Tuncer Gülensoy - Ve Tanrı Türkü Yarattı

You might also like

Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 115

v e ...

TANRI
TÜRK'Ü
YARATTI
T ü rk Boylarının M itolojileri, Destanları ve Efsan eleri ile Ze b u r,
Te v ra t ve K u r’an-ı K e rim ’ e G öre Dünyanın ve Kişi O ğlunun Yaratılışı

Sadece Okumak ve
18
İncelemek içindir
BİLGE
KÜLTÜR
ÜcretiSA Yoktur
NAT
İnceledikten Sonra Siliniz ve Bulursanız Satın Alınız.

PROF. d r . T U N C E R G Ü L E N S O Y

Levent Şahverdi Arşivi


Arşivi
Levent Şahverdi Arşivi
TANRI
TÜRK’Ü YARATTI

Levent Şahverdi Arşivi


VE... TANRI TÜ RK'Ü YARATTI
Prof. D r. T u n c e r G ülen soy

© Bilge Kültür San at Yayın D ağıtım San. ve T ic. Ltd. Şti.


Sertifika No. 16228

1. Basım : H aziran 2017

ISBN : 9 7 8 -6 0 5 -9 5 2 1 -3 4 -5

G en el Y ayın Y ö n etm en i: Ahm et Nuri Yüksel


Y ayın a H azırlayan: Osman Sevim
Kapak: Kenan Ûzcan
Sayfa D üzeni: Nurel Naycı
Baskı: Alem dar Ofset
D avutpaşa Cad. Besler İş M erkezi No: 29-30 Topkapı 1İstanbul
Tel: (0212) 544 23 09
K apak Baskı: Azra M atbaacılık
Cilt: Çevik M atbaacılık

BİLGE KÜLTÜR SANAT


N uru osm an iye Cad. K ardeşler H an N o: 1 Kat: 1 3 4 1 1 0 C ağaloglu / İstan b u l
T el: (0212) 520 72 53 (Pbx) Faks: (0212) 511 4 7 74
bilg e@ bilg eyay in cilik .com w w w .bilgeyayincilik.com

Levent Şahverdi Arşivi


V E ...
TANRI
TÜRK’Ü YARATTI
(Türk Boylarının Mitolojileri, Destanları ve Efsaneleri ile
Z eb u r, Tevrat v e K u r'a n -ı K e rim ’e Göre
Dünyanın ve Kişioğlunun Yaratılışı)

PROF. DR. TUNCER GÜLENSOY

IS
BİL G E
KÜLTÜR
SANAT

Levent Şahverdi Arşivi


Prof. Dr. Tuncer Gülensoy
Şevki Bey ile Lütfiye Hanım’ın ilk çocuğu olarak 30 Ocak 1939’da
Uşak’ta dünyaya gelen Tuncer Gülensoy, 1960-1961 öğretim yılında
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türkoloji Bölümü’ne girdi.
1962-1963 öğretim yılında Ankara Üniversitesi DTCF Türk Dili ve
Edebiyaü Bölümü’ne naklolarak bu bölümden mezun oldu (1964).
Ocak 1970’te "Moğolların Gizli Tarihinde Hal Ekleri ve Cümlede Kul­
lanılış Şekilleri” adlı tezi ile doktor unvanını aldı. Nisan 1974’te A.Ü.
DTCF Türk Dili Kürsüsü’ne asistan olarak atandı. 15 Ekim 1976’da
Texas Tech University (Lubbock-Texas) ’ye misafir öğretim üyesi ola­
rak giderek, “Archive of Turkish Oral Narrative”de Prof. Dr. Warren S.
Walker ve Anadolu Türk masalları yazan Barbara K. VValker ile çalıştı
(1976-1977). Türkiye’ye döndükten sonra A.Ü. DTCF’de “Eski Yazı ve
Osmanlıca” ile “Moğolca” dersleri verdi. 1987 yılında Fırat Üniver­
sitesine doçent olarak geçen Gülensoy bu yıllarda Türk Dili ve Ede­
biyatı Bölümü Başkanlığı, Rektörlük Türkçe Bölümü Başkanlığı ve
Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü (1985-1989) görevlerini yürüt­
tü. 1989 yılında profesör olan Gülensoy, aynı yıl Erciyes Üniversite­
sin e geçti. 31 Eldm 1998’de, Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyaü Bölümü Kurucu Başkanlığı
görevini üstlendi. 2000-2001 öğretim yılında Erciyes Üniversitesine
dönen Gülensoy, 2001-2002 döneminde Gime Amerikan Üniversi­
tesinde öğretim üyesi olarak görev yaptı. 2002-2003 öğretim yılında
Erciyes Üniversitesine döndü. 30 Ocak 2006 tarihinde emekli oldu.
Eserlerinden bazıları şunlardır:
1)Ignacz Kunos, Türk Halk Edebiyatı (hzl. Dr. Tuncer Gülensoy),
İstanbul 1978.
2) Anadolu ve Rumeli Ağızlan Bibliyografyası (Anadolu-Kıbns-S
ye-Irak-Bulgaristan-Yunanistan ve Romanya Türk Ağızlan), An­
kara 1981.
3)Kürm anci ve Zaza Türkçeleri Üzerine Bir Araştırma, Incele-
m e-Sözlük, Ankara 1983.
i) Kütahya ve Yöresi Ağızları, Inceleme-Metinler-Sözlük, Ankara
1988.
5) Orhun'dan Anadolu'ya Türk Dam galan Damgalar-Enler-lmler,
İstanbul 1989.
6) Kürtçenin Etimolojik Sözlüğü, Ankara 1994.
7) Eski Yazı ve Osmanlıca Dersleri I. (Eski Yazı-Osmanlıca-Tarihi
Metinler ve Okuma Parçalan- İmlâ Kılavuzu), Kayseri 1994.
8) Manas Destanı -Türkiye Türkçesi ile-, Ankara 2002.
9 )Kırgız Türkçesi-Türkiye Türkçesi /Türkiye Türkçesi-Kırgız Türk­
çesi Sözlük, Kayseri 2004.
10)Türkiye Türkçesindeki Türkçe Sözcüklerin [Tarihî-Yaşayan Türk
Dilleri], Anadolu Ağızları ve Altay Dilleri İle Karşılaştırmalı Kö­
ken Bilgisi Sözlüğü, I. (A-K). -Etimolojik Sözlük Denemesi-, Anka­
ra 2006; II (L-Z), Ankara 2006.
Daha fazla bilgi için bk. www.gulensoy.com
Levent Şahverdi Arşivi
İÇİNDEKİLER

SÖZ BAŞI................................................................................................. 9

VE... TANRI TÜRK’Ü YARATTI


Türkler’de Kadın ve Kadının Yeri...................................................13
Kadın Kam lar.........................................................................................14
Kız İstem e............................................................................................... 15
Tepik (Ayak Topu) Oyunu.................................................................16
Altaylılar’da Giyim Kuşam ve Âdetler .......................................... 17
Kamın Giyim Kuşamı ve Defi..........................................................18
(M anyak, H ayat A ğacı, Geyik, T am ga, İm,
Kayın Ağacı, Yayın B alığı D erisi, A ğız K o m u z u )
Kamın Gökyüzüne Seyahati............................................................ 19
(Kök Tengri, D o k u z u n cu Kat Gök)
Eski Türk Müzik Aletleri....................................................................21
(D om b ra, Kıl Kıyak, K obuz, A ğız K obuzu,
Y atuğan, D ü d ü k , Sıbızgı)
Türk T ip i..........................................................................................................21
Kamın Ölüp Yeniden Dirilmesi (“Şam an” Adlı Şiir).............. 22
Altaylar’da ö lü m ................................................................................. 26
(Balbal, Taş B aba, Taş N in e)
Kam Annemin Ölümü ve Yuğ T ö ren i .......................................... 27
(Türkler’de Ölü Gömme)
(M eza r E tra fın d a D o k u z K ez D ö n m e k ;
Saçı Y a p m a k ; A t ve K oyun K u rb a n E tm ek )
Ben Sınaru..............................................................................................29
Ülgen ve Erlik Kimdir?...................................................................... 29
Levent Şahverdi Arşivi
Türkler’in ilk Atası Apa E çe............................................................. 30
(Yada Taşı, Yaz Tanrısı, Kış Tanrısı,
Ak Kuğu, Türk [/T ’u-kü-e] Ateş)
Yaratılış................................................................................................. 30
Kişi (İnsan) nin Yaratılışı...................................................................34
Kişioğlunun Yaratılışı ile ilgili Başka Rivayet ........................... 37

KÖK TENGRİ
Kök Tengri, Güneş, Ay ve Yıldızlar................................................42
Eski Türkler’de Ruhlar...................................................................... 42
“Yaratılış” Şiiri (Ahmet Bican Ercilasun)...................................45
Tengri ve Ak Kuğu...............................................................................53
Kök Tengri-2......................................................................................... 54
(Id u k Yir S u b , Id u k , U m ay Kut)
Tuva Efsanesine Göre Yer ve Tufan.............................................56
(T e m ir B o y n u zlu K ök Teke)
Bir Altay Efsanesinde Tufan ........................................................... 56
Babam Atasagun Bilgütay............................................................... 56

TÜRKLÜĞ ÜN “ALTIN BEŞİĞ İ” ALTAYLAR


Türkler’de “El-kün” (ll-gün) ..... .....................................................58
Yuri (Çadır) / Bozüy ve Tündük.................................................... 59
Türk “Tam ga”ları................................................................................60
Koyun ve Keçilerin Kulaklarına Vurulan "E n ”ler....................61
Pastırma ve Kurut............................................................................... 62
Ocak ve Ottigin (Otçigin)=Ateş Prensi........................................62
Giyim Kuşam........................................................................................64
Türkler’de A t........................................................................................ 64
Türkler’de Kurt....................................................................................66
Güreş...................................... ................................................................ 68
Türkler’de Tuğ ve Davul.................................................................. 69
Türk Toplum unda Kadın................................................................ 70

Levent Şahverdi Arşivi


TARİHÎ TÜ R K KAVİMLERİ
Iskitler/Sakalar......................................................................................71
Hunlar...................................................................................................... 71
KökTürkler.............................................................................................72
IJvgurlar.................................................................................................. 74
Kanglılar-Kıpçaklar-Karluklar-Halaçlar......................................76

TÜRK DESTANLARI
Yakut Türkleri’nin Yaratılış Destanı ............................................. 79
Oğuz Kağan D estanı...........................................................................83
Göç Destanı (ve Kutsal Işık).............................................................88
Çinliler’e Verilen Türk’ün Kutsal Kayaları (Taşlan) ............... 90
Ergenekun D estanı............................................................................. 92
Alan Ko’a ve “Işıktan D oğm a” Efsanesi ...................................... 93
Çinggis Kağan’ın Ölümü Hakkında ............................................. 95
Çinggis Kağan’ın Yasaları ................................................................ 96
Balballar..................................................................................................98
Kurganlar................................................................................................99
Pazırık Kurganı ve İlk Türk Halısı................................................. 99

SEMAVÎ D ÎNLERE GÖRE YARATILIŞ


“Zebur”a Göre Dünyanın Yaratılışı............................................100
Hazret-i M usa’ya Gönderilen “Tevrat”a
Göre Dünyanın Yaratılışı.........................................................101
Âdem ile Havva
Göğün ve Yerin Yaratılışı......................................................103
Kay in (Kabil) ile Habil.................................................................. 106
“Kur’an-ı Kerim”de Yaratılış........................................................108
A ’r a f sûresi
N a h l sûresi
S â d sûresi
Z ü m e r sûresi
M ü ’m in (G âfır) sûresi
R a h m a n sûresi
N û h sûresi
Tîrı sûresi

SON SÖZ 111


Levent Şahverdi Arşivi
Levent Şahverdi Arşivi
SÖZ BAŞI

Bu küçük kitap Türk gençlerinin dil, tarih, destan,


efsane, mitoloji, etnografya, a d bilimi, halk bilim i gibi
konuları okuyup öğrenmeleri, yorumlamaları ve ken­
dilerinden sonra gelecek olan “kuşak”lara taşıyabilme­
leri için kaleme alınmıştır. Benim anlatmak istediklerim
aşağıda yazdıklarımdan ibaret değildir. Türk siyasi ve
kültür tarihi pek çok kavmin tarihinden daha eski, daha
ilgi çekici ve daha zengindir.
Bu satırları yazan kişi çok uzun yıllar çeşitli üniver­
sitelerin Türk Dili ve Edebiyatı (Türkoloji) bölümle­
rinde “hocalık” yapmış, binlerce öğrenciye çeşitli ko­
nularda dersler vermiş, yirmi beş seçkin öğrencisine
de “doktora” yaptırarak, bugün onların çeşitli üniversi­
telerimizde profesör, doçent ve yardımcı doçent olarak
görev almalarına vesile olmuştur.
Bu satırları yazan kişi uzun akademik hayatı bo­
yunca çok zengin bir kütüphaneye sahip olmuş, yıllar
boyunca topladığı yirmi bine yakın kitabından 4000 ka­
darını 2004 yılında Erciyes Üniversitesi Fen-Edebiyat
Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’ne bağışlamış;
o zamanın rektörü, yardımcıları ve dekanlarının katıldı­
ğı bir tören ile de bağış kütüphanesinin açılışı yapılmış­
tı. Fakat Gülensoy 2006 yılında emekli olduktan sonra,
DTCF’den de öğrencisi olan Kerkük doğumlu, rahmetli
Levent Şahverdi Arşivi
Prof. Dr. Muharrem Ergin tarafından [Üniversitelerde
hocalık yapmayacak kaydı ile doktora yaptırılan ve
doçentlik tez aşamasından 3 kez sınavda başarılı ola­
madığından dolayı İlahiyat Fakültesi’nin “İslâmî Türk
Edebiyatı” bilim dalından müracaat ederek, başarılı (!)
bulunduğu için “doçent” olabilen ve zamanın rektörü
tarafından Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’ne kadrolu
atanan] bir Türkolog (!), “Kurucu” (sıfatlı) Dekan (!)
tarafından paketlenerek çatıya ya da bodruma kaldırı­
lan kitaplar zamanın acımasızlığına terk edilmiştir. O
dönemin tıp kökenli Rektörü tarafından Edebiyat Fa­
kültesi kurucu dekanlığına atanan bu sözde Türkoloğa,
bağış kütüphanesini dağıttığı ve “Prof. Dr. TÜRKOLO­
Jİ İHTİSAS KİTAPLIĞI” yazılı büyük boy pirinç levhayı
da ortadan kaldırdığı için, 9 yıl önce manevi tazminat
davası açılmışsa da kamuya mal olan bu duyarsızlığın
adli sonucu hâlâ alınamamıştır.
(Not: 6000 kadar kitap Kastamonu Üniversitesi TDE
Bölümü’ne “Prof. Dr. Tuncer Gülensoy Türkoloji ihtisas
Kitaplığı” adı ile bağışlanmış ve bu kütüphane 2015
Nisan ayında törenle açılmıştır.)
Bu satırların yazarı şimdi 78 yaşındadır ve hâlâ oku­
yup yazmakta, kongrelere tebliğler sunarak katılmakta,
gençlere konferanslar vererek onları aydınlatmaya ça­
lışmaktadır. Bu satırların yazarının Boğaziçi Yayınevin­
de, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı’nda, Türk Kültü­
rünü Araştırma Enstitüsü’nde, Türk Dil Kurumu’nda,
Akçağ Kitabevi’nde, Kültür Ajans Yayınevi’nde (Anka­
ra), Bilge Kültür ve Sanat Yayınevi’nde (İstanbul) basıl­
mış 60 kadar eseri bulunmaktadır. Kendisi için 4 adet
“Armağan" kitabı basılmış, Erciyes, Tarla ve Bilig adlı
üç dergiye de kapak ve özel sayı olmuştur. Yayımlan­
mış 2000 kadar makalesinden yapılan 200 kadar seçme
Levent Şahverdi Arşivi
bilimsel yazıdan oluşan III ciltlik “1) Türkoloji, 2) Al-
tayistik/Mongolistik, 3) Halkbilimi/Folklor” adlı 1600
sayfalık bir seçme makaleler kitabı hazırlanmış olup
Akçağ Kitabevi tarafından yayımlanacaktır
Bu satırları yazan kişinin bir şikâyeti vardır: O da
zamanın gençlerinin okumaması, araştırmaması ve
yorum yapmamasıdır. O, dünyanın dörtte üçünü ge­
zip görmüş, Türkiye’deki Ankara Dil ve Tarih-Coğraf-
ya Fakültesi, Elazığ Fırat Üniversitesi, Kayseri Erciyes
Üniversitesi’nden başka Texas Tech (USA-Texas), Gir-
ne Amerikan Üniversitesi (Kıbrıs) ve Bişkek Kırgızis-
tan-Türkiye Manas Üniversitesi’nde de görev yapmış­
tır. Rusya’da ve Amerika’da gördüğü okuyan ve çalışan
gençlerin çokluğu onu daha da kamçılamış, daha çok
araştırmaya ve yorum yapmaya yöneltmiştir.
Elinizdeki bu küçük kitap daha önce, bir ay içinde
iki baskısı yapılan Barbar Türkler (Akçağ Yayınevi, An­
kara 2011) adlı eserin içindekilerden farklı olup, konu
tarih-mitoloji-efsane-hatıra-belgeselkanşımıdır. Bu ki­
taptaki olayları ve konuları anlatan, yorum yapan kişi
Altaylı bir Türk kadın kam (şaman) olan Sınaru ger­
çek bir kişi olup, bu satırların yazarı ile birlikte Manas
Üniversitesi’nde görev yapmıştır.
Bu kitabı, Ulu Ö nder Gazi Mustafa Kemal Ata­
türk’ün Cumhuriyetini emanet ettiği Türk gençlerine
armağan ve ithaf ediyorum. Kendi tarihlerinin, mito­
lojilerinin, destanlarının ve kültürlerinin kısa bir özeti­
ni okuyup öğrenerek daha güzel ve daha geniş eserler
ortaya koyabilsinler. Çünkü Türkiye’nin geleceği on-
lardır, Türkiye onların eserleri ile daha da güçlenecek,
ebet-müddet yaşayacaktır.
Prof. Dr. Tuncer Gülensoy
30 Ağustos 2013/2017-B atıkent/A nkara
Levent Şahverdi Arşivi
Levent Şahverdi Arşivi
V E ... TANRI TÜRK’Ü YARATTI

Benim adım Sınaru. Ben, en eski Türk kültürünün


beşiği olan, zirveleri "ak” ve “gök” bulutlara, yemye­
şil etekleri “kara göl”lere uzanmış Altaylar’da doğan,
“gözleri masmavi, benzi beyaz, saçları sarıya çalan”
bir Altay Türkü kızım. Altaylar’ın kuzeydoğusunda,
îrtiş [< Er+tüş ‘Ordu DurV] ve Ulba nehirlerine bir kuş
uçumu mesafede, Katun Karagay gölünün düzlüğün­
de, her şeyiyle Türk, kayım-meşesi Türk, danası-ku-
zusu Türk, bürkütü-sunguru Türk, geyiği-tekesi Türk,
kekiği-yarpuzu Türk, kocası-karısı Türk, çoluğu-çocu-
ğu Türk bir obada doğmuşum.
Babam Bilgütay, obanın “atasagun”u, “aksakal”ı
ve bilge kişisi idi. Obanın kız, erkek bütün gençlerine
Türk’ün dilini, tarihini, töresini, gelenek ve görenekle­
rini, yay çekmeyi, ok atmayı, ata binmeyi, güreşmeyi,
av avlamayı, yır yırlamayı, kobuz ve dombra çalmayı
o öğretirdi.

Türkler’de Kadın ve Kadının Yeri


Annem Ötüken Katun da Altaylar’ın iyi ruhları tara­
fından seçilmiş bir kamdı. Bütün Türk boylarında oldu­
ğu gibi bizim obada da kadın kutsaldı, saygı duyulur,
bütün kengeşlerde ve kurultaylarda en ön safta yer
alırlardı. Annemin “tör”de oturma sırası da belirliydi.
Levent Şahverdi Arşivi
Ailenin varlığını, yaşadığını belirten yurdun (çadırın)
içindeki “ocak”ın solunda, aile atasının, babamın ya­
nında yer alırdı. Türkler, seferde ve savaşta "bozüy”ün
içinde yanan ocağın sönmemesi için obada bırakılan
“Ateş Prensi”ni {OttiginM oğolca: Otçigin) doğuran,
emziren, büyüten, eğiten ve öğreten “anne” olduğu için,
kadınına saygı duyar, başka dilli halklarda olduğu gibi
kadınlarına ağır işler yaptırmaz, onlara kötü muamele
etmez, köle gibi kullanmaz, bir şişe “arak”a satmazlardı.
Altaylı atalarımın “avcılık” ve “toplayıcılık” yaptığı
dönemlerde aile ocağını kadınlann koruduğu ve bu ka­
dınların kozmoloji ile ilgili bütün göksel bilgileri ellerin­
de tuttuğu anlatılır. Bana göre, annem de böyle bir doğa
üstü güce ve bilgiye sahipti. Eğer öyle olmasaydı, kaya­
lara çizilmiş ayrı ayrı doğa güçlerinin ruhu olan kadın
figürlerine gerek duyulur muydu? Taştan, kemikten,
ağaçtan, balçıktan kadın heykelcikleri yapılır mıydı?

Kadın Kamlar
Annemin annesinin annesinin annesi, onun anne­
sinin annesi ve onun annesi iyi ruhlar tarafından se­
çilmiş, eğitilmiş birer “kam”dı. Altaylar’da hayat bulan
ve yaşayan Türk inancına göre ilk olarak kadın kamlar
vardı. Annem de ruhlarla çevrelenmiş evrende ve yağız
yerde insanoğullannı koruyan, kollayan, onlara “kut”
verilmesinde aracılık eden; gökteki güneş, ay ve yıl­
dızlarla; yerdeki dağ, göl, nehir, ağaç, kaya ve rüzgârla,
yıldınmla, şimşekle konuşan; kartal (bürküt), doğan,
baysungur (baişingkor), puhu, kaz, ördek, suna, kuğu
gibi uçan, kurt (börteçinoa), ayı, geyik, arslan, bars,
kunduz, porsuk, argun gibi güçlü yaban hayvanlanyla
da konuşup anlaşabilen, gönlü, yüreği ve teni, içi ve dışı
iyi ruhlarla dolu bir varlıktı. O yüzden de, kadın kam
Levent Şahverdi Arşivi
olarak kamlığın bütün özelliklerini taşıyorlardı. Ger­
çek bir kam olan annemin, kendisinden kuşaklar önce
yaşamış ata-analarından kalan birkaç koruyucu ruhu
vardı. Kimsenin bilmediği, duymadığı sırlarla dolu, gi­
zemli, mistik ve mitsel bilgileri ona bağlı bu ruhlardan
ve o ruhların yardımcıları öteki ruhlardan alırdı.

Kadın şaman (kam)

Kız isteme
Altay Türkleri’nde kaç-göç yoktur. Kızlarımız, be­
yaz tenli, badem gözlü, gözleri genellikle mavi, yeşil
ve elâ renklidir. Obamızdaki oğlan çocuklarıyla bera­
ber büyüdükleri için de herkes birbirlerini tanır. Aile
çadırında, hayvan gütmede, otlaktan otlağa göçmede
erkek ve kız çocuklar hep beraber olurlar. Tepik adını
verdiğimiz top oyununda, “yüzük saklama oyunu”nda,
hatta “güreş”te bile birliktedirler.Levent Şahverdi Arşivi
Evlenme çağma gelen oğlanlar obadaki ya da komşu
obalardaki bir kızı beğenirlerse, kız tarafına bir “dünür"
göndererek kızı istetir. Genellikle de olumlu cevap alınır.

Tepik (Ayak Topu) Oyunu


“Tepik”, Kaşgarlı Mahmud atamızın XI. yüzyılda
yazdığı Dîvânü Lugâti’t-Türk adlı eserinde de kaydet­
tiği gibi, kurşun (<kurguşun) dökülerek yapılmış bir
yuvarlağın etrafına keçi kılı sarılmış bir toptur. En az
yedişer kişiden oluşan iki takım tarafından oynanan
bu oyunda, bu topu karşılıklı kurulan kalelere atmak
esastır. Kızlar da erkeklerle birlikte oynayabilirler.
Bugün bütün dünyayı saran ve İngilizce “football"
(=ayak topu) denilen bu oyun eski Türkler’den kalma­
dır. Hatta Ingilizlerin at üzerinde, sopalarla küçük bir
topa vurarak oynadıkları oyunun da bizim atalarımı­
zın oynadıkları “çöğen" (>Farsça: çevgân) adlı oyun­
dan kopya edildiğini tarihî belgeler kaydeder.

Kızların erkeklerle birlikte oynayabildiği tepik oyunu


Levent Şahverdi Arşivi
Altaylılar’da Giyim Kuşam ve Âdetler
Kök Türkler’de olduğu gibi, bizim erkeklerimizin
saçları da uzun ve iki “belik” hâlinde örgülüydü. Giy­
silerini soldan sağa doğru düğmeliyorlardı. Keçe ça­
dırlarda (yurtlarda) yaşıyorlar, hayvancılık ve avcılıkla
geçiniyorlardı. Silahlan ok, yay, mızrak, kılıç ve tokmak
(gürz) ’tı. Bellerinde mutlaka “kurt başlı” hançer taşırlar,
savaş sırasmda “demir halkalardan örme” zırhlı ceket
(Moğolca: Cebe) giyerlerdi. Savaş atlarının da üzerle­
rinde kalın deriden yapılmış zırhlan vardı. Savaşa veya
vuruşmaya giderken bir sancak (<sarıç-ak) taşırlardı. Bu
sancak direğinin tepesinde “altından bir kurt başı” bulu­
nurdu. Eskiden, KökTürkler zamanında, Muhafız Birliği
subaylarına dabörü (=kurt) denirmiş. Çünkü, KökTürk­
ler de ilk atalarımız Iskitler (Sakalar) ve Hunlar gibi “dişi
kurdun soyu”ndan geldiklerine inanırlarmış.

Bozüyler (çadırlar)

Bizim obada ve bütün Türk obalarında “adam öl­


dürenler, evli bir kadına tecavüz edenler, atların koşum
Levent Şahverdi Arşivi
takımlarını çalanlar” ölümle cezalandırılırdı. Bu gele­
nek çok eski atalarımızın koyduğu yasalara dayanı­
yordu.
Bekâr kızlara tecavüz edenler, para cezası öderler
ve o kızla evlendirilirlerdi. Birini yaralamak, ona zarar
vermek de suç sayılır, mal ile cezalandırılırdı.
At veya eşya çalanlar, çaldıkları atın ve eşyanın
on katını ödemek zorunda kalırlardı (Ercilasun, Türk
Kağanlığı ve Türk Bengü Taşları, s. 41). O yüzden Altay
Dağlan’nın uçsuz bucaksız odaklarında at, sığır ve ko­
yun odatan erkek ya da kuzlarımız günlerce yalnız başla­
rına yaşayabilirlerdi. Kimse onlara zarar vermez, hayvan
hırsızlığı da görülmezdi.

Kamın Giyim Kuşamı ve Defi


Kam annemin giyim kuşamı çok ilgi çekici idi. Üze­
ri küçük zillerle, demirciler tarafından örs üzerinde
dövülerek yapılan metal levhalar ve terziler tarafın­
dan biçilmiş kurdeleler ile dolu “manyak” adı veri­
len renkli bir kaftan giyer, sol elinde, üzerinde “hayat
ağacı”, “geyik”, çeşitli “tamga”lar, “im”ler çizilmiş
“kayın ağacı” dalından bir kasnağa gerili, yayın b a ­
lığı derisiyle kaplı bir “def’ taşırdı. Sağ elinde tuttuğu
kem ikten ya da kayın ağacından yapılmış tok m ak ile
bu defin derisinin üzerine vururdu. Her tokmak dar­
besiyle ortaya çıkan:
“dum,
dum, dum!
dum! dum! dum! dum!
dum! dum!
dum!
sesleriyle, kendisi de bir meydanda yanan kıpkızıl ateş
kümesinin etrafa saçılan kıvılcımların içinde döner,
Levent Şahverdi Arşivi
dönerdi. Bu arada atalardan kalan büyülü “kam yır­
la rın ı söyler, dişleri arasına koyup çaldığı dövme de­
mirden yapılmış “ağız komuzu” ile ormandaki bütün
kuşların, aladoğan, kartal (bürküt), sagızkan (saksa­
ğan), sungur ve çaylağın ötüşlerini; bozkurdun ulu­
masını, alageyiğin böğürmesini, aygırın kişnemesini
kulaklarımıza yansıtır, boğazından çıkardığı:
“ağğığay! ağğğoy! ağğ, ağğ!"
sesleriyle hem kendisi hem de onu dinleyen etrafın­
dakiler kendilerinden geçerlerdi.

ilgi çekici kıyafeti ve davulu ile bir kam

Kamın Gökyüzüne Seyahati


Kam anam, her gerçek kam gibi atalarından öğ­
rendiği kam dualarını okur, kimsenin görmediği bir
zamanda “göksel seyahat” yapar, “Kök Tengri”ye
ulaşır, geri dönerdi. Ona göre KökTengri’ye ulaşmak,
Levent Şahverdi Arşivi
dokuzuncu kat göğe kadar çıkmak her kama nasip
olmazmış, öyle derdi. (îslâmiyette de Hz. Muham-
med’in “Miraç”ta Allah’ın huzuruna çıkması gibi.)
Annemin gök mavisi gözleri de çok güçlü idi. Ba­
zen, baktığı zaman gökteki bir kartalı yere düşürür,
güçlü ve azgın bir boğayı dizlerinin üzerine çökertirdi.
Annemin atalarının atalarının ataları kadın kamla­
rın, MÖ iki bin yıllarında kayalara kazınmış olan çizgi
resimlerde, başlarında geyik ya da boğa “boynuz”u
olarak tasvir edildikleri belirtilir. Demek ki kamlar,
başlarına taktıkları geyik ya da boğa başları ile daha
güçlü ve görkemli görünmeyi hedefliyorlardı. MÖ
1200-1300 yıllarında da Altay ve yöresi kadın kamla­
rının öldükten sonra mezarlarına giysileri, “manyak”-
ları, yiyecekleri ve atları ile gömüldüklerini arkeolojik
kazılardan öğreniyoruz.

Başındaki boynuzu ile bir şaman


Levent Şahverdi Arşivi
Altay Türkleri ya da aynı Türkçenin başka bir leh­
çesini konuşan Şor, Hakas, Tuva, Teleüt, Lebed (Kuu
Kişi) gibi komşu Türk boylarında yaşayan insanlar
ruhani bir dünya ile temas kurmak, kaybolan manevi
değerlerini yeniden inşa etmek istedikleri zaman an­
nemi davet ederlerdi. Ben de daha üç yaşında iken
bu tür törenlere katılır, annemin bütün yaptıklarım
dikkatle takip ederek kamlık geleneğinin inceliklerini
öğrenirdim.

Eski Türk Müzik Aletleri


Kam annem, babam gibi, benim bakşım, öğretme­
nim, Türk töre ve geleneklerini; Türk mitoloji, destan,
efsane ve masallarını; Türk türkü ve yırlarını; Türk çal­
gı aletlerinden dombra, kıl kıyak, kobuz, ağız kobuzu,
yatuğan gibi telli ve kaval, düdük, sıbızgı gibi nefes­
li çalgıları çalmayı öğretirdi. Annem bir şifacı, otacı,
kâhin, falcı, müzikle iç içe girerek kendisinden geçen
gerçek bir dansçı, Kök Tengri ile görüşebilen göksel
bir yolcu idi.
Eski Türkler’in müziğinde, tarihî bazı kaynaklara
göre Doğu ve Batı barbarlarının melodileri işitiliyor-
muş. Bunlar yarı vahşi havalar idiyse de kulağa koş
geliyor ve kalplere neşe veriyormuş.

Türk Tipi
Annem, anlatıldığı gibi korkunç bir kam değildi.
Gözleri badem biçiminde, rengi gök gibi mavi; belin­
den aşağıya uzanan belikli saçları sarı; el parmakla­
rı bir kalem gibi ince uzun, pamuk gibi yumuşak ve
narindi. Teni bembeyazdı. Yüzü her zaman gülümser
gibiydi; yalnız öfkelendiği zaman o mavi gözlerinden
Levent Şahverdi Arşivi
şimşekler çakar, ona bakan insanın üzerine sanki yıl­
dırımlar düşerdi. Doğurgan olduğu için de kutsanmış­
tı. Babam kadar güçlü idi.
(Türk insanının yüz ve göz yapısı Çinli, Japon, Ko­
reli, Tibetli ve Mançu’dan çok farklıdır. Onların göz­
leri çizgi gibi çekik, Türkler’in gözleri badem gibidir;
gözlerinin içi hep güler.)
Babamın Agvan Tarihi adlı bir eserden öğrendi­
ğine göre, o eserde ‘'Türkler’i korkunç görünümlü, iri
yarı, geniş yüzlü, kadınlar gibi saçlarını iki belik yap­
mış; karınca gibi kalabalık; halkın tepesine ‘dolu gibi’
yağdırdıkları sivri okları olan; ‘kudurmuş vahşi kurtlar
gibi’ hücum eden” gibi abartılı ifadeler kullanılıyor­
muş. Halbuki biz Türkler, dünyanın en sakin, uysal,
sevimli, gözlerinin içi gülen insanlarıyız. Düşkünlere,
yaşlılara, çocuklara, kadınlara zarar vermez, onları her
türlü kötülüklerden kurtarırız. Altaylar’a ve öteki Türk
boylarına gelen tüccarlar ve Türkler’i yakından tanıyan
seyyahlar, eserlerinde bizi çok güzel anlatıyorlarmış.

Kamın Ölüp Yeniden Dirilmesi


Kamlarla ilgili bir inanışa göre, kam annem, kam-
lık ayinlerinden iki ya da üçünde ölmüş, etleri kemik­
lerinden, uzun sarı saçlı başı gövdesinden ayrıldıktan
sonra, kara bir kazan içinde kaynayıp pişmiş, yeraltı
dünyasının ruhları tarafından etleri yenilmiş; sonra
yeniden canlanmış, başı gövdesiyle, etleri kemikleriy­
le birleşip tekrar bu dünyaya geri dönmüştü. Annem
bu ölüp dirilme olaylarını kimseye anlatmaz, kendi
içinde saklardı.
Türkiye’den Tuncer Gülensoy adlı bir “Türkbilim-
ci” Profesör, Öskömen’e geldiğinde buranın üniversi­
tesine armağan ettiği 34 kitap içinde bulunan Akkula
Levent Şahverdi Arşivi
adlı şiir kitabının 29-32. sayfalarında yer alan “Şaman”
adlı şiirinde bakın neler yazmış. Ben bu şiiri hem ez­
berledim hem de bizim obadaki gençlere ve yaşlılara
da okudum. Onlar da çok beğendiler:

“Altay’da bir şaman vardı,


Atasagun derler idi.
Elindeki defi çalar,
‘KÖK TENGRl’ye söyler idi.

Giysisindeki ziller,
Çalıyordu döndükçe.
Dirilirdi yeniden,
Bu dünyada öldükçe.

Kemik falına baktı,


Benim elimi tutup.
Gözlerini kapattı,
Bu dünyayı unutup.

Yedi kat yere düştük,


Karahan’a ulaştık.
Kazanlarda kaynadık,
Kaynadık sonra taştık.

Ataların ruhları,
Saf saf olup durmuşlar.
Her biri ‘balbal’ gibi,
Sırayla oturmuşlar.

Şaman kan ter içinde,


Döndükçe dönüyordu.
Feri gitti gözünün,
Işığı sönüyordu.
Levent Şahverdi Arşivi
Beni sorguladılar,
Soruları zor idi.
Biri elin uzatıp,
Omuzuma kor idi.

Şaman bunu görünce,


Tutup beni uçurdu.
Yedi kat yeri yarıp,
Yeryüzüne kaçırdı.

Şaman elinde tokmak,


Davula vuruyordu.
Sonra semaya bakıp,
Bir şeyler soruyordu.

Üstündeki giyside,
Kemikten düğme vardı;
Sanki bir çift göz gibi,
İnsanlara bakardı.

Davulunun derisi
İnsan derisi idi;
Üstündeki ‘tamga’lar,
Bir su perisi idi.

Kaftanındaki ziller,
Döndükçe çalıyordu;
Şaman gözü kapalı,
Göklere dalıyordu.

Vurdu, vurdu davula,


Ateşe bir toz attı;
Toz öyle gürledi ki,
Yeri göğü tozattı.
Levent Şahverdi Arşivi
O tozların içinden,
Çıkıp geldi kırk kempir,1
Ağızları kan dolu,
Olmuşlardı bir vampir.

Ellerinde bıçaklar,
Şamana saldırdılar;
Fırtına, boran olup,
Toprağı kaldırdılar.

Şaman elinde davul,


Döndükçe dönüyordu;
‘Ateş’ şamana girdi,
Şamansa ölüyordu.

Şaman son bir gayrede,


‘Yetiş KÖKTENGRİ’ dedi;
‘Yetiş KökTengri’ diye,
Dokuz kere gürledi.

Kök Tengri elin verdi,


DOKUZ KAT GÖK’ten ona;
Güç verdi, kuvvet verdi,
Öyle yürekten ona.

Kök Tengri’nin gücüyle,


Şaman birden canlandı;
Tokmağı sallayınca,
Üstü başı kanlandı.

Öldürdü kempirleri,
Kök Tengri’ye el açtı;
Durdu, elinde davul,
Benimle kucaklaştı.”
1 kempir: kocakarı
Levent Şahverdi Arşivi
Bu şiiri okuyunca, kam anamın Kök Tengri’ye yük­
seldiği o kutsal günleri hatırladım. Atalarımın anlat­
tıklarına göre bütün peygamberler Tanrı katma çıkıp
gelmişler, Tanrı ile görüşmüşler. O yüzden o kişilere
“kutsal” diyorlar.

Altaylar’da Ölüm
Altaylar’da ölen bir kişinin cesedi yurdun (çadırın)
içine konur; çadırın bir kenarına ölen kişinin resmi de
asılır. Taziyeye gelen erkekler bu resmin yanında ağla­
yarak, ölen kişi hakkında güzel sözler söylerler. Daha
sonra ellerini yıkayıp kuruladıktan sonra, ölü için ku­
rulan yemek çadırına alınırlar.
Daha önceden ölenin ailesi, çocukları ve akraba­
ları tarafından kurban olarak kesilen at ve koyun etleri
kazanlarda pişirilerek, pilav ile birlikte taziyeye gelen­
lere ikram edilir. Çok önceleri bu kurbanlar kesilerek
çadırın önüne bırakılırmış.
Taziyeye gelenler daha sonra atlarına binerek ça­
dırın etrafında yedi kez dönerler; ön tarafa gelince de
“yüzlerini bıçakla keserler”miş. Daha sonra birkaç gün
beklerler, uygun bir günde de ölenin cesedini, kurban
ettikleri atını, bütün elbiselerini ve en çok kullandığı
eşyalarını yakarlar; topladıkları küllerini toprağa gö­
merlermiş. Bu törende de yine kurbanlar kesilir, etler
yendikten sonra mezarın etrafında dönerek yüzlerini
bıçakla yaralarlarmış.
Yine eskiden, ölen kişinin mezarının üstüne ve
çevresine sağlığında, savaşlarda öldürdüğü düşman
sayısınca taşları üst üste koyarak bir sütun oluşturur­
larmış. Daha sonraları “balbal”, “taş baba”, “taş nine”
adı verilen insan şeklindeki taş heykelleri o çevreye
dikerlermiş. Levent Şahverdi Arşivi
Ölen yiğidin mezarının başına dikilmiş bir balbal

Kök Türk atalarımız zamanında ölen kişinin ce­


sedi yakılır, külleri toprağa gömülürmüş. Başka Türk
kavimlerinde de ölen kişinin cesedini dört sırık üze­
rine kurulan bir askıya koyarak bırakırlarmış. Sanırım
o ceset akbaba, kartal, sungur ve kuzgun gibi kuşlar
tarafından yenmekte idi!

Kam Annemin Ölümü ve Yuğ Töreni


(Türkler’de Ölü Gömme)
Her şeyden önce bir yalnguk (=insan) olan kam
annem de vakti saati gelince kergek boldu (=öldü),
kögürçgün (=güvercin) ya da şunkar (=sungur) bolup
Levent Şahverdi Arşivi
“uçmak”a (=cennete) gitti, “Kök Tengri”ye kavuştu.
Onun cansız vücudunu, hayatta iken gezmeyi çok
sevdiği, kutsal kayın ve çam ağaçlarının kapladığı or­
manda, yalnız bir ağaç altına kazdıkları mezara gece­
nin bir vaktinde, başı doğuya, ayakları batıya gelecek
şekilde gömdüler. Mezarının içine “öteki dünya”ya
yolculuğunda gerekli olur diye kayın ağacından yapıl­
mış tahta kaplar ve “kamış bir sepet” içinde, buğday,
kurut, kımız, su koydular. Davulunu ve küçük ziller,
demir plakalar ve kurdeleler ile süslü “manyak” adlı
giysisini mezarın yakınındaki bir ağaca astılar. Oba
halkından ve komşu obalardan erkekler atlarına binip
mezarın etrafında dokuz kez döndüler; deri tulumlara
doldurulmuş kımız ve arakları mezarın üzerine serpe­
rek “saçı” yaptılar. Bu arada at ve koç kurban ederek,
etlerini pişirip yediler; kemiklerini yakarak iç organ­
larıyla birlikte mezara gömdüler. Oba halkı bir daha
annemin mezarının yakınına dahi gitmemeye özen
gösterdiler.
[Bizim yaşadığımız çağdan çok önce, yüzlerce yıl
beri zamanda Türkler ölen kişinin cesedini ağaç bir ta­
buta koyar, yüksek ağaçlara asarmış; bir başka çağda
da ölüyü yakar, küllerini toprağa gömerlermiş; sonra­
ları ölen kişi, eyeri, üzengisi ve yuları ile birlikte kurban
edilen savaş atı, ok, yay, kılıç, kama, kargı gibi savaş
silahları, yiyecek ve giyecekleri, en sevdiği karısı ile
birlikte mezara gömülürmüş; başka bir çağda da ölen
kişi, bir “kayın ağacı” kabuğunun içine konularak bir
köşeye bırakılır, cesedi çürüyünce de kemikleri toprağa
gömülürmüş. Bunları bizlere atalarımız anlatırlardı.]

* * *

Levent Şahverdi Arşivi


Ben Sinara....
Ben Altaylı Türk kızı Sinara, “kamlık” görevini an­
nemden devraldım. Benim de iyi ruhlarım, anneminki
gibi “manyak”ım, üzerinde hayat ağacı, tam galar ve
imler çizilmiş yayırı balığı derisiyle kaplı “davuT'um
ve kemikten “tokmak”ım var. Obamdaki insanların
“kut”u için, yurdum, obam, tuğum, “bozüy”üm, oca­
ğım, ocaktaki sönmeyen "ateş”im için varım, var olma­
ya çalışıyorum. Ben her şeyden önce bir Türk kızıyım.
Kök Tengri’nin evreni yaratışını, ilk atalarımın nasıl
doğduğunu, Türk soyunun nasıl türediğini, annem
kam anamın bana anlattığı gibi size anlatacağım. Böy-
lece sizler de Türk yaratılış mitolojilerini öğrenip, oğul
ve kızlarınıza, torunlarınıza anlatabileceksiniz.

***

Ülgen ve Erlik Kimdir?


Ülgen, Türk mitolojisinde geçen yaratıcı, yapıcı,
evrenin belirli katlarında oturan aile ve çoluk çocuk
sahibi ve aynı zamanda göksel varlıktır, iyiliklerin göz-
leyicisidir. Türkler’in “Tengri”sinden farklı olup Altay
kamları tarafından da bağımsız bir tanrı olarak tanın­
mıştır. Tengri ise, “yüce, yaratan, bağışlayan” soyut bir
kavramdır.
Erlik, karanlık ölüm tanrısı yeraltı dünyasının ve
kötülüklerin hâkimidir. Iblis/şeytan ve ölüm meleği Er-
lik’in emrindedir. Erlik “karanlıklar dünyası"nda oturur.
“Kara” onun sıfaüdır. Erlik’in oturduğu yerin ay ve güne­
şi de karanlık saçar. Erlik, Ülgen tarafından yaratılmıştır.
Işık ve aydınlık “iyilik”in sembolü olup Ülgen’i; ka­
ranlık da “kötülük”ün sembolü olup Erlik’i temsil eder.
Levent Şahverdi Arşivi
Türkler’in İlk Atası Apa Eçe
Anlatılan rivayetlere göre Türkler’in ilk atasının
adı Apa Eçe imiş. Apa Eçe, yada taşı ile yağmur ve
kar yağdırabiliyor, rüzgâr estirebiliyormuş. Biri Yaz
Tanrısı’nın, biri Kış Tannsı’nm kızı olan iki kadınla
evli imiş. Bunlardan birisi dört çocuk doğurmuş. Bu
çocuklardan birisi Ak Kuğu olmuş. Diğer çocuklardan
birisinin adı Türk (/T’u-kü-e) imiş. Türk, “ateş”i icat
etmiş ve kardeş çocuklarının soğuktan korunmaları­
nı sağlamış. Türkler’in Apa Eçe dediği kişiye Çinliler
A-Pang-pu (İ-çi-ni-şi-tu), îslâm kaynakları da Abulça
(/Abulca, Amulca, Olcay [=Yafes]) derlermiş.
M ücmel adlı bir îslâm kaynağında da Türk’ün ba­
bası Yafes (/Olcay), babası Nuh’tan öğrendiği kutsal
bir adı bir çay taşının üzerine kazımış ve savaş ya da
kuraklık zamanlarında, bu yada taşı ile yağmur ve kar
yağdırma gücüne sahip olmuş.
Kök Türkler’le ilgili bir rivayette de Apa Eçe (=İ-çi-
ni-şi-tu)’ye iyi perilerden birisi dokunmuş ve bu saye­
de Apa Eçe yağmur ve kar yağdırma ile rüzgâr estirme
yeteneğine sahip olmuş (Ercilasun, Türk Kağanlığı ve
TürkBengü Taşları, s. 24,26).
Anadolu Türkleri’nde de yada taşı adı verilen bir
taş ile yağmur ve kar yağdırılabiliyor; bu taşı kullanan
kişiye de yadaçı deniyormuş.

Yaratılış
Tengri bu adla bilinmeden, “Ulu Yaratıcı”, insa-
noğullarının anası ve atası Tengere Kayra Han (veya
Ülgen; veya Ürüng-Ayıng-Toyon) vardı. Henüz ne
Evren ne Dünya (Yer ve Gök) vardı; her şey sudan iba­
retti. Ulu Yaratıcı yalnızdı. Bütün evren kapkaranlık
Levent Şahverdi Arşivi
ve ıpıssızdı. Güneş, Ay ve yıldızlar da henüz yoktu. O
kendisi için bir şeyler yapmak istedi. Böylece belirli
bir evren ve dünya yaratacaktı.
“Ol!” dedi, istediği oldu.
Bütün karanlığın içinde yine suyla dolu bir dünya
oluştu. Bu arada “kara kaz”, “kuğu” ve “ördek” gibi su
kuşları da oldu. Ulu yaratan “ak kuğu” ya da başka bir
anlatışa göre “kara kaz”a hitaben:
“Suya d al ve dipteki balçıktan ban a getif." dedi.
Ak kuğu suya daldı, gagasının alabildiği kadar
balçığı su yüzüne çıkardı, Ulu Yaratan’a verdi. Ulu
Yaratan bir avuç balçığı aldı ve suyun yüzüne serpiş­
tirdi. Bu balçıktan dağlar, ovalar, tepeler oluştu. Ulu
Yaratan suyla dolu bu dünyada pek çok şeyin eksik
olduğunu gördü. Sonra Tengere Kayra Han kendisine
benzer bir varlık yarattı, ona “kişi” adını verdi.
Başka bir kam atamın anlattığına göre: Çok yük­
sek bir dağ olan “Kara Dağ”da kutsal ata mağarası
varmış. Bir gün bardaktan boşalırcasma yağan yağ­
mur suları bu mağarayı basmış ve “insan” biçiminde
olan bir çukuru su ile doldurmuş. Yağmur durduktan,
güneş ısısını yeryüzüne göndermeye başladıktan son­
ra, insan şeklindeki bu çukurun içindeki çamur, Do­
kuz On Gün’de canlanmış. İşte ilk insan bu kişiymiş.
Tanrı ona “Ay Atam” adını vermiş. Ay Atam tam kırk
yıl bu kutsal ata mağarasında yalnız yaşamış. Kırk yıl
sonra yine bardaktan boşalırcasma yağan yağmurun
suları insan şeklindeki bu çukuru doldurmuş. Yağmur
durup, sular çekilince bu çukurun içindeki çamur da
yine güneşin ısısı ile Dokuz Ay, On Gün sonra canlan­
mış. Fakat o çukurun içindeki çamur az olduğu ve tam
olarak pişmediği için yaratılan kişi eksik kalmış. Buna
da “ilk kadın” demişler. Levent Şahverdi Arşivi
Başka bir anlatıma göre: “Tanrı yeryüzünde önce
erkeği yaratmış. O erkek uzun yıllar yalnızmış. Erkek
bir gece uyurken, şeytan onun göğsüne basmış ve ka­
burgalarından bir kemik kırılarak yere düşmüş. Bu ka­
burga kemiği biraz daha uzayınca ‘kadın’ biçimine dö­
nüşmüş ve erkeğe yoldaş olarak yeryüzünde kalmış.”
Başka bir kam atanım anlattığına göre: “Büyük
ak yaratıcı Ürüng-Aymg-Toyon, ilk başlarda büyük su
küdesinin üzerinde dururken, su üstünde yüzen bir
köpük görmüş. Ürüng-Ayıng-Toyon bu köpüğe:
‘Sen kimsinV diye sormuş.
Köpük bakmış, Toyon’a, ‘Ben bir şeytanım, ta su
dibinde yerde yaşarım}.’ diye cevap vermiş.
Tanrı Toyon şeytana, ‘ Gerçek mi bilmem sözün! Var
mı su altında bir yer? Öyleyse, ban a yerden bir parça
toprak getirf demiş. Şeytan suyun içine dalmış, uzun
bir süre sonra elinde bir parça toprakla görünmüş.
Toyon kara toprağı eline almış, şöyle bir baktıktan
sonra o toprağı kutsamış ve geri suyun içine atmış.
Bunun üzerine şeytan:
‘Şu Tanrı’yı nasıl suya batırayım da boğayım’ diye
düşünmüş.
Bu sırada Toyon’un kutsayıp suya attığı toprak
birdenbire büyüyüp etrafa yayılmaya başlamış, ka­
tılaşmış, sertleşmiş. Suyun büyük bir kısmı toprakla
dolmuş, dağlar, ovalar, tepeler oluşmuş.”
Başka bir kam anamın anlattığına göre: “Henüz
ne Gök ne de Yer varmış. Yalnızca Ülgen varmış. Ül-
gen uçsuz bucaksız deniz üzerinde oradan oraya koş­
turuyor ve denizi dalgalandırıyormuş. Deniz üzerine
tutunacak sert bir yer de yokmuş. Bu sırada Ülgen
kendi içinde, ‘Aldında tut, aldında tut!’ (Önünde ya­
kala, önünde yakala!) diye bir sesLevent
işitmiş.Şahverdi Arşivi
Bu cümleyi söylerken elini uzatıp kendi önüne dal­
dırmış. Elini sudan çıkarınca, avucunda bir taş oldu­
ğunu görmüş.
O ‘Aldında tut, aldında tut!’ diye söylenirken de
bu taşın üzerine oturmuş. Bir taraftan da:
‘ Yaratmak ne? Yaratmak nasıl acaba! diye düşün­
müş.
Ülgen böyle düşünürken sudan, asıl güçlü, bilge
Ak Ana çıkmış, Ülgen’e:
‘ Yaratmayı düşündüğün zam an ‘Yaptım oldu!' diye
söyle’, demiş ve kaybolmuş.
Ak Ana bir daha hiç görünmemiş. Ülgen’in için­
den ‘Yer olsun’ düşüncesi geçmiş ve ‘Yer olsun!’ diye
söylenmiş. O böyle deyince ayaklarının altında balçık
ya da topraktan oluşan yağız yer yaratılmış. Sonra, Ül­
gen yukarıya bakmış:
‘ Gök yaratılsın!’ demiş, Gök yaratılmış. ”
Eski Türk Yazıtlarında taş üzerine kazınan “Üze
Kök Tengri asra yağız yer yaratıldıkta ikin ara kişioğlu
yaratıldı” sözleri ta o zamanlara uzanan bir bilgi yu­
mağıdır.
Bazı mitolojik kaynaklar Ak Ana’nın “Kök Tengri”
olduğunu, toprağın “dişit’ (doğurgan) olduğunu kay­
dederler. Gerçi “Tanrı Evren'i YOfCtan yarattı” denir­
se de bu toprak (balçık) ve su İkilisi de o YOK’un birer
VARlığı değil midir? Kam anamın bana öğrettiği gibi:
“Evren tohumu olarak kabu l ettiğimiz öge, Tengri bir­
likte vardır. O sonradan oluşm am ıştır."
Kam anamın anlatılarından Evren’in büyük yara­
tıcı tanrı Kayra Han veya Ülgen tarafından yaratıldı­
ğını öğreniyoruz. Buna göre önce Yer, sonra da Gök
yaratılır. Yaratma tam altı gün sürer:
Levent Şahverdi Arşivi
1. gün: Aydınlık,
2. gün: Fizikî gök,
3. gün: Suyun yerden ayrılması ve yeryüzüne
bitkilerin yerleştirilmesi
4. gün: Ay, Güneş ve yıldızların yaratılması,
5. gün: Balıklar ve kuşların yaratılması,
6. gün: Bazı hayvanlar ve kişi (insanoğlu) nin
topraktan yaratılması.
Kam anama göre yaratmanın ikinci safhasında
“yedi” veya “dokuz” katil “Yeryüzü” ve “on yedi” katlı
“Gökyüzü” yaratıldıysa da bu yaratılanlar yalnız bizim
dünyamızdakiler değildir. Bizim dünyamızdan başka
daha 99 âlem vardır. Bütün bu dünyaların da yeryüzü,
gökyüzü, cennet ve cehennemleri vardır. 99 dünyada
da yaratılmış insanlar, onları yöneten Ülgen tarafından
seçilmiş kişiler vardır.
Bizim dünyamız Ülgen tarafından üç balık üzeri­
ne oturtulmuştur. Bu üç balıktan
İkisi yanlarda,
Birisi ortada olup başı kuzeye bakar.
Dünyanın dengesi üçüncü balıktadır.
Üç balığın başı da iplerle göğe bağlıdır.
Bu balıklardan sorumlu olan MANDIŞİRE’dir.

Kişi (İnsan)nin Yaratılışı


Kam anamın anlattığına göre, kişi, Tanrı tarafın­
dan “toprak, kil, kamış” bir araya getirilerek bedeni
yaratılmış. Bedeni balçıktan, kemikleri kamıştanmış.
Daha sonra da onun burun ve kulağına üflenerek ha­
yat verilmiş, ilk olarak yaratılan kişi tek bir kişi değil­
miş. Tanrı, ilk önce kendi katındaki “Altın Dağ”ın do­
ğusunda yedi; batısında da bir kişi yaratmış, sekizinci
kişi de bu yedi kişinin yöneticisi olup, adı Maytere
imiş. Tanrı Ülgen ona: Levent Şahverdi Arşivi
“Ben iyi ve kötüyü yaratıyorum. Sen de herkesi
yönet. Kimine açlıktan, kimine tokluktan ölüm ver,
kimine de bolluk ver! ” demiş.
Tanrı Ülgen kişileri yarattıktan sonra y ed iy ıl onla­
rı gözetimsiz bırakmış. Yedi yıl sonra baktığında sekiz
ağ acın yed i kolu olduğunu görmüş ama sekiz kişinin
durumunda hiç değişiklik olmamış. Tanrı Ülgen bu
durumu görünce o sekiz kişiye:
“Ağaçlar çoğaldı da, siz niye üremediniz1.” diye sor­
muş.
Altın Dağ’da yaşayan sekizinci kişi:
“Dişi olm adan nasıl üreyebiliriz!”diye cevap vermiş.
Ülgen de:
“Yaratma aranda ben sana 'Sen bil, sen bili’dem iş­
tim. Sen şim di diğer yedi kişiye git, ben sana üç gün
sonra döneceğim .” demiş.
Sekizinci kişi, Tanrı Ülgen gibi bedeni balçık, ke­
mikleri kamıştan kadınlar yaratmaya başlamışsa da
onlar o kişinin elinde kırılır, parçalanır ve dağılır­
mış. O buna rağmen yapmış olduğu şeyleri avucuna
alıp burnuna, kulağına üflüyormuş. Bu arada Ülgen,
ağzında bir mektup olan bir köpek göndermiş. O
mektupta sekizinci kişiye Maytere adı verildiği yazı­
yormuş. Üçüncü gün Ülgen, Maytere’nin yanma gel­
miş. Çamurdan ve kamıştan yapılan son kadın daha
cansızmış. Maytere Ülgen’i karşılamaya gittiğinde,
Ülgen’in gönderdiği köpek de o yaratılanları bekliyor-
muş. Erlik, Maytere’nin yokluğunu fırsat bilip, kendi
nefesiyle yaratılanlara üflemiş, onlara ruh ve akıl ver­
miş. Ama Erlik’in üflediği ruh ve akıl onları yılan gibi
kindar ve pis kokulu yapmış, onların görünüşü, ruhu
ve kokusu dayanılmazmış. O yüzden yedi kişiden hiç­
biri bu kadınlarla evlenmemiş.
Levent Şahverdi Arşivi
Tanrı Ülgen gelince o kadınlarla evlenmekten ka­
çan üç kişiden birine Targın Nam adım vermiş ve onun
iki tarafındaki kaburga kemiklerinden tutarak kadını
yaratmış...
Kişi, Tanrı tarafından kovuluncaya kadar kutsal
(ruhani) bir varlık olarak yaşamış. Eje ve Törüngey
adlı bir çiftin yasaklanan “meyveler”i yedikleri için
Tanrı katından karanlık dünyaya sürüldükleri, dünya­
daki insanların da bu iki kişiden türedikleri anlatılır.
Başlangıçta olduğu gibi bunlardan da dokuz erkek,
dokuz kız olmuş, artık yaratılma olmadığı için bütün
insanlık bunlardan türemiştir.
Başka bir Türk boyunda anlatıldığına göre: “Al­
tın Dağ’da dalları ve budakları olmayan bir ağaç var­
mış. Tengri bu ağacı görünce çok üzülmüş ve ‘Dalları
olmayan bir ağaç hiç güzel olmuyor. Bu ağaçta dokuz
dal bitsin; dokuz dalın çıktığı yerden dokuz kişi türe­
sin ve bu kişilerden de dokuz ulus türesin!” demiş.
Kişi, Ülgen tarafından yaratılırken iyi ruhlarla dost­
luk yapmaları sağlanmış. Fakat Tanrı Ülgen’e karşı
çıkan Erlik, yer altlarından Körümes adını verdiği bi­
risinde kurduğu atölyesinde demiri ateşte eritip örs
üzerinde çekiçle döverek çirkin kötü varlıklar üreterek
insanların üzerine salar. Yeryüzünde yaşayan güzel ve
iyi huylu insanları Tanrı Ülgen tarafından yaratıldığı;
sureti bozuk, kötü huylu, kişilerin de Erlik’in imalatı
olduğu anlatılır. Kişi, Erlik’in bu kötü ruhlu yaratıkla­
rından bizleri korusun.
Kam anam “İnsanın ruhi ve fiziki yapısının m ü­
kemmelliği, evrende var olan düzenin yansımasıdır.1"
derdi. Yakut bir kadın kamdan duyduğu, “İnsanın var­
lığı için üç ruhun varlığı önemlidir: Yer ruhu, Su ruhu
ve Ana ruhudur. Hayat an cak bu üç ruhun
Levent bir bütünlük
Şahverdi Arşivi
içinde birlik oluşturmasıyla m üm kün dürf sözlerini de
hiç unutmazdı.

Kişioğlunun Yaratılışı ile İlgili Başka Rivayet


“Zaman zaman içinde idi; mekân mekân
içinde idi; dağlar dağlar içinde uzanıyor; ova­
lar ovalar içinde yayılıyordu. Gündüzleri Gün,
geceleri Ay doğuyordu. Ay doğunca kara gök
yıldızlarla doluyordu. Gün doğunca ak buludar
yeryüzünü kaplıyordu. Gün ışığında kara ve ko­
nur (< kongur; kahverengi) dağlar parlıyor; yeşil
ovalar yeşeriyordu. Al, sarı, mor çiçekler; bodur
ve ulu ağaçlar ovaları doldurmuştu. Dağlardan
kayalara çarpa çarpa ovalara ak köpüklü sular
akıyor, düzlüklerde sakinleşen sular birikip göl
oluyordu. Ovalarda ceylanlar koşuyor, san-
duvaçlar (bülbüller) uçuyordu. Göllerde yeşil
başlı ördekler vardı. Balıkçıl kuşları suya dalıp
balıkları tutuyordu. Dağ başlarında bürkütler
(kartallar) yuva yapmıştı.

Yuvasını dağ başlarında yapan kartal (bürgüt)


Levent Şahverdi Arşivi
Dağ yamaçlarında kızıl aslanlar, yolbars-
lar (kaplanlar) koşuşuyordu. Hani sen bili­
yorsun bu evren nasıl kılındı. Hani Ulu Tann
boşlukta süzülüyordu. Sağı boşluk, solu boşluk,
önü ardı boşluktu. Ulu Tanrı boşluğun için­
de yüzüyordu da yüreği sıkılmıştı da birden
patlayıvermişti. Ulu Tanrı’nın yüreği parça
parça boşluğa dağılıvermişti. Boşluk bulut
bulut doluvermişti. Sonra bulutlar toparla-
mvermişlerdi. Boşlukta on sekiz bin âlem
oluşuvermişti. Âlemlerden biri de işte sana
anlattığım bu âlemdi. Ulu Tanrı bu âlemde­
ki dağlara, ovalara bakmıştı. Irmaklara, göl­
lere bakmıştı. Çiçeklere, ağaçlara bakmıştı.
Ceylânlara, kuşlara bakmıştı. Bakmıştı da bir
eksiklik görmüştü. Bu âleme bana benzer bir
varlık gerek demişti. Sonra kara bulutlar oluş­
muştu gökte. Sonsuz yağmurlar düşmüştü
yere. Sularla dolmuştu dağlar ovalar. Sonra
sular, küçük, küçücük bir çekirdeği çamura
bulayarak Kara Tağçı’daki “mağara”ya taşı­
mıştı. Mağaranın oyukları kişioğlunun kol­
ları, ayakları, başı gibi oyulmuştu. Çekirdek
büyümüştü oyuğun içinde ve tıpkı kişioğluna
benzemişti. Sonra güneş “Saratan Burcu’’na
girmiş; Dünyayı ısıttıkça ısıtmıştı. Mağara fı­
rın gibi olmuş; içindeki şekil pişip kızarmış­
tı. Sonra yel esmişti üzerinden. Dokuz ay da
zaman geçmişti. Çekirdek canlanmış; kişioğ­
lu olmuştu. Sonradan gelenler Ay Atam (Ulu
Ay Ataçı) demişlerdi ona. [Türkler’in ilk anası
idi.] Sonra yine sonsuz yağmurlar düşmüştü
Levent Şahverdi Arşivi
yere. Yine seller çamurları sürüklemişti. Yine
bir küçük çekirdek çamurlara bulanarak Kara
Tağçı’daki oyuğa dolmuştu. Büyümüş, büyü­
müş yine kişioğlu olmuştu. Güneş “Sünbüle
Burcu”na girmişti de bu defa kişioğlu bir ka­
dına benzemişti. Dokuz ay yel estikten sonra
çekirdek yine canlanmıştı. Sonradan gelen­
ler ona Ay-Va (Ulu Ay Anaçı) demişlerdi. Ay
Atam ile Ay-Va birleşmişlerdi de nice oğulları
kızları olmuştu. Böylece “Âdemoğlu” yeryü­
zünü doldurmuştu.” (Ercilasun, Türkün K a­
yıp Kitabı: Ulu Han Ata, s. 76-77, 82)

Levent Şahverdi Arşivi


KÖKTENGRİ

Altay Türkleri’nin olduğu kadar, Yakut, Çuvaş,


Kırgız, Kazak, Türkmen (Oğuz), Başkurt, Peçenek, Ku-
man-Kıpçak, Bulgar gibi öteki Türk boylarında da Kök
Tengri inancı varmış. Kam anamın kam atalarından
öğrendiği bilgilere göre eski Türkler tarih sahnesi­
ne çıktıklarından itibaren Kök Tengri’ye inanmışlar.
Orta Asya’nın çeşitli yerlerinde bulunan Orhun Abi-
deleri’nden “Kül Tigin’in doğu yüzünde yazılı olduğu
gibi, “Üze Kök Tengri asra yağız yer kılıntukda, ekin
ara kişi oglı kılınmış. Kişi oglmta üze eçüm apam Bu-
mın Kağan İstemi Kağan olurmış. Olurupan TÜRÜK
bodunıng ilin törüsin tuta birmiş iti birmiş” (=Üstte
mavi gök, altta da yağız yer yaratıldığında, ikisinin
arasında insanoğulları yaratılmış. însanoğullarının
üzerine de atalarım, dedelerim Bumın Kağan ve İs­
temi Kağan (hükümdar olarak) tahta oturmuş. Tahta
oturarak, Türk halkının devletini ve yasalarını yöneti-
vermiş, düzenleyivermiş.) diyerek, Kök Tengri’ye olan
inançlarını belirtmişler.

Levent Şahverdi Arşivi


TT-ih W Üstte gök çökmese,
Tl^/Yh Trs -TMS altta yer delinmese,
.W m ö RTPh Türk boyları ilini.
M rf'ir,TIJh töreni kim bozup
orhT t'A.TB> yıkabilir ki?
Moğolistan’ın Karakurum şehrine 50 km uzaklıktaki
Orhun Abideleri

(Babam Atasagun, Bilge Kağan ve Kültigin adlı


bu anıtları, anıtların çevresinde yer alan balbalları
(taş babaları) Orhun Nehri civarında, şimdiki Ulan-
bator’a yakın yerdeki Tunyukuk yazıtı civarında gör­
müş. Orhun şelalesi (=uçkan suv) yüksek bir kaya­
lıktan kömkök (masmavi) rengiyle ovaya dökülüyor,
çevresini serinletiyor, oralara hayat veriyormuş. Bilge
Kağan ve Kültigin yazıtları da Orhun Nehri kıyısında
bir çorak ovada bulunuyormuş.) Bu yazıtların sayısı
şimdilerde altmışa yaklaşmış. Şine-Usu, Ongin gibi
okunan yazıtların pek çoğu Hüseyin Namık Orkun,
Muharrem Ergin, Talat Tekin, Ahmet Bican Ercilasun,
Osman F. Sertkaya, F. Sema Barutçu-Özönder, Cen­
giz Alyılmaz, Özcan Mert, Hatice Şirin, Erhan Aydın,
Mehmet Ölmez adlı Türk Türkologlar tarafından in­
celenmiş, okunup yayımlanmış. Şimdi Kazakistan’da,
önceleri Moğolistan’da yaşayan Kerey Kazaklarından
Sartulıoglı Karcavbay ve B. Bazılhan tarafından da
Levent Şahverdi Arşivi
araştırılmış. Rus, Alman, DanimarkalI, FinlandiyalI
vb. milletlerden de araştıranlar varmış.

Kök Tengri, Güneş, Ay ve Yıldızlar


Eski Türkler Güneş, Ay ve yıldızları “kutsal” say­
mışlar. Gök gürültüsü, şimşek ve yıldırım için adak­
lar adamışlar, kurbanlar kesmişler.
Kök Tengri adında bulunan “kök” sözcüğü “yüce­
liği ve ululuğu” ifade ediyormuş. Orta Asya’da yaşayan
Türk kavimlerinin inancına göre Tengri (Tanrı; Arap-
çada Allah) “tek” ve “yaratıcı”dır. Onun için kendisine
kurban sunulan en kutsal varlık, "tam bir iktidar sahi­
bi” olan Kök Tengri’dir. Kam Anam ve babam Atasa-
gun Tengri için “Türk milletinin geleceğini belirleyen
en yüce varlık O’dur. O doğmamıştır, doğurmamıştır.
O’nun eşi ve benzeri yoktur; O, insanlara doğru yolu
gösterir, insanların mevcudiyetine hükmeden ulu bir
yaratıcıdır.” derlerdi.

Eski Türkler’de Ruhlar


Kök Tengri inancına göre ruhlar 1) Yer altı (kör-
mös), 2) Yer üstü ( yir-sub), 3) Gökyüzü (kuday) olmak
üzere üç ayrı yerde bulunuyormuş.
Yukanda da anlattığım gibi, Erlik, Altay Türkle-
ri arasında insana ve onun canına kötü davranan
bir “varlık” olarak kabul edilirmiş. O, öyle bir şeymiş
ki "her zaman, özellikle de hastalık hüküm sürdüğü
dönemlerde çok korkulurmuş.” Kamlar dualarında
Erlik’e “Kayrakan” diye seslenirlermiş. Erlik, atletik
vücutlu, gözleri ve kaşları kömür gibi kapkara, sakal­
ları ikiye ayrılarak dizlerine kadar uzamış, köpeğin azı
dişine benzeyen bıyığı kıvrılarak kulaklarına asılmış;
çenesi tokmağa, boynuzları ağaç köklerine; saçları
Levent Şahverdi Arşivi
kıvır kıvır olmuş “ihtiyar bir adam” suretindeymiş. Yer
altı dünyasında kara çamurdan (ya da duvarla çevrili
kara demirden) yapılmış bir sarayda yaşamaktaymış.
Onun sarayı insanların göz yaşlarından oluşan dokuz
nehrin birleşerek Toybadım (Doymadım) nehrine
dönüştüğü yerde veya Abra ve Yutpa denilen korkunç
su canavarları ile dolu olan Bay Tenggis (= Güçlü/
zengin Deniz) adlı yerde bulunmaktaymış. Toybadım
nehrinin üzerinde “at kılından” kurulmuş bir köprü
varmış. Erlik’in âleminin nüfusunu ölmüş insanların
sayısız ruhları oluştururmuş. Eğer bu ruhlardan birisi
Erlik’in âlemini terk etmeye kalkarsa, at kılından ya­
pılmış olan köprüye basar basmaz nehre düşermiş.
Bu nehir o kaçakları Erlik’e geri getirirmiş. Toybadım
nehrinin kıyısında yeşil kalçalı, solgun göğüslü, büyük
kayığa benzer çeneli, korkunç su canavarları, Yutpa-
lar yaşarmış. Yutpalar Erlik’in sarayının bekçileriymiş.
Erlik küreksiz kara kayıkta gezer, yağız rahvan ata, yük
hayvanına ya da kel bir öküze binermiş. Erlik, kızıl
kanlı yemeklerle beslenir, akciğer kanı içermiş. Yeme
ve içme zamanı ise akşamüstü, gökyüzünün kızardığı
zamanmış... Erlik’in tasviri (resmi) yapılamazmış. O,
“büyük kara ruh” olarak kabul edilirmiş. Erlik’in bir ri­
vayete göre yedi, başka bir rivayete göre de dokuz oğlu
varmış. Erlik’in oğullarından biri olan “Taş Pilektüü
Pay Maatır" (Taş Bilekli Güçlü Bağatır)’ın dokuz kara
kızı varmış.
Bir zamanlar Erlik beyaz ata binermiş. Fakat bu
atı bir kahramanın canı karşılığında Tanrı’ya vermiş.
Ama Yüce Tanrı onu kandırmış ve can yerine ona kara
boğa vermiş. Erlik’e bu boğaya ters binmesini, eline
de kamçı yerine balta (ay malta)Levent
almasını emretmiş.
Şahverdi Arşivi
Altaylılar bundan dolayı Erlik’e “at” yerine “kara bo-
ğa”ya da “inek” kurban ederlermiş.

***

Ülgen, iyilik yapmayı seven bir ilâhmış. Dıştan in­


san gibi görünürmüş. O, Ay ve Güneş’in arkasın da,
yıldızların üstünde yaşam aktaym ış. Ülgen, oğulları
ve kızları ile Yayık, Suyla, Karlık, Utkuuçı gibi hizmet­
kâr ruhlara “Gökyüzü Ruhları” denirmiş.
Ülgen, Güneş, Ay, gökkuşağı ve gökyüzünün yara­
tıcısı imiş, insanların, vahşi ve evcil hayvanların baş,
kirpik ve göbeğini; insanların barınağını, otlak ve yay­
laları yaratmış.
Ülgen’in Karşıt, Puura Kağan, Yajıl Kağan, Burça
Kağan, Kara Kuş, Paktı Kağan, Er-Kağanım adlı yedi
oğlu ile özel adları olmayan yedi kızı varmış.
Ülgen, gök cisimlerini hareketlendirip yönetmek,
gök gürültüsü yaratmak, yıldırım düşürmek, Tanrı tü­
kürükleri olarak adlandırılan yağmuru başlatmak gibi
pek çok tanrısal güce sahipmiş.
Yukarıda anlattıklarımı ben babam Atasagun ile
kam anam Ötüken’den duydum. Onlar da kendi ata­
larından duymuşlar, onların atalarına da ataları an­
latırmış. Bu sözlü gelenek bize kadar gelmiş. Biz de
çocuklarımıza anlatıyoruz, onlar da çocuklarına ve
torunlarına anlatacaklar. Böylece Türk ve Tanrılar
hakkında anlatılanlar yazıya aktarılıncaya kadar sözlü
olarak sürüp gidecek.

***

Levent Şahverdi Arşivi


“Yaratılış” Şiiri
Kam anam, Türkiye’den Türklüğün Beşiği Altay-
lar’a gelen bir Türk kardeşimizden, Ankara’da yaşa­
yan Ahmet Bican Ercilasun adlı bir bilge kişinin yaz­
dığı destan içerisinde yer alan “yaratılış”la ilgili bir
bölümü dinlemiş. Kök Türk atalarımızın o zamanki
konuştukları dille yazılmış bu destanı sizlere de oku­
mak isterim:

“Tengri Tengri bolganda,


Tengri kömkök bolganda;
Tengiz asra kelgende,
Tengiz keng yadılganda,
Teringde balçık ermiş,
Teringde toprak ermiş.
Tengiz tüpi tüz ermiş.2
Temir ermiş, tuz ermiş,
Tengiz tüpi tüz ermiş.
Tengri, tengiz, temir ök
Tengiz, Tengri, temir ök

Tengri erür kirtüçek,


Tengiz erür kirtüçek,
Temür erür kirtüçek,
Tengri erür kirtüçek.

2 Tanrı, tanrı olanda


Gök, masmavi olanda
Deniz aşağıya gelende
Deniz geniş yayılanda
Derinde balçık varmış.
Derinde toprak varmış.
Deniz dibi düz imiş.
Levent Şahverdi Arşivi
Tengri içre ak kuğu,
Tengiz üze ak kuğu...
Tengri içre ak kuğu
Uçar ermiş kanatın;
Tengiz üze ak kuğu,
Uzar ermiş bulıtın.
Tengiz tüpte temiri,
Tering subda kömüri,
Yatur ermiş, tüz ermiş,
Yanar könge töz ermiş.

Tengri körür kazmağın,


Tengri körge, uz ermiş.
Tengri bilür kamagm,
Tengri bilge, uz ermiş.
Tengri öyür kamagın,
Tengri öge, uz ermiş.
Tengri yapar kamagın,
Kök Tengri yalnguz ermiş.

Öyür ermiş tengizig,


öyür ermiş temirig,
öyür ermiş ak kugug,
öyür eriş ak bugug;
Öyür ermiş ök ermiş,
ök Tengri kömkök ermiş.

Tengri körge, uz ermiş,


Tengri bilge, uz ermiş,
Tengri öge, uz ermiş,
Kök Tengri yalnguz ermiş.

Levent Şahverdi Arşivi


Ak kuguga “tal!” timiş,
Kuguka “al!” timiş,
Tengiz tüpke tal timiş,
Tering subka tal timiş,
Temir, balçık al timiş,
Teng teng bolsun, al timiş.

Talganda tering subka,


Talga bolmış tüz tengiz.
Talganda tükel tüpke,
Tamir bolmış bet bengiz.

Ak kuğu kanat açar,


Ak kuğu tüpte uçar.
Ak kuğu kanat açar,
Ak kuğu subda keçer.

Tengiz tüpte neng neng bar,


Tering subda neng neng bar...
Neng bar erse bıng bıng bar,
Neng bar erse teng teng bar.
Balçık bar, topurgak bar,
Balçık içre temir ök bar,
Balçık içre kömür ök bar,
Balçık bar, topurgak bar.

Ak kuğu tumçuk3 açar,


Ak subda barın4 seçer.
Tumçukka alır balçık,
Top top evrilür balçık.
Topurgak, temir alur,
Tumçukka temir alur.
3 tumçuk: gaga.
4 barın: hepsini. Levent Şahverdi Arşivi
Tering subka taşıkar,
Kök Tengrike kop yakar;
Tengri meng meng tip öyür,
Kök Tengriteg öz ukar.

Ak kuğu tengrilik öyür,5


Ak kuğu benggülük6 öyür.
Agar boltum tengrike tip,7
Angar8 birlik, tenglik9 öyür.

Kanat açıp uçar kuğu,


Kalık katta10keçer kuğu,
Kabarur tüsi bulıt teg,
Kamag bungta kaçar kuğu.

Orun tiler olurguka,


Ordu tiler buyurguka;
Ozgu tiler ulug Tengrig,
Oyun tiler oynaguka.11

Turugm12 seçer ak kuğu,


Tumçukın açar ak kuğu;
Tuşın tengin koş adırıp,13
Toprakıg saçar ak kuğu.
5 öyür: ister.
6 benggülük: sozsuzluk.
7 Tanrı ile eşit oldum deyip
8 angar: onunla.
9 tenglik: eşitlik.
10 kalık kat: göğün katlarından.
11 Saray ister oturmaya
Ordu ister emretmeye
Ulu Tanrıdan ileri olmak ister.
Oynamak için oyun diler.
12 turugm: yerini.
13 Benzerini, dengini eşit ayırıp
Levent Şahverdi Arşivi
Tümtüz yer bolur uzanur,
Tüzenlik bolur uzanur,
Tüşer kuğu tüzenlikke,
Tüsin kabartıp kezinür.14

Tengrikörür, öpkelenür,15
Tengiz azar, köpüklenür;
Tegre bulung bulgak bolur,16
Tengek bulıt örküçlenür17

Tengek bulıt saçar yağmur,


Teli tengiz örküç salur;18
Tebretür19yerig Kök Tengri,
Tebliğ20 kuğu ters ebrilür,

Tengri bedii tip21 buyurur,


Temir kömür turmap22 bedür;23
Teşlür24 ağız, teşlür boguz,
Teltük25 kuğu san boğulur.

Ayur Tengri, kılmışıng suç,


Agızın, tumçukung terk aç;
At ne bar erser26 taşkaru,27
Adrılıp yirte, subta keç!
14 Tüyünü kabartıp gezinir,
15 öpkelenür: öfkelenir.
16 Köşe bucak karmakarışık olur.
17 Kara bulut dalgalanır.
18 Deniz delirir dalga salar,
19 tebretür: oynatır,
20 tebliğ: hilekâr.
21 bedü tip: büyü diyerek,
22 turmap: durmadan,
23 bedür: büyür,
24 teşlür: deşilir,
25 teltük: günahkâr,
26 erser: ise.
27 taşkaru: dışarı.
Levent Şahverdi Arşivi
50

Kuğu kömürüg ebirdi,


Kuğu temirig çebirdi;
Kodup ağzında taşkaru,28
Kuğu balçıkıg sabırdı.29

Temir, kömür, balçık, toprak,


Tegrelenür buçgak buçgak.
Tengsizin kılınur yirte,
Telim oprı, ked telim tag.30

Sub tüpine ildi kuğu,31


Suk32 bolganın bildi kuğu;
Suçın ukupan angladı,33
Soğuk subka taldı kugı.

Üze kök tengri kılındı,34


Üküş35yıldızın bezendi36
Öd keçip37 barganda, asra38
Örüg39yağız yir salındı.

28 Ağzından dışarıya çıkarıp


29 Kuğu balçığı savurdu.
30 Demir, kömür, balçık, toprak,
Daire daire olur bucak bucak
Gölün yaratıldığı yerde
Çok (vadi), pek çok dağ.
31 Su dibine indi kuğu
32 suk: aç gözlü.
33 Suçunu bilerek anladı.
34 Yukarıda mavi gök yaratıldı,
35 üküş: pek çok.
36 bezendi: süslendi,
37 öd keçip: zaman geçip,
38 asra: aşağıya,
39 örüg: menzil olan.
Levent Şahverdi Arşivi
Kibrim kibrim40 tag koli bar,
Kıdıgında41 sub yolı bar;
Kışı, yayı, küzi,42yazı;
Kırı, oprısı, bili bar.43

Yağız yir üze ot öner44


Yaşıl ot üze kuş konar;
Yakşı yaman barça tınlıg45
Yağmur asra subka konar.

Yorırı bar, koşarı bar,46


Yolda, kökte uçarı bar;
Yorınçgada taygan47yılan,
Yoğun subta keçeri bar.

Keyiki bar, külmizi48 bar,


Keleri49 bar, kunduzı bar;
Kezer, yüzer, uçar, oynar,
Kekliki, toyı, kazı bar.

Közi yarudı Tengrining,50


Köngli erüdi Tengrining,51
Körkemlig52 kişi tiledi,
Köksi arıdı Tengrining.53
40 kibrim kibrim: kıvrım kıvrım,
41 kıdıgında: kıyısında,
42 yayı, küzi: ilkbaharı, sonbaharı.
43 Kırı, obruğu/çukuru, dağ beli var.
44 Yağız yer üstünde ot biter,
45 îyi-kötü bütün canlılar
46 Yürüyeni, koşanı var.
47 yorınçgada taygan: yoncada kayan,
48 külmizi: karacası.
49 keleri: kertenkelesi.
50 Gözü parladı Tanrı’mn.
51 Yüreği eridi Tanrı’nm.
52 körkemlig: görkemli.
53 Göğsü temizlendi Tanrı’nın.
Levent Şahverdi Arşivi
öngdin bir kaba ıgaçıg
Öndürdü ulug ma ulug,
Ürkünçlüg bir yıgaç erdi,
Üç butaklıg, tokuz tallıg.54

Tokuz tal, tokuz kölige55


Togmış erdi tokuz künde.
Togrulup Tengri “Bol!”56 tidi,
Tokuz kişi boltı anda.

Tokuz kişi, tokuz ata,


Tolturdı yirig uz ata;
Tolunay teg kızları bar,
Tonga Tigin, Oğuz Ata.

Kelgil aytayın ay kağan,


Kezineyin kişi ara;
Keleçi57 aytıp ay kağan,
Kezeyin er tişi ara.

Kulak ur, sabimin tıngla,


Kobuzug tüzeyin tangla.
Kulabuz, katun kim ermiş;
Kul bar mu, beg bar mu, angla!”

***

54 Önden bir kaba ağacı


Yetiştirdi ulu mu ulu.
Ürküntü veren ağaç idi.
Üç budaklı, dokuz dallı.
55 kölige: gölge.
56 bol: ol.
57 keleçi: söz.
Levent Şahverdi Arşivi
Tengri ve Ak Kuğu
“Ak kuğu suya dalmış. Dümdüz deniz dalgalan­
mış. Dalmış Kuğu iyice, görmüş dipleri. Kan dolmuş
yüzünün damarları. Ak kuğu kanat açmış, ak kuğu
dipte uçmuş. Ak kuğu kanat açmış, ak kuğu sudan
geçmiş. Deniz dibinde toprak, deniz dibinde demir,
deniz dibinde köm ür varmış. Ak kuğu açmış gagası­
nı. Demir almış, kömür almış. En çok da toprak almış.
Silkinip çıkmış sudan. Kurtulmuş derin korkudan.
Yaklaşmış Gök Tanrı’ya. Kabarmış tüyleri bulut bulut.
Benlik dolmuş içine. Konuşmuş kendi kendine:
Ben de Tanrı olsam ya!
Kendim e bir dünya kursam ya!
Tanrı görmüş, Tanrı bilmiş kuğuyu. “Tükür!’ de­
miş, vermiş buyruğu. Gagadan fırlamış demir, kömür,
toprak. Büyümüş, uzamış, ufukları sarmış toprak. Ak
kuğu gagasında. Saklamış toprağı, saklamış demiri
kömürü. Kendi dünyasını yaratmaktan ötürü.
Tanrı bilm ez diye düşünmüş,
Tanrı görmez diye düşünmüş.
Tanrı bilir her şeyi,
Tanrı görür her şeyi.
“Bir d a h a tükür!” dem iş kuğuya.
Yoksa boğulur gidersin “tam u”ya!
Ak kuğu tükürmüş, düz toprak bükülmüş. Tepe ol­
muş, dağ olmuş. Vadiler suyla dolmuş.

Kök Tengri-2
Türkler, insanüstü varlıklardan her birine Tengri di­
yorlardı. Moğollar da Tengri derlermiş. Çinggis Kağan
Levent Şahverdi Arşivi
“Müngge Tengri-yin küçüdür!” (=Ebedî Tanrı'nın gücü
ile!) diyerek tek yaratıcıya, ulu yaratana olan inancını
belirtirmiş. Savaşa giderken, büyük kurultayı toplar­
ken hep öyle dermiş.
Kök Türk atalarımızın yazdıkları yazıtlarda sık
sık adları geçen Iduk Yir Sub da yukarıdaki Kök
Tengri’nin yardımcısı ve destekleyicisidir. Iduk “kut­
lu ve mübarek olan; aslında sahibinin yaptığı bir adak
için saklanarak yünü kırkılmayan, sütü sağılmayan,
yük vurulmayarak başıboş bırakılan, salıverilen at,
koç, sığır gibi hayvanlar”a verilen addır. “Iduk dağ”
(geçitsiz sıra dağlar), “Iduk kol” (dibi çok derin göller)
gibi kutsal yerler; “Iduk agaç” da kesilmeyen, odunu
yakılmayan kutsal varlıktır. “Iduk koç”, “Iduk at” gibi
hayvanlar eski atalarımızın “adak” için besledikleri
“eyer vurulmayıp yük sarılmayan, sütü sağılmayan,
yünü kırkılm ayan”, “mübarek” tutulan hayvanlardı.
Umay, atalarımız tarafından kut, yer-su ve dağ ruh­
larıyla birlikte kutsal bir varlık olarak tasavvur edilmiş,
Tanrı’ya yardımcı bir koruyucu ruhtur. O Ülgen’in ka­
tından yeryüzüne indirilmiştir. Tunyukuk atamız ya­
zıtında, “Tengri Umay ıduk yer sub basa bedri erinç”
[Tanrı Umay kutsal yer (ve) su (ruhları bize) yardımcı
oluverdiler.] diyerek Umay’ın “yardımcı ruh” olduğunu
anlatmaktadır.
Günümüzde “1. Devlet idaresinde güç, yaratıcı­
lık ve yetki bakım ından sahip olunan üstün güç; 2.
Mutluluk; 3. İlâhî bir kaynaktan gelen rahmet, bere­
k e t’ anlamlarını ile ifade edilen kut, ata Türklerimi-
zin değer verdiği bir kelime idi ve "kut, uğur, devlet,
baht, talih, saadet” anlamlarına gelirdi. ““Tanrı’y a
adanm ış olan, tanrısal olan her varlığa” da “kutsal"
Levent Şahverdi Arşivi
Ukrayna’daki Kıpçak Türkleri’ne ait, Tanrıça Umay Ana inancının
devamı niteliğinde ve elinde Türk Ant Kadehi olan taş heykel ve
Selçuklu Türkleri’ne ait bir kadın figüründeki spiral motifler ile
Ahlat Selçuklu mezar taşındaki motif.

denirdi. Kut, Tanrı tarafından “Kağan”a verilirdi. “Kut


almak, kutalmak, kutatmak” (mesut olmak; “kutlan­
mak” (kutlu olmak, ulu nasipli olmak); “kut bulmak”
(baht bulmak, kurtulmak) anlamlarına gelirdi. Kağan
ebet müddet Türk devletinin topraklarının yüce Tanrı
adına yöneticisi ve sahibi idi. Altaylar’a komşu Hakas
Türkleri’nin inancına göre kut’u veren KÖK (Gök)’tür.
Umay da kut’u getiren bir aracıdır.
Yir-Sub: Bu deyim dünyayı, yaratılan yeryüzünü
anlatmak için kullanılmıştır. Yir (yer)-Sub (> suw > su)
toprak, yağız yer ve sudan oluşan dünyayı anlatır.

Tuva Efsanesine Göre Yer ve Tufan


“Tuva Türkleri’ne göre Yer bir kurbağanın üze­
rindedir. Kurbağa kımıldarsa tufan olur. Çok eski bir
zamanda bu kurbağa bir kere kımıldamış ve denizler,
Levent Şahverdi Arşivi
göller ve deryalar dalgalanarak büyük tufan olmuş. Tu­
fanın olacağını önceden sezen Nama yaşlı bir adam, or­
mandan kestiği ağaçlan yontup biçerek bunları demir
çivilerle çakarak bir gemi yapmış; içine insanları ve her
hayvandan bir çift koyarak boğulmaktan kurtarmış.”

Bir Altay Efsanesinde Tufan


Tufanın olacağı “temir boynuzlu Kök Teke” tara­
fından haber verilmiş. Bu teke yedi gün dünya çevre­
sinde dolaşarak acı acı melemiş. Yedi gün sonra dep­
rem olmuş, yedi gün dağlardan ateşler fışkırmış.

* * *

Babam Atasagun Bilgütay


Babam Atasagun Bilgütay’ın “kobuz” çalıp yır ayıt-
tığını size söylemiş miydim! Ergenekun (Ergene Kun)
Bayramında, 21 Mart Nevruz şölenlerinde, “ad toyu”n-
da, İslâmiyet’i kabul ettiğimiz tarihten bu güne Rama­
zan ve Kurban Bayramlarında babam Bilgütay elinde
“koç başlı” kobuzu ile ta atalarımız îskitler, Hunlar,
Şatolar, Massagetler, Kök Türkler, Uygurlar, Kırgızlar,
Karahanlılar, Selçuklular ve Ottumanlılar zamanında
çalınıp söylenen türküleri, yırları bizim obamızın genç­
lerine söylerdi. Babamın sesi tok, güçlü ve müzikaldi.
O çalıp söylemeye başladığı zaman Tanrı Dağlan’ndaki
kurt ve kuşlar susar, yağmur durur, şimşekler çakmaz,
yıldırımlar düşmezdi. Onun türkülerinde Türklük ya­
şar, Türk’ün “Cennet Atlan” koşardı.

* * *

Levent Şahverdi Arşivi


TÜRKLÜĞÜN “ALTIN BEŞİĞİ” ALTAYLAR

Sîzlere bizim obaların evlerinden, içinin döşeme­


sinden ve giyim kuşamımızdan da söz edeyim. Daha
önce söylediğim gibi, bizim Ata Yurdumuz, dünyanın
en güzel yerlerinden birisi idi. Atalarımız oraya Altay-
lar demişler. Altaylar “Türk’ün Altın Beşiği”dir. Ora­
da doğmak, yaşamak ve ölmek her kula nasip olmaz.
Havası çok temiz, yemyeşil otları hayvanlarımız için
besleyici, insanlarımızın sofraları için besin deposu­
dur: Kewürgen/küwürgen (dağ soğanı), kenpe (bir tür
ot), kebez/kepez (pamuk), yarpuz (yaban nanesi), ke­
kik, angduz (andız), ışkın (sapı yenilen ekşi bir tür ot/
Doğu Anadolu’da Elazığ, Tunceli, Bingöl, Muş ve Van
yörelerinde de “ışkın” derlermiş) gibi otlarımız boldur.
Alma/almıla, erük, awya (ayva) gibi meyveli ağaçla­
rımız vardır. “Söğüt gibi, içi çürüyen, kovuklaşan her
ağaca” küwij, "dallarından yay, kamçı, değnek yaptı­
ğımız ağaca” kürt deriz. Ağaçlarımız, bostan ve bah­
çelerimiz kavun, karpuz, kabak, üzüm gibi meyvelerle
doludur. Sığır, koyun, at ve kümes hayvanları besleriz,
inek ve koyun sütünden yoğurt, peynir, kurut; üzerine
eyer vurulup binilmemiş, yük taşıtılmamış kısrak sü­
tünden kınıız yaparız. Kımız kısrak sütünün mayalan­
dırılması ile yapılır. “Ak kınıız” ve “kara kımız” olarak
iki türü vardır. Ak kımızı gençler, kara kım ızı da biraz
Levent Şahverdi Arşivi
sert olduğu için orta yaşlılar içer. İnek ve koyun sütünü
mayalandırıp, hamur gibi yumuşatır, avucumuz içinde
“yuvarlayarak” güneşte kurutur ve kış için saklarız. Adı­
na "kurut” deriz. Kaymaktan yapılan peynire “tomas”
adını veririz. Kaymak ve sütün kesilmesi ile yapılan
“bıştak”; darı ya da arpanın kaynatılması ile elde edi­
len “boza” ve “şora” da bizim millî içeceklerimizdendir.
Buğday ve arpa unu gibi şeyler kanşünlarak yapılan ek­
meğe awzun deriz. Normal yenecek ekmeğe de etmek/
ötmek adını veririz. (Benim bu söylediğim sözleri atala-
nmızdan, Kâşgar’da doğmuş ve Türk ülkelerini dolaşmış
olan Mahmud adlı bir Türk bilgini Dîvânü Lugâti’t-Türk
adlı büyük eserinde yazmış. Atam o eseri Fergana’ya git­
tiği zaman kütüphanede görmüş. İçindeki sözlerin pek
çoğu bizim konuştuğumuz sözler gibiymiş. Türkiye’de
Besim Atalay, Ahmet Bican Ercilasun gibi Türkologlar
bu kitabı inceleyerek o zamanki Türk sözlerini günü­
müze taşımışlar.)

Türkler’de “El-kün (İl-Gün)”


Türkler millet olarak “ülke’Terine ve “halk”larına
çok önem vermişlerdir. Bu önemi belirtmek için de il
ve kün kelimelerini kullanmışlardır. İl [=E1] (=halk),
kün (=ulus, millet) demektir. Ülkenin düzeni, refahı,
adaleti, kut’u, bayındırlığı hep o ülkede yaşayan halk
içindir. O halk ülkesinin kut'u için yaşar, üretir, türe­
tir, ülkesi için savaşır ve gerektiğinde ülkesi için ölür.
Bugün Azerbaycan'da kızlara konulan “Günel /
Gün el” adı bu kutun insanoğlunun üzerinde yaşayan
bir Türkçe sözdür. Anadolu’da (Uşak’ta) yaşayan “Bu
yapılan iş doğru değil, ele güne rezil oluruz!” deyimi
de atalarımızın tecrübesinden bugünlere uzanan söz
yumağıdır. Levent Şahverdi Arşivi
Yurt (Çadır)/Bozüy ve Tündük
Biz, gövdesi söğüt ya da karaağaç dallarından ku­
rulmuş, üzeri çeşitli Türk damgaları ile süslenmiş ki-
yizlerle (keçelerle) örtülü “üy”lerde yaşarız. Bu taşı­
nabilir keçe evlere Kırgızlar “bozüy” ve “aküy” derler.
Bozüyün üzerinde tündük adını verdiğimiz yuvarlak
bir pencere vardır. “Tün” [< tüng](= gece). “Dük” de
(= -t-lük), yani “gece penceresi" demektir. Eski Türkçede
“tünek” (hapishane); tünemek (gecelemek); tünerik
(karanlık; mezar); tünetmek (geceletmek) anlamları­
na gelir. Bu tündük geceleri hep açık durur; yıldızlarla
parlayan gökyüzü, yatarken bu delikten seyredilir. Bü­
yükayı, Küçükayı, Kepçe, Samanyolu gibi yıldızların
ışıltıları ve yıldız düşmeleri; gökyüzünün kararması,
ağarması, şimşeklerin çakışı ve yıldırımların düşüşü
hep bu tündükten seyredilir. Yağmurlu ve karlı ha­
valarda bu deliğin kapağı bir örkenle (iple) çekilerek
içeriden kapatılır.

Kırgız bozüyü

Levent Şahverdi Arşivi


Anadolu’da yaşayan kardeşlerimiz Türkmenler,
Yörükler de keçeden veya kıldan yapılmış evlerine
“oba” ya da “çadır” [< Türkçe: çat-(I)r] derlermiş. Bu
çadır evlerin içindeki süslemeler de birer sanat ese­
ridir. Un ve giyecek çuvalları, torbalar, heybeler, ki­
limler, cicimler, tezgâhlarda dokunarak kızlarımız ve
kadınlarımızın ellerinde hayat bulur; bahar ayında
kırkılan koyunlarm yapağısından basılarak yapılan
kiyizlerin (keçelerin) hepsinin motifleri farklı, damga­
ları ilgi çekicidir.
Bu çuval, heybe, torba, ocak ve un ambarları üze­
rine dokunan ve çizilen “tamgalar” aynı zamanda bir
soy, boy ve obanın imleri olup, kutsaldır.

Türk “Tamga’Tan
Tarihçiler, halk bilimciler ve sosyologlar tarafın­
dan araştırmalara göre Türk kavimleri yazıdan önce
“tamga” adını verdikleri işaretler kullanmışlar. Atala­
rımın yaşadıkları coğrafyada dağda taşta o kadar çok
“tamgalı taş” var ki, görünce şaşırırsınız. Dağlardaki
pek çok granit taşın, kayanın, kaya yüzeyinin hatta
mağara içindeki düz duvarların üzerine kazınarak
ya da boya ile çizilmiş koç-koyun, geyik, at, kurt, av­
lanan insanlar, üzerlerinde “cebe” dediğimiz zırhlar
giyinmiş savaşçılar, yay çekip ok atan insanlar o ka­
dar güzel ve sanatkârane çizilmiş ki hayran oluşunuz.
Benim bu anlattığım “tamga”ların uzantıları Anado­
lu’ya, Kafkaslar’a, Macaristan ovalarına gidiyormuş.
Eleonora Novgoradova adlı annesi Yakut Türkü bir
Rus sanat tarihçisinin yazdığı eserler okunup araştı­
rılmaya değer.
Levent Şahverdi Arşivi
Türk tamgalanna bir örnek

Türkiyeli Türkolog Tuncer Gülensoy’un 1986 yılın­


da İstanbul’da Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı tara­
fından yayımlanan Orhun’dan Anadolu’ya Türk Dam­
gaları adlı eseri de okunacak kitaplar arasındadır.

Koyun ve Keçilerin “Kulaklarına Vurulan” En’ler


Orta Asya yaylalarında yaşayan Kırgız, Kazak, Uy­
gur, Özbek gibi Türk kavimleri konar-göçerlik zaman­
larından beri yüzlerce koyun beslemişler, bunları çoğu
zaman komşu kavimlere satarak onlardan başka mal­
zemeler almışlardır. Tarih kitaplarımız her Türk boyu­
nun binlerce sığır, koyun ve adarı olduğunu yazarlar.
Atalarımız besledikleri bu hayvanların komşularımnki-
lerle karışmaması için at ve sığır gibi büyüklerinin sağ­
rılarına “tamga”, koyun ve keçilerinin kulaklarına da
"en” adı verilen işaretler vurmuşlardır. Tamgalar o ka­
dar çok ve birbirinden farklıdır ki Türk’ün yaratıcı gü­
cüne şaşırmamak elde değildir. Enler koç, koyun, teke
ve keçilerin kulakları oyularak, kesilerek, yarılarak, de­
linerek yapılır ki hiçbir ailenin eni birbirine benzemez.
Levent Şahverdi Arşivi
Böylece odaklarda iç içe beslenen hayvanlar sağım ve
kırkım zamanlarında bu tamga ve enlerine bakılarak
sahiplerine verilir.
Bu tamga ve en geleneğinin Kırgız, Kazak, Özbek,
Türkmen Türkleri gibi boylarımız ile Anadolu Türkleri
arasında yaygın olduğu bilinmektedir.

Pastırma ve Kurut
Orta Asya’nın geniş ve bereketli bozkırlarında at,
sığır, koyun, keçi ve deve besleyerek onların et, süt,
deri, yün, bağırsak gibi organlarından yararlanan; et­
lerini güneşte kurutup “pastırma”, sütten yaptıkları
hamurları yine güneşte kurutup “kurut” adını verdik­
leri yiyecek hâline getiren atalarımız uzun yolculuk
ve savaş yıllarında hiç açlık çekmemişler. Atam Ata-
sagun’un anlattığına göre, yeni kesilmiş koyun ya da
sığırın yenilebilecek parçalarını bindiği atın “eyerinin
altı”na koyarak pişirir, atın teri ile tuzlanmasını sağlar,
yolda giderken de oradan kopararak yerlermiş.
Ayrıca atın bağırsağı at eti ve iç yağı doldurularak
yapılan “kazı” adlı Orta Asya Türk sucuğu hem doyu­
rucu hem de besleyicidir.

Ocak ve Ottigin (Otçigin)=Ateş Prensi


Çadırın (otağın) ortasında yer alan ocak, biz Türk-
ler için kutsaldır. Ocakta yanan ateş hem kutsal hem
de aile birliğimizin, varlığımızın bir simgesidir. Bizde
ocak hiç sönmez. Bu gelenek ta İskit ve Hun atalarımı­
za kadar uzanırmış. Savaşa giderken bile obadaki ocak
söndürülmezmiş. Evin en küçük oğlu obada bırakılır,
o da ocaktaki ateşin sönmemesi için onu odunla de­
vamlı beslermiş. O küçük çocuğaLevent
Ottigin deriz, “Ateş
Şahverdi Arşivi
Prensi” demektir. Komşumuz Moğollar’da da aynı ge­
lenek yaşar. Onlar da bu çocuğa “Otçigin” derler.

Bütün Türk boylarında kutsal olan ateş

Bütün Türk boylarında “ateş” kutsaldır. Ateşi su


ile söndürmez, ocaktaki “köz”ünü öldürmez, üzerini
kül ile örterek saklarız. Komşu Türk boylarından Kır-
gızlar ocağa "kolomto” derler, Moğollar’dan almışlar.
“Ocak başı”, uzun kış gecelerinin sohbet yeri olduğu
kadar, bilgelerimizin, masalcı nine ve dedelerimizin ço­
cuklarına, torunlanna masal, destan, efsane anlattıkları
“boy boylayıp, soy soyladıkları”; kurt ve kuş seslerinin
birbirine karıştığı; burunlarından alevlerin fışkırdı­
ğı ejderha ve canavarların sıcak nefeslerinin tüttüğü,
yeri gelince sıbızgı ve düdüklerin öttüğü, kobuz-a-
ğız komuzu, yatuğan ve dombra seslerinin yeri göğü
çınlattığı bir yerdir. Duyduğuma göre Anadolu'da
“köy odaları”nda, evlerde de “ocak başı” olurmuş. Bu
Levent Şahverdi Arşivi
ocaklarda yakılan ateşin etrafında oturan kişilerin de
oturuş sırası varmış. Ocağın iki yanına tör denirmiş.
Tör’e en yakın oturan kişi o yerin en yaşlısı ve bilge
kişisi olurmuş. Diğerleri de yaş sırasına göre oturur­
larmış. Şimdiki modern hayatta bu tür ocakların da
kalmadığı, türlerin ve ocak başı sohbetlerinin artık ta­
rihe karıştığı da anlatılıyor.

Giyim Kuşam
Bizim giyimlerimiz de çok ilgi çekici, göz alıcı ve
renklidir. Genç kız ve erkeklerimizin giydikleri başlık
ve elbiseler üzerinde çeşitli "tamga”lar vardır. Kök
mavisi ve al renkleri severiz. Deniz ve göllerde yaşa­
yan salyangoz kabukları, istiridye kabukları, gümüş ve
altın pullar ile eski paralar başlıklarımız ile cepkenle­
rimizi süsler. Ayaklarımızda yumuşak deriden yapıl­
mış uzun ve kısa konçlu çizmeler vardır. Ellerimizde
“ellik” adını verdiğimiz eldiven, karlı havalarda gözle­
rimizi yansıyan kar ışığından korumak için “gözlük”-
lerimiz vardır. Bu gözlükler “at kılı”ndan yapılır; sizin
camlı gözlüklerinizden farklıdır. Üstümüze “ton” (el­
bise) giyeriz. Giydirmek, donatmak için tonatmak; el­
bise göndermeye tonıdmak; gömleğe könglek, gömlek
giymeğe de köngleklenmek deriz.

Türkler’de At
At bizim her şeyimizdir. Her Türk çocuğu, kız ya
da erkek olsun, üç yaşından itibaren ata binmeye baş­
lar. önce kınalı koçlar üzerinde, eyersiz eğitim görü­
rüz. Sonra taylara, daha sonra da kısrak ya da aygırlara
binmeye başlarız. Bindiğimiz atların eyeri ve üzengisi
Levent Şahverdi Arşivi
yoktur. Yalnız atın yelesine tutunur, bacaklarımızla
gövdesini sımsıkı sarar, dizgin ve yuları ile ata hâkim
olmaya çalışırız. Sığır, koyun ve at sürülerini güderken
bindiğimiz atlarla artık kardeş gibi olmuşuzdur. On­
ları elimizle besler, geceleri bozkırın ayazında birbi­
rimize sarılır yatarız. Üzerinden düştüğümüz zaman
yanımızdan ayrılıp bizi terk etmez. Bozkırın beklen­
meyen tehlikelerine karşı bizleri hem uyarır hem ko­
rur. Atalarımızın Çin Seddi’ni aştıkları kısa bacaklı
atiara “Cennet Atları” derlermiş. Kürşat’ın ve onun
kırk yiğidinin atı da Çin Seddi’ni bir sıçramada aşan
Cennet Atları imiş.

Çin Seddi’ni bir sıçramada aşan Cennet Atlan

Moğolların Gizli Tarihi ve Çinggis Kağan Tarihi


Çevirisi adlı eserlerde pek çok savaş atının adları ve
Levent Şahverdi Arşivi
sıfatları yazılıdır. Ak Ağız, Ak Boz, Ak Kula, Kır At, Şon-
kar Gölük (Çinggıs Kağan ’ırı atı) gibi at adları hem halk
edebiyatımızda hem de tarihimizde geçmektedir.
At yarışı bizim hayatımızın bir parçasıdır. Millî
bayram ve şölenlerde at yarışları yapılır. Üç yaşında­
ki bir çocuk da yirmi yaşındaki bir gençle yarışabilir.
Kazanan birincinin üzerine “kımız” saçılarak kutlanır,
para ödülü de verilir. “Kımız saçmak” Altay ve Tanrı
Dağı Türkleri ile Moğollar’ın önemli bir özelliğidir. Bu
törene “saçı” denir. Düğünde gelinin üzerine şeker ve
darı serpmek, ölünün mezarı üzerine kımız ve arak
serpmek, yarışı kazananın üzerine kımız serpmek
Türkler’in binlerce yıllık saçı geleneğidir.

Türkler’de Kurt
Her milletin bir tabu hayvanı vardır. Ona hürmet
gösterir, ona saygı duyarlar. Almanlar’ın ve Ruslar’m
“ayı”, Moğollar’ın “nogay (köpek)”, başka milletlerin
de kartal (bürküt), geyik, karga, saksağan, fil, inek/
öküz vb. gibi hayvanları kutsal saydıklarını babam an­
latırdı.
Türkler de kurt adlı o güzel, evine ve eşine bağlı,
sürü halinde yaşamasını seven, tek eşli o güçlü hay­
vanı kendilerinin kutsal hayvanı saymışlar, ona saygı
duymuşlar, sevgi göstermişler. Bazı Türk boyları bu
hayvana börü/böri/büri; bazıları da kanşkır/kaskır
demişler. Aynı coğrafyada yaşadığımız ve tarihî bir
birlikteliğimiz olan Moğollar kurta “Börteçinoa” adını
vermişler. Börte sözü Türkçedeki bozun karşılığıymış.
Çinoa da kurt demekmiş. Yani Bozkurt...

Levent Şahverdi Arşivi


Türkler’in, evine, eşine bağlı ve güçlü olduğu için kutsal saydıkları
bozkurt

Kurt, genellikle dağlık yörelerde yaşayan, kendi­


sine sataşılmadıkça insanlara saldırmayan, gözleri
“ateş rengi” ve geceleri pırıl pırıl parlayan, kulakla­
rı dik, dişleri sivri, çenesi tuttuğunu koparan ve çok
kuvvetli, postu gri ya da kül renkli, toplu olarak yaşa­
yan ve avlarını paylaşan bir hayvandır. Ben pek çok
kurt gördüm. Bir seferinde, sık ormanın içinde çilek
ve böğürtlen toplarken karşıma çıkmıştı. Gözleri çak­
mak gibi parlıyordu. Bana sanki gülümseyerek baktı,
sakin ve yavaşça uzaklaştı. Obaya döndüğümde an­
neme anlattım. O da aynen kurt gibi gülümsedi, bana
‘‘Korkma, kurt bizim tabumuzdur. O Türk’e hiç zarar
vermez!" diyerek beni korkumdan kurtardı. Bir kere­
sinde de yaralı bir kurt yavrusu bulmuş, onu obam ı­
za getirerek bakıp iyileştirdikten sonra yine ormana
salmıştık. Ailesini bulmuş olmalı ki bir daha yanımıza
Levent Şahverdi Arşivi
gelmedi ama pek çok tolunay gecesinde ulumalarını
duyardık.
Babamın anlattığına göre kurt, erken devir Türk-
ler’inde en önemli hayvan sembolü imiş. Gök menşeli
olduğu, “gök yeleli erkek kurt”un Güneş’ten çıktığı
efsanesi anlatılırmış. “Monggol-un Niguça Topçiyan
(.Moğolların Gizli Tarihi)” adlı kitapta da “Çinggis Ka-
gan-u huca’ur de’ere Tenggeri-eçe cayagatu törüksen
Börteçinoa acu’u” diye kayıt varmış ki bu “Cengiz Ka-
ğan’m ceddi Yüce Tanrı’nın inayeti ile yaratılmış bir
Bozkurt idi” demekmiş.
Yine babamın anlattığına göre, Kültigin Yazıtı’nm
doğu tarafında “Tanrı güç verdiği için babam hakanın
ordusu kurt gibi, düşmanı koyun gibi imiş!” sözlerin­
den Türkler’in “kurt” sıfatı ile anılması onların yenil­
mezliğini anlatıyor, sanırım...
Uygurca yazılmış olan Oğuz Kağan Destanı’m da
okumuş babam. Orada kurt (börü) adı sık sık geçer­
miş. Gök yeleli bozkurt Türk mitolojisinde Tanrı’nın
Türkler’e gönderdiği kutsal bir hayvan olup, Oğuz Ka-
ğan’ın ordusunu peşinden getirmiş.

Güreş
Atalarımızın “küreş” [< kü r “yiğit, sarsılmaz, pek
yürekli kabadayı” +(e)ş\ adını verdikleri güreş de tarihi
İskit ve Hun Türkleri’ne kadar uzanan bir ata sporu­
dur. Bizde güreş, birbirleriyle güreşen iki güreşçiden
birisinin dengesini kaybetmesine kadar sürer. Mo-
ğollar’da da öyleymiş. Moğol güreşçileri de altlarında
deriden yapılmış mayoları, üstlerinde yarım kol ye­
lekleri, ayaklarında özel yapılmış çizmeleri ile güre-
şirlermiş. Anadolu Türkleri’nde sırtını yere getirmek
gerekiyormuş... Levent Şahverdi Arşivi
Güreşecek iki kişi “er meydanı”na çıktığı zaman
bellerine doladıkları kuşaklardan tutarak birbirlerinin
gücünü ve ustalıklarını denerler. Sağa ve sola salladık­
ları rakiplerinin dengelerini kaybettirdikleri zaman
güreşin galibi olurlar. Moğollar’da yenilen kişi yenen
kişinin koltuğunun altından geçerek onun gücünü ka­
bul ettiğini belirtirmiş.
Her Türk erkeği güreşmeyi sever ve güreş oyunla­
rını bilir. Rakip yüz okka bile olsa korkulmaz ve kaçıl­
maz. “Yenile yenile yenmeyi de öğrenirsin?’ sözü güre­
şenler için söylenmiştir.
Güreş tutulan alanda davul ve zurna çalar. Bu ge­
lenek bütün Türk dünyasında varmış. Güreş Türk er­
kekleri için bir tür savaş oyunudur. Kılıç ve mızrak ile
savaşan gençler, düşmanları ile savaşırken yaptıkları
ayak, vücut ve el oyunlarını güreşirlerken öğrenirler.
Güreşte davul ve zurnanın sesine alışan gençler, sa­
vaşırken, dağ tepelerinde kurulmuş "dokuz” ya da
“doksan” katlı mehterin sesini zevkle ve şevkle dinler­
ler. Türk askerinin zafer kazanmasının sebeplerinden
birisi “Cennet Atları”nın kıvraklığı, oynaklığı ise, diğe­
ri de o atların üzerinde güçlü ve kuvvetli oturmasını,
yüz seksen derece arkalarına dönerek düşmana “şarkı
söyleyen oklar” atmasını bilen, kargı ve kılıç ile oyun
oynar gibi savaşan Türk yiğitleridir.

Türkler’de Tuğ ve Davul


Eski Türkler’de “tuğ” ve “davul” bağımsızlık sem­
bolü idi. Devlet kuran halkın mutlaka tuğ ve davulu
olurdu. Savaşlarda “tuğ açılır”, “davul dövülür”dü.
Sonradan Osmanlı’da da yer alan “Mehter” takımın­
da tuğ, zil, zurna, def, davul, boru bulunur, bunlar sa­
yılarına göre “dokuz katlı” ya da Levent
“doksan katlı” olarak
Şahverdi Arşivi
anılırlardı. Savaş sırasında mehter takımı savaş marş­
ları çalarak Türk askerini coşturur, düşman askerle­
rini de yıldırırdı.

Türk Toplumunda Kadın


Bütün Türk boylarında kadınlar “çok yüksek bir
ahlâka sahip olup erkeklerinin yanında hiç aşağılan­
mazlar. Erkek için kadın bir eş olmaktan öte hayat
arkadaşı, can yoldaşı, çocuklarının eğitmeni, otağının
sevgi dolu varlığıdır. Türk kadını obada ya da komşu
obalarda yapılan toylara erkeği ile birlikte katılır, er­
keklerle birlikte toplanır. Kam anam da bu geleneği
sürdürür, kızlarını yanına alarak toylarda boy göste­
rirdi. Bu toylarda genç yiğitler evlenecekleri kızları gö­
rür, onlarla tanışır, konuşur, hatta güreşlerde bile eş
tutarlardı. Beğendiği kızı yenen yiğit güreşi kazanırsa
o kızı toy yaparak alır, çocuklarının kadını yapardı.
Kadınlar toylarda ve eğlencelerde ağız komuzu,
dombra, yatuğan gibi çalgılar çalar, ak kımız ya da
“şora” içer ve eğlenirlerdi. Erkekler gibi ata binmek ve
kahramanlık Türk kadın ve genç kızlarının en güzel
vasıflarmdandı.
Kadın, yanında erkeği olmadan komşu obaya gi­
debilir, Türk misafirperverliği gereği konuk olarak ka­
bul edilir ve gerekli alakayı görürdü.

* * *

Altaylar, Türk dünyasının “Altın Beşiği” demiştim.


Sizlere bu beşiğin içinde hangi Türk kavimleri yaşa­
mış, hangi mitolojik efsaneler anlatılmış onlardan
kısa kısa bahsetmek istiyorum.
Levent Şahverdi Arşivi
TARİHÎ TÜRK KAVİMLERÎ

İskitler/Sakalar
Başlarına “sivri külâh / hayvan kürkü ile yapılmış
papak”, üstlerine “koyun postu” elbise, yumuşak köng-
lek (gömlek), deri yelek, gocuk şeklinde ceket, deri pan­
tolon, tabansız yarım boğaz çizme giyen, “konargöçer”
hayat yaşayan, yılkı atlan, sığır ve koyun besleyen, "üstü
keçe ile örtülü arabalar”da yaşayan savaşçı, cesur bir
Türkkavmidir. Keçe evleri 2-3 bölmeli olur. Bu keçe ev­
ler geceleri soğuğu, gündüzleri de sıcağı içeriye geçir­
mezler. Kısrak sütünden yapılmış “kımız” içerler. Suda
haşlanmış et yerler, “kebap etmeye yarayan oğlak veya
kuzuya “söküş”; kebaba da “söklünçü” derlermiş.
Tanınmış eski Yunan tarihçisi onların “kısrak sa­
ğanlar” olduğunu, at beslediklerini, atın etinden, sü­
tünden, derisinden yararlandıklarını yazmış. Yine ta­
nınmış bir ozan olan Homer de llyada adlı eserinde
İskitlerden bahsederken onların keçeden yapılmış ta­
şınabilir çadırlarda yaşadıklarını, taşınabilir keçeden
yapılmış “hamam”larda yıkandıklarını; çok adaletli
bir tayfa olduklarından bahseder.

Hunlar
Tarihî bilgilerimize göre Hunlar takriben MÖ 1500
yıllarından itibaren milâdi V. yüzyıl sonlarına kadar
Levent Şahverdi Arşivi
geçen 2000 yıllık uzun bir zaman içerisinde Asya’nın
geniş ve soğuk bozkırlarında, Avrupa’nın yemyeşil
ovalarında yaşamış ve yurt tutmuş, devlet kurmuş
bir Türk kavmidir. Asya’da iken T’ou-man (Teoman/
Tümen/Tuman), Mo-tu(n) (Mete); Avrupa’da iken
Muncuk, Attila, Almus, Arpad, Bengedek, Atlakewe
adlarında meşhur devlet adamları ve komutanlar ye­
tiştirmişlerdir.
Hunlar da başlarına keçeden yapılmış külâh/pa-
pak, üm adı verilen “pantolon”, ayaklarına çarık ve çiz­
me, pantolonun altına “don (< ton)”, yün ya da keten­
den dokunmuş kumaştan yapılma gömlek (< könglek),
önü düğme ile açılıp kapanan “kaftan (< kap+ton)” gi­
yerler; bellerine de “tokalı kemerler” takarlardı.
Hunlann hem kadınlarının hem de erkeklerinin
süs eşyaları vardı. Eşyalarında kullandıkları altın, gü­
müş, kehribar, yakut vb.den yapılmış süslemeler göz
kamaştırıcı idi. Atlan eyerli, üzengili, yularlı ve gem ka­
yışlı olurdu. “Hun eyeri" o devrin en kullanışlı eyeri idi.
Savaşırken kullandıkları yaylar ile ok uçlan, mızrak,
kama ve kılıçlan “Hun demircileri”nin ocaklarındaki
örslerde dövülmüş, kırılmaz ve paslanmaz çeliktendi.
Bazen “kemikten oyulmuş ok uçları” da kullanırlardı.
Bu kemik başlıklı oklar yaydan çıktıkları zaman hava­
da uçarken “ıslık çalar/şarkı söylerler”di. Bu sesi duyan
düşman ordusu korkuya düşer, kaçarlardı.

Kök Türkler
Altay Dağlan’mn güney eteklerinde yaşayan bir ka­
vim varmış. Bu kavmin adı T’u-kü-e/Tukyu [sonradan:
(Kök Türk)], kağanları da Bumin (T’u-mın/Tümen)
imiş. Bazı tarihî kayıtlara göre bu kavim bir zamanlar
Juan-Juan (Avar) lara tâbi imiş ve onlar için “demircilik”
Levent Şahverdi Arşivi
yaparlar, örs üzerinde demir döverek çelik kılıçlar, ka­
malar, kargı uçları yaparlarmış. T’u-kü-e’lerden başka,
yine bir Türk kavmi olan Töliş (Tölüs)ler de Juan-juan
kağanı Anakoay’a bağlı imişler. Tölişler 551 yılının yaz
ayında Juan-juanlara karşı baş kaldırınca, Juan-juan
hanı Anakoay, T’u-kü-e başbuğu Bumın’ı Tölişler’in
üzerine göndermiş. Savaşçı bir kavim olan T’u-kü-e’ler
elli bin obadan ibaret olan Tölişler’i yenerek onları tek­
rar Juan-juanlar’a tâbi kılmış.
Tölişler’i mağlup eden T’u-kü-e’lerin güçleri bir­
denbire artınca, Bumın Anakoay’dan kızını istemiş.
Juan-juan hanı Anakoay T’u-kü-e'leri köle ve kendi­
sine tâbi bir halk olarak gördüğü için kızını vermemiş.
Bunun üzerine Bumın, Çin (Batı Vey) imparatoru ile
anlaşma yaparak saraydan bir prenses ile evlenmiş.
Böylece daha da güçlenen T’u-kü-e’ler, 552 yılında
Bumın’ın başkomutanlığında Anakoay’ın Juan-juan-
lar’ına saldırmışlar. Bu savaştan galip çıkan T’u-kü-
e’ler, Anakoay’ı da öldürüp yeni bir bağımsız Türk
devleti kurmuşlar ve Juan-juanlar’a tâbi pek çok kav­
mi de kendilerine bağlamışlar.
Bumın kendisini “kağan” ilân etmiş Ve “Elig Kan
(/İlig Han) ’’ [=hâkim, hükümdar] lakabını almış. O
zamanlar yurdu olan, yurt sahibi, devlet sahibi kişiye
“Eliglig/Ellig”, hükümdara da “Elig Kutı” derlermiş,
işte bizim Ilig ya da İl Han dediğimiz atamız budur.
Türk atalarımızın Bumın, Çin kaynaklarının T’u-
men adını verdikleri bu büyük ve ilk Türk kağanının
atası Na-tu-lu imiş. -> büyük oğlu T’u-men / 2. oğlu
istemi (Şetie-mi) imiş. Bumın Kağan’m 552/553 yı­
lında öldüğü, yuğ (matem) töreninin yapıldığı zaman
pek çok komşu ülkeden kağan, bey ve prensin geldiği
anlatılır. Levent Şahverdi Arşivi
Bumm’dan sonra Kök Türk tahtına sırasıyla oğul­
ları K’o-lo (öl. 553) -» Mu-kan (553-572) T’o-po
(572-581) oturmuşlar.
T’o-po’nun ölümünden sonra Türk birliği yıkılmış
ve o koca güçlü devlet Batı ve Doğu olmak üzere ikiye
ayrılmış. Doğu Kağanlığı da 1. Birinci Doğu Kök Türk
Kağanlığı (582-630), 2. İkinci Doğu Kağanlığı (682-
745) olmak üzere iki kez tarih sahnesinde görülmüş.
630-681 yılları arasında geçen 51 yıllık uzun bir zaman
Çin’e tâbi olarak yaşayan Kök Türkler, Kutluğ Kağan
ile birlikte yine tarih sahnesine çıkmışlar.

Uygurlar
Bir anlatıya göre Ağuz Kağan o halktan ne için “oğ-
ruluk” yaptınız diye sormuş, onlara oğrasa “oğur” olsun
derlermiş, “işin ileri gelsin” demekmiş. Bu Uygur hal­
kından bir nice bölekin her birini bir boy ile söylerler.
Kök Türkler’den sonra Orta Asya’ya hâkim olan bir
Türk kavmi de Uygurlar imiş. Önceleri Kök Tengri’ye
inanan, Kök Tengri’yle konuşup anlaşan Uygurlar,
sonraları, bir insan olan Buddha’nm öğretisine ina­
narak “Budist” olmuşlar. Iskiüer, Hunlar, Massaget-
ler, Şatolar, Kök Türkler gibi savaşçı ve hayvan güden,
kımız içen, yay çekip ok atan Uygurlar, yerleşik haya­
ta geçip toprakla uğraşmaya, at, tavar, koyun otlatıp
göçmeye son vermişler. Budizm’de et yemek “yasak”
olduğu için et yemeği unutmuşlar, ot yemişler, güç-
süzleşmişler. Yerleşik olduklan için semizleşmişler, han­
tallaşmışlar. “Öldürmek” yasak olduğu için savaşma­
mışlar, solucanı bile öldürmemişler. Yerleşik hayatta
pek çok işler yapmışlar. Budizm’le ilgili yüzlerce kitap
Levent Şahverdi Arşivi
yazmışlar, onları “bedizlemiş” (süslemiş)ler. Sonra da
onları, bir Budist rahibi "Bin Buda Mağaraları” adlı
bir mağarada saklamış, gün yüzünden uzak tutmuş.
Birkaç yüz yıl sonra, buralara gelen Batılı bilginler ve
seyyahlar bu kitapları yer altından ve o mağaradan
çıkartıp, katırlara, develere yükleyip Himalayalar’dan
aşırarak Kalküta’ya getirmişler; oradan da gemilerle
Avrupa’nın Londra, Berlin, Paris, Vatikan, Helsinki,
Petersburg vb. gibi şehirlerine götürerek müzelere, kü­
tüphanelere vermişler.
Budist Uygurlar daha o zamanlar çok güzel bir yazı
kullanmışlar. Batılılar bu yazıya “Uygur yazısı” diyor­
lar. Moğollar da bu yazıyı Uygurlar’dan alıp geliştir­
mişler, (ç, p, ş) harflerini ekleyerek çok güzel, süslü bir
kaligrafi ortaya koymuşlar. Uygur yazısı ile yazılmış pek
çok Budist kitabı, fal kitabı ve başka kitaplar yazmışlar.
Uygurlar’m “hareketli harfler (hurufat)” ile Uy­
gurca eserler bastıklarını ve Uygurlar’ın bunlara dün­
yanın ilk basma eserleri dediğini söylerler. Ayrıca
onların yazdıkları pek çok eski Uygurca eser Alman,
Rus, Japon, Fransız ve Türk bilim adamları tarafından
transkripsiyon alfabesiyle yeni yazıya aktarılmış olup
bu konuda çeşidi araştırmalar vardır.
Uygurlar da Çinliler gibi "barut” ve “ipek’Te ilgili
bilgilere sahipmiş. Hatta ilk defa barutu savaşta kul­
landıkları anlatılır. İpek de Uygurlar’m ellerinde daha
gelişmiş, daha kaliteli kumaşlar Uygurlar tarafından
üretilmiş. Bugünkü “Doğu Türkistan”ın Urumçi, Tur­
fan gibi bölgelerinde dut ağacı ve ipek böceği üretici­
liği yapılmaktadır.
Uygur halkının oturdukları yurtları iki ulu dağdır,
birinin adına Bukratu Bozluk derler, diğerinin adına
Levent Şahverdi Arşivi
OşnuklukTengrim derler. Karakorum da bu iki dağın
arasına düşer. Sonra bu dağların birisinin arasından
on ulu çay akar. Sonra birinin arasından dokuz ulu
çay suyu akar. Eskiden beri Uygur halkının yurüarı o
suların kıyısında, o bozkırdadır. O aralarda oturur idi­
ler. Nitekim on çay suyunun yakasında oturan halka
da On Uygur denir. Bu dokuz çay suyunun yakasında
oturan halkları yüz yirmi iki boya ayırmıştır ki onların
adını, sanını bulamamıştır.”

Kanglılar-Kıpçaklar-Karluklar-Halaçlar
Türk halklarının Oğuz Kağan’dan ad almaları mi­
tolojimiz için çok önemlidir. “Çinggis Kağan Tarihi Çe­
virisi" nde ve “ Uygur Harfli Oğuz Kağan Destanı”nda
birkaç Türk boyuna ad verilişi anlatılıyor. İşte Kanglı
boyunun ad alışı şöyle: Sonra bir nicesi kendi beğle-
rinden izin aldıkları için “araba” yaptılar. Ağaçtan ya­
pılan bu arabaların tekerlekleri, yolda giderken “kang
kang kang!” diye ses çıkarırlarmış. O yüzden, Türkler
bu tür arabaya kanglı derler, bu ad onlara b ö le k san ı
(boy adı) olmuş.
Başka bir efsanede, o vakit Oğuz Kağan İt-Barak
halkı ile savaştı. İt-Barak halkından bir hatun kişi “ağır
ayak” (hamile) idi, o savaş zamanında oğlan doğurdu.
[Doğan bebeği] saracak nesne bulamayınca “ağaç
kabuğu ile sarıp” başına kaldırır yürür idi. Oğuz Ka­
ğan’dan İt-Barak halkı kaçınca o oğlanı Oğuz Beği alıp
oğlu gibi yetiştirdi. Ağaç kabuğuna sarıldı bir kadın
ve onun çocuğunu gördüğü için adını Kıpçak koydu,
şimdiki Kıpçak halkı o oğlanın soyundandır. Kıpçak
halkı pek görklü ve ulu sözlüdür.
Levent Şahverdi Arşivi
Uygur Harfli Oğuz Kağan Destanı'nda ise bu riva­
yet başka türlü anlatılır: “Oğuz Kağan bir ağaç kabu-
çağında/kovuğunda, ışıklar içinde, çok güzel bir ka­
dın ve çocuğunu görür; onları yanına alır. Bu yüzden
onlara “kovuçak/kobuçak > kobçak > kıbçak > kıpçak”
demişler.
Sonra Karluk halkının boyları.... Nitekim Oğuz
Kağan karda Gûr Garcistan yönüne asker çıkardı. Yol­
da kar ulu (çok) oldu. Bir bölük halk kara saplanıp as­
kerden geri kalırlar, yurda sonra geldiler. Oğuz Kağan
onlardan “Ne için geri kaldınız?” diye sordu. O halk
“Kar ulu yağdı, kar altında gömülüp geri kaldık” diye
cevap verince Oğuz Kağan onlara Karluk diye ad ver­
di. Şimdiki Karluklar onların soyundandır.
Sonra Halaç oymağı öyledir, ki bir bölek halk
Oğuz Kağan’m o yürüyüşünde açlıktan bitkin düşüp,
yol kesip "kazakçılık” yapmaya başladı. Oğuz Kağan
o kişileri tutsunlar diye yarlık buyurdu. Tutup divâna
getirdiler. “Aç kaldık, azığım ız tükendi, askerden kal­
sak kağanın yasağından korkarız o yüzden oğruluk
kıldıkf diye cevap verince kağan öfkelenip “Kal aç!”
dedi, o yüzden o halka Halaç ad koydular, şimdiki Ha­
laç halkı onların soyundandır.”

Levent Şahverdi Arşivi


TÜRK DESTANLARI

“Destan” sözcüğü Türkçe değil, Farsça “dâsitân”-


dan ödünç alınmış bir sözcükmüş. Tarih öncesi tanrı,
tanrıça, yarı tanrı ve kahramanlarla ilgili olağanüstü
olayları konu alan Alp Er Tonga, Oğuz Kağan, B oz­
kurt, Ergenekun, Türeyiş, Göç, Maaday Kara, Ural Ba­
tır, Ak Boz At, Altın Arığ, Manas, Alpamış, Battal Gazi,
Danişment Gazi, Sarı Saltuk, Köroğlu gibi şiir ve nesir
tarzında söylenen hikâyelerdir.
Bizim Altay Türkleri arasında bu tür kahramanlık
anlatılarına “kay çörçök”, bunları “kopuz”la ya da yal­
nız sözle anlatan kişilere de "gayçı” adı verilir. Komşu
Tuva Türkleri’nde kahramanlık türü anlatılara “maa-
dırlıg tool”; Hakas Türkleri’nde “alıptıh namah”, anla­
tanlara “kayçı”; Yakut Türkleri’nde “olonho”, anlatan­
lara da “olonhout” derlermiş. Kırgızistan’da “Manas
Destanı” adlı dünyanın en uzun destanını kobuz eş­
liğinde okuyup anlatanlara da “Manasçı” dendiğini
babam söylerdi.

Levent Şahverdi Arşivi


Dünyanın en uzun destanım kobuz eşliğinde okuyup anlatan Manasçı

Yakut Türkleri’nin Yaratılış Destanı


Ben Sınaru, babamdan duyduğum bir Yakut yara­
tılış (menşe) destanını sizlere de anlatmak istiyorum.
Yakutlar, bizAltayTürkleri’ne göre daha kuzeyde Yaku-
tistan denilen bir coğrafyada yaşıyorlarmış. Babamın
anlattıklarına göre, orası buzlarla, donmuş topraklar­
la, tundra denilen geniş topraklarla kaplı bir ülke imiş.
Bizim buralarda pek görülmeyen uzun ve iri boynuzlu
geyikleri evcilleştirmişler, onlara biner, kızaklarını çek­
tirir, etinden, sütünden, derisinden yararlanırlarmış.
Geyikten başka kurt, gümüş renginde Sibirya tilkisi, ya­
ban koyunları, kartal (bürküt), sungur, atmaca gibi alıcı
kuşlar yaşarlarmış. Buzların altında akan sularda çok
çeşitli ve etleri lezzetli balıklar da yaşarmış.
Yakutlar aynı biz Altay Türkleri gibi beyaz tenli,
elâ, yeşil ve mavi renkte, “badem gözlü” imişler. Soğu­
ğa ve sert kış şartlarına alışkın oldukları için vücutları
da dirençli imiş.
Levent Şahverdi Arşivi
Babam, bu menşe destanını Ankaralı bir Türkolog
olan M. Fatih Kirişçioğlu adındaki “Yakutça uzmanı”-
mn yazdıklarından öğrenmiş:
"Güneyde Buryat kabilesinin yurdunda Omogoy
Bay denilen kişi yaşarmış. Bir yerli şaman, Omogoy
Bay’a “ruh çağırarak”, üç yataklı Lena nehrinin kuğu
yabani kuş bulundurarak aşağıya inen Vilyuy ırmağı­
nın kaynağına değdiğini, fal bakarak söylemiş.
Lena ırmağının genişleyerek eriştiği yerde iki
“mukaddes/kutsal kaya” varmış. Güneydeki kutsal
kaya atın, davarın yaratıcısı olarak; kuzeydeki kutsal
kaya da inüç güzel çam ağacı eğin, ehli hayvanın ya­
ratıcısı olarak türetilmişler. Güneydeki kutsal kayanın
biraz altında “ Üç güzel çam ağacı" yetişmiş. Orada ya­
şayan yaşlı erkek ve kadınlar, -memleket ilahelerimiz,
oraya geleni yediren, giydiren cömert inanlar olarak
yaşarız” diye bağırmaya başlamışlar. Böylece sen be­
nim gördüğüm yere ulaşırsan, bahtın, talihin, aklın
gelecekte uzasın, genişlesin diye söylerlermiş.
Bunu kabul eden Omogoy Bay, karısı, iki kızı, on ka­
dar aile mensuplarını ve oğullarım alıp, yaşadıkları yer­
lerinden göç ederler. Onlardan birisi, yanlışlıkla Vilyuy
ırmağının ucunu bularak, uzun botu ile aşağıya doğru
kürek çeker. Vilyuy’un kaynağına gelip durduğunda,
Omogoy Bay kendisi tek başına (bir) kütüğe binip, Lena
ırmağının karşısına geçerek, doğuda dağ eteğindeki yük­
sek kayanın üstüne çıkıp, ülkenin manzarasını görür.
Etrafına bakınarak “Neden kuzeyden soğuk rüzgârlar
esiyor; insan ve hayvan yetişmeyen, bahtı kurumuş ülke
görünümünde? Güneyde, yukarıdan sıcak sıcak rüzgâr
vurur, (yaşamak için) en iyi yer burası olmalı!’ diye dü­
şünür. Bunun üzerine sallarını kalın bir iple çekip Lena
ırmağının yukansına, şimdiki Killem ovasına
Levent gelmişler.
Şahverdi Arşivi
Omogoy ailesi burada kayın ağacının kabuğundan
ev yaparak yerleşmişler. Ertesi gün kuzeydeki kutsal ka­
yaya gitmişler; “böğüren, kızan, henüz doğurmamış üç
yaşındaki gebe ineği bularak (eve) getirmişler. Sonra,
ertesi gün de güneydeki kutsal kayaya ulaşıp, üç çam
ağacını bularak, dört yaşındaki koyu yeleli, kuyruklu
gebe kısrağı, kayanın sol yanında bularak (eve) getirir­
ler. Buraya yerleşip, balık ve tilki avlayıp, evcil hayvan­
larını da büyütürler, onlar için ağıl yaparlar.
Üç yıl dolduğunda, büyük şölen zamanı, Omogoy
oğullarını çağırıp, iki kısımdan oluşan yayını (onlara)
uzattığında, nehir kıyısındaki, ördek ve yabani hayvan
tüyünden oluşan çöp yığınının suyun üstünde yüze­
rek uzaklaştığını görür. Bu yığının uzaklaştığını gören
Omogoy, “Nirgiter” ve “Dorgutar” adlı oğullarına “Bu
yığını gözetleyin!” diye söyler. Bu iki oğul, güneydeki
kutsal kayaya ulaşmak için yola çıkarlar. Oraya var­
dıklarında çırılçıplak bir kişinin yaşadığını görürler.
Oğlanlar, oraya gizlice yaklaşırlar. O çıplak kişi onarın
yaklaştığını sezer ve “Sizler Omogoy’un oğullarısınız,
değil mi?” diye sorar. “Ben sizler oraya yerleştikten
sonra her yılın yarısı olduğunda sizi takip ediyordum.
Bir yıl bozkırlarda dolaşıp, tekrar buraya gelip oturu­
yorum. ... Benim adım Elley Batur’dur.” dedi. Sonra
hep birlikte Omogoy’un evine gelirler. O günden son­
ra Elley, Omogoy’a üç yıl boyunca hizmet eder. Elley,
çok kuvvedi, gösterişli, yakışıklı ve üç kişinin yapacağı
işi tek başına yapabilen bir kişidir.
Omogoy Bay’ın yetişkin iki kızından büyüğünün
adı Dekey Depse, küçüğünün adı da Nyiki Dahhan
imiş. İkisi de Elley Batur ile evlenmek istemişler.
Bir sabah, uykudan kalkan Omogoy’un yaşlı karı­
sı, “oymalı kımız kadehi”ni uzatarak, Elley’den
Levent Şahverdi“Bizim
Arşivi
kızlarım ızdan birisini eşin olarak seçerek evlenin ve
çoluk çocuk sahibi olun. Biz sana Nyiki D ahhan ’ı uy­
gun b u ldu kr diye söyler.
Elley, yaşlı kadının verdiği kımızı içmeye başlar,
ancak hiçbir şey söylemeyip yalnızca dinler.
Burada avlanır, hem av hayvanları çok hem de ya­
şadığı evi güzeldir. Kızlar da işemek için evin arka ta­
rafından dışarı çıkarlar. Kızların işediğini Elley, gizlice
seyreder. Sevilmeyen büyük kız, Dekey Depse işediği
sidiğin rengi beyazdır ve köpüklenerek kaptaki gibi
birikir. Küçük kız Nyiki Dahhan’ın sidiği su gibi olup,
köpüksüzdür ve yerde sinerek kalmıştır. “Bu küçük
sevilen kızın nesli daha iyi olmalı!" diye düşünmüş.
Omogoy Bey, bir gün Elley’i çağırarak: “Bu bizim
kızlarım ızdan hangisini alacaksın ve hangisinin soyu
uzun olacak?”diye sormuş. Elley de “O kötü, çelimsiz
kız Dekey D epse’y i karı olarak alacağım!" demiş. El-
ley’in kötü kızı karı olarak alacağını öğrenen Omogoy,
Elley’e kızmış ve razı olmamış; kızın hisseleriyle mal­
larından bir kuyruksuz kızıl renkli ineği çeyiz olarak
verir ve “Hemen buradan gidin! Gözümüze görünm e­
yin, nerede (yaşamayı) düşünürseniz, oralara gidin;
orm anın ağaçları gibi (birbirinizden) ayrı olun!’ diye
de beddua eder ve ikisini de kovar.
Karı koca Elley’ler, o zamanki adı ile Kien (şimdiki,
Şahsan) ’e gelip kulübe yaparlar ve yerleşirler. At yula­
rı ve tezek hazırlayarak, ağıl da yaparlar. Atlarını sağa­
rak, sütlerini kımız kabına doldururlar.
Zamanla zenginleşerek, çoluk çocuk sahibi olurlar
ve soylan çoğalır. Bir yaz, birikmiş kımızlarıyla, “tay kı­
mızı” hazırlayıp, akrabalarını ve Omogoylan davet edip
“kımız serpme ayini” yaparlar. Bu davete Omogoy’un
Levent Şahverdi Arşivi
yaşlı karısı ile birlikte oğulları da gelmiş; fakat Omogoy
ile sevilen diğer kızı gelmemiştir.
Elley, “kımız serpme ayini”nde, elindeki kaplı ve
yeleli kadehi göğe kaldırıp, diz çöker ve dua eder. El­
ley, tanrıları, ülke sahibi ruhları adlarıyla çağırıp öve­
rek “kımız kadehi”ni onlara uzatır ve kımız sunar. Bu
sırada göğün doğu tarafından havalanan bir demet at
kılı, güneşin doğuşundan batışına kadar takip ederek
sonra dönüp gitmiştir.
Bu sırada, Omogoy’un hizmetçi kızı koşarak gelir
ve “Sevilen kızınız Nyiki Dahhan, tayın başını bağla­
yarak, kısrağa doğru sürükleyip gidiyor, çabuk yetişin.1"
diye söyler. Bütün insanlar koşturup gelirler. Geldikle­
ri zaman görürler ki Nyiki Dahhan, kısrağın başındaki
yuların ipiyle bağlanmış ve sürüklenerek ölmüştür.
Elley, işte o zamandan itibaren yaşayan Saha­
lar (Yakutlar)’ın atası olur ve büyüyerek zenginleşir,
soyu genişler. Bilinen Sahaların beş büyüğü: Hanalas,
Mene, Boturuskay, Borogon, Nem-Elley Botur’un
oğullarından türemişlerdir.”
[Bu destanı, Mene-Hanalas Bölgesi I. Noruktayi
köyü, 40 yaşındaki Kolhoz işçisi 16-18.) 15 Temmuz
1933 tarihinde yazmıştır.]
(M.F. Kirişçioğlu, “Yakut Folkloru”, Millî Folklor,
Güz 1992, Sayı: 15)
* * *

Oğuz Kağan Destanı


Oğuz Kağan Destanı Türkler’in en eski destan-
larmdanmış. Bu destanı kam anam su gibi bilirdi.
Bize ve obadaki gençlere de anlatırdı. “Bir Türk genci
Levent Şahverdi Arşivi
“Ergenekun Destanı’m, atamız Oğuz Kağan Destanı’m,
Göç Destanı’m ezbere bilmeli, kobuz eşliğinde söyle-
yebilmelidir!” derdi. Bu destanı Uygur Türkleri kendi
dilleri ile anlatırlarmış. Ben sizler daha kolay anlaya-
bilesiniz diye Türkiye Türkçesinde söyleyeceğim:
“.......Yine günlerden bir gün Ay Kağan’ın
gözü parlamış. Doğum sancıları başlamış ve
bir erkek çocuğu olmuş. Bu çocuğun
Yüzü gök,
Ağzı ateş gibi kızıl,
Gözleri elâ,
Saçları ve kaşları k a r a imiş;
Perilerden d ah a güzelmiş.
Bu çocuk anasının göğsünden ilk sütü
emmiş ve bir daha emmemiş. Çiğ et, çorba ve
kımız istemiş. Dile gelmeye (konuşmaya) baş­
lamış. Kırk gün sonra büyümüş, yürümüş ve
oynamış.
Ayakları öküz ayağı gibi,
Beli ku rt b eli gibi,
Omuzları sam u r om uzu gibi,
Göğsü ayı göğsü gibi imiş.
Vücudu tam am en kıllı imiş.
At sürüleri güder, at biner, ava gider, kuş
salarmış.
Günlerden ve gecelerden sonra bir yiğit
olmuş....

Bu zamanda, orada büyük bir orman, bir­


çok dereler ve ırmaklar varmış. Buraya gelen
avlar ve burada uçan kuşlar çokmuş. Bu orma­
nın içinde büyük bir canavar yaşıyormuş. At
Levent Şahverdi Arşivi
sürülerini ve halkı yermiş. Büyük ve yaman bir
canavarmış. Ağır bir biçimde halka cefa eder­
miş. Oğuz Kağan cesur bir adam olduğu için,
bu canavarı avlamak istemiş. Günlerden bir
gün ava çıkmış; kargı, yay, ok, kılıç ve kalkan­
la ava gitmiş. Bir geyik ele geçirerek, onu söğüt
dalı ile ağaca bağlamış ve oradan ayrılmış.
Sabah olmuş; tan ağarırken yine gelmiş ve
görmüş ki, canavar geyiği almış. Arkasından
Oğuz Kağan bir ayı tutmuş ve onu altın kuşağı
ile ağaca bağlayıp gitmiş. Yine sabah olmuş,
tan ağarırken yine gelmiş; yine canavarın ayıyı
aldığını görmüş. Bu sefer ağacın altında ken­
disi durmuş. Canavar gelince başı ile Oğuz’un
kalkanına vurmuş. O zaman Oğuz kargıyı ca­
navarın başına saplamış ve onu öldürmüş. Kılıcı
ile başını koparıp gitmiş; tekrar geldiği zaman,
bir ala doğanın canavarın bağırsaklarını ye­
diğini görmüş. Yay ve ok ile ala doğanı öldür­
müş, başını kesmiş.
Sonra (kendi kendine), “Canavar geyiği ve
ayıyı yedi; kargım demir olduğu için onu öldür­
dü. Canavarı da ala doğan yedi, okum bakır ol­
duğu için onu öldürdü.”
Yine günlerden bir gün Oğuz Kağan Tan-
rı’ya yalvarmakta imiş. Karanlık basınca, gök­
ten bir ışık indiğini (görmüş). Güneşten ve
aydan daha parlak imiş. Oğuz Kağan oraya
doğru yürümüş ve görmüş ki “O ışığın içinde
bir kız varmış ve yalnız oturuyormuş. Başında
ateşli ve parlak bir tacı varmış, kutup yıldızı
gibi imiş. O kız öyle güzel, öyle güzelmiş ki gü­
lünce gök gülüyor, ağlayınca gök ağlıyormuş.
Levent Şahverdi Arşivi
Oğuz Kağan onu görünce aklı gitmiş, sevip al­
mış. Onunla evlenmiş ve dileğine sahip olmuş.
Kız gebe kalmış. Günlerden ve gecelerden
sonra gözleri parlamış ve üç erkek çocuk do­
ğurmuş. Birincisine Kün, İkincisine Ay, üçün-
cüsüne de Yılduz adım vermişler.
Târih-i Çinggis Kağan Çevirisi adlı Çağa­
tayca bir yazmada da Oğuz Kağan hakkında
şu bilgiler vardır: “...Bu iki bölek halkın soyu­
nun zincirinin Nuh yalavaç oğlu Yâfes oğlu
Dib-Naku’ya ulaştığını bilesin. Dib-Naku’nun
soyundan dört kişi dört yere eriştiler. Kara Han
kuzey halkına, Or Han kuzey batıya, Kür Han
doğu halkına, Küz Han kuzeydoğu yönünde­
dir. Sonra Dib-Naku, İbileç Han’ın oğludur,
sonra İbileç Han Nuh yalavaç oğlu Yâfes’tir.
Yâfes soyundan üç göbek dönünce küfüre kü-
fürcülüğe eğilim arttı, onların arasında dinden
bir iz kalmadı, diye anlatırlar. Ulu Tanrı kendi
birliğini gösterip Kara Han’a bir ‘oğul’ verdi,
pek görklü idi. Üç güne değin hatunun meme­
sini ağzına almadı. Analıklarından biri düşün­
de oğlanın dile gelip, ‘Sen yeri göğü yaratan bir
ulu Tanrı’y a inanırsan, senin sütünü ağzıma
alırım ’ dediğini gördü. Tan atarken o hatun da
ulu Tanrı’ya bütün inancı ile inanınca, o hatu­
nun sütünü o oğlan içti. Sonra o oğlanın her­
kesin gözünü kamaştıran bir ışık çıktı. Türkler
bağlayan süte ağuz derler. O oğlanı da “ağuz”a
benzetip anası babası Ağuz [Arap harfleriyle:
m edli elif+gayırı+vav+ze] diye ad koydular.
Sonra oğlanın dile gelip benim adımı Oğuz ko­
yunuz diye söylediğini anlatırlar. Oğuz ergen
Levent Şahverdi Arşivi
olunca, babası Kara Han üç kardeşinin kızları­
nı Oğuz için istedi. Sonra o kızları, birer birer,
ulu Tanrı’nın birliğini tanımaya çağırdı ise de
o kızlardan birisine daha güzel gelen Oğuz’un
çağrısına uyunca, Oğuz da o kızı aldı. Gün­
den güne sevişmekleri arttı. Sonra Kara Han
günlerden bir gün toyda o iki kızdan “Sizlerin
görkünüz kılığınız herkesten d ah a güzel, daha
çoktur, ne yüzden Oğuzsizleri beğenm edi”diye
sordu. Kızlar “Oğuz bizleri Müslümanlığa ça­
ğırdı, biz sözüne girmediğimiz, Müslümanlığa
boyun eğmediğimiz için, o da bizi alm adı, o kız
Müslüman olduğu için aldı.” diye cevap ver­
diler. Kara Han öfkelenip, Oğuz’u getirsinler
dedi....”
“Müslümanlar tek yön olup savaşa durun­
ca ulu Hakk’m yardımı ile Kara Han, Oğuz’un
okuna karşı geldi. O, ok yarasından cehennemi
boyladı. Kâfirleri yendiler. Müslüman olma­
yan her kâfiri Kara Han’ın ardınca gönder­
diler. Oğuz, Kara Han’ı öldürüp kutluluk ile
tahta oturdu. Yetmiş beş yıla değin kut ile ya­
şayıp dinin kılıcını salladı. Bütün ilin Müslü­
man omağı odur. Ondan sonra Oğuz Kağan’ın
oğlanlarından yirmi dört boy ayrıldı. Ayrıntı
ile anlatalım. Oğuz Kağan’m altı oğlunun ol­
duğunu bilesin. Büyüğünün adı Kün Han, bu
Kün Han’ın da dört oğlu oldu. Kayı, Bayat,
Alka-Evli, Kara-Evli. Sonra ikinci oğlunun
adı Ay Han. Bunun da dört oğlu oldu. Yazır,
Tüger [Döğer], Dudurga [Tuturga, Dodurga],
Yaparlı. Sonra üçüncü oğlunun adı Yıldız
Han. Onun dahi dört oğlu oldu. Kızık,
Levent Avşar, Arşivi
Şahverdi
Big-Dili [Beydili], Karkın denilen. Bu Kün
Han, başlı üç oğlunu on iki torunu ile askeri­
nin sağ koluna atadı, Oğuz Kağan onların adı
Uç-Ok olsun, dedi. Sonra dördüncü oğlunun
adı Kök Han derler. Onun dahi dört oğlu oldu.
Bayındır, Beçine (Peçenek), Çavuldur, Çapm
(Çepni/Çetmi). Sonra beşinci oğlunun adı Tağ
Han imiş idi. Onun dahi dört oğlu oldu. Salur,
Aymur (Eymür), Ala-Yuntlu, Yöregir. Sonra
altıncı oğlunun adı Tingiz (Deniz) Han. Bu­
nun dahi dört oğlu oldu. Yigdir (İğdir), Bük-
düz (Büğdüz), Yıva, Kınık. Bu Kök Han başlı
üç oğlunu on iki torunu ile sol kolun askerine
atadı. Bunların sanını Boz-Ok koydu. Sonra
yurtları konakları, hayvan sürüsünün damga­
larını Oğuz Kağan belli kıldı.”

Görüldüğü gibi Oğuz Kağan Destanı ile Ağuz Ka­


ğan Destanı arasında oldukça büyük fark vardır. Bu
farklılık Türk mitolojisi için bir zenginliktir. Ben size
bunu bilginiz olsun diye anlattım.

***

Göç Destanı (ve Kutsal Işık)


“Uygur ilinde Karakurum ya da Hulin (Ho-lin)
adında bir dağ vardı. Bu dağdan Tula ve Selenge ne­
hirleri doğardı. Bir gece bu iki nehir arasındaki bir
ağacın üzerine gökten mavi, kutsal bir ışık indi. Bu iki
nehir arasında yaşayan Türk halkı, bu olayı dikkatle
takip ederek “kutsal ışık”ın indiği ağacı beklemeye
başladılar. “Kutsal ışık” ağacın gövdesinde aylarca
Levent Şahverdi Arşivi
durdu. Ağacın gövdesi tıpkı gebe bir kadının karnı gibi
yavaş yavaş kabardı. Daha sora ağaçtan güzel musi­
ki sesleri gelmeye ve otuz adım çevresine kadar çok
parlak ışık saçmaya başladı. Dokuz ay, on gün sonra
ağacın gövdesi yarıldı, Uygur Türkleri’ne benzeyen
çok güzel BEŞ ÇOCUK çıktı. Bunlar “kutsal ışık”tan
doğmuş kutlu çocuklardı. Herkes bu çocukları sevdi
ve saygı gösterdi. Bu çocukların adları: Sungur Tegin,
Kutur Tegin, Türek (Kökel) Tegin, Or Tegin ve Bögü
Tegin idi. Bu kutsal çocukların Kök Tengri tarafından
gönderildiğine inanan Uygur Türkleri aralarından bi­
risini kağan yapmaya karar verdiler.
Bögü Tegin “yakışıklılık, zekâ ve ehliyetçe” diğer
kardeşlerinden üstün olduğu için ülkesini çok iyi yö­
netiyor ve tarımla da uğraşıyordu. Bundan dolayı Bö-
gü’yü kağan seçtiler ve onu “keçeyle kaldırıp” bütün
Uygurlar’ın ve komşu kavimlerin katıldığı büyük bir
törenle tahta oturttular. Bögü Kağan’dan sonra gelen
otuzdan fazla soyu da Uygurlar’ın başına kağan olarak
kaldılar.
Aradan çok uzun yıllar geçti. Gün geldi Uygur
Kağanlığı tahtına Yü-lun Tegin oturdu. Yü-lun Tegin
Çin’deki Tang sülalesi (MS 618-915) ile yapılan sürekli
savaşlara son vermek üzere, kendisine Çin sarayından
bir prenses ile oğlu Gali Tegin’e de Kiyu-Lien adında
bir prenses almayı düşündü.
Yü-lun Tegin’in oğlu Galı’ya almayı düşündüğü
Prenses Kiyu-Lien, sarayını Hatun Dağı (Tanrı Dağı)
na kurdu. Tanrı Dağı’mn güneyinde de her tarafı ka­
yalık Kutlug Dağ (= kutlu dağ; iyi talih ve saadet geti­
ren dağ) adlı bir dağ vardı. Levent Şahverdi Arşivi
Tanrı Dağları’ndan bir manzara

Çin kâhinleri bir araya gelerek, “Karakorum'un


kut’u, saadeti, kudret ve zenginliği bu Kutlug Dağ’a
bağlıdır. Uygur Türk devletini zayıflatmak için bu kut­
sal dağı yok etmeli!” diye anlaştılar.
Çin elçileri ile birlikte Uygur yurduna gelen kâ­
hinler, Yü-Lun Kağan’a şöyle dediler: “Siz ve oğlunuz
Çinli prenseslerle evlendiniz. Biz de sizden drahoma
olarak Kutlug Dağ’ın Türkler tarafından kullanılma­
yan taşlarını kara taşlarını istiyoruz. ’’

Çinliler’e Verilen Türk’ün Kutsal Kayaları (Taşlan)


Türk ülkesinin kut’u ve Türk milletinin bütünlüğü
olan bu kutsal taşların “Türk yurdu” içinde kalması­
na bağlıydı. Çinlilerin güzel kızlarının büyüsüne ka­
pılan ve millî duyguları zayıflayan Yü-lun Kağan bu
isteği geri çevirmedi ve kutsal dağın taşlarını Çinliler’e
verdi. Uygur kağanı Türk milletinin bu inanışına de­
ğer vermediği için gelecek felâketten de haberi yoktu.
Levent Şahverdi Arşivi
Türkler’in kutsal taşı öyle birkaç parça değildi.
Çok büyük, görkemli bir tepe idi. Dağı bir kerede gö-
türemeyeceklerini anlayan Çinliler, bu kutsal tepenin
etrafına odunlar yığarak yaktılar ve taşları iyice kızdır­
dıktan sonra üzerlerine sirke dökerek erittiler; parça­
lar halinde Çin’e taşıdılar.
Taşların hepsi Çin’e götürüldüğü zaman Türk yur­
dundaki kartal, doğan, aladoğan, sungur, baykuş gibi
bütün kuşlar ağladılar, bütün kurtlar “uludular”, ko­
yunlar meledi, davarlar böğürdü, ağaçlar ve otlar bile
yeşil göz yaşları döktüler.
Bu olayın ardından yedi gün sonra Yü-Lun Kağan
öldü. Fakat Uygur Türk yurdu felâketlerden kurtula­
madı: Irmaklar kurudu, göllerin ve iç denizlerin suları
çekildi, topraklar susuzluktan çatlayarak ürün vermez
oldu. Türk milleti huzur, rahat ve bereket yüzü görme­
di. Türk kağanları birbiri ardınca öldü.
Bu felâketlerin sonunda Bögü Kağan’ın soyun­
dan bir kişi hakan oldu. Onun devrinde Türkeli’nde-
ki bütün evcil ve yaban hayvanları çığrıştılar, küçük
çocuklar ve bebekler ağlaştılar “Göç! Göç! Göç!” diye
bağrıştılar. Uygur Türkleri Kök Tengri’den gelen bu
kutsal işaret üzerine ana yurtlarını terk ederek göçme­
ye başladılar. Nerede durmak istedilerse, İlâhî “Göç!
Göç! Göç!” sesleri hiç kesilmedi. Turfan’a gelince ses­
ler kesildi ve burada Beş Balıg şehrini inşa ederek güç­
lü Türk devletini yeniden kurdular. Uygur Türkleri bu
yeni ve verimli coğrafyada 970 yıldan fazla oturdular,
başka halklara da hükmettiler.

* * *

Levent Şahverdi Arşivi


Ergenekun Destanı
{Çinggis Kağan Tarihi Çevirisi'ndeki anlatıya göre)
“Moğol halkı ile Türk halkı birbirine girmiş, bun­
dan iki bin yıl önce düşmanlıkları olup savaşa baş­
lamışlar. Sonunda Türk yenip hepsini öldürmüş.
Onlardan Nököz adlı bir erkek kaçıp Kiyan adlı bir
kadın ile dağa çıktılar. Düzü tarlası otlu idi. O dağın
adı Ergenekun idi. Hem Moğolca ergine diye “yal-
çın”a derler, kun diye “kaya”ya derler. “Yalçın kaya”
demektir. Uzun zamandan sonra Nököz Kiyan’ın
soyundan çok halk oldu. Moğol dili ile her nasıl olsa
her nesneye bir ad koyup söyleştiler, önceki dilleri­
ni unuttular. Şimdi halk arasında kalan Moğolca söz
o Nököz Kiyan’ın soyundandır. Ondan sonra Moğol
soyu çok oldu. O zaman yurtları yetmeyince bir bö-
lekleri, malzemelerini demirden oluşan dağın yarı­
ğına yerleştirip kömür ile körük getirdiler. O Nököz
Kiyan’ın çıktığı kayaya ateş verdiler, üç gece gün­
düzden sonra o zaman kaya eriyip yok oldu. O açılan
yerden çıktılar. Çinggis Kağan’ın on birinci büyük
anası olan Alan-Ko’a Nököz Kiyan’ın soyundan olup
“demircilik” onun soyundan miras kalmıştır. Sonra
ne zaman yeni yılbaşı olsa atalarından miras kaldığı
için Çinggis Kağan demircilik malzemelerinden ör­
sünü getirip bir yara demiri kızdırıp örse koyup çekiç
ile döver idi. Demircilik yaptığı gün, çok yok yoksula
sadaka dağıtır imiş. O halkın töresi de böyle geçmiş­
tir, her yılbaşında öyle yaparlar.”

Levent Şahverdi Arşivi


Cengiz Kağan Anıtı

Yukarıda anlatılan efsaneye göre Türkler’in Erge-


nekun destanı Moğollar’ın bu efsanesinden farklıdır.
Bana göre ikisi de güzel ve farklı efsane. Aynı bozkırla­
rı yüzyıllarca paylaşan Türk ve Moğol boylarının pek
çok şeyi de birbirine elbette benzeyecek, diye düşü­
nüyorum.

Alan-Ko’a ve “Işıktan Doğma” Efsanesi


Moğolların Gizli Tarihi, Altan Topçi, Köke Debter,
Çinggis Kağan Tarihi gibi tarihî kaynaklarda da adı
geçen efsanevî Moğol kadını “Alan-Ko’a ”nın kim ol­
duğunu da sizlere anlatmak itiyorum: “...Alan-Ko’a
yukarıda anlattığım efsanede adı geçen Nököz Kıyan
soyundan olup kocası Dobun Mergen’dir. Alan-Ko’a
güzel ahlâkı ile bütün Moğol boyları tarafından ta­
nınmaktadır. Kendi çağında Dobun Mergen’den iki
Levent Şahverdi Arşivi
oğlan doğurdu. Birinin adı Bügünütey, diğerinin adı
Belgünütey idi. Yaşlandıktan sonra da Alan-Ko’a, ko­
cası olmadan, iki kız, üç oğlan doğurdu. Oğlanlardan
birincisinin adı Buku Kataki olup, Katakin ulusunun
soyu ondandır. İkincisinin adına Bukatu Salci der­
lerdi ki Salci’ut soyunun atasıdır. Üçüncü oğlunun
adı Bodonçar Munghah’tır. Borcigin halkı onun so-
yundandır. Çinggis Kağan’ın onuncu atasıdır. Bunun
soyundan da nice bölük halklar vardır.... Bu oğlanlar
Alan-Ko’a’dan doğunca dedikoducu kişiler kötü dü­
şünce ileri sürdüler. Fakat sonra Alan-Ko’a’nın temiz­
liğinden, utançlığından, güçlülüğünden dolayı söz
söylemediler. Bir gece gözetlediler, “Bir parça ışığın
Alan-Ko’a’nm penceresinden girdiğini, tan atınca ka­
pısından çıkıp görünmez olduğunu gördüler. O kapı
bekleyen kişiler bu ışığı görüp şaşakaldılar. Bu durum
bütün Moğol iline yayıldı. Bir nice yakın kişiler bu işin
iç yüzünü sordular. Alan-Ko’a “Her gece ışık aydınlık
deliğinden (=tündükten) girer, sonra erkek olur, tana
yakın olunca bozkurt kılığına girip ç ı k a f dedi. “Hiç
konuşur m u?’ diye sordular. “Bu oğlanların soyundan
dünyanın tam am ını ala cak kağan gelecek! der" dedi.
Bu uygun söz gönüllerine oturdu. Sonra Bodonçar
Munghah’ın Barim Şi’iratu Kabiçi adlı adlı bir oğlu
oldu. Bu Barim Şi’iratu Kabiçi’nin Menen-Tutum adlı
bir oğlu oldu. Bu Menen-Tutum elinden güç kaldırın­
ca Calayır halkı Menen-Tutum’un halkını yağmaladı­
lar. Sonra Menen-Tutum’un yedi oğlu var idi: Kaçin,
Kaçi’a, Kaçula, Karalday, Kaçi’ün, Naçin Bahadur
adlı altısını öldürdüler, yedinci oğlu Kaçi Külük kaçıp
kımız tulumunun altına girdi, bu yüzden sağ kaldı.
Sonra Kaçi Külük’ün oğlu Kaytu’nun üç oğlu var idi:
Levent Şahverdi Arşivi
Birinin adı Bay Şingkor Dokşin’dir. Çinggis Kağan’m
beşinci soyu ona ulaşır, ikinci oğlu Çarake Lingum
olup Tayci’ut halkı onun soyundandır. Sonra Bay Şin­
gkor Dokşin’in Tumbinay Seçen adlı bir oğlu oldu, bu
Çinggis Kağan’ın dördüncü atası olur. Şecere böyle-
ce Çinggis Kağan’ın babası Yesügey ve annesi Hö’e-
lün-Eke’ye ulaşır.
Oğlanları: Coçi Han, Ögödey Kağan, Çağatay
Han, Toluy Han adlı dört oğlu var idi. Onların yurdu
belli olmadı. Sonra Fucin Bigi, Çeçeygen Hatun, Ala-
kay Bigi, Temülün, Al Altun adlı beş kızı var idi, her
birini büyük beylere verdi.

Çinggis Kağan’m Ölümü Hakkında


Moğollar’ın, hatta Türkler’in de atalarından olan ci­
han imparatoru Çinggis Kağan (Cengiz Han) ’ın hayatı,
sefer ve zaferleri artık tarihe mal olmuşsa da ölümü
ve mezarı hakkında bilgiye sahip değiliz. Atam Atasa-
gun’un anlattığına göre:
“...Çinggis Kağan hasta idi. ‘Bu hastalıktan k a l­
karsam icazet vereyim.!' diye söz verdi. Günden güne
hastalığı arttı. Öleceğini anlayınca ‘Benim öldüğümü
belli etmeyin. Liu-van’ı öldürün. O orduya katılm a­
yınca benim için öldü demeyin! H alk bilmesin. ’ Ça­
dıra girip oğlu, kızı, büyük hatunu [na şöyle dedi: Ben
ölünce, cesedim i bir tabuta koyup] benim sevgili atım
olan Şongkar Gölük’e yükleyip [atı] salıverin, halkın
gözünden yok olsunV diye vasiyet etti. Tarih bin iki
yüz yirmi yedide domuz yılı Ağustos ayının yirmi ye­
disinde güzün ortasında dünyadan göçtü. Beyler de
o vasiyetini yerine getirdiler. Bütün tiginler
Levent ordu’va
Şahverdi Arşivi
(başkente) yakın idiler. Toplanıp yas tuttular. Altı aya
değin uluslar, şehirler ve bucaklardan gelip yas tutup
gider idiler. Ondan sonra vasiyet ettiği gibi tabutu­
nu Şongkar Gölük’e yükleyip koyuverdiler. O atın ne
yana gittiğini hiç kimse görmedi. Dünya kurulalıdan
beri o yerlerde bir ağaç bitmez idi, yeşil ot çıkmaz idi.
Bir yılın içinde öyle orman bitti ki sıçan burnu sığmaz
o/du. Sonra her kim o yoldan adı geçse idi attan düşüp
ölür oldu diye anlatırlar.”
Tarihçiler Çinggis Kağan’m mezarının yerini bil­
mediklerini yazarlar. Bazıları da Çinggis Kağan’ın ölü­
münden sonra bilinmeyen bir dağın yamacında meza­
rının kazıldığını, cesedinin yanına sevgili atı Şongkar
Kölük’ün de kurban edilerek gömüldüğünü, hatta sev­
diği karısının da boğularak öldürüldüğünü, eyer, üzen­
gi, gem-yular, ok-yay, kılıç, kama gibi binicilik malze­
meleri ile cennete yolculuğu sırasında yiyeceği çeşidi
azıklarının da yanma konduğunu yazarlar.
Bazı bilgilere göre de Çinggis Kağan’m mezarında
baha biçilmez hazineler bulunmaktaymış.

Çinggis Kağan’ın Yasaları


Çinggis Kağan hayatta iken hem ülkesini koru­
mak, hem de halkını mudu ve kudu etmek, adaleti
sağlayabilmek içi bazı yasalar yapmıştır. Yasa kelime­
si Moğolca “casak”tan gelmektedir, öyle derler. Çing­
gis Kağan’ın yasaları şunlardır:
1) “Benden sonra (gelenler) yasayı tutmazlarsa ül­
keyi yönetemezler.
2) Uç beğleri her yılda bir (toplanan) kurultaya
katılmazsa, töre yasağını dinlemezse asla işleri ileri
gelmez.
Levent Şahverdi Arşivi
3) Kendi evinde zabtlı olmayan her kişi başbuğlu-
ğa yaramaz.
4) Üç kişiyi yöneten her kişi, onun, otuzun, yüzün
üstesinden gelebilir; bin kişiyi yöneten her kişi on bin
kişiyi de yönetir.
5) Kendi evini temiz tutan her kişi memleketi de
düşmandan temizler.
6) Her işi o işin üstesinden çıkabilen kişinin ehline
vermek gerek.
7) Büyüğün tozmağı gerek, söz sorunca söylemek
gerek, sormadan önce söz söylese ona halk deli derler.
8) Her at ki semizliğinde (=besili olduğu zaman)
seğirdiş ile arıklığında (=zayıflığında) seğirdişi aynı ol­
mazsa (ona) at demezler, şimdiye yaramaz.
9) Evin düzeni ile savaşın düzeni birdir, evi(ni) dü-
zenleyemeyen savaş düzenini de düzenleyemez.
10) Bahadır (kişi) su gibi yavaş olup, vuruş sançış
(=savaş) gününde aç kurt gibi savaştan kalmayan ki­
şidir.
11) Yaramaz sözü dilediğince söylemese ki sonun­
da pişman olmaz.
12) Her kişinin akıbeti hatun kişinin yeterliğine
göredir, bütünü kırık yaparlar.
13) Her kişinin evine konuk gelse hatunları evler­
den arı tutsa konuk görüp ağırlaşa koca güler yüzlü
olur, eğer serencamsız olsa dost düşmanın gözüne
değersiz görünür.
14) Kendi kendisi ile bahadır olmayan açlığa, su­
suzluğa, yayalığa, başbuğluğa yaramaz, hepsini ken­
disinden ölçer.
15) Her kim bizden sonra altın dikili elbise giyse,
iyi yiyecekler yese, güzel kadınlar sarsa, onları bizim
buyurduğumuz yasağımızdan bilsinler.Levent Şahverdi Arşivi
16) Her kim içki içmeye düşse bütün tavırları öyle
ki sarhoşlukta deli gibi olur, mahmurlukta ölü gibi
olur, sonra mahmurlukta ölüme istekli olur. Ne ko­
nuğu ağırlayabilir ne konuk karşısında sözü saygı ile
söylemeyi bilir. Baştaki bey öyle olsa memleketinden
habersiz olur.
17) Sonra içki içmek yaramaz, meğer yılda bir kez
kurultaylarda içeler. Her kim bundan artık (=fazla)
içse serzeniş yeri olur. Sonra bizim soyumuzda bir iki
kez yasak dinlemeyene öğüt versinler, İkincide yükün­
dürüp sürsünler, üçüncüde yasağa göndersinler. Yine
kendisine gelmemiş ise ağır zâviyesine salıp zindana
salsınlar. Onunla bile de kendisine gelmezse büyük
küçük toplanıp gereğini yapsınlar.
18) Asker beyleri büyüğünden küçüğüne kadar
gerek ki askerlerini böyle yetiştirip dururlarsa yürüyüş
olduğu zaman kaçınıp kalmazlar.

Balballar
Eski Türkler’de, ölen yiğit kişinin anılması için
mezarının başına ya da “kurgan”ının etrafına dikilen,
mermer ve granitten insan suretinde yontulmuş (baş-
kaş-göz-kulak-ağız-burun/bıyık/sakal-çene-el-sağ
elde kutsal kadeh-sol elde kama bulunan) heykeller­
dir. Bunlara “perde taşlan", “taş babalar/nineler” adı
da verilir. Bir anlatıya göre de alplerin öldürdükleri
her düşman çerisi için bu taşlardan dikilirmiş. Bugün
Orta Asya’nın pek çok yöresinde yüzlerce “balbal”
bulunmaktadır. Bunlardan büyük bir kısmı, eski Ka-
rahanlı Kağanlığının baş şehri olan bugünkü Kırgızis­
tan’ın Balasagun bölgesindeki açık hava müzesinde
yer almaktadır. Bu açık hava müzesinde yer alan “Bu­
rana” adlı tarihî bir ateş kulesi ve kerpiçten yapılmış
“han sarayTmn kalıntıları da vardır.
Levent Şahverdi Arşivi
Ölen kişinin mezarının başına dikilen taş babalar

Kurganlar
Eski Türkler’in ya da başka Orta Asya kavimlerinin,
İlk Çağ’da, ölen kağan, tigin, bey, alp gibi kahraman­
ların mezarları üzerine toprak yığılarak yapılan küçük
tepe ya da tepe biçiminde mezar höyüğe “kurgan” adı
verilirmiş. Bu sözcüğün “koru-” fiiline “-gan” fiilden
ad yapma eki getirilerek yapıldığı söylenir.
Bugün Orta Asya’nın pek çok yöresinde, Altay-
lar’da henüz açılmadık kurganlar bulunduğu anlatılır.
Kurganların içi Türk kültür tarihi için çok önemlidir.

Pazırık Kurganı ve İlk Türk Halısı


Pazırık adlı bir Hun kurganından bulunan çeşitli
motiflerle süslü Türk halısı, dünyanın ilk halısı olarak
biliniyormuş. Bu kurganlarda bulunan at kemikleri­
nin yanında eyer, gem, üzengi, keçe (kiyiz), topraktan
yapılmış kap kacak ve onların içindeki yiyecek kalıntı­
ları Türk kültür tarihinin önemli kaynaklarıdır.

*** Levent Şahverdi Arşivi


SEMAVÎ DİNLERE GÖRE YARATILIŞ

“Zebur”a Göre Dünyanın Yaratılışı


Babam, Tann’mn Zebur adlı kutsal kitabını da
okumuş. 150 bölümden meydana gelen Zebur'un 33.
Bölümünde “Yaratüış”ı şöyle anlatıyormuş:
“6) Gökler RAB’bin SÖZÜyle, gök cisimleri ağzın­
dan çıkan SOLUKla yaratıldı;
7) Deniz sularını bir araya toplar, engin suları am­
barlara depolar.
8) Bütün yeryüzü RAB’den korksun, Dünyada ya­
şayan herkes O’na saygı duysun.
9) Çünkü O söyleyince, her şey var oldu; O buyu­
runca, her şey belirdi.
10) RAB ulusların planını bozar, halkların tasarıla­
rını boşa çıkarır.
11) Ama RAB’bin planları sonsuza dek sürer, Yüre­
ğindeki tasarılar kuşaklar boyunca değişmez.
12) Ne mutlu Tanrısı RAB olan ulusa, kendisi için
seçtiği halka.
13) RAB göklerden bakar, bütün insanları görür.
14) Oturduğu yerden, Yeryüzünde yaşayan herke­
si gözler.
15) Herkesin yüreğini yaratan, yaptıkları her şeyi
tartan O’dur.”
tZebur ve Tevrat, İstanbul 2015, Yason)

Levent Şahverdi Arşivi


Hazret-i Musa’ya Gönderilen Tevrat’a Göre
Dünyanın Yaratılışı
Başlangıçta Tanrı göğü ve yeri yarattı;
Yer boştu, yeryüzü şekilleri yoktu; engin karanlık­
larla kaplıydı. Tanrı’nın Ruhu suların üzerinde dalga­
lanıyordu.
Tanrı “Işık olsunl” diye buyurdu ve ışık oldu.
Tanrı ışığın iyi olduğunu gördü ve onu karanlıktan
ayırdı.
Işığa gündüz, karanlığa gece adını verdi. Akşam
oldu sabah oldu ve ilk gün oluştu.
Tanrı, “Suların ortasında bir kubbe olsun, suları
birbirinden ayırsınf diye buyurdu.
Ve öyle oldu. Tanrı Gök Kubbe’yi yarattı. Kubbe­
nin altındaki suları üstündeki sulardan ayırdı.
Kubbeye “Gök” adını verdi. Akşam oldu, sabah
oldu ve ikinci gün oluştu.
Tanrı, “Göğün altındaki sular bir yere toplansın,
kuru toprak görünsün f diye buyurdu ve öyle oldu.
Kuru alana kara, toplanan sulara deniz adını ver­
di. Tanrı bunun iyi olduğunu gördü.
Tanrı, “ Yeryüzü bitkilerle, tohum veren otlar, türü­
ne göre tohumu meyvesinde bulunan meyve ağaçları
üretsin.1” diye buyurdu ve öyle oldu.
Yeryüzü bitkiler, türüne göre tohum veren odar,
tohumu meyvesinde bulunan meyve ağaçları yetiştir­
di. Tanrı bunun iyi olduğunu gördü.
Akşam oldu, sabah oldu ve üçüncü gün oluştu.
Tanrı şöyle buyurdu: “Gök ku bbede gündüzü ge­
ceden ayıracak, yeryüzünü aydın latacak ışıklar o l­
sun. Belirtileri, mevsimleri, günleri, yılları göstersin.1”
Ve öyle oldu.
Levent Şahverdi Arşivi
Tanrı, büyüğü gündüze, küçüğü geceye egemen
olacak iki büyük ışığı [=Güneş ve Ay] ve yıldızları ya­
rattı.
Yeryüzünü aydınlatmak, gündüze ve geceye ege­
men olmak, ışığı karanlıktan ayırmak için onları gök
kubbeye yerleştirdi.
Akşam oldu, sabah oldu ve dördüncü gün oluştu.
Tanrı, “Sular canlı yaratıklarla dolup taşsın, yer­
yüzünün üzerinde, gökte kuşlar uçuşsun/” diye bu­
yurdu.
Tanrı, büyük deniz canavarlarını, sularda kayna­
şan canlıları ve uçan çeşitli varlıkları yarattı. Bunun iyi
olduğunu gördü.
Tanrı, “Verimli olun, çoğalın, denizleri doldurun,
yeryüzünde kuşlar çoğalsın'." diyerek onları kutsadı.
Akşam oldu, sabah oldu ve beşinci gün oluştu.
Tanrı, “Yeryüzü çeşit çeşit canlı yaratık, evcil ve ya­
banıl hayvan, (fare, böcek ve) sürüngen türetsinf diye
buyurdu. Ve öyle oldu.
Tanrı çeşit çeşit yabanıl hayvan, evcil hayvan, sü­
rüngen yarattı. Bunun iyi olduğunu gördü.
Tanrı, “İnsanı kendi suretimizde, kendimize ben­
zer yaratalım.1” dedi. “Denizdeki balıklara, gökteki kuş­
lara, evcil hayvanlara, sürüngenlere, yeryüzünün bü ­
tününe egemen olsun?’
Tanrı insanı kendi suretinde yarattı. Böylece in­
san Tanrı suretinde yaratılmış oldu, insanları erkek
ve dişi olarak yarattı.
Onları kutsayarak, “Verimli olun, çoğalın'.’’ dedi,
“Yeryüzünü doldurun ve denetiminize alın; denizdeki
balıklara, gökteki kuşlara, yeryüzünde yaşayan bütün
canlılara egemen olun.
Levent Şahverdi Arşivi
İşte yeryüzünde tohum veren her otu, tohumu mey­
vesinde bulunan her meyve ağacını size veriyorum.
Bunlar size yiyecek olacak.
Yabanıl hayvanlara, gökteki kuşlara, sürüngenle­
re -soluk alıp veren bütün hayvanlara- yiyecek o la r a k
yeşil o tla n veriyorum!” Ve öyle oldu.
Tanrı yarattıklarına baktı ve her şeyin çok iyi ol­
duğunu gördü. Akşam oldu, sabah oldu ve altıncı gün
oluştu.
Gök ve Yer bütün öğeleriyle tamamlandı.
Yedinci güne gelindiğinde Tanrı yapmakta oldu­
ğu işi bitirdi. Yaptığı işten o gün dinlendi.
Yedinci günü kutsadı. Onu kutsal bir gün olarak
belirledi. Çünkü Tanrı o gün yaptığı, yarattığı bütün
işi bitirip dinlendi.

Âdem ile Havva


Göğün ve Yerin Yaratılışı
RAB Tanrı göğü ve yeri yarattığında,
Yeryüzünde yabani bir fidan, bir ot bile bitmemiş­
ti. Çünkü RAB Tanrı henüz yeryüzüne yağmur gön­
dermemişti. Toprağı işleyecek insan da yoktu.
Yerden yükselen buhar (/yerden çıkan su kaynak­
ları) bütün kaynakları suluyordu.
RAB Tanrı Âdem’i topraktan yarattı ve burnuna
Hayat Soluğu’nu üfledi. Böylece Âdem yaşayan varlık
oldu.
RAB Tanrı doğuda, Aden’de bir bahçe dikti. Ya­
rattığı Bahçede iyi meyve veren türlü türlü güzel ağaç
yetiştirdi. Bahçenin ortasında Hayat Ağacı ile iyiyle
kötüyü bilme ağacı vardı. Levent Şahverdi Arşivi
Aden’den bir ırmak doğuyor, bahçeyi sulayıp ora­
da dört kola ayrılıyordu.
İlk ırmağın adı Pişon’dur. Altın kaynakları olan Ha-
vila sınırları boyunca akar.
Orada iyi altın, reçine ve oniks bulunur.
İkinci ırmağın adı Gihor’dur. Kûş sınırları boyun­
ca akar.
Üçüncü ırmağın adı Dicle’dir, Asur’un doğusun­
dan akar. Dördüncü ırmak ise Fırat’tır.
RAB Tanrı Aden bahçesine bakması, onu işlemesi
için Âdem’i oraya koydu.
Ona, “B ahçede istediğin ağacın meyvesini yiyebi­
lirsinr diye buyurdu.
“Ama iyiyle kötüyü b ilm e ağacın dan yeme. Çün­
kü ondan yediğin gün kesinlikle ölürsün.1”
Sonra, “Â dem ’in yalnız kalm ası iyi değil.” dedi.
"Ona uygun bir Yardımcı yaratacağım .”
RAB Tanrı y erdeki hayvanların, g ö k tek i kuşların
hepsin i topraktan yaratmıştı. Onlara ne ad vereceğini
görmek için hepsini Âdem’e getirdi. Âdem hepsine ne
ad verdiyse, o canlı o ad ile anıldı.
Âdem bütün evcil ve yabanıl hayvanlara, gökte
uçan kuşlara ad koydu. Ama kendisi için uygun bir
Yardımcı bulunmadı.
RAB Tanrı Âdem'e derin bir uyku verdi. Âdem
uyurken, RAB Tanrı onun kaburga kemiklerinden bi­
rini alıp yerini etle kapladı.
Âdemden aldığı kaburga kemiğinden bir kadın
yaratarak onu Âdem’e getirdi.
Âdem, “işte, bu benim kemiklerimden alınmış ke­
mik, etimden alınmış ettir!” dedi. Ona işşa (=kadın)
[< Ibranice: iş “adam”] denilecek çünkü o adamdan
alındı.
Levent Şahverdi Arşivi
Bu sebeple adam annesini babasını bırakıp karısı­
na bağlanacak, ikisi tek bir beden olacak.
Âdem de karısı da çıplaktılar. Henüz utanç nedir
bilmiyorlardı.
RAB Tanrı’nın yarattığı yabani hayvanların en
kurnazı yılandı. Yılan işşa (=kadın)ya, “Tanrı gerçek­
ten ‘B ahçedeki ağaçların hiçbirinin meyvesini yem e­
yin’dedi mi?" diye sordu.
İşşa (kadın), “Bahçedeki ağaçların meyvelerinden
yiyebiliriz!’ diye cevap verdi.
“Ama Tanrı, ‘B ahçenin ortasındaki ağacın mey­
vesini yemeyin, ona dokunm ayın; yoksa ölürsünüz!'
dedi.”
Yılan, “Kesinlikle ölmezsiniz.1" dedi.
“Çünkü Tanrı biliyor ki o ağacın meyvesini yediği­
nizde gözleriniz açılacak, iyiyle kötüyü bilerek Tanrı
gibi olacaksınız}.”
İşşa (kadın), ağacın güzel, meyvesinin yemek için
uygun ve bilgelik kazanmak için çekici olduğunu gör­
dü. Meyveyi koparıp yedi. Yanındaki kocasına verdi,
o da yedi.
İkisinin de gözleri açıldı. Çıplak olduklarını anla­
dılar. Bu yüzden incir (ağacının) yapraklarını dikip
(cinsel organlarını örtmek için) kendilerine önlük
yaptılar.
Derken, günün serinliğinde bahçede yürüyen RAB
Tanrı’nın sesini duydular. Tanrı’dan kaçıp ağaçların
arasına gizlendiler.
RAB Tanrı Âdem’e, “Neredesin?’ diye seslendi.

Böylece RAB Tanrı, yaratmış olduğu toprağı işle­


mek üzere Âdem’i Aden’den çıkardı.
Levent Şahverdi Arşivi
Onu kovdu. Hayat Ağacının yolunu denetlemek
için de Aden bahçesinin doğusuna Keruvlar ve her
yana dönen alevli bir kılıç yerleştirdi.

Kayin (/Kabil) ile Habil


Âdem karısı Havva ile yattı. Havva hamile kaldı ve
Kayin’i doğurdu. “RAB’bin yardımı ile bir oğul dünya­
ya getirdim” dedi.
Daha sonra Kayin’in kardeşi Habil’i doğurdu. Ha­
bil çoban oldu, Kayin ise çiftçi.

Kayin kardeşi Habil’e, “Haydi, tarlaya gidelim"


dedi. Tarlada birlikteyken kardeşine saldırıp onu öl­
dürdü.
***

Babamın anlattığına göre bu yeryüzünde işlenen


ilk cinayetmiş.
Âdem ile Havva’dan daha sonra Şit adlı oğulları
olmuş. Onun soy kütüğü şöyleymiş:
Şit -> Enoş -> Kenan -> Mahalalet -> Yeret ->
Hanok -> Metuşelah -> Lemek -> Nuh (=rahatlık) [3
oğlu oldu] 1) Sam, 2) Ham Kenan; 3) Yafet / Yafes
(= bolluk, genişlik, anlamında)
Kayin’in şeceresi (soy ağacı) şöyleymiş:
Kayin -> Hanok -> İrat -> Mahuyael -> Metu-
şael -> Lemek (iki kadın ile evlendi: 1. Âda; 2. Silla)
Âda’dan: Yaval (sürü sahibi göçebelerin atası idi); kar­
deşi: Yuval (lir ve ney çalanların atası idi). Silla’dan:
Tuval-Kayin (tunç) ve kardeşi Naama oldu.

* * *
Levent Şahverdi Arşivi
Babamın anlattığına göre Tevrat m 50 bölümü var­
mış: Tufan; Tufan’ın Sonu; Nuh Oğullarının Soyu; Babil
Kulesi; Şam’dan Avram (İbrahim/Avraham ^çocukla­
rın babası anlamına gelir.))’a; Avram Mısır’da; Avram’la
Lut’un Ayrılması; Avram Lut’u Kurtarıyor; Rabb’in Av­
ram’la Yaptığı Andaşma; Hacer ile İsmail [Hacer Mı­
sırlı cariye olup, Avram ile birleşir ve İsmail (=Tanrı
işitir, anlamında) doğar.]; Sünnet: Antlaşma Simgesi;
Üç Konuk; İbrahim Sodom İçin Yalvarıyor; Sodom ve
Gom ora’nın Yıkılışı; Lut ile Kızları; İbrahim ile Avime-
lek; İshak’ın Doğumu; Hacer’le İsm ail Uzaklaştırılıyor;
İbrahim ile Avimelek Arasındaki Antlaşma; İbrahim ’in
Denenmesi; Nahor'un Oğulları; Sara’nın Ölümü; İshak
ile Rebeka; İbrahim'in Ölümü; Ismailoğulları; Yakup’la
Esav; İshak ile Avimelek; İshak Yakub’u Kutsuyor; İshak
Kutsanma Hakkını Kaybediyor; Yakup Lavan’ın Yanına
Kaçıyor; Yakup’un Düşü; Yakup Paddan-Aram’a Varı­
yor; Yakup Lea ve Rahel’le Evleniyor; Yakup’un Çocuk­
ları; Yakup'un Sürüleri Artıyor; Yakup Lavan’dan Ka­
çıyor; Lavan Yakup’un Peşine Düşüyor; Yakup Esav’la
Karşılaşmaya Hazırlanıyor; Yakup Esav’la Karşılaşıyor;
Dina ve Şekemliler; Yakup Beytel’e Dönüyor; Rahel’le Is-
h a k ’ın Ölümü; Esav’ın Soyu; Edom Kralları; Kardeşleri
Yusuf u Satıyor; Yahuda’y la Tamar; Yusufla Potifar’ın
Karısı; Yusuf Rutsakların Düşünü Yorumluyor; Yusuf
Firavun’un Düşünü Yorumluyor; Mısır’a İkinci Yolcu­
luk; Yusufun Kardeşleri Mısır’a Gidiyor; Kaybolan Kâse;
Yahuda Benyamin İçin Yalvarıyor; Yakup Mısır’a Gidi­
yor; Yakupoğulları Oşen’e Yerleşiyor; Kıtlık Şiddetleni­
yor; Yakup Efrayim’le M anaşşe’y i Kutsuyor; Yakup'un
Son Sözleri; Yakup’un Ölümü; Yakup’un Gömülüşü;
YusufKardeşlerine Güven Veriyor; Yusufun Ölümü. ”

***
Levent Şahverdi Arşivi
Kur’an-ı Kerîm’de Yaratılış
Babam, biz Türkler ve diğer Müslümanların kutsal
kitabı olan Kur’a n-ı Kerîm’i hem Arapça aslından hem
de Türkiye’den getirttiği “Türkçe Meâli”nden okumuş.
Kur’a r ida “Yaratılış” pek çok yerde geçiyormuş:
([7] A’r a f sûresi: 10) “Şüphesiz ki, sizi yeryüzün­
de yerleştirdik. Orada sizin için geçim imkânları ya­
rattık. Ne kadar az şükrediyorsunuz. 11) Şüphesiz ki,
sizi yarattık, sonra size şekil verdik. Sonra meleklere,
'Âdem’e secde edin’ dedik. Derhal secde ettiler. İblis
hariç. O, secde edenlerden olmadı.”
([16] Nahl sûresi: 3) “Allah gökleri ve yeri yerli yerin­
ce yarattı. Allah müşriklerin ortak koştukları şeylerden
yücedir.” 4) “Allah, inşam ‘meni’den yarattı. Bir de ne
bakarsın o, insan, açıkça bir hasım oldu.” 5) “Allah hay­
vanlan da yarattı. Onlarda sizin için ısıtacak şeyler ve
pek çok faydalar vardır. Bir kısmının etlerini de yersiniz.”
([38] Sâd sûresi: 71-72) “Hani bir zaman Rabbin
meleklere, ‘Ben balçıktan insan yaratacağım. Şeklini
tamamlayıp ruhumdan üflediğim zaman hemen ona
secde edin’ demişti.”
([39] Zümer sûresi: 6) “(Ey insanlar) Allah sizi bir
tek kişiden yarattı. Sonra ondan da eşini var etti. Allah
sizin için hayvanlardan sekiz çift indirdi. O, sizi anne­
lerinizin karnında, bir merhaleden bir merhaleye ge­
çirerek ÜÇ karanlık içinde yaratır.”
([40] M ü’min (Gâfir) sûresi: 67) “Sizi topraktan,
sonra nutfeden, sonra kan pıhtısından yaratan; sonra
sizi bir çocuk olarak dünyaya getiren, sonra büyüyüp
en güçlü çağınıza eresiniz, daha sonra da ihtiyarlaya-
sınız diye sizi yaşatan O’dur...” Levent Şahverdi Arşivi
([55] Rahm an sûresi: 14) “Allah insanı, vurulduğun­
da testi gibi ses çıkaran kuru bir balçıktan yarattı.” 15)
cinleri de dumansız saf ateşten yarattı.”
([71] Nuh sûresi: 16) “O tabakalar içinde Ay’ı na­
sıl bir nûr, Güneş’i nasıl bir kandü yaptığını görmez
misiniz?"
([95] Tîn sûresi: 3-4) “Ve bu emniyetli şehre ki, Biz,
insanı en güzel şekilde yarattık. 5) Sonra da onu aşağı­
ların en aşağısına [‘esfel-i safilin’e] indirdik.”
(Kur'arı-ı Kerîm ve TürkçeMeâli, (heyet), İstanbul 1993,
Hikmet Neşriyat.)

***

Levent Şahverdi Arşivi


Levent Şahverdi Arşivi
SON SÖZ

Benim adım Sınaru, bilge atam ve kam anamdan


duyup öğrendiklerim ile çeşitli eserlerden okuyup öğ­
rendiklerimi bütün dünyada yaşayan Türk gençlerine
anlattım. Daha da anlatacaklarım var. Fakat bizim ata­
larımız “Sözün kısası m akbuldük." derlermiş. Onun
için sözümü burada bitiriyorum. Her zaman çalışkan
ve zeki olan Türk gençleri, benim anlatamadıklarımı
zengin Türk tarihinden, mitolojisinden, destanların­
dan, halk hikâyelerinden, âşıklarımızın sözlerinden öğ­
renip, kendisinden sonraki kuşaklara anlatabilecek­
lerdir. Yeter ki araştırsınlar, okusunlar...

Müngke Tengri Türk milletini korusun!

Katun Karagay/Altaylar SINARU


2017 Yılının İlkbaharı

Levent Şahverdi Arşivi


Bu memleket, dünyanın beklemediği, asla
ümit etmediği bir müstesna mevcudiyetin
yüksek tecellisine yüksek sahne oldu. Bu sahne
yedi bin senelik bir Türk beşiğidir. Beşik
tabiatın rüzgârları ile sallandı; beşiğin içindeki
çocuk tabiatın yağmurlan ile yıkandı. O çocuk
tabiatın şimşeklerinden, yıldırımlarından,
kasırgalarından evvela korkar gibi oldu; sonra
onlara alıştı, onları tabiatın babası tanıdı,
onların oğlu oldu. Bir gün o tabiat çocuğu
tabiat oldu; şimşek, yıldırım, güneş oldu; Türk
oldu.

Türk budur. Yıldırımdır, kasırgadır, dünyayı


aydmlatan güneştir.

Mustafa Kemal Atatürk

Isbn: 978-605-9521-34-5

Levent Şahverdi Arşivi

You might also like