Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 85

TÜRK EDEBİYATI

AYLIK FİKİR VE SANAT DERGİSİ


HAZİRAN 2020 - YIL: 48 - sayı: 560 - FİYATI: 17 TL


Kurucusu ABONE ŞARTLARI
AHMET KABAKLI
Yurtiçi-Yıllık: 180 TL
Türk Edebiyatı Vakfı İktisadi İşletmesi Adına Sahibi
Öğretmen-Öğrenci: 150 TL
SERHAT KABAKLI
Yurtdışı-Yıllık: 50 EURO
Genel Yayın Yönetmeni Yıllık/Kurum: 260 TL
BAHTİYAR ASLAN
bahtiyar.aslan@hotmail.com 6 aylık abone bedeli yıllık ücretin yarısıdır.

Türk Edebiyatı Vakfı Posta Çeki: 124540


Yayın Kurulu
İSA KOCAKAPLAN, MUHARREM DAYANÇ, Vakıflar Bankası Beyazıt Şubesi - İstanbul:
IBAN TR 63 0001 5001 5800 7268 2473 17
MUHAMMED HÜKÜM, İMDAT AVŞAR,
İBRAHİM ÖZTÜRKÇÜ, BEYHAN KANTER
T.C. Ziraat Bankası Cağaloğlu Şubesi - İstanbul:
IBAN TR 98 0001 0008 8929 0335 5350 01
Yazı İşleri Müdürü
ERHAN GENÇ Yurtdışındaki okuyucularımız abone bedellerini
erhangncc@gmail.com T.C. Ziraat Bankası İstanbul Cağaloğlu Şubesi,
Türk Edebiyatı Vakfı İktisadî İşletmesi,
Şube Kodu: 889
Grafik ve Düzenleme
IBAN TR 44 0001 0008 8929 0335 5350 03
ATİLLA CEYLAN
numaralı Avro hesabına yatırabilirler.
atillaceylan34@yandex.com
Dergiye yazılar elektronik posta yoluyla gönderillir.
Abone ve Satış Sorumlusu Yayımlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
HALİT BAYKAL Yayın Kurulu dergiye girecek yazılarda gerekli gördüğü
düzeltme ve değişiklikleri yapabilir.
Yönetim Yeri
© Türk Edebiyatı dergisinde yayımlanan yazı,
TÜRK EDEBİYATI VAKFI şiir ve fotoğraflar izin alınmadan iktibas edilemez.
Divanyolu Cad. No: 14 34122 Derginin bütün sayılarında yer alan yazı ve şiirlerin dijital
Sultanahmet-İstanbul ortamda yayımlanma hakkı Türk Edebiyatı’na aittir.
Tel: 0.212 527 50 32 – 526 16 15
Faks: 0.212 513 77 49 Baskı ve Cilt
www.turkedebiyati.com.tr ŞENYILDIZ MATBAACILIK
San. ve Tic. Ltd. Şti
tedev30@gmail.com
Gümüşsuyu Caddesi Işık Sanayi Sitesi
tedev@turkedebiyati.com.tr No: 19/C 102 Topkapı-İstanbul
Yazışma Adresi PK 2, Tel: 0.212 483 47 91 (Pbx)
Sirkeci / İstanbul Sertifika No: 45097

Yayın Türü: Yerel Süreli - Yayın Kodu: ISSN 1302-1893


4
İÇİNDEKİLER halka şeker
Âlİm kahraman

 7
KAYIP BAHAR NERGİSİ
İMDAT AVŞAR

12
FERHAT
KÂMİL UĞURLU
RÜYADIR GÖRDÜĞÜM
ÖZNUR GÜZEL

13
BALAT
MİMAR SİNAN ALBAYRAK

14
TÜRK DÜNYASININ BÜYÜK YAZARI:
CAFER CABBARLI - I
SELAHADDİN HALİLOV

20
SEZÂİ VE MUSURUS PAŞA’DAN HAREKETLE
TANZİMAT’IN İZZET-İ NEFSİNE YOLCULUK
MUHARREM DAYANÇ

58
NASIL YAZAR OLDULAR?
HANDAN ACAR YILDIZ:
AKVARYUMUN İÇİNDEKİ
ÇÖPÇÜ BALIĞI GİBİYİM
KONUŞANLAR: ERHAN GENÇ - CAN YALÇIN
27 53
MUHADDİS BİR HATTAT: BALKANLARDA TÜRÇENİN
AHMED FERİD EFENDİ SÜTUNLARINDAN BİRİ DAHA DEVRİLDİ:
TALİP MERT
FAHRİ KAYA’NIN ARDINDAN
SEYHAN MURTEZAN İBRAHİMİ

64
EDEBÎ METNİN EĞİTİCİLİĞİ
NEREDE BAŞLAR?
MAHMUT BABACAN

68
30 BİR KAÇIŞ, BİR ARAYIŞ, BİR BELİRSİZLİK
DOĞUM YIL DÖNÜMÜNDE TAMER SAĞCAN

TARIK DURSUN K.’NIN SARI DEFTERİ’NDEN 73


TAŞAN İKİ HİKÂYESİ - I BUGÜN YARINDAYIM
ÖZLEM FEDAİ SEMİH DİRİ

32
ARKADAŞIM FAHRİ...
TARIK DURSUN K.

37 76
ERGUN GÖZE VE BABASI AHMET GÖZE’NİN KİTAPLIK
MEKTUPLAŞMASI ❯ İHANETLE SADAKAT ARASINDA JAMES WİLLİAM REDHOUSE
ZEYNEP ULUANT ❯ GERÇEĞİN ORTASINDA
❯ ÇOCUKÇA BİR DİRENİŞ
❯ PARMAK HESABIYLA İKİ KİŞİ
❯ SCHRÖDİNGER’İN PAPAĞANI

46 81
ALMANYA’DA MÜSLÜMANLARIN AJANDA
❯ SİNEMA: the platform
VE CAMİLERİN TARİHİ - I ❯ TİYATRO: aşk, her daİm...
AHMET ÖZDEMİR ❯ SERGİ: SANAT EVE SIĞAR -2
HALKA ŞEKER
âLİM KAHRAMAN


AYTEKİN ÖĞRETMEN, TEMİZ VE BAKIMLIYDI. BİR NUMUNEYDİ GÖZÜMÜZDE. BENDE, KULLANDIĞI
TÜTÜN KOLONYASININ KOKUSUYLA YAŞADI YILLARCA. YAKINIMIZA YAKLAŞTIĞINDA HAFİF BİR
ESİNTİ OLARAK GELİRDİ BURNUMUZA. ÇOK SEVERDİM BU KOKUYU

aş bir binaydı okulumuz. Tek dersliği vardı. rın. Biz çocuklar da oralarda bir yerlerdeydik.

T Birler, ikiler, üçler aynı anda girerdik ora-


ya. Ders birlere mi, diğer iki sınıfa, sessizce
çalışın, derdi öğretmenimiz Mehmet Aytekin.
Pişenlerden taze taze payımızı almak için. Ba-
zan içi çökelekli otlu pideler olurdu. Ispanak yok
değildi. Fakat annem, mevsiminde, ebegümeci,
Dikdörtgen, genişçe bir giriş önce. Sağda ise gicirgen, gibi otlar da toplardı. Ebegümeci için,
ayrı bir kapı; bir hol, bir oda. Öğretmenimiz otu- her derde deva, derdi. Evde yemeğini de yapardı.
rurdu orada da. Uşaklıydı. Sevecen ve otoriter! Fatma Yengeyle Aytekin öğretmenin çocukla-
Bir süre sonra alıştık, hanımına da Fatma Yenge rı yoktu. Kadınlar çabucak öğrendiler; olmuyor-
demeye başladık. O da yarı öğretmenimiz gibiydi. muş! Kadın konuşmalarının da içinde olduğumuz
Köye gelen öğretmenler hemen benimsenirdi yaşlardı. Arada lafa karışmazsak, bizi unuturlar-
öğrenciler tarafından. dı konuşurken. Biz de herkesten önce haberdar
Bir süre sonra büyükler de kaynaşır, dost- olurduk böylesi sırlardan. O anda kendimizi ha-
luklar kurulurdu aralarında. Hepimize yakındı tırlatırsak, hemen oradan uzaklaştırılırdık. Laf mı
Aytekin öğretmen fakat Kader Ali Amcaya daha dinliyorsun sen, git biraz oyna, diye azarlanırdık.
yakın. Ne yapıyorsun, Kader?, diye çıkar gelirdi Fatma Yenge fazla ekmek yapmazdı. Yumu-
zaman zaman onun evine. şacık pideler yapardı daha çok. Fırın önünde da-
Annem daha çok Fatma Yengeyle görüşürdü. ğıtmak için. Büyüklere de ikram edilirdi. Fakat o,
Evimizin önünde bir fırın vardı, Hacı Arif dede özellikle çocukları toplar, büyük parçalar hâlinde
zamanından kalan. Mahalleli ekmeğini orada pi- aramızda pay ederdi (çocuklarla emzikli kadınların
şirirdi. Fatma Yenge de gelmeye başladı. Ekmek- önceliği vardı böyle durumlarda; sütü çekilmesin,
ler pişesiye fırın önü sohbetleri olurdu kadınla- denirdi onlara; bir yeriniz şişmesin, derlerdi bize

4 TÜRK EDEBİYATI HAZİRAN 2020


HİKÂYE 560
de). Verirken meh sana, meh sana, meh sana, der- ben! Gidip öğretmene haber verelim, diyordum
di, geldiği Uşak yöresinin ağzını kullanarak. Uşak’a anneme. Benim telaşım ona da geçti. Ertesi günü
çok uzak sayılmazdık, fakat bizde böyle söylen- beklemeden (o gün okulda bir prova da yapılacak
mezdi. Önce biraz yadırgadık, sonra alıştık! mıydı, şimdi hatırlamıyorum) gece gece yola ko-
Okula başlamamda da rolü oldu Fatma Yenge- yulduk. Okul, evimize uzak değildi. Kapıyı çaldık.
nin. İkide bir anneme yalvarıyordum, beni okula Annem Fatma Yenge’ye geliş sebebimizi anlatı-
gönder, diye. Henüz altı yaşındaydım, annemin yordu ayaküstü, bu saatte rahatsız ettiğimiz için
elinden ne gelir! Bir gün yine başının etini yi- özür diliyordu. İçerden Aytekin öğretmenimin sesi
yordum okul diye. Fırının önündeki Fatma Yenge duyuldu. Asiye Hanım buyurun, buyurun, diyordu.
duymuş sesimi. Asiye Abla, niye yalvartıp duru- Bayram törenlerine büyüklerimiz de gelirdi.
yorsun çocuğu, ağabeyinin eski karalığını biraz Bizleri dinleyip keyiflenmek, okuyup adam ola-
küçült, onu giyip gitsin, dedi (köyde, giydiğimiz cağımız hayaliyle gururlanmak için.
siyah önlüklere karalık, denirdi renginden dolayı). 1963 veya 64 yılı olmalı. O sene Kurban Bay-
Annem, nasıl olacak, alır mı ki öğretmen, dedi. ramının birinci günü 23 Nisan’a denk gelmişti.
Okula başlamam böyle oldu. Fatma Yen- Büyükler, onca telaşları arasında, yine de okula
ge’nin araya girip öğretmene söylemesiyle! kadar uzanmaya fırsat buldular. Kurban önlük-
Bazı yakın evlere, eşiyle gece oturmasına da ge- leriyle! Kolları dirseklerine kadar sıvalı olarak.
lirdi öğretmenimiz. Onları bizlerden birinin evinde Bazıları ellerindeki bıçakları bile bırakmamışlar-
görmek, nadir ve kıymetli durumlardı hepimiz için. dı. Dönüp işlerine devam edeceklerdi.
Bir iki komşu daha o evde toplanılırdı o akşam. Bü- Önce Aytekin öğretmen geldi, küçük tören
yükler kahvelerini içerken sohbet koyulaşırdı. alanındaki kürsüye. Burcu burcu tarih, fedakarlık
Bize de bekleriz, derlerdi onlar evlerine dö- ve yiğitlik kokuyordu konuşması. Sakarya Mey-
nerken; inşallah, inşallah denir fakat fazla gidil- dan Savaşı’ndan bahsederken şehitlerin kanıyla
mezdi. En başta evleri müsait değildi buna. Sonra kıpkırmızı akan derelerden, nehirlerden bahsetti.
gece çalışması da oluyormuş öğretmenimizin. Ki- (şehitlerin kanıyla, kesilen kurbanların kanı ara-
tap okumak, ertesi günkü dersini hazırlamak gibi. sında bir bağ da kurmuştu) Hem kendisi duygu-
Öğretmenlik, evde de devam eden bir meslekti. landı hem de dinleyenler. Bir eliyle gözlerindeki
Fakat bir gece annemle biz bu kuralı bozmak yaşı silenler vardı büyükler arasında. (En yüksek
zorunda kaldık. sesimle ben de şiirimi okudum o gün. Fakat be-
Hep gündüz gördüğüm okuluma belki de ilk şinci sınıftan bir ağabeyin okuduğu dizeler kaldı
gece ziyaretimdi bu. aklımda: Ey mavi göklerin beyaz ve kızıl süsü/ Kız
Annemin elinden tutmuştum, bir elimde de kardeşimin gelinliği, şehidimin son örtüsü...)
fener. Yavaş gidiyoruz gibi geliyordu bana, acele ***
ediyordum. Resmî bayramlardan birinin hemen Aytekin öğretmen, temiz ve bakımlıydı. Bir
öncesindeydik. O sene ilk defa bir törende ben numuneydi gözümüzde. Bende, kullandığı tütün
de topluluk önüne çıkacak bir şiir okuyacaktım. kolonyasının kokusuyla yaşadı yıllarca. Yakını-
Öğretmen, bir kâğıda el yazısıyla düzgünce ya- mıza yaklaştığında hafif bir esinti olarak gelirdi
zıp vermişti, ezberlemem için: Ben bir küçük as- burnumuza. Çok severdim bu kokuyu. Bir gün
kerim, diye başlıyordu o şiir. bahçeye çıkarıp diş fırçalamayı öğretti bize. Uy-
Çok sevinçli ve heyecanlıydım. gulamalı olarak. Ceketini çıkarmış, temiz beyaz
O akşam günlük derslerimi çabucak hazırlayıp gömleğinin kollarını geriye kıvırmıştı. Omuzun-
ezberime dönmek istiyordum. Öyle de yaptım, fa- da da havlusu! Unutamam.
kat ezber kâğıdım ortada yoktu. Annemle arama- Yeri geldi bir gün de Uşak Şeker Fabrikasını
dık yer bırakmadık; yoktu! Ne yapacaktım şimdi anlattı. Fabrikayı gezmiş birisi olarak! Hepimiz

HAZİRAN 2020 TÜRK EDEBİYATI


5
560 HİKÂYE

pür dikkat dinliyorduk. Hiç unutmam; fabrika- pardı? İçine, bizler için kendi aldıklarından da mı
nın içinde, imalat bölümünde, ilk ağıza çıkan koyardı?) Öğretmen, aralıklarla birer sırayı arkaya
tepeleme şeker yığınlarıdan söz etmişti. döndürür, gruplar oluştururdu. Her grup için kap-
Tatlıya boğulmuş bugünün insanı nasıl an- lara bolca konulurdu o karışımlardan. Neşeyle kı-
lasın bizim o günkü duygularımızı! Nadirattan tır kıtır, kütür kütür yenilirdi. Öğretmen oralarda
bir şeydi hayatımızda şeker. Çay ve kahveyle olurdu. (Öğretmenim siz de alın, derdik, kendi pa-
beraber misafir için saklanırdı evlerde, tutum- yımızı uzatarak. O da katılırdı bize, farklı kaplar-
lu harcanırdı. Kahvaltımız tarhana çorbasıydı. dan azar azar alarak). Kimse taşkınlık yapmazdı.
Yalvar yakar bir yumurta koparırsak anneleri- Mehmet Aytekin öğretmenin Uşak Şeker
mizden gider Mevlüt Ağabeyin dükkânından bir Fabrikası’nı anlattığı gün, bir arkadaşımız par-
avuç halka şeker alırdık. Renk renk. Hemen yiyip mak kaldırarak bir soru sordu: Öğretmenim,
bitirmeye kıyamazdık. Birkaçını kıtır kıtır yedik- şeker yemek serbest mi orada, diye. Bu hepimi-
ten sonra, geriye kalanları ara ara ağzımıza atar zin aklındaki soruydu. Evet, dedi öğretmenimiz,
yavaş yavaş eritirdik (halkalı şekerin aslı kaba fabrikayı gezenler avucuyla istediği kadar alıp
şeker, uzun sürmezdi ağızda erimesi). Pazardan yiyebiliyor, fakat oradan eve götüremiyorsun!
leblebi şeker gelmesi zenginlik alametiydi. Hayal gibi bir şeydi bizim için. Unutamamam.
Bayramlarda doyardık şekere. El öpmeye gittiği- ***
miz yerlerde (bazı yakınlarımız dışında) para veren Fatma Yenge, çocukları olmadığından mı bilin-
olmazdı, genelde şeker verilirdi. Tek istisna Derviş mez, bizleri çok severdi. O sene Kurban Bayramında
Yunus Amcaydı. Evi köyün en yukarılarında, Çak- kestikleri koçun kelle ve ayaklarını demirle dağla-
mak Derenin öte yakasında! Bayramlarda para ve- mış, güzel bir yemek yapmış koca bir tencerede. Biz
rirdi, hem de sadece yakın akraba çocuklarına değil, çocuklara haber verdi, dördüncü gün davetlimsiniz
kim gelirse, hepsine! Çocuklar arasında hemen du- diye. Gelebilenler geldi. Büyük bir sofra açtı hole.
yulurdu bu. Üşenmez, onca yolu göze alırdık Yunus Başlangıçta öğretmenimizin evinde yemek yemenin
Amca’nın elini öpmek için! Odaönüne varınca görü- çekingenliği vardı, anaç tavırlarıyla onu üzerimizden
nürdü o taraf: Bayram giysileri içindeki çocukların aldı. Hepimizi bir güzel doyurdu. Nasıl unuturum!
karıncalar gibi bayır yukarı çıktıkları! Para bitecek ***
diye heyecanlanır, biraz daha açardık adımlarımızı. Tütün kolonyasının kokusu hayatımızdan çekileli
(Fakat Yunus Amca’nın beş kuruşları bitmezdi. Elin- çok oldu. Bir yerlerde duyduğumda hep öğretmeni-
deki kesede herkese yetecek kadar hazır olurdu). mi hatırladım yıllarca. Burnumun direği sızladı.
Yılda bir defa da Yerli Malı Haftası kutlanırdı. Aytekin öğretmende iki-üç yıl okuyabildim. Ta-
O hafta öğretmen ülkemizin zenginliklerinden, yini çıktı gitti (bir öğretmen ayrılsa sınıfça gözyaşı
Sümerbank’ın kuruluşundan, fabrikalarımızdan dökerdik, onu uğurlamak daha zor oldu bizim için).
falan bahsederdi önce. Fakat o günü unutulmaz Aradan yıllar geçti. Manisa Lisesi’nde öğrenciydim,
kılan, yerli ürünlerimizle yapılan kutlama olurdu. bir yaz, Kula’da gördüm öğretmenimi. Kulanın pa-
O sabah, annelerimizin bizler için hazırladıklarıyla zarıydı o gün. Kim bilir hangi sebeple işi düşmüş
tutardık okulun yolunu. Herkesin aklı kendi ge- gelmişti Uşak’tan. Görür görmez tanıdı beni. İs-
tirdiğinden çok arkadaşlarının ne getireceğinde mimle seslendi. Elini öptüm. Emekli olmuş. Benim
olurdu: Meyve kuruları (kak derdik biz bunlara), eğitimimi sürdürdüğümü öğrenince memnun oldu,
kuru üzüm, leblebi (leblebi şeker getiren de olur- gülümsedi. O zaman fark ettim; bir dişi eksikti. Bir
du), fıstık, patlamış mısır, kestane, halka şeker tas kaynar su döküldü tepemden. O belki farkında
(daha neler neler), iğde, badem içi, ceviz... Hepsi bile değildi; içimden geçenlerin; kırılıp dökülenlerin.
büyük bir kabın içinde birbirine karıştırılırdı önce Tekrar elini öptüm.
(bu işleri bir-iki öğrenciyle Fatma Yenge mi ya- Ayrıldık. ❮

6 TÜRK EDEBİYATI HAZİRAN 2020


KAYIP BAHAR NERGİSİ
İMDAT AVŞAR


SERT BİR METAL, KÖKLERİMİZİ BİÇEREK İNİYOR SOĞANLARIMIZA DOĞRU. NİNEMLE BENİM KÖKLERİMİZİN
SAÇAKLARI KESİLİYOR, KÜREĞİN SOĞUK DEMİRİ SOĞANLARIMIZI YALAYIP GEÇİYOR. SONRA TOPRAĞIMIZIN
SARSILARAK TERS ÇEVRİLDİĞİNİ GÖRÜYORUM. SÜRGÜN DEĞİL, BİR NERGİS KIRGINI BU!

ir mağarada annem uykudayken doğdum mışım, akrabalarımızı da görebilirmişim. Ama la-

B ben. Karanlık her yer… Yeryüzündeki ka-


ranlığa benzemiyor hiç. Ne ay, ne bir yıl-
dız… Annemin gövdesinden birazcık aralandım
leler, sümbüller, nevruzlar ve çiğdemler Ninemin
“cennet” dediği o yaylada kalmışlar. Biz burada
sürgündeymişiz. Ne demekse sürgün!
doğarken ve onun köklerine tutunarak, büyüyo- Ninemler her bahar, daha karlar erir erimez
rum aylardır… yeryüzüne çıkar, akrabalarıyla birlikte o yaylayı
İki kardeşim daha var, annemin arkasında bin bir renge boyayıp cennete çevirirlermiş. Ni-
onlar, karanlıkta göremiyorum. Belki bana ben- neme: “Madem yeryüzüne çıkınca o kadar renk-
ziyor onlar da… Ben en küçükleriyim ve karan- li, güzel oluyoruz; o hâlde biz çiçekler neden bu
lıktan çok korktuğum için hemen yanımdaki Ni- karanlık zindanda bekliyoruz?” diyorum. Ninem
nemin köklerine sarılıyorum. Hiç görmesem de ah çekiyor: “Buzu terleten bir aşk ateşi vardır
Ninemin anlattığı masallardan öğrendim yeryü- biz nergislerin özünde… Bir cemreyle, tenimize
zünü. “Işıklı dünya”, diyor ninem. Işığın ne oldu- aşk ateşi düşünce bu karanlığı yara yara çıkarız
ğunu bilmiyorum henüz. Gökyüzü, güneş, bulut, gün yüzüne. Ama unutma kızım, güzellik başa
yağmur, rüzgâr; kelebekler, kuşlar, arılar… Bir de beladır. Güzelliktir bizi yurdumuzdan eden.” di-
insanoğlu! Nedense “insanoğlu” dediğinde so- yor ve daha önce hiç anlatmadığı hazin bir göç
ğanı büzülüyor, bedeni titriyor, kökleri geriliyor, hikâyesine başlıyor. Ben bütün köklerimi nine-
garip bir şekle büründüğünü hissediyorum Ni- min köklerine dolayıp korkuyla dinliyorum:
nemin. Dediğine göre yeryüzüne çıkınca ben de “… Toprağa yenice düşmüştü cemre. Çiğdem-
görecekmişim bütün bunları… Yaylada doğsay- ler, zambaklar, nevruzlar, laleler, sümbüller, karde-

HAZİRAN 2020 TÜRK EDEBİYATI


7
560 HİKÂYE

lenler bir yarışa girmiştik. Üstümüzdeki toprağa anlamamışlardı. Korkuyla birbirimize bakıyor-
değen baharın ılık nefesi sabrımızı tüketiyordu. duk. Her bahar bizi karşılayan ve şen şarkılar
Eriyen karların gevşettiği toprağı yara yara ba- söyleyen arılar, böcekler telaşla uçuşarak dağıl-
şımızı güneşe uzatıyorduk. Eriyen kar suları da dılar. Ahhh! Sevgili yavrum… O an uçabilmeyi
üstümüzdeki toprağı sürükleyip yardım ediyordu ne çok isterdim. O gün köklerimin toprağa bağlı
bize. Ben, annem, babam, kardeşlerim diğer akra- oluşuna ilk kez isyan ettim. Bütün mahalle ar-
balar… hep birlikte itiyorduk başımızın üstündeki tık bir kamyonun kasasında sürgüne gidiyorduk.
toprağı. Bir sabah karanlıkta rengi iyice solmuş Kepçenin ağzındayken, son kez baktım yaylaya.
kollarımın üşüdüğünü hissettim. Kollarımı açtı- O yeşillik, o rengarenk dünya hâlâ gözlerimin
ğımda pırıl pırıl yanan güneşi yeniden gördüm. önünden gitmiyor. Her bahar ışığa çıktığımda o
Sonra hep birlikte etrafı seyre daldık. Nevruzlar ve yaylayı arıyor gözlerim…”
çiğdemler bizden önce çıkmışlar hatta kızıl, mor Sürgün olmak, ait olduğun topraktan ko-
çiçekleriyle yaylayı süslemeye başlamışlardı…” parılmak mıydı? Neden biz de kuşlar, arılar gibi
Bu karanlığın perdesini yırtmak istiyorum. O uçamıyor, insana kolayca teslim oluyorduk?
renk cümbüşüne katılmak, toprağı ve üstümüz- Bunca güzellikler sunduğumuz insanlar, niye
deki buz tabakasını delip başımı güneşe uzat- bizi sürgün ediyorlardı? Biz güzelliğimizin kur-
mak… Ninemin sesi kedere batıyor sanki… Beni banı mıydık?
saran köklerinin titrediğini, bedeninin soğudu- Ninem bu sürgün hikayesine devam ediyordu:
ğunu duyuyorum: “… Sonra bizi bir apartmanın bahçesine ge-
“… Sonra daha önce duymadığımız bir gürül- tirdiler, bu evler, çobanların ve yazın yaylaya gö-
tü başladı. Yılın büyük bölümünde yerin altında çen obaların çadırlarına hiç benzemiyordu… Bizi
yaşasak da o yayladaki bütün sesleri tanıyorduk. bir bahçeye yerleştirdiler. Çiğdemler ve nevruz-
Rüzgârın, suyun, kuşların, çobanların sesine aşi- lar yaylanın hasretine dayanamadılar, o bahar
naydık. Biraz gök gürültüsüne benziyordu bu tomurcuklarının kılıfını dahi yarmadan, çiçekle-
ses. Ama gök gürlediğinde, o korkunç ses ku- rini açamadan solup gittiler, onları bir daha hiç
laklarımızda bir süre uğuldar ve homurdanarak göremedim…”
uzaklaşır, kaybolurdu. Üstelik o sesten sonra da- “Solmak ne demek nine”, diyorum, sesimi iyi-
marlarımıza su yürüten yağmur başlardı. Bu ses ce kısarak. “Mevsimsiz ölmek.” diyor Ninem. Sesi
hiç kesilmeden, aralıksız devam ediyordu. Arada toprağın derinliklerinde yankılanıyor. Anlamıyo-
bir insan sesleri geliyordu. Ama çiçeklendiğimiz- rum. Ben henüz görmedim mevsimleri. “Diriliş
de bizi seven, okşayan çobanların sesine benze- mevsiminde ölmek.” diye ekliyor Ninem. “Uyumak
miyordu bu sesler…” ve sonraki baharda yeniden uyanmamak… Yalan-
Köklerimi biraz daha yukarı çekip Ninemin cı bir soluşumuz vardır bizim. Sonbaharda yap-
soğanına doladım. Ona daha yakın olmak is- raklarımızı güneşe kurban edip çekiliriz karanlığa
tiyordum. Öyle sıkı sarılmıştım ki… Korkudan, ve her bahar çoğalarak yeniden gelir, süsleriz ışıklı
derinlerdeki köklerim topraktan sıyrılıp yukarı dünyayı... Ama vakitsiz solduğumuzda ne tohum
doğru çıkıyordu. Ninem saçaklı kökleriyle bede- saçabiliriz yeryüzüne ne de soğanlarımızı çoğal-
nimi sararak devam etti: tabiliriz yerin altında. Çürüyüp gider bedenleri-
“… Sonra altımızdaki toprak derinden sar- miz, hiçbir bahar yeşertemez artık bizi…”
sıldı. Köklerimizin ulaşamadığı yerlerden, de- “Ben solmak istemiyorum.” diyorum. Ninem
rinlerden çatırtılar yükseliyordu. Bir süre sonra, kökleriyle daha sıkı sarılıyor bana, devam ediyor:
yaşadığımız mahalle taşıyla toprağıyla göğe “Biz bu bahçeyi yurt edindik o günden son-
doğru yükseldi. Bizim mahallede yaşayan birkaç ra. Dört bahardır burada çıkıyoruz gün yüzüne.
çiğdem, nevruz ve çuha çiçeği de ne olduğunu Sen de burada doğdun… Burada da yaseminler,

8 TÜRK EDEBİYATI HAZİRAN 2020


HİKÂYE 560
hanımelleri, güller var. Onlar da güzel renkler- de garip bir sızı, bir sıcaklık duyuyorum. Ninemin
le açıyorlar, kokuları da hoş. Ama bu bahçe, o aşk ateşi dediği şey bu mu?
cennet yaylaya hiç benzemiyor. Buradaki evler Güneşi saracak kollarım ikiye ayrılıyor bu-
güneşin önüne geçiyorlar. Güneşin sıcaklığını gün. Garip sesler duyuyorum. Dallarını ilk kez
hissetsek de onu pek göremiyoruz. Bir de sık sık gördüğüm Ninemin rengi soluyor birden. “Bu
suluyorlar bu bahçeyi. Buranın sularını içmek bahçıvan.” diyor. Elinde kürekle yaklaşıyor
de mümkün değil. İnsanlar içecek sularını bizim bahçıvan… Sert bir metal, köklerimizi biçerek
yayladan getiriyorlar. Ama bahçeye hep o tu- iniyor soğanlarımıza doğru. Ninemle benim
haf suyu salıyorlar. Bir de bizi yayladan getiren köklerimizin saçakları kesiliyor, küreğin soğuk
kamyonlara benzeyen arabalar var. O homurtu- demiri soğanlarımızı yalayıp geçiyor. Sonra
lu sesleri duyulduğunda havaya çok berbat bir toprağımızın sarsılarak ters çevrildiğini gö-
koku yayılıyor, çiçeklerimiz boğuluyor bu koku- rüyorum. Sürgün değil, bir nergis kırgını bu!
dan. İyi ki köklerimiz yer altında. Yoksa biz de Aylardır karanlıkta olduğu için köklerimizi, so-
çoktan solup giderdik…” ğanlarımızı da ilk kez görüyorum. Sonra hoyrat
“Gün ışığına çıkmak istiyorum.” diyorum, parmaklar tutuyor saçlarımızdan. Soğanlarımı-
köklerimle uç veren soğanıma dokunarak. Kök- zı ayırıyor köklerimizi yolarak. Annem ve kar-
lerimi daha rahat hareket ettiriyorum artık. Ilık deşlerimi ayırırken bahçıvan, köklerimin yarısı
sular akıyor evimizin çatısından ve köklerimize onlarla birlikte kopup gidiyor. Canım yanıyor.
doğru yayılıyor. Annem, babam, ninem ve diğer Kopan köklerimin ucundan sular damlıyor. Ni-
akrabalar başımızın üstündeki toprağı yukarı nemin köklerine sarılıyorum bütün gücümle,
itiyorlar. Sabırsızlanıyorum. Çiçekler neden zin- hiç bırakmıyorum. Sonra bir el, ninemle be-
danda doğuyorlar, bunu anlamıyorum. Sıkılıyo- nim birbirine sarılmış bedenlerimizi de söküyor
rum karanlıkta, güneşi görmek en büyük arzum. topraktan. Köklerimizin bir kısmı hâlâ toprağa
“Bekle.” diyorlar daha önce güneşi gören büyük- sıkıca tutunduğu için kopup kalıyor orda. An-
lerim. “Baharın işaretini bekle…” nem ve kardeşlerim yok.
Ben bu karanlıkta baharın işaretini Özlediğim bahar, nergis
nasıl göreceğim? kırgınına dönüyor. Ni-
*** nemle beni başka bir
Kuşların şarkılarını duyuyorum… Ba- bahçeye götürüyor-
harın işareti bu mu? Ninemin ve annemin lar… Çiçeği ağzında
bedenine tutunarak başımı güneşe uza- olan Ninemin bembe-
tıyorum bu sabah. Nihayet masallardan yaz soğanına bakıyo-
tanıdığım güneşi görüyorum. Kollarım rum. Onu karanlıkta böyle
birbirine yapışmış, kollarımı açabilsem, hayal etmemiştim hiç.
ışığı kucaklayacağım. Büyümek, çiçeğe Köklerimiz yer altındayken özledi-
durmak ve suyun aynasında kendimi ğimiz, doğuşunu özlemle beklediğimiz güneş
görmek istiyorum. Köklerimi daha deri- Ninemle bana azap vermeye başlıyor. Bedenle-
ne salmak, başımı daha yukarı uzatmak rimizdeki su, kopan köklerimizden yere sızıyor.
hevesindeyim. Coşuyor nergis arzularım, Yaralı kökleriyle sarıyor Ninem beni. Ninemin
köklerime biriken suları bedenime taşı- ikinci sürgünü bu. Ben ilk kez yaşıyorum. “Eğer
yorum, toprağın altından beyaz olarak köklerimizi toprağa gömmezlerse, solacağız”, di-
çıkan kollarım güneş vurdukça koyu bir yor Ninem. Ben, bu bahçeye sürgün gelen çiğ-
yeşile dönüyor. Soğanımın tam ortasın- demlerin ve nevruzların kaderini yaşamak iste-
da, çiçeğimin kılıfı şekilleniyor, bedenim- miyorum. Bedenimizdeki sular eksildikçe soluyor

HAZİRAN 2020 TÜRK EDEBİYATI


9
560 HİKÂYE

dallarımız. Kuru, beton bir zemindeyiz. Bizi bu- çiçeğini görememiş küçük bir nergis soğanı için
raya getiren adam o yüksek evlerden birine girdi bundan daha korkunç ne olabilir?
ve hâlâ dönmedi. Bir merhametli elin, köklerimizi Bu baharı da dallarımızı güçlükle yukarı uza-
yeniden toprağa gömmesini bekliyoruz. tıp çiçeksiz geçiriyoruz. Bedenimizi çepeçevre
“Vakitsiz solmak budur.” diyor ninem. “Şimdi kuşatan Akşamsefaları üstümüze gölge salıyor,
damarlarını sık, sularını bedeninde tutmaya ça- güneşi dahi göremiyoruz. Yabancı köklerin sı-
lış, biraz daha dayan.” kıştırdığı soğanım acıyor. Akşamsefası ve Ayrık
Solmak istemiyorum ben, aylarca görmeyi kökleri nihayet sakinleşiyor. “Sonbahar”, diyor
beklediğim güneşin altında, bizi dirilten bu ba- Ninem…. Dallarımızı yazın güneşe kurban ettiği-
harda solmak istemiyorum… mizden, şimdi derin bir uykuya dalıyoruz. İçimde
Güneş bedenimizdeki suyu buharlaştırıyor. sonsuz bir keder var. İki bahar oldu ama bir kez
Köklerimiz, uçlarından itibaren katılaşıyor, kuru- bile çiçek açamadım…
yor. Rengimiz uçuyordu gitgide… Neden sonra, Ninemin yorgun olduğunu seziyorum. Bu ba-
başka bir el tutuyor kollarımızdan ve bizi bir çu- har daha hevessiz. Her bahar beni yeryüzüne çık-
kura yerleştiriyor. Bir de can suyu döküyor dibi- maya teşvik eden Ninem, şimdi ışıklı dünyaya çık-
mize. Bu yeni yurda tutunuyoruz Ninem ile. Ama mak istemiyor sanki. Ayrık kökleri Ninemi sıkıştırı-
göğsümüzün ortasından sürüp gelen çiçeklerimiz yor. Akşamsefasının yüzlerce tohumu çimlenmeye
öyle örselendi ki… Henüz kılıflarını yaramayan sarı başlıyor yanımızda. Dört yanımı sarıyor bu hoyrat
çiçeklerimizi artık hissetmiyoruz. Ninem ve ben, kökler, boğulacağım, nefes alamıyorum.
çiçeği ağzında solan iki nergisiz şimdi. Ben, baş- Toprak çözülüyor, yine sular sızıyor üstümü-
ka bir baharda göreceğim kendimi. Görebilecek ze, bir ateş düşüyor bedenime, başımı uzatmak
miyim? Bilmiyorum. Çiçeklerimiz solsa da soğan- istiyorum güneşe. Akşamsefaları dallanıp bu-
larımız susuzluktan kurumadı, tamamen solmak- daklanmadan güneşe çıkmak ve çiçeğimle bir-
tan kurtulduk bu bahar ama şimdiki yurdumuzda likte bir bahar yaşamak istiyorum.
garip otlar var. Asfaltın, kaldırım taşlarının altın- “Acele et.” diyor Ninem ilk kez. “Acele et, ço-
dan sürüp gelmiş buraya. Yılan gibi dört koldan ğalmalı, geniş yer tutmalıyız yoksa solduracak
kuşatıyor bizi, durmadan sıkıştırıyor. Ninem: “Biz bizi bunlar!” “Solmak” sözünü duyunca tüm be-
yurdumuzdan sürüldük, geldik buraya, bunlarınsa denim sızlıyor. Tohumlar iyice kök salmadan, Ay-
yurtları işgal edilmiş... Bu yüzden öfkeliler, uzak rık otu uyanmadan çiçeğe durmalıyız. Baş kaldı-
dur bu ayrık kökünden.” diyor. “Köklerini sakın rıyoruz Ninemle birlikte. Yeryüzüne çıktığımda
ona doğru uzatma, bedenini sarar, soldurur seni…” Akşamsefalarının ağaçlaşmış bedenlerini ve Ay-
*** rık otunun sararmış, kurumuş dallarını görüyo-
Yine bir bahar işareti duyuyoruz. Bir heves rum… Toprağı yarsak da üstümüzdeki gazelleri
doluyor içimize. Ben köklerimi kendi soğanımın kaldırıp güneşi göremiyoruz henüz. Birkaç gün
dibine doğru uzatsam da Ninemin “ayrık” dediği daha boy atıp büyümemiz gerek…
otun kökleri, bizi adeta boğmaya çalışıyor. Bir de Yine garip sesler duyuyorum.… Geçen yılki
Ninemin “akşamsefası” dediği çiçeğin tohumla- bahçıvanın sesine benzeyen bir insan sesi. Ayrık
rı yeşeriyor yanı başımızda. Biz kendimizi çiçek otlarına ve Akşamsefalarına kızıyor. “Bunları te-
çiçek bahara hazırlıyoruz. Ayrık ise bizi oradan mizlemek gerekir buradan.” diyor. Seviniyoruz.
kovamaya çalışıyor, Akşamsefası tohumları da Sonra tutup tutup çekiştiriyor kuru kökleri. Ama
sert köklerini üstümüze salıyorlar. “Eğer bu ba- sevincimiz yarım kalıyor. Bunların kökleri bizim
har çoğalamazsak, burada yaşayamayız, solup köklerimizi kuşatmış… Bahçıvan yanı başımız-
gideriz.” diyor Ninem. daki ağaçlaşmış Akşamsefasının dibinden tutup
Solup gitmek… Hiç bahar yaşamamış, kendi çekiyor. Ninem: “Sıkı tutun.” diyor, “Toprağa sıkı

10 TÜRK EDEBİYATI HAZİRAN 2020


HİKÂYE 560
tutun.” Toprak öyle nemli, gevşek ki… İkimiz de Uzun bir uykudan uyanıyorum yine. Bedenim-
salmışız köklerimizi yumuşak toprağa bir bahar de güzden biriktirdiğim nemle başımı soğanımdan
hevesiyle. Tutunamıyoruz. Akşamsefasının be- çıkarıyorum. Yağmuru bekliyorum. Gök gürleme-
denimize sarılmış kökleri bizi de dışarı çıkarıyor. sini ve yağmurun sesini duyuyorum. Ama buraya
Ahhh! İkinci kez görüyorum ak soğanını Ninemin. ulaşmıyor yağmur suları. Her yer kapalı bu bal-
Bir nergis ömründe olmayacak şey bu! Acele et- konda. Başımı yer yüzüne çıkaracak yağmurun,
miş Ninem, yine çiçeği ağzında ama yine açama- sadece sesini duyuyorum. Balkonu yıkayan kadın
yacak. Bense iki bahar çiçek açamadım. Bu üçün- bir tas su dökmüyor benim olduğum saksıya. Be-
cü bahar… Perişan hâldeyiz… İlk kez ayrı düşüyor nim burada olduğumdan haberi yok. Sesini çok-
soğanlarımız. Otların, çalıların içinde biraz ileriye tandır duymuyorum beni buraya getiren adamın.
sürükleniyor Ninem. Biraz sonra o kuru otlar ve Karanlıkta, susuzluktan eriyorum gitgide. Kökle-
köklerin üstünden duman kalkıyor. Ben güne- rimi güçlükle aşağı salıyorum. Bir plastik zemine
şi hiç böyle yakıcı hissetmedim. Güneşin kızgın ilişiyor köklerim, daha beter bir susuzluk burada…
dilleri ninemin bedenini yalıyor. Ninemin bembe- Aylar sonra geliyor beni bu saksıya gömen
yaz soğanı gittikçe kararıyor. Güneşin alev dilleri adam. “Bu saksıda bir nergis soğanı vardı.” diyor.
varmış yeryüzünde. Alevlerin harareti benim be- Islatıyor toprağımı. Bu zamansız yağan yağmur-
denimi de yalayıp geçiyor kaç kez. Ben Ninemin lar şimdi bedenimi üşütüyor. Solmamak, çürüme-
göç ettiği yaylayı düşünüyorum. O yaylanın billur mek için direniyorum… İçimde yeşermek, çiçek
yağmurlarını… Susuzluktan yanıyorum… açmak hevesi kalmamış. Ben uzamıyorum sanki
Yarı baygın hâlde bir şefkatli el dokunuyor suyun aşağı çektiği toprak sıyrılıyor üzerimden,
bedenime. Bahçıvana kızıyor. “Burada nergisler bu şekilde güneşi görüyorum. Kollarım uyuşmuş
vardı, otları sökerken onların soğanlarını da sök- iyice. Günler geçse de kollarımı açamıyorum. Öy-
müşsün.” diyor. Beni parmakları arasında biraz lece kalıyorum haftalarca. Vatanın, sürgünün ne
sevdikten sonra güneşimizi kapatan evin kapı- demek olduğunu anlıyorum. Şimdi Ninemin va-
sından içeriye giriyor… Adamın ellerindeyken tanı olan o yaylada olsam, zemheride içime düşen
son kez aşağıya, küller içindeki Nineme bakı- aşk ateşiyle tutuşup eriyen kar ve yağan yağmur
yorum, köklerimde kalan son su zerreleri sızıp sularıyla birlikte toprağı yarıp çıkacak, çiçeğe du-
düşüyor. Galiba soluyorum… racaktım. Her şeyin bir zamanı vardı orda. Burada
Adam nihayet balkondaki boş saksılardan bi- güneşi ve yağmuru engelleyen insanlar ve onları
rine gömüyor beni, su da veriyor. Ninemin mer- apartmanları, balkonları var…
hamet dediği bu olsa gerek. Ancak ben yeşere- Zamansız gelen yağmur, içimde sönen aşk
cek, çiçek açacak hâlde değilim. Yapayalnızım ateşini diriltmeye yetmiyor. Küskün, kırgınım
bu saksıda. Diri kalan köklerim, son bir gayretle mevsimlere ve insanlara. Başka bir baharı bek-
toprağa sarılıyor. Başım yandığı için bir türlü ye- liyorum…
şeremiyorum. Ama içimde bir bahar özlemi var. Ben, kaç gül mevsiminde çiçek açamamış
Aşk harareti var, bunu tüm bedenimle hissedi- kayıp bir bahar nergisiyim. Ninemin doğduğu
yorum. Toprağa sıkıca tutunuyorum yeni bir ba- yaylaya, vatanıma göçmek istiyorum. Kuşlara
har hevesiyle. Ninemi yakan güneşin alev dilleri, özeniyorum. Ahh! Benim de kanatlarım olsa!
bana mevsimleri unutturuyor. Sonbahar gelme- Sıyrılıp bu saksının içinden, köklerimi toplayarak
den, yenice yeşeren başımı soldurup erkenden uçmak istiyorum. Bahçeleri, balkonları, saksıları,
uykuya dalıyorum. Mevsimleri şaşırdım. Ninem bizi sürgün eden insanları sevmiyorum. Güneşi-
de soldu! Bu saksıda, yeni bir baharın gelişini mi kesen evlerden, nefesimi tıkayan egzoz du-
duyacak mıyım, bilmiyorum… manlarından nefret ediyorum.
*** Ben kayıp bahar nergisiyim. ❮

HAZİRAN 2020 TÜRK EDEBİYATI


11
560 ŞİİR

FERHAT RÜYADIR
KÂMİL UĞURLU GÖRDÜĞÜM
Bedenim dağını deldim
- sana geldim ÖZNUR GÜZEL
Sana Ferhat gibi geldim
Vebâlim olsan Yerle gök arası
Ey başıma belâ zamana direnen adımların imgesidir;
Yalnızlıktan kemiklerim kırılır yaz sonunun deniz berraklığına bürünen
yüzün.
Dilim-damağım kurudu
Su niyetine içmişken seni Soyutlandıkça katmerlenen
Sarhoşluğum sendendir ata yadigârı bir hüzün;
Ey saçları sırma gönül yorgunluğu.
Çiçek açtım, ola ki rahmetindendir
Ak zambakların sırrına “Sözde senden kaçıyorum
Hâfız bile varamamış Doludizgin atlarla.”*
Neden ebrulî dallardadır Dizesini mesken tutmak…
Sarı çiçekler Şöyle;
Neden mor gecelerde açılır bir öykünün paragrafında unutulan
küçük bir kız çocuğu gibi
Benden istediğin nedir ayaklarıma dolanıyor,
Ey gözleri elâ sevdâ…
Kaçıncı kilometresindeyim yalnızlığın
Sağım-solum uçsuz-bucaksız hasretken Aklımı alıyor,
Acep nereden gitsem mekânsız bir ruhun
Karaman’a varılır ıstırabıyla dolan
boşluk.
Şaşırsam, bilemesem
Ağlamaya dursam meselâ Ve bir rüyanın ardından
El içinde yâr boynuma sarılır uzar gider
uzar gider
Yapma desem hatırcığı kırılır vagonlar.

* Yavuz Bülent Bâkiler

12 TÜRK EDEBİYATI HAZİRAN 2020


ŞİİR 560

BALAT
MİMAR SİNAN ALBAYRAK
yetmiş iki saatin birinci saati bir kahvenin kırk yıl hatırı
balatta bir bebek ağlar olmalıydı oldu
kalpler yetmeye mutlu kalpler kanatlı ve hazır
gözleri çukur ve siyah kalpler denize nazır
olacak yahut istikbalde
yaşa fenerbahçe yetmiş iki saatin otuz altıncı saati
balattan kartala yürünür mü
yetmiş iki saatin beşinci saati ya trabzon görünür mü balattan
balatta bir sokak ölümün bir ucu tabutun kenarından?
tebeşir, balon, toz ve toprak kalpler kartal devlet
kalpler çocuk ve taze ve birinci küme
kalpler taze yaşa sürmene

yetmiş iki saatin on birinci saati yetmiş iki saatin otuz yedinci saati otuz
balatta balta yedi kilo
odun yakar bacılar ben her sevdiğimi bu sofraya isterdim
baca tıkar acılar kalpler eksik, nakıs
balatta balta yakacıkta bir hamam
kalpler yorgun atmaya durmalıyım duramam
bu sofranın beyaz beri nerede
biz sizin hikayenizi hiç bilemedik babalar yaşa fenerbahçe
oysa siz de insandınız ve inanmıştınız
siz bize hiç doyamadınız analar
balatta bir pastane oysa siz de insandınız ve inanmıştınız
yetmiş iki saatin on altıncı saati
beyazdı eller ve muhallebiler balattan giderler
meyvalı gazozlar sarı bebekler düşerler
kalpler dolmalıydı doldu toz ve toprak dinerler
kalpler ürperiyordu tebeşirler silinir
balonlar sönerler
yetmiş iki saatin on yedinci saati kalpler yetmez
balatta bir kızı istemeye geldiler kalpler yetmez
kız güzel ve hamarat idi
oğlan diri ve sigortalı balatta akşam oluyor
kız kahveleri devirdi akşam oluyor balatta
oğlan tutmalıydı tuttu

HAZİRAN 2020 TÜRK EDEBİYATI


13
TÜRK DÜNYASININ BÜYÜK YAZARI:
CAFER CABBARLI - I
SELAHADDİN HALİLOV


ANLAŞILAN CABBARLI, GÖRÜNENİ DEĞİL ONUN ALTINDA GİZLENEN GERÇEKLERİ; OLAYLARI DEĞİL,
MAHİYETLER ARASINDAKİ İLİŞKİLERİ KALEME ALDIĞI İÇİN BUGÜN SON DERECE AKTÜELDİR

üyük yazarlar halkın sesini ve düşüncesi- “düşüncesiyle Batı’lı, duygusuyla Doğu’lu bir

B ni beyan etmekle kalmazlar, aynı zamanda


yaşadıkları devrin sosyal, kültürel ve psiko-
lojik atmosferini de ele alırlar.
yüz”, yahut “Beyni kitap sayfaları arasında Pa-
ris’ten, yüreği mızrak uçlarında Altay dağların-
dan alınmıştır.”
XX. yüzyılın başı Türk halkları için çok karma- Bu çok kısa, özlü açıklama Cafer Cabbarlı’nın
şık ve trajik bir dönem olmuştur. Sadece bireyle- Doğu-Batı problematiğini nasıl derinden be-
rin değil, bütün bir toplumun ölüm kalım müca- nimsediğini ve kendi piyesini de bu problemin
delesi verdiği ve yeniden doğuşun temellerinin mahiyetinden yola çıkarak kaleme aldığını gös-
atıldığı bir süreçte edebiyatın rolü ve önemi her terir. Tarih boyunca insan her zaman aynı felsefi
zamankinden daha büyüktü. problemlerle meşgul olmuştur. Bu problemler
O, düşünür ve sanatkâr olarak her şeyin Doğu öncelikle insanın cismi, nefsi ve maneviyatı ara-
ve Batı’nın teması ve mücadelesi çerçevesinde sındaki ilişki ve mücadelenin bir tezahürüdür.
gerçekleştiği bir dönemde yaşadı ve eser verdi. Ancak bu tezahür doğal olarak, şahsi ve sosyal
Doğu ile Batı’nın bütünleşmesini engelle- ölçekte veya aile ve tarih ölçeğinde farklılık arz
yen, birliğin henüz gerçekleşmediği ve “yarımlık eder. Bir tarafta cismani istekler, nefis ve bunun
sendromu” (iki kutupluluk) olarak nitelendirebi- karşılanmasına ayrılmış fiziki-biyolojik üstünlük,
leceğimiz bu yeni durumun iç çelişkilerini Cab- mal-mülk üstünlüğü ve hüküm, idare, taht-taç
barlı, Aydın adlı eserinde aile ve geçim derdini üstünlüğü; diğer tarafta maddi yükten kurtul-
merkeze alarak inceler ve yeni devrin kahra- mak, vazgeçmek karşılığında manevi yükseliş,
manını sembolik olarak okuyucuya şöyle sunar: entelektüel ve ahlaki üstünlük. Sosyal zeminde

14 TÜRK EDEBİYATI HAZİRAN 2020


MAKALE 560
nefis ekonomik ve siyasi prizmalardan geçerek ekonomik ilerlemenin yolu olarak kabul eden
başka şekillere girse de mahiyeti aynıdır. ülkemizin karşılaştığı problemler edebiyata nasıl
Görüldüğü gibi burada Batı, düşüncenin; yansımaktadır? Çağdaş dönemde sosyo-politik,
Doğu ise duygunun temsilcisi olarak sunulur. Es- sosyo-ekonomik, kültürel ve ahlaki hususlar-
kiden de şimdi de, bütün tarih boyunca insanın da meydana gelen büyük değişiklikler, şüphe-
hep aynı felsefi problemleri vardır. Bu problem- siz insanların bireysel hayatına da etki eder ve
ler, öncelikle insanın cismi, nefsi ve maneviyatı toplumla insan arasında var olan uyum bozulur.
arasındaki ilişki ve mücadelenin şahsi ve Eski ilişkilerin yıkıntısı üzerinde Yeni
sosyal ölçekte, aile ve tarih ölçeğinde Dönemin gereklerine uygun
farklı tezahürlerinden kaynaklanır. yeni ilişkiler gelişene kadar,
Bir tarafta cismani istekler, nefis sosyal-ahlaka dayalı uyum
ve bunun tatminine yönelik fiziki yeniden oluşana kadar in-
ve biyolojik üstünlük, mal-mülk san “kaosun kuralları” ile
üstünlüğü ve hükmetme, ida- yaşamak zorunda kalır. İşte
re, taht-taç üstünlüğü; diğer bu geçiş döneminin değiş-
tarafta ise maddi yükten kur- ken karakterini ve drama-
tulmanın, vazgeçmenin ödülü tizmini yansıtan yeni eser-
olarak manevi yükseliş, entelek- ler de uyumlu hayata dönü-
tüel ve ahlaki üstünlük. Sosyal şün önemli araçlarından biri
zeminde nefis ekonomik ve siyasi olur. Peki, nerede bu yeni eser-
prizmalardan geçerek başka ler? Görünüşte (yüzeysel) ye-
şekillere girse de mahiyeti nileşme, (sosyal) hayatın üst
aynıdır. Bütün dönemler- tabakalarındaki çağdaşlık,
de büyük sanatkârlar bu kavramlar seviyesinde de-
problemlere değinmiş ğil de olaylar seviyesin-
ve onları kendi dönem- de ele alınan problemler
lerinin ve çevrelerinin ve çatışmalar edebiyatta
somut çizgileri ile kaleme yer alarak onu cılızlaştırır.
almışlardır. Cabbarlı da müs- Böylece geçiş döneminin ge-
tesna değildir. O da Nizami gibi, çici olayları arasına geçici güncel
Shakespeare gibi, Dostoyevski ve Cavit eserler de girer. Güncel problemlerin sırla-
gibi mal-mülk ve maneviyat mücadelesine, sos- rını açıklayabilen, çağdaş toplumda devam eden
yal determinizm ve sosyal özgürlük karşıtlığına süreçlere insanlığın ezeli-ebedî problemleri
defalarca değinmiş ve problemi kendi dönemi- bağlamında bakabilen ve insanda aslolan, değiş-
nin renginde, somut tezahürlerinde ele almış- meyen erdem ve zaaflara dayanan büyük eserler
tır. Cabbarlı’nın kişiliğinde gençlik ve bilgelik ise, adeta yorulup ara vermiş gibidir. Korkarım
birleşiyor. O, henüz gençlik yıllarında bilgelik ki bu büyük eserler nefeslerini tazeleyip bu yor-
makamına yükselebilmişti. Öte yandan, aynı bil- gunluktan kurtulamayacaklar. Oysa özellikle bu
gelikle toplumun küllenmiş sorunlarına çağdaş keşmekeşte, bu geçiş döneminde bize nereden
yaşamın süslü giysilerini giydirirdi. gelip nereye gideceğimizi işaret edebilen gerçek
*** büyük eserlere ihtiyaç var.
Sovyetler Birliği dağıldıktan ve Azerbaycan İçerik olarak günümüzü yansıtabilen bü-
bağımsızlığını elde ettikten sonra, yeni kapi- yük eserleri beklerken, ister istemez dikkati-
talist sosyal-ekonomik düzeni benimseyen ve mizi geçen asrın başlarında Cafer Cabbarlı’nın

HAZİRAN 2020 TÜRK EDEBİYATI


15
560 MAKALE

onarmaya çalıştığı dev sanat eserleri çeker. Şa- Şuurda tahkimciliğin, ahkâmcılığın, (toprak
şırmamak mümkün değil. Zira onun bazı eserle- ağalığı sistemi-eski kurallara bağlılık) kötü anlamda
rinde günümüz sorunlarını yansıttığına şahit- gelenekçiliğin koyduğu yasaklar kaldırılır, pranga-
lik ediyoruz. (Evet, büyük klasikler her zaman lar kırılır, havuzlar açılır, çalışkanlığın ve devrimci
çağdaştırlar!). Varılabilecek başka bir hüküm de düşüncenin köpüklenen dalgaları manevi sınırları
zamanın kendini tekrar eden bir özelliğe sahip da çerçöp gibi önüne katıp götürür. Yeni havuzların
olduğu gerçeğidir. Biz yine de erken sermaye inşası, yeni sosyal ölçülerin, yeni manevi yasakların
birikimi dönemini, millî burjuvazinin oluşması gelişmesi ise çok zaman gerektiren zor bir süreçtir.
öncesinde paranın doğurduğu çirkinlikler süre- Sözün gerçek anlamında özgürlüğe giden yol
cini yaşıyoruz. Zira bu süreçte paranın pozitif/ ne yazık ki serbest ekonominin pazar labirentle-
olumlu değerlerle buluşamadığına şahit olu- rinden geçer. Buna karşı koyabilecek tek güç ise
yoruz. Yine de sermayenin açtığı imkânlar ona millî ruh ve onun taşıyıcıları olan aydınlardır. Bu
paralel olarak gelişen yeni ahlâk yapısını ön- bakımdan asrın başlarında Azerbaycan’da kül-
celemektedir. Öte yandan özgür dünyaya açı- türel-manevi sahada aydınların bilinçli bilinçli
lan kapılar yüzünden yeni teknoloji ile birlikte çalışmalarının artması aslında doğrudan yeni
ahlaki bozulma ve değerlerin aşınması da söz ekonomik ilişkilere geçişin değil, onun manevi
konusu olmaktadır. (Hatta kimi zaman millî ma- ortamdaki yıkıcı etkilerine reaksiyonun, kültü-
nevi değerlerin yerine gayri millî ve gayri ahlaki rel-manevi direniş hareketinin sonucu idi.
değerler ikame edilmektedir.) Genç Cabbarlı, ileri görüşlüydü ve yaşadığı
20. asrın başlarında Bakü’de kapitalizm ve çağı okuyabilen biriydi. Gerektiğinde şevk ile
kapitalistleşme süratle gelişmekteydi. Avrupa’da ileri atılan, önde giden bir yapısı vardı. Güçlü
yüzyıllar boyunca devam eden söz konusu süreç, yaratıcılığı, o dönemde artık yetkin aydın çev-
petrol sayesinde on yıllar içinde gerçekleşmek- resinin yarattığı millî-manevi reaksiyon hareke-
teydi. Sosyal, ekonomik ve siyasi çevrenin yo- tinin dalgalarında sürat ve yaygınlık kazanmıştı.
ğunluğunun bir hayli arttığı gözlemlenmektey- ***
di. Olayların akışını hızlandıran bir faktör de, dış Milletin en önemli görevlerinden biri global
sermayenin ve onun Avrupa’da geliştirmiş oldu- süreçlerin keşmekeşlerinden salimen geçmek,
ğu hayat tarzının hazır şekilde transformasyonu kendisini korumaktır. Ancak bunun için önce
idi. Aynı zamanda sosyal ve ekonomik sahadaki kendisini bilmek, global süreçlere karşı çıkmak
bu süratli yenileşme kültürel kalkınmayla birlik- yerine millî özelliğini kaybetmeden bu süreçlerin
te gerçekleşiyordu. Millî diriliş ve millî kendilik ahengine girmek gerekir. 20. asır bütün milletle-
süreçleri artık başlamıştı. Bu elbette güzel idi. ri bir denemeden geçirdi. Kimileri sadece genel
Ancak şahsi menfaatleri adına –bile isteye ol- gidişata uyup ileride gidenlerin izinden gittiler.
masa bile- millî ekonominin dirilişine katkıda Toplum, kitlesel hareketlere uymak zorundadır.
bulunanlar, bu sürecin kültürel-manevi dirilişle Çünkü toplumu oluşturan insanlar olayları ya-
birlikte olması gerektiğini elbette düşünemiyor- şarlar. Hâlbuki millî hususiyetlerin korunması
lardı. demek, bu şartlar altında değişmez olanların
Kapital öyle bir senkretik (çok bileşenli/kar- korunmasını gerektirir. Bu ağır tarihi görevi üst-
maşık) şeydir ki, o her hangi bir diyarı teşrif(!) lenmek milletin düşünürlerine düşer.
ettiğinde kendisi ile beraber sadece maddi ni- Cabbarlı millî ruhtan mahrum olanları satirik
metler değil, aynı zamanda bu maddiliğin ege- tarzda ele alır:
menliği iddiasını da getirir ve manevi ortamda
geleneksel olarak yerleşmiş ne varsa hepsini al- Millete gam çekme, millet vakifi-halın değil,
tüst etmeye çalışır. Girme bir cemiyete, dermani-ikbalin değil,

16 TÜRK EDEBİYATI HAZİRAN 2020


MAKALE 560
Ade, millet, bu itilgetler ki, hammalın değil, bize çağdaş Batı değerleri olarak takdim edili-
Vur, dağıt, millet evin sındır ki, öz malın değil. yordu. Ancak Batı, bu değerlerin millî-manevi
değişmezlerle bir arada telifi problemini halle-
Tarih tekerrürden ibarettir. Anlaşılan Cabbar- dememiştir. Cabbarlı ise asrın başında bir adım
lı, görüneni değil onun altında gizlenen gerçek- daha ileri giderek toplumun koyduğu sınırları
leri; olayları değil, mahiyetler arasındaki ilişkileri kaldırmak talebi ile yetinmemiştir. O, arzu ve
kaleme aldığı için bugün son derece aktüeldir. istekleri yüksek manevi bir noktaya ulaştırmak,
Mahiyetler ise zaman geçtikçe farklı elbiselerde yasakları gönüllülükle, gönül yüceliği ile kabul-
tekrar edilir; tıpkı kapitalizme geçiş döneminin lenmek görüşlerinden hareket etmiştir. Yeri gel-
değişimlerini biri asrın başlarında, diğeri de so- mişken belirtelim ki Cabbarlı’nın nefsin terbiye
nunda olmak üzere Azerbaycan’ın iki defa yaşa- edilmesi ile ilgili görüşü bizim millî felsefi dü-
mak durumunda kalması gibi. şünce geleneklerimizin
Evet, böyle bir dönemi biz artık ikinci defa devamı olarak ortaya
yaşıyoruz. Bugünün düşünürlerinin ve edebiyat- çıkar. 12. ve 13. asırlar-
çılarının dönemin nabzını tutmaya, çok karışık da yaşamış olan büyük
ve karmaşık süreçlerin felsefi özünü anlamaya sufi Ebu Hafs Sührever-
çalıştıkları bir zamanda ve edebiyatımızda belirli di, “hal ve makam” yak-
bir boşluk duyulduğu dönemde anlaşılıyor ki ra- laşımı ile dünya felsefi
hatsız olmak için hiçbir sebep yoktur. Demek ki düşünce tarihinde nef-
büyük klasiklerimiz bizi bugüne kadar bırakma- sin terbiye edilmesinin
mışlar. Büyük Cavit, büyük Cabbarlı aynı zaman- en mükemmel öğretisini
da bugün için yazmışlar. oluşturmuştur. Bu öğ-
Bugün yeni asrın başlarında Cabbarlı dra- reti Azerbaycan felsefi
maturjisinin aktüelliği bir daha dikkati çekiyor. düşüncesinde uzun süre
Onun eserinde “özgürlük” düşüncesi de o zaman yaşamıştır. 16. asırda Fû-
komünistlerin ön plana çıkardığı “sömürüden zulî’nin “nefsin kâmillik
kurtulmak” anlamından farklıdır ve oldukça ge- yolundan” bahsetmesi
niş bir anlamı vardır. Onun özgürlük anlayışında tesadüfî değildir.
öncelikle insanın iç özgürlüğü ön plandadır. Aydın’da, Ateş Gelini’nde ve diğer eserlerin-
Herhangi bir hayat tarzı, herhangi bir akide, de Cabbarlı bu öğretiyi edebî ortamda daha da
hatta herhangi bir giyim tarzı insana dışarıdan, geliştirir ve diğer millî felsefi yaklaşımların senk-
zorla kabul ettirilmemelidir. Namus ve iffet de retik (uzlaşmacı) bağlamına katar.
erkek egemenliğinin bir eseri olarak veya bir kı- İdeal ve gerçeklik. Arzu, istek ve gerçek ha-
yafetle değil, manevi bütünlüğün ayrılmaz bir yatın özü. İnsanın kalbinde, düşüncesinde ya-
parçası olarak, içeriden gelen bir istek olarak var rattığı ve yaşamak istediği hayali dünya, bir de
olmalıdır. İnsanın bütün hayatı, pratik faaliye- yaşamak zorunda olduğu gerçek dünya. Arzular
ti onun şahsi arzu ve isteklerine uygun olmalı, saltanatının, rüyalar dünyasının sıcak kucağı,
istek ve amel bir uyum teşkil etmelidir. Toplum, mülayim melodileri ve gerçek hayatın sert ikli-
insana içinden geldiği gibi yaşama imkânı ver- mi, acı gerçekleri...
melidir. Cabbarlı’nın asrın başlarında ileri sürdü- Çoğu zaman mutluluğun da, felaketin de te-
ğü bu teklifler, Avrupa’da ve Amerika’da daha melinde bu iki dünya arasındaki uyum ve fark
yeni yeni, kâh “insan hak ve özgürlükleri”, kâh vardır. İstek ne kadar güçlü ve onun gerçekleş-
“kadın hakları”, kâh “feminizm” veya “cinsiyet” mesi ne kadar imkânsız olursa, felaket bir o ka-
problemleri adı altında gündeme getiriliyor ve dar kaçınılmaz olur. Bu iki dünya arasında uyum

HAZİRAN 2020 TÜRK EDEBİYATI


17
560 MAKALE

sağlanmasının yollarından biri gerçek dünyadaki 20. asır küreselleşme asrıdır. Büyük devlet-
çalışmalarımızı arzularımız yönünde yöneltmek- lerin cihangirlik iddiaları, asrın birinci yarısında
se, diğeri arzu ve isteğin gerçekliğin imkânları ellerindeki “savaş” bayrağıydı. Cihangirlik, bu
yönünde terbiye edilmesidir. Mutedil insan- dönemde dünya savaşları aracılığı ile gerçekleş-
lar arzularını yatıştırır, “ayaklarını yorganlarına tirilir. Asrın ikinci yarısında ise ellerinde “barış”
göre uzatırlar”, bazen “çula-palaza bürünüp el bayrağı vardır. Aynı dava bu sefer ekonomi, tek-
ile sürünürler”. Burada biz, yaşadığımız olaylar noloji ve haberleşme araçları vasıtasıyla ile ger-
dünyasının gerçekliği ve erişilebilirliği meselesi çekleştirilir.
ile karşılaşırız. Burada arzu ve isteğin nispiliği ve 20. yüzyılın başlarında bu büyük tarihi süre-
mutlaklaştırılması meselesi ortaya çıkar. Ancak cin ancak embriyonu vardı. Hatta Birinci Dünya
Cabbarlı, maksimalisttir ve tezatların mutlaklaş- Savaşı da sadece “savaş” olarak anlaşılabilirdi. O
tırılmasından hareket eder. O, olaylar dünyasının dönemde küreselleşme sürecinin temelinin atıl-
mülayim geçitlerinden, küçük zorluklar ve bi- dığı belki iddiacıların kendileri tarafından da açık
linçli pratik çalışmaların uzlaştırılmasından de- şekilde anlaşılmıyordu. Ortada böyle bir niyet ol-
ğil, büyük engeller ve onları uzaklaştıran büyük duğu bugün açık şekilde görünüyor; onun teo-
ihtirasların mücadelesinden bahseder. Onun için risi de pratiği de göz önündedir. Ancak bu olay
Cabbarlı’nın kahramanlarının arzu ve dilekleri henüz sadece onu ortaya çıkaranların kendileri
hayatın gerçek akışı ile bir araya gelmez. Cab- tarafından; asrın ideologları, büyük devletlerin
barlı’nın bu tezadı, aydının dili ile genelleştirilmiş siyaset bilimcileri tarafından ele alınıyor. Küçük
şekilde, bir prensip olarak ileri sürmesi ilginçtir: devletler, düştükleri girdaptan dolayı yaşadıkları
“Dilek ile sonuç arasında ancak birkaç büyük is- baş dönmesin sebebiyle kendilerine gelip devam
min geçebileceği aşılmaz bir uçurum var. Onlar- eden tarihi, siyasi, manevi süreçleri anlamak ve
la da tarih (bütün geleceğe karşı) gurur duyar.” kendi görüşlerini açıklayacak durumda değiller.
Aydın, önünde bir engel olmadığında -özellikle Ama küçük halkların da büyük düşünürleri olabi-
aşılmaz bir engel- onu oluşturmaya çabalar. “Of lir ve onlar her şeyi zamanında görebilirler.
niçin beni sevdi! Ben sevdiğimin beni sevmeme- Geçen asrın başlarından dünyada devam
sini isterdim. Ona ulaşmak ümidi ile yükselmek, eden ve gelecekte de devam edecek olan sü-
çırpınmak, çarpışmak, uykusuz geceler, kanlı vu- reçleri önceden görenler vardı. Büyük Cavid’i
ruşmalar, azap, gözyaşları, mücadele...” ve büyük Cabbarlı’yı şimdiki zaman bağlamın-
Bu ulaşılmaz sevgi trajedisine eğilim, Fû- da okurken, onların küreselleşmenin mahiyeti-
zulî’nin “gamı kendine hemdem etmek” felsefesi- ni önceden tahmin etmiş oldukları ve edebî bir
ni hatırlatsa da, köklü şekilde ondan farklıdır. Me- kisve altında gelecek nesilleri büyük olaylar için
cnun’un karşısındaki engel, Leyla’nın sevgisi (sev- hazırlamaya çalışmış oldukları anlaşılır.
memesi, itina göstermemesi) değil, sosyal bir engel Cabbarlı’nın eserlerinde sermaye dünyasının,
idi, anne-babasının müdahalesi ve kamuoyu idi.1 altın egemenliğinin doğurduğu karmaşalar yerel
Cabbarlı’nın kahramanı ise daha büyük bir yü- bir olay olarak değil, milletlerarası bağlamda ele
kün altına girer; sadece mevcut sosyal çevrenin alınır.
değil, aynı zamanda mevcut manevi prensiplerin Avrupa’da ilk sermaye birikimi döneminde
ve bireysel istek ve arzuların dünyasının da değiş- para ile maneviyat arasında doğan çelişkiler,
tirilmesinin lüzumu ile ilgili problemi ele alır. klasik eserlerde edebî ve felsefi şekilde yer al-
Ferdi manevi âlem ve sosyal çevre arasındaki mıştır. Victor Hugo’nun, Balzac’ın, Dreiser’in,
uygunluk ve tezatlar Cabbarlı’nın sonraki eser- Jack London’un bu problemleri yansıtan bazı
lerinde de önemli yer tutar. ünlü romanları okuyucular tarafından iyi bilin-
*** mektedir.

18 TÜRK EDEBİYATI HAZİRAN 2020


MAKALE 560
19. asrın sonları, 20. asrın başlarında pet- bir yenilik sayılamazdı. Ancak nasıl ki insanlar
rol sanayiinin gelişmesi ile ilgili olarak Bakü’de çoğu zaman olaylar içerisinde batar ve mensu-
kapitalist sosyal-ekonomik ilişkilerin gelişmesi bu oldukları büyük sosyal-siyasi süreçleri, sosyal
de elbette paranın sosyal-manevi hayata aktif akının esas yönlerini göremezler, aynı şekilde de
katılımı ile birlikte gerçekleşiyordu. Toplumda sıradan eserler bir kural olarak birbirinden ilginç
devam eden bu süreçleri tam olarak yansıtan olaylar silsilesini tasvir ve tekrar etmekten usan-
eserler de dönemin talebi idi. Azerbaycan’da bu maz. Sonuçta birçok polisiye, melodram doğar
sosyal talebi ilk önce dram ve tiyatronun yerine ve olaylar denizinin ucu bucağı olmadığından
getirmesi tesadüf değildir. onları yansıtan diziler, filimler de ne kadar iste-
Nasıl bir dramaturgi? nirse uzatılabilir.
Hayatta meydana gelen olayların sadece tas- Melodram ile felsefi dramın esas farkı ne-
virinden, bu karmaşık olaylar dünyasından alın- rededir? Hamlet’in, İblis’in, Aydın’ın Hint film-
mış ilginç tesadüflerin doğurduğu çelişkilerden lerinden, Güney Amerika dizilerinden farkı ne-
değil, yaklaşımların, eğilimlerin ortaya çıkarıl- dir? Bu sorulara cevap
masından, sonuçların değil sebeplerin, ideaların vermek, melodram ko-
karşılaşmasından doğan bir dramaturgi! medinin diğer kutbuna
Cabbarlı, olaylar arasındaki ilişkiyi ortaya dönüşerek hayatımıza
çıkarmakla yetinmez, her olayın, olaydaki her her taraftan müdaha-
tarafın iç çelişkilerini ortaya koyar ve farklı ta- le ettiği için gereklidir.
raflar arasındaki ilişkileri de özellikle iç potan- Olaylarla dolu olan vi-
siyelin tezahür aracı olarak yazar. Olayların iç deo filmler, diziler bü-
dinamiği de, insanların iç yüzü de süreçlerde, tün teknik araçlarla bizi
ilişkilerde ortaya çıkar. İnsanla çevre arasında, kuşatır. Bunlar, çoğu
iki inanç arasında, aynı şekilde insanın iç dünya- zaman Hamlet’lerin, İb-
sındaki farklı fikir ve istekler arasında çelişkiler lis’lerin, Aydın’ların
birbirini tamamlayarak bütünü ile dönemin sos- bizde yaratmış olduğu
yal-siyasi ve psikolojik manevi karakterini verir. manevi savunma sınırı-
Oktay Eloğlu adlı eseri; açık biçimde, gö- nı geçerek içimize girer.
rünürde ve gerçekte farklı olan alt zümrelerin, Bir de başımızı kaldırdı-
iç katmanların ve içeriklerin su yüzüne çıkarıl- ğımızda kendimizi olaylar, tesadüfler dünyasının
masını ister. 1905 Yılı eserinde, zahirde Erme- akar-bakarında görürüz.
ni-Müslüman çatışması adı altında ortaya çı- Evet, melodram farklı adamlar, şahsi hayat-
kan olayların arkasında Rusya’nın imparatorluk lar ve tesadüfler üzerinde kurulmuş ilginç ve
siyasetinin kesin çizgileri görünür. Aydın’da bir zorlu durumları yansıtır. İlkelliğin, amatörlüğün
ailenin faciası örneğinde bütünü ile sermaye açık örneklerine dayanan melodram, bazen çok
dünyasının iç yüzü açılır. Solgun Çiçekler’de sos- pahalı elbiseler giyer, yüksek dizayn ve bediîlik
yal çevrenin çirkinlikleri en kutsal duygu olan unsurlarıyla perdelenir (çağdaş sinema tekniği,
sevgiye bile sirayet eder. Bütün bunlar zahirden pahalı aktörler vs.). Lâkin hangi elbiseyi giyinirse
batına, görünüşten mahiyete geçişin parlak ör- giyinsin onun gayesi görselliktir. Burada felsefi
nekleridir. genellemeler dışında, edebî tanımlar seviyesinde
Sosyal hayatta devam eden bu süreçler şüp- kurallar aramak boşunadır.
hesiz sanata ve edebiyata da bir ölçüde yansı-
maktaydı. Bu bakımdan, altın ve maneviyat, güç 1
Fûzulî, şiirin diğer bir anlamında başka bir felsefi yakla-
ve gerçek konuları kendi kendine edebiyat için şımın da ifadesini yapar; tahkiyenin felsefesi. ❮

HAZİRAN 2020 TÜRK EDEBİYATI


19
Sezâİ ve Musurus Paşa’dan Hareketle
TANZİMAT’IN İZZET-İ NEFSİNE YOLCULUK
MUHARREM DAYANÇ


MUSURUS PAŞA’NIN LONDRA’DAKİ BİR OSMANLI DEVLET ADAMI OLARAK ALDIĞI POZİSYON İLE
SÂMİPAŞAZÂDE SEZAİ’NİN BİR SEFARET ÇALIŞANI OLARAK TAKINDIĞI TAVIR, TANZİMAT
DEVRİYLE İLGİLİ BİRÇOK ÖN YARGIYI KÖKÜNDEN SARSMAKTADIR

Giriş Kostaki Musurus Paşa, 18. yüzyılda Girit’ten

D
oğum tarihleri bakımından biri Tanzimat İstanbul’a göç eden bir Rum ailenin çocuğudur.
döneminin başına, diğeri sonuna yerleş- Aile, Hariciye’deki (Dışişleri Bakanlığı) nüfuzuyla
tirilebilecek en çarpıcı iki şahsiyet, -biraz tanınmış bir semt olan Fener’e yerleşmiş ve uzun
fantastik de olsa-Kostaki Musurus Paşa (1807- süre burada ömür sürmüştür. Rumca, Yunanca,
1891) ile Sâmipaşazâde Sezâi(1859-1936) ola- Almanca, İngilizce, Fransızca gibi dillere olan hâ-
bilir. Bu iki şahsiyetin 1881-1885 yılları arasın- kimiyeti ona Hariciye’nin kapılarını sonuna kadar
da Londra büyükelçiliğinde kesişen yollarından açmış ve Paşa ömrünün önemli bir bölümünü bu
hareketle Tanzimat’ın ruhuna doğru bir yolcu- nezaretin parlak ve hatırı sayılır bir mensubu
luk yapmayı düşündüm. Yazımda bu yolculukta olarak geçirmiştir. Kendisi, büyükelçiliğe (1856)
karşılaşılan bir yaşanmışlığa dayanarak, ağırlıklı ve vezir payesine (1867) yükseltilen ilk gayri-
olarak “şapka” ve “fes” gibi sembolik giyecekle- müslimdir. Sisam Adası, Atina ve Viyana’da deği-
rinden bahisle, döneminin “izzetinefis” anlayışı- şik görevlerde bulunduktan sonra 1851’de Lond-
na vurulan bir darbe ve bu darbenin devrin bir ra elçiliğine tayin edilen Paşa bu görevini 1885’e
aydınının iç dünyasında oluşturduğu infialler, kadar sürdürmüştür. Dante’nin İlahi Komedya-
değişik yönleriyle ortaya konulmaya çalışılacak- sı’nı Yunancaya tercüme edecek kadar kültürle,
tır. Hadisenin ayrıntılarına geçmeden önce, bu sanatla ve edebiyatla iç içe olan Musurus’un kızı
iki devlet adamının/münevverinin/sanatçısının Ralouka (Rachel) döneminin Londra’sının birinci
yolları kesişene kadarki hayatlarına kısaca göz sınıf konser piyanistlerindendir. Romanya prens-
atmakta yarar var. lerinden Gregoire Bassaraba de Brancovan ile

20 TÜRK EDEBİYATI HAZİRAN 2020


makale 560
evlenen Ralouka, biraz da bu izdivacın kendi-
sine sağladığı imkânlar sayesinde devrin birçok
önemli sanatçısını, müzisyenini evinde ağırlama
fırsatını yakalar. Ralouka ve çocuklarının Marcel
Proust ile kurduğu dostluk Fransız romancının
eserlerine yansıyacak kadar derindir. Ayrıca dev-
rin Fransızca şiir yazan önemli şairlerinden biri
olan Anna de Noailles, Ralouka’nın kızı ve dola-
yısıyla Kostaki Musurus’un torunudur.1
Sâmipaşazâde Sezâi Bey ise, Sâmi Paşa’nın
ikinci eşi Gülârâyiş Hanım’dan olan çocuğudur.
Başka edebî türlerde öncesi olmakla birlikte,
esaret temini işleyen ilk roman Sezâi’nin Ser-
güzeşt’idir. Eserin ortaya çıkışında yazarın, ço-
cukluk yıllarında Kafkasya’dan köle olarak ge-
len annesinden dinlediklerinin önemli bir etkisi
vardır. Tıpkı Ahmet Mithat Efendi ve Abdülhak
Hâmit’te olduğu gibi.
Roman dışında hikâye, hatıra, gezi, sohbet gibi
türlerde de yazılar yazan, çeviriler yapan Sezâi,
Arapça, Farsça, Fransızca, Almanca, İngilizce gibi
birçok dili iyi derecede bilir. Yazarın çocukluk ve ilk
gençlik yılları, içinde kırktan fazla cariye bulunan,
Kostaki Musurus Paşa
babasının İstanbul/Taşkasap’taki konağında geçer.
İçinde barındırdığı simalar, buraya uğrayan sanat- Sefaret Günleri veya Şapkadan-Festen
çı ve münevverler sayesinde bu konak, dönemi-
İzzetinefis Çıkarmak
nin kültür ve irfan mekteplerinden biri olmuştur.
Hatta Sezâi’nin muhayyilesini romana hazırlayan Tanzimat devrine hâkim bakışın biraz dışın-
temel âmillerden biri de bu mekândır denilebilir. da bir sınıflandırma ile birini dönemin başına
Sezâi’nin devrinde en çok etkilendiği iki yazar (Musurus Paşa) birini sonuna (Sâmipaşazâde Se-
Namık Kemal ve Abdülhak Hâmit’tir. Bazı araş- zai) konumlandırdığımız bu iki şahsiyetin yolu
tırmacılar tarafından Avrupaî tarzda ilk hikâye 1881 yılında, II. Abdülhamit’in padişahlığında
ve roman yazarı olarak da kabul edilen Sezâi (1876-1909), Londra sefaretinde kesişir. Kültürel
edindiği eğitimi/birikimi, ağırlıklı olarak, aldığı ve siyasî tarihimiz bakımından önemli ve ilginç
özel derslere borçludur. Babasının vefatına ka- nitelikler arz eden bu karşılaşmayı (ortaklığı)
dar herhangi bir devlet hizmetinde bulunmaz Sezâi’nin bir mülakatından hareketle ana hat-
veya bulunamaz. Zira maddî durumu iyi olan ve larıyla takip etmek mümkündür.Önce mülakatın
çocuklarına düşkünlüğü ile bilinen Sâmi Paşa, bu bölümünü bir bütün olarak buraya alacak,
onların memuriyete atılarak da olsa yanlarından sonra adım adım çözümlemeye çalışacağız:
ayrılmalarını istemez. Bu nedenle Sezâi, ancak “…
babasının ölümünden sonra Londra sefaretinde Namık Kemal’in evvelce İbret gazetesinde in-
ikinci kâtipliğe başlayabilir ve bu görevini Ara- tişar eden eserleri bende lisânıma karşı ilk hassa-
lık 1885’de sefaret heyetinin topluca görevden siyeti uyandırmıştı. Bunları tekrar tekrar okuyor
alınmasına kadar sürdürür.2 ve her okuyuşumda bir evvelkinden daha fazla

HAZİRAN 2020 TÜRK EDEBİYATI


21
560 makale

bir zevk buluyordum. O zamanlar Namık Kemal müstebit idaresi, edebiyata olan şevk ve gale-
umumi bir taarruza hedef olmuştu. Edebiyatta yanımızı ve bizde neşe namına ne varsa hepsini
yeni zuhur eden bu güneş bazı yarasa fıtratlı ede- kırıp mahvediyordu.
biyat inhisarcılarını fena hâlde kıskandırıyordu. O Saraydan aldığımız mecnûnâne telgraflar-
zaman Abdülhak Hâmit’le ben, Namık Kemal’in da devletin izmihlâlini kemâl-i vuzûh ile okumak
hararetli ve fedakâr birer müdafii olmuştuk. Eski kâbildi. O günlerdeydi ki, İngilizler İskenderiye’yi
tarzın taraftarı olan pederimin başta benim ya- bombardımana hazırlanıyor ve bize Mısır’a müşte-
zılarım olmak üzere ara sıra fikirlerimizi tenkit reken asker ihraç etmeyi teklif ediyorlardı. Bu tekli-
ettiği vâkiydi. Fakat her hususta olduğu gibi mes- fin ehemmiyetini ve kaybedilmeyecek bir fırsat zu-
lek-i edebîmi tayin hususunda da bana tam bir hur ettiğini kaydeden sefaretin telgrafına saraydan
serbestî vermişti. Hiçbir hareketimi tahdit etmez, gelen cevabı öğrenmek ister misiniz? İşte:
tahdit etmek de istemezdi. Zavallı babam bize ‘Gönderilen koyunların yavruları doğdu. An-
çok düşkündü. Ölünceye kadar evlatlarından hiç- neleri kuyruksuz olduğu hâlde kendileri kuyruk-
birini yanından ayırmamıştı. ludur. Bu kuyruklar, kesilecek mi, yoksa kendili-
İlk memuriyetimi ancak pederimin vefatın- ğinden mi düşecek?’
dan sonra aldım… İkinci kâtip olarak Londra’ya Biz nasıl bir endişeyle, neler düşünerek telg-
tayin edilmiştim(1881). Musurus Paşa gibi ilim raf çekiyorduk. Onlar, bize evvelce istedikle-
ve edebiyat âşığı bir sefirin yanına düşmek şüp- ri için gönderdiğimiz koyunlar hakkında nasıl
hesiz ki bir talih eseriydi. cevap veriyorlardı. İşte, bütün bu kayıtsızlıklar,
Babamın meclisinden Londra’da Musurus Paşa şuûrsuzluklardı ki beni ihtilâle sevketti. Bundan
muhitine intikal etmekle edebî zevklerimden kay- sonraki hayatım, tamamen mücâhede ve mücâ-
betmiş değil, bilâkis kazanmış oldum. Burası öyle dele ile geçmiştir.
bir muhit idi ki kim bulunsa mutlaka şair olurdu. Bir gün, yine hiç unutmam. Saraydan bir
O tarihlerde asır, Victor Hugo asrıydı. Hugo’nun emir almıştık. Bu emir şapkaya dâirdi. ‘Sefaret
saltanat-ı edebiyyesi fikirlerde ve kalplerde hü- heyetinin cümleten şapka iktisa ettikleri (giy-
kümrândı. Maamâfih İstanbullu bir Rum olan se- dikleri) vâsıl-ı sem’-i’ padişahî (padişahın kula-
firimiz Musurus Paşa Victor Hugo’yu Türk düşmanı ğına gitmek)’ olduğundan bahsedilerek ‘bâdezin
bildiği için sevmezdi. Burada size Musurus Paşa’ya (bundan sonra) hiçbir sebep ve mecburiyetle
ait bir hatırayı nakletmek istiyorum. Bu diplomat şapka iktisa edilmemesi’ bildiriliyordu.
kendisini Türk addeder ve her vesileyle ispat etmek Emir, bittabi yerine geldi. Fakat bunun ne-
isterdi. Bir gün meşhur İngiliz başvekili Gladstone, ticesi ne oldu, bilir misiniz? Londra’da Osmanlı
Bulgaristan ihtilâlini parlamento gerisinde teşrîh saltanatını temsil eden sefaret heyetimiz, Çin
ederken Türklerin barbarlığından bahsetmiş ve sefirinden daha gülünç bir vaziyete düştü. Tür-
Musurus Paşa gibi birkaç şahsiyet müstesna, bütün kiye, İran, Çin mümessilleri, derhâl şeklen ayrıl-
Türklerin barbar olduğu üzerinde ısrar etmişti. Mu- mıştık. ‘Biz Avrupalıyız!’ diye sesimin yettiği ka-
surus Paşa bu beyanatı protesto etti ve bu istisnaî dar bağırdığımız o devirde, böyle Asyalılarla, bir
muameleyi reddetti. safta birleşmek izzetinefsime pek ağır gelmişti.
Musurus Paşa’nın oğlu Fransa’nın namdar O günden itibaren salonlarda tesadüf ettiğim
şairlerinden Paul Musurus’un musâhabesi beni yüksek aileye mensup madam ve matmazeller
edebiyata âdeta bir çılgın gibi bağlamıştı. Res- başımdaki kırmızı fesi ve uzun püskülü görün-
mi meşâgilden sonra bir araya gelip Victor Hu- ce bucak bucak kaçmaya başladılar. Hakları da
go’nun, Dante’nin, Shakespeare’in eserleri etra- vardı. Bir fesli ile dans etmek, umumi istihzâyı
fında musâhabelerde bulunmak en büyük zev- üzerlerine celb edebilirdi. Bu vaziyet, elbette ki
kimizdi. Fakat ne kadar yazık ki, Abdülhamit’in böyle devam etmeyecekti. Nitekim devam etme-

22 TÜRK EDEBİYATI HAZİRAN 2020


makale 560
di. Musurus Paşa başta olmak üzere bütün he-
yet-i sefaret azledildi(1885).”3
Yukarıdaki alıntıyı ana hatlarıyla şöyle çö-
zümleyebiliriz:
*Sezâi, Hâmit’le birlikte Tanzimat dönemi-
nin yenilikçi kanadına mensuptur. Bu iki yazarın
kendilerine örnek aldıkları ve hemen her ortam-
da hararetle/fedakârca savundukları insan Na-
mık Kemal’dir. (Bu Namık Kemal sevgisi sonraki
kuşaklarda artarak devam edecektir.)
*Sezâi’nin babası Sâmi Paşa, eli kalem tutan,
konağını devrin münevver ve sanatçılarına sonu-
na kadar açan bir devlet adamıdır. Edebiyatta eski
tarzın taraftarlarından biri olan Paşa, kendi çocu-
ğuyla birlikte devrin yenilikçi gençlerini eleştirir,
ama onların edebî zevklerine müdahil olmaz.
*Sâmi Paşa çocuklarını çok sever ve ölün-
ceye kadar onların yanından ayrılmalarına izin
vermez. Bu nedenle Sezai, ancak babasının ölü-
münden sonra 1881’de Londra sefaretine ikinci
kâtip olarak tayin edilir.
Samipaşazade Sezai
*Sezâi, devrin önemli kültür mahfillerinden
biri olan babasının konağından sonra memuri-
yet hayatına başladığı Londra’da, çocukluğun- *Sezâi’ye göre Londra’daki bütün bu güzellik-
da/gençliğinde içinde bulunduğu ortama çok da lere gölge düşüren temel faktör, Abdülhamit’in
benzeyen Musurus Paşa ve muhitine düşer. Bu- müstebit idaresi ve bu idarenin uygulamalarının
rası, mensuplarını, bulundukları seviyeden yuka- Londra’ya yansımalarıdır. Padişahın baskıcı tu-
rıya çeken seçkin bir yerdir. Devir, Victor Hugo tumu sefarette çalışanların şevkini kırar, yaşama
devridir. İstanbullu bir Rum olan Musurus Paşa sevincini yok eder.
Victor Hugo’yu Türk düşmanı bildiği için sevmez. *Saray’dan elçiliğe çekilen telgraflar devle-
Sezâi bu durumu teyit için Paşa’nın millî yönü- tin içinde bulunduğu kötü durumun gösterge-
ne vurgu yapan bir hatırayı nakleder. Günlerden si gibidir. İngilizlerin İskenderiye’yi bombardı-
bir gün İngiliz Başbakanı Gladstone parlamento mana hazırlandığı ve bize Mısır’a ortak asker
gerisinde Bulgaristan ihtilalinden bahsederken, göndermeyi teklif ettikleri böyle bir zamanda
Musurus Paşa gibi birkaç şahsiyeti dışarıda tu- İstanbul’dan gelen ve ne dediği anlaşılmayan
tarak, bütün Türklerin barbar olduklarını söyler. telgraflardan sonra (bunların şifreli telgraf olma
Musurus Paşa başbakanın beyanatını protesto ihtimali vardır) Sezai’nin hayatı tamamen bu
ettiği gibi bu istisnaî muameleyi de reddeder. anlayışla mücadele içinde geçer.
*Sezâi’nin dört yıllık Londra hayatında öne *Sezâi’nin Londra sefaretinde yaşadıklarını an-
çıkan ana figür sefir Musurus Paşa’dır. Ayrıca Pa- lattığı mülakatın bu noktasına şapka-fes bahsi
şa’nın oğlu Paul da yazarın yakın arkadaşların- damgasını vurur. Yine bir gün Saray’dan bir emir
dan biridir. Sezai’nin Paul ile ortak noktası ede- gelir. Bu emirde, bütün sefaret heyetinin şapka giy-
biyattır. Victor Hugo, Dante ve Shakespeare bu diğinin Padişahın kulağına kadar ulaştığı, bundan
edebiyat ortak paydasının olmazsa olmazlarıdır. sonra elçilikte bulunanların şapka giymesinin, hiçbir

HAZİRAN 2020 TÜRK EDEBİYATI


23
560 makale

aksi yoruma izin vermeyecek şekilde yasaklandığı neden sonra dikkat etti. İşte aksi gibi bir fesli
yazılıdır. Dolayısıyla sefaret mensupları için Avrupalı geçmiyordu. Hep şapkalı, şapkalı, şapkalı… Ken-
şapka gitmiş, onun yerine Türklüğü-Müslümanlığı di kendini teselli etmek, bütün bütün yeise ve
temsil eden fes gelmiştir. Sezâi’nin gözünden sonu- ümitsizliğe bırakmamak istedi:
ca bağlamadan önce, somut birkaç örnekten hare- —Garip tesadüf? dedi. Bu kadar yolda bir fes-
ketle konuyu biraz daha anlaşılır hâle getirelim. linin geçmemesi pek garip…”6
Ömer Seyfettin’in “Primo Türk Çocuğu” adlı (Şapka-fes bahsiyle ilgili özellikle sonuç
hikâyesinde Selanik’te yaşayıp Grazia adlı bir kısmıyla dikkati çeken bir hadise de Fransa’nın
İtalyanla evli olan mühendis Kenan Bey, mizaç Almanya’ya gözdağı vermek için Picardie’de
olarak savaşa karşı olsa da, İtalyanların Trablus- yapacağı tatbikata, Osmanlı Devleti’ni temsilen
garp’a saldırmalarını bir türlü içine sindiremez. katılmak için Selanik’ten yola çıkan Binbaşı Se-
Hayatını (ve özellikle düşünce dünyasını) altüst lahattin Bey ile Kolağası Mustafa Kemal’in (Ata-
eden bu kötü haberi aldıktan sonra eşinin de türk) başından geçer. Olayı, Mustafa Kemal’in
bulunduğu yalısına gitmek istemez ve geceyi anlatımıyla buraya alıyoruz:
otelde geçirir. Ertesi sabah otelden ayrıldıktan “1910’da Fransa’da büyük bir manevra yapı-
sonra herhangi bir araca binmez ve yürümeyi lacaktı. Bu manevra Picardie Manevraları diye
tercih eder. Bu esnada Selanik sokaklarında ta- anılır. Bu manevralara hükümet benimle Binba-
nık oldukları,1910’lu yılların toplumsal hayatın- şı Selahaddin Beyi göndermeye karar vermişti.
da, şapka ve fesin kültürel/siyasal aidiyetleri ne Paris Ataşemiliterimiz Fethi Bey heyete başkan-
kadar görünür kıldığının birer göstergesi gibidir: lık edecekti. Selahattin Beyle Selanik’ten trenle
“Sonra yine binalar cihetine saptı. Meyus bir yola çıktık, Sırp hududunu geçtikten sonra ben
çehreye rast gelmiyordu. Aksine şapkalıları daha valizimi indirdim, başımdaki fesi valize koyarak
şen, daha mesut görüyordu. Tüccar kâtipleri, İstanbul’da Tiring Mağazası’ndan aldığımız kas-
mağaza memurları, kendi kendilerine hayalî bir keti başıma geçirdim. Selahaddin Bey çok mu-
ehemmiyet veren tatlı su frenkleri, hâsılı bütün bu taassıp bir arkadaştı. ‘Ne yapıyorsun?’ dedi. ‘Biz
renksiz ve Türklüğe düşman güruh, seviniyordu.”4 sâye-i şâhânede birinci mevki ile seyahat ediyor
… ve devleti temsil ediyoruz. Osmanlılığımız, Müs-
“Ne oldukları belirsiz, irili ufaklı şapkalı ço- lümanlığımız belli olmalıdır.’ Ben cevap verdim.
cuklar Fransızca ilâveleri birbirlerine okuyorlar, ‘Canım Selahaddin Bey artık hududu geçtik. Sivil
katılacak derecede gülüyorlar ve itişiyorlardı. kıyafetle yolculuk ediyoruz. Herkesin bizi tanı-
Hava gazı direğinin dibinde birkaç ecnebi ka- masında ne fayda var?’ dedim. Selahaddin Bey
dınla birkaç şapkalı duruyor ve tramvayı bek- suratını astı. Uzun zaman benimle konuşmadı.
liyordu. Erkekler şüphesiz yeni başlayan harbi, Trenimiz bir Sırp istasyonunda durmuştu.
düşman filosunun muzafferiyetini anlatıyorlar Selahaddin Bey pencereyi açtı. Elindeki tepside
ve kadınlar mesrûr merakla dinliyorlardı.”5 sandviç satan bir Sırp çocuğunu çağırdı. Sandviç
… alacaktı. Fakat sandviçlerin içinde domuz eti ol-
“Kadın erkek hepsi şapkalı idi. İğne atılsa yere maması lâzımdı. Onun için sandviçleri birer birer
düşmeyecek olan bu koca müteharrik ve umumî alıyor, kokluyor ve tekrar tepsiye koyuyordu. Bu
meskenin içinde kendisiyle beraber ancak üç seçme uzun sürdü. Tepsiyi eliyle başının üstünde
fesli vardı. Diğer iki fesli de tramvayı idare eden tutan çocuk yorulmuştu. Tepsiyi indirdi ve kar-
adamla biletçi idi. şısındaki fesli Selahaddin Beye ‘tuh Türk’ dedi
Tramvay yürürken bu vicdan ezici mağlu- uzaklaştı. Selahaddin Bey onurlu bir adamdı.
biyet ve perişanlık manzarasını görmemek için Derhâl başını içeri çekti. Pencereyi kapattı. Tre-
artık dışarısını seyrediyordu. Yalısına yaklaşmıştı, nimiz tekrar yola düzüldüğü zaman Selahaddin

24 TÜRK EDEBİYATI HAZİRAN 2020


makale 560
Beyin ağır ağır yerinden kalktığını, valizini indi- “…İhtiyar romancının vakıa başı koca yalçın
rerek kasketini çıkardığını ve fesi valize koyarak dağlar gibi bembeyazdır. Fakat kalbi hâlâ yirmi
kasketi giydiğini gördüm. ‘Ne o Selahaddin Bey?’ beş yaşındadır. Bunun için bahsimiz bir müddet
dedim. ‘Şimdi zamanı geldi.’ cevabını verdi.”7) sonra aşk hudutlarının içine girdi. Sevmekten
Ömer Seyfettin’in şapka-fes sembolleştirme- aşktan bahsettik. Bana gençliğini, aşklarını, İs-
sini ana hatlarıyla bu şekilde özetleyip Selahattin tanbul’da sevdiği meşhur bir tiyatro artistini an-
Beyle Mustafa Kemal’in başından geçen hadiseyi lattı; Madrit’te âşık olduğu Andozalı (Andaluz?)
kısaca iktibas ettikten sonra tekrar Sezâi’ye dö- dansöz Konsuella’dan bahsetti.”9
nebiliriz. Sezâi’ye göre, şapkanın yerini fes alınca Sezâi, sefarette yaşadıklarını tatlı tatlı anla-
sefarette çalışanlar, Çin sefaretindekilerden daha tırken bu sefer sıra yazının başlığında da ken-
gülünç duruma düştüklerini düşünürler. “Biz Av- disine yer bulan “izzetinefis” bahsine gelir. Ha-
rupalıyız!” düşüncesinin her şeyiyle revaçta ol- yatının merkezine içinde kadınların da bolca
duğu böyle bir zamanda İstanbul’dan gelen bu bulunduğu bir tür eğlence anlayışını yerleştiren
emir, sefaret heyetini İranlılardan, Çinlilerden Sezai’nin yukarıdaki ana/uzun alıntıda “izzeti-
ayırt edilemez hâle getirmiştir. O günden sonra, nefis” kavramına yaptığı vurgu hem kendisi hem
yüksek aileye mensup madam ve matmazeller de o dönem aydınları bağlamında üzerine kafa
Türk heyetinin başındaki kırmızı fesi görünce se- yormaya değer niteliktedir. Ama bu vurguyu
faret mensuplarının yanından bucak bucak kaç- tartışmaya geçmeden önce sözlükte “izzetinefis”
maya başlamışlardır. Çünkü kırmızı fesli ve uzun ibaresine yüklenen anlama ve bu bahisle ilgili
püsküllü biriyle dans etmek bu çevreye mensup bir örneğe kısaca göz atmakta fayda var:
kimselerin alaylı bakışlarını bu insanların (ma- “İnsanın kendisine karşı olan saygısı, onur, öz
dam ve matmazellerin) üzerine çekebilirdi. Bu- saygı.”
rada biraz durup, Sezâi’nin bütün bu olanlara (“İzzetinefis” kelimesisözlükte Reşit Akif Pa-
gösterdiği aşırı tepkinin arka planını, somut iki şa’dan bir beyitle örneklenmiş:
örnekten hareketle anlamaya çalışalım: Bu izzet-i nefs Reşidâ hudâ emanetidir
Abdülhak Hâmit,1882’de Sezâi’ye bir mektup Anı fedâ edemem en büyük penâha dahi.)10
yazar. Bu mektupta öne çıkan noktalar Sezâi’nin (Şemsettin Sâmi Kamûs-ı Türkî’de bu kavra-
“güzellere” olan düşkünlüğü ile sefaretteki “sal- ma; “İnsanın kendi nefsini hor ve zelil etmeyip
tanatlı davet ve ziyafetlerin” ona bu yolda suna- vakar ve haysiyetini muhafazaya itina etmesi”
cağı fırsatlardır: karşılığını verir.)
“…Londra’da senin bulunuşun kadar bence “İzzetinefis” bahsinin hayatını direkt etkilediği
mucib-i arzu bir şey yoktur. Güzellerini sevece- yazarlardan biri de Refik Halit’tir. Yazar, izzetine
ğini de beyân icap etmez a. Sizin sefirin orada fsineolan düşkünlüğü nedeniyle Galatasaray Lise-
meşâhir-i küberâdan (ileri gelen tanınmış kim- si’nden ayrılmak zorunda kalmıştır.(Buna benzer
selerden) olduğunu ben bir zaman sana söyle- bir olaya Ömer Seyfettin’de de rastlanır.)
miştim. Devlet-i Osmaniye’yi oranın efradına Hadisenin ayrıntıları ilginçtir:
olsun saltanatlı göstermek merakında bir herif- “Fransızca muallimimiz Mösyö Dubois ismin-
tir. Misafiri çok, davetleri, ziyafetleri boldur. O de yarı matuh (bunak) bir ihtiyardı; nasıl oldu,
sayede pek çok kişiyle ülfet edebilirsin.”8 bilmem, üç arkadaş ite ite sırayı çivili olan yerin-
Ölümünden yedi yıl önce Sezâi ile yapılan bir den kırarak söktük; muallim gördü, tambur çal-
mülakatta söz döner dolaşır yazarın aşk macerala- mış ve ders de o aralık bitmiş idi. Herkes kaçtı,
rına gelir. Bu maceraların merkezinde bulunan ka- ben manasız bir izzetinefisle yerimde durdum;
dınlar ve bunların toplumsal aidiyetleri, Sezâi’nin geldi yakamdan tuttu, beraber müdür-i sâninin
mizacı hakkında bize önemli ipuçları verir: odasına girdik. Mösyö Feuillet önündeki defteri

HAZİRAN 2020 TÜRK EDEBİYATI


25
560 makale

açtı, ismimin hizasına baktı, felâket… Orada, bir lerine koydukları değerlerine kadar birbirinden
sene evvel mektebin arka kapısından firarıma uzaktır. İnsan “izzetinefsini” (onurunu/şerefini) in-
ve tecziye edilmediğime dâir olan kaydı gördü. citen davranış, durum ve tutumlar, bunlara verilen
Demek ki yaramaz ıslâh olmaz, haşarı bir çocuk- tepkiler, hatta bunlar için göze alınan riskler-teh-
tum, derhâl bir hafta izinsizlikle bilmem kaç sa- likeler hangi değerler etrafında hayat sürüldüğü-
tır cezaya, ayrıca hapse mahkûm etti…”11 nü göstermeleri bakımından bir zihniyet ölçüsü/
Sezâi’nin Abdülhamit’le “mücâhede” ve “mü- terazisi mesabesinde kabul edilebilir. O hâlde ya-
câdele”ye girişmesinin arkasında, şapka giyme zımızı bir soru ile bitirebiliriz: Abdülhamit’e karşı
mevzuu, kadınlar ve dolayısıyla eğlence bahsi bu kadar bilenen Sezâi’nin, bir daha devlet hizme-
vardır. Yukarıda ana hatlarıyla değindiğimiz üze- tini kabul etmeme noktasına kadar varan kırgın-
re,1885’te İstanbul’dan gelen bir emirde Londra lığının, hatta kızgınlığının arkasında yatan temel
elçiliğindeki herkesin şapka giydiği, hangi ne- olgu, düşünce, inanç, ideal, duygu acaba ne ola ki?
denle olursa olsun şapka giymenin artık yasak- Bu sorunun cevabı, iki yüz yıllık son dönem Türk
landığı yazılıdır. Şapka yerine giyilmesi istenen tarihinin kara kutusunu çözecek kadar kıymetlidir.
püsküllü fes, burada çalışanlarla birlikte Sezâi’yi
de ciddi anlamda rahatsız eder. Sezâi’ye göre el- 1
Bilgi için bkz. (Sinan Kuneralp, Yaşam ve Yapıtlarıyla
çilik çalışanlarını fes giymek zorunda bırakmak Osmanlılar Ansiklopedisi, 2. Cilt, YKY, İstanbul 1999, s.
326-327.)
Asyalılarla, bir safta birleşmek her şeyden önce 2
Bilgi için bkz. (Güler Güven, Sâmipaşazâde Sezayi,
bu insanların izzetinefislerine ağır gelmiş, on- Dergâh Yayınları, İstanbul 2009, 248 s.; Zeynep Kerman,
ları rencide etmiş, daha açık ifadeyle Avrupalı “Sâmipazâde Sezâi”, TDV İslâm Ansiklopedisi, Cilt: 36,
bir görünümden Asyalı seviyesine düşürmüştür. TDV Yayınları, İstanbul 2009, s. 77-78.)
Fakat, Sezâi’nin isyan etmesinin asıl nedeni bü- (Devrinin yardımsever münevver ve devlet adamlarından
biri olan Sâmi Paşa’nın Ahmet Hikmet Müftüoğlu’nun
tün bu yaşananların neticesidir ki bu da padişah ailesine -ta Mora yıllarından itibaren- kol kanat germesi,
buyruğundan sonra balolarda ve değişik eğlence hem tarihî açıdan devrin bir yönüne ışık tutması hem de
yerlerinde karşılaşılan Avrupalı kadınların (yüksek bu ailenin âlicenaplığını göstermesi bakımından oldukça
aileye mensup madam ve matmazellerin) fesli bi- çarpıcı olup bu da bir başka yazının mevzuudur.)
3
Bilgi için bkz. (Muharrem Dayanç, “Sâmipaşazâde
riyle dans etmekten bucak bucak kaçmaları duru-
Sezai’nin Yalısında Bir Saat”, Yeni Kitap Dergisinde On
mudur. Sezâi’ye göre bu kadınlar başında fes olan Yazar On Mülakat, Konuşan: M. Salahattin, Dergâh
biriyle dans etmemekte haklıdırlar, çünkü fesli Yayınları, İstanbul 2009, s. 84-86.)
biriyle dans etmek, onları kendi toplulukları için- 4
Ömer Seyfettin, “Primo Türk Çocuğu”, Bütün Eserleri
de fazlasıyla küçük düşürecek bir durumdur. İs- Hikâyeler 1, Haz. Hülya Argunşah, Dergâh Yayınları,
İstanbul 1999, s. 175.
tanbul’dan gelen bu emir sonrasında Londra’daki 5
a.g.e., s. 176.
eğlence hayatı sona eren Sâmi Paşa’nın oğlunun 6
a.g.e., s. 176.
“izzetinefsi” kırılmasın da ne yapsın(!) 7
Uluğ İğdemir, Atatürk’ün Yaşamı, TTK Yayını, Ankara
1980, s. 21-22. (Bilgi için bkz. Mehmet Önder, “Atatürk
Sonuç Fransa-Picardie Manevralarında”, Erdem Dergisi
(Cumhuriyet Özel Sayısı II), Cilt: 11, Sayı: 32, T.T.K
Musurus Paşa’nın Londra’daki bir Osmanlı dev-
Yayınları, Ankara 1998, s. 527-532.)
let adamı olarak aldığı pozisyon ile Sâmipaşazâde 8
Abdülhak Hâmid’in Mektupları, Haz. İnci Enginün,
Sezai’nin bir sefaret çalışanı olarak takındığı tavır, Dergâh Yayınları, İstanbul 1995, s. 230.
Tanzimat devriyle ilgili birçok ön yargıyı kökünden 9
Hikmet Feridun Es, “Sâmipaşazâde Sezai”, Akşam, 4
sarsmaktadır. Böylesine kritik bir süreçte Fenerli Haziran 1929.
10
İlhan Ayverdi, Kubbealtı Lugatı Misalli Büyük Türkçe
bir Rum ile (bu meselenin Fenerli Rumlar açısın- Sözlük, Bilnet Matbaacılık, İstanbul 2011, s. 592.
dan tarihsel bir arka planı vardır) bir Türk-Müs- 11
Refik Halit Karay, Minelbab İlelmihrab, İnkılâp Kitabevi,
lüman aydınının öncelikleri, hayatlarının merkez- İstanbul 1992, s. 258-259. ❮

26 TÜRK EDEBİYATI HAZİRAN 2020


MUHADDİS BİR HATTAT:
AHMED FERİD EFENDİ
TALİP MERT


HAT TARİHİMİZE IŞIK TUTAN YÜZLERCE HATTATIN YANINDA OSMANLI ARŞİVİ’NDE BULUNAN BİR ŞİİRİYLE
VARLIĞINDAN HABERDAR OLDUĞUMUZ YENİ BİR HATTAT İLE KARŞI KARŞIYAYIZ: AHMED FERİD EFENDİ

lin dili veya harflerin raksı olarak nitelendi- kutsiyetinde günümüze intikal etmiştir. Hat tari-

E rilen hat sanatı, kökü çok eskilere dayanan


sanat dalı olmakla beraber, “tedricen” geli-
şerek İslamiyet’le birlikte kıvamına ermiş ve bir
himize ışık tutan yüzlerce hattatın yanında Os-
manlı Arşivi’nde bulunan bir şiiriyle varlığından
haberdar olduğumuz yeni bir hattat ile karşı kar-
ibadet vecdiyle asırlarca bir cazibe merkezi hâline şıyayız: Ahmed Ferid Efendi. Kendisi de bir hattat
gelmiştir. Resim sanatına İslamiyet’te pek rağbet olan Sultan Abdülmecid’e1 sunduğu kasidenin
edilmediği bir vakıa ise de hünerli hattatlar saye- altına yazdığı künyesinde kendisinin Fatih civa-
sinde hüsn-i hat, millî bir resim sanatına dönüş- rında Tevfikiye Medresesinde sakin bir muhaddis
müş, olağanüstü güzel ve kendine has bir kimlik olduğundan bahsetmektedir. Tercüme-i hâlinin
kazanmıştır. Bu ulvi meşgaleye Türk hükümdar- müphemiyetini, birtakım vezin kusurları, kelime
ları ve üst düzey yöneticiler de kayıtsız kalama- eksiklikleri de olan, bir kaside ve müseddesle ara-
mıştır. Birçok Osmanlı padişahı halkı teşvik etmek ladığımız Hattat Ahmed Ferid Efendi’nin hikâyesi
amacıyla hüsn-i hat ile bizzat uğraşıp dikkate bakalım ne zaman tamamına erecek…
değer eserler vücuda getirmişlerdir. Evkaf-ı İsla-
kasîde-i bahariyye der sitâyiş-i sultan abdül-
miye Müzesi’nde bugün numuneleri görülen bu
mecid han
eserler, 15. yüzyıldan itibaren beş asır boyunca
Dem-i nevrûz erişti gülşene fasl-ı bahâr oldu
kudretli hattatlar eliyle 19. asırda altın çağını id- Yine âsâr-ı feyz-i kudret-i Hak âşikâr oldu
rak etmiştir. Sadece Osmanlı’da değil Mısır, Suri- İdüb neşr-nümâ ezhâr-ı gülzâr nesîm-i feyz
ye ve Irak gibi mücavir ülkelerde de Osmanlı hat Açıldı goncalar şevkiyle cûlar bî-karâr oldu
üslûbu benimsenmiş, maddi ve manevi bir miras Küşâde oldu hâtırlar kudûm-i nevbaharîden

HAZİRAN 2020 TÜRK EDEBİYATI


27
560 HAZİNE-İ EVRAK

Edince hande güller, bülbüller şûrîde-zâr oldu


Bahâr itti çemende gûyiyâ bezm-i cem tertib
Yine zerrîn kadeh destinde câm zer-nigâr oldu
Sürahi-veş dizildi lâleler sahn-ı çemen-zâra
Temâşâ eyleyüb bu bezm diller teşne-dâr oldu.
Göz açtı hâbdan nergis, sarıldı yasemen serve
Uyandı baht-ı âşık mevsim zevk-i kenâr oldu.
Olunca nefha-i bâd-ı bahar ile çemen ihyâ
Bu gûne bir gazelle nahl-ı hâme meyve-dâr oldu
Gıdâr-ı âl-i hattın üzre müşgîn âşikâr oldu
Görenler sandılar kim işte anber nisâr oldu
Görüp ol nahl-i bâğ-ı işvenin rûy-i arak-nâkin
Değildir jâle yer yer ter döküp gül şerm-sâr oldu
Ne mümkün pençe-i aşk vü muhabbetten ola âzad
Yine mürg-ı dilim bir çeşmi şehbâza şikâr oldu
Peyâm-ı zülf ü haddiyle sabâ vardıkça gülzâra
Olup sünbül perişan lâle vü gül dağdâr oldu
Alub devr-i Hutenden bûsesin ol kadd-i mevzûnun
Nihâl-i gülşen-i ümmîdimiz bir berg-i bâr oldu
Aceb kilk-i sühan-ver kân mıdır deryâ mıdır bilmem
Ki vasf-ı şâh-ı âlemde dürr ü güher nisâr oldu
Şehinşâh-ı zaman Abdülmecid Hân mekremet-pîrâ
Cihân-ı şevket ü şâna şeh-i sâhib vakâr oldu
O sultân-ı muazzam, şehr-i yâr-ı heft kişver kim
Ânın fağfûr u hâkan bendegânından şomâr oldu
Nice teşbih olur İskender ü Dârâ’ya dârâtı
Ki derbân-ı deri Keyhüsrev ü İsfendiyâr oldu
Zemîn ü âsumâna saldı pertev neyyir-i zâtı
Sipihr-i devlet ü ikbâle mihr tâb-dâr oldu
Olur pâ-bûs rahş-ı ikbâli içün her gün
Gelüb hurşîd dergâhında ferş-i reh-güzâr oldu
Olur âsûde diller rûzigârın germ-i serdinden
Gülistân-ı cihâna rahmı nahl-i sâyedâr oldu.
Olub sahrâlara hıfzı nigehbân ahd-i lütfunda
Ki nâm-ı şîr-i ner âhûlara câ-yı karâr oldu
Yeter Ahmed duâya başla itnâb-ı sühan etme
Ki evsâfı anun bî-hadd ü pâyân bî-şomâr oldu.
Hemîşe dâim etsin şevket-i iclâl ile Mevlâ
Vücûdu tâc ü tahta tâ be-mahşer iftihâr oldu.
Ola gülşen-sarây-ı saltanatta gül gibi handân
Denildikçe şitâ geçti zaman nev-bahâr oldu.

Müseddes
Sehâb-ı nev-bahârı âleme gevher-nisâr oldu
İdüb arz-ı cemâl ezhâr cümle âşikâr oldu.
Zamân îyş ü işret, mevsim geşt ü güzâr oldu.
Neşîmen-i dilberâna şimdi nahl saye-dâr oldu.

28 TÜRK EDEBİYATI HAZİRAN 2020


HAZİNE-İ EVRAK 560
Efendim seyre çık âlem serâpâ sebze-zâr oldu
Açıldı lâleler güller yine fasl-ı bahâr oldu
Nigâh et güllere benzer heman ruhsâr-ı hûbâna
Müşâbih misk-i rûmî zülf-i müşgin civânâne
Kenâr-ı cûda bak serve misâl kadd-i cânâna
Muhassal her taraf bir zevk-bahş eyler dil ü câna
Efendim seyre çık âlemi serâpa sebze-zâr oldu
Açıldı lâleler güller yine fasl-ı bahar oldu
Olup işkefte ezhâr-ı çemen hep handedir güller
Nevâ pervazlıkta sû-be sû şûrîde bülbüller
Ne hoş düşmüş kenâr-ı bâğa şebbolar karanfiller
Sarılmış serve yer yer yâsemenler saçlı sünbüller.
Efendim seyre çık âlemi serâpa sebze-zâr oldu
Açıldı lâleler güller yine fasl-ı bahâr oldu
Acâyib zevki var şâhım buyur sahn-ı çemenzârın
Nevâsın istimâ’ it şâh-ı gülde bülbül-i zârın
Kızarsın hicabından verd-i ter gördükçe ruhsârın
Hırâm-ı nâz ile gel bağa göster serve reftârın
Efendim seyre çık âlemi serâpa sebze-zâr oldu
Açıldı lâleler güller yine fasl-ı bahar oldu
Yeter cevr etme uşşaka vefâ eyyâmıdır şimdi
Kenâr-ı cûyda zevk safâ eyyâmıdır şimdi
Heman al destine câm dilküşâ eyyâmıdır şimdi
Oku bu matla‘ı gel Ahmedâ eyyâmıdır şimdi.
Efendim seyre çık âlemi serâpa sebze-zâr oldu
Açıldı lâleler güller yine fasl-ı bahar oldu

Kâle Resûlullâh (sallallâhü aleyhi vesellem):


“İzâ medihe’l-mü’minü fî vechihî rabe’l-imânü
fî kalbihî” sadaka Resûlüllah.2
Sultan Mehmed civarında Tevfik Medrese-
si’nde sâkin muhaddisinden Hattat Esseyyid
Ahmed Ferid kulları.3

1
Bkz. İbnülemin Mahmud Kemal İnal, Son Hattatlar, Ma-
arif Basımevi, İstanbul 1955, s. 35-37.
2
Hattat Ahmet Ferid Efendi’nin padişaha sunduğu kasi-
denin altına talik ettiği Hadis’in manası şöyledir: Mümin
yüzüne karşı methedildiği zaman, (kendisinin) kalbinde
imanı artar, kuvvetlenir. Bkz. Hâkim, “El-Müstedrek, Ma-
rifetü’s-Sahâbe”, Nr. 6535, 3/690; Taberâni, “El-Mu’ce-
mü’l-Kebîr”, Nr. 242, 1/170; Deylemî, “El-Firdevs”, Nr.
1335, 1/335 (T.M).
3
Başbakanlık Osmanlı Arşivi, TSMA.E., 369/37. ❮

HAZİRAN 2020 TÜRK EDEBİYATI


29
doğum yıl dönümünde tarık dursun k.’nın
sarı defterİ’NDEN TAŞAN İKİ HİKÂYESİ - I
ÖZLEM FEDAİ


ANLATIMI DAHA DERİNDİR, DUYGULARI DAHA YOĞUN, KENDİSİ DAHA YALNIZ… ARTIK OKUYUCUYA ÖRTÜK
MESAJLARLA BİLE SEZDİRMEYE ÇALIŞMAZ TOPLUMSAL VE SİYASAL FİKİRLERİNİ

Yazmakla Geçen Bir Ömrün Bakiyesi… son yıllarda artık unutulmuş olan değerlerin de

1
hatırlatıcısı gibidir.
950 sonrası Türk hikâye ve romanının dik-
kat çeken toplumcu yazarlarından biridir Hikâyelerden taşan hayat…
Tarık Dursun K. (26 Mayıs 1931- 12 Ağustos Hayattan taşan emek…
2015)… Bundan beş yıl evvel aramızdan ayrı- 1940’ların sonundan itibaren otobüslerde ve
lırken Ege’nin yazarı olarak İzmir’de doğup İz- sinema önlerinde bilet hatta köfte satmaya, ki-
mir’de hayata gözlerini yummuştur. 1950’lerin tapçılıktan yayınevi ve film yönetmenliğine ka-
başından itibaren okurun beğenisine sunduğu dar birçok işle uğraşsa da aslında tüm ömrünü
1 şiir kitabı, 16 hikâye kitabı, bir kısmı sinema- yazarak geçiren Tarık Dursun K.’nın hikâyecilik
ya da uyarlanarak ödüller almış 13 romanı, 2 serüveni, bugün sosyal medya vasıtasıyla ko-
hikâye seçkisi, deneme kitapları, film eleştirileri layca göz önüne çıkan, hızlı parlayan hikâye-
ile dolu dolu bir yazma serüveni geçirir. Senar- cilerinkinden elbette farklıdır. Onun hayatı sıkı
yosunu yazıp yönettiği birçok filmle Türk ede- dostlukların eseri olarak çıkarılmış dergilerin,
biyatının dışında Türk sinemasının da beğenisi- sabahlara kadar uğraş verilerek ilkel koşullarda
ne mazhar olur. (Denizin Kanı, Aliş ile Zeynep, (vinçle kaldırılan yağ varilleri içinde) çekilmiş
Kurşun Ata Ata Biter vb.). 2006 yılında yetmiş filmlerin, parasız gençliğinin İzmir/Konak gün-
beş yıllık yaşamının özeti saydığı Hepsi Hikâ- lerinde aşkla ve arkadaşlıklarla düşlenip yazıl-
ye adlı son hikâye kitabında eski hikâyelerinin, mış şiirlerin, hikâyelerin, romanların sıcaklığını,
anılarının, yaşamının önemli renklerini sunar- samimiliğini, emeğin değerini, vefanın kıyme-
ken; hayatındaki önemli insanların, yaşadığı tini yansıtır. Tarık Dursun’un hikâye serüvenini

30 TÜRK EDEBİYATI HAZİRAN 2020


ARAŞTIRMA 560
merak eden okur, 1940’ların sonundan itibaren ikinci dönemi, bir “geçiş ve arayış dönemi”dir. Bu
4 dönem ile karşılaşabilir. 1949’da “Ay Işığı Se-
1
dönemde, Pazar Postası, Yeditepe gibi dergiler-
renadı” ile Nilüfer dergisinin şiir yarışmasında de kalem arkadaşlığı yaptığı İkinci Yeni şairle-
ödül aldıktan sonra 1951’de yakın dostu Cengiz rinin tema, imge ve üslûplarının etkisinde kalır.
Tuncer’le birlikte Devr-i Âlem adlı bir şiir kitabı Bu dönem hikâyelerinde aşk, yalnızlık, yabancı-
da yayınlayan genç yazar, bir yandan da ileride laşma ve bunaltı gibi konular, soyut ve deneysel
yazacağı ustalıklı eserlerin ilk örneklerini ya da dil, imgenin kapılarını zorlayan kapalı bir anla-
taslaklarını tuttuğu ajandalara (“Sarı Defterler”) tım dikkat çeker, taşra hayatı ve cinsellik dikkat
yazmaktadır. çektiği kadar.
Hasangiller, Vezir Düşü, Rızabey Aile Evi, Yabanın Adamları (1966) hikâye kitabından
Güzel Avrat Otu adlı hikâye kitaplarının yer al- 1980 ihtilaline kadarki sürede yazdığı hikâyelerle
dığı ve Anadolu gazetesindeki 1948 tarihli ilk bir “olgunluk dönemi”ne giren yazar, bu dönem
hikâyelerinden 1960 yılına kadar
olan bu devresi uzun süreli bir “çı-
raklık” devresidir. Orhan Kemal’in
ve Memduh Şevket’in etkisi altında
olduğu bu hikâyelerinde, Anadolu
ve İzmir atmosferi dikkat çeker. Fab-
rika işçilerinin, toprak adamlarının
ekmek kavgaları, küçük dünyaları,
sömürülmeleri ve hak arama çaba-
ları, Anadolu köylüsünün topraksız-
lığı, güçlülerce sömürülmesi taşrada
emeğe verilen değeri yaşatma çaba-
sı, II. Dünya Savaşı sonrası İzmir’de
yokluk dolu günler, yerli halkın gay-
rimüslimlerle sıcak ilişkileri, sıradan
ailelerin yaşamları, gençlik aşkları,
işsiz mahalle arkadaşlarının düşleri Kardeşi Esin ve Özlem Fedai ile...
gibi temaların işlendiği bu hikâye-
lerde sıcak bir atmosfer ve samimi bir dil be- hikâyelerinde, artık tam bir toplumcu gerçekçi-
lirgindir. Bu eserlerde, yazarın o yıllarda çokça dir. Tamamen sosyal ve siyasî konulara yer verir
okuduğu Gorki, Istrati, Hemingway gibi yabancı hikâyelerinde, sinemacılığının getirdiği tekniklere
yazarların etkisini de görmek mümkündür . Bu 2 de yer vererek. Türkiye’nin o yıllarda hayatında
gençlik hikâyelerinin kişi kadrosundaki gençler ne varsa, yazarın da hikâyelerinde vardır. Alman-
de parçası olduğu 50’li yıllar İzmir’indeki yoksul- ya’ya işçi gönderme, fabrikalarda düşük ücretle
luğu ve dayanışmayı yansıtır. Anlatılanlar, Metin sömürülen işçiler, topraksız köylülerin başkaldırı-
Eloğlu’nun Düdüklü Tencere, Odun adlı şiir ki- sı, hapishanelerde yaşananlar, sınırlarda kaçakçı-
taplarındaki kimi şiirlerde anlatılan fakir, neşeli, lık yapanlar vb… Bu dönem eserlerinde, töreler,
kahvelerde sabahlayan, herkesçe horlanan ama gecekondu sorunu, kadınların sömürüsünü de
birbirleri için ölebilen tatlı serserileri anımsatır. çok anlatmıştır, emeğin sömürüsüne yer verdiği
Yazarın hikâyeciliğinde 1960 tarihli Güzel kadar. Emperyalizmle mücadeleyi destekleyen,
Avrat Otu hikâye kitabından Sevmek Diye Bir sınıf farklarını eleştiren hikâyeler kaleme alıp
Şey adlı kitabını yayımladığı 1965 yılına kadarki bunları, 36 Kısım Tekmili Birden adlı hikâye kita-

HAZİRAN 2020 TÜRK EDEBİYATI


31
560 ARAŞTIRMA

bında toplar. Yine bu döneminde tüm Türkiye’de bile sezdirmeye çalışmaz toplumsal ve siyasal fi-
olduğu gibi folklora da yönelir. Halk hikâyelerini kirlerini. Geçmiş hatıraları “şimdi” ile birleşir. Bu
modernize ederek yaşadığı zamanın gerçeklerine İmbatla Dol Kalbim, Ömrüm, Ömrüm…, Ona Sev-
uyarlar. Belki de farkında değildir ama Postmo- diğimi Söyle, Aşk, Allahaısmarladık, Yaz Öpüş-
dernizmin (metinlerarasılık, oyunlaştırma, çoklu leri, Hepsi Hikâye adlı hikâye kitaplarında aşk,
son, parodi, pastiş vb.) tekniklerini kullanarak ye- yalnızlık, yaşlılık, kendi ile hesaplaşma, hayatın
niden yazar halk hikâyelerini ve Bağrıyanık Ömer sorgulanması, ölüm gibi bireysel konuları ele alır.
ile Güzel Zeynep adlı hikâye kitabında toplar. Tarık Dursun hikâyelerini önceleri –örneği-
Yazdığı romanlarda kullandığı sinemanın (zoom, ni daha önce Kemal Tahir’de gördüğüm- “Sarı
flash back vb.) tekniklerinden hikâyelerinde de Defterler”ine dolma kalemle yazar. Sonraki
yararlanmıştır. Bu dönemde eserleri için sürek- yıllarda önce daktilosuyla sonra -öldüğü ta-
li yeni kaynaklar ve anlatım teknikleri denediği rihe kadar- bilgisayarıyla paylaşır hikâye, ro-
dikkat çeker. man, senaryo, film eleştirilerine hayat veren
Tarık Dursun’un hikâyeciliğinin son dönemi kelimelerini… Gençliğinde başlayıp yarım ka-
ise 1980’lerden 2000’lerin başına dek getirebile- lan bazı hikâye eskizleriyle birlikte, yayınladığı
ceğimiz “ustalık dönemi”dir. Bu dönemde, kişi- bazı hikâyelerinin (“Makine”) ve yayınlamadığı
sel dünyasını, tecrübelerini toplum yaşantısıyla ancak değiştirmek suretiyle başka hikâyeleri
birleştirerek, iç konuşmalar, psikolojik tahlillerle içinde kahramanlarını yaşattığı birkaç hikâye-
süslediği hikâyelerini okurla buluşturur. Anlatı- nin içinde olduğu “Sarı Defterler”inden birini,
mı daha derindir, duyguları daha yoğun, kendisi hakkında doktora tezi yazdığımız zamanlarda
daha yalnız… Artık okuyucuya örtük mesajlarla şahsımıza hediye etmiştir.

ARKADAŞIM FAHRİ...
TARIK DURSUN K.
ahri ile hiç bir vakit arkadaş olamadık. Ben Sol elinin şahadet ve orta parmakları koyu

F pamuk fabrikasında kâtiptim o sıralarda…


Yeni girmiştim.
Fahri; makinanın başında o koca koca çark-
bir zifir içindeydi. Bu eller akşamüzeri yiyecek
ekmek yemek taşıyordu.
Fahri uzun tren yoluna müvazi ağaçlıklı bir
lar başımı da döndürerekten hızla her an mer- yoldan elleri kucak kucak yiyecek dolu, başı hiç
daneden kayacak çıkıverecek gibi dönen kayışlar bir vakit erişilmeyecek bir hayatın rüyaları ile
arasında çalışıyordu. Bazen herhangi bir iş için dopdolu belki bu ümitle sıpsıcacık geçerdi.
fabrika kısmına girdiğim zaman bilinmez bir his- Bir anası vardı şöyle buruşuk yumuşak ya-
le yanında durur bakardım. naklı, alnı çizgi çizgi, gözleri tertemiz beyaz yaz-
Fahri konuşmazdı. Başını döndürür gözlerin- malı başı çatkılı bir ihtiyarcık…
de ürkek bir bakış sonra işine eğilirdi. Bir de kız kardeşi… Adı Ayşe, Süheyla yahut
Becerikli ellerine bakardım ince uzun kemikli Emine… Sert mert göğüslü, kalın ve hep ıslak
elleri vardı. dudaklı, dağınık saçlı bir kız…

32 TÜRK EDEBİYATI HAZİRAN 2020


ARAŞTIRMA 560
1949 tarihli bir ajandanın sarı yaprakları kını savunamayacağını anlayan Memedali’nin
arasındaki bu 4 hikâyeden aşağıda yayınla- o toprak için ölümünü konu alan “Toprağa
dığımız “Toprağa Dair” ve “Arkadaşım Fahri” Dair” hikâyesi ve yıllarını verdiği bir fabrikada
adlı hikâyelerinin kahramanları (Memedali başka işçiye ait bir hatadan dolayı işten çıkarı-
ve Fahri), emeğin sömürülmesine olan tav- lan ve hakkı yenen ustabaşı Fahri’ye karşı an-
rı ve dostluğa verdiği önem sebebiyle sevdiği latıcının beslediği sevgi ve dostluk hissini konu
iki tema olarak sonraki yıllarda yazdığı başka alan “Arkadaşım Fahri” hikâyeleri, köyde veya
hikâyelerin de kahramanları olmuştur. Yahut şehirde, güçlülerin güçsüzleri ezdiğini, haklı-
bu hikâyelerden bazı kısımlar alınarak başka ların onurlarıyla haklarını savunma çabalarını
hikâyelere monte edilmiştir. Örneğin, “Topra- gözler önüne sermektedir.
Defterin içindeki yazarın el yazısı; hikâyeler
ğa Dair” hikâyesinin önemli bir kısmı, “Memed
üzerinde yaptığı değişikliklere, çiziklere, kelime
Ali’nin Kasaba Dönüşü”3 adlı bir hikâyesi içinde
ekleme ve çıkarmalara sadık kalınarak okunmuş;
yer almıştır. Ajandadaki “Makine” adlı hikâyesi
(deyim yerindeyse çözülmüş), bilgisayara akta-
ise adı ve içindeki hiçbir kısım değiştirilmeden
rılmış, doğumunun 89. yılında değerli hatırası
Yeni Hikâyeler4 dergisinde yayınlanmış; sonra- yâd edilerek okuyucularıyla buluşturulmuştur.
ki yıllarda ismi ve içindeki bazı kısımlar değiş-
tirilerek “Biz İnsanız” adıyla Yabanın Adam- 1
Bkz. Özlem Fedai, Tarık Dursun K., Karşıyaka Belediyesi
ları5 adlı hikâye kitabına alınmıştır. Büyük Kültür Yay., İzmir, 2008, 512 s.
2
Fedai, a.g.e., s. 34.
hayallerle ektiği bir avuç toprağını, annesinin 3
Yeditepe, nr. 18, 1 Ağustos 1952, s. 6.
ani ölümü ardından borcu olduğu söylenerek 4
Ocak 1952, s. 29-31.
elinden almaya kalkan güçlülere karşılık hak- 5
Bilgi Yay.,1966, s. 34- 39.

Akşamüstü Fahrilerin evinin önünden ışıklar dar açık olan pencereden içeri yakınlardan bir
içinde bir sürü ardarda trenler geçerdi. yerdeki bir fabrikadan anason kokusu dolmuştu.
Fahri kapı önündeki tulumbada yıkanmış, Camın ardında deniz masmavi bir çizgi gibi
temizlenmiş bir sandalye atmış büyük Hint el- uzanıyordu. Yer yer serpinti hâlinde yeşil tam
masının altında bir cigara yakaraktan otururdu. karşımdaki aynadan dışarısı görünüyordu. Bir
Karanlık içinde cigara ateşi bir göz gibi yanıp sö- kadın halı silkiyor, arsada çocuklar kim bilir ka-
nerdi. Kız kardeşi ona seslenene kadar Fahri’nin çıncı kavgalarına başlamış, bir iki damla kan ve
kafasından bir sürü dünyalar geçerdi. Sonra şişle işi geçiştirmişler. Bağıra çağıra top oynu-
sandalyesini kenara alır içeri geçerdi. yorlardı.
Yemek yerlerdi burada bir yemek tahtası du- İsmail Usta’ya, rapora döndüm tekrardan. İş-
manı üstünde bir kap sıcak yemek, anası oğluna çilerden biri gece vardiyasını bitirmiş ve gider-
bakar sıcak sıcak gülümserdi. ken makinayı mı yağlamamış nedir saat ikide
Oğlunun elleri; ince- uzun kemikli elleri ek- makine kızmış. Akü ve yatakları kâmilen yanmış
meği keser, taksim eder, doğrar. Yarın sabah bu zarar bir hayli de büyük…
eller şehrin bir kenar köşesinde makinenin vola- Ustabaşı raporunda bu işçinin işine son ve-
nını çekinecek. rilmesini istiyordu bütün kabahat bu işçideymiş.
İnatçı bir gayretle durmaksızın gidip gelen Mesele bana biraz karanlığımsı geldi. Ustabaşı
dokuma taraklarına bakacak. Sabahleyin masa mı raporunda anlatamamıştı, yoksa ben mi an-
üzerinde ustabaşı İsmail’in sabah sabah getirip lamamıştım ne, işte öyle. Çağırttım İsmail Us-
bıraktığı bir sapan buldum. Biraz öncesine ka- ta’yı, geldi.

HAZİRAN 2020 TÜRK EDEBİYATI


33
560 ARAŞTIRMA

İri iri kemikli, yağız yüzlü fakat pis ve soğuk doğru söylüyor İsmail, hakkı da var yani… İyi ama
gözlü bir adam. Kalın ve tonu hiç değişmeyen bir sen nasıl yaptın bu işi?”
sesi vardı. Fahri bir şey söylemeyecek susacak. Hep susa-
- “Nasıl olmuş bu iş?” dedim. Pek bu raporun- cak. “Hay Allah kahretsin nasıl nereden başlama-
dan bir şey anlaşılmıyor. Acele acele “Bütün akü lı?” Bu sırada Fahri başını çevirdi, yüzüme baktı.
yatakları yanmış bey” dedi. “Hep yanmış. Gece Kahverengi gözlerinde öyle bir sıcaklık öyle bir
vardiyasından çıkan işçi makinayı yağlamamış bir dostluk vardı ki… Pencereden dışarlara baktım.
türlü yağsız makine mi çalışır? Yanmış işte”. Dışarda çocuklar çekilmiş, gitmişlerdi herhâlde.
-“ İyi ama” dedim “şimdi işi bırakan mı yağla- Gürültüleri kesilmişti. Aşağıdan caddeden sarsıla
mamış yoksa alan mı orası anlaşılmıyor.” sarsıla bir kamyon geçti.
- “Bırakan yağlamamış bey… Bırakan yağla- -“Fahri” dedim ansızın “İsmail Usta bir rapor
mamıştır mutlak.” yazmış hakkında… Biliyorsun değil mi? Şu akşam-
Yüzüne baktım. Alnı yağlı ve parlıyordu. Göz- ki hadise üstüne…”
lerinde bir yanma, bir sönme… Ayağa kalktı sandalyesinden. Gözlerindeki o
- “Nereden biliyorsun bunu?” diye şaştım. Şa- mahcubiyet gitmişti.
şırdı elleri boşlukta sallandı kaldı. - “Ben yağladım da bıraktım” dedi. Depoyu
- “Şey” dedi “zati makine saat ikide yanmış”. ağız ağıza doldurdumdu gündüzden. Benim ser-
“Bu bırakanın kabahatli olduğunu göstermez visimde yanmasına imkân yok…”
mi?...” -“Öyle ama yanmış işte. Göz göre göre makine
- “ Gösterir-göstermez… Bu raporun mufassal yanmış, zarar da büyük yani… Öyle boktan püsür-
değil usta. Bir başkasını yaptır getir.” den değil.”
- “Olur” dedi, çıktı. - “Vallahi” dedi, Fahri “vallahi ben yağ depo-
Öğleye doğru yanına çıkageldi. Bu sefer iki işçi sunu sımsıkı doldurdumdu. Namussuzum doldur-
yazmış. dum, inanmazsın anam avradım olsun ki.” Sözü-
- “Bak gari” dedi “bunu da beğenmezsen… Eh nü kestim:
artık…” - “İyi ama doldursan böyle mi olurdu hiç?”
Bu raporda da öbürkünden bir fazlalık yoktu İsmail Usta’yı çağırttırdım. Aralarında eski bir
yalnız iki isim hariç… Biri yağlamayı unutmuş, geçmiş mi vardır nedir, kinli kinli bakıştılar bir yol.
öbürü öyle almış. Saat gecenin ikisinde makina- Vaziyeti her iki tarafa da anlattım iyice. Bir kere
nın akü yatakları yanmış.” makine gecenin ikisinde yanmıştı. Yani Fahri’nin
Bir de şu yağlamadan çekip giden asıl büyük paydosundan bir saat sonra. Gece vardiyasını de-
kabahatli gösterilen işçiyi göreyim” dedim kendi vir alan işçi azami makinaya saat üçe dörde doğru
kendime... Odacı Mustafa dayıya söyledim, gitti. yağ vermesi lazımdı ki bu da makina ikide yanmış
Az sonra kapıdan içeri Fahri ile birlikte girdiler. olması onun suçsuzluğunu gösteriyordu. Fahri
Fahri’nin gözlerinin altı koyu yeşille morumsu makinaya yağ vermemiş miydi?
bir renk almış. Yüzüme bakmadı. Geldi masanın Kendi de söylüyor, Vermişti. Vermişti ama her-
yanında durdu. hâlde kendi söylediği gibi ağız ağıza değil. Eğer
- “Otur, otur şu sandalyeye”, dedim. İkileme- böyle olmuş olsaydı makine saat üçe dörde kadar
di oturdu. Üzüm üzüm üzüldüğü yüzünden belli. ferifer çalışacaktı. O zaman ikide yanması imkân-
Nereden söze başlamalı şimdi? Oğlum, demeli bak sızdı. Düşündüm. Zarar on değil yirmi, otuz, bir ay-
şimdi, dinle sen dün akşam paydos ettikten sonra lık yevmiye tutarının da üstündeydi. Müdür istemiş
makinenin akü yatakları yanmış. Kabahati usta- gittim. Doğrudan doğruya meseleye girdi ve:
başı sende buluyor. Eğer diyor o makineyi yağ- “Kes hesabını keratanın” dedi attı. Keratanın
lanmış bırakmış olsaydı makine yanmazdı, belki hesabını kesip atmak kolaydı ama Fahri on iki se-

34 TÜRK EDEBİYATI HAZİRAN 2020


ARAŞTIRMA 560
nedir bu fabrikada çalışıyordu. Yeniden çıktım bir vınlama… Makina ilkin cereyanı yer yemez
“Bu böyle böyle” dedim. bir kere sarsılırdı sonra pistonlar oyukların içine
Tombul kırmızı yanaklarına kan hücum ede girer çıkar, merdaneler döner, müthiş bir uğultu
ede bağırdı: içinde koca koca çarklar adamın başını da be-
- “Ne bok olursa olsun be güzelim tıkır tıkır raber döndürerekten her an fırlayacak, çıkacak
çalışan makinanın çarkına sıçmış atmış.” kayıverecek. Hızını veren kayışları çevirirlerdi.
- “Ama on iki sene”… ***
“- Ona da on iki senesine de şimdi…”Süklüm Ona işten çıkardıklarını söylediğim zaman
büklüm çıktım, odama çekildim yaktım bir ci- hiçbir şey demedi. İşine son verildiğini bildiren
gara… Söndü, bir daha yaktım… Bir ara Fahri tebliğ kâğıdını sessizce aldı ortadan kıvırdı, son-
aklıma geldi: “Çıkarılınca ne yapacak kim bilir?” ra dörde katladı.
Mevsim bahar- Sekize sonra yine ortadan böldü sırtını
dı yine tren yolu- çevirdi gitti
na müvazi iki sıra ***
bembeyaz ağaçlıklı O günü pek iyi hatırlıyorum
bir yoldan kafası odamda yalnızdım hava sı-
renk renk acayip cak mı sıcaktı ansızın dışa-
dünyalarla dolu. rıdan “Bırakın be! Bırakın
Kalbi bu ümitle be!” diye bir bağırtı
sıpsıcacık avare bir geldi. “Bırakın beni
yürüyüşle geçen be deyyus kerata-
küçük evine gider lar ben size sora-
miydi? cağım bunu, sor-
Tulumbaya artık mazsam bana da…”
ihtiyaç mı vardı? Kapıya çıktım,
Artan yağmur- Fahri… Bekir ağa
larla kol gibi kalın- ile Mustafa Dayı iki
lıkta kendi kendine kolundan tutmuşlar
tulumbadan dökülen sulara bırakmıyorlar. Çırpını-
bakacaktı bir müddet. Acaba yine yor, dövünüyor, sövü-
karanlık içinde tek başına Hint el- yordu…
masının altında oturur, karanlıkta -“Bırakın bakalım”
bir göz gibi yanıp sönen cigarasını içer dedim. Bıraktılar, yanıma
mi acaba yine evlerinin önünde? Işıklar sokuldu.
içinde trenler geçer miydi? -“Hayrola Fahri?” de-
Alnı çizgi çizgi anacığına, dipdiri göğüslü kız dim. “Ne bu hâl sende?” Yüzüme hayvan gibi
kardeşine “Beni çıkardılar işten” der miydi aca- öyle bomboş baktı. Gözbebekleri kaybolmuş ye-
ba? rini kahverengi sırf kahverengi bir yuvarlaklığa
Sabahına altı treni için elinde olmayarak bırakmış gibime geldi.
uyanacaktı kapının önünde işe gidenleri ses- - “Ne oldun yahu?” diye tekrardan sordum.
sizlik içinde ayak seslerini öyle ilk defa yattığı Dişlerini sıktı:
yerden dinleyecekti. Saat tam yedide çalan dü- - “Namussuzlar!” dedi. “O ibne İsmail’in de
dük fabrikanın iş başı düdüğüdür. Herkes ma- yanına bırakmayacağım bunu, görür o. Sorarım
kinasına yol verirdi… Evvela kulakları çınlatan ben ona.”

HAZİRAN 2020 TÜRK EDEBİYATI


35
560 ARAŞTIRMA

- “Ne soracaksın be oğlum, ben sana vaziyeti omzundaydı. Tam elimin üstüne yangın gibi düş-
anlattım. Zarar senin on yevmiyeni değil yirmiyi, tü o zaman içim bir tuhaf oldu. Fahri’yi kucak-
otuzu aşıyor. Eee ne yapsın fabrika sana…” Başı- lamak, öpmek teselli etmek sonra ne pahasına
nı kaldırdı, bir tutam saç alnına düşmüş kalmış. olsun mesela müdürü öldürüp Fahri’yi yeniden
- “İyi ama iş kanununda on beş gün…” işe aldırmak istedim. Onun başı beyaz yemeni
- “Yahu sana anlatamıyoruz ki artık bunun çatkılı ihtiyar anası ilen, kalın hep ıslak dudaklı
iş kanunu ile alakası olur mu? Zarara baksana kömür saçlı kız kardeşini tanımak onlarla bütün
sen zarar bilmem şu kadar, artık kanunun lafı bir ömür birlikte yaşamayı istedim…
mı kalır?” Benim de içimden ağlamak geçti benim de
Silkindi, “Kalır!” diye bağırdı. “Kanun kanun- zaman zaman kafamın içinden renk renk dün-
dur!” “Ben burasını müdürden bak nasıl sora- yalar geçti. Benim de zaman zaman kalbim bu
rım.” Baktım şakası yok sahiden müdürün oda- hiçbir zaman erişilmeyecek dünyaların rüyası
sına gidiyor. Kolundan kavradım. Kuvvetli, canlı ile sımsıcak oldu. İşte bu yüzden Fahri ile bir an
bir şey çırpındı. Bas bas bağırmaya başladı: kendimi çok samimi arkadaş yahut kardeş ol-
- “Bırak, bırak da dinim hakkı için sorayım dum sandım. O zaman Fahri ile beyaz badana-
müdürden. Bırak be bıraksana şimdi senin de di- lı eve ellerimiz, kollarımız kucak kucak yiyecek
nine imanına başlatma bırak işte…” dolu tren yoluna müvazi iki sıra ağaçlıklı yoldan
Şırrak dedi karşıki kapı açıldı. Müdür… İşaret geçer giderdik.
etti. Fahri’yi bıraktım, müdürle beraber odaya gir- Tulumbadan o su çeker ben yıkanırdım,
dim. Müdür tombul ve şövalye yüzüklü eliyle cüz- ben çeker o yıkanırdı. Sonra yemek zamanı-
danını çıkarmış karıştırıp duruyor. Sinirli sinirli… na kadar Hint elmasının altında iki sandalye
-“Bunlar hep böyledir zaten” dedi. “Mutlaka atar karanlıkta göz gibi parıldayan sigaraları-
para koparmaya gelmiştir. Al şunu veriver ken- mızı içer evin önünden ışıklar içinde rayların
disine de bir daha gelmesin.” Uzattığı üç kırmı- ek yerlerine çarparaktan hızla geçen trenleri
zı onluktu. Aldım, çıktım. Fahri sırtını çevirmiş, seyrederdik.
cama eliyle çabuk çabuk bir şeyler çiziktiriyor… Sonra kız kardeşi kapıya çıkar…
Yanına gittim elimi omzuna koydum. Yavaş- Fahri ellerime sarılmış…
ça “Fahri…” dedim. Döndü bakıştık yüzünde de- Çekmeye uğraştım.
minki hayvanca bakıştan eser kalmamıştı… Yüzü - “Üzülme be Fahri” dedim “Boş ver be…
öyle temiz öyle saf bir hâl almış… Anası aklıma Allah büyük be… Bir kapıyı kaparsa öbürünü
geldi… Onun gibi tertemiz bir bakışla açık açık açar boş ver be…” Bir şey demedi artık ağla-
insanın yüzüne gözlerini dikmiş bakıyordu. yamazdı da.
-“Fahri bak… Müdür Bey dedi ki… Yani… - “Ağabey helal et hakkını” dedi. “Bir kusur
Hani şimdi çağırdı beni ya… İşte Müdür Bey ettimse sana karşı, gari kusuruma bakma ölümlü
dedi bana. Al bunu ver Fahri’ye… Artık gelmesin dünya işte burası onlara da kalmayacak sultan
bir daha dedi… Rahatsız etmesin beni dedi… O Süleyman’a bile kalmış değil ki” “Helal olsun be
iyi işçidir nasılsa oldu bir kere…” dedi. Paraları Fahri dedim helal olsun be”.
uzattım. Üç kırmızı onluğa öyle baktı. Almadı… Merdivenlerden çabuk çabuk indi. Biraz son-
Bileğine yapıştım. Paraları avcuna sıkıştırdım. ra hafif çiselemeye başlamış yağmur altında
Gözleri ıpıslak tekrar gözlerime baktı. Gırtlağın- avluya çıktı. Fabrikanın demir kapısına gelince
da dıringa tanesi gibi bir şey inip kalktı. Yutkun- döndü yukarılara doğru baktı. İçim dolu dolu
du “Şey” dedi sesi bir tuhaftı. elimi salladım ama görmedi…
-“Ben… Ben bunu yapmak istemedim zati
vallahi namussuzum bunu böle istemedim”. Elim 08.01.1950 İzmir, ev. Saat 12’yi 20 geçiyor... ❮

36 TÜRK EDEBİYATI HAZİRAN 2020


ERGUN GÖZE VE BABASI AHMET GÖZE’NİN
MEKTUPLAŞMASI
Zeynep Uluant


BABAMIN NÜFUSTAKİ İSMİ ERGUN OLMAKLA BİRLİKTE BABASI VE ANNESİ ERGON DİYE HİTAP ETMEKTEDİR.
ANLAŞILAN AİLEDEKİ SÖYLEYİŞ BUDUR, MEKTUPLARDAKİ HİTAP DA…

M
ektuplar, gerek bizim gerek dünya ede- ama babamdan büyük sitayişle dinlediğim ve
biyatının önemli bir edebiyat türüdür. En hasretini hâlâ çektiğim dedemin hatırasıyla biraz
azından teknolojinin interneti ve buna olsun haşır neşir olma fırsatını buldum.
bağlı olarak elektronik postayı icat etmesine ka- Henüz on sekiz yaşında iken Turan ülküsü
dar öyleydi. Artık ne posta güvercinleri ne de şar- uğrunda gönüllü olarak Birinci Dünya Sava-
kılara konu olmuş, postacılar kaldı. O renk renk şı’nda, Kafkasya cephesinde savaşa katılan ve
hatta kokulu zarf ve mektup kâğıtları da nadir Ruslara esir düşerek üç sene süren bu esaret ha-
rastlanan nostaljik aksesuarlar kervanına katıldı. yatını nice macera romanına taş çıkartacak bir
Yaklaşık on beş sene evvel babam, dedem- kaçışla noktalayan Ahmet Göze, İzzet Hoca’nın
le mektuplaşmalarını hâvi elliyi aşkın metinden oğlu olup Sivas’ın bilinen simalarındandı. Hem
oluşan iki kabarık dosyayı bana teslim etmişti. Hukuk hem Edebiyat Fakültesini bitirmiş ve
Birçoğu örnek bir baba-oğul ilişkisinin satırlara doğduğu şehrin, o zamanlar okullu tek avuka-
dökülmüş hâli olan bu mektuplar bende öyle gü- tı olmuştu. Arapça, Farsça, Rusça ve Fransızca
zel bir tesir uyandırdı ki hemen bilgisayara ge- bilen, esaret yıllarında hücre hapsinde Petit La-
çirmeye başladım. Fakat ne yazık ki türlü dünya rousse’u hatmeden bu müthiş entelektüel, aynı
gailesi araya girdi ve bu iş bir müddet sekteye uğ- zamanda şehrinin tiyatrodan tutun halk oyun-
radı. Kısmet, eve kapandığımız korona günlerinde larına kadar bütün sosyal faaliyetlerinde öncü
tamamlamakta imiş. Böylece hüzünle karışık bir rol oynuyordu. Kongre şehri olması bakımından
şevkle mektupları kaydederken, ben doğmadan önemli bir vilayetimiz olan Sivas’ı ziyarete gelen
önce vefat eden, dolayısıyla hiç tanıyamadığım devlet mensupları -İsmet Paşa’dan, Hasan Âli

HAZİRAN 2020 TÜRK EDEBİYATI


37
560 MEKTUP

Yücel’e kadar- Ahmet Göze’nin başkanlığında çok Ergun yapmakta ve babasına sık sık bu konu-
ağırlanıyor, önemli günlerde hatip olarak kürsü- da bilgi vermekte, tabiatıyla bizleri çok alakadar
ye o çıkıyordu. etmeyen gündelik meseleleri anlatmaktadır. Bu
Avukatlık mesleğinin dışında, bir kumaşçı yüzden yazımız daha çok baba Ahmet Göze’nin
ve manifatura dükkânı vardı. Gelirini, ailesini mektupları etrafında geçecektir. İşte 1945 sene-
zamanına göre iyi şartlarda yaşatmak için ka- sine âit bazı mektuplardan seçme paragraflar:
çınmadan harcıyordu. Çocuklarının tahsili için Ergon aman evladım sana asil kanına gü-
de maddi mânevi hiçbir şeyi esirgemiyor bütün veniyorum. Evdeki yalnızlığın sana en ufak bir
yoğun mesaisine, iş için sık sık İstanbul’a gidip kötü âdet, laubalilik, gevezelik, perişanlık, fena
gelmesine rağmen onlarla yakından ilgileni- ve hissî romanlar gibi ahlak zehirleyen şeylere
yordu. 1944’te babam henüz on üç yaşında bir yanaşmamanızı, bir saniye olsun iltifat etme-
çocukken başlayan bu mektuplaşmalar Ahmet meni bir daha rica ederim ve böyle güveni-
Göze’nin yakın ilgisinin en mühim göstergesidir. yorum. Seni başa çıkaracak karakterin iraden
İşte bunlara ilk örnek küçük Ergun’dan: olacaktır. Temiz ruhlu benim oğlum, muhterem
hocana selam. Yılbaşında hesap yapacaklar
Çok Sevgili Babacığım, 30.12.1944 boş kaldığın zamanlar uğrarsın. Onun için ah-
Nasılsınız iyi misiniz, hepinizin sıhhatte olma- val ve vezaifi iyice ölçebilecek çağ ve olgunlu-
sını Allahtan dilerim. Annem, ablam, Olcay, eniş- ğa gelen oğlumuz bu tatil günlerinde muhak-
tem nasıllar, inşallah iyidirler. Burada hakkımız kak ve sadece mathematique ve fizik grubuna
yiyip içmek vazifemiz azami derecede çalışmak hasreder ve her gün 2 saat fazla uyuyarak ve
ve size mutî, çalışkan size lâyık bir evlat olduğu- güzelce ve tertemizce evimizde ense yaparak
muzu göstermek ve sağlığınıza dua etmektir. Ta- maddi ve mânevi kazanacaktır. Şurda senenin
tilden âzamî derecede istifade etmeye çalışıyo- yarısı gitti geriye çok çok beş ay kaldı. İnşallah
rum. Coğrafya, tarih, yurt bilgisini tamamladım yazın gelirsin.
şimdi matematik ile fiziği gözden geçiriyorum. Birkaç günden beri mektubun gelmiyor.
Yarın yılbaşıdır, şimdiden Olcay’a, size ab- Gene evvelden olduğu gibi nasıl vakit geçiri-
lama, enişteme iyi bir âtî ve saadet getirecek yorsun ve derslerin ne dereceye geldi ve evde
bir yıl ve bunun gibi hayatınız boyunca mesut ne vardır mağaza nasıldır bildiğin ve anladığın
seneler dilerim. Fakat ben yılbaşı hediyemi ken- kadar yazmayı ihmal etme.
dim seçmek gibi bir suç işledim. Büyüklüğünüze Ben sana misallerle anlatmamış mıydım? İn-
sığınırken ricamın kabulünü istirham ederim. san muhabere ve mektuplaşmakla iş bulur, dost
Biraz fazla oldu ama ümitvarım. Tekrar tekrar tutar ve kendine yarayacak olan kimselerle te-
affımı dilerken ellerinizden hürmetle öperim. ması kaybetmez.
Oğlunuz Ergon Göze Ha şunu söyleyeyim münderecat. Bir kitap
On üç yaşındaki bir çocuktan beklenmeyecek veya mektubun içinde olan şeyler demektir.
kadar olgun bir ifadeyle yazılmış bu satırlar bi- Yoksa bir adamın kafasına doldurduğu bilgilere
raz da o devrin, çocukları daha çabuk olgunlaş- müktesebat denir. Her ikisi de beşli masdarlar-
tıran şartlarından olsa gerektir. dandır ve o bâbların kalıbı ve infialdir.
Baba Ahmet Göze, oğlunu İstanbul’dan aldı- Görülüyor ki Ahmet Göze bu mektuplarda oğ-
ğı ve Sivas’ta bulunmayan yabancı dil ve diğer luna hemen her dersten bilgi de vermektedir. Bir
ders kitaplarından haberdar ederek bunları çe- dikkate değer nokta da Fransızcasını geliştirme-
şitli yollarla yollamakta ve muntazaman takip sini ısrarla istediği genç Ergun’a sıkça kullandığı
etmektedir. Gene bu satırlardan anlaşıldığına Fransızca kelimeleri orijinal yazılışlarıyla yazma-
göre mağazaya mal girişi ve para akışını daha sıdır. Ayrıca az sayıda Fransızca yazılmış olanlar

38 TÜRK EDEBİYATI HAZİRAN 2020


MEKTUP 560

Ahmet Göze Ergun Göze

da bulunup birçoğunda oğlunun gerek Fransızca tikte fizikte ilerlemek gayet kıymetlidir çünkü
gerek edebiyat konusundaki hatalarını düzelterek ileri sınıflarda bu riyaziye esası daima temel ve
doğrularını gösterirken oğlu da bu satırlara hür- zemin olacaktır. Böyle demekle o dersleri ihmal
met dolu açıklamalarla cevap vermektedir. et hizmet verme demiyorum. Onları telafi etme-
Evet Ahmet Göze sadece bir baba değil aynı ye çalışırsın. Karneni inşallah ben getiriyorum
zamanda bir hocadır da… Bazı satırlarda çok nisanın 14üncü Pazar günü yola çıkacağım bi-
hoş, esprili ifadeler de vardır, bu örnekte olduğu letimi aldım. Orada tafsilatlı konuşuruz.
gibi: Ahmet Göze sadece ders değil metodlu bir ha-
yat konusunda da oğlunu sık sık uyarmaktadır:
Ergon Oğlum , 2.4.1946
Karneni taşıyan taahhütlü mektubun iki Oğlum Ergon, 9.12.1946
haftaya yaklaşan sessizlik kuyusundan bir ses Gözlerimiz gökleri kavrar ayaklarımız topra-
gibi çıkageldi. ğın taşın üzerindeki toprak üstü oluşumuz se-
Notlarından yurt bilgisi hastalanmış tarih bebiyledir ona, realiteye uygun olalım mesela.
de bronşit olmuş fakat bu hastalıklar birkaç A- Dişlerini her gün fırçalıyor musun?
günlük istirahat ve ısınmak ile geçeceği gibi B- Elbiseni her gün ütülü olarak lekesiz gi-
onlar da sıkı bir ezbercilikle olur. yiyor musun?
Bence hakiki mânası ile anlamak ve muka- C- Her erkek veya kadın talebe, hoca herkese
yese ve tahlil melekeleri ile öğrenilen matema- karşı icabına göre nezaket ve konuşmaya mah-

HAZİRAN 2020 TÜRK EDEBİYATI


39
560 MEKTUP

sus bir itina ile ve attitude ile dikkat ve hörmet Gene bu minval üzere yazdığı bir mektubun-
ve sevgi toplayabiliyor musun? da oğluna âdetâ istikbali tahmin edercesine;
D- Evde, yemekte çok titiz ve temiz bir tu- “Derslerini Fransızcadan takip et. Ben her gün
tumla yemeğini yiyorsun. Annene her zaman Fransızca bir gazete okuyorum. Sana gönder-
kendini beğendirmeye çalışıyorsun. miyorum ki içindeki siyasiyata bulaşmıyasın oğ-
E- Ve nihayet yürürken, otururken dimdik, lum.” demektedir. Ahmet Göze’nin mektupları
göğüs ileride, (kambursuz) bulunuyor mu? Kam- sadece nasihat değil şefkat ve muhabbet dolu
bur ve savruk, pejmürde vaziyetinizi tasavvur ifadelerle doludur. Şöyle ki:
bile etmek istemem. Gözlerinizi öperim oğlum.
Oğlum sana bir ufak İngilizce kitap gönder- Ergon, 1.8.1947
dim. O bitti mi? Veyahut onun yerini tutan daha Oğlum, o kadar çalışıyorum ve sana o kadar
başka bir kitap bitirdiniz mi? Veyahut da baş- emek vererek ve ümit bağlayarak emeller ördüm
ka bir deyimle okuma ve bir parça da gramer ki üzerine daha fazla söz söylemek bile bir ilk-
bitti mi bir büyük dictionnaire e ihtiyaç oluyor. bahar çiçeğinin üstüne sam yeli tesiri yapacağı
Hatta hatta eğer bir ikinci lisan eğer matematik korkusu ile susuyor Allah’ın lütuf ve hidayetinin
ve fizik şimi gibi grup müsbet derslerine mani üzerinde olmasını dilerim. Gözlerinizi öperim.
oluyorsa şimdilik onu şöyle bir çerez ders veya Tahminime göre aynı çatının altındayken not
teneffüs dersi yerine bile alabilirsin. hâlinde yazılmış şu satırlar da ne kadar anlayışlı
Her hafta du yu speak english gazetesi gelse ve sabırlı bir tavır sergilediğinin göstergesidir:
korkarım müsbet derslerin saatından buna fe- Canım Oğlum, kaç gündür ne söylüyor, ne
dakârlık edersiniz buna razı olmam. gülüyor, ne de kimsenin yüzüne bakıyorsun.

40 TÜRK EDEBİYATI HAZİRAN 2020


MEKTUP 560

Acaba bu umumi boykotun sebebi nedir? Pek ve duru bir durgunluk içinde görmüştür. Ben de
sıcak alâkalı bir babadan saklanacak ve söyle- bu mecmua içinden yalnız bu yazıyı okuyasın
nemeyecek hiçbir şey olamaz. Yazı ile çok uzun diye mektupla birlikte gönderdim.
ve açık bir cevap vermenizi rica ederim. Kadere bakın ki seneler geçecek, babam
Bu satırlar yazıldığında tarih 1948 olduğu- Mehmet Kaplan ile yakın dost ben de üniversi-
na göre henüz on yedi yaşındaki bir delikanlının tede talebesi olacaktım.
kaprisini karşılayış ve hitap şekli mühimdir. Babamın nüfustaki ismi Ergun olmakla birlik-
Başka bir mektubunda ise “İntizamsız da olsa te babası ve annesi Ergon diye hitap etmektedir.
namaz hayatta manevi bir huzur ve rahatlıktır.” Anlaşılan ailedeki söyleyiş budur, mektuplardaki
diyerek zorlamadan, soğutmadan ibadete teşvik hitap da… Genç Ergun o çok hürmetkâr ifade-
vardır. Bir Ramazan ayında kaleme aldığı satır- siyle arada sitemi esirgememiş olacak ki babası
larında ise “Ders, oruç ve gene ders” diyecektir. şu hoş cevabı yazmıştır.
Gene henüz lise çağındaki oğluna yazdığı bir
mektupta İstanbul Mecmuası’ndan kestiği bir Canım Oğlum Ergon, 13.12.1946
yazıyı göndererek şu kısa tahlili yapmaktadır. İki yazı çırpıştırdın hemen insafsız bir mura-
İçinde Mehmet Kaplan imzalı bir yazı var. bahacı- faizci- gibi karşıma dikildin. Hemen ce-
“Tabiat ve Sanat” başlıklıdır. Güzel bir tetkik vap istiyorsun benim mektubumu almadığınız
veya etüde diyebilirsiniz. Bu yolda çok uzun ve gün hemen hemen hiç yoktur. Ya mağaza işlerini
çeşitli yazılar vardır hatta denebilir ki edebiyat veyahut anneni muhatap tutarak yazıyorsun. Sen
münakaşaları ve münazaralarının dörtte üçü bu benden cevap beklemeye hiç de lüzum görmeme-
mevzua inhisar eder. Fakat bu imza dâvâyı açık lisin. Kaldık senin bana yazacaklarının sujet sini

HAZİRAN 2020 TÜRK EDEBİYATI


41
560 MEKTUP

mağaza işleri, annenin yazdıracağı ailevi ve işle- ye çekmekte hatta suçlayarak evladına nasihat
rimiz veya senin edebi ilmi etütlerin hatta yarınki yolunu seçmektedir. Bu mektupta olduğu gibi:
yapılacak bir dersin şeması veya planın veya re-
sumee si de olabileceğine göre derslerine en az İki gözüm oğlum Ergon, 7.1.1947
zararlı veya çok faydalı olabilirler. Kaldı ki bana Akşam eve gelince hemen elbiseni çıkarıp
yazacağınız en boş ve yorgun zamanında da ola- fırçalayıp, ütüleyip veya ütületip askıya koya-
bilir. Biz o kadar modeste davrandık ki basit ve rak, üzeri de temiz bir örtülü olarak asıyor mu-
cours elementaire den copier çekilecek bir dicte sun ve hemen pijamalarını giyiyor musun?
ye bile tenezzül ettik de iki sayısını üç edemedik. İşte sana bence çok mühim bir âdet ve çok
Physique den iyi succe elde ettiğinizi marqu- faydalı bir hareket ve yaşayış yolu. Bunu yapma-
eter ediyorsunuz. Pekiyi ama o kadar devam yan babanız bugün çok pişmandır ve cezasını çek-
eden matematik ve geometri nerede kaldı? Her- mektedir. Ailesinden, yavrularından uzak yaşamak
hâlde birkaç günlük retard çok mu sizi ambrasse ıztırabında bunu ilk çağında bilmeyişi ve sonra da
etti? Çok çalıştığınızı ve kendi icadınız desordre kötü itiyat fazla huylandıktan sonra tekrar temiz
ve megligonce unuzdan doğan vakitsizliğiniz ve doğru yola gelemeyişi de bir sebeptir.
sebebi ile yazamadığınızı düşünerek mütesel- Ergon: Herkese tatlı dilli güler yüzlü olmak
li oluyorum ve hayrınıza dua ediyorum. Ergon ve hiçbir ferdin yanlış ve hatasını ne yüzüne
dikkat ede ede uğraşa uğraşa çok kibar yemek karşı ve ne de gıyabında tenkid etmemek, vesile
yiyorum. Beğenilecek kadar. Yemekler bazı dere- i istihza yapmamak ve hiç kimseden ve special-
ce soingeusement hareketin hemen insana bir lement zaman ahval ve hâdisâtından şikâyetçi
kabul hazırladığını zevkle tattım. Ergon oğlum. olmamak. Başarılar ve hayatta herkes tarafın-
Hiçbir şeyi hiçbir kimseyi olduğu gibi ve çırıl- dan beğenilmenin ve muvaffakiyetler sarayının
çıplak söylememeye çalışıyorum. Ona da çok maymuncuğudur. Hayır hayır yanlış söyledim
geç de kalmış olsam muvaffak olacağım. Hayat yanılmaz ve şaşmaz bir anahtarıdır.
dâimi bir çalışma ve kendi kendimizi yetiştirmek Her gün akşam ve sabah kendi nefsini mura-
istikbal şeraitine hazırlamak değil mi? kabe etme gibi iyi bir huy edindin ve öğrendiğin
Ergon, inşallah yazın görüşürüz. Bir sürpriz bildiğin faydalı bu işlerden hangilerini tatbik
karşısında kalacaksın. Ben hayata böyle bağlı- ettin. İşte ne gibi güzel bir tutum kazandıran
yım ve hepsi de sizin için yavrum. adamlık yolunda bir adım attığını say.
Hangi dersleri Fransızca kitaplarından takip En güzel ahlak ve âdet genellikle öğrenilir.
edebiliyorsun. Aman şu gençlikte kibarlık, temizlik şıklık, çalış-
Ben hiç olmazsa iki üç gazete okuyorum. kanlıkla natürel huyların olsun.
Sana gazete göndermiyorum ki dersler için lâ- Talebenin şıklığı temizlik ve sadelik ve kati-
zım olan âzâde ve âsude gönlün gündelik çirkin, yen dağınık ve savruk olmamaktır.
üzücü zâbıta haberleri veya siyasi karışık, bo- Genç Ergun, Sivas Lisesi’nde okurken ağır bir
zuk fikirlerle tozlanıp paslanmasın oğlum. Onun tifo geçirerek uzun müddet okuldan uzak kalır
için orada da ders kitaplarından başka gazete, ve bu durum ruh hâline tesir ederek derslerini
roman yanına yanaştırmayasın oğlum. epey sıkıntılı bir duruma sokar. Bunun üzerine
Bu satırlar Fransızca kelimelerin orijinal hâ- babası onu son sınıfta Çorum Lisesi’ne gönde-
liyle en çok kullanılanlarından biri olup hemen rir. Önceleri biraz bocalasa da burada kendine
bütün mektuplarda dikkati çeken bir başka hu- gelerek derslerini toparlar ve mezun olur. Aşa-
sus da babanın oğlunu bir yetişkin olarak ka- ğıdaki mektup babama o bocalama döneminde
bul edip “siz” diyerek hitap etmesidir. Sadece kafasına vururcasına tesirli bir ifade ile yazılmış
bununla da kalmayıp kendi kendini murakabe- olduğu için dikkate değerdir.

42 TÜRK EDEBİYATI HAZİRAN 2020


MEKTUP 560

Oğlum Ergon, 10.2.1950 Evet hayatta forces-majöre ve muaşeret


Kendimi kaybetmek için mi Çorum’dayım” icaplarına uymayı öğrenmen için, cemiyetin gi-
diyorsun. Evet kendini kaybetmek için değil dişine ayak uydurup ferdî arzu ve düşünceleri
bilakis kendini bulmak için daha doğrusu her cemiyet ile yaşamak uğruna feda etmeyi öğren-
suret ve yönden en değerli ve yüksek bahtiyar mek için Çorum’dasın.
olmağa yolları açan kabiliyet ve istidatlarını in- Yoksa dağ başında mâlikânesinde kendi ba-
kişaf ettirmek için Çorum’dasın. şına buyruk şövalye, dük değilsin. Bizce 30- 40
Evet her insanın hayatına tesadüf edilen bir kişilik bir talebe topluluğu okulda ne yapıyor
irkiliş ve dağınıklığın harekete, enerjiye ve hamle- nasıl yaşıyorsa onlardan ayrılmak her türlü sı-
ye çevrilmesi için sırtını çok sağlam bir kayalığa kıntı ve değişiklik şöyle dursun muhite hoş tesir
basıp sıçramak ve hız almak için Çorum’dasın. yapmamıştır. İnsan bu mühim ve yeni çığırı se-
Evet her yaşayan mahluk için varılıp ulaşıl- çerken güvenip inandığı bir kimse varsa sormak
ması mukadder olan ve kaçınılması tabiat dışı en aşağıdan bir gentillesse ifadesi olur.
olan anasızlık babasızlık ve hatta kimsesizlik ile Evet sen bilhassa cemiyet hayatına uyup
baş başa kalıp yalnız kafan ve yalnız iradenle ona karışmak için ve aile arasında üzerine pek
birbirinizde hallolmak için Çorum’dasın. üşüşen ve her istediğin yerde bir han yaparak
Evet veçhen minel vücuh da olsa okyanus seni naz ve istiğna ummanına atan ve böylece
açıklarında adaya çıkan kazazede tek adamın şımartan sevgi muhitinden uzaklaşmak için Ço-
gösterdiği hayatiyet bulmaklarından sabır ve rum’dasın oğlum.
tahammül, inatla çalışmak zekâ ve irfanı ile Evet sen hayatta yeni bir çığır ve daha verimli
yeniden yurt yapışına Robinson’dan küçük bir bir hareket tarzı bulmak edinmek için yurt ve mu-
örnek vermek için Çorum’dasın. hit değiştirdin. Yalnız ders yapmak için bile değil

HAZİRAN 2020 TÜRK EDEBİYATI


43
560 MEKTUP

sadece yalnız hayatta muvaffakiyet için muâsır Gece 10 a kadar da fakültenin ders salonunda
ahlak ve çok ciddi ve hakiki mânasıyla medeni ve çalışırsam belki dersleri yetiştirebilirim.
terbiyeli ve nazik bir insan olmak için Çorum’da- Seminere Prof Sulhi Dönmezer geliyor. Bu se-
sın. Annen ile gözlerinden öperiz Ergonumuz minerde 26 kişiyiz. Herkes 10-15 sayfa tutan bir
Çorum macerasından sonra liseden mezun olan vazife hazırlayıp müdafaa etmekle mükellef. Si-
Ergun, bu sefer de İstanbul Üniversitesi Hukuk Fa- zin gönderdiğiniz vazifeyi Sulhi Bey de okumuş.
kültesi’ne yazılarak baba mesleğini tercih edecek- İyi dedi. Ben iyi bulmadığımı söyledim. Mehaz
tir. Babası orada da azami ilgi göstererek, hukuk göstererek yarın ben de genişleteceğim o mev-
kitapları hakkında malumat verir ve muntazam zuu. Fakülte bitinceye kadar üç devrin semi-
para gönderir. O yaşında içinin hâlâ ilim aşkıyla nerinden certificat almak lâzım. Fakülte bitin-
dolu olduğu ise şu satırlardan anlaşılmaktadır: ce de bir sene doktora kurlarına devam etmek.
Mektubumuza cevaben sen derslere zevk ve Ondan sonra doktora faslı. Ben de bilmediğim
neşe ile koyulduğunu yazıyordun. İnanırsın ki için bir senede üç dersi birden aldım. Mamafih
bugün eğer mümkün olsa ben yeniden fakül- bunlardan birisi müemmen, diğer ikisine de Al-
teye başlarım. Hem hangisine ilk önce hukuk lah Kerim. Şu vaziyette ders saatlerinin durumu
ve filozofi ikisi birlikte, ondan sonra sosyoloji şu. Her gün 9 dan 1 e kadar program, pazartesi
politik ve daha da var. Muhakkak olan bir şey 15.30, 16.30 ceza semineri. Sali 16-17 semineri,
varsa o da ilim olsa gerek. Allah kendi kitabında 18-19 lisan cours. Çarşamba 14-16 idare pratik
insanlara bağışladığı nimetlerin en kutsisi-ilim- (.....) Yani hiç boş günüm yok. Çalışmaya pek az
olarak tasrih ediyor. vaktim var. O da yollarda heba olup gidiyor. İs-
kelyestevillezine yaalemune vellezine lâ ya- tanbul tarafında olursam aradaki boş vakitler-
alemun= hiç bilenlerle bilmeyenler bir ve eşit den hemen aynı bina içinde kütüphaneden ders
olurlar mı? salonuna, ders salonundan okuma salonuna
Menarefe nefsih fekad arefe ralbeh hadisi geçmek suretiyle istifade edebilirim.
kutsidir= nefsini bilen Allahını muhakkak bilir. Ahmet Göze çok yaşlı olmamakla birlikte hayat
Şu hesapça psikoloji, fizyoloji, anatomi, bi- yorgunudur ve kalp hastalığından muzdariptir. Ev-
yolojide esas bilgi olduğunu da unutmayalım. latlarının tahsil hayatında da umduğunu bulama-
Derslere bilâtefrik ders ve müellif sımsıkı de- mıştır. Onun için son senelerinde dinlenmek üzere
vam. Seminerler şartı evvel. Bursa veya İstanbul’a giderek hem tıbbi muayene-
Genç hukuk talebesi Ergun da mektupların- sini yaptırmakta hem de huzur bulmaya çalışmak-
dan birinde babasına şöyle bilgi vermektedir: tadır. Fakat son mektuplarından birinde artık yaş-
lanmaktan olsa gerek iç huzurunu hiç bulamadığını
Muhterem Babam! 18.12.1951 üzüntüyle ifade etmektedir. Ama son zamanlarında
Bugün için de travaille ımın da bulunduğu kaleme aldığı bu mektuplardan, bütün evlatlarına
mektubunuz geldi. Ben de epeydir cebimde gez- hitaben yazdığı bence en önemlisi olup günümüz-
dirdiğim bir mektuba ancak bugün size gönde- de de geçerli prensip ve gerçekleri ihtiva etmekte-
rebilmiştim. dir. Fakat son kısımdaki âni bitişten dolayı yarım
1-İstanbul tarafına geçmek niyetim katiyete kalmış görünümü arzeden bu satırların, altmış sene
yaklaşıyor. Zira bugün seminerler de başlamış sonrasına eksik ulaşmış olabileceğini düşünüyorum.
bulunuyor. Artık burnum kanayana kadar çalış-
maya mecburum. Bu öyle yolda gelip giderken Evlatlarım, İzzettin, Vural, Sevim1, Ergon, Olcay2,
çalışma ile olacak iş değil. Sonra criminologie Gene mübarek Kurban Bayramı geliyor. He-
kütüphanesi, İdari İlimler Enstitüsü ve Fakülte piniz Allaha şükür yetişmiş olduğunuz için ve
Kütüphanesi’ne de zaman ayırmak zorundayım. ben bütün kazandığımı önünüze koyduğum için

44 TÜRK EDEBİYATI HAZİRAN 2020


MEKTUP 560

Ahmet Göze tayyare ihtifalinde

size bayram hediyesi olarak bazı öğütler verir- evvel can sonra cânan. Hiçbir zaif tarafınız sır-
sem ömrünüzün sonuna kadar bu hediyelerden rınızı arkadaşa vermemek.
istifade edersiniz. 6. Hiç kimsenin hatta şeni bir câninin dahi
1. Hurâfesiz İslam dinini tutmak, dünya işi- aleyhinde veya vicahında bulunmamak.
nin dörtte üçüdür. İslamlıkta, harabâtilik, tem- 7. Size dokunmayan en kötü bir şeye bile ne
bellik, yeis, fütur, ümitsizlik, perişanlık, müsbet karışmak, ne kızmak, omuz silkip geçmek.
ilimlerin kabul etmediği şeylere kıymet vermek, 8. En mukaddes (vatan, din, milliyet, sancak)
tecrübenin hilâfına hayal ve evham ve kuruntu mefhumların usta parendebazlar hokkabazlar,
ve zan yapmak, israf etmek yoktur. mevki, ikbal, menfaat durağı olarak kullanıldı-
2. Allahın en büyük nimeti sağlıktır. Vücu- ğını ve hatta bu dâvâ ile ortaya çıkan muharrir-
dumuzun sağlığını bozan içkiler, bilumum mü- ler, edipler, şairler, siyasiler.
keyyifat, cigara, kahve vs aynı zamanda devam İmanlı bir Türk entelektüeli olan dedemi ta-
edilişine ve iptilasına göre şerefinizi ve içtimâi nımak, engin bilgisi ve muhabbetinden fayda-
haysiyetinizi kemirir yer bitirir. lanmak, kader gereği nasip olmasa da çok şükür
3. Az çok bir şey artırırsanız istikbaliniz mü- ki onu çok sık yâd eden babam ve güçlü kişili-
emmen olur. ğini, anlatan mektuplarıyla nefesini biraz olsun
4. Dost ahbap diye hiçbir ferde inanmayın. yanımda hissettiğim için şükrediyorum. Bu vesi-
Siz zengin kuvvetli itibarda oldukça dostlukları leyle, Sivas’ın yiğit evladı Ahmet Göze ve babam
vardır onun için daima siz zengin, bilgili, kuv- Ergun Göze’ye Allah’tan sonsuz rahmet dilerim.
vetli, kudretli olmaya çalışın.
5. Bugünkü dostlarınız ilerde belki ve hatta
1
Sevim Yeke. Dedem Ahmet Göze’nin erkek kardeşinin
kızı. Küçük yaşta yetim kaldıkları için dedemin himaye-
muhakkak rakibiniz değillerse düşmanlarınızdır. sinde büyümüşlerdir.
Ve bugünkü tanımadıklarınız ve sevmedikleriniz 2
Babamın 14- 15 yaşlarında kaybettiği, çok sevdiği küçük
yarınki tanışacağınız dostlardır. Ona göre en kız kardeşi. ❮

HAZİRAN 2020 TÜRK EDEBİYATI


45
ALMANYA’DA MÜSLÜMANLARIN
VE CAMİLERİN TARİHİ - I
AHMET ÖZDEMİR


ON YEDİNCİ YÜZYILDA ŞEHRE GELEN YAKLAŞIK BU BİN KİŞİLİK TÜRK ESİR GRUBU NEREDEYSE
O ZAMANKİ MÜNİH NÜFUSUNUN YÜZDE ONUNU TEŞKİL EDİYORDU


M
ärkisch1 çamları ve Märkisch kumu… ondan geri kalmıyor ve biraz daha detay vererek
Üstünde soluk mavi gökyüzü. Koro o Bayram sabahını şu cümlelerle aktarıyor:
hâlinde cırcır böcekleri, rüzgârda “Brandenburg ormanlarının arkasından, kü-
sallanan buğday başakları, bahçelerden gelen çük caminin beyaz ve kırmızı çizgili duvarları ve
leylak kokuları… Ve Doğu’dan bir alay hâlinde minarenin parmak gibi sivri ucu parlıyordu. Bu
gelen Hindistan’ın koyu saçlı çocukları, kafa- yılın yas tutan annesi güneş, bir kez daha saf ve
sında kırmızı fesleriyle Türkler , ipek türbanlı merhametli gülümsemesini araziye yayıyor ve
Persler, Araplar, Tatarlar, Afganlar… Wunsdorf biz çam dalları arasında Asyanın mavi göğünü
istasyonundan kalkan ve eski hapishane kampı- hayal ediyorduk. Wundorf camisinin giriş kapı-
na doğru tozlu yollardan ilerleyen tren... Uzak- sı Arapça harflerle süslenmişti. Kapının önünde,
ta hedefi görüyoruz: Doğuluların minare olarak nadir konukların olduğu bir kalabalık toplanmış-
adlandırdığı ve inananların namaza çağrıldığı tı. Dünyanın dört bir yanından gelen çeşitli Müs-
kuleyi görüyoruz. Nihayet, içinde uzun oruç lümanlar; yosun yeşili üniformalı Türk subay-
döneminin bittiğini ifade eden bayramın kutla- ları, kafaları siyah kalpaklı İranlılar, koyu etekli
nacağı caminin yuvarlak hilaliyle birlikte kub- Tatarlar, zarif, bakımlı bir yüzün üstünde küçük
besini de görebiliyoruz.”2 Berlinli yazar Erdmann kepleriyle Bulgar ve Alman subayları… İnsanların
Graeser (1870-1937) Berlin yakınlarındaki Hal- gözleri ise geleceği haber verilen Türk sadrazamı
bmondlager (Yarımay) esir kampındaki bir bay- Talat Paşa’nın otomobili için tozlu şosedeydi. Bir
ram sabahını böyle tasvir ediyordu. Yine Alman süre sonra mahkûmların önünden geçerek kum-
şair ve yazar Armin T. Wegner de (1886-1978) ları güneşte parıldayan, pencereleri renkli çiçek-

46 TÜRK EDEBİYATI HAZİRAN 2020


ARAŞTIRMA 560
lerle çevrili engin ahşap kulübelerin bulunduğu memnun olmayan Süleyman el Arabi, Kralın
esir kampının avlusuna girdik. Doğu’nun renkli topraklarına girmesine izin vermek istemez ve
etnografya müzelerini andıran esirler, avlunun aralarında anlaşmazlık çıkar. Aniden bastıran kış
etrafına üç sıra hâlinde dizilmişlerdi. Bunların sebebiyle hazırlıksız olan Frank kralı daha fazla
çoğunluğunu Tatar, Moğol ve Çin görünümlü beklemeden geri çekilir. Bu olayı Müslümanlarla
Rus Müslümanlarıyla Cezayirli, Faslı, Berberi ve Batı arasındaki ilk görüşme olarak kabul edebili-
tek tük uzun cüpbbeli, başlarında kocaman sa- riz. İkinci temas ise 973 yılında bugün Almanya
rıklarıyla Araplar oluşturuyordu. Mahkûmların topraklarına Endülüs Müslüman Devletinin elçisi
sayısı; birçoğu Romanya kamplarına nakledildi- olarak İbn Yakub’un ayak basmasıdır. Elçi, yolcu-
ği veya çalıştıkları çeşitli işlere dağıtıldıkları için luk izlenimlerini anlatırken buğday fiyatlarının
azalmıştı. Konuklar, giriş kapısında beraberinde düşüklüğünden, ayrıca atların sayısının çoklu-
Türk ve Fars elçileriyle boylu poslu Talat Paşa ğundan, halkın miğfer, zırh, kılıç gibi silahlarla
göründüğünde, eski geleneklere uyarak ayakka- donanımlı olduğundan bahsediyor.4
bılarını çıkararak esirlerin sermiş olduğu halı ve Bu olaydan yaklaşık yirmi beş yıl sonra, 797
kilimlerin üzerine oturmaya başlamışlardı.”3 yılında, Frank kralının Abbasi halifesi Harun Reşid
Keşke her şey bu iki Alman şair ve yazarın ile olan meşhur teması gerçekleşir. Frank impara-
anlattığı gibi olsaydı. O dönemle ilgili yapılan toru Büyük Karl, Lantfried ve Sigmund adındaki
araştırmalara bakılınca durumun hiç de anla- iki elçisini Yahudi tüccar Isaak ile beraber cins at
tılan gibi olmadığı görülüyor. Ancak bizim, Al- ve köpekler, kıymetli elbiselerlerden oluşan he-
manya’da müslümanların tarihini araştırmak diyelerle halifeye gönderir ve Abbasi devletinde
için o günlere gelmeden neredeyse bin yıl daha yaşayan Hristiyanların korunmasını, buna karşılık
gerilere gitmemiz gerekiyor. Bilinenlerin hilafına Müslümanların da Avrupa’da yaşamalarına mü-
Avrupa’da Müslümanların geçmişi 1960’lı yıllar- saade edileceğini bildirir.5 Bu uzun seyahate el-
daki göçmen işçi hareketliyle değil, çok daha çilerin ömrü yetmez. Ancak yahudi tüccar beş yıl
öncesinden başlamıştır. Çoğu Avrupalı bunu bil- sonra halifenin gönderdiği çeşitli hediyelerle 802
mez ya da bilmek istemez. Ancak yapılan araş- yılında Aachen şehrine geri döner. Hediyelerin
tırmalara ve tarihi kaynaklara bakınca bunun arasında geniş ve renkli perdeleri olan büyük bir
böyle olduğu kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. çadır, saat başı otomatik olarak dışarıya bir top
Bu çalışmamızda ulaşabildiğimiz kaynaklardaki yuvarlayan su saati ve o meşhur beyaz fil vardır.6
bilgileri sizlere sunmak istiyoruz.
Mevcut kaynaklara göre 777 yılında Kurtuba
Emiri I. Abdurrahman’a (iktidarı 756–788) va-
lilerinden üçü isyan etmiş ve bağımsızlık kararı
almıştır. Ancak bunun için başka güç ve devlet-
lerden destek almak gerekmektedir. Saragossa
valisi Süleyman El Arabi, Barcelona valisi Hü-
seyin ve Huesca valisi Abu Taur bu amaçla bir
elçi gönderirler. Gönderdikleri elçi, Paderborn’da
Büyük Karl tarafından kabul edilir ve bir daya-
nışma antlaşması imzalanır.
Bu antlaşma üzerine 778’in ilkbaharında Bü-
yük Karl bölgeye gelir ve ele geçirdiği yerlere,
kendisini davet eden valilerin beklentilerinin Abbasi halifesinin hediye olarak gönderdiği
su saatli beyaz filin bir çizimi
aksine, Hristiyan valiler atar. Bu uygulamadan

HAZİRAN 2020 TÜRK EDEBİYATI


47
560 ARAŞTIRMA

Bu ikili temasların ardından yaklaşık 300 pa’da yaşayan Müslümanlar için maalesef göç-
yıl sonra Batılılar 1096 da başlayıp 1270’e ka- lerin, esaretlerin ve ölümlerin hüküm süreceği,
dar sürecek Haçlı seferlerini düzenleyecek ve ilk Ali ve Fatma isminin artık Heinrich ve Susanna
Müslüman esirler Avrupa’ya getirilecektir. olacağı, kayıpların ve acıların yaşanacağı uzun
Bu savaşlar neticesinde birçok Müslüman ka- bir döneme girilecektir.
dın ve erkek esir olarak Avrupaya getirilmiştir. İkinci Viyana kuşatmasının ardından artık
Bu insanların akıbetleri hakkında maalesef gü- tarihin akışı değişmiş Türklerin Avrupa içlerin-
nümüze kadar ulaşmış yeterli bilgi yoktur. An- den yavaş yavaş çekilmesine sebep olan süreç
cak, bazı Müslümanların Hristiyanlaştırıldıkları başlamıştır. Artık her yenilgi şehit ve esir; her
biliniyor. Bugün Almanya’nın güneyinde Bra- esir acı, gözyaşı ve fidye demekti. Bu süreç ço-
ckenheim kasabasındaki Johannis Kilisesinde ğunlukla gurbet ellerde Hristiyanlaştırılmakla
bulunan Mezar Şapeli, Haçlı Seferlerinde esir sona eriyordu. 1683’te II. Viyana kuşatmasın-
alınarak 1305 yılında vaftiz edilen Selçuklu ko- dan sonra birçok Müslüman savaş esiri Münih
mutanı Selim Sadık Sultan’a ve ailesine aittir. şehrine getirilmiştir. Bunların akıbetini alman
Bu aile bugün şekerleme endüstrisinde ve başka yazar Engelbert şu satırlarla anlatıyor: “Bu
alanlarda da hâlen etkili bir konumdadır.7 esirler Münih şehrinde kanal yapımında, Prens-
Haçlı Seferlerinden sonra II. Viyana önce- liğe ait olan dokuma tezgâhlarında ve sarayın
si dönem, Osmanlı İmparatorluğunun o parlak tahtırevanlarını taşıma işlerinde çalıştırılmıştır.
ve galibiyetler dönemidir. Bu dönemi anlatan 17. yüzyılda şehre gelen yaklaşık bu bin kişi-
aşağıdaki Chadowieckis’in çizimine “Türk korku- lik Türk esir grubu neredeyse o zamanki Mü-
sundan alel acele imzalanan barış” notu düşül- nih nüfusunun yüzde onunu teşkil ediyordu.
müştür8. 19. yüzyılın sonunda, Münih ve çevresinde bu
esirlerin soyundan gelenlerin sayısı yaklaşık ya-
rım milyona ulaşmıştır. Bunların birçoğu geri
dön(e)mediler. Ancak önce kıyafetlerini değiş-
tirdiler, feslerini çıkardılar, diğer şehir sakinleri
gibi akşamları Gasthauslarda bira içmeye baş-
ladılar. Bu şekilde yavaş yavaş hayat tarzları da
değişti. Ayrıca bir kısmı da evlenme yoluyla
din değiştirip Hristiyan oldular ve bunlardan
geriye sadece isimleri kaldı. Kalan bu Türkçe
isimler de zamanla Alman söyleyişine bir şekil-
de uyduruldu ve günümüzde artık bunlardan
geriye çok fazla bir şey kalmamıştır.”9
Müslümanlara ait bir konuyu konuşmak için
gittiğim şehir idaresinde üst düzey bir görevde
çalışan birisi ile bizzat tanıştım. Soyadı Ali (Aly)
olan bu Alman, bana dedelerinin yüz yıllar önce
Almanya’ya getirilen esir Müslüman Türklerden
olduğunu ve Ali isminin de oradan geldiğini
söylemişti.
Tabi ki o zamanın şartları gereği bir mescit
Osmanlı o parlak günlerini ve galibiyetler açmak, din ve dil eğitimi gibi faaliyetleri sürdür-
dönemini geride bırakacak ve sonrasında Avru- mek söz konusu olamayacağından kaçınılmaz

48 TÜRK EDEBİYATI HAZİRAN 2020


ARAŞTIRMA 560
son geliyor ve maalesef Hristiyanlaşıyorlar. Bu
konuda arastirmaci Heller’in müstakil bir ma-
kalesi mevcuttur10. Yazarın belirttiği gibi önce
baştaki fesin çıkarılması ile başlayan süreç bu
Müslüman Türk topluluğun tamamen kaybol-
ması ile son bulmuştur. Tabii ki olayları değer-
lendirilirken bu insanların esir olduğu asla unu-
tulmamalıdır.
Hasan ve Şemdinlili Derviş Mehmed
Yine 1683 II. Viyana kuşatması sonrasında Al-
manya’nın kuzeyindeki Hannover şehrine, Han-
nover prensinin oğlu veliaht Prens Ludwig tara-
fından 12 genç Müslüman esir sipahi getiriliyor
ve Prenses Sophiei’ye hizmetkâr olarak veriliyor.
1691 yılında vefat eden Hasan ve Şemdinlili
Derviş Mehmed, kendi arzuları istikametinde İs- yılında İstanbul’da doğmuş, 1688 yılında Belg-
lam geleneklerine göre defnediliyor. Bu iki şah- rad’da esir alınmış, 1727 yılında Rugland’da
sın mezar taşları günümüze kadar ulaşabilmiştir. Hıristiyanlas(tırıl)mış ve 1735 yılında 47 yıl
Mezar taşlarında isimlerinin yazılışına bakarak, hizmetten sonra 80 yasında yine bugün Nürn-
onlar gibi bazı esirlerin Müslüman olarak yaşa- berg civarında Rugland kasabasında ölmüştür.
yıp Müslüman olarak öldüğü de anlaşılmaktadır. Araştırmacılar Osman’ın iginç ve kurnaz birisi
Bu mezar taşları 2000 yılında Türk konsoloslu- olduğunu bilirtiyorlar. Vaftiz edildiği kiliseye iki
ğunun da çabalarıyla restore edilmiş ve ayrıca gümüş şamdan bağışlıyor. Ayrıca vasiyeti gereği
mezarların tarihini anlatan Almanca-Türkçe bir cenazesine katılanlara 5 Kreuzer (o zamanki bir
bronz plaket de konulmuştur. Maalesef Hasan para birimi) veriliyor. Böylece cenaze merasimine
ve Mehmetle gelen diğer on kişi hakkında bir 950 kişi katılıyor. Bundan da Osman’ın varlıklı
bilgi mevcut değildir.11 birisi olduğu anlaşılmaktadır.12 Osman’ın hristi-
yan olduğunun sanılması için mezar taşına kilise
tarafından; “Burada Tanrı’nın rahmetine kavuşan
Karl Osman 1655’te İstanbul’da doğdu, 1688’de
Belgrad’da esir düştü, Rügland’ta 1727’de vaftiz
edildi, 47 yıl hizmette bulundu ve 1735 senesinde
80 yaşında öldü.” Kilise kaynaklarının aksine Os-
man din değiştirmemiştir. Bu kaynaklar onun esir
düştükten otuz dört sene sonra din değiştirdiğini
iddia etmektedir. Ancak bu büyük bir çelişkidir.
Honnover şehrinde Şemdinlili Derviş Mehmet ve Çünkü Müslüman esirlere Hirstiyan olmaları için
Hasan Sipahi’nin mezartaşları sadece iki ya da üç yıl müsaade ediliyordu.13
Araştırmacı Prof. Heller’in, Almanya’nın iti-
Carl Osman’a 275 Yıl Sonra İlk Fatiha: barlı haftalık gazetesi Die Zeit’ta yazdığı ma-
Bunlardan biride Carl Osman adındaki os- kalesinin devamında Almanya çapında buna
manlı askeridir. Bugüne kadar ulaşan nadir me- benzer 600 civarında isim tespit edildiğini
zar taşlarından birisi de ona aittir. Osman, 1655 ve bunlara sürekli 16. ve 17. yüzyıla ait baş-

HAZİRAN 2020 TÜRK EDEBİYATI


49
560 ARAŞTIRMA

ka hikâyelerin eklendiğini belirtmektedir. Bu rilmiştir. Ludwig Mehmet evlenmiş ve eşi Marie


esirlerden en güçlü kuvetli olan askerleri ve Hedewig’den iki oğlu olmuştur.
en güzel kadın ve ve kızları prensler ve asiller Küçük oğlu Georg Ludwig Mehmet von Ko-
almaktaydı. Esir paylaşımı herkesin makamına, nigtreu, Göttingen şehrindeki öğreniminden son-
statüsüne göre diğer şehirlere (Hannover, Ber- ra 1741’de orduya intisab etmiş ve 1746 yılında
lin, Stuttgart, Heidelberg ve Münih gibi) dağı- Kaptan teğmen olmuştur. 1741 yılında Hanno-
tılmaktaydı.14 ver’de ilk Mason locası olan “Fridrich“i kurmuş ve
1746’dan itibaren başkanlığını üstlenmiştir. Bü-
Ludwig Mehmet von Konigtreu:
yük oğlu Johann Ludwig ise daha çok aile mirasını
Ludwig Mehmet, 1660 yılında bir valinin oğlu yiyerek ömrünün son dönemlerini kilisenin papaz
olarak dünyaya geldi. Babası Mehmet, Osmanlı evinde geçirmiş ve 4 Mayıs 1775’te ölmüştür.16
ordusunda bir subayken 1685 yılında yunanis- Bir kilise dergisinin aktardığına göre ise Lem-
tanın Koroni kalesinde, zaman zaman Venedik go kasabasındaki Brake kilisesinin bahçesindeki
Cumhuriyeti için savaşan Hannover Prensliğine kabirde yatan Küçük Mustafa’dır. Macaristan’ın
esir düştü. Ludwig, ailenin en büyük oğludur ve Budapeşte şehrinde 1683’te doğan Mustafa, esir
Hannover prensi Georg Ludwigin ve daha son- olarak getirildiği Barake’de, kontun sarayında
ra İngiliz tahtına çıkacak olan I. Georgun özel 1689’da altı yaşında vefat etmiş ve kilise bah-
hizmetinde bulunmuştur.15 Bu meşhur Türk esiri, çesinde toprağa verilmiştir. Yine bu kilisenin
vaftizden sonra Jochann Ludwig Mehmet adını kaynaklarında 1690 yılında vaftiz edilen iki Türk
almıştır. Krala olan sadakatinden dolayı kendisi- esir kadından bahsedilmektedir. Belki de Musta-
ne asalet unvanı olarak “Von Konigtreu“ ismi ve- fa bu hanımlardan birinin çocuğuydu.

50 TÜRK EDEBİYATI HAZİRAN 2020


ARAŞTIRMA 560
olan bir esir, daha sonra sahibinin mezhep de-
ğiştirmesi sebebiyle protestan olmak zorunda
kalıyordu.19 Müslüman esirlerin kendi araların-
da evlenip aile kurmalarına ise iki olay haricin-
de hiç şahit olunmadığını yine Prof. Heller’den
öğreniyoruz. Heller’e göre esirlerden bir kısmı
toplumda kendilerine yer edinmiş kimseler ola-
rak yaşamışlardır. Bunlar mesela prenslerin özel
hizmetçiliğini yaqmışlar, dokumacılık, kundu-
racılık ve bahçıvanlık gibi mesleklerle uğraş-
mışlardır.
Çoğunluğun ise isimleri ve sayıları kaynak-
larda hiç geçmemiştir. Bunlar arasında kundura-
cı veya fırıncı olanlar olduğu gibi mutfaklarda,
ahırlarda, tarlalarda ve bir takım ev işlerinde
çalışarak arkalarında en küçük bir iz bırakma-
dan ömürlerini tamamlamışlardır. Aralarında
bağcılıkla uğraşanlar ve kahvehane açanlar da
olmuştur.20

Würzburg’ta ilk Türk Kahvehanesi açılıyor


Almanya’nın orta kesimlerine düşen Würz-
burg şehrinde 2 Mayıs 1697 yılında ilk Türk kah-
Tarihçiler, Osmanlılara karşı savaşanların,
vehanesi şehirdeki Katedral Caddesinde açılmış-
esir aldıkları kadın, genç kız ve genç erkekle-
tır. Kahvehaneyi açan ise Viyana’da esir düşen
ri memleketlerine getirmelerinin sebeblerini
Karakoyunlu Mehmet Sadullah Paşa isminde bir
şöyle izah ediyorlar; Esirler genellikle bir pa-
Türktür. Kahvehanenin asillerden oluşan müş-
şanın, bir ağanın oğlu veya kızı oluyordu ve
terileri, yerde minderler üzerinde oturarak kah-
fidye umuduyla esir alınıyordu. Yahut özellik-
velerini yudumluyorlardı. Fakat kahve, ilk defa
le günahsız çocukları savaş alanlarından kur-
içenlere biraz acı geliyor ve kimsenin hoşuna
tarıp, kendilerince hak yol olan Hıristiyanlığa
gitmiyordu. Ancak Paşa, beraberinde getirdiği
kazandırmaya çalışıyorlardı.17 Kontlar, dükler
sürahideki tatlı şuruptan bir miktar ilave edince
savaş sonrasında esir alınan kadın ve erkekleri
aralarında paylaşarak saraylarına getirip onları
orjinal Türk ve Müslüman kıyafetleri içinde ça-
lıştırıyor ve bunu bir nevi güç göstergesi olarak
kullanıyorlardı.18
Din değiştir(t)me seramonilerinin bazen bü-
yük bir şova dönüştüğü de oluyor ve binlerce
kişi bu seramoniyi izlemek istiyordu. Bu amaçla
kiliselere veyahut meydanlara bir sahnenin bile
inşa edildiği oluyordu.
Hatta bazen mezhepler arası çekişmeye
bağlı olarak mesela mezhep değiştirerek katolik O zamanki kahvehanelerden bir görünüm

HAZİRAN 2020 TÜRK EDEBİYATI


51
560 ARAŞTIRMA

kahve biraz tatlanıyor ve bu bütün müşterileri 2


Gerhard Höpp Müslime in der Mark, https://d-nb.in-
memnun ediyordu. Özellikle de bayan müşteriler fo/107004461X/34,S 147-148.
3
Ebd. S.125-126.
bu yeni içeceği çok sevmişlerdi.21 Zamanla kah- 4
B.Z (Berline Zeitung). (5. Oktober 2010), https://www.
venin yanında Türk baharatları, Türk yemekleri bz-berlin.de/artikel-archiv/schon-friedrich-ii-holte-si-
ve kıyafetleri asilzadelerin yaptığı kutlamaların ch-vor-800-jahren-islamische-gelehrte-an-seinen-hof
vazgeçilmez birer parçası hâline geliyordu.22 5
Aachener Nachrichten, Margot Gasper(19. Juli 2017),
23.02.2020
Gut Camisi (Moschee) Würzburg 6
Fokus Dergisi, Frieder Leipold (24.03.2009) 23.02.2020
Almanyanın Würzburg şehrinde 1714 -1719
7
Celik Latif, Almanyada Türk Izleri, Mainz 2009, S. 202-209
8
Wolfgang G. Schwanitz, Der Tagesspiegel, Besprechung,31.
yılları arasında inşaa edildiği düşünülen “Gut
Oktober 1997, 21“Heiliger Krieg“ made in Germany: Musli-
Moschee” isimli bir camiden bahsedilmektedir. mische Kriegsgefangene in brandenburgischen Lagern
Bu tarih esas alınırsa, “Gut Moschee”nin Al- 9
Engelmann Bernt, Du deutsch,1984, München, S.124-126
manya’da açılan ilk cami olduğu söylenebilir. 10
Harrmut Heller, Türkentaufen um 1700- ein vergesse-
Ancak, bu caminin ismi ve kendisi konusunda nes Kapitel der fränkischen Bevölkerungsgeschichte.
kaynaklarda iki farklı rivayet mevcuttur. Birin- http://frankenland.franconica.uni-wuerzburg.de/login/
data/1987_174.pdf, 26,04,2020
cisi, burada bir caminin olmadığı, o bölgedeki 11
Türkiye Gazetesi (14.01.2000) ,Osmanlı sipahilerinin me-
asilzadelerin ve büyük toprak sahiplerinin kur- zarları restore edildi
dukları çifliklere zamanın modası gereği “Guts 12
Prof. Dr. Hartmut Heller DIE ZEIT 04.09.2003 Nr.37, htt-
Moschee”, “Guts Moskau” yada “Guts Talavera” ps://www.zeit.de/2003/37/A-Osman,
gibi isimlerin verildiği yönündedir. Bu durum o 13
h t t p s : / / s o n d e v i r. g a s t e 2 4 . c o m / a rs i v / a l m a n y a -
zamanki oryantalizmle, özellikle de Türk hay- da-bir-turk-sipahisi-karl-osman-video-h195365.html
14
Haberler Com, (13.09.2010) https://www.haberler.com/carl-
ranlığı ile açıklanmaktadır. Bu tarihlerde bütün
osman-a-275-yil-sonra-ilk-fatiha-2233665-haberi/
Avrupa’da bir Türk efsanesinden söz edilebilir. 15
Markus Friedrich, Suchergebnisse, (PDF) Das Osmanische
Hatta bu dile de yansımış ve “Türk gibi kuvvet- Reich: Eine Einführung - Academia.edu
li” deyimi ortaya çıkmıştır. Bu durum 19. yüz- www.academia.edu, S. 349.
yıla kadar devam etmiştir.23 Bu caminin ismi de 16
Ein kleiner Kirchenführer, Die St. Petri Kirche zu Han-
buradan gelmiştir ve gerçekte bizim anladığımız nover-Döhren, 2009.S.11, https://www.stpetri-doehren.
de/damfiles/default/kg_doehren/media/Kirchenfueh-
anlamda bir Camii ile alakası yoktur. “Gut Mos-
rer-6edba17f857d759b71e9be871dac9a20.pdf, Giris,:
chee” oryantalis sitilde yapılmış bir binadır veya 21.03.2020
binanın bahçesindeki yine cami kubbesi stilinde 17
Prof. Hartmut Heller, Türkentaufen 1700-ein vergesse-
yapılmış bir pavilyondur. Nitekim daha sonraları nes Kapitel der fränkischen Bevölkerungsgeschichte. S.
cami mimarisi, tarz olarak başka yapı örnekle- 268-269, http://frankenland.franconica.uni-wuerzburg.
rinde de kullanılacaktır. Yazımızın ileriki bölüm- de/login/data/1987_174.pdf, 28.03.2020
18
Horst Wattenberg, Kirchengemeinde Brake Informati-
lerinde bu yapılardan da bahsedeceğiz.
onen und Meinungen Nr. 226 Oktober/November 2011
İkinci rivayete göre ise bu bina bir kompleks- http://www.kirchengemeinde-brake.de/Gemeindebrie-
tir ve bir de camisi vardır. Türk savaş esirlerinin fe_2011.pdf, 21.03.2020
yardımıyla 1714-1719 arasında yapılmış ve on- 19
Prof. Heller, S.266.
ların ibadetleri için de kullanılmıştır. Bina, Fran- 20
Guido Knopp, Stefan Braunburger, Der Heilige Krieg,
sız işgali sırasında çok hasar görmüş, II. dünya München, 2011, S.213
21
Latif Celik, Almanyada Türk izleri, Mainz, 2009. S. 108-110.
savaşında da Amerikan ordusunun bombardı- 22
Oberbayerisches Volksblatt, 29.02.16, https://www.
manı sebebiyle tümüyle yıkılmıştır. Bugün sa- ovb-online.de/rosenheim/wasserburg/beutetuerken-er-
dece o günleri hatırlatan tek şey “Moscheeweg“ reichten-wasserburg-6165733.html, 28.03.2020
isimli cadde tabelasıdır. 23
Integration, http://www.300festival.de/pdf/kaffee-arti-
1
Berlin yakinlarinda bir bölge. kel-zeitung-integration-2017.pdf, 29.03.2030. ❮

52 TÜRK EDEBİYATI HAZİRAN 2020


BALKANLARDA TÜRKÇENİN SÜTUNLARINDAN BİRİ DAHA DEVRİLDİ:
FAHRİ KAYA’NIN ARDINDAN
SEYHAN MURTEZAN İBRAHİMİ


FAHRİ KAYA BİR KONUŞMASINDA; “BU TOPRAKLARDA VARLIĞIMIZI KORUMAK İÇİN YAZIYORUM.” DEMİŞTİ.
YAZARIN ŞİİR VE HİKÂYELERİNE BAKTIĞIMIZDA, TÜRKÇE İLE DERTLENEN, TÜRKÇEYİ VARLIĞININ
TEK SEBEBİ OLARAK KABUL EDEN BİR İNSAN PORTRESİ GÖRMEKTEYİZ

Zaman gelir, yaşam kırıntılarından mezun olmuş, ardından önce İstanbul’da Tıp Fa-
Hikâye kurarız, şiir yazarız... kültesine kaydını yaptırmış, daha sonraları ede-
(Fahri Kaya) biyat fakültesine geçip ordan mezun olmuştur.
Mezun olduktan sonra ilk öğretmenlik deneyim-
alkanlar, birçok bastırılmış tarihin ve ölen lerini Türkiye’de; önce Üsküdar’da daha sonra

B imparatorlukların kalıntılarının unutul-


maya terkedilmiş izlerinin merkezidir. Ian
Chambers’ın tabiriyle haritasız seyahat edilen
da Manisa’da yapmıştır. 1921 yılında Makedon-
ya’ya dönüp Kumanova’ya yerleşmiştir. Sırpça
bilmediği için uzun bir zaman mesleğinden uzak
yerlerdir, hem köklü hem de köksüzdürler. Fahri
Kaya, Balkanlardaki Türk edebiyatının geçmişi,
Türk toplumunun, bireylerin adeta bir kimlik
aynasıdır. Yugoslavya döneminden başlayarak,
günümüze kadarki süreçte Kaya, edebi alanda
olduğu kadar, siyasi ve kamusal alanda da Türk-
ler ile ilgili olumsuz kimlik politikaları altında
ezilmiş Türkçeyi yaşatmakla meşguldü.
Fahri Kaya, 15 Haziran 1930 yılında Kuma-
nova’da doğdu. Annesi Fatime Hanım, Babası
Mustafa Efendi’dir. Annesi Fatime Hanım ev ha-
nımı, babası Mustafa Efendi Üsküp İdadisinden Fahri Kaya

HAZİRAN 2020 TÜRK EDEBİYATI


53
560 portre

kalmış, İkinci Dünya savaşından sonra Kumano- şehrinde, Bulgar istilasından sonra eğitim Bul-
va’da açılan bir Türk okulun açılışını gerçekleş- garca devam etmiştir. Kaya da bu düzenden na-
tirmiş ve yöneticiliğini üstlenmiştir. Daha sonra- sibini almıştır. 1944 yılının sonlarına doğru öğ-
ları ailesiyle Üsküp’e taşınmıştır. renimine Makedonca devam etmiştir. 1946 yılın-
Mustafa Efendi, Üsküp’te öğretmenlere Türk da Üsküp’e taşınmalarıyla birlikte, baba mesleği
Dili dersleri vermiş, Türkçe eğitim yapan lise sı- olan öğretmenlik için pedagoji kursuna yazılır.
16 yaşında genç bir delikanlıyken, lise
üçe devam etmeye hazırlandığı dö-
nemde, Millî Eğitim Bakanlığı onu Ko-
çana’ya bağlı, özbeöz Türk köyü olan
Yakınova’ya öğretmen olarak atar.
Ancak tayin olduğu köyde okul olma-
dığı için köy halkının ve belediyenin
yardımıyla, köy camisindeki cemaatin
sohbet ettiği yeri okula dönüştürürler.
Bir aylık bir süre zafında Fahri Kaya
okulun hem öğretmeni hem de -ba-
basının da Kumoncada açılan ilk Türk
okulunda yaptığı gibi- yöneticisi olur.
Dört yıl bu köyde görev yaptıktan
sonra, öğrenimine devam etmek için
görevinden istifa eder. Yükseköğreni-
mi için Üsküp’teki filoloji fakültesine
kayıt yapar ancak dersler başlamadan
vazgeçer ve eğitimine Belgrad’daki Fi-
loloji Fakültesi’nin Şarkiyat Bölümün-
de devam eder.
1952-1953 yılları arasında, döne-
min Kültür ve Eğitim Bakanlığı’ndan
aldığı burs karşılığı olarak yaz döne-
Fahri Kaya eşiyle birlikte minde Makedonya Devlet Arşivi’nde
zorunlu olarak çalışır. Sıkıntılı başla-
nıflarında derslere girmiştir. Balkanlıların kaderi yan bu yaz aylarında yazar, arşivde eski Osman-
olan göç, Kaya ailesinde de kendini gösterir ve lı belgeleri uzmanı olan Fettah Rauf Efendi ile
aile Türkiye’ye göç eder. Bu tarihsel tanıklılar, tanışır. Ondan ilk başlarda sicillerdeki bazı me-
gelenek, köken yazar Fahri Kaya’ya miras ola- tinleri çözmeyi öğrenir. Daha da önemlisi Fettah
rak kalır. Sakini olduğu dille -siyasetin, kültü- Rauf Efendi’den şiire dair öğrendikleridir.
rün tam da içinde yaşamaya devam ettiğinden Belgrad’dan Üküp’e döndüğünde, Belgrad’da
dolayı-yeniden yazmaya, onu canlı tutmak için bulunduğu dönemde muhabir olarak yazılar
eserlerinde resmetmeye çalışmış, bir anlamda yazdığı Birlik gazetesine iş başvurusu yapar
babasının yolunda yürümeye devam etmiştir. ancak kabul edilmez. 1954 yılında Üsküp Rad-
Atatürkçü, gelenek ve göreneklerine bağlı yosu’nda işe başlar, çocuklara yönelik yayınlar
bir ailede yetişen Kaya, ilkokula gitmeden önce ve kültür yayınları hazırlar. İki yıl sonra Necati
sıbyan mektebine gitmiştir. Doğduğu Kumanova Zekeriya’nın yönettiği Sevinç dergisine geçer,

54 TÜRK EDEBİYATI HAZİRAN 2020


portre 560
aynı zamanda Tomurcuk dergisinde de çalışır. çilir. Devletin bu en yüksek mevkiindeyken 1990
1958-1969 yılları arasında Birlik gazetesinde yılında Tito Yugoslavya’sının dağılımıyla o da
çalışmıştır. 1964 yılından itibaren de gazetenin emekliye ayrılır.
başyazarı görevini üstlenmiştir. Emeklilik günlerini kültür ve edebiyatla iç içe
Kaya, sadece yayın hayatında değil, aynı za- geçirir. Fahri Kaya, Makedonya Yazarlar Birliği
manda kültür ve sanat alanında da aktif çalışan ve Makedonya Gazeteciler Cemiyeti’nin, ayrıca
bir aydındı. 1966 yılında Yeni Yol Kültür Güzel Uluslararası PEN Yazarlar Birliği’nin Makedonya
Sanatlar Derneğini yapılandırarak canlandırır. Merkezi üyesiydi. Devlet adamı, siyasetçi gaze-
1950’li yıllarda her ne kadar öğretmenlikten teci, yazar, şair, araştırmacı ve en önemlisi de
ayrıldıysa da, bu meslekle olan bağı kesilmemiş- eğitimci kimlikleriyle Kaya, dünyanın farklı ül-
tir. 1955-1965 yılları arasında yaşanılan göçler kelerinde ilmi toplantılarda bulunmuş, konfe-
yüzünden öğretmensiz kalan Tefeyyüz ilkoku- ranslar vermiştir.
lunda, Üsküp Nikola Karev Öğretmen Okulunun Fahri Kaya 2000 yılında Bay dergisine ver-
Türk sınıflarında ve Kliment Ohridski Pedago- miş olduğu bir röportajda; “Her şeye rağmen
ji Akademisi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünde biz çok görmüş, çok geçirmiş evlad-ı fatihanız”
Türkçe derslerine girmiştir. demiştir. Yazar eserlerinde Balkanların dertleriy-
Fahri Kaya, hükümetin kültür işleriyle de le dertlenmiş, Türk kimliğinin yaşamasına, Türk
uğraşır. 1947 ve 1978 kurultaylarında Make- kültürünün yaşatılmasına vesile olmuştur. Kaya,
donya Komünistler Birliği Başkanlığına seçilir, hayatı boyunca edebiyatın hemen her alanında
Makedonya Komünistler Birliği İcra Komitesinin eserler vermiştir. Günümüzde yazara ait hikâye
üyesi olur. 1982 yılında yedi kişiden oluşan Ma- kitapları, şiir kitapları, antoloji ve derlemeler,
kedonya Cumhurbaşkanı başkanlık görevine se- çeviri kitaplar, ders kitapları ve lektörlüğünü

Tito, Fahri Kaya ve dönemin başbakanı ile birlikte

HAZİRAN 2020 TÜRK EDEBİYATI


55
560 portre

yaptığı kitapları Makedonya’daki dil, eğitim, Yazarın şiir ve hikâyelerine baktığımızda, Türkçe
edebiyat ve kültür nöbetine devam etmktedirler. ile dertlenen, Türkçeyi varlığının tek sebebi ola-
Şiir kitapları: Yürü Aydınlığa (1951), İlk rak kabul eden bir insan portresi görmekteyiz.
Adımlar (1952), Köyden Sesler (1985), Hoşçaka- Kaya’nın arşivde çalıştığı birkaç aylık dönemde
lın (1965), Çocuk Rüyaları (1991). tanıştığı Fettah Rauf Efendi’nin edebi kişliğin-
Hikâye kitapları: Güle Güle (1978), Küçük den etkilendiğini şiirlerinde, araştırma ve incele-
Hanımlar (1997), İkindi Güneşi (1998). melerinde görebiliyoruz. Fettah Rauf Efendi’nin
Antolojiler ve derlemeler: Sesler (şiir ve hikâ- “Vatan” şiirindeki vatan özleminin, bulunduğu-
yeler / 1952), Seçme Masal ve Hikâyeler (1955); muz toprakları vatan kabul etme derdinin, tarih
Grim Kardeşler – Kurul Sofram Kurul – Masallar bilincinin aynısını Fahri Kaya’nın 15 Kasım 2000
(1955), Makedonya Yazarlarından Seçme Çocuk tarihinde yayınladığı “Elbette Varız” şiirinde de
Hikâyeleri (1961), Tito (makaleler / 1978), Nazım görebiliyoruz.
Hikmet’ten Şiirler (1983), Gökkuşağı (Yugoslav- Rauf Efendi’nin;
ya Türk Yazarlarından Çocuk Hikâyeleri – 1985).
Fahri Kaya bu topraklardaki Türklerin, bir ara- Vatan bende garibtir, ben vatanda garibim.
da yaşadıkları öteki toplumlarla eşit olabilmele- Ruhen uzak kalmışım gerçi cismen karibim.
ri adına farklı çalışmalara imza atmıştır. Kaya, Ben içinde o bende zevkini ben sormadım.
sadece bizim Türkçe eserlerimizi Makedoncaya Eller aldı tadını böyle gurbet görmedim.
çevirmekle kalmamış, Makedonca şiir ve hikâ- şeklinde anlattığı vatan özlemini, Fahri Kaya, şi-
yeleri de Türkçeleştirmiştir. Bu çalışmalarla çok
irinde şu sözlerle dile getirilir:
kültürlü bir toplumda Türk varlığını korumayı
amaçlamıştır. Bu çalışmalar sayesinde Türk in- Yıllardır kafamda,
sanının öz benlik geliştirerek kendisiyle barışık Sonsuz değirmen türküsü gibi
olmasını sağlamaya çalışmıştır. Ayrıca kültürel Dönüp dolaşıyor bir soru:
farkındalık sağlayarak, önyargıların kırılması- Var mıyız, var mıyız, var mıyız, diye.
na, ayrımcılıkların yapıldığı yerlerde bireylerin
bunlarla mücadele etme kabiliyeti kazanmasına “Türkçe ile var olma” meselesi, Osmanlı’dan
da yardımcı olmuştur. Kaya’nın başka dillerden sonra Balkanlarda kalan Türklerin millî şuurları-
Türkçeye ve Türkçeden Balkan dillerine yaptığı nı diri tutmasına vesile olmuştur. Bu “Türkçe ile
toplamda 12 eseri bulunmaktadır. var olma” tutumu aynı zamanda Türk nüfusun
Kaya’nın araştırmacı kimliğinden de bah- uğradığı kötü muamelelerin de sebebidir. Çün-
setmiştik. Seçme Yazılar (1994), Makedonya kü bir milletin tarihi ve kültürel varlığının bir
Türklerinden İz Bırakanlar (2008) ve Gün Bugün coğrafyada kök salmasının yegâne aracı dildir.
(2010) adlı eserleri onun araştırmacı yönünün Dil, her türlü zulme, aşağılanmaya, asimilasyon
ürünleridir. faaliyetine direnebilen bir varlık, bir sistemdir.
Hayatının büyük bir kısmını eğitime adayan
yazarın, Türkçe eğitimine olan hizmetleri de bü- Var olmak acı çekmek demekse
yük bir önem arzetmektedir. Kaya, eğitim konu- Tabii varız.
lu kitaplarıyla Makedonya Çocuk Edebiyatına Var olmak, özlem içinde
çok büyük katkılarda bulunmuştur. Yazar farklı Yaşamak demekse
sınıflara yönelik dokuz okuma kitabı yayınlamış Elbette varız
ve altı kitabın da lektörlüğünü yapmıştır. Var olmak daima savaşmak
Fahri Kaya bir konuşmasında; “Bu topraklar- Demekse,
da varlığımızı korumak için yazıyorum.” demişti. Gene varız.

56 TÜRK EDEBİYATI HAZİRAN 2020


portre 560
Var olmak sevmek ve sevilmek demekse
Kuşkusuz varız.

Fahri Kaya, şiirlerinde Balkanlarda yaşayan


Türklerin bir masalla yaşadığını anlatır; bir za-
manlar Türk varlığının hüküm sürdüğü o masa-
lımsı zamanın geri geleceğinin hayalini kurar.
Uğradıkları zulüm ve hakaretler bu coğrafyada
Türk varlığını asla silemeyecektir. Kaya’nın inan-
cı bu yöndedir.

Sayılıp, sürekli sövüldüğümüz için


Sevilip, beddua edildiğimiz için,
Canlı birer anıt olduğumuz için
Bu topraklarda elbette varız.

Kaya, özümsediği Türk kültürüyle, aile mi-


rasıyla farklı rejim ve sosyal süreçlerin gerili-
mini yaşayan bir dünyanın ağlarında hayatının
son demine kadar mücadele eden bir aydın-
dı. Atatürk’e karşı büyük bir sevgi besleyen ve
onu hayatının pusulası olarak kabul eden Fahri
Kaya, 1952 yılında Birlik Gazetesi’ndeki “Kemal
Atatürk” başlığıyla yayınlanan yazısını; “Büyük
İnkılâpçı, büyük reformator, büyük yaratıcı ve
büyük insan Mustafa Kemal Atatürk, 10 Ka-
sım 1938 yılında gözlerini kapayıp ebedî haya-
ta intikal etti. Emekçi Türk milleti, onun gittiği
yoldan gitmeye devam etti, vasiyeti sayesinde
durmadan ilerledi.” sözleriyle tamamlar. Örnek
aldığı Ulu Önder’in izinden giden, Balkanlarda
Türkçe’nin durmadan ilerlemesine ön ayak olan
Fahri Kaya, 24 Mart 2020 yılında tek yönlü bir
yolculuğa çıkarak aramızdan ayrıldı.
Kaynakça
Benhabib, S. (2016). Ötekileirn Hakları, İstanbul: İletişim
Yayınları.
Gürel, N. R., Gürel, Z. (2015). Fahri Kaya – Hayatı, Sanatı,
Eserleri, Üsküp: Yeni Balkan Yayınları.
Chambers, I. (2014). Göç, Kültür, Kimlik, İstanbul: Ayrıntı
Yayınları.
Akhtar, S. (2018). Göç ve Kimlik: Kargaşa, Sağaltım ve Dö-
nüşüm, (Çev. Sedef Ayhan), İstanbul: Sfenks kitap.
Eaglton, T. (1991). İdeoloji, (Çev. Muttalip Özcan), İstanbul:
Ayrıntı Yayınları. ❮

HAZİRAN 2020 TÜRK EDEBİYATI


57
NASIL YAZAR OLDULAR?
AKVARYUMUN İÇİNDEKİ
ÇÖPÇÜ BALIĞI GİBİYİM
KONUŞANLAR: ERHAN GENÇ-CAN YALÇIN


HANDAN ACAR YILDIZ İLE YAZMAYA NASIL BAŞLADIĞINI
VE NASIL YAZAR OLDUĞUNU KONUŞTUK

O
kul hayatınızda nasıl bir öğrenciydiniz? te sosyal ortamlarla, iş dünyasının hiyerarşisiyle
Derslerle aranız nasıldı? aram iyi değildi. Edebiyat benim için özel olarak
Okul hayatımda çalışkan bir öğrenciy- ve bilhassa tercih ettiğim bir dünya oldu.
dim. Derslerime çalışıyordum. Kurallara uyuyor- ✓ Yazmaya ne zaman başladığınızı hatırlıyor
dum, okuldan filan da pek kaçmıyordum. Korku- musunuz?
yordum daha doğrusu. Bu kurallara uymak-uy- Yazmaya başladım, bıraktım, tekrar başladım.
mamak, kuralları sorgulamak kısmı bende daha Bırakıp başlama arasında on yıl gibi bir süreden söz
geç yaşlarda gelişti. Yani biraz ters oldu. Gençlik edebiliriz. Üniversite üçüncü sınıfta staj için gitti-
çağımda daha kurallara uyan, daha disiplinli bir ğim gazetenin istihbarat servisi dağılmıştı. Aslın-
insanken ilerleyen yaşlarda disiplininden bir şey da haber merkezinde muhabir olarak başlamıştım
kaybetmeyen, fakat kuralları daha fazla irdele- işe. Daha sonra kültür-sanat sayfasına geçmiştim.
yen, didikleyen bir insan hâline geldim. O yüzden Kültür-sanat sayfasında denemeler yazmaya baş-
kuralları sorgulama meselesinin salt gençlikle ladım. Bir iki denemem yayımlandı. Altında imzamı
değil, olgunlukla ilgili olduğunu düşünüyorum, gördüğüm ilk yazı bir kitap inceleme yazısıydı. Onu
kendi hayatımdan yola çıkarak. Teşekkür, takdir hiç unutmuyorum. Bir kitap tanıtımı üzerinden ilk
alan bir öğrenciydim. Öğretmenlerimi üzmeyen defa imzam göründü ama dört beş deneme de
bir öğrenciydim. İyi, ideal bir okul hayatım vardı. yazmışımdır, sayısını tam hatırlamıyorum. Ondan
Öyle üniversiteyi kazandık, devam etti o şekilde. sonra yazmak için erken olduğunu düşündüm. Za-
Hiçbir işte tutunamadığım için edebiyata tu- ten bir gazeteydi, günlük tüketilen bir yayın or-
tundum gibi bir açıklamam yok. Bununla birlik- ganı, çok kalıcı değil. Edebiyat dergileri gibi arşiv

58 TÜRK EDEBİYATI HAZİRAN 2020


röportaj 560

nitelikli bir yayın organı değil. Orada “Sen çok ye- Demek ki yazmak aramakla ilgili bir fiil. Bulmakla
teneksizsin, bu işten vazgeç.” gibi bir tepkiyle kar- ilgili bir fiil değil. O günden beri de yeni şeyler bu-
şılaşmadım. Ama buna rağmen, kimseden olumsuz luyorum, yeni ayrıntılar keşfediyorum ama kapının
bir tepki almadığım hâlde yazmak için çok erken veya tabelanın üzerine kazıyabileceğim hayat da
olduğuna inandım. Daha sonra yazmadım ama şudur, insan da şudur şeklinde büyük sloganlarım
okumaya hep devam ettim. Okumaktan kastım yok. Bu mücadele, sorgulama hep kalem üzerin-
sadece kitap okumak değil. Üniversiteden mezun den devam ediyor. Yazmak bir nevi insanın kendi
olduktan sonraki iki üç senelik zaman zarfında ne kendine yaptığı yolculuk, kendi kendini deşmesi.
kadar kurs varsa hepsine gidiyordum. Resim kursu-
✓ O zaman o ilk dönemi bir kenara bırakırsak
na gidiyordum, Arapça kursuna gidiyordum, çılgın
ikinci dönem için şöyle bir şey söyleyebiliriz, ben
gibi kafamı nereye olursa vuruyordum. Böyle üç
bundan sonra yazar olacağım diyerek başladı-
dört yıl geçti. Bu süreçte vakıfların derslerine ka-
nız ikinci döneme ve bu şekilde çalıştınız.
tıldım. Hem felsefe hem tefsir dersine gidiyordum.
Oradaki taze bilgiler şu an birebir aklımda değil İkinci dönemi somutlaştıracak olursak 2008 yı-
ama nerede yeni bir şeyler öğrenebileceğim ortam lında Dergâh dergisinde ilk öyküm yayımlandığın-
varsa ona dâhil olmaya çalışıyordum. Üniversite- da yazmaya tekrar başladım diyebilirim. 1979 do-
den mezun olduktan sonra böyle diplomasız bir ğumluyum. Üniversite üçüncü sınıfta denemeler,
eğitim sürecinden bahsedebilirim. Yazmayı bırakıp kitap tanıtım yazılarıyla başlamıştım fakat ilk öy-
okumaya devam ettim. küm 2008 yılında Dergâh dergisinde yayımlandı.
Yazmaya ikinci kez başladığım dönemse otuzlu O ilk öyküm yayımlanmasaydı ben havaya
yaşlara yakın… Yirmili yaşların sonunda hayattan yazıyor olacaktım. Yazan öyle çok insan var ki,
ne istediğim, ne beklediğim, elli yaşıma gelip de ben kendi çevremde de tanıyorum günlük yazan
ardıma dönüp baktığımda geçmişimde ne görmek ya da bir defteri olup yazmaya devam edenleri.
istediğimle ilgili kendimi ciddi anlamda sorgu- Basılma anlamında Dergâh dergisinde yayımla-
ladığım; maddi anlamda kendimi sorguladığım, nan “Yokuş”a çok şey borçluyum. Bu bağlamda
manevi anlamda kendimi sorguladığım, mesleki Mustafa Kutlu’ya da çok şey borçluyum. Gerçek-
anlamda kendimi sorguladığım o kırılma döne- ten müteşekkir hissediyorum kendimi. Yayımla-
miyle tekrar yazmaya başlama dönemi örtüşüyor. nan ilk öykümüz bence yazmaya devam etme

HAZİRAN 2020 TÜRK EDEBİYATI


59
560 röportaj

açısından bizi cesaretlendirme konusunda çok “Haritada Bir Nokta” öyküsü neden hâlâ canımızı
önemli bir yere sahip. İlkokulda bizim dönemi- çok yakıyor? Zaten çok iyi metinler okuna oku-
mizde okumayı söken çocuğa bile kırmızı kur- na bizim algımızda sezgisel bir kapı da açılacak.
dele takılırdı. Teşvik etmek kültürümüzde vardır. Sezeceğiz iyi bir metni, tıpkı dergi editörlerinin
İnsanın doğasında da vardır. İnsan ne kadar ina- kendisine gelen iyi bir metni bir iki cümlesinden
nıyorsa inansın işlerinin sonucunu görmedikten sonra sezmesi gibi.
sonra o inancı sekteye uğrayacak, kırılacaktır. O
✓ Her yazarın bir yazarlık serüveni olduğu gibi
anlamda ilk öykü yolun devamını getirdi.
bir de okurluk serüveni var. Herkesin okuduğu
✓ Tam teşvik konusuna girmişken burada da ve etkilendiği isimler var. Sizde, yazarlığınızı et-
biraz durmak istiyorum açıkçası. Dergilere yazı kileyen isimler kimlerdir?
gönderen genç arkadaşlar oluyor. Onlar birebir
Etkilendiğim yazarlar demekten ziyade sevdi-
cümle cümle, paragraf paragraf bir geri dönüş
ğim yazarlar demeyi tercih ederim. En sevdiğim
bekliyorlar. Tabi dergiye gelen hikâyeler ve yazı-
yazarlar, edebiyat tarihine geçmiş ama daha “az”
lar çok fazla olduğu için birebir dönüş çok kolay
ünlü olan yazarlar. Mesela Dostoyevski’nin deha-
olmuyor. Bu noktada dergide bir yazının çıkıyor
olması genç bir yazar için teşvik sayılır herhâlde sını inkar edemem ama Platonov’u ondan daha
öyle değil mi? fazla seviyorum. Yazarları bazı kitaplarıyla seviyo-
rum. Faulkner’ı bütün kitaplarıyla değil, Döşeğim-
Teşvik sayılır. Bir de bu konuda genç yazarla- de Ölürken’i, Ses ve Öfke’si ile seviyorum. Ne yazsa
ra şöyle bir ipucu verebilirim: Bu işin içinde olan okurum diye bir şartlanmam yok kimse için. İşte
insanlar yazıyla çok hemhâl oldukları zaman artık tüm bu koca koca laflardan sonra bir itiraf gelsin:
dokusunu ve kimliğini tanıyorlar. Gelen metnin Kazancakis’le aynı köyde dünyaya gelmeyi çok is-
henüz ilk cümlesinden metnin tamamına dair terdim. Borchert’in dâhi olduğuna inanıyorum.
yüzde doksan bir kanaat oluşuyor. Tamam, sonu-
na kadar okumamış olabilir editör. Çünkü buna ✓ Okuma miktarınız en başından bugüne doğru
hiçbir editörün vakti yok. Yüzlerce yazı geliyor nasıl değişti?
ama en azından ilk paragrafta bir ışıltı görseydi Günde en azından yüz sayfa okumaya çalışı-
sonuna kadar giderdi. Çünkü hiç kimsenin size yorum. Altına düştüğümde moralim bozuluyor.
dair bir kastı olamaz, iyi bir yazarı, iyi bir met-
✓ Bunu düzenli bir şekilde yapıyorsunuz anla-
ni herkes sever. Yaptığı işlerden emin insanlar da
hiçbir zaman ardından gelecek gençlerden rahat- dığım kadarıyla.
sız olmazlar. Bu anlamda metni inceleyen insanın Elimden geldiğince. Hastalık olmadığı sürece,
onu örtbas etmek veya kenara koymak gibi bir dışarı çıkmadıysam -haftada bir iki gün yürü-
kastı olmaz. Yazdıklarımız yayımlanmıyorsa bizim yorum- günlük okuma programımı bozmamaya
kendimizde kaçırdığımız, göremediğimiz bir nok- çalışıyorum. Bir de pdf dosyalarından da kitap
ta vardır. Editörler açısından muhakkak bir sebebi okuyorum. Ekrandan daha hızlı okuyabiliyorum.
vardır. O zaman belki yayımlanan metinleri daha Böyle bir alışkanlığım da var.
dikkatli okuyabiliriz veya edebiyat tarihinde iyi
✓ Peki, yazma döneminde okuma miktarınız
kategorisine alınan eserleri inceleyebiliriz. Mesela
değişiyor mu? Diyelim ki roman yazmaya baş-
bizim bir öykümüz yayımlanmıyorsa açıp Sait Fa-
ladınız, o sıra her şey bırakıp romanla mı ilgile-
ik’in bir öyküsünü okuyabiliriz. Biz bu öyküyü elli
niyorsunuz?
yıl sonra da neden hâlâ çok sıcak bir şekilde oku-
yabiliyoruz? Bu kadar teknik imkân değişmişken, Roman ve öykünün yazış süreci ve şekli çok
doğa bu kadar değişmişken bize ne ifade ediyor? farklı. Öyküyü her zaman, her şekilde yazabiliyorum

60 TÜRK EDEBİYATI HAZİRAN 2020


röportaj 560
ve bu şekilde ciddi okuyabiliyorum fakat o roma- hâlde. Böyle şeyler de olabiliyor. Bir gün yürür-
nı yazarken böyle okumadım. Kaybolmuş Kaderler ken bir sokağın kokusunu hatırladım. On beş yıl
Müzesi’ni yazarken hiçbir şey okumadım. Neden önce o sokaktan geçtiğimdeki kokuydu. Notluk
okumadığımı da bilmiyorum. Kendimi yazmaya bir olay değil bu takdir edersiniz ki. Her duygu
kaptırmışken okumak istemediğimle de ilgili olabilir. kâğıda dökülemez. İnsan zihni böyle bir şey, ba-
✓ Biraz da yazma alışkanlıklarınızdan bahse- zen anılarınız sizi hatırlar. Bazen siz onları…
dersek, müsvedde kullanıyor musunuz? Yanınız- ✓ O zaman hâlihazırda elinizde yazılmamış öy-
da defter taşıyor musunuz? Nasıl not alıyorsu- külerin notları var.
nuz? Zeki Demirkubuz’un bir sözünü duymuş-
Evet, var. Onları da bir an önce tembelliğe
tum, “İyi bir fikirse ben not almam, iyi fikirse
vurmadan öyküye dönüştürmek lazım, çünkü
tekrar gelir.” demiş, filmi yapılacak fikirlerinden
kenara yazdıklarınızı ne gerekçeyle yazdığınızı
bahsederken. Sizde bu durum nasıldır?
unutabiliyorsunuz. O yüzden başka bir öyküye
Ben yazma sürecini anlatırken insanlara böy- dönüşmeden, dönüşebilir bunda da bir sakınca
le atasözleri hediye etmeyi düşünmüyorum. Yaz- yok ama kendi içindeki zaman ve mekânı kay-
makla ilgili öyle bir şey söyleyeyim ki insanlar bir betmeden, bir defteri en fazla iki sene içinde öy-
de kalkıp bunu not etsinler gibi çıkışlarım yok. küleştirmek gerekir diye düşünüyorum. Mesela
Her an aklıma bir şey gelebilir ve insan hafızası kemiklerle ilgili not almıştım, bir gezide manas-
çok zayıf. Beşer nisyan ile malul. En büyük özel- tırı dolaşırken. En son metroda bir not aldım. İki
liği bu, unutmazsa delirir, çıldırır. Oturup masa asker çocukla ilgili bir nottu.
başında öykü düşüneyim… Her zaman böyle ol-
✓ Metro demişken yazmanın mekânla nasıl
muyor. En çok yürürken ya da kitap okurken –
bir ilişkisi var sizce? Özel olarak gittiğiniz bir
okuduğum kitaptan esinlenmek anlamında söy-
mekân var mı?
lemiyorum, bu yanlış anlaşılmasın- aklımda bir
fikir canlanıyor, ben onu bir yere aktarıyorum. Hayır. Az önceki soruda da bahsettiğim gibi
Bozulma ihtimalinden dolayı dijitale güvenme- yazmak zihninizde ufak ufak ampullerin yanması
diğim için defteri tercih ediyorum. Bunun se- ve sonra sizin o ampulleri birleştirmenizdir. Mese-
bepleri arasında, bozulan veya çalınan akıllı te- la arkadaşımla sohbet ederken bir konu geçtiyse
lefonumla birlikte kaybolan notlarımın olması. kendisinden izin alıp onu da yazıyorum. Onun ha-
En fazla üç veya dört cümlelik notlar alıyorum. yatıyla ilgili bir şeyi kendime dönüştürerek etik bir
Elime defteri aldım, hadi yazmaya başlıyo- şekilde izin alarak yazdığım öyküler de var. Bunu
rum gibi bir tutumum da yok. Bazen defteri itiraf etmekten gocunmam. Akvaryumun içindeki
unutsam, peçete kullanıyorum, o an bulduğum çöpçü balığı gibiyim. Camlar pırıl pırıl olsun isti-
faturanın arkasına da yazabiliyorum. Zihnim yorum. İçeriye dair daha çok şey görülsün…
belki de buna ayarlı olduğundan yolda yürürken
✓ Yazmaya başlamadan önce yazacağınız her
muhakkak bir şey dikkatimi çekiyor. Bu nesne de
şey belirli oluyor mu? Yoksa yazarken akışta de-
olabilir, insan da. Hayat konuşuyor ben not tu-
ğiştiği oluyor mu?
tuyorum, kendi sınavım için. O küçük ayrıntıları
hafızam kaydetse dahi benim koruma refleksim, Süreç değişiyor fakat o süreç bir muhtevadan
kontrolü elimde tutma yönünde olabilir. Ken- başka bir muhtevaya geçiş olarak değil. Mesela bir
dime güvenmiyorum ya da kontrol daha fazla konuyu başka bir konuya dönüştürmek yerine o
elimde olsun istiyorum, burası çok net değil. Ba- konunun içinde başka bir ayrıntı yakaladıysam onu
zen üç beş yıl sonra benzer bir görüntü geçmi- zenginleştiriyorum. Bir hikâyeyi başka bir hikâye-
şi çağrıştırabiliyor. Hiç kenara kaydetmediğiniz ye dönüştürmek yerine iki üç hikâyeyi birleştire-

HAZİRAN 2020 TÜRK EDEBİYATI


61
560 röportaj

biliyorum. İki üç akışı buluşturabiliyorum. Farklı takip etmeye devam ediyorum. Eğer hâlâ takip
mekânlarda ve zamanlarda biriktirdiğim dikkatler ediliyorsa demek ki bir anlamı olmalı. Edebiyat
varsa olgusal ve düşünsel bir benzerliğe karşılık dergileri Youtube şeklinde de çıkabilir. Fark et-
geldiklerinde bunları örtüştürebiliyorum. O zaman mez. Dönüşebilir ama dergicilik kültürünün kitap
da zaten kurmacaya dönüşmüş oluyor. Böyle olun- kültürü kadar eski olduğuna inanıyorum. Bu an-
ca gördüğünü gördüğün gibi değil de çoğaltarak lamda takip etmelerini tavsiye ediyorum.
anlatma imkânı doğuyor. Öncekilerin sonrakilerle
✓ İlk kitabınız Cam Koridor yayımlandığı zaman
birleşip daha geniş bir nitelik kazanması.
siz ne bekliyordunuz edebiyat kamusundan?
✓ Yazma anında düzeltmeler yapıyor musunuz? Beklentileriniz nasıl bir karşılık buldu?
Yoksa en sona mı bırakıyorsunuz?
Yayımlamaktan pişman olduğum bir kitap değil
Yazıp bitirdikten sonra, defalarca okurum. Cam Koridor. Ama kendi dilimi ve kimliğimi buldu-
Bir cümleyi düzelttikten sonra en başa dönerim. ğum kitap Ağır Boşluk. Kitap yayımlandığı zaman
Düzelttiğim cümleyi düzeltirken başka yeri boz- bir karşılığı olmuştu. Bu da bana cesaret verdi di-
muş olabilirim diye. Yazarken de okurken de bir ğer öyküleri yayımlama anlamında. Ağır Boşluk’la
dış göz olarak bakmaya çalışıyorum kendi met- ilgili aldığım yorumlar, benim tahminimden daha
nime ama bunu insan bilinci, duyuları ne kadar olumlu, beklediğimin de ötesindeydi.
başarır bilmiyorum.
✓ Yazarın ekonomik özgürlüğü hakkında ne dü-
✓ Şu sıralar üzerinde çalıştığınız bir şeyler var mı? şünüyorsunuz?
Çok uzun zamandır zihnimde şekillenen bir ro- Vallahi çok özgür olmalı. Çok özgür olmalı
man var. Arketiplerle antik nesneler bağlamında derken hayattan ne beklediğinize bağlı biraz da.
zihnimde bir roman taşıyorum. Tam şekillenmedi. Mesela siz ayda on iki bin lirayı kazanmayı ihtiyaç
Çok hevesliyim o konuda ama biraz da tedirginim. olarak görürseniz hiçbir zaman hiç kimse sizi eko-
Gerçi ben her kitapta tedirginim o ayrı ama ro- nomik özgürlüğünüze kavuşturamaz, zengin bir
manda biraz daha fazla tedirgin oluyorum öyküye aileden gelmiyorsanız tabii ki. İlle villada oturmayı,
nazaran. Bir de öykü kitabım var. Açık Unutulmuş iyi bir arabanızın olması veya boğaz manzaralı bir
Mikrofon üzerinden çok zaman geçmedi ama san- evde oturmanız gerektiğini düşünüyorsanız, eko-
ki bu sefer biraz arayı açarak yayımlayacağım gibi. nomik özgürlüğünüze kavuşmanız aileden gelen
İki seneden önce çıkmaz, bir sene zaten oldu. Ge- zenginliğiniz yoksa çok çok zor. Başkasına muhtaç
nelde iki seneden sonra yayımladım öykü kitapla- olmayacak kadar ekonomik özgürlüğünüz varsa ve
rımı ama bu sefer üç seneyi bulacak. Buna ihtiyaç ortalama hayat standartları sizin için gayet yeter-
duydum. Bu sefer arayı açmak istedim. liyse, günde otuz ya da yüz sayfa okuyabilmek için
vaktiniz olur herhâlde. Kendi kıstaslarınızı, kendi
✓ Peki, genç arkadaşlara nasıl bir tavsiye ver-
ortalamanızı kendiniz belirlersiniz. Kendi ekono-
mek istersiniz? Edebiyat dergilerini kovalamalı-
mik özgülüğünüzü de kendiniz belirleyip bu bağ-
lar mı yoksa kendi yollarını mı çizmeliler?
lamda çok özgür olmanız lazım. Her şeyden önce
Edebiyat dergilerini kovalamalılar, çünkü ede- zihnimizin özgür olması lazım.
biyatın nabzı yine dergilerde atıyor, öyle ya da
✓ Peki, yazmaktan kazandığınız ilk telifi hatır-
böyle. Hem tür anlamında hem de türe yönelik
lıyor musunuz?
değerlendirme ve eleştiri yazılarında en büyük
kaynakları edebiyat dergileri. Ben edebiyat der- Türkiye’de çok zor bir soru. Yazı olarak hatır-
gilerini takip ettim. İlk öyküm yayımlandığında lamıyorum ama kitap telifi olarak hatırlıyorum.
takip ediyordum. Altıncı kitabım yayımlandı yine Kitaplarımdan telif almıştım.

62 TÜRK EDEBİYATI HAZİRAN 2020


röportaj 560
✓ İyi bir yazar olurken hayatta ıskaladığınız
şeyler var mı? Yazmak bütün zamanınızı ayır-
manızı ister. Aile ilişkileri, arkadaşlık ilişkileri bu
sebeple biraz arkada kalır gibi.
Yazsam da yazmasam da insanlarla çok sıkı fıkı
yaşayan biri değilim. Ya da yazsam da yazmasam
da çok sosyal biri değilim. Gezmeyi severim ayrı
veya kendime zaman ayırmayı severim fakat sos-
yal anlamda grupların içine fazla girmem, ilişki
anlamında insanlara çok sokulmam. O yüzden yaz-
masaydım da kendini kenara çekerek yaşayan biri
olurdum. Ben zaten böyle yaşıyorken bu denk geldi
diyelim ama yazmasam belki kızıma daha fazla za-
man ayırabilirdim. Yazmakla ilgili evet, biraz onun
zamanından çaldım. Kendi ihtiyaçlarını karşılaya-
bileceği yaşa geldiğinde evet, kızıma ayıracağım
zamandan biraz okuma ve yazma lehine çaldım. O
yönde de böyle bir vicdan azabım var. Kendimi sü-
rekli affettirmeye çalışıyorum. Kitaplarımı ona ithaf
ediyorum. Ödül alırsam ona ithaf ediyorum. Rüş-
vetlerle sürekli kendimi affettirme çabasındayım.
✓ Son soru olarak şöyle bir soru sormak isti-
yorum. Kendinizi yazarak ifade etmekten başka
hangi sanat dalıyla ifade edebilirdiniz, yazma-
saydınız?
Yazmasaydım, mimar olmayı veya resim yap-
mayı çok isterdim. Bir iki yıl kursuna gitmişliğim
var fakat devam edemedim. İşte ben çok resim
yapacaktım da bunu yapamam bari yazı yazayım
gibi bir şey değil, ama resmi çok seviyorum. Bir
saat bir tabloyu izleyebilirim ya da yarım saat
bir fotoğrafa bakabilirim. Durağan olanı çok se-
viyorum. Durağan bir şeyin içindeki hareketliliği
okumayı çok seviyorum. O duruyor gibi görünür
ama onun içinde bir hareketlilik vardır. Oradan
öykü de çok çıkar, o durgun gibi görünenin için-
deki hareketlilikten. Onun için bir durağanlığın
içinde hareketlilik yaşatan sanat dallarını çok
seviyorum. Resim yapmayı çok isterdim, yazma-
saydım. Herhâlde kendimi de ifade ederdim.
✓ Güzel sohbetiniz için teşekkür ederiz.
Ben teşekkür ederim. ❮

HAZİRAN 2020 TÜRK EDEBİYATI


63
EDEBÎ METNİN EĞİTİCİLİĞİ NEREDE BAŞLAR?
mahmut babacan


KLASİK ROMANLAR MUTLAKA Kİ ÇOCUKLARA, ÖZELLİKLE DE EĞİTİM ÇAĞINDAKİ OKUYUCULARA
MUHTEVALARINDAKİ DENEYİM VE TECRÜBELERİ SUNACAKTIR AMA ASIL OLAN BU ASIR ŞAHİDİ ROMANLARIN
BU OKUYUCULARA ONLARIN ANLAYABİLECEĞİ KIVAM VE DÜZEYDE VERİLMESİ GEREKMEKTEDİR

enel manasıyla, herhangi bir konu veya geliştirip zenginleştirmek ve terbiye etmektir.

G olayı açıklamak/anlatmakla görevli ke-


lime, ibare, deyim, cümle ve cümlecik-
lerden oluşan “söz ve söylem bütünü”ne metin
Böylece her gün biraz daha maddileşip sığlaşan
insan hayatına yeni kapılar aralamak, ruhların
güzele olan susuzluğunu dindirmek, hayatın ve
denir. Edebiyat biliminin kastettiği ve edebiyat tabiatın daha derinden duyulup anlaşılmasını
eğitiminde esas olması gereken edebi metin ise; sağlamaktır.
herhangi bir duygu, düşünce, hayal, intiba ve Bir metin her şeyden önce edebi metin olma
olayın dil vasıtasıyla, ama edebilik değerini haiz özelliklerini içerisinde barındırmalıdır. Zaten
bir biçimde ifadesinden oluşan “söz ve söylem edebi metin eğer insanoğluna özgü bir fonksi-
bütünü”dür. yon taşıyor ise, yani duygu, düşünce ve hayal
Prof. Çetişli’ye göre edebiyat “dil”de hayat gibi unsurlar taşıyorsa, bu kapsamda edebi de-
bulmuş/bulan bir güzel sanat dalıdır. O zaman ğeri ile edebiyat eğitiminde eğitici bir özellik
edebiyat eğitimcisinin hiçbir zaman hatırın- taşıyabilir. Böylece edebi metin, sadece edebi
da çıkaramayacağı en önemli gerçek, edebi- olmaktan öte geçerek aynı zamanda edebiyat
yat eserinin çok açık bir güzellik objesi, sanat eğitimi içerisinde bir eğiticilik işlevi de üstlen-
eseri olduğudur. Dolayısıyla o, işinde “estetik miş olacaktır. Eğiticilikten kasıt ise; okutulan
bakış açısı”nı esas almak durumunda olan bir metnin, okuyan kişiye çeşitli anlamlarda yeni
tür sanat eğitimcisidir. Görevi, edebi metinden bir kazanım ve ihtiyaç noktalarında bir doyumu
aldığı hızla genç insanların ruhlarındaki güzel- getirmesidir. Eğitici metin bu paralelde, oku-
lik duygu ve duyarlılıklarını ortaya çıkarmak, yucusunun duygusunu tatmin ederek, ona haz

64 TÜRK EDEBİYATI HAZİRAN 2020


makale 560
verir, onu rahatlatır; kendini ve kendini kuşatan Fakat şunu da unutmamak gerekir ki inceleme
dünyayı anlaması ve anlamlandırması yolunda yaparken birini diğerinden ayrı düşünmemiz
ona yol gösterir; mensubu bulunduğu milletin mümkün değildir.
kültürel değerlerini öğrenip benimsemesini ve Şiirde ele alınabilecek eğitici metinler ge-
böylece millî bir kimlik kazanmasını sağlar; dil nellikle “didaktik şiir” türünde okuyucuya bu-
ve kelime servetini genişletirken, ifade kabiliye- luşur, okuyucusuna kazanım sağlatmak amacı
tini de olumlu yönde etkiler ve çeşitli konularda ve bir kavramı, olguyu okuyucuya öğretmek,
da ona bilgi verir. İşte bu özellikleri içerisinde amacıyla yazılan bu şiirleri, “lirik, pastoral ve
taşıyan her eser; roman, hikâye, şiir, deneme, vb. epik şiirler” izler. Bilindiği üzere bu şiirler de
eğitici metin kapsamına girer. hissiyat, vatan, millet ve doğa kavramlarını
Bir metnin öğretici yönünün nasıl olması okuyucuya aşılamak isteyen türlerdir. Bu bağ-
gerektiği konusu açıklığa kavuşturulmaya çalı- lamda ele alınacak esas olgu daha önce de be-
şırken, estetik yanını da sorgulamamız da ge- lirtildiği üzere, metnin okuyucunun seviyesine
reklidir. Edebiyat derslerinde ele alınacak me- hitap ederek, onda hayata uygulayabileceği,
tinlerdeki eğitici bilgi ve okuyana kazandırıla- bir diğer öğrenmeye zemin oluşturabileceği
cak becerinin varlığı önemlidir. Öğretmenlerin öğrenimler ve bununla birlikte yaşadığı doğa-
görevi metindeki estetik güzelliği keşfedilmenin ya, çevresindeki insanlara, yaşadığı ülkeye ve
yanında okuyana belli mesajları ve kazandırabi- içerisinde bulunduğu değerlere sahip çıkabile-
lecek beceriyi de ölçebilmektir. Bununla birlik- cek bir nitelik kazandırmaktır. Yine aynı şekilde
te öğretmen bir metni incelerken ayrıca eğitici düz yazıda da (roman, hikâye, deneme vb.) as-
metnin hem içerik hem de biçim özelliklerinin lolan metnin hedeflenen davranış değişikliğini
dolgunluğunu ve sunulacağı yaş ve seviye gru- bireyde oluşturarak kalıcı davranışlara dönüş-
bunu da göz önünde bulundurmalıdır. türmektir ki bu da zaten eğitimin tanımıdır. Bu
Edebi metni sadece sosyal hayata uygulanı- noktada Gıyasettin Aytaş’ın kaynakçada belirt-
labilecek bir eğiticilikle ele alınmasının edebi- tiğimiz yazısında, eğitici metinlerde yer ala-
yatın alınacak sanatsal zevki geri plana atıla- cak özelliklerin ne olması gerektiği konusunda
bileceği düşünülebilir. Prof. Cahit Kavcar’a göre gayet açıklayıcı şu düşünceyi yer almaktadır:
edebi metni daha çok didaktik tavırla ele almak, Edebî türlerin öğretilmesinde asıl amaç, öğre-
onu araştırıcıların sosyal itibar arama ihtiyacına nenin bu türleri hayatında uygulayıcı olması-
göre algılamak ve bütün bunları, bir fayda pren- nı sağlamaktır. Öğretim ortamlarında, sadece
sibiyle sosyal hayata arz etmek içtimai bir sap- türün ne olduğu ile ilgili değerlendirmelerden
ma olarak düşünülebilir. Bu noktada dikkat edil- çok, o türle ilgili, yazılı veya sözlü uygulama
mesi gereken husus öncelikli olarak metinden yapabilme yeterliliğini sağlamak esas olmalıdır.
yola çıkarak metne edebilik niteliği kazandıran Her edebi metin nasıl ki eğitici metin ola-
olguların tespitini sağlamak olacaktır. Böylece mazsa, bunun en önemli sebepleri de muhteva-
edebiliğinin de göz ardı edilmediği bir inceleme sının özellikleri, okuyucunun düşün şemasında
metodu oluşturulacak şekilde bir çalışma orta- yaptıramadığı değişiklikler ve hayatına geçir-
ya konabilir. Zaten edebi metnin eğiticilik yö- mekte zorlandığı/geçiremediği veriler toplamı-
nünden incelemek, o metni muhtevasından yola dır. Eğitici metin, okuyucuda kalıcı değişiklikler
çıkılarak ortaya konacak bir olgudur. Edebi met- bütünü olarak meydana gelen eğitimin ortaya
nin estetik özelliklerini ortaya koymak ise daha çıkmasını sağlayan bir metin türüdür. Eğitimin
çok metnin orijinal yönlerini, dil ve üslubunu de en önemli iz düşümü, kişinin hayata ve çev-
incelemektir. Bu da ziyadesiyle “üst “edebi dil”i resine bakışındaki eleştirel, düşünsel ve duygu-
genel dile indirgemekten başka bir şey değildir. sal değişiklik ve edinimlerdir.

HAZİRAN 2020 TÜRK EDEBİYATI


65
560 makale

Türk Dil Kurumu’nun sözlüğünde “klasik” öğrenciye okutulabilir mi, okutulursa anlaşılır
sözcüğünün karşılığı olarak: İdeal bir güzellik mı? Tabi ki “her doğru; her yerde, her zaman
düşüncesinden kalkan, ölçü ve düzene dayanan söylenmez” sözünden yola çıkarak her klasik
üslûp, her zaman için beğenilen, örnek olacak romanın her yaş ve seviyede öğrenciye ya da
yetkinlikte bir eser ve eski Yunan, Roma ve XVII. okuyucuya tavsiye edilmeyeceği de tartışma
yüzyıl Fransız sanatıyla ilgili sanatçı veya eser götürmeyen bir gerçektir.
gibi anlatımlar bulunmaktadır. Latince köken- Italo Calvino, “Klasikleri Niçin Okumalı?”
li bu sözcüğü diğer anlamlarından sıyırıp, gü- eserinin aynı isimdeki bölümünde, klasiklerin
nümüzdeki kullanıldığı anlamıyla açıklayacak neden okunması ve okuyanların neler kazana-
olursak, “her zaman beğenilen, örnek olacak cağı konusunda çok çeşitlik ve güzel bilgileri or-
yetkinlikte yapıt” tanımlaması, bu sözcüğü daha taya koyarken, kendisine sorulan “Klasik nedir?”
net bir şekilde açıklamaktadır. Bu tasvirden yola sorusuna da: “Klasikler, genellikle, “okuyorum”
çıkarak, her sanat dalında bir klasik kavramı ol- yerine “yeniden okuyorum” ifadesini kullandı-
duğu düşünülürse, edebiyat özellikle de roman, ğımız kitaplardır.” cevabını vermiştir. Yani yeni-
bu klasik kavramının yıllardır konuşulup, tartı- den, tekrar tekrar okunan bu eserler, tabi ki her
şıldığı, üzerinde çokça yazılıp, çizildiği bir alan- insanın ve hatta aynı insanın her okuyuşunda
dır. Romanı diğer yazınsal türlerden ve sanat- farklı çıkarımlar elde etmesine sebep olmuşken,
lardan daha cazip bir hâle getiren nedir, tartış- öğreticilikleri ve içerilerinde bulunan hayat tec-
masına tabi ki bu çalışmada değinilmeyecektir; rübelerini sunduklarını göz ardı etmek imkân-
fakat klasik eserlerin varlığının okuyucuyu nasıl sızdır. (Klasikleri Niçin Okumalı?, YKY, İstanbul
etkilediği sorusu hâlâ tartışma konusu olan bir 2019, s. 12-25.)
olgudur. Genellikle yerli ve yabancı olarak ayrıma
Çetişli’nin bu ifadelerinde eğitimcinin edebi gidilen klasik eserlerde, yaşanan olaylardan çı-
metinden alması gerekenlerle, bunu öğrencile- karıma giden öğrenci bunu kendi hayatıyla
re nasıl yansıtması gerektiği anlatıyor. İlk ba- mutlaka bir yerde özdeşleştirecek ve bu nok-
kışta konuyla pek alakalı görünmese de burada tada romandan kendisine bir pay çıkaracaktır.
aracının aradan çıkarıldığında -ki aracı görevi- Özellikle yerli klasiklerin, yaşanılan toplumun
ni tam anlamıyla yerine getirmese bile eğitim kültürel özelliklerini okuyucuya sunması okuyu-
çağındaki kişiyi bu metne, esere yönlendirmesi cu-yazar bağını bir yerde pekiştirmiştir. En ba-
bile yeterlidir- öğrenci metin ile karşı karşıya sitinden çocuğun bu kitaplarda geçen şehirlere,
kalır. Bu bağlamda metinle yüzleşen kişi ki bu kişi isimlerine, ananelere daha yakın olması, her
metin alındığı kaynak klasik denilen, yani her ulusun kendi klasiğini eğitim çağındaki çocuğa
dönemde beğenilen, örnek alınacak bir eser daha önce vermesini gerektirmiştir. Örneğin, lise
ise, gerçek anlamda genç insanların ruhların- çağındaki bir çocuğa Victor Hugo’nun “Sefil-
daki güzellik, duygu ve duyarlılık ortaya çıka- ler” adlı romanı mı daha yakın ve samimi gelir,
bilir. Yani sonuçta bir eser durup durduk yerde yoksa Halit Ziya’nın “Aşk-ı Memnu” adlı romanı
klasik olmamıştır. Yıllarca değerini yitirmeden mı? Tabi burada bunu yaparken diğer milletlerin
ayakta kalabilen bir kitap, eğitimi çağındaki dünyaya mal olmuş asırlık çınar gibi ayakta ka-
bir kişiye düşünsel, duygusal ve yaşamsal an- lan romanlarını yabana atmaktan söz edilmiyor;
lamda birçok olgu ve yenilik getirebilir. Çünkü fakat kültürel bağın ve yaşanılan ortak payda-
bu kitaplar yaşadıkları her dönemin içerisinde nın bir getirisi olarak, Türk klasiklerinin bir Türk
nefes alarak, birer tecrübe kılavuzu hâline gel- çocuğuna ilk etapta, yani klasikleri sevmek, on-
mişlerdir. Yalnız bu noktada şöyle bir sıkıntı baş lardan çıkarımlara gitmek anlamında verilmesi
göstermektedir, acaba her klasik, her düzeyde daha uygun düşmektedir. Biraz önce de bahsinin

66 TÜRK EDEBİYATI HAZİRAN 2020


makale 560
geçtiği üzere, bazı Türk klasiklerinin bile anlatım Eğitici metinler, muhtevalarının ön planda
ve dil açısından her seviyeye hitap konusunda olması gereken edebi metinden beslenen me-
yetersiz kalacağı da göz önünde bulundurula- tinlerdir. Bu bağlamda vermek istedikleri ka-
rak, bazı klasiklerin günümüz Türkçesine yakın- zanımları okuyucuda hayata geçirmeleri için
laştırılması gerekmektedir. Aynı şekilde yabancı taşımaları gereken özelliklerden en büyüğü de
dilden dilimize çevrilen romanlarda da bu has- hayatla ilişkili ve okuyanın kendinden bir parça
sasiyet gösterilmelidir. İlk örnekte geçen, “Aşk-ı bulabilecek olmalarıdır.
Memnu” adlı romanı döneminde bile dil ve an- Klasik romanlarda yer alan tecrübe ve yıllara
latım yönüyle zor anlaşılırken, bu eserin günü- meydan okuyan, kendinden sonra gelen /gele-
müze içeriği bozulmadan, daha saf bir Türkçe ile cek eserlere de öncülük etme olguları onların
uyarlanması klasiklerden elde edilecek kazanım- eğitim çağındaki kişilere mutlak anlamda haya-
lar bakımından önem teşkil etmektedir. ta dair birer hazırlayıcı olmalarını sağlamakta-
Kelime Erdal’a göre çocuğu küçük yaşta eğit- dır. Bu noktada, bu klasik romanlardan en büyük
mek, bir an önce yetişkinlerin tüm değerlerini, kazanım; yakından uzağa, basitten karmaşığa
normlarını öğreterek “adam etmek” düşünce- ilkelerini eğitimin temeline almak esasıdır.
sinden hareketle yazılan çocuk kitapları, yoğun Mehmet Önal’ın da belirttiği gibi edebiyat
olarak öğüt ve uyarı bombardımanına uğratıp, eğitiminin estetik ve didaktik yönleri, edebiyat
bu uyarıları bir öğretmen ya da anne-baba üslu- sanatı gibi eğitimin de bir sanat olabileceğini
buyla tekrarladığında, hangi yaş grubunda olur- hissettirir. Edebiyat eğitiminin, edebiyat öğret-
sa olsun çocukları düşündürmeyip, eğlendirme- mek gibi bir temel işlevi olmalıdır. Bu işlev, ister
yip sıkacak, üstelik de verilmek istenen mesaj istemez, hem sanat eğitimini kapsayacak hem
yerine ulaşmamış olacaktır. de araştırma veya eğitimbilim tekniklerini öğ-
Her çocuğun belli gelişim ve öğrenme süre- retmeye yönelik olacaktır. Bu itibarla, edebiyat
ci vardır. Klasik romanlar mutlaka ki çocuklara, eğitiminde, öncelikle ne tür bir eğitim verilece-
özellikle de eğitim çağındaki okuyuculara muh- ğinin şartları izah edilmelidir. Öğrenme teorile-
tevalarındaki deneyim ve tecrübeleri sunacak- riyle uğraşan uzmanlar sanat eğitimi ile diğer
tır ama asıl olan bu asır şahidi romanların bu eğitim çeşitleri arasında bir hüviyet ya da nitelik
okuyuculara onların anlayabileceği kıvam ve farkı bulmaktadırlar. Gerçekten de eğitim, öğ-
düzeyde verilmesi gerekmektedir. Bu şekilde retilecek bilginin veya kazandırılacak becerinin
kazanılacak bir okuma alışkanlığı ana dili öğ- içeriğine göre nitelendirilmelidir.
reniminin de pekişmesini sağlarken, öğrenciye
Kaynakça
geleceğe ve hayata dair farklı bir bakış açısı ve
AYTAŞ, Gıyaseddin, Edebî Türlerden Yararlanma, http://ya-
heyecan kazandırır. Aksi takdirde eğitimi çağın-
yim.meb.gov.tr/dergiler/169/ay.pdf.
daki genç bulunması gerektiği çağın özelliklerini ÇETİŞLİ, İsmail, Edebiyat Sanatı ve Bilimi, Akçağ Yayınları,
reddederken, okumadan soğuyarak, diğer temel Ankara, 2008.
dil becerilerinden de uzaklaşır. ÇETİŞLİ, İsmail, “Edebiyat Eğitimi”nde “Edebî Metin”in Yeri
Klasik romanların eğitim çağındaki kişiye ve Anlamı, http://yayim.meb.gov.tr/dergiler/169/ismail.
pdf.
etkilerinin olabilmesi için konularının okuyanla ERDAL, Kelime, Çocuk Edebiyatı ve Çocuk Kitapları, Millî
ortak paydalara sahip olması; belli yaş ve seviye- Eğitim Bakanlığı Dergisi, Sayı 178, Bahar/2008.
ye uygun bir dil ve anlatıma sahip olması gerek- KAVCAR, Cahit, Edebiyat ve Eğitim, Ankara, 1982.
tiğidir. Birbirlerinden çok farklı kavramlar gibi NARLI, Mehmet, Roman Ne Anlatır (Cumhuriyet Dönemi
1920-2000), Akçağ Yayınları, Ankara, 2007.
görünseler de ikisinde de varolan edebi metin ÖNAL, Mehmet, Yeni Türk Edebiyatı (En Uzun Asrın Ede-
kavramını didaktiklikle yoğrulması sonucu orta- biyatına Teorik Bir Yaklaşım), Akçağ Yayınları, Ankara,
ya böyle bir ortak nokta çıkmıştır. 2008. ❮

HAZİRAN 2020 TÜRK EDEBİYATI


67
BİR KAÇIŞ, BİR ARAYIŞ, BİR BELİRSİZLİK
tamer sağcan


TOLKİEN SONRASI FANTASTİĞİN EN ÖNEMLİ ÖLÇÜTLERİNDEN BİRİ OLAN “YOL, YOLCULUK” KAVRAMLARI, “YOLDA
OLMAK, KERVANI YOLDA DÜZMEK, BİR NİHAYETE ULAŞMAK DEĞİL YOLDA YÜRÜMEYE DEVAM ETMEK” GİBİ
İLKELERLE SERPİLEN TASAVVUFUN ANLATILARI, KISSALARI VE MESELLERİYLE BARİZ ŞEKİLDE UYUŞMAKTADIR

antastik, köken itibariyle insanın var oluşu- bir evren teması itibarinde masalsı karakterle-

F na götürülebilse de kültürümüz için yakın


olduğu kadar yabancı bir kavram. Sözlük
anlamlarından bir kolaj yaptığınızda “gerçeğin
rin oluşturduğu türü tanımlamak için kullan-
dığımı ve yazı boyunca bu tanıma başvurmak
gerektiğinde “FRY” kısaltmasını kullanacağımı
dışında, gerçeklikten uzak” gibi tanımlar yapıl- de belirtmek isterim.
sa da işbu yazı nihayetinde aslında bu kavramın Fantastik nedir? Aslında sözlük tanımları
başka bir karşılığı olduğunu ispata girişeceğim. bu konuda yeterli gözükse de, Jean-Luc Ste-
Fantastik, onu edebiyatın içerisinde bir tür inmetz’in farklı sözlük ve kültürlerdeki kulla-
olarak ele aldığımızda, ne olduğu net olarak nımından yola çıkarak tıpkı edebiyata tesiri
anlaşılamamaktadır. Bu sebeplerle yazının he- gibi fantastiğin, tekinsiz bir belirsizlik olduğu
nüz başlarında birkaç noktayı netleştirmenin söylenebilir. Üzerinde pek çok eleştirmenin de
uygun olacağı görüşündeyim. İşbu yazı kapsa- mutabık kaldığı üzere “korku” fantastik ede-
mında bahsi geçen “fantastik”, 1800’lü yılların biyatın başat izleklerindendir. Bunun yanında
ikinci yarısında ortaya çıkan edebi türü tanım- Todorov’un sınıflandırması yüzünden kendini
lamakla birlikte, “fantastik edebiyat” başlığı al- “fantastik edebiyat” kapsamına dâhil eden ne-
tında dallanıp budaklanan pek çok olguyu kap- redeyse her eser ya tekinsiz ya da olağanüstü
samaktadır. Dolayısıyla yazı genelinde önemli anlatıma dönüşüvermektedir1. Bu bağlamda
bir ayrım olarak; “fantastik rol yapma kurgula- Steinmetz’in kendisine yönelttiği eleştiriye
rı” kavramıyla kast ettiğim şeyin, Tolkien son- katılarak herhâlde fantastik edebiyatı hiçbir
rası farklı bir yöne evrilen fantastik edebiyatı, şeyden bahsetmeyen, hiçbir sonuca ulaşmayan

68 TÜRK EDEBİYATI HAZİRAN 2020


MAKALE 560
koca bir hiçlik olarak tanımlamak gerekir. Zira
günümüz eserlerini incelemeye kalktığımız-
da Todorov’un dar fantastik tanımı içerisinde
hiçbir eserin fantastik edebiyata dâhil olma
ihtimali yoktur. Destanların, masalların bir öte-
sinde, gerçeğin bir gerisinde, arada kalmış, jeo-
politik edebiyat diye bir kavram olsa tam da o
jeopolitik konumu itibariyle ne İsa’ya, ne Mu-
sa’ya yaranabilmiş bir edebiyat türüdür fantas-
tik edebiyat.
Salt eleştirel tanımlara, kendisine pay biçi-
len ve dışına çıkmaması buyur edilen izleklere
bakarsanız fantastik edebiyat koskoca dünyada
üç-dört kişiden başkasının iştigal etmediği bir
edebiyat olarak kalır. Oysaki kaçış olarak gö-
rülen ilerleyişi, fantastik edebiyatı genişleyen
bir yapıya dönüştürmüştür. Başka ve daha kap- J.J.R. Tolkien
samlı bir yazının konusu olmakla birlikte, işbu
yazının sahibi, bugün bilim-kurgu, korku, FRY parapsikolojinin, anlamlandırılamayanın dışla-
kurguları ve hatta Kafkaesk, postmodern gibi narak, karşılaşılan her şeyin akıl ve bilim yoluyla
kendi içlerinde dahi alt başlıklara ayrılabilen değerlendirip ele alan, sorgulayan mantığa, bu
türlerin hepsinin fantastik edebiyattan neşet mantığın dayattığı kurallara karşı bir tepki2, bir
ettiği görüşündedir. başkaldırıdır.
Peki, neden bir kaçış edebiyatı olarak algı- Farklı tanımlamalarda görüldüğü üzere,
lanmakta veya adlandırılmaktadır? Fantastik “yaşanılan dünyaya karşı duyulan, çekince, ra-
edebiyat için yapılan bu kaçış tanımlaması ne hatsızlık ve bilinmezlikten doğan etki, korku;
kadar doğrudur? Bu ve benzeri soruları cevap- bunun neden olduğu iç sıkıntısı ve huzursuz-
landırabilmek için fantastik edebiyatın ortaya luğun3 yansıması, yazarın varlığına sahiden
çıkış dönemine ve yazarların bu türe yönelişine bağlı olan veya yazar tarafından kurgulanmış
bakmak faydalı olabilir. Pierre-Georges Castex’in ve yarattığı karakterlerden biri tarafından des-
“Nodier’den Maupassant’a Fransa’da Fantastik teklenmiş bir iç gezinti”4 olan fantastiğin bir
Öykü” adlı eserinde eleştirmenin “fantastiğin kaçış olarak nitelendirilmesi bu yansıma veya
günlük gerçekliğin yapısında yarattığı kırılma ve içe dönüşün basite indirgenmesinden başka bir
yarılmadan” bahsetmesi bu anlamda önemlidir. şey olamaz.
Türün en önemli temsilcileri olan E.T.A. Hoff- Mevcut gerçekliğe karşı sunulan tepkinin,
mann, Guy De Maupassant gibi yazarların gün- başkaldırının devamında yol açtığı yeni akımlar
lük gerçekliği kabullenmeyişleri ilgili bir yönelim ile fantastik arasındaki bağlantılar sıklıkla göz
söz konusudur. Elbette günümüzde “fantastik” ardı edilmektedir. Burada fantastik edebiyatın,
bu yazarlar için ifade ettiği anlamdan çok daha gerçekçiler ve hatta ilginçtir gerçeküstücüler
geniş kapsamı ifade etmektedir. Bununla birlikte tarafından küçük görülmesinin de büyük payı
geçmişte de, günümüzde de yazarları, başkaları- vardır. Oysa her iki görüş tahtında, gelenek-
na göre bu kaçışa iten şey; özellikle Aydınlanma selleşmiş anlatım yollarının, üslubun tıkandığı,
Çağı’nın ardından baş gösteren mucizelerin, ola- kendini aşamadığı, eleştiride bulundukları çağda
ğanüstülüğün, doğaüstü olayların, metafiziğin, bile bariz bir hakikat olarak ortadadır. Gogol’ün

HAZİRAN 2020 TÜRK EDEBİYATI


69
560 MAKALE

“Palto” ve “Burun” öyküleri, Dostoyevski’nin tiğin Steinmetz tarafından da vurgulanmış en


“Öteki”si ve hatta fantastik edebiyatın pek çok mühim özelliklerinden biri olan “olağandışılığı
izleğini bünyesinde barındırdığı hâlde Kafkaesk kuşatıp, sebebini araştırma”6, kurguyu gerçeğin
olarak ayrılan Kafka’nın yazını, fantastik anla- bir parçası hâline getirme işlevini de yerine ge-
tının korku, belirsizlik, gerçekdışılık kıstaslarına tirmektedir.
uyarak geleneksel anlatımı yıkmak konusunda Usta yazar bunu iki şekilde yapmaktadır. İlk
oldukça kararlı davranmışlardır. Esasında Kafka- olarak alternatif bir gerçeklik oluşturarak mev-
esk olarak adlandırılan türün, fantastik edebiyat cut gerçekliği yıkmaktadır. Bilbo Baggins’in
ile postmodern edebiyat arasında “sui generis” yazmaya başlayıp, Frodo’nun devam ettirdiği
bir köprü olduğu da düşünülebilir. Nitekim post- kırmızı kitap aradan geçen binlerce yıl sonra gü-
modern edebiyatın en önemli kalemlerinden nümüz gerçekliğindeki yazarın eline ulaştığını
Borges’in özellikle Alef ve Yolları Çatallanan söyleyerek kurgusal zeminle gerçeği bağlaması
Bahçe derlemeleri tahtında, artık bir fantastik bir yönüyle bu durumu izah etmektedir. İkinci
edebiyat yazarı olarak kabul edilme isteği5 de bu olarak ise miti ve masalları yıkmaktadır. Yaratı-
görüşümün ihtimal dairesinde değerlendirilmesi lan orta dünya evreninin kozmogonisi “Silmaril-
gerektiğini ispat etmektedir. lion” ile oluşturulur. Haritası, insanlık tarihinin
Velâkin, bugün fantastik edebiyat denildi- geçmişindeki uygarlıklarla kurulabilecek bağlar
ğinde anladığımız şeyin daha farklı olmasının ve hatta alegorik benzeşimlerin gölgesinde mit-
sebebi hiç şüphesiz Tolkien ve onun çocuklarına ler parçalanır. “Eski dünyamızda ejderhalar, cü-
anlattığı “Hobbit” masalı olduğu gerçeğinin al- celer, elfler ve hobbitlerin de var olduğu ancak,
tının çizilmesi lazım. Fantastik; gerçekdışı, ger- ejderhaların yok edildiği, cücelerin, hobbitlerin
çeğin ötesinde olan bir tür olarak masallar ve ve elflerin toprakları terk ettiği, insan krallığının
destanlardan farklı olarak algılanır. Buraya ka- bütün Orta Dünya’ya hükmettiği eski bir çağı”
dar hiçbir sorun yoktur. Ancak temelde “Hobbit” varsaymamızı, mitlerin, esatirin bir parçası ola-
ve Yüzüklerin Efendisi üçlemesinin bir masalı rak görmemizi ister. Bu noktada Kelt mitlerin-
alıp, fantastik edebiyatı baştan aşağı değiştire- deki kanatlı periler olan elfleri, insan suretinde
rek FRY kurgularının fantastik edebiyata hâkim yeniden kurgular ve onları başkalaşıma uğratır.
olmasına sebep olduğunu not etmeliyiz. Yazımız FRY kurgularındaki yol ve yolculuk modelini is-
açısından bu bahsin tartışılması önemlidir zira temeden de olsa ardıllarına dayatır.
fantastik edebiyata “gerçeklikten kaçış” itha- Gerçekten de Tolkien’in yaptıklarını izleyen
mının kolaylıkla yapışıyor olmasının en önemli ardılları, onun yaptıklarını motomot ele alarak
sebeplerinden biri Tolkien ve ardılları tarafından kendilerine hayali birer evren kurup karakter-
oluşturulan “hayali/kurgu dünyalara” sığınma- lerine mevcut gerçeklikte yaşayan insanların
nın okurda yarattığı mutluluk edebiyatın üvey özellikleriyle donatarak onları bir yolculuğa çı-
evladı olan fantastik türün bir kaçış edebiya- karır. Benimsedikleri kozmogoni ve mitler, Tol-
tı olarak algılanmasının müsebbiplerindendir. kien’in oluşturduğu çizgi üzerinde ilerler. Esasen
Oysa edebiyat, okuma eylemi başlı başına gerçek yolculuk motifi Joseph Campbell’ın mitler için
dünyadan kaçıştır. Burada ayırt edilmesi gere- Kahramanın Sonsuz Yolculuğu adlı eserinde de
ken en mühim nokta, fantastik edebiyatın ger- ele aldığı olmazsa olmaz kıstaslardan da biridir.
çekliği reddeden bir kaçış olarak algılanmasına Fantastik edebiyatın doğuş nedeni olan akıl ve
koyduğum şerhtir. bilimle ele alınan sorgucu mantığın reddi, Tol-
Tolkien külliyatında yer alan eserler, bir yan- kien’le birlikte FRY kurgularının yeni bir masal
dan gerçekte var olmasının mümkün olmadığı tipi olarak esatiri ele geçirmesine de neden ol-
masal dünyaları yaratırken, öte yandan fantas- muştur. Çağdaşlarının Oxford Üniversitesi’nin

70 TÜRK EDEBİYATI HAZİRAN 2020


MAKALE 560
profesörüne yönelttikleri eleştirinin günbegün
katlanışı, fantastiğin “çocuk masalları, gerçek-
likten kaçış” damgasını yemesini kuvvetlendi-
rirken, yeni fantastik tür, gerçeklikten “kaçmak”
isteyen okurda karşılığını bulmuştur. Bir kısım
akademisyen ve eleştirmenin şiddetli eleştirile-
rinin en önemli sebeplerinden biri içinde bulun-
dukları anın gerçekliğinin yıkılmasından korkan
yetişkinler olmaları ve yeni fantastik yüzünden,
bu gerçekliğe hiç olmadıkları kadar bağlılıkla sa-
rılmak zorunda bırakılmalarıdır.
David Eddings, Ursula Le Guin, George R.R.
Martin, Andrzej Sapkowsy gibi yazarların eski
fantastiği değiştiren FRY kurguları türünde ver-
diği seçkin örnekler, bugün Steampunk, Tarihi
Fantastik, Bilim-Kurgu, Cyberpunk, Gotik Kurgu,
Grimdark gibi pek çok farklı alt türle gittikçe
genişlemektedir.
Fantastik Edebiyatla ilgili olarak en çok su-
nulan “gerçek dışılık, gerçeklikten uzaklık” ta-
nımının farklı algılanması gerektiğini yazının
başında belirtmiştim. Zira günümüzde muazzam
çeşitlilikte karşımıza çıkan fantastik edebiyatta,
kurgular, karakterler, mekânlar ve hatta zaman-
lar gerçek dışı olarak algılansa da, yazarlarının
ve okurlarının burada hakikat sonrası çağda
kendilerine yeni bir hakikat aradıklarını söyle-
mek pek de yanlış olmaz.
Ülkemiz özelinde oldukça yeni sayılan fan-
tastik edebiyat, tıpkı diğer ülkelerde uğradığı
eleştirilerin gadrine uğramakta, “saçma sapan,
çocuk işi, uydurma, hurafe” olarak algılanmak-
tadır. Kaldı ki Steinmetz’den aktarıldığı üzere
fantastik edebiyat, İslam retoriğinde “hikayat-ı
huraffa” olarak geçmektedir. Steinmetz eserinde
hurafenin aşağılama kastını açıkladıktan sonra
Binbir Gece Masalları’nı edebiyatının bir parçası
kabul eden kültürün fantastik edebiyata karşı
takındığı tutumun çelişkisini ortaya koyar7. Lâ-
kin kültürümüz açısından çok daha çetrefilli bir
durum söz konusudur.
Türk Mitolojisinin derinliği, hikâyeleri, ma-
salları yazının başından bu yana bahsettiğimiz
gerçek dışılığın odak noktasında yer almaktadır.

HAZİRAN 2020 TÜRK EDEBİYATI


71
560 MAKALE

Daha da önemlisi Türk tasavvufuna ait evliya hakikatler çoktan yıkılmış olduğu için mi insan-
mesellerindeki olağanüstülük gerçek kabul edi- lar gerçekliği farklı yerde aramaktadır?
lirken, fantastik edebiyatın saçma olarak adde- Yazının en başında fantastik kelimesine kar-
dilmesidir. İşin ilginç yönü mühim bir bağlantı şılık olarak sunulan “gerçekdışı, gerçeklikten
olarak Tolkien sonrası fantastiğin en önemli öl- uzak” tanımına bir şerh koymuştum. W.B. Ye-
çütlerinden biri olan “yol, yolculuk” kavramları, ats’in nihayetinde karşılaşacağımız gerçekliğin
“yolda olmak, kervanı yolda düzmek, bir nihaye- “belirsizliğimizin ortasında haykırıp duracağı-
te ulaşmak değil yolda yürümeye devam etmek” mız”9 olduğunu söylemesinde, fantastik edebi-
gibi ilkelerle serpilen tasavvufun anlatıları, kıs- yatın en önemli kıstası olan “belirsizliğin” bu-
saları ve meselleriyle bariz şekilde uyuşmaktadır. lunması bir tesadüf olmamalıdır. Fantastik ke-
Hakeza “varılacak sona değil yola odaklanmak” limesinin tam karşılığı “dış gerçeklik” olmalıdır.
şiarının tasavvufi algısı, fantastik edebiyatın Yazarının ve okurunun bu dış gerçekliği aradığı
“belirsizliği” ile de örtüşmektedir. yer belirsizliğimizin ta kendisidir.
Edebi bir değerlendirmenin ortasında işi Ezcümle şöyle de söylenebilir; insanlığa ger-
uhrevi veya dini bir noktaya sokmak için bu çeklik diye yutturulmaya çalışılan bu âlemden
benzerlikten dem vurmuyorum. Aksine fantas- kaçmak için kendini fantastik edebiyata teslim
tiğin hâkim olduğu alanın iki yüz yıllık edebi bir eden yazarlar ve okurların kaçışı bir arayıştır.
mesele değil, insan arayışının temeli olduğunu Savaşmaktan korkmasalar da mücadele etmeye
ispat için önemli bir bağlantı olduğu için vurgu- değer görmedikleri bir çağda, eylemlerinin kaçış
lanması gerektiği inancındayım. Wolfgang Iser’e olarak adlandırılmasını umursamıyor, bunu son
göre metinde yazar her şeyi söyleyemez ve ister çare olarak görüyor olabilirler. Algı ve doğru ta-
istemez birtakım yerlerin doldurulması okura nımaz, her şeyin alt-üst, herkesin iyi-kötü oldu-
düşer. Yazarın okura bıraktığı bu boşluklara “boş ğu, şeffaflaşanların transparanlıktan öteye ge-
alan” ya da “belirsizlikler” denir8. İşte fantas- çemediği, “gerçek budur” diyemedikleri bir çağ
tik edebiyat yazarı ile okurunun buluştuğu bu için savaşma azimleri kalmamış olabilir.
belirsizlik, onların birlikte kaçtıkları bir noktayı Fantastik edebiyat gerçekten yapay olana
değil, birlikte bulmaya çıktıkları bir arayışı sem- değil, başka ve arayışı bitmeyebilecek bir dış
bolize ediyor olabilir. gerçekliğe kaçış yoludur. Çok uzun süredir farklı
Eleştirmenlere çocuksu bir kaçışı anımsatan
bir algıda gerçeği aradığı ve belki de bulmaya
şey, aslında kendi çıkmadıkları bu arayış yolcu-
en yakın olan tür olduğu üzerinde ise kuvvetle
luğuna duydukları gıptanın getirdiği öfke de
düşünülmeyi hak etmektedir.
olabilir. Gerçek denildiği zaman mangalda kül
bırakmayan eleştirmenlerin ve yazarların, üze- 1
Tzvetan Todorov – Fantastik, Edebi Türe Yapısal Bir
rinde mutlak olarak buluştuğu bir gerçek, bir Yaklaşım, Metis Yayınları, 2012 2. Baskı, Sf. 31.
hakikat tanımı dahi yoktur. Fantastik edebiyat- 2
Aydın Ertekin - Fantastik Yazın Nedir? Atatürk
la sıkı bağları olan postmodern edebiyat bugün Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2007 Cilt:
9, Sayı 1, Sf. 35, 36.
hakikatlerin yıkıldığı ve ardında arayışımıza 3
Aydın Ertekin – a.g.e. Sf. 36.
devam ettiğimiz post-truth çağından dem vur- 4
Jean-Luc Steinmetz – Fantastik Edebiyat, Dost Yayınları
maktadır. Ankara, 2006, Sf. 17.
Baudrillard’ın simülakrları, aslında gerçeğin 5
Jean-Luc Steinmetz – a.g.e. Sf. 134.
simüle edilmiş hâlinin dahi simüle edilmiş sürü-
6
Jean-Luc Steinmetz – a.g.e. Sf. 13.
7
Jean-Luc Steinmetz – a.g.e. Sf. 10.
mündeymişiz gibi hissettiren o dokusu, sadece 8
Berna Moran - Edebiyat Kuramları ve Eleştiri, İletişim
yeni keşfettiğimiz için şimdi var olmuş bir şey mi Yayınları, 28. Baskı 2018, Sf. 242
sanılmaktadır? Yoksa yüzlerce yıl öncesinde bu 9
Richard Ellmann - Dört Dublinli, Alfa Kitap, 2016 Sf. 70. ❮

72 TÜRK EDEBİYATI HAZİRAN 2020


BUGÜN YARINDAYIM
SEMİH DİRİ


“HAYIR!” DEDİ BİR YANIM, UMURSAMADIM – NEREDEN BAKARSAM BAKAYIM BU BİR KAÇIŞTI-
DİĞER YANIM BU SORGULAMADAN DAHA BÜYÜK DERTLERİM OLDUĞUNU
ANIMSATTI BANA. ZİRA BUGÜN YARINDAYIM

ugün yarındayım. Uzun zamandır, ne çekleştirmemek için yüzlerce bahanem hazır

B kadar uzun saymadım. Az az yaşayan


biri için bir ay epeyce uzun olmalı. Be-
nim için oldukça uzun olan bu bir ay boyunca
ama öteleyemedim, üstüme geçirdiğim ilk
pantolonla tişörtü giyip fırladım sokağa. Zira
bugün yarındayım. Köşedeki kuruyemişçiden
her gün istisnasız her şeyi erteledim. Fatura- içeri girdim.
lar ödenecek, yarın öderim. Evraklar gönde- -Merhaba, dedim.
rilecek, yarın gönderirim. Rengini tam kes- -Ne istersiniz? Diye sordu benden çirkin ol-
tiremediğim, dağınık kaşlarımın altında bir duğunu fark ettiğim kır saçlı tezgâhtar.
sırrın gölgesinde ezilircesine duran gözlerimi;
-Yüz gram tuzsuz leblebi ile yüz gram
konuşmaktan imtina eden hayretten büzüş-
tuzsuz alaca çekirdeği karıştırmasını istedim.
müş dudaklarımı aynada görmeyeli yine uzun
Adam yüzüme bile bakmadan hızlıca tezgâ-
zaman olmuştur. Kendi kendime, kendimden
hın çekmecesini açtı. Küçük boy kese kâğıdı-
kaçışımın sebeplerini sorgulamayı bile erte- na istediklerimi koydu, tarttı. Bir iki kere kese
ledim. Dün hıçkırarak ağlamak geldi içimden; kâğıdını sallayıp leblebi ile çekirdekleri karış-
durmaksızın hiddetlendim, vahşileşecek gibi tırdı. Kese kâğıdını aldım, beş lirayı tezgâhın
oldum. Dedim ki yarın… üzerine bırakıp dışarı çıkacağım sırada topuklu
Bugün yarındayım. Yüz gram leblebiyle ayakkabı sesi işittim. İrkildim o sandım, gelen
yüz gram çekirdek alıp sahilde bir güzel ke- o değildi. İçeri burnu topuklarından büyük bir
mirecektim. Kestirme yoldan bir kaçış bul- kadın girdi. Gelenin o olamayacağına ikna ol-
muştum. Şimdi yine aynı sebepsiz eylemi ger- dum. Tezgâhtar adam:

HAZİRAN 2020 TÜRK EDEBİYATI


73
560 HİKÂYE

-Hoş geldiniz hanımefendi, dedi, herifin yü- denedim. Elektrik de kesilmişti. Koridordan
zünde pislik bir gülüş belirdi. salona doğru bir hışım gittim. Masamın başı-
Topuklu ayakkabı giyen kadın: na çöktüm. Posta kutusundan aldığım zarfları
inceledim. Dava dosyası: tazminatsız işten çı-
-Hoş bulduk, iki yüz gram Antep fıstığı, iki
kış… İcaralar: ertelenmiş borçlar… Abonelikler:
yüz gram badem, yüz gram kaju yüz gram da
okunmamış dergiler…
fındık alabilir miyim? dedi.
Bir aydır ertelediğim şeyler arasında en
Kır saçlı, pis gülüşlü tezgâhtar:
başta yaşamak gelir. Hâlbuki ne bileyim… De-
-Tekrar hoş geldiniz hanımefendi, dedi . neyimlenemeyen, yalnızca sezilen; yaşanama-
Sinirim bozuldu, keyfim kaçtı. Keyfim hep yan olsa olsa yaklaşılan bir şeydi onu sevmek.
kaçar, keyfim kaçmayı mütemadiyen ertele- Ne oldu da içine düştüm, bu yassı karaltının.
mez. Hızlı adımlarla sahile indim. Bir bank Böyle anlarda hep kaçacak bir delik ararım.
buldum. Bank boştu, o yoktu. Hep bankın sağ Yine aradım; kaçtığım yerde eski, hazin bir
köşesine ilişirdim, yalnızlığın suçu bankın tam kaybediş öyküsü kucak açtı bana. Tedirgin de-
ortasına oturdum. Bu banka onunla her otu- ğilim, kaçtım bu histen kucaklayamadım onu.
ruşumuzda yüzüm aydınlanırdı. Bu kez içim- Bugünün işini yarına bırakma klişesinin etek-
de bir fenalık olacağı hissi çalkalandı durdu. lerine sarıldım. Hüzünle karışık sinsi bir mah-
Geceleri teğet geçen, gündüzün tam ortasında cubiyet duydum. O öleli- o bir kadın adı bu
günümü lime lime eden bir karabasan çöktü bahiste önemsiz- zaman benden ben zaman-
sanki içime, ruhum daraldı. Keyfim kaçmıştı dan gideli tam bir ay olmuş.
bir kere, keyfim geri gelsin diye kese kâğıdı- Dökme suyla tıraş oldum, kravatımı taktım.
nı açtım usulca, ağzıma birkaç leblebi attım. Ona gitmeliyim- henüz mezar taşı bile yoktur
Üstümden kıçını tutamayan ablak bir martı anımsadım- toprakla konuşmak pahasına ona
geçti, üstüm pislendi. Eve dönmeliyim dedim gitmeliyim. Köşedeki kuruyemişçiye bitişik bir
içimden, kahrolası bir gün. Neden çıktım ki dı- çiçekçi vardı. Cepte para... Köşedeki apartma-
şarı. Eve dönerken kendime de kızdım. O yok, nın önündeki gülleri gördüm. Etrafı süzdüm,
olmayacak, gelmeyecek. Gelemez! Yerleşmiş kocakarılarla münakaşa pahasına kopardım on-
tüm olağanlığa kafa tutan, hiçbir şeye boyun lardan. Güller solgundu, günler solgun. Tam bir
eğmen ben, bir kuş pisliğinden kaçıyordum. Ya ay dile kolay. İskeleye yetişip karşıya geçecektim.
da onun yokluğundan… Bu sefer ertelemedim, vapura yetişmek için koş-
“Hayır!” dedi bir yanım, umursamadım – maya başladım.
nereden bakarsam bakayım bu bir kaçıştı- di- Delirmek üzereyim, belki de delirdim. Aya-
ğer yanım bu sorgulamadan daha büyük dert- ğım kaydı yere düştüm. Boylu boyunca uzan-
lerim olduğunu anımsattı bana. Zira bugün dım yere ağzımdan bir şeyler aktı. Belki söz-
yarındayım. cük, belki kan; bilmiyorum. Hani dün hıçkı-
Eve döndüm. Posta kutusunda birkaç ih- rarak ağlamak gelmişti içimden, durmaksızın
barname… Geleli günler olmuş. İçeri girdim, hiddetlenmiş, vahşileşecek gibi olmuş yine de
yıkanmak iyi gelir her yanım kuş pisliği. Mus- kendimi tutmuştum. Yere yüzükoyun uzanın-
luğu açtım; tuhaf sesler geldi. Cılız, sarıya ça- ca tutmadım kendimi, ağladım. Keyfim, kaçık.
lan serçe parmağı kıvamında bir su aktı; çok Aklım kaçık. Kalbim gitti benden, aklım bari
geçmeden durdu. Az evvel okumaya tenezzül gelsin başıma. “Gelmez!” dedi içimden bir ses,
etmediğim ihbarnamelerin sebebini anladım. “Giden hiçbir şey geri gelmez. Öğren, alış yaşa.
Gündüzdü, denemek için lambayı yakmayı Çünkü bugün, bugündesin…” ❮

74 TÜRK EDEBİYATI HAZİRAN 2020


KİTAPLIK
İHANETLE SADAKAT ARASINDA sı sebebiyle bir tahkikat da geçiren
JAMES WİLLİAM REDHOUSE Redhouse, bir yandan İngiliz sefirine
mektuplar göndererek Osmanlı bü-
Redhouse denilince zihnimde rokrasisini yönlendirme çabası için-
canlanan şey çoğu okurda olduğu gibi ❯ İHANETLE SADAKAT ARASINDA JAMES de olan sefarete jurnalcilik yaparken
bende de ilkokuldan liseye kadar eli- bir yandan da ilk Osmanlıca - İngi-
mizden düşürmediğimiz kırmızı kaplı
WİLLİAM REDHOUSE lizce, İngilizce - Osmanlıca sözlüğü
sözlüktü. Ta ki Dr. Harun Tuncer’in ❯ GERÇEĞİN ORTASINDA de yazıp yayımlatma çabası içinde
yüksek lisans tezini okuyana kadar. bulunuyor. Son günlerini ülkesinde
Çok şaşırmıştım. İlk tepkim, “Redhou- ❯ ÇOCUKÇA BİR DİRENİŞ geçiren Redhouse’ın İngiltere kamu-
se, birinin adı mıymış yahu?” olmuştu. ❯ PARMAK HESABIYLA İKİ KİŞİ oyunda Osmanlı’yı savunduğunu da
Sayın Tuncer’in cevabı daha da şaşır- öğreniyoruz.
mıştı beni: “Hem de hayatının önemli ❯ SCHRÖDİNGER’İN PAPAĞANI Konunun ilgi çekiciliğinin yanı


bir kısmı Osmanlı devletinin bir me- sıra kitaba değer katan şeylerden biri
muru olarak geçen birinin adı.” Tez- de yazarın üslubudur. Dr. Harun Tun-
de çok daha fazlasını bulduğum, dün cer’in akademik tezlerin okuru boğan
gibi aklımda. Başka akademik bir tezi soğuk üslubu ile arasına belirgin bir
bu kadar hevesle ve akıcı bir şekilde set çektiğini ifade etmeliyim. Ayrı-
okuduğumu hatırlamıyorum. ca sadece hayatını aktarmak yerine
İşte o gün okuduğum bu tez, yazar sesiyle aralara girip okuru ile
geçtiğimiz şubat ayında Rumuz Ya- samimi bir ilişki kurarak Redhouse’ı
yınları etiketi ile kitap hâline geldi. birçok boyutu ile yansıtmayı başar-
Yazar, James William Redhouse adı- dığını görüyoruz. Böylece İhanetle
na bir de üst başlık eklemiş: İhanetle Sadakat Arasında James William Re-
Sadakat Arasında. dhouse’ın, akademik dünyanın haya-
Dr. Harun Tuncer, girişte de be- tı-sanatı-eserleri üçgenine saplanmış
lirttiği gibi şimdiye kadar Redhouse biyografilerinden kolayca sıyrıldığını
hakkında bildiklerimizi borçlu ol- söyleyebiliriz.
duğumuz Amerikalı akademisyen James William Redhouse’un ha-
Ekler kısmı hariç üç bölümden
Carter V. Findley’in eserinin üzerine yatını daha yakından öğrenmek is-
oluşan kitapta önce James Redhou-
akademik olarak katkıda bulunmakla teyenler için kitaptan bazı başlıklar:
se’ın hayatı, sonra şahsiyeti ve en
kalmıyor, Türkiye’de bu alanda yapıl- “İstanbul’a Kaçış, Redhouse Tercü-
sonunda da ardında bıraktığı eser-
mış kısıtlı çalışmaları derleyip topar- me Odasına Naklediliyor, Redhou-
ler yer alıyor. Sonuç bölümünde ise
layarak eksiklerini ve yanlışlıkları da se Sadrazamın Emrinde, Redhouse
Redhouse hakkında bilinenleri alt
ortaya koyuyor. Müslüman Oldu mu?, Bir Eyüp Sul-
alta koyarak nihai manzarayı ortaya
tan İmamı Gibi, Redhouse’ın Mek-
koyuluyor.
tupları…”
İstanbul’a bir gemi miçosu ola-
rak geldiği tahmin edilen James Dr. Harun TUNCER, İhanetle Sadakat
William Redhouse, İngiltere’de al- Arasında James William Redhouse,
dığı haritacılık ve teknik ressamlık Rumuz Yayınları, 2020, 176 s.
eğitimi sayesinde o zamanlar mo- Erhan Genç
dernleşme çabası içinde olan mü-
hendishanede kendine yer buluyor. GERÇEĞİN ORTASINDA
Birçok yabancı mühendisin bulun-
duğu bu kurumda yabancı dile olan Sema Karabıyık’ın altıncı romanı
yatkınlığı sayesinde ön plana çıkı- Gerçeğin Ortasında, yayın hayatına
yor. Girdiği her kapıda bir boşluğu yakın zamanda başlayan Kitapyur-
dolduran Redhouse’ın biraz da şan- du Doğrudan Yayıncılık’tan çıkan ilk
sının yaver gittiğini söyleyebiliriz. eserlerden biri.
Kaptan-ı derya tercümanlığına ka- Roman, romanın yazılma süreci-
dar yükseliyor. Bazı uluslararası ant- ne dair kurgusal bir anlatıyla karşılı-
laşmalarda çevirmen olarak yer alı- yor okurunu. Romanın anlatıcısı olan
yor. Bulunduğu yerlerin kritik olma- Gazel Mercan, yazara bir USB içinde

76 TÜRK EDEBİYATI HAZİRAN 2020


KİTAPLIK 560
romanını gönderir. Aynı USB’de bu- ÇOCUKÇA BİR DİRENİŞ
lunan bir başka dosyada da durumu-
nu “Bu romanı sizden başka kimse- Öykülerine edebiyat dergilerin-
ye emanet edemezdim. Ben buraya den tanık olduğumuz Hâle Sert’in
kadar yazabildim ancak. Sonunu ilk öykü kitabı Çocukça Bir Dire-
yazamadım. Yaşamak o kadar acıydı niş, odağında insan olan öyküleri
ki yazarak acımı tekrar hatırlamaya ile dikkat çekiyor. İnsana has sert
dayanamadım.” sözleriyle açıklar, duyguların ve acının naif bir dille
kendisini anlayacak birine ihtiyaç işlendiği öykülerde okurun yüreğine
duyduğunu söyler. dokunuyor. Dört bölümden ve yir-
Yazar, Gazel Mercan’ın bir gerçe- mi öyküden oluşan kitabında top-
ği anlattığını söylediği romanı tekrar lumsal sorunlara da dokunan yazar,
tekrar okuyacak, terör suçuyla mah- öykülerinin odağında daha çok geri
kemede yargılanan ana karakterler planda kalmış, ezilmiş, yenilmiş ve
Şahande ve Yusuf’un hikâyesinin pe- mağdur olmuş karakterleri işlemiş.
şine düşecektir. Her ikisine de ulaş- Hayatla mücadele hâlinde olan, ya-
mayı başaran yazar, romanın eksik şamaktan vazgeçmemiş ve yaşadık-
kalan kısımlarını bu sayede tamam- ları anların farkında olan karakter-
lamayı başarır. lerinin çoğunun isimsiz olması da
Böyle bir girişle başlayan roma- başlar. Şahande’nin Gerçek Hayat Evi bir diğer dikkat çeken nokta. Çoğu-
nın ilk bölümünde yakın geleceğe ile bağlantısı Gazel Mercan’ın ilgisini muzun görmezden geldiği toplum-
dair öngörüler taşıyan bir kurgu çekecektir. Daha sonra Şahande’yle sal sorunları işlemiş olması yazarın
içinde buluyoruz kendimizi. Uzun sık sık buluşarak onun hayat hikâ- topluma dönük yüzünü gösteriyor
zamandır alışveriş merkezlerine yesine tanıklık etmeye devam ede- bizlere. Aslında hepimizin gözü
gitmeyen anlatıcı Gazel Mercan’ın, cektir. önünde bulunan ama bir türlü te-
bir alışveriş merkezinde gördüğü Gerçek Hayat Evi ise romanın mas etmeye cesaret edemediğimiz
İlbilge karakterinden bahsetmesiyle omurgasını oluşturan bir reality şov gerçeklerin peşine düşmüş ve bu
başlıyor bölüm. İlbilge, 150 kilodan programının adıdır. Aynı evde ya- gerçeklere hepimizden çok temas
55 kiloya inip inmeyeceği üzeri- şayan yarışmacılar, seyirci oylarıyla etmiş. Anlatım dili son derece sağ-
ne bahis oynanması için, alışveriş süreç içerisinde elenmekte, sezon so- lam olan yazarın naif bir dile sahip
merkezindeki bir camekanın içinde nunda da bir yarışmacı büyük ödülü olması işlediği toplumsal sorunların
yaşamını sürdürmektedir. Bu bahis kazanmaktadır. Gazel Mercan’ın, Şa- sertliğini ve karakterlerin yaşadığı
oyununa bir kısa mesajla herkes ka- hande’nin, İlbilge’nin, ilerleyen say- zorlukların okurdaki etkisini bir se-
tılabilmektedir. falarda daha fazla karşımıza çıkacak viyede tutuyor.
Daha sonra alışveriş merkezini olan Yusuf’un ve Hümeyra’nın yolları Yazar, imgesel yönü kuvvetli,
ihtiyacını görmek için dolaşmaya Gerçek Hayat Evi programı sayesinde sembolik değeri, dil zenginliği ve
başlayan Gazel Mercan, beklemediği kesişecektir. kendine has üslubu ile modern öy-
bir durumla karşılaşacaktır. Bu du- Roman reality şov kurgusu üze- küye olan hakimiyetini gözler önüne
rumu görüştüğü kasiyer şöyle izah rinden televizyon programlarına sermiş. Öykülerinde dikkat çeken di-
eder: “Burası sadece şovrum, teşhir yönelik tespitlerde bulunuyor, eleş- ğer bir unsur da tasvir yeteneği. Öy-
amaçlı yani. Gördüğünüz çoğu alet tiriler ortaya koyuyor. Bir yazar olan külerinde oluşturduğu atmosferlere
prototip ya da görüntüden ibaret… anlatıcı üzerinden de edebi kamuya ve ayrıntılara dair tasvirlerin başa-
Şimdi ister evinizden ister buradaki yönelik eleştirilerle karşılaşıyoruz. rısı, okurun zihninde daha belirgin
bilgisayardan siparişinizi verir, son- Sema Karabıyık, daha önceki ro- etkiler bırakmasını sağlıyor. Mekan-
rasında da evinizde teslimatı bekler- manlarında da başardığı şekilde, son lar, renkler, nesneler ve çevresel fak-
siniz.” ana kadar acaba yolları nerede nasıl törler nakış gibi işlenmiş. Bu sayede
Siparişini verip çıkışa yürüyen kesişecek dediğimiz karakterler ara- okur daha sinematografik bir okuma
Gazel Mercan, çıkmak üzereyken bi- sındaki bağı kuvvetli şekilde kuruyor, yapabiliyor.
riyle karşılaşır. Bu kişi roman boyun- şaşırtıcı bir sonla romanı tamamlıyor. Kitabın ilk öyküsü olan “Denizin
ca hikâyesine tanıklık edeceğimiz Şa- Dibinde Var Bir…” öyküsünde insa-
hande’dir. Hayat hikâyesini dinlemesi Sema Karabıyık, Gerçeğin Ortasın- nın kendini bulma serüvenine odak-
için Gazel Mercan’ı ikna eder Şahan- da, Kitapyurdu Doğrudan Yayıncılık, lanıyor. Sembolik bir öykü olarak da
de. Ertesi sabah buluştuklarında da Mart 2020, 261 s. türünün iyi örneklerinden birisi ola-
çocukluğundan itibaren anlatmaya Mehmet Faruk Kurt rak dikkat çekiyor. Öyküdeki sem-

HAZİRAN 2020 TÜRK EDEBİYATI


77
560 KİTAPLIK

bolik anlatım okurda kalıcı bir etki dünyasına dair izler görmek müm- düşünür. Düşünmekten ziyade hisse-
bırakmayı başarıyor. “Paltosu Mavi kün. Kitaba da ismini veren “Çocuk- der. Bu nedenlerle ilk kitap hem ha-
Kadın” isimli öyküsüne ise insanları ça Bir Direniş” öyküsünde ise biz- zırlığı hem okurla buluştuğu dönem
sınıflandırarak başlıyor yazar. Etki- leri yoksullukla mücadele eden bir itibariyle yazarı için heyecanlı ol-
leyici bir anne-çocuk hikayesinin semtin sokaklarına götüren yazar duğu kadar sancılı bir süreçtir. Okur
işlendiği öykünün okurun yüreğine oradaki insanların acı gerçeklerini için de (tabii burada ‘nitelikli’ okuru
işlerken, kitabın geri kalanındaki etkileyici bir kurgu ve anlatımla ka- kastediyorum) “yeni” bir yazarın “ilk”
karakterlerin ne şekilde okurun kar- leme almış. Yoksulluğun pençesinde kitabı, yeni tanışılan bir insan gibidir.
şısına çıkacağının da ipuçlarını ve- ezilen çocukların çaresizliklerini, Hayatımıza yeni bir insanı –burada
riyor. Toplumsal sorunlara korkma- çabalarını ve hayatla mücadelele- bir eseri- alacağımız için heyecanlı
dan değindiğini söylediğimiz yaza- rini anlatır, kadınların dünyasına ama bir o kadar da mesafeliyizdir.
rın bu konudaki öykülerinden birisi dokunur ve kadınların yaşadığı zor- Hakkında iyi şeyler duymuşsak bek-
de işlediği bir mülteci hikayesiyle lukları işler. Kitabın geneline hâkim lentimiz yüksek, birden karşımıza
“Yayın Balığı” öyküsü. Mültecilerin olan toplumsal ve insani sorunlara çıktıysa düşüktür. Tanıştığımız insanı
yaşadıkları zorlukları açlık sorunu- eğilmenin verdiği sorumluluğunu şöyle başından ayağına süzdüğümüz
nu merkeze alarak anlatır. Anne ve fazlasıyla yerine getirir. gibi, elimize aldığımız bir ilk kitabı
çocuğun çaresizliğini aktarmadaki Hâle Sert kimi kez somut, kimi da evirir, çevirir, içinde edebi yolcu-
başarısı ile dikkat çeker. İmgesel kez imgesel, kimi kez de metafor- luğa çıkmadan önce nasıl bir yolla
anlatımlara örnek bir diğer öykü lara yaslanan diliyle incelikli, kalbe karşı karşıya olduğumuzu kestirmeye
de “Kimlerdensin?” isimli öyküdür. dokunan öyküler anlatıyor. Bizi gö- çalışırız. Bazı insanlar böyle eserleri
Rüya ile gerçeğin iç içe geçtiği öy- zümüzün önünde duran acı hikaye- kendileri keşfetmekten büyük haz
küde ayaklarını kaybetmiş kahra- lerle ve bu hikayelerin mağdurları alırken bazıları da hakkında yazılan-
manın yüreklere dokunan hikayesi olan karakterlerle baş başa bırakı- ları ve söylenenleri de merak eder,
kurgulanmış bir savaş ortamında yor, yüzleşmemizi sağlıyor. Gerçek- beklenti çıtasının yerini ona göre
rüya atmosferinde aktarılmış. So- leri tek tek vuruyor yüzümüze, hem belirler.
yut anlatımın gücünü her satırında de izleri kolay kolay silinmeyecek Bu girizgâhı, içeriğiyle ilgili bil-
hissettiren öykü insani duyguların şekilde… gi sahibi olmadan okuduğum, çok
aktarılması yönüyle de gayet etkile- nitelikli bulduğum gibi yazarın son-
yicidir. Tasvir yeteneğine değindiği- Hale SERT, Çocukça Bir Direniş, Hece raki eserleri için bende merak ve
miz yazarın bu konuda dikkat çeken Yayınları, 2019, 102 s. beklentiye neden olan bir “ilk” ki-
Uygar Atasoy tap için yaptım: Parmak Hesabıyla
öykülerinden birisi de “Gölge” isimli
İki Kişi. On öyküden oluşan kitabın
öyküdür. Etkili bir şekilde tasvir
PARMAK HESABIYLA İKİ KİŞİ yazarı Ahmet Balcı, henüz otuzuna
edilmiş olan korku ve gölge me-
varmadan çok yol almış “mektepli”
taforu işlenmiş öyküde çocukların
İlk kitaplar yazarı için her za- bir edip. İstanbul Üniversitesi Türk
man zordur. Özellikle edebiyat de- Dili ve Edebiyatı’nı bitirmiş, ardından
nen büyülü dünyanın hem okuru Kazan’da, Tolstoy Dilbilim Enstitü-
olarak yoğrulmuş, hem de eğitimini sü’nde Tatarca üzerine yüksek lisans
almış, kendini bildi bileli edebiyatla yapmış. Çeşitli dergilerde birçok öykü
haşır neşir bir hayat süren yazarlar ve denemesi yayınlanmış. Kendisiyle
için daha da zordur. Yayınlayaca- bu konuyu konuşmamama rağmen
ğı kitap bir öykü kitabıysa, o güne eminim ki, bu kitaptaki on öyküyü
değin yazdıklarından hangisini seç- belirlerken, onları sıralarken, hangi
meli, hangilerini başka bir zamana öykünün adını kapağa taşımalıyım
ertelemeli, seçilen hikâyeleri nasıl bir diye düşünürken uykusuz geceler
sırayla kitaba yerleştirmeli… Bunla- geçirmiştir.
rın her biri insanın ömründen ömür Çolpan Kitap’tan yayınlanan
alan zor süreçlerdir. Bütün hikâyeler kitabın arka kapağındaki tanıtım
tek tek gözden geçirilir, içe sinmeyen yazısında yazarın öyküleri “denge”
bir cümle için bile bazen saatler har- sözcüğüyle betimlenmiş. Buna ka-
canır. Yazar bu ilk kitabıyla yeni bir tılmakla birlikte ben yazarın yazar-
yola girdiğini ve bundan sonraki yol- ken dengeyi özellikle gözetmediğini,
culuğunun nasıl geçeceğini de büyük doğal, içten ve dolaysız anlatımının
oranda bu “ilk” eserin belirleyeceğini okura bu hissi verdiğini düşünüyo-

78 TÜRK EDEBİYATI HAZİRAN 2020


KİTAPLIK 560
Her yazar gibi Ahmet Balcı’nın mi yani her şey? İp ne arar kâinatın
da bilgi dağarcığı kadar anılarından, merkezinde?”
yaşadıklarından beslendiğini de çok “Silahlar Konuştuğunda” adlı öy-
açık görebiliyoruz. Kitapta sekizinci küde yazar, tamamen mizah ekseni
sırada yer alan Tukay, 27 adlı öykü üzerine kurulmuş, bir köyde geçen
bize hem Tatar şairi Tukay hakkında eğlenceli bir olayı anlatıyor.
bilgiler verirken hem de Kazan’da Yazarın en önemli mahareti dile
geçen olayların yazarın kendi yaşa- hâkim olması ve kelimelerle oynama
dıklarından izler olabileceği hissini konusundaki hem becerisi hem cesa-
uyandırıyor. reti. Bu yönüyle bana yer yer Ferhan
Kitabın ilk öyküsü Aprın da bizi Şensoy’u anımsattığını söylemeliyim.
eski bir Uygur Türk şairi olan Aprın Acı bir olaya bile mizah katabiliyor
Çor Tigin’in dizeleriyle karşılıyor: oluşu, dokunaklı bir hikâyeyi popü-
ler kültürün ürünü isim veya eserlere
kasınçıgımın öyü göndermeler yaparak anlatması ben-
kadgurar men ce yazarın üslubundaki en belirgin
kadgurdukça, kaşı körtlem özelliği ve bu yazdıklarını kolay oku-
kavışıgsayur men nur ve sürükleyici kılıyor. Zaman za-
rum. Ciddi veya dramatik bir olayı “yavuklumu düşünüp man hikâyeleri okuyor değil de dinli-
mizah unsurları kullanarak anlattığı kaygılanıyorum. yor gibi hissediyorsunuz. Bu anlatım
gibi gülünç bir olayı da son derece dertlendikçe, yalınlığı kolay kotarılabilecek bir şey
ciddi bir üslupla anlatmayı başaran kaşı güzelim, değildir. O yüzden yazımın başların-
Ahmet Balcı’nın ustalığı da bence kavuşmayı istiyorum.” da yazarın çok yol almış olduğunu
burada, dili kullanmadaki mahare- belirtirken yaşına vurgu yapma ge-
tinde yatıyor. Tabii öykü böyle başlayınca ta- reği duydum.
Benim okur olarak en çok sevdi- rihi bir hikâye ile mi karşılaşacağım Bu dolaysız ve doğal anlatımın
ğim şeylerden ikisi, mizah ve müzik diye düşünen okuru yazar bambaş- en çok kendini gösterdiği öykü ki-
neredeyse bütün hikâyelere sinmiş ka bir olayın içine sürüklüyor: Genç taba adını veren “Parmak Hesabıyla
durumda; bu da hem okumayı ko- müzisyen Göktuğ ve onun sevdiği İki Kişi” öyküsü… Burada sıradan
laylaştırıyor hem de ilginin süreklili- kadın Aysu’nun günümüzde geçen, insanların, gazetede görsek doğal
ğini sağlıyor. Bir Demet Tiyatro’dan gerilimle başlayıp sürprizlerle devam karşılayacağımız hikâyesini, inti-
Tatlı Kaçıklar’a dizilerden esintiler eden ve Aprın Çor Tigin’in hem ken- har etmek isteyen ama edemeyen
olduğu gibi Zeki Müren’den Mor disinin hem şiirlerinin de günümüzde bir çiftin acıklı hayatlarını anlatan
ve Ötesi’ne kadar şarkılar da eşlik yer aldığı gerçeküstü bir macera… yazar usta bir kara mizah örneği
ediyor anlatıma. Örneğin Neredesin Öykünün sonlarında da müzisyenin sunmuş.
Firuze filminden bir replik iki ayrı ağzından yazarın söylediğine hak ve- Kitabın en uzun öyküsü “Şifre
hikâyede birden karşımıza çıkıyor. riyoruz: “Bazen, gerçek kurgudan çok Kırıcı” gibi, “Şiir Âşığı” gibi, “Türki-
“İntihar edeceksek yaşayarak ede- daha inanılmazdır.” ye’nin İlk Kübra’sı” gibi öyküler de
lim.” sözü hem kitaba adını veren “Gaid” isimli ikinci öyküde, üç hem isimleriyle hem de içerikleriyle
Parmak Hesabıyla İki Kişi, hem de yıldır üyesi olduğu derneğin adının diğerleriyle bir bütün oluşturuyor.
“Şifre Kırıcı” adlı öyküde filmin adı kelime anlamını öğrenmek için bir Son bölümde Erasmus’a bir selâm
da anılarak veriliyor. toplantıya katılan anlatıcının başına gönderen yazar, tembellik üzerine
Sadece müzik ve dizi değil ede- gelenler anlatılıyor ve okuru koca- yazdıklarıyla güzel ve anlamlı bir
biyat ve bilim dünyasından isimler man gülümseten bir sürprizle sona final yapıyor.
de öykülerde yer yer arzı endam eriyor. Sonuç olarak şunu rahatlıkla
ediyorlar. Gogol ve birçok yazarı Benim en sevdiklerimden biri söyleyebilirim ki, bu kitabı okumak
gördüğümüz gibi Dostoyevski’nin “Kâinatın Simülatörü Hazretleri İle hem zamanda hem mekânda yolcu-
Ecinniler’deki roman karakteri Pyotr Bir Sohbet” adlı öykü oldu ki, zaten luk yaptırıyor okura. Hem bilgi hem
Stepanoviç de öykülerdeki anlatıcı- adı da bizi ilginç ve eğlenceli bir hayal vadediyor. Zaten edebiyat da
ların iç dünyalarına konuk oluyorlar. hikâyenin beklediğini belli ediyor. bu değil midir?
Russell’ın Çaydanlığı teorisi de, Ta- Yüzüme yerleşen bir gülümsemeyle
tarların millî şairi Abdullah Tukay’ın okuduğum bu öyküde anlatıcının si- Ahmet BALCI, Parmak Hesabıyla İki
şiirleri de yazarın bilgi süzgecinden mülatöre sorduğu bir soruyu alıntıla- Kişi, Çolpan Kitap, 2019, 132 s.
sayfalara yansıyor. mak istiyorum: “Her şey sicim mi? İp Engin Topuz

HAZİRAN 2020 TÜRK EDEBİYATI


79
560 KİTAPLIK

SCHRÖDİNGER’İN PAPAĞANI ger’in Papağanı” öyküsünden küçük


bir pasaja yer vermek istiyorum:
İşim gereği zaman zaman genç “Bizimle feci oyunlar oynadılar
yazarların daldan dala özgürce at- matmazel. Dünyaya gözümü Ams-
ladıkları metinler üzerinde çalış- terdam’daki bir araştırma laboratu-
mak durumunda kalıyorum. İş başa varında açtım. Daha en başında bana
düşünce yazarla al takke ver külah bir virüs aracılığıyla bazı insan genle-
yaparak ve üzerinde sabırla çalışa- ri aktarmışlar. Amaçları neymiş? Sü-
rak sözünü ettiğim metinleri okurun per bir kedi kahraman yaratmak mı
daha kolay nüfuz edebileceği bir hâle istemişler? Fitili 2019 yılında makak
getiriyoruz. Eser tamamlandığında maymunlarına insanlara ait MCPH1
bir editör olarak çoğunlukla çıkardı- genini aktaran Çinliler ateşlemiş. Ge-
ğımız işten gurur duyuyorum. Kendi netiğini değiştirdikleri maymunların
kendime diyorum ki; okurlar kanık- diğerlerinden daha zeki olduğunu
sanmış üslup ve temalar yerine, bi- gururla ilan etmişler. Batılılar baş-
raz eksiği gediği de olsa, en azından langıçta etik falan diyerek kıyameti
özgün hikâyeler okuyacaklar. Belki koparmışlar ama yıllar geçtikçe treni
bu şekilde kendimi avutuyorumdur, kaçırma telaşıyla onlar da hayvan-
bilemiyorum. ların genleriyle oynamaktan geri
Batı ülkelerinde “spekülatif durmamışlar. Bir yeraltı laboratuva-
ritmi olan metinler ürettiğini rahat-
kurgu” başlığı altında sınıflandırılan rında, bilim insanı adı verilen üç beş
lıkla söyleyebilirim. Ayrıca, kitapta
anlatı türlerinin popülaritesi yıldan zibidinin insafına terk edilmiş olarak
yer alan bazı öykülerde derinden
yıla artıyor. Ülkemizde de batıya yetiştirildik. Çoğul konuşuyorum
derine hissedilen sarkastik tonun gü-
paralel olarak bilimkurgu, fantastik çünkü farklı türlerden bir düzine kedi
lümsemeye yol açtığını belirtmeden
ve korku gibi spekülatif kurgu tür- söz konusuydu. Yaşadığımız mahkû-
geçemeyeceğim.
lerinde daha fazla eser verilmeye miyetten, gün aşırı kanımızın alın-
Kitapta yer alan altı bilimkurgu
başlandı. Yakın zamana kadar Türk masından ve yorucu testlere maruz
yazarlarının bu türlerde başarılı öyküsü, zamanda yolculuk, felaket kalmaktan nefret ettim. Biz Anado-
eserler veremeyeceği gibi önyargı sonrası, zekâ artırımı, uzaylılarla ilk lu çocuğuyuz, tutsaklığa tahammül
vardı. Fantastik ve bilimkurgu tür- temas, uzak gezegenler gibi sevilen edemeyiz. Bulduğum ilk fırsatta la-
lerindeki eserlere sık sık editörlük bilimkurgu temaları çerçevesinde boratuvardan kaçıp Amsterdam’daki
yaptığım için son dönemde bu ön- gelişiyor. Türk mahallesine gittim. Karnıma bir
yargının kırılmakta olduğunu mem- “Türkler bilimkurgu yazabilir verici yerleştirdiklerini, bulunup ye-
nuniyetle görüyorum. mi?” sorusuna geri dönecek olursak; niden laboratuvara götürülmemin an
Bu uzun girizgahtan sonra her- Orhan Duru, Gülten Akın, Müfit Öz- meselesi olduğunu biliyordum. İşin
hâlde Murat K. Beşiroğlu’nun Schrö- deş, Selma Mine gibi öncü bilimkur- en kötü yanı ne, biliyor musunuz?
dinger’in Papağanı isimli bilimkurgu gu yazarlarımızdan sonra aralarında Diğer kediler de farklı olduğumu sez-
öykü kitabından söz etmeye başlaya- Murat K. Beşiroğlu’nun da bulundu- diler. Beni aralarına kabul etmediler.
bilirim. Yüz almış altı sayfadan olu- ğu geniş bir yazar kuşağının bu alan- Hayatımı yazsam roman olur mat-
şan kitap, yukarıda sözünü ettiğim da hâlen çok sayıda eser verdiğini mazel.”
durumların aksine üzerinde çalış- söyleyebilirim. Schrödinger’in Papa- Bilimkurgu türü, edebiyatımı-
maktan son derece keyif aldığım bir ğanı, Türk yazarlarının üslup, kurgu zı zenginleştiren kaynaklardan biri
eserdi. ve yaratıcılık bakımından batılı mu- hâline gelirken bu alanda kalem oy-
Perseus Yayınları’ndan çıkan eser, adillerinden hiç de geri olmadıklarını natan yazarlarımız yıllar geçtikçe ol-
Murat K. Beşiroğlu’nun okurlarla bu- gösteren örnek bir kitap. gunlaşıyor. Schrödinger’in Papağanı
luşan ikinci bilimkurgu öykü kitabı. Murat K. Beşiroğlu öykülerinde bu bağlamda geniş kitlelerin ilgisini
Ayrıca yayınlanmış üç bilimkurgu bilimkurgu öğelerini fazla öne çıkar- hak eden bir eser olarak karşımızda
romanı bulunan yazarın edebiyatla madan, seçici biçimde kullanıyor. Bu duruyor. Dilerim ki bu eser hak ettiği
uğraştığı yıllar içinde kendisine has tutum Türk kültürüne has özellikler yeri bulur ve bu türe gönül veren ka-
bir dil ve us dünyası oluşturduğu gö- taşıyan karakterler kullanmasıyla lemlerimize örnek olur.
rülüyor. Perseus Yayınları tarafından birleşince ortaya her türden edebiyat Murat K. BEŞİROĞLU, Schrödinger’in
yayımlanan Rüya Sanatçısı romanı- okurunun sevebileceği öyküler çı- Papağanı, Perseus Yayınları, 2020,
nın da editörlüğünü üstlendiğim için kıyor. Söylediklerimin somutlaşması 166 s.
yazarın sade, akıcı, kendisine has bir için kitaba ismini veren “Schrödin- Ayfer Alper ❮

80 TÜRK EDEBİYATI HAZİRAN 2020


ajanda
SİNEMA tepeden en aşağı kadar inebilen bir
The Platform asansör vardır. Üstü türlü yiyecekler-
le dolu asansör her katta belirli bir
Bir gün kapatsak saatlerimizi süre durmaktadır. Asansörde görevli
harcadığımız sosyal medyayı. İnter- ❯ SİNEMA: the platform kimse yoktur. Günde bir kez asan-
neti bu kez daha farklı, daha gerçek sör enva-i çeşit yemekle doldurulur
konuları araştırmak için açsak. Her ❯ TİYATRO: aşk, her daİm... ve katlara gönderilir. Dikkat edilse
sene açlıktan kaç insanın öldüğünü herkese yetecek kadar yemek vardır
❯ SERGİ: SANAT EVE SIĞAR -2


merak etsek. Hamburgerlerin yanına asansörün üzerinde. Ancak kimsenin
alıp yemediğimiz patatesleri, kilo bunu önemsediği yoktur ve herkes
yapar diye korkup içini yiyip bırak- yiyebileceğinden fazlasını yemeye
tığımız ekmekleri, fazla fazla alıp çalışıyordur. Bazılarının vahşileşti-
dolapta çürüttüğümüz yiyecekleri ğini, yiyemediklerini yaladıklarını ve
toplayınca yıllık kaç ton yemeğin hatta üzerlerine tükürdüklerini gö-
israf edildiğine baksak. Var ile yoku rürüz. Üst katta olmanın verdiği gü-
kıyasladıktan sonra insanın günlük ven ve kibirle alttakini düşünmeyen
kaç gram yemekle yaşayabileceğini hatta aşağılayanlarla dolu hücreler
ve israf edilenlerle kaç insanın haya- dünyadaki serveti adilce paylaşma-
tının kurtulabileceğini hesap etsek. yan günümüz dünyasına getirilen bir
Yapabilsek tüm bunları öyle bir defa eleştiridir. Çoğu zaman alt kattakile-
da değil, tezini bitirmeye çalışan öğ- re yiyecek hiçbir şey kalmaz. Hâlbuki
renci yüzeyselliğiyle de değil; kendi- somut bir gerçek var ortada: kimse-
mize dert etsek bu hesap cetvelini. belirledikleri sadece tek bir şey ala- nin hücresi sabit değil. Bugün birinci
O zaman karşımıza çıkacak veriler biliyorlar. Kişi, dışarıdayken yedikleri, katta olanların bir ay sonra en altta
can sıkıcı hatta can yakıcı olacaktır. yaptıkları ya da hayır diyebildikleri olma ihtimali var. Yani yarın belirsiz,
Günlük yirmi beş bine yakın insan olarak tanımlanırken, burada yanın- bugün çatlayacak kadar yiyebilirsin
açlıktan ölürken, yıllık bir buçuk da getirdikleriyle tanımlanıyor. Bu- ancak yarın çıldıracak derecede aç
milyar ton civarında besin israf edi- raya en sevdiği oyuncakla gelen de kalma durumu seni bekliyor.
liyor. Bir kişinin iki-iki buçuk kilo var, reklamlarda methiyeler düzülen Aylardır içinde olanlar bile bu-
yemekle günü geçireceğini düşü- son teknoloji ürünü bir bıçakla gelen ranın kaç kat olduğunu bilmiyordur.
nürsek basit bir bölme işlemiyle kaç de. Ancak biri kitapla geliyor. Kitap En büyük tehlike en iyi ihtimalle bir
insanın hayatını kurtarabileceğimizi Miguel de Cervantes Saavedra’nın ay sürecek olan açlıktır. Garip olanı
buluruz. Ya da umursamazlığımızın ölümsüz eseri Don Quijote. Yanında aç kalan insanların kurulu düzeni
kaç insanın hayatına mal olduğunu kitap getiren kişi Goreng ve çoğunlu- değiştirmeye çalışmaması ve bunu
anlayabiliriz. Sorunun merkezinde ğunun aksine içeriye kendi isteğiyle kabullenmeleridir. Sadece kendinden
paylaşmayı bilmemek yatıyor. Bütün giriyor. Niyeti hayatın yoğunluğun- üstekilerden nefret etmekle kalmaz
bu verileri kafasına taktığını dü- dan, kalabalığından uzaklaşarak ken-
şündüğüm David Desola; temasını diyle kalmak, içini dinlemek, sorular
bu açlık ve paylaşmamaktan alarak sormak ve buradan biraz daha güçlü
ortaya harika bir öykü koyuyor ve bir ruh ile çıkmak. Seçilen kitabın
Galder Gaztelu-Urrutia da bu öykü- alelade olmadığını, senaryo ile ro-
yü film hâline getiriyor. Böylece se- man arasında gizli bir bağ olduğunu
yirci 2019 yapımlı The Platform filmi ve bunun sahneler ilerledikçe belir-
ile buluşuyor. ginleştiğini görüyoruz.
İki kişilik hücrelerin üst üste kon- Goreng için ilk başta karşılaştık-
durulmasıyla yapılmış dikey bir bina- ları her ne kadar oldukça farklı gelse
dayız. Hücrelerde basit yataklar, lava- de kötü görünmez. Henüz burada
bo ve mahremiyete önem vermeyen geçireceği günler için hevesi vardır.
bir tuvalet var. Her ne kadar içerik Fakat yemek vakti geldiğinde gör-
bakımından hapishane gibi dursa da dükleri onu sıra dışı bir maceraya
burası aslında bir deney alanı. Kimi sokacaktır. Görevliler kapı kapı do-
kendi rızasıyla gelmiş buraya kimi laşıp tabldotlarla yemek vermezler
birbirinden beter iki seçenek arasın- içeridekilere. Hücrelerin ortasında
dan burayı seçerek. Yanlarına kendi büyük bir boşluk, boşluk içinde ise en

HAZİRAN 2020 TÜRK EDEBİYATI


81
560 AJANDA

kendisinden alttakilere gördüğü mu- ıslah edip başkalarının hâlini düşü- görevde yükselme, çok para ka-
amelenin daha çirkinini yapmaya nebilsek bir şeyler değişecek, belki de zanma gibi daha maddesel şeyler
kalkar. Senarist kapitalist hayatın çelikten dökülmüş gibi duran tabular üzerine kurduğu günümüzde, ha-
benliğimize gizlediği kast sistemini bile yıkılacaktır. kiki anlamda yaşıyorum diyebilmek
bu şekilde vuruyor yüzümüze. Biz Bayezid Çay için evvela bunlara değil; duyguya,
aksini iddia etsek de dünya bu şe- bayezidcay026@gmail.com sevgiye, bağlılığa, aşka ehemmiyet
kilde dönüyor. Bu noktada acımasız verilmesi gerektiğinin altını çizen
olan senaristin insanlığa bakışı değil TİYATRO oyun, seyirciyi güldürmesinin yanı
gerçeğin ta kendisi. Aşk, Her Daim… sıra sıcacık bir umutla uğurluyor.
Bu kurguda sisteme kafa tutmayı Birçok gencin o maddi unsurları
akıl edecek olan Goreng’den başkası İspanyol Tiyatrosunun Çehov’u yegâne amaca dönüştürdüklerinde
değildir. Hâlâ insanlığa dair umudu- olarak anılan ve 100 ayrı oyunun yaşayan bir ölü gibi dolaştıkları ger-
nu yitirmemiş olan Goreng, her şeyin sahibi olan dünyaca ünlü yazar Alp- çeğiyle yüzleştiriyor. İnsanoğlunun
değişebileceğini, yemeğin herkese honso Paso’nun yazdığı Kırkından ruh dünyasına asla uygun olmayan
yetebileceğini ufak bir dikkatle daha Sonra adlı oyundan Serkan Budak sözde modern dönemin ve kapitalist
güzel, daha insansı bir hayatın ola- tarafından uyarlanıp yönetilen ve İs- sistemin okul bitirme ve işe başlama
bileceğini düşünür ve bir gün asan- tanbul Temaşa Tiyatrosu aracılığıyla yaşını neredeyse orta yaşlara çekti-
sörden yemek almak yerine asansöre seyirciyle buluşan İkinci Bahar, bu ği, bunları hallettikten sonra ancak
kendi biner. Her kata gidecek herkese yıl da tiyatro seyircisini güldürmeye duygu, sevgi, aşk, ilişki, evlilik, aile
derdini anlatacak, bunun için öden- devam edecek gibi görünüyor. kurma, çocuk sahibi olma gibi istek-
mesi gereken bedeli ödeyecek ama Bir muayenehanenin bekleme lerini gerçekleştirebileceklerini salık
bu vahşete bir son verecektir. İşte salonunda karşılaşan iki kadın-iki verdikleri, yani kendi deyimleriyle
burada karşımıza yel değirmenleriyle erkek… Genç kız annesini, genç er- “ayakları üzerinde durma” ve “ken-
dövüşen Don Quijote’un transparan kek ise babasını doktora getirmiştir. dini ispat etme” gibi efsunlu sözlerle
bir hayali çıkıyor sahneye. Bekleme salonunda muayene sırala- donattıkları anlayış, insanı bir maki-
Bazı sahneler alışık olmayan se- rını beklemektedirler. Gençlerin ikisi ne hâline getirip robotlaştırmaktan
yirciyi rahatsız edebilecek nitelikte de öğretmendir. İkisi de okullarından başka bir işe yaramıyor. Bunları gö-
olsa da tümüne bakıldığında ortada izin alp gelmişler. Bir an önce hasta- ren bir oyun olan İkinci Bahar, insa-
bir sorunun varlığını ve bu sorunun nedeki işlerini bitirip okullarına dön- nın yaşı ve durumu ne olursa olsun,
bireysel olmadığını, tüm insanlığı il- meleri gerekmektedir. Beklerken, an- saf sevginin ve aşkın önem ve önce-
gilendirdiğini; görmezden gelindiği ne-babasını teselli ederler. Zira anne lik vermemiz gereken şey olduğunu
sürece büyüyeceğini anlatmaya çalı- ve baba ağrılarından, sancılarından bize hatırlatıyor.
şan insanların emeklerini görüyorsu- dem vurup sızlanıp durmaktadırlar. Uyarlayan ve yöneten Serkan
nuz. Asansöre biraz dikkatlice baksak Nice gencin hedeflerini salt si- Budak, sade bir reji yapmış. Bu tarz
göreceğizdir çözümü. Midelere hep yasetle uğraşma, kariyer yapma, komedi oyunlarındaki sahneyi böl-
bayram ettirmek yerine bazen oruçla iyi bir iş bulma, konforlu yaşama, me işlemini doğru yapan Budak, bu
sayede seyircinin oyunu izlerken yo-
rulmasını engellemiş. Maalesef bunu
her rejisör doğru yapamıyor. Birçok
yönetmen, komedi oyunlarını kaosa
dönüştürebiliyor. Bu oyunda bunu
görmemek mutlu etti. Sahne geçiş-
lerinin biraz hızlı olması belki hikâ-
yenin ve karakterlerin derinlemesi-
ne seyirciye tanıtılması bağlamında
eksikmiş gibi yorumlanabilir ancak
bu durum rahatsız etmedi. Çünkü
burada temel vurgu karakterler de-
ğil; onların oyunun ana fikrinde yük-
lendikleri görev önemsenmiş. Yine
de karakterlerin tanıtımında eksiklik
olabileceği endişesiyle en baştaki ikili
diyaloglarda biraz daha nüanslar ve-
rilebilirse iyi olur.

82 TÜRK EDEBİYATI HAZİRAN 2020


AJANDA 560
Rejide, doktor karakterinin ara-
lara girip hikâye geçiş dönemlerinde 6. Sakıp Sabancı
neler olduğunu uzun uzun anlatması Müzesi de bu sü-
fazla sürüyordu. Bu anlatılar, daha reçte ziyaretçilerine
nokta vuruşları şekline getirilip kısa evde kalma çağrısı
ve öz şekilde olabilir. yaparak onları çevri-
Oyunun dekor tasarımında Naz- miçi ziyarete yönlendiriyor. Bu kap-
mi Karabacak, çok beğendiğim ve samda şu sergiler ziyaret edilebilir:
uyarlamaya uygun olan kostüm ta- a. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e türk
sarımında Neşe Hatun, efekt ve ışık resmi
tasarımında Samet Yazgı imzası var. b. Hat ve Kaligrafi sergisi
Louvre Müzesi - Petite Galerie
Oyunun kadrosunda yıllar sonra c. Abidin Dino’nun hayatı ve eserleri
tiyatro sahnesine çıkan ve yarım asır-
lık tecrübesiyle sahnede bir kez daha 7. Paris’te bulunan 10. Londra’daki ünlü
devleşen Cihat Tamer ve hem dizi- Louvre Müzesi’nin Buckingham Sara-
lerden hem de tiyatro sahnelerinden de çevrimiçi gezin- yı’nı 360º izlemek
bildiğimiz usta oyuncu Bedia Ener tiler için bir sayfası için yandaki kare
var. İki usta isme, oyuncular Emre mevcut. Bu sayfaya barkodu telefonu-
Törün ve Pınar Ünsal eşlik ediyor. tıkladığınızda müzedeki antik eserle- nuza okutabilir, eğer varsa sanal iz-
Doktor ve anlatıcı rolüne ise oyunun ri, Michelangelo’nun eserlerini ve bir leme gözlüğüyle farklı bir deneyim
aynı zamanda rejisörlüğünü yapan çok eseri üç boyutlu olarak gezebili- yaşayabilirsiniz. Sarayın girişinden
Serkan budak can veriyor. Usta isim- yorsunuz. itibaren her bir odaya ait kısa açıkla-
ler Cihat Tamer ve Bedia Ener’e zaten malarla gezmenizi sağlıyor.
denilecek söz yok. Performansları ve 8. Amerika Ulusal
heyecanları her zamanki gibi hari- Sanat Galerisi’ndeki 11. V21 Art Space
kaydı. Onların haricinde ekibin bütün iki çevrimiçi sergiyi şirketi müzeler ve
oyuncuları da birbirleriyle uyumluy- üç boyutlu olarak sergi mekanları için
du. Herkes, oyunun yalın temposuna, gezmek mümkün. lazer tarama teknik-
sakin ve rejisine ve oyunculuk tarzına Bu sitedeki grafikler gerçekten ora- lerini kullanarak et-
adapteydi. Pınar Ünsal, bu rolü daha daymışsınız hissi uyandırıyor: kileşimli 360º videolar ve sanal turlar
önce oynayan iki ayrı kadın oyuncu- • Edgar Degas (1814-1917) Fransız üreten bir şirket. Bu çalışmaları nasıl
dan sonra üstlenmiş olmasına rağmen sanatçıya ait sergi olan Degas at yaptıklarına dair kısa bilgiler sun-
oyunla ve kadroyla bütünleşmişti. The Opera muşlar. Sitede modern sanattan kla-
Geçen sezon başlayıp, malûm sü- • Raffaello Sanzio da Urbino (1483 sik sanata dair pek çok şey bulabilir
reç geçtikten sonraki sezon da devam - 1520) İtalyan sanatçının sergisi ve bunları sanal olarak gezebilirsiniz.
edecek olan oyun, keyifli vakit geçir- olan Raphael and His Circle
mek isteyen tiyatro severlerin gönül Bu gezintiyi yine sanal gerçeklik 12. V21 Art Spa-
rahatlığıyla gidip izleyebilecekleri ve gözlüğünüzle yapabilirsiniz. ce’te bulunan ser-
bir bakıma bu süreçten sonra da de- gilerden bazılarına
yim yerindeyse kafa dağıtabilecekleri 9. Washington’da tıkladığınızda sizi
bir yapım. 1910 yılında kapı- sanal olarak gezin-
Mehmet Konuk larını ziyaretçilerine menizi sağlayan başka bir müzenin
bilgi@mehmetkonuk.net açan National Mu- sitesine yönlendiriyor. Örneğin: Le-
sem of Natural His- onardo da Vinci: A Life in Drawing’e
SERGİ tory müzesi de bizi geçmişe doğru bir tıkladığınızda Derby Musem’un Le-
Sanat Eve Sığar – 2 yolculuğa çıkarıyor. onardo da Vinci sergisine yönlendi-
Sergilerde Afrika fillerinin eko- riliyorsunuz. Sergi, interaktif olarak
Sanat Eve Sığar yazı serimizin lojisi, jeolojik zaman içindeki yer- masanın üzerinde bulunan dergiyi
ikincisiyle huzurlarınızdayız. Bu yazı- leri de dahil olmak üzere insanlarla okumanıza, duvarda bulunan Leo-
mızda da çevrimiçi müze ve sergileri bağlantıları hakkında bilgilerden, narda da Vinci’nin resim teknikleri
gezmeye devam ederken Leonardo Dünya’daki yaşamın başlangıcına ve hakkındaki videosunu izlemenize
da Vinci’nin çizimlerini hangi mater- dinozorların saltanatı ile gezegen olanak tanıyor.
yallerle yaptığına kadar uzanan bir değişimlerine kadar bir çok tarihsel Ömer Talha Gülmezer
yelpazede yolculuğa çıkacağız. sürece şahit olmak mümkün. talhagulmezer@gmail.com ❮

HAZİRAN 2020 TÜRK EDEBİYATI


83

You might also like