Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 12

1

3. Uluslararası Felsefe, Eğitim, Sanat ve Bilim Tarihi Sempozyumu, 10-13 Ekim 2018 – Giresun
3rd International Symposium on Philosophy, Education, Art and History of Science, 10th-13th of October, 2018 – Giresun

Sempozyum Onursal Başkanları / Honorary Presidents of the Symposium

Harun SARIFAKIOĞULLARI Giresun Valisi


Kerim AKSU Giresun Belediye Başkanı
Prof. Dr. Cevdet COŞKUN Giresun Üniversitesi Rektörü
Prof. Dr. Hüseyin ÇİÇEK Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Rektörü
Prof. Dr. Murat TAŞ Giresun Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dekanı
Prof. Dr. Uğur KÖLEMEN Giresun Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Dekanı
Prof. Dr. Feridun TEKİN Giresun Üniversitesi Görele Güzel Sanatlar Fakültesi Dekanı
Prof. Dr. Bilal DUMAN Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dekanı
Prof. Dr. Sebahattin ÇEVİKBAŞ Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dekanı

Sempozyum Başkanları / Presidents of the Symposium

Prof. Dr. Hüseyin Gazi TOPDEMİR Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Felsefe ve Bilim
Tarihi Araştırma Merkezi Müdürü
Doç. Dr. Güven ÖZDEM Giresun Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürü

Sempozyum Düzenleme Kurulu Başkanları / Presidents of the Symposium Organizing


Committee

Doç. Dr. Güven ÖZDEM


Doç. Dr. Yahya ALTINKURT

Sempozyum Düzenleme Kurulu / Members of the Symposium Organizing Committee

Doç. Dr. Oğuz Serdar KESİCİOĞLU


Dr. Öğr. Üyesi Bünyamin ÇETİNKAYA
Dr. Öğr. Üyesi Şerif Ali DEĞİRMENÇAY
Dr. Öğr. Üyesi Dursun ŞAHİN
Dr. Öğr. Üyesi Selcan KİLİS
Dr. Öğr. Üyesi Tevfik UZUN
Arş. Gör. Dr. İlker AYSEL
Arş. Gör. Dr. Mithat ÇİÇEK
Öğr. Gör. Hülya BAŞKAN
Öğr. Gör. Hüseyin KARA
Öğr. Gör. Nafiz KÖSE
Öğr. Gör. Gökhan HAMZAÇEBİ
Öğr. Gör. Ferhat KACAR
Öğr. Gör. Melike Burcu ÖZGÜROL
Öğr. Gör. Selda KARADENİZ ÖZBEK
Öğr. Gör. İlkay DOĞRAMACI
Arş. Gör. Yılmaz İlker YORULMAZ
Arş. Gör. Çağlar KAYA
Arş. Gör. Banu AKTAŞ
Arş. Gör. Tuğba TÜRK
Arş. Gör. Salih Kürşat ÇİLİNGİR
Arş. Gör. Özge METİN
3. Uluslararası Felsefe, Eğitim, Sanat ve Bilim Tarihi Sempozyumu, 10-13 Ekim 2018 – Giresun
3rd International Symposium on Philosophy, Education, Art and History of Science, 10th-13th of October, 2018 – Giresun

BİLİMSEL ÖZGÜRLÜK VE SORUMLULUK ÜZERİNE

ON SCIENTIFIC FREEDOM AND RESPONSIBILITY

Lokman ÇİLİNGİR1
Hasan AYDIN2

Öz
Bilimsel özgürlük uzun süre akademik özerklik altında tali bir sorun olarak gündeme
geldi. Türkiye’de Üniversitelerde özerklik daha çok Yüksek Öğretim Kurumunun (YÖK)
hukuki yapıda başta Cumhurbaşkanlığı ve hükümet olmak üzere diğer devlet kurumları
karşısındaki konumu ve sahip olduğu yetki ve sorumluklar çerçevesinde düşünüldü. Buna
göre üniversitelerin ve yüksekokulların yönetici ve öğretim elemanları akademik, idari ve
mali konularda kendi kendilerini yönetebilecek, araştırma ve öğretme faaliyetlerinde
serbestçe karar verebileceklerdi. 12 Eylül 1980 darbesi sonrası tesis edilen kurumlardan biri
olan YÖK bir yandan özerkliğini kullanma ve geliştirme çabası içerisindeyken, bir yandan
da üniversite ve öğretim elemanlarını devletin sınırlarını çizdiği yasal zemin içerisinde
tutmaya çalışıyordu. Öğretim elemanlarının ve öğrencilerin araştırma ile öğretme ve
öğrenme özgürlüğü ülkemizde genelde hükümetin politikalarına bağımlı kalmıştır. Temel
hak ve özgürlükler haricinde akademik özgürlüğü garanti altına alan bir yasanın olmayışı da
sorunun muallâkta kalmasına yol açmıştır. Bunların sonucu olarak özgürlüğün ne bir kavram
olarak doğası yeterince tartışılabilmiş ne de özgürlüğün toplumsal ve çevresel boyutları
ortaya konulabilmiştir. Bu boyut aynı zamanda bilim insanlarının özgürlüklerinin
sorumluluklarıyla kesişim noktasını oluşturduğundan hepten ihmal edilmiştir. Sorumluluk
Türk üniversitelerinde, akademyanın yasalar ve resmi ideolojiye uygun hareket etmenin
ötesinde bir anlam taşımamıştır. Özgürlük kavramı Batı üniversitelerinde uzunca bir tartışma
geçmişine sahip olsa da sorumluluk kavramı daha ziyade birinci ve ikinci dünya
savaşlarından sonra öncelikli tartışma konusu yapılmıştır. Sonuçta bilimin özgürlüğü ile
bilim insanının sorumluluğu her tür akademik etkinliğin ethosu olmuştur. Bu tebliğ
akademik özgürlük ile akademik sorumluluğun kavramsal çerçevesini belirlemeyi
amaçlamaktadır.

Anahtar sözcükler: Bilim, bilimsel özgürlük, akademik özerklik, akademik


sorumluluk

1
Prof. Dr., OMÜ Fen Edebiyat Fakültesi, Felsefe Bölümü, lokman.cilingir@omu.edu.tr
2
Doç. Dr., OMÜ Fen Edebiyat Fakültesi, Felsefe Bölümü, haydin@omu.edu.tr

88
3. Uluslararası Felsefe, Eğitim, Sanat ve Bilim Tarihi Sempozyumu, 10-13 Ekim 2018 – Giresun
3rd International Symposium on Philosophy, Education, Art and History of Science, 10th-13th of October, 2018 – Giresun

Abstract
Scientific freedom, which is understood as academic autonomy, has been considered
to be a secondary issue for a long time. The autonomy of the universities in Turkey has been
thought mostly in legal structure in terms of the position, authority and responsibility of
Council of Higher Education (YÖK) in relation to other state institutions, primarily to the
Presidency and the government. Accordingly, principals and academic members would
govern themselves academically, administratively and economically and would decide
freely on research and teaching activities. On the one hand, YÖK, one of the institutions
established after 12 September 1980 Coup, was trying to practice and refine its autonomy
but on the other hand it tries to keep the university and teaching staff in the borders of the
legal area drawn by the state. The freedom of university students to learn and the freedom
of academic members to teach were devoid of an institutional foundation except the one
provided by 1961 Constitution. In addition, the lack of any amendment guaranteeing
academic freedom except fundamental rights and freedoms in the constitution adopted after
1980 Coup lead to continuity of the uncertainty about the problem. As a result of this, neither
the nature of freedom as a concept could be discussed sufficiently nor its social and
environmental aspects could be manifested. These aspects were particularly neglected
because they stand at the exact point where the freedoms and responsibilities of the members
of scientific community meet. Although the concept of freedom has a long history of
discussion in the universities of the West, the concept of responsibility became the primary
concept of discussion only after the World War I and World War II. At the end, freedom of
science and responsibility of scientist constituted the core of any academic activity. In spite
of this, the responsibility in the universities of Turkey has no meaning beyond the activity
of academia according to laws and governmental ideology. This paper aims to determine the
conceptual framework of academic freedom and academic responsibility and to manifest the
problematic history of these concepts at the universities of Turkey in a critical manner.

Keywords: Science, scientific freedom, academic autonomy, academic


responsibility

89
3. Uluslararası Felsefe, Eğitim, Sanat ve Bilim Tarihi Sempozyumu, 10-13 Ekim 2018 – Giresun
3rd International Symposium on Philosophy, Education, Art and History of Science, 10th-13th of October, 2018 – Giresun

I.
Akademik özgürlük derken, özgürlüğün akademiye inhisar eden boyutunu, bilimsel
özgürlük derken de her tür bilimsel etkinliğin ya da bilimsel etkinlikte bulunan bilim
insanının sahip olması gereken özgürlüğü kastediyoruz. O zaman bir kısır döngüye
düşmeden öncelikle özgürlük kavramından ne anladığımızı ortaya koymamız gerekiyor.
Özgürlük ve ona bağlı olarak akademik özgürlüğün kavramsal bir çerçevesini çizmeden önce
farazi bir olay üzerinden sorunun güncel boyutunu gündeme taşımaya çalışalım.
Varsayalım ki siz rektör veya dekan olarak seçildiniz/atandınız ve bir devir teslim
konuşması yapacaksınız. Özgürlüğün kurumsal olarak temsil edildiği akademide doğal
olarak akademisyenler ve misafirler bu konuşmada sizden, bilimsel ve akademik özgürlüğü
ne şekilde koruyacağınız ve geliştireceğiniz konusunda açıklama ve teminatlar
bekleyecektir. Muhtemelen sizi tercih edenler ve atayanlara minnet duygularınızı ifade
ederek başlayacak konuşmanız, çalışma şartlarının iyileştirilmesi, yeni projelerin
desteklenmesi ve üniversitenin prestijinin yükseltilmesi vb. gibi vaatlerle son bulacaktır.
Akademik özgürlük meselesine hiç girmeyeceğiniz gibi, ülkenin içinden geçtiği nazik
şartları hatırlatarak, akademisyenlerin ayaklarını denk almaları gerektiğini tehditvari bir
şekilde söylemeyi de ihmal etmeyeceksiniz. Konuşmanızı merakla bekleyenlerde büyük bir
hayal kırıklığı yaşanacağı kesin. Doğrusu akademik özgürlük belki hiçbir zaman
gerçekleşemeyecek olan ancak yine de gerçekleşmesi için sürekli çaba sarf edilen ana
akademik ideal olarak kalacaktır.

II.
En genel anlamıyla özgürlük, “kişinin istediği gibi davranabilme imkânı” veya
insanın harici otorite ve düşüncelerin baskısından bağımsız olarak “kendi kendini
belirleyebilme” durumudur. Buna göre özgürlük bir şeyler yapabilme ya da eylemde
bulunmaktır (Çilingir, 2003). Bir eylem ancak iradi olarak yapıldığında özgür olur Eylemin
iradi olarak yapılması onun aynı zamanda bir amaç olarak konulması/belirlenmesi anlamına
gelir. Ve bir eylem kişi onu yapma ve yapmama gücüne sahipse özgür eylemdir. Akıl sahibi
bir varlık olarak biz, eylemlerimizi salt davranışlar olarak göremez veya kendimizi özgür
olmayan bir birey olarak kabul edemeyiz. Çünkü biz eylemlerimize özgür bir şekilde karar
veririz, velev ki bunlar kendi özgürlüğümüzü ortadan kaldırıcı olumsuz sonuçlara yol açsın.
Her toplumda ve her devirde özgürlüğe dair belli bir kavrayış olsa da özgülük hem
teorik hem de pratik açıdan farklı yaklaşımları içinde barındırır. Özgürlük düşünce tarihinde
ilkin daha çok irade ve seçme özgürlüğü olarak, daha sonraları ilahi irade ile insan iradesi
arasındaki bir sorun olarak gündeme gelmiştir. Doğa bilimlerindeki gelişmelere paralel
olarak özgürlük, doğa nedenselliği ile insan eylemlerinin kendiliğindenliği (özerkliği)
arasında ve nihayet günümüz dünyasında iletişim toplumu ile otoriter toplum yapısı arasında
konumlanan ve çözülmesi gereken etik-felsefi bir sorundur.
İrade ve seçme özgürlüğü veya yapıp yapmama özgürlüğü sayesinde gerçekleştirilen
her eylem failine bir “sorumluluk” yükler. Fail yaptığı eylemin neticesine katlanmak
zorundadır. Sorumluluk, başka türlü de olabilecek insan eylemlerine dair seçici bir istikameti
gösterir (Çilingir, 2003). Başka türlü olabilme imkânı, başka türlü olması “gerektiği”
düşüncesini doğurur. Buradaki gereklilik, sorumluluğun akıl ile temellendirilebilir yönü
olarak karşılıklı ilişkilerdeki ideal modeli tasvir eder. Böylece sorumluluk içeren özgür bir
eylemde iki boyut öne çıkar: İlki, her eylem mutlaka belli bir tarihi ve sosyal yapıda
gerçekleşir. İkincisi de eylemde bulunan her insan somut bir eylem üzerinden karara varmak
ve onun sorumluluğunu taşımak zorundadır.

90
3. Uluslararası Felsefe, Eğitim, Sanat ve Bilim Tarihi Sempozyumu, 10-13 Ekim 2018 – Giresun
3rd International Symposium on Philosophy, Education, Art and History of Science, 10th-13th of October, 2018 – Giresun

Gerçek bir özgürlük kişinin hem kendisine hem de başkalarına karşı eylemlerindeki
sorumluluğunu kapsar. Başkalarının eylemleri karşısında duyulan sorumluluk duygusu
bilhassa haksızlık, şiddet veya özgürlüğümüzün kısıtlanması hallerinde kendini gösterir. Bir
kişinin sorumlu davranması demek, bir bakıma ona içinde yaşadığı toplumda biçilen rolleri
benimsemesi ve geçerli normlara uygun davranması demektir; iyi bir baba, iyi bir eğitimci
veya iyi bir politikacı olmak gibi. Ancak bu rollerin ifası dıştan bir baskı ile değil gönül
rızasıyla yapıldığında kişi özgürdür. Sorumluluk çoğu zaman kişisel boyutu aşan bir nitelik
taşır. Kişi sorumluluğun kendini aşan boyutlarıyla içinde/birlikte yaşadığı ailede, okulda,
işyerinde, çeşitli sosyal grup ve derneklerde karşı karşıya gelir. Keza komşu bir ülkede
yaşanan savaş, deprem veya açlık felaketi bizi sorumluluk sahibi bir insan olarak tavır
almaya zorlar. Felsefi bir ahlak açısından sorumluluk kavramının kapsadığı bir problem de,
“belli bir merci karşısında duyulan sorumluluk duygusu” konusunda ortaya çıkar. Böyle bir
merciin tasavvuru, ancak bu merci sorumluluğun ahlaki temel karakterine işaret ediyorsa
doğru ve anlamlı olabilir. Aksi takdirde sorumluluk insanın özgür ve özerk varlığı üzerine
bina edilen bir zorunluluk olmaktan çıkıp, yaderk (heteronem) bir ilke olur.
Günümüzde sorumluluk kavramı klasik olandan farklı olarak yalnızca geçmişteki
eylemleri ve onların sonuçlarını değil aynı zamanda gelecekteki eylemleri ve onların
muhtemel etkilerini de dikkate alır. Birey eylemlerinin yalnızca olumsuz yönleriyle değil
muhtemel olumlu sonuçları için de bir sorumluluk taşır. Örneğin çevre kirliliğinin ortadan
kalktığı ve silahlardan arınmış barışçıl bir dünya için verilen mücadelede olduğu gibi. Dahası
birey yaptığı eylemlerinden olduğu kadar yapmadığı eylemlerinden yani sorumluluktan uzak
durmaya yönelik tavrından da sorumlu tutulmaktadır.
Günümüz sorumluluk kavramında eylemin sonuçlarına yapılan vurgu çok güçlüdür.
Keza yeni sorumluluk kavramında, çağın gelişmelerine paralel olarak, eylemin toplumsal ve
küresel etkileri boyutu daha fazla ön plana çıkmaktadır. Buradan meta-sorumluluk şeklinde
bir evrilmeden söz edebiliriz. Artık yalnızca bireyin eylemleri ve onlara yüklediği
sorumluluk değil aynı zamanda eylemleri yönlendiren kuramlar ve kurumlar da sorgulanmak
durumundadır.
Kurumsal anlamda akademik özgürlük ve özerklik, üniversite ve akademisyenlerin
kısıtlayıcı yasaların, politikacıların ve ekonomik çevrelerin baskı ve müdahalesinden uzak
olmasıdır. Altı çizilerek özgürlük ve özerklik arasında bir ayrım yapılacaksa özerklik daha
çok, devlet ya da siyasi ve ekonomik kurumların üniversitenin yapılanmasına, yönetimine,
gelir getirici faaliyetlerde bulunması ve finansal kaynakları dağıtması, ihtiyacı olan personeli
kendisinin istihdam etmesi ve çalışma koşullarını belirlemesi ve araştırma ve eğitim
etkinliklerinde dış müdahalelerden belli ölçüde bağımsız olması demektir.

III.
Akademik özgürlük, bilimsel özgürlük ya da akademisyenin özgürlüğü ayrımlarına
takılmadan, bugün bizim için akademik özgürlüğün ne ifade ettiğini/etmesi gerektiğini
çözümlemek istiyoruz. Tarihsel olarak bakıldığında ilkçağ öncelikle siyasi otoritenin yani
siyaset ile bilimin, ortaçağ din ile medrese ya da üniversitenin, yeniçağ siyaset ve din ile
üniversitenin, yirminci yüzyıl otoriter sistem ve ideolojik dünya görüşleri ile bilimin,
çağımız ise teknoloji ve ekonomik yapılar ile bilimin çatışması üzerinden okunabilir.
Belirtilen kurumların bilime baskı ve etkisi bazen yasal bazen da yasal olmayan yollar
üzerinden olmuştur. Karşı karşıya gelen bu yapıların her biri kendine özgü bir mantığa
sahiptir. İlkesel olarak bilimde bilginin rasyonel tarzda üretilmesi ve doğru/olgusal bilginin
aktarılması söz konudur. Bu açıdan bilim kesin inançlarla ilgili olan dinden, meşru iktidarla

91
3. Uluslararası Felsefe, Eğitim, Sanat ve Bilim Tarihi Sempozyumu, 10-13 Ekim 2018 – Giresun
3rd International Symposium on Philosophy, Education, Art and History of Science, 10th-13th of October, 2018 – Giresun

ilgili olan siyasetten; zenginliğin, refahın kazanılması ve dağıtılması ile ilgili olan
ekonomiden ve kendi yaşam tarzını dayatan ideolojilerden ayrılır.
Bilginin üretildiği ve harmanlandığı sahaya yakından bakıldığında onun ilkçağlardan
itibaren sürekli branşlara, farklı disiplinlere bölümlendiğini görürüz. Her disiplin kendi
sınırları dâhilinde ve kendine özgü yöntemlerle hedefine erişmeye çalışır. Farklı konu ve
yöntemler mevzubahis olsa da tüm disiplinlerin ana istikameti, eleştirel ve denenebilir
yargılara varmaktır.
Her tür bilimsel çalışmanın temel ilkesi özerklik, özgürlük ve tarafsızlık olmalıdır;
hakikati araştırmayı, ortaya koymayı ve aktarmayı engelleyen faktörlerden ve peşin
hükümlerden uzak durulmalıdır. Bilimsel sorumluluk ve zihniyet sahibi her bilim insanı
böylece ilkin içsel özerkliğe, yani bilim insanının araştırmalarında eğitim ve öğretim
faaliyetlerinde kendi zihninde yerleşik her tür dogmatik, bilim-dışı anlayış ve yaklaşımlarla
arasına mesafe koymaya; ikincisi dışsal özerkliğe, yani başta siyaset, din, ideoloji ve
ekonomik yapılarla bilimsel kişiliği arasına mesafe koymaya mecburdur. Diğer bir deyişle
bilim insanı hem dıştan gelen hem de içten gelen hilafı hakikat unsurlarla ve etkilerle
mücadele etme sorumluluğunda olan kişidir. İçsel özerkliği zedeleyecek önemli noktalardan
biri, yaşam pratiğinin bir gereği olan ve gündelik yaşantımızı kolaylaştıran ön kavrayış, ön
kabul veya ön sezgilerimizin kontrolsüz kullanımıdır. Bilim insanının iç özerkliğini inşa
ediminde, arzu ve duygularını aklın ve bilimin testine tabi tutması kadar, olay ve ilişkilere
dair ön kabul ve sezgilerini esaslı bir eleştiri süzgecinden geçirmesi, yani peşin red veya
kabullerden uzak durması da önemlidir.
Bilim başka alanların tesiri altında kalmamalıdır ama bilim de kendi sınırları
dâhilinde kalmasını bilmelidir. Hepimiz biliyoruz ki bilhassa sosyal bilimler sahasında
bilimsel araştırmalar etik ilkeler temelinde yürütülmeyebilir; elde edilen sonuçlar her zaman
bilimsel ölçütler dâhilinde ortaya konulmayabilir veya maksatlı çıkarımlarda bulunulabilir;
bilim, bilimselcilik kılıfı altında çok kolay bir şekilde ideolojiye kayabilir. Siyasetin, dinin
ve ekonominin bilime doğrudan müdahalesi ne denli kabul edilemez ise bilimin de anılan
sahalara müdahalesi o denli kabul edilemezdir.
Bilimsel bilgi esas itibariyle kullanımından bağımsız üretilir. Ancak bilimsel bilgi
yaşadığımız dünyaya ilişkin ve bir şekilde toplumun hizmetine sunuluyor olduğundan farklı
amaçlar için kullanılması ve suiistimal edilmesi muhtemeldir. Bu durum, ikili kullanım
sorunsalı diye adlandırılır ve bilhassa teknik sahada açık bir şekilde kendini gösterir. Askeri
sahada ölümcül silahlara dönüşen tekniklerin birçoğu günlük hayatımızı oldukça
kolaylaştıran buluşların uyarlamasıdır. Sıradan bir örnek üzerinden de sorunu görmek
mümkün. Bıçakla ekmeği de kesebilirsiniz bir masumun parmağını da. Bıçağın kullanımı
değersel bir yargıya taşınır ancak bizzat bıçak değerlere karşı kayıtsız/tarafsızdır.
Bu noktada şu soru anlam kazanıyor: Eğer bilim toplum ve insanlık için olumsuz
etkiler doğuracak bilgiler üretebiliyor ve bu konuda herhangi bir değer yargısı söz konusu
değilse bu bilgi nasıl kullanılacak? Aşikârdır ki bunun mahsuru ancak bir takım kural ve
kaideler yani normlar ve yasalarla engellenebilir. Her ne kadar bu sınırlama bazı sahalarda
pek kolay olmasa da. Örneğin bir telefon sağlıklı bir iletişim için de kullanılabilir;
teröristlerin kanlı bir baskını organize bir şekilde icra etmeleri için de. Biyoloji, fizik ve gen
teknolojisi vb. gibi pek çok sahadaki araştırmalar benzer bir durumla karşı karşıyadır. Eğer
bir bilimsel araştırmanın olumsuz sonuçlarını yasalar veya harici yaptırımlar yoluyla
engellemek mümkün olmuyorsa, o zaman bizzat bilim insanı araştırmanın toplum için
muhtemel mahzurlarını hesaba katma şeklinde bir içsel sorumluluk üstlenmek zorundadır.
Her ne kadar bilginin toplumda ve sonraki araştırmalarda ne gibi olumsuz sonuçlara yol
açacağını pek kestirme imkânı olmasa da. Bilimsel özgürlük ve sorumluğun kavramsal

92
3. Uluslararası Felsefe, Eğitim, Sanat ve Bilim Tarihi Sempozyumu, 10-13 Ekim 2018 – Giresun
3rd International Symposium on Philosophy, Education, Art and History of Science, 10th-13th of October, 2018 – Giresun

çerçevesine yönelik bu tespitlerden sonra sahada yani bilimin özgür bir şekilde üretildiği
mekânlar olan üniversitelerde nasıl bir seyir izlediğine göz atabiliriz.

IV.
Dünya Üniversitelerinde özgürlük kavramı resmi olarak ilkin 1850 yılında, tarihte en
otoriter devletlerden biri olarak bilinen Prusya Anayasası’nda “bilim ve bilim öğretimi
serbesttir” şeklinde yer almıştır. Demokratik toplumlardaki uygulamalara bakıldığında
bilhassa Amerika ve Avrupa’da yargı kararlarının, Almanya’da olduğu gibi yasal bir kayıt
altına alınmasa da, akademik özgürlükten yana verildiği görülmektedir. Ancak demokratik
gelişimini henüz tamamlayamamış ülkelerde hem yasal düzeyde hem de uygulamada ciddi
sorunlar mevcuttur.
UNESCO'nun 1998 yılında gerçekleştirdiği “Dünya Yüksek Eğitim Konferansı”nda
akademik özgürlük, “akademik topluluğun, yani bilim adamları, öğretmenlerin ve
öğrencilerin, kendi bilimsel etkinliklerini herhangi bir dışsal baskı olmaksızın kendi
belirledikleri çerçeve içinde etik kurallar ve uluslararası standartlara uygun bir biçimde
izleyebilme özgürlüğü” şeklinde tanımlanır. Bir başka yerde akademik topluluğun başka
kişilerin ve grupların siyasi, felsefi veya dini fikirlerine bağımlı olmaksızın, kendi düşüncesi
doğrultusunda bilimsel araştırmalarını gerçekleştirebilmeleri akademik özgürlüğün koşulu
olarak sıralanır. Görülebileceği gibi burada özgür bir bilim insanının etik tavrı ön plana
çıkarılmaktadır. Özgür akademisyen makam ve mevki peşinden koşan, itibar ya da maddi
gücü gözeten değil, hakikat sevgisiyle doğru bildiği yoldan yürüme kararlığını gösteren
kişidir. Aynı şekilde özgürlüğü benimsemiş bir akademisyen kendi anlayışıyla tümüyle
çelişen düşünce ve eylemlere de müsamaha gösterme olgunluğuna erişmiş olmalıdır.
Akademik özgürlüğün kurumsallaşmasında, siyasi otorite başta olmak üzere harici
kurumların etkisinden çok akademinin ve bizzat akademisyenin özgürlüğünün kazanılması
ve korunması önem arz etmektedir. Ülkemiz gibi demokrasi geleneği henüz yerleşmemiş ve
akademik özgürlük alanında kötü bir tecrübeye sahip toplumlarda özgürlük yolunda atılacak
adımlar maalesef başta devlet olmak üzere harici kurumlardan beklenir. Oysa önce tek tek
akademisyenlerin sonra da üniversitelerin varlık sebepleri istikametinde sürekli bir çaba
içerisine girmeleri kaçınılmazdır.3

3 UNESCO’nun 1991 yılında gerçekleştirdiği toplantıda yayınladığı “Toplumda Yükseköğretimin Rolü” başlıklı rapora
göre bir üniversitenin beş temel işlevi şu şekilde belirlenir: 1) Üniversite, araştırma ve öğretimi birleştiren bir anlayışta
eğitim sağlama işlevine sahip olmalıdır. 2) Üniversite mesleki eğitim sağlamalıdır. Mesleki eğitim olgusu savaş sonrası
bir olgu değil, aksine ortaçağda üniversitelerin ilk ortaya çıktığı zamanlardan itibaren var olmuş bir işlevdir. İlk
üniversiteler de hukuk, tıp ve öğretmenlik alanlarında mesleki eğitim vermekteydiler. 3. Üniversite aynı zamanda bir
araştırma kurumudur. Üniversite geniş çaplı araştırmalar için, birden çok disiplinin de işbirliği içerisinde bir arada
çalışabileceği ortamı sunan bir kurumdur. 4. Üniversite, hem bölgesel gelişmeye katkı sağlaması gereken, hem de
uluslararası ilişkilerde rolü olması gereken bir kurumdur. 5. Üniversite tüm bunların yanında sosyal bir işlev olan
toplumun sosyal ve entelektüel açıdan gelişmesini sağlama rolünü de üstlenmesi gereken bir kurumdur (UNESCO, 1991,
s. 32; aktaran Bingöl, s. 44). Yine UNESCO’nun Temmuz 2009’da Paris’te düzenlediği Dünya Yükseköğretim
Konferansı’nda, “Yükseköğretimin Soyal Sorumluluğu” başlığı altında şu maddeler sıralanır:
“1. Bir kamusal hizmet olarak yükseköğretim tüm paydaşların, özellikle de hümütlerin sorumluluğundadır.
2. Günümüzdeki ve gelecekteki küresel zorluklar karşısında, sosyal, ekonomik ve kültürel boyutları da kapsayan çok
boyutlu konulardaki anlayışımızı geliştirme ve bu konulara cevap verebilme becerimizi artırmada, yükseköğretimin
sosyal sorumluluğu vardır. Yükseköğretim, toplumu küresel sorunlar, gıda güvenliği, iklim değişimi, su yönetimi,
kültürler arası diyalog, yenilenebilir enerji ve halk sağlığı gibi alanlarda küresel anlamda bilinçlendirmede öncü bir role
sahip olmalıdır.
3. Yükseköğretim kurumları, kurumsal özerklik ve akademik özgürlük bağlamında yürüttüğü temel işlevler (araştırma,
öğretim ve topluma hizmet) aracılığıyla, disiplinler arası boyutu artırmalı ve sürdürülebilir kalkınma, barış ve refah ile
cinsiyet eşitliğini de içeren insan haklarının gerçekleşmesine katkıda bulunacak olan eleştirel düşünmeyi ve aktif
vatandaşlığı teşvik etmelidir.

93
3. Uluslararası Felsefe, Eğitim, Sanat ve Bilim Tarihi Sempozyumu, 10-13 Ekim 2018 – Giresun
3rd International Symposium on Philosophy, Education, Art and History of Science, 10th-13th of October, 2018 – Giresun

İlkesel olarak, özgürlük için en fazla mücadele etmesi gereken akademisyenlerin bunu bir
lütuf olarak kabul etmesi utandırıcı bir durumdur. Aklını ve iradesini kullanma cesaretini
gösteremeyen bir akademisyenin özgürlüğü olsa olsa, sınırlayıcı şartlardan bağımsız olma
anlamında, negatif bir özgürlük olabilir.
Akademik özgürlüğün modern Türkiye’deki seyri oldukça farklı ve sorunlu bir
görüntü arz etmektedir. Üniversitelerde özgürlüğü ve özerkliği kısıtlayıcı uygulamalara
örnek olarak 1933 Darülfünun tasfiyesini, 1948 tasfiyesini, 12 Eylül darbesi sonrası
1402’liklerin tasfiyesini; 28 Şubat sürecindeki yaygın kısıtlama ve tasfiye hareketlerini
sayabiliriz. Üniversitelere müdahale ve tasfiye geleneğinin çeşitli siyasi olaylar vesilesiyle
günümüzde de devam ettiğine şahit oluyoruz. Buna karşın akademik özgürlüğü geliştirme
yönünde çok nadir görülen olumlu katkılar babından kısmen Türkiye’nin Avrupa Birliğine
entegre sürecinin doğrudan veya dolaylı getirilerinin ve 6 Kasım 2013 tarihinde YÖK
başkanı Gökhan Çetinkaya tarafından yayımlanan “Akademik Özgürlük Bildirisi”ni
sayabiliriz (Seggie ve Gökbel, 2014).
Türk Üniversitelerinde bilimsel özgürlük uzun süre akademik özerklik üzerinden
gündeme geldi ve daha çok Yüksek Öğretim Kurumunun (YÖK) hukuki yapısı ve icraatları
bağlamında tartışma konusu yapıldı. Yine bu çerçevede YÖK’ün, başta Cumhurbaşkanlığı
ve hükümet olmak üzere diğer devlet kurumları karşısındaki konumu ve sahip olduğu yetki
ve sorumluklar sorgulandı. 12 Eylül 1980 darbesi sonrası tesis edilen kurumlardan biri olan
YÖK bir yandan kurumsal özerkliğini tesis etme uğraşı verirken bir yandan da üniversiteleri
ve öğretim elemanlarını devletin sınırlarını çizdiği yasal zemin içerisinde tutmaya çalıştı. Bu
yüzden ülkemizde öğretim elemanlarının ve öğrencilerin araştırma ile öğretme ve öğrenme
özgürlüğü hep hükümet ve YÖK’ün politikalarına bağımlı kaldı. Temel hak ve özgürlükler
haricinde akademik özgürlüğü garanti altına alan bir yasanın olmayışı da sorunun muallâkta
kalmasına yol açtı. Ancak akademik özgürlüğün yasal dayanağı olan anayasal hak ve
özgürlükler de Türkiye’nin şartlarına göre biçimlendiğinden uluslararası standartları
yakalama pek mümkün olmadı.
Hikâyenin siyasi ve hukuki boyutuna biraz daha yakından baktığımızda,1961
anayasasının üniversitelere geniş bir özerklik alanı tanıdığını görüyoruz. 1961 anayasasının
120. maddesi, “üniversiteler kendi seçtikleri organlar tarafından yönetilir” ve “üniversiteler
bilimsel ve idari özerkliğe sahip kamu tüzel kişileridir” tespitiyle kurumsal ve idari özerkliği
teminat altına almıştı. Ancak sonraki yıllarda vuku bulan öğrenci olayları ve Üniversite
işgalleriyle adı siyasi terör olaylarıyla birlikte anılmaya başlanan Üniversiteler 1980
darbesiyle iyice zapturapt altına alınmıştır. Halen ülkemizde akademik özgürlüğün yasal
dayanağını teşkil eden 1982 Anayasa’sının 13. maddesi (Değişik: 3.10.2001-4709/2 md.)
temel hak ve özgürlükleri bile koşula bağlar:
“Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde
belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın
sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük
ilkesine aykırı olamaz.”

4. Yükseköğretim sadece günümüzdeki ve gelecekteki dünya için somut beceriler kazandırmakla kalmayıp; barışın inşa
edilmesine, insan haklarının korunmasın ve demokrasi değerlerini benimseyecek sorumlu vatandaşların eğitimine de
katkı sağlamalıdır.
5. Kurumların farklı görevleri ve performanslarıyla ilgili olarak daha fazla bilgi, açıklık ve şeffaflığa ihtiyaç vardır.
6. Kalite, uygunluk, etkinlik, şeffaflık ve sosyal sorumluluk aracılığıyla kurumsal görevleri tanımlamak için özerklik
gereklidir.” (http://www.yok.gov.tr/web/bologna/26)

94
3. Uluslararası Felsefe, Eğitim, Sanat ve Bilim Tarihi Sempozyumu, 10-13 Ekim 2018 – Giresun
3rd International Symposium on Philosophy, Education, Art and History of Science, 10th-13th of October, 2018 – Giresun

Doğrudan düşünce özgürlüğüyle ilgili olan 25. madde, “Herkes, düşünce ve kanaat
hürriyetine sahiptir. Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini
açıklamaya zorlanamaz; düşünce kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz.” şeklinde
sınırlandırma getirilmeksizin belirtildikten sonra, onun uygulamadaki içeriğini
örneklendiren 26. Maddenin çerçevesi şu şekilde çizilir:
“Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu
olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi
olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar. Bu fıkra hükmü, radyo,
televizyon, sinema veya benzeri yollarla yapılan yayımların izin sistemine bağlanmasına engel
değildir.”

Buradaki kısmi sınırlandırmayı pekiştirecek şekilde ek ibare (3/10/2001-4709/9 md.)


özgürlükleri tümüyle özel şartlara bağlar:
“Bu hürriyetlerin kullanılması, (Ek ibare: 3/10/2001-4709/9 md.) millî güvenlik, kamu düzeni,
kamu güvenliği, Cumhuriyetin temel nitelikleri ve Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez
bütünlüğünün korunması, suçların önlenmesi, suçluların cezalandırılması, Devlet sırrı olarak
usulünce belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması, başkalarının şöhret veya haklarının, özel ve aile
hayatlarının yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya yargılama görevinin
gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla sınırlanabilir.”

Gerçek anlamda akademik özgürlüğün teminatı Anayasanın 27. Maddesinde


ifadesini bulur: “Herkes, bilim ve sanatı serbestçe öğrenme ve öğretme, açıklama, yayma ve
bu alanlarda her türlü araştırma hakkına sahiptir.” Ancak hemen devamında, “Yayma hakkı,
Anayasanın 1 inci, 2 nci ve 3 üncü maddeleri hükümlerinin değiştirilmesini sağlamak
amacıyla kullanılamaz. Bu madde hükmü yabancı yayınların ülkeye girmesi ve dağıtımının
kanunla düzenlenmesine engel değildir.” şeklinde sıkı bir belirlemeye tabi tutulur. Öte
yandan, Türkiye gibi tam demokratikleşememiş ülkelerde hukuki/yasal dayanaklar yeterli
olsa da bilhassa siyasi çalkantı dönemlerinde yürürlükte yazılı hukuku hiçe sayan
uygulamaların varlığı da bir vakıadır.
Akademik özgürlük bütün üniversitelerde belli ilkelerin olmasını şart koşsa da
neticede akademisyenlerin özgürlüğünün içinde yaşadıkları ülkenin demokratik gelenekleri
ve ekonomik gelişme seviyesiyle doğrudan bağlantılı olduğu tartışma götürmez. Bir ülke
düşünün ki on yılda bir darbe yapılmış olsun ve yıl geçmesin ki ona komşu bir ülkede
onbinlerin ölümüne yol açan terör ve savaş suçları işlenmiş olsun (Irak İran savaşı, Irak’ın
Kuveyt’i işgali ve Irak iç savaşı, Suriye iç savaşı ve otuzu yılı aşkındır devam eden PKK
terörü). Böyle bir ülkede genelde özgürlüğü özelde ise akademik özgürlüğü ne ölçüde
savunabilir ve gerçekleştirebilirsiniz.
Otoriter veya demokrasileri yeterince gelişmemiş ülkelerde üniversitelerin özerkliği
ve özgürlüğünden söz etmek zor, ancak demokratik ülkelerde bile akademik özgürlüğe
devletin müdahale etmesi sıkça karşılaşılan bir durumdur. Dış kurumlardan hiçbir baskı
olmasa dahi üniversite yönetimi sırf ekonomik çevrelerin tepkisini çekmemek ya da
üniversitenin olumsuz etkilenmemesi maksadıyla kendi elemanlarına karşı bazı kısıtlamalar
getirebilir.

95
3. Uluslararası Felsefe, Eğitim, Sanat ve Bilim Tarihi Sempozyumu, 10-13 Ekim 2018 – Giresun
3rd International Symposium on Philosophy, Education, Art and History of Science, 10th-13th of October, 2018 – Giresun

V.
Akademik özerklik ve özgürlük bir heves, bir korunma içgüdüsü olmaktan çok,
akademik ideallere ve bilimsel gereklere uygun bir şekilde bilgi üretme ve bilim insanı
yetiştirme çabasıdır. Bilim özgürlüğü ve gerçeğin/hakikatin araştırılması idealine dayanan
akademik etkinlik esas itibariyle bireyin özgürleşme faaliyetidir. Çünkü en genel anlamda
araştırma ve bilme faaliyeti, insanın kendisinin de bir parçası olduğu evrenle bağlarını
kavramaya ve çözümlemeye yöneliktir. İnsanın gerçek özgürlüğü, kendisinin de tabi olduğu
fiziksel ve kültürel bağların farkında olması ve onları gerektiğinde aşabilecek ruhsal
olgunluğa erişmesidir. Bu bilinçlenme ve özgürleşme faaliyeti iki istikamette ilerler. İlki
insanın doğal yapısından kaynaklanan sınırlandırıcı şartları (anlamadım) kavraması ve
aşması; ikincisi ise doğal ve sosyal çevreyle olan bağlarını kavraması ve aşması şeklindedir.
Kendi öznelliği içinde kaybolan, aklını kullanma becerisini gösteremeyen, ezberi ve itaati
maharet bilen bir akademisyen ne gerçek anlamda özgür olabilir ne de özgürlük yolunda
ilerlemek isteyenlere bir kılavuz. O, olsa olsa siyasi ve iktisadi çıkarlara kilitlenmiş örgüt ve
grupların örtük amaçlarına hizmet eden sözde özgürlük havarisi olur.
Akademik özgürlük “akademik etiği” gerektirir. Bilimsel araştırma etiği veya
akademik etik tüm akademisyenlerin oluşturdukları grubun paydaşları arasında titizlikle
uyulması gereken, özgürlük temelli toplumsal ve bilimsel sorumlulukların çerçevesini
belirler. Bir davranış biçiminin “alaki/etik” olarak kabul edilmesi için, meşrulaştırıcı bir
“gerekçesi” olması ve bu gerekçenin rasyonel tarzda savunulabilmesi gerekir. Mevzubahis
gerekçe ve amaç bireysel çıkara değil, toplum ve insanlığın faydasına olmalıdır. Yine
akademik etkinlikler, üniversite kavramındaki evrenselliğin ruhuna uygun olarak, göreceli
ve yerel olanı aşmalı ki etik bir niteliğe kavuşabilsin. Ancak bu tavır, üniversitelerin
toplumsal işlevlerini, yani gitgide artan toplumsal değişim dinamiklerinin (küreselleşme,
bilgi ekonomisi, bilişim teknolojisi vb.) doğurduğu talepleri ve beklentileri yerine getirmeye
engel teşkil etmemelidir.
Sonuç olarak denebilir ki, bireysel hak ve özgürlüklerin yasal olarak tanınmadığı ve
siyasi otorite tarafından riayet edilmediği bir ülkede akademik özgürlükten fazlaca söz
edebilmenin imkânı yoktur. Özgürlükler ancak sivil ve siyasal hakların tam olarak tanındığı,
özgürlüğün genel olarak tesis edildiği uygun bir kültürel ortamda gelişip güçlenebilir. Yani
kültürel yapıdan bağımsız bir akademik ya da bireysel özgürlük düşünülemez. Böyle bir
varsayım özgürlüğün hem kültür ve dolayısıyla bütün toplumsal kurumlar hem de
akademisyenler için en üstün değer olarak konumlanmasıyla mümkündür. Buna göre
siyasetin temel hedefi halkın özgürleşmesi, dinin ana hedefi inancın özgürleşmesi sayesinde
inananların özgürleşmesi, iktisadın temel hedefi de bireylerin ekonomik bağımsızlığını
kazanması olmalıdır. Üniversitelerin ve öğretim kurumlarının biricik hedefi de şüphesiz
rasyonel bilgi temelinde tam bir özgürleşmedir. Akademik ve kurumsal özgürlüğü
sağlayacak olan da öncelikle bilgiyi üretmeyi, aktarmayı bir yaşam tarzı olarak benimsemiş
olan gerçek akademisyendir.

96
3. Uluslararası Felsefe, Eğitim, Sanat ve Bilim Tarihi Sempozyumu, 10-13 Ekim 2018 – Giresun
3rd International Symposium on Philosophy, Education, Art and History of Science, 10th-13th of October, 2018 – Giresun

Kaynakça

Bingöl, B. (2002). Üniversite özerkliğinin değişen tanımı ve üniversitelerin yeniden yapılandırılması.


Hacettepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 2(2), 39-75.
Çilingir, L. (2013). Ahlak Felsefesine Giriş. Ankara: Elis.
Günay, D. (2011). Türk yükseköğretiminin yeniden yapılanması bağlamında sorunlar, eğilimler,
ilkeler ve öneriler–I. Yükseköğretim ve Bilim Dergisi, 1(3), 113-121.
Karran, T. (2009). Academic freedom in Europe: time for a Magna Charta? Higher Education Policy,
22(2), 163-189.
Seggie, F. N., & Gökbel, V. (2014). Geçmişten günümüze akademik özgürlük. Analiz, 98. 1-34.
http://www.yok.gov.tr/web/bologna/26 (16.08.2018).
http://www.unesco.org/iau/tfaf_statment. html April 1998 (17.08.2018).

97

You might also like