Professional Documents
Culture Documents
Tuncer Gülensoy - Ve Tanrı Türkü Yarattı
Tuncer Gülensoy - Ve Tanrı Türkü Yarattı
Tuncer Gülensoy - Ve Tanrı Türkü Yarattı
TANRI
TÜRK'Ü
YARATTI
T ü rk Boylarının M itolojileri, Destanları ve Efsan eleri ile Ze b u r,
Te v ra t ve K u r’an-ı K e rim ’ e G öre Dünyanın ve Kişi O ğlunun Yaratılışı
Sadece Okumak ve
18
İncelemek içindir
BİLGE
KÜLTÜR
ÜcretiSA Yoktur
NAT
İnceledikten Sonra Siliniz ve Bulursanız Satın Alınız.
PROF. d r . T U N C E R G Ü L E N S O Y
ISBN : 9 7 8 -6 0 5 -9 5 2 1 -3 4 -5
IS
BİL G E
KÜLTÜR
SANAT
SÖZ BAŞI................................................................................................. 9
KÖK TENGRİ
Kök Tengri, Güneş, Ay ve Yıldızlar................................................42
Eski Türkler’de Ruhlar...................................................................... 42
“Yaratılış” Şiiri (Ahmet Bican Ercilasun)...................................45
Tengri ve Ak Kuğu...............................................................................53
Kök Tengri-2......................................................................................... 54
(Id u k Yir S u b , Id u k , U m ay Kut)
Tuva Efsanesine Göre Yer ve Tufan.............................................56
(T e m ir B o y n u zlu K ök Teke)
Bir Altay Efsanesinde Tufan ........................................................... 56
Babam Atasagun Bilgütay............................................................... 56
TÜRK DESTANLARI
Yakut Türkleri’nin Yaratılış Destanı ............................................. 79
Oğuz Kağan D estanı...........................................................................83
Göç Destanı (ve Kutsal Işık).............................................................88
Çinliler’e Verilen Türk’ün Kutsal Kayaları (Taşlan) ............... 90
Ergenekun D estanı............................................................................. 92
Alan Ko’a ve “Işıktan D oğm a” Efsanesi ...................................... 93
Çinggis Kağan’ın Ölümü Hakkında ............................................. 95
Çinggis Kağan’ın Yasaları ................................................................ 96
Balballar..................................................................................................98
Kurganlar................................................................................................99
Pazırık Kurganı ve İlk Türk Halısı................................................. 99
Kadın Kamlar
Annemin annesinin annesinin annesi, onun anne
sinin annesi ve onun annesi iyi ruhlar tarafından se
çilmiş, eğitilmiş birer “kam”dı. Altaylar’da hayat bulan
ve yaşayan Türk inancına göre ilk olarak kadın kamlar
vardı. Annem de ruhlarla çevrelenmiş evrende ve yağız
yerde insanoğullannı koruyan, kollayan, onlara “kut”
verilmesinde aracılık eden; gökteki güneş, ay ve yıl
dızlarla; yerdeki dağ, göl, nehir, ağaç, kaya ve rüzgârla,
yıldınmla, şimşekle konuşan; kartal (bürküt), doğan,
baysungur (baişingkor), puhu, kaz, ördek, suna, kuğu
gibi uçan, kurt (börteçinoa), ayı, geyik, arslan, bars,
kunduz, porsuk, argun gibi güçlü yaban hayvanlanyla
da konuşup anlaşabilen, gönlü, yüreği ve teni, içi ve dışı
iyi ruhlarla dolu bir varlıktı. O yüzden de, kadın kam
Levent Şahverdi Arşivi
olarak kamlığın bütün özelliklerini taşıyorlardı. Ger
çek bir kam olan annemin, kendisinden kuşaklar önce
yaşamış ata-analarından kalan birkaç koruyucu ruhu
vardı. Kimsenin bilmediği, duymadığı sırlarla dolu, gi
zemli, mistik ve mitsel bilgileri ona bağlı bu ruhlardan
ve o ruhların yardımcıları öteki ruhlardan alırdı.
Kız isteme
Altay Türkleri’nde kaç-göç yoktur. Kızlarımız, be
yaz tenli, badem gözlü, gözleri genellikle mavi, yeşil
ve elâ renklidir. Obamızdaki oğlan çocuklarıyla bera
ber büyüdükleri için de herkes birbirlerini tanır. Aile
çadırında, hayvan gütmede, otlaktan otlağa göçmede
erkek ve kız çocuklar hep beraber olurlar. Tepik adını
verdiğimiz top oyununda, “yüzük saklama oyunu”nda,
hatta “güreş”te bile birliktedirler.Levent Şahverdi Arşivi
Evlenme çağma gelen oğlanlar obadaki ya da komşu
obalardaki bir kızı beğenirlerse, kız tarafına bir “dünür"
göndererek kızı istetir. Genellikle de olumlu cevap alınır.
Bozüyler (çadırlar)
Türk Tipi
Annem, anlatıldığı gibi korkunç bir kam değildi.
Gözleri badem biçiminde, rengi gök gibi mavi; belin
den aşağıya uzanan belikli saçları sarı; el parmakla
rı bir kalem gibi ince uzun, pamuk gibi yumuşak ve
narindi. Teni bembeyazdı. Yüzü her zaman gülümser
gibiydi; yalnız öfkelendiği zaman o mavi gözlerinden
Levent Şahverdi Arşivi
şimşekler çakar, ona bakan insanın üzerine sanki yıl
dırımlar düşerdi. Doğurgan olduğu için de kutsanmış
tı. Babam kadar güçlü idi.
(Türk insanının yüz ve göz yapısı Çinli, Japon, Ko
reli, Tibetli ve Mançu’dan çok farklıdır. Onların göz
leri çizgi gibi çekik, Türkler’in gözleri badem gibidir;
gözlerinin içi hep güler.)
Babamın Agvan Tarihi adlı bir eserden öğrendi
ğine göre, o eserde ‘'Türkler’i korkunç görünümlü, iri
yarı, geniş yüzlü, kadınlar gibi saçlarını iki belik yap
mış; karınca gibi kalabalık; halkın tepesine ‘dolu gibi’
yağdırdıkları sivri okları olan; ‘kudurmuş vahşi kurtlar
gibi’ hücum eden” gibi abartılı ifadeler kullanılıyor
muş. Halbuki biz Türkler, dünyanın en sakin, uysal,
sevimli, gözlerinin içi gülen insanlarıyız. Düşkünlere,
yaşlılara, çocuklara, kadınlara zarar vermez, onları her
türlü kötülüklerden kurtarırız. Altaylar’a ve öteki Türk
boylarına gelen tüccarlar ve Türkler’i yakından tanıyan
seyyahlar, eserlerinde bizi çok güzel anlatıyorlarmış.
Giysisindeki ziller,
Çalıyordu döndükçe.
Dirilirdi yeniden,
Bu dünyada öldükçe.
Ataların ruhları,
Saf saf olup durmuşlar.
Her biri ‘balbal’ gibi,
Sırayla oturmuşlar.
Üstündeki giyside,
Kemikten düğme vardı;
Sanki bir çift göz gibi,
İnsanlara bakardı.
Davulunun derisi
İnsan derisi idi;
Üstündeki ‘tamga’lar,
Bir su perisi idi.
Kaftanındaki ziller,
Döndükçe çalıyordu;
Şaman gözü kapalı,
Göklere dalıyordu.
Ellerinde bıçaklar,
Şamana saldırdılar;
Fırtına, boran olup,
Toprağı kaldırdılar.
Öldürdü kempirleri,
Kök Tengri’ye el açtı;
Durdu, elinde davul,
Benimle kucaklaştı.”
1 kempir: kocakarı
Levent Şahverdi Arşivi
Bu şiiri okuyunca, kam anamın Kök Tengri’ye yük
seldiği o kutsal günleri hatırladım. Atalarımın anlat
tıklarına göre bütün peygamberler Tanrı katma çıkıp
gelmişler, Tanrı ile görüşmüşler. O yüzden o kişilere
“kutsal” diyorlar.
Altaylar’da Ölüm
Altaylar’da ölen bir kişinin cesedi yurdun (çadırın)
içine konur; çadırın bir kenarına ölen kişinin resmi de
asılır. Taziyeye gelen erkekler bu resmin yanında ağla
yarak, ölen kişi hakkında güzel sözler söylerler. Daha
sonra ellerini yıkayıp kuruladıktan sonra, ölü için ku
rulan yemek çadırına alınırlar.
Daha önceden ölenin ailesi, çocukları ve akraba
ları tarafından kurban olarak kesilen at ve koyun etleri
kazanlarda pişirilerek, pilav ile birlikte taziyeye gelen
lere ikram edilir. Çok önceleri bu kurbanlar kesilerek
çadırın önüne bırakılırmış.
Taziyeye gelenler daha sonra atlarına binerek ça
dırın etrafında yedi kez dönerler; ön tarafa gelince de
“yüzlerini bıçakla keserler”miş. Daha sonra birkaç gün
beklerler, uygun bir günde de ölenin cesedini, kurban
ettikleri atını, bütün elbiselerini ve en çok kullandığı
eşyalarını yakarlar; topladıkları küllerini toprağa gö
merlermiş. Bu törende de yine kurbanlar kesilir, etler
yendikten sonra mezarın etrafında dönerek yüzlerini
bıçakla yaralarlarmış.
Yine eskiden, ölen kişinin mezarının üstüne ve
çevresine sağlığında, savaşlarda öldürdüğü düşman
sayısınca taşları üst üste koyarak bir sütun oluşturur
larmış. Daha sonraları “balbal”, “taş baba”, “taş nine”
adı verilen insan şeklindeki taş heykelleri o çevreye
dikerlermiş. Levent Şahverdi Arşivi
Ölen yiğidin mezarının başına dikilmiş bir balbal
* * *
***
Yaratılış
Tengri bu adla bilinmeden, “Ulu Yaratıcı”, insa-
noğullarının anası ve atası Tengere Kayra Han (veya
Ülgen; veya Ürüng-Ayıng-Toyon) vardı. Henüz ne
Evren ne Dünya (Yer ve Gök) vardı; her şey sudan iba
retti. Ulu Yaratıcı yalnızdı. Bütün evren kapkaranlık
Levent Şahverdi Arşivi
ve ıpıssızdı. Güneş, Ay ve yıldızlar da henüz yoktu. O
kendisi için bir şeyler yapmak istedi. Böylece belirli
bir evren ve dünya yaratacaktı.
“Ol!” dedi, istediği oldu.
Bütün karanlığın içinde yine suyla dolu bir dünya
oluştu. Bu arada “kara kaz”, “kuğu” ve “ördek” gibi su
kuşları da oldu. Ulu yaratan “ak kuğu” ya da başka bir
anlatışa göre “kara kaz”a hitaben:
“Suya d al ve dipteki balçıktan ban a getif." dedi.
Ak kuğu suya daldı, gagasının alabildiği kadar
balçığı su yüzüne çıkardı, Ulu Yaratan’a verdi. Ulu
Yaratan bir avuç balçığı aldı ve suyun yüzüne serpiş
tirdi. Bu balçıktan dağlar, ovalar, tepeler oluştu. Ulu
Yaratan suyla dolu bu dünyada pek çok şeyin eksik
olduğunu gördü. Sonra Tengere Kayra Han kendisine
benzer bir varlık yarattı, ona “kişi” adını verdi.
Başka bir kam atamın anlattığına göre: Çok yük
sek bir dağ olan “Kara Dağ”da kutsal ata mağarası
varmış. Bir gün bardaktan boşalırcasma yağan yağ
mur suları bu mağarayı basmış ve “insan” biçiminde
olan bir çukuru su ile doldurmuş. Yağmur durduktan,
güneş ısısını yeryüzüne göndermeye başladıktan son
ra, insan şeklindeki bu çukurun içindeki çamur, Do
kuz On Gün’de canlanmış. İşte ilk insan bu kişiymiş.
Tanrı ona “Ay Atam” adını vermiş. Ay Atam tam kırk
yıl bu kutsal ata mağarasında yalnız yaşamış. Kırk yıl
sonra yine bardaktan boşalırcasma yağan yağmurun
suları insan şeklindeki bu çukuru doldurmuş. Yağmur
durup, sular çekilince bu çukurun içindeki çamur da
yine güneşin ısısı ile Dokuz Ay, On Gün sonra canlan
mış. Fakat o çukurun içindeki çamur az olduğu ve tam
olarak pişmediği için yaratılan kişi eksik kalmış. Buna
da “ilk kadın” demişler. Levent Şahverdi Arşivi
Başka bir anlatıma göre: “Tanrı yeryüzünde önce
erkeği yaratmış. O erkek uzun yıllar yalnızmış. Erkek
bir gece uyurken, şeytan onun göğsüne basmış ve ka
burgalarından bir kemik kırılarak yere düşmüş. Bu ka
burga kemiği biraz daha uzayınca ‘kadın’ biçimine dö
nüşmüş ve erkeğe yoldaş olarak yeryüzünde kalmış.”
Başka bir kam atanım anlattığına göre: “Büyük
ak yaratıcı Ürüng-Aymg-Toyon, ilk başlarda büyük su
küdesinin üzerinde dururken, su üstünde yüzen bir
köpük görmüş. Ürüng-Ayıng-Toyon bu köpüğe:
‘Sen kimsinV diye sormuş.
Köpük bakmış, Toyon’a, ‘Ben bir şeytanım, ta su
dibinde yerde yaşarım}.’ diye cevap vermiş.
Tanrı Toyon şeytana, ‘ Gerçek mi bilmem sözün! Var
mı su altında bir yer? Öyleyse, ban a yerden bir parça
toprak getirf demiş. Şeytan suyun içine dalmış, uzun
bir süre sonra elinde bir parça toprakla görünmüş.
Toyon kara toprağı eline almış, şöyle bir baktıktan
sonra o toprağı kutsamış ve geri suyun içine atmış.
Bunun üzerine şeytan:
‘Şu Tanrı’yı nasıl suya batırayım da boğayım’ diye
düşünmüş.
Bu sırada Toyon’un kutsayıp suya attığı toprak
birdenbire büyüyüp etrafa yayılmaya başlamış, ka
tılaşmış, sertleşmiş. Suyun büyük bir kısmı toprakla
dolmuş, dağlar, ovalar, tepeler oluşmuş.”
Başka bir kam anamın anlattığına göre: “Henüz
ne Gök ne de Yer varmış. Yalnızca Ülgen varmış. Ül-
gen uçsuz bucaksız deniz üzerinde oradan oraya koş
turuyor ve denizi dalgalandırıyormuş. Deniz üzerine
tutunacak sert bir yer de yokmuş. Bu sırada Ülgen
kendi içinde, ‘Aldında tut, aldında tut!’ (Önünde ya
kala, önünde yakala!) diye bir sesLevent
işitmiş.Şahverdi Arşivi
Bu cümleyi söylerken elini uzatıp kendi önüne dal
dırmış. Elini sudan çıkarınca, avucunda bir taş oldu
ğunu görmüş.
O ‘Aldında tut, aldında tut!’ diye söylenirken de
bu taşın üzerine oturmuş. Bir taraftan da:
‘ Yaratmak ne? Yaratmak nasıl acaba! diye düşün
müş.
Ülgen böyle düşünürken sudan, asıl güçlü, bilge
Ak Ana çıkmış, Ülgen’e:
‘ Yaratmayı düşündüğün zam an ‘Yaptım oldu!' diye
söyle’, demiş ve kaybolmuş.
Ak Ana bir daha hiç görünmemiş. Ülgen’in için
den ‘Yer olsun’ düşüncesi geçmiş ve ‘Yer olsun!’ diye
söylenmiş. O böyle deyince ayaklarının altında balçık
ya da topraktan oluşan yağız yer yaratılmış. Sonra, Ül
gen yukarıya bakmış:
‘ Gök yaratılsın!’ demiş, Gök yaratılmış. ”
Eski Türk Yazıtlarında taş üzerine kazınan “Üze
Kök Tengri asra yağız yer yaratıldıkta ikin ara kişioğlu
yaratıldı” sözleri ta o zamanlara uzanan bir bilgi yu
mağıdır.
Bazı mitolojik kaynaklar Ak Ana’nın “Kök Tengri”
olduğunu, toprağın “dişit’ (doğurgan) olduğunu kay
dederler. Gerçi “Tanrı Evren'i YOfCtan yarattı” denir
se de bu toprak (balçık) ve su İkilisi de o YOK’un birer
VARlığı değil midir? Kam anamın bana öğrettiği gibi:
“Evren tohumu olarak kabu l ettiğimiz öge, Tengri bir
likte vardır. O sonradan oluşm am ıştır."
Kam anamın anlatılarından Evren’in büyük yara
tıcı tanrı Kayra Han veya Ülgen tarafından yaratıldı
ğını öğreniyoruz. Buna göre önce Yer, sonra da Gök
yaratılır. Yaratma tam altı gün sürer:
Levent Şahverdi Arşivi
1. gün: Aydınlık,
2. gün: Fizikî gök,
3. gün: Suyun yerden ayrılması ve yeryüzüne
bitkilerin yerleştirilmesi
4. gün: Ay, Güneş ve yıldızların yaratılması,
5. gün: Balıklar ve kuşların yaratılması,
6. gün: Bazı hayvanlar ve kişi (insanoğlu) nin
topraktan yaratılması.
Kam anama göre yaratmanın ikinci safhasında
“yedi” veya “dokuz” katil “Yeryüzü” ve “on yedi” katlı
“Gökyüzü” yaratıldıysa da bu yaratılanlar yalnız bizim
dünyamızdakiler değildir. Bizim dünyamızdan başka
daha 99 âlem vardır. Bütün bu dünyaların da yeryüzü,
gökyüzü, cennet ve cehennemleri vardır. 99 dünyada
da yaratılmış insanlar, onları yöneten Ülgen tarafından
seçilmiş kişiler vardır.
Bizim dünyamız Ülgen tarafından üç balık üzeri
ne oturtulmuştur. Bu üç balıktan
İkisi yanlarda,
Birisi ortada olup başı kuzeye bakar.
Dünyanın dengesi üçüncü balıktadır.
Üç balığın başı da iplerle göğe bağlıdır.
Bu balıklardan sorumlu olan MANDIŞİRE’dir.
***
***
Tengrikörür, öpkelenür,15
Tengiz azar, köpüklenür;
Tegre bulung bulgak bolur,16
Tengek bulıt örküçlenür17
***
Kök Tengri-2
Türkler, insanüstü varlıklardan her birine Tengri di
yorlardı. Moğollar da Tengri derlermiş. Çinggis Kağan
Levent Şahverdi Arşivi
“Müngge Tengri-yin küçüdür!” (=Ebedî Tanrı'nın gücü
ile!) diyerek tek yaratıcıya, ulu yaratana olan inancını
belirtirmiş. Savaşa giderken, büyük kurultayı toplar
ken hep öyle dermiş.
Kök Türk atalarımızın yazdıkları yazıtlarda sık
sık adları geçen Iduk Yir Sub da yukarıdaki Kök
Tengri’nin yardımcısı ve destekleyicisidir. Iduk “kut
lu ve mübarek olan; aslında sahibinin yaptığı bir adak
için saklanarak yünü kırkılmayan, sütü sağılmayan,
yük vurulmayarak başıboş bırakılan, salıverilen at,
koç, sığır gibi hayvanlar”a verilen addır. “Iduk dağ”
(geçitsiz sıra dağlar), “Iduk kol” (dibi çok derin göller)
gibi kutsal yerler; “Iduk agaç” da kesilmeyen, odunu
yakılmayan kutsal varlıktır. “Iduk koç”, “Iduk at” gibi
hayvanlar eski atalarımızın “adak” için besledikleri
“eyer vurulmayıp yük sarılmayan, sütü sağılmayan,
yünü kırkılm ayan”, “mübarek” tutulan hayvanlardı.
Umay, atalarımız tarafından kut, yer-su ve dağ ruh
larıyla birlikte kutsal bir varlık olarak tasavvur edilmiş,
Tanrı’ya yardımcı bir koruyucu ruhtur. O Ülgen’in ka
tından yeryüzüne indirilmiştir. Tunyukuk atamız ya
zıtında, “Tengri Umay ıduk yer sub basa bedri erinç”
[Tanrı Umay kutsal yer (ve) su (ruhları bize) yardımcı
oluverdiler.] diyerek Umay’ın “yardımcı ruh” olduğunu
anlatmaktadır.
Günümüzde “1. Devlet idaresinde güç, yaratıcı
lık ve yetki bakım ından sahip olunan üstün güç; 2.
Mutluluk; 3. İlâhî bir kaynaktan gelen rahmet, bere
k e t’ anlamlarını ile ifade edilen kut, ata Türklerimi-
zin değer verdiği bir kelime idi ve "kut, uğur, devlet,
baht, talih, saadet” anlamlarına gelirdi. ““Tanrı’y a
adanm ış olan, tanrısal olan her varlığa” da “kutsal"
Levent Şahverdi Arşivi
Ukrayna’daki Kıpçak Türkleri’ne ait, Tanrıça Umay Ana inancının
devamı niteliğinde ve elinde Türk Ant Kadehi olan taş heykel ve
Selçuklu Türkleri’ne ait bir kadın figüründeki spiral motifler ile
Ahlat Selçuklu mezar taşındaki motif.
* * *
* * *
Kırgız bozüyü
Türk “Tamga’Tan
Tarihçiler, halk bilimciler ve sosyologlar tarafın
dan araştırmalara göre Türk kavimleri yazıdan önce
“tamga” adını verdikleri işaretler kullanmışlar. Atala
rımın yaşadıkları coğrafyada dağda taşta o kadar çok
“tamgalı taş” var ki, görünce şaşırırsınız. Dağlardaki
pek çok granit taşın, kayanın, kaya yüzeyinin hatta
mağara içindeki düz duvarların üzerine kazınarak
ya da boya ile çizilmiş koç-koyun, geyik, at, kurt, av
lanan insanlar, üzerlerinde “cebe” dediğimiz zırhlar
giyinmiş savaşçılar, yay çekip ok atan insanlar o ka
dar güzel ve sanatkârane çizilmiş ki hayran oluşunuz.
Benim bu anlattığım “tamga”ların uzantıları Anado
lu’ya, Kafkaslar’a, Macaristan ovalarına gidiyormuş.
Eleonora Novgoradova adlı annesi Yakut Türkü bir
Rus sanat tarihçisinin yazdığı eserler okunup araştı
rılmaya değer.
Levent Şahverdi Arşivi
Türk tamgalanna bir örnek
Pastırma ve Kurut
Orta Asya’nın geniş ve bereketli bozkırlarında at,
sığır, koyun, keçi ve deve besleyerek onların et, süt,
deri, yün, bağırsak gibi organlarından yararlanan; et
lerini güneşte kurutup “pastırma”, sütten yaptıkları
hamurları yine güneşte kurutup “kurut” adını verdik
leri yiyecek hâline getiren atalarımız uzun yolculuk
ve savaş yıllarında hiç açlık çekmemişler. Atam Ata-
sagun’un anlattığına göre, yeni kesilmiş koyun ya da
sığırın yenilebilecek parçalarını bindiği atın “eyerinin
altı”na koyarak pişirir, atın teri ile tuzlanmasını sağlar,
yolda giderken de oradan kopararak yerlermiş.
Ayrıca atın bağırsağı at eti ve iç yağı doldurularak
yapılan “kazı” adlı Orta Asya Türk sucuğu hem doyu
rucu hem de besleyicidir.
Giyim Kuşam
Bizim giyimlerimiz de çok ilgi çekici, göz alıcı ve
renklidir. Genç kız ve erkeklerimizin giydikleri başlık
ve elbiseler üzerinde çeşitli "tamga”lar vardır. Kök
mavisi ve al renkleri severiz. Deniz ve göllerde yaşa
yan salyangoz kabukları, istiridye kabukları, gümüş ve
altın pullar ile eski paralar başlıklarımız ile cepkenle
rimizi süsler. Ayaklarımızda yumuşak deriden yapıl
mış uzun ve kısa konçlu çizmeler vardır. Ellerimizde
“ellik” adını verdiğimiz eldiven, karlı havalarda gözle
rimizi yansıyan kar ışığından korumak için “gözlük”-
lerimiz vardır. Bu gözlükler “at kılı”ndan yapılır; sizin
camlı gözlüklerinizden farklıdır. Üstümüze “ton” (el
bise) giyeriz. Giydirmek, donatmak için tonatmak; el
bise göndermeye tonıdmak; gömleğe könglek, gömlek
giymeğe de köngleklenmek deriz.
Türkler’de At
At bizim her şeyimizdir. Her Türk çocuğu, kız ya
da erkek olsun, üç yaşından itibaren ata binmeye baş
lar. önce kınalı koçlar üzerinde, eyersiz eğitim görü
rüz. Sonra taylara, daha sonra da kısrak ya da aygırlara
binmeye başlarız. Bindiğimiz atların eyeri ve üzengisi
Levent Şahverdi Arşivi
yoktur. Yalnız atın yelesine tutunur, bacaklarımızla
gövdesini sımsıkı sarar, dizgin ve yuları ile ata hâkim
olmaya çalışırız. Sığır, koyun ve at sürülerini güderken
bindiğimiz atlarla artık kardeş gibi olmuşuzdur. On
ları elimizle besler, geceleri bozkırın ayazında birbi
rimize sarılır yatarız. Üzerinden düştüğümüz zaman
yanımızdan ayrılıp bizi terk etmez. Bozkırın beklen
meyen tehlikelerine karşı bizleri hem uyarır hem ko
rur. Atalarımızın Çin Seddi’ni aştıkları kısa bacaklı
atiara “Cennet Atları” derlermiş. Kürşat’ın ve onun
kırk yiğidinin atı da Çin Seddi’ni bir sıçramada aşan
Cennet Atları imiş.
Türkler’de Kurt
Her milletin bir tabu hayvanı vardır. Ona hürmet
gösterir, ona saygı duyarlar. Almanlar’ın ve Ruslar’m
“ayı”, Moğollar’ın “nogay (köpek)”, başka milletlerin
de kartal (bürküt), geyik, karga, saksağan, fil, inek/
öküz vb. gibi hayvanları kutsal saydıklarını babam an
latırdı.
Türkler de kurt adlı o güzel, evine ve eşine bağlı,
sürü halinde yaşamasını seven, tek eşli o güçlü hay
vanı kendilerinin kutsal hayvanı saymışlar, ona saygı
duymuşlar, sevgi göstermişler. Bazı Türk boyları bu
hayvana börü/böri/büri; bazıları da kanşkır/kaskır
demişler. Aynı coğrafyada yaşadığımız ve tarihî bir
birlikteliğimiz olan Moğollar kurta “Börteçinoa” adını
vermişler. Börte sözü Türkçedeki bozun karşılığıymış.
Çinoa da kurt demekmiş. Yani Bozkurt...
Güreş
Atalarımızın “küreş” [< kü r “yiğit, sarsılmaz, pek
yürekli kabadayı” +(e)ş\ adını verdikleri güreş de tarihi
İskit ve Hun Türkleri’ne kadar uzanan bir ata sporu
dur. Bizde güreş, birbirleriyle güreşen iki güreşçiden
birisinin dengesini kaybetmesine kadar sürer. Mo-
ğollar’da da öyleymiş. Moğol güreşçileri de altlarında
deriden yapılmış mayoları, üstlerinde yarım kol ye
lekleri, ayaklarında özel yapılmış çizmeleri ile güre-
şirlermiş. Anadolu Türkleri’nde sırtını yere getirmek
gerekiyormuş... Levent Şahverdi Arşivi
Güreşecek iki kişi “er meydanı”na çıktığı zaman
bellerine doladıkları kuşaklardan tutarak birbirlerinin
gücünü ve ustalıklarını denerler. Sağa ve sola salladık
ları rakiplerinin dengelerini kaybettirdikleri zaman
güreşin galibi olurlar. Moğollar’da yenilen kişi yenen
kişinin koltuğunun altından geçerek onun gücünü ka
bul ettiğini belirtirmiş.
Her Türk erkeği güreşmeyi sever ve güreş oyunla
rını bilir. Rakip yüz okka bile olsa korkulmaz ve kaçıl
maz. “Yenile yenile yenmeyi de öğrenirsin?’ sözü güre
şenler için söylenmiştir.
Güreş tutulan alanda davul ve zurna çalar. Bu ge
lenek bütün Türk dünyasında varmış. Güreş Türk er
kekleri için bir tür savaş oyunudur. Kılıç ve mızrak ile
savaşan gençler, düşmanları ile savaşırken yaptıkları
ayak, vücut ve el oyunlarını güreşirlerken öğrenirler.
Güreşte davul ve zurnanın sesine alışan gençler, sa
vaşırken, dağ tepelerinde kurulmuş "dokuz” ya da
“doksan” katlı mehterin sesini zevkle ve şevkle dinler
ler. Türk askerinin zafer kazanmasının sebeplerinden
birisi “Cennet Atları”nın kıvraklığı, oynaklığı ise, diğe
ri de o atların üzerinde güçlü ve kuvvetli oturmasını,
yüz seksen derece arkalarına dönerek düşmana “şarkı
söyleyen oklar” atmasını bilen, kargı ve kılıç ile oyun
oynar gibi savaşan Türk yiğitleridir.
* * *
İskitler/Sakalar
Başlarına “sivri külâh / hayvan kürkü ile yapılmış
papak”, üstlerine “koyun postu” elbise, yumuşak köng-
lek (gömlek), deri yelek, gocuk şeklinde ceket, deri pan
tolon, tabansız yarım boğaz çizme giyen, “konargöçer”
hayat yaşayan, yılkı atlan, sığır ve koyun besleyen, "üstü
keçe ile örtülü arabalar”da yaşayan savaşçı, cesur bir
Türkkavmidir. Keçe evleri 2-3 bölmeli olur. Bu keçe ev
ler geceleri soğuğu, gündüzleri de sıcağı içeriye geçir
mezler. Kısrak sütünden yapılmış “kımız” içerler. Suda
haşlanmış et yerler, “kebap etmeye yarayan oğlak veya
kuzuya “söküş”; kebaba da “söklünçü” derlermiş.
Tanınmış eski Yunan tarihçisi onların “kısrak sa
ğanlar” olduğunu, at beslediklerini, atın etinden, sü
tünden, derisinden yararlandıklarını yazmış. Yine ta
nınmış bir ozan olan Homer de llyada adlı eserinde
İskitlerden bahsederken onların keçeden yapılmış ta
şınabilir çadırlarda yaşadıklarını, taşınabilir keçeden
yapılmış “hamam”larda yıkandıklarını; çok adaletli
bir tayfa olduklarından bahseder.
Hunlar
Tarihî bilgilerimize göre Hunlar takriben MÖ 1500
yıllarından itibaren milâdi V. yüzyıl sonlarına kadar
Levent Şahverdi Arşivi
geçen 2000 yıllık uzun bir zaman içerisinde Asya’nın
geniş ve soğuk bozkırlarında, Avrupa’nın yemyeşil
ovalarında yaşamış ve yurt tutmuş, devlet kurmuş
bir Türk kavmidir. Asya’da iken T’ou-man (Teoman/
Tümen/Tuman), Mo-tu(n) (Mete); Avrupa’da iken
Muncuk, Attila, Almus, Arpad, Bengedek, Atlakewe
adlarında meşhur devlet adamları ve komutanlar ye
tiştirmişlerdir.
Hunlar da başlarına keçeden yapılmış külâh/pa-
pak, üm adı verilen “pantolon”, ayaklarına çarık ve çiz
me, pantolonun altına “don (< ton)”, yün ya da keten
den dokunmuş kumaştan yapılma gömlek (< könglek),
önü düğme ile açılıp kapanan “kaftan (< kap+ton)” gi
yerler; bellerine de “tokalı kemerler” takarlardı.
Hunlann hem kadınlarının hem de erkeklerinin
süs eşyaları vardı. Eşyalarında kullandıkları altın, gü
müş, kehribar, yakut vb.den yapılmış süslemeler göz
kamaştırıcı idi. Atlan eyerli, üzengili, yularlı ve gem ka
yışlı olurdu. “Hun eyeri" o devrin en kullanışlı eyeri idi.
Savaşırken kullandıkları yaylar ile ok uçlan, mızrak,
kama ve kılıçlan “Hun demircileri”nin ocaklarındaki
örslerde dövülmüş, kırılmaz ve paslanmaz çeliktendi.
Bazen “kemikten oyulmuş ok uçları” da kullanırlardı.
Bu kemik başlıklı oklar yaydan çıktıkları zaman hava
da uçarken “ıslık çalar/şarkı söylerler”di. Bu sesi duyan
düşman ordusu korkuya düşer, kaçarlardı.
Kök Türkler
Altay Dağlan’mn güney eteklerinde yaşayan bir ka
vim varmış. Bu kavmin adı T’u-kü-e/Tukyu [sonradan:
(Kök Türk)], kağanları da Bumin (T’u-mın/Tümen)
imiş. Bazı tarihî kayıtlara göre bu kavim bir zamanlar
Juan-Juan (Avar) lara tâbi imiş ve onlar için “demircilik”
Levent Şahverdi Arşivi
yaparlar, örs üzerinde demir döverek çelik kılıçlar, ka
malar, kargı uçları yaparlarmış. T’u-kü-e’lerden başka,
yine bir Türk kavmi olan Töliş (Tölüs)ler de Juan-juan
kağanı Anakoay’a bağlı imişler. Tölişler 551 yılının yaz
ayında Juan-juanlara karşı baş kaldırınca, Juan-juan
hanı Anakoay, T’u-kü-e başbuğu Bumın’ı Tölişler’in
üzerine göndermiş. Savaşçı bir kavim olan T’u-kü-e’ler
elli bin obadan ibaret olan Tölişler’i yenerek onları tek
rar Juan-juanlar’a tâbi kılmış.
Tölişler’i mağlup eden T’u-kü-e’lerin güçleri bir
denbire artınca, Bumın Anakoay’dan kızını istemiş.
Juan-juan hanı Anakoay T’u-kü-e'leri köle ve kendi
sine tâbi bir halk olarak gördüğü için kızını vermemiş.
Bunun üzerine Bumın, Çin (Batı Vey) imparatoru ile
anlaşma yaparak saraydan bir prenses ile evlenmiş.
Böylece daha da güçlenen T’u-kü-e’ler, 552 yılında
Bumın’ın başkomutanlığında Anakoay’ın Juan-juan-
lar’ına saldırmışlar. Bu savaştan galip çıkan T’u-kü-
e’ler, Anakoay’ı da öldürüp yeni bir bağımsız Türk
devleti kurmuşlar ve Juan-juanlar’a tâbi pek çok kav
mi de kendilerine bağlamışlar.
Bumın kendisini “kağan” ilân etmiş Ve “Elig Kan
(/İlig Han) ’’ [=hâkim, hükümdar] lakabını almış. O
zamanlar yurdu olan, yurt sahibi, devlet sahibi kişiye
“Eliglig/Ellig”, hükümdara da “Elig Kutı” derlermiş,
işte bizim Ilig ya da İl Han dediğimiz atamız budur.
Türk atalarımızın Bumın, Çin kaynaklarının T’u-
men adını verdikleri bu büyük ve ilk Türk kağanının
atası Na-tu-lu imiş. -> büyük oğlu T’u-men / 2. oğlu
istemi (Şetie-mi) imiş. Bumın Kağan’m 552/553 yı
lında öldüğü, yuğ (matem) töreninin yapıldığı zaman
pek çok komşu ülkeden kağan, bey ve prensin geldiği
anlatılır. Levent Şahverdi Arşivi
Bumm’dan sonra Kök Türk tahtına sırasıyla oğul
ları K’o-lo (öl. 553) -» Mu-kan (553-572) T’o-po
(572-581) oturmuşlar.
T’o-po’nun ölümünden sonra Türk birliği yıkılmış
ve o koca güçlü devlet Batı ve Doğu olmak üzere ikiye
ayrılmış. Doğu Kağanlığı da 1. Birinci Doğu Kök Türk
Kağanlığı (582-630), 2. İkinci Doğu Kağanlığı (682-
745) olmak üzere iki kez tarih sahnesinde görülmüş.
630-681 yılları arasında geçen 51 yıllık uzun bir zaman
Çin’e tâbi olarak yaşayan Kök Türkler, Kutluğ Kağan
ile birlikte yine tarih sahnesine çıkmışlar.
Uygurlar
Bir anlatıya göre Ağuz Kağan o halktan ne için “oğ-
ruluk” yaptınız diye sormuş, onlara oğrasa “oğur” olsun
derlermiş, “işin ileri gelsin” demekmiş. Bu Uygur hal
kından bir nice bölekin her birini bir boy ile söylerler.
Kök Türkler’den sonra Orta Asya’ya hâkim olan bir
Türk kavmi de Uygurlar imiş. Önceleri Kök Tengri’ye
inanan, Kök Tengri’yle konuşup anlaşan Uygurlar,
sonraları, bir insan olan Buddha’nm öğretisine ina
narak “Budist” olmuşlar. Iskiüer, Hunlar, Massaget-
ler, Şatolar, Kök Türkler gibi savaşçı ve hayvan güden,
kımız içen, yay çekip ok atan Uygurlar, yerleşik haya
ta geçip toprakla uğraşmaya, at, tavar, koyun otlatıp
göçmeye son vermişler. Budizm’de et yemek “yasak”
olduğu için et yemeği unutmuşlar, ot yemişler, güç-
süzleşmişler. Yerleşik olduklan için semizleşmişler, han
tallaşmışlar. “Öldürmek” yasak olduğu için savaşma
mışlar, solucanı bile öldürmemişler. Yerleşik hayatta
pek çok işler yapmışlar. Budizm’le ilgili yüzlerce kitap
Levent Şahverdi Arşivi
yazmışlar, onları “bedizlemiş” (süslemiş)ler. Sonra da
onları, bir Budist rahibi "Bin Buda Mağaraları” adlı
bir mağarada saklamış, gün yüzünden uzak tutmuş.
Birkaç yüz yıl sonra, buralara gelen Batılı bilginler ve
seyyahlar bu kitapları yer altından ve o mağaradan
çıkartıp, katırlara, develere yükleyip Himalayalar’dan
aşırarak Kalküta’ya getirmişler; oradan da gemilerle
Avrupa’nın Londra, Berlin, Paris, Vatikan, Helsinki,
Petersburg vb. gibi şehirlerine götürerek müzelere, kü
tüphanelere vermişler.
Budist Uygurlar daha o zamanlar çok güzel bir yazı
kullanmışlar. Batılılar bu yazıya “Uygur yazısı” diyor
lar. Moğollar da bu yazıyı Uygurlar’dan alıp geliştir
mişler, (ç, p, ş) harflerini ekleyerek çok güzel, süslü bir
kaligrafi ortaya koymuşlar. Uygur yazısı ile yazılmış pek
çok Budist kitabı, fal kitabı ve başka kitaplar yazmışlar.
Uygurlar’m “hareketli harfler (hurufat)” ile Uy
gurca eserler bastıklarını ve Uygurlar’ın bunlara dün
yanın ilk basma eserleri dediğini söylerler. Ayrıca
onların yazdıkları pek çok eski Uygurca eser Alman,
Rus, Japon, Fransız ve Türk bilim adamları tarafından
transkripsiyon alfabesiyle yeni yazıya aktarılmış olup
bu konuda çeşidi araştırmalar vardır.
Uygurlar da Çinliler gibi "barut” ve “ipek’Te ilgili
bilgilere sahipmiş. Hatta ilk defa barutu savaşta kul
landıkları anlatılır. İpek de Uygurlar’m ellerinde daha
gelişmiş, daha kaliteli kumaşlar Uygurlar tarafından
üretilmiş. Bugünkü “Doğu Türkistan”ın Urumçi, Tur
fan gibi bölgelerinde dut ağacı ve ipek böceği üretici
liği yapılmaktadır.
Uygur halkının oturdukları yurtları iki ulu dağdır,
birinin adına Bukratu Bozluk derler, diğerinin adına
Levent Şahverdi Arşivi
OşnuklukTengrim derler. Karakorum da bu iki dağın
arasına düşer. Sonra bu dağların birisinin arasından
on ulu çay akar. Sonra birinin arasından dokuz ulu
çay suyu akar. Eskiden beri Uygur halkının yurüarı o
suların kıyısında, o bozkırdadır. O aralarda oturur idi
ler. Nitekim on çay suyunun yakasında oturan halka
da On Uygur denir. Bu dokuz çay suyunun yakasında
oturan halkları yüz yirmi iki boya ayırmıştır ki onların
adını, sanını bulamamıştır.”
Kanglılar-Kıpçaklar-Karluklar-Halaçlar
Türk halklarının Oğuz Kağan’dan ad almaları mi
tolojimiz için çok önemlidir. “Çinggis Kağan Tarihi Çe
virisi" nde ve “ Uygur Harfli Oğuz Kağan Destanı”nda
birkaç Türk boyuna ad verilişi anlatılıyor. İşte Kanglı
boyunun ad alışı şöyle: Sonra bir nicesi kendi beğle-
rinden izin aldıkları için “araba” yaptılar. Ağaçtan ya
pılan bu arabaların tekerlekleri, yolda giderken “kang
kang kang!” diye ses çıkarırlarmış. O yüzden, Türkler
bu tür arabaya kanglı derler, bu ad onlara b ö le k san ı
(boy adı) olmuş.
Başka bir efsanede, o vakit Oğuz Kağan İt-Barak
halkı ile savaştı. İt-Barak halkından bir hatun kişi “ağır
ayak” (hamile) idi, o savaş zamanında oğlan doğurdu.
[Doğan bebeği] saracak nesne bulamayınca “ağaç
kabuğu ile sarıp” başına kaldırır yürür idi. Oğuz Ka
ğan’dan İt-Barak halkı kaçınca o oğlanı Oğuz Beği alıp
oğlu gibi yetiştirdi. Ağaç kabuğuna sarıldı bir kadın
ve onun çocuğunu gördüğü için adını Kıpçak koydu,
şimdiki Kıpçak halkı o oğlanın soyundandır. Kıpçak
halkı pek görklü ve ulu sözlüdür.
Levent Şahverdi Arşivi
Uygur Harfli Oğuz Kağan Destanı'nda ise bu riva
yet başka türlü anlatılır: “Oğuz Kağan bir ağaç kabu-
çağında/kovuğunda, ışıklar içinde, çok güzel bir ka
dın ve çocuğunu görür; onları yanına alır. Bu yüzden
onlara “kovuçak/kobuçak > kobçak > kıbçak > kıpçak”
demişler.
Sonra Karluk halkının boyları.... Nitekim Oğuz
Kağan karda Gûr Garcistan yönüne asker çıkardı. Yol
da kar ulu (çok) oldu. Bir bölük halk kara saplanıp as
kerden geri kalırlar, yurda sonra geldiler. Oğuz Kağan
onlardan “Ne için geri kaldınız?” diye sordu. O halk
“Kar ulu yağdı, kar altında gömülüp geri kaldık” diye
cevap verince Oğuz Kağan onlara Karluk diye ad ver
di. Şimdiki Karluklar onların soyundandır.
Sonra Halaç oymağı öyledir, ki bir bölek halk
Oğuz Kağan’m o yürüyüşünde açlıktan bitkin düşüp,
yol kesip "kazakçılık” yapmaya başladı. Oğuz Kağan
o kişileri tutsunlar diye yarlık buyurdu. Tutup divâna
getirdiler. “Aç kaldık, azığım ız tükendi, askerden kal
sak kağanın yasağından korkarız o yüzden oğruluk
kıldıkf diye cevap verince kağan öfkelenip “Kal aç!”
dedi, o yüzden o halka Halaç ad koydular, şimdiki Ha
laç halkı onların soyundandır.”
***
* * *
Balballar
Eski Türkler’de, ölen yiğit kişinin anılması için
mezarının başına ya da “kurgan”ının etrafına dikilen,
mermer ve granitten insan suretinde yontulmuş (baş-
kaş-göz-kulak-ağız-burun/bıyık/sakal-çene-el-sağ
elde kutsal kadeh-sol elde kama bulunan) heykeller
dir. Bunlara “perde taşlan", “taş babalar/nineler” adı
da verilir. Bir anlatıya göre de alplerin öldürdükleri
her düşman çerisi için bu taşlardan dikilirmiş. Bugün
Orta Asya’nın pek çok yöresinde yüzlerce “balbal”
bulunmaktadır. Bunlardan büyük bir kısmı, eski Ka-
rahanlı Kağanlığının baş şehri olan bugünkü Kırgızis
tan’ın Balasagun bölgesindeki açık hava müzesinde
yer almaktadır. Bu açık hava müzesinde yer alan “Bu
rana” adlı tarihî bir ateş kulesi ve kerpiçten yapılmış
“han sarayTmn kalıntıları da vardır.
Levent Şahverdi Arşivi
Ölen kişinin mezarının başına dikilen taş babalar
Kurganlar
Eski Türkler’in ya da başka Orta Asya kavimlerinin,
İlk Çağ’da, ölen kağan, tigin, bey, alp gibi kahraman
ların mezarları üzerine toprak yığılarak yapılan küçük
tepe ya da tepe biçiminde mezar höyüğe “kurgan” adı
verilirmiş. Bu sözcüğün “koru-” fiiline “-gan” fiilden
ad yapma eki getirilerek yapıldığı söylenir.
Bugün Orta Asya’nın pek çok yöresinde, Altay-
lar’da henüz açılmadık kurganlar bulunduğu anlatılır.
Kurganların içi Türk kültür tarihi için çok önemlidir.
* * *
Levent Şahverdi Arşivi
Babamın anlattığına göre Tevrat m 50 bölümü var
mış: Tufan; Tufan’ın Sonu; Nuh Oğullarının Soyu; Babil
Kulesi; Şam’dan Avram (İbrahim/Avraham ^çocukla
rın babası anlamına gelir.))’a; Avram Mısır’da; Avram’la
Lut’un Ayrılması; Avram Lut’u Kurtarıyor; Rabb’in Av
ram’la Yaptığı Andaşma; Hacer ile İsmail [Hacer Mı
sırlı cariye olup, Avram ile birleşir ve İsmail (=Tanrı
işitir, anlamında) doğar.]; Sünnet: Antlaşma Simgesi;
Üç Konuk; İbrahim Sodom İçin Yalvarıyor; Sodom ve
Gom ora’nın Yıkılışı; Lut ile Kızları; İbrahim ile Avime-
lek; İshak’ın Doğumu; Hacer’le İsm ail Uzaklaştırılıyor;
İbrahim ile Avimelek Arasındaki Antlaşma; İbrahim ’in
Denenmesi; Nahor'un Oğulları; Sara’nın Ölümü; İshak
ile Rebeka; İbrahim'in Ölümü; Ismailoğulları; Yakup’la
Esav; İshak ile Avimelek; İshak Yakub’u Kutsuyor; İshak
Kutsanma Hakkını Kaybediyor; Yakup Lavan’ın Yanına
Kaçıyor; Yakup’un Düşü; Yakup Paddan-Aram’a Varı
yor; Yakup Lea ve Rahel’le Evleniyor; Yakup’un Çocuk
ları; Yakup'un Sürüleri Artıyor; Yakup Lavan’dan Ka
çıyor; Lavan Yakup’un Peşine Düşüyor; Yakup Esav’la
Karşılaşmaya Hazırlanıyor; Yakup Esav’la Karşılaşıyor;
Dina ve Şekemliler; Yakup Beytel’e Dönüyor; Rahel’le Is-
h a k ’ın Ölümü; Esav’ın Soyu; Edom Kralları; Kardeşleri
Yusuf u Satıyor; Yahuda’y la Tamar; Yusufla Potifar’ın
Karısı; Yusuf Rutsakların Düşünü Yorumluyor; Yusuf
Firavun’un Düşünü Yorumluyor; Mısır’a İkinci Yolcu
luk; Yusufun Kardeşleri Mısır’a Gidiyor; Kaybolan Kâse;
Yahuda Benyamin İçin Yalvarıyor; Yakup Mısır’a Gidi
yor; Yakupoğulları Oşen’e Yerleşiyor; Kıtlık Şiddetleni
yor; Yakup Efrayim’le M anaşşe’y i Kutsuyor; Yakup'un
Son Sözleri; Yakup’un Ölümü; Yakup’un Gömülüşü;
YusufKardeşlerine Güven Veriyor; Yusufun Ölümü. ”
***
Levent Şahverdi Arşivi
Kur’an-ı Kerîm’de Yaratılış
Babam, biz Türkler ve diğer Müslümanların kutsal
kitabı olan Kur’a n-ı Kerîm’i hem Arapça aslından hem
de Türkiye’den getirttiği “Türkçe Meâli”nden okumuş.
Kur’a r ida “Yaratılış” pek çok yerde geçiyormuş:
([7] A’r a f sûresi: 10) “Şüphesiz ki, sizi yeryüzün
de yerleştirdik. Orada sizin için geçim imkânları ya
rattık. Ne kadar az şükrediyorsunuz. 11) Şüphesiz ki,
sizi yarattık, sonra size şekil verdik. Sonra meleklere,
'Âdem’e secde edin’ dedik. Derhal secde ettiler. İblis
hariç. O, secde edenlerden olmadı.”
([16] Nahl sûresi: 3) “Allah gökleri ve yeri yerli yerin
ce yarattı. Allah müşriklerin ortak koştukları şeylerden
yücedir.” 4) “Allah, inşam ‘meni’den yarattı. Bir de ne
bakarsın o, insan, açıkça bir hasım oldu.” 5) “Allah hay
vanlan da yarattı. Onlarda sizin için ısıtacak şeyler ve
pek çok faydalar vardır. Bir kısmının etlerini de yersiniz.”
([38] Sâd sûresi: 71-72) “Hani bir zaman Rabbin
meleklere, ‘Ben balçıktan insan yaratacağım. Şeklini
tamamlayıp ruhumdan üflediğim zaman hemen ona
secde edin’ demişti.”
([39] Zümer sûresi: 6) “(Ey insanlar) Allah sizi bir
tek kişiden yarattı. Sonra ondan da eşini var etti. Allah
sizin için hayvanlardan sekiz çift indirdi. O, sizi anne
lerinizin karnında, bir merhaleden bir merhaleye ge
çirerek ÜÇ karanlık içinde yaratır.”
([40] M ü’min (Gâfir) sûresi: 67) “Sizi topraktan,
sonra nutfeden, sonra kan pıhtısından yaratan; sonra
sizi bir çocuk olarak dünyaya getiren, sonra büyüyüp
en güçlü çağınıza eresiniz, daha sonra da ihtiyarlaya-
sınız diye sizi yaşatan O’dur...” Levent Şahverdi Arşivi
([55] Rahm an sûresi: 14) “Allah insanı, vurulduğun
da testi gibi ses çıkaran kuru bir balçıktan yarattı.” 15)
cinleri de dumansız saf ateşten yarattı.”
([71] Nuh sûresi: 16) “O tabakalar içinde Ay’ı na
sıl bir nûr, Güneş’i nasıl bir kandü yaptığını görmez
misiniz?"
([95] Tîn sûresi: 3-4) “Ve bu emniyetli şehre ki, Biz,
insanı en güzel şekilde yarattık. 5) Sonra da onu aşağı
ların en aşağısına [‘esfel-i safilin’e] indirdik.”
(Kur'arı-ı Kerîm ve TürkçeMeâli, (heyet), İstanbul 1993,
Hikmet Neşriyat.)
***
Isbn: 978-605-9521-34-5