Professional Documents
Culture Documents
Devletşah - Devletşah Tezkiresi (Cilt-2)
Devletşah - Devletşah Tezkiresi (Cilt-2)
Devletşah - Devletşah Tezkiresi (Cilt-2)
( EKİM 1977)
112
Tereüman
1001 TEMEL ESER
DEVLETŞAH
DEVLETŞAH
TEZKİRESİ
Çeviren:
Prof. Necati Lugal
İSTANBUL
1977
1001 Temel Eser i
iftiharla sunuyoruz
Tarihimize mânâ, millî benliğimize güç ka
tan kütüphaneler dolusu birbirinden seçme eser
lere sahip bulunuyoruz. Edebiyat, tarih, sosyo
loji, felsefe, folklor gibi millî ruhu geliştiren,ona
yön veren konularda "Gerçek eserler" elimizin
altındadır. Ne var ki, elimizin altındaki bu
eserlerden çoğunlukla istifade edemeyiz. Çünkü
devirler değişmelere yol açmış, dil değişmiş,
yazı değişmiştir.
KEMAL ILICAK
- 183 -
Bu Kıvam—ı Mutanazı üstad şâirlerdendir ve içinde
bütün şiir sanatları mevcut olan bir kaside söylemiştir.
Tanrı izin verirse kasideden bazı kısımları yerinde irâd
edilecektir.
Nizamı'nin ömrünün son yıllarında inziva ve halvet
hayatı yaşadığını, insanlarla pek az temas ettiğini ri
vayet ederler.
Bu hususta kendisi şöyle söylüyor:
Şi i r:
- 184 -
şekilde süslenmiş uşaklar, askerler, işlenmiş kemerli
köleler, hacibler, nedimler hep ayakta durmuşlar. Şey’î
de padişah gibi o taht üzerine oturmuştu. Atabek o
azameti,şevketi görünce hayretler içinde kaldı. Tevazu
ile Şeyhin ayaklarını öpmek istiyordu. Tam bu sırada
gayipler âleminden bu sukut âlemine geldi ve bu sefer
şeyhi bir mağaranın kapısında yünden bir çııl üzerine
oturmuş, elinde bir mushaf, elinde hokkasiyle kalemi,
seccadesi, asâsı ve birkaç parça kâğıdı önünde ihtiyar
ve hâkir bir adam olarak gördü. Tevazu ile Şeyhin elini
öptü. Ondan sonra, onun şeyhin ruhaniyeti hakkındaki
itikadı en yüksek derecesini buldu. Şeyh de ona him
met etti teveccüh gösterdi. Zaman zaman Atabek'i gör
meye gelir ve onunla sohbet ederdi. Şeyh, bu vaziyeti
şu beyitle beyan ediyor: "Onun ayağının bastığı yeri
öpeyim dedim. Göklerin yerinden oynadığını gördüm."
Şeyîı Nizâmı, Ahî Ferec—i Zencaııî (Tanrı, onun
aziz sırrım takdis etsin )'nin ıııüridlerinden idi. Divanı,
hamsesinden başka yirınibin beyte yakındır. İrsen tab'
ma uygun gazeller, muvaşşahât ve birçok san'atkârâne
yazılmış şiirler vardır. Husrev ve Şirin kıssasını Kızıl
Arslan’ın arzusu üzere nazma çektiği vakit, bahşiş ola
rak Şeyh'e dört tane ekilmiş, mamur köy verdi. Şeyh,
hanise kitabında, bu ihsanın şükranesi olarak şöyle söy
ler. Bey t: "Padişah, benim hamdu ıhlâsıma baktı, mii
kâfat olarak (rtamdunîyan) köyünü verdi."
- 185 -
sakın ağır ruhluluk etme. Sakî, hareketlendikçe sen de
hemen o büyük kadehleri iç. Onun cennet ve cehenne
mini görürsün. Bunların hiçbiriyle meşgul olma. Ayağı
nı cehennemin tepesine koy ve cennetin etrafına bir
butlan hattı çek. Onun huzurunun mestlerinden oldu
ğun vakitte feleğin çadırını alt üst et. Arşın direğini
salla. Göklerin iplerini çek. Onun yolunu, ayaksız yürü,
onun güzelliğini gözsüz gör, onun sözlerini dilsiz işit,
şarabını ağızsız iç, Nizamî kalbinden ortaya döktüğün
bu ne esrardır. Bunun remzlerini kimse anlamıyor. Dili
ni tut dilini."
- 186 -
Üçüncü günü, Sultan, Horasan, Mahmud da İsfahan ta
rafına yola çıktılar. Bu da 509 yılının cemâziyelevveli-
nin 20. günü vâki oldu. Sultan, kızı Sîti Hatunu, Sultan
Mahmud'a nikâhladı. Fakat bu kız çok yaşamadı, öldü.
Ertesi sene onun yerine diğer kızı, Mâhmelik îıatunu
büyük bir debdebe ve darat ile sultan Mahmud'a gön
derdi. Şeyh Nizâmî'nin vefatı sultan Tuğrul ibni Ars-
lan zamanında 576 senesinde vaki olmuştur. Onun
nurlu mezarı Gence'dedir. Şeyhin hamsesi, hayatında
toplanmamıştır. Bunların iıer biri ayrı ayrı destan idi.
Vefatından sonra toplanmış,bir kitap haline getirilmiş
ve fâzıllar tarafından hamse adı verilmiştir.
Beyit:
"Katmerli gül, dilber gibi bostana geldiği vakitte, ba
har rüzgârları, aşıklar gibi gizli çiçek bahçelerine girer
ler."
-188 -
mna verdi. Ve Kaşkâr hanından kız aldı. Bu münase
betle Herat'ta öyle büyük bir düğün yapıldı ki feleğin
gözü mislini görmemişti. Sultan, o sırada eski sultanlar
dan böyle bir azamet ve ziynetin mevcut olup olmadı
ğını sormak için onların yanında mülazemet etmiş olan
bir pîri soruşturmalarını emretti. Sultan Sencar devleti
nin büyüklerinden olan Mukarrebüddini ibni Feleküd-
din’in bu evsafta bulunduğunu söylediler.. Onu hu
zuruna çağırttı ve ondan sordu. O da bu güzel bir
■Hiyüidüktür, daha ziyadesi düşünülemez, dedi. Sultan
m hususta biraz İsrar gösterince Mukarrebüddin Ey
Sultan bir defa Sultan Sencar ayııı yerde bir şenlik yap
mıştı ki senin yeni diye yapmış olduğun şeyleri onlar
o şenlikte eskiden yapılmış şeyler olarak telâkki etmiş
lerdi dedi. Bunun üzerine Sultan kızdı ve ona acaba o
zaman senin mevkiin neydi diye sordu. O da şöyle de
di: Ey Hüdavend, o gün, sultanın kendilerine iktâi lâ
yık gördüğü kişiye menşur yazılmıştı. Benim babama,
otuz kişiden sonra diz çökme sırası geldi; Harzem Muk-
ti'i olan senin büyük babana kırkbeş kişiden sonra sıra
geldiği vakitte sultan işaret ederek bu adamı evine gön
derin zira bundan sonra onun burada kalması doğru de
ğildir. Tarih—i Gihangüşay şöyle anlatır: Sultan Mu
hammed Iran beldelerinden bir çoğunu istilâ ettiği za
man kendi kendine kibirlendi, gururlandı. Abbasî hali
fesi Nâsır'la araları açıldı.
Onların içine son derece korku ve guna düştü, çünkii
sultan, imamlarından, Beni Abbas'm haksız olarak hilâ
feti ihraz ettiği, halbuki hilâfetin Ali bin Ebu Talib
in çocuklarının hakkı olduğu hususunda devrin âlim ve
imamlarından bir fetva çıkarttı. Tirmiz'in seyyitleriıı-
den ilanzade Alâ'ül—mülk'ü halifeliğe namzet gösterdi.
Kendisi de halifeyi azledip yerine Seyyid Hüseyriî'yi ta
yin etmek için Bağdad'a gitti. Nasır, Şeyhler şeyhi
Arif Sihabüddin Ömer Sühreverdî'yi (Tanrı onun aziz
sırrını takdis eylesin) elçi olarak sultana karşı sulh için
- 189 -
gönderdi. Şeyh Nilıavend hududunda Sultanın askerle
rine karşı geldi. Ordunun azametini seyretti. Onu sul
tanın çadırına götürdüler. İçeri girdi, selâm verdi. Fa
kat sultan kendisine oturma ruhsatı vermedi. Öylece
ayakta olduğu halde Ali Abbas'ın faziletleri hakkındaki
yazıyı okııdu ve Sultana bu hanedanın büyük ve müba
rek bir hanedan olduğunu, bu uğurlu insanları incitici
bulunmadığını söyledi. Sultan kızarak şöyle dedi: "Her
ne kadar siz bu hanedanı mübarek yapmaya çalışıyor
sanız da Hazret—i Peygamber'in hanedanından daha
mübarek değildir. Siz tahakküm ve takviye ile bu hane
danı mübarek yapmışsınız. İşte bu halktan işittiğim ha
reketler şematede daha yakındır. Eğer ömrüm kâfi ge
lirse sizleri, Hazreti Peygamber'in hanedanından daha
mübarek yaparım. Ey şeyh, eğer ulu Tanrı, sana mu
habbet zevki verseydi, Nasır ile benim musalahamla uğ
raşmazdın. Haydi geri dön ve halifeye tekrar söyle ki
bana yemek hazırlasın, işte ben buraya kadar geldim.
Şeyh, Sultanın çadırında gücenerek geri döndü ve çık
tı gitti. O zaman Sultan'a, "İlâhi bu adamı fena kimse
lerin düştüğü belâya uğrat" diye beddua ettiğini söy
lerler. Rivayete göre Sultan Muhammed'in zevali de bu
bedduadandır. Şüphesiz bu böyledir:
Beyt:
1'Tanrı ehlinin gönlü incinmedikçe, Tanrı hiçbir kav-
mi rüsva etmez."
- 190 -
ten sonra Sultan, her ne vakit olursa olsun silâhlı yüz-
bin Moğol süvarisiyle karşılaşsa harp etmeksizin o ka
vimden yüz çevirir giderdi. Bir defa, Sultan'm büyük
oğlu Sultan Celâlüddin, kendisinden şöyle bir sual sor
du. Sizin kahramanlığınız ve siyasetiniz âlemce malûm
dur. Yirmi sene istediğiniz gibi müstakil olarak İran'da
hükümet sürdün. Şimdi de şu bir avuç dinsizden kaçı
yorsun. Müslümanları, kâfirlerin elinde rüsva ve perişan
ediyorsun. Sultan da şöyle cevap verdi."Ey oğul benim
duyduğum şeyleri sen duymuyorsun." Celâlüddin bu
nasıl söz dedi. Sultan şöyle devam etti. Muharebe safla
rına yaklaştığım her zaman, bütün Ricalül—gayb'ın ba
na "Ey kâfirler, fısku fücur çıkaranları öldürünüz" de
diklerini duyuyorum. Gayrı ihtiyarî olarak bir korku,
bir dehşet beni istilâ ediyor. Evlâd, eğer beni bu husus
ta mazûr görürsen yeridir. Din büyüklerinden İlâhi sır
ları keşfedenlerden (Eshab—ı keşf) Cengiz Han'ın as
kerlerinin önünde ResuluUah'ın ve Hızır aleyhisselâm'ııı
bulunduğu ve onlara rehberlik etmiş oldukları nakledil
miştir.
Akıllı ve ferasetli kimseler bu vaziyete hayret etmiş
lerdir. Hakimlerin hikmetleri, bu sırrı çözmekten aciz
kalmışlardır. "Tanrı istediğini yapar ve dilediği şeye
hükmeder." Bu hal karşısında, Şeyh Ebu'l—cenab Nec-
mü'l mille ve'd—dini'l—kübra (Tanrı ruhunu takdis ey
lesin) şu rubaî'yi söylemiştir:
Rubaî:
"Ey karıncaya, yılana, kargaya, bülbüle rızk veren
Tanrı, senin kulların tamamiyle Iıelâk oldular. Sen bir
avuç köpeği bir bahane yaprruşşın. Herşey şendendir
ve şeyi sen yapıyorsun. Ne Tatarlar yapıyor ne de Mo-
ğollar."
- 191 -
/net edemeyendi. Nihayet 675 senesinde taıııamiyle
hezimete uğradı. Müslümanlar, "Bizi Moğol belâsına
uğratma" diye feryad ettiler. Sultan, onlara kale inşa
etmelerini söyledi. Müslümanlar mahvolup gitmek kor-
kusiyle her şehir ve kasabada kale yerleri yapmaya baş
ladılar. Bugüne kadar baki kalan ve şimdi ise harap bu
lunan kiiçjk kalelerin çoğu o zamanlarda yapılmıştır.
Sultan, Nişabur'dan Rey'ye hareket etti. Orada da Mo-
ğollara karşı koyamadı. Bazıları dediler ki Mazenderan
muhkem bir yerdir. Bir taraftan deniz, bir tarafdan
dağlar ve ormanlarla çevrilidir. Burası diğer bir taraftan
da payitaht olan Harzenı'e yakındır.
Sultan, Rey'den Rüsteındar'a geldi. Oradan da âbsü-
gûn adasına gitti ve oraya yerleşti. Eziyetlerin,gamların
ve yakıcı derıınî ateşlerinin son derece alevlenmesinden
dolayı Sultan’a cereb (Uyuz) hastalığı arız oldu. Cihan-
küşa tarihi sahibi Hace Alâüddin A tâ Melik—i Cûveynî
şöyle hikâyet ediyor: "Babam, Sultan Muhammed'in
yakınlarındaııdı. O, şöyle anlattı. Bir gün Sultan sefer
esnasında istirahat maksadiyle bir tepenin başına bir
kaç kişiyle birlikte oturmuştu. Ben de bütün aile efra-
diyle beraber oradan geçiyordum. Beni çağırttı. Ben de
sür'atle yanma gittim. Sultan mübarek ellerini tamamen
bembeyaz olmuş sakalına götürmüştü. Bir aîı çekti ve:
"Ey Cûveynî, görüyorsun ki gaddar felek gaddarlıkla
meşgul. Bu sitenıkâr talihim bana yeniden zulmetmeye
başladı. Gençliğim ihtiyarlığa, saçlarınım siyahlığı be
yazlığa inkilâp etti. Sıhhatim kayboldu, yerine hastalık
geldi. Bu derde ne deva, bulmalı, bu mihnet ve gama
herkese riayet etmekten başka :ıe tedbir almalı?" dedi.
Benden kalem ve hokka istedi. Şu beyitleri bilbedaha
inşa etti. Sonra sari sari ağlayarak aşağıdaki beyitleri
okudu ve yazdı:
- 192-
nin ve menzilin, asumanın harp padişahı gibi (Merili)
feleğin halkasının burcunda olsa da şurasını iyice bil ki,
kaza okları inmeye başladığı zaman senin o muhkem
kalen sahraların gibi dümdüz olur, İkbal gününde eğer
senin meskenin sahra ise, o zaman yeryüzünün bu düz
lüğü senin için muhkem ve yeşil bir kümbed haline ge
lir. İster ikbal,isterse bedbahtlık gününde olsun,hüküm
Allah'ındır. Sen yeter ki iyi ve kötü işlerini hakisiyle
havale et."
Rubai:
"Senin bu faziletinle beraber içkiye düşkünlüğün
yüksekliğin yanında alçaklık gibidir. Senin halin, şa-
rabla, nurun ve mertliğin beraber bulunduğu o ay yüzlü
güzellerin gözlerine benziyor."
Şu gazel de onundur:
"Zaman mı daha perişandır yoksa senin saçların mı
yahut benim halim mi? Dere mi daha ufaktır yoksa se
nin ağzın mı? Yahut benim gamlı gönlüm mü? Geceler
mi daha karadır yoksa benim Jıalim mi ya seninki mi?
Bal mı daha hoştur yoksa senin dudakların mı yahut
benim inciler saçan sözlerim mi?
Ülker yıldızının topluluğu mu daha güzeldir yoksa
- 19 4 -
nüktür yoksa senin huyun mu yahut benim işlerim mi?
Senin vaadlerin mi iki büklümdür (Esastır) yoksa benim
sırtım mı yahut senin kaşların mı? Senin sözlerin mi
esassızdır yoksa rüzgâr mı yahut benim seran Üıakkmda-
ki zannım mı? Benim sabrım mı azdır yoksa iyilerin ve
fası mı yahut senin hayalin mi? Senin güzelliğin mi
çoktur yoksa benim gamım kederim mi? Senin gözlerin
mi daha ziyade kan dökücü yoksa felek mi yahut padi
şahın kılıcı mı? Senin gamzelerin mi daha keskindir
yoksa kılıç mı? Yahut benim aşk ve muhabbet yaza
rım mı?"
- 195 -
yim, arzum bundan ibarettir''dedi. Hâce de onun bu ar
zusunu yerine getirdi. Sonra Haşan-ı Sabbah'a sordu:
"Sen ne istiyorsun?" dedi. O "Ben dünya işleriyle uğ
raşmayı daha ziyade1severim" Bunun üzerine Hâce He-
medan.ve Dinar vilâyetini ona verdi. Haşan—ı Sab balı'
rn arzusu Hâce’nin onu vezarete şerik yapması idi. Bu
liemcdan'daki vazifeyi almaktan ar etti ve Hâce*ye
■cızdı. Oııa düşman kesildi ve kalkıp gitti. O daima Sul
tan Melikşah'ın nedimleriyle döşer kalkar ve onlarla
tavla ve satranç oynardı. Nihayet bunları ve padişahın
bütün yakın adamlarını aldattı. Bir gün sultana "Sultan
20 seneden beri padişahlık yapıyordu. Elbette memle
ketin varidat ve masrafının hülâsasını bilmesi lâzımdır"
diye bildirdi. Bunun üzerine Sultan,Hâce NizanıülmülV
ii çağırdı ve ona "Memleketin varidatını ve masraftan-
mn hesabını ae kadar zamanda yapabilirsin" diye sor
du. Hâce: Memleketimiz padişahımız sayesinde Kâşkar
sınırların lan Rum -diyarına ve Antakya'ya kadar uza
mış tır. Eğer çalışılırsa bir senede bu mühim mesele ha!
olunur, dedi. Ertesi gece Haşan Sabbah Sultana: "Eğer
sultan bu işi bana havale eder ve bana selâhiye i verirse
ben kırk «iinde bu hesapların hepsini yapar, sultana bil
diririm" dedi. Umum üzerine defterhane işlerini ona
havale etli ve bütün muhasipler ve müstevfller Hasan’m
mahiyetinde çalışarak kırk gönde bunu tamamlamalan-
m ferman buyurdu. Haşan bu işin başına geçip çalış
maya başladı. Müddetin bitmesine ve iiasan'ın işi ta
mamlamasına az bir zaman kalmıştı. Hüce Hasan'm'inı
işi becereceğini anlayınca bir hile ve tedbir kullanmak
istedi. Kendi kölesi m -Lr^n’ın kölesiyle dostluk yap
masını ve ona.bol bol para vermesini söyledi ve ona:
.Kırkıncı günü Haşan hesap defterini tamam etmiş bir
halde getirecektir, den onu sultanın çadırına alırım,sen
Hasaıı’tn kölesini, ben, senin efendinin defterini gör
mek isterim, bakayım benim efendinin defteri mi daha
- 196 -
güzel olmuş deyip defteri eline aldığın vakitte yaprak
larını darmadağınık edip perişan bir hale koy dedi. Bu
sure ile karar verildi. Hâce'niıı kölesi kırkıncı gün bu ka
rarlaştırdığı veçhile Hasan'tn defterini ait—üst etti. Hâ
ce ile Haşan her ikisi sultanın meclisine girdiler. Sultan,
Hasan'a hesap defterini mükemmel yaptın mı diye sor
du. Masan da evet mükemmeldir, dedi. Sultan: Defteri
getir bakalım diye emretti. Masan defteri açtı ve Hace'
«in bir tüle yaptığını anladı. Eli ayağı titremeye başla
dı. Hemen defteri toparladı. Sultan gazaba gelerek ona
’»ağırdı. Hâce derhal padişaha: "Ey padişah, kulunuz
daha işin başında bunu biliyordu. Bıı adam bir divane
dir. Fakat padişahımız İsrar ettiği için ses çıkarma
dım. Böyle geniş bir mülkün masraf ve varidatının hesa
bı kırk günde mükemmel nasıl yapılabilir?" dedi. Mec
liste bulunanların hepsi Hâce’ye hak verdiler ve Hasan'ı
payladılar. Sultanın verdiği emir üzerine Hasan'ı döve
rek çadırdan dışarı attılar. Bundan sonra Haşan gizlen
di. İsfeııan'da bulunan dostlarının evlerinde zamanım
geçirdi. Onun Reis Ebu'l-Fazl adında bir dostu vardı.
Onun evine sığındı. Reis, Hasan'm hatırını sayardı. Ha
şan bunada zındıklık ve nıiühidlik telkin etti. Bir gece
beraber otururken Reise: "Eğer benim kafadar bir dos
tum olsaydı ben bu Türkmen padişahının padişahlığını
ve bu köylü herifin vezaretini alt üst ederdim" dedi.Re-
is kendi kendine Kâşgar'dan Mısır'a kadar uzanan böy
le muazzam bir devleti bu herifin böyle bir anda na-
sıi alt—üst edebileceğini düşündü ve bu adama mutlaka
malihulya illeti arız olmuştur, dedi- O gün badem yağı
ve afyon tedarik etti ve yemeğine zafran ve sevda ille
tine nâfi olan ilâçlar koydu. Haşan bunu anlayınca re
isin evinden kaçarak Deylem'in Kuhistan'mda bulunan
Elmevt kalesine gitti. Orada ibadetle meşgul oldu. Ka
lenin hâkimi: Kalenin içine gelmesi için rica ettiği va
kit: Ben kimsenin mülkünde ibadet edemem. Sen bana
- 197 -
kalenin içinde bir öküz postu kadar bir yer sat,ben de
o mülküm olan yerde ibadet edeyim, dedi. Bunun üzeri
ne kalenin sahibi onun dediğini yaptı. Haşan da kaleye
girdi. Kalenin içinde bulunanların hepsini yoldan çıkar
dı kendine mürit yaptı ve bir öküz postunu ince bir ip
halinde kesti. Bu ipi kalenin kapısından tutarak kalenin
emirine haber göndererek "Kale benim mülkümdür sen
onu bana sattın. Sen artık benim mülkümde oturma
çık" dedi. Kale ahalisi tamamen Hasan'ın müridi oldu
ğundan kale emiri çıkmaktan başka çare bulamadı. Çı
kıp gitti. Haşan da bu suretle kaleye malik oldu ve bu
nu reis Ebu Fazl'a yazdı ve: "Ben hâlâ kafadar bir ar
kadaşa malik değilim, yalnızım; eğer böyle bir dosta
sahip olursam çok işler yapmak fikrindeyim" dedi.Bu
mel'un halkı baştan çıkarmak için her tarafa dâiler
gönderdi. Zındıklığı, ibâha ve ilhadı her tarafa yaydı.
Iran ve Turan ahalisinin birçoğu yıllarca bu mel'unla
rın belâsına müptelâ oldular. Eğer biz bunların ahvali
ni zikretmeye başlarsak uzun sürer. Hülâgu Han zama
nında bu mülhidlerin bütün kaleleri ve yerleri ele geçi
rildi bu suretle saltanatları sona erdi. Nasırüddin—i
Tûsî (Tanrı rahmet eylesin) bu babda şu kıt'ayı söyle
miştir:
- 198 -
FAZILLARIN MELİKİ CEMALÜ'D-DİN-Î
MUHAMMED ABDÜ'R-REZZÂK-I
İSFAHANI
(Tanrı rahmet etsin)
- 19 9 -
raber getirmiştir.”
- 200 -
devrine girdiği için bu arz küresinin merkezi adem âle
mine doğru hareket eder. Bu arada ne bu kara toprak
lar,ne bu lâtif gökler,ne Rııhül Kudüs,ne de mel'un şey
tan kalır. Fena mutribi, nefh—i Sur mahiyetini alır.
Dağlar oynamaya, birbiriyle alt—üst olmaya mezuıı
olur. Kadım, kaadir, hayy, müdebbir ve niteliksiz olan
Tanrının zatından başka herşey zeval bulur. (Saltanat
kimindir?) hutbesini-bu dünyada okudukları zamanda
bu ecel mülkünün nizamı sonsuzlukla birleşir ve çürü
müş ölülerin cüzleri üzerine: "Bu ne ağır uykudur? Af
yon mu yuttun?" diye bir ses gelir. Bunun üzerine
"Adem"in derin köşelerinde hapis kalmış olan çürü
müş kemikler fırlayıp kendilerini dışarı atarlar. Bu
cüzlerden her biri kendi merkezine doğru yönelir. Bun
lardan hiçbiri ötekinden ziyade olmaz. Kemikler ke
mikler , damarlar damarlar, göz kapaklar, göz kapaklar,
gözler gözler tarafına giderler. Takdir iktizası birbiriyle
kaynaşır. Öyle ki hiçbir cüz kendi küllünden eksik kal
maz. Bunların hepsi de ruhlar ordusunun canlarının sesi
ile hasta bir vaziyette arı sürüleri gibi sahralara yayılır
lar. Sonra hevdecini tekrar cisim sarayına koyarlar ve
bu cisim bir defa daha meskun bir hale gelir. Bundan
sonra sevabı ikab cihetinden herkes kendi amelinin kar
şılığını görür. Kmi ezel hükmü ile cennete girer. Kimi
de kaza icabı şiddet ve azab ile lıelâk olur.Buna itikat
etmeyen, filozof Aristo ve Eflatun da olsa yine cahil sa
yılır."
- 201 -
yalnız başına Celâliid'din—i taîdöten vazgeçmek zaru
retinde kaldı. Pâymurz ve Karşî hudutlarından Cey
hun'u geçti. Bâmiyân yolu ile Gaznin'e geldi. Sind su
yunun iki kenarında her iki ordu toplandı. Celâlüd
din'in mukavemet kuvveti yoktu. Onun için askeri pe
rişan oldu. Cengiz Han suyun kenarına geldi. Celâlüd
- 20 2 -
li bir padişah oğlu olaıı Alââddin—i Keykubad kızım
sultana verdi. Sultan Hind'de 3 sene yedi ay bağımsız
padişahlık yaptı. Sultan Cengiz Hanın Dest—i Kıpçak
tarafına döndüğünü işittiği vakit de Hind'den Kiç ve
Mekran'a, oradan da Kirman'a geldi. Babasının emir
lerinden Kirman hakimi olan Burak Hacip onu güzel
karşıladı " n birçok mal verdi. Fakat kaleden dışarı çık-
madı.Sulu..ı Kirman'dan Fars'a geldi Atabek Saad Bey
Zengi onu karşıladı ve kendisine mal verdi. Sonra Sul
tan İsfahan'a gelerek Irak ve Azerbaycan'ı eline geçir
di. Horasan ve İrak halkı Sultanın gelmesinden çok se
vindiler. Moğolların zabıta memurlarını öldürdüler,on
ları asdılar ve yaktılar. Sultan İran'da birkaç sene ada
letle hükümet sürdü. Kardeşi olan Gıyasuddin Sultanın
yakın adamlarından birini bir şarap meclisinde öldür
müş ve bu vak'ad an sonra vehme kapılarak kaçmıştı.
Birkaç defa sultana isyan etti.Nihayet Kirman sultanla
rının ceddi olan Kurak Hacib'in eliyle öldürüldü. Bu su
retle saltanat müstakilen sultanın eline geçti. Bu hal
İme ve Setbay Balıadır'ın üçbin Moğolla tekrar İran'a
dönüp gelmesine kadar devam etti. Bunun üzerine Sul
tan tekrar İsfahan'a Moğol ordusuna karşı mağlup ola
rak Azerbaycan'a gittiyse de orada da karar edemedi.
Bedlis'e geçti. Meiik Eşrefin kızını nikâhla aldı. Mo
ğol askerleri tekrar onun üzerine yürümek istediler.Me-
lik Eşref kendisine Moğol askerinin gelmek üzere ol
duğunu söylediyse de bu ona İliç aldırmadı ve kendisi
nin onun memleketinden çıkıp gitmesi için böyle söy
lediğine hamletti. Nihayet Moğol askeri bir gece şeh
rin kapısına dayandılar. Sultan Melik'in kızı ile uykuda
iken Moğol askerinin geldiğini söyleyerek onu uyku
dan uyandırdılar. Sultan Melik'in kızına: "Babanın hak
kı varmış; biz onun sözünü bir garaza hamletmiştik.
Şimdi senin fikrin nedir? Bu hal karşısında bana arka
daşlık edecek ve benimle beraber gelecek misin?" diye
- 203 -
sordu. Kız evei diye muvafakat cevabı verdi. Sultanın
yıkanmak için sıcak su te-Jarikine vakti yoktu. Kapta
bulunan ılık su ile yıkandıktan sonra kı?t ata bindirdi
ve her ikisi gece yarısı kaçtılar. Bazıları sultanın yalnız
kaçtığını söylerler. Sözün kısası, sultan artık saltanat
gelinini iiç talâk ile boşadı. 3ir müddet sahralarda,
çöllerde dolaştı. Akibeti ne olduğu tarîhçilerce malûm
değildir. Bazıları da onun esvabına ve atini tamah et
liklerimden öldürdüklerini söylerler. Bazıları da onun
saltanattan ve dünya işlerinden soğuyarak fakirler ve
sofiler libasını giyip Rum ve Şam memleketlerinde
kimsenin tanımayacağı bir vaziyette yaşadığını söyler
ler. Bu on sene zarfında sultanın bir yandan zuhur etti
ği şâyi oldu. Halk sevinip ve müjde davulları çaldı, Mo
ğolların zabıta memurlarına hücum ettiler. Sonradan
ıjumın bir aslı çıkmadı. Bu cihetten Allahın birçok kul
ları Moğol askerlerinin elinde şehit oldular. 3u aşağıda-
ki hikâyeyi Şeyh—i Arif Rüknüd'diıı Alâüddev'le Sim-
nanı'den rivayet eder. Şsyiı dedi ki: Ben bir gün şey
him Nurü'd—din Abdurrahmaıı-j İsferayhıî'nin mecli
sinde oturuyordum. Kendisi birden bire kalktı ve çıkıp
gitti. Müritlerini ve dostlarını evlerine gönderdi. Üç ge
ce Hanegâîı'a gelme.ii. Müritler: Acaba şey'âıı başına
ne geldi, sakın bir düşman taarruzuna uğramasın diye
telâşa düştüler. Onu aramaya çıktılar. Bağdad'm vira
nelerini ve avlularını ihtiyaten"aradılar. Nihayet şey:t
akşam namazı lianegâha çıkageldi. Dostlan çok sevin
diler. Ben kendisinden bu gaybubetinin sebebini sor
dum. Cevaben bana: "Sultan Celâletti» saltanattan el
çekmiş, dervişler zümresine girmiş ve senelerden beri
taat ve ibadetle meşgul olarak Ricalü'l—gayb mertebe
sine ulaşmıştır. 3ıı günlerde Bağdad mülhakatından
Sarsar köyünde eskicilikle meşgul iken hakkın rahmeti
ne kavuşmuştur. Bana âlemi gaydan bu haberi verdiler.
Ben gittim teçhiz ve tekvininde bulundum. Bu üç gün
- 204 -
zarfında onunla meşgul idim" buyurdular. Şeyh Alâ-
üddev'ie: "Ben ve diğer arkadaşlar hayrette kaldık ve
"Bugün saltanat kimindir? O, kahhar olan yegâne Tan
rınındır'’ âyetini okuduk. Tanrı fâni saltanat gelinini
tiç taiâK ile boşayan kimseyi şüphesiz, ebrâr, aktnb ve
evtâu derecesine ulaştırır.
Şiir:
"Bu dünya ve bu insanların çekişmeleri nedir? Kö
pekler ve leşlerle dolıı bir toprak yığınından başka bir-
şey değildir. Böyle bir ev için bu kadar feryal etmemiz
ve bir toprak yığını için bu kadar gurura kapılmamız
nedir?"
Sultan Celâleddiıı bu dünya leşini leş yiyen Moğol-
lara bırakmadan önce bu köpek Moğollarla daima mü
cadele etti, ıztiran ölümden evvel ihtiyarı ölümle ölme
den hiç rahat ve mızur yüzü görmedi.
Beyit:
"Ey arkadaş, sen hakiki bir iiayat geçirmek istiyor
san ölmeden evvel öl. Çünkü İdris bu suretle öierek
bizden evvel cennete kavuşmuştur.
- 205 -
ların medhi hakkında çok parlak kasideleri vardır. Ni
tekim bunlar hakkında şöyle demiştir.
Beyt:
"Dinin rüknü Sâid—i Mes'ud öyle büyük bir adam
dır ki devrinde düzensizlik yalnız Yağma güzellerinin
saçlarının buklelerinde görülür."
Beyt:
"Ey saçlarının her bir teli yüzünden bir gönülün be
lâya müptelâ olduğu sevgili. İki cihan senin her bir kı
lının yarı değerindedir."
Şiir:
"Senin o hayat suyu fışkıran ayağının toprağına ka
sem ederim ki eğer sen benim şiir müsveddelerimi anar
san onda mânâların zillet ve hirmana uğramaları tabii
dir. Çünkü garipler daima zillet ve hirmana maruzdur
lar."
- 207-
ay başında ömrün az olmasını, paranın çok olmasını is
tiyorsun. İnsanlar suret itibariyle müsavidirler. Arala
rındaki fark Allaha itaat ve isyan cihetindendir. Bir gü
müş parçası, katırın avret yerine halka olur, bir parçası
da Süleyman'ın mührü olur. Farzedelim ki birçok zah
metler çektikten sonra işlerin istediğin gibi intizama
girsin; fakat neye güveniyorsun. Bu kararsız alemde bir
anda yine başka türlü olur. İhtiyarlık sabahı senin başı
nı sarmıştır. Binaenaleyh yıldız gibi göz yaşlarının dö-
Külmek, zamanı gelmiştir. Eğer sen Tanrının san'at
eserleriyle dolu olsan bu alemi bir gözden geçirsen gör
düğün acayiplerden müfekkirenin ağzı açık kalır. Eğer
tamamiyle Yunan hikmet—i felsefesiyle dolu olsa da
şiir kıyamette kimsenin imdadına yetişmez. Din ve fa
zilet yalnız sadakat ile bu cihanın sahibi olan Tanrının
emrine tabi olan kimsede bulunur. Hakiki Müslüman ol
mayanlar «ju devlerin menzili olan dünyada canlarını se
lâmete ulaştıramazlar. Eğer benim sözlerimin başlığı
Peygamberin ve onun esbabının muhabbeti olursa ebe
di halâsa kavuştum demektir."
- 208-
Cuybâre ve Der-i Deşt İsfahan mahallelerindendir.
Az bir zaman sonra Oktay Kaan’ın ordusu geldi. İsfa
han'da bir katliam yaptı. Kemaleddin İsmail de bu ara
da şehid oldu. Onun öldürülmesinin şöyle olduğunu
söylerler: Moğol ordusu geldiği vakitte Kemal,sofi ve
fukara hırkasını giymişti. Şehrin haricinde bir zaviyeye
çekildi. Moğollar ona hiçbir şey yapmadılar, hürmet
gösterdiler. Ahali kendi mallarını getirip onun zaviye
sine gizlediler. Zaviyesinde bulunan bir kuyunun içeri
sine koydular. Bir gün bir Moğol çocuğu elinde yayı ol
duğu üalde onun zaviyesine geldi ve yayı ile kuşa taş
attı. Zehgîri elinden fırladı, yuvarlanarak kuyunun içi
ne düştü. Onu çıkarmak için kuyunun ağzını açınca
saklanmış olan malları buldular. Onun üzerine bundan
başka daha mal olduğunu zannettiler. O malların da
çıkarılıp verilmesi için kendisini sıkıştırdılar. Nihayet
bıı sebepten birçok işkence ile öldürdüler. Öleceği es
nada kendi kanı ile şu rubaiyi yazdı:
- 209 -
dinden bihaber idiyse de mürüvvet ve insaniyete aşina
idi.
Tabakat—ı Nâsirî sahibi şu olayı anlatır: Bir gün Ok
tay Kaan ordusiyle pazardan geçiyordu, orada Iıinnab
gördü, cam çekti. Kıymetini sordu ve kölesine: "Ş u bir
kese altını götür Mnnab al" dedi. Vezirleri bu bakkalın
elinde bulunan hinnabın hepsinin kıymeti iki dinarlık
tır, dediler. Kaan evet dediğiniz gibidir. Bu biçare fa
kir, senelerden beri böyle bir ticaret yapmak için bura
da oturmaktır ve benim gibi bir müşteri de düşmemiş
tir ve düşeceği de yoktur, dedi ve emretti. O kese altını
götürüp bakkala verdiler, hünnabı aldılar. Ciiıanküşa ta
rihinin müellifi bunu hikâye ediyor: Moğolların kanu
nunda bir madde vardı. Kim gündüz suya girerse onu
öldürürlerdi. Bunu uğursuz sayarlardı. Bir gün Kaan
yolda gidiyordu.Çağatay da yanında idi.Bir müslümamn
gusül etmek için suda yıkanmakta olduğunu gördüler.
Çağatay, Kaan'a: "Bu adam bizim kanunumuzun hi
lâfında hareket ediyor. Bunu öldürmek lâzundır. Sen
bu hususlarda ihmal ediyorsun. Sonra ahali yüz bulur"
dedi. Kaan: "Belki bu adam gariptir.Bizim kanunları
mızdan haberi yoktur" dedi. Çağatay pek cüretli ve hid
detli idi. Kaan'a: "Bu adam bizim kanunlarımızdan ha
berdar olsun olmasın kanunun şiddet ve ehemmiyeti
nazarı dikkate alarak öldürülmelidir" dedi. Kaan her ne
kadar: "Bu adam gariptir. Kanunlarımızdan haberdar
değildir. Bizim emirlerimizi işitmemiştir" gibi birçok
sözler söylediyse de Çağatay kabul etmedi. Kaan bir
müddet münakaşadan sonra: "Artık geç oldu, yarın
hâkime soralım ve bu adamı pazarın başında asalım"
buyurdu. Akşam olunca bu müslümanı yanma çağırdı
ve ona: "Sen bizim kanunumuzu bilmiyor musun? Bu
husustaki emirlerimizi işitmedin mi ki böyle bir cüret
te bulunuyorsun?" dedi. Bu biçare ağlayıp sızladı.
"Ben bilmiyordum, kabahatim yoktur" dedi. Kaan ona
- 210 -
"Sen bu meseleden dolayı birkaç işinden gücünden kal
dın. Bu parayı al îıarcet. İşu işretle ye,bana kayır dua
da bulun" dedi. İyi ahlâklı insanlar yabancılara böyle
hürmet ederler. Eğer ahbaplarına da yardımda bulu
nurlarsa nur üzerine nur olur. Refî—i Lüııbanî, Esîrü'd—
din Evmariî ve Şerefeddin Şefreve, Kemalü'd—din İs
mail'in akranındandırlar. Tanrı cümlesine rahmet et
sin.
ŞEREFÜ'D—DİN ŞEFREVE-İ
İSFAHANI
(Tanrı mezarını nur içinde bıraksın)
Kaside:
"İnsanlar, vahşiler, devler ve periler o sultanın mai-
yetindedirler ve onun emrine boyun eğerler. Bu saltan
Tuğrul'a taç, taht ve yüzük kendisi gibi padişah olan
büyük babalarından miras kalmıştır. Zühre, güneş, ay
ve müşteri onun mutribi, aşçısı, atının nalı ve kâtibidir.
Hava, toprak, su ve ateş onun kapısında perdeci, kapı
cı, peyk ve askerdir. Arslanlar, ahular, kurtlar, koyun
lar, keklikler ve doğanlar onun adaletine sığınmışlardır.
Onun hizmetçileri ve kölelerinin mızrak, kılıç harbi ve
kalem bulunur. Öküzler, balıklar, develer, atlar ve ko
yunlar onun sofrasında ziyafet için kurbandır. Denizler
ve madenler onun huzuruna incilir, firuzeler, altınlar ve
gümüşler saçarlar. Onun meclisinde mutriblerin ellerin
de berba, çeng, rubab, ııey ve defler bulunur. Onun iy-
şu işret bostanmda güî ağaçları şimsad, selvi ve nârven-
lar vatan tutmuşlardır. Onun doğanına ve parsına atma
calar, filler ve gergedanlar av olur. Onun fenalığım iste
yenlerin vücuduna kirpiler, leylekler, kargalar musallat
olur. Bülbüller, kümrular, güzel sesli kuşlar onun bağın
da saz çalarlar. Bülbüller tûtîier ve erkek tavuslar onun
murat bağında daima cilve yapsınlar. Padişahlar onun
atının nalından küpeler, kemerler ve gerdanlıklar yap
sınlar. Zırhlar, miğferler, zımh gömlekler ve kalkanlar
onun hakkında fenalık düşünenlerin sırtlarında,başla
rında ve ellerinde parça parça olsun. Kürzler, harbiler,
oklar ve teberler onun düşmanlarının vücutlerine işle
sin. Onun binlerce olan şehirlerinde, köylerinde tu
runçlar, portakallar, narlar ve ayvalar yetişsin."
Kaside:
"Ey sevgili! benim aşkımın macerası ne ile senin ku
lağına gelecek. Senin vuslat devletinin bana ulaşmasına
üıiç imkân vat mı? Ben kimim ki senin saf vuslat şarabı
na tamah edeyim. Bana vuslatın hicranı bu şarabın tor
tusu kâfidir.Seııin yolunun toprağı gözlerime geliyor.
Halbuki böyie kıymetli bir cevherin böyle bir kıymet
size lâyık değildir. Beniuı başıma ne gelirse havadan
gelmiştir. Evet insana ne gelirse havadan gelir. Sırtım
gam ve kederden iki büklüm oklu. Bununla beraber ge
ne elim,o büklüm büklüm olası saçlarına elim deymiyor.
Yüzüm kehruöa gibi sarardı. Onun üzerinde kanlı göz
yaşlarım kehruba üstüne düşmüş mercan gibi görünü
yor. Canım hicran gecesinde dudaklarıma geldi. Ma-
lem ;i vuslat gününe kavuşmak benim için kabil değil
dir bırak gelsin. Senin aşkından bu gönlüm yüz parça
olsa^onun her parçası senin aşkından ayrı yanar. Senin
oklarının karşısında yüz tane yabancı ve bir tane aşina
olsa,onlar o aşinaya isabet eder. Senden gelen mihnet
ve meşakkat bir memlekettir ve binlerce halk o mihnet
ve meşakkati nekler. Böyle bir saltanat kime nasip
olur. Benim maceramı dinle.Çünkü birçok gizli macera
lar padişahın sarayına ulaşır. Ben korkarım ki senin
yaptığın cefak arlıkların o seçkin büyük Seyyid'in kula
ğına giderse mahcup oîrruyasm. O din ve devletin me
darı iftiharı Hasan'm oğlu Zeyd'dir. Onun sözlerinden
ilk kulağına merhaba sedaları gelir. Eğer onun güzel
huylarının kokusu seba rüzgârının burnuna giderse sün-
bül ve gülün renginden eteğini çeker. Güneş her gün
göğün ortasına geldiği vakit ona saygılarım arzetmek
için aşağı eğilir. Eğer senin ayağının tozları göklere
çıksa tutiya gibi yıldızlarının gözlerini narlandırırlar.
Eğer bir devirde senin gibi öir ehli kerem olursa artık
bizim hepimizin nerelere ulaşacağını düşün. Gözlerin
gül renginden, kulağın bülbüllerin seslerinden ve pııtrip-
lerin nağmelerinden faydalandığı müddetçe sen daim
ol."
Refu'sıin ve Esîrü'd—din Evmârî'nin divanları Acem
Irak'ında çok meşhur ve muteberdir. Her ikisi de bü
yük bir şöhrete maliktir. Fakat Horasan ve Maveraün-
nehr'de unutulmuştu.
Kaside:
"Benim sevgilimin yüzü parlayan ayı geçmiş tir .Onun
saçları benim gönlümü çevkân topu kapar gibi kaptı.O
öyle bir güzeldir ki onun top gibi olan çenesi, dudakla-
riyle yakutun güzelliğini ve hayat suyunun letafetini gi
derdi. Eğer güzellik meydanı yasemin vücutlu dilberler
le dolu olsa o hepsinden üstün gelir. Ey seba rüzgârı gel
o hepsinden üstün gelir. Ey seba rüzgârı gel o yarin ya
nına git benim gönlümün derdini dermanın kulağına
söyle. Eğer gülün senin yanında yapraklarını dökmesini
istersen ona benim sevgilimin yüzünün güzelliğinden
bahset ve eğer düzgün selvinin yerinde oynamasını arzu
edersen o güzellik gülistanının selvisinin güzel boyu ve
bosundan anlat. Ben bu sırrı seba rüzgârına söylerken
— 214 —
o ayıplar arayan iftiracı dilber hemen kapımdan içeri
girdi. Onun çevkân gibi büklüm büklüm saçlannı görün
ce gönlüm yuvarlanan bir top gibi ayaklarına düştü.Ben
ona: "Bana bir öpücük vermez misin" der demez o hid
detle: "Ey gözleri dönmüş utanmaz bunu gizli söyle"
dedi. Ben ona: "Senin saçların benim gönlümü kaptı
götürdü" dedim. O da gülerek bana: "Ey darma dağın
söz söyleyen h e rif dedi.Ben de ona cevaben: "Ey zarif
dilber sen her ne kadar cihanın canı isen düzgün söz
söyle" dedim. Ben o kimseyim ki bana böyle söz kim
söyleyebilir. Ben bütün Horasan diyarının şâirlerine ga
lip gelmişim. Yeryüzünde şâirlerden yalnız ben kalmı
şım. Fesahat ve belagatte hepsini geçmişim. Ben ha
yalli, ilhanılı selis şiirler söyleyen, latifeler yapan, san'
atlar gösteren, uzağı düşünen bir şâirim. Ben böyle se
nin gül yanaklarının vasfında şiirler söylerken sen bana:
"Hezarı destan söyle" Dün kadının yanında fazilet iddi
asında bulunan adam ne oldu. Gel bakalım bu davanı
burhan ile isbat et.Eğer bu adanı bu davasından dönme
miş ise ona: "Gel dünyanın sadrlarmın sadrı olan zatın
medhü senası hakkında da böyle şiirler söyle" de. O
devletlerin izz u şerefidir. Onun şerefli zatı olgunluk
âleminde bütün insan nev'ine galiptir. Adalet ve sehavet
cihanı olan bu Tanrı faziletten hüner ve büyüklük topu
nu kapmıştır.O yücelik topunu bu âlemin dışına götür,
müştür. Çünkü mıntaka onun çevkânı ve Zuhal yıldızı
da onun topudur. Top nasıl çevkânın elinde ise felek
de onun hüküm ve tasarrufundadır. Eğer deniz onun
cömertliğinden şikâyet ederse sen ona: "Gel bunu
göz yfişlariyle Nisan bulutlarına söyle" de. Eğer onun
yüceliği ve ağır başlılığı böyle ise o celaliyle bütün im
kân âleminin fevkindedir. Eğer zamana bir şeref ser
mesi olan kapısının toprağını can karşılığında sansa sen
bunu yine ucuz bil. Bir kimse onun fermanına tâbi ol
mazsa sen onun hadiselerin ve mahrumiyetlerin esiri ve
- 215 -
hakiri olduğunu söyle. Ey aklın sığmağı sen mademki
Mustafa'nın ahlâkına maliksin seni metheden bu kulu
nu Hassan ile beraber tut. Şiirleri bit kadar lâtif dünya
da kim vardır. Sen bu hakikati benim için değil. Tanrı
nın rizası için söyle. Senin bu duacına selâmeti için
duayı benim gibi candan etmesini söyle."
Kasîde:
"Kalk sabah oldu. Şarap bir yanda bir de sen ve ben;
her taraftan horoz sesleri geliyor kalk ki kadeh de kalk
mış tek ayali üstünde dinliyor. Şarap sofrasına otur ki
sürani iki diz üstüne çökmüş oturuyor. İçindeki renkli
şarabı iç ve kendini bu dönen gök şişesi içinde bir taş
farzci. Ey güzel bir a,.u gibi olan gözlerinin avı gönlüm
olan. Ey perişan kâkülleri ceylanın nefesi gibi kokan!
Senin kırmızı şeftali gibi olan yakut dudaklarının has
retiyle döviine dövüııe kırmızı yanaklarım erik gibi mos
- 217-
mor oldu."
- 218 -
tarafına gitti. Sultan Celâleödin zamanında bihakkın
Horasan veziri olan Nizamülmülk'ün meclisinin nedimi
oldu. Şemsü'd—din'in bu vezir hakkında çok parlak ka
sideleri vardır. Bu kasîde onlardandır:
- 219-
Onun alaca ve hoş adımh atının nalı bir yerde iz bı-
raksa artık bu dünya padişahlık tacına nasıl meyleder?
Bir kimse güneşin alnının nurunu görürse bilirim ki ar
tık o, gölgeyi hiç hatırına getirmez. Ey gökler gibi yiice
olan, senin yerin Zuhal yıldızı gibi aym ve yıldızının
başının üstündedir. Senin elinin yanında ben büyük de
nizleri nasıl methedebilirim. Kevser çeşmesinin yanın
da şaraptan kim bahsedebilir. Senin bir devlet iksiri
olan kapının toprağından, yılanın gözbebeği bir ziynet
olur. Hayat için tabiatta itidal lâzım olduğu müddetçe
senin büyüklüğünün şöhreti kabile kabile dolaşır.
Beyit:
"Butııın pervanesi Paris’in mumu ve millet ve dinin
mecd inden soruyor."
- 22 0 -
"Senin şakirtlerinden kulların İftihar ve mazlum Nur
hazırdırlar."
Şiir:
"Senin hazretine devlet nasıl lâzımsa senin duacın
Salüb—i Divan da o lâzımın melgumııdur. Senin, Sadd'
ııin ve İmami’mn şiirlerinden bu memlekette hangisini
daha ziyade beğenirler. Bunu sen tayin et. Çünkü insaf
mülkü senin elinde mum içindeki mühre gibidir."
Kijstde:
"Dudakları saf şurap ile yıkanmış uir keklik gibisin.
Evet kekliksin, bu nur içinde boynunda amberli bir
gerdanlık bulunuyor, "leoîisîerde renkli bir sülünden
daha güzelsin. Muharebelerde çakır gözlü doğandan da
ha çeviksin. Güneşe naz edersin.Bunda şüphe yok.Müş-
teri ile aya istihza ile gülmekte haklısın. Ay gök renkli
noktalı bir esvap içerisinde bulunuyor senne örülmüş
esvaplara bürünmüşün. Fıstık rengindeki bağıltak'ın al
tında senin gümüş gibi bedenin sudan akseden mehta
bın aydınlığına benzer. Göz yaşlarım üzerinde sana ka
yık gönderiyorum. Çünkü kayığı sevdiğini görüyo
rum."
- 22 2 -
söyleyemez. Senin huzurunda fazilet arzeden ahmaktır.
Çünkü Basra'ya hurma götürmek ahmaklıktan ileri ge
lir.
Felek ve Dünya böyle kaldıkça her muradına ve fe
lekten isteğin her saadete nail olasın.
Derler ki Fahrü’l—mülk fetva almak maksadiyle şu
kıt'ayı yazıp Mevlânâ İmamî'ye gönderdi:
Kıt'a:
"Zamanın en faziletli bilginlerinin başı, millet ve di
nin imamı, şeriatın sahibi şu meselede ne buyurur; bir
kedi geceleyin zulm ve cevr ile kumru ve güvercini ka
festen kapıp öldürse güvercinin sahibinin şer'an kısas
yapmak için o kediyi öldürüp kanım dökmesi caiz mi
dir?"
- 223 -
ka Han yazın yaylada ve kışın Meraga’da otururdu.
İran topraklarının kısmı azanımda yedi sene padişahlık
yaptı. Bir gece Tebriz civarında Ucan yaylasında oturu
yordu. Birdenbire kendisine bir vahşet geldi. "Büyük
bir kuş benim üzerime doğrıs yürüyor" diyerek yay ve
okunu istedi. Yay ve okunu kendisine verdikleri vakit
te birdenbire yere düşiip canını Tanrı'ya teslim etti.
Onun bu suretle vefatı 674 senesinde vaki oldu.
Kaside:
"Akşam vaktinde bir dolap gibi olan denizin dalgala
rı içinde altından yapılmış olan kayık battı ve civadan
yapılmış bir tepsi zuhur etti. Bu denizin dalgalarım» üs
tünde büyük bir denizin üzerinde yüzen ördek kümeleri
gibi binlerce yıldızlar doğdu."
- 224 -
Beyt:
"Ferid bu şiiri İsfahan'da inşa etti. Bu şiirin bu ka
dar çabuk yazılmasında onun tabiatı acibeler meydana
getirdi."
Beyt:
"Ferid bu kasideyi İsfahan'da pek acele yazmıştır.
Fakat Sevdâı onun naziresini Baverd'de bir saatte yaz
mıştır."
MANÂLAR HAZİNEDARI
ESİRÜ'D-DİN EMÂNÎ
(Tanrı rahmet eylesin)
- 225 -
Özbek b. Muhammed için yazılmış bir medhiyedir..
- 226 -
layan deiırin bu azgın alaca atı sana râm olsun."
Beyit:
"Ben şiir eriyim. Onun için lâkabım Kabaı'dır. Ey
Sedr—i Câcürmî kadınlar gibi sana Mi'cerî diyorlar."
227 -
Kabâ vilayeti çok ferahlı bir yerdir. Türkistan'ın en
ilerisindedir. Burası büyük bir şehir idi. Şimdi harap ol
muştur. Moğolların ve Kalmakların yurdu olmuştur.
Hâce Nasırü'd—din Tûsî Hilafetnâme—i İlâhî kitabında
şöyle yazıyor: Togan'ın oğlu Peygu, Sebüktekin'in oğ
lu Sultan Mahmut zamanında Kabâ'nın hakimi idi.
Çok adaletli ve hayırlı bir adam idi. Ömrünün sonunda
kulakları ağır işitmeye başladı: "Ben artık mazlumların
ah ve figanını ve feryadını işitemeyeceğim"diye zari za
ri ağladı. Bunun üzerine emretti. Tahtını meydana kur
dular. Kendisi tahtının üzerine oturdu ve "Kimin bir
zulumdan şikâyeti varsa kırmızı esvap giysin" diye fer
man buyurdu. O böyle kırmızı esvaph gördüğü adamla
rı çağırır ellerinden arzuhalleri alır dikkatle gözden geçi
rirdi. Bu fani ve bu kara toprak âleminden cennetin
ebedi bahçelerine göçtüğü vakit beş oğlu vardı. Mem
leketini bu beş oğluna taksim etti. Sultan Mahnıud Se-
merkand ve Maveraünnehr'i zaptettiği vakit bunlar
Kabâ'm hakimi bulunuyorlardı. Onlardan haraç istedi.
Onlar da bu kıt'ayı yazıp kendisine gönderdiler.
Kıt'a:
"Biz beş kardeş Kabâlıyız. Deniz yürekli ve güneş fi
kirli adamlarız . Biz bütün yeryüzünü elimize geçirdik.
Şimdi sizin memleketleri de almak niyetindeyiz.Eğer
felek bizim istediğimiz gibi dönmezse, biz onun çem
berlerini sökeriz."
- 228 -
Kıt'a:
"Nenırud, Azerin oğluna: "Bütün insanların Allahı
biziz" demişti. Cebbar olan Tanrı yarım bir sivrisi
nekle eııun cezasını çok güzel verdi; biz buna şahi
diz."
- 229-
"Her saltanatın sonu zevaldir ve her insanın sonu
ölümdür. İnsanlar için ebedi hayat yoktur. Bu ebedi
hayat ancak ölmeyen biri olan mülk sahibi Allaha mah
sustur.”
Beyt:
"Senin cömertlik elinin Adem oğullarına yaptığı lutf
ve keremi bir baba oğluna yapmamıştır."
- 230 -
di. ılâce Mecdu'd—din'in divanı İrak’ta büyük bir şöh
ret kazanmıştır. Onun lâtif ve zarif sözleri halkın yük
sek ve aşağı tabakası arasında meşhurdur. Rivayet
ederler ki Hâce Mecdü—d—din. Atabek Sa'd b. Eou Be
kir—i tavla oynardı. Atabek bir sene kadar tavlayı ter-
ketti. Bunun üzerine Hâce şu kıt'ayı yazıp ona gönder
di.
Şiir:
"Ey padişah geçen sene senin lîıtf ve keremin beni o
hale getirdi ki madenler benimle varlıktan söz açamadı
lar ve gökler bu kadar yükseklikleriyle beraber tevazu
ile benim yanımda alçaldılar. Fakat sen kerem elini be
nim başımdan kaldırdığın zamandan beri O, düşmanlı
ğından iki eliyle bana kılıçla vuruyor. Bu kuluna: Ma
dem ki benimle oturmak şerefine nail oldun. Artık
korkma ölünceye kadar bahtiyar olursun dediğin o ge
ceyi hatırla. O gece senin tavla oynamak hevesin vardı.
Ben tavlayı kazandım, sen de kasten bana darıldın. Ya
rabbi ben ne yapayını ki padişah geçen senede olduğu
gibi sarhoşlukla gene benimle tavla oynasın."
- 231
Hikâye:
Bir mabeynci Nuşirevan'ın kadehini çaldı. Şaîı bunu
gördü hiçbir şey söylemedi. Hazinedar padişahın kor
kusundan kalktı, sağdan sola bu kadehi aramaya koyul
du. Gam ve keder içinde korkular vererek herkesin bu
kadehi getirmelerini istedi. Padişah ona karşı hiç ke
derlenme lıiç günahı olmayan kimseleri müteessir etme.
Kadem çalan geri vermez ve çaldığını gören de bu sırrı
meydana vurmaz. Padişah birgün yolda hırsızı belinde
kemer olduğu halde gördü. Kemeri işaretle gülerek
ona: Hiç olmazsa itiraf et bu kemeri de o kadehin para
sından mı aldın" dedi. Hırsız da evet cevabını verdi.
Acem padişalıları zamanında ahaliye çok zulüm edi
lirdi. Padişahlık Nuşirevan'a geldiği vakit yeryüzünden
bütün bid'atleri kaldırdı. Güzel kaideler, kanunlar koy
du. İskender'in kapattığı Babül Bevvab harap ve viran
olmuştu. Onu tamir ettirdi,deşti,kıpçak ordusunun
gelmesine mani oldu. Kubad zamanında türeyen ve zın
dık mezhebine adalet adı veren Mezdek'i bu fena itikat
lı adamı bir (Mihrican) gününde yedibin kadar olan bü
tün mensuplarıyle beraber topraklara serdi Kubad alt
mış yıl saltanat sürdükten sonra kendi hayatında Nuşi-
revan'ı tahta oturttu ve kendisi Kebrlerin adeti veçhile
bir ateşgedeye çekilip ibadetle meşgul oldu. Nuşirevan
kırksekiz yıl adaletle padişahlık yaptı. Zamanının alim
lerine hekimlerine çok hürmet gösterdi. Onun sarayın
da altından yapılmış dört tane kürsü vardı. Biri Türk
padişahı, İkincisi Hind padişahı, üçüncüsü Rum padişa
hı, dördüncüsü de Yemen ve Arap padişahı için idi. Her
yıl bu dört padişahtan biri ziyaretine geldiği vakit bu
kendisine mahsus olan kürsüde otururdu. Benaketi de
tarihinde şu olayı yazmıştır. Memun halife zamanında
Nuşirevan'ın yüzüğü bulundu. Üzerinde şu üç satır ya
zılmıştı. 1. Yıl karanlık ve bende de görmek kudreti
yok. 2. İnsana iki ömür verilmiştir. Ben tamah ne için
- 232-
edeyim. 3. Ölüm ensemde dolaşıyor ben-, nasıl rahat
edeyim. Şeyh Sa'di (Tanrı rahmet etsin) onun hakkın
da şöyle diyor:
Beyt:
"Bin yıl geçti Dünyada Nuşirevan'dan hiç eser kal
madı. Bununla beraber yine halk onun adaletli bir pa
dişah olduğunu söylüyor."
Şiir:
"Adaletin şöhreti kıyamete kadar bütün fazilet sa
liplerinin dilinde dolaşan Nuşirevan zamanında alçak
ve bayağı adamların eline kalem ve mızrak verilmesi
muvafık görülmemişti."
-233 -
mişler kendileri ve babaları öküz çobanı iken bunların
yüzünden din ve devlet ve şeriat işleri ait üst olmuştur.
Beyt:
"Sarhoş bir zencinin eline Kılıç vermek ehliyetsiz na
mert bir insana ilim öğretmekten selâhiyet vermekten
daha hayırlıdır."
-234 -
istiyorum. Ben aşağı ve kabiliyetsiz bir adamım. Sultan
öen tabakada bulunan insanları böyle işlere almayı
>.ıer> etmiştir. Ben korkuyorum. Oğlumu bir üstada ve
remem. Eğer siz bunun için Sultandan izin alırsanız
•■i) süyüzbin dirhem nakit hâzineye verebilirim"dedi.
rioca ihtiyar adamdan bunu işitir işitmez çok sevindi.
Bit' işgüzarlık zannetti. Köylünün evinde kaldı. Ora
dan bir postacı ile bu meseleyi sultana arzetti. Sultan
.loca nın mektubunu okur okumaz kızdı. Mübarek ya
nakları ateş kesildi ve: "Eğer Locanın beyaz sakalına
hürmet etmese idim ve onun öteden beri malûm olan
baoama yaptığı hizmetleri olmasaydı ben onu rezil ve
rüsva ederini. Benim bir köylünün malına, yardımına ih
tiyacını yoktur k İ onun malına servetine tamah ede
yim, Ehliyet ve istihkakı olmadığı halde oğlunu müslii-
ınanların işleri üzerine memur yapayım.O da bu işleri
yüzüne jözüne bulaştırsın, ilüslümaıılar bundan zarar
görsünler. Ve herkes de benim hakkımda: "Melikşah
rüşvet aldı şerefli haysiyetli ve asaletli adamların işleri
ni birtakım ehliyetsiz kimselere verdi. Hocanın bu ci
hetleri bilmesi, düşünmesi lâzım idi. Biz onu dost zan
nediyorduk. Meğer o bizim düşmanımız imiş" dedi. Ve
hemen kendisine selâhiyet verildiği işi yapmak için İs
fahan'a gitmesi, bu hususta bir an vakit geçirmemesi
hakkında emir verip yazı ile bildirdi. Bunu yazmaktan
maksadım geçmiş sultanlar büyük işlerin küçük adam
lara verilmemesi hakkında ne kadar mübalağa ettikleri
ni bildirmektir.
Hikâye:
Oğuzların eline düştüğü vakit Sultan Sancar'dan
böyle muazzam bir saltanatın nasıl perişan olup bu ha
le geldiğini sordular. O da cevaben: "Büyük işleri küçük
adamlara ve küçük işleri büyük adamlara verdiğimden.
Çünkü küçük adamlar büyük işleri yapamadılar ve bü
- 235 -
yük adamlar da küçük işleri yapmaya tenezzül etmedi
ler. Bunu bir şerefsizlik saydılar. Her iki cihetten işleri
kötüleşti. Memleket sarsıldı. Devlet ve ordu bozuldu:
Beyit:
"Her ne kadar iş akıllı adamların kârı değilse de yine
akıllı insanlardan başkasına iş buyurma."
Gazel:
' 'O güzel kara saçlariyle güneşin ve ayın güzellik sahi-
fesi üzerinde bir butlan kalemi çekecek Yarabbi bir kan
damlasından ibaret olan bu gönül dedikleri ay yüzlü gü
zellerin zulmünden ne zaman acı çekecek Ey mum bu
gece hastaların başından bir yere ayrılma. Çünkü bu ge
ce bir âşık başını yokluk yakasından içeri çekecek.Ey
benim beytü'l Iıüzn'ümün komşusu sakın. Çünkü bu ge
ce göz yaşlarımdan duvar nemlenecek”"ve yıkılacaktır.
Bahâ, sevgilinin gamını çeker ve: "Kim ki âşık olursa
gam yükünü çekme zarurîdir." der.
- 236 -
Argun Han'a gelince, o, babası A'oaka Han zamanın
da Horasan padişahı idi. Abaka Han Tebriz'de vefat et
tiği vakit şehzadeler ve emirler ona rağmen Hülagu
Han'ın oğlu Ahmet Han'ın padişahlığı hakkında birleş
tiler. Ve onu tahta oturttular. Ahmet Han ahlâkı çok
iyi bir adamdı. Islâmiyete ve müslümanlara çok müte
mayil idi. miatta kendisinin müslüman olduğunu fakat
siyaseten bunu meydana vurmadığını söylerler.Hanlık
tahtına oturduktan beş ay sonra Horasan üzerine yürü
dü. Argun Han ona karşı mağlup oldu Tûs ve Fâde-
gân'dan kaçıp Kelât kalesine sığındı. Ahmet Han bu
kaleyi kuşatamadı. Bu kalenin kutru oniki fersah idi.
İki kapısı vardı. Bir dağ gibi sağlam idi. Bunun kadar
her kısmı muîıkem bir kale yok idi.Ordunun yiyeceği
içeceği lıep içinde idi. Argun Han bir ay sonra amcası
nın yanına geldi. Ondan özür diledi Ahmed Han'ın
amcalık şefkati galeyana geldi ve Argun Han'a bir zara
rı dokunmadı. Kendi de Irak tarafına geçip gitti. Ar
gun Hanı arkasından alıp beraber getirmeleri için ken
di mutemed adamlarına talimat verdi. Bunların önderi
olan Menkli Han A rgun Han'dan söz alarak onu helâs
etti ve geri kalanlî r da Argun Han ile beraber oldu
lar. Esterabad ordusu da onlara katıldı. Ahmed Han'ın
arkasından yürüdüler. Ahmed Han Zencân'a ulaştığı
vakit Argun Hanın bu hareketinden haberdar oldu ve
pek ziyade canı sıkıldı. Hemen kalkıp Tebriz'e geldi
valdesini de beraber alıp Meraga'ya gitti.Ordü ve erkâ
nı kendisinden yüz çevirerek Argun Han'la birleştiler.
Ahmet Han kaçıp Damgan'a geldiyse de Sultanın Derba-
nı onu yakalayarak Argun Han'a gönderdi.Nihayet Ar
gun Hanın emriyle öldürüldü. Bu suretle İran saltanatı
müstakilen Argun hanın eline geçti. Hoca Şemsüddin
Muhammed sahibi divanı da Abaka Han'ın vefatından
sonra Ahmet Hana meyil gösterdiğinden naşi Tebriz'in
Karabağ civarında öldürttü. Bu suretle ondan da intika-
- 237 -
mini aldı. Argun Han zamanında yaşayan şâirler ve
âlimler şunlardır: Şeyh Müslihü'd—din Şa'dî—i Şîrâzî
(Tanrı rahmet eyleye) Hâce Hünıam—ı Tebrîzîve Mev-
lânâ Kııtbu'd—din—i Şîrâzî (Tanrı derecelerini yücelt
sin) Azizlerden biri Allane Kutbü'd—din—i Şırâzî'nin
vefatı hakkında şu kıt'ayı söylemiştir:
Gazel:
"Ey gözlerinin hasretiyle benim gözlerimin yaşlı
gözlerden başka göz görmediği sevgili! Hiçbir göz senin
gözlerinden daha güzel bir göz görmemiştir. Hayat su
yunun çeşmesi tatlılığını senin bal çeşmesi olan dudak
larından almıştır. Fakat benim gözlerim o çeşmeden
inciler gibi göz yaşlariyle dolu olan gözlerden başka bir
göz görmedi. Cennetin gözü olan Rıdvan'ın gözleri ne
hurileri görüyor ne de Kevser çeşmesini. Ben iimid ede
rim ki sen beni gözyaşlarının damlaları gibi gözünden
düşürmeyesin. Çünkü benim gözlerim senin gözlerin ol
- 238 -
madan en parlak bir nur çeşmesi olan güneşi görmezJSe-
nin gözlerinin arzusiyle bu sabrı tükenmiş ve gönlünü
kaptırmış olan ben, âşık gözlerini kan yağdırıcı bir ha
le getirdi ve nur çeşmesi olan güneşin yüzünü görme
di."
DÖRDÜNCÜ TABAKA
- 241 -
baî'yi yazmıştır.
Rubaî:
"Nişâbur'da üç devrede öç zelzele olmuştur. Bunlar
dan biri heşyüz küsurdadır. Bundan şehir yıkılmış, bir
çöle dönmüştür. İkincisi altıyüzotuzda üçüncüsii de se-
kizyözsekizdedir."
Beyt:
"Ey kesesi türlü türlü ilâçlarla dolu olan efendi: Bu
dünyadan göçeceğin vakit ne yapacaksın?"
- 242 -
hırkayı sırtımdan çıkarır başınım altına yastık yapar
canımı hakka teslim ederim" dedi. Şeyhin yüreği bu
divanenin sözlerinden dert ile doldu. Dünyadan tama-
miyle soğudu. Mağazanın bütün eşyalarını dağıttı. Dün
ya pazarından ei çekti. Şeyhlerin Şeyhi Rüknü'd—din
A k kâf m (Tanrı ruhunu takdis etsin) dergâhına girdi.
Bu zat o zamanın muhakkik ve ariflerinden idi. Attar
bu şeyhüı önünde tövbe etti. Taat ve ibadetle meşgul
oldu. Şeyhin dervişleri arasında birkaç yıl kaldı. Son
ra hacca gitti. Birçok büyük adamlarla tanıştı. Onların
hizmetinde bulundu. Yetmiş yıl kadar sofi hikâyelerini
toplamakla meşgul oldu. Hiç kimse Attar gibi tarikat
ehillerinin hikâyeleri ve menkibeleriyle meşgul olma
mıştır. Kemalde ucu bucağı olmayan bir deniz gibi idi.
Bütün himmetini dünyevî süflî düşünceleri kalbinden
çıkarmaya saıfederdi. Bir köşeye çekilmiş ağyara ka
pısını kapamış bir hakle otururdu. Söylece Tanrının
binlerce bekr olan sırları onun halvet sırasında cilveler
eyler ve onun karanlık odasında hakikat gelinleri ona
mahrem olurdu. Şiirleri bu kitapta bizim anlatabilece
ğimizden daîıa ziyade meşhurdur. Onun remzleri, işa
retleri bizim ondan birinde bile bahsedemediğimizden
daha alimdir. Hikâye ederler ki: Şeyh vefat ettiği sıra
larda Nişabur'un en büyük adamlarından olan Kadi'i—
kudât Yahya b. Said'in oğlu da öldü. Ahali onu
Şeyhin mezarının ayak ucuna gömülmesini muvafık
gördü,Kadı Yahya burnu kabul etmedi ve: "Benim oğlu
mun böyle masallar söyleyen ihtiyar bir herifin ayağı
nın dibinde yatması muvafık değildir” dedi. Bunun
üzerine Kadının çoctığunu başka bir yere gömdüler. O
gece Kadı rüyasında kendisini Şeyh Attar'm mezarının
baş ucunda gördü. Orada bütün ebrar kutuplar ve tanrı
erleri ellerinde her tarafı nurlandıran meşaleler tutu
yorlar ve hidayet ufuklarından Taşırının inayet yıldız
ları her tarafı parlatıyordu. Bütün bu büyük adamlar
- 243 -
şeyhin kabri etrafında tam bir hürmetle murakabeye
varmışlardı. Şeyh bunu görünce utandı o meclisin hiç
yanına varmadan çekip gitti ve oğlu da iki gözü yaşlar
içinde babasına: "Ey baba! büyük bir kusur ettin. Beni
tanrı erlerinin mübarek ayaklarının feyz ve bereketin
den mahrum ettin. Çabuk bunu telâfi et. Benim cenne
tim ebrarın ayaklarının altındadır. Benim mezarım
Şeyh Attar'ın ayağının altıdır" dedi. Kadı bu rüyayı
gördükten sonra sabahleyin uyanır uyanmaz Şeyhin
akrabasının yanma gitti. Ricalarda bulundu. Nihayet
onların muvakatı üzerine çocuğu şeyhin ayak ucuna
gömdüler.
Artık böyle bir küstahlıkta bulunmaktan tövbeler
etti. Şeyhin müritlerinden ve ıııuteKİtlerinden oldu.
Şeyhin kabri üzerine oir türbe yaptırdı. Şeyhin kabri
Şadiyah şehrinin haricinde Şahr—i Bazigâr denilen
yerdedir. Şeyhin kabri üzerindeki türbe ve civarındaki
binalar harap ve viran bir halde idi.
O milletin eminidir. Onun ile nizam buldu. O devle
tin sağ elidir. Devlet onun elinde karar kıldı. Fakat
hakkın ve dinin nizamı faziletli, hayır seven, celîl emi-
rimiz.
Emir Alişirin Tanrı onun nusret ve zaferini aziz etsin
ve asrını ebediyete kadar uzatsın. Daima doğru düşü
nen ve şekilleri hallerden müfekkireleri böyle mukad
des makamların tamirine ve geçmiş büyüklerin âdetle
rini canlandırmaya masruf olduğundan bütün ziyaret
çilerin iltica yeri olan şeyhin mezarı üzerine öyle bir
bina yaptık ki gönlü aydınlatmakta Rıdvan'ın ravzasın-
dan daha nurlu ve ferah vermekte cennet bahçelerin
den daha ziyade insanın canına can katıcıdır ve bütün
insanların dili bu hayrat madenini ve bu iyiliklerin mer
kezini övmekte bu beyiti terennüm etmektedir.
- 24 4 -
Beyit:
"İnsanı ahret azabından kurtarmakta bu iki şey esas
tır. Biri iyi ad,diğeri sevaptır. Bu ikisi geçtikten sonra
artık (Yeryüzünde olan herşey fânidir.)"
Şiir:
"Ey yüzü örtülü pazara gelen ve halkı bu talısım ile
güzelliğine müptelâ eden! O senin yüzün aleme bir ışık
saldı. Her taraf çırağ ile doldu. Bir tohum ekti her ta
raf göverdi,meyvalar verdi."
- 245 -
burada zikrettiğimiz kasidesine manzum bir şerh yaz
mıştır.
Rubaî:
"Ben bu aşağı âlemden bir av tutup yükseklere gö
türmek için sır âleminden uçmuş gelmiş bir kuş idim.
Sırlarıma mahrem olacak kimse bulamadığım içiıı tek
rar geldiğim yere uçup gittim"
- 246 -
parayı alıp Şeyhin katlinden vazgeçmek istedi. Şeyh:
"Beni bu kadar paraya satma öeııi daha pahalıya sata
bilirsin" dedi. Başka bir Moğol da "Bunu öldürme ben
sana onun mukabilinde bir torba saman vereyim" dedi.
Şeyh bunu İşitince Moğol'a: "Hiç durma sat, çünkü
ben bundan fazla etmem" dedi. Bu suretle Şeyh şaha
det şerbetini içli; saidler ve şehitler derecesine erişti.
Onun bu katli altıyüzyirmialtı yılının Ceıııaziyelahır
ayının onunda vaki oldu. Bazıları beşyüzseksendokuz
ve bazıları da alüyiizondokuz olarak zaptetmişleıdir.
Bunda çok ihtilâf vardır. Bu tarihler, kitaplardan alın
mıştır. Günahı ravileıin boynuna olsun. Şeyhin hırka
sının sihrine gelince: Teberrük hırkasını aşıkların sulta
nı ve şehitlerin fahri Mecdü'd—din Bağdadîden almış
tır. (Tanrı ruhunu takdis etsin). Şeyh Attar çocuklu
ğunda âlemin kutbu Kutbü’d—din Haydar'ın nazarına
ınazhar olmuştur. Şeyhin doğduğu yer Zâve civarın
da Kedgen denilen yerdir. Babası İbrahim b. İslıak A t
tar-i Kedgenı Kııtbü'd—din Haydar'ın müritlerinden
idi. Şeyh Attar Haydarnâmeyi gençliğinde bu âlemin
kutbu için nazmetmiştir. Bunu gençliğinde nazmettiği
için Şeyhin elde bulunan sözlerine benzemez. Fakat
bunun Şeyhin olduğu muhakkaktır.
Bazıları Haydarüerin bunu nazmedip Şeyhe nisbet
ettiklerini söylerlerse de bu yanlış bir iddiadır. Kut-
buddiıı Haydar, A oda İdan ve Allahı tam bir meczup
tur, Muhakkikler iiaydar'a çok itikat ederler. Merhum
Batın erlerinden ve riyazet ehlinden idi. Bazıları yüz-
on, bazıları da yüzkırk yıl ömür sürdüğünü söylerler.
Kendisi Türkistan hanlarının neslindendir. Babasının
adı Şalıver idi. Meczup bir anadan dünyaya gelmiştir.
Kerametleri ve makamatı meşhurdur. Beşyüzdoksan-
yedi yılında ölmüştür. Zâve'de medfundur. Bazıları
ölümünün altıyüzikide olduğunu yazmışlardır.
- 247 -
2.ÂRİFLERİN ÖNDERİ CELALÜ'D—DİN
RÛMÎ
(Tanrı ruhunu takdis etsin)
Beyit:
"O coşkun deniz şeref ve şaniyle yükseklere doğru
dalgalandığı zaman inci dizilerini her taraftan sahillere
dökmüştür."
- 248 -
onu kıskanmaya ve düşmanlık beslemeye başladı. Mev-
lâna Bahaüddin Sultan Muhammed'e kırıldı. Bütün ehil
ve avalini toplayıp Belh'den çıktı. Ve Sultan Muham
med saltanat tahtında kaldıkça Belh'e ve Horasan'a
ayak atmamaya yemin etti. Müritleri çocukları ve bü
tün mensuplariyle beraber büyük bir cemaatle Hacca
gitmek üzere yola çıktı. Nişabur'a uğradıkları vakit
Şeyh Feridüddin Attar Mevlânâ Bahaüddin'i ziyarete
geldi.
O zaman Mevlânâ Celâleddin küçük idi.Şeyh Attar
Esrarnâme adındaki eserini Celâlüddin'e hediye etti.Ve
Banaüddin'e"Çok zaman geçmeyecek ki bu senin oğlun
alemin yüreği yanıklarının yüreklerine ateşler salacaktır"
- 249 -
tıyor:
Şiir:
"Bahâ—i Veled Rûm'a geldiği vakit Rfıın diyarının
zenginlerinden çok hürmet gördü. Hattâ yaiııız Sultan
Alâüddin değil herkes ona mürit oldu."
Mesnevi:
"Baha Veled ömrünü hayrat ve hasenat yolunda
sona erdirdi. Canını can veren Tanrıya teslim edip bu
eski manastırdan yükünü bağlayıp göçtü. Hiç böyie bir
cenaze alayı yapıldığını kimse hatırlamıyor. Baha bu
dünyadan usanç getirdiği zaman devleti devlet ve celâle
yüzünü döndü."
- 250 -
Koııevi'nin terbiye ve iışad eteğine yapıştı. Mevlânâ
mesnevi kitabım Çelebi Hüsameddiıı'in işaretiyle söy
lüyor.
Beyit:
"Bu ırmak vilâyet çeşmesine dayandı. Fakir silsilesi
de gayeye ulaştı."
- 252-
gün Mevlânâ'yı bir katıra binmiş etrafını bir sürü molla
sarmış bir halde medreseden eve giderken gördü. Fera
seti sayesinde onda matlubunu ve mahbubunu buldu.
Hemen koşup katırının dizginine sarıldı ve ondan: "Mü-
cahede, riyazet, tekrar ve ilim öğrenmekten maksat ne
dir?" diye sordu. Mevlânâ: "Sünnet ve şeriat edeplerini
bilmektir" buyurdu. Şems: "Bunların hepsi zahire mü
tealliktir" Mevlânâ: "Bunun üstünde daha ne vardır?"
dedi. Şems: "ilim odur ki insan malûma ulaştırır" de
di. Ve Senâf nin şu beyitini okudu:
Beyit:
"Cehalet, seni senden almayan bir ilimden daha kıy
metlidir.
-2 5 3 -
gazeller söylerdi. Herkes o gazelleri yazardı. Mevlânâ'
ııın bu gibi halleri pek çoktur. Onların hepsini yazmaya
bu kitabın tahammülü yoktur. Bu hususta bilgi edin
mek arzusunda bulunanlar Veledname risalesine müra
caat etsinler. Bunların hepsi o kitapta yazıldır. Divanı
otuzbin beyittir. Mesnevisinde kırksekizbin beyit söyle
miştir. Bazıları bunun sayısının daha az veya daha
çok olduğunu söylerler. Şems adına söylenmiş olan bu
gazel Mevlânâ'ııın ilâlıi bilgileri ihtiva eden sözleıin-
dendir.
Gazel:
"Kabe'ye ■ulaşmak için başlan üzerinde koşup gi
denler nihayet maksudlarına eriştiler.O kurak sahranın
ortasında taştan yapılmış muazzam bir bina gördüler.
Gittiler Tanrıyı görmek istediler. Aradılar taradılar
Tanrı'yı göremediler. Sonra evlerine çekildiler. İlîikâfa
girdiler kendilerinden geçtiler. O sırada evin içinden
birden bire kendilerine gayibten şöyle bir hitap/oir ni
da geldi. Ey eve tapanlar; taşa toprağa ne tapıyorsu
nuz. Siz Tanrı'mn has erlerinin taptığı eve tapınız. O
gönül evidir. Bu evin içine süzülüp gelenler ne kadar
hoş bir zamanlar geçirirler. Tanrı güneşi Tebriz'ii Şems
gibi bu eve çekilen ve çölleri kat etmeyenlerin vakti ne
kadar boştur."
- 254 -
taç olmayan yâr hakkında ben ne söyleyeyim. Vücu-
Jumun bir damarı bile kendinde değildir. Can güneşi
nin ne zihinle, ne de zihnin haricinde eşi yoktur. Her
¿ece bu ruhlar kimsenin ne hakimi,ne mahkûmu olmaya-
raktan kafesinden kurtulurlar. O keyfiyeti malûm ol-
nııyan âleme can atarak ruhları ve bedenleri herşeyden
asûde olduğu halde giderler. Bu ruhlar gündüz ziyan,
kâr, korku ve fena bulmak düşüncesiyle daima hayalin
darbeleri altındadır. Onlarda ne saffetine letâfet/ıe fer
kalır, ne de gönüllere sefer etmek cesaretinde bulunur.
Onların ruhları şu topraktan mürekkep olan cisimlere
bağlanmışlardır. Bundan kurtuldukları vakit gönülleri
şâd olur. Onun sevgisine parlarlar. Tam bir ay gibi nok
sansız olurlar. Tenlere bağlanıp kalmış olan saf ruhlar
çamur içinde gizlenmiş olan temiz su gibidir. Kafesde
malıbus olan bir kuş eğer kurtulmak için çare aramı
yorsa bu onun cehaletindendir. Beden kafeslerinden
kurtulan ruhlara lâyık olan rehberler peygamberlerdir.
Büyükler "Temiz insanların gözleri saf ve ruşendir” de
mişlerdir. Bu söz beyhude söylenmemiştir. Onların
sözleri, nakışları ve nefesleri tamamiyle nişansız ruhu
mutlaktır. Aşağı yukarı, ön, arka tenin vasıflarıdır.
Parlak olan ruhun zatı ciSıetlerden münezzehtir. Ruh
çocuğunu şeytanın şerrinden kurtar.Ondaıı sonra me
leklerle arkadaş yapmıya kalk. Sen zulmetler, mel" i
ve keder içinde oldukça bil ki mel'un şeytanla bera
bersin. Rulı Tanrının tevhidi beraber ise onun bu gö
rünen el ve ayaktan başka el ve ayağı vardır. Koca
bir bilgi denizi bir çiğ damlasında, koca bir âlim üç
arşın boyundaki beden içindedir. Niteliği olmıyan bir
güneş niteliği mukayyet olmuş yazık ki o güneş oldu
ğu halde akideye tutulmuştur. Gülistanı o vatanda
olan kimse külhanda şarap içer mi? Temiz olan ruhun
yeri girmdir. Pis böceklerin V3taıu da gübredir. Can
âlemi baştan başa bilgi âlemidir. Cansız olan kimse
255 -
bilgiden mahrumdur. Ruh Tanrının dergâhına mazhar-
dır. Ruhun ruhu ise doğrudan doğruya Tanrının maz-
harıdır."
- 256 -
koni olduğunu Şemsi Tebriz! bilir."
- 257 -
olarak yapmıştır. Rûm ve Hind taraflarında muharebe
lerde bulunarak gazilik şerefini de kazanmıştır. Nite
kim kendisi Bostan'mda söylüyor:
"Dünyânın uzak yerlerini gezdim dolaştım. Birçok
kimselerle düşüp kalktım. Her yerde istifadeler ettim.
Her harmandan bir başak topladım."
- 258 -
söylemiş. Öyle bütün meleklerin bir yıllık ibadetine
muadildir. Ruhaniler bu beyiti okuyorlar" dediler.
Abid uykudan uyandı derhal şeyhe karşı olan kalbin
deki itikadını değiştirdi. Şeyhin zaviyesinin kapısına
gitti. Şeyh uyanık idi. Zevk ve şevk içinde bu gazeli
okuyor ve yazıyordu. Tanrıyı tanımak konusunda yaz
dığı bu gazelin matlaı budur:
- 259 -
hatırında var mı?" dedi. Şeyh de bu beyti okudu:
Beyt:
"Hunıâm benimle sevgili arasında bir perdedir. Şim
di o perdeyi bir tarafa itmek zamanı gelmiştir."
Kaside:
"Tanrının fazl ve ihsanını kim sayabilir. Onun binler
ce nimetinden birinin şükrünü kim edâ edebilir. O öyıe
bir lâtif san’atkârdır ki kâinat yaygısı üzerine bu kadar
güzel suretler nakşetmiştir. Deniz, kara, ağaçlar ve in
san, güneş, ay, yıldızlar,gece ve gündüzü yarattı. Ve o
kadar türlü türlü nimetler yaratmıştır ki şükrünü eda ve
insanlar için o kadar rahat sebepleri vücudagetirmişti ki,
onları saymak mümkün değildir. Onun gösterdiği rah
met eserleri dünyayı baştan başa kaplamış ve minnet
yüklerini feleğin sırtına yüklemiştir. Kuru ağaçların
içinde meyva ve kamışlar içerisinde şeker ve su damla
larından şahlara lâyık inciler yaratmıştır. Bu yaygı gibi
olan toprağın su üzerinde muhkem durması için dağlan
zemin yaygısına dikmiştir. Kara toprağın cüzlerini gü
neşin tesiri ile meyva bostanlan, çemenler ve lalelikler
vaptı. Bulut susamış ağacın köklerine su verdi. Çıplak
- 260-
ağaçların dallarına nevbahar gömleği giydirdi. Onun
tevhidim söyleyen yalnız insanlar değil dallar üzerinde
öten bülbüller de onunla terennüm eder. Onun hangi
nimetini, şükrünü bir insan yerine getirebilir. 8u husus
ta düşünen hayran kalır. Kereminden, gaib âleminden
öyle gizli şeyler meydana getirmiştir ki nutuk dili belâ-
gat ağzında lâl olur. Öyle bir bağışiayıştır ki onun geç
mişteki fazl—u ihsanı bizi iyi bir akioet için ümitvâr
etmiştir. Ey bir damla su, benliği bırak çünkü benlik
şeytanı zelil ve hakir etmiştir. Şeytanlıktan perhiz et
ki bu göklerin sahibi olan Allah perhiz edenlerin yerini
cennet yapmıştır. Zahmet çekmeden hazine ele geç
mez. Ey canım kardeşini ücreti iş gören alır. Çalışma
dan Allahın inayetini ümit eden kimse dane ekmeden
mahsul bekleyen bir ahmaktır,^Mustafa dünyaya ahi-
retin köprüsüdür" demiştir. Burası oturacak yer değil
dir, buradan gelip geçmek gerektir. İnsan oğlunun
ebedî evi ahrettir Burası bir geçit yeridir. Burası karar
edilecck yer değildir.Zalim ölür gider.Onun koyduğu
fena âdet kalır. Adalet yapan da öiür ve onun iyi adı
yadigâr kalır. Zaman insandan kalan birkaç kemiği fe
lek havanından öyle döver ki toprağını toz yapar. Ka
run dinden çıktı ve dünya ona kalmadı. Fare yakalayan
adi bir doğan gibi oldu. Tanrıdan başka neye taparlarsa
hiçtir. Bu hiçi herşeye tercih eden, biçare bir insandır.
Biz Tanrının keremine itimat edelim, İtimat edilen bu
eğreti dünya, havadan başka birşey değildir. Bu bir
devlet topudur; fakat onu ezelde talilıi yar olan elde
edebilir. Biçare insan saygı gayretiyle ne yapabilir. Ola
cak şeyi Tanrı ezelde takdir etmiştir. Padişah olur. İyi
kötü, talihsiz, talihli, şerefli, hakir kullarını o yaratmış
tır. Sa'di'nin her seher vaktinde söylediği sözler sabah
gibi dünyanın her tarafına yayılır. Devlet yüzüğünün ta
şına onun nasihatlerini gönül kulağına küpe yapanların
adı yazılır. Her şâir ki padişahları metheder, yüceltir,
hil’atlara nail olur ve ümitler besler. Tanrının nimetle
rinin şükrünü yapan Sa'di de kabul hil'atini talep etme
si yerindedir."
Bu gazel de onundur:
Gazel:
"Yarabbi sen kabul etmesen bizim halimiz nasıl se-
lâh bulur. Sen ulûhiyetin ve lûtfun hakkı için nazarım
bizden eksik etme. Ben gizli dertlerimi sana söylüyo
rum. Çünkü sen merhametli bir Tanrısın. Söylemesem
de sen zaten bütün kalplerin içindeki sırlara vakıfsin.
Bütün dünyanın mahlûkları ölüm ve fenaya mahkûm
dur. Yalnız diri ve kudret sahibi sensin. Sen ölmedin ve
ölmezsin. Mahlûkatın yaratıcısı ve bu yıldızları parlatıcı
rızıklan veren dünyayı parlatan ve güneşi yüksek tutan
sensin. Ey Sa'di kuvvetli olan mülk sahibi Allah'tır.Sen
zayıfsın, sana lâyık olan fakirliktir, dervişliktir."
Bu şiir onundur:
"Yatakta naz içinde yuvarlanıp yatan sevgilinin,âşı-
kın uzun gecelerinden ne haberi olabilir? Aşık aşkın so
nu ne olacağını bilir. Onun için bidayette buna hiç
başlamaz. Nazar okunun başma getireceği belâdan sa
kın. Çünkü o ok yaydan çıktığı vakit bir daha geri dön
mez. Doğanların gözlerini bağlayan belki sülünlerin naz
ve işvesidir. Muhtesip daima yalnız rızkları takip edi
yor.- Gençlerle düşüp kalka sofilerin ne yaptıklarını bil
miyor. Aşk şarabım tadan sofiye ayşu işret erbabı ile
düşüp kalkmasını, gül ile aşinalık yapmak isteyenlere
dikenin cefasım çekmesi lâzım geldiğini söyle. Hiçbir
bülbül böyle mecaralar söylemez. Hiç bir mutrip böyle
güzel nağmeler yaratamaz. Her mal madeninden çıkar;
şeker Mısır'dan, Sadi de Şiraz'dan."
Bostan'dan:
"işittim ki eski zamanlarda bir abdal vardı. Bunun
elinde taş gümüş olurdu. Sen bu sözü işittiğin vakit bu
nu aklın kabul etmeyeceği söz zannetme. Sen kanaat
ettiğin vakit taş ve gümüş nazarında bir olur. Sultana
tapan dervişe söyle ki bir sultan bir dervişten daha bi
çaredir. Bir fakirin gözünü,karmnı yarım dirhem doyu
rur. Fakat Feridun Acem mülkünü tamamiyle eline ge
çirdiği halde yine yarı tok kalmıştır. Devlet ve mülkün
kuruculuğunu üzerine almak bir belâdır: Bir dilencinin
adı dilencidir. Fakat kendisi bir padişahtır. Burnu gam
dan azade olan dilenci mesud olmıyan bir padişahtan
daha iyidir."
Gülistan'dan:
"İşittim ki bir kere Dicle kenarında bir kuru kelle,
bir âbide şu sözleri söyledi: Ben de vaktiyle padişahlık
şevketine sahiptim. Başımda saltanat tacı vardı. Felek
yardım etti talihim de yaver oldu. Ben de devletimin
sayesinde Irak mülkünü elime geçirdim. Sonra Kir-
man'ı da almak istedim. Fakat birdenbire öldüm kurt
lar (Kirman) beni yedi."
Gülistan'dan:
"Lâtife: Bir hâkime: iyi talihli ve fena talihli kimdir?
diye sordular. O da cevaben talihli o kimsedir ki eline
geçen serveti yedi ve artanı ile hayrat ve hasenatta bu
lundu. Talihsiz de o kimsedir ki bunu yemeden öldü ve
- 263 -
mirasçılara bıraktı. Dünya malını ya düşkünlük zama
nında elini tutacak bir dosta yahut ayağını ısırmak ihti
mali olan bir köpeğe ver ki ısırmasın. Sultan hizmetin
de bulunmak ayniyle define ile tılsım gibidir. Ya defi
neyi elde edersin yahut tılsımdan olursun.'' Şeyhin ve
fatı Atabek Muhammed Şah bin Salgur Şah bin Sa'd—i
Zengf zamanında Şiraz'da vaki olmuştur. Azizlerden
biri onun vefatı için şu tazda bir tarih söylemiştir.
_ 264 -
daha açtı."
- 265 -
adam idi. Câm—ı Cem kitabını nazmetmiştir. Tercîi,
muvahhitler arasında çok meşhurdur. Evhadî'nin diva
nı onbin beyittir. Muvahhidane söyler. Deh—nâme'sini
hakimlerin padişahı Hâce NaSîrü'd—din'in oğlu Hâce
Asflü'd—din'in oğlu Hâce Ziyaüd—din Yusuf adına yaz
mıştır. Bu eser çok lâtif olmuştur. Şu kasîde Şeyh Ev-
hadî'nindir.
Kasîde:
"Bu dönen ve yıldızları süsleyen felek ve bu daima
kavga ariyan ve düşmanlık besleyen yıldız nedir? Ey fî-
lesof dinle bu örgüler içindeki sırların ne olduğunun anla
şılması için sana ne sorarsam cevap ver. İnsan,nefsinin
ve Tanrının ne olduğunu bilmek için, kendi nefsini ve
Tanrısını tanımalıdır.Bu yedi feleğin ve bu dört unsur
âleminin içindeki bu unsurların değişmesi ve dehrin ol
ması ve bozulması nedir? Bir sinekte hem bal ve. hem
zehirin, bir yerde hem hazine hem yılanın bulunması
nedir?"
- 266 -
mânaya vücut veren söyle bu türlü türlü eşyayı yarat
makta yaradamn maksadı nedir? Rûm güzellerinin yüzü
gibi parlayan salihlerin amellerinin yanında bu zenci
yüzlü cismin tozu nedir? Kendi sağını solunu bilmeden
ruhun sağı solu peşinde koşuyorsun. Ey beyhude iddi
alarda bulunan; bize karşı türlü türlü tavırlarla övünüp
duruyorsı . Bu övündüğün şeylerin bindebirini söyle
görelim. Eger sen geldiğin günden beri bu âlemi anla
mış isen öleceğin vakitte bu ağlamak sızlamak ne olu
yor. Biz süratle dönen feleğin kalesi içindeyiz. Bu ka
lenin ne olduğundan haberdar değiliz. Sen Evhadî'ye
cehennem ateşinden bahsetme. Bu biçarenin elinde
bulunan bu hakir yürek nedir? (Evhadî) vücudü orta
dan kalktıktan ve Tanrıdan başka birşey kalmadıktan
sonra artık bu didişmenin mânası nedir?"
Bu gazel de onundur:
- 267-
atı ile Balırâbâd'tan az bir zamanda Azerbeycan'a ge
tirdiler. Şenlikler ve ziyafetlerden sonra uğurlu bir sa
at seçtiler. Man İslâm gusKinü yapts. Adı geçen şeyhin
Iıırkasiyle şereflendi. Bir bülbül gibi tcvhid kelimesini
söylemeye başlayınca onun emirleri ve devlet adamları
da hep birden islamiyeti kabul ile şereflendiler.Buııu
kutlamak için saçılar saçtılar.Bütün memleketlere müjde
ler yazıldı ; fetihnameler gönderildi.Bu olay altıyüzdok-
sanbir yılasın Şabanında oldu. Bu tarihi binaketi'de al-
tıyüzdoksanüç olarak gösterilmiştir. Hakikati Allah
bilir.Emir Nevruz islâmın saadetine mazhariyetiyle be
raber şahadet derecesine de nail olmuştur. Ne mutlu
ona ki bu yüksek dereceye ulaştı.Emir Nevruz’un şaha
deti Herat’ta altıyüzdoksanaltı yılında Şevvalin yirmi-
iki olan salı gününde vaki oldu. Tanrı kabrini nur etsin.
- 268 -
incindi. Irakîuzuıı zaman v alvards,yakard ı :nih ayet yine
•Şeyhiîi gönlünü yaptî. Fakat Şeyh onun bu cüretini ce
zalandırmak için ona: "Senin Hind'e gitmekliğin, bir
müddet orada riyazet yapmaklığın lâzımdır. Gümüşün
temizlenmesi için zulmet ve karaltı içinde bulunması
şartür”dedi. Ve onu Şeyhlerin şeyhi salik—i muhakkik
abdal ve evtad dairesinin kutbu ve asillerin fahri Şeyh
Bahaüddin Zekeriya—i MultanTye havale etti. Bu Şeyh
Zekeriya, şeyhlerin şeyhi mezkûr Şihabü'd—din'in ha
lîfelerinden idi. Bunun üzerine Irakı Sind, Multan ve
Hind yolunu tuttu. Şeyh Bahaüddin Zekeriya'ya ulaş
tı. Bir müddet Multan'da bıı şeyhin yanında sülük ile
meşgul oldu. Bu seferinde tarif edilmeyecek kadar fü
tuhata mazhar oldu. Firkat ve hasret ateşleri içinde
pek tesirli şiirler söyledi. Hind'liler Irakî'ye pek ziyade
teveccüh gösterdiler. Şeyh Bahaüddin kızını Irakî'ye
verdi. Irakî'sıin lîind'de dört yıl zarfında ondört kere
erbain çıkardığını söyler. Şeyh Bahaüddin Zekeriya,
Irakî'yi daima kontrol altında bulundururdu. Irakî'nin
şiirlerinden pek ziyade hoşlamrdı. Büyük bir zevk du
yardı. Şeyh bir gece onun halvethanesinin kapısına gi
derek onu dinledi. Irakîvecd içinde şu şiiri okuyordu.
- 269 -
ne: "Artık zamanı gelmiştir. Haydi memleketine git.Bi-
zim selâm ve niyazımızı bizim hakikatler sığınağı ve
yakın ehlinin muktedası şeyhimiz Sihâbü'd—din'e ulaş
tır" diyerek Irakî'ye izin verdi. Bunun üzerine Irakî kal
kıp tekrar Irak'a geldi. Fakat kendisinin Irak'a vusulün
den evvel Şeyh Şihabü'd—din Tanrı'nm rahmetine ka
vuşmuştu. Şeyh Irakî bundan çok müteessir oldu.
Şeyhinin mezarım ziyaretten sonra Şam'a geldi. Bir
müddet orada sülük ile meşgul oldu. Yediyüzdokuz yı
lında sultan Muhammed Hudabende zamanında Di-
meşk'de vefat etti. Seksen iki yıl ömür sürmüştü. Meza
rı Cebel—i Salihiyye'de Şeyhlerin şeyhi, âriflerin muk-
tedâsı bütün mahlükatın ve ümmetlerin önderi,Muiıyid-
din b. Arabi'nin nesli Hatem—i Tâî'ye ulaşır. Kendisi
Endülüslüdür. Hulefâyi Râşid'in zamanında Endü
lüs'e gitmiş İdi. O diyarı eline geçirdi. Onun neslinden
gelen çocuktan orada kaldılar, işte Muhyi'd din'in ne
sebi bu kabileye mensuptur. Bu rubâî onundur.
Rubâî:
Benim kutbum, kalbim; benim kalıbım,Lübnan'ım;
benim sırrım, aşkım; benim meşrebim, irfanım; benim
harunum, benim ruhum; benim Kelîmim (Müsa), aklım;
benim Fir'avunum nefsim; benim heva hevesim. Hâmâ-
nımdır.”
Beyt:
"Şah Olcaytu b. Argun b. A baka Han b. Hülâgu Han
b. Tüluy b. Cengiz Han."
- 27 0 -
caytu Han ondan kaçtı. Birkaç yıl Kirman ve Hürmüz
taraflarında Harbendekân ile gezip dolaştı. Bu cihetten
ona (Harbende) denildi. Bazılan bunun böyle olmadı
ğını söylerler ve derlerdi bir çocuk çok güzel olursa
anası babası ona nazar değmemesi için çirkin bir ad ve
rirlerdi. İşte bu cihetten ona Harbende adını vermişler
dir. Harbende yediyüzüç yılında Gazan Hanın ölümün
den sonra saltanat tahtına oturmuştu. Çok hünerli ve
hüner sahiplerini seven bir padişah idi. Onun daima dü
şünen müfekkiresi memleketin hayrını düşünürdü.Aslen
Hemedanlı olan Hoca Reşidüddin'i kendisine vezir yap
mıştı. Bu faziletli bir vezir idi. Tebriz'deki Reşidiyye
imaretini o yapmıştır. Dünyada bundan daha büyük bir
imaret yoktur. Bu binanın üstüne: "Bu imareti yıkmak,
başka başka bir imaret yapmaktan daha müşküldür iba
resi yazılmıştır. Tarih—i Cami—i Reştdî bu zatındır.
Bundan başka daha hendese amelî hikmette birtakım
risaleleri vardır. Fazilet ve kerem sahibi bir vezir idi.
Tarihinin mukaddimesinde: "Bu tarih sabah namazı
nı kıldıktan ve bazı evrak okuduktan güneş doğuncaya
kadar geçen zamanlarda yazılmıştır. Çünkü başka za
manlarda memleketin işleriyle meşgul olmaktan başka
işle uğraşmak mümkün değil idi" diye yazmıştır. Mu
hammed Hudabende yediyüzondokuzda ölmüştür. Ba
zıları otuzaltı bazıları da otuzyedi yıl ömür sürdüğünü
söylerler. Günbeli Sultaniyye'de medfundur. Kale ve
Sultaniye şehri onun binalarmdandır. Tanrı burhanını
nurlu yapsın.
- 271 -
ki sahibi idi. Hâkimler ve vezirler onun yanlarından
ayrılmazlardı. İrfan, gönül ve güzel tabiat sahibi bir zat
idi. Rivayet ederler ki o bir gün Sahib—i divan Hâce
Harun b. Hoca Şemsüddin'i hanikâhına davet etmişti.
Bunun için dörtyüz çini sahan hazırlamıştı. İşte âlim
lerin,saîihlerin o zamanlarda malı ve mevkii bu derece
idi, Hâce bu gazeli o gün bedaheten söylemiştir.
Gazel:
"Evimiz bugün cennet gibidir çünkü ndvan burada
dır. Cam beslemek zamanıdır. Çünkü canan buradadır.
Dağın başında tuhaf bir saray görüyorum. Bu Tur Dağı
mıdır Musa Ümran buradadır. Sarhoş meze istediyse
bunun için pazara gitme. Taze badem ve ağzını açıp
gülen fıstık burada. Artık Mısır'dan Tebriz'e şeker gö
türmeyin. Onun tatlı dudaklariylestatlı konuşmalariyle
burası şekeristan olmuştur. Bu dilencinin karanlık ku
lübesi bir padişalun evi gibi oldu. Çünkü sultan buraya
gelmiştir ve buradadır. Artık muhtesib ve şahnelerden
ne korku var. Sehib--i divanın oğlu Hâce Hârun bura
dadır. Ey Humam bundan sonra dünyanın ters dönü
şünden gam yeme. Canının her arzu ettiği şey burada
dır."
- 272 -
Ebû'l—Feth'i Bustî'nin Matlaı: "Dünyada insanın zi-
yadeüği noksanıdır. Hayırdan başka şeylerdeki kazan
cı ayniyle zarar ve ziyandır" şeklinde olan kasidesini
nazın en faısçaya tercüme etmiş ve çok güzel, üstadane
bir tarzda söylemiştir. Azanın seğirtmesi hakkında
manzum bir eseri vardır. San'atlı söylenmiş şiirleri çok
tur. Sahib—i divan Hâce Şemsü'd—din'in oğlu Hâce
Balıaü'd—din Muhammed'in medid hakkında noktasız
söylemiş şu san'atlı kasîde onundur.
Kaside:
"Kerem işlerini bu âlemde mertçe kim yaptı? Mek-
reroetlerin temelini kim sağlamlaştırdı, kim düzeltti?0,
adalet âleminin direği, saltanat bileğinin bileziği, isla-
muı binasının temelidir. Melekler gibi yüce, utarid gibi
bilgili, güneş gibi atâ ve ihsan saJıibi, Simah mızraklı,
Arslan hamleli, Hilâl âlemlidir. Mahmedet sahiplerinin
sevinci, düşmanın ömrünün îıelâki, meliklerin başı, sal
tanatın kalbinin rahatı, hükmün aslıdır. Onun sözleri
herhalde helâl sihirdir. Onun ınuıadı îıer anda muhtaç
lara mal bağışlamaktır. Onun temiz kalbi daima kelâm
ve ilimle meşguldür. Onun keremlendirilmiş olan nefsi
ümmetin salâhına ait ilhamların geldiği yerdir. Onun sa
vaş âdetleri âlemin verdiği hükümleri reddeder. Onun
zehir gibi hamleleri düşmanın işlerini bozar.O ve onun
kalbinin himmeti adaletlerinin mimarıdır; hem o ve
hem nefesli memleket dertlerinin merhemidir."
Gazel:
"Sen onun akik gibi olan dudakları yanında Bedeîı-
şan lâl'ine kıymet verme. Onun gül gibi yanaklariyle
gelincik çiçeklerini bir tutma. Düzgün selvinin serkeş
çesine söylediği gözlerden bahsetme. Benim sevgilimin
boyunu gör. O sallanan selviye kıymet verme. Onun lâl
gibi dudakları ve mis saçan ayva tüyleri varken karan
- 273 -
lıkları ve hayat suyu çeşmesini anma. Bunlara ehemmi
yet verme. Eğer karanlık gecelerde sana onun vuslatı
müyesser olursa onun yüzünün yanında parlayan güneşi
arama onun gazellerine bak. Artık ebher'in işvelerine
değil onun ayvası tüylerine bak. Bostanm terutaze ye
şilliklerine bakma. Eğer o peri yüzlü hurinin vuslatı sa
na elverirse artık cennetinin adını da anma.Süleyman'ın
mülkünden dem vurma. Eğer gülistanı temaşa etmeye
meyledersen onun yüzüne bak; gülistanı dolaşmaktan
vazgeç. Ey "Bedri" bu viran menzil senin gönlünün is
tediği gibi değildir. Sen İsfehan'ı dünyamn bütün ülke
lerinden aşağı gör."
Rübâî:
"Ey hindu kölesi Felek olan Oğlum Muhammed! Se
nin bir kılın bütün zamane pazarının kıymetidir. Baba
nın sırtı, senin elif gibi olan boy bosunun hasretiyle,
kaşlann gibi iki büklüm olmuştur."
8.MUHAKKİKLERİN ÖNDERİ ŞEYH
İZZÜ'D—DİN PİR HASAN-IISFERAYINİ
(Tann, aziz ruhunu takdis etsin)
Gazel:
"Benim sevgilim şuh ve merhametsiz çıktı. Ne yapa-
yım?Onun düşüncesi benim sabır ve kararımı elden al
dı. Ne yapayım? Ah ve zar ettiğimden halk bana serze
nişlerde bulunur. Ben yüreği yanık zar ve biçare bir
âşıkım ne yapayım? Benim ay yüzlü sevgilim bir gün çı
kıp gelmedi.Ben geceleri sabahlara kadar yıldızlan say
mayıp da ne yapayım? Sevgilim benim gönlümü alıp gö
türdü ve hiç benim gönlümü hoş etmekle meşgul olma
dı. Ondan fariğ oldu ben gönülsüz ve yârsız kaldım, ne
yapayım? Sevgilimin gamı benim halimi alt—üst etti bu
na ne ilâç olur? Aşktan işim gücüm perişan oldu ne ya
payım? Sevgilim Tanrı gibi iki cihanda güzel yüzlüdür;
ben de Pûr Hasan'ım;onu sevmiyeyim de ne yapayım?"
- 275 -
olan dörtte birini seyahat etmiştir. Dörtyüz büyük
şeyhten irşat icazeti almıştır. Nihayet biat elini âlim
ârif Şeyh Ebu'l Cenab Necmü'd-din Kübrâ’ya uzattı.
Ebu'l Rıza Baba Reten—i Hindî'ye Hind'de mülâki ol
du. Baba Reten, peygamberin kendisine yerdiği tarak
lardan bir tarağı ona verdi ve canını hakka teslim etti.
Baba Reten'iıı peygamberle görüştüğünü söylerler, Ba
zıları onun Isa Aleyhisselâmın havariyunundan olduğu
nu söylerler. Bunun ömrünün bindörtyüzyıl olduğunu
rivayet ederler. Şeyh Raziyyü'd—din Ali Lala'mn ölü
mü altıyüzkırkikide vaki olmuştur. Yetmişaltı bazıları
da yetmişdokuz yıl yaşamış olduğunu zikrederler.
Şeyhlerin şeyhi Sa'dü'd—din Hamevî onun vefatından
sonra sekiz yıl yaşamıştır. Azizlerden biri Şeyh Sa’dü'
d—din'in vefatına şu tarihi söylemiştir.
Tarih:
"Millet ve islâmın nuru ve takvanın mumu olan ci
hanın şeyhi Sadeddiıı Hamevî altıyüzelli de Cuma gü
nü kurban bayramında ikindi namazı vaktinde Bahrâ-
bâd'da vefat etmiştir."
9.SEYYİDLERİN KENDİSİYLE
ÖVÜNDÜĞÜ EMİR SEYYİD HÜSEYNÎ
(Tanrı onun aziz ruhunu takdis etsin)
- 276 -
lerden birçoğuyla görüştü. Hikâye ederler ki Ârif Şeyh
Fahreddin Irakî. Şeyh Evhadî ve Seyyid Hüseyni Şeyh
Şahabüddin Suhreverdfniıı müritleri idiler. Bir zaman
geldi ki her üçü Kirman'da Şeyh Evhadüddiıı'in Kanga
lımda halvete girdiler. Çıkardıkları çileler esnasında
eserler telif ettiler. MeleKÛt âleminden şeyhlerine hedi
yeler getirdiler. Şeyh İrakî Leme'ât'ı, Şeyh Evhadî
çok meşhur olan terciî, Seyyid Hüseynî de Zâdii'l—mü-
safirın gibi hediyeleri getirip takdim ettiler. Şeyhleri
bu üç eseri mütalâa ettikten sonra:''Tanrı bu yakın der
yasının üç incisini afetten korusun.Bunlar hakikatler
madeninden çok acaip üç cevher çıkardılar. Bu üç
cevher, yakın yollarının yolcularıdır. Zâdü’l—müsafırm'
i vücude getiren de irfan menzillerinden seyyahıdır "bu
yurdu.Zâdü'l—müsafirın hakkında kısaca malumat veril
diği için ondan bir parçayı buraya dercetıııek lâzım
geldi:
Zâdü'l—müsafirînden:
"Bak bu tuhaf bir hikâyedir. Bir gün İskender, ordu-
siyle azamet ve haşmet ile gidiyordu. Birdenbire yolları
bir viraneye uğradı. Oradaki çukurların içinden bir ih
tiyar adam çıktı.Hem de güneş gibi nurlar içinde bu ih
tiyar uzaktan İskender'in gözüne göründü. İskender:
"Bu kimdir neyin nesidir? Bu çukurun bir köşesine çe
kilmiş olan bu ihtiyar beyhude burada oturmuyor" di
yerek o mezar gibi çukura doğru atını sürdü. İhtiyar
hiç tavrını değiştirmedi. Onun gözünü kalduıp yüzüne
bakmamasından İskender kızdı ve ona: "Ey bu yolun
gülyabanisi! Neden burada böyle lâkayt bir halde otu-
ryorsun? Neden kalkıp bana hürmette bulunmadın? Be
nim adımın İskender olduğunu bilmiyor musun? Ben
bugün muzaffer talihimle bu âlemin herşeyiyim. De
niz gönüllü, güneş gibi parlak fikirliyim. Feleğin başı
benim ayağınım altındadır” dedi. İhtiyar birden bağır
- 277 -
dı: Bunların hepsinin bir arpa kadar kıymeti yoktur.
Sen bu âlemin hiçbir şeyi değilsin.Beşeriyet tarlasın
dan bir tanesinin bu feleğin sayısız devirlerinin herbir
deminde senin gibi yüzbinlerce adam dünyaya geliyor.
Ben burada ne gülyabaniyim ne dünyadan bihaber bir
gafilim. Ben senden yüz kere daha ziyade aklım başım-
dadır. Ben son günümden haberdarım. Onu burada bek
lemekteyim. Asıl gafil sensin kibu iki günlük ömrüne mağ-
rursun.Sen kendini nasıl benimle beraber tutuyorsun?
Senbenimkolumunkolusun.Benimikikolum vardır .Bun
ların biri hırs,birisi şehvettir ki sen bu benim iki kolu
mun kolusun. İskender bu sözden ağlamaya başladı.
Başındaki padişahlık tacmı yere attı. Utandığından ba
ğırdı. Başını ihtiyarın ayağına koydu. Bu ihtiyar ona
öyle doğru bir yol gösterdi ki İskender'in hiçbir zaman
hatırından çıkmadı."
-2 7 8 -
az bir para ile fena bir isim satın aldı diye yazdı. Mu
aviye'nin oğlu Abdullah, Abdülmelik'in oğlu Velid
zamamnda Eş'as'ın oğlu Abdurrahman ile birleşerek
isyan etti ve nihayet Ebu Müslim zamamnda Nasır—ı
Seyyar'ın kendisi ile Serahs sınırlarında muharebeye tu
tuştuğu zamanda Kirman yolundan Herat'a geldi ve
Nasır—ı Seyyar'm adamları ile yaptığı muharebede şe
hit oldu. Tann rahmet etsin. Seyyid Hüseyin'in gençlik
zamamnda yazdığı manzum ve mensur eserlerin sayısı
30'dur. Kenzu'r—Rümuz, Nüzhetü'l—Ervâh Zâdü'l—
müsafîrin, Sırat—ı müstakim ve Tarabü'l—Mecalis'i ih
tiyarlık zamanında yazmıştır. Seyyid'in hakikatleri
marifetleri ihtiva eden Anka—i Muğrip adında bir eseri
olduğunu işittim. Seyyid'i Harat ahalisinin bir kavgada
şehit ettiklerine dair meşhur olan rivayeti hiçbir tarih
te hiçbir kitapta görmedim, okumadım. Bu herhalde
aslı esası olmayan bir avam sözüdür.
10.İBN—1NASUH-I FÂRİSÎ
(Tanrı mezarım nurlandırsın)
Rubâî:
"Ya Rabbi sen beni fakr—ü zaruretle arkadaş yaptın;
yârsiz ve eşsiz bıraktm.Bu senin kapma yakın olanların
mertebesidir. Sen hangi hizmetime karşılık bana bu
devleti verdin."
- 279 -
11. SÖZ MELİKİ İBN-İ HÜSAM-I HİREVÎ
(Tanrı rahmet etsin)
Kıt'a:
"Bizim zamanımız Şemsiiddin—i Kert ile nıırlandı.
Onun gemisi murad denizinde yüzdü. Şurası tuhaf ki
onun hükümetinin başlangıcı halkın "Huliide müikü-
lıû" sözüne pek uygundur."
- 280 -
dan beri her kuyu dibinde kaybolmuş Yusuflar çoğal
dı. Senin endamının esvap içinde olması lâyık değildir.
Meğer ki bu esvabı kemale ermiş lâleden yapa ve külâ-
¡11 da goncadan. Şenim şairime ve senin güzelliğine bey-
yine isterlerse, o ibni Hüsam'dır demek yeter. Yedi
beyzâ ve asa gibi mucizelerine şahit istemez."
Şu gazel onundur:
"Sevgilinin bana bu itabı acaba nedendir? Bu güzel
lerin alıdü peymam bir rüzgâr gibi gelip geçicidir. Onun
bu gönül alıcılığı,bu işvebazlığı sebepsiz değildir. Aca
ba onun bu serkeşliği ve şuhluğu nedendir? Bu zaman
da bu güzellikte bir yüz,bu zarafette bir boy-bos kime
nasip olmuştur. Sevgilinin sevgisiyle hasta olanların
hastalığının devası yoktur. Onun devası onun bir an yü
zünü görmektir. Ey can, gönlünü kaptıranlara lûtufkâ-
rane muamele etmek ayıp değildir. Âşıklara merhamet
- 281 -
etmek galiba Allah rızası içindir. Her akşam onun saç
larının kokulan burnuma geliyor. Sanki o seba rüzgârı
nın hemdem ve hemrâzıdır. Sen Fahr—i Benâketîyi ni
çin ucuza satıyorsun?"
Beyt:
"Padişahlar bu gelip geçici dünyada nöbetle hükü
met sürerler. Şimdi ey Melik, şimdi sıra şenindir. Ada
let icra et."
- 282 -
ve figan ile: Ey bu feleğin sahipleri "Çarhu'l—i'tibar
el—i'tibar" diye bir nida geldi."
- 283 -
burhanım nurlândırsm).
- 284 -
"Ey delikanlı aman sakın benim canıma kıyma. Neden
bu kadar kızıyor burnunu havaya kaldırıyorsun? Benim
diniden senin kuvvetin artmaz. Bırak benim kanımı
dökme. Sana iiç nasihat edeyim. Ondan sonra ne yapar
san yap" dedi. Sonra şöylece bu nasihatleri söylemeye
başladı. Birinci nasihat: kim sana olmayacak birşey
söylerse sakın inanma. İkinci nasihat: Bir mal elinden
çıkarsa onun için gam yeme. Üçüncü nasihat: Bulama
yacağın birşeyin peşinden koşma ve onun için yüz su
yu dökme. Zahmet ve zaruret çekmekten korkuyor
sun. Bu üç nasihatimi dinle. Bu sana üç hâzineden daha
kıymetlidir” dedi. Bu dünya görmüş adam lütuf ve ke
remde bulundu. Kendi hayrı için kuşu âzad etti. Bu
akıllı kuş çiftçinin elinden, yaydan ok çıkar gibi fırla
yıp gitti. Bir ağacın dalma konarak ötmeye ve çiftçinin
derdini yeniden tazelemeye başladı. Ve ona: "Sen bili
yor musun ne yaptın. Kiminle iş gördüğünü anladın
mı? Benim karnımda kaz yumurtası kadar koca bir ülke
değerinde bir cevher var. Sen çok talihsiz adammışsın.
Eğer talihin olaydı sen onu alırdın ve bütün ömründe
fakru zaruret yüzü görmezdin" dedi. Çiftçi bunu işitin
ce kuşu âzadettiğinden pişman oldu. Bütün sevinci
gam ve kedere döndü. Bunun üzerine bir takım hileler
kurarak servete konmak sevdasına düştü. Kuşa hitaben:
Bırak bu sözleri senin arkadaşlığın bana böyle binlerce
cevherden daha kıymetlidir. Gel benim canımın yâri,
gönlümün âramı ol. Vuslatınla benim ömrümün günleri
ni aydın et. Ben seni yüreğim ve gözümden daha kıy
metli tutarım. Sen benim canıma dahi kasdetsen yine
seni incitmem" dedi. Kuş güldü, kendine çeki düzen ve-
rek: "Hay hilekâr abdal hay! Sen bende böyle bir cev
her olmadığını bilmediğin halde benim canıma kıyıyor
dun. Kanımı helâl görüyordun. Şimdi bende böyle bir
cevher olduğunu bildikten sonra ben senin eline geçer
sem bana neler yapmazsın? Ey kinci herif, ben seninle
- 285 -
eline geçiremeyeceğin şeyi araman için şart koşmamış
mıydım? Niçin tekrar benimle beraber olmak istiyor
sun? Benim nasihatlerimi ne çabuk unuttun? Ufak ser-
çeciğin karnında elbette kaz yumurtası kadar bir cev
her bulunmaz bir serçe kuşu, kaz yumurtasından bü
yük değildir. Nasıl olur da onun karnında bir kaz yu
murtası bir cevher bulunur? Bu senin inandığın şey
muhal değildir de nedir? Yoksa sende akıl denilen şey
yok mu? Bende böyle bir cevher var olduğunu farz et
sen de madem ki elinden gitmiştir, bunun için ne gam
yiyorsun? Ey Celâl sen bu çiftçi gibi olma, mal mülk
için gam yeme."
- 286 -
çiçekleri var ki senin feleğin hazinedarı dağın etekleri
nin etrafına saklat kumaşı sermiş gibidir. Hatip kürsüye
çıkmış utanmadan hezeyanlar savuruyor. İyi olsa Ley
lâ'yı görmekle iyi olur. Yoksa bir mecnunun gönlünü
yüzlerce bukrat bir yere gelseler iyi edemezler. Halkın
aşağı tabakasında bulunanlar, başıma nafıatlann muha
rebede düşmana petrol şişeleri atar gibi malâmetler
yağdırıyorlar. Fakat ne çare ki terzi gibi olan zamane
Nizârî'nin vücuduna esvabı dikip giydirmiştir. Sabahle
yin (Namaz vakti geldi) nidası yükseldi. Ey saki kalk
şaraptan hakkını al. Eğer bir helâl zâde üzümün kanı
haram ise o halde haramzâdeye,su,ekmek de haramdır.
Ben şarabın medhi hakkında çok şiirler söyledim. Bu
nunla beraber, ben de onun hakkını lâyıkıyle vereme
dim. Köylü üzümü terbiye edip şarap yapmakta çok ça
lışmıştır. Onun ömrü daim olsun. Şarap eksik olmasın.
Saba rüzgârı bana cündhane tarafından haber getiriyor
yanından. Bu hafif hafif esen rüzgâr acaba cennetten
mi geliyor? Borç ederek şarap almak bana hoş geliyor.
Dünyada borçlanmaktan benim gibi hoşlanan kim var
dır? Ey Nizârî Tanrının inayetine tamah etmekten büs
bütün vazgeçme!"
- 287 -
Hikâye ederler ki Sultan—ı A'zam Ebu'l—kasım Ba-
bür Bahadır (Tanrı rahmet etsin) şeyhlerin şeyhi Fazıl
Sadrü'd—din Muhammed el RevâsTden sordu: "Büyük
lerin söyledikleri tevhidi mutazammın yüce sözleri
hakkında ne dersiniz?" dedi. O da cevaben: "Eğer
Muhyi'd—din—i Arabî, Celâlü'd dini Rûmî, Şeyh Feri-
dü'd—din Attar, Irakî, Evhadî ve Hüseym gibi büyük
adamlar söylemişler ise ayn—ı kan ve asl-ı irfandır .Fa
kat eğer Nizârî-i Kuhistariî ve Pir Tac-ı Tulemî ve
bunun gibiler söylemişler ise delâlettir, bid'attır ve
Ebu'l—Fuzulîliktik buna mükemmel bir lâfız hırsızlığı
derler. Bunlar muvahhidierin mukallididirler."
Nizârı'nin bu kelime ile tahailus etmesi kendisinin
pek ziyade zayıf olduğundan ileri gelmiştir. Bazıları da
Nizârı'nin İsmailiyye halifelerinden olduğunu ve o da
Kendisini bu adama nispet ettiğini söylerler. Bu ikinci
vecih akla daha yakmdır.Kendisinin sözleri de bu mez
hebe mensup olduğunu şahadet eder doğrusunu Allah
bilir doğrıısunu-Allah bilir İsmailiyye halifesi Imamü'l—
Hümâm'ı Cafer—i Sadık’m oğlu İsmail'e nisbet ederler
ve İmam Cafer—i Sadık'tan sonra İsmail'i İmam tanır
lar. Diğer imamları, inkâr ederler. Bunlardan ilk halife
Mehdi'dir. Mehdî 319 senesinde Mağrip'de zuhur etti
ve orasını zaptetti ve Mehdiye'yi kurdu. Onun evlâdı
nın evlâdı, senelerce Mısır'da halife oldular. Abbasî ha
lifelerinden El Muktedir Billâh zamanında Darü's—Se-
lâm -ı Bağdad'da İsmailiyye halifeleri adına hutbe oku
dular. Abbasî halifeleri Mehdî'nin nesebinin İsmail'e
ulaşmadığı hakkında zamanın imamlarının yazıları ile
bir mahzar yaptılar. Bunda Mehdf Küfeli bir ekmekçi
nin çocuğudur. Onun İmam—i Cafer'le hiçbir münase
beti yoktur. Bu nisbet büyük bir yalan ve iftiradır. Gazi
Ebü'l Abbas—ı Şüreyhî, Şeyhu's Sünne Ebûl—Haşan el
Bâlıilî, İbn—i Fûrek, Ebû Avâne el—İsfeyrayim, Kadı
Ebu'l—Mahasin el—Rfıyânî gibi o zamanın büyük âlim
- 288 -
leri bu tertib olunan mahzarı imzaladılar. Bu mahzar
Halife Musta’sim billâh zamanına kadar halifelerin hâ
zinelerinde saklanıyor. Hülâgü Han zamamnda Hâce
Nasırü’d—din—i Tûsı bunu aldı. Mısır’a tsmailiyye hali
felerine gönderdi.
15.ZARİFLERİN KENDİSİYLE
ÖGÜNDÜĞÜ SİRACÜ'D—DİN—1 KAMERİ
Beyt:
"Rakip benim iki gözümü yumruk darbesiyle mo
rarttı. Benim gözlerim akan iki Dicle idi. Şimdi Nil
- 289-
oldu (mavi oldu).”
Rubaî:
"Ey akan su! selvi senin yetiştirmendir. Ey salınan
selvi! Çemen senin seraperdendir. Ey gönce! Bağın geli
ni senin perdene bürünmüştür. Ey sabah rüzgârı! Bunla
rın hepsi şenindir."
Rubaî:
"Ey sabah bulutu, diken senin yetiştirmendir. Ey di
ken goncenin yüreğini kan eden sensin. Gül sarhoş, ner-
kis mahmur. Ey sabah rüzgârı, bunların hepsi senin ese
rindir."
16.FAZILLARIN HALEFİ
RÜKNÜ'D-DİN SÂYİN
-2 9 0 -
şey öğrendi mi?" diye sordu. Rüknü'd—din: "Hanın
kendisine bir öğretmek ona birşey öğretmekten daha
güç, ölü bu diriden iyidir" dedi. Han da çadırın arka
sında idi. Rüknü'd—din'in bu sözlerini işitti. Derhal el
leri ayakları bağlanıp hapse atılmasını emretti. Rük
nü'd—din uzun müddet hapiste kaldı. Bu halde iken şu
rubaiyi yazıp Hana gönderdi:
Rubâî:
"Padişahın yanında sözü geçen bir adam iken özen-
gisinin altından yapılmasını emretmek istedim. Demir
bunu işitince kızdı ayaklarıma bu halkaları vurdu."
- 291 -
tur ki Serbedarlar ahdu peymanlarım yenilemek ve
ubudiyet arzetmek için her yıl Beyhak'tan Esterâbâd'a
Ham ziyarete giderlerdi. Hüküm sürme sırası Hâce Yah
ya Kerrâbfye gelince o da bunu idame ile hanı ziyarete
gitti. Düveyn—i Esterâbâd'a Hanın ordugâhına ulaştı.
Üçüncü gün han, Yahya için şahâne bir ziyafet tertip
etti. Onun mülâzîmleri ve emirleri için bir sofra kurdu
lar. Han kendi yerinde saltanat tahtına oturdu. Serhenk
Hafız Şîgânî de Hâce Yahya'nın yanında idi. Ve bin ki
şiye yakın bir cemaat da uzakta oturuyorlardı. Emir
Yahya Hafız'a: "Bugün bu Moğol'u öldürmek müm
kündür" dedi. Hafız da "Bu benim de hatırımdan geçi
yor" dedi. Bunun üzerine Yahya Hafız'a: "Sen şimdi
Hamn yanma git. Herkes senin ona söyleyecek bir sö
zün olduğunu zannederler. Hiç çekinmeden Hana doğ
ru yürü bir vur.Ben de sana yardıma gelirim ve onun işini
bitiririm. Tabii bizim hizmetçiler de boş durmayacak
lar" dedi. Hafız kalktı Hana doğru gitti. Hacipler onu
men etmek istediler. Han: "Bırakın belki söyleyecek
bir sözü vardır" dedi. Hafız Hanın yanma gitti. Çizme
sinin içinden bir bıçak çıkardı. Hana vurdu. Hoca Yah
ya da koşarak tibrizini kafasına yerleştirdi. Hizmetkâr
lar da koştular birden hücum ettiler. Hanın etrafında
bulunanlar hep kaçtılar ve Yahya Hanı öldürdüler. To-
ğa Timur Hanın katlinden sonra saltanat Cengiz sülâ
lesinden bu tabakaya intikal etti. Serbedârlarm ve ca
nı kurbanı ve kürt meliklerinin eline geçti. Serbedârla
rm halleri ve tarihleri bundan sonra gelecektir. Toğa Ti
mur Hamn katli hakkında azizlerden biri şu tarihi söy
lemişti:
- 293 -
gam köşesinde hiç huzur ve rahatım yoktur. Bu kendi
ni beğenmiş dik kafalı nefsim için kendim gibi bir
mahlûkun karşısında ayak durmaya mecbur olurum.
Ayağımdan kan başıma çıkmadan kimsenin mürüvvet
suyuyla elim ıslanmıyor. Ben onu birtakım yalanlarla
methettiğim halde bu'hususta mazur görülürüm."
Emir Husrev—i'nin Sultan Alâü'd—din Mulıammed
ve onun çocukları hakkında birçok kasideleri ve eserle
ri vardır. Hakikat âleminin rüzgârları onun ümid bahçe
lerine estiği zamanda bu kıymetsiz dünya, onun him
met nazarında hiçe düştü. Birçok kere artık saraya mü-
lâzemetten istifa etmek istedi. Fakat Sultan Alaü'd—
din Muhammed bunu kabul etmedi. Nihayet kendi gibi
mahlûka mülâzemetten el çekti. Hak ehlinin hizmetiy
le meşgul oldu. İrade elini vâsılların muktedası ârif ve
zahit Şeyh Nizamü'l—Hak ve'd—din Sabiya'nın terbi-
yet eteğine vurdu. Yıllarca sülük ile meşgul oldu. Padi
şahların medhi hakkında söylenmiş şiirlerini divânın
dan sildi. Kalbini nurlandırdı. Hakikatleri keşfetmekte
yüksek mertebeye ulaştı. Şeyhlerin şeyhi çok defa
mübârek diliyle: "Ümit ederim ki Tanrı mahşer günün
de beni bu Türk oğlunun yüreğinin ateşine bağışlasın"
buyurmuştur. Hoca bu şeyhin uğrunda varını yoğunu
verdi ve Hamseyi bunun işaretiyle yazdı. İşte Hamse'
den bu iki beyit bu şeyh hakkında söylenmiştir.
- 294 -
tarikat silsilesi ŞeylıiTl—İslâm, âlemin mürşidi Şeyh
Mevdud bin Yusuf—ı Azerî'ye ulaşır. Tanrı cümlesine
rahmet etsin. Rivayet ederler ki Şeyh Sa'dî—i Şîrâzî
son zamanlarında Emir Husrev—i ile görüşmüştür; Onu
görmek için Fars'dan Hind'e gelmiştir. Emir Husrev—i'
nin Şeyh Sa'dî'ye tasavvur edilmeyecek kadar hürmet
ve itikadı vardır. Ve ona karşı ihlâs hususunda şöyle
buyuruyor:
Beyt:
"Sarhoş Husrev mâna kadehine biraz Şiraz'daki sar
hoşluk meyhanesinin şirasını döktü."
-295 -
bunu kabul etmezdi. Ve Şeyh Nizamt'ye itikat ederdi.
Bu iki gazıl şehzade bu hususta aralarında çok taassup
gösterdiler ve münâkaşalar yaptılar, iki hamseyi, beyit,
beyit karşılaştırdılar.Eğer bu iki şâir arasında gösterilen
taassup zamanımızda olsaydı, zamanımızın tenkitçile
rinin (Ömürleri ilelebed uzun olsun) o ateşli müfekkire
leri de bu üstünlüğü kabul ederlerdi. Elhasıl Emir Hu-
sev'in kendine nazik ve ateşli ve yürek yakıcı sözleri
insanların içini ateşle doldurur ve âşıklara sabır ve sü
kûnet bırakmaz. Tevhid lıakkmdaki bu beyit ona has
olan sözlerdendir.
Beyit:
"Tavuklar bir damla su içmezler ki başlarını göklere
doğru kaldırıp Tanrıya şükretmesinler."
Beyit:
"Onun miracından şüpheye düşen gönül aynasına,bir
teessüf âhı çekmek lâzımdır."
- 296 -
Vas'atü'l—hayat orta yaşlılık ve sülûkünün başında,
Gurretü'l—kemal ihtiyarlık ve kemal devrinde Bakiyye-
tü'n nahiyye ihtiyarlığın nihayete vardığı devirlerde
söylediği şiirlerdir. Biz bu dört kısmın her birinden bi
rer gazel seçtik.
Tuhfetü's sugr'dan:
"Gönül elden gitti. Kirmiklerimde kardan bir nişan
can gitti. Canın yerinde kaybolan cânan kaldı. O giden
sevgilinin peşinden göz yaşlarımı da bıraktım. O giden
gelmedi fakat göz yaşlarım olduğu gibi akmakta devam
etti. Onun açtığı yaranın, canımın içinde bıraktığı ni
şanın meydana çıkmaması için tırnaklarımla göğsümü
parçalıyorum.Dostlann öğütleri yarama merhem olma
dı. Yüreğimin içinde onlarm sözlerinin bıraktığı yara
lar kaldı. Ey göz kan olmuş gönlümün macerasını artık
sen söyle.Çünkü bende artık anlatacak dil kalmadı.Her-
kes bir müddet mest ve putperest olur. Fakat benim
ömrüm tamamiyle geçtiği halde gönlüm bu iki iptilâ-
dan kurtulamadı. Tövbe ile sarhoşluktan el yummak
istedim. Fakat selâh eli, büyük şarap ölçüsünün dibinde
kaldı. Gönül ve din her ikisi bana veda edip gittiler.Yal
nız niyaz başı onun kapısının eşiğinde kaldı. Dün gece
onun hayali, onun cefalarından özür diledi. Yarı çekil
miş âh okları yayda kaldı. Husrev onun atının tırnakla
rının iz bıraktığı her yerde hararetli âhlariyle ateşlere
yandı.”
Vas'atü'l—hayat'tan:
Emir Husrev bu gazeli Sultan Alâüddin çevkân oy
narken bilbedahe söylemiştir:
- 297 -
zim Yüsüfümüz seferden döndü. Kenan'a müjdeler götü
rün. Onun eteğine el uzatmak için herkesin kavli ve
kuvvetinin kârı değildir. Ey aşk yolunun münasebetsiz
lıeveskârları, siz kafalarınızı yakanızın içine sokup sak
layın. Ey o aşıklar arasında ayyarlıktan dem vurursa,
eğer onun gamından canınızı kurtarsamz bile faydası
yoktur. O canın matemini tutmak lâzımdır. Eğer onun
dudaklarından bugün bir öpüşü nasip olursa yarın cen
nette Rıdvan'ın minnetini çekmeye ne lüzun. var?
Benim gibi bir âcizin yüreği padişahın şahinine lâyık
değildir. Bu leş parçasını kapıcının köpeğinin önüne
atınız. Aşk çöllerinin kuşu mugeylân dikenlerini yer;
şekere vuslat müjdesini,sofranın sineklerine veriıı.Gön-
lü hasta olan Husrev,halini kanla iki yanağına yazdı.Bir
zavallının macerasını sultana arzediıı."
Gurretü'l—kemal'den:
"Şarap küpü boşaldı. Can ise şaraptan kanmadı. Ey
gönül eğer şarap yok ise kendi kanını iç. Mecnunun
zincirinin sesi âşıkların erganunudur. Bundan zevk al
mak akıllıların kârı değildir. Aşk bana düşman olarak
kâfidir. Ey felek sen bunun için zahmet çekme, nerede
cellât varsa orada kasaba ihtiyaç yoktur.Padişaha söyle
kan döksün. Polise söyle boyunları vursun. Bir can için
cânım terk etmek dostların mezhebinde yoktur. Ey
akıl, sakın, bizim için gam yeme. Çünkü bu yolda
gayeye ulaşmak için delilikten daha âlâ bir sebep
bulunamaz. Eğer yârin cemali olmazsa hayali ile de ka
naat ederiz. Dervişin evinde mehtaptan daha iyi mum
olamaz. Ey kâfir, ey insan avcısı,biraz âheste ol; biça
re bir ahunun Türklerin okuna tahammülü yoktur.
Onun çene çukurundan vazgeç. Yoksa susuzluktan
ölürsün. Eğer sen o kuyuyu kazarsan su yerine kan çı
kar. Sen Hüsrev'e uykuda yüzünü göstereceğini söyle
miş idin. Sen bu sözü senin aşkının yabancısı olanlara
- 298 -
söyle. Yoksa onun âşinâsı olanların gözüne uyku gir
mez."
Bakiyyetu'n—nakiyye'den:
"O ihtiyar ve gençler ki mal ve servet kaydederler,
onlar akıllı değildirler. Akılsız çocuklardır. İyi hayat
sürmemekten ve dünyanın zevk ve safasından nasip ala
mamaktan ağlayanlar, iyi bil onlar kendilerinin bu hal
lerine gülmektedirler. Ne mutlu o kimseler bu âlemden
güneş gibi pir ü pâk gelip geçtiler ve bu toprak yığını
olan âlemin üzerine bir gölge bıraktılar. Çıkacağı yolu
kapamak mümkün olmayan bir eve gönül bağlayanlar
ne kadar ahmaktır. Bu felek bağının tuhaf bahçıvanları
vardır. Herhangi bir fidanı dikseler, sonra onu söküp
atarlar. Samimi dostların arkadaşlıklarını ganimet bil.
Onlar bu dünyadan gittikten sonra tekrar gelip sana
ulaşmazlar. Bu bir varlık ki, onun hasılı hiç tir.Eğer dik
katle bakarsan bu insanların hiç ile kanaat ettiğini gö
rürsün. Sen bu varlık âlemine gelen misafirlerin yol azı
ğını hazırla. Çünkü onlar aziz misafirlerdir. Burada ika
metleri bir iki günden ibarettir. Eğer sen insan isen kö
peklere istihza ile bakma. Çünkü onlar efendilerine biz
den daha iyi kulluk ediyorlar. Sana hayırlı işten daha
iyi bir evlâd olamaz. Çünkü senden dünyaya gelen ev-
lâd değil, hepsi düşmandırlar. Ey Husrev eğer himmer
sahioi isen, dünyaya meyletme. Humânm leşe meylet
mesini makbul tutmazlar.
Kıt'a:
"Mezarlığa doğru gittim. Fenâya münkalib olan
dostların hasretiyle zarı zarı ağladım. Ben bunlar nere
ye gittiler dediğim zaman mezarlık da cevap olarak se
simin aksiyle onlar nereye gitti dedi."
Şu da zamanın ikbali aleyhinde söylemiştir'
- 301 -
in Hamsesinden başka Melik—i Dehli hakkında söyledi
ği Kıranü's sa'deyn Düvelranî—ı Hızır Ham, Noh—si-
pihr, Hazâinii'l—Fütûh, Menakıb'ı Hind, Tarih—i Dehli,
Kanun Istifa'ı vesaire gibi manzum ve mensur risaleleri
vardır.
Sultan Muhammed Tuğlukşah Hind diyarında büyük
mübârek, uğurlu ve devlet sahibi bir padişah idi. Dehli'
de çok güzel binalar yapmıştır. İman ve itilâsından Ha
vuz—ı Has'ı tamir ettirdi. Mücahid, gazi, âlimleri seven,
şâirleri gözeten bir padişah idi. Arap diyarına kadar
fethetti. Onun büyüklük ve lutuf ve kerem şöhretini
duyan Horasan şâirleri Hind'e akın ettiler. Onun evlâ
dının ve torunlarının medhi hakkında kasideler ve ki
taplar yazdılar. Onun adını yükseltmek için dini hatâ
lara düştüler. Yediyüzoniki yılında bu beşeriyetin alçak
aleminden kudsiyet semalarına yükseldi. Mevlânây—ı
Fazıl Muzaffer—i Hırevî (Tanrı rahmet etsin) Muham
med Tuğlukşah ve Şemsüddin Kertin vefatı hakkında
şu kıt'ayı söylemiştir:
-3 0 2 -
Emir Husrev gibi âhiret uğrunda bütün varını yoğunu
tarikat pirinin ayaklan altına atmıştır. Fakr yolunu tut
muştur. Rivayet ederler ki Haşan bir gün ekmekçi dük
kânının tezgâhında oturmuş idi. Şeyh Nizamüddin Ev
liya müridleriyle beraber oradan geçiyordu. Emir Hus
rev de beraber idi. Gözü Hasan'a ilişti. Onun güzel yüzü
mevzun hareketi ve kabiliyeti dikkat nazarını çekti.Ha-
san'dan: "Ekmeği nasıl satıyorsun?" diye sordu. Haşan:
"Ekmeği terazinin bir gözüne koyarım ve müşteriye de
diğer gözüne altm koymasını teklif ederim. Eğer altın
daha ağır gelirse müşteriye veririm" dedi. Husrev:
"Eğer müşteri müflis ise o zaman ne yaparsın?" diye
sordu. Haşan o zaman: "Dert ve niyaz karşılığında ve
ririm" dedi. Hasan'ın bu sözü Emir Husrev'in çok ho
şuna gitti.Hayrette kaldı. Bu hali Şeyhe arzetti. Haşan
da bu mürşide ulaşmak sevdasına düştü. Şeyhin han
âhına geldi. Artık ekmekçiliği ve dükkânı bıraktı.Tann
erlerinin nazarı boş değildir.
Beyt:
"Biz bir kimsenin aşka kabiliyeti olduğunu görünce
bir bir işaretle onun kalbini kaparız."
Gazel:
"Ey sâkî, şarap ver. Doğudan bir beyaz bulut belirdi.
Selvi bembeyaz oldu. Sadberk gülünün örtüsü ağardı.
Bana şarap vereceksen bir billur kadehte ver, çünkü
kırmızı şaraba beyaz kadeh yaraşır. Bulut,Yüsüf için
ağlayan Zeliha'nın gözü çığlar döküyor. Çiğler de
- 303 -
peygamber Yakub’un gözleri gibi ağlıyor. Garın örüm
ceğine bu perdenin faydası nedir diye sordum. O da:
Aziz bir misafir geldi. Onun için kapıyı beyaz yaptım"
dedi. İşte söğüt ağacı defter—i, âmali sol eline verilen
ler gibi titriyor. Yaseminin yapraklan da defteri sol eli
ne verilenler gibi beyazdır. Ey Haşan düşmanlann bize
karşı hiçbir zamanda tabiatleri doğru ve yürekleri sami
mi değildir. Evet bu karganın hiçbir zaman kanadı be
yaz olmaz. Fazıllar bu gazele çok nazireler söylemişler
dir. Fakat hiçbirinde bundaki hal yoktur. Ölüm yılı
makbul değildir."
19.FAZILLARIN MELİKİ,
HÂCÛY-I KİRMÂNÎ
(Tanrı rahmet etsin)
-3 0 4 -
rüknü Alâüddevle Simnanî ile (Tanrı ruhunu takdis et
sin tanıştı) ve ona mürid oldu. Sofiabad'da yıllarca sofi
oldu. Şeyhin şiirlerini topladı. Şu Rubaiyi Şeyh hak
kında söylemiştir:
Bu da onundur:
"Nazar sahiplerinin indinde Süleyman'ın mülk ve
saltanatı bile bir havadan ibarettir. Belki Süleyman o
kimsedir. Mülk ve saltanat şeylerden azattır. Dünya
nın su üzerinde kurulu olduğunu söylerler. Ey efendi
buna inanma. Eğer dikkatle bakarsan o belki hava üze
rinde kurulmuştur. Sen bu eski ribatın kapısının önün
de ünsiyet çadırını kurma. Çünkü bunun temeli tanıa-
miyle yersiz ve temelsizdir. Sen dehr denilen bu işve-
baz koca karıya gönül verme ki o birçok damatlara ni-
kâhlanmış bir yeni gelindir.Bu feleğin meyli ve muhab
beti her zaman birinin üzerine ışıklarını salar. Buna
karşı ne yapılabilir ki bu alçak böyle yaratılmıştır.Bağ-
-3 0 5 -
dad'ın topraklan halifelerin kaniyle ağlar. Yoksa bu
Bağdad'daki bu şeddülbahr değildir. Vaktiyle Şeddad
sarayını yaptırırken tuğla yerine altın külçelerini kul
lanmış idi. Şimdi ise padişahların saraylarında Şeddat'
ın kellesi tuğla olarak kullanılıyor. Dağların eteklerini
süsleyen lâleler lâle değil. Ferhat'ın ciğer kanıdır. Ey
Hâcuy bu dünyanın olan biten mahsulü gam ve keder
den başka birşey değildir. Bahtiyar bu dünyadan ta-
mamiyle azad olandır."
- 306 -
Simnan tarafına çekilip gitti. Hangâh Sekkâkiye—i
Siııınan'da bir müddet ahi Şerefüddin Simnani'nin ya
nında ibadetle meşgul oldu. Han ne kadar onun gönlü
nü yapmak istediyse de o fakr hırkasını dünya ehli esva-
biyle değişmedi. Sonra buradan kalkıp Bağdad'a gitti.
Şeyh—i Ârif Abdurrahman İsferayinî'ye mürid oldu.
Şeyhin ahvali, tarikat risalelerinde yazılmıştır. Şeyhin
tevazuu o derecede idi ki Nizamü'd—din—i Hirevî ken
disini tekfir etmişti. Ve ona: "Sen kâfirsin" diye yaz
mıştır. Şeyh Nizamü'd—din bu kâğıdı okudu ve acı acı
ağladı ve "Ey nefis ben sana yetmiş yıldan beri kâfirsin
diyorum sen buna inanmıyordun. Şimdi artık şüphen
kalmamıştır. Müslümanların imamı şark ve garbin müf-
tisi senin küfrüne hüküm veriyor. Artık buna boyun eğ
ve beni incitme" dedi ve şu rubaiyi yazdı:
- 307 -
zamanın padişahının mülâzemetinden çekilmezdim.
Süslü esvaplar içinde de Tanrıya tapan bir insan gibi ya
şardım. Ve padişahların yamnda mazlumların yardı
mında bulunur onların işlerini görürdüm. Süslü esvaplar
içinde bir abaya bürünen derviş gibi yaşamak mümkün
dür ve bu insanı riyadan daha uzak bulundurur ve aynı
ihlâs sayılır.
"Tarikat libası zühd ve takva ile yakışır.Sofilik yal
nız cübbe ve yeşil esvap giymekle olmaz."
Sultanların yanında mazlumların işlerini gören, biça
relere yardım eden haksızlığa maruz kalanları koruyan,
mülhidlerin bid'atlerini kaldıran nüfuz sahiplerinin
mevki ve makamı ne kadar mukaddestir. Hiç şüphe
yok Tanrı bu adamları daima âlî yapar. Dertli, biçare
dervişlerin işlerini gör. Çünkü senin de yardıma muh
taç olduğun işlerin olur."
- 308 -
BEŞİNCİ TABAKA
- 309 -
lip geçmişlerdir. Bu dünyada hiçbir kimsenin gönlünü
hoşnut etmek elinden gelmiyorsa, hiç olmazsa kimseyi
incitmeyecek şekilde yaşa. Ey İmad, Tanrıdan başka
dost edinmek doğru değildir. Ey yardım edici Tanrı,biz
ancak senden yardım dileriz."
Bu da onundur:
"Bizi ister hatırlasın ister hatırlamasın o yine bizim
efendimizdir. Nazar ehli yalnız bu şehirde zulme uğra
maz; gönlünü kaptırmış her âşık nereye gitse mazlum
olur. Sen bu dünyada vefalı dost arama. Ey gönül, hiç
sıkıntı çekrrte; çünkü vefa denilen şey zaten dünyada
yoktur. Âşıkların yanında akıllıların sözlerinden bah
setme. Bu hikâye onlarca anlaşılmayan bir mefhum
dur. Ey gönül, aşk yolunda uygunsuz insanlara bakma;
çünkü uygunsuz kimselerin yüzünü görmek pek uğurlu
değildir.Sevgilinin gamıyla şehid olanlara cehennem
ateşi dokunmaz. Çünkü onlar rahmete ermiştir. Her
kes onun ağzının varlığında şüphededirler. O bir nokta
dır, fakat mevhum bir nokta. Onun sırrı her ne kadar
nazar sahiplerine gizli kalmışsa da İmad'a açıkça belli
olmuştur."
- 310 -
Yezd valiliğini eline geçirdi. Muhammed Şahı öldürdü.
Ebrekuh ve Fars’ı da aldı; istiklâli ve nüfuzu o dereceyi
buldu ki, etraftaki melikler korkmaya başladılar.Yönel
diği her yere hâkim olurdu. Nihayet devletinin güneşi
batmaya yüz tuttu. Oğlu Şah Suca kendisine karşı çık
tı; yakalayıp gözlerine mü çekti. Hoca Hafız—ı Şirazî
(Tanrı ona rahmet ve gufranda bulunsun) bu hususta
şu kıt'ayı yazmıştır:
- 311 -
2.SÖZ SAHİPLERİNİN EN TATLI
SÖZLÜSÜ VE SON GELENLERİN KENDİSİ
İLE ÖĞÜNDÜĞÜ HÂCE
SELMAN—I SÂVECÎ
(Toprağı hoş olsun)
- 312-
dişah, o senin maharetine bağlıdır. Saâdet senin oku
nun peşinde koşar. Senin zamanında yaydan başka
kimseden inilti duyulmamıştır. Yayının inlemesi tabii
dir. Sahib kuran sultanın zamanında hiç kimse yaydan
başkasına zorluk ve şiddet göstermemiştir."
- 313 -
miştir:
-314-
gâhın eşiğini öpmeye koş. Onun devleti sayesinde sonu
hayırlı bir kişi ol.Sakm o kapının eşiğinden ayrılma.
Çünkü oradan ayrılan mahrumiyete düçar olur" diye
rek benim kulağıma bu sırrı söyleyince hemen kalkıp
azm bineğine bindim. Feleğin harem dairesinin ay yüz
lü dilberleri, yüzlerini batı örtüsünün içine soktular .Kat
ran renkli gece denize battı. Dağların tepelerinden
yalancı sabahın bayrakları göründü. Kafilelerin bulun
duğu yerden kulağıma atların kişnemeleri,develerin bö
ğürmeleri geldi. Ben de çöllere ve vadilere vurdum git
tim. Bazan tavşanlar, bazan tilkilerle haşır neşir oldum.
Bazan öyle dik ve yüksek yokuşları aştım ki at nalı gibi
olan ay, bineklerimizin el ve ayaklarına sürünüyordu.
Bazen öyle inişlere indim ki karunuıı batan hâzineleri
hayvanların özengisiyle beraber oluyordu. Nihayet önü
me heybetinden savaş arslanlarının pençeleri kuvvetten
kesilen bir yol çıktı. O yolun sahralarında gam ve kede
rin zehirli sam yelleri esiyor ve çeşmelerinde cehenne
min kaynar suları akıyordu. Tatlı suları yılan zehirleriy
le karışmıştı ; taşlan akrep iğneleri gibi idi. Yer esen
şiddetli fırtınalardan sallanıyor, gök yüz toz toprakla
örtülüyordu. Havası hararetin şiddetinden öyle kızgın
idi ki taşlar erimiş mum haline gelmişti. Kılıç, sahibi
nin elinde bir damla su gibi damlıyordu. Ben bu yolda
giderken daima velinimetin dergâhından acaba ne za
man "Buyurun" sedası gelecek diye düşünüyordum. O
velinimet yücelikler âlemi, vezirlik feleği, mekremetler
muhuti, hediyeler bulutudur. Onun fermanının satırla-
nmn hükmünden kıl ucu kadar sağa sola sapan adamın
kafası, kâtibin kaleminin ucu gibi kesilsin. Ey vezir,
san'atiyle ruh cevherini vücut kutusuna koyan Tanrı'
mn îıerşeye hâkim olanın tedbir ve takdirinin, herkese
rızık verenin türlü türlü nimetlerinin o yüceliği ile örüm
ceklerin kalesi içinde koruduğu Ahmed'e gösterdiği
hürmetin, her biri birer hidayet yıldızı olan Alımed'in
- 315 -
ashabının gösterdikleri yardımın hakkı için söylüyo
rum ki, başım senin kapından ayrıldığından beri, ye
nim, İliç göz yaşlarından kuru kalmadı. Senin medh'ü
senân beni teşvik etti; yoksa ben şiire çoktan tövbe et
miştim. Eğer seni medhedersem bir para veya aylık
ümidiyle etmem. Fakat senin devletinle mertebelerim
yükselir. Güzeller yay gibi kaşlarından belâ oklarını at
tıkça, Zühre yıldızı senin sarayının mutribi ve güneş de
iıâcibi olsun."
-316-
Şu kıt'a da onundur:
"Ey gönül sen ortası boş üç harften mürekkep tama'
dan hırs kucağım nasıl doldurabilirsin. Ey azizim, der
vişlik ve kanaat kapısını çal; çünkü hakirlik ve zelillik
tamadan,şeref ve izzet kanaatten doğmuştur.Eğer zen
ginliğin ayağı kayarsa, ehemmiyeti yoktur. Dervişliğin
ve kanaatin başı sağ olsun."
Bu şiir de onundur:
"Güzelliğinin şöhret dünyaya yayıldığından beri
halk seni aramak için her tarafa yayıldı. Kâküllerinin
sevdasını çekenler, etrafında halka halka toplandılar.
Saçların yüzünden perişan olanlar birbirine girdiler. Bu
kuru zühd ve riya sevdası senin varuıı yoğunu havaya
verdi. Ey mutrip, birşey çal! Ey saki, şarap getir. Biz
senin gönülleri açan dudaklarına gönül bağlamışız. Bir
gülüşle o dudakları aç da gönüller de açılsın. Ey güzelle
rin şeîısüvarı, ey hayat suyunun çeşmesi, bu susuz pi
yadeye merhamet etsen ne olur? Ey Selman, onun sat
ranç taşlan seni gafil bulup mat etti. Bak ki bu sâf yü
rekli yine sana ne oyunlar yaptı."
-317-
şöyle söylemiştir:
-3 1 8 -
olan benim beraber düşüp kalktığım dostlar! Benim ay
rıldığım bu âlemde hoşça kaim.”
3.FAZILLARIN MELİKİ
MUZEFFER-İ HİREVI
(Tanrı rahmet etsin)
- 319 -
meydanında cevelâıı edemez. Onun şâirîiği ancak Kir-
man'ın o ressam taslağının yardımiyle olmuştur" dedi.
Sâve vergi memuru olan biçare ile Selman—ı Sâverfyi
ve Kirman'm ressam taslağı ile de Hacâ'yu kastederdi.
Kendisinden başka şâir tanımazdı. Hikâye ederler ki,
Muzaffer ölürken kendi divanını suya attı ve "Muzaf
ferden sonra bu divanı kimse bilemeyecek ve belki de
anlamayacaktır" dedi. Mevlânâ Muzaffer,Hâf vilâyeti
ne tâbi Hazravaiı köyündendir. Bazı mecmualarda Mu
zaffer—i Hazravanî diye yazmışlardır. Melik Muizzü'd—
din Hüseyin Kert’in zamanında yaşamıştır.Ve Kert me
likleri halckında mükemmel kasideleri vardır. Bu, onlar
dan bir beyittir:
- 320-
den (Hoş koku) bir dal almış! Senin bir güneş olduğu
nu söyledim. Bu bir hakikat idi. Sen benim ay olduğu
mu söyledin işte bu imkânsızdır. Ay güneşten uzak
olursa (Olgun bir ay olur) halbuki ben senden uzaklaş
tığım vakit bir hilâl gibi inceliyorum. Ey benden uzak
sevgili, benim bir kıl gibi zayıfladığımdan haberin yok.
Senin hayalin uykuda benim yanıma geldi. Bende belki
vuslat müyesser olacağım zannettim. Fakat uyanıp da
seni göremeyince hayalinin beni hayalden ayırt edeme
diğini anladım. Senden ayrı kalınca bir günü bir yıl ka
dar süren bir aşığını yılda bir gün olsun hatırına getir
miyorsun. Elbet bir gün gelir ki ben de güzelliği ile bü
tün bir şehri nurlandıran o yüzü görmekle gönlümü ve
canımı nurlandırırım. Gönlüm de senin ayrılığının pen
çesinden kurtulur, vuslat bağında bir fidan yetiştir.Se-
nin yüzünle ve melik'in reyi ile fal açan kimsenin günü
kutlu olur. O melek mertebeli melik devletlerin ve di
nin muizzidir.Melekler arasında onun eşi yoktur. O, ka
leler fetheden öyle bir padişahtır ki, melekler felekte
her gün ona izzet ve devlet müjdeler verir. Muharebeler
de düşmanlardan canlar alır; eğlence meclislerinde bir
süvariye koca bir ülke verir; kendisinden birşey isteye
ne cihan bağışlar. Arşın sahibi olan Yüce Tanrıdan baş
ka ondan daha âlim ve daha adil bir melek yoktur. Zu
hal gazablı, güneş eserli, felek mertebeli, yağmur ordu
lu, bulut elli, deniz keremlidir. Ey padişah, senden
dünya güzellik, mülk azamet ve celâl almıştır. Ey padi
şah, tab’ım coştuğu, bana yar olduğu vakit, ondan taş
tan çıkan tatlı sular gibi metin sözler doğar. Gemenler-
de bağlarda şimal rüzgârlarının tesiri ve yıldızların ter
biyesiyle fidanlar bittikçe ve âlemde gece, gündüz, ay
yıllar devroldukça Tanrı her gece, her gündüz, her ay ve
her yıl sana yardımcı olsun."
- 321 -
ber pek lâubali idi. Dünya ve dünya adamlarına ehem
miyet vermez, üstüne başına hiç bakmazdı. Herkesin
arasında pek pis bir kıyafette gezer, kirli elbiseler giyer
di. Fazıllar onun bu halinin önüne geçmek isteyince
onlara hitaben: "Siz benim zahirime bakmayın manevi
güzelliğime bakın" derdi. Bir gün Melik Muizzüddin—i
Hüseyin Kert, medresede Mevlânâ Muzaffer'in odasına
geldi. Muzafferi toprak üzerinde oturmuş, önünde toz
toprak içinde birkaç eski kitap olduğu halde gördü.
Ona: "Sen bu hafta şiir caizesi olarak bin dinar aldm.
Niçin altına bir kilim almadın" diye hiddetle söylendi.
Mevlâna Muzaffer:Ey pâdişâh! şu sizin ayağınızın altın
dakini yakın zamanlarda yüz dinara aldım"diyerek eliy
le toz toprağı bir tarafa çekti. Bunun altmdan fevkalâ
de bir hah göründü. Melik bu pisliği görünce: "Artık
sen lâubaliliği, kayıtsızlığı son dereceye getirdin" dedi
ve medresenin ferraşını her gün Muzaffer'in odasını si
lip süpürmesi için emretti. Kert melikleri çok cesaretli
ve mürüvvetli insanlar idi. Onlar Türktür. Vaktiyle Sur
admda bir kimse Çin'den Gur dağlarına geldi. Alptekin
zamamnda ortaya çıktı. Kert melikleri, bu adam so
yundan geldiklerini söylerler. Bunlar Gur meliklerinden
sonradırlar. Sebüktekin hanedanından sonra saltanat
bunlara intikal etmiştir. Belh, Herat, Hindistan'ın bir
çok yerleri Gazilin ve Kâbil yıllarca bunların hakimiye
ti altında idi. Kert ailesi Herat, Gur ve bu diyann mül-
hakatmda bir müddet padişahlık ettiler. Bunların en
son meliki Gıyasüddin idi.Onun saltanatının sona erme
si Sahib-kıran-ı â'zâm hilâfet dairesinin kutbu Emir
Timur Gürkân'm eliyle olmuştur. Tarih—i Makamat sa
hibi diyor ki: Melik Muizzü'd—din Hüseyin—i Gurı Sul
tan Sencer ile Badgis'de bir muharebe yaptı. Yetmişbin
süvarisi vardı. Bununla beraber hezimete uğradı. Sultan
Sencer'in eline esir düştü. Sencer onu öldürmekten vaz
geçti ve "Bu mayası bozuk Gurlu esir edilmeye, eline
- 322 -
ayağına demir vurmaya lâyjk değildir. Bırakın nereye
isterse gitsin nerede olursa olsun" dedi.Nam ve şöhret
almak için onu öldürmedi ve hapse atmadı. O biçare
Sencer'in karagâbmda bir müddet hakaret ve zillet gö
rerek dolaştı. Nihayet kendisini ahmaklığa ve deliliğe
kaptırdı. Ordu ve pazarda levendlerle düşer kalkardı.
Aşçılar ona yemek verirlerdi. Bir gün Sencer'in atanla
rından olan Sahib—i divan ve Felekü'd—din Çeterî, me
liki ordu ve pazarda bu halde görünce acıdı. Atından
indi; gönlünü aldı ve "Bu ne hal?" dedi. O da bu beyiti
okudu:
-3 2 4 -
zamanında yaşamış idi. Melik bir gün bu şeyhi ziyarete
gelmişti. Mevlânâ ona: "Ey melik—zâde! Sen âlemler
Tanrısının kudret ve kuvveti önünde o kadar hakir bir
mahlûksun ki, tasavvur olunamaz. Bununla beraber
o seni kullarından bir zümrenin başına musallat etti.Ki
bir etme, adalet ve insafı kendine kılavuz yap.Mazlunı-
larm hakkını ver. Yoksa Tanrı bu mülkü senin elinden
alır, senden daha iyisine verir” dedi. Melik Mevlânâ'mn
huzurunda bundan sonra adalet yolunu tutacağına, zu
lüm ve bid'atten vazgeçeceğine karar verdi. Fakat son
ra yine eski haline dönerek zulüm ve tecavüzden el çek
medi. Bunun üzerine bir cemaat Mevlânâ'ya gelip onun
bu halinden şikâyet etti. Zulmünün haddi aştığını, yü
reğinde merhametin zerresi bile kalmadığım söyledi.
Mevlânâ da bu rubaiyi yazıp gönderdi.
-3 2 5 -
Kıt'a:
"Anadan doğma kör dahi olsa onun dünyayı nurlan-
dıran alnında büyüklük alâmetlerinin görür. O, haseb-
te büyük, nesepte emeline nail lmuş bir padişahtır.Sü-
leyman nerede? Gelsin de onun parmağına yüzüğü tak
sın.”
- 326 -
man'ı etrafında ilim ve irfan sahiplerinden bir topluluk
arasmda Bağdad kalesinin üzerinde oturmuş suyun akı
şını temaşa ederken gördü. Nâsır, Selman'a selâm ver
di. Selmân ona kim olduğunu sordu. Derviş Nâsır:"Ben
bir garibim ve şâirim" dedi. Bunun üzerine Hâce Sel
man, onu imtihan maksadiyle şu mısraı söyledi: "Dicle'
nin bu yıl sarhoşça bir akışı var". Nasır da cevaben
"Ayaklan zincirde dudakları köpük içinde belki divane
olmuştur" dedi. Hâce Selman onun tabiatındaki letafet
ve kudreti takdir etti, âferin dedi. Onu yanma aldı.Adı-
m sordu. Selman, zâten Nâsır’uı şöhretini işitmiş idi.
Bu suretle tanıştılar, bir müddet arkadaşlık ettiler. Nâ-
sır'ın Selman'a büyük bir itikad ve hürmeti vardır. Ken
disini Selman'm şagirdi sayar. Bu gazel onundur:
- 327-
kaldırdığın vakit sana cennet derim. İki dudağınla can
bağışlayan sözler söylemeye başladığın vakit sana ha
yat suyu derim. Sana vefada muhabbetin temeli, safâda
güzelliğin fihristi, keremde lütuf ve ihsan madeni mey
danın revnak ve güneşi ordunun süsü ve şehsüvar derim.
Mecliste şarap içtiğin vakit seni zamanın Çeşmidi ola
rak tanırım. Atına binip cevelan etmeye başladığın za
man Destan'm oğlu derim. Güzeller, güzelük hususunda
hep senin kulun olduğundan sana dilberlerin padişahı
ve güzellerin şahı derim. Dünyayı fetheden yüzünle âle
min mehdî'sisin. Mucizeler gösteren dudaklarınla sana
zamanın İsa'sısın derim. Her ne kadar Süleyman gibi
devlere, perilere hâkim isen de ben, sana nasıl Süley
man derim? Sen derece ve rütbe itibariyle yüz Süley
man'a bedelsin. Beni yanma çağır da sana âşıkları tal
tif eden bir dilber diyeyim. Benim tarafıma salınarak
gelde sana da salman bir selvi diyeyim. Nâsır'm şiirle
rini dinle ve sırlarım anla da, ben sana halk arasında
sözden anlayan bir pâdişâh diyeyim."
6.FAZILLARIN MELİKİ
FERYÛMEDLİ YEMİNÜ'D-DİN-İ
TUĞRAYI
(Tanrı ona rahmet etsin)
- 328 -
onu himaye ederdi. Emir Yemînüddin ile Ibn—i Yemîn
demekle meşhur olan oğlu Mahmud arasında müşaare-
ler olmuştur. Her ikisi de fazilet sahibi ve güzel şiir ya
zan birer şâir idi. Fazilet sahiplerinin bazıları Emir Ye-
münîddin'i daha üstün tutarlar. Fakat bu doğru değil
dir.Emir Yemînüddin bu rubaîyi yazıp Emir Malımud'a
göndermiştr:
Kıt’a:
"Ey büyük Tanrı: Yüreklerine senin ilim ve hikmeti
nin yol bulduğu kimselerin göğüslerinin âteşi, yakınlık
âleminde katettikleri merhalelere vehim kuşunun bile
kanat oynatamadığı yolcularının azıkları ve binekleri,
hiçbir mukaddes nefsin erişemeyeceği senin Kuds, sa
rayının seraperdesinin ârifleri, zincirlerinin sesleri aşk
ve zevk işareti olan senin zincirli divanelerinin istiğan-
ları, nefs'i nâtıkanm faziletlerinde hayran kaldığı, se
nin vuslatına henüz erişmiş olan gençlerin yüzü, suyu,
-329
nin vuslatına henüz erişmiş olan gençlerin yüzü, suyu,
hak ve batılların senden anlamadığı elsiz, ayaksız biça
relerin ah ve fiğanı köşeye çekilmiş münzevilerin şekil
ve şemâillerine bakmaktan gözlerini alamadıkları mâna
güzelleri, senden başka kimsenin yüzlerine bakmadığı
eski püskü giymiş pirlerin göz yaşları, kimsenin, katili
nin elini görmediği yüreksiz ve elsiz aşk şehitlerinin ka
nı delilleri din yüreklerine bir misal olan misalsiz Al'i
Abân ve kemale ermiş nefislerine senden başka kimse
nin yol bulamadığı temiz âlemine ulaşmışların yakınlı
ğı hakkı içün bu kadar nimetleriyle beraber bize cehen
nem olan bu unsur âleminden bizi kurtar. Onlara ulaş
tır, ey büyük Tanrı, sana beni onların arasına kat demi
yorum. Fakat bu vücut gemisi, hâdise dalgalariyle par
çalandığı vakit bizim can tahtasını onların denizlerinin
kenarına ulaştır."
- 330 -
7.FAZILLARIN EM IRİİBN -Î YEMİN
DİNLEMEKLE MEŞHUR EMİR MAHMUD
(Tanrı ona rahmet etsin)
O, Mahmud b. Yemînü'd—din elFeryûmedî'dir.
Beyit:
"Böyle babadan böyle evlât dünyaya gelir. Cevheri
böyle olanın arazı da böyle olur."
Kıt'a:
"Ey gönül biliyor musun ki bir gün feııâ rüzgârı bir
kahramanın muharebe meydanında toz kaldırdığı gibi,
birdenbire senin vücudunun tozunu havaya savuracak-
tır. Hızlan buludundan kahr zemherıri yağmaya başla
dığı vakit kimin taat hırkası varsa o soğuğun şiddetin
den canını kurtarır. Musibetten şikâyet etme. Çünkü
bu tıpkı kuzuyu kurt kaptığı zaman kürdün çırpınma
sına, bağırıp çağırmasına benzer, ihtiyar elinde iken
fırsatı fevt eden o nankör, mert, nâmerd olarak bu dün
yadan göçüp gitti. Ey saki, zamanın vefasızlığına bir
çare yoktur. Şarabı ver de şu derdi giderelim.Ey İbn—i
Yemin! Bu merhametsiz, şefkatsiz dehrin lâfmı etme.O
ne kadar çok emirlerin ve önderlerin kemiklerini hur
dahaş edip yemiştir.”
-331 -
Bu rubai de onundur:
"Eğer Tanrı'nm senin hakkında hayırlı bir iş yapma
sını ve bütün meleklerin yüzünü sana çevirmesini ister
sen onun rızası olmıyan işi yapma veyahut her yaptığı
na razı olur."
Rubâî:
"Sen İbni Yemîn'in yüreğinin kan olduğuna bakma.
Bu fâni cihandan nasıl ayrıldı ona bak. Mushaf elinde
yüzü yola çevrilmiş, gözü de dostunun yüzüne dikilmiş
bir halde ecel peyki ile gülerek bu dünyadan çıkıp git
ti.”
- 33 2 -
tarihi hakkında bilgi vermemiz gerekti. Serbedârlar, şe
ci, mert ve haşmet sahibi kimselerdir. Sultan Ebu Said
Hamn ölümünden sonra Horasan memleketlerinde elli
yıla yakın hükümet sürmüşlerdir. Onların ahvali müver
rihler tarafından kaydedilmediğinden bizim burada
mufassal malûmat vermemiz faydasız değildir. Serbe-
darlar kim rrdir? Bunlara niçin bu isim verilmiştir?Ara
larından kaç kişi hüküm sürmüştür? Bunu bilmek lâ
zımdır. Hüküm sürenlerin isimleri sırasiyle aşağıda ya
zılmıştır:
Abdurrezzak, bunun kardeşi Vecîhü'd—din Fazlul-
lah, Hâce Ali Şemsü'd—din, Yahya—Kerâbı, Zahir—i
Kerrabı, Haydar—i Kassab—Çeşmı, Haşan—ı Demeganı
Ali Müeyyed.
Serbedarlardan ilk hükümdarı Abdürrezzak'tır. Bu
Şah—ı Güveyn'in hizmetkârlarından Fazlullah Baştı'
nin oğludur. Baştın Sebzvar köylerinden bir köydür.
Hâce Fazlullah, haşmet sahibi büyük bir adamdı. Bey-
hak'da bunun gibi emlâk ve akar sahibi kimse yok idi.
Üç oğul vardı. En büyüğü Abdürrezzak ve ortancası
Vecihü'd—din Mes' ıd ve en küçüğü Şemsü'd—din idi.
Abdurrezzak cesur, mert, boylu boslu, güzel sözlü bir
adam idi. Sebzvar’ an Sultan Ebu Said Hanın sarayına
girmek için Azarbeycan'a gitti. Han, bunda aradığı,
şecaat ve mertlik eserlerini görünce terbiyesi altına al
dı ve ona yasavul yaptı. Bir müddet bu işle meşgul ol
du. Han bir gün onu mal tahsili için Kirman'a gön
derdi. Tahsil ettiği malların hepsini yiyip sarfetti.Son-
ra ne yapacağını şaşırdı. Babasından kalan malları sa
tıp bu suretle hükümete olan borcunu ödemek için
kaçtı, vatanına gitti: O arada Ebu Said Hanın ölüm ha
beri duyuldu. Bunun üzerine sevindi ve gizlice Baştın
Köyüne giderek akrabasını buldu. Duyduğu bu haberi
onlara söyledi. Akrabası, Hâce Alâü'd—din'in kız kar
deşi oğlunun Feryûmed'e geldiğim, birkaç günden beri
-333 -
zulüm ve tecavüzde bulunduğunu, kendilerinden, şarap
ve güzel istediğini söylediler,şikâyette bulundular.
Addu'r—rezzak: "Dünya alt-iist oldu. Artık böyle bir
zamanda bu köylü çocuğunun zulüm ve tecavüzünü ni
çin çekelim? Bu bize ayıptır" dedi. Ve aynı gecede
bunlar vezir Aiâüddin Muhammed'in kız kardeşi oğlu
üzerine yürüdüler ve yakalayıp öldürdüler. Sabahleyin
Baştîn köyü dışında bir dar ağacı kurdular; sarık ve
takkelerim asıp, ok ve taş attılar ve Serbedar adım al
dılar. Burada yediyüz kişi Abdurrazzak'a ahd ve bi'at
eyledi. Bu haber Hâce Alâü'd—din, Muhammed'e ula
şınca bunlara karşı Hâce Cemâlü'd—din Muhammed'i
bin kadar silâhlı süvari ile gönderdi. İki taraf Mugîse
köyünün dışında savaşa -tutuştu. Neticede Hâce Alâü'
d—din'in askerleri bozguna uğradı. Abdurrezzak Mes'
ud'a: "Şimdi hemen yürüyüp Alâü'd—din Muhammed'
in işini görmek lâzundır" dedi. Bunun üzerine derhal
bozgun askerin peşine düşerek Feryûmed'e kadar kova
ladılar. Hâce Alâü’d—din Muhammed bunu haber alın
ca kaçarak üçyüz savaş eriyle Esterâbâd'a gitti. Serbe-
darlar da bunun arkasına düşerek Kuiısar—ı Kebud—
Câme sınırlarında Dilâbâd köyünde yakalayıp şehid et
tiler. Bu vak'a yediyüzotuzyedide oldu. Sonra bunlar
Hâce Alâü'd—din'in mallarım, hâzinelerini yağmaladı
lar ve kalkıp Başltn'e döndüler. Derhal Sebzvar üzerine
yürüyerek şehri ellerine geçirdiler. O sıralarda uğurlu
talihlerinin eseri olarak ve güzel bir tesadüfle Emir Ab
dullah Mevlâî, Hâce Alâü'd—din'in kızını istemiş ve
Türşiz'den Feryûmed'e kırk deve kumaş, altın ve ibri
şim göndermişti. Bu kafile çöl yolunda Beyhak mülha
katından Duniye köyüne gelmişti. Bunu Abdurrazzak
işitince hemen kardeşi Mes'ud'u göndermiş ve kervan
daki malların hepsini eline geçirmişti. İşte Serbedarlar
bu suretle servet ve kuvvet peyda ettiler. Bundan başka
Sultan Ebusaid Hanın ve Hâce Alâüddin'in Radgân ot
- 334 -
lağında ve Sultan meydanuıda üçbin kadar atı vardı.
Abdü'r-rezzak bizzat gitti; bunları da alarak Sebzvar'a
getirdi, tkibin kadar piyade askerini süvari yaptı. Adına
hutbe okuttu.Bir vıl ve iki ay hüküm sürdü .Güvey n, ts-
ferayin, C'acürm, Biyar ve Hocend’i fethetti. Fakat ken
disi çok fasik, ahlâksız ve halkı incitici idi. Yediyüz-
otuzsekiz yılının Safer ayında kardeşi hoca Vecihü'd—
din Mes'ud'un eliyle öldürüldü. Öldürülmesinin sebebi
şu idi: Abdü'r—razzak hükümet sahibi olduktan sonra
Hâce Abdü'I—hak b. Hâce Alâü'd—din Hinduy'nin ka
rısına haber göndererek izdivacına talip oldu. Kadın
onun karısı olmaktan utanarak: "Ben kocamın ölümün
den sonra kimse ile evlenmemeye ahdettim'' diye cevap
gönderdi. Abdü'r—razzak bu sözü işitince tekrar birisini
göndererek bu iş gönül rızasiyle olmazsa cebren olacağı
nı bildirdi. Kadın rezil rüsvay olmaktan korkarak hazır
lık için emirin kendisine on gün kadar mühlet vermesini
rica etti. Ondan sonra her ne isterse yapmak elinde ol
duğunu bildirdi. Diğer taraftan bir hafta sonra gecele
yin Sebzvar kalesinden kaçarak o zaman Nişabur ve
Tus Padişahı olan Ergun Şah Can Kurbaııî'nin yanma
gitmek için Nişabur yolunu tuttu. Abdurrazzak karde
şi Hâce Mes'ud'u kadının arkasından göndererek hem
onu ve hem de akrabasını yoldan çevirmek istedi.Mes'
ud Senkli’d ribatmda kadma ulaştı. Kadın ağlayıp sız
layarak: Ey Hâce, sen kardeşinin fasîk facir bir adam
olduğunu biliyorsun, ben biçare bir kadınım. Tanrı rı
zası için benim rezil ve rüsvay olmama sebep olma" di
ye yalvardı. Hâce Mes'ud çok mütedeyyin ve Tanrıdan
korkan bir adam idi. Hatun'a: "Tanrı selâmet versin,
yoluna git. Benim se:ıinle işim yok" diyerek kadını bı
raktıktan sonra dönüp kardeşinin yanma geldi. Abdü'r-
rezzak "Kadım getirdin mi?" diye sorunca Mes'ud:
"Hayır,ona yetişemedim"dedi.Bunun üzerine Abdü'r-
rezzak kardeşine fena sözler söyledi; "Sen mert değil
- 335 -
sin" dedi. Mes'ud da: "Sana emîr ve müslüman demek
caiz değildir. Çünkü bütün işlerin fesad üzerine kurul
muştur" cevabım verdi. Abdü'r—rezzak kızarak karde
şine vurmak istedi. Mes'ud da kılıcını çekerek üzerine
yürüdü. Bunun üzerine Abdü'r—rezzak kendisini kule
nin penceresinden aşağı atınca boynu kırıldı. Mes'ud
da onun yerine hükümet tahtına oturdu. Horasan ahali
si ve büyükleri Mes'ud'un hareketini beğendiler. Bu
vak'a yediyüzotuzsekiz olmuştur.
- 336 -
lûb etti. Fakat Hâce Mes'ud bir adama, Şeyh Hasan'a
vurmasını emretti. Şeyh bu darbenin tesiriyle öldü.
Bundan sonra talih Melik Hüseyin'e yardım etmeye
başladı. Adamları toplandılar. Hâce Mes'ud'u hezimete
uğrattılar. Hâce Mes'ud mağlûp olarak Sebzvar'a geldi.
Bu hâdise 743 yılında oldu. Horasan memleketlerinin
birçoğu Hâce Mes'ud'un elinde bulunduğundan Firuz-
kuh ve Rüstemdar'a yürüdü ve bu bölgeyi eline geçirdi.
Yalnız buradan dönerken Rüstemdar meliki, Hâce Mes'
ud'u birtakım dar yerlerden, dağ ve ormanlardan geçir
di. Kendisine isyan ederek ansızın baskın yaptı; karala
ra bürünmüş olan askerleri etrafını alarak onu ve asker
lerinin birçoğunu burada öldürdüler. Bu vak'a yediyüz-
kırkbeş yılının Rebiü'levvel ayının sonunda oldu.Hâce
Mes'ud'un hükümet müddeti yedi yıl dört aydır .Memle
ketinin hududu Câm'dan Damgan'a ve Nabuşan'dan
Turşiz'e kadar uzamıştı.Serbedarlardan bundan sonra
hüküm sürenler onun nöker ve nâibleridir. Serbedarla-
rın sahib—i kiram bu Hâce Mes'ud'dur. Bundan sonra
kölesi Aka Muhammed Timur, iki yıl iki ay hükümet
sürdü; yediyüzkırkyedide Hâce Şemsüddin Ali ve diğer
serbedâr askeri tarafından öldürüldü. Ondan sonra yine
Hâce Mes'ud'un kölelerinden Gülvâ Isfendiyar hükü
metin başına geçti. Bir yıl bir ay hüküm sürdü. Aşağı ve
bayağı bir adam olduğundan, hükümet kendisinden bir
ziynet bulamadı, askerleri Hâce Şemsü'd—din'in teşvi
kiyle isyan ettiler. Yediyüzkırsekiz yılı Cemaziyelâhiri-
nin ondördünde kendisini öldürdüler. Bundan snra Mir
za dedikleri Hâce Mes'ud'un oğlu Hâce Lutfullah'ı sal
tanat tahtına geçirmek istediler. Hâce Şemsüddin bunu
uygun görmedi: "Bu çocuktur. Saltanat âdetlerini ve
usullerini bilmez" dedi. Hükümet idare edecek bir hale
gelinceye kadar amcası olan Hâce Şemsü'd—din Fazlul-
lah'ı naip olarak tayin ettiler. O, yedi ay kadar niyabe-
ten hüküm sürdükten sonra: "Ben bu işe lâyık değilim"
diyerek istifa etti. Çünkü avam kıyafetli bir adam idi.
Hâzineden 4 yük ibrişim aldı ve saltanat kavgalarından
güç belâ canını kurtardı ve memleketi Hâce Ali Şem-
sü'd—din'e bıraktı. Bu vak'a yediyüzkırkdokuz yılında
oldu.
- 338 -
nesinde günde beş mükemmel ceybe yapılırdı. Horasan
memleketlerinin ekserisinde beş yıldan biraz az müsta-
kilen hükümet sürdü. Çok küfürbaz ve dili bozuk bir
adam olduğundan memleketin ileri gelenleri kendisin
den nefret ederlerdi. Haydar—ı Kassab onu Sebzvâr ka
lesinde yediyüzellialtı yılında öldürdü. Ellialtı yıl yaşa
mıştır.
- 339-
idi. Bazen delirirdi. Ondan sonra Pehlivan Haydar—ı
Kassab ve Serbedarların ileri gelenleri Emîr Yahya'nın
kardeşi Emîr Zahîrü'd—din—i Kerrabı'yi hükümetin
başına getirdiler.
Rubaî:
"Kapısını bir takım cahillerle kapayıp bir köşeye
çekilen insanlar ne kadar rahattır. Bunlar kâğıdı yır
tıp kalemi kırmışlardır. Bir takım dedi—kodu yapan
kimselerin elinden ve dilinden kurtulmuşlardır."
- 340 -
Nesrullah Baştım buna karşı isyan etti. Bunun üzerine
beşbin askerle gelerek Esferâyîn kalesini bir ay muha
sara etti. Sonra, bir gün Serbedarların ileri gelenlerin
den ve Hâce Mes'ud zamanında parmakla gösterilen ku
mandam pehlivan Haşan—ı Demegani, Muhammed b.
Hentabadi ve Kutluk Boğa ile birleşti. Hepsi, Haydar'ı
ayak yolunda yaralayıp şehid ettiler. Şehrin kale kapısı
dışında kafasını kestiler.Bunun üzerine Pehlivan Nasrul'
lah—ı Baştînî'yi çağırdılar.Hâce Mes'ud'un oğlu Hâce
Lûtfullah da Esferâyîn kalesinde idi. Pehlivan Haşan—ı
Demegartî onun atabeki idiler. Bu Emir—zâde Lûtfu'l-
lah adına nakkare çaldırdılar. Pehlivan Haydar'ın kafa
sını Sebzvar'a gönderdiler. Bu olay yediyüzaltmışbir yı
lının Rebiülâhır ayında oldu.
-3 4 1 -
PEHLİVAN HAŞAN—I DEMEGÂNÎ
- 342 -
di adına nakkare çaldırdı ve Pehlivan Hasan'ın veziri
olan Hâce Yunus—ı Simnâm'yi astı Emirzâde Lûtfu'
llah’ın matemini tuttu ve bütün Serbedarlara: "Bu nan
kör kötü asıllı ve nesilli Dameganlı ile ne duruyorsu
nuz? Ona bağlılıktan utanmıyor musunuz? İşte hazine
burada, bunu aramızda paylaşalım. Eğer vaktinde yeti
şemezseniz geç kalırsınız. Eli boş dönersiniz. Fakat
Haşan Demeganî'nin kafasını da beraber getirin. Getir
mezseniz bu tarafa gelmeyin. Yoksa çoluk çocuğunu
zun hayatı tehlikededir" diye mektub gönderdi. Hâce
Ali Müeyyed’in mektubu Serbedarlara geldiği vakit
Pehlivan Haşan Şıkan’da idi. Onunla çarpışarak yaka
ladılar. Haşan artık işinin tamam olduğunu anladı.Ağ-
layıp sızlamaya başladı: "Beni diri olarak derviş Aziz'in
yanma götürün. Ona iyilik etmişim" diye yalvardıysa
da dinlemediler. Fahrüddin Galtariî'ye onu öldürmesi
için emir verdiler. O da tutup kafasını kesti Sebzvar'a
götürdüler. Bu yediyüzaltınışaltı yılında oldu. Pehlivan'
m hükümeti dört yıl dört aydır. Onun zamanında Tûs,
Serbedarların elinden çıktı.
- 343 -
nin eşyasını fakirlere, muhtaçlara yağma ettirirdi. Ge
celeri mahallelerde dul kadınlara para ve yemek dağı
tırdı. İlk yaptığı iş Derviş Aziz'i öldürtmek oldu. Şeyh
Hasan'ın dervişlerinin aleyhinde idi. Şeyh Haşan ve
Şeyh Halife'nin mezarmı pazarın ayak yolu yaptı. Ser-
bedar memleketlerin syısmı arttırdı. Turşiz Kuhistan,
Tebes ve Gileki'yi zaptedip bunlara kattı. Damegan'da
Serahas'a kadar uzanan topraklar onun idaresinde idi.
Emir Timur Gürkân ile birlik ve dostluk yapıp, Timur'a
çok muhabbet ve dostluk gösterdi. Emîr Velî ile arala
rında pek çok savaşlar yapıldı. Aralarındaki düşmanlık
haddi aştı. Emîr VelîSebzvâr'ı muhasara etti. Hâce Ali
Müeyyed yardım istemek için Tatu adındaki adammı
Semerkand'a Emir Timur'un yanına gönderdi. Dört ay
sonra Emir Timur Horasan'a ordu ile geldi. Hâce Ali
Müeyyed, Serahs'a kadar emîri karşılamaya çıktı.Emî-
rin iltifatlarına mazhar oldu. Onun bu karşılamasiyle
sadakati sabit oldu. Timur, Horasan memleketlerini
kendisine bıraktı. O, bundan sonra Timur'un maiyyeti-
ne girdi. Hâce Ali Müeyyed'in ahvali uzundur. Hepsini
bu tezkirede zikretmek mümkün değildir.
Hikâye ederler ki Emir Timur, Ah Müyyed'e çok il
tifat ederdi. Ve hiçbir zaman onun sohbetinden mah
rum olmak istemezdi. Çok defa mübârek diliyle: "Ben
ömrümde Ali Müeyyed gibi metanetli ve doğru hiçbir
adam görmedim” buyurmuştu. Emir, Horasan saltana
tını ona vermek istedi fakat bir türlü bunu kabul etme
di. Daima: "Ben ömrümün sonuna kadar sizin ayakları
nızın dibinde ömrümü geçirmek isterim" derdi.Kız kar
deşlerinin çocukları ve akrabasiyle yediyıl Emir Timur'
a mülâzım ve müsahiplik etti. Hâce Ali Nesa'darı Tun
ve Kayin'e; Câm sınırlarından Damegân'a kadar uzanan
topraklarda onsekiz yıl hüküm sürmüştür. Öldüğü vakit
yetmişüç yaşında idi. Emir Timur'un musahibi iken ye-
diyüz seksensekiz yılında Huzistan mülhakatından Hu-
- 344 -
veyze vilâyetinde şehadet mertebesine erdi. Cesedini
Sebzvâr'a götürdüler. Şeyh Hasan'm dervişlerinin bir-
şey yapmalarından korktukları için gizlice toprağa
gömdüler. Bazılan İmam—zâde Husrevcürd künbedi
altında, bazıları da Sebzvâr çarşısında İmam Haşan—ı
Mahruy'un ayak ucunda gömülü olduğunu söylerler.
Bir aziz onun vefat tarihi için şu beyti söylemiştir:
- 345 -
benim gibi ilim ve hüner sahibi olma. Zamane adamları
nın yamnda makbul olmak istersen..."
- 346 -
beden sıkılmıyor musun? Git başka bir geniş... sını bul.
Cihan sahibine Cihan dar değildir."
- 34 7 -
ııa yemin ederek evvelâ onu ikna etti ve hiç yüzünü
görmediği bir adamı hicvetmenin pek ayıp birşey oldu-
duğunu,böyle bir hareketin fazilet sahiplerine yakışma
yacağını söyledi ve:
"Ben Bağdad'dan sırf seni görmek ve haddini bildir
mek için geldim. Talihin varmış ki benim dilimden kur
tuldun" dedi.
Bunun üzerine Selman gönlünü almak için Ubeyd'e
hizmetlerde bulundu. At, para ve esvap bağışladı.Bun-
dan sonra artık dost oldular. Hâce Selman daima
Ubeyd'in dilinden korkar ve ona çok itibar gösterirdi.
-3 4 8 -
rın elinden sıkıntısı yok idi. Eğer oıııın ciddi şiirlerini,
sözlerini almadılarsa hezliyâtınm revacı vardı. Bu saye
de büyüklerin sofralarından biraz ekmek kapabilirdi.Fa-
kat ben duacıya gelince: Bu hanedanın saadet sabahı
nın doğduğu zamandan beri bir bendezâdesiyim. Bü
yük babalarımın bu devlete canla başla bu kadar hiz
metleri vardır. Böyle olduğu halde bugün zillet ve sefa
let içinde bir lokma ekmek kazansam bile, tahsildarlar
ve vergi memurları onu da elimden kapıyorlar. Babam
dan kalmış mal ve mülkten ne varsa hemen her gün bir-
şey satıyor, kötü niyetli adamlardan borç para alıyo
rum. Tahsildarların korkusundan gündüzleri yarasa ku
şu gibi gizleniyor, kaçacak delik arıyorum. Geceleri
tahsildarların evlerinin kapılarına gidip hakkımı yeme
meleri için yalvarıyorum. Hüküm ve fermanı elinde tu
tanlar bu durumda olduğumu bilseler herhalde, benim
için bu zilleti reva görmezler.
Bu gazel Ubeyd'indir:
"Ay'ın güzelliği senin yüzünün yardımiyle kemâle
erer, sabâ senin saçlarının kokusundan şimal rüzgâ
rına haber götürür. Senin gamzen ok gibi bakışlariyle
güneşi hedef yapar, onu vurur. Kaşların göz ucuyla
hilâlin yayım çeker. Sen öyle bir dilbersin ki hayat
suyu dudaklarından akar. Seninle konuşan kimse ne
talihlidir. Emel dişleriyle o lâl gibi dudaklarını ısıran,
hilâl gibi ağızlarda dillerde dolaşır. Sebâ rüzgârı senin
saçlarının yardımiyle akan tatlı suların ellerine ayakla
rına yüzlerce zincir takmıştır. Gözbebeklerim seni
beklerken uyku ve hayallerini bu yedi perdenin arkası
na ulaştırmıştır."
- 349 -
saygı gösterdi. Bu zat Gazan Han zamanında Fars hâki
mi olarak gönderilen Muhammed Şah İncîı'nun neslin-
dendir. İyi ahlâk sahibi olmakla beraber, zevk ve sefası
na düşkündü daima vaktini işretle geçirir, hükümetin
önemli işleriyle meşgul olmazdı. Muhammed Muzaffer
buna karşı çıktı. Hanedanım yeryüzünden kaldırdı.Hi-
kâye ederler ki Muhammed Muzaffer, Şah Ebu İshak
üzerine yürümek üzere Yezd'den hareketle Şiraz'a gel
di. Bu sırada Ebu tshak işretle meşgul idi. Ve zevk u
sefasına öyle dalmıştı ki vezirleri o sırada: "İşte düş
man erişti" dedikleri zaman işitmemezlikten geldi ve:
"Kim bana meclisimde böyle sözler söylerse onu ceza-
landırım" dedi. Artık hiç kimse ağzını açıp birşey söy
lemedi. Nihayet Muhammed Muzaffer Şiraz şehrinin
kapısına gelip dayandı. Bu sırada bile kimse kendisine
bu haberi vermedi. Eminü'd—din Cehrûmî adında bir
nedimi vardı. Pâdişaha: "Pâdişâhım, kalk sarayın damı
na çıkalım; baharı, açılmış çiçekleri seyredelim. Alem
cennetlere gıpta verecek, yeryüzü Çin müzesini andıra
cak bir hale gelmiş" diyerek alıp dama çıkardı. Padi
şah, şehrin dışında dalgalı bir deniz gibi koca bir ordu
nun kaynaştığım gördü: "Bu nedir? Ne oluyor? Bu or
du kimindir?" diye sordu. Vezir: "Bu Muhammed Mu-
zaffer'in ordusudur" cevabını verince padişah gülerek:
"Bu ne ahmak herifmiş. Böyle bir bahar mevsiminde
gelip bizim zevk'u sefamıza engel oluyor" dedikten
sonra Şehnâmeden şu beyti okuyup damdan aşağı in
di:
- 350 -
yediyüzkjrkyedi yılında oldu. Şu beyit onun haline
çok uygundur:
Kıt'a:
"Fars ülkesi Şah Şeyh Ebu ishak'ın zamanında şu
beş şahsiyetle süslenmiştir: Birincisi vilâyet bağışlayan,
adalet, cömertlik ve mertlik müsabakasında bütün ak
ran ve emsalini geçen o padişahtı. İkincisi Evtad kutub
ve abdallar zümresinin bakiyesi Evtad kutub ve abdallar
zümresinin bakiyesi olan Şeyh Eminü'd—din idi. Üçün-
cüsü adaletli, din ve milletin asaletin unsuru olan kadı
idi. Gökler ondan daha iyisini hatırlayamaz.Dördüncüsü
padişahın aduıa Şerh—i Mevakidi yazan faziletli Kadı
adûd idi, Beşincisi deniz yürekli Hacı Kıvam'dır ki cö
mertlikte Hâtem gibi, âleme selâ okumuştur. Bu zât
lar, yerlerini tutacak bir eş ve benzer bırakmadan dün
yadan gelip geçmişlerdir. Tanrı cümlesine mağfiret et
sin."
- 351 -