Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 144

İsimler Hazinesi

CELCELUTİYE
Üzerine

‫س ُم ا ْل َجام ُِع‬َ ‫اَ ْل َق‬


‫ش ِري َف ُة‬َّ ‫الدَّع َوةُ ال‬
ْ ‫َو‬
‫َو ْاالِ ْس ُم ْاالَ ْع َظ ُم‬

LEBRÎZ
Birkaç Söz
Celcelutiye diye bir duanın daha doğrusu dua
kasidesinin olduğunu ilk öğrendiğimde belki de lise
yıllarındaydım. Bana çok ilginç gelmişti kasidede geçen
ifadeler. O zamanlar fark edememiştim değerini, aradan
uzun yıllar geçtikten sonra sanki yeniden keşfettim bu
hazineyi. Evet, bir hazineydi aynen Cevşen misali. Çünkü
Celcelutiye’de de Allah’ın isimleri Arapça ve Süryanice
dilleriyle zikrediliyor ve her beyitinden sırlı ve başka bir
alemden bu aleme akan beyanlar olduğu hissediliyordu.
Üstad Bediüzzaman’ın Cevşen ve Celcelutiye’yi devamlı
evradı arasına almasından ve Celcelutiye’nin İsm-i
Azam’ı taşıdığını bahsetmesinden dolayı daha bir
merakla ve dikkatle bu isimler hazinesi kasideyi okumaya
ve araştırmaya devam ettim. Bazı dostlarımın tavsiye ve
teşvikiyle de bu çalışmayı hazırlamaya cesaret ettim.
Böyle bir çalışma yapmak istememin ve
motivasyonumun ikinci bir sebebi de, mecrasından-
şehrahından saptırılan ve adeta dünyevi birtakım şeylere
sahip olmak için kullanılan (evet kullanılan) ve ibadetin
özü olan ihlasın kaybolmasına neden olacak şekilde bir
ritüele bürünen ve de bazı ‘uzman’ ve ‘koç’ ların kazanç
kapısı haline gelen, maalesef kendine ‘müşteri’ de bulan,
ibadet etme değil de bir ‘seans’, bir ‘eğitim’ ya da ‘okul’
olan ‘binbir faydalı, milyon kârlı Celcelutiye’ tuhaflığının
yaşanıyor olmasıdır.
Bir ibadet olan-olması gereken dua, günümüzün
çıkarcı dünyasında yine dünyalık için yeri gelince
kullanılan bir araca dönüştü. Tabii ki Allah’tan meşru
olan her şeyi isteyebiliriz. Fakat bu isteme, ihlasa ve
duanın bir ibadet olma hassasına zarar vermeyecek
formatta olmalı. Bu kitapta size ilginç gelebilecek şeyler
de bulabilirsiniz, fakat işin magazinel-aktüel boyutuna
çok girmeden isimler hazinesi olan Celcelutiye
Kasidesi’ni farklı açılardan incelemeye çalıştık.
Değerlendirmeniz üzere siz okuyucuların nazarlarına arz
ediyorum.

Celcelutiye Nedir?
Celcelutiye, Efendimiz sallallahu aleyhi ve
sellemden aldığı dersle Hz. Ali radıyallahu anh tarafından
nazmedilerek kaside halinde telif edilen ve büyük bir
bölümü Arapça olmakla birlikte içeriğinde Süryanice ve
İbranice kelimeler de yer alan sırlı bir münacattır. Üstad
Bediüzzaman Hazretleri 8. Şua’da şöyle diyor: “Malum
olsun ki, Celcelutiye’nin esası ve ruhu olan ‫اَ ْل َق َس ُم‬
‫( ْال َجامِعُ َوالدَّعْ َوةُ ال َّش ِري َف ُة َو ْاالِسْ ُم ْاالَعْ َظ ُم‬Geniş
mânâları içeren kasem, kıymetli dua ve İsm-i Âzam)
İmam-ı Ali Radıyallahu Anhın en mühim ve en müdakkik
üveysî bir şakirdi ve İslâmiyetin en meşhur ve parlak bir
hücceti olan Hüccetü’l-İslâm İmam-ı Gazâlî (r.a.) diyor ki:
‘Onlar vahiyle Peygambere (a.s.m.) nazil olduğu vakit,
İmam-ı Ali’ye (r.a.) emretti, ‘Yaz’; o da yazdı, sonra
nazmetti.’ İmam-ı Gazâlî (r.a.) diyor:
‫اِنَّ ٰه ِذ ِه الدَّعْ َو َة ال َّش ِري َف َة َو ْال َو ْف َق ْال َعظِ ي َم َو ْال َق َس َم‬
َ‫ون ْال ُم َع َّظ َم ِبال‬ َ ‫ْال َجام َِع َو ْاالِسْ َم ْاالَعْ َظ َم َوالسِّرَّ ْال َم ْك ُن‬
‫وز ال ُّد ْن َيا َو ْا ٰالخ َِر ِة‬
ِ ‫ك َك ْن ٌز ِمنْ ُك ُن‬ ٍّ ‫َش‬
(Hiç şüphesiz bu kıymetli münacat ve muazzam dua ve
geniş mânâlar ihtivâ eden kasem ve İsm-i Âzam ve bu
büyük gizli sır, dünya ve âhiret hazinelerinden bir
hazinedir.) İmam-ı Gazâlî, İmam-ı Nureddin’den ders
alarak bu Celcelûtiye’nin hem Süryanî kelimelerini, hem
kıymetini ve hâsiyetini şerh etmiş.”
Üstad Bediüzzaman Hazretleri, Risale-i Nur
külliyatında birçok yerde Celcelutiye kasidesinden
bahsetmekte ve kıymeti hakkında bilgiler vermektedir.
Özellikle 28. Lema ve 8. Şua bu konuyla ilgilidir. 18.
Lema direk olarak Celcelutiye ile ilgili değildir fakat konu
bütünlüğü ve bazı kavramların anlaşılabilmesi adına
onun da incelenmesinde fayda vardır. 18. Lema
1.Keramet-i Aleviye Risalesi, 28. Lema da 2.Keramet-i
Aleviye Risalesi olarak geçer. Bazı örnekler verecek
olursak;

18. Lema’dan:

“Hazret-i Gavs-ı Âzam Şeyh-i Geylanî’nin (r.a.),


sarahat derecesindeki keramet-i gaybiyesini teyid ve
takviye eden Hazreti Esedullahü’l-Galib Ali İbni Ebu Talib
(r.a.) ve kerremallahu vechehû kaside-i ercüze-i
meşhuresinde aynen ihbarat-ı gavsiyeyi tasdik edip
işaret ediyor.
Mecmuatü’l-Ahzab’ın beş yüz seksen ikinci sahifesinden,
beş yüz doksan yedinci sahifesine kadar o Ercüzedir. O
Ercüze’nin mevzuu ve içinde maksad-ı aslı İsm-i Âzamı
tazammum eden altı ismin ehemmiyetini beyan etmek,
hem o münasebetle istikbaldeki bir kısım umur-u
gaybiyeye ve tesis-i İslâmiyette bir kısım mücahedatına
işaret etmektir.”*İsm-i Azamı tazammun eden altı
isimden kasıt, Ferdün-Hayyun-Kayyumun-Hakemün-
Adlün-Kuddüs isimleridir. Ercuze de Hz. Ali’ye ait bir
kasidedir. Mecmuatü’l-Ahzab isimli 3 ciltlik dua ve evrad
kitabında geçmektedir. İlerleyen sayfalarda bu
konulardan bahsedilecektir.]
“….Sonra Hazret-i Cebrail’in, Âlâ Nebiyyina ve
Aleyhisselatü Vesselam huzur-u Nebevîde getirip Hz.
Ali’ye Sekine namıyla bir sahifede yazılı İsm-i Âzam, Hz.
Ali’nin (r.a.) kucağına düşmüş. Hz. Ali diyor: “Ben
Cebrail’in şahsını yalnız alâimü’s-sema (gök kuşağı)
suretinde gördüm. Sesini işittim, sahifeyi aldım, bu
isimleri içinde buldum” diyerek bu İsm-i Âzamdan bahs
ile bazı hadisatı zikirden sonra tahdis-i nimet suretinde
diyor ki:

ٍ ُ‫َف ُك ُّل َمعْ ًنى ِمنْ ُعل‬


‫ ِمنْ َم ْبدَإِ ال ُّد ْن َيا لِ َي ْو ِم‬.. ‫وم َفاخ َِر ٍة‬
‫ْا ٰالخ َِر ِة‬
‫ك َغدَا‬ ٍّ ‫ َو ُك ُّل ذِى َش‬.. ‫ار َك ْش ًفا عِ ْندَ َنا َع َيا ًنا‬
َ ‫ص‬َ ‫َق ْد‬
‫ُم َها ًنا‬
yani ‘Evvel-i dünyadan kıyamete kadar ulum ve esrar-ı
mühimme bize meşhud derecesinde inkişaf etmiş, kim
ne isterse sorsun, sözümüze şüphe edenler zelil olur’…”
[İlerleyen sayfalarda Sekine isimli dua hakkında da
bilgiler verilecektir.]
“…. Sonra diyor:
‫َف َمنْ اَ َرادَ هللاُ اَنْ ُيعِي َن ُه اَ ْت َح َف ُه ِب ٰه ِذ ِه ال َّسكِي َن ِة‬
Yani, “Kim inayet-i İlâhiyeye mazhar ise Hz. Cebrail’in
tabiri ile bu Sekine-i Kudsiye olan İsm-i Âzamı Cenâb-ı
Hak ona hediye eder. Onunla o zamanın şer ve
fitnelerinden kurtarır.”

28. Lema’dan:

“….Ve müteaddit defa Süryanice bedî mânâsında


olan Celcelûtiye kelimesini öyle ehemmiyetle zikreder ki,
kasidenin ismi Celcelûtiye olmuştur.”
“Üç aydan beri hergün o kasideyi okuyorum.
Yalnız sekiz sahifeyi halledemediğim bir vefka dair
olduğu cihetle okumuyordum. Fakat ahirinde ‫ص ِّل‬
َ ‫َو‬
‫ا ِٰل ِهى‬
(İlahi, ona salat eyle) den başlayan ahirki iki
sahifeyi ötekilerle beraber okurdum. Yetmiş defa kat’î,
belki tahminime göre yüze yakın defalarda her defa
istisnasız ne vakit elime alıp baştan okuduktan sonra
ahirini açarken
‫السْ ِم الَّذِى َج َّل َق ْد ُر ُه‬
ِ ‫َف َيا َحا ِم َل ْا‬ (Ey kadri yüce olan
ismin taşıyıcısı!)

ile başlayan sahife açılıyordu. Ben hayret ediyordum.


Onu okumayarak iki sahife sonra ‫هى‬ ِ ‫ص ِّل ا ِٰل‬
َ ‫( َو‬İlahi,
ona salat eyle) ile başlayan iki sahife ahirini
okuduklarıma zammederdim. Her ne vakit baştan
okuduğum ve terk ettiğim sekiz sahifeye gelirken kitabın
bâki kalan yüze yakın sahifeleri içinde açtıkça yine ‫َف َيا‬
‫( َحا ِم َل ْاالِسْ ِم‬Ey ismin taşıyıcısı) sahifesi açılıyordu.
Hayret içinde hayret ediyordum. Elli defadan sonra
dedim: “Acaba bu sahife neden açılıyor? Onu da okusam
ne olur?” Baktım ki, Kaside-i Celcelûtiyeyi okuduğum
maksadın neticesini o sahife gösteriyor. Ben de terk
ettiğimden hatâ ettiğimi bildim. Ondan sonra okumaya
başladım.” *Halledemediğim bir vefka dair dediği yer ve
okumuyordum dediği beyitler hakkında ilerleyen
sayfalarda bilgiler verilecektir.]
“…Evet kaside-i Ercüziye’sinde Sekine tabir ettiği
ism-i Âzam ve Celcelûtiye’sinde Süryanî ve Arabî olarak
yine müteaddit tarzda
ُ‫السْ ُم ْال ُم َع َّظ ُم الَّذِى َج َّل َق ْد ُره‬
ِ ْ َ‫ا‬
gibi tabirlerle beyan ettiği Esma-i Sitte-i Meşhure ki, ism-
i Âzamdır.”
“……kaside-i Celcelûtiye umumiyeti itibariyle
Süryanî, İbranî, esma-i İlâhiyeyi ve süver-i Kur’âniyeyi
şefaatçı yapıp hususi münacat olduğu halde başta
ْ ‫هللا ُروحِى ِب ِه اهْ َتد‬
‫َت‬ ُ ‫َبدَ ْئ‬
ِ ‫ت ِب ِبسْ ِم‬
ْ ‫ار ِب َباطِ ِن ِه ا ْن َط َو‬ ٰ
‫ت‬ ٍ ‫اِلى َك ْشفِ اَسْ َر‬
fıkrasıyla gösteriyor ki, bazı esrar-ı gaybiyenin keşfinden
bahsedecek ……”
“…. Hem madem esrarlı Kaside-i Ercüze’de ve
meşhur Kaside-i Celcelûtiye’sinde vâkıat-ı istikbaliyeden
haber veriyor. Ve “esrar-ı gaybiyeyi benden sorunuz”
diye iddia ederek kısmen dâvâsını ihbarat-ı sadıka-ı
gaybiye ile ispat etmiştir….”

8. Şua’dan (Üçüncü Keramet-i Aleviye):

“Madem Celcelûtiye vahiyle Peygamber


Aleyhissalâtü Vesselâma nazil olmuş ve Allâmü’l-
Guyûbun ilmiyle ifade-i mânâ eder.”
“Gerçi elimde bulunan Celcelûtiye nüshası en
sahih ve en mutemeddir. İmam-ı Gazâli (r.a.) gibi çok
imamlar Celcelûtiye’yi şerh etmişler. Fakat bu Süryanî
kelimelerin mânâsını tam bilmediğimden ve nüshalarda
ihtilâf bulunduğundan, herbirisinin vech-i işaretini ve
münasebetini şimdilik bilmediğimden bırakıyorum.”
“Eğer bir muannid tarafından denilse; “Hazret-i İmam-ı
Ali (r.a.) bu umum mecazî mânâları irade etmemiş.”
Biz de deriz ki: Faraza Hazret-i İmam-ı Ali (r.a.) irade
etmezse, fakat kelâm delâlet eder. Ve karinelerin
kuvvetiyle işârî ve zımnî delâletle mânâları içine dahil
eder.
Hem madem o mecazî mânâlar ve işârî
mefhumlar haktır, doğrudur ve vâkıa mutabıktır; ve bu
iltifata lâyıktırlar ve karineleri kuvvetlidir. Elbette Hazret-
i İmam-ı Ali’nin (r.a.) böyle bütün işârî mânâları irade
edecek küllî bir teveccühü faraza bulunmazsa—
Celcelûtiye vahiy olmak cihetiyle—hakikî sahibi, Hazret-i
İmam-ı Ali’nin (r.a.) üstadı olan Peygamber-i Zîşanın
(a.s.m.) küllî teveccühü ve üstadının Üstad-ı Zülcelâlinin
ihâtalı ilmi onlara bakar, irade dairesine alır.”
“Ben Celcelûtiye’yi okuduğum vakit, sâir
münâcâtlara muhalif olarak, kendim bizzat hissiyatımla
münâcât ediyorum diye hissederdim. Ve başkasının
lisanıyla taklitkârâne olmuyordu. Benim için gayet fıtrî ve
dertlerime alâkadar ve tefekkürat-ı ruhiyeme hoş bir
zemin oluyordu. Birkaç sene sonra kerametini ve Risale-i
Nur ile münasebetini gördüm ve anladım ki, o hâlet, bu
münasebetten ileri gelmiş.”
Celcelutiye’nin aslının vahiy olduğunu ifade
ediyor Üstad Hazretleri. Bununla ilgili sorulan soruya
verilen cevap:
“Hz. Peygamber (asm)'e gelen vahiy, biri
sarih/açık vahiy, diğeri zımnî/gizli vahiy olmak üzere iki
çeşittir.
Sarih Vahiy: Bu çeşit vahiy, doğrudan doğruya
Allah'tan geldiği için, Hz. Peygamber (asm)'in onda hiç
bir müdahalesi yoktur. O, bu hususta sadece bir tebliğci
veya bir tercümandır. Bu sarîh vahiy iki şekilde ortaya
çıkmıştır:
a. Kur'an-ı Kerim: Hz. Peygamber (asm)'in
buradaki görevi, sırf tebliğden ibarettir.
b. Kudsî hadisler: Mânası Allah tarafından ilkâ
edilen bu çeşit vahiyler konusunda da Hz. Peygamber
(asm)'in görevi sadece tercümanlıktır.
Zımnî Vahiy: Zımnî vahiylerde söz konusu olan
her hangi bir husus, özet halinde gelir ve genel hatlarıyla
vahiy ve ilhama dayanır. Konunun tasviri,
şekillendirilmesi, detaylarla ilgili açıklanması ise, Hz.
Peygamber (asm)'e bırakılır. Hz. Peygamber (asm), vahy-i
zımnî ile gelen hususları bazen ilhamla, bazen vahiyle,
bazen de kendi feraset ve içtihadıyla açıklar.
(Bediüzzaman Said Nursi, Mektubat, s.86) Celcelutiye
kasidesinin kendisi değil, onun aslını teşkil eden
muhtevası itibariyle bir kudsi hadis gibi veya zımnî bir
vahiy olarak telakki edilebilir. Bu tür vahiylerin Kur’an’da
yeri yoktur.
Aslî muhtevası itibariyle zımnî bir vahiy olarak
telakki edilen Celceltuye'yi, Hz. Ali (ra) şerh edip
açıklayarak manzum bir kaside halinde düzenlemiştir.
Kasidenin kendisi Arapça’dır ve Arapça kaside stilinde
tanzim edilmiş, ancak Allah’ın bazı isimleri ve diğer bir
takım sözcükler Süryanîce'dir. Bunun bir çok hikmeti
olabilir:
Evvela, âlimlerin birldirdiğine göre, Celcelutiye,
engin bir kapsama sahip sırları ihtiva eden ve ism-i azam
sırrını taşıyan bir kasidedir. Daha önce İbranîce ve
Süryanîce konuşan birçok peygamber bu kasidenin aslî
muhtevasıyla münacatta bulunmuş ve o sayede değişik
sıkıntılardan kurtulmuşlardır.(bk. Gümüşhanevî,
Mecmuatu’l-Ahzab, Şazelî bölümü, s. 508-525). Hz. Ali
(ra) de bu muhtevayı tanzim ederken eski
peygamberlerin hatırasını yad etmek maksadıyla
Süryanîce sözcükler kullanmış olabilir.
İkincisi; Bu sırlı ve ism-i azam sırrını taşıyan bu
kasideyle ehil olanların dikkatini çekmiş ve bazı sırları
onlarla paylaşmış olabilir. İmam Gazalî, hocası İmam
Nureddin el-Isfahanî, İmam Ahmed el-Bunî ve Şeyh
Ahmed Ziyaeddin Gümüşhanevî’ye göre, Celcelutiye
kasidesinin aslı vahiydir. Zahir ve batın ilimlerinin ünlü
üstadları olan bu alimlerin kanaatlerine iştirak etmek ve
onların bilgi ve beyanlarına itimat etmekte -ilmen ve
dinen- bir sakınca görmemekteyiz. Ancak bu kasidenin
aslının vahiy olduğuna inanmamak da, inanmak da, kişiyi
dinen bir sorumluluk altına sokmaz.
…………
Celcelûtiye, Hz. Resul-i Ekrem'in (asm) derslerine
istinaden, Hazret-i Ali (ra) tarafindan te'lif edilen
Süryanice bir kasidedir. Esas manasi bedi' demektir.
Mecmuat-ül Ahzab'ın birinci cildinde yer almaktadır.
Bediüzzaman, Gazali gibi çok imamların Celcelûtiye'yi
şerh ettiklerini söylemiştir. Konu ile ilgili bir çok kitap
mevcuttur. İmam Gazali’nin Celcelutiye şerhi, Ziyaeddin
Gümüşhanevî Hazretlerinin derlediği Mecmuatu’l-Ahzap
adlı eserinin “Şazelî” adlı cildin 508. sayfasından itibaren
başlar. Ancak bu şerhler, kelimelerin açıklamasından
ziyade kasidede yer alan beyitlerin hassalarını açıklayan
bir mahiyettedir. Süryani kelimelerden az bir kısmının
anlamı verilmiştir. Celcelutiye'nin kendisi ise, aynı cildin,
499-531 sayfaları arasında yer almaktadır. Kasidedeki
bütün beyitlerin altında onların ebced değerleri de
yazılmaktadır. Hazret-i Ali (ra) tarafından Celcelutiye
adıyla ve cifir ilmine göre bir çok tarih de düşürülerek
Süryani diliyle nazmedilmiş ve kaside haline getirilmiştir.
Yüksek ve tesirli bir duadır. Bir isimler hazinesidir.
Allah`ın rahmetini celb etmesi hasebiyle bir rahmet
hazinesi veya bir cennet hazinesi demek de mümkündür.
Allah`ın en büyük ismi olan ism-i a'zam bu duanın
içerisinde gizlenmiş olduğundan, bu duayı okuyarak
Allah`a sığınan kimsenin, dünya ve ahiret işlerinde çok
kolaylıklar ve bereketler göreceği müjdelenmiştir.”
Evet görüldüğü gibi Celcelutiye sırlı ve önemli bir
kasidedir ve Bediüzzaman Hazretleri de, eserlerinde
Celcelutiye’den birçok yerde bahsetmiş ve kendisine Hz.
Ali’yi (r.a.) üstad kabul ettiğini ifade etmiştir.
Talebelerinin yazdığı eserleri tashih ettikten sonra bu
eserlerin arkasına dua yazarken çoğu zaman
“Celcelutiye’deki ism-i azam hürmetine..” ifadesini
kullanmıştır. Buradan şu sonucu çıkarabiliriz, eğer
Bediüzzaman gibi, İmam Gazali gibi zevat-ı kiram
Celcelutiye kasidesinin sıhhatine ve değerine bir nevi
kefil olup me’hazinin duru ve öteler kaynaklı olduğunu
söylüyorlarsa buna itimat etmek yanlış olmasa gerek.
Özellikle Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri ömrü
boyunca Cevşen ve Celcelutiye dualarını daimi evradı
arasına almış ve bu evradın ve daha birçok virdin-hizbin
yer aldığı 3 ciltlik Mecmuatü’l-Ahzab isimli dua hazinesini
15 günde bir bitirecek şekilde okumuştur. Aynı zamanda
buradan aldığı ve tertiplediği Cevşen, Celcelutiye gibi
duaları da Cevşenü’l-Kebir isimli dua mecmuasında
toplayarak talebelerine okumalarını tavsiye etmiştir.
Cevşenü’l-Kebir mecmuasında yer alan Celcelutiye
kasidesi 101 beyit iken, Mecmuatü’l-Ahzab’da 122 beyit
şeklindedir. Üstad Hazretleri bazı hikmetlere binaen bu
şekilde uygun görmüş olmalı. Yukarıda da geçtiği üzere
bir zaman 8 sayfalık bir bölümü okumadığını, fakat
sonradan okuduğunu ifade etmiş. Ben de bu çalışmaya
122 beyitlik Celcelutiye’yi aldım ve beyitleri tespit
edebildiğim en doğru ve güvenilir haliyle eklemeye
gayret ettim. Aynı zamanda henüz tam anlamıyla
tercümesi yapılamamış, sadece bazı tercüme
denemelerinde bulunulmuş 101 beyitlik Celcelutiye’de
yer almayan 21 beyit ile ilgili de min gayri haddin bazı
düzeltme ve mülahazalarımı çalışmaya ekledim. Umarım
yararlı olmuştur.

Mecmuatü’l-Ahzab Hakkında
Mustafa Yılmaz’ın hazırladığı “el-Kulûbu’d-Dâria
Tercümesi Yakaran Gönüller” kitabında Mecmuatü’l-
Ahzab hakkında şu bilgiler verilmiş:
“Son devrin Osmanlı ulemasından merhum
Ahmed Ziyâüddin Efendi, 1813 yılında Gümüşhane’nin
Emirler Köyü’nde doğmuştur. Sadece zâhirî ilimlerle
meşgul olmamış aynı zamanda bâtınî ilimleri de okumuş
ve her iki sahada da icazet almıştır. Nakşibendî-Hâlidî
şeyhlerinden birisi olan Gümüşhanevî hazretleri, hayatını
ilim ve irşada adamış; 1893 senesinde İstanbul’da dâr-ı
bekâya irtihal ederken geride onlarca eser bırakmıştır.
İşte, Hazret’in yâdigârlarından biri de, “Mecmuatü’l-
Ahzâb” adlı yaklaşık iki bin sayfalık eser olmuştur.
Gümüşhanevî hazretleri, eserini talebeleriyle beraber
büyük bir itina ile hazırlamış ve bu vesileyle onlarca Hak
dostunun yüzlerce evrâd ü ezkârını bir araya getirmiştir.
Mecmuada her bir hizbin ismini, müellifini, ne zaman ve
ne şekilde okunacağını da belirtmiştir. Mesela, Hasan el-
Basrî Hazretlerinin, Cuma’dan başlayıp haftanın her
gününde bir bölüm okuduğu İstiğfâr-ı Üsbûiyyesi’ni
kaydetmiş, hangi güne hangi bölümün düştüğünü de
göstermiştir. Ayrıca, kitapta, Hazreti Ali (kerremallahu
vechehû), Hazreti Üsâme (radıyallahu anh), Muhyiddin
İbn Arabî, Ebû Hasan Şazilî ve İmam Cafer-i Sâdık gibi
maneviyat âleminin sultanlarının da “Üsbûiyye” adıyla
andıkları ve haftanın her günü belli bir bölümünü
okudukları hizibleri, virdleri, gece zikirleri, duaları,
istiğfarları, istiâzeleri, tesbihleri, tehlilleri, salavât ve
naatları vardır. “Mecmuatü’l-Ahzâb”, Bediüzzaman
Hazretlerinin de elinden hiç düşürmediği bir dua
kitabıdır. Öyle ki, Hazreti Üstad’ın, yaklaşık üç mushaf-ı
şerif hacmindeki bu kıymetli eseri her onbeş günde bir
hatmetmeyi itiyad haline getirdiğini Nur Mesleği’nin çok
önemli bir rüknünden birkaç defa dinlemiştim. Demek ki,
Nur Müellifi, her gün en az beş-altı saatini bu mecmuaya
ayırıyor ve evrâd ü ezkârla meşgul oluyormuş.”

Dua Nedir? Ubudiyet Ne İçin


Yapılır?
Âciz, fakir, muhtaç ve kendine yetmediğinin
şuurunda olan kulun; tazarru, tezellül ve alçak gönüllülük
içinde, Rahmeti Sonsuz’a yönelip, hâlini O’na arz ederek
istediklerini O’ndan istemesinin ayrı bir unvanı sayılan
dua, kulun Rabbi’ne karşı iman, güven, itimat ve tevhid
telâkkisinin bir gereğidir.

***
Dua; bir çağrı, bir yakarış ve küçükten büyüğe,
aşağıdan yukarıya, arzdan, arzlılardan semâlar ötesine
bir yöneliş, bir talep, bir niyaz ve bir iç dökmedir. Dua
eden, kendi küçüklüğünün ve yöneldiği kapının
büyüklüğünün şuurunda olarak, fevkalâde bir tevazu
içinde ve istediklerine cevap verileceği inancıyla el açıp
yakarışa geçince, bütün çevresiyle beraber semavîleşir
ve kendini rûhânîlerin “hayhuy”u içinde bulur. Böyle bir
yönelişle mümin, ümit ve arzu ettiği şeyleri elde etme
yoluna girdiği gibi, korkup endişe duyduğu şeylere karşı
da en sağlam bir kapıya dayanmış ve en metin bir kaleye
sığınmış bulunur.

***

Dua, Hakk’ın tükenmez hazinelerinin sırlı bir


anahtarı; fakir, yoksul ve kalbi kırıkların istinatgâhı ve
ıztırarla kıvranıp duranların da en emin sığınağıdır. Bu
sığınağa adım atan, o sihirli anahtarı elde etmiş sayılır;
onun vesayetine dehalet eden fakir, miskin, âciz ve
muhtaçlar da umduklarını elde etmiş olurlar.

***

Dua, sebep ve vasıtaları aşarak, hem Allah’ın


kudretine itimadı, hem de beşerî zaafı ilândır.

***

Dua eden bir kimse, bütün gönlüyle Allah’a


yönelip yalvarışa geçebildiği takdirde, kendine her
şeyden daha yakın olan Rabbisine karşı, kendi beden ve
cismaniyetinden kaynaklanan uzaklığını aşarak O’nun her
zaman var olan yakınlığına saygısını ifade etmiş ve kendi
uzaklığının vahşetinden kurtulmuş olur. Cenâb-ı Hak da
ona, duyması gerekenleri duyurur, görmesi gerekenleri
gösterir, söylemesi icap eden şeyleri söyletir ve yapması
lâzım gelen şeyleri de yapmaya muvaffak kılar.

***

Zikrullahın muayyen bir vakti yoktur. Namaz


bütün ibadetlerin pîri ve din sefinesinin direği olduğu
hâlde belli zamanlarda edâ edilir ve edâ edilmesi câiz
olmayan vakitler de vardır. Zikrullah ise, zamanın her
diliminde serbest dolaşıma sahiptir ve herhangi bir hâl ile
mukayyet değildir, “Onlar Allah’ı ayakta, oturarak, hatta
yan gelip yatarken de anarlar.” (Âl-i İmran:191)
fehvâsınca, ne zaman itibarıyla ne de hâl itibarıyla
zikrullah’a tahdit konmamıştır.

***

Ubudiyet, dünyevi ve uhrevi faydalar, rıza-yı ilahi,


duada niyet gibi konularda Bediüzzaman Said Nursi
Hazretleri, 17. Lema’da (13. Nota) şöyle der:
“Ubudiyet, emr-i İlâhîye ve rıza-yı İlâhîye bakar.
Ubudiyetin dâîsi emr-i İlâhî ve neticesi rıza-yı Haktır.
Semerâtı ve fevâidi uhreviyedir. Fakat ille-i gaiye
olmamak, hem kasten istenilmemek şartıyla, dünyaya ait
faydalar ve kendi kendine terettüp eden ve
istenilmeyerek verilen semereler, ubudiyete münâfi
olmaz. Belki zayıflar için müşevvik ve müreccih
hükmüne geçerler. Eğer o dünyaya ait faydalar ve
menfaatler o ubudiyete, o virde veya o zikre illet veya
illetin bir cüz’ü olsa, o ubudiyeti kısmen iptal eder. Belki
o hâsiyetli virdi akîm bırakır, netice vermez.
İşte bu sırrı anlamayanlar, meselâ yüz hâsiyeti ve
faydası bulunan Evrâd-ı Kudsiye-i Şah-ı Nakşibendîyi
veya bin hâsiyeti bulunan Cevşenü’l-Kebîr’i, o faydaların
bazılarını maksud-u bizzat niyet ederek okuyorlar. O
faydaları göremiyorlar ve göremeyecekler ve görmeye
de hakları yoktur. Çünkü o faydalar, o evradların illeti
olamaz ve ondan, onlar kasten ve bizzat istenilmeyecek.
Çünkü onlar fazlî bir surette, o hâlis virde talepsiz
terettüp eder. Onları niyet etse, ihlâsı bir derece
bozulur. Belki ubudiyetten çıkar ve kıymetten düşer.
Yalnız bu kadar var ki, böyle hâsiyetli evrâdı
okumak için, zayıf insanlar bir müşevvik ve müreccihe
muhtaçtırlar. O faydaları düşünüp, şevke gelip, o evrâdı
sırf rıza-yı İlâhî için, âhiret için okusa zarar vermez. Hem
de makbuldür. Bu hikmet anlaşılmadığından, çoklar,
aktabdan ve Selef-i Salihînden mervî olan faydaları
görmediklerinden şüpheye düşer, hattâ inkâr da eder.”

Mecmuatü’l-Ahzab’daki
Celcelutiye
Mecmuatü’l Ahzab 3 ciltten oluşur ve bu ciltler
İbn-i Arabi, Şazili ve Nakşibendi ciltleri olarak bilinir.
Şazili cildinin 499. Sayfasından başlayan 122 beyitlik
Celcelutiye Kasidesi’nin görselleri aşağıda yer aldığı
gibidir.
Yukarıda görülen bölüm, Üstad Hazretlerinin
“halledemediğim bir vefka dair…” dediği o sekiz sayfa
içinde yer alan vefktir. Bu vefk ve üzerindeki bazı ifade
ve sembollerle ilgili ilerleyen sayfalarda birkaç şey
söyleyeceğiz.
Burada sona eriyor kaside. Kitabın derkenar
denilen sayfa kenarlarında da Celcelutiye Kasidesi ile ilgili
bazı bilgiler ve kısa şerhler bulunmakta. Bu şerhlerin
İmam-ı Gazali ve İbn-i Arabi’ye ait olduğu söyleniyor.
Beyitlerin altında o beyitlere ait ebced değerlerinin de
yazılmış olduğu görülüyor. Şimdi de 122 beyitlik
Celcelutiye’yi okunaklı şekilde ve mealiyle birlikte
görelim. Tabi bazı beyitlerin henüz tam olarak tercümesi
yapılamamış fakat birtakım denemeler olmuş. Biz de o
denemeleri temel aldık ve kendi mülahazalarımızı da
ekleyerek bazı yerlerde düzeltmeler yaptık ve beyitlerin
tamamının mealini vermeye çalıştık. Fakat dediğim gibi
ileride mutlaka daha iyi tercüme-meal çalışmaları
yapılacak ve Süryanice ifadelerin tam olarak hangi
anlama geldiği, neye işaret ettiği belli oranda da olsa
anlaşılacaktır. 101 beyitlik klasik Celcelutiye’nin meali
zaten az-çok her kaynakta birbirine benzer şekilde yer
alıyor. Fakat geriye kalan 21 beyitin tercümesi az sayıda
kaynakta bir nevi tercüme denemesi şeklinde yer
almaktaydı. Bu denemeyi de elden geldiğince düzelterek
bir fikir vermesi açısından buraya aldım ve 122 beyitin
tamamının mealini vermiş olduk.

Celcelutiye Transkripsiyon ve
Meali
‫َقصِ ْي َدةٌ َج ْل َجلُوتي ٌَّة‬
‫ِإل َم ِام َسيِّدنا َعلِيّ كرَّ م هللاُ َوجْ َهه‬
ِ ‫ل‬
‫رضي هللاُ َعنه‬
َ ‫َو‬

ِ ‫هللا الرَّ حْ َم ِن الرَّ ح‬


‫ِيـم‬ ِ ْ‫ِبس‬
ِ ‫ـــــم‬
1

ْ ‫هللا رُ وحِى ِب ِه اهْ َت‬


‫دَت‬ ْ ‫َب‬
ُ ‫دَأ‬
ِ ‫ت ِب ِبسْ ِم‬
ْ ‫ار ِب َباطِ ِن ِه ا ْن َط َو‬ ٰ
‫ت‬ ٍ ‫اِلى َك ْشفِ اَسْ َر‬
Bede’tü bi bismillahi rûhî bihihtedet
İlâ keşfi esrârin bi bâtınihintavet
Bütün sırların hazinesi Bismillah ile başladım.
Ruhum, içinde sırların gizlendiği hazineyi onunla
keşfetti.

‫الثانِى َعلَى َخي ِْر َخ ْل ِق ِه‬َّ ‫ْت ِب‬


ُ ‫صلَّي‬
َ ‫َو‬
‫ت‬ْ َ‫ضالَلَ َة َو ْال َغل‬ َ ‫م َُح َّم ٍد َمنْ َز‬
َّ ‫اح ال‬
Ve salleytü bissânî alâ hayri halkıhî
Muhammedin men zâhad dalâlete velğalet
Ardından mahlukatın en hayırlısı, dalalet ve
yanlışlıkların ortadan kaldırıcısı Hz. Muhammed’e
(s.a.s.) salavat getirdim.

ُ ْ‫ا ِٰل ِهى لَ َق ْد اَ ْق َسم‬


َ ‫ت ِباسْ م‬
‫ِك دَاعِ يًا‬
ْ َ‫ت َف َت َج ْل َجل‬
‫ت‬ ْ َ‫ُوج َجل‬
ٍ ‫آج َو َما ه‬
ٍ ‫ِب‬
İlâhi lekad aksemtü bismike dâıyen
Bi âcin ve mâhûcin celet fetecelcelet
Allah’ım! Senin ismine dayanarak dua ediyorum. Allah,
Ehad ve Bedi’ isimlerini şefaatçi kılıp niyazla senden
istiyorum.

ُ‫االسْ ِم ْال ُم َع َّظ ِم َق ْدرُ ه‬


ِ ْ ‫ك ِب‬
َ ‫َس َئ ْل ُت‬
‫ت‬ َ ‫ُورى َياا ِٰل ِهى ِب‬
ْ ‫ص ْل َم َه‬ ِ ‫َو َيسِّرْ اُم‬
Seeltüke bi’l ismil muazzami kadruhû
Ve yessir ümûri yâ ilâhî bi salmehet
Kadri yüce olan ism-i azamınla senden istiyorum,
Yâ İlahi işlerimi kolaylaştır.

‫ُوك َرا ِجيًا‬ َ ‫َو َيا َحىُّ َيا َقيُّو ُم اَ ْدع‬


ْ َ‫ت َه ْل َهل‬
‫ت‬ ٍ ‫ُوج َج ْل َجلِيُّو‬
ٍ ‫آج اَي‬ ٍ ‫ِب‬
Ve yâ hayyü yâ kayyûmü ed’ûke râciyen
Bi âcin eyûcin celceliyyutin helhelet
Yâ Hayyu Yâ Kayyum! Allah Ehad, Bedi’ ve Bâsıt
isimlerini şefaatçi kılarak sana yalvarıyorum.

ِ ‫مْط ٍام َو َيا َخي َْر َب‬


‫از ٍخ‬ َ ‫ص ٍام َط‬َ ‫ص ْم‬
َ ‫ِب‬
ْ ‫اش ِب ِه ال َّنارُ ا ُ ْخ ِم َد‬
‫ت‬ ِ ‫ِب ِمحْ َرا‬
ٍ ‫ث ِمه َْر‬
Bi samsâmin tamtâmin ve yâ hayra bâzihın
Bi mıhrâsi mihrâşin bihin nâru uhmidet
Ey yaratma mertebelerinin en yükseğinde bulunan
Allah’ım! Sabit ve Cebbar isimlerinin hakkı, uyumaz
sıfatın ve ateşleri söndüren Halim isminin
hürmetine bu fitne ateşi sönsün.

7
‫ُوج َيا ا ِٰل ِهى ُم َهوِّ ٍج‬ٍ ‫آج اَه‬ ٍ ‫ِب‬
ْ َ‫اال َجا َب ِة َه ْل َهل‬
‫ت‬ ِ ْ ‫ت ِب‬
ٍ ‫َو َيا َج ْل َجلُو‬
Bi âcin ehûcin yâ ilâhî mühevvicin
Ve yâ celcelûtin bil icâbeti helhelet
Ey her derde ve her işe anında müdahale eden ve
darda kalanların yakarışlarına cevap veren
Allah’ım! Bedi, Ehad ve Basıt isimlerinle sana
yalvarıyorum.

ِ ‫لِ ُتحْ ِيى َح ٰيو َة ْال َق ْل‬


ٍ ‫ب ِمنْ َد َن‬
‫س ِب ِه‬
ْ ‫ُّوم َقا َم السِّرُّ فِي ِه َو اَ ْش َر َق‬
‫ت‬ ٍ ‫ِب َقي‬
Li tuhyî hayâtel kalbi min denesin bihî
Bi kayyûmin kâmes sirru fîhi ve eşrakat
Kayyum ismin hürmetine, kalbimi kirlerinden
temizleyerek ihya et. Ona senin sırrın yerleşip ışık
saçsın.

ِ ‫ار ِق ُن‬
‫ور ِه‬ ِ ‫َعلَىَّ ضِ َيا ٌء ِمنْ َب َو‬
ْ ‫َفالَ َح َعلَى َوجْ ِهى َس َنا ٌء َو اَب َْر َق‬
‫ت‬
Aleyye dıyâün min bevârikı nûrihî
Felâha alâ vechî senâün ve ebrakat
O sırrın nurunun parıltılarından üzerimde bir
aydınlık bulunsun. Böylece yüzümde bir ışık zuhur edip
parlasın.

10

‫َو صُبَّ َعلَى َق ْل ِبى َش ِآبيبُ َرحْ َم ٍة‬


‫ت‬ْ ‫ِب ِح ْك َم ِة َم ْو ٰلي َنا ْال َك ِر ِيم َفا َ ْن َط َق‬
Ve subbe alâ kalbî şeâbîbû rahmetin
Bi hıkmeti mevlânel kerîmi fe entakat
Kerim olan Mevla’mızın hikmetiyle kalbimin
üzerine rahmet sağanakları dökülsün ve dilim
kalbimin tercümanı olarak o rahmet hazinelerini
terennüm etsin.
11

ٍ ‫ت ِب َى ْاالَ ْن َوارُ ِمنْ ُك ِّل َجا ِن‬


‫ب‬ ْ ‫اَ َحا َط‬
‫ت‬ ْ َ‫َو َه ْي َب ُة َم ْو ٰلي َنا ْال َعظِ ِيم ِب َنا َعل‬
Ehâtat biyel envâru min külli cânibin
Ve heybetü mevlânel azimi binâ alet
Her yandan beni nurlar kuşatsın da büyük
Mevla’mızın heybeti bizi yüceltsin.

12

‫ك ال ٰلّ ُه َّم َيا َخي َْر َخال ٍِق‬


َ ‫َف ُسب َْحا َن‬
ْ ‫َو َيا َخي َْر َخ َّال ٍق َو اَ ْك َر َم َمنْ َب َغ‬
‫ت‬
Fe sübhânekallâhümme yâ hayra halikın
Ve yâ hayra hallâkın ve ekrame men beğat
Seni tesbih ederim, ey yaratma ve yoktan var etme
mertebesinin en yükseğinde bulunan ve ölüleri kerimane
dirilten Allahım!

13

‫َف َبلِّ ْغنِى َقصْ دِى َو ُك َّل َم ٰؤ ِر ِبى‬


ْ ‫ف ِب ْال ِه َجا ِء َت َج َّم َع‬
‫ت‬ ٍ ‫ِب َح ِّق حُ ُرو‬
Fe bellığnî kasdî ve külle meâribi
Bi hakkı hurûfin bil hicâi tecemmeat
Bir araya getirilmiş heca (mukattaa) harflerinin hakkı için
beni maksatlarıma ve her türlü ihtiyaçlarıma erdir.

14

‫ت فِي َع ِزي َمتِى‬ َ ‫ِبسِ رِّ حُرُ وفٍ اُود‬


ْ ‫ِع‬
ْ َ‫وح َق ْد َعل‬
‫ت‬ ِ ْ ‫ور َس َنا ِء‬
ِ ُّ‫االسْ ِم َو الر‬ ِ ‫ِب ُن‬
Bi sirri hurûfin ûdiat fî azimetî
Bi nûri senâil ismi ver rûhi kad alet
Yüce ismi azamın ve Kur’anın her tarafı kuşatan
nuruyla irademe yerleştirilen harflerin sırrı hürmetine;
yüce olan ruhların ve ism-i azamının nuru hürmetine..

15
‫ْض َة ُم ْش ِر ٍق‬َ ‫ار َفي‬ ِ ‫اَ ِفضْ لِى م َِن ْاالَ ْن َو‬
‫ت‬ َ ‫ْت َق ْل ِبى ِب َطي‬
ْ ‫ْط َغ‬ َ ‫َعلَىَّ َو اَحْ ِيى َمي‬
Efıd lî minel envâri feydate müşrıkın
Aleyye ve ahyî meyte kalbî bi taytağat
Nurlardan üzerime ışık saçacak bir feyiz akıt ve Nur
isminle ölü kalbimin cansızlığını giderip hayatlandır.

16

‫اَ َال َو اَ ْل ِب َس ِّنى َه ْي َب ًة َو َج َاللَ ًة‬


ْ ‫َو ُكفَّ َيدَا ْاالَعْ دَا ِء َع ِّنى ِب َع ْل َم َه‬
‫ت‬
Elâ ve elbisennî heybeten ve celâleten
Ve küffe yedel a’dâi annî bi almehet
Allah’ım! Hakim isminle bana bir heybet ve celal
giydir ve düşmanlarımın ellerini benden çektir.

17

‫اَ َال َو احْ جُ َب ِّنى ِمنْ َع ُدوٍّ َو َحاسِ ٍد‬


‫ت‬ ْ ‫اخ اَ ْش َم ٍخ َسلَّ َم‬
ْ ‫ت َس َم‬ ٍ ‫ِب َح ِّق َش َم‬
Elâ vahcübennî min adüvvin ve hâsidin
Bi hakkı şemâhın eşmehın sellemet semet
Kadri yüce Selam, Aziz ve Celil isimlerinin
hürmetine benimle her türlü düşman ve hasetçi arasına
perdeler koyarak beni onların kötülüklerinden koru.
18

‫از ٍخ َو َش َر ْن َط ٍخ‬ ِ ‫ِب ُن‬


ِ ‫ور َج َال ٍل َب‬
‫ت‬ ُّ ‫ت ِب ِه‬
ْ َ‫الظ ْل َم ُة اَ ْن َجل‬ ٍ ‫وس َبرْ ُكو‬ ِ ‫ِبقُ ُّد‬
Bi nûri celâlin bâzihın ve şerantahın
Bi kuddûsi berkûtin bihiz zulmetüncelet
Bu korumayı Celil, Rauf, Münezzeh, Kuddüs ve kendisiyle
karanlıkların dağıldığı Rahim isimlerinin nuruyla lütfet.

19

‫اجتِى‬
َ ‫ور َح‬ ِ ‫ض َيا َربَّاهُ ِبال ُّن‬ ِ ‫اَ َال َو ا ْق‬
َ ‫ور اَ ْش َم ٍخ َج ْليًا َس ِريعًا َق ِد ا ْن َق‬
ْ ‫ض‬
‫ت‬ ِ ‫ِب ُن‬
Elâ vakdı yâ rabbâhü bin nûri hâcetî
Bi nûri eşmehın celyen serîan kadinkadat
Ey Rabbim! İsm-i Azam’ının nuru ile ihtiyaçlarımı gider ve
Hayy isminle hacetimi süratle yerine getir.

20

َ َ‫ِب َيا ٍه َو َيايُو ٍه َنمُو ٍه ا‬


‫صالِيًا‬
ْ َ‫ْصل‬
‫ت‬ َ ‫صي‬ ِ ‫َو َيا َعالِيًا َيسِّرْ اُم‬
َ ‫ُورى ِب‬
Biyâhin ve yâyûhin nemûhin esâliyen
Ve yâ âliyen yessir ümûrî bi saysalet
Allah’ım! Mabud, Hu, Samed, Şehid ve Kafi isimlerinin
hürmetine işlerimi kolaylaştır.

21

‫اال َج َال ِل َك َرا َم ًة‬


ْ ‫َو اَمْ َنحْ نِى َيا َذ‬
ْ َ‫ك ا ْن َجل‬
‫ت‬ َ ‫ار عِ ْل ٍم َيا َحلِي ُم ِب‬
ِ ‫ِباَسْ َر‬
Vemnahnî yâ zel celâli kerâmeten
Bi esrâri ılmin yâ halimü bikencelet
Ey celal sahibi ve ey Halim! Senin yardımınla
açılacak bir ilmin sırlarıyla bana bir ikram lütfeyle.

22

‫َو َخلِّصْ نِى ِمنْ ُك ِّل َه ْو ٍل َو شِ َّد ٍة‬


ْ َ‫ِيم َقاطِ ِع السِّرِّ اَسْ َبل‬
‫ت‬ ٍ ‫ِب َنصِّ َحك‬
Ve hallısnî min külli hevlin ve şiddetin
Bi nassı hakimin kâtıis sırri esbelet
Sırları kesin ve inkişaf etmiş Kuranı Hakimin nurani
ve açık ifadeleriyle beni her türlü korku ve
sıkıntıdan kurtar.

23

ْ‫َو اَحْ ِرسْ نِى َيا َذا ْال َج َال ِل ِب َكافِ ُكن‬
‫ت‬ ْ ‫ير م َِن ْال َخ َب‬
ِ ِ‫ب ْال َكس‬
ِ ‫اَ َيا َج ِاب َر ْال َق ْل‬
Ve ahrisnî yâ zelcelâli bi kâfi kün
Eyâ câbirel kalbil kesiri minel habet
Ey celal sahibi ve ey kırık gönülleri üzüntüden
kurtarıp saran Cabir! “Kün(Ol!)” emrinin “Kaf” harfi
hürmetine beni koru.

24

‫َو َسلِّ ْم ِب َبحْ ٍر َو اَعْ طِ نِى َخي َْر َبرِّ َها‬


ْ َ‫ك اَ ْن َجل‬
‫ت‬ َ ‫ت َم َالذِى َو ْال ُكرُوبُ ِب‬ َ ‫َفا َ ْن‬
Ve sellim bi bahrin ve a’tınî hayra berrihâ
Fe ente melâzi vel kürûbü biken celet
Tehlikeler deryasında beni güvende kıl ve hayırlı bir
sahile çıkmayı nasip eyle. Sensin benim sığınağım.
Sıkıntılar ancak seninle ortadan kalkar.

25

َ ‫َوصُبَّ َعلَىَّ الرِّ ْز َق‬


‫ص َّب َة َرحْ َم ٍة‬
‫ت‬ َ ‫ت َر َجا ُء ْال َعالَم‬
ْ ‫ِين َولَ ْو َط َغ‬ َ ‫َفا َ ْن‬
Ve subbe aleyyer rizka sabbete rahmetin
Fe ente racâül âlemine velev tağat
Rahmet olan yağmurun sağanağı gibi üzerime (maddi-
manevi) rızık yağdır. Her ne kadar günahta aşırı gitseler
de alemlerin ümidi yalnız Sensin.

26
‫َو اَصْ ِم ْم َو اَ ْب ِك ْم ُث َّم اَعْ ِم َع ُدوَّ َنا‬
ْ ‫َو اَ ْخ ِرسْ ُه ْم َيا َذا ْال َج َال ِل ِب َح ْو َس َم‬
‫ت‬
Ve esmim ve ebkim sümme a’mi adüvvena
Ve ahrıshüm yâ zelcelâli bi havsemet
Ey celal sahibi! Basir isminin hürmetine
düşmanlarımızı sağır dilsiz, kör ve konuşamaz eyle.

27

ْ ‫َو فِي َح ْو َس ٍم َم َع‬


‫دَو َس ٍم َو َب َرا َس ٍم‬
ْ َ‫ت ِب ْاالِسْ ِم ْال َعظِ ِيم م َِن ْال َغل‬
‫ت‬ ُ ‫ص ْن‬
َّ ‫َت َح‬
Ve fi havsemin maa devsemin ve berâsemin
Tehassantü bil ismil azimi minel ğalet
Alim ve Ğani ve Sabur isimlerinle beraber İsm-i Azam’ın
kalasına sığınarak yanlışlıktan korunurum.

28

‫ِيع َها‬
َ ‫ِين َجم‬ َ ‫وب ْال َعالَم‬
َ ُ‫ف قُل‬ ْ ِّ‫َو اَ ٰل‬
ْ ‫َعلَىَّ َو اَعْ طِ نِى ْال َقبُو َل ِب َش ْل َم َه‬
‫ت‬
Ve ellif kulûbel âlemîne cemîahâ
Aleyye ve a’tıni’l-kabule bi şelmehet
Bütün âlemlerin kalplerine ülfet ve ünsiyet bahşet -
gönül kapılarını İlâhî hakikatlere aç! Fettâh ismin
hürmetine! Bana, rıza ve makbuliyet libasını giydir!
29

‫ُورى َيا ا ِٰل ِهى َو اَعْ طِ نِى‬ ِ ‫َو َيسِّرْ اُم‬


ْ ‫ْخ َو اَ ْش َم َخ‬ ْ ْ ْ
‫ت‬ ٍ ‫م َِن الع ِِّز َو العُل َيا ِب َشم‬
Ve yessir ümûri yâ ilâhî ve a’tıni
Minel ızzi vel ulyâ bi şemhın ve eşmehat
Yâ ilahi! Yüceler yücesi isimlerin hürmetine işlerimizi
kolaylaştır ve bize izzet ve yücelik ver.

30

‫َو اَسْ ِب ْل َعلَ ْي َنا ال َّس ْت َر َوا ْشفِ قُلُو َب َنا‬


ْ ‫ب م َِن ْال َغ َث‬
‫ت‬ ِ ‫ت شِ َفا ٌء ل ِْلقُلُو‬َ ‫َفا َ ْن‬
Ve esbil aleynes setra veşfi kulûbenâ
Fe ente şifâün lil kulûbi minel ğaset
Üzerimize af örtüsünü ger ve kalplerimize şifa ver.
Kalpleri temizleyip şifaya kavuşturan yalnız sensin.

31

‫اركْ لَ َنا ال ٰلّ ُه َّم فِي َجمْ ِع َكسْ ِب َنا‬


ِ ‫َو َب‬
ْ ‫َو حُ َّل ُعقُودَ ْالعُسْ ِر ِب َيايُو ٍه ِارْ َت َح‬
‫ت‬
Ve bârik lena’llâhümme fi cem’i kesbinâ
Ve hulle ukûdel usri bi yâyûhin irtehat
Allahım, Hu ismin hürmetine bütün rızkımızda bize
bereket ihsan eyle ve güçlük düğümlerini çöz de
rahatlayalım.

32

ِ ‫ِب َيا ٍه َو َيا يُو ٍه َو َيا َخي َْر َب‬


‫از ٍخ‬
ْ ‫اق ِمنْ ُجو ِد ِه َن َم‬
‫ت‬ ُ ‫َو َيا َمنْ لَ َنا ْاالَرْ َز‬
Biyâhin ve yâyûhin ve yâ hayra bâzihın
Ve yâ men lenel erzâku min cûdihî nemet
Ey gerçek Mabud, yâ Hu ve yâ Hayrel Halikin!
Ve ey bizim için rızıklar onun cömertliğinden coşup
gelen.

33

‫ك ْاالَعْ دَا َء ِمنْ ُك ِّل ِوجْ َه ٍة‬


َ ‫َنرُ ُّد ِب‬
ْ ‫ِيه ْم م َِن ْالبُعْ ِد ِبال َّش َت‬
‫ت‬ ِ ْ ‫َو ِب‬
ِ ‫االسْ ِم َترْ م‬
Neruddü bikel a’dâe min külli vichetin
Ve bil ismi termîhim minel bu’di biş şetet
Her yönden gelen düşmanı senin yardımınla def
ederiz. Sen de ism-i azamınla onları uzağa atar ve
dağıtırsın.

34

ْ‫َو اَ ْخذ ِْل ُه ْم َيا َذا ْال َج َال ِل ِب َفضْ ِل َمن‬


ْ ‫ضبُّ ْال َف َال ِة َو َق ْد َش َك‬
‫ت‬ ْ ‫ِالَ ْي ِه َس َع‬
َ ‫ت‬
Ve ahzilhüm yâ zelcelâli bi fadli men
İleyhi seat dabbül felâti ve kad şeket
Ey Celal sahibi! Çöl kelerinin(kertenkele) yanına koşarak
gelip şikayetini arz ettiği zatın (a.s.m.) hürmetine onları
yüzüstü ve yardımsız bırakarak zelil eyle.

35

‫ت َر َجائِى َيا ا ِٰل ِهى َو َس ِّيدِى‬ َ ‫َفا َ ْن‬


ْ ‫ْش ِانْ َرا َم ِبى َع َب‬
‫ت‬ ِ ‫َففُ َّل لَمِي َم ْال َجي‬
Fe ente racâi yâ ilahî ve seyyidî
Fe fülle lemîmel ceyşi in râme bî abet
Yâ ilahi benim ümidim ve seyyidim yalnız sensin.
Bana karşı toplanıp hazırlanmış küfür ordusunun
düzenini dağıt ve onları hezimete uğrat.

36

َ ِّ‫ِيع ْالمُضِ ر‬
‫ين َك ْي َد ُه ْم‬ َ ‫َو ُكفَّ َجم‬
ْ ‫ك َح ْتمًا َو َما َح َو‬
‫ت‬ َ ‫َو َع ِّنى ِبا َ ْق َسا ِم‬
Ve küffe cemiâl mudırrîne keydehüm
Ve annî bi aksâmike hatmen ve mâ havet
Kur’an-ı Hakim’de kasem ve yeminle başlayan sure
ve ayetlerin hürmetine, bütün zararlıların hile ve
tuzaklarını benden defet.
37

‫ول َو اَ ْك َر َم َمنْ اَعْ َطى‬


ٍ ُ‫َف َيا َخي َْر َمسْ إ‬
ٍ ‫َو َيا َخي َْر َمؤْم‬
ْ َ‫ُول ِالَى ا ُ َّم ٍة َخل‬
‫ت‬
Fe yâ hayra mes’ûlin ve ekrame men a’ta
Ve yâ hayra me’mûlin ilâ ümmetin halet
Ey eski ümmetlerden beri kendisinden dilekte
bulunulanların en hayırlısı olan Mes’ul, ihsanda
bulunanların en mükemmeli olan Kerim ve ümit
kapılarının en değerlisi olan Me’mul!

38

‫اَق ِْد َك ْو َك ِبى ِب ْاالِسْ ِم ُنورً ا َو َبه َْج ًة‬


ْ َ‫َم ٰدى الدَّهْ ِر َو ْاالَي َِّام َيا ُنو ُر َج ْل َجل‬
‫ت‬
Ekıd kevkebî bil ismi nûran ve behceten
Meded dehri vel eyyâmi yâ nûru celcelet
Ey Nur isminin sahibi olan Allah’ım! O ism-i şerifin hakkı
için, yıldızımın meşalesini güzellik ve nur ile yak ki, çağlar,
asırlar boyu parlamaya devam etsin.

39

‫ُوج َج َاللَ ٍة‬ ْ ٰ


ٍ ‫ُوج َجل َمه‬ ٍ ‫ِبا ٍج اَه‬
ْ ‫ت َج َما ٍه َت َمه َْر َج‬
‫ت‬ ٍ ‫ِيل َج ْل َجلِيُّو‬
ٍ ‫َجل‬
Biâcin ehûcin celmehûcin celâletin
Celîlin celceliyyutin cemâhin temehracet
Ey Ehad, Bedi, Aziz ve Celil olan Allah’ım! Senin
bütün güzel isimlerin Sonsuz haşmet ve azametiyle
sürekli parlamaktadır.

40

‫از اَب َْر ٍم‬


ِ ‫وم َو سِ م َْر‬ ٍ ‫ِب َتعْ دَا ِد اَ ْب ُر‬
‫ت‬ ْ ‫يز َو ا ُ ٍّم َت َبرَّ َك‬
ٍ ‫ت َتب ِْر‬
َ ‫َو َبه َْر‬
Bi ta’dâdi ebrûmin ve simrâzi ebramin
Ve behrate tebrîzin ve ümmin teberraket
Ey Evvel ve Ahir olan Allah’ım! Bütün mahlukatın
arzu ve ihtiyaçlarına cevap veren güzel isimlerini
zikrederek onların bereketine sığınıyorum.

41

‫ور سِ ًّرا َب َيا َن ًة‬


ِ ‫ُت َقا ُد سِ َرا ُج ال ُّن‬
ْ ‫ُت َقا ُد سِ َرا ُج السُّرْ ِج سِ ًّرا َت َنوَّ َر‬
‫ت‬
Tükâdü sirâcün nûri sirran beyâneten
Tükâdü sirâcüs sürci sirran tenevverat
Nur kandili gizliden gizliye tutuşturulur. Kandiller kandili
gizli olarak nurlanır.

42

‫از ٍخ َو َش َر ْن َط ٍخ‬ ِ ‫ِب ُن‬


ِ ‫ور َج َال ٍل َب‬
ْ ‫ت ِب ِه ال َّنا ُر ا ُ ْخ ِم َد‬
‫ت‬ ٍ ‫وس َبرْ ُكو‬
ِ ‫ِبقُ ُّد‬
Bi nûri celâlin bâzihın ve şerantahin
Bi kuddûsi berkûtin bihin nâru uhmidet
Dalalet ve inkarcılık ateşi; celal, kibriya, izzet,
azamet ve rahmetinle ve Kuddüs isminin nuruyla
söndürülür.

43

َ َ‫ِب َيا ٍه َو َيا يُو ٍه َنمُو ٍه ا‬


‫صالِيًا‬
ْ ‫ار ْالعِدَا َس َم‬
‫ت‬ ِ ‫اش لِ َن‬
ٍ ‫ْط ٍام ِمه َْر‬َ ‫ِب َطم‬
Biyâhin ve yâyûhin nemûhin esâliyen
Bi tamtâmin mihrâşin li nâril ıdâ semet
Mabudu bil hak olan yüce Allah; Hu, Kahhar,
Cebbar, Samed, Şehid ve Selam isimlerinin
tecellisiyle düşmanın küfür ve fitne ateşini
söndürür.

44

‫ب َشال ٍِع‬ ٍ ‫ِيل َش ْل ٍع َش ْلعُو‬


ٍ ‫ال اَه‬
ٍ ‫ِب َه‬
ْ ‫ب َط َي َّط َه‬
‫ت‬ ٍ ‫ب َط ْي َطهُو‬ ٍ ‫َط ِهىٍّ َطهُو‬
Bi hâlin ehîlin şel’ın şel’ûbin şâliın
Tahiyyin tahûbin taytahûbin tayettahet
O nur; gerçek Ma’bud, Hak olan ve hakkı gerçekleştiren
Cemil, Vedud ve Mucib olan zatın isimlerinin
tecellisi ve yardımıyla insanlara kendini
sevdirecektir.

45

ْ ‫وخ ا ُ ْقسِ َم‬


‫ت‬ ٍ ُ‫وخ ِب َي ْمل‬
ٍ ُ‫وخ َو اَبْر‬ ٍ ‫اَ ُن‬
‫ت‬ْ ‫ُوخ َت َشم ََّخ‬
ٍ ‫ت َشم‬ ٍ ‫ِيخ ٰا َيا‬
ِ ‫ِب َت ْمل‬
Enûhın bi yemlûhın ve ebrûhın uksimet
Bi temlihi âyâtin şemûhın teşemmehat
Ey Kayyum ve Vekil olan ve bütün ayetlerinin
hikmetlerini yalnız kendisi bilen Allah’ım! Hannan
isminin hürmetine dualarımı kabul et.

46

ُ َ ‫از‬
ٍ ‫وخ َو َز ْيم‬
‫ُوخ َبعْ َد َها‬ ٍ ‫يخ َبيْذ‬ ِ ‫اَ َب‬
‫ت‬ ٍ ُ‫وخ َي ْشر‬
ْ ‫وخ ِب َشرْ ٍخ َت َشم ََّخ‬ ٍ ُ‫َخ َمار‬
Ebâzîha beyzûhın ve zeymûhın ba’dehâ
Hamârûhın yeşrûhın bi şerhın teşemmehat
Ey bütün sırlara vakıf olan Allah’ım! Mubdi ve Muid
isimlerinin hürmetine bize şefkat ve merhametinle
muamele et.

47

‫وخ َبعْ َد َها‬ ُ ‫ِب َب ْل ٍخ َو سِ ْم َيا ٍن َو َب‬


ٍ ‫از‬
ْ ‫ُوخ ِب ِه ْال َك ْونُ ُعم َِّر‬
‫ت‬ ٍ ‫ِب َذ ْيم‬
ٍ ‫ُوخ اَ ْشم‬
Bi belhın ve simyânin ve bâzûhın ba’dehâ
Bi zeymûhın eşmûhın bihil kevnü ummirat
Her hak sahibinin hakkını layıkıyla veren, her
varlığın ihtiyacını adaletle gideren Adl ve haklıyı
haksızdan ayıran hüküm sahibi Hakem isimlerinin
tecellisiyle dünya tahripten kurtulur ve tamir edilir.

48

‫ت ِا ْق َب ْل ُد َعائِى َو ُكنْ َمعِى‬ ٍ ‫ِب َش ْل َم َخ‬


ْ ‫َو ُكنْ لِى م َِن ْاالَعْ دَا ِء َحسْ ِبى َف َق ْد َب َغ‬
‫ت‬
Bi şelmehatini’kbel düâi ve kün mai
Ve kün lî minel a’dâi hasbî fe kad beğat
Hak isminin hürmetine duamı kabul et, benim
yanımda ol, düşmanlarıma karşı bana kafi gel.
Çünkü artık onlar çok ileri gittiler.

49

‫ت َش ْملَ َخا‬ َ ‫مْخ َثا اَ ْن‬


َ ‫مْخ َثا َيا َش‬
َ ‫َف َيا َش‬
ْ َ‫اح َت َخ ْل َخل‬ ْ َ
‫ت‬ ِ ‫َو َيا َعيْط َال َهط ُل الرِّ َي‬
Fe yâ şemhasâ yâ şemhasâ ente şemlehâ
Ve yâ aytalâ hatlür riyâhı tehalhalet
Ey Rab, ey Rahman! Sen hak Ma’budsun. Ey
kuvvetli yardımcım! Şiddetli fırtınalar peş peşe
kopmaktadır.

50

‫ك ْال َح ْو ُل َو الص َّْو ُل ال َّشدِي ُد لِ َمنْ اَ َتى‬َ ‫ِب‬


‫ت‬ ُ ‫ك َو ْال َت َجى‬
ْ َ‫ظ ْل َم ُة ا ْن َجل‬ َ ‫ب َج َن ِاب‬
ِ ‫لِ َبا‬
Bikel havlü ves savlüs şedîdü li men etâ
Libâbi cenâbike veltecâ zulmetüncelet
Korunmak ve düşmana şiddetli hücum
gerçekleştirmek ancak senin yardımınladır. Senin
yüce kapına sığınanın karanlığı dağılır.

51

‫س ُكنْ لَ َنا‬ ۤ ‫س َو ٰط‬ ۤ ‫ِب ٰط ٰه َو ٰي‬


‫ت‬ْ َ‫ِب ٰط ۤسمۤ لِلس ََّعادَ ِة اَ ْق َبل‬
Bi tâha ve yâsîn ve tâsîn kün lenâ
Bi tâsin mîm lis saâdeti akbelet
Ta-Ha, Ya-Sin, Ta-Sin ve Ta-Sin-Mim ile bize yönelip
gelen bir saadete ermek için bizim yardımcımız ol.

52

‫صا ِد َها‬
َ ‫ْن َو‬ ٍ ‫َو َكافٍ َو َها َيا ٍء َو َعي‬
‫ت‬ ٍ ‫ِك َفا َي ُت َنا ِمنْ ُك ِّل َعي‬
ْ ‫ْن ِب َنا َح َو‬
Ve kâfin ve hâyâin ve aynin ve sâdihâ
Kifâyetünâ min külli aynin binâ havet
Kaf-Ha-Ya-Ayn-Sad ile, bizi dört bir yandan kuşatan
kem gözlere karşı korunuruz ve bu bize yeter.

53

ٍ ِ‫ْن ُث َّم س‬
‫ين َو َقا ِف َها‬ ٍ ‫ِب َحامِي َم َعي‬
ْ ‫ِح َما َي ُت َنا ِمنْ ُك ِّل سُو ٍء ِب َش ْل َم َه‬
‫ت‬
Bi hâmîme aynin sümme sînin ve kâfihâ
Himâyetünâ min külli suin bi-şelmehet
Ha-Mim-Ayn-Sin-Kaf tüm kötülüklerden bizi koruyan
sığınağımız olsun.

54

‫ِيم َبعْ َد َها‬ ُ ٍ ‫ِب َقافٍ َو ُن‬


ٍ ‫ون ث َّم َحام‬
ْ ‫ان سِ ًّرا َق ْد اُحْ ِك َم‬
‫ت‬ ِ ‫ُور ِة ال ُّد َخ‬
َ ‫َو فِي س‬
Bi kâfin ve nûnin sümme hâmîmin ba’dehâ
Ve fî sûretid dühâni sirran kad uhkimet
Kaf, Nun, ve Ha-Mim ile ve Duhan suresindeki
muhkem kılınmış olan sır ile bu himayeyi
gerçekleştir.

55

‫ِباَلِفٍ َو َال ٍم َو ال ِّن َسا ِء َو ُعقُو ِد َها‬


‫ت‬ ِ ‫ُور ِة ْاالَ ْن َع ِام َو ال ُّن‬
ْ ‫ور ُنوِّ َر‬ َ ‫َو فِي س‬
Bi elifin ve lâmin ven nisâi ve ukûdihâ
Ve fî sûretil en’âmi ven nûri nüvvirat
Elif-Lam ile Nisa, Maide, En’am ve nurlu kılınmış Nur
sureleri hürmetine.

56

‫ف َو َال ٍم ُث َّم َرا ٍء ِبسِ رِّ َها‬ٍ ِ‫َو اَل‬


ْ ‫االسْ ِم ِمنْ ُك ِّل َما َج َن‬
‫ت‬ ِ ْ ‫ور‬ِ ‫ت ِب ُن‬
ُ ‫َعلَ ْو‬
Ve elifin ve lâmin sümme râin bi sirrihâ
Alevtü bi nûril ismi min külli mâ cenet
Elif-Lam-Ra sırrı ve isminin(İsm-i Azam’ının) nuruyla,
işlediğim her günahtan vazgeçerek yükseldim.

57

ُ
ٍ ‫َو اَلِفٍ َو َال ٍم ث َّم م‬
‫ِيم َو َرا ِئ َها‬
ْ َ‫وح َق ْد َعل‬ ْ ٰ
‫ت‬ ِ ُّ‫اح َو الر‬ ِ ‫اِلى َمجْ َم ِع االَرْ َو‬
Ve elifin ve lâmin sümme mîmin ve râihâ
İlâ mecmeıl ervâhı ver rûhı kad alet
Elif-Lam-Mim-Ra (Ra’d suresinin önce “Elif ve Lam”ının,
sonra “Mim ve Ra” harfinin sırrı) ile yüce olan ruhaniler
ve melekler meclisine yükseldim.

58
‫ب َجمِي ِع َها‬ ِ ‫ِيم ْال ِك َتا‬
ِ ‫ِبسِ رِّ َح َوام‬
ْ ‫ور َيا ُنو ُر ا ُ ْقسِ َم‬
‫ت‬ ِ ‫ْك ِب َفضْ ِل ال ُّن‬
َ ‫َعلَي‬
Bi sirri havâmîmil kitâbi cemîıhâ
Aleyke bi fadlin nûri yâ nûru uksimet
Kitabın (Kur’an’ın) bütün Hâ Mîm’ lerinin sırrıyla
üzerime Nûr isminin fazlı aksın, ey bölümlere
ayrılmış Nûr!

59

‫ار ٍق‬ ِ ‫ت َو َط‬ ِ ‫س َو ال َّن‬


ِ ‫از َعا‬ َ ‫ِب َع َّم َع َب‬
ْ َ‫وج َو ُز ْل ِزل‬
‫ت‬ ْ ِ ‫َو فِي َوال َّس َما ِء َذا‬
ِ ُ‫ت البُر‬
Bi amme abese ven nâziâti ve târikı
Ve fî vessemâi zâtil bürûci ve zülzilet
Amme, Abese, Naziat, Tarık, Vessemai zatil buruci ve
Zilzal surelerinin hürmetine!

60

ٍ ‫ك ُث َّم ُن‬
‫ون َو َسائ ٍِل‬ َ ‫ار‬َ ‫ِب َح ِّق َت َب‬
ْ ‫مْس ُكوِّ َر‬
‫ت‬ ِ ‫ِيز َو ال َّش‬
ِ ‫ُور ِة ال َّت ْهم‬
َ ‫َو فِي س‬
Bi hakkı tebâreke sümme nûnin ve sâilin
Ve fî sûretit tehmîzi veş şemsi küvvirat
Tebareke, Nun, Seele sâilun, Tehmiz, İzeşşemsu
kuvvirat surelerinin hakkı için!
61

َّ ‫ت‬
‫الذرِّ َو ال َّنجْ ِم ِا َذا َه َوى‬ ِ ‫ار َيا‬ ِ ‫الذ‬ َّ ‫َو ِب‬
‫ت‬ْ ‫ت ل َِى ْاالُمُو ُر َت َقرَّ َب‬ْ ‫َو ِب ِا ْق َت َر َب‬
Ve bizzâriyâtiz zerri ven necmi iza hevâ
Ve bıkterabet liyel ümûru tekarrabet
Zariyat, Necm ve Kamer surelerinin hürmetine bütün
işlerimi bana yakınlaştırıp kolaylaştır!

62

‫َو فِي س َُو ِر ْالقُرْ ٰا ِن ح ِْزبًا َو ٰا َي ًة‬


َ
ْ َ‫ارى َو َما َق ْد َت َن َّزل‬
‫ت‬ ِ ‫َعدَ َد َما َق َرأ ْال َق‬
Ve fî süveril Kur’âni hızben ve âyeten
Adede mâ karael kârî ve mâ kad tenezzelet
Hizb hizb, ayet ayet, okuyucuların okudukları ve
inmiş olanlar adedince Kur’an surelerinin hakkı için.

63

‫ى فِي َفضْ ل َِك الَّذِى‬ َ ‫ك َيا َم ْو َال‬ َ ُ‫َفاَسْ َئل‬


‫ت‬ْ َ‫ضل‬ َ ‫َعلَى ُك ِّل َما اَ ْن َز ْل‬
َّ ‫ت ُك ُتبًا َت َف‬
Fe es’elüke yâ mevlâya fî fadlikellezî
Alâ külli mâ enzelte kütüben tefaddalat
Ey Mevlam! Kendilerine kitaplar indirdiğin her
peygambere ihsanda bulunduğun lütuflarına ve fazlına
dayanarak sana yalvarıyorum!

64

‫صب َْو ٍة‬


َ ‫ى‬ِ ‫ِب ٰا ِه ًّيا َش َرا ِه ًّيا اَ ُذو َنا‬
ْ ‫ت ِب َط ْي َط َغ‬
‫ت‬ َ ‫ث ٰا ِل َش َّد‬
ُ ْ‫اى اَ ْق َسم‬ ٍ ُ‫اَصْ َباءو‬
Bi âhiyyen şerâhiyyen ezûnâyi sabvetin
Esbâvüsin âli şeddâye aksemtü bi taytağat
Ey Hayy ve Kayyum olan Allah’ım! Senin her şeye
gücü yeten ve kudretiyle bütün varlık alemini
kuşatan Kadir ve Cebbar isimlerinin üzerine kasem
ederek sana yalvarıyorum.

65

‫وح اَجْ َه َزطٍ َب َط ٍد َز َه ٍج‬ٍ ‫ِبسِ رِّ ُب ُد‬


ْ ‫اح ْال َو َحا ِب ْال َف ْت ِح َو ال َّنصْ ِر اَسْ َر َع‬
‫ت‬ ِ ‫ِب َو‬
Bi sirri büdûhın echezetın batadin zehecin
Bivâhıl vehâ bil fethi ven nasri esraat
Ey Allamü’l-Ğuyub olan Allah’ım! Fetih kapılarını ve
gayb alemlerinin sırlarını açan Fettah isminin
nuruyla ve Senin inayetinle fetihler nasip olur.

66

‫ش َم َع َث ْظ َخ ٍز َيا َس ِّيدِى‬ ِ ‫ِب ُن‬


ٍ ‫ور َف َج‬
ٰ ْ ‫َو ِب‬
ْ ‫اال َي ِة ْال ُكب َْرى اَ ِم ِّنى م َِن ْال َف َج‬
‫ت‬
Bi nûri feceşin mea sezhazin yâ seyyidî
Ve bil âyetil kübrâ eminnî minel fecet
Âyetü’l-Kübrâ hürmetine beni kurtar, emanet ve
emniyet ver.

67

‫ِب َح ِّق َف َق ٍج َم َع َم ْخ َم ٍة َيا ا ِٰل َه َنا‬


ْ ‫ِك ْالحُ سْ َنى اَ ِجرْ نِى م َِن ال َّش َت‬
‫ت‬ َ ‫ِباَسْ َمائ‬
Bi hakkı fekacin mea mahmetin yâ ilâhena
Bi esmâikel husnâ ecirnî mineş şetet
Esmâ-i Hüsna hakkı için beni dağınıklıktan koru.

68

‫ت‬ْ ‫ت َو َت َشا َم َخ‬ ْ َ‫حُرُ وفٌ لِ َبه َْر ٍام َعل‬


‫ت‬ ُّ ‫ُوسى ِب ِه‬
ْ َ‫الظ ْل َم ُة ا ْن َجل‬ ٰ ‫صا م‬ َ ‫َواسْ ُم َع‬
Hurûfün li behrâmin alet ve teşâmehat
Ve’smü asâ mûsâ bihiz zulmetün celet
Bu harfler nur harfleridir ve Merih yıldızı gibi yüksek ve
alidir. Manevi karanlıklar-zulmetler Asa-yı Musa ile
dağılır.

69
ُ ‫َت َوس َّْل‬
َ ‫ت َيا َربِّ ِالَي‬
‫ْك ِبسِ رِّ َها‬
ْ ‫َت َو ُّس َل ذِى ُذ ٍّل ِب ِه ال َّناسُ اهْ َتد‬
‫َت‬
Tevesseltü yâ rabbi ileyke bi sirrihâ
Tevessüle zî züllin bihin nasühtedet
Bunların sırrını kendime şefaatçi ederek Senden
niyazda bulunuyorum. Bu, insanların kendisiyle
doğru yolu bulduğu zillet ve tevâzû sahibi birinin
tevessülü gibi olsun.

70

ْ ‫شرِّ َف‬
‫ت‬ ُ ‫حُرُ وفٌ ِب َمعْ َنا َها لَ َها ْال َفضْ ُل‬
‫ت‬ْ ‫َم ٰدى الدَّهْ ِر َو ْاالَي َِّام َيا َربِّ ا ْن َح َن‬
Hurûfün bi ma’nâhâ lehel fadlü şürrifet
Mede’d-dehri vel eyyâmi yâ rabbinhanet
Ey merhametli rabbim! Bunlar öyle harflerdir ki,
manaları sebebiyle çağlar boyu üstünlük
kendilerine bahşedilmiş ve yüceltilmişlerdir.

71

‫ك َيا َهللاُ َح ًّقا َو ِا َّننِى‬ َ ‫دَ َع ْو ُت‬


ْ ‫ت َج ْمعًا ِب َما َح َو‬
‫ت‬ ٰ ْ ‫ت ِب‬
ِ ‫اال َيا‬ ُ ‫َت َوس َّْل‬
Deavtüke yâ allâhü hakkan ve innenî
Tevesseltü bil âyâti cem’an bi mâ havet
Ey Allahım! Gerçekten bütün ayetler ve ihtiva
ettikleriyle sana tevessülde bulunarak yalvardım.

72

َّ ‫ور فاَجْ َمعْ َخ َوا‬


‫ص َها‬ ِ ‫ك حُرُ وفُ ال ُّن‬ َ ‫َفت ِْل‬
‫ت‬ ْ ‫َو َح ِّق ْق َم َعانِي َها ِب َها ْال َخيْرُ ُت ِّم َم‬
Fetilke hurûfün nûri fecma’ havâssahâ
Ve hakkık maânîhâ bihil hayru tümmimet
İşte o nur harflerinin havassını bende topla, Her
türlü hayrın sayelerinde tamamlandığı manalarını
gerçekleştir.

73

‫َو اَحْ ضِ رْ نِى َع ْو ًنا َخدِيمًا ُم َس َّخرً ا‬


ُ
ْ َ‫ط َه ْي َم َف َيائِي ُل ِب ِه ْال ُكرْ َب ُة ا ْن َجل‬
‫ت‬
Ve ahdırnî avnen hadîmen müsehharan
Tuheymefeyâîlü bihil kürbetüncelet
Bana itaat eden yardımcı bir hizmetçi gönder.
Onunla sıkıntım ortadan kalksın.

74

‫َف َس ِّخرْ لِى فِي َها َخدِيمًا يُطِ ي ُعنِى‬


ْ َ‫ب َو َما َتل‬
‫ت‬ ِ ‫ِب َفضْ ِل حُرُ وفِ ا ُ ِّم ْال ِك َتا‬
Fe sehhır lî fîhâ hadîmen yütiuni
Bi fadli hurufi ümmil kitâbi ve mâ telet
Ümmü’l-Kitab olan Fatiha Suresi ve onu takip eden
sureler hürmetine bu konuda bana itaat edecek bir
hizmetçi musahhar kıl.

75

‫ِك الَّذِى‬
َ ‫ى فِي اسْ م‬ َ ُ‫ف اَسْ َئل‬
َ ‫ك َيا َم ْو َال‬ َ
ِ ‫ِب ِه ا َِذا ُدعِ َى َجمْ عُ ْاالُم‬
ْ ‫ُور َت َيس ََّر‬
‫ت‬
Fe es’elüke yâ mevlâya fismikellezî
Bihî izâ düıye cem’ul ümûri teyesserat
Ey mevlam! Kendisiyle çağrıldığında bütün işlerin
kolaylaştığı isminle (İsm-i A’zamınla) sana yalvarıyorum.

76

‫اغ ِفرْ لِى َزلَّتِى‬ ْ ‫ضعْ فِى َو‬ َ ‫ا ِٰل ِهى َفارْ َح ْم‬
‫ت‬ْ َ‫ك ْاالَ ْن ِب َيا ُء َو َت َو َّسل‬
َ ‫ِب َما َق ْد َد َع ْت‬
İlâhi ferham da’fi vağfirlî zelleti
Bi mâ kad deatkel enbiyâü ve tevesselet
İlahi! Peygamberlerin sana yaklaşmak için vesile
ettikleri hürmetine zayıflığıma merhamet et.
Günahlarımı bağışla.

77

‫اجتِى‬ ِ ‫اَ َيا َخالِقِى َيا َس ِّيدِى ِا ْق‬


َ ‫ض َح‬
ْ ‫ُورى َيا ا ِٰل ِهى َت َسلَّ َم‬
‫ت‬ ِ ‫ْك اُم‬
َ ‫ِالَي‬
Eyâ hâliki yâ seyyidî ıkdı hâcetî
İleyke ümûrî yâ ilâhî tesellemet
Ey yaratıcım ve seyyidim! İhtiyacımı yerine getir!
İşlerim sana havaledir.

78

َ ‫ت َيا َربِّ ِالَي‬


‫ْك ِباَحْ َمدَا‬ ُ ‫َت َوس َّْل‬
ْ ‫ِى جُ ِّم َع‬
‫ت‬ َ ‫ِك ْال ُحسْ ٰنى الَّتِى ه‬َ ‫َو اَسْ َمائ‬
Tevesseltü yâ rabbî ileyke bi ahmedâ
Ve esmâikel husnelletî hiye cümmiat
Yâ Rabbi! Hz. Muhammed’i (a.s.m.) ve burada
cem edilen güzel isimlerini şefaatçi kılarak, vesile ederek
senden niyaz ediyorum.

79

‫َفجُ ْد َو اعْ فُ َو اَصْ َفحْ َيا ا ِٰل ِهى ِب َت ْو َب ٍة‬


‫ت‬ ْ ‫ِين ِمنْ َن ْظ َر ٍة َع َب‬ َ ‫َع ٰلى َع ْبد‬
ِ ‫ِك ْال ِمسْ ك‬
Fe cüd va’fü vasfah yâ ilâhî bi tevbetin
Alâ abdikel miskîni min nazratin abet
Yâ ilahi! Yersiz bir bakışa kadar tüm hatalarından
tevbe etmeyi şu miskin kuluna lütfeyle ve
hatalarını affet.
80

‫َو َو ِّف ْقنِى ل ِْل َخي ِْر َو الص ِّْد ِق َو ال ُّت َقى‬
ْ َ‫س َم َع ِفرْ َق ٍة َعل‬
‫ت‬ َ ‫َو اَسْ ِك َّننِى ْال ِفرْ دَ ْو‬
Ve veffıknî lil hayri ves sıdkı vettükâ
Ve eskinennil firdevse maa firkatin alet
Beni hayır ihlas ve takvaya muvaffak kıl ve yüce
toplulukla birlikte beni Firdevs Cennetine yerleştir.

81

‫َو ُكنْ ِبى َرإُ و ًفا فِي َح َياتِى َو َبعْ َد َما‬


‫ت‬ ُ ‫ُوت َو اَ ْل ٰقى‬
ْ َ‫ظ ْل َم َة ْال َقب ِْر ا ْن َجل‬ ُ ‫اَم‬
Ve kün bî raûfen fî hayâti ve ba’de mâ
Emûtü ve elkâ zulmetel kabrin celet
Hayatımda da, ölüp kabrin karanlığına vardığımda
da bana merhametli ol ve böylece o karanlık nura
açılsın.

82

‫صحِي َفتِى‬ َ ‫َو فِي ْال َح ْش ِر َبيِّضْ َيا ا ِٰل ِهى‬


‫ت‬ َ ‫ازينِى ِبلُ ْط ِف‬
ْ ‫ك ِانْ َخ َّف‬ ِ ‫َو َث ِّق ْل َم َو‬
Ve fil haşri beyyıd yâ ilâhî sahîfetî
Ve sekkıl mevâzînî bi lutfike in haffet
Yâ ilahi ne olur mahşerde amel sahifemi lütfunla ak
eyle! Eğer hafif gelecek olursa sevap terazimi
ağırlaştır.

83

ً‫َو َجوِّ ْزنِى َح َّد الص َِّراطِ ُم َهرْ ِوال‬


ْ ‫ار َو َما َح َو‬
‫ت‬ ٍ ‫َو اَحْ ِمنِى ِمنْ َحرِّ َن‬
Ve cevviznî haddes sırâtı mûhervilen
Ve ahminî min harri nârin ve mâ havet
Beni keskin sırat köprüsünden koşarak geçir ve o
büyük Cehennem ateşinden ve içindeki dehşetli azaptan
koru.

84

ٍ ‫َو َسا ِمحْ ِنى ِمنْ ُك ِّل َذ ْن‬


‫ب َج َن ْي ُت ُه‬
ْ َ‫ِظا َم َو ِانْ َعل‬
‫ت‬ َ ‫اغ ِفرْ َخطِ ي َئاتِى ْالع‬
ْ ‫َو‬
Ve sâmıhnî min külli zenbin ceneytühû
Vağfir hatiati’l ızâme ve in alet
İşlediğim her günahtan dolayı beni affet. Çok da
olsa büyük günahlarımı bağışla.

85

‫ٰفهذاَ َخواَ ِت ُمهُنَّ َمنْ َق ْد َخصَّصْ ُتها‬


ْ َ‫ِبسِ رِّ م َِن ْاْلَسْ راَ ِر فِى اللَّ ْو ِح أ ُ ْن ِزل‬
‫ت‬
Fe hâzâ havâtimühünne men kad hassastühâ
Bi sirrin minel esrâri fil levhı ünzilet
Bu; indirilen levhadaki sırlardan bir sır ile, özel
olarak seçtiğim kimseye onların mühürleridir!

Başka bir meal:


Bu isimler onların sonuncusudur. Bu sırlar da Levh-i
Mahfuzdan indirilmiş olan isimlere aittir.

86

ْ ‫ص ِّف َف‬
‫ت َبعْ د خا َ َت ٍم‬ ُ ‫َث‬
ُ ٍّ‫الث عِ صِ ى‬
ْ ْ
ِ ‫َعلَى َرأسِ ها مِث ُل الس‬
ْ ‫ِّهام َت َقوَّ َم‬
‫ت‬
Selâsü ısıyyin suffifet ba'de hâtemin
Alâ ra'sihâ mislüs sihâmi tekavvemet
Mühürden sonra onların başında ok gibi hizaya
sokan sıralanmış üç sopa! Başının üzerinde iki misli
yatırılmış çizgi.
Başka bir meal:
Üç asa; son isimden sonra yan yana dizilmişler,
başlarına kılıç konmuş.

87

‫َومِي ٌم َط ِميسٌ أ ْب َت ُر ُث ّم ُسلَّ ُم‬


ْ ‫ْن َت َشرْ َب َك‬
‫ت‬ ْ ‫وفِى َو َسطِ ها َ ِب‬
ِ ‫اال َجرَّ َتي‬
Ve mîmün tamîsün ebteru sümme süllemü
Ve fi vasatihâ bil cerrateyni teşerbeket
Ve sönük (tek gözlü mim) ebterdir, sonra
merdiven! Ortasındaki iki esre ile.
Başka bir meal:
Ve bacağı silik bir mim, ardından gelen bir
merdiven, ortasında iki esre.

88

‫كى ْاْلَنا َ ِم َل َبعْ د َها‬


ٖ ْ‫واَرْ َب َع ٌة ُتح‬
ْ ‫ت والرِّ ْز َق ُج ِّم َع‬
‫ت‬ ِ َ‫ُتشِ يرُ ِالَى ْال َخيْرا‬
Ve erbeatün tühkil enâmile ba'dehâ
Tüşîru ilel hayrâti ver rızka cümmiat
Ve ondan sonra hayırlara ve yığılmış rızka işaret
eden, hikaye (tarif) edilen dört parmak ucu.
Başka bir meal:
Ondan sonra da parmaklara benzeyen dört çizgi,
gelecek olan hayır ve rızıklara işaret.

89

ٌ‫يق ُث َّم َواوٌ ُم َقوَّ س‬


ٌ ٖ‫َو َها ٌء َشق‬
ِ ‫َكا ُ ْنبُو‬
ْ ‫ب َحجَّ ٍام م َِن السِّرِّ َق ْد َح َو‬
‫ت‬
Ve haün şekıkun sümme vâvün mükavvesün
Ke ünbûbi haccâmin mines sirri kad havet
İki gözlü “He” , sonra kıvrık “Vav” , hacamat
yapanın tüpü gibi barındırdığı sırdan (alan)!
Başka bir meal:
Ve ikiye bölünmüş he harfi, ardından yay halinde
bir vav harfi. Bu harfler içerdikleri sırların tesiri ile
hacamatçının boynuzu gibi olmuşlar.

90

‫َواَواَ ِخ ُر َها م ِْث ُل ْاْلَ َوائ ِِل خا َ َت ٌم‬


ٍ ْ‫ُخماَسِ يٌّ أر‬
ْ ‫كان ِب ِه السِّرُّ َق ْد َح َو‬
‫ت‬
Ve evâhıruhâ mislül evâili hâtemün
Humâsiyyü erkânin bihis sirru kad havet
Ve onların sonunda başındaki gibi mühür var!
Taşıdığı sır o beş esasta!
Başka bir meal:
Sonunda da köşeli bir mühür, baştakine benzer.

91

‫َف َع ِّد ْل ُه ِمنْ بعْ ِد َع ْش ٍر َث َال َث ًة‬


ْ ‫صا ِءها َ ُم َت َو ِّه َم‬
‫ت‬ ُ ‫َوالَ َت‬
َ ْ‫ك فِى ِاح‬
Fe addilhü min ba'di aşrin selâseten
Ve lâ tekü fî ıhsâihâ mütevehhimet
Onüç’ten sonra onu değiştir! Onu saymada sakın
vehme kapılma! (şüpheye düşüp vazgeçme)
Başka bir meal:
On sayısından sonra üçte doğruluktan ayrılarak
vehme kapılıp saymaya kalkışma.

92

َّ ‫ت الَ َش‬
‫ك اَرْ َب ُع‬ ٌ َ‫َثال‬
ِ ‫ث م َِن ال َّت ْو َرا‬
ْ ‫ْن َمرْ َي َم‬
‫ت‬ ٰ ‫عي‬
ِ ‫سى ب‬ ِ ‫َواَرْ َبعٌ ِمنْ ِا ْن ِج‬
ِ ‫يل‬
Selâsün minet tevrâti lâ şekke erbeu
Ve erbeun min incîli İsebnü meryemet
Üç Tevrat’tan, hiçbir şüphe yok dört!
Ve dört Meryem oğlu İsa’nın İncil’inden!
Başka bir meal:
Bunların üçü Tevrat’ta, şüphesiz dördü de
Meryem oğlu İsa’nın İncil’indedir.

93

َ ‫َو َخمْسٌ م َِن ْالقُرْ ٰا ِن هُنَّ َت َمامُها‬


ْ ‫يح َواَ ْب َك َم‬
‫ت‬ ٍ ‫ص‬ ٖ ‫وق َف‬ ٍ ُ‫ِالَى ُك ِّل َم ْخل‬
Ve hamsün minel kur'âni hünne temâmühâ
İlâ külli mahlûkın fesıyhın ve ebkemet
Beş de Kur’an’dan. Onlar onun tamamıdır!
Herbir mahluka apaçık, dilsiz değil!
Başka bir meal:
Kur’an’daki ise bunların tamamıdır. Konuşan
konuşmayan herkes ondan faydalanır.

94
‫هللا َج َّل َجالَلُ ُه‬
ِ ‫َف ٰهذا ِاسْ ُم‬
ْ ‫َوأَسْ َما ُئ ُه عِ ْن َد ال َب ِر َّي ِة َق ْد َس َم‬
‫ت‬
Fe hâzâ ismüllâhi celle celâlühû
Ve esmâühû ındel beriyyeti kad semet
İşte bu Allah celle celalühü’nün ismidir.
O’nun isimleri yeryüzünde yücedir.
İkinci cümle farklı olarak:
Ve O’nun ismi bütün yaratılmışların yanında
yücedir.

95

‫ئ إ ْن َت ِب ْه‬
ُ ‫َف ٰهذاَ ِاسْ ُم هللاِ يا قا َ ِر‬
ْ ‫بال َخ َب‬
‫ت‬ ْ ‫ك‬ ِ ‫َوالَترْ َتد ِْد َتب‬
َ ‫ْلى لِ ُرو ِح‬
Fe hâzâ ismüllâhi yâ kâriüntebih
Ve lâ tertedid teblî li rûhıke bil habet
Ey okuyan! Bu Allah’ın ismidir! Dikkat et!
Ruhun sönüp, pörsüyüp solmasın (irtidat etmesin)!
Başka bir meal:
Ey okuyan! İşte bu Allah’ın ismidir. Uyan ve
şüpheye düşme. Ruhun zayıflayarak derelerde ve
vadilerde gezmesin.

96

‫هللا يا َ جا َ ِه ُل إعْ َتق ِْد‬


ِ ‫َف ٰهذا ِاسْ ُم‬
ْ ‫وح َو ْال َج َن‬
‫ت‬ َ ُّ‫ك َت ْش ُككْ َت ْتلُفُ الر‬
َ َ ‫َو ِا ّيا‬
Fe hâzâ ismüllâhi yâ câhilu'tekıd
Ve iyyâke teşkük tetlüfür rûha velcenet
Ey cahil! Bunlar Allah’ın isimleridir! İnan! Sakın
şüphe etme! Ruhu telef edip cinayet işlemeyesin!

97

‫َف ُخ ْذ ٰه ِذ ِه ْاْلسْ ما َ َء َحقا ًّ َواَ ْخ ِف َها‬


ْ ‫ار َماالَ ِبهٖ لَ َو‬
‫ت‬ ِ ‫َففِيها َ م َِن ْاْلسْ َر‬
Fe huz hâzihil esmâe hakkan ve ahfihâ
Fe fîha minel esrâri mâ lâ bihî levet
Bu isimleri al ve gizle! İçlerinde saptırmayan sırlar
vardır!
Başka bir meal:
Bu isimleri hakkı ile öğren ve sakla. Onda nice sırlar
gizlidir.

98

‫اق َو ْال َوعْ ُد َو ِّال َقا‬


ُ ‫ِب َها ْال َع ْه ُد َوالمْ ِي َث‬
ْ ‫ِاخ َت َم‬
‫ت‬ ْ ‫ور َح ًّقا َقد‬ ِ ُ‫َو ِباْلِمسْ كِ َو ْال َكاف‬
Bihel ahdü vel mîsâku vel va'dü vel likâ
Ve bil miski vel kâfûri hakkan kadıhtemet
Ezel bezmindeki söz, sözleşme, müjde ve öldükten
sonraki dirilme bu isimle gerçekleşir. Böylece misk
ve kafurla gerçekten söz sona erdi.

99

‫َوالَ ُتعْ طِ َذا ْاْلَسْ َما ِء َي ْوما ً ل َِجاه ٍِل‬


ْ ‫ت ِب ِه َس َم‬
‫ت‬ ْ ‫ان َم َع أ ُ ْن َثى لَ َكا َن‬
َ ‫َولَ ْو َك‬
Ve lâ tu'tı zel esmâi yevmen li câhilin
Ve lev kâne mea ünsâ le kânet bihî semet
Bu sözleri sakın cahillere bildirme. Bu isimler bir
kadının yanında olsaydı, bu isimlerdeki ilahi
sırlardan dolayı yücelirdi.

100

ِ ‫ان َحا ِملُ َها م َِن ْال َخ ْوفِ َه‬


ً ‫اربا‬ َ ‫َفإِنْ َك‬
‫ت‬ َ ‫ش ْال ُملُو‬
ْ ‫ك ِب َما َح َو‬ َ ‫َفا َ ْق ِب ْل َوالَ َت ْخ‬
Fe in kâne hâmilühâ minel havfi hâriben
Fe akbil ve lâ tahşel mülûke bi mâ havet
Bu isimleri duyan korkup kaçarsa, sen korkunun
üzerine git. Bu esmaların sırlarından dolayı
krallardan bile korkma.

101

ً ‫ان َمصْ ُروعا ً م َِن ْال ِجنِّ َواقِعا‬


َ ‫َفإِنْ َك‬
ْ ‫صا ُح قُ ِّط َع‬
‫ت‬ ِ ‫َف َحامِي َم َحرْ فُ ْال َعي‬
َ ‫ْن َيا‬
Fe in kâne masrûan minel cinni vâkıan
Fe hâmîme harfül ayni yâ sâhu kuttıat
Cin çarparak sara hastalığına yakalanan,
Ha-Mim-Ayn-Sin-Kaf sayesinde şifa bulur.
Başka bir meal:
Eğer cinlerden dolayı sara gibi olduysan, o zaman
Ha-Mim i Ayn harfine çağır ve Ya Sah ismiyle
kopar..

102

ِ ‫َف َترْ سِ ُم ِمنْ َف ْو ِق ْال َج ِب‬


‫ين حُ ُرو َف َها‬
‫ت‬ َّ ‫هللا َجمِيعا ً َت َف‬
ْ َ‫ضل‬ َ ‫َف َهاه‬
ِ ‫ِي ِاسْ ُم‬
Fe tersimü min fevkıl cebîni hurûfehâ
Fe hâ hiye ismüllâhi cemian tefaddalet
Bu harfleri hastanın alnına yazarsın, resmedersin.
İşte bunların hepsi Allah’ın yüce ve faziletli isimleridir.

103

ُ‫ان إِ ْن َسانا ً َي َخافُ َع ُدوَّ ه‬


َ ‫َوإِنْ َك‬
ْ ‫س ْال ُملُوكِ َولَ ْو َط َغ‬
‫ت‬ ِ ْ‫ش ِمنْ َبا‬ َ ‫َوالَ َت ْخ‬
Ve in kâne insânen yehâfü adüvvehû
Ve lâ tahşe min be'sil mülûki velev tağat
Şayet insan düşmanından korkuyorsa; ne kadar azgın
olurlarsa olsunlar(bu isimler sayesinde) krallardan bile
korkmaz.

104

ِ ‫ان َه َذا ْاالِسْ ُم فِي َم‬


‫ال َتا ِج ٍر‬ َ ‫َفإِنْ َك‬
ْ ‫َفؤَمْ َوالُ ُه ِب ْال َخي ِْر َو ْالجُ و ِد َق ْد َن َم‬
‫ت‬
Fe in kâne hâzel ismü fî mâli tâcirin
Fe emvâlühû bil hayri vel cûdi kad nemet
Şayet bu isimler bir tüccarın malının yanında olsa,
malı hep hayırla bereketlenir.

105

ِ ‫ت َحا ِملَ َها م َِن ْال َخ ْوفِ َه‬


ً ‫اربا‬ َ ‫َوإِنْ ُك ْن‬
‫ت‬ْ ‫ش َف َتؤْ َمنْ م َِن ْال َخ َب‬
َ ‫َفا َ ْق ِب ْل َوالَ َت ْخ‬
Ve in künte hâmilehâ minel havfi hâriben
Fe akbil ve lâ tahşe fe te'men minel habet
Şayet isimler üzerinde iken sakın
korkma! Korkunun üstüne yürü, o zaman korkudan
kurtulacaksın.

106

ِ ْ ‫َف َيا َحا ِم َل‬


‫االسْ ِم الَّذِى َج َّل َق ْد ُر ُه‬
ٰ
‫ت‬ ِ ‫َت َو ّقى ِب ِه ُك َّل ْاالُم‬
ْ ‫ُور َت َسلَّ َم‬
Fe yâ hâmilel ismillezî celle kadruhû
Tevekkâ bihî küllel ümûri tesellemet
Ey kadri yüce ismi taşıyan! Bütün tehlikeli işlerden
kurtuldun ve selamete erdin!

107

ْ‫اربْ َو َال َت َخف‬


ِ ‫ش َو َح‬ َ ‫َف َقا ِت ْل َو َال َت ْخ‬
ِ ُ‫ض ِب ْالوُ ح‬
ْ ‫وش َت َعم ََّر‬
‫ت‬ ٍ ْ‫س ُك َّل اَر‬ْ ‫َو ُد‬
Fe kâtil ve lâ tahşe ve hârib ve lâ tehaf
Ve düs külle ardın bil vühûşi teammerat
Savaş, korkma! Çarpış, çekinme! Vahşi ve acımasız
zalimlerle dolu her yere gir!

108

‫َو اَ ْق ِب ْل َو َال َته َْربْ َو َخاصِ ْم َمنْ َت َشا ُء‬


‫ت‬ ْ ‫ش َبؤْسًا ل ِْل ُملُوكِ َولَ ْو َح َو‬
َ ‫َو َال َت ْخ‬
Ve akbil ve lâ tehrab ve hâsim men teşâü
Ve lâ tehşe be’sên lil mulûki velev havet
Saldır, kaçma! Dilediğin düşmanla mücadele et!
Dört bir yanını kuşatmış olsa da hiç bir melikin
gücünden korkma!

109

‫َف َال َحي ٌَّة َت ْخ َشى َو َال َع ْق َربٌ َت َرى‬


َ ‫َو َال اَ َس ٌد َيؤْتِى ِالَ ْي‬
ْ ‫ك ِب َه ْم َه َم‬
‫ت‬
Fe lâ hayyetün tahşâ ve lâ akrabün terâ
Ve lâ esedün ye’ti ileyke bi hemhemet
Ne bir yılandan korkarsın, ne de bir akrep görürsün.
Ne de bir aslan gürleyerek sana gelir!

110

‫ش ِمنْ َسيْفٍ َو َال َطعْ َن َخ ْن َج ٍر‬ َ ‫َو َال َت ْخ‬


‫ت‬ َ ‫َو َال َت ْخ‬
ْ ‫ش ِمنْ ُر ْم ٍح َو َال َشرٍّ اَسْ َه َم‬
Ve lâ tahşe min seyfin ve lâ ta’nin hancerin
Ve lâ tahşe min rumhin ve lâ şerrin eshemet
Ne bir kılıçtan, ne bir hançerin yaralamasından, ne
bir mızraktan ve ne ortalığı almış şerden korkma!

111

َ ‫َج َزا َمنْ َق َرأَ َه َذا َش َف‬


َ‫اع ُة اَحْ َمدا‬
ْ ‫ص ِّف َف‬
‫ت‬ ُ ‫ور‬ ِ ‫َو يُحْ َشرُ فِي ْال َج َّنا‬
ٍ ُ‫ت َم َع ح‬
Cezâ men kara hâzâ şefâatü ahmedâ
Ve yühşeru fil cennâti maa hûrin suffifet
Bunu okuyanın mükafatı, Hz. Muhammed’in (S.A.V.)
şefaatidir. Ve o, saf saf dizilmiş hurilerle Cennetlerde
haşrolacaktır.

112
‫َو اعْ َل ْم ِباَنَّ ْالمُصْ َط ٰف َخيْرُ مُرْ َس ٍل‬
‫ت‬ ِ ‫ض ُل َخ ْل ِق‬
ْ ‫هللا َمنْ َق ْد َت َفرَّ َق‬ َ ‫َو اَ ْف‬
Va’lem bi ennel Mustafâ hayru mürselîn
Ve efdalü halkıllâhi men kad teferrakat
Bil ki Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V.) en üstün
peygamberdir. Allah’ın yeryüzüne yayılmış kullarının en
faziletlisidir.

113

َ ‫ص ِّدرْ ِب ِه ِمنْ َجا ِه ِه ُك َّل َح‬


‫اج ٍة‬ َ ‫َو‬
َّ ‫َو َس ْل ُه لِ َكىْ َت ْن ُجو م َِن ْال َج ْو ِر َو‬
ْ ‫الط َغ‬
‫ت‬
Ve saddir bihî min câhihî külle hâcetin
Ve selhü li key tencü minel cevri vettağat
Yüce şanından dolayı her dileğinin başında onu an.
Onu şefaatçi et ki zulüm ve tecavüzden kurtulasın.

114

َ ‫ص ِّل ا ِٰل ِهى ُك َّل َي ْو ٍم َو َس‬


‫اع ٍة‬ َ ‫َو‬
ِ ‫َعلَى ْالمُصْ َط ٰفى ْالم ُْخ َت‬
ْ ‫ار َما َنسْ َم ٌة َس َم‬
‫ت‬
Ve salli ilâhi külle yevmin ve sâatin
Alel mustafal muhtâri mâ nesmetün semet
Yâ ilahi! Her gün, her an ve her rüzgar estikçe o
seçkin Mustafa’ya (S.A.V.) salat eyle.
115

ٰ ْ ‫ص ِّل َعلَى ْالم ُْخ َتار َو‬


‫اال ِل ُكلِّ ِه ْم‬ َ ‫َو‬
ِ
ْ ‫يح َما َس َر‬
‫ت‬ ِ ِّ‫ض َو الر‬ ِ ْ‫ت ْاالَر‬
ِ ‫َك َع ِّد َن َبا‬
Ve salli alel muhtâri vel âli küllihim
Ke addi nebâtil ardı ver rihı mâ seret
O seçilmişe ve bütün aline yeryüzünün bitkileri ve esen
rüzgarın esintileri adedince salat eyle.

116

‫ض َو ال َّس َما َء‬ َ ْ‫ص َال ًة َتم ََْل ُ ْاالَر‬


َ ‫ص ِّل‬ َ ‫َو‬
‫ت‬ ْ َ‫َك َوب ِْل َغ َم ٍام َم َع رُ عُو ٍد َت َج ْل َجل‬
Ve salli salâten temleül arda ves semâe
Kevebli ğamâmin maa ruûdin tecelcelet
Parıldayan şimşeklerle birlikte bulutlardan dökülen
yağmurlar adedince ve yeri göğü dolduracak kadar
salat eyle.

117

‫ص ٰلّى ِب َن ْفسِ ِه‬ َ ‫َف َي ْك ِف‬


َ َ‫يك اَنَّ هللا‬
ْ ‫ت َعلَ ْي ِه َو َسلَّ َم‬
‫ت‬ ْ َّ‫صل‬
َ ‫َواَم َْال َك ُه‬
Fe yekfîke ennallâhe sallâ bi nefsihî
Ve emlâkehû sallet aleyhi ve sellemet
Bizzat Allah’ın ve meleklerinin ona salat ve selam
getirmesi -O’nun (S.A.V.) şan ve şerefinin büyüklüğünü
anlaman için- sana yeter.

118

ً‫َو َسلِّ ْم َعلَ ْي ِه دَا ِئمًا ُم َت َو ِّسال‬


ْ ‫َم ٰدى الدَّهْ ِر َو ْاالَي َِّام َما َشمْسٌ اَ ْش َر َق‬
‫ت‬
Ve sellim aleyhi dâimen mütevessilen
Meded dehri vel eyyâmi mâ şemsün eşrakat
Yıllar ve günler sürdükçe ve güneş ışık saçmaya
devam ettikçe, O’nu (S.A.V.) şefaatçi ve vesile yaparak
sürekli olarak ona selam et.

119

‫ار ِمنْ ٰا ِل َهاشِ ٍم‬ ْ


ِ ‫َو َسلِّ ْم َعلَى ْاالَط َه‬
ْ ‫َعدَ دَ َما َح َّج ْال َح ِجي ُج َو َسلَّ َم‬
‫ت‬
Ve sellim alel ethâri min âli hâşimin
Adede mâ haccel hacîcü ve sellemet
Ali Haşim’in o paklarına, hac ziyaretinde bulunan
hacıların sayısınca selam eyle!

120

‫ض َيا ا ِٰل ِهى َعنْ اَ ِبى َب ْك ٍر َم َع ُع َم َر‬


َ ْ‫َوار‬
ْ ‫الث َب‬
‫ت‬ َ ‫ض َع ٰلى ع ُْث َم‬
َّ ‫ان َم َع َح ْيد َِر‬ َ ْ‫َوار‬
Verda yâ ilâhî an Ebî Bekrin mea Omera
Verda alâ Osmâne mea Haydaris sebet
Yâ İlahi! Ebu Beki (r.a.) ve Ömer’den (r.a.), Osman (r.a.)
ve hakta sebat eden Haydar’dan (r.a.) da razı ol.

121

‫اال ُل َو ْاالَصْ َحابُ َجمْ عًا َجمِي ُع ُه ْم‬ ٰ ْ ‫َك َذا‬


‫ت‬ ْ ‫ِين َو َما َح َو‬ َ ‫َم َع ْاالَ ْولِ َيا ِء َو الصَّالِح‬
Kezel âlü vel ashâbü cem’an cemîuhüm
Maal evliyâi ves sâlihine ve mâ havet
Aynı şekilde bütün âl ve ashabından, evliya ve
salihlerden ve bunlara tabi herkesten razı ol.

122

ِ ‫َم َقا ُل َعلِىٍّ َو اب‬


‫ْن َع ِّم م َُح َّم ٍد‬
ْ ‫وم ل ِْل َخ َالئ ِِق جُ ِّم َع‬
‫ت‬ ٍ ُ‫َو سِ رُّ ُعل‬
Mekâlü Aliyyin vebni ammi Muhammedin
Ve sirru ulûmin lil halâikı cümmiat
Bu Hz. Muhammed’in (S.A.V.) amcasının oğlu Ali’nin
(r.a.) sözleridir. Ve onda mahlukatla ilgili ilimlerin özü ve
sırrı toplanmıştır.
Açıklamalar
Bu bölümde Celcelutiye Kasidesi’ndeki tüm
beyitlerle ilgili açıklama yapılmayacak, sadece gerekli
görülen beyitlerle ilgili açıklama ve mülahazalar
nazarlarınıza sunulacaktır.
Hz. Ali (r.a.) Celcelutiye’de ilk beyitte “Hazine-i
esrar olan

ِ ‫ ِبسْ ِم هللاِ الرَّ حْ ٰم ِن الرَّ ح‬ile başladım. Ruhum, onunla o


‫ِيم‬
hazineyi keşfetti” diyor. İkinci olarak Efendimize (S.A.V.)
salatü selamda bulunuyor.
Besmele, ferşten arşa bir bağdır.
“Bismillahirrahmanirrahîm’in bir cilvesini şöyle gördüm
ki: Kâinat simasında, arz simasında ve insan simasında
birbiri içinde birbirinin numunesini gösteren üç sikke-i
rububiyet var.
Biri: Kâinatın heyet-i mecmuasındaki teavün,
tesanüd, teanuk, tecavübden tezahür eden sikke-i kübra-
i uluhiyettir ki “Bismillah” ona bakıyor.
İkincisi: Küre-i arz simasında nebatat ve
hayvanatın tedbir ve terbiye ve idaresindeki teşabüh,
tenasüp, intizam, insicam, lütuf ve merhametten tezahür
eden sikke-i kübra-i rahmaniyettir ki
“Bismillahirrahman” ona bakıyor.
Sonra insanın mahiyet-i câmiasının simasındaki
letaif-i re’fet ve dekaik-ı şefkat ve şuâat-ı merhamet-i
İlahiyeden tezahür eden sikke-i ulyâ-i rahîmiyettir ki
Bismillahirrahmanirrahîm’deki “Er-Rahîm” ona bakıyor.
Demek Bismillahirrahmanirrahîm sahife-i âlemde bir
satır-ı nurani teşkil eden üç sikke-i ehadiyetin kudsî
unvanıdır ve kuvvetli bir haytıdır ve parlak bir hattıdır.
Yani Bismillahirrahmanirrahîm yukarıdan nüzul ile
semere-i kâinat ve âlemin nüsha-i musağğarası olan
insana ucu dayanıyor. Ferşi arşa bağlar, insanî arşa
çıkmaya bir yol olur. (Sözler, 14.lemanın 2. Makamı)
Üstad Hazretleri, bazı sebeplerden Kur’an’ın
tamamını okumaya fırsat bulamayanlar ile ilgili olarak
“Kur’an’dan mahrum kalmamak için her bir sure, birer
küçük Kur’an hükmüne, hatta her bir uzun ayet, birer
kısa sure makamına geçer. Hatta Kur’an Fatiha’da, Fatiha
dahi Besmele’de münderic olduğuna ehl-i keşif
müttefiktirler” der. (25. Söz, birinci şule)
Yedinci Lema’da ise buna ek olarak Besmelenin
de Elif Lam Mim’de bir cihette dercedildiğini beyan
eder.
Efendimiz (S.A.V.) ise kâinat kitabının en büyük
ayeti, gizli hazinelerin anahtarı, hidayet güneşi, mutluluk
vesilesidir. (M. Nuriye-şualar)
Besmele ve salat-u selam, Allah’a ulaşmada ve
rızasına kavuşmada en önemli vesilelerden biridir. (Bir
Kırık Dilekçe’den az değiştirerek iktibasen).
İlk iki beyitten sonra devamında, Allah’ın
isimlerini bazen Arapça, bazen Süryanice tadat ederek
niyazda bulunuyor. Altıncı beyitte “Ey yaratma
mertebelerinin en yükseğinde bulunan Allah’ım!” diye
bir ifade geçiyor. Burada ism-i tafdil kullanılıyor. Allah’ın
bazı isim ve sıfatlarında ism-i tafdilin kullanılması
(“Erhamürrahimin, Ahsenü’l-Halıkin vs) tevhide aykırı
değildir. Üstad Hazretleri bu konuyla ilgili olarak şunları
söyler:
“Bir şey ne ile büyük ve yüce oluyor, ne ile güzel
ve evla oluyor, ne ile azamet ve celalli oluyorsa Allah
teala akılların tasavvur ettiği şeylerin bütününden kendi
Zat’ında daha büyüktür.
Ahsenü’l-Halıkin ifadesine gelince: O, kendi
zatında, kendilerinde yaratıcılık sıfatının tecellisiyle
meydana gelen akıl aynalarındaki halıklardan daha
güzeldir. Aynalardaki güneş gibi…’Güneş, zatında
aynalardaki parlayan timsallerinden daha büyüktür’
denilir. Keza, kendi vücub mertebesinde vehimlerin
kabul ettiği mevhum halıklardan daha güzeldir. (Yani
bizim vehimlerimizde, hayallerimizde, akıl-fikirlerimizde
ne kadar ve nasıl bir “yaratıcı” profili-kodlaması varsa,
işte gerçek Yaratıcı tüm bunlardan üstündür ve mutlak
güce sahip yaratıcıdır, hem de en güzel şekilde yaratır
demektir).
Keza, bizim vehmi ve zahiri nazarımız sebeplerle
meydana gelen eserleri görür, halıkiyet vehmeder. O ise
sebepler perdesi olmadan en güzel Yaratan’dır. Öyleyse
sebeplere değil, bizzat O’na yönelmek, zahiri sebeplere
aldırmamak lazımdır.
Keza, ‘Allah daha güzel yaratandır’ şeklindeki
ifade bize ve bizimle ilgili şeylere bakar, nefsü’l-emre
bakmaz.
Allah, fikir ve akılların ihata etmesinden daha
büyük ve daha azametli, acz ve kusurun ulaşmasından
son derece yüksek ve yücedir. O, kendi Zat’ında,
sıfatlarında ve fiillerinde mutlak kemaldedir. (M. Nuriye-
katre)
Altıncı beyitte olduğu gibi, onikinci beyitte de
“yaratma mertebesinin en yükseğinde bulunan” diye bir
ifade geçiyor ki açıklaması yapıldı zaten.
Onüçüncü beyitte ise “Bir araya getirilmiş heca
(mukattaa) harflerinin hakkı için beni maksatlarıma ve
her türlü ihtiyaçlarıma erdir” diyor. Üstad Hazretleri 28.
Lema’nın 20. Nüktesinde hem “kün” emrinden, hem de
surelerin başlarında bulunan mukattaa harflerinden
behsederek, o harflerin okuması ve yazmasıyla maddi
ilaç gibi şifa ve başka maksatlar hâsıl olabileceğini şu
sözlerle anlatıyor:

ِ ‫هللا الرَّ حْ َم ِن الرَّ ح‬


‫ِيـم‬ ِ ْ‫ِبس‬
ِ ‫ـــــم‬

ُ‫ِا َّن ََٓما اَمْ ُر َُٓه ا ََِٓذا اَ َرادَ َشيْـًا اَنْ َيقُو َل لَ ُه ُكنْ َف َي ُكون‬
Âyet-i kerîmenin işaretiyle, emir ile îcâd oluyor.
Ve Kudret hazineleri "Kâf-Nûn" dadır. Bu sırr-ı dakîkin
vücûh-u kesîresinden birkaç veçhi Risalelerde
zikredilmiştir. Burada, hurûf-u Kur’ân’ın, hususan
sûrelerin başlarındaki mukattaât-ı hurûfun hâsiyetlerine
ve fezâillerine ve tesirât-ı maddiyelerine dâir vürûd
eden hadisleri, şu asrın nazar-ı maddîsine takrib etmek
için, maddî bir misâl üzerinde o sırrın tefhîmine
çalışacağız. Şöyle ki: Zât-ı Zülcelâl olan Sahib-i Arş-ı
Âzamın, mânevî bir merkez-i âlem ve kalb ve kıble-i
kâinat hükmünde olan küre-i arzdaki mahlûkatın
tedbirine medar dört arş-ı İlâhîsi var: Biri, hıfz ve hayat
arşıdır ki, topraktır. İsm-i Hafîzin ve Muhyînin mazharıdır.
İkinci arş, fazl ve rahmet arşıdır ki, su unsurudur.
Üçüncüsü, ilim ve hikmet arşıdır ki, unsur-u nurdur.
Dördüncüsü, emir ve irâdenin arşıdır ki, unsur-u havadır.
Basit topraktan, hadsiz hâcât-ı hayvâniye ve insâniyeye
medâr olan maâdin ve hadsiz muhtelif nebâtâtın basit
bir unsurdan, kemâl-i intizam ile, vahdetten hadsiz
kesret, basitten nihâyetsiz muhtelif envâ, sade bir
sayfada hadsiz muntazam nukùş gözümüzle gördüğümüz
gibi; suyun, hususan hayvânât nutfelerinin su gibi basit
bir madde iken hadsiz mûcizât-ı san’atın muhtelif
zîhayatlarda o su ile tezâhürü gösteriyor ki: Bu iki arş
misillü, nur ve hava dahi, besâtetleriyle beraber, Nakkàş-
ı Ezelînin ve Alîm-i Zülcelâlin kalem-i ilim ve emir ve
irâdesine, evvelki iki arş gibi, acâib-i mûcizâtının
mazharlarıdırlar. Nur unsurunu şimdilik bırakıp,
meselemiz münâsebetiyle, küre-i arza göre emir ve irâde
arşı olan unsur-u havanın içinde emir ve irâdenin
acâibini ve garâibini örten perdenin bir derece keşfine
çalışacağız. Şöyle ki: Biz nasıl ki ağzımızdaki hava ile
hurûfat ve kelimâtı ekiyoruz, birden sünbülleniyorlar.
Yani, havada, âdetâ zamansız bir anda, bir kelime bir
habbe olup hâric-i havada sünbüllenir; küçük büyük
hadsiz aynı kelimeyi câmi bir havayı sünbül veriyor.
Unsur-u havâiyeye bakıyoruz ki: O derece emr-i
künfeyeküne mutî ve musahhar ve emirberdir ki, güya
herbir zerresi bir nefer gibi, muntazam bir ordunun her
dakika emrini bekler; zamansız, en uzak zerreden, emr-i
kün den cilveger olan bir irâdenin imtisâlini, itaatini
gösterir.
Meselâ, âhize ve nâkıle radyo makineleri
vasıtasıyla, havanın hangi yerinde olursa olsun, bir nutk-
u beşerî bütün küre-i arzın her tarafından—radyo
âhizeleri bulunmak şartıyla—zamansız, aynı nutuk, aynı
anda, herbir yerde işitilmesi, emr-i künfeyekünün
cilvesine ne derece kemâl-i imtisâl ile herbir zerre-i
havâiyede itaat ettiğini gösterdiği gibi; havada sebatsız
vücudları bulunan hurûfâtın, kudsiyet keyfiyetiyle, bu
sırr-ı imtisâle göre, çok tesirât-ı hâriciyeye ve hâsiyât-ı
maddiyeye mazhar olabilirler. Adeta, mâneviyatı
maddiyata inkılâb ve gaybı şehâdete tahavvül ettirir bir
hâsiyet onlarda görünüyor.
İşte bunun gibi, hadsiz emârelerle gösteriyor ki,
mevcudât-ı havâiye olan hurûfun, hususan hurûf-u
kudsiyenin ve Kur’âniyenin, hususan evâil-i sûredeki
şifre-i İlâhiyenin hurûfâtı, muntazam ve nihâyetsiz hassas
ve zamansız emirleri dinler ve yapar gibi
göründüğünden, elbette zerrât-ı havâiyede kudsiyet
noktasında emr-i künfeyekünün cilvesine ve İrâde-i
Ezeliyenin tecellîsine mazhar hurûfâtın maddî hassalarını
ve hârika ve mervî faziletlerini teslim ettirir. İşte bu sırra
binâendir ki, Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânda bazan kudret
eserini, sıfat-ı irâde ve sıfat-ı kelâmdan gelir gibi
tâbirâtı, gayet derecede sür’at-i îcad ve gayet derecede
inkıyâd-ı eşya ve musahhariyet-i mevcudattan başka,
ayn-ı emir, kudret gibi hükmediyor demektir. Yani, emr-i
tekvinden gelen hurûfât, maddî kuvvet hükmünde
vücud-u eşyada hükmeder. Ve emr-i tekvînî, âdetâ, ayn-ı
kudret, ayn-ı irâde olarak tezâhür eder.
Evet, emir ve irâdenin bu gayet hafî ve vücud-u
maddîleri gayet gizli ve havayı âdetâ nim-mânevî, nim-
maddî (yarı manevi-yarı maddi) nev’indeki mevcudâtta,
emr-i tekvînî, ayn-ı kudret gibi âsârı görünüyor; belki
ayn-ı kudret olur. Âdetâ mâneviyat ile maddiyâtın
mâbeyninde berzahî olan mevcudâta nazar-ı dikkati celb
etmek için, Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânın
ُ‫ِا َّن ََٓما اَمْ ُر َٓهُ ِا ََٓذا اَ َرادَ َشيْـًا اَنْ َيقُو َل لَ ُه ُكنْ َف َي ُكون‬
ferman ediyor.
İşte, evâil-i sûredeki ۤ‫س ٰحم‬ۤ ‫ ۤالمۤ ٰط‬gibi hurûf-u
kudsiye-i şifre-i İlâhiye hava zerrâtı içinde, zamansız
münâsebât-ı dakika-i hafiye tellerini ihtizâza getirecek
birer düğüm ve birer düğme harfi olduklarını ve ferşten
Arşa mânevî telsiz telefon muhâberât-ı kudsiyeyi îfâ
etmeleri, o şifre-i kudsiye-i İlâhiyenin şe’nindendir ve
vazifesidir ve gayet mâkuldür.
Evet, havanın herbir zerresi ve bütün zerrâtı,
telsiz, telefon, telgraflar gibi aktâr-ı âlemde münteşir o
zerreler emirleri imtisâl ettiklerini ve elektrik ve seyyâlât-
ı latîfeye âhize ve nâkılelik vazifesi gibi sâir vezâif-i
havâiyeden başka bir vazifesini bir hads-i kat’î ile, belki
müşâhede ile ben kendim badem çiçeklerinde gördüm.
Ağaçların rû-yi zeminde muntazam bir ordu hükmünde,
havâ-yı nesîmînin dokunmasıyla, bir anda aynı emri o
âhizeler hükmündeki zerrelerden aldığı vaziyet-i
meşhûdesi bana iki kere iki dört eder derecesinde kat’î
bir kanaat vermiş.
Demek havanın rû-yi zeminde çevik ve çalak bir
hizmetkâr olması ve rû-yi zemindeki Rahmân-ı Rahîmin
misafirlerine hizmet ettiği gibi; o Rahmân’ın emirlerini
tebliğ etmek için bütün zerrâtı telsiz telefonun âhizeleri
gibi emirber nefer hükmünde evâmir-i kudsiyeyi
nebâtâta ve hayvânâta tebliğ eder. Nefeslere yelpaze,
nüfusa nefes, yani, âb-ı hayat olan kanı tasfiye ve nâr-ı
hayatî olan hararet-i garîzeyi iş’âl vazifesini yaptıktan
sonra, çıkıp, ağızda hurûfâtın teşekkülüne medâr olduğu
gibi; pek çok muntazam vazifeleri emr-i künfeyekün ile
icrâ eder.
İşte, havanın bu hasiyetine binâendir ki,
mevcudât-ı havâiye olan hurûfât, kudsiyet kesb ettikçe,
yani, âhizelik vaziyetini aldıkça, yani, Kur’ân hurûfâtı
olduğundan âhizelik vaziyetini aldığı ve düğmeler
hükmüne geçtiği ve sûrelerin başlarındaki hurûfat daha
ziyade o münâsebât-ı hafiyenin uçlarının merkezî
ukdeleri, düğümleri ve hassas düğmeleri hükmünde
olduğundan, vücud-u havâîleri bu hâsiyete mâlik olduğu
gibi, vücud-u zihnîleri dahi, hattâ vücud-u nakşiyeleri de
bu hâsiyetten hassaları ve hisseleri var. Demek o
harflerin okumasıyla ve yazmasıyla, maddî ilâç gibi şifâ
ve başka maksatlar hâsıl olabilir.”
Devamında gelen beyitlerde yine Allah’ın
Süryanice isimlerini zikrederek ve İsm-i Azamını vesile
ederek yakarışına devam ediyor. Allah’ın korumasına
almasını ve tüm düşmanlardan gelebilecek tehlikelere
karşı yardım etmesini diliyor. Celcelutiye’de zikredilen
Süryanice esmaların Arapça karşılıklarıyla ilgili Gazali
Hazretlerinin şerhlerde bulunduğunu ve bir kısmının
hangi esmalara karşılık geldiğini ifade ettiğini biliyoruz.
Örneğin;

Acin Allah
Celcelutin Bedi’
Samsamin Sabit
Tamtamin Cebbar
Berhutin Rahim

Şeklinde izahatlarda bulunmuş. İmam Buni’ye


atfedilen Celcelutiye Şerhi’nde Süryanice esmaların
açıklamalarıyla ilgili yer aşağıda görülmekte.
Tabii ki Kasidedeki tüm Süryanice esmalar ve
ifadeler tam anlamıyla tercüme edilebilmiş değil. Sadece
ilgili beyitin tamamı ele alındığında bu Süryani kelime
Arapça olarak şu karşılığa gelebilir türünden çalışmalar
yapılmış. İnşallah ileriki zamanlarda tam anlamıyla bir
tercümesi yapılacaktır. İmam Gazali’ye nispet edilen
Celcelutiye şerhi kitabından bir görsel de şöyle:
Gelelim 23. beyite. Bu beyitte, kırık gönülleri
sarıp sarmalayan Cabir ismiyle dua ediyor ve “Kün! (Ol!)”
ün “Kef” harfi hürmetine korunma talep ediyor. Bazı
büyükler de Allah’ı tesbih ederken “Hazinelerinin
bilgisini ‘kef’ ve ‘nun’ arasına derceden Allah
Sübhan’dır” ifadelerini kullanmışlardır.
34. beyitte, çöl kelerinin (kertenkele) bile
Efendimiz’in (S.A.V.) risaletini kabul ederek yanına koşup
şikâyetini arz ettiğini, Efendimiz’in (S.A.V.) bütün
yaratıklara şefkatli davranmasını göz önüne alarak, bu
küçük çöl hayvancığının bile O’ndan yardım talebinin geri
çevrilmeyeceği bilindiğinden, bizim de O’na iltica ederek
ve O’nu vesile ederek tüm kötülüklerden ve
düşmanlardan kurtulabileceğimiz nazara veriliyor.
38. beyitte “Ey Nur isminin sahibi olan Allah’ım! O
ism-i şerifin hakkı için, yıldızımın meşalesini güzellik ve
nur ile yak ki, çağlar, asırlar boyu parlamaya devam
etsin” diyerek Allah’ın Nur isminin vesilesiyle manevi
velayetinin devamlı olmasını ve asırlar boyu milyonlarca
veliye ışık saçmasını talep ediyor.
49. ve 50. beyitlerde ise, düşmanlara karşı Hak
ismine sığınıyor ve artık onların çok ileri gittiklerini,
şiddetli maddi ve manevi zulmet fırtınalarının estiğini
(asrımızda da aynı şeyin geçerli olduğu söylenebilir), tüm
bu menfi durumlardan kurtulup aydınlığa çıkmanın ve
düşmanlardan korunmanın ancak Allah’a sığınma ve
O’nun yardımıyla olabileceğini belirtiyor.
Sonrasında gelen 51-58. beyitleri arasında huruf-
u mukattaa ve İsm-i Azam’ı vesile ederek dua ediyor.
59-62. beyitlerde Kur’an’ı Kerim ve surelerinin hakkı için
Allah’tan işlerini kolaylaştırmasını ve üzerine Nur isminin
fazlının akmasını istiyor. Mukatta harfleriyle ilgili daha
önce bahis geçtiğinden tekrar etmeyeceğiz. Sadece şu
kadar deriz ki, bu harfler bir nevi şifre mahiyetindedir ve
her biri surelerin başlarında olması münasebetiyle birer
ayettir. Bu harfleri vesile ederek birçok evliya-hak dostu
münacaatta bulunmuşlardır. Üstad Hazretleri de
yukarıda da geçtiği üzere, mukattaa harflerinin
okunmasının ve yazılmasının maddi ilaç gibi şifa
olabileceğini ifade ediyor.
64. beyitte Süryanice esmalar olan “Ahiyyen
Şerahiyyen” ifadeleri geçiyor. Bu ifadelerin “Hayyu
Kayyum” ya da “Hannan Mennan Rahman Rahim”
esmaları olduğu ifade ediliyor. Belki de hepsine birden
işaret ediyor. Aynı ifadeler, Bediüzzaman Hazretleri’nin
tertip ettiği Cevşenü’l-Kebir’de yer alan Tercüman-ı İsm-i
Azam duasında ve İmam Gazali’nin Hizbü’l-Hasin’inde
de geçer. “Sübhaneke Ya Allah tealeyte Ya Rahman…”
diye başlayan tercüman-ı ism-i azam duasının sonunda
şu şekilde geçer:

İmam Gazali’nin Hizbü’l-Hasin duasında ise


geçtiği yer şu şekildedir:

66. beyitte “Ayetü’l-Kübra hürmetine beni


kurtar” ifadesinde geçen Ayetü’l-Kübra, Allah’ın en
büyük ayeti demektir. Üstad Bediüzzaman da 7. Şua’ya
Ayetü’l-Kübra ismini vermiştir ve bu risalenin, ayet-i
muazzama dediği

ِ ‫ات ال َّسبْعُ َو ْاالَرْ ضُ َو َمنْ ف‬


ْ‫ِيهنَّ َوإِن‬ ُ ‫ُت َس ِّب ُح لَ ُه الس َّٰم َو‬
َ ‫ِمنْ َشىْ ٍء إِالَّ ُي َس ِّب ُح ِب َحمْ ِد ِه َو ٰل ِكنْ الَ َت ْف َقه‬
‫ُون‬
‫ان َحلِيمًا َغفُورً ا‬ َ ‫يح ُه ْم إِ َّن ُه َك‬
َ ‫َتسْ ِب‬
(Yedi gökle yer ve onların içindekiler, Onu tesbih eder.
Hiçbir şey yoktur ki Onu övüp Onu tesbih etmesin; fakat
siz onların tesbihlerini anlamazsınız. Şüphesiz ki O
Halîmdir, cezâ vermekte acele etmez; Gafûrdur,
günahları çokça bağışlar. İsrâ Sûresi, 17:44.)
ayetinin tefsiri olduğunu ifade etmiştir.
Allah’ın varlığına ve birliğine delalet eden herşey
bir ayettir. Üstad Hazretleri bir yerde de şöyle
buyurmuştur: “Efendimiz (S.A.V.) ise kainat kitabının en
büyük ayeti, gizli hazinelerin anahtarı, hidayet güneşi,
mutluluk vesilesidir” (M. Nuriye-şualar). Dolayısıyla, bu
ifadeyle kastedilen, bizzat Efendimiz de olabilir. Yani
“O’nun (S.A.V.) hürmetine beni kurtar, emanet ve
emniyet ver” demek olabilir.
İmam-ı Ali (r.a.) 68. beyitte, Asa-yı Musa ile
manevi zulmetlerin-karanlıkların dağılacağını söylüyor.
Bilindiği gibi Hz. Musa (a.s.) asasını kullanarak, Allah’ın
verdiği mucize ile zamanın en ünlü sihirbazlarının tüm
sihirlerini iptal etmiş ve dağıtmıştır. Asrımızda ve bir
önceki asırda da beyan, teknoloji ve medya sihirleriyle
efsunlanan insanlar da zulmet içi zulmetler yaşadılar ve
yaşıyorlar. Bu zulmetleri, insanları teshir eden her türlü
sihirleri yutacak, dağıtacak asa misal bir eser ve bu eserin
sahibi devasa bir kamet insanların imdadına koşarak
ahiretlerini kurtarmak için hayatından vazgeçecek
derecede gayret sarfetti. Yazdığı eserler arasında
bulunan Asa-yı Musa ile imanları takviye adına çok
önemli bir iş yaptı ve halen o şehrahta yol alan hasbiler
ordusu tarafından günümüzün efsunlanan ve karanlıklar
içinde kalan insanlarına da dünyalarını ve ahiretlerini
kurtaracak bir el uzatılmış durumda. Ne mutlu o elin
kıymetini bilenlere.
73. ve 74. Beyitlerde Hz. Ali (r.a.) Allah’tan ruhani
bir yardımcıyı kendisine musahhar etmesini istiyor.
Fatiha suresi ve onu takip eden diğer sureler hürmetine
diye de ekliyor. Bununla ilgili olarak Üstad Bediüzzaman
Hazretleri Emirdağ Lahikası’nda şunları söylüyor:
“Kahraman-ı İslâm İmam-ı Ali Radıyallahü Anh,
Celcelûtiyenin çok yerlerinde ve âhirinde bir himayetçi
istemiş ki, namaz içinde huzuruna gaflet gelmesin.
Düşmanları tarafından ona bir hücum mânâsı hâtırına
gelmemek, sırf namazdaki huzuruna pek çok olan
düşmanları tarafından bir hücum tasavvuru ile
namazdaki huzuruna mâni olunmamak için, bir muhafız
ifriti dergâh-ı İlâhîden niyaz etmiş.” (Emirdağ Lahikası-
II,151). Burada ifritten kasıt ya güçlü bir Müslüman cinni
ya da melek misal bir ruhani yardımcı olabilir. Doğrusunu
Allah bilir.
Devam eden beyitlerde yine İsm-i Azam ile
yalvardığını, tüm işlerini Allah’a havale ettiğini,
Efendimiz’i ve burada cem edilen isimlerini şefaatçi
kılarak niyazda bulunduğunu söylüyor.
85. beyitten başlayarak 105. beyite kadar olan
kısım (85. ve 105. beyitler de dahil) 101 beyitlik klasik
Celcelutiye’de yer almayan, Mecmuatü’l-Ahzab’da
bulunan beyitlerdir. Bu beyitlerle ilgili elimizden
geldiğince izahatlarda bulunacağız. Üstad Hazretleri’nin
28. Lema’da “Üç aydan beri hergün o kasideyi
okuyorum. Yalnız sekiz sahifeyi halledemediğim bir vefka
dair olduğu cihetle okumuyordum. Fakat ahirinde ‫ص ِّل‬
َ ‫َو‬
‫( ا ِٰل ِهى‬İlâhi ona salât eyle) den başlayan ahirki iki
sahifeyi ötekilerle beraber okurdum. Yetmiş defa kat’î,
belki tahminime göre yüze yakın defalarda her defa
istisnasız ne vakit elime alıp baştan okuduktan sonra
ahirini açarken
‫( َف َيا َحا ِم َل ْاالِسْ ِم الَّذِى َج َّل َق ْد ُر ُه‬Ey kadri yüce olan
ismin taşıyıcısı!) ile başlayan sahife açılıyordu. Ben hayret
ediyordum. Onu okumayarak iki sahife sonra ‫ص ِّل‬
َ ‫َو‬
‫ ا ِٰل ِهى‬ile başlayan iki sahife ahirini okuduklarıma
zammederdim. Her ne vakit baştan okuduğum ve
terkettiğim sekiz sahifeye gelirken kitabın bâki kalan
yüze yakın sahifeleri içinde açtıkça yine ‫ل ْاالِسْ ِم‬
َ ‫َف َيا َحا ِم‬
(Ey ismin taşıyıcısı!) sahifesi açılıyordu. Hayret içinde
hayret ediyordum. Elli defadan sonra dedim: “Acaba bu
sahife neden açılıyor? Onu da okusam ne olur?” Baktım
ki, Kaside-i Celcelûtiyeyi okuduğum maksadın neticesini
o sahife gösteriyor. Ben de terk ettiğimden hatâ ettiğimi
bildim. Ondan sonra okumaya başladım” dediği bölüm
burası. Fakat 85. beyitten “ve salli ilahi..”ile başlayan
114. beyite kadar olan yeri okumadığını ifade ediyor.
Daha sonra “fe ya hamilel ismillezi..” ile başlayan beyiti
ve devamındaki beyitleri de okuduğunu belirtiyor. Bu
beyitlerle ilgili ve bahsettiği vefk ile ilgili elimizden
geldiğince bilgiler vermeye çalışalım.
85. beyitte, “Bu; indirilen levhadaki sırlardan bir
sır ile, özel olarak seçtiğim kimseye onların
mühürleridir!” deniyor ve bazı hatemlerden
(havatimühünne) bahsediliyor. Bir mealde de
havatimühünne ifadesinin hatime (son) kelimesinden
geldiği düşünülmüş olsa gerek “bu isimler onların
sonuncusudur” diye tercüme edilmiş. İndirilen levhadan
ise Levh-i Mahfuz kastedildiği tahmin edilmiş.
Üstad Hazretleri’nin “halledemediğim bir vefka
dair..” dediği vefk Mecmuatü’l-Ahzab’da şu şekiklde yer
alıyor:
Vefk tılsımlı kare ya da maharetli kare gibi
anlamlara gelmektedir. İmam Gazali ve İmam Buni gibi
âlimlerin eserlerinde kullandığı bilinen bir şeydir. Vefkte
en üstte görülen şekillere mühür ya da hatem
denilmektedir. Bu semboller bazı kaynaklarda İsm-i
Azam hatemi/hayır hatemi olarak da geçmektedir.
Sembollerden (mühür/hatem) kasıt şunlardır:

Bu semboller kullanılarak yapılan diğer bir vefk de


şu şekildedir:
Bu tür sembol ve vefkler İmam Buni ve İmam
Gazali’nin de Celcelutiye şerhlerinde yer almaktadır.
Örneğin İmam Buni’nin Şemsü’l-Maarif adlı eserinde
bulunan Celcelutiye şerhindeki semboller
(hatem/mühür) ve vefk, görsellerdeki gibi yer alıyor:
Yukarıda gördüğünüz dört farklı görsel, farklı
Şemsü’l-Maarif kaynaklarından alınmıştır ve
karşılaştırma yapabilmeniz içindir.
İmam Gazali’ye nispet edilen Celcelutiye
şerhinde ise aşağıda görüldüğü gibi yer almış.
Görsellerde de farkedildiği gibi, semboller bazı
harflerle ve o harfler de esmalarla eşleştirilmiş.
Eşleştirilen sembol-harf-esma şu şekilde:

Anlaşıldığı gibi, “f,c,ş,s,z,h,z” harfleri “Ferdün,


Cebbarün, Şekurün, Sabitün, Zahirün, Habirün, Zekiyy”
esmalarına işaret ediyor ve aynı zamanda bazı
sembollerle eşleştiriliyorlar. Süryanice’de, bazen bir
harfle birçok isme işaret edilebilir, bazen de bir
kelimedeki harflerin her biri bir veya birkaç esmaya
bakacak şekilde kullanılabilir. Celcelutiye 66. beyitte
“feceşin mea sezhazin” ifadesi geçiyor. Bu beyitte, 7 harf
(FCŞSZHZ) ile 7 esmaya işaret edilmiş olabilir.
Bu konuyla ilgili olarak, Ali Sabit er-Rıfai’nin
Kisve-i Ma’rifi adlı risalesinde bazı bilgiler verilmiş.
Buraya almakta fayda görüyorum. Rufai gülü veya mühr-i
gül denilen ve başa takılan nişanla ilgili bilgiler şöyle:
“Mühr-i gül, sâlike verilen ve başa takılan bir çeşit nişan
özelliğini taşır. Her tarîkatta farklı özelliklerde olan mühr-
i gül, kısaca gül diye ifade edilir. Başa giyilen arakiye ve
takyelere yerleştirilen gül ayrıca “Celcelûtiye vefki”
olarak da isimlendirilir. Rivâyete göre “el öpme”
esnasında mürîdler arasında meydana gelen cezbe
üzerine, Ahmed er-Rifâî parmağıyla vefkteki harfleri
kuma yazmış, kumu avucuna almış ve müridlerine
koklattırmıştır. Müridler ancak bu şekilde kendilerine
gelebilmişlerdir. Rifâîlikte gül takma âdeti bu menkıbeye
dayanır. Ma’rifîliğe göre tarikatta bende olup, “şerbetli”,
“bîatlı”, zükûr” (erkek), inâs” (kadın) ve “müfred” olan
herkese istediği takdirde mühr-i gül verilebilir.”
Burada Rufai Gülü’nün neye benzediğiyle ilgili bir
görsel verelim ve kaldığımız yerden devam edelim.
“Tarîkat nişanı olan mühür damgasının (gül)
ortasındaki dâirede yer alan oniki tîğ, oniki imâm
efendilerimize işarettir. Etrafındaki yedi harf; fe, cîm,
şîn, se, zâ, hâ ve ze’dir. Her bir harfin kendine has
esması mevcuttur “Yedi harf ” ve “yedi esmâ”nın
“kevâkib-i seb’â” üzere olduğu eserden anlaşılmaktadır.
Sırasıyla işaretlerin resmi ve anlamları şunlardır..” diyor
ve yukarıda verdiğimiz hatem (mühür) ile hangi harf ve
esmaların kastedildiğini anlatıyor. Ardından şöyle
deniyor; “Yâ dervîş; “Kur’ân-ı ‘azîmu’ş-şân yedi hurûf
üzere nâzil olmuşdur” dedin idi. Bizim başımız Kur’ân
‘azîmu’ş-şân’a bağlıdır. Başımızda gül gibi taşırız”
Başka bir kaynakta şu bilgiler mevcut; “Tarikat
mensupları, sünnet-i seniyyenin gereği olarak seccade,
tesbih ve asa edinmişlerdir. Bedevi dervişlerinin tarikat
giysilerinde yer alan bir özellik de arakiye ve takyelere
yerleştirilen gül mührüdür.
'Gül-i Celcelutiye' de denilen bu mührün aslı, korunma
amaçlı bir duadır. Seyyid Ahmed er-Rifai'nin Hz.
Muhammed'in (S.A.V.) kabrini ziyareti sırasında,
müritlerinin vecd halinde kendilerine vurmaları sırasında
Ahmed Rifai İbrani harfleri ile 'Sevakıt-ı Fatiha' harflerini,
yani 'Celcelutiye vefkini' parmağıyla toprak üzerine
yazar ve toprağı avucuna alıp müritlerine koklatarak
onları ayıltır. Bundan sonra gelen halifeleri, o vefki beyaz
çuha üzerine siyah ibrişimle işleyerek başlarına mühür
gül yapmayı adet haline getirmişlerdir. Sa' diyye ve
Bedeviyye ashabının da o vefki teberrüken, yani uğur
getirmesi için başlarına koydukları söylenmektedir.
Nurhan Atasoy, eserinde Agah Efendi'nin çizimlerini
yaptığı üç Bedevi gülünü oldukça net bir şekilde
vermektedir. Bunlardan birisi Rifaiyye, Sa' diyye, Bedevi
tarikati ile ortak kullanılan mühürdür ki, gülün ortasında
on iki terkli taç, onun etrafında üç halka içinde üçerden
on iki kere ‘Allah' yazılıdır. En dış halkada ise üç tane beş
uçlu yıldızın arasında vefk vardır. Bir diğer Tarikat-i
Aliyye-i Bedeviyye gülünde; en iç dairede 'el-Bedevi
veliyyullaih', ikinci dairede 'Lailahe illallah Muhammeden
Resulullah', en dışdaki üçüncü dairede de
'Allahümmerham Ebu Bekr ve Ömer ve Osman ve Ali'
yazılıdır. Bir diğer Bedevi gülünde; iç dairede on iki dilimli
bir gül, ikinci dairede 'üç yıldız arasında üç adet
celcelutiye vefki, en dış üçüncü daire de 'dört yıldız
arasında dört celcelutiye vefki' bulunmaktadır. (Bkz.
Atasoy, Derviş Çeyizi, s. 220, 224, 225; Baş, Seyyid
Ahmed el-Bedevi, s. 461.)
Elbette Hz. Ali Celcelutiye Kasidesi’nde burada
mevzu edilen sembol (hatem, mühür) lerden direkt
olarak bahsetmiyor, ya da vefk dedikleri tılsımlı-
maharetli kare ile ilgili şeyleri tarif etmiyor. Bunlar,
Mecmuatü’l-Ahzab’da yer aldığı şekliyle İmam Buni,
İmam Gazali, Muhyiddin İbn-i Arabi gibi zevat-ı kiramın
şerh ve işaretlerinin aktarılmasıyla bu şekilde olduğu
mülahaza ediliyor.
Bu mühürlerden-sembollerden bahsedildiği
düşünülen beyitlere bakalım.
85. beyitte bahsedilen mührün olduğu
düşünülmüş. 86. beyitte geçen
“Mühürden sonra onların başında ok gibi hizaya sokan
sıralanmış üç sopa! Başının üzerinde iki misli yatırılmış
çizgi.”
İfadesinden sembolü çıkarılmış. 87. beyitte ise
“Ve sönük (tek gözlü mim) ebterdir, sonra merdiven!
Ortasındaki iki esre.”
ile bahsedilen sembollerin ve sembolleri olduğu
sonucuna varılmış. 88. Beyitte
“Ve ondan sonra hayırlara ve yığılmış rızka işaret eden,
hikaye (tarif) edilen dört parmak ucu.
Başka bir meal:
Ondan sonra da parmaklara benzeyen dört çizgi, gelecek
olan hayır ve rızıklara işaret.”
diye resmedilen sembolün olduğu, 89. beyitte ise;
“İki gözlü “He” , sonra kıvrık “Vav” , hacamat yapanın
tüpü gibi barındırdığı sırdan (alan)!
Başka bir meal:
Ve ikiye bölünmüş he harfi, ardından yay halinde
bir vav harfi. Bu harfler içerdikleri sırların tesiri ile
hacamatçının boynuzu gibi olmuşlar.”
İfadeleriyle anlatılan şekillerin ise ve olduğu
düşünülmüş.
90. beyitte, bu sembollerin sonunda da yine
baştakine benzer (yani yıldız sembolü) bir mühür
olduğundan bahsediliyor. 92. ve 93. beyitlerde, İsm-i
Azam’a işaret eden bu mühürlerin Tevrat’a, İncil’e ve
Kur’an-ı Kerim’e ne şekilde işaret ettiği anlatılıyor.
“Bunların üçü Tevrat’ta, şüphesiz dördü de Meryem oğlu
İsa’nın İncil’indedir.” ile Tevrat’taki İsm-i Azam

mührünün , İncil’deki mührün ise


sembolleri olduğu anlatılmış. Kur’an-ı Kerim’e ait mühür
ise
“Beş de Kur’an’dan. Onlar onun tamamıdır! Herbir
mahluka apaçık, dilsiz değil!
Başka bir meal:
Kur’an’daki ise bunların tamamıdır. Konuşan
konuşmayan herkes ondan faydalanır.”

İfadeleriyle sembolü olarak anlatılmış. İmam


Buni’nin Şemsü’l-Maarif isimli eserinde bu konuyla ilgi
yerler üç farklı kaynakta şöyle yer alıyor:
Daha sonra gelen beyitlerde; bunun Allah’ın ismi
olduğundan (İsm-i Azam), şüpheye düşüp de ruhumuzu
öldürerek cinayet işlemememiz gerektiğinden, bu
isimlerde (Allah’ın isimleri ve İsm-i Azam) saptırmayan
sırlar ve incelikler olduğundan, bu esmaların sırlarıyla
hiçbir zalim ve kraldan korkmayıp tam tersine korkunun
üzerine gidilmesi gerektiğinden bahsediyor. Burada
antrparantez bir beyit üzerinde durmak istiyorum.
Sebebi de birçok kaynakta bir kelimenin yanlış olarak
yazılması. 96. beyit

‫هللا يا َ جا َ ِه ُل إعْ َتق ِْد‬


ِ ‫َف ٰهذا ِاسْ ُم‬
ْ ‫وح َو ْال َج َن‬
‫ت‬ َ ُّ‫ك َت ْش ُككْ َت ْتلُفُ الر‬ َ َ ‫َو ِا ّيا‬
Olması gerekirken, hemen hemen her yerde sondaki
“cenet” kelimesi yanlış olarak “cetet, habet, ceset..” vs.
olarak yer alıyor. Bu da zannederim Mecmuatü’l-
Ahzab’daki beyitin tam okunamadığından dolayı, olsa
olsa böyle olmalı düşüncesiyle yapılan bir hata diye
düşünüyorum. Bu beyitte geçen “cenet” kelimesi, 56.
beyitte de geçiyor ve

‫ف َو َال ٍم ُث َّم َرا ٍء ِبسِ رِّ َها‬ٍ ِ‫َو اَل‬


ْ ‫االسْ ِم ِمنْ ُك ِّل َما َج َن‬
‫ت‬ ِ ْ ‫ور‬ِ ‫ت ِب ُن‬
ُ ‫َعلَ ْو‬
Şeklinde yer alıyor. Meal olarak da “Elif-Lam-Ra sırrı ve
isminin (İsm-i Azam’ının) nuruyla, işlediğim her günahtan
vazgeçerek yükseldim.” Şeklinde tercüme edilmiş. Yani
buradaki “cenet” kelimesi “günah” olarak tercüme
edilmiş. 96. beyitte ise “Ey cahil! Bunlar Allah’ın
isimleridir! İnan! Sakın şüphe etme! Ruhu telef edip
cinayet işlemeyesin!” diyor. Burada da “cenet” kelimesi
“cinayet” olarak tercüme edilmiş. Bilindiği gibi cinayet
ifadesi günahlar için de kullanılır. Üstad Hazretleri 12.
Mektup’da şöyle der; “Demek, Hazret-i Âdem’in
Cennetten ihracı ayn-ı hikmet ve mahz-ı rahmet olduğu
gibi, küffârın da Cehenneme idhalleri haktır ve adalettir.
Onuncu Sözün Üçüncü İşaretinde denildiği gibi, çendan
kâfir az bir ömürde bir günah işlemiş; fakat o günah
içinde nihayetsiz bir cinayet var. Çünkü, küfür, bütün
kâinatı tahkirdir, kıymetlerini tenzil etmektir ve bütün
masnuatın vahdâniyete şehadetlerini tekziptir ve
mevcudat âyinelerinde cilveleri görünen esmâ-i İlâhiyeyi
tezyiftir. Onun için, mevcudatın hakkını kâfirden almak
üzere, mevcudatın Sultanı olan Kahhâr-ı Zülcelâlin,
kâfirleri ebedî Cehenneme atması ayn-ı hak ve adalettir.
Çünkü nihayetsiz cinayet nihayetsiz azâbı ister.”
Görüldüğü gibi günaha girmek ve şirk de bir nevi
cinayet olarak adlandırılıyor. Sonuç olarak, Mecmuatü’l-
Ahzab’da geçen ifadenin (az okunaklı olsa da) cenet
olduğu ortaya çıkıyor. İmam Buni’ye ait Şemsü’l-Maarif
eserinin farklı bazı versiyonlarında bahis mevzuu olan
beyit doğru olarak şu şekilde yer alıyor:

Burada parantezi kapatıp devam edelim.


Evet, 106. beyite geldiğinde “Ey kadri yüce ismi
taşıyan! Bütün tehlikeli işlerden kurtuldun ve selamete
erdin!” ifadesini görüyoruz. Üstad Hazretleri’nin “Üç
aydan beri hergün o kasideyi okuyorum. Yalnız sekiz
sahifeyi halledemediğim bir vefka dair olduğu cihetle
okumuyordum. Fakat ahirinde ‫هى‬ ِ ‫ص ِّل ا ِٰل‬
َ ‫( َو‬İlahi, ona
salat eyle) den başlayan ahirki iki sahifeyi ötekilerle
beraber okurdum. Yetmiş defa kat’î, belki tahminime
göre yüze yakın defalarda her defa istisnasız ne vakit
elime alıp baştan okuduktan sonra ahirini açarken
‫السْ ِم الَّذِى َج َّل َق ْد ُر ُه‬
ِ ‫َف َيا َحا ِم َل ْا‬
(Ey kadri yüce olan
ismin taşıyıcısı!) ile başlayan sahife açılıyordu. Ben hayret
ediyordum. Onu okumayarak iki sahife sonra ‫ص ِّل‬
َ ‫َو‬
‫( ا ِٰل ِهى‬İlahi, ona salat eyle) ile başlayan iki sahife ahirini
okuduklarıma zammederdim. Her ne vakit baştan
okuduğum ve terk ettiğim sekiz sahifeye gelirken kitabın
bâki kalan yüze yakın sahifeleri içinde açtıkça yin ‫َف َي‬
‫َحا ِم َل ْاالِسْ ِم‬
(Ey ismin taşıyıcısı) sahifesi açılıyordu.
Hayret içinde hayret ediyordum. Elli defadan sonra
dedim: “Acaba bu sahife neden açılıyor? Onu da okusam
ne olur?” Baktım ki, Kaside-i Celcelûtiyeyi okuduğum
maksadın neticesini o sahife gösteriyor. Ben de terk
ettiğimden hatâ ettiğimi bildim. Ondan sonra okumaya
başladım.” Dediği beyit bu beyit oluyor. Daha önce de
izahat yapılmıştı zaten.
Bu beyitte Hz. Ali (r.a.) “ey ismin taşıyıcısı”
derken, “Ferdün-Hayyun-Kayyumun-Hakemün-Adlün-
Kuddüs ism-i azamıyla kendini koruyan” demek istemiş
olabilir. Hz. Ali (r.a.) yine sırlı bir kaside olan Ercuze
Kasidesi’nde bu altı ismi İsm-i Azam olarak saymıştır.
Üstad Hazretleri (r.a.) 18. Lema’da bu konuyla ilgili
olarak şunları söylüyor; “Mecmuatü’l-Ahzab’ın beş yüz
seksen ikinci sahifesinden, beş yüz doksan yedinci
sahifesine kadar o Ercüzedir. O Ercüze’nin mevzuu ve
içinde maksad-ı aslı İsm-i Âzamı tazammum eden altı
ismin ehemiyetini beyan etmek, hem o münasebetle
istikbaldeki bir kısım umur-u gaybiyeye ve tesis-i
İslâmiyette bir kısım mücahedatına işaret etmektir.
Evet, Hz. İmam (r.a.), üstadı olan Habibullah
Aleyhisselatü Vesselamdan aldığı dersin bir kısmını işarî
bir surette zikrediyor. Feth-i Hayber’deki hem mu’cize-i
Nebeviye, hem keramet-i Aleviye olan harika vakıayı
bahsettiği gibi, tesis-i İslâmiyete temas eden mühim
noktaları da bahsediyor. Sonra istikbale bakıyor.
………. Sonra Hazret-i Cebrail’in, Âlâ Nebiyyina ve
Aleyhisselatü Vesselam huzur-u Nebevîde getirip Hz.
Ali’ye Sekine namıyla bir sahifede yazılı İsm-i Âzam, Hz.
Ali’nin (r.a.) kucağına düşmüş. Hz. Ali diyor: “Ben
Cebrail’in şahsını yalnız alâimü’s-sema suretinde
gördüm. Sesini işittim, sahifeyi aldım, bu isimleri içinde
buldum” diyerek bu İsm-i Âzamdan bahs ile bazı hadisatı
zikirden sonra tahdis-i nimet suretinde diyor ki:

ٍ ُ‫َف ُك ُّل َمعْ ًنى ِمنْ ُعل‬


‫ ِمنْ َمبْدَإِ ال ُّد ْن َيا‬.. ‫وم َفاخ َِر ٍة‬
‫لِ َي ْو ِم ْا ٰالخ َِر ِة‬
ٍّ ‫ َو ُك ُّل ذِى َش‬.. ‫ار َك ْش ًفا عِ ْندَ َنا َع َيا ًنا‬
‫ك‬ َ ‫ص‬ َ ‫َق ْد‬
‫َغدَا ُم َها ًنا‬
yani “Evvel-i dünyadan kıyamete kadar ulum ve
esrar-ı mühimme bize meşhud derecesinde inkişaf etmiş,
kim ne isterse sorsun, sözümüze şüphe edenler zelil
olur.” Sonra yine İsm-i Âzam içinde bulunan o altı Esma-i
Hüsna’dan bahsedip birdenbire aynen Gavs-ı Geylanî’nin
ihbar-ı gaybisi gibi Hülâgu asrından bu asrımıza bakıyor.
………… Sonra diyor:
‫َف َمنْ اَ َرادَ هللاُ اَنْ ُيعِي َن ُه اَ ْت َح َف ُه ِب ٰه ِذ ِه ال َّسكِي َن ِة‬
Yani, “Kim inayet-i İlâhiyeye mazhar ise Hz.
Cebrail’in tabiri ile bu Sekine-i Kudsiye olan İsm-i Âzamı
Cenâb-ı Hak ona hediye eder. Onunla o zamanın şer ve
fitnelerinden kurtarır.” Bu sözden dört sahife evvel yine
demiş:
‫ان لَ ُه فِى‬ ْ ‫َف ُك ُّل َمنْ الَ َح‬
َ ‫ َك‬.. ُ‫ت لَ ُه ال َّس َعا َدة‬
‫ْال ِجي ِد َك ْال ِقالَ َد ِة‬
Yani, “Kim saadete mazhar ise... said ise... şaki
değilse... o İsm-i Âzam onun boynunda mübarek bir
gerdanlık hükmünde bir nüsha olur.” Sonra diyor:
‫ اَنَّ ُغ َوا َة ٰاخ ِِر‬.. ‫ان‬ ِ ‫ُث َّم اعْ لَمُوا َم َعاشِ َر ْاالَ ْخ َو‬
‫ان‬ِ ‫الز َم‬ َّ
‫ ُث َّم ا ْن َث َن ْوا‬.. ‫ُه ْم ُعلَ َما ٌء َزوَّ قُوا اَ ْف َوا َه ُه ْم‬
‫َوا َّت َبع ُۤوا اَهْ َو ۤا َئ ُه ْم‬
Yani, “O bid’alar ve acemî ve ecnebî hurufunun
intişarı zamanı olan o âhirzamanın fena adamları bir
kısım ulemaü’s-su’dur ki; hırs sebebiyle batınlarını
haramla doldurmak için bid’alara yardım ve fetva
verenlerdir.” Sonra bir kısım ülemaü’s-su’u tokatlamak
için de birisiyle konuşuyor. Der:
‫ َيا ُم ْد ِر ًكا‬.. ‫ان‬ ِ ‫ك ْال َعظِ ِيم ال َّش‬ َ َ‫َفاسْ َئ ْل لِ َم ْوال‬
‫ان‬ِ ‫الز َم‬َّ ‫ك‬ َ ِ‫ل ِٰذل‬
‫ َو َشرَّ ُك ِّل ُكرْ َب ٍة‬.. ‫ك ْال ِف ْت َن ِة‬
َ ‫ِيك َشرَّ ت ِْل‬
َ ‫ِباَنْ َيق‬
‫َو ِمحْ َن ِة‬
yani, “Ey o zamana yetişen ve âlimlerden olan
insan! Cenâb-ı Haktan o fitnenin şerrinden muhafaza için
sana ders verdiğim İsm-i Âzam ile dua et.”
…….
ٌ ‫ َغ ْو‬.. ‫ِيق‬
‫ث لِ ُك ِّل ُكرْ َب ٍة‬ ِ ‫َف ِا َّن َما َنحْ نُ َعلَى ال َّتحْ ق‬
‫يق‬
ِ ِ‫َوض‬
yani “Biz Âl-i Beyt’ten her kûrbet ve şiddet
zamanında birer Gavs çıkıp imdat ediyoruz.”
28. Lema’da ise Ercuze’den şu şekilde
bahsediyor;
“Madem Hz. Ali (r.a.) ٌّ‫اَ َنا َمدِي َن ُة ْالع ِْل ِم َو َعلِى‬
‫َبا ُب َها‬
- Ben ilmin şehriyim, Ali ise onun kapısıdır.-
(Tirmizî, Menâkıb: 20; el-Hakim, el-Müstedrek, 3:126)
hadîsine mazhardır.
Hem madem Şah-ı Velayet ünvanını alarak harika
kerametleri göstermiştir.
Hem madem âhirzamanda gelen hadiselere karşı
Kur’ân ve Âl-i Beyt cihetinde herkesten ziyade
alâkadardır.
Hem madem esrarlı Kaside-i Ercüze’de ve
meşhur Kaside-i Celcelûtiye’sinde vâkıat-ı istikbaliyeden
haber veriyor. Ve “esrar-ı gaybiyeyi benden sorunuz”
diye iddia ederek kısmen dâvâsını ihbarat-ı sadıka-ı
gaybiye ile ispat etmiştir.
Hem madem o iki kasidesinde takip ettiği en
mühim esas ve en büyük ders İsm-i Âzamdır. Ve ism-i
Âzam ile meşgul olanlar ile konuşur, teselli ve teşci’ eder.
Hem madem o kasideler istikbale baktıkları vakit
çok emareler ve işaretler ile, hem mânâları ile, hem cifri
hesabıyla şu zamanımızı ve şu zamandaki hadisat-ı
acibeye parmak basıyor. Ve aynı hadiseyi mükerreren
işaretle gösteriyor.”
Barla Lahikası’nda da şu ifadeleri görmekteyiz;
“Mektubunda İsm-i Âzamı sual ediyorsun. İsm-i
Âzam gizlidir. Ömürde ecel, Ramazan’da Leyle-i Kadir
gibi, esmâda İsm-i Âzamın istitarı, mühim hikmeti var.
Kendi nokta-i nazarımda hakikî İsm-i Âzam gizlidir,
havassa bildirilir. Fakat her ismin de âzamî bir mertebesi
var ki, o mertebe İsm-i Âzam hükmüne geçiyor.
Evliyaların İsm-i Âzamı ayrı ayrı bulması bu sırdandır.
Hazret-i Ali’nin (r.a.) Ercûze namında bir kasidesi
Mecmuatü’l-Ahzab’da var. İsm-i Âzamı altı isimde
zikrediyor. İmam-ı Gazâlî onu Cünnetü’l-Esmâ
namındaki risalesinde, Hazret-i Ali’nin zikrettiği ve İsm-i
Âzamın muhîti olan o esmâ-i sitteyi şerh ve hassalarını
beyan etmiştir. O altı isim de Ferd, Hayy, Kayyûm,
Hakem, Adl, Kuddûs’tur.”
30. Lema, 6. Nükte’de ise İsm-i Azam ve
Sekine’den bahsederek şöyle der;
“…..kayyûmiyet-i İlâhiyeye işaret eden âyetlerin
bir nüktesi ve İsm-i Âzam veyahut İsm-i Âzamın iki
ziyasından ikinci ziyası veyahut İsm-i Âzamın altı
nurundan altıncı nuru olan Kayyûm isminin bir cilve-i
âzamı, Zilkade ayında aklıma göründü. Eskişehir
Hapishanesindeki müsaadesizliğim cihetiyle, o nur-u
âzamı elbette tamamıyla beyan edemeyeceğim. Fakat
Hazret-i İmam-ı Ali (r.a.) Kaside-i Ercûzesinde “Sekîne”
nam-ı âlîsiyle beyan ettiği İsm-i Âzam ve Celcelûtiyesinde
yine pek muhteşem isimlerle İsm-i Âzam içinde bulunan
o altı ismi en âzam, en ehemmiyetli tuttuğu için ve
onların bahsi içinde kerametkârâne bize teselli verdiği
için, bu ism-i Kayyûma dahi, evvelki beş esmâ gibi, hiç
olmazsa muhtasar bir surette, Beş Şua ile o nûr-u âzama
işaret edeceğiz.”
Ercuze Kasidesi de Celcelutiye gibi Mecmuatü’l-
Ahzab’da yer almaktadır.
İsmail Hakkı Altuntaş’ın Ercuze Tercümesi’ndeki
esma-i sitte (6 esma), sekine ve cünnetü’l-esma
(esmaların kalkanı) ile ilgili bölümleri buraya alıyorum;
“……
Ey dâima necat (kurtuluşu) isteyen kişi
Şu söyleyeceğime kuvvetlice sarıl

Tılsımlı bir hakikat olarak yaptığım işe yönel


Kabul edilenlerin hepsi tecrübe edilmiştir

Ben onu “Cünnet‐ül Esmâ


Dâiretü’l Celiletü’l Ahfâ” (olarak isimlendirdim)

Allah Teâlâ’nın bana gönderdiği bir hediyedir


Onu Cebrâil aleyhisselâm Muhtar’a getirdi
Bedir gününde bize yardım etmek için, o zaman
Semâların melekleri ile bize imdât (yardım) eyledi

Buyurdu ki; “Ya Muhtar! Bil ve idrâk et ki;


Biz bugün Senin yardımına geldik (gece)
yürüyoruz

Şübhesiz Senin Mevla Teâlâ’n bir ikram olarak


Bize şerefli bir tılsımı hediye etti

“Ya Habîballah ömrüne yemin olsun ki


Vasfedilmekten çok yüce oldu

Çünkü onda Rabbimin İsm‐i âzam‐ı vardır


Biz onunla bütün âlemleri resm ederiz”

(Bu tılsımı) Kim saadete mazhar ise


Onun boynunda gerdanlık hükmünde olur(sa)

Ya da silah üzerine yazılmış hükmünde olur(sa)


Çok keskin ve kan akıtıcı kılıç gibidir

O anda Beşir aleyhisselâm beni çağırdı


Ve buyurdu ki; “Senin basîr olan Rabbin şu
müjdeyi verdi

Sana öyle tılsım hediye etti ki, onunla düşmanlar


Kahr olup zehr olur. Öyleyse o Hâdiye şükür et”
Bunun üzerine kucağıma sahife düştü
Onun yazısı şerefli bir dâire şeklinde idi

Cebrâil aleyhisselâm dedi ki; “Yâ Ali! Onu al


Çünkü o Yüce Rabbinin sekinesidir.

Seni korktuğun kötülükten korur


Düşmanla karşılaşınca onları zayıflatır”

Sesini iştim fakat hayalini (kendisini) göremedim


Fakat bana gök kuşağına benzer olarak göründü

………

Bunlar (isimler) kıymetli mevhibelerdir. (ihsan,


bağış)
Mevlâ Teâlâ onu mahlûkatına vermiştir.

Altı isimdir ki senetle gelmiştir.


Harflerinin sayıları ondokuzdur

FERDÜN, HAYYUN, KAYYUMÜN,


HAKEMÜN, ADLÜN, isteyen kişiye

Sonra bitiminde onları diyen kişiye (KUDDÛSÜN)


de
Onunla nice nefisler temizlendi”
Yıkarıdaki tercümede gördüğümüz cünnetü’l-
esma ve “Ferdün-Hayyun-Kayyumun-Hakemün-Adlün-
Kuddüs” esma-i sittesinin Mecmuatü’l-Ahzab’daki
orijinal Ercuze’de geçtiği yerler şu şekilde:

İmam-ı Gazali Hazretleri bu altı esma ve 19 harfli


ayetlerle ilgili olarak Cünnetü’l-Esma dua risalesini
yazmıştır. Bu dua M. Fethullah Gülen Hocaefendi’nin
düzenlediği Kulubü’d-Daria eserinde de yer almaktadır.
Üstad Hazretleri ise 6 esma ve 19 harfli ayetleri
biraraya getirerek okumuş ve bu duayı da Sekine adıyla
Büyük Cevşen kitabına eklemiştir.
Devamında, 111. beyite kadar olan bölümde İsm-i
Azam’ı taşıyan, yani bir yönüyle İsm-i Azam ile yakarışta
bulunan kişi ya da kişilerin (özellikle ahirzamanın o
zulmetli ve zulümlü dönemlerinde yaşayacak zatların)
hiçbir zalimden korkmamaları gerektiğini, dört bir tarafı
kuşatmış da olsalar hiçbir melikin (yöneticilerin, gücü
elinde tutanların) gücünden çekinmeden Allah yolunda
mücadelelerine-çalışmalarına devam etmelerini, insan
görünümünde olan yılan ve akrepler olabileceğini fakat
bunların da zarar veremeyeceğini söylüyor.
Sonrasında gelen beyitlerde ise Efendimiz’e
salatü selamda bulunuyor. Bu salatü selamları Üstad
Hazretleri’nin derlemiş ve Cevşenü’l-Kebir’e almış olduğu
Delaili’n-Nur’da da görüyoruz.
Kaside, sahabe efendilerimize ve evliya-asfiyaya
selam ve bunlara tabi olan herkesin Allah’ın rızasına
ermesi duasıyla son beyite geçiyor ve bu kasidenin
Peygamber’in (S.A.V.) amcasının oğlu Hz. Ali’nin (r.a.)
sözleri olduğu ve mahlûkatla ilgili ilimlerin özünün ve
sırlarının Celcelutiye’de toplandığını ifade ederek
nihayete eriyor.

Son Söz ve Değerlendirme


Hz. Ali’ye (r.a.) ait olan Celcelutiye ve Ercuze
kasideleri sırlı kasidelerdir ve gelecek zamanla da
alakadardırlar. Birçok önemli zat (İmam Buni, İmam
Gazali, İmam Nureddin, Bediüzzaman Said Nursi) bu
kasideyle ilgili şerh ve izahat çalışmaları yapmışlardır ve
makbuliyetini tescillemişlerdir. Son devir Osmanlı
ulemasından A. Ziyaüddin Gümüşhanevi hazretleri
tarafından derlenmiş üç ciltlik dua külliyatı olan
Mecmuatü’l-Ahzab isimli eserde de Celcelutiye kasidesi
yer almaktadır ve kasidenin bulunduğu sayfaların
derkenarlarında da şerh ve açıklamalar görülmektedir.
Üstad Bediüzzaman hazretleri de bu üç ciltlik dua
külliyatını her 15 günde bir hatmediyordu ve dolayısıyla
Celcelutiye kasidesini de okuyordu. Üstad hazretleri,
kasideyle ilgili olarak elindeki nüshanın (dolayısıyla M.
Ahzab’da yer alan) en muteber ve sahih Celcelutiye
nüshası olduğunu ifade ediyor. Biz de bu çalışmada o
nüshayı esas aldık.
Celcelutiye gerçekten bir isimler hazinesidir.
“..kaside-i Celcelûtiye umumiyeti itibariyle Süryanî,
İbranî, esma-i İlâhiyeyi ve süver-i Kur’âniyeyi şefaatçı
yapıp..” (28. Lema) diyor Üstad ve İsm-i Azam’ı taşıdığını
ifade ediyor. Üstad’ın çok dualarında “Celcelutiye’deki
ism-i azam hürmetine…” dediği herkesin malumudur.
28. Lema’da Kaside-i Celcelûtiye’nin Ercûzeyi
te'yid ve takviye ettiği ifade edilir. Esma-i sitte olan
“Ferdün, Hayyun, Kayyumun, Hakemün, Adlün, Kuddüs”
esmalarının Ercuze’de ism-i azam olarak sayıldığı ve
Celcelutiye kasidesinde de bu esma-i sitte ile Allah’ı
zikredip kendini muhafaza eden zatlara işaretler olduğu
görülür ve bu isimler Sekine olarak da adlandırılır. Aynı
zamanda Celcelutiye Kasidesi’nde Allah’ın birçok
esmasıyla yakarış olduğu gibi, özellikle 7 esma üzerinde
durulur. Bu esmalar daha önce de bahsedildiği gibi
“Ferdün, Cebbarün, Şekurün, Sabitün, Zahirün,
Habirün, Zekiyy” esmalarıdır.
Celcelutiye de aynen Cevşen gibi kudsi bir dua ve
isimler hazinesidir. Duanın özü ihlas ve ubudiyet
olduğundan dolayı, niyetlerimiz de rıza-yı İlahi olmalıdır.
Elbette meşru dünyevi istekler için Allah’a dua edebiliriz
fakat maalesef günümüzde bu konu çok yanlış
değerlendirilerek sadece maddi şeyler ve dünya adına
isteklerde bulunuluyor ve bu yapılırken de neredeyse
şirk sayılabilecek hatalara düşülüyor. Cevşen ve
Celcelutiye bir ‘muska’ değildir. Sadece boyunlarda kolye
olarak taşınacak bir ‘şey’ de değildir. Rıza-yı İlahi için
okunacak manevi bir hazinedir.
Bir başka vahim durum da günümüzde bir
sektörün oluşmuş olmasıdır. Bazı ‘uzman’ lar, doğu ve
Hint öğretilerini İslam ile soslayarak kendilerince
birtakım ‘eğitimler’ verip sosyete muskacısı gibi
davranıyorlar. Bu durum çok yanlıştır ve tadil edilmesi
gerekir.
Bu mütevazı çalışmada amacım elimden
geldiğince Celcelutiye Kasidesi hakkında kaynağından ve
doğru bilgiler vermek ve bu muhteşem dua kasidesiyle
Allah’a yalvarmak isteyenler için ‘muteber’ bir kaynak
oluşturmaktı. İnşallah öyle olmuştur. Hatalar her zaman
için olabilir, Allah hatalarımızı-kusurlarımızı affetsin.

You might also like