Professional Documents
Culture Documents
İmam Gazali - Aldananlar
İmam Gazali - Aldananlar
İmam Gazali - Aldananlar
İÇİNDEKİLER
TAKDİM......5
GİRİŞ ........9
BİRİNCİ BÖLÜM
1. Kâfirlerin Aldanması .. 11
2. Mü'minlerin Aldanması .... 19
İKİNCİ BÖLÜM
ALDANANLARIN KISIMLARI
1. ALDANAN ÂLİMLER ..... 25
Amelsiz Alimler .... 25
Zahir Âlimler ..... 28
Kendini Beğenen Âlimler ...... 30
Gizli Tehlikelere Aldananlar .... 34
Fetva Âlimlerinin Aldanması .... 35
İhya ihtilaf Âlimleri ..... 38
Kelâm ilmi ve Cedelle Uğraşan Alimler ..... 39
Vaaz ve Nasihat Âlimleri ..... 41
Hitabet Âlimleri ..... 43
Menkıbe Âlimleri ...... 45
Rivayet Âlimleri ..... 45
Sarf-Nahiv Âlimleri ....... 49
2. ALDANAN İBÂDET ve AMEL SAHİPLERİ.....51
Farz Yerine Nafile ile Uğraşanlar ... 51
Vesveseye Kapılanlar ...... 52
Harflere Takılıp Kalanlar .... 53
Kur'an'ı Kerim'in Tilavetinde Aldananlar .... 54
Oruç ........ 55
Hac .......... 56
Emr-i bi'l-Marûf Nehy-i anil-MünkerYolunda Aldananlar ... 57
Mekke ve Medineye Komşuluk ..... 58
Zühd .......... 60
Nafile Düşkünlüğü ile Aldananlar ..... 62
3. ALDANAN ZENGİNLER .... 65
Haram parayla Hayır Eseri Yapanlar ..... 65
Gösteriş ve Şöhrete Kananlar ..... 66
Mali İbadeti Terk ve Bedeni İbadetlerle Yetinme ..... 69
4. ALDANAN SUFİLER ...... 73
1- Şekle Aldananlar .... 73
2- Refah ve Süslere Aldananlar .... 75
3- Lafızlara Aldananlar ....... 76
4- Gizli Tehlikelerle Aldananlar ...... 77
5- Bütün Amellerde Titizlik Göstermeyenler ..... 79
6- Tevazu ve Hizmet Yolunda Aldananlar ..... 80
7- Engellere Aldanıp Yol Alamayanlar ... 81
8- İlahi Lütuflara Aldananlar .... 82
9- Vusul Buldum Diye Aldananlar ..... 83
KAYNAKLAR ....... 87
TAKDİM
Hidayetiyle bizi bu nimete kavuşturan Allah'a hamd olsun! "Allah bizi
doğru yola iletmeseydi kendiliğimizden doğru yolu bulacak değildik." 1
A'râf, 43.
Allah'ın en güzel ve en mükemmel salât ve selamları, kendisine
uyulanların ve izinden gidilenlerin en hayırlısı, yaratılmışların en şereflisi,
peygamberlerin efendisi Hazret-i Peygamber'e, O'nun şerefli ailesine,
ashabına ve kıyamete kadar O'nun izinden gidenlere olsun.
Yüzyıllardır İslâm aleminde Hüccetü'l-İslâm (İslâm'ın sağlam delili) ve
Zeynüddin (dinin süsü) unvanlarıyla yâd edilen İmam-ı Gazâlî hazretleri,
eşsiz değere sahip çok sayıda eserler vermiş Rabbânî alimlerin başında
gelir. Yazdığı eserleriyle, Hazret-i Peygamber'e gerçekten varis olduğunu
ortaya koymuştur. Sayısız eserlerinin her biri İslâm'ın engin mana
ikliminden derlenerek talip ve ehil olanlara ikram edilmiş birer demet
çiçek gibidir.
hekimhan
İmam-ı Gazâlî hazretleri, kaynakların ittifakla belirttiği gibi olağanüstü bir
zeka ve hafızaya sahipti. Başta fıkıh olmak üzere hadis, akâid, lügat gibi
temel İslâm ilimlerini genç yaşta tahsil etmişti. Daha sonra felsefe ve
hikmet de dahil olmak üzere bütün ilimlerde kendisini yetiştirdi.
Kendisini bütün ilim dallarında yetiştirip geliştiren İmam Gazâlî hazretleri
bu ilim dallarının hemen hepsinde değerli eserler verdi. İmam Nevevî'nin
hocası olan Tiflîsî, İmam Gazâlî'nin yazdığı eserleri ile ömrünü saydığını
ve bu büyük imamın her gününe kırk sayfa düştüğünü söyler. Eser
yazdığı ilim dallarına bakacak olursak; Fıkıh, Fıkıh Usûlü, Kelâm, Mantık,
Felsefe, Tasavvuf, Ahlak, Terbiye gibi hemen hemen bütün ilim
dallarında eser vermiş olduğunu görürüz.
Sahip olduğu ansiklopedik şahsiyeti ile bütün bu ilim dallarında yetkin
eserler veren İmam-ı Gazâlî hazretleri, eserleri ile İslâm dünyasında
büyük bir etki bırakmıştır. Bu nadide eserler ile kendisinden sonra gelen
ulemayı etkilemiş, etkileri sonraki çağlarda açıkça müşahede edilmiştir.
Bu bakımdan o İslâm ümmeti tarafından Hicrî V. asrın müceddidi '•kabul
edilmiştir.
6
GİRİŞ
Rahman ve Rahîm Olan Allah'ın Adıyla
Hamd Allah'a, Allah'ın rahmet ve bereketi, yaratılmışların en hayırlısı
Efendimiz Hz. Muhammed'e ve O'nun yakınları ve ashabına olsun!
Bu, el-Keşf ve't-tebyîn fî ğurûri'l-halki ecma'în (İnsanların bütün
sınıflarının aldanmaları hususunda hakikati ortaya çıkarıp açıklama) için
yazılmış kitaptır.
Bilinmelidir ki, yaratılmış olan varlıklar canlı ve cansız olmak üzere iki
kısımdır. Canlılar da, mükellef olan ve olmayan diye iki kısma ayrılır.
Mükellef, Allah Teâlâ'nın muhatap kılarak kendisine kulluğu emredip,
karşılığında sevap vadettiği; günahları yasaklayarak cezadan
sakındırdığı kişidir. Mükellef olmayansa, Allah'ın bu konudaki hitabına
muhatap olmayandır. Mükellefler de iki kesimdir; mü'min ve kâfir.
Mü'min de ikiye ayrılır; itaat eden ve isyan eden. İtaat eden ve
etmeyenlerden her biri de âlim ve câhil diye ikiye ayrılır.
Bu taksimi yaptıktan sonra; gururun -âlemlerin Rabbi Allah'ın korudukları
hariç- mükellef, mü'min ve kâfirlerin ayrılmaz bir özelliği olduğunu
gördüm. Allah izin verirse, onların bu aldanmalarını, en özlü ifâdelerle ve
en güzel ve yeni tespitlerle ortaya çıkarıp, bu konudaki delilleri
açıklayacağım. Başarı sadece Allah'tandır.
Halktan, kâfirlerin dışında, aldananlar dört sınıftır:
1- İlimle meşgul olanlar,
2- Kendilerini ibâdete vermiş olanlar,
3- Mal sahipleri ve
4- Tasavvuf yoluna girenler.
Fakat biz önce kâfirlerin aldanmalarından bahsedeceğiz.
BİRİNCİ BÖLÜM
1. Kâfirlerin Aldanması
Onlar, aldanma konusunda iki kısımdır: Dünya hayatının aldattığı kâfirler
ve Allah hakkında pek çok şeyin kendilerini aldattıkları.
Dünya hayatının aldattıkları diyor ki:
"Peşin olan, veresiyeden hayırlıdır. Dünyanın zevk ve lezzetleri için
kesinlik söz konusudur fakat, âhiretin zevk ve lezzetleri hususunda
şüphe mevcuttur. Kesin olan, şüpheli şeyden dolayı terk edilmez."
Bu, geçersiz bir kıyastır ve mel'ûn İblisin, 'hayırlı oluş'un sebepte
olduğunu zannederek "ben ondan (Âdem) daha hayırlıyım"2 sözünde
yaptığı kıyasa benzemektedir. 2 Sâd 38/76.
Bu aldanmanın tedavisi, iki yoldan birisiyle olabilir: Ya tasdikle -ki bu,
imandır- veya aklî
11
İ
sebep dahi olabilir. İşte bu, Allah hakkındaki gururun zirvesidir. Bununla
ilgili olarak Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Sizden birisi sevdiği için hastasını nasıl ki bazı yiyecek ve içeceklerden
uzak tutuyorsa, Allah da mü'min kulunu aynı şekilde dünyaya karşı
muhafaza eder."9
Bunun için basiret sahipleri, dünya kendilerine yöneldiğinde üzülür;
başlarına fakirlik gelince sevinir ve 'İyi insanların alâmetlerine merhaba!'
derlerdi. Âyetlerde şöyle buyurulur:
"İnsan var ya, Rabbi kendisini imtihan edip de ikramda bulunduğunda ve
bol nimet verdiğinde, 'Rabbim bana ikram etti' der." 10 Fecr89/15.
16 hekimhan
"Zannederler mi ki Biz kendilerine mal ve oğullar vermekle, iyilikleri
kendilerine çabucak ulaştırıyoruz? Hayır, onlar farkında değiller."
"Âyetlerimizi yalanlayanları, Biz, bilmeyecekleri yönden derece derece
helâka yaklaştıracağız. Ben onlara mühlet veririm. Muhakkak ki Benim
tuzağım pek çetindir.112
"Kendilerine yapılan uyarıları unuttuklarında, (vermiş olduğumuz sıkıntı
ve musibetleri kaldırıp) üzerlerine her şeyin kapılarını açtık. Nihayet
kendilerine verilenler sebebiyle şımardıkları zaman onları ansızın
yakaladık, birdenbire bütün ümitlerini kaybettiler."13
Aldanarak böyle bir inanca saplanan kişi, Allah'a inanmamış demektir.
Bu aldanmanın kaynağı, Allah ve sıfatları hakkındaki bilgisizliktir. Çünkü
Allah'ı tanıyan, O'nun imtihanından kendisini güvende hissedemez.
Gerçekten on-
11 Mü'minûn 23/55-56.
12 Â'râf 7/182-183; Kalem 68/44-45.
13 En'âm 6/44. - ' -
17
2. Mü'minlerin Aldanması
İnananlardan günah işleyenlerin aldanmaları şu sözlerinde kendini
gösterir:
"Allah, bağışlayıcı ve merhametlidir; biz O'nun affını ümit ediyoruz."
Böyle söyleyip buna güvenir ve amelleri ihmal ederler. Gerçi dinde bu
anlayış "ümit" açısından övülen bir düşüncedir. Allah'ın rahmeti elbette
geniş, nimeti çok kapsayıcı ve keremi umumidir. Biz O'nun bir olduğunu
kabul ederek O'na iman ediyor ve bu iman ve O'nun kerem ve ihsanı
vesilesiyle ümidimizi kesmiyoruz.
Onların aldanmalarının kaynağı bazen de anne ve babalarının iyiliklerine
tutunmak olur ki, bu zaten aldanmanın son derecesidir. Halbuki onların
babaları sâlih ve takva sahibi olmalarının yanında günah işlemekten
çekiniyor-lardı. İşte onların şu şekildeki kıyaslarını şeytan onlara güzel
göstermiştir:
19
sından dolayı Kur'ân bunu dile getirmiş ve daha fazla olmasını teşvik
etmiştir.
Onlara gurur, yaptıkları bir takım iyilik ve günahlar yönünden yaklaşır.
Ancak günahları daha çoktur. Bununla beraber bağışlanacaklarını umar
ve kötülükleri daha fazla olmasına rağmen iyiliklerinin ağır basacağını
zannederler. Bu ise cehaletin doruk noktasıdır.
Bakarsınız onlardan biri, helal veya haram yoldan kazanılmış bir kaç
dirhem sadaka verir. Fakat diğer tarafta insanların mallarından ve
şüpheli yollardan elde ettiği kat kat fazladır. Bu insan tıpkı, terazinin bir
kefesine on kilo koyup diğer kefesine de bin kilo koyduğu halde, on
kilonun ağır basmasını isteyen kişiye benzer. Bu ise bilgisizliğin son
noktasıdır.
Bazıları da iyiliklerinin günahlarından çok ol-. duğunu zanneder. Çünkü o,
ne nefsini hesaba çeker, ne de günahlarını araştırır. Bir iyilik yaptığında
onu aklında tutar ve ona güvenir. Bunun durumu şuna benzer: Bir insan
diliyle
23
Allah'tan bağışlanma diler, gece gündüz Allah'ı yüz veya bin defa teşbih
eder. Diğer taraftan gün boyu müslümanların gıybetini yapar ve Allah'ın
razı olmayacağı şekilde konuşur. Bir de teşbihin faziletiyle ilgili âyet ve
hadisleri araştırır. Onlara öncelik verir. Fakat yalancıların, söz
taşıyanların ve de münafıkların çarptırılacağı ceza hakkındaki âyet ve
hadisler hiç aklına gelmez. İşte bu da tam bir aldanmadır. Halbuki onun
dilini günahlardan koruması, teşbih çekmesinden daha doğru bir
davranıştır.
24
İKİNCİ BÖLÜM
ALDANANLARIN KISIMLARI
1. ALDANAN ÂLİMLER
Amelsiz Alimler:
Bir grup, dinî ve aklî ilimlerin temellerini öğrenip bunlarda
derinleşmişlerdir. Tamamen bu konularla meşgul olduklarından,
azalarını göz önüne alarak onları günahlardan koruyup iyiliklere
yönlendirmeyi ihmal ederler. İlimleriyle mağrur olur ve Allah katında
kendilerinin yüksek bir dereceye sahip olduklarını ve ilimde, Allah'ın
kendilerine azap etmeyecek, bilakis insanlar hakkındaki şefaatlerini
kabul edecek ve hata ve günahlarından dolayı kendilerine hesap
sormayacak bir dereceye ulaştıklarını zannederler. Onlar aldanmışlardır.
25
Zahir Âlimler:
Onlardan bir kısmı ise, ilimleri öğrenmiş, zahirî amelde bulunarak
görünür günahları da terk etmişlerdir. Lakin kalplerinden bîhaber
kalmışlardır. Kibir, riya, hased, baş olma ve üstünlük arzusu, akran ve
meslektaşlarının kötülüğünü isteme ve insanlar arasında meşhur olma
isteği gibi Allah'ın sevmediği sıfatları kalplerinden silmemişlerdir. Bu da
bir aldanmadır. Sebebi ise şu hadislerden gafil olmalarıdır:
"Riya, küçük şirktir."26
"Ateşin odunu yakıp kül ettiği gibi, hased de iyilikleri yakar kül eder."21
"Mal ve şeref tutkunluğu, kalpteki nifak tohumunu yeşertir; tıpkı suyun
bitkileri büyüttüğü gibi..."28
26 Hâkim, Müstedrek, IV, 365; Ahmed, Müsned, V, 428; Beyhakî, Şu'abu'l-
îmân, V, 333.
27 Ebû Dâvûd, Edeb, 52; İbn Mâce, Zühd, 22.
28 Bu rivayetin kaynağı bulunamadı.
Daha nice hadisler mevcuttur. "O gün, ne mal fayda verir ne de evlât.
Ancak Allah'a temiz bir kalp ile gelenler fayda görür."29 âyetinden de
gafildirler. Onlar kalplerinden gafil ve dış görünüşleriyle meşgul
olmuşlardır. Oysa kalpten yönelmeyenin taatleri sahih olmaz.
Bu kişi, bir hastaya benzer ki, kendisi uyuz hastalığına yakalanmıştır ve
doktor kendisine, ilgili merhemi sürüp ilacı içmesini söyler. Fakat o,
merhemi bedenine sürdüğü halde ilacı içmez. Hastalığının dışına
yansıyan kısmını izale eder, ama içindekini yok edemez. Halbuki
hastalığın kaynağı içindedir. Dolayısıyla hastalığı hiç eksilmez, devamlı
surette artar. Şayet içindeki yok olacak olsa dışı da rahat edecektir. İşte,
bu şekilde kalpte pislikler gizli olduğu müddetçe, izleri insanın dışında,
azalarında ortaya çıkacaktır.
29 Şuarâ 26/88-89.
28
29
huzurunda böyle bir şeye öfkelendiğini ortaya koysa da, belki de kalbi
bundan son derecede hoşnut olur. Dahası, bilginlik taslayarak der ki:
'Benim böyle yapmaktaki amacım, sadece insanlara faydalı olmaktır.' O,
bu sözüyle gösteriş yapmaktadır. Çünkü, eğer onun amaç, insanların
iyiliği olsaydı, kendi seviyesinde veya kendisinden üst yahut alt
seviyedeki başkaları tarafından insanların fayda görmelerine sevinmesi
gerekirdi.
Bazen yöneticilerin yanına gidip onları överek gözlerine girmeye çalışır.
Bu konuda soru sorulunca, 'Benim amacım ancak, müslüman-lara
faydalı olmak ve onlara gelebilecek zararları defetmektir'. Halbuki o,
aldanmaktadır. Şayet gayesi bu olsaydı, bunu başkaları yapınca da
memnun olması gerekirdi. Fakat kendisi gibi birisini devlet yetkilisinin
yanında bir kişi hakkında şefaatçilik yaparken görseydi bundan
hoşlanmazdı.
Bazen de onların mallarından alır. Aklına bunun haram olduğu gelecek
olursa, şeytan ona der ki: 'Bu, sahipsiz bir maldır ve, müslü-manların
faydalanmalar, içindir. Sen de onların önderi ve bilginisin. Din senin
sayende, ayakta durmaktadır!'
Burada üç aldanma noktası söz konusudur: Birincisi, bunun, sahibi
olmayan bir mal olması; ikincisi, müslümanların maslahatları için
olduğu; üçüncüsü ise kendisinin önder olduğu. Peygamberler, sahâbîler
ve bu ümmetin faziletli âlimleri gibi, dünyadan yüz çevirenlerden başkası
hiç önder olabilir mi? Hz. İsa (a.s.)'ın dediği gibi:
"Kötü âlim, derenin önüne düşmüş kaya gibidir: Suyu ne kendisi içer ne
de bırakır ki o su gitsin de bir ekine faydalı olsun."
İlimle uğraşanların aldanma çeşitleri çoktur. Bu insanların bozdukları,
düzelttiklerinden daha fazladır.
32
33
Gizli Tehlikelere Aldananlar:
Bir grup da, ilimleri öğrenmiş, azalarını günahlardan arındınp, taatlere
yöneltmişler; ma-siyetlerin görünürlerinden uzak durmuş; riya, hased,
kibir, kin ve üstünlük tutkusu gibi nefsin huylarını ve kalbin sıfatlarını
araştırmışlar ve bunlardan uzaklaşmak için nefislerine karşı mücâdele
ederek kalplerinden söz konusu huyların kalın ve güçlü köklerini
sökmüşlerdir. Fakat bunlar yine de aldanmışlardır. Çünkü kalplerinin
köşelerinde şeytan ve nefsin hilelerinin gizli olanlarından, çok derin
birtakım kalıntılar vardır; farkına varamayarak onları ihmal etmişlerdir.
Bunlar, tarlasını zararlı otlardan arındırmak isteyen çiftçiye benzerler:
Tarlanın etrafında dolaşır, tespit ettiği zararlı otları çıkarıp atar fakat,
başlarını henüz yerin altından çıkarmayanları belirleyemez ve zararlı
bütün otların ortaya çıkıp göründüğünü zanneder. Bundan habersiz
olunca da onlar çıkıpbüyüyerek ekini alt üst
34
İhtilaf Âlimleri:
Bunlardan bir kısmı da, fıkıhdaki tartışmalı meselelere yönelmiştir.
Elbette ki buna önem vermesinin sebebi; tartışma yöntemini, karşı tarafı
nasıl susturacağını ve doğruyu nasıl ortadan kaldıracağını öğrenmektir.
Evet amaç, yenmek ve övünmek... Gece gündüz mezheb mensuplarının
tutarsızlıklarını tesbit ve çağdaşlarının kusurlarını araştırmak için
uğraşırlar. Bunların asıl maksatları ilim değil, akranlarına karşı üstünlük
taslamaktır. Eğer onlar kalplerini temizlemek için uğraşsalardı, sadece
dünyada ve kibirlenmek için kendilerine faydası olan bu tür bir ilimden,
onlar için daha hayırlı olurdu. Dünyadaki bu durumları ahirette alev alev
yanan bir ateşe dönüşecektir.
"Görüşümün delillerine gelince, Allah'ın kitabı ve Resulünün sünnetinden
olmak üzere şunlardır..." gibi daha nice gurur ifade eden sözler. Bunların
gururları ne kadar da çirkindir!
38
Kelâm İlmi ve Cedelle Uğraşan Alimler:
Başka bir grup, kelâm ilmi ve cedelle uğraşmış; karşıt görüştekilere
cevap ve onların çelişkilerini araştırmakla vakit geçirmişlerdir. Tartışmalı
sözlere odaklanmış, muhalifleriyle münâkaşa ve onları susturma
yollarını öğrenme ve öğretmeyle meşgul olmuşlardır.
Bununla beraber bunlar ikiye ayrılırlar: Birincisi, doğru yoldan sapmış,
başkalarını da saptırmış olanlar. İkincisi ise doğru üzere olanlardır. Hak
yoldan sapanların kendilerini aldattıkları nokta, dalâlette olduklarından
habersiz olmaları ve nihâyetinde kurtuluşa ereceklerini sanmalarıdır.
Bunlar kendi aralarında pek çok gruba ayrılırlar. Biri ötekini kâfir kabul
eder vs. Sapmalarının sebebi ise temelde, bir şeyin her hangi bir
düşüncenin delili olmasının şartlarını ve bu konulardaki doğru yöntemin
nasıl olduğunu iyi bilmemeleridir. Meselâ, şüphenin delil, delilin şüphe
olduğunu kabul ederler.
39
Hitabet Âlimleri:
Bir grup ise, vaazda en önemli ve gerekli hususlardan uzaklaşmışlardır.
Allah'ın muhafaza ettikleri hariç, bu zamanın vaizlerinin tamamı böyledir.
Güya ibadetlerden bahseder, hezeyanlar savururlar; güzel ve edebi
konuşma arzusuyla dinin aslından uzak ve dengesiz sözleri bir araya
getirmekle meşgul olurlar. Bir kısmı da kelime oyunları ve kafiyeli
sözlerle uğraşır durur.
43
Menkıbe Âlimleri:
Onlardan bir grup ise, zâhidlerin dünyanın kötülenmesine ilişkin söz ve
menkıbeleriyle yetinirler. Bunları hep aynı tarzda tekrar eder dururlar.
Onlar bu sözlerin anlamlarını kavramadan ezberler, kürsülerde bunlarla
vaaz verirler. Bazıları da çarşı pazarda etrafındakilere beraber, insanlara
öğütler yağdırırlar. Fakat bunlar, bu sözlerin gereğini yapmadıkları halde,
sade-- ce söz konusu zâhidlerin sözlerini ezberlemekle Allah tarafından
bağışlanıp kurtulacaklarını zannederler. Hakikaten bunlar bir
öncekilerden daha çok kendilerini aldatmaktadırlar.
Rivayet Âlimleri:
Başka bir grup da vakitlerini tamamen hadis öğrenmeye vermişlerdir.
Çokça hadis rivayeti toplamak ve hadisleri nakledenlerin, Hz. Pey-
gamber'den (s.a.v.) kendi zamanlarına kadar kaç kişi olduklarını
araştırmakla meşgul olurlar. Kiminin gayesi diyar diyar dolaşıp hadis
âlimle-
45
Sarf-Nahiv Âlimleri:
Başka bir kısım âlimler ise, dilbilgisi, şiir ve dilin ilgi çekici ve anlaşılması
zor kısımlarıyla meşgul olmuş, kendilerini bununla aldatmışlardır.
Bağışlanmış ve bu ümmetin âlimlerinden olduklarını iddia ederler. Zira
kendilerince dinin ve sünnetin ayakta durması, dilbilgisi ile olmaktadır.
Onlar ömürlerini dilin ve dilbilgisinin ince-
34 Tirmizî, Zühd, 9; İbn Mâce, Fiten, 12; Mâlik, Muvatta, 2/903; Ahmed,
Müsned, 1/201.
ram olan şeyi yer. Eğer onun ihtiyatlı davranışı su hakkında olacağına
yemek konusunda olsaydı daha uygun olurdu. Aslında bu konuda
Sahâbilerin yaşantısını delil alabilirdi: Hz. Ömer (r.a.), necaset bulunma
ihtimâline rağmen hristiyan bir kadının testisindeki su ile ab-dest
almıştır. Bununla beraber o, nice helâl yolları, harama düşme korkusuyla
terk ederdi.
Vesveseye Kapılanlar:
Başka bir gruba ise, namaza niyette vesvese galip olmuştur. Şeytan onu
bırakmaz ki doğru bir niyet edebilsin. Bilakis ona vesvese verir. Bu
yüzden cemaati kaçırır. Bazen namazın vaktini kaçırır. İftitah tekbirini
tam olarak alsa bile yine kalbinde niyeti sahih mi değil mi diye bir
tereddüt meydana gelir. Tekbirde vesveseye öyle kapılır ki, aşırı
ihtiyatından ötürü tekbirin özelliğini değiştirir. Cemaatle namaz kılarken
fatihayı dinlemeye vakit bulamaz. Bunu namazın başında yapar. Sonra
bütününde ga-
52
Bir kişi Kur'an'ı gündüz ve gece olmak üzeri re isterse yüz defa okusun,
eğer onun emir ve 'f yasaklarını terkederse cezayı haketmiş olur. Belki de
onun güzel bir sesi vardır; okur ve bundan zevk alır, aldığı zevkten dolayı
gurura kapılır. Zanneder ki bu, Allah'a münâcattan ve O'nun kelâmını
dinlemekten kaynaklanan lezzettir. Oysa nerede? Çünkü onun aldığı
lezzet, sesindendir. Eğer Allah'ın kelâmının lezzetine varsaydı, sesine ve
sesinin güzelliğine bakmaz, bunu aklına getirmezdi bile. Allah'ın
kelâmının lezzeti sadece anlam yönündendir; bun-larınki ise büyük bir
aldanıştır.
Oruç:
Bunların diğer bir kısmı, oruçta gurura kapılmıştır. Belki bütün zamanını,
mübarek günleri oruçla geçirir. Halbuki oruçlu iken dillerini gıybetten,
niyetlerini riyadan, iftar ederken karınlarını haramdan ve daha bir sürü
gereksiz hezeyandan korumazlar. Onlar farzı terk etmişler,
55
Hac:
Başka bir grupsa, hac ibadetinde yanılgıya düşmüştür. Haksızlıkları terk,
borçlarını ödemek, ana-babanın rızasını istemek ve helâl azık talep
etmeksizin yola çıkarlar. Bazen yolda farz namazlar/ ihmal ederler;
bazen de beden ve elbise temizliğinde bile acizliğe düşerler. Zâlimlerin
haksız vergilerine maruz kalırlar ve ellerindekinin bir kısmı onlardan
alınır. Yolda müstehcen konuşmaktan, münakaşadan kaçınmazlar.
Kimi zaman da bazıları haram mal toplar ve yolda arkadaşlarına bunu
yedir/r. Bununla da gösteriş yapıp itibar kazanmak ister. Bu kişi önce
haram kazanmakla Allah'a isyan eder; ikin-
56
Zühd:
Bunların diğer bir kısmı da mal konusunda zühd gösterir. Yiyecek ve
giyecek nâmına az ile yetinir, mesken olarak mescidlere kanâat eder.
Böylece zâhidlerin mertebelerine ulaştıklarını zannederer. Bununla
birlikte başkanlık ve makam arzusundadırlar. Bu ise şunlardan birisiyle
elde edilir: ilim, vaaz ve zühd. Onlar iki şeyden en önemsiz olanı terk
etmiş, helak edici şeylerin en büyüğüne koşmuşlardır. Çünkü felâket
bakımından makam, maldan daha büyüktür. Şayet onlardan biri makam
sevgisini bırakıp mala yönelseydi, kurtuluşa daha yakın olurdu.
Bunlar aldanmışlardır. Kendilerini dünyaya karşı zâhidlik gösterenlerden
sanıyorlar fakat dünyanın ne olduğunu bilmiyorlar.
Bazen de zengileri fakirlerden önde tutarlar. Kimisi de ilmi ile böbürlenir.
Bazıları ise yalnızlığı ve uzleti tercih eder. Oysa uzletin şartlarını
taşımamaktadır. Kimisine mal verilecek olsa 'zâhidliği bitti' denme
korkusundan bunu almaz. Halbuki mala ve insanlara karşı müthiş bir
İ
arzusu vardır. İnsanların kötülemesinden korkar.
Bazıları da ibadet yapmak için kendini zorlar ve meselâ bir gün ve
gecede bin rek'at namaz kılıp Kur'ân'ı hatmeder. Bütün bunları yaparken
kalbini gözetleyip riya, kibir, ucub ve diğer helak edici duygu ve
düşüncelere karşı denetlemek aklına dahî gelmez. Belki de zahirî
ibâdetlerinin, terazinin sevap kefesini ağır basacağını düşünür, oysa
nerede?
Takva sahibinin yaptığı bir zerre ve akıl-ir-fan sahiplerinin tek bir huyu,
amel bakımından, azalarla yapılan dağlar kadar ibâdetten daha
60
61
3- ALDANAN ZENGİNLER
Haram parayla Hayır Eseri Yapanlar:
Bir grup, mescid, medrese, misafirhane, köprü, havuz ve insanların
gözlerine hitâb edecek şeyler yapmaya düşkündür. İsim ve şöhretlerini
ebedi-leştirerek, öldükten sonra da eserlerinin devam etmesi için onların
üzerlerine isimlerini tuğla ile yazarlar ve bununla mağfireti hak ettiklerini
sanarlar; fakat iki yönden aldanıyorlar:
Birincisi; paralarını zulüm, şüpheli yollar, rüşvet ve haram yerlerden
kazanmışlar. Kazanırken Allah'ın gazabına maruz kalmışlardır. Bu
şekilde Allah'a isyan ettikleri için onlara düşen, tövbe etmek ve malları,
eğer yaşıyorlarsa sahiplerine, hayatta değillerse vârislerine iade
etmektir. Vârislerinden de hayatta olan yoksa o
65
vardır ve malı onlar için harcamak daha önemlidir. Şehirde çok sayıda
mescid vardır. Ama asıl maksad, bu mescidlere ihtiyaç kalmayacak
şekilde hepsini toparlayacak büyük bir Cami yapmaktır. Yoksa, maksat;
fakir ve miskinler gerçekten muhtaç durumunda iken her sokak ve
cadde başına bir mescid yapmak değildir! Ancak cami yaptırmak için
mal harcama işi insanlar arasında tanınmaya daha uygun olduğundan
bunlara daha kolay gelir. Güya insanların kendisi hakkında övgüyle söz
etmelerini işitmemiş gibi davranırlar. Ama fakirlere yardımda
bulunduğunda insanlardan aynı şekilde methiyeler duyması söz konusu
olmaz. Bu haliyle Allah için çalıştığını düşünür, oysa Allah'tan başkası
için çalışmaktadır. Niyeti bunu daha iyi ortaya koyar ve bu niyeti kendisi
için b/r gazap sebebidir. Ama o yine, "Maksadım sadece Allah azze ve
cel/e'dir." der.
İkincisi; o, camilerin içini yasaklanan ve namaz kılanların kalplerini
meşgul eden nakışlar-
67
olan birine benziyorlar. Yılan sokmuş birinin buna nasıl ihtiyacı olabilir?
Bişr el-Hâfî (k.s.)'ye, "Falan kimse çok oruç tutar ve namaz
kılar."dendiğinde, "Miskin kendi hâlini bırakıp başkasının haliyle
ilgileniyor; onun hâli ancak açlara yedirmek ve fakirlere in-fakta
bulunmak olmalıdır. Dünyalık toplayıp bunları fakirlere vermediği bir
durumda, nefsini aç bırakmasından ve nafile namaz kılmasın-dansa bu
daha faziletlidir."'diye cevap verir.
5- Bir gruba ise cimrilik galebe çalmıştır, nefisleri ancak zekât vermeye
müsamaha gösterir. Sonra bunlar, zekâtı bile kendilerinin yüz çevirdiği
değersiz ve kalitesiz maldan verirler. Fakirlerden kendilerine hizmet
edecek, ihtiyaçları için koşturacak birilerinin veya ileride ücretli olarak
hizmette bulunmak üzere ihtiyaç duyacakları ve genel olarak amaçlarını
sağlayacak kimselerin olmasını isterler. Zekâtlarını saygınlığından
medet umabilecekleri büyüklerden kendine yardım edecek bir kişiye
teslim eder-
70
ler. Böylece onun katında ihtiyaçlarını gidermek üzere bir mevki elde
etmeye çalışırlar. Bütün bunlar niyeti ifsad eder ve ameli boşa çıkarır.
Bunu yapan da aldanmaktadır fakat yine de gühahkâr olduğu halde
Allah'a itaat ettiğini zanneder. Çünkü Allah'a ibâdetle O'ndan başka bir
amaca yönelmektedir. Bu ve benzerleri, mal ve servet konusunda
aldanmışlardır.
6- Avam, zenginler ve fakirlerden bir grup daha vardır ki, zikir
meclislerinde bulunup, bunun kendileri için yeterli olacağını düşünürler.
Bu sebeple bu davranışı âdet hâline getirmişlerdir. Kuru kuruya vaaz
dinleyip, öğüt almadan ve amel de etmeksizin sevap kazanacaklarını
sanarlar. Oysa aldanıyorlar. Çünkü zikir ve vaaz meclislerinin fazileti
ancak hayra teşvik edici olmalarındandır; eğer teşvik etmiyorsa orada
hiç bir hayır yoktur. Hayır yapmaya arzu duymak övgüye değer bir
haslettir, çünkü amele yöneltir; eğer amele götürmüyorsa onda da hiç bir
hayır olamaz.
71
4. ALDANAN SÛFÎLER
Allah'ın korudukları hariç, gurur bu zamanın tasavvuf erbabına ne kadar
galiptir!
1- Şekle Aklananlar:
Bir kısım sûfîler sözlerle, kılık kıyafetle ve dış şekille gurura
kapılmışlardır. Giyim kuşam biçimleriyle, konuşmaları, edepleri, âdetleri,
ıstılahları; semâ ve raksta ortaya çıkan halleri, taharet, namaz, başlarını
öne eğerek seccade üzerinde oturmaları, derinden nefes alarak
düşünceli gibi başlarını göğüslerine yaklaştırmaları, alçak sesle
konuşmaları ile bağırışlarıyla vs. sâdık sûfîlere benzerler. Böyle
davranmanın kendilerini kurtaracağını zannediyor, nefislerini mücâhede,
riyazet, kalb murakabesi ve
73
dış ve içlerini görünen-görünmeyen günahlardan arındırmaya tâbi
tutmuyorlar; halbuki bütün bunlar tasavvufun kâidelerindendir.
Sonra onlar harama, şüpheli şeylere ve yöneticilerin mallarına hücum
ediyorlar. Ekmek, para, meyve... için yarışıyorlar; zerre kadar değeri
olmayan şeyler için birbirlerine hased ediyorlar; arzuladıkları bir şeye
karşı çıkılınca birbirlerinin şeref ve haysiyetlerine saldırıyorlar.
Bunların aldanmaları açıktır; kahramanların, savaşçıların ve cesaret
sahiplerinin isimlerinin kitaplara geçtiğini duyunca, savaşçı kıyafetine
bürünüp sultana vararak kendisini takdim eden yaşlı bir kadın gibidirler:
Durumu anlaşılınca ona: 'Sultanla alay etmekten utanmıyor musun? Onu
filin yanına atın!' denilerek filin yanına atılır ve fil de onu öldürünceye dek
ayağının altında çiğner.
74
3- Lafızlara Aldananlar:
Diğer bir kısmı ise, mükâşefe ilmine sahip olup, Hak'kı müşahede
ettiklerini, makamları geçtiklerini, şühûdun özüne ulaşıp, bağlandıklarını
ve kjjrbiyet makamında olduklarını iddia ederler. Oysa ne kurbiyet ne de
ona ulaşma hakkında lafız ve isimden başka bilgisi olmadığı halde bir
kaç kelime bellemiş, onları tekrar eder durur. Bunun gelmiş geçmiş
bütün insanların ilimlerindeki en üstün mertebelerden olduğunu
zanneder.
Bunun için de bırakın avamı, fakihlere, Kur'ân okuyanlara, hadis
âlimlerine ve diğer âlimlere küçümseyici gözle bakar. Hatta çiftçi
zirâatini, dokumacı işini gücünü bırakarak günlerce onların peşine takılır
ve bu asılsız sözlere kulak verir. Onları öyle tekrarlar durur ki, sanki vahiy
gelmiş de konuşuyor zannedersin. Bir takım sırlardan haber verir,
bununla bütün âbid ve âlimleri hakir sayar. Âbidler hakkında, "Kendilerini
yoran ücretli işçileri"; âlimler için,
76
Titizlik Göstermeyenler:
Diğer bir grup da, azık işinde nefislerine karşı o kadar sıkı bir yol
tutmuşlardır ki, saf helâlden başka bir şey talep etmezler. Diğer taraftan
bu tek haslet dışında kalp ve azalarının durumunu araştırıp düzeltmeyi
ihmal etmişlerdir.
Kimisi helâli, yiyeceğinde, giyeceğinde ve kazancında o kadar tatbik eder
ki, bu işin içinde kaybolur. Bilmez ki Allah, kullarından bütün taatlerde
kemâle erişmelerini ister. Bu sebeple
79
dilerler. Vakitlerini bunda heba ederler. Çünkü hep nefisleriyle içli dışlı
olmuş, Yaratıcflarıyla münasebeti kurmamışlardır.
Bunlar, haccın vakit ve engelleri ile meşgul olup, hac yoluna
çıkmayanlara benzerler, bu ise onu hac mükellefiyetinden kurtarmaz.
Onun için aldanmışlardır.
KAYNAKLAR
AHMED, İmam Ebû Abdillah Ahmed b. Hanbel eş-Şeybânî (241/855),
Müsned, Müessetü Kurtuba, Mısır.
BEYHAKÎ, Ebû Bekir Ahmed b. el-Hüseyn (458/1065), es-Sünenü'l-Kübrâ,
(Thk. Muhammed Ab-dulkâdir 'Atâ) Mektebetu. Dâri'l-Bâz, Mekke
1414/1994.
- Şu'abu'l-îmân, (Thk. Muhammed es-Saîd B. Zâğ-lul) Dâru'l-Kütübi'l-
İlmiyye, Beyrut 1410.
BUHÂRÎ, Ebû Abdillah Muhammed b. ismâîl (256/870), Sahîhu'l-Buhârî,
Dâru'l-Kalem, Beyrut 1987.
DÂRİMÎ, Ebû Muhammed Abdullah b. Abdurrah-mân (255/868), es-
Sünen, Dâru'l-Kitâbi'l-Arabî, Beyrut 1987.
EBÛ DÂVÛD, Süleyman b. Eş'as es-Sicistânî (257/888), Sünenü
EbîDâvûd, el-Mektebetu'l-Asriyye, Beyrut.
HÂKİM, Ebû Abdillah Muhammed b. Abdullah en-Neysâbûrî (405/1014),
el-Müstedrek 'ale's-Sahîhayn, (Thk. Mustafâ Abdulkâdir 'Atâ) Dâru'l-
Kütübi'l-ilmiye, Beyrut 1411/1990.
87