Professional Documents
Culture Documents
Hazreti Ali'nin 100 Öğüdü
Hazreti Ali'nin 100 Öğüdü
2
HASAN DEDE’NİN DİLİNDEN
Hazreti
Ali’nin
100
Öğüdü
DERLEYEN
3
4
Bizlerden şefkatini, merhametini, sevgisini, aşkını, muhabbetini
esirgemeyen, sunduğu hakikatlerle bizleri aydınlatan, feyizlendiren, Hazreti
Muhammed’in bendesi, Hazreti Ali’nin ruhunun varisi, Pirimiz Hazreti
Mevlana’nın manevi temsilcisi, kandilimizi uyandıran içimizdeki Rabbimiz,
mürşidimiz Hasan Dedemize sonsuz şükranlarımı sunuyorum.
Kandilimizi uyandıran içimizdeki Rabbimiz dedim, çünkü Dedemiz,
şeyhi Hakkı Dede’yi anarken, ona hep içimdeki Rabbim, diye hitap ederdi.
Allah’ın isimlerinden Kur’an’da en fazla geçeni Rab’dir. Rab’in manası,
mürebbi, terbiye edici, öğretici demek.
Güzel Dedemiz bir sohbetinde şöyle buyurmuştu: “Öğretmenler vardır,
yakar kandili, ondan sonra sen parlarsın, çalışırsın, güzel mevkiilere erersin.
Hem öğretmenini yad edersin, onu her zaman şükranla anarsın, hem de bir
çok kişiye de ışık yayarsın.”
Bunun üzerine tefekkür ettiğimde, bunun manasını Kur’an-ı Kerim’deki
Nur suresinin 35. ayetinde buldum. Ayette şöyle buyuruyordu Peygamber
Efendimiz…
“Allah, ışığıdır göklerin ve yeryüzünün. Işığının örneği kandil konan bir
yere benzer; orada bir kandil var; kandil bir sırçada; sırça da parıl parıl
parlayan bir yıldız sanki; doğuda da olmayan, batıda da olmayan kutlu zeytin
ağacından yakılmış; ateş dokunmadan da yağı, hemen ışık verecek; nur
üstüne nur… Allah doğru yolu gösterir nuruyla dilediğine, ve Allah örnekler
getirir insanlara, ve Allah her şeyi bilicidir.” (Nur, 35)
Bu ayetin tefsirini büyük mutasavvıflardan Şeyh Abdülbaki Gölpınarlı
şöyle açıklıyor: “Işıktan maksat, doğru yolu göstermektir, imandır, Kur’an’dır,
Hazreti Muhammed’in ışığıdır. Kandil konan yer, gönlüdür; kandil
peygamberliğidir. Doğuda da, batıda da olmayan zeytin ağacı da tevhid
temeline dayanan İslam’dır.”
Gönlümüzün kandili, ışığımız Hasan Dedemizin hizmetlerimizden razı
ve hoşnut olmasını bütün kalbimle diliyorum. İki cihanda bizleri hizmetinde
tutsun, bizleri bütün güzel hizmetlerin fethisi kılsın inşallah. Amin…
5
6
Hazreti Ali’nin Manevi Kimliği
7
‘B’ harfinin bir noktasıyım. Allah’ın bir yanıyım. Ben Kalem, Levhu’l-
mahfuz, Arş, Kürsi ve yedi gök tabakasıyım. Ey insanoğlu, sen kendini küçük
bir şey mi sanıyorsun? Binlerce alem sende dürülüdür. Senin istediğin ilaç
yine sendedir. Fakat bunu anlayamıyorsun. İlacını aradığın dert de sende
meydana gelmiştir, başkalarından gelmemiştir. Fakat buna dikkat etmiyorsun.
Sen ey insan, açıklayıcı bir kitap gibisin. Harfler içindeki gizlilikleri açığa
vuran ve beyan eden vasıtalardır. Olgun insan, semâvi kitapların tümü kabul
edilmiştir. Kalbim, insanı hayretler içinde bırakan çeşitli hikmetleri söyler.
Müşkülleri hallettiği gibi inciler saçar. Hüküm çıkarmadan arayıp taramadan
kurtuldum. Elimle Allah eteğine yapıştım. Uçarsam uçtuğum yeri
görmekteyim, dönersem döndüğüm yeri. Bir yük taşıyorsam nereye
götüreceğimi biliyorum. Ben ayım, önümde güneş, kılavuzum. Halka bundan
fazla söylemeye izin yok; denizin ırmağa sığması mümkün değildir. Akılların
alacağı kadar aşağı mertebeden söylemekteyim. Bu, ayıp değil, Peygamberin
işidir. Garezden hürüm ben; hür olan kişinin şahadetini duy. Kul, köle
olanların şahadetleri iki arpa tanesine bile değmez! Bana ölüm tatlıdır;
‘Onlar ölmemişlerdir, Rablerinin huzurunda diridirler’ âyeti benim içindir.
Ey insanoğlu! Gözünü dünyadan çevir, cefa ve eziyetler karşısında sabır
göster. Dünya, bir anlık zamandan başka bir şey değildir. Daima Mevlâ’ya
yönel.”
Hazreti Ali’nin hakikatini Cenab-ı Mevlana şöyle ifade eder: “Hazreti
Ali, Hazreti Muhammed’in Hakk’a yakınlık gecesinde, Allah’a kavuşmanın
harem yerinde gördüğü sırdır.”
Nitekim Hazreti Şems-i Tebrizi de Hazreti Ali hakkında şunları dile
getirmiştir: “Hasılı, iki cihanda da mevcut her ne varsa, onun özü ve
kainattaki bütün gizli sırların sembolü Ali idi.”
Yaratılmışların en müstesnası olan Hazreti Ali, sesindeki tatlılıkla,
lisanındaki dil açıklığı ve düzgün sözlülükle, beyanlarındaki latiflikle,
dinleyenleri kendisine hayran bırakırdı. Bu tecelli, onun zamanında ve daha
sonra da kimseye nasip olmamıştır. O, nutuk verirken ve muhabbet ederken,
bir şelale misali akılları, duyguları, hisleri, hayalleri kendi üzerinde toplardı
ve buyurmuş olduğu gibi o, ‘Konuşan Kur’an’ dı.
Peygamber Efendimiz, Hakk’a yürümeden önce yanında bulunanlara,
“Bana sevgilimi, habibimi çağırınız” diye buyurması üzerine, derhal Hazreti
Ali’yi çağırmışlardı. Peygamber Efendimizin yanında bulunan Ayşe yengemiz
daha sonra, “Tanrı’ya andolsun ki, Resulallah, bu sözü ile Ali’den başkasını
dilemiyordu ve dilemedi. Ali geldi. Ali’yi görür görmez üzerindeki iç yeleğini
açtı. Ali’nin başını o yeleğin içine aldı ve son ana kadar böylece göğsünde
tuttu ve ruhunu öylece teslim etti...” diye rivayet etmiştir.
Gayb sırlarının tercümanı Hazreti Ali Efendimiz buyurmuşlardır ki:
“Aşktan daha feyiz verici, aşktan daha önemli bir hikmet rehberi, hayatın
8
özünü her zerresine kadar gösteren, yollara ışık tutan, ruhun her yüzünde
parlayan, aşktan daha üstün bir mürşid yoktur.”
Hazreti Ali Efendimizin ilmi kadar, feyzi ve ulviyeti de sonsuzdur. Onun
zatı, maddi ve manevi kemalatı, kudsiyetin zirvesinde olduğundan dolayıdır
ki, onu tasvir etmek için vahiy lisanına aşina olmaktan başka bir çare yoktur.
Cenab-ı Mevlana, bir kasidesinde Hazreti Ali’yi şöyle dile getirir: “Ben
Ali’yi dost tutarım, dostluk bizim şiarımızdır. Kim bizi düşman tutarsa biri iki
görmektedir. Bizler ki Ali’nin nurundan daima saadet bulmuşuz, bu saadet
daima içimizde bizim sırdaşımızdır. Ali’nin sevdasını ki gönüllerimizde daim
eylemişiz, ey kardeşim, her iki alem de bizim pazarımızın süsüdür. Eğer
bizim Şah’ımızı dost tutarsan, o vakit sen de Hakk’ın dostu olursun. Her kim
gönlünde O’nun muhabbetini taşımıyorsa, o kimse bizden değildir, ağyardır.
Ali’den başkasını imam tanıyan kimse, hakikatte puta tapmaktadır, bizim
vazifemiz ise putları kırmaktır. Ey Şems-i Tebrizi sus söyleme, ta ki Hakk’ın
sırrını ağzından kaçırmayasın. Asıl olgun ve kamil o kimsedir ki, bu sırlara
kendisi hak ile vakıf ola…”
9
10
Naat-ı Ali
11
Şit, kendinde Ali'nin nurunu gördü ve yüksek alemi öğrendi.
Nuh, kendinde yüksek menzile ulaştırıncaya kadar, istediğini hep
ondan buldu.
Gene ondandır ki kurtuluşa eren Nuh, dehir de gayret tufanını
buldu da beladan kurtulmuş oldu.
Halil Peygamber, dostlukla onu andı da, ateş ona al lale oldu.
Nemrud'un ateşi, o Allah'ın dostuna hep gül, nesrin, lale oldu.
Gene o idi ki, keyfiyle kendi koyununu İsmail'e kurban etti.
Yûsuf, kuyuda onu andı da o saltanat mülkünü süsleyen tahtı
buldu.
Yakup onun önünde bir çok inledi de Yûsuf'un kokusunu alıp
gözleri açıldı.
İmran'ın oğlu Mûsa, onun nurunu gördü de uzun geceler hayran
kaldı.
Kırk gece kendinden geçti; kavuşma ve görüşme zevkine daldı.
Sonra dediki: Yarabbi! Bana bu lütuftan bir âlâmet ver
Hakk ona iste sana Yed-i Beyza (Nurlu el) 'i verdim; dedi.
Gene Ali'nin vergisidir ki, Meryem'e arkadaş oldu da İsa
vücuda geldi...
O şeriatte ilim şehrinin kapısıdır. Hakikatte ise iki cihanin beyidir.
İki cihanın sultanı Muhammed, Hakk’a yakınlık gecesinde, Allah'a
kavuşmanın harem yerinde onun sırrını gördü.
Ali'nin nutkunu, Ali'den dinledi. Ali ile birleşilen o yerde Ali'den
başkaşı bulunmaz.
Allah yolunda gidenler isteyicidirler; Ali istenilendir.
Söyleyenler söylerler, susarlar. O susmaz söyler.
Ebedi ilim, onun göğsünde parlayıp görüldü.
Vahyolunanların sırlarını, o hakikat olarak bildi ve bildirdi.
Ümmetine haykırdı:
“Allah yolunda Ali, sizin kılavuzunuzdur. Allah'a içi doğru olanlar
yüzlerini ona çevirmişlerdir. Zira o Şahtır, doğru yolu gösterendir,
Efendidir...”
O bütün peygamberlerin sırrında idi.
Cenabı Mustafa:
12
“Benimle açıkça beraber bulundu” dedi.
Dinde evvel, ahir o idi. Allah ile içli dışlı idi...
İşte bunlari söyledim ki, bu yüksek mananın nüktesini ögrensin de
yüksek velayete ersin.
Sence apaçık bilinsinki, hakkiyle yüce olan odur.
Ey efendi! Benimle boşuna kavga etme bu böyledir. Hakikat budur
ki, hepimiz zerreyiz, güneş Odur. Biz hepimiz damlayız, deniz Odur.
Cihan var oldukça Ali var olur
Cihan var olurken de Ali vardı.
Cihanin temeli suret buluncaya kadar var olan Ali idi.
Yer resmedilinceye, zaman husule gelinceye kadar var olan Ali idi.
Veli, vasiy olan, ah Ali, cömertliğin, keremin, bağışın Sultanı Ali
idi.
Ali'den ötürü melekler Ademe secde ettiler. Adem bir kıble gibi idi,
secde olunan Ali idi. Adem de, Sit de, Eyyub da, Idris de, Yusuf da,
Yunus da, Hud da, Musa da, Isa da, Ilyas da, Salih peygamber de,
Davud da Ali idi.
Nefsin tamamından ötürü cihan sofrası üzerinde elini
bulastirmayan kahraman arslan Ali idi. Kur'an'ın yer yer, ayetlerinde
Tanrı'nın ismetini vasf ile övdügü Kur'an sırlarının kaşifi Ali idi.
Kapısının toprağı kadir ve kıymette Arşın semasından daha ileri geçen,
o durmadan hakka secde eden arif Ali idi. İslamın yolunda iş
düzelmedikçe, durup dinlenmeyen o şerefli, vekarli Şah Ali idi. Hayber
kalesinin kapısını bir hamlede koparıp açan o kalalar fatihi Ali idi.
Afaka her bakışımda gördüm ki, yakin yüzünden her varlıkta var
olan Ali idi. Bu küfür olmaz, küfrolan bu söz degildir.
Cihan var oldukça Ali var olur, cihan var olurken de Ali vardı.
Tebriz'in Semş-ül Hakkı cihanın gizli ve açık sırlarından her ne
gösterdinse hepsi de Ali idi.
13
KAYNAKLAR:
14
“Dilinizi iyi kullanınız;
o sizi saadete götürdüğü gibi, felakete de götürebilir.”
Hüdavendigar Mevlana, “Kalbi ile sözü bir olmayan kimsenin yüz dili
bile olsa, o yine dilsiz sayılır” diye buyurur.
Gerçek olan odur ki, insanın sadece sözleriyle değil davranışlarıyla da
topluma örnek olup başkalarının düzelmesine vesile olması ve böylece birçok
kişinin gerçeği onun sözlerinde ve davranışlarında görmesidir.
İnsanın, düşüncede, niyette, sözde ve davranışta önce Allah’ın varlığına
ve birliğine iman etmesi şarttır. Öyle ki, kainatta görünen ve görünmeyen her
şey Allah’ın varlığından oluşmaktadır O’nun varlığının bir parçasıdır.
İşte bunun için insanın şartsız olarak, düşüncede, niyette, sözde ve
davranışlarında Allah’ı sevmesi ve Allah’ın varlığı olan kainattaki her şeyi,
topraktan ağaca kadar bütün bitkileri, ufacık bir kelebekten gökte uçan kuşa
kadar bütün hayvanları, iyisiyle kötüsüyle, güzeliyle çirkiniyle bütün insanları
sevmesi ve sevgiden söz etmesi gerekir.
Bizlere en büyük örnek en başta Hazreti Muhammed Efendimiz ve
İmam Ali Efendimiz, Ehlibeyt Efendilerimiz, Pirimiz Hüdavendigar Mevlana
ve bütün Evliyaullah’tır.
Hazreti Muhammed Efendimiz kadar cefa ve çile çeken bir Peygamber
daha yoktur. En ağır çileleri O çekmiştir ve buna rağmen dilinden bir çirkin
söz zuhura gelmemiştir, her zaman sabır göstermiş ve kendisine cefa edenlere
Allah’tan hidayet dileyerek, “Allah’ım onların kalplerine hidayet ver” diye
duada bulunmuştur.
İmam Ali Efendimiz de keza öyle… O da kendisine yapılan onca
haksızlığa rağmen her zaman sabır göstermiş, dilini tatlı tutmuş ve ne olursa
olsun, kim olursa olsun ayrım gözetmeden muhtaç olanların yardımlarına
koşmuştur.
İnsan düşünceden ibarettir, düşünmeden dil dökmeye başladı mı çok
büyük kayıplara gider. Düşünerek konuşmaya başlayan kişi; dokuz sefer
yutkunacak, söyledikleri başta kendine hitab edecek, hoşuna giderse sonra
bunu karşı tarafa ikram edecek. İşte o zaman güzel bir dil sarfetmiş sayılır.
Kim susar da yanındakinin ayıbını saklarsa Allah da onun ayıbını saklar.
Acı sözler sarf etmenin kimseye faydası olmaz. Kaldı ki faydalı ve az
söylemek hikmete, manasız ve çok söz söylemek cehalete işarettir.
Hakikatte kıldan ince, kılıçtan keskin denilen; kırk sene düzlük, kırk sene
yokuş, kırk sene inişli Sırat Köprüsü, bu dünyadır. Bu alemde incineceğiz,
incitmeyeceğiz. Dilimizi daima tatlı tutmaya çalışacağız ki bu köprüden
15
geçebilelim. Birisi bize karşı kötü bir söz sarf ettiğinde biz beş sözle karşılık
verirsek, onun kisvesine girmiş oluruz. Hiçbir zaman Hakk’a yakın olamayız.
Her kişide bir kusur vardır. İnsanların iyi tarafına bakmalı ki rahat
edelim. Kötü tarafına bakarsak, hiçbir zaman huzur bulamayız.
Ah dostlar…
Öyle bir sır küpüyüm ben, bilmez nadan halimi.
Tarikat arifiyim ben, bilmez şeriat ilmimi.
Ah dostlar…
Gönül şehriyim ben, sevmeyen bilmez halimi.
Şah Ali’nin katibiyim ben, yazmayan bilmez halimi.
Ah dostlar…
Can pazarıyım ben, satmayan bilmez değerimi.
Gül bahçesiyim ben, bahçevan bilir rengimi.
Ah dostlar…
Yolda tökezlemem ben, çekerler dünya tümseklerini.
Mevlana’ya baş kesenim ben, Muhammed tutar elimi.
Ah dostlar…
Bir Hakk aşığıyım ben, Hasan bilir şeklimi.
Bir yol tutmuşum ben, Ali verir dersimi...
16
“Her türlü fenalıktan uzak kalmak istiyorsanız,
dilinizi tutunuz.”
17
Can veren olurdu onların sözü.
İstersen sözünün hoş olmasını,
Yememen gerekir hırs helvasını.
Helvayı çok sever küçük çocuklar,
Erenlerde ise sonsuz sabır var.
Göklere yükselir sabrı bilenler,
Yeryüzünde kalır hırsla helva yiyenler…
18
“Dostlarının gönlünü kırma,
düşmanlarının arzularını yapmış olursun.”
19
Vahdet alemini bilmeyen insan,
İnsan suretinde kaldı bir hayvan.
Bizden ayrı değil Hazreti Allah,
Bunu Kur’an ile ayan eyledik…
20
“Ne mutlu o kimseye ki,
acı söz karşısında hiddetlenmez.”
Hazreti Muhammed Efendimiz, Hazreti Ali’ye bir isim verdi, Ali Ebu
Turab. Yani toprağın babası. Bu ne demektir? Daima tevazu halde yaşamak,
herkese hoşgörüyle çıkmak demektir.
Toprağa ne kadar pislik atsalar da ne kadar zehirler atsalar da, toprak,
buna rağmen, atılan o zehirlerin hiçbirini dışarı çıkarmaz; bir bakarsın
laleler, güller, türlü türlü çiçekler, çimenler meydana çıkarır.
Ne diyor İmam Ali Efendimiz, selam olsun üzerine, “Öfke padişahlara
padişahlık yapmıştır, onları altına almıştır. Benim ise öfke ve hiddet
ayaklarımın altındadır, zerre kadar bana etki edemez.”
Şimdi Hazreti Ali Efendimiz, Hazreti Muhammed’in huylarıyla
huylanmış, Allah ile Allahlaşmış. Onlar bu kainat üzerinde ne kadar varlık
varsa hepsinin huylarını bilirler, hallerini bilirler. Fakat insanların çoğu
onların bu güzel hallerini bilmedikleri için, onların hakikatlerinden uzak
oldukları için, hemen hemen hepsinde öfke var, hiddet var, kavga var.
İmam Ali Efendimizin bir sözü daha vardır der ki: “Bir insan öfkeye,
hiddete teslim olmuş ise, o kişide İblis varlığını göstermiş demektir. İman
ondan uzaklaşmıştır.”
İnsanlık vasıfları sevgi, hoşgörü ve merhamettir; öfke ve hiddet ise ancak
hayvanlık vasfıdır.
Nitekim, Kur’an-ı Kerim’de, “Onlar bollukta ve darlıkta Allah yolunda
harcayanlar, öfkelerini yenenler, insanları affedenlerdir. Allah iyilik edenleri
sever” (Ali İmran, 134) diye buyrulur.
Hüdavendigar Mevlanamız da bir seslenişinde şöyle der:
“Şefkati merhamette güneş gibi ol,
Başkalarının kusurunu örtmekte gece gibi ol,
Cömertlikte akarsu gibi ol,
Hiddeti asabiyette ölü gibi ol,
Tevazu ve alçak gönüllülükte toprak gibi ol,
Ya olduğun gibi görün ya göründüğün gibi ol…”
Herşey sevgiye, aşka, imana, kendini sevdiğin yere perçinlemeye
dayanıyor. Bunları yapabildin mi, sende Hakk’ın güzellikleri meydana tecelli
etmeye başlar.
21
Sen aynasın, O’dur güzelliğin sultanı ey insan.
Alemde ne varsa sendedir her an için,
Sen sende ara kendini, kendini tanı ey insan.
Tüm sende olan sırlar açıklansa eğer,
Gül bahçesi olurdu gök ile yer, ey insan.
İnsandan silinsin şu kibir, gör o zaman,
Her Firavun sanki Musa Peygamber ey insan.
Dünyada ilk ve son varlıksın ey insan,
Allah katında tek varlıksın, Halife-i Hak’sın ey insan!
Yerin göğün tek varlığı, kainatın nurusun ey insan,
Alemler sende zuhur oldu, sen Hak’sın ey insan...
22
“İnsanın yalnız kalması,
kötü arkadaşlarla kalmasından daha iyidir.”
Hazreti Ali Efendimizin bu sözü çok yerinde ve çok doğru bir sözdür.
Bir kişi küfürbazlarla arkadaşlık ederse, sohbet ederse, o sohbette onların
küfürlü sözlerini, çirkin sözlerini dinler, huzuru kaçar rahatsız olur. Sözü de
onlara geçmez. O yüzden onlarla arkadaşlık yapmaz yalnız kalır daha iyi.
Aslında bu kişi yalnız değildir ancak Allahsız kişiler yalnızdır. Sevenler
hiç yalnız değildirler.
Şimdi Bayezid-i Bestami Veli’den bir örnek sunayım size: Bayezid-i
Bestami Veli, selam olsun üzerine, dervişleri ile oturuyor, sohbet ediyor,
onlara bir sürü hakikatler anlatıyor fakat hiçbir dervişi bu anlatılanları
anlamıyor. O da sıkılmış bu durumdan, artık konuşmayacağım
anlatmayacağım demiş ve halvete kapanmış. Bir ay, birbuçuk ay halvette
kalmış, hiç dışarı çıkmamış. Dervişleri merak etmişler sormuşlar, ama
Bayezid-i Bestami Veli dışarı çıkmamış. Aralarından bir dervişi onu çok
özlemiş, gelmiş kapısını çalmış. Bayezid-i Bestami Veli’nin hanımı açmış
kapıyı; “Buyrun” demiş, “kimsiniz?” Derviş demiş, “Ben Efendimin manevi
evladıyım çok özledim onu, görmeye geldim. Acaba beni buyur eder mi, içeri
girip onu göreyim?” Hanımı, “Burada bekle” demiş, “ben ona gidip bir
sorayım.” Gitmiş içeri sormuş, Bayezid-i Bestami Veli, “Buyur et” demiş,
“gelsin.” Derviş gelmiş içeri, niyazda bulunmuş, selam vermiş. Dönmüş
Efendisine demiş, “Efendim ne bu yalnızlık?” Efendisini orada oturmuş
yalnız görüyor ya… İşte Bayezid-i Bestami Veli’nin verdiği cevap: “Evladım,
sen geldin ben yalnız kaldım. Sen gelmeden önce ben yalnız değildim.”
Gördünüz mü verdiği cevabı?.. Aşık her an rabıtadadır. Ne alemlere gider
gelir o. Onun için aşık olan yalnız değildir, aşık olmayan dünya olsa yanında
yine de yalnızdır.
Bakın ne güzel buyuruyor Hüdavendigar Mevlana…
“Aşık, kimsesiz, tek başına, yapayalnız kalsa da, o, yalnız değildir;
sevgilisi ile gizlice, beraberdir! Çünkü o, nerede olursa olsun, gerçek sevgili
olan Allah ile manen beraberdir! Aşıkların şarabı, üzüm şarabı gibi küpten
coşmaz, gönülden coşar! Aşık, sırlar aleminde aşka dost olur, arkadaş olur!..”
23
“En büyük mücadele,
nefsinizle yaptığınız mücadeledir.”
24
şurada bir çöp kutusu var, orada kedi köpek kemik yalıyorlar, sen de onlar
gibi kemikleri yalarsan ben de sana istediğini vereceğim. Nefsi hemen karşı
çıkıyor, yok diyor, ben öyle şey yapamam. O da diyor, o zaman ben de sana
istediğini vermem… İşte böyle terbiye ediyor nefsini.
Yine Seyyid Burhaneddin Hazretleri şöyle buyuruyor: “Nefsi ile barışık
olan kişi, bilsin ki Allah ile savaştadır.” Madem ki Allah ile savaştadır, o hiçbir
zaman galip olamaz. Bir kişi nefsine hükmederse, bu kişi Allah ile barışıktır.
İşte Hazreti Ali Efendimiz bize en büyük örnektir. Dünya sofralarına
elini bulaştırmamıştır, kimsenin ziyafetine gitmemiştir. Çünkü o ziyafetlerde
istemeyerek haram da vardır. Tuz ekmeğini yemiştir, iki tane hurmasını
yemiştir öyle çıkmıştır yola. Fakirlerden daha fakir yaşamıştır.
25
“İhsan ve ikramı,
layık olmayan kimseye yapmak aynı zulümdür.”
Hazreti Ali Efendimizin bu sözü çok yerindedir. Eğer bir kişi münafık
ise ve daima etrafa ikilik tohumları saçıyorsa, insanları birbirine kırdırıyorsa,
hep zulüm verecek fikirler üretiyorsa, böyle bir kişiyle karşılaştığın zaman
ihsan ve ikramlarda bulunmaya kalkışmayacaksın. Eğer kalkışırsan, sen de
zulüm işlemiş olursun. Böyle kimselere ihsanda, ikramda bulunmayacaksın,
sessizliğe bürüneceksin, hatta selam vermek bile doğru sayılmaz.
Hazreti Ali Efendimizin menkıbeleri ile Hazreti Muhammed
Efendimizin menkıbeleri arasında hiçbir fark yoktur. İkisi de bir nurun bir
ruhun varisleridirler.
Nitekim Kur’an-ı Kerim’de, “Zulmedenlere eğilim göstermeyin, yoksa
size ateş dokunur. Sizin Allah'tan başka Velileriniz yoktur, sonra yardım
göremezsiniz” (Hud, 113) buyrulmaktadır.
Hüdavendigar Mevlanamız da Mesnevi-i Şerif ’inde şöyle buyurur:
“İhsan sahipleri öldüler, ihsanları kaldı... ne mutlu o kişiye ki bu merkebi
sürdü! Zalimler de ölüp gittiler, fakat yaptıkları zulümler kaldı... vay o cana ki
bu hileyi, bu kötülüğü yaptı! Peygamber ‘Ne mutlu o adama ki dünyadan gitti
de ondan iyi bir iş kaldı’ demiştir. İhsan sahibi öldü ama ihsanı ölmedi ki...
Tanrı indinde din ve ihsan, küçük ve değersiz bir şey değildir! Eyvahlar olsun
o kişiye ki kendisi öldü de isyanı kaldı... sakın, öldü de canını kurtardı sanma
ha!..” (Cilt 4, 1201-1205)
“Zulüm nedir? Bir şeyi layık olduğu yere koymamak. Sen de onu, ona
layık olan yerden başka bir yere koyup zayi etme.” (Cilt 6, 1558)
Gelin ey canlar!
Gelin vicdanınızı pak eyleyin,
İşta hayat, işte eserler meydanda…
Rabbim!
Sana layık olan insanların, haklarını hak eyle.
Şu hayatın hep dalları meydanda,
Bunları görmeyen yok bu zamanda.
Bu kadar söz hakkı varsa insanın,
İşte hayat, işte eserler meydanda.
Artık kötülükler yasak olmalı,
Bütün haksızlıklar hep hak olmalı,
Dede’nin sözleri mutlak olmalı,
İşte hayat, işte eserler meydanda...
26
“Kudret bulup da düşmanına üstün olunca,
şükrane olarak onu affetmeli
ve ona karşı iyi muamelede bulunmalı.”
27
zaten isteyerek yapmayacaksın, sen aşka tutulacaksın, aşk senin gözlerini kör
edecek, o zaman bana kılıç çekeceksin.”
Aradan bir-iki sene kadar zaman geçti, Kutame adında çok güzel bir
kadın vardı. Hazreti Ali, Kutame’nin iki kardeşini savaşta katletmişti.
Muaviye, Kutame’yi kandırdı, ona, “Ne yap et, Mülçem’i kendine aşık et,
Ali’yi ortadan kaldırsın” dedi. Kutame, Mülçem’i kendine aşık etti. Mülçem
aşık oldu, aklını kaybetti. Kutame’ye evlenme teklif etti. Kutame, “Evleniriz
ama benim bir şartım var” dedi. Mülçem, “Nedir şartın?” diye sordu.
Kutame, “Ali’yi ortadan kaldırırsan seninle evlenirim” dedi. Mülçem, “Hâşâ”
dedi, “ben onu yapamam.” Kutame, “Yapamazsan ben de seninle
evlenmem” dedi. Mülçem, “Ali’yi öldürürsem, beni yaşatmazlar, o zaman
nasıl evleneceğiz?” deyince, Kutame,”O zaman biz de ahirette buluşuruz”
dedi. Böylece Mülçem’in aklını çeldi.
Hazreti Ali Efendimiz artık anladı ki o gün yaklaştı, arkadaşlarına,
“Sabah namazına giderken beni almaya gelmeyin” dedi, “ben camiye
kendim geleceğim.” Üçüncü gün sabah namazını eda etmek üzere evden
çıktı, bahçedeki kazlar gagalarıyla Hazreti Ali’nin eteklerinden tutuyorlar, hal
diliyle “Gitme ya Ali” diyorlardı. Horozlar, tavuklar, ördekler hiçbirisi
bırakmak istemiyordu Hazreti Ali’yi. Hazreti Ali hepsinin başını okşadı, hal
diliyle onlardan helallik aldı. Geldi camiye, doğruldu sabah namazına, ikinci
rekatta iken Mülçem kılıcı Hazreti Ali’nin boynuna vurdu. Kılıç boynuna
isabet etmedi kafa kemiğine geldi. Bunun verdiği acıyla Hazreti Ali bir nara
attı. Mülçem, Hazreti Ali’nin narasından ürküp, kılıcı elinden attı. Hazreti
Ali, o haldeyken, acılar içinde kıvranıyorken bile, çevirdi başını Mülçem’e,
“Hemen saklan, şimdi abilerin gelirse seni öldürürler” dedi. Bakın o
haldeyken bile nasıl koruyor onu... İmam Hasan ve İmam Hüseyin hemen
yetiştiler, yakaladılar Mülçem’i, Ali’nin huzuruna getirdiler. Hazreti Ali,
“Mülçem” dedi “rahat ol, ben sensiz cennete girmeyecegim. Ben
hayattayken sen de hayatta kalacaksın. Ben Hakk’a yürürsem, abilerin de
sana zahmet vermeden bir vuruşta canını alacaklar.” Ve imam Hasan
Efendimiz babası Hakk’a yürüyünce, bir vuruşta almıştır Mülçem’in canını.
Hazreti Ali gibi mert biri daha gelmemiştir dünyaya, ki katilini bile
besliyor koruyor. Bu nedenle Hazreti Ali Efendimiz, düşmanı boyun büktü
mü, medet diledi mi onu katletmemiştir, bağışlamıştır.
28
“Hayra niyet ettiğiniz zaman acele edin,
ta ki havai nefsiniz sizi yenmesin.”
Allah’a giden yol çetin ve zor bir yoldur. İnsanın önüne bu yolda bir çok
engeller çıkar, ki bunlar, insanın çabasının, isteğinin ve imanının ne kadar
güçlü veya ne kadar güçsüz olduğunu meydana çıkaran imtihanlardır.
Ancak bütün bu imtihanlara göğüs gererek pes etmeyen kişi Allah’ın
hakikatine ulaşır, kurtuluşa erer.
Bütün Peygamberler, bütün Veliler, Erenler ve Azizler, hepsi
Allah’tandır ve Allah’ta fani olmuşlardır ve Allah ile yaşamlarını sürdürürler.
Din, ibadet ve iyilik, kişinin kendi istek ve arzusuna bağlıdır. Kişi ne
kadar saf ve temiz bir niyetle ve hiçbir karşılık beklemeden ibadet ve iyilik
yaparsa, o kadar Allah’a yakınlaşır ve Allah da o kadar ona yaklaşır.
Din, gerçek anlamda nefsine egemen olmaktır ve dinde en önemli olan,
kişinin nefsiyle mücadeleye girip, nefsine tamamen sahip olması ve kendini
bilip, bulmasıdır. Kendini bilen Rabbini bileceği gibi, kainattaki her türlü sır
ve manayı kavrayıp, öğrenir ve anlar.
Çünkü nefsini yenen ve benlikten kurtulan insanın zihni durgunlaşır ve
berraklaşır; rüzgarsız havada yanan bir mumun alevi gibi sabit olur.
Bakın, Hüdavendigar Mevlana, Mesnevi-i Şerif ’inde şöyle buyuruyor:
“Mum, ay gibi maksadını gösterir... bu tarafta tane var, yahut burası tuzak
der! Elinde bir ışık oldu mu istesen de istemesen de doğan iziyle karga izini
görür, ayırt edersin! Fakat mumun yoksa buna imkan yoktur.” (Cilt 4,
1698-1700)
“Mustafa, ‘Beni görene benim yüzümü gören kişiyi görene ne mutlu’
dedi. Bir mumdan yanmış olan çırağı gören, yakinen o mumu görmüştür. Bu
tarzda o mumdan yakılan çırağdan başka bir çırağ, ondan da diğer bir mum
yakılsa ve ta yüzüncü muma kadar, hep o ilk mumun nuru intikal etse,
sonuncu mumu görmek, hepsinin aslı olan ilk mumu görmektir. İstersen o
nuru, son çırağdan al, istersen ilk çırağdan… hiç fark yok. Nuru, dilersen son
gelenlerin mumundan gör, dilersen geçmişlerin mumundan.” (Cilt 1,
1946-1950)
29
Sen Allah’ın sırlarını bilensin,
Sen her zaman gülen, söyle de söyle...
Şahlar Şahı Ali’m!
Gam sana gerek değil, öfkeli yürek değil,
Al eline rebabı, bırak dövüşü kavgayı,
İmanına hamdolsun, gönlümüz neşe dolsun,
Söyle de söyle, ya Şahım Ali...
30
“Dünya nimeti kimseye baki değildir;
şiddeti de nimeti de devamsızdır.”
Unutmayın ki, bu dünyada hiçbir şey bizim değildir, bize ait değildir.
Bizde olan ve bize verilen her şey geçici birer emanettirler.
Dünyadaki yaşamımız boyunca her an bizlerden kısmen veya tamamen
alınabilirler ve her şey aslında tekamül yolunda ilerlememiz içindir.
Bizlere verilmiş olan emanetlere ne kadar çok bağlanır ve onları elde
etmek için ne kadar uğraşırsak o nispette kendimizi mahkum etmiş oluruz ve
bağlandığımız şeylerin kölesi haline geliriz.
Dünyaya yakınlaşmış, Allah’tan uzaklaşmış oluruz.
Kendini bilen insan ne dünyaya ne de dünya nimetlerine bağlanır.
Onların geçici olduklarını bilir. Ancak yaşamını sürdürmek için çalışır ve
çalışmasının karşılığını alır, fakat onlara bağlanmaz. Dünya nimetleri kendini
bilen insan için ancak araçtır, amaç değil. Onların kendisine ancak emanet
olarak verildiğini bilir ve huzurlu yaşar.
Önemli olan, bir kenara çekilip hiçbir şeyle meşgul olmamak değil, tam
aksine her şeyin içinde olup hiçbir şeye bağlanmamaktır. Dünya ve dünya
nimetlerine karşı beslediğimiz istek ve arzularımızı dizginlemek ve böylece
benlikten ve nefsten arınmaktır.
Bizim diye zannettiğimiz her şey, bedenimiz, canımız da dahil olmak
üzere, Allah’ındır. Elimizdeki her şey, Allah’ın bizlere vermiş olduğu geçici
emanetlerdir. Emanetlere hiyanet etmeyelim, bağlanmayalım ve
sahiplenmeyelim. Zira Cenab-ı Allah gün geldiğinde hepsini bizden geri
alacak. Canımız da Allah’a ait olduğuna göre, o halde Allah’ın bahşetmiş
olduğu bu lütfu hor kullanmayıp zayi etmeyelim ve onu Allah’ın hakikatinin
doğrultusunda kullanalım.
Hüdavendigar Mevlana, Divan-ı Kebir’inde, bu konuda bizlere şöyle bir
nasihatte bulunuyor ve diyor ki: “Aşıkların arasından başka yerde ömür
sürme, meyhaneden başka bir yerde oturma! Etrafına dikkatle bak da gör ki,
dünya bir tuzaktır; dünyaya ait arzularımız, isteklerimiz ise o tuzakta
bulunan birer yemdir! Dünya tuzağına koşma, yem hevasına düşme! Dünya
tuzağından kurtulunca, gökyüzüne ayak bas; gökten başka bir eşiğe ayak
basma! Güneşe, mehtaba iltifat etme, yüz verme! Çünkü sen, bu dünyaya ait
değilsin! Sen, ötelerden geldin; o eşsiz güzelden başkasını dileme! Kase nasıl
suyun üstünde durmaz çalkalanırsa, sen de o olmayınca bir yerde karar
kılma, sen de çırpın dur! Eline kaseyi alıp her mutfağa koşma! Hava, zaman
31
olur aydınlanır, zaman olur kararır; bazan sıcak olur, bazan soğuk olur! Sen,
zamanların kaynağına git ve o kaynağın başından ayrılma!..” (Cilt 4, 2076)
32
“Ömür çok kısadır.
Her beğenilen şeyi öğrenmek mümkün değildir.
En mühimini öğrenmek icap eder.”
Ömür bir günü andırır. Aynen sabah ve akşam gibi... Şimdi düşünün bu
yaşlara geldiniz geçmiş günleriniz unutuldu, geçmiş yaşamlarınızı unutuldu.
Gün geldi dedin ki: Allah Allah nasıl geçti 50 sene, nasıl geçti 60 sene, 70
sene... görüyorsun ki bir an gibi. İşte Hazreti Ali Efendimiz diyor: Her şeyi
öğrenmeye çalışma, öğreneceksen kimliğini öğren. Eğer kimliğini bulursan
sen artık benimle dirilirsin. Eğer kimliğini bulamadıysan hayatın boşa geçmiş
olur.
Bu konuda sahabeye sordukları zaman en güzel cevabı Hazreti Ali
Efendimiz vermiştir. İlk önce Ebubekir'e sordular: “Sen bu alemden göç
ettikten sonra seninle anılacak bir sözün var mıdır? Onu yazalım.” “Var”
dedi. “Nedir?” “Geldik bu aleme ağaca konmuş bir kuş gibi, meyveyi yiyoruz
ama neticeyi bilmiyoruz” dedi. Aynı soruyu Ömer'e de sordular, o da şöyle
bir cevap verdi: “Yaşa bu alemde ölmeyecek gibi.” Sıra Osman-ı Zinnuri’ye
geldi, o da şöyle dedi: “Benim söyleyecek bir sözüm yok. Kur’an-ıı Kerim'i
elinize aldığınız zaman beni hatırlayın, Kur’an-ı Kerim'i kitap haline getiren
benim.” Söz sırası Ali’ye geldi, “Ya Ali” dediler, “Sen anadan doğma Hazreti
Muhammed'in terbiyesinde yetiştin. Senin seninle anılacak bir sözün var
mı?” “Var” dedi. “Nedir?” “Haber vermediler bu aleme gelişine, haber
vermezler gidişine, daim hazır ol.” İşte Hazreti Ali kesti yolları, hep hazırda
dur, dedi. Çünkü nerede kapı çalınacak bilemezsin. Bilse insan zaten
yaşamını sürdüremez, umudunu yitirir. Çünkü yaşam umutladır.
Hüdavendigar Mevlana bu dört sahabenin konuşmalarını takip etti,
bakın o da şöyle buyurdu: “Ey insan! Bu beden bir mektuptur, postalanmış
padişaha...” çünkü daha anadan doğar doğmaz çıktık yola gidiyoruz Allah'a,
“Layık ise postala layık değil ise yırt, yenisini yaz, çünkü zaman az.” Bakın
Hazreti Ali Efendimizin sözünden ne kadar güzel bir ilham almıştır.
Biz burada sizlere sayısız sefer insanın kimliğini söylüyoruz, nasıl
söylüyoruz?.. Dünya üzerindeki bütün varlıklar insandan önce yaratıldı. İlk
güneş yaratıldı, hiçbir varlık Yaratanı dile getiremedi. Ne güneş ne ay ne
yıldızlar, ne dağlar ne taşlar, ne çiçekler ne çimenler, ne hayvanlar… hepsi
kendi vergisinde yaşamlarını sürdürdüler. E ama Allah istiyor şimdi bilinsin,
tanınsın. Ve Allah insanı yarattı. İşte insanda kendini yarattı. İnsan gözüyle
bütün yarattıklarını seyretti, insan diliyle bütün yarattıklarını isimlendirdi. Ve
kendi ismini de yine insandan aldı. Suretine bakıyorsun fakat hangi surettesin
biliyor musun? İnsan suretindesin. Pekala, ne kadar güzel... Peki suretine
layık hizmetlerin var mı? Kontrol ettiğin zaman bakıyorsun ki insani
33
hizmetlerin çok az. Şimdi o zaman insanlığa ulaşabilmek için bir İnsan-ı
Kamil'in huzuruna gideceksin, ona baş kesip benliğinden arınacaksın. Orayı
kendinde varlık edeceksin ve böyle yola koyulacaksın.
Hüdavendigar Mevlana'ya bir gün diyorlar ki: “Bir alim, bütün bilgilere
sahip olsa, maneviyatın tadına erebilir mi?” İşte koca Mevlana şu cevabı
veriyor: “Bir insan bütün bilgilere sahip olsa bile, ancak meyvenin kabuğuna
kadar gelir, tadına varamaz. Neden? Çünkü sahip olduğu ilimlerle benliğe
bürünmüş. Bir Mürşid-i Kamile bağlanıp orada benliğini kırmamış, teslim
olmamış. Onun için bu kişi ancak kabuğa varır ve dışarıda kalır.”
Ömürler malesef çok kısadır. Önemli olan manevi bir büyüğe bende
olmaktır. Örneğin Hazreti Muhammed'e, Hazreti Ali'ye, Hazreti Mevlana'ya
bende oldun mu, onlar anıldıkça sen de anılırsın. Eğer bir manevi büyüğü
bende etmezsen kendine yaşadığın kadar yaşarsın, yaşadığın kadar anılırsın,
öldükten sonra da unutulur gidersin.
34
“Çalışanlar fenalık düşünmeye fırsat bulamazlar.
Çalışmayanlar ise kendilerini fenalıktan kurtaramazlar.”
35
Hasıl-ı kelam, Şahımız Ali'nin bütün sözleri doğru ve yerindedir.
Çalışan insan fırsat bulamaz dedikodu yapmaya, çalışmayan insan durduğu
yerde dedikodu üretir, Adem eti yemeye başlar.
Biz burada her zaman ne diyoruz? Eğer yapacaksanız bir dedikodu,
Hazreti Muhammed Efendimizin büyüklüğünün dedikodusunu yapın. O
zaman siz ruhen banyo yapmış gibi olursunuz, temizlenmiş olursunuz. Eğer
dünya muhabbeti yaparsanız, dünya hep çamurdur, bakarsınız onun çamuru
sizin üzerinize de sıçrar.
Ah dostlar!
Ali’ye yüz tutanlarız biz,
Ali ile yola düşenleriz biz.
Ah dostlar! Haşa…
Ok, hançer yarasından korkmayız biz.
Ayağımızın bağlanmasından,
Başımızın gitmesinden korkmayız biz.
Ah dostlar!
Ateş gibi gidenleriz,
Cihana nur saçanlarız,
Cehennemi içenleriz biz,
Halkın dedikodusuna metelik vermeyiz biz.
Ali’yi giyindik, Ali ile yola düştük,
Cihan durdukça Ali ile Ali kalacağız biz.
Ali’nin demine Hu....
36
“Allah’a dayanan hiçbir zaman yıkılmaz.”
Şöyle bir deyiş vardır: Duvara güvenirsin, gün gelir duvar yıkılır.
Birisine güvenirsin, gün gelir ölür. Ama Allah’a güvenirsen, O’ne yıkılır, ne
de ölür... O, her daim diridir, hem daim ‘Hay’dır.
Bir dost da dedi ki: “Ali’den başka genç yoktur. Çünkü vasi ve veli olan
O’dur. Genç, ilm-i sırra sahiptir. Kendini genç gören ve iddia eden genç
değildir. Genç dediğin, Hak’la konuşan olandır.” Bu, çok yerinde söylenmiş
bir sözdür. Allah’tan daha genç yoktur ve hiçbir zaman da yaşlılık sıfatına
girmez, ama yaşlıdan da daha yüce bir akıla sahiptir.
Bozulmayan, çürümeyen ve rengi değişmeyen bir şey varsa, o da
Allah’tır. Oysa dünyevi nimetler hem çürür, hem çürütür. Allah’ın bizlere
sunduğu en güzel nimet akıldır ve onu da insanın başına koymuştur. Eğer
insan aklını ve sevgisini daima Allah’ın güzelliklerine yönlendirirse, o zaman
o kişi daima güzelliklerde yaşamını sürdürür.
Bakın ne güzel söylüyor Hüdavendigar Mevlana: “Sen aklını tutarsan
her an bende, daim beni görürsün sende...” Akıl başa, sevgili kalbe konuldu.
Eğer sevgili başa konulsaydı, rüzgar onu uçururdu... Ama o kalpte duruyor.
Eğer ki sevgili Allah olursa, muhakkak sevenin aklını da en güzel şekilde
işletir.
Biz her zaman ne diyoruz? İnsan düşünceden ibarettir... Neyi
düşünürsen onu çekersin kendine. Bu tarafı, bu güzellikleri sık sık düşünürsen
bir gün gelir, artık düşünmene de gerek kalmaz; baştan aşağı güzellik olursun.
Bizler, Hakk yolunun yolcularıyız. Bizler, yüce Allah’ın sunduğu
nimetlerden yiyenleriz; dünyaya düşkün değiliz. Hüdavendigar
Mevlana’mızın buyurduğu gibi: “Ya Rabbi! Bu kaseyi, bu sofrayı ebedi kıl,
kıyamete kadar yaşat! Allah’ım bu bahçeyi sonsuz baharının lütfu ile daima
yeşert, yemyeşil, ter-ü taze sakla! Allah’ım, bu duaya, sen de amin de! Zaten
dua da senin duan, amin de senin aminin.”
Evet, Allah’ı sevelim, Allah’ı isteyelim, bu evi O’nun konağı yapalım, O
da bizlerde can olsun. Eğer bu evi O’nun konağı yapmazsak, Allah’ı can
kılmazsak, biz demek ki boşuz, boşuna yaşıyoruz. Mutlaka bilinmelidir ki,
Allah’ın konuk olmadığı ev cansızdır ve yıkılmaya mahkumdur. Her ev yıkılır,
fakat Allah’ın evi yıkılmaz.
37
“Kavga ve çekişmekle sevgi birleşmez.”
38
Bir bir bu köprüden geçer.
Gelin dostlar sevgide buluşalım,
Yapılan işleri birbirimizde kolaylaştıralım,
Sevelim birbirimizi,
Birbirimizde sevilelim,
Bu dünya kimseye kalmaz...
39
“İnsanlar bir şeye başlamakla değil,
onu bitirmeye muvaffak olmakla methe layık olurlar.”
Hazreti Ali Efendimiz, selam olsun üzerine, her sözünde haklıdır. Bir işe
başla, sonra yarım bırak olmaz. Mademki bir işi yapmaya niyet ettin, o
zaman o işi kemalata erdireceksin. Bir işi kemalata erdirdiğin zaman
etrafındaki dostların, arkadaşların, akrabaların yaptığın işi görecekler ve
hoşlarına gidecek, seni övecekler, methedecekler.
Fakat misal olarak, sen niyet etmişsin duvar örmeye, temelini atmışsın
fakat duvarı örmemişsin, bekliyorsun ha yarın ha öbür gün ha seneye
öreceksin diye, fakat örmüyorsun. Hazreti Ali Efendimiz böyle şeylere hiç yol
vermiştir. Böyle insanlar kıymetli insanlar değildirler.
Hüdavendigar Mevlana, “Bir insan güzel bir iş meydana getirirse, ancak
daha iyisini meydana getirmek için onu örnek al, eğer yapamıyorsan da
takdir et” diye buyuruyor.
Maneviyatın güçlü olursa senden çalışan, senden kazanan Allah’tır. En
güzel işleri senden meydana getiren yine Allah’tır. Maneviyatını
güçlendireceksin ve çalışacaksın, çalışmamak olmaz.
Sizlere şöyle bir misal vereyim: Yağmurlu bir günde, Hazreti
Muhammed sahabesi ile giderken, yolda taş üstünde oturarak, sağa sola
bakan birini görür ve o kişiye selam vermeden geçer. Daha sonra adam
kalkar, taşlar koyarak su üstünde bir yol meydana getirir. Geri dönerken
Peygamber Efendimiz adama selam verince, adam der ki: “Ya Resulallah!
Biraz evvel buradan bana selam vermeden geçtin. Neden şimdi selam
veriyorsun?” Hazreti Muhammed, “Sen tembel bir şekilde oturuyordun.
Allah tembelleri sevmez, o yüzden selam vermedim. Şimdi insanlara hizmete
kalktığın için selam veriyorum” der.
Hazreti Muhammed’in bir ismi de Cabbar’dır, yani çalışkandır. Herkes
uyudu, o uyumadı, hep çalıştı, hep irşad etti. Sevenlerini aydın görmek istedi.
Bir hadisinde, “Benim ümmetim madden ve manen komşularından üstün
olursa şefaatime nail olur. İki günü bir olan benden değildir” diyor. Çalışanı
seviyor.
Bir evlat çalışır, kazanırsa baş üstünde tutulur, hiç çalışmaz hep isterse
ana baba üzülür. Biz, evlatlarımızı madden, manen her şeyin üstünde
görmek isteriz.
40
“Haddini bilip derecesini aşmayan kişiye
Allah rahmet etsin.”
41
Hakk'ın rahmeti su gibidir. O ancak aşağılara, alçak yerlere akar. Ben de
ayak altında çiğnenen toprak gibi alçak gönüllü, mütevazı olurum ki,
Rahman'ın huzuruna varayım...”
42
“Yücelik istedim, tevazuda buldum.
Riyaset istedim, ilimde buldum.
Keramet istedim, takvada buldum.
Rahat istedim, terki hasette buldum.
Galibiyet istedim, sabırda buldum.
Şükür istedim, rızada buldum.”
43
dayanıyor. Bunları yapabildin mi, o zaman sende Hakk’ın güzellikleri
tecellisini göstermeye başlar.
44
“Hakikati söyleyenlere bakarak öğrenme.
Hakikatin kendisini öğren ki, söyleyenleri de öğrenesin.”
45
Düşün de o ahir zamanı öğren.
Dede der, asıl varlığını bilmedin,
Çünkü sen ölmezden evvel ölmedin,
Renge aldanıp Hakk’a dönmedin,
Cehline verdiğin kurbanı öğren…
46
“Yalancının mürüvveti olmaz.”
Diline sahip olanın, yalanla alakası yoktur. Diline sahip olan küfürlü
muhabbetlerde, isyanlarda bulunmaz. İnsan, kimseyle alaylı tarzda
konuşmadan, kimseyi hakir görmeden, bütün çirkin işlerden kendini uzak
tutarsa, kendini muhafazaya almış, edebiyle yaşıyor demektir.
Yalana gelince... Hazreti Muhammed’e sorarlar: “Senin ümmetin yalan
söyler mi?” Peygamber Efendimiz şu cevabı verir: “Benim ümmetim zor
durumlara düşebilir, aç kalabilir ama yalan söylemez. Yalan söylediği zaman
benden değildir.”
Bir gün, Hazreti Mevlana’ya soruyorlar, diyorlar ki: “Bir kişi kalksa dese
ki: Ben önce Allah’ı severim, sonra Peygamberimi severim, en son seni
severim... Bu kişi hakkında ne dersiniz?” İşte Mevlana şu cevabı veriyor: “Bu
kişi aşktan çok uzaktır ve bu kişiyle yola çıkılmaz. Fakat bir kişi Sevgilisi için,
Allah’ım, Peygamberim, dinim, imanım diye bahsediyorsa, işte o kişi gerçek
bir aşıktır.”
Hüdavendigar Mevlana yine şöyle buyurur ve der ki: “Doğruluk, can
vermektir. Kendinize gelin de bu hususta ileri geçin. Kur’an’dan ‘Erler vardır
ki Tanrı’yla ettikleri ahdi bozmadılar, ahidlerine doğrulukla sarıldılar’ ayetini
okuyun! Nice ham kişiler vardır ki görünüşte kanlarını döktüler. Fakat
nefisleri diri olarak o tarafa kaçtı. Aleti kırıldı ama yol kesen diri kaldı.
Bindiği at kanlar saçtı ama nefis diri. At öldü, yolu aşılmadı. Ancak ham,
kötü, perişan bir halde kala kaldı. Her kan döken şehit olsaydı öldürülen kafir
de kutlu bir şehit sayılırdı. Nice şehit olmuş güvenilir kişiler de vardır ki
dünyada ölürler, şehit olmuşlardır, fakat diri gibi yürür gezerler.”
Bütün dava, dürüstlüğü elden bırakmayıp, dünya varlıklarına tamah
etmeden, yalandan, hırstan kaçınarak bizlere bahşedilmiş olan bu ömrü
Allah ile birlikte huzur içinde geçirmektir.
47
“Kötülüğe iyilikle muamele eden kerimdir, muhsindir.”
48
Hüdavendigar Mevlana’ya sormuşlar: “Senin yolunun başı var mıdır?”
Demiş ki: “Benim yolumun başı olsaydı sonu da olurdu. Benim yolum baştan
aşağı güzelliktir, başı sonu yoktur. Kendini ne kadar güzelliklere verirsen o
güzelliklerle sarhoş olur, kendinden geçersin.”
Güzellik kaynağı bir yol, bu güzellik kaynağında çirkin bir şey nasıl
aranır? Hazreti Mevlana bakın ne güzel bir seslenişte bulunuyor:
“Şefkati merhamette güneş gibi ol,
Başkalarının kusurunu örtmekte gece gibi ol,
Cömertlikte akarsu gibi ol,
Hiddeti asabiyette ölü gibi ol,
Tevazu ve alçak gönüllülükte toprak gibi ol,
Ya olduğun gibi görün ya göründüğün gibi ol.”
İnşallah hepimiz Peygamber Efendimize, Ehlibeyt Efendilerimize,
Pirimiz Hüdavendigar Mevlana’mıza, Piran Efendilerimize layık insanlar
oluruz.
49
“İnsan-ı Kamil,
herkesin hayrını isteyendir.”
İnsan annesinden doğup bir yaşa kadar geldikten sonra bir arayışa çıkar,
gönlüne göre bir İnsan-ı Kamil bulduğu zaman geçmişi silinir, orada yeniden
doğar.
Allah’a giden yol, kuldan geçer. Allah’ın sözlerini kim söylüyor? Taş mı,
nebat mı, hayvan mı? Hiçbiri söylemiyor. Bütün mesele, kamil bir insana
bağlanmakta ve onu sevmektedir ve O’nun rengine uymaktadır. Allah,
insanları, yine insanla terbiye eder.
İslam’ın kemalatı Hazreti Resulallah’ta tecelli etti. Allah en güzel
yüzünü Resulallah’dan gösterdi. O’nun ışığı herkesi çevreler, çünkü O, ayırım
yapmaksızın her varlığa ışık verir. Hazreti Muhammed hiçbir söze ve manaya
sığmayacak kadar yücedir. O her türlü hayalin ve idrakin üzerinde bir
manaya sahiptir.
İnsan-ı Kamillerin, yani Mürşid-i Kamillerin yolları Hazreti Ali’ye çıkar,
selam olsun üzerine. Neden? Çünkü Hazreti Muhammed Efendimiz Hazreti
Ali’ye; “Artık Nübüvvet (Peygamberlik) defteri kapandı, Velayet (Velilik)
defteri açılacak. Onların da başı sen olacaksın” demiştir. Yani Velayetin başı
Hazreti Ali’dir. Hangi Veli olursa olsun Hazreti Ali’yi kendilerine ruh
edinmezlerse, Kamil İnsan olamazlar. Hüdavendigar Mevlana, “Bütün
Velilerde ve Nebilerde gören göz Ali’dir” demiştir.
İnsan olmadan, ney nasıl kendi kendine ses çıkaramazsa, ‘Kamil
İnsan’dan da seslenen Allah’tır. Yani onun sözleri, doğrudan doğruya
Allah’ın sözüdür. Allah’ı bulmak için mutlak ve mutlak onu bulmak lazımdır.
Susamış kişi Hakk’ı arayan yolcudur, suyun kaynağı da Mürşid-i
Kamil’dir. Mürşid-i kamil, susamış kişiye Ab-ı Hayat’tır. Çünkü bir Mürşid-i
Kamil, Kur’an-ı Natık’tır, Hazreti Muhammed’in bütün nurlarına ve
hakikatlerine sahiptir. Onun sohbetleri vasıtasıyla tüm bu hakikatleri
öğrenirsin, aydınlanırsın.
Mürşid-i Kamil, ahlakımızda bize yaramayacak, ne gibi kirler varsa,
onları yavaş yavaş, hatta haberimiz olmadan temizler. Biz o Kudret’i
annemiz gibi tanıyıp, onun kucağına atıldıktan sonra, o da bizi elbette, evlat
olarak bağrına basar ve yüzümüzdeki, gözümüzdeki kirleri, anne şefkati ile
mukayese bile edilmeyecek kadar hudutsuz bir şefkatle temizler.
Allah’ın bir kanunu vardır: Lütfu Allah’tan evvela biz isteyeceğiz.
İki cihanın hakimi olan Kamil Mürşid’in bizi sevk ve idare edebilmesi
için, bizim ona nedensiz, niçinsiz bir teslimiyetle tabi olmamız şarttır. Asıl
50
tasavvuf, asıl manevi ve ilahi bilgi, bu teslimiyettir. İnsanı, bu bilgiden başka
kurtaracak hiçbir şey yoktur.
51
“İnsan çoktur,
fakat insanlığını tanıyan pek azdır.”
Hazreti Ali Efendimiz çok doğru bir söz söylüyor. Bu dünya üzerinde
yedi buçuk milyar insan var, fakat bunların arasında, insanın kimliğini bilen,
kimliğine ermiş olan pek azdır.
İnsanlığa eren kişi Allah'a ermiştir, Hakk’ın kendisidir. İnsanlığa
ermeyen kişi de ya yoldadır ya da Hakk’a tamamen arka çevirmiştir, dünya
nimetlerine dalmıştır. Bu insanlar gece gündüz daha fazla mal mülk elde
etmek için çalışır didinirler, düşünceleri hep dünyaya yöneliktir. Ama o gün
geldiğinde onun nefesi toprağa gider, ayak altı olur, çiğnenir.
Yeryüzünde en mukaddes varlık insandır. Bütün varlıklar insanla dile
geliyor, Yaratıcı insanla dile geliyor. İnsandan daha büyük alim daha büyük
bir varlık yok yeryüzünde. Düşünecek olsanız o Yaratıcı insandan işliyor;
füzeler yapıyor, uçaklar yapıyor, bir bakıyorsun Ay’a gidiyor. Bugün Mars’a
da gidiyorlar, ışık hızını da buldular. Çok yakında bütün gezegenleri de
gezecekler. Ama görecekler ki her yer boş, bulamayacaklar Allah'ı. Çünkü
Allah'ın merkezi dünyadır, buradadır O. Ama gezdiriyor seni, git ara bul
bakalım, neredeyim Ben, diyor…
Hüdavendigar Mevlana buyurur: “Kur'an, ölülere değil dirilere
gelmiştir.” Ve yine Hüdavendigar Mevlana Yasin suresinde çok derin bir
keşifte bulunmuştur, şöyle der: “Bir gün gelecek Ademoğlu Ay’a çıkacak
Ay’dan dünyaya menzil kuracak.” Ve çıktılar da… ama maalesef Kur'an'ı
hala ölüye okuyoruz. Kur'an'ın derin manalarına inenler ondan çok güzel
faydalandılar, çok güzel keşifler yaptılar, fakat Kur'an'ın dış yüzüne bakanlar
gerilerde kaldılar.
Bizler burada sizlerin hep gözlerinizi açmaya daha da uyanık olmanıza
çalışıyoruz. Gözlerinizi açın ki daha iyi görün, kulaklarınızı açın ki daha
güzel işitin. Çünkü biz Güneş’in evlatlarıyız ve hepinizin birer Güneş
olmanızı isteriz.
Bakın bir damla nur var göz bebeğimizde, o siyah göz bebeği, ne kadar
uzaklara ışık veriyor. Düşünmemiz lazım Yaratıcının her zerresi ışık, Ondan
bir şey gizlenemiyor. İşte Hüdavendigar Mevlana bir evladına buyuruyor:
“Evladım, benim sözlerime kulak ver ve beni iyi dinle.” “Buyrun Efendi
Hazretleri…” “Çalış her zerren göz olsun.” “Neden?” “O zaman senden
hiçbir şey gizlenemez, her şeyi görürsün… Çalış her zerren kulak olsun.”
“Neden?” “Çünkü herkesi duyarsın, kimse senden sırrını saklayamaz.”
Bakın Hüdavendigar Mevlana, evlatlarını ne kadar yüce görmek istiyor.
52
Allah insan dışında değildir, her zerremiz Allah'la diridir. En büyük
örneğimiz Hazreti Muhammed'dir, Hazreti Ali'dir. Onlardan sonra
Hüdavendigar Mevlana ve Piran Efendilerimiz gelir. Onları örnek alalım ki,
bizler de güzel birer insan olalım, kimliğimize erelim, huzur içinde yaşayalım.
53
“Bir kimse senden emin olmazsa,
sen de ondan emin olma.”
54
Her şeye sahip olsan bile gurura kapılma, başkalarını hor hakir görme.
Tevazuya in, yoklukta dur ve hiçbir şeyin sana ait olmadığını, bütün sahip
olduklarının Allah’tan olduğunu bil ve her an şükrederek niyazlarda
bulunarak yaşa ki, Allah’a yakın olasın ve huzur içinde yaşayasın.
55
“Yüzünü Hakk’a tutan kazanır,
Hakk’tan çeviren mahvolur.”
Bu devirde, bir saat bir dakika oldu, o kadar hızlı geçiyor ki hayat, gün
adeta saat oldu. Gününü nasıl yaşıyorsun, temeli maneviyat olan bir yere
bağlılığın, sevgin var mı? Maddeye ait her şey fanidir. Kişi bir Hakk ehline
yüz tutup, oraya gönlünü bağlar, orayla yaşamını sürdürürse, onun yaşamı
boşa gitmemiş olur. Hakk’la yola çıkmış, Hakk’la yürüyor, Hakk’la
konuşuyor. Onun her şeyi maneviyat zenginliği ile doludur ama maddeyi
gönlüne koyarsa, o anda sıkıntı, gam, kasavet, hüzün başlar. Çünkü Allah’ın
dışında her şey fani.
Misal olarak, bin kişi olsak, hepimiz sıdkı bütün imanla bir yere
bağlanırsak, sayıda kalabalık görünürüz ama manada bir sayılırız. Çay
demlikte bir kapta idi, bardaklara konulunca çok görülür. Her birine sorsak,
ne içiyorsun? diye “çay” der. Yani gönlün nerede? Hakk’ta, demektir bu...
Sonuç nedir? Hepimizin gönlü Hakk’ta, hepimiz Hakk olduk.
Bu beden bir testidir, yolun sonunda da sonsuz güzelliklerle dolu bir
okyanus var. Testi kırılınca, vücuttaki ruh, su misali, gider hedefine ulaşır.
Fakat hiç Allah’ı zikretmeden, hep dünya muhabbetleri ile ömür geçirilirse,
testi kırılınca, o su toprağa gider. Toprağa gidince ayak altı olur, yani bütün
ömrü zayi olmuş olur.
Hüdavendigar Mevlana, şöyle buyurur ve bizlere sorar: “Ey insan! Sen
dört anasırın sahibisin. Birinci anasır, vücudundaki hararet; güneşe ait. İkinci
anasır, vücudundaki hava; semavata ait. Üçüncü anasır, vücudundaki su;
okyanusa ait. Dördüncü anasır, deri ile kemik; o da toprağa ait. Bir gün
gelecek bu dördü aslına gidecek; peki sen nereye gideceksin?..”
Dünya kuruluşundan beri canlı varlıklar, hep devrandadır. Tekamülü
tamamlamak için misal olarak bütün dünya varlıklarından gönlü çekmek
lazım. Gönül tamamen Yaratıcı’ya bağlanır, O’nun sevgisi, O’nun
muhabbeti, O’nun bakışıyla hareket edilirse yol alınır. Eğer hem orayı, hem
burayı, hem de Allah’ı severim dersen, kemalata eremezsin. Tekamül edenler
içinde en büyük örnek Hazreti Muhammed’dir, sonra Hüdavendigar
Mevlana ve diğer Evliyaullah gelir. Onlar da bizler gibi beşerdi ama
gönüllerinde Allah’tan başka bir şey olmadığı için konuşmalarında hep Allah
muhabbeti vardı. Bir kişi iman ettiği yerin haline bürünürse, o kişide tekamül
başlar. Sevgi yüzde seksen başka yere, yüzde yirmi Hakk’a ise burada
tekamül olmaz.
Mevlana’mız sevenlerine diyor ki: “Bir gün bana tam manasıyla
hizmette bulunduysan, ben şefkatimi senden çekmem.” Tabii ki, kemalata
56
ererek gitmek daha başkadır. Tekamül, Hakk’la Hakk olmaktır, Hakk’tan
başkasını gönüle koymamak, onun dışına çıkmamak, dünya durdukça ebedi
hayata yol almaktır. Bir insan bu alemde neyi temsil ettiyse, gidişi de orayadır.
Hakk’ı temsil ettiyse, gam, keder ondan uzaklaşır; gönül verdiği, teslim
olduğu yer ile dünya durdukça baki kalır.
57
“İslam’dan daha yüce şeref yoktur.”
58
Ağzından bir tek çirkin söz çıktı mı sen kirlenmiş sayılırsın. Bu ağız
ancak güzel söz söylemek için vazifelidir. Zerre kadar küfür, kavga, çirkin söz
için değildir. Fakat maalesef insanlar derin düşünmeden bilgisizce sözler sarf
ediyorlar.
İslam olmak kolay değildir. İnşallah her birimiz Hazreti Muhammed
Efendimize, İmam Ali Efendimize, Hüdavendigar Mevlana’mıza ve Piran
Efendilerimize layık güzel insanlar oluruz.
59
“Akibetini çok düşünen şecaat gösteremez.”
60
“Sükutu galip olanın muhabbeti ziyade olur.”
61
“Bir kimseden gördüğün iyiliği hatırından hiç çıkarma.”
İmam Ali Efendimiz burada, mademki birinden bir iyilik gördün, sana
bir iyiliği dokundu, o zaman bu iyiliği hiç hatırından çıkarma, diye
buyuruyor. O kişi demek ki bir Hızır gibi sana gelmiş, Hakk ondan işlemiş, o
zaman sen de o iyiliği hiç unutma hep hatırında tut.
Hüdavendigar Mevlana’mız, Mesnevi-i Şerif ’inde, Hızır hakkında şöyle
buyurur ve der ki: “Bir Pir ele geçirdin mi hemen teslim ol; Musa gibi
Hızır’ın hükmüne girip yürü. Ey münafıklık nedir, bilmeyen! Hızır’ın yaptığı
işlere sabret ki Hızır, ‘Haydi git, ayrılık geldi’ demesin. Gemiyi kırarsa ses
çıkarma; çocuğu öldürürse saçını başını yolma. Mademki Hakk, onun eline,
‘Kendi elimdir’ dedi; ‘Yedullahi fevka eydîhim’ hükmünü verdi; şu halde
Allah eli, onu öldürse de yine diriltir. Hatta diriltmek nedir ki? Ona ebedi
hayat verir. Bu yolu, nadir olarak yapayalnız aşan bile yine Pirlerin
himmetiyle aşmış, varacağı yere onların sayesinde ulaşmıştır. Pirin eli, kısa
değildir, gaybdekilere de erişir. Onun eli, Allah kabzasından başka bir şey
değildir ki. Gaybde bulunanlara böyle bir hil’ati verirlerse huzurda
bulunanlar şüphesiz gaybdekilerden daha iyidir. Gaybdekileri bile doyururlar,
onlara bile ihsan ederlerse artık konuğun önüne ne nimetler koymazlar?
Huzurlarında hizmet kemeri bağlanan nerede, kapı dışında bulunan nerede?
Piri seçip ona teslim oldun mu, nazik ve tahammülsüz olma; balçık gibi
gevşek ve sölpük bir halde bulunma. Her zahmete, her meşakkate kızar,
kinlenirsen cilalanmadan nasıl ayna olacaksın?”
Mürşid-i Kamillerin yolları Hazreti Ali’ye çıkar, selam olsun üzerine.
Velayetin başı Hazreti Ali’dir. Hangi Veli olursa olsun Hazreti Ali’yi
kendilerine ruh edinmezlerse, kamil insan olamazlar. Hazreti Pir; “Bütün
Velilerde ve Nebilerde gören göz Ali’dir” demiştir.
Mürşid-i Kamiller kitabî konuşmazlar, onlar daima hitabî konuşurlar.
Allah insanların hem yaradanı, hem mürebbisidir. Onlar, yeryüzünde
Allah’ın ihsanını halka sunmakla görevlidirler. Onlar aşkın, canlı, ete kemiğe
bürünmüş hali olarak seyredenlerine ayna olurlar. Arayışta olanlar o aynada
Allah’ın türlü güzelliklerini, yüceliğini, cömertliğini seyrederler.
Nitekim, Kur’an-ı Kerim’de, “Artık sen, öğüt verip, hatırlat. Sen,
yalnızca bir öğüt verici, bir hatırlatıcısın” diye buyurulmaktadır. (Gaşiye, 21)
Mürşid-i kamiller Allah’ın gölgeleridir, hepsi Allah’ın aletleridirler.
Hazreti Muhammed Efendimizden zuhura gelen bütün o güzel kelamlar
Allah’ın kelamıdır. O, Allah’ın aletiydi, Hakk ondan işliyordu.
62
Allah elçiden dile geliyor. Oradan tebliğler sunuyor, o tebliğler sana ağır
geliyor, kaçıyorsun. Kaçma! O tebliğleri yerine getir ki, Hakk yüzünü sende
göstersin.
Unutmayın… Talebimiz sadece Allah’tan olmalıdır. Bilgisizlikten başka
hiçbir şeyden korkmayın, bilmediklerinizi öğrenmekte azimli olun. En büyük
zenginliğiniz olan aklınızı kullanarak güzel huylarla huylanmak yolundan
ayrılmayın.
63
“Öyle bir kimseyi dost tut ki,
aranızda kardeşlik husule gelsin.
Senin bulunmadığın yerlerde,
seni müdafa etmek için düşmanlarınla pençeleşsin.”
64
“Edeb insanların ziynetidir.”
65
“Herkesten müstağni bulundukça kıymetin yücelir.”
Hazreti Ali Efendimiz bu sözünde şunu demek istiyor: Bir insan eğer tok
gönüllü olursa, başkalarından bir şey dilenmezse, Hakk ile kendisini donatmış
ise, bu kişi her yerde herkes tarafından sevilir ve sayılır.
Çalışacaksın, yiyeceksin, eğleneceksin; fakat hiçbir dünya arzusu, Allah
sevgisinin üstünde olmayacak. Mesele burada; bizi kurtaracak olan şey,
menfaatsiz sevgidir. İnsanı bu ihya eder. Fakat menfaatle karıştı mı zehir olur.
Bedenimiz bir kafese benzer. Eğer kendimizi ruhaniyeti zenginleştirecek
davranışlarla, hizmetlerle beslersek, Hazreti Muhammed’in, Hazreti Ali’nin,
Hüdavendigar Mevlana’nın ve diğer Evliyaların ahlakını benimsersek,
kafesimiz türlü güzellikte kuşlarla süslenir. Ama gayretlerimiz hep dünya ve
dünya kazançları için olursa, kafesimiz bize zindan olur, bizi güzelliklerden
uzaklaştırır.
Şöyle bir deyiş vardır: Duvara güvenirsin, gün gelir duvar yıkılır.
Birisine güvenirsin, gün gelir ölür. Ama Allah’a güvenirsen, O’ne yıkılır, ne
de ölür... O, her daim diridir, hem daim ‘Hay’dır.
Vermekte en cömert olan yüce Allah’tır. Düşünün, gece-gündüz
hizmette, bir saniye bile geri kalmıyor hizmetlerinden. İlahi düzen büyük bir
ahenk içersinde yürüyor ki, hiç durup dinlenmesi yok. O halde ona layık
olabilmek yolunda bizlere de durmak yok.
66
“Allah’ın insanlara bahşettiği
nimetlerin en büyüğü akıldır.”
Allah sayısız nimet ihsan etti. Bütün nimetlerden en üstün nimet olarak
akıl verdi, onu da başa koydu. Bir insan cüz’i akılla yola çıkarsa her zaman
hüzünlere, kaygılara düşebilir. Fakat araştırır, Allah’ın bir dostuna el uzatır,
onu etüd ederek onun kişiliğini öğrenip oraya gönül verir, orayla aklını
büyütürse, bu kişinin hayatı daima huzur içinde geçer. Bir yere muhabbet
vermek, oraya kendini bırakmak lazım. Eğer öyle güzel bir yer bulur da
oraya temiz bir gönülle bağlanmazsa, ömrünün sonuna kadar oraya gitse de
yararlanamaz, boşuna gelip, gider. Bu yol, hırkada taçta değildir. Kişinin
temiz gönlüne bakar. Kişi kendi benliğinde, küçük akılda kalırsa, her zaman
üzülmeye, sıkılmaya mahkumdur.
Aklın en büyüğü Hazreti Muhammed’de, o Akl-ı Küll. Bütün
Evliyaullah orayla akıllarını büyüttüler ve sevilerek kendilerini kazandırdılar.
Ne güzel isimleri var, Evliya... Peygamberler, Evliyalar yaratıcıda kendilerini
fani kıldılar, daima güler yüzlü oldular, dilleri tatlı, bakışları hoş oldu.
Cemaatleri onları dinleyerek huzura kavuştu.
Akıl, hiçbir varlığa verilmemiş, insana verilmiş. Bir balina bir sandalı
devirir, beş-on kişinin ölümüne sebep olursa yargılanmaz ama bir insan,
yumurta çalsa yargılanır. Neden yaptın? diye sorulur. Çünkü insanda akıl var.
İnsan her şeyin sorumlusudur ama insan olmadı mı biri, ne diyebiliriz ki...
İslam devletleri içinde Türk toplumu daha aydındır. İnşallah daha da
aydın oluruz. Hepimiz kardeş oluruz, birlik oluruz. Bütün insan toplumunu
birliğe, kardeşliğe, güzelliklere götürürüz.
Ne güzel söylüyor Yüce Mevlana ve diyor ki: “Beri gel beri, daha beri,
daha beri, ben senim, sen bensin. Biz bir top inciyiz, bir başız, bir akılız, bu
şaşılık niye? Hiç aydın aydınlıktan kaçar mı? Gel…”
67
“Alim düşman cahil dosttan daha hayırlıdır.”
Düşmanın alim olursa o seni arkandan vurmaz, eğer cahil ise dostun
bile olsa seni arkandan vurur. Ne güzel söylemiş büyüklerimiz: Cahille
dostluk etme, akıbet başın derde girer…
Hüdavendigar Mevlana, Mesnevi-i Şerif ’inde şöyle bir hikaye anlatır:
“Adamın biri, bir gün bir ayı yavrusu buldu, beslemeye başladı. Bunu gören
arkadaşları ona tavsiyede bulundular, dediler ki: Bu ayıyı götür ormana
bırak, yoksa büyüdüğünde senin canına kasteder, öldürür seni. Adam onlara
kulak asmadı, o benim çok sadık bir dostumdur, dedi. Gün geldi ayı büyüdü.
Hala beraber yiyor içiyorlar, geziyorlardı. Bir gün adam yoruldu, bir ağacın
gölgesinde yattı uyudu. Ayı sinek kovalamaktaydı. Sinek, kovulunca kalktı,
fakat inadına yine kalktığı yere gelip kondu. Ayı, o adamın yüzünden kaç
kere sineği kovdu. Fakat sinek gene derhal kalktığı yere gelip konmaktaydı.
Ayı, sineğe kızıp, gitti dağdan kocaman bir taş yakalayıp getirdi. Sineğin yine
uyuyan adamın suratına konmuş olduğunu görünce, o koca değirmen taşını
alıp, sineği ezmek için adamın suratına fırlattı. Taş, uyuyan adamın suratını
paramparça etti. Bu mesele de bütün aleme yayıldı; ayı sineği öldüreceğim
derken adamı öldürdü… Cahilin sevgisi şüphesiz ayının sevgisidir. Kini
sevgidir, sevgisi kin. Ahdi gevşek, zayıf ve bozuk... sözü büyük, vefası artık.
And içse bile inanma. Eğri sözlü adam andını da bozar. Madem ki yeminsiz
sözü yalan. Hilesine yeminine de inanma. Onun nefsi beydir, aklı esir... farz
et ki yüz binlerce defa Mushaf ’a yemin etmiş olsun!..”
İşte Hazreti Ali Efendimizin sözü ne kadar doğru ve yerindedir.
Cahilden dostun olacağına alimden düşmanın olsun.
68
“İnsanların kıymetleri yaptıkları iyilikle ölçülür.”
Ey canlar!
Bulunduğumuz yer,
Sonu olmayan güzelliklerle dolu bir deniz.
Bu denizde ne ölmek var bize,
Bu denizde ne dert ne gam ne keder var bize.
69
Bu deniz alabildiğine muhabbet,
Bu deniz iyilikten, cömertlikten ibaret.
Bulunduğumuz yerin kıymetini bilelim,
Oradan bir an dahi gönlümüzü çekmeyelim...
70
“Zalimin düşmanı Allah’tır.”
71
“Verdiğin sözden dönme,
haddini aşma, düşmanın olsa da aldatma.”
Ey arifler, ey aşıklar,
Gelin hep beraber Muhammed’i bulalım.
Ey Dost yolunda yürüyen sadıklar,
72
Gelin Muhammed’i bulalım.
Doludur aleme Muhammed’in nuru,
İki cihan serveri nerde ise an’ın nuru,
Gelin ey dostlar Muhammed’i bulalım.
Ey canlar, Muhammed diridir ölmez,
Dünya durdukça taze güldür solmaz,
Onu seven dostlar gafil olmaz,
Gelin ey dostlar Muhammed’i bulalım.
Ey dostlar,
Gelin kalmayın dünya elinde,
Cihanın mülkü malında,
Gelin Muhammed’i bulalım.
Muhammed alemden gitmez,
Cihan durdukça sönmez,
İsteyenler yolda kalmaz,
Gelin dostlar Muhammed’i bulalım...
73
“Haddini bilen hakaret görmez.”
Bir insan sıdkı bütün imanla Allah’a yola koyulursa, bu kişide artık
kendine ait birşey kalmaz ve ondan varlığını gösteren iman ettiği yer olur.
Bizlerin ateşe girebilmemiz için, yani diğer bir deyişle ateşin bize kulluk
etmesi için, bizim, selam olsun üzerine, İbrahim Halilullah gibi olmamız
gerekir. Onun gibi teslimiyetli ve imanlı olmamız gerekir. Bir kişide böyle bir
iman ve teslimiyet oldu mu, bütün kainat ona hizmettedir. Fakat bu yere
akılla varılmaz; insan akla düştü mü, acaba mı, nasıl mı, neden mi, niçin mi,
diye sorgu sual etti mi, o kişiyi ufacık bir ateş bile yakar. Çünkü kendi
kimliğinin dışına çıkmıştır, teslimiyeti bırakmış, nefsine düşmüştür. İnsana en
büyük acıyı veren de nefsidir.
Teslimiyetin manası nedir? Ben yokum demektir; bütün zerrelerimde
varlık olan sensin Allah’ım, demektir. Bu durumda mademki kainatı Allah
yarattı, mademki bütün kainat O’na hizmettedir, o zaman ne ateş ne arslan
hiçbiri sahibine zarar vermez, hepsi saygıda dururlar, saygıda bulunurlar.
Hüdavendigar Mevlana şöyle buyurmuştur; “Allah’ı zikretmekle
kalmayın, çalışın Allah’laşın, beşeriyetten dışarı çıkın.” Gerek Hazreti
Muhammed, gerekse diğer Piran hepsi Allah’ı güzel bir dille andılar,
anlattılar. Çünkü Allah insanla dile gelir, insanla kendini kanıtlar.
İnsan küçük bir varlık değildir, hakikatte bütün kainat insanı
zikretmektedir, insanı aramaktadır. Fakat ne yazık ki insan kimliğinden
haberdar olmadığı için kendisini herşeyden aşağı görüyor.
Hakikatte bütün dava bulunduğumuz yoldur. Ariflerin yoludur;
irfaniyettir. Kimliğine ulaşmaktır ve kimliğinde yaşamaktır.
74
“Herhangi bir işte acele etme,
hataya düşersin.”
75
“İnsana kıymet ve şeref veren yalnız ilimdir.”
Hüdavendigar Mevlana bir toplantıda otururken alimin biri der ki: “Biz
bu kadar ilim tahsil ettik, Kur’an-ı Kerim’de Cenab-ı Allah buyuruyor ki,
‘Beni bu alemde göremezsen, öbür alemde hiç göremezsin.’ Biz Allah’ı nasıl
göreceğiz?” Mevlana, “Efendi” der, “bu soruyu kimin kudretiyle sordun?”
“Allah’ın kudretiyle.”
“Gözlerin kimin kudretiyle görüyor?”
“Allah’ın…”
“Bütün bu bilgiler kimin kudretiyle sende?”
“Allah’ın…”
“Desene her zerreni O sarmış, ama sen O’nu kendi dışında arıyorsun.”
Hüdavendigar Mevlana, bizleri bize en güzel şekilde bildirdi. Bizler
derinliklere inip, kişiliğimizi arayacağımıza nefsi arzularımızın peşinde
koştuğumuz için sıkıntılardan, hüzünlerden kolay kolay kurtulamıyoruz.
Yunus Emre’nin buyurduğu gibi: “İlim, ilim bilmektir, ilim kendini
bilmektir. Sen kendini bilemezsen, bu nice okumaktır?”
İnsan yeryüzünde en mukaddes varlıktır. Bütün varlıklar insanla dile
gelmiştir, Allah’ın bütün güzellikleri insanla bildirilmiştir. Öyleyse aynaya
bakıyoruz da, kendimizi insan görüyoruz da, neden insanlığı öğrenmeye
çalışmıyoruz?..
İlim tahsil edip çok bilgiye sahip olursun ama o okuduğun güzel
ilimlerin sahibinin hallerine sahip değilsen, onun ahlakına uygun yol
almazsan, kuru bilgide kalırsın.
Bu aleme gelen bütün Peygamberlerdeki ilim, bilim, o güzel kerem, o
ışık, hepsi Hazreti Allah’ın tecellisi idi. Allah’ın elçilerine imanla bakmak,
Hakk’ı orada görmek, oraya ayak uydurmak, Hakk’a yol almaktır. Aslolan
ilim, her şeyden arınmak, iman ettiğin yere kendini perçinlemek, kendini
orayla büyütmek ve O olmaktır.
İman dediğimiz zaman, bizlere en büyük örnek Hazreti Ali
Efendimizdir. O, “Ben görmediğim Allah’a ne inanırım ne de iman ederim”
diye buyurmuştur. Peki Allah’ı kimde gördü de iman etti?.. Hazreti Ali,
Allah’ın bütün güzelliklerini, O’nun nurlarını Hazreti Muhammed’de gördü
ve O’na iman etti.
Hüdavendigar Mevlana, “Ali’nin Zülfikarı ne kadar keskin ise, O’nun
ilmi Zülfikarından da keskindir” der.
76
Hazreti Ali, Peygamber Efendimizin iç aleminin bütün sırlarına sahipti.
Çocukluğundan itibaren O’nun eğitiminde yetişti, bir an dahi yanından
ayrılmadı ve sonunda Hazreti Muhammed Efendimiz Hakk’a yürümeden
önce binbir sırrın anahtarını Hazreti Ali’ye verdi ve O’nu bütün Velilerin
başı kıldı. Evliyaullah’ın Şah’ı Hazreti Ali Efendimizdir. Bütün tasavvuf
ehlinin Piri Hazreti Ali’dir.
Onun için, bizler de gönlümüzü büyütmeye çalışalım, imanımızı
güçlendirelim. Ne olursa olsun ben yokum, benden işleyen, hizmet eden
bütün o güzellikleri sunan bir kudret sahibi, iman ettiğim yer var, diye
düşünelim ki, O da bizlerde varlığını göstersin.
77
“İyi işler görmek ömrü bereketlendirir.”
78
Gün gelir mahşere solgun nice erkek ve kadın,
Toplanır sorguya bin ah ile bir velvele kim.
Ben senin aşkını dört elle koyup dizlerime,
Bir suçum varsa sorun işte budur suçlu derim.
Yürü yum gözlerini, gönlün olur bir nice can,
Ki o gözlerde ışıldar sana bir başka cihan.
Uyarak nefsine olmazsan eğer sen mağrur,
Sevilen bir er olursun, can olursun o zaman.
Ağla candan ağla ey dost, komşudur bir tek duyan.
Bir çocuk ağlarsa içten, annedir istek duyan.
Anne serbesttir evet, iş güç yapar,
Sen ağlaya dur, ağlayış sermayedir ey dost,
Aşk deyip artık uyan...
79
“Nice kimselere vefa gösterdin,
lakin onlardan vefa görmedin.
Bununla beraber hiçbir vefakarlıktan vazgeçmedin.”
80
atsınlar başımıza, biz yine başımıza eğeriz, cevap vermeyiz gideriz Eğer
cevap verirsek onun haline bürünmüş oluruz.
İnsan olmak çok ağırdır, fakat sonunda büyük bir kurtuluş vardır. Çünkü
Hazreti Muhammed Efendimizin, selam olsun üzerine, güzelliklerine eren
bütün Veliler, en başta Şahımız Ali, o güzellikler karşısında mest bir halde
kalmışlardır.
81
“Veli nimetine karşı gelmek gibi
küstahlık ve alçaklık olamaz.”
82
“Cenab-ı Hakk her kibir edeni hakir ve rezil eder.”
83
“Hiddetini yenebilen kimse düşmanlarına galip gelir.”
84
“İki yüzlü insanlardan uzaklaşınız.
İyi vaktinizde etrafınızda dolaşırlar
ve kötü vaktinizde derhal uzaklaşırlar.”
85
Bekle dert arkadaşım bekle,
Otur sen, sen gitme...
Gül şeker örneği doludur,
Kadehin taze şarap.
İşte meclis güzelim,
Nurunu vur, sen gitme...
86
“Aslan gibi kuvvetli olsan da kavgadan çekin.
Sulh daha iyidir.”
87
“Size nimet geldiği zaman,
az şükürle onu uzağa kaçırmayın.”
88
“Zorluklara tahammül eden kolaylıklarla karşılaşır.”
89
“Birisi hakkında söylenen sözleri muhakeme ediniz.
İşittikleriniz o kişiye yakışmıyorsa,
o sözün doğruluğuna inanmayınız.”
90
sözlerine nasıl güveneyim de kabul edeyim dersin ve doğru olan neyse onu
yaparsın. Aklı selim bir insana yakışan da budur.
91
“Bana, beni sorarsan,
ben zamanın bütün olaylarına sabırla direnirim.”
92
“Seni inciten kimse itiraf ederse, kabul et.
Kin tutma.”
93
Hüdavendigar Mevlana’nın burada rahmeti, şefkati büyük, fakat
çirkinlik yapana da, ne güzel yapmışsın, diyemeyiz. Hoş olan şeye hoş deriz,
hoş olmayana nahoş deriz. Bağışlarız, hidayet dileriz, fakat kin tutmayız.
Bizim yolumuzda incinmek var, incitmek yok.
İnsana layık olan, Hazreti Muhammed’in, Ehlibeyt’in, Hazreti
Mevlana’nın ahlakı ile ahlaklanmak, onların haline bürünmek, onların
güzelliklerini benimsemek, kişiliğinden ayrılıp sevdiğin yeri kendinde kişilik
kılmaktır.
94
“Sükut, yalan söylemekten,
başkalarını çekiştirmekten evladır.”
Küfür, benlik, isyan, hor görme, bunlar insana ait vasıflar değildir.
Bütün bu çirkinlikler, edeb dışı hareketler, nefsi arzular, kimliğine vakıf
olamamış kişilerde görülür. Kin, inat, onun bunun arkasından konuşmak,
bunlar insana yakışmayan şeylerdir.
Pekala insana yakışan şeyler nedir? Hazreti Muhammed’i örnek
almamız lazım; nasıl konuşmuş, nasıl yaşamış? Diğer Peygamberlere, Velilere
bakmamız lazım; onların dilinde, isyan, küfür, benlik, onu bunu hakir görme,
onun bunun arkasından konuşma var mı? Hiçbiri yoktur.
Diline sahip olan küfürlü muhabbetlerde, isyanlarda bulunmaz. İnsan,
kimseyle alaylı tarzda konuşmadan, kimseyi hakir görmeden, bütün çirkin
işlerden kendini uzak tutarsa, kendini muhafazaya almış, edebiyle yaşıyor,
demektir.
Yalana gelince… Hazreti Muhammed’e sorarlar, “Senin ümmetin yalan
söyler mi?” “Benim ümmetim zor durumlara düşebilir, aç kalabilir ama yalan
söylemez. Yalan söylediği zaman benden değildir” diye cevap verir.
Bütün Peygamberler ve Veliler sevgi sunmayı, şefkatle kucaklamayı
nasihat etmişlerdir. Nimetlerin en büyüğü akıldır. Aklımızı kullanır, dilimizi
hoş tutarsak mesele kalmaz. Bunun aksi davranışlar insan olana yakışmaz.
Konuşurken ağzımızdan çıkacak her sözü, Muhakeme-i Kübra’dan,
yani akıl süzgecinden, geçirmemiz lazım. Sarfettiğimiz sözler kulağımıza hoş
geliyor ise başkalarına da hoş gelir, o zaman ikram edebiliriz. Kırıcı, tenkit
edici sözler sarfetmek, başkalarını çekiştirmek doğru değildir. Malum; söz
gümüşse, sükut altındır.
95
“Kendini beğenen,
fazilet ve saadetten uzak kalır.”
İnsanı bütün güzelliklerden uzak eden küçük aklıdır. Böyle bir kişi kendi
aklını beğenir ve başkalarını hor görür.
Hüdavendigar Mevlana, Hazreti Şems’in elinde piştikten ve bir güneş
gibi parladıktan sonra bakın ne diyor: “Ey insan! Kusursuz kul bu alemde
arama. Kusursuz insan yoktur bu alemde, herkeste bir kusur vardır.
İnsanlarla iyi geçinmek istersen, herkesin iyi taraflarına bak, o zaman
huzurlu olursun.”
İnsan, başkalarında kusur ararken kendi kusurlarını görmez, ama kişi
önce kendi kusurlarını görür de, başkalarında kusur aramayı bırakırsa, işte o
zaman daha mutlu bir yaşam sürer.
İşte Yüce Mevlana yine şöyle buyurur: “Ne kadar bilgin olursan ol, bir
mürşid-i kamile baş kesmedin mi, edindiğin o bilgi ile sen ancak meyvanın
kabuğuna varırsın, ama tadını alamazsın.” Neden? Çünkü egonda,
benliğinde yaşadın, kendi zahiri bilgini beğendin, başka kimseyi beğenmedin,
hor gördün.
Eskiler güzel konuşan bir insan gördüklerinde, “Maşallah, ne güzel
konuşuyor, aynaya yüz tutmuş” derlerdi. Bu ne demektir, güzel konuşuyor,
çünkü bir Mürşidi var. Mürşidini ayna etmiş kendine, ondan yansıyan
güzelliklerle konuşuyor, etrafına güzellik sunuyor. Bazı kişileri de duyarsınız
devamlı küfürlü konuşur, onun için de derler, “Aynasız”. Yani, bir aynaya yüz
tutmamış, Mürşidi yok, kendi aklıyla yola çıkıyor, kendini beğeniyor, kötü
konuşuyor, işte o kişiden her şey beklenir. Böyle bir kişi için hidayet dilemek
gerekir ki, bir Mürşide ulaşsın da, insanlığa kavuşsun.
96
“Sen rızkını aradığın gibi,
rızkın da seni arar.”
97
“Akıllı kişi ne sırrını ifşa eder,
ne de başkasının sırrını sorar.”
98
“Bilgiyi iste, terbiye edin, canım sana feda olsun.
Ellerim onunla üstün olur,
yeter ki iyi ve güzel şeyleri iste.”
Zaten Hazreti Ali Efendimiz ne güzel buyurur; “Bana bir ilim öğretenin
ben kırk gün onun kölesi olurum. İlim nerede ise git al” der.
Hazreti Peygamber Efendimiz de savaşlarda düşman askerlerini esir
aldıkları zaman, onlardan ümmetine öğretmenlik yapmalarını istedi, okuma
yazma öğretmelerini istedi, çünkü onların çoğu okuma yazma biliyordu. Ve
böylece onları kölelikten de azad etti. Çünkü öğretmen çok mukaddes bir
varlıktır. O, sana bilgi sunar.
Bakın 1400 sene geçmiş aradan ama, onların sözleri hiç eskimemiş,
daima ağızlarından baldan tatlı sözler akıyor.
Ama maalesef bugün öyle değil; insanlar hep küfürde, kavgada
yaşıyorlar. İnsan olanda ikiliğe düşüren sözler olmaz. İnsan olanın sözü her
zaman yapıcıdır, insanları sevgiye, birliğe, kardeşliğe çağırır.
Kendini bilmeyen, kimliğinden habersiz kişilerden topluma ancak ikilik
yayılır. Bir toplum ne kadar ikiliklerden uzak durursa, Hazreti Muhammed
Efendimizin, Hazreti Ali Efendimizin, Pirimiz Mevlana’nın, Piran
Efendilerimizin ve Evliyaullahın ilmiyle kendilerini güzelleştirirlerse, onların
dilleri ile topluma çıkarlarsa, o toplum aydınlanır karanlıklardan kurtulur,
özgür ve hür yaşar. Çünkü karanlık aydınlıktan korkar.
Peygamber Efendimiz ne diyor… “Ben bütün aleme rahmet olarak
geldim” diyor. O’nda insan ayrımı yok, din ayrımı yok, mezhep ayrımı yok.
O, iyiye de kötüye de rahmetle çıkmıştır hep. Neden? Çünkü hepsini Allah'ın
varlıkları olarak görmüştür, O’nda hiç ayrımcılık yoktur.
Madem ki bizler de Müslümanız, o zaman bizim de Peygamber
Efendimize uyarak, O’nun gibi topluma rahmetle çıkmamız lazım. Kavgayı,
dövüşü, ikilikleri artık geride bırakmamız lazım.
Mevlana'nın çok güzel bir sözü vardır, şöyle der: “Evladım, sakın cahil
ile sohbet etme, akibet başın derde girer.” Neden böyle söylemiş? Çünkü
cahile kara dersin, o, beyaz der; devamlı tersini söyler.
Evet, bizim üzerimize düşen, ne kadar güzellikler varsa, onları
benimsemek; ne kadar akla uygun sözler varsa, onları benimsemek; ne kadar
gönüle uygun sözler varsa, hepsini benimsemektir. Eğer aklımız almıyorsa,
gönlümüz almıyorsa, ruhumuz gıda bulmuyorsa, o zaman o sözleri
dinlemeyeceğiz; ki zamanımız boşa geçmesin.
99
“Kötü huyu terket,
Hakk’ın hikmetine mazhar olursun.”
100
“Hiçbir işte aceleci olma,
ilerisini düşünerek acelesiz hareket edenler kendilerini bir
çıkmaza girmekten kurtarırlar.”
101
"Zora çağrılsam kolaylığı sunarım da,
zorbalığa çağrılsam asla cevap vermem.”
Bakın dikkat edin, Hazreti Ali Efendimiz burada ne kadar anlamlı bir
söz söylüyor.
Diyelim ki, diyor, bir zor işle uğraşıyorsun, ama başa çıkamıyorsun,
gücün yetmiyor; eğer beni çağırırsan hemen gelirim, hem de bütün işlerini
kolaylaştırırım senin, diyor. Ama eğer beni zorbalığa çağırırsan, benim
kulaklarım o işe sağırdır, o sözleri işitmem, gelmem.
Demek ki güzel işe, ağır bir iş de olsa hemen koşuyor Hazreti Ali, ama
zorbalığa katiyen gelmem, diyor. Demek ki ya birinin yolunu keseceğiz, ya
birinin hakkına gireceğiz; ben o işte yokum, diyor.
Bazen de, bazı kişiler insanı sinire, hırsa sürükler. Bir estağfurullah çeker
yaptığın şeyden nadim olursan tekrar güzelliğe girersin. Konunun üzerinde
durup, ben haklıyım, v.s. diye ısrar edersen, sen özünden çıkmış, karşı tarafın
konusu ile muhabbettesin, Hakk’ı bırakmışsın onun zikrediyorsun, demektir.
Bu sana ateş verir, hüzün, sıkıntı verir. Orada durma, bundan kurtul, özüne
geri dön. “Hasbinallah ve nimel vekil - Allah bana yeter, O ne güzel vekildir”
de. Bunun manası, Allah’ım sana güvendim seni vekil ettim işimi sana
bırakıyorum, demektir.
Şöyle bir deyiş vardır; zaman zaman söylüyoruz, yine söyleyelim: Kul,
duvara dayanır, duvar yıkılır; insana dayanır, bir gün gelir ölür; fakat kul,
Allah’a dayanıp güvendi mi, sonsuza dek huzur bulur, çünkü O ölümsüzdür,
sonu yoktur. O’ne yıkılır, ne de yokolur... O, her daim diridir, hem daim
‘Hay’dır.
Hazreti Muhammed, Hazreti Ali, Hüdavendigar Mevlana ve Evliyalar,
hepsi menfaatsiz dostturlar. İnsan, onlara yüz tuttu mu, onlara imanla baktı
mı rahata, huzura kavuşur, her işi düzgün gider, sıkıntı yaşamaz.
Bu alemde insanın meyli nereye ise, gidişi orayadır. Hakk’ı bildiysen,
O’nu kendinde bulduysan gam yeme, dünya durdukça bakisin.
102
“Yürekleri kurumaya yüz tutmuş insanlardan geçme,
onlarla selamlaş.
Yakınlığınla yürekleri insana dönecektir.
Unutma ki, kötü deri iyi bir sepicinin elinde işe yarar.”
103
“Haddini bilen helak olmaz.”
104
“Sen ey insan, ayan beyan bir kitapsın,
harfleriyle yüreğin okunur.”
105
Bizim Peygamberimiz “El fakru fahri - Fakirlik benim iftiharımdır”
demiştir ve yüceliğini böylece ortaya koymuştur.
Hayatın gayesi Hakk’ın muhabbetidir. Buna da tevazu ve yoklukta
kalmakla erişilebilir. Kibirden, gurur ve kendini beğenmişlikten arınmış,
kalbinde Allah aşkıyla yaşamaya koyulmuş kişi; yaptığı iyiliklere de, gördüğü
kötülüklere de kalbinde yer vermez. Kendini methetmez. Ondan meydana
çıkan güzelliklerin Allah’tan kaynaklandığını hatırında tutar, kendisine mal
etmez ve böylece yoklukta durduğu müddetçe Hakk’ın güzellikleriyle
şereflenir, Hakk’ın nuru o kişiden yansımaya başlar.
106
“Ya İslam var olacaktır, ya da ben şehit düşerim.
Damarlarımdaki kan akar, bu mertebeye ererim.”
107
Şehadet ağızdan çıkıp, kulaklar işitti mi, onun manasına inip manasında
yaşaması lazım.
108
“En büyük adam hırstan,
kinden, intikamdan uzak olan kimsedir.”
109
güzel yeri ona vererek bu alemdeki bütün güzelliklerin üstünde onu tutarsan
o senin her şeyin olursa, o zaman sana ümmet sıfatı verilir. Bu hale
gelmedikten sonra yaptığın ibadetlerle, ben Ümmet-i Muhammed’im,
diyemezsin. Kişi, Hazreti Muhammed’i nefsinden üstün tutmazsa, Hazreti
Muhammed’e ümmet olamaz.
110
“Gözü doğuştan sürmeli bir güzele aşık oldum.
Çünkü gözünde minnetin sürmesini görmedim.”
Hazreti Ali Efendimiz bundan daha güzel bir söz söyleyemezdi. Hazreti
Ali Efendimizin, selam olsun üzerine, söylediği gözler Hazreti Muhammed
Efendimizde vardı. Ve ayrıca Hazreti Muhammed Efendimiz kimseye de
minnet etmemiştir. Kimseyi menfaat için sevmemiştir, hepsini Allah için
sevmiştir. Hazreti Ali Efendimiz de oraya aşık olduğu için onu dile getiriyor
bu sözleriyle.
Zaten toplumda şöyle bir dil sarfedilir; ne denir? Hazreti Muhammed
Habibullah. Yani Habibullah, Allah'ın sevgilisi demektir. Bu nedenle, Hazreti
Ali Efendimiz hiç toz kondurmaz Hazreti Muhammed'e.
Hazreti Ali, her an O’nun yanındaydı. Hazreti Muhammed'in dinini
beraber yaydılar topluma. O devirde Hazreti Muhammed 40 yaşlarında,
Hazreti Ali ise 20 yaşlarındaydı. Hazreti Ali, bir gün Hazreti Muhammed'e
dönüp, “Ya Resulallah ne güzel konuşuyorsun. Neden topluma çıkıp halka
konuşmuyorsun? Nebi olduğunu söyleyip, ilan etmiyorsun? Herkes senin bu
güzel sözlerini duysun” dedi. Hazreti Muhammed Efendimiz, Hazreti Ali’nin
bu sözleri üzerine, “Seni bekledim ya Ali” dedi, “Ben, anadan doğma hem
Nebiyim, hem Veliyim. Şimdi gel beraber bu güzellikleri topluma yayalım.”
Hazreti Muhammed'in sözleri hiçbir Peygamberde yoktur. Hazreti Ali,
Hazreti Muhammed'in fedaisi oldu. O, dinini yayarken Hazreti Ali hep
O’nun yanındaydı.
Ne Hazreti İsa'ya, ne Hazreti Musa'ya ne Hazreti Davud’a fedai
gerekmedi. Neden? Çünkü onlar sadece kendi cemaatlerine seslendiler.
Hazreti Muhammed ise bütün aleme seslendi. Hazreti Muhammed
Efendimiz kainatın rahmetidir. O’ndaki sözler hiçbir Peygamberde yoktur.
Hazreti Ali, bu nedenle hep O’nun yanında yürüdü.
Hazreti Muhammed Efendimiz, binbir sırrın anahtarını Hazreti Ali'ye
verdi. O sırlar içinde neler söyledi Ali’ye?..
Misal olarak, Hazreti Muhammed Efendimiz, bir gece vitr-i vacip
namazının 13. rekatında kıyamda dururken, gözlerinden perde kalktı ve
bütün alemin, hatta en yakınlarının bile nasıl varlıklar olduğunu gördü. Ve
dedi, “Allahuekber… Allah'ım sana sığınıyorum.”
Dolayısıyla insanları kimliklerine kavuşturmak için zaman ister. Hazreti
İsa da gördü, fakat o sadece güldü. Neden güldü? Çünkü o Allah'a gönül
vermiş, her tarafı cennet görüyordu. Bütün insanları hangi kimliklerde iseler,
onları öyle görüyor öyle kabul ediyordu. Hazreti Yahya da hep ağlamıştır.
111
Ona sordular, “Neden ağlıyorsun bu kadar? Hiçbir Peygamber senin kadar
ağlamadı.” O da şu cevabı verdi: “Benim gördüklerimi siz görmüş olsaydınız
belki benden daha fazla ağlardınız.”
Üzerinde çok düşünmemiz lazım, çünkü üzerimizdeki insan elbisesi. Bu
elbisenin kıymetini bilmemiz lazım. Önümüzde çok güzel örneklerimiz var,
onlar gibi olmaya çalışalım ki onlarla dünya durdukça anılalım.
112
“Evlerini benim evimin yanında yapan komşularımı,
komşuluklarına beni seçtikleri için onları ailemden sayarım.”
113
“Vakit kıymetlidir,
fakat insanlar bunu bilmiyorlar.”
114
“Yemekte, içmekte ölçülü olmaya riayet etmeyenler
kendilerinin düşmanıdır.”
İnsan olmak kolay değil, asıl olay kişinin nefsiyle uğraşmasıdır. Yunus
Emre, “Nefsini bilen kişiye, bütün erenlerin eyvallahı var” der. Peki ne demek
istiyor bu sözüyle? Nefsi çok arzularda bulunmuş, şunu bunu yemek istemiş,
ama vermemiş. Falan yere gidemezsin, filanla görüşemezsin, diyerek nefsiyle
hep uğraşmış. Nefsine devamlı çata çata, bir bakıyorsun o kişi nefsini bilmiş,
nefsinin isteklerine hürmet etmeyerek, Veli sıfatına bürünmüş.
Sizlere Mevlana’mızdan bir misal vereyim…
Hazreti Mevlana bir gün hamam gider. Deriyle kemik haline bürünmüş
vücudunu ovarken, kaburgaları ellerine dokunur. Bu sırada Allah’tan nida
gelir: “Ey benim sevgili Efendim Celaleddin! Bu beden sana verdiğim bir
ilahi emanet, orada gizli olan benim. Neden bakmadın, bu hale getirdin? Ne
kadar zayıf düşmüşsün.”
Hazreti Mevlana bakın nasıl bir yanıt veriyor: “Bedenimde hem sen
varsın, hem nefsim var. Nefsimin isteklerine düşmeyerek bedenimi bu hale
getirdim. Ne kadar şükretsem az, seni aşikar gördüm. Eğer nefsimin
isteklerine hürmette bulunsaydım, başıma belalar gelecek ve seni de
göremeyecektim, senin için yaptım.”
İnsan kulaktan, hayvan ağızdan beslenir. Bir insanın işi ağırsa çoluk
çocuğunun rızkını çıkarmak için, emaneti besleyecek ki, o yükü taşısın.
Gereksiz yere bedenini fazla beslerse nefsini azdırır, kendine zarar getirir.
Ruhi gıda her şeyin üstündedir. Hakk’ın güzellikleri ne kadar sunulursa
sunulsun doyumu yoktur. Diğer güzellikler çabuk geçer.
Bu beden bir kafese benzer. Ruhaniyete yani, Hazreti Muhammed’in,
Evliyaların güzelliklerine yönelir, Allah muhabbeti ile yaşam sürdürülürse,
ruh kuş haline gelerek o kafesi alıp yücelere çıkarır. Maneviyata meyil
verilmez, dünya varlıklarını düşünerek, sevgi dünyaya verilirse kuş yerine o
kafese fareler dolar, toprak çeker, insan yücelemez.
Hazreti Mevlana’nın buyurduğu gibi, “Besleme şol tenini, tabuta
büryan edersin; besle ruhaniyetini, semavata yücelesin.”
Nefsi gıda çok sunulursa vücutta gam yapar. Fazla yer içersen gaflet
verir. Çünkü onların özü topraktır. Ruhani gıda ne kadar çok sunulursa ruh o
kadar ferahlık bulur, ruhani sözlerin özü nurdur, seni aydınlığa sürükler.
115
“Görünüşümün bunca yumuşaklığının nedeni,
göçüp gittiğimde bu dünyadan,
ardımda dua edecek insanları çoğaltmak,
kırgın insan bırakmamaktır.”
İmam Ali Efendimiz burada bizlere çok güzel bir bilgi sunuyor. Nefsine
hep galip gel, hiçbir zaman nefsine esir olma, kimseye kırıcı bir söz söyleme,
hep birleyici hep yapıcı hep sevici sözler söyle ki, bu alemden göç ettikten
sonra seni rahmetle ansınlar, iyi bir dille ansınlar; arkandan “şeytan el çekti”
demesinler.
Çok güzel bir nasihat vermiş Hazreti Ali Efendimiz…
Dil tatlı olacak ama, göz de güzele bakacak ki dil tatlı olsun. Bahçede ne
kadar çiçek olursa olsun sen gözünü gülden ayırma.
Sonra ne güzel yaratmış, hem gülü hem dikeni. Diken ne için sığındı
güle bilir misiniz?.. Diken güle sığınmıştır ki, ateşe atılmaması için. Güllü
atmazlar ateşe, gördükleri yerde kaldırırlar koyarlar bir kenara, orada kurur
gider, ama ateşe atmazlar gülü. İşte diken de ateşe atılmamak için güle
sığınmıştır. Gül olmasa dikeni ateşe atarlar. Gül onu kabul ettiği için diken de
bekçilik yapar güle. Dikkatsiz biri onu koparmaya kalkarsa o da batar ona,
korur gülü; ister ki aklını kullansın da öyle alsın gülü.
116
“Atım arka bacağından yara almaz savaşta,
yaralanırsa göğsünden yara alır.”
117
Hazreti Ali de iki görünürler ama hakikatte onlar bir nurun bir ruhun
varisleridirler.
118
“Eğer bir seyahate çıkarsanız,
gittiğiniz yerlerin adetlerine uyunuz.”
119
“Sen insanoğlu,
yaşamın boyunca yaşamının tek bir saati bile
sana ödünç olsun verilmemiştir,
tek bir anı bile senin değildir ömrünün.”
120
İnsanın manası hakikatte çok büyüktür, çok yücedir. Malesef insan,
kendi hakikatinden, asıl kimliğinden haberdar olmadığı için kendini değersiz
bir varlık olarak görür.
İnsanın kimliğini en açık şekilde söyleyen Hüdavendigar Mevlana’dır,
şöyle der: “Bu kadar Allah dediniz, daha mı Allah’laşmadınız? Bu kadar
Kur’an okudunuz, daha mı Kur’an’laşmadınız?” Peki Mevlana bu sözüyle ne
demek istedi? Aşkla zikrettin mi, bil ki sen yoksun, O var. Çünkü aşka
girmişsin oraya aşık olmuşsun, aklını kaybetmişsin, başında akıl da, düşünce
de, fikir de, O olmuş. Sen, O olmuşsun. Aşk yoksa, Allah, Allah, Allah diye
zikrederken akıl başka yerde gezerse, O olamıyorsun. Kur’an-ı Kerim’i de
aşksız, sevgisiz okursan, sadece dilde, mana yok, anlamıyorsun. Ne oldu? Ne
Kur’an’laşabilir, ne de Hakk’la Hakk olabilirsin, hiçbir yere varamazsın, koca
bir ömrü boşa geçirmiş olursun. Ama sevgi olursa, aşk olursa, senden kişilik
gider, Hakk’ın güzellikleri sende kendini gösterir.
121
“Allah adına yeminim olsun ki,
seni unutamam ya Resulallah,
ve seni zorda ve rahatlıkta anacağım.”
122
“Kendini beğenme;
yüzüne karşı methi olunacağı da isteme.”
123
Bizlerdeki bütün varlık, dirilik hepsi Allah’a aittir. Bize ait hiçbir şey
yoktur. Kimliğine eren kişi, kendine ait hiçbir şeyin olmadığını bilir.
Kendindeki her şeyin Yaratıcıya ait olduğunu bilir. Yoklukta durup O’nun
varlığını kendi vücudunda seyreder. Allah bize hem dünyayı hem de kendini
verdi. Bundan daha büyük güç daha büyük zenginlik olur mu?..
124
“Başa gelen felaketlerde sabır göstermek zor,
ne var ki yapılan iyilikleri yitirmek daha da zor.”
Bakın burada Hazreti Ali Efendimiz, her sabırı zor görüyor; ama çok da
iyilikler de yapmışsın, şimdi sen o iyiliklerden biraz küfüre düşersen, yaptığın
iyiliklerin hepsi de elinden gidecek, en iyisi şimdi sen tekrar sabıra dön, diyor;
ki yaptığın iyilikler boşa gitmesin. Zor olanı yap, diyor; şifreli konuşuyor, ama
güzel konuşuyor.
Çünkü bu yolun başı da sonu da sabırdır.
Ne güzel buyuruyor Peygamber Efendimiz, diyor ki: “İmanın en
makbulü, zor zamanlarda sabretmek, semih ve sahi olmaktır.”
Evet, Allah bizden sabırlı davranmamızı ve O’ndan başkasından medet
ummamamızı istiyor. Her kim başına gelen sıkıntılara sabır gösterir ve her ne
olursa olsun Hakk’tan yüz çevirmezse, sonunda mutlaka refaha erer.
Hüdavendigar Mevlana’mızın buyurduğu gibi… “Sabır ve sükut, Allah
rahmetine sebep olur. ‘Susun, dinleyin’ emrini canla, başla kabul et de
Sevgilinin mükafatına eriş, rahmetine nail ol.”
Yeter ki sabredenlerden olalım, başımıza gelen felaketlere daima sabır
gösterelim, isyanlara küfürlere düşmeyelim. Bu dünya bir anlık bir zamandan
başka bir şey değildir, daima Allah’a yönelelim.
125
“Bir dost ola ki, iki vücuda bölünmüş bir ruh.
Vücud iki vücud, ruhu bir ruh.”
126
“Müşavereyi terkeden hakikati bulamaz.”
127
“Söz manen yara açan bir alettir.
Onunla yaralanan kalb şifa bulmaz.”
128
“Layık olmayan kimselere yüz suyu dökme,
beyhude yere kendini rezil etmiş olursun.”
129
“Şahsın kişiliği birlikte yürüdüğünün kişiliğiyle ölçülür.
Bir şeyin başka şeylerle aranması gibi.
Kalb kalple buluştuğunda biri diğerine yön verir.”
Hazreti Ali Efendimiz zaten hem söylüyor hem de cevabını veriyor. Bir
kişi kafa dengi birini bulursa, onunla güzel anlaşırsa, kalpleri de birbirine
uyarsa; e haliyle biri susar öbürü konuşur. Tut ki kendisi konuşmuştur. Onun
için rahat rahat dinler ve alır içindeki sesi. Onlar böyle güzelce
arkadaşlıklarını sürdürürler. Ama şimdi senin kafa dengin değil, kalbin
uymuyor; onunla her dakika uğraşırsın. Yapma, etme, yok oraya çekersin,
yok buraya çekersin, ama olmaz. Başına işler gelir; yaramaz arkadaş bu...
Ama dengini bulduğun zaman, sizi bir tek uyku ayırır, yemek de ayırmaz.
Yemeği de beraber paylaşırsınız, beraber yersiniz. Bunları da hep sevgi
yaptırır.
Hazreti Mevlana bir rubaisinde şöyle sesleniyor: “İnsanlar sayılıdır,
çoktur amma iman birdir. Cisimleri çoktur ama canları birdir. İnsanda,
eşeğin anlayışından başka bir akıl, başka bir can vardır. O dem’e erişen, o
makamda Tanrı velisi olan kişilere insandaki candan, akıldan başka ve ayrı
bir can ve akıl vardır. Hayvani canlarda birlik yoktur. Sen bu birliği dışarda
arama. Bu hayvani can ekmek yese, insani ruhun karnı doymaz. Bu yük
çekse o kırıntı çekmez. Hatta onun ölümüyle bu hayvani can sevinir,
neşelenir. İnsani ruhun bir şey elde ettiğini görünce de kıskançlığından ölür.
Kurtların köpeklerin canı hep ayrı ayrıdır. Bir olan ise Tanrı aslanlarının
canlarıdır.”
130
“Ben ki edeple eğitim görmüş, doğruluğun vaiziyim.
Anlıyorum ki akla, ancak edeple eğitim görmüşler ulaşır.
Başkalarına sevgi ve yumuşak yüreklilikle yaklaşmış bir babanın
oğlu olarak, bunu ezberle ve aklından çıkarma.
O, sana terbiye eğitimini bir gıda gibi verdi.
Ayakta kalıp, yok olup helak olmayasın diye.”
Edep güzel ahlak ve güzel hizmet demektir. Bunlar sende suret bulursa;
topluma güler yüz, tatlı dil, birleyici konuşmalar, şifai konuşmalarla çıkarsan,
gün gelir bu kalıp ortadan kalkar ve sen bu yaptığın hizmetlerle anılırsın,
yaşarsın.
Zaten biz her zaman ne diyoruz: Biz ölümsüzleri kendimize dost
edindik. En başta Hazreti Muhammed Efendimizi, İmam Ali Efendimizi,
Ehli Beyt Efendilerimizi, Pirimiz Mevlana'yı ve şeyhimi. En başta şeyhimi,
çünkü şeyhim vasıtasıyla vardım onlara, şeyhim bana rehberlik yaptı. Onun
vasıtasıyla buldum Mevlana’yı, Mevlana’nın vasıtasıyla buldum geçmiş
Hazreti Muhammed'i, geçmiş Ali’yi buldum, geçmiş İmam Hasan'ı İmam
Hüseyin'i buldum, geçmiş Evliyaları buldum; rehberimle buldum. Ne annem
ne babam bana rehberlik yapamadılar. Beni büyüttüler yetiştirdiler, sonra
hadi çalış evlat getir bir şeyler dediler. Evet şefkatleri merhametleri çoktu,
fakat manevi anlamda sahip olduklarımı şeyhim sayesinde elde ettim.
Herkes dünyaya geliyor, yaşıyor ve ölüyor, ama Hazreti Muhammed
öyle değil; O, sevenleriyle yaşıyor, her dakika ismi zikrediliyor. Hazreti Ali
Efendimiz de keza öyledir; O da sevenleri ile anılır. Önemli olan onları
kendinde ruh etmektir, onlarla yaşamaktır ve yaşatmaktır.
131
“Bir düşmanı gördüğün vakit daima
güler yüzlülük göster,
zira bu muamele düşmanı gama gasabete sürükler.”
132
“Gıybet acizlerin işidir.”
133
“Akıl sahibi olup bilgi toplamamışsan,
ayağına nal takılmamış bir at gibi olursun.”
Allah, insana nimetlerin en üstünü akılı vermiştir. Sen eğer o aklı boş
şeylerde kullanmış isen, kendine hiçbir şey edinmemişsen, hatta en başta
kendini arayıp kim olduğunu bulmamışsan, insanlara layık olanı güzellikleri
bilmemişsen; sen o zaman nalsız bir ata benzersin, uzun yol yürüyemezsin,
yük de taşıyamazsın üstünde, ayağın yara olur. Bu sözleriyle bunu söylemek
istiyor Hazreti Ali Efendimiz.
İnsanın en önemli görevi, hatta insanın yaratılmasındaki sebep, kim
olduğunu bilmesidir. İnsanın kimliğini bulmak için çıktığı yol ise uzun bir
yoldur. Ne diyor Pirimiz Mevlana… “Piri bul ki bu yolculuk, Pirsiz pek
tehlikeli, pek korkuludur, afetlerle doludur. Bildiğin ve defalarca gittiğin yolda
bile kılavuz olmazsa şaşırırsın.”
Ve yine şöyle buyuruyor: “Hain değilseniz onun huzuruna gelin... boş
kamışsanız bile onun himmetiyle şeker kamışı olun! O kılavuz, senin
toprağından yeşillikler bitirir... bu, Cebrail’in atının nalından uzak bir iş
değil! Bir Cebrail’in atının ayağına toprak olursan yeşillik kesilir, yenilenir
tazelenirsin!..”
134
“Benim hayalimde,
bağlılığını sürdürecek ve sırlarımı kalbinde
-benden başkasına yer olmaksızın-
saklayacak dosta yer var ancak.”
135
“Yaşam, uyumakla uyku arası kadar kısa sürelidir,
gecesi olan gün gibi.”
Hazreti Ali Efendimizin hiç uyku ile pazarı yoktu. Güneş O’ndan önce
doğmazdı. O, sabahlara kadar omuzlarında yoksul insanlara erzak taşırdı. Bir
kılıç darbesiyle şehit edildiğinde üç gün yatakta yattı. Hazreti Ali Efendimiz;
birinci gün sabah olunca güneş yüzünü tuttu; Hazreti Ali Efendimiz güneşin
doğuşunu görür görmez başladı ağlamaya ve şehadet parmağını güneşe
doğru uzatarak, “Ey güneş” dedi, “sen şahitsin, sen beni hiç yatakta görmüş
müsün? Seni edebe davet ediyorum, doğma.” Ve güneş bir bulut arkasına
gizlendi, üç gün doğmadı. Üç günün sonunda Hazreti Ali Efendimiz
şehadete erdi. Onlar insan sıfatında ama aslında Hakk, her yere sözleri
geçiyor.
İnsan, hakikatte çok mukaddes bir varlıktır, Hakk’ın temsilcisidir.
Çok çalışmamız, uykudan uyanmamız lazım. Gözler açık ama malesef
uyuyoruz. Hazreti Muhammed, Ehlibeyt Efendilerimiz, Evliyaullah, bizim
gözümüzü açmaya, bizleri uyandırmaya, aydınlığa sürüklemeye geldiler.
Bu devirde, bir saat bir dakika oldu, o kadar hızlı geçiyor ki hayat, gün
adeta saat oldu. Gününü nasıl yaşıyorsun, temeli maneviyat olan bir yere
bağlılığın, sevgin var mı? Maddeye ait her şey fanidir. Kişi bir Hakk ehline
yüz tutup, oraya gönlünü bağlar, orayla yaşamını sürdürürse, onun yaşamı
boşa gitmemiş olur. Hakk’la yola çıkmış, Hakk’la yürüyor, Hakk’la
konuşuyor. Onun her şeyi maneviyat zenginliği ile doludur, ama maddeyi
gönlüne koyarsa, o anda sıkıntı, gam, kasavet, hüzün başlar. Çünkü Allah’ın
dışında her şey fani. Bütün amaç, biraz edeb’iyata yönelmek, insanlık
terbiyesi alarak, insan gibi yaşamak, insan gibi konuşmak, insan gibi bu
alemden göç ettikten sonra rahmetle anılır olmaktır.
136
“Kör söz söyleme,
sözünle Allah’ı razı etmelisin.”
137
“Kibir ve gurur rezaletin anasıdır.”
138
“Öfkeli olan çok vakit muzdarip ve rahatsız olur.”
139
“Ey oğlum, zikirde öğütler var,
öğütleri izleyenler terbiye ve eğitim görmüş olur.”
140
“Kur’an-ı Kerim okurken,
zikrinde cenneti ve kademelerini bildiren ayetler geçer.”
141
“Aslı iyi olmayan kimseden iyilik bekleme,
zira zehir ağacı tatlı meyva vermez.”
İnsanı bütün güzelliklerden uzak eden küçük aklıdır. Böyle bir kişi kendi
aklını beğenir ve başkalarını hor görür. İnsan olabilmek için de bir İnsan-ı
Kamil’i kendine ayna etmek gerektir, ayna ile yola çıkan kişi güzel konuşur.
Eskiler güzel konuşan bir insan gördüklerinde, “Maşallah, ne güzel
konuşuyor, aynaya yüz tutmuş” derlerdi. Bu ne demektir? Güzel konuşuyor,
çünkü bir mürşidi var. Mürşidini ayna etmiş kendine, ondan yansıyan
güzelliklerle konuşuyor, etrafına güzellik sunuyor. Bazı kişileri de duyarsınız
devamlı küfürlü konuşur, onun için de derler, “Aynasız!” Yani, bir aynaya yüz
tutmamış, mürşidi yok, kendi aklıyla yola çıkıyor, kendini beğeniyor, kötü
konuşuyor, işte o kişiden her şey beklenir. Böyle bir kişi için hidayet dilemek
gerekir ki, bir mürşide ulaşsın da, insanlığa kavuşsun.
Adem sıfatında hem Hazreti Muhammed, hem Ebu Cehil var. Nasıl
belli olacak? Biri benlikte, küfürde; öbürü hep tevazuda, lütufda, oradan
anlarsın. Allah erleri daima tevazudadır, yokluktadır. Onların her sözü
bilinçlidir, irşattır.
Her insan hem iyilik, hem de kötülük kaynağıdır. Aklı nerede ise kendisi
de odur. Her zaman söylüyoruz, yine söyleyelim: Bizim yolumuz sevgi
yoludur; bu yolda incineceksin, incitmeyeceksin. Dilini daima tatlı tutmaya
çalışacaksın ki bu yolda ayağın sürçmesin. Birisi sana karşı kötü bir söz sarf
ettiğinde sen beş sözle karşılık verirsen, onun kisvesine girmiş olursun. Hiçbir
zaman Hakk’a yakın olamazsın.
Allah’tan edebe muvaffak olmayı dileyelim. Edebi olmayan kimse
Allah’ın lütfundan mahrumdur. Edebi olmayan yalnız kendine kötülük etmiş
olmaz. Belki bütün dünyayı ateşe vermiş olur.
142
"Kişi dertli ve moralsiz de olsa,
Mevla'ya sevgisi onu bunların üstünde tutmalıdır.”
143
“Sesini meleklerim özler,
onlara sesini duyursan, günahların o an bağışlanmıştır.”
144
“Tatlı dilli olanların dostları biraz daha artar.”
145
“Dünyanın bütün varlıkları fanidir;
tıpkı bir örümcek ağı gibi,
bir anda var olurlar, bir anda yok olurlar.”
146
“Kendini rahat ettirmek için dününü,
yarınınla mukayese et.
Çok şey elde etmek için kendini üzüntü
ve sıkıntıya sokma.”
147
“Özrünü öyle güvenilecek birisine söyle ki,
senin özrünü hoş karşılayarak,
sana yardım edebilecek biri olsun.”
148
“Bir atım var ki yumuşaklığa gemlenmiş,
bir atım da var ki cehalete eyerlenmiş.”
149
“Beni doğruluğa çekenle doğruyum.
Eğri hareket edene ben de eğriyim.”
150
166
167
168