Download as docx, pdf, or txt
Download as docx, pdf, or txt
You are on page 1of 16

TÜRK DEVLET TEŞKİLATINA GİRİŞ FİNAL

1. TÖRE
 Bir siyasi oluşumun devlet olabilmesi için 4 temel unsur üzerine oturması lazım. Bunlar
istiklal, toprak (vatan), insan, töre (hukuk)
 Türk tarihinin en eski kavramlarından birisi töredir

 Türk devletinin ve toplumunun siyasi ve sosyal hayatını düzenleyen sözlü hukuk


kurallarının tümüne verilen isimdir (töre)
 Töre kelimesi türe (türemek) kökünden gelmektedir ve türetmek anlamındadır. Hukukun
kaidelerinin zamana göre değişmesi ve artmasından dolayı bu kelime kökeni ile
uyumludur.
 Orhun Abidelerinde Töre on bir yerde geçmiş ve altısında İl (devlet) ile birlikte yer
almıştır. Yani devletin varlığının temelidir. Zira Türklerde devletin varlığı Törenin
varlığıyla sıkı sıkıya bağlıydı.

 Divanı lügatıt türkte ise 5 yerde geçmiştir.
 Kaşgarlı Mahmud Töreyi düzen, nizam, görenek, âdet yerine kullanmıştır.
 Bunlardan biri madde başı, diğerleri ise başka maddelerin açıklanması sırasında verilen
örneklerde zikredilmiştir. Törü: Töre. Atalardan kalan yazılı olmayan kaideler. İl gider,
Töre kalır. Zulüm kapıdan girince Töre bacadan çıkar. İl barışa (Töreye) kavuşsun. İl
terk edilir, âdet (Töre) terkedilmez.
 Türklerin bulunduğu büyük coğrafyada, türk kimliğinin korunması için törenin korunması
ve yaşatılması önemlidir.
 Kaşgarlı, Töreyi Arapça resm (usul, kural, düzenleme) kelimesiyle izah etmiştir. Ayrıca
âdet, gelenek ile de açıklamıştır. Töre göğü ayakta tutan sistemdir, o bozulursa kâinat
bozulur. Bu kelime bir bakıma İlahi nizam olarak adlandırılabilir zira Tanrı yarattığı her
şeye yetmektedir
 Törenin günümüzdeki manası asıl manasını karşılamamaktadır.
 Törenin asıl ruhu modern dönemdeki hukuka karşılık gelmektedir.
 Modern manada töre aynı zamanda hukukta düzenlenen kanunlar demektir. Üçüncü
manası ise insanlar arasındaki adet, gelenek ve görenek manasındadır.
 Törenin kaynakları bakımından dini temelli olabileceği ya da eski türk dinin adı
olabileceği de idda edilmiştir.
 Töre üç şekilde teşekkül ederdi.
 Birincisi Kagan veya Boy Beyi yahut Bodun idarecisinin buyruklarının hukuk
oluşturmasıydı. Orhun Abidelerinde Türk halkını derleyip toplayan ve aynı siyasi yapı
içerisinde birleştiren Ulu Kaganın yaptığı işlerin en önemlilerinden birisinin kanun
yapmak olduğu belirtilmiştir. Bu konuyu Yusuf Has Hacib şöyle açıklamıştır;
“Hükümdarlık uludur, çok iyidir fakat daha iyi olan Töredir. Fakat bundan da iyi olan
Törenin tüz (eşit) tatbik edilmesidir”. Hangi hükümdar devletine kanun koydu ise, o
devletini tanzim etmiş olurdu. “Halka hep iyi kanunlar tatbik edilmelidir”. “Ey hükümdar
iyi kanun yap...Kanuna kendin riayet et ki, halk da sana itaat etsin”
 Yani hukuk kağandan üstündür ve töreye uyulmamasında tahtan indirebilmeler tarihte
görülmüştür.
 Hukukun oluşmasında ikinci yol kimi kanun ve kuralların kurultaylarda alınan kararlarla
oluşmasıydı. Yani anayasal düzenlemelerdir.
 Üçüncü yol da örf ve âdetlerin hukuku yani Töreyi meydana getirmesiydi.
 Özellikle aile ve miras hukuku, ticaret hukuku alanında Türk toplumunda örf ve âdetler
belirleyici rol oynamıştır.
 Örf ve âdet hukukunun köklü yapısı sayesinde fazla sarsıntı geçirmeden bir siyasi yapıdan
diğerine intikal edebilmiştir.
 DLT’de geçen “İl gider, Töre kalır” Türk atasözü, Boydan başlayarak devlete kadar Türk
siyasi teşekküllerinden daha fazla belirleyici olanın hukuki esaslar olduğunu ortaya
koymaktadır.
 Türk tarihi sadece devlet kuran bir medeniyet değil, başka devletlerin ilham aldığı hukuk
medeniyetidir.
 Türk devletleri anayasalı bir devlet değil, anayasa bir devlettir.

 Devlet düzenini sağlamakta uygulanması gereken temel unsur Töredir. Töre, geleneklerde
ortaya çıkan ve uyulması zorunlu olan değerler bütünü, yani hukuktur.
 Her kurum ve sosyal eylem kendi geleneğini meydana getirdiğinden, bu geleneklerin
dayandığı ilkeler Töreyi oluşturmaktaydı. Ayrıca yılda iki defa toplanan kurultaylar ve
hükümdarların aldıkları kararlar da Töre dediğimiz geleneklere dayanmaktaydı.
 Kişi ve kurumların gerçekleştirdikleri eylemler Töreye uymak zorundaydı, aksi takdirde
cezai işleme maruz kalarak cezalandırırlardı. Bu bakımdan Törenin bir bağlayıcılığı ve
yaptırım gücü bulunmaktaydı.
 Töre kişiye bakılmaksızın -ister hükümdar olsun, isterse sıradan insan- uygulanmıştır.
 Töre geleneklerden meydana geldiğinden, toplumun da bu gelenekleri bilmesinden dolayı
yöneticilerin Töreye uyup uymadıkları halk tarafından kolaylıkla denetlenebilmiştir.
 Törenin en temel amacı kişisel hak ve özgürlükleri güvence altına alarak, devletin adalet
yönünde işlemesini sağlamaktı. Böylece kişi kendini güvende hisseder ve kendini güvende
hisseden kişi Töreye ve Törenin uygulayıcısı hükmündeki hükümdar ve devlete sıkı sıkıya
bağlı hale gelirdi. Bu durum toplumsal birliği arttırır ve toplumsal birlik toplumsal
varoluşu sağlardı. Kişisel özgürlüklerden başlayarak toplumsal varoluşun sağlanmasında
temel şart olan Töre, devlet eliyle gerçekleştirildiğinden insanların devlete aidiyeti
sağlanırdı.
 Karizmatik olduğunu bildiğimiz hükümdar Tanrıdan aldığı güç ile Türk devlet
düşüncesinde mutlak otorite sahibi, despot bir yapıya bürünmemiştir. Bunun temel
sebeplerinden birisi olarak Kut ve Töreyi gösterebiliriz.
 Zira Kut hükümdara halkı yönetmesi maksadıyla verilmiştir. Tanrının istekleri yerine
getirilmez ise bu yetki geri alınarak başkasına devredilmiştir. Öte yandan Türk
toplumunda bir Töre yapısının bulunması ve herkesin bu yapıya riayet etmek zorunda
kalması, Töre önünde Kagan ile halkın ayrılmadan işledikleri suça göre cezaya tâbi
tutulmaları diktatörlüğü engellemiştir.
 Törenin tarihi süreçte hâkimiyet hakkına müdahale edişi fiiliyatta Kaganı sınırladığını

göstermiştir70. Nitekim Göktürk Kaganlarından Ta-po (581)’nun tartışma etmeden yerine


Talo-pien’i varis bırakması devlet meclisince Töreye uygun bulunmayarak reddedilmiştir

 Kut ile Töre arasında güneş ile ay arasındaki bağlantı vardır.
 Burada ay Kut’u, güneş ise Töreyi temsil etmektedir. Ay güneşten ışık alarak gece kendini
gösterdiği gibi Kut da Töreden beslenmektedir.
 Bunların dışında Töre ve Kut’un uygulanabilmesi adalet ve irfan ile gerçekleşirdi.
 Bunun yanında Eski Türk hâkimiyet telakkisi siyasi iktidarın kaynağını Tanrıya
bağlamakla hükümdarı Tanrı katında sorumlu tutuyordu. Hükümdar da Tanrıya karşı
sorumlu olduğundan, Tanrının yardımı ile Kut’unun devam edeceğine inandığından, onun
iradesine uygun şekilde milleti yönetmek mecburiyetinde hissediyordu. Tanrıya uyması da
gerekiyordu. Töre yoluyla idareci altındakilere karşı sorumlu bulunduğundan, Türk
hükümdarlarının insafsız, müstebit olmaları pek mümkün değildi.
 Toplumsal düzeni oluşturan unsurlar ahlak ilkeleri, iktisadi yapı, yaşayış biçimi, inanç
sistemi ve Töredir. Devlet bu ilkelerin her biri ile uyum içerisinde yapılandığından söz
konusu ilkeleri kendi bünyesinde barındırır. Bu bakımdan toplumsal düzeni oluşturan
ilkeler toplumun tamamı için sağlanmalıdır ve devlet bu işlemi gerçekleştirmekle
yükümlüdür.
 Bu babda hükümdar ve devlet ricali Töre adı verilen hukuki düzeni uygulamak ve bu
hukuki düzene uymak zorundadır. Aksi takdirde ise siyasi meşruiyetini kaybederek
cezalandırılmaktadır.

2. KUT

 Kut genel bir tarifle siyasi iktidar anlamındadır.


 Yani Türk hükümdarına yönetme hakkının Tanrı tarafından verilmesi olarak
isimlendirilebilir.
 Kutadgu Bilig’de Kut aya benzetilmiştir. Ay doğarken küçüktür, giderek büyür yükselir
dolunay olduğunda dünyayı aydınlatır ve sadece kendi ülkesi değil bütün dünya ondan
ışık alır. Yani Kut tanrıya adanmış mukaddes kud güneşinin parladığı kişi idi.
 Kavramsal yönüyle soyut, ortaya çıkardığı belirtiler ile somut bir anlayışı karşılamaktadır
kut tabiri
 Kut sahibi olduğunu bildiğimiz ilk kişi oğuz Kağandır.
 Oğuz Kağan Destanı’na göre Oğuz Han hem karizmatik bir kimsedir hem de hâkimiyeti
ilâhî bir menşeden almıştır. Bu telakki aynı zamanda Orhun Abidelerine ve diğer
kaynaklara da yansımıştır.
 Yönetme hakkı hükümdara Tanrı tarafından ilâhî bir lütuf olarak verilmiştir. Kagan, Tanrı
irade ettiği, kendisine Kut (devlet, baht, iyilik, talih) ve ülüğ (kısmet) verdiği için idare
etme hakkına sahiptir. Türk Kaganı âdeta göğün, Tanrının yeryüzündeki halifesi-temsilcisi
gibidir.
 Nitekim Asya Hun Devleti Tanhu’su Mo-tun’un unvanı “Göktanrı’nın tahta çıkarttığı

Tanrı Kut’u Tanhu”35 idi.


 Hsia Hun Devleti Tanhu’su Hê-lien Po Po (5. asrın ilk çeyreği) “Benim hükümdar olmam

Tanrı tarafından kararlaştırıldı”36 demiştir.


 Göktürk Kaganları bizlere bıraktıkları Abidelerde “Tanrı gibi gökte olmuş Türk bilge

Kaganı”37, “Tanrı buyurduğu için, Kut’um olduğu için Kagan oldum” demişlerdir3
 Uygur hükümdarı da Gazneli hükümdarı Sultan Mahmud’a 1027 yılında yazdığı mektuba;
‘‘Göklerin sahibi Tanrı, yeryüzü ülkelerinin ve birçok kavmin hâkimiyetini bizlere verdi’’

diye başlamıştır39. Bu ifadeler Türk hükümdarlarının Kut ve kısmetle donatıldığına


inandıklarını göstermektedir.
 Bir taht mücadelesinde savaşlar yapıp hükümdarı devirip tahtı alsanız dahi eğer
onaylanmış bir Kut’unuz yoksa siz meşru bir hükümdar değilsiniz.
 Türk hükümdarının Tanrı ile olan bağı şeklinde de görebileceğimiz, başka bir deyişle
devleti temsil eden Kaganın Tanrıyla alakası olarak adlandırabileceğimiz bu Kut
sayesinde Tanrı Türk devletine doğrudan etki edebilmektedir.
 İslam öncesi dönemde Türk devletinin temel ve karakteristik özelliği olan merkezi otorite
unsuru doğrudan Tanrı ile alakalıdır.
 Kagan, ancak Tanrı’nın onaması ve desteği ile Kagan olabiliyordu.
 Bu durum Göktürk Abidelerinde Bilge Kagan’ın tahta geçmesi ve başarısı “Tanrı Kut

verdiği için” şeklinde açıklanmaktadır.


 Aynı anlayış Uygur Kaganlarının unvanlarında da görülmektedir. Ay Tengri’de Kut
Bulmuş Alp Külüg Bilge Kagan, Ay Tengri’de Ülüg Bulmuş Alp Uluğ Bilge Kagan, Ay

Tengri’de Kut Bulmuş Bilge Kagan gibi41.


 Batı kurulan türk devletlerinde de aynı anlayış vardır.
 Kut hem millidir ( sadece türke verilir) hem de cihanındır (evrenseldir)….
 Kut verilen ve aynı zamanda istenilen bir kavramdır.
 Göktürk alfabesiyle yazılıp günümüze kadar ulaşan Irk Bitig adlı fal kitabında görüldüğü
üzere, bir insan Tanrı’yı yücelterek ve saygıyla niyaz ederek Kut isteyebilmektedir.
 Tanrı da bu niyazı geri çevirmeyerek isteyene Kut ve sürüler veriyor, uzun ömürler
bağışlıyordu
 Bu bilgiden anlaşıldığı üzere Kut Tanrı tarafından verilmektedir.
 Kaynaklardan öğrenildiğine göre Tanrı’nın kendisine Kut ve saadet verdiği kulun işi her
gün yükselirdi
 Tanrı kime destek ve yardımda bulunursa o kul Kut bulurdu. Tanrı kime inayet ve yardım
ederse dünya onun olur

 Kut Tanrı’nın fazlıdır48. Kut’u yükselten de O (Tanrı) idi

 Kut’un güçlenmesinin bir diğer sebebi de halkın hayır duasıdır


 Verilen bu Kut daimi değildir. Belli durumlarda Tanrı Kut’u verdiği kişiden
alabilmektedir.
 Bey’in (Hükümdarın) gönlü, dili ve tabiatı düzgün olmazsa Kut o memlekette dolaşmaz,
kaçardı.
 Hükümdarların Töreye uymaları gerekmektedir, zira Kagan uyarsa halk da Töreye riayet
ederdi. Eğer Kagan Töreye riayet etmezse Tanrı Kut’u kendisinden alır, o kişiyi zillete
düşürür ve alçaltırdı.
 Mesela Töreye göre Kaganlık Bilge Kagan’ın hakkı iken, onun yerine geçmeye çalışan
İnel Kagan, Tanrının verdiği Kut’u toparlayamaması sebebiyle tahtından olmuş ve Töreye

uymadığı gerekçesiyle öldürülmüştür53.


 İbni Batuta Seyahatnamesi’nde Türklerin yılda bir kere toplanarak Kaganın Töreye uygun
hareket edip etmediğini kontrol ettiklerini, gerekirse Kaganın düşürülebileceğini
belirtmiştir (merkezi kurultaylar ve herkes sesinin bu kurultaylarla duyurur)
 Bunlar bizlere zorbalık ile Törenin bir arada bulunmayacağını göstermektedir.
 Bu konuda DLT’de “Zor Kapıdan girerse Töre bacadan çıkar” denilmektedir. Türk
toplumu için Töre o kadar önemlidir ki devletsiz olunur fakat Töresiz olunamazdı.
 Kut, Tanrı’nın bağışı idi. Devlet yönetimi için devleti yönetme yetkisinin bir kişiye
verilmesi olarak ifade edilmektedir; fakat hükümdarlık, yönetme yetkisi Töre ile
sınırlandırılmıştır.
 Daha açık bir ifade ile Tanrı, Türk Kaganını ancak Türk Töresini yürütmeleri için tahta
çıkartmaktaydı. Kaganlar hakimiyeti Töreye göre kullanırlardı.
 Kutadgu Bilig’de; yöneticilerin kanun (öngdi) ve Töreye uymaları gerektiğini, böylece
halkın da uyacağını belirtmiştir.
 Bu bakımdan Türk hükümdarının despotik bir saltanat sürmesi mümkün değildir.
 Tanrı ile verilen Kut’un Töre ile sınırlandırılması, Törenin de tanrı ile alakasının olup
olmadığı konusunun sorulması gerekmektedir.
 Mesela Kut’un tabiatı kararsızdır, Kut alınca emniyet hissine kapılmak yanlıştır. O gelir
gider dünyayı dolaşır, kendisine sabit bir yurt yoktur. Fakat onu bir yerde tutacak olan da
alçak gönüllülüktür. Kut’un tabiatı yumuşaktır, yaşı küçüktür. Bütün bey ve büyüklere
giden yol ondan geçer. Yine o, her türlü büyüklüğün kaynağıdır. Kut insandaki asıl
cevherdir. Kut insanın bir nevi otonom kudretidir. Bir nevi nefis kontrolüdür. Kut hizmet

amacıyla kapıda beklemektir61. Kut’un özelliklerini daha da çoğaltmak mümkündür.


Bunun dışında Kut kazanmak için kendi özüne, nefsine sahip olmak gerekmektedir. Kut
alçak gönüllü kişiye verilmektedir. Kut güler yüzlü tatlı dilli olanı sever, ona gider.
Kut’un kendisi temizdir, temizlik arar, ancak saf olanı destekler. Kut adaletli olanı tercih
eder, sıkı bir terbiyeden geçene Kut verilir, büyüğünü büyük tutana, kanaatkâr ve rıza

sahiplerine Kut verilmektedir64. Bunun durumların tersi söz konusu olunca yani kötü bir
insan olunca da Kut kaçmaktadır.
 Kut’un ana noktası hizmettir.
 Adaletten ve hukuk ayrıldığınız zaman Kut’unuzu tartışmalı hale getirecektir. Sizde
olaması gereken vasıfları ( bilge akıllı ahlaklı) yitirdiğiniz zaman Kut’unuz tartışmalı hale
gelir. Halkın hükümdarlıktan bekledi hususları yerini getirmediğiniz yani halka hizmet
etmediğiniz zaman Kut’unuz tartışmalı hale gelir ve düşebilir.
 Toplumun başına gelen büyük afetler ve felaketlerin sorumlusu hükümdardır.
 Çıkılan seferlerin sorumlusu hükümdar ve tartışılan kavram Kut’tur.
 Kısaca Kağanın hükümdarlığı Kut ve Töreye bağlıdır. Hükümdarlık sonsuz ve mutlak
değildir.
 Kut verilen aileler de vardır.
 Ama nasıl hangisi gerçek değil diye ayırıldığı bilinemmektedir.
 Bazıları Kutla peygamberlik arasında ilişkiler olduğunu söylemektedir.
 Kut gönderildiğine inanılan ve saygı duyulan aileler, türklere gönderilen peygamberlerin
aileleri midir
 Sahte kutlarının çıkmaması ve kut’un dini mahremi….
 Töre eski Türk dini mi ..

3. ORDU

 Eski Türklerde orduyu en önemli yapan özelliklerden bir tanesi bizim kesintisiz olarak
(Hun>>> osmanli ve şimdiye) devam eden tarihimiz.
 Bunun en önemli sağlayıcılardan biri de geleneksel anlamında, asya hunları döneminde
metenin kurduğu eski türk ordu sisteminin sürekli olarak takip edilebiliyor olmasıdır.
 Eski türk ordusunun en önemli özelliği budur. Yani onlu sistem
 Tüm ordular ve ordu sistemleri ortaya çıktıkları coğrafya, dünya algısı ve insan tipolojisi
neticesinde kendilerine en büyük başarıyı sağlayabilecek şekilde oluşmuştur.
 Orduları genelde 3 bölümde incelenir. Yerleşik ve merkezi yapılanmalarda (devletlerde)
genellikle ağır zırhlı piyadeye dayanalı, daha çok hat savaşı icra eden (meydan
muharebesi gibi ) ordu sistemi olur. Orman ve sahra altı bölgelerde yani insan nüfusunun
yoğun olamadığı merkezileşmenin gerçekleşemediği yerlerde, küçük gruplarla hafif
piyade ve daha çok mızrak ve kalkanın kullanıldığı ama hat muharebelerinin daha az yer
tuttuğu küçük gruplarla çatışan ordular. Bir de eski türklerin yaşamış olduğu bozkır
bölgesinin çıkardığı bir ordu ve savaş türü mevcut. Burada hareketlilik at ve demir çok
önemli. Hafif süvari, okçu süvari asker tipi ön plana çıkmakta. Hareketliliğin çok önemli
olduğu süvarilerin olduğu ordular ön plana çıkmıştır.
 Türk bozkır kültürünün orataya çıkmasında 2 saç ayağı mevcut ve doğrudan orduyla
ilişkilidir. Bunlar at ve demirdir.
 Eski türk atı prjevalskıy denilen hafif kısa ama çok daha dayanıklı ve uzun mesafeler kat
edebilen bir at
 Demir de savaş aletleri ve silahın ana mataryeli olması sebebi ile çok önemlidir.
 Hem at hem de demir eski türklerde çok çok eskiden itibaren kullanılmaya başlanmıştır.
 Mete orduya 10’lu sistem getiriyor. Küçükten büyüğe doğru düzenleniyor. 10-100-1000-
10000…
 10 bin kişiden oluşan birliğe tümen deniyor.
 Onbaşı, yüzbaşı, binbaşı, tümenbaşı..
 En eski türk devletleri en güçlü dönemlerini yaşadıkalrında 20-24 tümen arasında hafif
süvariden oluşan bir askeri ordu oluşturmuşlardır.
 Bozkır tipi ordu = hafif süvariye dayalı, hafif zırh kuşanmış, yakın muhabere için kılıç
kalkan kullanan ama ana muharebe için ok ve yayı tercih eden, ağırlıklı olarak düşman
birlikleri takip eden ya da kendini takip ettirip pusuya düşürmeyi hedefleyen ordu tipi ve
organizasyonu
 Bunu çevresindeki kültürlerden ve medeniyetlerden ayıran faktörlerin biri de eski türk
ordusunda paralı askerlik yoktur.
 Bozkır hayatının getirmiş olduğu bir takım özellikler, hareketli yaşam tarzı, avcılık
avlanma, sürülerin güdülmesi gibi, bu ordu tipinin oluşmasına ve paralı askerliğin
olmamasına katkı sağlamıştır.
 Eski türklerin icat ettiği bozkır tipi bir yay kullanıyorlar. Bu yay şimdi kullanılanlardan
çok daha kısa ama ters geriliği için (reflex yay, hayvan kemiklerinden, sinirden ve
ahşaptan yapılıyor) daha etkili ve uzun mesafeye atış yapmaya ve at üstünde kullanmaya
uygun
 Erken dönemde kullanılan oklar ise üç parçadan oluşuyor. Temren, gövde ve tül. Temren
ok ucudur. Erken dönemlerde kemikten sonra demirden yapılmaya başlanmıştır ve eski
türklerin kullandığı 3 tip temren mevcuz, normal temren (zırh kullanmayan düşmana karşı
ya da avda ), kancalı temren (ağır zırhlı düşmana karşı), ıslık çalan temren (demirden
ahşaptan öretiliyor, küçük bir başta hava delikleri ıslık sesi çıkarıyor ve psikolojik harp
olarak düşman için kullanılıyor. Özellikle de gece heheheheh)
 Kılıçlar, meç adı adı verilen daha kısa kılıçlar, mızrak, kargı, süngü, hançer, kamçı
kement… yakın dövüş
 Zırhlar da pantolon gömlek ve ceket olarak tasarlanılmıştır. Ve küçük parçalardan (demir
ve tahta gibi ) oluşuyor

 Saldırı ve savunma yöntemleri bozkır tipi türk ordusuna has yöntemlerdir. Bunlardan biri
yıldırma ve yıpratmadır. Doğrudan bir saldırı yapmayıp küçük ve sık saldırılarla düşmanı
yıpratma. Mobilizasyonu yüksek ordular.
 Sahte geri çekilme diğer saldırı şeklidir. Ve devamında turan taktiği
 Pusuya düşürme ve imha taktiği… ormanlık alanlarda sarp kayalıklarda ırmak yataklarına
(turan taktiği)
 Bu 3’ünün hepsi birlikte kullanılıyor.
 Savunma yöntemlerinden birisi ve yaygın olan çöle çekme taktiğidir. Eski türk
topraklarının güneyinde çöl veya çok kurak yerler var. Düşman buraya çekilerek sıcaklık
ve susuzlukla yıpratılır. Veya dar geçit ve boğazlara çekiyorlar
 Eski türklerin temas ettiği kültürlerin anlattığına göre de türk ordusu savaş ve
anlaşmazsızlıklarla ve hızlı olmaları ile yazılmıştır.
 Bazen de abartıyorlar. Mesela greekler eski türk savaşçılarının insan olmadığı, tanrının
ceza olarak gönderildiğini anlatmıştır.
 Bozkır tipi türk ordusunun motivasyonu cihan anlayışıdır bu yüzden paralı asker yoktur ve
sadece erkekler değşl kadın çocuk herkes silahlanmaya başlayabilir.
4. DEVLET TEŞKİLATININ ŞEMATİK YAPISI

 Devlet idaresinin temelini oluşturan meclisler, Asya Hunlarından beri bilinmekte ve bütün
büyük Türk devletlerinde farklı isimlerle de olsa mevcudiyetine rastlanmaktaydı.
 Belirli sınırlar içinde hükmetmek hükümdara aitti
 Belirli yer ve zamanlarda toplanan, sıkı protokol kurallarının uygulandığı meclisler
Kaganın açış konuşmasıyla çalışmalarına başlardı.
 Devletin en önemli kararlarının alınıp görüşüldüğü, Kagandan sonra devlet teşkilatında
önemli bir yere sahip olan bu meclislerde devletin savaş açılıp açılmaması, harici
problemleri, iktisadi, askeri, siyasi, kültürel gibi dahili tüm meseleleri gündeme getirilip
görüşülerek karara bağlanırdı.
 Elçiler kabul edilir, hükümdarların kararları, devlet organlarının icraatları ve Törenin
uygulanışı denetlenir, Kaganlık makamı boş ise yeni Kagan seçimi, tasdiki ve gerektiği
takdirde Töreye yeni hükümlerin ilave edilmesi de gerçekleştirilirdi.
 Ayrıca ordu teftiş edilir, insan gücü saptanır, toplum hayatının önemli unsuru hayvan
sayısı belirlenir ve Kaşgarlı Mahmud’un “Geniş elbise parçalanmaz, danışmakla gelişen
bilgi ise bozuk ve kötü çıkmaz”, sözündeki gibi uygulamaya dönük sağlıklı ve doğru
kararlar almak için ülke meselelerine dair genel müzakere yapılırdı

 Eski Türk İl (el)’inin yani devletinin başında İlig, Elig, İllig denilen hükümdar bulunurdu,
Bunlar genelde Tanhu, Han, Yabgu, Kagan (daha çok cihanşümullüğü ifade eder) gibi
unvanlar kullanırlardı.
 Kağan tam manasıyla cihan şuur devlet manasını yansıtır ve imparator olarak kullanılır

 Otağ, Orgin (taht), Tuğ, Davul, Kotuz, yay eski Türklerde hükümdarlık alametleriydi.
 Zaman içerisinde ele geçirilen bölgeye içinde Örgin bulunan Kale-Saray inşa etmek de
hâkimiyete işaret etmiştir. Tahtlar altından yapılmış ve “Altın Otağ” diye anılmıştır.

Otağ’ı yıkmak hükümranlığa son vermek demekti89.


 Göktürkler ve Uygurlarda olduğu gibi Tuğ, Altından Kurt Başlı Sancaktı.
 Eğer devlet kurucusu olarak kendisinin otoritesi kabul edilen ilk hükümdar değil de ölüm
gibi çeşitli sebeplerle hükümdarlık makamı boşalmış ise, önce hukuki bakımdan tahta
çıkması gereken şehzadeye hükümdarlık teklif edilir, şehzade alçak gönüllük göstererek
üç kez bunu reddeder, nihayetinde kabul ederdi90. Burdaki önemli nokta bu şehzade
hatundan doğmuş olmalı yani annesi Türk ve kağanın ilk eşi olmalı
 Birden çok şehzade için içinden en uygunu seçilir. Bu da ciddi mücadelelere yol açar.
 Türk Hükümdarı tahta çıkış töreninde yüzü batıya dönük vaziyette keçe veya halıya
oturtularak veya kalkan üzerinde havaya kaldırılır, güneş yönünde dokuz kere
döndürülürdü. Her dönüşte hanedan üyeleri, devlet erkânı, yerli ve yabancı davetliler
saygıyla eğilirlerdi. Akabinde hükümdar ata bindirilerek dolaştırılırdı.
 Ayrıca Kagan seçilecek kişinin boğazı bir ipek şeritle iyice sıkıştırılarak kaç yıl hüküm
süreceği ile ilgili soru sorulduğu, söylediği sözlerin millet tarafından dikkatlice dinlenip,
tasdik edildiğine dair rivayetler bulunmaktadır ki, bunun Türk hükümdarlarının sınırsız
salahiyetine sahip olmadığına delalet ettiği düşünülmüştür.
 Ama söylediği süre geçtikten sonra hala hayatta ise hükümdarlığı tartışma sebebi olur.
 Hükümdar, başarılı olabilmesi için Tanrının verdiği başlıca şu üç özelliği kendinde
toplamalıydı: 1- Tanrı kendisine “yarlığ” vermeliydi. 2- Tanrı onu “Kut” ile donatmalıydı.
3- Onun kısmetli (ülüğli) olması gerekirdi.

 Kutadgu Bilig’e göre Türk Hükümdarı; Bilge, akıllı ve bilgili, cesaretli-kuvvetli ve
kahraman olmalı, asil soydan gelmeli, dürüst ve fazilet sahibi olmalı, sözünde durmalı,
hasis olmamalı, yumuşak huylu-alçak gönüllü-himmet ve haya sahibi, ihtiyatlı ve uyanık,
aceleci değil sabırlı olmalı, zalim olmamalı, merhametli-şefkatli olmalı, yalancı olmamalı,
siyasette mahir olmalı, inatçı olmamalı, temiz, takva sahibi, tatlı dilli-güler yüzlü olmalı,
mağrur-kibirli olmamalı, tok gözlü, gönlü temiz-kalbi doğru, anlayışlı, misafirperver,
nefsine hakim olmalı, harama el uzatmamalı, Tanrı’ya kulluk etmeli, içki içmemeli, kumar
oynamamalı, fesattan uzak durmalı, kan dökmemeli, düşmanlık besleyip kin gütmemeli,
kılıcı elden bırakmamalı, dünya malına değer vermemeli, dünyaya aldanmamalı,
varlığının fani olduğunu unutmamalıdır.

 Bu vasıfları taşıması gerektiğine inanılan hükümdardan beklenilen vazifeler ise şöyle idi;
Barış ve sükûnu sağlamalı ve bunu yalnız Türk ülkesi ölçüsünde değil, dünya çapında
gerçekleştirmeli; milleti için gündüz oturmadan, gece uyumadan hizmet etmeli ve vatanı
müdafaa etmeli; memleketi tanzim ve idare etmeli; halkı düzene sokmalı; iyi kanunlar
yapmalı, adaletle tatbik etmeli ve halkı korumalı; dağınık boyları toplayıp nüfusu
çoğaltmalı; halkı çıplak ise giydirmeli, aç ise doyurmalı; yiyecek-içecek vermeli ve mal
dağıtmalı; kuldan fakir adını kaldırmalı; halkın menfaatini düşünmeli ve Onlara şefkatle
muamele etmeli; devlet idaresinde sadık, seçkin idare adamlarına görev vermeli; âlimleri
himaye etmeli; kumandan olmalı, asker toplamalı, askeri memnun etmeli; kötüleri
cezalandırmalı, iyileri korumalı; meclisi toplamalıdır.

 Selçuklulara kadar Türk devletlerindeki anlayışı yansıtan Kutadgu Bilig’de Yusuf Has
Hacib, halkın hükümdardan esas beklentisini ve hükümdarın onlardan isteğini şu
noktalarda toplamıştır:
-  Memlekette, gümüş temiz kalsın, onun ayarını koru (para ayarının korunması, iktisadi
istikrar),
-  Halkı adil kanunlar ile idare et, birinin diğerine tahakküme kalkışmasına meydan
verme, onları koru (adil kanun),
-  Bütün yolları emin tut, yol kesici ve haydutların hepsini ortadan kaldır (asayiş),
-  Halk hükümdarın emirlerine hürmet etmeli ve bu emir ne olursa olsun, onu derhal
yerine getirmelidir,
-  Hazine hakkını gözetmeli ve bunu vaktinde ödemelidir (vergi),
-  Hükümdarın dostuna dost, düşmanına düşman olmalıdır.
 Böylece Hükümdar halka karşı vazifesini yapmış olur, halk da hükümdarın hakkını
ödemiş olur.

 Hükümdar kadar Hatun da devlette ciddi yer tutar. Hatun mutlaka Türk soyundan
olamalıdır.
 Hatun meclise katılır. Gelen elçileri kabul eder. Kendine öz Otağı, sarayları olur.
 Bu sadece bir first lady gibi protokol değildir, tam anlamıyla hukukta yeri vardır.

 Orhun Kitabeleri’nde “Tanrı, Türk Bodun’u yok olmasın diye babam İlteriş Kagan ile
annem İl-Bilge Hatun’u yükseltti...” ifadesi kadının konumu açısından oldukça dikkat
çekmektedir.
 Kut’un evlada olduğu kadar Hatun’a da sirayet ettiği düşünülen ve Hatunluk hukukuna
sahip olan hükümdar eşleri arasında devlet siyasetine yön verenler, devlet başkanlığı
yapanlar, kahramanlığı ve cesareti ile ön plana çıkanlar vs. bulunmaktaydı.
 Nitekim M.Ö. 200 yılında Mo-Tun’un hanımı devlet siyasetine yön vermekteydi. Sabar
Hükümdarı Balak’tan sonra yerine geçen dul Hatunu Bagarık, savaşçılığı ve idareciliği ile
dikkat çekmiş 100.000 kişilik Sabar Ordusu’na kumanda etmiştir. Asya Hun, Göktürk ve
Uygur Devletlerinde de görüldüğü gibi, Attila’nın hanımı Arıkan kendisine ait sarayında
Bizans Elçilerini kabul etmiştir. Uygurlar’da “Hatun Şehri” olarak bilinen prenseslerin
oturduğu şehirler mevcuttu. Türk ailesindeki karı-koca münasebeti ile Kagan- Hatun
münasebeti zihni ve uygulama, temelde aynı idi.

 Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkûresi âlemde; “dört köşe” üzerinde Türk hâkimiyetini,
yönetimini tabii bir unsur kabul eden Türk inancına, felsefesine göre, devletin derleyici,
birleştirici vasıflarından da yola çıkarak “güneşin doğduğu yerden battığı yere kadar” her
ciheti Türk devletinin idaresi altına alma anlayışıdır.
 Bundan asıl maksat idare etmek değil adalet ve nizamın kaynağı olarak kendilerini
gördüklerinden her bir tarafa, kavimlere, topluluklara Türk adalet ve nizamını götürmekti
 Bu ülkü Türk hükümdarlarının en önemli vazifelerinden birisi addedilmiştir.
 Türk fütuhat felsefesinin sembolik bir ifade biçimi olan Kızılelma anlayışı da Türk cihan
hâkimiyeti düşüncesinin en mühim dayanak noktasını oluşturmuştur. Elde edilmesi,
erişilmesi hedeflenen herhangi bir yer, Ergenekon Destanı’nda olduğu gibi kaybedilmiş
yurdu tekrar ele geçirme, göçlerde ulaşılmak istenen coğrafya gibi unsurlar Türkler için
birer Kızılelma olmuştur.
 Cihan hâkimiyeti anlayışı kaynaklarda mühim akisler bulmuştur. Nitekim Oğuz Kağan
Destanı’nda Oğuz Han toy da hükümdar ilan edildikten sonra “güneş bayrağımız,
gökyüzü otağımızdır” demiş, “daha çok denizlere, daha çok ırmaklara doğru” diyerek
hedef göstermiştir.
 Got tarihçisi Jordanes, Tanrı Ares’in kılıcının eline geçmesiyle Attila’nın dünya
hâkimiyetinin artık kendisine verildiğine inandığını belirtmiştir.

 Ayukı= idari yapı, meclis kararlarını ülke çapında uygulanmasını sağlamak
 Bu ayukılar bir nevi bakanlardan oluşur bu bunlara buyruk adı verilirdi. Bu buyrukların
başının adı aygucı’dır.
 Aygucılar hükümdar adına ordu komutanı olarak sefere katılır, diplomatik ilişkileri
yürütürlerdi. Devletin aklı ve hafızası gibi. Ve geleneğin kaydedilip aktarılmasında önemli
rol oynamışlardır.
 Buyrukların sayısı zamana ve devlete göre değişiklik gösterir.
 Devlet bürokrasisi vardı ama tam olarak bilinmiyor.

 İki teşkilat sistemi de vardı. Bu devletin doğu ve batı olarak yürütülmesi ama iki ayrı
krallık gibi değil, merkezi töre ve gücü çerçeve içerisinde idari bir yapılanma idi. (vali)
Toprakların ayrımı yok ve hukuk idare şekliydi.

 Türk devletindeki en önemli kilit noktaları Kut ve Töredir.

5. EKONOMİ

 Kültür ve yaşam tarzları ekonomide etkili olmuştur.


 Bozkır olan ve yüksek dağlar, ovalar ile bol otlu yaylalardan oluşan Türkistan sahasında
yaşayan İslam öncesi Türklerinin (özellikle Hun, Göktürk, Uygur gibi büyük devlet kuran
topluluklarda) ekonomisini iki kısımda ele alabiliriz.
 Birincisi, kendi kendine yetme esasına dayanan aile ekonomisi ( at ve koyun gibi
hayvancılık ekonomisi ve avlanılanların satılması); ikincisi ise askeri güce bağlı devlet
ekonomisidir.

 Bozkır coğrafyasının ve hayat tarzlarının icabı Türk ekonomisinin temelini hayvancılık


oluşturmuştur. Bunun yanında ganimet temini, vergiler, ziraat, avcılık, endüstri ve el
sanatları ile ticaret de diğer iktisadi unsurlar arasında yer almıştır.
 Orta Asya’nın tabiat ve iklim şartlarının gereği olarak bütünüyle kendi kendine yeterli
olma mecburiyeti üzerine kurulan aile ekonomisinde Türk insanı yiyecek, ev, giyim gibi
ihtiyaçlarını kendi kaynaklarından sağlamıştır.
 Bu geçim kaynaklarının en önemlisini hayvancılık teşkil etmiştir. Türklerin yetiştirdiği
hayvanların başında ekonomik getirisi fazla olan at ve koyun ile bunların yanında deve,
keçi, sığır sürüleri gelmiştir.
 Kendi geçimini sağlamak, ihtiyaçlarını gidermek için Türk insanı beslediği hayvanları
canlı olarak satmıştır. İhtiyaç fazlası olan hayvansal ürünler, etler, kendi imal ettiği et
konserveler, deri, yün ve yünlü mamuller de sattıkları ve bu sayede ihtiyaçlarını
giderdikleri ürünler arasında yer almıştır.

 Hayvancılık yanında avladıkları kürkleri kıymetli samur, sansar, kakım, kunduz, sincap,
tilki, kaplan, pars, panter gibi hayvanlar da aile ekonomisi için ayrı bir kaynak kapısı
olmuştur.
 Böylece en önemli servetleri olan atların ve koyunların etine dokunmayarak et
ihtiyaçlarını gidermişler ve avladıkları bu hayvanların kürklerini işlenmiş veya işlenmemiş
olarak satarak gelir elde etmişlerdir.
 Türk insanı ürünlerini ülke içerisinde değiş-tokuş esasına göre satmıştır. İhtiyacı olan
emtiayı ya çevresindekilerden ya da yılın değişik zamanlarında gelen tüccarlardan temin
etmiştir.

 Fiziki-coğrafi engeller, yetersiz su miktarı, yetişme mevsimlerinin kısalığı, toprak
meselesi ve çetin arazi gibi şartlar Türk yurtlarında tarıma pek müsaade etmemiştir.
 Buna rağmen kışlaklarda, hayvancılık gereği yapılan göç güzergâhlarında ve ele geçirilen
ülkelerdeki ekime müsait arazilerde kısmi de olsa ziraat yapılmıştır. Buğday, arpa, darı,
çavdar ve at yemi olarak burçak ve yulaf ekilmiştir. Devlet özellikle ithalatta önemli yer
tutan tarım ürünlerinin ekilip biçilmesini teşvik etmiştir. Türk toplumunda tali bir iş olan
ziraat genellikle hayvancılıkla birlikte yürütülmüştür.
 Asya Hunlarından beri Türk ülkelerinde ziraatın bilindiği anlaşılmıştır. Nitekim Çin
kaynaklarında Hunların buğday ve darı ekip biçtiklerinden, bir Hun buğday cinsi ile Hun
fasulyesinden ve şiddetli soğukların hüküm sürdüğü zamanlarda Hun ülkesinde ekinlerin
olmadığından bahsedilmiştir.

 Göktürk Kağanı Kapkan 696 yılında Çin ile yaptığı anlaşmanın bir maddesinde, Çin’in
Göktürklere 3000 ziraat aleti ile yaklaşık 1250 ton tohumluk darı vermesi hükmünü
getirmiştir.
 ‘Chin-ling dağlarından çıkan nehir başşehrin (Beşbalık) bütün çevresini dolaşır, tarlaları
ve meyve bahçelerini sular ve su değirmenlerini işletir. Bu yerde beş hububat yetişir’
 Bunların yanında Hunlar ve Göktürkler zamanından kalma sulama kanallarına da tesadüf
edilmiştir. Özellikle Göktürklerin kullandığı ve yüksek teknik bilgiye dayanan Tötü
kanalının boyu 10 kilometreye yakın idi. Bu kayıtlar Orta Asya Türk yurtlarında kendisine
yetmese de azımsanmayacak ölçüde ziraat yapıldığının delilleri olmuştur. Eski Türk
toplumunda çiftçi kesimine tarıgcı / tarıdacı adı verilmiş, ekilen tarlaya da tarıglag
denilmiştir.

 Orta Asya Türk devletlerindeki üretim tarzları, sahip oldukları yeraltı ve yerüstü
kaynakları, hayat şartları ve devletin en önemli gücü olan askerlikle alakalı ihtiyaçlar
toplum içerisinde geçimlerini sağladıkları çeşitli mesleklerin doğmasına yol açmıştır.
 Altaylar bölgesinde demir; Tanrı dağlarında, Kaşgar-Kuçar havalisinde altın, gümüş,
kurşun, kükürt madenleri bulunan Hun, Göktürk, Uygur devletlerinde başlıca meslekleri
demircilik ve madencilik oluşturmuştur.
 Bozkır Türk topluluklarında oldukça kalabalık olarak bulunan esnaf ve zanaatkârlar
kollarına göre kılıç, kalkan, kargı, mızrak, ok temrenleri, insan ve atlar için zırhlar,
tolgalar, at teçhizatı, eyer ve koşum takımları, kazanlar, ibrikler, kovalar, çadır ve otağlar,
arabalar imal etmişlerdir.
 Ayrıca tabaklar, maşrapalar, ince bronz işlemeli tasvirlerle süslenerek yapılan kömür
mangalları, heykeller, ok kutuları, kılıç kapsarları, kemer tokaları, katış uçları da
yapmışlardır.
 Sanatkârlar imal ettikleri ve yaptıkları eşyaların bazılarını isteğe göre altın ve gümüşle
kaplamış, değerli taşlarla süslemişlerdir. Bu eşyalar kullananlar için güç, zenginlik
göstergesi olmuştur. Bunların yanında halıcılar, kilimciler, keçeciler, debbağlar,
çizmeciler, çorapçılar, börkçüler, dokumacılar, terziler, marangozlar ve tahta oymacıları
da diğer meslekler arasında yer almıştır.

 Uluslararası alınan gelirler (savaş, esirlerden alınanlar, ithalat-ihracat…)
 Vergiler (boylardan ve hakimiyet altına alınan topraklardan)
 Hükümdara gelen hediyeler…
 Bazen feth etmekten çok, idare etme tercih edilmiştir.
 At ticareti, at= 40 top ipek
 Göktürkten itibaren para kullanılsa da takas en önemli unsur olmuştur
 Safir= altından ve günüşten yapılan para
 Hususi memurlar hazine için
 İpek yolunun kontrolü (iç ve dış ticaret)
 Siyasi güce sahip olmak

You might also like