Professional Documents
Culture Documents
Yahya Akyüz - Türk Eğitim Tarihi
Yahya Akyüz - Türk Eğitim Tarihi
TARİHİ
M.Ö. 1000 - M.S. 2007
Ankara Üniversitesi
Eğitim Bilimleri Fakültesi
Öğretim Üyesi
Gözden Geçirilmiş
11. Baskı
peQEW YAYINCILIK®
Prof. Dr. Yahya AKYÜZ
Pegem A Yayıncılık®
Eğitim Danışmanlık Hizmetleri Tic. Ltd. Şti.
Adakale Sokak 4/1 Yenişehir-ANKARA
Tel: (312) 430 67 50 - 430 67 51
Belgeç: (312) 431 37 38
Web: http://www.pegema.com.tr
E-Posta: pegema@pegema.com.tr
Yahya AKYÜZ, Çanakkale'nin Yenice ilçesi, Hamdibey kasabasında
doğdu (1941). Biga Sakarya İlkokulunu (1953), Biga Orta Okulunu (1956) ve
İstanbul Erkek Lisesini (1959) bitirdi. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler
Fakültesinden mezun oldu (1963). Fransa’da Yüksek Lisans ve Doktora
yaptı (1967).
Ocak 1968'de Ankara Üniversitesi Eğitim (Bilimleri) Fakültesine
Asistan olarak girdi. 1972'de Doçent oldu. Askerlik görevini 1973-1975
tarihleri arasında Balıkesir'de ve Bursa Işıklar Askerî Lisesinde yaptı.
Nisan 198O'de Profesör oldu. Yahya AKYÜZ'ün Türk eğitim tarihi ile
ilgili ilk kitabı 1966'da Fransa'da yayınlanmıştır. O zamandan beri esas
olarak Türk eğitim tarihi ve inkılâp tarihi alanında araştırma yapıyor ve Ocak
1968'den beri de Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesinde öğretim
üyesi olarak bulunuyor.
Yahya AKYÜZ, 2004-2005 öğretim yılında kendi olanakları ile ABD'de
üniversity of Central Florida Eğitim Fakültesinde "Misafir Profesör” olarak
bulunmuş, araştırmalar ve yayınlar yapmıştır. 2005 Kasım ve Aralık
aylarında Tokyo Çniversity of Foreign Studies’in daveti üzerine Türkçe
Bölümünde Japon öğrencilere Türk eğitim ve inkılâp tarihi konularında
dersler ve konferanslar vermiştir.
İÜ
■r
Saygı duyduğum
M SaduSlah ÖZTÜRK
Beyefendiye
t
ÖNSÖZ t
I)
j
( !
1
vi
İİ
T?
olacaktır.
13. Her baskıda, kitabın tümü tekrar tekrar gözden geçirilmektedir. i\z
yukarıda, kitabın “sürekli güncelleştirilip yeni araştırmalarla zenginleştirildiği”
şeklinde belirtilen özelliğine gelince; Bir baskıdan ötekine gidilirken, bu
arada yapılan ciddî yayınlar, doktora tezleri vs. ve kendi yayınlarımız özetle
değerlendirilmektedir.
i
14. Eğitim Bilimleri ile Eğitim Fakültelerinin amacı, öğrencilere çeşitli
eğitim bilgileri kazandırmakla sınırlı kalamaz. Öğrencilere, Türkiye'nin ve
Türk dünyasının eğitim sorunlarını tarihî derinlik ve bütünlük içinde
kavratmaya çalışmak ve onları, geçmiş tecrübelerden ders alarak
çözüm arayışlarına yöneltmek de gerekir. Oysa, eğitimimiz, zaman ve
i
konu bütünlüğü içinde en geniş biçimde incelenmez, öğrenilmez ve
algılanmazsa, eğitimimizi bugün geliştirmek için yeni fikirler
i
üretilemez. Bu da ancak Türk Eğitim Tarihi dersinin yardımı ile
sağlanabilir. Kitabımızın temel amacı budur. Bu nedenle, sözü geçen I
Fakültelerde ve onların tüm Bölümlerinde böyle bir dersin okutulması
gereklidir. Biz, her geçen gün Türk Eğitim Tarihinin öneminin daha çok
anlaşılması gerektiğine inanıyor, kitabımızın ve çalışmalarımızın
bunda payı olacağını düşünüyoruz.
S
vii i
İ!
Ancak YÖK, 4 Kasım 1997 tarihli Eğitim Fakültelerinin "yeniden
yapılandırılması" programlarında Türk Eğitim Tarihi dersine yer
vermemiştir (Bu konunun değerlendirilmesi kitabımızın SONUÇ kısmında
I
yapılmıştır). O tarihten beri, gerek bilimsel sempozyumlarda, gerek
makalelerimizde Türk Eğitim Tarihi dersinin mutlaka ve zorunlu olarak
ı okutulması gerektiği gerekçeleriyle tarafımızdan birçok kez açıklanmış ve
savunulmuştur. Nihayet YÖK’ün Mart 2006’da başlattığı Eğitim
Fakültelerindeki programların “güncelleştirilmesi” çalışmalarında bu
ders bazı programlara tekrar alınmıştır (Temmuz 2006). Ayrıca seçimlik
dersler içinde de daha yaygın bir açılma imkânına kavuşmuştur.
Vİİİ
lil
İÇİNDEKİLER
Sayfa
ÖNSÖZ: KİTABA ve TÜRK EĞİTİM TARİHİNE İLİŞKİN ÖNEMLİ
,V
AÇIKLAMALAR......................................................
GİRİŞ
1. Türk eğitim tarihinin amacı nedir? Türk eğitim tarihi ne zaman başlar,
hangi dönemlere ayrılır, hangi konuları kapsar?....................................... 1
I. KİŞİM
TÜRKLERİN MÜSLÜMAN OLMALARINDAN ÖNCE
HUNLAR
UYGURLAR
12. Ahmet Yesevî ve Edip Ahmet bin Mahmut Yüknekî'nin Türk eğitim
1
tarihindeki yeri nedir?.................................................................................. 38
a
h
II. BÖLÜM
19. Yunus Emre, Hacı Bektaş-ı Veli, Âşık Paşa'nın Türk eğitim
tarihindeki yeri nedir?............................................................................................ 56
OSMANLILAR
59
* Dönemin eğitiminin genel özellikleri...............................................................
(1299-1776)
X
(İl
41. AmasyalI Hüseyinoğlu Ali'nin Türk eğitim tarihindeki yeri nedir? . 119
45. Mustafa Âli ve Koçi Beyin Türk eğitim tarihindeki yeri nedir?........ 129
46. Lütfi Paşa, Naimâ, Sarı Mehmet Paşa’nın Türk eğitim tarihindeki
yeri nedir?................................................................................................... 131
48. Erzurumlu İbrahim Hakkı'nın Türk eğitim tarihindeki yeri nedir? ... 134
i
xi
i
I
j
C) TANZİMAT DÖNEMİ (1839-1876)
59. Tanzimat döneminde orta öğretimde yenilik ve gelişmeler nelerdir? .... 164
68. Ziya Paşa ve Ebüzziya Tevfik'in Türk eğitim tarihindeki yeri nedir? 197
71. Selim Sabit Efendi’nin Türk eğitim tarihindeki yeri nedir?.................. 203
73. Yeni eğitim görüşieri ve öğretim yöntemleri ile ilgili ilk kitaplar nelerdir? 210
i il
74. Türk eğitim tarihinde okul binaları ve başlıca öğretim araç gereçlerinin
gelişimi nasıl olmuştur?............................................... 215
xii
t
78. Mutlakıyet döneminde yüksek öğretimde yenilik ve gelişmeler nelerdir? 237
89. Ahmet Mithat Efendi’nin Türk eğitim tarihindeki yeri nedir?..................... 261
90. Ahmet Rıza Bey’in Türk eğitim tarihindeki yeri nedir?............................... 262
91. Meşrutiyet döneminde okul öncesi eğitimde yenilik ve gelişmeler nelerdir? 267
F:
xiii
101. Öğretmenler ilk kez ne zaman meslek örgütleri kurmuşlardır ve
bunların etkinliği nedir?.............................................................................. 287
104. Meşrutiyet döneminde köy eğitimi için ileri sürülen fikirler nelerdir? 296
114. İsmail Hakkı Baltacıoğlu'nun Türk eğitim tarihindeki yeri nedir?.............. 314
IV. BÖLÜM
(1919-1922)
118. Kurtuluş Savaşı döneminde eğitimde kurtuluş bilinci nasıl görülür?....... 319
119. Kurtuluş Savaşı döneminde eğitimin İdarî teşkilâtlanması nasıldır? ...... 320
121. Kurtuluş Savaşı döneminde azınlık ve yabancı okulların durumu nedir? 321
xiv
V. BÖLÜM
TÜRKİYE CUMHURİYETİ
127. Yazı, dil, tarih ve kültür inkılâplarının eğitimimizdeki yeri nedir?.............. 344
XV
Ji
i
146. Haşan Âli Yücel ve İsmail Hakkı Tonguç’un Türk eğitim tarihindeki
yeri nedir?...................................................................................................... 413
151. Çeşitli Türk Toplumları ve yeni Türk Devletlerinin eğitim tarihleri nasıl
bir gelişme göstermiştir?............................................................................. 431
SONUÇ
ABSTRACT
ZAMAN ÇİZGİSİ
KAYNAKLAR............................................................ 463
TÜRK EĞİTİM TARİHİ TERİMLERİ SÖZLÜĞÜ 485
KONU DİZİNİ............................................................ 509
KİŞİ ADLARI DİZİNİ.............. ................................. 519
xvi
BELGELER
Belge No Sayfa i
4. Edirne’de II. Bayezid Darüşşifası (Suluboya, Yahya Akyüz, 2004) (Metin dışı) 74
12. Kamış kalemi açma ve yazarken tutma yöntemini açıklayan bir belge
(1879-1880)................................................................................................. 219
13. II. Meşrutiyet döneminde Edremit idadisinde verilmiş bir Aferin ödül
kâğıdı (1917).............................................................................................. 235
17. Kasım 1914'te, İstanbul'da bir azınlık okulu hakkında ilân.................... 278
xvii
TABLOLAR
Tablo No Sayfa
1. Bağdat Nizamiye medreselerinin dersleri ...... 44
i .i 19. Erkek Sultanîleri ve İstanbul Kız Sultanîsinin 1915'lerde ders programları ...273
22. Cumhuriyet döneminde resmî ve özel ana okullarında sayısal gelişmeler.... 345
xviii
t
23. 1981-1982 öğretim yılı ilkokul haftalık ders dağıtım cetveli 350
25. 1937-1938'de genel orta okul ve Liselerin haftalık ders dağıtım çizelgesi ....354
26. 1981-1982'de genel orta okul ve Liselerin haftalık ders dağıtım çizelgesi ....355
27. Cumhuriyet döneminde resmî ve özel orta okullarda sayısal gelişmeler 357
39. Köy Enstitülerinin 1943 tarihli programına göre ders grupları ve dersleri 394
41. Heyet-i İlmiyeler, Millî Eğitim Şûraları ve ele aldıkları temel konular 402
ti
42. T.C. eğitimi hakkında rapor veren başlıca yabancı uzmanlar ve 'jİ
S
409
ele aldıkları temel konular...................................................
xix
i
L
GIRJŞ
1. Türk eğitim tarihinin amacı nedir? Türk eğitim tarihi ne zaman başlar,
hangi dönemlere ayrılır, hangi konuları kapsar?
..^Türk eğitim tarihinin amacı, en eski tarihlerden günümüze kadar Türk milletinin
ürettiği, benimsediği, geliştirdiği eğitim ve öğretimle ilgili düşünceleri, kurumlan,
uygulamaları ortaya koymak, insan yetiştirme düzenini ve nasıl bir insan tipi yetişti
rilmeye çalışıldığını araştırmak, Türk topiumlarının mutluluğu ve mutsuzluğu ile eği
tim ve öğretimlerinin ilişkisini araştırmak, bugünkü eğitim sorunlarımızı en iyi bi
çimde çözebilmek için geçmişten bir takım dersler çıkarılıp çıkarılamayacağını tar-
tışmaktır/4<uşkusuz, geçmiş tecrübelerden ders çıkarılıp onlardan günümüzde ya
rarlanılması kolay değildir. Bu, uzun ve ciddî araştırmaları gerektirir.
Türk eğitim tarihi, genel Türk tarihi içinde yer alan, eğitim ile ilgili bir Tarih bili
midir.
Türk eğitim tarihi, tarihi bilinen ilk Türk toplumiarı ile başlar.
Türkler için şöyle denmiştir: "Oğuz toplumunun göçüp yürümediği yol var mı?
Evini tutup oturmadığı yurt var mı?"^ Gerçekten Türkler çok geniş bir yayılma gös
termiştir ve çeşitli devletler kurmuşlardır. Fakat, bu kadar dağınıklık ve çeşitlilik i-
çinde bir takım temel devletler vardır ki onların bağımsız yaşama geleneğinde ke
sintisiz bir çizgi oluşturur ve Türk tarihinin en önemli kısmını teşkil ederler. Bu dev
letler, sıra ile şunlardır: Hun, Göktürk, Uygur, Karahanlı, Selçuklu, Osmanlı Devlet
leri ve Atatürk'ün kurduğu, ebediyen yaşayacak olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti.
Kitabımızda bu devletlerdeki eğitimi ele alacağız. T.C. Devletindeki eğitimi de gü
nümüze kadar inceleyeceğiz.
Günümüzün çeşitli Türk toplumiarı ve devletlerinde eğitimin tarihî gelişimine de
değineceğiz.
Türk eğitim tarihi hangi konuları kapsar? Bir milletin eğitim tarihi, öğretim ve eği
timinin tarihidir. Şu halde bu konuların belirlenmesi, öğretim ve eğitim terimlerinin
açıklanması ile kolaylaşabilir. Bazan birbirine karıştırılan bu terimler aşağıdaki gibi
tanımlanabilir:
1
Ebülgazi Bahadır Han, Şecere-i Terâkime, s. 62.
i
2 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
Görülüyor ki, Türk eğitim tarihinin konuları çok geniştir. Bu eğitimin -yukarıda a-
2
Mehmet Tahir, Siyasete Müteallik Âsar-t Islâmiye; A.S. Levend, Siyasetnameler; Ahmet Uğur, S/'-
I
I- yasetnameler...
F
I
GİRİŞ 3
çıkiandığı gibi- geniş kapsamlı olmasından ve konuların geçmiş ve uzun bir zaman
boyutu içinde ele alınması gereğinden ileri gelmektedir. Ayrıca, kitapta, yer yer, çe
şitli siyasal, sosyal, hukukî, askerî olaylara da yer vermemiz gerekecektir. Çünkü,
eğitim olayı bunlardan soyutlanarak ortaya çıkmadığından, eğitim tarihi araştırma
ları onlara yabancı kalamaz.
t:
T
!i
il:
1,1
■^1
I"
L KISSM
6. Eski Türklerde köklü bir bilim sevgisi vardır. Alp insan tipinin temel özellikle
rinden biri, onun cesur olduğu kadar bilge bir kişi oluşudur.
7. Eski Türklerde mesleki eğitim de önemli bir yer tutar.
8. Türklerin tarihi bilinen en eski yazılı belgeleri de Müslüman olmalarından ön
ceki döneme aittir.
9. Eski Türklerde, genellikle cinsiyet farkı gözetmeden, büyük bir çocuk sevgisi
vardır.
1
Z. V. Togan, Umumî Türk Tarihine Giriş
2 Fuad Köprülü, Türk Edebiyatı Tarihi, s. TQ-T7
Mehmet Kaplan, Türk Edebiyatı Üzerinde Araştırmalar, s. 22
5
1
4
r
HUNLAR
M.Ö. Bin yıllarında Orta Asya'da Altay dağları ve bunların kuzey ve doğu bölge
lerinde Büyük Hun Devleti kurulmuştu. Bu devletin en ünlü iki hükümdarı Teoman
ve oğlu Mete (yön. M.Ö. 209-174) dir. Büyük Hun Devleti M.S. 50 yıllarında Çin'in
baskıları sonucu parçalandı ve Hunların önemli bir kısmı Batıya göçerek Ural dağ
larından Batı Avrupa'ya kadar uzanan Avrupa Hun Devletim kurdular. Bu devletin
en önemli hükümdarı Atilla'dır (yön. M.S. 437-453). Roma ve Bizans'ı vergiye bağ
layan Atilla'nın ölümünden bir süre sonra Hunlar bağımsızlıklarını kaybettiler.'’
Bir toplum yüzyıllarca atiı göçebe hayatı yaşar ve üırekli savaş tehlikeleri ile
karşı karşıya kalırsa kuşkusuz savaşçı bir teşkilât ve eğitim geliştirmek zorunda ka
lır. "Atlı toplamların çok az bir zamanda hazırlanması lâzımdır. Eii silâh tutan ve
düşmana karşı koyabilecek kimseler, nerede ve nasıl göreve başlayacaklarını çok
önceden bilmeliydiler. Kadınları ve çocukları kimlerin nasıl ve nerede koruyacakları
kesin kurallarla belirtilmiş olmalıydı. Bütün bunları topluma kim öğretirdi? Hiç kim
se. Yalnızca asırlardan beri devam eden ve olgunlaşan töre ve toplumun köklü
„5
an'anesi bu askerlik hazırlığını düzenlerdi.
Hunlar büyük ordular kurmuş, Çin gibi geniş ve kalabalık bir ülkeye akınlar dü
zenleyip savaşlar kazanmıştı. Çin Şeddi onları durdurmak için yapılmıştır. Hunlar,
orta ve batı Avrupa'da da çok geniş bölgeleri ele geçirdiler. Roma ve Bizans'a baş
eğdirdiler. Bunlar bize Hunların çok iyi bir askerlik ve savaş eğitimi gördüklerini ka
nıtlamaktadır. Bu eğitim töre içinde gerçekleşiyordu.
Bu töre gereğince, çocukların güçlü ve iyi bir asker olarak yetişmelerine çok ö-
nem verilirdi. Doğum, ad verme günleri törenlerle kutlanırdı. Çocuklar daha küçük
ken at niyetiyle koyunlara biner, kuş ve fareleri okla vurmaya çalışır, ava götürülür
lerdi. Onların biraz büyüyünce ata binmeleri de yine törenlerle kutlanır, o gün çocu
ğa at teslim edilir, at yarışları yapılırdı. Erkek çocuğun yetişmesinde ve savaş sana
tını öğrenmesinde babasının çok önemli öğretici ve eğitici görevi vardı. Kızlardan
da erkeklerle boy ölçüşen, düşmanları, vahşi hayvanları altedenler çıkardı.®
Hunlarda ve genellikle öteki Türklerde Müslüman oldukları zamanlara kadar ço-
I
4
f G. Nemeth, Atilla ve Hunları
5
E Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi, s. 273
6
Bahaeddin Ögel, Türk Kültürünün Gelişme Çağları, s. 130; Saffet Bilhan, Orta Asya Türk Devletlerinde
Eğitim, Biiim ve Sanat Hareketleri, s. 104
‘üLl
TÜRKLERİN MÜSLÜMAN OLMALARINDAN ÖNCE 7
cuğa ad koymanın bile bir mücadele, kahramanlık, güç gösterisi ile ilgisi vardı.
Doğduğunda çocuğa verilen ad onun gerçek ve sürekli adı değildi; o, ilk gençlik yıl
larında dikkati çeken bir başarı ile adını kendi kazanırdı. Bu, Dede Korkut Ki
tabımda çok güzel bir örnekle anlatılır. Her ne kadar bu ölümsüz Türk destanı 14.
yüzyılda yazıya geçirilmiş ve olaylar o sırada daha yeni Müslüman olmuş Oğuz
Türkleri ile ilgili ise de onun özü çok eski zamanlardan beri Türkler arasında sözlü
olarak yaşayagelmiştir. Sözü edilen bir çocuğa ad koyma olayı bu destanda şöyle
anlatılır:
"Bir gün dört çocuk meydanda aşık oynuyorlardı. Azgın bir boğa ahırdan dışarı
salınmıştı. O! boğa katı taşa boynuz vursa un gibi öğütürdü. Oğlancıklara 'kaçın'
dediler. Üçü kaçtı. Dirse Han'ın on beş yaşındaki oğlancığı kaçmadı. Ak meydanın
ortasında baktı durdu. Boğa, oğiana sürdü geldi. Diledi ki onu heiâk ede. Oğlan,
boğanın alnına yumruğuyla katı çaldı. Boğa götün götün gitti. Boğa oğlana sürdü
geri geldi. Oğlan gene boğanın alnına katı vurdu, alnına yumruğunu dayadı, sürdü
meydanın başına çıkardı. Boğayla oğlan bir hamle çekiştiler. Boğa iki arka ba
cağının üstünde durdu. Ne oğlan yener, ne boğa yener. Oğlan düşündü, dedi: 'Bir
dama (çatıya) direk vururlar ol dama dayak (destek) olur. Ben bunun alnına niye
dayak olur dururum?' Boğanın alnından yumruğunu çekti, yolundan savuldu. Boğa
düşüp tepesinin üstüne yıkıldı. Oğlan bıçağına el vurdu, boğanın başını kesti. Oğuz
beyleri oğlanın üstüne toplandılar, övdüler, ona güzel bir ad verdiler ve 'Boğaç' de
,7
diler.
Burada, çocukların "aşık" oynadıkları görülüyor. "Aşık" ve öteki çocuk oyunları
hakkında, ileride, Kaşgarlı Mahmut'tan bahsederken bilgi verilecektir (Soru 11)
Eski Türkler, savaşta ve sürülerin idaresinde kendilerine gerekli olan at, köpek
gibi hayvanları eğitmeye de çok önem verirlerdi. Kaşgarlı Mahmut, "at Türkün ka
nadıdır" der,’’
7
Dede Korkut Kitabı, s. 30-31
8
Divan, I, s.48-49
9
Türk devlet geleneğinde çağlar boyu bağımsızlık, bilgi, adalet vb. ilkelerin yeri için bkz. Bahaeddin Ögel,
Türklerde Devlet Anlayışı, ismet Parmaksızoğlu, Türklerde Devlet Anlayışı
I
is
8 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
sevmiş olmalı ki 1933'de Balıkesir Lisesinde bir Tarih dersi sonunda öğretmenlere
anlatmıştır,^” Çin tarihlerinde yer alan bu olay özetle şöyledir:
Mete, babasının yerine geçince, komşu devlet reislerinden biri elçi göndererek
ondan çok sevdiği ve çok hızlı koşan atını ister. Kurultay toplanır; üyeler bu onur
kırıcı isteğin reddedilmesini, gerekirse savaşılmasını önerirler. Fakat Mete, "nasıl
olur da bir atı komşu bir devletten daha değerli tutabiliriz" diyerek atını verir.
Bir süre sonra elçi yine gelir ve Mete'nin karısını ister. Derhal savaşmayı öneren
Kurultay üyelerine Mete, "nasıl olur da bir kadını komşu devletten üstün tutabilirim"
diyerek karısını da verir.
Mete'nin korktuğunu ve her istediğini ele geçireceğini sanan komşu hükümdar
bu kez, sınırda kimsenin oturmadığı çorak bir araziyi ister. Kurultay üyeleri, at ve
hatun gittikten sonra, küçük, önemsiz, yararsız bir parça toprağın verilmesinde sa
kınca görmezler. Ama Mete bu kez de onlar gibi düşünmez. "Toprak devletin teme
li, milletin malıdır" diyerek, üyelerin başını kestirir ve komşu devletle savaşır, büyük
bir zafer kazanır...
Bu olayda Mete'nin tutumundan çıkarılması gereken esas sonuç, onun devlet
yönetiminde son derece akılcı davrandığı, savaştan ve kan dökülmesinden müm
kün olduğu ölçüde kaçındığı, savaşa ancak gerçek millî davalar için ve başka yol
kalmadığı zaman başvurduğudur. Atatürk de devlet yönetiminde aynı anlayışa sa
hipti ve O'nun bu olayı öğretmenlere anlatmasının anlamı büyüktür.
Mesiekî eğitim:
Sürü besleyen atlı-göçebe ve savaşçı bir toplumda hayvan ürünlerinin (et, süt,
deri, yün...) değerlendirilmesi, çeşitli araç gereç yapımı ile ilgili, usta-çırak ilişkisi
içinde bazı becerilerin gelişmesi doğaldır. Hunlar böylece kürk, halı, madenî eşya
ve silah yapımında ileri idiler. Madenlerden altını, demiri başarı ile işlerlerdi. Eski
Türklerde demir ve demircilik kutsaldı, onlar kılıç üzerine and içerlerdi. Hayvan ü-
rünleri ve madenlerin toplumda geniş çapta işlenip değerlendirilmesi bir ihtiyaçtı.
Bu, yalnızca aile içinde kalmayan bir uğraşı olsa gerek. Bu işlerin en iyi biçimde
yapılabilmesi için devletin yaygın bir meslekî eğitimle ilgilenmiş olması muhtemel
dir.
Hunlar, el zanaatları içinde güzel eserler yapmışlard ır ve bunlar l'step sanatı
olarak adlandırılmaktadır."
Dinî inanışlar:
Hunlarda ve eski Türklerde din de kısmen bir eğitim aracı idi. Onlarda "halk dini"
ile "devlet dini" ayrı şeylerdi. "Halk dini daha ziyade hastalık, fal, sihirbazlık gibi in
sanların günlük ihtiyaçlarına cevap veren ve onları manevî bakımdan tatmin eden
prensiplerdkfŞ'âmân/a Devlet dini ise devletin varlık sebebini izah eden ve hü-
kümdarın ir; meşruiyet veren bir inanışlar sistemi idi. Halk dininde halkla
R‘arşrkairşTya''oIanJyeTaFiTnie THşITRTİrSL^İjn^^ aracı KamanyA Dev-
let dininde is^tTaş ra^TiV, hükümdarın bizzat kendisiydi."'^ C—-—
10
Kâmil Su, Atatürk Bir Tarih Dersinde '
11
Bahaeddin Ögel, Islâmiyetten Önce Türk Kültür Tarihi
12 ■■
Ogel, Türk Mitolojisi, s. 552.
t
'1’1
I
<0 So*
a V *.
Of ■
O ~ >CB I 'c
UJ
İ'S'it^ 5
<Bash u
9* r ır Û ■3
â OT
« «T
ta ‘S
OPk “i .1
î?
A
fl
< 3
X
o e '5
*•
2"
iS
Oî-
s ■&
sc Ü
< M M
î
^c=;
c ,
»9
c
o Lv 13
e i "
O
•C g **
< «r» r
°Mh
o?
/A<
3 i I '' • I s'. 7. < <
*IT1 <
K .a.
2
5ft
1°
■« 7 o 1; < f ff )
& »T Ji So
*
■t r?T' 'ç*
*> . "^ı
<1 /4 . < r
1 »A ’<«s -7 0i T»ı T !
j <r
ı-P
A 13? ı>f £ r &■ / T
=a i , Vn
'Crlîâ }■ 3]? I ş.JT
- w
fi <7 e r ?z r"
az:::}
*3 ?E
i
S r
020 § ■ / .S-'A-'>£V t-f,: Ş]ı 5
î
?- '^3 7
**
L' v£
C==’
sTsi'
0^ ,d
3 ,2.
51 L
crîl I u
'2 *
“e *1
O
- ’ ?İ!J< İ İ
•’İ:
C=’
î t <
o
;3’,
*0
< £?
!j
£ 40
o
cc~=? o □ =5 V y ,1
"s '^/'■-^
ö
■6
ö r *O
■
■a
c?:^ «9 D 1o(
P'
g3 -< .
©
O 1< o i ai9
d ö «1 İ5-
&=> <p .3-
Ö® '^J 5- -ı> 4 ,v
4-'
«i?
r-
V. cr
^4-
i J
1
lU
5
Asya'daki eski Türk Devietleri ve topiumiarının tarihî haritaiarına büyük ihtiyaç varsa da bunları ay
rıntılı ve doğru olarak yapabilmek kolay değildir. Biz tek bir harita üzerinde farklı zamanlarda yaşayan
Devletlerin ve toplumların yerlerini göstermekle yetiniyoruz. Bu haritada bazı önemli kentler, nehirler,
dağlar vs. doğru gösterilmekle beraber. Devletlerin sınırları sürekli değiştiğinden ve toplumlar da birçok
yerde birbirleriyle karıştığından bu konudaki bilgiler kesin değil, genel niteliktedir.
t
10 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
Fakat, bazı tarihçiler, Atilla'nın, şamanların kehâneti dışında bir adım bile atma
dığını, bundan da kendisinin ve toplumunun çok zarar gördüğünü ileri sürerler.
Şaman ya da kam, kâhin, sihirbaz, saz şairi, yazı yazan kâtip, öğretmen anlam-
larına da gelmekte ve o, beden ve ruh doktorluğu dahil çok çeşitli konularda halka
------------ izli
önderlik yapmakta, onun sorunlarını çözmeye çalışmakta idi. 4 qpli bir çeşit yaygın
eğitimci olarak görmek gerekir.
Eski Türkler hakkında BizanslI bir yazar der ki: "Türkler ateşe, havaya ve suya
büyük saygı gösterirler, fakat yalnızca, yeri ve göğü yaratmış olan Tann'ya ibadet
ederler." Orhun Anıtları da şöyle başlar: "Yukarıda mavi gök ve aşağıda yağız yer
yaratıldıktan sonra, bu ikisi arasında kişi oğlu yaratılmıştır." Bu bize, Türklerin göğü
ve yeri "yaratılmış" olarak gördüklerini ve onlara tapmadıklarını göstermektedir.^®
Çocuk sevgisi
Hunlarda ve eski Türklerde çocuk sahibi olmak çok arzulanırdı. Erkek ve kızlar
arasında genellikle fark gözetilmez, hatta bazan kızlara daha fazla değer verilirdi.
Çocuksuz ailelerin itibarı düşüktü. Dede Korkut Kitabı’nda Bayındır Han'ın yılda bir
kez ziyafet verip Oğuz beylerini konuklarken şöyle denir: "Gene ziyafet verip aygır,
deve, koç kırdırdı. Bir yere ak otağ (çadır), bir yere kızıl otağ, bir yere kara otağ
kurdurdu. - Kimin ki oğlu, kızı yok, kara otağa kondurun, kara keçeyi altına döşe
yin, kara koyun yahnisinden getirin, yerse yesin, yemezse kalksın gitsin. Oğlu olanı
ak otağa, kızı olanı kızıl otağa kondurun. Oğlu kızı olmayanı Allah lânetlemiştir, biz
dahi lanetleriz" demişti.
“■"•^Eski J.ü,rklere göre oğul babasına, kız anasına çekmeli idi. iyi oğlana ‘j t iyi
ısına D<len-
kıza da fan^” denirdi, inanışa göre, "ata oğlu ataç doğar" yani oğul babasına
zerdi.Oğlanı yetiştirmek babanın, kızı yetiştirmek de ananın görevi idi,
GÖKTÜRKLER
M.S. 50 yıllarında parçalanan Hunların bir kısmı Kuzey Hun Devletini oluştur
muştu. Bu devlet de M.S. 150 yıllarında yıkılınca hâkimiyeti Avar (Cücen) Türkleri
ele geçirdiler. Onlara karşı savaşan bazı Türk boyları M.S. 552'de^umin Kağan'ıg/
önderliğinde Göktürk Devletini kurdular. Onun az sonra ölmesi üzerine ülkenin ba
tısını kardeşi İstemi Kağan (552-576), doğusunu da torunu Bukan (553-572) yönet
ti. Fakat Uygurlar ve Çinlilerin baskıları sonucu Doğu Göktürkler 63O'da, Batı Gök-
türkler de 659'da Çin egemenliğine girdiler. Doğu Göktürkler 50 yıllık bir aradan
sonra Kutluk (ilteriş) adında bir önderin yönetiminde istiklâl savaşı vererek tekrar
bağımsızlıklarına kavuştular (681). Kutluk Kağan'ın ölümünden (691) sonra kardeşi
Kapağan, sonra da Kutluk Kağan'ın çocukları Bilge Kağan ve Kültegin yönetimi aldı
(716). Vezirleri, TpnyuRûîTidi. Ö yıllardâr^oWrT[er'en~par1'âR'7TöKemrem^^^
Kültegin 731, Bilge Kağân 734'de öldü.
13
Nemeth, age, s. 105
14
Abdülkadir İnan, Tarihte Şamanizm, s. 72 vd.
15
S.M. Arsal, Türk Tarihi ve Hukuk, s.48-54.
16
Divan, İl, s.80.
17 ••
ı; Ogel, Türk Kültürünün Gelişme Çağları, s.168-171.
it
:İİ
t
1 1
Almancanın en eski yazılı metinleri Merseburg büyü tekerlemeleri denen ve M.S. 750'lerden sonraya ait 8
iki küçük metindir.
İngilizcenin ilk yazılı belgeleri de M.S.750'ler den sonraya ait küçük şiir parçalarıdır. 16
Fransızcanın en eski yazılı belgesi, M.S. 842 tarihli Les Serments de Strasbourg (Strasbourg andları) dir
ve küçük bir siyasî antlaşmadır. IS
**
Osman Turan, On İki Hayvanlı Türk Takvimi, s. 48.
■
Yaz-kış ısı farkının 70-80 derece değiştiği bir bölgede bulunan ve dış şartların etkisine açık olan bu M
eserlerin koruma altına alınma çalışmalarına girişilmiştir: Moğolistan’daki Türk Anıtları... (Hakkı Acun)
12 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
yıllık zaman kesitlerinin her yılı bir hayvanın adını taşır.'’® Kültegin Anıtında, onun
"Koyun Yılının on yedisinde" öldüğü belirtilmiştir ki, bu tarih 27 Şubat 73Te rastlar.
Anıtların üzerindeki bazı Çince yazılar, kesin tarihleri bulmakta yardımcı olmuştur.
Bö^lece, Kültegin Anıtındaki yazıların 21 Ağustos 732'de tamamlandığı belirlenmiş-
.21
Orhun Anıtlarında, konumuzu ilgilendiren başlıca kısımlar şunlardır: "Çin hal-
^»■^kının sözleri tatlı, ipekli kumaşları yumuşak imiş. Tatlı sözlerle, yumuşak ipekli ku
maşlarla kandırıp, uzaklarda yaşayan halkları kendilerine yaklaştırırlar imiş. Onlar
yaklaşıp yerleştikten sonra, Çinliler fesatlıklarını düşünürler imiş(...) Çin halkının
tatlı sözlerine, yumuşak ipekli kumaşlarına kanıp, Türk halkı, çok sayıda öldün (...)
Ey cahil kişiler, Çinlilerin sözlerine kanıp onlara yakın gidip, çok sayıda öldünüz!
"Ey Türk halkı, Ötüken topraklarında oturursan, sonsuza kadar devlet sahibi o-
lup hükmedeceksin!
"Ey Türk halkı, sen tok gözlü ve aksisin: Açlığı tokluğu düşünmezsin; bir de do
yarsan açlığı hiç düşünmezsin (...) Hakanlarının sözlerini dinlemedin (...)
"Tanrı lûtufkâr olduğu için, benim de talihim olduğu için hakan oldum, yoksul
halkı derleyip toparladım, fakir halkı zengin yaptım, az halkı çok yaptım.
"Ey Türk beyleri ve halkı, bunu işitin! Türk halkının yaşayıp devlet sahibi ol
duğunu bu taşa yazdırdım, yanılıp öleceğini de buraya yazdırdım. Söyleyecek her
ne sözüm var ise, ebedî taşa (bengü taş) yazdırdım. Ona bakarak bu sözleri öğre
nin!"
19
Aynı eser.
20
Talât Tekin, Orhon Yazıtları; Dimitriy Vasiliev, Orhun (Atlas).
21
Talât Tekin, age; Muharrem Ergin, Orhun Âbideleri; H.N. Orkun, Eski Türk Yazıtları.
TÜRKLERİN MÜSLÜMAN OLMALARINDAN ÖNCE 13
yor. Böyle hükümdarlar, halkın bağımsız ve güven içinde yaşamasını sağlamak
kadar, onun nüfus ve ekonomik gücünü artırmayı ve onu mutlu etmeyi asıl görevle
ri bilmektedir. Bilgisiz, yani iyi bir yönetim bilgisine sahip olmayan, toplumun gerçek
çıkarlarının nerede bulunduğunu ve bunun nasıl sağlanacağını bilmeyen hüküm
darlar ise toplumsal çözülmeye ve bağımsızlığın kaybedilmesine neden olurlar.
Böyle hükümdarlar döneminde, dış düşmanlar da "propaganda" yoluyla ülkeyi içer
den kolaylıkla çökertip ele geçirirler...
Anıtlarda, Türk milletinin, geçmişteki felâket ve yıkımlarından ders alması, ba
ğımsız yaşamanın değerini bilmesi, bazı olumsuz davranış ve alışkanlıklarını bı
rakması gerektiği üzerinde durularak bir özeleştiri de yapılıyor.
Özetle, Anıtlarda, daha son.ra--gal-ac.eL..T.ü.ı:L-hükümdarları.aa.,.y,e....so.nşuza kadar
TürR"'mîireTine"15'ag‘Tmsız ve mutlu yaşama ile ilgili bir tarih c/ers/_veriliyor. Milletin
bunleırrögrenıp'"Hîlmesi''
t..,-»™ **
"
in ■■■mı
isteniyor. Bu bilgilerin kalıcı olmaları iç^■ııw,nii-»ıı taş~ üzerıne yâziT-
■T.BI. I ımıjımıw t-Ulurum,
dığı belirtiliyor. Böylece, Bilge Kağan'ın, Türk milletinin ilk siyasal eğitimcilerinden
Kr/ ofaraR”9e^r i endirilmesigerekir.
^Göktürklerin, esaret döneminden sonra ilteriş'in yönetiminde tekrar bağımsızlık
larına kavuşmaları, Atatürk'ün 1919'da son derece güç şartlar altında istiklâl müca
delesine atılarak milleti kurtarmasına benzemektedir: ilteriş 17 kişi ile başlamıştı.
Atatürk de, "ya istiklâl ya ölüm" ilkesini bayrak yaparak tek başına ortaya atılmıştır.
"Her ikisi de, üstün yeteneklerinden gelen özellikleri dolayısıyle ortaya atılmak için
içinde bulundukları şartları ikinci plâna itmeyi bilmişlerdir, ikisinde de eşsiz bir yurt
ve ulus sevgisi vardır; ikisi de o kaynaktan güç almışlardır. Bu sebepledir ki, ulusla
rının kötü alınyazısını silerek gelecek kuşakların yollarını aydınlatıcı başarılar elde
1,22
etmişlerdir.
Milletlerini kurtaran, devlet kuran önderlerin, bu kazançlarının sürekli olması, g^
lecek kuşakların onların ne güç şartlar altında mücadele verdiklerini bilmelerini
onların ilkelerini benimsemelerine bağlıdır. Bu nedenle onlar, yazılı belgeler bıraka
rak gelecek kuşaklara seslenmeyi, onları eğitmeyi görev bilirler. Orhun Anıtlarıyla
bü amaçlandığı gibi, Atatürk'ün Nutuk ve Türk Gençliğine Hitabe'smı yazmasının
amacı da budur.
*
Son yıllarda yapılan araştırmalar, Göktürklerin, Orhun Anıtları dışında, mezar
taşları, dağlardaki sabit kayalar, ağaç ve kemikler, madenî ve toprak ev araç gereç
leri, silâhlar, süs eşyaları vs. üzerine pek çok yazı yazdıklarını ortaya koymuştur.
Örneğin, Altay dağlarında kayalarda, yolları gösterici, sosyal ve günlük yaşayışa ait
bir çok yazı bulunmuştur. Küp, tabak gibi ev eşyaları üzerinde sihirsel yazılar, ya
da bunların hangi amaçla kullanıldıkları ve kime ait olduklarını gösteren yazılar gö
rülmektedir. Bunlardan biri, bir küpün, nişanlanan bir kız için armağan olarak alın
dığını bildirir. Bunlar bize, Göktürklerin yazıyı toplum hayatının her alanında kullan
dıklarını, okuryazarlığın yaygın olduğunu göstermektedir.^^
Çin kaynaklarında kayıtlı şu olay da çok önemlidir: 574 tarihinde Kuzey Tszi
Hanedanı İmparatoru, bir Budist keşişe Budizmin temel ilkelerini Türkçeye çevirtip. iı;
fi
22
Zeynep Korkmaz, Cumlıuriyetin 50. Yıldönümü Dolayısıyla Göktürk Yazıtlarından Atatürk'ün
Gençliğe Hitabesine.
Dimitriy Vasilyev, Köktürklerin Okuma Yazma Bilmeleri Sorunu.-
t;
I! TÜRK EĞİTİM TARİHİ
14
bu metni Türkler arasında dağıtarak onları Budizme çekmeyi emretmişti. Göçebe
Göktürkler arasında böyle bir propagandanın misyonerler(din adamları) tarafından
sözle değil de yazılı metinlerle yapılmak istenmesi, Göktürklerde okur yazarlığın
yaygın olduğuna bir başka kanıttır.^'
*
UYGURLAR
745'te Göktürk Devleti yıkılınca, Uygurlar hâkimiyeti ele geçirdi. Onlar zaten,
Göktürk Devleti içinde daha eski tarihlerden beri güçlenmekte idiler.
İç siyasî çekişmeler, Çin'in izlediği bölücü politika, Maniheizm dininin olumsuz
etkileri ve doğal âfetler sonunda Uygurlar, 84O'ta bağımsızlıklarını kaybettiler.^®
Bilginin genişlemesi
Uygurların, 14 harfli Soğd alfabesine bazı eklerle aldıkları bir alfabeleri vardı. Bu
yazı ile kütüphaneler dolduran edebiyat, sanat, din konularında kitaplar yazdılar.
Aşağıda inceleneceği gibi, onların basım tekniğini bulduklarını gösteren deliller
vardır. Fakat onlar asıl kalıp baskı yolu ile kitapları çoğalttılar. Okur yazarlık çok art
tı ve toplumun bilgi düzeyi yükseldi. Yerleşik hayat nedeniyle, plânlı ve örgün eği-
tim-öğretimin de var olması gerekir. Bilginin yazı ve yerleşik hayat kanalıyla ge
nişlemesiyle sözlü töre bilgisi çok aşıldı. Bilginin önemine ilişkin geleneksel değer
ler de gelişerek sürdü gitti.
i Uygurların son zamanlarına ait Turfan'da bulunan bir mecmuada bilginin değeri
şöyle anlatılır:
Uygurlarda bilimin, eğitilmiş, bilgili insanın değerine ilişkin bir çok atasözü var-
dır.^^ Günümüzde de kullanılanlardan bazıları -bugünkü Türkçe ile- şöyledir:
24 „ j
Aynı yerde.
Bahaeddin Ögel, Uygur Devletinin Teşekkülü...; Özkan İzgi, Kutluk Bilge Kül Kağan... ve Uygurlar; Öz
kan İzgi, Uygurların Siyasi ve Kültürel Tarihi; Şinasi Tekin, Mani Dininin Uygurlar Tarafından...
R. R. Aral, Eski Türk Şiiri, s. 258-259
ti 27
Uygur asıllı öğrencim Oğuz Kökdağı'ndan (Y.Akyüz).
1
s
TÜRKLERİN MÜSLÜMAN OLMALARINDAN ÖNCE 15
Âlim olsan âlem senin olur.
Altın çürümez akıl yaşlanmaz.
Bilen bilgisine, bilmeyen nesine inanır?
Bildiğini halktan saklama.
Bileği güçtü bir kişiyi, bilimi güçlü bin kişiyi yener.
Bilmeyene İş, işsize de aş yoktur.
Bilmediğini sorup öğrenen âlim, utanıp sormayan kendine zalim.
Canlı bilgisiz ölü, ölü âlim diridir.
Uygurlar, bilgi ve kültür düzeyleri yükseldiği için, yüzyıllarca çeşitli Türk ve ya
bancı devletlerin saraylarında kâtiplik, bürokratlık, danışmanlık, tercümanlık, öğ
retmenlik, kültür elçiliği yapmışlardır.
/f'^Bİr Uygur atasözü şöyledir:
Burada çocuğun önce iyi bir öğrenim görmesi gerektiği, iyi yetişen çocuğun da
sarayda, yani Devletin üst düzey yönetim işlerinde bile görev alabileceği anlatıl
maktadır. Başka deyişle, eğitimin hem kişinin sosyal statüsünü yükseltmekteki rolü,
hem de bu yükselmenin en ileri hedefinin ne olması gerektiği vurgulanmaktadır...
Bir milletin eğitim görüş ve uygulamaları, her zaman, dışarıdan etkilenebilir. Ta
rih boyunca benimsedikleri çeşitli dinî inanışlar, içinde yaşadıkları çok geniş fizikî,
siyasî, kültürel çevre, Türklerin eğitimine de dışarıdan bazı unsurların girmesine yol
açmıştır.
Bu şekilde, Konfüçyüs (M.Ö. 571-478)'ün eski Türklerin eğitiminde de kısmî et
kisinden söz edilebilir. Bu etkiler başlıca şu yollarla girmiştir:^®
^^1. Birçok Türk hükümdarları Çin prensesleriyle evlendiklerinden, ülkelerinde iyi
eğitim görmüş, Konfüçyüs'ün sözlerini ezberlemiş bu hatunlar Türk şehzadeleri-
nin annesi olmuş ve onun fikirlerini çocuklarına öğretmişlerdir.
2. Zaman zaman Çin'den kaçan aydınlar Türk hükümdarlarına sığınmışlar ve
kendilerine uygun devlet işleri verilmiştir.
3. Ülkeler arasında siyasî ilişkiler kurulmuş, elçiler gidip gelmiştir.
4. Birçok şehzade Çin'e öğrenim için gönderilmiştir.
4X5. Özellikle Uygurlar, Çinceden çeviriler yapmışlardır.
Nihayet, savaşlar, ticaret ilişkileri, gezginler de bu ve başka ülkelerin kültür ve
eğitiminin etkilerini getirmiştir.
I
28
S. W. Arsal, Türk Tarihi ve Hukuk, s. 65-67. îi
16 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
Matbaa
Basım sanatının buiunuşu konusunda, 1937'de 2. Türk Tarih Kongresine sun
duğu bildiride, İstanbul Üniversitesi Arkeoloji Profesörü Bossert'in ileri sürdüğüne
göre, bir ülkede matbaanın icadı ve geliştirilebilmesi için üç şartın birlikte bulunma
sı gereklidir:
1. Harf sayısı az bir alfabe kullanılmakta olması,
2. Okuma arzusunun artmış ve kitapların çok aranmakta olması,
3. Kâğıdın bilinip kullanılması.
Çinliler bu tekniği 11. yüzyılda onlardan alıp demirden harfler yaparak geliştir
mişlerdir. 1241'de de Altın Ordu Devleti kuvvetleri, Almanya'ya yaptıkları akınların-
29
Reşat Genç, Divan-ü Lûgat-it Türk Müellifi..,; Emel Esin, Bitig (İlk Devir Türk Kitap Sanatları); Orkun,
age.
İt I
TÜRKLERİN MÜSLÜMAN OLMALARINDAN ÖNCE 17
da bu tekniği oralara götürdüler, iki yüzyıl sonra. 1440-1450'lerde Gutenberg mat
baayı geliştirdi. Ortaçağda fikirlerin ve teknik bilgilerin bir ülkeden ötekine ne kadar
yavaş taşındığı düşünülürse, iki yüzyıllık gecikme fazla sayılamaz.
30
Böyiece Uygurların ve Gutenberg'in matbaaları arasında ilişki bulunmaktadır.
S
r H ■i
■ ■
hHm
30
Th. Bossert, Tabı Sanatının Keşti, İkinci Tüık Tarih Kongresi (1937).
!
m'f
H. K8SSM
|f
'i
I
TÜRKLERİN MÜSLÜMAN OLMALARINDAN SONRA
|ı
751'de Arapların Çinliler üzerindeki Talaş galibiyetinden sonra İslâmiyet Türkler •f
I,
arasında yayılmaya başlamıştı. Fakat Türklerin kitle halinde ancak 10. yüzyılın ilk 1
yarısında Karahanlılar Devletinde kendi istekleri ile Müslüman oldukları görülür.
Başlangıçta Müslüman Araplarla aralarında bir çok savaşlar olmakla beraber,
Türklerin zaten ulaştıkları tek Tanrı düşüncesi, savaşçı, yoksulları doyurma, kurban
törenleri, bilim sevgisi gibi gelenekleri islâmiyetin Tanrı anlayışı, cihat, zekât, S
sadaka, kurban, bilim anlayışı ve uygulamalarıyla benzerlikler gösterdiği için
1
onların bu yeni dini benimsemeleri zor olmadı.
ilk Müslüman Türk Devletinin itil (Volga) Bulgar Devleti olduğu da ileri
sürülmüştür. Bu Devletin Hükümdarı Almuş (Cafer) Han 92Tde Abbasi Halifesine
elçi göndererek, kendisinin ve halkının bir kısmının İslâmiyet! kabul ettiğini
bildirmiş, ondan İslâmî öğretecek öğretmenler, mescid ve kale yapımını bilen
ustalar istemiştir. Halifenin gönderdiği heyet Mayıs 922'de Almuş Hana ulaşmıştır.^
Bu olaylar Karahanlıların Müslüman oluşundan az öncesine
görünmektedir. Ancak, bu konudaki bilgiler pek yaygınlık kazanmamıştır.
rastlamış
î
ti
Türklerin İslâmiyet! benimsemeleri onların eğitimine yeni özellikler
I
kazandırmış ve eğitim tarihi bakımından bunun birtakım önemli ve sürekli
sonuçları olmuştur:
1. Türk toplumlarında ilk kez, medrese denen, plânlı, düzenli, güçlü bir örgün
eğitim-öğretim kurumu olan bir okul ortaya çıkmış, medreseler kısa sürede her
tarafa yayılmıştır. Bu kurumlar, Türkiye Cumhuriyeti Devleti kuruluncaya kadar
yaşamışlardır...
2. İslâm dünyasında Arap, İranlı vb. düşünür ve eğitimciler de eğitim öğretim
konularında (öğretmen ve öğrencinin davranışları vs.) düşünüp eserler yazmışlar
ve bu konularda genel kabul gören, kalıplaşmış düşünce ve uygulamalar
oluşmuştur. Türk düşünür ve eğitimcileri hem bundan etkilenmişler, hem de bu
ortak düşünüşe katkıda bulunmuşlardır.^
3. Türk toplumlarının ahlâk anlayışı, dünyaya bakışı, toplumun değer verdiği
insan tipi, islâmiyetin etkisi ile yeni şekiller almaya başlamış, başka deyişle, eski
değerleri ve töresi değişme yoluna girmiştir. Medreseler ile düşünürler,
mutasavvıflar, din adamları, bu değişmeyi sağlayıcı bir yaygın eğitim görevi
1
Türklerin Islâmiyete geçişi hakkında bkz. Hikmet Tanyu, İslâmlıktan Önce Türklerde Tek Tanrı İnancı,
H. D. Yıldız, İslâmiyet ve Tiirkler; Robert Mantran, Islâmın Yayılış Tarihi
Nesimi Yazıcı, İlk Türk-lslâm Devletleri Tarihi, s. 111 vd., İbni Fazlan Seyahatnamesi
Bu düşünce ve uygulamaların zamanla geliştirilemeyip sürüp gitmesi, zaman zaman dikkate değer yeni
görüşler ortaya çıksa da bunların yaygınlaşamaması İslâm dünyasında yer alan çeşitli toplumların eğitim 1
târihlerinin ortak,özelliğidir. Bkz. M. Şevki Aydın, Islâm Geleneğinde Öğretmen-Öğrenci (özellikle s.5-36
arasındaki Türk ve Islâm eğitim tarihi ilişkileri konusu); Ziya Kazıcı, Anahatlarıyla Islâm Eğitim Tarihi; M.
Faruk Bayraktar, Eğitim ve Öğretimin Esasları; Y. Vehbi Yavuz, Islâmda Eğitim Öğretim Metodu..
t
20 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
il 4
Fuad Köprülü, Türk Edebiyatı Tarihi; Fuad Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar; Haşan Köksal,
Battainamelerde Tip ve Motif Yapısı; Mustafa Ergün, Battal Gazi Tipi
Talât Tekin, Tarih Boyunca Türkçenin Yazısı
1
1. BÖLÜM
i-
1
Reşat Genç, Karahanlı Devlet Teşkilâtı
2
Ahmet Çelebi, Islâmda Eğitim Öğretim Tarihi, s. 108-113; Cahid Baltacı, XV-XVI. Asırlarda OsmanlI
Medreseleri, s. 3-6
I
h
3
Beyrûni'ye Armağan
4
Mohamed Khadr, Deux Actes de VVakf d'Un Oarahanide d'Asie Centrale; Saffet Bilhan, 900 Yıllık bir
Türk Öğretim Kurumu Buğra Han Medresesi Vakıf Belgesi
KARAHANLILAR 23
lecektir. Bu para, müderrisin görüşü alınarak onlar arasında eşit veya farklı biçimde
dağıtılabilecek, ya da bazılarına hiç maaş verilmeyecektir. Fakat en yüksek öğrenci
maaşı ayda 30 dirhemi geçmeyecektir. Böylece, herbirine en yüksek miktar verildiği
ve burssuz öğrencinin de alınmadığı varsayılırsa, medreseye en çok 50 öğrenci a-
lınabilecektir.
Öğrencilere maaşlarını dağıtana ayda 50 dirhem,
Kur'an öğreten öğretmene ayda 100 dirhem,
Kur'an okuyan ve duaları bilen okuyucuya ayda 125 dirhem verilecektir.
Medresenin ve caminin kapılarını açıp kapatan, hasır ve örtülerini serip kaldı
ran, tuvaletleri temizleyen, mum ve kandilleri yakan iki hademesi olacak, her-birine
ayda 50 dirhem verilecektir.
Bir bekçi ve bir de kütüphaneci bulunacak, herbirine ayda 50 dirhem verilecektir.
Medrese, cami, öğrenci odaları ve tuvaletlerin aydınlatılması için gerekli mum
ve kandil yağı almak üzere yılda 700 dirhem harcanacaktır.
Ramazanın son geceleri için şamdanlar ve buhur (tütsüsü koku veren bir bitki)
almak üzere 50 dirhem harcanacaktır.
Yazın medresenin suyu için (muhtemelen içme suyunu soğutmak ve su sağla
mak üzere) 400 dirhemlik buz alınacaktır.
Ramazan geceleri parasız yemek vermek için (muhtemelen misafirlere, halktan
isteyenlere) ekmek, et vs. almak için 3350 dirhem ayrılacaktır.
Kurban bayramında 1000 dirhem tutarında sığır ve koyun alınıp kesilecek ve eti
yoksullara dağıtılacaktır.
Aşure gününde (Muharrem ayının 10. günü) elli yoksula elbise giydirmek ve bu
gecede medresede verilecek bir yemek için 1000 dirhem harcanacaktır.
Vakıf belgesinde, o sırada 47 dirhemin 1 miskal saf altına eşit olduğu, ileride pa
ranın değerinin artması ya da azalması halinde, bu orana uygun olarak yukarıdaki
hesapların yapılması istenmektedir.
Hükümdar, bu medresenin yanında, vakıf yoluyla bir de hastane yaptırmış, her
ikisi için gelir getirici taşınmaz mallar bırakmıştır.
Hükümdarın, ekonomik yönü son derece ayrıntılı düzenlenmiş, bilim yuvası ol
ması yanında bilginlerin toplanma yeri olmak gibi bir amaç taşıyan, bahçesi bulu
nan, Kur'an öğretimine önem veren bir okul kurduğu görülüyor. Bu kurumun Sünnî-
Hanefî öğrencilere açık olduğu belirtilmekle, Karahanlı medreselerinin yukarıda
söylenen bir amacı da dile getirilmiştir.
Şiilerin de kendi mezheplerinin propagandasını yapmak için Darüiilm denen o-
kullar kurdukları bilinmektedir.
il
T’f\
l
I 24 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
c
lik, Din, Tasavvuf, Dil, Edebiyat, Musiki.
Farenin eğitim gönUşîei^'^J
Türk e^tim tarihinde ilk kez doğrudan "eğitim bilimi"ne ilişkin görüşler ileri sür
düğü bilinen düşünür Farabi'dir. Görüşleri aşağıdaki gibi özetlenebilir:
1. Eğitimin amacı, mutluluğu bulmak ve bireyi topluma yararlı hale getirmektir.
2. Üç tür eğitimci vardır: Aile reisi, aile fertlerinin; öğretmen, çocuk ve gençlerin;
devlet başkanı, milletinin eğitimcisidir.
3. Öğretim ve eğitimi ayırır: "Öğretim, milletler ve şehirlerde nazarî (kuramsal)
erdemleri var etme demektir. Eğitim ise, milletlerde ahlâkî erdemleri ve iş sanatları
nı var etme yöntemidir. Öğretim konuşmayla başlar. Eğitim, milletlerin ve şehirlerin
kendilerinde bu işleri yapma azmini uyarmakla amelî (uygulamalı) durumlardan do
ğan işleri yapmakta alışkanlık yoluyla başlar: önlardan doğan huylar (melekeler) ve
işler ruhlara hâkim olmalıdır ve onlara âşıkmış gibi yapılmalıdır. Azim, sözle veya
işle ortaya konabilir." Bu ayrım, öğretimin kuramsal, eğitimin de davranış değiştir
meye ağırlık veren bir uğraşı anlayışına uygundur.
4. Öğretimde yöntem konusunda, kolaydan zora gidilmesini istemiş, böylece
çok değerli bir ilke ortaya atmıştır. Ona göre en kolay, sayılar ve hacimler incele
nebilir. Başka deyişle, öğretimde önce Aritmetik, sonra Geometri, sonra da çeşitli
konular işlenmelidir.
5. Birşey öğretilmeden ötekine geçilmemeli, sorunlar tek tek incelenmelidir. "Su,
damlaya damlaya taşta gedik açar."
6. Öğretmen, öğrencilerle -Sokrat gibi- tartışmayı bilmelidir.
7. Öğretimde Mantık ve Felsefe'ye yer verilmelidir.
8. Öğrencinin öğrenme isteğinin sürdürülmesine çalışılmalıdır.
9. Çocuklar, karar verme yeteneği güçlü ve sorumluluk duygusuna sahip olarak
yetiştirilmelidir.
10. Disiplin ne sert ne yumuşak olmalı, ılımlı bir yol izlenmelidir. Çocuk, sözle
ikna edilemezse zora başvurulabilir.
I \\- Faî^i'nin araştırma yöntemlerine ilişkin görüş/eÂ^
I ■il
li
liilia
y ..iJ
KARAMANLILAR 25
"Milletinin eğitimcisi" olan hükümdar, bazan "ikna", bazan "zorlama" yöntemine
başvurabilir. Fakat bu, bilgi, beceri gerektirir.
Farabi'ye göre, hükümdarın doğuştan sahip olması ve sonradan kazanması ge
reken bazı özellikler ve yetenekler vardır.
Doğuştan sahip olması gereken bazı özellikler; Vücudunun tam, organlarının
sağlam olması, zeki, uyanık ve hafızasının güçlü olması, öğrenmeyi ve öğretmeyi
sevmesi, yemeye içmeye, kadınlara düşkünlük göstermemesi, kumardan sakınma
sı, doğru sözlü, âdil, ılımlı, iradesi güçlü olması vs.
Sonradan kazanması gereken özellikler, yetenekler: Bilge olması, önceki kanun
ve kuralları bilmesi, gerektiğinde aklını kullanıp ülke çıkarlarına uygun yeni hüküm
ler getirebilmesi, güzel konuşma sanatını öğrenerek halkını çeşitli konularda aydın
latması, savaş sanatını bilmesi, yorgunluklara dayanması vs.
ibni Sina (980- ), gerek Türk gerek dünya düşünce, tıp ve eğitim tarihinde
çok önemli bir yer tutar. Fakat o Türkiye'de pek az tanındığı gibi, eğitim görüşleri
üzerinde ise ancak son zamanlarda durulmaya başlanmıştır.® Oysa onun, tıp ala
nında olduğu kadar eğitime ilişkin bazı görüşleriyle de Batıyı etkilediği ve yüzyıllar
sonra "yeni eğitim" akımını başlatan ve geliştiren eğitimcilere ilham verdiği düşünü
lebilir. Bu görüş ilk kez tarafımızdan bir varsayım olarak ileri sürülmektedir.
İbni Sina daha gençlik yıllarında döneminin felsefe, tıp, tabiiyat, teoloji, matema
tik alanındaki tüm bilgilerini öğrenmiş ve kendisine Aristo ve Farabi'den sonra gelen
"üçüncü öğretmen" anlamında muallim-i sâlis denmiştir.
O, Buhara'nın Efşene köyünde doğmuş ve Samanoğulları Devletinin
Buhara'daki kütüphanesinde çok çalışmıştır. Bu kütüphanede değerli kitaplar vardı
ve İbni Sina'nın yetişme yıllarında Maveraünnehir'de çok önemli bir bilim, kültür or
tamı ve ürünleri oluşmuştu.
I- İbni Sina'nın eğitim görüşleri
ibni Sina'nın Türk ve dünya eğitim tarihinde önemli bir yer tutması başlıca şu
nedenlerden ileri gelmektedir:
1. Tıp bilimine katkıları ve tıp öğretimini düzenlemesi:
İbni Sina Kanun ve Şifa adındaki eserleriyle bu bilimi o dönem için doruk nokta
sına çıkarmış ve bu kitaplardan yüzyıllarca yararlanılmıştır. O, kitaplarını, öğrenci
lerin kolayca okuyup ezberlemelerine yardım eden kısa notlar halinde kaleme al
mış, böylece tıp öğretiminin en iyi biçimde yapılması yolunda çaba harcamıştır.
j^O, tıp biliminin konularını ve öğretim programını yazmış, ruhî hastalık ve bozuk-
lökların telkin yoluyla tedavisine başvurarak psikanalist metodun temelini atmış,
tıbba daha başka katkılarda bulunmuştur.
AvrupalIlar İbni Sina'yı ölümünden yüzyıl geçince eserlerinin Lâtince çevirileri ile
Esin Kâhya, İbni Sina'nın Çocuk Ruh ve Beden Sağlığı ile İlgili Görüşleri; Abdurrahman Dodurgalı,
İbni Sina Felsefesinde Eğitim; Büyük Türk Filozofu ve Tıp Üstadı İbni Sina, Şahsiyet ve Eserleri Hak
kında Tetkikler: Uluslararası İbni Sina Sempozyumu; Yahya Akyüz, İbni Sina'nın Türk ve Dünya Eğitim
Tarihindeki Yeri; Isa Sadık, Tarih-i Ferheng-i Iran.
i
j
i
' Ona göre insanlar fazilete değer vermiyorlar, karanlıklar içinde yuvarlanıp gidi
yorlar. "Zavallı insanlar’’... Belki de zenginlik ve şöhrete de kavuşmuşlar... Fakat
ahlâk ve fazilete dayanmayan bir hayatın ne kıymeti vardır?
İbni Sina, ahlâk ve faziletten yoksun kimselerin kendisine haset ederek arkasın
dan kötü konuştuklarını, dedikodu yaptıklarını, fakat "kendilerini boşuna yordukları
nı" söyler: "Onlar akıllarınca, beni çekiştirmekle, didiklemekle bana kötülük yaptık
larını sanıyorlar. Oysa, bu keçilerin dağa tos vurmalarına benzer, insan, kendisinin
ne olduğunu bildikten sonra, kendisini bilmeyenlerin hakkında söyledikleri sözlerin
onun gözünde hiç bir etkisi ve önemi olamaz."
v^ibni Sina'ya göre başlıca fazilet ve ahlâk esasları şunlardır: iffet, şecaat, hikmet,
adalet, cömertlik, kanaat, sabır, kerem, yumuşaklık, yılmamazlık, sadakat, vefa, u-
tanma, sır saklama, sözünde durma, tevazu.. O, akılcı ve çok açık bir ahlâk felse
fesine sahiptir; bu alandaki görüşlerine aklî tasavvuf da denilmektedir. Ahlâkî dav
ranışlara ve faziletlere erişmek için bazı ilkeler belirlemiştir:
y''' • Nefsin isteklerine uymamak.
, ® Gazap, şehvet, tamah, hırs, korku... eseri ortaya çıkabilecek davranışları en
gellemek.
d Yalandan kesinlikle uzaklaşmak.
e. 1 1' B I B i » M B i
O
O
w
OD
CD
>
o
$
û?
co
d3 P
(Z) O)
CD
X
C -2
y S
■> ’oo
03 c
._ Q)
*₺'•?■ S
■— .§
d) '6
> 03
</) X
o .
gQ
râ 2
O _-
ra •^''
d)
Q S^
zc <D
û.
o
£
(D
(Z>
«T’
JZ O
ai
■a
-a ro
a <f)
Ş
ra <t
05 ll
S-b
3
2
<f)
.i= C
JO o
g 'S
ra «
CO o
<
7 ™
O c
ö) >,
ıl-^
?»^^Kİ':^i«»^'gS94^jıS«?»^S53OI1çWM^K«a5î^
f »’*İ®:«^M»'^C!»*"W'S
’t “9<i<^M*<”PSS53Onç»W!ŞÇK«a^l\
< --^
"m
Oi «5
■ t ; r ■■ frt
a . . 7^.’^
ş .. . —
î
!il
T
I
28 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
KARAMANLILAR 29
a) Eğitim bilimi ve öğretmen
İbni Sina eğitimin ve öğretmenliğin bir uzmanlık alanı olduğu ve herkesin eği
timci olamayacağı görüşündedir. Bir eğitimci önce kendisini tanımalı, kendisini e-
ğitmeii ve ıslah etmelidir. O, öğrencisine davranışlarıyla örnek olacaktır. Öğretmen
ayrıca az yukarıda belirtilen nitelikleri taşımalıdır.
İbni Sina'nın çeşitli görüşlerinde yer yer Eflatun ve Aristo'dan ilham alıp etkilen
miş olması mümkündür. Fakat o çocuğun eğitimi ve öğretimi konusunda onlardan
önemli biçimde ayrılmaktadır.
Eflatun ve Aristo, çocuğu toplumun üyesi olarak görmüşler, eğitimi devletin
göre
^11-, ——' I I I ■■■ ——.'I
‘babîfm??ve
’iTRgBul etmişlerdir. Oysa ibni Sina, eğitimi yanTr2ca----------- ,
“âiIehTn g'ö7evi
-------- -------------------- -
olarak düşünmüştür.
2. Eflatun ve Aristo, ilk eğitimi her çocuk için zorunlu görmekle beraber, bilim ve
sanafiâ uğrâşımâyi yalnızcâTı'uTvâfâfTga^arın küçüir5îr~1<ısmriçın"’ön görürler. Öysa
İbni^na, eğitim ve bıliaıihe7Kanai bırsThîfVedüzev'aözetmeden herkes için yarar-
iıj’Srrrîektedir
Eflatun ve Aristo, meslek ve din eğitimini programa almazlar, önlar zanaat ve
il
1
il meslek eğitimini hür vatandaşlara lâyık görmezler. Oysa İbni Sina, din ve meslek
eğıtirnıneçokönem verir vener çocuğun kendi zevki ve yeteneğine göre bir meslek
ög re nm es ı riTîsfer
ii
k.
KARAH ANLILAR 31
Ne var ki bugün, tarihimizdeki birçok büyük insanlar gibi İbni Sina da Türk öğ
rencileri, gençliği ve toplumunca pek az biliniyor. Ne yapmalı? Eğitim programları
mız bu düşünürlere geniş yer vermeli, onlar ders kitaplarında okutulmalıdır; başka
kültürel etkinliklerle de onlar tanıtılmalıdır.
3 CA
10. Balasagünlü Yusuf'un Türk eğitim tarihindeki yeri nedir? , saAid' '.fi 7‘
h...'h.. .i--•■I Yıi....;7î .L'ı '^■1 1-'H , O '
Orta Asya'da Balasagun kentinde doğan ve Karahanlılar döneminde yaşayan ,k
Balasagünlü Yusuf (1018?-1069'dan sonra) yazdığı Kutadgu Bilig (1069) adlı kitap
la Türk eğitim tarihinde önemli bir yer tutar. Yazar, eserini Kaşgar'da hükümdar
Haşan bin Süleyman Aslan Han'a sunmuş, o da yazarına Has Hacip (baş mabe
yinci, protokol müdürü) unvanını vermiştir. Balasagünlü Yusuf, o dönemde Orta
Asya kentlerinde Türklerin oluşturduğu zengin kültür ve bilim ortamı içinde yetişmiş,
özellikle Farabi ve İbni Sina'nın etRisirigel^iİnTîğUrT"
”1
"Mutluluk veren bilgi" anlamına gelen Kutadgu Bilig, Türkçe, Uygur yazısı ile
manzum olarak (6645 beyit) yazılmıştır. Eser, aşağıdaki kişiler arasındaki konuş- i
malardan oluşmaktadır: il
1
Küntoğdı : Adaleti temsil eden hükümdar. I A,jı
Aytoldı : Bilgeliği temsil eden vezir. > V,.'
Öğdüimiş .v^İ!; temsil eden kişi: vezirin oğlu. ç İl
roman türünden sayılmaz. Çünkü bunlar arasında pek önemli olay, geçmez. Hü
1
kümdarın bilge bir kişiyi vezir yapması, ondan öğütler alması, vezirin hastalanıp ö-
lürken oğlunu hükümdara tavsiye etmesi, bu kez onun hükümdara vezir olarak ö- 1;
ğütler vermesi, yeni vezirin, dağa çekilmiş bir zahitle görüşüp hükümdar ve o kişi
arasında mektuplar taşıması, zahidin en uygun yaşam ve ahlâk felsefesi üzerine
görüşler belirtmesi... Bu sade olaylarla örülen eserde devlet yönetimi ve insanların
ahlâkî davranış kuralları ile ilgili öğütler yer almaktadır.
Kutadgu Bilig, devlet yönetinnine ilişkin görüşler taşımakla ve hükümdara öğütler
_vefmekre3her şeyden önce birlp^^etname'djMKutadgu Bilig, aynı zamanda, in-
.şanlârın iki dünyada da mutluluğunu sağlamayı amaçlayan bir ahlâk ve davranış
kitabıdır. Eser, çocuk eğitimiyle ilgili görüşlere de yer'"\7eİTİÎğ1nd^"'l^rıijmuz bakı-
mından ayrı bir önem taşır. Nihayet o, Türklük bilgisinin (dil, edebiyat, kültür,
Islâmiyete aeciş dönemindeki değerler
değerler vs .) de bir âbidesidir., , KJ öVtfv
c;,öt
HKutadgu Biljgıe göre devlet yönetimi:
a
Eski Türk devlet geleneğindeki hükümdarın en çok bilgiye ihtiyacı olduğu, onun
halkı donatması, adaletle davranması gibi temel özellikler Kutadgu Biligle yer alır.
Bazı beyitler şöyledir: I-
l'i •
i . Jİ
,A.// Vr.'.y|
B
Beylerden bilgili olanlardır ki ıV 7 (VAtVi .
iyi yasalar‘köymjjşlardıı,^ 1
BHgHİ aJ<jnıı_bey
t.>> c r::
S...A
kutadgu Bilig (Türk Kültürü Öze/Sayısı); A. Dilaçar, Kutadgu Bilig İncelemesi; İbrahim Kafesoğlu,
kutadgu Bilig ve Kültür Tarihimizdeki Yeri
fi
i.
- > Görüldüğü gibi Kutadgu Bilig, devlet yönebmine ilişkin çok değerli ve evrensel
getirmiştır7''YüTarfdâ'Rrbeyi^^^^^^ biriride"~hüKumdarın kanijna~sâvgrduy-
ması ve onu doğru uygulaması, hükmetme yetkisinrn üslünde görülmüşfur7'Bij',”"h'û-
RûK öe vreti" a tîlây ı ş ı n [n te m el i dir.
- Kutadgu Bilig'ie, hükümdarın önemli devlet görevlilerini seçerken onlarda ne gi
bi özellikler ve yetenekler araması gerektiği Öğdülmiş'in ağzından ifade edilmiştir.
Bunlardan vezir, kâtip, hazinedar için şu bilgiler veriliyor;
Vez/'r;; Akı Ilı, zeki, bilgili, dürüst, güvenilir, sır tutan, asîl, temiz, takva sahibi, mü-
tevazi, yumuşak huylû7bayâ"sâhibi, gözü tok, yüzü güzel oIrnalı8177''Yüzü ve dış
ğ'ö'rü'nüşü güzeToîânırinçı'igeguzeî"ölür?'''Vezir özellikle hesap işlerini ve *"çeşiflî"y'azî-
Tarı'BTlmeiidır. Hükümdar bu niteliklere sahip bir kişiyi vezir yaparsa ülke düzene gi
rer, "insanlar zenginleşir". Eğer değersiz ve kötü birini vezir yaparsa, fakiri ve zen
gini ile tüm halk bozulur. Aslında "hükümdarlar kendileri kötü olmadıkça kötüleri
yanlarına yaklaştırmazlar". Çünkü, "her şey kendisi gibi olanların arasına katılır ve
hiç bir..zaman kötü ile iyi bir arada bulunmaz".
Kâf/prJÜlkeler kılıç ile alımı; kalem ilejıüküm sürülüt^Bu nedenle kâtiplik önemji
bir''gorevdir?~Kâtip bilgili, güzel yazı yazan, iyî'bir anlatım sahibi, sır saklayan, gözü
tok,"güvenîrîr olmalıdır.
( /-/az/nec/ar; ffoğru, güvenilir, gözü tok, haya sahibi, akıllı olmalı, kara cümle.,ve
Jı hendeseyi çok iyi bilmelidir, "Hendese çok ince ve derin bir hesaptır; bununla yer
ve gök h"esâpları yapîîâHîîirT" Hazinedar tutumlu olmalıdır. Cömertlik çok iyi bir şey
dir ama, el kesesinden (halktan sağlanan paradan) cömertlik olmaz, Ticâ’reT ve'“a
lışverişten çöîTîyrânlârnalı, hesaplarını düzenli tutınaTiW7“ ‘ “
Kutadgu Bitig'te, hükümdara, devlet görevlerine getireceği kimseleri mümkünse
küçükken hizmete girenler arasından seçmesi tavsiye edilir. Hükümdara çeşitli hiz
metler yaparak yetişenler, devlete hizmet töresini ve usûllerini iyi öğrenirler. Bunlar,
bilgi ve yeteneklerine göre gittikçe daha önemli görevlere getirilirse güvenilir biçim
de çalışırlar. Kutadgu Bilig'[e\<\ bu görüş, OsmanlIlarda inceleyeceğimiz Enderun
Mektebi'nin temel felsefesinin tarihimizde çok eski dönemlerdeki devlet hizmetlisi
anlayışına kadar çıktığını göstermektedir.
n
r
ii
KARAH ANLILAR 33
ii
Kitapta, hükümdarların bilginlere değer verip danışması gerektiği üzerinde ö-
nemle durulur. Örneğin, Öğdülmiş hükümdara şöyle seslenir; "Âlimler insanı devlet
ve mutluluğa kavuştururlar. Önlara izzet ve ikramda bulun, ne derlerse yap, hü
kümlerine itiraz etme, önlerinde saygı ile eğil, önlar maddî bakımdan muhtaç du
ruma düşmesinler ve gönül huzuru ile öğretsinler." 1
II- Kutadgu Bilig'e göre ahlâkî davranış:
Kutadgu Bilig'te, ahlâkî davranışın, mutluluğun temel şartı olarak bilgili olmak
gösterilir. İnsan ancak bilgi sahibi olursa uygun davranışları anlar, yapar, mutlu o-
lur. Bilginin gereği her yerde önemle belirtilmiştir. Çok ilginç bir mısra şöyledir;
Kutadgu Bilig'\n çeşitli yerlerinde çocuk eğitimine ilişkin görüşler ileri sürülmüş
tür. Örneğin, Aytoldı, Öğdülmiş'e şöyle der:
Kitabın 63. Bölümü (beyit 4504 ve devamı), "Oğul Kız Togsa Neteg igidgüsin
Ayur" (doğan oğlan ve kızın nasıl terbiye edileceğini anlatır) başlığını taşımaktadır.
Burada yer alan bazı beyitler şunlardır:
ttıi
KARAHANLILAR 35
Süt annesi olarak iyi ve temiz bir kadın tut.
Oğlun kızın temiz büyür ve uzun ömürlü olurlar.
Oğul ve kıza biigi ve edep öğret,
Bu her iki dünyada onlar için faydalıdır.
Oğula kız al, kızı ere ver.
Ömrünü dertsiz geçir, ey mutlu insan!
Oğula bütün faziletleri tam öğret, .)- ■
C'-
O bunlarla ilerde mal sahibi olur.
Oğulu başı boş dolaşmaya bırakma.
Başı boş kalırsa her yana gider, yazık olur.
'Kızı çabuk evlendir, uzun müddet evde tutma, '' ' t ,.
' Yoksa pişmanlık hasta olmadan seni öldürür.
Ey dost arkadaş, sana kesin bir söz söyleyeyim:
d/ Bu kızlar doğmasa, doğarsa yaşamasa daha iyi olur!
Son beyitte kızlara karşı olumsuz bir görüş belirtildiği görülüyor. Bu beyit (No.
4511), bir öncekinin (No. 4510) arkasından geldiği için bir ölçüde anlaşıiıyorsa da
daha sonra kızlara ve kadınlara karşı başka olumsuz görüşlerle de karşılaşılıyor. i
Bir eğitimcimiz bunları "islâmiyetin etkisi" ile açıklıyor.® Bu tartışılabilir. Şöyle ki, İs
lâmiyet, özünde kadınlara değer vermiş, Arapların doğan kız çocuklarını kuma
gömme âdetlerini yasaklamıştır. Kur'an'öa buyurulur ki: "Onlardan biri kız çocuğu
ile müjdelendiğinde öfkelenir, yüzü kararır. Bu kötü müjdeden dolayı insanlardan
gizlenmeye çalışır. Buna katlanıp o kız çocuğunu benimseyecek mi yoksa kuma mı
i
gömecek? Ne fena yargıda bulunuyorlar!" (NahI, 58-59). "Diri diri gömülen kıza
hangi suçtan dolayı öldürüldüğü sorulduğu zaman..." (Tekvîr, 8-9). "Çocuklarınızı
öldürmek büyük bir suçtur" (İsrâ, 31). Peygamberin de kız çocuklarının değerine ve
iyi yetiştirilmelerine ilişkin hadisleri vardır.
Özetle, Kutadgu Bilig'ie kızlara ilişkin olumsuz görüşleri yazarın kendi görüşleri
olarak değerlendirmek gerekir. Aslında, o yer yer, kızlara, kadınlara değer veren
görüşler de ileri sürmekte ve kendisiyle çelişmektedir. >1 t 1
r'f
11. Kaşgarlı Mahmut'un Türk eğitim tarihindeki yeri nedir?
g
F. Kanad, Pedagoji Tarihi, C.1, s.216
Divan-ü Lûgat-it Türk (Türk Dili Özel Sayısı), 1 Ekim 1972; Reşat Genç, Divan-ü Lûgat-it Türk Müeiiifi
Kaşgarii Mahmud'a Göre... Divan'öa yer alan bazı kelimeler, atasözleri ve anlatılan gelenekler bugün
Anadolu yürüklerinde yaşamaktadır: Bkz. Mehmet Eröz, Milli Kültürümüz ve Meselelerimiz.
S
;İ
36 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
11
Rıfat Bilge tarafından 1917’de yayınlanmıştır.
D/Van, yalnızca zengin bir sözlük değildir. Türk toplurrıJarının lehçeleri, yaşayış-
lanÇlnânışları, töreleri, atasözleTIiTgeTâps~ar"Türkİgiînl||İÇd.üD^Tf^ bura-
' aaUûnBüeseiTyâzîlUî^r'aoİTern^^ kökleri eskilere giden büyük~5iFTürk
' *Kâşğarfr'Mah'm'ût,
ûyğâBîğThTn'Tâflîğîn^^ da göstenr.~~ffoyfe7îe Türklük BtIgisIhTh'en
eski ve en önemli aDidererınaen birim meydana getirmiştir.
11
Kilisli Muallim Rifat Bilge, Divan-ü Lûgat-it Türk ve Aii Emirî Efendi.
12
Divan, I, s. 136.
i.'-
I
fa
I
KARAHANLILAR 37
13
Van'da bulmaktayız. Bazıları özetle şunlardır: 1
Münğüz münğüz: Münğüz, boynuz demektir. Çocuklar bir akarsuyun kenarına
IİI
’‘il
otururlar. Birisi ebe olur ve "münğüz münğüz" der. Diğer çocuklar "ne münğüz?'
(ne boynuzu?) diye sorarlar. Ebe, boynuzlu hayvanları birer birer saymaya başlar.
Çocuklar da tekrar ederler. Bu arada ebe, deve, eşek gibi boynuzsuz bir hayvanın i
da adını söyler. Çocuklardan birisi de yanılıp bunu tekrar ederse, oyunu bozmuş
sayılır ve ceza olarak suya atılır. Görüldüğü gibi bu oyun dikkatli bulunmak ve bir
yanılgıya düşmemek esasına dayanmaktadır.
■a
1i
Aşık: Bugün de yaygın bir oyundur. Koyun, keçi gibi hayvanların ayaklarından
çıkarılan aşık denen kemikle oynanır. Çocuklar bu kemiği önlerine atarak onun üs
te gelen yüzünün taşıdığı anlam ve değere göre oynarlar. Başka oynanış biçimleri tjij
i rh
de vardır.
Karagunı: Akşam karanlığında oynanan bir oyundur. bil
i-i!
ÇenğIi menğIİ: Salıncak oyunudur.
Büzüşmek: Halay çekmedir. !’hl
Tepük: Kıl, yün vs. sarılarak yapılan top ayakla tepilir.
Ceviz: Bir çukura cevizlerin sokulması şeklinde vs. bir oyundur.
Çelik çomak: Bugün bilinen oyun gibi olsa gerektir. 1
Danışma ile ilgili olarak zikrettiği eski Türk atasözleri çok ilginçtir: Obraştı
(yıpradı) için şu savı verir:
"Danışıklı bilgi güzelleşir, danışıksız bilgi yıprar." Kinğ (geniş) için şu savı verir:
"Geniş elbise yıpranmaz, danışıklı iş bozulmaz."
13
Yahya Akyüz, Eski Türk Çocuk Oyunları ve Aşık.
1
! 38 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
’Kaşgarlı Mahmut, dil öğretimi konusunda başarılı bir yöntem izlemiştir. Yönte
minin başlıca ozeflîKleri şunlardır:
1. ÎMedreselerde yapıldığı gibi önce ve hemen her zaman sadece kural verme
değil, ilkin çok sayıdâTSÎTİİeîdtenTi^ edip kurala ulaşma yolunu jzietnişaûa_gü-
nüİTiüzVâ'bancrdn’KğreFminde behrmsenen bîr yöntem üygüTâmıştır.
2; Dil öğrenmede örneklerin, metinlerin önemini çok iyi görmüş, örneklerini gün-
lük hayattan, atasözierinden, şiirlerden derlemiştir.
3? Dil öğretirken, Türk kültürünü de tanıtma amacını gütrnüş, bu konuya özel bir
önem vermiştir. ~
A
4.;DİI öğretiminde tekrarın önemini çok iyi kavradığından, önceden geçen bir ku
ralı gerektiğ inde hatırlatmaktan çekinmemTşTrT'
S.'ilzlediği bu başarılı yöntemleri buluncaya kadar çok çaba harcayan yazar, iki
\ yıl içinde "eserini" üç "l%z'yazıp beğenmemiş, dördüncükez: yazmıştır? Böylece,"oi
eser"yazma yöntemi konusunda da bize yol göstermektedir.
12. Ahmet Yesevî ve Edip Ahmet bin Mahmut Yüknekî'nin Türk eğitim
tarihindeki yeri nedir?
14
Bahaeddin Ögel, Türklerde Bilgi Öğretme, Bilgi Teorisi ve Bilgelik,
15
Tarih boyunca okul sözlüklerimiz hakkında bkz, Yahya Akyüz, Türkçe Okul Sözlüklerinin Değerlendi-
rilmesi.
16
Fuad Köprülü, Türk Edebiyatı Tarihi, Fuad Köprülü, Türk Edebiyatında lik Mutasavvıflar; Atabetü-i
Hakâyık.
" Osman Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk-lslâm Medeniyeti, s. 318.
T
|i
KARAH ANLILAR 39
.-X i
İl Bu ilk Türk sofilerinden en önemlisi Hoca Ahmet Yesevî'dir.
' Ahmet Yeseyi (1103?-1166): ilk Türk tarikatını kurmuş, Q;Van-/ /-//'/rmef./adınd^i
esernfe~etktlö?i geniş yörelerde yüzyıllarca sürdürmüştür. Bu .kitaptaki parçaların
"Rönuîârı şöyledir:
Dervişliğin faziletlerine ilişkin övgüler, İslâmî hikâyeler ve dinî ahlâkî sonuçları.
Peygamberin hayatı ve mucizelerine ait parçalar, dünya hayatından yakınmalar,
kıyametin yaklaştığını hatırlatan sözler. Cennetin vasıfları. Cehennemin korkunç i
sahneleri.... Böylece Divan-ı Hikmet derin ve şairane bir tasavvuf eseri olmaktan
i: t
çok dinî ve ahlâkî öğütler, hikâyeler, tarikat usûllerine ait öğretici şiirlerden meyda
na gelmiş, sade bir ahlâk kitabı niteliğindedir.
Yesevîlik, Haydarîlik, Bektaşîlik, Nakşibendîlik tarikatlarının esaslarının doğu
muna da sebep olmuş. Yunus Emre'yi de etkilemiştir.
Edip Hakây/MGerçeklerin Eşiği) adın-d.akLQ.asihat-
rîânresfîTe' İslâmî esasları ögretm.av-eL-câiIsiSîslır. Kitabı, ancak yarım yüzyıl daha
■öTicFyazıimış Kutadgu Biiig ile karşılaştırıldığında, bu süre içinde Arapçanın Türk-
çede kazandığı önem ve İslâm dini ile hayata bakış felsefesinin Türkler arasında
ne kadar yaygınlaştığı çok iyi anlaşılır: Kutadgu Bilig'te % 4 yabancı sözcük olduğu
halde, bu eserde, yabancı sözcükler, çoğu Arapça olarak % 2O'ye çıkmıştır?® Ya
zar, Türklerin öğrenme, bilim^deâfidedneLOüzei örnekler verir:
5 a
i
/
/
I;
IS
Divan-ü Lûgat-it Türk ve Atabetü-I Hakâyık'ın bazı konularda karşılaştırılması için bkz.
9ükrü Kurgan, Divan-ü Lûgat-it Türk (Türk Diii Özel Sayısı)
r B
•i
J
İL BÖLÜM
'V. i Rf i
A J i.L>
1
M. A. Köymen, Selçuklular ve Anadolu’nun Türkleşmesi Meselesi.
2
Osman Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk-lslâm Medeniyeti; M. A. Köymen, Selçuklu Devri Türk Tarihi;
aynı yazar, Alp Arslan ve Zamanı (l-ll). Selçuklu Devletinin kuruluşu ve özellikle bu Devletin temel unsuru
Oğuzlar hakkında bkz. Faruk Sümer, Oğuzlar (Türkmenler), Tarihleri, Boy Teşkilâtı.
41
42 ' r TÜRK EĞİTİM TARİHİ
Selçuklu Devleti, Türk, İslâm ve dünya tarihi içinde çok önemli bir yer tutar. İç
Asya'daki Karahanlılar ve öteki Müslüman-Türk devletleri yöresel devletlerdi. Sel
çuklu Devleti ise Maveraünnehir'den Ege kıyılarına kadar uzanan muazzam bir im
paratorluktu. Onun, Hıristiyan Batı ile çok geniş temasları oldu. Batının Haçlı Se
ferlerine Selçuklular başarı ile karşı koydular.
Selçuklular ile Türklerin asıl gücü Batı Asya ve Anadolu'ya yöneldi.
Divan, k s. 431-432.
1
SELÇUKLULAR 43
13. Selçuklularda eğitim hakkında neler biliyoruz ?
Başta Tuğrul Bey, Alpaslan, Melikşah, Nizamülmülk, Sancar olmak üzere Sel
çuklu devlet adamları bilginlere, sanatkârlara büyük saygı göstermişler, eğitim ve
öğretimin yayılmasına çalışmışlardır.
Tuğrul Bey, "kendime bir köşk yaptırıp, yanında bir câmi yaptırmazsam Tann'-
dan utanırım" diyordu. Fethettiği şehirlere girdiğinde ilk işi bilginleri, din adamlarını
saygı ile ziyaret etmekti. Alpaslan, medreseleri ülkenin her tarafına yaygınlaştırmış
tı. O, kendi gelirinin bir kısmını yoksullara, onda birini de bilim adamlarına veriyor
du. Nişabur'da bir caminin kapısında perişan kılıklı gençler görüp kim olduklarını
Nizamülmülk'e sormuştu. Vezir, "bunlar insanların en şereflileri olup dünya zevki
bulunmayan ilim araştırıcılarıdır" deyince Alpaslan onlara bir yurt yapılması ve ma
aş verilmesini emretmişti. Melikşah, kendisini ziyaret etmeyen bilgin Sandalî'ye bu
nun nedenini sorunca şu cevabı almıştı: "Sizin, hükümdarların en iyisi olmanız ve
benim de âlimlerin en kötüsü olmamam için ziyaretinize gelmiyorum. Çünkü en iyi
hükümdar, âlimleri ziyaret eden, en kötü âlim de hükümdarın ziyaretine koşandır."
Böyle bir Hadis de vardır. Bu sözler, bir çıkar amacıyla devlet adamlarına yanaşan
bilim adamlarının eleştirisidir. O dönemde bilginler inandıklarını çekinmeden söyle
yebilirlerdi. Hükümdarlar da bunu doğal görüyorlardı. Sultan Sancar, bilgin ve sa
natkârlara büyük ihsanlar yapardı. Birinde hazinedarın "hazine boşalacak" demesi
üzerine, sultan, "benim için mala düşkündü denilmesi çirkin olur" cevabını vermişti.
Sancar çok önemli bir kütüphane kurmuştu ve okumayı severdi.
^(JViedreseler
"T^llkjselçuklu medreseleri 1040 yıllarında Nişabur'da Tuğrul Bey tarafınd_an ku-
ru1mC^lûr7~~ApasTârrdönen^^ Bağdat'da Nizamiye medreseleri âdıyla
önemli kurumlar açılmış, bu adı taşıyan başkalarının da kurulduğu görülmüştür.
Bağdat Nizamiye medreselerinin kurulmasında Alpaslan ve Nizamülmülk'ün ilgi ve
çabaları etken olmuştur. Ülkenin her tarafına yayılan medreselerden en önemlileri
şu kentlerde idi: Bağdat, Musul, Basra, Nişabur, Belh, Herat, İsfahan, Merv, Amul,
Rey, Tûs.
4
Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk-lslâm Medeniyeti; Haşan Kutlutaş, Alpaslan Zamanı Selçuklu
Türk Toplumunda Eğitim-Öğretim Kurumlan; Ahmet Çelebi, islâmda Eğitim-öğretim Tarihi; Mefail Hızlı, !
Kuruluşundan OsmanlIlara Kadar Medreseler.
-
44 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
hep propagandalarına karşı koyma ihtiyacı. Medreseler böylece, Hanefî, Şafiî, Ma-
'Tikî.'HanbGİÎ adlarındaki dört SürinTmezhebin koruyuculuğu ve yayıcılığı görevini
üstlenmiştir.
^Genişleyen imparatorluğun yönetimi için memur yetiştirme ihtiyacı.
^^ islâmİyeti yeni benimsemiş Oğuz topluluklarının yeni inançlarının pekiştirilme..
eskilerinin silinme gereğinin duyulması.
t A Din adamı yetiştirme ihtiyacı .
, e ')Yeni ele geçirilen ülkelerin "manen" de fethini sağlamak için gerekli insanları
yetiştirme düşüİTcesF~~~~"
Yoksul yeya yetenekli öğrencileri okutup topluma kazandırma düşüncesi.
O Nizamülmülk'ün belirttiği gibi, bilginleri bir görev ve maaşla medreselere bağ
layıp HenetfirrâlTîrTgârTLRiTiak ve böyrece~gevle'teT^fşrgg]nî?reketlere katılmaları
ihtimâîTnT^rîa^arrRaB^^ (Ancak bunun, azTericle'gorLnecegi gibi, dinî bilirnTenh
vFdt^üncenîiT^evIeraeİTenm altına girmesi şeklinde olumsuz ve sürekli bir sonu
cu olmuştur).
3.Devlst adamlarının eğitim ve bilimseverliği.
Bağdat Nizamiye medreseleri yüksek öğretim kurumlandır. Öteki medreseler,
müderrislerinin düzeyine göre orta ya da yüksek öğretim sayılmışlardır.
Programları ve Gazali
Nizamiye medreseleri, esas olarak din, hukuk, dil öğretimi yapmışlardır. Tıp öğ
retimi daha çok hastanelerde yapılıyordu. Hastane veya hastane-tıp okulu duru
mundaki bu kurumlara Bimaristan, Darüşşifa denir. Tıp, özel olarak da öğrenilirdi.
Heyet, rasathanelerde ele alınmıştır.
“•^Felsefe ve ilgili bilimler, çok geçmeden programdan çıkarılmış, yerlerini Kelâ_m
alnîîşfîrTeîse^e iIk'cİddFtepidnîn Bağdat Nizamiye rTieBresTIeTTTCle'YÜ91''Tfo95
yıllan ârâsînda rektörlük veTTfüTlerrislTtrVapaK'Gazali'den'~ğ^lWği ile?rs~ürurmektedir,
Gazali'nintemel eseri eTTT/^â'ü Ulümı'd Din, fc/ Munkız min^~Dalâl ve Tehâfüt el
i Fel^ıf&Vılr.----------- "----------------------------------- -------
‘üTTeİsefe'nin şüpheci yöntemine ye dinin bununla yorumlanmasına “inancı
sars'îyör"”aıye karşı çıTöhışTır. Gazali, "aklın" değil, "kalbin" (imıârnnyiîaTomıye^
'•es'as~'atarrtasâvyut yolıTTeTnütİâk'ğer^ğe ulaşılabileceğine inanmış, bu yolda aklı
J
I fj:
SELÇUKLULAR
ilf:
45
5
ve Felsefe'yi yetersiz görerek eleştirmiştir
Ancak, Gazali filozofları ve filozoflardan esinlenen Farabi ve ibni Sina'yı eleştir- i:
anlamaya yönelen Matematik, Geometri, Fizik... gibi bilimlerin bir değeri yoktur. İs
lâm dini ile ilgili olmayan bilimlerle uğraşmak "ömrü boşa harcamaktır". İnsanın,
"kurtuluşu" için, Tann'nın emirlerini yerine getirecek kadar dinini bilmesi yeterlidir®...
Onun bu görüşlerine “faydacılık düşüncesi” denebilir. Gazali, bilimleri şer’î ve şer’/
olmayan şeklinde iki gruba ayırır ve önceliği şer’î bilimlere verir. O aklî bilimlerin
kendilerinden kaynaklanan bir sakıncası bulunmadığını, aksine birer âlet olarak gö
rülüp “ihtiyaç karşılayacak kadar” öğrenilmesinin yararlı bile olacağını söyler. An
cak, temelde aklî bilimlerde derinleşmenin çok önemli bir tehlikesi vardır: Bu bilim
lerin inceliklerini öğrenen bir kimsenin keşfedeceği olağanüstülük ve uyum karşı
sında, filozofların uğraştıkları her bilimin ve söyledikleri her sözün doğru olduğu
kanısına vararak İslâmî inançlardan ayrılıp sapkınlığa düşmesi ihtimâli... “Çünkü
bu bilimlerin aslında din ile ilgisi yoksa da, felsefeye ait bilimlerin başlangıcı olduk
larından kötülükleri, zararları ona da geçer. Aklî bilimlerle fazla meşgul olup da din-
den çıkmayan ve dindarlıktan uzaklaşmayan kimseler azdır. Bu nedenle, aklî bilim-
,,7
lerle fazla ilgilenenleri engellemek lazımdır. Gazali’nin bu “faydacılık düşüncesi”
ve bilim öğrenmeyi bu açıdan ele alması OsmanlIlara da geçmiştir (Soru 26 ve 27). I
Islâm toplumlarında o dönemlerden itibaren düşünce ve bilim alanında gözlenen
durgunluğu yalnızca Gazali’nin etkisine bağlamak kuşkusuz yanlıştır. Ancak, onun
gibi saygın bir din bilgininin yukarıda özetlenen görüşleri Müslümanlardan Felsefe, I f
müsbet bilim, bilimsel düşünce ve araştırma alanlarında çalışmak isteyecekleri ji
caydırıcı bir nitelik taşımaktadır.
Ortaçağda Islâm dünyasında öğretim, bilim ve kitap yazım dili esas olarak A-
ra^a^dizıFakatT-oTjönerngen kalan kitapların kenar arında bazı Türkçe lerhler (a-
çıklamalar) bulunması, öğretimde kısmen bu dilin de kullanıldığını gösterir.
Medreselerin öğretim yöntemi daha çok ezbere dayanıyordu. Fakat tartışmalar
da olurdu. Belli bir öğretim süreleri yoktu. Yıl bitirme değil, belli kitapları okuma a-
maçlanırdı. Bu da öğrencilerin çabasına ve müderrisin takdirine kalmıştı. Fakat
1
yüksek öğretim medreselerinin en az beş yıl sürdüğü tahmin ediliyor.
Müderrisler
L
! 46 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
yüksekti.
Burada çok önemli bir noktayı vurgulamak gerekir:
i Şiilik ve Batınîliğe karşı Sünnî inançları savunmak amacıyla açılan Nizamiye
!
medreseleri siyasal otoritenin emrinde, onun ideolojisini üreten ve savunan kurum
lar haline geldiler ve Sünnî islâmın dört büyük mezhebinden biri olan Şâfiiliği sa
vundular. “Devletin kurduğu bu medreselerin hocaları artık bizzat devlet tarafından
atanmaya, maaşlarını devletten almaya başladılar. Ders programları devlet tarafın
dan benimsendiği gibi, ders kitapları da yine devlet tarafından seçiliyor ve bunların
dışında kitap okutulmasına kesinlikle izin verilmiyordu. Bu, İslâm dünyasında ule
mânın bundan böyle devlet kontrol ve hâkimiyetine girdiği, başka bir ifadeyle, bi
limsel düşüncenin siyasî otoritenin emir ve denetimi altına alındığı, dolayısıyla ule
mânın devlete eklemlendiği, devletin paralı bir memuru olduğu yeni bir süreci baş
lattı. Bu süreç, artık İslâm dünyasında dinî bilimlerin ve düşüncenin belli ölçüde
devlet menfaatleri, siyasî çıkarlar yahut resmî ideolojiyi desteklemek için üretilmesi
anlamına geliyordu ki, işte Osmanlı ulemâsı bu sürecin yerleştirdiği böyle bir gele-
,.9
neğin mirasçısı oldu;
Bağdat Nizamiyesi'nde ünlü müderrisler görev yapmıştır. Başlıcaları: Ebû ishak,
İbni Sabbağ, Gazali...
Müderrise, muîd denen bir görevli yardım ederdi. Muîd’in öğrencileri çalıştırma,
onlara danışmanlık, rehberlik yapma, müderrisin onları tanımasına yardımcı olma
gibi görevleri vardı.
Öğrenciler
Her isteyen, istediği yaşta öğrenci olabiliyordu. Öğrenciler burslu idi ve medre
selerde barınırlardı. Medrese odalarına alınacak, burs verilecek veya kendilerine
maddî bir yardım yapılacak öğrencileri seçmekte müderrisin yetkili olduğu anlaşılı
yor. Bazı önemli kültür merkezlerinde çok sayıda öğrenci bulunurdu: Bağdat'ta
6000 öğrencinin okuduğu yazılıdır. Nişabur medresesi müderrisi Cüveyni (Ö.1085)'
11
nin derslerini 400'e yakın öğrenci dinliyordu.
Malî kaynaklar
Etkileri"''
9
A. Yaşar Ocak, Dinî Bilimler ve Ulemâ.
Osman Turan, Celâlettin Karatay, Vakıfları ve Vakfiyeleri.
11
M.A. Köymen, Alp Aslan Zamanı Selçuklu Kültür Müesseseler!.
12
Ahmet Ocak, Nizamiye Medreseleri.
il
){i
îbi
SELÇUKLULAR 47
devlet görevlerine adam yetiştirmede... önemli katkılarda bulunmuşlardır.
• Kurumsal etkileri: Nizamiye medreseleri, İlhanlı ve Osmanlı medreseleri ve i|l
başka İslâm ülkeleri medreselerine bir örnek olmuşlardır. Hatta Batı Avrupa üniver
sitelerinin de onlardan ilham aldığı ileri sürülmüştür. ni
Ortadan kalkışları
Büyük Selçuklu Devletinin zayıflayıp 12. yüzyılın ortalarında parçalanması,
1258'de Moğolların Bağdat’ı işgal ve tahrip etmeleri vs. gibi nedenlerle Nizamiye
medreselerinin eski önemi kayboldu. Bazı kötü niyetli yöneticiler de, siyasî karga
şadan yararlanıp onların gelirlerine el koydu. Giderek Nizamiye medreseleri orta
dan kaldırıldı. En son da 1400'lerin başında Bağdat Nizamiyesi yok edildi.
" Mektepler,)
İlköğretim düzeyindeki bu kurumlara küttap da denirdi. Bunlar okuma yazma öğ I
retirler, Kur'an, din, aritmetik eğitimi verirlerdi. Kaynaklarda ayrıntılı bilgiler yoksa I
da, Selçukluların bu okullara önem vermedikleri düşünülemez. Mektepler genellikle
camilere bitişik yapılırdı.
13
Fuad Köprülü, Ata(beg) maddesi.
(A 7.)
L
48 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
vz?, C P S Q-
Danişmendli medreseleri: jzy
14
Aptullah Kuran, Anadolu Medreseleri.
15
Kâmil Şahin, Danlşmendlller Döneminde (1071-1178) Niksar ve...
i
I
SELÇUKLULAR 49
Konya Selçuklu medreseleri:
13. yüzyılda, Moğol istilasından kaçan bir çok bilgin, mutasavvıf, İç Asya'dan
Anadolu'ya gelip yerleşmiş, bu da, Anadolu Selçuklu medreselerinin bilimsel olarak
daha da güçlenip önem kazanmalarında etkili olmuştur.^®
Medreselerin çoğalıp yaygınlaşmasıyla, öğrenciler de artmıştır. Örnek; Konya'
da, 13.yüzyılda, mevcut onbeş kadar medresede-herbirinde ortalama 4O'ardan-
600 kadar öğrenci bulunduğu sanılmaktadır.^^
Anadolu Selçuklu medreselerinde öğretim ve düzen. Büyük Selçuklu Devleti
medreselerindeki gibidir. Bunlardan Konya'da Altun-Aba medresesinin 12O4'de dü
zenlenen vakfiyesi özetle şöyledir;^®
Yılda, müderrise 800, muîde 240, imama 200, müezzine 100 dinar (gümüş) ö-
denecek. Ayda, temizlik görevlisine (ferraş) 5, fakîh denen ileri düzeyde üç öğren
ciye 15'er, orta düzeyde onbeş öğrenciye 10'ar, müptedî denen ilk düzeydeki yirmi
öğrenciye 5'er dinar ödenecek. Buradan, medresede otuz sekiz öğrenci bulunacağı
ve "ileri" "orta" "ilk" biçiminde üç düzeye ayrıldıkları da anlaşılıyor. Ayrıca öğrencile
re, günde, bugünkü ölçü ile, 665 gram ekmek satın alınacak, tatlı pişirmek için
günde 3 dinar harcanacak. Ramazanda öğrenciler için bir koyun kesilecek, yakma
ve ısınma için odun alınacak. Aydınlatma ve öğrencilerin gece çalışabilmeleri için
yakılmak üzere bezir yağı. Ramazan ve kandil geceleri için mum alınacak.
Beş yıl kabiliyet gösteremeyen, çalışmayan, derslere düzenli gelmeyen öğrenci
ler medreseden çıkarılacak. Öğrenciler, Hanefî, Şafiî, müderris ile imam Hanefî
mezhebinden olacak. Medresenin kütüphanesine her yıl 100 dirhem harcanıp kitap
alınacak. Medresenin giderlerini karşılamak için Altun-Aba, 1 han, 50 kadar dük
kân, köylerde çok sayıda tarla vs. vakfetmiştir.
M.s. 476'da Batı Roma İmparatorluğu yıkıldıktan sonra, Batı ve Orta Avrupa ka
ranlıklara gömüldü. Toplumların göç ve mücadelelerinin yol açtığı kargaşa, fikrî ça
lışmalara imkân vermiyordu. Yalnızca, kendisine dokunulmayan Kilise, basit bir il
köğretimi sürdürmeye ve bazı eski bilgi ve kitapları korumaya çalışıyordu.
Balkanlar ve Doğu Akdeniz'de ise, varlığını sürdürmeyi başaran Doğu Roma
imparatorluğunda, başka deyişle Bizans'ta, eğitim öğretim devam etti. Sonraki yüz
yıllarda Bizans, önce Sırp, Bulgar ve Rusların Hıristiyanlaşmalarında ve bir yazıya
sahip olmalarında etkili oldu, daha sonra da Batı Avrupa'ya bazı eski kitap ve bilgi
leri aktardı.
Orta ve Batı Avrupa'da geçici olarak istikrarlı ve büyük bir Devlet kurmayı başa
ran Kral Şariman (768-814) bir Saray Okulu açtı. Buraya soyluların çocukları alını-
I
50 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
19
VVİII Durant, Histoire de la Civilisation medievale; /^ydm Sayılı, Ortaçağ Islâm Dünyasında İlmî Çalışma
Temposundaki Ağırlaşma: Mehmet Özdemir, Endülüs Müslümanları.
*
Batılı kaynaklarda üniversitelerin açılış tarihleri çoğu kez birbirini tutmamaktadır (Y. Akyüz).
İM
SELÇUKLULAR 51
I
daha önemli kabul edilir. Çünkü, bu sonuncu, daha çok sanat ve edebiyata ilişkin I
IVR
olduğu halde, 12. yüzyıl Rönesansı Felsefe ve bilim alanındadır.
12. yüzyılda yaşayan bilim adamı Adelard, çeşitli İslâm ülkelerinde öğrenim gö
rüp ülkesi İngiltere'ye dönünce, neler öğrendiğini soranlara şu cevabı vermişti:
"Müslüman hocalarımdan, en emin yol olan 'akıl' yolunu izlemeyi öğrendim, çünkü
duygular yanıltıcıdır. Siz ise bir otoritenin (eleştirilmeden kabul edilen bir üstadın ya
da kitabın) yularını boynunuza geçirmişsiniz!"
O dönemlerde AvrupalIların temizlik ve sağlığa ilişkin tutumları da çok geri idi.
Onların kentlerini gezip gören Müslümanlar, buraları çok pis buluyorlardı. Örnek:
İngiltere'nin yine önemli bir üniversitesinin bulunduğu Cambridge kentinde lağımlar
sokaklarda açıktan akıyor, bundan bir çok profesör ve öğrenci hastalanıyordu. Ve
ba salgınları halkı kırıp geçiriyordu.
—^1095'lerde Selçuklu ve İslâm dünyasına karşı başlattıkları Haçlı Seferleri ile de
AvrupalIlar, Doğudan, eğitim, bilim, sanat, ticaret, askerlik, tarım, denizcilik... alan
larında çeşitli bilgiler öğrenmişlerdir.
Üniversiteler, kilise okulları ile özel okulların zamanla kaynaşmalarından ortaya
çıktı. Kuruluşları bakımından medreselerden etkilendiği ileri sürülmüştür. O dönem
lerde ilahiyat. Felsefe, Hukuk, kısmen de Tıp ve Matematik öğretimi yapıyorlardı.
Öğretim dili Lâtince idi. Profesörler başlangıçta din adamları idi, ancak layik zihni
yette olanlar giderek çoğaldı. Ortaçağ üniversitelerinin öğretim yöntemine "skolas
tik" denir. Bu yöntemin temel özelliği, profesörün, tanınmış, bir kitabı önüne açıp
oradan dersi okuması, öğrencilere yazdırmasıdır. Sonra tartışmalara geçilirdi. An
cak, skolastik daha çok şekilci bir yöntem olarak değerlendirilmektedir. Skolastiğin
İslâm medreselerindeki öğretim yöntemlerine kısmen benzediği söylenebilir.'^
i
Avrupa üniversitelerinde isteyen öğrenciler Doktora denen lisans üstü bir öğre I
nim de görmekteydiler. Bu, daha çok öğretim üyesi olacakların tercih ettikler, şekil
ve törenlerle dolu, masraflı bir öğrenim idi. Doktora öğrenimi özellikle Ortaçağın
i
sonlarından itibaren düzenli bir şekil aldı.
Üniversitelerin çok önemli bir siyasî işlevi de oldu: Buralara, gerek kendi ülkele
rinden, gerek Avrupa'nın en ücra yerlerinden gelen öğrenciler, "millet" olma ve gi
derek "AvrupalI" olma bilincini de geliştirdiler. 1
Ortaçağın koyu dinsel düşünceli ve bağnaz AvrupalIları, Müslümanlardan görüp i
öğrendikleri bilimleri nasıl kabul ettiler ve geliştirmeyi başardılar? Araştırıcılar bu
soruyu, esas olarak, bilim ve Felsefe ile Hıristiyan dini arasında uzlaştırıcı yorumla
rın yapılması ve bu yeni anlayışın bilimsel ve felsefî düşüncenin gelişmesini kolay
laştırması ile cevaplıyorlar. Bu uzlaştırıcı yorumları yapanların başında, Paris Üni
versitesinde de ders okutan Saint Thomas d'Aguin gelir (1225-1274). O, tüm ger
çeklerin Tanrı'dan geldiğini söylüyor, Aristo’yu reddetmeyerek, onun akılcı ve felse
fî görüşlerinin de geçerli olduğunu, ancak bunlarla din arasında çözülmez bir çelişki
olursa dinî hükümlerin üstün sayılması gerektiğini ileri sürüyordu. Fakat 1200'lerin
başlarında üniversiteler kurulurken. Papa III. Innocent, dinî ve siyasî çıkarlar için
Engizisyon mahkemelerini kuruyordu. Bunlar, yüzyıllarca Kilisenin gösterdiği inar^
çizgisinden sapan (heretigue) insanlariTbilim adaniiârînı vKcJuşûrrurlerHŞIcenceTîe
20
Skolastik Eğitim ve Türkiye'de Skolastik Tarz.
52 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
21
Arthur Arnould, Histoire de l’lnquisition; Haşan Akgündüz, Medreseler ve Üniversiteler...
22
Muallim Cevdet, Ahilik, Büyük Mecmua, 1335; S.F. Ülgener, İktisadi Çözülmenin Ahlâk ve Zihniyet
Dünyası; Refik Soykut, Orta Yol Ahilik; Neşet Çağatay, Bir Türk Kurumu Olan Ahilik; Mikâil Bayram,
Ahi Evren ve Ahi Teşkilâtının Kuruluşu; Ali Güler, Türk Eğitim Geleneğinde Nefis Terbiyesi.
11
iî
SELÇUKLULAR 53
pıklık), zina, sarhoş edici içkiler içmek, haram yemek...
Bu eğitimden geçen kişi, sözü edilen kötü huylardan arınır, belirtilen iyi huyları
kazanır, çok kullanılan bir deyişle "eline, diline, beline, gözüne hâkim olurdu". Üye
lere ayrıca silah kullanımı öğretilir, beden eğitimi yaptırılırdı.
/ş başında eğitim:
Selçukluların hizmetine giren ve ölümüne kadar Alpaslan ile Melikşah'a otuz yıla
yakıo-btf-süre vezirtik-yapanJranlı Nİzam'ülmülk (1018-1 Ö92y^bîr^^7İ3âşârnî adil'
vezirl^nie~^kevi düzenleyen" anJamıoda verilmiştir. Onun eğitim tarîİTİmızae yer
tutması, biTimsever bir devlet adamı olması, Bağdat Nizamiye medreselerini kur-
I
23
Fuacl Köprülü, OsmanlI Devletinin Kuruluşu.
İbni Batûta Seyahatnamesi, C. I-II, s. 194, vs.
25
Mikâil Bayram, Fatma Bacı ve Bacıyân-ı Rum.
54 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
26
Bazı araştırmacılar bu dizelerin iranlı Ebu Said Ebu’l Hayr’ın olduğunu ve çevirisinin “gel!” değil, “töv
be et!” şeklinde yapılması gerektiğini iisri sürerler. Bkz. Mikâil Bayram, Hümanizm ve Mevlâna.
i
1
İH
ih
SELÇUKLULAR 55
Gel, gene gel, ne olursan al, gel!
İster kâfir, ister ateşe, ister puta tapan ol!
Kapımız umutsuzluk kapısı değildir.
8
Yüz kez tövbeni bozmuş olsan da gel!
27
Mustafa Ergün,.İnsan ve Eğitimi, Meviâna...
28
Fihi Mâfih, s. 204-205.
29 i
Aynı eser, s. 28-29.
1i
56 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
ve raks içinde birleştirip dile getirmiş, etkisini yüz yıllarca sürdürmüş büyük bir yay
gın eğitimcidir. Kendisinden sonra Mevlevîlik tarikatı kurulup gelişmiştir. Bu tarikata
özellikle aydınların, hatta bazı padişahlar ve devlet adamlarının bile girdiği
(III.Selim, II. Mahmut, Abdülmecit) görülmüştür.^®
r-. (^51 YA , O sY y U c Y ıf
19. Yunus Emre, Hacı Bektaş-ı Velî, Âşık Paşanın Türk eğitim tarihindeki yeri
nedir?
iyi bir medrese öğrenimi gören Yunus halk şairi sayılajrıaz. Fakat, içinden çıktığı
halka hitap etmek istediği için Türl^eyrye dlha çgOece vez Şi-
irleffn9FesRTTüH<çel^ltf^ Arapça ve Farsça kelimeler de bulunmakla
beraber, dili genellikle açıktır ve anlaşılır. Temel eserleri Risalat al Nushiyya ve Di
van 'dır
Yunus^tüjTT_insanlara sesjenir^ırk, din, dil ayrımiyapılmamasını ister. Ona göre
insâ'nT'her yerde aynı değer.de,_yüçe bir yaratıktır, insanı bu gözle görmeyen Tan-
n'ya da kârşTaTrT
Yunus, insan sevgisi ve hoşgörü ile ilgili görüşlerini ortaya atarken, zaman za
man, medreselilerden bazılarının takındıkları bağnazca tutumlara da karşı çıkmış
tır. Bir şiirinde der ki:
Ona göre, öğrenim görmekten asıl amaç, insanın kendini tanıması, olgun
laşmasıdır. Okuyup da bu amaca ulaşamayanlar "kuru bir emek" harcamakla kal
mışlardır:
30
Abdülbaki Gölpınarlı, Mevlevilik maddesi, Islâm Ansiklopedisi.
31
Mustafa Ergün, Yunus Emre'de Tasavvuf ve Eğitim.
:i
I
ih
SELÇUKLULAR
îM
57
hoşgörü ve insan sevgisini yaymaya çalışan bir halk eğitimcisidir. Mşkâlât
adlı eserin ona ait olduğu ileri sürülmüşse de^^ bu kesihlikle "belğelenememiştir?®
fUâl^Taftâ'şûgörüşİer^ifrm açısından önemlidir: "Uygulanmayan kuru bilgi günah
ve sorumluluktan ibarettir." "Kendisini arıtmayan başkalarını arılamaz.^'
*
Iî8»
Sonradan Bektaşilik tarikatı kurulmuştur. Bektaşi tekkelerinde tasavvuf? halk
edebiyatı büyük gelişme göstermiştir. Abdal Musa, Haşan Dede, Kaygusuz Abdal,
Pîr Sultan Abdal gibi önemli halk şairleri yetişmiştir.^®
Âşık Pasa {'\272P3li3)-. Kırşehir'de yaşayan büyük bir sûfidir. Temel eseri,
Mesnevî'mn etkisinde,kalan Garipname'ü\r. Yunus'un etkLşinde. kalarak İlâhiler de
-36
yazmıştır. Eserlerini-ÇTürkçe(kaleme almıştır.
Saripname, "TürkTCTBT'Hak yolunu göstermek, tasavvufun injceliklerini anlatrnak"
amacıyla yazılmış ^ğretici bir kitaptır. Şa i r Tü rkceyeJ IgLg ös teri I m em esinden yakınır
ve'esenîr^TürRçe'ySsıldTğı için değersiz sayılmamasını" ister. Âşık Paşa’nın bü ya-
*doİLrdâ
'kThrn'atarrTAria “aydınların TuTRçeye artık pek itibar etmediklerini, halktan
koptuklarını göstermektir.
Yediden yetmişe, okumuş ya da okumamış her Türkün bir çok fıkrasını bildiği
Nasrettin Hoca, 13. yüzyılda Haçlı ve Moğol istilâları nedeniyle yoksulluğa ve sıkın
tılara düşmüş Orta Anadolu halkının içinde yaşamış bir halk eğitimcisidir (1208-
1284). O, güldürü yoluyla eğitim yapar. Onun fıkraları, zamanındaki toplumun da-
yanma'gücünü artırmjş, evren_sel yönleri ile, verdiği ahîak ve davranış bilgisi ile her
zânTânTiflelere“yârarlı ölmüştür?^
I
Hocanın verdiği temei derslerin başlıcaları şunlardır:
iyimser oima:
Hoca, bir çok fıkrasında insanlara sağduyu ile düşünmelerinin önemini anlatmak
ister. Örneğin, pazarda bir papağanın pahalı satıldığını görünce gidip hindisini geti
rir ve yüksek fiyat ister. Hocaya gülerler, "o kuş konuşur da ondan pahalıdır" derler. ili
Hoca, "o konuşursa bu da düşünür" cevabını verir. Burada lüks düşkünlüğünün a-
laya alındığı, halka elindeki işe yarar malın değerinin anlatıldığı, gevezeliğin iğne
lendiği görülüyor.
32
Esad Coşan, Makâlât, s. XLil vd.; Ruhi Fığlalı, Türkiye’de Alevilik ve Bektaşîlik, s. 159 vd.
33
A. Yaşar Ocak, Türk Sufiliğine Bakışlar, s. 161 vd.
Makâlât, s. 115, 8.
35
Fuad Köprülü, Türk Edebiyatı Tarihi, s. 249-250 ve Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, s. 48 vd.
Fuad Köprülü, Âşık Paşa maddesi, Islâm Ansiklopedisi.
Abdullah Özbek, Bir Eğitimci Olarak Nasrettin Hoca', Üstün Dökmen, Ahlâk Eğitiminde Nasrettin Hoca.
Ji
7
7 7’ \r 'i
I
l 'id \ t
li
i
I
ii i
s
li
k 1
1
m. BÖLÜM
OSMANLILAR
5. Eğitim-oğretimin temel amacı dinîdir ve "âlim" denince esas olarak din bilgini
1
Köprülü, OsmanlI Devletinin Kuruluşu; Erhan Afyoncu, Sorularla Osmanlı İmparatorluğu.
60 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
7. Tanzimat dönemine kadar, eğitim her düzeyde ücretsizdir. Ancak, vakıf geliri
bulunmayan bazı ilköğretim kurumlarında öğrencilerden az bir ücret alınmaktadır.
8. Azınlık ve yabancılara öğretim hakkı tamıymış, fakat bu faaliyetleri
denet'lenmedîğ'inden'Peylet için siyasî, ekonomik olumsuz sonuçları görülmüştür.
9. "OsmanlIca" denen Türkçe, Arapça, Farsça karışımı suni (yapay) bir dil
geliştirilmiştir. Böylece, aydınlarla halkın dili arasında uçurum derinleşmiş, eğitimin
ve bilginin toplumda yaygınlaşması güçleşmiştir.
10. Yaygın eğitim, din adamları, ahlâkçılar, edipler... tarafından yapılmıştır.
11. Eğitimde yenileşmelere, 1776'lardan itibaren önce askerî okullar açılarak
girişilmiştir.
12. Medrese, 1776'lardan sonra, kendisi dışında açılan askerî okullarda kısmen,
sivil okullarda daha geniş ölçüde, etkisini sürdürmüştür.
'(11
il
itil
Îü/A
21. OsmanlIların ilk dönemleri ile, onlarla çağdaş beyliklerde ve Türk Devlet
lerinde eğitim hakkında neler biliyoruz?
İlk OsmanlI sultanları bilimsever, bilim adamlarına saygılı, onları koruyan hü
B
kümdarlardı. M
Osman Bey, şartlar uygun olmadığından kendisi düzenli bir öğrenim göreme
mişti. Fakat, çocukluğundan beri bilginlerin ve ariflerin meclislerinde bulunmayı se
verdi. Sık sık döneminin mutasavvıflarından Şeyh Edebâlî'nin meclisine katılırdı.
Osman Beyin bilim ve din adamlarına bu sevgi ve saygısı nedeniyle, etrafında bu
kimselerden bir topluluk oluşmuştu. 1
ilk sultanlar, çeşitli Türk ve İslâm ülkelerinden OsmanlI ülkesine bilgili, erdemli
I
I
62 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
2
I.H.Uzunçarşılı, OsmanlI Devletinin İlmiye Teşkilâtı, s.1-3.
Medreseler ile ilgili başlıca kaynaklar, Uzunçarşılı'nın kitabından başka, şunlardır (yayın tarihi sırasıy
la): Şerafettin Yaitkaya, Tanzimattan Evvel ve Sonra Medreseler, Tanzimat I; Cahid Baltacı, XV-XVI.
Asırlarda Osmanlı Medreseleri; Hüseyin Atay'ın şu üç araştırması: Medreselerin Gerilemesi, Medresele
rin Islahatı, Fatih-Süleymaniye Medreseleri Ders Programları ve icazetnameler; Mustafa Bilge, İlk Os
manlI Medreseleri; Haşan Akgündüz, Klasik Dönem Osmanlı Medrese Sistemi.
3
Mehmet Bayraktar, Kayserili Davut.
4
Bilge, age, s.42.
OSMANLILAR-İLK YENİLEŞME HAREKETLERİNE KADAR
63
' OsmanlIlarla çağdaş Türk beyliklerinde:
V
Osmarıhlar,.dışjndakLbfiylildednj^^ derece bilirnşeyer idiler __Çok
sayida medrese, mektep, kütüp,b3n&-YaplLr.m.Lş.lardiL Bu kurumlar, o yöreler Os-
■manîîların eline geçtikten sonra da yüzyıllarca işlevlerini sürdürmüşlerdir, çünkü
OsmanlI yönetimi bu eğitim öğretim kurumlarının vakıf şartlarını ve düzenini aynen
korumuştur.
Beyliklerin sultanları Arapça ve Farşçadan,Tıp,, MaXepı,atJs,.Jaşayyuf... alanla-
rInrtş-^ıfçglTesennTffRçeye çmİirmi§fe,..biL.deJüdsçgnin b^^
önem kazanmasına yol açrnıştır,_Öyle ki Karamanoğlu I. Mehmet Bey, 1277'de bir
İBİröârnâirirİBS^^ bundan böyle Arapça ve Farsça değil Türkçe yapıla
cağını duyurmuş, herkesin Türkçe konuşmasını istemiştir. Candaroğulları da Türk
çenin eğitim ve bilim dili olmasına önem vermişler, birçok bilimsel, dinî, tasavvufî
eseri Türkçeye çevirtmişlerdir. İsmail Bey, Fıkıh'ia ilgili Hulviyyât başlıklı Türkçe bir
eser yazmıştır.
• Orta ve Doğu Anadolu'da geniş yörelerde Eratna (ya da Ertana) Devletini ku-
5
Uzunçarşılı, Anadolu Beylikleri, s. 94-96.
Aynı yerde; İsmet Kayaoğlu, Candaroğlu İsmail Bey Vakfiyesi.
Abdülkerim Abdülkadiroğlu, Candaroğlu İsmail Bey ve Hulviyyât...
Uzunçarşılı, Karamanoğlu İbrahim Beyin... Vakfiyesi.
64 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
ran ve aslen bir Uygur Türkü olan Sultan Alâettin Eratna, iyi bir öğrenim görmüş,
bilim ve erdem sahibi bir hükümdardı. Tefsir ve Hadis ile meşgul olmuştu. Bilim a-
damlarına saygı gösterip çalışmalarını desteklemiştir. Onları meclisine alır, konuş
ma ve tartışmalarını dinler, fikirlerinden yararlanırdı. Sultanın eşi de bu tartışmaları
perde arkasından dinler, bunlardan büyük haz duyardı. Eratna, Kayseri'de Köşk
medresesini yaptırmıştır.®
OsmanlIlarla çağdaş-T^^^^
OsmanlI Devletinin kuruluşundan 'itibaren iki yüzyıl kadar bir süre içinde, iç As
ya'da ve Doğu Anadolu'da önemli Türk Devletlerinin hüküm sürdüğünü görüyoruz.
Bunların başlıcaları, Timurlular, Karakoyunlular, Akkoyun(ular'dır.^°
jTimurluJa^Devletinde, Timur'un torunu Uluğ Bey (1394-1449), Astronomi ve
Matematik alanında eserler veren bilgin bir hükümdardı. Semerkant'ta bir rasatha
ne kurmuş, çevresine yüzden çok bilim adamı toplamıştı.
Bu bilimsel ortamın oluşmasına, BursalI Kadızade adında bir Osmanlı Matema
tik ve Astronomi bilgini de katkıda bulunmuştur.
Kadxzşde-i Rumi unvanıylajanınan Musa Paşa, Matematik bilimlerinde derin
leşmek için Horasan ve Maverâünnehjr bilginierinden ders aînıak anacıyla d'yore-
iere~ğiîmeirîs^tem1ş7fal^raR'ra^^^ buna enğeT'öTâcakTârından gideceği zamanı bir
sır ğîBrssiRîârnîşVe yalnızca kızkardeşine söylemiştir. Kızkardeşi, bilim öğrenmek
için uzak diyarlara gitmeyi kafasına koymuş olan kardeşi yollarda sıkıntı çekmesin
diye mücevherlerini ona söylemeden götüreceği kitapların arasına saklamıştır”...
Bu olay bize iki kardeşin bilim sevgisini ve birbirlerine bağlılıklarını göstermektedir...
Musa Paşa, Orta Asya bilginlerinden ders alarak bilgilerini çok ileri düzeye çıkar
mış, sonunda Uluğ Beyin hocası olmuş ve Semerkant medresesine baş müderris
olarak atanmıştır. O, siyasî iktidarın bir müderrisi kendisine sormadan görevden
almasına karşı çıkmıştır. Kadızade'nin yetiştirdiği öğrencilerden Ali Kuşçu ve
Fethullah Şirvanî, sonra Anadolu'ya gelmişlerdir.
- jTürkçenin Farsçaya üstünlüğünü savunan ve Muhâkemetü! Lûgate^fn
® dönemde yaşamışl 1 r.
Timurlulardan sonra İç Asya'da artık sürekli ve önemli eğitim, bilim, kültür hare
ketleri görülmedi ve ancak Ahmet Yesevî'nin etkisi devam edebildi. Bu bize, öa-
ğımsızlıklarını yitiren miiietlerin eğitim ve bitimde de bir çözülme ve gerileme'Tçine'
'düştüklerini ğ^termeRî^ır~~^ -------------- -
ı^ujar c|evletleri, 14.
’UI ve 15. yüzyıllarda Doğu ve Gü-
ney Doğu Anadolu'da hüküm sürmüşlerdir. Hükümdarları, bilimseverlikieri nedeniy
le bir çok kentte medreseler yaptırmıştır. Özellikle Akkoyunlu hükümdarı Uzun Ha
şan Bey (öl. 1478) ve oğlu Yakup Bey, bilim adamlarını korumuşlardır.
® t
Kemal Göde, Eratnalılar.
10
Uzunçarşıh, Anadolu Beylikleri; A.A.Adıvar, Osmanlı Türklerinde İlim, Aydın Sayılı, Uluğ Bey ve
Semerkant'takı Bilim Faaliyeti; Saffet Bllhan, Orta Asya Bilgin Türk Hükümdarlar Devletinde...; Köprülü, Türk
Edebiyatı Tanhı.
11 Tercüme-/ Şak6ik-i Numaniye. 3.37-38.
1
OSMANLILAR-İLK YENİLEŞME HAREKETLERİNE KADAR 65
22. Fatih ve Süleymaniye medreselerinin kuruluş ve öğretim düzeni nasıldır?
I
Fatih'in kurduğu medreseler.
" -
■ i •!
Fatih, fethin hemen ardından, İstaQhuMaku8._kilis&vİJTiedreseye çevirrrıiş, bun-
lara Bursa Muradiye müderrisi Mevlâna Alâettin Tûsî'yi, BursalI Hocazade ile Mev-
lâna Abdülkerim'i ve başkalarını atamıştı. Tûsî'nin medresesi, Zeyrek Camii denilen
Pantokrator manastırı idi ve 40 talebesi vardı.
Ancak, bu kilise binalarında düzenli ve verimli bir eğitim öğretim yapmak müm
kün değildi. Ayrıca, bilimsever bir hükümdar olan Fatih, Osmanlı Devletine yakışır,
önemli, ciddî öğretim kurumlan yapmak istiyordu. Bunların dışında, büyüyen ve ge
lişen Devletin iyi öğrenim görmüş kimselere olan ihtiyacı da artıyordu.
Böylece, 1463-1470 arasında bir cami ve iki yanında Sahn-ı Seman ve Tetim-
me denen medreseler ile, bîr Muallimhane (ya da Darüttalim) denen ilkokul, kütüp
hane. imaret ve aşevi, iki hamam, Darüşşîfa'denen hastane, misafirhaneler vs. ya
pıldı ve Fatih Küliiyesi denen binalar ve kurumlar topluluğu ortaya çıktı.
Sahn-ı Seman ya da Medaris-i Semaniye denen 8 yüksek düzeydeki medrese
nin herbirinin 19 hücresi (oda) bulunuyordu. 8 müderrisin birer odası ve 50 akçe
gündeliği vardı. Her medresede bir odası ve 5 akçe gündeliği bulunan, ekmek ve
çorba verilen birer muîd (müderris yardımcısı) vardı. Her medresenin 15 odasına
2'şer akçe gündelik, ekmek ve çorba verilen birer danişmend (talebe) yerleştirildi.
Geri kalan iki oda, kapıcılara ve ferraş denen temizlikçiye ayrıldı. Muîdler, en yete
nekli mezun danişmendlerden seçilecek ve müderrisin okuttuğu dersleri öğrencile
re tekrar ettirecekti. Bu, muîdler için "staj" ve yetişme demekti.
Tetimme Medreseleri ya da Mûsila-i Sahn denen 8 medrese ise orta öğretim
düzeyinde idi. Her medresede 11 oda vardı ve her odaya suhte (softa) denen 3 ka
dar öğrenci yerleştirilmişti. Odaların mumla aydınlatılması ve öğrencilerin bazı ihti
yaçları için herbirine az bir para veriliyordu. Öğrenciler, yemeklerini imarette para
sız yiyorlardı. Tetimmeler'de muîdlerve en seçkin danişmendlerders okutuyordu.
Fatih medreselerinde okutulan dersler hakkında net bilgiler yoktur. Külliye vakfi
yesinde^^ Sahn müderrislerinin "aklî ve naklî ilimlerde benzeri az bulunan, kendisini
öğretime adamış, saygıdeğer kişiler arasından atanacağı" bildirilmiş, bunların Öğ
*1’
rencilere "çeşitli ilimler" öğretmesi istenmiştir. Bu ifadelerden, medreselerde hem
müsbet hem dinî bilimlerin okutulacağı sonucu çjkıyorsa da,'“Sâi5rr''3â"yarnızca
''’5'uT<seinsIam7Tinrmi‘grh"^Tefsir,"Hâ"dis7Fîl<ıK^^ Tetimmeler’de de dinî dersle
rin yanında din dışı bazı bilimlerin okutulduğu ileri sürülmektedir. Yine, Tıp öğretile
ceği hakkında açık bir bilgi yoksa da Sahn danişmendlerinden bazıları, naklî bilim
leri okuduktan sonra, Darüşşifa'da usta-çırak yöntemiyle hekimlerden bu bilimi uy
gulama içinde öğrenirlerdi.^'
*
M
İstanbul’un fethinden sonra İslâm/ sünnî hüviyetiyle siyasallaşarak Devletin
resmî ideolojisinin temel unsurlarından biri haline geldi. Özellikle Fatih'in Sahn-ı
Seman Medreseleri Devletin resmî ideolojisini üretme ve yayma görevini üstlendi-
12
Fahri Unan. Kuruluşundan Günümüze Fatih Küliiyesi; Uzunçarşılı, Osmanlı Devletinin İlmiye Teşkİ- ii
lâtı; Hüseyin Atay, Fatih-Süleymaniye Medreseleri...; O.Ergin, Türkiye Maarif Tarihi, C.1-2.
Fatih Mehmet II Vakfiyeleri; Süheyl Ünver, Fatih Küliiyesi ve Zamanf İlim Hayatı.
14
Unan, age; Baltacı, age.
1
■'M
,
M
T
66 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
15
ler.
Gerçekten, Fatih dönemine gelinceye kadar siyasal gelenekler ve uygulamalar
Devletin dini denetim altında tutması yolunda gelişme göstermişti. Dinî anlayış ve
bunun toplumdaki uygulaması merkezî yönetimin yorumu ile sınırlı idi. OsmanlI u-
lemâsı, belirlenen sınırlar içinde hareket ederken Devletin siyasî gerekren~ıle"^eriat
hüküml^ini nni^l®’^“öraûğijhoa ZOTühda İdi. Bü sınıfın dişına çık-
fnaya çalışanlar şiddefre"cezarândîniîfdî7Tş^^^ ^ Sâhn Medreseleri Devletin istediği
anlayışa sahip müderrisler, bürokratlar. Devlet adamları ... yetiştirerek merkezî yö
netimin rakipsizliğini sürdürüyorlardı. Yaklaşık 80 yıl sonra Süleymaniye Medrese
leri de aynı yolda çalışacaklardı.^®
Fatih’in Sahn-ı Seman Medreselerinde yetişenlerin hemen hemen tümü merkezî
yönetimle içli dışlı ve üst düzey bürokrasinin ayrılmaz parçası idiler ve verdikleri e- !
ğitim ya da hizmetlerle “Devletin temel doğrularını” topluma aktarıyorlardı. Sahn-ı
Seman Medreselerinde, kuruluşlarından itibaren üç yüz yıllık bir süre içinde öğre
tim yapanlardan 45 müderris sonra kadılığa geçmiş daha sonra Şeyhülislâm ol
muşlardı. Aynı süre içinde, orada görev yapan 1200 civarında müderristen yalnızca
277’si öğretim faaliyetiyle yetinmişler, geriye kalanların büyük çoğunluğu öğretimi
bırakıp kadılık vs. görevlerine geçmişlerdir.’^
15
A. Yaşar Ocak, Osmanlı Toplumunda Zındıklar ve Mulhıdler. s. 93.
16 ,,
Unan, age.
17 ,,
Unan, age.
18
Ekmeleddin İhsanoğlu, OsmanlI imparatorluğunda Bilim.
OSMANLILAR-İLK YENİLEŞME HAREKETLERİNE KADAR
67
Rivayete göre Fatih, medreselerinde kendisine bir oda istemişti. Müderrisler bu
isteği incelemişler, "öğrenci ya da müderris olmadığı" gerekçesiyle reddetmişlerdi.
İsteği, ancak, müderrisler önünde başarılı bir sınavdan geçtikten sonra yerine geti
rilmişti.
OsmanlI uleması. Matematik öğrenimi için Semerkant'a giderlerdi,'’^ ^atih'in teş-
vik ve çabaları ile İstanbul bilim merkezi olarak gelişmekte, Türk ve İslâm dünya-
"sîrTdârfbîlğınleri çekmekteydi: Matematik ve Astronomi bilgini Ali-----------------------
Kuşçu Türkistan * ’-
. I,-..
3an gelmişti.
Süleymaniye medreseleri:
Kanunî Sultan Süleyman, çok genişleyen Devletin eğitim, yargı, fetva, yönetim
alanlarında iyi yetışrrrış görevli ihtiyacını sağlamak ıÇıh 'Mimar Sınan a İstanbul’da
~Süleymanye'~'Küllıye^'öenen binalar topluluğu yaptırdı (1550-1557). Külfiyede^b^^
carnT)'W’~slb5rarrmektebi, bir Darülkurra, dört genel medrese, bir Darülhadis, bir
Darüttıp, bir Darüşşifa ve Eczane, kütüphane, hamam, imarethane... bulunuyor--
du.2’
Dört genel medrese: Bunlar Evvel, Sâni, Sâlis, Rabi adlarını taşıyor ve buralar
da geleneksel Islâm! bilimler okutuluyordu. Herbirinde 1 müderris ve Danişmend
denen 15 öğrenci vardı. Bazı araştırmacılar buralarda Riyaziyat ve Tabiiyat dersleri
de okunduğu görüşündedirler.
19
Halil İnalcık, The Ottoman Empire s. 167.
Muammer Dizer, Ali Kuşçu; Süheyl Ûnver, Ali Kuşçi..
21
Yasin Yılmaz, Kanunî Vakfiyesi ve Süleymaniye Külliyesi; Süleymaniye Vakfiyesi; Baltacı, age; Atay,
Fatih-Süleymaniye Medreseleri..,
68 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
Öğrenciler:
22
Haşan Akgündüz, Geleneksel Medrese ve Üniversite Programlarında Lisans Üstü Eğitim.
bı^
1
1
İ!
Çeşitli düzeylerdeki I Okunan başlıca ders I Kitabın ilgili olduğu I Müderrisin maaşı
Medreselerin adları kitapları__________ bilim dalı______
Hâşiye-i Tecrid Emsile, Bina, Maksut Sarf 20-25 akçe
Avâmil, izhar. Kâfiye Nahiv
1
Şerh-i Tevâlî, Metali Akâid-Kelâm
Telvih Usûl-i Fıkıh
Hâşiye-i Tecrid Kelâm
Şerh-i Ferâiz
Mutavvel
Fıkıh
Belagat
a
1
(Ayrıca, yanda gösteri Hesap
len bilimlerde çeşitli ki Hendese i
taplar 16. yüzyılın orta Heyet
sına kadar bazı medre
selerde okutulmuştur).
ilm-i Hikmet
Hikemiyat
■
Tarih
Coğrafya
:ii
70 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
öğretmeye büyük tutkusu olan, bu nedenle derse devamlarına çok önem veren
müderris Muslihittin Mustafa'ya öğrencileri "Kızıl Katır" adını takmışlardı. Onun
"şiddetli ve hiddetli" davranışlarından korktukları için derse girmemeye kesinlikle
cesaret edemezlerdi. O, öğrencileri odalarına kadar izler, yalnız hasta olanlara an
layış gösterir, yardımcı olurdu.Bu, belki de Türk eğitim tarihinde öğrencilerin ho
calarına bazan ad takmalarına ilişkin bilinen en eski örnektir. Demek ki, öteden beri
eğitimimizde böyle bir gelenek vardır ve "öğrenci psikolojisinde", öğrencilerin tutum
ve davranışlarında, her dönemde benzerlikler görülmektedir.
Bir medrese.yi bitirip ötekine başlayacak öğrenciye temesşük, Sahn'ı bitirene /-
cazetname (diploma) veriljrdi. Bu belgeler öğrencinin ve müderrisin adlarını, o mü-
‘defrTsıfrtıöcâTârını, onların da Peygamber ve Tanrîya dayandıklarını belirtir, ayrıca,
öğrencinin okuduğu kitapları gösterirdi. Tanrı'ya kadar çıkılması, islâmda bilimin
kaynağının Tanrı olduğu inancından ileri geliyordu.2“*
Müderrisler:
Kitaplar ve öğretim dili esas olarak Arapça idi. Türkçe kısmen, sözlü açıklama
ve'Bftî^âlaraiFküllâhîlîybrdüTTâkât, TA7(yüz^ldarı jtibaren Türkçeye de kitapjar
çevrilmeye başlandı. Farsça ise ilk kez Damat İbrahim Paşanın yaptırdığı medre
sede okutulmaya başlandı (1720'lerden sonra).
Başlıca bilimler:
iHşdisj Hz. Muhammed'in sözlerini inceleyen ve O'na ait olup olmadığını araştı
ran bTlimdir.^^
Vpıkıh jİslâm Hukuku bilimidir. Dinî bilimler içinde en çok bu alanda eser yazıl
mıştır, çünkü OsmanlI yönetim ve adalet sisteminde, hem sosyal, hem ferdî pek
çok sorunun çözümü Fıkıh ile ilgili idi.
İslâmî inançların savunmasını yapan İslâm Felsefesi'dir. Ilm-i Tevhid de
23
Unan, age, S. 153-154.
24
Atay, Fatih-Süleymaniye Medreseleri...
25
O. Ergin, Türkiye Maarif Tarihi, C. 1 -2, s. 155.
26
Uzunçarşıh, Osmanh Devletinin İlmiye Teşkilâtı; VV.Barthold-F.Köprülü, Islâm Medeniyeti Tarihi; Bal
tacı, age; Bilge, age; Mustafa Ergün, Medreselerde Okutulan Dersler...
Mehmed Hatiboğlu, Bir Söyleşi.
i
OSMANLILAR-İLK YENİLEŞME HAREKETLERİNE KADAR 71
denir. Osmanlı medreselerinde zamanla önemi azalmıştır.
)■
M.S.Yazıcıoğlu, XV. ve XVI. Yüzyıllarda Kelâm Öğretimi. M
Ü!i®!S
■ ‘'M
72 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
ması. 17O7'de ilk buharlı geminin bulunuşu ile de AvrupalIlar dünyayı paylaşmaya
girişecekler ve sömürgecilik dönemi başlayacaktır.
■^Reform'un Avrupa'da eğitim ve bilimin gelişmesinde önemli bir yeri olmuştur.
Bu hareketi Alman din adamı Martin Luther (1483-1546) başlatmıştır. Üniversitede
ilahiyat okutan Luther, öğrencilerinin de desteği ile Hıristiyanlığın bazı ilkeleri ve
uygulamalarına, Papa'nın otoritesine karşı çıkmıştır. ’
Reformun ortaya çıkıp tutunmasında başlıca şu nedenler etken olmuştur:
a) Kilise mensuplarının yolsuzlukları, halkları maddî ve manevî olarak sömür
meleri.
b) Rönesans nedeniyle halkın giderek uyanması.
c) Reformcuların, hükümdarların koruma ve desteğini kazanmaları. Reformcu
lar, kilise topraklarının devlete ait olması ve kilisenin de yine devlete bağlı olması
gerektiğini savunuyorlardı. Bu görüşler hükümdarlara çok cazip geliyordu.
Luther, Incil'i Alman halk diline çevirmiş, bunu yaparken "ev kadınları, çocuklar,
halktan insanların konuşmalarından yararlandığını" söylemiştir. O, ibadet olarak
yalnızca Incil’in herkes tarafından okunup anlaşılmasını, kişisel yorumlar yapılma
sını yeterli görüyordu.
1
a
OSMANLILAR-İLK YENİLEŞME HAREKETLERİNE KADAR 73
tür.
Avrupa'da Rönesans'ın gittikçe geliştiği ve Almanya'da vs. Reform'un ortaya çı
kışı ile (1520) hemen hemen aynı yıllarda OsmanlIlarda çok önemli
*bir dinî-siyasî
olay yaşanmıştır;
'^Mısır'ın fethinden dönen Yavuz Sultan Selim, "Halifeliği" de getirmiştir. BuariıK
OsmanlI resmi ideolojisinin ulaştığı en yüksek nokta idi. Osmanlı yönetimi artık îîi
kendisini ve dinî-siyasî düzenini "ideal" olarak görüyor ve onu bozulmadan sürdür
mek istiyordu. Oysa, bu tutumun anlamı "değişmezliği sürdürmek" idi.^® Ş
"işte bu nokta, o zamana kadar her türlü değişime, senteze açık Osmanlı resmî
dinî ideolojisinin, kendini artık her türlü yeni alışverişlere, yeni sentezlere, yeni de-
i
ğişimlere sıkı sıkıya kapatma yoluna girdiği, bu yüzden de ister istemez hoşgörü-
„30
iSüz ve katı bir hale geldiği noktadır;
Galile olayına benzer OsmanlIlardan verilebilecek benzer örnek Rasathane'dir.
Sultan III. Murat ve Sadrazam Sokullu Mehmet Paşa'nın uygun görmesiyle,
Takiyüttin, 1577'de İstanbul'da bir Rasathane kurmuştur. Fakat, kendisine gayıptan
haber veremediği için Padişahın Rasathane'ye olumlu bakışı zamanla değişmiştir.
Ayrıca, Şeyhülislâm Kadızade Ahmet Şemsettin de Padişaha, "geçmişte göklerin
sırlarını anlamaya cüret eden toplumların mahvolduğu" şeklinde yazılı bir görüş bil
I
dirmiştir. Bunun üzerine Rasathane Ocak 158O'de yıktırılmıştır.^^
Avrupa'da ayrıca o dönemlerde Akademi denen bilim kurumlan açılmış, bura
larda bilim adamları, yazarlar, sistemli, plânlı çalışmalar yapmışlardır. Bu tür ku-
rumların OsmanlIlarda ortaya çıkışı ise ancak 19. yüzyılda görülür.
i
Nihayet, medreselerde Arapça öğretim dili olarak hâkimiyetini sürdürürken, Av
rupa'da 16.yüzyıldan itibaren Lâtince artık öğretim ve bilim dili olmaktan çıkarılma
I
ya, ulusal diller kullanılmaya ve geliştirilmeye başlanmıştır. Örneğin Fransa Kralı 1.
Fransuva, 1539'da İdarî ve adlî işlerde Lâtincenin yerine Fransızcayı koymuş, İngil
tere Kralı Vlll. Henri ise 1535'lerde dinî tören ve vaazların Lâtince değil İngilizce
yapılmasını emretmiş, İncili sıradan insanların diline çevirtmiştir. Ayrıca, yukarıda
sözü geçen “hümanist” yazarlar ve sonrakiler kendi ulusal dillerini de iyi kullanmaya
özen gösterdikleri için, Fransızca, İngilizce gibi diller 16. yüzyıldan itibaren büyük
gelişmeler göstermişlerdir.
Darülhadisler
Genel medreselerde Hadis de okutulmakla ^eraber, bu bilimi daha geniş okut
maK d3rülha<^^^ kurulmuştur. Bunlar genel medreselerd'eiTyüksek sayîlrhişla''
J,uaıı ■' ' ' ' ---------------- -------- Iın..,, . 11 -I —.1.—
29
A.Yaşar Ocak, XV-XVI. Yüzyıllarda OsmanlI Resmî Dinî İdeolojisi ve...
30
Aynı yerde.
31
Süheyl Ünver, İstanbul Rasathanesi.
32
O. Ergin, Türkiye Maarif Tarihi, C. 1-2. s. 139-166.
a
74 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
33
ve Tefsir gibi bazı dinî bilimleri de okutmuşlardır.
y Darüttıplart/^
33
Ahmet Gül, Osmanlı Medreselerinde... Darülhadislerin Yeri.
34
Osman Şevki, Beşbuçuk Asırlık Tarih! Türk Tababeti.
Süleymaniye Vakfiyesi.
®® Evliya Çelebi Seyahatnamesi, C.3, s.468-470.
J
OSMANLILAR-İLK YENİLEŞME HAREKETLERİNE KADAR 75
O dönemlerde Avrupa'da delilerin ateşte yakıldığı görülür.
lX"Darülmesne vîler
Darülkurralar
Selçuklularda darülhuffaz, OsmanlIlarda darülkurra denen bu okullar, kari (oku
yucu) ve Kur'an 'ı ezberleyen, tecvid usûlüne göre okuyan hafızlar yetiştirirdi.
- Şeyhülislâmım
Şeyhülislâm, bugünkü anlayışımızla. Diyanet, Adalet, Eğitim, Vakıflar, Kültür,
BeledlyelerBaRânTğîBrbir mevkie sâhİpîî7UnüTî^ğTtiiTi~tsşk113 .enjüşt>yöneticisi
o7âfâR'ğ’ö7ev've'yetkİîerı“îlende"ayflTir"Başlık altında incelenmiştir (Soru 37).
Şeyhülislâm, Sadrazam (Başbakan) dan sonra gelen, Devletin ikinci önemljjö-
reviisi İdi. Tal^t derecesTirıâneh Sadrâzâmdâh yüksektîrBîr ayaklanma vs. çıktı
ğında Padişah aleyhinde fetya verebileceği için, özellikle, yönetimin zayıf dönemle
rinde onlardan çekinilirdi.
Uzunçarşılı, Osmanlı Devletinin İlmiye Teşkilâtı; Uzunçarşılı, Osmanlı Devletinin Saray Teşkilâtı;
Yılmaz Öztuna, Osmanlı Ulemâ Sınıfı; Öztuna, Şeyhülislâm; Tercüme-/ Şakâik-i Nu'mâniye'de
OsmanlIların yaklaşık ilk üçyüz yılı içindeki ulemâ, mutasavvıf ve şeyhleri tanıtılmaktadır.
76 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
Müderrisler:!
38
Uzunçarşılı, Osmanlı Devletinin ilmiye Teşkilâtı-, Baltacı, age.
39
Baltacı, age, s. 26-31.
40
Aynı yerde.
I
■I
l
1
1
■
Belge 4, Ünlü gezgin Evliya Çelebi’nin, ruh hastalarının musikî, su sesi ve çiçeklerle tedavî edildiğini söylediği
Edirne'de II. Bayezld Darüşşifası (Suluboya, Yahya Akyüz, 2004),
l
Kil.
y
OSMANLILAR-İLK YENİLEŞME HAREKETLERİNE KADAR 77 !.4
ya alır, sözünü ve iğneli taşlamalarını sakınmazdı. Dinin vicdanî yönlerine daha
fazla önem vermekteydi. Ulemâ kendisinden rahatsız oluyordu. Ayrıca, geniş bilgisi
ve Sahn'a tayini de kıskançlığa yol açıyordu. Sonunda bir meclis toplandı : O, ya t
lancı şahitlerce "dinsizlikle" suçlandırıldı ve Hâşiye-i Tecrid yazarı Hatipzade adın
da kendisine düşman bir müderris, öldürülmesine fetva verdi, II. Bayezid (Sofu)
onayladı. Sokrat trajedisini andıran bu olay, OsmanlIlarda bilim ve düşünce yolun
I
it
■î'
vb.) gerekli olan her şeyi söylemişlerdi! Resmî anlayış böyle idi. Özetle, Osmanlı
41
A. A. Adıvar, Osmanlı Türklerinde İlim, s.53-54; O.Ş.Gökyay, Molla Lütfi.
42
A. Yaşar Ocak, Dinî Bilimler ve Ulemâ. j
Hulusi Lekesiz, Osmanlı İlmi Zihniyetinde Değişme, s. 52-54- Hulusi Lekesiz, Osmanlı İlmî Zihniyeti,
Teşekkülü, Gelişmesi ve Çözülmesi..., s. 21. 1
44 I.
Aynı eserler.
'i'î
L:
78 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
“bilim” ve “bilim adamı” anlayışı yeni düşünce sistemlerinin, yeni yöntemlerin ... or
taya çıkıp gelişmesi için gerekli alt yapıya sahip değildi.'’®
OsmanlI ulemâsının bu tutumu “faydacılık düşüncesi” olarak değerlendirilebilir
ve kökenleri Gazali’ye kadar çıkar (Soru 13). “Faydacılık düşüncesi”ne göre “hem
dünyada, hem âhirette yararı dokunacak bilgiler öğrenilmelidir”. Beklenen bu fayda,
“Allah’ı tanıma, doğru yoldan ayrılmama, imanı koruma ve geliştirme, yaşamdaki
dinî ve hukukî sorunları çözebilmedir”. Osmanlı ulemâsına göre bu faydaları dinî
bilimler sağlar ve onların “aklî bilimler” gibi “tehlikeleri” de yoktur!... Görüşleri bazı
konularda farklı olan Şeyhülislâm Ebussuud Efendi, Taşköprülüzade, Hocazade,
Birgivî Mehmet Efendi vb. bilginler hep bu görüşte birleşmişlerdir. Bu, onların ortak
bir kültür çerçevesi içinde aynı değerleri benimseyerek yetişmelerinden kaynak
*®
lanmıştır.'
Başka ifadelerle ve özetle denebilir ki:'
*'^
OsmanlIlar dinî bilimlere İslâm dünyasında artık özgün ve önemli eserlerin üre
tilmediği bir dönemde mirasçı oldular ve bu mirasa devlet ve toplumun pratik ge
reksinmelerini karşılaması açısından baktılar. Eski âlim mezhep imamlarının ya da
onların fikirlerini şerheden İslâm ulemâsından farklı şeyler düşünmek ve savunmak
OsmanlI ulemâsı için yanlış ve tehlikeli idi. O zaman, yapılacak şey, o eski İslâm
âlimlerinin kitaplarını okumak ve okutmak, olsa olsa onların kenarlarına “şerh”ler
yani açıklamalar yazmaktı... Osmanlı ulemâsı, özellikle Yavuz Sultan Selim tara
fından Halifeliğin getirilmesinden itibaren Osmanlı siyasal yönetimini ve toplum dü
zenini “ideal” ve mükemmel olarak gördüğü için yeni arayışlara ve yorumlara git
meyi gereksiz ve tehlikeli olarak değerlendirmeye başladı ve aklî bilimler biraz da
bu nedenle itibardan düştü. 16. yüzyılda ehl-i sünnet inançlarına karşı Safevî pro
pagandasının giriştiği yoğun faaliyetler de Osmanlı ulemâsının ehl-i sünnet dışı her
türlü mezhep, fikir ve tasavvuf eğilimlerine karşı cephe almasında etkili oldu. So
nuçta ulemâ tam bir nakilci ve dogmatik, yani skolastik bilim anlayışına gömüldü.
O zaman akla şöyle bir soru gelmesi kaçınılmaz oluyor: Osmanlı ulemâsının
meydana getirdiği eserlerin bir değeri yok mudur?'
*® Bu eserlerin özgün, bilimsel bir
değeri hemen hiç olmamakla beraber onlar İslâm hukuku için katkı sağlamış, dev
letin ideolojisini beslemiş, günlük hukukî sorunların çözümüne yardımcı olmuşlar
dır.
OsmanlIda müderrisler ve bilim adamları, kendilerini, daha cazip üst makamlara
geçecek memur ve bürokrat adayı olarak da görmekteydiler (Bu konu bir alt parag
rafta ele alınacaktır).
2. Müderrislerin, aynı medresede uzun yıllar kalmayıp, bir süre sonra bir üst
medreseye geçmeleri (hareket), sonunda da başta kadılık olmak üzere daha kârlı
üst memurluklara girmeleri onların alanlarında derinleşmelerini ve özgün eserler
vermelerini güçleştirmiştir;
"Medreselerde öğretim yapan bilim adamlarının gerektiğinde doğrudan devlet
hizmetine girmelerinin yadırganacak yönü yoktur. Günümüzde de üst düzey devlet
45 A .
Aynı eserler.
46
Fahri Unan, ... Faf/h Kûifiyesi, s.329-330.
47
A. Yaşar ocak, Dinî Bilimler ve Ulemâ.
48 .
Aynı yerde.
i
II
si i
>âl
OSMANLILAR-İLK YENİLEŞME HAREKETLERİNE KADAR 79
yönetimindeki kimselerin bir kısmı akademik hayattan gelmişlerdir. Fakat üzerinde
ısrarla durulacak husus, Osmanlı ulemâsının böyle bir tercihi yaşamlarının gayesi
haline getirmiş olmalarıdır. Bu durum, onları hızla siyasî olayların ortasına çekmiş,
sık sık hizipleşmelere, yeniçerilerle işbirliği yapıp karışıklıklar çıkarmalarına neden
olmuş, yalnızca bilimsel çalışmalarda bulunmaktan alıkoymuştur. Sonuçta, sosyal,
kültürel, siyasî, İktisadî ve askerî bir takım nedenlerin birleşmesiyle, OsmanlInın il-
mî verimliliği hızla düşmüş, üzerinde zihin yorulan bilim dalları sınırlı kalmış, pratik
,.49
faydaları görülen (Fıkıh ve din bilimleri gibi) konulara ağırlık verilmiştir.'
/' 3. Yukarıdaki açıklamalar medreselerde farklı bilimsel geleneklerin, başka de
yişle Avrupa üniversitelerinde görüldüğü gibi “ekoller”in oluşamadığını, bütün med
reselerin birbirlerinin benzeri olarak kaldığını gösteriyor. Bu durum, medreselerin
gelişerek daha sonraki üniversitelerimize temel hazırlayamamalarının önemli bir
nedenidir.'’”
Ancak, bir anlamda, Osmanlı ulemâsı arasında da “ekoller”in bulunduğu gözle-
nir.”^ Bunlara dilimizde “mektep” de denir. Ulemâ arasında asıl yaygın olan.
12O9’da ölen din bilgini Fahrettin Razi’nin mektebidir (Razi Mektebi). Bu mektep,
Sünnî Islâmın Matüridilik inançlarına dayanıyordu. 1328’de ölen din bilgini İbni
Teymiyye’nin görüşleri de OsmanlIlarda özellikle Birgivî Mehmet Efendi (öl. 1573)
tarafından temsil edilmiştir (Birgivî Mektebi). Bu İkincinin esası, Islâmın mevcut uy
gulamalardan ve bazı tasavvuf erbabından dolayı yozlaştığı, kaynağa dönmek ge
rektiği fikrine dayanırsa da yeterince sistemli değildir.
Ne var ki, OsmanlIdaki din alanında gözlenen başlıca bu iki “mektep” yeni ve
zengin gelişmelere ve arayışlara yol açamamıştır.
»Z'4. Müderrisler hemen tümüyle dinî-hukukî bilimlerle ilgilenmişler, aklî bilimlere
ilgi duyan az olmuştur.
1^ 5. Müderrislerin sonunda kadılığa ya da önemli İdarî makamlara geçmelerinin,
onlaraân~ÂjygulâmBda;;da-y^^^ kadrosunu sürekli biçimde genç
tutmak gibi yararlarından da”sSz'eaıTiTnşlîr7^"
6. OsmanlI Devletinin en parlak dönemlerinde bile, gerek medrese sistemin
den, gerek insan psikolojisi ve insanın zaaflarından kaynaklanan düzensizlik ve
bozulma örneklerine rastlanır. Bunlar sonraları hızla yaygınlaşmıştır.
, Ç)S/öyan mektebi hocası yetiştirerek:
49
Fahri Unan, Medrese-Yönetim ilişkileri ve..., s. 21-22.
50 .
Aynı yerde.
A. Yaşar Ocak, Dinî Bilimler ve Ulemâ.
52 ,,
Unat, age, s.4.
■Si
I
53
Ebül'Ulâ Mardin, Huzur Dersleri ;Uzunçarşılı, Osmanlı Devletinin İlmiye Teşkilâtı.
54
E. Ziya Karal, Tanzimattan Evvel Garplılaşma Hareketleri (1718-1839).
1
OSMANLILAR-İLK YENİLEŞME HAREKETLERİNE KADAR 81
kimseye hesap vermeye mecbur olmayan bir-iki kişi tarafından alınır. Oysa bizde.
Padişah ne kadar müstebit olursa olsun. Şeyhülislâm ve ulemânın fikri olmadan bir
barış antlaşmasına karar veremez."
Böylece. ulemânın en önemli etkinliklerinden biri, “Batı monarşilerinde görülen
despotik eğilimlerin, ‘adalet’ kavramı sayesinde Osmanlı monarşisinde ortaya çık
masına engel olmak” şeklinde gerçekleşiyordu.®®
Ulemâ, siyasal denetim ve halkı aydınlatma, yönlendirme görevlerini ilk zaman
larda bilgi, dürüstlük, cesaret ile ve yapıcı biçimde yerine getirmişti. Fakat, ulemâ
nın kaynağı olan medreselerin 16. yüzyılın ortalarından itibaren bozulması ile bu
görevler kötüye kullanıldı: Ulemânın bilgisiz, ihtiraslı bazı mensupları sarayı ele ge
çirdiler. Yeniçerileri kışkırtıp isyanlar çıkardılar. Genç Osman (1622) ve III.Selim
(1808) bu şekilde öldürüldü. Ulemâ artık, "Şeriat elden gidiyor" sloganı ile yenilikle
re karşı çıkıyor, kaynağı Batı olan her şeyi küçümseyen bir kamuoyu oluşturuyor
du. Yeniçeriler de "ulemâ efendilerimiz nerede ise biz de onlarla beraberiz" diyerek
arkalarından gidiyorlardı.®® II. Mahmut'un Yeniçeri Ocağını kaldırmasıyla (1826) u-
lemâ önemli bir destekçisini yitirdi.
Medreselilerin taşrada çıkardıkları softa ayaklanmaları üzerinde, az ileride,
medreselerin bozulmaları açıklanırken durulacaktır (Soru 27).
XBazı yöntemlerin etkisi ile:
55
A. Yaşar Ocak, Dinî Bilimler ve Ulemâ (Halil inalcık’tan alıntı).
56
Ahmet Refik, Osmanlı Devletinde Hoca Nüfuzu, s. 15
57
Uzunçarşılı, Osmanlı Devletinin İlmiye Teşkilâtı; Atay, Medreselerin Gerilemesi; M. Şevki Aydın,
Medreselerin Gerileyiş Sebepleri Üzerine.
I, I
82 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
kontrolünü gittikçe güçlendiriyordu.®® Örneğin Fatih medreselerinin açılması ile on
lara verilen temel "misyon”, "Osmanlı merkezî yönetiminin ideolojisini oluşturmak"
idi.®® Böylece, medreseler, müderrisleri ile beraber, siyasî olayların merkezinde yer
alıyorlardı.
Sonuçta, medreselerde yapılan eğitim yalnızca "bilimsel" kaygılarla değil, "siya
sî iktidarın onlardan beklentilerine göre" şekilleniyordu. Bu durum, diğer bazı ne
denler bir yana, medreselerin, neden 9. yüzyıldan sonra İslâm dünyasında silik
leşmeye ve donuklaşmaya yüz tutan bilimsel hayatı ve fikirsel birikimi canlandırıp
hızlandırmakta yetersiz kaldıklarını, neden özgün fikir ve görüşler üretecek bilim
adamları yetiştirmekte güçlük çektiklerini, ya da neden Batıdaki kilise okulları gibi
bir görev yaparak, tarih içinde oluşturdukları gelenek ve bilim anlayışı ile modern
üniversitelerirnizin kuruluşuna temel hazırlayamadıklarını bir ölçüde açıklamakta-
_
(^2. per şeyin ve bilimin temelinde "iman esaslarının" aranması ve "bilimirıjma-
nIn -tefhe1'înUğ~öTcluğunun" kabîH^edTimFnîesiT®~^~^1j"âhfâyfşIi kaynağının
Gazali olabileceği akTâ^eliyor (Bkz.KöFu TJve'26).
Böyiece, "yalnızca bilim için" özgürce araştırma yapmak hoş görülmemiştir. Ör
neğin 17. yüzyılda Kadızade Mehmet Efendi, Mantık, Felsefe gibi aklî bilimlerle uğ
raşanları "imanlı" bile saymamıştır. Böylece geriye yalnızca nakilci bilimler kalıyor
du. OsmanlIdaki çözülmenin temelinde dinden uzaklaşma görülmeye başladığın
dan, giderek dinî bilimler ve özellikle Fıkıh'a ağırlık verilir hale gelindi. Bu sıkı mu
hafazakârlık her alanda kendisini gösterdi.®^
3. Medrese sisteminin kendi iç özelliklerinin bilimsel gelişmeyi zorlaştırıcı bir ni
telik tâşTmasT~Medreselerin derecelenmesi, müderrislerin yük'selrne’sısTemT,~e?ber-
cîTîR^vs. Bunlar ulemânınTilİmserçâlîşrna yapmasını zorlaştırmış, verimini düşür-
rnüştür. Bu iç özellikler er geç medreselerin verimsizleşmesine ve bozulmalarına
yol açacaktı
4. Batı ile karşılaştırmalar yapılmak istenmediği ve yapılmadığı için, ülkedeki
eğitim öğretim ve bilimin içine yuvarlanmakta olduğu durumun zamanında ve iyi
anlaşılamaması.
5. Duraklama ve gerileme dönemlerinde Rumeli'de yenilgiler yüzünden Türk kit
lelerinin gerilere doğru göç etmesi ve böylece İstanbul ve başka kentlerde sağlık
sız, düzensiz bir nüfus yoğunluğu oluşması, bu kişilerin medreselerde de barındı
rılması yüzünden bunların hayır kurumlan haline dönüşmesi.
Devletin çeşitli kurumlarının (Maliye, Ordu, vs.) da bozulmaya başlaması.
n Rüşvet, hatır gönüi, adam send ecilik, aldırış etmem e k.
Medreselerin bozulma biçimleri-.
Medreselerin bozulmaları başlıca üç alanda görülür:
58
Unan, agm, S. 17-19.
59
! A.Y.Ocak, XV-XVI. Yüzyıllarda OsmanlI Resmî Dinî ideolojisi ve...
80
Unan, agm, s. 19-20.
61
Hüseyin Atay, Kur’an'a Göre Araştırmalar, V, s.29-35.
62
Lekesiz, agm., s.26.
63
Unan, agm., s.15-16.
1
;j
I
....... .... ORMANLILARJlK YENİLESIVIE HAREKETLERİNE KADAR 83 s
a) Öğretim ve yöntem alanında bozulma: A I,
riliyor, bunlar bir medresede görevli gösteriliyor, geçimleri sağlanmış oluyordu. Böy-
lelerine, alay için, beşik ulemâsı denirdi. Bir de yüksek dereceli ulemânın ilmiye sı
nıfındaki oğulları, babalarının işgal etmiş oldukları mevki gözönüne alınarak, doğ-
64
Mizan-ül Hakk Fi ihtiyâr-i! Ahakk, S.9--10.
65
Unan, ... Fatih Külliyesi, s.378-380.
Yılmaz, age., s.235. 1
ilK
9I'
M
84 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
rudan Miftah, Kırklı, Hâriç ve Dâhil müderrisi atanırlardı. Ulemâ oğullarına, babala
rının yüksek mevkileri dolayısıyla böyle bir ayrıcalık ve imtiyaz tanınması, 16. yüz
yıldaki yaygın bozulmalardan çok öncedir ve onların ilk kaynaklarını teşkil eder. Bu
yolda ilk imtiyaz. Molla Şemsettin Fenarî diye meşhur olan ilk Osmanlı Şeyhülislâ
mının (ölümü 1431) oğullarına ve torunlarına verilmişti. Bunlar, müderris oldukları
takdirde, 40 akçe ile atanıyorlardı. Daha sonraki tarihlerde, ulemâ oğulları hakkın-
daki bu ayrıcalık genişletilmiş, bilgi ve haketmelerine bakılmayarak, sıralarını bek
leyen mülâzimlerin önünde müderris atanmışlardır.®^
-^18. yüzyılın ilk yarısında, ulemânın iyi öğrenim görmemiş oğullarına, bilgisizlikle
rini örter düşüncesiyle sakallarını salıvermeleri emredilmiş, bu da alay konusu ol
muştu.®®
Gelibolulu Mustafa Âli'nin de bu konuda döneminin yolsuzluklarına karşı eleştiri
leri vardır (Bkz.Soru 45).
Koçi Bey, Padişaha sunduğu 1631 tarihli lâyihada, herkesin rüşvet, hatır gönül
ile müderrisliğe geçebildiğin! kaydeder ve "ilim sahasının cahillerle dolduğunu, bilgi
li ile cahil arasında bir fark gözetilmediğini" belirtir.®® (Bkz.Soru 45).
(
! Uzunçarşılı, Osmanlı Devletinin İlmiye Teşkilâtı, s. 71-74.
68 . _.
Aynı eser, s. 74.
69
Keçi Bey Risalesi, s. 42.
Uzunçarşılı, Osmanlı Devletinin İlmiye Teşkilâtı, s. 241.
Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, 0.2 s.253 vd.
!
'9
Jİ
lere dayandırır ve özetie der ki; 16. yüzyılın ortalarında bir yandan nüfusun hızla
artması, öte yandan toprak kazandıran savaşların ve zaferlerin durması, vergilerin
de giderek ağırlaşması yüzünden, köylerden kentlere ve zengin yörelere nüfus akı
nı başlamıştı. Bu fazla nüfusun eritilebileceği, yararlı hale getirilebileceği bir alan
yoktu. Hemen tümüyle gençlerin oluşturduğu bu insanlara ç//f bozan, garip, garip
yiğit, levent denir. Bu işsizler takımı ülkenin bir çok yerinde güvenlik ve huzuru sar
sıyordu. Köyde geçimi zorlaşan ailelerden birçoğu da çocuklarını, ileride çift bozan
olacağına henüz yetişmekte iken medreselere göndermeyi tercih ediyorlardı. Bu
gençlerin bir kısmı, okumak düşüncesinden çok, sığınmak amacıyla medreselere
doluşuyorlardı. Böylece, medreselerde , ihtiyacın çok üzerinde öğrenci birikti . Ül
kede çift bozanların çoğalması ile zaten oluşmuş bulunan huzursuzluk ve kargaşa
ortamından yararlanan bir kısım medrese öğrencileri, medreseli olmanın ve medre
selerde beraber yatıp kalkmanın verdiği bir dayanışma ruhu ile, 10'ar, 20'şer kişilik
gruplar halinde köyleri, mahalleleri basmaya, her türlü ahlâksızlığı yapmaya, halkı
haraca kesip soymaya başladılar. Onların taşrada giriştikleri silâhlı eylemlerin en
yoğun olduğu bölgeler, medreselerin yoğun olduğu kentler ve civarları ile dağlık yö
relerdi. Bu kentler arasında Edirne, Bursa, Balıkesir, Manisa, İsparta, Muğla, Bolu,
Kastamonu, Tokat, Amasya, vs. ön plânda geliyordu. Müderris, kadı gibi ulemâdan
bazı kişiler de bu softa isyanlarını gizli açık destekliyorlardı. Zaman zaman softalar,
celâlî denen daha büyük eşkıya gruplarına da katılıyorlardı. Akdağ da, bu olaylarda
ŞİÎ propagandasının etkisinden söz eder.^^
Softaların ayaklanmalarına bir örnek de, 1574'te, İskilip'te Eğri Sapık adında bi
rinin başkanlığındaki harekettir.^^
Medrese öğrencilerinin silâhlı ayaklanma ve soygunları 17. yüzyılın başından i-
tibaren azaldı ise de hiç bir zaman sona ermedi. Talebe-i ulûm, yani medrese öğ
renciliği ile ilgisi olmayan kişiler her zaman medreselere doluşup disiplini ve öğre
timi bozdular, kentlerin huzurunu kaçırdılar. Örneğin, III. Selim dönemine ait 1794
tarihli bir belgede. Bursa medreselerine "yobaz" denen ve "alât-ı harb" ile gezen
kişilerin öğrenci kılığı altında sokuştukları yazılıdır. Bu ifadeden, bu kişilerin tepe
den tırnağa silâhlı oldukları anlaşılıyor. Çeşitli "fesatlar" çıkarıp kötülük ve ahlâksız
lıklar yapan bu yobazlar yakalanıp, cezalandırılmaları için İstanbul'a gönderilmiş
lerdir^'
* (Belge 5). i
:il
rJ
I /
'u
i ai
72
Mustafa Akdağ, Türk halkının Dirlik ve Düzenlik Kavgası, s.20,153 vd.
Kâmil Şahin, İskilip Tarihi.
Yahya Akyüz, ili. Selim Döneminde Bursa Medreselerinde Disiplin Islahatı.. Belleten, Ekim 1979.
L I
86 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
* C-
fe' *-* «;İU. -.e >)'İ1İ'J —i"
>* AZ«*«»
-’f?J-
-**
**
ec al» *U'.#z^
’-5 *>>
*
j/' Müderrislerin disiplininin bozulması
Medreselerin ıslahı:
75
Baltacı, age, s. 62.
Mustafa Âli, KünhülAhbar, C.1, s. 533.
Kitâb-u Mesâlih'il Mûslimin... C.2, s.2,9.
I
i
s
il
:k
1
OSMANLILAR-İLK YENİLEŞME HAREKETLERİNE KADAR 87
maya çalıştığı görülür.
i
"^Bunlardan Kanunî Sultan Süleyman dönemine ait bir Kanunname, böyle erken
bir çağda bozulmadan sözettiği için çok düşündürücüdür. Burada, öğrencilerin "peK/®
az kitap ve ders okuyup bir an önce üst makamlara çıkmayı amaçladıkları" eleşti 1
rilmekte ve müderrislerin öğrencileri ciddî çalıştırmaları, kitapları eksiksiz okutmala
rı, süreleri kısaltmamaları istenmektedir.^®
III. Murat tarafından 1577'de Veziriazama gönderilen bir fermanda medreselerin
Fatih zamanındaki gibi yoluna konması, haksız yere çeşitli makamlara getirilen
müderrislerden bu mevkilerin geri alınması ve makamların "ehline", yani "ilmi ve
fazileti olanlara" verilmesi istenmiştir. III. Mehmet döneminde, 1598'de hazırlanan
bir lâyiha gereğince de, mülâzemet yönteminin ve ilmiye sınıfının düzeltilmesine
çalışılmıştır/®
Daha sonraları, Koçi Bey, Kâtip Çelebi ve başka düşünürler medreselerin ısla
hına ilişkin fikirler ortaya atmışlardır. I.Ahmet, IV.Murat, lll.Ahmet, I.Mahmut,
III.Selim zamanında da medreselerin ve ilmiye sınıfının ıslahına çalışılmışsa da
başarı sağlanamamış, bozulma ve yolsuzluklar sürmüştür.
19. yüzyılın ikinci yarısında medreselerin ıslahı tekrar düşünülmeye başlanmış,
özellikle II. Meşrutiyet yıllarında ciddî ıslahat girişimleri yapılmıştır. Bu konu o dö
nemde ele alınacaktır (Soru 99).
ly'' Programlar.
7^
Ahmed Akgündüz, Osmanlı Kanunnameleri..., s. 667-669.
79
Uzunçarşiiı, Osmanlı Devletinin İlmiye Teşkilâtı, s. 241-246.
80 ^!ı
Muallim Cevdet, Mektep ve Medrese; Osman Ergin, Muallim Cevdet'in Hayatı.
»•I
88 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
. / Halktan kopmama:
Medrese öğrencilerinin cer sistemi ile her yıl en ücra köylere kadar dağılıp halk
la kaynaşmaları, halkı aydınlatmaları, mezun olunca da yadırgamadan her yerde
göreve koşmaları ilginç yanlarıdır. Bu durum, Tanzimattan sonra açılan bazı mek
teplerin öğrencilerinin genellikle fikir ve davranış bakımından halktan kopuk yetiş
meleri ile karşılaştırılmış ve medrese öğrencileri “millî” değilse de daha "memleket
çi" olmakla değerlendirilmişlerdir.
Okulların kuruluşu:
Okulların programı:
I
OSMANLILAR-İLK YENİLEŞME HAREKETLERİNE KADAR 89
rete, te'dipe muhtaç olanları te'dip ede, akşam çocuklara destur (eve gitme izni,
serbest bırakma) verilince vâkıfın (vakfı yapan Padişahın) ruhu için dua ettire..."
I.Mahmut'un annesi Galata'da yaptırdığı mektebin vakfiyesinde bir meşk hoca
sının çocuklara güzel yazı yazmasını öğretmesini istemiştir. Bu, düşüncenin yazılı
olarak ifadesini değil, sadece şeklen güzel yazı yazmayı amaçlamaktadır.
ij
I.Abdülhamit (1774-1789)'in vakfiyesinde de benzer bir kayıt vardır ve yetenekli ço
cuklara Arapça, Farsça öğretileceği de yazılıdır. Ancak, bu derslerin, mektebin
Bâb-ı Âli'ye yakın oluşu ve orada memur olacakların bu dillere gereksinme duyma
sı nedeniyle konulduğu düşünülmektedir.®^
Sıbyan mekteplerinde çocuklara ayrıca temel dinî bilgiler ve uygulamalar (na-
*ö
maz'VSTT
ğretilirdi. Ana babası isterse çocuk hafızlığa da çalıştırılır, ona Kur'an
turfTuyîe ezferîetilirdi. Çocukların hafız olması, ana babaların genellikle özlemi idi.
Avrupa'da ise, 18.yüzyılın sonlarına kadar ilkokul programları din dersleri, oku
ma, yazma ve aritmetik'ten oluşuyordu.
Öğrenciler.
âi
®® o.Ergin, Türkiye Maarif Tarihi, C.1-2, s. 86-87. I
9
Evliya Çelebi Seyahatnamesi, C. 3, s. 449.
85
Yahya Akyüz, İstanbul Sıbyan Mekteplerinin 1809'daki Durumuna İlişkin Bir Belge, Eğitim Bilimleri
Fakültesi Dergisi, 1983.
TÜRK EĞİTİM TARİHİ
90
* A a
Belge 6. Padişah II.Mahmut'un (1808-1839) Defterdara hitap eden ve İstanbul sıbyan mektepleri öğren
cilerine 10'ar para bahşiş verilmesi ile ilgili fermanı Selh Z 223 (15 Şubat 1809) (Yazı türü : di
vanî)
Ana babalar çocuklarını hocaya teslim ederken elini öptürürler ve "eti senin ke-
miği benim" derîerdr B”u sözle, hoffayayçTıcûTlâfîhrâövebileceğini ifade etmiş oİur-
lâfdr. Dayak, eğitimin en önemli aracı olarak görülür, hoca da çocukları tokatla,
değnekle, falaka ile döVeTdîTFâlâl^â'öglânlâfîh ayakları sıkıştırılır ve hoca kızilclk
86
Gürer Gülsevin, 1709 Tarihli Türkçe Manzum Sıbyan Mektebi Kitabı.
87
Yahya Akyüz, Türk Eğitim Tarihinde Okullarda Disiplin Anlayış ve Uygulamalarına Bir Bakış.
a
OSMANLILAR-İLK YENİLEŞME HAREKETLERİNE KADAR 91
ya da fındık değneği ile tabanlarına vururdu. Kızların da ellerine vurulurdu.
Toplumda yaygın bir deyiş vardı: "Hocanın vurduğu yerde gül biter.” Çocukların
üzerinde Kur’an okudukları rahlelere de iranlı Sadi’nin şu ünlü mısraının yazıldığı
olurdu: “Öğretmenin cefası babanın şefkatinden daha iyidir.” (Bkz. Soru 40).
16. yüzyılda Türkiye'ye gelen bir Alman gezgini, hocanın çocuğa ihtimam ve
sabırla davrandığını, gerektiğinde de insaflı şekilde dövdüğünü, oysa o çağlarda
Avrupa'da dayağın çok daha acımasızca uygulandığını söyler :"Çocuk yere yatırılıp
değnekle dövülür, fakat kamçı kullanılmaz ve o, Hıristiyanların yaptığı gibi sakat
lanmaz." Fransız düşünürü Montaigne, 1580'de ülkesinin çocukları için şöyle der:
"Dayaktan sakatlanmış, sersem olmuş nice çocuklar vardır. Devletimizin kanunları
yine bu işe karışmaz, sanki bu sakatlar ve sersemler bizim toplumumuzda yaşamt-
yorlar! Hiç bir şey öfke kadar insan düşüncesini saptıramaz... Öyleyse, neden ba
.,,88
baları ve öğretmenleri öfkeli iken çocukları dövmekte serbest bırakıyoruz?'
Çok eskiden beri Doğu ve Müslüman toplumlarında dayak bir öğretim ve disiplin
aracı idi. Bizde, ileride inceleyeceğimiz AmasyalI Hüseyinoğlu Ali adında bir öğret
men 1453'te yazdığı Tarîku'l Edeb adlı kitabında öğrencilerin "edepsizliğine ve
tembelliğine karşı" hocanın dayağa başvurmasını salık veriyor ve "değnek vurarak
yaban canavarlarına bile terbiye verirler, oyun öğretirler" diyordu. (Bkz. Soru 41).
19. yüzyıla ait olmakla beraber aşağıdaki anılar daha eski dönemler için de ge-
çerlidir; "Evinde yaramazlık eden bir çocuğu dahi annesi mektebe gidip hocaya şi
kâyet eder ve oh! oh! diye dövdürtürdü. Yatsı namazında hoca efendi babaiarımız-
la buluştuğunda, 'şeninkini bugün biraz okşadım ‘deyince ‘ellerin nurdan kopsun.
1,89
bir iki de benim için vuraydın' cevabıyla kendisine teşekkür edilirdi. Halk, "hoca
dediğin eli sopalı olur" diyor,®° dayakta çocuğa terbiye ve ahlâk kazandırıcı bir nite
lik görüyordu. Hoca, çocuğu kömürlüğe vs. kapatabilir, ayakta tutabilirdi. Ödüllen
dirme ise "âferin" sözünden başka bir şey değildi.
Sıbyan mekteplerinde dayak konusu bazı edebî eserlerde de işlenmiştir. Eğitim
tarihimizdeki iki önemli örneği de burada kaydetmek gerekir:
AmasyalI Hüseyinoğlu Ali’nin 1453’te yazdığı Tarîku'l Edeb başlıklı kitabında
(Bkz. Soru 41) anlatıldığına göre. Yıldırım Bayezid'in oğlu Emir Süleyman'ı öğret
meni bir gün fazlaca döver. Şehzade, akşam babasına yakınır: "Sen Sultan değil
misin? Senin oğlunu öğretmen nasıl dövebilir?" Yıldırım Bayezid, "ben yarın öğret
mene bunu sorarım" der. Sabah olunca öğretmene gizlice haber gönderir ve az
sonra okula geleceklerini, bu dayak işini soracağını, fakat aldırmayıp kendisine sert
davranmasını bildirir. Sultan, oğluyla okula gider ve öğretmene "sen benim oğlumu
köleler gibi nasıl döversin?" diye çıkışırken öğretmen sopasıyla onun orasına bura
sına vurmaya başlar ve onu okuldan dışarı atar. Akşam şehzade eve gelince, ba
bası şöyle der: "öğlum, öğretmenin ne yavuz (sert) kişi imiş, beni bile dövdü; şimdi
artık senin uslu uslu oturup çalışmandan başka çare yok!" Bu olayda. Yıldırım
Bayezid'in öğretmenin öğrencilerin gözündeki saygınlığına verdiği önem ve bunu
oğluna anlatmak istediği görülüyor.
ikinci örnek şehzade Fatih ile ilgilidir, ö, rivayete göre, hocası Molla Gürâni'nin
Deneme/er, s. 137-138.
89
Abdurrahman Şeref, Mahalle Mektebi Hatıralarından.
90
Ahmet Rasim, Falaka, s. 113.
92 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
odasına ilk girdiği zaman gözü bir sopaya ilişir ve merakla ne olduğunu sorar. Ho
cası, "babanız serkeşliğinizi duymuşlar, okumazsanız sizi bu değnek ile dövece
ğim" der. Şehzade bundan sonra çok başarılı bir öğrenci olur.
*
OsmanlIlarda gerek ilköğretimde, gerek aile içinde dayağa baş vuran bir eğitim
ve disiplin anlayışının bulunduğunu gördük. Ancak, Evliya Çelebi'nin 1650'lerde
gözlediği bir olay çok önemli ve düşündürücüdür. Osmanlı topraklarında, Macaris
tan sınırındaki Sombor kentinde geçen bu olay, bugünkü Türkçe ile şöyledir:®^
"Bir gün cami avlusunda bir kaç ihtiyar ile sınır boylarının durumunu konuşuyor
duk. Küçük bir oğlan da oyun oynuyordu. Babası '-Neden bu insanların önünde oy
narsın!' deyip öyle şiddetli bir tokat vurdu ki, çocukcağız yerlerde yuvarlandı ve sa
raya yakalanmışa döndü (titremeye başladı). İhtiyarlar yerlerinden fırlayıp, '-Bre
adam, oğlana neden böyle herkesin içinde tokat atıp onurunu kırdın?' dediler. Ba
bası '-Terbiyesi için, Allah aşkına dövdüm' dedi ve babasının oğlunu dövebileceği
şeklinde bir şiir okuyarak şunu ekledi: '-Benim oğlumdur, döverim ya da korurum,
size ne?' Oradakiler onu şu sözlerle azarlayıp utandırdılar ve çocuğun gönlünü al
dılar : '-Senin sevgili oğlun ise, bizim de sınır boylarımızın gülü ve gözlerimizin nu
rudur; gazi bir yiğit olacak, bir kaç yıl sonra düşmandan intikam alacaktır. Şimdiden
tokatla gözünü korkutursan, yarın düşmanın topuz ve baltasından korkup dövüşe-
mez!"
Bu olayda, babanın oğlunu dövmesi, o dönemlerin geleneksel disiplin anlayışı
na ne kadar uygunsa, ihtiyarların babaya söyledikleri de, günümüzün çocuk eğitimi
anlayışına o kadar uygundur. Bu olayın daha fazla yorumunu okuyucularımıza bı
rakıp şunu söylemekle yetiniyoruz: O ihtiyarlar, dayağın çocukta "aşağılık komplek
si" oluşturacağını çok iyi biliyorlar! Bugün, çağdaş Psikoloji bilimi de aynı şeyi söy
lemiyor mu?
91
1 . Evliya Çelebi Seyahatnamesi, C.7, s. 357-358.
92
Muallim Cevdet, Darülmuallimînin 70. Sene-i Devriyesi... I
I
i
I
I
OSMANLILAR-İLK YENİLEŞME HAREKETLERİNE KADAR 93
buluştur. t
b) Fıkıh dersinin bulunmayışı. Fatih, böyle bir dersi genel medrese öğrencileri
ne uygun gördüğü halde, ilkokul öğretmeni olacaklar için yararlı bulmamıştı.
Bu açıklamalarımızdan çıkan sonuç şudur: Fatih, öğretmen yetiştirme program
larını, alanın özelliklerine göre ilk kez düzenlemiş bir program yapıcıdır...
Ne yazık ki, Fatih'in çizdiği yol kendisinden sonra nedense bırakılmıştır. Artık,
medreselerde biraz okumuş, ya da kendi kendine okuma yazma öğrenmiş ağırbaşlı
kişiler sıbyan mekteplerine muallim olmuşlardır. Bunlar, genellikle, mektebe bitişik
caminin de imamı idiler.
Fatih, vakfiyesinde, açtığı ilk mektebin öğretmeninde bulunması gereken özellik
leri şöyle belirtir: "Nefs-i enfes sahibi ve rıza-yı Hak talibi olup etfâli tâlime ikdam
eylemek ve kalfanın da muallim-i evvelin tâlim eylediğini etfâle tekrir ve iade ve is
tiskal-! hizmet eylemeyüp bilmedikleri mevazii lûtf ve rıfk ile ifade eylemek."®^ Vakfi
yedeki bu satırların bugünkü dille anlamı şöyle olsa gerektir: "Muallim çok iyi bir
mizaca ve karaktere sahip olacak, Tanrı'yı hoşnut etmek amacıyla davranacak, ço
cukları eğitmek için gayret gösterecek, yardımcısı da onun çocuklara öğrettiklerini
tekrar ve müzakere ettirecek, görevini ağır bulup sevmemezlik etmeyecek ve ço
cuklara bilmedikleri konuları güzellikle ve yumuşaklıkla anlatacak..."
Burada görüldüğü gibi, Fatih, ilkokul öğretmeninin temel özelliklerini ve öğretim
sırasındaki tutum ve davranışlarını son derece insancıl ve çağdaş pedagojinin en
son önerilerine uygun biçimde dile getirmiştir. Bu da eğitim tarihimizde çok önemli
bir belgedir.
Sıbyan mektebi hocaları, içinde bulundukları sosyo-kültürel ortamla çok iyi kay
fi
naşmış ve toplumun bir parçası olmuşlardı. Bu nedenle, saygın, danışılan, rehber
kişilerdi. Onların sosyo-kültürel ortamla kaynaşmalarının ve danışman durumunda
bulunmalarının bazı nedenleri vardı
Her şeyden önce eğitim dinî ve öğretmen bir din adamı idi. Bu özelliği ile, o, top
lumun hergünkü hayatının önemli safhaları olan ibadet, doğum, ölüm, evlenme,
boşanma vs. gibi olaylarında görevli idi. Hz. Muhammed’in bazı sözleri de bilim a-
Jf
damlarının ve hocaların saygınlığını artırıyordu. Peygamber, "bilginler peygamber
lerin varisleridir, onları sayan Tanrı ve Peygamber'! saymış olur", "bilginlere itaat
ediniz, çünkü onlar dünya ve âhiretin kandilidir" demiştir. Hz. Ali'ye de, "bana bir
¥
harf öğretenin kölesi olurum" sözü atfedilir. Böylece hoca, geleneksel ve dindar
' c
OsmanlI toplumunda toplumsal ve dinsel görevleri olan, çok çeşitli hizmetlerinden
vazgeçilemeyen, "hakkı ödenemez", "ana babadan önde", adetâ kutsal bir kişi idi.
Ayrıca kırsal yörelerde, o, çevresindeki halk gibi tarlasında çalışır, köylü ve köy il
sorunları ile iç içe yaşardı. Hocaların saygınlığını artıran önemli bir neden de onla
t;
rın genellikle orta ve daha ileri yaşlı, ağırbaşlı, çoluk çocuk sahibi olmaları idi. Bu,
çocuk velileri ve halk tarafından güven.verici bir durum olarak değerlendiriliyordu.
Hocalar, halkla kaynaşmış olmakla beraber herkesle senli benli ve laubali davran
mazlar, mahalle dedikodularına karışmazlardı. Bu, saygınlıklarını korumaları için
gerekli idi. 17. yüzyılda bir sıbyan mektebi hocası, çocuklara neler öğrettiğini ve
' 'i
93
Faf/h Mehmet II Vakfiyeleri; F. R. Unat, age, s. 30.
(îfSşl Yahya Akyüz, Sosyo-Kültürel Ortamda Öğretmen... '■'’İ!
İSB < 1'!:
8İÎ.
»i
94 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
(Nesir olarak anlamı; Okuluma çocuklar dolardı. Onlara Kur'an öğretirdim ve beş vakit namazı kıldı-
nrdım. Beni yalnızca bu işler ilgilendirirdi. Halkın dedikodularına karışmaz ve arasında oturmazdım).
Bazı bilgili kadınlar da kendi evlerinde ya da cami köşelerinde çocuk ve kadınla
ra Kur'an okumayı öğretirler, Muhammediye vb. kitaplar okuturlardı. Bunlara biz
“kadın öğretmenli ev sıbyan mektepleri” diyoruz.®®
Halk, hocaları ve mektepleri "adam olmanın" aracı olarak görüyordu. Fakat, yal
nızca okumak, yükselmek, mevki sahibi olmak, adam olmak için yetmiyordu. Bu
kavram, ahlâkî olgunluğu da içine almaktaydı. Burada, günümüzde de unutulma
mış bir hikâyeyi hatırlamalıyız: Babasının "adam olamazsın" dediği biri, okuyup ve
zir olmuş ve babasını huzuruna getirtip, "baba bak ben vezir oldum" demiş. Babası,
"oğlum ben sana vezir olamazsın demedim, ‘adam olamazsın’ dedim, sen adam
olamamışsın" cevabını vermiş. Bu hikâye gayet ince biçimde Türklerin "adam ol
ma" değerinden insan olmayı, ahlâkî olgunluk kazanmayı anladığını gösteriyor.
Bu nedenle Osmanlı Türkleri, "mektep bir mekseb-i edeptir" derlerdi ki, "okul, i-
çinde edep (terbiye) kazanılan yerdir" anlamındadır.®’’ Bu, eskiden, örgün eğitimin
bile ahlâk eğitiminde çok önemli görüldüğü, hatta örgün eğitimin ilk amacının ahlâk
eğitimi olarak anlaşıldığını göstermektedir.
Enderun Mektebi
Kuruluşu, amacı:
Enderun Mektebi, esas olarak Hıristiyan tebaadan alınan yetenekli gocukları iyi
ve güVenıiir cfevTerâ'â yapma amacın? güdüyordu. Üstün zekâ v^rıite-
liklerâ sâhîp çocukları alıp yetiştirdîğriçih Ehderün bir özel eğitim kurumu da sayı
labilir. Kaynağı II. Murat'a kadar çıkarsa da düzenleme ve geliştirilmesi Fatih dö
nemindedir. 19O9'a kadar çalışan Enderun Mektebi, Türk eğitim tarihinde çok ö-
nemli bir yer tutar ve dünya eğitim tarihinde Türklerin bir katkısı olarak belirtilir.®^
OsmanlIlar, Enderun kanalıyla, Hıristiyan çocuklarını neden önemli devlet gö
revlerine getiriyorlardı?
95
Koçu, agy.
96
Yahya Akyüz, OsmanlIda “Kadın Öğretmenli Ev Sıbyan Mektepleri’’.
97 M
Kâzım Nami, Mekteplerde Ahlâkı Nasıl Telkin Etmeli, s. 83.
98
I.H. Uzunçarşılı, Kapukulu Ocakları, C. 1-2; Ahmet Refik, Devşirme Usûlü ; Halil İnalcık, Türk İdari
■ Teşkilât Tarihi; I.H. Saykal, Enderun Mektebi Tarihi; O. Ergin, Türkiye Maarif Tarihi, C. 1-2; Ülker ■I
Akkutay, Enderun Mektebi; Yavuz Ercan, Devşirme Sorunu...
i3
ili •aa
3
w, ,
OSMANLILAR-İLK YENİLEŞME HAREKETLERİNE KADAR 95
OsmanlI devlet yönetimi bir yandan medrese çık[şh ulemâ 'ya, öte yandan En-
derun lyieRteETnın /(iJ/~5islemıBeZdayanıyordu? Padişah, devlet gücünü yalnızca.
Kendisine ‘mutlak şekilde bağlı, sadık, mihnet duygularıyla dolu, aynı zamanda çok
iyi yetişmiş ve yetenekli kişilere teslim edebilirdi, işte Enderun, bu amacı gerçekleş
tiren, yöneticilerin bir kısmını yetiştiren, bazı Hıristiyan gençlerin Müslüman yapılıp
eğitilerek yönetime katılmalarını sağlayan bir okul idi. Yoksa Enderun, tüm Hıristi-
yanları İslâmlaştırma amacı gütmüyordu. Öğrencilerin sağlandığı devşirme usûlü,
aşağıda görülecek bazı sınırlılıklarla çok dar tutulduğu İçin, bunun Hıristiyanların
İslâmlaşma ve Türkleşmesinde etkisi pek az olmuştur. Aslında OsmanlIlar, Hıristi
yan tebaaya din ve dillerini değiştirme politikası izlememişler, bu da onların kültür
lerini korumalarına ve sonraları bağımsızlıklarını kazanmalarına yol açmıştır.
Ayrıca OsmanlIlar, özellikle yükselme dönemlerinde, ırk ve dini ne olursa olsun,
yetenekli insanlara çok değer verip gelişme imkânı tanımışlardır. Bu onların, sade-
/ ce devlet yönetimi ile ilgili düşünce ve tutumlarını değil, genel olarak insan anlayış
larını, insanın eğitimine verdikleri önemi de gösterir. Yine OsmanlIlar, yükselme
dönemlerinde, kişisel yetenek ve başarı ile, dürüst ve topluma yararlı davranışlarla
yükselmeye dayanan bir terfi ve ödüllendirme sistemi uygulamışlardır. 16. yüzyılda
OsmanlIları tanımış yabancı yazarlardan biri, OsmanlIların yetenekli insanlara ve
genel olarak insanın eğitilip yeteneklerinin geliştirilmesine ne kadar önem verdikle
rini şöyle anlatır;®®
"Türkler olağanüstü bir insan bulduklarında değerli bir nesne edinmişçesine
coşku duyarlar ve özellikle de savaşa yatkın biriyse onu yetiştirmek için hiçbir emek
ve çabadan kaçınmazlar. Bizim (Batı AvrupalIların) yaptığımız ise çok farklıdır. Biz
iyi bir köpek, şahin ya da at bulduğumuz zaman çok sevinir ve onu türünün en mü
kemmeli durumuna getirmek için elimizden geleni yaparız. Ama bir insanda olağa
nüstü nitelikler varsa, onu geliştirmek için kendimizi zahmete sokmaz, onu eğitme
nin bize düşen bir iş olduğunu düşünmeyiz. Oysa Türkler, iyi yetiştirilmiş insandan
büyük zevk alırlar."
Öğrencilerin sağlanması:
Enderun Mektebi'nin öğrenci kaynağı, esas olarak, acemi oğlanlar idi. Bunlar iki
şekilde sağlanırdı. Zamanla Türkler de Enderun'a alındı.
a) Pençik oğlanları
Savaşlarda esir alınan Hıristiyan gençlerinin beşte biri, şeriata göre. Padişaha
ait idi. ilk kez I. Murat, pençik oğlanı denen bu esir gençlerin Anadolu'da Türk çiftçi
ailelerinin yanına gönderilmesi, orada Türk-lslâm geleneklerini, hayatını ve dilini
öğrendikten sonra onlardan askerlik ve devlet işlerinde yararlanılması konusunda
hükümler koymuştu.
b) Devşirme oğlanları
99
1 A. H. Lybyer zikrediyor; Kanuni Devrinde Osmanlı İmparatorluğunun Yönetimi, s. TG-IT.
d;
96 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
hem ordunun bir kısmı için asker, hem devlet adamı yetiştirilmek üzere öğrenci
sağlanmasında düzenli ve sürekli bir kaynak bulmuşlardı.
Devşirme usûlü şudur: Padişahın 3-5 yılda bir, görevlendirdiği memurlar 8-20
yaş arasındaki Hıristiyan çocuklardan sağlıklı, güçlü, eli yüzü düzgün, boyu poşu
uygun ve yakışıklı olanlarını devşirirler, yani alırlardı. Bedenî görünüş ve güzelliğe
önem verilmesi, Kutadgu Bilig 'te gördüğümüz gibi, Türklerin bu özellikleri taşıyan
ların içlerinin de iyi ve güzel olacağı inancından ve ayrıca, devlet adamlarında iyi
bedenî özelliklerin önemli olduğu görüşünden kaynaklanır.
Devşirme usûlü bazı İlkelerle sınırlandırılmıştı : Evli gençler, Türkçe bilenler, İs
tanbul'a gitmiş ve gözü açılmış olanlar, çoban çocukları ile bir sanat sahibi olanlar,
ana babası ölmüş olanlar, bir evin tek çocuğu olanlar, Yahudiler vs. devşirilmezdi.
Ayrıca, 40 evden 1 çocuk alınmakla yetinilirdi.
Önce Rumeli'de uygulanan devşirme usûlü ile Arnavutluk, Yunanistan, Adalar,
Bulgaristan'dan, daha sonra Bosna-Hersek ve Macaristan'daki Hıristiyanlar arasın
dan devşirme yapılırdı. 16. yüzyılın başlarından itibaren Anadolu'daki Hıristiyanlar-
dan da devşirmeler yapılmaya başlandı.
Devşirilen çocukların sayısının 16. yüzyılda her yıl ortalama 3.000 olduğu he
saplanmıştır. Bir Hıristiyan çocuğun devşirilmesi ailesi için genellikle bir imtiyaz ve
şeref sayılırdı.
Devşirilen çocuk ve gençlere devşirme oğlanları ya da acemi oğlanlar denirdi.
Bunlar, Türk-islâm hayatını ve Tükçeyi öğrenmeleri için Anadolu'da (sonraları bazı
ları Rumeli'de) Türk çiftçi ailelerinin yanına verilir ve böylelerine Türk üzerinde olan
(acemi) oğlan denirdi. Bunlar 3-5 yıl Türk aileleri içinde kaldıktan sonra Ace-
mioğlanlar mekteplerine alınır, orada askerî ve bir temel eğitimden geçirilir, yapılan
bir seçme sınavı sonunda bir kısmı Topkapı Sarayı içinde bulunan Enderun Mekte-
bi'ne alınırdı.
Acemi oğlanlar ailelerini, asıllarını, ana dillerini unutmazlardı. Zaten, devşirilir-
lerken, adı, baba ve annesinin kimliği, doğum tarihi, bedensel özellikleri; köy veya
kasabası bir deftere yazılırdı.
Bir Sırp yazarın dediği gibi, acemi oğlanlar, Türkçe öğrenirken bile, aralarında
ana dillerini konuşurlar, sonraları kendilerinde ırk bilinci kaybolmazdı.
oBu konuda en çarpıcı örnek Sokullu Mehmet Paşa'dırTI 508-1579). O, Bosna'da
RavancrBoIgesinde doğmuş ve papaz olmak üzere eğitilmişti. Devşirilip İstanbul'a
götürüldüğünde 18 yaşında idi ve bazı kilise hizmetlerini yapabilir durumda idi. En
derun'da çok iyi bir öğrenim gören Sokullu, Rumeli Beylerbeyliğine ve Sadrazamlı
ğa kadar yükseldi. Ancak, o, ailesi ve ırkdaşlarıyla ilişkilerini sürdürdü. Muhtemelen
onun aracılığı ile. Kanunî Sultan Süleyman, 1557'de Pec(lpek) kentinde Sırp Pat-
rikhanesi'ni yeniden kurdu ve Sokullu'nun bir manastır papazı olan küçük kardeşi
Makariye'yi Patrik olarak atadı!
Görülüyor ki, iki Sırp kardeşten birisi devşirilip Müslüman ve Osmanlıya Sadra
zam plmuş, devşirilmeyen ötekisi Hıristiyan kalmış ve Sırp Kilisesi'nin başına geti
il rilmiştir. Bu, Sokullu'nun kardeşi ve ırkdaşları ile ilişkilerini sürdürmesinden, onlara
li çıkar sağlama düşüncesinden ileri gelmiştir. Sokullu başka akrabalarını da önemli
100
Ladislas Hadrovics, Le peuple serbe et son eglise sous la domination turgue, s. 48.
1
a
s
i
OSMANLILAR-İLK YENİLEŞME HAREKETLERİNE KADAR 97
görevlere getirmiştir.^°^
Sırp Kilisesi'nin, eline fırsat geçer geçmez, Osmanlı Devletine ihanet etmeye
başladığı az ileride görülecektir (Soru 34).
c) Türklerden devşirme
1. Küçük Oda Bu iki oda öğrencilerinin asıl işi okuma yazma öğrenmekti ve öteki
2. Büyük Oda odalara çıkmak için hazırlanırlardı.
3. Doğancılar Odası Padişahın avda kullandığı doğanlara bakardı.
4. Seferli Odası Padişahın çamaşır hizmetlerine bakardı.
5. Kiler Odası Sarayın yiyecek hizmetlerine bakardı.
6. Hazine Odası Hâzineye ve Padişahın değerli eşyasına bakardı.
7. Has Oda Gece gündüz Padişahın en yakın hizmetlerinde ve emrinde bulu
nan ve en yüksek derecedeki iç oğlanlardan oluşan oda idi.
Hizmet yoluyla eğitim, kanımızca, Türklerde çok eski tarihlere kadar çıkan bir
devlet adamı yetiştirme anlayışına dayanıyordu. Kutadgu Bilig 'te bu konudaki fikir I
leri görmüştük. Bu anlayışa göre, devlet görevleri verilecek birinin hizmet yoluyla
yetiştirilmesi, onun güvenilir, sadık, yetenekli... bir insan olup olmadığını deneyerek
ı
anlayabilmek için gerekli idi.
Enderun Mektebi'nde Has Odayı bitirenler 5-7 yılda bir, ya da yeni bir padişah
tahta geçince Saray dışında önemli görevlere atanır, buna çıkma denirdi.
b) Kuramsal eğitim-öğretim
101
Radovan Samarcic, Sokollu Mehmed Paşa.
98 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
sek İslâmî bilimler (Kur'an, Tefsir, Hadis, Fıkıh, Kelâm...)- Maternatik. Bunlar ara
sında Türkçe, Farsça, Edebiyat, Tarih, Matematik gibi medreselerde öküfuTmayan
dersler dikkati çekiyor. Şu halde Enderun Mektebi'nin programı medreselerden da
ha iyi düzenlenmişti. Tüm dersler için Saray dışından en değerli müderrisler getiri
lirdi. Bu hocalardan ders alan, Sarayın zengin kütüphanesinden yararlanan iç oğ
lanları son derece iyi yetişirlerdi.
Toplumdaki etkisi:
Şehzadegân Mektebi
Saray içinde, şehzadelerin ilköğretimine mahsus bir okuldu. Programı halk ço
cuklarının gittiği sıbyan m^tgpJeci.5jlîiyâi.
Meşkhane
Osmanlı hükümdarlarının yetişme biçimi. Devletin zaman zaman güçlü veya za
yıf olması ile yakından ilişkilidir.
Hükümdarın bir oğlu (şehzade) doğunca, bakımıyla usta denen genç kızlar, ço
cuk sütten kesilince de, Has Oda'dan ağa/ar görevlendirilirdi. Baş mürebbi sayılan
en yaşlı ağaya baş lala denirdi.
Şehzade, beş altı yaşında. Şeyhülislâm tarafından törenle derse başlatılır ve
muallim-i sultanî denen hocasına teslim ediîîrdk Onunla Kûr'âTröKûThâyroğrehirve
Şehzadegân mektebine d'e’ği'derTli.
Şehzadeler, sünnet olduktan sonra, on onbeş yaşlarında sancağa çıkarılırlard/.
Bu, bir lala refakatinde, bir sancak ya da vilâyete yönetici olarak gönderilmeleri
demekti. Bir yandan özel hocalar elinde öğrenimlerini sürdürürler, bazı el sanatları
da öğrenirlerdi. 16. yüzyıl sonlarından itibaren sancağa çıkarılmamış, sarayda ka
fes donen dairelerde yetiştirilmişlerdir. Osmanlı şehzadelerinin yetişmesini sancağa
çıkarılma ve kafes yoluyla olmak üzere İki başlık altında ele almak uygun olur.
102
Tarih-iAtâ, C.2; O.Ergin, Türkiye Maarif Tarihi, C. 1-2, s. 17.
OSMANLILAR-İLK YENİLEŞME HAREKETLERİNE KADAR 99
Sancağa çıkarılma dönemi
II. Mehmet'in babası II. Murat gençliğini Amasya'nın yüksek kültür çevresinde
geçirmiş, bilim ve edebiyata büyük değer veren ince bir hükümdardı. O, ülkede
duraklayan ilim ve fikir hareketlerini daha da güçlü olarak yeniden kurdu. Savaş
olmadığı zamanlar haftada iki gün bilginler ve şairlerle sohbet etmeyi âdet haline
getirmişti. Bu sohbetlerde ele alınacak konuları kendisi belirler, yapılan konuşma
larda başarı gösterenlere iltifat eder, onları ödüllendirir, yetenekli olanları korur ve
yetişmelerine özen gösterirdi. II. Murat'ın gazaları, fetihleri, yaptırdığı kurumlar ve
bilim adamlarına olan iltifat ve ödülleri Arap, Acem ülkeleri ve Türkistan'da meşhur
olmuştu.
Fatih'in yetişmesinde, aşağıda görülecek hocaları kadar, bilimsever, okuyan,
zengin bir kütüphanesi bulunan babası II. Murat'ın da etkisi oldu.
II. Mehmet (D.1432-Ö.1481), ilk çocukluk çağında dâye denen kız bakıcılar e-
linde büyümüş, sonra Amasya ve Manisa sancaklarına çıkarılmış. Devlet yönetim
bilgi ve tecrübesi kazanmıştır.
Rivayete göre, çocukken okumaya pek hevesli görünmez, hocalarının çabaları
başarısız kalır. Babası II.Murat çok üzülmektedir.
Bursa Sultaniye medresesinde müderris olan Molla Yegân, 1441 yılında Hacca
gider. II.Murat'ın ona verdiği bir görev de, bilim adamlarını araştırıp bulmak ve Os
i-
manlI Devletine kazandırmaktır. Molla Yegân, dönüşünde, Halep'te Molla Gürâni ile
görüşür ve onu Osmanlı ülkesine gitmeye davet eder. Molla Gürâni, Diyarbakır'ın
bir köyünde doğmuş, Mısır'da öğrenim görmüş, genç ve âlim bir zattır.
Beraberce Bursa'ya gelirler. Molla Yegân II. Murat'ı ziyaret eder. Sultan, "Hac
dan bana ne hediye getirdin?" diye sorar. O da. Molla Gürâni'yi içeri alır ve takdim
eder. Sultan, bu genç bilgini çok beğenir ve henüz Kur'an 'ı bile sökemediğini söy
leyerek, oğlu Mehmet'e hoca tayin eder.
Daha önce gördüğümüz gibi, rivayete göre. Molla Gürâni, ilk dersinde yanında
bir sopa bulundurur. Yine bazı kaynaklara göre, ona bu sopayı II.Murat vermiştir.
Ancak, bu. Sultanın ona, oğlunu eğitmede tam yetki verdiğini anlatmak için bir
sembol de olabilir.
Molla Gürâni, Mehmet ile derse başlayınca, onun psikolojisini anlamış, önce çok
sert bir tavırla bu coşkun seli kontrol altına almış, ele avuca sığmayan bu çocuktaki
cevheri hemen keşfederek, onun ileridö ulaşacağı büyük şerefi biliyormuşçasına,
bu hedefe götürecek eğitim yöntemlerini uygulamaya koyulmuştur. Mehmet'i Fatih
yapan cesaret, zekâ, ileri görüşlülük, gerçeği görüp anlama, temkinlilik, ilim aşkı.
103
Halil İnalcık, Fatih Devri Üzerinde Tetkikler ve Vesikalar, s.59.
104
Uzunçarşıh, Sultan II. Murat'ın Vasiyetnamesi.
105
Sakıp Yıldız, Fatih'in Hocası Molla Gürâni ve Tefsiri, s.20-24.
106
Aynı eser, s. 52-55.
k i
100 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
i.Selim (Yavuz)
"Mısır fatihi" unvanı ile de anılan, Halifeliği OsmanlIlara getiren Yavuz Sultan
Selim (D.1470-Ö.1520), çocukken, dedesi Fatih'ten eğitim görmüş, babası II.
Bayezid tahta çıkınca (1481), Trabzon sancağının yönetimi ile görevlendirilmiştir.
29 yıl boyunca bu sınır sancağını yönetmiş, Safevî ve İran meselelerinde geniş bil
gi ve tecrübe edinmiş, daha sancak beyi iken fetihler yapmıştır.
Çeşitli hocalardan ders almış, kişisel merakı sonucu edebiyat alanında geniş
bilgi sahibi olmuştur. Gece geç saatlere kadar kitap okur, bilginlerle sohbet etmek
ten hoşlanırdı. Seferlerine bilim adamlarını da götürürdü. Yavuz, şair, filozof, muta
savvıf, bir hükümdardı. Osmanlı hükümdarları arasında ilim bakımından en yükseği
107
Aynı eser, s. 54.
108
Tercüme-i Şakâik-i Nu'mâniye; K.LGürkan, Fetih ve İstanbul Üniversitesi ; S.Ünver, Fatih Külliye-
s/; N.S.Banarlı, Fatih'in Zafer Sırları.
II
I },
• I.Süleyman (Kanunî)
Babası I.Selim'in sancak beyi bulunduğu Trabzon'da doğdu (D.1495-Ö.1566).
Şebinkarahisar, Bolu, Kefe (Kırım), Manisa sancak beyliği yaparak, engin bir yöne
tim bilgi ve tecrübesi edindi. Ayrıca iyi bir yüksek öğrenim gördü. Hükümdarlığında 9
(1520-1566), şehzade iken kazandığı tecrübe ve aldığı eğitimden çok yararlandı.
» III. Selim
III. Selim (D. 1761-Ö. 1808), beş yaşında törenle Kur'an öğrenimine başladı.
Babası III. Mustafa 1774'te ölünce, yerine amcası I. Abdülhamit Padişah oldu. Se
lim için de kafes hayatı başladı.
i
Selim önceleri rahat etti. Musikî öğrendi, şiire merak sardı. Fransızca öğrendi. I. Lii
Abdülhamit, Akdeniz'de korsanların ele geçirdiği ve kendisine "hediye" ettikleri
genç bir Fransız bayanı ona "Fransızca öğretmeni" olarak görevlendirmişti... ■■‘A
fiili
Selim ayrıca, Padişahların paralarının kolleksiyonunu yapmakla ve Padişah ol ' "I
duğunda, adına bastıracağı paranın şeklini belirlemekle vakit geçiriyordu. Babası
nın ıslahat fikirlerini düşünüyor ve tahta çıktığında Devlet işlerinin başka türlü ola-
I H
109
Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, C.2, s. 295, 305.
110
İlmiye Salnamesi, s. 346.
fi 111
Namık Kemal, Teracim-i Ahval, s. 93.
112
Ahmet Refik, Tarih Sahifeleri, s. 24-36.
113
Erhan Afyoncu, Her Devletin Bir “Hanedan Zindanı” Vardır... •
114
E.Z.Karal, Selim lil'ün Hatt-ı Hümâyûnları, s. 1-17.
fili
'.'İl ii
I'.'::
p
cağını hayal ediyordu; hatta, Fransa Kralı XV. Louis ile mektuplaşmıştı. Fakat I.
Abdülhamit, kendisinin devrilip Selim'in getirileceği yolunda bir haber alınca, onun
kafesteki denetimini sıklaştırmıştı.
Selim, amcası ölünce, 15 yıl kafes hayatından sonra tahta çıktı (1789).
Padişah hocaları
Şehzade tahta çıkınca, kendini yetiştiren hocayı hünkâr hocası yapar, eğer o
daha önce ölmüşse, ulemâdan birini kendisine hoca seçerdi.”®
i. J
OSMANLILAR-İLK YENİLEŞME HAREKETLERİNE KADAR 103
.. 'Tophane^"' \
('
Töp'döku'm ve yapımı ile ilgili askerî sanat mektebidir.
Humbarahane: a
(■
■■“Havan topu denen topların dökümü ve yapımı ile ilgili askerî sanat mektebidir.
-TüfekhaneT'
{'
-İTufek yağımı ile ilgili askerî sanat mektebidir.
Kılıçhane: )
Kılıç ve kesici silahlar yapımı ile ilgili askerî sanat mektebidir.
Azınlık okulları
Fatih, İstanbul'u alır almaz, bir lütuf olarak, Rumlara ve Galata Lâtinlerine, ina-
nİŞ ve ibadetlerin.Lsü£d,ürmelerine,-maballî-jdarelerınd'e se’Tbesl^kalrrrala'n'h'a, g'ele-
neklerini, benliklerini korumalarına imkân veren hak ve imtiyazlar tanımıştır. Erme-
niierve sonraları Yahudiler de aynı haklardan yararlandırılmıştır. O çağlarda eği
tim, dinsel faaliyetlerden ayrı düşünülmediğinden, azınlıklar böylece, eğitimlerini de
sürdürüp geliştirme imkânı bulmuşlardır.
Şu halde azınlık okulları, kiliseler ve faaliyetlerinden ayrı düşünülemez. Bu ne
denle, önce, kısaca bu konuyu ele almak gerekir.
Azınlık kiliselerinin eğitime el atmalarının başlıca iki nedeni vardır :reiri,^âz önce
belTrnigirrH?^ibCfiâKÎm ve öğretim işlerinin o dönemlerde dinsel faaliyCTfSfin içinde
düşünülmesi,(sekisi) kendilerini bir devlet ve hükümet gibi görmeleri, kendi toplum-
larının siyasî, İdarî, hukukî... tüm işlerine bakmalarıdır. Bir iki örnek verelim :
Merkezi İstanbul'da Fener'de bulunan Rum Ortodoks Kilisesi, Fatih'in kendisine
tanıdığı hak ve imtiyazlardan, Rumların benliklerini korumalarını, OsmanlIlarla hiç
bir şekilde kaynaşmamalarını, bağımsızlıklarını geri almalarını sağlamak için yarar
lanmış ve bu yoldaki çabalarını gizli ve açık sürdürmüştür. Ermeni, Sırp ve öteki
Hıristiyan azınlık kiliseleri de kendi topiumlarının çıkarları için aynı şekilde çalışmış
lardır. Nitekim, Kanunî ve Sokullu'nun 1557 'de ipek'de kurduğu Sırp Patrikhane-
Patrikhane
si. 1683'de 2. Viyana kuşatmasından sonra Türklere karşı Papanın Avrupa devlet
lerinden oluşturduğu "Kutsal Birlik" denen ortak cepheye etkin biçimde katılmış,
kendisini kuran ve yaşatan Osmanlı Devletini yıkmak için sinsi ve açık büyük çaba
harcamıştır. 1762'de (ya da 1766'da) Sırp Patrikliği kaldırılıp, ona tâbi Hıristiyanlar
İstanbul Rum Patrikliği'ne bağlanmış, bu kez bu sonuncunun etki alanı son derece
genişletilmiştir!^^^
Cevdet Paşa, Fatih'le başlayan Rumlara ve öteki azınlıklara ayrıcalıklar verme
119
N.A.Kansu, Türkiye Maarif Tarihi; O.Ergin, Türkiye Maarif Tarihi; Nurettin Polvan, Türkiye'
de Yabancı Öğretim ; I.P. Haydaroğlu, Osmanlı Imparatorluğu'nda Yabancı Okullar', M.H.Vahapoğlu,
OsmanlI'dan Günümüze Azınlık ve Yabancı Okulları, 1
120
Yavuz Ercan, Kudüs Ermeni Patrikhanesi; Hadrovlcs, age.
I 121
Tarih-i Cevdet, C. 11, s. 116. Hadrovlcs, age, s. 153.
w
a) Rum okulları
Rumların fetihten önce ve sonra bazı sıbyan mektepleri vardı. Kiliselere bitişik
olan bu kurumlarda papazlar, temelde dinî bir eğitim öğretim yaparlardı.
İstanbul'da, fetihten önce kurulmuş bulunan Fener Rum Mektebi (ya da Patrik
hane Mektebi) adında yüksek düzeyde bir okul, Osmanlı döneminde de gelişerek
faaliyet gösterdi. Burada Yunan dili. Felsefe, ilâhiyat. Tıp, Riyaziyat, Fizikî bilimler
okutuluyordu. Burası, Rumluk âleminin bir Akademisi, beyni idi. Mezunları öğret
men, patrik, Eflâk-Buğdan voyvodası, Osmanlı Devletinin büyük tercümanları... ola
rak atanıyordu. 1700'lerin sonlarına doğru okulun öğretmenlerinin Yunan Dilinin
Hâzinesi başlıklı önemli bir sözlük hazırlamaya girişmeleri, Rumların benliklerinin
ve varlıklarının korunmasında dilin önemini çok iyi anladıklarını gösterir.
İstanbul'da ayrıca, 1805-1820 tarihleri arasında faaliyet gösteren Kuruçeşme
Rum Üniversitesi adında, Dil-Edebiyat, Hendese-Riyaziyat, Tıp öğretimi yapan,
kısmen layik nitelikte bir okul vardı.
b) Ermeni okulları
c) Yahudi okulları
122
Tarih-i Cevdet, C. 11. s. 117-118.
123
O.Ergin, Türkiye Maarif Tarihi, C.1-2, s.737-748.
! 124
Aynı eser, s. 749-765.
125
Aynı eser, s. 766-768.
L.' 1 I
■f
r
lî
OSMANLILAR-İLK YENİLEŞME HAREKETLERİNE KADAR 105
deniyle, eğitimlerinde de bir gerileme gözlenir.
jU
Yabancı okulları
il
OsmanlIlarda azınlık okullarının açılıp gelişmesi nasıl ki ilk kez Fatih'in azınlıkla
ra tanıdığı imtiyazlardan ve kiliselerin faaliyetlerinden ayrı düşünülemezse, yabancı î
okulların açılması konusu da Kapitülasyonlardan ve misyonerlik faaliyetlerinden ay
rı düşünülemez. ij|
il
Kanunî Sultan Süleyman, Almanya-ispanya Kralı Şadken tarafından tutsak edil
diği için yardım dileyen Fransa Kralı I.Fransuva'ya yazdığı mektupta (Ocak 1526),
"sen ki Fransa vilâyetinin Kralı Françesko'sun" diyor ve yardımına koşacağını söy
lüyordu. Kanunî onu kurtardıktan başka. Şubat 1535'de yaptığı barış ve dostluk
antlaşmasıyla, Fransa'ya bir çok ayrıcalıklar tanıdı. Padişah, bu belgenin hazırlan
masında, devletler arası ilişkilerdeki karşılıklı çıkarlar ilkesini bile düşünmedi. Za I
manla, çeşitli Batılı devletler de bu ayrıcalıklardan yararlandırıldı. I
i|
Bu tür ayrıcalıklar Kapitülasyon adı ile tanınır. Kapitülasyonlar esasta, tümüyle
ir’
ticaret ve adliye konularındadır. Sonraları, Kudüs’teki rahiplerin güvenliği ve kendi î!
lerine gerektiğinde yardımın esirgenmeyeceği vs. bunların arasına girmiştir.
Kapitülasyonlarda eğitime ilişkin bir hükme rastlanmıyor. Ancak bu belgeler, ti
caret, adliye işleri, Hıristiyanları korumak gibi bahanelerle Batılı devletlere istekleri
ni genişletme, açık ve gizli amaçlarını gerçekleştirme imkânı hazırlamıştır. Cevdet
Paşanın 1893'de dediği gibi, "AvrupalIlar bir şeye azıcık tırnak değdirirlerse, uğraşa
uğraşa bir yarık açarlar". Onlar, Türk Devlet adamlarının gafletinden yararlanarak
bunu sık sık başarmışlardır. Böyiece yabancı devletlerin OsmanlIlarda okul açma
ları, başlangıçta Kapitülasyonların gölgesinde olmuştur, ilk gelişmeler şöyledir
Fransa, 1535 tarihli ilk Kapitülasyonla beraber, Osmanlı ülkesindeki katoliklerin I
ve hatta tüm Hıristiyanların koruyuculuğu gibi bir hak iddia etmeye başlamıştır.
154O'da Galata'daki Saint-Benoit kilisesinin camiye çevrilmesi söz konusu olmuş, a'S
İstanbul'daki Fransa elçisi araya girip, bu binayı Kralı için Padişahtan istemiştir.
Fransız kaynaklarına göre. Padişah da binayı Krala bağışlamıştır... Yine, sayıları
çok azalmış olan Galata Lâtinlerinin Papadan ricası ve Fransa elçisinin aracılığı ile I
1583'de 5 Cizvit (Jesuite) rahibin İstanbul'a gelmesi sağlanmış ve bunlar Galata'da
Saint-Benoit kilisesine yerleşmişler ve hemen bir okul açmışlardır (Kasım 1583).
OsmanlIlarda ilk açıfan yabancı okul budur. 1629'da, Kapüsen denen Fransız ra
hipleri de Galata'da Saint-Georges kilisesi yanında bir okul açmışlardır.^^T
OsmanlIlarda ilk protestan Amerikan misyoner okulu da Temmuz İ824'de Bey
rut'ta açılmış, bundan sonra yabancı okullar hızla artmıştır.^^®
Görülüyor ki bu gelişmeler yabancı Hıristiyan misyonerleri, yani din adamlarının
ii
çabaları ile gerçekleşmiştir. Ancak, misyoner faaliyeti yalnızca dinî bir amaçla sınırlı
kalmaz. Misyonerlik, dinî amaçları taşan, ekonomik, kültürel, siyasî... boyutları bu II
lunan, bir başka ülkeye nüfuz etme aracıdır. Bu, dinî bir amacın gölgesinde, özel
.
yetiştirilmiş ve gerekli bilgi ve imkânlarla donatılmış Hıristiyan misyonerlerin, kendi
ülkelerine ekonomik, kültürel, siyasî çıkarlar sağlama gibi dünyevî amaçları gerçek-
i
■ '“ti
‘1
ili
Yahya Akyüz. Cevdet Paşanın Özel Öğretim ve Tanzimat Eğitimine ilişkin Bir Lâyihası.
127
Poivan, age, s. 98, 99,145-148,150.
Uygur Kocabaşoğlu, Anadolu'daki Amerika, s. 35.
’ -a
w
106 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
leştirme aracıdır. Böylece, misyoner faaliyetleri içinde okul açma ve eğitim işlerinin
neden çok önemli bir yer tuttuğu anlaşılabilir.
Çok geniş ülkelerde, dili, dini, ırkı farklı çok çeşitli toplumları yönetmiş, son de
rece iyi teşkiiâtlı bir bürokratik ve İdarî yapıya sahip C^m^h Devletinde rnemurluk,
kâtiplik, önemli işlerden sayılmaktaydı. Medreselerde aFvevâ çok okuyanlar, kendi
kehdırero~yetişt~irenler memur olabilir, bunla£ asıl görev sırasında o ışı en iyi yapa
cak biçimde yetişirlerdi. Fakat, İstanbul'da bazı önemli hükümet daireleri de memur
yefişfirmek için kurs açmak biçiminde bazı çalışmalar yapıyorlardı. Bu çalışmalar
öteden beri süregelmişse de Tanzimat'tan sonra daha bir önemle ele alınmıştır.^^®
OsmanlI Hükümeti anlamına gelen Bâb-ı Âli, aynı zamanda ülkenin en önemli
mgmaryetiştifen~kbrbnTu idi. Onun iki dâıresî"bü işle de İlgiliydi.
a) Kethüda Bey Dairesi; Kethüda Bey, Sadrazamın yardımcısı idi ve askerî, da
hilî işlere bakardı.
b) Divan-ı Hümâyûn Kalemi: Padişahtan gelen emir ve fermanlar ile Padişaha
Bâb-ı Âli'nin takdim edeceği yazıların yazıldığı, daha çok siyasî ve haricî konularla
ilgili bir daire idi.
Bu iki daireye genellikle memur çocukları 12 yaşlarında devama başlarlar, ora
da yazı çeşitlerini ve Kitabet, inşa denen ve bir konuyu o dönem Türkçesi olan
OsmanlIca ile ifade edip kaleme alabilme tekniklerini öğrenirlerdi. Memurlar daha
çok böyle uygulama içinde yetişmiş kimselerden atanırdı.
Devletin maliye işleri ile ilgili dairesi olan Bâb-ı Defterdar? içinde dejmemur a-
dayTariha bazı teknik, bürokratik"5îlgıler ve'"Bü’2araâa sZyakâf denen bir yazı çeşidi
öğretilirdi. ’' " “.. -.... - ■...... - -- .........
Ayrıca, mahkeme memur adaylarının yararlandığı Bâb-ı Fetva mektebi ile, as
kerî işler için sivil memur adaylarının yararlandığı Bâb-ı Seraskerî mektebi de me
mur yetiştiren kurumlardı.
Bunların dışında, Devletin tercümanlık işleri, 1820'lerde Yunan isyanına kadar.
Fener Rum Mektebi'nden mezun Rumlara bırakılmış, malî konularda da Ermenilere
görevler verilmiştir.
Memur adaylarının bir daireye (kaleme) girip staj görmelerine de mülâzemet,
adaylara mülâzim ya da çırak denirdi. Bunlar genellikle maaşsız ya da çok düşük
bir maaşla bir süre staj yaparlardı.
Namık Kemal, memur yetiştiren daireler ve kalemlerde idare bilimlerinden hiç bir
şey öğretilmediğini, memurların buralarda adetâ tabiattaki bitkiler gibi kendiliğinden
yetiştiklerini söyler. Oysa, ona göre, siyasî bilimlerin, incelikleri en çok ve en zor
kısmı idare bilimidir. Medeniyet de, İdarî işlemlerde titizlik ve düzenlilik gerektirir. Bu
I :'iI :
129
o.Ergin, Türkiye Maarif Tarihi, C. 1-2, s. 63-81.
-
OSMANLILAR-İLK YENİLEŞME HAREKETLERİNE KADAR 107
nedenle, sadece tecrübe ile değil, bu işin kuramsal bilgileriyle de donatılarak yetiş-
t’irilmiş, nitelikli memurlara Devletin çok ihtiyacı vardır. "Her büyücek memurun" bil-
■ ğisinı artırma aracı olarak bir yabancı dil öğrenmesi de şarttır, Osmanlı Devleti,
mükemmel kanunlar, nizamlar yapsa da, bunları anlayacak ve gayretle, sadakatle
uygulayacak yetenekte memurlar yetiştirilmedikçe ne yararı olabilir?^^”
Memurların meslekte yükselmelerinde başarılı çalışmak esas olmakla beraber
bu konuda kesin, belirli usûl ve kurallar yoktu. Bu durum, âmire aşırı saygıya yol
i
açıyordu. Âmirin her söylediğinin yaltaklanarak doğru kabul edilmesine "evet efen-
dimci" memur anlayışı denir. Bâb-ı Âli terbiyesi denen bu terbiye şöyle tanımlanabi
lir :"Âmirin huzuruna girerken eğilerek dört-beş selâm vermek, el pençe divan du
rup karşısında boynunu bükmek, otururken sandalyenin düşecek derecede bir ke
narına ilişip yine o vaziyette karıburlaşmak, girişte, çıkışta, söz söyleyişte çok aşırı
tevazu ile davranmak..." Meşrutiyet dönemi sonunda 1919'da yapılan bir değerlen
dirmeye göre, o tarihte bile bu anlayış vardır, fakat artık başka memur davranışları
s
da ortaya çıkmıştır: "Bâb-ı Âli terbiyesinden tutun da, tamamen zıddı olan küstahlı
i
ğa kadar çeşit çeşit resmî terbiye mevcuttur. Zaten Tanzimattan sonra âdet ve ge-
leneklerimiz ve bir çok bakımdan ahlâkımız bozulmuş ve hâlâ hiç bir şey, hatta im
1Iİ31
lamız bile düzenlenememiştir.'
Tanzimat döneminde Abdülmecit (1839-1861) tüm memurlara setre pantalon
giydirerek babası döneminde orduda başlatılan giysi ıslahatını yaygınlaştırmışım.
Kırım savaşı sırasında (1853-1856) İstanbul'da bulunan müttefik İskoç alayı için
yapılan bir marşın nağmeleriyle, o sırada yeni yeni setre pantolon giymeye başla
yan memurlarla alay için bir türkü yakılmıştır : Kâtibim. Fakat zamanla bu türkü '1,
memurların toplumdaki imrenilen yerlerini gösteren bir işaret daha sayılmıştır.
IH si
Kadınların Devlet kalemlerinde memur olarak çalışmaya başlamaları ise
II. Meşrutiyet dönemine rastlar.
S
ili
36. OsmanlIlarda halk eğitimi çalışmaları nelerdir? i?/' €-'"\ ’K
I , \(-'ı î
ınev I
OsmanlIlarda başlıca öğretim-eğitim kurumlan sıbyan mektepleri, medreseler
ve Enderun Mektebi idi. Ancak, istekli ve yetenekli kişilerin, ya da halkın birşeyler «i
'rîiî
-gğygpjjİğy başka kurumlar, yollar da vardı. Böylece bunlar hem
otodidakt yetişmeye, hem de halk eğitimine imkân sağlıyorlardı. O/od/da/rf yef/şzTTe,
örgün eğitim dışında, hir.takım,y^ ve yolları içinde, bilgili kişi-
lerdeh,’kitaplardan vb. yararlanarak. ke.nd.L.k.en-dİDİ-.yBÜslirjne.^aIa[nLDa„^
yetişenler arasında son derece bilgili olanlar da vardı ve bunlara hocasız âlim,
mektepsiz münevver (aydın)de denirdi.
1
OsmanlIlarda örgün eğitim içinde okuma olanağı bulamamış geniş halk kesimle
ri, çeşitli eğitim ortamlarında anlatılanları, konuşulanları dinleyerek bilgi sahibi olur
lardı. Başka bir deyişle, geniş halk kesimlerinin asıl bilgilenme ve yetişme yöntemi
sözlü kültüre dayanıyordu.
P
'I
130
Namık Kemal, Memur.
131
Ali Kami, Resmî Terbiye.
132
o.Ergin, Türkiye Maarif Tarihi, C. 1-2, s. 375-382.
' i'
I
iii
■(
Bunlar mensuplarına musikî, raks, beden, ahlâk eğitimi vermeyi, onların fikrî
düzeyini yükseltmeyi amaçladıkları ölçüde yaygın eğitim kurumu sayılırlar.
Buralarda halk ve tasavvuf musikisi, halk edebiyatı da gelişme imkânı buluyor
du.
Bazıları ise gerçek bir beden eğitimi ocağı idi. Bu, o zamanlar Türklerin beden
sağlığı ve gücü ile fikrî ve ahlâkî olgunluğu birarada düşündüklerini göstermektedir:
Evliya Çelebi, I.Murat'ın Edirne'de yaptırdığı Güreşçiler Tekkesi 'nde, seksen çift
pehlivan dervişin yaz kış her cuma günü yağlı güreş tuttuğunu, manda derisinden
kispetlerinin 40-50 okka geldiğini, tekkede dervişlerin demir yayları, gürzleri bulun
duğunu yazar.^®^ OsmanlIların son zamanlarında tembellerin ve asker kaçaklarının
yuvası haline gelen tekkelerden ne kadar farklı!
Zaviyeler, tekkeler, bozulmadan önce, yaygın eğitim yanında belirli kamu ve
devlet hizmetleri de yapıyorlardı;
Bunlar önceleri vakıf yoluyla kuruluyordu. Ücra yerlerde yolcuları barındırmak,
dağ geçitleri ve köprülerin güvenliğini sağlamak, sınır bölgelerinde fetih ve yerleş
me hareketlerine katkıda bulunmak da amaçları arasında idi.^®'
*
OsmanlI hükümdarları, dinî bir sıfatı olan şeyh, fakih, derviş denen kimselere
zaviye kurmaları için bir yeri vakıf veya mülk olarak bağışlar, onlara bir belge (be
rat) verirlerdi. Vakfedilen yerler genellikle halkı dağılmış boş alanlar ve dağ başla
rında sahipsiz topraklardı. Köyünden ayrılmış "garip"ler buralara yerleşmek için
gönderilir, zaviyeler de bu gaza ve yerleşme faaliyetine katkıda bulunurlardı. Der-
133
Evliya Çelebi Seyahatnamesi, C. 3, s. 450-451.
Ö.L.Barkan, İstilâ Devirlerinin Kolonizaför Türk Dervişleri; A.Y.Ocak, Zaviyeler.
I
I
I
I
s i'
E OSMANLILAR-İLK YENİLEŞME HAREKETLERİNE KADAR 109
1
vişlerin bir çoğu tarımla uğraşırdı. Zaviyelere yönetimleri, vergileri vs. bakımından
askerî-mülkî âmirler karışamaz, onları sadece kadılar denetlerdi.
:iiI
Cem evleri, yaran sohbetleri, sıra geceleri:
Türkler yazıyı, kitabı kutsal saymışlardır. Sokakta bulunan yazılı bir kâğıt parça ’k
sı saygı ile alınır, bir duvar kovuğuna sokulurdu. Kitaplar yüksekçe dolaplar içinde
i saklanırdı; yazılı bir şey, konusu ne olursa olsun, ayak altında kalmamalıydı. Bu
saygı nedeniyledir ki, özellikle medreselere bitişik birçok kütüphane yapılmış, bun
lardan öğrenciler ve araştırıcılar kadar isteyen herkes yararlanmıştır.^^® a
Sahaflar, kitapçılar: 'İS
Sahaf, mevcudu tükenmiş eski kitapları, kitapçı ise, her türlü kitabı alıp satana
denir. Bu esnafın ve özellikle sahafların dükkânları sadece alışveriş yeri değil, aynı
zamanda bilim adamlarının, öğretmen ve öğrencilerin, kitapseverlerin buluştukları
bir yaygın eğitim yeri idi.
Bazı halktan insanların evlerinde dinî, ahlâki kitaplar, halk hikâyeleri, vs. oku
5
nurdu. Hatta kimi okur yazar kadınların toplanmış dinleyici kadınlara
r
Muhammediye, Mızraklı İlmihal, peygamber hikâyeleri ... gibi kitaplar okudukları
olurdu.
Bu tür okuma toplantılarının Türk halkına bazı ortak değerler; fikir ve davranışlar
kazandırdığı söylenebilir/^®
■hıl
Kahvehaneler. Ck- (
Peçevî Tarihi'nhe anlatıldığına göre, ilk kahvehane İstanbul'da, 1554-1555 tari-
f';' 135
I.E.Erünsal, Kuruluştan Tanzimata Osmanlı Kütüphaneleri.
Kâmil Şahin, Sahaflık.
137
O.Ergin, Türkiye Maarif Tarihi, C. 1-2, s. 376. i
Zehra Öztürk, Eğitim Tarihimizde Okuma Toplantıları...
jjI
I
İti
110 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
139
hinde Halep ve Şam'dan gelen iki kişi tarafından açılmıştır. Keyfine düşkün bazı
kişiler, "özellikle okur yazarlardan bir çoğu" burada toplanmaya başlamıştır. Kimi
"kitap okur", kimi tavla ve satranç oynar, kimi yeni yazılmış gazeller getirir okur,
"maariften bahsedilir" ve herkes, bir-iki akçe kahve parası vermekle, bu toplanma
ve sohbetin zevkini sürerdi. Kahvehanelere ilgi son dereceyi bulunca imamlar,
"mescidlere kimse gelmez oldu" demeye başladılar. Ulemâ, "kahvehaneler günah
yeridir (mesavîhane), oralara gitmektense meyhaneye gitmek daha iyidir" diyor, va
izler, insanları engellemek için çaba harcıyorlardı. Müftüler, "kömürleşen bir şeyin
içilmesi haramdır" diye fetvalar verdiler. III.Murat (1574-1595) döneminde iş daha
sıkı tutuldu, fakat önü alınamadı. Vâizler, müftüler, "kahve kömür derecesine gel-
miyormuş, içilmesinde sakınca yok" der oldular... Ulemâdan ve devlet adamların
dan içmeyen kalmadı. Öyle ki, vezirlerden bazıları kazanç sağlamak için kahveha
neler yaptırdılar ve günde bir-iki altın kira almaya başladılar.
Kahvehanelere aydınlar, edibler, halktan kişiler toplanırlar, konuşup tartışırlar,
şiir okurlar, dinleyenler de yararlanırlardı. Bazı kahvehanelere bu eğitici ve öğretici
özelliklerinden dolayı mekteb-i irfan bile dendiği olurdu. Bazı halk kahvehanelerin
de Oğuzname , Hamzaname , Battal Gazi, Nasrettin Hoca , Âşık Kerem , Âşık Ga
rip, Leyla ile Mecnun, Keloğlan, Köroğlu gibi kitaplar okunur anlatılırdı.
Tanzimat döneminde kahvehanelerde yeni gelişmeler görüldü (Soru 67).
OsmanlIlarda henüz gazete vs. gibi kitle iletişim araçlarının bulunmadığı dö
nemlerde kahvehaneler haberleşme ve iletişim işlevi de görmüştür. Buralarda za
man zaman hükümet ve yöneticiler aleyhinde konuşma ve propagandalar da ya-
*®
pılmıştır?'
Çırakların eğitimi:
139
Tarih-i Peçevi, C. 1, s. 363-365; Süheyl Ünver, Kahve 450 Yaşında.
140
Abdülhamit döneminde 19O2’de İzmir’de kahvehanelerde ve subaylar arasında rejime karşı konuş
malar yaparak “onların fikirlerini zehirlemekle" suçlanan ve sürgün hayatı yaşayan bir öğretmen örneği
için bkz. Yahya Akyüz, Türkiye'de öğretmenlerin Toplumsal Değişmedeki Etkileri, s. 62-63. Fransa Kralı
XIV. Louis de, 1685’lerde Paris kahvehanelerini gözetim altında tutmuştur.
Osman Ergin, Mecelle-i Umûr-ı Belediye, C.1, s. 613-614.
J
J
M
37. OsmanlIlarda eğitimin idari teşkilâtlanması nasıldı?
allim-i sultanî dahi serdâr-ı ulemâdır. Vezir-i âzam onları riayeten üstüne almak
..143
I
münasiptir. Ama müftü ve hoca vüzeradan bir nice tabaka yukarıdır. Bugünkü
1
dille anlamı ; "Şeyhülislâm ulemânın reisidir ve Padişahın öğretmenleri (hocaları)
de ulemânın başında gelirler. Başvezirin onları, üst tarafında oturtması uygundur.
Müftü ve hocalar vezirlerden daha yukarı düzeydedir." Bu ifadelerden, Osmanlı
devleti içinde eğitim ve öğretim alanında en yüksek makamın Şeyhülislâmlık, baş
ka bir terimle Meşihat makamı olduğu anlaşılıyor.
Meşhur Şeyhülislâmlardan bazıları şunlardır; İlk Şeyhülislâm olan Şemsettin
Fenarî (II. Murat dönemi), Molla Hüsrev ve Molla Gürâni (Fatih dönemi), Zembilli Ali
(Yavuz Selim dönemi), Ebussuud (Kanunî ve II. Selim dönemi) vs.^'
*'
i?
Ebussuud Efendi Şeyhülislâm oluncaya kadar (kendisi de dahil) bu makama
geçmenin belirli bir yöntemi yoktu. Genellikle önemli müderrislik ve kadılıklarda bu
lunmuş olanlardan uygun görülenler atanırdı. Bu zattan itibaren Şeyhülislâmlık
Rumeli kazaskeri olanlara verilmiştir.^'
*®
İşte, müderrisleri tayin ve azleden, medreselerin bakımı ve düzeni ile ilgili ve ad-
liye alanında da yetkili makam Şeyhülislâmlıktı. Bu, Eğitim, Adalet Bakanlığı görev-
İerihî vs\njsîlenmîştrATcâlC&"ü makamınTaifranlamıyla bir Eğitim Bakanlığının her
türlü görev ve yetkilerini kapsadığı düşünülemez. Şeyhülislâm ulemânın başı ol-
makla beraber, ülkenin her köşesine dağılmış çeşitfrâuzey'^yâpıdaRi medreseîe’-
rin 'ken?i vâWlârînâ çoğunlukla irsî. ailevî veya mahallî şekilde elden ele II
ğ’gç^TTöğTglirTTkürsülerinde vazife alan taşra, müderrisleri üzerinde fazla bir İdarî s
J₺ Jİ
112 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
yetkisi bulunmadığı ve bunların daha çok mahallin ulemâ başkanı sayılan müftüle-
rın7denetimine~nSEr~öTgij~ğîr~şuplîes]zdır. "Bir taraftan da II.Bayezîâ‘''Tarafından
1505’lerde yaptırılan medreselenfTmüderrisliği ile ilgili olarak vakıf belgesinde Şey
hülislâmlara da görevler verilmesi ile. Şeyhülislâmın öğretim mesleği ile olan bağ
lantısının fiilen sürdürülmek istendiği görülüyor. "Bununla beraber Şeyhülislâmlar
bu işi fiilen yapmamışlar, bu medreseye Ders Vekili unvanıyla başka bir müderris
tayin etmişlerdir. Önceleri görevleri yalnız bu işle sınırlı bulunan Ders Vekillerinin
daha sonraları Meşihat'ın ileri gelen memurları arasında yer aldıkları, medreseler
ve müderrislerle ilgili öğretim ve eğitim işlerini yürütüp düzenleyen resmî bir makam
halinde Meşihat'ın lağvına kadar bu memuriyetin devam ettiği görülmektedir. An-
cak, Ders Vekâleti'nin Millî Eğitim Bakanlığının bir çekirdeği sayılmasına da imkân
11146
yoktur.
Özetle, medreselerin merkezdeki üst yönetim organları. Ders Vekâleti kanalı ile
Şeyhülislâmlık, Rumeli ve Anadolu Kazaskerliği'dir. Taşrada müftü ve kadıların
yetkileri vardır. Medrese düzeyinde ise, yönetim yetki ve sorumluluğu müderris ve
*'^
mütevellidedir.
Sıbyan mekteplerinin yönetiminde müftü, kadı ve mektebin hocası yetkilidir. Va
kıf yolu ile kurulanlarda mütevellinin de görevleri vardır.
Enderun Mektebi'nin yönetimi Saraya aittir.
146 ,, . . _
Unat, age, s. 1-2.
147
H. Akgündüz, age.
148
Bahaeddin Yediyıldız, Vakıf Müessesesinin 18. Asırda Kültür Üzerindeki Etkileri; İbrahim Ateş,
Vakıflarda Eğitim Hizmetleri.
1
OSMANLILAR-İLK YENİLEŞME HAREKETLERİNE KADAR 113
denetimi kadı ve müftüler ile merkezdeki evkaf işleri ile ilgili daire tarafından yapılır.
Böylece Türk eğitim tarihinde vakıf sistemi sadece eğitim-öğretim müesseselerinin
kuruluşlarını değil, onların yönetimini de kapsayan, eğitimin İdarî teşkilâtıyla da ilgili
bir hukukî kurumdur.
Eğitim-öğretim alanındaki vakıflar ikiye ayrılabilir:
Örgün eğitimle ilgili vakıflar:
Vakıf yoluyla cami, tekke, kütüphane gibi yaygın eğitim kurumlan da meydana
getirilmiştir. Bu yolla çok zengin halk kütüphaneleri oluşturulmuştur. Türklerde, o-
kumuş kişilerin ölmeden kitaplarını kütüphanelere ya da yararlanacak kişilere ba
ğışlaması da çok yaygın bir gelenektir. Yaygın eğitimle ilgili vakıflara bir örnek de,
halkın bilgisini artırmak için vakıf yoluyla camilerde vaizlerin görevlendirilmesidir.
Vakıfların eğitim-öğretim alanındaki çok büyük yararları yanında bazılarının kül
türün gelişmesini engelleyici hükümler taşıdıkları söylenebilir. Şöyle ki, medrese
lerde öğretim, vâkıfın koyduğu şartlarla sınırlı kalmıştır. Bunlar belli mezheplere
mensubiyet, daha önemlisi belli ders kitaplarının okutulması şartları ile özellikle
müderrisliğin vâkıfın gelecek kuşaklarına ya da onun belirttiği bir müderris ve onun
çocuklarına bırakılması şartıdır. Böylece bazan vakıflar, sağladıkları geniş maddî
imkânlara rağmen, bilim ve kültürün gerçek bir gelişme göstermesini sınırlandırıcı
unsurları da beraberinde getirmişlerdir.
Vakıf düzenin bozulması
Vakıfların bazan, ilgisizlikten, korunmayıp çarçur edildikleri de görülmüştür.
Tüm aydınlarla orta ve yüksek öğrenim öğrencilerimiz, Fuzuli’nin (öl. 1556) “se
lâm verdim, rüşvet değildir deyu almadılar” sözünü bilir ve lâtife olsun diye kullanır
lar. Ancak, bu sözün vakıf yöneticileri için söylendiğini ve devamını bilmezler. Olay
özetle şöyledir:
Padişahın vakıftan kendisine bir maaş bağladığı büyük şair, maaşını almak için
vakfın mütevelli heyetine (yöneticilerine) gittiğinde kayıtsızlıkla karşılanır ve maaşı
nı alamaz. Nedenini sorunca aldığı cevap şudur: “Vakıf geliri İstanbul’daki yönetici
lerin ihtiyaçlarından artarsa bizden artar mı?” Fuzuli, bunun hesabının sorulabile-
ceğini söyleyince, vakıf görevlileri, “bu hesap âhirette sorulur” derler. Şair, “dünya-
1a dahi hesap olur” deyince, “bundan da korkmayız, çünkü kâtipleri razı etmişiz
^rüşvetle kazanmışız)” yanıtını alır.
Bu olayın Kanunî Sultan Süleyman gibi bir padişahın dönemine rastlaması şa
i
şırtıcıdır. “Vakıf geliri İstanbul’daki yöneticilerin ihtiyaçlarından artarsa bizden artar
ıpI?” sözü sadece vakıf yönetimi için değil, genel anlamda Devlet yönetimi için bir
çpk kez doğru bir tespit olmuştur ve bu söz üzerinde öğrencilerimiz ve aydınlar dü-
L
114 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
şünmelidirler.
Çocuk eğitimi
Babanın en önemli görevi oğlunu iyi yetiştirmektir. Önce çocuğa iyi bir ad koy
malı, sonra onu akıllı, şefkatli bir süt anaya vermelidir. Çocuk biraz büyüyünce
sünnet ettirilmeli, sonra bir öğretmen nezaretinde Kur'an 'ı okuyup ezberlemelidir.
Biraz daha büyüyünce başka bir öğretmen ona ata binip silah kullanmasını, yüz
meyi öğretmelidir.
"Öğretmen, çocuğunu döverse acıma, çocuklar bilgi, sanat ve ahlâkı dayakla
öğrenirler. Dayak korkusu ve azarlama önemli eğitim araçlarıdır. Çocuklar kendi
arzu ve istekleriyle hiç bir şey öğrenmek istemezler. Çocuğun yaramazlığını görür
sen kendin dövme, öğretmenine dövdür, yoksa çocuk sana kin besler. Çocuğun
seni küçük ve aşağı görmemesi için gözünü korkut... Çocuk para isterse, durumu
na göre ver. Vermezsen, mirasına konmak için çabuk ölmeni isteyebilir.
"Çocuğun yeteneği yoktur diye onun eğitim ve öğretimine kayıtsız kalma. Acıma
ile eğitim ve öğretimi savsaklarsan hayat onun dizginlerini eline alır... Çocuğun
kendi yeteneklerini geliştirmesi için babalık görevini yap. İnsanlar belli yeteneklerle
H'' doğarlar ama çocuklukta bunlar belli olmaz (onun için bunların ortaya çıkıp geliş
mesinde üzerine düşeni yap)."
Yazar, asillerin çocuklarına kültür, bilim, sanat eğitimi verdiklerini, -halkın da ço
L i
OSMANLILAR-İLK YENİLEŞME HAREKETLERİNE KADAR 115
cuklarına zanaat öğretmek istediğini söyler. Asiller de, çocuklarına bir zanaat öğ
retmelidir çünkü zanaat insanı açlıktan korur. "Küçük zanaatlar, büyük sanatlar gibi
değerlidir."
Çocuk büyüyüp hayatını kazanmaya başlayınca, babası onu iyi bir aile kızıyla
evlendirmelidir.
Kız çocuklar da bir kadın öğretmenin elinde, Kur'an okumayı, İslâmın esaslarını
öğrenmelidir. Fakat onlara yazı öğretilmemelidir, çünkü arzu ve duygularını yazı ile
başkalarına bildirebilirler... Kız iyiden iyiye büyümüşse hemen evlendirilmelidir.
İlim istemek
Vezirlik kuralları
Padişahlık kuralları
"Padişah olursan haramdan sakın. Dindar ve iyi ahlâklı ol. Her işde aklına, bilgi
ne, bilene danış. Padişahın başveziri akıl ve bilgidir. Vezirini gözle, izle. Acıyıcı ol,
fakat acımayanlara, hırsıza, katile acıma..."
Iran edebiyatının önemli eserlerinden olan Gülistan ve Bostan 'ın yazarı Sadi'dir
(13. yüzyıl). Bunlar terbiyevî, ahlâkî kitaplardır ve Türk eğitim tarihini özellikle ilgi
lendirmektedir. Çünkü Sadi, Tarîku’l Edep (1453)'in yazarı AmasyalI Hüseyinoğlu
Ali, Ziya Paşa, Ahmet Mithat Efendi, Mehmet Âkif vb. gibi Türk düşünür ve edipleri
ni, bazı devlet adamlarını derinden etkilemiş ve Gülistan ile Bostan 1928'e kadar
okullarımızda Farsça dersleri okuma kitabı olarak okutulmuştur. Özellikle Gülistan
mektep ve medrese öğrencilerinin Farsça öğrenmek için bir çok parçalarını ezber
ledikleri klâsik bir kitaptı?"
*® Acaba, yüzyıllarca körpe dimağların gıdasını teşkil e-
den bu eserlerin Türk eğitimine ve insanlarımızın yetişmesine ne gibi etkileri olmuş
tur?
Eski okullarımızda Gülistan'm tam metni değil, daha çok, mistik ve dinî konular
da seçme parçalar okutulur, sosyal konular üzerinde durulmazdı. Hattâ, eserin "aşk
ve gençliğe dair" başlığını taşıyan beşinci bölümü kitaplara alınmazdı. Çünkü bu
bölümde bazı tabiî olmayan aşk hikâyeleri vardır. Bir yazar 1875 yıllarına ait anıla
rında şöyle demektedir: "Rüşdiyelerde üçüncü, dördüncü senelerde Gülistan 'dan
dört bab okutarak 'aşk ve gençliğe dair' başlıklı son fasla gelince hoca efendiler gü
lümseyerek : 'Buradan aşağısının okutulması yasaktır' dedikleri için talebeler daha
ziyade dikkat ve her yasak şey gibi, daha ziyade lezzetle kendi kendilerine okurlar
dı."
Sadi yazmadan önce çok dolaşmış, "her harmandan bir başak almıştır". Uzun
149
Yahya Akyüz, Sadi'nin Eğitimsel Görüşleri, Eğitim Fakültesi Dergisi, 1969.
116 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
seyahatieri onu insaniarı ve tabiatı iyi tanıyan ve seven hoşgörü sahibi bir düşünür
yapmış, fikirierine evrensel bir nitelik kazandırmıştır, O bütün insanlara hitap eden
bir hümanisttir; Kur'an'öan, Hadislerden de örnekler verir, çünkü o, aynı zamanda
Sünnî ve dindar bir Müslümandır. Fakat riyakâr sofulara da şiddetle çatar ve ibadet
te aşırılığı onaylamaz. Yapılan bir iyiliği ibadetten üstün görür.
Sadi'nin eğitimsel görüşleri de genellikle aynı evrensel ve İslâmî özelliği taşır.
Ancak görüşlerini derli toplu ifade etmez, eserlerinin her tarafına serpiştirir. Bunun
la beraber Gülistan ve Bostan 'ın yedinci bölümleri "Terbiyenin tesiri" başlığını taşır.
O, yetiştiği Bağdat Nizamiye Medresesi'nde bir müddet öğretim üye yardımcılığı da
yapmıştır.
Sadi'de önce ferdin her günkü yaşayışı ve genel davranışları ile ilgili eğitim gö
rüşleri buluruz, ikinci olarak o çocuk eğitiminden sık sık söz açar. O, belirttiğimiz
gibi, Bağdat Nizamiye Medreselerinde de bulunmuştur. Nihayet, hükümdarın dav
ranışları ve devlet idaresi konusunda görüşler ileri sürer:
Fert, toplum içinde, mutlu olmak için bazı kurallara göre hareket etmeğe mec
burdur. Bu kurallar ayrıntılı şekilde belirtilir. Bunlar arasında "zamanında ve ölçülü
konuşmak" kuralına büyük yer ayrılır: Gülistan 'ın bölümlerinden biri "Sohbetin ku
ralları", bir başka bölümü de "Susmanın faydaları" başlığını taşımaktadır. Gerçek
ten Sadi, genellikle bütün Doğu düşünürleri gibi, konuşmayı ve susmayı bilmenin
fert için çok önemli bir erdem olduğu görüşündedir. Ona göre "söylemediğimiz
müddetçe sözümüze hâkim oluruz, fakat bir kere söyledik mi artık sözümüz bize
hâkim olur". Öte yandan "susmak bilge için vakar, cahil için perdedir" der. Bu ne
denle, "yersiz ve fazla konuşmalarla bilge heybetini kaybeder, cahil de perdesini
yırtar". Tam doğru olduğu iyice bilinmeden söz söylenmesini uygun görmez. "Doğ
ruyu söyleyip hapiste kalmak, yalanla kurtulmaktan iyidir". Bununla beraber bazan
da, "iyilik için söylenen yalan, fitne koparan doğru sözden üstündür". Bunlardan
başka sofra başında, misafirlikte, sokakta, aile içinde, büyükler ve yaşlılarla ilişkide
vs. gibi günlük hayatın çeşitli safhalarında ferdin "ölçülü" hareket etmesi ve terbiye
kurallarına uyması istenir.
Sadi tutkulara bütün eskiler gibi nefis adını verir ve nefisle mücadeleyi temel bir
konu olarak ele alır. İnsan tutkularla doludur. Bunlar başıboş bırakılırsa, haşarı ve
toy bir at gibi bizi kendi yönlerinde bilinmez tehlikelere doğru götürürler. Tutkuların
dizginlerine hâkim olabilmek gerçek insanın, âdil, kanaatkâr, mütevazı ve bilge in
sanın amacı olmalıdır. Eğitimin amacı budun.. İnsana göz, kulak, akıl ve irade bu
nun için verilmiştir.
lemeyeceğini söyler: "Bunların soyu sopu yok edilmeli, kökleri kazınmalıdır. Çünkü I
ateşi söndürüp koru bırakmak, engereği öldürüp yavrusunu alıkoymak akıllıların işi
değildir." Çocuğun öldürülmesini istemeyen vezir de hükümdarı ikna için şöyle ko
nuşur : "Gerçekten bu çocuk o kötülerin çevresinde kalıp terbiye görseydi onlardan
biri olurdu. Lâkin bendeniz iyi insanların çevresinde terbiye edilirse akıllıların huyu
nu kapacağını umûyorum. Çünkü henüz çocuktur. O güruhun zalim ve inatçı tabiatı
bunun yaratılışına sinmemiştir." Sonunda hükümdar, çocuğun ölümden kurtulması >
nı uygun bulmamakla beraber, onu bağışlar. Vezir de çocuğu evine götürür, bir öğ
retmen tayin ederek ona "güzel söz söylemeyi, yerinde cevap vermeyi ve saray
âdabını" öğretir ve onu nazla, nimetle besler.
Aradan bir iki yıl geçer: Mahallenin kötü gençleri delikanlıya sokulur, onu baştan
çıkarırlar. Delikanlı bir fırsatını bularak veziri ve iki oğlunu öldürür, hesapsız bir ser
vetle dağa çıkar, babasının yerine, hırsızların mağarasına yerleşir, "insanların ara
i
sında büyümekle beraber kurdun yavrusu yine kurt olmuştur." 1
Bu hikâye, Naimâ Tarihi 'nde anlatılan bir olayı hatırlatmaktadır: I. Ahmet'in
(1603-1617) Sadrazamı olan Kuyucu Murat Paşa Anadolu'da Celâlî isyanlarını
1
kanlı bir şekilde bastırmaktadır. Celâlîler arasına katılan bir çalgıcının çocuğunu da
öldürmeleri için cellâtlara, yeniçerilere, kendi adamlarına emir verdiği halde hiçbiri
nin buna cesaret edememesi üzerine kalkıp çocuğu bizzat kendisi boğar ve orada
bulunanlara şunları söyler:
J
"IMalûmdur ki Kalenderoğlu ve Kara Sait gibi eşkıya, anasından at ve mızrak ile
doğmadı. Hep böyle çocuk idiler. Sonra büyüyüp âlemi fesâda verdiler ve binlerce
kişiyi öldürüp soydular (...) Bu oğlan bunlarla gezdiğinden, önce bunların huylarına 11 1^^
göre terbiye görmüştür. Büyüyünce bu fesadın tadı damağından gitmez. Bin terbiye
alsa düzelmeyecek, sonunda bu da bir belâ olacaktır. Fesadın kökünü kesmek
.1. 150
bunlardan hiç birine acımayıp hepsini yok etmekle mümkündür".
İki olay arasındaki benzerlik ve Kuyucu Murat Paşa'nın Sadi'deki ifadeleri kul
'h
lanması, Osmanlı Devlet adamları üzerinde Sadi'nin eğitim görüşlerinin etkide bu
lunduğunu göstermektedir.
l’t
Gülistan ve Bostan 'da çocukların "takva", "bilgi" ve "hüner" sahibi olarak yetişti s
rilmeleri tavsiye edilir. Hünerden anlaşılan zanaattır, her yerde, her zaman işe ya
rayacak bir altın bileziktir. Eskicinin bile elinde zanaatı olduğundan nereye giderse
gitsin zahmet çekmez, fakat hüneri olmayan hükümdar, ülkesi dışında aç kalır. Bil-
< ’i
150 lıî
Hikmet ilaydın zikrediyor: Gülistan, Notlar ve Açıklamalar, s. 318. i!
uf’
&
118 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
151
Bostan, s. 261 (Hikmet llaydın’ın açıklamaları, s. 438).
fen
a
b) Hükümdarın davranışları:
I
"Tanrının saltanatından başka" hiç bir şey baki değildir; her şey gibi hükümdar
lık da gelir geçer, fakat iyi bir ad bırakan ebediyen unutulmaz: Öyleyse hükümdar
iyi bir ad bırakmaya çalışmalı, bunun için de "âdil", "cömert" ve "dindar" olmalıdır.
Bu nitelikleri taşıyan hükümdar keyfî davranamaz. O, kendi rahatını değil, halkın
ve yoksulların rahatını düşünür. Devletini bir refah devleti haline getirir. Vergiyi bu
amaçla alır ve hâzineyi taç ve tahtı, zevki için harcamaz.
Âdil bir hükümdar, memurları ve idarecileri ahlâklı ve akıllı kimselerden seçer.
Gerçi güvenliği olmadığından devlet işlerinde görev almak bu nitelikteki insanların
kârı değildir ama hükümdar yine de ancak böyle kimselere görev vermelidir. Sadi,
halka kötü davranan idarecileri ve hırsız vergi memurlarını hükümdarın şiddetle ce
zalandırmasını İster. Onu dalkavuklara karşı uyarır : "Çıkrığının ardında ihtiyar ka
dın lânet ederken, meclisin baş köşesinden gelen âferinlerin sultan için değeri ola
maz."
Nihayet Gülistan ve Bostan 'da dış politika konusunda öğütler verilir. Bu "barış
çı" bir politika olacaktır. Hükümdar güçlü bir ordu beslemeli fakat düşmanından
kuvvetli bile olsa ilk saldıran kendisi olmamalıdır. Savaş sırasında bile gizliden giz
liye anlaşma yolu arayarak kan dökülmesini durdurmaya çalışmalı, düşmana üstün I
gelince de onu bağışlamalı, esirlere iyi davranmalı, zaptedilen ülke halkını eski du
rumundan daha iyi yaşatmalıdır.
il
Alâettin Çelebi de denen AmasyalI Hüseyinoğlu Ali adında bir sıbyan mektebi
öârefmen17~T4^^teTâ^ Edeb başlıklı'bir kitap yazmıştır. Başfığı "'terbiye yölî?
anlâİTnnâlîelerrBîPÎ^ sayfalık nesir ve şiir karışımı eserin dönemi için sade sayı- - ;il!
I
152
Mehmet Şeker, Ali b. Hüseyin el-Amâsî ve Tarîku'l Edeb’i.
İP
Ailede eğitim:
Doğan bir çocuğa karşı ailesinin temel görevleri şunlardır : öna güzel bir ad
vermek, oğlunu sünnet ettirmek, okulda okutmak.
Çocuk güzel ve tatlı sözlerle terbiye edilmeli, ona güzel, temiz sözler öğretilmeli,
çirkin ve kaba sözleri ve davranışları engellenmelidir. Tuvaletten sonra ellerini yı
kaması, dizüstü oturması, misafir ve büyükler gelince ayağa kalkması, giderlerken
ayakkabılarını çevirip kapıyı açması vs. öğretilmelidir. Çocuklar nasıl yetiştirilirse
büyüyünce öyle kalır ve eski alışkanlıkları kolayca bırakamaz. Çocuklar, yoksullara,
başkalarına kendi para, ekmek ve oyuncaklarını vs. vermeye alıştırılmalı ve böyle
ce bir şey bağışlamayı, "cömert olmayı" öğrenmelidirler. Yedi yaşında namaz kıl
maya aiıştırılmalıdır. Küçükken pazara ve sokağa salıverilmemelidir. Sofrada yiye
cek ve su önce onlara verilmelidir. On yaşını geçen oğlanların yatak odaları ana
babası ve kızkardeşinden ayrılmalı, onların kötü ahlâklı kişilerle arkadaşlık yap
mamalarına dikkat etmelidir. Kız çocuklarını ana babası daha çok sevmelidir. Ya
zar, yetişme zorluklarına sabırla katlanarak, sevgi göstererek bir kız çocuğu yetişti
ren ana babanın Cehennemle aralarında bu çocuklarının perde olacağı biçiminde
bir Hadis zikreder.
Okulda eğitim:
a) Öğretmenin nitelikleri:
Öğretmen, Allah'tan korkan, dindar, din hakkında bilgili, doğru, tecrübeli olmalı,
çabuk öfkelenmemelidir. Öğretmen olmak isteyenlerin devlet adamlarına, beylere,
hâkimlere, kadınlara zaaf göstermemeleri, yaklaşmamaları gerekir, önün tek işi e-
ğitim öğretim olmalıdır.
i b) Öğretmen-öğrenci ilişkileri:
Ana babalar çocuklarını böyle bir öğretmene tam bir güvenle ve ona tam yetki
tanıyarak teslim etmelidirler. Öğretmen gereğinde dayağa başvurmalı, çocuklara,
aile statülerine göre farklı davranmamalıdır. Daha önce gördüğümüz gibi yazar,
dayak ile "yaban canavarlarının bile eğitildikleri" görüşündedir. Fakat kızların fala
kaya yatırılıp tabanlarının dövülmesi, kulaklarının çekilmesi doğru değildir: önların
ellerine vurulabilir.
Öğrenciler, hocaya büyük saygı göstermeli, onu nerede görürlerse ayağa kalkıp
I
LiL.. .! i
a
’ fi
fi
Htl
itî
OSMANLILAR-İLK YENİLEŞME HAREKETLERİNE KADAR 121
elini öpmelidirler.
Hf-
c) Eğitim-öğretim yöntemleri:
Sıbyan mektebine yeni başlayan bir çocuğa öğretmen şöyle davranmglı^JİlK
üç gün ikrarnTîltrrat ve gülüvermek gerek. Kulağını çekmek, dövmek ve sevmekten
kaçTrmâîîr’Çünkü“bıTçocuklar vahşi kuş...gibi, olurlar ÜrkütüJnıemeli.,^yüz..yecilip
mağrüf'tiahi edil^rfıeıtıefr
**
^
4^^ ‘5s»J^b',®''-^‘>’JyQ
*^
t ^4 ** j#'r
* «i
***
*
1w,
♦J
*
’^^yr^y.O 1X^1' *
'ü
^JÛ4/^4;AZjt *^ıi'54İ»''(İf/,
*■^***
j«Mj *»/
L» •
** *4^ '
1,
*"î'
yCi / tr/j *
**
«j’y
* »lif <»
*<•«
i
' jT V ■Xı^«4 *
i* v »U- * 4» ^jxy» j’
<1
•»
î
l^'‘y j'û j»j2- <» >
* J C«Wjı fiA
** **
X * t** j ıZ J f ^x '•>
* ‘M
;>yji j;; ^js^#/'
«? •■
4 j rflJ; ’ >> İ’J J* *
' •'fv'- ı|
' |■‘î
Belge 7. Tarîku’l Edeb 'ten bir sayfa. ‘i
Açıklaması: Sayfanın yarısına kadar Yıldırım Bayezid'in oğlu Emir Süleyman'ı öğretmeninin döv
mesi olayı anlatılıyor ve "babasının korkutması, öğretmenin cezalandırması olmazsa bir oğlandan hayır
''I
gelrnez" deniyor ve bu anlamda Farsça bir beyit veriliyor. Sonra, çocuğun sık sık bir öğretmenden alınıp
ötekine verilmemesi gerektiği belirtiliyor. Daha sonra, Hz. Muhammed zamanında öğreticilerin, imam ve
'1
<î
122 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
müezzinlerin ücret almadıkları, fakat artık bu işlerin "kalmaması" için ücret almalarının uygun görüldüğü
yazılıyor. Nihayet "öğretmenin öğretimi" konusuna geçilerek şöyle deniyor: Çünkü muallime bir müptedî
oğlanı getireler üç güne değin ol oğlana ikram ve iltifat ve gülüvermek ve kulağına yapışmak ve dövmek
sövmek gibi etmeye zira bunlar vahşi kuş gibi olur evvel emirden belinledüp (korkutup) ürkütmeye ve
yüz verüp mağrur (...dahi etmeye). (Yazı türü: nesih)
?
z Çocuk yavaş yavaş ve yumuşak davranışlarla mektebe alıştırıldıktan sonra az
azogfetîn^e eğıtîme'Başîahabilir. .
İlk yapılacak şey çocuğun yaratılışını tanımaktır. Eğer uyanık, zekî ve anlayışlı
î
ise dersini yavaş yayaş^artırm^dîrjG^ye^oy anlar yaratılışta ise^ryâpabllâİğT ka-
dâ f ders"vefilîn elidir. Çocuğa yaşına ve düzeyineT uygun öl m ayan ve altından kal
kamayacağı konular ders olarak verilmemelidir. Küçük çocuklara ders az verilmeli
dir, yoksa gönüllerinde bir "nefret" hasıl olur. Verilen bir ders öğrenilmeden ötekine
geçilmemeli, bir harf ya da kelimeyi bilernediği için çbcuk'dövüTmeme^li, anlatımı ko-
lâyfâştırarak öğretmeye çâJjş^Tfdîr?Bazı zihinler, birçok tekrardan sonra anîayabi-
lir\Biç"bTf“çöcüktah ümit kesmemelidir. Çünkü alıştırma yapa yapa birçok zor anla
yan çocuklar zeki olanları bile geçebilirler. Su aka aka taşta iz bırakır, hasat tarla
dan uzun uğraşmalar sonunda alınır. Öğretmen de çaba göstermeli, zihinleri geç
gelişen öğrencileri üzerinde daha çok durmalıdır.
AmasyalI Hüseyinoğlu Ali'nin bu görüşleri günümüz pedagojjşinin en spn ve^rijeri
ile fâ'İTİ bıriüTâTlTlTlrve~!3eh?eflîirgosTerTneHedîf.“Ö? ÂBD'li iki ün-
İÜ eğitimci Bloom ve Hilgard'ın araştırmaları, bir sınıfta, farklı kavrama gücünde bu
lunan öğrencilerin hemen hepsinin o sınıftaki en güçlü öğrenciler kadar belli konu
ları öğrenebileceklerini, bunun için öğretmenin onlara tekrar vs. yaptırarak daha
fazla zaman harcaması ve ek bir pedagojik yardım sağlaması gerektiğini ortaya
koymuştur.
AmasyalI Hüseyinoğlu Ali, özellikle, "çocuğun yaratılışını tanımak" gereğini or
taya koymakla, bireysel farklılıklara göre bir eğitim-öğretim yöntemi uygulanmasını
istemekle, öğretmenin sabırlı, güleryüzlü olması gerektiğini belirtmekle, her çocuğa
uygun bir yaklaşım ve yöntem izleyerek hiçbirinden umut kesilmemesi gerektiğini
söylemekle vs., yüzyıllar sonra Avrupa'da ortaya atılacak "yeni eğitim" anlayışına
uygun görüşler ileri sürmüştür... Bu nedenle o, yalnızca Türk eğitim tarihinde değil,
dünya eğitim tarihinde de yer alması gereken bir eğitimcidir.
42. Hacı Bayram Velî, Yazıcıoğlu Mehmet ve Ahmet'in Türk eğitim tarihindeki
yeri nedir?
153 S
Kâmil Şahin, Hacı Bayram Veli'nin Müderrisliği ve Melike Hatun Medresesi; Kâmil Şahin, Şeyh
Izzeddin Vakıfları ve Ak Medrese (Ogüst Mabedi); Kâmil Şahin, Çorum Mevlevihanesi. 3!
Abdülbaki GölpınarIı. Hacı Bayram Velî; Fuat Bayramoğlu, Hacı Bayram-ı Velî. lil
"S
1
.1
OSMANLILAR-İLK YENİLEŞME HAREKETLERİNE KADAR 125
yumuşaklığında ılımlı olmalıdır. Çok öfkeli ve kızgın olursa çocuk hüzünlü olur, öğ
renmekten nefret eder. Fakat, terbiye ve düzeltme görevini yapamayacak kadarda
yumuşak olmamalıdır./O, gerektiğinde ılımlı ölçüde dayağa başvurabilir. Çocuk
cömertliğe alıştırılmalı,2^T<gdaşlarma yardım etmeyi öğrenmelidir^ Her ğüıTIbifaz
oyun oynamasına izin verilmeli, fakat bunlar kötü ve çifkîn şeyler olmamalıdır. Ye
teneğine göre yöneltilmeli, yeteneği ve ilgisi olmayan alanlarda uğraştırılarak vakti
boşa geçirilmemelidir. Bu söylenenler erkek çocuklar içindir. Kızlara da uygun bir
eğitim vermek gerekir. Onlara haya, iffet, erkeklerden sakınma, utanma, ev işleri
konusunda daha çok bilgi vermelidir. Bazı Müslüman yazarların söylediklerinin ak
sine, okuma yazma öğrenmeleri yararlıdır. Çünkü, Peygamber, "ilim öğrenmek ka
dın erkek her Müslümana farzdır" buyurmuştur. Kızları, buluğ çağına gelince he
men evlendirmek iyidir.
3. Kitap olan Devlet Ahlâkı , bir siyasetname özelliğindedir ve geleneksel İslâmî
yönetim ilkele.rj[]l±ULaıaYa._a,etto Kınalızade Ali Efendi, siyaseti fazıletejayâli"
olan ve olmayan diye ikiye ayırır.. Fazilete, davalı siyasette hükümdâf'TaWnrn'ıste-
aiği“âhlâRÎ~3âvranışlara sahip, özellikle âdil, cömert, halkının mutluluğu için çalışan
bir yöneticidir. Devlet başkânının uyması gereken çeşitli ilkeler vardır. Bazıları: a)
Hefk'e^'^eşit davranmak, b) Herkesi yetenek ve kabiliyetlerine göre koruyup gö
zetmek, c) iyilik ve yardımı herkese aynı ölçüler içinde yapmak, d) Kesinlikle hediye
kabul etmemek, e) Düşmanın durumunu iyi bilmek, f) Gazap halinde hüküm ver
memek vs.
Kitap, Eflâtun ve Aristo'nun öğütje.c.Li.le,son..bulur^Birkaçı-şöyledr'r.:
Eflâtun : "Sermayeni kendi dışındaki şeyden yapma. Dünyanın lezzetlerine se
vinen ve musibetlerine üzülen kimseyi filozof sayma. Kimseyi incitme. Yaptığın ha
yırlı İşten pişmanlık duyma. Kimse ile düşmanlık yapma ve itişme. Her zannan ada
let üzere yürü ve hayıf işlemeye devam et."
Aristo'nun öğütleri ise, öğrencisi İskender'in ona İran'dan gönderdiği mektuba
verdiği cevapta yer alır. İskender, hocasına, İran'da hükümdar ve beylerin bir çok
akıllı, zekî, cesur çocukları bulunduğunu, onları kendi hallerine bıraksa, kendisine
zararı olacağını, hepsini öldürse zulüm işlemiş olacağını yazar ve ne yapması ge
rektiğini sorar. Aristo der ki: "Hepsini öldürsen de İran'ın suyu, havası, toprağını
değiştiremezsin. Böyle çocuklar tekrar yetişir. Bu nedenle onları iyilikle kazan. On
lara öyle iyilikler yap ki sana, eski kul ve kölelerinden daha çok bağlansınlar!" Aris
to, öğütlerine şöyle devam eder : "Kimsenin malına göz dikme, çok gülme, böbür
lenme, şehvetine düşkünlük gösterme, kan dökme. Canlıları yok etmek Tanrı'ya
aittir. Bozguncular, kötüler senden korksun, iyiler de güvenlikte olsunlar..."
Kâtip Çelebi (Hacı Kalfa) (1609-1656) İstanbul'da yaşamış fakat ülkenin birçok
yerini de gezip görmüştür. Kısmen medresede, kısmen de özel hocalardan ders
alarak ve kendisi çalışarak yetişmiştir. Yirmi kadar eseri vardır. Başlıcaları şunlar
dır: Keşfü’z Zünûn (Kitap isimleri ile ilimlerin" neye ait blduğıTlıakkındaki şüpheyi
kaldıracak eser). Bu büyük bibliyografya kamusunda 15 000 kadar kitap tanıtılmak
tadır. Cihannüma (dünyayı gösteren kitapİLJm^iEatarluğun bir kısmını yeni bir coğ-
rafya aniayışı ve haritalarla tanıtan büyük bir coğrafya kitabıdır. Mizanü’l Hakk fi
1
Ihtiyâri’l Ahakk (En doğruyu seçmek hususunda Hak terazisi) : Döneminin bazı dinî
sosyal konularını müsbet fikirler açısından ele alan eserdir. Düstûrü’l amel 11 Islahi’l
halel (Bozuklukları düzeltmek için neler yapılması gerektiğini gösteren kurallar):
Devletin iyi yönetimine ilişkin bir politika kitabıdır. Öteki eserleri Tarih, Din, Hukuk,
Matematik, Geometri, Kozmoğrafya alanlarındadır ve Batıdan çevirileri de vardır.^®®
Eserleri Batı dillerine de çevrilmiştir. Kâtip Çelebi'nin Türk eğitim tarihinde önemli
bir yer tutması başlıca şu nedenlerdeın,il^,gglir:.
155
Kâtip Çelebi 'den Seçmeler.
A. A. Adıvar, Osmanlı Türklerinde İlim, s. 134.
* Kur'an'dan Mu'minûn Suresi 53. âyetine atıf yapılıyor.
157
Mizanü'l Hakk..., s. 56-57.
i
I
hİ
i'it
lamasında Kâtip Çelebi'nin devlet yönetimini dinî esaslar dışında düşündüğü, baş
ka deyişle, layik devlet anlayışını dile getirdiği görülüyor.
Kâtip Çelebi'ye göre, her iki yönetim biçiminde de adâlet en önemli esastır. İyi
bir yönetim kurmasında devlet reisine en yararlı bilimlerden biri Tarih'tir.
O, "devlet işlerini kadınların eline bırakan millet, onmaz" biçiminde bir Hadis de
zikretmektedir.
‘Öğrenci ve öğretmenin davranışları konusunda görüşler ileri sürmesi, okuma-
'yazma ve bilim öğrenmenin, gereğini belirtmesi:
a) Öğrencinin bilim tahsilinin şartları:
• iik Sokrat'ın dediği gibi, genç, sağlıkii, içinin rahat, geçim derdinden u
zak olması, dünyaya iltifat etmemesiTîlöğru sözlü, dindaL _güyehilir olması ve ilmi j)
her şeye fe'fcîR’etrhesidi’r. ’ .. .....
• içinin temiz, kötü huylardan arınmış olması gerekir. Eskiler ilk önce bir öğ
rencinin huyunu suyunu araştırırlardı: Onda kötü bir huy bulurlarsa, ileride fesada
âlet olmasın diye, onu reddederlerdi. Temiz ahlâklı görürlerse, o zaman ilim öğretir
lerdi.
• Öğrencinin, ilmiyle Tanrı için davranmaya, cahili eğitmeye, gafili ikaza, yol
dan sapmışa doğru yolu göstermeye niyet etmesi ve ancak bu amaçlarla ilim öğ M
renmeye başlaması gerekir. Bir Hadis şöyledir: "ilmi dört şey için öğrenen Cehen
neme girer: Âlimlere böbürlenmek için. Cahillerle inatlaşmak için. Halkın ileri gelen
lerini kendisine çekmek için. Para ve servet için."
1!
• Kendisini oyalayıcı engelleri azaltması gerekir (eş, çocuk, sıla hasreti vs.)
• Tem belliği bırakmalı, geceleri uyanık kalıp çal ışmal ıd ı r.
• Beşikten mezara kadaLbLIgisjnlartırmgyj şağlayacak bir iradesi olmalıdır.
•......... iyi bir öğretmen aramalı, bunun için gerekirse dünyanırı öteki ucuna gitmeli-
... . .. ' .... "~ 1.1
• Temel kitapları bulup okumalı, konuları başından sonuna kadar anlamalıdır. J
Birşeyier öğrendikten sonra, 'daha fazlası mümkün değildir' şeklinde bir yanılgıya
düşmemelidir. a
• Yeteneklerine uygun bir bilim dalında derinleşmeli, fakat tüm bilimler hakkın
da bilgisi bulunmalıdır. Cahillerden işittiğine bakıp da ilimlerden herhangi birisini
küçük görmemelidir.
• Felsefe ilimlerini okumak iki şartla helâldir: Okuyanın dini sağlam olmalı ve
şeriata aykırı meselelerin hududunu geçmemeli, eğer geçerse, bunu, reddetmek i
iti
için yapmalı. S
• Arkadaşlarıyla müzakere ve münazarada bulunarak öğrendiklerine iyice hâ
kim olmalıdır.
• Ciddî ve çalışkan olmalı, yanında kalem ve defter bulundurmalıdır. Çünkü,
"ilim bir avdır, onun kaçmasını önleyen şey (bukağı) yazıdır" demişlerdir. "Yazdığı- il
b
128 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
Gelibolu'da doğan Mustafa Âli (1541 -1600), medrese öğreniminden sonra Divan
kâtiplikleri, defterdarlık gibi görevler yapmış, döneminde sosyal ve eğitimsel bozul
maların başlangıcını çok iyi gözlemiştir. Eserleri arasında özellikle Künhü’l Ahbar
başlıklı tarihi ünlüdür. O, burada, yeni yeni bozulmaya başlayan Osmanlı eğitim ve
medrese sistemine ilişkin çok düşündürücü belirlemeler yapar ve bu durumun dü
zeltilme yollarına ilişkin önemli görüşler iteri sürer.
Mustafa Âli, müderrisliklerin ve kadılıkların rüşvet ile--alıniD_satıİLr±ale geldiğini,
bu makamlara geçmekten amacın "mal mülk 'biriktüm.ek,^Lyasî..QtQciteye hos-_görü-
nüp kendi çıkarlarını gerçekleştirmek" olduğunu.söyler. Devlet, lâyık ve hakkı olana
değil, rüşvet verene ve koruyucusu olanlara müderrislik, yani öğretim üyeliği ve ka
dılık görevlerini vermektedir. Bilenle bilmeyen, erdemli olanla olmayanlar ayırt e-
dilmemekte, aksine, bilenler ve bir bilimsel makama getirilmesi gerekenler kıyıya
köşeye itilmektedirler. Kayırma ve rüşvet yoluyla çeşitli müderrislik ve kadılıklara
getirilenlerin gece gündüz tek düşünceleri şudur: "Mısır, Halep ya da Şam'a kadı
olabilsek de sonsuz mal ve servet edinsek!"
Mustafa Âli bu tür müderris ve kadıların her toplantı ve mecliste konuştukları tek
şeyin "filan paşa bana şöyle iltifat etti, falan ağa bana şöyle değer verdi, beni faian-
cadan daha üstün gördü" şeklinde övünmeler olduğunu söyler.
Mustafa Âli'ye göre, bilgisiz olduğu halde rüşvet ve "ekâbire istinad" ile (resmî
koruyucularına dayanarak) müderrislik, kadılık, müftülük görevlerine getirilenler, i-
pekler, şallar giyerek, başlarına kocaman sarıklar sararak halkın gözünü boyamak
tadırlar. Bunlar, gündüzleri resmî koruyucularının kapılarını aşındırmakta, geceleri
sohbet ve nefis yemek ziyafetleriyle bedenlerini beslemekte, cenneti dünyada gö
rüp zevk ve safa sürmektedirler! Bunlar, kendi havalarına uymayan ve sohbetlerine
katılmayan bilgili ve erdemli kişilere iftiralar atıp onları etkisiz bırakmaktadırlar! Artık
erdemlilik aranmamaktadır ve erdemli, bilgili kişilere görevler verilmesi hayal ol
muştur!
Mustafa Âli'ye göre, ayda bir kez derse gitmeyen müderrisler vardır. Neden git
sin ki? Ne kendisi ders verebilir, ne de karşısında öğrenci bulabilir!
Sonuçta ne olmuştur? Sonuçta, Mustafa Âli, "okumak ve yazmak ayıp oldu, bu
ayıp arasında ilim, bilgi ve erdemlilik kayboldu" der!
Mustafa Âli, bu olumsuzluklar karşısında sorar? "Bu durumda Türkler ve ciddî
insanlar neden ilim ile uğraşsınlar? Onların, ömürlerinin sonunda varamayacakları
makam ve görevlere, dayısı olan bir çelebi hemencecik geliverir."
Mustafa Âli'ye göre, "ilim yolunun düzelmesi", bilenle bilmeyenlerin bir tutul-
mayıp, eğitim ve öğretim görevlerinin bilenlere ve hak edenlere verilmesi ile müm
kündür.
Arnavut asıllı olduğu sanılan ve Enderun'da yetişen Koçi Bey, IV. Murat (1623-
1640)'a sunduğu lâyihasında (1631), Devletin gerileme nedenlerini ve kurtulma yol
larını açıklamıştır. Medreselerin bozulmaları üzerinde de durduğu için, eğitim tari
himizde yer alması gerekir.
Koçi Beye göre, medreselerin başlıca bozulma nedenleri, "cahil ile âlim arasın-
la fark gözetilmeden müderrisliklerin para ve hatır gönül yoluyla lâyık olmayanlara
verilmesi, başka deyişle mülâzemet yolunun bozulmasıdır". Ayrıca,
L
1
I
'.1
1
OSMANLILAR-İLK YENİLEŞME HAREKETLERİNE KADAR 131
lerinin hayırlı işlerinden de üstün ve "binlerce cami ve mescit yapmaktan daha ya
rarlı olacaktır".
Koçi Bey, eğitim düzeninin bozukluğunu görmüş, en üst makamlara göstermiş
ve çekinmeden gerçekleri dile getirmiştir. ; 41
f.’
46j/Lûtfi Paşa, Naimâ, Sarı Mehmet Paşa’nın Türk eğitim tarihindeki yeri
■y nedir?
it'
Arnavut asıllı (?) ve Enderun'da yetişen Lütfi Paşa (1488-1563), Kanunî döne
jii
minde Sadrazamlık yaptı. Asafname başlıklı kitabında der ki;
Sadrazam, kindar ve mal mülk düşkünü olmamalı. Padişaha uygun tedbirleri
çekinmeden söylemelidir. Hediye ve rüşvet alarak haram yiyici ve hırsızları koru
mamalıdır. Devlet adamları için rüşvet, ilacı bulunmayan bir hastalıktır. Sadrazama
eğlence yakışmaz, onun işi gücü devlet yönetimidir. O kendini ve âlemi ıslahı dü
şünmelidir. Herkesin değerini anlamalı, hizmetleri ona göre vermelidir. •0
—s>Lütfi Paşa, müderrislerle ilgili bir gözlemini de belirtir: "Müderrisler ve ulejBâ,
birbirine haset eder dururlar. Sadrazam onların birbirleri hakkında söylediklerine
inanmamalı, ulemânih relere görüşmeli ve gerçeği farklı görevlerdeki ulemâ ara
sında araştırmalıdır." Bu gözlem bize, müderrislerin daha o yıllarda bozulmaya
başladığını gösterdiği için de önemlidir.
I
-$>• Vakanüvislik (resmî tarih yazıcılığı) yapan Naimâ (1655-1716), bir Osmanlı
Tarihi yazmış, devletlerin doğuşu, gelişimi, ortadan kalkışı ile ilgili bir siyaset teorisi
geliştirmiştir. Ona göre, Osmanlı Devleti, içine girmiş olduğu gerileme sürecinden
akıllı bir yönetici-önderin ve yetenekli bir küçük kadronun yerinde önlemleriyle kur
tulabilir.
0i
• Defterdarlık, valilik yapan San Mehmet Paşa, Devlet adamlarına öğütler ver
mek için yazdığı kitabında (1717 yıllarında) Lütfi Paşanın etkisinde kalmıştır.
158
I
Abdülkadir Karadan, Nâbî; Mine Mengi,... Nâbî; Nabi ve Divan edebiyatına ilişkin incelemeler için
bkz. Mustafa İsen, Ötelerden Bir Ses. I
L
132 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
İle ilgili olan bazıları ile şairin genel hayat felsefesini yansıtan birkaçını ele alacağız.
Nabi'ye göre bilim öğrenmek insan için mutlaka gereklidir. Bilim, insanı hayvan-
!an ayırır. Tanrı ve Peygamber bilim öğrenilmesini emretmiştir;
da
O, Kâtip Çelebi gibi, "âlet" ilimlerden çok "esas" ilimlere önem verilmesini ister.
Nabi, her türlü ilim öğrenilmesini salık verir; ancak, hepsini kullanmaya gerek
yoktur;
Görüldüğü gibi Nabi, dinî ilimleri dünyevî ilimlere tercih etmekte, hatta dinî ilim
lerin insan için yeterli olduğunu söylemektedir. O, Kimya ve Felsefe'ye karşı ol
duğunu açıkça belirtir. Fakat, Tıp ilminin gerekli olduğu görüşündedir.
b) Hayat felsefesi:
Nabi oğluna, her bakımdan "orta bir insan" olmasını öğütler. İnsan ancak:Tanrı
ya ibadet ederek, başına gelen her şeye razı olarak, gözlerini yükseklere dikmeye
rek rahatı bulabilir;
OSMANLILAR-İLK YENİLEŞME HAREKETLERİNE KADAR 133
Etme ayanlığa zinhar heves
Evsatü’n nâs ol, o devlet sana bes
(Sakın önde gelen kişi olmaya heveslenme. Orta bir insan ol, bu mutlu hal sana yeter).
Nabi, yöneticiler, ulemâ, hâkimler, din adamlarının el birliği ile, kendi çıkarları i-
Çin halka her türlü kötülüğü (zulüm,
rulüm, rüşvet alma, vs.) yaptıklarını yazar ki, bu, bü-
yük bir cesaret ve mücadele örneğidir.jO^ Ona göre. Devletin bozulması. Devlet gö-
reylerinde bulunan cahil, akılsız, sadece kişisel çıkarlar peşinde koşan kişiler yiL-
zündendir. Bir mısraı şöyledir:
Nabi'ye göre, İstanbul bilim ve irfan yuvasıdır. Taşrada ise, okuma yazma, eği
tim ve bilimin adı bile anılmaz. Taşralılar sadece tarım, ticaret, tefecilik yaparlar.
159
Kaplan, age., s. 214-234.
ıL
I 134 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
e Akraba seyrek ziyaret edilmeli: Bu sevgiyi artırır. Sık ziyaret geçimsizliğe ne-
den olur.
• Komşuna yardım et.
İyi huylu, akıllı, sâdık kimselerle arkadaş ol.
Az konuş ve öfken geçmeden konuşma.
Doğal biçimi dışında esneyip aksırmak budalalık işaretidir.
Alaylı konuşma, kahkaha ile gülme.
Kimsenin ayıbını araştırma, ya da öğrenirsen ört. Kimseye, bildiğin ayıbı ile
saldırma, çünkü sen de o ayıba tutulursun.
Cahillerin sözlerine kafa yorma, onlarla düşüp kalkma.
Özürleri kabul et.
• En güzel ahlâk, seninle ilişkisini keseni ziyaret etmen, seni yoksun bırakana
vermen, sana zulüm edeni bağışlamandır.
160
Hayrani Altıntaş, Maanfetname’de Tasavvuf; Cavit Sunar İbrahim Hakkı ve Terbiye Kuraflan.
i
OSMANLILAR-İLK YENİLEŞME HAREKETLERİNE KADAR 135
b) Çocukların ana-babalarına karşı davranış kuralları; v'
161
Yahya Akyüz, İlk Türk Matbaası ve Eğitim Tarihimizdeki Yeri.
k
d
136 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
J
KJl
I
J
OSMANLILAR-İLK YENİLEŞME HAREKETLERİNE KADAR 137
LâlejJsiaİn^ekiz^^
Ancak, 18. yüzyılın başlarında Osmanlı yönetici ve aydınlarının bir kısmında bir
zihniyet değişikliği görülmüştür:
1683'de OsmanlIlar Viyana'yı ikinci kez kuşatmışlar fakat bozguna uğramışlar
dır. Bu tarihten itibaren Rumeli'den çekilme ikiyüzotuz yıl boyunca sürüp gitmiştir.
1683'den sonra OsmanlIlar AvrupalIların sanayide ve savaşta üstünlüğünü kabul
lenmişler, artık eski görkemli dönemlerini canlandırma fikrini bırakıp, Avrupa^^ı taklit
yoluyla bazı yenileşmelere girişme görüşünü benimsemeye başlamışlardır.^®
III. Ahmet'in saltanatının (1703-1730) son on iki yılına Lâle Devri denir (1718-
1730). Bu dönem, Venedik ve Avusturya'ya önemli toprakların bırakıldığı Pasa-
rofça Anlaşması ile başlar. Osmanlı yöneticileri ve aydınları bu devirde barışa sıkı
ca bağlanmışlardır. Sadrazam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa, Batıyı ve Doğuyu
daha iyi tanımaya yarayacak bilim, kültür ve sanat çabalarına girişmiştir.^göyle ki :
172O'de Yirmisekiz Çelebi Mehmet Efendiyi Paris'e elçi olarak gönderirken, siyasî
görevinin dışında, Fransa'nın gelişmesini ve eğitimini iyice anlayıp, uygulanabilir
olan hususları bildirmesini de kendisinden şifahen istemişti,r/Ayrıca, bazı Doğu klâ
sik eserlerini Türkçeye kazandırmak için bir çeviri topluluğu oluşturmuştur. İstan
bul'da zarif köşk ve çeşmeler yapılmış, bağ ve bahçelerde zevk ve eğlence âlemleri
başlamıştır. Şair Nedim, bu dönemin ruhunu.
mısraıyia dile getirmiştir. Artık, kuruluş ve yükselme dönemlerinin gaza ve cihat il
kesi, toplumu, Devleti canlandıran, harekete getiren bir ilke olmaktan çıkmış, bir kı
sım yöneticiler günün zevkini sürme gibi bir görüşe kendilerini bırakmışlardır. An
cak, İstanbul'da bir avuç kimse kaygısız ve zevk dolu günler geçirirken toplum sefa
let ve acılarla dolu bir hayat sürdürmektedir.
Matbaa İstanbul'da bu sosyal ortam içinde ortaya çıkmıştır.
İbrahim Müteferrika
165
İnalcık, Türk İdarî Teşkilât Tarihi, s.39.
İt'
^®® Niyazi Berkes, İlk Türk Matbaası Kurucusunun Dinî ve Fikrî Kimliği.
Vankulu'nun baş tarafında.
"î
i
■J
Hepsinden kötüsü:
J
OSMANLILAR-İLK YENİLEŞME HAREKETLERİNE KADAR 141
miş, örneğin, dönemin sevilen şairi Nedim'in Divanı ’nı basmamıştır.
Böyiece onun hizmeti yalnız matbaa ile sınırlı kalmamış, OsmanlIlar için pek
yeni sayılacak ilimlerin temel bilgilerini verecek eserler yazmış ya da çevirerek
basmış, bu şekilde Avrupa Rönesansının ilk haberlerini de OsmanlIlara getirmiştir.
Bu onun, matbaanın kurucusu olmasından başka Osmanlı bilim, düşünce ve eğiti
minin gelişmesine çok önemli katkılarda bulunduğunu göstermektedir.
1730 Patrona Halil ayaklanmasında Matbaaya bir zarar gelmediği anlaşılmakta
dır.
168
l
Kemal Beydilli, Türk Bilim ve Matbaacılık Tarihinde Mühendishane...
k
142 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
rulmuş, fakat özel olma niteliği ağır basan bir kuruluştur. Ancak, kitap fiyatlarını
Devlet belirlediği için, vs., ilk matbaanın kendine özgü yönleri vardır ve bunlar onun
günümüzdeki özel matbaalara da pek benzemediğini göstermektedir. İlk resmî
Devlet matbaası ise, 1796 ve 1802 tarihlerinde. Geometri öğretmeni Abdurrahman
Efendinin denetimi altında kurulmuş ve bir kısmı sonradan Millî Eğitim Basımevi
olacak şekilde gelişmiştir. Bu da önce okul sözlükleri, Tuhfe-i Vehbi vs. basmıştır.
7. Kitap basımı zamanla toplumda bilgi birikiminin artmasını ve kültür düzeyinin
yükselmesini sağlamıştır. Ne var ki, matbaanın kuruluşundan sonra ilk yüzyıl içinde
ancak 180 çeşit kitap basılabilmiştir. Bunun temel nedeni, matbaanın gelişmesi için
gerekli olan sosyal, kültürel ve eğitimsel ortam ile ekonomik ve teknik gelişmenin
(kâğıt imalinin artışı, teknik elemanların kolayca sağlanması, vs.) yeterli düzeye
gelmemesidir. 18. yüzyıl sonlarında ve özellikle Tanzimattan sonra bu alanlarda
gelişmeler görülmüştür.
8. Matbaa, eğitim ve öğretimi, bilgi ve haber iletişimini çok kolaylaştırmıştır. Ki
tapların yanında 1831'den itibaren gazete ve dergilerin (süreli yayınların) ortaya
çıkması, toplumun ülke ve dünya olayları hakkında çabuk ve geniş bilgi almasını,
kendini ve önemli politik, sosyal meseleleri daha iyi tanımasını sağlamıştır (Soru
67).
M
rf
lilZB
OsmanlI Devleti bir dizi yenilgiden sonra, önce askerî alanda bazı yenileşmelere
girişmeyi gerekli görmüştür: 1734'te kısa ömürlü bir askerî okul (Hendesehane),
1776'da bir Askerî Deniz Okulu (Mühendishane-i Bahri-i Hümâyûn ) açılmıştır. I.
Abdülhamit (1774-1789), III. Selim (1789-1807), II. Mahmut (1808-1839) dönemle
rinde yenileşmeler sürmüştür/
Böylece, askerî eğitimle başlayan bu yenileşmeleri ve özellikle Askerî Deniz
Okulu'nun açılışını yeni bir dönemin başlangıcı saymak uygun olur.
—^2. 1826'da Yeniçeri Ocağı kaldırılmıştır. "Hayırlı olay" anlamında buna Vak'a-i
Hayriye denir. Medrese zihniyeti böylece önemli bir destekçisini kaybetmekle bera
ber yine güçlü biçimde sürmektedir.
3. İlköğretim zorunluluğu ilk kez bu dönemde getirilmiştir.
>>4. Batı ile ilişkiler artmış ve ilk kez 1830'larda Avrupa'ya öğrenci gönderilmiştir.
—9 5. Türkçe yayınlanan ilk gazete, Takvim-i Vekayi adıyla bu dönemde çıkmıştır
(1831). Süreli yayınlar zamanla toplumun eğitim ve kültür düzeyini etkilemişlerdir.
III. Selim tarafından açtırıldı. O, babası III. Mustafa’dan bazı yenileşme fikirleri
almıştı. Bu Askerî Kara Okulu, daha çok, topçuluk, istihkâm, haritacılık öğretimi ya
pıyordu. Nizamnamesinde kuruluş amaçları şöyle anlatılmıştır : "Hendese, Hesap,
Hikmet ve Coğrafya tenlerinin yayılması ve Devlet-i aliyeye çok gerekli olan sanayi-
i harbiyenin tâlim ve taallümü ile uygulamaya konması". Yeniçerilerin kuşkulu ve
|! düşmanca bakışlarına rağmen böyle bir okulun açılması çok önemli bir gelişmedir.®
Okula önce, lağımcı (istihkâm) ocağı neferlerinden 50 ve humbaracı (topçu) o-
cağı neferlerinden 30 nefer olmak üzere toplam 80 kişi alınmış, bunlara bir hoca,
beş kalfa ve bir Fransızca muallimi ve mütercim tayin edilmiştir.
Mühendishane-i Bahri-i Hümâyûn daha sonra Mühendishane-i Berri-i Hümâyûn
ile usûl-i tahsili birleştirilmiştir.
3
Beydilli, age; Ekmeleddin ihsanoğlu, Tanzimat öncesi ve Tanzimat Dönemi Osmanlı Bilim ve Eğitim
Anlayışı; O. Ergin, Türkiye Maarif Tarihi, C. 1-2, s. 315-324; Unat, age, s. 14 vd, s. 58 vd.
Lavisse-Rambaud, Histoire Generale, T.7, s. 485-487; Karal, age, s. 1-2.
5
Beydilli, age; Mehmet Esat, Mir'at-i Mühendishane-i Berri-i Hümâyûn; Mustafa Ergün-Tayyip Duman,
I 19. Yüzyılda Osmanlı Askerî Okullarının Ders Programları...
1
1
I
F
Sınıf-ı rabi
* (f.sene) Sınıf-ı sâlis (2. sene) Sınıf-ı sâni (3. sene) Sınıf-ı evvel (4. sene)
Hüsn-i Hat ilm-i Hesap Coğrafya Fenn-i Mahrutiyat
imlâ Usûl-i Hendese Müsellesat-ı Müsteviye Hesab-ı Tefazulî veTamamî
Resim Coğrafya Cebir Cerr-i Eşkal
Arabi Arabi Tahtit-i Arazi llm-i Heyet
Mukaddimat-ı Hendese Fransızca Tarih-i Harb Fenn-i Remi
Rakam Fenn-i Lağım
Fransızca Tâlim Nazariyatı
İstihkâm
Tablo 5. Mühendishane-i Berri-i Hümâyûn'un kuruluşundaki ders programı.
*
Nizamnamede sınıflara verilen adlar, rabi, sâlis, sâni, evvel terimleriyle terstir. Şöyle ki, rabi 4. an
lamında olduğu halde 1. sene (ilk yıl) anlamında kullanılmıştır.
.iâ
146 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
Ocak 18O7'de, III. Selim'in saltanatının son günlerinde çıkarılan bir nizamname
ile İstanbul Tersanesi içinde bir Tıp Mektebi kurulmuştur. Öğretim İtalyanca yapıla
cak ve yavaş yavaş Fransızcaya geçilecekti. Yetişecek tabipler donanma ile sefere
çıkacaklardı. Bu teşebbüs. Mayıs 18O7'de Kabakçı isyanı yüzünden sönmüştür.®
Tıp ve cerrahlık öğretimi yapan, Müslümanlardan tabip ve cerrah yetiştirmeyi
amaçlayan bir başka askerî okul II. Mahmut döneminde 14 Mart 1827'de açılmıştır.
Tıphane-i Âmire ve Cerrahhane-i Mamure denen bu okulun süresi 4 yıl ve progra
mı, kısaca şöyle idi:
Arapça, Türkçe, Fransızca Sarf ve Nahiv, imlâ, Kitâbet, ilaçların, bitkilerin ve
hastalıkların Arapça ve Türkçe adları, boş zamanlarda Din dersleri, Cerrahlık uygu
laması, Fransızca olarak şekillerle Anatomi ve Tıp bilimine giriş, sonra yeteneklile
rin seçilip hastanede cerrahlık uygulaması yapmaları.''
Mekteb-i Tıbbiye'de öğretim Fransızca, Cerrahhane'de Türkçe yapılıyordu. 11.
Mahmut, 1838'de okulda öğrencilere hitaben söylediği nutukta, Tıp öğretiminin son
zamanlarda Avrupa'da geliştiğini, şimdilik Fransızca olarak öğretimin kaçınılmaz
olduğunu, fakat, zamanla Tıp öğretiminin Türkçe yapılması için şimdiden çaba har
canması gerektiğini ifade etmişti. Okulda, Viyana'dan getirilen Dr. Bernard vb. ya
bancı hocalar ders vermişlerdi.®
Zamanla bozulan Yeniçeri Ocağı, II. Mahmut’un Batı yöntemlerine göre eğitilmiş
yeni bir ordu oluşturmasını ya da kendisinin böyle bir ordu içine alınmasını istemi
yordu. Yeniçerilere göre, yeni yöntemlerle askerî eğitim “gâvur işi” idi. Sonunda II.
Mahmut halkın ve medrese öğrencilerinin de desteğini aldı ve, 15 Haziran 1826’da
Yeniçeri kışlalarını topa tutarak Ocağı söndürdü. Bu olaya “vak’a-i hayriye” (hayırlı
olay) denir.
Bu olaydan sonra kurulan Asâkir-i Mansure-i Muhammediye adını taşıyan yeni
ordu içinde yaşları küçük fakat yetenekli er, onbaşı ve çavuşlardan bir kısmı ayrıla
rak Mektep ya da Sıbyan Bölükleri adı ile teşkilâtlandırılmış ve bunlara okuma
yazma öğretimi yapılmıştır (1831). Kısa bir süre Tâlimhane adı verilen bir binada
bazı acemi erlere okuma yazma, dinî bilgiler, harb bilgileri öğretilmiştir. Ayrıca, Av
rupa'dan tâlimci subaylar getirildiği de olmuştur.®
Yararlı da olsa bu girişimler, hâlâ muazzam Osmanlı İmparatorluğunun büyük
ordularını daha eğitilmiş duruma sokmak için yeterli değildi. Mühendishane-i Berri-i
Hümâyûn'dan da senede ancak bir kaç subay yetişiyordu.
Bu nedenle, bizzat padişahın isteği ile önemli bir askerî okul açılması kararlaştı
rıldı. Mektep ya da Sıbyan Bölükleri denen ve kısa bir süre önce teşkilâtlandırılan
askerler ayrı bir binaya yerleştirildi ve bunlara daha ciddî bir program uygulanmaya
başladı ve Mekteb-i Harbiye kurulmuş oldu (1834). Okulun iik öğrencileri, böylece
6
Müsbet bilimlerdeki gelişmeler ve okullara yansıması hakkında bkz. Esin Kâhya, 18. ve 19. Yüzyıl
larda OsmanlIlarda Bilim.
7
Rıza Tahsin, Mir'at-i Mekteb-i Tıbbiye ; O. Ergin, Türkiye Maarif Tarihi, C. 1-2, s. 334-353; A. i. Gen-
cer, Türk Denizcilik Tarihi Araştırmaları.
8
Rıza Tahsin, age, s. 18-22; H. H. Hatemi-Y. Işıl, Bir Bilim Dili Mücadelesi ve Tanzimat.
9 S
Mehmet Esat, Mir'at-i Mekteb-I Harbiye.
OSMANLILAR-İLK YENİLEŞME HAREKETLERİ DÖNEMİ 147
ordunun bir taburunu teşkil ediyordu.
Mekteb-i Harbiye'nin iki kısımdan oluştuğu anlaşılıyor. Önce 8 adet hazırlık sını
fı vardı, ikinci kısımda meslekî bilgiler veriliyordu. i
Okul kurulduktan hemen sonra bazı öğrencileri Viyana, Paris ve Londra'ya tah
sile gönderilmiş, Avrupa'dan öğretmen getirilmiştir. 1
I. KISIM
1. Sınıf (Müptediler); Kum üzerine parmakla sülüs ve rakam meşk ve
talimi, nısıf dairelerde * İki harfli lûgatlar ile Elifba cüzü
■
kıraati,
I
2. ve 3. Sınıflar: Üç harfli lûgatlar ile Amme Cüzü tâlimi.
4. ve 5. Sınıflar: llm-i Hal ve Akâid-i İslâmî'ye ve diniyeyi taş tahtaları
na tahrir ve nısıf dairelerde * takrir ederler.
6. Sınıf: Askerî tâlimname ve kanunname. I
7. ve 8. Sınıflar: Tuhfe, Nuhbe, Sarf, Rik'a yazı ve müsvedde yazma
tâlim ederler.
il. KISIM i
8. Sınıfın yetenekli erlerinden 100 kişi seçilerek bu kısma alınır ve i
kendilerine aşağıdaki dersler tedris ve tâlim ettirilir;
ilm-i Hesap, Mecmuatû’l Mühendisîn, Harita Tersimi, Topografya
Ameliyatı, Ameliyât-ı Hendese, llm-i Hendese.
* Nısıf daireler bir ders aracıdır ve ders araç gereçlerinin gelişimi incelenirken açıklanacaktır
(Soru 74).
I
Okulun kuruluşunda okutulması kararlaştırıldığı halde ancak 1847'lerden itiba
ren okutulabilen dersler şunlardır:
M
148 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
1776’dan itibaren açılan askerî okullarda öğrencilere önce Türkçe okuma yaz
ma öğretilmesi, öğretimi geciktiriyor, düzeyi düşürüyordu. Fakat sıbyan mekteple
rinden böyle bir eksiklikle gelen öğrenciler için bu gerekli idi. Sıbyan mekteplerinde
yenileşme yapmak, onların öğretim düzeyini yükseltmek biçiminde bir yola gidilse
medreselilerin tepkisi ile karşılaşılacaktı. Bu nedenle sıbyan mektepleri ile askerî
okullar arasında yer alan ve adına Rüşdiye denen yeni bir okul kurulması daha ko
lay göründü (Şubat 1839).
Değerli eğitim tarihi araştırıcısı Osman Ergin, "sıbyan mektepleri denen ana
mekteplerine el sürülmeden Rüşdiye adında ilk mektepler açıldı ve bugünkü ilk
mekteplerin temeli atıldı" der.^° Sıbyan mektepleri gerçekten ana okulu ve
Rüşdiyeler ilkokul mu idiler? 5-6 yaşındaki çocukları alan, onlara 3-4 yıl boyunca,
Kur'an okumayı, bazan yazı yazmayı, namaz kılmayı ve bazı duaları öğreten
sıbyan okulları ana okulu sayılabilir mi? Zaten yazar, bu okullardan bahsederken
böyle bir görüş ileri sürmüyor. Rüşdiyeler! açıklarken bunların ilkokul, sıbyan mek
teplerinin ana okulu olduğunu söylüyor. Bu tartışılabilir. Sıbyan mektepleri kanımız
ca, kimi 3-4 yaşlarındaki çocukları annelerinin bıraktığı bir yer gibi işlev görse de,
esasta, ana okulları değil, çok basit bir eğitim-öğretim veren ilkokullar olarak görü
nüyor. Rüşdiyeler ise kurulduktan zaman bu ilkokulların uzantısı gibi düşünülmüş,
daha üst düzeyde eğitim-öğretim veren üst sınıflar durumunda idi. Fakat
Rüşdiyeler, çok geçmeden orta öğretimin en alt düzeyi durumuna geldiler.
Çocukların rüşt yaşına kadar bu yeni okullarda okumaları düşünüldüğü için bun
lara Rüşdiye adını II. Mahmut vermiştir. Böylece 14 yaşında Rüşdiye bitirilmiş ola
caktı. Süresi o zamanlar 2 yıl olan bu okullara sıbyan mektebini bitiren ve tanınmış
ya da devlet hizmetinde bulunanların çocukları seçilerek alınacaktı. Çocukların sı
ralarda oturup, sıbyan mekteplerindeki gibi teker teker değil, sınıf sınıf ders yapma
ları öngörülmüştü.
İlk Rüşdiyelerin programları şöyleydi : Arapça, Sarf ve Nahiv, Nuhbe-i Vehbi,
Farsça ve Tuhfe-i Vehbi, Türkçe İnşa, Hat, Lügat, Ahlâk.
İlk açılan ve kendine özgü yönleri bulunan Rüşdiye mektepleri, Mekteb-i Maarif-i
Adliye ve Mekteb-i Ulûm-i Edebiye ’dir. Genel Rüşdiyeler ise, Şubat 1839'da kurul
11
maları kararlaştırıldığı halde, 1846'dan sonra açılmaya başlanmıştır.
10
o. Ergin, Türkiye Maarif Tarihi, C. 1-2, s. 384, 425.
11
Aynı eser, s. 383 vd.; Unat, age, s. 42 vd.
j
.JS
OSMANLILAR-İLK YENİLEŞME HAREKETLERİ DÖNEMİ 149
Okulun programı şöyleydi: Arapça Sarf ve Nahiv, Farsça ve Tuhfe-i Vehbi, Gü
listan, Hat (ve çeşitleri: Sülüs, Divanî, Rik'a, Siyakat), Kara Cümle, Darp, Taksim
vs. Türkçe inşa. Öğrencilerin bu alanlarda "oldukça" ilerlemelerinden sonra Fran
sızca Gramer ile ufak Hendese, Coğrafya, Tarih ve Politika kitaplarının da okutul
ması öngörülmüştür.
*^
Rüşdiye düzeyinde olan ve gerek halka gerek memur olacaklara yanlışsız yazı
yazabilme, bir konuyu kaleme alabilme öğretimi yapmak üzere kurulmuştur (Mart
1839). Öğrenciler 18 yaşlarına kadar okulda kalabilecek ve kabiliyetlerine göre de
ğişen miktarda bir aylık (burs) alacaklardı.
** ’
Bu dönemde, yabancı dil öğretimi ile ilgili bir girişim vardır: 19. yüzyıla kadar,
Türkler, Batı dillerini öğrenmeye ilgi göstermemişler. Devletin tercümanlık işleri vs.
İstanbul'da Fener Rumlarının eline verilmiştir. Devlet, ekseriya farkına bile varma
dan, bundan büyük zararlar görmüştür. Nihayet, 1820'lerde Yunan isyanının patla
masında İstanbul'daki Rum Patrikhanesinin ve Rumların öteden beri önemli katkıla
rının olduğu -çok geç olarak- anlaşılmıştır. Bunun üzerine. Devletin tercümanlık iş
leri Ramlardan alınıp bu kez Ermenilere ve Yahudilere teslim edilmiştir... Fakat, bir
taraftan da, Bâb-ı Âli içinde bir Tercüme Odası açılarak, Türk gençlerine Fransızca
öğretilmeye başlanmıştır.^'
*
OsmanlIlarla ticarî ve siyasî ilişkilerinde Batılıların uygulamasına bakınca ne gö
rürüz? Örneğin Venedik, 155Tden beri Türkçe öğrenmeleri için kendi gençlerinden
birkaçını İstanbul'a gönderiyor, OsmanlIlarla ilişkilerinde onların tercümanlığından
yararlanıyordu. Fransa da, 1669'lardan itibaren ve özellikle de 1721'lerden sonra
daha ciddî biçimde, Fransa'dan İstanbul'daki elçiliğine 12 kadar erkek çocuk gön
dererek, onların Türkçeyi ve Doğu sorunlarını öğrenmelerini sağlıyordu. Bu çocuk
lar Paris'te bir kolejde belli bir öğrenim gördükten sonra İstanbul'a geliyorlar, Fran
sız elçiliğinde ve bir Fransız misyoner örgütü olan Kapüsen kolejinde hem Fransız
■ffl
ve katolik kültürünü, hem de Türkçe ve Arapça öğreniyor, Türkleri ve Doğu sorunla-
rırtı daha iyi tanıyorlardı. Fransızların bu şekilde kendi gençlerini İstanbul'da tercü
man yetiştirmek için açtığı okul ya da kursa Dil Oğlanları Mektebi denir
I
52. Beşiktaş Cemiyet-i İlmiyesi nedir?
'M;
i
150 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
16
Ekmeleddin İhsanoğlu, 19. Yüzyıl Başında Kültür Hayatı ve Beşiktaş Cemiyet-i İlmiyesi.
OSMANLILAR-İLK YENİLEŞME HAREKETLERİ DÖNEMİ 151
1826'da dağıtılmıştır. Bu İddiaların aslı yoktu. Gerçek, iftiracıların bu bilim adamla
rını çekememeleri ve yararlı çalışmalarını ve derslerini durdurma isteği idi.
ilköğretim zorunluluğu ile ilgili bir girişim eğitimde ilk yenileşme dönemine rast
lar. Bu, II Mahmut'un 1824'te yayınladığı bir fermandır. Daha önceki dönemlerde de
okuma yazmanın gereği üzerinde duran fermanlar çıkarılmışsa da, 1824 fermanı
bu konuyu geniş olarak ele aldığı için zorunluluğu getiren ilk belge kabul edilmek
tedir.''’’
Bütün Müslümanlar için önce dinini öğrenip sonra dünya işlerine yönelmek ge
rekir. Oysa, bir zamandan beri halkın çoğu, ana babalarının yüzünden kendileri ca
hil kaldığı gibi, çocuklarının da cahil kalacağını düşünmeyerek, dünyanın rızkını ve
ren (rezzâk-ı âlem) Tanrı’ya da güven duymayarak para kazanma derdine düşüp
çocuklarını 5-6 yaşında iken okuldan alıp sanatkâr yanına çırak olarak (şakirtliğe)
verdiklerinden çocukları cahil kalıyor ve bunlar sonra da okuyup öğrenmeye bir ar
zu duymuyorlar. Bunun günahı ana babalarının boynunadır; onlar kıyamet günün
de sorumlu olacaklardır. Bu yüzden halkın çoğu dininden habersizdir ve bu Tann'-
nın yardımının kesilmesine ve O'nun şiddetli bir ceza vermesine yol açabilir. Din
yolunda utanmak doğru olmadığı için yetişkin cahiller dinî bilgilerini artırmaya ça
lışmalıdırlar ve kimse çocuğunu bülûğa ermeden (12 yaşından önce) ve İslâmî-dinî
bilgileri gereği gibi öğrenmeden okuldan alıp usta yanına vermemelidir. Bülûğa eri
şen ve çırak verilecek çocuklar, oturdukları yere göre İstanbul, Eyüp, Üsküdar, Ga 1
1
lata Kadısına velisi ve hocası tarafından götürülecek ve mühürlü bir izin belgesi
alındıktan sonra çırak verilebileceklerdir. Ustalar ve esnaf kethüdaları da elinde
böyle belge bulunmayan çocukları çırak almayacaklardır. Eğer ana babalar ve us
talar buna uymazlarsa, okulun hocası yahut mahallenin imamı doğrudan kadılara
durumu bildireceklerdir. Kadılar durumu araştırıp, fermana uymayanları ceza gör S
!
meleri için hükümete getireceklerdir. Yetim ve öksüzler zorunlu olarak çıraklık yapı
yorlarsa onlar da günde iki kez okula gidip bülûğa erişinceye kadar okuyacaklardır.
Öğretmenlerin de çocukları "güzelce okutmaları" gerekir. Çocuklara okutulacak
dersler şunlardır: Kur'an, sonra her çocuğun yeteneğine göre Tecvid, ilmihal gibi
risaleler, islâmın şartları ve Din dersleri. Bu ferman sözü geçen yerlerin kadılarına,
İstanbul'daki tüm mahalle imamlarına, öğretmenlere, esnaf kethüdalarına, çağırıla
rak tebliğ edilecek, birer örneğin kendilerine verilecektir.
ifade biçiminden yalnızca İstanbul için ilköğretimi zorunlu gördüğü kesin olan bu
fermanın illere de bildirildiği anlaşılmıştır. Ne var ki, İstanbul'da bile ferman 1839
il
17
Tarih-i Cevdet, C.12, s. 277-279; Mahmut Csvat, Maarif-i Umumiye Nezareti Tarihçe-i Teşkitât ve
İcraatı, s. 1-4.
Fransa 'da ilköğretim zorunluluğu 1. Cumhuriyet döneminde, 1793'te getirilmiş, imparatorluk döne
minde, 18O2'de bundan vazgeçilmiş. Sınırlı Monarşiler döneminde 1816'da tekrar zorunluluk ve parasız
I‘H
lık ilkesi gelmiştir. Asıl 3. Cumhuriyet döneminde, 1881-1882 yıllarında Jules Ferry'nin Eğitim Bakanlığı
zamanında layik, yaygın ve etkin bir ilköğretim gerçekleştirilmiştir. Almanya 'da, 1763'ten itibaren bazı
gelişmeler olmuş ve ilköğretim zorunluluğu 1819'da, parasızlık ilkesi de 1888'de gerçekleşmiştir,
Ingiltere 'de, ilköğretim zorunluluğu 1876, parasızlık da 1891'de getirilmiştir. 5®
'7’1
.J
152 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
54. Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa’nın eğitim ıslahatı nedir? Bunun Osmanlı
hükümeti üzerinde etkisi olmuş mudur?
18O5'de III. Selim tarafından Mısır Valisi atanan Kavalalı Mehmet Ali Paşa
(1769-1849), okuma yazma bilmez, fakat zeki, çalışkan bir yöneticiydi. Mısır'da ta
rım, ticaret ve askerî eğitim öğretim... alanlarında önemli yenilikler yaptı. Merkeze
askerî hizmetlerde de bulundu. Fakat 1831'de baş kaldırdı, Osmanlı ordusunu ye
nilgilere uğrattı. Çünkü, Yunan isyanı (1821-1829), Yeniçerilerin kaldırılması
(1826), Navarin limanında Osmanlı donanmasının Fransız, Ingiliz ve Rus donan
maları tarafından yakılması (1827), Rusya'nın saldırısı (1828-1829) gibi olaylar ve
felâketler nedeniyle Devlet toparlanıp yeni ordular kurmaya zaman bulamamıştı.
Mehmet Ali Paşanın eğitimde giriştiği yenilikler özetle şöyledir
Ç'JOrdunun eğitimi için Fransız subaylar getirilmesi.
pFransa'ya öğrenci gönderilmesi (1826).
/ Tıp okulu açılması (1827).
( jjoazete çıkarılması (1828).
Mısır'daki yenilikleri kısa bir süre sonra İstanbul'da benzerleri izledi. Bu, II.
Mahmut'un, onlardan ilham ve cesaret aldığı şeklinde yorumlanmaktadır.
Ancak, Paşa da, III. Selim döneminde ve daha önce başlatılan askerî eğitim ça
lışmalarından ilham alsa gerek. Ayrıca o, bir vilayet olan Mısır'ı Osmanlı Devletine
rakip bir Devlet haline getirmeyi de amaçladığından, bu düşüncesini gerçekleştir
mek için de ciddî ve uzun vadeli çabalara girişmiştir.
is
Ercüment Kuran, Sultan II. Mahmut ve Mehmet Ali Paşanın Gerçekleştirdikleri Reformların Karşı
lıklı Tesirleri.
19
Tarih-i Lûtfi, C. 2, s. 171-172.
LJ i I
OSMANLILAR-İLK YENİLEŞME HAREKETLERİ DÖNEMİ 153
tiştirmek./c »Tophane, Baruthane, Fişekhane, Dökümhane gibi askerî fabrikalara
mühendisWÖay yetiştirmek idi.İngiltere'ye giden genç Osmanlı subayları bir yıl
da İngilizce öğrenerek Wooiwich Kraiiyet Harp Akademisi 'ne alınmışlar ve topçu
luk, deniz subaylığı, deniz inşaat mühendisliği... öğrenimi görmüşlerdir. Ayrıca, Av
rupa'dan öğretmen subaylar, teknik elemanlar getirilmiştir.^^
Tanzimattan sonra, askerlik dışında çeşitli alanlarda Batıya, özellikle Fransa'ya,
çok sayıda öğrenci, ayrıca nitelikli işçiler ustalar yetiştirmek için çeşitli zanaatlarda
(torna, döküm, makina, terzilik...) çıraklar gönderilmiştir. Bu dönemde Avrupa'ya
gönderilen öğrencilerin %70'i Müslüman, %30'u Hıristiyan tebaadandır. Görülüyor
ki Devlet, milliyet ve din ayrımı yapmamıştır.^^
Paris'te 1857-1864 yılları arasında faaliyet gösteren Mekteb-i Osmanî, Fran
sa'daki OsmanlI öğrencilerine yardımcı olmaya çalışmıştır.
Avrupa'da okuyanlar, dönünce, önemli görevler üstlenmişler, yararlı hizmetlerde
bulunmuşlardır. Böylece, Askerlik, Mühendislik, Tıp, Güzel Sanatlar, Edebiyat... a-
lanında ülkede yenilikler görülmüş. Devletin iç ve dış siyasetine Batı anlayış ve
yöntemleri girmeye başlamıştır. Eğitimde ise, özellikle Kimyager Derviş Paşa, Se
lim Sabit ve Hoca Tahsin Efendilerin önemli çalışmaları olmuştur.
Farsçayı kelime ezberleterek öğretmek için yazılmış bir tür sözlüktür. Kitabın
/ yöntemini daha iyi anlamak için bazı örnekler verelim:
(Bilgisize nadan, iki yüzlü sofuya sâiûs, namuslu temiz kişilere pakdâmen ve Tanrı'dan korkanlara
parsâ denir)
20
Mehmet Esat, Mir'at-i Mekteb-i Harbiye, s. 18,19 vs.; Metımet Esat, Mir'at-i Mühendishane-i Berri-i
Hümâyûn, s. 64, 65 vs.
Ercüment Kuran, Türkiye'nin Batılılaşmasında Osmanlı Daimî Elçiliklerinin Rolü, s. 494-495.
Adnan Şişman, Tanzimat Döneminde Fransa'ya Gönderiten Osmanlı Öğrencileri.
23
Manzum ders kitabı geleneğine bir örnek de Bosnalı Mehmet Efendinin Hicrî 1033 (M. 1623-1624)
tarihli Subha-i Sıbyan başlıklı Arapça-Türkçe sözlüğüdür. Bu da Tanzimat mekteplerinde okutulmuştur.
b
1
(Yazıdan çok okumaya çalış, çünkü hattat süslü yazarken cahil kalır)
Bu beyitte, hattatların yazdıkları güzel yazıların anlamını her zaman bilmedikleri, okuma
nın, güzel yazı yazmadan daha önemli olduğu anlatılmak isteniyor.
• Lûtfiyye-i Vehbi
Bu kitap bir ahlâk ve davranış kitabıdır.^'
* Nabi'nin /-/ayr/yye'sinden ilham alına-
rak yazılmıştır. Şair, önce, çeşitli bilimlerin yararını tartışmaktadır. Örneğin, ona gö
re Hendese gibi müsbet bir bilim gerekli değildir. Şöyle der:
24
Necdet Sakaoğlu, Lûtfiyye-i Vehbi'de Çocuk Eğitimiyle ilgili Görüşler.
J
OSMANLILAR-İLK YENİLEŞME HAREKETLERİ DÖNEMİ 155
(Dünyadaki makam ve mevkileri bir kuyu bilip onlara pek düşkün olma)
l'il
1
dl
1
i
il
!|
I
1
lil/C
TANZİMAT DÖNEMİ
st
(1839-1876)
»5"
İk J
158 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
j
OSMANLILAR-TANZİMAT DÖNEMİ 159
/eşmesinin de gerektiği anlaşılmaya başlanmıştır.
22 .Meslekî ve teknik eğitimin temelleri atılmaya başlanmıştır. t
23 .ilk kez, öğretmen yetiştiren meslek okulları açılmıştır.
8
24 .İlk kez, kızlar için, orta dereceli okullar açılmıştır, ilk kez bir Kız Öğretmen
Okulunun açılışı da Tanzimat dönemindedir. Kimi yazarlar, Osmanlı ve İslâm top-
lumlarının ilerlemesi için kadınların eğitilmesini, toplumda iş yaşamına katılmasını
gerekli görmeye başlamışlardır. Özetle, Tanzimat döneminde kızların ve kadınların
eğitilmesinin önemi giderek daha iyi anlaşılmıştır.
25 .Öğrenci ve öğretmenlerin kılık ve kıyafetleri belirlenip düzenlenmeye başla
nılmıştır. j
26 . Disiplin aracı olarak falaka -yasal olarak- kaldırılmıştır.
27 .Az zamanda çok iş yapmak düşüncesi vs. nedeniyle, sivil okulların pek çoğu
için uygun binalar yapılmamış, bunlar eğreti binalarda öğretimlerini sürdürmüşler 3
dir. Askerî okullar bu açıdan daha şanslıdır.
28 .Halk eğitiminin önemi daha iyi anlaşılmaya başlanmış, bu alanda gelişmeler
görülmüştür.
1839 tarihli Tanzimat Fermanında eğitimle ilgili bir kelime bile yoktur. Fakat,
î
Devlet adamları, girişilen yeniliklerin kalıcı olabilmesi için bilgili bir toplum, yeni bir
aydın tipi ve kadro oluşturmak gerektiğini biliyorlardı. Bunu fikir ve uygulamalarında
gösterdiler (Soru 66). Cevdet Paşaya göre. Reşit Paşa ve arkadaşlarının amacı,
örgün ve yaygın eğitim yoluyla, başka deyişle, okullar açarak ve halkı eğiterek.
i
Devleti Avrupa'nın yeni usûllerine göre düzenlemekti. Ayrıca, dönemin eğitim özel
liklerinin ilkinde belirtildiği gibi, eğitimde yenileşme hem tarihî süreç içinde kaçınıl
maz görünüyordu, hem de Avrupa kamuoyunu böylece kazanmak düşünülüyordu.
Avrupa'nın baskıları da yönlendiriciydi.
1856 tarihli Islahat Fermanında özel öğretimle ilgili hükümler (Soru 62) yanında, I
"Avrupa'nın eğitim, bilim ve sermayesinden yararlanılacağı" belirtilmiştir.
■'Abdülmecit, Ocak 1845'te Bâb-ı Âli'ye gidip. Sadrazam ve tüm vekillere hitaben
bir fermanını okutmuştur.® Padişah bu belgede, o ana kadar girişilen çabalardan,
askerî olanlar hariç, "hiç biri esaslı ve etraflı tutulmadığından mıdır nedir", olumlu
sonuç alınamadığını söyler. Abdülmecit'e göre, asıl ilerleme, ülkenin mamur olması ■y
ve halkın refaha kavuşmasıdır. Oysa bizde bu henüz gerçekleşmemiştir; bu durum
kendisini gece gündüz üzmekte, huzurunu yok etmektedir. O, bu konudaki düşünce I
ve uyarılarını vekillere daha önce de zaman zaman ilettiğini fakat nedense olumlu
sonuçların alınmadığını belirtir. Bir kez daha Sadrazam ve vekillere şöyle uyarıda
(tenbih) bulunur;
"En önemli ideal ve amacımız olan ülkenin ve halkın mamuriyetini (bayındırlığı, 31
gelişmesi, refahı) sağlamak için ne türlü tedbirler gerekli ise bir an önce alınıp uy
gulansın (...) ve tüm vekillerin ortak görüşleriyle mesele düşünülsün. Böyle bir a- i
1
macın gerçekleşmesi, din ve dünya işlerinde halkın bilgisizliğinin giderilmesine
5
Takvim-i Vekayi, ^2 Muharrem 1261, Defa 280; Aziz Berker, Türkiye'de İlköğretim, s. 28-35.
■ii I
b
160 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
bağlıdır, ilimlerin ve tenlerin kaynağı ve sanayinin meydana çıktığı yer olan gerekli
okulların icadı (düşünülüp bulunması) ve yapılması, benim için işlerin en önemlisi
dir (akdem-i umur). Bu nedenle ülkenin uygun yerlerinde gerekli okullar açılarak
halkın eğitilmesi çaresine bakılsın."
Bu fermandaki hükümler şöyle maddeleştirilebilir:
(I J Halkın cehâleti giderilmeli, eğitimi sağlanmalıdır.
4'.) Her düzeyde eğitim ve meslekî eğitim ele alınmalıdır.
ilköğretim alanındaki ilk girişimlerden biri Nisan 1847 tarihli olarak çıkarılan ve
Etfâlin Tâlim ve Tedris ve Terbiyelerini ne Veçhile İcra Eylemeleri Lâzım geleceği
ne Dair Sıbyan Mekâtibi Hâceleri Efendilere İta Olunacak Tâlimat başlığını taşıyan
belgedir. Dönemine göre erken ve önemli yenilikler ve çocuğa yeni bir bakış açısı
getiren, bu nedenle kısmen uygulanabilen bu belge, tarafımızdan açıklamalarla ya
yınlanmıştır.® Temel hükümleri özetle şöyledir:
6
Avrupa Risalesi.
7
Mustafa Ergün, Türk Eğitiminin Batılıiaşmasını Belirleyen Dinamikler.
8
Yahya Akyüz, ilköğretimin Yenileşme Tarihinde Bir Adım: Nisan 1847 Talimatı.
k
OSMANLILAR-TANZİMAT DÖNEMİ 4
161
Öğretim programları:
öğretim yöntemi: i
•s
TÜRK EĞİTİM TARİHİ
162
leceklerdir. Okulların öğretim süresi 4 yıldır. Fakat gerekli bilgileri öğrenmemiş ço
cuklar 3 yıl fazla okulda tutulabilir. 7. sene sonunda da başarı gösteremeyenlerin
devamı velilerin isteğine bağlıdır.
Tâlimat, 4 yıl olan sıbyan mekteplerinden sonra, 2 yıl olan ve yeni yeni kurulan
Rüşdiye mekteplerini de zorunlu öğretim kapsamına almış, böylece toplam 6 yıl zo
runlu öğretimi getirmiştir. Bu, Tâlimat'ın getirdiği (şimdiye kadar araştırıcıların gö
zünden kaçmış) çok önemli bir yeniliktir. Öyle ki, zorunlu öğretim II. Meşrutiyette
1913'te tekrar 6 yıla çıkarılmıştır. Cumhuriyet döneminin başında 5 yıla indirilmiştir.
Ancak 1973'te 8 yıla çıkarılabilmiş, fakat bunun gerçekleşmesi hemen mümkün ol
mamıştır.
Sekiz yıllık “zorunlu ilköğretim" uygulaması Türkiye’de 1997-1998 öğretim yılın
da gerçekleşebilmiştir.
1847 Talimatı, Rüşdiyelerin zorunluluk kapsamına alınmasına, "sıbyan mektep
lerinin dünya ve âhiret için yeterli bilgileri verememesini" gerekçe gösterir. Burada,
geleneksel sıbyan mekteplerinin, öğrencilerin dünyayı tanımalarında yetersiz kaldı
ğının vurgulanıp, onların medreseler dışında yeni bir okul olan Rüşdiyelere gitmele
rinin istenmesi, Tanzimatın eğitime bakışını ve toplumsal yenileşme eğitimini de
göstermektedir.
Disiplin:
Öğretmenler:
Sıbyan mektepleri hocalarının niteliği konusunda Tâlimatta bir kayıt yoktur. Ge
leneksel durum sürmektedir. Fakat, okulları teftiş etmek ve hocalara rehberlik yap
mak için "muîn-i mekâtip" adıyla müfettişlikler kurulmuştur. Hocaların geliri için de
niyor ki; "Hoca efendilere herkes haline göre şehriye (ayda) Ter kuruştan 12 kuru
şa kadar beher haftaya taksim ile bir ücret vermekte olduklarından yine bu usûl-i
kadîmenin (eski yöntemin) kemâkân (bundan sonra da aynen ) icra olunacağı (uy
gulanacağı)..." Fakat hocalar artık bahşiş, kömür parası kabul etmeyecekler ve
yoksul çocuklardan para istemeyeceklerdir.
İlköğretimde daha önemli adımlar, dönemin sonlarında çıkarılan (1869) Maarif-i
1
OSMANLILAR-TANZİMAT DÖNEMİ 163
Umumiye Nizamnamesi ile atılmıştır.® Bu belgenin, sıbyan mekteplerine ilişkin te
mel hükümleri şunlardır;
Md. 3— Her mahalle ve köyde en az bir mektep, Müslüman-Hıristiyan karışık
yerlerde her toplum için ayrı bir mektep bulunacaktır.
Md. 4— Sıbyan mekteplerinin inşa, tamir ve öğretmen masrafları ilgili toplum ta
rafından karşılanacaktır.
Md. 5— Öğretmenler (yapılacak) nizamnameye göre seçilip atanacaktır.
Md.6— Sıbyan mekteplerinin süresi 4 yıldır ve programı şöyledir: Usûl-i Cedîde
veçhile Elifba, Kur'an-ı Kerim, Tecvid, Ahlâk risaleleri, ilmihal, Yazı tâlimi. Muhtasar
Fenn-i Hesap, Muhtasar Tarih-i Osmanî, Muhtasar Coğrafya, Malûmat-ı Nafia risa
leleri.
4 yıldan sonra, hafızlığa çalışmak isteyen öğrenciler bir süre daha okulda kala
bilirler.
Hıristiyan sıbyan mekteplerinde kendi dinleri ve Osmanlı Tarihi kendi dilleri ile
okutulacaktır.
Md. 9— Kızların 6-10, erkeklerin 7-11 yaşları arasında mektebe devamları zo
runludur.
Md. 10—13 ilköğretim zorunluluğunun uygulanışı ve buna uymayan ana baba
lara verilecek para cezalarıyla ilgilidir. Nizamname, yalnızca bedenî-ruhî önemli ku
suru olan çocukları, âilesinin geçimini sağlamak zorunda olan çocukları, en az ya
rım saat uzakta bir okula gitmesi gerekenleri, evinde okuyup yazma öğrenenleri vs.
devam zorunluluğundan muaf tutuyor.
Md. 15— Bir yerde iki sıbyan mektebi varsa, bunlardan biri kızlara, öteki erkek
lere ayrılacaktır. Böyle olmayan yerlerde, kızlar için mektepler yapılıncaya kadar
onlar erkek çocuklarla aynı mektebe gidecekler, fakat onlarla karışık oturmayacak
lardır.
Md. 16— Ayrı kız sıbyan mekteplerinin hoca ve dikiş ustaları kadın olacak, fakat
yeterli sayıda ehliyetli muallimler yetiştirilinceye kadar "müsin ve edîb (yaşlı ve iyi
ahlâklı) adamlardan muallim tayini caiz" olacaktır.
Maarif-i Umumiye Nizamnamesinde sözü edilen ilköğretim zorunluluğu 1876 ta
rihli Kanun-i Esasî'de (Anayasa) de yer almış, bundan böyle Anayasalara da geç
miştir.
Maarif-i Umumiye Nizamnamesi, Maarif Nezaretine bağlı "umumî", Evkaf-ı Hü
mâyûn Nezaretine bağlı "hususî" şeklinde sıbyan mekteplerini ikiye ayırmaktadır.
Fakat bu ayırım mekteplerin yönetimi bakımındandır, yoksa hepsinin yapım, ona
rım giderleri ile öğretmen maaşlarını, bulundukları mahalle ya da köy topluluğu
karşılamaktadır.
Ayrıca, Nizamname, "sıbyan mektebi" terimini kullanıyorsa da, artık Maarif Ne
zaretine bağlı olanlarına "iptidaî mektep", "mekteb-i iptidaî", "usûl-i cedîde mekte
bi", bazan da halk arasında "taş mektep" denmektedir.
9
Arzu M. Nurdoğan, Osmanlı Modernleşme Sürecinde İlköğretim (1869-1922) (Bu araştırma, ilköğreti
min gelişme tarihine ilişkin bilimsel, özgün belgelere dayanan ve çok kapsamlı bir nitelik taşımaktadır).
164 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
10
ilköğretimde ayrıca “kadın öğretmenli ev sıbyan mektepleri de çok yaygındır.
Bunlar, özellikle kızların belli düzeyde okumalarında “ev içi” denen bir eğitim ortamı
11
oluşturmuşSardır.
Sıbyan mekteplerinde öğretim yöntemleri ve araç gereçlerdeki yenileşmeler de
1869-70'lerden sonra başlar (Bkz. Soru 72 ve 74).
Tanzimat döneminde, medrese dışında, yeni bir orta öğretim oluşturulması ge
rekli görülmüş ve önce bu alanda işe başlanmıştır. Cevdet Paşa bunu, "binaya orta
katından başlanılması", yani ilköğretime el atılmadan daha üst düzeyde okullar a-
çılmas! şeklinde yorumlar.
Tanzimat dönemi orta öğretimi üç tür okul halinde şekillenmiştir: Rüşdiye, idadi
ye, Sultaniye.
Rüşdiyeler v?
»■
ilk kuruldukları zaman, sıbyan mekteplerinin daha iyi öğretim veren üst sınıfları
gibi düşünülen rüşdiyeler, Tanzimat döneminde çok geçmeden genel orta öğreti
min en alt düzeyindeki okullar haline gelmiştir.’^ Askerî olanların dışındakilere Mül
kiye Rüşdiyeleri de denir. 1846'da Mekâtib-i Umumiye Nazırlığı kurulduktan sonra
açılmış ve sayıları artmıştır. 1852'de İstanbul'da 12 rüşdiye vardı. 1874’te bu sayı
18'dir ve tümünde 1859 öğrenci ile 166 muallim ve hademe bulunmaktadır. 1848'de
açılan ve az ileride incelenecek olan Darülmuallimîn-i Rüşdî ilk mezunlarını verip
öğretmen yetiştirdikçe rüşdiyeler taşrada büyükçe kentlerde de kurulmaya başla
mış (Temmuz 1853) ve 25 Rüşdiye açılmıştır. Bu yeni orta öğretim kurumlarının
kurulması ve mezun vermeleri ile yüksek askerî okullar daha ehliyetli öğrenciler
bulmuşlardır.
Fakat mülkiye rüşdiyelerinin mezunları, daha ziyade kalemlere memur olarak gi
riyorlardı. Oysa, ordunun iyi yetişmiş ve aydın subaylara ihtiyacı gittikçe artıyordu.
İşte bu ihtiyacı karşılamak ve askerî yüksek okullara köklü bir öğrenci kaynağı sağ
lamak için 1875'ten itibaren İstanbul'da ve başlıca il merkezlerinde Askerî
Rüşdiyeler açılmaya başlandı.Askerî okulların gelişmelerinde, ders kitaplarının
yazılmasında, eğitimci asker Süleyman Hüsnü Paşanın önemli çabaları oldu.
Kızlar için 1859'da İstanbul'da Çevri Kalfa inas Rüşdiyesi açıldı.Buna Sultan
ahmet Kız Rüşdiyesi de denir, 1870'lerden itibaren kız rüşdiyeleri taşrada önemli
merkezlere yayılmıştır. Fakat taşrada bu okulların, özellikle kadın öğretmen bulun
masındaki güçlük nedeniyle, gelişmeleri yavaş olmuştur: Bu şekilde 1875'te İspar
ta'da açılan kız rüşdiyesine, kadın öğretmen bulunamadığından çok yaşlı bir zat
öğretmen atanmış, onun ölümüyle okul 19O7'de bir kadın öğretmen sağlanıncaya
10
Yahya Akyüz, “Kadın Öğretmenli Ev Sıbyan Mektepleri”.
11
Elif Ekin Akşit, Kızların Sessizliği (Kız Enstitülerinin Uzun Tarihi), s.83 vd.
12
Unat, age , s. 43.
13
O. Ergin, Türkiye Maarif Tarihi, C. 1-2, s. 501-507.
14
Nurdoğan, age., s.255.
i
OSMANLILAR-TANZİMAT DÖNEMİ !
165
15
kadar kapalı kalmıştır.
Rüşdiyeler arasında düzeyi daha yüksek tutulan ve Abdülmecit'in annesi Bez-
miâlem Valide Sultan tarafından İstanbul'da yaptırılan (1850) Darülmaarif'e değin S
mek gerekir. Bu okul, açılacak Darülfünûna öğrenci yetiştirecek, rüşdiyelere örnek
olacak, dairelere memur sağlayacaktı. Okulun açılışındaki bir olay eğitim tarihimiz ıj
bakımından ilginçtir: Açılış törenine Padişah Abdülmecit şehzade Murat Efendi ile
Fatma Sultanı da götürmüş ve kapıda kendilerini karşılayan Mekâtib-i Umumiye 1
Nazırı Kemal Efendiyi göstererek, "Efendinin elini öpünüz, bundan sonra sizin ho
canız olacaktır" demiş ve Kemal Efendiye de, "bunları dest-i terbiyenize tevdi edi
I
yorum, diğer öğrencilerle eşit tutmanızı rica ederim" iradesinde bulunmuştur.^®
1869 tarihli Maarif-i Umumiye Nizamnamesi, rüşdiyelerin 500 evi geçen kasaba
larda kurulacağını öngörür. Okulların yapım masrafları ve muallim maaşları illerin
maarif idaresi sandığından karşılanacaktır. Öğretim süresi 4 yıldır ve sıbyan mek
teplerini bitirip Şehadetname alan öğrenciler sınavsız kabul edilir.
9
Nizamnameye göre erkek rüşdiyelerinin programı şöyledir:
Mebâdi-i ulûm-i diniye, Lisan-ı Osmanî kavâfdi, imlâ ve inşa, Tertib-i cedîd üzere kavâid-i Arabiye
ve Farisiye, Tersim-i hutut, Mebâdi-i hendese, Defter tutmak usûlü, Tarih-i Umumî, Tarih-i Osmanî, Coğ
rafya, Cimnastik, Mektebin bulunduğu yerde en çok kullanılan dil, ticaret merkezlerinde zekî öğrenciler
den isteklilere 4. yılda Fransızca.
Mebâdi-i ulûm-i diniye, Lisan-ı Osmanî kavâidi, Mebâdi-i kavâid-i Arabiye ve Farisiye, imlâ ve İnşa,
Müntehabat-ı edebiye, Tedbir-i menzil. Muhtasar Tarih ve Coğrafya, Hesap ve Defter tutmak usûlü.
Nakşa medar (yardımcı) olacak derecede İTesim, Ameliyât-ı hiyatiye. Musikî (mecburi değil).
1859'da ilk kız rüşdiyesi açılmadan önce, kızlar için sıbyan mektebinden başka 'ti
bir örgün eğitim kurumu yoktu.OsmanlIlar, kızların öğrenim görmelerini çok ihmal
etmişlerdir. 1859'lardan önce, ancak bazı varlıklı, kültürlü ailelerin kızları özel hoca
lardan yararlanarak ya da kendi kendilerini yetiştirerek dinî, edebî bilgiler ediniyor
lardı. 11. Meşrutiyet dönemi yazarı Ömer Seyfettin'in Bahar ve Kelebekler başlıklı
hikâyesinde, bir büyük anne, torununa şöyle der; "Biz de okurduk. Kibar, zengin
efendiler kızlarına Farisî öğretir, cami dersleri gösterirlerdi. Tuhfe-i Vehbi'yi okutur
lardı. Fuzuli'nin, Baki'nin gazellerini ezberlerdik. Mesnevi'yı anlardık. Mükemmel
seciler (düz yazıda kafiye), kafiyeler yapar, kocalarımızla müşaare eder (şiir söyle-
■ Şir), hafızamıza, zekâmıza, nüktelerimize onları hayran ederdik. O vakit bir kadın
için en büyük medh (övgü), fâzıla (erdemli), edîbe (yazar) şâire (şair), âkile (akıllı)...
hanım olmak idi." Büyükanne, Meşrutiyet dönemi genç kızı olan torununun öğrenim
biçimini eleştirir: "Şimdi siz Frenk mürebbiyeler elinde büyüyor, kendi lisanımızın a
güzelliklerini tanımıyor, başka memleketlerin şeylerini öğreniyorsunuz. Onlara ben 1
zemek istedikçe kendi benliğinizden uzaklaşıyorsunuz." Burada, Tanzimat sonrası
nın, henüz millî bir özellik kazanamamış okulları ve yeni eğitim anlayışı iğnelen
mektedir.
Ancak, kızların eğitimi yavaş geliştiği gibi, okumuş kadınların toplumda memuri-
15 zK
Mehmet Aldan,... Hilmi Dilmenin Öyküsü, s. 39.
^® M. Cevat, age, s. 43-44.
Ayla Oktay-Cemil Öztürk, Türkiye’de Kızların Eğitimi; Akşit, age.
'i
w
•i
M
166 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
Idadiyeler
Bu terim önceleri, Harb Okulu ve Askerî Tıbbiye'ye girmek isteyen gençlerin ek
sik bilgilerini tamamlamak amacıyla açılan hazırlık sınıfları için kullanılmış ve
1845'de bunlar ordu merkezleri ile Bosna'da açılmıştır. O zaman programları
Rüşdiyelerden pek farklı değildi ve 11-14 yaşları arasında öğrenci alıyorlardı. Öğre
tim süreleri üç sınıfı mahallerinde, 4. ve son sınıfı da birleşik olarak İstanbul'da idi.
İstanbul'da ilk açılan idadî, Mekteb-i Fünûn-ı idadiye'ök (Nisan 1845). Mekteb-i
Harbiye öğrencileri sınavdan geçirilerek orta düzeyde bulunanlar bu okula ayrılmış
tır (Eylül 1845). Bu okul, 1872'de Kuleli kışlasına taşınınca^K’u/e/Z Asker/ İdadisiola-
rak anılmıştır. ® Yine 1845'de Bursa'da bir Askerî İdadî kurulmüş ve sonradanTş/k-
lar Askerîjdadîsi olarak anılmıştır.
1846'dan sonra Rüşdiyeler ve 185O'de açılan Darülmaarif'de, sıbyan mekteple
rinden gelen öğrencilerin programları izleyebilecek düzeye ulaştırılmaları için açılan
özel sınıflara ve bu kurumlara kaynak olan bazı sıbyan mekteplerine de idadî adı
verilmiştir.’®
idadî teriminin bir orta öğretim kurumunun adı olarak tutunması 1869 tarihli Ma-
arif-i Umumiye Nizamnamesi ile kesinleşmiştir.
Bu Nizamname, Müslüman ve Hıristiyan Osmanlı tebaasını birbirine kaynaştır
mak ve ortak bir kültürle yetiştirmek düşüncesiyle 4 yıllık Rüşdiyelerin üstünde, öğ
retim süresi 3 yıl olacak ve sancak merkezlerinde açılacak idadî adı altında bir okul
tipi düşünmüş ve bununla orta öğretimin süresini Rüşdiye ile birlikte 7 yıla çıkarmış
fakat bu bir süre kâğıt üzerinde kalmış ve ancak İstanbul'da Darülmaarif'in yerinde
ilk Mülkî idadî (1873) ve illerde de iki yıl sonra Mora Yenişehir’inde ilk İdadî okulu
açılabilmiştir.^®
1
OSMANLILAR-TANZİMAT DÖNEMİ 167
Sultaniyeler
sar suretle sanayi ve ziraata tatbiki, ilm-i Mevâlid, Fenn-i Tahtit-i Arazi.
j(
Sultanî öğrencilerinden ücret alınacaktı. Fakat okulların inşa masrafları Saray
tarafından ödenecekti. Okullar, bütün Osmanlı tebaasına açıktı. Yalnız, bu okullar
Girit hariç, II. Meşrutiyete kadar hiç bir yerde açılamamıştır.^^
Sultanî düzeyinde bir okul da İstanbul'da 1873'de öğretime başlayan I
Darüşşafaka'bir. Cemiyet-i Tedrisiye-i İslâmiye'nin çabasıyla açılan Darüşşafaka, 1
21
De Salve, L'Enseignemet en Turguie; ihsan Sungu, Galatasaray Lisesinin Kuruluşu; Adnan Şişman,
Ga/atasaray Mekteb-i Sultanisinin Kuruluşu.
i;
22
Unat, age, s. 47-48.
a
168 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
anasız, babasız, fakir çocukların alındığı önemli bir Lise olmuştur. Okulda Fransız
askerî liselerinin programı izlenmiş, öğretim Türkçe olarak yapılmış ve yıllarca Türk
asker öğretmenler para almadan görev yapmışlardır.^^
Darülfünûn, 13 Ocak 1863 günü. Kimyager Derviş Paşanın konuşması ile açıldı.
O, Mühendishane’de okumuş, sonra,“Avrupa'ya gönderilen öğrenciler arasında yer
almıştı. Dönüşünde, Mekteb-i Harbiye'de Fizik ve Kimya öğretmenliği yapmıştı.
Derviş Paşa, Darülfünunu açış konuşmasında, Fizik ve Kimya bilimlerinin gereği ve
önemi üzerinde durdu. Sonra, halka açık bir ders halinde (ders-i âmm). Fizik ve
Kimyanın konularını, amaçlarını, havanın özelliklerini, elektrik kuvveti ile bazı Fizik
rnesele ve kanunlarını halkın anlayacağı biçimde ele aldı ve ilgili deneyler yaptı.
T^Bu ilk dersi beşyüze yakın kişi ilgi ile izledi. Dersanede yer bulamayıp dışarıda
kalanlar da oldu. İlk kez el.e.ktrik.d.e.neylerini gören halk büyük bir merak gösterdi.
Bu dersleri Hekimbaşı Salih Efendinin Biyoloji, Ahmet Vefik Efendinin Tarih Fel
sefesi, bir yıl sonra da Mehmet Cevdet Efendinin Tabiî Coğrafya, Müneccimbaşı
Osman Saip Efendinin Heyet'e ilişkin konferansları izledi, Sadrazam ve Nazırlar da
bazan dinleyici olarak geliyor, bu da ilgiyi artırıyordu.
Derviş Paşa'nın iki yıl boyunca sürdürdüğü Fizik derslerini izleyen bir çok kişi bir
imtihandan geçirilerek, başarılı olanlara şehadetnameleri verilmişti.^®
Kendisi için yapılan büyük bir binadan kısmen yararlanmakta olan Darülfünûn,
Nisan 1865'te buradan çıkarılıp bir konağa kira ile yerleştirildi. Fakat. Eylül 1865'te
konak 4000 kitap ile beraber yanınca, Darülfünûn ortadan kalktı.
1869 tarihli Maarif-i Umumiye Nizamnamesi, İstanbul'da bir Darülfünûn-ı Osma-
nî kurulacağını söylemekte ve çok ayrıntılı hükümler getirmektedir. Darülfünûn
Hikmet ve Edebiyat, İlm-i Hukuk, Ulûm-i Tabiiye ve Riyaziye şubelerinden oluşa
cak, her şubenin öğretim süresi 3 yıl, müderris olacaklar için 4 yıl olacaktır. 16 ya
şından aşağı olmayanlar, bir sınavla okula kabul edileceklerdir. Dersler halka da
açık olacaktır. Şubelerin dersleri şöyledir:
23
o. Ergin, Türkiye Maarif Tarihi, C. 1-2, s. 487-494.
Ekmeleddin İhsanoğlu, Darülfünûn Tarihçesine Giriş (ilk iki Teşebbüs); Abdurrahman Siler, Türk Yük-
sek Öğretiminde barüifünûn (1863-1933); Yılmaz inci, Tanzimat Döneminde Darüifünun
Unat, age, s. 49; Ç.^Ergin, Türkiye Maarif Tarihi, C,1-2, s. 545-563.
26
İhsanoğlu, Darülfünûn Tarihçesine Giriş, s.709
i i
OSMANLILAR-TANZİMAT DÖNEMİ
27
Aynı yerde, s.718.
28
O. Ergin, Türkiye Maarif Tarihi, C. 1-2, s. 562.
1
29
Unat, age, s. 70-71; O. Ergin, Türkiye Maarif Tarihi, C. 1-2, s. 594 vd.
Rifat Önsoy, Tanzimat Döneminde İktisadî Düşüncenin Teşekkülü; İsmail Güven, Türkiye'de İktisat ve
Ticaret Öğretiminin Gelişimi.
Yahya Akyüz, Mülkiye Mektebinden İlk Çıkanların Bazı Eğitimsel Çabaları.
OSMANLILAR-TANZİMAT DÖNEMİ 171
4
ve mektebe giren taşralılar kuradan’ muaf tutulmak ve diploma alanlar rütbe-i sâli-
se” ile ödüllendirilip ve biner kuruş maaşla belediye doktorluğuna tayin kılınmak” I
gibi teşvik edici ilânlar ile talebe çekip kaydetmek yoluna gidilmiş, bir taraftan da
öğretim dili olan Türkçeye yabancı tıp kitapları, tercüme ettirilmeye çalışılmıştır. Bu
okul, 1872'de ayrı bir binaya geçerek bağımsız olarak çalışmalarını sürdürmüştür.^^
Mekteb-i Tıbbiye öğrencileri ve mezunları da, mesleklerinin yanında, fikir ve siyaset
alanında önemli etkinlikler göstermişlerdir. I
1857'de Paris'te Mekteb-i Osmanî adında üç yıl süreli bir hazırlık okulu kurul I
muştur. Amacı, Osmanlı Hükümeti tarafından gönderilen çeşitli düzeydeki öğrenci
leri biraraya getirmek, başıboşluktan kurtarmak ve Fransa'da çeşitli okullardaki
derslerini verimli biçimde izleyeoilmeleri için onlara bazı bilgiler kazandırmak idi.
Askerî ve sivil şubeleri vardı ve öğrencilere fen, edebiyat vb. bilgilerini tamamlatıcı,
Fransızcalarını geliştirici bir program izleniyordu. 1864'te kapatılmıştır.^^
■
in
61. Tanzimat döneminde meslekî ve teknik eğitimde yenilik ve gelişmeler
nelerdir?
1859'da İstanbul'da açılan ve ilk kız Rüşdiyesi olan Çevri Kalfa mektebinde,
"kadınlara mahsus sanayi" de okutulması kararlaştırılmıştı. Bu nedenle, kızların
teknik öğretimi ile ilgili olarak da bu okulu ilk girişim saymak gerekir.
1864'te Mithat Paşa Rusçuk'ta yetim kızlar için ordunun dikim ihtiyaçlarını karşı
lamak üzere bir dikim atölyesi niteliğinde Islâhhane açmıştır.
Bu girişimi 1869'da İstanbul'da yine ordu ihtiyaçları için Yedikule'de açılan di
kimhane özelliğindeki Kız Sanayi Mektebi izler.
37
Cemil Özlürk, Türkiye'de Meslekî ve Teknik Eğitimin Doğuşu, I: Islahhaneler; Nesimi Yazıcı, Tanzimat
Döneminde Yetim Mallarının Korunması...
1
[
OSMANLILAR-TANZİMAT DÖNEMİ 173
62. Tanzimat döneminde özel öğretim, azınlık ve yabancı okulların durumu
nedir?
Türk, azınlık ve yabancıların özel olarak açtıkları okullar esas olarak aynı yasal
düzenlemeler içine girdiği için bunların birlikte incelenmesi gerekmektedir.
—^1856 tarihli Islahat Fermanının getirdiği hükme göre, azınlıklar cemaat olarak
okLj!lâ'kl;çma" ve'’ğel izinli sayıldılar. Fakat bu okulların öğretim biçimi ve
öğretmenlerinin seçimi. Padişahın tayin edeceği üyelerden oluşan "muhtelit" (yani
azınlıklardan da üyeler bulunan) bir Maarif Meclisinin nezaret ve teftişi altında bu
lunacaktı.
-^1869 tarihli Maanf-i Umumiye Nizamnamesi, Türk olsun olmasın Osmanlı teba
asının ve yabancıları’^rTözer^küT'açrhâları konusunu 129. ve 130. maddelerinde dü
zenlemiştir. Bu maddeler özetle bugünkü dile şöyle çevrilebilir:
Md. 129- Özel okullar, toplumlar ya da Osmanlı veya yabancı devletlerin tebaa
sı fertler tarafından ücretli veya ücretsiz olarak kurulan okullardır. Masraflarını ku
rucuları ya da bağlı oldukları vakıfları karşılar. Kurulmalarının şartları şunlardır:
a) Bu okulların öğretmenlerinin elinde Maarif Nezareti tarafından ya da mahallî
maarif idaresi tarafından verilmiş Şehadetname bulunması,
b) Bu okullarda terbiye ve ahlâk kurallarına ve politikaya (Devletin politikası) ay
kırı ders okutturulmaması ve ders programları ve kitaplarının Maarif Nezareti ya da
mahallî maarif idaresi ve vali tarafından tasdik edilmesi,
c) Maarif Nezareti ya da mahallî maarif idaresi ve vali tarafından resmî izin ve
rilmesi.
Md. 130- Özel okullarda çocukların uygunsuz hareketleri ve tembellikleri nede
niyle dövülmesi ve onlara yakışıksız sözler söylenmesi yasaktır. Bu tür çocuklar
özel talimata göre cezalandırılacaktır.
Tanzimattan önce, azınlıkların okulları incelenmişti (Soru 34). Ayrıca, onların bir
kısmı Batı'ya gidip okumakta, bir kısmı Enderun'da eğitilmekte idiler.
Tanzimat ile beraber. Tıbbiye ve daha sonra kurulan öteki teknik ve meslekî o-
kullar kapılarını azınlık çocuklarına da açtılar. Özellikle Tıbbiye, öğretim dilinin
Fransızca olması, öğretmenleri arasında Gayrimüslim ve AvrupalIların bulunması.
38
O. Ergin, Türkiye Maarif Tarihi, s. 508
1
39
Gülnihal Bozkurt, Gayrimüslim Osmanlı Vatandaşlarının Hukukî Durumu (1839-1914).
40
Yahya Akyüz, Tanzimat Döneminde Yunan Kaynaklı Bir Islahat Önerisi.
41
Pontus Meselesi, s .5; Süleyman Büyükkarcı, Türkiye'de Rum Okulları.
42
Süleyman Büyükkarcı, İstanbul Ermeni Okulları.
43
Yahya Akyüz, Cevdet Paşanın özel Öğretim ve Tanzimat Eğitimine İlişkin Bir Lâyihası.
44
Ali Suavî, Ermenilerde Ulûm ve Maarif.
45
De Salve, L'Enseignement en Turquie.
46
Şamil Mutlu, Osmanlı Devletinde Misyoner Okulları; Necmettin Tozlu, Kültür ve Eğitim Tarihimizde
Yabancı Okulları
â
OSMANLILAR-TANZİIMAT DÖNEMİ
175
nedenleri: 1. Misyonerlerin gittikçe daha “bilimsel” çalışmaları 2. Tanzimat döne
minde azınlıklara tanınan yeni haklar 3. Osmanlı Devletinin dış borçları vs. nede
niyle Batıya giderek bağımlı hale gelmesi ve Osmanlı yetkililerinin bu okullara iliş
kin denetimci bir tutum izlemeleri halinde “siyasî” sorunlar çıkmasından çekinmele
ri.
Bunlardan Fransızların açtıklarına katolik, lâtin, Amerikalı ve ingilizlerin açtıkla
rına Protestan okulları denir.
a) Katolik okulları
Bunlar, Cizvit (ya da Jezvit) ve Kapüsen, Lazarist vs. denen dinî örgütler, mis
yonerler ve kişiler tarafından açılmıştır. 1839'da İstanbul'da 21 erkek, 19 kız okulu
bulunuyordu, ilk ve orta öğretim düzeyinde idiler. En tanınmışları, Saint-Benoît,
Saint-Louis, Saint-Joseph erkek okulları ile, NotreJ)ame de Sion kız okufu3û?
Fransızlar, daha 3nce açıkladığımız gibi (Soru 34) Kapitülasyonlardan yararla
narak OsmanlI ülkelerinde okullar açmışlardır. Rahip ve rahibelerin açtıkları okullar
Fransa Kralları tarafından destekleniyordu. Fransa, bu okullar sayesinde Osmanlı
ülkelerinde dinî, kültürel ve ekonomik bakımdan büyük çıkarlar sağlayacağını an-
lamıştı. Ayrıca Fransa Doğu Hıristiyanları üzerinde etkisini artırmaya çalışan
Kalvinistlere karşı, Katolik mezhebinin üstünlüğünü sağlamada da bu okullardan
yararlanabileceğini biliyordu. Başlangıçta Fransız okulları Osmanlı ülkelerindeki
Katoliklerin eğitimini amaçlıyordu, fakat öteki Hıristiyanlar da onlara ilgi gösterdi
*^
ler.'
1856 tarihli Islahat Fermanı ve Osmanlı Devletinin içine düştüğü ekonomik, si
yasî güçsüzlük ve zaaf sonucu pek çoğu izinsiz olmak üzere Fransız okulları man
tar gibi çoğaldı.
b) Protestan okulları'
*
®
47
Saadet Özen, Yüz Elli Yılın Tanığı, s. 44.
48
Kocabaşoğlu, age.; Süleyman Büyükkarcı, Türkiye'de Amerikan Okulları; Erdal Açıkses, Amerikalıla
rın Harputtaki Misyonerlik Faaliyetleri; Gülbadi Alan, Merzifon Amerikan Koleji ve Anadolu'daki etkileri;
Mutlu, age.
49
Kocabaşoğlu, age. s. 29-33,
1
yönetsel bağlar nasıldır? vs. Misyonerlere 1833’te verilen bir talimat mektubu şu
şekilde bitiyordu: “Bir fetih savaşına girmiş askerler olduğunuzu unutmayın (...) Bu,
araştırma, bilgi ve düşünmeye ihtiyaç gösterir. Bu mukaddes ve vaat edilmiş top
raklar silahsız bir haçlı seferiyle geri alınacaktır.”
Taşrada çok sayıda açılan ve Mutlakıyet döneminde inceleyeceğimiz (Soru 80)
bu okullardan İstanbul'da en önemlileri şunlardı;
Robert Koleji
New York'lu bir tüccar olan Mr. Robert'in girişimi ile, Rumeli Hisan’nın üzerinde
ki arazide kurulmuş ve 16 Eylül 1863'te açılmıştır. Okulun yöneticileri, uzun vadeli
hesaplar yaparak en çok Bulgar ve Ermeni öğrencileri almış, bunların siyasî ba
kımdan bilinçlenmeleri ve Osmanlı Devletini parçalamaları amacını gütmüşlerdir.
Bulgaristan'daki Amerikan misyonerleri, Bulgar gençlerini bu okula gitmeye yönelt
mişlerdir.®'’ .1879'da toplanan Bulgar Parlâmentosu, yetiştirdiği Bulgar aydınları,
Bulgar çetecileri ye devlet adam lan \çm~Ro^errKöleJ'e Teşekküretmiştir. “
9 Kız Koleji
50
George Washburn, Fifty Yoars in Constantinople.
51
O.Ergin, Türkiye Maarif Tarihi, C. 1-2, s.777-779,
i
OSMANLILAR-TANZİMAT DÖNEMİ 177
63. Tanzimat döneminde öğretmen yetiştirme politikası ve çabaları nelerdir?;,
ler yetiştirmek için açılmıştır. Başka deyişle, Darülmuallimîn Türkiye’de eğitim bilim
lerinin öneminin farkına varılıp kurumsallaştırılması yolunda Tanzimat döneminde
atılan ilk önemli adımdır. Az ileride görüleceği gibi, kurumun 1851 tarihli ilk Nizam
namesinde yer alan ilk dersin “Ders Verme ve Öğretim Yöntemi’’ oluşu da bu tezi
mizi doğrulamaktadır.^^
1
Darülmuallimîn'e önce, 'Baş Hoca' unvanı ile Denizlili Yahya Efendi adında bilgi
li ve-Vaşlı bir müderris yönetici olarak atanmış ve Ağustos 185O'ye kadar bu görev '.3
de l^plmıştır.
Ağustos 185O'de, bu kez Ahmet Cevdet Efendi (sonra Paşa) adında yine ule 8
mâdan değerli ve genç bir zat 'Müdür' unvanı ile okulun başına getirilmiştir (Soru
66'da hakkında kısa bilgi verilecektir). #
Ahmet Cevdet Efendi, Darülmuallimîn için, 1 Mayıs 1851 tarihli olarak bir Ni
zamname kaleme almış ve uygulamaya koydurmuştur. Bu belge ilk kez tarafımız-
52
'i
Cemil Öztürk, Türkiye'de Dünden Bugüne Öğretmen Yetiştiren Kurumiar; Cemil Öztürk, Atatürk Devri
öğretmen Yetiştirme Politikası, (Cemil Öztürk'ün bu iki eseri, Türkiye’de öğretmen yetiştirmeyi tarihî ve
güncel boyutlarıyla ele alan, bilimsel, özgün belgelere dayanan, en kapsamlı eserlerdir). Ayrıca bkz.
O.Ergin, Türkiye Maarif Tarihi, C.1-2, s.571 vd; Abdülkadir Özcan, Tanzimat Döneminde Öğretmen
Yetiştirme Meselesi.
Yahya Akyüz, Türkiye’de Eğitimin Bilim Olarak Ele Alınışının Tarinçesi.
k M
178 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
54
dan geniş açıklama ve yorumlarla yayınlanmıştır. Bu Nizamname ile,
Darülmuallimîn köklü bir yasal ve eğitimsel düzenlemeye tabi tutulmuştur. Nizam-
name'nin ve onu açıklayıcı yazının klişelerini bir kez daha yayınlamayı -taşıdıkları
önem nedeniyle- gerekli görüyoruz (Belge 8 ve 9).
Darülmuallimîn Nizamnamesi \/e onu açıklayıcı yazıda belirlenen başlıca düzen-
lerngler, hükümler ve görüşler özetle şöyledir:
.^apNitelikli öğretmen yetiştirilebilmesi için okula az sayıda öğrenci alınması yolu
na'gidilmiş, hatta, alınacak öğrenci sayısı 30'dan 2O'ye indirilmiştir. Bunlara mu
vazzaf (asıl) öğrenciler denir. Bunun dışında mülâzım sıfatıyla da öğrenci kaydı
yapılmıştır; bunlar bazı şartlarla muvazzaf olabileceklerdir.
/b))öğrenciler sınavla alınacaktır. Okula girebilmek için adayların Arapçayı anla-
yıiynürkçeye çevirebilecek bilgiye sahip olmaları, kötü hal ve hareketlerinin bulun
maması şarttır.
Ookulun süresi 3 yıl olarak belirlenmiştir.
54
Yahya Akyüz, Darülmuallimînin İlk Nizamnamesi (1851), Önemi ve Ahmet Cevdet Paşa, Millî Eğitim,
Mart 1990, Sayı 95, s. 3-20; Yahya Akyüz, Türkiye'de Öğretmenliğin Temelleri Sağlam Atılmıştı, Yeni
Türkiye, 1996.
ökulun ilk rnezunlarından olan Selim Sabit Efendinin Hicrî 1271(1854) tarihli diplomasında ise, yalnız
ca Arapça ve Farsçada Ders Verme Yöntemi ve Matematik okuduğu belirtilmiştir. Bkz. M. Cevat, age , s.
62.
1
OSMANLILAR-TANZİMAT DÖNEMİ 179
1
il
J
ii
^^i/ı/>'i^^.«''-r'‘ı'ı>'>
‘^’'>'j-'r <ır-'
/iır.',JıC'.ift}-
>c/İ'-'
I
•■İİ’Û^1'>1> ^-A^u^jıa-'. •. , y. ' ■'
i
I
Darülmuallimîn Nizamnamesi (s.1)
Darülmuallimîn Nizamnamesi (s.2)
Belge 8
]
i
■
Türk EĞİTİM TARİHİ
80 I
Vâ
* ””
* ’’7
I '"»• »
ıt,‘yjy)>İ>jh"^ı^
Uf-,
M
J',
-!■
‘U' 4- ■f},^
^VV‘
ei'.>’(/)'(J''!j~<>Aj:<^.'-^ ı)t^
<if
** '? “^*
Z ■'"'^İ^'
Belge 9
56
M. Cevat, age , s. 134-136. !U
1!^
182 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
57
Yahya Akyüz, OsmanlI Son Döneminde Kızların Eğitimi ve...; Yahya Akyüz, Öğretmenlik Mesleği ve
OsmanlIda Kadın Öğretmen Yetiştirilmesi; Yahya Akyüz, Tanzimattan Cumhuriyete Okul Yöneticili
ğinde Dönüşümler ve Kadınların Okul Yöneticiliği; İstanbul Kız Muallim Mektebi, Darülmuallimat
(1870-1933): Mustafa Şanal, Osmanlı İmparatorluğunda Kız Öğretmen Okulunda Görev Yapan Kadın
idareci ve Öğretmenler ile Okuttukları Dersler.
58
Akşit, age. S.219.
OSMANLILAR-TANZİMAT DÖNEMİ 183
1870’ten beri Darülmuallimatın mezun vermekte oluşunu ve onların pek çok kız ve
kadını okutmuş olmasını anımsamak gerekir.
i8
I
I
9
59
Muallim Cevdet, Darülmuallimînin 70. Sene-i Devriyesi... I
Darülmuallimîn ve Mülkiye ve Mülkiye Idadisi'nin... Tevzi-i Mükâfat Cetveli, 1293.
H'
1
»ff-'-)
Uj\ Uv^
c (
( '-A'"
Lû\
(f-j
i
jji
il
OSMANLILAR-TANZİMAT DÖNEMİ 185 M
memiştir. 1877'deki bu Darülmuallimîn programı, meslekî bir dersin yokluğu nede d
niyle, 1851 Nizamnamesine göre, geri bir zihniyetin işaretidir 2. Böyle olunca. Mül
kiye Mektebi mezunlarından vs. istiyenlerin öğretmen atanmaları kuşkusuz doğal
sayılmaktadır.
1869 Nizamnamesiyle, Darülmuallimat'ın Sıbyan şubesine Usûl-i Tâlim dersi
konmuş ve muhtemelen 187O'de bu okul açılınca okutulmuştur. Fakat Muallim 1
Cevdet bu dersin konması ve okutulmasına ilişkin daha sonraki tarihleri vermekte il
dir: "1297 (1879-1880) tarihi Darülmuallimat için mühimdir. Zira ilk olarak Usûl-i i-'fr
i'B
Vîl
Tedris bu sene konmuştur. Bu fennin muallimi Darülmuallimîn, Mülkiye, Sanayi-i
Nefise mektepleri mualiimlerinden Aristokli Efendidir. Maatteesüf bir sene sonra bu ■ (t
ders kaldırılıyor ve uzun müddet öğrenciler Usûl-i Tedris ve Terbiye görmeden mu
allime oluyorlar... Erkek ve kız öğretmen okullarında yöntemin yerini anlamayan bir
ülkede nasıl olur da eğitim doğru esaslara bağlanabilir? Nihayet 1308 (1890-
1891)'de Münif Paşanın Maarif Nazırlığı zamanında Darülmuallimat'a Fenn-i Terbi
ye ve Usûl-i Tedris konuyor ve muallimliğine Ayşe Sıdıka Hanım tayin ediliyor. Biz
de Fenn-i Terbiye ve Usûl-i Tedris kadar yetim kalmış bir şûbe-i ilmiye (bilim dalı)
yoktur. Müslümanlardan, Türklerden çeşitli ilimlere müntesip (kendini vermiş) bir
hayli zevat-ı muktedire (yetenekli kişiler) gösterilebilirken, Satı Bey devresine kadar
bu fenne sâlik (girmiş) ve mektepte gösteren (okutan) Ayşe Sıdıka Hanım, Selim
Sabit, Emrullah Efendiler ve Musa Kâzım Beyden başka pedagoji meraklısı tanımı
yoruz."
Muallim Cevdet, "1300 (1882-1883) senesi, Darülmuallimîn mezunları ve terbi
ye-! milliye için verimsizdir der. Çünkü müdür Tarihçi Murat Bey olduğu halde, Usûl-
i Tedris resmî dersler arasında görünmüyor. Artık ne Darülmuallimîn ne
Darülmuallimat'ta Usûl-i Tedris belli başlı bir yer tutmuyor (...) 1307 (1889-1890)
tarihinde ve Münif Paşanın himmetiyle Darülmuallimîn-i Âliye açılarak her üç kısma
Fenn-i Terbiye konuyor ve Aristokli Efendiden sonra her üç kısımdaki dersler Selim
Sabit Efendiye veriliyor. O, bu dersi bütün şûbelerde onüç sene kadar tedris edi
yor."
Darülmuallimat'ın 1895 tarihli programında Usûl-i Tedris yine yer almıştır. Bu
programdp, kadınlar için gerekli İdare-i beytiye vs. gibi dersler bulunmakla beraber,
sİ
her sınıfta haftada 2 saat Arapça, 1 saat Farsça da bulunuyordu. Selim Sabit Efen
di, bunların kadın öğretmenler için bu kadar geniş okutulmasının gerekli olmadığı
nı, onlar için daha gerekli derslere ağırlık verilmesinin uygun olacağını ileri sürmüş
fakat görüşleri kabul edilmemiştir.
Darülmuallimîn ve Darülmuallimat'ta Usûl-i Tedris ile ilgili dersler böyle devam
I
etmiş, 1908'den sonra Satı Beyin gayretleriyle geliştirilmiştir.
61
Yahya Akyüz, Darülmuallimîn'in İlk Nizamnamesi (1851)...
I
OSMANLILAR-TANZİMAT DÖNEMİ 187
Burada çok ilginç bir açıklama yapacağız: Ahmet Cevdet Efendi, kendisi de
medresede yetiştiği halde, medresenin bin yıllık geleneksel uygulaması olan “cer İh
sistemî’ne neden bu kadar karşı çıkmıştır? Kanımızca bunun yanıtını onun öğren
cilik anılarında buluyoruz:®^
Ahmet Cevdet Efendi İstanbul'da medresede okurken, Lofça’da (Şimdi Bulgaris
tan’da) bulunan ailesinin maddî durumunun iyi olması nedeniyle rahat bir öğrencilik
hayatı geçirdiğini, cerre çıkma gereksinimi duymadığını, hatta parasını vererek
medresedeki arkadaşlarına kendi yemeğini pişirttiğini, kendisinin de “sürekli çalıştı
ğım”, bazan da “gelecek endişesinden uzak olarak istediği gibi gezdiğini” söyle İ'S
mektedir. O, böyle rahat bir çalışma ortamı içinde, genellikle yoksul olan ve gele
neğin yanında bu nedenle de cerre çıkmak zorunda kalan arkadaşlarına göre, “on
hh
ların on yılda öğrendiklerini beş-altı yılda öğrendiğini” belirtmektedir. İh
Ahmet Cevdet Efendi’nin bu anıları, onun Darülmuallimîn Müdürü iken cer uygu fS
lamasını yasaklama ve öğrencilerin maaşlarını yükseltme konusundaki girişimleri
nin temel nedenlerini iyi açıklamaktadır. -hg
!
®2 Tezâkir, 40. Tetimme, s.6 vd.
®® Yahya Akyüz, Türkiye'de Öğretmenlerin Toplumsal Değişmedeki Etkileri s. 38-39.
' ‘S;
N'i)
;k
• i, (il-
188 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
1848'de öğretmen yetiştirmek İçin bir okulun açılması yeni bir anlayış ve Türk
eğitim tarihinde çok önemli bir olaydır. Artık Rüşdiye (orta okul) öğretmenleri yal
nızca bu okulun mezunlarından mı atanacaktı? Okulun yayınladığımız Nizamna
mesinde (1851) "dışardan" da öğretmen atanabileceğine ilişkin bir hüküm yok. Ay
rıca yine yayınladığımız başka arşiv belgeleri (1860-1861) de, 1848'de açılan
Darülmuallimînin başlangıçta, Rüşdiye öğretmenlerinin tek kaynağı olarak görüldü
ğünü kesinlikle ortaya koyuyor. Eğitim tarihimizde çok büyük değeri bulunan bu
1860-1861 tarihli belgeler özetle şöyledir®"
* (Belge 11):
ilk Eğitim Bakanı Abdurrahman Sami Paşa, 186O'da, "öğretmene ihtiyaç bulun
duğunu" ve "Darülmuallimîn mezunlarının sayıca ve bilgice yetersiz yetiştiklerini"
ileri sürerek İstanbul dışında 8 (sekiz) Rüşdiyeye, bu okulun dışından "sınavla" öğ
retmen atamıştır. Bunun üzerine Darülmuallimîn öğrencileri ve öğretmenleri Sadra
zama (Başbakan) bir dilekçe verip bu atamaların usulsüz olduğunu. Nizamnameye
ters düştüğünü, kendilerine "haksızlık" yapıldığını ileri sürmüşlerdir.
Gerçekten, 1851 tarihli Darülmuallimîn Nizamnamesinde, bu okulun mezunları
dışından da öğretmen atanabileceği şeklinde bir hüküm yoktur. Bu bize, o tarihte,
öğretmenliğe girişin çok isabetle belirlendiğini, başka deyişle, mesleğin temellerinin
sağlam atıldığını göstermektedir. Nizamnameye göre, programın ilk dersinin bir öğ
retim yöntemi dersi olması da öğretmenliğin bir meslek olarak görüldüğünün kesin
işaretidir.
Özetle, öğretmen olmak için meslekî bir öğrenim görmekte olan öğrenciler, Sad
razama verdikleri bu şikâyet dilekçesi ile, mesleği dışarıdan atanmalara karşı ko
rumaya çalışmakta ve böylece çok önemli bir tepki göstermektedirler. Bu, Türki
ye'de öğretmenlik mesleğinin en önemli ve anlamlı olaylarından biridir.
e.
Belge 11. Eğitim Bakanlığının meslek dışından sekiz yere yaptığı atamalara tepki olarak Darülmuallimîn
öğrencilerinin Sadarete (Başbakanlığa) verdikleri şikâyet dilekçesi (1860).
64
Yahya Akyüz, Öğretmen Okulu Dışından İlk Kez Öğretmen Atanmasına İlişkin Orijinal Belgeler (1860-
1861) ve Tarihî Gelişim, Millî Eğitim, Oc. Şub. Mart 1998, Sayı 137, s.6-16.
.■H
b
OSMANLILAR-TANZİMAT DÖNEMİ 189
Daha sonra 1869 tarihli Maarif-i Umumiye Nizamnamesi aynı hükmü tekrar e-
der:
"Darülmuallimînde tahsil etmiş olan muallimlerin mekâtib-i umumiyeye muallim
olmak için sairlerine (Darülmuallimînde okumayıp öğretmen olmak için başvuranla
ra) hakk-ı rüçhanı (öncelik hakkı) olacaktır" der. Bu hüküm, başka kaynaklardan da
öğretmenliğe geçiş yolunu açık bırakmaktadır. Darüimuallimat mezunları için de
aynı hükümler geçerlidir. Kuşkusuz böyle bir yol, öğretmen okulları ihtiyacı karşıla
maktan çok uzak oldukları için kaçınılmaz görülmüştür. Ancak, başka kaynaklardan
mesleğe girişlere imkân veren bu hakk-ı rüçhanı, bir anlamda öğretmenliğin mes-
lekleşmesine sürekli engellerden biri olarak değerlendirmek gerekir.
Darülmuallimîn dışında çeşitli kaynaklardan mesleğe yapılan atamalar arasında
askerî okul mezunlarının özel bir yeri vardır: Programlarda yer almaya başlayan
müsbet bilimleri, eğer öğretmen okulu çıkışlılar yoksa, onlar okutmuşlar ve her dü
zeydeki okullarda öğretmen kadrolarını yarıdan fazla onlar doldurmuş ve bu durum
Cumhuriyet dönemine kadar asker öğretmenlerin oranı azalarak sürüp gitmiştir.
Askerî okullar medrese etkisinden uzak kaldıkları için, mezunları sivil okullarda o-
lumlu etkilerde bulunabiimişlerdir. Önceden belirttiğimiz gibi, Mülkiye Mektebi me
zunlarından da., bu dönemin sonlarından itibaren idadîlere öğretmen ve müdür a-
tanmaya başlanmış, bu aydın öğretmenler de çok önemli hizmetler yapmışlardır.
Eğitim Bakanlığının 1860'dan 1981'e kadar ve YÖK'ün de 198Tden itibaren öğ
retmen yetiştirme işini yeterli biçimde plânlamamalarından dolayı, 186O'da "geçici"
olarak girişilen öğretmen okulları dışından 8 (sekiz) yere öğretmen atama uygula
ması, boyutları çok artarak, o tarihten 1996'lara ve günümüze kadar sürüp gelmiş
tir.®®
64. Tanzimattan sonra okullara giren müsbet bilim dersleri ile geleneksel dinî
derslerde öğrenciler çelişkili biçimde etkilenmiş midir?
65
Aynı yazı (Tarihsel ve güncel çok ayrıntılı bilgi vardır).
66
Yurdagül Mehmedoğlu, Tanzimat Sonrasında Okullarda Din Eğitimi (1838-1920).
k
190 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
ilgisi yoktu. Din hocaları, diğer hocaların okuttukları konular hakkında hiç bir şey
bilmedikleri gibi, çoğu zaman onların okuttuklarının dayandığı esasları sözleriyle,
halleriyle inkâr ediyorlardı. Diğer derslerin bazı hocalşrı da din hocalarının bilgisiz
liğini ve söylediklerinin saçmalığını -sözleriyle değilse bile- halleriyle talebeye an
latmakta idiler. İki tarafın da fikirlerini açıkça söylemeye cesaretleri olmadığı için bu I
iki tür hocanın aldıkları durumun sebepleri üzerinde düşünmeye imkân bulamayan
gençlerin fikir ve duyguları tezatlar içinde kalıyordu. Bu ruh haleti içinde olan bir
gencin karşısına doğru veya yanlış bir fikri derli toplu söyleme kabiliyetinde olan biri
çıkıverir, yahut onlar böyle bir eser okursa, kolaylıkla o yana kayıverirdi. Okul için
ııS7
deki fikir tezatları, burada yetişenler tarafından toplum içine getiriliyordu.
Yine Erişirgil, müsbet bilimler öğretmenlerinin ve okul müdürlerinin, din dersi
hocalarını aşağı gördüklerini ve bunu öğrencilerin de farkettiğini, bu nedenle, din
derslerine karşı az çok alaycı bir tavır takındıklarını söyler. "Resmî makamların an
layışı da az çok böyledir; Hikmet, Türkçe, Tarih muallimi tayin olunurken onların bir
idadî öğrenimi görmüş olmaları aranıldığı halde, Ulûm-i Diniye muallimi için bu şar-
ta lüzum görülmezdi... Daha doğrusu, nereden, ne suretle çıkanların Din dersleri
1,68
muallimi olabileceğine dair kesin bir hüküm yoktu.
Öğrencilerin derslerde çelişkili biçimde etkilenmelerini ve Din, Ahlâk derslerin
den pek olumlu sonuç alınamamasını Kuleli Askerî Lisesinde öğretmenlik yapmış
ve eğitimle ilgili eserleri bulunan Muallim Vahyi (1878-1957) şöyle açıklar: Okullar
da dinî terbiye ve hayatın yaşatılmayıp öğrencilerin zor ve baskı ile yalnızca ibade
te yöneltilmesi, bu dersler için özel kitaplar yazılmaması, bu derslere uygun öğret
menler yetiştirilmeyip bunların Arapça ve Farsça öğretmenlerine gelişigüzel veril
mesi, bunların da din ve ahlâk bilgilerinden yoksun olması, ya da bazı bilgileri bu
lunsa bile, çoğunun bilim zihniyeti ve zamanın gidişinden habersiz oluşu...®®
Eğitimci İ.H. Baltacıoğlu (1886-1978) da, Tanzimattan sonra başlayan dönem i-
çin, "tâlim ve terbiyemizîn elîm (acılı) devri" demektedir; "Müsbet ilimlerin, özellikle
Hayvanat ve Felekiyat gibi ilimlerin zamanla uzman ve bilgili muallimlere verilmesi,
terbiye tarihimizde gayet elîm bir buhrana yol açmıştır. İdadî gençliği, din ve ahlâk
öğretimi yapan eski hocaların telkinleri, bir yandan da. Tabiattan, özellikle Fizyolo
jiden ve Felekiyattan bahseden uzman ve bilgili muallimlerin öğretimi altında şüphe
ve kararsızlık içinde kavruluyordu. İşte o devrin mektep bahçelerinde, teneffüsha-
nelerinde, din ve tabiat bahisleri gençlerin en hareketli, en vicdanlı (içten, samimî)
tartışmalarına konu oluyordu. İdadî mektebi, bu eriyen, çürüyen gençliğe dinî ve
ahlâkî bir istikamet (amaç, hedef) vermek şöyle dursun, tehdit ve tard (okuldan u-
zaklaştırma) cezalarıyla itirazcıları nur ve hakikat karşısında kör kalmaya zorluyor
du... Tâlim ve terbiyemizin bu elîm devri, milletimiz içinde her çeşit sakat ve çürük
inançların yıkılmasına ne derece hizmet etmişse, aynı zamanda dinî ve ahlâkî geri
lememize de o derece sebep olmuştur."'™ III
1890 yıllarında Diyarbakır idadisinde okuyan Ziya Gökalp (1876-1924) de, o yıl
lara ait anılarını anlatırken, bir taraftan Tabiî ilimler, bir taraftan Kelâm derslerinin
‘,1
«i
65. Tanzimat döneminde eğitimin İdarî teşkilâtlanması nasıldır?
Tanzimat döneminde örgün eğitim geliştirilirken, eğitimde yeni bir İdarî teşkilât
lanmaya da gidilmiştir/^ Bu çalışmalarda ve eğitim reformlarının yapılmasında,
Mart 1838'de kurulan Meclis-i Vâlâ adında, en üst düzeyde genel bir Devlet kuru-
munun plânlayıcı ve denetleyici rolü olmuştur.
Önce Rüşdiyelerie beraber 1839'da Mekâtib-i Rüşdiye Nezareti kurulmuştur.
Bu, adının Nezaret olmasına rağmen. Şeyhülislâmın denetimi altında ve Evkaf Ne
■ :
zaketinin bünyesi içinde Rüşdiyelerin idaresiyle görevli bir genel müdürlük idi.
Jfl
'1845'de Muvakkat (geçici) Maarif Meclisi kuruldu. Bunun ayrıntılı bir raporu üze
rine 1846'da Meclis-i Maarif-i Umumiye kuruldu. Devlet kuruluşları içinde millî eği "iî
tim işlerinden doğrudan doğruya sorumlu ve hükümet başkanına bağlı ilk örgütün
çekirdeğini bu meclis oluşturur. Onun gösterdiği lüzuma dayanılarak, kendisine
■ i
bağlı bir icra organı olmak ve üyelerinden biri tarafından Meclise bağlı olarak idare 1'1
edilmek üzere aynı yıl (1846) Mekâtib-i Umumiye Nezareti kuruldu. Adının Nezaret i'iîj
olmasına rağmen bu da bir genel müdürlük idi. Başına vakanüvis (resmî tarihçi) Hlâ
Esat Efendi getirilmişti. 1847'de Ahmet Kemal Efendi bu kuruluşa önce Müdür, son •'Sil
ra Nazır unvanıyla getirildi. 1849'lardan itibaren Mekâtib-i Rüşdiye Nezaretinin işleri N
1851'de Encümen-i Danış kuruldu. Bu, esas olarak okulların ve açılacak Darül-
fünûnun ders kitaplarını telif ya da çeviri olarak hazırlayacak ve bir bilim akademisi
olarak çalışacaktı. Fakat Encümen-i Daniş 1862'ye kadar yaşayabildi.
15 Mart 1857'de Maarif-i Umumiye Nezareti kuruldu. Bu, Meclis-i Vükelâya (Ba
kanlar Kurulu) dahil bir Nazır tarafından yönetilecekti. Mekâtib-i Umumiye Nezare
tini de bünyesine alan bu kurum, Bakanlık düzeyinde ilk eğitim örgütüdür.^^ ilk Ma
I
i
arif Nazırı Abdurrahman Sami Paşa (nazırlığı: 1857-1861) ve ilk müsteşar, tarihçi
ve edip Hayrullah Efendidir.
"(Çeşitli bölgelerdeki okulları teftiş için kimlerin görevli olduğu belirtildikten son
ra) Bu zatlar mektepleri haftada bir kez aşağıdaki konularda teftiş edeceklerdir: Öğ
retmenler, müstahdem ve öğrenciler düzenli olarak okula devam ediyorlar mı, o-
kuldaki devam defteri muntazam tutuluyor mu? Öğrenciler iyi eğitiliyor mu? Mek
teplere yabancı kişilerin girmemesine bevvablar dikkat ediyor mu? Öğrencilerin
mektep dışında edepsizlik yapmamalarına dikkat ediliyor mu? Hergün öğrencilere
dersleri tahtaya yazdırılarak isticvâb edilmelerine riâyet ediliyor mu? Resmen belir
lenen ders ve kitaplardan başkalarının okutulması yasağına uyuluyor mu? Öğret
menler usûlüne uygun öğretim yapıyorlar mı ve içlerinde yeteneksiz olanlar var mı?
Öğrencilerin akşam, evlerine gruplar halinde ve edepli gitmelerine, kimseye sarkın
tılık etmeme ve lâf atmamalarına dikkat olunuyor mu? (Bu son noktanın sağlanma
sı için öğretmenler hergün derslerden sonra öğrencilere nasihatlarda bulunacak ve
hiç olmazsa haftada bir kere bevvab ya da bir öğretmen çocukların arkası sıra gi-
.«74
decektir...)'
73
1857'lerden itibaren eğitimle ilgili birçok resmî yasal belgelerin (Kanun, nizamname, şûra kararları.
vs.) metni için bkz: Aydoğan Ataünal-Reşat Özalp, Türk Milli Eğitim Sisteminde Düzenleme Teşkilâtı;
Reşat Özalp, Mili? Eğitimle İlgili Mevzuat (1857-1923).
74
Berker, age, s. 104-105.
S
i®
I
OSMANLILAR-TANZİMAT DÖNEMİ 193 ■ i
Tanzimat döneminin bazı Maarif Nazırları şunlardır:
Abdülhamit döneminde bir kaç kez Sadrazamlık yapmış olan Sait Paşa, Tanzi
mat devlet adamlarının eğitimle yeterince ilgilenmediklerini söylemektedir: "Reşit,
Âlî, Fuat Paşalar dış politikada derece derece beceri gösterdilerse de içişlerini ısla- IS
ha ve eğitimin yayılmasına itina etmediler. Oysa zaman kendilerine uygundu. Padi-
„75
şahlar onlara güvendiklerinden görüşlerini kabule hazır idiler. Sait Paşanın bu
görüşleri ancak kısmen doğru olabilir, çünkü Tanzimat devlet adamları eğitim- - SiTİ
öğretimin. önemini ve bu alanda yenileşme ihtiyacını iyi anlamışlar, yetersiz ve
bazan tutarsız da olsa uygulamaya da geçmişlerdir.
Âbdülmecit (1823-1861): Babası II. Mahmut'un ölümü üzerine 1839'da tahta çı
kan Abdülmecit, eğitime büyük ilgi duyan bir Padişahtı. Sık sık, okulların sınavla
SI
rında ve ödül dağıtma törenlerinde bulunurdu. O, eğitimdeki gelişmeleri teşvik ve
yer yer onlara öncülük etmiştir. 1845 yılında yayınladığı bir hatt-ı hümâyûnla, eğitim
alanında bazı tedbirler alınmasını istediğini bu dönemin ilköğretimini incelerken
görmüştük. Yine, onun, Darülmaarif'in açılışında (1850) çocuklarını eğitimci Kemal
Efendiye teslim ederken ifade ettiği 'öğretmene saygı'yı Tanzimat döneminde orta
öğretim (Rüşdiyeler) konusunu işlerken açıklamıştık. AvusturyalI özel doktorunun
yazdığına göre, Abdülmecit, illere tamim göndererek kabiliyetli çocukları İstanbul'a
getirip Darülmaarif'te okutmuş, buradan çıkanların bir kısmını Paris'teki Mekteb-i
O^manî'ye, sonra da Paris okullarına göndermiştir. Mekteb-i Osmanî'ye gönderil-
rn,ek için seçilen çocuklara hitaben yaptığı bir konuşmada, "sizin yaşınızda olmak,
sizler gibi feyiz ve medeniyet âlemine giderek ilim ve irfan kazanmak isterdim" de
miştir. O, mümkün olsa, ülkedeki tüm çocukları "yaşadıkları dünyayı daha iyi tanı
maları, ilim, irfan, sanat sahibi olmaları için Batıya, Doğuya göndermek istediğini"
ifade etmiştir.'’®
a
75
Sait Paşanın Hatıratı, C. 1, s. 174.
İS
76
Cemal Kutay, Tanzimat Padişahının 22 Yıllık Saltanatında..., s. 19-20.
.iS
194 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
77
Ebüzziya Tevfik, Nümune-i Edebiyat-ı Osmaniye, s. 177-181 (Nutk-ı mürettep).
78
M. Cemal, Vesâik-i Siyasiye, s. 66-68.
79
Lewis Farley, The Decline of Turkey, s. 35-36.
fi
r;
fi
OSMANLILAR-TANZİMAT DÖNEMİ 195
, Ahmet Cevdet Paşa (1822-1895); Beş kez Adliye, 1873-1876 arasında üç kez
Ma^riFNazîrriğryapmıştır. Mecelle 'nin hazırlanışındaki emeği ve Tarih-i Cevdet 'i
I
ritj
ile tanınır. OsmanlIca dilbilgisi ve bazı ders kitapları yazmıştır, ilmiye sınıfı ve med
reselerin yetersizliklerini dile getirmiş, bunların yeniliklere gösterdikleri tepkileri e-
leştirmiştir. 1848'de açılan Darülmuallimînin (Erkek Öğretmen Okulu) "Müdür" un
t
vanıyla ilk yöneticisi olarak bu kurumun ilk Nizamnamesini hazırlamış (1 Mayıs
1851) ve "öğretmenlik mesleğinin" medresenin etkilerinden uzak ve "öğretmenin
saygınlığı" ilkesine dayanması gerektiğini vurgulayarak OsmanlIda "çağdaş anlam
da" öğretmen yetiştirmenin temellerini atmıştır (Bkz. Soru 63).
Ahmet Kemal Paşa (1808-1888); Mekâtib-i Umumiye Müdürlüğüne gelir gelmez
184‘8'3eTJarülîntıalltmîn-i Rüşdî'nin açılmasına önderlik etmiştir. O yıllarda açılan
örnek Rüşdiyelerde etkili bir öğretim yaptırmış, yeni ders araç gereçlerini
Rüşdiyelere sokmuştur. Okul kitaplarının basımı için Avrupa'dan litografya makine
si getirtmiştir (1848). 1861-1878 yılları arasında altı kez Maarif Nazırlığı yapmıştır.
Saffet Paşa (1814-1883); Abdülaziz döneminde üç kez Maarif Nazırlığı yaptı
(1868-1876 arasında). O dönemde Hariciye, Nafia, Adliye Nazırlıkları yaptı. as
1878'de Sadrazam oldu. Maarif Nazırlığı zamanında Sadrazam Âlî Paşa ile bera
ber Galatasaray Sultanîsinin açılışı, Maarif-i Umumiye Nizamnamesinin yapılması,
Darülmuallimîn-i Sıbyan, Darülmuallimat ve Darülfünûnun açılmasında büyük emek
harcadı.
I
|i
196 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
man-ı Ahvâl adındaki gazeteler çıkarılmıştır. Ceride-i Havadis halkı gazete okuma-
ya alıştırmak için bir yıl parasız dağıtılmıştır. Kırım Savaşı (1853-1856), gazeteler
için bir okuyucu kitlesi oluşturan ilk önemli olaydır.®^ Ayrıca karikatür dergileri ve
yalnızca belirli alanlarda dergiler ve taşrada mahallî gazeteler yayınlanmaya baş
lanmıştır.
Çocuklar için hazırlanmış dergiler de 1869'lardan sonra yayınlanmaya başlan
mıştır. Bu alanda ilk yayınlanan dergi Mümeyyiz’ü\r (1869).®^
• Tanzimat döneminde basında ya da kitaplarda, halkın eğitilmesinin gereği ve
önemi üzerinde çok durulmuş, bu amaçla, eğitim öğretim yöntemlerinin etkin hale
getirilmesi yolunda çalışmalar yapılmış, Osmanlıca imlânın ve hatta yazının değişti
rilmesini isteyenler bile olmuştur.
• 1863'te açılan Darülfünûnun da bir halk eğitimi çerçevesi içinde ele alındığı
hatırlanmalıdır (Soru 60).
• 186O'da kurulan Cemiyet-i ilmiye-i Osmaniye, halk eğitimi alanında, özetle, şu
önemli çalışmaları yapmıştır:
81
Ali Canip, Edebiyat, s. 212.
82
Hüseyin Şimşek, Tanzimat ve Mutlakıyet Dönemi Çocuk Dergilerinin Eğitim Açısından incelenmesi;
Cüneyd Okay, Eski Harfli Çocuk Dergileri; Cüneyd Okay, Osmanlı Çocuk Hayatında Yenileşmeler
850-1900).
Mecmua-i FünOn, Şevval 1280, No 22; Yahya Akyüz, Tanzimat Döneminde İlk Kıraathanenin Açılışı,
Okumak, Mart 1990, s. 2.
s
:fe
68. Ziya Paşa ve Ebüzziya Tevfik'in Türk eğitim tarihindeki yeri nedir?
1
Tanzimat sonlarına doğru etkilerini duyuran ve en önemli temsilcileri Ziya Paşa,
Ebüzziya Tevfik, Namık Kemal ve Ali Suavî olan aydınlar topluluğuna Yeni Osman 1î
i
lIlar denir. Bunlar devletin kurtuluşunu bir taraftan meşrutî ve hürriyetçi bir siyasî 1
yapıya geçmekte, bir taraftan da halkın okutulmasında, yeni eğitim görüşlerinin ya
'If1
yılmasında, medreselerin etkilerinin azaltılmasında görürler.
II
I
Ziya Paşa (1825-1880); Medrese eğitimine karşı çıkmış, eğitime yeni fikirler ge
tirmeye çalışmış bir şair ve devlet adamıdır.
i' Ziya Paşa, okullardaki medrese çıkışlı öğretmenlerin, ellerinden başka hiç bir iş ij
gelmeyen bilgisiz kişiler olduğunu, yabancı ülkelerde böyle bilgisizlere çocukların I
asla teslim edilmediğini, hatta bizdeki azınlıkların öğretmen ve okullarının bizimki
1
lerden çok üst düzeyde öğretim yaptıklarını, onlardan on yaşındaki öğrencilerin ga
zete okuyup yazı yazabildiğin!, bizden ise on beş yaşındaki pek az çocuğun iki satır
yazıp gazete okuyabildiğini söyler.
Ziya Paşa, eğitim görüşlerini dönemin gazetelerinde ve Defter-i Âmal başlıklı i
eserinde açıklar. Bu eserde şöyle der: "Yeryüzünde tüm medenî milletler bir ilerle
me seli önüne düşmüşler ve akıp giderken biz bu selin karşısında gerilip dayanabi
lecek miyiz, yoksa çiğnenecek miyiz?" Ona göre, OsmanlIlar eğitime çok önem ver |ıî
melidirler. Toplumun eğitim anlayışı buna uygun mudur? Çocuğunun ölümü ile ma-
! 'i’
sı
'ili
84
A. Adıvar, Kahve ve Okuma.
85
O.Ergin, Mecelle-i Umur-ı Belediye, C.1, s. 616-617. - I
I 'i
i Kİ
k
198 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
linin yok olmasından birini tercih durumunda kalan herkes malın elden çıkmasını
ister. Fakat tuhaf değil midir ki, çocuğa bu sevgi gösterisi yalnızca ölüm karşısında
çıkıyor da, o sağken mutlu yaşaması düşünülmüyor? "Terbiye görmemiş olmak,
korkulmakta ölümden aşağı mıdır?" Bunu düşünen ana baba pek azdır, işte, felâ
ketlerimizin kaynağı budur. Çocukluğumuzda nasıl ellerde büyüdüğümüze bakalım;
"Çerkeş dağlarından gelmiş, ömründe insaniyete dair söz işitmemiş dayelerimiz
(dadılarımız), Anadolu'dan kaçmış, âdabın (terbiyenin) a'sının görmemiş lalalarımız
bize ne türlü edep ve ahlâk tâlim edebilirler? Bizde en mühim iki memuriyet, yahut
vazife-i insaniyet vardır ki, bile bile en kabiliyetsizlere verilir: Biri çocuk lalalığı, öte
kisi kaza müdürlüğü !"
Onun, OsmanlI eğitimine kazandırmaya çalıştığı yeni fikirler konusunda bir uğ
raşısı da J.J. Rousseau'nun Emile (1762) adlı eserini Türkçeye çevirmiş olmasıdır.
Der ki: "Bu kitap, o tarihe kadar süregelen terbiye yöntemlerini tamamen değiştir
miş ve 80-100 senedir Avrupa'nın ilerlemesine neden olduğu halde henüz dilimize
çevrilmemiştir." Ona göre, bizde çocuk eğitimine ilişkin henüz bir kitap yoktur ve
Emile 'deki değerli bilgiler işimize yarayabilir. Gerçekten bu, pedagoji tarihinde dev
rim başlattığı kabul edilen, yayınlandığı zaman Kilise'nin toplattırıp yaktırdığı bir ki
taptır. Ziya Paşanın böyle bir eseri çevirmesi, onun eğitimci kişiliğini ve yönünü
gösterir. Ne var ki, çeviri bir dergide tefrika edilmeye başlanmış (Nisan 1881), fakat
o zaman tümüyle yayınlanamamıştır.
Ebüzziya Tevfik (1848-1913): Yazar ve dergi, kitap yayıncısıdır. Ona göre, mut
lu ve refah içinde yaşamamız için ilk şart okullarımızı ve öğretim yöntemlerimizi dü
zene koymaktır. Bize herşeyden önce, çoğu pek cahil olan mektep hocalarımızın
elinde doğuştan gelen zekâlarını yitiren çocuklarımızın eğitim öğretimi için ilkokul
lar, Rüşdiyeler, yüksek okullar lâzımdır. Çünkü, şimdiki öğretim yöntemiyle kimse
nin bir şey öğrenmesi mümkün değildir. Bir kaç yıl öncesine kadar vahşi olan, ha
len bir kısmı böyle yaşayan Karadağ'da bile modern mektepler açılmaya, Avrupa
öğretim yöntemleri uygulanmaya başlamıştır. Oysa biz hâlâ, tekkelere İlâhî okuyan
lar yetiştirir gibi ezberci öğretim yapıyoruz.
"Biz hâlâ bir üstün bir esre okutalım... Hâlâ Ebced'i okutalım! Hâlâ Kur'an'\ sa
dece ezberlemeğe ve hatim etmeğe gayret edelim ve anlamını öğrenmeyi hiç dü
şünmeyelim! Hâlâ, dinimizi en kolay ve akılcı yoldan değil, eski mızraklı ilmihaller
den öğrenelim! Hâlâ, bilim adamları ve yazarların eserlerini incelemeyelim... Hâlâ
yıllarca sülüs karalamakla kara cahil kalmak için uğraşalım! Dilimiz Türkçe, fakat
sarfımız (dilbilgisinde kelime yapısı) Arapça. Ülkenin dirilip yükselmesi çok iyi eği
tim ve öğrenim görmüşlerin yetişmesine bağlı, fakat biz hâlâ mekteplerimizden ga
zete okuyabilecek adam çıkaramıyoruz! AvrupalI bir çocuk, bizim çocuklardan da
ha çok mektep görmüş biriyle imtihan edilse, bizimki ondan yüz bin kat zekî ve kav
rayışlı olduğu halde, papağan gibi ezberci olduğu görülür. AvrupalI çocuk kendi di
linde okur, yazar, ayrıca kısaca Tarih ve Coğrafyasını bilir. Hesap, Hendese gibi
temel bilimlerin ilk bilgilerinden sorulanları cevaplar. Fakat bizimki. Tarih, Coğrafya,
Hesap, Hendese sözlerini işitince insan mı, meyva veya oyuncak mı diye hayrette
1.86
kalır. Bu durum öğretim yöntemimizin bozukluğundan kaynaklanıyor.
86
Mektepsizlikten Görülen Bela, İbret, 21 Haziran 1288.
J
OSMANLILAR-TANZİMAT DÖNEMİ 199
69. Namık Kemal'in Türk eğitim tarihindeki yeri nedir? V
okur yazarlık oranının çok yüksek oluşu ve bu ülkelerin her alandaki ilerlemiş du ul
rumları...
k i
200 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
Yine bir gün üç beş arkadaş felâketle sonuçlanan 1877-1878 Osmanlı-Rus sa
vaşına dair konuşuyorduk. Mustafa Kemal, birden üzüntüyle Namık Kemal'in,
„89
beyitini okumuştu.'
Harb Akademisinden sınıf arkadaşı Asım Gündüz, her cuma akşamı bir sınıfta
toplandıklarını, Mustafa Kemal'in kürsüden, arkadaşlarına okuduğu ve düşündüğü
şeyleri anlattığını söyler. Bir konuşmasında şunları söylemişti;
"Bulgar, Sırp ve Yunanlıların millî şairleri var. Bütün milletlerin böylesine çır
pınan, milletini uyandırmak isteyen millî şairleri, aydınları var... Nerede bizim şair-
lerimiz? Bizim bir Namık Kemalimiz var. O, Türk milletinin yüzyıllardan beri bekle
„90
diği sesi verdi. Fakat ne şiirlerini okuyabiliyor, ne konuşmalarını duyabiliyoruz.'
Cebesoy, anılarında, çok sonraki dönemlere değinerek, şu önemli bilgileri de
vermektedir:
"Millî Mücadele yılları idi. Heyeti Temsiliye, merkezini Ankara'ya taşımak kara
rını vermişti. 18 Aralık 1919'da arkadaşlarıyla beraber Sivas'tan ayrılan Mustafa
Kemal 24 Aralıkta Kırşehir'e gelmişti. Burada Gençler Derneğinde bir konuşma
yapmıştı. Geceleyin şerefine fener alayları tertip eden halka, yukarıdaki mısraları
87
Yahya Akyüz, Atatürk'te Namık Kemal'in Etkisi ve Abdülhamit Döneminde Yasak Kitaplara ilişkin
iki Belge, Belleten, Ekim 1981.
88
Türkün Altın Kitabı, Gazinin Hayatı, s. 17; Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, C. 5, s. 86-87
89
A. F. Cebesoy, Sınıf Arkadaşım Atatürk, s. 30-31.
90
Asım Gündüz, Hafıra/ar/m, s. 15-16.
I
OSMANLILAR-TANZİMAT DÖNEMİ 201
aşağıdaki şekilde değiştirerek okumuştu:
91
Hüseyin Çelik, A/i Suavî.
k
C€i. G.
I
(
202 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
den yoksun bırakan nedenlerin başlıcası tâlim ve taallüm usûlünde bulunan ku
surdur."
Ali Suavî gazetesinin medreseli bir okuyucusu ağzından, kendisi, medresenin
toplumun eğitim anlayışını ve eğitimden beklentilerini olumsuz yönde biçim
lendirdiğini yazar:
"Maarif nedir, maarif ne içindir? Şu iki meseleyi halkın ekserisi bilemiyorlar.
Bunlar anlatılmadıkça çoğunluğun inanışındaki ulûm ve maarifin zararından başka
bir şeyi yoktur. Çünkü 'maarif’ demek bizim gibi 'bir takım yüzeysel ve anlaşılmaz
parlak sözlerle çekişmeler bellemektir’ sanılırsa sanayi meydana gelmek ihtimali
yoktur. Yine 'maarif bir takım marifetlerdir ki onları öğrenmek sanat yapmak ve
üretim için olmayıp devlet kasasından boş yere maaşa sahip olmak içindir' diye
inanılırsa ilerleme mümkün olamaz. Maarifin başlangıcı,kaynağı sıbyan mektepleri
dir. Eğer bunlar yoluna girse o zaman herkes maarifin ne demek olduğunu ve ne
için tahsil olunacağını başından anlamağa başlar... Şimdi İstanbul öyle bir hale gel
miş ki, anasından doğan çocuk devletin hâzinesine ağız açıyor ve hiç kimse ço
cuğunun hakkında devlet memuriyetinden başka bir düşünce taşımıyor."
1867 tarihli bu satırlarla, o zaman ve daha sonra günümüze kadar sürüp gelen
başlıca eğitim sorunları çok veciz bir dille ortaya konmuştur.
Onun medrese zihniyetini yıpratma amacını güden bir girişimi de, çıkardığı
Muhbir gazetesini İstanbul'da bazı okullara parasız göndermesi, gazetenin okullarda
okutulmasının yararlı olacağını söylemesidir. Bu, belirli kitaplardan başka kitap ve
yazıyı sınıfa sokmayan medreselilere karşı bir eylem olduğu gibi, çağından ileride
ve günümüz için bile yepyeni bir eğitim görüşüdür. Öyle ki Fransa'da 1977'de o-
kulda gazete okutulması biçiminde bir eğitim reformuna gidilmişti. Oysa Ali Suavî
böyle bir reform gereğini o tarihten 110 yıl önce, 1867'de ileri sürmüş ve İs
tanbul'da on beş kadar okula gazetesini parasız göndermiştir. O, çağdaş dünya ve
sorunları hakkında yararlı bilgiler veren gazeteye "ne acayip (şaşılacak) kitap" di
yordu. O, böyle bir kitle iletişim aracını okullara sokmakla medresenin değişen
dünyayı reddedip içine kapanmasına karşı çıkmış, bu tutuma darbe indirmiş olu
yordu. O, Muhbir 'i "âdi lisan ile, yani herkesin anlayabileceği ibarelerle" yazı
yor, böylece medreselilerin ağdalı diline de karşı çıkmış oluyordu. Okula gazete
sokma girişimi mutlakıyet rejimlerine de karşı bir hareketti. Çünkü bu rejimler, halk
larının dünyada olup bitenleri öğrenmelerini istemezler. Oysa gazete, ona göre,
insanlara hem olanları, hem olacakları gösteren, öğreten bir araçtı.
Ali Suavî Ocak-Ekim 1877 arasında Galatasaray Sultanîsi Müdürlüğü yapmış
tır. 24 Ağustos 1877 tarihli olarak Padişahın Sekreterliğine gönderdiği bir yazıda,
okulun durumunu ve kendisinin gerçekleştirdiği ıslahatı açıklamıştır. Onun eğitimci
yönünü gösteren ve Galatasaray Lisesinin bir dönemini aydınlatan bu yazıda
özetle şu bilgiler vardır:®^
1. Müdürlüğü sırasında, Müslüman öğrencilerin sayılarının artmasını teşvik ve
azınlık ile yabancı öğrencilerin azaltılması şeklinde bir politika izlemiştir.
92
Yahya Akyüz, Okula Gazete Sokan Öğretmen Ali Suavî ve Günümüz Eğitiminde Benzer Girişimler,
Belleten, Temmuz 1978.
03
Yahya Akyüz, Galatasaray Lisesinin İslahına İlişkin Aii SuavVnin Girişimlerini Gösteren Bir Belge, Bel
leten, Ocak 1982.
J
8
1M
uzun yıllar öğretmenlik yapmıştır. Burada İptidaiye kısmında Usûl-i Tedris,
Terbiye-i Beşer, Rüşdiye kısmında Kavâid, Kitabet-i Gayrı Resmiye, Âliye
kısmında İlm-i Ahvâl-i Ruh, Ahlâk okutmuştur.®'
*
Onun Türk eğitim tarihinde önemli yer tutması başlıca üç nedenden ileri gelmektedir:
I
I
1. ilköğretimde öncü olarak giriştiği yenileştirme (usûl-i cedîd) çabaları.
2. Bu yenileştirme çabaları içinde, ilkokul öğretmenleri için rehber bir pedagoji
kitabı yazmış olması.
3. Öğretmen adayı öğrencilerini medrese zihniyetinden kurtarmaya çalışması.
a
Onun usûl-i cedîd konusundaki çabalarına az ileride üzerinde ayrıca duraca
ğımız gelişmeler sırasında değineceğiz. Burada onun 2. ve 3. noktalardaki etkinliğini
inceleyeceğiz.
Selim Sabit Efendinin tümünü ilkokullar için yazdığı Tarih, Coğrafya, Matematik, S
Türkçe Alfabe vs. gibi kitapları arasında Rehnümâ-yı Muallimin başlıklı eseri özel
bir yer tutar. "Öğretmenlere rehber, yol gösterici" anlamına gelen bu eser, sıbyan
94
Fahri Temizyürek, Selim Sabit Efendi ve Usûl-i Cedid Hareketi İçerisindeki Yeri; Yahya Akyüz, i
ilk Çağdaş Eğitim Bilimcimiz Vizeli Selim Sabit Efendi.
1
.
il
204 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
A
ö
Görülüyor ki Selim Sabit Efendi Tarih dersini çok kuru ve yalnızca olayların tari
hini ezberlemek ve bu olayları mutlaka padişahlara bağlamak biçiminde anlamak
tadır. Bunda, özellikle Tarih dersinin sosyal muhtevadan yoksun ve kısır kalması
yolunda o günkü siyasal rejimin baskılarının büyük payı bulunduğunu kabul etmeli
yiz. Ne var ki, onun öğretmenlere verdiği bu örnekler onları etkilemiş ve Tarih ders (!S|
a
I»
.1
OSMANLILAR-TANZİMAT DÖNEMİ 207
den görüp öğrendiklerini uygulayıp sürdürüp gitmemeli, "bu iş daha iyi nasıl yapı
labilir?" diye denemelere gitmelidirler. S
Bu son görüşlerinde Selim Sabit Efendinin, akılcı ve deneyici değil, nakilci ve
eskiyi sürdürücü olan medrese zihniyetine karşı olduğu görülüyor. Fakat, o, medre i
seye karşı olan görüşlerini açıkça da ortaya atmış, bunları öğretmen adaylarına
aşılamaya çalışmıştır. O, öğretmen adaylarına şöyle sesleniyordu: "Taassubu bı
rakalım, milletimizi yükseltmek için dünyanın neresinde ne gibi yüce, değerli a-
raçlar, yollar varsa yararlanalım, ilmin memleketi olmaz. Nerede bir yararlı bilim
varsa öğrenelim. Zaten, 'bilgi Müslümanın kaybettiği şeydir, onu nerede bulsa alır' I
Hadisi de böyle emretmiyor mu? Öyleyse, öğretmen olunca, halktaki taassup fikrini
bilgece kaldırmaya çalışmak sizin ikinci göreviniz olmalıdır!"
O, din hocalarının ve medreselilerin bilgi eksikliğinden ve taassuplarından ders
•d
lerinde yana yakıla söz ederdi. i!)
nin güzelleştiği şeklindeki iddianın saçma, geçersiz olduğunu, sade Türkçe ile ko
nuşup yazmanın daha güzel olacağını savunurdu. I
Selim Sabit Efendi, eğitimdeki yeni görüş ve uygulamaları, medreseye karşı
olan fikir ve davranışları ile yalnızca medreselilerin değil, Abdülhamit döneminde I
göreceğimiz gibi, rejimin de baskı ve engelleri ile karşılaşmıştır (Soru 83).
l
72. Usûi-i cedîd hareketi nedir?i a
Eğitim tarihimizde usûl-i cedîd (ya da cedîde), ders araç ve gereçleri konusunda
yenileşme, özellikle, öğretmenlerin geleneksel öğretim yöntemlerini bırakıp yeni ve
etkili öğretim yöntemleri uygulaması demektir.®®
Usûl-i cedîd terimi Tanzimat sonlarından itibaren daha çok ilköğretimde bu a-
landaki gelişmeleri anlatmak için kullanılır. Fakat, belirttiğimiz gibi, genel olarak
tüm öğretim düzeylerindeki benzer gelişmeleri de kapsar. Rüşdiyelerdeki gelişmeler
ilköğretimdekilerinden öncedir ve bunlar usûl-i cedîd hareketinin başlangıcıdır.
/ Ayrıca, yayınlanan ilk eğitim ve öğretim yöntemi kitapları ve ders araç gereçle
rinin gelişmesi de, usûl-i cedîd hareketinin daha geniş anlamda kapsamına girer. Bu
ik'i konu ayrıca ele alınacaktır (Soru 73 ve 74).
1847'de İstanbul'da beş adet örnek olarak açılan Rüşdiyede, Mekâtib-i Umumiye
Müdürü Ahmet Kemal Efendi (sonra Paşa) altı ay kadar kendi yöntemine göre öğ
retim yaptırmıştır. O dönemde usûl-i cedîd kavramı belgelerde şöyle açıklan-
maktadır: "Usûl-i tahsiliyenin tarîk-i sehl ve âsânisi yani etfâlin tûl müddet mektep
lerde kalmayıp sür'at-i tahsil-i ilm-ü kemâl eylemelerine bir usûl-i hasene ittihaz
olunması" (Öğrenim yönteminin kolaylaştırılması yolu, yani çocukların okullarda
uzun süre beklemeden süratle ilim ve olgunluk kazanmaları için uygun bir yön-
96
Yahya Akyüz, Tanzimat Döneminde Eğitim Öğretim Anlayış ve Uygulamalarında Görülen Yenilikler,
Millî Eğitim, Aralık 1989.
’iİ
•I
J
208 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
97
tem);
1848'de, örnek Rüşdiyelerden yirmi kadar çocuk Meclis-i Maarif önünde "mua
yene ve imtihan" olunmuşlardır. Bu çocuklar henüz 8 yaşındadır ve Arapçadan
Emsile, Bina, Farsçadan iki adet ufak risaleden başka bir şey okumadıkları halde
soruları güzel cevaplamışlar ve bu dillerde üç yılda "kemâl-i ceht ve ikdam ile"
(büyük bir çaba ve çalışma ile) meydana gelmez derecede bilgi kazandıklarını gös
termişlerdir. Ayrıca Hesap ve Coğrafya'da bilgilerini ortaya koymuşlardır. Bu du
rum Padişah Abdülmecit'e bildirilmiş, o da çocukların bir kez de kendi önünde imti
han edilmelerini istemiştir. Bunun üzerine Bab-ı Âlî'de Padişah, tüm Vekiller, Mec
lis-i Maarif üyeleri huzurunda öğrenciler tekrar sınava çekilmiştir. Takvim-i Vekayi
olayı şöyle anlatır:
"Kemal Efendi vasıtasıyla önce Sarfın babları (Arapça fiil çekimleri), sonra
Farsçadan bazı cümleler okutturulup anlamı sorulmuş ve öğrencilerin konuşmaya
epeyce yetenek kazandıkları görülmüştür. Coğrafya ve yer küresinden Avrupa'daki
deniz, körfez ve boğazlarla ülkelerin sınırları sorulmuş, öğrenciler bunları harita
üzerinde göstermişlerdir. Hesap’tan da bir miktar işlem yapmışlardır. Sonra
Kur’an'üan parçalar okumuşlar ve nihayet bir öğrenci Padişahın ömrünün uzun ol
ması için dua etmiştir."
Padişah, öğrencilere birer âferin nişanı vermiş, Kemal Efendiye iltifatlarda bu
lunmuş, unvanı "Nazır" haline dönüştürülmüştür. Padişah başka okullarda da öğre
timin böyle etkili hale getirilmesini ilgililerden istemiştir.®®
1849 yılı ortalarında da Davut Paşa, Bayezid, Üsküdar Rüşdiyeleri ve başka
larından bir kısım öğrenci yine Bab-ı Âlî'de Padişahın, Vekillerin, Meclis-i Maarif
üyelerinin huzurunda imtihan edilmişlerdir. Öğrenciler yine Arapça, Farsça, Hesap,
Coğrafya ve Harita bilgisinden çok başarılı bulunmuş, onlar, hocaları ve yine Kemal
Efendi Padişahın iltifatını kazanmışlardır.®®
Ahmet Kemal Efendinin Rüşdiyelerde usûl-i cedidin gelişmesine öncülük ettiği
görülüyor. Onun çabaları engellerle karşılaşmıştır. Özellikle Rüşdiyelere harita
sokması bazı çevrelerde hoş karşılanmamıştır. Aslında haritaların okullara girmesi
daha eski yıllarda, ilk askerî okulların açılmasıyla gerçekleşmiştir. Fakat aynı yenili
ği, medreselerin etkisindeki yeni sivil okullarda yapmak kolay olmamıştır:
Ahmet Cevdet Paşanın yazdığına göre, 1848'de Serasker Damat Sait Paşa,
Padişah üzerindeki nüfuzunu kullanarak. Reşit Paşayı Sadrazamlıktan azlettir-
miştir. Sârim Paşa Sadrazam atanmış, fakat Devlet işleri Damat Sait Paşanın eline
geçmiştir. Sait Paşa, Reşit Paşa ve taraftarlarını din konusunda "kayıtsızlıkla" suç
layarak, İstanbul'u "yeni fikirlere sahip kişilerden temizleme", "Devleti yüz sene geri
ye döndürme" gibi hülyalara sapmıştır. Hatta, "Rüşdiye mekteplerinde çocukla
ra ressamlık öğretildiği" gerekçesiyle, harita öğretiminin yasak edileceği söylentileri
yayılmıştır. Mekâtib-i Umumiye Nazır yardımcısı Vehbi Molla, Meclis-i Maarifin tef
tiş edileceğinden korkarak, harita müsveddelerini helâ çukurlarına atmıştır. Bu
olaylar, eğitimdeki yenileşmeye bir süre sekte vermiş, fakat, aklı başında bir zat
olan Sârim Paşa, Sait Paşaya uymamış ve "onun dizginlerini elinden bırakmamış-
97
Takvim-i Vekayi, 17 Ş 1264, Defa 385.
98
Aynı yerde.
99
Takvim-i Vekayi, 10 L 1265, Defa 410.
r
OSMANLILAR-TANZİMAT DÖNEMİ 209
tır". Sonunda, Padişah da, Sait Paşanın o çağa uygun bir adam olmadığını anlayıp
defetmiş ve Reşit Paşayı tekrar Sadrazam yapmıştır. Bundan sonra, eğitimin ya
yılmasına daha çok özen gösterilmiştir.^™
Bu harita tahribi olayını Muallim Cevdet şöyle anlatır; "Bizde 1266 (1849-
1850)'da açılan Bezm-i Âlem Rüşdiyesine yeni sistem sıralar, tahtalar, haritalar
koyduran Kemal Efendidir. Bu, yavaş yavaş diğer Rüşdiyelere de teşmil edildi (ya
yıldı). Fakat çok zaman geçmeden 'gâvur icadıdır, bu usûl Frenkten alınmadır' diye
Vehbi Mollanın fetvasıyla (emriyle) haritalar toplattırılarak abdeshanelere attırılmış,
Hİ01
Kemal Efendi küfürle suçlanmış ve firara mecbur olmuştur.'
Her şeye rağmen, Rüşdiyelerde usûl-i cedîd hareketi, sıbyan mekteplerindekin-
den daha kolay ve çabuk yayılmıştır.
Sıbyan mekteplerine 1847 tarihli Talimat ile, usûl-i cedîd ile ilgili bazı fikir ve uy
gulamalar girmeye başlamışsa da, bunların gelişmesi yirmi yıl kadar sonradır.
1869'lardan itibaren, geleneksel sıbyan mekteplerinin yanında iptidaî mektep,
usûl-i cedîd (e) mektebi adıyla yeni ilkokulların kurulmaya başladığını görmüştük,
ilköğretimdeki bu yenileşmede zaman zaman resmî makamların ilgisi görülür. Fa
kat bu daha çok bazı eğitimci ve öğretmenlerin cesurca girişimleri ile gerçek
leşmiştir.
Sıbyan mekteplerinde usûl-i cedîd hareketi ve tekniklerinin temel alanlarından
biri, usûl-i tehecci denen, okumada geleneksel ve uzun uzun heceleme yönteminin
terkedilip, usûl-i savtiye denen, harflerin seslerine dayanan ve kelimeyi doğrudan
okuma yönteminin benimsenmesidir. Bu konu az yukarıda Selim Sabit Efendinin
okuma yöntemini açıklarken ele alınmıştı. Şunu ekleyelim ki, usûl-i savtiye, ço
cuklara önce bildikleri şeylerin adları öğretilmeye başlanırsa gerçekten etkili olabilir.
Şu halde, usûl-i savtiye yöntemi, okuma yazma öğretiminde bilinenden bilinmeyene
doğru gitme yöntemi ile uyum halindedir.
Sıbyan mekteplerine 1869'da Tarih, Coğrafya, Hesap gibi derslerin girmesin
den sonra, öğrenci sırası, kara tahta, tebeşir, harita, yer küresi, öğretmen kürsüsü
gibi araç gereçlerin girmeye başlaması, 1870'lere rastlar: 1873'te İstanbul'da Nuru-
osrrfaniye Camii civarında bir iptidaî mektebin Maarif Nazırı Cevdet Paşa ta-
rafıpdan "usûl-i cedîde-i tedrisiyeye mahall-i tecrübe (deneme yeri) olmak üzere
nümûne mektebi (örnek okul) olarak" açıldığını biliyoruz. Cevdet Paşa ayrıca prog
ramları düzenlemiş ve Elifba bastırmıştır. Bir görüşe göre de, ilk yeni usûl iptidaî
mektebi, Selânikli Abdi Kâmil Efendi, İstanbul Süleymaniye'de açmıştır ve bu.
diğer sıbyan mekteplerinin yavaş yavaş ortadan kalkmasında ve yeni iptidaî mek
* Fakat,
teplerin kurulmasında etkili olmuştur. '''^ Süleymaniye'deki mektep,
Fakat, Süleymaniye'deki mektep, Nuruos-
Nuruos-
maniye'dekinden daha sonra açılmış olmalıdır. Çünkü, Süleymaniye'deki, Maarif
Nazırı Münif Paşanın Abdi Kâmil Efendiye tahsis ettiği mektep olsa gerektir ve bu
olay da, en erken, Münif Paşanın 1. Maarif Nazırlığına (1877) rastlayabilir.
Abdi Kâmil Efendi daha sonra, bir de özel okul açacaktır. O ayrıca kolay okuma
Is
Tezâkir, 1-12, s. 11; Fatma Âliye, Ahmet Cevdet Paşa ve Zamanı, s. 43, 52.
102
Muallim Cevdet, Darülmuallimînin 70. Sene-i Devriyesi...; Muallim Cevdet, Selim Sabit. 8
o. Ergin, Türkiye Maarif Tarihi, C. 1-2, s. 460-475.
cî
i
210 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
73. Yeni eğitim görüşleri ve öğretim yöntemleri ile ilgili ilk kitaplar nelerdir?
Daha önceki dönemlerde, bilindiği gibi, bazı eğitim ve öğretim yöntemi kitapla
rımız bulunmakla beraber, bunlar Tanzimattan sonra giderek çoğalmıştır. Bu a-
landa eğitim yazarları Batıdaki benzer kitaplardan çok yararlanmışlardır. II. Meşru
tiyetin ilk yıllarına kadar yayınlanmış olan bu eserlerin en önemlilerini inceleyelim.
• Elifba Cüzü
Sıbyan mekteplerinde okuma öğretimi ile ilgili bilinen en eski ve en yaygın kitap EHfba
Cüzü'dür. Yazarı ve ilk yazıldığı tarih bilinmemektedir. Bir çok defa basılıp sıbyan mekteple
rinde okutulmuş, geleneksel okuma öğrenme yöntemi bu kitapla sürüp gitmiştir. Amacı as-
103
K. Muallim Rıfat, Mektep Hatıraları.
104
Ali Haydar, Elifba Kitabiyâtı; Fuat Baymur, hk Okuma ve Yazma Öğretimi.
İK
Münif Paşanın Mecmua-i Fünûn 'da yayınladığı bir yazıdır. Yazarından söz edilirken (So-
ru/87) değinilecektir.
i» llm-i Terbiye-i Etfâl,'\&70. ■ ■
: T
Eğitimi bir bilim olarak gören -bizim tesbit edebildiğimiz- önemli ve kapsamlı ilk yazı,
Takvim-i Vekayi'de bu başlıkla çıkan bir yazıdır. Yazarı Selim Sabit Efendidir. Bu yazı onun
Rehnümâ-yı Muallimin başlıklı eserinin temelidir.
Selim Sabit Efendinin kitabıdır. Yazarından söz edilirken üzerinde durulmuştur (Soru 71).
• S/fba-y/Osman?, 1290 H. (1873-1874)
Selim Sabit Efendinin kitabıdır. Rehmümâ-yı Muallimîn'tie okuma yazma öğretimine iliş
kin ileri sürdüğü görüşlerin bir tekrarı ve uygulamasıdır. Bir çok kez basılmıştır. Daha önce
gördüğümüz gibi Selim Sabit Efendi usûl-i savtiye denen yöntemin savunucusu olarak usûl-
i cedîd hareketine büyük katkıda bulunmuştur. Onun yönteminde geleneksel heceleme bıra
kılır, harflerin adları ve harekelerin harflere kazandırdığı sesler doğrudan ve beraber oku-
212 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
nur. Okumada, öğrencilerin bildiği eşya adları esas alınır, ahlâka ait atasözleri ile doğrudan
Türkçe kıraata, daha sonra Kur'an'a geçilir. Böyiece o, okumada öğrencinin bildiği kelime
lerden başlama gibi çok önemli yeni bir görüş getirmiştir. O ayrıca, kıraat ve hattın beraber
tâlim edilmesini ve tâlim levhasının sık kullanılmasını önermekle o zamana kadar hemen sa
dece okuma üzerinde duran geleneksel yöntemden bu açıdan da ayrılmaktadır.
• Resimli Elifba-yı Osmanî, 1874, 96 s.'”^
Eğitim tarihimizde resimli ilk alfabe ve okuma kitabı, muhtemelen. Hafız Refi'nin bu baş
lık altında yayınladığı kitaptır. 31 adet gravür biçiminde hayvan resimlerini kapsayan bu
eser, resmin alfabe ve okuma öğretimindeki önemini, ayrıca çocukların hayvanlara olan ilgi
sini anladığı için, alfabe ve okuma öğretimindeki gelişme ve yenileşmelerin ilk nirengi nokta
larından biridir.
« Terbiye ve Tâlim-i Âdab ve Nesâyihüî Etfal, 1868, 104 s.
Encümen-i Daniş üyesi ve Osmanlı Devletinde çeşitli İdarî görevlerde bulunmuş olan Mı
sırlı Ethem İbrahim Paşa, bu eserinde çocuklara davranış kurallarını öğretmeyi, onlara çeşitli
konularda öğütler vermeyi amaçlamıştır. Kitap 30 dersten oluşur. Sağlık, temizlik, ders ça
lışma, oyun... konularında ilginç görüşler vardır. Örneğin, 13. derste şöyle deniyor: "Ey oğul,
'uslu desinler' diye pek sakin olma. Biraz oku, biraz oyna, biraz yaz. Dersini bitirdikten sonra
gez. Yaşına göre davran, çocukluk hakkını da yerine getir. Zihnini sen pek sıkma, okuyup
yazmadan çabuk bıkma. Yavaş yavaş ilerle. Okuduklarını hem yaz hem ezberle. Yazılan
şey zihinde kalır." Bu kitaptan daha çok öğretmenlerin yararlanarak öğrencileri etkilemek
istedikleri düşünülebilir. Bu nedenle eser, çocuklara rehberlik konusunda öğretmenlere ya
rarlı olduğu için önem taşır.
• Rehber-i Tedris ve Terbiye
105
Yahya Akyüz, Resimli İlk Türkçe Alfabe ve Okuma Kitabımız ve Türk Eğitim Tarihindeki Yeri.
J
OSMANLILAR-TANZİMAT DÖNEMİ 213
• Usûl-i Tâlim ve Terbiye Dersleri, 1313 (1897), 205 s.
Eğitimci ve öğretmen Ayşe Sıdıka Hanımın eseridir. O, Darülmuallimatta Ahlâk, Coğraf
ya, El işleri, Usûl-i Tâlim derslerini okutmuştur. Usûl-i Tâlim için yazdığı bu kitap önemlidir.
Yabancı kaynaklardan da yararlanarak kaleme aldığı bu eserde o, 19. yüzyılda Batıda kabul
edilmiş olan terbiyenin cismanî (bedenî), fikrî, ahlâkî olarak ayrılmasını benimser.
Ayşe Sıdıka Hanım kitabının başında mürebbinin yani eğitimci ve öğretmenin özellikleri
üzerinde çok durur. Bu görüşler, geçerliliğini her zaman korumuşlardır. Der ki; En âdi bir iş
için bile ehil birini ararız. Oysa, terbiye bahsinde affolunmaz bir müsamaha gösteririz. Elbi
se biçmek, dikmek herkesin harcı değilken bir çocuğu yahut birbirine pek benzemeyen bir
sürü çocuğu terbiye etmek herkesin harcı olabilir mi? Fakat çocuklarımızın terbiyesi husu
sunda o kadar müsamaha ve kayıtsızlık gösteririz ki ilk tesadüf ettiğimiz adamı hoca, dadı,
lala tutarız. Bu pek büyük bir hatadır. Oysa terbiye en zor ve çok çeşitli bilgileri hazmetmeyi
gerektiren bir bilim ve sanattır. Herkes mürebbi olamaz.
Bir mürebbi nasıl olur? Ona göre bunun ilk şartı iyi ahlâklı, terbiyeli olmaktır. Çocuklar, na
sihat dinlemekten çok, büyüklerini taklit ettikleri için davranışları ile iyi ahlâk örneği vermeyen
birini sınıfa sokmak çok büyük bir hatadır. Mürebbiliğin ikinci şartı bilgidir. Pedagoji bilimi,
çok geniş meslekî bilgilerle çeşitli bilgilere sahip olmayı gerektirir. Bir başka şart, mürebbinin
çocukların doğalarını, eğilim ve arzularını anlama kabiliyetidir. Çünkü mürebbi her çocuğun
durumuna göre davranacaktır.
Ayşe Sıdıka Hanım, eski terbiye yönteminde çocuğa zorla birşeyler ezberletmenin en
önemli ilke sayıldığını, oysa yeni eğitim anlayışında ezberlemenin öğrenmek olmadığını
söyler. O, müşahade (gözlem) ve tecrübe (deney) yöntemini savunur ve "çocukların kitap
larla yorulmaktan ziyade bizzat olayları ve eşyayı gözlem ve incelemeye yöneltilmelerini"
ister.
Ayşe Sıdıka Hanım, bu eseri ile. usûl-i cedîdin bazı yönlerinin anlaşılmasına katkıda bu
lunmuştur.
• Usûl-i iptidaî Yahut Muallimlere Rehnümâ, 1315 (1899), 31 s.
Trabzon Darülmuallimîni öğretmenlerinden Abdullah Vehbi tarafından bu ilin ilkokul öğ
retmenlerine usûl-i cedîd yöntemlerini öğretmek için yayınlanmıştır. Önsöz'de, "yazı yazmak,
bir şeyi iki kez tekrarlamak ilkokul öğretmenlerinin en hoşlanmadığı şeylerdir" deniyor ve
öğretmenlerin, öğrencileri yetiştirmekteki başarısızlıklarının bu nedenlerden kaynaklandığı
belirtiliyor. Öğretmen, öğrenciler gibi derse çalışmalı, "çocuklara kolaylıkla anlatıp öğretme
nin çarelerini düşünmelidir". Hocalık budur. Kitapta yer alan usûl-i cedîd yöntemlerini bir ke
nara bırakıp, öğretmenlere yapılan bazı tavsiyelere değinelim; Çocuklar öğretmenlerini taklit
etmfe eğilimindedirler; bu nedenle öğretmenin birinci görevi, tüm davranışlarını ve sözlerini
tertıiye ve ahlâka uydurmaktır. Öğrencilerin yetenekleri, kabiliyetleri birbirinden farklıdır. Biri
nin bir defada anladığı bir tanımı vs. ötekiler biraz tekrardan sonra anlayabilir. Öğretmen bu
bireysel farklılıkları gözönünde tutmalıdır. Disiplin sağlanırken de çocukların farklı tep
kiler gösterecekleri bilinmeli ve her biri için tabiatına uygun yol izlenmelidir. Fakat dayaktan
ve sertlikten kaçınılmalıdır.
• Usûl-i Tedris ve Tederrüs, 1315 (1899), 78 s.
Melekzâde Fuat adında bir yazarın olan bü eser, önce "ilim ve marifef'in önemi hakkında
genel bilgiler verdikten sonra, okulların havalandırılması, kişisel çaba, kalem, kağıt kitap gibi
ders araç ve gereçlerinin önemi ve tarihsel gelişimi üzerinde durmaktadır. Kitapta ancak
"Mektep" başlığı altında pedagoji ve yönteme ilişkin bilgilere geçilmektedir. Öteki başlıklar
şöyledir: Tahsilin medeniyete hizmeti ne ile kabildir? Mekteplerin akşamı (kısımları). Mektep
kitapları ve dürûs-i mütenevvia (çeşitli dersler). İnas mektepleri. Nasıl öğretmeli? Ne yolda
çalışmalı? imtihan ve heyet-i imtihaniye. Eyyamı-ı tatiliye (tatil günleri). Mektepte ikmal-i tah
silden sonra. Kanımızca, bu kitap, özellikle "Nasıl öğretmeli?" konusunu işlediği için usûl-i
cedîd kitapları arasında yer almaya lâyıktır. Yazar bu başlık altında öğretmenlerin dersi öğ-
1
rencilere sevdirmelerinin çok önemli olduğunu, bunun için de "ciddiyeti koruyarak güleryüzlü
davranmaları gerektiğini" söylemekte, dayağa kesinlikle karşı çıkmakta, ezberciliği yararlı bir
yöntem görmemektedir. Öğretmen çok konu işlemektense, ele aldığı konuları iyi öğretmeyi
düşünmeli, derslerden sonra özetleme yapmalıdır.
Rehnümâ-yı Muallimin Kitapları için Renümâ-yı Muallimin, 8 s.
Yazar adı, basım yeri ve tarihi bulunmayan bu küçük broşür, muhtemelen Ahmet Mithat
Efendinindir ve 1900'ün başında yayınlanmıştır. Broşürde daha önce Rehnümâ-yı Muallimin
adında üç broşür yayınlandığı, bu broşürün de onların okutulmasına ilişkin bilgiler verdiği
söylenmektedir. Dersleri önce öğretmen okuyacak, sonra, en zekiden başlayarak en gabi
(zor anlayan) dahil, her çocuğa bir kere okutturup anladıklarını anlattıracaktır. Çocuklara an
lamak için okutturulmalıdır. Onlara kitaba bakarak yazı yazdırılmalıdır, vs.
• Çocu/r, 1317 (1901), 360 s.
Ahmet Mithat Efendinin, Fransız eğitimcisi G. Compayre'den çeviri ve uyarlama yoluyla
hazırladığı değerli bir eserdir. Önce, Tercüman-ı Hakikat gazetesinde yazı dizisi olarak çık
mıştır. Eserin amacı, "çocuğu ana babalara ve öğretmenlere tanıtmaktır". Bu nedenle, çocu
ğun bedenî, fikrî, ahlâkî gelişimi üzerinde ayrıntılı olarak durulur. Yazar, "ancak bu bilgiler
den sonra pedagog ve eğitimcilerin eserleri, görüşleri anlaşılabilir" der.
• ilm-i Terbiye-i Etfâl, 1323 (1907), 1328 (1912).
Satı Beyin eseridir ve ilk baskısı 19O9'da yapılmıştır. Meşrutiyet dönemi gibi, usûl-i cedîd
hareketi bakımından biraz geç bir dönemde yazılmış önemli pedagoji kitaplarındandır.
MilaslI Gad Franko'nun eseridir ve İzmir'de basılmıştır. Terbiyenin üçlü ayrımına göre
yazılmıştır. Yazara göre, ana mektepleri hiç yokken ve ilkokullar ihtiyacın onda ikisini karşı
layamazken pek tabiî orta ve yüksek öğretim bir süs gibi kalacak ve bekleneni veremeyecek
tir. Yazar ülkenin ve Osmanlılığın geleceğinin öğretmenlerin elinde bulunduğuna, milletin,
öğretmenlerin gayret ve çalışmasına bağlı olarak ya âlî ya zelîl bir mevki tutacağına inanır.
Milletin yükselmesi için iki şey lâzımdır: Çok sayıda öğretmen yetiştirmek ve öğretmenleri
çok bilgili yapmaktan ziyade milletin hedefine göre çocukları yetiştirebilmeleri için onlara ter
biye bilimini iyice anlatmak.
J
1
OSMANLILAR-TANZİMAT DÖNEMİ 215 I
. Terbiyeye Dair, 1326 (1910), 140 s.
Fazıl Ahmet'in bu kitabı da terbiyenin üçlü ayrımına göre yazılmıştır. Yazar, Batılı eği
timcilerden aldığı fikirleri Osmanlı toplumuna ilişkin gözlemlerle işlemiştir.
S
Mülkiye ve Galatasaray Sultanîsi Bulgarca öğretmeni Tırnovalı Osman Nuri Bey tarafın iî
dan, Avusturya-Macaristan ve Alman hocaların Bulgaristan Darülmuallimînlerinde okuttuk I
1®
ları kitaplardan çeviri ve uyarlama yoluyla hazırlanmıştır.
*
OsmanlI ülkesi dışında, Rusya ve Orta Asya Türkleri arasında da usûl-i cedîd hareketi
görülmüştür (Bkz.Soru 151).
*i
74. Türk eğitim tarihinde okul binaları ve başlıca öğretim araç gereçlerinin
gelişimi nasıl olmuştur?
Eğitim ve öğretimin etkili, verimli olabilmesi için eğitim ortamının uygun ve iyi
düzenlenmiş olması gereklidir. Eğitim ortamı, öğretme-öğrenme etkinliklerinin o-
4
luştuğu çevre ve bunun içindeki şeylerdir: Öğretmen, bina, ders araç gereçleri vs.
Öğretmen unsuru üzerinde kitabın birçok yerinde durulduğundan, burada, eğitim 1
tarihimizde kullanılan bina, ders araç gereçleri ve Tanzimattan sonra bu alanda
görülen temel gelişmeler incelenecektir.
Okul binaları ‘S
1
î
a) Medreseler
i
1
laşılan çocuk için bu iki çevre arasında fizikî olarak da bir ortaklık kurulmuş olması
şeydi.
iyi bir şeydi.Mektepler tek ya da iki derslikten oluşuyordu. Bazan öğretmen ve
yardımcısı (kalfa) için de bir oda vardı. Derslikler iki yönden ışık ve hava almakta,
derslik alan ve yüksekliği, içinde barındırdığı öğrenci sayısı ile uygun oranda idi.
Fakat, vakıf yoluyla kurulmayan, mahalle, köy halkının katkıları ile yapılan, İs
tanbul dışındaki sıbyan mektepleri genellikle camiye bitişik uygun olmayan bir oda,
ya da ahır vs. den çevrilmiş bir yerdir. Hatta İstanbul’da bile bunlara rastlanır. Sade
ce Evkaf Nezaretine bağlı (geleneksel) sıbyan mektepleri değil. Maarif Nezaretine
bağlı umumî sıbyan mekteplerinin çoğu yıllarca bu nitelikte binalar olarak kalmış
lardır. II. Meşrutiyet yıllarında bir yazarın belirttiğine göre Maarifin köy ya da en bü
yük şehir mektepleri bile "ya mezarlık kenarında, ya ahır üstünde" kurulmaktadır.^®^
Eğitimci Fazıl Ahmet o dönemde şöyle yazar; "Memleketimizde en nadir tesadüf o-
lunan şey nedir? diye sorulursa, 'gerekli şartları taşıyan mektepler' cevabını vermek
le gerçekten pek uzak bir söz söylemiş olmayız... Bizde mektepler açılırken -
özellikle mekâtib-i hususiye- ekseriya bir tacir, bir dükkâncı gibi düşünülür ve mek
tep müdürleri işlek, kalabalık, gürültülü, patırtılı, merkezî noktaları seçmek ister
ler... Mekteplerimizi gezsek, diğer yönleri bir yana, yalnızca sağlık bakımından bu
kurumların pek büyük noksanları bulunduğunu görürüz."^®®
Taş levhanın sivil okullara girişi kara tahtadan öncedir. Sıbyan mekteplerine ilk
kez 1847 Tâlimatı ile resmen girdiği anlaşılıyor. Bu Tâlimat çocukların hem okumayı
hem yazmayı öğrenmeleri için, öteden beri Mekke, Medine ve Arabistan'ın baş I
ka yerlerinde kullanılagelen taş tahtaların kullanılabileceğini. Padişahın her mekte
be bunlardan yeterli sayıda göndereceğini, ancak bunlara, saygı dışı kullanılabilir
düşüncesiyle, Kur'an âyetlerinin yazılmamasını belirtmiştir. Burada, taş tahtanın
kabulü için Arabistan'da kullanılmakta olduğunun gerekçe olarak yazılması
medreselilerin tepkisini önlemeye yönelik olsa gerektir.
Hicrî 1279 (1862-1863) tarihli bir Tâlimat ile de İstanbul'da 36 sıbyan mektebinde
bulunan öğrencilere, "Arabistan usûlüne uygun olarak harfleri yazıp bozmak için"
bir defaya mahsus olmak üzere Devlet hâzinesinden birer taş levha, taş kalem ve
birer küçük devâtın verileceği belirtilmiştir. Burada bozmak terimi silmek anlamında
kullanılmıştır. Taş tahtalara öğrenciler 'yazar bozar' ya da 'yazboz tahtası' derlerdi ki
bu, sözü edilen aracı çok iyi tanımlamaktadır.
/
c) Harita, yer küresi
ilk kez askerî okullarda Harita ve Coğrafya derslerinde kullanılmıştır.1840'ların
sonunda Rüşdiyelere, 1870'lerden İtibaren de sıbyan mekteplerine girmeye
başlamış, fakat usûl-i cedîd konusunda görüldüğü gibi medreselilerin tepkisini
çekmiştir.
112
Mahmud Yazır, Eski Yazılan Okuma Anahtarı; Mahmud Yazır, Kalem Güzeli; Uğur Derman, Islâm
Düşüncesi (1967-1969 sayıları).
izzet, Rehber-i Sıbyan, Rik'a Hattı Karalama Defteri.
IF
ö, 'Lr“ t/
*
>-» 'j».
I
• • t <* •
t
' .iz ■>
Belge 12. Kamış kalemi açma ve yazarken tutma yöntemini açıklayan bir belge (1879-1880 tarihli
basılı bir öğrenci meşk defterinden) (Yazı türü: başlık nesih, açıklamalar rik'a)
Kalemi evvela baş parmak bükümü mlktarınca aşağı ucuna doğru gittikçe incelterek kestikten
sonya ortasından bir miktar şakk olundukta (yarılıp) kalemin iki yanlarından matlup olan (iste
nen) kalınlık derecesine kadar kesip makta üzerine vazedildikte (konup) sol elinin baş parmağıyla
üzerinden kalemi ve diğer parmaklarıyla altından maktayı tutarak kesilen kalemin ortasından aşa
ğı doğru hafifçe traş eder gibi alındıktan sonra kat'edilecek (kesilecek) ucunu kalemin yalnız sır
çası üzerinden eğer sülüs ve nesih kalemi ise eğrice rik'a ve divanî kalemi ise biraz doğruca kat'
eylemeli ve kalemi sağ elinin baş ve şehadet parmağıyla tutarak ve orta parmağını onlara iane
ettirmek (orta parmakla yardım etmek) lâzımdır ve fakat hakk-ı kalem layıkıyle icra olunmak üze
re kalemin kesilmiş olan tarafını yazılan satırın üzerine çevrilerek hareket ettirmelidir.
1847 Talimatı, divit için şöyle der: "Çocukların bellerinde likası çok ve mürekkebi
az, içinde iki kalem bulunmak ve kalemtraş bulunmamak üzere Arabistan'da olduğu
gibi divit bulunacaktır." Ancak, divitin daha eskilerden beri toplumda kullanıldığı bilini
yor. Tâlimat’ta sıbyan mektebi çocuklarının kullanacakları divitlerde likanın az mü
rekkepli olması ve kalemtraş bulunmaması gerektiğinin nedenleri açıktır; Bu, mürek
kebin akmaması ve çocukların birbirlerini yaralamamaları için düşünülmüştür.
220 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
114
Baymur, age, S. 109.
115
Halen Türk Hat Sanatları Müzesi olarak kullanılan İstanbul'daki 11. Bayezid Medresesinde çok değerli
eserler korunmakta ve sergilenmektedir. Bkz. Cihan Özsayıner, Bayezid Medresesi ve Türk Vakıf
Hat Sanatları Müzesi.
1
F
Burada bazı tasavvufî terimler var. Anlatılmak istenen özetle şudur: Bir hayır
sahibi insanımız, yaptırdığı bir çeşmeden tasıyla su içenlerin gönlüne Allah aşkının
dolması dileğinde bulunmaktadır. Bu, insan sevgisine ve karşılık beklemeden ya
rarlı bir iş yapmaya güzel bir örnektir."®
Son olarak, sıbyan mekteplerinde kullanılan iki ders aracına değinelim:"^
Hilâl, güdecek: Kemikten veya tahtadan yapılmış, bir ucu sivrice, 8-10 cm uzun
luğunda bir saptır. Çocuk yazıyı bununla göstererek okur, kelimeleri, satırları bu-
116
Yahya Akyüz, Yazılı Eski Bir Çeşme Tası ve Türk Kültür ve Eğitim Tarihindeki Yeri.
117
Tevfik Sağlam, Nasıl Okudum.
s
aSArÂkiâjTâ. sadece.
.SiS.c,fr% e- Kaklc^ M<S^ ♦
»1
Ili/D
/ I. MEŞRUTİYET DÖNEMİ
(1876-1878)
1
H.T.Us, Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi; B.S.Saykal, 93 Meşrutiyeti; Abdurrahman Şeref, Tarih
Musahabeleri; Yılmaz Öztuna, Resimlerle 93 Harbi; Sina Akşin, Siyasal Tarih (1789-1908).
224 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
1. OsmanlI Devletinin ilk Anayasası olan Kanun-i Esasî'ye eğitimle ilgili önemli
maddeler girmiştir.
2. Savaş nedeniyle eğitime ilişkin çalışmalar yapılamamıştır.^
1876 tarihli Kanun-i Esas/'nin üç maddesi eğitimle ilgilidir. Bunlardan ilk ikisi
özel öğretime, üçüncüsü ilköğretim zorunluluğuna ilişkindir:
• 15.maddede, "emr-i tedris serbestir, muayyen olan kanuna tebaiyyet şartıyla
her OsmanlI umumî ve hususî tedrise mezundur" hükmü yer alır. Anlamı: "Öğretim
işini (konusunu) herkes özgürce yapabilir; ilgili kanuna uymak şartıyla her Osmanlı
vatandaşı genel ve özel öğretim yapmaya izinlidir."
• 16. maddede, Osmanlı ülkesinde bulunan çeşitli toplumlarsn "umur-ı
itikadiyelerine müteallik olan usûl-i tâlimiyeye halel getirilmeyecektir" denir. Bu,
"ülkedeki çeşitli dinsel inanışlardaki toplumların din ve inanışlarına ilişkin öğretim
yöntemi ve biçimine dokunulmayacaktır" anlamındadır. Aynı madde, ülkedeki tüm
mekteplerin Devletin denetiminde olduğunu da belirtir.
• 114. madde şöyledir; "Osmanlı efradının (bireylerinin) kâffesince (tümü için)
tahsil-i maarifin (öğrenimin) birinci mertebesi (ilköğretim) mecburî (zorunlu) olacak
ve bunun derecat ve teferruatı (ayrıntıları) nizam-ı mahsus (ayrı bir düzenleme) ile
tâyin kılınacaktır (belirlenecektir)."
2
M. Cevat, age, s. 172.
iliZE ' i
fi
MUTLAKIYET DÖNEMİ .3jf
(1878-1908) 1
<.
.'f
Abdülhamit'in 13 Şubat 1878'de Parlâmentoyu süresiz tatil etmesinden
23 Temmuz 19O8'e kadar geçen döneme Mutlakıyet dönemi denir.
Abdülhamit'in Parlâmentoyu kapatması ve uzun saltanat dönemindeki tutumuna
1
a
ilişkin, o dönemleri yaşayan bir eğitimcimiz şu değerlendirmeleri yapar (1922):
"Bundan 14 yıl önce (19O8'de) hiç Meşrutiyet terbiyesi görmemiş bir millete en T
serbest bir Parlâmento usûlü verdik. Sanki, yalnızca Meşrutiyetin ilânı herşeyi
çözmeye yeterli bir tılsımdı. Oysa Meşrutiyet herşeyi karıştıran bir âlet olunca ‘ey
Ia
vah, Abdülhamit'in hakkı varmış, bu millet daha Meşrutiyetle yönetilmeye lâyık de-
ğilmişl’ dedik.
"Gerçekten Abdülhamit de, 1878'de Parlâmentoyu kapatırken; ‘Bu millet daha
çocuktur!’ demişti...
il
"Bu sözünde samimî ise, ona düşen görev, bu milleti yavaş yavaş Meşrutiyetle
yönetilmeye lâyık bir hale getirmek değil miydi?
"Bu sözü söyleyen Padişaha da bu millet daima ‘baba’ dedi. Ne var ki, her ba
banın görevi çocuğunu büyütüp eğitmekken, o baba istedi ki bu çocuk daima çocuk »I
311
kalsın! Otuz üç sene o çocuk, bir yaş bile kazanmadı! O baba istedi ki bu çocuk fi
Meşrutiyeti hiç aklına getirmesin: Onun için mekteplerden tarihleri, kitaplardan ke
limeleri, sözlüklerden isimleri kaldırdılar. Her ağıza bir kilit, her düşünene bir sür
gün, her konuşana bir hapishane hazırlandı. Meşrutiyet konuşulmasın diye her
yerde bir hafiye, odalarda fısıltı olmasın diye her duvarda bir kulak, evlâdın bile ba II
baya güveni kalmasın diye her adımda bir jurnal vardı.
"Uzun süre ayakları bağlanıp oturtulan bir mahpusu birdenbire salıverin: ilk ya I
s
pacağı şey sendelemektir. Otuz üç yıllık bir kötürümlükten sonra 19O8'de apansız
Me'şrutiyete çıkınca bizim de ayaklarımız yürümesini şaşırdı."
(
1. Bir çok meslek ve sanat okulu açılmıştır. Bu, Mutlakıyet dönemi eğitiminin en ta
belirgin özelliğidir. i
2. Üstün zekâlı vs. Hıristiyan çocuklarının eğitimi için kurulmuş olan Enderun
Mektebi’nden sonra ilk kez özel eğitim alanında bir girişim olmuş, sağır, dilsiz ve
körler için bir okul açılmıştır. i
3. Türk, azınlık ve yabancı özel öğretim büyük gelişme göstermiştir. Ancak,
azınlık ve yabancı özel öğretim kurumlarının denetlenememesi çok önemli sakın
TİH
caları da beraberinde getirmiştir. ı'Sj
fil
1
İsmail Habib, O Zamanlar... s. 194-195.
H
h J
226 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
2
Nurdoğan, age.
3
M. Cevat, age, s. 314 - 337.
Jjf
îjj
I
,'flM
’ i'lt
■
1
Maarif Nazırı Haşim Paşa zamanında, 19O4'te tüm iptidaî mektepler için yapılan
ders programı da şöyledir:
İlköğretimin masrafları daha önce belirtildiği gibi, esas olarak mahalleri halkı ta
rafından yüklenilmişti. Tüm öteki kaynaklarla beraber ilköğretim gelirleri şunlardır:
a) Var ise avarız parasından belirli olmayan bir hisse.
b) Hayırlı işlere vasiyet edilen paralardan hisse.
c) Verilirse alınacak kurban derisi ve fitre.
d) Salma.
e) Öğrencilerden alınan ücret.
f) Varsa ve Evkaftan alınabilirse evkaf-ı münderise gelirleri."’
Evkaf-ı münderise, yıkılmış vakıflar demektir ve 1882'de bir padişah fermanı ile
bunlar ilkokulların masrafları karşılığı olarak Maarif Nezaretine terkedilmişti.
Mutlakıyet döneminde, hatta daha sonraki dönemlerde de uzun yıllar, ilköğreti
min temel sorunu kaynak yetersizliği olmuştur. Aydın Maarif Müdürü 189O’da Eği
tim Bakanlığına şunları yazmıştı (özetle ve bugünkü dille):®
“Yüksek okullar ve idadiyeler her gün artıp gelişirken, parasal kaynak buluna
madığı için taşrada ilkokulların yaygınlaştırılıp geliştirilememesi, devletin öğretimini
yalnızca büyük kentler halkına götürme ve köylülerin bilgisizlik içinde kalmalarına
yol açıyor. Aydın ilinde bazı köylüler kendi aralarında para toplayarak hem namaz
larını kıldırmak, hem çocuklarını okutmak üzere öğretmenler tutmuşlarsa da bunlar
çoğunlukla çocuklardan daha çok eğitime muhtaçtırlar. Bu öğretmenlerden ders
gören öğrenciler, yıllarca çalıştıkları halde hiçbir şey öğrenemediklerinden öğrenim
lerini bırakıyorlar. Başka bir deyişle, bilgisizlikte para ile devam ediliyor. Çözüm,
devletin ilkokulların yönetim işini halktan alıp kendisinin üstlenmesidir. Yoksa, bu
gidişle, eğitimin temeli olan ilkokullar yaygınlaşıp gelişemez.”
Beyrut Maarif Müdürü ise, 1894’te Eğitim Bakanlığına, o ilde ilköğretimin acına
cak durumunu ve bunun, oralarda sayıları çok olan yabancı okullar karşısında or
taya çıkaracağı siyasî, dinî sakıncaları ve tehlikeleri şöyle açıklıyordu (özetle ve
4
Berker, age, s. 124.
5
Nurdoğan, age., s.485.
d
OSMANLILAR-MUTLAKIYET DÖNEMİ 229
bugünkü dille):®
“Beyrut ilinde kız ve erkek çocukları için ilkokul ve rüşdiyeler yeterli sayıda de
ğildir, mevcutlar da parasızlık nedeniyle işlevsiz haldedir. Oysa, Beyrut ilinde çok
sayıda yabancı okul vardır ve Devletin bıraktığı eğitim boşluğunu yabancılar dol
durmakta, müslüman çocukları da onlara meyletmektedirler. Bunun siyasî ve dinî
pek çok sakıncaları ortaya çıkacaktır...”
Bursa Maarif Müdürü Ahmet Rıza Bey, Maarif Nezaretinin isteği üzerine bu vilâ
yet merkezindeki okullara ilişkin 1889'da bir rapor hazırlayıp Nezarete sunmuştur.
Bu rapor sınırları İstanbul'a bitişik ve ondan sonra en önemli kentlerden olan Bur-
sa'da bile ilköğretimin acınacak halde bulunduğunu göstermekte, başka vilâyetler
de durum bundan daha iyi olamayacağından o dönemde ülkedeki ilköğretimin ge
nel durumunu da aydınlatmaktadır:^
1889'da Bursa merkezinde 23 ilkokul ve 1200 öğrenci vardır. 23 okuldan ikisi
hariç ötekiler sağlığa zararlı, karanlık, rütubetli, viran birer yer odasından ibarettir
(Yalnızca kızlara özgü bir okul yoktur. Bunların bazıları özel evlerde okumaktadır).
Semtlere göre okulların öğrenci sayısı 10-80 arasında değişmektedir. Hocalar ge
nellikle öğrenciden aldıkları haftalıklarla idare etmektedir. Bazıları ayda 20 kuruş
maaşa razı olur, bazıları 10 para fazla getiren çocuğa daha çok özen gösterir. Halk
son derece fakir olduğundan öğrencilerin büyük bölümü hocaya haftada 10 para
veya iki yumurta getirir. İçlerinde 40 para, 2 kuruş verenler de bulunur. Hoca, eski
yönteme göre Elifba, Kur'an, Tecvid, Muhammediye, İnşa, Bina, Maksut okutur.
Hafız yetiştirmek hocanın önde gelen amaçlarından olduğu için mektepte 15-16
yaşına kadar öğrenci bulunur.
Raporda, hocaların çoğunun "bilgisiz, ilerleme ve yenilik düşmanı" mahalle
İmamı oldukları, mekteplerin onların iş ve keyiflerine göre açık ya da kapalı bulun
duğu belirtilmekte ve öğrenciler için şöyle denilmektedir:
"Öğrenci yalın ayak, baldırı çıplak, üstü başı pis bir halde ve ufak bir minder
üzerinde bağdaş kurmuş, aralık vermeden sallanmaktadır. 5-6 yaşındaki çocukların
bile başlarında tulumbacı yemenisi, bellerinde koca bir kuşak sarılıdır. Okulun içi
gayet pistir. Hocaların sözlerini anlamak imkânı yoktur. Falakaya yatırılmış bir ço
II
cuğun çığlıkları, değnek sesi bu gürültüyü biraz değiştirir.
6
Aynı eser, s. 473.
7
Kâmil Su, Ahmet Rıza Beyin Maarif Lâyihası ve Bursa Okulları.
1
230 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
*
Az ileride, orta öğretimde öğrenci disiplini konusu işlenirken açıklanacaktır (Soru 77).
8
Salname-iNezaret-i Maarif-i Umumiye , Hicrî 1316, s. 1256-1257, Hicrî 1317, s. 1499.
OSMANLILAR-MUTLAKIYET DÖNEMİ 231
Usûl-i cedîde Usûl-i atîka
iller (İptidaî mektepler) (Sıbyan mektepleri)
İstanbul 47 İ96
Edirne 204 1721
Erzurum Yalnızca ikisinin toplamı: 850 tesbit edilebilmiştir.
işkodra 26 75
Adana 12 585
Ankara 397 1695
Aydın (*) 2151 420
Bitlis 9 254
Basra 26 90
Bağdat 11 38
Beyrut 181 205
Cezâir-i Bahr-i Sefîd (Ege Adaları) 68 3
Halep 29 604 jij
Hüdâvendigâr (Bursa) 244 3173 a
Diyarbakır 11 185
Selânik 126 931
Suriye 59 232
Sivas 271 1366
Trabzon 229 2390
Kastamonu 555 2919
Kosova (Üsküp) 59 386
Konya 35 275
Mamuretülaziz (Elazığ) 6 392 I
Manastır 176 275
Musul 0 392
Van 9 120
i
Yanya 66 61 w(I
Tüm İmparatorluk için Toplam )(** 3057 18893
a
Tablo 12.1892-1893 öğretim yılında ülkede yeni ve eski tip ilkokulların sayısal durumu.
II
232 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
1882-1890 yılları arasında Rüşdiyeyl de içine alan İdadîlerin yaygın olarak taş
rada da açıldığı görülür. Bunlar, il merkezlerinde Rüşdiye ile birlikte 7, sancak mer
kezlerinde Rüşdiye ile birlikte 5 yıllık idadilerdir. Böylece gelişen orta öğretim, kaza
ve büyük bucak merkezlerine kadar yayılan Rüşdiyelerie birlikte kent ve kasaba
halkı arasında yüksek öğretime öğrenci ve serbest meslekler, mahallî ve resmî
hizmetler için de görevliler yetiştiren kaynaklar olmuştur. Taşrada, Girit hariç başka
yerde açılamayan Sultaniyelerden beklenenleri işte bu idadiler yerine getirmiştir.®
Abdülhamit dönemi sonlarında ülkede 619 Rüşdiye mektebi vardı. Bunların 74'ü
kızlara ait idi. Tüm Rüşdiyelerde 40 bin kadar öğrenci bulunuyordu. İdadîlerin sayı
sı da, bu dönem sonlarında 109 ve öğrenci sayısı 20 bin kadardı.^®
İdadiler Rüşdiyelerin üzerinde orta öğretim kurumlan olduğu, bazan onları kap
sar biçimde açıldıkları için resmî belgelerde bu iki okulun programları beraber ve
rilmektedir. Programları sık sık değişikliğe uğramakla beraber, Hicrî 1316 (1898-
1899) Maarif Salnamesi'nöe yer alan bir program çizelgesini veriyoruz (Tablo 14).
Adıgeçen Salname'öe tablonun altındaki nota göre, bu yedi yıllık programın tümü vilâyetlerdeki leylî
İdadîlerine, ilk 5 yıl vilâyetlerdeki niharî Idadîlere, 4-7. seneleri Mülkiye Mektebi İdadî sınıfları ve İstan
bul, Üsküdar niharî idadilerine, 1-3. seneleri İstanbul ve tüm vilâyetler Rüşdiyelerine mahsustur.
* Elsine dersinden amaç, bazı İdadilerde icaba göre okutturulan Rumca, Ermenice, Bulgarca'dır.
11
Unat, age, s.46; H.R. öymen, Köy Enstitüleri Kuruluşlarının Tarihî Gelişimi.
234 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
Tanzimat döneminin en eski sivil okulu olan Rüşdiyeler ve onların devamı olan
idadîlerde öğrenci disiplini, sınav sistemi, okulların çalışma süreleri ve tatil düzeni
ne değinmekte yarar vardır. Bu hükümler değişikliklere uğrasa da, Cumhuriyet yıl
larına kadar orta öğretimde geçerliliğini korumuştur.
Öğrenci disiplini |
a) Cezalar^®
O dönemlerde öğrencilere verilen başlıca cezalar, gittikçe ağırlaşan dereceleri
ne göre şöyledir;
İhtar ve tenbih: Dersini bilmeyen, "küçük yaramazlık" yapan öğrenciye öğretmen
tarafından yapılan sözlü uyarı.
Tekdir; İhtar ve tenbihe rağmen hatalı davranışlarını sürdüren öğrenciye okul
müdürünün odasında yaptığı uyarı.
Tevkif: Daha ağır suç işleyen öğrencinin yemek teneffüsünden mahrum bırakı
lıp, ayrılmış bir dershanede yazı yazması cezası.
Alenen tekdir: Tevkif ile yola gelmeyene açıkça yapılan uyarı.
ihbar ve şikâyet: Yukarıdaki cezalara rağmen yola gelmeyen öğrencilerin velile-
12
M. Cevat, age, s. 195-196. Bu kız okulunun kapanma nedenlerini daha derinlemesine araştırmak ge
reklidir (Y. Akyüz).
H.Z.Uşaklıgil, Kırk Yıl, s.84-86.
14
M.G.Yaşargıl, Beyin ve Evrim Hakkında Düşünceler, s.3. 19O6’da “memur” olmayı isteyen öğrenci Asım
Yaşargil’dir ve yıllar sonra oğlu Prof. Dr. M. Gazi Yaşargil dünyaca ünlü beyin cerrahı olmuştur (Y. Akyüz).
Yahya Akyüz, Türk Eğitim Tarihinde Okullarda Disiplin Anlayış ve Uygulamalarına Bir Bakış.
■
OSMANLILAR-MUTLAKIYET DÖNEMİ 235
rine okul müdürünün durumu sözlü ya da yazılı bildirmesi. f
ihrac-ı muvakkat; Öğrencinin 1 haftadan 1 aya kadar okula alınmaması,
ihrac-ı kati: Öğrencinin okuldan çıkarılması. Bu ceza, Maarif Nezaretine danışı
■S
larak verilir ve Nezaretten cevap gelinceye kadar öğrenci okula alınmaz.
İhraç cezaları hariç, ötekiler bazan affedilebilir. Bu, ceza alan öğrencinin, önce
den kazandığı ödül kağıtlarının geri alınıp öğrencilerin gözü önünde yırtılması şek
linde olur. Örnek: ihtar ve tenbih bir âferin'in, tevkif cezası bir tahsin ya da dört
âferin'in geri alınıp iptali ile affedilebilir vs.
i(i
İN
't
M
h
I
a
i■
ÎH
I
;v I ı;tiL
'8
h I
i#
Belge 13. İl.Meşrutiyet döneminde 1917'de Edremit İdadîsinde verilmiş bir Aferin ödül kâğıdı
(kişisel belgelerimizden. Y.Akyüz).
"Edremit İdadi Mektebine Mahsus Aferin idadî sınıf 1 talebesinden 56 numaralı Mustafa Efendi(ye)
Ziraat dersinde verdiği güzel bir cevaptan mükâfaten ifa olunmuştur. 25 Kânun-i evvel 332" (=7 Ocak
1917) Not; Belgenin yan tarafında öğretmenin imzası ve okul müdürlüğünün mühürü vardır. Sol üst kö
şede daireye benzer boşluk içinde Osmanlı Devletinin arması görülmektedir. "Mektebine Mahsus" yazısı
sülüs, "Aferin" yazısı talik, ötekiler rik'a ile yazılmıştır. Belgenin rengi kırmızıdır. T)
i
Tahsin, Tahsinname: imtihan-ı hususîlerde (ara sınavlarında) birinci olan öğ-
16
Yahya Akyüz, Tanzimattan Cumhuriyete Eğitimde Ödül ve Günümüz Eğitimi Açısından Bir Değerlen
dirme.
ı’il
î
236 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
Sınav sistemi
Bir okula giriş (duhûl) sınavı dışında sınavlar ikiye ayrılır; imtihan-ı hususî, Imti-
han-ı umumî.
imtihan-ı hususî; Ara sınavı anlamındadır ve üç ayda bir dersin öğretmeni tara
fından yapılır.
imtihan-ı umumî; Her sene-i tedrisiye (öğretim yılı) sonunda, Rüşdiye ya da i-
dadî mektepleri idaresince tayin edilen mümeyyizler vasıtasıyla yapılır. Mümeyyiz
ler genellikle başka okulların öğretmenlerinden oluşur. Sınav tarihi on gün öncesin
den öğrencilere duyurulur ve bu süre zarfında ders öğretmenleri ve sınıf başılar öğ
rencileri müzakere yaptırarak sınava hazırlarlar. Mümeyyizler sınavı şifahen yapar.
"Şâkirdin derece-i iktidarına göre takdir olunup cetvele derç olunan kıymet
lâyetegayyerdir." (Öğrencinin başarı derecesine göre verilen ve listeye geçirilen not
değeri asla değiştirilemez, kesindir).
Notlar şöyledir;
9-10; Aliyyülâlâ (Pekiyi) ! 8; Âlâ (İyi) / 6-7; Karîb-i Âlâ (İyiye yakın) / 5; Vasat
(Orta) / 4; Karîb-i Vasat (Ortaya yakın) / 3; Zayıf/I-2; Edna (Pek zayıf).
İmtihan-ı umumîde, terfi-i sınıf (sınıfı geçmek) için her dersten en az 4 almak,
aynı zamanda not ortalamasının 5 olması gerekir. Şehadetname almak için ise, not
ortalamasının 6 olması şarttır. Öğrencinin ortalama notu 5 ve daha yüksek, fakat iki
fenden (dersten) notu 4'ten dûn (aşağı) ise, yıl sonu imtihanlarından hemen sonra
o iki dersten tekrar imtihan edilir. Bu sınavda öğrenci bir dersten bile başarısız ol
duğu takdirde sınıfında ibka olunur (bırakılır)... Üssümizan denen bu sistem bazı
okullarda çok uzun süre geçerli kalmıştır. Örneğin Siyasal Bilgiler Fakültesinde,
1960'lardan sonra bile bu sistem uygulanmıştır. Orada not ortalamasının 10 üze
rinden en az 7 ve asgarî notun 5 olması gerekli idi ve 7 ortalama not orta derece
sayılıyordu. Böylece geçmişte, not bakımından öğrenciden oldukça yüksek başarı
isteyen bir sınav sistemi vardı.
17
• Darülfünûn 1900'de tekrar açılmıştır. Şubeleri ve dersleri şöyledfi______
Ulûm-i Aliye-i Diniye
Şubesi
Edebiyat
Şubesi
Ulûm-i Riyaziye ve Tabiiye
Şubesi
■
Müddet-i tahsiliyesi: 4 yıl Müddet-i tahsiliyesi: 3 yıl Müddet-i tahsiliyesi: 3 yıl
o
dönemde açılan ya da geliştirilen başlıca yüksek okullarda şunlardiT.
• 188O'de Mekteb-i Hukuk-ı Şâhâne kurulmuştur. Öğretim süresi 4 yıldır.
şından iki yıl önce 1878'de çıkarılan nizamnamesinde, okulun Osmanlı kan^
ve siyasetinin ve hukuk biliminin öğretimiyle
'-J - uğraşacağı belirtilmiştir.
Ci —.y—---........ ......... 5 _
Mülkiye-i Şâhâne UU dönemin
bu UUI önemli MII okulu V/ı.-.'
bir VRUlU olarak
—'.. öğretmınt
* Mekteb-I ivH^irM^ lUI mı l VJI|V>IIIII — I I
sürdürmüş, mezunlarına, öteden beri yapageldikleri kaymakamlıkların yanın ■
dadîlere öğretmen ve müdür atanma imkânı da tanınmıştır. Böylece Mülkıy
17
o.Ergin, Türkiye Maarif Tarihi, C. 3-4, s. 1209 vd.
18
Unat, age s.53.
19
Baltacıoğlu, Hayatım, Yeni Adam , No. 34, 35.
fi
238 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
yetişen bir çok genç önemli eğitim görevleri alarak da yararlı olmuşlardır.Abdül
hamit Mekteb-i Mülkiye ve Mekteb-i Sultanîye özel bir ilgi göstermiş, bu okulların
başarılı öğrencilerini her yıl gümüş saat vs. gibi hediyelerle ödüllendirmiştir.
20
Yahya Akyüz, Mülkiye Mektebi ve Mülkiyelilerin Türkiye'de Modern Eğitimin Gelişmesine Katkıları.
21
O. Ergin, Türkiye Maarif Tarihi, C.3-4, s.885-894.
22
Aynı eser, s. 1047-1264.
23
Oktay Güvemli, İktisadî ve Ticarî ilimler Akaderniteh Tarihi; Oktay Güvemli, Türk Devletleri Muhasebe
Tarihi; İsmail Güven. Türkiye’de İktisat ve Ticaret Öğretiminin Gelişmesi.
OSMANLILAR-MUTLAKIYET DÖNEMİ 239
^^Aşı Memurları Mektebi (1892). Çiçek aşısı yapabilen, sağlık memurları yetiştir
Mutlakıyet döneminde açılan dört ilginç okul vardır. Bunlar, kendilerinden bekle
neni tam veremeseler de, önemli eğitim uygulamalarıdır: İi
Tüccar Kaptan Mektepleri (1886).^'’ Abdülhamit döneminde önemli bir ihtiyacı
gidermek için açılan bu ilginç meslek okullarının amacı, ülkede sivil gemiciliği elin j
de bulunduran bilgisiz ve yeteneksiz Yunan ve Ermeni kaptanların yerine Müslü
manlardan gerekli bilgilerle donatılmış, uzman kaptanlar yetiştirmekti. Bu yolla hem
deniz ticaretinin gelişmesi, hem de gemi ulaşım güvenliği sağlanacaktı. 1886'da
İstanbul'da Heybeliada'da açılan leylî (yatılı) mektebin süresi 4 yıldır ve her yıl 25
öğrenci alınacaktır. Aynı tarihte, 2 yıl süreli mevcut sivil kaptanlara kurs ve
s
31sS
hizmetiçi eğitim vermek amacıyla Haliç Tersanesinde niharî (gündüzlü) bir mektep ■'8
daha açılmıştır. Bartın, Ünye, Sakız, Beyrut'da da vs. Rüşdiye mekteplerinden ya
ı;|
rarlanılarak bu tür mekteplerin açıldığı anlaşılıyor. Tüccar Kaptan Mektepleri'nöe
* ‘J
Matematik, Geometri, teknik denizcilik bilgileri, deniz ticaret hukuku. Coğrafya, W
Fransızca ve isteğe bağlı Rumca... gibi dersler okutulmuştur. Ancak, buralardan
s
mezun olan kaptanlara iş bulmakta başarılı olunamamış ve 1900’de niharî mektep,
19O8’de de leylî mektep kapatılmıştır.
“^Aşiret Mektebi (1892). Amacı bakımından Enderun 'u andırır. Ancak, bu kez, IJ
İİ
Müslüman Arap, Kürt ve Arnavut eşrafı ve aşiret reislerinin çocukları İstanbul'da bu a
mektepte okutulup, bölgelerine döndüklerinde askerî ve İdarî memuriyetlere, öğ
retmenliklere atanacaklardı. Mektebin süresi 5 yıl, düzeyi kısmen iptidaî ve Rüşdiye
i
a
sınıfları idi. Sayıları 300-500'ü bulan tüm öğrencileri yatılı idi. Amaç, bu yolla, aşi
retleri bölücü dış propaganda ve tahriklere karşı koruyup Osmanlı birliği içinde tut I
mak, karışıklık çıkarmalarını önlemekti. Mektebin askerî bir özelliği bulunmadığın
dan, buradan mezun olan bazıları Harbiye 'de Aşiret sınıfları'na alınıp yüzbaşı ola
rak çıkarılmışlar, bir kısmı Mülkiye Mektebine alınmıştır. Mektep, 19O7'de kapatıl I
dı. Aynı binada Kabataş idadisi açıldı.
it
Çoban Mektebi (1898). Ankara'da Nümune Çiftliğinde tiftik keçilerinin bakım ve
ıslahını öğretmek için açılmıştır. Ankara ilinde o dönemlerde tiftik keçisi yetiştirme
ye ye tiftik ticaretine çok önem verildiği, bu ticaretin Ankara'ya kadar çekilen demir-
yolü ile İstanbul ve Avrupa'yla kolayca yapıldığı düşünülürse, Ankara'da bir Çoban
Mektebi'n'm açılmasının uygulama ve üretime dönük ne kadar önemli bir eğitim ola
:İf
yı olduğu anlaşılır.
i
Bu olaydan tam 93 yıl sonra, 199Tde Ordu İli Tarım Müdürlüğünce çobanlar için
bir "seminer" düzenlenmiştir.^® 60 çobanın katıldığı bu seminerde bir yetkilinin şu I
sözleri konunun önemini güzel belirtmektedir: "Hiç kimse çobanlık deyip geçmesin! ,ı
Çobanlık başlıbaşına ihtisas isteyen bir meslektir. Eğitimden geçen çobanlar, hay
van yetiştiricilerince tercih edilecek, onların aldıkları ücretler bile böyle bir eğitim
S
almamışlara göre farklı olacaktır."
24
Şakır Batmaz, Tüccar Kaptan Mektepleri.
25 •
1. Sivrikaya,... Aşiret Mektebi; Kodaman, ll.Abdülhamit ve Aşiret Mektebi; A, Akpınar Aşiret Mektebi.
26
Gazetelerde çıkan haberler ve bizim ilgililerden aldığımız bilgiler (Y.Akyüz).
I
i,
240 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
27
Cemil Öztürk, OsmanlIda Bir Meslekî Eğitim ve Çocuk Esirgeme Kurumu: Darülhayr-ı Âlî.
OSMANLILAR-MUTLAKIYET DÖNEMİ 241
retim yapmaları, Türk özel okullarının gelişmesine ve Türk öğretmenlerinin uyan
masına ve çocukları uyandırmalarına sebep oluyordu. Bunların başlıcaları, Feyz-i
Sıbyan, Mekteb-i Terakki, Selimiye , Feyziye adını taşıyan özel okullardır.^^
aî^^Katolik okulları
b) Protestan okulları
Başbakanlık Osmanlı Arşivinde bulunan bir belge, 1893 yılında Osmanlı ülke
sindeki Protestan okulları hakkında çok geniş bilgi vermektedir ve Türk eğitim tari
hinde son derece önemlidir. Bu, o sırada Maarif Nazırı olan Zühtü Paşanın Padişa-
31
ha sunduğu bir rapordur.
Rapordaki bilgiler üç başlık altında toplanabilir;
243
OSMANLILAR-MUTLAKIYET DÖNEMİ
J;
32
Mutlu, age., S. 374
33
Yahya Akyüz, Abdülhamit Devrinde Protestan Okulları İle ilgili Orijinal İki Belge.
244 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
w U **
’J' İt'
.
' r*.- IL
.*
#ç/U
w. w >4
Belge 14. Maarif Nazırı Zühtü Paşanın Protestan okulları hakkında Abdülhamit'e sunduğu 1893 ta
rihli tezkereye ekli defterden bir kısım: Beyrut'ta, Amerikan Darülfünunu sayılan ve o yıl
larda 200 kadar öğrencisi bulunan Amerikan okulunun programları, vs, ( Aşağıdaki açık
lamaya bkz.)
Bazı yabancı yayınlara göre, bu okul, ABD'li rahip Daniel Bliss tarafından Suriye Protestan Koleji a-
dıyla kurulmuştur. 1905'ten itibaren bazı bölümlerine kızlar da alınmaya başlanmıştır. Bilim, siyaset ve
sanat alanında binlerce Arap genci yetiştirerek Arap dünyasının uyanışında çok etkin bir "ocak" rolü oy
namıştır (Y.Akyüz).
1
»1
kulların yönetim ve öğretimi ile ilgili çok ayrıntılı bir Nizamname taslağını lâyi
hasına eklemektedir. •I
Bir başka belgede ise 1895 yıllarındaki Ermeni ayaklanmasında Protestan okul
larının "medhal-i küllisi (çok katkısı) sabit olmuştur (kesindir)" denilmekte ve Mar :S
ruz.
I
Yahya Akyüz, Türkiye'de Öğretmenlerin Toplumsal Değişmedeki Etkileri; s. 74
35
Ahmed Akgündüz, M. Abdüh'ün Gözüyle Osmanlı Devleti ve Eğitim Sistemi.
Sultan Abdülhamit, Siyasi Hatıratım, s. 189 (Değerli tarihçiler Metin Hülagü ve Ali Birinci ile de görü
şülmüştür. Y.Akyüz)
fi
ii:
246 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
37 Uşaklıgii, age, s. 82-84. Ayrıca bkz. Sadiye Tutsak, İzmir'de Eğitim ve Eğicimciler (1850-1950).
w
a) Olumsuz etkileri
b) Olumlu etkileri
1
Azınlık ve özellikle de yabancı okulların bazı olumlu etkilerinden de söz edil I
s
mektedir:
Toplumda yabancı dil bilenlerin artması, kızların eğitimine katkıları, açtıkları ye
timhaneler vs. ile çocukları korumaları, kurdukları hastaneler ve sağlık ocaklarında
verdikleri hizmetler, bazı sanayi ve tarım âletlerinin topluma girmesi, yaptıkları mes-
lek'jve iş eğitimi türünden çalışmalar. Batılı eğitim ve öğretim anlayışı ve yöntemle
rinin tanıtılması... gibi etkiler olumlu olarak değerlendirilmektedir.
Ancak, bunların da yabancılara kendi propagandaları için fırsatlar sağladığı
unutulmamalıdır. Örneğin, onların hastanelerinde tedavi gören Müslümanlardan,
çevrelerinde, kendilerini tedavi eden yabancı doktor ve misyonerlerin propaganda
larını yapanlar olmuştur.
38
Alan, age.
I
248 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
çılan ■Dils/z(ler) Mektebi 'dir. AvusturyalI Grati Efendinin girişimi ile, İstanbul'da Ti
caret Mektebi içinde açılmış ve müdürlüğü ile bazı derslerinin öğretmenliğine
Grati Efendi getirilmiştir. Bu zat, bir yıl sonra da, aynı yerde, Âmâ(Körler) Mekte-
bı'm açmıştır. O sırada Maarif Nazırı bulunan Münif Paşanın ilgisi ile de bu okullar
gelişmekte iken, 189Tde Nazırlığının son bulması ve Grati Efendinin ölümü ile, eski
ilgi gösterilmemiş ve Âmâ Mektebi 1898'de kapatılmıştır.^®
İptidaiye şubesine girebilmek için Sarf ve Nahiv, Kıraat-ı Türkî, Hat, İmlâ'dan bir
sınav vermek, iyi ahlâklı olmak, 18'den aşağı ve 30’dan yukarı yaşta olmamak, sa
kat, özürlü ve hastalıklı olmamak lâzımdır. Okul burslu olduğu için, mezun olduk
tan sonra öğretmenlik yapmayanlar aldıkları bursu iade ederler.
Toplam 21 18
Tablo 16.189806 İstanbul Darülmuallimîni iptidaiye Şubesinin programı ve haftalık ders saatleri
42
Bu çok önemli konularda bkz. Yahya Akyüz, Tanzimattan Cumhuriyete Okul Yöneticiliğinde Dönü-
şümler ve Kadınların Okul Yöneticiliği; Yahya Akyüz, Osmanlı Son Döneminde Kızların Eğitimi ve ...;
Yahya Akyüz, Öğretmenlik Mesleği ve OsmanlIda Kadın Öğretmen Yetiştirilmesi...
250 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
mezun olan toplam 55 kişiden 14'ü İzmir, Adana, Konya, Edirne vs. gibi önemli kent
lerdeki idadî mekteplerine müdür ya da öğretmen atanmış. Ti Halep vilâyeti maarif
müdürlüğüne, 4'ü de eğitimle ilgili çeşitli memuriyetlere getirilmiştir. Ayrıca, İdarî bir
görevi bulunan Mülkiye mezunlarının hemen hepsi, ek görevle öğretmenlik de yap
makta idiler. Mülkiyeli öğretmen ve yöneticiler eğitimin yenileşmesine büyük kat
kılarda bulunmuşlardır."
*^
1882'de İstanbul'un içinde ve bılâd-ı selâsede kâin (bulunan) mekâtib-i-
iptidaiyede usûl-i cedîdeyi irae (gösterme) ve tâlime muktedir (yetenekli) yeniden
hocalar yetiştirilmek ve mekâtib-i sıbyaniye-i mevcudede müstahdem (görevli) ho
calardan işbu yeni usûlü tahsil eylemek isteyenler dahi kabul olunmak üzere"
Darülameliyât adında bir uygulama okulu açılmıştır.'
*'
Taşrada ilkokul öğretmeni yetiştirilmesine ise 1875'lerden itibaren önce Bosna,
Girit ve Konya'da girişilmiş, 1882-1890 arasında Sivas, Bursa, Amasya, Kastamo
nu, Kudüs, Trabzon, Edirne'de, daha sonra da Selânik, Kosova, Manastır, Aydın,
Halep, Mamuretülaziz (Elazığ), Erzurum, Musul, Van ve Bolu'da okullar açılmıştır.'
*®
Edirne 63
Adana 1 (?)
Ankara 14
İzmir 28
Bağdat 4 59
Bursa 1 20
Diyarbakır 1 7
Selânik 6 58
Sivas 2 18
Trabzon 1 46
Kastamonu 1 7
Üsküp 2 39
Konya 80
Musul 10
Sana 47
Toplam 15 Darülmuallimîn 32 496
O yıllarda henüz çok geniş topraklara sahip Osmanlı Devletinde taşrada öğ
retmen yetiştiren kurumların durumu budur...
Taşra öğretmen okullarının ihtiyacı karşılamaktan çok uzak oluşu nedeniyle
bazı kurslar açılması yoluna gidilmiştir. Örneğin, Trabzon Darülmuallimîninde 1890
yıllarında köy ve kazalardan gelen 358 imam ve öğretmene "usûl-i cedîde üzere"
eğitim formasyonu verilmiştir. ® Arşivdeki bazı belgeler bu tür çalışmaların başka
yerlerde de yapıldığını gösteriyor: Örneğin, Aydın vilâyetinin her tarafına "kaide-i
cedîde üzere usûl-i tedrisiyeyi neşr ve tamim etmek için mümkün mertebe hoca
43
Yahya Akyüz, Mülkiye Mektebi ve Mülkiyelilerin Türkiye'de Modern Eğitimin Gelişmesine Katkıları.
44
M.Cevat, age, s. 214.
45
Berker, age, s. 142; İbrahim Arslanoğlu, Kastamonu Öğretmen Okulları.
46
M. Cevat, age, s. 263-264.
OSMANLILAR-MUTLAKIYET DÖNEMİ 251
yetiştirilmek üzere' İzmir'de kurulan Darülmuallimîne, vilâyetin dört köşesinden
"müstait (yetenekli) adamlar" gönderilmiştir. 1888 tarihli bir belgede Meclis-i Maarif
reisi Aii Haydar Efendinin, "asıl ihtimama (özen gösterilmeye) şayan (lâyık, gerekli)
mekteplerin istanbul'dakilerden ziyade taşradaki kura (köylerin) mektepleri bulun
duğunu" yazması ve buralara yeni yöntemleri bilen öğretmen yetiştirilmesi için vi
lâyet merkezlerinde IVledrese-i Muallimîn adıyla birer Darülmuallimîn açılması
"katiyyen (kesinlikle) lâzımdır" demesi ilginçtir. Böylece o yıllarda taşrada açılmaya
başlayan ilköğretmen okullarının yeni yöntemleri bilir çok sayıda öğretmen yetiş
tirme amacı güttüğü anlaşılmaktadır. Ancak taşra öğretmen okulları bu önemli gö
revi yapabilecek güçte değillerdir. Çünkü bu okullar genellikle imamlar ve medrese
öğrencilerince doldurulmuş ya da bazan öğretmensiz ve öğrencisız kalmışlar
dır.
Sözü geçen belgede Ali Haydar Efendi, o tarihe (1888) kadar açılan taşra öğ
retmen okullarının acınacak durumunu şöyle anlatmaktadır:
"Darülmuallimînlerden istifade olunamadığı bahsine gelince, çünkü bunlara gi
recek olanlar talebe-i ulûmdan (medrese öğrencilerinden) bulunduğundan köy
lerden kalkıp vilâyet merkezlerine gelmek ve orada da tahsil için bir kaç sene kal
mak lâzımgelip, halbuki, talebe-i ulûmun fakr-ı hallet i (yoksul durumları) bu kadar
masraf ihtiyarına (...katlanmaya) müsait olmadığından bunlardan rağbet eden bu-
lunmamış ve Darülmuallimînler sıbyan mektebinden talebe kabul ederek büsbütün
,47
vaziyetinden çıkmıştır (bozulmuştur)...
Bursa Darülmuallimîn-i Sıbyanı hakkında Bursa Maarif Müdürü Ahmet Rıza Be
yin yazdıkları, taşrada bu okulların mezunlarını göreve yerleştirmede imamlardan
gelen engellerle karşılaşıldığını, bu bakımdan da gelişmediklerini dile getiriyor: "ilko
kulları tekeline alan mahalle imamlarını bu hizmetlerinden çıkarmak kolay başarı
labilecek bir şey olmadığından, ilköğretmen Okulundan çıkanlar ilkokullara yerleşti-
rilemiyordu. Bu nedenle buraya girmek isteyenler azalmış ve kişisel bir garaz üze
1,48
rine ilköğretmen Okulu bir süre kapalı kalmıştı.
Bu dönemde, öğretmenliğin meslekleşmesi için çok önemli bir Tâlimat çıka
rılmıştır. Bu belge, Mutlakıyet döneminin olumlu eğitim çalışmalarından biridir. Mual
limlikte Meslek-i ihtisas Tesisine Dair Tâlimat başlığını taşıyan bu belgenin temei
hükümleri şunlardır:
Md. 1. "Meslek-i tâlime duhûl için şerâit-i âtiye mevzudur: 1. Hüsn-i ahlâk ve
sîret 2. Vazife-i tedristen başka bir hizmet veya memuriyet ile adem-i meşguliyet 3.
Uhdesine ihale olunacak derste mezid-i intisap ve ihtisasa riayettir."
Bu maddenin bugünkü dille anlamı şöyledir:
"Öğretmenlik mesleğine giriş için şu şartlar konmuştur: 1. iyi ahlâk ve davranışlı
olmak 2. Öğretim görevinden başka bir görev ya da memuriyetle uğraşmamak
3. Kendine verilecek derse bağlılık ve ihtisasa uymak."
Görüldüğü gibi, bu hükümlerle, öğretmenliğin meslekleşmesi için çok önemli
şartlar getirilmiştir. Bu şartlar bugün bile değerlerini korumaktadırlar.
47
Yahya Akyüz, Tüıkiye'de Öğretmenlerin Toplumsal Değişmedeki Etkileri, s. 54-55.
48
Su, Ahmet Rıza Beyin Maarif Lâyihası.
49
Salname-i Nezaret-i Maarif-i Umumiye , Hicrî 1318 (1900-1901), s. 517-520.
252 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
16. maddeye göre bir öğretmene birden fazla ders verilmesi halinde, bu derslerin
arasında mümkün olduğu kadar bir ilişki bulunmasına dikkat edilecektir. Aralarında
ilişki bulunan ders grupları şöyle gösterilmiştir:
Ulûm-i diniye, Arabî, Ahlâk / Farisî i Türkçe, Kıraat, Kavâid-i Lisaniye, İmlâ i
İnşa, Kitabet, Edebiyat! Coğrafya-yı Umumî, Coğrafya-yı Osmanî, Tarih-i Osmanî,
Tarih-i İslâm / Hesap. Hendese, Cebir, Müsellesat, Kozmografya i ilm-i Mevâlid,
Mihanik, Fizik, Kimya, Dürûs-i Eşya, Hıfzıssıhha / Resim, Resmin envai (türleri) /
Hüsn-i Hat, Hutut-ı mütenevvia ! ilm-i Hukuk, Usûl-i Kavânin, İlm-i Servet, Usûl-i
Defterî, Fenn-i Mâlî/ Fransızca, gerekirse öteki diller.
1869 Maarif-i Umumiye Nizamnamesinin bazı maddelerini değiştiren ve Hicrî
1316 (1898-1899) tarihli Maarif Salnamesi 'nde yer alan bir hüküm de çok ö-
nemlidir. Bu, Cumhuriyet döneminin başında "meslekte aslolan muallimliktir" biçi
minde ifade edilen ilkenin, eğitim tarihimizde daha önceden benimsenip ifade edil
diğini ortaya koymaktadır. 1316 tarihli Salname 'de yer alan hüküm şöyledir:
"Darülmuallimînden mezun olanlar iptida muallimlik sınıfı meyanında terakki edip
sonra mekâtib-i idadiye ve maarif müdürlüğü gibi maarifçe münasibi veçhile her
nevi memuriyete tayin olunacaklardır. Fakat, terakkiyat-ı mev'ude beş sene ifa-yı
hüsn-i hizmete mütevakkıftır. Bu hükmün bugünkü dille anlamı şöyledir:
"Darülmuallimîni bitirenler önce öğretmenlik sınıfı (mesleği) içinde ilerleyip sonra
idadî mektepleri ve maarif müdürlükleri gibi uygun bir göreve atanacaklardır. Fakat
vaad edilen bu yükselme için öğretmenlikte beş yıl iyi hizmet vermiş olmak şarttır."
Görüldüğü gibi bu hüküm, eğitim yöneticiliği görevinin, bazı şartlarla, öğret
menlere verileceğini ifade ediyor ki, daha sonra, günümüze kadar da hep böyle
olagelmiştir.
1872'de Meclis-i Kebir-i Maarif İki daire halinden çıkarılarak bir tek meclis halin
de birleştirilmiştir. Temmuz 1879'da Nezaret merkez teşkilâtı, öğretim basamakla
rına göre daireler halinde düzenlenmiş ve bu, temelde, Cumhuriyet döneminde de
geçerli kalmıştır: 1. Mekâtib-i Âliye 2. Mekâtib-i Rüşdiye 3. Mekâtib-i
Sıbyaniye 4. Telif ve Tercüme 5. Matbaalar (yayın). 1882'de Telif ve Tercüme Dai
OSMANLILAR-MUTLAKIYET DÖNEMİ 253
resinin yerine Encümen-i Teftiş ve Muayene geçmiş, bu bir sansür organı olarak
çalışmış, yayın işlerine de bakmıştır. O tarihte, ilköğretimle ilgili Daire, Mekâtib-i İp
tidaiye adını almıştır. 1884'de Meclis-i Maarif sürekli bir daire olarak yeniden dü
zenlenmiştir. 1886'da bağımsız bir daire halinde Mekâtib-i Gayrimüslime ve Ecnebi
ye Müfettişliği kurulmuş ve başına Rum bir Paşa getirilmiştir. 1892'de Mekâtib-i Âli
ye Dairesi kaldırılarak yerine Mekâtib-i idadiye Dairesi kurulmuştur™. Teftiş, sansür
vs. amaçlarıyla bir çok komisyon ve daireler de kurulmuştur.
Mutlakıyet dönemi eğitim bütçesi hakkında, Meşrutiyet döneminde karşı
laştırmalı bilgi verilecektir (Soru 100).
2. Müdahaleler
Maarif Nezareti, öğretmenleri sürekli gözetim altında tutmak, millî bir ruhla ye
tişmesini engelleyecek önlemleri almakla uğraşmıştır. Öğretmenlerden istenen, dü
zenin savunuculuğunu yapmak ve medresenin yetiştiregeldiği tip insan yetiştirmek
tir.
Maarif Nezareti ve Saray, özellikle Mülkiye. Harbiye, Tıbbiyeden ürkmektedir.
Az ileride görüleceği gibi bu okullar rejime karşı fikirlerin ocağı halindedir.
Saray, 1886'da Hükümete gönderdiği bir iradede, Mülkiye ve diğer okullardan
çıkan öğrencilerin dinî inançlarında zayıflama görüldüğünden yakınmış, bunun
ders kitaplarından ileri geldiğini iddia etmiş ve Şeyhülislâmın başkanlığında ve
Mülkiye müdür yardımcısının katılmasıyla bir komisyon kurularak, Mülkiye ve öteki
okulların programlarının öğrencilerin dinî inanışlarını güçlendirecek şekilde düzen
lenmesini istemiştir.®^
1891 tarihli bir irade ile de Saray, Mülkiyenin, Devlete sadık memurlar yetiş
tirmek amacıyla açıldığı halde öğrencilerin böyle yetişmediğinden yakınmış ve her
sını/ta Akâid ve Ahlâk dersleri okutulmasını istemiştir.
'Sarayın bu müdahaleleri üzerine Mülkiye Nizamnamesi ve ders cetvelleri değiş-
tirilrrıiş, dinî dersler artırılmış. Hikmet (Felsefe), Tabiiye programdan çıkarılarak di
ğer müspet bilimlerin de saatleri azaltılmıştır. Tarih-i Umumî ile Osmanlı Tarihi bir
leştirilmiş ve programda az yer alabilmişlerdir. 1899'da Medhal-i Hukuk (Hukuka Gi
riş) ile Tarih ve 1895'te Edebiyat ve bazı dersler tamamen kaldırılarak boşalan
saatler dinî derslere ayrılmıştır.
Ayrıca, 189Tde Mülkiye Mektebi, Galatasaray Lisesi ve İdadilerin müdür ve öğ
retmenlerinin hareket tarzını belirleyen bir kararname hazırlanmıştır. Buna göre mü
dür ve öğretmenler "sadakat ve istikamet erbabı" arasından seçilecek, öğret
menler derslerde çeşitli vesilelerle öğrencilerine, Devlete "sadakat ve istikamet"
telkin edecekler, dinî bilimleri öğretmekte özel çaba gösterecekler, dersin dışında
50
Unat, age, s. 25.
51
o. Ergin, Türkiye Maarif Tarihi, C. 3-4, s. 841.
254 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
52 “îTSmmS" •
*
" or,i„„ Bir Belge
ve Bazı Eğitimsel Görüşler, Sorun-
İ3r, ’
1
OSMANLILAR-MUTLAKIYET DÖNEMİ 255
*
»• y.-:.<-
t^i.
' J I * t
1^,^, ^Jtj.^>4i^ “ ^ı't'* ’3»y^ı₺<>j.»j/'^,
V _' 'ibj
I ’» ‘ ‘ ' . • • , - .‘ . • • • ' . . .’ ’ • • “ - - ‘
tf -i Uz/
1^ 3
y^ * —',->İ— te> -- L t*
. • ■ " •
L3y.z-'.:-ız.'^ j-
*
u
Belge 15. Maarif Nazırı Haşim Paşanın imzasını taşıyan, ders programları konusunda
Saraya yazılmış bir belge (20 Haziran 322 =3 Temmuz 1906)
1
3. Sürülen öğretmenler
Mutlakıyet döneminde kitap basımı Maarif Nezaretinin iznine bağlı idi ve kitapla
rın üstüne "Maarif Nezaret-i Celîlesinin ruhsatnamesini haizdir" yazılırdı. Bu neden
le "zararlı" görülen kitaplara basım izni verilmez, gizlice basılanlar toplatılırdı.
Kitap yasaklarına ilişkin bir örnek olarak Selim Sabit Efendinin ilkokullar için
yazdığı Osmanlı Tarihi aü\\ kitabını gösterebiliriz. Onun bu kitabında, Abdülaziz için
"hal edildi ve sonra kendi kendisini telef etti" (tahttan indirildi ve sonra intihar etti)
şeklinde bir ifade kullandığı 1887'de farkedilmiş, bu durum Abdülhamit'i çok kızdır
mıştı. Bu yüzden kitabı toplatılmış, kendisi de. Darülmuallimîndeki öğretmenliğine
dokunulmayarak tüm öteki görevlerinden azledilmiştir.
55
Yasak ve toplatılan kitaplarla ilgili olarak iki belgede ilginç bilgiler yer alıyor.
Birincisi, Saray Baş Kitabet Dairesinden (Padişahın Sekreterliğinden) Başba
kanlığa, içişleri ve Eğitim Bakanlıklarına gönderilen tezkeredir (1902).
Belgede, bazı fıkıh ve din kitaplarının bir takım memurlar ve görevlilerin "ceha
letleri" nedeniyle toplattırıldıklarının Padişahın kulağına gittiği ve bu durumun onu
son derece üzdüğü belirtilmekte ve bu tür kitapların toplattırılmak şöyle dursun ak
sine çoğaltılmasına çalışmak gerektiği söylenmektedir. Oysa, yasaklanması gere
ken kitaplar, "halkın zihnini bozmaya yarayan" türden olanlardır. Bunlar da Namık
Kemal, Ziya Paşa, Ebüzziya Tevfik'in kitap ve yazılarıdır. Belgede, "zararlı" kitapla
rın yayınlanmaması ve toplatılması için Tetkik Heyetinin güçlendirildiği yazılıdır.
ikinci belge, bir jurnaldir (1894'ten sonra). Harbiye'de öğretmen Binbaşı olan
yazarı, özellikle Ermeni kitapçıların yasak yayınları sattığını, böyle bir kitapçıda
Namık Kemal'in bazı yasak kitaplarını gördüğünü, "Padişaha hizmet amacıyla"
bunlardan birer nüsha satın alarak yazısına eklediğini söylemektedir.
85. Gizli hürriyet hareketlerine katılan ve çevrelerine yeni fikirler aşılayan öğ
retmenler kimlerdir?
55
Yahya Akyüz, Atatürk'te Namık Kemal'in Etkisi ve Abdülhamit Döneminde Yasak Kitaplara ilişkin
İki Belge, Belleten, Ekim 1981.
Yahya Akyüz, Türkiye'de Öğretmenlerin Toplumsal Değişmedeki Etkileri, s. 64-73.
lll:
1
Bunlar bazı orta dereceli sivil okullarla Tıbbiye, Harbiye, Mülkiye gibi yüksek
okulların öğretmenleridir.
O zamanlar öğrenciler törenlerde, bayramlarda "Padişahım çok yaşa!" diye ba-
ğırtılırdı. Galatasaray Sultanîsine ait bir anıda büyük çoğunluğun "Padişahım
başaşağıya!" diye haykırdığı yazılıdır. Böyle bağıranlar arasında Nazırların bile ço
cukları vardı. Padişahı, ona yakın çevrelerin gençleri bile sevmiyorlardı. Öğrencileri
bazı öğretmenler etkilemekteydi.
• Tıbbiye, 1890'larda, içinde "hürriyet kazanı kaynayan" bir ocak haline gelmiş
ti. İttihat ve Terakki Cemiyeti de 1889'da Tıbbiye öğrencileri tarafından kurulmuş ve
okutun hürriyetperver öğretmenlerinden destek görmüştür.
• Harbiye'de de 1896-1897 yıllarında bazı öğretmenler öğrencileri rejime karşı
kışkırtıp komiteler kurmaya teşvik etmişlerdir.
• Öğrencilerine yeni fikirler aşılamak yoluyla etkinlik gösteren öğretmenlerin
başında Mülkiye Mekfeö/'öğretmenleri gelir. Mülkiye özellikle 1878-1895 arasında
bazı değerli öğretmenlerin varlığı ile yeni fikirlerin ocağı olmuştu.
Mülkiye Mektebinde o yıllarda etkinlik göstermiş başlıca öğretmenler şunlardır:
Murat Bey: Tarih öğretmenidir. Çıkardığı Mizan gazetesi dolayısıyla "Mizancı"
diye anılır. Devrimler, tarihin gelişme çizgisi gibi konuları özellikle işlemiştir.
Hekimbaşı Salih Efendi: Nebatat öğretmenidir. Bu dersi deneysel olarak yaptırır,
öğrencilerin kafasından batıl inanışları silmeye çalışırdı.
Portakal Paşa, Sakızlı Ohanis Efendi: Maliye ve Ekonomi okutan, Azınlıklardan
olan bu öğretmenler, ulusların gücünün çalışmaya dayandığı fikrini aşılamışlardır.
Abdurrahman Şeref Bey: Mülkiyede müdürlük yapmış. Coğrafya, Ahlâk, İstatis
tik... okutmuş, çeşitli Nazırlıklarda bulunmuştur. Öğrencileri, okulu, siyasî baskılara
karşı korumaya çalışmıştır.
58
Yahya Akyüz, Atatürk'ü Yetiştiren Öğretmenlerden Birkaçı, Atatürk Devrimleri ve Eğitim Sempozyumu;
Cemil Sönmez, Atatürk’ün Yetişmesi ve öğretmenleri.
59
Özcan Mert, Atatürk'ün ilk öğretmeni Şemsi Efendi.
.ii
260 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
60
İsmail Doğan, Tanzimatın İki Ucu, Münif Paşa ve Ali Suavi; Âdem Akın, Münif Paşa ve Türk Küttür
. Tarihimizdeki Yeri.
â
OSMANLILAR-MUTLAKIYET DÖNEM! 261
„61
aliyeye ve Müslüman halka erişen felâketler sayısızdır.'
Bu düşünce ile ve orta öğretim kurulmadan Darülfünun açılmasının bir ürün
vermediğini bilerek, Sait Paşa genel orta öğretime ve meslekî eğitime önem ver
miş, bir çok okul açmıştır. İstanbul'da 17, vilâyetlerde 119 Rüşdiye ve 30 kadar İ-
dadî açtırdığını, Rüşdiyelerde Fransızcayı zorunlu ders olarak koydurduğunu söy
ler. O dönem açıldığını gördüğümüz orta ve yüksek dereceli okulların çoğu onun
eseridir. Sabah akşam okul binalarının yapımını denetlediğini de söylemektedir.
0, 1884'de Bayezid Devlet Kütüphanesinin açılmasını da gerçekleştirmiştir.
1880 yıllarında aşar'a ek olarak bir maarif vergisi alınması yoluna gitmiştir.
Ahmet Mithat Efendi (1844-1913): Rumeli'de Niş Rüşdiyesini bitirmiş. Tuna Va
lisi Mithat Paşanın ilgisini çekerek, onun koruyuculuğu altında yetişmiştir. Mithat
Paşa Bağdat Valisi olunca onu da beraberinde götürdü (1868). Orada, Mithat Pa
şanın açtığı sanat mektepleri için Hâce-i Evvel ve Kıssadan Hisse başlıklı ders ki
tapları yazdı. Ahmet Mithat Efendi bir yazar olarak halkın kültür düzeyini yükselt
meye çalıştı, medrese zihniyeti ile mücadele etti. 1873'te, Namık Kemal ve arka
daşları sürülürken o da Rodos'a sürüldü. Rodos'ta bir okul açarak yeni yöntemlerle
öğretim yaptı. İstanbul'da birçok gazete çıkardı (Tercüman-ı Hakikat, vs.), binlerce
makale ve 160 kadar kitap yayınladı. 1908'den sonra Darülfünûnda Umumî Tarih,
Dinler Tarihi, Felsefe dersleri, Darülmuallimatta Pedagoji dersini okuttu.
Ahmet Mithat Efendi, "rejim" meselesini ön plânda görmemiş ve bu alanda mü
cadele edenlerden ayrılmıştır. Ona göre, öncelikli sorun, halkı okutmak, bilgilen
dirmektir.
1872'de, yeni Sadrazam olan Mithat Paşaya hitaben gazetesinde şöyle bir açık
mektup yayınladı:
"...Biz maarif istiyoruz, adam olmak istiyoruz. Hükümet, 'bunların maarif ile göz
leri açılırsa zapt-u raptları (disiplin altında tutulmaları) müşkül olur' diye bizden ma
arifi imsak ediyor (kısıtlıyor). Pekâlâ, gözümüz açılırsa neyi göreceğiz? Bir fenalık
var da onu göreceksek, o fenalık niçin oluyor?.. Herkes bize 'barbar' diyor, çünkü
bizi fakir, cahil görüyorlar. Ah, biz bu hakareti görecek babaların evlâdı mıyız? Bizi
okut, sanat öğret, zengin et, ta kİ biz de göğsümüzü gere gere 'OsmanlIyız' diyebi
lelim. Terakki (ilerleme) isteriz ey Vezir-i azam, terakki isteriz! Esbabını (bunun yol
larını) sen bulup irae edeceksin (göstereceksin), biz de bulduğun esbaba tevessül
edeceğiz (uyacağız). Sen mektep yap, eğer okumazsak kabahat bizim. Sen bize
,,62
hürriyet ver, kötüye kullanırsak kabahat bizim...
Ahmet Mithat Efendi, akıllı ve ciddî bir çalışma ile ülkenin gelişeceğine inanır ve
bunun için önce geniş halk kitlelerinin asgarî bir eğitim-öğretimden geçirilmesi ge
rektiğini ileri sürer. O kendisini "hâce-i evvel" olarak vasıflandırmış, bunu "ilkokul
öğretmeni" anlamında kullanmıştır. O, en çok yazmış, en çok okunmuş, etkisi yurt
dışındaki Türklere de ulaşmış bir halk öğretmeniydi. "Eserlerini saçlı sakallı adam-
k
262 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
lar, ev bark sahibi kadınlar okuyordu. Fakat bunların bilgi seviyesi bir ilkokul çocu
ğundan farksızdı. O da kendini bir ilkokulda hoca farzetti. Vatan geniş bir ilkokul,
halk muhtelif yaşta ve muhtelif meslekte ilkokul çocukları... İlkokul öğretmeni nasıl
baştan öğrencilerini eğlendirecek masal ve hikâyelerle işe başlarsa, Ahmet Mithat
da öyle yaptı. Öğrencilerin seviyesi yükseldikçe eserlerin de şekli değiştiği gibi o da
okuyucularına büyük romanlar verdi. Öğretmenin vazifesi nasıl öğrencilerini eğlen
dirmek değil onları bilgiyle yetiştirmekse, o da romanlarında fırsat getirip geniş ge
niş bilgi vermekten çekinmedi. Fakat, öğretmenin vazifesi nasıl yalnız öğretmek
değil, belki ondan da fazla, terbiye etmekse, o da romanlarında daima okuyucuları
na ahlâk telkinlerinde bulundu."®
Ahmet Mithat Efendi OsmanlIların Orta Asya’dan gelirken konuştukları Türkçe'yi
koruyup geliştirmemekle büyük bir hataya düştüklerini. OsmanlIca denen, halk kit
lelerinin anlamadığı dilin sadeleştirilmesi gerektiğini söyler. Ona göre Farsça-
Arapça tamlama ve çoğullar, kelimelerin eril ya da dişil kullanılma şartı vs. atılmalı
dır. Örneğin, "a'mâl-i hayriye" yerine "hayırlı a'mâl", onun yerine de "hayırlı ameller"
demek daha güzeldir. Türkçe karşılığı bulunan yabancı kelimeler hiç kullanılmama
lıdır: Güvercin ve örümcek sözcükleri varken kebûter ve ankebut dememelidir.
Kendisi de mümkün olduğu ölçüde sade ve anlaşılır dille yazmıştır. Böylece o,
halkçılık ve dilde sadeleştirme akımının da öncüleri arasında yer almaktadır.
Ahmet Mithat Efendi, Pedagoji ve Eğitim Bilimine ilişkin, çeviri-uyarlama yoluyla
hazırladığı yazı ve eserleriyle de eğitimimize hizmet etmiştir. O, en çok, Fransız e-
ğitimcisi Compayre'nin etkisinde kalmıştır. Ahmet Mithat Efendiye göre, iyi ana ba
ba ve eğitimci olmanın ilk şartı, Pedagoji ilmini hakkıyla bilmektir. Bir asker nasıl
topografyasını (yüzey şekillerini) bildiği bir arazi üzerinde başarılı olarak sa
vaşabilirse, bir cihad (savaş) olan çocuk eğitiminde başarılı olmak için de "çocuğun
topografyasını" bilmek gerekir ki, bu da onun fizyolojik ve psikolojik durumudur.
Ana-baba çocuklarıyla ilgilenmek için mutlaka zaman ayırmalıdır. Çocukları ile ilgi
lenmek onlar için aslında bir zevktir, ama bunu özellikle babalara anlatabilmek ge
rekir.
Ankara
^>;^O.J^hmeî Rıza Bey’in Türk eğitim tarihindeki yeri nedir?p@f7^
Ahmet Rıza Bey (1858-1930), Galatasaray Lisesinde okudu. Köylünün ilkel yön
temlerle tarım yaptığı için yoksul kaldığını düşünen babası tarafından tarım öğre
nimi görmek üzere Paris’e gönderildi. Tarım öğrenimini bitirip yurda dönen Ahmet
Rıza OsmanlI Ziraat Nezaretine başvurunca “iş yok” cevabını aldı. Bu kez Maarif
Nezaretine başvurdu; Önce Bursa idadisi (Lisesi) Müdürlüğü ile Kimya öğretmenli
ğine, kısa bir sure sonra da Bursa Eğitim Müdürlüğüne atandı.®'
* Bu görevde iken
(1886-1889 yılları) ilde ilköğretim ve öğretmen sorunlarını korkusuz bir dille Bakan
lığa bildirdi (Soru 76). İlköğretim ile ilgili başlıca belirlemeleri ve önerileri şöyledir:®®
Bursa'da azınlıkların okullarından başka 4 Protestan, 1 Katolik okulu vardır. Bu
kurumlar Bursa'da ticaret ve sanayiin tamamen Hıristiyanların ellerine geçmesinde
etkili olmaktadırlar. Ayrıca bu okulların misyoner öğretmenleri köylere kadar dağıla-
SI);
V’o 1 ıVli rt
//
,t
- \
Uîldlo^
fiî
M
1
î4?g
I
m/F
1
Mustafa Ergün, II. Meşrutiyet Döneminde Eğitim Hareketlen (1908-1914). Bu eser, II. Meşrutiyet dö
neminin ilk yarısı konusunda yapılmış bilimsel, en kapsamlı ve önemli araştırmadır.
2
Satı, Meşrutiyetten Sonra Maarif Tarihi, Muallim, 15 Şubat 1334, Sayı 19, s.663.
I
h
3
Aynı yerde.
4
Yahya Akyüz, Türkiye’de Eğitimin Bilim Olarak Ele Alınışının Tarihçesi.
5
Baltacıoğlu, İçtimaî Mektep, s. 5-6.
6
Aynı yerde.
.a
'İ !
Ct
OSMANLILAR-MEŞRUTİYET DÖNEMİ 267
karşıdır. Fakat, Balkan Savaşları ve felâketleri ile beraber ''Osmanlılık"tan vazgeçile
rek "Türkçülük" idealine yönelinmiştir.
Bu çerçevede, "yeni bir nesil yetiştirme" düşüncesi doğmuştur. Bu, "çocuğun"
artık, geleneksel değerler dışında bir "birey" ve bir "vatandaş" olarak görülmeye ve
algılanmaya başlaması demektir. Bu gelişme. Cumhuriyet döneminde tamamlana
caktır.
19. Meşrutiyet dönemi, eğitimde büyük girişimler dönemi olamamıştır.
Baltacıoğlu'na göre, "Mutlakıyet döneminde esaslı yeniliklere mani olan Sultanın
istibdadı idi. Meşrutiyet döneminde yeniliklere mani olan birçok fertlerin kararsızlığı
idi. Sanki sosyal hayat bütün gücüyle ortaya çıkacağı tek bir vücut bulamayıp, par-'
„7
ça parça kanaatler taşıyan zayıf bireyler arasında dağılıp kalmıştı.'
20. Eğitimde yeterli girişim ve atılımlar yapılamamışsa da, eğitim ve öğretmen
sorunları meslekî dergiler ve genel basında ilk kez geniş ölçüde tartışılmış, yeni ve
orijinal görüşler ortaya çıkmıştır. Bunlardan bazıları. Cumhuriyet dönemindeki uy
gulamaların tohumunu teşkil etmiştir (Köy Enstitüleri, vs.). Böylece, Meşrutiyet dö
nemi, eğitimde ve başka alanlarda, kısmen, gerekli bir laboratuvar dönemi olarak
değerlendirilebilir.
2'[.Balkan ve I. Dünya Savaşları ve bunların yol açtığı felâketler. Meşrutiyet dö
nemi eğitiminin gelişmesini önleyici temel nedenler arasında yer almıştır.
22.Kadınlar Devlet dairelerinde memur olarak çalışmaya, böylece, kırk yıldır ba
zılarının yaptığı "öğretmenlikten" başka hizmetlere de geçmeye başlamışlardır.
OsmanlIlarda 19. yüzyılın ikinci yarısında bazı yabancı ve azınlıkların ana okul
ları da açtıkları biliniyor. Ancak, Müslümanların bu tür okul açmaları çok gecikmiştir.
23 Temmuz 1908'den önce, bazı vilâyetlerde özel Ana mektepleri açılmıştır.® Bu
tarihten sonra da İstanbul'da bazı özel Ana mektepleri açıldı. Resmî Ana Mekteple
ri \se Balkan Savaşlarından sonra açıldı ve yaygınlaşmaya başladı. Ancak, eğitimle il
ilgili çeşitli yeniliklerde yapılageldiği gibi, hazırlıksız olarak bu işe girişildi; Ana mek il
k
Ş 268 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
’l "^Türkiye'de Frobel usûlünü kabul edenler, önce Ermeniler, sonra Bulgarlardır. II.
n
Ji
Meşrutiyetten sonra bu usûl bizde de dikkatleri çekmiştir. 19O9'da Avusturya-
Vt Macaristan'a bir geziye katılan Kâzım Nâmı, çocuk bahçesi öğretmeni yetiştiren bir
okulu gezmiş ve dönünce, Selanik'te bir ilkokulda, çocuk bahçesi sınıfı açmıştır.
î
Öğretmen bulmadaki zorluk nedeniyle, Allians İsraelit'ten yetişmiş iki bayanı öğ-
j retmen olarak almış, Frobel usûlünün..llk bilgilerini de onlara kendisi vermiştir. An
cak, Balkan Savaşları bu çalışmaları yarım bıraktırmiş7dıaha sonra Şükrü Bey Ma
arif Nazırı iken (1913-1917) resmî Ana Mektepleri açılmaya başlanmıştır. Bunlara
kadın öğretmen yetiştirmek için Darülmuallimatta bir de özel sınıf açmıştır. Fakat,
il fiobel usûlüyle öğretim yapacak öğretmen bulunamamış, bilgisi sınırlı bir Ermeni
bayan öğretmene başvurulmak zorunda kalınmıştır. Kâzım Nâmi, Fransızcadan
Çocuk Bahçesi Rehberi adıyla bir kitap çevirmiş, İzmit'te önce bir Ermeni bayan,
sonra bir Türk bayanla Ana Mektebi açmıştır.
1913 tarihli Tedrisat-ı İptidaiye Kanun-i Muvakkati, ilköğretim öncesi hakkında
da hükümler getirmiş ve “ana okulları ve sıbyan sınıflarını” ilköğretimin içinde say
i mıştır. 1915'te Ana Mektepleri Nizamnamesi yayınlanmıştır. Bu düzenlemeler so
nucu büyük kentlerde ana okulları çoğalmaya başlamıştır.
Resmî ana okullarının bilinen ilk ve kapsamlı programı 1914 tarihlidir.® Bu prog
ramın ilk cümlesi, ana okullarının “bir öğretim ve ders okulu değil, bir yaşam ve ha
reket okulu, çocuk bahçesi olduğu” şeklindedir. Bu programa göre ana okullarının
dersleri şunlardır (bugünkü terimlerle): Ahlâkî Konuşmalar, Yaşam ve Hareket
Dersleri, Tabiat Bilgisi ve Bahçe Dersleri, Resim, Anadili, Müzik, Jimnastik. Bu
programın ve uygulama ilkelerinin özellikle İtalyan eğitimcisi Montessori’den etki
lendiği anlaşılıyor.
1914 tarihli program, yukarıdaki derslerin uygulanışında çocukların özgürlüğü
ne, kendilerini serbestçe ifadelerine, kendi hayal dünyalarını kurmalarına ve yaratı
cılıklarına dayanan kurgusal bir yaklaşım önermektedir. Bu nedenle, eğitimimizde
drama yönteminin de ilk izlerini taşımaktadır.^®
Meşrutiyet döneminde, Pestalozzi, Frobel, Montessori gibi Batılı eğitimcilerin
görüşleri ve yöntemleri telif ve çeviri eserlerle çok daha iyi tanınmaya başlamıştır.
9
Yahya Akyüz, Anaokullarının OsmanlIda İlk Programları ve Ders Uygulamaları ile “Yaratıcı Drama“nın
İlk İzlen.
10 .
Aynı yerde.
9
..11
1913 tarihli kanun, ilköğretim programlarını şöyle tesbit etmiştir:
M J -
Nurdoğan, age.
1
12
o. Ergin, Türkiye Maarif Tarihi, C.3-4, s.1411. 1
î
Abdullah Cevdet, Mektep Âlemi, Hayat Âlemi.
a
270 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
14
Ahmet Şerif, Anadolu'da Tanın .
15
M.E.Erişirgil, Bir Fikir Adamının Romanı, s.115-116; Yahya Akyüz, Mülkiye Mektebi Öğretimine ve
Mülkiyelilerin Modern Eğitimin Gelişmesine Katkılarına Bir Bakış.
OSMANLILAR-MEŞRUTİYET DÖNEMİ 271
taşradaki orta öğretimi oluşturdukları anlaşılıyor. 19O8'de 5 ya da 7 yıllık İdadiyeler,
Rüşdiye sınıflarını da içlerine alıyorlardı. Bunların iptidaiye sınıfları yoktu. Temmuz
1908'den sonra idadiyelerin programlarına yeni dersler girmeye başlamıştır.^®
s
tJ I ;n
T
t-r
lif f
i
r/;
9 B
;.«3^ .'
tdii
i_
y>',
s1^ I
1^1
>! hİ
uiJy
'9 •
W
te
2 »•i **2*
/
i
***
'^•
CCSr'
’^A^rö'îîîfîîîîîîîîVfîîîr^îî'i't'iîî'îîîîîn.'Krjîi- ’îîîîînTîi-îtîTî-înîrîî'îm'iTîî’s
Belge 16. II. Meşrutiyet dönemi başında Manisa idadîsinde verilmiş bir Şehadetname (1910)
(Son üç satır Divanî yazı ile yazılmıştır.)
16
Ders kitapları için bkz. Nuri Doğan, Ders Kitapları ve Sosyalleşme (1876-1918); Ders programları
için bkz. Faruk Öztürk, 1908-1928 Arası Ortaöğretim Müfredat Programları...
e
272 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
Mehmet Reşat
(Tuğra)
Devlet-i Aliye-i Osmaniye
Maarif-i Umumiye Nezareti
Şehadetname
Put işbu Şehadetname tarafımızdan
20 Haziran 326) dahi tastik olunur
(mühür) Manisa Mekteb-i Saruhan Mutasarrıfı
(Manisa Mekteb-i Idadî-i Mülkîsi (mühür)
İdadi Müdüriyeti) (Ali Galip)
Hüseyin Efendi mahdumu Halil Efendi Manisa Mekteb-i Idadî-i Mülkîsinde tedrisi meşrut
olup bâlâda tâdât olunan ulûm ve fünûnu bittahsil her sene-i tedrisiye nihayetinde komisyon-
I mahsusları marifetiyle icra kılınan İmtihanlarda her fennin hizasında gösterilen derecatta
ibraz-ı liyakat ve derecat-ı mezkûrenin mecmuuna nazaran Aliyyülâlâ mertebesinde ihraz-ı
muvaffakiyet eylemiş ve Maarif-i Umumiye Nizamnamesinde muharrer imtiyazata salâhiyet
kesbetmiş olmağla işbu Şehadetname yedine ita kılındı 26 Cemaziyelâhir 1328 ve 20 Hazi
ran 1326
Müdîr-i mektep
(Mühür)
I
.â
OSMANLILAR-MEŞRUTİYET DÖNEMİ 273 fi
20 Haziran 1326 (3 Temmuz 1910) tarihli olarak Manisa (Saruhan) idadîsinde
verilen bir diploma, belge olarak kitabımıza alınmıştır. Bunun, "idadî sınıflarının ilk
iki senesine mahsus" olduğu belirtilmiştir. Bu iki senelik dönem, Rüşdiye ile birlikte
yedi yıllık veya Rüşdiye üzerine dört yıllık idadîlerin birinci devresini teşkil etmekte S
olup, orta öğretimin birinci kademesi kapsamında bulunmakta idi (Sancak İdadileri)
(Belge 16. MEB'dan sağlanmıştır).
1913 tarihli Tedrisat-ı İptidaiye Kanun-i Muvakkati, Rüşdiyeleri ilk mekteplerle
birleştirip orta öğretimden almıştır. Bu okullar o tarihte ortadan kalkmış sayılır. Fa
kat Nümune Rüşdiyeleri adıyla bazıları Cumhuriyet yıllarına kadar yaşayacaktır.
Bu dönemde orta öğretim alanında yenilik ve değişiklikler özellikle İdadilerde
görülmüştür: 1869 Maarif-i Umumiye Nizamnamesinin açılmasını hükme bağladığı
Sultaniyeler açılamamıştı. 1908'den sonra önce on iki vilâyet merkezindeki idadîle
rin adı Sultanîye çevrildi. I. Dünya Savaşı yıllarında böylece oluşan Sultanîlerin
sayısı 50'yi buldu. Bir kısmı yatılı idi, erkeklere ve kızlara mahsus ayrı ayrı okullardı
ve ilk kız idadisi 191 Tde İstanbul'da açılmıştı.Bu okul 1913'te İstanbul Inas (kız)
Sultanîsi adını almıştır, ilk Kız Lisesi budur. Okul 1915’te Bezmiâlem Sultanîsi adını
almıştır. Fakat İstanbul dışında Inas Sultanîsi yoktu ve taşrada ilk kız Sultanîleri
1922 sonunda İzmir'de, Ekim 1923'te Ankara'da açılan Kız Liseleridir. Meşrutiyet
döneminde Sultanîler, 5 veya 6 yıllık ilköğretim üzerinde, birinci devresi (devre-i
ulâ) 4, ikinci devresi (devre-i saniye) 3 yıl olmak üzere öğretim yapıyorlardı.
Sultanîlere 191Tlerde Lise adı verilmesi düşünülmüşse de bu isim 1922 sonun
dan itibaren kabul edilmiştir.
Sultanîlerin 1915'lerdeki ders programları aşağıdadır.’®
Tablo 19. Erkek Sultanîleri ve İstanbul Kız Sultanîsinin 1915'lerde ders programları.
M
S
274 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
nu, "İlimlerin ve tenlerin hem yayılmasına, hem ilerlemesine hizmet eden yüksek
İlim müessesesi" biçiminde tanımlayarak bu "yaymanın" ilimleri ve tenleri "halk ara
sına yaymak" ve "ilerletmenin" de bunları daha ileri düzeye çıkarmak olduğunu be
lirtti. Emrullah Etendi, kendi görüşlerini incelerken göreceğimiz Tûba Ağacı Nazari-
yesini hatırlatan bir düşünceyi de bu Nizamnamenin gerekçesine koymadan ede
memiştir. Nitekim, "Darültünûnları mükemmel olan memleketlerin tâlî ve iptidaî
mektepleri de o nispette mükemmel olur" diyerek orta ve ilk öğretimin iyileşmesini
Darültünûnun iyileşmesine bağlamıştır.
1912 tarihli Nizamname ile Darültünûn beş şubeye ayrıldı: Ulûm-i Şer'iye, Ulûm-
i Hukukiye, Ulûm-i Tıbbiye, Fünûn, Ulûm-i Edebiye. Bunlardan Ulûm-i Edebiye şu
besi de Felsete, Tarih ve Coğratya, Ulûm-i İçtimaiye, Edebiyat, Elsine kısımlarına
bölündü. I. Dünya Savaşı yıllarında Darültünûna tekrar el atıldı: Tıp şubesi hariç,
diğer şubelere çok sayıda Alman ve Macar protesör getirildi: Yalnız Edebiyat şube
sine 8 Alman, 1 Macar alındı. Batıda öğrenim gören bazı Türk gençleri de kuruma
müderris muavini olarak atandı. Darültünûn hocalarına Müderris , şubelerine Fakül
te denmesi, kurum içinde Darülınesaî denen Enstitüler açılması da bu zamana
rastlar.’® Yalnız bütün bu değişme ve yenilikler daha çok Edebiyat ve Fen Fakülte
lerinde görülüyordu.
Ne var ki, Darültünûn reformu başarılı olamadı: O yıllardaki Osmanlı-Alman iş
birliğine de hizmet için Almanya'dan getirilen profesörler, "teferruat ve zevâhirle"
(ayrıntı ve dış görünüş ile) uğraştılar, kendilerine bağlanan ümitleri boşa çıkardılar.
O yıllarda kurumda hocalık yapan Baltacıoğlu şunları yazar:^®
"Darültünûn, yeni kürsüler kurulmasıyla Alman profesörlerin getirilmesi tarihine
kadar iyi kötü bir mektepti. Tedrisatı ve inzibatı doğrudan Maarit Nezareti yahut
onun memuru olan müdür vasıtasıyla idare ediliyordu. Fakat bu mektebin, ne dere
ce basit ve Darültünûn gayesine ne derece aykırı olursa olsun yine bir mantığı var
dı. Bu mantık içindeki tedrisat, inzibat, kürsü teşkilâtıyla beraber bozuldu: Darültü
nûn, aralarında ilişki bulunmayan dershanelere parçalandı. Görünürde işbölümü ve
gelişme sanılan bu parçalanma, gerçekte bir çözülme idi. Çünkü parçalar arasında
hiç bir bağ yoktu; herkes bildiğini okuyor, talebeyi bildiği yere çekiyordu. Darültünûn
kısımlarının ve talebesinin başı boş bırakılmıştı. O zamana kadar mektep inzibatı
görmüş, hatta mubassırlarla idare edilmiş olan talebe, bu keşmekeşten olumsuz
biçimde etkilendi. Artık Darültünûn ne bağımlı bir mektep, ne de bağımsız bir ku
rum idi: Şeklen yarı bir muhtariyete (özerkliğe) sahip, manen ise anarşiye uğramış
tı."
Öğretim düzeyi "acınır" durumdaydı. Ders kitapları orta okul kitabından tarksız-
dı. "Araştırma ve bilim yöntemi" sözleri bol bol kullanılıyordu ama ortada eser yok
tu.
Darültünûn, kendi dışında da etkili olamadı: "Bu zayıt bünyeden fikirler dışarı
yayılamadı. Dışarıdaki akımlardan da kendisi habersiz kaldı. Genel eğitimin ıslah
ve yayılmasında etkin olamadığı gibi, ticaret, ziraat ve zanaat müesseselerimizin
gelişmesinde, memleketin fikrî, millî hayatında, siyasî buhran ve inkılâbında zerre
kadar tesiri görülmedi; beş senelik savaş zamanında hep kendisiyle meşgul oldu.
19
Unat, age, s. 56.
20 •
İsmail Hakkı, Maarifte Bir Siyaset, s. 70-71.
W
î
I!
276 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
25
Türkiye'de çocukların korunması konusunda bkz. Ali Naim İnan, Çocuk Hukuku.
28
Muallim , 1 Nisan 1333, Sayı 9, s. 282-284; 1 Haziran 1333, Sayı 11, s. 342-344; 15 K. Sani 1334, Sayı
18, s. 640-641.
27
Cumhuriyetten Önce ve Sonra Meslekî Tedrisat, Maarif Vekilliği Dergisi, Şubat 1939.
11
OSMANLILAR-MEŞRUTİYET DÖNEMİ 277
ğu halde okula gidemeyen ve hayatlarını zanaat ve ticaret dünyasında kazanmaya
mecbur kalmış çocuklara geceleri ilköğretim vermek için açılmıştı. Ocak 1918'de
İstanbul'un çeşitli semtlerinde 8 Çırak Mektebi ve buralarda 500 kadar öğrenci var
dı. Vilâyet Umumî Meclisi bunları ticaret, sanat, meslek şubeleri halinde düzenle
yen bir proje hazırlamıştı.^®
Türk özel öğretimini geliştirmek, yabancı özel okullardan Türk çocuklarını kur
tarmak için bazı Cemiyetler açılmıştır. Örneğin, 19O9'da Kadıköy'de bu amaçla
OsmanlI İttihat Mektepleri Cemiyeti kurulmuş, Türk özel okul kurucuları da bir araya
gelerek Osmanlı Mektepleri Tevhid-i Mesaî Cemiyeti adında yine İstanbul'da bir
örgüt kurmuşlardır. Bu sonuncu, kurucularının okullarından mezun olanlara idadî
öğretimini de özel olarak yaptırmak için Mekâtib-i Hususiye idadisi adıyla bir okul
kurmuştur (1911).
Maarif Haberleri
Pangaltı'da kâin Pakradoni Mektebinin şimdiye
kadar işgal etmekte olduğu Taksim Bahçesi karşı
sındaki haneyi terk ettiği görülmüş ve başka bir
yerde Mektep küşat edip etmediği de anlaşılama
mış olduğundan, eğer mezkûr Mektep diğer bir
y. mahalde açılmış ise de. Mektep müdürü tarafından
adresinin bildirilmesi veyahut kendisinin süratle
Maarif İdaresine müracaat etmesi.
■iU
Belge 17. Kasım 1914'te İstanbul Maarif Müdürlüğünün gazetede yayınlattığı bir ilân: Binasını
terkeden Pakradoni adındaki Azınlık Mektebi'nin nerede olduğu aranıyor... (Bu belgenin
yorumunu okuyucularımıza bırakıyoruz. Y. Akyüz) (Tanın, 11 T.Sani 1914)
30
Ahmet Şerif, age, s. 144-146.
31
Seçil Akgün, Amerikalı Misyonerlerin Anadolu’ya Bakışları.
1
■ Jfi
150'sini alıkoydu, ötekilerini çıkardı. Okul dışında bir işi olan öğretmenleri de uzak
laştırdı, ötekilere haftada bir gece okul nöbeti tutturdu. Öğretmen atamalarında
genç ve yeteneklileri tercih etti ve değerli elemanlardan oluşan bir öğretim kurulu
meydana getirdi. Okulun öğretmenlerinden ve eğitimci Ahmet Cevat bu öğretim
32
Ali Haydar, Sağır ve Dilsizler; O.Ergin, Türkiye Maarif Tarihi, C.3-4, s. 1165-1172; Ergün, : (i
Adı, İstanbul Darülmuallimîn-i Âliyesi idi ve yatılıydı, iptidaî, İhzarî ve Âlî kısım
larından oluşuyordu, iptidaî kısım (4 yıl) ilkokullara öğretmen yetiştiriyordu. İhzarî
kısım (2 yıl) Darülmuallimîn-i İptidaîlere öğretmen ve ilköğretim müfettişi yetiştiri
yordu. Âlî kısmın (4 yıl) Edebiyat, Tabiiyat, Riyaziyat adıyla üç şubesi vardı ve bu
ralardan çıkanlar orta ve yüksek dereceli okullara öğretmen oluyorlardı.
36
A.G. Emre, /Rı Neslin Tarihi, s. 147-148. Ahmet Cevat, Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemlerinde Lisan-ı
Osmanî, Tabiat Bilgisi vs. gibi ders kitapları da yazmıştır.
Kansu, age, C. 2, s. 31-32.
38
Baltacıoğlu, Hayatım.
i
OSMANLILAR-MEŞRUTİYET DÖNEMİ R'
281 ■i’-
1. 2. 3. 4.
Dersler
Sene Sene Sene Sene
'' Kur'anı-ı Kerim ve Tecvid 1 1 1
Malûmat-ı Diniye Ibâdat 2 1 1
Siret-i Nebeviye
Sarf, Nahiv 7. 7
Kıraat ve İmlâ 2 2 2
Ezber ve Inşad 1 1 1
Türkçe
Tahrir 1 1 1
Kavâid-i Edebiye ve Kıraat 1 1 1
Usûl-i tahrir
Hat 2 2 1 1
Lisan-ı ecnebi 3 2 1 -
Hesap 2
Cebir 1 2 2 2
Resm-i Hattî, Hendese, Fenn-i Mesaha 1
af
Kozmoğrafya 1 ■
Usûl-i defterî 2 2 -ı 1
Coğrafya 2 2 2 1
Tarih 1 2 1 1
Fizik 1 1 1 Jî
Kimya 2
Hayvanat 2
Nebatat 1
Tabakat 1 1
Teşrih ve Fizyoloji-i beşer ve Hıfzıssıhha 1
Hıfzıssıhha-i mekâtip 3 3
Ziraat 3 3
Fenn-i Terbiye 2 2 2
Musiki ve Gına 2 2 2 2
El işleri ve Terbiye-i bedeniye 2 2 2 :4
Resim 2 2 2 1
Ahlâk, Malûmat-ı medeniye ve hukukiye 1 1 1
Tatbikat 9
Toplam 32 32 32 33
39
Muallim Cevdet, Darülmuallimînin 70. Sene-i Devriyesi...
1
'■'i
"3
282 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
beraber, Baltacıoğlu'nun ileri sürdüğüne göre, "millî konulardan uzak, oldukça kuru
ve kitabî bilgilere sahip" öğretmenler yetiştirmiştir. Fakat bunlar, toplumu derinden
etkileyebilecek niteliklere pek sahip değillerse de yeni eğitim görüşierini uygulayan
ve yayan öğretmenler olarak eğitim tarihimizde çok yararlı hizmetler yapmışlar,
taşra Darülmuallimînlerinin de yenileşmesine çalışmışlardır. Satı Bey zamanında
İstanbul Darülmuallimîni, Rusya Türklerinden gelen bazı gençleri de yetiştirmiştir
(Bkz. Soru 151).
40
Safı, Meşrutiyetten Sonra Maarif Tarihi, s. 659.
1
İP
J
284 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
43
Maarif Hakkında Lâyihalar, 1339 (1923), s. 86-87.
44
Bu nedenler ve görüşler için bkz. Atay, OsmanlIlarda Yüksek Din Eğitimi, s. 214 vd., Mustafa Ergün, //.
Meşrutiyet Devrinde Eğitim Hareketlen (1908-1914); S.Z. Zengin, II. Meşrutiyet Döneminde Medresele
rin Islahı Hareketleri...
OSMANLILAR-MEŞRUTİYET DÖNEMİ 285
den kurtulmak isteyenler medreseleri doldurmuştu. Bu durumun, bozulmanın son
ve belirgin bir nedeni olarak dikkatleri çekmesi.
6. Vakıfların kısmen Maarif Nezaretine, kısmen şunun bunun eline geçmesi.
Medreselerin ıslahı gerektiğini ileri sürenler arasında bir medrese öğrencisinin
bazı görüşleri şöyledir (1913);
"Zamanımızda pek çok kimse vardır ki, Kur'an-ı Kerim 'in yalnız namaz, abdest
gibi İbadeti emrettiğini, hırsızlık, zina gibi kabahatleri nehyettiğini, hâşâ çalışmanın,
yükselmek ve ilerlemenin iyiliklerini anlatmadığını zannediyorlar. Talebe-i ulûmun
okuduğu ders kendine yarar vermezse başkasına nasıl yarar verebilir?(...) Talebe-i
ulumun ellerindeki vaaz kitaplarına gelince, gerilememizin sebeplerinden biri de
budur. Çünkü bunlar, insanların çalışmasının yararlarını, milletin ilerlemesinin se
bep ve gereklerini öğretecek biçimde değil, 'falan zahit dünya malından hiç bir şeye
meyletmez, daima ibadetle vakit geçirirdi' gibi uydurma hadis ve hikâyelerle dolu
olarak yazılmışlardır. Millete atalet ve tembellik tavsiye etmekten başka bir yararları
yoktur.
Bazı kişiler de medresenin hiç bir şekilde ıslah edilemeyeceğini, ıslaha kabiliyeti
LJCI4,I I 1 I I Vz I I 11 I 111^ UZ I I \ 11 IkJIUII U \_z U »• •
45
Atay zikrediyor; OsmanlIlarda Yüksek Din Eğitimi, s. 221-222.
Aynı eser, s. 224. Mustafa Ergün, İl. Meşrutiyet Döneminde Medreselerin Durumu ve İslah Ça ış
maları; Nesimi Yazıcı, OsmanlIların Son Dönemlerinde Din Görevlisi Yetiştirme.
286 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
kurum oluşturmuştur.
4. Mayıs 1921 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetince Medaris-i İl
miye Nizamnamesi çıkarılmıştır. Gerekçesinde, TBMM'ne her taraftan halkın imam,
müezzin ihtiyacını karşılamak için başvurmakta olması gösterilmiştir. Nizamname
TBMM'nin etkisi altındaki yerlerdeki eski medreseleri Medâris-i ilmiye adı altında
teşkilâtlandırmıştır. Programlarda dini, hukuki dersler yanında Maarif mekteplerinde
yer alan bazı sosyal ve müspet bilim dersleri de görünmektedir. Öğrenim 12 yılda
tamamlanmaktadır.
Özetlenen bu yenileşme çabaları ile medreseler artık günün şartlarına uyum
sağlamış, toplumun ihtiyaçlarını karşılayabilir bir hale gelmiş oluyorlar mıydı? Bu
sorunun cevabını zaman ve uygulamanın vermesine fırsat kalmadan medreseler
1924'te kapatılmıştır.
47
Aytekin, age; Unat, age, s. 25-26.
48 . , .
Aynı yerlerde.
49
Satj, Meşrutiyetten Sonra Maarif Tarihi, s. 654-655; Yücel, age, s. 239-254.
I
il
i
101. öğretmenler ilk kez ne zaman meslek örgütleri kurmuşlardır ve bunların
etkinliği nedir?
50
Yahya Akyüz, Türkiye’de İlk Öğretmen Kuruluşları Hakkında Orijinal Bir Belge İle Unutulmuş Bir Kay
nak. Eğitim Fakültesi Dergisi, 1970.
Öğretmen örgütlenmesi ile ilgili bazı araştırmalar: Yahya Akyüz, Öğretmen Örgütlenmesi (Türkiye, Fran
sa, İsviçre'de ve Uluslararası Düzeyde); Niyazi Altunya, Türkiye'de öğretmen Örgütlenmesi (1908-1998); r
A.M. Acuner, Öğretmen Örgütlenmesine İlişkin Model Önerisi.
îl
il
288 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
i■f
Meşrutiyet dönemi, çeşitli konularda olduğu gibi öğretmenlerin çıkardığı meslekî
dergiler bakımından da önemlidir. Daha önceleri de bu tür yayınlar mevcutsa da
bunlar asıl Meşrutiyet döneminde gelişmişlerdir ve üzerinde durulmaya değer bir
önem taşırlar. II. Meşrutiyet dönemi eğitim tarihi ve öğretmen sorunlarının anlaşıl
masında bu yayınların incelenmesi gereklidir. Bu dergilerin en önemlileri özetle
I
şunlardır:
• Mir'at-i Maarif: ilk öğretmen örgütlerinden Cemiyet-i Muallimin 'in organı ola
rak Ocak 19O9'da yayınlanmaya başlamıştır. 15 günlüktür.
• Tedrisat-ı İptidaiye Mecmuası: Şubat 1910'da çıkmaya başlamış. Nisan
1912'de adı Tedrisat Mecmuası olmuştur. Önceleri aylıktır, sonraları 2 ayda bir ya
yınlanmıştır. Maarif Nezareti adına İstanbul Darülmuallimîni öğretmenlerince yayın
lanmış, ilk çıkışında Satı Beyin çabaları olmuştur. Cumhuriyetin ilk yıllarına kadar
yaşayan bu dergi Meşrutiyet döneminin en önemli meslek dergilerindendir.
• Terbiye ve Oyun: İstanbul Darülmuallimîni Beden Eğitimi öğretmenlerinden
Selim Sırrı (Tarcan) tarafından çıkarılmıştır.
• Terbiye Mecmuası: 1914'ten itibaren çıkmıştır. Başyazarı Satı Beydir.
• Terbiye Mecmuası: Bir önceki ile aynı adı taşıyan bu dergi 1918'de Fenn-i
Terbiye Encümeni tarafından çıkarılmıştır.
Millî Tâlim ve Terbiye Cemiyeti Mecmuası: 1916'da çıkmaya başiamış önemli
bir dergidir.
• Muallim: 1916'dan itibaren çıkmaya başlamış önemli bir aylık dergidir ve baş
lıca eğitimci ve öğretmenler bu dergide yazılar yazmışlardır.
• İçtihat, Sebilürreşat, Türk Yurdu gibi dergilerde de eğitim konularda önemli
yazılar yayınlanmıştır.®’
51
Mustafa Gündüz, //. Meşrutiyet’in Klasik Paradigmaları...
290 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
Ekim 1912-Kasım 1913 tarihleri arasında OsmanlIlara karşı tüm Balkan halkla
rının giriştiği savaşlar OsmanlIlar için büyük bir felâket olmuştur. Çok geniş Rumeli
toprakları elden çıkmış, hatta Kasım 1912'de Bulgarlar İstanbul önlerine, Çatalca'ya
kadar ilerlemişlerdir. Bu olaylar Osmanlı halkını ve aydınlarını düşmanın başarısı
ve kendi yenilgilerinin nedenlerini araştırmaya itmiştir.
Başka deyişle, Balkan yenilgi ve felâketleri, aydınların düşünce yapısında bir
dönüm noktası olmuştur. Aydınlar, yenilgi ve felâketlerin nedenlerini araştırmış,
acımasızca özeleştiriler yaparak kusurlu taraflarımızı ortaya dökmüşler ve toplum
sal sorunlarla daha derinden ilgilenmeye başlamışlardır. Bu amaçla gazete ve der
gilerde pek çok yazı, ayrıca birçok kitap yayınlanmıştır (Bkz. Tablo 21).
Tablo 21. Balkan Savaşları sırasında ya da az sonra yayınlanan bazı önemli kitaplar
(Bu eserlerde, günümüzdeki Devlet adamları, aydınlar, subaylar, öğretmenler ve
öğrencilerin öğrenecekleri çok önemli olaylar, bilgiler ve fikirler vardır. Y.Akyüz).
a) Politik nedenler
âl
i
1t
rekli saygıyı göstermemiş, ordunun düzen ve disiplini bozulmuştur. Öyle ki,
hükümet Aralık 1912'de, henüz savaşlar sürerken, öğretmenlerin ve tüm devlet
memurlarının politika ile uğraşmamalarını, siyasî parti ve kuruluşlara üye olanların
ilişkilerini kesmelerini, politika yapmayıp tarafsız kalacaklarına dair imzalı senetler
vermelerini istemiştir. Fakat, üç ay bile geçmeden, yayınlanan bir irade-i seniye ile,
bu şekilde alınan senetlerin aslında anlam taşımadığı, siyasî davranışı görülen öğ
1
retmenlerin ve memurların cezalandırılma yoluna gidileceği bildirilmiştir.
b) Eğitimsel nedenler
52
t
Politik nedenlere ek olarak, bazı eğitimsel nedenlerle de Balkan yenilgileri açık
lanmaya çalışılmıştır. Bunlara göre, yenilginin başlıca nedeni ösmanlı toplumunun
eğitim alanında geri kalmışlığıdır. Bismark'ın yıllar önce. Alman birliği kurulurken
kazandıkları 1866 ve 1870 zaferlerini Alman ilkokul öğretmenlerine maleden sözü W
birden ortaya çıkarılmıştır. Artık aranan en önemli neden bulunmuştur; Bulgarlar ve
öteki Balkan ulusları da başarılarını askerî sebeplerden çok öğretmenlerinin ve eği
tim sistemlerinin üstünlüğüne borçlu idiler; OsmanlIların yenilgisi de öğretmenleri
nin ve eğitim sistemlerinin yetersizliğinden, işe yaramaz oluşundan ileri gelmişti!..
Balkanlarda öğretmenlik yapan ve Balkan uluslarını iyi tanıyan Ethem Nejat der
<
ki: "Biz aheste ve mazlum biçimde yürürken memleketimizde neler oldu!.. Rumeli'
de Makedonya muallimleri ne inkılâplar yaptılar! Manastır-Selânik treni sizi Florina
istasyonundan aşağı götürürken karşınıza ufak bir köy, koca bir mektep çıkar: Bir
Bulgar köyünün İdadî mektebi. Bütün Makedonya köylerini gezerseniz, sizi bir genç
karşılar. Bu, pek az bir ücretle köyün fedakâr muallimi olan bir Darüifünûn mezu I
13^İ8
nudur. O mekteplerin hocaları bir yandan fikrî ve sosyal inkılâbı yaparken, öte yan
!■)]
dan dağlarda gezen çetelerin akıl yoldaşı idi. Rumeli'de bizim köylerde ismini yaz
masını bilemeyen, elle yazılmış yazıları okuyamayan köy hocaları görev yaparken,
kasabalarda milliyetten, Türklükten bahsi ayıp ve günah sayan daha yüksek dere i)
cede seciyesiz, miskin muallimler yüksek tabakanın çocuklarını terbiye ederken,
Makedonya muallimleri daha kaba ve cahil olan Gayrimüslim köylüleri insan yaptı i
lar. Onlara seciye, fikir, emel verdiler. Sonuç ne oldu? Bizim hocalar mağlup, onla
rınki galip! Savaşı onlara kazandıran mektepleri, eğitimleridir. Bizi de mağlup eden
yin^ mektebimiz, medresemiz, eğitimimizdir. Balkanlıların askerî orduları değil, öğ-
retnpen orduları galiptir."®^
Bulgarların devlet kurup güçlenmelerinde Bulgar öğretmenlerinin etkilerini. Bal
kanlarda kaymakamlık, öğretmenlik, sonra İstanbul Darülmuallimîni müdürlüğü ya
pan Satı Bey aşağıdaki gibi dile getirmiştir. Satı Bey, bunları Darülmuallimînde bir
konferansında söylemiştir (Mayıs 1910): "Rumeli'de hayret edilecek bir fedâkârlıkla
çalışan ihtilâl komiteleri içinde muallimler ne kadar büyük roller oynuyorlardıl.. O 1
muallimler pek az bir maaş aldıkları halde, mektep ve komite işlerinde ne
fedâkârane çalışıyorlardı!.. O, iki üçyüz kuruş maaşlı muallimler, sabahtan akşama 1 a
i
52
Balkan Savaşları - eğitim ilişkileri için bkz. Yahya Akyüz, 90. Yılında Balkan Savaşlarına İlişkin Öğ- Ji;
retmen ve Öğrencilerimiz Neleri Bilmeli? Yahya Akyüz, Eğitim Alanında Aydınların Özeleştirisi ve Bal
jji
kan Savaşları; Yahya Akyüz, Balkan Savaşlarının Eğitimsel Nedenleri ve Sonuçları; Yahya Akyüz, 90. ! S
Yılında Balkan Savaşları- Eğitim İlişkileri ve Atatürk.
53
Ethem Nejat, Mektepçilik, s. 11-12.
i
292 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
kadar mektepte çalıştıktan başka, geceleri komite işleriyle ilgilenir, hesapları tutar,
takip edilme tehlikelerine rağmen, çetelere refakat ve yardım eder, yakalanır, ha-
piste yatar, fakat kurtulunca yine uğraşmaya başlarlardı. Bir çatışmada vurulmak,
1154
asılmak tehlikelerine rağmen faaliyetlerini sürdürürlerdi.
Dönemin yazarlarından İbrahim Hilmi (Tüccarzâde) Bulgaristan, Romanya ve
OsmanlI Devletlerinde eğitim için bütçelerde ayrılan tahsisatlar hakkında ilginç bir
karşılaştırma yapar:
"23 milyon nüfuslu Osmanlı Devletinin maarif bütçesi 922.754 liradır ki, tahmi
nen 21 buçuk milyon frank tutar. Harbiye (millî savunma) bütçemiz ise, olağan dışı
harcamalar dahil olmadığı halde 8.948.705 liradır ki, askerliğe nazaran maarife
sarfettiğimiz para yüzde on kadardır.
"Bulgaristan'ın nüfusu 4.337.513'tür. Maarif bütçesi 24.916.349 franktır. Harbiye
bütçesi, olağan dışı harcamalar dahil olmaksızın 40.500.527 franktır ki, maarif his
sesi bunun yüzde altmışıdır.
"Bulgarlar bizden ondokuz milyon daha az nüfusa sahip oldukları halde, maarif-i
umumiyeleri uğruna harcadıkları para bizden dört milyon frank fazladır.
"Romanya'da ise maarif daha parlaktır. Romanya'nın nüfusu 6.865.739 olduğu
halde maarif bütçesi 48.218.619 franktır.
"Görülüyor ki bizim eğitime ayırdığımız para hiçtir. Harbiye alanındaki harcama
larımız ise aşırı ölçüdedir. Bu, yanlış bir fikir, yanlış bir terbiye sebebiyledir. Balkan
Savaşı bize açıkça ispat etti ki, memleketi felâketten kurtaracak yalnız ordu ve do
nanmanın görkem ve kuvveti değil, belki maarifidir. Maarifi ileri, muallimi çok bir
milletin ordusu canlı, ruhludur. Böyle bir orduda maneviyat gayet yüksektir. Bu ger-
çeğe göre, eğitim bütçemizi pek çok kabartmalıyız. Şu şartla ki, bu paralan yerine
«55
harcayacak, iyi değerlendirecek bir Maarif Nezaretinin kurulması lâzımdır.'
Adıgeçen İbrahim Hilmi (Tüccarzâde), Balkan felâketlerinden sonra, bunların
eğitimsel, siyasî, ekonomik, askerî sebeplerini deşen çok sayıda kitap yayınlamış
tır. O, bu felâketlerin asıl sebebinin eğitimsizlik ve toplumun yanlış eğitim anlayışı
olduğuna inanır ki, bu, toplumda en yaygın kanıdır. Yazar, bu görüşünü şöyle dile
getirir: "Analarımızın kucağında iken sanat ve ticaretten başka bir hisle büyüyen biz i
OsmanlI Müslüman çocukların, beşiklerimizde işittiğimiz ninniler bile 'paşa olacak
sın evlâdım, zabit (subay) olacaksın yavrum!' şeklinde bitmiyor mu? Bütün çevre
miz memuriyet ve askerlik fikir ve histeriyle dolu değil mi? Tâli ve âli mekteplerimiz
yine Devlet memuriyetine hazırlamak gayesini gütmüyor mu? Bütün emellerimiz,
gayelerimiz parlak üniformalı bir zabit yetiştirmek yahut emeklilik temin edebilecek
resmî bir memuriyet bulmak değil midir? Ailelerimiz içinde sanatkârlara, tâcirlere
(tüccarlara) iyi gözle bakılıyor mu? Kaç zengin aile kızlarını tâcirlere veriyor? Kaç
aile çocuğunu bir sanata sokuyor? Ayda otuz-kırk lira kazanan bir tacir ayda beş
lira maaşı olan bir memurdan daha aşağı tutulmuyor mu?"®®
Binbaşı Nuri Conker, Nisan 1914’te yayınladığı Zabit ve Kumandan başlıklı ki
tabında, Balkan yenilgilerinin askerî eğitimimiz ve askerlik ruhu ile ilgili nedenlerini
kekler kahve köşelerinde pinekliyorsa, okullarda öğrencilere millî bir eğitim verilmi
yorsa, çocuklar korkak ve pısırık yetiştiriliyorsa... böyle bir toplumun içinden çıka
cak ordular daha işin başında bozulmaya mahkûm demektir!"
Balkan Savaşları aynı zamanda ülkedeki azınlıkların kendi millî eğitim ve pro
paganda çalışmalarının etkinliğinin ve Türklerin bu alandaki yetersizliklerinin A
farkedilmesini de kolaylaştırmıştır. Cumhuriyet döneminde Başbakanlık da yapan
M. Şemsettin (Günaltay), 1916’da şu gözlemlerde bulunuyordu: "Taşnaksiyun,
Hınçakyan cemiyetleri Erzurum, Sivas, Bitlis'te mektepler, sanat mektepleri açıyor.
Hakkâri'de bir Ermeninin burnu kanasa, İstanbul'daki Ermeni basını kıyametler ko
parıyor. Patrikhane ile Bab-ı Âli arasında mekik dokunuyor. Kayseri'deki bir Rumun
sesi İstanbul'da, İzmir'de yankılanıyor. Rum Etnik-i Eterya cemiyeti Makedonya ,4
a
teşkilâtını İzmir'e nakle çalışıyor. Paris Sorbon Üniversitesinde öğrenimini tamam •'aİ
layan bir Ermeni genci, Türkiye'ye döner dönmez soluğunu Çölemerik'te (Hakkâri)
1
alıyor. Atina mezunları, Anadolu içlerinde Türkçeden başka dil bilmeyen Rumlara
.1,58 ja
hellenizm ruhu aşılamaya, Yunanca öğretmeye koşuyorlar. Biz ne yapıyoruz?'
Balkan ve I. Dünya Savaşlarının eğitim, kültür ve siyaset tarihimizdeki önemli
sonuçlarından biri, Osmanlıcılık akımının iflas etmesi, İslamcılık akımının zayıfla
ması, bunlara karşılık Türkçülük akımının çok güçlenmesidir. Meşrutiyetle beraber
■
kurulan Türk Demeği (1908), Türk Yurdu (1911) ve bunları içine alan Türk Ocağı
57
Yahya Akyüz, Atatürk'ün Eğitim Düşüncesinin Kökenleri.
M. Şemsettin, Hurafattan Hakikata, s. 222-223.
;!9
294 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
Yine, 1909'lardan itibaren bazı okullarda belirtileri görülen izcilik, önce Osmanlı
Gücü Dernekleri, sonra Osmanlı Genç Dernekleri adı ile özellikle Balkan Savaşla
rının etkisi ile canlanma göstermiştir®®.
"I. Dünya Savaşı sırasında Von Hoff adında bir Alman subayın bu işle görev
lendirilmesi ve teşkilâtın başında bir askerî heyetin bulunması, ülkenin her tarafın
da çocukları küçük yaşta asker yapacakları izlenimini uyandırdı ve Anadolu'nun
muhtelif yerlerinde jandarma subaylarına verilen bu teşkilât asker tâlimleri şeklini
almaya başladı ve kendi kendine söndü. Mütarekeden (1918) sonra bazı mektep
müdür ve muallimlerinin teşviki ile, halleri müsait aile çocuklarından gayet şık izci
kıyafetinde gruplar oluşmaya başladı, hatta mektepler arasında güzel giyinme re
kabeti bile baş gösterdi. (Halen) bu şık gençler törenlerde milletin hoşuna gidecek
bir manzara oluşturuyorlarsa da, hiçbiri izciden beklenen özellikleri gereği gibi ta-
şımıyor, çünkü başlarında rehber yoktur ve Cimnastik muallimlerinin izcilik bilgileri
1,61
pek azdır.'
Balkan Savaşlarının halk eğitimini uyarıcı etkileri de olmuştur (Soru 105).
Balkan felâketlerinin eğitimle ilgili başka sonuçları, hatırlanacağı gibi, Meşrutiyet
dönemi eğitiminin temel özellikleri arasında belirtilmişti. Bunlar arasında "millî" duy
gularla dolu, "yeni bir nesil" yetiştirme düşüncesinin doğuşu da vardır.
Özetle, Balkan yenilgisi ve felâketleri Türkiye'de öğretmenlerin ve eğitimin top
lumsal değişmedeki öneminin anlaşılmasına, eğitim sistemimizin yetersizliklerinin
daha iyi farkedilmesine yardım etti. "Toplumu kurtarıcı, ülkücü, idealist öğretmen"
sloganı doğdu. Ancak bu, oldukça duygusal, kâğıt üzerinde bir slogan olarak kal
dı... 1914'te çok daha büyük bir savaşa girilmesi, yeni sıkıntılar ve felâketler,
1912'de alınan ve kısmen doğru olan dersleri unutturdu...
2. /. Dünya Savaşı
I. Dünya Savaşı Osmanlı toplumu için çok büyük bir felâket olmuştur. Eğitim a-
lanında bunun etkileri, Meşrutiyetin ilk yıllarında yetişen, eskilere göre daha iyi öğ
renim görmüş genç öğretmen neslinin savaşta çok şehit vererek kırılması gibi son
derece olumsuzdur. Savaş nedeniyle öğretimde büyük aksamalar olmuştur. Ancak,
öğretmen okulları öğretmen ve öğrencileri askere alınmamış ve çalışmalarını sür
dürmüşlerdir. Hatta, İstanbul Darülmuallimîninde eğitim bilimine ve kültürel etkinlik
lere ilişkin çalışmalar, yayınlar artmıştır.®® Ne var ki, 1912’den 1918 Ekimine kadar
süren korkunç savaşlar ülkede genel olarak öğretimin önemli ölçüde aksamasına
neden olmuş, pek çok öğretmen ve aydının şehit olmasına yol açtığı için Cumhuri
*
yet döneminde uzun yıllar yetişmiş beyin gücüne şiddetle ihtiyaç duyulmuştur.®'
59 .
Masamı Aral, Jön Türk Dönemi Türk Milliyetçiliği, s. 146-147.
®® Zafer Toprak, Meşrutiyet ve Mütareke Yıllarında Türkiye'de İzcilik.
Maarif Vekâleti Mecmuası, 1930, Sayı 19.
Cüneyd Okay, Meşrutiyet Çocukları.
C. Öztürk, Atatürk Devri Öğretmen Yetiştirme Politikası, s.29-30.
Osman Kafadar-Ahmet Esenkeya, Çanakkale Savaşlarında Kaybedilen Eğitim Görmüş Nesiller...
J
OSMANLILAR-MEŞRUTİYET DÖNEMİ 295
I. Dünya Savaşı sırasında öğretmenlere, halkın direnme gücünü artırma gibi bir
görev de verilmiştir. İstanbul'da çıkan Muallim dergisinin Nisan 1918'de yayınladığı
bir yazı, öğretmenlerin toplum içindeki görevleriyle ilgilidir. Dergi, hükümetin iç
borçlanmaya gittiğini, bunun başarılı olabilmesi için öğretmenlere önemli görevler
düştüğünü, çünkü toplumda İktisadî terbiyenin bulunmadığını söyler:
"Değil yalnız bugünkü küçük ve genç nesli, hatta ergin nesli de terbiye vazifesi
ile görevli olan muallimler, iktisat ve maliye meselelerinde talebesini ve çevrelerini '.i
aydınlatmak zorundadırlar. İç borçlanma girişimi bir sınavdır ki, bunda gösterece
«•
ğimiz başarıyla 'millî uyanışımızın' gerçeğini dost ve düşman bütün âleme kanıtla
yacağız. »w
"Her memlekette halkın aydınlatılmasına ihtiyaç gösteren böyle önemli ve hayatî
meselelerde muallimler aydınlatıcılık görevini yapmışlardır. Bütün muallimlerimizin NS
bu borçlanmanın önemini, sağlayacağı büyük yararları, talebelere, halka anlatarak
bu iktisat sınavında milletin ve hükümetin başarılı olması için bütün güçleriyle çalı
şacaklarına şüphe yoktur."
I. Dünya Savaşına Almanya’nın yanında giren Osmanlı Devleti, savaş başlarken
• :4
ülkede bulunan karşı Devletlerin (İngiltere, Fransa, Rusya, sonra İtalya) okullarını
kapatmış, Almanya'dan eğitimciler ve uzmanlar getirterek Osmanlı eğitimini geliş
tirmeye çalışmıştır. Böylece orta öğretime ve Eğitim Bakanlığına yüzlerce öğretmen
ve uzman gelmiştir. Sultanilere (Lise) Almanca dersleri konmuş, Fransızca öğretim
yapan ancak Osmanlı Devletinin resmî okulu olan Galatasaray Lisesine karşılık,
Almanca öğretim yapan bir Lise oluşturulmaya çalışılmıştır. İstanbul Üniversitesine i
de Alman profesörler getirildiğini görmüştük (Soru 94). Ancak, bütün bu çalışmalar,
savaşlar vs. nedeniyle etkili ve kalıcı olamamıştır.®®
i
I. Dünya Savaşının öğretmenlik mesleğine geçişle ilgili şöyle bir sonucu olmuş 1a
tur: Savaşta sakat kalıp bu nedenle emekliye ayrılan subayların, isterlerse ve öğ
i
retmenlik yapmalarına engel bedenî kusurları yoksa, diplomalarının düzeyine göre, II
ilk veya orta dereceli okullara öğretmen olarak atanmaları imkânı getirilmiştir. Bun 'İl
lar hem emekli maaşını, hem atandıkları öğretmenlik kadrosunun maaşını alacak
lardı. Bu emekli subay öğretmenlerin mesleğe uyumlarını sağlamak için her yıl yaz
tatilinde illerde onların meslek bilgilerini artırıcı kurslar açılacaktı.®^
/
I 1. Dünya Savaşının sonuçlarından biri de kadınların Devlet memuriyetine girme-
i/e başlamalarıdır. O zamana kadar kız mekteplerinde tabiatiyle pek çok
muallimeler, müdireler bulunuyordu; fakat kadınların genel memuriyetlerde çalış
I
ması kimsenin aklından geçmiş değildi. Kızların okumasına karşı olanların ünlü bir
sloganı vardı: "Okuyup Mâliyede kâtip mi olacaklar?" Gerçekten ilk kadın memurlar
Mâliye Nezaretinde çalıştılar... Bunlar, cepheye gitmiş memurların yerine sınavla
alınmışlardı.®®
1
1
104. Meşrutiyet döneminde köy eğitimi için ileri sürülen fikirler nelerdir?
Meşrutiyet döneminde eğitim sorunları ilk kez geniş biçimde tartışılmış, ilginç fi
kirler, öneriler ileri sürülmüştür. Bunların çoğu o dönemde uygulamaya konulama
mış olmakla beraber, bazıları Cumhuriyet dönemindeki gelişme ve uygulamaların
tohumunu teşkil etmiştir: Köy eğitimi için ileri sürülen görüşler böyledir.
• Mutlakıyet dönemi sonlarında 1902-1906 arasında bazı idadilerde Ziraat şu
beleri açılması yoluna gidildiği görülmüştü (Soru 77).
• Meşrutiyet döneminde, bizim tesbitlerimize göre, köyler için bir eğitim sistemi
ihtiyacını derli toplu ilk dile getirenlerden biri Ahmet Tevfik adında bir öğretmendir.
Ocak 1912'de Üsküp Darülmuallimîninin çıkardığı Yeni Mektep dergisinde
"Darülmuallimînler-Çiftlik Mektepleri” başlıklı bir yazı yayınlamıştır. Ahmet Tevfik,
"OsmanlI hayat ve mevcudiyetinin (varlığının) bütün süratiyle sürüklenmekte olan
inkıraz (çöküş) seli önüne çekilebilecek yegâne set, kuvvetini maariften, ziraat ve
sanattan almadıkça kalıcı olamaz; ülkemizin yegâne zenginlik kaynağı ziraattır ve
gelecekte yine o olacaktır" diyordu. Ona göre Darülmuallimînlerde ziraat dersleri
bulunmakla beraber, muallimler yeterli ziraat bilgileriyle çıkmıyor. Darülmuallimînler
köylerde ve köyler civarında kurulacak Çiftlik Mektepleri içinde açılmalıdır. Çiftlik
Mektepleri, Darülmuallimînler için gerçek bir uygulama okulu olacaktır. Böylelikle,
ziraat yöntemlerini uygulama ile iyice öğrenmiş muallimler, daha doğrusu "çiftçi
muallimler" yetiştirileceği gibi, çiftlik mektebi öğrencileri de öğretim yöntemleri hak
kında bilgili çiftçiler, başka deyişle öğretmenlik yeteneğini kazanmış, "muallim çiftçi
ler" olarak yetişmiş olacaklardır.
• Şubat 1912'de Tedhsat-ı Ziraiye Nizamnamesi çıkarılmıştır. Burada ziraî öğ
retim dörde ayrılmıştır ve herbirinin amacı şöyledir:
Amele Mektepleri: "Mükemmel çiftlik amele başısı yetiştirmek."
Çiftlik Mektepleri: Tarlasını idareye yetenekli çiftçi, yarıcı, vs. yetiştirmek.
Ziraat Ameliyat Mektepleri: Çiftçi ve çiftlik kâhyası yetiştirmek.
Mıntıka Ziraat Mekâtib-i Âliyesi: Büyük çiftlikleri yönetebilecek ziraat uzman ve
memuru yetiştirmek, ziraat okullarına öğretmen yetiştirmek.
Ancak, bu Nizamnamenin hükümleri uygulanmadan kalmıştır.
Bu tarihlerde Rumeli'de Darülmuallimînlerin müdür ve öğretmenlerinin köy eği
timi konularını işledikleri görülür. Bunların başlıcaları İsmail Mahir Efendi, Ethem
Nejat, Mustafa Şekip, Sabri Cemil'dir. Şimdi özetle, köye göre eğitim ve öğretmen
konusunda ortaya atılan önemli görüşlere bakalım:
• Mutlakıyet döneminde Selânik Darülmuallimîninde müdürlük yapan, Atatürk
'ün kurduğu Vatan ve Hürriyet Cemiyetinin Selânik'teki yöneticileri arasında bulu
nan (1906), Meşrutiyetten sonra İstanbul Darüimuallimat müdürlüğüne getirilen ve
yetim çocuklar için Darüleytamların kurulmasında etkinlik gösteren İsmail Mahir
Efendi, Kastamonu mebusu olarak girdiği Meclis'te köy eğitimi fikirlerini şöyle açık
lamıştır (Temmuz 1914): "Aşağı yukarı yetmiş tane sancağımız var. Bunların çiftlik
olan bir yerinde, yahut arazi-i emirîye (Devlet toprağı) 'den bir yere, bir erkeklere bir
kızlara mahsus geniş leylî iptidaî mektepler yaparız. O sancakta kaç köy var
sa hesaplarsınız. Nerelerde mektep yapacaksak oralardan bir kız çocuğu bir erkek
OSMANLILAR-MEŞRUTİYET DÖNEMİ 297
çocuğu alıp mektebe koruz. Kız mektebinin bir çok tertibatı olacak: Dokumacılık,
aşçılık, dikişçilik, kadınların ziraattan yapabilecekleri tavukçuluk vs. Erkek mektep
lerinde de tamamiyle ziraat işleri. Bunlara dört sene tahsil-i iptidaî gösterelim, Türk
çocukları gayet zeki olur. Üç sene de Darülmuallimîn-i İptidaiyenin programını bun
lara gösteririm. Bir sene de mükemmel tatbikat görürler. Sekiz sene oldu mu? Se
kiz seneye kadar o köylüleri mecbur edersiniz, muallim evlerini ve mekteplerini
yapsınlar. Sonra o erkek ve kızı evlendirirsiniz, iki lira maaşla köylerine sevinerek
giderler. Çünkü köyün yanıbaşında yapılacak örnek tarlanın gelirini o muallim ve
muallime alır. Bundan lîaşka çaremiz yoktur. Bu suretle Osmanlı ülkesinde yapıl
madık köy mektebi kalmaz, hem de muallim ve muallimelere sahip olursunuz (Mec
lis sıralarında 'yeteri' sesleri). Bu mekteplere pek çok masraf gidecek sanmayın.
Pirzola, kıvırcık eti değil, köylünün yediği ayran, ayranlı çorba, pilav vereceğiz.
Köylü battaniyesi, üzerinde bir aba, ayağında köylü yemenisi. İşte bu suretle, az
zamanda ilerleme sağlanır. Böyle yapılmazsa, Darülmuallimîn ve
Darülmuallimattan talebe çıksın derseniz, ancak üçyüz senede bu muallim ve
muallimeler meydana gelir {...). Yatmak için de gayet kalın ağaç karyola yaparım..."
Meşrutiyet dönemi eğitimcilerinden, Manastır Darülmuallimîni müdürü Ethem
Nejat ile okulun öğretmenlerinden Ferit'in çıkardıkları Yeni F/'k/r dergisi, tarım eğiti
mi konusunu en sık işleyen dergi olmuştur. Gerek orada, gerek başka yazı ve ki
tapçıklarında Ethem Nejat köy için eğitim ve tarım eğitimi konusuna en çok eğilen
eğitimcilerimizdendir. "Köy yaşamını uygarlaştırmak" fikrini ilköğretimin en önemli
amaçları arasında gösteren Ethem Nejat, ilkokulların basit uzmanlık okulları ve ya
tılı okullar olarak yeniden düzenlenmesini ister.
Ethem Nejat'ın basit uzmanlık okulları dediği okullar, Rüşdiyeleri de içine alacak
ve 6 yıl halinde, şöyle düzenlenecektir: ilk 4 yıl her okulda ortak ve genel bir öğre-
tim-eğitim izlenmeli, 5. yıldan itibaren bazı dersler yine ortak görülmekle beraber,
okulun yer aldığı bölgenin ekonomik hayatına göre basit uzmanlık sınıflarına ayrıl
malıdır: Tarım, sanat, ticaret. Bunların herbiri de, bölgenin özelliğine göre alt uz
manlık alanlarına ayrılabilir: Tarım uzmanlığı için bağcılık, şarapçılık, meyvecilik vs.
gibi. Ethem Nejat, "çok pratik insanlar yetiştiren" Almanya, İsviçre, Belçika'da bu tür
ilkokulların çok sayıda bulunduğunu, bizim "uzun sürede adam yetiştirmeye zama
nımız olmadığından" böyle okullara daha çok ihtiyacımız bulunduğunu söyler.
Ohun yatılı ilkokullar önerisi ise, bu basit uzmanlık okullarının köylerde yatılıya
dönüştürülmüş biçiminden başka bir şey değildir. Ancak bunlar, mıntıka ( bölge)
okullarından farklıdır ve mümkünse her köyde kurulacaktır. Yatılı köy ilkokullarının
amacı hiç bir zaman orta dereceli okullara öğrenci ve ilçeye tahrirat memuru yetiş
tirmek değildir. Bu okulların ruhu tarım olacaktır. O, çocuklar üzerinde eğitimin etki
sini daha iyi gösterebilmesi, eğitimin daha ciddî yapılabilmesi için yatılı köy ilko
kulları kurulmasını gerekli görür. "Rumeli'de Bulgarlar bu okullardan açıyorlar ve
büyük yarar sağlıyorlar. Önce büyük bir samanlığa pencereler koyup sağlık şartla
rına uygun hale getirerek açıyorlar. Sonra iyi binalar yapıyorlar. Manastır yakının
daki Paralov köy yatılı okulunu iki erkek bir hanım öğretmen yönetiyordu. Hanım
öğretmen geceleri çalışıyor ve çocukların ahlâkî, toplumsal eğitimi ile uğraşıyordu.
Çocuklara iki kez iki tabak yemek, beyaz ekmek, sabahları çay veriliyordu. Pratik
düşünülecek ve öğretmen sağlanacak olursa biz de yatılı ilkokulları pek kolay aça
biliriz. Fakat bir Amerikalı gibi (kadar) pratik olmayıp, müşkülpesent ve kararsız bir
Şarklı kafası ile düşünürsek kararımız 'olmaz' olacaktır!"
298 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
Yeni tip köy ilkokullarına tarım ve kültür derslerini iyi öğrenmiş öğretmenler ata
nacaktır. Bunlar illerde açılacak öğretmen okullarında yetiştirilecektir. Kentlerin dı
şında kurulacak bu öğretmen okullarının geniş toprakları bulunacak, öğretmenleri
nin hepsi ilgili dersin en iyi bilindiği bir Batı ülkesinde yetişeceklerdir. Örneğin, Zira
at okutacaklar, Amerika, İngiltere, Macaristan'da, Fizik, Kimya, Tabiat bilgisi okuta
caklar Almanya'da, Beden Eğitimi ve Elişleri öğretecekler İsveç'te ye
tiştirileceklerdir. Bunlar eski tip öğretmenlerle beraber çalıştırılmamalı, beraber ça
lışmaları kaçınılmazsa, okulun müdürlüğü yeni öğretmenlere verilmelidir.
• Üsküp Darülmuallimîn-i Rüşdiyesi müdürü Sabri Cemil ve öğretmenlerinden
Mustafa Şekip'in de köy eğitimi, köy öğretmeni konularında görüşleri vardır.
Baltacıoğlu'na göre, böyle bir halk eğitimi verilmediği içindir ki insanlarımız bayra
ğına, vatanına, ticarete... ilgisiz kalıyor.
Baltacıoğlu, halkı eğitmek için, önce, halkın nelerden etkilendiğini, terbiyesinin
nelerden bozulduğunu araştırır ve özetle, der ki; Halkın terbiyesi, cahil vaizlerin
elinde, kahvehanelerde, tekkelerde, evlerde, sokaklarda bozuluyor, dilencilerle kar
şılaşmaktan, şehirlerin içindeki mezarlıklarla içiçe yaşamaktan bozuluyor...
Vaizlerle ilgili olarak der ki; "Halkımızın terbiyesi camilerde cahil vaizlerin elinde
bozuluyor. Burada demek istediğim, halkın kalbini miskinlik, dünyaya ilişkin nefretle
dolduran, miskince kanaati, çalışmamayı bir din ve ahlâk gibi telkin eden cahil vaiz
ler gürûhudur. Halkın mukadderatına en çok etki edenler, biz eğitimciler değil, bu
cahil vaizlerdir. Halk bizim konferanslarımızı dinlemeye gelmez, fakat camideki
yanlış telkinleri dinlemekten zevk alır. Cahil vaizler, masum halkın ruhuna giriyorlar,
kalplerine zehir akıtıyorlar ve başarıyorlar! Camide o zehirleri alan halk hayatta ça
lışmaz, emelsiz, isteksiz yaşar, sürünür, dilenir... bir halk oluyor, işte, bizde cami
öğütçülerinin istediği, böyle mezarlık bir millettir."
Baltacıoğlu, sanat ve sporun halk eğitimindeki yeri üzerinde de durur. Onun ö-
teki eğitim görüşleri ileride ele alınacaktır (Soru 114).
Mehmet Âkif de, Balkan Savaşları sırasında Bayezid, Fatih ve Süleymaniye
camilerinde çok önemli konuşmalar yaparak halkı aydınlatmaya, uyandırmaya ça
lışmıştır. O konuşmalarını bazı Âyetlerin yorumu ile desteklediği için geniş bir din
leyici kitlesi bulmuştur. Bu konuşmalar, ayrıca Sebilürreşat gazetesinde basıldığı
için her tarafa yayılmıştır. Âkif'in görüşleri özetle şöyledir;
Batıklar, ele geçirmek istedikleri bir memleketin halkı arasına önce tefrika (ayrı
lık, bölücülük) sokarlar ve çeşitli toplumları birbirine düşürüp boğuştururlar. Bugün,
OsmanlIlara da aynı politikayı uyguluyorlar. Bu tür oyunlar, özellikle cahilleri kandı
rır, çünkü cahiller millî menfaatlerin nerede olduğunu göremez ve aldatmacalara
kapılıverirler. Biz, eğer tefrika'yi bırakıp birbirimize sarkmazsak, ciddî ve fedâkârca
çalışıp her alanda güçlenemezsek, yakında çok daha büyük tehlikeler kapımızı
çalacaktır! Daha dün, parmakla otuza kadar sayamayan cahil ve "çoban" Bulgarlar,
çalışarak ne kadar gelişip ilerlediler ve OsmanlIları yendiler! Bizde görev duygusu
yok! Biz, Abdülhamit döneminde sus pus oturduk; şimdi, Meşrutiyet döneminde ise
sürekli konuşarak vakit geçiriyoruz! Oysa, bütün vücudu duran ve yalnız çenesi
işleyen bir millet yaşayamaz! Artık, tamamen mahvolmak istemiyorsak, mutlaka
uyanmalı ve çok çalışmalıyız! Batkılar, yalnızca zengine ve güçlüye hak verip saygı
duyarlar; unutmayalım! (Akif'in eğitim görüşleri için ayrıca bkz. Soru 110).
Mustafa Ergün, Ernrullah Efendi, Hayatı, Görüşleri, Çalışmaları; Mustafa Ergün, Emrullah Efendinin
Tûba Ağacı Nazar yMulatnmer İpek, Emrullah Efendinin Eğitim Anlayışı: Hüseyin Salman, Emrullah
Efendinin İlk Maarif Nazirhğı; özcan Mert.
......... u cfanrimin EiTirullah Efendinin II. Maarif Nazırlığı; Yahya Akyüz, Maarif
Nazın Emrullah ttenainin Öğretmen Sorunlarına İlişkin Başlıca Görüşleri ve Yaptıkları.
M
'iî
1
OSMANLILAR-MEŞRUTİYET DÖNEMİ 301
Onun eğitim tarihimizde yer tutması, özetle, aşağıdaki nedenlerden ileri gelir;
1.1886'da Selanik'te Mecelle-i Muallimîn adında bir öğretmen dergisi ile 19O2'de
Muhitülmaarif adlı ansiklopedik bir lügat ve 1911'de Yeni Muhitülmaarif adında on
beş günlük bir gazete yayınlamıştır.
2. idadileri Sultanî yapmış, 1912'de Darülfünûn Nizamnamesini çıkarmıştır.
i
3. O, Sultanîlere Felsefe ve Malûmat-ı Medeniye ve iktisadiye derslerini, ilkokul
lara da Riyaziyat, Tabiiyat, Beden Eğitimi, Hıfzıssıhha, Musikî, Memleket Coğraf
yası, Memleket Tarihi, Umumî Tarihe ait kısa bilgi, Köy iktisadı ve Sağlığı, Terbiye-i
Ahlâkiye ve Vataniye derslerini koydurmuş ya da bunların daha fazla özenle ele
1
1
alınmasını istemiştir.
\4j^ûba Ağacı Nazariyesi denen bir görüş ortaya atmıştır. Buna göre eğitimde
yenîfe^e ve düzenlemeye aşağıdan (ili^ğretimden) değil, yukarıdan (Darülfünûn-
dan) başlanmalıdır. Cennetteki Tûba Ağacının kökleri yukarıda, dalları ve meyvele
ri aşağıdadır. Bizim eğitimimiz de yukarıdan aşağı geliştirilebilir. Çünkü bizde önce
bilimsel zihniyet kurup geliştirmek gereklidir: Bunu da Darülfünûn yapabilir. Ona
göre insanlığın gelişmesi de bilimlerin üniversitelerde geliştirilmesi ile sağlanmıştır.
Ayrıca, ülkelerin ivedilikle ihtiyaç duyduğu “yetişmiş insan” da ancak kısa sürede
Üniversite tarafından yetiştirilebilir. Oysa, eğitim reformuna ilköğretimden başlamak
hem çok uzun sürede ürünlerini verir, hem de kapsamı nedeniyle çok masraflı olur.
(Tûba Ağacı Nazariyesinin eleştirisi az ileride Satı Beyden sözederken görülecek
tir.)
5. Fakat Emrullah Efendi Nazırlığı sırasında ilköğretime de önem vermiştir. Hat
ta, Tûba Ağacı Nazariyesini savunurken bile o aslında eğitimin temelinin ilköğretim
'13
olduğunu söylemiştir. Bizde ancak, 1948'de gerçekleşecek olan "ilkokul öğretmen
lerine Devlet bütçesinden maaş verilmesi" ilkesini savunmuş, halkın yıllık olarak ya
da bir süre parayla tuttuğu "yıllıkçı muallimler"!e ya da mahallî gelirlerle ücreti karşı
lanan muallimlerle ilköğretimin gelişemeyeceğini söylemiştir. Ona göre Devlet ilko
kul öğretmenlerinin maaşını kendisi vermeli, onlar üzerinde her türlü yetkiye sahip
I
olmalı, fakat okul binalarının yapımında halkın katkısı istenmelidir.
Q/. "Muallimlik bir meslektir" diyerek gelişmesi için çaba harcamıştır. Bunun için,
memurlardan ek görevle okuldan okula derse koşan "seyyar muallimleri" kaldırma, I
'Ş
öğretmenlerin maaşlarını artırma yoluna gitmiştir. O, öğretmenin, saygınlığını bilgisi
ve uygun davranışları ile koruması gerektiğini vurgulamıştır.
i
I
107.1 Satı Beyin Türk eğitim tarihindeki yeri nedir? i
S
1
Mülkiye Mektebinden mezun olan Satı Bey (1880-1968) aslen Araptır. Kayma
kamlık ve öğretmenlik yapmıştır. II. Meşrutiyetin ilânından sonra bir süre İstanbul
Darülmuallimîni müdürlüğünde bulunmuştur. Satı Bey, Türkçü değil, Osmanlıcı gö
rüşlere sahipti. Fakat Türkçüler kendisine büyük saygı duyuyorlar ve ona, eğitim
bilimi konularında değerli çalışmaları nedeniyle "Türk Froebel'i" diyorlardı. Asya'da
^(5
ki Türk ülkelerinden bir çok öğrenci gelip Darülmuallimînde ondan yararlanmaya
çalışıyordu. Ancak, Satı Bey, 1918’de, I. Dünya Savaşının ülkeyi içine düşürdüğü
302 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
74
Satı, Lâyihalarım , s. 91-93; Satı, Eğitim ve Toplumsal Sorunlar Üzerine Konferanslar; Osman Kafadar,
Türk Aydınının Satı Bey Hakkında Kimi Yanıigıian ...
J
iî
OSMANLILAR-MEŞRUTİYET DÖNEMİ 303
Örnek: Japonya'da ilkokullar ve öğretmen okulları 187O'de düzene konmuş, ilk üni
versite 1877’de açılmış, ikinci bir üniversite açılmasına ise 1899'da girişilmiştir. Yu
nanistan'da ilkokulların ve öğretmen okullarının açılmasına 1824'te başlanmış, üni
versite 1837'de açılmıştır. Bulgaristan'da da üniversitenin açılışı 1888'de olduğu
halde, ilköğretim 1870'lerde geliştirilmeye çalışılmıştır.
Satı Bey, bizde Tanzimat döneminde Darülfünun kurulması çalışmalarının başa
rısızlığını "önce yukarıdan" başlanmakla, buna karşılık bazı okullarımızdaki başarılı
öğretimi ise, bunlara hazırlayıcı okulların bulunması ile açıklar ve der ki: "Eğitim
tarihimizde, açılan kurumlar arasında faydalı olan ve devam edenlerin hepsi, temeli
ihmal edilmemiş olanlardan ibarettir: Mekteb-i Harbiye ve hatta Mekteb-i Tıbbiye,
ancak altlarındaki Askerî İdadîleri ve Rüşdiyeleri sayesinde yaşadı. Mekteb-i Mülki
ye ancak, bünyesindeki idadî sınıfları sayesinde güç ve hayat buldu. İdadiye mek
tepleri hep içlerindeki Rüşdiye sınıfları sayesinde ürün verdi. Şu halde, bizim eğitim
tarihimiz, yüksekten başlamanın sakıncalı olduğunu, her öğretim kurumunun teme
le muhtaç olduğunu gösteriyor."
Fakat, Satı Beye göre, bir İdadî mektebi kurmak için ülkenin iyi ilkokullarla dol
masına ve Darülfünun kurmak için ülkeyi iyi idadilerin kaplamasına gerek yoktur.
Çünkü, böyle olmasını beklemek çok zaman geçmesine yol açar. Bu nedenle, öğ
retimin yüksek derecelerini kurmak için bu kadar beklemek doğru değildir. Şüphe
siz birkaç iyi ilkokul bir Idadîye, birkaç idadî bir Darülfünûna mahreç (kaynak) ve
temei teşkil edebilir.
Satı Bey, bizde eğitim ıslahatının ilköğretimden başlamasını uygun görmekle
beraber, eğitimin tüm düzeyleri arasında ilişkilerin bulunduğunu, hiçbirinin ötekiler
den bağımsız, kopuk biçimde ele alınamayacağını da ileri sürmüştür.
6. Ona göre, "siyasî ve İdarî" nitelikli olan Meşrutiyet idaresi bir amaç değil, an
cak bir araç'tır. Amaç, Meşrutiyet idaresine "İçtimaî" (toplumsal) bir yön vermek,
gerçek hürriyeti ve ciddî toplumsal ilerlemeyi sağlamaktır. Bu ancak öğretmenler ve
ilkokullar sayesinde başarılabilir.
7. O, öğretmen adayı öğrencileri ülkenin güncel ve önemli sorunları ve çözüm
yolları konusunda aydınlatmaya, düşündürmeye büyük önem vermiştir. Örneğin,
Kasım 19O9’da Darülmuallimîn öğrencilerine “Niçin Geri Kaldık?” başlıklı bir konfe
i
rans vererek bunun nedenlerini şöyle açıklamıştır:
I
• Halkımızın bilgisizliği
I
1
• Yanlış kader ve tevekkül anlayışımız s
• Dinî taassup. Satı Beye göre, OsmanlIların ilerlemeye niyet ettiği III. Selim
döneminden 31 Mart 1909 olayına kadar ilerlemeyi durdurup ülkeyi geri götürmek
OTn
isteyenler hep “din”i kendilerine siper yapmışlar ve bu konuda bilgisiz halkın dinî
duygularını sömürmüşlerdir. i
• Azim ve sebat noksanlığı. Bu özelliğimiz de esasta şu nedenlerden kaynak
lanmaktadır: a) Âile içinde çocukların uslu, korkak, pasif yetiştirilmeleri b) Okullarda
öğretmenlerin sürekli çalışan, azimli çocukları küçümsemesi ve bu durumu sanki
«I
kalın kafalılık ve zekâ eksikliği” gibi görmeleri c) /lyö/rî/ar olarak kendimize, ırkımı-
•t
za güvensizliğimiz d) Batının üstünlüğünü ve ona artık yetişemeyeceğimizi peşinen
kabullenmemiz. ı:-
li
8. Öğretmenleri ilk kez "ordu"ya benzeten odur. Böyiece öğretmenlerin bireysel
'8
304 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
Vatan gayur
insantarın omuzları üstünde yükselir,
Gençler, bütün ümid-i vatan şimdi sîzdedir. (...)
Yükselmeyen düşer, ya terakkiye inhitat I
Yükselmeli, dokunmak alnın semalara,
, 75
Cahit Kavcar, //. Meşrutiyet Devrinde Edebiyat ve Eğitim, s. 59 vd.
* ,
Ferda : Yarın, gelecek / Gayur; Çalışıp çabalayan ! Ümid-i vatan : Yurdun umudu i Terakki; İlerleme i
inhitat: Çöküş / Sema : Ğökyüzü / Beşer: İnsanlık! İtilâ : Yükselme.
■i
Tjij
OSMANLILAR-MEŞRUTİYET DÖNEMİ 305
Doymaz beşer dedikleri kuş itilâlara,
Uğraş, didin, düşün, ara, bul, koş, atıl, bağır.
sfl
Durmak zamanı geçti, çalışmak zamanıd/ri i
1921) Mutlakıyet döneminde gazetecilik yaptı, Avrupa'ya kaçarak rejimle mücadele ;:ş:ş|
etti. 19O8'de dönerek kendisini öğretmenlik ve eğitimcilik mesleğine adadı. Manas
tır, Bursa, İzmir Darülmuallimînlerinde müdürlük, Beden Eğitimi, Pedagoji öğret
menliği ve Muğla, Eskişehir, Adana, İzmir eğitim müdürlüğü yaptı. Eylül 1918'de
Almanya'ya gitti ve bu tarihten sonra Marksist görüşleri savundu.
76
Yahya Akyüz-Faruk Öztürk, Ethem Nejat ve Ferit Beyin İlk Ağaç Bayramı Girişimi.
77
Yahya Akyüz, Mehmet Akif'in Eğitim Görüşleri ve Türk Eğitim Tarihindeki Yeri, Millî Eğitim, 1986,
Sayı 67; Yahya Akyüz, Eski Eğitim Değerlerine Karşı Mehmet Akif ve Gençliğin Eğitimi, Millî Eğitim,
1986, Sayı 70; Abdullah Özbek, Bir Eğitimci Olarak Âkif; Abdijikehm Abdülkadiroğlu, Mehmet Akif'in
Kur'an-ı Kerîm'i Tefsiri, Mev'ize ve Hutbeleri', Ali Özer, Mehmet Akif ve Eğitim; Sabahattin Arıbaş,
Mehmet Akifin Eğitim Üzerine Düşünceleri.
OSMANLILAR-MEŞRUTİYET DÖNEMİ 307
İMehmet Âkif bir makalesinde, çocuklarımızı kendi yetiştiğimiz biçimde değil, Hz.
Ali'nin db dediği gibi gelecek için, ciddî biçimde ve eğitim biliminin esaslarına göre
yetiştirmemizi ister. "Bizler, malûmat (bilgi) diye kafamıza doldurduğumuz şeyler
den ne yarar sağladık? Sekiz yaşında ezberlediğim bir çok şeyi ancak otuz yıl son
ra anlayabiliyorum! (...) Çocuklarımız bugün de okuduklarını anlamıyorlar, beyinle
rinde bilgiyi emanet para gibi taşıyıp duruyorlar. Biz sersem olduk diye çocukları
mızı da mutlaka kendimize mi benzetmeliyiz ?"
Mehmet Âkif, iyi bir öğretimde, öğretmenler kadar iyi ve uygun yazılmış ders ki
taplarının da önemini belirtir.
Ona göre, bizim arzulanan biçimde bir toplum olamamamız eğitimimizin hatası
dır. Bizi sadece birey olarak değil, toplum olarak da değiştirip iyileştirecek bir eğiti
me ihtiyacımız vardır: "Bakıyorum, ayrı ayrı pek iyi adamlarız. Bizi medeniyette
dünyalar kadar (pek çok) geride bırakan milletlerin fertlerinde (insanlarında) bizdeki
büyüklükler yok. Sonra bakıyorum, bir yere gelince bir heyet-i içtimaiye (toplum)
teşkil edemiyoruz. Çünkü o terbiye (eğitim)den yoksunuz. Bizim muhtaç olduğumuz
terbiye asıl bu ikinci terbiye olacak."
O, medreseleri de şiddetle eleştirir: Medreseler artık İbni Sina, Gazali vb. gibi bi
lim adamları yetiştiremiyor, Kur'an'dan "kuru mânâ" çıkarmakla uğraşıyorlar, "ya
lancı dünya" felsefesi ile toplumu uyutuyorlar.
Mehmet Âkif, halkın camilerde vaaz ve nasihat yoluyla eğitilmesine de çok ö-
nem verir. Der ki: Camiler, halkın aydınlatılması için ne uygun yerlerdir! Fakat ne
yazık ki, cahil vâizler, hocalar İslâmî geniş kitlelere yanlış anlatıyor ve onları dinî
hikâyelerle meşgul ediyorlar. Ziya Paşa, "bizde son derece önemli iki şey var ki bile
bile en yeteneksizlere verilir: Çocuk lalalığı (terbiyeciliği) ve kaza müdürlüğü' de
mişti. Mehmet Âkif bunlara vaizliği de eklemek gerektiğini söyler.
O, vâizlerle ilgili olarak der ki: "Ömründe medrese, mektep görmemiş, üç beş
uydurma Hadis ile sekiz on şeni (kötü, anlamsız) masaldan başka bilgi sermayesi
bulunmayan ümmî (okuma yazma bilmez) vâizler cami kürsülerine geçeli beri, mil
letimiz dini umacı gibi hayal etmeye başladı.’
Ona göre vâizler "kâfir oldun!" tehdidi ile cemaatı korkutmaktadır. Oysa halkı
aydınlatması gereken bu kişilerin, insanların nasıl yoldan saptıklarını ve doğru yola
nasıl getirilebileceğini bilmesi, insanları ellerinden tutup onlara yardımcı olmayı ba
şarabilmesi gereklidir.
Bir yazısında, vâizler için der ki: "Vaaz (camilerde halka verilen öğütler, telkinler)
bir isrâiliyât (eskilerin masal ve hurafeleri, vs.) olacaksa, vazgeçtik! Müslüman ce
maate artık içtimâiyât lâzım, içtimâiyât! (İçtimâiyât burada, bilim olarak, Sosyolo-
ji'den çok, dünyayı, toplumsal olayları anlamaya imkân verecek sosyal, siyasal bil
giler vs. anlamındadır). Doğuda, Batıda, Kuzeyde, Güneyde ne kadar Müslüman
varsa zillet (alçak bir durum) içinde, sefâlet içinde, esaret içinde yaşadığını, sefil
(yoksul, durumu alçak) bir milletin elinde kalan dinin mümkün değil yükspltilemeye-
ceğini bilmeyen, anlamayan vâizi kürsüye yanaştırmamalı. Vaiz milletin geçmişini
ve bugününü bilmeli, cemaatı geleceğe hazırlamalı..."
Ona göre Devletin çökmeye yüz tutmasının nedeni, beşikte kulağa fısıldanan,
öğretmenler, yazarlar. Devlet adamları tarafından işlenen bir hayat ve eğitim felse
fesidir. Bu, dayakla terbiye vermeyi amaçlayan, korkak, ürkek, hareketsiz, karam-
308 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
sar nesiller yetiştiren bir felsefedir ve en büyük "hatamız" budur. Âsım'da (1919,
Safahat: 6) şöyle der’:
Âsım'ın ilginç bir yönü de şudur: Bu şiirde, Âsim adında bir gencin sözü geçer.
Şiir, Mehmet Akif'in ona birkaç arkadaşıyla beraber, "bilim pınarlarının sularını ge
tirmeleri" için Almanya'ya gitmelerini tavsiye etmesiyle son bulur:
Giden üç yüz senelik ilmi tez elden getirin I
Mehmet Âkif, Gölgeler 'de (1919, Safahat: 7), karamsar yetiştirilen gençlik ko
nusunu tekrar ele alır”:
* Zerk : Aşılama / Nevmîcl : Ümitsiz / Teşci; Özendirme, teşvik I Müstakbel; Gelecek ! Zulmet: Karanlık
! Şebâb : Gençler, gençlik / Âti: Gelecek
**
Telkîn-i hayat: Yaşamaya yöneltme / Ye's : Üzüntü / Mel'un : Pek kötü / Beka ; Ayakta kalma / Tâbi:
Gücü / Âfak : Ufuklar / Mehâlik : Öldürücü şeyler / Azmi: iradeyi, başarma isteğini.
î
OSMANLILAR-MEŞRUTİYET DÖNEMİ 309
ze en önemli katkısıdır.
arasından çıktığı halde, bizde çoğu kez bunun zıttı oluyor. Türkiye'de vatan için en
muzır (zararlı) adamlar medrese yahut mektepten nasip alanlardır. Meşrutiyetin
ilânından beri görülen bir çok olaylar bu çelişkili gerçeği doğruluyor. Türkiye'de
medrese ve mektep, terbiye ettiği fertlerin ahlâk ve seciyesini bozuyor. Bizi diğer
milletlerden ayıran bu özelliğin sebebi nedir? Bence bunun bir tek sebebi var: Diğer
milletlerin eğitimi millî bir nitelikte olduğu halde, bizim eğitimimizin kozmopolit bir
halde bulunmasıdır. Eğitimimizin kozmopolit olduğunu anlamak için derin tetkiklere
lüzum yoktur. İstanbul'daki kitapçı dükkânlarıyla ders okutulan yerlere tasnif edici
bir gözle bakmak kâfidir. İstanbul'da üç tür kitapçı vardır; Sahaflar, Beyoğlu, Bâbıâli
caddesi kitapçıları. Sahaflardaki maarif (kültür ve eğitim) Arap ve Acem’e, Beyoğ-
lu'ndaki maarif Avrupa'ya aittir. Bâbıâli caddesindeki Tanzimat maarifi ise bu evvel
kilerin perişan tercümelerinden ve acemice taklitlerinden oluşmuştur. Millî maarifi
mizin ne kitapları, ne kitapçıları henüz doğmamıştır. Ders okutulan yerler de kitap
çılara benzer şekilde üçtür: Medreseler, yabancı mektepleri, Tanzimat mektepleri.
Sahafların kitapları medreselerde, Beyoğlu'nun kitapları yabancı mekteplerinde,
Bâbıâli caddesinin kitapları Tanzimat mekteplerinde okutulur. Ders okutulan bu üç
yerin birbirinden farkları o kadar açıktır ki, herhangi bir Türk ile on dakika görüş
memiz onun hangisinden yetiştiğini anlamamıza yeter. Aralarında bu derin farklarla
beraber bu üç ders yeri ortak bir özellik taşır: Oralardan yetişen softa, levanten,
Tanzimatçıların üçünde de karakter göremezsiniz. Memleketimizin en büyük hasta
lığı budur."
5. Ziya Gökalp, bugün örgün-yaygın eğitim şeklinde yapılan eğitim tasnifini
yapmış, terminoloji geliştirmiştir. Onun "müteazzi terbiye" dediği bugün örgün eği
tim, "münteşir terbiye" dediği ise yaygın eğitim karşılığıdır.
6. Öğretmen sorunlarına eğilmiş, mesleğin itibarının yükseltilmesini savunmuş
tur, Ona göre, bir ülkede öğretmenlere toplumsal bir değer verilmezse ilim de değer
kazanamaz. Öğretmenler, maaş ve mevki bakımından ne kadar yükselirse, o ülke
de ilmin kıymeti de o kadar artar. Öğretmenlik mesleği yükseltildiği zaman öğret
menler de yükseleceklerdir. Öğrencileri yükseltmek için de öğrenciliği yüksek gör
mek gerekir. Gökalp, öğretmenlerin ve ilim adamlarmın birbirleriyle temas edecek
leri ve fikir tartışmalarının yapılacağı bir "Muallimler Kulübü" kurulmasını ister ve
bunun bilim hayatının gelişmesine önemli katkıları olacağını söyler,
7. Halkçılık, milliyetçilik, layiklik, garpçılık, millî eğitim, millî tarih ve kültür, dilin
sadeleşmesi, Türkçe ezan, kadın hakları gibi konularda Atatürk kendisinden esin
lenmiştir.
8. Çocukların beşikten itibaren millî duygularla ve erdemli olarak yetişmeleri için
çocuk şiirleri ve masalları yazmıştır.
9. Üniversite konusunda bizde ilk kez ayrıntılı ve önemli görüşler ileri süren
Gökalp'tir. O, 1913-1919 tarihleri arasında Darülfünunda İçtimaiyat (Sosyoloji) mü
derrisi olarak görev yapmış ve bir taraftan da Üniversite ile ilgili görüş ve fikirler
geliştirip yayınlamıştır. Bu görüşler kısaca şöyledir: Devlet, Üniversiteye kesinlikle
müdahale etmemeli, ona tam bir muhtariyet (özerklik) sağlamalı ve yalnızca çalış
ma araç ve imkânlarını hazırlamalıdır. Öğrenciler de istedikleri derslere devamda
serbest olmalıdır. Bu esaslara dayanan Üniversitede işe yaramaz, cahil hocalar
kendiliğinden ayıklanır; Bunlar, değersizlikleri öğrenciler tarafından anlaşılacağı
için, istifa ederek ayrılmayı tercih ederler ve yalnızca "muallimliği aşk ile seçenler"
1
OSMANLILAR-MEŞRUTİYET DÖNEMİ 311
saygı sevgi görürler, meslekte kalırlar. Sonuçta Üniversite ve bilim, özgürlük ve
özerklikten kârlı çıkar. Fakat Gökalp yeteneksizlerin tasfiyesinde fazla iyimser dav
randığını başka yazılarında ortaya koyar. Nitekim o, bir başka zaman. Üniversite
hocalarını üçe ayırmıştır. ; 1. Maaş için çalışanlar 2. Şöhret için çalışanlar 3.İlim için
çalışanlar. Fikir akımları bakımından da Üniversite hocalarını şöyle sınıflandırır:
J
1 .Türkçüler 2.lslârYıcılar 3.Tanzimatçılar 4.Kayıtsızlar.
10. Gökalp de, özellikle Emruliah Efendi ve Satı Bey arasında yapıldığını gör
düğümüz Tûba Ağacı Nazariyesi tartışmalarına katılmıştır. O, bu Nazariyeyi, yani h
eğitimde yenileşmeye Üniversiteden başlanması gerektiği görüşünü savunur ve
şöyle der: "Millî maarifi Darülfünûn kurar. Sultanîlerle İptidaîlere yayar. Bu nedenle.
Darülfünun gelişmeden Sultanîler ve İptidaîler gelişme eseri gösteremezler. Millî
eğitim, Darüfünûndan başlayarak Darülmuallimînlere, Sultanîlere, onlardan da İpti
daîlere inecektir."
11. Gökalp, bazı bilimsel toplantıların eğitimin gelişmesindeki önemine ilk işaret
edenlerdendir. Temmuz 1917'de şu öneride bulunmuştur: "Muallimler kongresi, Ha
terbiye kongresi, ahlâk kongresi, lisan kongresi gibi toplantılar yararlıdır. Bunlar •A
3
önce ulusal, sonra uluslararası düzeyde yapılmalıdır."
i
:'İ
112. Ömer Seyfettin'in Türk eğitim tarihindeki yeri nedir? v r
Ömer Seyfettin (1884-1920), Mekteb-i Harbiyeyi bitirmiş, Balkan Savaşlarına
subay olarak katılmış, esir düşmüş, İstanbul'a dönünce askerlikten ayrılıp 1914-
1920 arasında Kabataş Lisesinde Edebiyat öğretmenliği yapmıştır. Yüz otuza yakın I
hikâyesi ile millî edebiyat akımının ilk ve önemli temsilcilerindendir. O da, bir çok ■f
aydın gibi, Balkan ve I. Dünya Savaşları felâketleri içinde yetişmiş, olgunlaşmıştır.,
Ömer Seyfettin eğitimle ilgili görüşlerini bazı makale ve kitapçık türü eserleriyle
hikâye türü yazılarında dile getirir.
önün, makale ve kitapçık türünden eğitimle ilgili en önemli yazısı Mektep Ço
(
cuklarında Türklük Mefkuresi başlıklı bir kitapçığıdır. Az bilinen bu küçük eserinde,
öğrencilere şöyle seslenir: ’fJ
"Elinizde bir çok kitaplar var. Onları okuyor, faydalı şeyler öğreniyorsunuz. Lâkin 'M
, Cİ
kitaplar Türk milletinin uyuduğu zamanlarda yazıldığı için size mefkûre (ulusal
emel, ülkü)nin ne olduğunu öğretemez... Türklük nedir, Türklüğün maksadı, istikbali
(geleceği) nedir? Bunlardan haberiniz olmaz. İşte bu küçük kitap size o âlî (yüce)
ve mukaddes (kutsal) şeyin büyüklüğünü tarif edecek.'II
Ona göre Türklerde öncelikle millî edebiyatın, güzel sanatların, tenlerin, ticaret ■I
ve iktisatın gelişmesi gereklidir. Sonra canlanan ve zenginleşen millet, mefkûresini
kendisi duyar, bulur. O mefkûre şudur; "Büyük milletler gibi terakki etmek (ilerle
İiî
mek), kan ve din kardeşlerini sırasıyla esirlikten kurtarmak, Türk adını tarihte tekrar
parlatıp Türklükle beraber Müslümanlığa da eski önemini verdirmek." I
Bir çocuğun nasıl "Türk milliyetperveri" olabileceğini ilkeler halinde açıklar. Ona
göre, Türk çocuğu,
0 Konuştuğu Türkçeyi sever.
ili
t
Dini gibi milliyetini de sever.
M Her fırsatta Türklüğü över.
312 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
J
"li
Prens Sabahattin (1879-1948), Devletin yakın bir gelecekte karşı karşıya kala
cağı büyük tehlikeyi sezmiş, buna çare olarak fikirler üretmiş, önerilerde bulunmuş
i'
tur. O, "meslek-i İçtimaî" denen siyasal ve sosyal görüşlerin temsilcisidir. Fransız
sosyoloğu Le Play (1806-1882) den ilham alan bu düşünce mensuplarına göre
Türkiye'nin ilerlemesine engel olan "aşırı merkeziyetçi" sosyal yapısıdır, başka şey
(din vs.) değil. Kurtuluş, merkezcilikten uzak, bireyci bir yapıya geçmekle sağlana
bilir. Prens Sabahattin görüşlerini, Türkiye Nasıl Kurtarılabilir (1913) başlıklı temel
eserinde açıklamıştır:
Eğitim sistemi bu yapının parçası olarak değişmelidir. Bizdeki gibi çoban ve ilkel
tarımcı toplumlarda öğrenime ihtiyaç duyulmaz. Oysa, endüstri ve ticaret toplumla-
rında eğitime ihtiyaç kuvvetle hissedilir. Ticarî bir toplum yapısına sahip Rum ve
Yahudi cemaatlerinde ilköğretimden başarılı biçimde yararlanılması bundandır.
Müslüman çoğunluk için ise, "ülkemizde tarım geridir, çünkü çiftçi bilgisiz" demekle
birşey açıklanmaz. Sorun, tarımla uğraşan kitlenin bunu ilerletmeye yarayacak ör
gütten yoksun olmasından başka bir şey değildir. Gelişmemiş kalmak gibi, bilgisiz
lik de bunun kaçınılmaz bir sonucudur.
Prens Sabahattin'e göre, Ingiliz gençleri Fransızlara oranla Liselerden yarı bilgi
siz çıkıyorlar, fakat hayata atılınca onlardan daha başarılı oluyor ve daha büyük bir
güç meydana getiriyorlar. Nedeni, bireyci yapıda (Ing.) eğitim bir araç, bütüncü ya
pıda (Fr.) ise amaçtır. Bireyci yapı, kişisel yükselme ve bağımsızlığa götürür.
I
Meşrutiyet döneminde Prens Sabahattin'in düşünceleri doğrultusunda bir eğitim
akımı da oluşmuştur. Bu amaçla, Fransız yazar E. Demolins'in ünlü eseri, Anglo-
Saksonların Esbab-ı Faikıyeti (üstünlük nedenleri) Nedir? başlığı ile Türkçeye çev
rilmiştir (1914).
Fransız yazar bu eserinde, Anglo Sakson ırkının (İngilizler ve Kuzey Amerikalı
lar) dünyanın yönetiminde âdeta Roma İmparatorluğunun mirasçıları olduğu, oysa
Fransa, Almanya, ispanya, İtalya Devletlerinin sömürgelerinde her bakımdan gerilik
hüküm sürdüğü gözleminden hareketle bunun nedenlerini araştırır. Yazara göre '•1
bazı eğitimsel nedenler şunlardır: ''W
'İS
Anglo Saksonlar, çocuklarının kişiliklerine saygı gösterir, onları bağımsız, özgür
yetiştirirler, beden sağlıklarına ve gelişmelerine önem verirler. Onlara el işleri öğre-
tirlerj Anglo Saksonlar maddî hayata ve pragmatik yani faydacı amaçlara değer 3İ|
verirler. Onlar için kitabî, kuramsal bilgiden çok uygulama önemlidir. Fransa’da bir sî
aile babasına şu soru sorulur: “-Oğlunuzu ne yapacaksınız?” O da ciddiyetle,
Hâkim, memur, ... yapacağım” der. Çünkü bir Fransız baba sürekli çocuklarının
geleceğini düşünür ve bu geleceği daha ziyade memuriyette görür. O, çocukları
ileri yaşlarda iken bile, onlar için her türlü fedakârlığı yapmayı görevi bilir. Oysa bir
Anglo Sakson baba, “her neslin kendi kendini kurtarıp hayatını kendisinin kazan
masını ister..."
işte Prens Sabahattin Türkiye’de de Anglo Sakson eğitim anlayışının benim
senmesini istemiştir. Bu fikirler II. Meşrutiyette ve Cumhuriyet döneminin özellikle
başlarında çok tartışılan eğitim konularını oluşturmuş, hatta Cumhuriyetin başların a
da resmî bakış açısı tarafından da kısmen benimsenmiştir. il
îiil
'İH
id
il
TÜRK EĞİTİM TARİHİ
80
Baltacıoğlu'nun Hayatım başlıklı eseri, onun çocukluk ve özellikle Meşrutiyet dönemi eğitiminin bazı
.^önlerini aydınlatır.
Necmettin Tozlu, I.H. Baltacıoğlu'nun Eğitim Sistemi.
J
I
^1:
/
i 1
fi
fili
82
İsmail Hakkı, Tâ//zn ve Terbiyede İnkılâp, s. 15-16.
i
!W
■İR
lif
tS’'
Ifi"
h'
I
1
,i
it
IV. BÖLÜM
■1-
kapma çabaları içinde Türk milletini de esaret altına almayı amaçlamışlardı. Oysa,
tarihin akışına şekil veren, her zaman hür ve bağımsız yaşamış Türk milleti, esareti
kabul edemezdi. Bu nedenle Mustafa Kemal Atatürk'ün önderliğinde Kurtuluş Sa-
J UI l\ halkı,
vaşına girişen Türk I IMini) bağımsızlığını
’-'.J • ve hürriyetini korumasını bilmiştir. ■n
eğfti
timinin temel özellikleri şunlardır: tl
İzmir'in 15 Mayıs 1919'da işgal edilmesinden hemen sonra, yer yer yapılan pro
testo mitinglerinde ve millî uyanışın giderek kongreler ve Türkiye Büyük Millet Mec
lisi halinde teşkilâtlanmasında öğretmenlerin de etkileri vardır. i
ij
'ifl
1. Mitingler
İzmir'in işgalini izleyen günlerde, Fatih, Üsküdar, Kadıköy, Sultanahmet, Darül-
fünûn mitinglerinin düzenleyicileri ve konuşmacıları arasında özellikle öğretmenler
görülmektedir: Halide Edip, Nakiye Hanımlar, Hüseyin Ragıp, İsmail Hakkı, Maz-
har, İhsan, Selim Sırrı, Emin Âli, Mehrhet Âli, Selâhattin, Muslihittin Âdil, Âkil Muh
tar Beyler.
Bu mitinglerden örnek olarak 21 Mayısta yapılan Darülfünun mitingini ele alır
sak, bu, hemen hemen yalnızca bir öğretmenler mitingi olmuştur. Bir öğretmen ko
nuşmacı, "biz muallimler bu davada haklı olduğumuzu ispat ve bu davanın doğru
1
Yahya Akyüz. Türkiye'de Öğretmenlerin Toplumsal Değişmedeki Etkileri, s. 201-205.
I
»
su
318 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
Kongreler ve TBMM
Erzurum Kongresine (23 Temmuz-7 Ağustos 1919) katılan elliden fazla delege
arasında 5 öğretmen vardır. Sivas Kongresine (4-11 Eylül 1919) katılan otuzdan
fazla delege içinde de yalnızca 1 öğretmen görülüyor.
23 Nisan 192O'de açılan TBMM'nde 337 kadar mebus arasından 30 kadarı öğ
retmendir.
Kongreler okul binalarında toplanmış, TBMM sıraları Ankara okullarından sağ
lanmış, AnkaralI bazı öğretmenler Mecliste konuşulanları kaydetmek için zabıt kâ
tipliği de yapmışlardır...
1. İstanbul'da
2
Darülmuallimînden 1919'da mezun olan Fahrettin Ersan'dan şifahen (Y.Akyüz). Ayrıca bkz. Cevat
Dursunoğlu, Millî Mücadelede Erzurum.
® Yahya Akyüz, Türkiye'de Öğretmenlerin Toplumsal Değişmedeki Etkileri, s. 214-217.
Kâmil Su, Sevr Antlaşması ve Aydın (İzmir) Vilâyeti, s. 36-37.
® Yahya Akyüz, Türk Kurtuluş Savaşı ve Fransız Kamuoyu (1919-1922), s.204,175.
320 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
Kurtuluş Savaşı yıllarında iki Eğitim Bakanlığı vardı: Ankara'da TBMM Hüküme
tinin Maarif Vekâleti, İstanbul’da Osmanlı Hükümetinin Maarif Nezareti.
*
23 Nisan 192O'de TBMM açıldıktan sonra Hükümet 3 Mayısta kurulmuş ve Ba
kanlıklara, OsmanlI Hükümetinden farklı ve daha anlamlı olarak Vekâlet adı veril
mişti. Maarif Vekâletinin merkez teşkilâtı ilk kuruluşunda bir-iki oda içine yerleşmiş
üç beş memurdan oluşuyordu.
Kongrenin açılışına uzun bir başyazı ayıran Hâkimiyet-i Milliye gazetesi, daha
ıs
önce iki İnönü savaşını ve başlamak üzere olan Sakarya savaşını kastederek, der
"Mustafa Kemal Paşa, üçüncü Yunan taarruzunun en ateşli zamanında muallim
ordusunun gelecek vazifesiyle meşgul bulunuyor. Bu asil ve yüce örnek Türk tari-
6
Millî Mücadele döneminde öğretmenler hakkında bkz. İsmail Göldaş, Millî Kurtuluş Savaşında Öğret
menler; Caner Arabacı, Milli Mücadele Dönemi Konya Öğretmenleri.
Bu terimlerin birbirleriyle karıştırılmadan böylece bilinmesi gerekli ve önemlidir (Y. Akyüz).
Yahya Akyüz, Atatürk ve 1921 Eğitim Kongresi...
KURTULUŞ SAVAŞI DÖNEMİ 321
hinin benzeri ender buiunan kıymetii hatıralarından biri olacaktır." Kuşkusuz bu,
dünya tarihinde de benzeri belki bulunmayan bir örnektir.
8
Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, C. 2, s. 16-18.
9
Yahya Akyüz, Türk Kurtuluş Savaşı ve Fransız Kamuoyu (td ld- 1922), s. 73-74.
b*
322 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
10
Bu konularda çok ayrıntılı bir eser olarak bkz. Pontus Meselesi.
11
Yahya Akyüz, Türk Kurtuluş Savaşı ve Fransız Kamuoyu (1919-1922). s.62 (Bu kitabımızda çok
önemli ve ayrıntılı bilgiler vardır).
Amma Burnun Büyüdü! Karagöz Gazetesi, 26 Mayıs 1339 (1923).
KURTULUŞ SAVAŞI DÖNEMİ 323
şahlık devrinde Rumlar, Ermeniler ne kadar itibarda idi! Sarayın cevahircibaşıları
Ermeni, hekimbaşıları Rum değil miydi? Bu iki millet bizim aramızda o kadar efendi
idi ki, para kazanıp keyif etmekten başka düşünceleri yoktu. Gam kasavet yanları
na bile uğramazdı. Devlet savaş mı yapacak? Dayansın Mehmetçik! Devlet yol mu
yapacak? Dayansın Mehmetçik! Millet asker mi olacak? Gelsin Mehmetçik! Meh
metçik dayandıkça, ötekiler semirdiler, şiştiler ve nihayet patladılar.
"Yemen'de, Balkan'da can veren Türktü! En gürbüz çağında sekiz yıl askerlik
edip evinden ocağından uzak, zürriyet yapmaktan yoksun kalan Türktü! Memle
kette en ziyade ihmal edilen, ne sanata, ne marifete teşvik edilmeyen, mektebine,
sağlığına bakılmayan yine Türktü! Yangın, salgın Türk içindi. Türk, memleketin
düşmanlarına göğsünü çevirmiş, cahil ve zavallı kalmışken, ötekiler rahat rahat
çalışıyor, kazanıyor, üreyip türüyordu. Başka bir memlekete gitseler ayakkabı bo
yacılığı bile edemeyecek Kayserili Yorgi'ler, Erzurumlu Ohanes'ler birkaç yıl içinde
kalantor birer tüccar olup köşklere, yalılara kuruluyorlardı. Türk çavdar ekmeği yer
ken, onlar şişman gövdelerini arabalarda gezdirir, hararet söndürmek için buzlu
şampanya içerlerdi! Erzurumlu bir Türkün sonu çok defa Yemen çölünde açlıktan
ölmek, yahut köyünde sürünmekti. Fakat Erzurum Ermenisinin önünde çalışacak
rahat bir ülke, kazanacak geniş ve rekabetsiz bir pazar vardı. Bizim çocuklarımız
mahalle mekteplerinde cahil hocalar elinde "ebced hövez" okurken, onlar Avrupa'
da okumuş muallimlerle yepyeni mekteplerde dünya işlerine ait dersler alır, hepsi
birer işgüzar yetişirdi. Onlar başka memlekette olsalar mektep değil dükkân aça
mazlardı! Rum bakkal Türk mahallesinin görünüşte basit bir esnafı idi; gerçekte ise ■i
en itibarlı, en kuvvetli bir temeli idi. Onlar işte böyle rahat, böyle el üstünde büyüdü
ler, ürediler. Hatta onları mal mülk sahibi yapmak, memleketin bütün ticaretini elle
rine vermekle yetinmedik de içlerinden bazı açıkgözleri Bakan, Müsteşar bile yap
tık! Düşünmeli ki, Balkan Savaşlarında bile Dışişleri Bakanı Kapril Noradonikyan
idi!
"Biz onlara böyle yaptık, onlar ne yaptı? El altından casusluklar mı, ordu arka
sında çetecilik mi, zavallı Türk köylerine karşı eşkıyalık mı istersiniz!... En sonunda
bugün bile el altından kuyumuzu kazmaya, hatta Türklüğü kurtaranlara karşı
suikastler hazırlamağa çalışıyorlar. Hani bir mâni vardır;
"Tıpkı onlar da bu hesap! Biz onlara canım dedikçe canımıza kıydılar! Yapma
yın. etmeyin dedikçe burunları büyüdü!..."
Böylece, Kurtuluş Savaşı döneminde halk eğitimi çalışmalarının temel özelliği, hal
kı millî dava yolunda bilgilendirmek, birleştirmek olmuştur denebilir.
Mehmet Akif'in bu konudaki çalışmaları önem taşır. O, büyük saygınlığı bulunan
güçlü bir şair ve düşünür olduğu için. Kurtuluş Savaşı yıllarında giriştiği halkı aydın
latma çabalarında çok etkili olmuştur. Özellikle Balıkesir'de, Kastamonu ve kazala
rında camilerde yaptığı konuşmalar ünlüdür. O, en önemli siyasî meseleleri bile
Kur’an'dan örneklerle inandırıcı bir dille açıkladığı için, geniş kitleler tarafından bü
yük bir dikkat ve saygı ile dinlenmiştir.
Mehmet Âkif, Şubat 192O'de Balıkesir'de Zağnos Paşa Camiinde şöyle der:
"Yabancılar, yüzyıllardır ayrılık tohumlarını aramıza serptiler. Eğer biz Müslümanlar
yaşamak istiyorsak, toplumda ayrılığa, dargınlığa yol açabilecek en önemsiz söz ve
hareketlerden bile çekinmeliyiz."
Mehmet Âkif, Kasım 192O'de Kastamonu’da Nasrullah Camiinde "güler yüz gös
teren düşmanları dost edinmemek gerektiği" yolunda bir Âyeti (Âli İmran, 118) açık
ladıktan sonra, sözü iç isyanlara getirir: "Müslümanlar, gözünüzü açın! Yıllardır bi
zim iliğimizi kurutan iç meselelerin hepsi düşman parmağı ile çıkarılmıştır. Bugün
de, Adapazarı, Düzce, Yozgat, Bozkır, Biga, Gönen, Konya isyanları hep düşmanın
işidir. Artık kime hizmet ettiğimizi, kimin hesabına birbirimizin gırtlağına sarıldığımı
zı anlamalıyız!"
Mehmet Âkif, Nasrullah Camiindeki bu konuşmasında, Osmanlı hükümetinin 10
Ağustos 192O'de imzaladığı Sevres antlaşması ile milletin nasıl esarete itildiğini
gösterir. O, Batılı devletlerin Türkler ve Müslümanlara ilişkin oyunlarını halkın göz
leri önüne serer. Fakat, şu açıklamayı yapmayı da gerekli bulur; "Batıklara karşı
olan duygumuzu hiç bir zaman onların ilimlerine, sanatlarına yansıtmamalıyız.
Çünkü medeniyetin bu alanlarında onlara uymazsak yaşayamayız." (Mehmet Âkif
için ayrıca bkz. Soru 105 ve 110),
Aralık 192Tden itibaren, halkın ve memurların bilgilendirilmesi için, Ankara'da
önde gelen aydınlar tarafından Serbest Âlî Dersler adıyla, Tarih, Türk ve Batı Ede
biyatı, Eğitim, Hukuk, İktisat, Sosyoloji alanlarında herkese açık ders ve konferans
lar verilmiştir,^'
*
14
Cemil Öztürk. Serbest Âli Dersler...
15
Nuri Köstüklü, Kâzım Karabekir ve Eğitim.
KURTULUŞ SAVAŞI DÖNEMİ 325
Çocuk Davamız, Şarkılı İbret, Öğütlerim. Onun, İstiklâl Harbimiz başlıklı değerli ve
hacimli eserinde de eğitimle ilgili bazı çalışmaları hakkında bilgiler vardır.
"Kuvvetli millet kuvvetli fertlerle olur" diyen Karabekir, disipline, ciddiyete, bede
nî güce, ahlâkî ve fikrî ilerlemeye dayanan bir eğitim anlayışı savunmuştur. Bazı
görüşleri özetle şöyledir: Fakirlikten kurtulmamız cehaletten kurtulmakla mümkün I
tlJ
dür. Bunun için ilkokullar bulundukları çevrenin şartlarına göre öğretim yapmalı,
köy eğitimi köylünün ihtiyaçlarına göre ve tarımsal gelişmeyi sağlayacak biçimde
düzenlenmelidir. Köy çocukları bazı merkezlerde toplanarak sanat ve tarım eğiti
minden geçirilmelidir. Makinalaşmalı, şirketler kurulmalıdır. Eğitimin yaygınlaştırıl
ması taşrada kurulacak kültür merkezleri (üssülhareke) kanalıyla olabilir. Orta öğre
tim, yüksek öğretime hazırlamaktan çok meslekî ve teknik eğitime ağırlık vermeli ve
iş adamı yetiştirmelidir. Ders kitapları ve dilimiz Arapça ve Farsçanın etkisinden
kurtarılmalıdır. O, çocuklar için Şarkılı İbret adında şiirler ve müzikli küçük tiyatro
oyunlarından oluşan bir kitap yazmış, yurdun çeşitli yerlerinde gezdirdiği şehit ço
cuklarına bunları oynatmıştır.
Karabekir, görüşlerini kısmen uygulama alanına da koymuştur. 15.Kolordu ko
mutanı olarak 1919 Mayıs başında Erzurum'a geldiğinde Ermeni zulmünün ve sa
vaşların yetim bıraktığı çok sayıda Türk çocuğu ile karşılaşmıştır. Karabekir, bu
çocukları koruyan ve çeşitli meslekler öğrenmelerini sağlayan okullar açmıştır. Er
zurum ve Sarıkamış'ta açtığı bu tür okulların başlıcaları şunlardır: Sanayi Mektebi,
Leylî Yetimler İptidaî Mektebi, Erzurum Ana Mektebi, İş Ocağı, Sıhhiye Mektebi,
Sarıkamış Askerî İdadîsi, Sarıkamış Ana Mektebi.
)
I
jfe-
V. BÖLÜM
e TÜRKİYE CUMHURİYETİ
(1923'ten sonraki dönem)
Gerek bu ikili tasnifte, gerek yapılabilecek öteki ayırımlarda her dönemin eğitim
bakımından bazı farklı özellikleri bulunduğu ileri sürülebilir. Fakat biz, esasta.
Cumhuriyet döneminin gelişen tek bir çizgi oluşturduğu kanısındayız ve konumuzu
3İt ÖÖImemlere göre değil, bütünlük içinde ele alacağız.
alt
/cı
Cumhuriyet dönemi eğitiminin temei özellikleri şunlardır:
ö. Eğitim demokratikleşmiştir.
7. Özellikle tarih ve dil konularında milli bir amaca yönelme başlamıştır. Ancak,
zaman zaman bu alanlarda aşırılıklara da gidilmiştir.
8. Lâtin harfleri kabul edilmiştir.
9. Kadın eğitimine önem verilmiştir, bu alanda büyük gelişme sağlanmış ve er
kek - kız karışık (karma) eğitim kesinlikle gerçekleşmiştir.
10. Kurtuluş Savaşının kazanılması ve 1938'e kadar Atatürk'ün varlığı, tüm hal
328 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
1
Hamide Topçuoğlu, 10. Yıl, 10 .Sınıf,Sümerbank Dergisi, Kasım 1974.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ 329
bazıları da büyük boyutlara ulaşmıştır.^
26. Kitle iletişim araçları (basın, radyo, TV, sinema, video filmleri, vs.) eğitim ve
öğretime yeterli destek ve katkıda bulunmamışlardır.
27. Siyasal etkenler, bozuk kentleşme, kaynak yetersizliği, umursamazlık, şekle
önem verme vs. gibi nedenlerle eğitimde nitelik yeterince sağlanamamıştır.
28. Öğretim yöntemleri ve öğrenci disiplini konusunda, geçmişten gelen etkiler
kısmen sürüp gitmiştir (ezbercilik, vs.),
29. Türk eğitim tarihinin geniş tecrübe ve fikir birikiminden asıl günümüzde ders
alınması gerekirken, ilgililerde ve aydınlarda bu konuda yeterli bilinçlenme ve çaba
görülmemektedir.
<1
124?« Tevhid-i Tedrisat nedir?^
j3u amaçla 3 Mart 1924'te 430 sayılı Tevhid-LTedrisat Kanonu çıkarılraıstır. "Öğ-
retimlerin birleştirilmesi" anlamına gelen bu kanunla şu düzenlerneİS^^tirilmiştir;
2
Cumhuriyet dönemi eğitimi için bkz :
Nevzat Ayaş, Türkiye Cumhuriyeti Millî Eğitimi; M.N. Kodamanoğiu, Türkiye'de Eğitim (1923-1960)
A.Ataünai-R.Özalp, Türk Milli Eğitim Sisteminde Düzenleme Teşkilatı; Y.K. Kaya, İnsan Yetiştirme Dü
zenimiz; Haşan Cicioğlu, Türkiye Cumhuriyetinde İlk ve Orta Öğretim; Mustafa Ergün, Atatürk Devri
Türk Eğitimi; Cumhuriyet Döneminde Eğitim (çeşitli yazarlar); Ersoy Taşdemirci, Cumhuriyet Dönemi
Türk Milli Eğitim Politikası;Cumhuriyet Dönemi Eğitimcileri (çeşitli yazarlar); S.Akgün-M.Uluğtekin, Mi-
sak-ı Maarif; Zekâ! Baloğlu, Türkiye'de Eğitim;Necdet Sakaoğlu, OsmanlI’dan Günümüze Eğitim Tarihi;
Avni Akyel, Önce ve Sonra Eğitim; A.K. Bilgiseven, Milli Eğitim Stratejimiz Nasıl Olmalıdır? i.E. Başaran,
Türkiye Eğitim Sisfemi; S. H. Bolay, Türk Eğitim Sistemi, Alternatif Perspektif; Yeni Türkiye, Eğitim Özel
Sayısı, 1996; Teper Akbaba, Demokrat Parti; Mahmut Âdem, Atatürkçü Düşünce Işığında Eğitim Politi
kamız, ioııiciıı
ndiıiı^, Güven,, Türkiye'de
İsmail sjjuvcii Devlet, t-^ıuıu
luınıycuc Ly^vı^rı, Osman Kafadar,t Türkiye'de Kültürel Dönü-
Eğitim ve İdeoloji; >^ijıııaıı
sûmler ve Felsefe Eğitimi; Mustafa Ergün, Cumhuriyet Döneminde Türkiye’de Eğitim Tarihi.
\/_ı_ __ Al.....".
Yahya Akyüz, — -r."..-ı..
Türk Eğitim ■T.-«»-5kı> A/Srtfotim
Tarihi Açısından Dirliği Vacacmın
Öğretim Biriiği Yasasının fınomi
Önemi.
k
330 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
4
Seçil Akgün , Halifeliğin Kaldırılması ve Laiklik (1924-1928).
5
Ayrıntılı bilgi için bkz. Beyza Bilgin, Eğitim Bilimi ve Din Eğitimi; Beyza Bilgin, Tevhid-i Tedrisat Kanunu ve
Din Eğitimi; Muallâ Selçuk, Din Öğretimi Özgürleştiren Bir Süreç Olabilir mi?; Recai Doğan, Cumhuriyetin
hk Yıllarında Tevhid-i Tedrisat Çerçevesinde... Tartışmalar; Halis Ayhan, Türkiye'de Din Eğitimi.
O.Ergin, Türkiye Maarif Tarihi, C.5, s. 1702, 1707, vs.
1(
TÜRKİYE CUMHURİYETİ
I
331
i
1Yahya Akyüz, Türkiye'de Öğretmenlerin Toplumsal Değişmedeki Etkiten, s. 275-281; Yahya Akyüz, Le
Parti PoHticjue Unique de ta Turguie et l'Education Politigue du Peuple (1923-1946).
332 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
8
Yahya Akyüz, Cumhuriyetin Başında Türk Çocuğunun "Yaşam İlkeieri'ne İlişkin Orijinal Bir Belge ve
Bazı Yabancı Örnekler.
9
Yahya Akyüz, OsmanlIdan Cumhuriyete Geçerken Gençliğin Düşünce ve Niteliklerindeki Dönüşümle
re Bir Bakış.
■S
TÜRKİYE CUMHURİYETİ 333
j»
eline teslim edilmiş olan her Türk çocuğunu Cumhuriyet rejiminin psikoloji ve ideolo ..ii
jisini tamamiyle kavramış, Türk milleti ve Türkiye Cumhuriyeti için son derecede fay
dalı bir Türk vatandaşı haline getirmeğe mecburdur" der.
Öğretmenlerin siyasî eğitim vermelerini isteyen genelgelerden biri de Bakan H.A.
Yücel'in kaleminden çıkmıştır ve valiliklere bildirilmiştir (Mart 1939); "Mebus seçimi
için ikinci seçmenlerin seçilmesine başlanacağı şu günlerde Cumhuriyet idaresinin
feyizleri, CHP ilkeleri, kurtuluş, inkılâp ve terakki yollarında bu ilkelerin isabetli etki
leri ve ürünleri, seçim işlerine karşı ilginin ve seçime katılmanın en önemli vatanî
ödevlerden olduğunu, mebusluk ve TBMM konularında bütün okullarımızda öğ
İSİ
retmenler tarafından talebeye dersler ve konferanslar verilerek talebenin etraflı
surette aydınlatılmalarının sağlanması." ■ '-I
Cumhuriyet döneminde zaman zaman, özellikle ilkokullarda Hayat Bilgisi der
sinde çevre gezilerine ve uygulamalara çok yer verilmiştir. Çarşı, pazar, resmî bina 'i
lar öğrencilerce topluca ve bireysel olarak gezilir, dersler böyle yapılırdı. Okul, haya
tı tanımaya yöneliyor, hayat okulun içine giriyordu. İnceleme gezilerini bazı yönetici
‘8
Sİ
ler çok iyi karşılıyor ve teşvik ediyorlardı. Fakat bu uygulamaların daha ziyade ge
,!
lişmiş kentlerde ve nitelikli öğretmenlerce yapıldığında kuşku yoktur. Geniş öğret
men kitleleri, kendi yetişmelerindeki aksaklıklar nedeniyle, kitabîlik ve ezbercilik
gibi geleneksel yöntemlerin dışına pek çıkamamakta ve yeni bir eğitim anlayışı ve
I
btft
yaşamı okulların çoğuna girememektedir.
1973 tarihli Millî Eğitim Temel Kanunu ile millî eğitimin amaçları ve ilkeleri toplu
ve ayrıntılı olarak tesbit edilmiştir. Bu kanun Haziran 1983'te kısmen değişti
rilmiştir. Son şekline göre, millî eğitimin genel amaçları şöyledir:
"Türk milletinin bütün fertlerini,
1. Atatürk inkılâp ve ilkelerine ve Anayasada ifadesini bulan Atatürk milliyetçi
liğine bağlı, Türk milletinin millî, ahlâkî, İnsanî, manevî ve kültürel değerlerini
benimseyen, koruyan ve geliştiren; ailesini, vatanını, milletini seven ve daima yük
seltmeye çalışan; insan haklarına ve Anayasanın başlangıcındaki temel ilkelere
dayanan demokratik, layik, sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyetine
karşı görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları davranış haline getirmiş yurttaş
''
lar olarak yetiştirmek;
i. Beden, zihin, ahlâk, ruh ve duygu bakımından dengeli ve sağlıklı şekilde ge-
lişniiş bir kişiliğe ve karaktere, hür ve bilimsel düşünme gücüne, geniş bir dünya
görüşüne sahip, insan haklarına saygılı, kişilik ve teşebbüse değer veren, topluma S
karşı sorumluluk duyan, yapıcı, yaratıcı ve verimli kişiler olarak yetiştirmek; S'
3. ilgi, istidat ve kabiliyetlerini geliştirerek gerekli bilgi, beceri, davranışlar ve bir . )
likte iş görme alışkanlığı kazandırmak suretiyle hayata hazırlamak ve onların, ken
dilerini mutlu kılacak ve toplumun mutluluğuna katkıda bulunacak bir meslek sahibi
olmalarını sağlamak.
Böyiece, bir yandan Türk vatandaşlarının ve Türk toplumunun refah ve mutlulu i'
ğunu artırmak; öte yandan millî birlik ve bütünlük içinde İktisadî, sosyal ve kültü
rel kalkınmayı desteklemek ve hızlandırmak ve nihayet Türk milletini çağdaş uygar
lığın yapıcı, yaratıcı seçkin bir ortağı yapmaktır".
Aynı Kanun, "millî eğitimin temel ilkelerini” de, özetle, şöyle belirtmektedir;
1. Genellik ve eş/Y///(; Eğitim kurumlan, dil, ırk, cinsiyet ve din ayırımı göze-
i I
334 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
tilmeksizin herkese açıktır. Eğitimde hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imti
yaz tanınamaz.
2. Ferdin ve toplumun ihtiyaçları: Eğitim Türk vatandaşlarının istek ve kabiliyet
leri ile toplumun ihtiyaçlarına göre düzenlenir.
^^yöneltme: Fertler, eğitimleri süresince, ilgi, istidat ve kabiliyetleri ölçüsünde
ve doğrultusunda çeşitli programlara veya okullara yöneltilerek yetiştirilirler. Millî
eğitim sistemi her bakımdan, bu yöneltmeyi gerçekleştirecek biçimde düzenlenir.
4. Eğitim hakkı: Temel eğitim görmek her Türk vatandaşının hakkıdır. Sonraki
eğitim kurumlarından vatandaşlar ilgi, istidat ve kabiliyetleri ölçüsünde yararlanırlar.
5. Fırsat ve imkan eşitliği: Eğitimde kadın, erkek herkese fırsat ve imkân eşitliği
sağlanır. Maddî imkânlardan yoksun başarılı öğrencilerin en yüksek eğitim kade
melerine kadar öğrenim görmelerini sağlamak amacıyla parasız yatılılık, burs, kredi
ve başka yollarla gerekli yardımlar yapılır. Özel eğitime ve korunmaya muhtaç
çocukları yetiştirmek için özel tedbirler alınır.
6. Süreklilik: Genel ve meslekî eğitimin hayat boyu sürmesi esastır.
7. Atatürk İnkılâp ve İlkeleri ve Atatürk milliyetçiliği: Eğitim sistemimizin her de
rece ve türü ile ilgili ders programlarının hazırlanıp uygulanmasında ve her türlü
eğitim faaliyetlerinde Atatürk inkılâp ve ilkeleri ile Anayasada ifadesini bulmuş
olan Atatürk milliyetçiliği temel olarak alınır. Millî ahlâk ve millî kültürün bozulup
yozlaşmadan kendimize has şekli ile, evrensel kültür içinde korunup geliştirilmesi
ne ve öğretilmesine önem verilir. Millî birlik ve bütünlüğün temel unsurlarından biri
olarak Türk dilinin, eğitimin her kademesinde, özellikleri bozulmadan ve aşırılığa
kaçılmadan öğretilmesine önem verilir, çağdaş eğitim ve bilim dili halinde zengin
leşmesine çalışılır.
8. Demokrasi eğitimi: Güçlü ve istikrarlı, hür ve demokratik bir toplum düzeninin
gerçekleşmesi ve devamı için yurttaşların sahip olmaları gereken demokrasi bilin
cinin, yurt yönetimine ait bilgi, anlayış ve davranışlarla sorumluluk duygusunun ve
manevî değerlere saygının her türlü eğitim çalışmalarında öğrencilere kazandırılıp
geliştirilmesine çalışılır; ancak, eğitim kurumlarında Anayasada ifadesini bulan
Atatürk milliyetçiliğine aykırı siyasî ve ideolojik telkinler yapılmasına ve bu nitelik
teki günlük siyasî olay ve tartışmalara karışılmasına hiçbir şekilde meydan veril
mez.
9. Layikiik'. Bu maddenin 1973 tarihli şekli şöyle idi;
'Türk eğitiminde layikiik esastır. Din eğitimi ve öğretimi ancak kişilerin kendi is
teği ve küçüklerin de kanunî temsilcilerinin isteğine bağlı olarak verilir. Bu istek,
kayıt esnasında veliler tarafından okul idaresine yazılı olarak bildirilir."
Haziran 1983 tarihli son şekli şöyledir:
"Türk millî eğitiminde layikiik esastır. Din kültürü ve ahlâk öğretimi ilkokul ve or
taokullar ile lise ve dengi okullarda okutulan zorunlu dersler arasında yer alır."
10. Bilimsellik: Her derece ve türdeki ders programları ve eğitim yöntemleriyle
ders araç ve gereçleri, bilimsel ve teknolojik esaslara ve yeniliklere, çevre ve ülke
ihtiyaçlarına göre sürekli olarak geliştirilir.
11. Plânlılık: Millî eğitimin gelişmesi İktisadî, sosyal ve kültürel kalkınma hedef
lerine uygun olarak eğitim-insangücü-istihdam ilişkileri dikkate alınmak suretiyle,
TÜRKİYE CUMHURİYETİ 335
O'nun eğitim tarihimizde yer tutma nedenlerinden biri, eğitimimize ilişkin gözlem
ve teşhislerde bulunmuş, eğitimimizin temel hatalarını görmüş ve milletimize
göstermiş olmasıdır. Atatürk acaba neden eğitimimizin geçmişine ve o dönemdeki
durumuna ilişkin gözlem ve teşhislerde bulunmuştur?
O'nun eğitimimize ilişkin gözlem ve teşhislerde bulunması çocukluk yıllarına ka
dar gider. O, "çocukluğuma dair ilk hatırladığım şey mektebe gitmek meselesine
aittir" der. Yine şöyle söylemiştir: "Daha çocukken, dersler, kitaplar arasında yuvar
lanırken hissederdim ki bu dilin bir şeye ihtiyacı var. O ihtiyacın ne olduğunu, nasıl
elde edileceğini bilmezdim; fakat mutlaka bir şey lâzım olduğunu duyardım."
Ata^jjrk, çocukluk ve gençlik yıllarını Osmanlı Devletinin son ve en buhranlı, en
çalkantılı dönemlerinde yaşamıştır. Üstelik O, bu çağlarını bir kazan gibi kaynayan
Balkanlarda, sonra İstanbul ve ülkenin çeşitli yerlerinde geçirmiş, yıkılmakta olan
Devletin çöküş sebeplerini ve kurtarılma yollarını düşünme fırsatı bulmuştur. O
İstiklâl Savaşı ve inkılâpları ile, Türk milletinin yok olmasını önlemiş, yeni bir Devlet
kurmuştur. Bütün bu tarihî olaylar, O'nun bir vatanperver ve gözlemci aydın, asker,
önder ve Devlet kurucusu olarak, sosyal hayatımızın dertlerine ilişkin somut, elle
tutulur, açık seçik teşhislerde bulunmasını ve yine somut, açık, inandırıcı, kesin
kurtuluş önerileri ve çareleri düşünüp ileri sürmesini gerekli kılmıştır. O şöyle der:
"Bir milletin felâkete uğraması demek, o milletin hasta, hastalıklı olması demektir.
10
Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri; Utkan Kocatürk, Atatürk'ün Fikir ve Düşünceleri; Burhan Göksel,
Atatürk'ün Eğitim konusundaki Görüşleri ve Misak-ı Maarif; Yahya Akyüz, Atatürk'ün Türk Eğitim Tari
hindeki Yeri; Yahya Akyüz, Cumhuriyet, Gençlik ve Eğitim; Yahya Akyüz, Atatürk Öğretmenlere Dedi ki;
Cemil Sönmez, Atatürk ve Çocuklar; Atatürkçü Düşünce (1992, çeşitli yazarlar).
j
î
r
fi
336 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
Bu nedenle kurtuluş, toplumdaki hastalığı tesbit ve tedavi etmekle elde edilir." Yine
O, "geçmişin hatalarını kökünden temizlemek, düzeltmek" gerektiğini belirtir.
Eğitimle ilgili hastalıklar ve hatalar ise, pek tabiî bunların başında gelmektedir.
Atatürk'ün eğitimimizin durumuna ilişkin başlıca gözlem ve teşhislerini birkaç
maddede toplayabiliriz:
"Bu memlekette eskiden beri bilgisizlik devam ediyor. Eski idareler, bu bilgisizli
ği sürdürmeyi kendi devamları için gerekli görüyorlardı. Bu memlekette cehaleti
süratle ortadan kaldırmak lâzımdır. Başka kurtuluş yolu yoktur."
Atatürk'ün, bilgisizlik ve zararları konusunda yaptığı başka gözlemlerde vardır:
! "Milleti yüzyıllarca başkalarının hırs ve faydalanma aracı kılan en büyük
j düşmanı bilgisizliktir. Milleti yüzyıllarca kendi benliğine sahip yapmayan, milleti
I
yüzyıllarca kendi hakkında ihtiyatsız bulunduran hep bu bilgisizliktir. Hü
kümdarların, şunun bunun milleti esir gibi, köle gibi kullanmaları, bütün vatanı
kendi öz arazileri gibi saymaları hep milletin bu bilgisizliğinden istifade edebilmek
sayesinde idi. Gerçek kurtuluşu istiyorsak, her şeyden önce, bütün kuvvetimiz,
bütün süratimizle bu bilgisizliği yok etmeye mecburuz. Burada bilgisizliği yalnız
okuyup yazmak anlamına almıyoruz..."
"Biz cahil dediğimiz vakit mutlaka mektepte okumamış olanları kastetmiyoruz.
Kastettiğimiz ilim, hakikati bilmektir. Yoksa okumuş olanlardan en büyük cahiller
çıktığı gibi, hiç okumak bilmeyenlerden de hakikati gören hakikî âlimler çıkar."
"Bu memleketin asıl sahibi ve toplumumuzun esas unsuru köylüdür, işte bu
köylüdür ki bugüne kadar bilgi ışığından yoksun bırakılmıştır."
"Bir milletin yüzde onu, yirmisi okuma yazma bilir, yüzde sekseni okuma yazma
bilmezse, bu ayıptır. Bundan insan olanlar utanmak lazımdır."
2. Eğitim öğretim yöntemlerimiz uygun değildir
Atatürk, öğrencilik hayatında, baskıya-kısmen serbestiye dayanan, pasif-etkin,
nakilci (ve ezberci) - deneyci, akılcı eğitim ve öğretim yöntemlerini bizzat yaşamış,
Türk çocuklarının, gençlerinin yüzyıllardır nasıl yetiştiklerini ve bunun ne gibi so
nuçlar verdiğini incelemiş, gözlemiştir.
Mustafa Kemal, ilk defa, geleneksel ve basit bir öğretim yapan mahalle mekte
binde öğrenime başlamış, bir kaç gün sonra buradan ayrılıp Şemsi Efendinin yeni
yöntemlere göre öğretim yapan okuluna gitmiştir. O, ilk gittiği ve geleneksel
yöntemlerin uygulandığı mahalle mektebini sevmemiştir. Yıllar sonra, subay ola
rak Selânik'te bulunduğu sırada her iki okulu da ziyaret etmiş, ilk gittiği mahalle
mektebinin kapısında kocaman bir kilit görünce "kapanması isabet olmuş" demiştir.
Şemsi Efendinin yeni pedagoji yöntemlerine göre eğitim öğretim yapan ilkoku
lunda ve daha sonraki askerî okullarda ise Mustafa Kemal çok iyi yetişmiştir. O,
özellikle Şemsi Efendinin okulunda, yeni yöntemlerin ve hecelemede yenilik
yapılarak sesleri ve kelimeleri okuma yöntemine geçilmesinin öğrencileri güç
lüklerden kurtardığını görmüş, O'nda yıllar sonra Alfabe değişikliği fikri ve uygulama
sında şüphesiz bunun da etkisi olmuştur.
İlkokuldan sonra önce Selanik’te Mülkî (Sivil) Rüşdiye'ye girmiş, burada Mate
matik öğretmeni ve müdür yardımcısı Hüseyin Efendi O'nu haksız yere dövmüş.
îi
TÜRKİYE CUMHURİYETİ 337
Vücudunu kan içinde bırakmıştır. Olay, bir disiplinsizlik olayı idi ve Mustafa Ke
mal'in suçu yoktu. Annesi Zübeyde Hanım, "o senin hocandır, dövebilir" diye teselli
etmeye çalışmasına rağmen O, haksız yere öğretmeninden bile dayak yemeyi
hazmedemiyor, öğrencilerin, dayağa maruz kalmasını insanlık haysiyet ve onuruna
yediremiyordu. Bu olaydan sonra okuldan ayrılıp Askerî Rüşdiye'ye kaydoldu.
Bütün bu acı-tatlı tecrübelerden, gözlemler ve incelemelerden sonra Atatürk
Temmuz 192rde Ankara'da toplanan Maarif Kongresi'nde, öğretmenlerimizin
önünde, Türk eğitim tarihinin en önemli teşhislerinden birini yapmıştır:
"Şimdiye kadar takip olunan tahsil ve terbiye usûllerinin (yöntemlerinin), milleti
mizin gerileme tarihinde en önemli bir âmil (etkili sebep) olduğu kanaatindeyim."
3. Çocuklarımız üzerinde ailenin baskısı vardır
Atatürk, ailelerin çocuklar hakkında yanlış bir tutumuna da ana babaların dikka
tini çeker:
"Çoğu ailelerde öteden beri çok kötü bir alışkanlık var: Çocuklarını konuşturmaz
ve dinlemezler, zavallılar lafa karışınca, 'sen büyüklerin konuşmasına karışma'
der, sustururlar. Ne kadar yanlış, hatta zararlı bir hareket..."
4. Bir milletin yükselmesi de, alçalması da eğitiminin millî olup olmaması ile ilgi
lidir. Bizim eğitimimiz ise millî değildir
Atatürk, Eylül 1924'te Samsun'da öğretmenlerle yaptığı konuşmada şu çok
önemli teşhis ve tesbitte bulunur:
"Terbiyedir ki bir milleti ya hür, bağımsız, şanlı, yüksek bir toplum halinde ya
şatır veya bir milleti kölelik ve yoksulluğa terkeder"
"(...) Yeryüzünde üç yüz milyondan fazla İslâm vardır. Bunlar ana, baba, hoca [S
terbiyesiyle terbiye ve ahlâk almaktadırlar. Ne yazık, gerçek şu ki, bütün bu milyon
larca insan kütleleri, şunun veya bunun kölelik ve horlanma zincirleri altındadır.
Aldıkları manevî terbiye ve ahlâk onlara bu kölelik zincirlerini kırabilecek insanlık
meziyetini vermemiştir, veremiyor. Çünkü terbiyelerinin amacı millî değildir."
Aynı konuşmasında şunları da söylemiştir:
"Geçmişte, yüzyıllarca süren Türk devletlerinin devirlerine dikkat ediniz. Türk,
’ kendi ruhunu, benliğini, hayatını unutmuş, nereden geldiği belirsiz bir takım baş- îl
l^önların şuursuz vasıtası olmak durumuna düşmüştür. Türk milleti kendi benliğini,
kpndi dimağını, kendi ruhunu unutur gibi olmuş ve mevcudiyetiyle, neticesi hor
görülüş, esaret olan, karşılıksız köle olmaya giden alçak bir amaca doğru sü
rüklenmiştir. Millet ne yazık ki, bu dalgınlık halini çok sürdürdü, bu yüzden de her
türlü yoksulluklara ve olumsuz durumlara katlanmalara uğramaktan kendini kurta
ramadı. Bütün bu başeğmeleri, aldığı millî olmayan eğitimin kaçınılmaz gereği oldu
ğunu farketmeksizin, sağlam bir terbiyenin etkisi olduğu kanısıyla uyguluyordu.
Terbiyenin esası, terbiyenin amacı ve rhahiyeti ne büyüktür!"
Atatürk'e göre, millî olmayan eğitimimiz, yüzyıllardır süren felâketlerimizin temel
nedenlerindendir. Balkanların elimizden çıkma sebebi de, buradaki toplumların dil
kurumlan ve eğitimleri ile millî şuurlarının uyandırılmış olmasıdır.
■ft
5. İstikrarlı eğitim politikamız yoktur
Atatürk, Osmanlı eğitiminin son dönemleri için 1923'te şu teşhiste bulunmuştur: ;î
338 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
"Her Maarif Nazırının, birer programı vardı. Memleketin eğitiminde, çeşitli prog
ramların uygulanması yüzünden öğretim berbat bir hale gelmiştir."
Ocak 1923'te Eskişehir'de bir eğitim müdürü ile konuşan Atatürk, sonra şu
açıklamayı yapmıştır:
"Bu, yirmi otuz yıllık eğitim müdürü memleketimizin çeşitli yerlerini dolaşmış,
dediklerine göre, birbirine zıt bir çok programlar almış, uygulamış ve uygu-
lattırmıştır. Çünkü hükümet başına gelen her Nazır, kendine göre bir program
yapıyor, onu tamim ediyor, uygulamaya çalışıyor. Bir müddet sonra başka bir
Nazır geliyor, onu beğenmiyor, başka bir program uygulatıyor."
6. Eğitimimizin amacı, kendini, hayatı bilmeyen, her konuda yüzeysel bilgi sa
hibi, tüketici insan yetiştirmek olmuştur.
O, her Nazırın başka bir program uygulattığını söyledikten sonra der ki: "Bütün
bu uygulama ve programlar ne veriyordu? Çok bilmiş, çok öğrenmiş bir takım in
sanlar... Ama neyi bilmiş? Bir takım nazariyatı (kurumsal, kitabî şeyleri) bilmiş!
Fakat neyi bilmemiş? Kendini bilmemiş, hayatını, ihtiyacını bilmemiş ve aç kalmış!
İşte, bu öğrenim tarzının uğursuz sonucu olarak denilebilir ki, memlekette aydın
olmak demek, çok bilmiş olmak demektir, sefâlete ve fakirliğe mahkûm olmak de
mektir."
Atatürk, bilimin her alanda olduğu gibi eğitimde de bize tek rehber olması ge
rektiğini söylemiştir. Bu açıdan da o, eğitim tarihimizde yepyeni bir çığır açmıştır.
Ekim 1922'de Bursa'da öğretmenlere seslenirken şöyle demiştir:
"Milletimizin siyasî, İçtimaî hayatında, milletimizin fikrî terbiyesinde de rehberi
miz ilim ve fen olacaktır(...) ilim ve fen nerede ise oradan alacağız ve milletin her
ferdinin kafasına koyacağız. İlim ve fen için kayıt ve şart yoktur."
Eylül 1924'te Samsun'da öğretmenlere seslenişi şöyledir:
"Dünyada herşey için, maddiyat için, maneviyat için, hayat için, başarı için en
gerçek yol gösterici ilimdir, fendir, ilim ve fennin dışında kılavuz aramak gaflettir,
bilgisizliktir, dalâlettir (yolunu sapıtmadır)."
Temmuz 1927'de İstanbul'da öğretmenlere seslenişinde aynı konuyu işler:
"Eski hocalar nasıl dinî esastan (topluma) hâkim olmuşlarsa, öğretmenler
de ilim esasından kazanmaya başladıkları hâkimiyeti sonuca ulaştırmalıdırlar."
Son olarak, 29 Ekim 1933'teki Onuncu Yıl Söylevi’ne değinelim:
"Türk milletinin yürümekte olduğu ilerleme ve medeniyet yolunda elinde ve ka-
3da tuttuğu meşale, müsbet ilimdir."
I
TÜRKİYE CUMHURİYETİ 341
başarıyı sağlayan, kullanılabilir bir "araç" olmalı, her öğretim düzeyinde, İktisadî
hayatta "etkili olacak uygulamalı bilgiler" kazandırılmalıdır.
Atatürk, Şubat 1923'te İzmir'de toplanan Türkiye iktisat Kongresi’nüe de bu
konu üzerinde önemle durur?’O, "kanaat tükenmez bir hazinedir" şeklindeki top
lumdaki yaygın deyişin yanlış yorumlanarak ülkeye büyük "kötülük" edildiğini, oysa
amacın, "ülkenin bayındırlığı, ulusun refah ve zenginliği olması gerektiğini"
vurgular ve der ki : "Çocuklarımıza o şekilde eğitim, öğretim, bilim ve irfan ver
meliyiz ki, ticaret, tarım, sanat alanlarında yararlı, etkin, faal, uygulayıcı olsunlar,
ilk ve orta öğretim bu esasa göre düzenlenmelidir."
1931'de şöyle der;
"ilk ve orta öğretim mutlaka insanlığın ve uygarlığın gerektirdiği ilmi ve tekniği
versin, fakat o kadar pratik bir biçimde versin ki, çocuk okuldan çıktığı zaman aç
kalmaya mahkûm olmadığına emin olsun."
Özetle O, eğitimin, herşeyi biraz bilen fakat hiçbir şeyi iyi bilmeyen, sefalet ve
açlığa mahkûm İnsanlar değil, üretici, yararlı, hayatta başarılı olacak insanlar ye
tiştiresin! istemiştir.
( S^ğitim çocuğa hürriyet vererek, yeni nesillerde fazilet, fedâkârlık, düzen, di-
sîpfrfT, kendine ve milletimizin geleceğine güven duygularını geliştirmelidir
Temmuz 192Tde Maarif Kongresini açarken şöyle demiştir:
"Yeni neslin donatılacağı manevî nitelikler arasında kuvvetli bir fazilet aşkı ve
kuvvetli bir düzen ve disiplin fikri de yer almalıdır."
Atatürk'e göre, bir çocuğun normal öğretim derecelerinden geçerek okulda ye
tişmiş olması şarttır ve eğitimde düzen ve disiplin başarının esasıdır.
O, düzen ve disiplinin eskisi gibi dayağa, baskıya değil, sevgiye ve özgürlüğe
dayandırılmasını ister. Çocukların, büyüklerin yanında konuşturulmamasının çok
yanlış olduğunu belirtir ve der ki:
"Tam tersine, çocukları serbestçe konuşmaya, düşündüklerini, duygularını ol
duğu gibi ifade etmeye teşvik etmelidir. Böylece, hem hatalarını düzeltmeye imkân
bulunur, hem de ileride yalancı ve riyakâr olmalarının önüne geçilmiş olur.
Kısacası çocuklarımızı artık, düşüncelerini hiç çekinmeden açıkça ifade etmeye,
içtep inandıklarını savunmaya, buna karşılık da başkalarının samimî düşüncelerine
saygı beslemeye alıştırmalıyız. Aynı zamanda onların temiz yüreklerinde, yurt,
ulus, aile ve yurttaş sevgisiyle beraber doğruya, iyiye ve güzel şeylere karşı sevgi
ve ilgi uyandırmaya çalışmalıdır. Bence bunlar, çocuk eğitiminde, ana kucağın
dan en yüksek eğitim ocaklarına kadar her yerde, her zaman üzerinde durulacak
önemli noktalardır. Ancak bu şekildedir ki, çocuklarımız memlekete yararlı birer va
tandaş ve mükemmel birer insan olurlar."
O, çocuklarımıza ideal (ülkü) aşılanmasını ve onların çalışkan olmalarını istemiştir:
"Hiç bir şeye muhtaç değiliz, yalnız tek bir şeye ihtiyacımız vardır: Çalışkan ol
mak. Toplumsal hastalıklarımızı tetkik edersek temel olarak bundan başka, bun
dan önemli bir hastalık keşfedemeyiz; hastalık budur. O halde ilk işimiz bu hasta
lığı esaslı surette tedavi etmektir, milleti çalışkan yapmaktır. Zenginlik ve onun
11
Gündüz Ökçün, Türkiye İktisat Kongresi, s.243-256.
342 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
!
»
doğal sonucu olan refah ve mutluluk yalnız ve ancak çalışkanların hakkıdır." (Ocak
1923'te gazetecilere yaptığı konuşma).
"Gelecek için hazırlanan vatan evlâdına, hiçbir güçlük karşısında baş eğ
i meyerek tam sabır ve dayanma ile çalışmalarını ve öğrenimdeki çocuklarımızın
h anne ve babalarına da yavrularının öğrenimlerinin tamamlanması için her fedâkâr
lığı göze almaktan çekinmemelerini tavsiye ederim."
Atatürk öğrencilerimizin kendilerine ve milletine güven duygusu ile yetişme
lerini, asla aşağılık duygusuna kapılmamalarını da ister. 1936'da şöyle demiştir:
l
i "Türkiye Cumhuriyetinin özellikle bugünkü gençliğine ve yetişmekte olan ço
cuklarına sesleniyorum: Batı senden, Türk'ten çok geriydi. Mânâda, fikirde, tarihte
bu böyleydi. Eğer bugün Batı nihayet teknikte bir yükselme gösteriyorsa, ey Türk
çocuğu, o kabahat da senin değil, senden evvelkilerin affolunmaz ihmalinin bir sonu
cudur. Şunu da söyleyeyim ki, çok zekisin! Fakat zekânı unut! Daima çalışkan ol!"
Atatürk, sporu da, millî terbiyenin ana unsurlarından sayar.
O, gençliğe kazandırılacak bütün özellikler ve eğitimin layik ve karma eğitim
İçinde gerçekleştirilmesini ister.
Eğitim toplumu cehaletten kurtarmalı, onun bilgi ve ahlâk düzeyini yük-
seltmeli, kabiliyetlerini ortaya çıkarıp geliştirmelidir
Atatürk, toplumumuzun bilgisizliğini, felâketlerimizin en önemli nedenleri a-
rasında gördüğünden, bilgisizliğin süratle ortadan kaldırılması gerektiğini her za
man ifade etmiştir. Başlıca istekleri ve gösterdiği hedefler şöyledir:
"Milletimizin saf karakteri kabiliyetlerle doludur. Ancak bu doğal kabiliyeti geliş
tirebilecek yöntemlerle donatılmış vatandaşlar lâzımdır. Bu görev de siz öğret
menlere düşüyor." (15.7.1921'de Ankara'da Maarif Kongresini açarken)
"Tüm köylülere, okumak, yazmak, vatanını, milletini, dinini, dünyasını tanıtacak
kadar coğrafî, tarihî, dinî ve ahlâkî bilgiler vermek ve âmal-ı erbaayı (dört işlemi)
öğretmek eğitim programımızın ilk hedefidir. Bu hedefe varmak, eğitim tarihimizde
kutsal bir aşama olacaktır." (1.3.1922'de TBMM üçüncü toplanma yılını açarken).
"Millî ahlâkımız, medenî esaslarla ve hür fikirlerle geliştirilip güçlendirilmelidir."
(25.8.1924'te Muallimler Birliği Kongresi üyelerine seslenişi)
"İlk işimiz milleti çalışkan yapmaktır." (Ocak 1923'te gazetecilere seslenişi)
"Aydınları halk seviyesine indirmekten ziyade, bütün halkı eğitimde aydın ola
rak yetiştirmek gerekir."
Atatürk Türk kadını ve annenin eğitiminin de önemle ete alınmasını istemiştir.
Atatürk, eğitimle ilgili teşhislerde bulunmak, öneri ve görüşler ileri sürmekle kal
mamış, milletimizin öğretmeni ve eğitim uygulayıcısı da olmuştur.
O neden bir öğretmen ve eğitim uygulayıcısıdır?
Çünkü O, bir Devlet kurucusu ve Cumhurbaşkanıdır, ilk eğitim bilimcimiz
Farabi, Devlet başkanının milletin eğitimcisi olması gerektiğini, onun öğrenme ve
öğretmeyi sevmesini, her şeyi kolayca öğretmesini bilmesi gerektiğini söylemişti.
İşte Atatürk, tarihimizde pek çok yöneticinin ihmal ettiği bu eğitimcilik görevini en
,}
!İ
TÜRKİYE CUMHURİYETİ 343
iyi biçimde üstlenmiş, daha sonraki devlet adamlarına da izlemeleri gereken bir
örnek olmuştur.
Atatürk, I. Dünya Savaşı yıllarından başlayarak çeşitli vesilelerle öğretmenlere, I
halka seslenmiş ve eğitimle ilgili konuşmalar yapmış, her zaman okulları ziyarete,
derslere girip öğretmenleri izleme ve onlara sorular sormaya, böylece onları birey
sel olarak aydınlatmaya da önem vermiştir. îİ
Atatürk, belki de, eğitimin, öğretmenin önemini en iyi anlamış ve anlatmış dev
let adamı, devlet kurucusudur.
O, 1936'larda Florya köşkündeki toplantılardan birinde, Behçet Kemal Çağlar'a
1
dönerek, "sen çabuk şiir yazarsın, şu odaya çekil, bende hangi nitelikleri gö
rüyorsan hepsini anlatan bir şiir yaz" emrini verdi. Şair, istenileni yaptı, yarım saat
sonra uzun bir şiirle geldi ve mısralarını okudu. Atatürk'ün yiğitliği, zaferleri, devrim
ler! birbir dile getirilmişti. Fakat Atatürk, "olmamış dedi, benim asıl bir niteliğim var
ki onu hiç yazmamışsın". Herkes şaşırmıştı. Bu yazılmayan niteliği ne olabilirdi?
Atatürk, dinleyenleri fazla bekletmeden, "benim asıl kişiliğim öğretmenliğimdir" de
di. “Ben milletimin öğretmeniyim, bunu yazmamışsın."
Atatürk gerçekten Kurtuluş Savaşı ve inkılâplarını hep bu sabırlı, ikna edici,
güven verici "öğretmenliği" sayesinde başarmıştı.
Kurtuluş Savaşı zaferle sona erdikten sonra, kendisine, "işte memleketi kurtar
dınız, şimdi ne yapmak istersiniz?" diye bir soru yöneltilince, şu cevabı vermiştir;
"Eğitim Bakanı olarak millî irfanı yükseltmeye çalışmak en büyük emelimdir."
O, her zaman okul programları ve kitapları ile ilgilenir, bunları gözden geçirirdi.
Okulları sık sık ziyaret eder, derslere girerdi.
Atatürk askerlik alanında ve bazı sosyal konularda kitaplar, bazı gazete baş
yazıları da yazmıştır. Bu da onun araştırıcı ve düşüncelerini yazarak da öğretici bir
öğretmen olduğunu göstermektedir.
Başöğretmen unvanı ile yeni harfleri halka öğretmek için giriştiği çabalar da
O'nun gerçek bir öğretmen, tüm Türk milletinin öğretmeni olduğunu gösterir.
Atatürk, Türk eğitim tarihinde çok önemli bir yer tutar. Çünkü O, bazı aydın
larımızca kısmen farkına varılsa da ayrıntılı, doğru, sistemli, kesin teşhisi ko-
nüiamayan felâketlerimizin nedenlerini, bunların eğitimle ilişkilerini çok iyi görmüş
ve göstermiştir. Bunlardan hareketle O, yeni Devlet için yeni bir eğitim felsefesi ve
politikası benimsemiş ve eğitimimizde, en zor fakat en gerekli atılımları gerçek
leştirmiştir.
Atatürk bağımsızlığımızı ve Cumhuriyeti Türk gençliğine emanet etmiş, ilelebet
korunmalarını gençliğe birinci görev olarak vermiştir. Çünkü gençlik, cesaret, atıl
ganlık, dayanıklılık, özverilik, iyimserlik..', gibi özellikleriyle bu görevi en iyi yerine
getirebilecek yurttaş kitlesidir. Fakat bu özellikler işlenmez, geliştirilmezse kendi
başlarına yeterli olamaz, gençleri yanlış vadilere de sürükleyebilirler. Ünlü bir söz,
"gençlik bilse, ihtiyarlık yapabilseydi" der. Gençliğin olumlu özelliklerinin yapıcı bir
(
güç haline dönüştürülebilmesi için çok iyi ve bilinçli yetiştirilmesi gerekir. I.
12
A.B.Palazoğfu, Atatürk'ün Oku/ Gezileri.
Ih'!,
'iji
Tanzimat döneminde, yazının ıslahı, hatta lâtin harflerinin alınması ve dilde sa
deleşme meseleleri ilk kez tartışılmaya başlanmış, II. Meşrutiyet döneminde, gittik
çe güçlenen Türkçülük akımının etkisiyle, dilde hızlı bir sadeleşme gerçek
leşmiştir.
Cumhuriyetin ilk yıllarında yazının ıslahı ya da değiştirilmesi meselesi yeniden
gündeme gelmiştir.
13
Yahya Akyüz, Atatürk'ü Kendi Sözleri ile Anlatmak; Yahya Akyüz, Atatürk'ü Yorumlarken Özü Yitir-
memeli.
14
Türk ////.1928.
B.E Behar, İktidar ve Tarih.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ 345
teşvik etmiş ve Türkiye’de 64 bin kişi üzerinde gerçekleştirilen antropolojik ölçüm
lerden sonra, Türklerin sarı değil, beyaz ırktan olduğu sonucuna varılarak, bulgu
lar sözü geçen Doktora tezinde açıklanmıştır (1939).^®
Tablo 22. Resmî ve özel ana okulları ve ana sınıflarında sayısal gelişmeler. . I
! , j fg
16
Afet (İnan), Recherches sur les caracteres anthropologiqu&s des populations de la Turguie.
i-f
31
346 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
1973 tarihli Millî Eğitim Temel Kanunu, okul öncesi eğitimi "mecburî ilköğrenim
çağına gelmemiş çocukların isteğe bağlı eğitimi" biçiminde tanımlar ve bu eğitimin
amaç ve görevlerini, millî eğitimin genel amaçlarına ve temel ilkelerine uygun ola
rak şöyle belirtir:
1. Çocukların beden, zihin ve duygu gelişmesini ve iyi alışkanlıklar kazanmasını
sağlamak;
2. Onları temel eğitime hazırlamak;
3. Şartları elverişsiz çevrelerden ve ailelerden gelen çocuklar için ortak bir ye
tişme ortamı yaratmak;
4. Çocukların Türkçeyi doğru ve güzel konuşmalarını sağlamak.
Bugün, özellikle büyük kentlerde ve endüstri merkezlerinde okul öncesi hizmet
lerine olan istek artmaktadır. Bu durum sadece, çalışan annelerin duydukları
ihtiyaçtan kaynaklanmamakta, tüm ana-babaların okul öncesi bakım ve eğitimin
önemi konusunda giderek bilinçlenmelerinden de ileri gelmektedir.
2OO6’da okul öncesinde ülkede okullaşma oranı %19,4’tür. Sekizinci Beş Yıllık
Kalkınma Plânında hedeflenen %25’lik orana ulaşılamamıştır. Bu çok yetersiz oldu
ğu gibi bu alanda gerekli fizikî, sosyal ortam standartları henüz geliştirilmeye muh
taçtır ve rehberlik, denetleme görevlerini yapacak yeterli sayıda personel yoktur.
Avrupa Birliğine girmeye çalışan Türkiye’nin bu alanda da alacağı çok yol vardır.
AB ülkelerinden Fransa’da okul öncesinde okullaşma oranı %100, Ispanya’da
%97’dir. AB dışında birçok ülkede bile bu oran Türkiye’dekinden yüksektir. Örne
ğin, Gürcistan’da %22, Fas’ta %34’dür.
1
tl!
muhtelif derslerde birbiriyle hiç bağ ve ilişkisi olmayan çeşitli bilgiler ve konular veri
liyordu. Meselâ muallimin. Tarih dersinde çocukları son derece ilgilendiren bir konu
yu açıklarken zilin çalması ile o dersi bırakıp, bir sonraki derste bir Hendese ve
Kavâid dersi vermesi çok yanlıştır. Talebenin, gelecek Tarih dersine kadar hararet
ve heyecanı azplır, kaybolur." Oysa toplu tedris yönteminde bir konu işlenirken o
alanda Tarihî, Coğrafî bilgiler verilecek. Matematik problemleri çözdürülecek,
Türkçe dersi verilecektir vs. Ancak, öğrenciler münfail (pasif) bir halde kalarak
böyle bir ders dinlerse, bu toplu tedris değil, toplu takrir ve yapıştırma tedris olur.
Toplu tedriste, derslerde ayrı ayrı konular işlenmeyecek, bir konu çeşitli yönleriyle
4?
işlenecek, hem de öğrenciler gözlem ve deneye yöneltileceklerdir. Fakat, haftalık
ders cetvelleri ve saatlerinin eskisi gibi sürüp gitmesi ve öğretmenlerin toplu tedris
yöntemini genellikle anlamamaları, bu yöntemden umulan yararları sağla W
mamıştır.^^
1929 tarihli İlkmektepler Talimatnamesine göre ilköğretimin amaçları: îh
llkmekteplerde terbiyenin ilk ve son maksadı çocukların millî hayata lâyıkıyla inti
bak etmeleridir... Terbiyede Türklük ve Türk vatanı esas mihveri teşkil etmelidir. is
Çocuklarda millî hislerin beslenmesi ve kuvvetlendirilmesi için her fırsattan istifade
edilmelidir. Türk inkılâbı ve bu inkılâbın nimetleri, bu nimetlere ermek için yapılan is
büyük cidaller (savaşlar) onlara lâyıkıyla anlatılmalıdır. Cumhuriyet ve 23 Nisan
bayramları gibi büyük millî günlerde mektepte tertip olunacak müsamereier (piyes
ler) ve şenlikler, çocukların millî hassasiyetlerini artırmak için en iyi fırsatlar verir.
Talebe bayrağı sevmeli ve ona hürmet etmelidir. Bunun için her ilkmektepte hafta
nın ilk günü sabahleyin ve son günü öğleden sonra bayrak töreni yapılmalıdır.
Ulusal bayramlardan çocuklara yurttaşlık eğitimi verilmesi için yararlanılması
çok uygulanan ve etkili bir yol olmuştur. Bu, kuşkusuz çocuğun bayramlara karşı i id
doğuştan sahip olduğu ilgiden gelmektedir. Bayramların geçit resimleri, kalabalık
ları, renkleri, müzikleri, çocuğun hafızasında kolayca yer etmekte, çocuk bu imaj
lar kanalıyla vatan, millet kavramlarını daha iyi anlamaktadır. 23 Nisanda,
ilkokul çocuklarından bazılarının bulundukları yerin en üst İdarî makamlarına yer
leştirilmeleri, devletin bir süre sembolik olarak çocuklar tarafından yönetilmesi de
ilginç bir siyasi eğitim yolu olmuştur. Bu uygulama günümüzde de sürmektedir?® I
İlkokul program ve tâlimatnamelerinin öngördüğü amaçlar doğrultusunda, Ba-
( kan Dr. Reşit Galip de, ilkokullarda her sabah öğrencilerin hep bir ağızdan okuma- a
■i
'lan için bir and yazmıştır (Mayıs 1933); "Türküm, doğruyum, çalışkanım. Yasam:
Küçüklerimi korumak, büyüklerimi saymak, yurdumu, milletimi özümden çok sev i
mektir. Ülküm: Yükselmek, ileri gitmektir. Varlığım Türk varlığına armağan olsun."
Bu anda 27 Kasım1972’de şu kısım da eklenmiştir. "Ey bugünümüzü sağlayan iS
ulu Atatürk! Açtığın yolda, kurduğun ülküde, gösterdiğin amaçta hiç durmadan
yürüyeceğime and içerim. Ne mutlu Türküm diyene!"
Cumhurbaşkanı İsmet İnönü'nün 7. Ağustos 1944'deki açıklamalarına göre, o ta i»
rihlerde ilkokul 1. sınıflarına 224-247 000 öğrenci girmekte, bunlardan ancak 75 OOO'İ
ilkokulu bitirebilmektedir. Verilen fire % 65 gibi "korkunç" bir boyuttadır. Bunun ne
denleri İnönü'ye göre, ilköğretim davasının öneminin vatandaşa, hatta bazı gö- i)
17
Sadrettin Celâl, Toplu Tedris, Muallimler Mecmuası, 15 Mart 1930.
18
Yahya Akyüz, Le Parti Politigue Unigue de la Turguie et TEducation Politigue du Peuple; Savaş
Büyükkaragöz, Demokrasi Eğitimi; Mustafa Özodaşık, Yeni Nesil.
'I
348 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
:İ
TÜRKİYE CUMHURİYETİ 349
çüncü sınıftan başlamakta ve haftada bir saate indirilmektedir. "Fırsat düştük
çe, dinî mahiyette gösterilmek istenilen batıl fikirler, yanlış kanaatler çürütülecek-
tir. Çocuklara İslâm dini ve İslâm büyükleri sevdirilecek, iyi ve güzel hareketlerin
İslâm dinindeki yüksek kıymeti anlatılacaktır. Fakat asla taassup fikri verilmeye-
cektir(...) Dünyayı hakir görerek yalnız âhirete yönelmek ve kanaati sefaletle, te
vekkülle, miskinlikle bir tutmak gibi hal ve hareketlerin hakikî dinde yeri olmadığı,
dünyada azamî refah ve saadet içinde yaşamanın ve Müslümanların zengin,
memleketlerinin gelişmiş olmasının dince de istenir ve beğenilir olduğu fikirlerinin
çocuklara telkini lâzımdır." Amaçların giderek değişmesine rağmen 1926'da
Eğitim Bakanlığının bir tebliğine göre ilkokul öğretmenleri kâtiplik, vaizlik gibi bir
ek görev alabilecekler, hatta sabah ve akşam namazlarını camide halka kıldırabi-
leceklerdir. Öğretmenlerin sadece öteki namazları kıldırması caiz değildir. 1930
programında Din dersleri yalnızca beşinci sınıf öğrencilerine, ebeveynleri isterse,
haftada yarım saat verilen bir ders haline gelmiştir. Köy ilkokullarında Din dersleri
perşembe günleri 3. sınıfta yarım saat okutulacaktır. Dersin isteğe bağlı olmadığı,
1938-40'lara kadar okutulduğu anlaşılıyor.
Din dersleri böylece 1930'iarın başında kent ilkokullarından, sonralarında da
köy ilkokullarından kaldırılmıştır.
ilkokul 4. ve 5. sınıflara Din dersi tekrar. Şubat 1949'da CHP Hükümetinin son
zamanlarında, "program dışı ve ihtiyarî" ve haftada 2 saat olarak konmuştur: "Ço
cukların din derslerine devam etmesini arzu eden ebeveyn bu hususu okul idareci
lerine bildireceklerdir." Bu dersler, program dışı olarak, resmî ders saatleri dışın i
da verilecektir. Din derslerinin sınıf geçme ile ilgisi olmayacaktır.
Kasım 1950 tarihinde DP Hükümeti Din dersleri konusunda önemli değişiklikler
getirmiştir. Din dersleri yine ihtiyarîdir, fakat program içi dersler haline dönüştü
rülmüştür: "Çocuklarına din dersi aldırmak istemeyenler bu hususu sene başında S
yazılı olarak okul idaresine bildireceklerdir... Böyle bir beyanda bulunmayan kimse
lerin çocukları için imtihan ve dersler otomatik olarak mecburidir," âI
1974-1975 öğretim yılında, CHP-Millî Selâmet Partisi koalisyon Hükümeti ta
rafından 4. ve 5. sınıflara zorunlu Ahlâk dersi konmuştur.
U
1982-1983 öğretim yılından itibaren de Din Bilgisi ve Ahlâk dersi, "Din ve Ahlâk
Bilgisi" dersi adı altında birleştirilmiş ve 4. sınıftan itibaren haftada 2 saat ve zo
' ,1
runlu olarak okutulmaktadır. , 3
SINIFLAR
DERSLER Birinci Devre ikinci Devre
1 2 3 4 5
Hayat Bilgisi 5 5 5
Matematik 5 5 5 4 4
Türkçe 10 10 10 6 6
Müzik 1 1 1 1 1
Eğitsel Çalışmalar’ 2 2 2 2 2
Resim-lş Dersi 1 1 1 2 2
Beden Eğitimi 1 1 1 1 1
Fen Bilgisi 4 4
Sosyal Bilgiler 3 3
Ahlâk Dersi'.i2 1 1
Din Dersi^ 1 1
1 Bu derste öğrenciler gruplandırılarak Kızılay, gençlik, trafik, temizlik vb. kollarda eğitilmektedir.
2 1982 Anayasası 24. maddesinde din kültürü ve ahlâk öğretimini ilk ve orta öğretimde zorunlu hale
getirmiş ve dersler Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi adı altında ilkokullarda 4. ve 5. sınıflarda haftada 2 saat
okutulmaya başlamıştır.
öğrenci öğretmen
Öğretim
Yılı Okul Erkek Kız Toplam Erkek Kadın Toplam
1923-24 4.894 273.107 62.954 34T94T 9.021 1.217 IGİlİh'
1930-31 6.598 315.072 174.227 489.299 11.504 4.814 16.318
194041 10.596 661.279 294.468 955.747 14.583 5.981 20.564
1950-51 17.428 1.016.915 599.711 1.616.626 26.714 9.157 35.871
1960-61 24.398 1.800.026 1.066.475 2.866.501 48.944 14.032 62.526
1970-71 38.234 2.892.654 2.120.754 5.013.408 87.469 45.252 132.721
1980-81 45.507 3.086.135 2.566.934 5.653.069 126.105 85.468 211.573
1983-84 47.855 3.474.841 3.041.996 6.516.837 122.487 86.425 208.912
1988-89 50.735 3.735.636 3.323.472 7.059.108 91.727 127.624 219.351
1991-92 50.669 3.634.240 3.236.398 6.870.638 135.674 98.480 234.154
1997-98
* 45.649 5.016.622 4,085.452 9.102.074 168.677 134,305 302.982
2000-01 36.047 5.520.004 4.769.229 10.289.233 345.001
2003-04 36.117 5.558.225 4.921.313 10.479.536 211.482 172.547 384.029
Tablo 24. Resmî ve özel ilkokullarda ve 1997’den itibaren 8 yıllık zorunlu ilköğretimde sayısal
gelişmeler.
* Okul sayılarındaki düşmenin bazı nedenleri; a) Sekiz yıllık ilköğretim okullarının giderek yaygın
laşması b) Taşımalı eğitim, terör vs. nedeniyle bazı küçük köy okullarının kapanması vs.
19
Orhan Turgut, Cumhuriyet Dönemi İlk ve Orta Öğretim Programları.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ 351
'ii
2. 1926'da her düzeydeki öğretimden her türlü ücret alınması kaldırılmış, fakat iki
1948'e kadar ilköğretim giderleri ve ilkokul öğretmenlerinin maaşları il özel idareleri
bütçelerinden karşılanmıştır. Bu idareler, cılız bütçeleriyle bu çok önemli kamu hiz
metinin giderlerini gereği gibi karşılamaktan uzaktılar. Böylece, okullar araç, ge-
reçsiz, öğretmenler de sık sık aylarca maaşsız kalıyorlardı. Bu yüzden, ilkokul
öğretmenliği ekonomik bakımdan güven vermeyen bir meslek olarak görülmüş, îi
İh
meslekten ayrılmalar ve sızlanmalar yıllarca en önemli öğretmen sorunları ol
muştur. Bu durum, ilköğretimin, tüm çabalara rağmen istenilen gelişmeyi göstere
ki
memesinin ana nedenlerindendir. Ancak, Ocak 1948'dedir ki, tüm ilköğretim giderleri ik
ve ilkokul öğretmenlerinin maaşları genel Devlet bütçesi içine alınabilmiştir.
1961 Anayasası 50. maddesinde, 1982 Anayasası 42. maddesinde ilköğretimin
zorunlu ve Devlet okullarında parasız olduğu ilkesini tekrarlar.^®
1992-1993'ten itibaren ilkokulların tüm sınıflarına haftada 1 saat "Çevre, Sağlık,
Trafik, Okuma" dersi konmuştur. Derslerde her hafta bunlardan biri işlenecektir.
İlköğretimden söz ederken Kur'an Kurslarına da değinmek gerekir. Velileri iste r-^
yen çocuklara Kur'an'ı usûlüne göre okumayı öğretmeyi ve bazılarını hafız yapmayı
amaçlayan bu kursların 1950'lere kadar sayıları çok azdı. Fakat çok partili rejime
■■ k
geçilip Demokrat Partinin 195O'de iktidara gelmesi ile sayıları hızla artırılmıştır.
1997'de Diyanete bağlı 5000 kurs, buralarda 180 bin kadar çocuk (erkek ve kız) ii
vardı. Bunlardan başka. Devletin hiç bir denetiminin bulunmadığı izinsiz veya gizli
kurslar da vardı. ■ R
Millî Güvenlik Kurulunun 28 Şubat 1997 tarihli olarak Refah Partisi-Doğru Yol
Partisi Koalisyon Hükümetine bildirdiği bir kararda, ancak 8 yıllık temel eğitim
almış çocukların, ailelerinin isteği ile Millî Eğitim Bakanlığı sorumluluğu ve deneti
minde faaliyet gösteren kurslara devam etmeleri, bunun için gerekli İdarî ve yasal
düzenlemelerin yapılması istenmiştir. ANAP-DSP-DTP Koalisyon Hükümeti
18.8.1997 tarihli kanunla ilköğretimi kesintisiz olarak 8 yıla çıkarmıştır.
1997-1998 öğretim yılından itibaren, ilköğretim 1, 2, 3. sınıfa "Bireysel ve
Toplu Etkinlikler", 4, 5, 6, 7, 8. sınıfa "Seçmeli", 6. ve 8. sınıfa "Trafik ve ilk
yardım Eğitimi", 7. ve 8. sınıfa "Vatandaşlık ve İnsan Hakları Eğitimi", 4. ve 5. i
sınıfa "Yabancı Dil" dersleri konmuştur.
200Q^2001 öğretim yılından itibaren "Fen Bilgisi" ile "Din Kültürü ve Ahlâk Bil
gisi" dersleri programları 4, 5, 6, 7 ve 8. sınıfta uygulamaya konmuştur.
Ayrıca, 17 Ağustos ve 12 Kasım 1999'da Yalova, İzmit, Bolu, Düzce ... yöre
lerinde meydana gelen ve büyük can ve mal kaybına yol açan depremler, eğitim :ıîî
sistemimizde o ana kadar bazı teorik bilgiler verilmesi dışında, doğal âfetler :ı’t’î
konusunun hiç ciddiye alınmadığını ortaya koymuştur. Oysa, ülkemiz dünyanın
en etkin deprem kuşaklarından biri üzerinde bulunmaktadır ve daha önce de
meydana gelen depremler gerek genel olarak,- gerek eğitimde okul binalarına, öğ
retmenlere, öğrencilere büyük zararlar vermiştir. Geçmişten ders alınmamasının
acı sonuçları 1999'da bir kez daha yaşanmıştır. İşte bu kez, deprem ve öteki do
ğal afetlerle ilgili konuların ilk ve orta öğretimde daha ciddî ele alınması ve uygu
lama içinde konuların işlenmesi kararlaştırılmış, ders kitapları Ekim 1999'dan iti ki
Yİ!
baren bu açıdan geliştirilmiştir (Bkz. Soru 130 ve 142).
i'!!|
20 k.t
İlk ve orta öğretimin hukukî yönlen için bkz. Emine Akyüz, Eğitim Hukuku.
/i
352 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
Günümüzde ilköğretimin pek çok sorunu vardır:^^ Öğrencilerin üst kurumlara
ve sınavlara değil hayata hazırlanması, sınıfların aşırı kalabalıktan kurtarılması,
sınıfların bilgisayar vs. ile donatılması, zorunlu öğretimin 10-12 yıla çıkarılması,
1996'larda hiç bir öğretmenlik ve eğitim bilgisi olmadığı halde dışardan sınav
sız atanan 50 bin "öğretmenin" ve öteki öğretmenlerin çok ciddî hizmetiçi eğitim
lerle niteliklerinin yükseltilmesi ve "taşımalı eğitim".
Taşımalı eğitim önce 1989-1990 öğretim yılında 5 okulda başlamış, 2003-
2004’te tüm ülkeye yaygınlaşarak 28.716 yerleşim biriminden 650 bin kadar ilköğ
retim öğrencisi merkez okullarına taşınmıştır. MEB bu şekilde en az 28.716 sınıf
öğretmeni tasarruf edildiğini açıklamıştır. Köyden kente göçler ve bazı yörelerde
terör yüzünden nüfusun çok azalması ve ekonomik nedenlerle bu uygulamaya
gidilmiştir. Ancak, otuz bine yakın köyde artık bir öğretmen bulunmamasının ve
küçük çocukların trafik içinde okullara taşınıp durmalarının da sakıncaları çoktur.
2003-2004 öğretim yılından itibaren MEB ilköğretim öğrencilerine ders kitapla
rını ücretsiz sağlamaktadır.
Millî Eğitim Bakanlığı 2005-2006 öğretim yılında ilköğretim programlarında ye
niliklere gitmiştir. Bunlardan en önemli birisi, “ses temelli cümle okuma yöntemi”
ve “yazının eğik elyazısı harflerle” öğretimidir. Bu yeni okuma yönteminde, anlamlı
bir bütün oluşturacak birkaç ses verildikten sonra seslerden hecelere, kelimelere,
cümlelere ve metinlere geçilmektedir.
21
Tanju Gürkan-Erten Gökçe, Türkiye’de ve Çeşitli Ülkelerde İlköğretim.
,,-.â
i . 'i
ı;
tur. 1924 ve 1927 Lise programlarında ise bu dersler yer almaktadır. Arapça ve
Farsça, Lise programlarından 1929-1930 öğretim yılı başında çıkarılmıştır.^^
Haşan Âli Yücel'in Bakanlığı döneminde giriştiği bir uygulama da şudur;^'
* 1940-
1941 ders yılında, Ankara’da Atatürk ve Kız Liseleri ile, İstanbul'da Galatasaray Li îhl
sesinde, mevcut Fen ve Edebiyat şubelerinin yanında "Klâsik Kol" açılmış ve bir
Batı yabancı dilinden başka, her sınıfta haftada 5'er saat Lâtince okutulmuştur. Bu,
Yücel'in , "hümanist" kültürün öğrenilmesi yolundaki çabalarından biridir (Bkz.Soru
146). Klâsik Kol 1949'da kaldırılmıştır. Fakat, bazı büyük Liselerde Lâtince'nin se
çimlik ders olarak daha sonra da okutulduğu görülüyor. Nitekim, ben 1956'da İs
tanbul Erkek Lisesine girdiğimde şu üç dersten birini seçmemiz gerekiyordu; Re
sim, Müzik, Lâtince.^®
i
iii
■ ■i
fi
İ
t
i
0
22
M. Z. Aydın, Ahlâk Öğretiminde Örnek Oiay incelemesi.
23
Yücel, age. Din eğitimi, gelişmesi ve sorunları için bkz. Beyza Bilgin, Türkiye’de Din Eğitimi ve Lise-
ierde Din Dersleri; Salih Tuğ, İlk, Orta ve Liselerde Din Dersleri; Ömer Okutan, Din Eğitimi.
Ayaş, age, s.207; Sakaoğlu, OsmanlIdan Günümüze Eğitim Tarihi, s.253-254; Yaşargil, age, s,7-8.
Ayrıca, Ankara Atatürk Lisesi Klâsik Koi mezunu (1947) Prof. Dr. Turgut Kalpsüz ile görüşülmüştür (Y.
Sı
Sil
Akyüz). M
İstanbul Erkek Lisesi öğrencilik (1956-1959) anılarımız (Y.Akyüz).
Hi
354 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
Tablo 25.1937-1938'de genel orta okul ve liselerin haftalık ders dağıtım çizelgesF
SINIFLAR
Lise
DERSLER
Ortaokul Edebiyat Fen
1 2 3 1 2 3 3
Türkçe 5 4 4 (bkz. Edebiyat)
Tarih 2 2 2 2 2 3 1
Coğrafya 2 2 2 2 2 1 1
Yurt Bilgisi 2 2
Matematik 5 4 4 5 4 2 8’
Fen Bilgisi ve Kimya • 3 (bkz. Kimya)
Fizik 3 2 2 1 2
Biyoloji ve Hıfzıssıhha 2 3
Tabiî ilimler 3 3 2 1 1
Yabancı Dil 5 4 4 5 5 5 3
Elyazısı 2
Cimnastik 1 1 1 1 1 1 1
Resim 1 1 1
Müzik 1 1 1
Askerlik (erkeklere) 2 2 2 2 2 2
Askerlik (kızlara) 1 1 1 1 1 1
Oikiş-Biçki (kızlara) 2 1
Ev idaresi 1
Çocuk Bakımı (kızlara) 1
Serbest saat(erkeklere) 2
Kimya 2 2 1 2
Kimya Laboratuvarı 1 1 1/2 1
Laboratuvar (kızlar için) 1 1 1 1
Fizik Laboratuvarı 1 1 1/2 1
Edebiyat 3 3 5 2
Fiiozofi ve Sosyoloji y
** 3’
Psikoloji 2
* Cebir 2, Geometri 2, Teorik Aritmetik 1, Müsellesat 1, Mekanik 1, Kozmografya 1 saat
**
Fiiozofi 3, Mantık 2, Sosyoloji 2 saat *** Sosyoloji 2, Mantık 1 saat
26
Yücel, age; Turgut, age.
27
Test ve Araştırma Bürosu; Hüsnü Cırıtlı, Eğitimin Biiimselleşmesi.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ 355
1988-1989 öğretim yılında, orta okullarda, "Basamaklı Kur Sistemi" adıyla,
yabancı dil öğretiminde değişiklik yapılmıştır. Buna göre, orta okul 1. sınıfta yaban
cı dil dersi zorunlu, daha sonraki sınıflarda ve Lisede isteğe bağlı olacak ve bu
dersten alınan not sınıf geçmeyi etkilemeyecekti, vs. 1989-1990 öğretim yılında bu
sistem kaldırılıp yabancı dil tekrar zorunlu dersler arasına alınmıştır.
Haziran 1992'de, yaş sınırı aranmayan ve kitle iletişim araçlarıyla (TV vs.) ve
genel Lise programlarına göre öğretim yapacak "Açıköğretim Lisesi" kurulmuştur.
Tablo 26.1981-1982'de genel orta okul ve liselerde haftalık ders dağıtım çizelgesi
SINIFLAR
Lise
DERSLER Orta okul
Edebiyat Kolu Fen Kolu
1 2 3 1 2 3 2 3
Türkçe ■5 “s ■5'
Matematik 4 4 4 5 4 2 5 7
Sosyal Bilgiler 4 4 3
Fen Bilgisi 4 4 4
Yabancı Dil 3 3 3 4 4 5 4 4
Resim 1 1 1
Müzik 1 1 1
Beden Eğitimi 2 2 1 2 1 1 1 1
Din Bilgisi (isteğe bağlı)’ 1 1 1 1 1 1 1 1
Ahlâk’ 1 1 1 1 1 1 1 1
Seçmeli Ders'.2 4 4 4
T.C. inkılâp Tarihi'i3 2 1 1 2 1 2
Türk Dili ve Edebiyatı 5 5 6 3 3
Psikoloji 2 2
Tarih 2 2 2 2 2
Sanat Tarihi 1 1
Coğrafya 2 2 2 2 1
Biyoloji 2 2 2
Fizik 3 2 2 3 4
Kimya 3 2 1 3 3
Millî Güvenlik 1 1 1 1
Turizm ve Sânat Eğt. 1 1
Seçmeli Deis
* 2 2 2 2 2
Felsefe Grubu
(Felsefe-Sosyoloji-Mantık) 6
Sosyoloji-Mantık° 3
1 1982 Anayasası 24. maddesinde din kültürü ve ahlâk öğretimini ilk ve orta öğretimde zorun-
tu hale getirmiş ve bu dersler Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi adı altında orta okullarda haftada her
sınıfta 2, liselerde her sınıfta 1 saat olarak okutulmaya başlanmıştır.
2 Orta okulda öğrenci İş Bilgisi (El, Ev İşi) Ticaret, Yabancı Dil (pekiştirmek için) vb. dersler
den ikisini seçer ve her biri haftada iki saat okutulur.
3 Bu ders 12 Eylül 1980 harekâtından sonra programa konmuş ve Eylül 1983'ten itibaren
adı T.C İnkılâp Tarihi ve Atatürkçülük olmuştur.
4 Lisede öğrenci. Resim ve Müzik derslerinden birini seçer.
5 Orta okul ve liselere daha sonra Rehberlik ve Eğitici Çalışmalar konmuştur. Haftada en
356 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
çok 3 saat kadar yapılan bu derste öğrenci sorunları vb. konular ele alınmakta, öğrenciler
gruplandırılarak yayın, müsamere, gezi, trafik, kooperatifçilik vb. kollarda eğitilmektedir. Lise
lere her sınıfta 1 saat Sağlık Bilgisi dersi de konmuştur.
1997-1998 öğretim yılından itibaren ilk ve orta okullar "ilköğretim okulu" adı altında ilköğretim
içinde yer almıştır.
Öğrenci Öğretmen
Öğretim Yılı Okul
Erkek Kız Toplam Erkek Kadın Toplam
1923-24 23 mî 51?
1930-31 57 4.333 1.366 5.699 542 95 637
194041 82 18.881 5.981 24.862 1.110 434 1.544
1950-51 88 17.526 4.643 22.169 1.120 834 1.954
ifl
1960-61 194 56.016 19.616 75.632 2.394 1.825 4.219
1970-71 518 173.885 70.684 244.569 6.977 4.242 11.219
1979-80^ 1.108 341.969 189.791 531.760 22.438 13.760 36.198
1983-84^ 2.496 534.357 293.610 827.967 51.714 30.229 81.943
1988-89^ 2.968 799.350 447.194 1.246.544 37.639 62.910 100.549
1991-92 4.089 965.488 615.241 1.580.729 71.619 48.364 119.983 -a
1997-^8 5.924 1.336.989 926.457 2.263.446 87.281 55.691 142.972 I.'
2000-0f 6.244 1.548.395 1.058.599 2.606.994 141.444 ia
2003-04 6.512 2.126.438 1.466.966 3.593.404 95.158 64.891 160.043
öğretim yılında, orta öğretimde geleneksel "sınıf geçme sistemi" kaldırılarak "ders
sia
İl
358 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
J
S
TÜRKİYE CUMHURİYETİ 359
Mayıs 1933'te 2252 sayılı Kanun Darülfünûnu kaldırmış, Eğitim Bakanlığını İs I
tanbul Üniversitesini kurmakla görevlendirmiştir.
7933 reformunun temel özellikleri şunlardır:
1. Özerklik kaldırılmış, Üniversite, Eğitim Bakanlığına bağlı olarak kurulmuş,
İdarî yönden herhangi bir okuldan farkı kalmamıştır.
2. Darülfünûn hocaları geniş ölçüde elenmiş, 151 kişiden yalnız 59'u yeni
Üniversiteye alınmıştır. Öğretim kadrosu asıl başka iki kaynaktan sağlanmıştır; w
Almanya ve örta Avrupa'dan 1933-1950 yılları arasında bir çok öğretim üyesi •a
ğil hem daha geniş, hem de hedefleri daha belirli bir kurum olmasını istemiştir. Ata
türk, uygar ve mutlu bir ulus olmada üniversitelere görevler düştüğünü belirtmiştir. I
1933 reformundan sonra da üniversitelerin bekleneni veremediği söylenebilir.
1933-52 arasında Türkiye'de kalan, ayrılırken bir rapor veren Ord. Prof. Philip-
31
ÇŞj
Çf
1946'da 4936 sayılı Üniversiteler Kanunu çıkarılarak yeni bir düzenlemeye gidil
1/
miştir. Bu düzenlemenin temel özellikleri şunlardır:^°
30
Yaşar Karayalçın, Üniversitelerin İdare ve Murakabesi; Aydoğan Ataünal, Cumhuriyet Döneminde
Yükseköğretimdeki Gelişmeler.
J
TÜRKİYE CUMHURİYETİ 361
(md.12O). Çok tartışılan ve 12 Mart 1971 hareketinden sonra değiştirilen bu mad
deyi iik ve değişik biçimleriyle vermekte yarar vardır:
196rdeki şekli
"Üniversiteler, ancak Devlet eliyle ve kanunla kurulur. Üniversiteler, bilimsel ve
İdarî özerkliğe sahip kamu tüzel kişileridir.
il
Üniversiteler, kendileri tarafından seçilen yetkili öğretim üyelerinden kurulu or
ganları eliyle yönetilir ve denetlenir; kanuna göre kurulmuş Devlet Üniversiteleri
hakkındaki hükümler saklıdır.
Üniversite organları, öğretim üyeleri ve yardımcıları, Üniversite dışındaki ma
kamlarca her ne suretle olursa olsun, görevlerinden uzaklaştırılamazlar.
Üniversite öğretim üyeleri ve yardımcıları serbestçe araştırma ve yayında bulu ■
nabilirler. I
Üniversitelerin kuruluş ve işleyişleri, organları ve bunların seçimleri, görev ve i
yetkileri, öğretim ve araştırma görevlerinin Üniversite organlarınca denetlenmesi
bu esaslara göre kanunla düzenlenir.
Siyasî partilere üye olma yasağı. Üniversite öğretim üyeleri ve yardımcıları
hakkında uygulanmaz. Ancak, bunlar partilerin genel merkezleri dışında yönetim
görevi alamazlar."
İÜ
1971'de değiştirilen şekli
"Üniversiteler, ancak Devlet eliyle ve kanunla kurulur. Üniversiteler, özerkliğe
sahip, kamu tüzel kişileridir. Üniversite özerkliği, bu maddede belirtilen hükümler
içinde uygulanır ve bu özerklik. Üniversite binalarında ve eklerinde suçların ve 5
suçluların kovuşturulmasına engel olmaz.
A
Üniversiteler, Devletin denetimi ve gözetimi altında, kendileri tarafından seçilen !■
organları eliyle yönetilir. Özel kanuna göre kurulan Devlet Üniversiteleri hakkındaki r
hükümler saklıdır. Aİ
'Üniversite organları, öğretim üyeleri ve yardımcıları, üniversite dışındaki ma
kamlarca, her ne suretle olursa olsun, görevlerinden uzaklaştırılamazlar. Son fıkra
hükümleri saklıdır. iS
Üniversite öğretim üyeleri ve yardımcıları serbestçe araştırma ve yayında bulu
nabilirler.
Üniversitelerin kuruluş ve işleyişleri, organları ve bunların seçimleri, görev ve
yetkileri. Üniversiteler üzerinde Devletin gözetim ve denetim hakkını kullanma
usûlleri ve Üniversite organlarının sorumluluğu, öğrenim ve öğretim hürriyetlerini
engelleyici eylemleri önleme tedbirleri. Üniversiteler arasında ihtiyaca göre öğretim
üyeleri ve yardımcılarının görevlendirilmesinin sağlanması, öğrenim ve öğretimin
''I
hürriyet ve teminat içinde ve çağdaş bilim ve teknoloji gereklerine ve kalkınma
plânı ilkelerine göre yürütülmesi esasları kanunla düzenlenir.
Üniversitelerin bütçeleri, genel ve katma bütçelerin bağlı olduğu esaslara uygun
362 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
31
Hâmide Topçuoğlu, Ankara Üniversitesinin Bir Eğitim Fakültesi Vardır, Eğitim Faküitesi Dergisi, 1968.
Prof. Dr. Hâmide Topçuoğlu, Fakültemizin kurucularından ve ilk Dekanıdır.
*
Bu sözcükler Şubat 1975'te Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmiştir. Bu konunun tartışılması az
ileride yapılacaktır.
J
F
1. Kanun, yüksek öğretimin amaç ve ana ilkelerini aşağıdaki gibi ayrıntılı olarak
belirlemiştir:
32
Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, C. 1, s. 231.
33
Y.K. Kaya’nın İnsan Yetiştirme Düzenimiz başlıklı kitabında öğrenci ve terör olayları vs. hakkında
ayrıntılı bilgi vardır (s. 352-362).
1
'il
TÜRKİYE CUMHURİYETİ 365
Md. 4 Yükseköğretimin amacı;
a. Öğrencilerini;
(1) Atatürk inkılâpları've ilkeleri doğrultusunda, Atatürk milliyetçiliğine bağlı,
(2) Türk milletinin rnillî, ahlâkî, İnsanî, manevî ve kültürel değerlerini taşıyan, t
Türk olmanın şeref ve mutluluğunu duyan, îa
(3) Toplum yararını kişisel çıkarının üstünde tutan, aile, ülke, millet sevgisi ile dolu,
Türkiye Cumhuriyeti Devletine karşı görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları dav
ranış haline getiren,
(5) Hür ve bilimsel düşünce gücüne, geniş bir dünya görüşüne sahip, insan
haklarına saygılı,
(6) Beden, zihin, ruh, ahlâk ve duygu bakımından dengeli ve sağlıklı şekilde gelişmiş,
(7) İlgi ve yetenekleri yönünde yurt kalkınmasına ve ihtiyaçlarına cevap vere
cek, aynı zamanda kendi geçim ve mutluluğunu sağlayacak bir mesleğin bilgi, be
ceri, davranış ve genel kültürüne sahip vatandaşlar olarak yetiştirmek,
b. Türk Devletinin ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütün olarak refah ve mutlu
luğunu artırmak amacıyla; ekonomik, sosyal ve kültürel kalkınmasına katkıda bulu
nacak ve hızlandıracak programlar uygulayarak, çağdaş uygarlığın yapıcı, yaratıcı
ve seçkin bir ortağı haline gelmesini sağlamak,
c. Yükseköğretim kurumlan olarak yüksek düzeyde bilimsel çalışma ve a-
raştırma yapmak, bilgi ve teknoloji üretmek, bilim verilerini yaymak, ulusal alanda
gelişme ve kalkınmaya destek olmak, yurt içi ve yurt dışı kurumlarla işbirliği yap
mak suretiyle bilim dünyasının seçkin bir üyesi haline gelmek, evrensel ve çağdaş
gelişmeye katkıda bulunmaktır. I
Md. 5 — Yükseköğretim, aşağıdaki ana ilkeler doğrultusunda plânlanır, program w
il
lanır ve düzenlenir: •îfl
a) Öğrencilere, Atatürk inkılâpları ve ilkeleri doğrultusunda Atatürk milliyetçili
ğine bağlı hizmet bilincinin kazandırılması sağlanır.
b) Millî kültürümüz, örf ve *âdetlerimize bağlı, kendimize has şekil ve özellikleri d
ile evrensel kültür içinde korunarak geliştirilir ve öğrencilere, millî birlik ve beraberli I
’i;
*
"örf ve âdetler" sözcüklerinin yeni kanuna alındığı görülüyor.
366 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
34
Yüksek öğretimin çeşitli sorunları hakkında bkz. Hüseyin Korkut, Sorgulanan Yüksek Öğretim.
368 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
Eğitim
Eğitim
ÜNİVERSİTELER Yüksek
Fakülteleri
Okulları
1. Ankara 1*
2. Orta Doğu Teknik 1
3. Hacettepe 1
5. İstanbul
6. İstanbul Teknik
7. Boğaziçi 1
16. Selçuk 1 2
17. Akdeniz (Antalya'da yeni k.) 1
18. Çukurova 1 2
19. Erciyes (Kayseri Ü.nin yerine)
20. Cumhuriyet
21. 19 Mayıs 1 2
22. Karadeniz (Karadeniz T.Ü, yerine) 1 2
23. Atatürk 1 2
24. İnönü 1
25. Fırat 1
Tablo 30. 20 Temmuz 1982'deki düzenlemeye göre Üniversiteler ve bunlara bağlı Eğitim
Fakülteleri ile Eğitim Yüksek Okullarının sayıları.
*
Eğitim Bilimleri Fakültesi adını taşıyan bu kurum, 1965'te kurulan Eğitim Fakültesi'nin
adının değiştirilmesiyle oluşmuştur.
7 Kasım 1982 tarihinde halk oyu ile kabul edilen Anayasada Yükseköğretimle il
gili iki lYiadde bulunmaktadır. Bunlar özetle şöyledir:
Md. 130 — "Çağdaş eğitim-öğretim esaslarına dayanan bir düzen içinde milletin
TÜRKİYE CUMHURİYETİ 369
ve ülkenin ihtiyaçlarına uygun insan gücü yetiştirmek amacı ile; ortaöğretime da
i
yalı Çeşitli düzeylerde eğitim-öğretim, bilimsel araştırma, yayın ve danışmanlık
yapmak, ülkeye ve insanlığa hizmet etmek üzere çeşitli birimlerden oluşan kamu
tüzel kişiliğine ve bilimsel özerkliğe sahip üniversiteler Devlet tarafından kanunla
kurulur.
Kanunda gösterilen usûl ve esaslara göre, kazanç amacına yönelik olmamak
şartı ile vakıflar tarafından, Devletin gözetim ve denetimine tâbi yükseköğretim ku
!l
rumlan kurulabilir.
Kanun, üniversitelerin ülke sathına dengeli bir biçimde yayılmasını gözetir.
Üniversiteler ile öğretim üyeleri ve yardımcıları serbestçe her türlü bilimsel a- ■ hl
raştırma ve yayında bulunabilirler. Ancak, bu yetki. Devletin varlığı ve ba
ğımsızlığı ve milletin ve ülkenin bütünlüğü ve bölünmezliği aleyhinde faaliyette i
bulunma serbestliği vermez. h’sf.
Üniversiteler ve bunlara bağlı birimler. Devletin gözetimi ve denetimi altında
olup, güvenlik hizmetleri Devletçe sağlanır.
Kanunun belirlediği usûl ve esaslara göre; rektörler Cumhurbaşkanınca, dekan
lar ise Yükseköğretim Kurulunca seçilir ve atanır.
Üniversite yönetim ve denetim organları ile öğretim elemanları. Yükseköğretim
Kurulunun veya üniversitelerin yetkili organlarının dışında kalan makamlarca her
ne suretle olursa olsun görevlerinden uzaklaştırılamazlar." (...)
Md. 131 — "Yükseköğretim kurumlarının öğretimini plânlamak, düzenlemek,
yönetmek, denetlemek, yükseköğretim kurumlarındaki eğitim-öğretim ve bilimsel ilifî
&
370 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
1934'lerden itibaren çok sayıda Erkek, Kız Sanal ve Yapı Enstitüleri, Ticaret 0-
kulları, 1934-1935’te Kız Teknik, 1937-1938'de Erkek Teknik Yüksek Öğretmen
Okulları açılmıştır. 1955-1956'da Ticaret ve Turizm Yüksek Öğretmen Okulu,
1974-1975'te Endüstriyel Sanatlar Yüksek Öğretmen Okulu açılmıştır.
il
i®
Meslekî ve genel orta öğretim arasında önemli bir ilişkiye soru 13O'da genel orta
öğretim incelenirken değinilmiş ve 1957'den itibaren, tedricî olarak, Orta Sanat O-
kullarının Genel Orta Okullara dönüştürüldüğü belirtilmiştir. Bu yola gidilmesine
i
gerekçe olarak şunlar ileri sürülmüştür; i
a) Orta Sanat Okullarına, ilkokulu bitirip 12 yaşında giren öğrenciler haftada 36-
s1
44 saat ders ve atelye çalışmaları yapmakta, sağlıkları ve beden gelişmeleri bundan i
olumsuz yönde etkilenmektedir. I
!',î
b) Bir çocuk, ilkokulu bitirdiği zaman, henüz kendine uygun bir mesleği isabetle
sekecek bir yaşta ve gelişmede değildir.
îlS
il
i
c) İlkokulda kazanılan bilgiler ve beceriler de bir meslek ve sanat öğrenimi i
çin yeterli değildir. I
d) Meslekî eğitim pahalı olduğundan, Meslek Liselerine genel orta okullardan
öğrenci alınması, bu sistemi daha ekonomik hale getirebilir.
1970'ten itibaren de, tüm Liselerin 1.-sınıfında aynı genel programlar uygulan
maya başlanmıştır. Ancak, yukarıdaki sakıncalar gerekçe gösterilerek kaldırılan
Orta Sanat Okulları deneyiminden, genel orta okullar için hiç bir ders çıkarılmaması
bir eksiklik sayılmaktadır. Şu var ki, kaldırılan bu okullar, 1987-1988 öğretim yılın
da 21 Endüstri Meslek Lisesinin bünyesinde, öğrencilerin daha gerçekçi olarak
a
a
372 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
Tablo 31. 2005-2006 öğretim yılında başlıca örgün meslekî ve teknik ortaöğretim kurumlan
1997-1998 öğretim yılından itibaren ülke genelinde sekiz yıllık kesintisiz zorunlu
ilköğretime geçilmesiyle meslek liselerinin orta okul kısmı kapanmıştır.
1977 ve 1986'da çıraklık ve meslek eğitiminde önemli gelişmeler görüldü.
1986’da çıkarılan 3308 sayılı Çıraklık ve Meslek Eğitimi Kanunu ile Meslek Liseleri
öğrencilerinin işyerlerinde uygulama yapmaları sağlandı.
3 Mart 1924 tarihli Tevhid-i Tedrisat Kanunundan sonra medreseler kapatılmış,
imam ve hatip yetiştirmek için imam Hatip Mektepleri açılmıştır. Sayıları önce 29
olan, fakat gittikçe azalan bu okulların 1931 - 1932 ders yılında "öğrenci yokluğun
dan" tümüyle kapandığı resmî kaynaklarca ileri sürülmüştür. 195O'de çok partili re
jime geçilince ilk kez 195Tde Demokrat Parti Hükümeti imam Hatip Okulları açma
ya başladı ve 10 yıllık iktidarında sayılarını 19’a çıkardı. Zamanla hangi partiden
olursa olsun, bütün hükümetler, bunları çoğaltma yarışına giriştiler. Partiler, iktidar
mücadelesinde, halka bu alanda hoş görünmeyi ihmal etmediler. Halkın da bu
okullara rağbet ve desteği giderek arttı. Sonuçta, ülkenin gerçek ihtiyaçlarına ve
gelişmesine uygun eğitim plânlamalarının yapılması yeterli ciddiyetle ele alınmadı
ğından, sadece dinî değil, genel ve meslekî eğitimde nitelik bozulmaları ve sayısal
çarpıklıklar ortaya çıktı.
Haziran 1973 tarihli Millî Eğitim Temel Kanununa göre İmam Hatip Okulları Lise
adını aldılar ve 31 ile 32. madde, öğrencilere, "yetiştirildikleri yönde yüksek öğreti
me aday olma" hakkı tanıdı. 12 Eylül Askerî Rejimi döneminde, Haziran 1983'te,
31. maddede çok önemli bir değişiklik yapılarak Lise ve dengi okulları bitirenlere,
TÜRKİYE CUMHURİYETİ 373
genel bir ifade ile, "yüksek öğretim kurumlarına girmek için aday olma hakkı" veril
di. Bu tarihten itibaren bu mezunların çoğu, asıl amaçları dışına taşıp çeşitli Fakül
telere yöneldiler.
Tevhid-i Tedrisat Kanunu, dinî eğitim ve öğretimi imam, hatip ve yüksek din uz
manları yetiştirme çerçevesi ile sınırlar. Oysa sözü geçen okullar bu çerçeveyi çok
fazla taşmakta idi. 1995-1996 öğretim yılında 561 İmam Hatip Lisesi ve 493 000
öğrencisi vardı.
Millî Güvenlik Kurulunun 28 Şubat 1997 tarihli olarak Refah Partisi - Doğru Yol Ji
Partisi Koalisyon Hükümetine bildirdiği bir kararda bunların "ihtiyaç düzeyinde tu
tulması" istenmiştir. ANAP-DSP-DTP Koalisyon Hükümeti 18.8.1997 tarihli kanunla
ilköğretimi kesintisiz olarak 8 yıla çıkarmış böyiece ortaokul düzeyindeki tüm mes
lek okulları kaldırılmıştır.
1999 tarihli bir YÖK kararı ile de meslekî ve teknik okul mezunlarının kendi
alanlarındaki yükseköğretim kurumlarına yönelmeleri için özendirici, başka alanlara
yönelmelerini caydırıcı hükümler getirilmiştir. Bu nedenle İmam Hatip Liselerine ilgi
azalmaya başlamıştır.
Mayıs 2004'te, iktidarda bulunan Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) yeni bir YÖK
Yasası çıkararak imam Hatip Lisesi mezunlarının genel olarak yüksek öğretime
i
1
i
girmelerinde önlerini açmak istemiştir. AKP buna gerekçe olarak, kendisini iktidara
getiren seçimler öncesi halka “imam Hatip ve Meslek Liseleri mezunlarına yapılan
haksızlığın giderileceği” yolunda vaatte bulunmasını göstermiştir. Bu girişim kamu
oyunda büyük tartışmalara yol açmıştır: Önce Genel Kurmay Başkanlığı 6 Mayıs
2004'te bunun "layikliği zedeleyeceğini” açıklamış, sonra Üniversite rektörleri, öğre
tim üyeleri, sivil toplum kuruluşları Anıtkabir’e yürüyüşler yaparak yasa taslağına
tepki göstermişlerdir. Bunlara rağmen Yasa TBMM’den geçmiş, ancak Cumhur
başkanının vetosuna takılmıştır (28 Mayıs 2004). Bu vetonun çok küçük bir kısmı
şöyledir:
“Bu yasanın gerçek amacı, imam Hatip Liselerini bitirenlerin alanları dışındaki
yüksek öğretim programlarına girişlerini kolaylaştırmak ve İmam Hatip Liselerini
yeniden çekici duruma getirerek bu okulların öğrenci sayısını daha da artırmaktır,
öysa bu okullarda bugün bile gereksinimden çok fazla sayıda öğrenci vardır. MEB
vjerileri, 2003’te 536 imam Hatip Lisesinin bulunduğunu ve 105 bin öğrencinin oku İŞİ
sel ve bilimsel temellere dayalı eğitim anlayışıyla, kısaca, Anayasanın Atatürk ilke
ve devrimlerini temel alan ruhuyla bağdaşmamaktadır.”
Bunun üzerine AKP hükümeti, “millet iradesi seçimlerle Meclise yansımıştır. Ül
keyi biz yönetiyoruz ve millet böyle istiyor, kimse kendisini halkın iradesi üzerinde
göremez” şeklinde tepki göstermiş, bu kez de kamuoyunda, “Mecliste çoğunluğa 3
sahip bir hükümet her istediğini yapabilir mi?” konusunda tartışmalar başlamıştır.
Bu tartışmalarda, genel olarak, ileri sürülen görüşler, demokrasinin seçimle de olsa
iktidara gelenlerin her istediğini yapması biçiminde aniaşılamayacağı, ülkenin genel 8
tarihî gelişim çizgisinin ve çeşitli kurumların görüşlerinin de göz önünde tutulması M
gerektiği şeklindedir.
!
J
■Ş
AKP Millî Eğitim Bakanlığı 14 Aralık 2005’te çıkardığı Açık Öğretim Lisesi Yö
netmeliği ile İmam Hatip ve öteki meslek liseleri mezunlarına ayrıca bir Açık Öğre
tim Lisesi diploması vererek, kendi alanları dışında üniversiteye girişlerinde uygu
lanan “katsayı engeli”ni aşmaları için bir yol bulmak istedi ise de Yönetmeliğin ilgili
maddelerinin uygulanması Danıştay tarafından durduruldu (Şubat 2006).
*
Günümüzde meslekî ve teknik öğretimin çok ciddî sorunları vardır. Temmuz
2006'da yayınlanan 9. Kalkınma Plânı (2007-2013), bu sorunlardan bir kısmını şöy
le belirtmektedir: “Ekonominin ihtiyaç duyduğu alanlarda ara eleman temininde zor
luk yaşanmasına rağmen, meslekî eğitim mezunlarının işsizlik oranı yüksektir. Bu
oran, 2000 yılında %10.9’dan 2005 yılında %13.3’e çıkmıştır... Bunun başlıca ne
denleri: Meslek yüksek okulları ile meslekî ve teknik orta öğretim kurumlan arasın
da program bütünlüğünün bulunmaması, programların işgücü piyasasının talepleri
ne uygun olarak güncellenememesidir."
Kurtuluş Savaşını bitiren 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan barış antlaşması, Tür
kiye'deki azınlıkların eğitim haklarına ilişkin hükümler de taşır: Ekalliyetler, masraf
ları kendilerine ait olmak üzere her türlü mektep açabilecek, buralarda kendi dille
riyle öğretim yapabileceklerdir. Fakat Türkçe de zorunlu olarak okutulabilecektir.
Mümkün olduğu ölçüde, bu okullara. Devlet, belediye vs. bütçelerinden tahsisat
ayrılacaktır vs. (md. 40 ve 41). Yunanistan da, kendi toprakları üzerinde bulunan
azınlığa aynı eğitimsel ve kültürel hakları tanıyordu (md. 45).
Lozan antlaşmasına ekli mektuplar ile de, İngiltere, Fransa ve İtalya'ya ait ya
i bancı okullar tanınmıştır. Öteki ülkelere ait yabancı okulların varlığı ise, bir fiilî du
rum olarak tanınmıştır.
T.C. ulusal bir devlet olduğu ve Türkiye'deki Rum azınlıkların bir kısmı ile Yuna
nistan'daki Türklerin bir kısmı antlaşma gereğince mübadele (değiştirme) edildikle-
TÜRKİYE CUMHURİYETİ 375
ri, öteki azınlıkların bir kısmı da Türkiye'den kendiliklerinden ayrıldıkları için, azınlık
ların öğretim ve eğitim sorunları ile yabancı okullar hem boyut bakımından, hem
düzenlenme bakımından, Osmanlı Devleti zamanından çok farklı özellikler göster
miştir.
Hükümet, 1924'ten itibaren azınlık ve yabancı okullarında dinî propagandayı
yasaklamış, 1926'da yabancı okulları sıkı bir denetim altına almıştır.
Yabancı okulların Türk eğitimine yenilikler getirdiği bir gerçektir. Ancak, Osmanlı
döneminde de. Cumhuriyet döneminde de bu okulların bazı Türk gençlerinin kültür
lerinden kopmalarına neden olduğu da bir gerçektir. Tanzimat döneminde bu okul
ların kimi öğrencileri, hatta genç kızları “Batı hayranı” olarak yetiştirdikleri açıklan
mıştı (Bkz. Soru 62). Cumhuriyet döneminde de bu tür olaylar görülmüştür. Eğitim
tarihimiz bakımından belirtilmesi gereken bir olay şudur:
1928'de Bursa’da Amerikan Kız Lisesinde üç Müslüman Türk kızı Hıristiyan ol-
muş ve bu olay haftalarca kamuoyunda tartışılmıştır.®^ Dönemin en önemli fikir
dergisi Hayat'ia yayınlanan başyazıda, bir tek yabancının yaşamadığı Türk kentle
rinde neden yabancı okulların bulunduğu sorgulanmıştır.^® Kurucularının iddia ettik
leri gibi, yabancı okullar yalnızca “insani düşüncelerle ve Türk eğitimine yardım"
amacıyla mı kurulmuştur? Dergiye göre, bu okullar zararlıdır, ancak bu zarar ders
ler yoluyla yaptıkları eğitimden ziyade, ders dışı etkinliklerle öğrencilerin kişilik ge
lişmelerini etkilemeleri şeklinde gerçekleşir. Bu etkinlikler de, onların çok önem
verdikleri spor ve sosyal faaliyetler ile yaptırılan taıiışmalar vs. dir. Bu etkinlikler,
özel olarak yetiştirilmiş öğretmenlerce gerçekleştirilir ve fark ettirilmeden öğrencile
re Hıristiyanlık aşılanır.
Hayat dergisi o zaman sorar: “Madem ki yabancı okullar zararlıdır, onlara neden
çok rağbet vardır?” Dergi bunun nedenlerini son derece ilginç ve önemli eğitimsel,
psikolojik ve sosyolojik açılardan ortaya koymaktadır. Bu nedenler, kuşkusuz sade
ce OsmanlI dönemi ve Cumhuriyetin ilk yıllarında değil, günümüzde de belli ölçüde
geçeriidir. Dergiye göre ülkemizde varlıklı ailelerin çocuklarını yabancı okullarda
okutmak istemelerinin temel nedenleri şunlardır:
• Varlıklı da olsa, bazı velilerin, yabancı dilin kendi başına bir değer taşımadı
ğını anlayacak düşünce yapısında olmamaları.
/ • Onların “eğitim”! yalnızca piyano çalmak, görgü kurallarını ve yabancı dil bil
i
i mek şeklinde anlamaları.
• Varlıklı ailelerin çocuklarını yatılı bir yabancı okula vermekle sanki onlara
karşı görevlerini yaptıklarını düşünmeleri (bu düşünce ülkede yatılı okulların çoğun
luğunu da açıklar).
• Varlıklı ailelerin kibar ve aristokrat görünme arzusu.
• Yabancı okulların görünüşleriyim de insanlarımızı etkilemesi: Görkemli bina
ları, iyi giyinmiş, kibar öğretmenleri ve onların velilere, öğrencilere karşı nazik dav
ranışları.
37
Necmettin Tozlu, Kültür ve Eğitim Tarihimizdeki Yabancı Okulları, s. 282-288.
38
Tanassur Hadisesi, Hayat, 2 Şubat 1928. Yabancı okulların Türk toplumuna etkileri için bkz. Ayten
Sezer, Atatürk Döneminde Yabancı Okulları (1923-1938); Nimet Özbek, Türkiye’deki Yabancıların Öğ
renim ve Öğretim Özgürlüğü; Alan, age.
376 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
a
TÜRKİYE CUMHURİYETİ 377 1'
39
Tayyip Duman, Özel Dersanelerve Fonksiyonları.
I
378 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
Velilerin, çocuklarının iyi yetişmesi için gittikçe daha güçlü bir arzu duymala
rı.
• Giderek zorlaşan üniversiteye girişin en önemli yolunun puanları yükseltici
teknikleri ve bilgileri kazanmak olarak görülmesi.
1981 Hükümet programı, "eğitimde fırsat eşitliğini bozdukları" gerekçesiyle uzun
dönemde özel dersaneleri kapatmayı ilke edinmiş ve 16 Haziran 1983 tarihli ve
2843 sayılı Kanun, bunların 1 Ağustos 1984'te kapatılacağını öngörmüştür. Ancak,
11 Temmuz 1984 tarihli ve 3035 sayılı Kanun, özel dersanelerin varlıklarını sür
dürmelerine ve yenilerinin açılmasına izin vermiştir. Bu kanundan sonra özel
dersanelerin sayısı hızla artmıştır. 1983'de ülkede 174, 1985'de 315 özel dersane
varken bu sayı 1996'da 1292,1998'de 1659, 2004'de 2568 olmuştur.
2004'de bu 2568 özel dersanede 24 bin öğretmen ve 670 bin öğrenci bulun
makta idi.
Öze/ dersaneler bugün şu alanlarda çalışmaktadırlar:
A
TÜRKİYE CUMHURİYETİ 379
meyi sağlayacak bir sistem kurmak olmalıdır.
1940'larda İstanbul'da özel bir dernek bir sağır ve körler okulu açmıştır.
1950-55 arasında özel eğitimde hızlı gelişmeler görülmüş, buna özellikle ABD'Iİ
eğitimciler de katkıda bulunmuştur.
195O'de Ankara Körler Okulu ve Yetiştirme Yurdu kurulmuştur.
1952-53 ders yılı başında Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü'nde özel eğitim kurum-
iarına öğretim ve yönetim görevlisi yetiştirmek için Özel Eğitim Bölümü açılmış, iki
dönem mezun veren bu bölümden 60 kadar eleman yetişmiştir.
1953'te Ankara Sağırlar Okulu ve Yetiştirme Yurdu kurulmuştur.
1955'te Ankara'da zihin engelli ilkokul öğrencileri için ilk özel sınıf açılmıştır.
1961 Anayasasında, özel eğitime ihtiyacı olanların topluma yararlı kılınması için
Devletin tedbirler alacağı belirtilmiştir (md. 50).
I
1965'te Ankara'da kurulan Eğitim Fakültesi'nde bir Özel Eğitim Bölümü de yer
almıştır.
1974'te Ankara Ortopedik Özürlüler Temel Eğitim Okulu ve Yetiştirme Yurdu a-
çılmıştır.
1982 Anayasasında özel eğitime ihtiyacı olanların topluma yararlı kılınması için
Devletin tedbirler alacağı belirtilmiştir(md. 42).
Ocak 1992'de, öğretmen yetiştiren yükseköğretim kurumu mezunu engellilere
öğretmen atanabilme imkânı getirilmiştir.
Özel eğitime muhtaç çocuk kitlesi içinde okullaşma oranı son derece düşüktür.
Örneğin, 6-14 yaş arasında okul çağındaki görme özürlü çocukların ancak %7'si
öğrenim imkânından yararlanabilmektedir.
Okul Türü Okul-Sınıf öğrenci Sayısı Öğretmen
Kurum Sayısı Sayısı
/__________________________________ Toplam Erkek Kız
(özel Eğitim Okulu Bünyesinde Ana Sınıfı 41 33? 199 132 52
İşitme Engelliler İlköğretim Okulu 45 5.609 3.330 2.279: 926
Görme Engelliler 15 •i .293 806 487 309
Ortopedik Engelliler 4 211 140 71 32
Zihinsel Engelliler 39 2.121 1.411 710 586
Ortopedik Engelliler Meslek Lisesi 3 143 125 18 40 i
Eğitim Uygulama Okulu 94 4.949 3.296 1.653 1.326
Mesleki Eğitim Merkezi 52 1.506 1.192 314 176 I
iş Eğitim Merkezi 98 1.372 984 388 48 #
3|9
r
Bilim ve Sanat Merkezi 18 1.407 695 • 712 122
Toplam 409 18.742 11.178 6.764 3.617
1923'te 10102 ilkokul öğretmeni vardı: Bunların 1O81'i kadın, 9O21'İ erkekti.
Mesleki öğrenim görmüş olanlar, 378'i kadın, 2356'sı erkek toplam 2734'tür. Bunla
rın önemli bir kısmı da medreselerin alt sınıflarından ayrılmış, yarımyamalak bir
öğrenimle 1-2 senelik Darülmuallimînlerden mezun olmuş, medrese alışkanlık ve
düşüncelerinden kurtulamamış, çoğu imamlık ve müezzinlikle de görevli sarıklı ho
calardı. Geri kalan 7368 öğretmenden 1357'si ancak ilköğrenim görmüş, 711'i doğ
rudan medreseden ayrılmış, 152'si muntazam tahsil görmemiş, 21O7'si hiçbir öğ
retmenlik ehliyetini taşımayan kişilerdi.
40
Cemil Öztürk, Atatürk Devri Öğretmen Yetiştirme Poiitikası; Cemil Öztürk, Türkiye'de Dünden Bugü
ne Öğretmen Yetiştiren Kurumlar.
Yahya Akyüz, Türkiye'de Öğretmenlerin Toplumsal Değişmedeki Etkileri, s.222 vd.
42
F.R. Unat, İlk, Orta, Yüksek Tedrisatımızın On Senelik Bilançosu.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ 381
illerde bulunan Erkek ve Kız ilk Muallim Mektepleri (İlköğretmen okulları), il özel
idareleri elinde gelişemedikleri için 1 Eylül 1923'te Eğitim Bakanlığına bağlanıp ge
nel bütçe içine alınmıştır. Sayıları çok fakat öğrencileri az ve öğretimi yetersiz olan
bu okullar sayıca azaltılıp öğrenci mevcudu ve öğretimin niteliği yükseltilmeye çalı
şılmıştır. Fakat, ayrı iki konu halinde işleyeceğimiz Köy Enstitüleri kuruluncaya ka
dar (1940) ilköğretmen okulları ile yeter sayıda öğretmen yetiştirilmesi mümkün
■
değildi. Hatta, 1926-1927 öğretim yılında bazı gündüzlü orta okullara o yıl 1, ertesi
yıl 2 “Pedagoji Sınıfı” eklenerek de öğretmen yetiştirilmeye çalışılmıştı. Eğitim Ba i'
kanı Saffet Arıkan'ın Mayıs 1936'da TBMM'de söylediğine göre, o yıllarda
İlköğretmen okulları her yıl ortalama 650 mezun vermekte, fakat ölüm, emeklilik, i'
istifa gibi nedenlerle yıllık gerçek öğretmen artışı 300-350'ye düşmektedir. Bakana
göre, bu gidişle 35 bin öğretmensiz köye Cumhuriyet ancak 100 yıl sonra öğretmen
gönderebilecektir.
Öğretmen okullarının programlarına 1924-1925 ders yılında ilk kez İçtimaiyat
(Sosyoloji) konmuştur.
1. 2. 3. 4. 5.
Dersler sene sene sene sene sene
Din Dersleri 2 2
Türkçe ve Edebiyat 6 5 5 3 3
Tarih 2 2 2 2
içtimaiyat 2
Malûmat-ı Vataniye 2
Ruhiyat, Terbiye, Terbiye Tarihi 3 4
Usûl-i Tedris ve Tatbikat 9
Hesap 3 2 2
Hendese ve Resm-i Hattı 2 2 1 İH
Cebir 2
Hikmet . 2 2 1
Kimya 1 2 1
Hayvanat 2
Nebatat 2
’aî
Ziraat (Darülmuallimatlarda yok) 2
Teşrih ve Fizyoloji 2
Umumî Hıfzıssıhha ve Mektep Hıfzıssıhhası 1 1
T^bakat 1 il
doğrafya 2 1 2 1
Resim (Darülmuallimatlarda ilk yıl 2, sonra 1’er saat) 2 2 2 2 2
El işleri (Darülmuallimatlarda yalnızca ilk üç yıl 1’ersaat) 2 2 2 2 3 iiîf
Yazı 2 1 4^
Musiki (Darülmuallimatlarda keman dersleri de zorunlu) 1 1 1 1 1 '141
ia
Terbiye-i Bedeniye 1 1 1 1 1
Ecnebi Lisanı 3 2 2 2 2 I :
Dikiş-Biçki (Darülmuallimînlerde yok) 1 1 1 2 1 I ■
Idare-i Beytiye, Çamaşır, Ütü, Tathir (Darülmuallimînlerde 2
yok)
"1
Nakış ve Beyaz İşleri (Darülmuallimînlerde yok) 1 1 1
Tabahat (Darülmuallimînlerde yok) 1 2
Çocuk bakımı (Darülmuallimînlerde yok) 1
1932-1933 ders yılı başında, İlköğretmen okullarının süresi 6 yıla çıkarılmış, ilk
üç yıl ilk devre sayılarak bu devrede orta okul programlarının aynen uygulanması
kararlaştırılmış, son üç yıl da meslekî devre sayılarak yeni bir program yapılmıştır.
O tarihten itibaren, ilk devreye öğrenci alınmamış, üç yıl sonra, orta okul mezunları
doğrudan meslekî devreye alınarak yetiştirilmiş ve bu sistem yıllarca sürmüştür.
1937-1938 ders yılında, bu okulların meslekî devrelerinin programları şöyledir;'
**
^
Edebiyat 3 2 2
Pedagoji 2 1
Psikoloji 2 2
Terbiye Tarihi 2
Tedris Usûlü ve Tatbikat 2 7
Sosyoloji 2
Tarih 2 2 2
Coğrafya 2 1 2
Riyaziye 4 4 1
Fizik-Kimya 4 4
Tabiî İlimler ve Sağlık Bilgisi 2 2 3
Okul Sağlığı Bilgisi 1
Yabancı Dil 3 2
Cimnastik 1 1 1
Resim 1 1 1
Elişi 2 1 1
Müzik 1 1 1
*
Askerlik 2 2 2
* Kız ilköğretmen okullarında bu ders
yerine aşağıdaki program izlenmektedir:
Biçki-Dikiş 2 1 1
Çocuk Bakımı 1
Ev İdaresi___________________________ 1
Toplam 29 29 29
43
Yücel, age , s. 220, 232.
44
Muallimler Mecmuası, 9 Mayıs 1935, Sayı 38-39, s. 187-189.
J
TÜRKİYE CUMHURİYETİ 383
Erkson, çizelgesini şöyle yorumlar: "İstanbul vilâyetinde 459 nüfusa, Mardin vi
lâyetinde ise 3594 nüfusa bir muallim isabet ediyor, ilk mektep muallimlerinin den
gesiz bir dağılışı var. Hangi vilâyetin parası var da mektep açabilmiş ise orada
mektep de çoktur, muallim de. Orada muallim de toktur, mektep de iyidir, 'ilk tahsil
sî
mecburidir' demek, 'ilk tahsil bir Devlet ve memleket işidir' demektir. Halbuki ilk tah
sili vilâyetlerin güçlerine ve kabiliyetlerine bırakmak, bunun ayrı ayrı mahallî işler
olduğunu ifade ve kabul etmektir..." I
)■
miştir.
1973 tarihli Millî Eğitim Temel Kanunu ile getirilen, tüm öğretmenlerin yüksek
öğrenim görmeleri ilkesini gerçekleştirmek için, 1986 Nisanından itibaren, önceki
yıllarda orta öğrenim düzeyinde yetişmiş ilkokul öğretmenlerine -sayıları 130 bin
kadardır- Anadolu Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi tarafından 2 yıl süreli Eğitim
Önlisans Programı başlatılmıştır. Bu, TV, Radyo ve basılı ders malzemeleri ile ya
pılmıştır.
''j
Alanlar ve Dersler 1. 2. 3. 4.
Y.yıl Y.yıl Y.yıl Y.yıl
Genel Kültür Dersleri (Zorunlu) Haftalık ders saatleri
Türkçe-Kompozisyon 2 2
Düşünce Tarihi 3
Ekonomiye Giriş 3
Devrim Tarihi 2 2
Yabancı Dil 2 2 2 2
Araştırma 3
Sınıf Öğretmenliği Dersleri (Zorunlu)
Hayat Bilgisi Öğretimi 2
Türkçe Öğretimi 7. 2
Sosyal Bilgiler Öğretimi 3
iî
Fen Bilgisi Öğretimi 3
Matematik Öğretimi 3 1s
Din Bilgisi Öğretimi 2
Müzik ve Öğretimi 2 2 2 jS
Beden Eğ., Oyun Öğretimi 2 2 2
Resim-lş, Yazı ve Öğretimi 2 2 2
*
'ı
Uygulama (Öğretmenlik Stajı)’ îîj
Öğretmenlik Formasyonu Dersleri (Zorunlu)
Eğitime Giriş 2
Eğitim Psikolojisi 3 ■İBİ
Eğitim Sosyolojisi 2
Eğitim Prog. ve Yöntem 3
Eğitim Yönetimi 2
Ölçme ve Değerlendirme 3
Rehberlik 2
Yardımcı Dallar (biri zorunlu seçilecek) ‘lîf
"6
Okulöncesi Eğitimi 2 4 3
Özel Eğitim 2 4 3
Is ve Teknik Eğitimi Dersleri (biri zorunlu seçilecek)
El Sanatları 2 2 2 2
Pratik Elektrik ve Elektronik 2 2 2 2
) Motor 2 2 2 2
t Tarım 2 2 2 2
i Kooperatifçilik 2 2 2 2
ilkyardım ve Sağlık Bilgisi 2 2 2 2 . Jj
Seçmeli Alanlar (biri zorunlu seçilecek)
Türkçe 3 3 3
Sosyal Bilgiler 3 3 3
iîiİ
Matematik 3 3 3
Fen Bilgisi 2 3 3
! j ii
Müzik 3 3 3
Resim İş 3 3 3
Beden Eğitimi 3 3 3 l'rlji
.i
22 Mart 1926 tarihli ve 789 sayılı Maarif Teşkilâtına Dair Kanuna göre şu amaç
larla bir Orta Muallim Mektebi açılacaktı: a) Orta okullara öğretmen yetiştirmek, b)
iiköğretmen okullarına öğretmen yetiştirmek, c) İlköğretim müfettişi yetiştirmek, d)
Uygulama mekteplerine (İiköğretmen okulları bünyesinde vs.) müdür yetiştirmek.
Bu tür amaçlar Fransa’da Saint-Cloud öğretmen okulundan alınmıştır/^
Bu amaçlarla Konya’da bir Muallim Mektebi açıldı ve 1 Mart 1927’de öğretime
başlandı. Okulun yalnızca Türkçe Bölümü ve 16 öğrencisi vardı. Okul 1927-1928
öğretim yılı başında Ankara’ya taşındı, öğrencileri 45’e çıkarıldı ve bir de Pedagoji
bölümü açıldı. Haziran 1928’de Türkçe Bölümü ilk mezunlarını verdi. 1928’de İhza-
rî (hazırlayıcı) sınıfı açıldı; bu sınıf, o yıllarda ilkokul mezunlarını alan ve süreleri 4-
5 yıl olan iiköğretmen okullarından gelen öğrencilere Lise düzeyinde bilgilerini ta
mamlatıyor, Muallim Mektebinde derslere bundan sonra başlatıyordu.
Millî Eğitim Bakanı Mustafa Necati, birkaç büyük merkezde nitelikli öğretmen
okulları kurmak için bir yol düşünmüştü: 22 Nisan 1926 tarihli bir kanunla il özel
idareleri bütçelerinden ayrılacak %10’larla, 10 bölge merkezinde birer öğretmen
okulu binası yaptırılması kararlaştırıldı ve ilk binanın Ankara’da yapılması uygun
görülerek proje Mimar Kemalettin Beye hazırlatıldı. O da yeni ve millî bir mimarî
anlayışıyla işe koyuldu. Ankara’da, çorak bir bölgede 8 Ağustos 1927’de temeli
atılan bina Kasım 1929’da bitirildi, inşaatı zaman zaman Atatürk de denetlemişti.
Atatürk ve yetkililer bu görkemli kuruma büyük değer veriyorlardı. Anadolu’nun or
tasındaki bu kurum, İstanbul’daki eski Osmanlı öğretmen okullarından mimarî açı
dan da üstün olmalıydı. Bu binada Cumhuriyet öğretmenlerinin bir kısmı yetişecek
ti... işte bu bina, sonraki yıllarda Gazi Eğitim Enstitüsü diye bilinecek kurumun bi-
. .. 48
naşı ıdı. Bizim de bu kurum üzerinde biraz fazlaca durmamızın nedeni Cumhuri
yet döneminde ilk yapılan ve çok önemli bir öğretmen okulu olmasındandır.
Yukarıda sözü geçen (Konya’dan Ankara’ya taşınan) Orta Muallim Mektebi, An
kara’da bulunan Gazi Mustafa Kemal Erkek İlk Muallim Mektebi ile beraber Kasım
1929’da bu binaya taşındı ve iki okul tek bir isim altında anılmaya başlandı: Gazi
Muallim Mektebi ve Terbiye Enstitüsü. Ancak 1932’de Erkek İiköğretmen Okulu
kaldırıldı ve o yıl kurumun adı Gazi Orta Muallim Mektebi ve Terbiye Enstitüsü’ne
dönüştürüldü (kaldırılan okulun yerine de, Galatasaray Lisesi gibi, fakat İngilizce
öğretim yapan paralı yatılı Gazi Lisesi açıldı). 1936-1937 öğretim yılında Gazi Lise
si ayrı binaya taşındı ve İngilizce öğretimden de vazgeçildi.^®
46
Yücel, age , s. 92
47
Niyazi Altunya, Gaz/ Eğitim Enstitüsü (1926-1980),
48 .
Aynı eser.
49
Aynı eser.
J
r
1959’a kadar Liselere öğretmen yetiştiren asıl kaynak İstanbul Yüksek Öğret
men Okulu idi. Eski Darülmuallimîn-i Âliye'nin devamı olan bu okul, yıllarca nitelikli
öğretmenler yetiştirmiştir. Okulun geleneksel öğrenci seçme sistemine göre, Liseyi
bitirerek Üniversitenin Fen ve Edebiyat Fakültelerine giren öğrencilerden bir grup
388 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
sınavla seçiliyor, çeşitli dallarda Lise öğretmeni olmak üzere MEB hesabına para
sız yatılı okutuluyordu.İstanbul Yüksek Öğretmen Okulu öğrenci sayısı bakımın
dan çok yetersiz kalmıştı. 1950’lerden sonra yılda verdiği mezun sayısı 7-8’e kadar
düşmüş, 1923-1963 arasında 630 mezun vermişti. Öteden beri “kuramsal kalmak”
biçimindeki eleştiri bu okula da yöneltilmiştir.
Lise öğretmeni yetiştirmede İstanbul Yüksek Öğretmen Okulunun yetersiz kalışı
nedeniyle 1959’da Ankara’da yeni bir Yüksek Öğretmen Okulu açıldı. Öğretim bi
çimi İstanbul Yüksek Öğretmen Okulu ile aynı olmasına karşılık, okul, öğrenci kay
nağını ilköğretmen okullarına dayandırmıştı. 1964’te İzmir’de de bir Yüksek Öğret
men Okulu açıldı.
1964’ten itibaren İzmir ve İstanbul Yüksek Öğretmen okullarının da uyguladığı
bu yönteme göre, ilköğretmen okullarının en başarılı ve kişilikli öğrencileri arasın
dan seçilenler bu okullara öğrenci olarak alınmaya başlandı. Fakat böyle seçilen
öğrenciler, o yıllarda Lise mezunu sayılmadıkiarı için önce 1 yıl Lise hazırlık sını
fından sonra Lise diploması alıyorlar, branş öğrenimlerini girdikleri Fakültelerde,
meslek derslerini Yüksek Öğretmen Okullarında görüyorlardı. Fakat, geceleri yapı
lan meslek derslerinin pek düzenli yürümemesi, 1974-1975'ten başlayarak
İlköğretmen okullarının Öğretmen Liseleri adı altında Lise mezunu vermesi, o yıl
larda Üniversitelerin öğretmenlik formasyonu vermeye başlamaları ve Üniversiteler
le Yüksek Öğretmen Okullarındaki ideolojik şiddet olayları, onlara artık gerek kal
madığı biçiminde çok yanlış bir görüşe yol açtı ve Yüksek Öğretmen Okulları 18
Temmuz 1978’de kapatıldı. Bu kurumlar binlerce nitelikli Lise öğretmeni ve Üniver
site öğretim üyesi yetiştirmiştir.®^
işte bu tarihten sonra, yukarıda açıklandığı gibi. Eğitim Enstitüleri4 yıla çıkarılıp
sayıları 10'a indirildi ve Yüksek Öğretmen Okulu adını aldılar. Örneğin Ankara Gazi
Yüksek Öğretmen Okulu ... gibi. Bu kurumlar 20 Temmuz 1982'de de Eğitim Fakül-
fe/erfne dönüştürüldüler.“
Meslekî ve teknik orta öğretim kurumlarına öğretmen yetiştiren ve bazılarının
kuruluşu 193O'lu yıllara giden Yüksek Öğretmen Okullarının ise 20 Temmuz 1982
öncesi adları ve yerleri şöyle idi:
Ayrıca, 1959'da İstanbul'da bir Yüksek İslâm Enstitüsü açılmıştır. 1982'de bun-
50
Isa Eşme, Yüksek Öğretmen Okulları; Yücel Gelişil, Öğretmen Yetiştirmede Ankara Yüksek Öğret
men Okulu Uygulaması.
Eşme, age.; Cahit Kavcar, Tarihe Karışan Bir Öğretmen Yetiştirme Modeli: Yüksek Öğretmen Okulu
52
Cemil Öztürk, Eğitim Fakülteleri Üzerine Bir Araştırma.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ 389
ların, sayıları 7 idi ve İmam-Hatip Okullarına meslek dersi ve orta dereceli okullara
Din dersi öğretmeni yetiştiriyorlardı.
20 Temmuz 1982'de Yüksek Öğretmen Okullarından bazıları Eğitim Fakülteleri, t
yetiştiren programların bir bölüm çatısı altında toplanması, vs.) b) Orta öğretimde lî
sosyal, fen ve matematik alanları öğretmenlerinin tezsiz yüksek lisans düzeyinde 'ö
nin öğretimine önem verilmesi. Bunlar çok olumlu gelişmelerdir. Ancak, Eğitim Fa
külteleri programlarından önemli bazı dersler (bu arada Türk Eğitim Tarihi dersi)
çıkarılmıştır. Ayrıca, Ankara Ü. Eğitim Bilimleri Fakültesinin lisans düzeyinde "eği
s-
.'i I
tim bilimleri" öğretimi yapmasına son verilmiştir.
kitabımızın SONÜÇ kısmında yapılacaktır.
Bu konuların değerlendirilmesi
I^4
• YÖK, 5 Mart 2006 tarihinden itibaren Eğitim Fakülteleri programlarında
“güncellemeler” yapma ihtiyacı duymuş ve bunu Temmuz 2006’da gerçekleştirmiş
tir. Bu çalışmaların temel özellikleri ve yenilikleri özetle şunlardır: “
.- “Güncelleme”ler öğretim üyelerinin geniş katılımı ve uzun tartışmalar sonucu
bejlirlenmiştir. YÖK’ün izlediği bu yöntem akademik ve demokratik geleneklere uy-
guhdur ve umut vericidir. ■'1
53
Tayyip Duman, Türkiye'de Ortaöğretime Öğretmen Yetiştirme.
1
54
Nizamettin Koç, Eğitim Fakültelerinde Yeniden Yapılanmanın Getirdiği Sorunlar..
55
Internet’te YOK’ün programlarla ilgili açıklaması (http.7/www.yok.gov.tr) ve YOK Başkan Vekili Prof;
Dr. Isa Eşme ile Ağustos 2006’da görüşmemiz (Y. Akyüz).
}
390 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
11 Ekim 1960 tarihli bir kanunla, lise ve dengi okul mezunları ile Üniversite ve yüksek
okullardan mezun olamadan ayrılanlar bir kurstan geçirilerek, askerliklerini köylerde ilkokul
öğretmeni olarak yapmışlardır. Bunlardan isteyenler, 26 Temmuz 1963 tarihli bir kanunla,
sürekli olarak öğretmenliğe geçmişlerdir.
» Vekil Öğretmenler:
5 Ocak 1961 tarihli ve 222 sayılı İlköğretim ve Eğitim Kanunu ile, orta okul ve dengi okul
lardan mezun olanlardan 18 yaşını tamamlamış olanlar, bir kurstan geçirilerek muvakkat
öğretmen olarak ilkokullara atanmış, lise ve üstü okul mezunları da yine bir kurstan sonra
orta dereceli okullara öğretmen olarak atanmışlardır.
• Barış Gönüllüleri:
1962 Eylülünden itibaren bu isimle gelen ABD'li 1200'den fazla ''uzman"ın çoğu, 7O'Iİ yıl
lara kadar İngilizce öğretmenliği yapmıştır.
» öğretmenlik Formasyonu:
1970'lerden itibaren, çeşitli Fakültelerden mezun olan, fakat öğretmenlik yapmak isteyen
ler bir "pedagojik formasyon"dan geçmek zorunda idiler. Bu formasyon, Eğitim Fakültelerine
göre, yeterli ya da yetersiz biçimde veriliyordu. En son 1997 ve 1998 yaz tatillerinde MEB,
çeşitli Fakülte mezunlarından atadığı binlerce öğretmene (Eğitim Fakülteleri ile işbirliği yapa
rak ya da yapmadan) 40 iş günü içinde tamamlanan (!) öğretmenlik formasyonu kursları
açmıştır. Tüm formasyon programları 1998-1999 öğretim yılında YÖK tarafından kaldırılmış-
■i
TÜRKİYE CUMHURİYETİ 391
tır. 20O1'de bazı programlar yeniden açılmıştır.
1975'ten sonra özellikle Eğitim Enstitülerinde siyasal ve ideolojik amaçlı şiddet olayları
nedeniyle öğretim normal sürdürülememiş ve binlerce öğrenci okullarına devam edememiş
lerdir. 1978’de bu duruma "hızlandırılmış programlarla" çözüm bulma yoluna gidilmiştir. Çok
yoğun dersler ve birden fazla öğretimle yapılan bu uygulamada, normal öğretim süresinin
%25-50'si kadar bir süre çalışma yapılabilmiştir. Ayrıca, seminer çalışmaları, uygulamalar da
yapılamamıştır. Bu şekilde on binlerce gence öğretmenlik diploması verilmesi, her geçen
gün güçlendirilmesi gereken mesleği daha da yıpratmıştır. Kamuoyunda bu uygulama ile
kaba alaylar yapılması meslek adına üzücüdür. Bakanlığın 1988 tarihli bir yayınında, bu
öğretmenlerin durumu şöyle değerlendirilmiştir;®®
"12 Eylül 1980'den önce, mesleğin gerektirdiği ehliyeti kazanma fırsatı bulamadan hız
landırılmış eğitim programlarından mezun sayılıp atanan yüzbinin üzerinde öğretmen vardır.
Sayıları, sistemdeki öğretmenlerin üçte birine yaklaşan bu öğretmenlere en kısa zamanda,
branşlarında kullanabilecekleri pratik metot ve tekniklerin kazandırılması kaçınılmazdır."
56
Hizmetiçi Eğitim (1960-1987), s. 326.
■ •Hbi
392 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
11. Meşrutiyet döneminde "köy için eğitim" konusunda ileri sürülen fikirler ince
lenmişti (Soru 104). Cumhuriyet döneminde de bu alanda çalışmalar yapılmıştır:
Şubat 1923’te İzmir’de toplanan Türkiye iktisat Kongresinde köy eğitimi ile ilgili
ilginç kararlar alınmıştır. Bunlardan birisi, köy ilkokullarının geniş bahçelerinin, ahır
ve kümeslerinin olması gerektiğidir. Bunlar, öğretmenin denetiminde öğrenciler ta
rafından işletilmeli ve böylece çiftçilik çocuklara "uygulamalı" olarak öğretilmelidir.
Yine, orta ve yüksek okulları bitiren erkek ve kız öğrenciler ve medrese mezunları
köylere giderek en az 1 yıl öğretmenlik yapmalıdır.®'
Cumhuriyet döneminin ilk yıllarında Dewey, raporunda (1924) köye göre eğitim
ve köy öğretmeni yetiştirme konusuna da yer vermiştir. Başka bir yabancı eğitimci
Kühne de raporunda (1925) benzer önerilerde bulunmuştur. Bu konuda benzer
görüşler yerli eğitimcilerce de ortaya atılmış, bazı uygulamalara bile girişilmiştir.
Yine Mustafa Necati döneminde 1927’de Denizli Erkek Muallim Mektebi, “Köy
Muallim Mektebi”ne çevrilmiştir. Bu kurum da 1933’de kapatılmıştır.
1933'de Eğitim Bakanı Dr. Reşit Galip, çok sayıda ve köy için öğretmen yetiş
tirmek üzere çalışmalar yaptırdı ve Mıntıka (Bölge) Muallim Mektepleri kurulması
düşünüldü ise de, uygulamaya konamadı.®®
1936 'da Saffet Arıkan'ın Bakanlığı döneminde de, Eskişehir'in Mahmudiye kö
yünde bir Eğitmen Kursu açıldı. Amaç, askerde onbaşı, çavuşluk yapmış köylü
gençleri altı aylık bir kurstan sonra eğitmen unvanıyla küçük köylere ve üç yıllık
ilkokullara gönderip öğretmen sıkıntısını biraz hafifletmekti. Fikir Atatürk'ten gelmiş
ti.®®
57 /s
Ökçün, age., s. 390 vd.
®® Savaş Karagöz, Kayseri Zincidere Köy Muallim Mektebi...
Ş.S.Aydemir, ikinci Adam, C.2, s.374 vd.
60 A
Aynı yerde.
i
TÜRKİYE CUMHURİYETİ 393
. ra'S
Aynı yıl, daha büyükçe (nüfusu 400'ün üstünde) köylere öğretmen yetiştirmek
üzere İzmir Kızilçullu'da ve Eskişehir Çifteler'de Köy Öğretmen Okulları açıldı. Bun
lar sonradan Köy Enstitülerine dönüştürüldü.
Özetle, Köy Enstitülerinin kurulmasından önce köy öğretmeni yetiştirme konu l‘
Köy Enstitüleri:
1
Köy Enstitüleri, kurulduklarından beri en çok tartışılan eğitim kurumlandır.®^
1. Amaçları, kurulmaları
194O'da, 6 yaşın üstündeki nüfusun %78'i okur yazar değildi. Köylerde bu oran
%90'dı. Ayrıca köyler, sağlık, temizlik, gelişme imkânlarından uzaktı. Bu yaygın bil
gisizlikle daha etkili mücadele etmek, bunu yaparken köylerin sosyal ve ekonomik
Şi
yapısında öğretmen ve eğitim kanalıyla düzenlemeler, gelişmeler sağlamak... işte
Köy Enstitüleri bu amaçla kuruldu. O zamana kadar mevcut öğretmen yetiştirme
düzeninin neyi eksikti de yeni bir öğretmen yetiştirme sistemi geliştirilmek isteniyor
du? Mevcut eski düzen, "nazarî" eğitim yapan, ellerinde kalem, kitap, yalnızca o-
kuma yazma ve "kitabî" bilgiler öğretimi ile yetinen, köye gitmek, orada kalmak is
■
temeyen, köylüye pek yararlı olmayan öğretmenler yetiştirmekle suçlanıyordu. Oy
sa artık köy kökenli, yalnızca köye yararlı olabilecek, nasırlı ellerinde kalem ve ki ■1
taptan çok, kazma, kürek, çapa, bağ makası, keser... bulunan öğretmenler ye
tiştirilmeliydi. Köy Enstitülerinin kuruluş felsefesi budur. a-B
Köy Enstitüleri 17 Nisan 1940 tarihli ve 3803 sayılı Kanunla kurulmuştur. Kurul I
malarında Maarif Vekili Haşan Âli Yücel ve ilköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı
Tonguç'un çok emeği geçmiştir. Kentlerden uzakta, kırsal çevrelerde kurulan bu 88
M
okulların sayıları zamanla 21'i bulmuştur. Bulundukları yerler şöyledir:
M
194O'da kurutanlar
1. Izmir-Kızılçullu Köy Enstitüsü
1941'de kurutanlar
15. Ankara -Hasanoğlan Köy Enstitüsü
•1
2. Eskişehir-Çifteler 16. Konya Ereğli-ivriz
3. Lüieburgaz-Kepirtepe
4. Kjastamonu-Gölköv 1942'de kurutanlar
5. lyialatya-Akçadağ 17. Yıldızeli-Pamukpınar
6. Antalva-Aksu 18. Erzurum-Pulur Jfi
7. Lâdik-Akpınar
8. Adapazarı-Arifiye 1944'de kurutanlar
9. Vakfıkebir-Beşikdüzü 19. Ergani-Dicle
10. Kars-Cılavuz
20. Aydın-Ortaklar a raİl-
11. Bahçe-Düziçi
12. Isparta-Gönen 1948'de kurulan
13. Balıkesir-Savaştepe
2,1. Van-Erciş
14. Kayseri-Pazarören !
!
Tablo 38. Açılış tarihlerine göre Köy Enstitülerinin yerleri
61 1
Bu konuda pek çok yayın vardır. Bazıları için, bkz. Fay Kirby, Türkiye'de Köy Enstitüleri; Cavit
Binbaşioğlu, Çağdaş Eğitim ve Köy Enstitüleri; Abdullah Demirtaş, Çağdaş Eğitim ve Köy Enstitüleri:
Bekir Özgen, Çağdaş Eğitim ve Köy Enstitüleri: Haşan Erçelebi, Köy Enstitülerinin Çağdaş Eğitim Yöne H
timine Katkıları; Pakize Türkoğlu, Tonguç ve Enstitüleri; Yıldız Kurtuluş, Köy Enstitülerinde Sanat Eğitimi S
ve Tonguç.
f
ja
bfe.
394 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
2. Programları, çalışmaları
Enstitülerin ilk resmî öğretim programı 1943 tarihlidir.®® Buna göre, bunlar ilko-
kuldan sonra 5 yıl öğretim yapmaktadırlar ve bu süre içinde toplam 114 hafta "kül
tür" dersleri, 58 hafta "ziraat" ders ve çalışmaları, 58 hafta da "teknik" ders ve ça
lışmalar yapılmaktadır. Bir haftalık süre bakımından da, derslerin dağılımı şöyledir:
Kültür dersleri : her sınıfta 22 saat
u n
Ziraat dersleri ve çalışmaları 11
II n
Teknik dersler ve çalışmalar 11
Köy Enstitülerine, ilkokulu bitiren köy çocukları sınavla alınıyorlardı. Kız öğrenci
lerle karma bir eğitim-öğretim uygulanıyordu 1950'den sonra, kızlar Kızılçullu ve
Beşikdüzü'nde toplanıp karma eğitim kaldırılmıştır.
Okul binalarını genellikle öğrenciler yapmışlardır.
Köy Enstitülerinde işe dayanan, zor bir eğitim öğretim yapılıyordu. 1947'de
62
Hüseyin Dilaver, Hasanoğlan'da Kuruluşundan Günümüze Öğretmen Yetiştiren Kurumlar.
63
Cavit Binbaşioğlu, Köy Enstitüleri Programı.
1
TÜRKİYE CUMHURİYETİ 395
Konya-Ivriz Köy Enstitüsünden mezun olan bir öğretmen, 195O'de bir Ankete verdi
ği cevapta, güç, bakımsız şartlar altında çalışmalarını gerçekçi biçimde dile getirir:
-i
"Kışın 3 ay ders yapardık: Günde 8 saat. Yılın diğer 9 ayında da elimiz yüzümüz
harç, kireç içinde, ameleden aşağı bir şekilde çalışırdık. Üç senede koca koca 25
î
bina meydana geldi, sırf öğrenci emeği ile. Çalışmanın aleyhinde bulunduğum sa
nılmasın. Öğleye kadar dört zeytin, öğleyin kuru bulgur pilâvı ile temelimiz kurudu...
s
'S
Yarım yamalak bir kitaplığımız vardı. Henüz okumak nedir bilmeyen köy çocukla- i
.,64 :İİ
rıydık. Elimize bir kitap alsak okumaya vakit bulamazdık.’
Tabiî, bu uygulamaları genelleştirmemek ve ilk yılların zor şartlarını unutmamak îlî
gerekir.
Malatya-Akçadağ Köy Enstitüsünün ilk müdürü Şerif Tekben, Canlandırılacak i
Köy Yolunda başlıklı kitabında okulun başlangıç yıllarını anlatır: İlk yıl öğrenci bul
4
mak kolay olmamış, farklı çevrelerden gelen çocukların okula ve birbirlerine uyum
sorunları görülmüş, bazı veliler bu eğitimi yadırgamışlardır: "Öteden beri okumayı
I
kara tahta, defter ve kalem bilgisi olarak kabul eden ve Devlet kapısından geçin
meye yarar bir vasıta olarak telâkki eden (anlayan) bazı babalar da çocuklarının
ellerinde kazma küreği görünce bu işi yadırgadılar. Böylelikle, çocuklarını Enstitü
den kaçıran veya çalışmayı göze alamayarak tahsilini bırakanlar oldu. Fakat hayatı
toprakla uğraşarak geçmiş, dayanıklı köy çocukları çetin çalışmalara göğüs gerdi
ler." Yine Tekben, köy çocuklarına en basit medenî hayat alışkanlıkları kazandır
manın güçlüklerini, fakat bu çocukların aynı zamanda üstün niteliklerini de anlatır:
Öğrencilerin bazıları masada yemek yemeyi yadırgar, masa, örtü, çatal kaşık vs. yi
tahrip ederler, zeytin yağlı yemek bilmeyen bu çocukların çoğu, böyle yemek çıktı s
64
I
Köy Enstitüleri ve Köy Öğretmeni Anket Cevaplan (1950), s. 98.
1
Demokrat Parti iktidarı sırasında ve Tevfik ileri Eğitim Bakanı iken, Ekim
1952'de, Tâlim ve Terbiye Dairesi, Köy Enstitülerinin kapatılmasına gidişte son a-
dımlardan biri sayılan program değişiklikleri yapmıştır. Gerekçede denir ki:
"Uygulama, hem öğretmen, hem de ziraatçi veya sanatkâr yetiştirmenin müm
kün olamayacağını ve öğretmenin çalışmasını bu şekilde bölmenin okulun zararına
olduğunu gösterdi. Böylece, 'üretici ve sanatkâr' yani Devlete fazla malî yük getir
meyecek öğretmen yetiştirme isteğinin gerçekleşmediği görüldü ve vazgeçildi."
Bu değişiklik 1952-1953 ders yılından itibaren uygulanmış ve Köy Enstitüleri
önemli ölçüde genel bilgi derslerine yöneltilmiştir.
Şubat 1954'te yayınlanan 6234 sayılı Kanunla, Köy Enstitüleri, tümüyle, gele
neksel ilköğretmen okullarıyla birleştirilmiştir. Köy Enstitülerinden toplam 15 000
kadar öğretmen ve 2 000 kadar sağlıkçı yetişmiştir.
i .H. Tonguç, Canlandırılacak Köy, s. 625 vd; Selçuk Uygun, Tanıkların Dilinden Bir Dönem
Öğretmen Okulları (İlköğretmen Okulları ve Köy Enstitüleri): Hüseyin Altunya, Reşat Nuri Güntekin ve
Fakir Baykurtün Romanlarında Öğretmen.
•1
TÜRKİYE CUMHURİYETİ 397
gelmişlerdir.
3. Öğretmenin genellikle kendi köyüne atanması kıskançlıklara yol açmış, köy
lü, içlerinden birinin; aralarına büyük amaçlarla, kurtarıcılık görevi ile gelip akıl ver
mesini bazen hoş karşılamamıştır.
4. Enstitü çıkışlı öğretmenin kendi köyüne ya da başka yere başöğretmen ola
i
rak atanması, 3-5 yıl önce onu yetiştiren, daha kıdemli ve yaşlı öğretmeni kırmıştır
(bazıları da bunu doğal karşılamıştır).
5. Köy Enstitülerini kuran ve onları destekleyenlerin, buralardan çıkmayan öğ ti
retmenlere bazan “köye gitmeyen, gitse de bir an önce köyden kaçmayı düşünen, I
köy için yararsız eğitim yapan” kişiler gözüyle bakmaları ve bunların küçük görül
mesi biçiminde anlaşılacak ifadeler kullanmaları, bu öğretmenleri kırmış, onlarla '■0
Enstitü çıkışlı öğretmenler arasında anlamsız fakat çok zararlı bir ikiliğin doğması s
na yol açmıştır.
6. Öğretmenlik meslek bilgisi ve meslek derslerinin biraz zayıf işlenmesi onların ■'î
öğretim yapmalarını, öğrencilerini ve çevrelerini iyi anlayıp değerlendirilmelerini
zorlaştırmıştır.
7. Herbiri ayrı bir ihtisaslaşma gerektiren tarım ve teknik zanaatlarla ilgili uğra
şıların öğretmene öğretilmeye çalışılması ve ondan da bunları çevresine öğretme
sinin istenmesi, üstelik onun bu tür uğraşılardan gelirinin bir kısmını sağlamasının
beklenmesi, gerçeklerle pek bağdaşmayan, idealist bir görüş olmuştur.
8. Enstitü çıkışlı öğretmen kolayca ürün kaldırıp yan kazanç sağlayamadığın 31
dan, daha çok maaşı ile yetinmek zorunda kalmış, böylece ekonomik sıkıntıya
düşmüştür. Köylü onunla, daha iyi durumda ve ağır iş yapmadan daha çok para i
alan eski öğretmen arasında karşılaştırma yaparak Enstitü çıkışlı öğretmene daha
az değer verme eğilimi göstermiştir.
I
9. Enstitü çıkışlı öğretmenler resmî makamlarca ilgi ve desteksiz bırakılmış, fa
kat yine de köyü değiştirmek onlardan beklenmiştir. Bu, öğretmenleri yalnızlık ve
terkedilmişlik duygularına itmiştir.
10. Enstitülü öğretmenlerin "sol" görüşlü olduğu biçiminde girişilen propaganda
lar onlara şüphe ile bakılmasına neden olmuş, girişim güç ve cesaretini kırmıştır.
■)f1. Köy Enstitüleri konusu, siyasî partiler, hükümetler arasında bir siyasal çe
kişene haline getirilmiş, konuya bilimsel açıdan ve soğukkanlılıkla yaklaşılmamış,
aksayan yönlerinin düzeltilmesine gidilmemiştir. ‘i
Köy Enstitüsü çıkışlı öğretmenlerden bir kısmının yurt çapında da bazı etkileri
görülür: 18
1. Bunlar özellikle köy konularını, gerçeklerini işleyen edebî eserler vererek bir
yazarlar topluluğu oluşturmuşlardır ve bu yolda edebî, sosyal, kültürel, politik etkin
lik göstermişlerdir. *1
70
Bahir Sorguç, 1920'den 1981'0 Millî Eğitim Bakanlığı; İbrahim Arslanoğlu, Türk Eğitim Sistemi.
400 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
»d
BAKAN
M
Mesleki
Yüksek \ Mtliı l
Ogrctım Eğdim i Eğdim
Kurulu
'■ Kurulu Şurası
I
Müsteşar J TeÜış Kurulu
L
özel Kalem I Başkanlığı
Müdürlüğü 8 ' <D
8
8 Bakanlık C
, Talim ve Terbiye j 8 Müşavirliği m.
i
I
Okul Öncesi Eğitimi. : İlköğretim Genel I Personel Genel Yayımlar Dairesi
Genel Mudurfugu ; i Mudurlugu I Müdürlüğü Başkanlığı
!
Ortaöğretim Genel Erkek Tek. Öğretim I Hızmetıçı Eğitim İdari ve Mail İşler
I
Müdürlüğü Genel Müdürlüğü Dairesi Başkanlığı Dairesi Başkanlığı
I
I
Öğretmene Hizmet
Kız Teknik Öğretim Ticaret ve Turizm i İşletmeler Dairesi
! ve Sosyal İşler
i Genel Müdürlüğü öğretimi Gen.Md. r* Başkanlığı
t Oaı.Bşk
öğretme rı I
Din Öğretimi I Yatırımlar ve Orta Öğrenim Burs
Yetiştirme
Genel Müdürlüğü I Tesisler Dai.Bşk V© Yurtlar Daı.Bşk
ve Eğitimi Gen. Md. {
I
Çıraklık ve Yaygın j ‘ Yüksek Öğretim I Sağlık İşlen Eğilim Araçları ve
‘ Eğitim Genel Md. * i Genel Müdürlüğü 8 Dairesi Başkanlığı Donatım Dal.Bşk.
8
8 Eğitimi Araştırma Çır.Mes. ve Tek.
Dış hıskıler • i Yurt Dışı Eğitim
» I ve Geliştirme Eğil. Geliş, ve
Genel Müdürlüğü ı i Öğretim Gerı.Md. t UauBşk. Vay. Dai.Bşk.
8
Özel Eğitim 8
özel öğretim Savunma
Rehberlik ve I
Kurumlan Gen,Md, ' , Sekreterliği
> 1 Dan. Hız. Gen. Md. t
I
r--... ..^ , . ... . ! I Okuhçı Beden Eğt.
Eğitim Teknolojileri ! ı v u I
Spor ve izcilik t
i Genel Müdürlüğü ? j
Dai.Bşk. 8
I
I
Taşra Örgütü Yurtdışı örgütü I Sağlı Kuruluşlar
J
z/ -__ ___ __ _ ““““î ______ _
Millî Eğitim Eğitim Müşavirlikleriİ Yüksek öğrenim
Milli Eğilim
Müdürlükleri ı - ve E-ğitim Akedemisi Kredi ve Yurtlar i
Kurumu Genel
Müdürlüğü
Tablo 40. Milli Eğilim Bakanlığı merkez teşkilâtı şeması
k
jr
TÜRKİYE CUMHURİYETİ 401
Çumhuriyet dönemi Millî Eğitim bütçeleri de özetle şöyledir:
^4*;
Kurtuluş Savaşı sırasında TBMM'nin 1921 eğitim bütçesi genel bütçenin % O7'si
kadardır. Cumhuriyet döneminde bu oran 1924'te % 6, 1937'de % 5'tir. 1948 ’e ka
dar ilkokul öğretmenlerinin maaşları ve öğretim giderleri il özel idarelerinin bütçele
rinden karşılandığından bu husus eğitim giderleri arasında Devlet bütçesinde yer
almamaktadır. Bu tarihten sonra bu tür maaş ve giderler genel bütçeye alınmış ve
eğitimin bütçedeki payı artmıştır/'' 195O'de bu pay % 11, 197O'de yine %11'dir.
71
1938'e kadar ayrıntılı bilgi için bkz. Yücel, age , s. 239-259. Yine bkz. Kasım Karakütük, Cumhuriye
tin Kuruluşundan Plânlı Döneme Kadar Eğitimin Finansmanı (1923-1960); Muhsin Hesapçıoğlu, Cum
a
huriyet Döneminde Türkiye’de Eğitim Plânlaması Çalışmaları.
72
Erdoğan Başar’ın iki eseri: Millî Eğitim Bakanlarının Eğitim Faaliyetleri (1920-1960) ve aynı adla
İkincisi: (1960-1971).
?
402 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
Tablo 41. Heyet-i İlmiyeler, Millî Eğitim Şûraları ve ele aldıkları bazı temel konular
HEYET-İ İLMİYE
ELE ALINAN TEMEL KONULAR
SAYISI VE TARİHİ
I, 1923 ilköğretimin 6 yıla çıkarılması,
ilkokul 1. ve 2. sınıfların 30, diğerlerinin 40 öğrenciyi aşma
ması
Zorunlu eğitim yaşındaki çocukların yabancı okullara gide
meyecekleri.
Küçük köyler için yatılı bölge ilkokulları açılması.
Din dersleri öğretmenlerinin seçiminde, öteki öğretmenler
gibi bazı şartlar aranması.
Sultanî adının Lise'ye çevrilmesi.
73
Her şûranın karar ve belgelen ayrı kitaplar halinde yayınlanmıştır. Aşağıdaki eserde de şûra çalışma
larının ayrıntılı özeti vardır: Ataünal-Özalp, age.
:İ
1
izin, vs.)
Öğretmenliğin çekici hale getirilmesi.
Öğretmenlerin hizmet öncesi ve içi yetiştirilmesi.
Öğretmenlerin çalışma şartlarının iyileştirilmesi.
Öğretmenlerin yaşam şartlarının iyileştirilmesi.
Dengeli öğretmen dağılımının sağlanması.
Cumhuriyet dönemine geçerken, en geniş anlamda bir halk eğitiminin gereği bir
gazetede şöyle dile getirilmiştir:
"Üzüm üzüme baka baka kararır', 'yüz yüzden utanır', 'kişi refikinden (arkada
şından) azar' derler. Bunlar ecdadımızın dosdoğru lâflarıdır. Bizim halkın en büyük
kusuru cehâletten ziyade görgüsüzlüğüdür. Halk fena görmüş, fena görüyor, fena
alışıyor ve evlâdını da fena yetiştiriyor. Konuşmanın, yürümenin, yaşamanın usûlü
nü, terbiyesini bilmeyen bir baba şüphesiz ki evlâdını da öyle yetiştirir. Halbuki
dünyada nezaket, terbiye kadar lâzım şey yoktur. O mahalle içlerine kadar sokulan
Rum bakkallar hep tatlı dilleri, nezaketli halleriyle bizim kesemizi boşaltmışlardır.
Halbuki bizim esnafımız maalesef biraz sert oluyorlar, müşteriye muamele etmesi
ni, hatır gönül almasını bilmiyorlar (...) Halkımız millî saltanatı ele aldığı gibi, terbi-
yeyi, yanındakine hürmet etmeyi, oturup kalkmayı, hatta yemek yemeyi de öğren-
mek ihtiyacındadır.'>ı74
Cumhuriyet döneminin başında öğretmenler ve onların meslekî kuruluşları kent
lerde, köylerde, İrşad Heyetleri (aydınlatma toplulukları) adı altında halkı aydın
latma çalışmaları yapmışlar, halka devrimlerden bahsetmişler, okuma yazma öğ
retmişlerdir (1925-1928).
1928 sonlarında, Mustafa Necati'nin Bakanlığı sırasında lâtin harflerinin kabul
74
Terbiye Kıtlığı, Karagöz Gazetesi, 28 Nisan 1339 (1923), s. 4.
i
Cumhuriyet döneminde Millî Eğitim Bakanlığı ile öteki bazı Bakanlıklar çok sa
yıda konferanslar, gezici ve sabit kurslar vs. ile halk eğitimi çalışmalarında bulun
muşlardır/® Fakat bu çalışmalar arasında etkili bir işbirliğinin bulunmaması, alınan
sonuçların daha iyi olmasını önlemiştir.
t940'lardan itibaren Bakanlığın klâsik eserleri Türkçeye çevirtip yayınlama yo
lundaki yoğun çabaları da önemli bir halk eğitimi çalışmasıdır. (Bkz. Soru 146).
kurs açıldı ve buralara toplam 2 054 609 kişi katıldı. Bu çabaların sonucunda okur
yazarlık % 69'dan % 72'ye yükseldi. Televizyonda da okuma yazma dersleri verile
rek çok daha geniş bir yetişkinler kitlesine hitap edildi. 2OO4’de yapılan resmi tah-
i'
406 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
76
TV’de Türk Filmleri.
77
Ahmet Saip, Kâğıtçılık ve Suni İpek.
i ?!?
r'Tî
Çflj
TÜRKİYE CUMHURİYETİ 407
resimiere ağırlık vermeyi sürdürmüşlerdir; hatta magazinleşme, günümüze geldikçe
daha’çok önem kazanmıştır. Böylece gazetelerin fikrî ve eğitimsel bakımdan içeriği
zayıf kalmıştır. ;
Cumhuriyet dönemi düşünür ve eğitimcilerinden Nurettin Topçu'ya (1909-1975)
göre, "cemiyette başıboş eğitim vasıtalarının çoğalması okulun gençler üzerindeki
etki alanını daraltmaktadır. Çeşitli sosyal gayelerle kurulan derneklerle spor kulüp
leri, radyo ve gazeteler, eğitimde önemli bir rol oynamaktadır. Bugün, medrese ‘:!kJ
devrinin çocuğu gibi, yalnız talebelik özelliği taşıyan gençler karşısında değiliz. Bu
günün genci, kendi arzusuyla seçtiği bir kulüp veya cemiyetin üyesi, bir siyasî ga
zetenin okuyucusu, radyonun dinleyicisidir. Bunlara sinema ile sahne de eklenince,
bilhassa büyük şehirlerde, öğretmenin çocuk üzerindeki etkisinin ne kadar güçleş aş
tiğini anlamak kolaydır. Bu araçlar eğitimde öğretmene yardımcı olsalar ne âlâ! An a't
cak bunların hiçbirisi eğitimsel bir denetime tabi değildir, her biri kendi âleminde şal
serbesttir." Yazara göre bu yollarla gençlerin ruhuna, farkına bile varılmadan irade
sizlik, macerâ zevkleri, dedikodu hastalıkları veya zararlı ideolojiler sızabilir.^®
S
Bir yazar, TV'nin iyi bir eğitim aracı olduğu halde değerinin bilinmediğini, bu ka
'Ş-
nalla halkın yavan, zevksiz şeylerle koşullandırıldığını, TV'nin kültür düzeyi düşük
bir araç olarak kaldığını söyler.'®
şan ve sürekli yenilenen bu ocak, "Ali Okulu" denen kurslarla okuma yazma bilme-
I
78
Nurettin Topçu, Türkiye'nin Maarif Davası. Yazar, TV. video ve İnternet 1960'iarda henüz toplumu-
muza girmediği için bunlardan sözetmiyor.
79 "
Haldun Taner, Girizgâh Üzerine.
Yahya Akyüz, Reklâmlar Gibi Düşünmek ve Çocuklar, Milliyet, 11.7.1979.
I
TÜRK EĞİTİM TARİHİ i
408
yen erleri okuryazar yapar, bazılarına bir meslek ve çeşitli beceriler kazandırır. Te
mel askerlik eğitimiyle de hem yurt savunması için savaş eğitimi, hem de, sivil ha
yatta da çok gerekli olan disiplin, vs, gibi özellikleri kazandırır ve komutan-er tüm
mensuplarının, başka şekilde belki de hiç gidip görme imkânı bulamayacakları yurt I
köşelerini tanımalarını ve farklı yörelerden geldikleri için de birbiriyle tanışıp kay
naşmalarını sağlar.
Cumhuriyet döneminde kütüphanecilik ve arşiv konusunda iki önemli noktayı da
belirtelim:
Türkiye'de Millî Kütüphane ancak 1946'da Ankara'da, gazino için yapılan bir bi
nada kurulmaya başlanmıştır. Oysa, Batılı ülkelerde millî kütüphaneler bir kaç yüz
yıl önce kurulmuştur. Bu alanda çok geri kalmamızdan bilimsel çalışmalar ve halk
eğitimi zarar görmüştür.
Arşivlerin korunması ve tasnifi çalışmaları da yetersiz kalmıştır. Mayıs 193Tde
İstanbul'daki önemli arşiv belgelerinin bir kısmı, bazı görevlilerin bilgisizliği ve kan
dırılması nedeniyle Bulgaristan'a çuvallarla hurda kâğıt fiyatıyla satılmıştır. Bir ga
zete, olayın ortaya çıkışını şöyle açıklar: "Evrakın taşınması sırasında ilk mektep
çocukları çuvalların delik yerlerinden birer ikişer kağıt çekerek mekteplerine götür
müşlerdir, Bu kâğıtları gören bir öğretmen bunlardan birinin bir Osmanlı vezirinin
Tuna (Bulgaristan) valisine yazdığı bir yazı olduğunu anlamıştır. Bu suretle (belge
ler genellikle Bulgaristan ve Balkanlardaki Osmanlı yönetimine ait olduğu için) bun
ların alelacele kaçırılması sebebi anlaşılmıştır."®^
Kahvehanelere gelirsek... Bugün Türkiye'de
600 000 civarında kahvehane vardır. 1985'lerden
itibaren buralarda kitaplık ve okuma köşeleri oluş
turulması yolunda çalışmalar yapılmaktadır. An
cak, bu henüz %8'inde bir ölçüde gerçekleşebil
miştir.
1944'te yayınlanan, "Üniversiteye giremeyen
gençler ve kahvehaneler" konusunda ilginç bir
karikatür yandadır (Belge 18). Bunun yorumunu
okuyucularımıza bırakıyoruz. Ancak bir şey ekle
yelim: Bugün, yalnızca Üniversiteye giremeyen
gençler değil. Üniversite öğrencilerinin pek çoğu.
Fakültelerine yakın kahvelerde gereğinden çok
vakit harcamaktadırlar...
Halk eğitimi alanında son gelişmelerden biri
de, 1989 başında, İstanbul Üniversitesi Eğitim
Belge 18. Kahveci çırağı- "Eh usta, yaşadık yine: Bilimleri Bölümünce Ana-Baba Okulu adıyla kurs-
iki bin beşyüz talebe Üniversiteye girememiş" iar açılmasıdır. Amacı, anne ve babaların, çocuk-
(Karikatür: Şevki. Akbaba, 9 T.Sani 1944, Sayı 33, *
s.4) larına karşı olumlu tutum ve davranışlar geliştir
mesine yardımcı olmaktır.
17 Ağustos ve 12 Kasım 1999'da Gölcük, Yalova, İzmit, Bolu, Düzce.,, yörele
rinde meydana gelen ve 30 bine yakın insanın ölümüne ve büyük maddi hasara yol
açan depremlerden sonra, bu konuda örgün eğitimde olduğu gibi (Bkz.Soru 129
ve 130) halk eğitimi alanında da toplumu bilgilendirme, bilinçlendirme çabalarına
girişilmiştir. Her ne kadar bu depremleri "bilim dışı" nedenlere dayandırarak toplu
81
Bulgarlara satılan tarihî evrak, Cumhuriyet, 21 Mayıs 1931.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ 409
mu yanıltmak isteyenler çıkmışsa da, jeolog bilim adamlarımız gerek TV ve basın, i
gerekse konferanslar yoluyla toplumu aydınlatma çabasına girişmişlerdir, işledikleri
temel ilkeler şunlardır:
1. Türkiye bir deprem ülkesidir; her zaman depremlere hazır olunmalıdır.
2. Binalar mutlaka mühendislik kurallarına göre, güvenli biçimde yapılmalıdır.
Çünkü deprem değil, "uygun yapılmayan binalar" öldürür.
3. Deprem öncesinde, deprem sırasında ve sonrasında neler yapılacağı iyi bi
linmeli ve öğretilmelidir.
Toplumumuzun deprem ve öteki doğal âfetler konusunda bilinçlenmesi, yaşadı
ğı felâketleri unutmayıp onlardan mutlaka dersler çıkarması gerekir.
143. Cumhuriyet döneminde yabancı uzmanların Türk eğitimi ile ilgili raporları
I
nelerdir ve bunfarın etkisi ne olmuştur?
1924'ten beri Türkiye'ye bir çok yabancı eğitimciler çağrılmış ve bunlardan eği
timimizin aksayan yönleri ve yapılması gereken şeyler konusunda rapor vermeleri
istenmiştir. Bu konuda aşağıdaki gibi bir tablo düzenleyebiliriz.
s
Çağrıldığı yıl Adı ülkesi Verdiği raporun konusu
i
1953 Prof. R.J. Maaske ABD Öğretmen yetiştirme
1955-1956 Dr. E.S. Gorvine ABD Teknik öğretim
şfl
1957 Bir grup uzman ABD Ticaret eğitimi
1957’den günümüze kadar MEB hemen hepsi ABD'den pek çok uzman çağırmıştır. Bunlar, rapor ver-
miş veya görüş bildirmiştir. Ancak, bunlardan dikkate değer olanına rastlanmamıştır._______________
1995'lerden günümüze kadar Yükseköğretim Kurulu (YÖK) öğretmen yetiştirme, Eğitim Fakültelerinin
programlan, Üniversitelerde standart belirleme ve kontrolü konularında ABD ve İngiliz uzmanlarına da
başvurmuştur. 1998'de bunların 11 ’i ABD’den, 8'i İngiltere'den gelmişti.
sis
Tablo 42. T.C. eğitimi hakkında rapor veren başlıca yabancı uzmanlar ve ele aldıkları temel konular.
1si
410 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
82
Bkz. Ülker Akkutay, Millî Eğitimde Yabancı Uzman Raporları; Mustafa Şahin, Türkiye'de Öğretmen
Yetiştirme Uygulamalarında Yabancı Uzmanların Yeri; Arsian Kaynardağ, Eğitimle İlgili Ûç Rapor ve
Atatürk İş Üniversitesi; M.R. inan. Bir Üstün Adam (Rüştü Uzel); Başgöz-VVİlson , Türkiye Cumhuriyetin
de Eğitim ve Atatürk (s. 133-142); Selahattin Turan, John Dewey’s Report of 1924 and his
recommendations on..
83
Mustafa Ergün, Türk Eğitiminin Batılılaşmasını Belirleyen Dinamikler.
i
TÜRKİYE CUMHURİYETİ 411 ■ îiB
cı, şekilde düşünülmüştür. Bu yüzden, orta öğretimi bitiren ve yüksek okullara gir-
rneyecek olan öğrenci, okulda almış olduğu eğitimden yeterince yararlanacak şe
kilde yetişmemiş olmaktadır."
Devvey'in bu teşhisi, daha önce ve sonra bir çok Türk eğitimci tarafından da
konmuştur ve hâlâ eğitimimizin temel sorunlarından biridir.
Bu dönemde, düşünce veya uygulama alanında emeği geçen bir çok eğitimci
vardır. Bunların bir kısmı hakkında Cumhuriyet Dönemi Eğitimcileri (1987) başlıklı
kitapta geniş bilgi bulunmaktadır. I
'■ ■■'S' (
84
Bu konuda bkz. Yahya Akyüz, Türkiye'de Eğitimin Bilim Olarak Ele Alınışının Tarihçesi; Cavit
Binbaşioğlu, Türkiye'de Eğitim Bilimieri Tarihi; Cavit Binbaşioğlu, Cumhuriyet Döneminde Eğitim Tarihi
mizle ilgili Birkaç Olay, Cavit Binbaşioğlu, Türk Eğitim Düşüncesi Tarihi; Kasım Karakütük, Eğitim Bilim
lerinin Eğitim Kurumlarında Yapılanması; Fuat Gündüzalp, Öğretmen Meslek Kitapları Kılavuzu (1928- 9
1963); Sedat Topçu, Türkiye'de Cumhuriyet Dönemi Eğitim Hareketlerini Etkileyen Psikopedagojik Ce
1
reyanlar; Osman Kafadar, Türk Eğitim Düşüncesinde Batılılaşma; Veysel Sönmez, Eğitim Felsefesi (s.
155).
4
412 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
ve İdadî'de öğretmenlik yapmış, 14 Mayıs 1919 gecesi, ertesi gün bu kentte girişi
lecek Yunan işgaline karşı halkı direnmeye çağırmıştır. İşgal sonrası, Balıkesir
cephelerinde Kuva-yı Milliye komutanı olarak çarpışmış, İzmir'e Doğru gazetesini
çıkarmıştır. 192O'de iik TBMM'ne Manisa milletvekili olarak girmiş, Samsun, Kas
tamonu istiklâl Mahkemeleri Başkanlığında bulunmuştur. 1924'te Adalet Bakanlığı,
20 Aralık 1925-1 Ocak 1929 tarihleri arasında Millî Eğitim Bakanlığı ve aynı za
manda Muallimler Birliği Başkanlığı yapmıştır.®®
Bakanlığı sırasında gerçekleştirilen önemli yenilikler şunlardır:
• 1928'de yeni harflerin kabulü.
• 1926'da her düzeydeki öğretimden ücret alınmasının kaldırılması.
• 1926'da okul kitaplarının Bakanlıkça basılması kararı.
• 1926'da Gazi Orta Muallim Mektebi ve Terbiye Enstitüsünün kurulması ve köy
öğretmeni yetiştirilmesi için çeşitli girişimler.
Mustafa Necati, Bakanlığı zamanında büyük saygınlık kazanmış, bugüne kadar
öğretmenlerce unutulmamıştır. Bunun en önemli sebebi, onun öğretmenlerle do
laysız ilişkiye önem vermesi, onlarla mektuplaşması, onlarda, kendisine göndere
cekleri bir mektup veya telgrafla, karşılaşacakları haksızlıkların veya güçlüklerin
giderileceği kanısının yerleşmesidir. Başka bir deyişle, Mustafa Necati öğretmene
güven veren bir Bakan olmuştur. Onun döneminde öğretmenler gereksiz, zamansız
nakledilemezdi. Haksızlık, insafsızlık, saygısızlığa uğramaları düşünülemezdi. Ma
arif müdürleri, müfettişler, valiler, politikacılar öğretmene karşı keyfî girişimlerde
bulunmaya cesaret edemezlerdi. Özellikle yeni mesleğe atılan, hasta ya da sorun
ları olan öğretmenlerle doğrudan ilgilenirdi.
Mustafa Necati, öğretmenlerde meslek aşkı ve heyecanını doruk noktasına çı
karmıştı. Onlara bir arkadaş gibi candan öyle bir seslenişi vardı ki... Onlara "yav
rum", "arkadaşım", "sevgili meslektaşım" der, mektuplarını onları "gözlerinden öpe
rek", "şefkatle kucaklayarak" bitirirdi... İsteklerini sorar, kitap gönderirdi... Öğretmen
ondaki içtenliğe hayran kalmıştı!
Öğretmen okulları öğrencileri için yaptırdığı kimlik belgelerinde şu cümleler yazı
lı idi: "Türk genci için ahlâklılığın anlamı, görevlerini kayıtsız şartsız yapmaktır."
"Türk gencinden beklenen en yüksek özellik memleket işleri etrafında faal, fedâkâr,
feragat sahibi bir şahsiyet olmaktır." "Muallim olacaksın, bu hayatın dinmek bilme
yen ve yeis kabul etmeyen mücadeleleri etrafında kalbinde bir aşk duymuyorsan
yolunu değiştir, aramızdan ayrıl." "Türk muallimleri görev ilhamını vicdanından alır."
"Türkün hâkimiyetinden doğan Cumhuriyeti yeni neslin kalbine işleyeceksin, bu
elmas ışıldadıkça Türk milleti mesut olacaktır."
O, meslek ateşi ve ülkücülüğünü öğretmenlere gönderdiği birer yıldız rozet ile
sembolleştirdi. "Maarif ordusunun erleri" bu rozeti yakalarından hiç çıkarmayacak
lardı. Bu yıldız, öğretmenlerin göğsünü kabartıyor, kendilerine. Bakanlığa güvenle
rini artırıyordu. Halk da onları kolayca tanıyordu. Rozetlerin bir faydası da şu idi:
Haziran,ve Eylül aylarında iskele ve istasyonlarda vapur ve tren saatlerinde yakası
rozetli ve kırmızı kurdeleli bir öğretmen bulunur, yolcular arasında aynı işaretleri
taşıyan birini görünce alır, yatacak, yiyecek ihtiyaçlarını en iyi biçimde sağlamasına
85
M.R. inan, Mustafa Necati.
7^
■H
(■
146. Haşan Âli Vücel ve İsmail Hakkı Tonguç'un Türk eğitim tarihindeki yeri
nedir?
»i.
414 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
Harekâtın lideri ve Devlet Başkanı Orgeneral Kenan Evren 12 Eylül 1980 günü
yaptığı bir radyo-TV konuşmasında, eğitimle ilgili şunları söylemiştir:
"Eğitim ve öğretimde Atatürk milliyetçiliğini yeniden, yurdun en ücra köşelerine
kadar yaygınlaştıracak tedbirler en kısa zamanda alınacaktır. Yarının teminatı olan
evlâtlarımızın, Atatürk ilkeleri yerine yabancı ideolojilerle yetişerek sonunda birer
anarşist olmasını önleyecek tedbirler alınacaktır. Bu maksatla, hepimizin tek tek
saygıyla andığımız öğretmenlerimizin Der'li, Bir’li derneklere üye olarak bölünmele
rine müsaade edilmeyecektir. Her düzeyde öğrencinin amacı, Atatürk ilkeleri ve
milliyetçiliği ile pekişmiş ve üretime yönelik bilgi ve beceri kazanmak olacaktır."
16 Eylül 1980 günü düzenlediği basın toplantısında da, 12 Eylül öncesini eğitim
açısından şöyle değerlendirmiştir:
"İlkokullardan üniversitelere kadar Atatürkçü öğretim yapılacağına ve böyle bir
fikir üretileceğine, tam aksine sağ, sol ve irticaî fikirler üretilmiştir. Bunları üretenler
maalesef Devlet kasasından maaş alan bir kısım öğretmen ve profesörler olmuş,
bu hal öyle bir durum yaratmıştır ki, önce bu öğretmenler ve profesörler bölünmüş
daha sonra, en sevgili varlıklarımız, tertemiz çocuklarımız karşıt fikirlere ayrılmıştır.
Bir çok Atatürkçü vatansever öğretmen ve profesörlerimizin sesleri duyulmaz ol
muştur."
30 Ağustos 1982'de de Devlet Başkanı, Türk milletinin "vatan sevgisi, bağımsız
lık ve özgürlüğe bağlılık ve zor şartlarda fedâkârlıklarda bulunabilme" gibi üstün
vasıfları olduğunu, böyle üstün vasıflı milletleri yıkmak imkânsız olduğundan, dış
güçlerin bugün bu vasıfları yok etmeyi amaçladığını ve bunu da genç nesilleri ele
geçirip onları bu niteliklerden yoksun bırakmakla gerçekleştirme yoluna gittiklerini.
12 Eylül 1980'den önce bu oyunun oynandığını söylemiş ve Türk gençliğinin, çok
zor şartlar altında başarıya ulaştırılan istiklâl Savaşımızı çok iyi öğrenmesini iste
miştir.
12 Eylül 1980 harekâtını gerçekleştiren liderler, ülkeyi anarşi ortamına sürükle
yen nedenler arasında özellikle 1961 Anayasasını gördüklerini bir çok kez dile ge
tirmişler ve hazırlanan yeni anayasa, halk oyu tarafından 7 Kasım 1982'de kabul
edilmiştir. Eğitim ve öğretimle ilgili birçok ve önemli hükümler getirmesi 1982 Ana
yasasının başlıca özelliklerindendir. Eğitimle ilgili maddeler, daha önce gördüğü
müz ilköğretimin zorunlu ve parasız oluşu ile ilgili 42. maddedeki hüküm ve yükse
köğretimle ilgili 130. ve 131. maddelerden başka özetle şunlardır:
Türkçeden başka hiç bir dil, okullarda Türk vatandaşlarına ana dilleri olarak
okutulamaz (md.42).
Cumhuriyet döneminde sürüp giden, bir kısmı da son yıllarda ortaya çıkan bir
A
afi
TÜRKİYE CUMHURİYETİ 415
takırh'önemli eğitim ve öğretmen sorunları vardır.
Nisan 1919'da bir yazar, eğitimde ıslahat (yenileşmeler) yapılacağı haberleri 81
86
Maarifte Islahat Varmış, Büyük Mecmua, 15 Nisan 1335 (1919).
w
416 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
87
Siracettin, Nümayiş, Muallimler Mecmuası, 30 Haziran 1923.
88
Mehmet Emin, Mekteplerimize Dair, Mihrap, 1 Nisan 1341 (1925).
J
TÜRKİYE CUMHURİYETİ 417
herşeyi yüzeyden alıp geçmek niteliğini taşıyan insanlar yetiştiriyorlar!(...)
"Bû durum, bizim gibi ilim ve fen, ticaret ve iktisadiyat açısından iptidaî bir halde
bulunan bir millet için gerçek bir felâkettir. Biz mekteplerimizi mutlaka hem nazari-
yatçı, hem de amelî adamlar yetiştirebilecek bir hale getirmeliyiz."
"Ancak, burada açık ve garip bir mantıksızlık içine düşüyoruz: Biz, amelî adam
ların yokluğundan yakınıp dururken, yine amelî olmayan adamlar ile amelî adamlar
yetiştirmek istiyoruz (...) Sebebi de şu: Biz sanıyoruz ki, Fransa'da, İngiltere'de,
Amerika'da amelî adamların nasıl yetiştirildiğine dair birkaç eser okursak, derhal
biz de o kitapları taklit ederek amelî adamlar yetiştirebiliriz! Ne gaflet, ne cüret! (...)
i
Oysa amelî adam yetiştirmek bir sanattır ki, uzun ve şahsî tecrübelerden sonra
kazanılır ve kitap okumakla elde edilemez.
"Biz bu gerçeği şimdiye kadar samimî ve vicdanî olarak kabul etmedik. Herkes
herşeyi bizzat yapmak İddiasındadır. Bu iddiada bulunanlar tecrübe ve denemeye
değil, okuduğu kitaplara güveniyor. Bu psikolojik durum memleketi daima şu iki
sonuca götürmektedir ve ikisi de aynı ölçüde zararlıdır: İlk olarak, kitaplar çeşitli
olduğundan ve çeşitli usûlleri kapsadığından, iş başında bulunan kişiler (yönetici
ler), seçecekleri yöntemleri ülkenin bugünü ve geçmişine uygun olarak değil, oku
dukları kitaplardan seçip alıyorlar. Kendilerinden sonra gelenler de başka kitaplar
okumuş olduklarından, onlar da başka ve çoğu kez tamamen zıt bir yöntem benim
siyorlar. Bu şekilde, gelen gidenin yaptığını bozuyor ve ülkenin bir deneme tahtası
olmasından başka sonuç alınamıyor(...)"
■
a
'ijs
on
Amelî Adam Yetiştirmek, Hâkimiyet-i Milliye, 16 Mart 1924.
90
Mustafa Necati, İlk Mektep Muallimleriyle Meslekî Bir Hasbıhal, 1928.
■
T
91
Müfettiş-i Umumîlerin Teftişinin Umumî Neticeleri, Maarif Vekâleti Tebliğler Mecmuası, 15 Mayıs
1928.
92
H. Raşit, Orta Tahsil Yolunda Para ve Siyasî Nüfuz, Muallimler Mecmuası, T. Evvel 1930.
i
TÜRKİYE CUMHURİYETİ 419
rumda kaba ve ağır işlerden başka iş bulamıyor, örta öğretimde meslek okulları da
(yeterji) olmadığı için, sırf kitabî olan bu öğretime akın ediliyor..."
Deneysel pedagojiyi ve zekâ testlerini Türkiye'ye getirenlerden Prof.Sadrettin
Celâl Antel (1890-1954), 193rde önemli eğitim sorunlarını özetle şöyle sıralar;®®
1. Liselerde o zamanlar uygulanan ve Bakalorya ya da Devlet sınavı denen ve
Bakanlığın gönderdiği sorulara göre yapılan sınavın düzensizliği.
2. Öğretmen okullarının eskilerden pek farklı olmayan yöntemlerle yetersiz öğ
iî|
retim yapmaları.
3. Orta okul ve liselerde konuların hayattan kopuk, birbiriyle ilişki kurulmadan I
öğretilmesi, laboratuvar çalışmaları, elişleri, gözlem ve araştırmaya pek yer veril
memesi.
'i
4. Her öğrencinin liseyi bitirmek istemesi ve böylece Üniversiteye çok zayıf öğ
rencilerin de gelmesi.
5. Öğretmenlerin öğrenci ile ders dışında ilgilenmemeleri.
a
6. Yabancı dil derslerinden verim alınamaması. ilî
7. Okul müdürlerinin okulun yönetimi, alışverişi vs. gibi işlerden dolayı eğitimsel
bir görev yapamamaları.
8. Yeni eğitim-öğretim yöntemlerini öğretmek için öğretmenlere kurslar açılması
] ■
gerektiği.
9. Öğretmenlerin, öğrencilerin yararlanabilecekleri eğitim yayınlarının çok az
oluşu.
I 15.Üniversite ıslahatı.
1
Yine Prof. Antel, 20 yıl kadar sonra, 1950'lerin başlarında Lise öğreniminin ve I
Üniversiteye gelen gençlerin sorunlarını özetle şöyle sıralar:®'
*
1. Mezunlarına bir çok yetkiler veren fakat herhangi bir konuda yeterlilik sağla
1
mayan diplomalar vermek. if
93
Sadrettin Celâl, Maarifte Islahat, Muallimler Mecmuası, 1 Şubat 1931.
94
S.C.Antel, Lise Tahsili Sistemi... :î
1
420 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
95
Bilgi, Aralık 1950, Sayı 44, s. 1-2.
96
Haşan Sağlam, Eğitimde 8 Büyük Sorun Var, Hürriyet, 5 Ekim 1983.
■â
TÜRKİYE CUMHURİYETİ 421 Hl?ş
6. İlköğretimde % 100 okullaşmanın sağlanamamış olması.
: ,7. Hâlâ bazı köylerde okul bulunmayışı.
8. Köy ve kentlerde öğretmenlerin genellikle lojman sorunlarının bulunuşu.
Türk eğitim tarihinde belirtilmesi gereken gelişmelerden biri. Kasım 1982'de ya
yınlanan Tâlirn ve Terbiye Kurulu'nun bir kararına göre öğretmenlerin asaletleri o-
nandıktan sonra and içmeleridir. Devlet memurları için de benzer bir and şartı ge
tirilmiştir. Meşrutiyet döneminde de öğretmen ve memurlardan politika ile uğraşma
yacaklarına dair imzalı belgeler alındığı hatırlanacaktır (Soru 103). Kasım 1982'de
yayınlanan "Öğretmen Andı" şöyledir:
"Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına, Atatürk inkılâp ve ilkelerine. Anayasada ifa
desini bulan Türk milliyetçiliğine sadakatle bağlı kalacağıma, Türkiye Cumhuriyeti
kanunlarına tarafsızlık ve eşitlik ilkelerine bağlı olarak uyacağıma, Türk milletinin
millî, ahlâkî, manevî ve kültürel değerlerini benimseyip, koruyup, bunları geliştirmek
için çalışacağıma, insan haklarına ve Anayasanın temel ilkelerine dayanan millî,
demokratik, layik, sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyetine karşı görev
ve sorumluluklarımı bilerek bunları davranış halinde bütün görevlerimi Türk millî
eğitiminin amaç ve temel ilkelerine uygun olarak yapacağıma, öğrencilerimi bu
doğrultuda yetiştireceğime namusum ve şerefim üzerine and içerim."
Türk eğitim tarihinde 1935'ten itibaren bazı çok önemli yeni terimlerin dilimize
sokulduğu, bazılarının çıkarılmaya çalışıldığı görülmektedir: Muallim yerine öğret
men, mektep yerine okul (ilk şekli: okula), talebe, şâkirdan, mektepli yerine öğrenci.
■' Okul, öğrenci, öğretmen iyice yerleşecek, muallim artık hemen hiç kullanılmayacak,
fakat mektep, talebe ve hoca terimleri yaşayacaktır. Toplum ve öğrencilerin gözün
de hoca, saygı yüklü bir terim olarak görülmektedir. Kanımızca bunda, bu terimin
çok eskilere gidişi, kısmen dinî anlam taşıması ve bu anlamıyla kullanılagelmesi,
kalın sesli harflerden kurulan güçlü bir telaffuzunun bulunması vs. etkili olmaktadır.
Bu şekilde toplumda saygın bir hoca imajı yerleşmiştir.
Ocak 1983'te Millî Eğitim Bakanı imzasıyla yayınlanan bir genelge ile okullarda
'hocam' şeklindeki hitabın kaldırılması istenmiştir:
"Öğretmen deyimine karşılık olmak üzere çoğu okullarımızda, özellikle de orta
öğretim kurumlarımızda 'hoca' deyimi kullanılarak, öğrencilerin öğretmenlerine
'hocam' şeklinde hitap ettikleri ve bir kısım öğretmenlerimizin de bu hitap şeklini
l
I benimseyip normal karşıladıkları görülmektedir. Oysa bu durumun öğrencinin öğ-
i retmenine göstermesi gerekli olan saygıya gölge düşürücü ve zedeleyici nitelikte
olduğu ve onun meslek özellikleriyle de bağdaşmaz bir durum yarattığı açıktır.
'Hoca' deyimi yerine, öğrenciler arasında eğiten, öğreten kişi anlamındaki
'öğretmen' deyiminin yerleştirilmesi, hiç kuşkusuz öğretmenin mesleğine ve görevi
ne verilen değer ve saygının bir göstergesi olacaktır. Bu nedenle, öğretmenlere,
her dereceli okul ve kurumlarımızda,öğrenciler tarafından 'öğretmenim' şeklindeki
hitabın yerleşmesine büyük önem verilmesini, öğrencilerin bu hitap biçimine özen-
dirilmesini, 'hocam' diye hitap eden öğrencilerin dikkatlerinin çekilmesini ve bunun
yanlış bir hitap olduğunun eğitsel yollarla kavratıimasını önemle rica ederim."
Yukarıda açıklanan eğitim ve öğretmen sorunlarının bazıları ile son zamanlarda
ortaya çıkan sorunlar için aşağıdaki açıklamaları yapmak da yararlı olacak, bunla
rın çoğunun eğitim tarihimizde çözülemeden sürüp gittiği daha iyi anlaşılacaktır.
422 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
Öğretmen sorunları
Öğretmen sorunlarını kısaca üç noktada toplayabiliriz.®'’
Türk eğitim tarihi bize, öğretmen yetiştirilmesinde niteliğe önem veren, ciddî gi
rişimlere nadiren gidildiğini gösteriyor. 1970'lerden sonra bu alanda, niteliği daha
da düşüren uygulamalara geçildiğini gördük. 1980'lerden az önce de binlerce Eği
tim Enstitüsü öğrencisine okullarını bitirmeden siyasal nedenlerle diploma verilip
öğretmen yapıldıkları şeklindeki bir skandal 1982'de ortaya çıkarılmıştır. Bütün
bunlar öğretmenlik mesleğinin gelişip güçlenmesini önlemektedir. Nitekim, MEB'nın
Haziran 1982'de yayınlanan bir araştırmasında şöyle deniyor; "Toplumda öğret
menlik mesleğine verilen değer giderek azalmakta, öğretmenler arasında mesleğe,
çalışma ve yaşam koşullarına ilişkin yakınmalar, huzursuzluklar yaygınlaşmakta.
öğretmenlik gençler için çekiciliğini yitirmekte ve en son tercih edilen bir meslek
1198
haline gelmektedir.'
Millî Eğitim Bakanlığı, 24 Kasımı Öğretmenler Günü ilân ederek ve bunu ilk kez
198Tde kutlayarak, dikkatleri öğretmenlik mesleğinin önemine çekmeyi amaçla
mıştır (24 Kasım, Atatürk'ün 1928'de Başöğretmen unvanını aldığı gündür).
20 Temmuz 1982'de öğretmen yetiştiren kurumların Üniversiteler içinde yer al
ması ile, MEB öğretmen yetiştirme görevini Üniversitelere vermiştir.
1990'lardan sonra, zeki ve başarılı öğrencilerden Eğitim Fakültelerini tercih e-
denlerin artmaya başladığı gözleniyor ki, bu çok olumlu bir gelişmedir.
97
Yahya Akyüz, Türkiye'de Öğretmenlik Mesleği, Çeşitli Ülkelerde Öğretmenlik Mesleği ve Bu Konuya
Verilen Önem (1981), s. 105-110; Yahya Akyüz, Türkiye'de Öğretmenin "Öğretmen" ve Meslek İmajı;
Yahya Akyüz, Eğitim Tarihimizden Çıkan Öğretmene ilişkin Dersler; Fatma Gök - Rıfat Okçaboi, Öğret
men Profili Araştırma Raporu; İsmail Aydın, Dünden Bugüne Öğretmenler; Çağdaş Öğretmen Profili
^1999); Ata Yavuz, Kurum Kültürü Geliştirilmesi Açısından Öğretmenin...
Öğretmen Sorunları ve Eğilimleri Araştırması (1982), s. 2.
99 .
Hüseyin Dilaver, Türkiye'de öğretmen Yetiştirme ve İstihdam Şartlan.
Yahya Akyüz, Öğretmen Okulu Dışından ilk Kez Öğretmen Atanmasına İlişkin Orijinal Belgeler
(1860-1861) ve Tarihî Gelişim.
?!
'iül
TÜRKİYE CUMHURİYETİ
'■ti
423
■Bj
rihtön beri yetkililerin öğretmen yetiştirmeye ilişkin yeterli bir plânlama yapmadıkla
rını'gösteriyor. işsiz her Fakülte ve yüksekokul mezununun öğretmen, hem de
ilköğretim öğretmeni atanması öğretimin niteliğini düşürmekte, öğretmenliğin mes-
lekleşmesini ve saygınlığını olumsuz etkilemektedir.^'’
'1
c) Öğretmenlerin ekonomik sorunları:
' «il
Ağustos 1923'te, bir öğretmen dergisi, "gençleri öğretmen okullarına girmeye
i !!İ|
teşvik edemiyoruz, çünkü bedbaht olacaklardır" diye yazıyordu. Gerçekten, öğret-
W
menlerimiz hemen her zaman asgarî yaşama düzeyinin altında maaş almışlardır.
Bunun da kaçınılmaz sonucu, pek az gencin mesleğe İsteyerek girmesi ve yete
nekli öğretmenlerin ilk fırsatta meslekten ayrılması olmuştur. Cumhuriyet dönemi ili
öğretmen tarihimiz bunun acı örnekleriyle doludur.’*’^
Bu olumsuz ekonomik şartlar içinde, bir çok öğretmen, boş zamanlarında, ken i
dilerini meslekî yönden geliştirmek yerine, çeşitli işlerde çalışmak zorunda kalmak
tadır. Meslekten ayrılmalar da az değildir ve her düzeyde öğretmen açığı giderek
büyümektedir.
Ancak, son yıllarda, öğretmenler ve özellikle okuyan çocukları için bazı olumlu
gelişmeler de vardır:
Tüm öğretmenlere Temmuz 1992'den itibaren lojman tazminatı ödenmektedir.
Tüm öğretmenlerin yükseköğretimdeki çocuklarına şartsız olarak yurtlarda ba
rınma ve Doğu ile Güney Doğu'daki 18 ilde görev yapan öğretmenlerin çocuklarına
hem yurtlarda barınma, hem öğrenim kredisi alma, ayrıca, orta öğretimdeki çocuk
larına parasız yatılı okuma imkânı sağlanmıştır.
Öğretmen Evlerinin sayısı, 2006’da 673'e ulaşmıştır. Ayrıca öğretmen lokalleri
ve kampları vardır.
101
Yahya Akyüz, Türk Eğitim Sisteminin Temel Sorunu; Öğretmen Yetiştirme, Atama, Sağlama ilke ve
Uygulamaları.
Yahya Akyüz, Türkiye'de Öğretmenlerin Toplumsal Değişmedeki Etkileri.
103
Eğitimde Fırsat Eşitliğinin Sağlanması (1981); C. Mıhçıoğlu, Eğitimde Yörelerarası Dengesizlik.
.I
424 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
20-25 yıl önce kabul edilen ve artık iyice eskimiş ders programlarına göre hazır
lanan ders kitaplarıyla ezbercilik yöntemine göre ve yalnızca kitap, kara tahta ve
tebeşirle öğretim yapılmaktadır. Gözlem, deney, araştırma çok ihmal edilmektedir,
öyle ki eskiden okullarda kurulan laboratuvar, atölye ve kütüphanelerden çoğu bo-
şaltılıp sınıf ^(^yapılmakta. buralardaki araçlar depolarda çürümeye
terkedilmektedir.
• Bir kısım çocuklarımız ailede, okul ve çevrede şiddete maruz kalmakta, med
ya da bazan şiddeti körükleyebilecek yayınlar yapmaktadır. Bu sorun, ana babala
rın, öğretmenlerin, yayıncıların ve tüm toplumun ciddî olarak eğitimini ve çocuğa
saygı duyma yolunda bilinçlenmelerini gerektiriyor.^”®
e Otuz yıldır baba ve anneleri yurt dışına çalışmaya giden yüzbinlerce çocuğa
yabancı ülkelerde millî bir eğitim verebilmek, hatta onlara sadece Türkçe öğrete
bilmek bile bugün önemli bir sorundur.
104 '
H. H. Tekışık, 1992-1993 Öğretim Yılı Başlarken Millî Eğitimin Manzarası.
105
Çocuklar hakkında çok kapsamlı bir araştırma için bkz. Bekir Onur, Türkiye’de Çocukluğun Tarihi.
106
Emine Akyüz, Çocuğun Haklarının ve Güvenliğinin Korunması.
107
Abbas Güçlü, Ne Kadar Okur Yazarız?
TÜRKİYE CUMHURİYETİ 425
bi'r âğitim verilmiyor.
- Toplumumuzda hakkı olmadan, bazı sübjektif nedenlerle yükselmelere vs.
sıkça rastlanıyor; Bu durum, yaşam boyu okuyarak insanın kendini geliştirmesini bir
çok kişi için anlamsız kılıyor...
e Türkiye’de ve Türk dünyasında eskiden beri mevcut olan Hıristiyan misyo ;'ll
nerlerin faaliyetleri son yıllarda çok artmıştır. Misyonerler özellikle çocukları ve Üni ■I
versite gençierini etki altına almaya çalışmaktadır.
9 Günümüzde (2006), Türkiye'nin Avrupa Birliğine üyeliği için eğitimde gerekli
uyum çalışmaları sürdürülmektedir. Bu çalışmalar eğitimin her alanında önemli yeni
düzenlemeler gerektirecektir (Bkz. Soru 150).
108
Örneğin, Edebiyat dersi yalnızca "edebiyat târihi" biçiminde yapılıyor, edebî metinleri okumak, anla-
ai
mak, öğrencilere estetik kaygılar içinde "yazınsal bir duyarlılık" kazandırmak pek düşünülmüyor (Sela-
hattin Dilidüzgün, Çağdaş Çocuk Yazını). Ayrıca, çocuk kitaplarının şiddet, cinsellik, ön yargılar, 1
çağdışılık gibi unsurlardan arındırılması gerekir (Aytül Akal, Sevgili Masallara Ciddî Bir Bakış). Çocukla
rımızın kişilik gelişiminde belirleyici bir işleve sahip olan Türkçe öğretimi, kişiye öncelikle yazılı kaynak
lardan yararlanma becerisi kazandırmalıdır. Bu nedenle, okuma sevgisi ve alışkanlığı kazandırmak ana
j-lj
dili öğretiminin ulaşmak zorunda olduğu temel amaç olarak benimsenmelidir (Sedat Sever, Öğretim Dili Ihı®
Olarak Türkçenin Sorunları).
109
Yahya Akyüz, Türk Eğitim Tarihinde Öğretimde Ezbercilik ve Kaynakları.
1
426 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
110
İlhamı Fındıkçı, Bilgi Toplumunda Yöneticilerde Kendini Geliştirme.
ill'
M
111
Yahya Akyüz, Abdülhamit Devrinde Protestan Okulları ile İlgili İki Belge.
dlî
■
■1
428 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
Mithat Paşanın başında bulunduğu hükümet şaşırtıcı bir şekilde toplantıyı gereksiz
kılmayı plânlamıştıl Ancak, Rus delegesi söz alarak, “böyle gösterişlere önem ve
rilmeyip konferansın çalışmalarını sürdürmesini” istedi ve toplantılar da devam et-
112
E. Z. Karal, Osmanlı Tarihi, C.VIII, s,28-30.
113
Bir araştırma için bkz. Murat G. Gülcan, Avrupa Birliğine Adaylık Sürecinde Türkiye Eğitim Sistemi
nin...
'1
TÜRKİYE CUMHURİYETİ 429
' Zorunlu eğitimi 8 yıldan 10, ya da 12 yıla çıkarmak. i
il
Cinsiyet ya da bölgelerden kaynaklanan eğitimde fırsat ve imkân eşitsizliğini
e
gidermede çok yol; almak.
• Ana dilde eğitim öğretimi gerçekleştirmek.
I
• Azınlık ve yabancı okulları, bunların vakıfları, mal edinmeleri, genişletilmeleri I■ 3
ile ilgili yeni düzenlemeler yapmak ve onlara yeni imkânlar sağlamak.
• Programları, dersleri, ders kitaplarını “Avrupa Birliği vatandaşı olma” açısın
dan gözden geçirip yeniden düzenlemek ve yetiştirilecek “vatandaş” tipinde bu ol
guyu göz önünde tutmak. Böyiece, örneğin, AB, muhtemelen Tarih ders kitapları '•;g
nın yeniden yazılmasını isteyecektir.
1
• Ayrıca, Fransa Cumhurbaşkanının Ekim 2005’te dediği gibi, AB, Türklerin
Avrupa değerlerini uygulayabilmesi için bir “zihniyet değişikliği gerçekleştirmelerini”
ii
gerekli görmektedir.
Küreselleşme
114
Yüksel Özden, Eğitimde Yeni Sistem Arayışları.
VI. BÖLÜM
151. Çeşitli Türk Toplumları ve yeni Türk Devletlerinin eğitim tarihleri nasıl
il
bir gelişme göstermiştir? I
1. Avrupa'daki Türkler
1
Balkanlar ve Kıbrıs’ta Türk eğitimi ve eğitim tarihi için bkz. Yusuf Hamzaoğlu, Balkan Türklüğü; Hüse
yin Memişoğlu, Geçmişten Günümüze Bulgaristan'da Türk Eğitim Tarihi; Haşan Behçet, Kıbrıs Türk
Maarif Tarihi (1571-1968).
2
Yusuf Sarınay, Batı Trakya Türklerinin Eğitim Problemleri; Şerafettin Hurşit, Lozan Antlaşmasından Gü
nümüze Batı Trakya Türkleri Eğitim Tarihi; Batı Trakya’lı öğrencim Mustafa Soytürk’ten şifahen (Y. Akyüz).
432 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
2. Asya'daki Türkler
Orta Asya Türklerinin eğitimi, Uluğ Bey döneminden (15. yüzyıl) sonra yavaş
yavaş gerilemeye başladı, medreseler OsmanlIlardaki gibi, bozuldu.
17. ve 18. yüzyıllarda medreseler artık sadece dinî ve edebî bilgilere yer ve
riyor, müsbet bilimleri öğretmiyorlardı. "Din adamlarının görevleri, ibadet ve dinî tö
renleri yönetmek, çocuklara din dersi vermekti; halkı hiç bir zaman toplumsal gö
revler, vatan ve vatanın savunulması üzerinde aydınlatmıyorlardı... Türkistan Türk
lerinde 'cihat' fikri olmasına karşılık, din adamları bunu teşkilâtlandırıp etkin bir biçi
me sokmayı bilememişlerdi. 17. yüzyıldan beri sadece dinî bilimler bilim olarak ka-
bul edilip, müsbet bilimler 'günah' sayıldığından, modern silâhlar alınıp kullanıl
..4
mamış ve modern savaş teknikleri öğretilmemişti.
Ruslar bu durumdan yararlanıp Orta Asya'yı ele geçirdiler, Türk dünyasını par
çaladılar ve Türkleri eğitim yolu ile Ruslaştırma politikasına giriştiler.®
Rusların eline geçen Asya ve Avrupa topraklarındaki Türk toplumlarının gele
neksel sıbyan mektepleri ve medreseleri vardı. Buralarda, Osmanlılardakine çok
3
Mehmet Saray, Türk Dünyasında Eğitim Reformu ve Gaspıralı İsmail Bey; İsmail Kayabalı, Cemender
Arslanoğlu, Orta Asya Türklüğünün Tarihi ve Bugünkü Durumu; Nadir Devlet, Çağdaş Türk Dünyası;
Abdullah Battal-Taymas, Kazan Türkleri; Beşir Ayvazoğlu, Türk Dünyasında Bir Meşale, Gaspıralı İsmail
Şey.
Kayabalı, Arslanoğlu, age , s. 48-49.
5
Saray, age , s. 26 vd.
>İ1BÎ
‘il
® [
Battal-Taymas, age., s. 185.
10
Seyfettin Erşahin, Buhara'da Ceditçilik...
11
Battal-Taymas, age, s. 165.
*
Şimdi okullarda laklakla vakit geçiriliyor. Her başı fesli çocuk ders okutuyor. Okuttuğu "yılan" "kurbağa"
üstüne bilgiler. Bunlar ders değil, saçma sapan şeyler.
H.S.Tanrıöver ve Anıları, s. 127-128.
13
Taha Akyol, Yarınlar Işıklı.
TÜRK TOPLUMLARI VE DEVLETLERİ 435
• Türklerin modern ve etkin bir eğitim kurmalarını önlemek.
• Türkler! dış dünyadan kültürel olarak koparmak.
• Türkleri kendi aralarında bölmek, birbirlerine yabancılaştırmak.
• • Türkleri Ruslaştırmak; onlardan Rusya yandaşı aydın ve yöneticiler ye
tiştirmek.
Tanrı tanımaz(ateist) ve marksist nesiller yetiştirmek.
Ancak, Sovyetlerin bu ülkelere, Marksizm süzgecinden de geçse, bir "Batı kül
türü" getirmesi, okuma yazma oranının yükselmesi, kadınların eğitimi ve iş hayatı
na atılması, orta düzeyde bir meslekî eğitimin sağlanması, sanat eğitimi gibi etkile
rinden de söz edilmektedir.^'
*
Çin yönetimi de. Doğu Türkistan'ı baskı, bilgisizlik ve yoksulluk kıskacı içinde
tutmaya çalışmıştır. 1913'lerden itibaren Türkiye'nin gönderdiği veya bir kaç yerel
aydının yeni okullar açma çabaları olmuşsa da, bunlar da Çinli yöneticilerin
baskıları ve bazı geri fikirli, gafil yerlilerin tepkisi nedeniyle bekleneni verememiştir.
Ancak, Türk toplumları yine de varlıklarını korumayı başardılar.
Bugün, yeni Türk Devletleri, kendi eğitim sistemlerini kurma çabasına girişmiş
lerdir. Onlarla, Türkiye Cumhuriyeti Devleti arasında eğitim alanında da ilişkiler
kurulmaya başlanmıştır.
Tüm Türk Cumhuriyetleri Millî Eğitim Bakanları, Mayıs 1992'de Ankara'da, Ey-
lül-Ekim 1992'de Bişkek'te toplanmışlardır. Bu görüşmelerde alınan bazı kararlar
şunlardır;^®
• Eğitimde karşılıklı yardımlar sürdürülecek, her düzeyde öğretmen ve öğrenci
mübadelesi yapılacaktır.
• Ortak bir bilim ve kültür Türkçesi geliştirilecektir.
• Ortak Tarih ve Edebiyat programları hazırlanacaktır.
• Tüm Cumhuriyetlerin lâtin alfabesine geçmeleri tavsiye edilmiştir.
A Tüm Türk toplumları birbirlerinin eğitim tecrübelerinden yararlanacaklardır.
I
Bu son karar, şüphesiz, Türk Devletleri ve toplumlarının eğitim tarihlerinin
esaslı biçimde araştırılıp ortaya konmasını gerektirecektir. Çünkü, "tecrübeler" tari
hin malıdır. T.C. Devleti, öteki Türk Devletleri ve toplumlarının eğitim tecrü
belerinden yararlanacağı gibi, belki en çok onlar Osmanlı ve T.C. Devletinin eğitim
tecrübelerinden yararlanacaklardır.
Umalım ki, yeni Türk Devletleri, eğitim tarihimizdeki engin "tecrübe"lerden,
özellikle de, Atatürk'ün eğitime gösterdiği hedeflerden ve niteliksiz bir öğretmen ye
tiştirme ve eğitim politikasının bir ülke için olumsuz sonuçlar vereceği dersinden
daha işin başında yararlansınlar!
Mart 1993'te Antalya'da "I. Türk Devlet ve Toplulukları Dostluk, Kardeşlik ve iş
14
B.E. Behar, Bağımsızlığın İlk Yılları, s. 143-219.
15
Milli Eğitim, Temmuz ve Kasım 1992, Sayı 116 ve 118.
t
436 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
16
Bkz. Barış Köprüleri Dünyaya Açılan Türk Okulları.
d
I
SONUÇ
152. Türk eğitim tarihinin genel bir değerlendirilmesi nasıl yapılabilir ve bu
tarihten bugün için ne gibi temel dersler çıkarılabilir?
Türk eğitim tarihine kuşbakışı bakıldığında, bir fikirsel yönü, bir örgütsel yö
nünün bulunduğu görülür.
Türk eğitim tarihinin örgütsel yönü, fikirsel yönü kadar özgün ve parlak görün
memekle beraber, bugün ders almamız gereken engin deneyimlerle doludur. M
OsmanlIların kurduğu Enderun Mektebi, Hıristiyan tebaanın çocuklarını, nitelikli
bir öğretimle, yüzyıllarca Devletin en üst yöneticileri olarak yetiştirmiştir. Kişinin ye
teneklerine değer verip onları en iyi biçimde geliştiren Enderun, Türklerin düzenli,
kendine özgü bir eğitim sistemi kurup başarılı sonuçlar aldıklarını göstermekte ve
dünya eğitim tarihinde de yer tutmaktadır.
Karahanlılar ve Selçuklularda, OsmanlIların da ilk zamanlarında gerek dinî
İL
438 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
sosyal, gerek müsbet bilimler alanında başarılı ve yararlı öğretim yapmış olan Med
reseler de, o dönemlerde düzenli idiler ve esas olarak kişisel yeteneklere, başarı
ya dayanıyorlardı. Halkla kaynaşmaları, öğrencilere sağladıkları imkânlar vs. ilginç
tir. Fakat 16. yüzyılda bozulmalarından itibaren medreseler ve oluşan katı zihniyet,
her alanda ve eğitimde fikirsel ve örgütsel gelişmeleri engelledi, geciktirdi. Eğitim
deki olumsuz etkileri şöyle özetlenebilir:
• 1776'lardan sonra, eğitim sistemindeki yenileşmelerde genellikle mantıkî bir
sıra izlenmemesi ve örgütsel gelişmelerin zayıf kalması.
Sıra, kara tahta, harita gibi en basit ve vazgeçilmez araç ve gereçlerin okul-
lara geç sokulması.
Ezberci, kitabî, nazarî yöntemlerin okullara da girmesi; bu yöntemlerin izleri
ve etkileri günümüzde bile belirgindir.
Eğitim sistemi
Eğitimimizin zaman zaman bir Batı ülkesinin eğitiminin etkisinde kaldığı gö
rülüyor; fakat millî, etkin, kendimize özgü bir eğitim sistemi geliştirilemiyor.
1919'da bir eğitimcimiz, "eğitim reformcularımızın" temel özelliğini şöyle belirtir:
"Araştırmaya, uzmanlığa ve kendilerinden önce yapılan şeyleri öğrenmeye gerek
duymayip akıllarına geliveren basit bir görüşü acele ile uygulamaya çalışmak!" Bu,
eğitim tarihimizde hemen her zaman geçerliliği bulunan bir gözlemdir.
Gerçekten eğitim tarihimizde, eğitimi uzun vadeli olarak, bir sistem ve bütünlük
içinde ele alıp geliştirme çalışmalarının yapılmadığı, bunlara baştansa da sür
dürülüp sonuçlandırılmadığı görülüyor. Zaten, Tanzimattan beri, "eğitim reformu
ti
SONUÇ 439
ya'pllmalı" denince, bundan esasta "ders programlarının", "not verme sisteminin"
değiştirilmesi anlaşılmıştır. Oysa "eğitim reformu"ndan, millî bünyemize ve ihtiyaç
larımıza uygun, bilimsel araştırma verilerine dayanan, kapsamlı, sistemli, istikrar
lı düzenleme çalışmaları anlaşılmalıdır: Çocuklarımızı, yetişkinlerimizi kişiliklerine,
yeteneklerine ve toplumun ihtiyaçlarına göre yetiştirmek için nasıl bir eğitim felse
fesi ve sistemi geliştirmeliyiz? Bu amaçla, tarihten ve olumlu-olumsuz görüş, öneri
ve deneyimlerden nasıl yararlanabiliriz? Dünyada, eğitimde yeni gelişmeler nelerdir
ve bunlar nasıl işimize yarayabilir? Türkiye'de bu soruların cevabı öteden beri ol
duğu gibi bugün de ciddî olarak araştırılmamaktadır. Aslında bu yoldaki çalışmalar,
tek tek araştırıcı ve eğitimcilerin başaramayacağı kadar kapsamlıdır. Bu bir toplu
çalışma işidir. Eğitim Bakanlığı bu çalışmalara yeterince önayak olamıyor, çünkü
yoğun İdarî, politik ve günlük meseleler hemen her zaman ciddi ve kalıcı eğitim
çalışmalarının önüne geçiyor. Millî Eğitim Şûraları kısmen yararlı olsa bile, yeterli
değil ve bekleneni veremiyor.
Burada, Tâlim ve Terbiye Kuruluna ilişkin şu çok önemli öneride bulunmalıyız:
Tâlim ve Terbiye Kurulu gerçek bir akademik özgürlüğe kavuşturulmalı, çok değerli
eğitimcilerden oluşturulmalıdır. Bu Kurul, çeşitli zamanlarda ve en son 1996’da
meslek dışından yapılan 50 bin işsiz yükseköğretim mezununun ilkokul öğretmeni
atanmasında olduğu gibi. Eğitim Bakanlarının her istediğini onaylayan bir Kurul
olamaz! Burası Türkiye’nin eğitim sorunlarını bilimsel verilerin ışığında çözecek,
partiler üstü kararlar alacak, istikrarlı eğitim politikaları oluşturacak bir yapıya ka
vuşturulmalıdır. Bu Kurul, bilimsel verilere ve ülke çıkarlarına uygun eğitim politika
larını belirleyici, öğretmen yetiştirme ve sağlanmasına ilişkin mesleğin saygınlığını
koruyacak ilkeler ve uygulamaların ödün vermez izleyicisi ve denetleyicisi olmalıdır.
Nitekim Atatürk, bu Kurulun “eğitim öğretim ilkelerini bilimsel şekilde ve bağımsız
olarak yönlendirip yönetmesi amacıyla kurulduğunu" söylemiştir (1 Kasım 1926).
Eğitim tarihimizde rastlanan olumsuz bir uygulama da şöyle ifade edilebilir:
Mevcut bir eğitim kurumunun geliştirilmesi gerekirken, amaçları aynı başka kurumla-
rın açılmasına gidilmiş, bu da kaynak ve enerji savurganlığına neden olmuş, çe
şitli "ikilik" ve sürtüşmelere yol açmıştır.
Eğitim uygulamalarında özellikle son yıllarda görülen belirgin' bir özellik de, bir
okul açılmadan, ya da bir uygulamaya girişilmeden önce, yeterli araştırma ve ha
zırlığın yapılmamasıdır. Özellikle politik düşüncelerle ve hızlı bir biçimde girişilen
teşebbüsler başarısızlıklara ve eğitim sistemimizde pek çok aksaklıklara yol
açmıştır. Eğitimimizin akılcı ve istikrarlı bir plânlamasının yapılması şarttır.
Eğitim tarihimizde hemen her zaman kâğıt üzerinde parlak ilkeler, amaçlar,
programlar, yasal metinler hazırlandığı, şekle ve gösterişe önem verildiği, fakat
uygulamada aynı çaba, ciddiyet ve istikrar gösterilmediği dikkati çekiyor.
Eğitim tarihimizin bize gösterdiği, çok sık rastlanan bir başka olumsuzluk da şu
dur: Okullardan yetişen gençlerin kendi'alanlarında iş bulup çalışabilmeleri pek çok
kez mümkün olmamaktadır. Bu, kuşkusuz ülkenin ekonomik durumu ile yakından
ilgilidir, Fakat bu konuda uygun plânlama yapılması da çok önemli iken bu yolda
ciddî çalışmalar yapıldığı da pek gözlenmiyor. Sonuçta iş bulamayan, yetişme biçi
mine uygun bir işte çalışamayan insanlarımız mutsuz olduğu gibi, yetişmiş
insangücü savurganlığı ortaya çıkmaktadır. Eğitim tarihimizde bu konuda yaşanan
bazı örnekleri hatırlayalım:
440 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
- ilk açılan öğretmen okulu olan Darülmuallimîne (1848) niteliği yükseltmek için
az sayıda öğrenci alınma yoluna gidilirken, yakın bir gelecekte ortaya çıkacak öğ
retmen ihtiyacı plânlanmadığı için, bir süre sonra yine ilk kez meslek dışından ata
malar yoluna gidilmesi (1860).
- Deniz ticaretini geliştirmek için Tüccar Kaptan mektepleri açıldığı halde
(1886-1908), mezunlarından yararlanma imkânları bulunmadığından kapatılmaları.
- Fransa’da tarım öğrenimi yapıp gelen Ahmet Rıza Beye Osmanlı Tarım Ba
kanlığının “iş yok” demesi.
- 1965’te Ankara Üniversitesi içinde esas olarak “eğitim uzmanı” yetiştirmek
üzere bir Eğitim (Bilimleri) Fakültesi kurulduğu ve eğitim uzmanlarına olan ihtiyaç,
yasal belgelerle ve eğitimcilerce belirlendiği halde, mezunlarına bu kapının hemen
hiç açılmaması.
- Fakülte ve yüksekokul mezunu binlerce gencin kendi alanlarında iş bulama
yıp ortada kalması ya da ilgisiz ve hiç bilmedikleri bir mesleğe geçirilmeleri: Örne
ğin, hiçbir öğretmenlik eğitimi ve meslek dersleri almadıkları halde sırf politik dü
şüncelerle ilköğretim öğretmeni atanmaları (genellikle, fakat özellikle 1996’da).
- Hemen her zaman ülkemizden yurt dışına nitelikli beyinlerin göç etmesi ve
yurt dışında yetişmiş nitelikli gençlerimizden kimilerinin ülkeye dönmemeleri, dö
nenlerin de, bazan kendilerine uygun işler verilmediğinden tekrar yurt dışına gitme
leri...
Yönetim
Eğitim tarihimizde sık gözlenen bir olay şudur: Eğitim kurumlarımız ve eğitim
politikalarımız, çoğu kez, bazı üstün çaba harcayan Bakanların, eğitim yöneticisi
ve öğretmenlerin gayretleri ile gelişme göstermiştir. Yönetimdeki değişiklikler, ne
yazık ki, zaman zaman, daha önceki olumlu teşebbüslerin duraklamasına, hatta
terkedilmesine yol açmıştır.
İktidardaki aynı siyasî partinin içinde bile, ardı ardına değişen Eğitim Bakanla
rının önemli konularda eğitim politikasını da değiştirdikleri çok görülmüştür. Eğiti
mimizi yaz-boz tahtasına çeviren bu istikrarsızlık çok zararlı sonuçlar vermiştir.
Eğitim tarihimizde gözlenen bir durum da, eğitim yöneticiliği, teftiş ve denetimin,
bazen, öğretmeni aydınlatıp geliştirme biçiminde değil, onda kusur arama şeklinde
yapılmasıdır. Öğretmenin mutsuz ve sonuçta yeterli ölçüde başarılı olamamasında,
hatta meslekten ayrılmasında bu tür yönetim ve teftiş uygulamasının da etkisi
vardır. Müfettişlere gelince, onlar, geçmişte olduğu gibi bugün de, zaman zaman
"politik baskılardan" ve öğretmenin teftiş ve değerlendirilmesi için "bilimsel yöntem
ve araçların geliştirilmemiş, ölçütlerin saptanmamış olmasından" vs. yakın
maktadırlar.
• öğretmen
a
SONUÇ 443
öğrenciden oluşan kalabalık sınıfların tek sakıncası, öğrencilerin dersi iyi öğrene-
memeleridir. Doğru, fakat böyle sınıflarda öğretmenler önce disiplini sağlama
problemini çözmeyi düşünüyorlar ve bunun için de dayak, notla tehdit, korkutma,
bağırma ve hakafete başvuruyorlar. Böylece kalabalık sınıfların, pek farkedilmeyen ,f
en önemli sakıncası ile karşılaşıyoruz: Öğrencilerin kişiliklerinin baskı altında tutul
ması, onlarda özgür, demokratik ve yaratıcı davranışların gelişmeyip körlenmesi... i!
i
Eğitim tarihimizden çıkan bir diğer ders, az sayıda da otsa, bazı öğret-
menterimizin, miilî meseielerimiz, kültür ve olumlu geleneklerimiz konusunda yeterli
I
ölçüde bilinçli davranmadıkları, bu bilinci onlara ve öğrencilere kazandırmak için
çaba harcamanın kaçınılmaz oluşudur. Bazı gençlerimizde görülen ve gittikçe
yayılma tehlikesi gösteren kültürüne yabancılaşmanın önemli nedenlerinden biri,
şüphesiz, öğretmenlerin, TV'nin, basının ve çevrenin zaman zaman bilinçsiz davra
nışlarıdır.
Öğretmenlerimizin, çocuklara kazandırmaya çalıştıkları bazı olumlu davranıştan
kendilerinin her zaman uygulamadıkları da eğitim tarihimizde çok eskiden beri göz
lenmektedir. Bu duruma değişmeyen bir örnek sigara içmeleridir. Araştırmalar,
öğretmenlerin %77'sinin sigara içtiğini gösteriyor. Öğretmenler yasal hükümlere
göre, sınıfta ve öğrencilerin önünde sigara içemezler. Son yıllarda kapalı resmî yer
lerde de sigara içilmesi yasaklanmıştır. Ancak, bu son düzenlemeye pek uyulmadığı
gibi, asıl sorun da bu değildir. Asıl sorun, sigara içen bir öğretmenin sınıfta bunun
zararları hakkında konuşması, ders yapmasıdır. Öğretmen, davranışlarıyla yalanla
dığı, sadece sözle verdiği bir eğitimde ne ölçüde inandırıcı, etkili olabilir? Nitekim,
öğrenci disiplin suçları arasında sürekli rastlanan biri kimi öğrencilerin sigara iç
meleridir. Son yıllarda uyuşturucular da çocuklarımızı tehdit etmektedir.
Eğitim tarihimizden çıkan bir başka ders, kanımızca, bütün önemine rağmen,
öğretmenin de tek başına yeterli olmadığı, onun aile, toplum. Devlet, kitle iletişim
araçları tarafından desteklenmesi gerektiğidir. 20-30 yıldan beri böyle bir desteğe
ihtiyaç giderek artmıştır. Öğretmenler gününde ve başka vesilelerle, ne kadar, "öğ
retmen toplumun mimarıdır, etkisi sonsuzdur, çocuğu şekillendiren o'dur" denirse
densin, kendimize önce şu soruyu sormalıyız: "Öğretmenin verdiği eğitim okul dı
şında, yani ailede, sokakta, radyoda, TV'de sinema ve video film ve kulüplerinde,
basında, internette de desteklenmekte midir yoksa zedelenmekte midir?" Öğretme-
ıfıin etkisini yıpratan çeşitli etkenleri iyi gözleyip onun öğretim ve kılavuzluğunu okul
ğışında da destekleme yollarını bulup sağlamadan, çok başarılı olacağını düşün
meyelim. Bu konu. Devletin eğitim politikasının ayrılmaz bir parçası olarak gö
rülmedikçe, yalnızca okul ve öğretmen, insanımızı istenilen biçimde eğitip şekillen
dirmekte yeterince başarılı olamaz.
• Öğretim
Tanzimattan sonra girişilen “yeni” sivil öğretimde uzun yıllar “memur" yetiştirme
ye önem verilmiştir. Ancak, ülkede izinsiz ve denetimsiz biçimde rahatça açılıp ço
ğalan azınlık ve yabancı okulları, insanların gerçek mutluluğunun bilim, sanayi, ti
caret, zanaat... alanında gelişmelerle sağlanacağını iyi bildikleri için ve bazı sinsi
siyasî nedenlerle, öğretimlerini bu yolda düzenlemişler ve böylece azınlıklar, ya
bancılar OsmanlIda refah içinde yaşamışlardır. İşte Atatürk, bu durumu çok iyi göz
leyerek, Cumhuriyet eğitiminin artık işe yarar, üretici, hayatta başarılı olacak insan-
444 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
çoğu teknik terim de değildir ve Türkçe karşılıkları vardır. Bu gidiş Türkçe için çok
ciddi bir tehlikedir. Bugünkü Tıp öğretimi de, en ağdalı Osmanlıcadan daha ağır
bir İngilizce-Fransızca-Türkçe karışımı yapay bir dille yapılır hale getirilmiştir.
Böylece, 1838’lerden, yani Tanzimat döneminden itibaren genel öğretim ve Tıp
öğretiminin Türkçe yapılması yolundaki istekler, girişimler, umutların başarılı ol
ması için ne yazık ki çaba harcanmamıştır.
YÖK'ün 4 Kasım 1997 tarihli Eğitim Fakültelerinde "yeniden yapılanma" dü
zenlemesi olumlu birtakım özellikler taşımaktadır. Ancak, Ankara Üniversitesi Eği
tim Bilimleri Fakültesinin öğrenci alıp lisans düzeyinde, 1965'ten beri yapageldiği
gibi, "eğitim bilimleri" öğretimi yapmasına son verilmiştir. Oysa ülkemizde,
1848'lerden beri eğitimin bir bilim alanı olması için birçok eğitimci çaba harcamış
ve nihayet 1965'te Eğitim Bilimleri Fakültesi kurularak "eğitim bilimleri" Üniversite
düzeyinde bir araştırma ve öğretim alanı haline getirilmişti.
Ayrıca, 4 Kasım 1997'de tüm Eğitim Fakültelerinin programları da YÖK tara
fından belirlenmiştir. Bu programlarda Türk Eğitim Tarihi dersi yer almamış, öğ
retmenlerimiz ve eğitimcilerimiz, 9 yıl boyunca Üniversite öğrenimleri sırasın
da eğitimimizi tarihî derinliği içinde incelememişlerdir. Türk eğitim tarihi okutulmaz-
sa ne olur? Buna bizim yanıtımız özetle şudur: Türk eğitim tarihini bilmeyen öğret
men ve eğitimcilerimizde "meslek bilinci" yeterli ölçüde gelişemez. Türk eğitim ta
rihini bilmeyen yöneticiler ve karar organları ülkemiz için yararlı, uygun eğitim poli
tikaları geliştiremezler.
Oysa, başka tüm Fakültelerin (Hukuk, Siyasal, İktisat, Tıp, Veteriner, Eczacılık
vs....) kendi alanlarında çok eskiden beri, mutlaka bir ya da daha fazla Tarih dersi
vardır. Harp Okullarında Harp Tarihi dersi vardır. Kimse bunları programdan çı
karmayı düşünmez. Çünkü, müsbet ya da sosyal bilimler olsun, her bilim ala
nında eskiden beri değerli bir bilgi ve deneyim birikimi oluşmuştur. Bu, Türk eği
tim tarihi için de böyledir. Bu bilgilerin ilgili Fakültelerde araştırılıp okutulması bilimin
gereğidir.
işte bu düşüncelerden hareketle, bu kez demokratik ve katılımcı bir yöntemle,
YÖK, Mart 2006’da başlattığı Eğitim Fakülteleri programlarını “güncelleştirme” ça
lışmalarını Temmuz 2006’da sonuçlandırmış ve Türk Eğitim Tarihi dersine bir ölçü
de tekrar yer vermiş bulunuyor.
SONUÇ 447
tarih bize, siyasî bağımsızlık yitirildiği zaman eğitim ve bilimde de bir çözülme,
gerileme içine düşüldüğünü gösteriyor. Bir çok Türk toplumu bunun acı örneklerini a
yaşamıştır. Bugün, bağımsızlıklarına kavuşan Türk toplumları, bağımsızlığın de
ğerini iyi bilmelidirler. Eğitimin temei amaçlarından biri bu bilinci kazandırmak olma
lıdır.
Ayrıca, Türk Devletleri ve toplumları, birbirlerinin eğitim tarihlerini ve eğitim tec
rübelerini öğrenip bunlardan yararlanmalıdırlar.
B
■ı
i‘!l
■H
Ii
ip
3î
i
i ’5
?
ABSTRACT
!
If we are to cast a glance at the history of Turkish education, two basic aspects may be em-
phasized: 1. Views’pertaining to the poiitical and moral education and the Science of education,
2. Applications of education and training system.
Views pertaining to the poiitical and moral education and the science of
education
The history of Turkish education is very rich in respect to the views on poiitical, moral educa
tion and the Science of education.
Turks have always lived as independent states and this reflects itself on Orhun monuments,
which are the oldest known written sources of the Turkish language. Bilge Kağan, the ruler of
Gokturks, erected these monuments in A.D. 732 to explain and teach the significance of inde-
pendence to his nation. For moral education, numerous universal ideas and thoughts have been
raised by many educators and thinkers. Among them we can çite Haci Bektas Veli, Yunus Emre,
and Mevlana Celalettin. As for the Science of education, many important views have been devel-
oped by Turkish educators. We may çite a few names: Farabi, ibni Sina (Avicenna), Balasagunlu
Yusuf, Kasgarli Mahmut, AmasyalI Huseyinoglu Ali, Katip Celebi, Erzurumlu İbrahim Hakki.
For example İbni Sina (A.D. 980 - 1037) introduced the follovving principles of education:
• Teaching is a field of speciality, which reguires special talent and knovvledge. Not every-
body can be a teacher. The teacher must first know oneself, and then teach.
• Teaching should be performed from easy to difficult.
• Playing is natural and necessary for children.
Another Turkish educator, AmasyalI Huseyinoglu AH, introduced the follovving principles in
his book entitled Path of Education, written in 1453:
• The first thing the teacher should do is to understand the nature of the child.
• The teacher should not give up on any child. If the teacher works patiently with the slow
learning child, and applies extra efforts, these children will have better achievements at
the end.
f Unfortunately, these valuable views were not always reflected into practice.
I
’l
Applications of education and training system
* ” century adopted a school called Medrese. This is an
Turks by embracing İslam in the 10
educational institute at secondary and higher levels of religious and general education only for
males. Among these Medreses, Nizamiye Medreses founded in Baghdad by the ruler of Seljuk
Turks Alp Arslan and his prime minister Nizapıulmulk was very glorious (1067). These institutes
were built and supported directly by Seljuk Empire's budget. However, other medreses were es-
tablished as private institutes.
Medreses, which were spread out in the Ottoman Türk Empire were puite successful in pro-
viding education in their first centuhes. Some of their buildings were also magnificient art works.
Despite their initial success, medreses began to deteriorate after the 16th century due to various
reasons.
A very unigue institute in the Ottoman education system was the Enderun Mektebi (Palace
s
i
iti
J
450 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
School). This institute is a contribution of the Turks to the world education system. Enderun is a
school for administration and politics, located inside the palace of Sultan in İstanbul. Highly tal-
ented and gifted male Christian children and teenagers were selected for this school.
Fatih Sultan Mehmet renovated teacher education programs, He found teaching of Fikih (Is-
lamic Law) to the primary school teachers as redundant, and replaced it with "The Rules of De-
bate and the Methods of Teaching". Thus, he viewed teacher training as a separate field.
The deterioration in the Ottoman education system was noticed first in the military fields.
Therefore, modernization was initiated by opening modern military schools after 177O's. İn the
19th century, other new military and civilian schools were opened. İn this century, the European
education system started to influence the Ottoman education. The chief cause of this influence
may be attributed to the views of Ottoman intellects who travelled to Europe, those who per-
formed official duties, and those who were educated there.
With the founding of the Republic of Turkey in 1923, significant arrangements and develop-
ments were realized in the education system. We can summarize some of these as follovvs:
• İn this period the value of education was understood much better than in any of the pre-
ceding periods. Mustafa Kemal Atatürk stressed the importance of education in prevent-
ing oppression and poverty, and living independently, democratically, with honor and
happiness. He diligently stated the necessity of the national education to preserve and,
support the Republic, and addressed teachers, educators, and students in this regard.
According to him, the education should be national, republican, secular, democratic,
functional, scientific, and modern. He believed fhat education is the fundamental method
of social progress and it should make Turkey a constructive member of the modern
world. For Atatürk, "only the teachers were the saviors of the nation". Also he addressed
them: "The Republic demands from you generations independent in mind, independent
in consciousness, independent in judgment."
• İn 1924, the Law of Unification of Education was adopted and ali schools and educa-
tional institutes were connected to the Ministry of Education, and medreses were closed.
Modern Turkish educators sometimes neglect the rich ezperience of the Turkish education
history. Although most of the studies have aimed to improve the guality of education, these stud-
ies have not ali been successfui. For instance, due to political reasons, popülist approaches have
been adopted from time to time, and planning of a rational education system has occasionally
been neglected. İn education, guantity has sometimes given more significance then guality. To
day, both in Turkey and other independent Turkish states, education should be given more impor
tance, since it is a vital matter in their development, prosperity and vvelfare.
:>a
ZAMAN ÇİZGİSİ
Ia
1040 Selçuklularda ilk medreselerin Nişabur'da
kuruluşu kuruluşu
1065-1066 Karahanlılarda tarihi bilinen ilk medreselerin
Semerkant'ta kuruluşu
1067 Bağdat Nizamiye medreselerinin kuruluşu Ol
’ 1069 Kutadgu BHig’m yazılışı (Balasagunlu Yusuf)
;î
Malazgirt zaferi 1071
1072-1074 Divan-ü Lûgat-it Türk'ün yazılışı (Kaşgarlı
Mahmut)
1204 Konya'da Altun-Aba (iplikçi) medresesinin
d
J
“-•J
kuruluşu «
îS|
' i'{
I
452 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
1207-1273 Mevlâna Celâlettin
13 Mayıs 1277 Karamanoğlu I. Mehmet Beyin Konya'da
‘Türkçe'den başka bir dil kullanılmamasını"
isteyen fermanı
1208-1284 Nasrettin Hoca
1240-1320 Yunus Emre
OSMANLI DEVLETİ'nin kuruluşu 1299
1330 İznik’te İlk Osmanlı medreselerinin kuruluşu
1418-1419 Bursa'da Yeşil medresesi (Sultan medrese-
si)nin kuruluşu
1447 Edirne’de Üçşerefeli medresesinin kuruluşu
1449 Muhammediye'nin yazılışı (Yazıcıoğlu Meh
met)
İstanbul'un fethi 1453 • Tarîku’l Edeb'ın yazılışı (AmasyalI
Hüseyinoğlu Ali)
• Envârü’l Aşıkîn'm yazılışı (Yazıcıoğlu
Ahmet)
Şubat 1463 - Aralık 1470 Fatih Külllyesinin yapımı
1482 Galata Sarayı Mektebinin kuruluşu
1484-1488 Edirne’de II. Bayezid Külliyesi ve içinde Da-
rüşşifanın yapımı
1501-1506 İstanbul'da II. Bayezid Külliyesinin yapımı
Ocak 1526 Kanunî Sultan Süleyman’ın Fransa Kralı
I. Fransuva’ya yardım vaad eden mektubu
I. Viyana kuşatması 1529
Kanunî Sultan Süleyman'ın Kapitü Şubat 1535
lasyonlar denen belgelerle Fran
sa'ya bazı ayrıcalıklar tanıması
1550-1557 Süleymaniye Külliyesinin yapılışı
1554-1555 İstanbul’da ilk kahvehanenin açılması
1577 III. Murat döneminde bir Rasathanenin
Takiyüttin tarafından kuruluşu
Ocak 1580 Rasathanenin, Şeyhülislâmın isteği ile yıkılı
şı
Kasım 1583 Cizvitlerin Galata’da Saint-Benoit kilisesinde
ilk yabancı okulu açması
1594 Koçi Beye göre mülâzemet usûlünün ve
medreselerin bozulmaya başlaması tarihi
1631 Koçi Beyin, Risalesini IV. Murat’a sunması
1609-1656 Kâtip Çelebi
II. Viyana kuşatması 1683
Lâle devri 1718-1730
1727 İbrahim Müteferrika ve Sait Mehmet Efendi-
. nin İstanbul'da ilk Türk matbaasını açmaları
31 Ocak 1729 Matbaada basılan ilk kitap olan Vankulu
Lügatinin yayınlanışı
ZAMAN ÇİZGİSİ 453
1732 I. Müteferrika'nın Usûlu’l Hikem ff Nizami’l-
/ t Ûmem'ı basması
1756 Maarifetname'nin yazılışı (Erzurumlu İbrahim
■I Hakkı)
1759 Huzur Derslerinin düzene sokulması
Rus donanmasının'baskınla Çeş 1770
me'de OsmanlI donanmasını
yakması
1776 Mühendishane-i Bahri-i Hümâyunun açılışı
1795 Mühendishane-i Berri-i Hümâyunun açılışı
1815-1826 Beşiktaş Cemiyet-i İlmiyesi 1
Yunan isyanı 1821
1824 Beyrut’ta bir Amerikan okulu açılması
İlköğretim zorunluluğuna ilişkin II.
Mahmut’un fermanı
Yeniçeri Ocağının kaldırılması 15 Haziran 1826
(Vak’a-i Hayriye)
14 Mart 1827 Askerî Tıbbiyenin açılışı
İngiliz-Fransız-Rus donanmasının Ekim 1827
Navarin'de Osmanlı donanma il
sını yakması
1 Kasım 1831 İlk OsmanlI gazetesi olan Takvim-i
Vekayî’nin çıkmaya başlaması
1832 Askerî Cerrahhanenin açılışı
1834 Mekteb-i Fünûn-i Harbiyenin açılışı
1839 ■ Rüşdiyelerin açılma kararı
■ Mekteb-i Maarif-i Adliyenin açılışı
■ Mekteb-i Ulüm-i Edebiyenin açılışı
Tanzimat Fermanı (Gülhane Hatt-ı 3 Kasım 1839
Hümâyûnu)nın ilanı
Ocak 1845 Abdülmecit’in eğitime önem verilmesi ge
rektiği hakkındaki fermanı
12 Nisan 1845 Muvakkat Maarif Meclisinin kuruluşu iî
) Ağustos 1845 İlk kadın ebelerin Tıbbiye’de yetiştirilmesi
i 8 Kasım 1846 ■ Mekâtib-i Umumiye Nezaretinin kurulu
şu
■ Rüşdiyelerin açılıp çoğalmaya başla
ması
Nisan 1847 Sıbyan mektebi hocaları için bir Tâlimat’ın
yayınlanması
1847-1850 Rüşdiyelerde usûl-i cedid hareketlerinin İf.
başlaması
16 Mart 1848 Darülmuallimîn-i Rüşdînin açılışı
Eylül 1848 Kemal Efendinin Mekâtib-i Umumiye Nazırı
atanması
21 Mart 1850 Darülmaarifin açılışı
454 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
a
ZAMAN ÇİZGİSİ 455
1870-1872 İlk mekteplerde usûl-i cedîd hareketlerinin
başlaması
i
1871 ortaları Darülfünûnun kapatılması
1873 Darüşşafakanın açılışı
1875 Taşrada Darülmualiimînlerin açılmaya baş
laması
II. Abdülhamit’in tahta çıkışı Ağustos 1876
Kanun-i Esasî’nin ilanı ve I. Meşru 23 Aralık 1876 J
tiyet döneminin başlaması
Parlâmentonun toplanması 19 Mart 1877
Rusya ve Balkanlıların Osmanlı Nisan 1877
Devletine savaş açmaları (93
Harbi)
Abdülhamit'in Parlâmento’yu süre 13 Şubat 1878
siz kapatması ile I. Meşrutiyet’in
sona ermesi
Osmanlı-Rus savaşının sona erme Mart 1878
si
1880 Hukuk Mektebinin açılışı
Atatürk’ün doğumu 1881
1882 Evkâf-ı münderisenin Maarife devri
Şubat 1883 Aşâr’a ek olarak bir maarif vergisi alınmaya
başlanması
15 Ocak 1884 Şemsülmaarif özel okulunun açılışı (İstan
bul Erkek Lisesinin temelini teşkil etmiştir)
24 Haziran 1884 Bayezid Devlet Kütüphanesinin açılışı
1885 Vali Abdurrahman Paşanın öncülüğünde
Kastamonu’da bir idadinin açılışı (Taşradaki
ilk idadilerden olan bu okul Kastamonu
Lisesinin temelini teşkil etmiştir)
.8 Eylül 1886 Merzifon’da bir Amerikan Kolejinin açılışı
1889 Dilsiz(ler) Mektebinin açılması 11
v.ja
.'i
.
•:':y
458 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
a
S
35
ZAMAN ÇİZGİSİ 459
İl Şubat 1962 VII. Millî Eğitim Şûrası
1965 ■ Ankara Üniversitesi Eğitim (Bilimleri)
Fakültesinin kuruluşu
■ Özel yüksek okulların açılmasına imkân
veren Kanunun yayınlanması
5 Ekim 1966 Birleşmiş Milletler Çalışma Örgütü (İLO) ile
Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü
(UNESCO)’nun Öğretmenlerin Statüsüne
İlişkin Tavsiye Kararlarii Türkiye hükümeti
nin de onayladığı bu kararlar öğretmen
yetiştirme ve sağlanmasına ilişkin çok ö-
nemli ilkeler ve ölçütler getirmiştir)
7 Şubat 1968 Tabiat Tarihi Müzesi açılması (Ankara)
Mayıs 1968 Fransa’da Üniversite öğrenci olaylarının
başlaması (kısa bir süre sonra Türk Üniver
siteleri de bunlardan etkilenmiştir)
15-19 Aralık 1969 Geniş kapsamlı ilk öğretmen (ders bırakma,
boykot) eylemi
Eyl.-Ek. 1970 VIII. Millî Eğitim Şûrası
12 Ocak 1971 Özel yüksek okullar kurulamayacağına
. I
ilişkin Anayasa Mahkemesi kararı
12 Mart Askerî Harekâtı 12 Mart 1971
27 Kasım 1972 Öğrenci Andına ek: Ey bugünümüzü
sağlayan ulu Atatürk...
24 Haziran 1973 Millî Eğitim Temel Kanunu (No 1739)
7 Temmuz 1973 Üniversiteler Kanunu (No 1750)
Haz.-Tem. 1974 İX. Millî Eğitim Şûrası
1978 Eğitim Enstitülerinde hızlandırılmış öğretim
12 Eylül Askerî Harekâtı 12 Eylül 1980
23 Mart 1981 Yeniden okuma yazma seferberliğine baş
lanılması
Haziran 1981 X. Millî Eğitim Şûrası
6 Kasım 1981 Yükseköğretim Kanunu (No 2547)
ABDULLAH CEVDET: Mektep Âlemi,Hayat Âlemi, Resimli Mektep Âlemi, 't Eylül 1329 (1913), No. 4,
s. 49-53.
ABDULLAH ŞİNASİ: Usûl-i Tâlim ve Terbiyeden Fenn-i Tedris, Orenburg, 1912,158 s.
ABDURRAHMAN ŞEREF: Mahalle Mektebi Hatıralarından, Talebe Defteri, 14 Mart 1334 (1918)
ABDURRAHMAN ŞEREF: Tarih Musahabeleri (Yay. haz. E. Koray), Ankara, 1985, 351 s.
ABDÜLHAMİT, Siyasî Hatıratım, İstanbul, 1984, 224 s.
ABDÜLKADİROĞLU, ABDÜLKERİM: Candaroğlu İsmail Bey ve Hulviyyât-ı Sultanî..., Türk Tarihinde
ve Kültüründe Kastamonu, Ankara, 1989, s. 43-54.
ABDÜLKADİROĞLU, A. - NURAN: Mehmet Âkifin Kur'an-ı Kerîm'! Tefsiri, Mev'ize ve Hutbeleri, Ankara,
1991,231 s.
ACUNER, AHMET: Öğretmen örgütlenmesine İlişkin Model Önerisi, Ankara, 1994,576 s. (Basılmamış).
AÇIKSES, ERDAL: Amerikalıların Harput'taki Misyonerlik Faaliyetleri, Ankara, 2003, 404 s.
ADEM, MAHMUT: Atatürkçü Düşünce Işığında Eğitim Politikamız, İstanbul, 2000,160 s.
ADIVAR, A. ADNAN: Osmanlı Türklerinde İlim, İstanbul, 1970, 220 s.
ADIVAR, A.A.: Bir Zavallı Nesil, Bilgi Cumhuriyeti Haberleri (s. 130-132), İstanbul, 1945.
ADIVAR, A.A.: Kahve ve Okuma, Bilgi Cumhuriyeti Haberleri (s. 198-201), İstanbul, 1945.
AFET (İNAN): Recherches sur les caracteres anthropologigues des populations de la Turguie,
Genâve, 1939, 176 s.
AFYONCU, ERHAN: Sorularla Osmanlı İmparatorluğu, İstanbul, 2001, 3C.
AFYONCU, E.: Matbaanın Günahından Değil Okumaktan Korktuk, Hürriyet Tarih, 19 Kasım 2003,
s.4-8
il!
AFYONCU, E.: Her Devletin Bir Hanedan Zindanı Vardır..., Hürriyet Tarih, 31 Ağustos 2005, s.22. i!
AHMET ATÂ: Tarih-i Atâ, İstanbul, H. 1293 (1876),C2.
/ AHMET CEVDET: Tarih-i Cevdet, Dersaadet, 1301 (1885), C. 11-12.
ri AHMET CEVDET: Tezâkir (Tay haz. C.Baysun), Ankara, 1986,4 C. s
AHMET LÛTFl: Tarih-i Lûtfî, İstanbul, H.1291 (1874), C. 2. î îijlî
AHMET MİTHAT: Mithat Paşa Hazretlerine Hitab, Devir, 29 Ağustos 1872, No: 1, s. 2-4.
S
AHMET RASİM: Falaka, İstanbul, 1927,153 s.
s®
AHMET REFİK: Tarih Sah/feteri, İstanbul, 1325 (1909), 144 s.
AHMET REFİK: Osmanlı Devletinde Hoca Nüfuzu, İstanbul, 1933,128 s.
AHMET REFİK: Devşirme Usûlü, İstanbul (tarihsiz), 11 s.
AHMET RIZA: Anılar, İstanbul, 2001, 109 s.
AHMET SAİP: Kâğıtçılık ve Suni İpek, Yarın, 13.12.1929.
AHMET ŞERİF: Anadolu'da Tanin (Haz. Ç. Börekçi), İstanbul, 1977, 344 s.
AKAL, AYTÜL: Sevgili Masallara Ciddî Bir Bakış, /. Ulusal Çocuk Kitapları Sempozyumu, Ankara, 2000,
i
s. 500-517 (Yay.haz-S.Sever).
AKBABA TOPER: Demokrat Parti ve 27 Mayıs Dönemi Türk Eğitimi, Ankara, 1998,101 ş.
s,
464 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
AKDAĞ, MUSTAFA: Türk Halkının Dirlik ve Düzenlik Kavgası, Celâlî isyanları, Ankara, 1975, 539 s.
AKGÜN, SEÇİL: Halifeliğin Kaldırılması ve Laiklik (1924-1928), Ankara, 1987, 280 s.
AKGÜN, S.: Amerikalı Misyonerlerin Anadolu'ya Bakışları, OTAM, Ocak 1992, Sayı 3, s.1-16
AKGÜN, S. - ULUĞTEKİN,M.: Misak-ı Maarif, Atatürk Yolu, Mayıs 1989, Sayı 3, s. 285-333.
AKGÜNDÜZ, AHMED: Muhammed Abdüh'ün Gözüyle Osmanlı Devleti ve Eğitim Sistemi, Sur, Aralık
1987, Sayı 141, s. 34-41.
AKGÜNDÜZ, A.: Osmanlı Kanunnameleri ve Hukukî Tahlilleri, İstanbul, 1992,9 O.
AKGÜNDÜZ, HAŞAN: Klasik Dönem Osmanlı Medrese Sistemi, İstanbul, 1997,620 s.
AKGÜNDÜZ, H.: Medreseler ve Üniversiteler (Türk ve Ingiliz Örnekleri Üzerinde Mukayeseli Bir
İnceleme), Diyarbakır, 1998,343 s.
AKGÜNDÜZ, H.: Geleneksel Medrese ve Lisansüstü Programlarında Lisans Üstü Eğitim (Basılmamış).
AKIN, ÂDEM: Münif Paşa ve Türk Kültür Tarihimizdeki Yeri, Ankara, 1999, 200 s.
AKKUTAY, ÜLKER: Enderun Mektebi, Ankara, 1984, 251 s.
AKKUTAY, Ü.: Milli Eğitimde Yabancı Uzman Raporları (Atatürk dönemi), Ankara, 1996,150 s.
AKPINAR, ALIŞAN: OsmanlI Devletinde Aşiret Mektebi, İstanbul, 1997,113 s.
AKSEL, MÂLİK: İstanbul'un Ortası, Ankara, 1977, 439 s.
AKSOY, ÖZGÖNÜL: Osmanlı İstanbul Sıbyan Mektepleri Üzerine Bir İnceleme, İstanbul, 1968,199 s.
AKŞIN, SİNA: Siyasal Tarih (1789-1908), Türkiye Tarihi 3, İstanbul, 1988, s.73-188.
AKŞİT, ELİF EKİN: Kızların Sessizliği (Kız Enstitülerinin Uzun Tarihi), İstanbul, 2005, 240 s.
AKTAR, YÜCEL: H. Meşrutiyet Dönemi Öğrenci Olayları (1908-1918), İstanbul, 1990,166 s.
AKYILDIZ, ALİ: Tanzimat Dönemi Osmanlı Merkez Teşkilatında Reform, İstanbul, 1993, 338 s.
AKYOL, AVNİ: Önce ve Sonra Eğitim, İstanbul, 1987,175 s.
AKYOL, TAHA: Yarınlar Işıklı (Gaspıralı'nın Ceditçilik yolu...). Tercüman, 25 Şubat 1990.
AKYÜZ, EMİNE: Eğitim Hukuku, Ankara, 1981, 202 s.
AKYÜZ, E.: Çocuğun Haklarının ve Güvenliğinin Korunması, Ankara, 2000, 654 s.
AKYÜZ, YAHYA: Türkiye'de Öğretmenlerin Toplumsal Değişmedeki Etkileri (1848-1940), Ankara, 1978,
332 s.
AKYÜZ, Y.: Le Parti Politigue Unigue de la Turguie et TEducation Politigue du Peuple, 1923-1946,
Nancy (Fransa), 1966, 66 s.
AKYÜZ, Y.: Türk Kurtuluş Savaşı ve Fransız Kamuoyu (1919-1922), Ankara, 1988, 406 s.
AKYÜZ, Y.: Öğretmen Örgütlenmesi (Türkiye, Fransa, İsviçre'de ve Uluslararası Düzeyde), Ankara, 1980,
160 s.
AKYÜZ, Y.: Sadi'nin Eğitimsel Görüşleri, Eğitim Fakültesi Dergisi, 1969, C.2, Sayı 1-4, s. 73-82.
AKYÜZ, Y.: Türkiye'de İlk öğretmen Kuruluşları Hakkında Orijinal Bir Belge ile Unutulmuş Bir Kaynak,
Eğitim Fakültesi Dergisi, 1970, C. 3, Sayı 1-4, s. 109-119.
AKYÜZ, Y.: Abdülhamit Devrinde Protestan Okulları ile ilgili Orijinal İki Belge, Eğitim Fakültesi Dergisi,
1970, C. 3, Sayı 1-4, s. 121-131.
AKYÜZ, Y.: Okula Gazete Sokan Öğretmen Ali Suavi ve Günümüz Eğitiminde Benzer Girişimler, Belle
ten, Temmuz 1978, C. XLII, Sayı 167, s. 437-444.
AKYÜZ,-Y.: Türkiye'de Öğretmenin "Öğretmen" ve Meslek imajı. Eğitim Fakültesi Dergisi, 1978, C. 11,
Sayı 1-2, s. 115-121.
AKYÜZ, Y.: III. Selim Döneminde Bursa Medreselerinde Disiplin Islahatına ilişkin Bir Belge, Belleten,
Ekim 1979, C. XLIİI, Sayı 172, s. 761-765.
AKYÜZ, Y.; Maarif Nazırı Haşim Paşa ile ilgili Orijinal Bir Belge ve Bazı Eğitimsel Görüşler,Sorunlar,
Belleten, Temmuz 1981, C. XLV/2, Sayı 179, s. 205-213.
AKYÜZ, Y.: Atatürk'te Namık Kemal'in Etkisi ve Abdülhamit Döneminde Yasak Kitaplara İlişkin iki Belge,
KAYNAKLAR 465
I { Se//efen,Ekim1981,C.XLV/2, Sayı 180, s. 501-511.
tI
AKYÜZ, Y.: Atatürk'ü'Yetiştiren Öğretmenlerden Birkaçı, Atatürk Devrimleri ve Eğitim Sempozyumu
(1981). Ankara, 1981, s. 109-122. 1
AKYÜZ, Y.: Atatürk Öğretmenlere Dedi ki. Eğitim Fakültesi Dergisi, 1981, C. 14, Sayı 1-2, s. 9-15.
AKYÜZ, Y..- Türkiye'de Öğretmenlik Mesleği, Çeşitli Ülkelerde Öğretmenlik Mesleği ve Bu Konuya Ve
rilen Önem (1981), Ankara, 1982, s. 105-110.
AKYÜZ, Y.: Sosyo-Kültürel Ortamda Öğretmen, Toplumumuzda Öğretmen-Halk ilişkileri. Millî Eğitim,
Ocak-Şubat-Mart 1982, Sayı 56, s. 41-44.
AKYÜZ, Y.: İbni Sina'nın Türk ve Dünya Eğitim Tarihindeki Yeri, Eğitim Fakültesi Dergisi, 1982, C. 15,
Sayı 1, s. 1-13.
AKYÜZ, Y.: Farabi'nin Türk ve Dünya Eğitim Tarihindeki Yeri, Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi, 1982,
C. 15, Sayı 2, s. 81-88.
AKYÜZ, Y.: Galatasaray Lisesinin Islahına İlişkin Aii Suavînin Girişimlerini Gösteren Bir Belge, Belleten,
Ocak 1982, C. XLVI, Sayı 181, s. 121-131.
AKYÜZ, Y.: Reklâmlar Gibi Düşünmek ve Çocuklar, Milliyet, 11 Temmuz 1979.
AKYÜZ, Y.; Atatürk ve 1921 Eğitim Kongresi, Cumhuriyet Döneminde Eğitim, İstanbul, 1983, s. 89-103.
AKYÜZ, Y.: İstanbul Sıbyan Mekteplerinin 1809'daki Durumuna ilişkin Bir Belge, Eğitim Bilimleri Fa
kültesi Dergisi, 1983, C. 16, Sayı 2, s. 1-10.
AKYÜZ, Y.: Cumhuriyet, Gençlik ve Eğitim, Milliyet, 29 Ekim 1984.
AKYÜZ, Y.: Atatürk'ü Kendi Sözleri ile Anlatmak, Milliyet, 15 Ocak 1981.
AKYÜZ, Y.: Atatürk'ü Yorumlarken Özü Yitirmemeii, Milliyet, 24 Mart 1981.
AKYÜZ. Y.: Mehmet Akif'in Eğitim Görüşieri ve Türk Eğitim Tarihindeki Yeri, Milli Eğitim, Ocak-Mart
1986, Sayı 67, s. 18-23.
AKYÜZ, Y.: Eski Eğitim Değerlerine Karşı Mehmet Akif ve Gençliğin Eğitimi, Millî Eğitim, Ekim-Aralık
1986, Sayı 70, s. 33-37.
AKYÜZ, Y.: Atatürk'ün Türk Eğitim Tarihindeki Yeri, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Kasım 1987, Sa
yı 10, s, 71-90.
AKYÜZ, Y.: İlk Türk Matbaası ve Eğitim Tarihimizdeki Yeri, Millî Eğitim, Mart-Nisan 1988, Sayı 76, s. 3-22.
AKYÜZ, Y.; Mülkiye Mektebinden ilk Çıkanların Bazı Eğitimsel Çabalarına ilişkin Bir Belge, Eğitim
Bilimleri Fakültesi Dergisi, 1983, s. 151-159.
AKYÜZ, Y.: Türkçe Okul Sözlüklerinin Değerlendirilmesi, Türk Dilinin Öğretimi Toplantısı (Ekim 1986),
Ankara, 1988,s.249-259.
)
AKYÜZ, Y.: Eğitim Tarihimizden Çıkan Öğretmenlere İlişkin Dersler, XII. Millî Eğitim Şûrası (18-22 Tem-
muz 1988), s. 312-313.
AKYÜZ, Y.: Tanzimat Döneminde Eğitim Öğretim Anlayış ve Uygulamalarında Görülen Yenilikler, Millî
Eğitim, Aralık 1989, Sayı 92, s. 3-6.
AKYÜZ, Y.: Darülmuallimîn'in ilk Nizamnamesi (1851), Önemi ve Ahmet Cevdet Paşa, Millî Eğitim, Mart
1990, Sayı 95, s. 3-20.
AKYÜZ, Y.: Tanzimat Döneminde ilk Kıraathanenin Açılışı, Okumak (MEB), Mart 1990, Sayı 4, s. 2.
AKYÜZ, Y.: Eski Türk Çocuk Oyunları ve Aşık (Basılmamış bildiri, 1990).
AKYÜZ, Y.; Tanzimat Dönemi Eğitiminin Özellikleri, Tanzimatın 150. Yıldönümü Uluslararası Sempoz
yumu, Ankara, 1991, s. 389-401.
AKYÜZ, Y.: Öğretmen Yetiştirme Tarihimizde Nitelik Arayışına iki Örnek, Eğitimde Nitelik Geliştirme, İs
tanbul, 1991, s. 222-227.
AKYÜZ, Y.: Cevdet Paşanın Özel Öğretim ve Tanzimat Eğitimine ilişkin Bir Lâyihası, OTAM (Osm. TarT'
Araş. Merk. Derg.), Ocak 1992, Sayı 3, s. 85-114.
466 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
AKYÜZ, Y.: Atatürk'ün Eğitim Düşüncesinin Kökenleri, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Mart 1992,
Sayı 23, s. 235-239.
AKYÜZ, Y.: Tanzimat Döneminde Ailenin Eğitim Görevlerine ilişkin Yeni Görüşler, Türk Aile Ansiklope
disi, Ankara, 1991, C. 2, s. 439-445.
AKYÜZ, Y.: Türk Eğitim Tarihinde Öğretimde Ezbercilik ve Kaynaklan, XI. Türk Tarih Kongresi Ankara
1994, s. 2257-2275.
AKYÜZ, Y.: Türkiye’de Eğitimin Bilim Olarak Ele Alınışının Tarihçesi, Eğitim Bilimleri I. Ulusal Kongresi,
Ankara, 1993, s. 125-150.
AKYÜZ, Y.: İlköğretimin Yenileşme Tarihinde Bir Adım: Nisan 1847 Tâlimatı, OTAM, 1994, Sayı 5, s. 1-47
AKYÜZ, Y.: Türkiye'de Öğretmenliğin Temelleri Sağlam Atılmıştı, Yeni Türkiye (Eğitim Özel Sayısı), O-
cak-Şubat 1996, Sayı 7, s. 471-476.
AKYÜZ, Y.: Eğitim Tarihimizden Bugün İçin Çıkarılması Gereken Bazı Dersler ve Düşünceler, Eğitimimize
Bakışlar, 1, İstanbul, 1996, s.1-13.
AKYÜZ, Y.: Yazılı Eski Bir Çeşme Tası ve Türk Kültür ve Eğitim Tarihindeki Yeri, Milli Eğitim, Tem. Ağ.
Eyl. 1996, Sayı 131, s.51-54.
AKYÜZ Y.: Anaokullarının Türkiye'de Kuruluş ve Gelişim Tarihçesi, Millî Eğitim, Ek. Kas. Ar, 1996 Sayı
132,5.7-13.
AKYÜZ Y.: Tanzimat Döneminde Yunan Kaynaklı Bir İslahat Önerisi, Prof. Dr. Hâmide Topçuoğlu'na Ar
mağan, Ankara, 1995, s. 133-151.
AKYÜZ Y.: Öğretmen Okulu Dışından İlk kez Öğretmen Atanmasına İlişkin Orijinal Belgeler (1860-1861)
ve Tarihî Gelişim, Millî Eğitim, Oc. Şub. Mart 1998, Sayı 137, s.6-16.
AKYÜZ.Y.: Cumhuriyetin Başında Türk Çocuğunun "Yaşam llkeleri'ne İlişkin Orijinal Bir Belge ve Bazı
Yabancı Örnekler, Millî Eğitim, Oc. Şub. Mart, 1999, Sayı 141, s.3-11.
AKYÜZ, Y.: Mülkiye Mektebi Öğretimine ve Mülkiyelilerin Modern Eğitimin Gelişmesine Katkılarına Bir
Bakış, Mülkiye Tarihi ve Mü/k/ye/z/er (Basılmamış).
AKYÜZ, Y.: Osmanlı Son Döneminde Kızların Eğitimi ve Öğretmen Faika Ünlüer'in Yetişmesi ve Meslek
Hayatı, Millî Eğitim, Tem. Ağ. Eyl. 1999, Sayı 143, s. 12-32.
AKYÜZ, Y.: Öğretmenlik Mesleği ve OsmanlIda Kadın Öğretmen Yetiştirilmesi, Tarih ve Toplum, Mart
2000, Sayı 195, s. 31-43.
AKYÜZ, Y.: Tanzimattan Cumhuriyete Okul Yöneticiliğinde Dönüşümler ve Kadınların Okul Yöneticiliği,
Tarih ve Toplum, Mart 2001, Sayı 207, s. 57-63.
AKYÜZ, Y.: ilk Çağdaş Eğitim Bilimcimiz Vizeli Selim Sabit Efendi, Tarih ve Toplum, Eylül 2000, Sayı 201,
s. 15-21.
AKYÜZ, Y.; Resimli İlk Türkçe Alfabe ve Okuma Kitabımız ve Türk Eğitim Tarihindeki Önemi, Millî Eğitim,
Tem. Ağ. Eyl. 2000, Sayı 147, s. 3-8.
AKYÜZ, Y.: Ülkemizde Üniversite Eğitiminin Tarihsel Gelişimi, Üniversite Eğitimi, Ankara, 1996, s. 3-10.
AKYÜZ, Y.: 90. Yılında Balkan Savaşları-Eğitim ilişkileri ve Atatürk, V. Uluslararası Atatürk Kongresi,
Ankara, 2005, C.1, s.593-604.
AKYÜZ, Y.: Maarif Nazırı Emrullah Efendinin Öğretmen Sorunlarına ilişkin Başlıca Görüşleri ve Yaptıkları,
Türk Millî Eğitim Sistemi ve Lüleburgazlı Maarif Nazırı Emrullah Efendi Sempozyumu, Lüleburgaz,
2006, s.150-153 (Lüleburgaz Bel.Yay.).
AKYÜZ, Y.: Çocukluğun Tarihi Açısından Türk Eğitim Tarihine Genel Bir Bakış, Disiplinlerarası Bakışla
Türkiye’de Çocuk {A. Ulusal Çocuk Kültürü Kongresi), Ankara, 2004, s.259-286 (Ed. M. Artar).
AKYÜZ, Y.: Türk Eğitim Sisteminin Temel Sorunu: Öğretmen Yetiştirme, Atama, Sağlama ilke ve Uygu
lamaları (1453-2004), Türkiye’de Eğitim Bilimleri: Bir Bilanço Denemesi, Ankara, 2006, s.430-443
(Ed. M.Hesapçıoğlu, A.Durmuş).
KAYNAKLAR 467
AKYpZ, Y.: OsmanlIdan Cumhuriyete Geçerken Gençliğin Düşünce ve Niteliklerindeki Dönüşümlere Bir
■ i Bakış, Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim, Ekim 2004, Sayı 56, s.5-8.
AKYÜZ, Y.: Türk Eğitim Tarihi Açısından öğretim Birliği Yasasının Önemi, 78. Yılında Öğretim Birliği ve
Yurt Dışında Eğitim Gören Türk Öğrenciler, Ankara, 2002, s.33-43 (Yay. Haz. Ayşe Ç. ilhan).
AKYÜZ, Y.: Türk Eğitim Tarihinde "Deprem” Konusuna Yer Veren ilk Ders Kitabı ve Yazarı Selim Sabit
Efendi, Bilim vg Aklın Aydınlığında Eğitim, Ağustos 2002, Sayı 30, s.5-9.
AKYÜZ, Y.: 90. Yılında Balkan Savaşlarına İlişkin Öğretmen ve Öğrencilerimiz Neleri Bilmeli? Bilim ve
Aklın Aydınlığında Eğitim, Aralık 2002, Sayı 34, s.19-24.
ii
AKYÜZ, Y.: Eğitim Alanında Aydınların özeleştirisi ve Balkan Savaşları, Tarih ve Toplum, Aralık 2002, if
Sayı 228, s.54-58.
AKYÜZ, Y.: Türk Eğitim Tarihinde Okullarda Disiplin Anlayış ve Uygulamalarına Bir Bakış, //. Ulusal Ço
cuk ve Suç Sempozyumu, Ankara 2003, s.27-42.
AKYÜZ, Y.: Tanzimattan Cumhuriyete Eğitimde Ödül ve Günümüz Eğitimi Açısından Bir Değerlendirme
(1839-1923), Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim, Mart 2004, Sayı 49, s.15-20. Yİ
AKYÜZ, Y.: Anaokullarının OsmanlIda ilk Programları ile "Yaratıcı Drama”nın ilk izleri. Bilim ve Aklın Ay
dınlığında Eğitim, Mayıs 2004, Sayı 51, s.19-24.
AKYÜZ, Y.: Balkan Savaşlarının Eğitimsel Nedenleri ve Sonuçları, 90. Yılında Balkan Savaşları ve Lüle
burgaz Muharebeleri, Lüleburgaz, 2004, s.88-110.
AKYÜZ, Y.: OsmanlIda "Kadın Öğretmeni! Ev Sıbyan Mektepleri”, OTAM, 2004, Sayı 15, s.1-12.
AKYÜZ, YAHYA-ÖZTÜRK, FARUK: Ethem Nejat ve Ferit Bey'in ilk Ağaç Bayramı Girişimi, Tarih ve Top
lum, Eylül 2002, Sayı 225, s.21-26.
ALAN, GÜLBADİ: Merzifon Amerikan Koleji ve Anadolu'daki Etkileri, Kayseri, 2002, 518s. (Basılmamış).
ALDAN, MEHMET: Galiçya ve Sonrası, Hilmi Dilmen'in Öyküsü, Ankara, 1984, 127 s.
Amelî Adam Yetiştirmek, Hâkimiyet-i Milliye, 16 Mart 1924, s. 1.
ALİ CANİP: Edebiyat, İstanbul, 1928, 435 s.
ALİ HAYDAR: Elifba Kitabiyâtı, Muallimler Mecmuası, K. sani-Şubat 1924, Sayı 17-18, s. 305-309.
ALİ HAYDAR: Sağır ve Dilsizler, Muallimler Mecmuası, Mart 1925, Sayı 29, s. 1237-1260.
ALİ KÂMİ: Resmî Terbiye, Millî Tâlim ve Terbiye Cemiyeti Mecmuası 1335 (1919), s. 22-24.
ALİ SUAVÎ: Ermenilerde Ulûm ve Maarif, Ulüm, 15 Juillet 1870, Sayı 2(22), s. 1310-1313.
ALTINTAŞ, HAYRANI: Maarifetname'de Tasavvuf, Ankara, 1981,216 s.
ALTUNYA, HÜSEYİN; Reşat Nuri Güntekin ve Fakir Baykurt'un Romanlarında Öğretmen, Ankara, 2004,
181 s. (Basılmamış).
/aLTUNYA, NİYAZİ: Gazi Eğitim Enstitüsü (1926 -1980), Ankara, 2006,1387 s. I'
.d
1
111
KAYNAKLAR 469
BATM,^, ŞAKİR: Tüccar Kaptan Mektepleri (Basılmamış bildiri, 2004).
BATTAL-TAYMAS, A.: Kazan Türkleri, Ankara, 1966, 239 s.
BAYKAL, B. SITKI: 93 Meşrutiyeti, Belleten, 1942, Sayı 21-22, s.45-83.
BAYKAL, İSMAİL H.: Enderun Mektebi Tarihi, İstanbul, 1953,154 s.
BAYKARA, TUNCER: Türkiye Selçukluları Devrinde Konya, Ankara, 1985,167 s.
BAYMUR, FUAT: İlk Okuma ve Yazma Öğretimi, İstanbul, 1939,140 s.
BAYRAKTAR, MEHMET: Kayserili Dâvut, Ankara, 1988, 79 s.
BAYRAKTAR, M.: Islâm Felsefesine Giriş, Ankara, 1988, 321 s.
BAYRAKTAR, M. FARUK: Eğitim ve Öğretimin Esasları (Ibn Sahnûn'dan çev. ve inceleme) İstanbul
1996, 84 s.
BAYRAM, MİKÂİL: Ahi Evren ve Ahi Teşkilâtının Kuruluşu, Konya, 1991,192 s.
BAYRAM, M.: Fatma Bacı ve Bacıyân-ı Rûm, Konya, 1994, 68 s.
BAYRAM, M.: Hümanizm ve Mevlâna, İktibas, Aralık 2001, s.51-52.
BAYRAM, SADİ - A.H. KARABACAK: Sahib Ata Fahrüddin Ali'nin Konya İmaret ve Sivas Gökmedrese .il
Jİ
Vakfiyeleri, Vakıflar Dergisi, 1981, Sayı 13, s. 31-69.
BAYRAMOĞLU, FUAT: Hacı Bayram-ı Velî, Ankara, 1983, 2 C.
BEHAR, BÜŞRA E.: İktidar ve Tarih, Türkiye'de Resmi Tarih Tezinin Oluşumu (1929-1937) İstanbul
1992, 230 s.
BEHAR, B.E. (Yay. Haz.): Bağımsızlığın İlk Yılları, Ankara, 1994, 298 s.
BERKER, AZİZ: Türkiye'de İlköğretim, Ankara, 1945,165 s.
BERKES, NİYAZİ: İlk Türk Matbaası Kurucusunun Dinî ve Fikrî Kimliği, Belleten, Ekim 1962, Sayı 104,
C. XXVI s. 715-737.
BEYDİLLİ, KEMAL : Türk Bilim ve Matbaacılık Tarihinde Mühendishane, Mühendishane Matbaası ve
Kütüphanesi (1776-1826), İstanbul, 1995, 552 s.
Beyrûni'ye Armağan, Ankara, 1974,301 s. (çeşitli yazılar).
BİLGE, KİLİSLİ MUALLİM RIFAT: Divan-ü Lûgat-it Türk ve Ali Emirî Efendi, Türk Kültürü, Şubat 1970,
Sayı 88, s. 253-270.
BİLGE, KİLİSLİ M.R.: Mektep Hatıraları, Muallimler Mecmuası, Nisan 1925, Sayı 30, s. 1338-1360.
BİLGE, MUSTAFA: ilk Osmanlı Medreseleri, İstanbul, 1984, 326 s.
BİLGEN, H. NİHAT: Çağdaş ve Demokratik Eğitim, Ankara, 1994,164 s.
BİLGİN, BEYZA: Türkiye'de Din Eğitimi ve Liselerde Din Dersleri, Ankara, 1980, 173 s.
BİLGİN, B.: Eğitim Bilimi ve Din Eğitimi, Ankara, 1998, 147 s.
■pl B.: Tevhid-i Tedrisat Kanunu ve Din Eğitimi, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Temmuz, 1996,
BlLplN,
'1 Sayı 35, s. 527-535.
BİLGİSEVEN, ÂMİRAN K.: Millî Eğitim Stratejimiz Nasıl Olmalıdır? İstanbul, 1986,124 s. İÎ'
BİLHAN, SAFFET: Orta Asya Türk Devletlerinde Eğitim, Bilim ve Sanat Hareketleri, Ankara, 1978, 230 s.
I
(Basılmamış).
BİLHAN, S.: 900 Yıllık Bir Türk Öğretim Kurumu Buğra Han Tamğaç Medresesi Vakıf Belgesi, Din Öğ '1 J
uf 1
retimi Dergisi, 1986, Sayı 8-9, s. 85-90.
BİLHAN, S.: Orta Asya Bilgin Türk Hükümdarlar Devletinde Eğitim, Bilim, Sanat, Ankara, 1988,156 s.
BİLİM, C. YALÇIN: Tanzimat Devrinde Türk Eğitiminde Çağdaşlaşma (1839-1876), Eskişehir, 1984,106 s.
BİNBAŞİOĞLU, CAVİT: Türkiye’de Eğitim Bilimleri Tarihi, İstanbul, 1995, 602 s.
BİNBAŞİOĞLU, C.: Çağdaş Eğitim ve Köy Enstitüleri, Tarihsel Bir Çerçeve, İzmir, 1993, 124 s.
1.1
BİNBAŞİOĞLU, C.: Köy Enstitülerinde Öğretim Programları, Öğretmen Dünyası, Nisan 1990, Sayı 124,
s. 27-32. .111
BİNBAŞİOĞLU, C.: Cumhuriyet Döneminde Eğitim Tarihimizle İlgili Birkaç Olay, Öğretmen Dünyası,
t.
470 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
i KAYNAKLAR 471
ÇlljilDÜZGÜN, SELAHATTİN: Çağdaş Çocuk Yazını, İstanbul, 1996, 136 s.
Diltve Tarih-Coğrafya'Fakültesi Dergisi, Aralık 1950, Sayı 4 (Farabi ile ilgili çeşitli yazılar).
Divan-ü Lügat-it Türk (Türk Dili, özel Sayısı) 1 Ekim 1972, C. XXVII, Sayı 253,153 s.
•i (I
DİZER, MUAMMER,! Ali Kuşçu, Ankara, 1988, 68 s.
DODURGALI, ABDURRAHMAN: İbni Sina Felsefesinde Eğitim, İstanbul, 1995, 223 s.
DOĞAN, H.-ALKAN,'C.-SEZGİNİ: Meslekî ve Teknik Eğitim Prensipleri, Ankara, 1980, 309 s.
DOĞAN, İSMAİL: Tanzimatın İki Ucu, Münif Paşa ve Ali Suavi, İstanbul, 1991,429 s.
DOĞAN, NURİ: Ders Kitapları ve Sosyalleşme (1876-1918) İstanbul, 1994,174 s.
DOĞAN, RECAİ: Batıcılık Akımının Din ve Eğitim-öğretim Görüşlerinin Değerlendirilmesi, Ankara,
1996, 302 s. (Basılmamış).
DOĞAN, R.: Cumhuriyetin İlk Yıllarında Tevhid-i Tedrisat Çerçevesinde Din Eğitimi-Öğretimi ve Yapılan
Tartışmalar, Türkiye'de Din Eğitimi ve öğretimi, Ankara, 1999, s. 227-288 (Yay. haz. F.Unan,
Y.Hacaloğlu).
DOĞAN, R.: (siâmcılann Eğitim ve Öğretim Görüşleri, Ankara, 1999, 209 s.
Dokuzuncu Kalkınma Planı (2007-2013), Resmi Gazete, 1 Temmuz 2006, Mük.Sayı 26215.
DÖKMEN, ÜSTÜN: Ahlâk Eğitiminde Nasrettin Hoca, Öğretmen Dünyası, Temmuz 1983, Sayı 43, s. 8-10.
DUMAN, TAYYİP: Türkiye'de Ortaöğretime Öğretmen Yetiştirme (Tarihî Gelişimi), Ankara, 1991, 306 s.
DUMAN, T.: Özel Dersaneler ve Fonksiyonları, Millî Eğitim, Ekim-Aralık 1987, Sayı 74, s. 27-33.
DURANT, WILL: Histoire de la Civilisation medievale (1095-1300), Paris, 1953, C. 3, 671 s.
DURSUNOĞLU, CEVAT: Millî Mücadelede Erzurum, Ankara, 1946,170 s.
DURSUNOĞLU, C: Karma Eğitim, İmece, 1 Nisan 1961, C. 1, Sayı 2, s. 22-23.
EBÜLGAZİ BAHADIR HAN: Şecere-i Terâkime (Haz. M. Ergin), İstanbul, 1972, 97 s.
EBÜZZİYA TEVFİK: Nümune-i Edebiyat-ı Osmaniye (Reşit Paşa: Nutk-ı Mürettep, s. 177-181), Kons-
tantiniyye, 1329-1330 (1913-1914).
EDİP AHMET: Atabetü-I Hakâyık {Çev. R.R. Arat), İstanbul, 1951,163 s.
Eğitimde Fırsat Eşitliğinin Sağlanması (1981), 35 s. (MEB, basılmamış).
EMİROĞLU, İBRAHİM: Tercümanlar, Voyvodalar ve Azınlıklar, İzmir, 1996, 434 s.
EMRE, A. CEVAT: İki Neslin Tarihi, İstanbul, 1960, 375 s.
ERCAN, YAVUZ : Devşirme Sorunu, Devşirmenin Anadolu ve Balkanlardaki Türkleşme ve İslâmlaşmaya
Etkisi, Belleten, Aralık 1986, C. L, Sayı 198, s. 679-725.
ERCAN, Y.: Kudüs Ermeni Patrikhanesi, Ankara, 1988, 66 s.
ERÇELE81, HAŞAN: Köy Enstitülerinin Çağdaş Eğitim Yönetimine Katkıları, İzmir, 1993,194 s.
EFŞUOĞDU, TEYFUR: Maarif-i Umumiye Nezareti Teşkilâtı, Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, Oc.-Ar.
\ 1997, No:1-4, s.247-285.
ERGİN, MUHARREM: Orhun Abideleri, İstanbul, 1970,157 s.
ERGİN, OSMAN: Türkiye Maarif Tarihi, İstanbul, 1977,1-5 C.
ERGİN, O.: Muallim Cevdet'in Hayatı, Esederi ve Kütüphanesi, İstanbul, 1937, 748-96 s.
ERGİN, O.: Mecelle-i Umûr-ı Belediye, İstanbul, 1915-1924, 5 C.
ERGÜN, MUSTAFA: Atatürk Devri Türk Eğitimi, Ankara, 1982, 203 s.
ERGÜN, M.: Türk Eğitiminin Batılılaşmasını Belirleyen Dinamikler, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi,
1990, Sayı 17, s.435-457.
ERGÜN, M.: Birinci Dünya Savaşı Sırasında Türk-Alman Eğitim İlişkileri, OTAM, Ocak 1992, Sayı 3,
s.193-210.
ERGÜN, M.: Cumhuriyet Döneminde Türkiye’de Eğitim Tarihi, Türkiye'de Eğitim Bilimleri: Bir Bilanço
Denemesi, Ankara, 2006, s.56-79 (Ed. M. Hesapçıoğlu, A. Durmuş).
ERGÜN, M.: //. Meşrutiyet Devrinde Eğitim Hareketleri (1908-1914), Ankara, 1996, 441 s.
i
472 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
ERGÜN, M.: Emrullah Efendi, Hayatı, Görüşleri, Çalışmaları, DTCF Dergisi, 1982, C. 30, Sayı 1-2, s. 7-36.
ERGÜN, M.; II. Meşrutiyet Döneminde Medreselerin Durumu ve Islah Çalışmaları, DTCF Dergisi,
1982, C. 30, Sayı 1-2, s. 59-89.
ERGÜN, M.; Battal Gazi Tipi, Millî Kültür, Eylül 1987, Sayı 58, s. 55-59.
ERGÜN, M.: Yunus Emre'de Tasavvuf ve Eğitim, Malatya, 1991,211 s.
ERGÜN, M.: insan ve Eğitimi, Mevlâna Üzerine Bir Deneme, Ankara, 1993, 324
ERGÜN, M.; Medreselerde Okutulan Dersler ve Ders Kitapları, Afyon K.Û. Anadolu Dil-Tarih ve Kültür
Araş. Dergisi, 1, 1996, s. 7-37.
ERGÜN, M. - DUMAN, T.: 19. Yüzyılda Osmanlı Askerî Okullarının Ders Programları ve Kitapları, Yeni
Türkiye, 1996/7, s.494-511
ERİŞİRGİL, M. EMİN: Dinî Terbiye, Dinî Tedrisat, Millî Tâlim ve Terbiye Cemiyeti Mecmuası, Mart
1334 (1918) No. 3, S. 13-14.
ERİŞİRGİL, M. E.; Meşrutiyetten önce Anadolu Kasabalarında Fikir Tezatları ve Gençlik, Ülkü, 16 ik.
Kânun 1944. C. 5, Sayı 56, s. 4.
ERİŞİRGİL, M. E.: Bir Fikir Adamının Romanı, Ziya Gökalp, İstanbul, 1984, 218 s.
ERK, N. - DİNÇER, F.: Türkiye'de Veteriner Hekimlik ve Öğretimi ve Ankara Üniversitesi Veteriner Fakül
tesi Tarihi, Ankara, 1970, 308 s.
ERÖZ, MEHMET: Milli Kültürümüz ve Meselelerimiz, İstanbul, 1983, 408 s.
ERSOY, M. ÂKİF: Safahat (Haz. Ö.R. Doğrul), İstanbul, 1973, 560 s.
ERŞAHİN, SEYFETTİN: Buhara'da Cedîtçilik-Eğitim Islahatı Tartışmaları ve Abdurrauf Fuat, Dinî
Araştırmalar, Oc. Nis. 1999, Sayı 3, s. 213-255.
ERÜNSAL, İSMAİL E.: Kurutuştan Tanzimata Kadar Osmanlı Vakıf Kütüphaneleri, Ankara, 1991, 344 s.
ESİN, EMEL: Bitig (İlk Devir Türk Kitap Sanatları), Kemal Çığ'a Armağan, İstanbul, 1984, s. 111-125,
EŞME, İSA: Yüksek Öğretmen Okulları, İstanbul, 2001,460 s.
ETHEM İBRAHİM PAŞA: Terbiye ve Tâlim-i Âdab ve Nesâyihü'l Etfal, 1868, (Haz. H.R. Öymen), Ankara,
1979,104 s.
ETHEM NEJAT: Mektepçilik (Usûl-i Tedris Kısmı), İstanbul, 1332 (1916), 16 s.
ETHEM NEJAT: Türklük Nedir ve Terbiye Yolları, İstanbul, 2001, 59s. (Haz. F. Öztürk).
Evliya Çelebi Seyahatnamesi, Dersaadet, 1314 (1898), C. 1, 3, 7.
FARABİ: El Medinetû'l Fazıla (Çev. N. Danışman), İstanbul, 1956,108 s.
Farabi'nin Üç Eseri (Çev. H. Atay), Ankara, 1974,171 s.
FARLEY, LEWIS: The Decline of Turkey, London, 1875 (Fuat Paşanın vasiyeti: s. 27-36).
Fatih Mehmet II Vakfiyeleri, Ankara, 1938,344 s.
FATMA ALİYE: Ahmet Cevdet Paşa ve Zamanı, Dersaadet, 1332 (1916), 123 s.
FAZIL AHMET; Terbiyeye Dair, İstanbul, 1326 (1910), 140 s.
FIĞLALI, RUHİ: Türkiye'de Alevîlik ve Bektaşilik, Ankara, 1991,418 s.
FINDIKÇI, İLHAMI; Bilgi Toplumunda Yöneticilerde Kendini Geliştirme, İstanbul, 1996, 328 s.
GARSEN, F.: Froebel Usûlüyle Küçük Çocukların Terbiyesi (Çev. K. Nâmi), İstanbul, 1340 (1924) (önsöz).
GAZALİ: Tehâfüt el-Felâsife, İstanbul, 1981, 383s. (çev. B. Karlığa).
GELİŞLİ, YÜCEL: Öğretmen Yetiştirmede Ankara Yüksek Öğretmen Okulu Uygulaması, İstanbul, 2006, 264s.
GENCER, A. İHSAN: Türk Denizcilik Tarihi Araştırmaları, İstanbul, 1986,125 s.
GENÇ, REŞAT: Divan-ü Lûgat-it Türk Müellifi Kaşgarlı Mahmud'a Göre, XI. Yüzyılda Türk İllerinin Siyasi, Etnik,
Sosyal ve Kültürel Durumu, Ankara, 1974,447 s. (Basılmamış).
GENÇ, R.; Karahanlı Devlet Teşkilâtı, İstanbul, 1981,372 s.
GERAY, CEVAT; Halk Eğitimi, Ankara, 2002, 349 s.
GÖDE, KEMAL; Eratnalıtar, Ankara, 1994, 203 s.
n
KAYNAKLAR 473
!
GÖK, FATMA - OKÇABOL, RIFAT: Öğretmen Profili Araştırma Raporu, Ankara Haziran 1998,110 s.
GÖKSEL, BURHAN:' Atatürk'ün Eğitim Konusundaki Görüşleri ve Misak-ı Maarif, Atatürk Araştırma
Merkezi Dergisi, Temmuz 1985, Sayı 3, C.1, s. 921-958.
GÖKYAY, O. ŞAİK: Molla Lütfi, Ankara, 1987, 54 s. ;l
-li
KAYNAKLAR 477
LYBYER, A. HOWE: Kanuni Sultan Süleyman Devrinde Osmanlı İmparatorluğunun Yönetimi, (Çev. S.
■ Cılızoğlu), İstanbul. 1987. 350 s.
Maarif Hakkında Lâhiyalar, İstanbul. 1339 (1923), 162 s.
Maarifte İslahat Varnîış. Büyük Mecmua. 15 Nisan 1335 (1919), No 5, s. 65-66.
M. CEMAL: Vesâik-i Siyasiye. İstanbul, 1327 (1911), 68 s.
M. ŞEMSETTİN; Hüfafattan Hakikata, İstanbul, 1332 (1916), 368 s.
MAHMUT CEVAT: Maarif-i Umumiye Nezareti Tarihçe-i Teşkilât ve icraatı, İstanbul, 1338 (1922), 524 s.
(Not: Bu eser iki kez Lâtin harflerine çevrilmiştir: 1. T.Kayaoğlu, Ankara, 2001, Yeni Türkiye Yay.
2.M. Ergün, T.Duman vb. Ankara, 2002, MEB Yay.)
MALCHE, ALBERT: İstanbul Üniversitesi Hakkında Rapor, İstanbul, 1939, 59 s.
MANTRAN. ROBERT: İslâmın Yayılış Tarihi (7-11. y.y) (Çev. i. Kayaoğlu), Ankara, 1981, 240 s.
MARDİN, EBÜL'ULÂ: Huzur Dersleri, İstanbul, 1956, 1966, 3 C. (Haz. i. Sungurbey).
MEHMEDOĞLU, YURDAGÜL: Tanzimat Sonrasında Okullarda Din Eğitimi (1838-1920), İstanbul, 2001,
258 s.
MEHMET A. AYNİ: Darülfünûn Tarihi, İstanbul, 1927, 82 s.
MEHMET EMİN: Mekteplerimize Dair, Mihrap, 1 Nisan 1341 (1925), Sayı 28, s. 145-146.
MEHMET ESAT: Mir'at-i Mekteb-i Harbiye, İstanbul, 1310 (1894), 828 s.
MEHMET ESAT: Mir'at-i Mühendishane-i Berri-I Hümâyûn, İstanbul, 1312 (1896), 394 s.
MEHMET RÜŞDÜ: Nuhbetü'l Etfâl, İstanbul, 1273-1274 (1857-1858), 63 s.
MEHMET TAHİR: Siyasete Müteallik Âsar-ı Islâmiye, İstanbul, 1330 (1914), 24 s.
Mekteplerde İzcilik, Maarif Vekâleti Mecmuası, 1930, Sayı 19, s. 112-114.
MELEKZADE FUAT: Usûl-i Tedris ve Tederrüs, Dersaadet, 1315 (1899), 78 s.
MEMİŞOĞLU, HÜSEYİN: Geçmişten Günümüze Bulgaristan’da Türk Eğitim Tarihi, Ankara, 2002, 320s.
MENGİ, MİNE: Divan Şiirinde Hikemi Tarzın Büyük Temsilcisi Nâbi, Ankara, 1991,149 s.
MERT, ÖZCAN: Atatürk'ün İlk Öğretmeni Şemsi Efendi, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Mart
1991, Sayı 20, s. 331-346.
MERT, Ö.: Emruliah Efendinin II. Maarif Nazırlığı Dönemi, Türk Millî Eğitim Sistemi ve Lüleburgazlı Maarif
Nazırı Emruliah Efendi, Lüleburgaz, 2006, s. 124-149.
MEVLÂNÂ: Mesnevi (Çev. V. İzbudak,) İstanbul, 1957, 6 C.
MEVLÂNÂ: Fihi Mâfih (Çev. M.Ü. Anbarcıoğlu), İstanbul, 1969, 403 s.
MIHÇIOĞLU, CEMAL: Eğitimde Yörelerarası Dengesizlik, Ankara, 1980, 46 s.
tv^llî, Eğitim (MEB), Temmuz 1992, Sayı 116, Kasım 1992, Sayı 118.
litoğolistan'daki Türk Anıtları Projesi 2000 Yılı Çalışmaları, Ankara, 2002, 257 s. (Kazı Bşk. Hakkı
i
ACUN).
MOHAMMED KHADR: Deux Actes de Wakf d'un öarahanide d'Asie Centrale, Journal Asiatigue, 1967,
s. 305-334.
MUALLİM CEVDET: Ahilik, Büyük Mecmua, 24 Nisan 1335 (1919), No. 6, s. 83; 5 Haziran 1335 (1919),
No, 9, s. 14; 19 Haziran 1335 (1919), No. 10, s. 155.
MUALLİM CEVDET: Darülmuallimînin 70. Senö-i Devriyesi... Tedrisat Mecmuası, Mart 1332 (1916),
No. 6, s. 175-200.
MUALLİM CEVDET: Selim Sabit Merhum Hakkında, Tedrisat Mecmuası, Eylül-Teş. Ev. 1341 (1925), C.
13, No. 68, s. 360-367.
MUALLİM CEVDET: Mektep ve Medrese {Haz. E. Erüz), İstanbul, 1978, 184 s.
Muhtelit Tedrisat, Maarif Vekâleti Mecmuası, 1930, Sayı 19, s. 87-95.
MUSA KÂZIM: Rehber-i Tedris ve Terbiye, İstanbul, 1310 (1894), 32 s.
MUSTAFA ÂLİ: Kitâbü't Târih-i Künhü’l Ahbar, Kayseri, 1997, 2 C. (Haz. A.Uğur, A.Gül, M.Çuhadar,
TÜRK EĞİTİM TARİHİ
478
I.H.Çuhadar).
MUSTAFA NECATİ: İlk Mektep Muallimleriyle Meslekî Bir Hasbihal, Ankara, 1928, 8 s.
MUSTAFA, SAMİ: Avrupa Risalesi, Ankara, 1996, 60 s. (Haz. R. Demir).
Müfettiş-i Umumîlerin Teftişinin Umumî Neticeleri, Maarif Vekâleti Tebliğler Mecmuası, 15 Mayıs 1928,
Sayı 27-28, s. 53-59.
NABİ: Hayriyye-i Nabi, Konstantiniyye, 1307 (1891), 80 s.
NAMIK KEMAL: Teracim-i Ahval, İstanbul (tarihsiz), (Fatih ve Yavuz Sultan Selim),
NAMIK KEMAL: Maarif, İbret, 22 Haziran 1288 (1872).
NAMIK KEMAL: Memur, İbret, 7T. evvel 1288 (1872).
NAMIK KEMAL: Osmanlı Tarihi, İstanbul, 1326 (1910), C. 1.
NEMETH, GYULA: Attila ve Hunları (Çev. Ş. Baştav), Ankara, 1982, 274 s.
Nİ2AMÜLMÜLK: Siyasetname (Çev. N. Bayburtlugil), İstanbul, 1981, 356 s.
NURDOĞAN, ARZU M.: Osmanlı Modernleşme Sürecinde İlköğretim (1869-1922), İstanbul, 2005, 743s.
(Basılmamış).
OCAK, AHMET.: Nizamiye Medreseleri, Malatya, 1993, 242 s. (Basılmamış).
OCAK, A. YAŞAR: Zâviyeler, Vakıflar Dergisi, 1978, Sayı XII, s. 247-269.
OCAK, A. Y.: Türk Sûfiliğine Bakışlar, İstanbul, 1996, 264 s.
OCAK, A. Y.: XV-XVI. Yüzyıllarda Osmanlı Resmî Dinî ideolojisi ve Buna Muhalefet Problemi, İslâmî
Araştırmalar, Temmuz 1990, Sayı 3, s. 190-194.
OCAK, A. Y.: Osmanlı Toplumunda Zındıklar ve Mülhidler (15.-17. Yüzyıllar), İstanbul, 2003, 418 s.
OCAK, A. Y.: Dinî Bilimler ve Ulemâ, Osmanlı Uygarlığı, Ankara, 2003, C.1, s.242-265 (Ed. H. İnalcık,
G. Renda).
OKAY, CÜNEYD: Osmanlı Çocuk Hayatında Yenileşmeler (1850-1900), İstanbul, 1998, 167 s.
OKAY, C.: Eski Harfli Çocuk Dergileri, İstanbul, 1999,232 s.
OKAY, C.: Meşrutiyet Çocukları, İstanbul, 2000,112 s.
OKTAY, AYLA-ÖZTÜRK, CEMİL: Türkiye'de Kızların Eğitimi, Eğitimde Nitelik Geliştirme, İstanbul, 1991,
s.43-56
OKUTAN, ÖMER: Din Eğitimi, Cumhuriyet Döneminde Eğitim, İstanbul, 1983, s. 409-425.
ONUR, BEKİR: Türkiye'de Çocukluğun Tarihi, Ankara, 2005, 575 s.
ORKUN, H. NAMIK: Eski Türk Yazıtları, Ankara, 1987, 962 s.
OSMAN ŞEVKİ: Beşbuçuk Asırlık Tarihî Türk Tababeti, İstanbul, 1925, 236 s.
ÖGEL, BAHAEDDİN: Uygur Devletinin Teşekkülü ve Yükselme Devri, Belleten, Temmuz 1955 Sayı 75,
C. XIX, S. 331-376.
ÖGEL, B.: Türk Mitolojisi, Ankara, 1971,644 s.
ÖGEL, B.: Türk Kültürünün Gelişme Çağları, Ankara, 1979, 317 s.
ÖGEL, B.: Türklerde Devlet Anlayışı (13. y.y. Sonlarına kadar) Ankara, 1982,392 s.
ÖGEL, B.: Islâmiyetten Önce Türk Kültür Tarihi, Ankara, 1984, 403 s.
ÖGEL, B.: Türklerde Bilgi Öğretme, Bilgi Teorisi ve Bilgelik, Millî Kültür ve Gençlik Sempozyumu An
kara, 1985, s. 15-20.
Öğretmen Sorunları ve Eğilimleri Araştırması (1982), 416 s. (MEB, basılmamış).
ÖKÇÜN, GÜNDÜZ: Türkiye İktisat Kongresi, Ankara, 1971,469 s.
ÖMER SEYFETTİN: Mektep Çocuklarında Türklük Mefkûresi, İstanbul, (tarihsiz), 30 s.
ÖNDER, MEHMET: Konya Maarifi Tarihi, Konya, 1952, 94 s.
ÖNER, NECATİ: Tanzimattan Sonra Türkiye’de İlim ve Mantık Anlayışı, Ankara, 1967, 119 s.
ÖNSOY, RIFAT: Tanzimat Döneminde İktisadî Düşüncenin Teşekkülü, Mustafa Reşit Paşa ve Dö
nemi Semineri, Ankara, 1987, s. 91 -96.
KAYNAKLAR 479
ÖYJVIEN, H.RAŞİT: Orta Tahsil Yolunda Para ve Siyasî Nüfuz, Muallimler Mecmuası, T.Evvel 1930,
C.8, Sayı 11, s. 6-12.
ÖYMEN, H. R.: Pedagoji Kıraati I, İstanbul, 1931,150 s.
ÖYMEN, H. R.: Köy Enstitüleri, Kuruluşlarının Tarihî Gelişimi, Eğitim Hareketleri, Eylül-Ekim 1978, Sayı
278-279, s. 27-32.
ÖZALP, REŞAT: MillTEğitimle İlgili Mevzuat (1857-1923), İstanbul, 1982, 812 s.
ÖZBEK, ABDULLAH: Bir Eğitimci Olarak Nasrettin Hoca, Konya, 1990, 96 s.
ÖZBEK, A.: Bir Eğitimci Olarak Âkif, Konya, 1988, 91 s. di
ÖZBEK, NİMET: Türkiye'deki Yabancıların Öğrenim ve öğretim Özgürlüğü, Ankara, 2000, 185 s.
1
ÖZCAN, ABDÜLKADİR: Tanzimat Döneminde Öğretmen Yetiştirme Meselesi, 150. Yılında Tanzimat,
Ankara, 1992, s. 441-474.
ÖZDEMİR, MEHMET : Endülüs Müslümanları, Ankara, 1994-1997, 3 C.
ÖZDEN, YÜKSEL: Eğitimde Yeni Sistem Arayışları, Öğretmenlik Mesleğine Giriş, Ankara, 2003, s.269-
295.
ÖZER, ALİ: Mehmet Âkif ve Eğitim, İzmir, 1991, 95 s.
ÖZGEN, BEKİR: Çağdaş Eğitim ve Köy Enstitüleri, İzmir, 1993, 253 s.
ÖZODAŞIK MUSTAFA: Yeni Nesil, Konya, 2006, 307 s.
ÖZSAYINER, CİHAN: Bayezid Medresesi ve Türk Vakıf Hat Sanatları Müzesi, İlgi, ilkbahar 1986, Sayı
45, s. 2-9.
ÖZTUNA, YILMAZ: OsmanlI Ulemâ Sınıfı, Tercüman, 11 Ocak 1987.
ÖZTUNA, Y.: Resimlerle 93 Harbi, İstanbul, 1969, 47 s.
ÖZTUNA, Y.: Şeyhülislâm, Tercüman, 6 Eylül 1987.
ÖZTÜRK, CEMİL: Atatürk Devri Öğretmen Yetiştirme Politikası, Ankara, 1996, 274 s. (TTK Yay.).
ÖZTÜRK, C.: Türkiye'de Dünden Bugüne Öğretmen Yetiştiren Kurumlar, İstanbul, 2005, 502 s.
ÖZTÜRK, C.: Millî Mücadele Ankarasında Serbest Âli Dersler, Atatürk Yolu, Mayıs 1994, Sayı 13, s.55-63.
ÖZTÜRK, C.: Türkiye'de Meslekî ve Teknik Eğitimin Doğuşu-I: Islâhhaneler, Hakkı Dursun Yıldız Arma
ğanı, Ankara, 1995, s.427-442.
ÖZTÜRK, C.: OsmanlIda Bir Meslekî Eğitim ve Çocuk Esirgeme Kurumu : Darülhayr-ı Âlî, Millî Eğitim,
Tem. Ağ. Eyl. 1999, Sayı 143, s.76-84.
ÖZTÜRK, C.: Eğitim Fakülteleri Üzerine Bir Araştırma, İstanbul, 2006, 92 s. (Basılmamış).
ÖZTÜRK, FARUK: 1908-1928 Arası Ortaöğretim (Idadî-Sultanî) Müfredat Programlarının Değerlendiril
mesi, Van, 1993 139 s. (Basılmamış).
OgTÜRK, ZEHRA: Eğitim Tarihimizde Okuma Toplantılarının Yeri ve Okunan Kitaplar, Değerler Eğitimi
1 Dergisi, Ekim 2003, Sayı 4, s.131-155.
PALAZOĞLU, A.BEKİR: Atatürk'ün Okul Gezileri, Ankara, 1999, 430 s.
PARMAKSIZOĞLU, İSMET: Türklerde Devlet Anlayışı (1299-1789), Ankara, 1982,175 s.
POLAT HAYDAROĞLU, İLKNUR: Osmanlı İmparatorluğunda Yabancı Okullar, Ankara, 1990,236 s.
POLVAN, NURETTİN: Türkiye'de Yabancı Öğretim, İstanbul, 1952, C. 1,243 s.
Pontus Meselesi, Ankara, 1338 (1922).
PRENS SABAHATTİN: Türkiye Nasıl Kurtarılabilir,' İstanbul, 1965, 64 s.
Rehnümâ-yı Muallimîn Kitapları İçin Rehnümâ-yı Muallimîn, 8 s.
RIZA TAHSİN: MiTat-i Mekteb-i Tıbbiye, Dersaadet, 1328 (1912), 2 C, 238 ve 272 s.
SADİ: Gülistan (Çev. H. İlaydın), İstanbul, 1966, 400 s.
SADİ: Bostan (Çev. H. İlaydın), İstanbul, 1967, 485 s.
SADIK, İSA: Tarih-i Ferheng-i Iran, Tahran, 1970, 582 s.
SADRETTİN CELÂL: Toplu Tedris, Muallimler Mecmuası, 15 Mart 1930, C. 7, Sayı 3, s. 65-78.
480 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
SADRETTİN CELÂL: Maarifte Islahat, Muallimler Mecmuası, 1 Şubat 1931, C. 8, Sayı 15, s. 131-140.
SAĞLAM, HAŞAN: Eğitimde 8 Büyük Sorun Var, Hürriyet, 5 Ekim 1983.
SAĞLAM, TEVFİK: Nasıl Okudum (Haz. H. Hatemi, A. Kazancıgil), İstanbul, 1981,111 s.
Sait Paşa’nın Hatıratı, Dersaadet, 1328 (1912), 3 C.
SAKAOĞLU, NECDET: OsmanlIdan Günümüze Eğitim Tarihi, İstanbul, 2003,402 s.
SAKAOĞLU, N.: Lütfiyye-i Vehbi'de Çocuk Eğitimiyle İlgili Görüşler, Çocuk Kültürü, Ankara, 1997, s. 71-96.
Salname-i Nezaret-i Maarif-i Umumiye, Hicrî 1316,1317, 1318,1319,1321 (1898-1904). .
SALMAN, HÜSEYİN: Emrullah Efendinin İlk Maarif Nazırlığı, Türk Millî Eğitim sistemi ve Lüleburgazlı
Maarif Nazırı Emrullah Efendi, Lüleburgaz, 2006, s.109-123.
SAMARCİC, RADOVAN : Sokollu Mehmed Paşa, İstanbul, 1995,399 s. (Çev. M. Gaspıralı)
SAMİ (Aristokli Efendiden çev.): llm-i Terbiye-i Etfâl, İstanbul, 1323 (1907), 206 s.
SARAY, MEHMET: Türk Dünyasında Eğitim Reformu ve Gaspıralı İsmail Bey (1851-1914), Ankara,
1987,146 s.
SARINAY, YUSUF : Batı Trakya Türklerinin Eğitim Problemleri, MUİT Eğitim, Oc. Şub. Mart 1995, Sayı
126. s. 75-78.
SATI: Meşrutiyetten Sonra Maarif Tarihi, Muallim, 15 Şubat 1334 (1918), Sayı 19, C. 2, s. 654-665.
SATI: Fenn-i Terbiye, İstanbul, 1327 (1911), 2 C, 300 s.
SATI: Lâyihalarım, İstanbul, 1326 (1910), 104 s.
SATI: Ümid ve Azim, Dersaadet, 1329 (1913), 181 s.
SATI: Eğitim ve Toplumsal Sorunlar Üzerine Konferanslar, Ankara, 2002, 103 s. (Haz. O. Kafadar -
F. Özürk)
SAYILI, AYDIN: Ortaçağ Islâm Dünyasında İlmî Çalışma Temposundaki Ağırlaşmanın Bazı Temel
Sebepleri, Araştırma (DTCF), 1963, C. 1, s. 5-69.
SAYILI, A.: Uluğ Bey ve Semerkant'taki İlim Faaliyeti Hakkında Gıyasüddin-i Kâşi'nin Mektubu
Ankara, 1991, 115 s.
SELÇUK, MUALLÂ: Din öğretimi özgürleştiren Bir Süreç Olabilir mi? Islâmiyât, Oc. Mart 1998, Sayı 1,
s. 73-87.
SELİM SABİT: Rehnümâ-yı Muallimîn, İstanbul, 1290 (1874), 48 s.
SELİM SABİT: Elifba-yı Osmanî, İstanbul,. 1290 (1874).
SEVER, SEDAT: Öğretim Dili Olarak Türkçenin Sorunları ve Öğretme-Öğrenme Sürecindeki Etkili Yak
laşımlar, Türkçenin Dünü, Bugünü, Yarını, Ankara, 2002, s.185-204.
SEYİTDANLIOĞLU, MEHMET: Tanzimat Devrinde Meclis-i Vâlâ, Ankara, 1993, 214 s.
SEZER, AYTEN: Atatürk Döneminde Yabancı Okullar (1923-1938), Ankara, 1999, 154 s.
SINAR, ALEV: Hikâye ve Romanımızda Çocuk (1872-1950), İstanbul, 1997,237 s.
SİLER, ABDURRAHMAN: Türk Yüksek Öğretiminde Darüifünûn (1863-1933), Ankara, 1992, 346 s.
SİRACETTİN: Nümayiş, Muallimler Mecmuası, 30 Haziran 1923, Sayı 10, s. 197-199.
SİVRİKAYA, İBRAHİM: Osmanlı Aşiretlerinin Eğitimi ve İlk Aşiret Mektebi, Belgelerle Türk Tarihi Dergisi.
Aralık, 1972, Sayı 63, s. 17-24.
Skolastik Eğitim ve Türkiye'de Skolastik Tarz, Ankara, 2002, 127 s. (S. Zeki, Y. Akçura, M. Cevdet'in
yazıları. Derleyen ve Çev.: H. Ünder).
SOMEL, SELÇUK AKŞİN: The Modernization of Public Education in the Ottoman Empire (1839-1908),
Brilî, Leiden ... 2001, 414 s.
SORGUÇ, BAHİR: 1920'den 1981'e Milli Eğitim Bakanlığı, İstanbul, 1982, 651 s.
SOYKUT, REFİK: Orta Yol Ahilik, Ankara, 1971,181 s.
SÖNMEZ, CEMİL: Atatürk ve Çocuklar, Ankara, 1991,167 s.
SÖNMEZ, C.: Atatürk’ün Yetişmesi ve Öğretmenleri, Ankara, 2004, 253 s.
âi
/ KAYNAKLAR 481
SÖNMEZ, VEYSEL: Eğitim Felsefesi, Ankara, 1993, 231 s.
SPA^AR, M.HALİM: Savaşla Gelen Profesörler, Cumhuriyet-Dergi, 27 Şubat 2000, Sayı 727, s. 5-7.
SU, KÂMİL: Sevr Antlaşması ve Aydın (İzmir) Vilâyeti, Ankara, 1981,68 s.
■i
SU, K.: Atatürk Bir Tarih Dersinde, Belleten, Ocak 1981, C. XLV/1, Sayı 177, s. 419-436.
SU, K.: Ahmet Rıza Beyin Maarif Lâhiyası ve Bursa Okulları, Eğitim Hareketleri, Temmuz-Ağustos
1977/Ocak-Şubat 1978, Sayı 265/266-270/271.
SUNAR, CAVİT: Erzurumlu İbrahim Hakkı ve Terbiye Kuralları, llâhiyat Fakültesi Dergisi, 1981, C.
XXIV, s. 127-150.
SUNGU, İHSAN: Galatasaray Lisesinin Kuruluşu, Belleten, 1943, C. Vli, s. 315-347.
Süleymaniye Vakfiyesi, Ankara, 1962, 218 s. (Haz. K. E. Kürkçüoğlu).
SÜMBÜLZADE VEHBİ: Nuhbe-i Vehbi. İstanbul, 1251 (1835), 123 s.
SÜMBÜLZADE VEHBİ: Tuhfe-i Vehbi, İstanbul, 1262 (1845), s. yok.
SÜMBÜLZADE VEHBİ: Lûtfiyye-i Vehbi, İstanbul, 1292 (1875), 53 s.
SÜMER, FARUK: Oğuzlar (Türkmenler). Tarihleri, Boy Teşkilâtı, Destanları, Ankara, 1967,522 s.
ŞAHİN, KÂMİL: İskilip Tarihi (Basılmamış).
ŞAHİN, K.: Danişmendliler Döneminde (1071-1178) Niksar ve Daru'i HayrTıp Medresesi, Niksar'ın Fethi
ve Danişmenliler Döneminde Niksar, Tokat, 1999. s. 52-58.
ŞAHİN, K.: Sahaflık, Milli Kültür, Mart 1988, Sayı 60, s. 30-33.
ŞAHİN, K.: Hacı Bayram-ı Veli'nin Müderrisliği ve Melike Hatun Medresesi, /. Hacı Bayram-ı Velî Sem
pozyumu, Ankara, 1990, s. 121-125.
ŞAHİN, K.: Çorum Mevlevihanesi, X. MillîMevlâna Kongresi, Konya, 2002, C.1, s.97-103.
ŞAHİN, K.: AnkaralI Şeyh Izzeddin Vakıfları ve Ak Medese (Ogüst Mabedi), Vakıflar Dergisi, 2005, Sayı
XXIX, s.45-48.
ŞAHİN, MUSTAFA: Türkiye'de Öğretmen Yetiştirme Uygulamalarında Yabancı Uzmanların Yeri, İzmir,
1996, 267 s. (Basılmamış).
ŞANAL, MUSTAFA: Türkiye'de Öğretmen Okullarında Okutulan Meslek Dersi Kitaplarının Pedagojik
Açıdan Değerlendirilmesi (1848-1918), Ankara, 2002, 552 s. (Basılmamış).
ŞANAL, M.: Osmanlı imparatorluğunda Kız Öğretmen Okulunda Görev Yapan Kadın İdareci ve
Öğretmenler ile Okuttukları Dersler, Belleten, Aralık 2004, Sayı 253, s.649-670.
ŞEKER, MEHMET: A// b. Hüseyin el-Amâsî ve Tarîku'l Edeb'i, Ankara, 2002, 303+152s.
ŞİMŞEK, HÜSEYİN: Tanzimat ve Mutlakıyet Dönemi Çocuk Dergilerinin Eğitim Açısından İncelenmesi,
Ankara, 2002, 492 s. (Basılmamış).
ŞİŞMAN, ADNAN: Tanzimat Döneminde Fransa'ya Gönderilen Osmanlı Öğrencileri (1839-1876), Anka-
i ra, 2004, 185 s.
ŞİŞMAN, A.: Mekteb-i Osmanî (1857-1864), Osmanlı Araştırmaları, İstanbui, 1986, V, s. 83-160.
ŞİŞMAN, A.: Galatasaray Mekteb-i Sultanîsinin Kuruluşu (1868-1871), istanbui, 1989, 84 s.
Takvim-i Vekayi, 17 Ş 1264, Defa, 385,10 L 1265, Defa 410.
TANER, HALDUN: Girizgah Üzerine, Milliyet, 21.10.1984.
TANYU, HİKMET: İslâmlıktan Önce Türklerde Tek Tanrı İnancı. Ankara, 1980, 216 s.
Tanzimattan Cumhuriyete Modernleşme Sürecinde Eğitim İstatistikleri (1839-1924), Ankara, 2000, C.6,
323 s. (Haz. M.Ö.Aİkan).
TAŞDEMİRCİ, ERSOY: Cumhuriyet Dönemi Türk Milli Eğitim Politikasının Ana Devrelerinin Üzerine Tah
lilî ve Mukayeseli Bir Araştırma, Ankara, 1984, 770 s. (Basiimamış).
TAŞDEMİRCİ, E.: Belgelerle 1933 Üniversite Reformunda Yabancı Bilim Adamları, Ankara, 1992, 222 s.
TATCİ, MUSTAFA: Yunus Emre Divanı, 4C, İstanbul, 1997, (MEB Yay.)
TEKBEN, ŞERİF: Canlandırılacak Köy Yolunda, Akçadağ, 1947, 170 s.
482 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
TEKIŞIK, HÜSEYİN H.: 1992-1993 Öğretim Yılı Başlarken Millî Eğitimin Manzarası, Çağdaş Eğitim,
Ekim 1992, Sayı 181, s. 1-4.
TEKİN, ŞİNASİ: Mani Dininin Uygurlar Tarafından Devlet Dini Olarak Kabul Edilişinin 1200. Yıldönümü,
Türk Dili Araştırmaları Yıllığı Belleten, 1962, s. 1-11.
TEKİN, TALÂT: Orhon Yazıtları, Ankara, 1988, 200 s.
TEKİN, T.: Tarih Boyunca Türkçenin Yazısı, Ulusal Kültür, Ekim 1978, Sayı 2, s. 17-42.
TEMİZYÜREK, FAHRİ: Selim Sabit Efendi ve Usûl-i Cedîd Hareketi İçerisindeki Yeri, Ankara, 1999,
195 s. (Basılmamış).
Terbiye Kıtlığı, Karagöz Gazetesi, 28 Nisan 1339 (1923).
Tercüme-i Şakâik-i Numâniye (Yaz. Taşköprüzâde Ahmet, çev. ve genişleten Mecdî), İstanbul,
1269(1853-1854), 528 s.
Test ve Araştırma Bürosu, Ankara, 1964, 14 s.
TIRNOVALI OSMAN N.: llm-i Terbiye ve Tedris, İstanbul, 1327 (1911), 316 s.
TOGAN, ZEKİ V.: Umumî Türk Tarihine Giriş (En eski devirlerden 16. asra kadar) İstanbul, 1970,537 s.
TONGUÇ, I, HAKKI: (Eğitim Yolu İle) Canlandırılacak Köy, İstanbul, 1947, 679 s.
TOPÇU, NURETTİN: Türkiye'nin Maarif Davası, İstanbul, 1960, 80 s.
TOPÇU, SEDAT: Türkiye'de Cumhuriyet Dönemi Eğitim Hareketlerini Etkileyen Psikopedagojik Cere
yanlar, Türk Kültürü, Ekim 1989, Sayı 318, s. 580-600.
TOPÇUOĞLU, HÂMİDE: Ankara Üniversitesinin Bir Eğitim Fakültesi Vardır, Eğitim Fakültesi Dergisi,
1968, C. 1,No. 1-4, s. Vll-L.
TOPÇUOĞLU, H.: 10. Yıl, 10. Sınıf, Sümerbank Dergisi, Kasım 1974, C. 13, Sayı 149 (Atatürk Özel Sa
yısı), s. 65-70.
TOPRAK, Zafer: Meşrutiyet ve Mütareke Yıllarında Türkiye'de izcilik. Toplumsal Tarih, Nisan 1998, Sayı
52, s. 13-20.
TOZLU, NECMETTİN: I.H. Baltacıoğlu'nun Eğitim Sistemi, İstanbul, 1989, 296 s.
TOZLU, N.: Kültür ve Eğitim Tarihimizde Yabancı Okullar, Ankara, 1991,376 s.
TUĞ, SALİH: ilk Orta ve Liselerde Din Dersleri, Tercüman, 21-22 Ağustos 1981.
TURAN, KEMAL: Meslekî Teknik Eğitimin Gelişmesi ve Rüştü Uzel, İstanbul, 1992,168 s.
TURAN, K.: Türk-Alman Eğitim İlişkilerinin Tarihî Gelişimi, İstanbul, 2000, 226 s.
TURAN, OSMAN: Şemsettin Altun-Aba Vakfiyesi ve Hayatı, Belleten, Nisan 1947, C. XI, s. 197-221.
TURAN, O.: On İki Hayvanlı Türk Takvimi, İstanbul, 1941,139 s.
TURAN, O.: Celâlettin Karatay, Vakıfları ve Vakfiyeleri, Belleten, 1948, Sayı 45, s. 71-82.
TURAN, O.: Selçuklular Tarihi ve Türk-lslâm Medeniyeti, İstanbul, 1969, 478 s.
TURAN, SELAHATTİN: John Devvey's Report of 1924 and his recommendations on the Turkish
educational system revisited, History of Education, Nov. 2000, No 6, Vol. 29, s.543-555. (UK).
TURGUT, ORHAN: Cumhuriyet Dönemi İlk ve Orta Öğretim Programları ve Öğrenim Belgelerinin Değer
lendirilmesi, Ankara, 1992,101 s (Basılmamış).
TUTSAK, SADİYE: İzmir’de Eğitim ve Eğitimciler (1850-1950), Ankara, 2002, 512 s.
Türkiye’nin Yükseköğretim Stratejisi (Taslak Rapor), Ankara, Haziran 2006, 236 s. (YÖK Yay.).
TV'de Türk Filmleri, Türkiye, 27 Mart 2004.
Türkün Altın Kitabı, Gazinin Hayatı, İstanbul, 1930, 200 s.
Türk Yılıri928, İstanbul, 1928, 650 s.
TÜRKOĞLU, PAKİZE: Tonguç ve Enstitüleri, İstanbul, Mayıs 1997, 619 s.
UĞUR, AHMET: Osmanlı Siyasetnameleri, Kayseri, 1987,200 s.
Uluslararası İbni Sina Sempozyumu (1983), Ankara, 1984, 612 s.
UNAN, FAHRİ: Kuruluşundan Günümüze Fatih Külliyesi, Ankara, 2003,452 s. (TTK Yay.).
i
I
.•
KAYNAKLAR 483
UNAN, F.: Medrese-Yönetim ilişkileri ve Osmanîı-Medreselerinin İlmî Performansı Meselesi, VII. Osmanlı
' i Sempozyumu (Söğüt), Ankara, 1993, s. 13-23.
UNAT, FAİK R.: Türkiye Eğitim Sisteminin Gelişmesine Tarihî Bir Bakış, Ankara, 1964,200 s. ’ı
UNAT, F. R.: ilk, Orta, Yüksek Tedrisatımızın On senelik Bilançosu, Fikirler, 29 T. ev. 1933, Sayı 100,
s. 3-36. i
US, H. TARIK: Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi (1293-1877), İstanbul, 1939, C. 1,400 s.
UŞAKLIGİL, H. ZİYA:' Kırk Yıl, İstanbul, 1969, 677 s.
UYGUN, SELÇUK: Tanıkların Dilinden Bir Dönem Öğretmen Okulları (İlköğretmen Okulları ve Köy Ens
titüleri), Ankara, 2007, 221 s.
UZUNÇARŞILI, İSMAİL H.: Osmanlı Devletinin İlmiye Teşkilâtı, Ankara, 1965, 349 s.
UZUNÇARŞILI, I. H.: Anadolu Beylikleri, Ankara, 1937,127 s.
UZUNÇARŞILI, i. H.: Karamanoğlu İbrahim Beyin Karaman İmareti Vakfiyesi, Belleten, 1 Ik. Kânun
1937, Sayı 1, s. 56-164.
UZUNÇARŞILI, I. H.: Kapukulu Ocakları, Ankara, 1943-1944, 2 C, 755 ve 306 s.
UZUNÇARŞILI, i. H.: Osmanlı Devletinin Saray Teşkilâtı, Ankara, 1945, 587 s.
UZUNÇARŞILI, i. H.: OsmanlI Tarihi, Ankara, 1988, C. 2,756 s.
UZUNÇARŞILI, i. H.: Sultan II. Murat'ın Vasiyetnamesi, Vakıflar Dergisi, 1958, Sayı IV, s. 1-17.
Uzun Vadeli Strateji ve Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Plânı (2001-2005), Ankara, 2000, 243 s.
ÜLGENER, SABRI F.: İktisadî Çözülmenin Ahlâk ve Zihniyet Dünyası, İstanbul, 1981, 208 s.
ÜLKEN, HİLMİ Z: Türkiye'de Çağdaş Düşünce Tarihi, İstanbul, 1966, 2 C, 817 s.
ÜNLÜ, DEMİRHAN: Kur'an-ı Kerimin Tecvidi, Ankara, 1975,191 s.
ÜNVER, SÜHEYL: Fatih Külliyesi ve Zamanı İlim Hayatı, İstanbul, 1946, 328 s.
ÜNVER, S.: Ali Kuşçi, Hayatı ve Eserleri, İstanbul, 1948, 89 s.
ÜNVER, S.: İstanbul Rasathanesi, Ankara, 1985,112 s.
ÜNVER, S.: Ortaçağda Türkçe Takrir, İkinci Türk Tarih Kongresi (1937), İstanbul, 1943, s. 743-745.
ÜNVER, S.: Kahve 450 Yaşında, Hayat Tarih Mecmuası, 1 Mayıs 1967, C. 1, Sayı 4, s. 12-14.
Vankulu Lügati (Yaz. Cevherî, Çev. Mehmet bin Mustafa El Vânî), İstanbul, 1141 (1729), 2 C.
VAHAPOĞLU, M.HİDAYET: OsmanlIdan Günümüze Azınlık ve Yabancı Okulları, Ankara, 1990, 250 s.
VASİLİYEV, DİMİTRİY: Orhun (Atlas), Ankara, 1995, 80s. (TİKA Yay.)
VASİLİYEV, D: Köktürklerin Okuma-Yazma Bilmeleri Sorunu, Uluslararası Osmanlı Öncesi Türk Kültürü
Kongresi Bildirileri (4-7 Eylül 1989), Ankara, 1997, s.297-304 (AKM Yay.).
VVASHBURN, GEORGE: Fifty Years in Constantinople, Boston-Newyork, 1909, 317 s.
YALTI£AYA, ŞERAFETTİN: Tanzimattan Evvel ve Sonra Medreseler, Tanzimat I, İstanbul, 1940, s.
I 463-467.
i
YAŞARGİL, M. GAZİ: Beyin ve Evrim Hakkında Düşünceler, Ankara, 1991,29 s.
YAVUZ, ATA: Kurum/Okui Kültürü Geliştirilmesi Açısından Öğretmenin..., Çağdaş Eğitim, Nisan
2001, Sayı 275, s. 13-17.
YAVUZ, Y. VEHBİ: . . Islâmda Eğitim Öğretim Metodu (B. Ez. Zernuci'den çev. ve şerh), İs
tanbul, 1990, 162 s.
YAZICI, NESİMİ: Takvim-i Vekayi, Ankara, 1983, 178 s.
YAZICI, N.: OsmanlIların Son Dönemlerinde Din Görevlisi Yetiştirme Çabaları, Diyanet Dergisi
Ekim-Aralık 1991, Sayı 4, s. 55-124.
YAZICI, N.: İlk Türk-lslâm Devletleri Tarihi, Ankara, 2002,447 s.
YAZICI, N.: Tanzimat Döneminde Yetim Mallarının Korunmasına Yönelik Yasal Düzenleme ve Uygulama
lar, XII. Vakıf Haftası Kitabı, Ankara, 1995, s. 45-53.
YAZICiOĞLU, AHMET B.: Envâr-ülÂşıkîn (Deri. M. Rahmi), İstanbul, .1977, 687 s.
484 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
YAZICIOĞLU, MEHMET; Muhammediye (Deri. A. Güçlü), İstanbul, 1969,256 s.
YA2ICIOĞLU, M. SAİT: YV. ve XVI, Yüzyıllarda Osmanlı Medreselerinde Kelâm Öğretimi, Islâm ilimleri
Enstitüsü Dergisi, IV, Ankara, 1980, s. 273-294.
YAZIR, MAHMUD: Eski Yazıları Okuma Anahtarı, Ankara, 1978, 284 s,
YAZIR, M.: Kalem Güzeli, Ankara, 1981,246 s.
YEDİYILDIZ, BAHAEDDİN: Vakıf Müessesesinin 18. Asırda Kültür Üzerindeki Etkileri, Türkiye'nin Sosyal
ve Ekonomik Tarihi, Ankara, 1980, s. 157-161.
Yeni Türkiye, Eğitim Özel Sayısı, Ocak-Şubat 1996, Sayı 7, 582 s. (Çok yazarlı).
YILDIZ, HAKKI D.: İslâmiyet ve Türkler, İstanbul, 1980, 203 s.
YILDIZ, SAKIP: Fatih'in Hocası Molla Gürâni ve Tefsiri, İstanbul (tarihsiz), 362 s.
YILMAZ, YASİN: Kanunî Vakfiyesi ve Süleymaniye Külliyesi (Eğitim, Kültür, ve Sosyal Yönü, Başlangıç
tan 1600'e kadar), Ankara, 2002, 342 s. (Basılmamış).
YUNUS EMRE: Risalat al-Nushiyya ve Divan (Haz. A. Gölpınarlı), İstanbul, 1965, 310 s.
YÜCEL, HAŞAN A.: Türkiye'de Orta Öğretim, İstanbul, 1938, 704 s.
YÜCEL, H. A.: Edebiyat Tarihimizden, Ankara, 1957, C. 1, 307 s.
ZENGİN, SALİH Z.: //. Meşrutiyet Döneminde Medreselerin Islâhı Hareketleri ve Din Eğitimi (1908-1918),
Ankara, 2002, 195 s.
TERİMLER SÖZLÜĞÜ 485
i f TÜRK EĞİTİM TARİHİ TERİMLERİ SÖZLÜĞÜ
(Haz. Prof. Dr. Yahya AKYÜZ)
I
Aşağıda, artık' pek çoğu kullanılmayan, fakat Cumhuriyet yıllarına kadar eğitimle
ilgili belge ve metinlerde sık rastlanan ve önemli bir kısmı kitabımızda da geçen
başlıca eğitim terimleri ile, onlarla beraber kullanılan bazı genel terimler verilmiş ve
anlamları açıklanmıştır. Türk Eğitim Tarihi alanında böyle bir sözlük ilk kez düzen
lenmektedir.
Genel tarih sözlükleri ve ansiklopedilerde de bazı eğitim terimleri yer alabilir.
Özellikle, M.Z. Pakalın'ın Osmanlı Tarih Deyimleri Sözlüğü (İstanbul, 1946-1956, 3 C.)
ile Necdet Sakaoğlu’nun Tanzimattan Cumhuriyete Tarih Sözlüğü (İstanbul, 1985, 139
s.) değerli eserlerdir. Ancak asıl amaçları Türk eğitim tarihi terimlerini belirlemek ve
açıklamak değildir. Remzi Öncül’ün Eğitim ve Eğitim Bilimleri Sözlüğü (İstanbul,
2000, 2 C.) de değerli bir eserdir, ancak Türk eğitim tarihi terimlerini değil, çağdaş
eğitim bilimleri terimlerini ve bunların Alm., Fr., İng. karşılıklarını verir ve açıklar.
Bizim burada okuyuculara sunduğumuz Türk Eğitim Tarihi Terimleri Sözlüğü’nöe
yer alan terimler esas olarak yıllar boyu araştırmalarımız sırasında okuduğumuz ar
şiv belgeleri, salnameler, ders kitapları ve programları, eğitimle ilgili yasal belgeler,
eğitimle ilgili kitaplar, gazete ve dergiler, makaleler, diplomalar vs. gibi ilk elden kay
naklarda geçtikçe derlenmiş ve içinde yer aldıkları belgeler ve kullanıldıkları dönem
ler gözönünde tutulup esas olarak bizzat tarafımızdan açıklanmıştır.
Ayrıca bazı terimler açıklanırken, dönemin belgelerinden örnek cümleler verile
rek sözlüğün öğretici olmasına özen gösterilmiştir.
Bu sözlük, öğrencilerimiz ve okuyucularımızın gerek kitabımızı, gerek eski eği
tim metinlerini anlamasını kolaylaştıracaktır.
A
Akâid: (kâ kalın ve uzun) İslâmın iman ve
Abâ-i maarif: "Maarifin ataları" anlamında
inanış esaslarını konu alan bilim.
olan bu terim, eğitimde önemli hizmetleri bulu
nan, daha ziyade, bazı fikirlerin ve uygulamala- Akâid-i diniye: Dinî bilgiler.
rın öncüsü olan kimseler için kullanılır. Âkil; Akıllı.
f Âdab: 1 .Edebler, terbiyeler 2.Usûller, yollar, Aklâm: Devlet daireleri, kalemler.
yö^ntemler. Âlâ: 1. Öğrenci notu: İyi, 2. Yüksek
Adab-ı mubahase: Tartışma yolları, usûlleri, Âlât-ı fenniye; Laboratuvar vs. araç gereçleri
kuralları. Alaylı: (.Mektepten çıkmayıp alaydan, yani
Adem-i devam; Öğrencinin, değerlendirme erlerden yetişen subay (özellikle 1908'den önce
ye giren okula devamsızlık durumu. kullanılırdı) 2.Bir mesleğin okulunu bitirmeden o
Adlî, Adliyye: 11. Mahmut'un "Adlî" unvanı mesleği yapan (Bkz. Mektepli).
nedeniyle bu Padişah döneminde açılan bazı Âlî. âliye: 1.(â: Ayın harfi ile) Yüksek. Mekâ-
okulların adına eklenen bir terim (bu anlamda tib-i âliye: Yüksek okullar. Tedrisat-ı âliye: Yük
'adalet' le ilgisi yoktur). sek öğretim. Ulûm-i âliye: Yüksek İslâmî bilimler
Adûdiyye: Akâid ve Kelâm ile ilgili, medrese (Tefsir, Hadis, Fıkıh, Kelâm) 2.(â: Elif harfi ile)
lerde okutulan bir kitap (Bkz. Şerh-i Adûd). Teknik, âlet, araç gereç ile ilgili, Ulûm-i âliye: Dil
Aferin: 1.Başarılı öğrencilere söylenen söz vs. gibi öteki bilimlere yardımcı, âlet, araç duru
2.Başarılı öğrencilere verilen bir ödül kâğıdı. mundaki bilgiler, bilimler. Âlî terbiye usûlleri: Tek
Akçe: 1.Genel olarak para 2.İlk kez Orhan nik eğitim yöntemleri.
Bey tarafından bastırılan küçük gümüş para (sik Âlim: Bilgin. Âlimlerden taallüm, câhilleri
ke) 3.Paranın 3'te 1'i. tâlim bir vazife-i insaniyedir: Bilginlerden bilim öğ-
486 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
renmek, cahilleri de bilgilendirmek bir insanlık gö mezunlarının vermeleri gereken sınav(1913). Bu
revidir 0912 tarihli bir OsmanlIca Kavâld kita na mülâzemet rüusu da denir 2.Lise mezunu
bından). sayılabilrnek için 1926-1935 yılları arasında uy
Âlim-i küll: İslâmî ilimlerin tümünü okumuş gulanan Üniversiteye girme hakkını veren ve Li
(OsmanlI müderrisleri için kullanılır). senin tüm sınıflarının konularını kapsayan yazılı
ve sözlü sınav (Bkz. Olgunluk).
Aliyyül âlâ: Öğrenci notu: Pekiyi.
Balmumu: Sıbyan mekteplerinde hocanın
Allâme: Bilgin, çok geniş bilgisi olan.
dersi okutup geldiği yere yapıştırdığı mum. Bal
Amâl-i erbaa: Aritmetikte dört işlem (topla mumu yöntemi: Kitaptan ders yapma yöntemi.
ma, çıkarma, çarpma, bölme.) Buraya balmumu yapıştır!: 1. “Bu konu önemlidir,
Amelî: Uygulamalı, pratik. dikkat et” 2. “Dersimiz kitapta buraya kadar geldi”
Amelî hikmet; Pratik Ahlâk. anlamında.
Ameliyât; 1.Tatbikatın (uygulamanın) bir Başhoca; Mühendishanelerde ve
parçası olarak, araç gereç kullanılarak yapılan Darülmuallimînde (1848-1850) bir süre bilgisi ve
işlemler, uygulamalar. Ameliyât-ı hesabiye: Ma statüsü en yüksek öğretmen, baş yönetici.
tematik işlemleri. Ameliyât-ı hiyatiye: Biçki-dikiş Bâtın: İç, öz.
dersi 2.Genel olarak öğrencilerin yaptıkları araş Bâtınî: 1 .içe, öze ait 2.Bir mezhebe ait.
tırmalar. Tercüme ameliyatı: Çeviri alıştırmaları
Bâtın ilimleri; İlâhî Hakikate ve İlâhî sırlara
3.Tıpta, bazı organların kesilmesi, vs. şeklinde
ait manevî bilimler.
yapılan işlemler (Teşrih ameliyâtı).
Bedayi: Güzel şeyler, sanat eserleri.
Ameliyât-ı hıyatiye; Biçki-dikiş dersi.
Bedesten; Daha çok kapalı çarşı, pazaryeri.
Âmin alayı: Sıbyan mektebine başlama
töreni. Bedî, bediî; 1 .Güzel konuşma usûl ve kural
larını konu alan bilim 2. Estetik.
Amme cüzü: Sıbyan mekteplerinde okutu
lan, Kur'an'dan bir cüz (Bkz. Cüz). Bed'i besmele cemiyeti: Sıbyan mektebine
başlama töreni.
Arızalı çocuklar: Özürlü, engelli çocuklar.
Bedreka; Kılavuz, yol gösteren. Bedreka-i
Arziyat: Jeoloji.
muallimîn: Öğretmenler için yazılmış bazı peda
Âsâr-ı atîka: "1 .Eski zamanlardan kalma ta goji kitapları.
rihî eserler 2.Eski eserler konusunda bir ders.
Belâgat; Güzel ve düzgün konuşmayı
Arkeoloji.
öğreten bilim.
Asrî: Çağdaş, uygar.
Belletici: (Bkz. Müzakereci, 2).
Atiyye; Bazı sıbyan mekteplerinde çocuklara
Berat: Müderrislik, kadılık gibi bir görev, ya
verilen hediye, bahşiş.
da bir rütbe, imtiyaz verildiğini belirten belge:
Avâmil: Arapça Nahiv ile ilgili, medreselerde Müderrislik beratı, (Bkz. Rüus, menşur).
okutulan bir kitap.
Berriye: Karaya ait.
Avân-ı sabâvet; Çocukluk dönemi.
Beşer: insanlık, insanlar.
Avân-ı tufûliyet; Çocukluk dönemi.
Beşik ulemâsı: Çocukken kendisine
Avârız: Özellikle savaş yıllarında alınan müderris unvanı verilen.
geçici vergi.
Bevvab: Okul hademesi. Kapıcı.
Ayak lâbiyatı; Sıbyan mekteplerinde beden
Beyan: Belâgat biliminin bir kısmı.
eğitimi (Selim Sabit).
Beyaz: Müsveddeden temize çekilmiş ve en
Ayak tâlimi: Sıbyan mekteplerinde beden
son şekli verilmiş yazı.
eğitimi (Selim Sabit).
Beyaz işleri; Dikiş ve nakışla ilgili bazı uy
Ayanî; Bkz. Tedris-i ayanî.
gulamalar.
Azâd vakti: Günlük derslerin sona erip öğ
Beyzâvî: Tefsir ile ilgili, medreselerde okutu
rencilerin evlerine salıverilme vakti.
lan bir kitap.
Azlık mektepleri: Azınlık Okulları
Bilâd-i selâse: 1.Üsküdar, Galata, Eyüp
(1935'lerde).
semtleri 2.İstanbul, Edirne, Bursa.
B Bina; Arapça Sarf ile ilgili, medreselerde oku
Bâb-ı Âli: Osmanlı Hükümeti. tulan bir kitap.
Bâb-ı Âli terbiyesi: OsmanlIda memurun Birgivî: 16. yüzyılda yazılmış, çok okunan
âmirine gösterdiği aşırı saygı (Bkz.Resmî terbiye). Türkçe bir din bilgisi ve genel davranış kitabı.
Bahriye; Denize ait. Bitig: Kitap.
Bakalorya; 1 .Darülfünûna girmek için Lise Bitigçi; Kâtip, hattat.
TERİMLER SÖZLÜĞÜ 487
Buharî; Hadisle ilgili, medreselerde okutulan Cüz'iyât-ı iptidaiye; Sıbyan mekteplerinde
bit' kitap. okutulan cüzler, kitapçıklar.
Buzâa: Edinilen bilgi. Cüzüdân: Öğrencilerin notlarının, hal ve ha
. .İh
488 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
Darüttâiim: Sıbyan mektebi. Dürûs-i eşya: Eşya ve madde ile ilgili dersler
Darüttedris: Öğretim kurumu, okul. (T abiat Bilgisi).
Dâva (çoğuluıDeâvî): Matematikte vs. soru, E
problem.
Ebced; Arap alfabesindeki harflerin sözlük
Dâye: Ösmanlılarda, şehzadelerin bebek dizilişinden farklı olarak düzenlenmiş ve herbirine
iken bakımlarıyla görevli kızlar. bir rakamsal değer verilmiş biçimi (Ebced, keli
Derecât-ı tahsiliye: Öğretim dereceleri, okul me, mısra ya da beyitle bir olay için tarih dü
ların dereceleri (bkz. Tedrisat). şürmek yani o olayı tarihlemek için kullanılırdı).
Dersaadet: İstanbul. Ebcedhan; Ebced okuyan, öğrenimin henüz
Ders-i âmm: 1 .Müderrislerin camilerde herke başında bulunan sıbyan mektebi öğrencisi (Bel
se açık olarak yaptıkları ders 2.Camilerde herkese gelerde, "sıbyan-ı ebcedhan''şeM'mde geçer).
açık olarak ders yapan müderris, hoca 3.187rierde Ecnebi mektep: Yabancı okul.
Darülfünûnda herkese açık olarak yapılan ders. Eczâ-yı şerîfe: Kur'an'ı meydana getiren 30
Ders nazırı: Bir okulun eğitim-öğretim ve di cüz (Bkz. Cüz).
siplini ile ilgili baş görevli, müdür baş muavini.
Edeb: Genel olarak eğitim, muaşeret ve ge
Ders Vekâleti: Şeyhülislâmlıkta medrese ve nel kültür bilgisi.
sıbyan mekteplerindeki öğretim ile ilgili daire.
Edevât-ı fenniye; Müsbet bilimlerle ilgili
Dersiye: Ayrı binası olmayan, cami ve mes öğretim araç-gereçleri.
citler içinde açılan medrese. Edevât-ı tedrisiye: Öğretim araç-gereçleri.
Dest-i terbiye: Eğitici el. Bir öğretmen için Edîb: 1.Edepli, terbiyeli 2.Edebiyatla uğ
çocuk velisi tarafından saygı amacıyla kullanılır.
Örneğin, Padişah Abdülmecit, 185O'de Kemal raşan.
Edna: Öğrenci notu: Pek zayıf.
Efendiye şöyle demiştir; "Çocuklarımı sizin dest-i
terbiyenize tevdi ediyorum." Efkâr-ı milliye; Millî fikirler.
Destur; Sıbyan mekteplerinde günlük dersle Efkâr-ı umumiye: Kamuoyu.
rin sona erip çocuklara evlerine dönme izni veril Eğe; Öğrenci velisi (1940'larda).
mesi. Eğitimbaşı; Köy Enstitülerinde, eğitim ve
Devam: Öğrencinin, değerlendirmeye giren öğretim işlerinden sorumlu müdür yardımcısı.
okula devam durumu. Ehâdis: Hadisler.
Devlet-i aliye: (a kısa okunur) Ösmanlı Devleti. Ehl-i dâniş: Bilgili kimseler.
Devlet sınavı: Bkz. Bakalorya. Ehliyet: (.Yeterlilik, yetenek, kabiliyet 2. Ye I
Didaktik: (.Özellikle ahlâkî, felsefi bilgiler terlilik belgesi.
öğretici (hikemî): Didaktik şiir 2.Öğretim Ehliyetli muallim: Yeterli, yetenekli ve mes
yöntemleri bilimi. lek okullarında yetişmiş öğretmen.
Dikkat: Öğrencinin, değerlendirmeye giren Ehliyetname; Yeterlilik belgesi, diploma.
derslerdeki dikkat ve ilgi durumu.
Ekalliyet: Azınlıklar.
Dinar: 1.Altın paralara Arapların verdiği ad 2. On
Ekonomi politik; Ekonomi, iktisat bilimi.
dirhem ağırlığındaki saf gümüş değerindeki altın.
El hünerleri: Önce biçki dikişten başlanılan,
Direktör: Okul müdürü (1935'lerde).
sonra, tül, çiçek yapımı, tezgâhta dokuma vs. gibi
Dirhem: 1.Gümüş para 2.Bir okkanın dört becerilerin öğretildiği bir ders.
yüzde biri olan 3.20 gr. Iık ağırlık ölçüsü.
Elifba; 1. 33 Harfli Osmanlıca Alfabesi
Dirsek çürütmek: Okullarda uzun süre ve 2.Harfleri öğreten ders ve ders kitabı.
emek vererek öğrenim görüldüğünü anlatmak
Elsine: Lisan dersleri (Bu terim daha çok
için kullanılır (şaka yollu).
Rumca, Ermenice, Bulgarca'yı kapsar.
Divan-ı Muhasebat: OsmanlIlarda Devlet Fransızca, Arapça, Farsça gibi dersler program
dairelerinin harcamalarını denetleyen. Cumhuri larda kendi adları ile yer almaktadır).
yet dönemindeki Sayıştay karşılığında bir daire.
Emek mektebi: İş esasına dayanan mektep
Divanî: Bir yazı biçimi. (II. Meşrutiyet ve Cumhuriyetin ilk yıllarında kul
Divit: Kamış kalemliği ve mürekkep hokkası lanılmıştır).
beraber olan madenî kalem takımı. Emgen: Eczacı, eczacılık (1935-1938’lerde.)
Dünyevî: Dünyaya ait, maddî. Dünyevi ilimler: Emin: 1.Darülfünûnun başı. Rektör anla
Dinî bilimlerin dışındaki sosyal ve müsbet bilimler. mında (1919) 2.Bkz. Maarif emini.
Dürr-i yekta şerhi; Bir dinbilgisi (ilm-i hal) kitabı. Emraz: "Hastalıklar" anlamında Tıp program
Dürûs; Dersler. larında ders adı olarak geçer. Örnek: Emraz-ı da-
! TERİMLER SÖZLÜĞÜ 489
hiHye: iç Hastalıkları. Emraz-ı cildiye: Cilt Hasta
lıkları. Emraz-ı ayniye, ve üzniye: Göz ve kulak F
hastalıkları. Emraz-ı sâriye: Bulaşıcı hastalıklar, vs. Fahrî: Onursal (Sınava bağlı olmadan ve
Emr-i tedris; Oğı/etim işi, konusu: 1876 tarihli saygı ifadesi olarak verilen akademik unvanlar
Kanun-i Esasî'nin 15; maddesindeki "emr-i tedris hakkında kullanılır: Fahrî Dr. vs. gibi) (Bkz. Hono-
serbesttir..."hükmü, "Öğretim işini (öğretim konu ris causa).
sunu) (bazı şartlarla) herkes özgürce yapabilir" Fakîh: 1.Fıkıh, din bilgini 2.Medrese hocası
anlamına gelmektedir (Bkz. Umûr). (Bir Karahanlı belgesinde) 3.1leri düzeyde med
Emsile: Arapça Sarf ile ilgili, medreselerde rese öğrencisi (bir Selçuklu belgesinde).
okutulan bir kitap. Fâzıl: Erdemli, aynı zamanda geniş bilgi sa
Endaht: Silâh atış dersi. Piyade Endaht Mek hibi.
tebi: 191O'da açılan Piyade Atış Okulu. Felekiyat: Astronomi.
Erbâb; Uzman, ehil, becerikli kişi(ler). Fen; (.Uygulamaya dönük bilim 2.Hüner,
Erbâb-ı fen: Bilim (fen) adamları. Erbâb-ı maa marifet, sanat 3.Bilim alanı, herhangi bir ders.
rif: Eğitimciler, öğretmenler. Erbab-ı vukûf: Derin Fenn-i celîl; Tıp bilimi.
bilgi sahibi olanlar, uzmanlar. Fenn-i cerrahî: Tıpta operatörlük, ameliyât
Erlik okulları: Sanat, meslek okulları bilimi.
(1936'larda). Fenn-i esliha; Silâhlarla ilgili askerî okullarda
Esliha: "Silâhlar" anlamındaki bu terim, as bir ders.
kerî okullarda bu konuda bir dersin adıdır. Fenn-i harb: Savaş bilimi ile ilgili bir ders ve
Esnan-ı tahsil; ilköğretime zorunlu olarak kitaplar.
devam edilmesi gereken yaşlar. Fenn-i inşa: Bir düzyazı (nesir) kaleme ala
Essah öğretmen: Köylü şivesiyle bu terim bilme sanatı ve bunu öğreten bilim.
"gerçek öğretmen" anlamına gelir ve Köy Ensti Fenn-i inşaat; Bina vs. yapımı ile ilgili bir
tüsü çıkışlı olmayan, geleneksel öğretmen okul ders.
larından mezun öğretmenler için kullanılmıştır.
Fenn-i ispençiyari: Eczacılık bilimi.
1946’dan sonra çok partili hayata geçiş sürecin
de, Demokrat Parti, Köy Enstitülü öğretmenleri Fenn-i kıbale: Ebelik bilimi.
yıpratmak ve böyiece köylünün oyunu kazanmak Fenn-i lağım: (Bkz. Lağım).
amacıyla böyle bir terim uydurmuş ve seçim slo Fenn-i mahrutiyat; Koni hesapları dersi
ganı olarak kullanmıştır: "Vatandaş bizden essah (Bkz. Mahrutiyat).
öğretmen istiyor!" Fenn-i mâlî: Mâliye bilimi,
Eşin eğitim: Erkek-kız öğrencilerin bir arada Fenn-i mesaha; Alan ölçümü ile ilgili bilim
öğretim yapılması, yani karma eğitim. (Geometrinin bir kısmı).
Etfâl: Çocuklar. Etfâl-i rnüslime: Müslüman
Fenn-i muhasara: Kuşatma ile ilgili askerî
çocuklar. Etfâl-i gayrimüslime: Müslüman bir ders ve kitaplar.
olmayan azınlık vs. çocuklar.
Fenn-i remi: Atış, tüfek atışı bilimi.
Etfâliyat; Pedagoji bilimi. Etfâliyât-ı umu-
mi^e: Genel Pedagoji. Fenn-i resim; Resim sanatı, ressamlık.
) Evkaf: Vakıflar. Evkaf Nezareti: Osmanlı Fenn-i servet: Ekonomi, iktisat bilimi.
Dfevietinde vakıf işleri ile görevli bir Bakanlık. Fenn-i sibahat; Suda yüzme bilimi.
Evkâf-ı münderise; Yıkılmış, ortadan Fenn-i tahtit-i arazi: Topografya.
kalkmış vakıflar. Fenn-i tasvir: Resim sanatı, ressamlık.
Evkatnümâ; Bir okulun ders programını sa Fenn-i tedbir; İktisat.
atlere göre düzenleyen zaman çizelgesi (1914). Fenn-i tedris: Pedagoji, Öğretim bilimi.
Evliyâ-yı etfâl: Çocuk ana-babaları (velileri). Fenn-i terbiye: Pedagoji, Eğitim bilimi.
Evliyâ-yı etfâle, yavrularının ikmâl-i tahsili (öğ
Fenn-i teşrih: Anatomi.
renimlerini eksik bırakmayıp tamamlatmaları) için '
hiç bir fedâkârlıktan çekinmemelerini tavsiye e- Fenn-i vilâde(t); Hâmilelik ve doğumla ilgili
derim (Mustafa Kemal Atatürk, 1921). bir ders veya kitap.
Evrak-ı takdiriye; Ödüllendirme kâğıtları. Fennî: Müsbet bilimlerle ilgili, bilimsel. Fennî
terbiye, terbiye-i fenniye: Tabiat olaylarını vs.
Eyyâm-ı tatiliye: Tatil günleri.
gözlem ve deney yoluyla inceleyip bunlardan bi
Ezber: Bazı edebî parçaları bellekte tutma limsel bilgiler çıkarmaya yönelik araştırmalar, bu
amacına dönük bir ders. konuda yapılar dersler, yazılan kitaplar.
Ezkiyâ-yı talebe; Zeki öğrenciler. Fennî gezintiler: öğrencilere eşya ve olay-
490 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
tan yerinde inceletmek için düzenlenen geziler Güdecek: Okumayı yeni öğrenmekte olan
(özellikle II.Meşrutiyet döneminde). öğrencinin, harf ve kelimeleri tâkip etmesi için
kullanılan tahta veya kemik araç (Bkz. Hilâl).
I
Fenniyat; I.Fen bilgileri, bilimleri 2.Teknoloji.
Feraiz: Fıkıh'ta miras ile ilgili kurallar. Güneşli mektep: Tanzimat döneminde mun I
Feraset (Füruset, Fürusiyyet): At yetiştirme
tazam binalarda açılan ilkokullara halkın verdiği 1
ad (Bkz. Taş mektep).
ve eğitimi (bir askerî okul dersi).
Ferman; Padişahın yazılı buyruğu. H
Ferraş: Medreseyi temizleyen görevli, hade Hâce: Hoca.
me. Hâce-i âlem: Hz. Muhammed.
Fesahat: Güzel konuşma. Hâce-i evvel: "ilkokul öğretmeni, ilk hoca"
Fetva; İslâm Hukukuna göre, bir meselede anlamında, Ahmet Mithat Efendi kendisi için kul
Şeyhülislâmın (Müftünün) uygun hükmü a- lanmıştır.
çıklayan cevabı. Hadis; Hz. Muhammed'in söz ve davranışları
Feyz: En geniş anlamda eğitim, bilim, ahlâkla ve bunları konu alan İslâmî bilim.
kazanılan ya da kazandırılan olgunluk (Bkz. Hadsî ders: Gözlem ve deneyle inceleme
ifâza, Kemâl).
yöntemine göre yapılan ders.
Feyziye mektepleri: Mutlakıyet döneminde Hafız; Kur'an'ı tümüyle ya da çok sayıda
açılan bazı özel okullar. Hadis ezberleyen. Hafız-ı kütüp: Osmanlı döne
Fıkıh; İslâm Hukuku. Fıkıh'ın başlıca bö minde "kütüphane görevlisi".
lümleri şunlardır: İbâdat, Muâmelât, Ukubât, Si Hakîm; 1.Bilge, filozof 2.Çok Hadis ezberle
yer (Bu terimlere bkz.).
yen.
Fıtrî: Doğuştan sahip olunan. Hakk-ı kalem; Her yazı türünün ölçülerinin
Fiilî mektep: Aktif okul. gerektirdiği biçimde kalemin tutuluşu, kağıda ko
Firaset: 1.Çabuk anlama, zihin uyanıklığı. nuşu ve çekilişi.
Talebede firaset olmazsa muallimin hüsn-i takri Hakk-ı rüçhan: Öncelik hakkı (öğretmen a-
rinden bir semere hasıl olamaz: Öğrencide çabuk tamalarında vs.)
anlama yeteneği olmazsa, öğretmenin dersi Hal (imlâsı; ha-lam); 1.Matematikte bir prob
güzel yapmasında yarar olamaz (Ş. Sami) 2.llm-
lemin çözümü 2.Kimyada analiz (Bkz. llm-i hal).
i firaset: Bkz. bu terim.
Halaskâr: Kurtarıcı (Atatürk için kullanılmış
Fizyoloji-i beşer; insan Fizyolojisi.
tır). Halaskar Gazi: Atatürk.
Fodla; Medrese öğrencilerine verilen, pideye Hal ve hareket; Öğrencinin, değerlendirme
benzer bir ekmek. ye giren olumlu ya da olumsuz davranışları.
Formasyon: 1.Zihnî, ahlâkî vs. bakımdan ye
Halka-i irfan; Bir üstadın, öğretmenin kendi
tiştirme, yetişme 2.Bir meslek alanındaki gerekli lerine eğitim-öğretim yaptığı kişiler topluluğu
kuramsal ve uygulamalı bilgiler; Öğretmenlik (pe (Bkz. irfan, Halka-i tedris).
dagoji) formasyonu. Meslekî formasyon,
Halka-i tedris; Bir üstadın, öğretmenin ken
Fuyuzat: Medrese ya da Darülfünûn mezun dilerine öğretim yaptıkları kişiler topluluğu.
larının, bitirdikleri medresenin derecesine, ya da
Darülfünun Fakültelerinin türüne göre tayin edile Hamidî, Hamidiye; 11. Abdülhamit'e ait (Mut
bilecekleri görevler, işler. lakıyet döneminde bazı okulların adına eklen
miştir).
FünCın; Fen'in çoğulu (Bkz. Fen). Fünûn-ı
âdiye ve lâzıme: Genel ve herkes için gerekli bi Hareke: Eski harfli yazıda okumayı kolaylaş
limler (Matematik vs.). Fünûn-ı hikemiye: Felsefî, tıran işaretler.
ahlâkî, terbiyevî konular, bilimler. Fünûn-ı nâfia: Hareket: Bir müderrisin sürekli, bir üst med
Müsbet bilimler (bkz. Ulüm-ı nâfia). reseye atanarak mesleğinde yükselmesi.
Haricî talebe; Okulda yatmayan, yemek
G yemeyen, yalnızca öğrenim gören öğrenciler
Gabi: Geç anlayan öğrenci, vb. (Bkz. Dahilî talebe, Niharî).
Gaynmuntazam çocuklar: Özel eğitim ge Hars: Kültür.
rektiren, engelli çocuklar. Hasbî: Çıkar amacı gütmeyen, karşılıksız.
Geldi-gitti tahtası: Sıbyan mekteplerinde bir Hâşiye; 1 .Bir eseri açıklayan eser 2.Bir ese
çocuğun odadan çıktığında ve tekrar geldiğinde, rin yanlarında, dipnotlarındaki açıklayıcı yazılar.
ilgili tarafını çevirdiği, iki tarafı böyle yazılı tahta.
Hâşiye-i tecrid; 1 .Kelâm ile ilgili medreseler
Gına: Müzik. de okutulan bir kitap 2.Bir medrese düzeyi.
Gomelastik: Kurşun kalem silgisi. Hat; 1 .Yazı 2.Bazı estetik ölçü ve kurallara
TERİMLER SÖZLÜĞÜ 491
/gpre yazılmış Arap harfli yazı 3.Yazı ve özellikle ler.
güzel yazı dersi (Bkz. Hüsn-i Hat). Hikmet-i bedayi: Sanat Felsefesi.
Hatim: Kur'an') baştan sona kadar okuyup bi Hikmet-i içtimaiye; İçtimaî, sosyal Fizik
tirmek. ! (physigue sociale).
Hatip; 1.Güzel konuşan 2. Camide hutbe Hikmet-i İlâhiye: İnsanlarca pek anlaşılama
okuyan. yan İlâhi sebep.
Hattat: Bazı estetik ölçü ve kurallara göre Hikmet-i lisaniye; Dilbilimi, Filoloji, Lisaniyat.
Arap harfli yazıları yazmayı kendisine meslek
Hikmet-i riyaziye: Matematiksel Fizik.
edinmiş sanatkâr.
Hikmet-i nazariye: Ahlâk.
Hatt-ı hümâyûn; Padişahın yazılı buyruğu,
Hikmet-i tabiiye: Mekanik, çekim, mıkna
irade, ferman.
tıs, ses, ışık, elektrik vs. yi konu alan bir çeşit
Haya: Allah'tan ve insanlardan utanma (Bu
Fizik dersi.
terim, Türk eğitim tarihinde insan-ı kâmi' yani ol
gun ve nefsini terbiye etmiş insanın özellikleri Hikmet-i tarih: Tarih Felsefesi.
arasında geçer ve Siyasetnameler ile ahlâkî-ter- Hikmet-i teşrî; 1.Islâm Hukuk Felsefesi
biyevî eserlerimizde Devlet adamlarının, yöneti 2.Islâm Hukuk Felsefesi ile ilgili, medreselerde
cilerin taşıması gereken özelliklerden biri olarak okutulan bazı kitapların adı.
belirtilir). Hikmet-i vücut: Varolma sebebi.
Hayatiyet: Biyoloji. Hilafiyat; Mukayeseli Fıkıh (Bkz. llm-i Hilaf).
Hayvanat; Zooloji. Hilaf ve cedel; Mukayeseli Usûl-i Fıkıh.
Hekim; Tıp doktoru. Hilâl: Okumayı yeni öğrenmekte olan öğren
Hendese: 1 .Geometri 2.Bazan genel olarak cinin, harf ve kelimeleri tâkip etmesi için kullanı
Riyaziye bilimleri. lan tahta veya kemik araç (Bkz. Güdecek).
Hendese-i halliye: Tahlilî, analizsel Hende Himâye-i Etfâl Cemiyeti: Atatürk'ün öncülü
se. ğü ile kurulan Çocuk Esirgeme Kurumunun ilk
Hendese-i resmiye; Çizgisel Hendese. adı (1921).
Hesap; Aritmetik, Matematik. Hitabet: Güzel konuşma dersi.
Hesab-ı âdî; Aritmetiğin ilk bilgileri. Honoris causa; Fahrî oiarak verilen Akade
mik unvanlar hakkında kullanılan Lâtince terim.
Hesab-ı nazarî; Teorik Hesap.
Cumhuriyet döneminde Türkçe metinlerde de ge
Hesab-ı tamamî; Tamamî Hesap (calcul in- çer (Bkz. Fahrî).
tegral).
Hövvez; (Bkz. Ebced)
Hesab-ı tefazuiî; Diferansiyel Hesap.
Hukuk-ı âdiye: Ceza Hukuku dışındaki Hu
Hesab-ı zihnî: Akıldan yapılan aritmetik iş kuk (Umumî, Müşterek Hukuk).
lemleri.
Hukuk-ı düvel: Devletler Hukuku.
Heva: Boş, gereksiz şeyler.
Hukuk-ı milel; Milletler (Devletler) Hukuku.
Heyet: 1.Astronomi, Kozmoğrafya (Gökbili-
Hukuk-ı mülkiye; İdare Hukuku.
^i) 2.Kurul.
Hukuk-ı tabiiye: İnsanların doğuştan sahip
tj Heyet-i riyaziye; Matematiksel Astronomi.
oldukları haklar. Tabii Hukuk.
ii Heyet-i tâlimiye; Öğretim kadrosu, öğret
Hukuk-ı veled; Çocuk Hukuku.
menler.
Hususî: özel. Mekâtib-i hususiye, hususî
Hezarfen: Birçok alanda ansiklopedik bilgi ve mektepler: Özel okullar. Hususî tedris usûlleri:
hüner sahibi. Özel öğretim yöntemleri (çeşitli derslerin kendile
Hıfz-ı Kur'an: Kur'an't ezberleme, hafızlığa rine özgü öğretim yöntemleri).
çalışma.
Hutbe: I.Cuma ve bayram namazlarında
Hıfzıssıhha: Koruyucu sağlık. Hijyen. hatibin minberden halka verdiği öğüt 2. Islâm
Hıyatet, Hiyatiye; Biçki-dikiş, terzilik dersi. devletinin bağımsızlık simgelerinden biri.
Hidâye: Fıkıh ile ilgili, medreselerde okutulan Hutut-ı rhütenevvia; Yazı çeşitleri ve bunları
bir kitap. öğreten bir ders (Sülüs, Nesih vs.) (Bkz. Hat,
Hikemî: Özellikle ahlâkî, felsefî bilgiler öğre Hüsn-i Hat).
tici. Huzur dersleri: Ramazanda Saraya çağrılan
Hikemiyât: Felsefe. ünlü müderrislerin Padişahın önünde dinî metinle
Hikmet; Felsefe ve henüz ondan ayrılmadığı ri tartışmaları.
zamanlarda Ahlâk, Fizik, Kimya vs. ile ilgili bilgi Hüccet: Çok sayıda hadis ezberleyen.
&■
492 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
, J
TERİMLER SÖZLÜĞÜ 497
şebiı;r)er, bölgeler arasındaki yolları vs. anlatan maya yetkisi ve izni bulunma 3. Görevi başından
Coğfafya kitapları olduğunu yazıyor (Bkz. bir süre izin alıp ayrılma.
Memâlik). Mezunîn: Mezun'un çoğulu.
Mesele (çoğulu: Mesâil): Matematikte vs. so Mızraklı ilmihal: Birdin bilgisi kitabı.
ru, problem. Mesâil-i riyaziye: Matematik prob
Miftah: 1. Belagat ve Maâni ile ilgili, medrese
lemleri.
lerde okutulan bir kitap 2. Bir medrese düzeyi.
Meslek dersleri: Öğretmen okullarında, öğ
Mihanik: Mekanik.
retmenlik bilgi ve hünerinin kazanılması için oku
tulması mutlaka gerekli olan bazı dersler. Bun Miskal: 1,5 dirhem yani 4.8 gr. gelen bir
lardan bazıları, eski adlarıyla şunlardır: Usûl-i ifâ ağırlık ölçüsü.
de ve tâlim. Usûl-i tedris, llm-i terbiye-i etfâl, Miyâh-ı câriye: Akarsularla ilgili bir mü
Fenn-i terbiye, ilm-i ahvâl-i ruh. vs.(Bu terimlere hendislik dersi.
bkz.) Türk Eğitim Tarihide en önemli meslek dersle Molla: 1. Büyük kadı 2. Büyük âlim
rinden biridir (Y. Akyüz). 3. Medrese öğrencisi 4. Orta derecede bilgisi
Meslekî istikamet: Meslekî rehberlik. olan din hocası 5. Genel olarak ilmiye sınıfına
Meslek-i tedris: Öğretim mesleği, öğretmen mensup olan.
lik. Molla bey: Medreselerin bozulduğu dö
Meslek-i tâlim: Öğretim mesleği, öğretmen nemlerde, önemli bir devlet görevinde bulunan
lik. kimsenin kadılık sınıfına kayırma ile kaydolan
çocuğu.
Mesuliyet: Sorumluluk.
Muadele: Cebirde denklem.
Meşârik: Hadis ile ilgili, medreselerde okutu
lan bir kitap. Muahede: Antlaşma (Uluslararası antlaş
maları konu alan bir ders). (Çoğulu: Mua-hedât)
Meşihat: Şeyhülislâmlık makamı.
Muallem: Eğitilmiş.
Meşk: 1.Benzerini yazmak için üzerinde
çalışılan güzel yazı örneği 2.Güzel bir yazı Muallim: 1. Genel olarak öğretmen
örneğine bakarak benzerini yazmak için yapılan 2. Özellikle ilk ve orta dereceli okul öğretmeni
yazı çalışmaları 3.Musikide çalışma: Piyano, ke 3. Darülfünûnda öğretim üyesi, profesör (İi.
man meşk etmek 4.Genel olarak alıştırmalar ya Meşrutiyet döneminde) 4. "Öğreten" anlamında
parak bir konuya çalışma. bazan kitap başlığı olarak da kullanılmıştır.
Metâli: Akâid ve Kelâm ile ilgili, medreseler Muallime: Kadın öğretmen.
de okutulan Şerh-i Tevali adlı kitabın bir başka Muallimhane: Sıbyan mektebi.
adı. Muallim-i evvel: 1."Birinci öğretmen" anla
Mevâd-ı dersiye, tedrisiye: I.Ders konuları mında Aristo'ya verilen ad 2.Bir okulun ilk, en
2.Ders adları. kıdemli öğretmeni, başöğretmen.
Mevâkıf: Kelâm ile ilgili, medreselerde okutu Muallim-i sani: 1."ikinci öğretmen" anla
lan bir kitap. mında Farabi'ye verilen ad 2. Bir okulda yar
Mevâlî: Mevleviyet payesine ulaşmış yüksek dımcı öğretmen.
rütbeli kadılar, âlimler. Muallim-i sâlis: "Üçüncü öğretmen" anla
/ Mevâlid: Hayvanat, Nebatat, Tabakât-ül arz mında ibni Sina'ya verilen ad.
ve l'Maadin (Bu terimlere bkz.) Muamelât: Fıkıh'ta aile, miras, eşya ve borç
i lar hukukuna, başka deyişle özel yaşayışa ait
Mevâlid-i sülâse: Hayvanat, Nebatat, Ta-
bakât-ül arz ve l'Maadin (Bu terimlere bkz.) kurallar (Bkz. Münakehat, Mufarakat, Feraiz).
Mev'ize: 1 .Dinî öğüt, vaaz 2.Camilerde vaaz Muâraza: Birbirine zıt düşme, aralarında ça
verilmesi ile ilgili bir medrese dersi. tışma, çekişme olma.
Mevlâna: Bazı büyük ulemâ ve muta Muavin: Müdür ya da öğretmen yardımcısı
savvıflara verilen unvan. (erkek).
Mevleviyet: Büyük kadılık, mollalık payesi. Muavine: Müdür ya da öğretmen yardımcısı
(kadın).
Mevzu: Konu.
Mezbelekeş: Medresede temizlikçi. Muayene: 1.Sınav, imtihan 2.inceleme,
gözleme (hasta vs.)
Mezun: 1 .Bir okulu bitiren 2.Öğretim, eğitim
Mubâhase: Tartışma, bahse girişme.
yapmaya yetkisi ve izni bulunan: Hattatlıkta me
zundur 3.Görevi başından bir süre izin aiıp Mubassır: Okullarda öğrencilerin durum ve
ayrılan. davranışlarını denetlemekle görevli memur.
Mezuniyet: 1 Bir okulu bitirme: Mezuniyet Muciz, müciz: Medresede ders okutup tale
imtihanları 2. Öğretim, eğitim veya bir şeyi yap belere icazet veren müderrisler, ders-i amm'lar
TÜRK EĞİTİM TARİHİ
498
(Bkz. Mücaz, icazet, vs.) Mutasarrıf: Bir ilin ayrıldığı sancakların en
Mufarakat: Fıkıh'ta boşanma ile ilgili kurallar. yüksek idare âmiri.
Mufassal: Ayrıntılı, geniş. Mutavvel: Belagat ile ilgili, medreselerde
okutulan bir kitap.
Muhaddis: Hadis ile meşgul olan.
Muvaffakiyet: Başarı, öğrenci başarısı.
Muhakkik: Eğitim yönetimi ve teftişi ile ilgili
görevleri bulunan memur (1869). Muvakkat: Geçici. Muvakkat öğretmen, mu
vakkat kanun, muvakkat meclis, vs.
Muharrerat: Yazışmalar ve ilgili bir ders.
Muvazzaf: 1.Görevli 2.Darülmuallimînin asıl
Muhatap: 1.Kendisine hitap edilen, yani söz
öğrencileri (Tarafımızdan yayınlanan 1851 tarihli
söylenilen 2.Huzur derslerine katılan.
Darülmuallimîn Nizamnamesi'nüe) (Bkz.Mülâzim, 5).
Muhayyer olmak: Bir dersi almakta vs. öğ
Mücaz: Medreseden mezun olup icazet alan
rencinin seçme özgürlüğünün olması.
talebe (Bkz. Muciz).
Muhazara: Edebiyat ve Tarih'e ait konuşma,
Mücâzat: Ceza verme, cezalar.
bu alanda fıkra ve hikâyeler söyleme.
Mücerret: Soyut.
Muhtariyet: Özerklik.
Mücmel: Kısaca, özet olarak.
Muhtasar: Kısa, özet halinde. Muhtasar
Coğrafya, vs. Müd (mut): 500 kg. civarında bir tahıl ölçüsü.
(İstanbul müd'ü)
Muhtelit: 1.Karma. Muhtelit tedrisat: Erkek-
kız öğrencilerin bir arada öğretim yapılması, yani Müdarese: Öğrencilerin birbirleriyle karşılıklı
karma eğitim (Bkz. Müşterek tedrisat) ders yapmaları.
2.Tanzimat döneminde ve daha sonraları, Müs Müdavimin: Bir okula devam eden öğrenci
lümanların ve azınlıkların temsilcilerinden karma ler.
olarak oluşan bazı eğitim komisyonları. Müddet-i tahsiliye: Öğrenim süresi.
Muhitî malûmat: Genel ve ansiklopedik bilgi Müderris: 1.Medrese öğretmeni, hocası 2.11.
ler. Meşrutiyetten sonra bir süre Üniversite Profesörü.
Muîd: 1 .Medreselerde talebelere dersleri ia Müderrisin: 1.Medrese hocaları. Müderrisîn-i
de eden, yani tekrar eden ve ettiren, müzakere kiram: Saygıdeğer müderrisler (Bkz. Kiram)
eden, müderris yardımcısı 2.Sahn medresesi 2.Profesörler.
öğrencilerinden yetenekli olanlar 3. Muîdlik, Müderris muavini: II. Meşrutiyetten sonra
1908'den sonra Sultanîlerde öğretmene yar bir süre Üniversite Doçenti.
dımcılık görevi olarak düzenlenmişse de bir süre
Müdevven, müdevvenat: Toplanmış bilgiler.
sonra kaldırılmıştır (Bkz. Muîde).
Müdire: Bir okulun vs. en üst yöneticisi
Muîde: II. Meşrutiyette ve Cumhuriyetin ilk
(kadın).
yıllarında yatılı kız okullarında (Darüimuallimat,
vs.) öğrenci düzeni ve disiplini vs. konularında Müdür: Bir okulun vs. en üst yöneticisi (er
görev yapan kadın öğretmen yardımcısı (Bkz. kek).
Muîd). Müeddep: İyi bir terbiye ve ahlâk kazanmış.
Muîn: Eğitim müfettişi (1847'lerden itibaren) Müellefât: Telif olunmuş, yazılmış kitaplar.
Mukabele: I.Ceö/r ve Mukabele: Cebir Müessese-i tâlimiye: Eğitim-öğretim kuru
2.Camide hafızların kendilerini açık mu, okul.
Kur'an'dan takip edenlerin önünde Kur'an o- Müfettiş: Okul ve öğretmenleri denetleyen
kumaları 3.Bir yazının son şekli (beyazı) ile müs görevli (1862'lerden itibaren).
veddesini karşılaştırma.
Mükâfât: Ödül verme. Ödül.
Mukaddimât: İlk bilgiler, başlangıçlar.
Mükâleme: 1.Yabancı dil derslerinde ko
Mukaddimât-ı ulûm: Bilimlerin, özellikle dinsel nuşma ve pratik çalışmaları 2.Derslerde karşılıklı
ve dinî-hukukî bilimlerin başlangıçları, ilk bilgileri. konuşmalar.
(Ahmet Cevdet Paşa, llm-i Mantık, Beyan ... gibi
Mükâtebe: 1.Yazışma 2.Yabancı dilde
bilimleri medrese bilimlerinin mukaddimat-ı ulûmu
yazışma ile ilgili bir ders.
arasında sayar: Tezâkir40-Tetimme, s.4).
Mükellefiyet-i tahsiliye: İlköğretim zorunlu
MMkarrir: 1.Bir şeyi takrir eden, yani
luğu.
yazdıran 2.Huzur derslerine başkanlık eden.
Mülahhas: Özetlenmiş, kısaltılmış. Mütahhas
Musâhabât-ı ahlâkiye: Ahlâkî konuşmalar
Tarih-i Osmanî, vs.
(bir ders).
Mülâzemet: 1 .Müderrisliğe atanmak için
Musavver: Resimli (kitap vs.).
aday olarak bekleme düzeni 2. Genel olarak bir
Mûsila-i Sahn: Tetimme medreselerinin bir memuriyete geçmek için ilgili daireye devamla
başka adı. maaşsız ya da düşük bir maaşla hizmet etme.
■w
/
S
I
KONU DİZİNİ
A
Acemioğlanlar mektepleri 102 Arşivler 408
Açık Hava Mektebi 312 Asâkir-i Mansure-i Muhammediye 146
Anglo Sakson eğitimi 305, 313 Bağ ve Aşı Ameliyat Mektebi 238
C D
“Cahilin bilgisizliğini yüzüne vurma" 154 Darülbedayi 275
Cehennemin yolunu tufanlar 118 Darülfünun 168, 237, 274, 275, 311, 358, 359
Çevri Kalfa (Usta) Kız Rüşdiyesi 164, 172 Darülmaarif 165, 193
. Cezalar 28, 29, 91, 92, 162, 206, 230, Ermeni okulları 104
234, 426, 444 Erzurum Ana Mektebi 325
• Toplu ceza verilemez 206 Erzurum Ermenisi 323
• Öfkeli öğretmen ceza vermemeli 206 Eski malzeme ile yeni bir şey yapmak 158
• Ayrıca bkz. Falaka Eşkıya çeteleri 85, 117, 425
. Ödüller 206, 235 Eşkıyalarla büyüyen çocuk 117
Dişçi Mektebi 275 “Eti senin kemiği benim” 90
Doktora (Lisans üstü) Evkaf Memurları Mektebi 275
• OsmanlI medreseleri 68
• Darülfünûn 170 F
• Mekteb-i Tıbbiye 171
Falaka 90, 162, 312 (Ayrıca bkz. Disiplin)
• Cumhuriyet üniversiteleri 371 “Faydacılık’ düşüncesi
Drama (Ana mekteplerinde ilk kez) 266, 268
• Gazali’de 45
• OsmanlIda 77, 78
/
t E Fenn-i Resim ve Mimarf Mektebi 238
'I Feyz-i Sıbyan Mektebi 241
Edipler 2
Eğitim akımları Feyziye Mektepleri 241
Fırsat eşitliği 423
• Meşrutiyet 265
“Fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller” 339
• Cumhuriyet 411
Fransızca (Türkiye'de) 322
Eğitim, eğitim bilimi 2, 24, 26, 29, 177, 266, 282,
302,312,446 Fransız eğitimi 313, 315
Eğitim (Bilimleri) Fakültesi 362, 446 Fransız okulları (Katolik - Latin okulları) 105,
175, 241, 246
Eğitimde şekilcilik ve öz 328
Eğitimde yabancı etkiler 157, 160, 247, 420
. Fransız 113, 167, 315, 386, 428 G
. Alman 226, 274, 294, 295, 428 Galatasaray Sultanisi 167, 170, 201-203, 255,
• Amerikan 315, 409, 411 353, 427
512 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
idadiyeler 166
Gülelim, oynayalım... 137
ilâhiyat Fakültesi 359
Gülün kokusundan etkilenen kil 116, 117
ilim ve ilim adamı anlayışı (OsmanlIda) 77-79
Gümrük Memurları Mektebi 239
“İlim sadırlardadır, satırlarda değil” 425
Güneş Dil Teorisi 344
ilköğretim giderleri 351, 382, 383
ii Özel idareleri 351, 383
H imam Hatip Okulları 372
Haçlı Seferleri 51 İmam Hatip Orta Okul ve Liseleri (Bkz. Soru 132)
Hafızlık 89, 229, 425 iman ve küfür 126
Hakk-ı rüçhan (öğretmen atamalarında öncelik inas (Kızlar) Darülfünunu 275, 398
hakkı) 189, 252
İnsan tipi
Hak yememek, haksızlığa duyarsız kalmamak
• Alp 5
332
Halifelik 73, 78, 330 • Gazi, velî 20
• Renkli eğitim haritaları 266 • Meşrutiyet dönemi 266, 267, 294, 308
Hat, Hat sanatı. Hattatlar 138, 218-221 • Kurtuluş Savaşı 317
Hendese-i Mülkiye Mektebi 238 • Cumhuriyet 328, 331, 332, 339
"Hendeseye önem verme” 154 • Avrupa Birliği Vatandaşı 328, 428
Heykel 345 • Küresel 429
“Hoca” terimi 421 • Marksist-Ateist 435
"Hoca dediğin eli sopalı olur” 91 internet 407, 443
"Hocam” demenin yasaklanması 421 ipekböcekçiliği Mektebi 238
"Hocanın vurduğu yerde gül biter” 91 irşad Heyetleri 404
Horasan erenleri 39 İslâm Ansiklopedisi 413
Hıristiyanlaşma 375 İstanbul Erkek Lisesi 240, 353
Hukuk Mektebi 359 İstanbul Kız Lisesi 273
Humbarahane 103 İstanbul terbiyesi 110
Huzur dersleri 80 İş Ocağı 325
Hümanizm, Hümanistler 71, 73, 169, 353, 405, İzcilik 294
413
Hürriyetçi mektepler 265 ,
K
Kadastro Mekteb-i Âlisi 275
Kadın memurlar (ilk) 295 i
Islahhaneler, Sanayi Mektepleri
Kadın okul yöneticileri 249
• Erkek 172, 240, 276
Kadın öğretmeni! ev sıbyan mektepleri 164
• Kız 172, 240, 276
Kadın öğretmen yetiştirme (Öğretmen yetiştirme
Işıklar Askerî idadisi 166 konularına bkz.)
KONU DİZİNİ 513
L
Laboratuvar dönemi (eğitimde) 267
Kafeste yetiştirilme' 101
I "Kâfir oldun!” 307
Lâle devri 137
Lâtince - ulusal diller 51, 73, 353
Kağıt 50, 218, 220'
Layiklik 327, 329, 330, 372, 373
Kahvehaneler 109, 408
Lisan Mektebi 171, 238
Kalem 218, 219
Lisans üstü (Bkz. Doktora)
“Kanaat tükenmez bir hazinedir” 341
Karagöz 110
Kara Medrese 123 M
Karamsar nesiller 308 Maarif Nezareti - Maarif Vekâleti 320 (Yine bkz.
Kâtibim türküsü 107 ilgili sorular)
Kılıçhane 103 Mahalle mekteplerinin kapanışı 270
Kıraathane 196 Mahrec-i Aklâm 171
Kız çocuklarının Araplarda kuma gömülmesi 35 Maliye Memurları Mektebi 275
Kızlar (“Kaç zengin aile kızlarını tüccarlara veri Matbaa
yor?”) 292
• Uygurlarda 16
Kızların eğitimi, batıl fikirler ve taassup 233, 234,
• OsmanlIlarda 135-142
265, 266
Medreseler
Kız okullarına yaşlı, edepli, çirkin erkek öğret
menler atanması 163, 282 Karahanlı 22
Kız Sanayi Mektebi 172 Selçuklu, Nizamiye 43, 118
Kiraz Ağacı 302 Anadolu Selçuklu 48
Klâsik eserler ve çeviri 405, 413 Danişmendli 48
Klâsik Kol 353, 413 ispanya, Sicilya 50
Kolaydan zora gidilmesi 24, 29 ilk OsmanlI 62
Konaklarda, evlerde eğitim 109 Beylikler 63
Konservatuar (Bkz. Darülelhan)
Timurlular 64
Kozmopolit eğitim 309, 310
t
Karakoyunlu - Akkoyunlular 64
I Körler Mektebi 248
Fatih Külliyesi (Sahn-ı Seman) 65
i Köy Enstitüleri (ilgili konulara bkz.)
Ayasofya 66
Kuleli Askerî İdadisi 166
Eyüp 66
Kul sistemi 95
Süleymaniye Külliyesi 67
Kur’an’ı öğrencinin sıra üzerinde okuması 210
Medreselerde Lisans üstü öğretim 68
Kurdun yavrusu kurt olur 117
Klâsik OsmanlI 69
Kuşak bağlama - açma 52
Başlıca bilimler 70
Kuvvetli millet kuvvetli fertlerle olur 325
Meslek - ihtisas 73
Kültürel yabancılaşma 176, 245, 443
Küreselleşme (Bkz. Soru 150) Medrese-i etibba 74
Mekteb-i Tıbbıye-i Mülkiye 170, 173, 238, 253, Eğitimciler Derneği (Köy Enstitüleri) 459
258
Mekteb-i Ulûm-i Edebiye 149
"Mektepler açmışız, maksat ‘açtık’ denilsin, sa
N
dece bir gösteriş” 305 Nazariyeci âlim yamakları 299
"Memur olmanıza kesinlikle izin vermeyeceğim” "Ne okuyalım, nasıl okuyalım” 201
234 Ninniler 2, 292, 293
Menşe-i Muallimîn 238 Nizâm-ı âlem 77
Merkeziyetçi - Bireyci eğitim sistemi 313, 314 Nümûne-i Terakki Mektebi 240
Meslek dışından'ilk öğretmen atamaları 188, 201
Meslekî ve Teknik Orta öğretim okulları (Cumhu
riyet dönemi için ilgili konuya bkz.) O
"Meslekte aslolan muallimliktir” 252, 380 Ogüst Tapınağı 123
Meşkhane 98 Okul binaları 215, 261
Meşrutiyet döneminde (1908 - 1918) siyasî Okulda ilk kez gazete okutulması 202
akımlar 293, 294 Okulların çalışma süreleri, tatil düzeni 236
Mezarlıklar 300 Okulların ilk teftişleri 192
Mızıka-i Hümâyûn Mektebi 147 Okul müzeleri 304 (Bkz. Müzeler)
Millet Mektepleri 405 “Okutan okumaz” 312
Millî eğitim 321, 337, 339 Opera 345
■' Millî Eğitim Akademisi 390
Orman Mektebi 171, 275, 276
Millî Eğitim Bakanlığı (Bkz. Soru 119, 140) Orta oyunu 110
Millî terbiye, asrî tâlim 309
Orta öğretim okulları (Cumhuriyet dönemi için
Misyonerlik, misyonerler 105, 175, 176, 263, ilgili konuya bkz.)
278, 322, 425
Otodidakt yetişme 107
KONU DİZİNİ 515
O p
Öğrenci andı 347 ; Padişah hocaları 102
Öğrenci başarısızlığı 347 “Paşa olacaksın yavrum" 292
Öğrenci isyanları ve gösterileri Pervaneler 176, 247
. 16-17. yy.da 81, 84, 85 Polis Dershanesi 238, 275
. 1908 - 1913’de 275 Pozitivizm 169, 189, 309, 332
. 1968’de362 Pragmatizm 332, 338, 341.411
Öğrencinin ahlâkı, huyu suyu (bilim öğretilecek
öğrencinin) 127
Öğretim 1, 24, 443, 444 R
Öğretim yöntemleri 321, 266
Rasathane 73
Öğretmen (Toplumu kurtaracak, ülkücü) 265,
Ravza-i Terakki Mektebi 240
291,339
Öğretmen atamalarında öncelik hakkı (Bkz. Razi Mektebi (Ekolü) 79
Hakk-ı rüçhan) Reform 72
Öğretmene ad takma 70 Rehber-i Maarifet Mektebi 240
Öğretmen andı 421 Rehberlik 206
"Öğretmenin cefası babanın şefkatinden daha
Reklâmlar gibi düşünmek ve çocuklar 407
iyidir" 118
Resim, ressamlık 208, 345
Öğretmenin hizmetiçi eğitimi 278, 304
Öğretmen maaşları 86, 162, 301, 351, 383, 410, Rönesans
445 • 12. yy 50
Öğretmen - politika ilişkileri 291, 304, 421 • 15-17. yy 71
Öğretmenin ve mesleğin saygınlığı 93, 181, 186,
Rum bakkal 323
301, 420, 422, 440, 443
Rum okulları 104, 174, 246, 321, 322, 377
Öğretmenler Günü 422
Öğretmenler ilköğretimde kadın olmalı 205 Rüşdiyeler 148, 164, 273
Örf, âdet, töre 6,11, 362, 364, 365 Saray Okulu (Şariman) 49
Özel eğitim okulları (Cumhuriyet dönemi için ilgili Sarıkamış Ana Mektebi 325
konuya bkz.) Sarıkamış Askerî İdadîsi 325
Özel öğretim okulları (Cumhuriyet dönemi için Selanik Özel Pedagoji Akademisi 431
ilgili konuya bkz.)
Selimiye Mektebi 241
Serbest ve Âlî Dersler 324
516 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
Tûrk Eğitim Tarihinin fikirsel yönü 437 Yazılı çeşme tası 221
Türk Eğitim Tarihinin örgütsel yönü 437-446 Yeniçeriler 56, 81, 146
Türkiye iktisat Kongresi 341 Yeni eğitim düşünürleri (Batılı) 30
Türkler ve ciddî insanlar neden bilim ile uğraşsın Yeni Mektep 305
lar? 129
Yerküresi 218
Türkler ve sarı ırk 344, 345 Yetimler iptidaî Mektebi 325
Türkler ve yetenekli insanların eğitimi 95
Yıllıkçı muallimler 301
Yurttaşlık eğitimi 347
) V
i
yaaz ve vaizler 299, 300, 307
Vak’a-i hayriye 146, 151, 152
Vakıflar 112, 113
Veli - öğretmen ilişkileri 206
Ahmet Yesevî 22, 38, 39, 64, 436 Âşık Garib 110
Ak Şemsettin 100, 122 Âşık Kerem 110
Akdağ, Mustafa 84, 85 Âşık Paşa 56, 57
Âkil Muhtar 317
520 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
Atatürk (Önsöz), 7, 13, 17, 200, 210, 217, 257, Bumin Kağan 10, 12
259, 290, 293, 296, 304, 310, 317, 318, 320, Busbecg 136
321, 327, 328, 331, 333-345, 347, 352, 359,
360, 364-366, 386, 392, 403, 405, 414, 421, Buyse, Ömer 409
422, 428, 435, 437, 438, 439, 442, 443, 444,
450
Atilla 6, 7 c
Averroes (Bkz. İbni Rüşd) Cacabey 48
Avicenne (Bkz. ibni Sina) Cafer Han (Bkz. Almuş Cafer Han)
Ayşe Sıdıka Hanım 185, 212, 213 Candaroğlu İsmail Bey 63
Aytoldı 31-34 Cebesoy, A. Fuat 200
Cemâlettin Afgâni 169
Cemal Hüsnü 332
B Cengiz 138
Bacon, Fr. 72 Cevdet Paşa (Ahmet) 103, 105, 159, 164, 177,
Baki 110, 165 186, 187, 193, 195, 208, 209, 441
Bağdatlı Ruhi 211 Cevheri 139, 141
Balasagunlu Yusuf 22, 31, 437, 449 Çevri Kalfa 164
Baltacıoğlu, i. Hakkı 190, 266, 267, 274, 280, Compayre, G. 214, 262
283, 290, 299, 300, 314, 315, 317 Conker, Nuri 290, 292
Batlamyus 66 Copernic 72
Battal Gazi (Seyit) 20, 110 Cüveynî 46
Bayezid (1) (Bkz. Yıldırım Bayezid)
Bayezid (II) 69, 77, 89, 100, 102, 112
Bayındır Han 10 Ç
Beals, L. 409 Çağlar, Behçet K. 343
Bellini 66 Çağrı Bey 41
Berker, Aziz 231 Çelebi Sultan Mehmet 62, 95
Berkes, Niyazi 137 Çelebizade Âsim 139
Diekerman, W. 409
Dirse Han 7
F
Fahrettin Acemi 62
Dubois 280
Fahrettin Razi 79
Dukak Bey 41
Farabi 21-25, 45, 124, 342, 437, 449
Durkheim 30, 309
Fatih Sultan Mehmet 59, 65-67, 69, 76, 81, 83,
Dursunoğlu, Cevat 360 87, 88, 89, 91-94, 98-100, 103, 110, 111,
114, 122, 126, 450
Duru, K. Nami 267, 268
Fatma Sultan 165
E Fatma Turan Melik 48
Ebû Berze 22 Fazıl Ahmet 214, 216, 280
Ebû Hanife (imam-ı Âzam) 124 Ferit 289, 297
Ebû Hayr ibni Baba 22 Ferry, Jules 151
Ebû ishak 46 Fethullah Şirvanî 63, 64
EbûlfadI 22
Firdevsî 42
Ebulferec bin Cevzî 118
Fisagores 74
Ebû Maşer 22
Fossati 216
Ebulvefa 22
Françesko (Bkz. Fransuva I)
Ebû Said Ebu’l Hayr 54
Ebussuud Efendi 78, 111 Fransuva (I) 73, 105, 160
Ethem Nejat 289, 291, 296, 297, 305 Grati Efendi 238, 248
L
Lâmia 275
Kadızade Ahmet Şerpsettin 73
Le Play 313
Kadızade Mehmet Efendi 82
Leonard de Vinci 72
Kalenderoğlu 117 Ç
Leyla 110
Kalpsüz, Turgut 353
Lokman Hekim 124
Kansu, N. Atuf 287-289, 298
Louis (XV) 102
Kanunî Sultan Süleyman 59, 67, 83, 87, 96, 98,
101, 103, 105, 111, 113, 160 Lütfi Paşa 131
Kapağan Kağan 10
Kapril Noradonikyan 323
M
Karabekir, Kâzım 320, 324, 325
Maaske, R.J. 409
Karaçun 137, 138
Macit Bey (Yarbay) 259
Karagöz 110, 111
Mahmut (I) 80, 87. 89, 140
Karamanoğlu İbrahim Bey 63
Mahmut (II) 55, 81, 90, 143, 146, 148, 151, 152,
Karamanoğlu Mehmet Bey (I) 42, 63 193, 427
Kara Sait 117 Mahmut Paşa 98
Karatay 48 Mahmut Nedim Paşa 223
Kaşgarlı Mahmut 22, 35-38, 42, 437, 449 Makariye 96
Kâtip Çelebi 61, 83, 87, 125-128, 132, 139, 140, Malche, Albert 358, 359, 409
437, 449
Manas 436
Kavalalı Mehmet Ali Paşa 152, 427
Martin Luther 72
Kaygusuz Abdal 57
Mazhar 317
Kaynak, S. 288
Mecnun 110
Kayserili Davut 62
Mehmet (i) (Bkz. Çelebi Sultan Mehmet)
Kayserili Rüşdü Bey (Dr.) 211
Mehmet (II) (Bkz. Fatih Sultan Mehmet)
Keloğlan 58, 110
Mehmet (III) 87, 101
Kemal Efendi (Paşa) (Ahmet) 165, 177, 191,
194, 195, 207-209, 217 Mehmet Ali 317
IJİethüdazade Mehmet Ârif Efendi 150 Mehmet bin Mustafa el-Vânî 139
keykâvus 114 Mehmet Âsim Efendi 259
I
Kınalızade Ali Efendi 124, 125 Mehmet Cevdet Efendi 168, 186
Koçi Bey 84, 87, 129, 130, 131, 445 Mehmet Efendi (Bosnalı) 153
Konfüçyüs 15 Mehmet Nadir Bey 240
Köprülü, Fuad 136 Mehmet Reşat (Padişah) 265, 272
Köroğlu 110 Mehmet Tevfik Bey (Topçu Kolağası) 259
Kutluk (llteriş) Kağan 10, 12 Mehmet Vehbi 289
Kuyucu Murat Paşa 117 Mehmet Vehbi (Maarif Vekili) 320
Kühne 409, 410 Melekpaşazade Abdülkadir Bey 150
Kültegin 10, 11, 12 Melekzade Fuat 213
Küntoğdı 31 Meliha 275
Melik Gazi 48
524 TÜRK EĞİTİM TARİHİ
S
Sabri Cemil 289, 296
Ş
Şah İsmail 84
Sadi (Şeyh) 91, 115-119, 149
Şakir Paşa 243, 245
526 TÜRK EĞİTİN! TARİHİ
T
Yağıbasan 48
Tahir (Bursalı) 258
Yahya Efendi (Mühendishane Hocalarından) 145
Takiyüttin 61,73
Yahya Efendi (Darülmuallimîn Başhocası, Deniz
Tanrıöver, H. Suphi 280, 320, 322, 358
lili) 177
Tarcan, S. Sırrı 289, 317
Yahya Galip 201
Taşköprülüzade 78
Yakup Bey (Akkoyunlu Hükümdarı) 64
Tek, Müfide Ferit 176
Yaşargil, M. Gazi (Dr.) 234
Tekben, Şerif 395
Yavuz Sultan Selim 73, 78, 84, 100, 101, 111
Teoman 6
Yazıcıoğlu Ahmet 122, 123
Tevfik Bey 197
Yazıcıoğlu Mehmet 122, 123
Tevfik Fikret 280, 304
Yıldırım Bayezid 62, 91, 121
Thomsen 11
Yirmisekiz Çelebi Mehmet Efendi 137, 138
Timur 64
Yorgi 323
Tırnovalı Osman Nuri 215
Yunus Emre 39, 56, 57, 449
Tomkins, E. 409
Yusuf Bey 197
Tonguç, i. Hakkı 287, 393, 396, 413
Yusuf Kadir Han 22
Tonyukuk 10, 11
Yusufyan 237
Topçu, Nurettin 407
Yücel, H. Âli 333, 353 , 393, 401,410, 413
Topçuoğlu, Hamide 362
Tuğrul Bey 41,43
Tunç, M. Şekip 296 Z
Zeki Bey (Türkçe Öğretmeni) 322
pLır^Sft dû , Orcidiatılfi *
Lı'^abiA ,1 gl^klc/'iAÎ -io^leotler.,,
(Sİ.V/VUΣ^ JIaA
bp I ,b Ö^UAC, Q «/ejerfAi feVtz'j/ice £I<ı^
k'^talûKn b>!î/^c^^n
J' ab-ı/h bîriii b^b jD fkıf-k. ant^
*-
âiteAMf'i
bi^Au
'5
cdı
■'p
) f'
i ekrbal I Aj?- bt'lcı^ tSıJtâıp
i e la^ dfi A öepra.
-?^j(/özYf«-Aİİa ,
-ir 'Te'^P^z <9^
Jiev>er&bf»p