Professional Documents
Culture Documents
Celceluti̇ye Üzeri̇ne-1
Celceluti̇ye Üzeri̇ne-1
CELCELUTİYE
Üzerine
LEBRÎZ
Birkaç Söz
Celcelutiye diye bir duanın daha doğrusu dua
kasidesinin olduğunu ilk öğrendiğimde belki de lise
yıllarındaydım. Bana çok ilginç gelmişti kasidede geçen
ifadeler. O zamanlar fark edememiştim değerini, aradan
uzun yıllar geçtikten sonra sanki yeniden keşfettim bu
hazineyi. Evet, bir hazineydi aynen Cevşen misali. Çünkü
Celcelutiye’de de Allah’ın isimleri Arapça ve Süryanice
dilleriyle zikrediliyor ve her beyitinden sırlı ve başka bir
alemden bu aleme akan beyanlar olduğu hissediliyordu.
Üstad Bediüzzaman’ın Cevşen ve Celcelutiye’yi devamlı
evradı arasına almasından ve Celcelutiye’nin İsm-i
Azam’ı taşıdığını bahsetmesinden dolayı daha bir
merakla ve dikkatle bu isimler hazinesi kasideyi okumaya
ve araştırmaya devam ettim. Bazı dostlarımın tavsiye ve
teşvikiyle de bu çalışmayı hazırlamaya cesaret ettim.
Böyle bir çalışma yapmak istememin ve
motivasyonumun ikinci bir sebebi de, mecrasından-
şehrahından saptırılan ve adeta dünyevi birtakım şeylere
sahip olmak için kullanılan (evet kullanılan) ve ibadetin
özü olan ihlasın kaybolmasına neden olacak şekilde bir
ritüele bürünen ve de bazı ‘uzman’ ve ‘koç’ ların kazanç
kapısı haline gelen, maalesef kendine ‘müşteri’ de bulan,
ibadet etme değil de bir ‘seans’, bir ‘eğitim’ ya da ‘okul’
olan ‘binbir faydalı, milyon kârlı Celcelutiye’ tuhaflığının
yaşanıyor olmasıdır.
Bir ibadet olan-olması gereken dua, günümüzün
çıkarcı dünyasında yine dünyalık için yeri gelince
kullanılan bir araca dönüştü. Tabii ki Allah’tan meşru
olan her şeyi isteyebiliriz. Fakat bu isteme, ihlasa ve
duanın bir ibadet olma hassasına zarar vermeyecek
formatta olmalı. Bu kitapta size ilginç gelebilecek şeyler
de bulabilirsiniz, fakat işin magazinel-aktüel boyutuna
çok girmeden isimler hazinesi olan Celcelutiye
Kasidesi’ni farklı açılardan incelemeye çalıştık.
Değerlendirmeniz üzere siz okuyucuların nazarlarına arz
ediyorum.
Celcelutiye Nedir?
Celcelutiye, Efendimiz sallallahu aleyhi ve
sellemden aldığı dersle Hz. Ali radıyallahu anh tarafından
nazmedilerek kaside halinde telif edilen ve büyük bir
bölümü Arapça olmakla birlikte içeriğinde Süryanice ve
İbranice kelimeler de yer alan sırlı bir münacattır. Üstad
Bediüzzaman Hazretleri 8. Şua’da şöyle diyor: “Malum
olsun ki, Celcelutiye’nin esası ve ruhu olan اَ ْل َق َس ُم
( ْال َجامِعُ َوالدَّعْ َوةُ ال َّش ِري َف ُة َو ْاالِسْ ُم ْاالَعْ َظ ُمGeniş
mânâları içeren kasem, kıymetli dua ve İsm-i Âzam)
İmam-ı Ali Radıyallahu Anhın en mühim ve en müdakkik
üveysî bir şakirdi ve İslâmiyetin en meşhur ve parlak bir
hücceti olan Hüccetü’l-İslâm İmam-ı Gazâlî (r.a.) diyor ki:
‘Onlar vahiyle Peygambere (a.s.m.) nazil olduğu vakit,
İmam-ı Ali’ye (r.a.) emretti, ‘Yaz’; o da yazdı, sonra
nazmetti.’ İmam-ı Gazâlî (r.a.) diyor:
اِنَّ ٰه ِذ ِه الدَّعْ َو َة ال َّش ِري َف َة َو ْال َو ْف َق ْال َعظِ ي َم َو ْال َق َس َم
َون ْال ُم َع َّظ َم ِبال َ ْال َجام َِع َو ْاالِسْ َم ْاالَعْ َظ َم َوالسِّرَّ ْال َم ْك ُن
وز ال ُّد ْن َيا َو ْا ٰالخ َِر ِة
ِ ك َك ْن ٌز ِمنْ ُك ُن ٍّ َش
(Hiç şüphesiz bu kıymetli münacat ve muazzam dua ve
geniş mânâlar ihtivâ eden kasem ve İsm-i Âzam ve bu
büyük gizli sır, dünya ve âhiret hazinelerinden bir
hazinedir.) İmam-ı Gazâlî, İmam-ı Nureddin’den ders
alarak bu Celcelûtiye’nin hem Süryanî kelimelerini, hem
kıymetini ve hâsiyetini şerh etmiş.”
Üstad Bediüzzaman Hazretleri, Risale-i Nur
külliyatında birçok yerde Celcelutiye kasidesinden
bahsetmekte ve kıymeti hakkında bilgiler vermektedir.
Özellikle 28. Lema ve 8. Şua bu konuyla ilgilidir. 18.
Lema direk olarak Celcelutiye ile ilgili değildir fakat konu
bütünlüğü ve bazı kavramların anlaşılabilmesi adına
onun da incelenmesinde fayda vardır. 18. Lema
1.Keramet-i Aleviye Risalesi, 28. Lema da 2.Keramet-i
Aleviye Risalesi olarak geçer. Bazı örnekler verecek
olursak;
18. Lema’dan:
28. Lema’dan:
Mecmuatü’l-Ahzab Hakkında
Mustafa Yılmaz’ın hazırladığı “el-Kulûbu’d-Dâria
Tercümesi Yakaran Gönüller” kitabında Mecmuatü’l-
Ahzab hakkında şu bilgiler verilmiş:
“Son devrin Osmanlı ulemasından merhum
Ahmed Ziyâüddin Efendi, 1813 yılında Gümüşhane’nin
Emirler Köyü’nde doğmuştur. Sadece zâhirî ilimlerle
meşgul olmamış aynı zamanda bâtınî ilimleri de okumuş
ve her iki sahada da icazet almıştır. Nakşibendî-Hâlidî
şeyhlerinden birisi olan Gümüşhanevî hazretleri, hayatını
ilim ve irşada adamış; 1893 senesinde İstanbul’da dâr-ı
bekâya irtihal ederken geride onlarca eser bırakmıştır.
İşte, Hazret’in yâdigârlarından biri de, “Mecmuatü’l-
Ahzâb” adlı yaklaşık iki bin sayfalık eser olmuştur.
Gümüşhanevî hazretleri, eserini talebeleriyle beraber
büyük bir itina ile hazırlamış ve bu vesileyle onlarca Hak
dostunun yüzlerce evrâd ü ezkârını bir araya getirmiştir.
Mecmuada her bir hizbin ismini, müellifini, ne zaman ve
ne şekilde okunacağını da belirtmiştir. Mesela, Hasan el-
Basrî Hazretlerinin, Cuma’dan başlayıp haftanın her
gününde bir bölüm okuduğu İstiğfâr-ı Üsbûiyyesi’ni
kaydetmiş, hangi güne hangi bölümün düştüğünü de
göstermiştir. Ayrıca, kitapta, Hazreti Ali (kerremallahu
vechehû), Hazreti Üsâme (radıyallahu anh), Muhyiddin
İbn Arabî, Ebû Hasan Şazilî ve İmam Cafer-i Sâdık gibi
maneviyat âleminin sultanlarının da “Üsbûiyye” adıyla
andıkları ve haftanın her günü belli bir bölümünü
okudukları hizibleri, virdleri, gece zikirleri, duaları,
istiğfarları, istiâzeleri, tesbihleri, tehlilleri, salavât ve
naatları vardır. “Mecmuatü’l-Ahzâb”, Bediüzzaman
Hazretlerinin de elinden hiç düşürmediği bir dua
kitabıdır. Öyle ki, Hazreti Üstad’ın, yaklaşık üç mushaf-ı
şerif hacmindeki bu kıymetli eseri her onbeş günde bir
hatmetmeyi itiyad haline getirdiğini Nur Mesleği’nin çok
önemli bir rüknünden birkaç defa dinlemiştim. Demek ki,
Nur Müellifi, her gün en az beş-altı saatini bu mecmuaya
ayırıyor ve evrâd ü ezkârla meşgul oluyormuş.”
***
Dua; bir çağrı, bir yakarış ve küçükten büyüğe,
aşağıdan yukarıya, arzdan, arzlılardan semâlar ötesine
bir yöneliş, bir talep, bir niyaz ve bir iç dökmedir. Dua
eden, kendi küçüklüğünün ve yöneldiği kapının
büyüklüğünün şuurunda olarak, fevkalâde bir tevazu
içinde ve istediklerine cevap verileceği inancıyla el açıp
yakarışa geçince, bütün çevresiyle beraber semavîleşir
ve kendini rûhânîlerin “hayhuy”u içinde bulur. Böyle bir
yönelişle mümin, ümit ve arzu ettiği şeyleri elde etme
yoluna girdiği gibi, korkup endişe duyduğu şeylere karşı
da en sağlam bir kapıya dayanmış ve en metin bir kaleye
sığınmış bulunur.
***
***
***
***
***
Mecmuatü’l-Ahzab’daki
Celcelutiye
Mecmuatü’l Ahzab 3 ciltten oluşur ve bu ciltler
İbn-i Arabi, Şazili ve Nakşibendi ciltleri olarak bilinir.
Şazili cildinin 499. Sayfasından başlayan 122 beyitlik
Celcelutiye Kasidesi’nin görselleri aşağıda yer aldığı
gibidir.
Yukarıda görülen bölüm, Üstad Hazretlerinin
“halledemediğim bir vefka dair…” dediği o sekiz sayfa
içinde yer alan vefktir. Bu vefk ve üzerindeki bazı ifade
ve sembollerle ilgili ilerleyen sayfalarda birkaç şey
söyleyeceğiz.
Burada sona eriyor kaside. Kitabın derkenar
denilen sayfa kenarlarında da Celcelutiye Kasidesi ile ilgili
bazı bilgiler ve kısa şerhler bulunmakta. Bu şerhlerin
İmam-ı Gazali ve İbn-i Arabi’ye ait olduğu söyleniyor.
Beyitlerin altında o beyitlere ait ebced değerlerinin de
yazılmış olduğu görülüyor. Şimdi de 122 beyitlik
Celcelutiye’yi okunaklı şekilde ve mealiyle birlikte
görelim. Tabi bazı beyitlerin henüz tam olarak tercümesi
yapılamamış fakat birtakım denemeler olmuş. Biz de o
denemeleri temel aldık ve kendi mülahazalarımızı da
ekleyerek bazı yerlerde düzeltmeler yaptık ve beyitlerin
tamamının mealini vermeye çalıştık. Fakat dediğim gibi
ileride mutlaka daha iyi tercüme-meal çalışmaları
yapılacak ve Süryanice ifadelerin tam olarak hangi
anlama geldiği, neye işaret ettiği belli oranda da olsa
anlaşılacaktır. 101 beyitlik klasik Celcelutiye’nin meali
zaten az-çok her kaynakta birbirine benzer şekilde yer
alıyor. Fakat geriye kalan 21 beyitin tercümesi az sayıda
kaynakta bir nevi tercüme denemesi şeklinde yer
almaktaydı. Bu denemeyi de elden geldiğince düzelterek
bir fikir vermesi açısından buraya aldım ve 122 beyitin
tamamının mealini vermiş olduk.
Celcelutiye Transkripsiyon ve
Meali
َقصِ ْي َدةٌ َج ْل َجلُوتي ٌَّة
ِإل َم ِام َسيِّدنا َعلِيّ كرَّ م هللاُ َوجْ َهه
ِ ل
رضي هللاُ َعنه
َ َو
7
ُوج َيا ا ِٰل ِهى ُم َهوِّ ٍجٍ آج اَه ٍ ِب
ْ َاال َجا َب ِة َه ْل َهل
ت ِ ْ ت ِب
ٍ َو َيا َج ْل َجلُو
Bi âcin ehûcin yâ ilâhî mühevvicin
Ve yâ celcelûtin bil icâbeti helhelet
Ey her derde ve her işe anında müdahale eden ve
darda kalanların yakarışlarına cevap veren
Allah’ım! Bedi, Ehad ve Basıt isimlerinle sana
yalvarıyorum.
ِ ار ِق ُن
ور ِه ِ َعلَىَّ ضِ َيا ٌء ِمنْ َب َو
ْ َفالَ َح َعلَى َوجْ ِهى َس َنا ٌء َو اَب َْر َق
ت
Aleyye dıyâün min bevârikı nûrihî
Felâha alâ vechî senâün ve ebrakat
O sırrın nurunun parıltılarından üzerimde bir
aydınlık bulunsun. Böylece yüzümde bir ışık zuhur edip
parlasın.
10
12
13
14
15
ْض َة ُم ْش ِر ٍقَ ار َفي ِ اَ ِفضْ لِى م َِن ْاالَ ْن َو
ت َ ْت َق ْل ِبى ِب َطي
ْ ْط َغ َ َعلَىَّ َو اَحْ ِيى َمي
Efıd lî minel envâri feydate müşrıkın
Aleyye ve ahyî meyte kalbî bi taytağat
Nurlardan üzerime ışık saçacak bir feyiz akıt ve Nur
isminle ölü kalbimin cansızlığını giderip hayatlandır.
16
17
19
اجتِى
َ ور َح ِ ض َيا َربَّاهُ ِبال ُّن ِ اَ َال َو ا ْق
َ ور اَ ْش َم ٍخ َج ْليًا َس ِريعًا َق ِد ا ْن َق
ْ ض
ت ِ ِب ُن
Elâ vakdı yâ rabbâhü bin nûri hâcetî
Bi nûri eşmehın celyen serîan kadinkadat
Ey Rabbim! İsm-i Azam’ının nuru ile ihtiyaçlarımı gider ve
Hayy isminle hacetimi süratle yerine getir.
20
21
22
23
َْو اَحْ ِرسْ نِى َيا َذا ْال َج َال ِل ِب َكافِ ُكن
ت ْ ير م َِن ْال َخ َب
ِ ِب ْال َكس
ِ اَ َيا َج ِاب َر ْال َق ْل
Ve ahrisnî yâ zelcelâli bi kâfi kün
Eyâ câbirel kalbil kesiri minel habet
Ey celal sahibi ve ey kırık gönülleri üzüntüden
kurtarıp saran Cabir! “Kün(Ol!)” emrinin “Kaf” harfi
hürmetine beni koru.
24
25
26
َو اَصْ ِم ْم َو اَ ْب ِك ْم ُث َّم اَعْ ِم َع ُدوَّ َنا
ْ َو اَ ْخ ِرسْ ُه ْم َيا َذا ْال َج َال ِل ِب َح ْو َس َم
ت
Ve esmim ve ebkim sümme a’mi adüvvena
Ve ahrıshüm yâ zelcelâli bi havsemet
Ey celal sahibi! Basir isminin hürmetine
düşmanlarımızı sağır dilsiz, kör ve konuşamaz eyle.
27
28
ِيع َها
َ ِين َجم َ وب ْال َعالَم
َ ُف قُل ْ َِّو اَ ٰل
ْ َعلَىَّ َو اَعْ طِ نِى ْال َقبُو َل ِب َش ْل َم َه
ت
Ve ellif kulûbel âlemîne cemîahâ
Aleyye ve a’tıni’l-kabule bi şelmehet
Bütün âlemlerin kalplerine ülfet ve ünsiyet bahşet -
gönül kapılarını İlâhî hakikatlere aç! Fettâh ismin
hürmetine! Bana, rıza ve makbuliyet libasını giydir!
29
30
31
32
33
34
35
36
َ ِِّيع ْالمُضِ ر
ين َك ْي َد ُه ْم َ َو ُكفَّ َجم
ْ ك َح ْتمًا َو َما َح َو
ت َ َو َع ِّنى ِبا َ ْق َسا ِم
Ve küffe cemiâl mudırrîne keydehüm
Ve annî bi aksâmike hatmen ve mâ havet
Kur’an-ı Hakim’de kasem ve yeminle başlayan sure
ve ayetlerin hürmetine, bütün zararlıların hile ve
tuzaklarını benden defet.
37
38
39
40
41
42
43
44
45
46
ُ َ از
ٍ وخ َو َز ْيم
ُوخ َبعْ َد َها ٍ يخ َبيْذ ِ اَ َب
ت ٍ ُوخ َي ْشر
ْ وخ ِب َشرْ ٍخ َت َشم ََّخ ٍ َُخ َمار
Ebâzîha beyzûhın ve zeymûhın ba’dehâ
Hamârûhın yeşrûhın bi şerhın teşemmehat
Ey bütün sırlara vakıf olan Allah’ım! Mubdi ve Muid
isimlerinin hürmetine bize şefkat ve merhametinle
muamele et.
47
48
49
50
51
52
صا ِد َها
َ ْن َو ٍ َو َكافٍ َو َها َيا ٍء َو َعي
ت ٍ ِك َفا َي ُت َنا ِمنْ ُك ِّل َعي
ْ ْن ِب َنا َح َو
Ve kâfin ve hâyâin ve aynin ve sâdihâ
Kifâyetünâ min külli aynin binâ havet
Kaf-Ha-Ya-Ayn-Sad ile, bizi dört bir yandan kuşatan
kem gözlere karşı korunuruz ve bu bize yeter.
53
ٍ ِْن ُث َّم س
ين َو َقا ِف َها ٍ ِب َحامِي َم َعي
ْ ِح َما َي ُت َنا ِمنْ ُك ِّل سُو ٍء ِب َش ْل َم َه
ت
Bi hâmîme aynin sümme sînin ve kâfihâ
Himâyetünâ min külli suin bi-şelmehet
Ha-Mim-Ayn-Sin-Kaf tüm kötülüklerden bizi koruyan
sığınağımız olsun.
54
55
56
57
ُ
ٍ َو اَلِفٍ َو َال ٍم ث َّم م
ِيم َو َرا ِئ َها
ْ َوح َق ْد َعل ْ ٰ
ت ِ ُّاح َو الر ِ اِلى َمجْ َم ِع االَرْ َو
Ve elifin ve lâmin sümme mîmin ve râihâ
İlâ mecmeıl ervâhı ver rûhı kad alet
Elif-Lam-Mim-Ra (Ra’d suresinin önce “Elif ve Lam”ının,
sonra “Mim ve Ra” harfinin sırrı) ile yüce olan ruhaniler
ve melekler meclisine yükseldim.
58
ب َجمِي ِع َها ِ ِيم ْال ِك َتا
ِ ِبسِ رِّ َح َوام
ْ ور َيا ُنو ُر ا ُ ْقسِ َم
ت ِ ْك ِب َفضْ ِل ال ُّن
َ َعلَي
Bi sirri havâmîmil kitâbi cemîıhâ
Aleyke bi fadlin nûri yâ nûru uksimet
Kitabın (Kur’an’ın) bütün Hâ Mîm’ lerinin sırrıyla
üzerime Nûr isminin fazlı aksın, ey bölümlere
ayrılmış Nûr!
59
60
ٍ ك ُث َّم ُن
ون َو َسائ ٍِل َ ارَ ِب َح ِّق َت َب
ْ مْس ُكوِّ َر
ت ِ ِيز َو ال َّش
ِ ُور ِة ال َّت ْهم
َ َو فِي س
Bi hakkı tebâreke sümme nûnin ve sâilin
Ve fî sûretit tehmîzi veş şemsi küvvirat
Tebareke, Nun, Seele sâilun, Tehmiz, İzeşşemsu
kuvvirat surelerinin hakkı için!
61
َّ ت
الذرِّ َو ال َّنجْ ِم ِا َذا َه َوى ِ ار َيا ِ الذ َّ َو ِب
تْ ت ل َِى ْاالُمُو ُر َت َقرَّ َبْ َو ِب ِا ْق َت َر َب
Ve bizzâriyâtiz zerri ven necmi iza hevâ
Ve bıkterabet liyel ümûru tekarrabet
Zariyat, Necm ve Kamer surelerinin hürmetine bütün
işlerimi bana yakınlaştırıp kolaylaştır!
62
63
64
65
66
67
68
69
ُ َت َوس َّْل
َ ت َيا َربِّ ِالَي
ْك ِبسِ رِّ َها
ْ َت َو ُّس َل ذِى ُذ ٍّل ِب ِه ال َّناسُ اهْ َتد
َت
Tevesseltü yâ rabbi ileyke bi sirrihâ
Tevessüle zî züllin bihin nasühtedet
Bunların sırrını kendime şefaatçi ederek Senden
niyazda bulunuyorum. Bu, insanların kendisiyle
doğru yolu bulduğu zillet ve tevâzû sahibi birinin
tevessülü gibi olsun.
70
ْ شرِّ َف
ت ُ حُرُ وفٌ ِب َمعْ َنا َها لَ َها ْال َفضْ ُل
تْ َم ٰدى الدَّهْ ِر َو ْاالَي َِّام َيا َربِّ ا ْن َح َن
Hurûfün bi ma’nâhâ lehel fadlü şürrifet
Mede’d-dehri vel eyyâmi yâ rabbinhanet
Ey merhametli rabbim! Bunlar öyle harflerdir ki,
manaları sebebiyle çağlar boyu üstünlük
kendilerine bahşedilmiş ve yüceltilmişlerdir.
71
72
73
74
75
ِك الَّذِى
َ ى فِي اسْ م َ ُف اَسْ َئل
َ ك َيا َم ْو َال َ
ِ ِب ِه ا َِذا ُدعِ َى َجمْ عُ ْاالُم
ْ ُور َت َيس ََّر
ت
Fe es’elüke yâ mevlâya fismikellezî
Bihî izâ düıye cem’ul ümûri teyesserat
Ey mevlam! Kendisiyle çağrıldığında bütün işlerin
kolaylaştığı isminle (İsm-i A’zamınla) sana yalvarıyorum.
76
اغ ِفرْ لِى َزلَّتِى ْ ضعْ فِى َو َ ا ِٰل ِهى َفارْ َح ْم
تْ َك ْاالَ ْن ِب َيا ُء َو َت َو َّسل
َ ِب َما َق ْد َد َع ْت
İlâhi ferham da’fi vağfirlî zelleti
Bi mâ kad deatkel enbiyâü ve tevesselet
İlahi! Peygamberlerin sana yaklaşmak için vesile
ettikleri hürmetine zayıflığıma merhamet et.
Günahlarımı bağışla.
77
78
79
َو َو ِّف ْقنِى ل ِْل َخي ِْر َو الص ِّْد ِق َو ال ُّت َقى
ْ َس َم َع ِفرْ َق ٍة َعل
ت َ َو اَسْ ِك َّننِى ْال ِفرْ دَ ْو
Ve veffıknî lil hayri ves sıdkı vettükâ
Ve eskinennil firdevse maa firkatin alet
Beni hayır ihlas ve takvaya muvaffak kıl ve yüce
toplulukla birlikte beni Firdevs Cennetine yerleştir.
81
82
83
84
85
86
ْ ص ِّف َف
ت َبعْ د خا َ َت ٍم ُ َث
ُ ٍّالث عِ صِ ى
ْ ْ
ِ َعلَى َرأسِ ها مِث ُل الس
ْ ِّهام َت َقوَّ َم
ت
Selâsü ısıyyin suffifet ba'de hâtemin
Alâ ra'sihâ mislüs sihâmi tekavvemet
Mühürden sonra onların başında ok gibi hizaya
sokan sıralanmış üç sopa! Başının üzerinde iki misli
yatırılmış çizgi.
Başka bir meal:
Üç asa; son isimden sonra yan yana dizilmişler,
başlarına kılıç konmuş.
87
88
89
90
91
92
َّ ت الَ َش
ك اَرْ َب ُع ٌ ََثال
ِ ث م َِن ال َّت ْو َرا
ْ ْن َمرْ َي َم
ت ٰ عي
ِ سى ب ِ َواَرْ َبعٌ ِمنْ ِا ْن ِج
ِ يل
Selâsün minet tevrâti lâ şekke erbeu
Ve erbeun min incîli İsebnü meryemet
Üç Tevrat’tan, hiçbir şüphe yok dört!
Ve dört Meryem oğlu İsa’nın İncil’inden!
Başka bir meal:
Bunların üçü Tevrat’ta, şüphesiz dördü de
Meryem oğlu İsa’nın İncil’indedir.
93
94
هللا َج َّل َجالَلُ ُه
ِ َف ٰهذا ِاسْ ُم
ْ َوأَسْ َما ُئ ُه عِ ْن َد ال َب ِر َّي ِة َق ْد َس َم
ت
Fe hâzâ ismüllâhi celle celâlühû
Ve esmâühû ındel beriyyeti kad semet
İşte bu Allah celle celalühü’nün ismidir.
O’nun isimleri yeryüzünde yücedir.
İkinci cümle farklı olarak:
Ve O’nun ismi bütün yaratılmışların yanında
yücedir.
95
ئ إ ْن َت ِب ْه
ُ َف ٰهذاَ ِاسْ ُم هللاِ يا قا َ ِر
ْ بال َخ َب
ت ْ ك ِ َوالَترْ َتد ِْد َتب
َ ْلى لِ ُرو ِح
Fe hâzâ ismüllâhi yâ kâriüntebih
Ve lâ tertedid teblî li rûhıke bil habet
Ey okuyan! Bu Allah’ın ismidir! Dikkat et!
Ruhun sönüp, pörsüyüp solmasın (irtidat etmesin)!
Başka bir meal:
Ey okuyan! İşte bu Allah’ın ismidir. Uyan ve
şüpheye düşme. Ruhun zayıflayarak derelerde ve
vadilerde gezmesin.
96
97
98
99
100
101
102
103
104
105
106
107
108
109
110
111
112
َو اعْ َل ْم ِباَنَّ ْالمُصْ َط ٰف َخيْرُ مُرْ َس ٍل
ت ِ ض ُل َخ ْل ِق
ْ هللا َمنْ َق ْد َت َفرَّ َق َ َو اَ ْف
Va’lem bi ennel Mustafâ hayru mürselîn
Ve efdalü halkıllâhi men kad teferrakat
Bil ki Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V.) en üstün
peygamberdir. Allah’ın yeryüzüne yayılmış kullarının en
faziletlisidir.
113
114
116
117
118
119
120
121
122
ُِا َّن ََٓما اَمْ ُر َُٓه ا ََِٓذا اَ َرادَ َشيْـًا اَنْ َيقُو َل لَ ُه ُكنْ َف َي ُكون
Âyet-i kerîmenin işaretiyle, emir ile îcâd oluyor.
Ve Kudret hazineleri "Kâf-Nûn" dadır. Bu sırr-ı dakîkin
vücûh-u kesîresinden birkaç veçhi Risalelerde
zikredilmiştir. Burada, hurûf-u Kur’ân’ın, hususan
sûrelerin başlarındaki mukattaât-ı hurûfun hâsiyetlerine
ve fezâillerine ve tesirât-ı maddiyelerine dâir vürûd
eden hadisleri, şu asrın nazar-ı maddîsine takrib etmek
için, maddî bir misâl üzerinde o sırrın tefhîmine
çalışacağız. Şöyle ki: Zât-ı Zülcelâl olan Sahib-i Arş-ı
Âzamın, mânevî bir merkez-i âlem ve kalb ve kıble-i
kâinat hükmünde olan küre-i arzdaki mahlûkatın
tedbirine medar dört arş-ı İlâhîsi var: Biri, hıfz ve hayat
arşıdır ki, topraktır. İsm-i Hafîzin ve Muhyînin mazharıdır.
İkinci arş, fazl ve rahmet arşıdır ki, su unsurudur.
Üçüncüsü, ilim ve hikmet arşıdır ki, unsur-u nurdur.
Dördüncüsü, emir ve irâdenin arşıdır ki, unsur-u havadır.
Basit topraktan, hadsiz hâcât-ı hayvâniye ve insâniyeye
medâr olan maâdin ve hadsiz muhtelif nebâtâtın basit
bir unsurdan, kemâl-i intizam ile, vahdetten hadsiz
kesret, basitten nihâyetsiz muhtelif envâ, sade bir
sayfada hadsiz muntazam nukùş gözümüzle gördüğümüz
gibi; suyun, hususan hayvânât nutfelerinin su gibi basit
bir madde iken hadsiz mûcizât-ı san’atın muhtelif
zîhayatlarda o su ile tezâhürü gösteriyor ki: Bu iki arş
misillü, nur ve hava dahi, besâtetleriyle beraber, Nakkàş-
ı Ezelînin ve Alîm-i Zülcelâlin kalem-i ilim ve emir ve
irâdesine, evvelki iki arş gibi, acâib-i mûcizâtının
mazharlarıdırlar. Nur unsurunu şimdilik bırakıp,
meselemiz münâsebetiyle, küre-i arza göre emir ve irâde
arşı olan unsur-u havanın içinde emir ve irâdenin
acâibini ve garâibini örten perdenin bir derece keşfine
çalışacağız. Şöyle ki: Biz nasıl ki ağzımızdaki hava ile
hurûfat ve kelimâtı ekiyoruz, birden sünbülleniyorlar.
Yani, havada, âdetâ zamansız bir anda, bir kelime bir
habbe olup hâric-i havada sünbüllenir; küçük büyük
hadsiz aynı kelimeyi câmi bir havayı sünbül veriyor.
Unsur-u havâiyeye bakıyoruz ki: O derece emr-i
künfeyeküne mutî ve musahhar ve emirberdir ki, güya
herbir zerresi bir nefer gibi, muntazam bir ordunun her
dakika emrini bekler; zamansız, en uzak zerreden, emr-i
kün den cilveger olan bir irâdenin imtisâlini, itaatini
gösterir.
Meselâ, âhize ve nâkıle radyo makineleri
vasıtasıyla, havanın hangi yerinde olursa olsun, bir nutk-
u beşerî bütün küre-i arzın her tarafından—radyo
âhizeleri bulunmak şartıyla—zamansız, aynı nutuk, aynı
anda, herbir yerde işitilmesi, emr-i künfeyekünün
cilvesine ne derece kemâl-i imtisâl ile herbir zerre-i
havâiyede itaat ettiğini gösterdiği gibi; havada sebatsız
vücudları bulunan hurûfâtın, kudsiyet keyfiyetiyle, bu
sırr-ı imtisâle göre, çok tesirât-ı hâriciyeye ve hâsiyât-ı
maddiyeye mazhar olabilirler. Adeta, mâneviyatı
maddiyata inkılâb ve gaybı şehâdete tahavvül ettirir bir
hâsiyet onlarda görünüyor.
İşte bunun gibi, hadsiz emârelerle gösteriyor ki,
mevcudât-ı havâiye olan hurûfun, hususan hurûf-u
kudsiyenin ve Kur’âniyenin, hususan evâil-i sûredeki
şifre-i İlâhiyenin hurûfâtı, muntazam ve nihâyetsiz hassas
ve zamansız emirleri dinler ve yapar gibi
göründüğünden, elbette zerrât-ı havâiyede kudsiyet
noktasında emr-i künfeyekünün cilvesine ve İrâde-i
Ezeliyenin tecellîsine mazhar hurûfâtın maddî hassalarını
ve hârika ve mervî faziletlerini teslim ettirir. İşte bu sırra
binâendir ki, Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânda bazan kudret
eserini, sıfat-ı irâde ve sıfat-ı kelâmdan gelir gibi
tâbirâtı, gayet derecede sür’at-i îcad ve gayet derecede
inkıyâd-ı eşya ve musahhariyet-i mevcudattan başka,
ayn-ı emir, kudret gibi hükmediyor demektir. Yani, emr-i
tekvinden gelen hurûfât, maddî kuvvet hükmünde
vücud-u eşyada hükmeder. Ve emr-i tekvînî, âdetâ, ayn-ı
kudret, ayn-ı irâde olarak tezâhür eder.
Evet, emir ve irâdenin bu gayet hafî ve vücud-u
maddîleri gayet gizli ve havayı âdetâ nim-mânevî, nim-
maddî (yarı manevi-yarı maddi) nev’indeki mevcudâtta,
emr-i tekvînî, ayn-ı kudret gibi âsârı görünüyor; belki
ayn-ı kudret olur. Âdetâ mâneviyat ile maddiyâtın
mâbeyninde berzahî olan mevcudâta nazar-ı dikkati celb
etmek için, Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânın
ُِا َّن ََٓما اَمْ ُر َٓهُ ِا ََٓذا اَ َرادَ َشيْـًا اَنْ َيقُو َل لَ ُه ُكنْ َف َي ُكون
ferman ediyor.
İşte, evâil-i sûredeki ۤس ٰحمۤ ۤالمۤ ٰطgibi hurûf-u
kudsiye-i şifre-i İlâhiye hava zerrâtı içinde, zamansız
münâsebât-ı dakika-i hafiye tellerini ihtizâza getirecek
birer düğüm ve birer düğme harfi olduklarını ve ferşten
Arşa mânevî telsiz telefon muhâberât-ı kudsiyeyi îfâ
etmeleri, o şifre-i kudsiye-i İlâhiyenin şe’nindendir ve
vazifesidir ve gayet mâkuldür.
Evet, havanın herbir zerresi ve bütün zerrâtı,
telsiz, telefon, telgraflar gibi aktâr-ı âlemde münteşir o
zerreler emirleri imtisâl ettiklerini ve elektrik ve seyyâlât-
ı latîfeye âhize ve nâkılelik vazifesi gibi sâir vezâif-i
havâiyeden başka bir vazifesini bir hads-i kat’î ile, belki
müşâhede ile ben kendim badem çiçeklerinde gördüm.
Ağaçların rû-yi zeminde muntazam bir ordu hükmünde,
havâ-yı nesîmînin dokunmasıyla, bir anda aynı emri o
âhizeler hükmündeki zerrelerden aldığı vaziyet-i
meşhûdesi bana iki kere iki dört eder derecesinde kat’î
bir kanaat vermiş.
Demek havanın rû-yi zeminde çevik ve çalak bir
hizmetkâr olması ve rû-yi zemindeki Rahmân-ı Rahîmin
misafirlerine hizmet ettiği gibi; o Rahmân’ın emirlerini
tebliğ etmek için bütün zerrâtı telsiz telefonun âhizeleri
gibi emirber nefer hükmünde evâmir-i kudsiyeyi
nebâtâta ve hayvânâta tebliğ eder. Nefeslere yelpaze,
nüfusa nefes, yani, âb-ı hayat olan kanı tasfiye ve nâr-ı
hayatî olan hararet-i garîzeyi iş’âl vazifesini yaptıktan
sonra, çıkıp, ağızda hurûfâtın teşekkülüne medâr olduğu
gibi; pek çok muntazam vazifeleri emr-i künfeyekün ile
icrâ eder.
İşte, havanın bu hasiyetine binâendir ki,
mevcudât-ı havâiye olan hurûfât, kudsiyet kesb ettikçe,
yani, âhizelik vaziyetini aldıkça, yani, Kur’ân hurûfâtı
olduğundan âhizelik vaziyetini aldığı ve düğmeler
hükmüne geçtiği ve sûrelerin başlarındaki hurûfat daha
ziyade o münâsebât-ı hafiyenin uçlarının merkezî
ukdeleri, düğümleri ve hassas düğmeleri hükmünde
olduğundan, vücud-u havâîleri bu hâsiyete mâlik olduğu
gibi, vücud-u zihnîleri dahi, hattâ vücud-u nakşiyeleri de
bu hâsiyetten hassaları ve hisseleri var. Demek o
harflerin okumasıyla ve yazmasıyla, maddî ilâç gibi şifâ
ve başka maksatlar hâsıl olabilir.”
Devamında gelen beyitlerde yine Allah’ın
Süryanice isimlerini zikrederek ve İsm-i Azamını vesile
ederek yakarışına devam ediyor. Allah’ın korumasına
almasını ve tüm düşmanlardan gelebilecek tehlikelere
karşı yardım etmesini diliyor. Celcelutiye’de zikredilen
Süryanice esmaların Arapça karşılıklarıyla ilgili Gazali
Hazretlerinin şerhlerde bulunduğunu ve bir kısmının
hangi esmalara karşılık geldiğini ifade ettiğini biliyoruz.
Örneğin;
Acin Allah
Celcelutin Bedi’
Samsamin Sabit
Tamtamin Cebbar
Berhutin Rahim
………