İmam Gazali - Aldananlar

You might also like

Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 36

(el-Keşf Vet-Tebyîn fî Ğurûri'l-Halki Ecma'în)

Tercüme: Fethullah Yılmaz


Semerkand Yayıncılık

İÇİNDEKİLER
TAKDİM......5
GİRİŞ ........9
BİRİNCİ BÖLÜM
1. Kâfirlerin Aldanması .. 11
2. Mü'minlerin Aldanması .... 19
İKİNCİ BÖLÜM
ALDANANLARIN KISIMLARI
1. ALDANAN ÂLİMLER ..... 25
    Amelsiz Alimler .... 25
    Zahir Âlimler ..... 28
    Kendini Beğenen Âlimler ...... 30
    Gizli Tehlikelere Aldananlar .... 34
    Fetva Âlimlerinin Aldanması .... 35
    İhya ihtilaf Âlimleri ..... 38
    Kelâm ilmi ve Cedelle Uğraşan Alimler ..... 39
    Vaaz ve Nasihat Âlimleri ..... 41
    Hitabet Âlimleri ..... 43
    Menkıbe Âlimleri ...... 45
    Rivayet Âlimleri ..... 45
    Sarf-Nahiv Âlimleri ....... 49
2. ALDANAN İBÂDET ve AMEL SAHİPLERİ.....51
    Farz Yerine Nafile ile Uğraşanlar ... 51
    Vesveseye Kapılanlar ...... 52
    Harflere Takılıp Kalanlar .... 53
    Kur'an'ı Kerim'in Tilavetinde Aldananlar .... 54
    Oruç ........ 55
    Hac .......... 56
    Emr-i bi'l-Marûf Nehy-i anil-MünkerYolunda Aldananlar ... 57
    Mekke ve Medineye Komşuluk ..... 58
    Zühd .......... 60
    Nafile Düşkünlüğü ile Aldananlar ..... 62
3. ALDANAN ZENGİNLER .... 65
    Haram parayla Hayır Eseri Yapanlar ..... 65
    Gösteriş ve Şöhrete Kananlar ..... 66
    Mali İbadeti Terk ve Bedeni İbadetlerle Yetinme ..... 69
4. ALDANAN SUFİLER ...... 73
    1- Şekle Aldananlar .... 73
    2- Refah ve Süslere Aldananlar .... 75
    3- Lafızlara Aldananlar ....... 76
    4- Gizli Tehlikelerle Aldananlar ...... 77
    5- Bütün Amellerde Titizlik Göstermeyenler ..... 79
    6- Tevazu ve Hizmet Yolunda Aldananlar ..... 80
    7- Engellere Aldanıp Yol Alamayanlar ... 81
    8- İlahi Lütuflara Aldananlar .... 82
    9- Vusul Buldum Diye Aldananlar ..... 83
KAYNAKLAR ....... 87
 

TAKDİM
Hidayetiyle bizi bu nimete kavuşturan Allah'a hamd olsun! "Allah bizi
doğru yola iletmeseydi kendiliğimizden doğru yolu bulacak değildik." 1
A'râf, 43.
Allah'ın en güzel ve en mükemmel salât ve selamları, kendisine
uyulanların ve izinden gidilenlerin en hayırlısı, yaratılmışların en şereflisi,
peygamberlerin efendisi Hazret-i Peygamber'e, O'nun şerefli ailesine,
ashabına ve kıyamete kadar O'nun izinden gidenlere olsun.
Yüzyıllardır İslâm aleminde Hüccetü'l-İslâm (İslâm'ın sağlam delili) ve
Zeynüddin (dinin süsü) unvanlarıyla yâd edilen İmam-ı Gazâlî hazretleri,
eşsiz değere sahip çok sayıda eserler vermiş Rabbânî alimlerin başında
gelir. Yazdığı eserleriyle, Hazret-i Peygamber'e gerçekten varis olduğunu
ortaya koymuştur. Sayısız eserlerinin her biri İslâm'ın engin mana
ikliminden derlenerek talip ve ehil olanlara ikram edilmiş birer demet
çiçek gibidir.
hekimhan
İmam-ı Gazâlî hazretleri, kaynakların ittifakla belirttiği gibi olağanüstü bir
zeka ve hafızaya sahipti. Başta fıkıh olmak üzere hadis, akâid, lügat gibi
temel İslâm ilimlerini genç yaşta tahsil etmişti. Daha sonra felsefe ve
hikmet de dahil olmak üzere bütün ilimlerde kendisini yetiştirdi.
Kendisini bütün ilim dallarında yetiştirip geliştiren İmam Gazâlî hazretleri
bu ilim dallarının hemen hepsinde değerli eserler verdi. İmam Nevevî'nin
hocası olan Tiflîsî, İmam Gazâlî'nin yazdığı eserleri ile ömrünü saydığını
ve bu büyük imamın her gününe kırk sayfa düştüğünü söyler. Eser
yazdığı ilim dallarına bakacak olursak; Fıkıh, Fıkıh Usûlü, Kelâm, Mantık,
Felsefe, Tasavvuf, Ahlak, Terbiye gibi hemen hemen bütün ilim
dallarında eser vermiş olduğunu görürüz.
Sahip olduğu ansiklopedik şahsiyeti ile bütün bu ilim dallarında yetkin
eserler veren İmam-ı Gazâlî hazretleri, eserleri ile İslâm dünyasında
büyük bir etki bırakmıştır. Bu nadide eserler ile kendisinden sonra gelen
ulemayı etkilemiş, etkileri sonraki çağlarda açıkça müşahede edilmiştir.
Bu bakımdan o İslâm ümmeti tarafından Hicrî V. asrın müceddidi '•kabul
edilmiştir.
6

Tasavvuf konusuna yönelen Gazâlî hazretleri, ilgilendiği her konuda


olduğu gibi bu alanda da kendisini tam manasıyla yetiştirmesini bilmişti.
Tasavvuf konusunda kendisinden önce yaşamış ve bu konuda temel
eserler vermiş olan İmam Kuşeyrî, Hâris-i Muhâsibî, Ebû Talib el-Mekkî,
Cüneyd-i Bağdadî, İmam Şiblî, Bistâmî (Allah hepsine rahmet eylesin)
gibi tasavvuf önderlerinden gelen tasavvuf mirasını inceleme imkanına
sahip olmuştu. Bu sayede tasavvuf konusundaki bütün bilgileri elde
ederek hakikatine vakıf olmuştu. Bu engin bilgisi ile, tasavvufun gizli ve
derin noktalarına ulaşmanın sırf nazari bilgiyle değil; tadarak ve hal ile,
sıfatları değiştirmekle mümkün olacağı sonucuna ulaşmıştı.
Bu anlayıştan hareketle, vezirleri ve halifeyi bile geride bırakan şöhret ve
itibarı terk ederek, nazariyatını öğrendiği tasavvuf ilmini yaşama yolunu
seçti. Dünyada mevki kazandıran ilimleri terk ederek, ahirette mevki
kazandıracak olan ilme (ilm-i hâle) yöneldi. Dünyevi mevkiler kazandıran
ilimleri insanlara öğrettiği gibi, manevi rütbeler kazandıracak olan ilmi de
hakkıyla öğretecek eşsiz eserler bıraktı.
islâm coğrafyasının her tarafında yaşayan bütün müslümanlar, onun
bıraktığı birbirinden güzel eserleri almış, okumuş, benimsemiş ve
istifade etmişlerdir. Bu bakımdan, bu büyük imamın eserinin girmediği
ev yok dense yeridir.
Bu büyük imamın hepsi de birbirinden değerli olan eserleri arasından
değerli okuyucularımız için her zaman istifade edebilecekleri Gazâlî
Risaleleri diye bir seri hazırlamayı hedefledik. Bu seri ile, Gazâlî
hazretlerinin özellikle faydası daha geniş kesimlere ulaşmasını
düşündüğümüz eserlerini yayınlamayı ve bu eserleri değerli
okuyucularımıza ve yayın hayatımıza kazandırmayı düşünüyoruz. Cenab-
ı Hakk'ın izniyle bu hedefimizi inşaallah en kısa sürede gerçekleştirmeyi
ümit ediyoruz. Bu gayretin hepimiz için ahiret azığı olmasını dileriz.
Çalışmak bizden, başarı ve hidayet Yüce Mevlâ'mızdandır. Dualarımızın
sonu, Allah'a hamd etmektir.
25 Muharrem 1424 28 Mart 2003 Yenibosna/İstanbul
Ali Kaya

GİRİŞ
Rahman ve Rahîm Olan Allah'ın Adıyla
Hamd Allah'a, Allah'ın rahmet ve bereketi, yaratılmışların en hayırlısı
Efendimiz Hz. Muhammed'e ve O'nun yakınları ve ashabına olsun!
Bu, el-Keşf ve't-tebyîn fî ğurûri'l-halki ecma'în (İnsanların bütün
sınıflarının aldanmaları hususunda hakikati ortaya çıkarıp açıklama) için
yazılmış kitaptır.
Bilinmelidir ki, yaratılmış olan varlıklar canlı ve cansız olmak üzere iki
kısımdır. Canlılar da, mükellef olan ve olmayan diye iki kısma ayrılır.
Mükellef, Allah Teâlâ'nın muhatap kılarak kendisine kulluğu emredip,
karşılığında sevap vadettiği; günahları yasaklayarak cezadan
sakındırdığı kişidir. Mükellef olmayansa, Allah'ın bu konudaki hitabına
muhatap olmayandır. Mükellefler de iki kesimdir; mü'min ve kâfir.
Mü'min de ikiye ayrılır; itaat eden ve isyan eden. İtaat eden ve
etmeyenlerden her biri de âlim ve câhil diye ikiye ayrılır.
Bu taksimi yaptıktan sonra; gururun -âlemlerin Rabbi Allah'ın korudukları
hariç- mükellef, mü'min ve kâfirlerin ayrılmaz bir özelliği olduğunu
gördüm. Allah izin verirse, onların bu aldanmalarını, en özlü ifâdelerle ve
en güzel ve yeni tespitlerle ortaya çıkarıp, bu konudaki delilleri
açıklayacağım. Başarı sadece Allah'tandır.
Halktan, kâfirlerin dışında, aldananlar dört sınıftır:
1- İlimle meşgul olanlar,
2- Kendilerini ibâdete vermiş olanlar,
3- Mal sahipleri ve
4- Tasavvuf yoluna girenler.
Fakat biz önce kâfirlerin aldanmalarından bahsedeceğiz.
BİRİNCİ BÖLÜM
1. Kâfirlerin Aldanması
Onlar, aldanma konusunda iki kısımdır: Dünya hayatının aldattığı kâfirler
ve Allah hakkında pek çok şeyin kendilerini aldattıkları.
Dünya hayatının aldattıkları diyor ki:
"Peşin olan, veresiyeden hayırlıdır. Dünyanın zevk ve lezzetleri için
kesinlik söz konusudur fakat, âhiretin zevk ve lezzetleri hususunda
şüphe mevcuttur. Kesin olan, şüpheli şeyden dolayı terk edilmez."
Bu, geçersiz bir kıyastır ve mel'ûn İblisin, 'hayırlı oluş'un sebepte
olduğunu zannederek "ben ondan (Âdem) daha hayırlıyım"2 sözünde
yaptığı kıyasa benzemektedir. 2 Sâd 38/76.
Bu aldanmanın tedavisi, iki yoldan birisiyle olabilir: Ya tasdikle -ki bu,
imandır- veya aklî
11

delille... Tasdikle tedavisi kişinin, Allah'ın, "Allah'ın katında olan daha


hayırlı ve devamlıdır" 3 Kasas 28/60.
ve "Dünya hayatı aldatıcı şeylerin geçici zevklerinden başka bir şey
değildir"4 Âl-i imrân 3/185; Hadîd 57/20.
âyetlerini ve peygamberlerin bildirdiklerini doğru kabul etmekle olur.
Aklî delile gelince, bu yaptığı kıyaslamanın bozuk olan yönünü bilmektir.
Onun "dünya peşin, âhiret veresiyedir" sözü, doğrudur. "Peşin olan
veresiyeden hayırlıdır" değerlendirmesi ise yanıldığı noktadır. İşin aslı hiç
de öyle değildir. Eğer peşin olan, miktar ve hedeflenen açısından
veresiye gibi ise elbette peşin daha iyidir. Fakat peşin olan veresiyeden
daha az ise, tabiî ki veresiye daha hayırlıdır.
Bilindiği gibi âhiret ebedîdir. Dünya ise sonlu ve geçicidir. Onların "Dünya
için kesinlik, âhiretin varlığı için ise şüphe söz konusudur."
12

sözleri, temelinden geçersizdir. Bilakis burada inananlar için hiçbir


şüphe mevcut değildir.
Âhiretin varlığının kesinliği iki yoldan anlaşılır: Birincisi, kişi nasıl tedavi
olmak için işinin ehli olan bir doktoru taklit ediyorsa, aynı şekilde
peygamberleri ve âlimleri doğrulayıp dediklerine iman etmesidir. İkincisi
ise, peygamberler için vahiy, veliler için de ilham yolu.
Sakın zannetme ki Hz. Peygamber'in (s.a.v.) dünya ve âhiretle ilgili
durumlar hakkındaki bilgisi, Cebrail (a.s.)'ı taklitten kaynaklanmaktadır.
Çünkü taklit, kesin bir bilgi kaynağı değildir ve de Hz. Peygamber (s.a.v.)
böyle bir şeyden uzaktır. Tam aksine, eşyanın perdesi kendisi için
kaldırılmış ve O da, nasıl ki beden gözüyle dış dünyayı görmüşse,
eşyanın hakikatini de basiret nuruyla müşahede etmiştir.
Mü'minler eğer yanlış sözler ve inanışlarla Allah'ın emirlerini yani sâlih
amelleri ihmal eder ve onları basit arzularla bulandırırlarsa, aynı
aldanma noktasında kâfirlerle ortak olurlar. Zaten
13

dünya hayatı, kâfir-mü'min herkes için bir aldanma sebebidir.


Kâfirlerin Allah hakkında aldandıkları yöne gelince, onların kendileriyle
ilgili olarak söyledikleri şu sözlerini ele alabiliriz: "Eğer Allah bizi tekrar
diriltilecek olursa, zaten biz buna başkalarından daha çok hak sahibiyiz."
Nitekim Allah Teâlâ onların durumundan şöyle bahsediyor:
"(Derler ki:) Bunun hiçbir zaman son bulacağını zannetmiyorum;
kıyametin kopacağını da zannetmiyorum. Eğer Rabbimin huzuruna
götürülecek olursam kesinlikle bundan daha hayırlı bir sonuçla
karşılaşırım." 5 Kehf 18/35-36.
Bu aldanmanın sebebi, İblis mel'ûnun mantık yoluyla yaptığı hatalı
kıyasa dayanmasıdır. Şöyle ki onlar bazen, Allah'ın dünyada kendilerine
verdiği nimetlere bakıp âhiret nimetlerini buna kıyas ediyor; bazen de
Allah'ın dünyada
14

kendilerine hemen azap göndermediğine bakıp âhiret azabını buna kıyas


ediyorlar. Şu âyette buyurulduğu gibi:
"Allah söylediklerimizden dolayı bize azap etse ya!" 6 Mücâdele 58/8.
diyorlar.
Onlar bazen de mü'minlere bakıp onların fakir olduklarını görünce
küçümseyerek diyorlar ki:
"Aramızdan, Allah'ın kendilerine lütuf ve ihsanda bulunduğu kimseler
bunlar mı!"7 En'âm 6/53. s Ahkaf 46/11.
"Bu iş iyi bir şey olsaydı onlar bizi geçemezlerdi."*
Onların tasavvurlarında düzenledikleri kıyas şöyle: "Allah bize dünya
nimetlerini ihsan etmiştir. Her ihsan eden sever; her seven de ihsanda
bulunur." İşin doğrusu böyle değildir. Tam aksine Allah ihsan eder fakat
sevmeyebilir.
15

Hatta belki de ihsan, bu iyiliğe muhatap olanın yavaş yavaş helakine

İ
sebep dahi olabilir. İşte bu, Allah hakkındaki gururun zirvesidir. Bununla
ilgili olarak Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Sizden birisi sevdiği için hastasını nasıl ki bazı yiyecek ve içeceklerden
uzak tutuyorsa, Allah da mü'min kulunu aynı şekilde dünyaya karşı
muhafaza eder."9
Bunun için basiret sahipleri, dünya kendilerine yöneldiğinde üzülür;
başlarına fakirlik gelince sevinir ve 'İyi insanların alâmetlerine merhaba!'
derlerdi. Âyetlerde şöyle buyurulur:
"İnsan var ya, Rabbi kendisini imtihan edip de ikramda bulunduğunda ve
bol nimet verdiğinde, 'Rabbim bana ikram etti' der." 10 Fecr89/15.
16 hekimhan
"Zannederler mi ki Biz kendilerine mal ve oğullar vermekle, iyilikleri
kendilerine çabucak ulaştırıyoruz? Hayır, onlar farkında değiller."
"Âyetlerimizi yalanlayanları, Biz, bilmeyecekleri yönden derece derece
helâka yaklaştıracağız. Ben onlara mühlet veririm. Muhakkak ki Benim
tuzağım pek çetindir.112
"Kendilerine yapılan uyarıları unuttuklarında, (vermiş olduğumuz sıkıntı
ve musibetleri kaldırıp) üzerlerine her şeyin kapılarını açtık. Nihayet
kendilerine verilenler sebebiyle şımardıkları zaman onları ansızın
yakaladık, birdenbire bütün ümitlerini kaybettiler."13
Aldanarak böyle bir inanca saplanan kişi, Allah'a inanmamış demektir.
Bu aldanmanın kaynağı, Allah ve sıfatları hakkındaki bilgisizliktir. Çünkü
Allah'ı tanıyan, O'nun imtihanından kendisini güvende hissedemez.
Gerçekten on-
11 Mü'minûn 23/55-56.
12 Â'râf 7/182-183; Kalem 68/44-45.
13 En'âm 6/44. - ' -
17

lar, Allah kendilerine nice mal-mülk verdiği halde, Firavun, Hâmân ve


Nemrud'un başlarına nelerin geldiğine de hiç bakmıyorlar! Halbuki Allah
Teâlâ şu ayetlerde azabından sakındır-maktadır:
"Allah'ın azabına uğramayacaklarından emin mi oldular? Ziyana uğrayan
topluluktan başkası Allah'ın azabından emin olamaz."14
"Onlar tuzak kurdular ve Allah onların tuzaklarını başlarına geçirdi. Allah
tuzak kuranların en hayırlısıdır.'n5
"Sen kâfirlere mühlet ver; onları biraz kendi hallerine bırak!"16
Allah kime bir nimet verirse o, bunun bir felaket olmasından korksun!
1* Â'râf 7/99.
ıs Âl-i imrân 3/54.
ıs Târik 86/17. ¦
18

2. Mü'minlerin Aldanması
İnananlardan günah işleyenlerin aldanmaları şu sözlerinde kendini
gösterir:
"Allah, bağışlayıcı ve merhametlidir; biz O'nun affını ümit ediyoruz."
Böyle söyleyip buna güvenir ve amelleri ihmal ederler. Gerçi dinde bu
anlayış "ümit" açısından övülen bir düşüncedir. Allah'ın rahmeti elbette
geniş, nimeti çok kapsayıcı ve keremi umumidir. Biz O'nun bir olduğunu
kabul ederek O'na iman ediyor ve bu iman ve O'nun kerem ve ihsanı
vesilesiyle ümidimizi kesmiyoruz.
Onların aldanmalarının kaynağı bazen de anne ve babalarının iyiliklerine
tutunmak olur ki, bu zaten aldanmanın son derecesidir. Halbuki onların
babaları sâlih ve takva sahibi olmalarının yanında günah işlemekten
çekiniyor-lardı. İşte onların şu şekildeki kıyaslarını şeytan onlara güzel
göstermiştir:
19

"Bir insanı seven onun evlatlarını da sever. Allah sizin babalarınızı


sevmiştir. Öyleyse sizi de seviyor."
Bu sebeple de itaate gerek duymaz, buna güvenerek Allah hakkında
kendilerini aldatırlar. Hiç bilmezler ki, Hz. Nuh (a.s.), oğlunu gemiye
bindirmek istedi fakat bundan menedildi ve Allah onu Nuh kavminin
cezalandırılması esnasında en feci biçimde suda boğdu. Yine Hz.
Peygamber (s.a.v.), annesinin kabrini ziyaret edip, bağışlanması için dua
etmek konusunda izin istedi; kendisine ziyaret izni verildi fakat istiğfar
için izin verilmedi.17 Şu âyetleri de unutuyorlar:
17 Ebû Hureyle (r.a.) Rasûlullah (s.a.v.)'in şöyle buyurduğunu rivayet
eder:
"Annem hakkında istiğfarda bulunmak için Rabb'im-den izin istedim,
bana izin vermedi. Kabrini ziyaret etmek için izin istedim, bana izin
verdi." Müslim, Cenâiz, 105,107; Ebû Dâvûd, Cenâiz, 77; Nesai, Cenaiz,
101; İbnu Mâce, Cenâiz, 48; Ahmed, Müsned, 2/44.
20

"Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenmez."™


"İnsana ancak kendi çalışmasının karşılığı vardır."™
Kim babasının takvasıyla kurtulacağını zannediyorsa, o kişi babasının
yeme ve içmesiyle kendi açlık ve susuzluğunun gideceğini düşünen
birisiyle aynı mantığa sahiptir. Takva herkeste olması gereken bir
özelliktir ve bunda baba evladının hiçbir sorumluluğunu gideremez. Kaldı
ki âhirette takvanın karşılığı verilirken kişi, kardeşinden, annesinden,
babasından, eşinden ve çocuklarından kaçacaktır, şefaat durumu hariç.
Peygamberimiz (s.a.v.)'in şu hadisini de unutuyorlar:
"Akıllı kişi kendisini yüksek görmeyip ölümden sonrası için çalışandır;
ahmak ise, kendini
18 Fâtır 35/18.
19 Necm 53/39.
21

boş duyguların peşine takan ve Allah hakkında kuruntular


besleyendir."20
Şu âyetleri de unutuyorlar:
"İman edenler ve hicret edip Allah yolunda cihad edenler var ya, işte
onlar, Allah'ın rahmetini umabilirler. Allah bağışlayıcı ve merhametlidir"2'
"Hiç bir kimse, yaptıklarına karşılık olmak üzere kendileri için gözler
aydınlığı olarak nelerin (sayısız nimetlerin) saklandığını bilmez."22
Bu durumda, hiçbir amelde bulunmadan ümit beslemek doğru olur mu?
Eğer ümitten önce bir çalışma söz konusu değilse hiç şüphesiz bu
aldanmadır. Ümit ancak, korku ve ümitsizliği gidermek içindir. Şüphesiz
bu fayda-
20 Tirmizî, Sıfatu'l-Kıyâme, 15; İbn Mâce, Zühd, 31; Ah-med, Müsned,
4/124; Beyhakî, es-Sünenü'l-Kübrâ, 3/369; Şu'abu'l-îmân, 4/350; Hâkim,
Müstedrek, 1/125; Taberânî, el-Mu'cemu'l-Kebîr, 7/281.
21 Bakara 2/218.
22 Secde 32/17.
22

sından dolayı Kur'ân bunu dile getirmiş ve daha fazla olmasını teşvik
etmiştir.
Onlara gurur, yaptıkları bir takım iyilik ve günahlar yönünden yaklaşır.
Ancak günahları daha çoktur. Bununla beraber bağışlanacaklarını umar
ve kötülükleri daha fazla olmasına rağmen iyiliklerinin ağır basacağını
zannederler. Bu ise cehaletin doruk noktasıdır.
Bakarsınız onlardan biri, helal veya haram yoldan kazanılmış bir kaç
dirhem sadaka verir. Fakat diğer tarafta insanların mallarından ve
şüpheli yollardan elde ettiği kat kat fazladır. Bu insan tıpkı, terazinin bir
kefesine on kilo koyup diğer kefesine de bin kilo koyduğu halde, on
kilonun ağır basmasını isteyen kişiye benzer. Bu ise bilgisizliğin son
noktasıdır.
Bazıları da iyiliklerinin günahlarından çok ol-. duğunu zanneder. Çünkü o,
ne nefsini hesaba çeker, ne de günahlarını araştırır. Bir iyilik yaptığında
onu aklında tutar ve ona güvenir. Bunun durumu şuna benzer: Bir insan
diliyle
23

Allah'tan bağışlanma diler, gece gündüz Allah'ı yüz veya bin defa teşbih
eder. Diğer taraftan gün boyu müslümanların gıybetini yapar ve Allah'ın
razı olmayacağı şekilde konuşur. Bir de teşbihin faziletiyle ilgili âyet ve
hadisleri araştırır. Onlara öncelik verir. Fakat yalancıların, söz
taşıyanların ve de münafıkların çarptırılacağı ceza hakkındaki âyet ve
hadisler hiç aklına gelmez. İşte bu da tam bir aldanmadır. Halbuki onun
dilini günahlardan koruması, teşbih çekmesinden daha doğru bir
davranıştır.
24

İKİNCİ BÖLÜM
ALDANANLARIN KISIMLARI

1. ALDANAN ÂLİMLER

Amelsiz Alimler:
Bir grup, dinî ve aklî ilimlerin temellerini öğrenip bunlarda
derinleşmişlerdir. Tamamen bu konularla meşgul olduklarından,
azalarını göz önüne alarak onları günahlardan koruyup iyiliklere
yönlendirmeyi ihmal ederler. İlimleriyle mağrur olur ve Allah katında
kendilerinin yüksek bir dereceye sahip olduklarını ve ilimde, Allah'ın
kendilerine azap etmeyecek, bilakis insanlar hakkındaki şefaatlerini
kabul edecek ve hata ve günahlarından dolayı kendilerine hesap
sormayacak bir dereceye ulaştıklarını zannederler. Onlar aldanmışlardır.
25

Eğer basiret gözüyle baksalardı, ilmin ikiye ayrıldığını görürlerdi:


Muamele ilmi ve Allah'ı ve sıfatlarını bilme yani Mükâşefe ilmi. Muamele
ilmi, amaçlanan hikmetin tamamlanması için gereklidir. Bu hikmet, helal
ve haramın, övülen ve yerilen huyların bilgisine göre davranmaktır. Onlar,
kendisi hasta olup, hastalığını tedaviye gücü yettiği halde bunu
yapmayarak başkasının tedavisiyle uğraşan doktora benzerler. İlacı
anlatmakla hiç şifa hasıl olur mu? Heyhat!... İlaç ancak zararlı şeylerden
korunduktan sonra içene fayda verir. Onlar şu âyetin farkında değiller:
"Nefsini tezkiye eden kurtulmuş; onu kötülüklere gömen de ziyana
uğramıştır."23
Allah Teâlâ burada, "Onun nasıl tezkiye edileceğini bilen, bunun kitabını
yazan ve insanlara öğreten kurtulur." buyurmamıştır.
23 Şems 91/9-10.
26

Onların şu hadislerden de haberleri yoktur:


"Kimin ilmi arttığı halde istikâmeti artmazsa, onun ancak Allah'a olan
uzaklığı artar."24
"Kıyamet günü insanlardan en şiddetli azaba uğrayacak kişi, Allah'ın
kendisini ilmiyle faydalandırmadığı âlimdir."25
Bu manada daha pek çok hadis vardır. Gerçekten bunlar aldanmış
durumdadırlar. Biz onların haline düşmekten Allah'a sığınırız. Kesinlikle
dünya sevgisi, nefislerine olan düşkünlükleri ve geçici huzuru
arzulamaları onları mağlup etmiştir. Onlarsa, ilimlerinin, amelleri olmasa
dahi kendilerini ahirette kurtaracağı kuruntusuna kapılmışlardır.
24 Münâvî, Feyzu'l-Kadîr, 4/ 52; "İlmi arttığı halde dünyaya rağbeti
artarsa..." şeklinde Süfyan b. 'Uyeyne'ye âit maktu' hadis için bkz. Dârimî,
Mukaddime, 34.
25 Beyhakî, Şu'abu'l-îmân, 2/285; Taberânî, el-Mu'ce-mu's-Sağîr, 1/305;
Kuzâ'i, Mûsnedü'ş-Şihâb, 2/171; Münâvî, Feyzu'l-Kadîr, I, 518.
27

Zahir Âlimler:
Onlardan bir kısmı ise, ilimleri öğrenmiş, zahirî amelde bulunarak
görünür günahları da terk etmişlerdir. Lakin kalplerinden bîhaber
kalmışlardır. Kibir, riya, hased, baş olma ve üstünlük arzusu, akran ve
meslektaşlarının kötülüğünü isteme ve insanlar arasında meşhur olma
isteği gibi Allah'ın sevmediği sıfatları kalplerinden silmemişlerdir. Bu da
bir aldanmadır. Sebebi ise şu hadislerden gafil olmalarıdır:
"Riya, küçük şirktir."26
"Ateşin odunu yakıp kül ettiği gibi, hased de iyilikleri yakar kül eder."21
"Mal ve şeref tutkunluğu, kalpteki nifak tohumunu yeşertir; tıpkı suyun
bitkileri büyüttüğü gibi..."28
26 Hâkim, Müstedrek, IV, 365; Ahmed, Müsned, V, 428; Beyhakî, Şu'abu'l-
îmân, V, 333.
27 Ebû Dâvûd, Edeb, 52; İbn Mâce, Zühd, 22.
28 Bu rivayetin kaynağı bulunamadı.
Daha nice hadisler mevcuttur. "O gün, ne mal fayda verir ne de evlât.
Ancak Allah'a temiz bir kalp ile gelenler fayda görür."29 âyetinden de
gafildirler. Onlar kalplerinden gafil ve dış görünüşleriyle meşgul
olmuşlardır. Oysa kalpten yönelmeyenin taatleri sahih olmaz.
Bu kişi, bir hastaya benzer ki, kendisi uyuz hastalığına yakalanmıştır ve
doktor kendisine, ilgili merhemi sürüp ilacı içmesini söyler. Fakat o,
merhemi bedenine sürdüğü halde ilacı içmez. Hastalığının dışına
yansıyan kısmını izale eder, ama içindekini yok edemez. Halbuki
hastalığın kaynağı içindedir. Dolayısıyla hastalığı hiç eksilmez, devamlı
surette artar. Şayet içindeki yok olacak olsa dışı da rahat edecektir. İşte,
bu şekilde kalpte pislikler gizli olduğu müddetçe, izleri insanın dışında,
azalarında ortaya çıkacaktır.
29 Şuarâ 26/88-89.
28
29

Kendini Beğenen Âlimler:


Başka bir kısım âlimler ise, bu huyları bilirler; ve yine bilirler ki, bu huylar
din açısından kötü olarak değerlendirilir. Ancak, kendilerini beğendikleri
için, bu sıfatlardan uzak olduklarını ve Allah'ın onları bu huylarla imtihan
etmeyecek kadar yüce bir derecede bulunduklarını düşünürler.
Yani onların zannına göre Allah, kendilerinin ilimde ulaştıkları
mertebedekileri değil de, bununla ancak sıradan insanları imtihan eder.
Kendileri ise Allah katında, Allah'ın bu durumla karşı karşıya
getirmeyeceği bir mevkidedirler. Bu gruptaki bilginleri kibir, baş olma
hırsı, üstünlük ve değerlilik tutkusu mağlup etmiştir.
Aldanmaları ise bunun kibir değil de, sadece dinin izzeti, ilmin şerefini
ortaya koymak ve Allah'ın dinine yardım olduğunu zannetmeleridir. Oysa
onlar, sahâbîlerin tevazuunu, yumuşak başlılığını ve bu tür şeylere
meyletmemelerini gözden kaçırıyorlar. Meselâ, Hz. Ömer'i (r.a.)
30

bazıları, Şam'a geldiğinde, son derecede sâde olan durumu sebebiyle


hoş karşılamamışlardı. Fakat o şöyle dedi:
"Biz, Allah'ın İslâm ile yücelttiği bir toplumuz ve kesinlikle başka bir
şeyde izzet aramıyoruz."
Sonra, bu mağrur, dinin üstünlüğünü gösterişli elbiselerle talep ederken
ilmin izzetini ve dinin şerefini arzuladığını savunuyor. Diğer taraftan,
çağdaşlarından veya kendi görüşüne karşı çıkanlardan birisine dil
uzatınca, bunun kendi hasedinden kaynaklandığını düşünmüyor da, 'Bu,
sadece hak için öfkelenmek ve batıl ehline, düşmanlığı ve haksızlığı
hususunda bir cevaptır.' diyebiliyor.
Bu kişi aldaniyor. Çünkü şayet o, çağdaşı âlimlerden birine dil uzatılacak
olsa, değil kızmak, belki de bundan dolayı sevinir. İnsanların
Hâkim, Müstedrek, 1/130; Münâvî, Feyzu'l-Kadîr, 2/290.
31

huzurunda böyle bir şeye öfkelendiğini ortaya koysa da, belki de kalbi
bundan son derecede hoşnut olur. Dahası, bilginlik taslayarak der ki:
'Benim böyle yapmaktaki amacım, sadece insanlara faydalı olmaktır.' O,
bu sözüyle gösteriş yapmaktadır. Çünkü, eğer onun amaç, insanların
iyiliği olsaydı, kendi seviyesinde veya kendisinden üst yahut alt
seviyedeki başkaları tarafından insanların fayda görmelerine sevinmesi
gerekirdi.
Bazen yöneticilerin yanına gidip onları överek gözlerine girmeye çalışır.
Bu konuda soru sorulunca, 'Benim amacım ancak, müslüman-lara
faydalı olmak ve onlara gelebilecek zararları defetmektir'. Halbuki o,
aldanmaktadır. Şayet gayesi bu olsaydı, bunu başkaları yapınca da
memnun olması gerekirdi. Fakat kendisi gibi birisini devlet yetkilisinin
yanında bir kişi hakkında şefaatçilik yaparken görseydi bundan
hoşlanmazdı.
Bazen de onların mallarından alır. Aklına bunun haram olduğu gelecek
olursa, şeytan ona der ki: 'Bu, sahipsiz bir maldır ve, müslü-manların
faydalanmalar, içindir. Sen de onların önderi ve bilginisin. Din senin
sayende, ayakta durmaktadır!'
Burada üç aldanma noktası söz konusudur: Birincisi, bunun, sahibi
olmayan bir mal olması; ikincisi, müslümanların maslahatları için
olduğu; üçüncüsü ise kendisinin önder olduğu. Peygamberler, sahâbîler
ve bu ümmetin faziletli âlimleri gibi, dünyadan yüz çevirenlerden başkası
hiç önder olabilir mi? Hz. İsa (a.s.)'ın dediği gibi:
"Kötü âlim, derenin önüne düşmüş kaya gibidir: Suyu ne kendisi içer ne
de bırakır ki o su gitsin de bir ekine faydalı olsun."
İlimle uğraşanların aldanma çeşitleri çoktur. Bu insanların bozdukları,
düzelttiklerinden daha fazladır.
32
33
Gizli Tehlikelere Aldananlar:
Bir grup da, ilimleri öğrenmiş, azalarını günahlardan arındınp, taatlere
yöneltmişler; ma-siyetlerin görünürlerinden uzak durmuş; riya, hased,
kibir, kin ve üstünlük tutkusu gibi nefsin huylarını ve kalbin sıfatlarını
araştırmışlar ve bunlardan uzaklaşmak için nefislerine karşı mücâdele
ederek kalplerinden söz konusu huyların kalın ve güçlü köklerini
sökmüşlerdir. Fakat bunlar yine de aldanmışlardır. Çünkü kalplerinin
köşelerinde şeytan ve nefsin hilelerinin gizli olanlarından, çok derin
birtakım kalıntılar vardır; farkına varamayarak onları ihmal etmişlerdir.
Bunlar, tarlasını zararlı otlardan arındırmak isteyen çiftçiye benzerler:
Tarlanın etrafında dolaşır, tespit ettiği zararlı otları çıkarıp atar fakat,
başlarını henüz yerin altından çıkarmayanları belirleyemez ve zararlı
bütün otların ortaya çıkıp göründüğünü zanneder. Bundan habersiz
olunca da onlar çıkıpbüyüyerek ekini alt üst
34

ederek bozarlar. Bunlar bazen de halka karışmayı, kibirden dolayı


terkederler. İnsanlara aşağılayıcı gözle bakarlar. Bazıları ise, kendisine
bu şekilde aşağılayıcı gözle bakılmasın diye dış görünüşünü
güzelleştirmeye çalışır.

Fetva Âlimlerinin Aldanması:


Bir grup ise, ilimlerin en önemlisini terkedip tamamen dâva ve
mahkemelerle ilgili fetva bilgisine ve geçim maslahatları hususunda
insanlar arasında geçerli olan dünya işleri ile alâkalı uygulamaların
ayrıntılarına yönelir. Kendilerine 'fakih (fıkıhçı)' ve bu işe 'fıkıh ve mezheb
ilmi' adını vermişlerdir. Belki de bununla beraber, zahirî ve batınî amelleri
ihmal etmişler; azalarının durumunu araştırmamış, dillerini gıybetten,
midelerini haramdan, ayaklarını devlet yöneticilerin huzuruna
yürümekten uzak tutmamışlardır. Diğer azaları için de benzer durumlar
geçerlidir: Meselâ; kalplerini kibirden, riyadan,
35

hased ve diğer helak edici huylardan alıkoyma-mışlardır.


Bunlar, iki bakımdan aldanmışlardır: Birincisi, amel yönünden. Bunun
tedavi usûlünü İhya kitabında anlatmıştık. Bunlar, hastalığını doktordan
öğrenip bu konuda gerçek bilgiye sahip olmayan ve de tedaviye
yönelme-yen hasta gibidirler. Böylece nefislerini temizleme ve
arındırmayı ihmal ettiklerinden, helake yaklaşmışlardır. Halbuki onlar
hayız, diyetler, hân ve zıhar gibi konularla o kadar meşgul olmuşlardır ki,
ömürlerini tamamen bu uğurda zayi etmişlerdir. Onları ancak, halkın
kendilerine olan saygısı ve üstün bir mevkide görmeleri aldatmıştır,
hakim ve müftü olarak kendilerine müracaat edilmesi aldatmıştır... Diğer
taraftan her biri meslektaşının aleyhinde bulunmaktan geri durmazken,
bir araya geldiklerinde böyle bir şey hiç yokmuş gibi davranırlar.
İkincisi, ilim yönünden. Bu ise ilmin sadece kendi bildiklerinden ibaret
olduğunu, bunun hedefe
36

ulaştırıcı ve kurtarıcı olduğunu düşünmelerinden kaynaklanmaktadır.


Oysa insanı hedefe vardırıp kurtaracak şey, sadece Allah sev-gisidir.
Allah'ı sevmek ise O'nu tanımadan mümkün olamaz.
Allah'ı tanımanın üç mertebesi vardır: Zâtını, sıfatlarını ve fiillerini
tanımak. Bu ilim erbabı, hacca gidenlerin yolu üzerinde kendilerini yol
erzakı satmaya vermiş kişiye benzerler. Bilmezler ki fıkıh Allah'ı, O'nun
insanı kötülüklerden alıkoyan ve korkutan sıfatlarını bilmektir. Bu da,
kalbin Allah korkusunu hissetmesi ve takvaya sarılması içindir. Kur'an'da
buyuruldu-ğu gibi:
"Mü'minlerin hepsinin toptan sefere çıkmaları doğru değildir. Onların her
kesiminde bir grup, dinde geniş bilgi elde etmek ve kavimleri savaştan
döndüklerinde onları ikaz etmek için geride kalmalıdır. Umulur ki
sakınırlar."31 Tevbe 9/122.
37

İhtilaf Âlimleri:
Bunlardan bir kısmı da, fıkıhdaki tartışmalı meselelere yönelmiştir.
Elbette ki buna önem vermesinin sebebi; tartışma yöntemini, karşı tarafı
nasıl susturacağını ve doğruyu nasıl ortadan kaldıracağını öğrenmektir.
Evet amaç, yenmek ve övünmek... Gece gündüz mezheb mensuplarının
tutarsızlıklarını tesbit ve çağdaşlarının kusurlarını araştırmak için
uğraşırlar. Bunların asıl maksatları ilim değil, akranlarına karşı üstünlük
taslamaktır. Eğer onlar kalplerini temizlemek için uğraşsalardı, sadece
dünyada ve kibirlenmek için kendilerine faydası olan bu tür bir ilimden,
onlar için daha hayırlı olurdu. Dünyadaki bu durumları ahirette alev alev
yanan bir ateşe dönüşecektir.
"Görüşümün delillerine gelince, Allah'ın kitabı ve Resulünün sünnetinden
olmak üzere şunlardır..." gibi daha nice gurur ifade eden sözler. Bunların
gururları ne kadar da çirkindir!
38
Kelâm İlmi ve Cedelle Uğraşan Alimler:
Başka bir grup, kelâm ilmi ve cedelle uğraşmış; karşıt görüştekilere
cevap ve onların çelişkilerini araştırmakla vakit geçirmişlerdir. Tartışmalı
sözlere odaklanmış, muhalifleriyle münâkaşa ve onları susturma
yollarını öğrenme ve öğretmeyle meşgul olmuşlardır.
Bununla beraber bunlar ikiye ayrılırlar: Birincisi, doğru yoldan sapmış,
başkalarını da saptırmış olanlar. İkincisi ise doğru üzere olanlardır. Hak
yoldan sapanların kendilerini aldattıkları nokta, dalâlette olduklarından
habersiz olmaları ve nihâyetinde kurtuluşa ereceklerini sanmalarıdır.
Bunlar kendi aralarında pek çok gruba ayrılırlar. Biri ötekini kâfir kabul
eder vs. Sapmalarının sebebi ise temelde, bir şeyin her hangi bir
düşüncenin delili olmasının şartlarını ve bu konulardaki doğru yöntemin
nasıl olduğunu iyi bilmemeleridir. Meselâ, şüphenin delil, delilin şüphe
olduğunu kabul ederler.
39

Bu alanda doğru üzere bulunanların aldanmalarının sebebi şudur. Onlar,


tartışmanın, işlerin en önemlisi ve Allah'ın dininde O'na yaklaştıran
şeylerin en üstünü olduğunu düşünürler. İddialarına göre, bir kimse
araştırma yapmadıkça dini tamam olmamaktadır. Yine onlara göre, bir
kişi araştırmadan, bir delil aramadan Allah'a iman ederse, Allah katında
bir değere sahip kâmil bir mü'min olamaz. Halbuki onlar ilk asra hiç
bakmazlar. Hz. Peygamber (s.a.s)'in, o dönemin insanlarına hiç bir delil
sormadığı halde, onların, insanların en hayırlıları olduğuna dair
değerlendirmesini göz önünde bulundurmazlar. Ebû Ümâme el-Bâhilî
(r.a.), Hz. Peygamber (s.a.v)'in şöyle buyurduğunu ifade eder: "Bir
toplumda cedel ortaya çıkarsa, onlar yollarını şaşırırlar."32
32 Tirmizî, Tefsîr, 44; ibn Mâce, Mukaddime, 7; Ahmed, Müsned, 5/252;
Hâkim, Müstedrek, 2/486.
40

Vaaz ve Nasihat Âlimleri:


Bir kısım âlimler ise, vaaz ve nasihatla uğraşırlar. Korku, ümit, sabır,
şükür, tevekkül, zühd, yakîn, ihlâs ve doğruluk gibi kalp ve nefisle ilgili
huy ve sıfatlardan bahsedenin mertebesinin yüceliğini vurgularlar. Onlar
kendilerini aldatıyorlar. Bu sıfatlardan bahsederek, insanları onlara sahip
olmaya çağırdıklarında kendileri de bu özelliklere sahip olduklarını
zannediyorlar. Onların bu sıfatlardan nasipleri halkın nasiplen-
diği'kadardır. Daha fazlasını elde etmek için çalışmazlar. Bunlarınki
aldanmanın en âlâsıdır. Zira onlar kendilerini son derecede beğenirler.
Muhabbetullaha dair derin bilgilerinin ahirette kurtuluşlarına vesile
olacağını ve zahidlerin sözlerini ezberledikleri için -bunlara göre
yaşamadıkları halde- affedileceklerini zannediyorlar. Bunlar öncekilerden
daha çok aldanmışlar-dır. Çünkü onlar, insanları Allah ve Rasûlünü
sevmeye teşvik ettiklerini zannederler. İhlasın inceliklerine sahip
olmadıkları halde kendilerini
41

ihlaslı, samimi görürler. Nefsin kusurlarının gizliliklerine vâkıf olmadıkları


halde, kendilerini bunlardan uzak zannederler. Diğer bütün sıfatlar
hakkındaki durumları da böyledir.
Halbuki, dünyayı herkesten daha çok severler. Dünyaya karşı aşırı
düşkünlüklerinden dolayı zühd gösterisinde bulunur, kendileri ihlas
sahibi olmadıkları halde, insanları ihlasa teşvik ederler. Allah'a
yaklaşmaya çağırırlar, fakat kendileri bundan kaçarlar. Allah'tan
korkmaya davet ederler, korkmadıkları halde... Kendileri unuttukları
halde insanlara Allah'ı hatırlatırlar. İnsanları Allah'a yakın olmaya teşvik
ederken kendileri O'ndan uzaklaşırlar. Çirkin sıfatların kötülüğünden
bahsederler. Oysa, onlar bu sıfatlara sahiptirler.
İnsanları halka karşı mesafeli olmaya teşvik ederlerken kendileri bu
konuda çok serbest hareket ederler. İnsanları Allah'a çağırdıkları halka
açık meclislere gitmeleri yasaklansa, yeryüzü bütün genişliğine rağmen
onlara dar gelir.
42

Maksatlarının halkın ıslahı olduğunu iddia ederler. Fakat halkın ıslahı


başka biri tarafından gerçekleştirilecek olsa, üzüntü ve hasetten canları
çıkacak seviyeye gelirler.
Kendi yanına girip çıkan bir kişi akranlarından birisini övse, insanların o
övülene en çok buğz edeni o olur. İşte bunlar müthiş bir gururla karşı
karşıyadırlar. Kendilerine gelip orta yolu bulmaktan çok uzaktırlar.

Hitabet Âlimleri:
Bir grup ise, vaazda en önemli ve gerekli hususlardan uzaklaşmışlardır.
Allah'ın muhafaza ettikleri hariç, bu zamanın vaizlerinin tamamı böyledir.
Güya ibadetlerden bahseder, hezeyanlar savururlar; güzel ve edebi
konuşma arzusuyla dinin aslından uzak ve dengesiz sözleri bir araya
getirmekle meşgul olurlar. Bir kısmı da kelime oyunları ve kafiyeli
sözlerle uğraşır durur.
43

En büyük arzuları cümle içi söz uyumları ve kavuşmayı ve arılığı konu


edinen şiirlerle konuşmasını renklendirmektir. Böyle yapmadaki amaçları
ise, meclislerinde galeyana gelme ve cezbe çığlıkların -isterse yanlış
gayelerle olsun- çokça meydana gelmesidir.
Bunlar insanların şeytanlarıdırlar: Hem kendilerini hem de başkalarını
yoldan çıkarırlar. Bizden öncekiler kendilerini tam olarak düzeltmemiş
olsalar bile, başkalarını düzeltmiş; söz ve vaazlarını doğru bir biçimde
ortaya koymuşlardı. Bunlar ise Allah'ın yolundan alıkoyuyorlar. Birtakım
hurafelerle insanları Allah hakkında yanlış düşüncelere sevk ediyorlar.
Bunu günahlara karşı hiç korkmadan yönelerek ve dünya tutkusuyla
yapıyorlar. Özellikle vaaz eden süslü elbiseler giyinmiş, kibir ve riyaya
kendini kaptırmış bir vaziyette iken, adetâ insanların Allah'ın
rahmetinden ümit kesmeleri yönünde vaaz eder.
44

Menkıbe Âlimleri:
Onlardan bir grup ise, zâhidlerin dünyanın kötülenmesine ilişkin söz ve
menkıbeleriyle yetinirler. Bunları hep aynı tarzda tekrar eder dururlar.
Onlar bu sözlerin anlamlarını kavramadan ezberler, kürsülerde bunlarla
vaaz verirler. Bazıları da çarşı pazarda etrafındakilere beraber, insanlara
öğütler yağdırırlar. Fakat bunlar, bu sözlerin gereğini yapmadıkları halde,
sade-- ce söz konusu zâhidlerin sözlerini ezberlemekle Allah tarafından
bağışlanıp kurtulacaklarını zannederler. Hakikaten bunlar bir
öncekilerden daha çok kendilerini aldatmaktadırlar.

Rivayet Âlimleri:
Başka bir grup da vakitlerini tamamen hadis öğrenmeye vermişlerdir.
Çokça hadis rivayeti toplamak ve hadisleri nakledenlerin, Hz. Pey-
gamber'den (s.a.v.) kendi zamanlarına kadar kaç kişi olduklarını
araştırmakla meşgul olurlar. Kiminin gayesi diyar diyar dolaşıp hadis
âlimle-
45

rinden öğrendiklerini aktararak, "Ben falandan naklediyorum; filan âlimle


görüştüm; bende, hiç kimsede olmayan hadis nakil silsileleri var..."
türünden sözleri söyleyebilmektir.
Bunlar kendilerini bir çok açıdan aldatıyorlar: Birincisi, onların kitap
hamalı33 gibi olmalarıdır. Çünkü onlar, sünneti anlamaya ve mânâlarını
düşünmeye hiç gayret sarfetmezler. Yaptıkları, sadece hadisleri
nakletmekten ibarettir. Bunun da kendileri için yeterli olacağını
zannederler. Nerede?! Bilakis hadisten maksat, onu anlamak ve
mânâlarını düşünmektir.
Hadis ilminde ilk önce hadisi dinleme, sonra ezber, sonra anlama ve
amel etme sonra da onu neşretme gelir. Bunlar ise sadece dinle-
33 Bu ifade ile Cuma suresinin şu ayetindeki durumları açıklanan
kimselere işaret edilmektedir. "Kendilerine Tevrat yükletiyip sonra onu
yüklenmeyenlerin hali, kocaman kitaplar taşıyan eşeğin hali gibidir.
Allah'ın âyetlerini yalanlayan topluluğun misali ne kötüdür! Allah zâlimler
topluluğunu hidâyete iletmez." (Cum'a, 62/5.
46

meye kendilerini yöneltmiş fakat, diğer hususları ihmal etmişlerdir.


Sadece dinlemeye yönelmede hiçbir fayda olmamasına rağmen böyle
yapmışlardır. Bu zamanda hadisi çocuklar okumaktadır. Halbuki onlar
gafil olup işin farkında değildirler. Bunların hadis öğrendikleri hocalar ise
hadisin okunuş ve yazılışında hata yapıp, bunu bilmeyecek kadar gafil
olabiliyorlar. Bazen-de umursamaz bir durumda onlardan hadis nakledip
bunun farkına dahi varamıyorlar. Bunların hepsi birer aldanıştır.
Hadis dinlemede asıl olan onu Hz. Peygamber (s.a.v.)'den işitmiş
olmaktır. O'ndan dinleyen işittiği şekilde hadis ezberler ve yine aynı
şekilde rivayet eder. Rivaye.t, ezberden olur; ezberse dinlemeden sonra
gerçekleşir. Eğer kişi hadisi Resûlullah'tan (s.a.v.) işitme durumunda
değilse, bunu sahabe ve tabiinden dinler. Onlardan duyması böylece,
Resûlullah'tan (s.a.v.) duyması gibi olur.
47

Meselenin usûlü şudur: Dikkatle dinlemek, hıfzetmek ve hadisin bir


harfinde dahi şüphe etmeyecek derecede, ezberlediği gibi rivayet etmek.
Eğer şüphe ederse onu nakletmesi veya öğretmesi ve böylece hataya
sevketmesi caiz değildir.
Hadisin hıfzedilmesi iki yolla olur: Birincisi, devamlı tekrar etmek şartıyla
kalp ile; ikincisi, dinlediğini yazmak, yazdığını gözden geçirmek ve
başkasının ulaşmaması için bunu muhafaza etmek. Yazdığını muhafaza
etmesi, bunun kimsenin asla elinin ulaşamayacağı özel kitaplığında
korunmuş olmasıdır. Çocuktan, gafil ve uyuyan birisinden işittiğini
yazmak caiz değildir. Bu caiz olsaydı, beşikteki çocuktan duyduğunu
yazmak da caiz olurdu.
Hadis öğrenmenin bir çok şartı vardır. Hadisten maksat, onu öğrenmek
ve onunla amel etmektir. Hadisin de Kur'ân'ın olduğu gibi pek çok
manası vardır.
Rivayet edildiğine göre, Ebû Süfyan b. Ebu Hayr el-Menhî, Zahir b.
Ahmed es-Serahsî'nin meclisine gider; rivayet edilen ilk hadis şu olur:
"Kişinin, kendisine faydası olmayan şeyleri terkeîmesi, müslümanlığının
güzelliğinden-dir.'34 Bunun üzerine kalkar ve der ki: "Bu benim için
yeterlidir. Bunun gereğini tam olarak yerine getireyim, sonra başka bir
hadis dinlerim.". Diğer insanlar da böyle olmalıdırlar.

Sarf-Nahiv Âlimleri:
Başka bir kısım âlimler ise, dilbilgisi, şiir ve dilin ilgi çekici ve anlaşılması
zor kısımlarıyla meşgul olmuş, kendilerini bununla aldatmışlardır.
Bağışlanmış ve bu ümmetin âlimlerinden olduklarını iddia ederler. Zira
kendilerince dinin ve sünnetin ayakta durması, dilbilgisi ile olmaktadır.
Onlar ömürlerini dilin ve dilbilgisinin ince-
34 Tirmizî, Zühd, 9; İbn Mâce, Fiten, 12; Mâlik, Muvatta, 2/903; Ahmed,
Müsned, 1/201.

liklerini araştırmada tüketmişlerdir. Bu büyük bir aldanmadır.


Arapça'nın Türkçe gibi bir dil olduğunu dü-şünselerdi ve ömrünü Arapça
uğrunda tüketmekle, Türkçe, Hintçe ve diğer diller için tüketmekten farklı
olmadığını bilirlerdi. Arapça'yı diğerlerinden ayıran şey sadece dinin bu
dille gelmiş olmasıdır. Dilden sadece Kur'an ve Sünnette anlaşılması güç
olan garip kelime ve terkipleri bilecek kadarı; dilbilgisinden ise yine Kitap
ve Sünnetle ilgili olanı kadarı yeterlidir. Fakat bu alanda sonu
gelmeyecek derecede derinleşmek gereksiz bir aşırılıktır. Bunu yapan ise
aldanmıştır.
50

2. ALDANAN İBÂDET ve AMEL SAHİPLERİ


Bunlardan, namaz, Kur'an okuma, hac, ci-had ve zühd konusunda olmak
üzere aldanmış bulunan pek çok grup vardır.

Farz Yerine Nafile ile Uğraşanlar:


Onlardan bir kısmı, farzları ihmal edip nafilelerle meşgul olmuşlardır. İşi
tam bir aşırılığa vardıraracak kadar derine dalmışlardır. Meselâ; kimisi
abdestte vesveseye mağlup olmuştur; işi aşırıya vardırarak, dinde
temizliğine hükmedilen suya razı gelmez ve necaset konusunda uzak
ihtimalleri dahi yakın kabul eder. Fakat iş haram yemeye gelince yakın
ihtimalleri uzak değerlendirir. Bazen de tamamen ha-
51

ram olan şeyi yer. Eğer onun ihtiyatlı davranışı su hakkında olacağına
yemek konusunda olsaydı daha uygun olurdu. Aslında bu konuda
Sahâbilerin yaşantısını delil alabilirdi: Hz. Ömer (r.a.), necaset bulunma
ihtimâline rağmen hristiyan bir kadının testisindeki su ile ab-dest
almıştır. Bununla beraber o, nice helâl yolları, harama düşme korkusuyla
terk ederdi.

Vesveseye Kapılanlar:
Başka bir gruba ise, namaza niyette vesvese galip olmuştur. Şeytan onu
bırakmaz ki doğru bir niyet edebilsin. Bilakis ona vesvese verir. Bu
yüzden cemaati kaçırır. Bazen namazın vaktini kaçırır. İftitah tekbirini
tam olarak alsa bile yine kalbinde niyeti sahih mi değil mi diye bir
tereddüt meydana gelir. Tekbirde vesveseye öyle kapılır ki, aşırı
ihtiyatından ötürü tekbirin özelliğini değiştirir. Cemaatle namaz kılarken
fatihayı dinlemeye vakit bulamaz. Bunu namazın başında yapar. Sonra
bütününde ga-
52

fil duruma düşer. Kalbi huzur bulmaz. Aldan-mış olur. Bilmez ki,


namazda kalp huzuru şarttır. Onu İblis aldatarak yaptığını süslü
göstererek derki: 'Sen gösterdiğin bu dikkatle diğer insanlardan farklı,
seçkin konuma gelmektesin. Rabbin katında da hayır üzeresin.'

Harflere Takılıp Kalanlar:


Diğer bir grup ise Fâtiha'nın harflerini doğru okumakta vesveseye
mağlup olmuşlardır. Öbür zikirlerde de durumları aynıdır. Hep 'şed-
deler'de ve 'dâd' ve 'zâ' harfleri arasındaki farkta ihtiyatlı davranırlar ve
başka bir şey onları ilgilendirmez. Fâtiha'nın ne sırları ne de mânâları
konusunda tefekkür ederler. Bilmezler ki, insanlar, Kur'an tilavetinde,
konuşma dilinde alışageldikleri şekil dışında, harfleri kaynaklarından
çıkarmakla yükümlü değildirler. Onlarınki ise büyük bir aldanmadır.
Sultanın huzuruna mektup götüren kişiye benzerler: Sultan ona gerektiği
şekilde mektubu okumasını emreder.
53
O ise harflerin mahreçlerinde hassas davranarak okumaya başlar ve
tekrar tekrar okur. Düzgün okuyacağım derken mektubun amacından ve
meclis saygısını gözetmekten uzaklaşır. Halbuki mektubun içeriği
üzerine bir siyaset kurulacaktır. Bu durumda o kişinin aklını kaybettiğine
hükmedilir ve akıl hastanesine gönderilir.

Kur'an'ı Kerim'in Tilavetinde Aldananlar:


Başka bir grup da, Kur'an okuma konusunda aldanırlar. Kur'an'ı bağıra
bağıra okurlar Kur'an'ı. Belki de bir günde ve bir gecede onu baştan sona
okurlar. Dilleri onunla meşgul olur, ama kalpleri kuruntu vadileri ile
dünyâyı düşünme arasında gider gelir. Öğütlerinden kendilerine bir ders
çıkarmazlar. Emir ve yasakların üzerinde durmak, ibret alınacak
yerlerinden ibret almazlar. Nazım yönünden değil de mânâ yönünden
lezzet almak için, âyetlerin manaları üzerine düşünmezler.
54

Bir kişi Kur'an'ı gündüz ve gece olmak üzeri re isterse yüz defa okusun,
eğer onun emir ve 'f yasaklarını terkederse cezayı haketmiş olur. Belki de
onun güzel bir sesi vardır; okur ve bundan zevk alır, aldığı zevkten dolayı
gurura kapılır. Zanneder ki bu, Allah'a münâcattan ve O'nun kelâmını
dinlemekten kaynaklanan lezzettir. Oysa nerede? Çünkü onun aldığı
lezzet, sesindendir. Eğer Allah'ın kelâmının lezzetine varsaydı, sesine ve
sesinin güzelliğine bakmaz, bunu aklına getirmezdi bile. Allah'ın
kelâmının lezzeti sadece anlam yönündendir; bun-larınki ise büyük bir
aldanıştır.

Oruç:
Bunların diğer bir kısmı, oruçta gurura kapılmıştır. Belki bütün zamanını,
mübarek günleri oruçla geçirir. Halbuki oruçlu iken dillerini gıybetten,
niyetlerini riyadan, iftar ederken karınlarını haramdan ve daha bir sürü
gereksiz hezeyandan korumazlar. Onlar farzı terk etmişler,
55

menduba tabi olarak kurtulacaklarını zannetmişlerdir. Heyhat! Sadece


Allah'ın huzuruna kalb-i selim ile gidenler kurtulurlar. Bunlar ise, en aşırı
derecede bir yanılgıya kapılmışlardır.

Hac:
Başka bir grupsa, hac ibadetinde yanılgıya düşmüştür. Haksızlıkları terk,
borçlarını ödemek, ana-babanın rızasını istemek ve helâl azık talep
etmeksizin yola çıkarlar. Bazen yolda farz namazlar/ ihmal ederler;
bazen de beden ve elbise temizliğinde bile acizliğe düşerler. Zâlimlerin
haksız vergilerine maruz kalırlar ve ellerindekinin bir kısmı onlardan
alınır. Yolda müstehcen konuşmaktan, münakaşadan kaçınmazlar.
Kimi zaman da bazıları haram mal toplar ve yolda arkadaşlarına bunu
yedir/r. Bununla da gösteriş yapıp itibar kazanmak ister. Bu kişi önce
haram kazanmakla Allah'a isyan eder; ikin-
56

ci olarak da onu gösteriş olsun diye dağıttığından günaha girer. Çirkin


huy ve kötü sıfatlarla kirlenmiş bir kalple Kabe'nin yanına ulaşır. Bu
haline rağmen Rabbinden bir hayır üzere olduğunu zanneder. Oysaki
aldanmaktadır.

Emr-i bi'l-Marûf Nehy-i anil-Münker Yolunda Aldananlar:


Diğer bir grup da korkutma, iyiliği emir ve kötülüğü yasaklama yolunu
tutmuştur. Onlardan birisi insanlara kötü şeyleri yasaklar ve güzel şeyleri
emreder; fakat kendini unutur. İyiliği emrederken kaba davran/r. Baş
olma ve üstünlüğü amaç edinir.
Kendisi bir kötülük yapacak olsa da bir başkası ona bunun kötülüğünü
açıklasa öfkelenir. "İyiliği emredip kötülüğü yasaklama işini ben yaparım,
sen beni nasıl tenkid edersin?" der.
Bazen insanları camide toplar ve geç gelene çok ağır sözlerle hitab eder.
Bazen de ken-
57

dini gösterişe, saygı beklentisine ve baş olma sevdasına kaptırır. Bunun


alâmeti; eğer bir başkası camide toplanma işini yapacak olsa onun
üzerine yürümesidir.
Kimi de müezzinlik yapar. Bunu Allah için yaptığını zanneder. Ama
kendinden başkası onun olmadığı bir vakitte ezan okuyup müezzinlik
yapacak olsa, o kişinin başına kıyamet koptu demektir. Bir de der ki:
"Hakkımı alamadım!"
Kimisi de bir mescidin imamlığını üzerine alır ve bunun hayırlı olduğunu
zanneder. Asıl amacı kendisi için, 'falan mescidin imamı' denmesidir.
Bunun alâmeti de; şayet bir başkası oraya gelecek olsa ve kendisinden
takvalı bulunsa, bunun ona ağır gelmesidir.
Mekke ve Medineye Komşuluk:
Başka bir grup ise; Mekke veya Medîne'ye yakın bir yerde ikâmet eder.
Kendilerini bunun-
58

la aldatırlar. Kalplerini kontrol etmemiş, zahir ve bâtınlarını


temizlememişlerdir. Belki de kalpleri, yurtlarına ve evlerine bağlı
haldedir. Bu hallerinden bahsederek, "Mekke'de şu kadar sene kaldım."
dediklerini görürsün. Oysa böyle birisi aldanmaktadır. Çünkü onun için
en doğru tavır; kendi yurdunda ikâmet etmesi, kalbinin ise Mekke'ye
bağlı bulunmasıdır.
Eğer Mekke ve Medine'nin komşusu olacaksa, komşuluk hakkını
korumalıdır: Mekke'de kalcaksa Allah'ın hakkını, Medîne'de kalacaksa
Hz. Peygamber (s.a.v)'in hakkını muhafaza etmelidir. Peki buna kim güç
yetirebilir! Onlar dış görünüşlerle aldanmış ve kendilerini duvarların
kurtaracağı kuruntusuna kapılmışlardır. Heyhat!
Belki de nefsi bir lokmayı fakire sadaka olarak vermeye bile tahammül
edemez. Halkla -komşuluk hususu bu kadar zorken, Hâlık'ın komşuluğu
nasıl olacaktır? Fakat bedenini ve
59

kalbini korumak şartıyla Yaratıcı'ya komşu olmak ne güzeldir!

Zühd:
Bunların diğer bir kısmı da mal konusunda zühd gösterir. Yiyecek ve
giyecek nâmına az ile yetinir, mesken olarak mescidlere kanâat eder.
Böylece zâhidlerin mertebelerine ulaştıklarını zannederer. Bununla
birlikte başkanlık ve makam arzusundadırlar. Bu ise şunlardan birisiyle
elde edilir: ilim, vaaz ve zühd. Onlar iki şeyden en önemsiz olanı terk
etmiş, helak edici şeylerin en büyüğüne koşmuşlardır. Çünkü felâket
bakımından makam, maldan daha büyüktür. Şayet onlardan biri makam
sevgisini bırakıp mala yönelseydi, kurtuluşa daha yakın olurdu.
Bunlar aldanmışlardır. Kendilerini dünyaya karşı zâhidlik gösterenlerden
sanıyorlar fakat dünyanın ne olduğunu bilmiyorlar.
Bazen de zengileri fakirlerden önde tutarlar. Kimisi de ilmi ile böbürlenir.
Bazıları ise yalnızlığı ve uzleti tercih eder. Oysa uzletin şartlarını
taşımamaktadır. Kimisine mal verilecek olsa 'zâhidliği bitti' denme
korkusundan bunu almaz. Halbuki mala ve insanlara karşı müthiş bir

İ
arzusu vardır. İnsanların kötülemesinden korkar.
Bazıları da ibadet yapmak için kendini zorlar ve meselâ bir gün ve
gecede bin rek'at namaz kılıp Kur'ân'ı hatmeder. Bütün bunları yaparken
kalbini gözetleyip riya, kibir, ucub ve diğer helak edici duygu ve
düşüncelere karşı denetlemek aklına dahî gelmez. Belki de zahirî
ibâdetlerinin, terazinin sevap kefesini ağır basacağını düşünür, oysa
nerede?
Takva sahibinin yaptığı bir zerre ve akıl-ir-fan sahiplerinin tek bir huyu,
amel bakımından, azalarla yapılan dağlar kadar ibâdetten daha
60
61

üstündür. Sonra bu kişi birinin, "Sen yeryüzünü ayakta tutan direklerden


veya Allah'ın dost ve sevdiklerindensin." demesiyle gurura kapılır. Bu
söze sevinir, nefsini temizlediğini düşünür. Ama bir günde kendisine iki
veya üç defa kötü sözler söylense, söz sahibine küfreder ve mü-câhid
kesilir. Belki de kendine sövene, "Allah seni ebediyyen affetmesin!" der.

Nafile Düşkünlüğü ile Aldananlar:


Başka bir grup da nafilelere aşırı düşkünlük gösterir ve onlara gösterdiği
saygıyı farzlardan esirger. Bir kısmının kuşluk ve teheccüd namazı gibi
nafilelerle sevince gark olduğunu görürsünüz. Ama farz namazdan, vakit
girer girmez apar topar kılmaya hırs gösterdiğinden ne lezzet alır ne de
Allah'tan bir hayır bulur. Şu hadisi de unuturlar:
62

"Allah'a yaklaşanlar, Allah'ın kendilerine farz kıldığı şeyleri edâ etmekten


daha faziletli bir şeyle yak/aşamazlar."35
Diğer taraftan hayırlı ameller arasındaki üstünlük farkını gözetmemek de
serlere dâhildir. İnsan bazen iki farzla karşı karşıya olabilir; birisi sonraya
bırakılabilirken, diğeri böyle olmaz. Ya da kişi iki nafile karşısında
bulunabilir, bunlardan birisinin vakti geniş, diğerininki dar ola-" bilir. Eğer
kişi tertibi korumazsa kendini aldatmış olur. Bunun benzerleri
sayılamayacak kadar çoktur.
Günah bellidir; kapalılık bazı fâallerin diğerlerinin önüne geçirilmesinde
ortaya çıkmaktadır. Meselâ, bütün farzları nafilelerden önde tutmak;
farz-ı ayınları, başkası yerine getirdiğinde diğerlerinin yapması
gerekmeyen farz-ı kifâyelerin önüne geçirmek ve farz-ı ayınlardan 35
Buhârî, Rikâk, 38; Ahmed, Mûsned, 4/256; Beyhakî, es-Sünenü'l-Kübrâ,
3/346; Münâvî, Feyzu'l-Kadîr, 2/292.
63

en önemli olanını daha az önemli olana tercih etmek; ertelenebileni


diğeri önüne geçirmek, annenin hakkını babanın önüne geçirmek; anne-
babanın nafakasını hacca tercih etmek; vakti geldiği zaman cumayı
bayrama tercih etmek ve borcu diğer farzlardan öne geçirmek gibi. Kul
bunun farkına varıp dikkat kesilse ne büyük bir iş yapmış olur! Fakat
tertibdeki bu aldanmadan kurtulmak ilimde derinleşen âlimlerin altından
kalkabileceği ince ve gizli bir iştir.
64

3- ALDANAN ZENGİNLER
Haram parayla Hayır Eseri Yapanlar:
Bir grup, mescid, medrese, misafirhane, köprü, havuz ve insanların
gözlerine hitâb edecek şeyler yapmaya düşkündür. İsim ve şöhretlerini
ebedi-leştirerek, öldükten sonra da eserlerinin devam etmesi için onların
üzerlerine isimlerini tuğla ile yazarlar ve bununla mağfireti hak ettiklerini
sanarlar; fakat iki yönden aldanıyorlar:
Birincisi; paralarını zulüm, şüpheli yollar, rüşvet ve haram yerlerden
kazanmışlar. Kazanırken Allah'ın gazabına maruz kalmışlardır. Bu
şekilde Allah'a isyan ettikleri için onlara düşen, tövbe etmek ve malları,
eğer yaşıyorlarsa sahiplerine, hayatta değillerse vârislerine iade
etmektir. Vârislerinden de hayatta olan yoksa o
65

malları en mühim maslahatlar için sarf etmektir. Belki en önemlisi,


fakirlere dağıtmaktır. Hal böyle olunca, binalar yapıp, ölünce de onları
terketmenin ne faydası olabilir ki? Ancak riya, şöhret ve kendinden söz
ediliyor olmasının verdiği zevk bunları mağlup etmiştir.
İkinci yön ise; bağışta bulunmakla ve binaları yüksek yüksek yapmakla,
kendilerini ihlâs sahibi görerek, hayrı amaçladıklarını zannetmeleridir.
Böyle bir zengine fakir bir kişiye bir dînâr vermesi teklîf edilse nefsi buna
razı olmaz, çünkü içinde yaptığı hayırla övülme sevgisi yer etmiştir.

Gösteriş ve Şöhrete Kananlar:


Başka bir grup; belki helâl mal kazanır, haramdan kaçınır ve mallarını
camilere harcarlar. Ancak bunlar da şu iki yönden aldanmaktadırlar:
Birincisi; riya, övülme ve şöhret isteği. Şöy-leki; belki yakınında veya
beldesinde fakirler
66

vardır ve malı onlar için harcamak daha önemlidir. Şehirde çok sayıda
mescid vardır. Ama asıl maksad, bu mescidlere ihtiyaç kalmayacak
şekilde hepsini toparlayacak büyük bir Cami yapmaktır. Yoksa, maksat;
fakir ve miskinler gerçekten muhtaç durumunda iken her sokak ve
cadde başına bir mescid yapmak değildir! Ancak cami yaptırmak için
mal harcama işi insanlar arasında tanınmaya daha uygun olduğundan
bunlara daha kolay gelir. Güya insanların kendisi hakkında övgüyle söz
etmelerini işitmemiş gibi davranırlar. Ama fakirlere yardımda
bulunduğunda insanlardan aynı şekilde methiyeler duyması söz konusu
olmaz. Bu haliyle Allah için çalıştığını düşünür, oysa Allah'tan başkası
için çalışmaktadır. Niyeti bunu daha iyi ortaya koyar ve bu niyeti kendisi
için b/r gazap sebebidir. Ama o yine, "Maksadım sadece Allah azze ve
cel/e'dir." der.
İkincisi; o, camilerin içini yasaklanan ve namaz kılanların kalplerini
meşgul eden nakışlar-
67

la süslenmesi için sarfeder. Çünkü o nakışlara bakarlar ve bu, namazın


asıl maksadı olan kalp huzurundan gelen huşudan alıkoyar. Namaz
içinde ve dışında akıllarına gelen her şey, onu bina ettiği ölçü ve anlayış
çerçevesinde gelir. Nitekim camilerin süslenmesi bir yönden helâl
değildir. Hz. Hüseyin (r.a.) demiştir ki: "Allah Resulü (s.a.v.) Medine'de
mescidini bina edeceği zaman Cebrail (a. s.) gelerek, 'Onu yedi zira
boyunda bina et, süsleyip nakışlama!' dedi." Fakat bunlar münkeri ma'ruf
görüyor ve mün-kere güveniyorlar fakat aldanıyorlar.
3- Diğer bir grup ise, mallarını fakir ve miskinlere sadaka vererek geniş
çevre edinmek ister. Fakirlerden bir kısmının âdeti, teşekkür ederek
yapılan iyiliği yaymaktır. Bu zenginler, sadakayı gizlice vermekten
hoşlanmazlar ve fakirin kendilerinden aldığını gizlemesini kendilerine bir
hıyanet ve nankörlük görürler. Belki de komşularını açlığa terk ederler.
Bunun için İbn Abbas (r.anhüma) şöyle buyurmuştur:
68

"Âhir zamanda sebebsiz hacca gitmeler çoğalır; yolculuk yapmak onların


hoşuna gider. Rızık onlara bol verilir; günah işler ve perişanlığa duçar
olurlar; kiminin devesi çöl ve kumlar arasında savrulurken komşusu
yanında olduğu halde araştırıp ona yardımcı olmaz."

Mali İbadeti Terk ve Bedeni İbadetlerle Yetinme:


Mal sahiplerinden bir grup da, mallarını muhafaza edip, cimrilik
derecesinde ellerinde tutarlar; diğer taraftan oruç, gece namazı ve
Kur'ân'ı hatmetmek gibi herhangi bir masraf gerektirmeyen bedenî
ibadetlerle meşgul olurlar. Bunlar da aldanıyorlar, çünkü helak edici
cimrilik onların içine işlemiştir; mal infak etmek suretiyle asıl bunun
kökünü kurutmaya muhtaçken, nafilelerle uğraşır ve buna vakit
ayırmazlar. Bunlar tıpkı elbisesine yılan girip, neredeyse ölmek üzere
olan fakat safrayı dindirmek için sirkeli bal şerbeti aramakla meşgul
69

olan birine benziyorlar. Yılan sokmuş birinin buna nasıl ihtiyacı olabilir?
Bişr el-Hâfî (k.s.)'ye, "Falan kimse çok oruç tutar ve namaz
kılar."dendiğinde, "Miskin kendi hâlini bırakıp başkasının haliyle
ilgileniyor; onun hâli ancak açlara yedirmek ve fakirlere in-fakta
bulunmak olmalıdır. Dünyalık toplayıp bunları fakirlere vermediği bir
durumda, nefsini aç bırakmasından ve nafile namaz kılmasın-dansa bu
daha faziletlidir."'diye cevap verir.
5- Bir gruba ise cimrilik galebe çalmıştır, nefisleri ancak zekât vermeye
müsamaha gösterir. Sonra bunlar, zekâtı bile kendilerinin yüz çevirdiği
değersiz ve kalitesiz maldan verirler. Fakirlerden kendilerine hizmet
edecek, ihtiyaçları için koşturacak birilerinin veya ileride ücretli olarak
hizmette bulunmak üzere ihtiyaç duyacakları ve genel olarak amaçlarını
sağlayacak kimselerin olmasını isterler. Zekâtlarını saygınlığından
medet umabilecekleri büyüklerden kendine yardım edecek bir kişiye
teslim eder-
70

ler. Böylece onun katında ihtiyaçlarını gidermek üzere bir mevki elde
etmeye çalışırlar. Bütün bunlar niyeti ifsad eder ve ameli boşa çıkarır.
Bunu yapan da aldanmaktadır fakat yine de gühahkâr olduğu halde
Allah'a itaat ettiğini zanneder. Çünkü Allah'a ibâdetle O'ndan başka bir
amaca yönelmektedir. Bu ve benzerleri, mal ve servet konusunda
aldanmışlardır.
6- Avam, zenginler ve fakirlerden bir grup daha vardır ki, zikir
meclislerinde bulunup, bunun kendileri için yeterli olacağını düşünürler.
Bu sebeple bu davranışı âdet hâline getirmişlerdir. Kuru kuruya vaaz
dinleyip, öğüt almadan ve amel de etmeksizin sevap kazanacaklarını
sanarlar. Oysa aldanıyorlar. Çünkü zikir ve vaaz meclislerinin fazileti
ancak hayra teşvik edici olmalarındandır; eğer teşvik etmiyorsa orada
hiç bir hayır yoktur. Hayır yapmaya arzu duymak övgüye değer bir
haslettir, çünkü amele yöneltir; eğer amele götürmüyorsa onda da hiç bir
hayır olamaz.
71

Bunlardan birisi bazen dinlediği vaazla aldanır; bazen de kadınlar gibi


duyguya kapılır ve ağlar. Bazen korkutucu bir söz işitir, sararır ve der ki:
"Ey Selâm (olan Allah)! Selâmeti! kıl; Allah'a sığınırız; Allah bana yeter; Lâ
havle velâ kuvvete illâ billâh..." Böylece bütün hayırları kazandığını
zanneder, oysa aldanmaktadır. Bu kişi ise, doktorların meclislerine gidip,
onların ilaçları anlatmasını dinleyen hastaya benzer. İlaç yapmaz, onunla
uğraşmaz ve bu şekilde rahata kavuşacağını düşünür. Lezzetli yemekleri
anlatan birinin yanına giden aç insan da aynı şekildedir.
Şayet bütün vaazlar, fiillerini değiştirecek derecede senin bir sıfatını
değiştirmiyorsa, Allah azze ve celle'ye yöneltip dünyadan yüz çe-
virttirmiyorsa, evet, kuvvetli bir şekilde bu yönlendirmeyi yapmıyorsa,
dinlediğin vaaz bir fazlalıktır, aleyhinde bir delildir. Bu halde onu kendi
lehinde bir vesîle görüyorsan aldanıyorsun demektir.
72

4. ALDANAN SÛFÎLER
Allah'ın korudukları hariç, gurur bu zamanın tasavvuf erbabına ne kadar
galiptir!

1- Şekle Aklananlar:
Bir kısım sûfîler sözlerle, kılık kıyafetle ve dış şekille gurura
kapılmışlardır. Giyim kuşam biçimleriyle, konuşmaları, edepleri, âdetleri,
ıstılahları; semâ ve raksta ortaya çıkan halleri, taharet, namaz, başlarını
öne eğerek seccade üzerinde oturmaları, derinden nefes alarak
düşünceli gibi başlarını göğüslerine yaklaştırmaları, alçak sesle
konuşmaları ile bağırışlarıyla vs. sâdık sûfîlere benzerler. Böyle
davranmanın kendilerini kurtaracağını zannediyor, nefislerini mücâhede,
riyazet, kalb murakabesi ve
73
dış ve içlerini görünen-görünmeyen günahlardan arındırmaya tâbi
tutmuyorlar; halbuki bütün bunlar tasavvufun kâidelerindendir.
Sonra onlar harama, şüpheli şeylere ve yöneticilerin mallarına hücum
ediyorlar. Ekmek, para, meyve... için yarışıyorlar; zerre kadar değeri
olmayan şeyler için birbirlerine hased ediyorlar; arzuladıkları bir şeye
karşı çıkılınca birbirlerinin şeref ve haysiyetlerine saldırıyorlar.
Bunların aldanmaları açıktır; kahramanların, savaşçıların ve cesaret
sahiplerinin isimlerinin kitaplara geçtiğini duyunca, savaşçı kıyafetine
bürünüp sultana vararak kendisini takdim eden yaşlı bir kadın gibidirler:
Durumu anlaşılınca ona: 'Sultanla alay etmekten utanmıyor musun? Onu
filin yanına atın!' denilerek filin yanına atılır ve fil de onu öldürünceye dek
ayağının altında çiğner.
74

2- Refah ve Süslere Aldanlarlar:


Başka bir grup da, bunlardan daha çok gurura saplanmıştır. Yiyecek,
mesken ve evlilikte aza kanâat ve fedâkârlık onlara zor gelir. Tasavvuf
yolunda bulunduğunu açığa vurmak ister fakat sûfîlerin kıyafetlerine
bürünmeye gerek görmez. İpek kullanmaz; yamalı fakat değerli, ipekten
daha kıymetli elbiseler, kaliteli önlük ve mendiller ve süslü seccadeler
edinirler.
Bunlar görünen bir günahtan kaçınmazken, görünmeyen günahlarda
durum nasıl olur! Onların tek amacı müreffeh yaşamak, idarecilerin
mallarını yemektir. Bununla birlikte kendilerinde hayır olduğunu
zannediyorlar.
Bunların müslümanlara zararı hırsızlarınkin-den daha beterdir. Çünkü
bunlar kıyafetle kalpleri çalıyorlar; böylece kendilerine uyan başka
insanların helak sebebi oluyorlar. Bunların rezilliklerini birisi görünce,
tasavvuf ehli hep böyledir zannederek bütün sûfîleri genel bir şekilde
karalama yoluna gider.
75

3- Lafızlara Aldananlar:
Diğer bir kısmı ise, mükâşefe ilmine sahip olup, Hak'kı müşahede
ettiklerini, makamları geçtiklerini, şühûdun özüne ulaşıp, bağlandıklarını
ve kjjrbiyet makamında olduklarını iddia ederler. Oysa ne kurbiyet ne de
ona ulaşma hakkında lafız ve isimden başka bilgisi olmadığı halde bir
kaç kelime bellemiş, onları tekrar eder durur. Bunun gelmiş geçmiş
bütün insanların ilimlerindeki en üstün mertebelerden olduğunu
zanneder.
Bunun için de bırakın avamı, fakihlere, Kur'ân okuyanlara, hadis
âlimlerine ve diğer âlimlere küçümseyici gözle bakar. Hatta çiftçi
zirâatini, dokumacı işini gücünü bırakarak günlerce onların peşine takılır
ve bu asılsız sözlere kulak verir. Onları öyle tekrarlar durur ki, sanki vahiy
gelmiş de konuşuyor zannedersin. Bir takım sırlardan haber verir,
bununla bütün âbid ve âlimleri hakir sayar. Âbidler hakkında, "Kendilerini
yoran ücretli işçileri"; âlimler için,
76

"Onlar hadisle, haberle iştigal etmekle hakikatten uzak kalmıştır." derler.


Kendisinin Hakka vâsıl ve yakınlardan olduğunu iddia eder. Halbuki Allah
katında o, günahkâr münafıklardan, kalp erbabı nezdinde ise ahmak
câhillerdendir. Doğru dürüst hiç bir bilgisi yoktur, hiç bir huyunu
düzeltmemiş, nevasının peşine takılmayı ve hezeyan ardına düşmeyi
bırakıp, kalbini kontrol adına hiç bir şey yapmamıştır. Şayet kendisine
fayda verecek işlerle meşgul olsaydı onun için daha faydalı olurdu.

4- Gizli Tehlikelerle Aldananlar:


Bir kısım sûfîler ise, onları bile geçmiştir. Evet güzel amel yapmış, helâl
rızık için çalışmış, kalplerinin durumunu araştırmışlardır. Fakat onlardan
kimisi hakîkatilerine, "şartlarına, alâmetlerine ve âfetlerine vâkıf olmadan
zühd, tevekkül, rıza ve muhabbet makamlarında olduklarını iddia ederler.
77

Kimisi de Allah aşkı ve sevgisine sahip olduğunu, Allah aşkıyla çılgına


döndüğünü, O'na vurulduğunu iddia eder: Belki de Allah hakkında bid'at
ve küfür sayılabilecek hayaller görür. Daha marifetullahı elde etmeden
muhabbetul-laha ulaştığını iddia eder ki bu, kesinlikle olmayacak şeydir.
Sonra Allah'ın hoşlanmadığı şeyleri yapmaktan, nefsinin arzularını
Allah'ın emirlerine tercih etmekten geri durmaz. Bazı işleri de
insanlardan çekindiği için terk eder, ama yalnız başına olsa, Allah'tan
haya edip de onu terk etmez. Bilmez ki bütün bunlar Allah sevgisine zıt
şeylerdir.
Bazıları da kanâate ve tevekküle meyi eder. Tevekkülü tam olarak
gerçekleştirmek için de azık almadan kırları, çölleri dolaşır fakat bunun
ne sahabeden ne de bu ümmetin selefinden nakledilmemiş bir bid'at
olduğunu bilmez. Muhakkak ki onlar tevekkülü kendisinden daha iyi
biliyorlardı ve tevekkülden, azık almayarak ca-
78
nını tehlikeye atmayı anlamıyorlardı. Bilâkis azık alıyorlar, fakat aşığa
değil Allah'a tevekkül ediyorlardı. O ise azığı terkeder belki ama
güvendiği başka bir vesileye tevekkül eder.
Kurtarıcı sıfat ve makamlardan hiç birisi yoktur ki bir takım insanların
onda kendilerini aldattıkları bir taraf olmasın. Biz bunu İhya kitabındaki
el-Münciyât bölümünde anlattık.
5- Bütün Amellerde

Titizlik Göstermeyenler:
Diğer bir grup da, azık işinde nefislerine karşı o kadar sıkı bir yol
tutmuşlardır ki, saf helâlden başka bir şey talep etmezler. Diğer taraftan
bu tek haslet dışında kalp ve azalarının durumunu araştırıp düzeltmeyi
ihmal etmişlerdir.
Kimisi helâli, yiyeceğinde, giyeceğinde ve kazancında o kadar tatbik eder
ki, bu işin içinde kaybolur. Bilmez ki Allah, kullarından bütün taatlerde
kemâle erişmelerini ister. Bu sebeple
79

kim bir kısmına uyup, diğerlerini terk ederse al-danmış olur.

6- Tevazu ve Hizmet Yolunda Aldananlar:


Tasavvuf yolundakilerin başka bir kısmı ise; güzel ahlak, tevazu,
cömertlik ve müsamaha sahibi olduklarını iddia ederler. Sûfîlere hizmete
yönelmişlerdir. Bir grup toplayarak onların hizmetlerini üstlenmişlerdir.
Bunu dünyalıklar ve mal toplamak için bir tuzak edinmişlerdir. Hedefleri
sadece artırmak ve büyütmektir.
Tevazu ve hizmeti ön plana çıkarırlar fakat amaçları yükselmektir,
insanların kendilerine tâbi olmasıdır. Amaçlarının hizmet olduğunu
açıklarlar ama peşlerinden gidenler çoğalsın ve bu hizmetle isimleri
duyulsun, şöhretleri yayılsın diye haram ve şüpheli şeyler toplayıp onlar
için harcarlar. „
Bazıları da devlet idarecilerinin mallarından elde ederek onlara intakta
bulunur. Bir kısmı da yine sultanların ve zâlimlerin mallarından
80

sûfîlere hac yolunda harcamak için alır; amacının da iyilik ve infak


olduğunu savunur. Onları bütün bunlara sevk eden yegâne âmil riya ve
itibar kazanma arzusudur. Allah'ın bütün emirlerini, rızasını ihmal ederek,
haram toplayıp infak etmeleri de bunu gösteriyor. Hac yolu için haram
mal harcayan; bir cami inşa edip, sıvasını necis şeylerden yapan ama
kasdının îmar olduğunu sanan kimseye benzer.

7- Engellere Aldanıp Yol Alamayanlar:


Başka bir fırka ise, mücâhede, ahlâk terbiyesi, nefsi kusurlarından
arındırma ile iştigal etmiş, bunda derinleşmişlerdir. Nefsin kusurlarını
araştırma, hilelerini öğrenme yolunu tutmuş, bunu meslek haline
getirmişlerdir. Her hallerinde âfetleriyle ilgili ince sözler bularak nefsin
kusurlarından korunmakla uğraşırlar.
Derler ki: '... bu, nefiste bir ayıptır, eksikliktir; bunun eksiklik olmasından
gafil olmak da bir eksikliktir.' Bu konuda zincirleme sözlerle af
81

dilerler. Vakitlerini bunda heba ederler. Çünkü hep nefisleriyle içli dışlı
olmuş, Yaratıcflarıyla münasebeti kurmamışlardır.
Bunlar, haccın vakit ve engelleri ile meşgul olup, hac yoluna
çıkmayanlara benzerler, bu ise onu hac mükellefiyetinden kurtarmaz.
Onun için aldanmışlardır.

8- İlahi Lütuflara Aldananlar:


Bu grup, o mertebeyi geçerek bu yolda sü-lûke başlamış ve kendileri için
marifet kapıları da açılmıştır. Marifetin başlangıç noktalarından bir koku
alınca, şaşkınlığa düşer, bununla sevinir, garipliklerine hayran olurlar.
Böylece kalpleri onlara yönelip, onları düşünür, bağlanır kalır. Nasıl olup
da kendilerine bunların kapısının açıldığı halde, başkalarına neden kapalı
kaldığını düşünürler.
Oysa bu bir aldanmadır. Çünkü Allah'ın yolunun acâipliklerinin nihayeti
yoktur; kim bir acaiplikle karşılaşıp orada kalırsa, adımları kısalır
82

ve maksada ulaşmaktan mahrum olur. Bu kişi tıpkı bir sultanın yanına


gitmek için yola çıkıp, saray meydanının kapısından daha önce
buradakini ve benzerini görmediği çiçek ve ışıkların olduğu bir bahçe
görerek ona bakmaktan sultanla görüşme zamanını geçiren ve ziyan
etmiş bir şekilde geri dönen kimseye benzer.

9- Vusul Buldum Diye Aldananlar:


Başka bir grup, onları da geçerek; ne tasavvuf yolunda kendilerine gelen
nurlara, ne kendilerine müyesser olan bol lütuflara iltifat eder ne de o
yollardan giderler. Bilâkis ciddi bir biçimde seyr u sülük yolunu tutarlar.
Vusule yaklaşınca vâsıl olduklarını zannederler; orada kalır ve bunu
geçmezler, bu yüzden hata etmiş olurlar.
Çünkü Allah Teâlâ'nın, nur ve zulmetten olmak üzere yetmiş perdesi
vardır; sâlik bunlardan birine ulaşınca vâsıl olduğunu zanneder.
83

Hz. İbrahim (a.s.)'den bahseden şu âyette buna işaret edilmiştir:


"Gece, üstünü örtüp bürüyünce bir yıldız gördü ve dedi ki: "Bu benim
rabbimdir." Fakat (yıldız) batınca: "Ben gelip geçici olanları sevmem"
dedi."36
Bu makamda perde çoktur. Kul ile Rabbi arasındaki ilk perde, kulun
'nefs'idir. Bu, büyük bir ilâhî hakîkattir ve Allah'ın nurlarından bir nurdur.
Burada kasdettiğim, bütün Hakkın gerçekliğinin olduğu gibi kendisinde
belirdiği kalbin özüdür. Hatta o bütün alemi içine almak ve her şeyin
suretini kuşatmak arzusuyla yanıp tutuşur; nuru muhteşem bir bir
şekilde parıldar. Çünkü onda bütün varlıklar, oldukları gibi kendilerini
gösterirler. O, işin başlangıcında kendisi için örtü olan bir kandille
kuşatılmış durumdadır.
36 En'âm 6/76.
Allah'ın nurunun, üzerine doğarak aydınlatmasından sonra nuru yansıyıp,
kalbin güzelliği inkişaf edince, kalbin sahibi kalbe yönelebilir. Onun üstün
güzelliğini kendisini hayrete düşürecek şekilde görünce de, belki bunu,
"Ben Hakkım (Ene'l-hakk)!" diyerek açığa vurur. Ve eğer bunun ötesinde
olanlar kendisi için açıklık kazanmaz, onlardan habersiz olur ve burada
çakılılıp kalırsa helak olur.
Aynı anlamda; hrıstiyanlar Hz. İsâ (a.s.)'a bakıp, onun üzerinde Allah'ın
nurunun parladı-ğını görmüşler, bu yüzden yanılgıya düşmüşlerdir.
Bunlar tıpkı bir ayna veya suda bir yıldız görüp, yıldızın aynada yahut
suyun içinde olduğunu sanarak almak için elini uzatan birine benzerler.
Böyle bir kişinin aldandığı açıktır.
Allah'a giden yolda aldanmanın çeşitleri ciltlerce kitapta sayılıp ortaya
dökülemeyecek ve 'mükâşefe ilimleri'nin tamamı açıklanmadıkça bir
sonuca bağlanamayacak bir enginliğe sahiptir. Bu ise anlatılmasına izin
olmayan
84

konulardandır. Belki, sadece bu yolda gidenlerin aldan ip içerisine


düşmemesi için açıklanması caiz olabilir.
Başarıya ulaştıran sadece Allah'tır. O bana yeter ve ne güzel vekildir.
Azamet sahibi yüce Allah'tan başkasında hiç bir güç ve kudret yoktur.
Allah'ın selâmı, rahmet ve bereketi, Efendimiz Hz. Muhemmed'e, bütün
âline ve ashabına olsun!

KAYNAKLAR
AHMED, İmam Ebû Abdillah Ahmed b. Hanbel eş-Şeybânî (241/855),
Müsned, Müessetü Kurtuba, Mısır.
BEYHAKÎ, Ebû Bekir Ahmed b. el-Hüseyn (458/1065), es-Sünenü'l-Kübrâ,
(Thk. Muhammed Ab-dulkâdir 'Atâ) Mektebetu. Dâri'l-Bâz, Mekke
1414/1994.
- Şu'abu'l-îmân, (Thk. Muhammed es-Saîd B. Zâğ-lul) Dâru'l-Kütübi'l-
İlmiyye, Beyrut 1410.
BUHÂRÎ, Ebû Abdillah Muhammed b. ismâîl (256/870), Sahîhu'l-Buhârî,
Dâru'l-Kalem, Beyrut 1987.
DÂRİMÎ, Ebû Muhammed Abdullah b. Abdurrah-mân (255/868), es-
Sünen, Dâru'l-Kitâbi'l-Arabî, Beyrut 1987.
EBÛ DÂVÛD, Süleyman b. Eş'as es-Sicistânî (257/888), Sünenü
EbîDâvûd, el-Mektebetu'l-Asriyye, Beyrut.
HÂKİM, Ebû Abdillah Muhammed b. Abdullah en-Neysâbûrî (405/1014),
el-Müstedrek 'ale's-Sahîhayn, (Thk. Mustafâ Abdulkâdir 'Atâ) Dâru'l-
Kütübi'l-ilmiye, Beyrut 1411/1990.
87

İBNU MÂCE, Ebû Abdillah Muhammed b. Yezîd (275/888), Sünenu İbn


Mâce, Dâru İhyâi't-Türâsi'l-Ara-bî, Beyrut.
KUZÂ'Î, Ebû Abdillah Muhammed b. Selâme b. Ca'fer (454/1062),
Müsnedü'ş-Şihâb, (Thk. Hamdî b. Abdulmecîd es-Selefî), Müessesetu'r-
Risâle, Beyrut 1407/1986.
MÂLİK, Mâlik b. Enes, Muvatta', (Thk. M. Fuâd Ab-dulbâkî), Mısır.
MÜNÂVÎ, Muhammed Abdurraûf (1031/1621), Feyzu'l-Kadîr, el-
Mektebetü't-Ticâriyyeti'l-Kübrâ, Mısır 1356.
TABERÂNÎ, Ebu'l-Kâsım Süleyman b. Ahmed (360/970), el-Mu'cemu'l-
Kebir, (Thk. Hamdî b. Abdulmecîd es-Selefî), Mektebetu'l-Ulûm ve,'l-
Hikem, Musul 1404/1983.
- el-Mu'cemu'l-Sağîr, (Thk. M. Şekûr Mahmûd el-Hâc), el-Mektebu'l-
islâmî-Dâru 'Amman, Beyrut-Am-mân 1405/1985.
TİRMİZÎ, Ebû îsâ Muhammed b. îsâ (279/892), Sü-nenü't-Tirmizî, Dâru
İhyâi't-Türâsi'l-Arabî, Beyrut.
ZEHEBÎ, Ebû Abdillah Muhammed b. Ahmed (748/1347), Siyeru Â'lâmi'n-
Nübelâ, (Thk. Şu'ayb el-Arnaût- Muhammed N.), Müessesetu'r-Risâle,
Beyrut 1413.
88
 

You might also like