Devletşah - Devletşah Tezkiresi (Cilt-2)

You might also like

Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 174

Tezkire-i Devletşah

Tercüman 1001 TEMEL ESER


Devletşah
DEVLETŞAH TEZKİRESİ
(Tezkiretü'ş—Şuarâ)
ÍI
Kapak Düzeni: Celâl ALTUNTAŞ

TERCÜMAN GAZETESl'nin bir kültür hizmeti olarak


yayınladığı "1001 TEMEL ESER" Serisinin 112. kita­
bı, Devletşah'm "DEVLETŞAH TEZKİRESİ (Tezki-
retü'ş—Şuarâ)" nın ikinci cildi Prof. Necati Lugal ta­
rafından Türkçeye çevrilmiş ve Kervan Yayın ye Kitap­
çılık Neşriyat A.Ş. Ofset Tesisleri'nde dizilmiş ve ba­
sılmıştır.

( EKİM 1977)
112
Tereüman
1001 TEMEL ESER

DEVLETŞAH

DEVLETŞAH
TEZKİRESİ
Çeviren:
Prof. Necati Lugal

İSTANBUL
1977
1001 Temel Eser i
iftiharla sunuyoruz
Tarihimize mânâ, millî benliğimize güç ka­
tan kütüphaneler dolusu birbirinden seçme eser­
lere sahip bulunuyoruz. Edebiyat, tarih, sosyo­
loji, felsefe, folklor gibi millî ruhu geliştiren,ona
yön veren konularda "Gerçek eserler" elimizin
altındadır. Ne var ki, elimizin altındaki bu
eserlerden çoğunlukla istifade edemeyiz. Çünkü
devirler değişmelere yol açmış, dil değişmiş,
yazı değişmiştir.

Gözden ve gönülden uzak kalmış unutul­


maya yüz tutmuş -Ama değerinden hiçbir şey
kaybetmemiş, çoğunluğu daha da önem kazan­
mış- binlerce cilt eser, bir süre daha el atılmazsa,
tarihin derinliklerinde kaybolup gideceklerdir.
Çünkü onları derleyip - toparlayacak ve
günümüzün türkçesi ile baskıya hazırlayacak
değerdeki kalemler, gün geçtikçe azalmaktadır.

Bin yıllık tarihimizin içinden süzülüp gelen


ve bizi biz yapan, kültürümüzde "Köşetaşı"
vazifesi gören bu eserleri, tozlu raflardan kurta­
rıp, nesillere ulaştırmayı plânladık.
Sevinçle karşılayıp, ümitle alkışladığımız
"1000 Temel Eser" serisi, Millî Eğitim Bakanlı­
ğınca durdurulunca, bugüne kadar yayınlanan
66 esere yüzlerce ek yapmayı düşündük ve
"Tercüman 1001 Temel Eser" dizisini yayınla­
maya karar verdik. ' 1000 Temel Eser" serisini
hazırlayan çok değerli bilginler heyetini, yeni
üyelerle genişlettik. Ayrıca 200 ilim adamımız­
dan yardım vaadi aldık. Tercüman'm yayın
hayatındaki geniş imkânlarını 1001 Temel Eser
için daha da güçlendirdik. Artık karşınıza gu­
rurla, cesaretle çıkmamız, eserlerimizi gözlere
ve gönüllere sergilememiz zamanı gelmiş bulu­
nuyor. Millî değer ve mânâda her kitap ve her
yazar bu serimizde yerini bulacak, hiç bir art
düşünce ile değerli değersiz, değersiz de değerli
gibi ortaya konmayacaktır. Çünkü esas gaye bin
yıllık tarihimizin temelini, mayasını gözler
önüne sermek, onları lâyık oldukları yere oturt­
maktır.

Bu bakımdan 1001 Temel Eser'den maddî


hiç bir kâr beklemiyoruz. Kârımız sadece gu­
rur, iftihar, hizmet zevki olacaktır.

KEMAL ILICAK

Tercüman Gazetesi Sahibi


ÜÇÜNCÜ TABAKA

ARİF ŞFYH NİZ A l—İ GENCEVI


(Tanrı, onı-n aziz sırrını takdis etsin)

Gence'de doğmuştur. Bu vilayet Sııverülekâlim'de


C e n z e şeklinde yazılmıştır. Dil, Şeyh Nizâmı'nin
olgunluğunu, fazilet ve büyüklüğünü söylemeden aciz­
dir.
Şairlikten başka, onun sözlerinde melâhat vardır.
Kemâl sahihleri bu melâhata taliptirler. Lâkabı Şeyh
Nizâmüddin, künyesi Ebu Mııhammed ibııi Ebı Yu­
suf ibni Müeyyid'dir. Kıvâmı—yı Mutanazı'nin karde­
şi olması dolayısiyie Mutanazı adıyla da tanınmıştır.

- 183 -
Bu Kıvam—ı Mutanazı üstad şâirlerdendir ve içinde
bütün şiir sanatları mevcut olan bir kaside söylemiştir.
Tanrı izin verirse kasideden bazı kısımları yerinde irâd
edilecektir.
Nizamı'nin ömrünün son yıllarında inziva ve halvet
hayatı yaşadığını, insanlarla pek az temas ettiğini ri­
vayet ederler.
Bu hususta kendisi şöyle söylüyor:

Şi i r:

"Güzel gül, gonca içinde mahzun bir vaziyette be­


nim gibi dünyanın, insanlardan el çekmiştir."

Atabek Kızıl Arslan, Şeyhle görüşmek istiyordu.


Şeyhi çağırmak maksadiyle adamlar gönderdi. Şeyhin
inzivaya çekilip, sultan ve emirlerle hiç ilgisi olmadığı­
nı bildirdiler.
Bunun üzerine Atabek imtihan için şeyhi görmeye
gitti. Şeyh kerametinden, Atabek’in imtihan için geldi­
ğini ve kendisine hakaret gözüyle baktığını keşfetti.
Şeyh, gayıplar âleminden birşeyi Atabek'e gös­
terdi. Atabek cevahirle süslenmiş, padişahlara lâyık
bir taht ve yine cevahirden bir kürsü gördü.
Bundan başka, yüzbinlerce padişahlara yakışır bir

- 184 -
şekilde süslenmiş uşaklar, askerler, işlenmiş kemerli
köleler, hacibler, nedimler hep ayakta durmuşlar. Şey’î
de padişah gibi o taht üzerine oturmuştu. Atabek o
azameti,şevketi görünce hayretler içinde kaldı. Tevazu
ile Şeyhin ayaklarını öpmek istiyordu. Tam bu sırada
gayipler âleminden bu sukut âlemine geldi ve bu sefer
şeyhi bir mağaranın kapısında yünden bir çııl üzerine
oturmuş, elinde bir mushaf, elinde hokkasiyle kalemi,
seccadesi, asâsı ve birkaç parça kâğıdı önünde ihtiyar
ve hâkir bir adam olarak gördü. Tevazu ile Şeyhin elini
öptü. Ondan sonra, onun şeyhin ruhaniyeti hakkındaki
itikadı en yüksek derecesini buldu. Şeyh de ona him­
met etti teveccüh gösterdi. Zaman zaman Atabek'i gör­
meye gelir ve onunla sohbet ederdi. Şeyh, bu vaziyeti
şu beyitle beyan ediyor: "Onun ayağının bastığı yeri
öpeyim dedim. Göklerin yerinden oynadığını gördüm."
Şeyîı Nizâmı, Ahî Ferec—i Zencaııî (Tanrı, onun
aziz sırrım takdis etsin )'nin ıııüridlerinden idi. Divanı,
hamsesinden başka yirınibin beyte yakındır. İrsen tab'
ma uygun gazeller, muvaşşahât ve birçok san'atkârâne
yazılmış şiirler vardır. Husrev ve Şirin kıssasını Kızıl
Arslan’ın arzusu üzere nazma çektiği vakit, bahşiş ola­
rak Şeyh'e dört tane ekilmiş, mamur köy verdi. Şeyh,
hanise kitabında, bu ihsanın şükranesi olarak şöyle söy­
ler. Bey t: "Padişah, benim hamdu ıhlâsıma baktı, mii
kâfat olarak (rtamdunîyan) köyünü verdi."

Şu gazel Şeyhin şiirindendir:


"Cihan karanlık, yollar pek meşgul, yedek atın diz­
ginini çek! Hiç olmazsa bir zaman, bu varlık pırı pırtısı­
nı ruhun halvetgâhına götür. Tabiat kargalarını, üns ba­
ğından dışarı çıkar. Saadet imti.ıan tuzağıyle yakala.
Allahın en has kolları, sırasına geçtiğin vakitte ayağını
suret âleminden dışarı at ve sayısız mâna şerbetlerini
bir anda gövdeye indir. Sen, ruhu hafiflerin meclisinde

- 185 -
sakın ağır ruhluluk etme. Sakî, hareketlendikçe sen de
hemen o büyük kadehleri iç. Onun cennet ve cehenne­
mini görürsün. Bunların hiçbiriyle meşgul olma. Ayağı­
nı cehennemin tepesine koy ve cennetin etrafına bir
butlan hattı çek. Onun huzurunun mestlerinden oldu­
ğun vakitte feleğin çadırını alt üst et. Arşın direğini
salla. Göklerin iplerini çek. Onun yolunu, ayaksız yürü,
onun güzelliğini gözsüz gör, onun sözlerini dilsiz işit,
şarabını ağızsız iç, Nizamî kalbinden ortaya döktüğün
bu ne esrardır. Bunun remzlerini kimse anlamıyor. Dili­
ni tut dilini."

Şeyh, gençliğinde Hamseden önce Veys'u Râmın


destanını, sultan Mahmud b. Muhammed b. Melikşalı
adına naznıetmiştir. Bazıları bu manzumenin Nizâmi—i
Arûzî'nin olduğunu söylerler. Şeyh Nizâmî'nin olması
daha doğrudur. Çünkü Nizâmi—i Arûzî Sultan Melik-
şah zamanında yaşamıştır. Veyse ve Râmın destanı ilk
defa Sultan Mahmud adına yazılmıştır. Ve bu Şeyh
Nizâmî'nin devrine daha yakındır. Sultan Mahmud, sa-
adetli, marifetli,hünerli bir padişahtır. Sultan Muham­
med, Sultan Sencar zamanında sekiz sene Irak ve Azer-
beycan'da sultana niyabet etti. Bir defa isyan etmişti.
Bunun üzerine Sultan Sencar, onu önlemek için ordu
gönderdi. Mahmud, onun üzerine Rey sahrasında sul­
tanla muharebe ettiyse de neticede hezimete uğradı.Er-
tesi gün, birkaç valiyle beraber, Sultan Sencar'ın hususî
çadırına gitti. Amcasını selâmladı. Sultanın da amcalık
şefkat duyguları da harekete geldi. Kendi çadırının ya­
nında bir çadır hazırlanmasını emretti. Sultan Mah-
mud'a buz ve türlü türlü meyveler gönderdi. Evvelâ
kendisi bunların tadına baktı. Ertesi günü Mahmud'u
rak saltanatına namzet yaptı.Kendisini, murassa bir taç
ve altın ipliklerle yapılmış esvaplar vermekle şereflen-
dirdi.Irak'ın ileri gelenlerine de iltifatlarda bulundu.

- 186 -
Üçüncü günü, Sultan, Horasan, Mahmud da İsfahan ta­
rafına yola çıktılar. Bu da 509 yılının cemâziyelevveli-
nin 20. günü vâki oldu. Sultan, kızı Sîti Hatunu, Sultan
Mahmud'a nikâhladı. Fakat bu kız çok yaşamadı, öldü.
Ertesi sene onun yerine diğer kızı, Mâhmelik îıatunu
büyük bir debdebe ve darat ile sultan Mahmud'a gön­
derdi. Şeyh Nizâmî'nin vefatı sultan Tuğrul ibni Ars-
lan zamanında 576 senesinde vaki olmuştur. Onun
nurlu mezarı Gence'dedir. Şeyhin hamsesi, hayatında
toplanmamıştır. Bunların iıer biri ayrı ayrı destan idi.
Vefatından sonra toplanmış,bir kitap haline getirilmiş
ve fâzıllar tarafından hamse adı verilmiştir.

H AYIRLI KİŞİLERİN MAKBULÜ


SEYYÎD ZÜLFİKÂR—I ŞİRVANÎ
(Tanrı rahmet etsin)

Seyyid Zülfikâr—ı Şirvânî, asrının fazıllarının en fa­


ziletlisi idi. Harezmşah Sultan Muhammed ibni Teküş'
ün devrinde yaşamıştır.
Şiir ilminde gayetle mahirdi.Hâce Selmân—ı Sâvecı'
den evvel hiçbir kimse şiir sanatında Zülfikâr gibi kaside
söylememiştir. Bu kaside, şiir sanatların,bedialann,tev-
şihat ve daireler, zeharifatını havidir. Her beyitindc
muhtelif vezinlerde beyitler çıkarılabilir. Hâce Selmân,
yazdığı kasidesinde ise bundan daha fazla birşeyler vü­
cuda getirmemiştir. Bunun için rivayet ederler ki Hâce
Selmân, kasidesini namına yazdığı sahib—divan Hâce
Gıyasuddm Muhammed Reşid'in câizesini lâyıkiyle
vermediğinden dolayı huzuruna çıkıp şikâyette bulun­
du. Ve ona Sadr—ı Saîdül Masdarî namına yazdığı sa­
natlı kasideden dolayı Seyyid Zülfîkâr'a yedi Iıârvâr
yükü ibrişim vermişti. Halbuki o, bir Şirvan veziri idi.
Sen ise İran ve Turan memleketlerinin sahib—divanısın.
Benim kasidemle onun kasidesi arasında dağlar kadar
fark vardır. Benimkinde, onun on misli sanat ve bedâyi
var.Ben,O'na verdiğinin onda birini versen razıyım."
dedi. Bunun üzerine Hace Selmân'a darıldı. Ve Ebıı Ta~
lib'in oğlu Ali ile Selman—ı Fârisî arasında da fark var­
dır. Hâce, bununla, Selman—ı Sâvecî'ye onun Seyyid-
lik şerefi vardır, senin yoktur demek istedi.
Seyyid Zülfîkâr Irak mülkünde iken Sultan Harezm-
şahm yanına gitti. Sultan kendisine çok riayet etti.Sui-
tanın vak'alanm nazmen yazardı. Seyyid'in masnu kasi­
desinden bazı parçaları buraya yazıyoruz. Kasîde: Çe­
men taze katmerli günlerden bir dilbere döndü. Bahar
gül bahçelerinde esen rüzgârlardan koku aldı. Dallar,
dilberlerin bolu gibi raksederler. Kuşların dili aşıklar gi­
bi yana yakıla inler. Bahar rüzgârı, yavaş yavaş eserek
gizli gizli bostaıılar içinde dolaşmaya başladığı vakitte,
bağda tenasüh yoliyle İrem bağı zuhur eder". Bu kasi­
denin her üç beytinden muhtelif bahirlerde bu tarzda
bir beyit çıkarabilir.

Beyit:
"Katmerli gül, dilber gibi bostana geldiği vakitte, ba­
har rüzgârları, aşıklar gibi gizli çiçek bahçelerine girer­
ler."

Sultan Muhammed Harezmşalı kalır ve devlet sahibi


bir padişahtı. İkbal yıldızı yükselmiş, civarda bulunan
melikler, ona boyun eğer hizmet kemerini bellerine
bağlamışlar ve onunla hoş geçinmekten başka bir çare
bulamamışlardı. Horasan, Mâveraünnehr, Kaşkar ve
Irak'ın birçok kısımlarını ele geçirmiş Gur ve Herat
memleketini Gur meliklerinin elinden almıştı. Azamet
ve şevketi o dereceye vasıî olmuştu ki, onun kapısında
beş nöbet, yetmiş hârvâr ağırlığında nekkârelerle altın
ve gümüşle işlenmiş davullar çalınırdı. Her köylü ontın
zamanında padişah gibi yaşardı. Kızını Semerkant ha-

-188 -
mna verdi. Ve Kaşkâr hanından kız aldı. Bu münase­
betle Herat'ta öyle büyük bir düğün yapıldı ki feleğin
gözü mislini görmemişti. Sultan, o sırada eski sultanlar­
dan böyle bir azamet ve ziynetin mevcut olup olmadı­
ğını sormak için onların yanında mülazemet etmiş olan
bir pîri soruşturmalarını emretti. Sultan Sencar devleti­
nin büyüklerinden olan Mukarrebüddini ibni Feleküd-
din’in bu evsafta bulunduğunu söylediler.. Onu hu­
zuruna çağırttı ve ondan sordu. O da bu güzel bir
■Hiyüidüktür, daha ziyadesi düşünülemez, dedi. Sultan
m hususta biraz İsrar gösterince Mukarrebüddin Ey
Sultan bir defa Sultan Sencar ayııı yerde bir şenlik yap­
mıştı ki senin yeni diye yapmış olduğun şeyleri onlar
o şenlikte eskiden yapılmış şeyler olarak telâkki etmiş­
lerdi dedi. Bunun üzerine Sultan kızdı ve ona acaba o
zaman senin mevkiin neydi diye sordu. O da şöyle de­
di: Ey Hüdavend, o gün, sultanın kendilerine iktâi lâ­
yık gördüğü kişiye menşur yazılmıştı. Benim babama,
otuz kişiden sonra diz çökme sırası geldi; Harzem Muk-
ti'i olan senin büyük babana kırkbeş kişiden sonra sıra
geldiği vakitte sultan işaret ederek bu adamı evine gön­
derin zira bundan sonra onun burada kalması doğru de­
ğildir. Tarih—i Gihangüşay şöyle anlatır: Sultan Mu­
hammed Iran beldelerinden bir çoğunu istilâ ettiği za­
man kendi kendine kibirlendi, gururlandı. Abbasî hali­
fesi Nâsır'la araları açıldı.
Onların içine son derece korku ve guna düştü, çünkii
sultan, imamlarından, Beni Abbas'm haksız olarak hilâ­
feti ihraz ettiği, halbuki hilâfetin Ali bin Ebu Talib
in çocuklarının hakkı olduğu hususunda devrin âlim ve
imamlarından bir fetva çıkarttı. Tirmiz'in seyyitleriıı-
den ilanzade Alâ'ül—mülk'ü halifeliğe namzet gösterdi.
Kendisi de halifeyi azledip yerine Seyyid Hüseyriî'yi ta­
yin etmek için Bağdad'a gitti. Nasır, Şeyhler şeyhi
Arif Sihabüddin Ömer Sühreverdî'yi (Tanrı onun aziz
sırrını takdis eylesin) elçi olarak sultana karşı sulh için

- 189 -
gönderdi. Şeyh Nilıavend hududunda Sultanın askerle­
rine karşı geldi. Ordunun azametini seyretti. Onu sul­
tanın çadırına götürdüler. İçeri girdi, selâm verdi. Fa­
kat sultan kendisine oturma ruhsatı vermedi. Öylece
ayakta olduğu halde Ali Abbas'ın faziletleri hakkındaki
yazıyı okııdu ve Sultana bu hanedanın büyük ve müba­
rek bir hanedan olduğunu, bu uğurlu insanları incitici
bulunmadığını söyledi. Sultan kızarak şöyle dedi: "Her
ne kadar siz bu hanedanı mübarek yapmaya çalışıyor­
sanız da Hazret—i Peygamber'in hanedanından daha
mübarek değildir. Siz tahakküm ve takviye ile bu hane­
danı mübarek yapmışsınız. İşte bu halktan işittiğim ha­
reketler şematede daha yakındır. Eğer ömrüm kâfi ge­
lirse sizleri, Hazreti Peygamber'in hanedanından daha
mübarek yaparım. Ey şeyh, eğer ulu Tanrı, sana mu­
habbet zevki verseydi, Nasır ile benim musalahamla uğ­
raşmazdın. Haydi geri dön ve halifeye tekrar söyle ki
bana yemek hazırlasın, işte ben buraya kadar geldim.
Şeyh, Sultanın çadırında gücenerek geri döndü ve çık­
tı gitti. O zaman Sultan'a, "İlâhi bu adamı fena kimse­
lerin düştüğü belâya uğrat" diye beddua ettiğini söy­
lerler. Rivayete göre Sultan Muhammed'in zevali de bu
bedduadandır. Şüphesiz bu böyledir:

Beyt:
1'Tanrı ehlinin gönlü incinmedikçe, Tanrı hiçbir kav-
mi rüsva etmez."

Sultan, Bağdad'a hareket edip de Dinever'e vasıl


olunca Dinever geçitlerine son derece çok kar yağıyor­
du. O vakit sultan şiddetli bir gribe tutuldu. Sultanın
hayvanlarının çoğu mahvoldu. Nihayet onun ikbal gü­
neşi zevale tuttu. 6l7'de Moğol ordusu, Türkistan ve
Otrar İmdudlarma dayandı. Sultan, birkaç kere onlarla
harp ettiyse de neticede mağlup oldu. Bu mağlubiyet­

- 190 -
ten sonra Sultan, her ne vakit olursa olsun silâhlı yüz-
bin Moğol süvarisiyle karşılaşsa harp etmeksizin o ka­
vimden yüz çevirir giderdi. Bir defa, Sultan'm büyük
oğlu Sultan Celâlüddin, kendisinden şöyle bir sual sor­
du. Sizin kahramanlığınız ve siyasetiniz âlemce malûm­
dur. Yirmi sene istediğiniz gibi müstakil olarak İran'da
hükümet sürdün. Şimdi de şu bir avuç dinsizden kaçı­
yorsun. Müslümanları, kâfirlerin elinde rüsva ve perişan
ediyorsun. Sultan da şöyle cevap verdi."Ey oğul benim
duyduğum şeyleri sen duymuyorsun." Celâlüddin bu
nasıl söz dedi. Sultan şöyle devam etti. Muharebe safla­
rına yaklaştığım her zaman, bütün Ricalül—gayb'ın ba­
na "Ey kâfirler, fısku fücur çıkaranları öldürünüz" de­
diklerini duyuyorum. Gayrı ihtiyarî olarak bir korku,
bir dehşet beni istilâ ediyor. Evlâd, eğer beni bu husus­
ta mazûr görürsen yeridir. Din büyüklerinden İlâhi sır­
ları keşfedenlerden (Eshab—ı keşf) Cengiz Han'ın as­
kerlerinin önünde ResuluUah'ın ve Hızır aleyhisselâm'ııı
bulunduğu ve onlara rehberlik etmiş oldukları nakledil­
miştir.
Akıllı ve ferasetli kimseler bu vaziyete hayret etmiş­
lerdir. Hakimlerin hikmetleri, bu sırrı çözmekten aciz
kalmışlardır. "Tanrı istediğini yapar ve dilediği şeye
hükmeder." Bu hal karşısında, Şeyh Ebu'l—cenab Nec-
mü'l mille ve'd—dini'l—kübra (Tanrı ruhunu takdis ey­
lesin) şu rubaî'yi söylemiştir:

Rubaî:
"Ey karıncaya, yılana, kargaya, bülbüle rızk veren
Tanrı, senin kulların tamamiyle Iıelâk oldular. Sen bir
avuç köpeği bir bahane yaprruşşın. Herşey şendendir
ve şeyi sen yapıyorsun. Ne Tatarlar yapıyor ne de Mo-
ğollar."

Sultan Muhammed'e Moğollara karşı hiç mukave-

- 191 -
/net edemeyendi. Nihayet 675 senesinde taıııamiyle
hezimete uğradı. Müslümanlar, "Bizi Moğol belâsına
uğratma" diye feryad ettiler. Sultan, onlara kale inşa
etmelerini söyledi. Müslümanlar mahvolup gitmek kor-
kusiyle her şehir ve kasabada kale yerleri yapmaya baş­
ladılar. Bugüne kadar baki kalan ve şimdi ise harap bu­
lunan kiiçjk kalelerin çoğu o zamanlarda yapılmıştır.
Sultan, Nişabur'dan Rey'ye hareket etti. Orada da Mo-
ğollara karşı koyamadı. Bazıları dediler ki Mazenderan
muhkem bir yerdir. Bir taraftan deniz, bir tarafdan
dağlar ve ormanlarla çevrilidir. Burası diğer bir taraftan
da payitaht olan Harzenı'e yakındır.
Sultan, Rey'den Rüsteındar'a geldi. Oradan da âbsü-
gûn adasına gitti ve oraya yerleşti. Eziyetlerin,gamların
ve yakıcı derıınî ateşlerinin son derece alevlenmesinden
dolayı Sultan’a cereb (Uyuz) hastalığı arız oldu. Cihan-
küşa tarihi sahibi Hace Alâüddin A tâ Melik—i Cûveynî
şöyle hikâyet ediyor: "Babam, Sultan Muhammed'in
yakınlarındaııdı. O, şöyle anlattı. Bir gün Sultan sefer
esnasında istirahat maksadiyle bir tepenin başına bir­
kaç kişiyle birlikte oturmuştu. Ben de bütün aile efra-
diyle beraber oradan geçiyordum. Beni çağırttı. Ben de
sür'atle yanma gittim. Sultan mübarek ellerini tamamen
bembeyaz olmuş sakalına götürmüştü. Bir aîı çekti ve:
"Ey Cûveynî, görüyorsun ki gaddar felek gaddarlıkla
meşgul. Bu sitenıkâr talihim bana yeniden zulmetmeye
başladı. Gençliğim ihtiyarlığa, saçlarınım siyahlığı be­
yazlığa inkilâp etti. Sıhhatim kayboldu, yerine hastalık
geldi. Bu derde ne deva, bulmalı, bu mihnet ve gama
herkese riayet etmekten başka :ıe tedbir almalı?" dedi.
Benden kalem ve hokka istedi. Şu beyitleri bilbedaha
inşa etti. Sonra sari sari ağlayarak aşağıdaki beyitleri
okudu ve yazdı:

"Musibet ve bedbahtlık gününde eğer senin meske­

- 192-
nin ve menzilin, asumanın harp padişahı gibi (Merili)
feleğin halkasının burcunda olsa da şurasını iyice bil ki,
kaza okları inmeye başladığı zaman senin o muhkem
kalen sahraların gibi dümdüz olur, İkbal gününde eğer
senin meskenin sahra ise, o zaman yeryüzünün bu düz­
lüğü senin için muhkem ve yeşil bir kümbed haline ge­
lir. İster ikbal,isterse bedbahtlık gününde olsun,hüküm
Allah'ındır. Sen yeter ki iyi ve kötü işlerini hakisiyle
havale et."

Az zaman sonra sultanın hastalığı şiddetlenmişti.


Mazenrîeran'm fena havası, ruhunu sıkan gamların ve
bedbahtlığın tesiri sebebiyle âbsâgûn adasında aziz ca­
nım, o can bağışlayana 22 Zilhicce 617 senesinde tes­
lim etti. Taarı burhanını aydın eylesin. Sultan Muiuını-
med zamanında zuhur etmiş olan büyükler şunlardır:
Tarikat şeyhlerinden Kübıâ adiyle maruf Ebtı'l—Ce-
nab Necmü'l—mille ve'd din Sultan—ül—Hayyııkî (Tan­
rı aziz ruhunu takdis eylesin). Buna tabi olan, âlim ve
imamlardan İmam'ül—hümam Hucceiü'i—Allah Alâü'l—
halk imam Fahrü'l Millet—i ve'd—din Muhammed b.
Ömri'r—ilâzt. Büyük şâirlerden Muhammed bin Ab-
du'r—Rezzak—i Isfehanî ve oğlu Kemalü'd—din İsmail,
Seyyid Zülfikâr—î Şirvânî (Hepsine Taarı rahmet ey­
lesin). İman Fahrü'd—din Herat'ta vefat etmiştir. Mü­
barek mezar Hıyaban'dadır. Azizi onun vefat tarihini
şu beyitle söylemiştir.

"Kimsenin eşini görmediği ve görmiyeceği iman?,


âmil, Muhammed—i R âzî 606 da Şevval'in ihtidasın­
da Pazartesi günü ikindi vaktinde Herat şehrinde öldü­
rüldü-"
SÖZ MELİKİ ŞAHFUR—EŞH ERI—İ
NİŞÂBÛRÎ
(Tanrı rahmet etsin)

Güzel tabiat ve fazilet sahibi bir adam idi. Zahinid-


din Faryabînin talebesindendir. Sultan Mahmud bin
Tukuş zamanında inşa makamı ona verilmişti. Maliye
ilmine ait Şahfûr—i Risalesi onundur. Bundan başka
lâkaplar ve inşa sanatına ait birkaç risalesi de vardır.
Sultan Celâlüddin'in veziri olan Nureddin Münşi, son
derece işinin ehli bir adamdı. Fakat fevkalâde çok içki­
ye düşkündü. Rivayet ederler ki Şahfûr dört günde on-
dört kere Nureddin'in yanına geldi. Her gelişinde şarab
içmekle meşgul olduğunu söylediler. Bunun üzerine
Şahfûr aşağıdaki rubaiyi o zaman bilbedaha yazıp Pa-
dişah'a gönderdi:

Rubai:
"Senin bu faziletinle beraber içkiye düşkünlüğün
yüksekliğin yanında alçaklık gibidir. Senin halin, şa-
rabla, nurun ve mertliğin beraber bulunduğu o ay yüzlü
güzellerin gözlerine benziyor."

Şu gazel de onundur:
"Zaman mı daha perişandır yoksa senin saçların mı
yahut benim halim mi? Dere mi daha ufaktır yoksa se­
nin ağzın mı? Yahut benim gamlı gönlüm mü? Geceler
mi daha karadır yoksa benim Jıalim mi ya seninki mi?
Bal mı daha hoştur yoksa senin dudakların mı yahut
benim inciler saçan sözlerim mi?
Ülker yıldızının topluluğu mu daha güzeldir yoksa

inciler yahut senin dişlerin mi? Senin boyun mu daha


düzgündür? Selviler mi? Yoksa benim sözlerim mi? Se­
nin vuslatın mı daha ziyade hoşa gider yoksa'benim şi­
irlerim mi? Güneş ve ay mı daha parlaktır yoksa benim
fikirlerim mi yahut senin yüzün mü?'Felek mi dana dö­

- 19 4 -
nüktür yoksa senin huyun mu yahut benim işlerim mi?
Senin vaadlerin mi iki büklümdür (Esastır) yoksa benim
sırtım mı yahut senin kaşların mı? Senin sözlerin mi
esassızdır yoksa rüzgâr mı yahut benim seran Üıakkmda-
ki zannım mı? Benim sabrım mı azdır yoksa iyilerin ve­
fası mı yahut senin hayalin mi? Senin güzelliğin mi
çoktur yoksa benim gamım kederim mi? Senin gözlerin
mi daha ziyade kan dökücü yoksa felek mi yahut padi­
şahın kılıcı mı? Senin gamzelerin mi daha keskindir
yoksa kılıç mı? Yahut benim aşk ve muhabbet yaza­
rım mı?"

Şahfûr'ıın nesebi Hâkîm Ömer—i Hayyam'a erişir.


Şahfûr altıyüzaltı yılının aylarında ölmüştür. Surhab—ı
Tebriz'de Efdalü'd—din Hakanı ve Zalıîrü'd-din Far-
yâbî'nin yanında medfundur. Tanrı cümlesine rahmet
etsin. Hâkim Ömer—i Hayyam'a gelince Nişabıırludur.
Çok faziletli bir adamdır. Yıldızlar bilgisinde zamanın
yegâne âlimi idi; sultanlar ona çok hürmet ederlerdi.
Sultan Sancar'm onu tahtuım yanında oturttuğunu
söylerler. Hâce Nâsır bunu Hülâgu Han'a nakletti ve:
"Benim faziletim Ömer—i Hayyam'm faziletinden yüz
kere daha ziyadedir. Fakat bu zamanda alimlere hür­
met etmek âdeti kalkmıştır" dedi. Tarih—i Istizharî sa­
hibi diyor ki: Hâce Nizamü—mülk—i Tûsî, Ömer—i Hay-
yam ve Haşan—ı Sabbah, Nişabur'da beraber tahsil edi­
yorlardı. Birbirlerinin ders şerikindiler. Aralarında kar­
deşlik muahedesi yapmışlardı. Hâce Nizamülmük'ün
devlet ve ikbal yıldızı yükseldiği ve hakkiyle vezirlik
makamına geçtiği vakitte Haşan—ı Sabbah ile Ömer—i
Hayyam Hâce'yi ziyaret için İsfahan'a gittiler. Hace
bunları çok güzel bir surette karşıladı. İkram ve izazda
bulundu ve sonra onlara bir arzunuz var mı? diye sor­
du. Ömer—i Hayyam "Bana Nişabur'da fcir maaş bağla;
ben de onunla ölünceye kadar rahat bir hayat geçire­

- 195 -
yim, arzum bundan ibarettir''dedi. Hâce de onun bu ar­
zusunu yerine getirdi. Sonra Haşan-ı Sabbah'a sordu:
"Sen ne istiyorsun?" dedi. O "Ben dünya işleriyle uğ­
raşmayı daha ziyade1severim" Bunun üzerine Hâce He-
medan.ve Dinar vilâyetini ona verdi. Haşan—ı Sab balı'
rn arzusu Hâce’nin onu vezarete şerik yapması idi. Bu
liemcdan'daki vazifeyi almaktan ar etti ve Hâce*ye
■cızdı. Oııa düşman kesildi ve kalkıp gitti. O daima Sul­
tan Melikşah'ın nedimleriyle döşer kalkar ve onlarla
tavla ve satranç oynardı. Nihayet bunları ve padişahın
bütün yakın adamlarını aldattı. Bir gün sultana "Sultan
20 seneden beri padişahlık yapıyordu. Elbette memle­
ketin varidat ve masrafının hülâsasını bilmesi lâzımdır"
diye bildirdi. Bunun üzerine Sultan,Hâce NizanıülmülV
ii çağırdı ve ona "Memleketin varidatını ve masraftan-
mn hesabını ae kadar zamanda yapabilirsin" diye sor­
du. Hâce: Memleketimiz padişahımız sayesinde Kâşkar
sınırların lan Rum -diyarına ve Antakya'ya kadar uza­
mış tır. Eğer çalışılırsa bir senede bu mühim mesele ha!
olunur, dedi. Ertesi gece Haşan Sabbah Sultana: "Eğer
sultan bu işi bana havale eder ve bana selâhiye i verirse
ben kırk «iinde bu hesapların hepsini yapar, sultana bil­
diririm" dedi. Umum üzerine defterhane işlerini ona
havale etli ve bütün muhasipler ve müstevfller Hasan’m
mahiyetinde çalışarak kırk gönde bunu tamamlamalan-
m ferman buyurdu. Haşan bu işin başına geçip çalış­
maya başladı. Müddetin bitmesine ve iiasan'ın işi ta­
mamlamasına az bir zaman kalmıştı. Hüce Hasan'm'inı
işi becereceğini anlayınca bir hile ve tedbir kullanmak
istedi. Kendi kölesi m -Lr^n’ın kölesiyle dostluk yap­
masını ve ona.bol bol para vermesini söyledi ve ona:
.Kırkıncı günü Haşan hesap defterini tamam etmiş bir
halde getirecektir, den onu sultanın çadırına alırım,sen
Hasaıı’tn kölesini, ben, senin efendinin defterini gör­
mek isterim, bakayım benim efendinin defteri mi daha

- 196 -
güzel olmuş deyip defteri eline aldığın vakitte yaprak­
larını darmadağınık edip perişan bir hale koy dedi. Bu
sure ile karar verildi. Hâce'niıı kölesi kırkıncı gün bu ka­
rarlaştırdığı veçhile Hasan'tn defterini ait—üst etti. Hâ­
ce ile Haşan her ikisi sultanın meclisine girdiler. Sultan,
Hasan'a hesap defterini mükemmel yaptın mı diye sor­
du. Masan da evet mükemmeldir, dedi. Sultan: Defteri
getir bakalım diye emretti. Masan defteri açtı ve Hace'
«in bir tüle yaptığını anladı. Eli ayağı titremeye başla­
dı. Hemen defteri toparladı. Sultan gazaba gelerek ona
’»ağırdı. Hâce derhal padişaha: "Ey padişah, kulunuz
daha işin başında bunu biliyordu. Bıı adam bir divane­
dir. Fakat padişahımız İsrar ettiği için ses çıkarma­
dım. Böyle geniş bir mülkün masraf ve varidatının hesa­
bı kırk günde mükemmel nasıl yapılabilir?" dedi. Mec­
liste bulunanların hepsi Hâce’ye hak verdiler ve Hasan'ı
payladılar. Sultanın verdiği emir üzerine Hasan'ı döve­
rek çadırdan dışarı attılar. Bundan sonra Haşan gizlen­
di. İsfeııan'da bulunan dostlarının evlerinde zamanım
geçirdi. Onun Reis Ebu'l-Fazl adında bir dostu vardı.
Onun evine sığındı. Reis, Hasan'm hatırını sayardı. Ha­
şan bunada zındıklık ve nıiühidlik telkin etti. Bir gece
beraber otururken Reise: "Eğer benim kafadar bir dos­
tum olsaydı ben bu Türkmen padişahının padişahlığını
ve bu köylü herifin vezaretini alt üst ederdim" dedi.Re-
is kendi kendine Kâşgar'dan Mısır'a kadar uzanan böy­
le muazzam bir devleti bu herifin böyle bir anda na-
sıi alt—üst edebileceğini düşündü ve bu adama mutlaka
malihulya illeti arız olmuştur, dedi- O gün badem yağı
ve afyon tedarik etti ve yemeğine zafran ve sevda ille­
tine nâfi olan ilâçlar koydu. Haşan bunu anlayınca re­
isin evinden kaçarak Deylem'in Kuhistan'mda bulunan
Elmevt kalesine gitti. Orada ibadetle meşgul oldu. Ka­
lenin hâkimi: Kalenin içine gelmesi için rica ettiği va­
kit: Ben kimsenin mülkünde ibadet edemem. Sen bana

- 197 -
kalenin içinde bir öküz postu kadar bir yer sat,ben de
o mülküm olan yerde ibadet edeyim, dedi. Bunun üzeri­
ne kalenin sahibi onun dediğini yaptı. Haşan da kaleye
girdi. Kalenin içinde bulunanların hepsini yoldan çıkar­
dı kendine mürit yaptı ve bir öküz postunu ince bir ip
halinde kesti. Bu ipi kalenin kapısından tutarak kalenin
emirine haber göndererek "Kale benim mülkümdür sen
onu bana sattın. Sen artık benim mülkümde oturma
çık" dedi. Kale ahalisi tamamen Hasan'ın müridi oldu­
ğundan kale emiri çıkmaktan başka çare bulamadı. Çı­
kıp gitti. Haşan da bu suretle kaleye malik oldu ve bu­
nu reis Ebu Fazl'a yazdı ve: "Ben hâlâ kafadar bir ar­
kadaşa malik değilim, yalnızım; eğer böyle bir dosta
sahip olursam çok işler yapmak fikrindeyim" dedi.Bu
mel'un halkı baştan çıkarmak için her tarafa dâiler
gönderdi. Zındıklığı, ibâha ve ilhadı her tarafa yaydı.
Iran ve Turan ahalisinin birçoğu yıllarca bu mel'unla­
rın belâsına müptelâ oldular. Eğer biz bunların ahvali­
ni zikretmeye başlarsak uzun sürer. Hülâgu Han zama­
nında bu mülhidlerin bütün kaleleri ve yerleri ele geçi­
rildi bu suretle saltanatları sona erdi. Nasırüddin—i
Tûsî (Tanrı rahmet eylesin) bu babda şu kıt'ayı söyle­
miştir:

"Arabm altıyüzdört yılında Zilkadenin biri olan Pa­


zartesi gününün sabahında İsmailîlerin Hur—Şah adın­
daki pâdişâhı tamından inip Hülâgıı'nun tahtı önünde
durdu."

- 198 -
FAZILLARIN MELİKİ CEMALÜ'D-DİN-Î
MUHAMMED ABDÜ'R-REZZÂK-I
İSFAHANI
(Tanrı rahmet etsin)

İsfahan âlimlerinin en ileri gelenleriııdendir. Çok gü­


zel söyleyen mevki sahibi,şiirleri herkesçe sevilen bir
şâir idi. Kemalüddin İsmail Isfehanî onun oğludur .Sul­
tan Uluğ Bey Gürkân (Tanrı burhanını nurlandırsın)Ce-
malii'd—din—i Abdü'r—Rezzâk'ın sözlerini oğlu Kema-
îiiddin İsmail'in sözlerine üstün tutardı ve çok defa:
"Sabasının sözleri bu kadar güzel olduğu halde oğlu­
nun sözleri nasıl oluyor da bu kadar şöhret buluyor"
derdi. Fakat Kenıalüddin'in sözleri daha ziyade nazik
ve sehl—i miimtenidir. Fakat padişahların sözlerine iti­
raz etmek avam tabakasının haddi değildir. Çünkü me­
liklerin sözü sözlerin melikidir. Cemalü’d—din Abdii’r—
Rezzâk, Sultan Celâlü'd—din Harezmşah'ın devleti za­
manında zuhur etmiştir. Saidiye hanedanının meddahı
idi. Peygamber aleyhisselâm itaati hakkında şu tercii
söylemiştir:

"Ey yolu sidreniıı yanından geçen ve ey arş kub­


besi tekkegâhı olan! Ve ey dokuz feleğin kemeri bu
yüce makam külâhının köşesiyle kırılan! Bu yolda akıl
senin vikâbında koşmuş ve şer'i de senin himayende sü­
rünerek yürümüştür. Bu mavi renkli gökler bir hanikalı
pirinin sırtında eski yıpranmış bir esvaptır. Ay senin
atının göğüsünün süsü, gece senin siyah saçlarındır. Fe­
lek ne kadar yüksek ise yine senin ayağının toprağıdır.
Akıl ne kadar büyük ise de yine senin yolunda bir ço­
cuktur. Cebrâil senin kapının eşiğinde mukimdir. Fe­
lekler senin sarayının harem dairesidir. Kader tazim et­
mek için senin ay gibi yüzüne yemin etmiştir. Canı
akılla beraber yapan Tanrı kendi adını senin adınla be­

- 19 9 -
raber getirmiştir.”

Abdii'r—Rezzâk bu tercii çok güzel söylemiştir. Hâ­


ce Süleyman buna nazire yazmıştır. O da çok güzeldir.
Hâce Muhammed Ahdü'r—Rezzâk şu kaside ile kıya­
metin ahvalini tasavvur etmektedir:

"Kün feykun emirinin ferraşı bu cıva ve ayna gibi


parlak ve iki renkli çadırı derleyip topladığı ve iplerinin
kazıklarını söktüğü vakit bu dört unsur üzerine kurul­
muş olan binanın direği kırılır. Göklerin perdelere bü­
rünmüş olan hanımları peçelerini yüzlerinden atarlar.
Bu yedi kale yerinde kalır. Artık ne akşam galiye renk­
li esvabını 11e de sabah seflatun kumaşından olan süslü
entarisini giymez. Bîadem bu azgın delirin dizginin bir.
den bire tutar ve fena da bu gem almıyan atları apışları­
nın altında hükmü altına alır. Felek kötü ve fesad işleri­
ni sona erdirir. Bütün kâinat yokluk damgasını yer.
Bu yokluk damgası yemekten kimse kendini kurtara­
maz. Bir hareketle güneş mide gibi olan doğudan zuhur
eder. Sanki bu Yunus balığı ve o da Hazret—i Yunus'
dur. Kahır, hesapta ken pazarına karşı övünür. 3u doğ­
ru tartmayan terazinin kefelerini kırıp hurdehaş eyler.
Adem bu baş aşağı olan çarhın dalgalarını öyle parça­
lar ki onları varlık âlemi üzerine bir sel gibi akıtır. Gü­
nün dört anası kazâ'nm hükmü ile kısırlaşır, insan to­
humları babanın sulbünde kan olur. Gökyüzünden o
parlak kınrıntılar (Yıldızlar) dökülür. Yerin altındaki
Karun'un zahireleri dışarı çıkar. Yedi denizin rutube­
tinden eser kalmaz. Su, Ceyhun Nehrinin dibinde kalan
toprakla teyemmüm eder. Melekût kitabının sahifeleri
Tanrının emir elinde bükülür. Bu feleğin kubbesi kahıı
ayağı altında ezilir. Kabiliyetli dört bezeyici (Dört un­
sur) ve üç hudus çocuğu yokluğun bir köşesinden ça­
bucak kaçıp giderler. Su yeşil kubbe birden bire siikun

- 200 -
devrine girdiği için bu arz küresinin merkezi adem âle­
mine doğru hareket eder. Bu arada ne bu kara toprak­
lar,ne bu lâtif gökler,ne Rııhül Kudüs,ne de mel'un şey­
tan kalır. Fena mutribi, nefh—i Sur mahiyetini alır.
Dağlar oynamaya, birbiriyle alt—üst olmaya mezuıı
olur. Kadım, kaadir, hayy, müdebbir ve niteliksiz olan
Tanrının zatından başka herşey zeval bulur. (Saltanat
kimindir?) hutbesini-bu dünyada okudukları zamanda
bu ecel mülkünün nizamı sonsuzlukla birleşir ve çürü­
müş ölülerin cüzleri üzerine: "Bu ne ağır uykudur? Af­
yon mu yuttun?" diye bir ses gelir. Bunun üzerine
"Adem"in derin köşelerinde hapis kalmış olan çürü­
müş kemikler fırlayıp kendilerini dışarı atarlar. Bu
cüzlerden her biri kendi merkezine doğru yönelir. Bun­
lardan hiçbiri ötekinden ziyade olmaz. Kemikler ke­
mikler , damarlar damarlar, göz kapaklar, göz kapaklar,
gözler gözler tarafına giderler. Takdir iktizası birbiriyle
kaynaşır. Öyle ki hiçbir cüz kendi küllünden eksik kal­
maz. Bunların hepsi de ruhlar ordusunun canlarının sesi
ile hasta bir vaziyette arı sürüleri gibi sahralara yayılır­
lar. Sonra hevdecini tekrar cisim sarayına koyarlar ve
bu cisim bir defa daha meskun bir hale gelir. Bundan
sonra sevabı ikab cihetinden herkes kendi amelinin kar­
şılığını görür. Kmi ezel hükmü ile cennete girer. Kimi
de kaza icabı şiddet ve azab ile lıelâk olur.Buna itikat
etmeyen, filozof Aristo ve Eflatun da olsa yine cahil sa­
yılır."

Sultan Celâlüd'din—i HârezmşaEî merd, çok cesaret­


li, güzel yüzlü ve boylu boslu bir adamdı. Babası Sultan
Muhammed Mârezmşah Moğol askerine mağlup oldu­
ğu vakit, o da Kabil tarafına gitmişti. Cengiz Han, bas­
kın yapmak için onun arkasına düştü. Sultan Celâlüd-
din Kabil mülhakatından olan Benchir etrafında Moğol
askerini hezimete uğrattı. Bunun üzerine Cengiz Han

- 201 -
yalnız başına Celâliid'din—i taîdöten vazgeçmek zaru­
retinde kaldı. Pâymurz ve Karşî hudutlarından Cey­
hun'u geçti. Bâmiyân yolu ile Gaznin'e geldi. Sind su­
yunun iki kenarında her iki ordu toplandı. Celâlüd­
din'in mukavemet kuvveti yoktu. Onun için askeri pe­
rişan oldu. Cengiz Han suyun kenarına geldi. Celâlüd­

din öteki tarafa geçince atından indi. Mızrağını yere


dikip orada oturdu, silâhlarını mızrağının üzerine asa­
rak kuruttu. Suyun kenarında bulunan ve onun bu hali­
ni gören Cengiz Han onun bu mertliğine âferin dedi ve
ona bağırarak "Ey padişah oğlu senin boylu boslu bir
adam olduğunu işittim, kalk da şu boyunu bosunu sey­

redeyim" diye bağırdı. Bunun üzerine Celalüddüıı


kalktı tekrar Cengiz Han "Ey padişah oğlu şimdi
otur.Senin boyun, bosun ve gösterişin işittiğimden yüz
kere daha güzel imiş" dedi.
Bunun üzerine Cengiz Han yine ona hitaben be­
nim matlubum senin benim emrime mahkûm ol­
man idi bu hasıl oldu. Şimdi yolnn açık olsun git"
dedi.
Bundan sonra Cengiz Han suyı kenarından çe­
kilip gitti. Ve Celâlüd—din'in m duşu efradından
yetmiş kişi herhangi bir suretle yol bulup sultana ka­
vuştular. Multaıı tarafına giden Gebr ve diğer cins in­
sanlardan bir Efgan kervanını Hahavur civarında yağ­
ma ettiler. Onlardan birçok silâh alıp kuvvet buldular
ve 400 kadar Efganlı savaş eri sultanın ordusuna katıl­
dı. O anda Ablıiz—i Belîı'te Moğol ordusundan kaçan
Emir Husrev—i Dihlevî'nin de bulunduğu bin kişilik
Laçiıı kabilesi taburu ve bundan başka 800 kişi sulta­
nın etrafına toplandılar. Gerkesbâl kalesini fethetti­
ler. Multan padişahı sultanla barış yaptı. Aslen Hind-

- 20 2 -
li bir padişah oğlu olaıı Alââddin—i Keykubad kızım
sultana verdi. Sultan Hind'de 3 sene yedi ay bağımsız
padişahlık yaptı. Sultan Cengiz Hanın Dest—i Kıpçak
tarafına döndüğünü işittiği vakit de Hind'den Kiç ve
Mekran'a, oradan da Kirman'a geldi. Babasının emir­
lerinden Kirman hakimi olan Burak Hacip onu güzel
karşıladı " n birçok mal verdi. Fakat kaleden dışarı çık-
madı.Sulu..ı Kirman'dan Fars'a geldi Atabek Saad Bey
Zengi onu karşıladı ve kendisine mal verdi. Sonra Sul­
tan İsfahan'a gelerek Irak ve Azerbaycan'ı eline geçir­
di. Horasan ve İrak halkı Sultanın gelmesinden çok se­
vindiler. Moğolların zabıta memurlarını öldürdüler,on­
ları asdılar ve yaktılar. Sultan İran'da birkaç sene ada­
letle hükümet sürdü. Kardeşi olan Gıyasuddin Sultanın
yakın adamlarından birini bir şarap meclisinde öldür­
müş ve bu vak'ad an sonra vehme kapılarak kaçmıştı.
Birkaç defa sultana isyan etti.Nihayet Kirman sultanla­
rının ceddi olan Kurak Hacib'in eliyle öldürüldü. Bu su­
retle saltanat müstakilen sultanın eline geçti. Bu hal
İme ve Setbay Balıadır'ın üçbin Moğolla tekrar İran'a
dönüp gelmesine kadar devam etti. Bunun üzerine Sul­
tan tekrar İsfahan'a Moğol ordusuna karşı mağlup ola­
rak Azerbaycan'a gittiyse de orada da karar edemedi.
Bedlis'e geçti. Meiik Eşrefin kızını nikâhla aldı. Mo­
ğol askerleri tekrar onun üzerine yürümek istediler.Me-
lik Eşref kendisine Moğol askerinin gelmek üzere ol­
duğunu söylediyse de bu ona İliç aldırmadı ve kendisi­
nin onun memleketinden çıkıp gitmesi için böyle söy­
lediğine hamletti. Nihayet Moğol askeri bir gece şeh­
rin kapısına dayandılar. Sultan Melik'in kızı ile uykuda
iken Moğol askerinin geldiğini söyleyerek onu uyku­
dan uyandırdılar. Sultan Melik'in kızına: "Babanın hak­
kı varmış; biz onun sözünü bir garaza hamletmiştik.
Şimdi senin fikrin nedir? Bu hal karşısında bana arka­
daşlık edecek ve benimle beraber gelecek misin?" diye

- 203 -
sordu. Kız evei diye muvafakat cevabı verdi. Sultanın
yıkanmak için sıcak su te-Jarikine vakti yoktu. Kapta
bulunan ılık su ile yıkandıktan sonra kı?t ata bindirdi
ve her ikisi gece yarısı kaçtılar. Bazıları sultanın yalnız
kaçtığını söylerler. Sözün kısası, sultan artık saltanat
gelinini iiç talâk ile boşadı. 3ir müddet sahralarda,
çöllerde dolaştı. Akibeti ne olduğu tarîhçilerce malûm
değildir. Bazıları da onun esvabına ve atini tamah et­
liklerimden öldürdüklerini söylerler. Bazıları da onun
saltanattan ve dünya işlerinden soğuyarak fakirler ve
sofiler libasını giyip Rum ve Şam memleketlerinde
kimsenin tanımayacağı bir vaziyette yaşadığını söyler­
ler. Bu on sene zarfında sultanın bir yandan zuhur etti­
ği şâyi oldu. Halk sevinip ve müjde davulları çaldı, Mo­
ğolların zabıta memurlarına hücum ettiler. Sonradan
ıjumın bir aslı çıkmadı. Bu cihetten Allahın birçok kul­
ları Moğol askerlerinin elinde şehit oldular. 3u aşağıda-
ki hikâyeyi Şeyh—i Arif Rüknüd'diıı Alâüddev'le Sim-
nanı'den rivayet eder. Şsyiı dedi ki: Ben bir gün şey­
him Nurü'd—din Abdurrahmaıı-j İsferayhıî'nin mecli­
sinde oturuyordum. Kendisi birden bire kalktı ve çıkıp
gitti. Müritlerini ve dostlarını evlerine gönderdi. Üç ge­
ce Hanegâîı'a gelme.ii. Müritler: Acaba şey'âıı başına
ne geldi, sakın bir düşman taarruzuna uğramasın diye
telâşa düştüler. Onu aramaya çıktılar. Bağdad'm vira­
nelerini ve avlularını ihtiyaten"aradılar. Nihayet şey:t
akşam namazı lianegâha çıkageldi. Dostlan çok sevin­
diler. Ben kendisinden bu gaybubetinin sebebini sor­
dum. Cevaben bana: "Sultan Celâletti» saltanattan el
çekmiş, dervişler zümresine girmiş ve senelerden beri
taat ve ibadetle meşgul olarak Ricalü'l—gayb mertebe­
sine ulaşmıştır. 3ıı günlerde Bağdad mülhakatından
Sarsar köyünde eskicilikle meşgul iken hakkın rahmeti­
ne kavuşmuştur. Bana âlemi gaydan bu haberi verdiler.
Ben gittim teçhiz ve tekvininde bulundum. Bu üç gün

- 204 -
zarfında onunla meşgul idim" buyurdular. Şeyh Alâ-
üddev'ie: "Ben ve diğer arkadaşlar hayrette kaldık ve
"Bugün saltanat kimindir? O, kahhar olan yegâne Tan­
rınındır'’ âyetini okuduk. Tanrı fâni saltanat gelinini
tiç taiâK ile boşayan kimseyi şüphesiz, ebrâr, aktnb ve
evtâu derecesine ulaştırır.

Şiir:
"Bu dünya ve bu insanların çekişmeleri nedir? Kö­
pekler ve leşlerle dolıı bir toprak yığınından başka bir-
şey değildir. Böyle bir ev için bu kadar feryal etmemiz
ve bir toprak yığını için bu kadar gurura kapılmamız
nedir?"
Sultan Celâleddiıı bu dünya leşini leş yiyen Moğol-
lara bırakmadan önce bu köpek Moğollarla daima mü­
cadele etti, ıztiran ölümden evvel ihtiyarı ölümle ölme­
den hiç rahat ve mızur yüzü görmedi.

Beyit:
"Ey arkadaş, sen hakiki bir iiayat geçirmek istiyor­
san ölmeden evvel öl. Çünkü İdris bu suretle öierek
bizden evvel cennete kavuşmuştur.

MANÂLAR YARATICISI KEMALÜ'D-DİN


İSMAİL B. CEMALÜ'D—DİN MUHAMMED
A B D U R-R EZZA K -I İSFAHÂNÎ
(Tanrı rahmet etsin)

i ¡ayilli bir halef ve hayırlı oir selef idi. Hâcer Cema-


lü'd—din Abdii'r—Rezzak'ın iki oğlu vardır. Biri Mırîü'
d—din Abdü'l—kerim,diğeri Kemalü'd—din İsmail. Mu-
nıt'i’d—tlin çok faziletli ve İJİlgi sahibi idi, Kemalü'd
din Jalıi böyle idi. Bunların hanedanı İsfahan'da çok
muhterem idi. Sâidiye hanedanın büyükleri Kemalü'd
oin İsmail'in yetişmesine çok çalıştılar. Onun da bun­

- 205 -
ların medhi hakkında çok parlak kasideleri vardır. Ni­
tekim bunlar hakkında şöyle demiştir.

Beyt:
"Dinin rüknü Sâid—i Mes'ud öyle büyük bir adam­
dır ki devrinde düzensizlik yalnız Yağma güzellerinin
saçlarının buklelerinde görülür."

Bir kasidesinde her beyitte saç mânasına olan mu


kelimesini kullanmıştır. Nazire yazmak mümkün değil­
dir. Çünkü bunda pek çok nazik ve garip mânalar var­
dır. Onun ilk beyti budur.

Beyt:
"Ey saçlarının her bir teli yüzünden bir gönülün be­
lâya müptelâ olduğu sevgili. İki cihan senin her bir kı­
lının yarı değerindedir."

Hâce Selman ve bazı fâzıllar bu kasideye nazire yaz­


mışlardır. Şâirler ve büyük adamlar Kemal İsmail'e
Hallâku'l—meâni (Manâlar yaratıcısı) derler. Çünkü
onun sözlerinde ince manâlar vardır. Bu birkaç defa
okunduktan sonra anlaşılır. İşte bu iki beyitinden
onun ne kadar sağlam bir tabiata ve zihne malik oldu­
ğu görülür.

Şiir:
"Senin o hayat suyu fışkıran ayağının toprağına ka­
sem ederim ki eğer sen benim şiir müsveddelerimi anar­
san onda mânâların zillet ve hirmana uğramaları tabii­
dir. Çünkü garipler daima zillet ve hirmana maruzdur­
lar."

Bir takım mev'izalar ve bilgileri ihtiva eden şu kaside


de Kemalü'd—din İsmail'indir.
Kasîde:
"Artık benim gönlümün perişanlıktan kurtulması ak­
lım başına^alması yaptıklanndan pişman olması zamanı
gelmiştir. Âşıklık hava ve hevesi peşinde koşmak devri
geçmiştir. Şimdi gönlümün îmâna sarılması lâzımdır.
Senin yanaklarının etrafında dolaşan gönlümün de her
esen rüzgârla saçların gibi perişan olması tabiidir. Heva
ve heves kadehinden gurur sarhoşu olan her kara gönül
güzellerin gamzelerinden daha ziyade fitne ve fesatçı­
dır. Güzellerin saç ve dudakları etrafında dolaşanların
yüzü onların hatları gibi günden güne kararır. Ey gönül,
kalbinin, Tanrı rahmetinin penceresi olmasını istersen
akıl yükünü ten hücresinden dışarı et. Allahın nuru şey­
tanın evine iner mi? Bir çingenenin çergisi sultanın
menzili olur mu? Akh şeytanın kölesi yapma .Meleğin,
şeytanın mutfağında ocakcı olması lâyık mıdır? Kendi­
ni aşk ateşinde yak erit ki bir mum gibi olan vücudu­
nun sırf bir can olduğunu göresin. Eğer yanan ateşin
sana gülistan olmasını istersen İbrahim gibi putları kır.
Eğer heves şeytanın emrin altına girmesini istersen Sü­
leyman gibi sabah rüzgârlarının sırtına eğer koy. Kudsi-
yet yoluna girmek ve Musa'nın kendi kalbine arkadaş
olmasını istersen ehlini ve nâ—ehlini bırak. Asâ gibi
üzerine dayandığın dünya,malını elden bırakmazsan o,
asâ Musa'nın âsası gibi bir yılan olur. Gönlünün arzu­
sunun yerine gelmesini istersen arzıısuzluğuıı kö­
lesi ol ki bu aym dert dermanının mayası olsun.
Bu dönen kümbet üzerine gönül bağlama. Çün­
kü bu azizlerin kanı ile dönen bir dolaptır. Herşeyi se­
nin için elde edilemeyen birşey olması senin hırsından-
dır. Hırsı bırak ki iıerşeyin kıymeti düşüp ucuzlasın.
Eğer senin güç olarak kabul ettiğin dünya işlerini ken­
dine kolay yaparsan o da kolay olur. Her vakit başkala­
rının şeref ve haysiyetini yiyip kemirmek için senin dilin
destere gibi baştan başa diş kesiliyor. Dünya için her

- 207-
ay başında ömrün az olmasını, paranın çok olmasını is­
tiyorsun. İnsanlar suret itibariyle müsavidirler. Arala­
rındaki fark Allaha itaat ve isyan cihetindendir. Bir gü­
müş parçası, katırın avret yerine halka olur, bir parçası
da Süleyman'ın mührü olur. Farzedelim ki birçok zah­
metler çektikten sonra işlerin istediğin gibi intizama
girsin; fakat neye güveniyorsun. Bu kararsız alemde bir
anda yine başka türlü olur. İhtiyarlık sabahı senin başı­
nı sarmıştır. Binaenaleyh yıldız gibi göz yaşlarının dö-
Külmek, zamanı gelmiştir. Eğer sen Tanrının san'at
eserleriyle dolu olsan bu alemi bir gözden geçirsen gör­
düğün acayiplerden müfekkirenin ağzı açık kalır. Eğer
tamamiyle Yunan hikmet—i felsefesiyle dolu olsa da
şiir kıyamette kimsenin imdadına yetişmez. Din ve fa­
zilet yalnız sadakat ile bu cihanın sahibi olan Tanrının
emrine tabi olan kimsede bulunur. Hakiki Müslüman ol­
mayanlar «ju devlerin menzili olan dünyada canlarını se­
lâmete ulaştıramazlar. Eğer benim sözlerimin başlığı
Peygamberin ve onun esbabının muhabbeti olursa ebe­
di halâsa kavuştum demektir."

Fâzıllar yanında Kemalü'd—din İsmail'in divanının


kadrıı kıymeti vardır. Onıın kemâli vasf etmekten müs­
tağnidir. Şöhreti dünyanın her tarafında yayılmıştır.
Kendinin servet ve saman sahibi olduğunu ve daima
düşkünlere yardımda bulunduğunu söylerler. İsfahan
adalisinin bazıları ona fena muamele yaptılar, aleyhin­
le bulundular. O, bundan çok incindi. Bunun üzerine
İsfahan ahalisinin zemmi halikında şu şiiri yazdı.

"Ey yedi yıldızın sahibi olan Tanrı sen, kan döken


bir kâfiri gö ııder ¿İsfahan'ın mahallelerinden Der—i Deşti
dümdüz ve Cuybâre'den bir kan nehri akıtsın. Onların
ner birini yüz parça yapsın. Bu suretle ahalisinin sayısı­
nı çoğaltsın."

- 208-
Cuybâre ve Der-i Deşt İsfahan mahallelerindendir.
Az bir zaman sonra Oktay Kaan’ın ordusu geldi. İsfa­
han'da bir katliam yaptı. Kemaleddin İsmail de bu ara­
da şehid oldu. Onun öldürülmesinin şöyle olduğunu
söylerler: Moğol ordusu geldiği vakitte Kemal,sofi ve
fukara hırkasını giymişti. Şehrin haricinde bir zaviyeye
çekildi. Moğollar ona hiçbir şey yapmadılar, hürmet
gösterdiler. Ahali kendi mallarını getirip onun zaviye­
sine gizlediler. Zaviyesinde bulunan bir kuyunun içeri­
sine koydular. Bir gün bir Moğol çocuğu elinde yayı ol­
duğu üalde onun zaviyesine geldi ve yayı ile kuşa taş
attı. Zehgîri elinden fırladı, yuvarlanarak kuyunun içi­
ne düştü. Onu çıkarmak için kuyunun ağzını açınca
saklanmış olan malları buldular. Onun üzerine bundan
başka daha mal olduğunu zannettiler. O malların da
çıkarılıp verilmesi için kendisini sıkıştırdılar. Nihayet
bıı sebepten birçok işkence ile öldürdüler. Öleceği es­
nada kendi kanı ile şu rubaiyi yazdı:

"Gönlüm kanla doldu. İşte aşk uğrunda can eritme­


nin şartı ve onun huzurunda bendelik budur. Bununla
kullara güzel muamele etmek bu mudur diye söyleme­
ye cesaret edemiyorum."

Onun şehadeti 635 yılının Cemaziyelevvelinin iki­


sinde olmuştur.
Oktay Kaan,Cengiz Han'dan sonra hakkı ile hanlı«;
tahtına oturJu. Onun büyük kardeş ve amcaları bütün
işleri onun eline bıraktılar. O tavazuıından bu saltanat­
tan istifa etmek istedi. Bunun üzerine büyük bir kurul­
tay yaptıktan sonra Tul uy Han onu kolundan tutup
ister istemez hanlık tahtına oturttu. Tarihçiler, Kaan
Han'ın güzel ahlâkı ve seciyesi hakkında o kadar uzun
uzadıya yazmışlardır ki anlatılamaz. O her ne kadar

- 209 -
dinden bihaber idiyse de mürüvvet ve insaniyete aşina
idi.
Tabakat—ı Nâsirî sahibi şu olayı anlatır: Bir gün Ok­
tay Kaan ordusiyle pazardan geçiyordu, orada Iıinnab
gördü, cam çekti. Kıymetini sordu ve kölesine: "Ş u bir
kese altını götür Mnnab al" dedi. Vezirleri bu bakkalın
elinde bulunan hinnabın hepsinin kıymeti iki dinarlık­
tır, dediler. Kaan evet dediğiniz gibidir. Bu biçare fa­
kir, senelerden beri böyle bir ticaret yapmak için bura­
da oturmaktır ve benim gibi bir müşteri de düşmemiş­
tir ve düşeceği de yoktur, dedi ve emretti. O kese altını
götürüp bakkala verdiler, hünnabı aldılar. Ciiıanküşa ta­
rihinin müellifi bunu hikâye ediyor: Moğolların kanu­
nunda bir madde vardı. Kim gündüz suya girerse onu
öldürürlerdi. Bunu uğursuz sayarlardı. Bir gün Kaan
yolda gidiyordu.Çağatay da yanında idi.Bir müslümamn
gusül etmek için suda yıkanmakta olduğunu gördüler.
Çağatay, Kaan'a: "Bu adam bizim kanunumuzun hi­
lâfında hareket ediyor. Bunu öldürmek lâzundır. Sen
bu hususlarda ihmal ediyorsun. Sonra ahali yüz bulur"
dedi. Kaan: "Belki bu adam gariptir.Bizim kanunları­
mızdan haberi yoktur" dedi. Çağatay pek cüretli ve hid­
detli idi. Kaan'a: "Bu adam bizim kanunlarımızdan ha­
berdar olsun olmasın kanunun şiddet ve ehemmiyeti
nazarı dikkate alarak öldürülmelidir" dedi. Kaan her ne
kadar: "Bu adam gariptir. Kanunlarımızdan haberdar
değildir. Bizim emirlerimizi işitmemiştir" gibi birçok
sözler söylediyse de Çağatay kabul etmedi. Kaan bir
müddet münakaşadan sonra: "Artık geç oldu, yarın
hâkime soralım ve bu adamı pazarın başında asalım"
buyurdu. Akşam olunca bu müslümanı yanma çağırdı
ve ona: "Sen bizim kanunumuzu bilmiyor musun? Bu
husustaki emirlerimizi işitmedin mi ki böyle bir cüret­
te bulunuyorsun?" dedi. Bu biçare ağlayıp sızladı.
"Ben bilmiyordum, kabahatim yoktur" dedi. Kaan ona

- 210 -
"Sen bu meseleden dolayı birkaç işinden gücünden kal­
dın. Bu parayı al îıarcet. İşu işretle ye,bana kayır dua­
da bulun" dedi. İyi ahlâklı insanlar yabancılara böyle
hürmet ederler. Eğer ahbaplarına da yardımda bulu­
nurlarsa nur üzerine nur olur. Refî—i Lüııbanî, Esîrü'd—
din Evmariî ve Şerefeddin Şefreve, Kemalü'd—din İs­
mail'in akranındandırlar. Tanrı cümlesine rahmet et­
sin.

ŞEREFÜ'D—DİN ŞEFREVE-İ
İSFAHANI
(Tanrı mezarını nur içinde bıraksın)

Fazıl ve ilim sahibi idi. İsfahan'da Atabek Şîrgîr'in


devleti zamanında kendisine "Melikü'ş -şuara" diye hi­
tap edilirdi. Daima civar memleketlerin aşirleriyle mü-
baheseler yapardı. Kemalü'd—din İsfahanı'nin babası
Abdü'r—Rezzak onun hakkında hicviyeler yazmıştı.Dili
çok keskin ve hazır cevap idi. Mücîrü'd—diıı Beylekânı
hakkında ince hicviyeler yazmıştır. Sultan Tuğrul hak­
kında şu kasideyi söylemiştir.

Kaside:
"İnsanlar, vahşiler, devler ve periler o sultanın mai-
yetindedirler ve onun emrine boyun eğerler. Bu saltan
Tuğrul'a taç, taht ve yüzük kendisi gibi padişah olan
büyük babalarından miras kalmıştır. Zühre, güneş, ay
ve müşteri onun mutribi, aşçısı, atının nalı ve kâtibidir.
Hava, toprak, su ve ateş onun kapısında perdeci, kapı­
cı, peyk ve askerdir. Arslanlar, ahular, kurtlar, koyun­
lar, keklikler ve doğanlar onun adaletine sığınmışlardır.
Onun hizmetçileri ve kölelerinin mızrak, kılıç harbi ve
kalem bulunur. Öküzler, balıklar, develer, atlar ve ko­
yunlar onun sofrasında ziyafet için kurbandır. Denizler
ve madenler onun huzuruna incilir, firuzeler, altınlar ve
gümüşler saçarlar. Onun meclisinde mutriblerin ellerin­
de berba, çeng, rubab, ııey ve defler bulunur. Onun iy-
şu işret bostanmda güî ağaçları şimsad, selvi ve nârven-
lar vatan tutmuşlardır. Onun doğanına ve parsına atma­
calar, filler ve gergedanlar av olur. Onun fenalığım iste­
yenlerin vücuduna kirpiler, leylekler, kargalar musallat
olur. Bülbüller, kümrular, güzel sesli kuşlar onun bağın­
da saz çalarlar. Bülbüller tûtîier ve erkek tavuslar onun
murat bağında daima cilve yapsınlar. Padişahlar onun
atının nalından küpeler, kemerler ve gerdanlıklar yap­
sınlar. Zırhlar, miğferler, zımh gömlekler ve kalkanlar
onun hakkında fenalık düşünenlerin sırtlarında,başla­
rında ve ellerinde parça parça olsun. Kürzler, harbiler,
oklar ve teberler onun düşmanlarının vücutlerine işle­
sin. Onun binlerce olan şehirlerinde, köylerinde tu­
runçlar, portakallar, narlar ve ayvalar yetişsin."

İKİNCİ BİR SEHBAN OLAN


REFÎİÜ’D —DİN
LÜNBANÎ (Tanrı rahmet etsin)

Bu zât Hâce Cemâlii’d—din Muhammed AbdO—r—


Rezzak İsfehânî'nin akranmdandır.Lünban İsfehan'm
köylerinden çok güzel bir köydür. Reftö'd—din bu
köydendir. Şiirleri lâtif bir şâirdir. Genç yaşında iken
bu dünyadan ahire te göçmüştür. Esirüddin Emanî Re-
fîüd'din’in şâirlikteki kudreti hakkında çok şiirler yaz­
mıştır. Refö Said—i ¿-lirevî'in muasırlarındandır. Refıf
in Rey seyyidlerinden olan ve burada birçok emlâk ve
akarı bulunan Fahrii'd—din Zeyd b. el—Haşan el Hüsey­
ni hakkında bir kasidesi vardır.

Kaside:
"Ey sevgili! benim aşkımın macerası ne ile senin ku­
lağına gelecek. Senin vuslat devletinin bana ulaşmasına
üıiç imkân vat mı? Ben kimim ki senin saf vuslat şarabı­
na tamah edeyim. Bana vuslatın hicranı bu şarabın tor­
tusu kâfidir.Seııin yolunun toprağı gözlerime geliyor.
Halbuki böyie kıymetli bir cevherin böyle bir kıymet­
size lâyık değildir. Beniuı başıma ne gelirse havadan
gelmiştir. Evet insana ne gelirse havadan gelir. Sırtım
gam ve kederden iki büklüm oklu. Bununla beraber ge­
ne elim,o büklüm büklüm olası saçlarına elim deymiyor.
Yüzüm kehruöa gibi sarardı. Onun üzerinde kanlı göz
yaşlarım kehruba üstüne düşmüş mercan gibi görünü­
yor. Canım hicran gecesinde dudaklarıma geldi. Ma-
lem ;i vuslat gününe kavuşmak benim için kabil değil­
dir bırak gelsin. Senin aşkından bu gönlüm yüz parça
olsa^onun her parçası senin aşkından ayrı yanar. Senin
oklarının karşısında yüz tane yabancı ve bir tane aşina
olsa,onlar o aşinaya isabet eder. Senden gelen mihnet
ve meşakkat bir memlekettir ve binlerce halk o mihnet
ve meşakkati nekler. Böyle bir saltanat kime nasip
olur. Benim maceramı dinle.Çünkü birçok gizli macera­
lar padişahın sarayına ulaşır. Ben korkarım ki senin
yaptığın cefak arlıkların o seçkin büyük Seyyid'in kula­
ğına giderse mahcup oîrruyasm. O din ve devletin me­
darı iftiharı Hasan'm oğlu Zeyd'dir. Onun sözlerinden
ilk kulağına merhaba sedaları gelir. Eğer onun güzel
huylarının kokusu seba rüzgârının burnuna giderse sün-
bül ve gülün renginden eteğini çeker. Güneş her gün
göğün ortasına geldiği vakit ona saygılarım arzetmek
için aşağı eğilir. Eğer senin ayağının tozları göklere
çıksa tutiya gibi yıldızlarının gözlerini narlandırırlar.
Eğer bir devirde senin gibi öir ehli kerem olursa artık
bizim hepimizin nerelere ulaşacağını düşün. Gözlerin
gül renginden, kulağın bülbüllerin seslerinden ve pııtrip-
lerin nağmelerinden faydalandığı müddetçe sen daim
ol."
Refu'sıin ve Esîrü'd—din Evmârî'nin divanları Acem
Irak'ında çok meşhur ve muteberdir. Her ikisi de bü­
yük bir şöhrete maliktir. Fakat Horasan ve Maveraün-
nehr'de unutulmuştu.

MANEVİ FÂZIL SAIDÎ-HlREVÎ


(Tanrı rahmet etsin)

Güzel sözlü,lâtif tabiatlı bir şâir idi. Kadı Şemsüddin


Tabsî'nin akramndandır. Cengiz Han'ın evlâdının salta­
nat sürdüğü devirlerde Horasan melikinin veziri olan
Hoca İzzeddîıı Tahîr Feryumedî'nin maddahıdır. Bu
zat Tus'da sakin idi. Hülâgu Han zamanında emîr Ar­
gını Aka'nın onun aleyhinde söylediği sözlerin neticesi
olarak vezaretten azledildi. Ve bir miktar parası müsa­
dere olundu. 3unun yerine Hâce Vecibü'd-din Zengî
müstakilen vezir oldu. Bu zat hoca İzzüJdin Tahir'in
oğludur. Saîd—i Hirevi'nin sözleri çok naziktir. Purba-
ha, Saıd'in şagirtlerindendir. Hâce Izzü'd—din Tâhir
hakkında şu kasideyi yazmıştır:

Kaside:
"Benim sevgilimin yüzü parlayan ayı geçmiş tir .Onun
saçları benim gönlümü çevkân topu kapar gibi kaptı.O
öyle bir güzeldir ki onun top gibi olan çenesi, dudakla-
riyle yakutun güzelliğini ve hayat suyunun letafetini gi­
derdi. Eğer güzellik meydanı yasemin vücutlu dilberler­
le dolu olsa o hepsinden üstün gelir. Ey seba rüzgârı gel
o hepsinden üstün gelir. Ey seba rüzgârı gel o yarin ya­
nına git benim gönlümün derdini dermanın kulağına
söyle. Eğer gülün senin yanında yapraklarını dökmesini
istersen ona benim sevgilimin yüzünün güzelliğinden
bahset ve eğer düzgün selvinin yerinde oynamasını arzu
edersen o güzellik gülistanının selvisinin güzel boyu ve
bosundan anlat. Ben bu sırrı seba rüzgârına söylerken

— 214 —
o ayıplar arayan iftiracı dilber hemen kapımdan içeri
girdi. Onun çevkân gibi büklüm büklüm saçlannı görün­
ce gönlüm yuvarlanan bir top gibi ayaklarına düştü.Ben
ona: "Bana bir öpücük vermez misin" der demez o hid­
detle: "Ey gözleri dönmüş utanmaz bunu gizli söyle"
dedi. Ben ona: "Senin saçların benim gönlümü kaptı
götürdü" dedim. O da gülerek bana: "Ey darma dağın
söz söyleyen h e rif dedi.Ben de ona cevaben: "Ey zarif
dilber sen her ne kadar cihanın canı isen düzgün söz
söyle" dedim. Ben o kimseyim ki bana böyle söz kim
söyleyebilir. Ben bütün Horasan diyarının şâirlerine ga­
lip gelmişim. Yeryüzünde şâirlerden yalnız ben kalmı­
şım. Fesahat ve belagatte hepsini geçmişim. Ben ha­
yalli, ilhanılı selis şiirler söyleyen, latifeler yapan, san'
atlar gösteren, uzağı düşünen bir şâirim. Ben böyle se­
nin gül yanaklarının vasfında şiirler söylerken sen bana:
"Hezarı destan söyle" Dün kadının yanında fazilet iddi­
asında bulunan adam ne oldu. Gel bakalım bu davanı
burhan ile isbat et.Eğer bu adanı bu davasından dönme­
miş ise ona: "Gel dünyanın sadrlarmın sadrı olan zatın
medhü senası hakkında da böyle şiirler söyle" de. O
devletlerin izz u şerefidir. Onun şerefli zatı olgunluk
âleminde bütün insan nev'ine galiptir. Adalet ve sehavet
cihanı olan bu Tanrı faziletten hüner ve büyüklük topu­
nu kapmıştır.O yücelik topunu bu âlemin dışına götür,
müştür. Çünkü mıntaka onun çevkânı ve Zuhal yıldızı
da onun topudur. Top nasıl çevkânın elinde ise felek
de onun hüküm ve tasarrufundadır. Eğer deniz onun
cömertliğinden şikâyet ederse sen ona: "Gel bunu
göz yfişlariyle Nisan bulutlarına söyle" de. Eğer onun
yüceliği ve ağır başlılığı böyle ise o celaliyle bütün im­
kân âleminin fevkindedir. Eğer zamana bir şeref ser­
mesi olan kapısının toprağını can karşılığında sansa sen
bunu yine ucuz bil. Bir kimse onun fermanına tâbi ol­
mazsa sen onun hadiselerin ve mahrumiyetlerin esiri ve

- 215 -
hakiri olduğunu söyle. Ey aklın sığmağı sen mademki
Mustafa'nın ahlâkına maliksin seni metheden bu kulu­
nu Hassan ile beraber tut. Şiirleri bit kadar lâtif dünya­
da kim vardır. Sen bu hakikati benim için değil. Tanrı­
nın rizası için söyle. Senin bu duacına selâmeti için
duayı benim gibi candan etmesini söyle."

Mengü Kaan'ın devleti zamanında Hülâgu Han İran


ülkesinin padişahlığı kendisine verildi ve barış yılında
altıyüzkırkta büyük bir kurultaydan sonra doksan bin
askerle İran üzerine yürüdü. Bu Cengiz Hanın oğludur.
Gayetle kudretli, kuvvetli ve akıl ve fikir sahibi bir pa­
dişahtır. Zamanında bütün İran ülkesini ele geçirdi.Fit-
ret devirlerinde uğradığı harabeleri imar etti.Bid'atleri
kaldırdı. Memleketlerin kanunlarını öyle bir intizama
soktu ki bundan fazlası tasavvur olunamaz. Melâhide'
nin kaleleri memleketleri üzerine yürüdü. Hepsini ele
geçirdi. Haklın—i Fâzıl Hâce Nasırü'l—hak ve'd—dünya
ve'd—din Muhammed Ebi Caferi't—Tusî o zamanda Me-
lâhide'ııin memleketleri ve dağlarına düşmüş idi. Hanın
hizmetine koştu geldi. Birkaç yıl onun hizmetinde kal­
dı. Hanın bu zat hakkında büyük teveccühü ve itikadı
vardı. Hâce Nasır Meraga'da bir rasathane yaptı. Müey-
yedü'd—din el—Arısı ve Necmü'd—din Debîraıı vesaire-
nin yardımiyle Zeyc—i İlhânîyi meydana gelirdi. Bu
han, Bağdat halifelerinin köklerini kazıdı; Bağdad'ı
yağma etti. Katliâm yaptı. Son halife Müsta'sımbillâfo'ı
öldürdü. Bunlar tarihlerde meşhur ve herkesçe malûm­
dur. Hülâgu Han altıyüzaltıııışüçte vefat etmiştir.
FAZILLARIN KENDİSİYLE ÖVÜNDÜĞÜ
MEVL&NÂ ŞEMSÜ’D-DİN TÂBESÎ
(Tanrı rahınet etsin)

Horasan âlimleri ve fazıllarının en ileri geleıılerin-


dendir. Her ne kadar kadı oğlu ve kendisi de Tâbesî ka­
dısı ise de Darüssaltana Herat'ta otururdu. Birçok fazi­
let ve kemaliyle beraber mertebesi âli bir şair idi. Ah­
lâkı güzel,gösterişli bir adam idi. Sultan —ı Said Bay
Sungur (Tanrı burhanını nurlandırsın) Şemsü'd—din
Tâhesî'nin divânım Şemsü’d—din—i Hattat'm yazması­
nı emretmiş idi. Bu hattat Şemsü'd—din kâtipler ara­
sında Şems -i Bay Sungurî demekle meşhurdur. Sultan
Bay Sungur birçok defalar bu iki Şeııısüddin'e "Tanrı
tarafından verilen böyle bir şiir,böyle bir yazı pek na­
dirdir" buyurmuştu. Kadı Şemsü'd—din fazılların sul­
tanı Sadriiî şeıia muasırı idi. SadrJİ şeria fazılların ileri
gelcnlerindendir. Bu her ikisi birbirleriyle tanışırlar ve
görüşürlerdi. Derler ki Kadı Şemsüddin Sadriil şeria'nm
ilim ve kemalinin şöhretini işitti. Görüşmek için Buha­
ra'ya gitti. Ziyaretine gitmek istediği gün Sadrül şeria
gece bir kasîde söylemiş idi. Talebesine ders okuttuk­
tan sonra bu kasideyi okudu. Fazıllar bunun hakkında
tenkitte bulundular. İşte şu beyitler bu kasidenindir.

Kasîde:
"Kalk sabah oldu. Şarap bir yanda bir de sen ve ben;
her taraftan horoz sesleri geliyor kalk ki kadeh de kalk­
mış tek ayali üstünde dinliyor. Şarap sofrasına otur ki
sürani iki diz üstüne çökmüş oturuyor. İçindeki renkli
şarabı iç ve kendini bu dönen gök şişesi içinde bir taş
farzci. Ey güzel bir a,.u gibi olan gözlerinin avı gönlüm
olan. Ey perişan kâkülleri ceylanın nefesi gibi kokan!
Senin kırmızı şeftali gibi olan yakut dudaklarının has­
retiyle döviine dövüııe kırmızı yanaklarım erik gibi mos

- 217-
mor oldu."

Şemsü'd—din meclisten kalkıp gitti. Hemen bu kasi­


deye bir nazire söyleyip getirdi. Sadrül şeria'ya verdi.
Şu beyitler de o kasidedendir:

"Seba rüzgârı yüzünden saçları bir yana attığı vakit


gâliye zülüflü gece bir feryat kopardı. Senin saçların­
dan bir büklüm mü açıldı ne oldu ki felek her tarafta
miskten kaleler kurdu. Ahu, senin gâliye gibi tesir
eden hattından utandığı için ciğeri yanmış bir halde
gam vadisinde kaldı. Sedef gibi olan gözlerin inci gibi
yaşlarla dolmasını istemezsen söz söylerken o inci gibi
dişlerini gösterme. Senin geceler yaratan saçların ile
gündüzler doğuran yüzün anberle kâfurun biribirleriy-
le ihtilâtına benzer. Sen artık bizim hasta gönlümüzü
ne vakte kadar böyle çeke çeke o iki kaşının takma
götüreceksin. Para cihetinden bir gün benim işlerimin
yoluna gireceğini söylemiş idin. Evet ben de hep bunu
ümid ediyorum. Fakat haniya? Artık ben müfekkire­
min kapılarını kapadım. Bu altı köşeli evden ve bu do­
kuz katlı perdeden birşey zuhur edeceğinden ümidi
kestim."

Sadrü'ş—şerîa bu şiirleri okuduğu vakit Şemsü'd—


din’in zihninin doğruluğuna tabiatının inceliğine ve
şairliğine aferin dedi. Kad Şemsüd'd—din Sadrü'ş—şe-
ria'nın dersinde bir müddet bulundu. İlim vâdisinde
zamanın mükemmel bir âlimi oldu. Eşi bulunmayan
imanı âlimlerin sultanı Sadrü'ş—şeria zamanın en ileri
gelen büyük âlimlerindendir. Ve Buhara'nın büyük
adamlarmdandır. Bu kadar fazıl ve kemaliyle beraber
şâirlikte de letafet ve zerafette eşi yok idi. Onun eser­
leri yeryüzünde yayılmıştır.
Sonra Mevlânâ Şemsü'd—din Bulıara'dan Horasan

- 218 -
tarafına gitti. Sultan Celâleödin zamanında bihakkın
Horasan veziri olan Nizamülmülk'ün meclisinin nedimi
oldu. Şemsü'd—din'in bu vezir hakkında çok parlak ka­
sideleri vardır. Bu kasîde onlardandır:

"Ey yanaklarında güllerin yüzü terleyen, kalk,ömür


bağım şarabın kokuları ile tazelendirelim. Sabah vakti
iyşu işaret dudaklarını şarap ile gülümseyişlere garket,
ney gibi ne zamana kadar ağzmı zamanenin havası
ile dolduracaksın, eteğini sürüyerek gül, sultanının
hizmetine sallanarak git. Serviler ney gibi kollarını bağ­
layıp senin hizmetine hazır olsunlar, bak bülbüle senin
yüzünün güzelliğinin bağını aramakla dünyanın her ta­
rafına ayağını basmıştır. Sen o dilbersin ki gülün zenhar
renkli esbabı senin yüzüne hasetinden bin parça oldu.
Senin yüzüne bir kere baktığından baharın bütün güzel­
likleri onun tabiatında toplanıp gizlendi. Gül atılmış bir
ipek parçasından başka birşey değildir. Senin yanakla­
rının artık ona nisbet edilmesine meydan verme. O, ka­
ra kalpli cadı sıfatlı bergiz gibi gözlerinden sor bu zü­
lüm daha ne kadar devam edecek, vezirin adaleti cihana
yayılmıştır .Bundan sonra, artık zemane gibi zulüm kılı­
cını çekme o din ve devletin öyle kutlu bir sadredir ki
onun eli Tay hanedanının cömertlik kaidelerini hüküm­
süz bırakmıştır. O adaletli Muhammed Nizamü'I—mülk­
tür. Onun fikir ve reyi yıldızlar padişahı olan ayın yüzü­
nü dağlamıştır. Felek samahat işlerini harap ettiği
zamandan beri Rey memleketinin vezirinin bütün eser­
leri mensuh olmuştur. Takdir; onun yüce reyi işaret et­
meden varlık âlemine hiçbir şey getirmedi. Onun kutlu
zatı dünyaya geldiği vakitte ikbal "Seni Tanrı getirdi ey
çocukcağız!" dedi. Onun tabiatı hırsa: Para ve "Gümüş
işleme; çünkü birisi kara kalpli, diğeri de beyaz izlidir"
dedi.

- 219-
Onun alaca ve hoş adımh atının nalı bir yerde iz bı-
raksa artık bu dünya padişahlık tacına nasıl meyleder?
Bir kimse güneşin alnının nurunu görürse bilirim ki ar­
tık o, gölgeyi hiç hatırına getirmez. Ey gökler gibi yiice
olan, senin yerin Zuhal yıldızı gibi aym ve yıldızının
başının üstündedir. Senin elinin yanında ben büyük de­
nizleri nasıl methedebilirim. Kevser çeşmesinin yanın­
da şaraptan kim bahsedebilir. Senin bir devlet iksiri
olan kapının toprağından, yılanın gözbebeği bir ziynet
olur. Hayat için tabiatta itidal lâzım olduğu müddetçe
senin büyüklüğünün şöhreti kabile kabile dolaşır.

ŞAİRLERİN İMAMI MEVLÂNÂ


İMAM—I HIREVÎ
(Tanrı rahmet eylesin)

¿iorasan'm fazıllaruufcındır. İlm—ü fazlıyla beraber


eşi olmayan bir şair idi ve Şeyh MusliMi'd—din Sa'dî—i
Şîrâzî ve Hâce Mecdii'd din Henıger—i Fârisi'nin mııa-
sırlanndandı. Nıızhetü'I- Kulab sahibi şöyle anlatıyor:
Bir gün Sahih—i Divan olan Hâce Şemsü'd..din Mıı-
hammed ve Abaka îlan zamanında Melik Muînü'd—
din—i Pervane, Mevlânâ Nurii'd—din—i Rasadı ve Me­
lik -i Zevzeıı neslinden Melik İftiharü'd -din—i Kirma­
nı hep beraber bir kıt'a yazarak Rum memleketlerinin
iiıaime ait Hâce Mecdü'd—din—i Heınger-i Farisî'ye
gönderdiler ve ondan sordular. Pervane şıı beyti söyle­
di:

Beyit:
"Butııın pervanesi Paris’in mumu ve millet ve dinin
mecd inden soruyor."

Melik: İftiharü'd—ilin ve Nurii'd—din-i Rasadı de şu


beyti ilâve etti:

- 22 0 -
"Senin şakirtlerinden kulların İftihar ve mazlum Nur
hazırdırlar."

Sahib—i divan da şu şiirleri söyledi:

Şiir:
"Senin hazretine devlet nasıl lâzımsa senin duacın
Salüb—i Divan da o lâzımın melgumııdur. Senin, Sadd'
ııin ve İmami’mn şiirlerinden bu memlekette hangisini
daha ziyade beğenirler. Bunu sen tayin et. Çünkü insaf
mülkü senin elinde mum içindeki mühre gibidir."

Hâce r.feedü'—din cevap olarak şu rubaiyi gönderdi:

"Siz sözleri güzel bir tûti gibi isek de fakat Sadi'nin


seher gibi sözleri üzerine sinek gibiyiz. Şâirlikte ben ve
Sadi asla imamî'ye erişenleyiz."

Bunların İmamı hakkında söyledikleri şiir sanatı


hakkındadır; yoksa Sadi'nin sözlerinin derecesi âli ve
üslubu yüksektir. Onun sözleri hakikat ve tarikattan ni­
şan veriı, lâtiftir. îmamt îîerat alimlerinin ileri gelenie-
rindendir. Fakat kendisi bazı zamanlarda Kirman'da ve
İsfahan’da ikamet etmiştir. îîerat kadıları ÎmamTnin
neslirıdenrîir. Horasan'ın sadrlarından ve vezirlerin baki­
yesinde» olan îî'âce Fahrü'I mülk, İmamî'ııin mürebbisi
ini. İınaml şu kasideyi Fahrü'I—mülk'üıı medhi hakkın­
da buyurmuştur.

Kijstde:
"Dudakları saf şurap ile yıkanmış uir keklik gibisin.
Evet kekliksin, bu nur içinde boynunda amberli bir
gerdanlık bulunuyor, "leoîisîerde renkli bir sülünden
daha güzelsin. Muharebelerde çakır gözlü doğandan da­
ha çeviksin. Güneşe naz edersin.Bunda şüphe yok.Müş-
teri ile aya istihza ile gülmekte haklısın. Ay gök renkli
noktalı bir esvap içerisinde bulunuyor senne örülmüş
esvaplara bürünmüşün. Fıstık rengindeki bağıltak'ın al­
tında senin gümüş gibi bedenin sudan akseden mehta­
bın aydınlığına benzer. Göz yaşlarım üzerinde sana ka­
yık gönderiyorum. Çünkü kayığı sevdiğini görüyo­
rum."

Dehr yaygısı üzerinde güzellik mülkünün padişahı


isen de Hâce’nin meclisinde yerin piyadenin yeridir. O,
Ümmetlerin tacı, cihanın hidivi, mülk ve ilmin fahridir.
Adem'in neslinden gelenler içinde o gevherdir, geri ka­
lanlar taştır. Serverleriii yanında kerem ile adı anıldığı
vakitte zamane onun için camnı feda eder. Ey memle­
ketin büyüklerinin şeref ve izzeti olan, büyük bir salâ­
hiyet sahibi bulunan zât, sen vezirlerin sadrı ve dolgun
ayı, yıldızlarla süslenmiş olan göklerin mahsulüsün. Ta­
baka tabaka olan feleğin yuvarlak yaratılmasından mak-
sud gene sensin. Fazilet baharında kokulu bir nesîm-
sin. Ahlâk cihetiyle Havernak baharına benzersin. Dev­
letin kalesi olan ihtiyat hisarının yamnda Bahr—i mu­
hit bir hendek bile olamaz. Senin meclisin olmadan ayu
işrete meyletmez ve senin kadehin olmadan saf şarabın
yüzüne bakmaz. O hediyeler veren elinle cömertliğin
adını sen koydun. Sen, ikbal masdarlarmdan çıkmış bir
sadrsın.Hakikati bilen akıllar senin faziletini görmüşler­
dir. Senin muhabbetine asılan gönül sevgilinin saçları
gibi asılı kalmaktan zahmet görmez. Bu şiirin kafiyesi
muğlak oldu. Herkes onu okuyamasın diye böyle yap­
tım. Ben Fars dili konuşanlardanım. Onun için herkes­
çe gülünç olan fena yazılmış Arapçadan çekindim.Mu-
izzî ve Ezrakî gibi şiir söylemeyi arzu ettiğim için gö­
nül alıcı sözleri aradım Ferezdak her ne kadar güzel söz
söylerse de böyle kafiyeler ile bundan daha güzel söz

- 22 2 -
söyleyemez. Senin huzurunda fazilet arzeden ahmaktır.
Çünkü Basra'ya hurma götürmek ahmaklıktan ileri ge­
lir.
Felek ve Dünya böyle kaldıkça her muradına ve fe­
lekten isteğin her saadete nail olasın.
Derler ki Fahrü’l—mülk fetva almak maksadiyle şu
kıt'ayı yazıp Mevlânâ İmamî'ye gönderdi:
Kıt'a:
"Zamanın en faziletli bilginlerinin başı, millet ve di­
nin imamı, şeriatın sahibi şu meselede ne buyurur; bir
kedi geceleyin zulm ve cevr ile kumru ve güvercini ka­
festen kapıp öldürse güvercinin sahibinin şer'an kısas
yapmak için o kediyi öldürüp kanım dökmesi caiz mi­
dir?"

Mevlânâ İmamî'nin cevabı:

"Ey ahlâkının kokusundan akıl dimağına can nesimi


gelen hoş sorucu! Kediye kısas lâzım gelmez. Peygam­
ber, mümtaz şeriatında böyle kısas emretmez. Bir kıışu
bir ağaç dalında gören ve onu pençesiyle tutup öldüren
kedi gibi olan avcı, o biçare kediden daha az kabahatli
değildir. Eğer efendimiz gümüş gibi olan nezih kolunu
korumak isterse kedinin kam ile bulaştırmasın. Eğer
kumrunun ve güvercinin yaşamasını arzu ediyorsa kafe­
si yüksek bir yere assın."

Abaka Han'a gelince, bu îîülâgu Handan sonra salta­


nat tahtına oturdu. Kendisi kahır, rey ve tedbir sahibi
mert bir adamdı. Vezareti rahmetli Sahib—i Divan
Semsü'd—din Muhammed'e verdi. Buna bir ordu gön­
dererek bazı memleketleri ele geçirdi. Mâce Nasırü'd—
din Meraga'daki rasathane binasını her ne kadar Hülâgu
Han zamanında başladıysa da Abaka Han zamanında
bitirdi. Abaka Han bunun için otuz tümen sarfetti.Aba-

- 223 -
ka Han yazın yaylada ve kışın Meraga’da otururdu.
İran topraklarının kısmı azanımda yedi sene padişahlık
yaptı. Bir gece Tebriz civarında Ucan yaylasında oturu­
yordu. Birdenbire kendisine bir vahşet geldi. "Büyük
bir kuş benim üzerime doğrıs yürüyor" diyerek yay ve
okunu istedi. Yay ve okunu kendisine verdikleri vakit­
te birdenbire yere düşiip canını Tanrı'ya teslim etti.
Onun bu suretle vefatı 674 senesinde vaki oldu.

OLGUN FAZIL FERID-İ AHVEL


(Tanrı rahmet etsin)

Bu zat İmamı HireVî'nin akranındandır. İsfahan'da


Sâidiyye hânedaııı zamanında zuhur etti. Ehliyetli ve
mükemmel bir şair idi. Gece ve yıldızlar hakkında bu
kasideyi çok güzel söylemiştir:

Kaside:
"Akşam vaktinde bir dolap gibi olan denizin dalgala­
rı içinde altından yapılmış olan kayık battı ve civadan
yapılmış bir tepsi zuhur etti. Bu denizin dalgalarım» üs­
tünde büyük bir denizin üzerinde yüzen ördek kümeleri
gibi binlerce yıldızlar doğdu."

Yıldızlar ve güneşin vasfını kasidenin sonunda yapar.


Kaside feleklere ait çok malûmat verir. Sultan—ı Said
Baysungur Baba Sevdâî'ye bu kasideye bir nazire yap­
masını emretti.Baba'mn kasidesinin matlaı şöyledir:
Yıldızların cemi bu felek üzerinde Darab'ın çadırını
kurduğu vakitte bir sincap rengindedir. Bu Sincabı
Köşkün içinden kürke bürünmüş olan padişah zııhur
etti.
Ferit kendisinin bu kasideyi pek az bir zamanda ya­
zıp bitirdiğine şu beyitte kendisi de taaccüp ediyor.

- 224 -
Beyt:
"Ferid bu şiiri İsfahan'da inşa etti. Bu şiirin bu ka­
dar çabuk yazılmasında onun tabiatı acibeler meydana
getirdi."

Baba Sevdâî de bunda gösterdiği sanat mucizesini


şu beyitle ifade ediyor:

Beyt:
"Ferid bu kasideyi İsfahan'da pek acele yazmıştır.
Fakat Sevdâı onun naziresini Baverd'de bir saatte yaz­
mıştır."

Böyle metanetli seksen beyitli bir kasidenin bir saat­


te yazılması akıldan uzaktır. Bu herhalde avamın dilin­
de bir saatlik ömr için ömrün boyunca gam yeme sö­
zündeki saattir. Halkın dilinde az bir zamanı böyle bir
saatle ifade ederler. Nitekim üstad da bu beyitte böyle
diyor:

"Fırsatı ganimet bil! Çünkü âlem bir andır ve bir an


bilgin bir adamın indinde bir âlemden daha kıymetli­
dir."

Peygamber de: "Dünya bir saattir, onun hepsi itaat


ve idadet ve ibadete sarfet." buyurmuştur.

MANÂLAR HAZİNEDARI
ESİRÜ'D-DİN EMÂNÎ
(Tanrı rahmet eylesin)

Hoş tabiatlı ve fazilet sahibi bir zattır. Divanı meş­


hurdur. İlimde Nesfrü'd—din Tûsî'nin şagirdidir. Aslen
Hemedanlıdır. Arapça birçok şiirleri vardır. Alimane
söyler. Kışın vasfı hakkında söylediği bu kaside Atabek

- 225 -
Özbek b. Muhammed için yazılmış bir medhiyedir..

"Bulut öd ağacının dumanına benziyor; fakat öd du­


manının kâfuruya gebe olması çok tuhaftır. Suyun
içinde gümüşten bir zırh görüyorum. Bu zırha güneşin
kılıçları(Şunları) nasıl tesir ediyor. Suya bak ve eski
padişahları hatırla. Su behmen ayının soğuğundan buz
tutmuş. Bağlara bağlanmış zale dönmüş. Güneşi bulut­
lanıl beyaz iplikleriyle örmüşlerdi. Ben onun için onda
bir iğne ucu göremiyorum. Dünya epey zamandan beri
çıplak idi. Bulut terzisi ona beyaz bir gömlek giydirdi.
Eğer güneş karanlık içinde olan Hızrım çeşmesi içinde
olmasaydı neden bulutlar arasında gizli kalıyor. Akan
sular buz tuttu öyle ki buz sanki Husrev'in hançeri gibi
hem su hem demir gibi oldu. Melik Muzafferü’d—din ve
Cihanın Husrevi Özbek o varlık memleketin ruhu ve
âlem de tenidir.Ey devrin biricik Husrevi! Söz ehlinin
üstadı olan Unsûrî'den şu tahalliisü dinle: Mane kılıç ve
kefen senin huzuruna gelmek için dağı kesen kılıç ile
bulutlardan bezler yayar. Gündüzün çerağı parlamıyor.
Sen felekten çerağ gibi parlak şarap iste. Her ne kadar
hava karanlık ise de sen parlak kadehi getir. Şu benim
gözlerim şarap ile parlayan kadehe dönmüştür. Senin
okun demiri gagalı bir kuş gibidir ve onun danesi düş­
manların kalbidir. Ey yegâne padişah senin kılıcın düş­
manın günahıdır. Onun için senin düşmanın onu koy-
nuna almak ister. Eğer zamane aşıklar gibi senin yüzü­
nün aşkıyle eteğini parça parça ederse taaccüp etme.
Ey hünerlerin sığındığı büyüklerin güneşi ve zamanın
sadrâzamlarının büyüğüne yaptığın ziyafet mübarek
olsun. O devlet ve dinin Mücrir'e ve İrak sadrâzamları­
nın medarı iftiharı ve kifayet ciheiyle yüz tane Niza-
mülmiilk ve Hasea mesabesindedir. Eğer Cem'in hükü­
met sürdüğü devirde vezirlik olsa idi saltanat yüzü Eh-
remen'in eline düşmezdi. Sırtına binenleri yere yuvar­

- 226 -
layan deiırin bu azgın alaca atı sana râm olsun."

MEVLÂNÂ RÜKNÜ'D-DİN-1 KABAÎ


( Aillah rahmet etsin)

Belli başlı şâirlerdendir. Esîrii'd—din -i Evmânî'nin


şagirdi ve Pur Baha'nın üstadıdır. Türkistan'dan kalktı;
seyahat ederek Irak’ı Acem'e geidi ve İsfehaıı'da Bed-
rü'd—din Câcünnt ile buluştu. Onunla müşaare ve mu­
arızalar yaptı. Fakat onun sözleri Bedrü'd—din'in söz­
lerinden daha kuvvetlidir. Bedrü'd—din—i Câcürmî'nin
üstadı olan Micerî de Kabaîmn muasırlarındandır. Ka-
baf Bedr— \ Câcürmî hakkında şu şiiri söylemiştir:

Beyit:
"Ben şiir eriyim. Onun için lâkabım Kabaı'dır. Ey
Sedr—i Câcürmî kadınlar gibi sana Mi'cerî diyorlar."

Riiknü'd-din Ilâce İzzü'd—did hakkında şu kıt'ayı


söylemiştir:

"Ey velinimet bu yıl ne oldu. Ben felâket görmüş on


yıl bu devlete türlü türlii mahrumiyetler içinde hizmet
ettiğim halde böyle biçare ve mazlum kaldım. Benim va­
zifem hizmet ve duadır. Ben daima bu iki vazifeyi yap­
maktan geri kalmadım, dehrii devran bunların her ikisi
de zâlimdir. İnsan oğuliaıı ise bunlardan daha cahil ve
daha zalimdir. Ben ilim ve hünerlerden boş olmadığım
gibi sen de türlü türlü ilimlerden âri değilsin. Sen bu ih­
sanı yapmakla ne müflis oldun ne de ben. Ben nimet sa­
hibi sen ne hadim oldun ne de ben mahdum. Sen daima
olduğun gibi malik ben münıluküm sen hâkim ben
mahkumum. Bu beyi! fazilet sahibi olan Senaî merhu­
mundur. Tanrı rahmet etsin. Rızk senin uhdendedir.
Sen bunu ister bir lutuf ve istersen bir maaş diye ver."

227 -
Kabâ vilayeti çok ferahlı bir yerdir. Türkistan'ın en
ilerisindedir. Burası büyük bir şehir idi. Şimdi harap ol­
muştur. Moğolların ve Kalmakların yurdu olmuştur.
Hâce Nasırü'd—din Tûsî Hilafetnâme—i İlâhî kitabında
şöyle yazıyor: Togan'ın oğlu Peygu, Sebüktekin'in oğ­
lu Sultan Mahmut zamanında Kabâ'nın hakimi idi.
Çok adaletli ve hayırlı bir adam idi. Ömrünün sonunda
kulakları ağır işitmeye başladı: "Ben artık mazlumların
ah ve figanını ve feryadını işitemeyeceğim"diye zari za­
ri ağladı. Bunun üzerine emretti. Tahtını meydana kur­
dular. Kendisi tahtının üzerine oturdu ve "Kimin bir
zulumdan şikâyeti varsa kırmızı esvap giysin" diye fer­
man buyurdu. O böyle kırmızı esvaph gördüğü adamla­
rı çağırır ellerinden arzuhalleri alır dikkatle gözden geçi­
rirdi. Bu fani ve bu kara toprak âleminden cennetin
ebedi bahçelerine göçtüğü vakit beş oğlu vardı. Mem­
leketini bu beş oğluna taksim etti. Sultan Mahnıud Se-
merkand ve Maveraünnehr'i zaptettiği vakit bunlar
Kabâ'm hakimi bulunuyorlardı. Onlardan haraç istedi.
Onlar da bu kıt'ayı yazıp kendisine gönderdiler.

Kıt'a:
"Biz beş kardeş Kabâlıyız. Deniz yürekli ve güneş fi­
kirli adamlarız . Biz bütün yeryüzünü elimize geçirdik.
Şimdi sizin memleketleri de almak niyetindeyiz.Eğer
felek bizim istediğimiz gibi dönmezse, biz onun çem­
berlerini sökeriz."

Sultan bu şiiri okuyunca kibir ve gururun bunların


kafalarında yerleştiğini, "Biz bütün yeryüzünü zaptet­
tik" dediklerinden onların yeryüzünde Kabâ'dan başka
bir memleket olmadığına zahip olduklarını anladı. Şâir
Unsûrı'ye buna bir cevap vermesini emretti. O da şu
kıt'ayı söyledi.

- 228 -
Kıt'a:
"Nenırud, Azerin oğluna: "Bütün insanların Allahı
biziz" demişti. Cebbar olan Tanrı yarım bir sivrisi­
nekle eııun cezasını çok güzel verdi; biz buna şahi­
diz."

Bunun üzerine Arslan Câzib'i onların terbiyesini


vermek için gönderdi. Arslan Câzıb, Kabâ'yı kuşattı.
Kalede bir kıtlık başgösterdi. Bu beş kardeş ne yapa­
caklarını şaşırdılar. Şu kıt'ayı yazıp gönderdiler:

"Biz Kabâli beş kardeşiz. Kıtlıktan aciz kaldık. Si­


ze yalvarıyoruz. Ey padişah sen Mısır mülkünün azi­
zisin. Biz de günahkâr kardeşleriz. Bizim kıymetsiz bir
metaımız var bunu takdime senden utanıyoruz. Fazl ve
kereminden bizim bu perişan halimize acı çünkü pek
biçareyiz."

Sultan bu şiiri okuyunca bunlara acıdı. "İlk gönder­


dikleri kıt'a kibir ve gururlarını gösteriyordu. Onun
için cezalarını vermek lâzım gelmişti. Fakat bu ikinci
kıt'a onlann acz ve biçareliklerinin bir nişanesidir.Ar-
tık bunların kabahatlerini af etmek lâzım gelir" buyur­
du. Bunun üzerine ordunun bunların vilâyetinden çe­
kilmesini emretti.
Bu memleketi beş kardeş arasında taksim etti.Aslan
Cazip sultan Mahmud zamanında Tûs ve Nişabur haki­
mi idi. Bunun sultan ile akrabalığı olduğu Selçuk tari­
hinde yazılıdır. Hayıat ve hasenat sahibi bir adamdı.
Nişabur'dan Merv'e ve Fas'dan Herat'a giden 4 yol üze­
rindeki taştan ribatı o yaptırmıştır. Yolcular yeryüzün­
de bundan daha mükemmelini görmemişlerdir. Bu
ribat bugün harap ohnuştur. Aslan Câzib'in kabri bu ri-
batın içindedir. Şu arapça ibare onun kabrinin etrafın­
da yazılıdır.

- 229-
"Her saltanatın sonu zevaldir ve her insanın sonu
ölümdür. İnsanlar için ebedi hayat yoktur. Bu ebedi
hayat ancak ölmeyen biri olan mülk sahibi Allaha mah­
sustur.”

Büyük emir alimlerin yardımcısı ve fâzılların nriirebbi-


si ve fakirlerin ilticagâhı, zatını vasıflandırmaktan ka­
lemlerin aciz kaldığı, hakkın ve dinin nizamı olan Ali
şlı'in (Tanrı onun devletinin gölgelerini müsliimanların
başından eksik etmesin) parlak kalbi daima büyüklerin
âdetlerini yenilemek ve onları diriltmek olduğundan
bu ribatın yanında öyle yeni bir ribat yaptırdı ki fele­
ğin gözü böyle bir bina görmemiştir. Bu bina bugün bü­
tün yolcuların o civarda bulunan bütün mücavirlerin sı­
ğınağıdır. Güzellikte bir gelin gibi süslenmiştir. Tanrı,
bu hayret madeni olan enrîıin şerefli vücudunu daimi»
korusun.

Beyt:
"Senin cömertlik elinin Adem oğullarına yaptığı lutf
ve keremi bir baba oğluna yapmamıştır."

FAZILLARIN MELİKİ MÂCE


MECDÜ'D—DİN HEMGER-I FARİSÎ
(Tanrı rahmet eylesin)
Faziletli ve hünerli bir zat idi.Zamamnıızda zahir ve
batında fazileti ve istidadı ile eşi yok idi. Yazısı ve sözü
çok güzeldi. Sultan ve hâkimlerin meclislerinin nedimi
idi. Nesebi Kisrâ Kıı’oad oğlu Anuşirevan'a ulaşır. Ha­
sep ve nesep sahibi bir adanı olduğu için hâkimlerin,
şeriflerin, devlet ve mevki sahiplerinin yanında daima
hüsnü kabul görürdü. Zamanında Faris ve Acem İrak'
mm Me’kü Şnarası idi. O zamanın şâirleri şiir ilminde
bir müşküle rastladıkları vakitte ona müracaat ederler­

- 230 -
di. ılâce Mecdu'd—din'in divanı İrak’ta büyük bir şöh­
ret kazanmıştır. Onun lâtif ve zarif sözleri halkın yük­
sek ve aşağı tabakası arasında meşhurdur. Rivayet
ederler ki Hâce Mecdü—d—din. Atabek Sa'd b. Eou Be­
kir—i tavla oynardı. Atabek bir sene kadar tavlayı ter-
ketti. Bunun üzerine Hâce şu kıt'ayı yazıp ona gönder­
di.

Şiir:
"Ey padişah geçen sene senin lîıtf ve keremin beni o
hale getirdi ki madenler benimle varlıktan söz açamadı­
lar ve gökler bu kadar yükseklikleriyle beraber tevazu
ile benim yanımda alçaldılar. Fakat sen kerem elini be­
nim başımdan kaldırdığın zamandan beri O, düşmanlı­
ğından iki eliyle bana kılıçla vuruyor. Bu kuluna: Ma­
dem ki benimle oturmak şerefine nail oldun. Artık
korkma ölünceye kadar bahtiyar olursun dediğin o ge­
ceyi hatırla. O gece senin tavla oynamak hevesin vardı.
Ben tavlayı kazandım, sen de kasten bana darıldın. Ya­
rabbi ben ne yapayını ki padişah geçen senede olduğu
gibi sarhoşlukla gene benimle tavla oynasın."

Atabek Sa'd şu cevabı yazıp gönderdi:

"Ben hiç tavla oynamadan 3ıer sene sana verilmek


üzere Mısır keselerinden bin altınlık bir kese verilmesini
kararlaştırdım."

Bu hediyenin uzun müddet Hâce Muciddiıı'e verildi­


ğini söylerler. Biz burada bu münasebetle âdi! Nuşire-
van'ııı hayırlı eserlerinden bazısını anmayı lüzumlu gör­
dük. Onun ahlâkı o derece makbul ve güzel idi ki Şeyh
Senâî (Tanrı rahmet etsin) iLkîikasında onun hakkında
bu hikâyeyi yazmıştır. Bunu söyleyenin mükâfatı Al­
lah'a kalmıştır.

- 231
Hikâye:
Bir mabeynci Nuşirevan'ın kadehini çaldı. Şaîı bunu
gördü hiçbir şey söylemedi. Hazinedar padişahın kor­
kusundan kalktı, sağdan sola bu kadehi aramaya koyul­
du. Gam ve keder içinde korkular vererek herkesin bu
kadehi getirmelerini istedi. Padişah ona karşı hiç ke­
derlenme lıiç günahı olmayan kimseleri müteessir etme.
Kadem çalan geri vermez ve çaldığını gören de bu sırrı
meydana vurmaz. Padişah birgün yolda hırsızı belinde
kemer olduğu halde gördü. Kemeri işaretle gülerek
ona: Hiç olmazsa itiraf et bu kemeri de o kadehin para­
sından mı aldın" dedi. Hırsız da evet cevabını verdi.
Acem padişalıları zamanında ahaliye çok zulüm edi­
lirdi. Padişahlık Nuşirevan'a geldiği vakit yeryüzünden
bütün bid'atleri kaldırdı. Güzel kaideler, kanunlar koy­
du. İskender'in kapattığı Babül Bevvab harap ve viran
olmuştu. Onu tamir ettirdi,deşti,kıpçak ordusunun
gelmesine mani oldu. Kubad zamanında türeyen ve zın­
dık mezhebine adalet adı veren Mezdek'i bu fena itikat­
lı adamı bir (Mihrican) gününde yedibin kadar olan bü­
tün mensuplarıyle beraber topraklara serdi Kubad alt­
mış yıl saltanat sürdükten sonra kendi hayatında Nuşi-
revan'ı tahta oturttu ve kendisi Kebrlerin adeti veçhile
bir ateşgedeye çekilip ibadetle meşgul oldu. Nuşirevan
kırksekiz yıl adaletle padişahlık yaptı. Zamanının alim­
lerine hekimlerine çok hürmet gösterdi. Onun sarayın­
da altından yapılmış dört tane kürsü vardı. Biri Türk
padişahı, İkincisi Hind padişahı, üçüncüsü Rum padişa­
hı, dördüncüsü de Yemen ve Arap padişahı için idi. Her
yıl bu dört padişahtan biri ziyaretine geldiği vakit bu
kendisine mahsus olan kürsüde otururdu. Benaketi de
tarihinde şu olayı yazmıştır. Memun halife zamanında
Nuşirevan'ın yüzüğü bulundu. Üzerinde şu üç satır ya­
zılmıştı. 1. Yıl karanlık ve bende de görmek kudreti
yok. 2. İnsana iki ömür verilmiştir. Ben tamah ne için

- 232-
edeyim. 3. Ölüm ensemde dolaşıyor ben-, nasıl rahat
edeyim. Şeyh Sa'di (Tanrı rahmet etsin) onun hakkın­
da şöyle diyor:

Beyt:
"Bin yıl geçti Dünyada Nuşirevan'dan hiç eser kal­
madı. Bununla beraber yine halk onun adaletli bir pa­
dişah olduğunu söylüyor."

Onun zamanında bilgi ve fazilet sahibi olanlar sevi­


lirler ve reziller sevilmezlerdi. Enverî bu hususta şu
şiirleri yazmıştır:

Şiir:
"Adaletin şöhreti kıyamete kadar bütün fazilet sa­
liplerinin dilinde dolaşan Nuşirevan zamanında alçak
ve bayağı adamların eline kalem ve mızrak verilmesi
muvafık görülmemişti."

Onun ahlâkı o kadar güzel ve hayrat ve hasenata o


kadar meyli vardı ki âlimler onun adaletine hürmeten
ahirette azap görüp görmeyeceği hususunda sükût et­
mişlerdir. Kendisi müşrik olduğu halde peygamberi­
miz: "Ben adalet sahibi bir padişahın zamanında dün­
yaya geldim" buyurmuştur. Adaleti derecesi ne kadar
yüksektir. Ve adil bir padişah ne kadar mesuttur. Müş-
rik olan padişah böyle olursa artık hem muvahlıid hem
de adil olursa onun derecesinin ne kadar âli olacağım
bundan kıyas etmeli. Tanrı adaleti Nuşirevan adaletinin
fevkinde ve ahlâkı dört halifenin ahlâkına yakın olan
padişahımız Muhammed ümmetinin üzerinden eksik ol­
masın. Bu sayede birtakım alçak ve zalimlerin zulüm
eli ahalinin hukukuna tecavüz etmesin. Bu bir kaide ol­
muş. Birtakım cünha ve köylü çocukları ellerinde mu­
hasebe kalemleri ellerine almışlar kitabet mesleğine gir­

-233 -
mişler kendileri ve babaları öküz çobanı iken bunların
yüzünden din ve devlet ve şeriat işleri ait üst olmuştur.

Beyt:
"Sarhoş bir zencinin eline Kılıç vermek ehliyetsiz na­
mert bir insana ilim öğretmekten selâhiyet vermekten
daha hayırlıdır."

Padişahımız bu sakametli usûl ve kaideyi tamamiyle


kaldırmalıdır. Görülüyor ki yazar esnafı avam tabaka­
sından Köylüler ve sahralarda göçebeler çocuklarına
hesap ve siyaka t öğretiyorlar. 3ıı ilimde şöyle üstün kö­
rü birşeyler öğrendiler mi hemen bir devlet işine tayin
olunuyorlar. Bunların cehaletlerinin zararım müslüman-
lar çekiyorlar. Müslümanların helâl ve haram malların­
dan maaş temin etmek süslü esvaplar satın alıp giymek
daiıa kolay olduğundan artık köylü çocukları da rea-
valığı bıraktılar. Hepsi iş başına geçtiler. Eğer padişa­
hımız bunu önlemezse yakın zamanda memleketin di­
ğer işleri gibi ziraati de aksayacaktır.:vle!ik şah hakkın­
da yazılan tarihlerde zikrolunur. Selçuklu Sultam Me­
lik şalı Bağdad'ı ele geçirdiği vakit halifelere benzemek
için Hoca Nizamü'l—Mülk'ü çağırdı.Ona:"hemen ace­
le İsfehan'a git. İki hafta zarfında ikiyüzbin dirhem te-
rik et orduya yetiştir." Hoca İsfehan'a doğru yola çık­
tı. Dinever'de bir köylünün evine nazil oldu. Bu adam,
lâzım gelen mihmandarlığı yaptı. Bir gece Hoca ile otu­
rurken ona: "Hoca yol hazırlığı tamam olmadığı hakle
böyle acele nereye gidiyoruz. Buna sebep nedir?" diye
sordu. Hoca: "Sultana acele para lâzım oldu. Ben gidip
iki hafta zarfında İsfehan’da ikiyüzbin dirhem tedarik
edip Sultanın hâzinesine götüreceğim" dedi. Köylü:
"Padişahımızın sayesinde ben de dörtyüzbin dirhem ve­
rebilecek vaziyetteyim. Ben ihtiyar bir adamım. Kabili­
yetli bir oğlum var. Ona yazı ve muhasebe öğretmek

-234 -
istiyorum. Ben aşağı ve kabiliyetsiz bir adamım. Sultan
öen tabakada bulunan insanları böyle işlere almayı
>.ıer> etmiştir. Ben korkuyorum. Oğlumu bir üstada ve­
remem. Eğer siz bunun için Sultandan izin alırsanız
•■i) süyüzbin dirhem nakit hâzineye verebilirim"dedi.
rioca ihtiyar adamdan bunu işitir işitmez çok sevindi.
Bit' işgüzarlık zannetti. Köylünün evinde kaldı. Ora­
dan bir postacı ile bu meseleyi sultana arzetti. Sultan
.loca nın mektubunu okur okumaz kızdı. Mübarek ya­
nakları ateş kesildi ve: "Eğer Locanın beyaz sakalına
hürmet etmese idim ve onun öteden beri malûm olan
baoama yaptığı hizmetleri olmasaydı ben onu rezil ve
rüsva ederini. Benim bir köylünün malına, yardımına ih­
tiyacını yoktur k İ onun malına servetine tamah ede­
yim, Ehliyet ve istihkakı olmadığı halde oğlunu müslii-
ınanların işleri üzerine memur yapayım.O da bu işleri
yüzüne jözüne bulaştırsın, ilüslümaıılar bundan zarar
görsünler. Ve herkes de benim hakkımda: "Melikşah
rüşvet aldı şerefli haysiyetli ve asaletli adamların işleri­
ni birtakım ehliyetsiz kimselere verdi. Hocanın bu ci­
hetleri bilmesi, düşünmesi lâzım idi. Biz onu dost zan­
nediyorduk. Meğer o bizim düşmanımız imiş" dedi. Ve
hemen kendisine selâhiyet verildiği işi yapmak için İs­
fahan'a gitmesi, bu hususta bir an vakit geçirmemesi
hakkında emir verip yazı ile bildirdi. Bunu yazmaktan
maksadım geçmiş sultanlar büyük işlerin küçük adam­
lara verilmemesi hakkında ne kadar mübalağa ettikleri­
ni bildirmektir.

Hikâye:
Oğuzların eline düştüğü vakit Sultan Sancar'dan
böyle muazzam bir saltanatın nasıl perişan olup bu ha­
le geldiğini sordular. O da cevaben: "Büyük işleri küçük
adamlara ve küçük işleri büyük adamlara verdiğimden.
Çünkü küçük adamlar büyük işleri yapamadılar ve bü­

- 235 -
yük adamlar da küçük işleri yapmaya tenezzül etmedi­
ler. Bunu bir şerefsizlik saydılar. Her iki cihetten işleri
kötüleşti. Memleket sarsıldı. Devlet ve ordu bozuldu:

Beyit:
"Her ne kadar iş akıllı adamların kârı değilse de yine
akıllı insanlardan başkasına iş buyurma."

EN FAZİLETLİ İNSANLARIN KENDİSİYLE


ÖVÜNDĞÜ PUR BAHAYI-I
(Tanrı onun aziz ruhunu takdis etsin)

Çok istidatlı ve faziletli bir adam idi. Onun babası ve


büyük babaları Canı vilâyetinin kadıları idiler. O çok
hoş tabiath idi. Bu mevkie tenezzül etmedi. Daima is­
tidatlı kimselerle düşer kalkardı. Ekseri vaktini Herat'ta
geçirirdi. Kabâı demekle meşhur Mevlânâ Rüknü'd—
din'in şagirdidir. Argun Han zamanında Hâce Veci-
büd—din Zengı b. Tâhir—i Feryümedi ile beraber Teb­
riz'e gitti ve Hâce Hümamü'd—din ile müşaereler yaptı;
müşkile bahrlerinde kasideler yaznııştır.Bu gazel önün­
dür.

Gazel:
' 'O güzel kara saçlariyle güneşin ve ayın güzellik sahi-
fesi üzerinde bir butlan kalemi çekecek Yarabbi bir kan
damlasından ibaret olan bu gönül dedikleri ay yüzlü gü­
zellerin zulmünden ne zaman acı çekecek Ey mum bu
gece hastaların başından bir yere ayrılma. Çünkü bu ge­
ce bir âşık başını yokluk yakasından içeri çekecek.Ey
benim beytü'l Iıüzn'ümün komşusu sakın. Çünkü bu ge­
ce göz yaşlarımdan duvar nemlenecek”"ve yıkılacaktır.
Bahâ, sevgilinin gamını çeker ve: "Kim ki âşık olursa
gam yükünü çekme zarurîdir." der.

- 236 -
Argun Han'a gelince, o, babası A'oaka Han zamanın­
da Horasan padişahı idi. Abaka Han Tebriz'de vefat et­
tiği vakit şehzadeler ve emirler ona rağmen Hülagu
Han'ın oğlu Ahmet Han'ın padişahlığı hakkında birleş­
tiler. Ve onu tahta oturttular. Ahmet Han ahlâkı çok
iyi bir adamdı. Islâmiyete ve müslümanlara çok müte­
mayil idi. miatta kendisinin müslüman olduğunu fakat
siyaseten bunu meydana vurmadığını söylerler.Hanlık
tahtına oturduktan beş ay sonra Horasan üzerine yürü­
dü. Argun Han ona karşı mağlup oldu Tûs ve Fâde-
gân'dan kaçıp Kelât kalesine sığındı. Ahmet Han bu
kaleyi kuşatamadı. Bu kalenin kutru oniki fersah idi.
İki kapısı vardı. Bir dağ gibi sağlam idi. Bunun kadar
her kısmı muîıkem bir kale yok idi.Ordunun yiyeceği
içeceği lıep içinde idi. Argun Han bir ay sonra amcası­
nın yanına geldi. Ondan özür diledi Ahmed Han'ın
amcalık şefkati galeyana geldi ve Argun Han'a bir zara­
rı dokunmadı. Kendi de Irak tarafına geçip gitti. Ar­
gun Hanı arkasından alıp beraber getirmeleri için ken­
di mutemed adamlarına talimat verdi. Bunların önderi
olan Menkli Han A rgun Han'dan söz alarak onu helâs
etti ve geri kalanlî r da Argun Han ile beraber oldu­
lar. Esterabad ordusu da onlara katıldı. Ahmed Han'ın
arkasından yürüdüler. Ahmed Han Zencân'a ulaştığı
vakit Argun Hanın bu hareketinden haberdar oldu ve
pek ziyade canı sıkıldı. Hemen kalkıp Tebriz'e geldi
valdesini de beraber alıp Meraga'ya gitti.Ordü ve erkâ­
nı kendisinden yüz çevirerek Argun Han'la birleştiler.
Ahmet Han kaçıp Damgan'a geldiyse de Sultanın Derba-
nı onu yakalayarak Argun Han'a gönderdi.Nihayet Ar­
gun Hanın emriyle öldürüldü. Bu suretle İran saltanatı
müstakilen Argun hanın eline geçti. Hoca Şemsüddin
Muhammed sahibi divanı da Abaka Han'ın vefatından
sonra Ahmet Hana meyil gösterdiğinden naşi Tebriz'in
Karabağ civarında öldürttü. Bu suretle ondan da intika-

- 237 -
mini aldı. Argun Han zamanında yaşayan şâirler ve
âlimler şunlardır: Şeyh Müslihü'd—din Şa'dî—i Şîrâzî
(Tanrı rahmet eyleye) Hâce Hünıam—ı Tebrîzîve Mev-
lânâ Kııtbu'd—din—i Şîrâzî (Tanrı derecelerini yücelt­
sin) Azizlerden biri Allane Kutbü'd—din—i Şırâzî'nin
vefatı hakkında şu kıt'ayı söylemiştir:

"Eğri gidişli felek ramazan ayında bir oyun oynadı.


Ah bu ne yaman oyun idi. Hicretten yediyüziki yıl geç­
miş idi ki Kutbu'd—din—i Şîrâzî yokluk perdesinin ar­
dasına çekildi.”

ABDÜ'L -KADİR—İ NAYİNI'NİN ZİKRİ


(Tanrı rahmet etsin)

Şeyh Sa'dî'nin akranmdadır. Güzel sözlü kanaatli ve


dünyayı terkeden erlerden idi. Şeyh Sa'dî'nin şiirlerini
çok okurdu. İsfahan mülhakatından Nayin kasabasm-
dandır. Burası eskiden Yezd bölgesine dahil idi. Havası
güzel bir yerde İsfahan ile Yezd arasındaki bir çölün
oaşmdadır. Yumuşak pamuk burada yetişir. Zamanın­
da iiodıeng ve Melle—i Nâyirii'nin eşi yoktur. Bıı gazel
Abdü'l—Kadir—i Nâyinî'ııindir.

Gazel:
"Ey gözlerinin hasretiyle benim gözlerimin yaşlı
gözlerden başka göz görmediği sevgili! Hiçbir göz senin
gözlerinden daha güzel bir göz görmemiştir. Hayat su­
yunun çeşmesi tatlılığını senin bal çeşmesi olan dudak­
larından almıştır. Fakat benim gözlerim o çeşmeden
inciler gibi göz yaşlariyle dolu olan gözlerden başka bir
göz görmedi. Cennetin gözü olan Rıdvan'ın gözleri ne
hurileri görüyor ne de Kevser çeşmesini. Ben iimid ede­
rim ki sen beni gözyaşlarının damlaları gibi gözünden
düşürmeyesin. Çünkü benim gözlerim senin gözlerin ol­

- 238 -
madan en parlak bir nur çeşmesi olan güneşi görmezJSe-
nin gözlerinin arzusiyle bu sabrı tükenmiş ve gönlünü
kaptırmış olan ben, âşık gözlerini kan yağdırıcı bir ha­
le getirdi ve nur çeşmesi olan güneşin yüzünü görme­
di."
DÖRDÜNCÜ TABAKA

Bundan sonra bu kitapta yalnız gazel söyleyenlerin


ve istiğrak halinde irfan denizinden inciler çıkarıp or­
taya koyanların ve kendileri de hakikat denizinin inci­
si olan muvahhid ve âriflerin tercüme—i halleri yazıla­
caktır. Onları burada zikretmek şüphesiz bir nevi küs­
tahlıktır.

1.ÂRİFLERİN SULTANI FERİDÜ'L—MİLLE


VE'D—DİN ŞEYH ATTAR
(Tanrı ruhunu takdis etsin)

Bu zat Muhammed b. İbrahim el—Attar el—Nişâ-


bûrî'dir. Mertebesi âlî,meşrebi safîdir. Onun sözleri
için (Sülük ehlinin kamçısı)dır derler. Şeriat ve tarikat­
ta eşi yoktur. Şevk niyazda ve yanıp yakılmakta zama­
nının mumudur. İrfan deryasında batmışlardandır ve
ikan denizinin dalgıcıdır. Şâirlik mesleği değildir.Onun
sözleri gayib âleminin varidatıdır. Bu cihetten onu şâ­
irlik mesleğine nisbet etmek ayıptır. Aslan Nişâbur
mülhakatından Kedgen köyüııdendir. Şeyh uzun ömür
sürmüştür. Yüzondört yıl yaşamış olduğunu söylerler.
Doğumu Melikşalı'ın oğlun Sultan Sasıcar zamanında
oeşyüzoiiiiç yılının Şaban ayının altısında vâki olmuş­
tur. Ömrünün sekseııbeş yılını Nişâbur şehrinde^ dokuz
yılım da Şadiyah'da geçirmiştir. Şeyhin katlinden üç
yıl sonra bu şehir harap olmuştur. Şeyh, şeyhlerden,
büyük adamlardan birçok kimseye yetişmiş ve böyle
çok ariflerle görüşmüştür. Tarikat sahipleri tarafından
yazılmış dörtyüz cilt kitap toplamıştır.Nihayet hayatı­
nın son zamanlarında âlim—i fenâ mertebesine ulaş­
mış inziva âlemine çekilmiştir. Azizlerden biri Nişâ-
bur'da birkaç defa vaki olan zelzeler hakkında şu ru-

- 241 -
baî'yi yazmıştır.

Rubaî:
"Nişâbur'da üç devrede öç zelzele olmuştur. Bunlar­
dan biri heşyüz küsurdadır. Bundan şehir yıkılmış, bir
çöle dönmüştür. İkincisi altıyüzotuzda üçüncüsii de se-
kizyözsekizdedir."

Şıı vak'a şeyhin tövbekar olmasına sebep teşkil et­


miştir:
Babasının Şadiyah şehrinde pek mükellef bir aktari-
ye mağazası vardı. Şeyh de onun ölümünden sonra bu
mesleğe sülük etti. Mağazası o kadar süslü ve ziynetli
idi ki temaşasından halkın gözleri nurlamr ve dimağları
güzel kokular içinde kalırdı. Şeyh bir mağazasının
önünde büyük tacirlere yakışacak bir tavır ile oturmuş
ve köleler de bellerinde kemerleri olduğu halde önünde
el pençe divan duruyorlardı. Bu sırada birden bire ora-
rada sureta bir divane,fakat tarikatte aklı tam bir adam
peyda oldu. Mağazanın kapısının önüne gelerek içeri
bakmaya başladı. Gözleri dolarak bir ah çekti. Şeyh
bu dervişe: "Neden öyle abdal abdal bakınıp, duru­
yorsun. Yürü çabuk geç, git işine, senin için hayırlısı
budur" dedi. Derviş: "Ben yükü hafif bir adamım.Dün­
yada bu hırkadan başka birşeye malik değilim" ceva-
bmı verdi.

Beyt:
"Ey kesesi türlü türlü ilâçlarla dolu olan efendi: Bu
dünyadan göçeceğin vakit ne yapacaksın?"

Ben bu dünya pazarından çabuk ve kolaylıkla geçip


giderim. Fakat sen bu ağır yüklerini derleyip topla.
Kendi başının çaresine bak!" dedi. Şeyh: "Sen bu dün­
yadan nasıl geçip gidersin?" diye sordu. Derviş: "Bu

- 242 -
hırkayı sırtımdan çıkarır başınım altına yastık yapar
canımı hakka teslim ederim" dedi. Şeyhin yüreği bu
divanenin sözlerinden dert ile doldu. Dünyadan tama-
miyle soğudu. Mağazanın bütün eşyalarını dağıttı. Dün­
ya pazarından ei çekti. Şeyhlerin Şeyhi Rüknü'd—din
A k kâf m (Tanrı ruhunu takdis etsin) dergâhına girdi.
Bu zat o zamanın muhakkik ve ariflerinden idi. Attar
bu şeyhüı önünde tövbe etti. Taat ve ibadetle meşgul
oldu. Şeyhin dervişleri arasında birkaç yıl kaldı. Son­
ra hacca gitti. Birçok büyük adamlarla tanıştı. Onların
hizmetinde bulundu. Yetmiş yıl kadar sofi hikâyelerini
toplamakla meşgul oldu. Hiç kimse Attar gibi tarikat
ehillerinin hikâyeleri ve menkibeleriyle meşgul olma­
mıştır. Kemalde ucu bucağı olmayan bir deniz gibi idi.
Bütün himmetini dünyevî süflî düşünceleri kalbinden
çıkarmaya saıfederdi. Bir köşeye çekilmiş ağyara ka­
pısını kapamış bir hakle otururdu. Söylece Tanrının
binlerce bekr olan sırları onun halvet sırasında cilveler
eyler ve onun karanlık odasında hakikat gelinleri ona
mahrem olurdu. Şiirleri bu kitapta bizim anlatabilece­
ğimizden daîıa ziyade meşhurdur. Onun remzleri, işa­
retleri bizim ondan birinde bile bahsedemediğimizden
daha alimdir. Hikâye ederler ki: Şeyh vefat ettiği sıra­
larda Nişabur'un en büyük adamlarından olan Kadi'i—
kudât Yahya b. Said'in oğlu da öldü. Ahali onu
Şeyhin mezarının ayak ucuna gömülmesini muvafık
gördü,Kadı Yahya burnu kabul etmedi ve: "Benim oğlu­
mun böyle masallar söyleyen ihtiyar bir herifin ayağı­
nın dibinde yatması muvafık değildir” dedi. Bunun
üzerine Kadının çoctığunu başka bir yere gömdüler. O
gece Kadı rüyasında kendisini Şeyh Attar'm mezarının
baş ucunda gördü. Orada bütün ebrar kutuplar ve tanrı
erleri ellerinde her tarafı nurlandıran meşaleler tutu­
yorlar ve hidayet ufuklarından Taşırının inayet yıldız­
ları her tarafı parlatıyordu. Bütün bu büyük adamlar

- 243 -
şeyhin kabri etrafında tam bir hürmetle murakabeye
varmışlardı. Şeyh bunu görünce utandı o meclisin hiç
yanına varmadan çekip gitti ve oğlu da iki gözü yaşlar
içinde babasına: "Ey baba! büyük bir kusur ettin. Beni
tanrı erlerinin mübarek ayaklarının feyz ve bereketin­
den mahrum ettin. Çabuk bunu telâfi et. Benim cenne­
tim ebrarın ayaklarının altındadır. Benim mezarım
Şeyh Attar'ın ayağının altıdır" dedi. Kadı bu rüyayı
gördükten sonra sabahleyin uyanır uyanmaz Şeyhin
akrabasının yanma gitti. Ricalarda bulundu. Nihayet
onların muvakatı üzerine çocuğu şeyhin ayak ucuna
gömdüler.
Artık böyle bir küstahlıkta bulunmaktan tövbeler
etti. Şeyhin müritlerinden ve ıııuteKİtlerinden oldu.
Şeyhin kabri üzerine oir türbe yaptırdı. Şeyhin kabri
Şadiyah şehrinin haricinde Şahr—i Bazigâr denilen
yerdedir. Şeyhin kabri üzerindeki türbe ve civarındaki
binalar harap ve viran bir halde idi.
O milletin eminidir. Onun ile nizam buldu. O devle­
tin sağ elidir. Devlet onun elinde karar kıldı. Fakat
hakkın ve dinin nizamı faziletli, hayır seven, celîl emi-
rimiz.
Emir Alişirin Tanrı onun nusret ve zaferini aziz etsin
ve asrını ebediyete kadar uzatsın. Daima doğru düşü­
nen ve şekilleri hallerden müfekkireleri böyle mukad­
des makamların tamirine ve geçmiş büyüklerin âdetle­
rini canlandırmaya masruf olduğundan bütün ziyaret­
çilerin iltica yeri olan şeyhin mezarı üzerine öyle bir
bina yaptık ki gönlü aydınlatmakta Rıdvan'ın ravzasın-
dan daha nurlu ve ferah vermekte cennet bahçelerin­
den daha ziyade insanın canına can katıcıdır ve bütün
insanların dili bu hayrat madenini ve bu iyiliklerin mer­
kezini övmekte bu beyiti terennüm etmektedir.

- 24 4 -
Beyit:
"İnsanı ahret azabından kurtarmakta bu iki şey esas­
tır. Biri iyi ad,diğeri sevaptır. Bu ikisi geçtikten sonra
artık (Yeryüzünde olan herşey fânidir.)"

Tanrı tahkik denizinin incisi ve tasdik denizi olan


Emire tevfîkini rıfk ve saadeti şefkatli etsin. Yarabbi
sen peygamberimiz ve onun şerefli olan ailesi efradının
hürmetine bu duayı kabul et.
Şeyhin mesnevi tarzında söylediği şiirlerinden başka
diğer tarzdaki manzumeleri kırkbin beyittir. Ve oniki-
bin rubaisi vardır. Tarikate müteallik kitaplardan Tez-
kireti'l evliya'yı yazmıştır. Bundan başka İhvamı’s safa
vesaire gibi risaleleri de mevcuttur. Manzum olarak yaz­
dığı eserleri şunlardır: Esrarnâme, Ilâîıinâme, Musibet-
nâme, Uşturnâme, Muhtarnâme, Cevherü'z—zat, Vasi-
yetnâme, Mantıku't—tayr, Bülbülnâıııe, Gül—ü Hürmüz,
Name-i Siyah, Heylâçnâme'dir. Eserlerinden onikisi
manzumdur. Şeyhin kırk risale nazmettiğini söyler­
ler. Fakat bu saydıklanmızdan başka malûm değildir.
Kasideler, gazeller, mukattât, rubaiyyât ve mesnevileri
yüzbin beyitten fazladır. Bu ne muazzam bir deniz ki
bu kadar mâna incilerini bu hayat sahillerine dökmüş­
tür. Biz teberrüken şeyhin kasidelerinden birkaç beyti
buraya yazıyoruz.

Şiir:
"Ey yüzü örtülü pazara gelen ve halkı bu talısım ile
güzelliğine müptelâ eden! O senin yüzün aleme bir ışık
saldı. Her taraf çırağ ile doldu. Bir tohum ekti her ta­
raf göverdi,meyvalar verdi."

Tevhid hakkında muazzam bir kaside söylemiştir ki


bunun bazı parçaları büyükler tarafından şerîıedilmiş-
tir. Seyyid İzzu'd—din Âmuli (Tanrı rahmet etsin) dai­
ma şeyhin kasidelerini şerhederlerdi. 3azı beyitlerini

- 245 -
burada zikrettiğimiz kasidesine manzum bir şerh yaz­
mıştır.

"O Tanrıyı teşbih ve tenzih ederim ki onun sıfatları­


nın idraki nebilerin akıllarını aciz toprağına serer. Eğer
bütün kâinattaki mahlûklar Tanrının büyüklük sıfatların­
da düşünseler,sonunda: "Ey Tanrı bizim hiçbir şey bil­
mediğimiz bilindi" diye acizlerini itiraf ederler. Sonsuz
bir denizin dalgalandığı yerde bir çığ damlası nasıl yüz­
mek gayretinde bulunur. Gökgüriiltüsünden çarkın ku­
lağının patladığı bir yerde bir arı testinin içinde nasıl
ses çıkarmaya cesaret eder. Dolgun ay ve sabah güneşi
onun zatının nuru yanında bir zulmetinden başna bir-
şey değildir."

Şeyh son zamanlarında şiir söylemeyi bırakmış idi.


Eğer öyle nadir bir mâna hatırına geldiği vakit rubai
tarzında söylerdi. Bu rubâı şeyhe nisbet olunur.

Rubaî:
"Ben bu aşağı âlemden bir av tutup yükseklere gö­
türmek için sır âleminden uçmuş gelmiş bir kuş idim.
Sırlarıma mahrem olacak kimse bulamadığım içiıı tek­
rar geldiğim yere uçup gittim"

Şeyh, Cenciz'in âleme fitret saldığı zamanla Moğol­


ların eline esir düşmüş idi.
Yapılan umumî katil esnasında o da şehit oldu.
Onun şahadetinin bu suretle olduğunu söylerler. Onun
mübarek ruhu bu kafes bedeninden usandığından vus­
lat şekeristamna bir an evvel kavuşmak istedi. Bir
Moğol onu öldürmek istedi. Fakat diğer bir Moğol
ötekine: "Bu ihtiyarı öldürme, ben sana onun kanının
bahası olarak bin dirhem vereyim" dedi. Bu Moğol da

- 246 -
parayı alıp Şeyhin katlinden vazgeçmek istedi. Şeyh:
"Beni bu kadar paraya satma öeııi daha pahalıya sata­
bilirsin" dedi. Başka bir Moğol da "Bunu öldürme ben
sana onun mukabilinde bir torba saman vereyim" dedi.
Şeyh bunu İşitince Moğol'a: "Hiç durma sat, çünkü
ben bundan fazla etmem" dedi. Bu suretle Şeyh şaha­
det şerbetini içli; saidler ve şehitler derecesine erişti.
Onun bu katli altıyüzyirmialtı yılının Ceıııaziyelahır
ayının onunda vaki oldu. Bazıları beşyüzseksendokuz
ve bazıları da alüyiizondokuz olarak zaptetmişleıdir.
Bunda çok ihtilâf vardır. Bu tarihler, kitaplardan alın­
mıştır. Günahı ravileıin boynuna olsun. Şeyhin hırka­
sının sihrine gelince: Teberrük hırkasını aşıkların sulta­
nı ve şehitlerin fahri Mecdü'd—din Bağdadîden almış­
tır. (Tanrı ruhunu takdis etsin). Şeyh Attar çocuklu­
ğunda âlemin kutbu Kutbü’d—din Haydar'ın nazarına
ınazhar olmuştur. Şeyhin doğduğu yer Zâve civarın­
da Kedgen denilen yerdir. Babası İbrahim b. İslıak A t­
tar-i Kedgenı Kııtbü'd—din Haydar'ın müritlerinden
idi. Şeyh Attar Haydarnâmeyi gençliğinde bu âlemin
kutbu için nazmetmiştir. Bunu gençliğinde nazmettiği
için Şeyhin elde bulunan sözlerine benzemez. Fakat
bunun Şeyhin olduğu muhakkaktır.
Bazıları Haydarüerin bunu nazmedip Şeyhe nisbet
ettiklerini söylerlerse de bu yanlış bir iddiadır. Kut-
buddiıı Haydar, A oda İdan ve Allahı tam bir meczup­
tur, Muhakkikler iiaydar'a çok itikat ederler. Merhum
Batın erlerinden ve riyazet ehlinden idi. Bazıları yüz-
on, bazıları da yüzkırk yıl ömür sürdüğünü söylerler.
Kendisi Türkistan hanlarının neslindendir. Babasının
adı Şalıver idi. Meczup bir anadan dünyaya gelmiştir.
Kerametleri ve makamatı meşhurdur. Beşyüzdoksan-
yedi yılında ölmüştür. Zâve'de medfundur. Bazıları
ölümünün altıyüzikide olduğunu yazmışlardır.

- 247 -
2.ÂRİFLERİN ÖNDERİ CELALÜ'D—DİN
RÛMÎ
(Tanrı ruhunu takdis etsin)

Adı Muhammed b. El Haşan el—Belhi el—Bekri'dir.


Nesebi müminlerin emiri Ebu Bekri's—Sıddık'a (Tanrı
ondan razı olsun) ulaşır, âlemin muhakkiklerinin ön­
deri ve ümmetlerin havas ve avamının makbulü idi.
Onun temiz yüreği Taniının sırlarının mahzeni ve onun
feyizler saçan müfekkiresi sonsuz nurların mehbiti
idi. Onun tarikat ve meşrebi talep vadisinin susus kal­
mışlarını irfanın tatlı suyu ile kandırmış ve mezhebi ce­
halet çöllerinde yolunu kaybedenlerin ikan sınırlarına
ulaştırmak için kılavuzluk etmiştir. Yakîn ilimlerini
tahsilde rabbani bir âlim tevhid ve tahkik mertebelerin­
de semedaniye salik idi. Gayıb âleminin işaretlerini ve
remizlerini güzel sözlerle beyan etmiş ve aynü'l—yakın
yolunu îlmü'l yakîn vasıtasiyle ayan beyan göstermiş­
tir.

Beyit:
"O coşkun deniz şeref ve şaniyle yükseklere doğru
dalgalandığı zaman inci dizilerini her taraftan sahillere
dökmüştür."

Kalemin dili onun kemalim yazmakta âciz ve kasır­


dır. Her mezhep erbabı onu övmüş ve her taifenin mak­
bulü olmuştur. Mevlânâ aslen Belh'dendir. Babası Ba-
haüddin Veled Belh âlimlerinin en büyüğüdür. Sultan
Muhammed Harezmşah zamanında yaşamış, tam bir
haşmet ve azamet sahibi olmuştur. Zahirî ilimlerinin
âlimi olduğu halde tasavvur hakkında da sözler söyle­
miştir. Belh ahalisi ona çok itikat ederlerdi. Ne zaman
vaaz etmeye başlasa minberinin etrafında havas ve
avamdan birçok insan toplanırdı. Sultan Muhammed

- 248 -
onu kıskanmaya ve düşmanlık beslemeye başladı. Mev-
lâna Bahaüddin Sultan Muhammed'e kırıldı. Bütün ehil
ve avalini toplayıp Belh'den çıktı. Ve Sultan Muham­
med saltanat tahtında kaldıkça Belh'e ve Horasan'a
ayak atmamaya yemin etti. Müritleri çocukları ve bü­
tün mensuplariyle beraber büyük bir cemaatle Hacca
gitmek üzere yola çıktı. Nişabur'a uğradıkları vakit
Şeyh Feridüddin Attar Mevlânâ Bahaüddin'i ziyarete
geldi.
O zaman Mevlânâ Celâleddin küçük idi.Şeyh Attar
Esrarnâme adındaki eserini Celâlüddin'e hediye etti.Ve
Banaüddin'e"Çok zaman geçmeyecek ki bu senin oğlun
alemin yüreği yanıklarının yüreklerine ateşler salacaktır"

dedi. Sonra Nişabur'dan hareketle Kâbe'yi ziyaret için


yola çıktılar. Yollarda hangi şehre, hangi vilâyete uğra-
dılarsa oranın büyük adamları ziyaretine koştular. Ken­
disini karşıladılar. Zahirî ve batinı ilminden istifade et­
tiler. Hicaz'dan döndükten sonra Rûm diyarına geldi­
ler. Bidayette Mevlânâ Celâlüddin ve babası Seyyid
Burhanüddin Muhakkik Tırmizî'nin müridi idiler. Bu
Seyyid büyük bir adam ve büyük bir batın ehli idi. Şam
ve Hicaz seferlerinde Bahaüddin ile beraber idi. Şam'da
Tanrının rahmetine kavuştu. Öleceği vakit Mevlânâ'ya
vasiyet etti. Sizin işiniz Rûm diyarında yoluna girecek­
tir. Mevlânâ Bahaüddin ve eshabı Sultan Alâüddin Key-
kubad zamanında Rûm'a gittiler. Rûm diyarı ahalisi
kendisine çok muhabbet ve bağlılık gösterdi. Ve mürit
oldular. Sultan Alâüddin de emirleri ve çocuklariyle be­
raber kendisine zahiren muhabbet gösterdiler. Mevlânâ
Bahaüddin Rûm memleketleri arasında Konya'yı ihti­
yar etti. Orada vaaz ve nasihat ile meşgul oldu. Sultan
Alâüddin ona maaşlar ve hediyeler gönderdi. Çok hür­
met gösterdi. Nitekim Sultan Veled babsınm ve; ceddi­
nin tarihi hakkında yazdığı manzumede bu suretle anla-

- 249 -
tıyor:

Şiir:
"Bahâ—i Veled Rûm'a geldiği vakit Rfıın diyarının
zenginlerinden çok hürmet gördü. Hattâ yaiııız Sultan
Alâüddin değil herkes ona mürit oldu."

Mevlânâ Bahaüddin Veled birkaç yıl Rûm ’da talim


ve terbiye ile zamanın bürün âlimlerinin büyüğü olarak
ömrünü geçirdi. Ve nihayet altıyüzotuzbir yılının ay­
larının birinde Tanrının civarına göçtü. Sonra Mevlânâ
Celâlüddiıı veraset tarikiyle babasının makamına geç­
ti. Sultan Veled bunu şu suretle anlatıyor:

Mesnevi:
"Baha Veled ömrünü hayrat ve hasenat yolunda
sona erdirdi. Canını can veren Tanrıya teslim edip bu
eski manastırdan yükünü bağlayıp göçtü. Hiç böyie bir
cenaze alayı yapıldığını kimse hatırlamıyor. Baha bu
dünyadan usanç getirdiği zaman devleti devlet ve celâle
yüzünü döndü."

Mevlânâ Celâlüddin'in ilmi, kemal, azameti ve ikba­


li babasınınkinden kat kat ziyade oldu. Dersinde dört-
yüz kadar talebenin hazır olduğunu söylerler. Rûm Sul­
tanının Mevlânâ'ya pek çok hürmet ve itikadı vardı.Bu
sırada kendisine bir hal geldi. Artık zahirî ilimler onu
tatmin edemez oldu. Herhangi bir vasıta ile kendisini
ou suret âleminden kurtarıp mânâ âlemine ulaşmak
sevdasına düştü. Kemal sahibi birkaç kişiyi Rûm diya­
rında buldu. Bunlardan biri hırkası birkaç vasıta ile
Şeyh Ziyauddin Ebu Necib—i Suiıreverdi'ye vasıl olan
şeyhlerin şeyhi Selâlıaddin Zerkub (Tanrı ruhunu tak­
dis etsin) ^biri de abdal ve evtâd'tan İbni Ahi Türk'tür.
Nihayet Arif-i muhakkik Şeyh Çelebi Hüsameddin

- 250 -
Koııevi'nin terbiye ve iışad eteğine yapıştı. Mevlânâ
mesnevi kitabım Çelebi Hüsameddiıı'in işaretiyle söy­
lüyor.

Mesnevî—! Manevî—i Mevleviden:


”Ey Hüsameddin, üçüncü defteri de getir. Çünkü
sünnet üç olmaktır. Bu mesnevi gecikti. Evet kanın süt
olması için aradan bir müddet geçmesi lâzımdır."

Bir miiddet sonra Şeyh Şemsü'd—din Tebrizî Mem-


lânâ'ya ulaştı. Şeyh Şemsü’d—din'e gelince bu zat îs-
maililcrin dâîsi olan Kiya Büzürğün neslinden olan Ha-
vend Celâlii'd—din'in oğludur. Havend Celâlü'd—din
kendi baba ve büyük babalarının mezhep ve itikatını
bırakmış, melâhidenitı kitaplarını ve risalelerini yak­
mış. islûmiyetin itikat esaslarını melâhidenin kaleleri
ve memleketlerinde yaymış idi. Celâlü'd—din oğlunu
ilim ve edep tahsili için gizlice Tebriz'e gönderdi. Şem­
sti'-.1—din bir müddet Tebriz'de ilim ve edep tahsili ile
meşgul oldu.Şemsü'd-din çocukluğunda çok güzel idi.
Bunun için onu kötü kişilerin nazarından saklamak ve
korumak için kadınlar arasında bulundururlardı. Şeın-
seddiıı bu suretle altın işlemeciliğini öğrendi. Onun
içiniZerdûz) lâkabiyle meşhurdur. Silsiietü'z zelıeb sa­
hibi: "Şeylı Şemsü'd—din için Nev, müslüman denilen
rlâveııd Celâlü'd—din’in oğludur demeleri yanlıştır.O
Tebriz'li bir bezzazın oğludur." der. Bazıları ise aslının
Horasan'dan Bağer vilâyetinden olduğunu söylerler.
Babası ticaret maksadiyle Tebriz'e gelmiş, orada kal­
mıştır ve Şeyh Şemsü'd—din'de Tebriz'de doğmuştur.
Bana sorarlarsa o nereli olursa olsun suretin kıymeti
yoktur. Mânâya bakmalıdır. Esas ruhlar âleminin aşi­
nalığıdır. Cisimlerin tevellüt mahallelerinin şurası bura­
sı olmasına itibar olunmaz.
Beyit:
"Şehri yakından tanıyan bizim malımızın nereden
geldiğini bilir."

Sözün kısası Şeyh Şemsü'd—din,zahirî ilimlerde ma­


hir oldu. Fakat sonra aslında kabiliyeti olduğu için sü­
lük zevki ve hakikati aramak derdine düştü. Şeyhlerin
şeyhi ârif Rüknü’d—din Sincabî'nin müridi oldu. Mari­
fet riyazet ve sülükte yüksek derecelere ulaştı. Şeyhin
tavsif edilemeyecek derece teveccüh, itikat ve ihtima­
mına mazhar oldu. Şeyh Rüknü'd—din'in nesebi Şey-
hü'l—islâm Ziyaü'd—din Ebü'n Necib Sühreverdî'ye ula­
şır. Bu da Şeyh Ahmed Gazzalî'nin müdürüdür. Alımed
Gazzalfnin tarikat silsilesi şöyledir: Ebu Bekir Nessaç,
Ebu'l—Kasnıı Gügânı,Ebu Osman Mağribi,Ebu Ali Kâ­
tip, Ebu Ali Rudbarı Seyyidü't tâife Ebu'l—Kasım Cü-
neyd—i Bağdadı,dayısı Sırrı bin Mugallisi's—sahatı Ker-
hi diye tanınan Şeyh Ebumarfuz (Tanrı cümlesinin ru­
hunu takdis etsin) Bundan sonra silsile ikiye ayrılır.Bi­
ri İmam Ali b. Musa'r Rıza, ondan da oğuldan babaya
doğru Muhammed Mustafa Aleyhisselâm'adiğeri Maruf
dan sonra Ebu Selman Davud—ı Taî, Habib—i Acemi
Haşan—ı Basrî vasıtasiyle müminlerin emrri ve mütefek­
kirlerin imamı Tanrının galîp arslanı Ali b. Ebi Talib'e
ulaşır.

Beyit:
"Bu ırmak vilâyet çeşmesine dayandı. Fakir silsilesi
de gayeye ulaştı."

Şimdi gelelim Şeyh Şemsü'd—din'e: Bir gün Şeyh


Rüknü'd—din Sincabî:"Şemsü'd—din seninRûm diyarına
gitmen lâzımdır. Rûm'da bir yüreği yanık vardır. Onun
yüreğine ateş salmak zaruridir. Şems de Şeyhin işare­
tiyle Rûm'a gitti. Konya şehrine vasıl oldu. Orada bir

- 252-
gün Mevlânâ'yı bir katıra binmiş etrafını bir sürü molla
sarmış bir halde medreseden eve giderken gördü. Fera­
seti sayesinde onda matlubunu ve mahbubunu buldu.
Hemen koşup katırının dizginine sarıldı ve ondan: "Mü-
cahede, riyazet, tekrar ve ilim öğrenmekten maksat ne­
dir?" diye sordu. Mevlânâ: "Sünnet ve şeriat edeplerini
bilmektir" buyurdu. Şems: "Bunların hepsi zahire mü­
tealliktir" Mevlânâ: "Bunun üstünde daha ne vardır?"
dedi. Şems: "ilim odur ki insan malûma ulaştırır" de­
di. Ve Senâf nin şu beyitini okudu:

Beyit:
"Cehalet, seni senden almayan bir ilimden daha kıy­
metlidir.

Mevlânâ bu sözlerden hayretlere düştü ve bu büyük


adamın ayağma düştü. Artık dersini tekrar etmekten
ders okutmaktan kaldı. Daima Şems'i arar onunla gö­
rüşür ve onunla yalnız sahralara çıkıp giderdi.
Mollalar ve dostları isyan ettiler: "Yalınayak başı ka­
bak bir türedi çıktı. Müslümanların pişvasım yoldan çı­
karıyor" diye aleyhinde söylenmeye başladılar. Bunun
üzerine Şems Mevlânâ'daıı gizli olarak kaçıp Tebriz'e
gitti. Mevlânâ bu muhabbet dairesinin kutbunun işti­
rak ateşiyle yüreği yandı. Ve takattan kesildi.Tebriz'e
gitti. Şems'i ahp tekrar Rûm diyarına getirdi. Yine
onunla beraber yaşamaya başladı. Müritler ve dostları
tekrar Şenıs'in aleyhine yürüdüler. Bu defa Şems yine
kaçmaya mecbur ojarak Şam'a gitti. Ve iki yıl Şam ci­
varında yaşadı. Mevlânâ yine onun hasret ateşiyle yan­
dı. Kavallara emrederdi. Onlar âşıkane gazeller söyler­
d i ^ da bununla gece gündüz semâ ederdi. Divanında
bulunan gazellerin çoğu Şems'in firkat ateşiyle söylen­
miştir. Derler ki Mevlânâ'mn evinde bir direk vardı.
CoşkYınluk zamanında direğe yapışır dönerdi ve ateşli

-2 5 3 -
gazeller söylerdi. Herkes o gazelleri yazardı. Mevlânâ'
ııın bu gibi halleri pek çoktur. Onların hepsini yazmaya
bu kitabın tahammülü yoktur. Bu hususta bilgi edin­
mek arzusunda bulunanlar Veledname risalesine müra­
caat etsinler. Bunların hepsi o kitapta yazıldır. Divanı
otuzbin beyittir. Mesnevisinde kırksekizbin beyit söyle­
miştir. Bazıları bunun sayısının daha az veya daha
çok olduğunu söylerler. Şems adına söylenmiş olan bu
gazel Mevlânâ'ııın ilâlıi bilgileri ihtiva eden sözleıin-
dendir.

Gazel:
"Kabe'ye ■ulaşmak için başlan üzerinde koşup gi­
denler nihayet maksudlarına eriştiler.O kurak sahranın
ortasında taştan yapılmış muazzam bir bina gördüler.
Gittiler Tanrıyı görmek istediler. Aradılar taradılar
Tanrı'yı göremediler. Sonra evlerine çekildiler. İlîikâfa
girdiler kendilerinden geçtiler. O sırada evin içinden
birden bire kendilerine gayibten şöyle bir hitap/oir ni­
da geldi. Ey eve tapanlar; taşa toprağa ne tapıyorsu­
nuz. Siz Tanrı'mn has erlerinin taptığı eve tapınız. O
gönül evidir. Bu evin içine süzülüp gelenler ne kadar
hoş bir zamanlar geçirirler. Tanrı güneşi Tebriz'ii Şems
gibi bu eve çekilen ve çölleri kat etmeyenlerin vakti ne
kadar boştur."

Mevlânâ (Tanrı ruhunu takdis etsin) Mesnevi—i Ma'


nevî'de ruh bilgisi hakkında şöyle söylüyor:

"Dünyada güneşten daha aziz bir yoktur. Fakat can


güneşi onun gibi haris değildir. Onun dünü, başlangıcı
yoktur.Bu hariçte gördüğümüz her ne kadar tek ise de
fakat akıl onun bir eşini tasavvur edebilir. Can güneşi
öyle bir güneştir ki onun zatının musevveri neye sığar
ki onun eşi de tasavvur olunabilsin. O hiçbir yâra muh­

- 254 -
taç olmayan yâr hakkında ben ne söyleyeyim. Vücu-
Jumun bir damarı bile kendinde değildir. Can güneşi­
nin ne zihinle, ne de zihnin haricinde eşi yoktur. Her
¿ece bu ruhlar kimsenin ne hakimi,ne mahkûmu olmaya-
raktan kafesinden kurtulurlar. O keyfiyeti malûm ol-
nııyan âleme can atarak ruhları ve bedenleri herşeyden
asûde olduğu halde giderler. Bu ruhlar gündüz ziyan,
kâr, korku ve fena bulmak düşüncesiyle daima hayalin
darbeleri altındadır. Onlarda ne saffetine letâfet/ıe fer
kalır, ne de gönüllere sefer etmek cesaretinde bulunur.
Onların ruhları şu topraktan mürekkep olan cisimlere
bağlanmışlardır. Bundan kurtuldukları vakit gönülleri
şâd olur. Onun sevgisine parlarlar. Tam bir ay gibi nok­
sansız olurlar. Tenlere bağlanıp kalmış olan saf ruhlar
çamur içinde gizlenmiş olan temiz su gibidir. Kafesde
malıbus olan bir kuş eğer kurtulmak için çare aramı­
yorsa bu onun cehaletindendir. Beden kafeslerinden
kurtulan ruhlara lâyık olan rehberler peygamberlerdir.
Büyükler "Temiz insanların gözleri saf ve ruşendir” de­
mişlerdir. Bu söz beyhude söylenmemiştir. Onların
sözleri, nakışları ve nefesleri tamamiyle nişansız ruhu
mutlaktır. Aşağı yukarı, ön, arka tenin vasıflarıdır.
Parlak olan ruhun zatı ciSıetlerden münezzehtir. Ruh
çocuğunu şeytanın şerrinden kurtar.Ondaıı sonra me­
leklerle arkadaş yapmıya kalk. Sen zulmetler, mel" i
ve keder içinde oldukça bil ki mel'un şeytanla bera­
bersin. Rulı Tanrının tevhidi beraber ise onun bu gö­
rünen el ve ayaktan başka el ve ayağı vardır. Koca
bir bilgi denizi bir çiğ damlasında, koca bir âlim üç
arşın boyundaki beden içindedir. Niteliği olmıyan bir
güneş niteliği mukayyet olmuş yazık ki o güneş oldu­
ğu halde akideye tutulmuştur. Gülistanı o vatanda
olan kimse külhanda şarap içer mi? Temiz olan ruhun
yeri girmdir. Pis böceklerin V3taıu da gübredir. Can
âlemi baştan başa bilgi âlemidir. Cansız olan kimse

255 -
bilgiden mahrumdur. Ruh Tanrının dergâhına mazhar-
dır. Ruhun ruhu ise doğrudan doğruya Tanrının maz-
harıdır."

Mevlânâ'nın vefatı altıyüzaltmışbirde Konya'da vâki


olmuştur. Ve mezarı da oradadır. Mübarek ömürleri alt-
mışdokuz idi. Mevlânâ'nın vefatından sonra onun ha­
yırlı halefi olan Sultan Veled yerine geçmiştir. Sultan
Veled de arifi muhik ve âlim idi. Velednâme ona nisbet
olunur. Ve pek meşhurdur. Zamanımızda Mevlânâ'nın
dergâhı pek revnaklıdır. Meşhur bir ziyaretgâhtır. Tür­
besi sofralar, halılar ve kandillerle süslüdür. Rûm sultan­
ları bu dergâha vakıflar yapmışlardır. Şeyh Şemseddin'
in kabri de Konya'dadır. Onun vefatı Mevlânâ'nın vefa­
tından sonra vaki olmuştur. Bazıları derler ki Mevlânâ'
ya cezbe gelib de sarisi terkettiği vakit Konya ahalisi
onun hayatındaki bu tebeddülü Şems'den bildiler. Ona
düşman oldular ve onun oğullarından biriyle birlik yap­
tılar. O da Şems üzerine bir duvarı yıkıp öldürdü. Fakat
ben bu rivayeti güvenilen bir nüsha ve tarihte görme­
dim. Dervişlerden ve yolculardan işittim. Bunun için
katiyyen itimada şayan değildir. Molla Câmî'nin Nefe-
hat'daki rivayeti şöyledir: Bir gece Mevlânâ Şems ile
halvet olmuş sohbet ediyordu. Bu sırada Mevlânâ'nın
oğullarından biri de içlerinde dahil olduğu halde bir
yere gizlendiler. Bünlann içlerinden biri Şenıs'e bunu
bildirdi. Şems de derhal kalkıp Mevlânâ'ya: "Beııi öl­
dürmek istiyorlar" deyip dışarı çıktı. O korkusuz ce­
maatten biri Şems'i yaraladı. Şems de öyle bir nâra at­
tı ki onların hepsi kendilerinden geçtiler. Bunu işiten
Mevlânâ dışarı çıktığı vakit ondan birkaç damla kan­
dan başka birşey görmedi. O âriflerin sultanının vefatı
hakkında ihtilâf vardır. Tanrı herkesten daha âlimdir.

"Arifin sırrını yine ârifin gözü görebilir. Mevlânâ'nın

- 256 -
koni olduğunu Şemsi Tebriz! bilir."

Sultan Alâüddin Keykubat'a gelince:Selçukluhaneda­


nı neslinden sultan Melikşah^lûm diyarını eline geçirdiği
vakit kardeşi Süleyman Şahı Rûm'da saltanat sürmesi
için gönderdi. Rûm diyarı Melikşah zamanından Gazan
hanı zamanına kadar Selçuk hanedanının elinde idi.
Alâüddin adaletli, âlimleri seven bir padişah idi. Malaz­
girt sınırlarında Rum uslubunda güzel bir şehir inşa etti.
Kayserlerden lâyıkiyle saltanat sürmek ondan başkası­
na nasip olmamıştır.Altıyüzkırkyedide bu fena âlemde
beka alemine göçmüştür. Tanrı burhanını nurlandırsm.

3.MİSLİ OLMIYAN BÜYÜK


ŞEYH SA'DÎ-İ ŞÎRÂZÎ
(Tanrı ruhunu taktis etsin)

Lâkabı Muslihii'd—din'dir. Fazl—u kemal ve güzel


siyretinde dünyanın kemal sahipleri ittifak etmişlerdir.
Yüziki yıl ömür sürmüştür. Bunun otuz yılı ilim tahsi­
linde, otuz yılı seyahatte geçmiştir. Dünyanın meskûn
olan dörtte bir kısmını gezmiştir. Ömrünün otuz yılını
da itaat ve ibadetle geçirmiştir. Tarikat erlerinin yolu­
nu tutarak oniki yıl da sakalık yapmıştır. Böyle bir yol­
da sarf olan ömür ne kadar güzeldir. Şeyhin zuhuru
Atabek Sa’d b. Zengî zanıanmdadır. Şeyhin babasının
Atabek'in mülâzımlarından olduğu ve onun için Sa'di
tahallüs ettiğini söylerler. Şeyhin* divanı için Nemek-
dân-ı Şır tabirini kullanırlar. Şeyh Sa'di bidayette
Bağdad'da Medrese—i Nizâmiyye'de şeyhlerin şeyhi
Ebu'l Fereç b. El Cevzînin dersine devam etmiş, sonra
bâtın ilimlerini tahsile koyularak, şeyhlerin şeyhi mari­
fetlerin âlimi Abdü'l—kadir—i Geylânî'ye mürid olmuş
ve onun refakatinde hacca gitmiştir. Sonradan da oıı-
dört kere hac ettiğini söylerler ve bu seferleri de yaya

- 257 -
olarak yapmıştır. Rûm ve Hind taraflarında muharebe­
lerde bulunarak gazilik şerefini de kazanmıştır. Nite­
kim kendisi Bostan'mda söylüyor:
"Dünyânın uzak yerlerini gezdim dolaştım. Birçok
kimselerle düşüp kalktım. Her yerde istifadeler ettim.
Her harmandan bir başak topladım."

Hikâye ederler ki, şeyh hayatımn son zamanlarında


Şirâz şehri haricinde bir zaviyeye çekilmişti. Hiç dışa­
rı çıkmazdı. Taat ve ibadetle meşgul olur,murakabe ha­
linde bulunurdu.Sultanlar, büyük adamlar ve salihler
ziyaretine gelirdi ve lezzetli yemekler getirirlerdi. Şeyh
bunlardan yediğinden ve dağıttığından geri kalam bir
zembile koyar evin penceresinden dışarı asardı. Şirâz'
m dağlarda odun toplayanların yolu şeyhin evinin
önünden geçerdi. Onlar bu helva,kebab nev'inden olan
yemekleri zembilden alırlardı. Derler ki adamın biri bu
odun toplayanların kıyafetine girerek zembildeki ye­
mekten alıp yemek istedi. Elini uzattığı vakit eli kuru­
yup havada kaldı. Hemen: "Aman ey şeyh imdadıma
yetiş" diye feryat etmeye başladı. Şeyh: "Eğer odun
toplayanlardan isen sabaha karşı çekilen zahmetlerin
alâmeti diken yaraların elindeki kabarcıkların nerede?
Eğer hırsız isen kemendin, silâhın ve cesaretli yüreğin
nerede? Hiçbir yaran olmadığı halde niye bağırıyor­
sun?" dedi ve dua etti. O biçare de hemen afiyete ka­
vuştu. Şeyh o yemeklerin hepsini ona bağışladı.
Yine hikâye ederler ki Şiraz salihlerinden bir âbit
vardı ki içinden şeyhe karşı nefret eder,ona itikat etmez­
di. Bu adam bir gece rüyasında gördü ki arşı alâda bü­
cüş ve huruşdur gidiyor. Ruhaniler grup halinde top­
lanmışlar birşeyler okuyorlar. Bu adam kulak verdi
ona: "Şeyh Sâ'di bu günün seher vaktinde bir beyit

- 258 -
söylemiş. Öyle bütün meleklerin bir yıllık ibadetine
muadildir. Ruhaniler bu beyiti okuyorlar" dediler.
Abid uykudan uyandı derhal şeyhe karşı olan kalbin­
deki itikadını değiştirdi. Şeyhin zaviyesinin kapısına
gitti. Şeyh uyanık idi. Zevk ve şevk içinde bu gazeli
okuyor ve yazıyordu. Tanrıyı tanımak konusunda yaz­
dığı bu gazelin matlaı budur:

"Yeşermiş ağaçlann her bir yaprağı akıllı bir insanın


nazairında.Tannyı bilmek için bir kitaptır."

Abid hemen şeyhin ayaklarına kapandı. Rüyasmı


ona anlattı kendisine müjdeler verdi.
Şeyh daima istidatlı kişilerle konuşur, hal ve istiğ­
rak sahibi olduğu halde fazilet sahibi insanlarla düşüp
kalkar ve onlarla lâtifelerde bulunurdu. Meselâ, hikâye
ederler ki: Şeyhin muasırlarından Hoca Hümamüddin
Tebrizî fazıl ve kemal ve servet ve saman sahibi ehli dil
bir adam idi. Bir gün şeyh Tebriz'de hamama gitmiş
idi. Bu hoca Humara da olanca azamet ve haşmeti ile
hamamda bulunuyordu. Şeyh bir tas su alarak götürdü
Humam'ın kafasından aşağı döktü. Hoca Humam: "Bu
derviş nerelidir?" diye sordu. Şeyh de: "Şirâz'ın teiniz
toprağındandır" cevabını verdi. Humam: "Tuhaf şey,
bu Şirâz'lılar bizim şehrimizde köpeklerden daha ziya­
dedir. (Daha kıymetlidir)" dedi. Şeyh güldü ve: "Bu
bizde aksinedir. Tebrizliler bizde köpekten daha az­
dır (Daha aşağıdır)"cevabım verdi.Humam bu söze çok
kızdı. Hamamdan çıkıp bir köşeye oturdu.Büyük adam­
ları âdet olduğu veçhile güzel yüzlü bir genç yelpazeli­
yordu. Öyle bir vaziyette oturuyorlardı ki Humam
genç çocukla şeyhin arasında bulunuyordu. Humam
şeyhten "Şirâz'da Humam'ın şiirleri meşhur mudur?
Ahali onlan okuyorlar mı?" diye sordu. Şeyh: "Evet
çok meşhurdur" dedi. Humam: "Hiç onun şiirlerinden

- 259 -
hatırında var mı?" dedi. Şeyh de bu beyti okudu:

Beyt:
"Hunıâm benimle sevgili arasında bir perdedir. Şim­
di o perdeyi bir tarafa itmek zamanı gelmiştir."

Bundan sonra artık Humam'm bunun Şeyh Sa'di ol­


duğunda hiç şüphesi kalmadı ve: "Tanrıyı seversen söy­
le sen Şeyh Sa'di değil misin?" diye sordu.Şeyh de
"Evet" cevabını verdi. Bunun üzerine Humam şeyhin
ayağına kapandı. Evine götürdü ziyafetler çekti. Çok
hürmet gösterdi. Beraberce sohbetler ettiler. îioca Hu­
mara Sa'diniıı birçok gazellerine nazireler yazmıştır
Sa'di'nin gazelleri ve kasideleri pek lâtif olduğundan
bu kitapta haddinden fazla yazmak lâzım geldi. Tevhid
ve Tanrıya şükretmek hususunda söylenmiş bu kaside
şeyhindir.

Kaside:
"Tanrının fazl ve ihsanını kim sayabilir. Onun binler­
ce nimetinden birinin şükrünü kim edâ edebilir. O öyıe
bir lâtif san’atkârdır ki kâinat yaygısı üzerine bu kadar
güzel suretler nakşetmiştir. Deniz, kara, ağaçlar ve in­
san, güneş, ay, yıldızlar,gece ve gündüzü yarattı. Ve o
kadar türlü türlü nimetler yaratmıştır ki şükrünü eda ve
insanlar için o kadar rahat sebepleri vücudagetirmişti ki,
onları saymak mümkün değildir. Onun gösterdiği rah­
met eserleri dünyayı baştan başa kaplamış ve minnet
yüklerini feleğin sırtına yüklemiştir. Kuru ağaçların
içinde meyva ve kamışlar içerisinde şeker ve su damla­
larından şahlara lâyık inciler yaratmıştır. Bu yaygı gibi
olan toprağın su üzerinde muhkem durması için dağlan
zemin yaygısına dikmiştir. Kara toprağın cüzlerini gü­
neşin tesiri ile meyva bostanlan, çemenler ve lalelikler
vaptı. Bulut susamış ağacın köklerine su verdi. Çıplak

- 260-
ağaçların dallarına nevbahar gömleği giydirdi. Onun
tevhidim söyleyen yalnız insanlar değil dallar üzerinde
öten bülbüller de onunla terennüm eder. Onun hangi
nimetini, şükrünü bir insan yerine getirebilir. 8u husus­
ta düşünen hayran kalır. Kereminden, gaib âleminden
öyle gizli şeyler meydana getirmiştir ki nutuk dili belâ-
gat ağzında lâl olur. Öyle bir bağışiayıştır ki onun geç­
mişteki fazl—u ihsanı bizi iyi bir akioet için ümitvâr
etmiştir. Ey bir damla su, benliği bırak çünkü benlik
şeytanı zelil ve hakir etmiştir. Şeytanlıktan perhiz et
ki bu göklerin sahibi olan Allah perhiz edenlerin yerini
cennet yapmıştır. Zahmet çekmeden hazine ele geç­
mez. Ey canım kardeşini ücreti iş gören alır. Çalışma­
dan Allahın inayetini ümit eden kimse dane ekmeden
mahsul bekleyen bir ahmaktır,^Mustafa dünyaya ahi-
retin köprüsüdür" demiştir. Burası oturacak yer değil­
dir, buradan gelip geçmek gerektir. İnsan oğlunun
ebedî evi ahrettir Burası bir geçit yeridir. Burası karar
edilecck yer değildir.Zalim ölür gider.Onun koyduğu
fena âdet kalır. Adalet yapan da öiür ve onun iyi adı
yadigâr kalır. Zaman insandan kalan birkaç kemiği fe­
lek havanından öyle döver ki toprağını toz yapar. Ka­
run dinden çıktı ve dünya ona kalmadı. Fare yakalayan
adi bir doğan gibi oldu. Tanrıdan başka neye taparlarsa
hiçtir. Bu hiçi herşeye tercih eden, biçare bir insandır.
Biz Tanrının keremine itimat edelim, İtimat edilen bu
eğreti dünya, havadan başka birşey değildir. Bu bir
devlet topudur; fakat onu ezelde talilıi yar olan elde
edebilir. Biçare insan saygı gayretiyle ne yapabilir. Ola­
cak şeyi Tanrı ezelde takdir etmiştir. Padişah olur. İyi
kötü, talihsiz, talihli, şerefli, hakir kullarını o yaratmış­
tır. Sa'di'nin her seher vaktinde söylediği sözler sabah
gibi dünyanın her tarafına yayılır. Devlet yüzüğünün ta­
şına onun nasihatlerini gönül kulağına küpe yapanların
adı yazılır. Her şâir ki padişahları metheder, yüceltir,
hil’atlara nail olur ve ümitler besler. Tanrının nimetle­
rinin şükrünü yapan Sa'di de kabul hil'atini talep etme­
si yerindedir."

Bu gazel de onundur:

Gazel:
"Yarabbi sen kabul etmesen bizim halimiz nasıl se-
lâh bulur. Sen ulûhiyetin ve lûtfun hakkı için nazarım
bizden eksik etme. Ben gizli dertlerimi sana söylüyo­
rum. Çünkü sen merhametli bir Tanrısın. Söylemesem
de sen zaten bütün kalplerin içindeki sırlara vakıfsin.
Bütün dünyanın mahlûkları ölüm ve fenaya mahkûm­
dur. Yalnız diri ve kudret sahibi sensin. Sen ölmedin ve
ölmezsin. Mahlûkatın yaratıcısı ve bu yıldızları parlatıcı
rızıklan veren dünyayı parlatan ve güneşi yüksek tutan
sensin. Ey Sa'di kuvvetli olan mülk sahibi Allah'tır.Sen
zayıfsın, sana lâyık olan fakirliktir, dervişliktir."

Bu şiir onundur:
"Yatakta naz içinde yuvarlanıp yatan sevgilinin,âşı-
kın uzun gecelerinden ne haberi olabilir? Aşık aşkın so­
nu ne olacağını bilir. Onun için bidayette buna hiç
başlamaz. Nazar okunun başma getireceği belâdan sa­
kın. Çünkü o ok yaydan çıktığı vakit bir daha geri dön­
mez. Doğanların gözlerini bağlayan belki sülünlerin naz
ve işvesidir. Muhtesip daima yalnız rızkları takip edi­
yor.- Gençlerle düşüp kalka sofilerin ne yaptıklarını bil­
miyor. Aşk şarabım tadan sofiye ayşu işret erbabı ile
düşüp kalkmasını, gül ile aşinalık yapmak isteyenlere
dikenin cefasım çekmesi lâzım geldiğini söyle. Hiçbir
bülbül böyle mecaralar söylemez. Hiç bir mutrip böyle
güzel nağmeler yaratamaz. Her mal madeninden çıkar;
şeker Mısır'dan, Sadi de Şiraz'dan."

Şeyhin Gülistan ve Bostamnda çok güzel lâtif, zarif


sözler vardır. Her ne kadar bu iki kitap pek meşhur ise
de yine birkaç beyit Bostan'dan,birkaç beyiti Gü-
listan'dan da birkaç lâtifeyi buraya dercetmek muvafık
görüldü.

Bostan'dan:
"işittim ki eski zamanlarda bir abdal vardı. Bunun
elinde taş gümüş olurdu. Sen bu sözü işittiğin vakit bu­
nu aklın kabul etmeyeceği söz zannetme. Sen kanaat
ettiğin vakit taş ve gümüş nazarında bir olur. Sultana
tapan dervişe söyle ki bir sultan bir dervişten daha bi­
çaredir. Bir fakirin gözünü,karmnı yarım dirhem doyu­
rur. Fakat Feridun Acem mülkünü tamamiyle eline ge­
çirdiği halde yine yarı tok kalmıştır. Devlet ve mülkün
kuruculuğunu üzerine almak bir belâdır: Bir dilencinin
adı dilencidir. Fakat kendisi bir padişahtır. Burnu gam­
dan azade olan dilenci mesud olmıyan bir padişahtan
daha iyidir."

Gülistan'dan:
"İşittim ki bir kere Dicle kenarında bir kuru kelle,
bir âbide şu sözleri söyledi: Ben de vaktiyle padişahlık
şevketine sahiptim. Başımda saltanat tacı vardı. Felek
yardım etti talihim de yaver oldu. Ben de devletimin
sayesinde Irak mülkünü elime geçirdim. Sonra Kir-
man'ı da almak istedim. Fakat birdenbire öldüm kurt­
lar (Kirman) beni yedi."

Gülistan'dan:
"Lâtife: Bir hâkime: iyi talihli ve fena talihli kimdir?
diye sordular. O da cevaben talihli o kimsedir ki eline
geçen serveti yedi ve artanı ile hayrat ve hasenatta bu­
lundu. Talihsiz de o kimsedir ki bunu yemeden öldü ve

- 263 -
mirasçılara bıraktı. Dünya malını ya düşkünlük zama­
nında elini tutacak bir dosta yahut ayağını ısırmak ihti­
mali olan bir köpeğe ver ki ısırmasın. Sultan hizmetin­
de bulunmak ayniyle define ile tılsım gibidir. Ya defi­
neyi elde edersin yahut tılsımdan olursun.'' Şeyhin ve­
fatı Atabek Muhammed Şah bin Salgur Şah bin Sa'd—i
Zengf zamanında Şiraz'da vaki olmuştur. Azizlerden
biri onun vefatı için şu tazda bir tarih söylemiştir.

!l Şevval ayında bir Cuma gecesi idi. Arap tarihinde al-


fıyüzdoksanbir yıl geçmiş idi. Şeyh Sadi'nin hüıııâ gibi
olan temiz ruhu kanat ve tüyleriyle bir cisim tozunu
silkip attı."
Bu da başka bir tarihtir:
Sa'di'nin hümâ gibi olan teiniz ruhu ihlas ile uçtuğu
vakit Şevval ayında bir cuma gecesi idi. İşte böyle bir
zamanda o rahmet denizinde dalgıçlık etti. Biri bana
onun vefat yılını sordu ben de o haslardan olduğu için
tarihi de hasdır denim. Sa'di'nin türbesi bugün Şiraz'da
çok ferahlı bir yerdedir. Orada sefalı bir îıavuz ve eşi
olmayan binalar vardır. Oranın ahalisi mezarına çok
hürmet ve muhabbet gösterirler. Şiraz atabekleri ada­
letli ve hayırsever hakimlerdi. Atabek Ebu Bekr b. Sa'
d-i Zengt Tanrı burhanını nurlandıısın. Çok iyi ahlâk­
lı bir insan idi. Şiraz'da Darü'ş—şifa—i Muzafferîyi,
bundan başka mescidleri, ribatlan ve birçok hayır mü-
esseselerini yaptırdı. Aitıyüzyedide Tanrının civarına
ulaştı. Atabek Ebu Bekr'in vefatından sonra Atabek
Sa'di bin Ebu Bekr yerine geçti. Kerem ve fazilette eşi
yok idi. Adma hutbe okunduğu ve sikke basıldığı iki
gün içinde Tanrının civarına ulaştı. Bir aziz bu hale mü­
nasip şu rubaiyi söylemiştir.

"Bu cefayı kendine san’at yapan yüksek binalı felek


bizim işlerimizin düğümünü hiçbir zaman çözemedi.
Bize de yaralı gönül gördüyse o yaranın üstüne bir yara

_ 264 -
daha açtı."

Kadı Beyzavi Nizamü't—tevarih'de şöyle zikrediyor.


Atabek beşyüzelîisekiz yılında Melikşah b. Muhammed
Melikşah-ı Selçukîye karşı geldi ve Fars'ı eline geçirdi.
Bu çok cesaretli bir merci idi. Şiraz'da Mescid—i Sun-
kurîyi o yaptırmıştır. Fars Gazan Han zamanına kadar
Suıîgurî Atabeklerinin (Solguri olacak!) idaresinde kal­
dı. Bunlar Selçuk sultanlarının köleleri idiler. Fakat ah­
lâk itibariyle çok doğru insanlardı. Tarihte iyi bir ad
bırakmışlardır. Fars'da Atabekler saltanatı yüzyirmi bu
kadar yı! sürmüştür. Fars saltanatı Gazan Han zamanın­
da Atabeklerden Moğol sultanlarının eline geçmiştir.

4.MUVAHHİDÂRİF EVHADI-İ MERAGI


(Tanrı onun aziz ruhunu takdis etsin)

Muvalıhid, arif ve sevimli bir adam idi. Batinı ilimle­


rini bilmekle beraber zahir ilimlerinde de geri değildir.
Şeyhlerin şeyhi Evhadeddin Kirmanî'nin mürididir .Bu­
nun içir, mahlası Evlıadî'dir. Şeyh Eviıadü'd—din Kir­
manı velilerin büyüklerindendir. Islâmm ve müslüman-
iarın şeyhi Şihâbü'd—din Ebu Hafs Ömer Sühreverdi'
ııin mürididir. Dört rekât yatsı namazında Kur’an'ı ta-
mamiyle hatmederdi.Sülûke büyük bir makama malik
idi. Bağdad halifesi El Mustansır onun müridi olmuş­
tur. Şu riibâî Evhadii'd—din 'indir.

"Ey Evhad, gönülden dem vuruyorsun. Fakat gönül


nerede? Sütün ömrünce yürüyorsun. Bu yolun duracak
dinlenecek yeri nerede? Ne vaki te kadar züht ve tekva-
dan dem vuracaksın. Yetmişiki yıl çile çıkardın, bun­
dan hasıl olan fayda nerde?"

Evhadü’d -din rubailer söylemiştir. Çok faziletli bir

- 265 -
adam idi. Câm—ı Cem kitabını nazmetmiştir. Tercîi,
muvahhitler arasında çok meşhurdur. Evhadî'nin diva­
nı onbin beyittir. Muvahhidane söyler. Deh—nâme'sini
hakimlerin padişahı Hâce NaSîrü'd—din'in oğlu Hâce
Asflü'd—din'in oğlu Hâce Ziyaüd—din Yusuf adına yaz­
mıştır. Bu eser çok lâtif olmuştur. Şu kasîde Şeyh Ev-
hadî'nindir.

Kasîde:
"Bu dönen ve yıldızları süsleyen felek ve bu daima
kavga ariyan ve düşmanlık besleyen yıldız nedir? Ey fî-
lesof dinle bu örgüler içindeki sırların ne olduğunun anla­
şılması için sana ne sorarsam cevap ver. İnsan,nefsinin
ve Tanrının ne olduğunu bilmek için, kendi nefsini ve
Tanrısını tanımalıdır.Bu yedi feleğin ve bu dört unsur
âleminin içindeki bu unsurların değişmesi ve dehrin ol­
ması ve bozulması nedir? Bir sinekte hem bal ve. hem
zehirin, bir yerde hem hazine hem yılanın bulunması
nedir?"

"Ebu Cehl'e Muhammed'e karşı düşmanlık Ebu


Bekir Sıddık'ın ona olan ruhî bağlılığ s nereden geldi?Bu
iki nur bağışlayan cismin yani ay 1; güneşin uzak ve
yakınlığından bu ayların değişimi r» ;ıl oluyor? Menzil­
leri bir, yollar bir, gidişleri bir oldı ,u halde bu ayrılık
nereden geliyor? Mahlukları dünyaya getirmek sonra­
dan toprak etmek evvelâ şekerle beslemek sonradan av
gibi yakalayıp öldürmenin sebebi nedir? Gündüz niye
aydın, gece niçin karanlık tır ?Toprak neden oluyor
ve felekler niçin dönüyor?Meleklerin aslı perilerin nesli
neredendir?İnsamn bu kadar itibarı neredendir? Suçsuz
insanları öldüren bu feleğin altında bu kadar fani in­
sanların varlığının hikmeti nedir? Padişahların kulakları
(Mülk kimindir) sedasıyla dolu olduğu halde yine ni­
çin bu kadar kibir ve azamette bulunuyor. Ey suret ve

- 266 -
mânaya vücut veren söyle bu türlü türlü eşyayı yarat­
makta yaradamn maksadı nedir? Rûm güzellerinin yüzü
gibi parlayan salihlerin amellerinin yanında bu zenci
yüzlü cismin tozu nedir? Kendi sağını solunu bilmeden
ruhun sağı solu peşinde koşuyorsun. Ey beyhude iddi­
alarda bulunan; bize karşı türlü türlü tavırlarla övünüp
duruyorsı . Bu övündüğün şeylerin bindebirini söyle
görelim. Eger sen geldiğin günden beri bu âlemi anla­
mış isen öleceğin vakitte bu ağlamak sızlamak ne olu­
yor. Biz süratle dönen feleğin kalesi içindeyiz. Bu ka­
lenin ne olduğundan haberdar değiliz. Sen Evhadî'ye
cehennem ateşinden bahsetme. Bu biçarenin elinde
bulunan bu hakir yürek nedir? (Evhadî) vücudü orta­
dan kalktıktan ve Tanrıdan başka birşey kalmadıktan
sonra artık bu didişmenin mânası nedir?"

Bu gazel de onundur:

"Gülün üzerine anberden bir kement bağladın ve


aym etrafım misklerle sardın. Vuslat meyvası bizim
elimize gelmiyor. Çünkü sen onu yüksek dallara bağla­
mışsın. Ey oğul, Tebriz'e gitmek için yükünü hazırla­
dın. Kalbimin üsti ne Sehend dağım oturttun. Sen tu­
zağına düşmüş olan aşıkların kimini öldürdün kimini
bağladın. Sen makbul olmayan şeylere gönlünü bağla­
dıktan sonra Evhadî yi nasıl sevdin?"

Şeyh Evhadî âşikâne gazellerle ârifane şiirleri güzel


söyler. Sözleri çok tesirlidir. Evhadî'in Câm—ı cem'i
İsfahan'da yazdığmı söylerler. Bu eser telif edildikten
sonra o zamanın kabiliyetli edipleri tarafından bir ay
içinde ondan dörtyüz nüsha kopya etmişlerdir. Hacmi
ufak olduğu halde bahah fiyatla alıp satarlardı. Bu za­
manda ise terk b. el Şeyhü'—ârif'l Muhakkiki'1 Hame-
vf ye (Tanrı ruhlarım takdis etsin) yazdılar ve onuyom

- 267-
atı ile Balırâbâd'tan az bir zamanda Azerbeycan'a ge­
tirdiler. Şenlikler ve ziyafetlerden sonra uğurlu bir sa­
at seçtiler. Man İslâm gusKinü yapts. Adı geçen şeyhin
Iıırkasiyle şereflendi. Bir bülbül gibi tcvhid kelimesini
söylemeye başlayınca onun emirleri ve devlet adamları
da hep birden islamiyeti kabul ile şereflendiler.Buııu
kutlamak için saçılar saçtılar.Bütün memleketlere müjde­
ler yazıldı ; fetihnameler gönderildi.Bu olay altıyüzdok-
sanbir yılasın Şabanında oldu. Bu tarihi binaketi'de al-
tıyüzdoksanüç olarak gösterilmiştir. Hakikati Allah
bilir.Emir Nevruz islâmın saadetine mazhariyetiyle be­
raber şahadet derecesine de nail olmuştur. Ne mutlu
ona ki bu yüksek dereceye ulaştı.Emir Nevruz’un şaha­
deti Herat’ta altıyüzdoksanaltı yılında Şevvalin yirmi-
iki olan salı gününde vaki oldu. Tanrı kabrini nur etsin.

5 .ARİF ŞEYH FAHRÜ’DDÎN-l IRAKÎ


(Tanrı ruhunu takdis etsin)

Adı İbrahim b. Şehriyari'l Irakî’dir. Hemedan'da


dünyaya gelmiştir. Muhik ve salık bir er idi. Şeyhlerin
şeyhi Şiîıâbü'd -din Suhreverdî'inin mürididir. Çok
ateşli ve arifane sözleri vardır. Vecd ve falda eşi yok
idi.Muvahhidler ve arifler onun sözlerine çok kıymet ve­
rirler. Tasavvufta yazılmış muteber eserleri vardır. "Le-
meât" adlı eser o büyük adamın ateşli müfekkiresinden
bir lem'adır. Hikâye ederler. Şeyh Irakî temiz bir na­
zarla güzellere bakmaktan kendini alamazdı. Bir gün
Şeyh Şihabü'd—din'e Irakî1niıı pazarda bir nalbant ço­
cuğunun karşısında oturup temaşasına daldığını söyle­
diler. Bunun üzerine Şeyh Irakî'yi karşısına alarak:
"Bu senin yaptığın nedir? Sen bu hareketinle dervişle­
rin namus ve haysiyetini berbat ediyorsun. Görmüyor­
sun ki münafıklar, şuna buna söz taşıyanlar daima seni
gözetliyorlar?" dedi. Irakînin verdiği cevaptan Şeyh

- 268 -
incindi. Irakîuzuıı zaman v alvards,yakard ı :nih ayet yine
•Şeyhiîi gönlünü yaptî. Fakat Şeyh onun bu cüretini ce­
zalandırmak için ona: "Senin Hind'e gitmekliğin, bir
müddet orada riyazet yapmaklığın lâzımdır. Gümüşün
temizlenmesi için zulmet ve karaltı içinde bulunması
şartür”dedi. Ve onu Şeyhlerin şeyhi salik—i muhakkik
abdal ve evtad dairesinin kutbu ve asillerin fahri Şeyh
Bahaüddin Zekeriya—i MultanTye havale etti. Bu Şeyh
Zekeriya, şeyhlerin şeyhi mezkûr Şihabü'd—din'in ha­
lîfelerinden idi. Bunun üzerine Irakı Sind, Multan ve
Hind yolunu tuttu. Şeyh Bahaüddin Zekeriya'ya ulaş­
tı. Bir müddet Multan'da bıı şeyhin yanında sülük ile
meşgul oldu. Bu seferinde tarif edilmeyecek kadar fü­
tuhata mazhar oldu. Firkat ve hasret ateşleri içinde
pek tesirli şiirler söyledi. Hind'liler Irakî'ye pek ziyade
teveccüh gösterdiler. Şeyh Bahaüddin kızını Irakî'ye
verdi. Irakî'sıin lîind'de dört yıl zarfında ondört kere
erbain çıkardığını söyler. Şeyh Bahaüddin Zekeriya,
Irakî'yi daima kontrol altında bulundururdu. Irakî'nin
şiirlerinden pek ziyade hoşlamrdı. Büyük bir zevk du­
yardı. Şeyh bir gece onun halvethanesinin kapısına gi­
derek onu dinledi. Irakîvecd içinde şu şiiri okuyordu.

"İlk defa şarabı kadehe döktükleri zaman tesirini sa­


kinin sarhoş gözlerinden ödünç aldılar. İyşu işret sa­
hiplerini kendilerinden geçirmeleri için kendinden geç­
me şarabını dimağlarına döktüler. Aşıkm can kuşunu
avlamak için fitne koparan dilberlerin saçlarından ağlar
kurdular. Dünyada ne kadar belâ ve musubet varsa
hepsini topladılar. Adını aşk koydular. Mademki onlar
kendi sırlarım kendileri fâş ettiler, o halde Irakî'yi ni­
çin rüsvâ edip ortaya attılar.

Şeyh bunu dinledikten sonra Irakî’nin bu çektiği


firkat ve hasret azabına acıdı. Gözleri yaşardı kendisi­

- 269 -
ne: "Artık zamanı gelmiştir. Haydi memleketine git.Bi-
zim selâm ve niyazımızı bizim hakikatler sığınağı ve
yakın ehlinin muktedası şeyhimiz Sihâbü'd—din'e ulaş­
tır" diyerek Irakî'ye izin verdi. Bunun üzerine Irakî kal­
kıp tekrar Irak'a geldi. Fakat kendisinin Irak'a vusulün­
den evvel Şeyh Şihabü'd—din Tanrı'nm rahmetine ka­
vuşmuştu. Şeyh Irakî bundan çok müteessir oldu.
Şeyhinin mezarım ziyaretten sonra Şam'a geldi. Bir
müddet orada sülük ile meşgul oldu. Yediyüzdokuz yı­
lında sultan Muhammed Hudabende zamanında Di-
meşk'de vefat etti. Seksen iki yıl ömür sürmüştü. Meza­
rı Cebel—i Salihiyye'de Şeyhlerin şeyhi, âriflerin muk-
tedâsı bütün mahlükatın ve ümmetlerin önderi,Muiıyid-
din b. Arabi'nin nesli Hatem—i Tâî'ye ulaşır. Kendisi
Endülüslüdür. Hulefâyi Râşid'in zamanında Endü­
lüs'e gitmiş İdi. O diyarı eline geçirdi. Onun neslinden
gelen çocuktan orada kaldılar, işte Muhyi'd din'in ne­
sebi bu kabileye mensuptur. Bu rubâî onundur.

Rubâî:
Benim kutbum, kalbim; benim kalıbım,Lübnan'ım;
benim sırrım, aşkım; benim meşrebim, irfanım; benim
harunum, benim ruhum; benim Kelîmim (Müsa), aklım;
benim Fir'avunum nefsim; benim heva hevesim. Hâmâ-
nımdır.”

Sultan Muhammed Hudabende'nin adı Olcaytu Han


idi. Onun soyu fazıllardan birinin söylediği şu beytten
anlaşılır.

Beyt:
"Şah Olcaytu b. Argun b. A baka Han b. Hülâgu Han
b. Tüluy b. Cengiz Han."

Argun Handan sonra Gazan Han pâdişâh oldu. 01-

- 27 0 -
caytu Han ondan kaçtı. Birkaç yıl Kirman ve Hürmüz
taraflarında Harbendekân ile gezip dolaştı. Bu cihetten
ona (Harbende) denildi. Bazılan bunun böyle olmadı­
ğını söylerler ve derlerdi bir çocuk çok güzel olursa
anası babası ona nazar değmemesi için çirkin bir ad ve­
rirlerdi. İşte bu cihetten ona Harbende adını vermişler­
dir. Harbende yediyüzüç yılında Gazan Hanın ölümün­
den sonra saltanat tahtına oturmuştu. Çok hünerli ve
hüner sahiplerini seven bir padişah idi. Onun daima dü­
şünen müfekkiresi memleketin hayrını düşünürdü.Aslen
Hemedanlı olan Hoca Reşidüddin'i kendisine vezir yap­
mıştı. Bu faziletli bir vezir idi. Tebriz'deki Reşidiyye
imaretini o yapmıştır. Dünyada bundan daha büyük bir
imaret yoktur. Bu binanın üstüne: "Bu imareti yıkmak,
başka başka bir imaret yapmaktan daha müşküldür iba­
resi yazılmıştır. Tarih—i Cami—i Reştdî bu zatındır.
Bundan başka daha hendese amelî hikmette birtakım
risaleleri vardır. Fazilet ve kerem sahibi bir vezir idi.
Tarihinin mukaddimesinde: "Bu tarih sabah namazı­
nı kıldıktan ve bazı evrak okuduktan güneş doğuncaya
kadar geçen zamanlarda yazılmıştır. Çünkü başka za­
manlarda memleketin işleriyle meşgul olmaktan başka
işle uğraşmak mümkün değil idi" diye yazmıştır. Mu­
hammed Hudabende yediyüzondokuzda ölmüştür. Ba­
zıları otuzaltı bazıları da otuzyedi yıl ömür sürdüğünü
söylerler. Günbeli Sultaniyye'de medfundur. Kale ve
Sultaniye şehri onun binalarmdandır. Tanrı burhanını
nurlu yapsın.

6.ÂRİFLERİN KENDİSİYLE ÖVÜNDÜĞÜ


HÂCE HÜMAM-I TEBRİZÎ
(Tanrı mezarım nurlandırsın)

Fazilet ve gönül sahibi bir âlim idi. Fakru zaruret


faziletine malik olmakla beraber herkes yamnda mev­

- 271 -
ki sahibi idi. Hâkimler ve vezirler onun yanlarından
ayrılmazlardı. İrfan, gönül ve güzel tabiat sahibi bir zat
idi. Rivayet ederler ki o bir gün Sahib—i divan Hâce
Harun b. Hoca Şemsüddin'i hanikâhına davet etmişti.
Bunun için dörtyüz çini sahan hazırlamıştı. İşte âlim­
lerin,saîihlerin o zamanlarda malı ve mevkii bu derece
idi, Hâce bu gazeli o gün bedaheten söylemiştir.

Gazel:
"Evimiz bugün cennet gibidir çünkü ndvan burada­
dır. Cam beslemek zamanıdır. Çünkü canan buradadır.
Dağın başında tuhaf bir saray görüyorum. Bu Tur Dağı
mıdır Musa Ümran buradadır. Sarhoş meze istediyse
bunun için pazara gitme. Taze badem ve ağzını açıp
gülen fıstık burada. Artık Mısır'dan Tebriz'e şeker gö­
türmeyin. Onun tatlı dudaklariylestatlı konuşmalariyle
burası şekeristan olmuştur. Bu dilencinin karanlık ku­
lübesi bir padişalun evi gibi oldu. Çünkü sultan buraya
gelmiştir ve buradadır. Artık muhtesib ve şahnelerden
ne korku var. Sehib--i divanın oğlu Hâce Hârun bura­
dadır. Ey Humam bundan sonra dünyanın ters dönü­
şünden gam yeme. Canının her arzu ettiği şey burada­
dır."

Hace Hümam Hace Nasirü'd—din Tûsi'niıı şagirdidir


ve Kutu bü'd—din Şirazî'nin akramndandır. Yediyüzon-
üç yılında ölmüştür. Mezarı Tebriz'dedir. Hangâhı ma­
lûm ve muayyendir.

7.ŞÂİRLERİN MELİKİ BEDR-İ CACÜRMI


(Tanrı rahmet etsin)

Ehliyetli bir zat idi. Sahib-i divan Hâce Bahâü'd-din


zamanında İsfehan'a gelmiştir. Hoca Mecdüddin Hem-
ger—i Farisî'nin şagirdidir.

- 272 -
Ebû'l—Feth'i Bustî'nin Matlaı: "Dünyada insanın zi-
yadeüği noksanıdır. Hayırdan başka şeylerdeki kazan­
cı ayniyle zarar ve ziyandır" şeklinde olan kasidesini
nazın en faısçaya tercüme etmiş ve çok güzel, üstadane
bir tarzda söylemiştir. Azanın seğirtmesi hakkında
manzum bir eseri vardır. San'atlı söylenmiş şiirleri çok­
tur. Sahib—i divan Hâce Şemsü'd—din'in oğlu Hâce
Balıaü'd—din Muhammed'in medid hakkında noktasız
söylemiş şu san'atlı kasîde onundur.

Kaside:
"Kerem işlerini bu âlemde mertçe kim yaptı? Mek-
reroetlerin temelini kim sağlamlaştırdı, kim düzeltti?0,
adalet âleminin direği, saltanat bileğinin bileziği, isla-
muı binasının temelidir. Melekler gibi yüce, utarid gibi
bilgili, güneş gibi atâ ve ihsan saJıibi, Simah mızraklı,
Arslan hamleli, Hilâl âlemlidir. Mahmedet sahiplerinin
sevinci, düşmanın ömrünün îıelâki, meliklerin başı, sal­
tanatın kalbinin rahatı, hükmün aslıdır. Onun sözleri
herhalde helâl sihirdir. Onun ınuıadı îıer anda muhtaç­
lara mal bağışlamaktır. Onun temiz kalbi daima kelâm
ve ilimle meşguldür. Onun keremlendirilmiş olan nefsi
ümmetin salâhına ait ilhamların geldiği yerdir. Onun sa­
vaş âdetleri âlemin verdiği hükümleri reddeder. Onun
zehir gibi hamleleri düşmanın işlerini bozar.O ve onun
kalbinin himmeti adaletlerinin mimarıdır; hem o ve
hem nefesli memleket dertlerinin merhemidir."

Gazel:
"Sen onun akik gibi olan dudakları yanında Bedeîı-
şan lâl'ine kıymet verme. Onun gül gibi yanaklariyle
gelincik çiçeklerini bir tutma. Düzgün selvinin serkeş­
çesine söylediği gözlerden bahsetme. Benim sevgilimin
boyunu gör. O sallanan selviye kıymet verme. Onun lâl
gibi dudakları ve mis saçan ayva tüyleri varken karan­

- 273 -
lıkları ve hayat suyu çeşmesini anma. Bunlara ehemmi­
yet verme. Eğer karanlık gecelerde sana onun vuslatı
müyesser olursa onun yüzünün yanında parlayan güneşi
arama onun gazellerine bak. Artık ebher'in işvelerine
değil onun ayvası tüylerine bak. Bostanm terutaze ye­
şilliklerine bakma. Eğer o peri yüzlü hurinin vuslatı sa­
na elverirse artık cennetinin adını da anma.Süleyman'ın
mülkünden dem vurma. Eğer gülistanı temaşa etmeye
meyledersen onun yüzüne bak; gülistanı dolaşmaktan
vazgeç. Ey "Bedri" bu viran menzil senin gönlünün is­
tediği gibi değildir. Sen İsfehan'ı dünyamn bütün ülke­
lerinden aşağı gör."

Hoca Şemseddin oğlu Bahaeddin sahib—i divan idi.


babasının vezirliği zamanında Isfahan hâkimi idi. Çok
şiddet ve cesaret sahibi idi. Memleketin zapt ve raptı
hususunda sây ü gayret göstermiştir. Tarih—i Güzide
sahibi Haca Hamdullah Mustevfı diyor ki onun siyaseti
şiddetli idi ki Isfelıan büyüklerinden birini; istese kefen
ve tütsüsünü hazırlar ve vasiyetnâmesini yazar ondan
sonra onu huzuruna getirirdi. Bir defa ufak çocuğu
elini uzattı sakalını tuttu. Hoca o kadar kızdı ki çocu­
ğu asmak için yemin etti. Yeminini yerine getirmek
için çocuğu bir peştemala bağladılar astılar.lsfehan'm
ileri gelenleri onun bu gösterdiği şiddetten dolayı dai­
ma aleyhinde beddualar ettiler. Bunun tesiriyle o da
genç yaşmda öldü. Hoca Şemsüddin hakkında bir şâir
şu mersiyeyi yazdı.

Rübâî:
"Ey hindu kölesi Felek olan Oğlum Muhammed! Se­
nin bir kılın bütün zamane pazarının kıymetidir. Baba­
nın sırtı, senin elif gibi olan boy bosunun hasretiyle,
kaşlann gibi iki büklüm olmuştur."
8.MUHAKKİKLERİN ÖNDERİ ŞEYH
İZZÜ'D—DİN PİR HASAN-IISFERAYINİ
(Tann, aziz ruhunu takdis etsin)

Ârif, muvahhid, salik ve meczup bir adam idi. Islâ-


mın ve müslümanların Şeyhi Razîyü'l hak ve'd din Ali
Lala'mn hülefasmdan Şeyh Cemalü'd—din Ahmed Za-
kir'in mürididir. Asıl bu zatın hal tercümesinin veliler
sırasında yazılması lâzım. Fakat şairlikte de mükemmel
bir adam idi. Türkçe ve farsça güzel şiirler söyler,Türk-
çede mahlası Haşan oğludur. Divanı Azerbaycan'da
çok meşhurdur. Bu gazel onundur.

Gazel:
"Benim sevgilim şuh ve merhametsiz çıktı. Ne yapa-
yım?Onun düşüncesi benim sabır ve kararımı elden al­
dı. Ne yapayım? Ah ve zar ettiğimden halk bana serze­
nişlerde bulunur. Ben yüreği yanık zar ve biçare bir
âşıkım ne yapayım? Benim ay yüzlü sevgilim bir gün çı­
kıp gelmedi.Ben geceleri sabahlara kadar yıldızlan say­
mayıp da ne yapayım? Sevgilim benim gönlümü alıp gö­
türdü ve hiç benim gönlümü hoş etmekle meşgul olma­
dı. Ondan fariğ oldu ben gönülsüz ve yârsız kaldım, ne
yapayım? Sevgilimin gamı benim halimi alt—üst etti bu­
na ne ilâç olur? Aşktan işim gücüm perişan oldu ne ya­
payım? Sevgilim Tanrı gibi iki cihanda güzel yüzlüdür;
ben de Pûr Hasan'ım;onu sevmiyeyim de ne yapayım?"

Şeyhlerin şeyhi vilâyet feleğinin kutbu Razıyyü'd—


din Ali b. Said Lala (Tanrı ruhunu takdis etsin). Gazne-
li idi. Hakim Senaî'nin amcasının oğludur. Babası Se-
naî ile beraber hacca gitmiştir. Güveyn vilâyetinin mül­
hakatından olan Husrev—i Şûrgîn'de kethüda idi. Şeyh
Raziyyü'd—din Ali Lala'nm doğumu bu adı geçen Hus­
rev—ı Şûrgîn'de vaki olmuştur. Şeyh dünyanm meskûn

- 275 -
olan dörtte birini seyahat etmiştir. Dörtyüz büyük
şeyhten irşat icazeti almıştır. Nihayet biat elini âlim
ârif Şeyh Ebu'l Cenab Necmü'd-din Kübrâ’ya uzattı.
Ebu'l Rıza Baba Reten—i Hindî'ye Hind'de mülâki ol­
du. Baba Reten, peygamberin kendisine yerdiği tarak­
lardan bir tarağı ona verdi ve canını hakka teslim etti.
Baba Reten'iıı peygamberle görüştüğünü söylerler, Ba­
zıları onun Isa Aleyhisselâmın havariyunundan olduğu­
nu söylerler. Bunun ömrünün bindörtyüzyıl olduğunu
rivayet ederler. Şeyh Raziyyü'd—din Ali Lala'mn ölü­
mü altıyüzkırkikide vaki olmuştur. Yetmişaltı bazıları
da yetmişdokuz yıl yaşamış olduğunu zikrederler.
Şeyhlerin şeyhi Sa'dü'd—din Hamevî onun vefatından
sonra sekiz yıl yaşamıştır. Azizlerden biri Şeyh Sa’dü'
d—din'in vefatına şu tarihi söylemiştir.

Tarih:
"Millet ve islâmın nuru ve takvanın mumu olan ci­
hanın şeyhi Sadeddiıı Hamevî altıyüzelli de Cuma gü­
nü kurban bayramında ikindi namazı vaktinde Bahrâ-
bâd'da vefat etmiştir."

9.SEYYİDLERİN KENDİSİYLE
ÖVÜNDÜĞÜ EMİR SEYYİD HÜSEYNÎ
(Tanrı onun aziz ruhunu takdis etsin)

Din yollarının yolcusu, yakîn sırlarının bilginidir.


Hakikat remizlerini keşfetmekte mânalar hâzinesi fa­
zilet ve ilimlere ikinci idi. Onun nurlu hatırı sırlar gü­
listanı ve dudu gibi olan nâtıkası güzel nağmeli bir
bülbül idi. Adı Hüseyin b. Alim b. el Haşan el Hüsey­
nî' dir. Aslı Gur'da Kezîv'dendir. Fakat ekseri vaktini
seyahatle geçirirdi. Meskeni Herat'ta idi. Hırkası
şeyhlerin sultanı Şeyh Sahabüddin Ömer Suhreverdı'
ye ulaşır. Çok yıllar sülük ile meşgul oldu. Ve büyük­

- 276 -
lerden birçoğuyla görüştü. Hikâye ederler ki Ârif Şeyh
Fahreddin Irakî. Şeyh Evhadî ve Seyyid Hüseyni Şeyh
Şahabüddin Suhreverdfniıı müritleri idiler. Bir zaman
geldi ki her üçü Kirman'da Şeyh Evhadüddiıı'in Kanga­
lımda halvete girdiler. Çıkardıkları çileler esnasında
eserler telif ettiler. MeleKÛt âleminden şeyhlerine hedi­
yeler getirdiler. Şeyh İrakî Leme'ât'ı, Şeyh Evhadî
çok meşhur olan terciî, Seyyid Hüseynî de Zâdii'l—mü-
safirın gibi hediyeleri getirip takdim ettiler. Şeyhleri
bu üç eseri mütalâa ettikten sonra:''Tanrı bu yakın der­
yasının üç incisini afetten korusun.Bunlar hakikatler
madeninden çok acaip üç cevher çıkardılar. Bu üç
cevher, yakın yollarının yolcularıdır. Zâdü’l—müsafırm'
i vücude getiren de irfan menzillerinden seyyahıdır "bu
yurdu.Zâdü'l—müsafirın hakkında kısaca malumat veril­
diği için ondan bir parçayı buraya dercetıııek lâzım
geldi:

Zâdü'l—müsafirînden:
"Bak bu tuhaf bir hikâyedir. Bir gün İskender, ordu-
siyle azamet ve haşmet ile gidiyordu. Birdenbire yolları
bir viraneye uğradı. Oradaki çukurların içinden bir ih­
tiyar adam çıktı.Hem de güneş gibi nurlar içinde bu ih­
tiyar uzaktan İskender'in gözüne göründü. İskender:
"Bu kimdir neyin nesidir? Bu çukurun bir köşesine çe­
kilmiş olan bu ihtiyar beyhude burada oturmuyor" di­
yerek o mezar gibi çukura doğru atını sürdü. İhtiyar
hiç tavrını değiştirmedi. Onun gözünü kalduıp yüzüne
bakmamasından İskender kızdı ve ona: "Ey bu yolun
gülyabanisi! Neden burada böyle lâkayt bir halde otu-
ryorsun? Neden kalkıp bana hürmette bulunmadın? Be­
nim adımın İskender olduğunu bilmiyor musun? Ben
bugün muzaffer talihimle bu âlemin herşeyiyim. De­
niz gönüllü, güneş gibi parlak fikirliyim. Feleğin başı
benim ayağınım altındadır” dedi. İhtiyar birden bağır­

- 277 -
dı: Bunların hepsinin bir arpa kadar kıymeti yoktur.
Sen bu âlemin hiçbir şeyi değilsin.Beşeriyet tarlasın­
dan bir tanesinin bu feleğin sayısız devirlerinin herbir
deminde senin gibi yüzbinlerce adam dünyaya geliyor.
Ben burada ne gülyabaniyim ne dünyadan bihaber bir
gafilim. Ben senden yüz kere daha ziyade aklım başım-
dadır. Ben son günümden haberdarım. Onu burada bek­
lemekteyim. Asıl gafil sensin kibu iki günlük ömrüne mağ-
rursun.Sen kendini nasıl benimle beraber tutuyorsun?
Senbenimkolumunkolusun.Benimikikolum vardır .Bun­
ların biri hırs,birisi şehvettir ki sen bu benim iki kolu­
mun kolusun. İskender bu sözden ağlamaya başladı.
Başındaki padişahlık tacmı yere attı. Utandığından ba­
ğırdı. Başını ihtiyarın ayağına koydu. Bu ihtiyar ona
öyle doğru bir yol gösterdi ki İskender'in hiçbir zaman
hatırından çıkmadı."

Seyyid Hüseynî'nin vefatı 719 yılının şevvalinin 16'


smda Herat şehrinde vâki olmuştur. Mezarı Seyyid—i
Sâdât kubbesinin dışmda Kuhendiz—i Musarrah'dadır.
Seyyid—i Sâdât, Abdullah b. Muaviye b. Reşid b. Ab­
dullah, b. Cafer, b. Ebu Talip'dir. Tanrı cümlesinden ra­
zı olsun. Bunun babası Abdullah'ın oğlu Muaviye Ebu
Sufyan oğlu Muaviye'nin zamanında dimeşk'te dünya­
ya geldi ve Abdullah ibni Cafer sabahleyin Muaviye'nin
yanına geldiği vakitte Muaviye ondan: Ben dün akşam
bir çocuğun dünyaya geldiğini işittim. Ona ne ad koya­
caksın diye sordu. Abdullah, ne emir buyurursanız onu
koyacağım dedi.
Muaviye :Hasen oğullan arasında Muaviye adı yoktur.
Senden bu çocuğun admı Muaviye koymam rica ede­
rim dedi. Abdullah bunu kabul etti. Bunun üzerine Mu­
aviye Abdullah'a 200 dirhem hediye gönderdi ve bu
isim bu çocuğun üzerinde karar kıldı ve mü'minlerin
emiri Ali'nin oğlu Haşan buna darıldığından Abdullah'

-2 7 8 -
az bir para ile fena bir isim satın aldı diye yazdı. Mu­
aviye'nin oğlu Abdullah, Abdülmelik'in oğlu Velid
zamamnda Eş'as'ın oğlu Abdurrahman ile birleşerek
isyan etti ve nihayet Ebu Müslim zamamnda Nasır—ı
Seyyar'ın kendisi ile Serahs sınırlarında muharebeye tu­
tuştuğu zamanda Kirman yolundan Herat'a geldi ve
Nasır—ı Seyyar'm adamları ile yaptığı muharebede şe­
hit oldu. Tann rahmet etsin. Seyyid Hüseyin'in gençlik
zamamnda yazdığı manzum ve mensur eserlerin sayısı
30'dur. Kenzu'r—Rümuz, Nüzhetü'l—Ervâh Zâdü'l—
müsafîrin, Sırat—ı müstakim ve Tarabü'l—Mecalis'i ih­
tiyarlık zamanında yazmıştır. Seyyid'in hakikatleri
marifetleri ihtiva eden Anka—i Muğrip adında bir eseri
olduğunu işittim. Seyyid'i Harat ahalisinin bir kavgada
şehit ettiklerine dair meşhur olan rivayeti hiçbir tarih­
te hiçbir kitapta görmedim, okumadım. Bu herhalde
aslı esası olmayan bir avam sözüdür.

10.İBN—1NASUH-I FÂRİSÎ
(Tanrı mezarım nurlandırsın)

Zamanın fazıllarından ve Faris'in asılzadelerindendir.


Sultan Ebu Said Han zamamnda dehname adında eseri­
ni vezir Hâce Gıyasüddin Muhammed b. Reşid adına
yazmıştır. Bu kitap ehlü erbabı yamnda çok meşhur­
dur. Bu rubaî onundur:

Rubâî:
"Ya Rabbi sen beni fakr—ü zaruretle arkadaş yaptın;
yârsiz ve eşsiz bıraktm.Bu senin kapma yakın olanların
mertebesidir. Sen hangi hizmetime karşılık bana bu
devleti verdin."

- 279 -
11. SÖZ MELİKİ İBN-İ HÜSAM-I HİREVÎ
(Tanrı rahmet etsin)

Bunun fazileti tavsife sığmaz. Mevlânâ Muzaffer—i


>lirevî onun şiirlerini bütün akranının şiirlerinden üs­
tün tutardı.
Kendisi kavftandır ve Darüs Saîtanai Herat'ta yer­
leşmiştir. Herat melikleri zamanında zuhur etmiştir.
Melik Şemseddin Kert hakkında söylediği bu kit'ada
onun devletinin başlangıcını bu suretle beyan ediyor:

Kıt'a:
"Bizim zamanımız Şemsiiddin—i Kert ile nıırlandı.
Onun gemisi murad denizinde yüzdü. Şurası tuhaf ki
onun hükümetinin başlangıcı halkın "Huliide müikü-
lıû" sözüne pek uygundur."

(Bu 729) yıllarında olmuştur.

İbni Hüsam'm bir müstezadı vardır ki Abdü'l--kadir—i


Udî bu müstezat ile bir tasnif ve beste yapmıştır. O
müstezad şöyledir:

"Padişah huzurunda dilencilik halini anlatacak kim­


dir? Altlar ve iniltilerden başka bülbülün feryat ve figa­
nından seba rüzgârına ne haber gitmiştir. Aşıkuı serma­
yesi ya ağlayıp sızlamak, ya altın, yakut yahut da ma­
şukun bizim ise ne altınımız var ve ne de senin merha­
metin. Onun için halimiz haraptır. Ben her ne kadar
sultanların dergâhına lâyık değilsem de merhametin
yüzünden bazen bir nazarla dilenciye merhamet edile­
ceğinden ümidimi kesmemişim. Harmanın üstünde uyu­
yan bu siyah hangi yılandır. Senin kisvelerin midir? Ya­
zık ki hata ile siyah hindu bir yer de uyuyorlar.Ey ikin­
ci Yusuf senin çene çukurun gönüllerin meskeni olaîı-

- 280 -
dan beri her kuyu dibinde kaybolmuş Yusuflar çoğal­
dı. Senin endamının esvap içinde olması lâyık değildir.
Meğer ki bu esvabı kemale ermiş lâleden yapa ve külâ-
¡11 da goncadan. Şenim şairime ve senin güzelliğine bey-
yine isterlerse, o ibni Hüsam'dır demek yeter. Yedi
beyzâ ve asa gibi mucizelerine şahit istemez."

Muhammed b. Hüsameddin yediyüzotuzyedi yılında


Melik Şemsüddin Kert zamamnda yaşamıştır. Bu za­
manda başka bir Hüsameddin daha vardır. Güzel k a i­
deler ve menki beler söyler. Yerinde onun da hal tercü­
mesi zikrolunacaktır.

12. MÜVERRİH LER İN KEN DİSİY LE


ÖVÜNDÜĞÜ FAH RÜ D -DİN EL-BENÂKETÎ
(Tanrı rahmet eylesin)

Bilgi ve fazilet sahibi bir merd idi. Sultan Ebu Said


Han zamanında Tarih—i Benaketiyi bu zat yazmıştır.
Müellif bu tarihte Aksay—ı Hind sultanları yahudilerin
ve kayserlerin ahvali vesaire hakkında çok tafsilât ver­
miştir. Hem bir müverrih bu mevzularda o kadar mu­
fassal yazmamış tir. Şairlikte de yüksek mevki sahibi­
dir. Mükemmel kasideleri ve muhkem kıt'aları vardır.

Şu gazel onundur:
"Sevgilinin bana bu itabı acaba nedendir? Bu güzel­
lerin alıdü peymam bir rüzgâr gibi gelip geçicidir. Onun
bu gönül alıcılığı,bu işvebazlığı sebepsiz değildir. Aca­
ba onun bu serkeşliği ve şuhluğu nedendir? Bu zaman­
da bu güzellikte bir yüz,bu zarafette bir boy-bos kime
nasip olmuştur. Sevgilinin sevgisiyle hasta olanların
hastalığının devası yoktur. Onun devası onun bir an yü­
zünü görmektir. Ey can, gönlünü kaptıranlara lûtufkâ-
rane muamele etmek ayıp değildir. Âşıklara merhamet

- 281 -
etmek galiba Allah rızası içindir. Her akşam onun saç­
larının kokulan burnuma geliyor. Sanki o seba rüzgârı­
nın hemdem ve hemrâzıdır. Sen Fahr—i Benâketîyi ni­
çin ucuza satıyorsun?"

Sultan Ebu Said Han iyi ahlâklı güzel yüzlü ve devlet


sahibi bir padişah idi. Sultan Muhammed Hudabende'
nin vefatından sonra ondokuz yaşında saltanat tahtma
oturmuş idi. Ahaliyi emniyet ve rahata kavuşturdu.
Rûmdan tâ Ceyhun kenanna kadar olan ülkeleri hutbe­
siyle ve sikkesiyle şereflendirdi. Adaletle dünyayı süsle­
di. Kendinden evvel konulan kötü kanunları âdetleri ta-
mamiyle kaldırdı. Memleketin her tarafına fermanlar
gönderdi.

Beyt:
"Padişahlar bu gelip geçici dünyada nöbetle hükü­
met sürerler. Şimdi ey Melik, şimdi sıra şenindir. Ada­
let icra et."

Sultan Ebu Said bu fani dünyadan genç yaşmda cen­


netin bahçelerine göçtü. Ahali İran'da onun ölümüyle
çok kederlendi,başına topraklar saçtı.Bir yıl pazar yer­
lerine saman döktüler. Bütün minareleri bezlerle örtüp,
sokaklara kül döktüler. Hâce Süleyman, Sultan Ebu
Said için yazdığı mersiyede şöyle diyor:

"Eğer taht ve taç adaletli Sultan Ebu Said'in devleti­


nin zevaline yanarsa, garip görmemelidir."

Azizlerden biri de onun vefatını şöyle anlatmıştır:


"Adaletli pâdişâh, Alâü'l—hak ve'd—din Ebu Said
Tanrının hükmiyle hicretin yediyüzotuzaltı yılında Re-
biülahirin onüçüncü günü gece yarısında bu dünyadan
usanmış ve ahrete göçmüştür. Felekten binlerce feryat

- 282 -
ve figan ile: Ey bu feleğin sahipleri "Çarhu'l—i'tibar
el—i'tibar" diye bir nida geldi."

Sultan Ebu Sâid'in ölümünden sonra büyük bir karı­


şıklık oldu. Her taraftan emniyet kalktı fitneler uyan­
dı. Sultamn bir halefi ve veliahtı yok idi. Onun için sal­
tanat muayyen bir kimsenin üzerinde takarrür edemedi.
Etrafta bulunan emirler tagallübe başladılar. İstiklâl
dâvasına kalkıştılar. Her serdar sultanlık dâvasında bu­
lundu. Bir emniyet memuru emirliğe bile kani olmadı.
İşte Tevaif—i mülûk de bundan başka birşey değildi.
Azerbaycan'da Şeyh Haşan Emir Çoban ve Şeyh Haşan
Celâyir ayaklandılar. Irak ve Fars'da Muhammed zafer
buldu. Horasan'da serdarlar hanların makamına kaim
oldular. Alâüddin ve veziri öldürüldüler. Onun yerine
Horasan'da emir oldular. Merv ve Tûs'da cam kurbanî
ihtilâlleri oldu. Serhas kapısında Herat melikinin davu­
lunun sesi yükseldi. Hatlan'da karışıklıktan ahalinin
huzuru ve rahatı kaçtı. Belh'e kadar bir yerde emniyet
kalmadı. Hülâsa yediyüzotuzaltı yılından yediyüzsek-
senbire kadar elli yıl İran'da tevaifî mülûk biribirleriyle
savaşlar yaptılar. Vilâyetler şehir ve köylerde biribirle­
riyle çekişmek ve boğuşmaktan halı kalmadılar. Bu hal
saltanat dairesinin kutbu, Sahipkıran azim Emir Timur
Gürgân'ın (Tanrı burhanını nurlandırsın) parlak kılıcı
gayret kınından çıkıncıya kadar devam etti. Fitne ateş­
leri sönmedi Ebu Said zamamnda yaşıyan büyük adam­
lar şunlardır: Şeyhlerden Şeyhler Şeyhi Arif Rüknü'
d—din Alaüddevle—i Simnanî ve Şeyh Abdürrezzak—ı
Kâşânî (Tanrı ruhlannı takdis etsin) âlimlerden Ni-
zamü'd—din Hirevî (Tanrı rahmet etsin) Şairlerden Hâ-
cûy—ı Kirmariî, Hâce Selman—ı Savecî, Ubeyd—i Zâkâ-
nî ve Nâsır—i Buharı (Tanrı cümlesine rahmet etsin)Sul-
tan Ebu Said'in mezarı Künbed—i Sultaniyye'de babası
Sultan Muahammed Hudabende'nin yanındadır. (Tanrı

- 283 -
burhanım nurlândırsm).

13. FAZILLARIN KENDİSİYLE


ÖVÜNDÜĞÜ CELÂL B. CAFER—i
FERÂIIÂNÎ
(Tanrı rahmet etsin)

Kerem, fütüvvet ve sahibi mürüvvet bir adam idi.Çift-


çilikle hayatını kazanırdı. Fazilet sahibi kimselere ve
şâirlere hürmet ederdi. Çok güzel söyleyen bir şâirdir.
Şeyh Sa'di'nin şiirleriyle çok uğraşırdı. Nizamı'nin
Mahzen—i Esrar'ma da nazire söylemiştir. Bu nazire
ondan bin beyit fazladır; eşsiz bir eserdir. Şu destan
adı geçen eserdendir:

"Bir çiftçinin güzel, teravetli bir bağı vardı. Bunda


lâleler birer çerağ gibi parlardı. Selvi, gül ve söğüt ağaç­
ları sıra sıra dizilmiş nar, ayva, eima meyveleri biribiri“
ne girmişlerdi. Sarhoş gibi olan nerkis çemenlerde se­
men ve yasemin ile kavgalar yapıyordu. Her bir dal üze­
rinde nağmeleriyle insanın aklım alan kuşlar ötüyorlar­
dı. Bostan sahibi de meraklı bir adam olduğundan da­
ima bel elinde diri kuvvetli bir fil gibi çalışıyordu. Her
köşeye akar sular getirmiş ve her başağın canının gıda­
sını vermiş idi.Bu birgün bağın meyvalık tarafına geçer­
ken bir kuş gördü. Bu divane gibi gagasını uzatıyor ne
meyva görürse içini açıyor olmuş,olmamış yere atı­
yor ve çiftçiye gülüyor alay ediyordu. Çiftçi o kadar
kızdı ki hışım ateşi dünyayı yakacak gibi parladı. Bıı
nun üzerine bir tuzak kurdu. İçine taneler döktü B«.
gafil kuş bunu görerek geçip tuzağa düştü. Çiftçi bi
dev gibi hemen yerinden kalkarak koştu.Kuşun kafası
nın üzerine oturdu. Tuzağı bir tarafa attı. Hemen bıça­
ğını çıkarıp hiç acımadan boynunu kesmek istedi. Bi­
çare kuş ne yapacağını şaşırdı. Feryad ve figanla ona:

- 284 -
"Ey delikanlı aman sakın benim canıma kıyma. Neden
bu kadar kızıyor burnunu havaya kaldırıyorsun? Benim
diniden senin kuvvetin artmaz. Bırak benim kanımı
dökme. Sana iiç nasihat edeyim. Ondan sonra ne yapar­
san yap" dedi. Sonra şöylece bu nasihatleri söylemeye
başladı. Birinci nasihat: kim sana olmayacak birşey
söylerse sakın inanma. İkinci nasihat: Bir mal elinden
çıkarsa onun için gam yeme. Üçüncü nasihat: Bulama­
yacağın birşeyin peşinden koşma ve onun için yüz su­
yu dökme. Zahmet ve zaruret çekmekten korkuyor­
sun. Bu üç nasihatimi dinle. Bu sana üç hâzineden daha
kıymetlidir” dedi. Bu dünya görmüş adam lütuf ve ke­
remde bulundu. Kendi hayrı için kuşu âzad etti. Bu
akıllı kuş çiftçinin elinden, yaydan ok çıkar gibi fırla­
yıp gitti. Bir ağacın dalma konarak ötmeye ve çiftçinin
derdini yeniden tazelemeye başladı. Ve ona: "Sen bili­
yor musun ne yaptın. Kiminle iş gördüğünü anladın
mı? Benim karnımda kaz yumurtası kadar koca bir ülke
değerinde bir cevher var. Sen çok talihsiz adammışsın.
Eğer talihin olaydı sen onu alırdın ve bütün ömründe
fakru zaruret yüzü görmezdin" dedi. Çiftçi bunu işitin­
ce kuşu âzadettiğinden pişman oldu. Bütün sevinci
gam ve kedere döndü. Bunun üzerine bir takım hileler
kurarak servete konmak sevdasına düştü. Kuşa hitaben:
Bırak bu sözleri senin arkadaşlığın bana böyle binlerce
cevherden daha kıymetlidir. Gel benim canımın yâri,
gönlümün âramı ol. Vuslatınla benim ömrümün günleri­
ni aydın et. Ben seni yüreğim ve gözümden daha kıy­
metli tutarım. Sen benim canıma dahi kasdetsen yine
seni incitmem" dedi. Kuş güldü, kendine çeki düzen ve-
rek: "Hay hilekâr abdal hay! Sen bende böyle bir cev­
her olmadığını bilmediğin halde benim canıma kıyıyor­
dun. Kanımı helâl görüyordun. Şimdi bende böyle bir
cevher olduğunu bildikten sonra ben senin eline geçer­
sem bana neler yapmazsın? Ey kinci herif, ben seninle

- 285 -
eline geçiremeyeceğin şeyi araman için şart koşmamış
mıydım? Niçin tekrar benimle beraber olmak istiyor­
sun? Benim nasihatlerimi ne çabuk unuttun? Ufak ser-
çeciğin karnında elbette kaz yumurtası kadar bir cev­
her bulunmaz bir serçe kuşu, kaz yumurtasından bü­
yük değildir. Nasıl olur da onun karnında bir kaz yu­
murtası bir cevher bulunur? Bu senin inandığın şey
muhal değildir de nedir? Yoksa sende akıl denilen şey
yok mu? Bende böyle bir cevher var olduğunu farz et­
sen de madem ki elinden gitmiştir, bunun için ne gam
yiyorsun? Ey Celâl sen bu çiftçi gibi olma, mal mülk
için gam yeme."

Ferahân, Kum mülhakatından bir kasabadır. Hemen


vilâyeti ile Kum arasındadır. Suver-i Ekalim sahibi,Fe-
râhân civarında iyi av parsı bulunduğunu ve başka ik­
limlerde böyle parslar bulunmadığını, padişahlara bu­
ralarda tutulan parsların hediye edildiğini yazıyor.

14.HAKIM NİZÂRI—İ KUHtSTÂNÎ


(Tanrı rahmet etsin)

Tab'ı lâtif ve şivesi pek hekimane olan bir adam idi.


Aslı Bercendi Kuhistan'dandır. Çok hoşa giden sözleri
vardır. Muaşeret adabı hakkında Desturnâme adlı eser
onundur. Zerâfet ve kabiliyet erbabının yanında mute­
ber bir eserdir. Bunun ne vezinde yazıldığım göstermek
için şu beyti zikrediyoruz:

"Ben kırk yıl onun meddahlığım yaptığım halde hâ­


lâ lâyıkıyla medhedemedim."

Şu gazel de Hâkim Nizârî'nindir:


"Artık gel; işu iğaret ve zevku safa zamanıdır. Bağm
ortasına çemenlik gibi bir yaygı ser. O kadar gelincik

- 286 -
çiçekleri var ki senin feleğin hazinedarı dağın etekleri­
nin etrafına saklat kumaşı sermiş gibidir. Hatip kürsüye
çıkmış utanmadan hezeyanlar savuruyor. İyi olsa Ley­
lâ'yı görmekle iyi olur. Yoksa bir mecnunun gönlünü
yüzlerce bukrat bir yere gelseler iyi edemezler. Halkın
aşağı tabakasında bulunanlar, başıma nafıatlann muha­
rebede düşmana petrol şişeleri atar gibi malâmetler
yağdırıyorlar. Fakat ne çare ki terzi gibi olan zamane
Nizârî'nin vücuduna esvabı dikip giydirmiştir. Sabahle­
yin (Namaz vakti geldi) nidası yükseldi. Ey saki kalk
şaraptan hakkını al. Eğer bir helâl zâde üzümün kanı
haram ise o halde haramzâdeye,su,ekmek de haramdır.
Ben şarabın medhi hakkında çok şiirler söyledim. Bu­
nunla beraber, ben de onun hakkını lâyıkıyle vereme­
dim. Köylü üzümü terbiye edip şarap yapmakta çok ça­
lışmıştır. Onun ömrü daim olsun. Şarap eksik olmasın.
Saba rüzgârı bana cündhane tarafından haber getiriyor
yanından. Bu hafif hafif esen rüzgâr acaba cennetten
mi geliyor? Borç ederek şarap almak bana hoş geliyor.
Dünyada borçlanmaktan benim gibi hoşlanan kim var­
dır? Ey Nizârî Tanrının inayetine tamah etmekten büs­
bütün vazgeçme!"

Bazıları Nizârî'yi muvahhid ve ârif olarak tanırlar.


Bazıları da Ismailiyye'den olduğunu söylerler. Her ne
kadar sarhoşluk ve müâşeret âdabı hakkında sözleri
var ise de ilâhı bilgiler ve hakikatlerden kendisinin ha­
kim ve muhik olduğu anlaşılıyor. Hakkında fena itikat
beslemek bir iftiradır. Bununla beraber şer'an memnu,
olan küstahlıklar da bazen kendisinden sadır olmuştur.

"Meyhanenin kapısının eşiğinde başım koymuş bir


adamın yattığım görürsen ayağın ile tepme; çünkü
onun niyeti nasıl olduğu malûm değildir."

- 287 -
Hikâye ederler ki Sultan—ı A'zam Ebu'l—kasım Ba-
bür Bahadır (Tanrı rahmet etsin) şeyhlerin şeyhi Fazıl
Sadrü'd—din Muhammed el RevâsTden sordu: "Büyük­
lerin söyledikleri tevhidi mutazammın yüce sözleri
hakkında ne dersiniz?" dedi. O da cevaben: "Eğer
Muhyi'd—din—i Arabî, Celâlü'd dini Rûmî, Şeyh Feri-
dü'd—din Attar, Irakî, Evhadî ve Hüseym gibi büyük
adamlar söylemişler ise ayn—ı kan ve asl-ı irfandır .Fa
kat eğer Nizârî-i Kuhistariî ve Pir Tac-ı Tulemî ve
bunun gibiler söylemişler ise delâlettir, bid'attır ve
Ebu'l—Fuzulîliktik buna mükemmel bir lâfız hırsızlığı
derler. Bunlar muvahhidierin mukallididirler."
Nizârı'nin bu kelime ile tahailus etmesi kendisinin
pek ziyade zayıf olduğundan ileri gelmiştir. Bazıları da
Nizârı'nin İsmailiyye halifelerinden olduğunu ve o da
Kendisini bu adama nispet ettiğini söylerler. Bu ikinci
vecih akla daha yakmdır.Kendisinin sözleri de bu mez­
hebe mensup olduğunu şahadet eder doğrusunu Allah
bilir doğrıısunu-Allah bilir İsmailiyye halifesi Imamü'l—
Hümâm'ı Cafer—i Sadık’m oğlu İsmail'e nisbet ederler
ve İmam Cafer—i Sadık'tan sonra İsmail'i İmam tanır­
lar. Diğer imamları, inkâr ederler. Bunlardan ilk halife
Mehdi'dir. Mehdî 319 senesinde Mağrip'de zuhur etti
ve orasını zaptetti ve Mehdiye'yi kurdu. Onun evlâdı­
nın evlâdı, senelerce Mısır'da halife oldular. Abbasî ha­
lifelerinden El Muktedir Billâh zamanında Darü's—Se-
lâm -ı Bağdad'da İsmailiyye halifeleri adına hutbe oku­
dular. Abbasî halifeleri Mehdî'nin nesebinin İsmail'e
ulaşmadığı hakkında zamanın imamlarının yazıları ile
bir mahzar yaptılar. Bunda Mehdf Küfeli bir ekmekçi­
nin çocuğudur. Onun İmam—i Cafer'le hiçbir münase­
beti yoktur. Bu nisbet büyük bir yalan ve iftiradır. Gazi
Ebü'l Abbas—ı Şüreyhî, Şeyhu's Sünne Ebûl—Haşan el
Bâlıilî, İbn—i Fûrek, Ebû Avâne el—İsfeyrayim, Kadı
Ebu'l—Mahasin el—Rfıyânî gibi o zamanın büyük âlim­

- 288 -
leri bu tertib olunan mahzarı imzaladılar. Bu mahzar
Halife Musta’sim billâh zamanına kadar halifelerin hâ­
zinelerinde saklanıyor. Hülâgü Han zamamnda Hâce
Nasırü’d—din—i Tûsı bunu aldı. Mısır’a tsmailiyye hali­
felerine gönderdi.

15.ZARİFLERİN KENDİSİYLE
ÖGÜNDÜĞÜ SİRACÜ'D—DİN—1 KAMERİ

Hoş tabiatlı, lâtif sözlü ve sözden anlayan bir zat idi.


Daima sultanların ve hâkimlerin meclislerinde nedim
olarak bulunurdu. Aslı Kazvin'dendir. Mutikat—ı Ubey-
di’de şöyle naklolunur: Ebu Said Han zamanında Eb-
her'de Safiye adında zühd ve ibadet ile meşgul zavallı
bir kadın vardı. Bir takım saf kalpli kadınlar da buna
çok itikat ederler ve hürmet gösterirlerdi. Sııltan Ebu
Said Hanın süt kardeşi Kongurat Hatun birgün bu Bîbî
Safîye'nin ziyaretine gitti. Siracü'd—din de o mecliste
hazır bulunuyordu. Sofra kurdular. Yemek esnasında
Kongurat Hatun: "Bana Bîbî Safîye’nin artığından bir
parça verin, bir kısmını yiyeyim ve geri kalanı uğur
olsun diye evime götüreyim." dedi. Siracü'd—din ona:
"Ey hatun, eğer istersen sana Bîbî’nin bütün yediklerini
vereyim" cevabını verince Kongurat Hatun bu sözden
kızdı ve Siracü'd—din'in yüzüne birkaç tokat vurulması­
nı emretti. Siracü'd—din mosmor olmuş yüzü ile bir
gün Sultan Ebu Said Hanın meclisinde hazır oldu. Han:
"Yüzüne ne oldu?" diye sordu. Siracü'd—din: "Ey pa­
dişah herkes benim gibi zariflerin lâtifelerini bin dinara
alır. Kongurat Hatun ise bir lâtifeyi on tokata aldı ve
kıymet de hemen elime geçti."

Beyt:
"Rakip benim iki gözümü yumruk darbesiyle mo­
rarttı. Benim gözlerim akan iki Dicle idi. Şimdi Nil

- 289-
oldu (mavi oldu).”

Siracü'd—din bu lâtifenin cereyanını bana anlattı.


Han ne zaman Kongurat Hatunu görse gülerdi ve "Lâ-
tifeyi şâirden pek ucuza aldın" derdi. Siracü'd—din'in
Ubeyd—i Zâkânî ve Hâce Selmân—ı Sâvecî ile muşare
ve muarazası vardır. Halk bir rubaî yüzünden Selmân
ile Siracü'd—din'in birbirine üstünlüğü hususunda münâ­
kaşalar yaptı. Fazıllar bunun hiçbirini ötekine tercih
edemediler. Her iki rubaî de sanatkârane söylenmiştir
ve çok güzeldir. Bu rubaî Hâce Selmân'mdır:

Rubaî:
"Ey akan su! selvi senin yetiştirmendir. Ey salınan
selvi! Çemen senin seraperdendir. Ey gönce! Bağın geli­
ni senin perdene bürünmüştür. Ey sabah rüzgârı! Bunla­
rın hepsi şenindir."

Siracü'd—din'in rubâîsi de şudur:

Rubaî:
"Ey sabah bulutu, diken senin yetiştirmendir. Ey di­
ken goncenin yüreğini kan eden sensin. Gül sarhoş, ner-
kis mahmur. Ey sabah rüzgârı, bunların hepsi senin ese­
rindir."

16.FAZILLARIN HALEFİ
RÜKNÜ'D-DİN SÂYİN

Tatlı sözlü bir şâir, hoş dilli bir fâzıldır. Simnan'ın


kadızâdelerindendir. Toğa Timur Hanın pek yakın ve
samimi adamlarından idi. Hanın imamı olmuştu. Han
ümmî idi. Fakat birşeyler okumak öğrenmek isterdi.
Rüknü’d—din daima Hanın sohbetinde bulunurdu.Hi-
kâye ederler ki bir adam Rüknü'd—din'den: "Han bir-

-2 9 0 -
şey öğrendi mi?" diye sordu. Rüknü'd—din: "Hanın
kendisine bir öğretmek ona birşey öğretmekten daha
güç, ölü bu diriden iyidir" dedi. Han da çadırın arka­
sında idi. Rüknü'd—din'in bu sözlerini işitti. Derhal el­
leri ayakları bağlanıp hapse atılmasını emretti. Rük­
nü'd—din uzun müddet hapiste kaldı. Bu halde iken şu
rubaiyi yazıp Hana gönderdi:

Rubâî:
"Padişahın yanında sözü geçen bir adam iken özen-
gisinin altından yapılmasını emretmek istedim. Demir
bunu işitince kızdı ayaklarıma bu halkaları vurdu."

Irak'ta Rüknü'd—din'in şiirleri çok meşhurdur ve


güzeldir. Denâme onun kaleminden vücut bulmuştur.
Bu kitapta birçok gazeller, kıtalar dercetmiştir. Bu şi­
irleri çok ustaca söylemiştir. Bu eser fâzıllar için meta­
net ve zerafette bir örnek olmuştur. Toğa Han Moğol
padişahları neslindendir. Sultan, Sultan Ebu Said'ten
ve hanedanının buhrana uğramasından sonra hanlık bu­
na intikal etti. Esterâbâd ve Cürcan saltanatı bunda ka­
rar kıldı. Horasan Serbedaran emirleri buna tâbi oldu­
lar. Horasan vilâyetinin ekserisini eline geçirdi. Sultan,
bahar mevsiminde Radegân'ın çayır, çemenlerinde va­
kit geçirir ve kışın Ab—ı Cürcan ve Düveyn—i Esterâ-
bâd'ta kışlak yapardı, imam Rıza'nın meşhed—i mu­
kaddesinde çok güzel binalar yaptırdı. Fakat aşağı,ba­
yağı adamlara iltifatlarda bulunur, asıl kimselere karşı
haşin davranırdı. Aşağı adamlara iyi hediyeler verirdi.
Büyük adamlar ondan nefret ettiler ve Serbedaran'la
işbirliği yaptılar. Serbedaran, onun zamanında etrafı
istilâ ettiler. O yalnız kuru bir saltanatın isim ve resmi
ile kani oldu. Serbedarân'ın şerlerini def edemedi. So­
nunda Sebzvâr serbedarlarından Yahya—i Kerrâbı'nin
eliyle öldürüldü. Tarih—i Serbedarân'da zikrolunmuş-

- 291 -
tur ki Serbedarlar ahdu peymanlarım yenilemek ve
ubudiyet arzetmek için her yıl Beyhak'tan Esterâbâd'a
Ham ziyarete giderlerdi. Hüküm sürme sırası Hâce Yah­
ya Kerrâbfye gelince o da bunu idame ile hanı ziyarete
gitti. Düveyn—i Esterâbâd'a Hanın ordugâhına ulaştı.
Üçüncü gün han, Yahya için şahâne bir ziyafet tertip
etti. Onun mülâzîmleri ve emirleri için bir sofra kurdu­
lar. Han kendi yerinde saltanat tahtına oturdu. Serhenk
Hafız Şîgânî de Hâce Yahya'nın yanında idi. Ve bin ki­
şiye yakın bir cemaat da uzakta oturuyorlardı. Emir
Yahya Hafız'a: "Bugün bu Moğol'u öldürmek müm­
kündür" dedi. Hafız da "Bu benim de hatırımdan geçi­
yor" dedi. Bunun üzerine Yahya Hafız'a: "Sen şimdi
Hamn yanma git. Herkes senin ona söyleyecek bir sö­
zün olduğunu zannederler. Hiç çekinmeden Hana doğ­
ru yürü bir vur.Ben de sana yardıma gelirim ve onun işini
bitiririm. Tabii bizim hizmetçiler de boş durmayacak­
lar" dedi. Hafız kalktı Hana doğru gitti. Hacipler onu
men etmek istediler. Han: "Bırakın belki söyleyecek
bir sözü vardır" dedi. Hafız Hanın yanma gitti. Çizme­
sinin içinden bir bıçak çıkardı. Hana vurdu. Hoca Yah­
ya da koşarak tibrizini kafasına yerleştirdi. Hizmetkâr­
lar da koştular birden hücum ettiler. Hanın etrafında
bulunanlar hep kaçtılar ve Yahya Hanı öldürdüler. To-
ğa Timur Hanın katlinden sonra saltanat Cengiz sülâ­
lesinden bu tabakaya intikal etti. Serbedârlarm ve ca­
nı kurbanı ve kürt meliklerinin eline geçti. Serbedârla­
rm halleri ve tarihleri bundan sonra gelecektir. Toğa Ti­
mur Hamn katli hakkında azizlerden biri şu tarihi söy­
lemişti:

"Alemin padişahı Toğa Timur'un katli celâl sahibi


Taıtrı'mn hükmü ile hicretten yediyüzellibeş yılında
Zilkade aymın onaltıncı Cumartesi günü vaki olmuş­
tur."
17.AKRANI ARASINDA SAHİB KIRAN
VE SON ZAMANDA SÖZ KENDİSİYLE
HATM OLAN MÂNA DENİZİNİN İNCİSİ
EMİR HUSREV-İ DEHLEVÎ

Onun her hususta kemali malûmdur. Şerh ve beyana


ihtiyaç yoktur. Onun melek sıfatlı zatı mâna âleminin
ganimetleriyle zengin imam cevherlerinin madeni ve ir­
fan denizinin incisidir. Hakikatlere karşı olan aşkını me-
cez şivesinde göstermiştir. Ve belki nefis hakikatler ge­
linleriyle oynaşmış tır. Onun tatlı şiirleri kendinden
geçmiş âşıkların yaralarına merhemdir. Onun zemzem­
leri aşk hastalarının kırık yüreklerini parçalar. Yüksek
ve alçak tabakadaki bütün insanların padişahıdır. Onun
için ona Husrev denilmiştir. Bu ad şâirlik mülkünde
ona tamamiyle lâyıktır ve hakkında söz söylemeye lü­
zum yoktur. Bu tamamdır. Sözü kısa kesmek lâzımdır
vesselâm. Emir Husrev'i'nin aslı Türk'tür. Aslen kendi­
sinin Kuberülhazra denilen şehirkeşten söylerler. Payir
ınürg ile Karaşi sınırlarında yerleşmiş olan Hazarei La-
çin'deıı olduğu rivayet olunur. Bu kabile Cengiz badi­
relerinde Maveraünnehir'den kaçıp Hind'e gelmişler ve
Delhi’de yerleşmişlerdir. Emir Husrevı'nin babası Emir
Mahmut bu kabilenin reisi idi. Emir Husrev—i baba­
ları Sultan Şemsü'd—din Muhammed zamanında ima­
ret mertebesini alınışlardı.Hind meliki Alaü'd—din Mu­
hammed Emir Husrev—i'e çok lutuflar ve inayetlerde
bulunmuştur.Emir Husrev—i de imaret derecesine ulaş­
mış idi. Padişaha nıiilâzemet ve memuriyette bulundu­
ğu zaman birçok faziletleri ihya etmiş idi. Hamsesinde
bu mülâzemet devrini şöyle anlatıyor:
"Ben kendinden geçmiş gam ve keder içinde kalmış
biçare yanıp yakılmadan içim bir tencere gibi daima
kaynıyor. Gece sabahlara ve sabahtan akşamlara kadar

- 293 -
gam köşesinde hiç huzur ve rahatım yoktur. Bu kendi­
ni beğenmiş dik kafalı nefsim için kendim gibi bir
mahlûkun karşısında ayak durmaya mecbur olurum.
Ayağımdan kan başıma çıkmadan kimsenin mürüvvet
suyuyla elim ıslanmıyor. Ben onu birtakım yalanlarla
methettiğim halde bu'hususta mazur görülürüm."
Emir Husrev—i'nin Sultan Alâü'd—din Mulıammed
ve onun çocukları hakkında birçok kasideleri ve eserle­
ri vardır. Hakikat âleminin rüzgârları onun ümid bahçe­
lerine estiği zamanda bu kıymetsiz dünya, onun him­
met nazarında hiçe düştü. Birçok kere artık saraya mü-
lâzemetten istifa etmek istedi. Fakat Sultan Alaü'd—
din Muhammed bunu kabul etmedi. Nihayet kendi gibi
mahlûka mülâzemetten el çekti. Hak ehlinin hizmetiy­
le meşgul oldu. İrade elini vâsılların muktedası ârif ve
zahit Şeyh Nizamü'l—Hak ve'd—din Sabiya'nın terbi-
yet eteğine vurdu. Yıllarca sülük ile meşgul oldu. Padi­
şahların medhi hakkında söylenmiş şiirlerini divânın­
dan sildi. Kalbini nurlandırdı. Hakikatleri keşfetmekte
yüksek mertebeye ulaştı. Şeyhlerin şeyhi çok defa
mübârek diliyle: "Ümit ederim ki Tanrı mahşer günün­
de beni bu Türk oğlunun yüreğinin ateşine bağışlasın"
buyurmuştur. Hoca bu şeyhin uğrunda varını yoğunu
verdi ve Hamseyi bunun işaretiyle yazdı. İşte Hamse'
den bu iki beyit bu şeyh hakkında söylenmiştir.

"Onun hangâhınm duvarı yücelikte Kâbe'nin hatimi-


ne benzer."
"Serçe kuşları evlerin damlarında nasıl yuva yaparsa
melekler de onun hangâhınm damında yuva kurmuşlar­
dır."

Fakat Şeyh Nizamü'd—din Hind'in en olgun şeyhle-


rindendir. Şeyhü'l—İslâm Şeyh Ferid—i Şeker—i Gene'
in akraba ve müridlerindendir. Şeyh Feridu'd—din'in

- 294 -
tarikat silsilesi ŞeylıiTl—İslâm, âlemin mürşidi Şeyh
Mevdud bin Yusuf—ı Azerî'ye ulaşır. Tanrı cümlesine
rahmet etsin. Rivayet ederler ki Şeyh Sa'dî—i Şîrâzî
son zamanlarında Emir Husrev—i ile görüşmüştür; Onu
görmek için Fars'dan Hind'e gelmiştir. Emir Husrev—i'
nin Şeyh Sa'dî'ye tasavvur edilmeyecek kadar hürmet
ve itikadı vardır. Ve ona karşı ihlâs hususunda şöyle
buyuruyor:

Beyt:
"Sarhoş Husrev mâna kadehine biraz Şiraz'daki sar­
hoşluk meyhanesinin şirasını döktü."

Ve diğer bir yerde de:


"Benim sözlerimin kitabının cildinin şirazesi Şiraz
şirazesidir" diyor.

Herhalde Onun Şeyh Sa'dî'ye büyük bir sevgisi var-


dı.Fazıllar,Emir Husrev—i'niıı divânını toplamadılar.
Çünkü insaf ile düşünülürse deniz,kabaklın—i ledünnî
harfe sığmaz.Sultan Said Baysungur rtan^Eıuir Husrev—i'
nin sözlerini bir yere toplamakta çok çalıştı.Yüzyirmi-
i)in beyt bir yere getirildi.Bundan sonra gazeliyatıııdan
ikibin beyt de bir yerde buldu ki bunlar onun divânın­
da yok idi. Bunun üzerine onun bütün şiirlerini topla­
manın imkân dahilinde bir iş olmadığını anladı ve bu iş­
ten vazgeçti. Emir Husrev—i risalesinin birinde: "Be­
nim şiirlerim beşyüzbin beytten az ve dörtyüzbin beyt-
ten çoktur” buyurmuştur. Hamsesi onsekizbin beyt-
tir. Şeyh Nizamî (Gence'ııin Tanrı ruhunu takdis etsin)
Hamsesi yirmi sekiz biıı beyttir. Tuhaftır ki sözlerini
bazısında haddinden fazla uzatmış, bazısında da icazda
gitmiştir. Herhalde, icaz, fesahat ve belâgatte makbul­
dür. Baysungur Emir Husrevi'nin hamsesi Şeyh Niza­
mî'nin hamsesinden üstün tu tardı.Fakat Uluğ Bey Gürkâ n

-295 -
bunu kabul etmezdi. Ve Şeyh Nizamt'ye itikat ederdi.
Bu iki gazıl şehzade bu hususta aralarında çok taassup
gösterdiler ve münâkaşalar yaptılar, iki hamseyi, beyit,
beyit karşılaştırdılar.Eğer bu iki şâir arasında gösterilen
taassup zamanımızda olsaydı, zamanımızın tenkitçile­
rinin (Ömürleri ilelebed uzun olsun) o ateşli müfekkire­
leri de bu üstünlüğü kabul ederlerdi. Elhasıl Emir Hu-
sev'in kendine nazik ve ateşli ve yürek yakıcı sözleri
insanların içini ateşle doldurur ve âşıklara sabır ve sü­
kûnet bırakmaz. Tevhid lıakkmdaki bu beyit ona has
olan sözlerdendir.

Beyit:
"Tavuklar bir damla su içmezler ki başlarını göklere
doğru kaldırıp Tanrıya şükretmesinler."

Peygamberlerin padişahı doğru yolların kılavuzu


efendimizin miracı hakkında söylenen şu beyit de
onundur:

Beyit:
"Onun miracından şüpheye düşen gönül aynasına,bir
teessüf âhı çekmek lâzımdır."

Eğer hamsesi karış tırılsa şu aşağıdaki beyit gibi çok


nazik sözlere tesadüf edilir:

"Eşekçinin tımariyle ölen eşeğin karmnda üç tane


arpa bulunması sırtmda otuz menin bulunmasından ev­
lâdır."

Emir Husrev'in hayatının sonlarında şiirlerini dört


kısma ve bazılarını üç kısma ayırdığım söylerler. Fakat
dörde ayırmış olması daha sahihtir. Bu kısımların her
birine şöyle bir isim verdi: Tuhfetü's—sugr gençliğinde,

- 296 -
Vas'atü'l—hayat orta yaşlılık ve sülûkünün başında,
Gurretü'l—kemal ihtiyarlık ve kemal devrinde Bakiyye-
tü'n nahiyye ihtiyarlığın nihayete vardığı devirlerde
söylediği şiirlerdir. Biz bu dört kısmın her birinden bi­
rer gazel seçtik.

Tuhfetü's sugr'dan:
"Gönül elden gitti. Kirmiklerimde kardan bir nişan
can gitti. Canın yerinde kaybolan cânan kaldı. O giden
sevgilinin peşinden göz yaşlarımı da bıraktım. O giden
gelmedi fakat göz yaşlarım olduğu gibi akmakta devam
etti. Onun açtığı yaranın, canımın içinde bıraktığı ni­
şanın meydana çıkmaması için tırnaklarımla göğsümü
parçalıyorum.Dostlann öğütleri yarama merhem olma­
dı. Yüreğimin içinde onlarm sözlerinin bıraktığı yara­
lar kaldı. Ey göz kan olmuş gönlümün macerasını artık
sen söyle.Çünkü bende artık anlatacak dil kalmadı.Her-
kes bir müddet mest ve putperest olur. Fakat benim
ömrüm tamamiyle geçtiği halde gönlüm bu iki iptilâ-
dan kurtulamadı. Tövbe ile sarhoşluktan el yummak
istedim. Fakat selâh eli, büyük şarap ölçüsünün dibinde
kaldı. Gönül ve din her ikisi bana veda edip gittiler.Yal­
nız niyaz başı onun kapısının eşiğinde kaldı. Dün gece
onun hayali, onun cefalarından özür diledi. Yarı çekil­
miş âh okları yayda kaldı. Husrev onun atının tırnakla­
rının iz bıraktığı her yerde hararetli âhlariyle ateşlere
yandı.”

Vas'atü'l—hayat'tan:
Emir Husrev bu gazeli Sultan Alâüddin çevkân oy­
narken bilbedahe söylemiştir:

"Padişah esvabını giydi. Atı meydana götürün. Bunu


ve bütün başlan Çevkân'ın önüne koyun.O gamzele­
riyle âşıklarını vuran geldi. Canlannızı hazırlayın. Bi­

- 297 -
zim Yüsüfümüz seferden döndü. Kenan'a müjdeler götü­
rün. Onun eteğine el uzatmak için herkesin kavli ve
kuvvetinin kârı değildir. Ey aşk yolunun münasebetsiz
lıeveskârları, siz kafalarınızı yakanızın içine sokup sak­
layın. Ey o aşıklar arasında ayyarlıktan dem vurursa,
eğer onun gamından canınızı kurtarsamz bile faydası
yoktur. O canın matemini tutmak lâzımdır. Eğer onun
dudaklarından bugün bir öpüşü nasip olursa yarın cen­
nette Rıdvan'ın minnetini çekmeye ne lüzun. var?
Benim gibi bir âcizin yüreği padişahın şahinine lâyık
değildir. Bu leş parçasını kapıcının köpeğinin önüne
atınız. Aşk çöllerinin kuşu mugeylân dikenlerini yer;
şekere vuslat müjdesini,sofranın sineklerine veriıı.Gön-
lü hasta olan Husrev,halini kanla iki yanağına yazdı.Bir
zavallının macerasını sultana arzediıı."

Gurretü'l—kemal'den:
"Şarap küpü boşaldı. Can ise şaraptan kanmadı. Ey
gönül eğer şarap yok ise kendi kanını iç. Mecnunun
zincirinin sesi âşıkların erganunudur. Bundan zevk al­
mak akıllıların kârı değildir. Aşk bana düşman olarak
kâfidir. Ey felek sen bunun için zahmet çekme, nerede
cellât varsa orada kasaba ihtiyaç yoktur.Padişaha söyle
kan döksün. Polise söyle boyunları vursun. Bir can için
cânım terk etmek dostların mezhebinde yoktur. Ey
akıl, sakın, bizim için gam yeme. Çünkü bu yolda
gayeye ulaşmak için delilikten daha âlâ bir sebep
bulunamaz. Eğer yârin cemali olmazsa hayali ile de ka­
naat ederiz. Dervişin evinde mehtaptan daha iyi mum
olamaz. Ey kâfir, ey insan avcısı,biraz âheste ol; biça­
re bir ahunun Türklerin okuna tahammülü yoktur.
Onun çene çukurundan vazgeç. Yoksa susuzluktan
ölürsün. Eğer sen o kuyuyu kazarsan su yerine kan çı­
kar. Sen Hüsrev'e uykuda yüzünü göstereceğini söyle­
miş idin. Sen bu sözü senin aşkının yabancısı olanlara

- 298 -
söyle. Yoksa onun âşinâsı olanların gözüne uyku gir­
mez."

Bakiyyetu'n—nakiyye'den:
"O ihtiyar ve gençler ki mal ve servet kaydederler,
onlar akıllı değildirler. Akılsız çocuklardır. İyi hayat
sürmemekten ve dünyanın zevk ve safasından nasip ala­
mamaktan ağlayanlar, iyi bil onlar kendilerinin bu hal­
lerine gülmektedirler. Ne mutlu o kimseler bu âlemden
güneş gibi pir ü pâk gelip geçtiler ve bu toprak yığını
olan âlemin üzerine bir gölge bıraktılar. Çıkacağı yolu
kapamak mümkün olmayan bir eve gönül bağlayanlar
ne kadar ahmaktır. Bu felek bağının tuhaf bahçıvanları
vardır. Herhangi bir fidanı dikseler, sonra onu söküp
atarlar. Samimi dostların arkadaşlıklarını ganimet bil.
Onlar bu dünyadan gittikten sonra tekrar gelip sana
ulaşmazlar. Bu bir varlık ki, onun hasılı hiç tir.Eğer dik­
katle bakarsan bu insanların hiç ile kanaat ettiğini gö­
rürsün. Sen bu varlık âlemine gelen misafirlerin yol azı­
ğını hazırla. Çünkü onlar aziz misafirlerdir. Burada ika­
metleri bir iki günden ibarettir. Eğer sen insan isen kö­
peklere istihza ile bakma. Çünkü onlar efendilerine biz­
den daha iyi kulluk ediyorlar. Sana hayırlı işten daha
iyi bir evlâd olamaz. Çünkü senden dünyaya gelen ev-
lâd değil, hepsi düşmandırlar. Ey Husrev eğer himmer
sahioi isen, dünyaya meyletme. Humânm leşe meylet­
mesini makbul tutmazlar.

Emir Husrev—i ’nin sûri ve manevî birçok faziletleriyle


beraber musiki ilmine de tam bir vukufu vardı. Bir
kere bir mutrip onunla mübaheseye girişti. Musikinin
riyazet ilimlerinden olduğunu ve şiir ve şâirlik ilmin­
den daha üstün bulunduğunu iddia etti. Emir Husrev
onu ilzam maksadiyle bu kıt’ayı yazdı:
"Bir mutrip Husrev'e:
"Ey söz hâzinesi musiki ilmi şiir ilminden derece ve
kıymet itibariyle daha üstündür. Musiki pek ince ve lâ­
tif bir ilim olduğundan kaleme gelmez. Fakat şiir ilmi
kâğıt ve defterlere girebilir” dedi. Ben de ona cevaben;
"Evet ben bu ikisinde kemale ermiş bir adamım. Her
ikisini de lâyık olduğu veçhile ölçtüm biçtim şiirleri
topladım. Üç defter oldu. Eğer yazmak mümkün olsay­
dı musiki eserlerim toplasaydım, inan ki o da üç defter
olurdu. Ben bu iki ilim arasında doğru ve makul farkın
ne olduğunu söyleyeyim. Bu iki ilmi bilen bir adam in­
saf ile düşünürse onu kabul eder. Bir kimse şiiri başlı
başına bir ilim olarak kabul etse lâyıktır. Çünkü o usû­
le ve bir muganninin sesine muhtaç değildir. Bir şiir
çalgısız okunabilir. Onun mâna ve vezninden birşey ek­
silmez. Eğer bir mutrip okurken yalnız han han ve hun
hun dese bunun içinde bir söz olmasa o mânâsız ve
eksik birşey olur. Neyzenlere bak onda yalnız ses var­
dır. Söz yoktur. Onun için sözde başkasına muhtaçtır.
İşte bu cihetten ses ve semâ sahibi bir şâirin vücuduna
muhtaçtır. Elhasıl şiir bir gelindir. Onun ziyneti, musi­
ki nağmesidir. Eğer bir gelin güzel olursa onun süsü ol­
maması onun için ayıp değildir. Ben yalnız bu vazıh
hakikati anlayana insan derim. Eğer anlamıyorsa ben­
den sorsun; sormazsa o eşektir."

Şu kıt'a Emir Husrev—i'nindir. Ölen dostlarının has­


reti mevzuunda söylemiştir:

Kıt'a:
"Mezarlığa doğru gittim. Fenâya münkalib olan
dostların hasretiyle zarı zarı ağladım. Ben bunlar nere­
ye gittiler dediğim zaman mezarlık da cevap olarak se­
simin aksiyle onlar nereye gitti dedi."
Şu da zamanın ikbali aleyhinde söylemiştir'

"İkbalin bekası yoktur, Ona gönül bağlama. Senin


gurur içinde geçirdiğim ömür hebadır. Eğer sen bana
inanmıyorsan bu nükteyi benden dinle. İkbal kelimesi­
ni çevirdiğin vakit labeka olur."

Şu rubaî de aşk hakkında söylenmiştir:

"Aşk şulesinden yanmamış olan kimse ile iğne ucu


kadar alâkam yoktur. Eğer sen yanık gönüllü değilsen
bizden uzak ol ki biz yanmamış olan yüreklere ateş
salarız."

Şunu da zamanda şikâyet maksadıyle yazmıştır:

"Ey Husrev, bu ne haldir? Dünyada âlimler cahiller­


den aşağı mertebede bulunuyorlar. Bu nükteye bak in­
saf ile söyle. Dört harf ile (Katre) ve (Derya) birdir."

Emir Husrev—i'nin ilham (Kailinden)olan şiirlerinden


bundan fazla bahsetmeye bu tezkerenin tahammülü
yoktur. Çünkü dalgalı koca bir deniz bir havuzun içine
sığmaz. Bunun için bu denizin daha derinliklerine dal­
maktan vazgeçildi.Emir Husrev-i uzun bir ömre nail ol­
muştur. Yediyüzyirmibeşte murat atını valığın dar
dehlizinden sür'atle lâmekân meydanına atlatmış dudu
gibi olan ruhunu bu duygular kafesinden kurtarıp âzad
etmiş. Vuslat şüküristamna ulaştırmıştır. Mübarek kab­
ri Dehli şehrinde tarikat şeyhlerinden Şeyh Feridü'd—
din Şekergenç ve Şeyh Nizamüddin Evliya'nın bulun­
duğu mezarlıktadır. Onun Bahrü'l—ebrar, Mir'âtu's—
sofa ve Enîsü'l—kulub gibi kasideleri şöhret bulduktan
sonra fâzıllar ve şâirler ona o kadar nazireler yazdılar
ki onları burada zikretmek kabil değildir .Emir Husrev—i

- 301 -
in Hamsesinden başka Melik—i Dehli hakkında söyledi­
ği Kıranü's sa'deyn Düvelranî—ı Hızır Ham, Noh—si-
pihr, Hazâinii'l—Fütûh, Menakıb'ı Hind, Tarih—i Dehli,
Kanun Istifa'ı vesaire gibi manzum ve mensur risaleleri
vardır.
Sultan Muhammed Tuğlukşah Hind diyarında büyük
mübârek, uğurlu ve devlet sahibi bir padişah idi. Dehli'
de çok güzel binalar yapmıştır. İman ve itilâsından Ha­
vuz—ı Has'ı tamir ettirdi. Mücahid, gazi, âlimleri seven,
şâirleri gözeten bir padişah idi. Arap diyarına kadar
fethetti. Onun büyüklük ve lutuf ve kerem şöhretini
duyan Horasan şâirleri Hind'e akın ettiler. Onun evlâ­
dının ve torunlarının medhi hakkında kasideler ve ki­
taplar yazdılar. Onun adını yükseltmek için dini hatâ­
lara düştüler. Yediyüzoniki yılında bu beşeriyetin alçak
aleminden kudsiyet semalarına yükseldi. Mevlânây—ı
Fazıl Muzaffer—i Hırevî (Tanrı rahmet etsin) Muham­
med Tuğlukşah ve Şemsüddin Kertin vefatı hakkında
şu kıt'ayı söylemiştir:

"Muhammed Kert savaş gününde Kâvus gibi Suhrab'


ın yüreğini dağladı. Önce memleketin hidivi Muham­
med Tuğlik, sonra da Muhammed Kert dünyadan git­
ti."

18.HÂCE HAS AN-I DEHLEVÎ


(Tanrı derecesini yükseltsin)

Bu da Şeyh Nizamü'd—din Evliya'nın müridlerinden


ve arkadaşlarmdandır. Hâce Husrev ve Haşan—ı Dehle-
vî aynı tarikat arkadaşlarıdır. Dehli hocazadelerinden-
dir. Hâce Husrev'in şiirleriyle çok meşgul olmuştur.
Tatlı sözlüdür ve sözünde bir hal sahibinin neşesi var.
Sehli Mümteni'dir. San'at yoktur. Fakat yüreğe ve ruha
yakındır. Kendinden geçmiş bir tarikat adamı idi. O da

-3 0 2 -
Emir Husrev gibi âhiret uğrunda bütün varını yoğunu
tarikat pirinin ayaklan altına atmıştır. Fakr yolunu tut­
muştur. Rivayet ederler ki Haşan bir gün ekmekçi dük­
kânının tezgâhında oturmuş idi. Şeyh Nizamüddin Ev­
liya müridleriyle beraber oradan geçiyordu. Emir Hus­
rev de beraber idi. Gözü Hasan'a ilişti. Onun güzel yüzü
mevzun hareketi ve kabiliyeti dikkat nazarını çekti.Ha-
san'dan: "Ekmeği nasıl satıyorsun?" diye sordu. Haşan:
"Ekmeği terazinin bir gözüne koyarım ve müşteriye de
diğer gözüne altm koymasını teklif ederim. Eğer altın
daha ağır gelirse müşteriye veririm" dedi. Husrev:
"Eğer müşteri müflis ise o zaman ne yaparsın?" diye
sordu. Haşan o zaman: "Dert ve niyaz karşılığında ve­
ririm" dedi. Hasan'ın bu sözü Emir Husrev'in çok ho­
şuna gitti.Hayrette kaldı. Bu hali Şeyhe arzetti. Haşan
da bu mürşide ulaşmak sevdasına düştü. Şeyhin han
âhına geldi. Artık ekmekçiliği ve dükkânı bıraktı.Tann
erlerinin nazarı boş değildir.

Beyt:
"Biz bir kimsenin aşka kabiliyeti olduğunu görünce
bir bir işaretle onun kalbini kaparız."

Hasan'ın divanı zamanımızda çok aziz ve muhterem­


dir. İstidat ve kabiliyet sahiplerinin Hasan'ın sözlerine
itikat ve iltilatı tasavvurun fevkindedir. Divanı Havas
ve avam nezdinde pek ziyade meşhur olduğundan biz
onun yalnız bir gazelini yazmakla iktifa ediyoruz.

Gazel:
"Ey sâkî, şarap ver. Doğudan bir beyaz bulut belirdi.
Selvi bembeyaz oldu. Sadberk gülünün örtüsü ağardı.
Bana şarap vereceksen bir billur kadehte ver, çünkü
kırmızı şaraba beyaz kadeh yaraşır. Bulut,Yüsüf için
ağlayan Zeliha'nın gözü çığlar döküyor. Çiğler de

- 303 -
peygamber Yakub’un gözleri gibi ağlıyor. Garın örüm­
ceğine bu perdenin faydası nedir diye sordum. O da:
Aziz bir misafir geldi. Onun için kapıyı beyaz yaptım"
dedi. İşte söğüt ağacı defter—i, âmali sol eline verilen­
ler gibi titriyor. Yaseminin yapraklan da defteri sol eli­
ne verilenler gibi beyazdır. Ey Haşan düşmanlann bize
karşı hiçbir zamanda tabiatleri doğru ve yürekleri sami­
mi değildir. Evet bu karganın hiçbir zaman kanadı be­
yaz olmaz. Fazıllar bu gazele çok nazireler söylemişler­
dir. Fakat hiçbirinde bundaki hal yoktur. Ölüm yılı
makbul değildir."

19.FAZILLARIN MELİKİ,
HÂCÛY-I KİRMÂNÎ
(Tanrı rahmet etsin)

Kirman asilzâdelerindendir. Fazilet sahibi ve güzel


sözlü bir şairdir. Fâzıllar ve büyükler onun sözlerini be-
lâgat ve fesahatte eşsiz sayarlar; kendisine Nahl bend—i
Şuarâ derler. Hâcûy her zaman seyahat ederdi. Hiç
Kirman'da durmazdı. Hüma ve Hümayun kitabım Bağ-
dad'da yazmıştır. O bu eserde hakikaten sözün hakkını
vermiştir. Çok makbul gazelleri dercetmiştir. Bu des­
tanda vatana karşı son derecede olan şevk ve hasretini
şu birkaç beytle çok güzel tasvir eylemiştir:

"Kirman topraklan üzerinden geçen o amber kokulu


seher rüzgârları ve orada yuvalarım kurmuş olan kuşla­
rın sesleri ne kadar hoştur. Ben ne günah işledim ki fe­
lek beni o temiz topraklardan ayırıp böyle gurbet diya­
rına attı. Benim gözlerimden Dicle gibi yaşlar akarken
Bağdad'da niçin oturayım?"

Hâcûy, seyahati esnasında âriflerin şeyhi, muhak­


kiklerin muktedâsı ve asillerin sultanı, millet ve dinin

-3 0 4 -
rüknü Alâüddevle Simnanî ile (Tanrı ruhunu takdis et­
sin tanıştı) ve ona mürid oldu. Sofiabad'da yıllarca sofi
oldu. Şeyhin şiirlerini topladı. Şu Rubaiyi Şeyh hak­
kında söylemiştir:

"Ali İmranî'nin yoluna giren Hızır gibi hayat suyu


çeşmesine ulaşıp Şeytanın vesvese ve onun hücumun­
dan kurtulur. Alâüddevle Semnariî gibi olur."

Tevhid hakkındaki şu gazel de Hâcûy'nundur:

"Celâl ve Cûd'u ile mukaddes izzet ve kemaliyle


aziz olan Tanrıyı tenzih ederim. O öyle cennet sahi­
bidir ki onun san'atı berdevamdır. Zuhal yıldızı onun
hükmiyle bu dünya manastırının bekçisi ve Merih onun
emriyle bu kalenin muhafızıdır. Her ay (Künfeyekûn)
emriyle göğün kulağına mağrip altuniyle bir küpe ta­
kar. Bazen gökyüzüne (Zali zer)in kaşlarım çeker ba­
zen güneşe zal'in oğlunun kılıcını verir. Eğer Hac bu
kapıdan inayet talebinde bulunursa revadır. Çünkü
padişahtan inayet kullardan sual."

Bu da onundur:
"Nazar sahiplerinin indinde Süleyman'ın mülk ve
saltanatı bile bir havadan ibarettir. Belki Süleyman o
kimsedir. Mülk ve saltanat şeylerden azattır. Dünya­
nın su üzerinde kurulu olduğunu söylerler. Ey efendi
buna inanma. Eğer dikkatle bakarsan o belki hava üze­
rinde kurulmuştur. Sen bu eski ribatın kapısının önün­
de ünsiyet çadırını kurma. Çünkü bunun temeli tanıa-
miyle yersiz ve temelsizdir. Sen dehr denilen bu işve-
baz koca karıya gönül verme ki o birçok damatlara ni-
kâhlanmış bir yeni gelindir.Bu feleğin meyli ve muhab­
beti her zaman birinin üzerine ışıklarını salar. Buna
karşı ne yapılabilir ki bu alçak böyle yaratılmıştır.Bağ-

-3 0 5 -
dad'ın topraklan halifelerin kaniyle ağlar. Yoksa bu
Bağdad'daki bu şeddülbahr değildir. Vaktiyle Şeddad
sarayını yaptırırken tuğla yerine altın külçelerini kul­
lanmış idi. Şimdi ise padişahların saraylarında Şeddat'
ın kellesi tuğla olarak kullanılıyor. Dağların eteklerini
süsleyen lâleler lâle değil. Ferhat'ın ciğer kanıdır. Ey
Hâcuy bu dünyanın olan biten mahsulü gam ve keder­
den başka birşey değildir. Bahtiyar bu dünyadan ta-
mamiyle azad olandır."

Hâcuy'un divanı yirmibin beyittir. Bunlar fevkalâ­


de söylenmiş kasideler, mukattaât ve güzel gazellerden
ibarettir. Humay ve Humayun'dan başka dört mesnevi­
si vardır. Bunlardan biri Mahzenü'l esrâr'a nazire olarak
yazdığı Ravzatü'l—ezhar'dır. Bu gayetle güzel yazılmış­
tır. Bu tezkere bunların hepsini burada zikretmeye mü­
tehammil değildir.Hâcuy'nun vefadı yediyüzkırkikide-
dir. Tanrı Arahmet etsin.
Şeyh Arif Alâüddev'le Simnariî'ye gelince bu zat
Ahnıed bin Muhammed bin Ahmed El Biyananki'dir.
Onun fazıl ve kemalini şerhe lüzum yoktur. Sofîyenin
resm ve âdetini diriltmiştir. Şeyh Cüneyt Bağdadî'den
sonra hiçbir kimse bu yola ayak basmamıştır. Miftah
KÎlı yazdığı risalede diyor ki:"Ben tasavvufun edep ve
erkânını yazmak için bin tabaka kâğıt ve babamdan
kalmış yüzbin dinar ve mülk sarf ve sofilere vakfettim.
Ve altmış yıl müslümanlarm hayrı ve iyiliği için çalış­
tım.Şimdi ihtiyar ve âciz bir adamını. Herşeyi bırak­
tım bir köşeye çekildim. Kapımı halka kapadım" di­
yor. Hikâye ederler ki Şeyh gençliğinde Ergun Hanın
mülâzemetiyle meşgul idi. Şeyhin amcası Melik Şere-
füddin Simnariî Ergun Haran yakınlarından idi. Bir gün
¡laıı, Kazvin'in aşağısında Ali Iııak ve muharebe edi­
yordu. O gün Şeyhe cezbe gelmişti. Esvabını, külâhlın,
atını ve silâhını attı. Handan izin almadan başını alıp

- 306 -
Simnan tarafına çekilip gitti. Hangâh Sekkâkiye—i
Siııınan'da bir müddet ahi Şerefüddin Simnani'nin ya­
nında ibadetle meşgul oldu. Han ne kadar onun gönlü­
nü yapmak istediyse de o fakr hırkasını dünya ehli esva-
biyle değişmedi. Sonra buradan kalkıp Bağdad'a gitti.
Şeyh—i Ârif Abdurrahman İsferayinî'ye mürid oldu.
Şeyhin ahvali, tarikat risalelerinde yazılmıştır. Şeyhin
tevazuu o derecede idi ki Nizamü'd—din—i Hirevî ken­
disini tekfir etmişti. Ve ona: "Sen kâfirsin" diye yaz­
mıştır. Şeyh Nizamü'd—din bu kâğıdı okudu ve acı acı
ağladı ve "Ey nefis ben sana yetmiş yıldan beri kâfirsin
diyorum sen buna inanmıyordun. Şimdi artık şüphen
kalmamıştır. Müslümanların imamı şark ve garbin müf-
tisi senin küfrüne hüküm veriyor. Artık buna boyun eğ
ve beni incitme" dedi ve şu rubaiyi yazdı:

"Benim bir nefsim var; şeytan başka birşey değildir.


Yaptığı işlerden de pişman olmuyor. Ben ona bin kere
iman telkin ettim. Fakat buna kâfirin hiç müslüman ol­
mak niyet yok."

Şeyhin ömrü yetmişyediyıl iki ay ve ondört gün idi.


Bir aziz onun vefatı hakkında şu kıt'ayı söylemiştir:

"Dünyanın muhakkiklerinin sultanı Şeyhi âzam,


hakkın ve dinin rüknü Alâüddevle makamına memnun
ve mes'ud oturdu. Vefatı nebilerin sonu Muhammed
Alehisselâm'm hicretinden yediyüzotuzaltı yılında Re­
cep ayının yirmiüçünde Cuma gecesinde vaki olmuş­
tur."

Şeyhin halifelerinden olan Şeyh Necmü'd—din Mu­


hammed Muvaffak—ı Isferayinî diyor ki: Bu büyük
şeyh kaç defa şu sözleri tekrar ederdi: "Ömrümün so­
nunda bana malûm olan, başında malûm olsaydı ben

- 307 -
zamanın padişahının mülâzemetinden çekilmezdim.
Süslü esvaplar içinde de Tanrıya tapan bir insan gibi ya­
şardım. Ve padişahların yamnda mazlumların yardı­
mında bulunur onların işlerini görürdüm. Süslü esvaplar
içinde bir abaya bürünen derviş gibi yaşamak mümkün­
dür ve bu insanı riyadan daha uzak bulundurur ve aynı
ihlâs sayılır.
"Tarikat libası zühd ve takva ile yakışır.Sofilik yal­
nız cübbe ve yeşil esvap giymekle olmaz."
Sultanların yanında mazlumların işlerini gören, biça­
relere yardım eden haksızlığa maruz kalanları koruyan,
mülhidlerin bid'atlerini kaldıran nüfuz sahiplerinin
mevki ve makamı ne kadar mukaddestir. Hiç şüphe
yok Tanrı bu adamları daima âlî yapar. Dertli, biçare
dervişlerin işlerini gör. Çünkü senin de yardıma muh­
taç olduğun işlerin olur."

20.ŞÂİRLERİN KENDİSİYLE ÖGÜNDÜĞÜ


EMÎR KIRMANI
(Tanrı mezarım nurlandırsın)

Güzel söyleyen bir şâirdir. Hâcûy'nun muasırların­


dandır. Gazelleri güzeldir. Bu gazel onundur:

"Senin gönüllere sükûnet veren yüzünü görmeden


gönlüm sükûnet bulmaz. Gönlüne sükûnet veren bir
sevgili olmayan bir insanın gönlü ne kadar miskin ve
biçaredir. Çemenler her ne kadar temaşa yeri ise de
fakat senin gibi ay yüzlü bir selvi gül bedenli bir güze­
le malik değildir. Kadehine, senin aşkının şarabı olma­
yan kimse hayatta hiçbir şey elde etmemiş olur. Senin
vuslat şerbetinle dimağın tatlılaşmadı. Bu acı bir ümit­
sizlik ve mahrumiyet dünyasıdır. Eğer Emîr'in ömrü ve­
fa ederse kısa zamanda emeline erişir; fakat ne yapsın
ki dünyaya güveni yok."

- 308 -
BEŞİNCİ TABAKA

1.FAZILLARIN KENDİSİ İLE ÖGÜNDÜĞÜ


ÂLIM VE ÂRlFLERİN SEÇİLMİŞİ
HÂCE IMAD-I FAKIH-İ KİRMANI
(Tann ruhunu kutlasın)
A „
Arif, alim ve ehl—i dil bir kişidir; Kirman'm ileri ge­
len âlim ve fazıllanndandır. İyi ahlâkı ve güzel huyla-
riyle dünyada meşhur olmuştur. Kirman'da Muham­
met Muzaffer ve evlâdı zamanında herkes ona başvu­
rur, bütün akran ve emsali onunla görüşmeye can atar­
dı. İlim, takva, rütbe ve mevki sahibi olmakla beraber
aynı zamanda mükemmel bir şair idi. Şeyh Azeri, ce-
vâhiru'l—esrar'da şöyle diyor: "Fazıllar evvel ve sonra
gelen şâirlerin sözlerinde bazan lüzumsuz kelimeler
bulunduğunu söylerler. Fakat yalnız Imad—ı Fakih'in
sözlerinin bu kusurdan arık olduğundan söz birliği et­
mişlerdir. Onun sözlerinin ne lâfzında, ne mânasında
hiçbir kusur yoktur. Hoca İmad'ın şiirlerinden, hüner
ve gönül sahiplerinin dimağına öyle bir aııber kokusu
gelir ki can kokusundan daha güzeldir." Bu gazel önün­
dür:

"Din dârü'ş—şifasını bırakıp sokak başında oturan


tabiplerden medet uman kimse ne zavallı ve biçare bir
hastadır. Yâri Hızır ve yakini İsa olan kimsenin hasta­
lıktan, yolunu kaybetmekten, mihnet ve sıkıntıdan ne
korkusu olabilir? Babamın (Kıyamete kadar mezarının
toprağı anberli olsun) şu sözlerini canımın levhasına
yazmışımdır. "Ey çocuk! Düşkünlere rastladığın za­
man sakın terbiyesizlik etme ve onlara hakaret gözüyle
bakma. Arslanlar üzerine binen din büyükleri bu yer yü­
zünden bir karıncadan daha yavaş ve daha sükûnetle ge­

- 309 -
lip geçmişlerdir. Bu dünyada hiçbir kimsenin gönlünü
hoşnut etmek elinden gelmiyorsa, hiç olmazsa kimseyi
incitmeyecek şekilde yaşa. Ey İmad, Tanrıdan başka
dost edinmek doğru değildir. Ey yardım edici Tanrı,biz
ancak senden yardım dileriz."

Bu da onundur:
"Bizi ister hatırlasın ister hatırlamasın o yine bizim
efendimizdir. Nazar ehli yalnız bu şehirde zulme uğra­
maz; gönlünü kaptırmış her âşık nereye gitse mazlum
olur. Sen bu dünyada vefalı dost arama. Ey gönül, hiç
sıkıntı çekrrte; çünkü vefa denilen şey zaten dünyada
yoktur. Âşıkların yanında akıllıların sözlerinden bah­
setme. Bu hikâye onlarca anlaşılmayan bir mefhum­
dur. Ey gönül, aşk yolunda uygunsuz insanlara bakma;
çünkü uygunsuz kimselerin yüzünü görmek pek uğurlu
değildir.Sevgilinin gamıyla şehid olanlara cehennem
ateşi dokunmaz. Çünkü onlar rahmete ermiştir. Her­
kes onun ağzının varlığında şüphededirler. O bir nokta­
dır, fakat mevhum bir nokta. Onun sırrı her ne kadar
nazar sahiplerine gizli kalmışsa da İmad'a açıkça belli
olmuştur."

İmad'm ölümü hicri yediyüzyetmişüçtedir. Mübarek


mezarı Kirman'dadır. Tekkesi bugün bile mamurdur.
Akran ve emsalinin İmad'a büyük bir hürmet ve itimadı
vardı. Muhammed—i Muzaffer'e gelince: Horasanlıdır.
Havâf vilâyetine bağlı Selâme köyündendir. Babası,
Sultan Muhammed Hudabende zamanında Yezd'e gel­
di. Her ikisi Rıbat—ı Harabe—i yezd'de yol bekçiliği
ederdi. Çok cesur ve himmet salıibi bir adam idi. Bir­
kaç defa Yezd'de kahramanlık gösterdi. Sultan Ebu Sa-
id zamanında Yezd'in şahneliği kendisine verildi. Ebu
Said öldükten sonra memlekette bir inkilâp oldu; bu­
nun üzerine o da yediyüzkırkbir yılında ortaya atılarak

- 310 -
Yezd valiliğini eline geçirdi. Muhammed Şahı öldürdü.
Ebrekuh ve Fars’ı da aldı; istiklâli ve nüfuzu o dereceyi
buldu ki, etraftaki melikler korkmaya başladılar.Yönel­
diği her yere hâkim olurdu. Nihayet devletinin güneşi
batmaya yüz tuttu. Oğlu Şah Suca kendisine karşı çık­
tı; yakalayıp gözlerine mü çekti. Hoca Hafız—ı Şirazî
(Tanrı ona rahmet ve gufranda bulunsun) bu hususta
şu kıt'ayı yazmıştır:

"Dünya ve dünya malına gönül bağlama; çünkü on­


dan kimse vefa yüzü görmemiştir. Kimse bu dükkândan
iğnesiz bal yememiş ve hiç kimse bu bahçeden diken­
siz taze hurma koparmamıştır. Felek tanıamiyle parla­
dıktan sonra rüzgârla söndürmediği hiçbir çerağı yak-
maııııştır. Kılıcından kan damlayan, bir hamlesiyle or­
duları bozan, bir narasiyle düşman askerinin merkezini
yaran dünya hâkimi Şah Gazi, büyükleri sebepsiz hap­
seder, iktidar sahiplerinin, hiç söyletmeden kafalarını
keserdi. Çöllerdeki arslanlar onun adını işittikleri vakit,
korkudan pençeleri tutmaz bir hale gelirdi. Şiraz Teb­
riz ve Irak'ı eline geçirdiyse de eceli geldi. Dünyayı gö­
ren gözünün nuru olan kimse (Oğlu), oiiun dünyayı gö­
ren gözüne mil çekti."

Emir Muhammed—i Muzaffer de gözüne mil çekildi­


ği sırada şu rubaîyi söylemiştir:

"Ben, devletinin direği millerce uzanan, Hint kapıla­


rından Nil'e kadar hakim olan bir kimseyim. Devlet ka­
dehim ağzına kadar dolunca, gözümün nuru, gözüme
mil çekti."

- 311 -
2.SÖZ SAHİPLERİNİN EN TATLI
SÖZLÜSÜ VE SON GELENLERİN KENDİSİ
İLE ÖĞÜNDÜĞÜ HÂCE
SELMAN—I SÂVECÎ
(Toprağı hoş olsun)

Şâirlerin en büyüklerindendir. Sâve'de meşhur ol­


muştu. Sultanlar onun ailesine çok hürmet ederlerdi.
Lâkabı Cemalüddin'dir. Babası Hâce Alâü'd—din Mu­
hammed Sâvecî kalem sahiplerinden idi. Hâce Sel-
man'm da siyakat ilmine (Maliye işlerine) vükufu var­
dı. Onun olgunluk ve fazileti meşhurdur. Bilhassa şi­
irde ve şâirlikte zamanın en ileri gelen şâiri idi. Şeyh
Rüknü'd—din Alâü'd—devle Simnariî (Tanrı rahmet
etsin): "Simnân'ın ııân ve Selman'm eşârı dünyanın
hiçbir yerinde yoktur" der idi.Onun şiirde gösterdiği
kudret, fazıllar nazarında, bu sözün gerçekliğini or­
taya koyan parlak bir delildir. Fazla söz söylemeye lü­
zum yoktur. Divanında bulunmayan bir kasidesi onun
san'atının kudretine âdil bir şahittir. Hikâye eder ki,
Hâce Selman, Sâve'deıı Bağdad'a geldi. Orada iken
Emir Şeyh Haşan Noyan ve Dilşad Hatun'un maiyye-
tine girmesine şu vak'a sebep oldu. Bir gün Emir Şeyh
Haşan ok atıyor. Saâdet adında bir kölesi de koşup
atılan oku getiriyordu. Bunun üzerin Hâce Selman,be-
daheten, gördüklerine uyan şu şiiri yazdı ve Emire gön­
derdi:

"Padişah Ç âçi yayını eline alıp kurduğu vakit onu


kavis burcuna girmiş bir ay zannedersin. Yayın birer
karga gibi iki ucu ve üç kanatlı bir kartal gibi olan oku
hep bir yere gelip başbaşa verdiler. Hepsi başlarım pa­
dişahın omuzuna koydular. Biliniyorum, Şahın kulağı­
na ne söylediler. Padişah yayın kirişinden oku koyu­
verdiği vakit her taraftan âferin sesleri yükseldi. Ey pa­

- 312-
dişah, o senin maharetine bağlıdır. Saâdet senin oku­
nun peşinde koşar. Senin zamanında yaydan başka
kimseden inilti duyulmamıştır. Yayının inlemesi tabii­
dir. Sahib kuran sultanın zamanında hiç kimse yaydan
başkasına zorluk ve şiddet göstermemiştir."

Bunun üzerine Emir Şeyh Haşan Noyan, Hâce Sel-


man'ı himayesi altına aldı. Emir Şeyh Hasan'ın büyük
oğlu ve hanedanın göz nuru olan Sultan Üveys, Hâce
Selman'dan şiir ilmini öğrenir, hiç yanından ayrılmaz­
dı. Hâce Selman'ın Şah Üveys ve Dilşad Hatun'un dev­
leti zamanında mevkii pek büyüktü. Sözleri, dünyanın
her tarafına yayılmıştı. Bunu bizzat şu beyitlerle anla­
tıyor:

"Ben bu hanedanın devlet ve ikbali sayesinde kılıç


gibi dilimle söz âlemine hâkim oldum. Bugün doğudan
batıya kadar güneşten daha meşhur bir şâirim."

Derler ki,bir gece Hâce Selman,Sultan Uveys'in mec­


lisinde şarap içiyordu. Dışarı çıktığı vakit Sultan, fer-
râş'a bir altın tabla içine mum koymasını ve onunla be­
raber gitmesini emretti. Ferraş, pâdişâhın emrettiği şe­
kilde Selmam dışarı çıkardı ve oradan evine yolladı. Sa­
bahleyin Selman'ın evine gidip altın tablayı istedi. Bu­
nun üzerine Selman şu beyiti yazıp Sultana gönderdi:

"Mum dün akşam yanıp yakıldı. Fakat padişah altın


tablayı isterse bugün de ben yanacağım."

Sultan bu beyti okuduğu vakit güldü. "Bu tamahkâr


şâirin evinden altın tablayı çıkarmak zor" dedi ve ken­
disine bağışladı. Eskiden sultanlar fazilet sahiplerini
böyle gözetirlerdi. Hâce Selman bu kasideyi Hâce Gı-
yasü'd—din Muhammed—i Reşid'in medlıi için söyle-

- 313 -
miştir:

"Tanrı genç kızların kâkülleri gibi olan bu karanlık


geceyi hayırlı kılsın. Bu öyle bir gece ki benleri anber
ve saçları misk gibi. Semanın her tarafı gevherlerle süs­
lenmiş ti. Yerin dört bir tarafı anberlerle örtülmüş. Ha­
beş ordusunun menekşe renkli bayrağının iki tarafında
yıldızların kervanı yürüyordu. Gece, feleğin boynunu
ve kulağım parlak boncuk gibi olan yıldızlarla süslemiş­
ti. Batı tarafları doğan yıldızlarla nurlar içinde ve doğu
kısmı da kandillerin ışıklariyle parlıyordu. Cephe yıldı­
zı yukarı doğru çıkıyordu. Suud ona önder olmuştu.
Öküz yıldızı çıkmış fakat Ülker yıldızı batmıştı. Bena-
tı—na'ş dönen feleğin merkezinden parlak bir müfekki­
reye gelen doğru fikirler gibi görünüyordu. Yıldızlar
dönen feleğin yüzünde nilüfer çiçeğinin yaprakları üze­
rindeki yağmur damlaları gibi idi.Bu halde bende emel­
lerime nail olmadığımdan, devirden çektiğim cefadan
vatanımdan uzak düştüğümden, dostlarımdan ayrıldı­
ğımdan, müzevvir, dünyanın tezviratından ve herkesle
oynayan feleğin oyunlarından zâlim feleğe şikâyet edi­
yor ve onu ayıplıyordum. Feleğe hitaben: "Senin dönü­
şünle yaptığın eziyetlerden talih yıldızım niçin battı?
Zaman bana niçin muhalefet ediyor, yıldızlar bana ne­
den gazab gösteriyor? Beş ay oluyor ki Bağdad'da belâ
ve musibetlere esirim. Topluluk içinde perişan, peri­
şanlık içinde topluyum. Acaip bir kavmin elinde esi­
rim. Düşmanların çevrinden ne kaçabiliyor ne de ya­
kınlarımın aleyhimde bulunmalarından sıyrılabiliyo-
rum. Her zaman keder keder üstüne, ağlama ağlama üs­
tüme geliyor" dedim. Felek benim bu şikâyetlerimi
dinledikten sonra: "Artık yeter, şikâyetlerin pek uzadı.
Bunda haklısın. Fakat şükretmeni gerektiren sebepleri
de var. Sen bütün emellerin yöneldiği ve bütün istekle­
rin yerine geldiği bir dergâha salıipsin. Şimdi sen o der-

-314-
gâhın eşiğini öpmeye koş. Onun devleti sayesinde sonu
hayırlı bir kişi ol.Sakm o kapının eşiğinden ayrılma.
Çünkü oradan ayrılan mahrumiyete düçar olur" diye­
rek benim kulağıma bu sırrı söyleyince hemen kalkıp
azm bineğine bindim. Feleğin harem dairesinin ay yüz­
lü dilberleri, yüzlerini batı örtüsünün içine soktular .Kat­
ran renkli gece denize battı. Dağların tepelerinden
yalancı sabahın bayrakları göründü. Kafilelerin bulun­
duğu yerden kulağıma atların kişnemeleri,develerin bö­
ğürmeleri geldi. Ben de çöllere ve vadilere vurdum git­
tim. Bazan tavşanlar, bazan tilkilerle haşır neşir oldum.
Bazan öyle dik ve yüksek yokuşları aştım ki at nalı gibi
olan ay, bineklerimizin el ve ayaklarına sürünüyordu.
Bazen öyle inişlere indim ki karunuıı batan hâzineleri
hayvanların özengisiyle beraber oluyordu. Nihayet önü­
me heybetinden savaş arslanlarının pençeleri kuvvetten
kesilen bir yol çıktı. O yolun sahralarında gam ve kede­
rin zehirli sam yelleri esiyor ve çeşmelerinde cehenne­
min kaynar suları akıyordu. Tatlı suları yılan zehirleriy­
le karışmıştı ; taşlan akrep iğneleri gibi idi. Yer esen
şiddetli fırtınalardan sallanıyor, gök yüz toz toprakla
örtülüyordu. Havası hararetin şiddetinden öyle kızgın
idi ki taşlar erimiş mum haline gelmişti. Kılıç, sahibi­
nin elinde bir damla su gibi damlıyordu. Ben bu yolda
giderken daima velinimetin dergâhından acaba ne za­
man "Buyurun" sedası gelecek diye düşünüyordum. O
velinimet yücelikler âlemi, vezirlik feleği, mekremetler
muhuti, hediyeler bulutudur. Onun fermanının satırla-
nmn hükmünden kıl ucu kadar sağa sola sapan adamın
kafası, kâtibin kaleminin ucu gibi kesilsin. Ey vezir,
san'atiyle ruh cevherini vücut kutusuna koyan Tanrı'
mn îıerşeye hâkim olanın tedbir ve takdirinin, herkese
rızık verenin türlü türlü nimetlerinin o yüceliği ile örüm­
ceklerin kalesi içinde koruduğu Ahmed'e gösterdiği
hürmetin, her biri birer hidayet yıldızı olan Alımed'in

- 315 -
ashabının gösterdikleri yardımın hakkı için söylüyo­
rum ki, başım senin kapından ayrıldığından beri, ye­
nim, İliç göz yaşlarından kuru kalmadı. Senin medh'ü
senân beni teşvik etti; yoksa ben şiire çoktan tövbe et­
miştim. Eğer seni medhedersem bir para veya aylık
ümidiyle etmem. Fakat senin devletinle mertebelerim
yükselir. Güzeller yay gibi kaşlarından belâ oklarını at­
tıkça, Zühre yıldızı senin sarayının mutribi ve güneş de
iıâcibi olsun."

Hâce Selman’ın böyle şiirlerinden bu tezkereye ne


kadar yazılsa yeridir. Fakat uzun süreceği için bu ka­
darla yetinildi. Hâce Selman külliyatı, şiir ile iştigal
eden kabiliyet sahipleri için çok faydalıdır. Onda ör­
nek olacak çok şiirler bulabilirler. Selman, Sultan
Üveye ve anası Dilşad Hatun'un emriyle Zahir—i Farya-
bî'nin kasidelerine güzel nazireler yazmış ve caizeler
almıştır. Yalnız aşağıda matlâı zikredilen kaside için
caize olarak kendisine Rey’de iki köy hediye edilmiş­
tir:

"Akik gibi olan dudakların inci kutusuna can nakdi­


ni koydu. O kıymetli bir mal buldu. İşte bunun için
onu böyle gizli bir yere koyup sakladı. Dudağın, o ku­
tunun üstüne la'lden bir kilit vurdu. Benin, onun üstü­
ne anberden bir mühür bastı."

Ben âcizin itikadına göre, bütün Re'yi bu iki beyit


için vermiş olsalardı, yine cimrilik etmiş olurlardı. Şu
kıt'a da Hâce Selman'mdır:

"Dünya görmüş bir ihtiyardan, geçim için nasıl mal


ve servet toplayayım ve bana kâr getirecek nasıl bir ser­
maye edineyim diye sordum. O da "Eğer yapabilirsen
kanaat, kanaat, kanaattir" dedi."

-316-
Şu kıt'a da onundur:
"Ey gönül sen ortası boş üç harften mürekkep tama'
dan hırs kucağım nasıl doldurabilirsin. Ey azizim, der­
vişlik ve kanaat kapısını çal; çünkü hakirlik ve zelillik
tamadan,şeref ve izzet kanaatten doğmuştur.Eğer zen­
ginliğin ayağı kayarsa, ehemmiyeti yoktur. Dervişliğin
ve kanaatin başı sağ olsun."

Bu şiir de onundur:
"Güzelliğinin şöhret dünyaya yayıldığından beri
halk seni aramak için her tarafa yayıldı. Kâküllerinin
sevdasını çekenler, etrafında halka halka toplandılar.
Saçların yüzünden perişan olanlar birbirine girdiler. Bu
kuru zühd ve riya sevdası senin varuıı yoğunu havaya
verdi. Ey mutrip, birşey çal! Ey saki, şarap getir. Biz
senin gönülleri açan dudaklarına gönül bağlamışız. Bir
gülüşle o dudakları aç da gönüller de açılsın. Ey güzelle­
rin şeîısüvarı, ey hayat suyunun çeşmesi, bu susuz pi­
yadeye merhamet etsen ne olur? Ey Selman, onun sat­
ranç taşlan seni gafil bulup mat etti. Bak ki bu sâf yü­
rekli yine sana ne oyunlar yaptı."

Hâce Selman'm ihtiyarlığında gözleri zayıfladı. Ni­


hayet padişahın sarayından ayrılmak istedi. Ömrünün
son zamanlarını kanaatle geçirdi. Sultan Üveys, Rey ve
Sâve vilayetlerinde ona tımarlar verdi. 769'da bu kara
topraklardan cennetin ebedi bahçelerine göçtü. Dilşad
Hatun, zamanın kerem ve cemal sahibi bir kadını idi.
Emir Haşan Noyaıı'm karısı idi. Sultan Ebu Said Han'ın
ölümünden sonra Bağdad ve Azerbeycan hâkimiyeti
Emir Şeyh Hasan'a geçti. Fakat kendisinde yalnız sal­
tanatın adı vardı; bütün işler Şah Dilşad Hatun'un elin­
de idi. O, Belkıs yaradılışında bir hatundu. Hoca Sel­
man bu adaletli melikenin şevket ve azameti hakkında

-317-
şöyle söylemiştir:

"Vekar ve temkini ve peçesinin azameti ile Sencer'in


külâhının köşesini bir günde bin kere kırmıştır."

Sultan Üveys de hoş tabiatlı, hünerli, gösterişli, ke­


rem sahibi bir padişah idi. Türlü ilimlerde vukuf sahibi
idi. Kalem—i Vâsiti ile öyle resünler yapardı ki ressam­
lar hayran kalırlardı. Zamanın en ileri gelen ressamı
olan Hâce Abdulhay, onun talim ve terbiyesiyle yetiş-
mişti.Sultan Üveys'in şagirdi idi. Musiki ve edvar ilmin­
de de eserleri vardı. Öyle yakışıklı idi ki, atma binip so­
kağa çıktığı vakit Bağdad halkı kendisini seyretmek
için yollara dökülür. Onun güzelliğine hayran olur ve
içlerinden şu beyti okurdu:

"Dünyada kaybolan Yusuf'un gemliğinin kokusu ni­


hayet senin yakandan çıktı."

Dünyanın her tarafında cömertliğinin, güzelliğinin,


fazilet ve kemalinin şöhret yayıldıktan ve Rey'den tâ
Rûm'a kadar olan ülkeler kaza ve kader kadar kuvvetli
olan fermanına uyduktan sonra ecel münşisi onun azil
menşurunu yazdı ve ecel hokkabazı onu aldatmaya ko­
yuldu. Daha gençken bu fâni zindandan Cennet'in ebe­
di bağlarına göçtü. Ölürken aşağıdaki beyitleri söyleye­
rek aziz dostlarının yüreklerini keder ve teessürle kana
boğdu ve gariplerin gözlerini Ceyhan nehrine döndür­
dü:

"Bir gün can başkentinden Ten şehrine gittim. Bura­


da birkaç gün, bir garip olarak yaşadım; sonra vatanıma
kavuştum. Ben bir efendinin yanından kaçmış kölesi
idim. Nihayet yaptığımdan utanarak kılıç ve kefenle
yine onun yanına gittim. Ey bu dünyadan mahrum

-3 1 8 -
olan benim beraber düşüp kalktığım dostlar! Benim ay­
rıldığım bu âlemde hoşça kaim.”

Evet! bir toprak yığını olan dünyanın kötü yüreklili­


ği yüzünden taşların yüreklerinden kan ve bulutların
gözlerinden yaşlar akar. Feleklerin zulmünden ve gül
yüzlülerin mateminden gonceııin gömleği parça parça
olur ve bu kederden gülün la'l rengindeki tâci düşiip
topraklara serilir. Hâce Selman, Sultan Üveys'in tabu­
tunun ayak ucunda hüngür hüngür ağlayarak bu mersi­
yeyi okumuştur:

"Yazık, ne kadar yazık ki devlet bağının gülü genç


yaşta birden bire soldu. Yine ne kadar yazık ki, emel
görücülük atı üzerinde ihsanı ile gönüller avlayan o süva­
ri dünyadan göçtü.”

Bu olay 775'de oldu. Tanrı onun burhanını nurlan-


dırsuı. Aşağıda adlarını saydığımız büyük şâirler Sultan
Üveys zamanında yaşamışlardır ve Hoca Selman'm
çağdaşlarıdır: Ubeyd—i Zâkâııî, Nasır—i Buharî Hâ-
cu. Mîr—i Kirmanı ve Muzaffer—i Hirevî (Tanrı hepsine
rahmet etsin):

3.FAZILLARIN MELİKİ
MUZEFFER-İ HİREVI
(Tanrı rahmet etsin)

Ona ikinci Hakanı derlerdi. Son gelen şâirlerden


onun kadar metanetli söz söyleyen yoktu. Bilgi ve fazi­
let sahibi bir adamdı. Bütün ülkelerin şâirleri ile mııa-
razada bulunur ve onların sözlerine itirazlar yaparak
kendi şiirlerinin üstünlüğünü ispata çalışırdı çok defa:
"Sâve vergi memuru (Ameldar) olan biçarenin kafası
ancak anlayış sınırlarına kadar ulaşabilir, fakat şâirlik

- 319 -
meydanında cevelâıı edemez. Onun şâirîiği ancak Kir-
man'ın o ressam taslağının yardımiyle olmuştur" dedi.
Sâve vergi memuru olan biçare ile Selman—ı Sâverfyi
ve Kirman'm ressam taslağı ile de Hacâ'yu kastederdi.
Kendisinden başka şâir tanımazdı. Hikâye ederler ki,
Muzaffer ölürken kendi divanını suya attı ve "Muzaf­
ferden sonra bu divanı kimse bilemeyecek ve belki de
anlamayacaktır" dedi. Mevlânâ Muzaffer,Hâf vilâyeti­
ne tâbi Hazravaiı köyündendir. Bazı mecmualarda Mu­
zaffer—i Hazravanî diye yazmışlardır. Melik Muizzü'd—
din Hüseyin Kert’in zamanında yaşamıştır.Ve Kert me­
likleri halckında mükemmel kasideleri vardır. Bu, onlar­
dan bir beyittir:

"Sultan Muizzü'd—din ki güneş onun cömertlik deni­


zinden bir inci ve gök ondan bir haya kabarcığıdır."

Başka bir şiirinde de yine Muizzü'üd—din hakkında


şöyle diyor:

"Kadrinin tenceresi altında sürme renkli dokuz felek


bir avuç kül ve parlak bir ateştir."

Onun kendisine mahsus teşbihleri, iğrak ve hayalde­


ki mahareti bütün fazıl ve şâirlerce kabul edilir. Şu ka­
side onundur:

"Ey yasemin üzerine kasden miskten bir ben koyan!


Bu ben yüzünden biçare gönül hâlden hâle girdi. İki ci­
handa hâli benim hâlimden beter olan bir kimse yahut
senin beninden daha çok ortalığı biribirine katan bir
ben yoktur. Baktım senin boyunu, ağzını, zülfünü ve
kıvırcık saçlarını her birisinin bir harften örnek aldığını
fark ettim. Boyun gümüşten bir elif, ağzın mercandan
bir mim zülfün miskten bir cim başı, saçların da galiye-

- 320-
den (Hoş koku) bir dal almış! Senin bir güneş olduğu­
nu söyledim. Bu bir hakikat idi. Sen benim ay olduğu­
mu söyledin işte bu imkânsızdır. Ay güneşten uzak
olursa (Olgun bir ay olur) halbuki ben senden uzaklaş­
tığım vakit bir hilâl gibi inceliyorum. Ey benden uzak
sevgili, benim bir kıl gibi zayıfladığımdan haberin yok.
Senin hayalin uykuda benim yanıma geldi. Bende belki
vuslat müyesser olacağım zannettim. Fakat uyanıp da
seni göremeyince hayalinin beni hayalden ayırt edeme­
diğini anladım. Senden ayrı kalınca bir günü bir yıl ka­
dar süren bir aşığını yılda bir gün olsun hatırına getir­
miyorsun. Elbet bir gün gelir ki ben de güzelliği ile bü­
tün bir şehri nurlandıran o yüzü görmekle gönlümü ve
canımı nurlandırırım. Gönlüm de senin ayrılığının pen­
çesinden kurtulur, vuslat bağında bir fidan yetiştir.Se-
nin yüzünle ve melik'in reyi ile fal açan kimsenin günü
kutlu olur. O melek mertebeli melik devletlerin ve di­
nin muizzidir.Melekler arasında onun eşi yoktur. O, ka­
leler fetheden öyle bir padişahtır ki, melekler felekte
her gün ona izzet ve devlet müjdeler verir. Muharebeler­
de düşmanlardan canlar alır; eğlence meclislerinde bir
süvariye koca bir ülke verir; kendisinden birşey isteye­
ne cihan bağışlar. Arşın sahibi olan Yüce Tanrıdan baş­
ka ondan daha âlim ve daha adil bir melek yoktur. Zu­
hal gazablı, güneş eserli, felek mertebeli, yağmur ordu­
lu, bulut elli, deniz keremlidir. Ey padişah, senden
dünya güzellik, mülk azamet ve celâl almıştır. Ey padi­
şah, tab’ım coştuğu, bana yar olduğu vakit, ondan taş­
tan çıkan tatlı sular gibi metin sözler doğar. Gemenler-
de bağlarda şimal rüzgârlarının tesiri ve yıldızların ter­
biyesiyle fidanlar bittikçe ve âlemde gece, gündüz, ay
yıllar devroldukça Tanrı her gece, her gündüz, her ay ve
her yıl sana yardımcı olsun."

Melik Muzaffer bu kadar fazilet ve şairliğiyle bera­

- 321 -
ber pek lâubali idi. Dünya ve dünya adamlarına ehem­
miyet vermez, üstüne başına hiç bakmazdı. Herkesin
arasında pek pis bir kıyafette gezer, kirli elbiseler giyer­
di. Fazıllar onun bu halinin önüne geçmek isteyince
onlara hitaben: "Siz benim zahirime bakmayın manevi
güzelliğime bakın" derdi. Bir gün Melik Muizzüddin—i
Hüseyin Kert, medresede Mevlânâ Muzaffer'in odasına
geldi. Muzafferi toprak üzerinde oturmuş, önünde toz
toprak içinde birkaç eski kitap olduğu halde gördü.
Ona: "Sen bu hafta şiir caizesi olarak bin dinar aldm.
Niçin altına bir kilim almadın" diye hiddetle söylendi.
Mevlâna Muzaffer:Ey pâdişâh! şu sizin ayağınızın altın­
dakini yakın zamanlarda yüz dinara aldım"diyerek eliy­
le toz toprağı bir tarafa çekti. Bunun altmdan fevkalâ­
de bir hah göründü. Melik bu pisliği görünce: "Artık
sen lâubaliliği, kayıtsızlığı son dereceye getirdin" dedi
ve medresenin ferraşını her gün Muzaffer'in odasını si­
lip süpürmesi için emretti. Kert melikleri çok cesaretli
ve mürüvvetli insanlar idi. Onlar Türktür. Vaktiyle Sur
admda bir kimse Çin'den Gur dağlarına geldi. Alptekin
zamamnda ortaya çıktı. Kert melikleri, bu adam so­
yundan geldiklerini söylerler. Bunlar Gur meliklerinden
sonradırlar. Sebüktekin hanedanından sonra saltanat
bunlara intikal etmiştir. Belh, Herat, Hindistan'ın bir­
çok yerleri Gazilin ve Kâbil yıllarca bunların hakimiye­
ti altında idi. Kert ailesi Herat, Gur ve bu diyann mül-
hakatmda bir müddet padişahlık ettiler. Bunların en
son meliki Gıyasüddin idi.Onun saltanatının sona erme­
si Sahib-kıran-ı â'zâm hilâfet dairesinin kutbu Emir
Timur Gürkân'm eliyle olmuştur. Tarih—i Makamat sa­
hibi diyor ki: Melik Muizzü'd—din Hüseyin—i Gurı Sul­
tan Sencer ile Badgis'de bir muharebe yaptı. Yetmişbin
süvarisi vardı. Bununla beraber hezimete uğradı. Sultan
Sencer'in eline esir düştü. Sencer onu öldürmekten vaz­
geçti ve "Bu mayası bozuk Gurlu esir edilmeye, eline

- 322 -
ayağına demir vurmaya lâyjk değildir. Bırakın nereye
isterse gitsin nerede olursa olsun" dedi.Nam ve şöhret
almak için onu öldürmedi ve hapse atmadı. O biçare
Sencer'in karagâbmda bir müddet hakaret ve zillet gö­
rerek dolaştı. Nihayet kendisini ahmaklığa ve deliliğe
kaptırdı. Ordu ve pazarda levendlerle düşer kalkardı.
Aşçılar ona yemek verirlerdi. Bir gün Sencer'in atanla­
rından olan Sahib—i divan ve Felekü'd—din Çeterî, me­
liki ordu ve pazarda bu halde görünce acıdı. Atından
indi; gönlünü aldı ve "Bu ne hal?" dedi. O da bu beyiti
okudu:

"Ben kendi halimi sana niçin söyleyeyim. Çünkü bi­


liyorum ki sen söylemeden de biliyorsun, yazmadan da
okuyorsun."

Bundan sonra Felekü'd-din onun bu perişan halini


hususi bir mecliste sultana arzetti. Sultan huzura geti­
rilmesini emretti.Meliki eski bir esvap ve kirli bir külah­
la padişahın huzuruna getirdiler. Padişah: "Farzedelim
perişan bir duruma düştün; hiç olmazsa bu kafam dü­
şün; böyle pis bir takkeyi niçin kafaya giyiyorsun" de­
di. Melik cevaben: "Bu kafa benim olduğu zamanlar
yetmişbin kişi bu kafayı düşünüyor, onunla mukayyet
oluyordu. Şimdi bu kafa şenindir. İstersen pazarda ve
karargâhta asarsın. İstersen Mısır'a satarsın. İstersen
üzerine mükellef bir taç koyarsm. İstersen yün bir kü­
lah giydirirsin. Ona hâkim sensin. Beni bu kafanın sahi­
bi sayma" dedi. Sultan buna acıdı. Malını mülkünü altın
ile aldı ve esaretten hâlâs edilmesini .mülkünün kendi­
sine verilmesini emretti. Melik Muizzü’d—din saltanat­
tan ayrıldıktan sonra kendi mübarek eliyle yetmiş mus-
haf yazdı.
4.MEVLÂNÂ HASAN-I MÜTEKELLİM
(Tanrı derecesini yükseltsin)

Mevlânâ Muzaffer'in şagirtlerindendir. Nişaburlu-


dur. Fazilet sahibi bir adam idi. Melik Gıyasü'd—din
Kert adına, şiir sanatları hakkında çok güzel bir kitap
yazmıştır. Bu gazel onundur:

"Senin yokluğuna sabır ve takatim Iduğunu yahut


gamdan harap gönlümün yalnızlığa sabrettiğini sakın
söyleme. Senin yüzünden uzak olduğum zamanlar ra­
hat ettiğimi, bu yaşayıştan lezzet aldığımı zannetme.
Sen gözümden uzaklaşalı yüzünü görmekten beni mah­
rum ettiğin günden beri gözlerimde nur kalmadığını sa­
kın düşünme. Gamın yüzünden pek takatsiz kaldım.Ben­
de senin aşkının derdiyle kudret ve kuvvet kaldığını
sanma. Bana âşık ve rüsva dedin. Perişanlıktan ve rüs­
valıktan ne dersen bende mevcuttur. Bu hal karşısında
senin sözlerini inkâr etmek olmaz. Bana ayıp ve hüner
ne isnat edersen onların hepsi vardır. Aşk âleminde be­
nim gibi perişan derbeder bir âşık olduğunu kimse söy­
leyemez. Hoten, Çin ve Çiğil'de senin tatlılık güzelli­
ğinde başka bir dilberi kimse göstermez."

Melik Gıyasü'd—din Kert, Melik Muizüddin Hüseyin-


den sonra Herat, Gur, Serahs ve mülhakatında hükümet
sürdü. Nişabur, Tus ve Cam'ı fethetti. Onunla Sebzevar
Serbedarları ve Cankurban emirleri arasında kavgalar
eksik olmazdı. Bunlarda ekseriyetle Melik Gıyasüddin
galip gelirdi. Çok cesur ve pervasız bir adam idi.
Ahali kendisinden şikâyetçi idi. Zulüm ederdi. Bu za­
mana kadar hüküm süren bazı mânâsız kanunlar onun
ortaya koyduğu bid'atlerdendir. Hakikate erişenlerin
kendisiyle öğündüğü, millet ve dinin ziyneti Mevlânâ
Ebu Bekr—i Tâyâbâdî (Tanrı ruhunu kutlasın) onun

-3 2 4 -
zamanında yaşamış idi. Melik bir gün bu şeyhi ziyarete
gelmişti. Mevlânâ ona: "Ey melik—zâde! Sen âlemler
Tanrısının kudret ve kuvveti önünde o kadar hakir bir
mahlûksun ki, tasavvur olunamaz. Bununla beraber
o seni kullarından bir zümrenin başına musallat etti.Ki­
bir etme, adalet ve insafı kendine kılavuz yap.Mazlunı-
larm hakkını ver. Yoksa Tanrı bu mülkü senin elinden
alır, senden daha iyisine verir” dedi. Melik Mevlânâ'mn
huzurunda bundan sonra adalet yolunu tutacağına, zu­
lüm ve bid'atten vazgeçeceğine karar verdi. Fakat son­
ra yine eski haline dönerek zulüm ve tecavüzden el çek­
medi. Bunun üzerine bir cemaat Mevlânâ'ya gelip onun
bu halinden şikâyet etti. Zulmünün haddi aştığını, yü­
reğinde merhametin zerresi bile kalmadığım söyledi.
Mevlânâ da bu rubaiyi yazıp gönderdi.

"Padişahların çıkışlarının bir inişi de vardır. Bu zul­


mü yapma. Her gönülde senden bir şikâyet var. Buna
sebebiyet verme. Bir elma ile bile halka zulmetme. Sen­
den her zulmün hesabı istenir. Bundan sakın."

Melik'e bu da tesir etmedi. Zulümden el çekmedi.


Mevlânâ bir gün bir mecliste: "Biz artık mülkü bu zâ­
lim melikin elinden alıp ondan iyisine bağışladık" de­
di. Çok zaman geçmeden büyük emir yüce Sahip—kı­
ran Timur Gürkân Ceyhun Nehrini geçti. Ordusu He-
rat'a geldi. Kert oğullarının kökünü kazıdı. Hiç şüphe
yok ki Tanrınm erleri, mülk ve melekût âlemine hakim­
dirler. Onların kimya eserli nazarından düşenler talih­
sizdirler. O inayet nazarına mazhar olanların devleti ise
devamlı olur. Felek onlardan yardımmı esirgemez.Tan­
rı, adaleti Nuşirevan'ın adaletini nesh eden, siyreti
zamanın kutuplan ve ileri gelenleri indinde makbul
olan bu Husrev—ı Gazi'yi daima devlet tahtınta oturt­
sun.

-3 2 5 -
Kıt'a:
"Anadan doğma kör dahi olsa onun dünyayı nurlan-
dıran alnında büyüklük alâmetlerinin görür. O, haseb-
te büyük, nesepte emeline nail lmuş bir padişahtır.Sü-
leyman nerede? Gelsin de onun parmağına yüzüğü tak­
sın.”

Kert oğulları devletinin sona ermesi yediyüzseksen-


birde olmuştur.

5.TANRI NIN MAKBULÜ DERVİŞ


NASIR—I BUHARÎ
(Tanrı ona rahmet etsin ve kendisinden razı olsun)

Fazilet sahibi derviş bir adam idi.Derin mânalı şi­


irlerinden gönüllere fakr kokusu gelir. Daima seyahat
ederdi. Derviş hırkası giyer, yün külâh taşırdı ve sır­
tında keten bir cübbe bulunurdu.Bundaıı başka yanma
dünyalık hiçbir şey almazdı. Aşağıdaki beyitler onun
bir kasidesindedir:

"Kanaat mülküne sahip olan dervişin adı derviştir.


Fakat hakikatte âlemin sultanıdır. Eğer felek fırını,
kuşluk vaktinde ekmek yerine sıcak güneşi çıkarsa,
bu bile dervişin sofrası için azdır. Seni günün birinde
hadiseler zehirleyerek öldürecektir. Bu halka şeklinde­
ki felek benekli bir yılandır. İnsan oğlunun hali, dir­
hemden -dirhem (Perişan) olur. Evet dirhem tıpkı der-
’’“m şeklinde yazılır."

Rivayet ederler ki: Derviş Nâsır hacca giderken Bağ-


dad'a geldiği vakit Hâce Selman'ın şöhretini işitmiş ve
onunla görüşmek istemişti. Bahar vaktinde Dicle'nin
sellerden taşkın bir halde aktığı bir günde Hâce Sel-

- 326 -
man'ı etrafında ilim ve irfan sahiplerinden bir topluluk
arasmda Bağdad kalesinin üzerinde oturmuş suyun akı­
şını temaşa ederken gördü. Nâsır, Selman'a selâm ver­
di. Selmân ona kim olduğunu sordu. Derviş Nâsır:"Ben
bir garibim ve şâirim" dedi. Bunun üzerine Hâce Sel­
man, onu imtihan maksadiyle şu mısraı söyledi: "Dicle'
nin bu yıl sarhoşça bir akışı var". Nasır da cevaben
"Ayaklan zincirde dudakları köpük içinde belki divane
olmuştur" dedi. Hâce Selman onun tabiatındaki letafet
ve kudreti takdir etti, âferin dedi. Onu yanma aldı.Adı-
m sordu. Selman, zâten Nâsır’uı şöhretini işitmiş idi.
Bu suretle tanıştılar, bir müddet arkadaşlık ettiler. Nâ-
sır'ın Selman'a büyük bir itikad ve hürmeti vardır. Ken­
disini Selman'm şagirdi sayar. Bu gazel onundur:

"Bizim arzumuz sevgilinin cana can katan sohbeti­


dir, Yoksa şarap içmekten maksad ne sarhoşluk ne de
mahmurluktur. Meyhanenin kıymetini gönlüne ateş dü­
şenler bilir. Yüreği donukların meyhane ile ne işleri
var? Tevhit davası medresede olmaz. Tevhit erlerinin
yeri darağacıdır. Teşbihin ve seccadenin ne faydası var?
Bunlar, ruhun bu takatsiz bineği üstünde birer yüktür.
Nâsır ayrılıktan ağlayıp sızlarsa buna hayret etmemeli­
dir; çünkü o yârinden ve diyarından ayrılıp perişan ol­
muştur."

Bu şiiri de Sultan Üveys'in medhi hakkındadır:

"Ben sana İran'ın mumu mu yoksa Turan'ın ayı mı


diyeyim?Ben seni gönlümün kıblesi olarak mı bileyim?
Yoksa canımın kâbesi mi diyeyim? Halk senin yüzünün
güzelliği ile rahat ve sükûnettedir. Sana Tanrının rah­
meti ve lûtfu mu diyeyim? Akıl gibi çok lüzumlu ve
can gibi gönül parlatıcısın; can ve cihandan daha güzel
ne var, söyle ki sana o adı vereyim. Yüzünden peçeyi

- 327-
kaldırdığın vakit sana cennet derim. İki dudağınla can
bağışlayan sözler söylemeye başladığın vakit sana ha­
yat suyu derim. Sana vefada muhabbetin temeli, safâda
güzelliğin fihristi, keremde lütuf ve ihsan madeni mey­
danın revnak ve güneşi ordunun süsü ve şehsüvar derim.
Mecliste şarap içtiğin vakit seni zamanın Çeşmidi ola­
rak tanırım. Atına binip cevelan etmeye başladığın za­
man Destan'm oğlu derim. Güzeller, güzelük hususunda
hep senin kulun olduğundan sana dilberlerin padişahı
ve güzellerin şahı derim. Dünyayı fetheden yüzünle âle­
min mehdî'sisin. Mucizeler gösteren dudaklarınla sana
zamanın İsa'sısın derim. Her ne kadar Süleyman gibi
devlere, perilere hâkim isen de ben, sana nasıl Süley­
man derim? Sen derece ve rütbe itibariyle yüz Süley­
man'a bedelsin. Beni yanma çağır da sana âşıkları tal­
tif eden bir dilber diyeyim. Benim tarafıma salınarak
gelde sana da salman bir selvi diyeyim. Nâsır'm şiirle­
rini dinle ve sırlarım anla da, ben sana halk arasında
sözden anlayan bir pâdişâh diyeyim."

6.FAZILLARIN MELİKİ
FERYÛMEDLİ YEMİNÜ'D-DİN-İ
TUĞRAYI
(Tanrı ona rahmet etsin)

Onun şerif vücudu faziletler bostanınm bir ağacıdır.


İbn—i Yemin de o ağacın meyvasıdır. Ehl-i dil, iyi
huylu, fazilet sahibi bir adam idi. Aslen Türk'tür. Sul­
tan Muhammed Hudabemde zamamnda Feryûmed ka­
sabasında emlâk ve akar satm alıp orada yerleşmişti.
Emir Mahmut b. Yemîn'in doğduğu yer de burasıdır.
Sultan Ebu Said Han zamanında yıllarca Horasan di­
vanında sahiblik vazifesini gören ve haşmetli bir zat
olan Sahib—i Saıd Hâce Alâüddin Muhammed—i Fer-
yumedî, Emir Yemînüddin'e çok hürmet gösterir ve

- 328 -
onu himaye ederdi. Emir Yemînüddin ile Ibn—i Yemîn
demekle meşhur olan oğlu Mahmud arasında müşaare-
ler olmuştur. Her ikisi de fazilet sahibi ve güzel şiir ya­
zan birer şâir idi. Fazilet sahiplerinin bazıları Emir Ye-
münîddin'i daha üstün tutarlar. Fakat bu doğru değil­
dir.Emir Yemînüddin bu rubaîyi yazıp Emir Malımud'a
göndermiştr:

"Benim bukalemun gibi felekten ve aşağı adamları


koruyan dehrden şikâyetlerim var. Gözlerim sürahinin
kenarı gibi daima yaşlarla gönlüm de bir kadehin içi gi­
bi kanla doludur."

Mahmut babasına şu cevabı vermiştir:

"Bu ayna gibi feleğin cefasından ahlarla dolu bir


gönlüm var ki taşlar onun halini görse kan olur. Felek
gayıb perdesinden neler gösterecek diye her günümü
bin gam ve kederle sona erdiriyorum."

Emir Yemînüddin'in oğlu Emir Mahmud'a Rûm ve


Horasan'dan gönderdiği, oğlunun da ona yazdığı man­
zum ve mensur mektuplar pek meşhurdur. Bunları bu­
rada zikretmeye bu kitabın tahammülü yoktur. Bu kıt'a
İbn—i Yemîn'in babası Emir Yemînüddin'indir.

Kıt’a:
"Ey büyük Tanrı: Yüreklerine senin ilim ve hikmeti­
nin yol bulduğu kimselerin göğüslerinin âteşi, yakınlık
âleminde katettikleri merhalelere vehim kuşunun bile
kanat oynatamadığı yolcularının azıkları ve binekleri,
hiçbir mukaddes nefsin erişemeyeceği senin Kuds, sa­
rayının seraperdesinin ârifleri, zincirlerinin sesleri aşk
ve zevk işareti olan senin zincirli divanelerinin istiğan-
ları, nefs'i nâtıkanm faziletlerinde hayran kaldığı, se­
nin vuslatına henüz erişmiş olan gençlerin yüzü, suyu,

-329
nin vuslatına henüz erişmiş olan gençlerin yüzü, suyu,
hak ve batılların senden anlamadığı elsiz, ayaksız biça­
relerin ah ve fiğanı köşeye çekilmiş münzevilerin şekil
ve şemâillerine bakmaktan gözlerini alamadıkları mâna
güzelleri, senden başka kimsenin yüzlerine bakmadığı
eski püskü giymiş pirlerin göz yaşları, kimsenin, katili­
nin elini görmediği yüreksiz ve elsiz aşk şehitlerinin ka­
nı delilleri din yüreklerine bir misal olan misalsiz Al'i
Abân ve kemale ermiş nefislerine senden başka kimse­
nin yol bulamadığı temiz âlemine ulaşmışların yakınlı­
ğı hakkı içün bu kadar nimetleriyle beraber bize cehen­
nem olan bu unsur âleminden bizi kurtar. Onlara ulaş­
tır, ey büyük Tanrı, sana beni onların arasına kat demi­
yorum. Fakat bu vücut gemisi, hâdise dalgalariyle par­
çalandığı vakit bizim can tahtasını onların denizlerinin
kenarına ulaştır."

Emir Yemîııüddin'in ölümü yediyüzyirmidörttedir.


Feryûmed kasabasında medfundur. Evlâd ve ahfadı hâ­
la o kasabada oturur. Muhterem ve mükerrem vezir Hâ­
ce Alâiiddin Muhammet öteden beri ailese Horasan'ın
ileri gelenlerindendir. Sultan Ebu Said Han zamanında
müstakil bir vezir idi. Horasan işleri yıllarca onun elin
de idi. Feryûmed kasabasında pek büyük bir mamure
olan şehristanı bina etmiştir. Ayrıca, İmam Rıza'nın
Meşhedinde köşkler, minareler, binalar yaptırmıştır.
Sultan Ebu Said'in ölümünden sonra Horasan işlerine
eline almak istemiş, bu maksatla fakat Serbedarlar
ayaklanmışlar ve yediyüzotuzyedide onu bozguna uğ­
ratmışlardır. Kaçmak istemişse de Serbedarların asker­
leri onu Esterâbâd dağları civarında yakalayıp öldür­
müşlerdir.

- 330 -
7.FAZILLARIN EM IRİİBN -Î YEMİN
DİNLEMEKLE MEŞHUR EMİR MAHMUD
(Tanrı ona rahmet etsin)
O, Mahmud b. Yemînü'd—din elFeryûmedî'dir.

Beyit:
"Böyle babadan böyle evlât dünyaya gelir. Cevheri
böyle olanın arazı da böyle olur."

Emir Mahmud hakikaten zamanın fazıllarından idi.


Ahlâk cihetinden, olgun bir kişi idi. Ahlâk cihetinden,
olgun bir kişi idi.Tabiatı zarif ve sözü gönül çekicidir.
Çiftçilikle ekmeğini kazanır, ondan fakirlere ziyafet
çekerdi. Büyükler kendisine çok hürmet ederlerdi.Hâlâ
Turan ve İran'da şiirlerini okurlar. Hususiyle onun mu-
kattaâtı meşhurdur. Sultan, hâkim vezir ve fâzılların
meclisinde onu okurlar ve çok kıymet verirler. Biz bu­
rada bir kıt'asiyle iki rubaisini yazmakla iktifa edelim.

Kıt'a:
"Ey gönül biliyor musun ki bir gün feııâ rüzgârı bir
kahramanın muharebe meydanında toz kaldırdığı gibi,
birdenbire senin vücudunun tozunu havaya savuracak-
tır. Hızlan buludundan kahr zemherıri yağmaya başla­
dığı vakit kimin taat hırkası varsa o soğuğun şiddetin­
den canını kurtarır. Musibetten şikâyet etme. Çünkü
bu tıpkı kuzuyu kurt kaptığı zaman kürdün çırpınma­
sına, bağırıp çağırmasına benzer, ihtiyar elinde iken
fırsatı fevt eden o nankör, mert, nâmerd olarak bu dün­
yadan göçüp gitti. Ey saki, zamanın vefasızlığına bir
çare yoktur. Şarabı ver de şu derdi giderelim.Ey İbn—i
Yemin! Bu merhametsiz, şefkatsiz dehrin lâfmı etme.O
ne kadar çok emirlerin ve önderlerin kemiklerini hur­
dahaş edip yemiştir.”

-331 -
Bu rubai de onundur:
"Eğer Tanrı'nm senin hakkında hayırlı bir iş yapma­
sını ve bütün meleklerin yüzünü sana çevirmesini ister­
sen onun rızası olmıyan işi yapma veyahut her yaptığı­
na razı olur."

Emir Mahmut, Serbedâran hanedanının öğücüsü idi.


Yediyüzkırkbeşde can emanetini kaza ve kader memur­
larına bıraktı. Ölümünde şu rubaiyi söylemiştir:

Rubâî:
"Sen İbni Yemîn'in yüreğinin kan olduğuna bakma.
Bu fâni cihandan nasıl ayrıldı ona bak. Mushaf elinde
yüzü yola çevrilmiş, gözü de dostunun yüzüne dikilmiş
bir halde ecel peyki ile gülerek bu dünyadan çıkıp git­
ti.”

Bu da insanın varlığının mertebeleri hakkında bir


kıt'adır:
"Ben yokluk sahrasından çıkıp, varlık sahrasına ça­
dırı kurdum. Cemadlıktan nebatlığa sefer ettim. Bun­
dan sonra nefsin hareketi beni hayvanlığa götürdü. Bu­
na ulaştıktan sonra oradan da geçtim. Bundan sonra in­
sanın göğüs sedefine saffet ile varlık damlasını bir inci
yaptım. Meleklerle Kudüs mabedini gezip dolaştım.Et-
rafa güzel bir nazar edip geçtim. Bundan sonra da Tan­
rı'nın tarafına doğru yol aldım ve İbn—i Yemin gibi
hep o oldum. Herşeyi bırakıp geçtim."

Onun mezarı Feryûmed'te babasının türbesindedir.


Tanrı her ikisine de rahmet etsin.
Müverrihler Serbedarlann ahvali hakkında inceleme­
ler yapmamışlar ve tarih yazan fazıllar onlar hakkında
birşey yazmamışlardır. Bunun için bu kitapta onların

- 33 2 -
tarihi hakkında bilgi vermemiz gerekti. Serbedârlar, şe­
ci, mert ve haşmet sahibi kimselerdir. Sultan Ebu Said
Hamn ölümünden sonra Horasan memleketlerinde elli
yıla yakın hükümet sürmüşlerdir. Onların ahvali müver­
rihler tarafından kaydedilmediğinden bizim burada
mufassal malûmat vermemiz faydasız değildir. Serbe-
darlar kim rrdir? Bunlara niçin bu isim verilmiştir?Ara­
larından kaç kişi hüküm sürmüştür? Bunu bilmek lâ­
zımdır. Hüküm sürenlerin isimleri sırasiyle aşağıda ya­
zılmıştır:
Abdurrezzak, bunun kardeşi Vecîhü'd—din Fazlul-
lah, Hâce Ali Şemsü'd—din, Yahya—Kerâbı, Zahir—i
Kerrabı, Haydar—i Kassab—Çeşmı, Haşan—ı Demeganı
Ali Müeyyed.
Serbedarlardan ilk hükümdarı Abdürrezzak'tır. Bu
Şah—ı Güveyn'in hizmetkârlarından Fazlullah Baştı'
nin oğludur. Baştın Sebzvar köylerinden bir köydür.
Hâce Fazlullah, haşmet sahibi büyük bir adamdı. Bey-
hak'da bunun gibi emlâk ve akar sahibi kimse yok idi.
Üç oğul vardı. En büyüğü Abdürrezzak ve ortancası
Vecihü'd—din Mes' ıd ve en küçüğü Şemsü'd—din idi.
Abdurrezzak cesur, mert, boylu boslu, güzel sözlü bir
adam idi. Sebzvar’ an Sultan Ebu Said Hanın sarayına
girmek için Azarbeycan'a gitti. Han, bunda aradığı,
şecaat ve mertlik eserlerini görünce terbiyesi altına al­
dı ve ona yasavul yaptı. Bir müddet bu işle meşgul ol­
du. Han bir gün onu mal tahsili için Kirman'a gön­
derdi. Tahsil ettiği malların hepsini yiyip sarfetti.Son-
ra ne yapacağını şaşırdı. Babasından kalan malları sa­
tıp bu suretle hükümete olan borcunu ödemek için
kaçtı, vatanına gitti: O arada Ebu Said Hanın ölüm ha­
beri duyuldu. Bunun üzerine sevindi ve gizlice Baştın
Köyüne giderek akrabasını buldu. Duyduğu bu haberi
onlara söyledi. Akrabası, Hâce Alâü'd—din'in kız kar­
deşi oğlunun Feryûmed'e geldiğim, birkaç günden beri

-333 -
zulüm ve tecavüzde bulunduğunu, kendilerinden, şarap
ve güzel istediğini söylediler,şikâyette bulundular.
Addu'r—rezzak: "Dünya alt-iist oldu. Artık böyle bir
zamanda bu köylü çocuğunun zulüm ve tecavüzünü ni­
çin çekelim? Bu bize ayıptır" dedi. Ve aynı gecede
bunlar vezir Aiâüddin Muhammed'in kız kardeşi oğlu
üzerine yürüdüler ve yakalayıp öldürdüler. Sabahleyin
Baştîn köyü dışında bir dar ağacı kurdular; sarık ve
takkelerim asıp, ok ve taş attılar ve Serbedar adım al­
dılar. Burada yediyüz kişi Abdurrazzak'a ahd ve bi'at
eyledi. Bu haber Hâce Alâü'd—din, Muhammed'e ula­
şınca bunlara karşı Hâce Cemâlü'd—din Muhammed'i
bin kadar silâhlı süvari ile gönderdi. İki taraf Mugîse
köyünün dışında savaşa -tutuştu. Neticede Hâce Alâü'
d—din'in askerleri bozguna uğradı. Abdurrezzak Mes'
ud'a: "Şimdi hemen yürüyüp Alâü'd—din Muhammed'
in işini görmek lâzundır" dedi. Bunun üzerine derhal
bozgun askerin peşine düşerek Feryûmed'e kadar kova­
ladılar. Hâce Alâü’d—din Muhammed bunu haber alın­
ca kaçarak üçyüz savaş eriyle Esterâbâd'a gitti. Serbe-
darlar da bunun arkasına düşerek Kuiısar—ı Kebud—
Câme sınırlarında Dilâbâd köyünde yakalayıp şehid et­
tiler. Bu vak'a yediyüzotuzyedide oldu. Sonra bunlar
Hâce Alâü'd—din'in mallarım, hâzinelerini yağmaladı­
lar ve kalkıp Başltn'e döndüler. Derhal Sebzvar üzerine
yürüyerek şehri ellerine geçirdiler. O sıralarda uğurlu
talihlerinin eseri olarak ve güzel bir tesadüfle Emir Ab­
dullah Mevlâî, Hâce Alâü'd—din'in kızını istemiş ve
Türşiz'den Feryûmed'e kırk deve kumaş, altın ve ibri­
şim göndermişti. Bu kafile çöl yolunda Beyhak mülha­
katından Duniye köyüne gelmişti. Bunu Abdurrazzak
işitince hemen kardeşi Mes'ud'u göndermiş ve kervan­
daki malların hepsini eline geçirmişti. İşte Serbedarlar
bu suretle servet ve kuvvet peyda ettiler. Bundan başka
Sultan Ebusaid Hanın ve Hâce Alâüddin'in Radgân ot­

- 334 -
lağında ve Sultan meydanuıda üçbin kadar atı vardı.
Abdü'r-rezzak bizzat gitti; bunları da alarak Sebzvar'a
getirdi, tkibin kadar piyade askerini süvari yaptı. Adına
hutbe okuttu.Bir vıl ve iki ay hüküm sürdü .Güvey n, ts-
ferayin, C'acürm, Biyar ve Hocend’i fethetti. Fakat ken­
disi çok fasik, ahlâksız ve halkı incitici idi. Yediyüz-
otuzsekiz yılının Safer ayında kardeşi hoca Vecihü'd—
din Mes'ud'un eliyle öldürüldü. Öldürülmesinin sebebi
şu idi: Abdü'r—razzak hükümet sahibi olduktan sonra
Hâce Abdü'I—hak b. Hâce Alâü'd—din Hinduy'nin ka­
rısına haber göndererek izdivacına talip oldu. Kadın
onun karısı olmaktan utanarak: "Ben kocamın ölümün­
den sonra kimse ile evlenmemeye ahdettim'' diye cevap
gönderdi. Abdü'r—razzak bu sözü işitince tekrar birisini
göndererek bu iş gönül rızasiyle olmazsa cebren olacağı­
nı bildirdi. Kadın rezil rüsvay olmaktan korkarak hazır­
lık için emirin kendisine on gün kadar mühlet vermesini
rica etti. Ondan sonra her ne isterse yapmak elinde ol­
duğunu bildirdi. Diğer taraftan bir hafta sonra gecele­
yin Sebzvar kalesinden kaçarak o zaman Nişabur ve
Tus Padişahı olan Ergun Şah Can Kurbaııî'nin yanma
gitmek için Nişabur yolunu tuttu. Abdurrazzak karde­
şi Hâce Mes'ud'u kadının arkasından göndererek hem
onu ve hem de akrabasını yoldan çevirmek istedi.Mes'
ud Senkli’d ribatmda kadma ulaştı. Kadın ağlayıp sız­
layarak: Ey Hâce, sen kardeşinin fasîk facir bir adam
olduğunu biliyorsun, ben biçare bir kadınım. Tanrı rı­
zası için benim rezil ve rüsvay olmama sebep olma" di­
ye yalvardı. Hâce Mes'ud çok mütedeyyin ve Tanrıdan
korkan bir adam idi. Hatun'a: "Tanrı selâmet versin,
yoluna git. Benim se:ıinle işim yok" diyerek kadını bı­
raktıktan sonra dönüp kardeşinin yanma geldi. Abdü'r-
rezzak "Kadım getirdin mi?" diye sorunca Mes'ud:
"Hayır,ona yetişemedim"dedi.Bunun üzerine Abdü'r-
rezzak kardeşine fena sözler söyledi; "Sen mert değil­

- 335 -
sin" dedi. Mes'ud da: "Sana emîr ve müslüman demek
caiz değildir. Çünkü bütün işlerin fesad üzerine kurul­
muştur" cevabım verdi. Abdü'r—rezzak kızarak karde­
şine vurmak istedi. Mes'ud da kılıcını çekerek üzerine
yürüdü. Bunun üzerine Abdü'r—rezzak kendisini kule­
nin penceresinden aşağı atınca boynu kırıldı. Mes'ud
da onun yerine hükümet tahtına oturdu. Horasan ahali­
si ve büyükleri Mes'ud'un hareketini beğendiler. Bu
vak'a yediyüzotuzsekiz olmuştur.

ABDÜ'R—REZZAK'IN KARDEŞİ HÂCE


VECİHÜ'D—DİN MES'UD'UN TAHTA OTURMASI

O, çok güzel huylu, şecî, devlet sahibi idi. Derecesi


pek yüce idi. Nişabur ve Câm'ı fethetti. Ergun Şah
Can—Kurbanı kendisine mağlûb oldu. Yediyüz Türk
kölesi vardı. Onikibin süvariye ulûfe verirdi. Ikibin as­
kerle bir günde Can—Kurbanînin yetmişbin askerini
Nişabur'da yendi. Post—fıruşan köyünde Emîr Mu­
hammed Türkmanî'nin kumandasında bulunan seksen-
bin süvari ve piyadeyi de sabahleyin bozguna uğrattı.
Bakışan köyünde de Kara Bukay -î Can—Kurbanî'nin
emrinde yirmibin askeri öğle vakti ! ozdu ve aym günde
ikindi vakti Ergun Şah'm otuzbir ıskerini de Erdoğuş
sahrasında tutuştuğu savaşta mxglûb etti. Hazret—i
Adem zamanında şimdiye kadar böyle bir başarı hiçbir
kimseye nasip olmamış ve müverrihlerce tarihlerde kay­
dedilmemiştir. Hâce Mes'ud ömrünün son zamanların­
da şeyhlerin şeyhi Haşan—ı Cevrî'ye (Tanrı ruhunu tak­
dis etsin) müridi oldu. Bu şeyhin uygun görmesi üzerine
Toğa Timur Han üzerine yürüdü. Etrek Irmağı kenarın­
da savaşa tutuştular. Hamn askeri yetmişbin ve kendi
askeri onikibin olduğu halde galip geldi. Yine şeyh ile
beraber Melik Hüseyn—i Kert üzerine yürüdü. Zâve vi­
lâyetinde savaşa tutuştular. Hâce Pvles'ud onu da mağ-

- 336 -
lûb etti. Fakat Hâce Mes'ud bir adama, Şeyh Hasan'a
vurmasını emretti. Şeyh bu darbenin tesiriyle öldü.
Bundan sonra talih Melik Hüseyin'e yardım etmeye
başladı. Adamları toplandılar. Hâce Mes'ud'u hezimete
uğrattılar. Hâce Mes'ud mağlûp olarak Sebzvar'a geldi.
Bu hâdise 743 yılında oldu. Horasan memleketlerinin
birçoğu Hâce Mes'ud'un elinde bulunduğundan Firuz-
kuh ve Rüstemdar'a yürüdü ve bu bölgeyi eline geçirdi.
Yalnız buradan dönerken Rüstemdar meliki, Hâce Mes'
ud'u birtakım dar yerlerden, dağ ve ormanlardan geçir­
di. Kendisine isyan ederek ansızın baskın yaptı; karala­
ra bürünmüş olan askerleri etrafını alarak onu ve asker­
lerinin birçoğunu burada öldürdüler. Bu vak'a yediyüz-
kırkbeş yılının Rebiü'levvel ayının sonunda oldu.Hâce
Mes'ud'un hükümet müddeti yedi yıl dört aydır .Memle­
ketinin hududu Câm'dan Damgan'a ve Nabuşan'dan
Turşiz'e kadar uzamıştı.Serbedarlardan bundan sonra
hüküm sürenler onun nöker ve nâibleridir. Serbedarla-
rın sahib—i kiram bu Hâce Mes'ud'dur. Bundan sonra
kölesi Aka Muhammed Timur, iki yıl iki ay hükümet
sürdü; yediyüzkırkyedide Hâce Şemsüddin Ali ve diğer
serbedâr askeri tarafından öldürüldü. Ondan sonra yine
Hâce Mes'ud'un kölelerinden Gülvâ Isfendiyar hükü­
metin başına geçti. Bir yıl bir ay hüküm sürdü. Aşağı ve
bayağı bir adam olduğundan, hükümet kendisinden bir
ziynet bulamadı, askerleri Hâce Şemsü'd—din'in teşvi­
kiyle isyan ettiler. Yediyüzkırsekiz yılı Cemaziyelâhiri-
nin ondördünde kendisini öldürdüler. Bundan snra Mir­
za dedikleri Hâce Mes'ud'un oğlu Hâce Lutfullah'ı sal­
tanat tahtına geçirmek istediler. Hâce Şemsüddin bunu
uygun görmedi: "Bu çocuktur. Saltanat âdetlerini ve
usullerini bilmez" dedi. Hükümet idare edecek bir hale
gelinceye kadar amcası olan Hâce Şemsü'd—din Fazlul-
lah'ı naip olarak tayin ettiler. O, yedi ay kadar niyabe-
ten hüküm sürdükten sonra: "Ben bu işe lâyık değilim"
diyerek istifa etti. Çünkü avam kıyafetli bir adam idi.
Hâzineden 4 yük ibrişim aldı ve saltanat kavgalarından
güç belâ canını kurtardı ve memleketi Hâce Ali Şem-
sü'd—din'e bıraktı. Bu vak'a yediyüzkırkdokuz yılında
oldu.

HÂCE ALI ŞEMSÜ'D—DİN—I ÇEŞMENİN


TAHTA OTURMASI

Bu zat çok âlim ve mert idi. Serbedarlann ilerleme­


lerine, gelişmelerine çalıştı. Zamanın büyük sultanı Tu­
ğa Timur Han ile barış yaptı. Bu barışın şartlarından
biri de Hâce Mes'ud'un elinde bulunan vilâyetlerin
kendi eline geçmesi idi. Onsekizbin kişiye maaş bağla­
dı. Ahaliyi refaha kavuşturdu. Sebzvâr san'atkârları ile
ortak oldu.
Bağladığı maaşlar için berat yazmazdı.Kendi mecli­
sinde, eliyle sayar ve verirdi. Sârî seyyidleri ve hakimle­
rin nesillerinin kendisine ulaştığı Seyyid Kıvamüddin’in
emir Seyyid îzzüddin—i Sugendi,onun zamanında Hase-
niyye dervişlerinin başı idi. Ondan korkar ve çekinirdi.
Oğlu Emir Kıvâmü'd—din'i alarak Mazenderan tarafına
gitti. Yolda Tanrının rahmetine kavuştu. Emir Kıvâmü'
d—din babasının yolunu tutarak taat ve ibadetle meş­
gul oldu. Sâri ve Mazenderan ahalisi onun müridi oldu­
lar. Bu ülkelerin saltanatı, zamanımıza kadar onun ev-
lâd ve torunlarının elinde kalmıştır. Hâce Ali, fısık er­
babına Sebzvâr da fesad kapılarını kapadı. Beşyüz fa-
hişeyi diri diri kuyuya attı. Siyaseti o derece şiddetli
idi ki eşraftan ve ordu mensuplarından birini istese, va-
siyetnâmesini yazar öylece huzura çıkardı. Sebzvar'da
öyle sağlam bir anbar yaptı ki develer yükiyle onun da­
mına çıkabilirdi. Ayrıca Sebzvâr Ulu—Cami'ini de yap­
tırdı. Ortasına bir havuz inşa ettirdi. Bazıları onun nes­
lini Hacca b. Yusuf—ı Sakafı'ye ulaştırırlar. Ceybehâ-

- 338 -
nesinde günde beş mükemmel ceybe yapılırdı. Horasan
memleketlerinin ekserisinde beş yıldan biraz az müsta-
kilen hükümet sürdü. Çok küfürbaz ve dili bozuk bir
adam olduğundan memleketin ileri gelenleri kendisin­
den nefret ederlerdi. Haydar—ı Kassab onu Sebzvâr ka­
lesinde yediyüzellialtı yılında öldürdü. Ellialtı yıl yaşa­
mıştır.

EMİR YAH YA-Î KERRAFÎ'NİN TAHTA


OTURMASI

Kerrab Beyhak köylerindendir. Hâce Yahya, Jlâce


Mes'ud'un uşağı ve yakın adamlarından idi. Büyük bir
adamın oğlu idi. Hâce Ali Şemsü'd—din'den sonra hü­
kümetin başına geçti. Ordunun kumandanlığım pehli­
van Haydar—ı Kassab'a verdi. Vilâyetlerde serbedarları
çoğalttı. Tûs'u Cam Kurbam ve Emir Ali Ramazan'm
elinden aldı. Cariî—Kurbariî'nin Tûs'da yaptığı tahriba­
tı telâfi etti. Tûs ve meşhur vilâyetlerinin kanallarını
tamir edip yoluna koydu. Şeyh Haşan'ın dervişlerine
hürmet etti. Onun zamanında Semerkand'da bulunan
Gazan Han'ın ordusu Beyhak sınırlarına kadar gelmiş­
ti. Emtr Yahya bunlara karşı çıkıp savaşa girişmek is­
tedi. Fakat bu ordu savaşa girmekten çekindi. Bunun
üzerine barış yapmak istediler. Emîr Yahya saltanatı­
nın başlangıcında Toğa Timur Han ile barış yaptı.Fa-
kat sonra Esterâbâd'da Sultan—Düveyn'de Toğa Ti­
mur üzerine yürüdü ve büyük bir toyda onu şelıid et­
ti. Bunun tafsilâtı evvelce zikredildi. Emîr Yahya—i
Kerrabı yediyüzellidokuz yılında, kayınbiraderi Alâü’
d—devle'nin teşvikiyle kendi yakın adamlarından biri
vasıtasiyle öldürüldü. Dört yıl sekiz ay Damegan'dan
Câm'a kadar olan ülkelere hâkim oldu; yirmiikibin as­
keri vardı. Namazında, niyazında, Kur'an elinden düş­
meyen bir adam idi. Fakat pervasız bir kan dökücü

- 339-
idi. Bazen delirirdi. Ondan sonra Pehlivan Haydar—ı
Kassab ve Serbedarların ileri gelenleri Emîr Yahya'nın
kardeşi Emîr Zahîrü'd—din—i Kerrabı'yi hükümetin
başına getirdiler.

EMÎR ZAHÎRÜDDİN KERRABÎ'NİN


TAHTA OTURMASI

Fakir ve derviş meşrepli, kimseyi incitmeyen bir zat


idi. Bir yıl emirlik ve hâkimlik etti. Bu müddeti zevk'u
sefa ve tavla oynamakla geçirdi. Zamanında Serbedarla-
rın kudret ve kuvveti azaldı. Pehlivan Haydar kendisi-
ne:"Halkın senden ümidi yok" dediği vakit o da ceva­
ben: "Ben zaten bu işi beceremeyeceğimi size söylemiş
idim. Fakat sizin ısrar ve icbarınız üzerine kabul ettim.
Şimdi beni Tanrı rızası için bırakınız. Ben de kalp hu-
zuriyle taat ve ibadetle meşgul olayım" dedi. Ve kendi­
liğinden emirlikten çekildi. Çoluğunu çocuğunu alıp
Sebzvar'da Sefıd—vend kalesinden Kerrab köyüne git­
ti. Emirlikten istifası yediyüzaltmış yılının Recep ayı­
nın onüçünde olmuştur.

Rubaî:
"Kapısını bir takım cahillerle kapayıp bir köşeye
çekilen insanlar ne kadar rahattır. Bunlar kâğıdı yır­
tıp kalemi kırmışlardır. Bir takım dedi—kodu yapan
kimselerin elinden ve dilinden kurtulmuşlardır."

PEHLİVAN HAYDAR-I KASSAB İN


TAHTA OTURMASI

Bu Çeşm köyündendir. Hâce Ali Şemsüddin'den


sonra Serbedarlar arasında ehemmiyet kazandı. Güçlü,
kuvvetli ve mürüvvet sahibi bir adam idi. Sofrası her­
kese açıktı. Bir yıl bir ay hüküm sürdü. Esferâyîn'de

- 340 -
Nesrullah Baştım buna karşı isyan etti. Bunun üzerine
beşbin askerle gelerek Esferâyîn kalesini bir ay muha­
sara etti. Sonra, bir gün Serbedarların ileri gelenlerin­
den ve Hâce Mes'ud zamanında parmakla gösterilen ku­
mandam pehlivan Haşan—ı Demegani, Muhammed b.
Hentabadi ve Kutluk Boğa ile birleşti. Hepsi, Haydar'ı
ayak yolunda yaralayıp şehid ettiler. Şehrin kale kapısı
dışında kafasını kestiler.Bunun üzerine Pehlivan Nasrul'
lah—ı Baştînî'yi çağırdılar.Hâce Mes'ud'un oğlu Hâce
Lûtfullah da Esferâyîn kalesinde idi. Pehlivan Haşan—ı
Demegartî onun atabeki idiler. Bu Emir—zâde Lûtfu'l-
lah adına nakkare çaldırdılar. Pehlivan Haydar'ın kafa­
sını Sebzvar'a gönderdiler. Bu olay yediyüzaltmışbir yı­
lının Rebiülâhır ayında oldu.

EMlR-ZÂDE LÛTFU LLAH B.HÂCE


MES'UD'UN TAHTA OTURMASI

Pehlivan Haydar Esferâyîn kalesinin kapısında öldü­


rüldükten sonra Serbedarların ileri gelenlerinden ve
emirlerinden olan Pehlivan Haşan—ı Demeganî ve Hâce
Nasru'llah—ı Baştîııî bu Emir—zâde Lûtfu'llah'ı hükü­
met tahtına oturttular. Sebzvâr ahalisi buna pek sevin­
diler. Hepsi şehrin dışına çıkarak alayla karşıladılar.
Akıp giden su tekrar saltanat ırmağına geldi. Birçok
şenlikler yapıldı, saçılar saçıldı. Aradan bir yıl ve üç ay
geçtikten sonra onunla Pehlivan Haşan—ı Demeganî
arasında Sebzvâr güreşçileri hakkında bir münâkaşa
çıktı. Bu münâkaşa esnasında Emir—zâde Lutfu'llah,
Pehlivan Hasan'a sövüp saydı. Bu yüzden Pehlivan Ha­
şan kendisine kin bağladı.Bir gece Sebzvar'a gelerek
onu yakaladıktan sonra kendi adına nakkare çaldırdı.
Destcurdan kalesine gönderdiği Emir—zâde Lûtfu'llah'ı
yediyüzaltmışiki yılında öldürttü.

-3 4 1 -
PEHLİVAN HAŞAN—I DEMEGÂNÎ

Çok cesur, mert bir adamdı. Fakat görüş ve hareket­


lerinde hataya düşerdi. Derviş Aziz—i Mecdî üe arala­
rında gerginlik hasıl oldu. Bu yüzden bir ordu ile Meş-
iıed—i Mukaddes üzerine yürüdü. Derviş Aziz'i orada
da ibadetle meşgul iken yakalayıp: "Sen taat ve ibadet­
le meşgul bir adamsın. Ben seni öldürmek istemem.
Tanrıdan korkarım. Hepsinden iyisi, çık bu memleket­
ten git" dedi. Derviş onun bu teklifini kabul etti. Peh­
livan Haşan—Demegânî ona iki yük ibrişim vererek
memleketten dışarı attı. Derviş Aziz de oradan İsfahan'
a çekip gitti. Haşan—ı Demegânî zamanında Emîr Velî,
Esterâbâd'da istiklâlini ilân etmişti. Bununla Haşan—
Demegânî arasında gerginlik çıktı. Pehlivan altıbin çift
atlı süvari ile Esterâbâd üzerine yürüdü. Emîr Velî ye-
diyüz süvarisiyle Haşan—ı Demegânî'yi bozguna uğrattı.
Bu sırada Hâce Ali Müeyyed Kaymbabası Emîr Nasrul-
lah—ı Kuhistariî'yi Damegân'da yakaladı. Pehlivan Ha­
şan 'm memleketinden çıkardığı Derviş Aziz'i İsfahan'
dan getirtti. Hâce Nasrullah'ı Kabe'ye gönderdi ve fır­
sattan istifade ile Derviş Aziz ile elbirliği yaparak salta­
natını ilân etti. Emîr Velî ile yapılan savaşta Hasan'ın
ordusundan kaçan ve Hâce Ali Müeyyed'in şöhretin­
den dolayı Damegân'a giden askerler onu Sebzvâr'a ça­
ğırdılar. Bunun üzerine Derviş Aziz ile elbirliği yapıp
ikibin askerle Sebzvâr'a gitti. Yolda gündüzleri çukur­
lara girdiler ve geceleri yollarına devam ettiler. Pehlivan
Haşan—ı Damegânî, Esterâbâd bozgunundan sonra Şı-
kan kalesinin fethiyle meşgul oldu. Hâce Ali Müeyyed
sabahleyin kale kapısı açıldığı sırada Sebzvâr'a girdi.
Ahali Pehlivan Hasan'ın geldiğini zannetti ve: "Hoca
Hasan'ın devlet güneşi yükselsin" diye bağırdı. Baba
Şems'i Miskîn: "Haşan Ali'ye tebdil oldu" dedi. Sonra
gelenin Hâce Ali Müeyyed olduğu anlaşıldı. Hâce keıı-

- 342 -
di adına nakkare çaldırdı ve Pehlivan Hasan'ın veziri
olan Hâce Yunus—ı Simnâm'yi astı Emirzâde Lûtfu'
llah’ın matemini tuttu ve bütün Serbedarlara: "Bu nan­
kör kötü asıllı ve nesilli Dameganlı ile ne duruyorsu­
nuz? Ona bağlılıktan utanmıyor musunuz? İşte hazine
burada, bunu aramızda paylaşalım. Eğer vaktinde yeti­
şemezseniz geç kalırsınız. Eli boş dönersiniz. Fakat
Haşan Demeganî'nin kafasını da beraber getirin. Getir­
mezseniz bu tarafa gelmeyin. Yoksa çoluk çocuğunu­
zun hayatı tehlikededir" diye mektub gönderdi. Hâce
Ali Müeyyed’in mektubu Serbedarlara geldiği vakit
Pehlivan Haşan Şıkan’da idi. Onunla çarpışarak yaka­
ladılar. Haşan artık işinin tamam olduğunu anladı.Ağ-
layıp sızlamaya başladı: "Beni diri olarak derviş Aziz'in
yanma götürün. Ona iyilik etmişim" diye yalvardıysa
da dinlemediler. Fahrüddin Galtariî'ye onu öldürmesi
için emir verdiler. O da tutup kafasını kesti Sebzvar'a
götürdüler. Bu yediyüzaltınışaltı yılında oldu. Pehlivan'
m hükümeti dört yıl dört aydır. Onun zamanında Tûs,
Serbedarların elinden çıktı.

HÂCE NECMÜ'D—DİN ALİ MÜEYYED’İN


TAHTA OTURMASI

Ehl—i dil saadete ermiş, asaletli bir adam idi. Hâce


Mes'ud zamanında Serbedarlar arasmda şöhret kazan­
mıştı. Onun reyi alınmadan hiçbir şey yapılmazdı.
Haşan Demegânî'den sonra 766 yılında istiklâl ile hü­
kümet tahtına oturdu. İşleri yoluna koydu, kendisini
ahaliye sevdirdi. Adına hutbe okundu ve sikke bastırıl­
dı. Onun zamanında ahali refaha kavuştu. Ahaliden on­
da üç mal alırdı. Bundan başka hiçbir şeye dokunmaz­
dı. Kethüdalık onun zamanında başlamıştır. Kendisi
daima alelâde elbise giyerdi. Sofrasında avamdan havas­
tan herkes bulunurdu. Her yıl döşenmiş dayanmış evi­

- 343 -
nin eşyasını fakirlere, muhtaçlara yağma ettirirdi. Ge­
celeri mahallelerde dul kadınlara para ve yemek dağı­
tırdı. İlk yaptığı iş Derviş Aziz'i öldürtmek oldu. Şeyh
Hasan'ın dervişlerinin aleyhinde idi. Şeyh Haşan ve
Şeyh Halife'nin mezarmı pazarın ayak yolu yaptı. Ser-
bedar memleketlerin syısmı arttırdı. Turşiz Kuhistan,
Tebes ve Gileki'yi zaptedip bunlara kattı. Damegan'da
Serahas'a kadar uzanan topraklar onun idaresinde idi.
Emir Timur Gürkân ile birlik ve dostluk yapıp, Timur'a
çok muhabbet ve dostluk gösterdi. Emîr Velî ile arala­
rında pek çok savaşlar yapıldı. Aralarındaki düşmanlık
haddi aştı. Emîr VelîSebzvâr'ı muhasara etti. Hâce Ali
Müeyyed yardım istemek için Tatu adındaki adammı
Semerkand'a Emir Timur'un yanına gönderdi. Dört ay
sonra Emir Timur Horasan'a ordu ile geldi. Hâce Ali
Müeyyed, Serahs'a kadar emîri karşılamaya çıktı.Emî-
rin iltifatlarına mazhar oldu. Onun bu karşılamasiyle
sadakati sabit oldu. Timur, Horasan memleketlerini
kendisine bıraktı. O, bundan sonra Timur'un maiyyeti-
ne girdi. Hâce Ali Müeyyed'in ahvali uzundur. Hepsini
bu tezkirede zikretmek mümkün değildir.
Hikâye ederler ki Emir Timur, Ah Müyyed'e çok il­
tifat ederdi. Ve hiçbir zaman onun sohbetinden mah­
rum olmak istemezdi. Çok defa mübârek diliyle: "Ben
ömrümde Ali Müeyyed gibi metanetli ve doğru hiçbir
adam görmedim” buyurmuştu. Emir, Horasan saltana­
tını ona vermek istedi fakat bir türlü bunu kabul etme­
di. Daima: "Ben ömrümün sonuna kadar sizin ayakları­
nızın dibinde ömrümü geçirmek isterim" derdi.Kız kar­
deşlerinin çocukları ve akrabasiyle yediyıl Emir Timur'
a mülâzım ve müsahiplik etti. Hâce Ali Nesa'darı Tun
ve Kayin'e; Câm sınırlarından Damegân'a kadar uzanan
topraklarda onsekiz yıl hüküm sürmüştür. Öldüğü vakit
yetmişüç yaşında idi. Emir Timur'un musahibi iken ye-
diyüz seksensekiz yılında Huzistan mülhakatından Hu-

- 344 -
veyze vilâyetinde şehadet mertebesine erdi. Cesedini
Sebzvâr'a götürdüler. Şeyh Hasan'm dervişlerinin bir-
şey yapmalarından korktukları için gizlice toprağa
gömdüler. Bazılan İmam—zâde Husrevcürd künbedi
altında, bazıları da Sebzvâr çarşısında İmam Haşan—ı
Mahruy'un ayak ucunda gömülü olduğunu söylerler.
Bir aziz onun vefat tarihi için şu beyti söylemiştir:

"Muhammed'in dalına bir nokta soyarsan din'in yıl­


dızı Hâce Ali'nin vefat tarihi çıkar."

Hâce Ali'nin saltanattan el çekmesinden sonra Hora­


san, Emir Timur'un memleketlerine katıldı.

8.ŞAHSİ İLE FAZILLARIN ÖĞÜNDÜĞÜ


HÂCE UBEYD-İ ZÂKÂNÎ

Faziletli ve hoş tabiatlı bir adam idi. Her ne kadar


fazıllar onu hezl erbabından sayarlarsa da meziyeti yal­
nız bu değil idi. Birçok ilimlere vâkıftı. Şiraz'da Ebu
İslıak zamanında ilim tahsili ile meşgul idi. Ebu İshak
adına meâriî ve beyan meyanında bir eser telif ederek
kendisine sunmak istedi. Kitabı saraya götürdüğü vakit,
Şahın yanında bir maskara bulunduğunu ve şimdi
onunla meşgul olduğunu söylediler, huzura kabul et­
mediler. Ubeyd—i Z âkânî taaccüp etti.Kendi kendine:
Hezl erbabı daima padişaha yakın oldukları, âlimler ve
fazılların bundan mahrum kaldıkları halde insan niçin
ilim tahsili için çalışıyor? Niçin sabahlara kadar med­
rese çerağının dumaniyle lâtif dimağını karartıyor" di­
yerek beklemedi ve Ebu İshak'ın meclisine girmeden
bu rübâîyi okuya okuya döndü gitti:

"Azizlerin yanında hakir ve zelil olmak istemezsen

- 345 -
benim gibi ilim ve hüner sahibi olma. Zamane adamları­
nın yamnda makbul olmak istersen..."

Azizlerden biri: "Bu kadar hüner ve faziletin olduğu


halde aşağılık şeylerle uğraşma, ilim ve hünerden el
çekmen akıl kârı değildir" diye onu payladı. Buna kar­
şılık şu kıt'ayı okudu:

"Ey efendi, sakın ilim talebinde bulunma. Sonra


günlük nafakanı kazanmak için apışıp kalırsın. Git mas­
karalık et, mutriplik öğren ki küçükten büyükten hak­
kını alabilesin."

Ubeyd—i Zâkânî'ıun hezelleri, lâtifeleri, hicviyeleri


ve bu mevzuda risaleleri pek meşhurdur. Bunlan zikret­
mek yakışık almaz. Hikâye ederler ki zamanın en zarif,
en güzel ve meşhur kadını olan Cihan Hatun'un güzel
şiirleri vardı, işte şu beyit onun bir kasidesinin matlaı
dır:

"O Tanrı övle bir ressamdır ki sudan suretle ve top­


rak zerrelerinden guııeş gibi güzeller yaratır."

Bu kanının Ubeyd—i Zâkânî ile müşaare ve münaza­


rası vardı. Ubeyd onun hakkında şu beyiti söylemiştir:

"Eğer Cihan'm gazelleri biıgüıı Hindistan’a gitse


Husrev'in (Husrev'i Dehlevî) ruhu Hasan'a (Hasan’ı
Dehlevî): Bunu o.... söylemiştir der."

Derler ki Ebu îshak zamanında Hâce Emînü'd—din


adında mevki sahibi bir vezir vardı. Cihan Hatunu ni-
kâhlayıp aldı. Hâce bunun için şu kıt'ayı söyledi:

"Ey vezir, Cihan, vefasız bir kahbedir. Böyle bir kah-

- 346 -
beden sıkılmıyor musun? Git başka bir geniş... sını bul.
Cihan sahibine Cihan dar değildir."

Hâce Selman, Ubeyd hakkında şu kıt'ayı söylemişti:

"O cehennemlik ve hicivci Ubeyt'i Zâkânî'mn din­


sizlik ve devletsizliğinde şüphe yoktur. Kazvinli olma­
yıp bir köylü çocuğu ise de Kazvinliler arasında sayı­
lır."

Zakân Kazvin mülhaka tındandır. Hikâye ederler ki,


Hâce Selman bir gün seyahat ederken azamet ve haş­
met ile bir suyun kenarına indi. Ubeyd—i Zâkâni de
yaya olarak oradan geçerken onun yanma gitti. Sel­
man: Ey kardeş! Nereden geliyorsun?" diye sordu.
Ubeyd: "Kazvinden" dedi. Selman: "Selman'ın şiirle­
rinden birşeyler hatırında var mı?" dedi. O da iki beyit
ezberinde olduğunu söyledi. Selman: "Oku bakalım"
dedi. Ubeyd şu iki beyiti okudu:

"Ben şaraba tapan bir harabâtîyim. Muğların hara-


bâtinda kalmış sarhoş bir âşıkım. Beni desti gibi omuz­
dan omuza çekip götürürler ve şarap kadehi gibi elden
ele gezdirirler."

Ubeyd iki beyit okuduktan sonra: "Benim bildiğim


Selman âlim, fazıl büyük bir adamdır. Hiç zannetmem
ki böyle bir şiiri Selman söylemiş olsun. Bana kalırsa
bunu kendisine nisbet etmek doğru değildir. Bana öyle
geliyor ki bu şiiri Selman değil, Selman'ın karısı söyle­
miş olsa gerektir. Çünkü bu kabil şiiri ona nisbet etmek
daha münasib olur" dedi. Bunun üzerine Selman fena
halde bozuldu, kızdı ve ferasetiyle bu konuştuğu ada­
mın Ubeyd—i Zâkânl'den başka kimse olamayacağını
anladı. Ubeyd de kendisinin Ubeyd—i Zâkâriı olduğu-

- 34 7 -
ııa yemin ederek evvelâ onu ikna etti ve hiç yüzünü
görmediği bir adamı hicvetmenin pek ayıp birşey oldu-
duğunu,böyle bir hareketin fazilet sahiplerine yakışma­
yacağını söyledi ve:
"Ben Bağdad'dan sırf seni görmek ve haddini bildir­
mek için geldim. Talihin varmış ki benim dilimden kur­
tuldun" dedi.
Bunun üzerine Selman gönlünü almak için Ubeyd'e
hizmetlerde bulundu. At, para ve esvap bağışladı.Bun-
dan sonra artık dost oldular. Hâce Selman daima
Ubeyd'in dilinden korkar ve ona çok itibar gösterirdi.

"Herkes kalben hoş,hayatından memnun,zevk ve se-


fasiyle, işiyle gücüyle meşgul; ben ise borç belâsına
müptelâyım. Tanrının farzı ve halkın borcu boynuma
yüklenmiş. Tanrının farzını mı yoksa halkın borcunu
mu edâ edeyim, bilemiyorum; ben de şaşırdım. Hem
sokakda, hem mahallede, şehirde, sarayda borçlanma­
dığım kimse kalmadı. Şehirde bana borç bir saray ver­
diklerini işitsem kendimi İtil deryasına atar boğarım.
Irz ve namusum dilenciler gibi berbad oldu. O kadar ki
her dilencinin kapışma gidip borç istedim. Elimde bu­
lunan mülkü kimse satın almıyor. Hünerin de revacı
yok. Borç ödemek nerede? Bulsam, zekât bile alaca­
ğım. Eğer efendi beni kurtarmazsa bu miskin kul nasıl
borçlarını ödeyebilir?"

Celâl sahibi Tanrının celâl ve azametine yemin ede­


rim ve Tanrı da buna şahittir ki Ubeyd—i Zâkânî'nin
devrinden bu âna kadar bu tezkirenin müellifi gibi ala­
cakların hücumundan başı belâya girmiş, felâkete uğ­
ramış bir mazlum ve dertli görülmemiştir. Ubeyd—i
Zâkânî'nin sırtındaki borç yükü benimkinden daha ha­
fif idi. Onun borcu vardı; fakat hiç olmazsa tahsildarla­

-3 4 8 -
rın elinden sıkıntısı yok idi. Eğer oıııın ciddi şiirlerini,
sözlerini almadılarsa hezliyâtınm revacı vardı. Bu saye­
de büyüklerin sofralarından biraz ekmek kapabilirdi.Fa-
kat ben duacıya gelince: Bu hanedanın saadet sabahı­
nın doğduğu zamandan beri bir bendezâdesiyim. Bü­
yük babalarımın bu devlete canla başla bu kadar hiz­
metleri vardır. Böyle olduğu halde bugün zillet ve sefa­
let içinde bir lokma ekmek kazansam bile, tahsildarlar
ve vergi memurları onu da elimden kapıyorlar. Babam­
dan kalmış mal ve mülkten ne varsa hemen her gün bir-
şey satıyor, kötü niyetli adamlardan borç para alıyo­
rum. Tahsildarların korkusundan gündüzleri yarasa ku­
şu gibi gizleniyor, kaçacak delik arıyorum. Geceleri
tahsildarların evlerinin kapılarına gidip hakkımı yeme­
meleri için yalvarıyorum. Hüküm ve fermanı elinde tu­
tanlar bu durumda olduğumu bilseler herhalde, benim
için bu zilleti reva görmezler.

Bu gazel Ubeyd'indir:
"Ay'ın güzelliği senin yüzünün yardımiyle kemâle
erer, sabâ senin saçlarının kokusundan şimal rüzgâ­
rına haber götürür. Senin gamzen ok gibi bakışlariyle
güneşi hedef yapar, onu vurur. Kaşların göz ucuyla
hilâlin yayım çeker. Sen öyle bir dilbersin ki hayat
suyu dudaklarından akar. Seninle konuşan kimse ne
talihlidir. Emel dişleriyle o lâl gibi dudaklarını ısıran,
hilâl gibi ağızlarda dillerde dolaşır. Sebâ rüzgârı senin
saçlarının yardımiyle akan tatlı suların ellerine ayakla­
rına yüzlerce zincir takmıştır. Gözbebeklerim seni
beklerken uyku ve hayallerini bu yedi perdenin arkası­
na ulaştırmıştır."

Şah Ebu İshak, Al—i Muzaffer'in ortaya çıkmasın­


dan önce Şiraz ve Fars'ın hâkimi idi.Çok iyi bir insan­
dı. Hüner sahiplerini korur gözetir, şâirlere ve fâzıllara

- 349 -
saygı gösterdi. Bu zat Gazan Han zamanında Fars hâki­
mi olarak gönderilen Muhammed Şah İncîı'nun neslin-
dendir. İyi ahlâk sahibi olmakla beraber, zevk ve sefası­
na düşkündü daima vaktini işretle geçirir, hükümetin
önemli işleriyle meşgul olmazdı. Muhammed Muzaffer
buna karşı çıktı. Hanedanım yeryüzünden kaldırdı.Hi-
kâye ederler ki Muhammed Muzaffer, Şah Ebu İshak
üzerine yürümek üzere Yezd'den hareketle Şiraz'a gel­
di. Bu sırada Ebu tshak işretle meşgul idi. Ve zevk u
sefasına öyle dalmıştı ki vezirleri o sırada: "İşte düş­
man erişti" dedikleri zaman işitmemezlikten geldi ve:
"Kim bana meclisimde böyle sözler söylerse onu ceza-
landırım" dedi. Artık hiç kimse ağzını açıp birşey söy­
lemedi. Nihayet Muhammed Muzaffer Şiraz şehrinin
kapısına gelip dayandı. Bu sırada bile kimse kendisine
bu haberi vermedi. Eminü'd—din Cehrûmî adında bir
nedimi vardı. Pâdişaha: "Pâdişâhım, kalk sarayın damı­
na çıkalım; baharı, açılmış çiçekleri seyredelim. Alem
cennetlere gıpta verecek, yeryüzü Çin müzesini andıra­
cak bir hale gelmiş" diyerek alıp dama çıkardı. Padi­
şah, şehrin dışında dalgalı bir deniz gibi koca bir ordu­
nun kaynaştığım gördü: "Bu nedir? Ne oluyor? Bu or­
du kimindir?" diye sordu. Vezir: "Bu Muhammed Mu-
zaffer'in ordusudur" cevabını verince padişah gülerek:
"Bu ne ahmak herifmiş. Böyle bir bahar mevsiminde
gelip bizim zevk'u sefamıza engel oluyor" dedikten
sonra Şehnâmeden şu beyti okuyup damdan aşağı in­
di:

"Gel bu gece etrafı temaşa edelim. Yarında yannuı


işini görürüz."

Akıllı kişiler onun bu hareketim hoş görmediler.Az


zamanda mülk elinden çıkıp düşmanların eline geçti. O
da Al—i Muzaffer sultanlarının elinde öldü. Bu hadise

- 350 -
yediyüzkjrkyedi yılında oldu. Şu beyit onun haline
çok uygundur:

"Gaflet oyununa dalmış nice padişahlar vardır.Dev­


letleri de oyuncak gibi ellerinden çıkıp gitmiştir."

Fars ahalisi onun zamanında hoş vakit geçiriyordu


Şah Ebu İshak'dan sonra hallen kötüleşti. Onun zama­
nım aradılar. Hâce Hafız bu hususta şu şiiri söylemiş­
tir:

Kıt'a:
"Fars ülkesi Şah Şeyh Ebu ishak'ın zamanında şu
beş şahsiyetle süslenmiştir: Birincisi vilâyet bağışlayan,
adalet, cömertlik ve mertlik müsabakasında bütün ak­
ran ve emsalini geçen o padişahtı. İkincisi Evtad kutub
ve abdallar zümresinin bakiyesi Evtad kutub ve abdallar
zümresinin bakiyesi olan Şeyh Eminü'd—din idi. Üçün-
cüsü adaletli, din ve milletin asaletin unsuru olan kadı
idi. Gökler ondan daha iyisini hatırlayamaz.Dördüncüsü
padişahın aduıa Şerh—i Mevakidi yazan faziletli Kadı
adûd idi, Beşincisi deniz yürekli Hacı Kıvam'dır ki cö­
mertlikte Hâtem gibi, âleme selâ okumuştur. Bu zât­
lar, yerlerini tutacak bir eş ve benzer bırakmadan dün­
yadan gelip geçmişlerdir. Tanrı cümlesine mağfiret et­
sin."

İKİNCİ CİLDİN SONU

- 351 -

You might also like