Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 25

EĞİTİM AMAÇLI ÇOĞALMIŞTIR.

I. POSTMODERNLEŞME SÜRECİ

Postmodemleşme sürecini analiz etmeye çalışanlar, genellikle XX.


yüzyılın ikinci yarısında belirginleşen ekonomik, sosyal, siyasal ve
kültürel gelişmeler üzerinde odaklaşmaktadırlar. Bu dönemde yaşanan
süreci; kendine özgü ayırt edici özellikleri bulunan yeni bir süreç ola­
rak değerlendiren bazı teorisyenler, bu süreci adlandırmak için
postendüstrileşme ve postmodemleşme gibi terimler kullanmaktadırlar
ve söz konusu sürecin yaşanmakta olduğu toplum aşamasını da sanayi
ötesi toplum, tüketim toplumu, bilgi toplumu veya bilişim toplumu
olarak nitelemektedirler. Bu yaklaşımlarıyla; sanayi toplumundan
farklılaşıp onu aşan yeni bir toplum yapısına ulaşıldığını vurgulamak­
tadırlar. Kimi teorisyenler ise, yaşanmakta olunan değişimi, modem­
leşmed�n bir kopuş olmaktan çok, modernleşmenin evrenselleşmesi,
radikalleşmesi ve dünya çapında küreselleşmesi olarak değerlendir­
mektedirler. Sözü edilen süreci nitelendirme ve adlandırma konusun­
daki farklı yaklaşımlara rağmen, özellikle İkinci Dünya Savaşı sonra­
sında toplumsal yaşamın her alanında köklü ve kapsamlı bir değişimin
yaşanmakta olduğu hususunda bir fikir birliğinin bulunduğu ileri sü­
rülebilir. Bu çevrede postmodernitenin; toplumların ekonomik, sosyal,
siyasal, kültürel ve düşünsel yapılarında önemli dönüşümlerin ger­
çekleşmekte olduğu bir dönemi ifade ettiği söylenebilir.
Gelişmiş Batılı ülkelerin analizinden yola çıkılarak yapılan
postrnodem dönem ya da postmodernite kavramlaştırmasının, giderek
hızlanan küreselleşme süreciyle ve .özellikle 1970'lı yıllardan itibaren
yoğunlaşan küreselleşme söylemiyle birlikte dünya ölçeğinde etkili
olmaya başladığı da iddia edilebilir. Denebilir ki, günümüzde küre­
selleşme olgusunu dikkate almadan postmodemleşme sürecini anlamlı

157
tısı olarak gören Giddens, modernliğin yapısal olarak küreselleştirici
karakterini şöyle vurgular:

Modernliğin küreselleştirici eğilimleri, eşzamanlı olarak


hem yaygın hem de yoğun niteliktedirler; hem yerel hem de
küresel kutuplarda karmaşık değişim diyalektiğinin parçası
olarak bireyleri geniş ölçekli sistemlerle bağlantılı durum­
lara getirirler (1994: 154)
Giddens'a göre küreselleşme,- Batı kurumlarının diğer kültürleri
ezip geçerek yayılmasından öte bir anlama sahiptir;

Eşgüdümlerken parçalara da ayıran bir eşitsiz gelişim


süreci olarak küreselleşme ... dünya üzerinde, içinde artık
"başkalarının" olmadığı yeni karşılıklı bağımlılık biçimle­
rini ortaya çıkartır. Söz konusu biçimler, uzak erimli küre­
sel güvenlik olanaklarını geliştirirlerken aynı anda yeni risk
ve tehlike biçimlerini de yaratırlar ... Bir bütün olarak dün­
yadaki kültürel çeşitlilik göz önüne alındığında, böyle ku­
rumlara karşı birçok türde kültürel tepki verilmesi olasıdır.
Modernliğin ötesindeki hareketler, büyük zenginlik ve güç
eşitsizlikleriyle karakterize olan bir küresel sistem içinde
ortaya çıkarlar ve bunlardan etkilenmeleri de doğaldır
(1994:157).

163
Robertson, küreselleşmeyi çok uzun zamandır süregelen ve eşitsiz
gelişen komplike bir süreç olarak değerlendirir. Bu sürecin özellikle
XX.yüzyılda yoğunlaştığını, bunda; Dünya Savaşları ve özellikle il.
Dünya Savaşıyla birlikte insanlığı sarsan olayların ve savaşın kötü
sonuçlarının etkili olduğunu belirtir. Ayrıca, Üçüncü Dünya olarak
adlandırılan ülkelerin giderek artan ölçülerde tanınmalarını; uluslara­
rası, uluslarötesi ve uluslarüstü örgütleri ve girişimleri; global eko­
nomi olarak adlandırılan oluşumu koordine etmek üzere serpilip geli­
şen kurumları, objektif ve sübjektif anlamda küreselleşmenin gelişme­
sinde önemli etkenler olarak görür (Robertson, 1994: 9-11 ).
Bu çerçeve içinde; girişimlerin, kurumların, örgütlerin ve b.ireyle­rin
küreselleşme sürecini yalnızca ilerleten eylem ve davranışlarda
bulunmadıklarını, oldukça sıkça bu sürece direndiklerini de ifade eder.
Robertson, küreselleşme sürecini sadece kaynaşma ya da birleşme ve
bütünleşme yaratan bir süreç olarak değil; aynı zamanda ayrışma ve
farklılaşma yaratan bir olgu olarak ele alır. Örneğin, özellikle
ekono­mik ve teknolojik alanlarda yaklaşma - benzeşme olgusu ortaya
çıkar­ken, sosyal ilişkiler alanında ayrışma olgusuyla yüz yüze
gelinebil­mektedir. Robertson, dünyayı bir bütün olarak kavramaya
çalışarak evrensel-özgül, kaynaşma - ayrışma, global - yerel arasında
yapılan ayrımların ötesine geçer.
Robertson, hem özgüllük ve farklılık, hem de evrensellik ve
homojenite üzerinde yoğunlaşır. İki yönlü bir süreçten söz eder. Bu
sürecin hem özgül olanın evrenselleşmesi, hem de evrensel olanın
özgülleşmesi şeklinde ortaya çıktığını, içsel dışsal öğelerin bir arada
bulunduğunu, çok kültürlü, çok etnisiteli bir yapıda olduğunu, kolektif
ve bireysel kimliklerin özdeşimine rastlandığını belirtir. Özgül olanla
komünal olanın, evrensel olanla gayri şahsi olanın bir arda bulundu­
ğunu ve bunlar arasında genel bir ilişki olduğunu ifade ederek, küre­
selleşme sözcüğünün bütün bu oluşumları kapsadığını düşünür.
Robertson, küreselleşme bağlamında kültürel homojenleştirme ile
kültürel heterojenleşme arasındaki gerilime de dikkati çeker. O'na göre
küreselleşme, basitçe bir toplumlar, bölgeler ve medeniyetler

164
çerçevesinin üstüne çıkan düzenlemeleri dayatırken; bazı gelişmeler
ise, ortaya çıkan sorunlara ulus altı veya yerel düzeyde cevaplar bul­
mak yönünde etkili olmaktadır. Örneğin, insan haklarının ve ekolojik
dengenin korunması gibi meseleler uluslarüstü bir çerçeveyi öne çıka­
rırken; etnik ve dinsel kimlik sorunları, ulus ölçeğinde modern dev­
letle ve onun hukukuyla çatışmaya yol açarak daha küçük yerel bi­
rimleri öne çıkarmaktadır. Eroğul'un da belirttiği gibi, ulus dışı ve
vatan dışı niteliğe kavuşan sermaye sınıfı, serbestliğini, güvenliğini ve
karını gerçekleştirebilmek için dünyadaki bütün engellerin kaldırma­
sını talep etmekte; ulusal sınırları ve bu sınırlar içindeki devletlerin
kural koyma gücünü kendi gelişmesinin önündeki engeller olarak
görmekte ve bunların zayıflatılmasına ihtiyaç duymaktadır (1997 :48).
Postmodem yaklaşıma göre, modem ulus-devlet yapısı, modemite
mantığını yansıtır. Aşırı ölçüde merkeziyetçi ve bütünleştirici bir
özelliğe sahip olan ·ve güçlü bir bürokrasiye dayanan modem devlet
yapısı içinde resmı nitelik taşıyan, yani devlet tarafından şekillendiri­
len hukuka büyük önem verilirken; resmı nitelik taşımayan hukukı
kurallara ve mekanizmalara itibar edilmemiştir. Oysa bugün, kapita­
lizmin ulaştığı yeni aşamaya yanıt vermeyen böyle bir hukuk anlayışı
ve uygulaması ciddi tehditlerle yüz yüze gelmiş bulunmaktadır
(Güriz,1997: 147-53). Başka bir deyişle, modemite koşullarında oluşan
hukukı kavrayışlar ve düzenlemeler, postmodemleşme ve küresel­
leşme süreçleri çerçevesinde sorgulanmaktadır. Ancak bu,
postmodemleşme ve küreselleşme koşullarında modern hukukun an­
lamını ve işlevini tamamen kaybettiği anlamına gelmemektedir. Hu­
kukun, ulusal düzey yanında, uluslarüstü ve altı düzeylere doğru ev­
rimleştiği, modem. hukukun monist yapısının parçalanarak, giderek
pluralist bir niteliğe kavuşmakta olduğu anlamına gelmektedir.
Küreselleşmeyi, postmodem kolonyalizmin bir biçimi olarak de­
ğerlendiren Silbey (1997)'e göre, modernleşmeden postmodemleş­
meye ve küreselleşmeye uzanan çizgide hukuk, giderek önem kazanan
bir araç işlevi görmüştür. Bugün, zamanın, mekanının, insanların ve
şeylerin yeniden organize olduğu bir dünya düzeninde yaşamaktayız.
Böyle bir yapıda, hukuk başat bir yer işgal etmektedir. İnsanların,
sermayenin ve kültürün küresel ölçekteki hareketliliği, büyük ölçüde
hukuki düzenlemeler ve mekanizmalar ile sağlanmaktadır.

167
oldukça radikal farklı biçimlerde ortaya çıkabilmektedir. Mevcut hu­
kuk kültüründe hukuk ile gerçeklik, soyut olan ile somut olan arasında
bir gerilim ya da açıklık vardır. Bugün ise, sadece bazı grupların hak­
larını dile getirmek için yeni iletişim araçlarını nasıl kullanmakta ol­
duklarına değil; aynı zamanda yeni medyanın bu hakları destekleyip
desteklemediğini de anlamaya çalışmak durumundayız. Sadece soyut
düzeyde ya da hukuk alanında kalamayız. Soyutlamaların kullanımı,
ileriye yönelik anlamlı bir hareket olmakla beraber; bu aşılmalıdır.
Soyutlamaların kullanılması, geleneksel ayrıcalıkları ve hiyerarşileri
parçalamak; ayrımcılığı ve sosyal hiyerarşileri ortadan kaldırmak,
evrensel insan haklarını hukukı haklar biçiminde inşa etmek bakımın­
dan önemli bir araçtır. Modem demokratik toplumlardaki formel hu­
kuki çerçeve, soyut bireyin güvencesidir. Bu formel çerçeve, biçimsel
özgürlük ve hukuk önünde eşitlik sağlar. Bunlar önemli ve vazgeçil­
mez kazanımlar olmakla beraber, eğer gerçek anlamda özgür ve eşit
olmak istiyorsak bunları aşmak zorundayız. Bu ise, ancak kendi po­
tansiyellerini gerçekleştirebilen, otonomisini güçlendirebilen, sosyal
düzen içinde kendi özgünlüğü ve somut varlığı ile yaşayabilen ve
toplumsal çevreden soyutlanmamış olan bireylerin bakış açısı teme­
linde başarılabilir (1989:263-65).
Sonuç olarak; bilgiyi yaratma, saklama, işleme ve iletme süreçleri
üzerinde inşa edilen bir kurum olarak hukuk, enformasyon iletişimin­
deki geniş ölçekli değişmelerden bağışık değildir. Çünkü hukuk, hem
kamudan alınan enformasyona bir cevaptır, hem de bizzatihi kendisi
kamuya iletilen· bir enformasyondur. Toplumsal sistemin diğer öğele­
riyle ve süreçleriyle etkileşim içinde bulunan hukuk, postmodem ko­
şullarda yeni özellik!er ve işlevler kazanacaktır. Kısacası, halen şekil­
lenmekte olan postmodem hukuk, varlığını büyük ölçüde sürdürmekte
olan modem hukuk' -m büyük ölçüde farklı olacaktır.

181

You might also like