güvenliği Komitesi’ üyesi olan
David idi. David de arkadaşı gibi kan ve ölümden yana idi.
Hıristiyan Tanrı inancı yerine, “Yüksek Varlık K ültünü
ortaya atan yine David idi. Bu kültün ritüelleri aslında
‘Kabalaya dayanıyordu.
Sir Walter Scott, Talais Royal’ın yöneticisi olan
Yahudi Choderlos de Laclos’un devrimin hazırlanmasın
da önemli bir rolü olduğunu söylemektedir.
Robespierre idam edildikten sonra, “Yaşlılar Konseyi
Direktörleri “ne Reubel ve Gobir adlı iki Yahudi atanmış
tı. Bunlar o dönemde Fransa’nın gerçek yöneticileri idiler.
Direktörler kurulu beş kişiden oluşuyordu.
Robespierre, Marat ve Danton, Fransız İhtilalini yö
neten Illuminati’nin onüç direktörü tarafından kullanılan
alet’ lerdi.
Fransız Devriminden sonra, bankerler Napoleon’u
alet’ olarak kullandılar ve Avrupa’daki krallıkları yıkmak
için, Napolyon savaşlarını organize ettiler.
336
YİRMİ BİRİNCİ BÖLÜM
ABD DÜNYANIN
İLK MASONİK CUMHURİYETİ
337
1781’de Pennsylvania’d a kurulan ve Amerikan
Masonluğunun tarihinde önemli bir yeri olan ‘Sublime
Lodge of Perfection’ adlı locanın içinde de Yahudiler son
derece etkin konumdaydılar. Eski dönem Amerikan ma
sonluğunun önemli isimleri arasındaki diğer Yahudiler
şunlardı: Charlestondaki King Salomons Lodge’ın kuru
cularından Isaac da Costa, 1781’de Virginia bölgesinde
genel müfettiş seçilen Abraham Forst ve aynı görevi
önce Maryland, sonra da Charleston’d a yürüten Joseph
Mayers. 1793’te Charleston, South Carolina’daki büyük
sinagogun açılış töreni, Mason localarındaki ritüellere
uygun olarak yapılmıştı.
Yahudi isimleri daha sonraki dönemlerde de
Amerikan localarında dikkati çekti. B’nai B’rith tarafın
dan da benimsenmiş olan gizlilik, ketumiyet gibi özel
likler ve pek çok ritüelin masonik çalışmalardan etkilen
diğine kuşku yoktur. B’nai B’rith Yahudi toplumu içinde
Masonluğun bir benzeri olma amacı taşımıştır.”
Yahudi önde gelenlerinin Amerika’d a Masonluğu
yayma yönünde giriştikleri hummalı faaliyetin ardından,
ABD “dünyanın ilk masonik cumhuriyeti” olarak tarih
sahnesine çıktı.
Amerikalı tarihçi Robert Hieronimus “America’s
Secret Destiny” (Amerika’nın Gizli Kaderi) adlı kitabın
da, bu ülkenin kuruluşunun ardındaki masonik etkenler
le ilgili şu bilgileri veriyor:
“Günümüz tarihçileri, 17’nci ve 18’nci Yüzyılları Akıl
ve Aydınlanma çağı’ olarak kabul ederler ve bu dönem
deki tüm zihinsel faaliyetlerin ‘evrenin bilimsel yasalarım
ispata’ harcandığını söylerler. Oysa İd, ABD’nin kurucu
ları, bunların yanında, mistisizm, okültizm ve illuminizm
338
üzerinde yoğunlaşmışlardı. Astroloji, simya ve Kabala ile
derinden ilgilenmişlerdi. Ezoterik tarihçiler ABD’nin ku
rucuları arasında elliye yakın mason sayıyorlar. ABD’nin
dört kurucusu-Washington, Jefferson, Franklin ve
Adams-Gül-Haç Tarikatı üyesiydi. Bu kurucuların üçü
-Jefferson, Benjamin Franklin ve John Adams- aynı
zamanda Illuminati tarikatına da üye idiler.
George Washington ve bağımsızlık savaşının
Fransız destekçisi olan General Lafayette, yalnızca ya
kın arkadaşlar değil, aynı zamanda aynı locanın üyesiy-
diler. Bağımsızlık savaşma komuta ederken, Washington
düzenli olarak askeri localarda yapılan toplantılara
katılıyordu. Washington, ‘Bağımsız Büyük Loca’nm
(Independent Grand Lodge) Büyük Üstadlığına seçildi.
Bu loca, 1805 yılında onun anısına ‘Alexandria Washing
ton Locası’ adını aldı.
ABD’nin kuruluşunda gizli dernekler, özellikle m a
sonların etkisi genelde atlanır. Oysa ezoterik tarihçiler,
‘Bağımsızlık Bildirgesini imzalayan ellialtı kişiden ellisinin
mason olduğunu bildiriyor. Bunun yanısıra, Amerikan
ordusundaki subayların büyük çoğunluğunun mason ol
duğu ve askeri localarda toplandıkları biliniyor.
Kendisi de bir mason olan General Lafayette, George
Washington’un mason olmayan subaylarına hiçbir zaman
içinden gelerek emir vermediğini, zaten neredeyse tüm
yakın askeri çevresinin ona mistik bir bağ ile bağlanmış
biraderleri olduğu bildiriliyor.
Birçok dokümanda Washington’un Gül-Haç üyesi
olduğu da belirtilmektedir.
Masonik tarihçiler, Benjamin Franklin’i döneminin
en büyük Amerikalı masonu olarak kabul ediyorlar.
339
1726 yılında Franklin kendi gizli derneğini kurdu:
‘LeatherApron Club’ (Deri ÖnlükKulübü) Organizasyonun
adı bile olaydaki masonik etkiyi gösteriyor, çünkü masonik
önlükler deriden yapılıyordu.
Franklin, ittifak oluşturmak amacıyla 1776’da
Fransa’ya geldikten hemen sonra, Fransız mason loca
larıyla bağlantı kurdu. 1778 yılında Voltaire’in ‘Dokuz
Kızkardeşler’ adlı locadaki tekris töreninde Franklin de
bulunuyordu. Ertesi yıl bu locanın üstadlığına seçildi. (Bu
locanın siyasi faaliyetleri ile ilgili olarak ‘Bastilin Yıkılışı’
bölümüne bakınız) Bunun yanında iki Fransız locasıy
la daha ilişki kurdu: ‘Saint Jean de Jerusalem’ (Kudüslü
Aziz Jean) ve ‘Loge des Bon Amis’ (İyi Dostlar Locası).
Benjamin Franklin, Fransızlarla kurduğu ilişkiyi,
Am erikan-Fransız ittifakının kurulm asında kullandı.
İki taraf arasındaki diplomasi ve gizli görüşmeler, m a
sonik protokole uygun olarak yürütülüyordu.
Franklin’in Gül-Haç üyeliğini ise çeşitli kaynaklar
bildiriyor. Franklin’in Philadelphia’d a bir Gül-Haç loca
sı kurduğu biliniyor. Konunun uzmanlarından Dr. H.
Spencer Lewis de Franklin’in tarikata üye olduğunu doğ
ruluyor. Bu arada Franklin’in genç bir doktorla birlikte
çeşitli simya denemeleri yaptığı, bazı rit ve seremonileri
uyguladığı biliniyor.
Thomas Jefferson herhangi bir gizli örgüte üye miy
di? Masonik kaynaklar bu soruya evet’ cevabını veriyor
lar. 1960 yılında yayınlanan ‘Masonic Bible’ Jefferson’ın
aktif bir mason olduğuna kuşku olmadığım’ bildiriyor.
Bunun yanında ‘Gül-Haç uzmanı’ Dr. Spencer Lewis,
Jefferson’ın Gül-Haç olduğuna dair önemli deliller sunu
yor. Dr. Lewis, Jefferson’ın yazdığı bir kâğıtta garip bazı
340
işaretler bulduğunu, bu işaretlerin de eski ve kutsal Gül-
Haç metinlerinde yer alan bir şifre türü olduğunu söylü-
»
yor.
Amerikan Bağımsızlık Savaşında George Was-
hingtonun yanında çok sayıda Yahudi yeralmıştı.
Yahudiler, kendileri için bir tür “Vaadedilmiş Toprak” ola
rak gördükleri ABD’nin bağımsızlığına özellikle finansal
yönden büyük destek verdiler.
İki ünlü Yahudi banker, Hayim Saiomon ve Robert
Morris,
Washington’un ordularını finanse ettiler. Ayrıca
Hayim Saiomon “büyük bir masondu. Savaş sonrası
da karşılıklı muhabbet sürmüştü. Washington, 1781’de
Newport’u ziyaret ettiğinde Yahudiler tarafından “Kral
Davut Locası” nda yapılan masonik bir törenle karşılan
mıştı.
341
lı olarak ilk m ühür oluşturuldu: Bir yüzde Hz. Musa ve
onunla birlikte denizden kurtularak güvenli bir toprağa
ayak basan îsrailoğulları yer alıyordu. Musa eliyle denizi
işaret ediyor, denizde ise Firavunun askerleri boğulurken
görülüyordu. Bulutlardan çıkan bir ateşin ışıldan Musa’ya
ulaşıyordu. Bunun yanında Jefferson da bir öneri getirmiş
ti: M ührün ön tarafına, çölde gündüzleri bir bulut, ge
celeri de ateşten bir sütunla kendilerine yol gösterilen
îsrailoğullannın konulmasını teklif ediyordu.”
Fakat Kongre -fazla açık ve cüretkar bulduğundan
olacak- Ocak 1777’de bu birinci komitenin teklifini ka
bul etmedi. Üç yıl sonra yeni bir komite oluşturuldu. Bu
komitenin teklifi de kabul edilmeyince, m ührü belirleme
işi 4 Mayıs 1782’de toplanan üçüncü komiteye kaldı. Bu
komite, bugünkü m ührü oluşturdu. İsrailoğullarının izi,
ilk komitenin mühründeki kadar belirgin olmasa da bu
mühürde de yer alıyordu. Ön yüzde, kartalın başının he
men üstünde, beş köşeli yıldızlardan oluşan altıköşeli bir
siyon yıldızı bulunuyordu. Arka yüzde ise Yahudi-maso-
nik sembol “üçgen içindeki göz’’yerini koruyordu.
1934 yılında eski başkan yardımcısı Henry A.
Wallace, başkana, m ührün her iki yüzünün de demir pa
ralar üzerine basılmasını içeren bir öneri götürdü. Başkan
Roosevelt bunu kabul etti ve o tarihten sonra mühür ABD
paraları üstünde görülmeye başlandı. Wallace’in mühür
ile yakından ilgilenmesinin ardında, ezoterik konulara
olan yakın ilgisi vardı. Bir teori, Wallace’in ilgisinin kaba-
listik amaçlara dayandığını ileri sürer. İşin bir başka ilginç
yönü, hem Wallace’in hem de Başkan Roosevelt’in mason
olmasıdır.
Ezoterik geleneğe bağlı yazarların çoğu da mührün
özellikle arka yüzünün, masonluk, Gül-Haç ve Illuminati
342
gibi örgütlerden kaynaklandığını bildirmiştir.
‘Üçgen içindeki göz’ sembolünün altında yeralan pi
ramit de gerçekte m asonikbir semboldür. Mühürde yera
lan piramit, ünlü Büyük Giza Piram iti’dir. İlginç olan ise
Giza Piramiti ile Kabala arasında ilişki olmasıdır.
Oxford’lu bir matematikçi ve Astronom olan John
Greaves, büyük Piramit hakkında yaptığı araştırmalarla
tanınmıştır. Greaves’in araştırması, aynı zamanda pira-
mitin kabalistik yorumlarının da temelini oluşturmuştur.
Diğer bir deyişle, ABD m ührünün arka yüzündeki pira-
mitin kökenleri kabalistik etkenler taşımaktadır. Greaves’e
göre büyük piramit ‘Kabala’ ile ilişkilidir.
Bazı Gül-Haç ve mason ekolleri, büyük Piramitin rit-
lerdeki dereceleri temsil ettiğine inanırlar.
343
YİRMİ İKİNCİ BÖLÜM
ILLUMİNATİ VE ‘KAOS’TAN
DOĞAN DÜZEN’ PLÂNLARI
344
Ritter’e bunun anti-tezini yazdırıyordu. Böylece toplum
birbirine düşman iki kampa bölünmüş oluyordu. Fakat
Illuminati her iki kampı da kontrol etmekteydi. Ritter’in
başladığı çalışmayı Alman filozofu Friedrich Nietzsche
(1844-1900) sürdürdü.
Nietzscheizm, daha sonra Faşizme ve Nazizme dö
nüşecek ve Illuminati’ye bu ideolojileri kullanarak İkinci
Dünya Savaşını çıkarma fırsatını verecekti.
1834’de İtalyan devrimci lideri Guiseppe Mazzini,149
Illuminati’nin ‘dünya ihtilali programını’ gerçekleştir
mek için direktörlüğe atandı. Mazzini bu mevkiide ölün
ceye kadar (1872) kaldı. Jüri Lina, ‘Under The Sign Of The
Scorpion adlı kitabında Yahudi Guiseppe Mazzini’nin
(Doğ. 1805) Illuminati grubunun başına getirildiğini tas
dik etmektedir. Mazzini 1837 yılından beri ‘Illuminatus’ve
otuzüç dereceli Mason idi. Onun Bavyera IUuminatisi’nin
de başkanı olduğu sanılıyor. Mazzini’nin ölümünden son
ra, aynı görevi bir başka İtalyan Yahudisi olan Adriano
Lemmi devraldı. Lemmi tipik bir devrim-fesatçısı ve
İtalyan ‘Grand Orient’inin “Büyük Doğu” ‘Büyük Üstadı’
idi. İtalyan devrimcilerinden Guiseppe Garibaldi de bir
‘Illuminatus’ idi. Garibaldi taraftarları ‘kırmızı gömlek’gi
yiyorlardı.
New York’taki konferans’tan kısa bir müddet sonra,
İtalya, Fransa, İspanya, Avusturya ve Rusyada (monarşi
aleyhtarı) terör hareketleri ortaya çıktı. Mazzini 1854 yılında
Parma Dükünü öldürttü. Bununla da yetinmeyip, katilleri
mahkum eden yargıcı da öldürttü. Böylece, anarşist terör ar
149 Mazzini, Roma Belediye Başkam (Yahudi) E. Nathan’m babası tarafın
dan eğitilmişti. Jessie White, “The Birth of Modern Italy” adlı kitabında
Mazzini’nin 1844 yılında Londra’dan yazdığı bir mektupta şunları yaz
dığını söylemektedir,” Fransa’d a ‘A ltın Buzağı’ çok güçlü. Rothschild (I.
James) isterse burada kral olabilir.”
345
tan bir tempo ile, Birinci Dünya Savaşına kadar devam etti.
Bu arada onbinlerce masum insan hayatını kaybet
miş ve dünya birbirine düşman muhtelif bloklara ayrıl
mıştı. Bütün bu operasyonlar Londra’d an yönetiliyordu.
Bireysel terör o derece arttı ki, 29 Temmuz 1900’de
İtalya Kralı II. Umberto mason Angelo Pressi tarafından
öldürüldü.
1861 yılında Abraham Lincoln ABD başkanı seçildi.
Lincoln, Illuminati için bir engel teşkil ettiği için ABD’de iç
savaş çıkarıldı. (Güneyli Konfederasyon Illuminist’ Fransa
tarafından finanse ediliyordu.) Illuminati, ABD’yi ele geçir
mek ve Avrupa’daki bankacılık sistemini burada da kabul
ettirmek istiyordu. (Avrupa’da parayı özel bankalar basıyor
ve hükümetler yüksek faizle borçlanmaya zorlanıyordu.)
Lincoln Illuminati plânını, yani Amerikan ekono
misinin Rothschild bankası tarafından kontrolünü ka
bul etmedi. Bu karar aynı zamanda onun ölüm fermam
oldu. Yahudi Tlluminatus’ John Wilkes Booth tarafın
dan 15 Nisan 1865’de Washington’d a öldürüldü. Savaşın
bitiminden birkaç gün sonra Booth’u bulan ve kiralayan
Rothschildler’in ajanı Judah P. Benjamin idi.
Konfederasyon Generali Albert Pike (Doğ. 1809)
masondu ve 1850’li yılların sonuna doğru Amerikan
Illuminatisi’nin bir üyesi oldu. Mazzini’nin devrimci fa
aliyetleri (anarşik şiddet) ‘Grand Orient’i çok yıpratmıştı,
o sebepten Mazzini bunun yerine yeni ve çok gizli bir ör
gütü, yani ‘Palladium’u kurmayı düşünüyordu. Mazzini
22 Ocak 1870’de General Albert Pike’a gönderdiği bir
mektupta şöyle diyordu;
“Bu en yüksek ritle bütün masonluğa egemen olaca
ğız, bu bizim uluslararası merkezimiz olacak ve yönetici
lerinin bilinmemesi bizi daha güçlü kılacaktır.”
Albert Pike, “The New and Reformed Palladian
Rite” adlı bu çok gizli örgütü kurdu. Bu örgütün üç önemli
346
merkezi vardı: ABD’de Charleston, Roma (İtalya) ve Berlin.
(Almanya) Mazzini’nin çalışmaları sayesinde örgüt dünya
nın stratejik yerlerinde 23 alt komite kurdu.
Palladianizm gerçekte sâtanik bir kült’tü. Bu kült’te
‘Lüsifer’ (İblis) tanrı idi. Aslında General Pike da eşine az
rastlanan ‘şeytani’bir adamdı. Pike, Amerikan İç Savaşında
Konfederasyon bayrağı altında savaşırken (ordusu muhte
lif yerli kabilelerinden oluşmuştu) birçok katliam yapmış
ve bu sebepten Konfederasyon başkanı Jefferson Davis
(1809-1889) tarafından görevden alınmıştı.
Güneyli General Albert Pike, ABDdeki ünlü ırkçı gizli
örgüt ‘Ku Klux Klan’ın 150kurucularından biridir. Klanın
ilk ‘Grand Dragon u (Büyük Ejder) o idi. Örgütün nizam
namesini de Pike yazmıştır. Bugün Washington DC’nin
‘Judiciary Square’inde masonlar tarafından Albert Pike’in
anısına dikilmiş bir heykel bulunmaktadır.
Pike, Illuminati’nin “TEK DÜNYA HÜKÜMETİ”
düşüncesini kabul etmiş bir insandı. Bu sayede ‘Lüsifer
Rahipliğinin başkanlığına kadar yükselmiştir. Pike, 1859-
1871 yılları arasında üç dünya savaşı ve üç büyük dünya
ihtilalinin askeri plânlarını yaptı.
Ona göre, büyük komplonun son sahnesi 20’nci
Yüzyılda sergilenecekti!..
Pike’in plânı hem basit, hem de etkili idi. Pike,
Komünizm, Faşizm, (Nazizm) Siyasi Siyonizm gibi ideo
lojileri kullanarak, üç büyük savaşın ve üç büyük ihtilalin
çıkarılmasını plânlamıştı.
150 Klan, 1860’larda Tennessee’d e İskoç ritine bağlı bir grup mason tarafın
dan kurulmuştur. Örgüte katılanlar arasında iç savaş öncesi kurulmuş
olan “Knights of the Golden Circle” (Altın Çember Şövalyeleri) adlı
mason locasınm üyelerinin çokluğu dikkat çeker. Hem ‘Knights of the
Golden Circle’ hem de Ku Klux Klan örgütlerinin en büyük finansal des
tekçisi B’nai Brith (Yahudi Masonluğu) üyesi ünlü yahudi finansör Judah
P. Benjamindir. Masonluk ve B’nai B’rith arasındaki ittifak, KKK gibi
örgütlerle sürmüştür ve halen de sürmektedir.
347
Pike’ın plânına göre;
“Birinci Dünya Savaşı çıkarılarak, bu savaşın so
nunda Çar (Illum inati tarafından) devrilerek, ülke
ateist-Komünistlere teslim edilecekti.
Birinci Dünya Savaşının çıkması için, İngiliz ve
Alman imparatorlukları arasındaki anlaşmazlıklar kö-
rüklenecekti. Savaş sona erdikten sonra, Rusya’d a komü
nist bir rejim kurulacak ve bu rejim, hükümetleri ve din
leri zayıflatmak için kullanılacaktı.
İkinci Dünya Savaşı Faşistler (Naziler) ve Siyonistler
arasındaki anlaşmazlıktan kaynaklanacaktı. Bu savaşın
sonunda Nazizm yok edilecek ve Siyasi Siyonizm’in gücü
arttırılarak, Filistin’de bir İsrail Devleti kurulacaktı.
Yine İkinci Dünya Savaşı sırasında Enternasyonal
Komünizm güçlendirilerek, bütün Avrupa’yı tehdit eder
bir duruma getirilecekti. (İkinci Dünya Savaşı sonrası
Roosevelt ve Churchill’in politikaları, bu bilgilerin ışığın
da şimdi daha iyi anlaşılmaktadır.)
Üçüncü Dünya Savaşı, Illuminati’nin Siyonistlerle
İslam dünyası liderleri arasındaki anlaşmazlıkları körük
lenmesi ile çıkarılacaktı. Savaş, İslam (Arap dünyası) ile
Siyasi Siyonizm (İsrail Devleti) karşılıklı olarak birbirini
yok edecek şekilde yönetilecekti.
Geride kalan milletler, bu konuda yeniden kendi ara
larında bölünecek ve aralarında savaşacaklardı.
Bugün Ortadoğu’da yaşananların bu plâna uygun
olarak gelişmediğini kim iddia edebilir?
Pike, Mazzini’ye yazdığı 15 Ağustos 1871 tarihli
mektubunda, “Üçüncü Dünya Savaşı sona erdikten sonra,
dünya egemenliğini ele geçirmek isteyen güçlerin dünya
da şimdiye kadar benzeri görülmemiş bir sosyal kıyameti
kışkırtacağını,” söylüyordu.
Bugün Londra’daki ‘British Muséum’ kütüphanesin
348
de bulunan bu mektubun son bölümünde Pike, “Bu poli
tika ile Papanın gelecekte bir gün İtalya’d an sürüleceğini,
Hıristiyanlığın son sığınağının ise Rusya olacağını” anla
tıyordu. Mektup şöyle devam ediyordu:
“Rusya, Papa Hıristiyanlığının kalesi haline gelince,
biz de devrimci nihilist ve ateistleri bunların üzerine salalım.
Sosyal felaket kışkırtıcılığı yaparak, bütün dehşeti ve ina
nılmazlığıyla, vahşetin anasını ve kanlı kargaşayı tüm dün
ya milletlerine gösterelim. Ardından her yerde kendilerini
devrimci çılgın azınlığa karşı korumak zorunda kalan halk,
medeniyet düşmanlarını yok edecektir. Hıristiyanların çoğu
pusulasız ve nereye ibadet edeceğini bilmiyor olacak, işte o
zaman saf Lüsifer doktrinin evrensel inancı ile doğru ışığa
kavuşacaklar. Ateizm ve Hıristiyanlığın aynı anda yıkılışı ve
yok oluşunu takiben, yükselen Lüsiferci manifesto, sonunda
açığa çıkan olacak.”
Birinci Dünya Savaşı sırasında Illuminati’nin ka
rargâhı İsviçre idi. İkinci Dünya Savaşı sırasında
NewYork’taki Harold Pratt binasına taşınmıştı. (Bugün
bu bina CFR=Council On Foreign Relations örgütünün
merkezidir.) Bugün Illuminati’yi Rothschildler yerine
Rockefellerler finanse etmektedir.
Illuminati, yeryüzündeki bütün masonik kuruluş
ları kontrol etmektedir. Bugün Rotary, Lions, B’nai
B’ith, Trilatéral Komisyon ve Bilderberg gibi örgütler
Illuminati’nin kontrolündadır.
Rotary International B’nai B’rith üyesi, Yahudi Paul
Harris tarafından 1905 yılında kurulmuştur. Lions Kulüp ise
Chicago’daki Bnai B’rith locası tarafından (1917’de) kurul
muştur.
349
YİRMİ ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
351
ve Sırp Prensi Miloş bu yeni gizli örgütün önde gelen yöne-
ticilerindendi.
Bu gizli derneğin iç çekirdeği, tamamen masonik
yapılanmaya uygun bir şekilde örgütlenmişti. Örgütte
yedi derece vardı:
1- Çırak.
2- Kardeş.
3- Eleusis Rahipleri.
4- Çobanlar.
5- Çobanbaşı (veya Pralat’lar).
6- İnisiyeler.
7- Yüksek inisiyeler.
Son iki derece askeri bir şekilde organize edilmişti ve
görevi ‘Eterya’nın genç üyelerine askeri eğitim vermek ve
onları geleceğin Yunan millî ordusunun çekirdek subay
ları olarak yetiştirmekti.
Eteryaya giriş, çok dikkatli bir seçim işleminden
sonra gerçekleşiyordu. Ayrıca aday eski zamanlardaki
‘Eleusis gizem ritleri’ni151 andıran ritlere katılmak mec
buriyetinde idi.
ilginçtir ki, her yeni çırak’ derecesindeki üye, kendi
silâhını ve mühimmatını temin etmek ve ‘yukardan gelen bir
emirle ‘Helen vatanının ölümcül düşmanları olan Türklere
karşı savaşmak için her an hazır olmakla mükellefti.
‘Görünmeyen üst yönetim, yani ‘yüksek seçkinler’
örgütün bütün yönetiminden, seferberlik plânının uygu
lanmasından, Türkler’e karşı yapılacak saldırıların yerini
151 Uyuşturucu kullanılması, bu alışılmadık deneyimlere giden kolay yol
lardan birini oluşturur. Bir zamanlar Eleusis ayinlerinde, ekin başakları
üzerinde yetişen bir tü r m antar olan çavdar mahm uzunun kullanıldığı
iddia edilmektedir. Bunun suda çözünen bileşiğinde LSD benzeri m ad
deler olduğu söylenmektedir. Ayrıca bu gizem kutlamalarında şehevi
bilgiler de kullanılmaktaydı.
352
ve zamanını belirlemekten ve diğer özel görevleri yürüt
mekten sorumluydu.
Eteryanın alet olarak kullandığı’ insanlar arasında
‘temiz olmayan unsurlar’ bir hayli fazlaydı. Bunlar ‘vatana
hizmet’ parolası ile her çeşit hırsızlık, soygun, yağma ve
cinayete karışmış insanlardı. Eterya bu insanları nefret et
tiği Müslümanların üzerine salarak, hem bunların kan ve
şiddet ihtiyacını doyuruyor, hem de Müslümanlar arasın
da bir terör havası estiriyordu. Eteryanın sözde ‘gaddar ve
vicdansız Osmanlı Paşalarına’ karşı yürüttüğü mücadele
metodları, çok daha acımasız ve vicdansızdı.
‘Eleusis Rahibi’ denilen üçüncü derece, masonluğun
‘üstad’ derecesine tekabül ediyordu ve o derecenin yetki
lerine sahipti.
Diğer bütün gizli örgütler gibi Eteryanın da özel işa
retleri, parolaları ve şifreleri vardı.
Örneğin; bir üye diğerinin göğsüne sağ eliyle hafifçe
dokunarak ona ilk parola olan ‘Sipsi’ (Arnavutça ‘d üdük’
anlamında) der, diğeri de ona ‘Sarru Kia (çarık) diye ce
vap vererek selamlardı. ‘Çırak’ derecesindekiler kendile
rini “Lon” ve “don” (London=Londra) diye tanıtırlardı.
Bütün parolalar, sözcükler ve diğer gizli işaretler zamanla
değiştiriliyordu. Yüksek dereceler için çok gizli tutulan
bir tanıtma sistemi geliştirilmişti. Bu sistemde parolalar
ve tanıtma sözcükleri devamlı değiştiriliyordu.
Yüksek dereceli biraderlerin, özellikle görünmeyen
üstadlar’ın isimleri çok gizli tutuluyordu. Buna karşılık
Rus Çarı I. Aleksander’in Türkler e karşı yürütülen bu gizli
savaşta, Eterya’ya gizlice silâh yardımı yaptığı için, ‘bilin
meyen üstatları’ gördüğü iddiaları vardı. Üst derecelerde,
Rus Bakan ve soydaş Kont Kapodistrias’ın bu ‘vatansever
353
halk hareketine şahsen katıldığı ve Eteryanın önde gelen
yöneticilerinden biri olduğu biliniyordu. 1820’de Kontun
arkadaşlarından biri olan Prens Aleksander İpsilanti
-ki Rus ordusunda tümgeneraldi- Çarın haberi olma
dan “General-Ephore” olarak Eteryanın başına geçmişti.
Ona bu cesareti veren çarların örgüte ve Yunanistan’ın ba
ğımsızlığına sempati ile bakmaları olmuştu. Fakat, İpsilanti
sanıldığı gibi iyi bir siyasetçi ve komutan değildi.
1818 yılında Eterya merkezini aslanın inine’ yani
Kons-tantinopolis’e (İstanbul) taşıdı. Bundan sonra hare
ket buradan yönetilecekti. Kısa bir zaman içinde Osmanlı
İmparatorluğunun sınırları içinde gizli “Ephori” şebeke
leri veya çok iyi gizlenmiş Eterya hücreleri organize ol
maya başladı. Hücrelerin yönetimi sadece İstanbul’daki
merkeze karşı sorumluydu.
1819 yılında yeminli kardeşlerin sayısı oldukça art
mıştı. Fakat bazı kişilerin ihaneti, Türk makamlarının
şüphelerini örgütün üzerine çekmeye yetmişti.
Genç Eterya, eski üyelerinden biri olan levanten
Yahudisi Galatis sayesinde kötü bir tecrübe yaşamak zo
runda kaldı. Özel bir görevle Petersburg’a (Rusya) gön
derilen Galatis, kendini beğenmişliği ve gururu yüzün
den Rus gizli polisi tarafından aniden tutuklandı. Rus
gizli polisinin eline geçen belgeler, hem Eterya için hem
de Çarlık Rusyası için istenmeyen sonuçların doğması
na sebep oldu. Kont Kapodistrias’m araya girmesi bir
felaketin vukubulmasına mani oldu. Bu sayede örgütün
sırları deşifre olmadan olay örtbas edildi. Çarın alicenap
lığı sayesinde, Galatis Sibirya’ya sürülmekten kurtularak
İstanbul’a geri döndü. Örgüt, Galatis’in para hırsı ile, çift
taraflı olarak hem Türkler, hem de Ruslar için çalıştığı
354
m tespit etti. Bunun üzerine Eterya’nın üst yönetimi onu
görevli olarak bir yolculuğa yolladı ve orada öldürttü. Bu
tatsız olaya rağmen, örgütün yönetim merkezi İstanbul’da
kalmaya devam etti.
Bu arada Rus topraklarında askeri eğitim alan Eterya
gençleri, gizlice Mora ve Hydra’ya gönderilmeye baş
lanmıştı. Komutan Petros Mavromikailis’in Eterya’nın
askeri gücünün başına geçmesi ile, stratejik önemi olan
Maina örgütün eline geçti.
1820’de Eterya birçok bölgesel gruplar oluştur
maya başlamıştı. Bunlar arasında; Mora, İon Adaları,
Kiklad’lar, Sporad’lar, Onikiada, Girit, Küçükasya
(Batı Anadolu) vardı. Bu gruplar Yunanca konuşulan her
yerde örgütlenmiş durumdaydı.
Örgütün üst yönetiminin görevlendirdiği Xanthos,
Rusya’ya giderek Çar Aleksander’d en Yunanistan için as
keri (özellikle silâh yardımı) ve diplomatik destek istedi.
Fakat Çardan ancak Yunanlılar için platonik sevgi ve m u
habbet’ mesajları alabildi. Çar, taktik sebeplerle Yunan sa
vaşının destekçisi olarak görünmek istemiyordu. Böylece
‘Büyük Üstad’ için geri dönmekten başka yapılacak bir
şey kalmamıştı.
Bütün bu olumsuzluklara rağmen, yukarda adı ge
çen Rus Generali Aleksander İpsilanti, 20 Haziran 1820’de
bu desteği kendisinin verebileceğini söyledi. Bu amaçla
Odessada bir karargâh kuruldu. General İpsilanti asker ol
masına rağmen, ne bir değerli devlet adamı, ne de önemli bir
stratejist idi. Bu sıralarda Osmanlı yönetimi Yanya mutasar
rıfı Tepedelenli Ali Paşayı merkezi yönetime karşı ayaklanan
Yunanlılara karşı kullanıyordu. (Çarın Yunan ayaklanmacıla
ra destek vermemesinin bir nedeni bu olay olabilir.)
355
Hayalperest General îpsilanti bütün Türk cephane
liklerini havaya uçurmayı ve hatta Osmanlı Padişahı II.
Mahmud’a bir suikast düzenlemeyi bile düşünmüştü.
Doğaldır ki, bu tip hayaller asla gerçeğe dönüşmemişti.
1821 yılının başında, beklenen isyan Theodor
Vladimirescu adlı bir ‘Boyar tarafından başlatıldı.
Gerekli bütün hazırlıkların yapıldığı ve halk desteğinin
bulunduğu Mora yerine, Prens îpsilanti bütün birliklerini
Besarabya’ya göndermiş ve orada General Georgakis ön
derliğinde bir ‘Tuna Ordusu’ ve Perrhaivos yönetimin
de bir ‘Epirus Ordusu’ kurulmuştu. Özgürlük savaşının
Tuna Prensliklerinde başlatılmasının sebebi, Rusya’d an
hemen yardım geleceğinin umulmasıydı. Fakat bu bek
lenti asla gerçekleşmedi. Eterya’ya ihanet ettiği için öldü
rülen Yahudi Galatis’in kardeşi Asimakis, İpsilanti’nin
bütün harekat plânlarını ve örgütün Yunanistan’daki halk
ayaklanması için öngörülen seferberlik emirlerini Türk
polisine sattı. Ayrıca Kamarinos adlı bir başka hain de
Petersburg’d aki Rus sarayı ile Eterya’nın ilişkilerini ortaya
koyan çok gizli belgeleri yayınladı. Kamarinos yeminini
bozduğu için örgüt tarafından öldürtüldü ama iş işten
geçmiş, Türkiye’ye kuzeyden ve güneyden darbe vurmak
imkânsız bir hale gelmişti.
General îpsilanti, 7 Mart 1821’de Moldavya’nın başkenti
‘Yaş’ı herhangi bir direnişle karşılaşmadan ele geçirdi.
O sıralar Avrupa’da, AvusturyalI siyaset adamı Prens
Metternich (1773-1859) kurduğu ‘Kutsal İttifak’ saye
sinde muhafazakar Avrupa’yı örgütlüyordu. Metternich,
İttifakı Eski Kıtanın jandarması haline getirmişti. 1821’de
şansölye olan Metternich, liberalizmin her türlü biçimini
ve bütün ulusçu eğilimleri bastırmak amacıyla Aachen
356
(1818), Troppau (1820), Laibach (1821) ve Verona (1822)
kongrelerini toplamıştı.
Rus Çarı I. Aleksander da -Metternich gibi- her çeşit
ulusçu harekete karşıydı. Yunan Eteryası ona, İtalyan ih
tilalci gizli örgütü ‘Carbonaria’nm başka bir isim altında
devamı gibi görünüyordu. Carbonaria’ Fransız ve İtalyan
Masonları tarafından kurulan ateist, jakoben, devrimci,
cumhuriyetçi bir gizli örgüttü.)
Çar, Prens İpsilantinin asil düşüncelerle ihtilalcilere
yardımcı olmasını anlayışla karşılamasına rağmen, Eterya’yi
adil Türk Sultanı II. Mahmuda karşı ayaklanan yasadışı ihti
lalci bir örgüt olarak görüyordu. Bu sebepten Çar ordusuna,
Eterya’ya hiçbir şekilde yardımcı olunmamasını ve gerekirse
onların zorla silâhtan arındırılmasını emretti.
Bab-ı Ali (Osmanlı Hükümeti) diplomatik yollar
la Rus Hükümetine baskı yaparak, Rusların Eterya’ya
yardım etmesine mani olmak istiyordu. Bunun sonu
cunda Rusya hem General İpsilanti’yi, hem de Eterya
asilerinin ihtilalci eylemlerini desteklememe kararı aldı.
Çarın isteği doğrultusunda İstanbul Patriği Gregorius ile
Edirne, Kudüs, Kayseri, İzmit ve Ankara Yunan-Katolik
Kiliseleri Metropolitleri Prens İpsilanti ve onun yıkıcı
gizli örgütünü aforoz ettiler. Orgakis ve emrindeki güç
lerde 19 Hazirandaki Türk saldırısı ile Dragatçani’deki
mevziilerinden geri atıldılar.
Eterya’nın Yunan halkı için verdiği ‘sözde özgürlük
mücadelesi’ burada sona ermiş gibi görünüyordu.
Avusturya Hükümeti General İpsilanti ve diğer sı
ğınmacılar için seyahat izni vermişti. Fakat Bab-ı Ali
(Osmanlı Hükümeti) ısrarla Avusturya Hükümetine
baskı yaparak, onun Türkiye’ye iade edilmesini istiyor
357
du. İpsilanti buradan kaçmayacağına ve Türklere karşı
silâhlı bir ayaklanmaya kalkışmayacağına dair yazılı bir
şeref sözü verdi. Buna rağmen Kayzerin emri ile adi bir
suçlu gibi, Munkacs Kalesindeki zindana atıldı. Buradan
da Bohemyadaki Theresienstadt’a götürüldü. Ancak 1827
yılında Rus Çarının aracılığı ile serbest bırakıldı ve 31
Ocak 1828’de Viyana’da terkedilmişliğin ve unutulmuşlu-
ğun acıları içinde hayata veda etti.
Eterya’mn geri kalan askerlerinden Türklerin eline
düşenler idam edildiler. Eterya’nın kahramanları sayılan
Georgakis ve Phermakis’in birlikleri, 1821 yılında Türkler
tarafından kuşatılarak geri çekilmek zorunda kaldılar.
Georgakis kaçtığı bir manastırın kulesinde kendisini
havaya uçurdu. Phermakis ise İstanbul’a yollandı ve orada
idam edildi.
358
YİRMİ DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
359
törü yaptı. Theodor Zlocist 1921 yılında Hess’le ilgili bir
kitap yazdı. Kitabın adı “Moses Hess, der Vorkaemper des
Sozialismus und Zionismus” (Moses Hess, Sosyalizmin
ve Siyonizmin öncüsü) idi.
Hess, Marks’ı işe aldıktan kısa bir zaman sonra,
onu Masonluğa girmeye ikna etti. Marks artık yalnız bir
Mason değil, aynı zamanda bir Sosyalist ajitatör idi. Ama
hâlâ bir Komünist olamamıştı. Çünkü bu düşüncelerin
tatbik imkânı olmadığını düşünüyordu. Fakat Moses Hess
kısa bir süre içinde onun bütün düşüncelerini değiştirdi.
Hess artık Marks’ın arkasındaki ‘gölge adam’ olmuştu,
onu yönlendiriyor ve çalışmalarım etkiliyordu.
1844’de Paris’te Moses Hess 26 yaşındaki Marks’ı
yarı-Yahudi Friedrich Engels ile tanıştırdı.
Moses Hesse göre, bir sınıfı diğer bir sınıf aleyhine
kışkırtarak onların işbirliğine mani olmak lazımdı.
O, Yahudiliğin yardımı ile bir sosyalist ihtilali, bir
sınıf savaşını gerçekleştirmek istiyordu. Hesse göre, sos
yalizm ayrılmaz bir şekilde enternasyonalizme bağlıydı,
çünkü sosyalistlerin vatanı yoktu!.. Gerçek bir sosyalistin
milleti ile herhangi bir ilişkisi olamazdı!..
Hesse göre enternasyonalizm Yahudi çıkarlarına hizmet et
mekteydi
Hess bu konuda şunları yazıyordu;
“Her kim Yahudi milliyetçiliğini inkâr ederse o yal
nız dini anlamda bir ‘d önme değil, aynı zamanda ailesine
ve halkına ihanet eden bir alçaktır.” (Moses Hess, ‘Seçme
Eserleri’ Köln, 1962)
Alman Bolşevik-Yahudilerinden biri olan Rosa
Luxemburg da hem enternasyonalist hem de büyük bir
‘Yahudi vatanseveri’ idi. O, Yahudi geleneğine uygun ola
360
rak ‘kaşer’ (koşer)152yiyecekler yerdi.
Moses Hess ‘A lman Halkı İçin Kızıl Kateşizm’ adlı
kitabında şöyle diyordu;
“Sosyalist devrim benim dinimdir.”
Moses Hess Yahudi sosyalist lider Ferdinand Lasalle’e
şunları yazıyordu;
“Proleter mücadeleye karşı olan herkese karşı kılıcı
mı kullanırım.” Hess doğaldır ki burada Yahudilerin m ü
cadelesini kastediyordu.
Hess kendisi dindar bir Yahudi olmasına rağmen,
Yahudiliğin Tanrısız devrimci bir sosyalist ideolojiye dönüş
mesi gerektiğini söylüyordu. Ona göre Yahudiliğin insanları
vahşi hayvanlara dönüştürme misyonu vardı. (Para Sistemi,
Rheinische Jahrbücher,Vol. 1,1845)
İlginçtir ki, Hess’in Siyonist doktrini daha sonra
Macar Yahudisi T. Herzl tarafından 1890’larda geliştiri
lecektir.
Marksın rehberlerinden biri olan diğer bir Yahudi Levi
Barudi, ‘devrimci elit Yahudiliğin Yahudiliğini inkâr etmeme
si gerektiğini söylüyordu.
Aslında Hess, Marks, Baruch ve birçoklarının hepsi
Yahudiliklerini Marksist söylemlerin ardında gizliyorlardı.
Baruch’un Marksa yazdığı mektuplar yayınlandı
ğı zaman büyük bir skandala sebep olmuştu. Çünkü bu
mektuplarda ‘Yahudiliğin proleterya yardımı ile iktidarı
ele geçireceği’ yazıyordu. Baruch’a göre, Yahudilerin ön
derliğinde kurulacak yeni hükümet bütün özel mülkiyeti
yasaklayacak ve bu suretle bütün zenginlikler Yahudilerin
eline geçmiş olacaktı. Böylece Talmud’daki ‘bütün dünya
152 Kaşer (Koşer): Genellikle Yahudi dini kurallarına uygun olarak hazır
lanan yiyeceklerin tümü.
361
zenginlikleri Yahudilerin olacak’ şeklindeki söz doğrulan
mış olacaktı. Baruch, yazısının devamında Yahudiliğin he
deflerinin bütün dünyada gücü ele geçirmek, diğer bütün
ırkları karıştırmak, bütün millî güçleri çökertmek, bütün
kraliyet ailelerini tasfiye etmek ve sonunda “SİYONİST
DÜNYA DEVLETİ”ni kurmak olduğunu açıklıyordu.
(Sallaste, “Les origines secretes du bolschevisme” Paris,
1930, sayfa 33-34)
Marksa göre Ruslar aşağılık’ bir millet idi. Marks
Çinlileri sevmediği gibi, Slav’ları da etnik pislik’ diye
nitelendiriyordu. Marks’ın aşağıladıkları arasında savu
nuculuğunu yaptığı işçi sınıfı da vardı. Ona göre işçiler
aptal’ ve ‘budala insanlardı. Marks köylülere de ‘mağara
adamları diyordu.
Bakunin’in153 Marks’d an uzaklaşmasının bir sebebi
de Marksizmi Yahudiliğin gelişmiş bir şekli olarak gör-
mesiydi.
Marksizm’in Yahudilik ve Musevi dini ile hiçbir ilişkisi
olmadığını ispatlamak için birçok Komünist lider (Bunların
başında Marks, Proudhon ve Foumier geliyordu) Musevi
dininin Marksist ideoloji için bir tehdit olduğunu belirten
yazılar yazarak, Yahudileri eleştirmişlerdi.
Bazı Komünist liderlerin anti-semitizm (Yahudi düş
manlığı) ile suçlanması, aslında şüpheleri Komünizm’in
Frankist-Kabalist yönünden uzak tutmak için düzenlen
miş taktik bir manevraydı.
Marks 1848’de yazdığı ‘Yahudi Meselesi’ adlı kitabın
153 Bakunin (Mihail Aleksandroviç) Rus anarşist (1814-1876) Devrimci bir su
bay olan Bakunin 1842’de kaçmak zorunda kaldığı Paris’te Herzen, Marks
ve Proudhon’la tanıştı. Almaııyada 1848-1849 Devrinıine katıldı. 1849’da
tutuklandı. 1857’de Sibirya’ya sürgüne gönderildi. Buradan kaçarak 1867’de
Birinci Enternasyonale katıldı. Napoli’de Birinci Enternasyonalin İtalya ör
gütünü, 1868'de Sosyal Demokrat ittifakı kurdu.
362
da, Yahudilerin Avrupa’yı kontrol ettiğinden bahsetmiş
ve onların ‘dünyevi tanrısının para’ olduğunu yazmıştı.
4 Ocak 1856’d a Kırım Savaşının ortalarında, Marks
‘New York Daily Tribune’ gazetesine yaptığı açıklamada
gerçekte savaşı kazananın ‘entrikacı bir örgüt,’ olduğunu
söylüyordu.
İngiliz devlet adamı Benjamin Disraeli154‘Coningsby’
adlı romanındaki Rothschildleri anlatmaktaydı—gizli bir
Yahudi örgütünün bankalar aracılığı ile dünyayı yönettiğin
den bahsediyordu. Disraeli bu örgüt için, imparatorlukları
yıkmak ve yerlerine yenilerini (Cumhuriyetleri) kurmanın
çok kolay bir iş olduğunu açıklıyordu. Babası İtalya’d an
İngiltere’ye göç eden Sefarad Yahudileri’nden olan Disraeli,
Frankistler’in sırlarını çok iyi biliyordu. Disraeli roma
nında, Almanya’da Yahudilerin hazırladığı korkunç bir
ihtilal olacağını, Komünist ve Sosyalist partilerin başında
Yahudilerin olduğunu yazıyordu. Ona göre Yahudi ihtilal
cilerin amacı Hıristiyanlığı nötralize etmek ve dünyayı şid
dete dayalı bir Yahudi dünyasına dönüştürmek idi.
‘Big Brother’ (Büyük Birader) masonik bir terim
olup, bunu ilk kullanan kişi Disraeli olmuştur. Daha sonra
George Orwell 1948’de ‘Big Brother’ düşüncesini “1984”
adlı kitabında kullanmıştır.
Marks, ‘Yahudi Meselesi’ adlı kitabından dolayı anti-
semit olmakla suçlanmasına rağmen, aynı olayları anla
tan Disraeli’nin bu şekilde suçlanmaması oldukça garip
tir. Acaba bunda Marks’m açıkça Komünist olmasının bir
rolü var mıydı?
154 Benjamin Disraeli: İngiliz devlet adamı. (1804-1881) 1837’d e Muhafa
zakâr Parti’den milletvekili seçildi. 1848’de başkam olduğu bu partiye
yeni bir soluk getirdi. 1852,1858-1859 ve 1866-1868 yıllarında Maliye
Bakanlığı yaptı; ardından Lord Derby’in yerine Başbakan oldu. Disrae
li 1868 ve 1874-1880 yılları arasında İngiltere Başbakanı oldu ve ‘Lord
Beaconsfeld’ unvanını aldı.
363
Illuminati Ajanları; Marks ve Engels:
364
Marks, ‘Komünist Manifestosunu yazmakla görev
lendirildi. Şubat 1848’de ‘Komünist Manifesto’ Londra’da
basıldı. Marksın manifestoda yaptığı iş, A. Weishaupt ve
Clinton Roosevelt’in mevcut düşüncelerini geliştirmek
ten ibaretti.
Marks’ın yol göstericilerinden biri de ütopyacı
Komünist ve ‘Illuminatus’ François Noel Babeuf (1760-
1797) idi. Bu şekilde ‘Komünizm ve Sosyalizm’ Illuminati
programı için kod isimler haline geldi. Bu ideolojiler
llluminati’nin isteklerine uygun olarak bütün moral de
ğerleri inkâr ediyordu.
Marks bütün dinlere karşı şu sloganı ortaya atmıştı;
“Din halkların afyonudur.”
Marks eski toplumun tek bir metodla -devrimci te
rörizm yoluyla- yıkılacağına inanıyordu. Marks ve Engels
‘Komünist Manifestoda açıkça dünyayı ele geçirmek için
‘güç kullanılması gerektiğini’ söylüyorlardı. Marks sosya
list eylemlerde şiddet kullanılmasının gerekliliğini savu
nuyordu.
‘Bütün Dünya İşçileri Birleşiniz!’ gibi sloganlar
Illuminati’yi iktidara taşımak için ortaya atılmıştı.
365
YİRMİ BEŞİNCİ BÖLÜM
366
da James Rothschild için çalışıyordu.
1848 İlkbaharında bir ihtilal çıkarılması, 1847
Mayıs’ında Strasburg’d a toplanan masonik bir konferans
ta kararlaştırılmıştı.
Delegeler arasında çok önemli Yahudi-Illuminati
mensuplarından şu şahıslar bulunuyordu;
1- Aiphonse Lamartine (1790-1869) Fransa’daki
‘çağdaş devrimci hükümeti’ kurmakla görevlendirilmişti.
(Aslında resmen Dışişleri Bakanı idi.)
2- Adolphe (Isaac Moise) Cremieux.
3- Goudchaux.
4- Leon Gambetta.
5- Simon ve Louis Blanc (Bu ikili 1848’deki Paris
Devriminin liderleri olacaktır.)
6- Fickler.
7- Friedrich Franz Karl Hecker (1811-1881).
8- George Herweg.
9- Robert Blum.
10- Feuerbach.
11- Johann Jacoby (1805-1877).
367
“Bütün İsrailliler yoldaştır,” idi.
Cremieux aynı zamanda ‘Grand O rient de France’m
Büyük Üstadı idi.
Cremieux, güçlü İngiliz Yahudisi Hayim Monteflore
(1784-1885) ile beraber çalışıyordu. Bu ikili Şam’daki
Yahudi ritüel cinayetine karışan Yahudileri kurtarmak için
olağanüstü bir çaba sarfetmişti.
Biz yine konumuza dönelim. İlk ihtilal Sicilya’da
patlak verdi. 12 Ocak 1848’de Palermo’lu devrimciler
Sicilya’nın bağımsızlığını ilan ettiler. 8 Şubatta Piemonte’de
de devrimci hareket başlatıldı. Tuscany’d e ise ihtilal 17
Şubatta başlamıştı. İtalya’daki ihtilal iki Yahudi liderin,
yani Giuseppe M azzini ve Adriano Lemmi’nin koordi
nasyonunda yürütülüyordu. Lemmi fesatçı-devrimci bir
insandı ve 1872’de Mazzini’den sonra ‘Grand Orient’in
Büyük Üstadı oldu. İhtilalin plânlama aşamasında Mason
Guiseppe Garibaldi de rol almıştı. Bundan sonra olay
lar Fransa’ya sıçradı. 22-23 Şubat tarihlerinde Paris’te bir
ayaklanma çıktı. Isaac Cremieux yönetimindeki ihtilal
ciler, Fransa Kralı Louis Philippe’yi taht’tan indirdi ve
Kral 24 Şubatta Londra’ya kaçmak mecburiyetinde kaldı.
Lamartine iktidarı ele geçirdi. Aynı tarihlerde ‘Komünist
Manifesto’ ilk defa yayınlanıyordu.
5 Mart 1848’de Heidelberg’de yerel masonik lo
canın büyük üstadı başkanlığında bir ön parlâmen
to toplantısı yapılıyordu. Bu toplantıya katılanların
çoğu -Strasburg’d aki Illuminati konferansına katılan-
Yahudilerdi.
11 Martta Illuminati Prag’da ‘Saint Wencesias’
Konseyini kurdu.
13 Martta Avusturya’nın başkenti Viyana’d a bir seri
368
ayaklanma çıktı. Bu ayaklanmanın ‘mimarları’ iki Yahudi
doktor olan Adolf Fischhof ve Joseph Goldmark idi.
14 Martta Roma’da bir ayaklanma çıktı. Burada lider
Guuseppe Mazzini idi. Mazzini ‘Papa Devletinin bir
cumhuriyet’ olduğunu ilan etti. (Bu cumhuriyet daha
sonra Garibaldi’nin inatçı savunmasına rağmen ortadan
kaldırılacaktır).
15 Martta Macaristan’ın Pest kentinde çok iyi plânlan
mış bir isyan çıktı. Macar isyanının kahramanları Yahudi
Mahmud Paşa (Freund) ve Mason Lajos Kossuth idi.
22 Ağustos 1849’d a AvusturyalIlar bu ‘cumhuriye
ti’ ortadan kaldırmayı başardılar. Manin diğer Yahudi
Illuminist feastçılarla birlikte Paris’e kaçtı.
Münih’teki Mart devriminde de Masonlar Bavyera
Kralı I. Ludwig’i tahttan çekilmeye zorlamışlardı.
İşte böylece ‘resmi tarih’te anlatılan ‘kendiliğinden
gelişen halk hareketlerinin perde arkasını kısmen aydın
latmış olduk.
369
YİRMİ ALTINCI BÖLÜM
370
Almanya’daki ihtilal hareketi tamamen bastırıldıktan
sonra 1849 Mayısında Marks sürgüne gönderildi.
Benjamin Disraeli, “Lord George Bentinck: A Political
Biography” (London, 1882) adlı kitabında Yahudilerin
önderliğindeki Illuminati’nin, 1848 yılındaki Avrupa’yı
sarsan ihtilal hareketlerinin arkasındaki güç olduğunu
belirtir.
Illuminist Terör:
371
Paris Komünü 71 gün sonra (28 Mayıs 1871’de) orta
dan kaldırıldı. Jakobenler’in ve Blankistler’in terör eylemi
20.000 insanın hayatına mal olmuştu.
Zaten Weishaupt da şöyle dememiş miydi?
“İkna edemediğiniz kişileri ortadan kaldırın!”
1872’de Karl Marks Avrupa’daki Enternasyonali ka
patma kararı aldı. Bu kararda Marks’ın anarşist Bakunin le
olan iktidar mücadelesi etken olmuştu.
1 Mayıs 1890’d an itibaren (Illuminati 1 Mayıs 1776’da
kurulmuştu) dünyanın her tarafında sosyalist ve komü
nistler, Rothschildler’in kızıl bayrağı altında (aslında sü
rekli devrimi sembolize ediyordu) ‘İşçiler Günü’nü kut
lamaya başladılar. Aslında bu kuruluş gününü kutlamak
için çok daha ‘proleter’ bir bahane bulmak gerekiyordu.
Bu amaçla 1886’d a (Illuminati’nin kuruluşunun 110’ncu
yılında) Chicago (ABD) da bir provokasyon düzenlendi.
Bunu düzenleyenler, işçilerle polis arasında ciddi bir ça
tışma çıkacağını ve sonunda birkaç işçinin öleceğini ümit
ediyorlardı. Teşebbüs başarıya ulaşamadı fakat 3 Mayısta
polis, bir grup grev-kırıcıya saldıran işçilere ateş açtı ve
bunun sonucunda bir işçi Öldü. Nihayet bir ‘proletarya
şehidi’ olmuştu ama istenilen günde olmamıştı.
Bu provokasyonu düzenleyen Yahudi ‘Illuminatus’ ve
milyoner sendika başkanı Samuel Gompers idi.
Gompers, Marksa inanmış bir sendika lideri idi.
1 Mayıs 1889’da Paris’teki Ifnci Enternasyonal, bu
günü kana bulamak ve ‘proletarya şehitleri’ yaratmak için
uğraşıyordu.
İngiliz tarihçi N. Webster’a göre, Illuminati H’nci
Enternasyonali (1889-1899) tamamen kontrolü altında
tutuyordu.
372
Marks Miti’nin Arkasındaki Gerçekler:
373
YİRMİ YEDİNCİ BÖLÜM
374
tahrikçi masonlukla Fransa’nın yenilgisi konusunda an
laşmıştı bile. Böylece III. Napolyon savaş alanındaki açık
düşmanın dışında, Fransız saflarında bulunan gizli bir
düşman ile savaşmak zorunda kalacaktı. Fakat ne yazık
ki, Napolyon bu gizli düşmanın farkında bile değildi.
Rus tarih araştırmacısı Boris Brasol, “Dörtyol ağzın
daki Dünya” adlı kitabında emekli Rus Dışişleri Bakanı
Nikolai Karwowitsch Girsin anılarından (1872) bahse
der.
Girs anılarında şöyle demekteydi;
“1870 yılında Bern’de (İsviçre) elçi idim. Bu şehirde
çok iyi organize olmuş bir örgüt, Fransız birliklerinin
dağılımı, hareketleri, yedekleri konusunda istihbarat top
luyordu. Bu istihbarat, Fransız Mason localarına m en
sup Fransız subaylarının edindiği bilgilere dayanıyordu.
Bu bilgiler alışılmamış bir hızla şifrelenip, bir kurye ile
Berlin’deki Prusyalı Mason mutemetlere teslim edili
yordu. Masonlar konusunda yaptığım araştırmalardan,
Fransa’nın uluslararası yüksek dereceli masonluk tarafın
dan yenilgiye mahkum edildiğini anladım. Hiçbir askeri
strateji ve askeri fedakarlık onları yenilgiden kurtaramaz
dı. Bu körlerin görenlere karşı yürüttüğü bir savaştı.”
Nitekim savaş kaçınılmaz bir şekilde Fransa’nın ye
nilgisi ile sonuçlandı. Localar bu kaotik durum dan ya
rarlanmanın yollarını arıyorlardı. Bununla ilgili ilk karar,
nefret edilen krallıkların yıkılması idi. Almanların Paris’e
doğru yaklaştığı günlerde (9 Ağustos) bir dizi karışıklık
çıkarıldı. Fakat bunlar sarayı ele geçirmeye yetmedi.
2 Eylülde Mac Mahon Sedan’da teslim oldu. Fransız
ordusundan 83.000 kişi Alınanlara teslim olmuştu. 4 Eylül
günü önceden satın alınmış ajitatörler vasıtası ile meclis
375
te büyük bir karışıklık çıkarıldı. Fransa Kraliçesi ülkeyi
terk ederek İngiltere’ye kaçtı. Senato kendini feshetti ve
Yahudi-Mason Gambetta ‘Halk Hüküm etinin kuruldu
ğunu açıkladı.
Yeni kurulan III. Cumhuriyet Hükümeti tamamen
masonlardan oluşmuştu. Dışişleri Bakanı Mason Jules
Favre, İçişleri Bakanı Mason-Yahudi Leon Gambetta,
Eğitim Bakanı aydınlanmış’ Yahudi Jules François
Simon oldu. Daha önce de bahsetmiş olduğum, ‘Alliance
İsraelite Universelle’in kurucusu ve ‘Eski ve Kabul Edilmiş
İskoç Riti’nin Büyük Üstadı ve III. Napolyon’un başmu-
halifi Isaac Adolphe Cremieux hükümette Adalet Bakanı
olarak yer aldı.
376
YİRMİ SEKİZİNCİ BÖLÜM
YAHUDİ MASONLUĞU
B’NAİ B’RİTH’İN ‘İSKOÇ
MASONLUĞU’ İLE BİRLEŞMESİ
155 Konkordat: Papalık ile diğer bir devlet arasında yapılan anlaşma.
377
B.B’in merkez karargâhı Hamburg’d a (Almanya) idi
ve ‘En Büyük Patriksel Birlik’ sıfatım taşıyordu.
İlginçtir ki, Yahudi olmayan hiçbir mason birader
B’nai B’rith’e üye olamıyordu.
Bir yıl sonra, yani 26 Eylül 1875’de İsviçre’nin Lozan
şehrinde masonik bir kongre toplanarak, ‘Uluslararası
İskoç Masonluğunun Yüksek Konseyleri’ (33’ncü derece
den Masonlardan oluşuyordu) “Lozan Konfederasyonu”
adı altında birleştirildi. Bu şekilde her bağımsız devletin
sadece bir ‘Yüksek Konseyi’ olabilecekti. ‘Eski ve Kabul
Edilmiş İskoç Riti,’ Lozan’daki Konfederasyon toplantı
sında kararlaştırıldığı gibi evrensel bir “Dünya Riti’ ha
line geldi. Böylece en üst seviyede bir füzyon işlemi ger
çekleştirilmiş oldu. Ulusal masonik dernekler, bu yüksek
makam vasıtasıyla dünya politikalarını156 yönlendirmeye
başladılar.
156 Örneğin, Fransız ‘Grand Orient’i 1875 yılından itibaren gelecekteki ilk
hedef olarak ‘A lman halkının yok edilmesini’ benimsemişti.
378
YİRMİ DOKUZUNCU BÖLÜM
ANGLO-İSRAİLVEYA
İNGİLİZ -YAHUDİ MEDENİYETİ
379
a sı yahut mucidi Ingiliz’dir. Tarihi şartların kazandırdığı
tecrübelerinin, hüneri ile zeyrekliğinin sağladığı birikimi
sayesinde olayın künhüne varan İsrailli, İngilizle yaşam
ortaklığına (Symbiosis) girmiştir. Kavmi milliyetçi olan
Anglikan İngiliz ile Yahudi - İsrailli maddi düzlemdeki
yaşama ortaklıklarını, yani çıkar birlikteliklerini soyca
karışma raddesine taşımazlar. Her iki unsur, soyca da kül
türce de ayrılıklarını muhafaza etmeye bakar.” (Aslında
bu tez doğru değil, çünkü İngiliz soylularının hiç azım
sanmayacak bir kısmı Yahudi kanı taşımaktadır.)
19’ncu Yüzyılda Asya’daki uyuşturucu ticareti İngiliz
Yahudilerinin -özellikle David Sassoon’u n - tekelinde idi.
David Sassoon’a157 Asya’nın Rothschild^’ deniyordu. O,
Japonya’ya kadar bütün Asya uyuşturucu ticaretini tekelinde
tutuyordu. Fakat Çin İmparatoru uyuşturucu ticaretini ya
saklamaya kalkınca, Sassoon’un baskısı ile İngiliz Hükümeti
Çin’e ‘Afyon Savaşı’m açü. Bu savaş sonunda Çin İmparatoru
uyuşturucu ithalatı yasağını kaldırmak zorunda kaldı.
Sassoon ailesi uyuşturucu ticaretinden muazzam paralar ka
zanırken, İngiliz Emperyalizmi de Uzak doğuda etkinliğini
arttırmış oluyordu.
380
Moses Hess’in (Bu konu ile ilgili olarak ‘Marks ve Engels’in
Akıl Hocası Haham Hess’ bölümüne bakınız.) alkışları
arasında 25 Nisan 1859’d a kanal yapım çalışmaları başladı.
Şimdi okuyucu bu Moses Hess de nereden çıktı diye sor
abilir. Açıklayayım; Moses Hess 1862 yılında yazdığı ‘Rom
und Jerusalem. Die letzte Nationalitaetenfrage’ (Roma
ve Kudüs. Son Milletler Meselesi) adlı kitabında Süveyş
Kanalının inşası ile Fransa’nın Ortadoğu’da daha rahat
yayılabileceğini savunuyordu. (Komünist Moses Hess
Fransız Emperyalizmini savunuyordu.)
Komünist-Haham bu şekilde ‘batı medeniyetinin yo
lunun açılacağını’ iddia ediyordu.
Aslında Hess’in gerçekte düşündüğü ‘Fransız
Emperyalizmi’ değil, Süveyş’in Filistin’e yakınlığı idi. Hess,
Fransanın Filistin’de kurulacak bir ‘Yahudi Yurdu’na des
tek veren önemli bir sömürgeci ülke olduğuna inanıyordu.
Hess’e göre Filistin’de kurulacak olan ‘Yahudi Devleti’ siyasi
açıdan tamamen Fransa’nın çıkarlarına uygun düşecekti.
Bu Hess’in büyük yanılgılarından biriydi. Çünkü kanal
yapımı 1869 Mart’ında tamamlandı ve 17 Kasım 1869’da
törenle hizmete açıldığında, Fransızların Mısır’daki varlı
ğı da sona ermek üzereydi.
İngiltere’de Benjamin D’Israeli 1874’de Başbakan ol
muştu ve İngiliz emperyalizmi onunla doruk noktasına
ulaşmak üzereydi.
Hess gibi D’Israeli ve yakın çevresi de Süveyş Kanalı
Projesinin ‘Siyonizm için ne kadar önemli olduğunun
farkındaydı. Bu sebepten kanalın İngiliz egemenliğine
geçme manevrasının, tamamen Yahudiler’in inisiyatifi ile
gerçekleşmesine hayret etmemek gerekir.
Sina Yarımadası boyunca yapılacak kanalın maliyeti 640
381
Milyar Frank’ı buluyordu. Masrafların bir kısmı Fransız hisse
darlar tarafından karşılanacaktı. Hisselerin büyük bir kısmı
ise, Mısır Hidivi İsmail’in elinde bulunuyordu.
Bu sıralarda Fransa Hükümeti, Alman-Fransız Savaşı
dolayısıyla Rothschild bankasına büyük miktarlarda
borçlanmıştı. Hidiv de borçları dolayısıyla hisselerini art-
tıramıyordu.
D’Israeli hükümeti, Alman-Fransız Savaşının Fransız
Parlâmentosu üzerinde yarattığı şok ve sarsıntıyı kullanarak,
bir fınans-darbesi ile Süveyş Kanalı hisselerini ele geçirdi.
1875 sonbaharında, Londra’daki Siyonist bankacı
lık hanedanın şefi Lionel Rothschild, İngiliz Başbakanı
Benjamin D’Israeli’ye 4 Milyon Sterlin (İngiliz Lirası)
vererek, hükümete Süveyş Kanalı Şirketinde başhissedar
ve kanalın sahibi olma fırsatını tanıdı. (Rothschild’ler 4
Milyon Sterlini doğrudan hisselerini satan Mısır Hidivi’ne
vermişlerdi.)
Böylece İngiltere Ortadoğu’nun en etkin siyasi ve
ekonomik gücü haline gelmiş oldu.
Fakat D’Israeli’nin başka planları da vardı. 1878
Berlin Kongresinde o, yalnız Romanya’daki Yahudilerin
özgürleşmesini değil, Tiirkler’in Kıbrıs’ı (İngiltere’ye) ver
mesini de istemişti. Böylece Ortadoğu’ya açılan önemli
bir kapı (Kıbrıs) da güvence altına alınmış olacaktı.
Afrika’nın büyük bir bölümünün, Hindistan’ın ve
Pakistan’ın fethedilmesi, Kraliçe Viktoria’nın ‘Hindistan
İmparatoriçesi’ ilan edilmesi, Başbakan D’Israeli’nin kişi
sel başarıları hanesine yazılmıştı.
1880 yılında yapılan yeni seçimlerde ‘Liberaller’ 350
sandalye kazandılar. Buna karşılık D’Israeli’nin de men
subu bulunduğu ‘Muhafazakarlar’ ancak 230 saridalye çı
382
karabildiler. Bunun üzerine 19 Nisanda D’Israeli istifa etti
ve yerine Gladstone Başbakan olarak atandı.
383
idi. Rhodes, Güney Afrikadaki elmas işinden zengin ol
muştu. 1884’de Kap kolonisinin Maliye Bakanı, 1890 da
ise -Yahudiliğin desteği ile- Başbakanlığa kadar yük
seldi. Rhodes Afrika’nın istilasında Rothschild’lerin tam
desteğini almıştı.
Rhodes, etkileri günümüzde de hissedilen bir gizli
örgütün kurucusu idi. Rhodes’in kurduğu ‘Round Table’
örgütü, (1891) bugün Londra’da ‘Chatham House’ adı al
tında faaliyetine devam etmektedir.
Bu masonik yapılanmanın amaçlarından biri İngiliz
İmparatorluğunun sınırlarım genişletmek, İkincisi bir
‘Commonwealth’ (İngiliz Milletler Topluluğu) oluşturmak,
üçüncüsü ise, ABD’yi İngiltere’ye bağlamaktı. Bu şekilde
‘merkezileşmiş bir dünya’ (Yani İngiltere hakimiyetinde bir
‘DUNYA DEVLETİ’) kurulmak isteniyordu.
Dr. Quigley’e göre, ‘English-Speaking Peoples’
(İngilizce Konuşan Halklar) in ideologu H. W. Armstrong,
İngilizleri ‘İsrailin kayıp kabilelerinden biri’ ile özdeşleş
tirmekteydi.
Nathaniel Meyer Rothschild de ‘Round Table’ üyele
rinden biriydi. Aslında ‘muhafazakâr’ Salisbury Hükümetini
destekleyenler de, emperyalizmi İngiliz millî bilincine yerleş
tirenler de Rothschild’ler idi. Yalnız muhafazakarlara değil,
Lord Rosebery’in158‘liberal’ hükümetinin ‘dünya egemenliği’
projesine destek verenler yine Rothschild’ler idi.
1895’de İngiliz emperyalizmi doruk noktası
na tırmandığında, Siyonist Joseph Chamberlain’i
Sömürgeler Bakanlığına taşıyanlar da onlardı.
1896 yılında İngiltere 28 milyon lcm’lik sömürge top
384
rağına -sahipti. Bu anavatanın 88 katı genişliğindeydi ve
378 milyon kişiyi kapsıyordu. Buna karşılık ikinci emper
yalist güç, Fransa’nın 4 milyon km lik sömürge toprağı ve
buralarda yaşayan 40 milyon insan vardı.
Theodor Herzl Siyonist Kongresinde İngiltere ile il
gili şöyle bir kehanette bulunmuştu;
"İngiltere, güçlü bağımsız bir İngiltere bizim taleple
rimizi anlayacaktır. İngiltere’nin desteği ile Siyonist dü
şünce daha güçlü ve yüksekte olacaktır.”
Gerçekten de Londra, ortağı Siyonizme düşünülebi
lecek her türlü yardımı yapmaya hazır durumdaydı.
385
OTUZUNCU BÖLÜM
386
akip İstanbul’a gelerek, İngiliz Sait Paşanın onu Sultana
takdim etmesi sonucu, Sultanın ‘has müşaviri’ olmuştu.
Sultan II. Abdülhamid daha sonra Ali Suavi’yi
Saraydan uzaklaştırarak Galatasaray Lisesi Müdürlüğüne
atadı. Ali Suavi dengesiz hareketlerinden dolayı bir m üd
det sonra bu vazifeden azlolundu. Bu yüzden sefalete dü
şerek Abdülhamid’in can düşmanı kesildi.
Bu sırada İstanbul’d a V. Murat’ın iyileştiği söylentileri
dolaşıyordu. Bu söylentiyi annesi Sevkefza Sultan çıkar
mıştı. Amacı, oğlunun hastalığı sebebiyle tahtı “vekaleten
işgal ettiğini öne sürdüğü” II. Abdülhamid’i iş başından
uzaklaştırarak yerine oğlunu getirmekti.
Ali Suavi, acaba Sultan II. Abdülhamid’e karşı ihtilal
girişiminde bulunurken, bunu sırf kendi şahsi ihtirasını
tatmin için mi yapmıştı? İşin içinde başka sebepler de var
mıydı? Çeşitli kaynaklara göre, bunda İngiliz ve Rus par
mağı vardı. Buna sebep 1877-78 Türk-Rus Harbinin mey
dana getirdiği kargaşa ortamı idi. Rusya’nın galibiyeti ile
sonuçlanan savaş, 3 Mart 1878’de imzalanan Ayastefanos
Antlaşması ile sona erdirilmişti. İçinde kendisinin bu
lunmadığı adı geçen andlaşmayı menfaatlerine aykırı
bulan İngiltere buna itiraz etmişti. Bu itiraza, bir kısım
Avrupa devletleri de katılınca, yeni bir sulh andlaşması
için Berlin’de konferans toplanması kararlaştırıldı.
İngiltere, bu konferansta Türkiye lehine yardım
karşılığı ondan taviz koparmak peşine düşmüştü. Bu
uğurda Kıbrıs’a yerleşmenin yanında, Doğu Anadolu’da
Ermeniler lehine ıslahat istiyor, Sultan bunları kabul
etmemek için direniyordu. Rusya ise, toplanacak olan
Berlin Konferansında II. Abdülhamid’in rolünün kendisi
açısından zararlı olabileceğini düşünüyordu.
387
İşte bu sebeplerden dolayı İngiltere ve Rusya,
Osmanlı Devletinden istedikleri tavizleri almak için adı
geçen konferansa “Sultan Abdülhamidsiz” bir Türkiye ile
girmek istiyorlardı.
İngiltere, Sultanı gerek Rus ve gerekse ‘hal’ korkula
rıyla yola getirmeye çalışırken, Rusya da önceden ‘deli’
olduğunu ileri sürerek ‘kendisi ile çalışılamayacağı’ doğ
rultusunda aleyhine propaganda yaptığı deli V. M urat’ı
iş başına getirip, onun bu pozisyonundan faydalanarak
tavizler koparmak peşine düşmüştü.
Her iki devlet de bu emellerini gerçekleştirmek uğ
runda en müsait kişi olarak Ali Suavi’yi bulmuşlardı.
Ali Suavi öteden beri İngilizlere taraftar birisi idi.
Ayrıca Suavi’nin karısı da İngiliz idi. Ali Suavi, İngiliz si
yasetine taraftar ve saray müşaviri İngiliz Sait Paşa’nın
da dostu idi. Fakat o İngilizlerin II. A bdülham id’e iti
mat etmediklerini de biliyordu. Bu sebepten Sultan V.
Murat’dan faydalanmayı lüzumlu görüyordu.
Ali Suavi bazı İngilizlerle mektuplaşarak “Sultan
Murat’ın saraydan alınarak bir İngiliz gemisine götürül
mesini ve Londra’ya kaçırılmasını” plânlıyordu.
Bu sırada V Murat’ı159destekleyen masonlar da onun iyileş
mesini ve bunun sonucu tahta yeniden geçmesini istiyorlardı.
İstanbul’da bulunan Sultan Murat taraftarları bir ta
raftan da harekete geçmek için toplantılar yapıyorlardı.
Kendisi de bir mason olan Ali Suavi, masonların
desteği yanında İngilizlerin de aktif desteğini almaya
çalışıyordu. Ali Suavi ile işbirliği halinde çalışan Sultan
159 Mimar Sinan Dergisinde Süha Umur, V. Murat’ın nasıl ve nerede Ma
son olduğunu araştırarak sonucu açıklamıştır. Buna göre V. Murat
‘Prodos ‘Locası’nda eriştirilmiştir. 1868’d e açılmış bulunan bu locada
1872 yılında Kleanti Skalyeri Üstadı Muhterem idi. V. Murat’ın eriş
tirilmesi ise gizlice Luis Amiable’nin Kadıköy’deki evinde yapılmıştır.
Kaynak: Abdurrahm an Erginsoy, “Türkiye’de Masonluğun Doğuşu”
(Erciyaş Yayınları).
388
V. Murat’ın annesi, İngiliz Sefiri Layard’a gizli bir ajanını
göndererek, oğlunun lehine İngiltere’nin desteğini iste
miş, hatta Sefirin bizzat Çırağan Sarayına giderek Murat
ile görüşmesini talep etmişti.
İngiliz Sefirinin V. Murat’la görüşüp görüşmediği
bilinmemekle beraber, İngiliz Konsolosluğu baştercü-
mem İstavridis’in kardeşinin Ali Suavi ve V. Murat’la iş
birliği halinde olduğu bilinmektedir. İstavridis, Sarayda
bir gece kalmış, Sultan V. Murat’ın dairesinde yatmış ve
Murat’ın kaçması için bir plân yapmıştı.
Bu plâna göre Saray’ın karşısına bir İngiliz gemisi ge
lip demirleyecek ve bu geminin geldiği gün Sultan Murat’ı
kaçırmaya memur olanlar bir yolunu bulup Çırağan’a gi
recekler ve gece yarısı gemiden fenerle Saraya bir işaret
verilecek ve bir de sandal göndereceklerdi. Gemiden veri
len işaret üzerine Saraya girmiş olanlar Sultan Murat’ı alıp,
yavaşça rıhtıma inecekler, oradaki nöbetçilerden birisini
güzellikle veya zorla elde edip, sandal ile Sultan Murat’ı
İngiliz gemisine götüreceklerdi. Çırağan’a giren İstavridis,
Sultan Murat’ın kaçırılma planını tertip ettikten sonra er
tesi gün yine çıkıp gitmişti. Bu kaçırma olayı çerçevesinde
diğer bir iddiaya göre, Sultan V. Murat, bir İngiliz gemisi ile
Londra’ya değil, bir Rus gemisi ile Odesa’ya kaçırılacaktı.
Bu olayı plânlayanlar İstavridis’in yanında yer alan
üç kişi idi: İstanbul’d a Prodos Locası’na kayıtlı Leh asıllı
Mihalovsky, Maliye Nezareti memurlarından Hüsnü Bey
ve Adliye Nezaretinden memur Mehmet Bey. İ. Hakkı
Uzunçarşılı’ya göre, V. Murat ilkin Odesa’ya kaçınacak
buradan Londra’ya götürülüp, iyileştirildikten sonra,
İngiltere ve Rusya devletlerinin ittifakı ile hükümdar ilan
edilecekti. V. Murat’ın Odesa yoluyla Londra’ya kaçırıl
389
ması plânının Ali Suavi Vakası ile ilişkisi olup olmadığı
bilinmemektedir.
Ali Suavi’nin kaçırma teşebbüsünde, Türk-Rus Harbi
sonucu İstanbul’a gelen Rumeli göçmenlerinden bazıları
nı kullanılmıştır.
Ali Suavi’nin Çırağan Sarayı Baskınında kullandı
ğı göçmenler içinde öncü rolü oynayan Nişli Salih ve
Çerkeş Nazi’nin 1877-78 Türk-Rus Harbinde Rusya he
sabına casusluk yaptıkları iddia edilir. Bu iki casus, Türk
ordusu Şıpka Geçidini almak için Ruslarla canla başla
savaşırken, askerlere moral bozucu propaganda yapmış
lardı. Süleyman Paşa bunları yakalatıp, Edirne Divan-ı
Harbine sevketmiştir. Daha sonra bunlar, bir yolunu bu
lup, buradan İstanbul’a kaçarak Ali Suavi Vakasına Rusya
hesabına katılmışlardı.
Ah Suavi veya Çırağan Vakası, 20 Mayıs 1878’de şöyle
cerevan etti: Ah Suavi, Türk-Rus Harbi mağduru Rumelili
Müslümanları müdafaa için bir cemiyet kurduğunu ileri
sürerek, etrafında topladığı 500 kadar göçmeni, “Padişahın
ihsan ve hediyesini almak” bahanesi ile Çırağan Sarayı önüne
toplayıp, bunlarla Sarayı aniden basarak içeri girdi. Doğruca
harem dairesine giden Ah Suavi burada V. Murat ile karşı
laşınca, Sultan Murat bunlara “Kardeşimi ne yaptınız,” diye
sormuş onlar da Abdülha-mid’e henüz bir şey yapmadıkla
rını ve evvela kendisine biat edilerek onu ‘hal edeceklerini’
söylemişler ve bunu müteakip Sultan Murat’ı sürükleyerek
götürmeye başlamışlardı.
Sultan Murat, Aİİ Suavi ve Çerkeş Nazi’nin kolları ara
sında idi. Baskına katılanlar, “Sultan Murat çok yaşa,” diye
bağırıyorlar ve alkışlıyorlardı. Bu sırada, hemen Beşiktaş
Muhafızına haber ulaştırılmış, Haşan Paşa, bir miktar as
390
kerle acele olay yerine gelerek, Ali Suavi’nin “Yaşa Sultan
Murat,” diye bağırdığını görünce, elebaşlarınm bu oldu
ğunu anlayıp, elindeki sopayı başına vurarak onu öldür
müş, bunun üzerine, baskına katılanlar kaçmışlardı.
Netice olarak, ilk bakışta delice bir teşebbüsten ibaret
gibi görünen bu hadisenin, iyi incelendiği takdirde gayet
şümullü bir mahiyet taşıdığı anlaşılmaktadır. Hele, ara
dan on gün geçmeden Babıali’nin İngiltere’nin istediği
andlaşmayı kabul etmesi hakiki bir tesadüf eseri değildir.
II. Abdülhamid, bu işte İngiliz parmağı bulunduğundan
şüphelenmişti. Hadisenin oluş şeklinde, hem İngiliz hem
Rus parmağı, hem de Sultan Murat taraftarlarının büyük
tesiri bulunduğu merkezindedir.
Ali Suavi Vakası, Sultan II. Abdülhamid’in vehmini
büsbütün arttırdı. Kendisini koruyacak bütün tedbirleri
almaya şevketti.
20 Mayıs 1878deki Çırağan Vakasından sonra V. Murat’ı
padişah yapmak uğruna 8 Temmuz 1878’de bir diğer saray
darbesi teşebbüsü daha ortaya çıktı. Bu teşebbüsün adına
tarihimizde “Skaliyeri-Aziz Bey Komitesi” denilmiştir.
Komitenin başı, Kleanti Skaliyeri, 1868’de İstanbul’da
kurulan Prodos Locası’mn üstad-ı azami (Büyük Üstadı)
olup, Yunan kökenli biriydi.
Fransız Maşrık-ı Azamlığından (Grand Orient’ten)
Veliaht Murat Efendiye masonluk teklif mektubunu ge
tiren Kleanti Skaliyeri idi. V. Murat tahttan indirilince,
onun hakkında Avrupa’daki mason localarına düzenli
bilgi veren K.Skaliyeri olmuştu. Skaliyerinin bu sıradaki
emeli, V. Murat’ın bir an evvel iyileşmesini sağlayıp onu
tekrar tahta çıkarmaktı. Hatta bu uğurda Paris’e kadar git
391
miş, planını Fransa masonları ve devlet adamlarına açmış
oradan manyetizmacı doktor getirtmiş, V. Murat’ı on gün
kadar gizlice Çırağan Sarayında muayene ettirmiş, muaye
ne sonunda doktor iyileştiğine dair rapor vermişti. İyileştiği
iddia edilen V. Murat, K. Skaliyeri’ye kendisinin tahta yeni
den çıkarılması için mektup yazarak, “gayret edin hakkımı
isterim” talebinde bulunmuştu. Ayrıca ona, bu uğurda sar-
fedilmek üzere bilvasıta para gönderiyordu.
K. Skaliyeri, V. M urat’ı kaçırma plânları uğrunda
İtalya m asonlarının üstad-ı azami Josef Massoni ile
devamlı mektuplaşıyordu. Ayrıca Skaliyeri o tarihte
İstanbul’da İtalya Büyükelçisi ve yüksek dereceli bir
mason olan Marki Guiseppe De Falko’dan yakın ilgi
görmüş, sefarethanede onu misafir etmiş ve kapitülas
yonların sağladığı imtiyazlardan faydalanarak dilediği
gibi faaliyette bulunmuştur.
Sultan II. Abdülhamid’in Meclis-i Mebusam tatil et
mesi karşısında buna tepki gösteren devletlerin başında
İngiltere geliyordu.
Bu tepki, Meşrutiyeti yeniden yürürlüğe koymaya
yönelikti.
İngiliz Büyükelçisi H. Elliot’un yerine atanan
Henry Layard da Londra’ya gönderdiği raporda, 1867
Anayasasının yeniden yürürlüğe konulması için Avrupa
devletlerinin Saraya baskı yapmalarını istiyordu.
Bu şuada İngiltere’de V Murat'ın durumuyla ilgilenen
lerin başında Gal Prensi (sonra İngiltere Kralı VII. Edward
olarak anılacaktn) geliyordu. Hatta onu muayene ve teda
vi için İstanbul’a bir doktor göndermişti. O tarihte Büyük
Britanya (İngiltere) veliahtı olan ve daha sonra VII. Edward
392
adıyla tahta geçen Gal Prensi, İngiltere Mason Locasının
Büyük Üstadı idi ve Sultan V. Murat’ın gerçekten iyileşip iyi
leşmediğim anlamak için özel hekimlerden Geroge Denny’i
gizlice İstanbul’a göndererek, İngiltere Büyükelçisine bir ko
layım bulup devrik Osmank Padişahını muayene ettirmesini
emretti. Kleanti Skaliyeri’nin bu çakşmalarını bilen elçi, dok
torun Saraya sokulması için çare bulmasını istedi.
Şeytani bir zekaya sahip olan Kleanti Skaliyeri, bu
nun Saraya su getiren geniş borulardan, su vanaları bir
süre kesilerek mümkün olacağı sonucuna vardı. Büyük
paralar vererek buradaki su yolcusunu elde etti ve deneme
başarıya ulaştı. Dr. Denny, Saraya girerek bir hafta kaldı.
Doktor, Sultan Murat’la konuşmuş, onun günlük yaşan
tısını incelemiş, tamamen normale döndüğünü tespit et
miş, hatta kendisinden İngiliz Veliahtına Fransızca yazıl
mış teşekkür mektubu almış, bir hafta kaldığı Saray’d an
aynı su yolu ile dönebilmişti. Gal Prensinin özel doktoru
Denny’in Çırağan Sarayına girme ve çıkma işini başaran
K. Skaliyeri, V. Murat’ı kaçırıp tahta çıkarma plânlan için
adı geçen prensle yazışmalarda bulunmuştu.
Skaliyeri Aziz Bey Komitesinin ikinci başkam ise, yine
bir mason olan Aziz Bey isminde birisi idi. Komite üyeleri
nin sayısı, yarısı memur yirmi kişinin üzerinde idi.
Skaliyerinin yeğeni Mihal ve V. Murat’ın annesinin
cariyelerinden Nakşibend Kalfa da Komiteye dahildi.
Komitenin plânı şu şekilde işleyecekti; V. Murat, su
yolundan kaçırılıp, Seraskeriye, Meclis-i Mebusan binA-
sı, Topkapı Sarayı veya Fatih Camisine getirilip kendine
biat edilecek, bu sırada ikna edilmeye çalışılan Yıldız
Taburu Kumandam Halil Ağa, II. Abdülhamid’i tevkif
393
edecekti. Bu biat ve hal gerçekleşirse, Mithat Paşa da160
Sadrazamlığa getirilecekti. Bu plânları yapmak uğrun
da K. Skaliyeri ve komite üyelerinden Ali Şevket Bey,
Çırağan Sarayına su yolundan birçok defalar girerek, V.
Murat’la görüşmüşlerdi. Komitenin bazı zaruri masrafla
rı da Çırağan Sarayı tarafından karşılanıyordu.
Komitenin plânı gereği, V. Murat, Çırağan Sarayı’ndan
kaçırılıp İstanbul’da biat gerçekleştirilmezse, İngiltere,
Fransa veya İtalya elçiliklerinden birisinde saklanacak ve
harekete hazır bir gemiye bindirilerek yurtdışına çıkarı
lacaktı.
Skaliyeri Aziz Bey Komitesi, yukarıdaki plânı yürürlü
ğe koymak uğrunda bütün hazırlıkları yapmıştı. İcraat için
8 Temmuz 1878’de Aziz Beyin evinde toplanılmıştı. Komite
üyelerinden Hacı Hüsnü Bey, durumu Saraya ihbar edince,
ev basıldı. Skaliyeri, Nakşibendi Kalfa ve Ali Şevki Bey, evden
kaçmayı başardılar. Daha sonra bunlar, İstanbul’dan mason
localarının yardımıyla Yunanistan’a kaçırıldılar.
Komitenin ikinci başkam olan Aziz Bey ve diğer üye
leri tevkif edildiler.
Yargılama sonucu, Skaliyeri, Aziz Bey, Nakşibend Kalfa ve
Doktor Agâh Efendi ölüme mahkûm edildi. II. Abdülhamid
bunların cezasını müebbet hapse çevirdi. Cezalandırılan bütün
üyeler, İstanbul’dan sürüldüler. Sultan II. Abdülhamid en çok K.
Skalyeri’nm peşine düştü. Çünkü, komitenin içyüzünü ortaya
çıkaracak olan bütün belgeler onun tarafından Atina’ya kaçırıl
mıştı. Belgeleri elde etmek için Sultan hafiyeleri Skaliyeri’yi sıkı
160 Fransız milliyetçisi ve kralcı E. D rum ont (1844-1917) ‘La France Juive,
Essai d’histoire contemporaine’ adlı kitabında Mithat Paşa’nın Maca-
ristanlı bir haham ın çocuğu olduğunu, Yahudi milyarderleri Camondo
ve Sason’la işbirliği yaptığını ve Avrupadaki sırdaşının Yahudi Simon
Deutsch olduğunu iddia etmektedir.
394
takibata aldılarsa da başarılı olamadılar. Yunan makamları on
ları korumak için ellerinden geleni yapıyorlardı.
Görüldüğü gibi Skaliyeri olayını, batı Avrupa mason
locaları tertip etmişti ve siyasi iktidarlardan da esaslı yar
dım görmüştü.
395
OTUZ BİRİNCİ BÖLÜM
SİYONİZMİN İDEOLOJİK
TEMELLERİ
161 Kaynak: Moses Hess, “Roma ve Kudüs” 1862, Yeni baskı Newyork
1958, Sayfa 10.
162 Kaynak: İsrailli Sosyolog Tikva Honig-Pamass.
163 Jakob Katz, ‘Zwischen Messianismus und Zionismus’ Jüdischer Verlag,
Frankfurt am Main. 1993.
396
Hess, mesihçi Yahudi geleneğinin dünyevi yorumu
na, Kalischer ise dini yorumuna inanıyordu. Modern bir
düşünür olarak Hess, dogmatik inançların dışında bir in
sandı ve mesihçi geleneği kendi tasavvurlarına uygun ola
rak yorumlamakta gayet özgür davranıyordu. Kalischer
ise mesihçi geleneğin fundamentalist (köktendinci) yoru
muna inanıyordu. Fakat her ikisi de ortak bir noktada,
yani bir Yahudi devletinin gerekliliği üzerinde uzlaşmış
görünüyordu.
Kalischer mesihçi doğmaya inanmakla birlikte, me-
sihin gelişinin ileri bir tarihte -yani İsrail halkının ana
vatanda toplanmasından sonra- gerçekleşeceğine inanı
yordu.
Hess, Siyonizmi toplumbilimsel alanda hem
Yahudilere, hem de Yahudi olmayanlara tanıtan ilk in
sandır. Daha 1841 yılında bu aydınlanmış’ kişi, bugünkü
“Avrupa Birliği’nin öncüsü olan Avrupa Tetrarşisi’ dü
şüncesini ortaya atmıştı.
Diğer taraftan o, sosyalist ideolojinin yaratıcısı, Marx
ve En-gels’in akıl hocasıydı.
Komünist-Haham Moses Hess, “Roma ve Kudüs,
Son Milletler Meselesi” adlı kitabında (1862) Yahudilerin
kendi devletlerine sahip olması gerektiğini savunmuştu.
Bu sebepten Hess’i Siyonizmin ilk ideolojik kuramcısı
olarak tanımlayabiliriz.
Hess için dünyadaki diğer bütün milletler ‘Dünya
Vatandaşları’ idi ve ‘Yahudi-olmayan’ milliyetçiler de ‘dar
görüşlü’ insanlardı. Ama Hess soydaşları için bunun tam
tersini savunuyordu;
“Her kim Yahudi milliyetçiliğini inkâr ederse, o kendi
halkına ihanet etmiş bir kimsedir. Yahudi özgürleşmesinin
397
Yahudi milliyetçiliği ile bağdaşamayacağım iddia edenler,
Yahudileri özgürleşmeye kurban etmelidirler. Her Yahudi,
önce bir Yahudi vatanseveri olmalıdır.”164
Hasidik165Yahudilerden olan Martin Buber, Hess’i ‘mo
dern Siyonizm düşüncesinin kurucusu diye nitelendirmekte
ve ‘Romund Jerusalem adlı kitabında bu düşünce taslağım
ilk defa ortaya atan kişi olduğunu savunmaktadır.
Bu açıdan bakıldığında Siyonist ‘vizyoncu’ Hess’in
neden doğduğu ülke olan Almanya’da değil de Filistinde
gömüldüğüne hayret etmemek gerekir.
Moses Hess’in Siyonist Düşüncesinin Esin Kaynağı;
Tevrat:
398
Eseri’ olduğuna inanıyordu.
Hess, ‘Vaftizci Yahya’ gibi insanları aydınlatmak’ ile
görevlendirildiğine inanıyordu. Hess’in dini meselelere
yaklaşımı tamamen ırkçı açıdan idi. ‘Roma ve Kudüs’
adlı kitabında “her Yahudi erkekte bir mesih potansiyeli,
her Yahudi kadında Mater Dolorasa potansiyeli vardır,”
diyordu. Ona göre, Yahudiler bir mesih gibi İlâhi plâna
göre dünyayı yönetmeliydi. Hess diğer bütün dinleri la
netleyip, yerin dibine batırırken, Tevrat’tan “kutsal kitabı
mız,” “atalarımızın kutsal sözleri,” “bizim kült umüz,” diye
bahsediyordu. Ama en ilginci şu sözleridir:
Dinci-Siyonist Emperyalizm:
399
(Eski Ahitteki) kehanetleri ne pahasına olursa olsun
gerçekleştirmektir. Yahudi devleti İsrail, Eski Ahid ke
hanetlerinin gerçekleştirilebilen bir kısmıdır ama tamamı
değildir. Yahvenin Krallığı sadece Filistin’i değil, Kenan
ülkesini de kapsamaktadır. Kenan ülkesi ise dünyevi bir
cennettir ki bu bütün dünyayı kapsamaktadır.
Achad Haam (Dr. Asher Ginzberg) Rusya’d a kültür-
Siyonizminin öncülüğünü yapıyor ve dünyanın merke
zi olarak Filistin’i gösteriyordu. Filistin bir çeşit hasidik
‘Vatikan Devleti’ olarak dünyanın her yerinde yaşayan
diaspora cemaatlerine sahip çıkacaktı.
Bu (Yahudi) medeniyet merkezi, dünyanın hangi ül
kesinde Yahudiler egemen veya etkili ise onunla bağlan
tılı olacaktı.
Siyonizm’in çocukluk günlerinde birbiriyle çatışan
muhtelif görüşler mevcuttu. Yahudilerin büyük bir kısmı,
kurulacak İsrail devletini, devamlı baskı altında yaşayan
Yahudi halkı için bir kaçış noktası olarak görüyordu.
Theodor Herzl de dahil olmak üzere bazı Yahudi ön
derlerin en büyük arzusu, Yahudi halkının yaşayabileceği bir
toprağa sahip olmasıydı.
Buna karşılık Ortodokslar gerçek Yahudi hayatını
temsil ediyorlar ve diğer ülkelerdeki hayati haklarını za
yıflatacağı kaygısı ile Siyonizm’i reddediyorlardı. Onlar
İsrail’in diğer milletler gibi olmasına muhalif oldukların
dan, bilinçli olarak İsrail’in kurulmasına karşı çıkıyorlardı.
1929 Ağustos ayında Zürih’te yapılan Siyonist
Kongresinde, Mosos Hess hayranı M artin Buber muh
telif görüşleri dile getirmişti. Bu kongrede Yahudi milleti
ile ilgili üç görüş ileri sürülmüştü. Birincisi; İsrail’e ‘hayır’
diyenler, İsrail bir millet teşkil edemeyecek kadar az nü
400
fusa sahiptir, diyenlerdi.
İkincisi; İsraili modern milletler arasına yerleştiri
yordu. Üçüncüsü ise -b u Buberin görüşüydü-İsraili bü
tün milletlerin üstünde tutan görüştü.
Sonunda ‘dinci-millî devlet’ düşüncesi diğer bütün
alternatiflere üstün gelmişti.
401
Çar, bazı muhaliflere rağmen, liberalleşme politika
sına devam etti.
1866’d a Rusya’d a yaşayan Minsk’li Rabbi Jakob
Brafmann, Hıristiyan oldu ve Yahudiliğin içyüzünü
anlatan bir dizi kitap yayınladı. “Kahal Kitabı,” “Yahudi
Kardeşlikleri” adlı kitaplarında Brafmann, Minsk’deki
‘Kahal’ (Yahudilerin sivil yönetim kuruluşu) ve Beth
D inler (Talmud Mahkemeleri) hakkında binlerce dos
yayı açıklayarak, Yahudilerin Rusya’d aki gücünü gözler
önüne serdi.
Brafmann, genel Vali Kaufmann’a da bu belgelerden
göndermişti. Kaufmann bu belgeleri bir araştırma komis
yonuna havale etti. Yapılan araştırma sonucunda Yahudi
Kahal örgütü 1867 yılında kapatıldı. Bu şekilde Yahudilikle
Rus Hükümeti arasındaki işbirliği imkânsız hale getirildi.
Siyonizm çok uygun bir provokasyon fırsatını gayet iyi de
ğerlendirmişti. Fakat provokasyonlar bununla bitmeyecekti.
Rus tarihçisi Ivanov ‘I. Peter’d en günümüze’ adlı ki
tabında şöyle yazıyordu;
“Londradaki Yahudi ve mason devrimcilerinin gizli
toplantısında Çar II. Aleksanderin öldürülmesine karar ve
rildi. Çarı öldürme plânı, komite üyelerinden Liebermarm,
Goldenberg ve Zuckermann tarafından yürürlüğe konacak
tı. Yahudi Goldenberg Çarı tek başına öldürmek istediyse de
teklifi reddedildi, çünkü tek bir Yahudi’nin gerçekleştireceği
suikast, halkın gözünde fazla etkili olmayabilirdi.”
Aynı tarihlerde esrarengiz bir “Halk Partisi” yeral
tından ortaya çıktı ve Rusya’nın destabilizasyonundan
sorumlu tek parti gibi çalışmaya başladı.
1878 Ocak ayında Petersburg şehri merkez komutanı
General Trepov, 26 yaşındaki Vera Sassuliç tarafından
402
caddenin ortasında vuruldu. Fakat Trepov şanslıydı, ağır
yaralı olmasına rağmen kurtuldu ve Çar tarafından sada
kat madalyası ile ödüllendirildi.
Fakat inanılmaz bir şey oldu ve suikastçı kadın çı
karıldığı mahkeme tarafından serbest bırakıldı. Bundan
sonra seri suikastlar birbirini takip etmeye başladı.
Kiev’de Jandarma Albayı Baron Von Heyking, Harkov’da
Prens Aleksey K ropotkin ve daha sonra General Von
Drenteleıı meçhul kişiler tarafından öldürüldü.
16 Ağustos 1878’de General Mesenzev kimliği meçhul
iki nihilist tarafından öldürüldü. Bütün bu suikastlara rağ
men, Çar reform hareketlerine devam etti. İlk suikast dizi
sinden bir ay sonra bile, Yahudilerin eczacı, hemşire, doktor
vb. mesleklere alınmasına müsaade etti.
Cesur Rus monarşisi bu politika ile gücünü daha da
arttırmış oluyordu. Ama meçhul eller 1879 yılında Çar
II. Aleksander’ın ölüm fermanını imzalamışlardı bile.
Çara yapılacak suikastta iki gönüllü vardı; Öğrenci A. K.
Solovyev ve Polonyalı Yahudi Goldenberg.
2 Nisan 1879’da Solovyev hiçbir şeyden habersiz ge
zintiye çıkmış olan Çara beş el ateş etti. Elleri titreyen su
ikastçı kurşunları isabet ettirememişti. Suikastçı yakalan
dı ve iki ay sonra asılarak idam edildi. Fakat Çara yönelik
tehdit henüz ortadan kalkmamıştı.
II. Aleksander, 1 Aralık 1879’d a yazlık istirahatgâhı
olan Livadya’dan Petersburg’a dönerken yola döşenen bir
mayından şans eseri kurtuldu.
17 Şubat 1880’de Çarın kışlık sarayına dinamit atıldı.
Bu eylem de görülmeyen ellerin Çarı öldürmeye ne ka
dar kararlı olduğunu ortaya koyuyordu.
1881’de II. Aleksander demokratik anayasal reform
lar yapmaya hazırlanıyordu ki, yeraltındaki terör rejimi,
403
Çarın ölüm fermanım gerçekleştirmek için bütün gücüy
le harekete geçti. Suikast için 47 gönüllü vardı. Eylemin
önderliğini Yahudi Schelyabov yürütüyordu. Rus polisi
bu eylemi bilmesine rağmen çok geç harekete geçmişti.
13 Mart 1881’de II. Aleksander, Petersburg’daki bir
askeri merasime katıldıktan sonra kışlık sarayına döner
ken Nihilist Ryssakov Çar’ın arabasına bir bomba attı.
Bomba hedefini şaşırıp, küçük bir çocuğun ölümüne se
bep olmuştu. Çar arabasını durdurup kurbanın durumu
ile ilgilenmek isterken, diğer suikastçı Grinevitzki’nin at
tığı bomba tam arabanın içine düştü ve araba parampar
ça oldu. Birçok ölü ve yaralı arasında Çar ve suikastçının
kendisi de bulunuyordu.
Suikasta katılan bütün katiller ele geçirildi, araların
da Yahudi kadın Jessy Helfmann da dahil olmak üzere
hepsi asıldı.
404
leşinden gelen P. Felix Warburg idi.
Aynı şekilde 1880’de Parisli banker Baron Edmond
de Rothschild, Menahem Uşişkin ile beraber, sonraki
gelişmeleri adeta önceden görerek, o günlerde Türklerin
yönetiminde bulunan Filistin’d en arazi satın almaya baş
ladı.
Böylece İsrail devletine giden yolda iki önemli şart
yerine getirilmiş oldu: Toprak sahibi olmak ve gelecekteki
göçmenler için uygun eğitim tesisleri kurmak.
Rothschild’ler:
405
Disraeli ‘Sidonia adlı romanında Baron Lionel
Rothschild’i anlatır. Multimilyoner Rothschild’in sayısız
casusu ve onun için çalışan Karbonari, Masonluk gibi giz
li örgütleri vardı.
Rothschild’ler Moses Hess’in düşüncelerinden çok
etkilenmişler ve Siyonizm kampanyasında anahtar rolü
oynamaya başlamışlardı. Daha önce de bahsettiğim
gibi, Süveyş Kanalı Projesi için gerekli parayı verenler
de Rothschild’ler idi. Çünkü burası Filistin’e açılan çok
önemli bir kapı idi.
1879 yılında Baron Lionel Rothschild öldü
ama Siyonist miras devam ettirildi. 1880 yılında
Rothschildler’in Fransız kolu Filistin’den toprak satın
almalarını finanse etmeye devam etti.
406
Yahudi olması hiç kimsenin dikkatini çekmemişti. Bird
enbire birçok Yahudi Çar taraftarı olmuştu. Halkı Yahu-
dilerin aleyhine kışkırtanlar hiç şüphesiz Siyonistlerdi,
Bu tahrik kampanyası sonucunda Rus-Polonya sınırında
ve güney Rusya’da organize Yahudi katliamları yani
‘Pogrom’lar başladı. Böylece ilk ‘modern antisemitizm’
1881 yılında Çarlık Rusya’sında ortaya çıkmış oldu.
Çok az kimse saldırıların hedefinin üçüncü smıf
Yahudiler olduğunu fark etmişti. Fabrikatörler, doktorlar,
saygın işadamları, saray Yahudileri ve tüccarların kılma bile
dokunulmazken, yüz binlerce Musevi zanaat erbabı ve çift
çi hayatlarını kurtarmak için kaçmak zorunda kalmışlardı.
Pogromlardan kurtulanlar, Filistine göç etmeleri gereken
-Siyonistlerin kolonizasyon için ihtiyaç duydukları- insan
lardı. Pogrom korkusu ‘zorunlu göç için yeterli olmayınca,
1882 yılında (‘Mayıs Yasaları’ denilen) yasalarla, Yahudilerin
çiftçilik yapmaları, öğrenim görmeleri vb. özgürlüklerine
kısıtlama getirildi. Bütün bunlar Yahudilerin ‘mecburi göçü’
için yapılıyordu. Gerçekten de onbinlerce Yahudi Rusya’yı
terk etmek üzereydi. Fakat bu insanlar nereye gideceklerini
kesin olarak bilemiyorlardı. Dinci-Siyonistler için bu sorunun
cevabı hazırdı: “Kutsal Ülke”ye yani İsrail’e gideceklerdi.
Rusyadaki iç politik durum dolayısı ile Siyonist mis
yon hedefine çok yaklaşmış gibi görünüyordu. Topraktan
fışkıran mantarlar gibi birdenbire bir sürü Siyonist örgüt
ortaya çıktı. Ortodoks Yahudi yazar Moshe Lilienblum
“Bizim bir yurda ihtiyacımız var” diye yazıyordu. Aynı
şekilde Odessa’d an göç eden doktor Leo Pinsker Berlin’de
yayınlanan “Autoemanzipation-Warnung eines russis-
chen Juden an seine Rasse” adlı kitabında “İsrail’de bir
yurt” hareketinin ilk programını açıklıyordu.
407
Fakat Rus pogromlarım düzenleyenler tam olarak
amaçlarına ulaşamamışlardı. 1881-82 yılları arasında
Rusya’yı terk eden 20.000 Yahudi’d en ancak birkaç yüzü
Filistin’e gitmişti. Geri kalan çoğunluk yeni bir vatan bul
mak için dünyanın her tarafına dağılmıştı. Bu durum
Siyonist merkezlerde alarm zillerinin çalmasına sebep
olmuştu.
Siyonizm, Filistin’e çiftçileri zorla gönderemeyin-
ce, bu defa Yahudileri çiftçi olârak eğitmek yolunu seç
ti. Bunun için sponsorlar yeteri kadar mevcuttu. Bunlar
arasında en önemlisi Münihli Baron M oritz Von Hirsch
(1831-1896) idi. Hirsch özel bir bankanın sahibi olarak
sınırsız kaynaklara sahipti. Fransa’daki ‘A lliance Israelite
Universelle’de bu kaynaklardan faydalanıyordu. Baron
Avrupa ve Amerika’daki Yahudilerin eğitimi için büyük
miktarda paralar ayırdı. Hirsch 1891 yılında İngiltere’de
on milyon sterlin sermayeli “Jewish Colonization
Association” (Yahudi Kolonizasyon Derneği) (JCA)’yı
kurdu. Bu örgütün esas amacı Filistin’deki toprak satmalı
na işlemlerini yürütmek ve Filistin’e göç edecek Yahudiler
için tarım okulları açmaktı.
JCA, ayrıcaArjantinde (30.000kişilik), ABD’de (75.000ki
şilik), Kanada, Güney Afrika, Rusyada büyük çiftçi kolonileri
ni finanse etti. Hirsch ayrıca Arjantin’e düzendi olarak kitleler
halinde giden, Yahudi göçmenlerin yerleştirilmesini organize
etti. Arjantine gelen binlerce Rus Yahudisi Pampa ovalarında
hayvancılıkla uğraşmaya başladı.
Siyonizm’in bir diğer dostu da Polonyalı Yahudi
David Lubin (1849-1920) idi. Lubin 1884’de radikal
Yahudi kuruluşlara tahsis edilmek üzere ABD’de geniş
araziler satın almıştı. Lubin Filistini ziyaret ettikten son
408
ra, Rusya’ya dönerek Çarlığa karşı savaşan Yahudi-terö-
rist Kramolo kampanyasını destekledi.
Lubin, Filistin’deki Türk yönetimi ile iyi ilişkiler ku
rarak -Rothschildler’in programını desteklemek için-
Araplardan geniş araziler satın almaya başladı. 1893 yı
lında ABD’yi vuran ekonomik depresyon fırsatını çok iyi
kullanan Lubin, Kaliforniya’d a geniş arazileri çok ucuz
fiyatla kapatmaya başladı.
Unutulmamalıdır ki, Filistinin istilası böyle arazi sa
tın alınılan ile başlamıştı!..
409
Marr, aşın Antise-mitizmi Almanya’d a ilk propaganda
eden şahıs oldu. Marr, “Yahudi meselesi din meselesi değil,
ırk sorunudur.” diyordu. Marr, Yahudileri “Avrupa’yı köle
leştirmek isteyen semitik bir kavim” olarak görüyordu.
Marr, Yahudilere karşı başlattığı haçlı seferini
“Zwanglose antisemitische Hefte” adlı dergide sürdür
meye devam etti. Ayrıca Berlin’de “Antisemiten-Liga”
(Antisemitler Ligi’ni) kurdu. Bu örgütün amacı ‘anava
tanı tamamen Yahudileşmekten kurtarmak’ idi.
Diğer bir ünlü Yahudi antisemit ise Thule ör
gütünün üstadlarından olan Max Liebermann ‘Von
Sonnenberg’dir. Liebermann, Almanya-Polonya sınırın
daki Bielscastruga’d a doğmuştu. Liebermann, 1880’lere
kadar muhafazakar sağın temsilcisi idi. 1880’de Musevi
asıllı Libermann Alman ordusunda subay iken birdenbire
antisemit oluvermişti. 1881’de “Deutsche Volk-zeitung”u
çıkarmaya başladı. Daha sonra 1880’li yılların ortalarında
Bochum’d a ilk antisemit parti olan “Deutsch sozialen
Partei” (Alman Sosyal Partisi’ni) kurdu. Parti prog
ramında Yahudi özgürlüklerinin kaldırılması, Alman
Reich’ınm sınırları içinde yaşayan Yahudilerin ‘yabancılar
kanununa’ tabii olması gibi istekler bulunuyordu.
410
OTUZ İKİNCİ BÖLÜM
411
aleyhtarı atmosfer yüzünden ‘köklerine’ geri dönmüştü.
Herzl, Viyana’ya döndüğünde görevinden istifa etti ve
kendini Yahudi davasına adadı. Herzl’e göre ‘özgürleşme’
yoluyla ‘A ntisemitizm’ akımıyla mücadele etmek m üm
kün değildi. Herzl 1869’d a kaleme aldığı “Der Judenstaat”
(Yahudi Devleti) adlı kitabında Yahudilerin de bir devleti
olması gerektiğini savunuyordu. Bu düşüncelere pratik bir
taban oluşturmak üzere Max Nordau ile birlikte 1897’de
bir ‘Uluslararası Siyonist Toplantısı’ düzenledi. Bu şekilde
Yahudi millî hareketinin ilk çatı örgütünün kuruluşuna
giden yol açılmış oldu.
1897 Mart’mda bütün dünyadaki Yahudi kuruluşla
rına bir çağrı yapılarak, Ağustos ayında yapılacak olan
‘Siyonist Kongresi’ için temsilcilerini Münih’e gönder
meleri istendi. Yahudi millî hareketini Avrupa’daki güç
merkezlerine bağlı bulan Alman Hahamları kongreyi
protesto ettiler. Yahudi-Mason Locası B’nai B’rith de
kongreyi veto etti. Loca başkanı Dr. Merzbacher’in Herzl
ile kişisel olarak görüşmesinin ardından, kongre merkezi
Münih’ten Basel’e taşındı.
28 Temmuz 1897’de İsviçre’deki toplantıya bir hazır
lık olarak, Karlsbad’d a bir on konferans’ düzenlendi.
İlginçtir ki, Siyonistler programlarını ısrarla kamuo
yundan gizliyorlardı. Bu yüzden ön konferansta neler ko
nuşulduğu bilinmemektedir. Praglı Yahudilerin temsilcisi
Dr. A. Kammka “Odessa örgütü ve Rus Yahudiliğinin
çıkarlarının göz önüne alınmasını” istemişti. Daha sonra
Baron Edmund de Rothschild’in kongre başkanlığından
bir isteği olduğu ortaya çıktı. Rothschild, “Mümkünse
Rothschild adının ve Rusya’nın resmi konuşmalarda ağza
alınmamasını” talep ediyordu. Burada konuşulanların
bugüne kadar gizli kaldığı da tarihi bir gerçektir.
412
Resmi açıklamalara göre, muhtelif Siyonist gruplar
Basel’de bazı tartışma platformları oluşturmuşlardı. Bunu
takiben “Siyonist Dünya Örgütü” oluşturuldu ve Herzl
bunun başkanlığına seçildi.
Organizasyonun hedefi ‘Yahudilik için bir yurt’ olarak
belirlenmişti. Bu örgüt o kadar güçlüydü ki başkan Teodor
Herzl “Yahudi Devleti şu anda mevcuttur,” diyordu.
413
Association’ tarafından kurulan Siyonist banka ‘Jewish
Colonial Trust’ tarafından desteklenmeye başladı.
Siyonizm, bu yeni kurulan bankayı siyasi rüşvet meka
nizmasının merkezi haline getirdi.
Bu ‘rüşvet politikasına karşı çıkan tek kişi, kendisi
ne ‘İsrailli Peygamber’ denilen ortodoks-dinci-Siyonist
Achad Haam’dı.
Theodor Herzl’in “G ünlüğünün bir kısmı Yaşar
Kutluay tarafından Türkçeye çevrilmiş ve ‘Siyonizm ve
Türkiye’ adı altında yayınlanmıştır.
Herzl’in bu ilginç günlüğünden bazı pasajları aktar
makta fayda görüyorum:
“Belki İngiltere’den Kıbrıs’ı alabiliriz, bir taraftan da
Güney Afrika veya Amerika’yı el altında bulundururuz ve
o halde Türkiye’nin dağılmasını beklemeliyiz.”
“Halen tek bir plân aklıma geliyor: Türkiye’nin içinde
bulunduğu şartlar her gün biraz daha kötüye gidiyor.
Sultana karşı bir kampanya açmak, bu iş için de sür
gün edilmiş Prensler ve Jön Türklerle temas kurmalı, aynı
zamanda Yahudi sosyalistlerini faaliyete geçirip, Avrupa
Devleüerini Yahudileri kabul etmesi hususunda Osmanlı
Devletine baskıda bulunmasını sağlamalı.”
414
Buna şifre ile şu cevabı verdim:
“Perexile Cohnsman Both Guy Months after
Rumoren Chisel” Yani: Türk komiserine 2000 altım
‘İmtiyaz Mukavelesinin Mısır Hükümetince imzalanma
sından sonra vermek üzere vaadediniz.”
Mısır’daki Osmanlı temsilcisi komiserin ve Mısır
mukavemetinin “Rüşvet Metodu” ile ortadan kaldırıl
ması fikri bugün Dr. Abdullah Cevdet Bey ile yaptığımız
konuşmanın sonucudur.
Bu yeni tanıdık enteresan bir adam.
Cevdet, Neue Freie Presse’nin edebiyat sayfasında
yayınlanan bir şiiri dolayısı ile bana teşekküre geldi ve bir
randevu istedi. Kendisini davet ettim ve konuşmamız dö
nüp dolaşıp benim projeye intikal etti.
Dr. Abdullah Cevdet kendisini bir Jöntürk ve Yahudi
dostu olarak takdim etti.
İkinci konuşmamızda aklıma Sultana yazacağım
mektupları ona tercüme ettirmek düşüncesi geldi. O da
muvafakat etti. Bu iş için İstanbul’d an telgrafla gelmesini
istediğim Badi Efendiye bir telgraf daha çekerek gelme
mesini bildirdim. Cevdet üç gün çalışarak Sultana mektu
bu ve ‘İmtiyaz Mukavelesinin metnini tercüme etti.
Kendisine şükran nişanesi olarak bir çift mücevherli
kol düğmesi hediye ettim. O bunları kabul etmek istemedi
ve verdiğim “Altneuland”ın168kendisini daha çok memnun
ettiğini söyledi. Sonra söze başladı: İstanbul’da doğrudan
doğruya Nazırlar ile konuşabilecek bir adamım var mıdır?
Kendisinin Dahiliye Nazırı Memduh Paşa ile arası çok iyi
dir. Bir konudan diğerine atlayarak bu çiçek bozuğu yüzlü,
kara gözlü adam bana bir sürü şeyden bahsetti.
168 ‘Yeni Arz-ı Atik’ anlamına gelen bu eser Dr. Herzl’indir ve gelecekteki
Yahudi Devleti üzerine yazılmıştır.
415
Kendisi Jön Türklerdenmiş ama Memduh şimdi ken
disini susturmuş, Viyana Sefareti tabibi olarak ayda 1500
frank çekiyormuş.
Ve bana -imtiyaz mukaveleleri imzalandıktan sonra
verilmek kayıt ve şartı ile- bir hisse programı hazırla
dı ki şöyle: Sadrazam Ferid Paşa, Harbiye Nazırı Hasan
Paşa, Dahiliye Nazırı Memduh Paşa, Adliye Nazırı
Abdurrahman, Maliye Nazırı Nazif, Maarif Nazırı Celal
ve Şeyhülislam 2000 er altın lira alacaklardır.
Buna muhtemelen bazı ilaveler yapılabilir. Bundan
başka ben kendisine 2000 altın ve Memduh’un katipleri
Faik ve Dr. Baha ile Şükrü Paşanın katibi yüzbaşı Vasfı
Beye 100 er altın vadettim. Mamafih Şükrü Paşa Harbiye
Nazırının oğlu olduğu için bir çift at hediye edilecek
ti. Yarın bu Şükrü’yü davet edeceğim. Cevdet, bu Şükrü
Paşa vasıtasıyla muhaberata girişilerek onun babasının
diğer nazırları kazanması işinde kullanılmasını planladı.
Harbiye Nazırı, Abdullah Cevdet’e nazaran, bir milyoner
dir ama iki altınlık bir hediyeye dahi tenezzül eden bir
adamdır.
Bütün bunlara derhal muvafakat ettim. Çünkü im
tiyaz mukavelesi imzalanmadıkça hiçbir mükellefiyet
altına girmiyordum. Sonra Cevdet’in nazırlar için biçtiği
fiyatı İstanbul’dakilerle mukayese edince doğrusu ucuz
buluyordum. Abdullah Cevdet ise bir meslektaş olarak
benim üzerime yüklenen ağırlığı, takdir ettiğini, kendi
sinin para almasa dahi sırf hakikat aşkı ile çalışacağını,
2000 değil, 1500 hatta 1000 altının bile kifayet edeceğini
söylüyordu.”
Alman Kayzeri II. Wilhelm 31 Ekim 1898’de “kutsal
ülke’yi ziyaret amacı ile Filistin’e geldiği zaman, Teodor
416
Herzl’i Kudüs kapılarında karşılamıştı. Kayzer, Herzl is
terse Osmanlı Sultanına Alman himayesi altında bir Siyo
nist örgüt kurulması teklifini götürebileceğini söylemişti.
Bu deney de başarısız olunca Herzl diğer yüzünü göste
rerek, Siyonizmi desteklemeyen ülkeleri ihtilal ile tehdit
etmişti. Herzl, “Bizim çalışmamız başarısız olursa, yüz-
binlerce taraftarımız devrimci partilere girer,” diyordu.
Yüzyılın başında Herzl, bütün Avrupa ülkelerinden
beklentilerinin karşılanmasını istiyordu. 1905’d e Herzl,
Sultan Abdülhamid ile buluştu ve Filistin’de ‘otonom’ bir
bölgenin kendilerine bırakılması karşılığında Sultana 1,6
Milyon Sterlin teklif etti.
Herzl bütün bu çabalarının sonucunda ancak
Mezopotamya’d a (İran’da) küçük bir bölge sözü alabildi
ki bu doğal olarak Siyonist-Fundamentalistlerin (kökten-
dincilerin) isteklerini hiçbir şekilde karşılamıyordu.
Kayzer Wilhelm 1902 yılında yeniden Filistin’i ziya
ret ettiğinde (Herzl de ona eşlik ediyordu) acil olarak aktif
bir Ortadoğu politikası izlemeye karar verdi. Bu ziyaretin
bir sonucu olarak 1903’de Berlin-Bağdad Demiryolunun
yapılmasına karar verildi. Bu şekilde bölgedeki Alman
nüfuzu da güçlenecekti. Pragmatik düşünen Herzl de bu
konuda Almanlarla işbirliği yapmaya hazırdı.
Aslında Bağdat demiryolunun her iki tarafına Yahudi
yerleşimciler yerleştirilmesi ve bu şekilde demiryolunun
yerli halkın saldırılarından korunması planlanmıştı.
Bütün bu girişimlere rağmen bir Alman-îsrail ittifakı
gerçekleşmedi. Bunun sebebi ‘Dünya Siyonist Örgütündeki
fundamentalist Rus Yahudilerinin ve Almanya’nın ezeli raki
bi İngiltere’nin muhalefeti idi.
417
İngiliz Uganda Projesi:
418
dünyanın her tarafındaki Siyonist önderler ile görüşmek
istediğini söyledi. Dünya Siyonist örgütü başkanı da bu
fırsatı geçici bir çözüm olarak görüyordu.
1903’de Teodor Herzl Rusya’yı ziyaret etti ve orada ya
şayan Yahudiler tarafından bir ‘mesih’ gibi coşku ile karşı
landı. Herzl bu fırsatı değerlendirerek, Çar Hükümetinin
Sultan Abdülhamide baskı yaparak Filistin’e göçü ser
best bırakmasını sağlamak istiyordu. Rus İçişleri Bakam
Plehve, Sultanla görüşme sözü verdi ve Rusya’d a Siyonist
bir koloni bankasının kurulabileceğini belirtti.
Herzl, Plehve’ye muhtemelen ‘ya Siyonizm ya da dev
rim’ argümanını ileri sürmüştü. Herzl, Rusya’daki görüş
meleri esnasında rejim muhalifi Yahudilerden devrimci
faaliyetlerini geçici olarak durdurmalarını istemişti.
İlginçtir ki o tarihlerde Rus solu tamamen Yahudilerin
kontrolü altındaydı. Herzl’in sözleri, ağırlığım bazı ilginç
siyasi gelişmelerle hissettirmişti. Yurtdışındaki Yahudi
Rus solcu partisi (Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisi) 1903
yılında dört fraksiyona bölündü: Bolşevikler (Lenin),
Troçkistler (Bronstein), Menşevikler (Zederbaum ve
Akselıod) ve tamamen Yahudilerden oluşan ‘Bund.’
Herzl, Rus otoriteleri ile halkının ‘eşitliği’ konusunda
görüşmeler yapmış, fakat bu hareketi ile kendi vasiyetini
de imzalamış oldu. Çünkü dinci-talmudistlerin gözünde
artık o bir 'hain ve ‘sapkın idi. Herzl “seçkin halk” efsa
nesine karşı gelmiş ve Yahudiliğin eşitliğini savunmuştu.
Rusya’daki Ortodoks Hahamlar, inananlarının eşitliğine
karşı ön cephede mücadele vermekteydiler. Bu Hahamlar
‘Yahudi özgürleşmesine’ de karşıydılar. Bununla cemaat
leri üzerindeki kontrolü kaybedeceklerine inanıyorlardı.
Şayet Herzl’in Rus yetkilileri ile yaptığı görüşmeler olum
419
lu bir sonuca ulaşırsa, Yahudilik kısa bir süre içinde dün
yevileşebilir ve Çarlık Rusya’sına karşı sürdürdüğü sol-
devrimci mücadeleden demokratik-evrimci bir çizgiye
kayabilirdi. Hahamlara göre bu, Yahudilerin Tevrat’ta
belirtilen Tanrısal görevlerine ters düşüyordu.
Herzl, 6’ncı Siyonist Dünya Kongresine katdmak
üzere Avrupa’ya döndüğünde, Rus Yahudilerinin temsil
cilerini tek bir yumruk halinde karşısında buldu. Artık
o coşkuyla karşılanan bir lider değil, lanetlenen ve kötü
lenen bir adamdı. Herzl üzerindeki baskıdan kurtulmak
için ‘Uganda kartını’ oynamaya karar verdi ve bu ara çö
zümü’ kongrede oylamaya sundu. 175 delege aleyhte oy
verirken, 295 delege evet’ dedi.
Böylece Teodor Herzl’in bütün dünya Yahudilerinin
adına konuşmadığı da ortaya çıkmış oldu.
Kongrede alman sonuçlar göstermişti ki, dünyevi-ba-
tılı Yahudilik ve dinci-ortodoks-doğulu Yahudilik arasında
bir kopukluk vardı. Örgütsel bağlılığı olmayan Yahudi kit
lesi açıkça Herzl’in yanında yer almıştı ve onlar Filistin’de
değil, Amerika veya Rusya’d a yaşamak istiyorlardı.
Filistin’de yaşayan bazı Siyonist aktivistler de169
İngilizlerin Uganda teklifini sıcak karşılamışlardı. Uganda
projesine karşı çıkanlar genellikle Filistin’in dışında yaşa
yan Yahudilerdi.
Yalnız Thora-fundamentalistleri ellerindeki bütün
güçlerle Herzl’e karşı çıkıyor ve onu Tevrat’taki kehanet
lere ihanet etmekle suçluyorlardı. Talmud Yahudiliği için
Uganda projesini kabul etmek ‘kıyam etgünü’ anlamına
geliyordu.
420
Ufuktaki savaş bulutları:
421
du. Muhtemelen bu çeşit bir dünya kongresinin ardın
dan, İngiltere bizlere Uganda fırsatını tanıyacaktır. Şayet
bana İsrail’in Uganda’d a ne yapacağını sorarsanız sîzlere
şu kadarını söyleyebilirim, olaylar şu şekilde adım adım
birbirini takip edecektir; Herzl, Siyonist Konferansı, gele
cekteki Dünya Savaşı (Birinci Dünya Savaşı) ve bunu ta-
kibeden, özgür İsrail’in İngiltere yardımıyla yaratılacağı,
bir barış konferansı.”
422
OTUZ ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
423
Ne yazık ki bazen onun yerine koyacak daha uygun
kelime bulamıyoruz. Bir şeyi hatta çok basit bir şeyi bile
anlamadığımızda o bizim için okülttür. Sezgi ve idrakları-
mız berraklaştığında okült bilgilere, okült şeylere ulaşırız,
o kadar basit.
Asırlardır belirli okullarda bazı öğretiler gizli tutul
muştur. Bu okulların bazıları halen mevcuttur. Ancak
bunların varlığını bilmek, nerede olduklarını ve ne öğ
rettiklerini öğrenmek için onlara inisiye olmak gerekir.
Zamanımızda asırlardır gizli tutulan bazı öğretileri bir şe
kilde açığa çıkarmaya yönelik çabalar olmuştur. Aşağıda
belirli ezoterik geleneklerin bünyesinde ortaya çıkan üç
modern akımı anlatmaya çalıştık.
Blavatsky ve Teozofi:
424
ile Blavatsky soyadını aldı. Ancak evliliği üç ay sürmüş
tü ve Blavatsky kocasını terk ederek İstanbul’a kaçmıştı.
Burada bir süre bir sirkte at üzerinde akrobasi yapmıştı,
ancak atın düşerek üzerine çökmesiyle ağır bir şekilde ya
ralanmıştı. Mısır’a giderken bulunduğu gemi infilak ede
rek battı, 400 yolcudan Balavatsky de dahil olmak üzere,
sadece 17 kişi kıyıya yüzerek canlarını kurtarabilmiş
ti. Blavatsky (veya müritlerinin adlandırdığı gibi HPB)
bundan sonra genelde akrabaları eşliğinde dünya turuna
çıktı, Teksas, Avrupa, Güney Amerika, Afrika ve Hindis
tan’a gitti. Yasak ülke Tibet’e girmek için birkaç teşebbüsü
olmuşsa da yetkililer tarafından geri çevrildi. O zamanki
meşhur medyumlardan D. D. Home yanında asistanlık
ve hatta medumluk yapmıştı. Ancak daha ilerde ruhçu
seanslara genelde aldatıcı elemental ve elemantari varlık
ların geldiğini, bu tür çalışmaların bilinçsiz yapıldığında
bir tür nekromansi (cesetlerle yapılan fal ve kara büyü)
olduğunu iddia etmişti.
Blavatsky, 1848 ve 1858 yılları arasında neler geçtiği
konusunda fazla bilgi vermekten kaçınmıştır. Tibet’e gire
rek bazı Mahatmalar tarafından eğitildiğini ima etmek
tedir. Mahatmalar Sanskritçe’de “yüce varlık” anlamına
gelir. Bu Mahatmaların reenkarnasyon zincirinin son
halkasına varmış, çok uzun ömürlü, beden olarak kusur
suz, kâmil ve büğe kişiler olduğunu anlatmaktadır.
Blavatsky daha sonra Amerika’ya giderek vatandaş
olur. Bu sıralarda Madam Blavatsky, 110 Kg ağırlığında,
günde 200 sigara içen, erkek gibi açık sözlü ve dinamik
bir kişiydi. Gençliğindeki güzelliğini yitirmişti ama çekik
mavi gözlerinin hâlâ çok etkili ve manyetik olduğu söy
lenirdi.
425
13 Eylül 1875 tarihinde New York’ta Albay Henry
Steel Olcott ve William Quan Judge ile birlikte ‘Teozofık
Cemiyeti’ kurdu. Teozofi (Teos-Tanrı, Sofı=Bilgelik)
Grekçe ‘Tanrı Bilgeliği’ ve İlahi H ikm et’ anlamına gelir.
Cemiyetin üç amacı vardı:
1- Evrensel insan kardeşliğini kurmak
2- Kadim din, felsefe ve bilimleri araştırmak ve
açıklamak
3- Doğa kanunlarını araştırmak ve insan içinde
potansiyel olarak yatan ilahi güçleri geliştirmek.
1877 yılında “Isis Unveiled” (Açıklanmış îsis) kitabı
nı yayınladı. Bu kitap bomba etkisi yapar ve çok satılır.
İki cilt şeklinde 1500 sayfalık bu kitap, ruh ve evren sır
larını açıklamaya yönelik etkileyici ve yarı-akademik bir
stilde yazılmış bir eserdir. İnsanlar her fikrine katılmasa
da, belki de en etkileyici yönü referans ve konuların zen
ginliğidir. îlk cildin adı “Bilimdi ve o günkü bilimin daha
öğrenmesi gereken şeyler olduğunu belirtmişti. Eski çağ
larda doğa, metafizik ve beşeri sırları açıklayan çok ileri
seviyede bir bilgi olduğunu, insan tarihinin sanıldığından
çok daha eski olduğunu anlatır ve kanıtlar ortaya koyar.
İkinci cildin adı ise “Din,” bu kitapta HPB o günkü din
anlayışını eleştirir. Özellikle Hıristiyanlık ve Yahudilik
ağır eleştirilere maruz kalır. Bunlara karşılık kadim felsefe
ve inançların daha ileri olduğunu ortaya koyar.
Doğu dinlerinin, özellikle Hint-Aryan kökenli
Sanskritçe eserlerin önemini vurgular ve savunur. Uzak
Doğuda bazı ezoterik ve inisiyatik okulların varlığından
söz eder.
Blavatsky’nin ikinci önemli eseri ve başyapıtı 1888’de
yayınlanan “The Secret Doctrine” (Gizli Doktrin) idi.
426
Ancak HPB’nin 1891 yılında ölümünden sonra tamam
lanmıştır. Daha sonra HPB’nin yazılarından yeni ciltler
basıldıysa da, özellikle yeni başkan Annie Besant’a karşı
olan William Q. Jııdge fraksiyonu tarafından fazla itibar
görmemiştir. Gizli D oktrinin ilk cildi “Cosmogenesis”
evrenin yaratılışı, yapısı ve arkasındaki kozmik yasaları
anlatmakta, ikinci cildi “Anthropogenesis” insan ırkının
devinimlerini, yedi kök ırk ve yedi alt kök ırklar, Lemuria
(Mu) ve Atlantis gibi kayıp uygarlıklar, reenkarnasyon ile
insanların ruhsal ve psişik tekamülü vs anlatmaktadır.
Kitabın tamamı ‘Dzyan Stanzalar’ı diye adı geçen kısa ve
kadim bir kutsal metnin satır satır açıklamasıdır. Bu kitap,
Gizli Doktrin in birçok kaynak eserleri gibi dünya litera
türünde bilinmeyen kitaplar arasındadır. Üstelik ‘Senzar’
denilen kayıp bir dilde yazıldığı iddia edilmektedir. Son
zamanlarda HPB’nin bazı esrarengiz kaynak eserleri
bulunmuştur. Bunların haricinde ‘Gizli Doktrin 50 bin
kitabı kaynak olarak gösteren oldukça karmaşık ve zor
anlaşılan bir eserdir. Anlayabilmek için birçok Sanskritçe
kelimeyi Öğrenmek, klasik eserler ve felsefe konusunda
biraz eğitimli olmak lazımdır.
HPB’nin yakınları, örneğin Albay Olcott, eserlerini
yazarken boşluğa baktığını ve sanki bir televizyon ekra
nına bakar gibi yanında olmayan kitapların sayfalarına
girip alıntı yapabildiğini, Mahatma’lardan telepatik bilgi
ve destek aldığını aktarmışlardır.
Bazı ender kitapları, örneğin sadece Vatikan’d a bulu
nan elyazmalarını dahi bu yolla aktardığı söylenir.
Teozofık harekatı kısa sürede yüz bine yakın taraf
tar toplamıştı. Daha sonra Blavatsky Teozofi Cemiyetinin
merkezini Adyar / Hindistan’a taşımıştı ve Batıkların yanı
427
sıra kendisine Hintli taraftar da toplamaya başladı. Daha
da fazla taraftar toplama çabasında HPB mucizeler ya
ratıyordu. Bir el hareketiyle elinde kelebekler uçuşuyor,
zil sesleri duyuluyor, Mahatma’lardan gelen mektuplar
tavandan düşüyordu v.s. Zaman zaman hile yaptığı fik
ri, Londra’d aki Psişik Araştırma Cemiyetinin (S.R.R-
Society of Psyhical Research) olumsuz raporundan sonra
Teozofıye büyük bir darbe olmuştur. Ama hızını yavaşlat -
sa da durduramamıştır.
HPB’nin ölümünden sonra, Teozofi Cemiyetinin
gelişmesi olaylı olarak devam etmiştir. Cemiyet Judge
ve Olcott-Besant adları altında iki fraksiyona ayrıl
dı. Olcott’un ölümünden sonra, bir Anglikan rahipken
Teozofiye geçiş yapan C. W. Leadbeater ve önceden bir
sosyal reformcu olan Annie Besant, düşünce formları,
sahralar, aura, astralplân gibi ilginç bazı konular üzerinde
eserler yayınladılar. Bu arada Co-Masonluk ve Liberal Ka
tolik Kilise gibi örgütleri şemsiyeleri altına aldılar.
Bir duru-görü medyumu olarak ün yapmış olan
Leadbeater günün birinde K rishnam urti adında bir gen
ci keşfederek onun gelecekte ‘Dünya Öğretmeni’ olacağını
beyan etmişti. Teozofi Cemiyetinin himayesinde yetişen
K rishnam urti, günün birinde Teozofi ile bütün bağlarını
kopararak bağımsız bir düşünür olarak yola koyulmuş
tu. Tabii ki bu Teozofi için büyük bir fiyasko olmuştu. Bu
arada Krishnamurti dünya çapında ün kazanır ve eserle
ri Türkçe dahil birçok dile çevrilir. Belki de durum biraz
farklı olsaydı, Krishnamurti gerçekten Teozofıyi diriltici
güç olabilirdi. Ancak Teozofi giderek kurumsallaştı, öğ
retileri çağa uyum sağlayamadı ve Blavatsky sayesinde
pratik çalışmalar yerine felsefi tartışmalar ön planda
428
tutuluyordu. Bu durum Krishnamurti’yi isyana zorladı.
Krishnamurti felsefesini Gurdjieff gibi farkındalık üzeri
ne kurmuştu.
Bu farkındalık anlayışı ile Teozofînin okült bilgileri
biraraya gelseydi günümüzün insanına hitap eden dina
mik bir sistem oluşabilirdi.
Bütün bu pürüzlere rağmen, Teozofinin modern
okültizme büyük kalkılan olmuştur. Teozofı, idealist bir
yaklaşımla bir dünya kardeşliği kurmak için büyük çaba
harcamıştı. Özellikle ‘New Age’ (Yeni Çağ) hareketi bü
tün o parlak fikirlerini Teozofıye borçludur.
G.I. Gurdjieff:
429
çıkmıştı. Kendisi bu gezileri sırasında bazı kadim ezoterik
okullara girdiğini iddia eder. Anlattığına göre bu arayışta
yalnız değildi ve kendilerine “Hakikati Arayanlar” diyen
bir grubun üyesiymiş. Bu grubun amacı çeşitli kadim öğ
retilerden bilgi kırıntıları toplamaktı. Gurdjieff’in deyi
miyle “Okullardan söz etmişken, sadece özel okullar var
dır, genel okullar yoktur. Her guru veya öğretmen kendi
konusunda uzmandır, örneğin biri astronomdur, diğeri
heykeltıraş, üçüncüsü ise müzisyendir. Her bir öğrenci
ilk başta onun uzman olduğu konuyu öğrenmelidir, daha
sonra başka konu v.s. her şeyi öğrenmek bin yıl sürer. Ben
yalnız değildim. Aramızda birçok uzman vardı. Herkes
kendi özel konusunda eğitim gördü. Daha sonra bir araya
geldiğimizde öğrendiklerimizi bir araya koyduk.”
Gurdjieff 1913 yılında Taşkent’ten Moskova’ya taşınır ve
etrafına bir kaç mürit toplayarak ezoterik okulunu kurar.
1915 yılında, Ouspensky, Gurdjieff’le tanıştığında
Rusya, Birinci Dünya Savaşına girmek üzeredir. Dokuz
yıllık beraberlikleri olaylı geçmiştir. Rusya’d a Ekim
Devrimi Bolşevikleri iktidara getirmişti ve Gurdjieff m ü
ritleri ile birlikte ülkeden kaçarak birçok Beyaz Rus gibi
İstanbul’a göçmüştü. Bir süre sonra Batıya iltica ederek
1922 yılında Fransa’da okulunu kurmuştur. (Prieure,
Fontainebleau-Avon’d a Insititute for the Harmonious
Development of Men) Bütün bu olayları, Ouspensky
“Mucizeler Peşinde Bir Arayış, Bilinmeyen Öğretinin
Parçaları” adlı kitabında aktarmıştı.
Kısaca “Dördüncü Yol” veya “İnsanın Ahenkli
Gelişimi” diye tanımlayabileceğimiz Gurdjieff sistemi
ni ayrıntılı olarak incelemek konumuzu aşar. Esas te
ması insan hayatının aslında bir uyku halinde geçtiği-
430
dir. Uyanmak için özel içsel çalışmaya girmesi gerekir.
Sonucunda insan farkındalık ve daha yüksek şuur düze
yine ulaşır. Bunu sağlamak üzere felsefiye psikolojik semi
nerler dışında, bazı özel hareketler ve danslar uygulanır.
Aklın normal seyrini bozmak, farklı şuur hallerini uyan
dırmak için çeşitli yöntemler de kullanılır.
Bu esrarengiz adam etrafındaki insanlar üzerinde
güçlü bir etki bırakmıştır, öğretileri dolaylı veya dolaysız
bir şekilde 20 nci asır üzerinde derin bir iz bırakmıştır.
Doğal tıbbi terapi metodları, ruhsal şifa, dans hareketleri
gibi sayısız konuda yenilikler getirmiştir.
Bu arada şunu da belirtmek gerekir ki, Blavatsky daha
sahneye çıkmadan önce, Batıda özellikle Fransada bazı
okültistler ezoterik bilgileri halka sunma provası yapıyor
lardı. Aslında bu pek de yeni bir girişim sayılmaz, daha
eski çağlarda Paracelsus ve Agrippa gibi birçok kişi, Batı
Ezoterizminin temel esaslarını yalın bir dille açıklamaya
çalışıyorlardı. Diğer yandan, birçok şifreli simya kitabı
ortalıkta dolaşıyordu. 19’ncu asırdan önceye inmek bu
kısa yazımızın kapsamını aşar, daha yakın zamanlarda,
1801 tarihinde İngiliz Francis Barret, “Magus, Komple bir
Okült Felsefe Sistemi olarak Semavi Bilgilenme Yöntemi”
adında bir kitap yayınladı. Bu kitap yazarın çizdiği cin ve
ifrit resimleri, Agrippa ve çeşitli Grimoire’ler (büyü reçe
teleri içeren ortaçağ kitapları) den alıntılar içerir. Konu
olarak doğal maji bilimi, simya ve Hermetik felsefe, insa
noğlunun yaratılışı ve düşüşü, astrolojik ve tılsım majisi,
manyetizm, kabalistik ve ritüel maji gibi bölümler içer
mekteydi.
Ünlü Fransız okültist, kabalist ve majisyen Eliphas
Levi Zahed (asıl adı olan Alphonse Louis Constant’ın
431
İbraniceye çevrilmiş şekli) 1810 yılında Paris’te doğdu.
Din eğitimi alırken, genç yaşta Katolik Kilisesine ters
düşen doktrinler öğrettiği için rahiplikten kovulmuştu.
1839 yılında sosyalist bir dinin propagandasını yapan
Ganneau’m etkisi ile “Özgürlük İncili” adında bir broşür
yayınladı ve bundan dolayı altı ay hapiste yattı. 16 yaşın
da bir kadınla başarısız bir evlilikten sonra, Levi kendi
ni tamamen maji, kabala ve Hermetizm etütlerine verdi.
1855 yılında Transandantal Maji Doktrini,’ 1856 yılında
‘Transandantal Maji Rimeli,’ 1861 yılında ‘Maji Tarihi,’
yine aynı yıl ‘Yüce Misterlerin Anahtarı,’ 1864 yılında
‘Masallar ve Sembolleri yayınladı. Spence’e göre “Levi
okült bilimler konusunda bilgisini önemli ölçüde hayal
gücüne borçluydu ve eserlerini okurken insan genelleme
leri ve hipotezleri acele kabul etmeme konusunda dikkat
etmelidir. “Bu görüş oldukça yaygındır, Eliphas Levinin
başarısız ve genelde alay edilen bir çalışmasında şuuru
nun değiştiğini ve birçok konularda bilgilerin kendiliğin
den aktığını iddia etmiştir. Buna rağmen, Eliphas Levi
eserlerinde ezoterik ve okült konuya anlamlı açıklamalar
getirmiştir.
Levi, Batı Ezoterizmi’nin etrafındaki sır perdelerini
açma konusunda tam bir başarı sağlayamamışsa da, en
azından deneme cesaretini göstermiştir.
432
li unsurdur. Örneğin, Levi’ye göre büyücülerin karmaşık
ve bazen de son derece saçma reçeteleri iradeleri belli bir
konu üzerinde yoğunlaştırma görevini görür. Astral Işık,
Anton Mesmer tarafından ortaya atılan, iradeyi hede
fine götüren suptil manyetik alanlardır. Bunlar genelde
astrolojiktir. Yani belirli bir ot, tütsü, taş belirli bir geze
gene bağlıdır. Dolayısıyla, belirli bir gezegenin etkisinden
faydalanmak için, o gezegene bağlı tütsü, renk v.s kulla
nılır. Bu tabii ki yeni bir bilgi değildir ve binlerce yıldır
açık veya kapalı bir şekilde Agrippa veya Paracelsus’un
eserlerinde dile getirilmiştir.
Teozofiye girip çıkan kişiler arasında bulunan Anna
Kingslord, zamanında kadın hakları ve vejeteryanlık ko
nusunda hırslı bir kampanya yürütüyordu.
Kalem arkadaşı Edward M aitland ile birlikte zama
nında çok beğeni kazanan Batı Ezoterik temalı birkaç eser
yazdılar. Hayranları arasında bulunan W. W. Westcott ve
S. L. Mac Gregory Fathers, Kingsford un kurmuş oldu
ğu Hermetik Cemiyetiyeti (Hermetic Society) konuş
macı olarak iştirak ediyorlardı. Bunlar daha sonra kendi
cemiyetlerini kuracaklardı. S. L. Mac Gregor Mathers,
Kingsford’a hayranlığını başyapıtı “Kabbalah Unveiled”i
ona ithaf ederek ve hayat boyu eşi Moina ile birlikte veje-
teryan olarak hayatlarını sürdürmekle gösterecekti.
433
Hermetik Doktrinlerde bulunan kelimelerin açıklanması
HPB’nin özel ricasıyla Birader W. W. Westcott MB, PM
ve P. Z. Rosicrucian (Gül-Haç) Genel Sekreteri ve ‘Her-
metic Order of the G.D’ (Altın Şafak Hermetik Cemiy
eti) Başkanı tarafından yazılmıştır ve (w.w.w) olarak işa
retlenmiştir.”
HPB’nin son yıllarında batı kökenli bu ezoterik cemi
yetlerle nasıl bir irtibatı olduğu tam olarak bilinmiyor.
Ancak sözlüğünde ona yer verecek kadar itibar göster
mişti. Eğer birkaç yıl daha yaşasaydı nasıl gelişmeler olacağı
bilinmiyor, çünkü soıı günlerinde “Altın Şafak Cemiyeti”nin
kurucuları ile yakın ilişkiler içindeydi. W. W. Westcott
Teozofi cemiyetinde konuşmalar yapıyordu ve birçok HOGD
(Golden Dawn/Altın Şafak) üyesi gibi Teozofı’nin ezoterik
bölümünde bulunmuştu. HPB tarafından kurulan bu ezote
rik bölüm, Teozofi nin iç çemberi idi.
Batı ezoterik Tradisyonu varlığını pek açıkta
sürdürememiştir. Bunun başlıca sebebi kilise tarafın
dan hoşgörülmemesidir. Kilise her zaman ruhsal konu
lar üzerinde bir tekel kurmaya çalışmıştır, halbuki okült
çalışmaların kökeni Hıristiyanlıktan önceki dönemlere
dayanmaktaydı. Bunun dışında inisiyatik öğretiler her
zaman gizli sürdürülmüştür, çünkü her şeyden önce söz
lü olarak aktarılır, kişiye özel bir şeydir, halka açık bir
tiyatro değil. Ayrıca içerdiği bilgilerin ayağa düşmemesi,
anlamayan kişiler tarafından hor görülüp aşağılanmama
sı için gizlilik kullanılmıştır.
Yine de okült adeptlerin (üstadların) her zaman in
sanları bir şekilde aydınlatmak için bir başeser bıraktıkla
rı söylenir. Böylece gizli öğretiler yavaş yavaş yüzeye çıkar
veya en azından yeni adaylara yol gösterilir.
434
Yakın tarihte Batı Ezoterik Tradisyonun en ünlü
Ezoterik Majikal Cemiyeti “Altın Şafak Hermetik
Cemiyeti” idi.
‘A ltın Şafak Hermetik Cemiyeti’ 1887 yılında Dr.
William Wynn Wescott, Dr. William Woodman ve
Samuel Liddell Mathers tarafından kurulmuştu. ‘Societas
Rosicruciana in Anglia’ (İngiliz Gül-Haç Cemiyeti) ce
miyeti bünyesinde ortaya çıkmıştı. Her iki cemiyette
Gül-Haç geleneğini takip etmekteydi. Bilindiği gibi, İskoç
Masonluğu derecelerinde ‘Rose-Croix of Heredom’ diye
adlandırılan 18 dereceli bir rit bulunmaktadır. Ancak şurası
da unutulmamalıdır ki, Gül-Haçla ilgili ‘Fama Fraternitas’
manifestosu Farmasonluğun kuruluşundan yüz yıl ön
ce, yani 1617 yılında yayınlanmıştır. Gül-Haç ve Fama
Fraternitas konusunda daha önce bilgi verdiğim için bu
rada ayrıntılara girmeyeceğim. Yalnız Gül-Haç örgütünün
kurucusu Rosenkreutz’un Fas’ta iki yıl kalarak üstadlardan
‘cin çağırmayı ve hükmetmeyi,’ ayrıca “İslami Kabala”yı
öğrendiğini burada belirtelim.
İlginçtir ki ‘Rosicrucian’ adını taşıyan bir Amerikan
cemiyeti Sokrat ve Akhenaton’un üyeleri olduğunu iddia
etmekteydi.
İngiliz Gül-Haç Cemiyeti SRIA’nın kurucusu Robert
Wenthworth Little’ın (1840-1878) 1865 yılında Mason
arşivlerinde bazı elyazmalarını bulduğu söylenir.
Bu el yazmaları efsanevi Gül-Haç cemiyetlerinden bi
rinin inisiyasyon ritüellerini içeriyormuş. Bunun üzerine
kendisi hermetik bilimler, simya ve ezoterizm’le ilgilenen
yüksek dereceli masonların bir araya gelebileceği bu ce
miyeti kurmuştu. Bazı yeni bulgulara göre Little, arkadaşı
Mason Hughan ile Edinburgh’d a Anthony O’Neal Haye
435
adı altında İskoç Gül-Haç cemiyetine inisiye olmuşlardı.
Cemiyet üyelerinden Kenneth H. MacKenzie kapsamlı
“Masonik Ansiklopedfnin yazarı idi. Onu bilinmeyen
konulara iten ölüm sonrası ile ilgili geçirdiği bir dene
yim idi. Arkadaşı Buckley ile bir anlaşma yapmıştı, kim
önce ölürse arkadaşına gözükecekti. Böylece ölüm ötesi
hayatın olup olmadığını diğer arkadaşına açıklayacaktı.
Buckley otuz yaşında öldü. Kısa bir süre sonra Mackenzie
önünde kendisine anlamlı bir şekilde bakan arkadaşının
suretini görmüş ve suret bir süre sonra esrarengiz bir şe
kilde ortadan kaybolmuştu. Bunun üzerine daha önce
bir agnostik olan MacKenzie, kendini doğaüstü ve okült
konularla araştırmaya vermişti. MacKenzie ilk iş olarak
Fransa’ya giderek ünlü okültist Eliphas Levi’d en ders almış
tı. MacKenzie’nin AvustralyalI Kont Apponyi tarafından
Gül-Haça inisiye edildiği kaydedilmektedir. HOGD’nin
(Altın Şafak Cemiyeti) kurulmasına neden olan elyazma-
sınm Kont’tan kaynaklandığı iddia edilmektedir.
MacKenzie’nin ölümünden sonra, arkadaşı okültist
ve duru-görü medyumu Fred Hockley onun kitaplarının
bir kısmını devralmıştı. Fred Hockley birçok ezoterik ve
okült kitaplar toplamışü ve 1885’de öldüğü zaman bazı ev
rakları MacKenzie’nin yakın dostu rahip A. F. Woodford’a
bırakmıştı. Bunlar arasında baştan sona şifreli garip bir Gül-
Haç elyazması vardı. Bu elyazmayı Woodford üyesi olduğu
SRIAnın başkanı W. W. Westcott’a vermişti. Westcott el yaz
masındaki şifreyi hemen tanımıştı. Bu şifre Rahip Johann
Withemius’un eseri ‘Polygraphia’ da verilen gizH bir şifreydi
ve Mather’in yardımıyla çözülüp, kâğıda dökülmüştü.
Bu elyazması Gül-Haç ve kabalistik ritüelleri açıklı
yordu. Ayrıca majikal ismi “Sapiens Dominabitur Astris”
436
veya ‘Soror S.D.A’ olan Anna Sprengel adında bir Alman
Bayan Gül-Haç adepti (üstadı) tarafından yazılmış,
Almanya’daki Nürnberg veya Stutgart’tan gönderilmiş
bir mektup vardı. W.W. Westcott bu bayana mektup yaz
dı ve karşılıklı görüşmeler sonucunda Londra’da, Alman
ana loca “Die Goldene Daemmerung” (Altın Şafak) dan
az çok bağımsız ‘İsis Urania’ mabedi kurma yetki belgesi
(charter) alındı.
Böylece yakın zamanların en ünlü majikal cemiyeti
“Altın Şafak Herm etik Cemiyeti” doğmuş oldu. Hem
S.R.I. A, hem de H.O.G.D üyesi ve H.O.G.D’nin deva
mı olan ‘Stella Matutuna’nın başkanı olan Dr. Felkin’e
göre “1880 yılında önce Orta Avrupa’daki gizli Gül-Haç
Kardeşliği, kişisel olarak eğitilmeye yatkın buldukla
rı adayları büyük bir titizlikle seçiyordu. Seçilen bu öğ
renciler, sonradan dış örgütte verilen geleneksel teorik
bilgiyle donatılıyorlardı. 3-4 yıllık yoğun bir çalışmadan
sonra, örgütün üstadlarının karşısına çıkarılıyorlar, eğer
sınavları geçip onay görürlerse “Roseae Rubeae et Aureae
Criucis” cemiyetine inisiye ediliyorlardı.”
Ancak Orta Avrupa’d a siyasi iklimin ısınması ve
İngiltere’nin nispeten daha ılımlı ve demokratik bir ülke
oluşu, ayrıca onların İngiltere’de az çok halka açık olma
ları, örgütün sıcak karşılanmasında önemli bir etken ol
muştu.
Örgütün kurucularından biri olan Dr. W. W. Westcott
Kraliçeye bağlı bir adli tıp uzmanı idi. Majikal adları ‘Sapere
Aude ve Nom Omnis Moriar’ (S. A ve N.O.M) idi. Birçok
kabalistik ve hermetik eser yazmış ve tercüme etmişti.
İbranice’den tercüme ettiği ‘Sepher Yetzirah’ (Tezahürat
Kitabı-50 Zihin Kapısı ve 32 Hikmet Yolu) en önemli ve en
437
eski kabalistik eserler arasında yer alır. Westcott, “Sayılar,
Okült Güçleri ve Mistik Erdemleri” adlı bir diğer kitabın da
yazarıdır. Bunun dışında birçok hermetik, simya, kabalis
tik eser yayınladı. Westcott’un birçok eseri Teozofı yayınevi
tarafından yayınlanmıştır.
Diğer kurucu S. L. Mac Gregor Mathers’in majikal
adı ‘S. Rhiogial Madream’ (S. R. M. D) idi ve tercüme etti
ği kitaplar arasında ‘The Qabbalah Unveiled’ (En önemli
kabalistik eserlerden biri olan Zohar’ın tercümesi), ‘Kral
Süleymanm Anahtarı,’ ‘Kral Süleyman’ın Goetia Kitabı,’
‘A rrnadel Grimoire’ı, ‘Majisyen Abramel’in Kutsal Maji
Kitabı’ gibi kitaplar bulunmaktadır.
Mesleği icabı bir kenara çekilen Westcott’un yerine
geçen S. L. Mac Gregor Mathers cemiyetin okült kapsa
mını hayal edilemez boyutlara genişletmişti.
W. R. Woodman cemiyetin kuruluşundan bir süre
sonra, 1891 yılında öldü. Westcott kendisi gibi adli tıp
uzmanı olan Woodman’i “İngiltere’nin en yetkin İbrani
Kabala uzmanlarından biriydi” diye anmıştı.
HOGD üyeleri arasında pek çok tanınmış kişi vardı.
Bazıları okült eserler bırakmışlardı. Örneğin; A. E. Waite
ezoterizm ve okültizmle ilgili her konuda sayısız kitap
yazmıştı. Diğer bir ünlü HOGD üyesi ise İngiltere’nin en
ünlü şairlerinden İrlanda asıllı William Butler Yeats idi.
Yeats, HOGD’un faal bir üyesiydi ve okültizm hayatında
önemli bir rolü vardı. Diğer ünlü üyeler arasında Aleister
Crowley, Arnold Bennett, Dr. Felkin, Paul Foster Case ve
Francis Israel Regardie’yi sayabiliriz.
Altın Şafak Cemiyeti, masonluk gibi kuruluşlardan
farklı olarak kadınlara da açıktı. Cemiyet din ve ırk farkı
gözetmeyen bir ezoterik okuldu ve ezoterik okulların esas
larına uyarak, kişilerde herhangi bir sınıfsal veya parasal
438
ayrımcılığı, sosyal imtiyazı dikkate almazdı. Üyeleri ara
sında Arnold Bennett gibi bilgili ve yetenekli, fakat para
sız üyeler de vardı. Başkan Mather de bir kasabın oğluydu
ve Westcotf un yardımıyla geçiniyordu. Ünlü kadın üyeler
arasında bulunan Florence Farr, o zamanın meşhur tiyat
ro sanatçılarındandı. Yeats ve Bernard Shaw ile yakınlığı
ile tanınmıştı. Florence Farr da aktif bir üyeydi ve ilginç
çalışmaları vardı. ‘Mısır Majisi’ adlı kitabı zamanının çok
iîersinde idi. Daha sonraki tarihlerde ‘Enokyan Maji’ ve
‘Sembolizm’ konusunda yazıları yayınlandı. Moina veya
Mina Mathers, MacGregor Mathers’in Yahudi asıllı karısı
ve IIOGD’e kayıtlı 5. üye idi. Kendisi filozof Bergson’un
kardeşiydi ve ilerde Mac Gregor Mathers’in ölümünden
sonra bir süre HOGD başkanlığını yürütmüştür. Maud
Gonne, W. B. Yeats’e yakındı. Birçok HOGD üyesi gibi
Kelt (İrlanda, İskoçya ve Galler) kökenliydi. Daha sonra
İrlanda’nın bağımsızlığı için çeşitli faaliyetlerde bulun
muştur. Gerçek adı Violet Firth olan Dion Fortune ikin
ci nesil HOGD inisiyeleri arasında yer aldı. Daha sonra
kendi okült cemiyeti olan ‘Society of the Inner Light’ı
(İçsel Işık Cemiyeti) kurdu.
Muhtemelen “Westcott tarafından hazırlanan cemi
yetin tarihi bildirgesinde şunlar yazmaktadır:
“The Hermetic Order of the Golden Dawn (HOGD)
üyelerine okült bilimleri, prensiplerini ve ‘Hermes
Majisini’ öğreten Hermetik bir cemiyettir. Son asrın ikin
ci yarısı başında cemiyetin İngiltere ve Fransa’d a bazı
önemli adeptleri ve başkanları vefat etmiştir ve ölümleri
mabet çalışmalarında geçici bir boşluk yaratmıştır.
Cemiyetimizin önde gelen adeptleri (üstadları) arasın
da Eliphas Levi, modern Fransız adeptlerinin en büyüğü,
439
Ragon, birkaç okült kitabın yazarı, Kenneth MacKenzie,
ünlü ve kapsamlı Masonik Ansiklopedinin yazarı ve el
yazmaları büyük itibar gören kristalle duru-görü yetene
ğine sahip Frederick Hockley vardı. Günümüzün diğer
adeptleri bilgilerini ve güçlerini eşit değerde ve hatta daha
da muhteşem kişilerden devralmışlardır. Onlar gerçekte
el almışlardı ve Teozofık doktrin ve sistemleri, Herme-
tik bilimleri ve yüksek simyalarını Almanya’daki ‘Fratres
Rosae Crucise (Gül-Haç Kardeşliği) uzanan bir dizi pra
tik araştırmacılardan günümüze devretmişlerdir.
Gül-Haç mistik dirilişi, daha eski olan kabalistik
Hahamların ve bundan çok daha kadim Mısır gizli bil
gisinin sadece yeni bir gelişmesiydi, ki Tevratta anlatıl
dığına göre Musevi dininin kurucusu Musa, ‘Mısır’ gizli
bilimlerinde bilge, yani inisiye idi.”
HOGD’nin nihai amacı kişiyi “insanüstü” bir konu
ma getirmekti ve kişinin yüksek benliği ile birleşmesini
sağlamaktı, yani örgütün renkli ve edebi dilinde buna
“Koruyucu meleğin bilgisine varmak,” deniyordu.
Batıda gerçek ezoterik cemiyetler her zaman loca
sistemini kullanırlar, çünkü loca sisteminde kişi değil,
sistem ön plândadır. Bir ‘order’ ve kült arasındaki fark
budur. Bir kült kuvvetli bir kişi tarafından kurulur ve et
rafında kolayca yönetebileceği zayıf insanları toplamaya
çalışır. Bir “order” ise tam tesine kendi ayakları üzerin
de durabilen, güvenilir, olgun ve erdemli kişiler arar. Bu
kişiler ‘order’ veya kardeşliğin bir parçasıdır ve yetki ve
kıdemlerine göre pay sahibi olurlar. Hermetik sözcüğü
yelpazenin geniş tutulması, kadim ve evrensel bilgelik
440
anlamına gelir. Golden Dawn yani Altın Şafak derin an
lamlar içeren bir sözdür. Altın Şafak-Golden Dawn be
şinci inisiyasyonda Adeptus M inör’ derecesine girmeyle
ilgilidir. Daha önceki dört inisiyasyon dört elemente te
kabül eder. Adeptus M inör’ inisiyasyonu ile kişide kalp
merkezi uyanışı ile egosunu aşması ve ruhsal özellikleri
nin kaynağı olan üstbenliği ile temas kurmasını simgele
mektedir. Artık kişi bir adepttir ve ikinci cemiyet ‘Roseae
Rubeae et Aueae Criucis’ cemiyetine inisiye olur. Bir de
‘Gümüş Yıldız’ olarak tanınan üçüncü bir cemiyet var
dır. Bu cemiyette sadece “görünm ez şefler,” ‘Yüce Beyaz
Kardeşliğin’ üstadları bulunur. Bütün gerçek ezoterik
cemiyetlere yön verenler, zaman zaman misyon da yük
lenirler.
HOGD’nin sırları ve tüm iç örgüt yazışmaları ancak
1937 yılında açığa çıkmıştır. HOGD Batı Ezoterizminin
tek ezoterik okulu değildir, ayrıca Fransa ve Almanya’daki
örgütler dışında, ‘Lüksor Işık Kardeşliği/ A urum Solis,’
‘Eulis,’ OTO gibi başka okullar da mevcuttu. Bunların ço
ğunun faaliyetleri günümüze dek devam etmektedir.
‘Golden Dawn’ günümüzde birçok yeni ezoterik ce
miyetin kuruluşuna malzeme olmuştur. Örneğin batıda
tamamen HOGD kökenli bir örgüt, İslami ve Ortadoğu
kökenli majiyi ön plâna almıştır.
441
OTUZ DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
171 Sovyet Bilimler Akademisinde bir bilim adamı olan Sergei Lezov, “Kim
se Siyonizmiıı Marksist-Sosyalist bir hareket şeklinde ortaya çıktığını
bilmiyor. Siyonizm gerçekte bir devrimdir,” diyordu. Institute for Scienti-
fic Information ‘Strana i Mir’ Magazine (Münih) Nr. 3,1988, p.94.
442
17 yaşındayken bir Çek Yahudisi olan Franz
Schwigowski ile tanıştı ve onun vasıtası ile gizli bir cemiyet
olan “İşçiler Ligi’ne girdi. Ligin üyeleri, Bronstein da da
hil olmak üzere 28 Ocak 1898’de hapse atıldılar. Bronstein,
Sibirya’ya sürülmeden önce (Sibirya’d a dört yıl kalacaktır)
iki yılını Odessa’d a bir hapishanede geçirmişti.
Bronstein, 21 Ağustos 1902’de Sibirya’d an kaçarak,
önce Viyana’ya gitmiş ve burada devrimci-mason-Yahudi
Viktor Adler’le buluşmuştu. Adler o sıralarda Arbeiter
Zeitung’u (İşçi Gazetesi) çıkarmaktaydı. Buradan
Bronstein’in Londra ziyareti ayarlanır.
Leiba Bronsteinı Leon (Lev) Troçki adında ihtilalci bir
canavar haline getiren adam Yahudi ‘Illuminatus’ ve yüksek
dereceli bir mason olan (Aleksander Parvüs olarak tanınan)
Israel Lazareviç Helphand’dır. İşte 1902 sonbaharında
-ki Bronstein artık kendine ‘Troçki’ diyordu- Bronstein’m
Londrada buluştuğu adam Aleksander Parvüs idi.
Leiba Bronstein’a ilk devrimci eğitimini veren kişiler
Pavel Akselrod ve Parvüs idi.
Batılı Ansiklopediler Troçki’nin üniversite eğitimini
aldığını yazmalarına rağmen, o hiçbir zaman bir üni
versiteli olmamıştı. Deyim yerinde ise onun üniversitesi
‘Parvüs’ olmuştu.
Helphand’m Bronstein (Troçki) ile nasıl temas kur
duğu bugün bile bilinmemektedir. Bronstein’in, Parvüs u
Lenin vasıtasıyla tanıdığı ileri sürülmektedir.
Troçki 1905 Ocak ayma kadar Batı Avrupa’d a kalır.
Parvüs’le beraber Rusya’ya döndüğünde bir ihtilal orga
nize ederler. Bu ikili ayrıca ‘Nachalo’ (Başlangıç) adlı bir
sosyalist gazete çıkarmaya başlamıştı.
Troçki’nin adı etrafında devamlı mitler dolaşmakta
dır. Bu mitlerden biri de, “Troçki Merkez Komitesi Genel
443
Sekreteri olsaydı, her şeyin daha iyi olacağı,” şeklindedir.
Peki bu doğru muydu?
Tarihi belgeler ve Troçki’nin kendi elyazıları ve diğer
kaynaklar bunun tam tersini ispatlamaktadır. Aslında
Troçki’nin Komünist Partisinin başında olmaması Rusya
için bir şanstı. Çünkü, Troçki Stalin’d en çok daha korkunç
bir alternatif idi!..
Troçki miti, “Troçki’nin iyi Komünizminin Stalin’in
kötü Komünizmine karşı olduğu” tezine dayanmaktadır.
Bu amaçla Stali’nin cahil ve eğitimsiz, Troçki’nin ise kül
türlü olduğu sıkça belirtilmektedir.
Gerçekten Troçki miti kendisi tarafından yaratılmıştı.
Yahudi tarihçi Isaac Deutscher Troçki’nin iyi bir aldatma
ustası’ olduğunu belirtir. Troçki hiç bilmediği konularda
saatlerce konuşabilirdi.
İsveçli tarihçi Kristian Gerner, Troçki’nin ‘Rus
Devrim Tarihini saptırdığını söylemektedir. (Svenska
Dagbladet, 6 Eylül 1988)
444
Kuhn, Loeb&Co. bankacılığın patronu ve
Rothschild’lerin ortağı olan Jacob Schiff, Rusya’d aki dev
rimci hareketle B’nai B’rith arasındaki bağlantıyı sağlayan
adamdı.
Leiba Bronstein 1898’de masonluğun ve gizli örgütle
rin tarihini araştırmaya başlamıştı. Bu araştırmaları Odessa
hapishanesinde geçirdiği iki yıl içinde de devam etti.
“Internationaler Freimaurer Lexikon” (Uluslararası
Masonluk Sözlüğü) Leiba Bronstein-Troçki’nin Bolşe-viz-
me masonluğa araştırırken ulaştığını ileri sürmektedir.
‘Askeri Meseleler Halk Komiseri’ olarak-masonik pen-
tagramı-beş köşeli yıldızı Kızıl Ordunun bayrağına sembol
yapan da Troçki idi. KabalisÜer bu ‘kam büyü’ sembolünü
eski Kaidelilerden almışlardı.
Parvüsun yardımıyla Troçki, masonluğun amacı
nın ulusal devletleri ve kültürleri ortadan kaldırmak ve
Yahudileşmiş bir ‘DÜNYA DEVLETİ’ kurmak olduğunu
anlamıştı.
Çarlık Rusyası Yahudilerin haklarını kısıtlayan
“Mayıs Yasalarını çıkardığı zaman, beynelmilel ban
kerler Rus İmparatorluğuna karşı ekonomik yaptırım
lar (Rusya’ya ticari ambargo koymuşlardı.) uygulamaya
başladılar. Bu yaptırımlar sonucunda, bankerler Rusyayı
ekonomik çöküşün eşiğine getirdiler. 1904 yılında' Rus
İmparatorluğu Japonya ile savaşa girince, İngiltere’deki
Rothschild’ler Rusya’ya söz verdikleri mali yardımı as
kıya alırken, Rothschildler’in ortağı Kuhn-Loeb&Co.
NewYork, Japonların istedikleri bütün kredileri hemen
vermişti.
Rus-Japon Savaşının başlangıcında Rothschild’ler çı
karları gereği Rusya’ya dost gibi gözükürken, onların part
445
neri olan Kuhn-Loeb&Co. NewYork, Japon Hükümetine
mali yardımda bulunuyordu.
Rusya’nın savaştaki yenilgisini kesinleştiren şey, en ih
tiyaç duydukları anda Rothschildler’in mali yardımı kes
mesi idi. Rothschild’ler ajanları vasıtası ile Uzakdoğu’daki
Rus nakliye ve muhabere hatlarına sabotajlar düzenlete
rek, Ordu mensupları arasında kaos ve kargaşa yarattılar.
Lojistik desteği kesilen Rus ordusu (yani kara ve deniz
kuvvetleri) Japonlara yenildi.
Uluminati ajanı Parvüs un yardımıyla Bronstein inançlı
bir ‘enternasyonalist’ oldu ve ondan “Yahudi halkının kendi
kollektif mesihi” olduğunu, Yahudilerin diğer halklara -ırk
larını karıştırmak ve millî sınırları ortadan kaldırmak sure
tiyle- egemen olacağını öğrenmişti. Troçki’nin Parvüs’ten
öğrendiğine göre, Yahudilerin yönetici olduğu ‘Uluslararası
bir Dünya Cumhuriyeti’ mutlaka kurulmalıydı. Çünkü hiç
bir başka halk onlar kadar kitleleri kontol etmeye muktedir
değildi!..
Leiba Bronstein, Lenin’in de üyesi olduğu Fransız
masonik locası ‘Art et Travail’e üye oldu. Siyaset bilim
ci Kari Steinhauser’e göre Troçki aynı zamanda B’nai
B’rith üyesi idi. (Kari Steinhauser, “EG-Die Süper UdSSR
Von morgen” Viyana, 1992)
Winston Churchill bile 1920 yılında Troçki’nin bir
‘Illuminatus’ olduğunu itiraf etmişti. (Illustrated Sunday
Herald, 8 Şubat 1920)
Troçki muhtemelen masonlukta en üst merte
beye yükselmişti. Profesör Johann Von Leers’e göre,
Aleksander Kerensky, Bela Kun (Kohen) v.b gibi zama
nın önde gelen politikacıları gibi Troçki de yalnız 32 de
rece masonların alındığı ‘Shriner Lodge’ üyesi idi.
446
Troçki’nin öğretmeni Parvüs
447
cari ilişkilerde aracılık yaparak bu işten çok para kazandı.
Almanya’da kısa bir süre ‘A rbeiter Zeitung’u (İşçi Gazetesi)
yayınladı.
Parvüs’ün 1895 yılında kendi çıkardığı Aus der
Weltpolitik’ (Dünya Politikası) dergisinde yazdığına göre,
Rusya ve Japonya arasında bir savaş çıkacak ve savaşın
sonunda Rus devrimi ortaya çıkacaktı!..
Parvüs, ‘Savaş ve İhtilal’ başlığını taşıyan makaleler
dizisinde (1904 yılında basılmıştı) Rusya’nın Japonya’ya
yenileceği kehanetinde bulunmuştu.
Beynelmilel kapitalistler Rus-Japon Savaşı sonucu
Rusya’nın yenilmesinden sonra, St. Petersburg’da bir ‘dev
rim’ başlatmayı plânlıyorlardı.
İhtilalin baş organizatörü A, Parvüs, Rusya’daki ihtilal
için Japonlardan iki milyon Sterlin almıştı. (Igor Bunich,
“The Party’s Gold,” St. Petersburg, 1992, S.33)
Savaş, Japonların 9 Şubat 1904’de Port Arthur’a (şim
di Lüshun) saldırmalarıyla başladı. Rus-Japon Savaşını fi
nanse edenler, zengin Yahudiler’in elindeki Avrupa ban
kaları idi. Bu bankalar Rusya’nın bütün kredi imkânlarını
keserken, Japonya’ya limitsiz kredi açmışlardı. Yahudi
tefecilerin başında ABD’li banker Jacob Henry Schiff ge
liyordu. Schiff, Japon ordusuna 200 milyon dolarlık bir
borç vermişti. (Kaynak: Encyclopaedia Judaica=Yahudi
Ansiklopedisi)
9 Eylül 1976 tarihli ‘Jerusalem Postun bildirdiğine
göre, Japon donanmasının yeniden yapılanması için ge
rekli parayı Schiff temin etmişti. Birçok İngiliz bankası
Japonya’daki demiryollarını inşa ettirmiş ve Japonya’nın
Çin’e karşı savaşım finanse etmişlerdi. Aynı Jacob Schiff,
Rusya’ya hiçbir bankanın kredi açmamasını sağlayan
448
kişi idi. Schiff aynı zamanda Rusya’daki devrimci Yahudi
gruplan finanse ediyordu.
Encyclopaedia Judaica bu grupları “Yahudi kendini sa
vunma gruplan” diye adlandırıyordu. Rusyada devrimden
sonra iş başma gelen geçici hükümet’ Kuhn, Loeb&Co’dan ve
diğer bankalardan her türlü fınansal yardımı kolaylıkla ala
bilmişti. Encyclopaedia Judaica, J. Henry SchifF’i “maliyeci ve
hayırsever” bir kişi olarak tanımlamaktadır.
Aslında Yahudi kapitalistler ‘işçiler adına’ Rusya’da
iktidara el koymaya hazırlanıyorlardı.
Ruslar 2 Ocak 19Q5’de Port Arthur’u kaybedince,
Parvüs ve Bronstein-Troçki devrim için uygun zamanın
geldiğine karar verdiler. Parvüs ve Troçki büyük prova-
kasyonları, grevleri ve ayaklanmaları organize etmeye
başladılar. Sosyal devrimciler daha 1904 yılında halkı te-
rörize etmeye başlamışlardı.
İhtilale katılan Siyonist-Sosyalist İşçi Partisi sırf bu
amaçla 1905’de Odessa’da kurulmuştu. (Encyclopaedia
Judaica-Jerusalem, 1971, Vol. 15, S.657)
Bu partiyi kuranlar arasında Yahudi gizli cemiyeti
“Kanal” da vardı. Rus kamuoyunun 19’ncu Yüzyıldan
beri faaliyette bulunan “Kanal” (Konsey) denilen bir
Yahudi gizli örgütünün varlığından haberi bile yoktu.
Kanal’ın baş hedefi Çarlık rejimini yıkmaktı!..
Aleksander Parvüs’iin Yahudi yoldaşı Peter (Pinhas)
Rutenberg ile birlikte organize ettikleri ilk büyük eylem,
9 Ocak 1905’de gerçekleştirildi. (Bu olay sonradan ‘Kanlı
Pazar’ diye adlandırılacaktır.)
Parvüs ve Rutenberg (O da masondu), çoğu sosyal
devrimcilerden oluşan ve Aleksandrovsk Parkındaki
ağaçların arkasına gizlenen teröristlere, Kışlık Sarayın
449
muhafızlarına ateş açma emri verdiler. Tabii ki saraydaki
askerler de bu ateşe karşılık verdiler. Bütün bu bilgiler,
1990’lı yılların başında ele geçirilen Komünist Partinin
gizli belgelerinden açığa çıkarılmıştır. Bu şekilde şimdi
ye kadar anlatılan resmi tarihin tamamen yalan olduğu
ortaya çıkmıştır. Resmi tarih bize Çar askerlerinin barış
çı göstericilere ateş açtığını anlatıyordu. Bu provakasyon
sonucunda 150 kişi ölmüş ve 200 kişi de yaralanmıştı. Bu
olayları duyan Çar tam bir şoka girmişti. Derhal ölenlerin
ailelerine yardım edilmesi emrini verdi. Hatta ‘devrimci’
delegasyon üyelerinden bazılarını kabul ederek onları
dinleme nezaketini gösterdi.
Bu olaylar sosyal devrimci terör organizasyonunu çok
öfkelendirmişti. ‘Kanlı Pazar’ gayet maharetli bir şekilde
“devrimcipropaganda’ya dönüştürülerek,’ binlerce masum
insanın hayatını kaybettiği’ propagandası yapılmıştı.
Millî darbe hazırlıkları başlamıştı. Roza Brillant,
Kalyelev ve diğer Yahudi teröristler Çarın amcası
Moskova valisi Büyük Dük Sergei Romanov’u 4 Şubatta
öldürdüler.
Parvüs, Troçki ve diğer Yahudi yardımcıları,
Potemkin zırhlısındaki ayaklanmayı (Haziran 1905) ve
banka soygunlarını organize ve koordine ettiler. Potemkin
Zırhlısının yanı sıra, Ochanov Gemisi ve diğer on savaş
gemisinde ayaklanma çıktı. Kronstadt, Sivastapol ve diğer
şehirlerde de isyan hareketleri başladı.
Yahudi-Bolşevik Leonid Krasin (asıl adı Goldgelb
olup, azılı bir cani ve borsa tellalı idi) Parvüs’ün haydut
çetesi ile birlikte banka soygunları, polis cinayetleri ve il
legal silah satılması işlerine karışmıştı. Bütün bu eylemler
Rusya’yı destabilize etmek için yapılıyordu.
450
İsveçli Salomon Schulman o günlerle ilgili şunları
söylüyordu; “Bugün çok az kişi, sosyalist hareketler dö
neminde Yahudilerin ideolojik ve pratik olarak önemli ve
öncü bir rol oynadığını bilmektedir.” (Dagens Nyheter, 12
Nisan 1990)
Bu sebepten sosyalist-Yahudilerin 1905-1906 tarih
leri arasında Rusya’d aki faaliyetlerinin iyi incelenmesi
gereklidir.
Sivastapol’daki ayaklanmayı tahrik eden Teğmen
Peter Smidt, açıkça Yahudilerin aleti olduğunu kabul et
mişti. (Novoye Vremya, Mart 1911)
Parvüs ve Troçki ABD’li banker Jacob Schifften çok
yardım almışlardı. Schiff daha 1890 yılında Rusya’daki
Yahudi devrimcileri örgütlüyor ve finanse ediyordu.
Bu eğitim kurslarını plânlayan B’nai B’rith idi. Aynı
tarikat 1905 yılındaki devrimde de aktif bir rol almıştı.
(The Ugly Truth About the ADL, Washington, 1992)
B’nai B’rith’in Büyük Üstadı Adolf Krause diğer bir
liberal mason olan Kont Sergei Witte’ye (Kont, Yahudi
Matilda Khotimskaya ile evli idi.) -1905 yazında Rus-
Japon barış görüşmeleri sürerken- Rus Yahudilerine
özgürlükleri verilmezse, onların bir devrime yol açabi
leceğini söylemişti. Rus-Japon barış antlaşması 5 Eylül
1905’de Portsmouth’d a imzalandı. İlginç bir tesadiifdür ki
Amerikalı maliyeci Jacob Schiff de oradaydı. Witte hatı
ralarında bu olayı bütün ayrıntıları ile anlatmıştı.
Rus savaş esirleri arasında devrimci propaganda
broşürleri (Bunlar İngiltere’de basılmıştı) dağıtılırken,
binlerce Yahudi ihtilalci ABD’den Rusya’ya gönderilmiş
ti. İşin en ilginç yanı ise, bütün Rus-Yahudi teröristlere
Amerikan pasaportu verilmiş olması idi.
451
Bütün bu ihtilalci eylemlerin arkasında, merkezi
Chicago’d a bulunan B’nai B’rith örgütü bulunuyordu. Bu
örgüt 13 Ekim 1842 yılında NewYork’ta 12 Yahudi tara
fından kurulmuştu ve dünyayı yönetecek olan İsrailin 12
kabilesini temsil ediyorlardı.
Hareketin önde gelenlerin bazıları, köleliğin ha
raretli savunucularındandı. Bunlar arasında Büyük
Üstad Simon W olf da bulunuyordu. 1932 yılında
Almanya’da B’nai B’rith’in 103 locası vardı. Diğer bü
tün mason locaları Hitler tarafından kapatılmasına
rağmen, faaliyetine devam eden tek masonik organizas
yon B’nai B’rith idi.
Bugün B’nai B’rith (Yahudilere mahsus Mason teşkilatı
Bnai B rith’in Türkiye kolu ‘Fakirleri Konuna Demeği’ dir.)
dünyadaki Yahudi örgütlerinin en büyüğüdür. 1970 yılında
500.000 üyesi, 43 ülkeye yayılmış 1700’ün üzerinde locası var
dı. Ayrıca 600 locada 210.000 kadın üye bulunuyordu. Halen
Avrupada 70 locası vardır. Avusturyada ‘Maimonides’ admı
taşıyan bir locası vardır.
Örgütün amacı Yahudiliğin gücünü güvence altına
almaktır. B’nai B’rith gizli servisi ADL (Anti-Defamation
League) Yahudiler tarafından KGB diye adlandırılmaktdır.
Rusya’da 1905’d en önce de Yahudi teröristler faal bir
vaziyette idi. Fakat bu tarihten itibaren Yahudi fanatikler
ayrım gözetmeksizin insanları öldürmeye başladılar.
Bu teröristler içinde en tanınmışı Menşevik Vera Zasuliç
(1849-1919) idi. Zasuliç, 1878’de St. Petersburg valisini öldür
müştü. Diğer önde gelen teröristler arasında Movsha Strunsky,
Feig Elkin, Roza Brillant ve Feldman’ı sayabiliriz.
Bütün bu şahıslar Yahudi terörist Grigori Gershuni
tradisyonunu takip ediyorlardı. Sosyal devrimci Gershuni,
452
İçişleri Bakam Sipyagin’i (1902) ve Ufa Valisi Bagdonoviç’i
(1903) öldürmüştü.
Gershuni 1904’de idama mahkum edildi. Fakat Çarın
onu affetmesi ile cezası infaz edilmeyerek ömürboyu ha
pis cezasına çevrildi. Daha sonra Gershuni bir şekilde ha
pishaneden kaçmaya muvaffak oldu ve Avrupa’d a bir kah
raman gibi karşılandı. Gershuni’nin sağ kolu olan Yevno
Azef (1869-1918) bir Yahudi terzinin oğlu idi. Sosyal dev
rimcilerin terör bölümünün suikastlarım planlayan oydu.
Yevno Azef’in birçok önemli suikaste adı karıştı. Bunlar
içinde en önemlisi 28 Haziran 1904’de öldürülen İçişleri
Bakanı Vyacheslav Plehve’dir. Azef, sosyal devrimcile
rin ajanı olarak polise sızmıştı. (1892) Fakat teröristle
rin canice planlarını hiçbir zaman polise açıklamamıştı.
Muhtemelen çift taraflı ajan olarak, hem devrimciler hem
de polis için çalışıyordu. 1908 yılında sosyal devrimci
merkez komitesi Azef’in kendi yoldaşlarına ihanet etti
ğini ortaya çıkarıp onu öldürtmek istediyse de Azef bir
yolunu bulup yurtdışına kaçtı.
7 Ekim 1905’de bütün tren seferleri durduruldu. 8
Ekimde St. Petersburg, bir genel grev dalgası ile sarsıldı.
Güç istasyonları, bankalar, restoranlar, gazeteler, hasta-
haneler kapandı. Tahrik edilen kitleler büyük şehirlerde
gösteriler yapıp, kızıl bayraklar sallamaya ve köşebaşla-
rında Çar rejiminin yıkılmasını isteyen Yahudi konuşma
cıları dinlemeye başlamıştı. 1905 Nisanında Troçki, halkı
Çarlık rejimini yıkmaya çağıran broşürler dağıtmaya baş
ladı. Ocak 1905’de Troçki, İsviçre’d en dönmüş ve yıkıcı fa
aliyetlerini özellikle Ekim ayında doruğa tırmandırmıştı.
Çarın danışmanı Sergei Witte 9 Ekim’de Rus
Parlamentosunun (Duma’nın) toplanarak onu Başbakan
453
ilan etmesini veya kitlelere karşı güç kullanılmasını istedi.
Çar, “VVitte’nin tavsiyesine uyarak aynı gün onu Başbakan
yaptı.
13 Ekim 1905’d e Parvüs ve Troçki ilk “KahaT’ı (Yahudi
Konseyi) -k i Rusça ‘sovyet’ deniyordu- kurdular. Sovyet,
iktidar hırslısı 40 konsey üyesinden oluşmuştu. Bütün
devrimci faaliyetler, bu Yahudi organizasyonun merke
zinden yönetiliyordu.
(Örgüt ‘İşçiler Konseyi’ olarak kamufle edilmişti)
Başlangıçta konsey başkanı Yahudi Peter Khrustalyev
(Georgy Nosar) idi. Bu şahsın en yakın işbirlikçile
ri Troçki ve Parvüs idi. Diğer önde gelen yöneticiler de
ne fakir köylüler, ne de işçiler idi. Onlar Yahudi-mason
ileri gelenler idi. Örneğin: Grever, Edilken, Goldberg, A.
Simanovsky, A. Feif, Matzelev, Brusser ve diğerleri.
Bu insanlar, kimse onları seçmemesine rağmen,
güya işçileri temsil ediyorlardı. Troçki, Sovyetlerin “Paris
Komünü” geleneğini sürdüreceğine inanıyor ve yarattı
ğı kaos sayesinde iktidara gelebileceğini ümit ediyordu.
Parvüs ve Troçki genel grevlerin yarattığı yangını körük
lemeye devam ettiler. Amaçları kurdukları şebeke yardı
mı ile “millî bir kaos” yaratmaktı.
Tahrikçiler rejimin çökmek üzere olduğuna inanıyor
lardı. Sovyet, genel grevin mümkün olduğu kadar uzun
sürmesini istiyordu. Fakat işçilerin heves ve istekleri azal
maya başlamıştı. Ajitatörler arkalarında halk desteğinin
olmadığını farkettiler.
Çar, 17 Ekim’de bir manifesto yayınlayarak, oy
kullanma hakkının genişletileceği ve yasama gücünün
parlâm ento ve hüküm et arasında bölüneceği sözünü
verdi. Halk sakinleşmeye başlamıştı.
454
Troçki büyük bir hayal kırıklığına uğramıştı. İktidarı
ele geçirme teşebbüsü başarısızlık ile sonuçlanmıştı.
Masonik Yahudiler, büyük bir hiddet ve kızgınlıkla,
sovyetin gücünü diğer şehirlerde de kullanmaya başlad -
lar. Aralık 1905’de Moisei Uritsky Krasnoyarsk’d aki sov
yetin lideri oldu. (Büyük Sovyet Ansiklopedisi) Kasım-
Aralık aylarında köylüler, mülklerin yağmalanması için
tahrik edildiler. (Aynen 1789 Fransız İhtilalinde olduğu
gibi) Resmi sovyet mitine göre, 1905 Kasımındaki silahlı
isyana öncülük eden Lenin’di. Fakat gerçekte Lenin o ta
rihlerde yurt dışında bulunuyordu. İsyana öncülük eden
Parvüs, Troçki ve Deutscher idi. Georgy Nosar tutuk
landı ve 26 Kasımda Troçki sovyet lideri oldu. Bir hafta
sonra 300 sovyet üyesiyle birlikte Troçki de tutuklandı ve
Sibirya’ya sürüldü.
1905 yılında Rusya’d a 140.000 grev organize edil
miş ve bunlara üç milyon işçi katılmıştı. Grev tahrikçi
leri, büyük bir maharetle Japon yenilgisini istismar eden
Yahudilerdi. Halk bunu anlayınca Yahudilere karşı sert
tepkiler vermeye başladı. 18-20 Ekim tarihleri arasında
Yahudilere karşı propagandalar başladı. Birçok Yahudi
dükkanı yağmalandı ve yakıldı. Bu arada 810 Yahudi öldü
rüldü. Bu olaylar “millî darbe” hazırlıkları yapan ‘Siyonist
İşçi Partisi,’ ‘Kahal,’ Yahudi sosyalist partiler, ‘Bund’ ve
‘Po’alei Siyon örgütleri için tam bir sürpriz olmuştu.
Po’alei Siyon örgütü Çarı devirmek için emrindeki 25.000
teröristi devreye sokmuştu.
Yahudi Isaac Deutscher Rusyadaki anti-semitizmin
başlıca sebebinin -terörist faaliyetleri görmezden gele
rek- Yahudi dükkan sahiplerinin hileleri olduğunu belir
tir.
455
Sovyet Siyonistlerinin resmi (abartılmış) raporu
na göre, 1905-1907 yılları arasındaki pogromlarda 4000
Yahudi öldürülmüştü. (Obozrenie, Paris, Kasım 1985,
S.36) ’
Yahudilerin terörist faaliyetleri sonucu, 1905-1906
yılları arasında 20.000 Rus vatandaşı ölmüştü. 1911
Martında yayınlanan Novoye Vremya’ya göre terörist faa
liyetler sonucunda ölen Rusların sayısı 50.000 idi.
Parvüs ve Troçki’nin 1905 ve 1906 yıllarındaki terö
rist eylemlerle Çarlık rejimini devirme teşebbüsleri başa
rılı olmamıştı. Sürgünde bulunduğu ülkeden Rusyadaki
gelişmeleri yakından izleyen Lenin de bu eylemlerin ba
şarısız olduğu sonucuna ulaşmıştı. Zafer için kitlesel terör
gerekiyordu. İhtilalciler bir iç savaş hayal etmeye başla
mışlardı.
11 Nisan 1906’d a Peter Rutenberg (1879-1942)
‘Kanlı Pazar’ı organize eden rahip ve sendikacı Georgi
Gapon’u öldürdü. Gapon çok fazla şey biliyordu, ayrıca
bir hain ve polis ajanıydı.
1906 yılında Çar, Peter Stolypin’i önce İçişleri Bakanı,
sonra da Başbakan olarak atadı.
Stolypin terör ve devrime son vermek mecburiyetin-
deydi. Teröristleri korkutmak ve onlarla mücadele etmek
için derhal ‘sıkıyönetim’ ilan etti. Bu sayede birçok katil
sıkıyönetim mahkemelerinde yargılanarak idam edildi.
İlginçtir ki, devrimcilerin çoğu (35.000 kişi) yurt dışına
kaçmıştı. Bunların da büyük bir kısmı Filistin’e, geri ka
lanlar da ABD, İsveç ve diğer Avrupa ülkelerine kaçmış
lardı.
Peter Stolypin 1907 Haziranından itibaren durumü
kontrolü altına almayı başardı. 1907-1908 arasında 2328
456
terörist idam edildi. Troçki ve Parvüs’ün Rusya’nın sosyal
bünyesinde açtığı yaralar süratle iyileşmeye başlamıştı.
Fakat karanlık güçler bu durumdan son derece rahatsızdı.
Peter Stolypin Başbakan olduktan sonra, 1906 ilkba
harında evine bombalı bir saldırı düzenlendi. Suikastın
kurbdhları masum ziyaretçilerdi. 27 kişi öldü, 32 kişi
yaralandı. Bu korkunç patlamanın kurbanları arasında
Başbakanın oğlu da vardı. Patlama o kadar şiddetliydi ki,
Başbakanın kızı evin camından dışarı fırlayarak bir at ara
basının üzerine düşmüş ve hayatının sonuna kadar felçli
olarak kalmıştı. Saldırı sırasında Stolypin evde değildi.
Bu St. Ptersburg’daki terörün son çırpınışı idi. Stolypin
bu terörün tahrikçilerinin masonik Yahudiler olduğunu
biliyordu.
Stolypin bir dizi reform hareketini başlattı. Yeni bir
anayasa ile köylülere bütün özgürlükleri verildi. Ayrıca
yeni bir toprak reformu yasasını yürürlüğe sokarak, köy
lülere çalıştıkları çiftlikleri satın alacak krediler verildi.
Bu şekilde 1907-1914 yılları arasında iki milyon Rus köy
lüsü bağımsız çiftçi haline geldi. Bunların % 23 u toprak
sahibi oldu. Altaylar’d aki köylere bile elektrik ve telefon
hatları çekildi.
Stolypin ülkede hastahane ve okul yapımına hız ver
di. Bütün siyasi partilere izin verildi. Ayrıca kara ve deniz
kuvvetleri modernize edilmeye başlandı.
Yahudi devrimciler, bu olumlu gelişmeler ve reformlar
devam ederse, ülkeyi ele geçiremeyeceklerini anlamışlardı.
Yahudi köktendinciler, Rusya’nın tanın proleteryasma özgür
lük ve toprak veren reformları şiddeüe protesto ettiler.
Yahudiler Rusya’d a büyük bir etki ve güce sahiptiler.
Bankalar, petrol ve şeker endüstrisinin tamamı onların
457
elindeydi. Yahudi avukat Dimitri Stasov aristokrat bir
aileden geliyordu ve St. Petersburgdaki ‘Rus Hukukçular
Birliğinin ilk başkanı oldu. Kızı Yelena daha sonra
Lenin in sevgilisi ve bolşevik canilerden biri olacaktı.
Ekim darbesinden önce bir milyon Yahudi nüfusu
nun % 37 si ticaretle uğraşıyordu. Ayrıca Yahudiler diğer
lerinden daha iyi eğitim almışlardı. Burada o zamanlar
Ukrayna’daki öğrencilerin yarısının Yahudi olduğu
nu belirtelim. Bu, nüfusun sadece % 4.2’sini oluşturan
Yahudiliğin niye en iyi mevkiilerin % 87’sini ellerinde
bulundurduğunu gayet iyi açıklamaktadır. Birçoğu söz
de Hıristiyan olup, Rus Ortodoks Kilisesine katılmış ve
bu sayede rahatlıkla yüksek mevkiilere yükselebilmiş
lerdi. Bu Hıristiyan-Yahudiler arasında, Adalet Bakanı
Vladimir Sabler’i, Basın Bakanı Stürmer’i ve Adalet
Bakanlığı Şansölyesi Nikolai Neklyudov’u (1840-1896)
sayabiliriz.
1905’deki hükümet darbesi girişiminden sonra bile
Rus Parlâmentosuna (Duma) 12 Yahudi üye seçilmişti.
Fakat aşırı uçtaki Yahudiler Rus toplumu üzerindeki kon
trollerini kaybetmek istemiyorlardı. Yahudiler arasındaki
işçi sayısı 50.000 idi ki, bu rakam genel Yahudi nüfusu
nun % 1’inden az idi.
Rusya Stolypin reformlarından sonra ABD, Kanada
ve Arjantin’d en daha fazla buğday üretir bir duruma gel
mişti. Sonuçta Rusya, dünya buğday üretiminin % 40’ını
elinde bulunduruyordu. Bu durum enternasyonal finans
eliti’nin hiç hoşuna gitmemişti.
Peter Stolypin Yahudiler arasında bulunan küçük bir
azınlığın, bütün Yahudiler adına hareket ediyormuş gibi
görünerek, korkunç suçlar işlediğini biliyordu. Lenin’in
458
elinde bulunan bilgilere göre 1906’da Yahudi kökenli
33.000 sosyalist bulunuyordu.
Stolypin, Yahudilerin daha geniş bir meslek seçim
hakkına sahip olmalarım ve onların sosyalizmden uzak
laşmalarını istiyordu.
1 Eylül 1911’de Başbakan Peter Stolypine Yahudi te
rörist Mordekai (Mikhail) Bogrov (sosyal devrimci frak
siyondandı) bir suikast düzenledi. Kiev operasında ger
çekleştirilen bu eylem sonucunda Stolypin ağır yaralandı
ve dört gün sonra öldü.
Mordekai Bogrov, Kievli zengin bir Yahudinin oğlu
idi. (Molodaya Gvardiya, Nr. 8,1990, S.232) Halk linç et
mek üzereyken onu polisler kurtarmıştı.
Masonik Yahudiler Stolypin’i on defa öldürmeye te
şebbüs etmişlerdi. Onbirinci girişimde ise Bogrov başarılı
olmuştu. Devrimciler bu durumdan oldukça memnundu.
Özellikle sürgünde bulunan Lenin bu habere çok sevin
mişti. Rus tarihçi V. Startsev’e göre, Stolypinin ölümü ile
Çarlık en yetenekli savunucularından birini kaybetmişti.
Sosyal devrimci Aleksander Kerensky (asıl adı Aaron
Klirbis idi.) cinayetten sonra yurtdışına kaçmıştı, çünkü
katil Bogrov ile yakın işbirliği içindeydi. Aynı Kerensky
daha sonra (Temmuz 1917de) Rusya’nın Başbakanı ola
caktır.
Stolypinin ölmesi ile reformların sona ermesi maso
nik Yahudiler için çok önemli idi. Troçki’nin de kabul etti
ği gibi, reformlar tamamlanabilseydi, Rus proletaryası’mn
iktidara gelmesi imkansızlaşırdı. (L. Trotsky, The History
of the Russian Revolution,’ London, 1967, Vol. 1, p.64)
Troçki ‘Rus proleteryası’ derken tabii ki masonik
Yahudileri kastediyordu.
459
Rusya’nın pozitif gelişimine bir darbe de (bu şekilde
masonik planların gelişmesi güvence altına almıyordu)
ABD Hükümetinden geldi. Aralık 1911’d e ABD Başkanı
W. Howard Taft, Rus-Amerikan ticaret anlaşmasını iptal
etti.
Ne Troçki, ne de Parvüs Sibirya’d a uzun zaman kal
madılar. Her ikisi de bir yolunu bulup oradan kaçtılar.
Parvüs Türkiye’ye gelerek ‘ünlü bir iş adamı’ oldu. Troçki
ise 20 Şubat 1907’de önce Viyana’ya sonra da Cenevre’ye
gitti ve burada Siyonist lider Hayim W eizmann ile bulu
şarak Yahudiliğin geleceğini tartıştılar.
Parvüs, hem Lenin’i hem de Troçki’yi finansal olarak
desteklemişti. Lenin, Parvüs’ten nefret etmesine rağmen,
ondan ‘öğretmenim,’ diye bahsetmiştir.
Parvüs Balkan Savaşı sırasında (1912-13) çok zengin
oldu. Yalnız kömür ticaretinden 32 Milyon altın Danimarka
Kronu kazanmıştı.
Lenin ve Troçki 1910 yılında yapılan Kopenhag
Mason Konferansına katılarak, Avrupa’d aki sosyaliz
min geleceğini tartıştılar (Franz Weissin, ‘Der Weg zum
Sozialismus,’ München, 1930, p.9).
Troçki Balkan Savaşı sırasında (1912) savaş muhabiri
olarak çalıştı. Bu fırsatı ona sağlayan kişi ise Parvüs’ten
başkası değildi!..
460
OTUZBEŞİNCİ BÖLÜM
461
Selanik masonluğu 1900’den itibaren çok hızlı bir
gelişim yaşadı. Yüzyıl başına doğru anlaşıldığı kadarıyla
Selanikte bir loca vardı: İtalya ‘Büyük Doğusu (Grand
O rient)’na bağlı ‘Macedonia Risorta,’ İtalyan konsolosu
nun yarı resmi himayesi altındaki bu loca, Jön Türk ha
reketinin başlıca kaynaklarından biri olarak bilinir. 1908
devrimi arifesinde durum çoktan değişmişti. Birkaç yıl
içinde en az beş yeni mahfil doğmuştu:
Fransa ‘Büyük Doğusunun himayesinde 1904’te ku
rulan ‘Veritas’locası; iki yıl sonra İtalya ‘Büyük Doğusu’tara
fından kurulan ‘Labor et Lux’ locası; her ikisi de 1907’de ku
rulan ama biri Yunanistan ‘Büyük Doğusuna, diğeri İspanya
‘Büyük Doğusuna bağlı ‘Philippos’ ve ‘Persevereııcia’
İocaian; son olarak da Jön Türk devriminden kısa bir süre
önce Romanya Büyük Millî Locasından biraderler tarafın
dan kurulan ‘Steaoa Saionicului’ locası.
1908 yazında yaşanan devrimci olaylar da hareketi
hızlandırmaktan başka bir sonuç vermedi. Jön Türk dev-
riminin ardından Selanikte on kadar mahfil kurulduğu
anlaşılıyor. Bunlardan çoğunun ömrü kısa sürdü. Ama
içlerinde başarılı olanlar da çıktı. Örneğin Türk loca
sı ‘Mithat Paşa’ Kasım 1912’ye kadar sürekli gelişen bir
kuruluş oldu, o tarihte Selanik Yunanlıların eline geçti.
Bir diğer loca ‘LAvenir de TOrient’ (Doğunun Geleceği)
daha da dayanıklı çıkacaktı. 1908 sonuna doğru Fransa
Büyük Locasının himayesinde kurulan bu loca, inişler ve
çıkışlarla da olsa, etkinliğini İkinci Dünya Savaşının ba
şına kadar sürdürmüştü.
Selanikteki Fransız ‘mahfilleri’ iki taneydi: ‘Veritas’
locası ve ‘LAvenir de I’Orient’ locası.
1-Veritas Locası:
462
Selanik’te Fransız obediyansına bağlı bir loca kurma
kararı 1904 baharında alındı. Aynı yılın 1 Haziranında
Selanikli bir grup mason alışıldık girişimleri başlatıyor ve
Fransa Büyüle Doğusuna bir simgesel kuruluş talebi gön
deriyordu. Kısa bir süre sonra ‘Veritas’ locası ilk celsel
erini düzenlemeye başlamıştı.
O devirde, İstanbul’un Fransız localarının etkinlik
lerini durduralı yıllar olmuştu. II. Abdülhamid polisinin
mevcut düzene komplo kurduklarından kuşkulandığı bu
localar her türlü baskısıyla karşılaşmış ve birbiri ardı sıra
uykuya girmek zorunda kalmışlardı. Bu kadar elverişsiz
şartlarda Selanik masonlarının yeni bir loca kurma ini
siyatifini göstermeleri şaşırtıcı gelebilir. Ama Selanik’in
İstanbul olmadığını hesaba katmak gerekir. Kuşkusuz
başkentte olduğu gibi orada da hafiyeler, sansürcüler,
Üsler, kısacası iktidarın her an tetikte bekleyen temsilci
leri mevcuttu. Yine de bütününde II. Abdülhamid rejimi,
orada asla Boğaziçi kıyılarında olduğu kadar katı bir şe
kilde hissedilmiyordu.
Selanik isyancı örgütlerle dolup taşıyor, yerel basın
sansürle dalga geçiyor, komitacılar ve çeşitli çapta ajita-
törler kentte serbestçe dolaşıyorlardı.
Veritas Locasının resmi açılışı 17 Eylül 1904’de ya
pıldı. Kurucu biraderlerin-Üstad-ı Muhterem Isaac Vita
Modiano, Birinci Nazır Isaac Rabeno de Botton, İkinci
Nazır Jacob M. Mosseri, Hatip David Joseph Cohen,
Katip Paul Isaac Modiano ve daha birkaç kişi—hepsi
Selanik Yahudi cemaatindendi. Bunda da şaşılacak bir
şey yoktu, çünkü Selanik nüfusunun yarısından çoğu
Yahudiydi. Yahudiler sadece kentin en kalabalık unsu
463
ru olmakla kalmıyor, cemaatleri maddi refahı ve yük
sek eğitim düzeyi ile Batıdan getirilen pozitivist fikirlere
olağandışı açıklığıyla da dikkat çekiyordu. Böyle bir ze
minin mason mahfillerinin yerleşmesine elverişli olacağı
açıktı.
Selanik’in Yahudi cemaati içinde gelişen bir kuruluş
olan Veritas’ locasının bir diğer özelliği de, en azından
başlangıçta, tüm üyelerin İtalyan ‘Macedonia Risorta’
mahfilinden gelen masonlardan oluşmasıydı. Ama yeni
locayı kuranların Fransa Büyük Doğusuna yönelmeleri,
kendilerini ideolojik açıdan ‘Macedonia Risorta’nın bağlı
bulunduğu İtalyan Büyük Doğusundan çok bu obediyan-
sa yakın hissetmeleri ile açıklanabilir.
Gerçekten de Fransız masonluğu ileri tavırları, mi
litan kilise karşıtlığı, ödünsüz pozitivizmi ve ateizmi ile
tanınmıştı. İtalya Büyük Doğusu ise, Fransa Büyük Doğu
ile birçok ortak noktası bulunmasına rağmen, daha sağ
duyulu ve sakin bir obediyans görüntüsü çiziyordu.
Selanik Yahudi burjuvazisinin İtalya ile sağlam bağ
ları olduğu bilinmektedir. Yahudi cemaatinin ileri gelen
lerinin çoğu İtalyan uyruğundaydı ya da İtalyan konsolos
luk himayesinden faydalanıyordu. 19ncu Yüzyılın seksenli
yıllarına kadar, İtalyanca Yahudi cemaatinin başkca dili ola
rak kalmayı başarmış, Judeo-İspanyol (Ladino) esas olarak
evde ve halk arasında kullandır olmuştu. Ama bu durum
giderek değişti ve İtalyanca ilk şuayı, Fransızca’ya bırakmak
zorunda kaldı. Bu dönemde, Selanik Yahudilerinin çoğu -en
azından ‘Alliance Israelite Üniverselle’ okullarından, ya da
kentteki diğer iyi okulların birinden mezun olanlar- akıcı bir
Fransızca konuşuyordu. Böylesi bir konjonktür bağlammda,
cemaat içinde ezici bir üstünlüğe sahip olan Fransızca konu
464
şanların sonunda kendi localarını kurmalarından doğal bir
şey olamazdı.
1906’d a Selanik’te Fransa Büyük Doğusuna bağlı 70
kadar masondan 20 si kentin büyük tüccar ailelerinden-
di. (Sadece en tanınmış adlardan birkaç örnek verecek
olursak, Modianao, Saltiel, Saporta, Carasso, Abastado)
Tüccarları bankerler izliyordu. Yine 1906’d a locada sekiz
banker vardı: Abraham Abastado, Samuel Amar, Leon
Capuano, Isaac Sasson, Saul Amar, Joseph Chinassi,
David Errera, Tevfık Ehat. Bankerler grubunun hemen
ardından, yedi üyeyle, simsarlar ve bayiler grubu geli
yordu: Jacob Mosseri, David Cohen, Haim Nissim, Paul
Modiano, Salomon Nehama, Feliks Amar, Isaac Modiano.
Kısacası, biraderlerin yarıdan fazlası Musevi cemaatinin
servet sahibi ya da hali vakti yerinde tabakalarmdandı.
Üyelerin geri kalanı daha büyük bir çeşitlilik gösteriyor
du. Jön Türk devriminin arifesinde loca mensuplan ara
sında on kadar ücretli, bir gazeteci, iki eczacı, yarım dü
zine kadar doktor, üç avukat, bir hakim, iki tercüman, altı
öğretmen ve bir o kadar da memur vardı. Üyeler arasın
da bulunan öğretmenlerden Leon Gattegno Selanikteki
Fransız-Alman okulu müdürüydü ve tanınmış bir haham
ailesinden geliyordu.
Loca ilk zamanlar sadece Musevileri üye kaydetti. 1908
yılının başlarında, Jön-Türk devriminden birkaç ay önce,
üyeleri arasında en az dört Yunanlı, iki Ermeni ve onbeş
Sabataycı (Dönme) bulunmaktaydı.
465
Selanik’in en önde gelen Sabataycı gazetecilerinden
Fazlı Necib’in de173‘Veritas Locası’m n dönmeleri arasın
da yer aldığını kaydedelim. Kentin en iyi Türkçe gazetesi
olan ‘Yeni Asır’m kurucusu olan bu yazar, Jön-Türklerin
yasadışı eylemlerine doğrudan katılıyordu. 1908 devrimi
sırasında Selanik İttihat ve Terakki Cemiyeti tarafından
hareketin tüm propaganda etkinliklerini örgütlemek ve
koordine etmekle görevlendirildi.
Yahudi olmayan bazı unsurları da bünyesine kabul et
mekle birlikte, Veritas locası tüm tarihi boyunca esas ola
rak bir Yahudi kurumu görüntüsü verecekti. Müslüman
ve Sabataycı tekrislerinde bir artışa tanık olunan 1908 ile
1912 arasında bile, Museviler loca içinde ezici bir çoğun
luğu hep korudular. Demek ki mahfili kendi diledikleri
şekilde yönlendirebilecek ve dindaşlarının çıkarlarına ve
ihtiyaçlarına uygun bir çizgiyi locaya benimsetebilecek
bir konumda bulunuyorlardı.
Jön-Türk devriminin hazırlanmasında ‘Veritas’m
rolü tam olarak neydi? Bu soruya kesin bir cevap vermek
çok zor görünüyor. Çeşitli tanıklıklardan locanın birçok
üyesinin İttihat ve Terakki Cemiyeti içinde de yer aldık
ları anlaşılıyor.
Osmanlı idaresinin bazı memurları da bu locanın üye
si idiler. Örneğin; Osman Adil (Hariciye Nezareti hukuk
işleri müdür muavini), Faik Nüzhet (Düyunu Umumiye
müfettiş muavini), Talat İsmail (Selanik, Manastır ve
Kosova vilayetleri umumi müfettişi Hilm i Paşanın ter
cümanı), Mehmet Servet (Selanik ticaret mahkemesi ha
kimi) ve diğerleri. Buradan locanın Jön-Türklerin yıkıcı
etkinliklerine bir paravan görevini gördüğü sonucunu
173 ‘Macedonia Risorta Locası Matrikiil Listesinde de Fazlı Necib’in adına
rastlıyoruz. (Kaynak:”Gönye ve Hilal” s.59)
466
çıkarıyoruz.
Bununla birlikte Veritas Locasının, İtalyan obedi-
yansından ‘Macedonia Risorta’ locasına oranla çok daha
az riske girdiği anlaşılıyor. İttihat ve Terakki Cemiyetinin
Selanik kolunun liderlerinden çoğu, bu arada İttihatçı
rejimin gelecekteki temel direklerinden Mehmed Talat174
(Talat Paşa) ‘Macedonia Risorta’nın üyeleri arasındaydı.
Mahfil, sık sık İttihat ve Terakki gizli toplantılarına ev
sahipliği yapıyordu. Fransa Büyük Doğusunun dosyala
rında bulunan bir belgeden ‘Macedonia Risorta locasının
üstad-ı muhteremi Avukat Emanuel Karasu’nun Jön-
Türk devrimi öncesindeki iki yıl boyunca grubun tüm
arşivini mabette saklamayı kabul ettiğini öğreniyoruz.
Bu durumun doğal bir sonucu olarak, 1908 devrimi
sonrasında İtalyan locası, Fransız locasından daha büyük bir
itibar kazandı. 24, 25 ve 26 Temmuz tarihlerinde Selanikte
asilerin zaferinin kutlandığı büyük halk gösterileri sırasında
tüm obediyanslardan masonlar rüzgarda dalgalanan san
caklarıyla omuz omuza yürüdüler ve istisnasız hepsi vatanın
kurtarıcıları olarak alkışlandılar. Yine de başlarında Emanuel
Karasunun yürüdüğü ‘Macedonia Risorta’ locasının üyele
ri başarıdan aslan payını almışlardı.
Artık ülkenin yeni efendileri masonlardı. Bu kon
jonktür değişiminin sonunda mason localarına doğru
daha önce benzeri görülmemiş bir akın başladı.
Osmanlı seçkinlerinin masonluğa bu ani hayranlığın
dan en büyük yarar sağlayan haliyle Emanuel Karasu’nun
174 Thule örgütünün kurucusu Bektaşi Baron, Rudolf von Sebottendorf
“Bevor Hitler kam” adlı kitabında Cavid Bey ve Talat Paşanın Yahudi-
dönmesi (s.40) olduklarım belirtmiştir.
Aynı şekilde Rıfat N. Bali “Musa’nın Evlatları Cumhuriyetin Yurttaş
ları” adlı kitabında (S.54) “İttihat ve Terakki Cemiyetinin önde gelen
idarecileri ve kurucuları arasında Yahudiler ile Cavit Bey, Talat Bey gibi
dönmeler vardı.” demektedir.
467
locası -Karasu, İttihat ve Terakki Cemiyetinin ardındaki
beyinlerden biri alarak kabul ediliyordu- oldu.
Veritas LocasTnm yeni üyeleri arasında iki önemli
şahsiyet ayırt ediliyordu: Ali Rıza Paşa ve Hüseyin Hilmi
Paşa. Eski Manastır Valisi Ali Rıza Paşa Jön Türk dev
rimi olduğunda Üçüncü Kolordu Kurmay Başkanı idi.
Hüseyin Hilmi Paşa ise, tekris edildiğinde, üç Makedonya
vilayetinin umumi müfettişi idi.
1908-1909’da Dahiliye Nazırı (İçişleri Bakanı), daha
sonra Sadrazam (1909-1910) olan Hüseyin Hilmi Paşa,
Osmanlı bürokrasisinin en tipik temsilcilerinden biriydi.
Yabancı obediyanslara bağlı locaların bir çığ gibi bü
yümesi üzerine, Jön Türkler kendi atölyelerini ve kendi
obediyanslarını kurmaya başladılar. Anlaşılan başlıca
hedeflerinden biri bu yolla yabancı mahfillerin çoğalma
sını önlemekti; yoksa bu çoğalma kısa vadede Osmanlı
İmparatorluğunda tam bir masonik kolonizasyon tehli
kesine yol açacaktı.
3 Mart 1909’d an itibaren Osmanlı İmparatorluğunun
da bir Şura-yı Alisi (Yüksek Konseyi) vardı. Aynı yılın 1
Ağustosunda Maşrık-ı Azam-ı Osmani (Osmanlı Büyük
Doğusu) resmen doğmuştu. Her iki kurumun da olu
şumuna Veritas locasının birçok üyesi katılmıştı. İtalya
Büyük Doğusunun yardımı sayesinde alelacele 33’ncü
dereceye terfi ettirilen (Hakim Büyük Umumi Müfettiş)
atölyenin eski üstad-ı muhteremi David J. Cohen,
Osman Adil ve Sabri Katibzade Şura yı Alinin kurucu
ları arasında yer aldılar.
Şura-yı Ali’nin genel sekreteri unvanını alan David
J. Cohen aynı zamanda iki atölye yoldaşı Michel
Noradunkyan ve A. Salem’le birlikte, Maşrık-ı Azam-ı
Osmani’nin kuruluşuna da katılmıştı.
468
Jön Türk devriminden doğan bu “yerli” masonluk,
bütününde büyük yabancı obediyanslar tarafından ga
yet soğuk bir şekilde karşılandı. İngiltere’de, İskoç Büyük
Locası yeni Türk örgütünü tanımayı önce reddetti.
Fransa’d a da Büyük Doğu ve Büyük Loca ancak
1910’un ortalarına doğru, yani kuruluşundan yaklaşık bir
yıl sonra, Maşrık-Azam-ı Osmani ile ilişki kurmaya karar
verdiler.
Birçok önde gelen üyesi, Osmanlı masonik makamla
rının kuruluşuna etkin bir biçimde katılan Veritas locası
da Jön Türkler tarafından kurulan “yerli masonluğa” karşı
gayet düşmanca bir tutum takınacaktı. David J. Cohen’in
halefi olarak atölyenin başına geçen Isaac Rabeno de
Botton yeni obediyansa çok kötü bakıyor ve onu eleştir
mekten geri kalmıyordu.
Veritas locası ancak 1909’un Kasım ayı sonuna doğ
ru Jön Türlderin de kendi obediyanslarım kurma hakkı
na sahip oldukları fikrine alışmaya başlamıştı. I. R. De
Botton, yılın büyük bir bölümünde her türlü “millî” genç
masonluğa karşı şiddetli bir kampanya yürüttükten son
ra, yenildiğini itiraf etmek ve artık yeni durum a uyum
sağlamaktan başka yapacak bir şey kalmadığını kabullen
mek zorunda kaldı.
De Botton, 23 Kasımda Fransa Büyük Doğusuna
yazdığı mektupta “Osmanlı Şura-yı Alisinin ve Maşrık-ı
Azaminin nizami bir masonik grup olarak tanınmasını
hızlandırma konusunda insani ve masonik açıdan m üm
kün olan her şeyin” yapılmasını istiyordu.
Aslında Veritas locasının Osmanlı İmparator-luğu’ndaki
olayların gelişmesinden memnun olması gerekiyordu.
Masonik düşüncelerden beslenen 1908 devrimci -
469
leri II. Abdülham id yönetimine son vermişler, 1876
Anayasasını yeniden ilan etmişler ve verdikleri sözlere
uygun olarak geniş bir reform programının temellerini
atmışlardı. Masonlar, özellikle de Büyük Fransız Devrim
ilkelerini özümsemiş Fransız obediyansındaki masonlar
için durum gerçekten bayram edilecek gibiydi.
Jön Türk rejimi ne zaman sıkıntıya düşse Veritas lo
casının rejimden yana açık tavır aldığını burada vurgula
mak gereklidir!..
Örneğin; Veritas locası, Ekim 1908de Fransız maso-
nik güçlerine yönelik bir bildirgeyle Bulgaristan’ın bağım
sızlık ilanını ve Bosna-Hersek’in Avusturya-Macaristan
tarafından ilhakını derhal kınamıştı. Veritas’a göre bu iki
olay “Türkiye’de o kadar fedakarlıklar pahasına başlatıl
mış hürriyet çağının verimli gelişimine tatsız bir ket vu
rabilecek nitelikteydi.”
Veritas locasındaki biraderlerin yeni iktidara gös
terdikleri göreceli sadakatin başlıca nedenlerinden biri,
Jön Türkleri imparatorluğun dağılmasını durdurabile
cek tek güç olarak görmeleriydi. Gerek onlar, gerekse
Selanik’teki tüm Yahudiler için aslolan İmparatorluğun
hayatta kalması ve Balkanlardaki statükonun korun-
masıydı. Çünkü mevcut düzendeki her türlü değişiklik
cemaatlerinin huzurunu bozmaktan ve ekonomik çıkar
larını zedelemekten başka işe yaramayacaktı.
Ne var ki kısa bir süre sonra Makedonya’nın başken
tinde o kadar korkulan olay gerçekleşecekti; İtalyanların
Trablusgarp çıkarmasından bir yıl sonra, bu kez Balkanlar
alevleniyor ve çatışmalar başlar başlamaz Osmanlı ordusu
çözülerek meydanı hasımlarına bırakıyordu.
Yunan birliklerinin 8 Kasım 1912’de Selanik’e girişi,
470
kentin Musevi nüfusu tarafından bir felaket olarak algı
lanmıştı.
Veritas locasının üyeleri de yeni duruma (yani Yunan
işgaline) uyum sağlamakta geri kalmadılar. 1913 yılının
sonundan itibaren sayıları giderek artan Ortodoks bira
derleri yanlarına çekmeye başladılar. Buna paralel olarak
kentin Yunan localarıyla kalıcı ilişkiler kurmaya uğraştı
lar.
471
locasının kuruluşuna katılmıştı ama bu locanın özelliği
aynı zamanda Doktor Papüs un (Doktor Gerard Encausse-
Martinist Tarikatı’nın Süprem Konseyinin Başkanı)
Martinizm tarikatının da onayını almış olmasıydı.
Bunun hemen ardından müritlerinden bazılarıyla
birlikte Swedenborg ritine bağlı bir atölye kurmuştu. Bu
sadece bir başlangıçtı. 1915’te Fransa Büyük Locasına
gönderdiği bir mektupta, Amon de Medonça birkaç yıl
içinde Selanikte on kadar loca kurmuş olmakla övünü
yordu.
Yukarda belirtilen iki locanın yanı sıra “Souverain
Grand Conseil General Iberique” obediyansı altın
da çalışan bir locayı, İspanya Büyük Doğusuna bağlı
‘Perseverancia’ locasını, Lusitania Maşrık-ı Azamlığının
himayesi altında ‘Sebastian de Magalhaes Lima’ locası
nı, Rumen obediyansından beş locayı ve hatta anlaşılan
Maria Deraismes’in “Le Droit Humain” (İnsan Hakkı)
adlı uluslararası karma tarikatı tarafından desteklenen bir
kadın locasının bile kurucuları arasındaydı.
LAvenir de l’Orient’in kuruluş tutanağı 1 Kasım 1908
tarihlidir. Kurucu biraderlerin hepsi -çoğu Yahudiydi-
birkaç ay önce Romanya Büyük Millî Locasının rehberli
ğinde kurulmuş ve her yerde hazır ve nazır Doktor Amon
de Medanço’nun başkanlığındaki ‘Steaoa Salonicului’ lo-
casmdandı.
LAvenir de l’Orient Fransız masonlar merkezinin
bünyesine katılmak ve çalışmalarım Fransız dilinde yü
rütmek isteyen bir grup Rumen masonunun isteklerini
yerine getirmek için kurulmuştu. 20’nci Yüzyıl başında
özellikle de Musevi cemaati içinde diğer dillere nazaran
Fransızca konuşan ve yazan çok sayıda Selanikli vardı.
472
FAvenir de l’Orient kurucularının Fransa Maşrık - 1
Azami yerine Fransa Büyük Locasını tercih etmelerinin
sebebi, Büyük Locanın açıkça ateist olan Fransız Büyük
Doğusuna kıyasla daha az şeytani bir profil sunmasıydı.
Fransız masonluğunun iki farklı kolunu seçen
l’Avenir de l’Orient ve Veritas en başından itibaren birbir-
leriyle savaşma eğilimindeydiler. İki loca birbirine karşı
öylesine gergindi ki, aylarca karşılıklı olarak birbirlerini
tanımayı bile reddettiler. Ancak 1909’un sonuna doğru
kurallara uygun bir biçimde karşılıklı geleneksel dostluk
temsilcileri göndermeye karar verdiler.
Veritas gibi FAvenir de l’Orient da özellikle Selanik’in
Yahudi cemaatine sesleniyordu. Ama üyeleri arasında
azımsanmayacak bir oranda Müslüman ve Yahudi-dön-
mesi (Sabataycı) vardı. FAvenir de FOrient’daki müslü-
manların ve dönmelerin toplumsal-mesleki dağılımına
baktığımızda doktorlar ve askerlerin ağırlıklı bir yere sa
hip olduğunu görüyoruz.
LAvenir de FOrient’d a Veritasa göre çok daha az bü
yük tüccar ve bankerin yer alması çarpıcı bir gözlem oluş
turuyor.
FAvenir de FOrient’in benimsediği siyasi tavır hak
kında kesin bir şey bilinmiyor. Bununla birlikte -üye
tabanının dini ve toplumsal yapısı gözöntine alındı
ğında- FAvenir de FOrient’in Veritas’la aşağı yukarı
aynı siyasi tercihleri benimsediği varsayılabilir. Selanik
Yahudilerinin ezici çoğunluğu yeni rejime sempati duyma
eğilimindeydi. Kuşkusuz iktidardaki adamların bir sürü
hatasından yakınıyorlardı, ama eninde sonunda Osmanlı
İmparatorluğunun Jön Türkler sayesinde iyi yolda oldu
ğunu düşünüyorlardı. Esas olarak Musevi kökenli bira
473
derlerden oluşan I’Avenir de l’Orient kuşkusuz bu bakışa
katılıyordu. Üyeleri arasında imparatorluğun Hıristiyan
azınlıklarından hiçbir temsilcinin yer almaması da bu
açıdan oldukça anlamlıdır. Selanik’teki Hıristiyanlar
-Yunanlılar, Bulgarlar, Sırplar, Eflaklılar, Ermeniler- ge
nellikle Jön Türk rejimine düşman olarak bilinirdi.
474
Bu vesile ile, 1908’den önceki olayları özetlerken,
konuşmacı aşağıdaki konulara değiniyordu:
“Sürekli olarak düşmanların eliyle, şiddet kullanıla
rak öldürülme korkusuyla yaşayan II. Abdülhamid, yal
nızca kuşku ve nefret duyguları besliyordu. En acımasız
intikamlara, işkencelere mahkumiyetlere, sürgünlere, en
haksız idamlara neden oluyordu. Belki de bu şekilde dev
rim tohumlarını korku içinde boğacağını düşünüyordu.
Aksine, sanki tepirinin ve zorbalığın yoğunlaşması kendi
si için gerekli öğelermiş gibi, bu tohumlar olgunlaşıyor ve
hızla serpiliyordu. Hükümetin, halk arasındaki özgürlük
ruhunu besleyen her tür girişimi önleyecek ve boğacak en
etkili silahı hafiyelikti. Türk yasaları öıgüdenme hakkını
tanımıyor ve buna izin vermiyordu; gizlice oluşturulan
topluluklar da -hafiyelerin ihbarlarıyla- hemen lağve
diliyor ve üyeleri de hapse atılıyordu. İşte bu aşamada, o
zamana kadar hiçbir sonuç vermeyen masonluğun çaba
ları yardımcı oldu. Hürriyet hareketinin şeflerinden ba
zıları Avrupa yolculukları sırasında kuruluşumuzun var
lığını fark etmişler ve içlerinden üç kişi, Selanik’te İtalya
Maşrık-ı Azamma bağlı ‘Macedonia Risorta’ locasının
yüksek mevkideki görevlilerine kendilerini tanıtmışlardı.
Çalışmalara katılmaya hazır olduklarını bildirmişler ve
yaşadıkları zulme karşı onlardan yardım talep etmişlerdi.
Toplumsal konumları kadar ifade ettikleri duygular
nedeniyle de ailemize katılmaya layık görülen bu kişileri
-tüm Rit formalitelerini yerine getirildikten sonra- loca
bağrına bastı. ‘Macedonia Risorta’ locasında önceden
tekris edilmiş başka iki Türk liberal de bu üç yeni bira
dere katıldı. Böylece Jön Türkler topluluğunun ajitasyon
sının üstad-ı muhterem biraderi M.Levi’nin katkılarıyla sağlandığını
belirtmişti.
475
örgütünün ilk grubunu kurmuş oldular.”
Söz konusu olan bu "Jön Türkler kimdi?” diye soru
labilir.
1906 yılının Ağustos ve Eylül ayları arasında ku
rulan İttihat ve Terakki Cemiyetinin genel karargâhı
Selanikteydi. Bu cemiyet başlangıçta on üyeden meydana
geliyordu, bunların her birine “yaşlarına göre” l’d en 10’a
kadar bir numara verilmişti.176
Bilindiği gibi, bunlar Mehmet Talat, Rahmi bin
Rıza, Midhat Şükrü ve İsmail Hakkı Canbolat’tı. Bu
sonuncular, Canbolat dışında, ‘Macedonia Risorta’ lo
casında 1903 yılında tekris edilmişlerdi. Bunu İtalyan
Maşrık-ı Azam Tarih Arşivindeki yazılı belgelerden
öğreniyoruz. 1908 Temmuzunun ertesinde Rahmi
de Emanuel Karasu gibi, Selanik İdadisi tarafından
Osmanlı Meclis-i Mebusam’na seçildi. Talat Bey Meclis-
i Mebusan reis vekiliydi. Mithad Şükrü de, bundan böy
le yasallaşan İttihat ve Terakki Cemiyetinin sekreteriydi;
bu adlara bir de geleceğin Maliye Nazırı Mehmet Cavit177
eklenmelidir. Mehmet Cavit aynı zamanda “İspanyol
Maşrık-ı Azamı”na bağlı olan Selanik’teki ‘Perseverancia
Locası’nm da üyesiydi.
Makedonya locası “yeniden doğuşu’nu Ettore
Ferrari’ye olduğu kadar, genç bir Sefarad Yahudisine;
176 Osmanlı Hürriyet Cemiyeti yaşlarına göre l’d en 10 a kadar numaralan
mış 10 kişilik bir grupla işe başladı. Bu on kişi arasından Mehmet Talat,
Rahmi Evrenos, Mithad Şükrü Bieda ve İsmail Canbolat dört kişilik
merkez komiteye seçildi. Merkez komitede yalnızca İsmail Canbolat
asker olmasına rağmen, on kişiden yedisinin askeriye ile ilişkisi vardı.
(Feroz Ahmad, “İttihat ve Terakki Cemiyeti”)
177 Cavit Bey, uluslararası Yahudi-finans kapitalinin, özellikle de Fransız,
İngiliz ve Alman bankalarının ayrıcalıklı muhatabı idi.
476
Emanuel Karasu (Carosso)ya178 borçluydu. Karasu “Jön
Türkler’in toplantıları son localarında yapma fikri” ondan
çıktığı için, sık sık İtalya Masrık-ı Azami ile Jön Türkler
arasındaki gerçek bir bağlantı olarak gösterilmiştir.
1901 ile 1908 yılının Nisan ayı arasında ‘Macedonia
Risorta’ locasında tam 188 kişi tekris edildi, bunlardan
23’ti Kümelide karagâh kurmuş II. ve III. Kolordunun üst
rütbeli muvazzaf subaylarıydı. Bu veri İttihat ve Terakki
Cemiyeti ile masonluğun Osmanlı ordusu saflarına özel
olarak sızdıklarını onaylayan bir diğer kanıttır.
Üyeliklerin düzenli bir şekilde arttığını gören, İtalya
Maşrık-ı Azami, 1906 yılında, ‘Labor et Lux’ adında ikin
ci bir mahfilin açılmasına izin verdi.
‘Labor et Lux’ İskoç Ritine bağlı bir loca olarak 1906
yılında ‘Macedonia Risorta’ya bağlı kişiler tarafından ku
rulmuştu. 1908 Ağustosunda İngiliz gazetesi ‘The Morning
Post’ta yayımlanan bir röportajda Adliye Nazın Refik Bey
açıkça şunu belirtiyordu: “İtalya masonluğundan manevi
destek gördüğümüz doğrudur. İki İtalyan locası “Macedonia
Risorta” ve “Labor et Lux” bize büyük hizmetler verdi ve ban-
nak sağladı. Orada masonlar olarak toplanıyorduk, çoğumuz
da masonduk, fakat aslında örgütlenmek için buluşuyorduk.
Bunu yani yoldaşlarımızın büyük bir bölümünü, üyelerini
ince eleyip sık dokuyarak seçmeleri nedeniyle Cemiyetimiz
477
için bir elek işlevi gören bu localardan seçtik. Selanikte yürü
tülen gizli işler İstanbul’da belli belirsiz bir şüphe uyandırıyor
du ve muhbirler boş yere bir ipucu elde etmek için çalışıyor
lardı. Ayrıca bu localar, ihtiyaç halinde İtalyan Sefaretinden
müdahale teminatı almış olan İtalyan Maşrık-ı Azamına
bağlıydı.”
14 Nisan 1909’da, Padişahın yeni bir darbe yapma
tehdidi karşısında, iistad-ı Muhterem Emanuel Karasu,
3’ncü Kolordu kumandanı olan paşa, Selanik Valisi ve
Telgraf Müdürü tüm “biraderler” Dahiliye Nazırına çok
sert bir telgraf gönderdiler ve onu tehdit ettiler. Hürriyet
düzeni yeniden kurulmazsa, halk isyan edecek ve 3’ncü
Kolordu da İstanbul’a yürüyecekti. Bu arada Selanik’in
gücü yerinde olan halkı da gerçekten silaha sarılmıştı.
Tüccarlar işyerlerini kapamışlardı, öğrenciler okulu bı
rakmış, silah altına alınmayı bekliyorlardı. Bu arada
hükümet Anayasanın yeniden yürürlüğe konacağı ko
nusunda kesin bir güvence vermiyordu; bunun üzerine
askeri birliklerle yüklü trenler İstanbul’a doğru hareket
etmeye başladı. Selanik seferinin sonucu biliniyor, herkes
tarafından bilinmeyen konuysa, sokaklarda yaylım ateş
sürerken, tutuklanmak üzere izlenen ve aranan liberalle
rin localarda himaye edildikleriydi.
Reformların yolu üstündeki tüm engeller ortadan
kaldırılınca, yeni Jön Türk hükümeti, devrimlerine ya
kınlık ve ilgi göstermiş olan ülkelerden mümkün olan
en büyük desteği sağlayabilmek amacıyla yüzünü dışarı
çevirdi. Bu arada, Osmanlı masonları, Batılı masonlarla
boy ölçüşebilecek ulusal bir Maşrık-ı Azam oluşturma
478
zamanının geldiğine karar verdiler.
Aynı zamanda Jön Türk heyetleri ulusal davayı dışa
rıda savunmak için Avrupa’ya gitmek üzere görevlendi
rildiler.
1908 Ekiminin ortalarına doğru, Bulgaristan’ın
bağımsızlığını ilan etmesi, Avusturya’nın Bosna-Hersek’i
alması ve Giritlilerin kendi istemleriyle Yunanistan’a katıl
maya karar vermeleriyle çıkan bunalımın tüm şiddetiyle
sürdüğü günlerde, bazı Fransız gazeteleri, Doktor Nazım ve
Yarbay Ahmed Cemal gibi İttihat ve Terakki Cemiyetinin
iki önemli üyesinden oluşan bir Jön Türk heyetinin Paris’e
geldiğini bildiriyordu. İttihatçılar bu heyete Selanikli bir
Musevi tüccar olan Henri de Toledo’yu da katmıştı. (P.
Dumont, “Une delegation jeune-turque a Paris’)
Fransa’dan sonra İtalya’ya gönderilen bir Jön Türk he
yeti de 1909 yılının Mayıs ayında oraya ulaştı. 20 Mayıs
Cuma akşamı Torinoiu mason locaları İtalya’ya gelen
Osmanlı heyetinde yer alan biraderlerle kutlama yapı
yorlardı. Kutlama görkemli bir ziyafetle başladı. Bu kut
lama törenine Selanik’teki Macedonia Risorta, Lahor et
Lux, Fazilet, Veritas, Perseverancia, Philippos localarının
Muhterem Biraderleriyle birlikte Nesib Bey’in başkanlık
ettiği otuz kadar Osmanlı birader de katılmıştı. (Ettore
Ferrari, “Onoranze ai Fratelli Turchi” Rivista Masónica,
XLI (1910), No:ll-12,S.271)
479
gözler önüne sermektedir.
Teodor Herzl’in ölümünden sonra Siyonizmin ön
derliğini yapan Hayim “Weizmann, 1905’deki 7’nci
Siyonist Kongresinde İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Alfred
Lyttelton’un ısrarlarına rağmen, İngilizlerin Uganda tek
lifini reddetmişti. (Bu konuda “İngiliz Uganda Projesi’ne
bakınız) O günlerde Siyonizm Doğu Yahudiliğinin
Talmudçu Hahamlarının elinde bir alet durumundaydı.
Daha sonra Weizmann Manchester-İngiltereye yer
leşti. Weiz-mann’m Manchester’i seçmesi tamamen bir
tesadüf eseri miydi? Tabii ki değil!..
Manchester İngiliz Başbakanının seçim bölgesi ve İngilte
re’deki Siyonistlerin karargâhı idi. 1906yılında İngiliz Muhafa
zakâr Parti lideri Arthur James Balfour, Manchester’deki
Queens Oteli nde Weizmann ile görüşmüştü.
Weizmann ile görüşmelerinden olumlu bir sonuç
çıkmayan Balfour, 1906 yılında Manchester’deki seçimleri
kaybetti ve uzun bir müddet siyasi arenada görünmedi.
Aynı anda İngiltere’nin siyasi ufkunda yeni bir yıl
dız parlıyordu; Bu Liberal Partinin genç adayı Winston
Churchill idi. Churchill 1906’d a şansını Manchester’deki
(yani Siyonistlerin karargâhında) seçimde denemişti.
Churchill Siyonistlere Balfour Hükümetinin çıkardı
ğı göç yasasındaki Filistine göçü engelleyici maddeleri
kaldıracağını ve açıkça Siyonizmi destekleyeceğini va-
adetmişti. İşin bir diğer ilginç yanı da Manchester’deki
Yahudilerin -bir çeşit modern Musa gibi- Churchill’in
arkasında durmaları idi. Hatta Yahudi önderlerinden biri
bir toplantıda “Winston ChurchilP’i desteklemeyen her
Yahudi davamıza ihanet eden bir kişidir,” diyordu.
A rkasına geniş bir Yahudi desteğini alan Churchill
seçildi ve ‘Koloniler Bakan Yardımcılığı’ görevine atandı.
480
Bu görev Siyon’un uydusu İngiltere’yi Filistine biraz daha
yakınlaştırıyordu.
Amerikalı Yahudiler “Joint” ve “Ort” örgütleri yar
dımıyla İlâhi bir kurtuluşun bekleyişi içinde olan doğu
Avrupa’daki dindaşlarına yüz milyon dolarlık bir yardım
yapmışlardı. 1903 yılına kadar ABD’de tek bir Siyonist ör
güt varken, bu tarihten sonra Yahudi millî örgütleri top
raktan fışkıran mantarlar gibi çoğalmaya başlamışlardı.
Yalnız NewYork’ta şu Yahudi örgütleri kurulmuştu: “The
Jewish Socialist Labor Party Poale Zion of the United States”
(1906), “The United Zionist Socialist Poale-Zion, Zeire-Zion”
(1905), “The American Jewish Committee” (1906), “The Order
of Sons of Zion” (1908), Siyonist kadın kuruluşu ‘Hadassah’
(1912), ‘American Jewish Joint Distrubition Committee”
(1914) ve ‘American Zion Commonwealth” (1914).
Siyon’un açıkça saldırıya geçtiği tek ülke ABD değildi ta
bii!.. Siyonisder, Filistin’e egemen olan Osmanlı İmparatorlu
ğuna da çirkin yüzlerini göstermeye başlamışlardı.
Siyonistlerin planları gereği Osmanlı İmparatorluğu
savaşın (Birinci Dünya Savaşı) içine çekilecek ve Max
Nordau’nun Siyonist stratejisi uygulanacaktı.
Bu stratejiye göre, Osmanlı İmparatorluğu Alman
ya’nın yanında savaşa sokulacak ve savaşın sonunda
Yahve’nin silahlı gücü Büyük Britanya tarafından yenil
giye uğratılacaktı.
Kendilerini Tanrının yeryüzündeki temsilcileri sa
nan Siyonisder, Türk Sultanı II. Abdülhamid’e karşı, bü
yük savaştan kısa bir süre önce, Siyon’un Türkiye’deki ni
hai zaferini sağlamak için Jön Türkleı ’i kullandılar.
Burada 1908 devriminin ayrıntısına girmeyeceğim,
çünkü amacım ansiklopedik bilgileri tekrarlamak değil.
Zaten büyük ansiklopediler, papağan gibi resmi açıkla-
481
maları tekrarlamaktan başka bir şey yapmamaktadırlar.
Fakat şu da bilinmelidir ki, şanlı Türk halk ihtilali (!!!) -ki
‘Encyclopaedia Britannica’ öyle diyor- aslında Siyonist-
Mason darbesinden başka bir şey değildi.
Burada kısaca şanlı (!!!) devrimde rolü olan Bektaşi tarika
tından da söz etmek gerekiyor. O günlerde Bektaşi tarikatı,
Mazzini’nin Mason Locası P-l ve “Genç İtalya” hareketi ile
yakın ilişki içindeydi. Nitekim bu tarikattan Enver Paşanın
da üyesi olduğu ‘Genç Türkler’ hareketi türemiştir (Helga
Zepp La Rouche, “Das Hitler-Buch” S. 192).
Şurası da inkâr edilemez bir gerçektir ki, 1890’lı
yıllarda Cenevre ve Paris’te kurulan ‘İttihat ve Terakki
Komitesi’ (Genç Türkler) Yahudi ve mason göçmenle
rin toplandığı bir örgüttü. İttihat ve Terakki Komitesinin
Yahudi ve mason kaynaklannca finanse edildiği de bilin
mektedir. Başka bir gerçek de 1900’lü yıllarda Komiteye
Selanik’teki siyasilerin ve Makedonya’d aki subayların
alınmaya başlanmış olmasıydı.
Balkan Birliği Başkam İngiliz Yahudi-masonu Noel
Buxton’un çabalarıyla ‘Osmanlı Maşnk-ı Azamına’ bağlı 50
Türk locası Makedonyadaki askeri birliklere bağlı Türk su
baylarıyla doldurulmuştu.
İngilizlerin sağlam desteğini alan MakedonyalI m a
son subaylar, 23 Temmuzda ‘demokratik anayasa’ talebiy
le hükümete isyan ettiler. Aslmda MakedonyalI fesatçılar,
İstanbul’d aki önemli ordu kurumlarıyla "kardeşlik”bağlarıyla
bağlıydılar.
Bu sebepten II. Abdülhamid yönetimi askeri ayak
lanmaya karşı herhangi bir tedbir alamadı.
1908’de egemenliği ele geçiren ‘Subaylar Partisi,’
482
1909 Temmuzunda II. Abdülhamid’in son direnişini de
kırarak, tamamen iktidarı ele geçirdi.
1908 devriminin yapıldığı günlerde Selanik’teki
İngilizler İngiliz Gizli Servisinin ileri karakolu gibi çalışan
enternasyonal B’nai B’rith Locası ile işbirliği yapıyorlar
dı. Devrimden sonra kurulan ‘Genç Türkler Hükümeti’
varlığını bu locaya borçluydu.
Yeni kurulan hükümette epeyce Yahudi vardı. ‘Genç
Türk’ liderlerinin çoğu mason olmalarının yanı sıra
Yahudi kökenli idiler. Bunlara; Ahmet Rıza, Cavit Bey
(David Kohen), Rafaelo Ricci, Nicolas Forte, Jak Suhami
v.b. şahısları örnek verebiliriz.
Devrimciler arasında İsrail’in çocuklarının oldukça
fazla olması, Türkiye’yi Yahve plânına göre Almanlar’in
yanında savaşa sokmak ve sonunda İngilizlerle beraber
Filistin’i Türklerden koparmak içindi.
Türkiye’deki Siyonistler içinde en önemli kişi ‘Genç
Türkler’in Basın Şefi olan Vladimir Jabotinsky idi.
1880 yılında Odessa’d a doğan Sosyalist-Siyonist lider,
II. Abdülhamid tahttan indirildikten sonraki hükümette
görev alarak, Osmanlı İmparatorluğunun mezar kazıcıla
rından biri oldu.
Jabotinsky ‘Genç Türk’ gazetesini yayınlıyordu. Bu
gazete ‘Rus Siyonist Federasyonu’ ve Yahudi-mason ör
gütü B’nai B’rith tarafından finanse ediliyordu.
Jabotinsky Birinci Dünya Savaşı sırasında saf değişti
rerek, İngiliz ordusundaki “Yahudi Lejyonuna katıldı.
Türkiye’nin Almanlar safında savaşa girmesini en
çok savunanlardan biri Enver Bey, diğeri de Yahudi-ma
son Maliye Bakam Mehmet Cavit Bey olmuştu.
483
Osmanlı’nın, Berlin’in müttefiği olarak savaşa girme
si hiçbir şekilde Türkler’in menfaatine değildi. Bu aslında
Yahudilerin kararı idi. Barış yerine savaş, Türklerden zi
yade Siyonistlerin çıkarlarına uygundu.
484
OTUZ ALTINCI BÖLÜM
485
Odessadaki “Siyon Aşıkları Kongresi’ne bir telgraf yolla
yarak onları tebrik etmekten kendini alamamıştı.
Jön Türkler’in “İttilıad-ı Anasır” politikaları sonucu,
Yahudilere de her türlü vatandaşlık ve eşitlik haklarını ta
nıyorlar ve onları önemli devlet görevlerine getiriyorlardı.
İttihatçı Yahudiler, elit bakanlıklarda müsteşar ve teknok
rat olarak önemli mevkiilere yükselmişlerdi. Siyaset üret
me konusundaki rolleri muhtemelen bakanlardan daha
fazlaydı. Emmanuel Salem, Meclise getirilecek yeni yasa
ları hazırlıyordu. Bağdat Mebusu Ezekiel Sasoon, daha
önce Ziraat Nezaretinde müsteşarken Ticaret Nezaretine
geçmişti. Nesim Ruso, Maliye Nezaretindeki ‘iç kabinenin
şefi, Vitali Stroumsa ise Mali Islahat Yüksek Şurası üyesiydi.
Samuel Israel Başkent polisinin siyasi şube müdürü olarak
son derece hassas bir görevdeydi. Enver Paşa, 23 Ocak
1913’de darbe yaptığı zaman o da onunla birlikteydi.
486
Kasım 1908’de İstanbul’a gelen Rusya’d a yayınlanan
‘Ryetch Gazetesinin muhabiri Vladimir Jabotinsky de
Meclis-i Mebusan Reisi Ahmet Rıza ve Hariciye Nazırı
Tevfik Paşa ile görüşerek, Filistin’de Yahudi göçmenlere
konulan sınırlamanın kaldırılmasını istemişti.
İstanbul’da Filistine göç yasaklarının kaldırılma sı için
çalışan yabancı Siyonistlerden birisi de Dr. Jacobson’du.
Jacobson, İstanbul’d aki Anglo-Levanten Bankacılık
Anonim Şirketinin başkanıydı. Bu zat, Meşrutiyet’in ila
nından sonra, Osmanlı kamuoyunu kazanmak amacıyla
çıkan tüm Musevi gazetelerini ya satın aldı ya da paray
la desteklemeye başladı. Böylece, Fransızca yayın yapan
Aurore, Ladino El Tiempo ve İbranice Haevasser sütunla
rında Siyonizmi işlemeye başladılar. Dr. Jacobson, Celal
Nuri ile anlaşarak “Le Jeune Turc” Gazetesinde Siyonist-
lerin lehinde yayın yaptığı takdirde, bu gazeteyi parasal
yönden destekleyeceğini taahhüt etti.
Nisan 1909’da İstanbul’a gelen ve Osmanlı Meclis-i
Mebusan Reisi Ahmet Rıza ile görüşen İsrael Zangwill ise,
Filistin’de Yahudi Devleti kurulamayacağından bahisle, hiç
olmazsa Yahudilere Mezopotamya’nın verilmesini istemişti.
Ona göre, burası petrolü, tarım ve maden zenginlikleri itiba
riyle Musevilere yurt olmaya daha elverişli bir alandı.
Bu arada Emanuel Karasu, Nesim Ruso, Nesim
Mazliyah ve Behor Efendi gibi yerli Siyonist Yahudiler de
harekete geçmişler, Osmanlı politikacılarını etkilemeye
çalışıyorlardı. Bu amaçla Ruso ve Mazliyah, Ahmet Rıza,
Enver Paşa, Talat ve Nazım Beylerle görüştüler. İttihat
ve Terakki nin ağır topları olan bu kişiler, ülkeye Musevi
göçünün yararlı olacağı kanısındaydılar. Ahmet Rıza,
Meclis Başkanlığına seçilmesini tebrik için makamına ge
487
len Hayim Nahum’a Osmanlı Devletini oluşturan bütün
uluslar içinde bu özelliğinden dolayı Musevileri kardeş
saydıklarını belirtmişti.
Hahambaşı, aynı şekilde Sadrazama da bir nezaket
ziyaretinde bulundu. Hüseyin Hilmi Paşa da Nahum’a,
Osmanlı azınlıkları içinde soylu Yahudi Milletinin çalış
kanlığı, akıllılığı, bilgisi ve üstün becerisiyle sivrildikleri
ni belirterek, sadık Musevi ulusundan bundan sonra da
hükümet ve ülkeye yararlı hizmetler beklendiğini vurgu
ladı. Musevilerin Türkiye’ye yararlı olacakları inancıyla
Hüseyin Hilmi Paşa da yerleşim merkezi kurmak isteyen
Musevi göçmenlere karşı çıkmayacağını anlattı. Fakat,
yine de H. Hilmi Paşa, ülkeye yabancı müdahelesi olma
sından daha açık bir deyişle Rusya’nın ülkesini terkeden
Musevi vatandaşlarının Filistin’deki faaliyetlerine karış
masından korkmaktaydı. Bu tehlike bertaraf edildiği tak
dirde Musevi göçmenlerin ülkeye ve bilhassa Hâzineye
önemli katkıları olacağından emindi. Bu hava içersinde
Sadrazam, Filistindeki Museviler için konan yasaldan
kaldırmaktan çekinmedi. Önce, Filistine girişte Muse-
vilere verilen ‘Kırmızı Tezkere usulü kaldırıldı. Daha son
ra da Siyonistlerin toprak satın almaları serbest bırakıldı.
Jön Türklerden A. Bedevi Kurana göre, İttihatçılar ve
hükümet, Filistin’e Yahudi göçüne izni Mason localarının
etkisinde kalarak vermişti .
İttihat ve Terakki ricali ve bilhassa Suriye kumanda
nı Cemal Paşa, bölgedeki Siyonist faaliyetleri görmezden
gelerek, Arapların bağımsızlık düşüncesini bastırmak ga
yesiyle o camianın isyanına meydan vermişler, asıl yıllar
dan beri ayrılık gösteren Yahudilere, Masonluk tesiriyle
ilgisiz kalmışlardı.
488
Jön Türkler’in II. Abdülhamid’in Yasak Kararlanna
Dönmeleri:
489
daha da kızdırmıştı. Osmanlı Meclis-i Mebusanında Arap
asıllı mebuslar da Filistin'e Yahudi göçü sebebiyle İttihatçıları
ve hükümeti sert bir dille tenkid etmişlerdi.
Ayrıca Kudüs’deki Osmanlı Valisi Ekrem Bey’d en
Filistin’deki Yahudilerin hal ve hareketleri ile ilgili gelen
raporlar da olumsuzdu.
İşte bütün bu sebepler biraraya gelince, Hüseyin
Hilmi Paşa hükümeti 7 Ağustos 1909’da Filistine Yahudi
göçü serbestisini kaldırdı. Böylece Jön Türkler, II.
Abdülhamid’in ‘Kırmızı Tezkere’ usulüne tekrar dönü
yorlardı. Yahudilerin yeni rejim altında Filistine göç izni
nin iptali Siyonistleri üzdü. “Dünya Siyonist Teşkilatı”
Başkanı David WolfFsohn Kasım 1909’da İstanbula gelerek
Sadrazam H. Hilmi Paşa ve bir kısım nazırlarla görüşerek,
yasak kararlarının iptalini istedi ise de başarılı olamadı.
Bu gelişmeler üzerine Jön Türkler’in Siyonistlerle olan
bağları kopmuş, Yahudilere güvenilemeyeceği anlaşılmıştı.
Bu sebeble Jön Türkler, Siyonist Yahudilerden gelebilecek za
rarlara karşı ilk tedbirleri almaya başlamışlardı.
1908 Meşrutiyet Devrimi üzerine devletin emniyet
teşkilatı, Selanikli Yahudilerin, özellikle Karasu, Cavit,
Nesim Ruso, Metr Salem, Samuel İzisel gibilerin eline
geçmişti.
Talat Paşa, bu sakıncayı anlamış ve devlet emniyet teşki
latının Müslümanlara verilmesi gereğini duymuş, bu suretle
devlet emniyet teşkilatında yeni bir düzenlemeye gitmişti.
490
Meşrutiyetin ilanından sonra da aynı doğrultudaki faa
liyetlerini sürdürmekten geri kalmamıştı.
Emanuel Karasu, Filistin’e Yahudi göçünün serbest
bırakılma kararının alınmasında büyük rol oynamıştır.
Siyonist idealleri gerçekleştirmek uğrunda Jön
Türkleri etkilemeye çalışan E. Karasu’nun kendisi de
Filistin’le ilgili bir teşkilat kurmuştu. Şubat 1909’d a kur
duğu bu teşkilata “Osmanlı Göç Kumpanyası” adını
vermişti. “Osmanlı” deyimini kullanarak genelleme yap
ması, Yahudiler üzerindeki şüpheleri dağıtmak için ılımlı
bir davranış havası oluşturmak düşüncesinden kaynakla
nıyordu. Karasu’nun bu teşebbüsü, Filistin’deki Yahudiler
için politik otonomiye ilk adım olacaktı.
Karasu, Jön Türklerden Siyonizm lehine beklenen
desteği bulamamasına rağmen, İttihatçıların içinde kal
mayı başarmıştı. Karasu, Birinci Dünya Savaşında iaşe
müfettişi olmuş ve bu arada, büyük bir servet biriktir
miştir. 1919’d a İtalya’ya kaçmış, İtalya vatandaşı olarak
Trieste’ye yerleşmiştir.
İttihat ve Terakki Cemiyetinin Merkez Yönetim Kurulu
üyeliğinde bile bulunan Emanuel Karasu’nun bu cemiyet
içindeki rolüne hiçbir zaman iyi gözle bakılmamıştır. Onun
buradaki misyonunu kullanarak İtalyanlar, Arnavutlar ve
Balkan İttifakı Devleüerine istihbarat bilgileri sızdırıp, onlar
lehine casusluk yaptığından bile bahsedilmektedir.
Emanuel Karasu ve Siyonistler Türkiye aleyhine za
rarlı faaliyetlerini Balkan Savaşında da sürdürmüşler, bu
savaşta Osmanlınm yenilgisini kolaylaştırmışlardır.
Türkiye’nin Birinci Dünya Savaşına girmesi için çalı
şan Siyonist Yahudilerin, bu savaş sırasındaki faaliyetleri
491
de zararlı olmuştur. Emanuel Karasu, İttihat ve Terakki
içinde kalmaya devam ederek, bu fırsattan istifade ile
yabancılara istihbarat bilgileri sızdırmanın yanısıra harp
vurgunculuğuyla da zengin olmuştur.
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Türkiye’yi terkeden
Emanuel Karasu, Filistin’de bir Yahudi Devleti kurulma
sı için yurt dışında da boş durmamış, ‘Journal d’Orient’
gazetesine yazdığı bir makalede, Türkiye’deki Yahudilerin
de ‘Wilson Prensiplerinden faydalanarak bir “Yahudi
Hükümeti” kurmalarını savunmuştur.
492
Türkiye’nin mağlup edilmesi için çalıştı. Siyonist Yahudiler
İngilizlere politik destek, silah ve para yardımında bulunduk
ları gibi, askeri yardımlarda da bulundular.
Birinci Dünya Savaşı boyunca Filistinde Siyonistler ade
ta gizli bir hükümet kurmuşlardı. Bu gizli hükümet, bütün
imkânlarını kullanarak İngilizler hesabına casusluk yapmıştı.
Bu durumdan rahatsız olan Osmanlı hükümeti, düşman
la işbirliği yaptığı için Doğu Anadolu’dan Ermenileri tehcir
ettiği gibi, Filistin’den de Yahudileri tehcir etti. Tehcirlerin
bir sebebi de Filistinm Yahudi casusların yuvası olması idi.
Filistinden toplanan Yahudiler hiçbirinin burnu bile kana
madan İskenderiye’ye (Mısır) götürüldüler.
Tehcir edilen Yahudiler İskenderiye’de de boş durma
dı. Bu şehir İngilizlerin işgalindeydi. İngilizlerle işbirliği
yapan Siyonistler, burada adına “Siyon Katır Alayı” deni
len bir askeri birlik kurup, Çanakkale Cephesinde İngiliz
Albayı Patterson’un komutasında Türkler’e karşı savaştılar.
Siyonistlerin İngilizlere daha geniş askeri yardımı,
Filistin cephesinde oldu. Bu cephede en büyük hizmeti
Rusyalı Siyonistlerden Vladimir Jabotinsky yapmıştır.
Hatırlanacağı gibi bu Siyonist, Meşrutiyet ilanını mütea
kip Filistini istemek için İstanbula gelmiş, Jön Türkler ve
hükümet nezdinde temaslarda bulunmuştu.
Vladimir Jabotinsky, Rusya, Amerika, Fransa,
İngiltere ve İtalya’d an topladığı gönüllülerden oluşan üç
taburluk “Yahudi Alayı” adıyla anılan 5000 kişilik bir
Yahudi gönüllüler ordusunu 1916’d a kurmuş, adı ge
çen alay Şubat 1918’de Filistine gelerek İngiliz Generali
Allenby’in emrine girerek Türklere karşı savaşmıştı.
Birinci Dünya Savaşı sonunda Filistin, İngilizler
493
tarafından işgal edilmiş ve burası savaş sonunda İtilaf
Devletleri arasında yapılan andlaşmalar ve ‘Milletler
Cemiyetinin onayı ile Siyonistlerin istekleri doğrultu
sunda İngiliz manda idaresine verilmiştir.
494
KAYNAKLAR
495
12- Mark Amaru Pinkham, “The Return O f The Serpents
Of Wisdom” Published by Adventures Unlimited
Press, 1997.
13- Nesta H. Webster, “Secret Societies and Subversive
Movements” (Ninth Edition) Christian Book Club
Of America, 1924
14- Burhan Oğuz, “TürkHalkDüşüncesi ve Hareketlerinin
Îdeoloj ik Kökenleri-1” Simurg Kitapçılık ve Yayıncılık
Ltd. Şti, İstanbul, Haziran 1997.
15- Şinasi Gündüz, “Mitoloji ile İnanç Arasında” Etüt
Yayınları, Kasım 1998.
16- James B. Whisker, “Gnostic Origins Of Alfred
Rosenberg’s Thought” Journal of Historical Review
(Institute for Histo-rical Review) -internet.
17- Haşişiler, İslamda Ezoterik Bir Örgüt Örneği.
Derleyen: Thomas. Underground Streams sitesinden
alınmıştır. -İnternet.
18- Prof. Dr. Bernard Lewis, “Haşişiler” Sebil Yayınevi,
İst. 1995.
19- Juan Maler, “Die Sieben Saeulen der Holle,” Buenos
Aires 1974.
20- Christopher Knight & Robert Lomas, “The Second
Messiah” (Templars, The Turin Shroud & The Great
Secret of Freemasonry) Arrow Books Limited, 1998.
21- Christopher Knight & Robert Lomas, “'Tie Book Of
Hiram” (Freemasonry, Venüs and The Secret Key to
the Life of Jesus) Published by Century in 2003.
22- R. Henry (Alder) “The Battle Of The Trees” Freedom
House, Crete, 1995.
4%
23- Şinasi Gündüz, “Sabiiler-Son Gnostikler,” Vadi
Yayınları, 2. Basım Eylül 1999.
24- Felix Franz Egon Lützeier, “Hinter den Kulissen der
Welt-geschichte” (Zweiter Band) Verlag für ganzheit
liche Forschung und Kultur, 1986.
25- Titus Burckhardt, “Astroloji ve Simya” Verha
Yayınları, İstanbul, Eylül 1999.
26- Gül-Haç Örgütünün İslami Menşei Yazan: Emile
Dantinne (Sar Hieronymus) www.hermetics.org.
27- Özbek-Ullmann, “İslam Açısından Sihir-Maji,” İz
Yayıncılık, İstanbul, 1994.
28- Vicomte Leon de Poncins “Freemasonry and the
Vatican” (1968) Liberty Bell Publications.
29- W. B. Crow, “Büyünün, Cadılığın ve Okültizmin
Tarihi” Dharma Yayınları, Şubat 2002,1. Basım.
30- Eric Steven Yudelove, “Tao ve Hayat Ağacı” Dharma
Yayınları, Ocak 2001,1. Basım.
31- Yusuf Besalel, “Yahudilik Ansiklopedisi” Cilt: 2,
Gözlem Gazetecilik Basın ve Yayın A.Ş, Birinci Baskı:
Ekim 2001.
32- Burhan Oğuz, “Türk ve Yahudi Kültürlerine Bir
Mukayeseli Bakış” 1. Cilt, İstanbul, 1992.
33- Burhan Oğuz, “Türk ve Yahudi Kültürlerine Bir
Mukayeseli Bakış” 2. Cilt, İstanbul, 1992.
34- Yesevizade, “Yahudilik ve Dönmeler” Araştırma
Yayınları (Baskı tarihi belirtilmemiş).
35- www .antiqillum .com /texts/tl/tim elinem ainindex.
htm (Timeline of the authentic tradition-the founda
tion stone of the Antiquities of the Illuminati. (1741 -
1755).
497 '
36- Harun Yahya, “Yeni Masonik Düzen” (Dünyanın
500 Yıllık Gerçek Tarihi ve Dünya Düzeninin Gizli
Yöneticileri) İstanbul, Şubat 1996, Vural Yayıncılık.
37- Prof. Dr. Şener Üşümezsoy, “Türk Jeostratejisi” İleri
Yayınları, Nisan 2004.
38- William Guy Can, “Pawns in The Game,” Omni/
Christian Book Club, USA, 1958.
39- Jüri Lina, “Under The Sign Of The Scorpion” Referent
Publishing, Stockholm 1998.
40- Felix Franz Egon Lützeier, “Hinter den Kulissen der
Welt-geschichte” (Band 3) Verlag für ganzheitliche
Forschung und Kultur, 1986.
41- Wolfgang Eggert, “Israels Geheim Vatikan” (Band 1)
Beim Propheten Verlag, München, 2001.
42- Ş. Teoman Durah, “Çağdaş Küreselleştirilen İngiliz-
Yahudi Medeniyeti,” Dergah Yayınları, Birinci Baskı:
Kasım 2000.
43- Süleyman Kocabaş, “Osmanlı İhtilallerinde Yabancı
Parmağı” Vatan Yayınları, 1993, İstanbul.
44- Doç. Dr. Yaşar Kutluay, “Siyonizm ve Türkiye” Akçağ
Yayınları, Ankara, 1973.
45- Modern Okültizmde Öncü Akımlar. Hazırlayan:
Kemal Menemencioğlu (www.hermetics.org).
46- Paul Dumont, “Osmanlıcılık, Ulusçu Akımlar ve
Masonluk” Yapı Kredi Yayınları, 1. Baskı, Ekim 2000,
İstanbul.
47- Angelo lacovella, “Gönye ve Hilal” (İttihad-Terakki
ve Masonluk) Tarih Vakfı Yurt Yayınları 56, İstanbul,
Nisan 1998.
498
48- Wolfgang Eggert, “Israels Geheim Vatikan” (Band 2)
Beim Propheten Verlag, München, 2001.
49- Süleyman Kocabaş, “Kendi İtiraflarıyla Jön Türkler
Nerede Yanıldı?” (1890-1918) Vatan Yayınları,
Ağustos 1991.
50- Rıfat N. Bali, “Musa’nın Evlatları, Cumhuriyetin
Yurttaşları,” İletişim Yayınları, 3. Baskı 2003,
İstanbul.
51- Rudolf Von Sebottendorf, “Bevor Hitler Kam”
(Urkundliches aus der Frühzeit der nationalsozia
listischen Bewegung) 1. Auflage, Deukula-Verlag,
Grassinger&Co. München 2 NW, 1933 (Faksimile-
Dokumentation) .
499