Roma Din Sunum Notlar Düzeltilmiş

You might also like

Download as docx, pdf, or txt
Download as docx, pdf, or txt
You are on page 1of 4

Roma Din Sunum Notlar

 Nereden geliyoruz? Atalarımız Kimler? Yaşadığımız yeri kim inşa etti? Kısacası biz
kimiz? İnsanların birçoğu gibi Romalılar da bu soruları soracak ve buna makul yer yerse
kendi benliğini koruyacak yüceltecek bir anlatı oluşturacaklardı.
 Bu noktada bir refleks olarak din ve mitolojinin devreye girdiğini söyleyebiliriz. Dinin
birçok tanımı vardır ama bu kavrama işlevsel yaklaşırsak evren hakkında her şeyin
sistematik bir şekilde cevaplanmaya çalışılması ve bunun belli ritüeller, çeşitli yaklaşımlar
veya çağrışımlar yoluyla ifade edilmesi olarak görebiliriz. Hiç değilse bu kısa süreç
içerisinde bu kavramın sadece kendisi ile uzun uzun uğraşmamak adına sınırlayabiliriz.
1. Kuruluş Miti
 Çocuğu kozmik ögelerin -su, rüzgâr, yer- insafına bırakma ‘‘sunma’’ kadere karşı bir tür
meydan okumadır. Yere ya da suya emanet edilen çocuk öksüzdür ve ölebilir; ama eğer
şansı varsa insanüstü bir konuma yükselebilir. Kozmik ögelerin korumasına terk edilmiş
çocuk genelde bir kahramana, bir azize ya da bir krala dönüşür.
 Onun yaşam öyküsünü veren efsane, doğumlarından sonra hemen terk edilen tanrılar
mitinin tekrarından başka bir şey değildir.
 Zeus’un, Poseidon’un, Dionysos’un, Attis’in ve pek çok tanrının Perseus’la, İon’la,
Atalante’yle, Amphion’la, Zethos’la, Oedipus’la, Romulus ve Remus’la aynı kaderi
paylaştığını hatırlamalıyız.
 Yeryüzü Anaya bırakılan çocuk kurtulur ve Yeryüzü Ana tarafından yetiştirilir; artık
sıradan insanlar gibi olamaz, çünkü yaşamı kozmik bir başlangıca tekabül eder ve bir aile
ortamında değil kozmik ögelerin arasında büyür. Bu nedenle kahramanla azizler genelde
terk edilmiş çocuklardır. Kanatları altına aldığı ve ölüme karşı koruduğu için Yeryüzü
Ana (ya da Su Ana), terk edilen çocuğa sıradan insanların yaşamayacağı olağanüstü bir
kader bahşeder.
 Piçlerin, yetimlerin ve öksüzlerin yükselişi tarih içinde çokça tekrarlanan bir motiftir.
Bunun başlıca nedeni kişinin kabiliyetleri soydan değil bizzat kendisinin çabası sonucu
oluşturmasındandır. Bu durumda da kişi varlığını bir ebeveynden değil bizzat tanrısal
güçlerden aldığına inanılıyor olmasıdır. Bu kişiler kimi zaman yarı tanrı zaman zamansa
tanrının vücut bulmuş hali olarak karşımıza çıkar. Birçok peygamber, kahraman ve kralın
hikayesinin benzer motiflere sahip olması anormal bir durum değildir.

2. Şehrin Konumu
 Herhangi bir yeni insan yerleşimi de dünyanın yeniden kuruluşudur. Nihai olacaksa,
gerçek olacaksa, yeni yerleşim ya da yeni şehir, inşa ritüeli aracılığıyla ‘‘evrenin
merkezi’’ ne yönlendirilmek zorundadır. Pek çok geleneğe göre dünya bir merkezden
başlayarak yaratılmıştır ve bu nedenle şehir merkezin etrafında gelişmelidir. Romulus
derin bir hendek (Fossa) açıp içini meyveyle doldurup, Toprakla kapattıktan sonra,
üzerine bir sunak inşa etmiş ve etrafına sabanla bir siper kazmıştır. Bu hendek mundustur
ve Plutarkhos’un belirttiği gibi ‘‘Evrene benzeyen bu çukura, dünya (Mundus) adını
verirler.’’ Bu Mundus üç kozmik düzlemin kesiştiği yerdir. Roma’nın ilk modelinin bir
daire içine yerleştirilmiş bir kare olması büyük olasılıktır: Son derece yaygın yuvarlak ve
kare geleneği bize bunu düşündürtmektedir.
 Bu noktada benim yorumum bir bölgenin veya şehrin kutsal olması zaman ve tecrübeyle
gerçekleşen bir süreçtir. Bu durumdan dolayı bazen bize en anlamsız gelen yerlerin dahi
orada bir yaşanmışlığın veya kadim olmanın getirdikleri dolayısıyla dini anlamlar
kazandığına şahitlik ederiz. Kimi zamansa bunun aksi olarak bölge zaman ve tecrübeden
soyut olduğu için kutsal bir önem kazanır.
3. Hikayelerin Oluşumu
 Roma ve Romalıların kökenlerine ilişkin hikayeler Agustus çağının iki önde gelen
yazarının eserleri, Vergilius’un epik şiiri Aenas ile Livius’un Roma Tarihi eserinin birinci
kitabı sayesinde günümüze ulaşmıştır. Onlardan, o zamanlar küresel bir süper gücün
başkenti olan Roma’nın, bin yıldan fazla bir süre önce yanan Troia’nın alevlerinden doğan
emperyal bir anka kuşu olarak tasavvur edildiğini öğreniriz.
 Kahraman Aenas MÖ.11 yy’den Troia’nın yıkılışından yaşlı babası Anchises’i
omuzlarında taşıyarak ve oğlu Ascanius’u elinden tutup sürükleyerek kaçmıştır. Anchies
oğlu tarafından götürülürken Troia tanrılarının tasvirlerini, ırkının ruhlarını koruyarak
yeniden doğmak için göğsüne asar. Aenas diğer mültecilerle birlikte deniz yoluyla
kaçmıştı; fakat intikamcı tanrılar tarafından rahat bırakılmadığından yedi yıl boyunca
güvenli bir liman bulunmaz sonra fırtınalar gemilerini, Fenikeli sürgün kraliçe Dido’nun
yeni bir şehir inşa etmekte olduğu Kartaca kıyılarını fırlatır. Aenas’ın ilahi annesi Venüs,
oğlunu Dido ile evlendirerek korumaya çalışır. Fakat Iuppiter aksine karar verir:
Aenas’a Afrikalı-Pön aşığını İtalya’da tarihsel bir görev yerine getirmesi emredilir. Keder
ve öfke içindeki Dido, Aenas’ı lanetler; halkının Troilalıra karşı ebediyen düşman
kalmasını ister ve sonra kendini öldürür. Aenas daha sonra yer altına indiğinde orada
Caesar’ı ve Agustus’u görecekti daha sonrasında Aenas oradan edindiği kehanetleri
tanrıların nehir olan Tiber nehrini aramaya Latium’a gelecekti.
 ‘‘Diğerleri … daha dikkatli bir şekilde bronzdan nefes alıp veren suretler işleyecek,
mermerden canlı suratlar yontacak, davarları daha etkin bir şekilde savunacak, ölçü
aletleriyle gökyüzündeki hareketleri tespit edecek ve takımyıldızlarının yükselişini
anlatacaklar. Fakat senin işin Romalı, senin ilgilendiğin şey kavimleri yönetmek olsun,
senin yeteneğin şu olsun: Barışın hükmünü dayatmak, itaatkarları esirgemek, kibirlileri
ezmek.’’
 Bu metinler Roma’nın Akdeniz’de kesin egemen olduğu bir dönem denk gelmesi bir
tesadüf değildir. Burada oluşturdukları mitoloji Roma’daki üst kültürü etkisini almış
Yunan kültürü ile Roma’nın kuruluşuna dair geleneksel anlatıyı bağdaştırma amacı
görmekte. Livius’un farkında olarak ortaya koyduğu Hubris ve Nemesis anlayışlı tarih tezi
Roma egemenliğinin meşruluğunun bir propagandası olarak kullanıldığı aşikârdır. Daha
sonraki dönemdeki Plutarkhos’un gibi yazarlarda bu yoldan gitmeye devam eder.
4. Aktarıcılar
 Roma’da din politika, askerlik, şehirdeki yaşam ve din aristokrasinin çevresine
şekilleniyordu. Üst sınıfın gücü ve zenginliği takipçilerinin üzerindeki hakimiyeti ve
toprakları üzerine kuruluydu. Krallık Rex Sacrorum unvanı cumhuriyetten sonra da
kullanılmaya devam edilmişti. (12 levha ile işlevsizleşmişti) Krallıkla ilgili kaynakların az
olması dolayısıyla kralların yetkilerini ve egemenlik alanlarının nereye kadar ulaştığını
saptamak zordu. Fakat krallık düştükten sonra kralın yetkileri patriciler tarafından
üstlenilmiş olması anormal bir durum değildi çünkü Roma yıkıldıktan sonra da Papalık
benzer bir şekilde Romanın yetkilerini ve unvanlarını kullanmaya devam edecekti.

 Roma’da rahipler (Pontifex) particilerden oluşurdu ve Vesta rahibeleri de dahil olmak


üzere birçok dini pozisyon bu sınıfın elindeydi. Roma da doğanın üretken gücünü temsil
eden tanrıça Ceres adına her yıl 19 Nisan da düzenlenen Cerialia şenlikleri dışında din
daha çok sosyal hayatı düzende tutmaya yarayan savaş ve politikanın konuşulduğu
işlevsel ritüellerden oluşurdu. 12 Levha kanunlarına kadar din sosyal alanda son derece
nüfuz sahibiydi büyük bir ihtimal ile bu kanunlardan sonra da devam etti fakat bu
kanunlar birey ve toplum arasındaki çizgiyi pleb ve patrici arsındaki artmaya başlamış
sorunlara yönelmesiyle var olan düzenin biraz daha sekülerleşmesini sağladığı
söylenebilir. İşin aslı buradaki sekülerleşme hümanist bir yaklaşımın sonucu olarak değil
toprak üzerine bir yaklaşımdan dolayıdır. Artan pleb huzursuzluğunu dizginlemeye
çalışmıştı fakat bunda da başarılı olduğu söylenemez.

 Plebler dini hayatta yok denebilecek kadar zayıftılar, Roma tarihinin geneline bakacak
olursak pleblerin üzerinde bir sis perdesi olduğu aşikardır. Bahar festivallerinde yardımcı
(Aedelis) rolü gibi sınırlı roller dışında pek etkin değillerdi. Flamines (rahiplik) gibi
unvanlar tarihsel süreçte kazanabilecekleri rollerdi bunda da cumhuriyetten imparatorluğa
geçişteki buhranların büyük etkisi vardı. Cumhuriyet döneminde iktidar belli ailelilerin
elindeyken imparatorlukla birlikte gücün preatorlara geçmesi ve imparatorun mutlak bir
güce ulaşmasıyla dini gücüde kendinde toplayacaktı.

You might also like