Allah Vardır, Halim Hilmi BiLSEL

You might also like

Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 266

VARDI~

Dr. Halim Hilmi BİLSEL

21 . BASKI
ALLAH VARDIR
Dr. Halim Hilmi BİLSEL


Yağmur Yayınevi
~
Yağmur Yauıncvi
KURUCUSU:
İSMAİLDAYI
"1960 yılından beri
kütüphanelerimize:
Fikir eserleri
Roman - Hikaye
Tiyatro - Şiir
yüzlerce kıymetli kitap ... •

ALLAH VARDIR
Dr. Halim Hilmi BİLSEL

© Bu eserin yayın hakları yazarına aittir.

* Bu baskıda yapılan düzeltme ve güncelleştirmeler oğlu


Sabahattin BİLSEL tarafından yapılmıştır.
* Kapak tasarımında
kullanılan ebru çalışmaları
Sayın Nusret HEPGÜL'e (1920-2000) aittir.

ı. Basım Yılı 1966


2 1. Basım Yılı 2001
Yayın Sıra No. MM/07
Genel Kültür Serisi 03
ISBN (UlJslJarasıserino.J: 975-7747-08-4

Baskı Hazırlık İpek GÜNER


Kapak Tasarım Nazif GÜNER
Basım Yeri İMPA Matbaacılık Ltd. Şti.
Topkapi,-icaret Merkezi 2 No. 1 1 Cevizlibag / iSTANBUL
TEL.: oiı 2. 481 98 93

\kığmur Yayınevı
P.K. 298
34002AVPiM
Topkapı / iSTANBUL

Tel.: 0212. 481 98 70


"Allah'dan başka Tanrı Yoktur, Muhammed O'nun elçisidir."

ALLAH
VARDIR

Dr. Halim Hilmi BİLSEL

21. BASKI

Yağmur Yauınevi
Dr. Halim Hilmi DİLSEL
(1916 - 1997)
"Kendi elyasısıyla yazdığı aile albümün­
den kısaltılarak alınmıştır."

"1916 senesinin 14 Ocak günü


Rize'nin Üçkaya Köyü'nde dogmu-
şum. Babam Nazım Efendi, annem
Emine Hanım'dır. 1924 yılında Rize Merkez Kurtuluş llkokulu'na
başladım. ilkokulu 1929, ortaokulu 1932 yılında bitirdim. O zaman
Rize'de lise olmadıgı, Trabzon'da da okumak istemedigim ve kendi­
me lstanbul'u hedef koydugum için kendi başıma lstanbul'a gelerek
lstanbul Erkek Lisesi'ne yatılı olarak kayıt oldum. Son sınıfta okulun
yatılı kısmı kaldırılınca Haydarpaşa Lisesi'ne geçerek 1935 yılında
mezun oldum. Önceleri mühendislik tahsili düşünmeme ragmen in­
sanlıga en yararlı meslek olarak doktorlugu gördügüm için Tıp Fa­
kültesine girdim ve 15 Mayıs 1941'de mezun oldum. Aynı yıl 1 Agus­
tos tarihinde askerlik görevine başladım ve üstegmen rütbesiyle 14
Aralık 1943'de terhis oldum. 1944-1947 yılları arasında Rize'de mu­
ayenehane açarak doktorluk meslegine başladım. Bu zaman zarfın­
da 1945'de Rize Belediye Meclis Üyeligi'ne, 1946'da Halk Evi Baş­
kanlıgı'na seçildim. Savaş nedeniyle yurt dışı ihtisaslarının açılma­
ması nedeniyle Amerika'da yapmak istedigim ihtisası gerçekleştire­
medim ve 1947 yılında tekrar lstanbul'a gelerek Cerrahpaşa'da asis­
tanlıga başladım. ihtisası tamamlayarak Kalp ve lçnastalıkları Mü­
tehassısı oldum ve 1954 yılında fakülteden ayrılarak lstanbul Tak­
sim'de özel muayenehane açtım. 1987 yılında Tarlabaşı Bulvarı'nın
açılma çalışmaları sırasında muayenehanemin bulundugu binanın
yıkılması üzerine 46 senelik doktorluktan mecburen tekavüt oldum.
Boş zamanlarımı hep okuma ve araştırma yaparak geçirdim. Türk
Tıp Cemiyeti ve Hastane Mütehassısları Cemiyeti'ndeki toplantı ve
konferansların dışında ilim Yayma Cemiyeti'ne de girdim ve ikinci
sene başkan yardımcılıgına seçildim. 1962'de "Çocuk Felci Tedavi­
si", 1966'da "Allah Vardır", 1972'de "Hemiplegia-Felçler", 1978 yı­
lında da "Güzel Huy" isimli bir ahlô.k kitabı yazdım."
Dr. Halim Hilmi Bilsel 5 Nisan 1997 günü sabaha karşı vefat
etmiştir.
"Rahmet ve inayet sahibi Allah'ın ismi ile başlarım."

"Hamd olsun, ti.lem/erin Rabbi, koruyan, bagışlayan ve


kıyamet gününün sahibi olan Allah'a.
Yarabbi, yalnız sana ibadet eder, yalnız senden yardım
isteriz.
Bizi dogru yola ilet. Nimete erenlerin, gazaba ugrama-
yanların, şaşırmayan ve sapmayan/arın dogru yoluna
ulaştır, ulu Tanrım."

Fatiha sftresi

Milli Eğitim Bakanlığı'nın yayınladığı


18 Aralık 1967 tarihli Tebliğler Dergisi ile
bu eserin, Din Bilgisi Öğretmenlerine
tavsiyesi uygun görülmüştür.
İÇİNDEKİLER

Ön Söz.................................. 9
1. Allah Vardır . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 11
2. Akli Deliller . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 19
3. Felsefi Deliller . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 29
4. timi Deliller ........................... · 45
5. Nakli Deliller . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 69
6. Dini Deliller .......................... . 75
Tevrat ve Hazreti Musa 85
Zebur ve Hazreti Davut . . . . . . . . . . . . . . . . . 95
İncil ve Hazreti lsa . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 99
Kur'an-ı Kerim ve Hz. Muhammed (S.A.V.) .. 113
7. Allah Nedir . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 145
8. İnsanlara Din Lazım mıdır? ............... 169
9. Müslümanlık Nedir? . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 189
Müslümanlığın Dünyaya Yayılışı .......... 197
Müslüman Devletler . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 207
10. Türkler Nasıl Müslüman Oldu . . . . . . . . . . . . 219
Türkler ve Kurdukları Müslüman Devletler . . 227
11. Son Söz .............................. 255
12. Hadis, Ayet Mealleri ve Faydalı Sözler . . . . . . 243
Hadislerden Seçleler . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 243
Ayet MeAlleri . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 249
Faydalı Sözler ........................ 251
13. Kitap İçin Yazılanlar . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 253
Bibliyografya . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 262
"Kur'an', biz indirdik ve onu yine biz muhafaza edeceğiz."

ÖNSÖZ

Medeniyet, teknik ve ilim durmadan ilerlemektedir. Beş on


sene gibi kısa zamanlar zarfında, asırlara sığmayacak derecede
büyük ilerlemeler olmaktadır. İnsanoğlu, maddeyi hakimiyeti altı­
na almaya başlamıştır. Fakat, maddenin yanıbaşında bir de ruh ve
maneviyat alemi vardır ki, orada hiç ilerleme olmamıştır. Ruh ve
maneviyat hakkındaki bilgilerimiz, bin sene evvelkinden daha ile-
ri gidememiştir. İnsan, teknikte çok ileri gitmiş olmasına mukabil
insanlık vasıflarını layıkıyle kazanamamıştır.

İnsanı, insan yapan ilim ve fen değil, ruh ve maneviyattır. Ta-


rih tetkik edilecek olursa görülür ki, insanlar maneviyata bağlı kal-
dıkları zaman medeni, Maneviyattan uzak kaldıkları müddetçe de
vahşileşmişlerdir. Demek istiyoruz ki, teknik ilerleme başka, me-
deniyet ve insanlık başkadır.
İnsanoğlu, en korkunç silahları keşfederek rakiplerini mah-
vederken, hiç tereddüt etmemektedir. Dünyanın şurasında, mede-
ni olarak geçinen birçok milletlerin sömürge halkına yapmadıkla­
rı zulüm kalmamıştır. Canavarlar gibi yurttaşlarını boğazlıyanlar
olmuş ve olmaktadır. Milletler ve cemiyetler içinde, akla ve haya-
le gelmeyecek çeşit çeşit cinayetler işlenmektedir. İşte, bütün bun-
lar, insanoğlunun ilim ve teknik sahasında ilerlemiş olmasına rağ­
men, ruh ve maneviyat sahalarında geri kaldığının delilleridir. Bu
bakımdan insan, mesut da değildir. Günün iktisadi, sosyal ve siya-
si cereyanları onu her gün perişan etmekte, huysuz bir mahluk
yapmaktadır. Halbuki, insan, herşeyden evvel insan olmalıdır.

İnsanlara, insanlığı öğretecek bir mektep yoktur. Bu iyi örf ve


adet, güzel görenek ve bir de dinlerin yapmış olduğu telkinler sa-
yesinde öğrenilir. Örf, adet ve görenek, her zaman sabit bir kıymet
ifade etmez. Bir cemiyette iyi sayılan başka bir muhitte fena sayı­
labilir. Dün iyi olarak bilinen bir adet, bugünün yaşayışlarına uy-
mayabilir. Bunun için, insan terbiyesinde, insan ahlakının kemal
bulmasında, isnad edilebilecek yegane merci din ve maneviyattır.

Bu açıdan bakarak, insan maneviyatı ihmal etmemesi lazım­


dır diyoruz. Aksi halde, Ay'a da gitsek, Merih'i de fethetsek vah-
şetten kurtulamayız. Sözüne itimat edilir bir insan olamayız. Ha-
yatımızdan memnun ve bahtiyar da olamayız.

Bundan dolayı, bu eser, inanmayı hedef olarak almıştır. Al-


lah'ın varlığından şüphesi olanlara, O'nu ispat edecek delilleri sı­
ralamıştır. İkinci olarak, dindar olmanın ve Müslüman olmanın
zaruretine inanarak, kısa da olsa, bu bahsin mühim noktalarına
dokunulmuştur. Allah, bizlere hidayet etsin.

1 Ocak 1966

Dr. Halim Hilmi BİLSEL


Taksim - İstanbul
"İnsanları doğru yola götürecek olan ancak Kur'an'dır."

JL
ALLAH VARDIR

Allah fikri insanla birlikte doğmuştur. Yoksa bir kı­


sım eski filozofların zan ettikleri gibi, korku ve aczin
eseri olarak sonradan uydurulmuş değildir. Bütün dün-
yayı gezelim, en iptidai kavimlerin yaşayışlarını tetkik
edelim, muhakkak o insanların Allah fikrine ve dini
akidelere sahip olduklarını görürüz. Eğer Allah fikri, ta-
biat hadiselerinden korkmanın bir neticesi olmuş olsay-
dı, zamanımızda tabiat hadiselerinin mahiyeti anlaşıl­
dığı için, Allah'a inanan hiç kimsenin bulunmaması
icabederdi. Halbuki ilim ve fen ilerledikçe, Allah'a ina-
nanların miktarı günden güne artmaktadır.

Peygamberlerin sesini duymayan eski insanların


bir kısmı, idrakleri nisbetinde canlı veya cansız bir
maddeye, mabud diye taptılar. Zamanla mabudlarının
kudretsizliğini anlayarak onlara tapmaktan vazgeçtiler.
Bu sebeple ilk din, ne Animizm, ne Natüralizm ve ne de
Totemizm değildir. tık din, Allah'ın varlığına ve birliği­
ne dayanan İslam dinidir. İnsan doğarken Allah duygu-
su ile doğar ve sonra da Allah'ı her an içinde ve etrafın­
da hisseder. Salim akıl taşıyan bir insan, bizzat kendine
ve etrafına dikkatle bakacak olursa, yüce varlığın mev-
cudiyetini kolayca idrak eder.
Allah ve din fikrinin insanda doğuştan mevcut ol-
ALLAH VARDIR
12

duğunu Max Müller (1823-1900) gibi dinleri tetkik eden


birçok tarihçiler de kabul etmişlerdir. Bir insana çocuk-
luğunda dini bilgiler verilecek olursa, ruhundaki Allah
mefhumu olgunlaşır. Aksi halde, dini bilgi ve terbiyeyi
çocukluğunda almayan kimselerin, çevre ve zamanın
değişik tesirleri altında, ruhundaki Allah fikri körleşir
ve onun yerini ateist fikirler alır.
Allah, dünya ve ka.inatı insanlar için, insanları da
Allah'ın varlığını bilmeleri için yaratmıştır. Öyle ise dü-
şüneceğiz, arayacağız; okuyacağız, aklımızı kullanaca-
ğız, bizi ve kainatı yaradanı bulmaya çalışacağız. İnsan
kendi yaradanım arayıp bulamazsa kamil ve aydın bir
insan sayılmaz.
Zamanımızdaki insanların bir kısmı, teknik ilerle-
meler karşısında, hayretlerini saklamayarak her şeyi
bizzat insanın yapmaya kudreti yeteceğini zannederek,
ilahi bir varlık kabul etmek istemezler. Birçokları da ki-
tabi dinleri kabul ederek Allah'ın varlığına inanmakta-
dırlar.

Hazreti Adem'den beri mevcut olan kitabi dinler,


müştereken Allah'ın varlığını, birliğini, insanları ve ka-
inatı yarattığını söylemekte ve insanlara iyi ahlak sahi-
bi olmalarını bildirmektedirler. ~

Fert olarak Allah'ın varlığından şüphe edenler, bir


kısım eski filozoflar ile zamanımızın yarı münevverleri-
dir.
Eski Yunan filozoflarından Democrit (M.Ö. 460-
370)'e göre: "Allah fikri, korku ve vehim neticesinde
icat edilmiştir. Allah, tabii hadiselere verilmiş bir isim-
dir. Halbuki tabii hadiseler, ilahi bir kuvvetin neticesi
olmayıp fiziki sebeplere bağlıdır. Ruhun ebediyeti ve
ahiret de birer vehimden ibarettir."
Yine eski Yunan filozoflarından Heraklit (M.ö. 540
ALLAH VARDIR
13

-480)'e göre: "K§.inat yaratılmış değildir. Kfönat esasen


var idi ve var olacaktır. Ölüm bir son değildir. Yaratılış
daimi bir ölüş ve diriliş halindedir." Demek suretiyle o
da Allah'ın varlığını kabul etmek istemezdi.
Anaximene (M.Ö. 585-525) ve Anaxagore (M. Ö.
500-428)'ye göre: "Yaratılış daima değişen madde ile de-
ğişmeyen bir cevherden ibarettir. Bu cevherde hadisele-
re niıam veren semavi akıl vardır. Bu cevher maddeden
ayrıdır. Fakat maddeyi hareket ettiren hakiki sebep (il-
let) budur."
Epicure (M.Ö. 341-270)'e göre: Başlangıçta k§.inat,
muazzam bir boşluk ve bu boşluk içinde sonsuz zerre-
lerden ibaret idi. K§.inatta gördüğümüz her olay ve deği­
şiklik, bu zerrelerin dağılması veya birikimi neticesi vu-
kua gelmiştir.
"tık illet, bu zerrelerin içinde mevcut idi. Bu zerre-
lerin ağırlık, büyüklük ve şekilden başka bir hususiyet-
leri yoktur. Allah'lar mevcut olsa bile, bunlar ideal in-
sanlar gibidirler. Yer, içer ve yıldızlar arasında gezerler.
Tabii hadiselere karışmazlar. Tabii hadiseler, ebedi ka-
nunların çizdiği yoldan cereyan eder. Zerreler il§.hi bir
kuvvet ile değil, kendi enerjileriyle hareket ederler."
Görülüyor ki, Epicure, atomist bir nazariye kurmak-
suretiyle materyalizmi tesis etmiştir. Böylece yaratılışta
hiç bir gaye tanımaz ve ilk sebebi (illeti) tesadüfe bağlar.
Kadir bir varlık kabul etmek istemez. Şüphe yok ki sa-
dece madde ve tesadüf ile bu kıiinatın bir kronometre gi-
bi işleyen nizamını izah etmeğe imkıin yoktur. Materya-
lizme en güzel cevabı, ileride görüleceği şekilde Ciceron
ve Voltaire vermişler ve bu nazariyeyi çürütmüşlerdir.
Kıbrıslı Zenon (M.Ö. 495-430) da, Pyron (M.Ö. 360-
272) gibi septik bir filozof idi. Bunlara göre: "Madde

IJlet : Herhangi bir şeyin var olması için lazım gelen sebep.
ALLAH VARDIR
14

vardır. Maddeyi hareket ettiren ruh da vardır. Ruh mad-


desiz bir kuvvettir. Ne kendisi maddeden ve ne de mad-
de kendisinden hasıl olmamıştır. Tabii kanunlar, bu iki
elemanın yekdiğeri ile uyumundan meydana gelmiştir.
Bu iki kuvvet na~ıl var ise, husule gelen kanunlar da
mecburen vardır. Hayat ve kudret bizzat maddenin için-
dedir."
İnkarcılardan biri de Lessing (1729-1781) idi. Les-
sing çok kuvvetli bir masondu. Masonluğu bir din ola-
rak kabul eder. Kitabi dinleri yıkmak için şöyle der: "İn­
sanlar kardeştir, bundan dolayı muhtelif dinlere men-
sup olmaya 10.zum yoktur." Böylece evvela dine hücum
eder, kadiri mutlak bir Allah kabul etmek istemez. Son-
ra milliyet fikrine hücum eder ve milliyet hissini yık­
mak ister.
Hegel (1770-1831), Allah'sız olarak tanınan bir filo-
zoftur. "Yok etmeğe lüzum görmediğim bir varlığa var
demeye de ihtiyaç yoktur," demiştir.
İskoç felsefeci ve eğitimcisi Williaın Hamilton
(1788-1856) der ki: "Zihnin sınırlı bir kavrama kabiliye-
ti vardır. Bundan dolayı sonsuzluğu ve dolayısiyle ulu-
hiyeti (Allahlık vasfı) idrak edemez."
August Comte (1798-1857) hayatı boyunca Allah'ı
inkar etmiştir. Allah yerine insanı, ilahi din yerine de
içtimai bir din koymak istemiştir. Fakat en sonunda Al-
lah'ı kabul etmiştir.

Charles Darwin (1809-1882) Ortaya attığı evrim


teorisinde, tekamülü hayat mücadelesi ve tabii istifa ile
izah eder. Tekamülde ilahi bir kuvvetin müdahalesini
kabul etmez. Fakat buna rağmen, ben hiçbir zaman Al-
lah'ı inkar etmiyorum, demiştir.
' .

Friedrich N~etsche (1844-1900)'ye göre; her şeyin


başı insan iradesidir. Bizzat insan Allah olmak istida-
ALLAH VARDIR 15

dındadır. Allah, insan iradesinin yetişemediği büyük


ideallerin sembolüdür. Bir Allah'a inanmaktansa,
birçok ilahlara inanmanın daha faydalı olacağını söyler.
Victor Hugo (1802-1885) Allah meselesinin karan-
lık bir mevzu olduğunu, aklın bunu ispat edemeyeceği­
ni söylemiştir. Fakat ölürken de: "Baş ucumda hiçbir ra-
hip ayin yapmasın, çünkü ben artık Allah'a inanıyo­
rum," demiştir.
Eskidenberi Allah'ın varlığına inanmak istemeyen
en bilinen filozofların fikirlerini hülasa etmiş bulunu-
yoruz. Bugün fert olarak Allah'sız düşünür kalmamıştır.
Bunlar Allah'ın yokluğunu ispat edemedikleri için 1§.ik
olmayı daha uygun bulmuşlardır. Allah mevzuu ile uğ­
raşmazlar. Bunlardan biri: "Bir Allah olmadıktan sonra,
kendimi ah!Aklı yapmaya hiç mecbur değilim." Bir di-
ğeri de: "Allah'sız mektep ve Allah'sız ahlak, cemiyeti
mahveder," demiştir. Nitekim Fransa'da yapılan bir ista-
tistikte, cinayetlerin ve hırsızlıkların çoğunu, din dersi~
verilmeyen okullarda okuyan ve dine bağlı olmayan
kimseler yapmışlardır.
Millet olarak bugün, komünist rejimlerden başka
Allah düşmanı devlet kalmamıştır. Komünist rejimleri-
nin hüküm sürdüğü devletler de, uzun seneler çalışma­
larına rağmen, Allah fikrini fertlerin vicdanlarından si-
lememişlerdir. Bundan dolayı yavaş yavaş, cami ve kili-
selerin kapılarını açmaya mecbur kalmışlardır. Şimdi
ibadete karışmamakta, sadece dini eğitime müsaade et-
memektedirler.
Zamanımızda bir kısım yarı münevver, komünist
taklitçisi veya sosyalist geçinen kalem sahipleri, bazı
besleme yazarlar, zaman zaman din, maneviyat ve Allah
aleyhinde bulunmaktadırlar. Zaman gelir, sol fikirli, ah-
lak bozucu, edep dışı romanlar neşrederler. Zaman ge-
lir, bir kısım fahişe artislerin çıplak göğüs ve çıplak ba-
ALLAH VARDIR
16

cak resimlerini moda diye aile kadınlarına empoze et-


meye çalışırlar. Zaman gelir, tiyatro ve sahne eserleri ile
halkın ahlakını bozmaya uğraşırlar. Yine zaman gelir,
sosyal hareketler namı altında işçilerimizin güzel adet
ve ananelerini bozmak isterler. Halkı maneviyattan
uzaklaştırmak suretiyle ahlaklarını bozmak ve her vesi-
le ile müminlere hücum etmek, netice olarak meşru hü-
kumetleri devirerek, onların yerine uşak rolü oynayabi-
lecek kukla hükumetlerin kurulmasını temin etmektir.
Varmak istedikleri yegane gaye budur.
Bir de Türkiye'de; Türk olan ve hatta Müslümanım
diyen bir kısım gençler vardır ki, bunların bir kasıtları
yoktur. Sadece cehaletlerinin kurbanı olarak Allah'ı ta-
nımak istemezler. Bunlar düşünür ve araştırmacı değil­
dir. İlim sahibi de değildir, hiçbir şey değildirler. Kendi
kanaatlerini beyan ederler. Fakat mütalaa diye bir şeyle­
ri yoktur, fikirden yana tamtakırdırlar. Birkaç romandan
başka bir şey okudukları yoktur. Allah şudur, ahiret
yoktur, gibi herzeler yumurtlarlar. Bunlar üzerinde du-
rulacak cinsten değillerdir. Bunlara acımak lazımdır. Zi-
ra bunların bir kısmı, aydınlatıldıkları vakit, kusurları­
nı anlamakta ve hakikatı kabul ederek doğru yola gel-
mektedirler.
Şimdi biz, hangi milletten ve hangi dinden olursa
olsun, Allah'ı tanımak istemeyenlere, Allah'ın varlığın­
dan şüphe edenlere, hakikati anlatmaya çalışacağız. Al-
lah'ın varlığını ispat edeceğiz. Çünkü bugünün insanı
cahiliyet devrinde değildir. Atom devrini yaşıyoruz.
İlim birçok sırları çözmüştür. Artık bilmiyorum, duyma-
dım, inanmıyorum diyemeyiz. Arayıp bulmak ve_buldu-
ğumuza da inanmak mecburiyetindeyiz.

Hemen şunu ilave edelim ki, Allah'ı aramak, günah


değildir.
Bilakis insan Allah'ı aradıkça O'nun yüceliğini
daha iyi anlar. Muhabbeti artar. Şüphesi olanların da
ALLAH VARDIR 17

şüphesi yok olur, imana gelirler.


Bu eserin gayesi, Allah var mıdır? sorusunun ceva-
bını vermektir. Hem de müsbet olarak vermektir. Bina-
enaleyh, Allah'ın varlığını ispat etmeye çalışırken muh-
telif yollara başvuracağız. Fakat esas itibariyle beş delil
üzerinde duracağız. Bunlar: Akli deliller, Felsefi delil-
ler, tlmi deliller, Nakli deliller, Dini deliller. Şimdi sıra
ile delillerimizi ortaya koyalım.

Allah Vardır - F. 2
18 ALLAH VARDIR
19

2
AKLİ DELİLLER

Allah'ın varlığıilim yolu ile ispat edilmeye çalışıl­


mıştır. Fakat hemen şunu ilave edelim ki, fizik, kimya,
matematik gibi müsbet ilimler hadisatın birbiri ile olan
münasebetlerinden ve tabi oldukl;:ırı kanunlardan bah-
seder. Yoksa bunların başlangıç ve yaradılışlarındaki
hikmetten ve son gayeden bahsetmez. Bundan dolayı
yalnız ilim metotları ile Allah'ın varlığını ispat etmek
kolay değildir.
Acaba felsefi bir araştırma ile Allah'ı bulmak kabil
midir? MalO.m olduğu üzere felsefe, insan ruhunun
merak ettiği ilk ve son sebepleri araştırır. Niçin ve ne-
den? sorularına cevap arar. Felsefe bu araştırmayı ya-
parken sadece akıl ve muhakemeye dayanır. Başka hiç-
bir kayda tabi değildir. Çıkardığı neticelerin ilme veya
dine uyup uymadığına bakmaz. Bundan dolayı felsefi
buluşlar kanımca bir faraziyeden ileri gidemez. Yani de-
mek istiyoruz ki, felsefe de tam olarak Allah'ı ispat et-
mekten uzaktır.
Allah'ı ispat edebilecek bir yol varsa o da Kelam il-
midir. Zira Kelam ilmi, ilmin ve felsefenin bir neticeye
bağlayamadığı Allah ve Ruh gibi meselelerle meşgul
olur. Araştırmalarında yalnız filozoflar gibi akli meleke-
lere değil, İslam kanunlarına da uymak mecburiyetinde-
ALLAH VARDIR
20

dir. Çünkü aklın durduğu yerde felsefe durur, dini bilgi-


ler başlar. Aklımızın ermediği mevzuları din bize öğre­
tir.
Şimdi Kelam ilmi açısından Allah'ın varlığını ispat
eden akli delilleri söyleyelim:
ı -
Bütün insanlar doğmatik olarak zihinlerinde bir
Halik (yaratıcı) tasavvur ederler. Tasavvur ettikleri Ha-
lik'i, kendi içlerinde veya zihinlerinde değil, bedenleri-
nin haricinde hissederler. Madem ki, herkes kendi bün-
yesi dışında yüce bir varlık hissetmektedir, öyle ise böy-
le bir varlık mevcuttur. Herkesin aldanmasına imkan
yoktur. İkincisi, hariçte hissetmiş olduğumuz bu varlığı,
kendimizden daha mükemmel ve daha kudretli olarak
hissederiz. Biz insanlar, kusurdan uzak olmadığımız
için, kusursuz ve mükemmel bir varlığı zihnen icat ede-
meyiz. O mükemmel varlık bizzat mevcudiyeti ile ken-
dini bize hissettirmektedir. Allah'ın yüce varlığı ta do-·
ğuşumuzdan itibaren ruhumuza yerleşmiştir. Bundan
dolayı Allah'ı inkar etmek mümkün değildir. Allah'a
inanmayanlar da onu hissederler. Fakat, Allah'ın nasıl
bir şey olduğunu tasavvur edemedikleri için inkar yolu-
na saparlar. Halbuki Allah'ın varlığı başka, Allah'ın na-
sıl bir şey olduğu ve mahiyetinin ne olduğunu öğren­
mek daha başka şeydir.
2 - Bu gördüğümüz yer ve gök alemi ve mahluklar
şüphe yok ki, kendi kendine yaratılmamıştır. Bunların
elbette bir yaradanı vardır. İşte o Allah'tır. Allah'ın bir
yaradanı yoktur. Şayet Allah bir başkası tarafından yara-
tılmış olsaydı, o yaratanın da daha başka biri tarafından
yaratılmış olması gerekirdi ki, bu sonu gelmez bir zin-
cirleme sürüp gitme olur ve batıldır. Bu alem ezelden
mevcut değildi, yaratılmış diyoruz. Çünkü, bu kainat
ezelde mevcut olmuş olsaydı sükun halinde olması icap
ederdi. Halbuki bütün bu alemin her zerresiyle hareket
AKLİ DELİLLER 21

halinde olduğunu biliyoruz. Yine bu alem başlangıcı ol-


mayan olmuş olsaydı, yok olmaması icap ederdi. Hal-
buki kfünatta mevcut ne varsa hepsinin yok olduğunu
görüyoruz.
Kainatın esası olan madde ve hareket, kadim olarak
mevcut bulunmuş olsa bile kainatın teşekkülü gelişi gü-
zel, yani tesadüfi olamazdı. Yerde ve gökte, canlı ve
cansız ne varsa bunların yaradılışı, bunlarda vukua ge-
len hadise ve kanunlar, öyle ince hesap ve hikmetlere
bağlıdır ki, bunların tesadüfi olarak vücuda gelmelerine
imkan ve ihtimal yoktur. Bu sebeple mevcudatın yaratı­
lışı Alim, Hakim, Kudretli yüce bir varlığın eseri olması
gerekir. Yeryüzü ve gökyüzü, o kadar mükemmel ve hik-
metlerle dolu olarak yaratılmıştır ki, bundan daha iyisi-
ni yapmak, hatta düşünmek bile mümkün değildir. Ya-
ratılan şey, yapılabilenin en mükemmelidir. Sema ale-
mini bırakalım da, her gün etrafımızda gördüklerimize
ve bizzat kendimize bakalım. İnsan vücudu en harikula-
de bir şekilde yaratılmıştır. Basit bir çiçeğe bakalım, on-
daki renklere ve kokulara bakalım, renkler ve kokular-
daki hikmetlere dikkat edelim, daha iyisini yapmaya
imkan olmadığını anlarız. Netice olarak arzedelim ki,
kainat ve bu mevcudat tesadüfi olarak vücut bulmuş
olamaz.
3 - Kainat ve mevcudat mümkinat alemidir. Yani
kendiliğinden var olmayıp vücudu için başkasının var-
lığına ihtiyaç vardır. Bir şey mevcut olmadıkça başkası­
nı icat edemez. Öyle ise bu kainatı var eden bir etken
vardır. Acaba mevcudat, kendi kendini yaratamaz mı
idi? Bu kabil değildir. Şayet bu mümkün olsaydı, müm-
kinat aleminin sebepler (illetler) zinciri ile birbirini ya-
ratması icabederdi. Bundan da bir zincirleme süreç ha-
sıl olur ki, batıldır. Çünkü bir şey hem kendinin etkeni
yani sebebi (illeti) ve hem de vücudu olamaz. Hülasa
kainatın, ezeli, ebedi ve bizatihi mevcut olan "Zatı Kib-
ALLAH VARDIR
22

riya" tarafından yaratılmış olduğunu kabul etmek la-


zımdır.

4 - Yer, gök ve bütün mevcudat bir gaye için yara-


tılmışlardır. Boş ve lüzumsuz hiç bir şey yaradılmarnış­
tır. Yaradılışında bir gaye olan yaratık, kendiliğinden
veya tesadüfi olarak vücuda gelmez. Muhakkak ilim ve
hikmet sahibi biri tarafından yaradılmış olması icap
eder. İşte hikmetlerle dolu olan mevcudatın Haliki var-
dır ve O, Allah'tır.

5 - Madem ki, Dünya, Ay, Güneş v,s, gibi madde


alemi vardır, öyle ise bunların bir yaradanı da vardır.
Kainatta hiçbir şey kendiliğinden var olamaz. Dünyanın
kuruluşundan beri hiç kimse, bir evin veya bir köprü-
nün kendi kendine yapıldığını görmemiştir. Kainatta ne
varsa hepsi vaktiyle yaratılmıştır. Yalnız mevcut olan
şey başka bir şekile değişebilir. Bu değişme esnasında
hiç bir zerre kaybolmaz. Mesela, bir miktar su, ısınınca
buhar olur havaya çıkar, bulut, yağmur veya kar olur ye-
re düşer. Kar erir yine su olur.
6 - Ruh nasıl var ise Allah da vardır. Nasıl madde
ve atomda saklı olan enerji cevherini ve ruhun mahiye-
tini anlayamıyorsak, Allah'ın da ne olduğunu anlaya-
mayız. Nasıl atomdaki enerjiyi ve ruhun mahiyetini an-
layamadığımız halde onların mevcudiyetinden şüphe
etmiyorsak, Allah'ın da mevcudiyetinden şüphe edeme-
yiz.
Bazı kimseler hala Allah'ın varlığından şüphe ede-
biliyor, fakat ruhun varlığından şüphe eden hemen he-
men kalmamıştır. Çünkü, bugün psişik araştırmalar ru-
hun varlığını teyid edici mahiyettedir. Ruhun varlığını
filozof, psikolog, birçok ilim erbabı ve teoloji mensupla-
rı kabul etmektedirler. Artık her insan bir ruh taşıdığını
biliyor: Ruhun varlığı, ruhun ölmezliği, ahiretin varlığı­
nı gösteren delillerden bir tanesidir. Madem ki ruh
AKLI DELİLLER 23

ölümsüzdür, öyle ise ölümden sonra bir hayatın varlığı­


nı ve dolayısıyla Allah'ın varlığını kabul etmeliyiz. Öl-
dükten sonra kötü bir akıbet ve bundan dolayı korkulu
bir dünya hayatı yaşamak mı daha iyidir, yoksa ahiretin
varlığına ve Allah'ın varlığına inanarak, öldükten sonra
ümid ve mükafat beklemek mi daha akıllı ve daha men-
faatli bir iştir?
7 - Allah, ilk illet ve gayesi kendinde mevcut olan
bir varlıktır. O yaratılmamıştır, zaten var idi. O kendi
cevheri ile mevcuttur, yani vacib-ül vücuttur. Bundan
dolayı evveli ve ahiri yoktur, namütenahidir. Mütenahi
bir mahlftk olan insan, çok küçük ve acizdir. Bundan
dolayı Allah'ı idrak edemez.

8 - Allah, mevcut olmamış olsaydı biz insanları ve


bu kainatı kim yaratabilirdi? Allah mevcut olmamış ol-
saydı, mevcudatın manası kalmazdı. İnsanların dünya-
ya gelişi maksatsız, gidişleri de manasız olurdu. Haşa
Allah olmamış olsaydı, insanlık olmazdı. İnsanlar vah-
şi birer mahlftktan farksız kalırdı. İnsanı terbiye eden,
iyi ahlaklı yapan, kemale erdiren Allah ve O'nun emir-
leridir. Allah olmasaydı, insanlık olmazdı, hukuk ol-
mazdı, nizam ve intizam olmazdı. Haşa Allah olmamış
olsaydı, ahiret ve ebedi saadet olmazdı. Bütün bu sebep-
lerden dolayıdır ki Allah vardır ve O'nun varlığı bize
hiçbir zarar vermemekte, bilakis bize kuvvet vermekte-
dir.
9 - Şimdi dilimizin döndüğü kadar materyalistlere
cevap verelim: Materyalistler, hiçbir yaratıcı (Halik) ta-
nımaz. Onlara göre kainat, hareket halinde bulunan sa-
yısız atom veya zerrelerin gayri şuuri olarak birleşme­
sinden hasıl olmuştur. Materyalistlere göre madde eze-
lidir. Maddeden ayrılmayan kuvvet yani enerji de ezeli-
dir. Madde ve enerjiden daha kadim hiçbir şey yoktur,
derler. Materyalistlerin ve bu arada Allah'a inanmayan-
ALLAH VARDIR
24

ların iddialarını şu suretle çürütebiliriz: .


A - Maddeciler, tecrübe ile bilinenden gayri hiçbir
şeye inanmadıkları halde, nasıl oluyor da kainatın yara-
tılışını farazi olarak kabul ediyorlar? Bunların söylediği
şekilde kainatın yaratılışını kim gördü veya kim tecrübe
etti?
B - Atom ve enerji daima bir durumdan bir duruma
geçer. Böyle mütemadiyen değişen atom, nasıl olur da
ilk sebep (illet) olabilir?
C - Materyalistler, sebepsiz hiçbir şeyin vücuda ge-
lemeyeceğini söylerler. Fakat nasıl oluyor da madde ve
enerjinin kendiliğinden vücuda geldiğini kabul ediyor-
lar?
D - Maddecilere göre; sonsuz bir boşlukta, sonsuz
adette zerreler var idi. Her nasıl ise bu zerrelerin denge-
si bozuldu. Birbirleriyle birleşmek suretiyle kainatı vü-
cuda getirdiler, derler. Fakat zerrelerin dengesini bozan
şeyin ne olduğunu söylemezler. O zerrelerin varlığını
kabul edelim amma, onları yaratan ve onlara ilk hareket
ve enerjiyi veren Allah'ı da kabul edelim.
E - Fizik, kimya ve tabiat kanunları sabit kanunlar-
dır. Bu kanunların icabı vukua gelmedikçe hiçbir şey
meydana gelemez. Tesadüfi olarak kanunların cereyan
etmesi mümkün değildir. Bu nedenle, ilim varsa ve ta-
biat kanunları doğru ise materyalistlerin söyledikleri
doğru değildir.

F - Madde ve hareket ilk olmuş olsaydı, fizik ka-


nunlarına göre, bugüne kadar aradan milyonlarca sene
geçtiği için, hareketin sükunete dönüşmesi beklenirdi.
Halbuki kainatta sükunet yoktur. Öyle ise madde ilk ol-
maz.
G - Maddenin aslı ve en küçük parçası atomdur.
Atom ise elektron, proton ve nötronlardan ibarettir.
AKLİ DELİLLER 25

Atomda enerji varsa da, akıl ve şuur yoktur. Böyle şuur­


suz atomlar, nasıl oluyor da arada bir, gayesiz ve nok-
sanlarla dolu eserler meydana getirmiyor? Eserde sonuç
tecelli eder. Sonuç akıldan yoksun ise, eser güzel olmaz,
gayesiz ve noksan olur. Bilakis sonuç akıllı ve kamil ise,
eser de mükemmel ve güzel olur. Maddenin eserleri ara-
sında insan da vardır. İnsan akıl, hikmet ve irade sahi-
bidir. Böyle gelişmiş bir mahluk şuursuz madde tarafın­
dan meydana getirilemez.
H - Farzedelim ki, madde ve enerji kainatı vücuda
getirmiş olsun. Bu iddia maddenin üstünde bir Allah'ın
mevcut olamayacağını ispat etmez. Sonra kainattaki ni-
zam ve ahengi görüpte, bunlar maddenin tesadüfi bir
eseridir, demek mi akla yakındır? Yoksa her zerresiyle
kemal, hikmet ve bir gaye gösteren, değişmez kanunları
olan alemi, ilim, irade ve kudret sahibi yüce bir varlığın
halk ettiğini kabul etmek mi akla daha yakındır? Nasıl
bir saati gördüğümüz zaman, bunun kendi kendine ha-
sıl olduğuna ve kendi başına ayar edildiğine inanmaz-
sak, bu alemin de kendi kendine yaratılmış olduğuna ve
kendi başına düzenli olarak işlediğine inanamayız.
1 - Maddecilere göre, her şey maddeden meydana
gelmiştir. Halbuki ruh, akıl ve şuur maddi cinsten değil­
dir. Bunlar nasıl meydana gelmişlerdir? Haşa Allah yok-
sa, ruh, akıl ve şuurun da olmaması icabeder. Halbuki
hiç kimse, ruhunun ve aklının varlığından şüphe etme-
mektedir.
J - Mevcudat aleminin ezelde var olduğu iddiası
doğru değildir. Çünkü mevcut olduğu gibi namevcut da
olabilirdi. Yokluğuna mani bir sebep gösterilemez. Şu
halde alemin varlığı zatının icabı olamaz. Kainatın var-
lığı, başka bir varlığın mevcudiyeti ile kaimdir.

Esasen ilim de, kainatın ezelde mevcut olmayıp,


sonradan oluştuğunu ve birçok devirler geçirdiğini ka-
ALLAH VARDIR
26

bul etmiştir.

K - Diyelim ki, madde cansız alemi teşkil etsin ve


· enerjisi ile de hareketini temin etsin, fakat madde canlı
alemi nasıl meydana getirebilir? Hayvanları ve insanları
nasıl yaratabilir? İnsanların ve hayvanların iç organ-
larını nasıl meydana getirir ve işleyişlerini nasıl temin
eder? Edemez ...
L - Madde erkeklik ve dişilik temin edebilir mi?
Edemez...
M - Farz edelim ki, her şeyi madde ve tesadüfler
yapmıştır,
fakat maddenin ötesindeki sonsuzluğu kim
meydana getirmiştir?
N - Allah'ın varlığını kabul etmeden, maddenin
hünerlerini kabul etmeğe ne ilmen ve ne de aklen imkan
yoktur. Çünkü, madde denilen taş ve toprak, canlı bir
insan meydana getirse bile, onun ruhunu ve aklını mey-
dana getiremez.
10 - Semavi dinlerde ve Müslümanlıkta esas, Al-
lah'ın varlığına ve birliğine inanmaktır. Allah'ın varlığı­
na inanmak, herşeyden evvel bir his meselesidir. İnsan
kendi varlığını his ettiği gibi, kainatın varlığına sebep
olan yüce varlığı da hisseder. Bazı hayvanların çok
uzaklardan koku alma hassası vardır. Bu hayvanlar için
his etmiş oldukları koku, mevcuttur. Fakat, buna muka-
bil, bu kokuyu his etmek kabiliyetinden mahrum olan
diğer hayvanlar için de bu koku yoktur. Allah da böyle-
dir. Birçok insan, Allah'ın varlığını hisseder, bazıları da
his etmezler. Halbuki her insanda Allah'ı his ve idrak
etmek kabiliyeti vardır.
11 - Canlı alem Allah'ın varlığının başka bir delili-
dir. Allah, Adem'i topraktan yaratmıştır. Sonra insanla-
rın bekası için üreme mecburiyeti koymuş ve her şeyi
çift yaratmıştır. Maddeciler derler ki, atomda tekamüle
AKLİ DELİLLER 27

doğru bir gidiş vardır. Hayat maddenin bir tekamülü ne-


ticesinde hasıl olmuştur. Nasıl kimya laboratuvarların­
da bazı elementler birleşerek ·başka bir madde meydana
getiriyorlarsa, hayatta, bunun gibi bazı atomların tesa-
düfi olarak birleşmelerinden hasıl olmuştur. Tek tek
atomlar bir araya gelince İl§hi akıl vücut bulmuş ve ka-
inatın nizamı sağlanmıştır, derler.

Görülüyor ki materyalistler, maddeden yürüyerek


İlahi akıl dedikleri Allah'ı vücuda getiriyorlar. Halbuki
hakikat tamamen bunun aksinedir. Allah ilkdir, madde
ise sonradır. Atomların tekamüle doğru gittiğini kabul
edelim, fakat onların birleşmesini tesadüfe bırakmaya­
lım. Atomlar yüce bir varlığın kudreti ve hikmeti ile bir-
leşerek hayattar bir cisim husule getirdi, demiş olsalar-
dı bunu kabul edebilirdik. Esasen bu gibi düşünceleri
ileri süren eski materyalistler şimdi kalmamıştır. Ato-
mun bünyesi anlaşıldıktan sonra bu hipotez ortadan
kalkmıştır.

12 - Allah'ın varlığını kabul etmek, her şeyden ev-


vel his, meleke ve akıl işidir. İnsan yeni başladığı bir işi
hemen kavrayamaz. Fakat o san'at üzerinde uğraştıkça
meleke peyda eder ve o mesleğin bütün inceliklerini
kavrar. Allah meselesi de böyledir. Bu yolda mesai sar-
fettikçe Allah'ın varlığını anlamak kolaylaşır. Hele bilgi,
fen ve teknik biraz daha ilerliyecek olursa Allah'ın var-
lığını kavramak daha da kolay olacaktır. Zira bir cahilin
Allah'ı anlaması ile bir münevverin Allahı anlaması ve
kavraması bir değildir. İnsan toprağın altındaki maden-
leri göremez, fakat kazarsa veya fenni bir alet kullanırsa
orada maden olduğunu anlar. Allah'ı bulmak da böyle-
dir, aramak ister. Allah yüce bir varlıktır. Aklımız ve bil-
gimiz ise mahduttur. Bundan dolayı noksan veya yarı
bilgi ile nihayetsiz bir varlık olan Allah'ı idrak etmek el-
bette kolay değildir.
ALLAH VARDIR
28

13 - Allah vardır ve birdir. Birden fazla olamaz. Şa­


yet tanrı birden fazla olmuş olsa, ya birbirinin aynı ve-
ya birbirinin gayrı olmaları icabeder. İki ayrı vücudun
birbirinin tamamen aynı olması mümkün değildir. İki
ayrı tlahın vasıf ve kabiliyetleri başka başka olacağı için
müşterek bir iş yapmaları kabil değildir. Aralarında ih-
tilaf olur. Birinin yaptığını diğeri bozmak ister. Bu da
alemin nizamının bozulmasına yol açar. Şu halde Allah
birdir.
14 - Allah demek, ulu bir varlık demektir. O, bu
dünyayı ve kainatı yaratmıştır. Yani O'nun üstünde ve
O'ndan kuvvetli hiç bir varlık yoktur. Allah'a inanmak
istemeyenlerin şayet bir bildikleri varsa gelsinlerde yok-
luğunu ispat etsinler. Edemezler, çünkü O, vardır. Mad-
deye maddi göz ile değil de ruh gözü ile bakılacak olur-
sa, baktığımız, gördüğümüz ve tuttuğumuz her şeyin Al-
lah'ın bir tecellisi olduğunu anlarız. Haşa Allah yoksa,
dünya ve kainatta mutlak hiç bir şey yok demektir. Hep-
si yalan, hepsi izafidir. Kainattaki varlıkların hiç biri
kendi bünyelerinde varlıklarının nedenlerini taşımaz­
lar. Bu nedenin maddenin dışında bir varlık olması ge-
rekir. Böylece varlık, kendinin nedeni olabildiği gibi ol-
mayabil~r de. Kendinin nedeni ise, tam ve kudretlidir,
değilse eksiktir. Kendi içinde, kendi varlığının nedenini
bulunduran tek varlık ise Allah'tır. Allah'a inananların
bir çoğu sormak ve öğrenmek ister: Allah her şeyi yarat-
tı, fakat O'nu kim yarattı? Yoksa Allah kendi kendini de
mi yarattı? Hayır. Allah'daki yaratıcılık kudreti o kadar
ayrı ve büyük bir hususiyet taşır ki, başka bir yaratıcıya
ihtiyaç olmaz. Başka bir ifade ile diyebiliriz ki, Allah
kendi kendinin yeterli nedenidir. Allah'ı hiç kimse ya-
ratmadı. O, kendi kendini de yaratmadı. Allah zaten var
idi ve var olarak kalacaktır. Allah'ın bu hususiyetini an-
lamak biraz zordur, fakat kendine mahsustur.
29

3
FELSEFi DELİLLER

Eski Yunan filozoflarından birçoğu bir tek Allah'ın


varlığınıkabul etmişlerdir. Milattan takriben on beş asır
evvel gelmiş olan Jobe, şu şekilde dua eder:
"Yarabbi, bana şekil veren senin ellerindir. Bana et
ve deri getirdin, beni sinir ve kemiklerle sağlamlaştır­
dın, bana hayat verdin. Bütün mevcudatı yaratanın sen
olduğunu kim inkar edebilir?"

Eski Yunan filozoflarından Pythagore (M.Ö. 480-


4 ll)'a göre: "Kainatta yalnız bir vardır. Bir, sonsuz (na-
mütenahi), mükemmel ve ebedidir. Bir'in mükemmel
oluşu, tek oluşundandır. Bu sebepten dolayı her tek,
çiftten mükemmeldir. Zira her çift bire muhtaçtır. Bir'i
teşkil edecek hiçbir cüz mevcut olmadığından, Bir, ken-
di kendisinin yaratıcısıdır." Demek suretiyle matema-
tiksel olarak Allah'ın varlığını ispat etmektedir.
Budha (M.Ö. 563-483) Allah'a inanmış bir Hint fi-
lozofudur. Ona göre: "Allah'tan sudur eden tek bir zer-
re kainatı vücuda getirmeye kafidir. Bu itibarla kainat,
Yaradanın (Halikin) fışkırmasından ibarettir. Yaradan,
su, toprak, hava, ateş v.s. gibi şeylere dönüşebilir. Hal-
buki bunların hepsi aynıdır. Hepsinin aslı ilahidir. Zira
ilk sebep ulfthiyettir. Tutuşmuş bir ateşten fışkıran kı-
ALLAH VARDIR
30

vılcımlar ateşe benzer. Başlanıçta vücutsuz bir varlık


vardı. Kendisinden Yaratıcı doğdu. Yaratılmış olan her
şey yok olmaya mahkumdur. Doğum kanununa tabi
olan, ölüm kanununa da tabidir. Bu bir tekamüldür. Her
mevcudun yok olması ebedi saadettir.
Dünya elem yeridir. Doğuş elemli, yaşayış ve hayat
mücadelesi elemli, ihtiyarlık ve ölüm elemdir. Bundan
dolayı, bu elemli dünyada insanlar birbirleriyle iyi ge-
çinmelidirler. Hakiki bir insan düşkünlere ve felakete
uğrayanlara yardım etmelidir. İnsan hayatın elemlerin-
den ancak, insanlara, hayvanlara ve bitkilere yapacağı
iyilik ve şefkat sayesinde kurtulur. Benim mezhebim,
sevgi, yardım ve şefkat yoludur."
Konfüçyus (M.Ö. 551-479) Allah'a inanmış bir Çin
filozofudur. Konfüçyus bir ahlak mektebi kurmuş ve
orada senelerce ders okutmuştur. Ölümünden yüzlerce
sene sonra vazetmiş olduğu ahlak kaideleri bir din sada-
katiyle Çinliler tarafından benimsenmiştir. O: "Dünya
nasıl ve kim tarafından yaratılmıştır? Bunun ehemmiye-
ti yoktur. Mühim olan dünya nizamına uymaktır. Hü-
ner, kabahatleri örtmek değil, suç işlememektir. Her in-
san anne ve babasına hürmet etmeye mecburdur. Hü-
kümdarlar, milletin babası olduğu için, onlara da hür-
met edilmelidir. Hükümdarlar da Tanrının rızasına göre
memleketi idare etmelidirler. İdare eden dürüst olursa,
kanunlar koymadan da devlet idare edilebilir. Halkın
sesi Tanrının sesidir," der. Konfüçyüs'ün koyduğu bu
düsturlar, Çin devlet ve milletinin teşekkülüne etken ol-
muştur.

Tababetin kurucusu sayılan Hypocrates (M.Ö. 460-


377)'a göre: "Allah vardır. Tababetin babası Allah'tır.
Hastaların şifa bulması, Allah'ın kudret ve lütfu ile olur.
Hekim ve ilaç birer sebeptir."
Kolophon (M.Ö. 570-475); İzmir Değirmendere'de
FELSEFf DELİLLER 31

doğmuş, tek tanrı teorisini ilk defa ortaya atan bir filo-
zoftur. Ona göre: "Maddi alem bu şekil ve hareketi kaza-
nabilmek için bir fail ister. Bu fail, iradeli ve muhtar ol-
malıdır. Bu takdirde, hilkatın haricinde büyük bir ma-
buda ihtiyaç vardır. Fakat hilkatın harici neresidir? Zi-
hin böyle bir yer aramakla, mabudun ilahi şanına layık
olmayan bir mekan tasavvur etmek zaruretinde kalır.
Yaratan (Halik) ise, mekandan uzak olmalıdır. Her yer-
de hazır ve nazır olmalıdır. Aksi halde kibriya sıfatının
manası kalmaz. Öyle ise Allah, yaradılışın içindedir. Al-
lah birdir. Birkaç tane olmuş olsa idi Allah'ın sıfatına
halel gelirdi.
Birkaç tane olsa bile, içlerinden en fazla kudret sa-
hibi olanın en büyük mabut olması gerekirdi. Hülasa,
mevcudat, Allah'ın bir tecellisinden başka bir şey değil­
dir. Hiçbir şey yeniden vücuda gelmez. Mevcut olan
şey, zaten mevcut idi ve mevcut kalacaktır. Allah bir
külli akıldır, zaman ve mekan kendisidir. Alemde vu-
kua gelen değişmeler, hep onun görünüşünden ibaret-
tir."
Sokrat (M.Ö. 470 - 399) der ki: "Alemde hilkat de-
diğimiz değişen bir eser ile tabiatın haricinde olmayan
bir fail vardır. Bu fail Allah'tır. Allah her şeyi hayır için
yaratmıştır. Alemdeki bu değişiklik bir gaye ve kemale
ermek içindir."
Platon (Eflatun) (M.Ö. 427 - 347) der ki: "Allah'ın
mevcudiyetini birkaç şekilde ispat edebiliriz: "Hilkat
mütemadiyen değişmektedir. Bu değişmeler kendi ken-
dine olmaz. Her hadiseyi vukua getiren bir sebep (illet)
vardır. Bu olsa olsa ruhtur. Demek ki, Allah, yarattığı
maddi alemi hareket ettirebilmek için ruhu yarattı. Ken-
disi de külli bir ruhtur. Bu alemin mevcut olması, Al-
lah'ın mevcudiyetine kafi bir delil olduğu gibi, insan
vücudu ve şekli de ila.hi aklın büyüklüğüne ve varlığına
ALLAH VARDIR
32

delalet eder. Dördüncü olarak, insan mevcut olmayan


bir şeyi hissetmez. Madem ki, akli bir ruhun mevcudi-
yetini kabul ediyoruz, işte o ruh Allah'tır."
Aristo (M.Ö. 384 - 322) der ki: "Hareket eden bir
§.lem ve o alemi hareket ettiren fakat kendisi hareket et-
meyen bir varlık vardır ki o Allah'tır. Varlık mükemme-
le erişmek için daima değişmektedir. Allah ise, akildir,
mükemmeldir ve hareket etmez."
İskenderiye mektebinde Plotin (M.Ö. 270 - 205)'e
göre: "Allah hatırımıza, şuurumuza ve dilimize gelen
şeylerin hiçbirine benzemez. Allah her şeyden uzak, ta-
rifi imkansız bir varlıktır. Allah öyle bir varlıktır ki, ka-
inat kendisinden, bir lambadan fışkıran ışık gibi fışkır­
mıştır. Allah, öyle bir varlıktır ki, kainat kendisinden,
bir çandan çıkan seda gibi zuhur etmiştir. Nasıl ışık baş­
ka ve ışığı veren kaynak başka ise, nasıl ses başka ve se-
si veren çan başka ise, yaratılmış olan mevcudat da Al-
lah'tan başkadır. ışık ve ses kalıcı değildir, fakat onları
vücuda getiren Allah, baki ve ezelidir.
Allah, alemin ruhudur ve kainatın başlangıcıdır.
Kainat, güneşten çıkan ışık) gibi Allah'tan fışkırmıştır.
Allah, alim olmaya muhtaç olmadığı halde cahil de de-
ğildir. Allah, bütün nurani (sübhani) vasıfları kendisi ile
var olan saf bir cevherdir. Allah, kainatı yarattı, fakat
hilkat ne Allah'ın gayri ve nede aynidir. Alemi yaratma-
sının sebebi aşktır. Allah, güzellerin güzelidir. Güzellik
ise aşksız olmaz. Öyle ise Allah, kendisinin hem aşıkı
ve hem de maşukudur. Allah, kainatı yaratmadan önce,
kendisinden bir mertebe aşağı bir kuvvet olan ruhu ya-
rattı. Hülasa Allah vardır, fakat tarifi imkansızdır."

Ciceron (M.Ö. 106 - 43)'a göre: "Allah fikri, doğuş­


tan (fıtri olarak) insanlarda mevcuttur. Bütün iptidai ka-
vimlerin Allah hakkında kendilerine mahsus bir fikirle-
ri vardı. Doğmatik olarak Allah fikrinin insan ruhunda
FELSEFİ DELİLLER 33

mevcut oluşu, Allah'ın varlığına kafi bir delil sayılmalı­


dır. Çünkü Allah fikrini doğuştan (fıtri olarak) insan ru-
huna yerleştiren bizzat Allah'tır. Bazıları kainatı bir te-
sadüfün hasıl ettiğini söyler. Bu asla mümkün değildir.
Ben tesadüfün değil kainatı, en küçük bir böceği bile vü-
cuda getiremeyeceğine kaniim. Eğer tesadüf, kainatı teş­
kil eden zerrelere malik ise, neden bugün şehirleri, ev-
leri vücuda getirmiyor?"
Seneque (04 - 66) der ki: "Allah vardır ve kainatın
babasıdır. Ahiret vardır. Hayat bir imtihandır. Her şey
Allah'ın takdirine göre cereyan eder."
Marc Aurel (121 - 180) der ki: "Allah vardır. Ceset
fani, ruh ise ebedidir. Ahiret, dünya nizamını temin için
ahlaki müeyyide mahiyetindedir.
Francis Bacon (1561 - 1626) der ki: "Az ilim Al-
lah'dan uzaklaştırır. Çok ilim ise Allah'a yaklaştırır. Fel-
sefi bir mevzu olarak Allah'a inanmak ile iktifa etmeli,
Allah'ın ne olduğunun takdirini ilahiyata terketmelidir.
İnsan, hayvanlıktan uzaklaşmak için manevi bir sığına­
cak yere (istinatgaha) muhtaçtır. Köpek nasıl insanla
münaşebeti dolayısiyle yükselirse, insan da uh1hiyet ile
münasebet kurarsa yükselir ve asalet kazanır."
John Locke (1632 - 1704) der ki: "Allah'ın varlığını
hislerimiz ile anlarız. Allah'ı inkar edenler bile Allah'ın
varlığını hissederler. Alemdeki sonsuz boyutlar (namü-
tenahi buutlar) Allah'ın sonsuzluğunu gösterir. Dinin
gayesi ahlaktır. Ahlak ise başkalarının saadetini iste-
mektir.
Rene Descartes (1596 - 1650), Allah meselesi ile uğ­
raşan filozofların başında gelir. Allah'ın varlığına kuv-
vetle inanmıştır. Allah'ın varlığına herkesi inandırmak
için çok uğraşmıştır. "'Iraite de L'homme", ismindeki
eserinde Allah'tan şüphe eden bütün filozofların fikirle-
Allah Vardır - F. 3
ALLAH VARDIR
34

rini çürütmüştür.

Descartes; "Allah bir cevherdir. Kendi kendine


mevcut olabilen, vücudu için başka bir şeye ihtiyacı ol-
mayan bir cevherdir. Her ne kadar madde ve ruhta birer
cevher iseler de bunlar, namütenahi olan Allah cevheri-
ne tabidirler. Allah sebep (illet) ve gayesi kendinden
olan cevherdir. Sonsuz bir cevher olması dolayısıyle
bitmez tükenmez bir kuvvete maliktir. Ben mahdut ve
mütenahi bir mahhlkum. Namütenahi ve mükemmel bir
varlık olan Allah'ı ve hatta Allah fikrini icat edemem.
Madem ki, düşünüyorum, demek bir şey biliyorum. Ba-
na bu düşünce ve bilgiyi mükemmel bir varlığın vermiş
olması icabeder. Var olmayan bir mevcut tasavvur edile-
mez. Madem ki, düşünüyorum, öyle ise varım. Benim
varlığım Allah'ın varlığına delildir. Bundan dolayı Al-
lah'ın varlığı, bir hakikati ifade eden geometrik bir is-
pattan daha hakikidir.
Eğer
hala Cenab-ı Hakkın mevcudiyetine kanaat ha-
sıl etmemiş insanlar varsa, onlar bilsinler ki, bir insanın
bir vücuda malik olması, arzın ve yıldızların mevcudi-
yetinden daha hakikidir. Bu bedene malik oluşumuz
ise, en azından Allah'ın mevcudiyetini ispat eder. Beni
bugüıi muhafaza eden kim ise halk eden de o dur. Yok-
sa benim varlığım için ne anne ve babama ve ne de baş­
ka bir sebebe dayanamam. Ben etrafımda gördüğüm eş­
yanın mevcudiyetinden şüphe edebilirim. Fakat Al-
lah'ın mevcudiyetinden asla şüphe edemem. İlmimiz de
bizi Allah'ın mevcudiyetine götürür. Zira Allah'ı tasdik
etmemiş bir mühendis düşünülemez," der.

Nicolas Malebranche (1638 - 1715) der ki: "Bizi ve


kainatıyaratan ve yaşatan Allah'tır. Bizi ve maddeyi
sevk ve idare eden de yine Allah'dır. Kainat Allah'ta
mevcut olduğu halde, Allah kainatta değildir. Gördüğü­
müz ve yaptığımız işlerde hep sebep arar dururuz. Hal-
FELSEFİ DELİLLER 35

buki asıl yapan ve yaptıran Allah'tır. Allah ruh değildir,


cisim değildir. O vücudu külli'dir. O namütenahidir. O
hem birdir ve hem de herşeydir. Bundan dolayı Allah'ın
vücudunu göremeyiz. O'nu eserlerinde görürüz. Biz
ul0.hiyet tabirinden en mükemmel bir vücudu anlarız.
Namütenahiyi hiçbir mütenahi temsil edemez. Binaena-
leyh Allah'ın varlığını anlamak için O'nu tasavvur et-
mek kafidir."
Baruch Spinoza (1632 - 1677) der ki: "Kainatta Al~
lah'ın haricinde hiçbir şey mevcut değildir. Hiçbir hadi-
se Allah'ın haricinde cereyan edemez. Allah'ın yaratmış
olduğu kainat kendisinde, kendi de eserindedir. Al-
lah'ın varlığına hiçbir şey mani değildir. Allah olmamış
olsaydı yaradılış da olmazdı. Allah kendi kendine var
olan mutlak bir cevherdir. Allah'ı inkar etmek için, yok-
luğunu tasavvur etmek lazımdır. Bu ise olamaz. Al-
lah'ın varlığına mani bir sebep mevcut değildir. Hilkat
müstakil olarak mevcut olamaz. Allah'tan başka yaratı­
cı bir cevher de mevcut değildir. Her şey Allah'tan zu-.
hur etmiştir. Yani yarattığı eser kendisinde, kendisi de
eserindedir. Bir ezeli hakikat vardır ki, mevcudat yok
iken de o var idi. Mesela, bir üçgenin açıları toplamı, iki
dik açı toplamına eşittir. Bu hakikatı anlamak için bunu
ispat etmek şart değildir. Biz ispat edemesek bile yine
de bir üçgenin açıları toplamı, iki dik açıya eşittir. Bu-
nun gibi Allah'ın varlığını ispat edemesek de, aklımız
ve zihnimiz bunu ispata kafi gelmese bile Allah yine de
vardır."

Willhelm Leibnitz (1645-1716)'e göre: "Kainatın


cevheri monatlar da saklıdır. Bizim kainatta gördüğü­
müz ve hissettiğimiz şeyler, bir tek cevherin değişkenli­
ğinden ibarettir. Öyle ise kainatta bir yaratılan kuvvet,
bir de yaratan vardır. Yaratıcı ilk kuvveti yaratmıştır. Bu
kuvvet maddenin içindedir. Kendisinde bir kuvvet sak-
lı bulunan cevhere "Monad" diyoruz. Yaradılan (Hilkat)
ALLAH VARDIR
36

bu sayede daimi bir oluşum halindedir. Kainattaki deği­


şiklik daima kemale doğru olur. Monadlar canlı ve aynı
zamanda ruhtur. Allah, monadları yaratmadan önce,
hepsinin ileride mazhar olacakları tecellileri de hesap
ve takdir etmiştir. Hülasa, kainatta gördüğümüz her şey,
bir tek cevherin değişmesinden (modifikasyonundan)
ibarettir. Mevcut olan şey harekettir. Onu tahrik eden de
ilk kuvvettir. Etrafımızda madde şeklinde gördüğümüz
şeyler, kuvvetin hususi şekillerinden ibarettir. Kuvvet
ise monadlarda saklıdır. Monadlar, mevcudatın iptidai
unsurlarıdır. Ölüm bir değişmeden ibarettir. Ölmek de-
mek, başka bir hayatta doğmak demektir. Zira ruhu teş­
kil eden monad bakidir. Allah monadların haricinde de-
ğildir. Belki monadlar onunla yaşar, onunla hareket
eder ve onunla mevcut olurlar. Allah'ın varlığına mani
hiçbir şey mevcut değildir. Allah maddenin ilk sebebi-
dir. Kainatın varlığı Allah'ın varlığına delildir. Kainatta-
ki ahenk de Allah'ın varlığına delalet eder. Hiçbir şey
Allah'ın emri olmadan vücut bulmaz. Allah, kendi cev-
heri ile mevcuttur. Var olması için başka bir şeyin varlı­
ğına ihtiyacı yoktur. Allah, elektrik cereyanında olduğu
gibi eserini her an yok edebilir ve tekrar var edebilir.
Öyle ise Allah her an hazır ve nazırdır. Hem yaratıcı ve
hem öldürücüdür."
George Berkeley (1685 - 1753); İrlandalı filozof ve
piskopos der ki: "Allah nedir? Sorusu ile uğraşmak doğ­
ru değildir. Çünkü bunun cevabını veremeyiz. Fakat,
Allah var mıdır? diye sorabiliriz. Evet Allah vardır.
Çünkü, insanda iki türlü fikir vardır. Biri bizim olan fi-
kirlerdir ki, ruhumuzun mevcudiyetine delalet eder. Di-
ğeri, bizim irademize tabi olmadan aklımıza ve zihnimi-
ze gelen fikirlerdir. Bu fikirler bizim davetimiz ile gel-
mediği gibi, bizim reddetmemiz ile de gitmezler. İşte bu
fikirler, bizden ayrı bir cevherden gelmektedir. O cevher
veya ruh ise Allah'tır."
FELSEFi DELİLLER 37

Voltaire (1694 - 1778) şöyle der: "Ey materyalistler,


içi tuz dolu bir fıçı alınız, onu kuvvetle çalkalayınız, on-
dan sonra hasıl olacak tabloları, hayvanları ve dünyala-
rı seyrediniz! Ey inanmayan mütefekkirler, siz yolunu-
zu şaşırdınız, cemiyet Allahsız yaşayamaz. Allah sana
kendini idare et diye akıl vermiştir. Yoksa yarattığı eşya­
nın esasına nüfuz etmen için değil. Allah yoksa yaratıl­
malıdır. Zira Allah'sız cemiyet yaşayamaz."

J. J.Rousso (1712 - 1778) der ki: "Allah'ı akıl yolu


ile bulamazsan his yolu ile bulabilirsin. Ruhunu daima
Allah'ın mevcut olmasını isteyen bir halde tut, artık on-
dan şüphe edemezsin. Ben tabiattaki ahenk ve gaiyet
dolayısiyle de Allah'a inanıyorum. İptidai insanı kim
terbiye etti? Fenalığa yönelen insan, doğru yolu tekrar
nasıl bulacaktır? Bu ancak, tabii kanunların ve iradenin
başlangıcı olan Allah ile mümkündür."

Emanuel Kant (1724 - 1804) der ki: "Tanrı olmaya-


cak olsa iyilik ve kötülük, doğruluk ve yanlışlık da ol-
mazdı. Biz iyiliği ve kötülüğü, doğru ve yanlışı Allah'ın
emirlerinden öğreniyoruz. Adalet ve hak'kın korunması
için de Allah'ın varlığı şarttır. Tanrı ahirette mutlak ada-
leti koruyacak, haklı ve haksızı ayıracaktır. Çünkü dün-
yada hak ve adalet tam manasıyle tatbik edilememekte-
dir. Onun adaletinin icabı budur. Anadan doğma ama
ışığı bilmediği için karanlık mefhumu yoktur.. Fakirin
de serveti olmadığı için iflasmefhurnunu bilmez. Cahi-
lin ilmi olmadığı için o da cehalet mefhumunu bilmez.
Halbuki biz insanların ruhunda ezeli, ebedi ve kudretli
bir Zat tasavvuru vardır. Olmamış olsaydı biz onu tasav-
vur edemezdik. Madem ki, böyle bir bilgimiz ve tasav-
vurumuz var, bu Zat da vardır ve O, Allah'tır. Bundan
başka şu dört delil de Allah'ın varlığını gösterir.

1. Alemde ince bir nizam vardır. Bu nizamın bir


idarecisi olmak rnzım gelir.
ALLAH VARDIR
38

2. Madem ki mevcudat vardır, bunların bir yaratıcı­


sı vardır.

3. Mevcudat arasındaki nizam, eşyanın tabiatından


ileri gelme değildir. Bu nizam birçok sebep ve hikmetle-
rin tesiri altında vuku bulmaktadır. Alemi teşkil eden
kısımlar arasındaki gelişmiş münasebetler, yüce varlığa
işaret eder.

4. Yaratılmış olan kainat, ilk illete muhtaçtır. Bu fa-


il illet ise Allah'tır. Allah'ın varlığını veya yokluğunu
ispat etmekten aciziz, fakat isteriz ki, Allah mevcut ol-
sun. İdrak edemediğimiz şeyler, mutlaka yok demek de-
ğildir. Şayet Allah mevcut değilse bile onu icat etmeli-
yiz. Menfaatimizin icabı budur. Kaldı ki, Allah'ın varlı­
ğını ahlak ve ahlaki mükellefiyetleri esasında yürüyerek
de bulmak mümkündür."
Ernest Renan (1823 - 1892) der ki: "Tabiat ve insa-
nın haricinde bir şey daha var mıdır? diye sorulacak ol-
sa, evet vardır deriz. Zira tabiat bir görünüşten, insanda
bir hadisten ibarettir. Bunların derinliğine gidilecek
olursa. namütenahi bir cevhere rastlanır. Bu derinlikler-
de Müslümanların güzel tabiri ile Hüvelbaki vardır. Her
şeyde ve her yerde Allah vardır."

Emile Boutroux (1845-1921)'a göre: "Allah tam, ka-


mil ve noksansız bir varlıktır. Alemin varlığı için Al-
lah'ın varlığı zaruridir. Bu alem bir imkan alemidir. Al-
lah'ın varlığına hiçbir mani tasavvur olunamaz. Al-
lah'ın varlığı din, ilim ve demokrasiye engel de değildir.
Allah, hem alemin yaratıcısı (halikidir) ve hem de ale-
mi muhafaza ve himaye edendir. Allah tam ve zaruri bir
varlıktır, kendisindeki kudret ve hürriyet de namütena-
hidir."
Henri Bergson (1859-1941)'a göre: "Her şeyin bir
sebebi vardır. Eşya ve hadiseler, bu ilk sebebin iradi bir
FELSEFİ DELİLLER 39

eseridir. Halik ya halk ettiği şeylerin içinde vardır veya


eserlerinin haricindedir. Kainat hareket halindedir. Di-
ğer alemler de geniş hürriyet içinde hareketlerine de-
vam ederler. Bu bir oluş hareketidir ki, hiçbir şeyin da-
ha evvel tam olarak teşekkül etmediğini gösterir. Bütün
hareketler, sonsuz bir kaynaktan fışkırır gibi mütemadi-
yen oluş halindedir ve gün geçtikçe daha da kemale ere-
ceklerdir. Bu nedenlerle, kainatın teşekkülü bitmiş de-
ğil, devam etmektedir. Bazıları tabiata Allah nazarıyle
bakar. Bu yanlıştır. Tabiat, her ne kadar insana hem lü-
tüfkar ve hem de asi bir kudret gibi görünürse de, Allah
değildir. Bir çocuk, nasıl mama aramak ihtiyacında ise,
insan da bir Allah aramak ihtiyacındadır."
E. Le Roy (1890 - 1954) "Le Probleme de Dieu"
isimli eserinde Allah'ın varlığını şu suretle ispat eder:
"Allah, herhangi bir delilin neticesi değildir. Allah
bir vakıadır. Bu vakıanın ispatına da lüzum yoktur. Al-
lah'ı aramak demek onun mevcudiyetini kabul etmek
demek değil midir? Kanıtlara dayanmak suretiyle bula-
cağımız Allah, hakiki Allah değildir. Asıl hayat için la-
zım olan Allah, sevilen, kendisine yalvarılan ve kendi-
mizi teselli için aradığımız Allah'tır. Allah fikri ruhu-
muzda ve insanları idare eden ahlaki vasıflarda saklıdır.
Allah, hakiki şahsiyetini tayin etmek imkanı olmayan
bir varlıktır." der.
Albert Einstein (1879-1955)'a göre: Saniyede bir
ışık sür'ati ile hareket eden cisimler, kendi ağırlıklarını,
sür'atleri nisbetinde kaybederler. Buna mukabil, hacim-
leri aynı sür'at nisbetinde büyüyecektir. Şu halde, mad-
de demek, atomları arasındaki hareket en az olan ve kit-
lesini muhafaza eden şeydir. Böylece tabiat, namütena-
hi sür'atten dolayı ağırlığını kaybeden atomlardan
oluşmuştur. Acaba bu mihaniki hareketleri kim yarattı?
Maddeciler, hayatı canlı olmayan maddeden çıkarmak
ALLAH VARDIR
40

istediler. Yani ruhu atomdan çıkarmak istediler. Fakat


ispat edilemedi. Her ne olursa olsun, gerek atomdaki
olağan kuvveti ve gerekse ilk hareketi ve nihayet can ve
ruhun Allah'ın kudretiyle olduğunu kabul etmek lazım
gelir.
Esasen; Allah, yokluğu olmayan bir varlıktır. Bun-
dan dolayı varlığının ispatına hacet yoktur."

A. Nicola (1300-1350) der ki; Tabiat, bize bir nizam


ve plan arzetmektedir. Bu nizamı, iki şekilde müşahede
etmekteyiz. Bir tarafta kanunlar sistemi, diğer tarafta ga-
yeler sistemi vardır. İki bakımdan da kainat bize akli bir
eser olduğunu göstermektedir. Diğer taraftan alem, bize
sanatkarane yapılmış güzel bir eser olarak görünür. Bu
alemde, her şey önceden düşünülmüş ve ona göre yapıl­
mıştır. Bütün bunlar, uluhiyet ifade eder."

Goethe (1749-1732); Müslümanlığı en iyi anlayan


garp müelliflerinin başında gelir. Yazmış olduğu Batı­
Doğu Divanı isimli eserinde, Müslümanlığı Avrupalıla­
ra tanıtmak istemiştir. İslam dinine ve Hazreti Muham-
med'e olan hayranlığını kitabın müteaddit yerlerinde
ifade etmiştir. Allah'ın varlığına kuvvetle inanmıştır.
Tek Tanrı'ya inanma meselesinde, İslamiyeti yüce bir
din olarak görür ve şöyle der:
"Tek Allah'a inanmak insanlarda birlik fikrini
uyandırmıştır. Bu bakımdan İslamiyetin fikir seviyesi
çok yüksektir."
H.Spencer (1820 - 1930) der ki: "llmin açıklaya­
madığı ve hakikatini anlayamadığımız mutlak bir
kudret vardır. Bu kudret her yerde tecelli etmektedir."
H. Bradley (1846 - 1924) der ki: "Kimimiz şöyle, ki-
mimiz böyle bu gördüğümüz dünyanın ötesi ile bir bağ­
lantı hissediyoruz. Bizi hem destekleyen, hem yüksel-
ten, hem korkutan, yüksek bir varlığın varlığını türlü şe-
FELSEFİ DELİLLER 41

killerle duymaktayız.Bu günkü feza araştırmaları, Tan-


rı'yı aramanın başka bir yoludur. Feza ilminde ilerledik-
çe Tanrı'nın varlığını daha yakından his edeceğiz. Duy-
gu ve hissetme değersiz birer his değillerdir. Göz gibi,
kulak gibi değilse de onlara yakın birer duygudurlar. Bu
bakımdan Allah'ı duymanın ve hissetmenin kıymeti bü-
yüktür. Şayet bir kimse Allah'ı bir madde gibi görmek
veya tutmak istiyorsa bu mümkün değildir. Çünkü Tan-
rı madde cinsinden değildir.

İnsan zihni, aradığı Allah'ı metafizikte bulur. Ora-


da bulunmazsa Teolojide bulur. Bulduğu için de rahat
ve huzur içindedir."
İslam düşünürlerinden, İbni Kılap, Gazalı, Fahred-
dini Razi, Ebu Bekir Razi, Ebu Hezil, Farabi, tbni Sina,
tbni Rüşt gibi üstün İslam filozofları, bir tek Allah'ın
varlığını kabul etmişlerdir. Bunlar, kelam ilmi ile felse-
feyi birleştirmek suretiyle Allah'ın varlığını ispat etmiş­
lerdir. Bunlara göre; Allah ezelde vardır, ne doğar, ne
doğurur, şekli ve rengi, maddesi ve parçası yoktur. Her
şeye kadirdir.

Muhiddin-i Arabi (1165 - 1240): Bir eserinde, Allah


hakkında şöyle der: "Kendini bilen, Rabbini de bilir.
Çünkü, bütün görünen alem, Allah'ın vücudu ile var
olmuştur. Zira eşyanın kendine mahsus bir vücudu yok-
tur. Mevcudata vücut veren Allah'ın kendisidir. Sen,
sensiz O'sun. Allah'ın varlığı, alemin vücudu ile zahir
oldu. Demek ki biz, Allah'ın zahirdeki suretiyiz." der.
Mevlana Celaleddin-i Rumi (1207 - 1273) Mesnevi
isimli eserinde:
"Senin zuhurun benim iledir,
Benim de vücudum senin iledir.
Eğer ben olmasaydım, senin için zuhur olmazdı.
Sen olmasaydın, ben de olmuş olmazdım." der.
ALLAH VARDIR
42

Abdurrahman Cami, Allah hakkında şöyle der:


"O, kendini arayanla beraber elini tutmuş yürür,
Beriki de, O'nu bulacagım diye aranıp durur."
Bir de tasavvuf erbabının Allah hakkındaki fikirle-
ri vardır. Bunlara göre; Allah vardır, evvel, ahır, aşikar
ve gizli olan her şeydir. Nasıl ağaç ve meyvalar bir to-
humdan meydana gelmiş ise, insan da Allah'dan mey-
dana gelmiştir. Fakat tohum nasıl başka, ağaç ve meyva
başka ise, Allah da insandan başka bir şeydir. Kainat ve
insan Allah'tan ayrı değil fakat aynı da değildir. Bütün
mevcudatta Allah'ın zatını ve kudretini görmek müm-
kün ise de en açık surette görüldüğü yer insandır. Tasav-
vufun gayesi, bu alemdeki gizli hakikati aramak, mev-
cudatın aslını ve mahiyetini öğrenmek ve nihayet biz
neyiz ve ne olacağız? sorularına cevap aramaktır. İnsan,
muayyen rütbeleri katetmek suretiyle, Allah'a vasıl ola-
bilir, demektedirler. Bir mutasavvıf olan Gazali "Risale-
i Kudsiye" ismindeki eserinde, Allah hakkındaki fikir-
lerini açıklar ve kuvvetle Allah'ın varlığına inanır. Ga-
zali, "kendi nefsini bilen, Rabbini bilir" düsturuna uy-
muştur. Ona göre; her organın duyduğu haz başkadır.
Göz, güzel şeyler görmekten hoşlanır. Kulak, güzel ses-
ler işitmekten zevk alır. Burun, güzel kokular koklamak-
tan haz duyar. Gönül de, Allah'ı his etmek ve O'nun
sevgisine ulaşmaktan zevk duyar.
Gazali (1058 - 1111): "tık sebep akıl ile kavrana-
maz. Mutlak varlık aklın sınırlarını aşar. İnsan düşünen
ve sezen bir mahluk olarak hakikati gönül temizliği ile
bulabilir. İnsan dinin temel ilkelerini ancak vahiy ile
. öğrenebilir. Tanrı alemi yoktan yaratmıştır. Kainatın ya-
radılışında Tanrı'nın iradesi dışında hiç bir şeye gerek
yoktur. Yaratma kudreti, Tanrı'nın zatının bir icabıdır.
Ateşte nasıl yakma, güneşte nasıl aydınlatma özelliği
varsa, Allah'da da yaratma kabiliyeti vardır. Bu alem,
FELSEFİ DELİLLER 43

kadim değil, mahluktur, yani sonradan yaradılmıştır.


Akıl
ile bulamadığımız şeyleri sezgi ile anlayabili-
riz. Sezginin ve ruhun merkezi kalpdir." der.
Sofilere göre: Kainatta bir tek vücut vardır, o da vü-
cudu mutlaktır. Yegane varlık O'dur. Kainatta gördüğü­
müz her şey Allah'ın bir tecellisinden ibarettir. O'nun
gölgesinden başka bir şey değildir. Allah, vücudu mut-
lak, kemali mutlak ve cemali mutlaktır. Cemal aşksız
olamaz ve gizli de kalamaz. O'nun şanı kendini göster-
mektir. Cenabı Hak, kendini görmek ve göstermek iste-
mesi sebebiyle kainatı yaratmıştır. İnsan nasıl kendini
görmek için aynaya bakarsa, Allah da kendini görmek
için mevcudatı ve hı.sanı yaratmıştır.
Ben bilmez idim gizli ayan, hep Sen imişsin
Canlarda ve° tenlerde nihan, hep Sen imişsin
Senden bu cihan içre, nişan ister idim ben
' .
Ahir bunu bildim ki, cihan hep Sen imişsin.
0

Şu
halde, gördüğümüz her şeyin aslı birdir. Başka
başka görünmelerinin sebebi, Allah'ın birçok sıfatları
olduğundandır. Cenabı Hak, bir an tecelli etmemiş olsa,
bütün varlıklar bir anda yok olur. Allah'ın sıfatları ka-
inatta dağınık bir haldedir. Fakat insanda hepsi bir ara-
dadır. Bunun için kendini bilen Allah'ı da bilir. Madem
ki insan, mahlukatın en şereflisidir, nuru ilahiye maz-
har olmaya çalışmalıdır. İnsan aşağı bir mertebede kal-
mayıp, kamil bir insan olarak Hak'ka ulaşmalıdır. Bunu
yapmak için de nefsine hakim olmalı, yalnız Allah'a te-
veccüh etmeli, kalbini O'na vermeli, O'na aşık olmalı­
dır.

Büyük sofi olan Hallac-ı Mansur (858-922)'un


"Enel Hak" sözü bundan dolayı söylenmiştir. Allah'tan
başka varlık olmadığını belirtmek, kendi geçici varlığı­
nın Allah'ıı:ı yüce varlığında yok olacağını his ettiği için
ALLAH VARDIR
44

bu sözü söylemiştir.

Yunus Emre: (1238-1320)


"Beni Sana vereyin
Sensiz beni nideyin
Ben Senin huzuruna
Bensiz varayım Mevla
Beni bende demem, bende değilim,
Bir ben vardır bende, benden içeru."
Bir mutasavvıf olan Fuzuli (1480-1556) de:
"Aşk derdile hoşem, el çek ilacımdan tabib,
Kılma derman kim helakim zehri dermanındadır."
der.
Görülüyor ki, isimlerini zikretmiş olduğumuz en
ünlü filozoflar, kendilerinden evvel veya kendi zaman-
larında yetişen bir kaç inkarcı filozofun fikirlerini çü-
rütmüşler, çok kuvvetli deliller ileri sürmek suretiyle
Allah'ın varlığını kabul ve ispat etmişlerdir.
45

İLMİ DELİLLER

1 - Dünyada biri canlı, diğeri cansız olmak üzere


iki unsur vardır. Canlılarda, can veya ruh dediğimiz bir
kuvvet, buna mukabil cansızlarda gizli bir enerji mev-
cuttur. İster canlı, ister cansız alem olsun, her ikisi de
gördüğümüz veya görmediğimiz bir şekilde hareket
ederler. Bu hareket sayesinde iki unsur birbirine tesir et-
mekte ve münasebette bulunmaktadırlar. Mesela:
Saniyede, 1 - 16 defa titreşim yapan bir madde in-
sanda hiçbir tesir husule getirmez. Yalnız, biz onu salla-
nır bir halde görürüz.

Titreşim adedi saniyede 16 - 64 oefa olacak olursa,


müzikteki nota sesleri meydana gelir ve biz onları duya-
rız. Titreşim 16 - 40 000 defaya çıkacak olursa, biz bu tit-
reşimleri ses olarak kulağımızla işitiriz. 40 000 - 1 000
000 kadar olan titreşimleri insan vücudunda kaydede-
cek bir organ yoktur. Fakat. bir kısım hayvan ve haşerat
vardır ki, bu titreşimleri hissederler. Saniyede bir mil-
yondan üç milyona kadar olan titreşimler, elektrik şek­
linde ortaya çıkar. Üç milyondan yukarı olan titreşim­
ler, ışığa dönüşür. Nihayet milyar kere milyar titreşim­
ler de ısı şeklinde kendini gösterir.
Görülüyor ki, bir maddenin titreşim adedi değiştik-
ALLAH VARDIR
46

çe başka evsaf kazanmakta, kulağımıza ses, gözümüze


ışık, cildimize ısı şeklinde gelmektedir.
His ve idrak beyinde ve ruhta vaki olur. Demek ki,
madde ile ruhun münasebeti vardır. Madde, ruha tesir
ettiği gibi, ruh da maddeye tesir edebilir. Ruhun madde-
ye tesirinden spiritizma (ruh çağırma) olayları hasıl ol-
duğu gibi, tababette de psiko-somatik hastalıklar mey-
dana gelir. Demek oluyor ki, madde ve ruh bir nispet da-
hilinde birbirine tesir etmektedirler. Bu münasebetler,
yüce bir varlığın eserleridir.
2 - Biz insanlar, etrafımızdaki eşya ve hadiseleri
beş duyumuz sayesinde hissederiz. Halbuki beş duyu-
muz her şeyi idrak etmeye kabiliyetli değildir. Bir mad-
deyi veya bir şeyi idrak edemiyoruz diye, onun mevcu-
diyetinden şüphe edemeyiz. Mesela, görme hududumu-
zun haricinde, çok uzaklarda duran bir adamı göreme-
yiz. Bunun gibi, göz kudretimizin eksikliğinden ötürü,
mikropları göremiyoruz. Fakat, gözümüz bir dürbün ve-
ya mikroskop ile takviye edilince, onları görebiliyoruz.
İşte, Allah da böyledir. Onu beş duyumuz ile hissede-
meyiz. Çünkü, O beş duyumuzun kavrayamayacağı
cinsten bir varlıktır.
Materyalist ve komünistler, Allah'ı inkar ederek
3-
bu §.lemi bir tesadüfün meydana getirdiğini ve hareket
halindeki maddenin bir eseri olduğunu iddia ederler.
Düşünmezler ki o maddeyi kim yaratmıştır ve o madde-
ye ilk hareketi kim vermiştir? Her gün gördüğümüz, eli-
mizle tuttuğumuz, akıl, şuur ve zekadan mahrum olan
madde; nasıl olur da her şeyi ile akil ve k§.mil olan, ma-
tematik bir düzen taşıyan k§.inatı husule getirebilir? Bu
yanlış düşünce, iptidai insanların kendi elleri ile yap-
mış oldukları mabutlara tapmalarına ve onlarda büyük
kuvvet ve kudret tasavvur etmelerine benzer.
4 - Güneşteki ısı ve güneşle dünya arasındaki me-
İLMİ DELİLLER 47

safe o şekilde hesap edilmiştir ki, ancak bu sayede Dün-


ya üzerindeki hayat mümkün olmuştur. Şayet güneşin
harareti daha az veya daha çok olmuş olsaydı, yahut da
güneş ile dünya arasındaki mesafe daha kısa veya daha
uzun olmuş bulunsaydı, dünya üzerindeki canlılar, ya
soğuktan donmak veya sıcaktan yanmak suretiyle mah-
volurlardı. Bu sebeblerle ince bir hesap mahsulü olan
bu iş, tesadüfen vaki olamaz.
5 - Dünya, ekseni etrafında yaklaşık saatte 1650
km'lik bir hızla döner. Şayet bu hız 165 km/saat olmuş
olsaydı, gündüz ve geceler daha uzun olacak, o takdir-
de, gündüz sıcaktan, geceleri de soğuktan bitkiler ve di-
ğer canlılar mahvolacaktı. Bu da tesadüfün eseri değil­
dir.
6 -Arz ekseni 23 derece eğiktir. Bu sayede, mev-
simler meydana gelir. Bu da tesadüfi olamaz.
7 - Dünyamızın etrafını saran atmosfer, muayyen
bir kalınhktadır. Daha kalın olsaydı, güneş ışınlarından
istifade edemezdik. Daha ince olsaydı, meteorlar Dün-
yaya kadar gelir, dünya yüzünde ne varsa hepsini yakar
mahvederdi. Demek ki, atmosferin muayyen bir kalın­
lıkta oluşu, bir ilim ve fen işi değildir.

8 - Arzın uydusu olan Ay, biraz daha büyük veya


Dünyaya biraz daha yakın olmuş olsaydı, med ve cezir
olayı dolayısiyle, karalar, günde iki defa denizlerin isti-
lasına maruz kalır, hayatın idamesine imkan kalmazdı.
Görülüyor ki, bu bir bilgi ve hesap işidir. Tesadüfün ese-
ri değildir.
9 - Bir kısım hayvan, kuş ve balıklarda içgüdü de-
nen bir hassa vardır. İçgüdü tesiriyle, bu hayvanlar o şe­
kilde hareket eder ve öyle ince bir zeka gösterirler ki; in-
san hayretler içinde kalır. Sevki tabii, yüce varlığın hay-
vanlara verdiği bir sezgi kuvvetidir. Yoksa, kör bir tesa-
ALLAH VARDIR
48

düfün eseri değildir.

10 - Örümceğe ağ yapmasını, ip.ek böceğine koza


yapmasını, arıya petek ve bal yapmasını kim öğretti?
Anne ve babalarından mı öğrendiler? Yoksa bir çıraklık
devresi mi geçirdiler? Bütün bu kabiliyeqer, doğuştan,
Allah tarafından onlara verilmiştir. Yoksa, rasgele kaza-
nılmış bir kabiliyet değildir.

11 - Gece ile gündüzün birbirini takip etmesi, mev-


simlerin intizamı, senelerin aylara taksimi, Güneş siste-
mimizi teşkil eden gezegenlerdeki ve bütün uzay yıldız­
larındaki ahenk, tesadüfün eseri olamaz.

* * *
Şimdi, ilmi olarak Allah'ın varlığını ispat eden es-
ki mütefekkir, alim ve hekimlerin fikirlerini hülasa et-
mek istiyoruz.
12 - Hypocrate'dan sonra dünyaca tanınmış bir he-
kim olan Galien (M.Ö. 201 - 131), insan vücudunu tet-
kik ederek, Hypocrate gibi, o da Allah'ın varlığını ve bü-
yüklüğünü tasdik etmiştir. Yazmış olduğu kitap, şu sa-
tırlarla biter; "Ey Allah'ım, sen ki bizi vücuda getirdin,
ilahi şerefin için vücuda getirmiş olduğun eserin, gizli
taraflarını ve güzelliklerini meydana çıkarırken en ulvi
bir kaside terennüm ettiğime inanıyorum. Biz, güzel bir
heykel seyrettikten sonra, o güzel heykeli yapan hey-
keltraşı takdir ederiz. Vücudumuzun yalnız harici aksa-
mı değil, gizli olan dahili aksamı da tetkik edilecek
olursa, bunu yaradanın büyüklük derecesini daha iyi
anlamış oluruz."

13 -Hobbs (1560-1626) der ki: Allah'ı aramanın ye-


ri, ilim değildir. En iyisi, Allah hakkında bilgi ihtiyacı­
mızı din sahasına bırakmalıyız. Biz, Allah karşısında,
İLMİ DELİLLER 49

ateşin ne olduğunu bilmeyen, sadece ısınan bir ama


(kör) vaziyetindeyiz.
14 - Fenelon (1651-1715)'a göre: İnsan vücudunda-
ki adaleler, kemikler, damar ve sinirler büyük bir san'at-
karın elinden çıkmıştır. Hiç birinde en ufak bir kusur
bulunamaz. Bu, Allah'ın varlığına delil olduğu gibi,
organizmanın şekli, organların çalışması, birbirleriyle
olan münasebet ve ahengi de Allah'ın varlığına işaret
eder.
15 - Newton (1642-1727) der ki: Hayvanlardaki
içgüdü, organizmamızdaki harikulade işleyiş, kainatın
nizam ve ahengi Allah'ın mevcudiyetine işaret eder. Al-
lah, maddeyi yaratmıştır, madde de hareket ederek ha-
diseleri meydana getirir. Fakat, kainat bir asma saat gi-
bi, zaman zaman saatçinin ayarına ihtiyaç gösterir.
16 - Haeckel (1839-1919)'a göre: tlmin en esaslı
kanunu illiyet kanunudur. Tabiat kanunlarının da bir il-
leti vardır. Fakat, tabiat kanunlarındaki illeti ilim izah-
tan acizdir. Bu illet ilahi bir kudretten ibarettir.
17 - Flaınmarion (1842)'a göre: tlliyet ve gaiyet
prensipleri bizi Allah'a götürür. Allah kainattaki hadise-
leri idare eden görünmez bir kuvvettir. O kainatın
düzenleyicisi olarak bizzat tabiatın içindedir. Allah, ta-
biatta saklı namütenahi bir zekadır. O'nun zaman ve
mekanla alakası yoktur. Gaiyet kanunlarına göre, vukua
gelen ve gelecek olan bütün olaylar, bir gayenin tahak-
kuku için vaki olur, yoksa gelişi güzel vuku bulmaz. Bu
kanun da Allah'ın varlığını ispat eder.
18 -Prof. Dr. Flourens (1794 - 1867) der ki: "Bütün
aksamı arasında, hayrete şayan bir bağlılık bulunan in-
san vücudunu, fiziki unsurların tesadüfi birleşmesi ola-
rak kabul etmek gülünçtür. İnsan vücudu, muhakkak ki
yüksek bir kuvvetin eseridir."
Allah Vardır - F. 4
ALLAH VARblR
50

19 - Dr. A. Dastre (1844 - 1917) der ki: "İnsan vü-


cudu adetleri altmış trilyona yaklaşan muayyen hücre-
lerden yapılmıştır. Bunların her biri, daha evvel Allah
tarafından tesbit edilmiş olan mevkilerini muhafaza
ederler."
20 - Pasteur (1822-1895) der ki: "İnsan kainata bir
göz atacak olursa, muhtelif hadiseler karşısında hayret-
te kalarak Allah'a inanır."
21-Darwin (1809-1882) der ki: "Ben hiç bir zaman
Allah'ıinkar etmiyorum. Hatta tekamül nazariyesinin
de Allah fikri ile uzlaşabileceğini zannediyorum."
22 - Lamarck (1744 - 1829) der ki: "Tabiat ne bir
zihne ve ne de bir vücuda malik değildir. Şu halde, ta-
biat Allah değildir. Belki Allah'ın her şeye kadir olan
iradesinin bir mahsulüdür. Tabiatın Allah olduğunu dü-
şünmek, saat ile saatçiyi birbirine karıştırmak demek-
tir."
23 - Eymieu; insan vücudunda, her şeyin yerli ye-
rinde, muayyen bir tertip ve terkibe malik olduğunu,
bunlarda husule gelen en ufak bir değişikliğin insanı
ölüme sürükleyeceğini, vücutta işe yaramayan hücrele-
rin, diğer hücrelerin faaliyetine zarar vermeden çok ma-
hirane bir surette dışarı atıldıklarını, organizma; aldığı
gıdaları büyük bir ihtimam ile kendine yarar bir hale
soktuğunu ve yaramayanları da dışarı attığını, yine
organizma; kendi kalıcılığı için, insan haricinde, gizli
bir kuvvetin iradesine tabi olarak faaliyet gösterdiğini,
gerek iptidai insanların ve gerekse medeni milletlerden
% 90'ının Allah'a inandığını, ancak küçük bir zümrenin
inanmadığını söyler.

24 - Maxwell (1897-1951) der ki: "İlim çizgisinin


bir ucunda atom, diğer ucunda da ruh vardır. Dün oldu-
ğu gibi bugün de ruhun ne olduğunu bilmekten aciziz.
İLMİ DELİLLER 51

Atoma gelince, bugün atom parçalanmıştır. Fakat bu


parçalar neden ibarettir, bunlardaki enerji nereden geli-
yor? Bunların da cevabını vermekten aciziz. İşte insan,
ilim çizgisinin birer ucu olan ruh ve atoma geldiği za-
man, aciz kalmakta ve ister istemez Allah'a inanmak-
tır." (.

25 - Charles Burden, ilim ve felsefe, isimli eserin-


de: "tlim ve fen alanındaki son terakkiler, Allah'ın var-
lığını ispat etmektedir." der.

26 - Dünyada bir canlılar alemi, bir de cansızlar


alemi vardır. Bu iki unsuru ilmi olarak tetkik edecek
olursak Allah ile karşılaşmış olacağız. Cansız alemi ile-
ride atom bahsinde mütalaa edeceğiz. Şimdi canlıları
ele alalım. Canlıların en mütekamil numunesi insan, en
basiti de virüslerdir. Gelişmiş bir canlı olan bedenin ya-
pılışı ve işleyişi karşısında hayretler içerisinde kalarak
böyle muazzam bir makineyi Allah'tan başka kimsenin
meydana getiremeyeceğini yukarıda görmüştük. Şimdi
en basit canlı olan virüsu ele alarak canlı nedir? Hayat
nedir? Sorularına cevap vermeye çalışalım.
Gözle görülmeyen, ancak mikroskop yardımı ile
gördüğümüz küçük canlılara mikrop diyoruz. Mikroplar
umumiyetle bir mikron yani milimetrenin binde biri
büyüklüğündedir. Virüsler ise, mikroplardan daha kü-
çük olup, 8-15 mili mikron büyüklüğündedirler. Böyle
küçük bir virüs elektronik mikroskop altında tetkik edi-
lecek olursa, iki kısımdan ibaret olduğu görülür. Biri
dışta muhafaza kısmı, diğeri merkezde çekirdek kısmı­
dır. Muhafaza terkip itibariyle Proteinden ibarettir. Vi-
rüslerin asıl bünyesini teşkil eden çekirdek kısmı ise,
terkip itibariyle Desoxyribonucleic acid, kısacası nucle-
ic acid'den ibarettir. Nükleik asit maddesi de inceleme-
ye tabi tutulacak olursa, iki ayrı proteinden ibaret oldu-
ğu anlaşılır. Biri beş milyon molekül ağırlığında, asit
ALLAH VARDIR
52

nükleik ihtiva eden ve hastalık amili olan bir protein


ile, diğeri üç milyon molekül ağırlığında, asit nükleik
ihtiva etmeyen ve hastalık yapmayan bir kısımdan iba-
rettir. Asit nükleik, fizik bakımından fevkalade küçük
kimyevi bakımından da çok basit bir maddedir. Böyle
basit madde, nasıl oluyor da hayat sahibi olabiliyor? Bu-
nu bilmiyoruz. Yalnız bildiğimiz şu dur ki, Desoxyribo-
nucleic asitin dört şekli vardır. Bunlar Adenilik asit,
Guanilik asit, Taymidilik asit, Saytisilik asit'tir. Bu dört
asit muhtelif tertip ve şekillerde birleştirilmek suretiyle
bütün canlılar meydana getirilmiştir.
Demek oluyor ki, hayat, en basit tabiri ile molekül
birleşmelerinden ibarettir. Bu dört asidin molekülleri,
canlı varlıkların esasını teşkil eden Karbon, Hidrojen,
Oksijen, Azot, Kükürt ve Fosfor atomlarından ibarettir.
Bu atom ve molekülleri, kim birleştiriyor? Kimyevi bir
terkip olan bu moleküllerde hayat dediğimiz cevher na-
sıl peyda oluyor? İlim burada sukut etmektedir. Bu ba-
sit maddelerin hayat cevherine kavuşabilmeleri için,
büyük varlığın onlara elini uzatması elzemdir, diyoruz.
Böylece ilmen, Allah'ın mevcudiyetini kabul etmek
mecburiyetinde kalıyoruz.
2 7 - En gelişmiş bir canlı olan insan bedeni, nasıl
husule geliyor? Bir over, bir spermatozit ile birleşerek
tek bir hücre oluyor. Sonra bu tek hücre bölünerek, mil-
yon, milyar ve trilyonlarca hücreler meydana geliyor.
Bunlar vücut organlarını teşkil etmek için hiç şaşırma­
dan yerlerini alıyor. Husule gelen organlar, en mükem- ·
mel makinelerden, en büyük kimya laboratuvarlarından
daha mükemmel çalışıyor. Bu hücrelerin bölünerek
organları teşkil etmesi, hiç tes.adüfi olabilir mi?

28 - İnsan vücudunda bulunan maddelerden yalnız


birini, mesela kanı ele alalım. Kanın yapılışı, kanın vü-
cutta oynadığı roller, kanın terkibi ve kanı teşkil eden
İLMİ DELİLLER 53

unsurlar düşünülecek olursa, yalnız kan karşısında il-


min aczi hesaba katılacak olursa, Allah'ın varlığından
şüphe edilemez.

29 - Küçük bir hububat danesini veya bir meyva to-


humunu elimize alıp hiç düşündük mü? O küçük tohu-
mun içinde, kocaman bir ağacın, yaprak, meyva ve renk
veya tatlarının birer küçük modelleri vardır. Aynı top-
raktan gıda alan meyvalardan biri tatlı, diğeri acı, biri
sarı diğeri kırmızıdır. Bunlar, tesadüfün eseri değil, Al-
lah'ın insanlara bir lutfudur. İnsan ilme dayanarak atom
yapar fakat bir tohum veya bir tavuk yumurtası yapa-
maz.
30 -Teneffüs ettiğimiz atmosfer havası terkip itiba-
riyle% 21 Oksijen,% 78 Azot, geri kalanı Argon, Su bu-
harı, Karbondioksit v.s. den ibarettir. Şayet Oksijen bi-
raz daha az olmuş olsaydı insanlar ve hayvanlar boğula­
rak ölürdü. Hava terkibinin sabit kalması için, atmosfer
ile bitkiler arasında çok ince hesaplara dayanan bir de-
ğiş tokuş (mübadele) mevcuttur.

31 - Her sperm veya her yumurtada yirmi dörder


adet Kromozom vardır. Bir kromozom, diğer seriden bir
eş kromozom seçer, böylece döllenmiş yumurtada iki ta-
ne şerit halinde kromozom yan yana durur. Demek ki,
her insanda yirmi dört çift kromozom husule gelir. Bun-
ların yarısı anneden, yarısı da babadan gelmiştir. Yavru-
nun cinsiyeti yani kız veya erkek olacağını bu kromo-
zomlar tayin eder. Mesela, her yumurtada (X) kromozo-
mu bulunur, buna mukabil her spermde ise hazan (X),
bazen (Y) kromozomu vardır. X kromozomu taşıyan
sperm, yumurta ile birleşirse çocuk dişi olur. Şayet (Y)
kromozomlu sperm, yumurta ile birleşirse erkek çocuk
doğar. Asit ortamında (X), alkalik ortamda (Y) kromo-
zom ihtiva eden Spermaların daha faal olduğu tecrübe
ile gösterilmiştir. İnsan kromozomları çift çift bulunur;
ALLAH VARDIR
54

Mevcut iki seri kromozomdan bir seri kromozom mey-


dana getirebilmek için milyonlarca değişik ihtimal var-
dır. Bunlardan dolayı kardeşler ve umumiyetle insanlar
birbirine benzemezler. İkizler müstesnadır. Çünkü ikiz-
lerin meydana gelişi şöyle olur:
Döllenmiş bir yumurta bölünerek birçok hücreler
meydana getireceği yerde, erken bir devrede yarım bir
bölünme olur. Her yarım hücre büyüyerek tam bir bebek
meydana getirir. Bundan dolayı ikizlerin dış görünüşle­
ri birbirine benzediği gibi, karakter ve ruhi bakımlardan
da birbirine benzerler. Birbirine benzemeyen ikizler, ay-
rı ayrı yumurtalardan meydana gelirler.

Kromozomların içinde yapı taşları mahiyetinde


"gen"ler vardır. Genler, kromozom içinde yer değiştire­
bilirler. Fakat her yer değiştirmede başka bir karakter
meydana gelir. Her hücre bölünürken içindeki kromo-
zom da birlikte bölünür. Böylece her hücre şahsın bütün
karakterlerini taşır. Kromozom içindeki genlerin kimye-
vi bir yapısı vardır. Genlerin, kromozom içindeki yer
değiştirmelerine "mütasyon" denir. Mütasyonlar çok
defa harici bir tesir ile husule gelir. Gerçi yumurtalık ve
testisler, haricin tesirlerinden korunacak bir yerdedir.
Fakat radyoaktif veya kozmik ışınlar bunlara tesir eder.
Her kromozom, serisinde, ferdin ölünceye kadar iç ve
dış hususiyetlerini taşıyan numuneler vardır. Bir şahsın
alın yazısı, adeta kromozomunda yazılıdır. Ne gibi has-
talıklar geçireceği, akıllı veya akılsız olacağı, güzel sa-
natlara istidadı olup olmayacağı v.s. hepsi orada yazılı­
dır. İşte bunlar ilim sahibi yüce bir Allah'ın eseridir.

* * *
32 - Şimdi de cansızların en küçük ve en büyük
parçalarını tetkik etmek suretiyle Allah'ın varlığını is-
pat edelim:
İLMİ DELİLLER 55

K§.inatta gördüğümüz ve elle tutabildiğimiz her şey


maddedir. Maddenin zerre veya atom dediğimiz çok kü-
çük parçalar olduğu gibi, güneş ve büyük yıldızlar gibi
çok büyük parçaları da vardır. Maddenin bölünmez de-
recede en küçük parçasına "atom" veya zerre diyoruz.
Atom maddenin cevheridir. Almış olduğu ilk hareket
neticesinde, bazen ışık (ziy§.), bazen ses (sada), bazen
elektrik ve bazen de ısı (hararet) enerjisi şeklinde kendi-
ni gösterir. Atom, bu ilk hareketi nereden alıyor ve ato-
mun mahiyeti nedir?
1895 yılında atomun proton ve elektrondan ibaret
olduğu söylenmiş ise de asıl atomun iç bünyesi 1932 yı­
lında Jaınes Chadwick tarafından ortaya konmuştur.
Buna göre, atomun merkezinde pozitif elektrik taşıyan
proton ile elektrik hamulesi taşımayan nötron'dan iba-
r~t bir çekirdek kısmı ile, bunların etrafında ve oldukça
uzağında muayyen bir mihver etrafında dönen, hareket
eden, negatif elektrik taşıyan ve elektron denen küçük
parçalardan ibarettir. Atomun çekirdek kısmı ile elekt-
ronlar arasında, kendi ölçüleri bakımından, oldukça bü-
yük mesafeler vardır. Bu mesafe o kadar büyüktür ki,
aradan bir başka atom geçebilir. Bunu misal ile izah ede-
lim:
Altından yapılmış çok ince bir pl§.k alalım. Bu
plak, atom parçacıkları ile bombalanacak olursa, bu
atomların çoğu, sanki plak yokmuş gibi, altın pl§.ğın öte
tarafına geçerler. Az bir kısmı da pl§.ğa çarparak geri dö-
ner. Demek oluyor ki, altın pl§.k, homojen olmayıp, kal-
bur gibi deliklidir. Sadece altın değil, bütün cisimler
böyle deliklidir.
Proton, nötron ve elektrondan ibaret olan bir atom
ünitesi, o kadar küçüktür ki, en küçük mikroplardan bi-
le küçüktür. On milyon atom birleştirilecek olursa an-
cak bir milimetre eder. Bildiğimiz bir molekül su (H 2 0)
ALLAH VARDIR
56

iki hidrojen atomu ile bir oksijen atomundan ibarettir.


Bir damla suda yüz milyar defa milyar atom vardır. Ato-
mun ne kadar küçük olduğu böylece anlaşılmış olur.
Proton ile elektron arasındaki mesafe, kendi cüsse-
sine göre, Ay ile Dünya arasındaki mesafe kadardır.
Dünya ve sekiz gezegen nasıl güneş etrafında dönüyor-
larsa, elektronlar da kendi protonları etrafında, muay-
yen bir mihveri takip etmek suretiyle, saniyede iki bin
kilometre bir sür'atle dönerler.
Maddenin cinsine göre elektron adedi değişiktir.
Yer yüzünde mevcut doksan iki element arasında, en
basit atom. hidrojen atomudur. Hidrojen atomunun
merkezinde, pozitif yüklü bir proton ile etrafında dönen
negatif yüklü bir tek elektron vardır. Helyum atomunda,
iki proton ve iki elektron vardır. Lityum atonıunda, üç
proton ve üç elektron vardır. Nihayet uranyum atomun-
da, doksan iki proton ile doksan iki elektron vardır. Gö-
rülüyor ki muhtelif elemanlarda, protonlarla elektronlar
adedi birbirine eşit ve bundan dolayı da denge halinde-
dir.
Proton etrafında dönen elektronlar hep aynı mihver
üzerinde değillerdir. Elektronlar, soğan kabuğu gibi,
protonun etrafını sarmışlardır. Protona en yakın tabaka-

Lityum Atomu

Elektron

Proton
İLMİ DELİLLER 57

da ikiden fazla elektron olmaz. Diğer elektronlar, elema-


nın cinsine göre daha dışarıda tabakalarda, daha doğru­
su, daha dıştaki mihverler üzerinde yer almışlardır. En
ağır maden atomlarının yedi tabakası veya yedi mihve-
ri vardır. Atom bünyesindeki bu vaziyet, güneş etrafın­
da dönen gezegenlerin hareketlerini andırmaktadırlar.
Atomun merkezini teşkil eden proton ile nötron, sı­
kı bir surette birbirine bağlıdır. Şayet böyle bir atom çe-
kirdeği, Radium'ın neşrettiği alfa, beta, gama ışınları gi-
bi bir ışın tesirine maruz bırakılacak olursa, proton ile
nötron birbirinden ayrılır. Bu ayrılma esnasında büyük
bir enerji hasıl olur. Şayet Radium'a yaptırdığımız işi
nötron'a yaptıracak olursak, bu sefer bölünmez bildiği­
miz proton, ikiye ayrılmış olur. Bir atomun çekirdeğini
teşkil eden protonlar, bir değil, çok olduğundan parça-
lanma neticesi birçok protonlar meydana gelir. Fakat
bunlar, pozitif elektrik yüklü olduklarından, bir arada
duramaz, birbirlerini iterler ve muazzam bir sür'atle et-
rafa dağılırlar. İşte bu itme ve bu dağılmadan büyük bir
hareket enerjisi meydana gelir. Bir atom çekirdeğinde
vukua gelen bu hadise zincirleme olarak o cismin diğer
atomlarına da sirayet edeceğinden atom patlaması, de-
diğimiz olay vukua gelir. İşte atom bombası budur.

Siyaset adamları atomu öldürücü silah olarak kul-


lanmak isterler. İlim adamları da atomdaki enerjiyi in-
sanlığa faydalı bir hale koymak isterler. Bugün ilim
adamları, bunda da muvaffak olmuş ve atom patlaması­
nı kontrol altına almıştır. Atomun patlama müddetini
kısaltıp uzatmak suretiyle, atom enerjisini faydalanıla­
bilir bir hale sokmuşlardır. Bu şekilde atom pili vucuda
getirilmiş ve gemilerde motör yerine hareket sağlayıcı
kuvvet olarak kullanılmaya başlanmıştır.
Atom enerjisinin kömür ve petrol yerine kullanıla­
cağı günler uzak değildir. Şimdi atom enerjisi ile işliye-
ALLAH VARDIR
58

bilen gezegenler arası nakil vasıtaları yapılmasına çalı­


şılıyor. Bunca izahattan maksat, atomu açmak, içinde ne
olduğunu görmek içindi. Bu küçük zerrenin içine bu
muazzam enerjiyi kim koymuştur? Proton etrafında dö-
nen elektrona ilk hareketi kim vermiştir? tlim bunları
çözememiştir. Enerji dediğimiz şeyi, atomun içine nete-
sadüf koymuştur, ne de insanlar. Bu Allah'ın yaratmış
olduğu maddeyi, kuvvetli yaratmasından başka bir şey
değildir. Demek ki Allah o kadar kudretlidir ki, en kü-
çük bir zerreye bile isterse büyük işler yaptırabilir.
33 - Tabiatta yüz kadar sabit eleman vardır. Şayet
bu elemanların atomları başka eleman atomlarıyle
bir-
leşme hassasına malik olmamış olsalardı,
kainatta yüz
kadar madde bulunacaktı ve belki de hayat mümkün ol-
mayacaktı. Halbuki atomlar, diğer bir elemanın atomu
ile birleşmek suretiyle moleküller ve dolayısıyle pek
çok cisimler meydana getirmektedir. Atomların birbirle-
riyle birleşme arzusu nereden doğmaktadır? Bu arzu,
atom bünyesinin hikmet dolu yapılışının icabıdır:
Dış yörüngesinde sekiz elektron bulunan atomlar
başka atomlarla birleşmek istemezler. Buna mukabil, dış
yörüngesinde iki elektron bulunan bir atom, altı elekt-
ronlu bir atom ile birleşerek sabit bir madde yapmak is-
ter. Bu şekilde moleküller ve cisimler meydana gelir.
Mesela oksijen atomunun dış yörüngesinde iki elektron
vardır. Hidrojen atomunun dış yörüngesinde bir tek
elektron vardır. Bunlar birleşerek "su" molekülünü
meydana getirirler. Sodyum atomunun dış yörüngesin-
de bir tek elektron vardır. Klor atomunda ise yedi elekt-
ron vardır. Bu iki eleman birleşerek "tuz" molekülünü
meydana getirir. Tuz, suda eriyerek hayat için en önem-
li bir madde olan tuzlu su meydana gelir. Biliyoruz ilk
hayat tuzlu suda başlamıştır. Hayat için tuzlu sudan
başka dört önemli madde vardır. Bunlar karbon, oksijen,
hidrojen ve azot'tur. Bunların atomlarının dış yörünge-
İLMİ DELİLLER 59

!erinde sekizden az elektron vardır. Bundan dolayı bu


maddeler başka maddelerle birleşmek suretiyle canlı or-
ganizmaların temel maddeleri olan protein, yağ ve kar-
bonhidratları meydana getirirler.

Atomlarınbünyesindeki bu incelik kör bir tesadü-


fün eseri olabilir mi? Bu ancak, bilgi ve hikmet sahibi
yüce bir varlığın eseri olabilir.
34 - Bütün organik maddelerin bileşiminde "C"
karbon vardır. Bu madde insan ve hayvan bedeninde ya-
narak karbondioksit şeklinde havaya karışır. Odun, kö-
mür ve benzin gibi yanıcı maddelerin hasıl ettiği kar-
bondioksit de havaya karışır. Havada karbondioksit ço-
ğalacak olursa canlılar için zararlı olur. Havadaki kar-
bondioksit miktarını zararsız bir nisbette tutmak için
bitkilere vazife verilmiştir. Klorofilli bitkiler, havadaki
karbondioksitten ışık enerjisi sayesinde nişasta imal
ederler. Bitkilerde biriken nişasta hayvanlar için iyi bir
besi maddesidir. Nihayet hayvan etleri de insanların
beslenmesine yarar.
Biz adeta gıda olarak güneş parçaları yemekteyiz.
İşte öyle bir mekanizma kurulmuştur ki, hem zararı de-
fediyor ve hem de faydası dokunuyor. Bu da hikmet sa-
hibi yüce bir varlığın eseridir.
35 - Şimdi de maddenin en büyük parçalarının tet-
kikine geçelim:
Maddenin en büyük parçaları feza aleminde mev-
cuttur. Çıplak gözle, berrak bir havada gökyüzüne baktı­
ğımız zaman, görebildiğimiz yıldızların sayısı üç bini
geçmez. Teleskopla bakacak olursak milyonlarca yıldız
görebiliriz. Fakat fezanın derinliklerinde en kuvvetli te-
leskoplarla bile göremediğimiz bu mevcudat alemine
"Evren" diyoruz.
Üzerinde yaşamakta olduğumuz Dünya ve Gü-
ALLAH VARDIR
60

neş'in ve diğer sekiz gezegenin teşkil ettiği sisteme "Gü-


neş Sistemi" denilmektedir. Bu sistem Evrenin küçük
bir parçasını teşkil etmektedir. Ortasında Güneş ve etra-
fında dönen dokuz gezegen: Merkür, Venüs, Dünya, Me-
rih (Mars), Jüpiter, Satürn, Uranüs, Neptün ve Plü-
ton'dan ibaret olan güneş sistemi "Samanyolu" denen
ve milyarlarca yıldızın teşkil ettiği oval bir galaksi için-
dedir. Güneş sistemi, samanyolunun merkezine yakın
bir yerde bulunmakta ve saniyede 230 km bir hızla
dönerek bir turunu 200 milyon senede tamamla-
maktadır. Uzayda bizim galaksimiz gibi yüz milyarlarca
adet; daha büyük ve daha uzak galaksiler vardır. Güneş
sistemi Samanyolunun merkezinden otuz bin ışık yılı
uzakta, bir köşenin küçük bir kısmını işgal etmektedir.
Güneş sistemi ve bununla birlikte galaksi yalnız kendi
mihveri hareketlerini yapmakla kalmaz, aynı zamanda
"Vega" denilen büyük bir yıldıza doğru hızla gitmekte-
dir. Ayın, Güneşin ve yıldızların bu hareketlerini on beş
asır evvel mukaddes kitabımız olan Kur'an-ı Kerim ha-
ber vermiştir.
Ay: Dünyamızın küçük bir uydusudur. Amerika
kıt'ası ile Avrupa ve Afrika kıt'aları arasına sığacak de-
recede küçüktür. Bize olan mesafesi 384 bin km.'dir. Ay-
da hayat yoktur. Çünkü orada hava ve su mevcut değil­
dir. Bir taş yığınından ibarettir. Dünya etrafındaki dev-
rini bir ayda tamamlamaktadır. Harareti gündüz +214,
gece -250 derece arasında değişir.
Dünya: Saniyede 30 km sür'atle Güneş etrafında
dönmekte ve devrini bir senede tamamlamaktadır.
Merih (Mars): Dünyanın yarısı kadar olup aydan
daha büyüktür. Merihin iki küçük uydusu vardır. Üze-
rinde atmosfer ve su buharını andıran bir manzara gö-
rünmektedir. Bu doğru ise Mars'ta hayat var demektir.
Burada gece ve gündüz arasındakiısı farkları da büyük
İLMİ DELİLLER 61

değildir. Hayata elverişlidir.

Venüs: Güneş batarken bazen parlak bir yıldız ola-


rak görünür. Burada da hayatın mevcut olması ihtimal
dahilindedir.
Ay'a gidildi. Merih ve Venüs'e de gidilebilir. Fakat
daha ileriye gitmek bu gün için imkansız görünmekte-
dir.
Işık saniyede 300.000 km mesafe kat'eder. Bizden
150 milyon km uzakta duran Güneşin ışığı bize 8,5 da-
kikada gelir. Güneş sisteminden çıkıp biraz uzaklara gi-
decek olursak en yakın yıldızın Alfa Centur olduğunu
görürüz. Bu yıldızın ışığı bize 4,5 senede gelir. Biraz da-
ha uzak Sirius yıldızının 8,5 senede, Aldebaran yıldızı­
nın ışığı 50 senede gelir. Biraz daha uzaklarda duran
Procyoıı ve Rigel yıldızlarına gelince, bu sonuncunun
ışığı bize 540 senede gelmektedir. Uzay araştırmaları so-
nucu olarak öğrenilmiştir ki, feza nihayetsiz denecek
kadar geniştir. Zira feza aleminde ışıkları dünyamıza al-
tı milyon senede gelen yıldızların mevcut olduğu tespit

\
\
\ \
URANÜS
84Yıl
\
7 Gün


2871 Milyon km
\ PLÜTON
\
248 Yıl 157 Gün


5908 Milyon km

164 Yıl 290 Gün


NE!N
4499 Milyon km 1

! 1
ALLAH VARDIR
62

edildiği gibi, dünyamızdan 2-5 milyar ışık yılı uzakta


duran yıldızların varlığı da hesaplanmıştır. Hatta ışıkla­
rı henüz dünyamıza gelememiş yıldız ve güneşlerin var-
lığı da kabul edilmiştir.

Son feza araştırmaları Kaliforniya'daki Palamar te-


leskopu sayesinde olmuştur. Teleskopun görüş sahası­
nın dışında kalan yıldızların varlığı, radio - elekrik dal-
galarının tesbit edilmesi ile kabil olmuştur. Bir radio -
elektrik dalga ne kadar zayıf olursa, verici memba da o
kadar uzak demektir.
Özet olarak arzedelim ki, bizim güneş sistemimiz
birinci kat gökleri teşkil eder. Fezanın derinliklerinde
yedi kat gökler daha vardır. Bir gün bizim güneş sistemi-
mizin ömrü bitse veya bir kuyrukluyıldıza çarparak par-
çalansa, öteki alemler belki de bundan müteessir olma-
yacaktır. Oralarda ebedi varlık ve ebedi hayat devam
edip gidecektir.
Akıl ve muhayyelemizin kavramakta güçlük çektiği
feza alemi nasıl vücut bulmuştur? Bu nasıl meydana
gelmiştir? Şüphe yok ki bunu Evren'den çok daha bü-
yük olan Kadir-i Mutlak bir varlık yaratmıştır. Bu misal-
leri daha da artırmak kabildir. Maksadımız yaratılmış
olan her şeyin ilim ve fenne uygun bir şekilde yaratıl­
mış olduklarını göstermektedir. Gayemiz akıl ve şuur­
dan mahrum olan maddenin ilim ve hikmetle dolu eser-
ler vücuda getiremiyeceğini belirtmektir.
Netice olarak bizzat ilim ve ilmi kanunlar da, tabi-
at kanunları da külli ilim sahibi Allah'ın eseri olması
gerekir.
Bir müddet papazlık yaptıktan sonra yazarlığa
başlayan John Clover Monsma, Amerika'nın elli kadar
ilim adamına, Allah var mıdır? diye sormuş. Aldığı
cevapları 1958 senesinde "The Evindence of God in
İLMi DELİLLER 63

Expanding Üniverse" isimli kitapta yayınlamış. Bu eser


dilimize İbrahim Sıdkı Eröz tarafından, "Niçin Allah'a
İnanıyoruz" adı ile çevrilmiştir. Birbirine benziyen
cevapları tekrar olur diye yazmıyoruz. En orjinal bul-
duklarımızı kısaca arzetmek istiyoruz:

Kanada Üniversitesi Fizik Profesörü Dr. Frank


Alen, diyor ki: "Allah'a inanıyorum, çünkü O'na inan-
mamak mümkün değildir. Zındıklar bile Allah'a inanır,
zira Allah fikri insanın gönlünden çıkarıp atılamaz.
Kainatın ezeli olup, yaratılmadığını söyleyenler vardır.
Bu görüşü kabul etsek bile, kainattaki düzeni nasıl izah
edeceğiz? Sonra ilk hayat ve canlı varlıkları nasıl kabul
edeceğiz? Hayat da tesadüfün eseri midir diyeceğiz?_
Öyle ise tesadüf nedir? Tesadüf dediğimiz şeyin
yaratıcılık vasfı var mıdır? Tesadüfün yaratıcılık vasfı
varsa, adına tesadüf denemez. Eğer tesadüf vaktiyle
dünyaları ve canlıları meydana getirmiş ise, neden bin-
lerce seneden beri, yeni dünyalar ve yeni canlılar mey-
dana getirmedi?"
Canlıların meydana gelişinde tesadüfün rolü ince-
lenmiştir. İsviçreli matematikçi Charles Eugen Car, ihti-
mali bir hesap ile bir protein molekülünün meydana
gelmesi için 1x10160 nisbetini bulmuştur. On sayısının
160 defa çarpılması ile husule gelecek rakam, henüz
mevcut değildir. Bir protein molekülünün meydana
gelebilmesi için gerekli olan zamanı da hesap etmiş ve
1024 3 yıl bulmuştur ki bu sayı da henüz keşfedilme­
miştir. Amino asitlerin birleşerek canlı hayat husule ge-
tirebilmeleri için 1048 defa başka ihtimal vardır. Ancak
bunlardan biri hayatı meydana getirebilmektedir. Bu ka-
dar az ihtimali, tesadüfün meydana getirmesi aklen ka-
bul edilemez. Sonra proteinlerin bir araya gelip zincir-
ler teşkil etmesi hayat demek değildir. Bunlara kim can
verecektir?
ALLAH VARDIR
64

Amerikalı fizikçi Prof. Dr. John Clewland Cotheran


diyor ki: "tlim bize öğretmektedir ki, maddenin ister en
küçük parçası olan atom, isterse en büyük parçası olan
yıldızlar kendiliğinden ve başıboş olarak hareket etme-
mektedirler. Tabii kanunlara kesin olarak uymaktadır­
lar. Kimya ve fizik reaksiyonları da tesadüflere bağlı ol-
mayıp özel kanunlara göre cereyan eder. Yine kimya ve
fizik bize gösteriyor ki, birtakım madde ve elementler
zamanla tükenip yok olmaktadır. Şu halde madde ebedi
değildir. Ebedi değil ise, ezeli de olamaz. Ezeli olmuş ol-
saydı, şimdi bir çok radioaktif maddenin tükenmiş ol-
ması icabederdi. Çünkü maddelerin başlangıcı yavaş ya-
vaş olmamış, birden meydana gelmiştir. Hatta ilim mad-
denin ne zaman yaratılmış olduğunu da takribi olarak
söyleyebilmektedir.
San Fransisko Üniversitesi Biyoloji Profesörü Ed-
vard Luther Kissel diyor ki: "Akıllı bir kimse kainatın
ezeli olarak varlığına mı inanır, yoksa ezeli olarak var
olan bir Tanrı tarafından yaratıldığına mı inanır?
Modern ilim kainatın ezeli olmadığını ispat etmiştir.
Madde kendi kendini yaratamayacağına göre, bir
yaratıcıya ihtiyaç vardır ki O da Allah'tır."

Termodinamik kanunlara göre, kainat ezeli olmuş


olsaydı, şimdiye kadar enerjisini bitirmiş olması ve
hayatın da bitmiş olması lazım gelirdi. tlim kainatın
takriben beş milyar sene evvel ve bir defada yaratılmış
olduğunu kabul etmektedir.

Tekamül nazariyesine inananların, Allah'ın


varlığını inkar etmeleri icabetmez. Çünkü, tekamül
kanunlarını da yaratan Allah'tır. Zira evolüsyon ve tabii
seleksyon yolu ile türlerin meydana çıkması, veraset
kanunlarına bağlı mütasyon yolu ile olmaktadır. Bu ise
tesadüfün eseri değil, ilahi kanunların neticesidir.
Profesör Dr. Claude M. Hatevai diyor ki: "Ben uzun
İLMİ DELİLLER 65

yıllar, karışık denklemler çözebilecek bir elektronik


beyin projesi üzerinde çalıştım ve nihayet muvaffak
oldum. İcat ettiğim makine halen çalışmaktadır. Bu
münasebetle şu kanaate vardım ki, böyle bir alet ancak
akıl, zeka ve bir plan ile olur. Kainattaki düzen de akıl,
zeka ve bir plan olmadan tesadüfen meydana gelemez.
Kainattaki bu düzeni maddi cinsten bir varlık meydana
getiremez. Ben inanıyorum ki, kainatı meydana getiren
madde dışı bir varlıktır. Maddi olmayan bu varlığı duyu
organlarımız ile idrak etmemiz mümkün değildir.
Modern fizik bana öğretmektedir ki, kainat kendi kendi-
ni tanzim etmekten ve yönetmekten acizdir. Çünkü her
tesadüfi değişiklik, umumi yapıdan bir parçanın kop-
masını ve bir nizamın ortadan kalkmasını gerektirir.
Ben insan ruhunun huzur bulacağı biricik sığınak ve
rahmet yeri olarak da Allah'a inanıyorum."
Jeo-Kimya Profesörü Dr. Donald Robert Cor, diyor
ki: "Bu kainatı Allah'ın kudretinin tezahür ettiği bir
· meydan olarak görüyorum. Günümüzde muhtelif metot-
lar kullanarak yer yüzünün yaşı hesaplanmaktadır. Bu
hesaplara göre dünyamız takriben beş milyar sene evvel
meydana gelmiştir. Kainatın ezeli olması mümkün de-
ğildir. Eğer kainat ezeli olmuş olsaydı, şimdi dünyada
radiasyon yayan hiç bir element olmaması icabederdi.
Bu görüş hem termodinamik kanunlara, hem astronomi
hem de jeolojik bulgulara uygundur. İkinci olarak k§.ina-
ta hakim olan nizam, Allah'ın varlığı için kesin bir de-
lildir. Jeoloji ve jeo-kimyada kullanmakta olduğumuz
prensipler ve tabiat kanunlarının varlığı, kainattaki ni-
zamı gösteren birer başka delildir. Böylece ilim ile din
ve kutsal kitapların söyledikleri arasında bir mutabakat
mevcut oluyor. İlim, eşya ve hadiselere hakim olan tabi-
at kanunlarını keşfettikçe Allah'a daha çok yaklaşılır.
Çünkü, fizik. kimya ve diğer tabiat kanunları Allah'ın
bir tecellisinden başka bir şey değildirler."
Allah Vardır • F. 5
ALLAH VARDIR
66

Bioloji Profesörü Dr. Albert Macomb Winsthis, di-


yor ki: "Ben değişik ilim dallarında çalıştım. Her dalda-
ki ilmi çalışmam Allah'a olan inancımı azaltmadı, bila-
kis daha da artırdı. Moleküler bioloji üzerinde çalışır­
ken gördüm ki, Allah'ın yarattıkları arasında canlı var-
lıklardan daha üstün bir yaratık mevcut değildir. Canlı
varlıkların ana unsuru olan protoplazma bir fabrika gi-
bidir. Protoplazmada akıllara durgunluk veren hadiseler
olur. Protoplazma içinde en büyük işi yapanlardan biri
kromozomlardır. Kromozom içindeki nükleik asit
(DNA) canlı maddeden ibarettir. DNA şimdi kimyevi
olarak da elde edilmektedir. Bir gün DNA'lar birleştiri­
lerek belki canlı bir madde elde edilecektir. Fakat bu bu-
luş Allah'a olan inancımızı sarsmamalıdır. Çünkü DNA
maddesini yaratan Allah'tır, biz değil. Biz sadece O'nun
yaratmış olduğunu keşfetmiş oluyoruz."

Prof. Dr. Paul Ernest Adolph diyor ki: "Doktorluk


hayatımda kat'i olarak inandım ki, tedavi hem bedene
ve hem de ruha yapılırsa daha faydalı oluyor. Bilhassa
ruhi depresyon gösteren hastaların tedavisi, onları Al-
lah'a inandırmak suretiyle oluyor. Çünkü gönüllerde
Allah sevgisi yerleşirse, ruhi hastalıklar, günahlar, kötü-
lükler silinip gider. Bir çok hastalıkların sebebi korku ve
üzüntüdür. Korku ve üzüntü tedavi edilirse hastalık da
tedavi edilmiş olur. Korku ve üzüntüyü tedavi etmenin
en kolay yolu Allah'a inanmak ve o'na güvenmektir.
Hülasa olarak diyorum ki, Kainatta bir Tanrı vardır. Ben
O'nu çok defalar gördüm. Kırık kemikleri ve kırık gö-
nülleri tedavi eden O'dur."
Chicago Üniversitesi Tıp Fakültesi Fizyoloji Profe-
sörü Dr. Andro Cinovayivi diyor ki: Kainatı yaratan bir
Tanrı'nın varlığına kendi varlığım gibi inanıyorum. Al-
lah'ın varlığına inanmak bizim insancıl görevimizdir ve
bizi kötülüklerden koruyan yegane barınaktır. Hiç kim-
se Allah yoktur diyemez ve bunu ispat edemez. Ben bü-
İLMİ DELİLLER 67

tün hayatım müddetince Allah'ın yokluğunu gösteren


akli ve ilmi hiç bir delil görmedim ve okumadım. Ate-
istler, Allah'ın varlığını ispat için maddi delil arar. Hal-
buki Allah, madde olmadığı için bunların istekleri yer-
sizdir. İnsan ister inansın ister inanmasın, bu konuda
herkes serbesttir. Yalnız inanmayanlar, ortaya çıkacak
sonuca da katlanmalıdırlar. Allah'ın varlığına inanma-
nın pek çok faydaları vardır. İman esaslarına ve dini de-
ğerlere dayanmayan bir öğretim sistemi topluma fayda
yerine zarar gedrir. Manevi değerlerin olmadığı toplum-
larda ahlaki krizler baş gösterir. Toplumda insan hak ve
hürriyetlerinden bahsetmek mümkün olmaz. İnsan ru-
hunun en yüksek ifadesi Tanrı fikridir. İnsan hayatı bo-
yunca er veya geç Tanrı'yı sezer ve bulur. İnsan bütün
kalbi ile Tanrı'ya bağlandığı zaman teselli bulur. Dinin
insanlara verdiği en büyük mükafat da budur.
Minesota Üniversitesi Fizik Profesörlerinden Dr.
Georgel Davids diyor ki: "İlim ilerledikçe ve hurafeler
yıkıldıkça insanın dini konulara ilgisi artıyor. İlim
adamlarının çoğu ibadetleri yerine getirmiyorsa da Al-
lah'a inanmaktadırlar. Biz Allah'ın varlığını maddi vası­
talarla ispat edemeyiz, fakat ilim bize göstermiştir ki,
kainatta kendi kendini yaratacak bir madde yoktur. Şa­
yet bazılarının iddia ettiği gibi, kainat kendini yaratmış
olsa, o zaman bizzat kainatın Tanrı olması gerekir. O za-
man bu yaratıcının hem madde ve hem de ruhtan ibaret
olması gerekir. Böyle bir Tanrı ise, insan akıl ve düşün­
cesine aykırı düşmektedir. İnsan aklı, maddi cinsten ol-
mayan ve kainatta eşi ve benzeri bulunmayan yüce bir
varlığa inanmak ister."

Saint Louis Üniversitesi Bioloji Profesörü Dr. Cecil


Hamar, diyor ki: "Yere, göğe, kuşlara, bitkilere, insanla-
ra velhasıl her nereye baksam Yüce bir yaratanın varlı­
ğını görürüm. Baltimur kuşunun yuvaları neden hep
birbirine benzer? Bu kuşlara böyle güzel yuva yapması-
ALLAH VARDIR
68

nı kim öğretti? İçgüdü mü diyeceğiz?


Buna içgüdü diye-
ceğimize, Allah'ın canlı varlıklara verdiği kuvvet desek
daha doğru olmaz mı? Bu inanç bana dini kültürden gel-
miş değildir. Bu tamamen mesleki bilgilerimin bir
sonucudur."
69

5
NAKLi DELİLLER

Şimdi de Allah'ın varlığını ispat eden nakli delille-


ri sıralayalım:

1. Hazreti Adem'den beri dünya yüzüne ne kadar


peygamber gelmiş ise hepsi de arkadaşlarına, yakın çev-
resine (ashabına) ve kendisine bağlı olanlara (etbaına)
Allah'ın varlığını ve birliğini söylemişlerdir. Peygam-
berlerin sözlerine hiç şüphe etmeden inanmak lazımdır.
Çünkü onlar, Allah'ın emrine uymaya mecburdurlar, ya-
lan söyleyemezler.
2. Bütün semavi kitaplar ve bu meyanda dört büyük
kitap, Allah'ın varlığını ve birliğini bildirmişlerdir.

3. Yalnız başına semavi kitaplar, Allah'ın varlığını


ispat etmeye kafi birer delildirler. Musa Peygamber,
Tevrat'ı kendisinin yazdığını söylememiştir. On Emir,
levhalara yazılı olarak alınmıştır ve Hazreti Musa, Tev-
rat'ın yazılı olduğu bu levhaları ashabına ve kavmine
göstermiştir.

İncil'i İsa Peygamber yazmamıştır. Hazreti İsa, Al-


lah'dan gelen emirleri Havvariyyuna ve halka tebliğ et-
miştir.

Hazreti Muhammed (S.A.V.), Kur'an-ı Kerim'i yaz-


ALLAH VARDIR
70

dığını hiç bir zaman iddia etmemiştir. Bilakis Kur'an'ın


Allah tarafından, ayet ayet ve sure sure geldiğini bildir-
miştir. Hazreti Muhammed (S.A.V.), Allah kelamı ile
kendi sözleri olan Hadislerin birbirlerinden ayrılmaları
için büyük gayret göstermiştir. Hayatında kendi sözleri-
ni yazdırmamıştır. Buna mukabil Allah'dan vahiy geldi-
ği zaman derhal ashabını ve vahiy katiplerini çağırmış,
gelen ayet ve sureyi okumuş, ezberletmiş ve ondan son-
ra da yazdırmıştır.
4. Hazreti Musa, Tur Dağı'nda Allah ile konuştuğu­
nu ashabına nakletmiştir. Arkadaşları ve kendisine tabi
olanlar da ona inanmışlardır. Bu konuşmalar, Tevrat, İn­
cil ve Kur'an'da zikredilmektedir.
5. Hazreti Muhammed'in "Miraç" hadisesine kimse
itiraz etmemiştir. Çünkü Hazreti Muhammed, Mescid-i
Aksa'ya nasıl gittiğini, yolda ve Kudüs'te neler gördüğü­
nü hakikate uygun bir şekilde anlatmıştır. Daha evvel
hiç görmediği Kudüs'ü anlatınca Miraç'ına itiraz eden
çıkmamıştır. Hazreti Muhammed, ikinci kat göklerde İsa
Peygamber ile, dördüncü kat göklerde İdris Peygamber
ile görüştüğünü ve nihayet yedinci kat gökleri geçerek
meleklerin dahi çıkamadığı"Beyti Mamur", "Levhi
Mahfuz", "Arş-ı Ala, "Sidre-i Münteha ve "Kabekafsey-
ni Ev Edna" denilen yerleri görerek Allah ile bir perde
arkasından konuştuğunu beyan etmiştir. Şüphesiz Haz-
reti Musa olsun ve Hazreti Muhammed olsun, bunların
Allah ile konuşmaları, insanların bir biri ile konuştuk­
ları şekilde değildir. Miraç hakkında nakli deliller oldu-
ğu gibi, sahih Hadisler de vardır. Yalnız sonradan Miraç
hadisesi cismani mi olmuştur, yoksa ruhani mi? diye
münakaşalar olmuştur.

6. Hazreti Muhammed Mustafa, peygamber olma-


dan evvel kırk sene halk arasında yaşamış bir insandı.
Yalan söylediği vaki değildi, tam ve kamil bir ahlak sa-
NAKLİ DELİLLER 71

hibi idi. Zamanın mübah saydığı, ahlak dışı hareketle-


rin hiç birini yapmamıştı. Peygamber olduktan sonra da
23 sene müddetle İslam dinini halka anlatmış ve bizzat
tatbik etmiştir. Hazreti Muhammed'i tanıyan, onu gö-
ren, onunla konuşan ve ona inanan kimselere "ashap"
denir. Yüzlerce ve binlerce ashap, peygamber ile birlik-
te yaşamış, birlikte harp etmiş ve birlikte hac etmişler­
dir. Hazreti Muhammed ve onu takip eden dört halife
(622-660) büyük bir İslam devleti kurmuşlardı. Bunları
da Emeviler (660-750) ve Abbasiler (750-1259) takip et-
miştir.

Hazreti Muhammed'i göremeyen ve onun zamanı-.


na yetişemeyen fakat ashaptan biri veya birçoğu ile ko-
nuşan, tanışan ve peygamber hakkında malumat alan
kimselere de "Tabiin" denir. Bunların adedi de binleri,
yüzbinleri bulur. Bütün saymış olduğumuz yüzbinlerce
insan, Hazreti Muhammed'e, onun yaydığı dine ve
onun Allah'ına inanıyorlardı. Bunlar arasında dinimi-
zin dört büyük imamı da vardır.
İmam-ı Azam ebu Hanife: Hicretin 80. senesinde
Kl1fe'de doğmuş ve 150. senesinde Bağdat'ta ölmüştür.
Ashaptan Abdullah ibni Evfa ve Enes bin Malik ile gö-
rüşmüştür. Tabiindendir. El Kitabül Evset ismindeki
eseri büyük bir içtihat mecmuasıdır. Kıyas yolu ile hü-
küm verirdi. Elli binden fazla fetva vermiştir. Diğer
mezhep sahibi imamlar, fıkıh işlerinde Hadis'lere daya-
narak yol gösterir. fetva verirlerdi.
İmam Malik bin Enes: Bu zat da tabiindendir. Hic-
retin 95 ile 179 seneleri arasında Medine'de yaşamıştır.
lmam-ı Azam ile tanışmış ve ona hayran olmuştur. "Mu-
vatta" isminde meşhur bir hadis kitabı vardır. "llme ve
alime saygı gösteren Allah'a saygı gösterir," demiştir.
İmam-ı Şafii Muhammed bin İdris: Hicretin 150.
senesinde Gazze'de doğmuş ve 204 de Mekke'de vefat
ALLAH VARDIR
72

etmiştir. Medine'ye giderek İmam Malik'ten ders almış


sonra da Kahire, Bağdat, Küfe ve Yemen gibi İslam mer-
kezlerinde ders okutmuştur. Muhammed Şafii der ki:
"Allah'ın kitabından sonra hocam Malik bin Enes'in
Muvatta adlı eserinden daha faydalı bir kitap görme-
dim." Bu muhterem zat da diğer imamlar gibi çok hadis
bilirdi ve aynı zamanda şairdi. Şu sözleri meşhurdur:
"Dünya dört şeyle ayakta durmaktadır; Alimlerin
ilmi, hükümdarların adaleti, salihlerin ibadeti ve cö-
mertlerin sahaveti, ile."
İmam Ahmed bin Hanbel: Hicri 164 de Merv'de
doğmuş, 241 de Bağdat'ta vefat etmiştir. Mekke'ye gidip
İmam Muhammed Şafü'den senelerce ders almış, so-
nunda büyük bir alim olmuştur. Yüz elli bin hadis top-
lamıştır.

Yüzlerce ve binlerce ashap ve tabiinden ve isimle-


rini zikretmiş olduğumuz dört büyük imamdan nakledi-
len ve bize kadar gelen hakikatlerden, Kur'an-ı Kerim'in
nasıl inzal olduğu, Hazreti Muhammed'in ne suretle
ayet ve sureleri aldığı ve katiplere nasıl yazdırdığı, bü-
yük mucizesi olan Miraç'ı ve Allah'a olan inancı, leva-
türen ve tarihi bir hakikat olarak sabit olmuştur.
7. İslam tarihi ve umumiyetle dinler tarihi tetkik
edilecek olursa, Hazreti Adem'den beri cereyan eden
hadislerde Allah'ın varlığını gösteren deliller vardır.
8. Nihayet Hazreti Muhammed'den bize intikal
eden Hazreti Kur'an, Allah'ın var olduğunu her an ispat
etmektedir.
Hülasa, Hazreti Muhammed'in Mekke ve Medi-
ne'de yaşadığı tarihi bir vak'a olarak ispat edilmiştir.
Neşretmiş olduğu İslam dininin de vahyi ilahiye istinat
ettiği tevatüren sabit olmuştur. İslam dininin Hak bir
peygamberi ve Hak bir kitabı olduğu yüzlerce ve binler-
NAKLİ DELİLLER 73

ce ashap tarafından söylenmiş ve bu ilahi kitap, hiçbir


değişikliğe uğramadan bize kadar intikal etmiştir.
İslam dini ve kitabı akla hitap etmektedir. Kur'an-ı
Kerim'de ilme aykırı hiç bir şey yoktur. Kul eseri olmuş
olsaydı, içinde anlam aykırılıkları bulunurdu. Kul eseri
olmuş olsaydı, bunca seneden beri ilme ve hakikate ay-
kırı düşen tarafları meydana çıkmış olurdu. Böyle bir-
şey olmamıştır. Kıyamete kadar da olmayacaktır. Demek
oluyor ki, nakli deliller de Allah'ın varlığını göstermek-
tedir.
74 ALLAH VARDIR
75

6
DİNi DELİLLER

Bu kısımda felsefi birer doktrin olan beşeri din ve


mezheplerden bahsedecek değiliz. Dinden maksat, se-
mavi olan, peygamberi ve kitabı olan dinlerdir. tık insan
ve ilk peygamber olan Hazreti Adem' den beri insanlara
doğru yolu göstermek için birçok peygamberler gelmiş­
tir. Bunların bir kısmına kitap gönderilmiş, bir kısmı da
kendinden evvel gelen kitaplara amel etmişlerdir. Haz-
reti Adem'den beri gelen bütün peygamberler, Mekke
ile Kudüs arasındaki bölgede yaşamışlardır. Bütün pey-
gamberlerin bu bölgede gelmiş olmasının birkaç sebebi
vardır. Bir defa ilk insanlar bu bölgede çoğalmıştır. İkin­
cisi bozulan dinler, kuruldukları yerde düzeltilmek is-
tenmiştir. Üçüncüsü bu bölgede Mekke ve Kudüs gibi
iki mukaddes yer vardır. Bu şehirlerin kudsiyeti de se-
mavi birer taş oldukları bilinen "Hacer-i Esved" ile
"Sahratullah"tan ileri gelmektedir.
Yer yüzünde ilk bina ve ilk mabet "Kabe"dir. Ka-
be'yi Hazreti Adem, Hacer-i Esved'i bulduğu yerde inşa
etmiştir. Daha sonraları Nuh tufanı ile yıkılıp yeri kay-
bolmuş ve ikinci defa Hazreti İbrahim tarafından inşa
edilmiştir. Hazreti !brahim'in iki oğlu vardı. Biri İshak
ki, peygamber oldu ve kendisine Kudüs verildi. Kudüs,
İsrailoğulları'nın (Yakupoğulları) kıblesi oldu. Diğeri ls-
ALLAH VARDIR
76

mail peygamber ki, ona da Mekke verildi ve Mekke !s-


mailoğulları'nın kıblesi oldu. Bilahare Hazreti Muham-
med, miraç sırasında Kudüs'e uğradığı için de ona her
iki yerin bereketi verildi. Allah, indinde Kabe ve Mes-
cid-i Aksa'nın mevkii çok büyüktür. O bu yerleri müba-
rek kılmıştır. Hazreti Muhammed, evvela Kudüs'e sonra
da Mekke'ye doğru namaz kıldığı için her iki kıblenin
de peygamberi olmuştur. Bundan dolayı kendisine "Ne-
bi yyül Kıbleteyn" denilmektedir. Bu suretle kendisin-
den evvel gelen bütün peygamberlerin en şereflisi ol-
muştur.

Kitaba ve peygambere inanmayan ilk insanlar. Nuh


kavminden çıkmıştır. Bu yüzden "Tufan" olmuş, inanan
ve Nuh'un gemisine binen kırk çift insan ile hayvanlar
kurtulmuş, diğerleri helak olmuşlardır. Nuh tufanından
sonra insanlar yeniden çoğalmış ve yeryüzüne yayılmış­
lardır. Mezopotamya'da çoğalan insanlar, Asya'ya, Afri-
ka'ya, Avrupa'ya ve Bering Boğazı yoluyla da Ameri-
ka'ya dağılmışlardır.
Nuh Peygamber'den sonra gelen kavimler içinde,
peygamberlerine ve Allah'a inanmayan Ad, Semud ve
Lut kavmi gibi bazı kavimler, çeşitli afetlerle mahvol-
muşlardır.

Allah, Hazreti Adem'i yaratmış fakat onu başı boş


bırakmamıştır. Dünyada ne yapması lazım geldiğini ona
öğretmiştir. Esasen dinden maksat; insanları terbiye et-
mek ve onlara gidecekleri doğru yolu göstermektir. Al-
lah, insanları başı boş bırakmış olsaydı, her insan ken-
di aklını beğenecek, dünyada düzen ve birlik kalmaya-
caktı. İnsanoğlu, başı boş, yani dinsiz bırakılmış olsay-
dı, insanlar kendilerini mes'uliyetten uzak sayar ve ila-
hi adaletten korkmayacağı için cemiyet içinde düzen ol-
maz ve anarşi olurdu. İnsan ve insan topluluklarının
bulunduğu yerlerde din ve kanun olmazsa, hak ve ada-
let olmaz, haklı ve haksız birbirinden ayrılamazdı. Bir iş
DİNİ DELİLLER 77

veya hareket, bir insana gore doğru, diğerine göre yan-


lıştır. Din olmasaydı doğru ile yanlışı kim tayin edecek-
ti. Din olmasaydı, hak, kuvvetin olurdu. İşte bu sebep-
lerden dolayı, insanlara din lazımdır. Lazım olduğu için
de Allah insanları dinsiz ve yolsuz bırakmamıştır.
Aslında, semavi dinler hep aynıdır. Hepsi de müş­
tereken Allah'ın varlığını, birliğini, yeri ve göğü yarattı­
ğını, ahirete inanmak lazım geldiğini, Allah'ın her şeyi
yapmaya kadir olduğunu bildirmektedirler. Peygamber-
ler vefat ettiği, kitaplar ortadan kalktığı ve dini hüküm-
ler unutulduğu zaman, yeni peygamber ve yeni kitaplar
gönderilmiştir. Yalnız ilk dinler, ilk insanların anlıyaca­
ğı şekilde basit idi. Sonraları, her gelen din bir evvelkin-
den daha gelişmiş olarak gelmiştir. Böylece, en son ge-
len İslam dini, bütün eski dinlerin yerine geçmiş, bugü-
nün ve yarının insanına hitap edecek şekilde, en mü-
kemmel bir din olarak tebliğ edilmiştir.
İnsanları düşündüren ve bir kısmını da şüpheci ya-
pan kainatın başlangıcı ve sonu hakkındaki bilgilerimi-
zin noksan oluşudur. Bugün, hala bu bahislerde ilim su-
kut etmektedir. Ne ispat edebiliyor, ne de inkar. Allah,
ilk ve son hakkındaki bilgilerimiz; daha ziyade dinlerin
öğrettiklerinden ibarettir. Esasen Allah da ne hikmet ise,
bu bahislerden insanlara pek az şey öğretmiştir. Meşhur
bir Acem şairinin söylediği gibi; kainat eski bir kitaptır,
bu kitabın ilk ve son yaprakları yırtılmış, kaybolmuştur.
Bundan dolayı biz kainatın evveli ve ahirini okuyup öğ­
renemiyoruz.
Enbiya suresinin 30. ayetinde: "Göklerle yer, biti-
şik bir halde iken onları birbirinden ayırdığımızı, her
diriyi de sudan yarattığımızı, inkarcılar görmediler mi?
Hala inanmayacaklar mı onlar?"
Enbiya suresinin 33. ayetinde: "Allah, geceyi gün-
düzü, güneşi ayı yaratandır ve bütün bunlar, kendi da-
ALLAH VARDIR
78

iresi içinde devretmektedirler."


Enbiya suresinin 35. ayetinde: "Her canlı ölümü ta-
dacaktır. Sizi bir imtihan olarak iyilik ile kötülük ile de
deniyoruz. Sonunda yine bize döndürüleceksiniz."
Fussilet suresinin 9. - 10. ayetinde: "O, dünyayı iki
günde yarattı. Dünyanın üstüne baskılar yaptı. Onda be-
reketler yarattı. Onda arayanlar için müsavi gıdalar tak-
dir etti."
Fussilet suresinin 11. - 12. ayetinde: "Sonra Allah
iradesini buhar halinde olan göğe çevirdi. Göğe ve yere,
ikiniz de ister istemez gelin, buyurdu. Onlar da isteye
isteye geldik dediler. Bu suretle onları, yedi gök olmak
üzere, iki günde vücuda getirdi. Her gökte, ona ait emri
vahy etti. Dünya göğünü de kandillerle donattık. Onu
afetlerden koruduk. İşte bütün bunlar, mutlak kadir ve
her şeyi hakkıyle bilen Allah'ın takdiridir."
Kaf suresinin 16. ayetinde: "And olsun, insanı Biz
yarattık. Nefsinin ona ne vesveseler vermekte olduğunu
da biliriz. Çünkü, Biz ona şah damarından daha yakı­
nız."

Kaf suresinin 38. ayetinde: "And olsun ki Biz, gök-


leri, yeri ve ikisi arasında bulunan şeyleri altı günde ya-
ratmışızdır. Bize hiç bir yorgunluk da dokunmamıştır."

Kainat ve yaratılış hakkındaki fenni bilgilerimizi,


Kur'an-ı Kerim'in bu ayetleri ışığı altında özetleyecek
olursak; Allah varken, ondan başka hiç bir şey mevcut
değildi. Allah evvela nihayeti bilinmeyen muazzam bir
boşluk yaratmış ve sonra "Ol" emriyle, büyük bir patla-
ma olmuş, kızgın parçalar etrafa dağılmış ve zamanla
bunlardan galaksiler meydana çıkmıştır. Ayrıca pekçok
atom oluşmuş; atomlar, hareket kabiliyetleri, pozitif ve
negatif yükleri, fiziki ve kimyevi hususiyetlerine göre
bir araya toplanmış, küçük veya büyük kümeler teşek­
kül etmiştir.
DİNİ DELİLLER 79

Bunlar zamanla soğuyarak gezegenleri teşkil etti.


Güneşimiz hala kızgın ateş halindedir. Güneşte, müte-
madiyen atom patlamaları olmaktadır. Bu patlamalar-
dan çıkan alevler, iki yüz bin kilometre uzaklara yayıl­
maktadır. Güneşin sathındaki hararet halen en azından
dört, beş bin santigrattır. tlim adamlarınnın tesbit ettiği­
ne göre, milyonlarca sene sonra, hydrojen atomları kay-
bolacak, dünya gaz haline gelip, güneş tarafından yutu-
lacaktır.

Güneş sisteminde yer alan dünyamız, zamanla so-


ğumaya başladı. Soğudukça da katılaştı, üzeri kabuk
bağladı. Hydrojen ve oksijen molekülleri birleşerek su
oldu ve yağmur halinde Dünya üzerine döküldü. Hara-
retten buharlaştı ve tekrar yağmur oldu. Böylece, Dünya
daha da soğuyarak üzerinde taş ve toprak teşekkül eder-
ken denizler de meydana geldi. Nihayet, husule gelen
müsait şartta ve Allah'ın emriyle, tuzlu su içinde ilk
canlı hücre teşekkül etti. Bu hücre bölünerek çoğalma­
ya başladı. Bir taraftan bitkiler, diğer taraftan hayvanlar
meydana geldi. Bu devirlerde, dünya üzerinde büyük
iklim değişmeleri ve zelzeleler vukua geldi. Bir kısım
denizler kara, bazı kara parçaları da deniz oldu.
Yeryüzünde, henüz insan yokken, Allah; melekleri
ve cin taifesini yarattı. Melekler; sema sakinleri oldu.
Yiyip içmeden, durup dinlenmeden onlara, Allah'ı an-
maları ve ibadet etmeleri emredildi. Cinlerin, insanlar
gibi iman edeni ve etmeyeni vardır. Nihayet Allah, ya-
ratmış olduğu, bitki, hayvan, melek ve cinden başka ve
hepsinin üstünde bir mahh1k olan insanı yarattı. Gayesi
varlığını tanıtmak idi. Toprak ve sudan ibaret olan insan
hamuruna güzel bir şekil verdi ve ona yarattığı ruhu üf-
ledi. Kafasına akıl koydu ve iradesini eline verdi. Böy-
lece ilk insan olan Hazreti .Adem canlanıverdi. İlk sözü
Elhamdülillah, demek oldu. Allah; Hazreti A.dem'e,
Cennet bahçelerinde gez, eğlen, her istediğin olacaktır,
ALLAH VARDIR
80

yalnız şu ağaca dokunma, dedi. Adem'den Havva'yı


halketti. Fakat yazık, hem de çok yazık, Şeytan isimli
kötülük meleği Havva anamızı, o da Adem babamızı
kandırdı, yasak ağacın meyvasından yediler. Yasak olan
şeyi yaptıkları için, cezayı hakettiler. Allah onları Cen-
netten çıkarıp yeryüzüne indirdi. Hazreti Adem Seylan,
Hazreti Havva da Cidde taraflarına indirildi. Aylarca ve
yıllarca tövbe edip gözyaşı akıttılar. Adem Havvasına,
Havva Adem'ine kavuşmak için Allah'a yalvarıyorlardı.
Nihayet Mekke civarında Arafat'da buluştular. Hacer-i
Esved'i buldukları yerde Kabe'yi inşa ettiler.
Allah, Hazreti Adem'i yeryüzüne indirdikten son-
ra, ona, on sahifelik bazı emir ve nasihatlerde bulundu:
"Emirlerimi dinleyenler, dünya ve ahirette rahat
eder, sonunda Cennete giderler. Emirlerimi dinlemeyip,
Şeytana uyanlar, dünyada rahat etmez; ahirette de da-
imi azap yeri olan Cehenneme giderler.
Şeytanın hilesinden kurtulmanın üç yolu vardır.
Biri ibadet etmek, diğeri hayır işlemek, üçüncüsü de her
şeyi Allah' dan istemektir.

Ey Adem, Cennetten çıkarıldığın için gam yeme,


ben sana Dünya'da sayısız nimetler verdim.
Yeryüzünü, oğulların ve kızların ile dolduracağım.
Onların bir iyiliklerine on sevap, on kötülüklerine de
bir günah yazacağım. Tövbe eden kullarımı affedece-
ğim." dedi.

Elbette bir gün, şu geçici dünya hayatı son bulacak,


ahiret hayatı denen sonsuz bir hayat başlayacak. Nasıl
insanlar, başlangıçta yoktan var edildi ise, öldükten
sonra da, topraktaki maddesiyle, semadaki ruhu birleşe­
cek, yeni bir hayat başlayacak. Büyük mahkeme kurula-
cak. Allah'ın sözünü tutanlar ve tutmayanlar ayrılacak.
Her insanın, hayat filmi çekildiği için, hiç kimse yaptı­
ğı işleri gizleyemiyecek. İnsana, bizzat kendi azası şeha-
DİNİ DELİLLER 81

det edecek. Böylece, Allah'ın adaleti tecelli edecek. İyi­


ler Cennete, kötüler Cehenneme girecek. İnkar edenler
(münkirler), Allah yoktur diyenler ve Allah'ın emirleri-
ne toptan muhalefet edenler, ebediyen Cehennem azabı­
na müstahak olacaklardır. Yumuşak bir hava ve latif bu-
lutlardan, kısa zamanda şimşek ve yıldırımlar halkeden
Allah, her şeyi yapmaya muktedirdir. Bundan, kimse-
nin şüphesi olmasın.
Bütün dinlerin kabul ettiğine göre, ilk insan Hazre-
ti Adem'dir. Bazılarının zannettiği gibi, insan tekamül
suretiyle maymundan husule gelmiş değildir. Tekamül
nazariyesini kabul edecek olursak, maymun ile insan
arasında bir ara mahlukun daha bulunması icabeder.
Halbuki böyle bir şeye raslanmamıştır. Sonra, binlerce
seneden beri hiç kimse, dağdan veya ormandan, may-
mun bir insanın çıkıp geldiğini görmemiştir. Arkeolojik
tetkiklere göre, Nuh Tufanı'ndan önceki devirlere ait ol-
dukları anlaşılan bazı sanat eserlerine rastlanmıştır. İn­
sanın maymundan tekamül suretiyle hasıl olduğunu ka-
bul edecek olursak, o devirden yüzbinlerce sene geriye
gitmek gerekir ki, o zaman, yeryüzünde değil insan, me-
meli hayvanlar bile ortaya çıkmamıştı. Halbuki son tet-
kiklere göre, ilk insan iki milyon sene evvel yeryüzüne
gelmiştir. Taş devri dediğimiz çağ, çok uzun sürmüştür.
Belki iki milyon sene. Tunç devri, Milattan evvel beş, al-
tı bin senelerine rastlar. Bu devirlerde insanlar, tek tek
yaşamayı bırakmış, bir araya gelerek devletler kurmaya
başlamışlardır.

İnsanların asıl tekamülü, yazının icadı olan beş al-


tıbin sene evvelinden başlar. İnsan yavrusu, ecdadının
özelliklerini taşır. Şayet insanlar, maymundan türemiş
olsaydı, bazı kadınların maymun doğurmaları icabeder-
di. Binlerce senedir böyle birşey vukubulmamıştır. Yav-
ru maymunlarla yeni doğan çocuklar bir arada büyütül-
müş, aynı gıda ile beslenmiş ve maymunlar konuşturul-

A//ah Vardır - F. 6
ALLAH VARDIR
82

mak istenmiştir. Zamanı gelince çocuklar konuşmaya


başlamış, fakat bütün gayretlere rağmen maymunlara bir
kelime dahi söyletilememiştir. Nihayet maymunların
beyni açılmış ve konuşma merkezine sahip olmadıkları
görülmüştür. Demek ki, insan beyninin yapılışı başka,
maymun beyninin başkadır. Tekamülün burada rolü
yoktur. Son zamanlarda ele geçen ve çok eski insanlara
ait oldukları anlaşılan kafatasları üzerinde yapılan tet-
kikler göstermiştir ki, insanlar, maymunlardan daha es-
ki bir maziye sahiptirler. Böylece dinlerin dediği ilmen
tesbit edilmiş, insanın maymundan geldiği tezi de çürü-
müştür.

Maymun insanın medenileşmesi çok zordur. Hal-


buki Hazreti Adem, dünyaya geldiği zaman, medeni idi.
Allah ona kitap vermiş ve her şeyi öğretmişti. Ateş yakı­
yor, buğday ekiyor, ekmek pişiriyor, aile hayatını bili-
yor, hak ve hukuk tanıyordu. Allah'ın emirlerine göre
hareket eden insanlar, daha ilk çağlarda medeni idi. Al-
lah'ın emirlerine itaat etmeyen veya kendilerine pey-
gamber gönderilmeyen insanlar, vahşi kalmışlardır. Bu-
gün, dünyada vahşi kavimler vardır. Bunlar onbinlerce
sene geçmiş olmasına rağmen, hala medenileşmemişler­
dir. Çünkü, ilahi kitapları ve peygamberleri yoktur.
Hazreti Adem'den beri iki milyon senelik bir za-
man geçtiği tahmin edilmektedir. Nuh Tufanı'nın M.Ö.
9 bin senelerinde vuku bulduğu tahmin edilmektedir.
Nuh Peygambere kadar, insanlar, dokuz yüz ila bin sene
yaşarlarmış. Nuh'tan Hazreti tbrahim'e kadar insanların
üç yüz ila dört yüz sene yaşadıkları söylenir. İbrahim
Peygamber'den zamanımıza kadar, insan ömrü gittikçe
kısalmıştır.

Hazreti Adem'den sonra oğlu Şit peygamber olmuş­


tur. Rivayete göre Adem Babamız, oğluna beş nasihatta
bulunmuş:
DİNİ DELİLLER 83

1. Ey Şit, dünyada yalnız kendi menfaatin için ça-


lışma, insanlık için de çalış.

2. Ey Şit, yapacağın işin sonunu düşünerek yap.


3. Ey Şit, gönlünün istediği her şeye meyletme.
4. Ey Şit, kadın söziine uyma, kadın insanı baştan
çıkarır.

5. Ey Şit, ne kadar akıllı olursan ol, bir iş yaparken,


başkalarına danış.

Hazreti Adem'den Hazreti Muhammed'e (S.A.V.)


kadar birçok peygamberler gelmiş ise de hepsine kitap
gelmemiştir. Aşağıda isimleri yazılı dört peygambere ge-
len emirler, kitap dolduracak kadar çok değildi. Bundan
dolayı, ilk kitaplara "Suhuf" denir.

Adem Peygamber'e on suhuf, Şit Peygamber'e elli


suhuf, İdris Peygamber'e otuz suhuf ve İbrahim Pey-
gamber'e de on suhuf gelmiştir. Bunların içeriği, Hazre-
ti Adem'e bildirilenlerin hemen hemen aynıdır. Bundan
sonra, dört büyük peygambere, dört büyük kitap gönde-
rilmiştir.

Tevrat, Hazreti Musa'ya; Zebur, Hazreti Davud'a;


İncil,
Hazreti İsa'ya; Kur'an-ı Kerim, Hazreti Muham-
med'e (S.A.V.) gönderilmiştir.
Tarihte ilk yazı, çivi yazısı olup, altı bin sene evvel
Sümerler tarafından icat edilmiştir. Yazının icadından
evvelki zamana, tarihten evvelki zaman denir. Bu devre-
ye ait tarihi bilgi azdır. Bu devirleri, din kitaplarından
veya san'at eserlerinden öğreniyoruz. Yazının icadın­
dan Hazreti İsa'nın doğumuna kadar olan zamana Milat-
tan Önceki (M.Ö.) zaman, Hazreti İsa'dan zamanımıza
kadar olan zamana da Milattan Sonra (M.S.) tabirlerini
kullanıyoruz. Dört büyük kitap zamanında yazı vardı.
Yalnız matbaa icat edilmemişti. Bundan dolayı mukad-
des kitapların bir kısmı el yazısı ile ve mahdut miktar-
84 ALLAH VARDIR

da yazılmıştır.
85

TEVRAT ve HAZRETİ MUSA

Tevrat, Musa Peygambere gelen ilahi bir kitaptır. Bu


dine 'Musevilik', bu dine mensup olanlara da 'Musevi'
denir. Museviliği ve bu dinin Allah hakkındaki görüşü­
nü anlatabilmek için, Hazreti Musa'nın hayatını gözden
geçirmek faydalıdır.
Musa; mana itibariyle, sudan kurtulmuş demektir.
Beni İsrail kabilesinden olup, Mısır'da doğmuştur. Fira-
vunlar devrinde Yakup (İsrail) Peygamber'in küçük oğ­
lu Yusuf'un bir kervan tarafından Mısır'a götürüldüğü
ve bilahare, Yakup Peygamber ile diğer oğullarının da
Mısır'a yerleştiği ve böylece, İsrail kabilesinin Mısır'da
çoğaldığı (M.Ö. 1700) malumdur.
Bu tarihlerde, Firavunlardan biri, bir rüya görmüş.
Tabirciler; İsrailoğulları'ndan bir erkek çocuk doğacağı­
nı ve bir din kuracağını, hükümdarlığını elinden alaca-
ğını Firavuna söylemişler. Bunun üzerine, Firavunu
korku almış ve Beni İsrail'den doğacak bütün erkek ço-
cukların öldürülmesini emretmiş. Aradan seneler geç-
miş, binlerce çocuk öldürülmüş. Bu sırada, Beni İsra­
il'den İmran ismindeki bir zat ile Yuhabes adındaki bir
kadından, bir erkek çocuk doğmuştur. İşte, Hazreti Mu-
sa bu çocuktur. Hazreti Yuhabes, üç ay kadar gizlice ço-
cuğu büyütmüş. Sonra yakalanırım korkusu ile çocuğu
ziftlenmiş bir sepet içine koyarak Nil suyuna bırakmış.

Firavunun karısı Asiye, sarayının yakınında, sazlar


içinde sepeti ve çocuğu görüp almış. Asiye Allah'a ina-
nıyordu ve çocuk doğurmamıştı. Bu çocuğu çok sevmiş
ve Firavuna götürerek sarayda büyütmesi için müsaade
istemiş. Hazreti Musa, sarayda büyük bir ihtimam ile
büyüyerek genç bir delikanlı olmuş. Musa, bir gün, bir
sokaktan geçerken, bir Mısırlı ile Beni İsrail'den birisi-
ALLAH VARDIR
86

nin kavga ettiklerini görmüş. Mısırlıyı haksız bulmuş ve


ayırmak için ona bir tokat atmca, adam yere düşüp öl-
müş. Musa ceza yiyeceğinden korkmuş ve Mısır' dan
kaçmış. Medyen şehrine gitmiş. Orada Şuayip Peygam-
ber'in kızlarından Safura ile evlenmiş. Çocukları olmuş.
Tur Dağı'nda bir ateş görüp, ateş almak için oraya çıkar­
ken ilahi bir ses duymuş ve burada kendisine peygam-
berlik verilmiş. Peygamberlik geldiği zaman seksen yaş­
larında imiş.

Allah, Hazreti Musa'ya; Mısır'a gitmesini, esarette


kalan ve Firavunun eli altında çok zahmet ve işkence
çeken İsrail kabilesini, oradan çıkarmasını, Arz-ı Mu-
kaddes denen Kudüs taraflarına götürmesini emretmiş.
Bunun üzerine, Hazreti Musa, Mısır'a gitmiş. Firavunu
hak dine davet etmiş, fakat, Firavun kabul etmemiş. Bir-
çok mucizeler göstermiş yine inandıramamış. Nihayet
bir gece, İsrail kabilesini toplamış ve gizlice Mısır'dan
çıkmış. Ertesi gün, Firavun, Hazreti Musa'yı yakalamak
için, ordusu ile birlikte yola çıkmış. Süveyş Denizi'ne
geldikleri zaman bir mucize olmuş. Hazreti Musa ve ka-
bilesi, Allah'ın yardımı ile çekilen sudan geçmiş. Fakat
arkalarından gelen Firavun ile ordusu suların hücum et-
mesiyle helak olmuşlardır. Çünkü, Firavun ve ordusu,
Allah'ın varlığını inkar eden, şükürsüz bir millet idi.

Yolda İsrail kabilesi, Allah'ın emrettiği mukaddes


yere gitmekten ve Kenani'lerle mücadele etmekten vaz
geçti. Hazreti Musa'ya; sen Allah'ın ile git, o yeri zaptet,
sonra biz de geliriz, demek suretiyle Musa ile alay etti-
ler. Bu yüzden Hazreti Musa, kavmine beddua etti. Kırk
sene Tih Sahrası'nda dolaştılar. Türlü cefalar, zahmet ve
sıkıntılar çektiler. Zaman geldi, susuz kaldılar, isyan et-
tiler. Hazreti Musa, taştan su akıttı, kana kana içtiler. Za-
man geldi, aç kaldılar, isyan ettiler. Hazreti Musa, dua
etti, gökten bıldırcın ve kudret helvası yağdı, doya doya
yediler. Fakat, yine de birçoğu iman etmediler.
TEVRAT ve HAZRETİ MUSA 87

Hazreti Musa, Allah'ın emriyle, Tur dağına çıktı,


kırk gün orada kaldı. Giderken, götürmüş olduğu on iki
levha üzerine, "On Emir" Levhi Mahfuz'dan aksettirile-
rek yazdırıldı. Hazreti Musa, kavminin yanına döndüğü
zaman, On Ernir'i ihtiva eden levhaları ashabına ve kav-
mine gösterdi. Fakat, maalesef onları, altından yapılmış
bir buzağı heykeline tapar buldu. Dernek, İsrail kabilesi-
ni, Allah'tan çok altın alakadar ediyordu.
Hazreti Musa'nın Allah ile konuştuğu tahmin edi-
len yere, bilahare Ayasofya'ya son şeklini veren İmpara­
tor Justinyen tarafından büyük bir mabet yaptırılmıştır
ve halen açık bulunmaktadır.
Hazreti Musa, kırk sene çöllerde dolaşıp inanma-
yan nesil ortadan kalktıktan sonra, Kudüs'e yerleşmek
için yola çıkmış, fakat M.E. 1300 senelerinde ve takri-
ben yüz yirmi yaşında olduğu halde vefat etmiştir.
Beni İsrail,
Filistin'e yerleştikten sonra, İbrani dev-
leti parçalandı. Hazreti Davut tarafından, merkezi Ku-
düs olmak üzere, ilk İsrail Devleti kuruldu. Süleyman
Peygamber' den sonra, dinlerinin gereklerini yerine ge-
tirmediler. İsrail kabilesine başka peygamberler de gör-
derildi. Fakat, onların da sözlerini dinlemediler. Bu
yüzden lanete uğradılar. Çok geçmeden, M.E. 604 tari-
hinde, Buhtunnasır, İsrail Devleti'ni yıktı. Kudüs yıkıl­
dı ve yağma edildi. Musevilerin bir kısmı öldürüldü, bir
kısmı da Babil'e götürülüp hapsedildi. Orada uzun
müddet esarette kaldılar. Nihayet M.Ö. 562 de Pers Kra-
lı Kurus, Babil şehrini zaptetti ve Yahudileri serbest bı­
raktı. Birçoğu Kudüs'e gidip yerleşti. Fakat bu sefer de
İranlıların esaretine tabi oldular. Sonra, Makedonya
Kralı İskender'e (M.Ö. 322) esir oldular. Bilahare, put-
perest olan Romalılar, Milattan evvel 63 tarihinde Kü-
düs'ü işgal ettiler. Musevileri kitle halinde öldürdüler.
Bir kısmı kaçarak, başka devletlerin himayesine sığındı-
ALLAH VARDIR
88

lar ve böylece dünyanın her tarafına yayıldılar.

Fakat sonradan dinlerinin kıymetini anladılar. Tev-


rata bağlandılar. Bu yüzden, benliklerini kaybetmediler.
Muharref Tevrat'ın tesir ve telkini ile ve İngilizlerin de
yardımı ile 1948 senesinde, muhtelif memleketlerden
kalkarak Filistinde toplandılar. Tarihte ikinci defa ola-
rak, İsrail Devleti'ni ikibin sene sonra yeniden kurdular.
Dinin, insanlar üzerindeki tesirini anlatması bakıman­
dan bundan güzel misal bulunamaz. Dünyaya yayılmış
olan Musevileri birleştiren ve devlet kurmalarına sebep
olan dini akideleridir.
Tevrat'ın esası olan "On Emir", Tur dağında, Levhi
Mahfuzdan çoğaltılmak suretiyle ve Hazreti Musa'nın
konuştuğu İbrani lisanı ile on iki levha üzerine aksetti-
rilmiştir. On Emir şunlardır:

1 - Puta tapma, Semada ve zeminde olan şeylerin


şeklini yapıp onlara secde etme.
2 - Tanrın olan Yahova'nın ismini boş yere anma.
3 - Altı gün çalış, yedinci gün istirahat et.
4- Pederine ve validene saygı göster.
5 - Adam öldürme.
6 - Zina işleme.
7 - Hırsızlık yapma.
8 - Yalan yere şehadet etme.
9 - Rüşvet alma.
10 - Komşuna fena gözle bakma ve hiç bir şeyine ta-
mah etme.

Sonradan gelen vahiylerle, Tevrat olduça büyük bir


kitap haline gelmiştir. Fakat hemen şunu işaret edelim
ki, Tevrat, Hazreti Musa zamanında yazılmamış, sonra-
dan kitap haline getirilmiştir. Tevrat, büyük bir yekun
tuttuğu için yalnız Hazreti Musa ve Yuşa Peygamberler
TEVRAT ve HAZRETİ MUSA 89

tarafından ezberlenmiştir. Tevratınve On Emir'in yazılı


olduğu levhalar, Babil ve Kudüs şehirlerinde muhafaza
ediliyormuş. Fakat, Babil ve Kudüs'ün muhtelif devir-
lerde istilaya uğraması, yağma edilmesi ve yangınlar çı­
karılması dolayısiyle,. bu levhalar ortadan kaybolmuş­
tur. Zamanımıza gelinceye kadar, bu levhalara hiç bir
yerde tesadüf edilmemiştir.
Hazreti Musa'dan İsa Peygamber'e kadar gelen bü-
tün peygamberler, Tevrat hükümlerine göre amel etmiş­
lerdir. Hatta Hazreti İsa bile, İncil'de bulunmayan şer'i
işlerde Tevrat'a göre hareket etmiştir. Yalnız, ne varki,
halen elimizde bulunan Tevrat, asıl Tevrat değildir.
Şimdiki Tevrat, muhtelif zamanlarda ve muhtelif kimse-
ler tarafından yazılmıştır. Birçok yerleri Musevilerin ar-
zularına göre değiştirilmiştir. İşlerine gelmeyen kısımlar
da çıkarılmıştır. Tevrat'ın muharref (tahfif edilmiş) olu-
şu, okununca derhal belli olmaktadır. Muhtelif dillerde
yazılan Tevrat nüshaları, birbirini tutmadığı gibi, ifade-
ler de değişik olup, bir menşeiden çıkmadığını göster-
mektedir.
Tevrat (Ahdi Atik)'a göre; "Allah kendiliğinden var
olan bir varlıktır. Tevrat'ta, Yahova, Tanrı, Rab, Allah
aynı manada kullanılmıştır. Tanrı, birdir. Tanrı, madde-
si olmayan, doğmayan ve doğurmayan, ölmeyecek olan
bir varlıktır. Ahiret vardır, Putperestlik günahtır," der.
Halen mevcut olan Tevrat nüshalarındaki bahisler,
Tekvin, Huruç, Tesniye, Levililer, Sayılar gibi kısımlara
ayrılmıştır. Tevrat hakkında bir fikir vermek için, bu kı­
sımlardan bazı parçalar, hülaseten nakledilecektir.

1-Tekvin
Bu kısım, dünya ve kainatın yaratılışını şöyle anla-
tır:Yahova, birinci gün semavat ve zemini halk etti.
İkinci gün, suları halk etti. Üçüncü gün, karaları halk et-
ALLAH VARDIR
90

ti. Dördüncü gün, nebatları yarattı. Beşinci gün, haşarat


ve kuşları halk etti. Altıncı gün, memeli hayvanları ve
insanı halk etti. Yedinci gün, istirahat etti. Yahova,
Adem'i yerin toprağından kendi suretinde yaptı, sonra
burnundan hayat nefesini üfledi. Adem'in eğe kemiğin­
den Havva'yı halk etti...
Birçok peygamberler arasında bilhassa; Nuh, Da-
vut, Süleyman, İbrahim, İshak, Yakup, Yusuf'un hayat
hikayelerinden uzun uzun bahsedilmektedir.
2 -Huruç
Hazreti Musa'nın doğuşunu, peygamberliğini, Beni
İsrail'in Mısır'dan çıkışını, sahrada kırk sene dolaştıkla­
rını, tafsilatıyla anlatır.

3 - Levililer
Ayinler ve merasimlerden, kurban kesmekten, te-
mizlikten bahseder.
4 - Sayılar
İsrailoğullarının nasıl çoğaldığı, adetlerinin ne ka-
dar olduğu ve Filistin'e yerleşmelerinden bahseder.
5 -Tesniye
Hazreti Musa'nın peygamberliğini, Rab ile nasıl ko-
nuştuğunu, ölümünü ve Beni İsrail'in Yahova'nın emir-
lerini tutmaları lazım geldiğini anlatır.

Rab'ın emirleri arasında şunlar vardır: Körleri yo-


lundan saptıran mel'un olsun, komşusunun hududunu
bozan mel'un olsun, pederinin zevciyle yatan mel'un
olsun, hemşiresiyle yt\tan mel'un olsun, kayınvalidesiy­
le yatan mel'un olsun, yakın akrabasıyle birleşen
mel'un olsun, hayvanlardan birine yaklaşan mel'un ol-
sun, bir günah işleyen bir kurban kessin ...
Yahova, siyasi akideler kısmında şöyle emir verir:
TEVRAT ve HAZRETİ MUSA 91

Dünya yüzünde, en makbul kavim, Yahudilerdir.


Dünyaya hakim olacaklardır. Bu gayeye varmak için,
hiç bir kavim ile milletin göz yaşına bakılmamasını, ne
şekilde olursa olsun bertaraf edilmelerini, başkalarının
dinine tabi olmamalarını emreder.
Görülüyor ki, siyasi akideler, tamamiyle Yahudile-
rin kendi uydurmalarıdır. Bu bakımdan Tevrat ilahi bir
kitap olmaktan çıkmış, konusu siyasi bir mahiyet taşı­
yan siyonistliğe dönüştürülmüştür. Siyonizmin gayesi
şudur:

Din, milliyet ve aile birliğini yıkmak. Onların yeri-


ne insanlık mefhumunu yerleştirmek. Bu sebeple, siyo-
nizm, dünyevi ve laik bir temele dayanır. Laikliği dün-
yaya yaymak için eski Roma kanunlarına itibar eder.
Mülkiyeti yıkmak için, komünist ve sosyalist metotları
ile çalışır. Hürriyet ve eşitlik sağlıyacağız diye, tarih ve
·milliyete hücum eder. Tabii, bütün bunlar Yahudilerin
işine gelen hususlardır.

Yahova, siyasi akideler kısmında, emirlerine de-


vam eder:
Ey İsrailoğulları, emirlerimi hiç unutmayın ve siz-
den sonra gelecek çocuklarınıza ve torunlarınıza anla-
tın. Emirlerimi tutarsanız, dünya sizin olacak. Şayet tut-
mazsanız Babil'de olduğu gibi, sizi diğer kavimlere esir
ettiririm.
Tevrat'taki, bu siyasi prensiplerin, Yahudilerin uy-
durması olduğunu göstermesi bakımından, Yahudi ve
siyonistlerin 1869'da Prag şehrinde, Haham Reic-
horm'ın toplantıda söylemiş olduğu sözlerden birkaç
örnek vereceğiz:
"Altın, mukavemet edilemez bir kuvvettir. Onunla
en doğru vicdanlar bile satın alınabilir. Borç vermek su-
retiyle devletlere tahakküm ediniz. Piyasaya kağıt para
ALLAH VARDIR
92

sürmek suretiyle pahalılık yaratınız. Paradan sonra,


ikinci büyük kuvvet basındır. İstenilen bir fikri, matbu-
atta tekrar ede ede kabul ettirebilirsiniz. Tiyatroda sanat
yolu ile, istediğiniz fikri kabul ettirebilirsiniz. Dünya ti-
yatro ve matbuatını elinizde tutunuz. Demokrasi niza-
mını övmek suretiyle, milletleri siyasi partilere bölece-
ğiz, milli birliği ortadan kaldıracağız.

Harp ve ihtilalleri körükleyeceğiz. Onlar harp ede-


rek zayıflayacak, biz ise kuvvetli kalacağız. İçtimai ada-
let ve eşitlik adı altında, siyonizmi propaganda edece-
ğiz. Bu suretle, büyük çiftlikleri parçalayacağız. Zengin
ve fakir elimize düşecek. Laikliği destekleyeceğiz. Baş­
ka dinleri çürütmeye çalışacağız, din adamları ile alay
edeceğiz. Sair din mensuplarından kız alalım ve kız ve-
relim. Onların adetlerini böyle bozabiliriz. Musevi ol-
mayan doktor ve avukatları elde etmeye çalışalım ...
Görülüyor ki, Tevrat'ın bazı kısımları komünizm ve
siyonizmin esaslarına uymaktadır. Şimdi, Tevrat üze-
rinde biraz daha durarak, aslında mukaddes olan bu ki-
tabın nasıl tahrif edildiğini gösterelim.

Tekvin bahsinde; Yahova altı günde dünyayı yarat-


tı, yedinci gün istirahat etti, demek suretiyle Allah'ın
insanlar gibi yorulacağını anlatmak istiyor ve Yahudile-
rin Cumartesi günleri istirahat etmeleri buradan çıkıyor.
Tevrat'ın başka bir yerinde; oğullarınız ve kızlarınız
peygamberlik edecek, deniliyor. Halbuki, dünya kurula-
lı, kadın peygamber gelmemiştir. Yakup Peygamber
için, teyzesinin koyunlarını çaldı, deniliyor. Halbuki
peygamberler hırsızlık yapmaz. Zekeriya peygambere
zina isnad ediliyor. Bu da peygamberlikle bağdaşamaz.
Zira, peygamberler, her türlü fenalıklardan azadedirler.
Tevrat'ın başka bir yerinde, Hazreti Musa'nın ölü-
münden sonraki hadiseler anlatılmaktadır. Bütün bun-
lar Tevrat'ın tahrif edilmiş olduğunu göstermektedir. El-
TEVRAT ve HAZRETİ MUSA 93

deki Tevrat'ın tahrif edilmiş olduğunu ispat edecek yüz-


lerce misal vermek mümkündür. Museviler, kendi din
ve peygamberlerinden başkasına inanmazlar. Bu yüz-
den, Hazreti İsa'ya yapmadıklarını bırakmamışlardır.
Hıristiyanlığı, daha doğarken boğmak istemişlerdir.

Müslümanlık için, evvelce olduğu gibi, hala müca-


dele etmektedirler. Halbuki, gerek İncil ve gerekse
Kur'an-ı Kerim, Tevrat ve Hazreti Musa'yı tanımış ve
tasdik etmiştir. Yahudiler, hele İslamiyeti hiç sevmezler.
Çünkü, Kur'anı Kerim, onların peygamberlere yapmış
oldukları eza ve cefayı ortaya koymuş, delilleriyle anlat-
mıştır. Bugün, dünyanın hiç bir yerinde Allah'tan gelen
hakiki Tevrat mevcut değildir. On Emir'in yazılı olduğu
levhalarda kaybolmuştur. Muhtelif lisanlarda yazılmış
olan muharref Tevrat kitabı Yahudilerin arzularını ihti-
va edecek şekilde değiştirilmiştir. Bu bakımdan Yahudi-
lerin bir kısmı Tevrat yerine Talmut okumaktadır. Çün-
kü Talmut, Yahudiliğin bütün hususiyetlerini anlatır.
Tevrat'ın tefsiri mahiyetindedir. Yahudilerin Talmut'tan
daha eski başka bir kitapları da Kabala'dır. Bunu da di-
ni bir kitap okur gibi okurlar. Fakat ne olursa olsun, Tev-
rat, muharref de olsa, bunlarla mukayese edilemez. On-
da az da olsa, ilahi bir koku vardır.
Tevrat'ın eldeki nüshalarının, sonradan muhtelif
kimseler tarafından yazılmış oldukları aşikardır. Hazre-
ti Musa'ya vahiy suretiyle geldiği söylenen ilk beş kitap-
ta, Hz. Musa zamanında yazılmamıştır. Bu beş kitabın
da muharref olduklarını Spinoza ile Richard Siman, ay-
rı ayrı yayınlamış oldukları dini tenkit kitaplarında
açıklamışlardır. Musevi tarihçilerine göre, Tevrat'ın mü-
him bir kısmını Hz. İsa'dan 450 sene evvel yaşamış olan
Ezra yazmıştır.
Thomas Paine (1737-1809) de "The age of reason"
ismindeki eserinde, Tevrat'taki hatalardan ve bu kitabın
ALLAH VARDIR
94

başka başka kimseler tarafından yazılmış olduğunu bil-


dirir.
Bundan dolayı Thomas Paine, Tevrat'a inanmaya-
rak: "Tek bir Tanrı'ya, sadece bir tek Tanrı'ya inanıyo­
rum. İnsanların eşitliğine inanıyorum. Dini vazifeler
olarak ta; adil davranmak, merhametli olmak ve hem-
cinslerimizi mutlu kılmaya çalışmak olduğuna inanıyo­
rum," der.
Esasen bizim kitabımız olan Kur'an, Tevrat'ın tahrif
edilmiş olduğunu bildirmektedir.

Bütün bu anlattıklarımızdan demek istiyoruz ki,


Tevrat ve Hazreti Musa da Allah'ın varlığını ve birliğini
kabul etmişlerdir.
95

ZEBUR ve HAZRETİ DAVUT

Zebur, takriben üç bin sene evvel, Davud Peygam-


ber'e gönderilen ilahi bir kitaptır. Bu kitaba Mezamir di-
yenler de vardır.
Hazreti Davud, Kudüs'te doğmuştur. Halen türbesi
oradadır. Çocukluk ve gençlik hayatı bilinmiyor. Bili-
nen şudur: Kudüste yaşamış, çok kuvvetli bir insanmış,
sesi de gür ve güzelmiş. Zebur okuduğu zaman, herkes
onu büyük bir aşkla dinler, mest olurmuş. O kadar kuv-
vetli imiş ki, demiri eğer zırh yaparmış.
Allah, Davud'a peygamberlik verdi ve kitap gönder-
di. Milattan Evvel 1055-1015 tarihlerinde İsrailoğulları­
nın hükümdarı oldu. Merkezi Kudüs olan bir devlet
kurdu. Halen Kudüs'te mevcut olan "Beyti Mukaddes"
veya "Mescidi Aksa" denilen cami Davut Peygamber za-
manında inşa edilmeye başlandı. İnşa edildiği yere, da-
ha evvel Hazreti Musa gelmiş, çadır kurmuş ve ibadet
etmişti. Hazreti Davud, mabede başlamış ise de bitire-
memiştir. Oğlu Hazreti Süleyman, mabedi ikmal etmiş­
tir.
Mescidi Aksa'nın büyük avlusu içerisinde kubbeli
bir mescit vardır. Bu mescit, Muallak Taş için yapılmış­
tır. Rivayete göre; vaktiyle bu taş havada dururmuş.
Sonra kenarları duvara oturtulmuş, alt ve üstü açık bıra­
kılmıştır. Yassı, kahve renkli ve 7 - 8 metre boyundadır.
Semavi bir taş olduğu söylenir. Hazreti Muhammed, bu
taşa basarak Miraç'ına başlamış.

Hazreti Musa zamanında mukaddes Filistin toprak-


larına yerleşen İsrail kabilesi, Davut Peygamber zama-
nında ve takriben Milattan bin sene evvel merkezi Ku-
düs olan ilk Yahudi devletini kurmuşlardır. Hazreti Da-
vud'un kırk sene süren krallığı sonunda, oğlu Hazreti
ALLAH VARDIR
96

Süleyman peygamber ve kral oldu. Hazreti Süleyman


Mescidi Aksa inşaatını bitirdi. Zamanında krallığının
hudutları çok genişledi ve zengin bir krallık oldu. Feni-
keliler ile anlaşma yaparak deniz ticaretine ehemmiyet
verdi. Hazreti Süleyman, Tevrat'ın On Emir'ini altın
plakalara yazdırarak, mabedin duvarına astırdı. Hazreti
Süleyman'ın şahane ve adilane krallığı kırk sene devam
etmiştir. M.Ö. 930'da vefat edince, İbrani Devleti ikiye
ayrıldı. Biri güneyde merkezi Kudüs olan Yahudi devle-
ti, diğeri kuzeyde, merkezi Nezaret olan İsrail Devleti
idi. Her iki devlet de, kısa zamanda yıkıldı. tık defa
Asurlular, M.Ö. 722'de İsrail Devleti'ni yıktı. Sonra, Ha-
bil Kralı Buhtunnasır M.Ö. 604'de Yahudi Devleti'ni or-
tadan kaldırdı. Bundan sonra; Yahudiler, kendilerine
gelen peygamberlerden hiç birinin söz ve nasihatlerini
dinlemediler ve 1948 yılında kurulan İsrail Devleti'ni
kurana kadar da başka bir devlet kuramadılar.
Yahudiler, muhtelif zamanlarda, muhtelif milletle-
rin esaretinde kalmışlardır. Bilahare, Romalılar M.E.
63'te Filistin ve havalisini zaptettiler. Kudüs şehrine
girdiler, Beyti Mukaddes'i yıktılar. İşte bu yağma ve
yangın sonrasında Kudüs'teki Tevrat ve Zebur nüshala-
rının da kaybolduğu tahmin edilmektedir. Bundan dola-
yı, bu iki kitabın hakiki nüshaları mevcut değildir. Tev-
rat nasıl sonradan yazılmış ve tahrif edilmiş ise Zebur
da öyledir.
Yahudiler, putperest Romalıların esaretinde bulun-
duğu sırada, Kudüs'te Hazreti İsa, yeni bir din ortaya at-
tı. Yahudiler, bu dini kabul etmediler. Hazreti İsa'yı Ro-
malılara karşı, halkı isyana sevkediyor diye suçladılar.
Bunun üzerine Romalılar, halkın çoğunu kılıçtan geçir-
di. Milattan otuz sene sonra vukua gelen bu katliarr..dan
kurtulan Yahudiler kaçarak, dünyanın her tarafına ya-
yıldılar.
ZEBUR ve HAZRETİ DAVUT 97

Zebur, dört büyük kitabın en küçüğüdür. Halen bu-


nunla amel eden bir millet yoktur. Çünkü Yahudiler, da-
ha ziyade Tevrat ile meşgul olmuşlar, Hazreti Davud di-
ninin yayılmasına mani olmuşlardır. Esasen Zebur, yüz
sahife kadar olup, içinde şer'i hükümler yoktur. Davut
Peygamber, Zebur'da bulamadığı bahislerde Tevrat'a gö-
re amel etmiştir. Zebur, insanın topraktan yaratıldığını,
sonra ona ruh verildiğini, Allah'ın varlığını ve birliğini,
her şeyi yapmaya kadir olduğunu ve mevcudatın Allah
tarafından yaratıldığını anlatır. Zebur'un aslı mevcut
değildir. Mevcut nüshalar, Allah'ın sözlerinden ziyade,
Davut Peygamber'in münacat, hamd, sena, tesbih ve na-
sihatlerinden ibarettir. Hazreti Davut'un bu sözlerinden
bir kaçını zikredelim:
''Yarab, beni muhafaza eyle, zira sana tevekkül et-
tim.
Dünya ve onda bulunan her şey Allah'ındır.
Yarab, dudaklarımı aç, ağzım senin hamdini ilan
edecektir.
Kudret ve inayet Allah'a mahsustur.
Yarab, beni azabınla korkutup terbiye etme, bana
merhamet eyle, zira ben zayıfım, bana şifa ihsan eyle.
Rabba tevekkül etmek, eşrafa itimat etmekten evla-
dır.
Ne mübarektir Rabbinin şe.riatinde yürüyenler.
Kerim olan Allah'a hamdederiz.
Semavatı ilmi ile halk edene hamd ediniz, zira ina-
yeti ebedidir.
Cümle beşere ekmek verene hamd ediniz, zira ina-
yeti ebedidir."
Zebur'un başka bir yerinde de şöyle yazar:
"Ne mübarektir o insan ki, kötü işlere koşmaz, gü-
nah işlemez ve şerirlerin meclisinde oturmaz.
Allah Vardır -F 7
ALLAH VARDIR
98

Rab'a kulluk ediniz, O'na tevekkül edenlerin cüm-


lesi mübarektir.
Ya Rab! bizi bağışla. Sen şerirleri,
kibirli olanları,
yalan söyleyenleri, hilekarları, haksız yere cana kıyanla­
rı helak edersin.

Ya Rab! beni gazabınla terbiye etme, bana merha-


met et, zira ben zayıfım.
Ya Rab! yetimin yardımcısı sensin. Biçarelerin içi-
ni bilen, arzularını işitip imdatlarına yetişen de sensin.
Ya Rab! bizi doğru yola ilet. Bizi yalan söylemiyen,
dedikodu yapmayan, parasını faize vermeyen, rüşvet al-
mayan, dostuna yardım eden, yeminini tutan kulların­
dan eyle.
Ya Rab! beni himaye eden sensin Kudret ve inayet
sana mahsustur. Gün senin, gece senindir. Günahlarımı­
zı bağışla, bizi doğru yoldan ayırma.

Görülüyor ki, Zebur ve Hazreti Davud da, Allah'ın


varlığınıve birliğini bildirmiştir.
99

İNCİL ve HAZRETİ İSA

İncil semavi bir kitap olup, İsa Peygamber'e Allah


tarafından gönderilmiştir. Bu dine, İsevilik veya Hıristi­
yanlık denir. Hazreti İsa'nın diğer bir ismi de Mesih'tir.
Manası kurtarıcı demektir. Yunanlılar da , Hazreti İsa'ya
Hiristos adını takmışlardır. Hazreti İsa, Meryem'den ba-
basız olarak doğmuştur. Doğduğu yer Kudüs yakınında,
Bethlehem ismindeki bir köydür. Hazreti İsa'nın doğu­
mu, Miladi takvimin başlangıcı olarak kabul edilmiştir.
Yani bugün kullandığımız takvim ve içinde bulunduğu­
muz yılın başlangıcı onun doğumu dur. Hazreti Musa
ile Davud Peygamber arasında ve Davut Peygamber ile
Hazreti İsa arasında biner senelik bir zaman vardır. Haz-
reti İsa ile Hazreti Muhammed (S.A.V.) arasında ise 600
seneye yakın bir zaman geçmiştir.
Hazreti Meryem ile Hazreti İsa'nın hayat hikayesi
hakkında birbirini tutmayan neşriyat vardır. Bundan
dolayı, bu büyük ve mübarek zatların hayatlarını, en
doğru kaynaklardan derleyerek hülasa etmek istiyoruz.

Hazreti Meryem'in annesi Hene, babası da İmran


idi. Meryem'in teyzesi olan İsağ ve Hene'nin seksen ya-
şını geçtiklere halde, çocukları olmamıştı. Buna rağmen
ikisi de Allah'a yalvararak çocuk istediler. Hene, şu şe­
kilde dua etmişti:
"Rabbim, biliyorum yaşım geçmiştir, çocuk doğura­
cak yaşta değilim, fakat yine biliyorum ki sana güçlük
yoktur, sen her şeyi yapmaya kadirsin. Bana bir çocuk
verirsen, onu Beyti Mukaddes'in hizmetine vereceğim
ve ismini yad edeceğim."
,'<l
Her iki kız kardeşin duaları' kabul edilmiş, isağ,
Yahya Peygamberi, Hene de Meryem'i doğurmuştu. Fa-
kat Hene erkek beklerken kız doğmuştu. Bu kızı, mabe-
ALLAH VARDIR
100

din hizmetine nasıl verebilirdi? Ne olursa olsun, Allah'a


söz vermişti. Çocuğu götürüp Beyti Mukaddes'e bıraktı.
O zaman, Beyti Mukaddes'in reisi Zekeriya Peygamber
idi. Kızı alıp evine götürmüş, ailesi !sağ'a teslim etmiş
ve büyütülmesini rica etmişti. !sağ, Meryem'i büyütmüş
ve buluğ çağına gelince de Beyti Mukaddes'e iade et-
mişti. Hazreti Zekeriya, Meryem'e hususi bir oda ver-
miş, Meryem de gece gündüz, odadan dışarı çıkmamış
ve ibadetle meşgul olmuş. Bir gün, kendisine erkek şek­
linde bir melek görünerek çocuğu olacağını haber ver-
miş. Hazreti Meryem şaşırmış, nasıl çocuğu olabilirdi,
bekardı, üzerine hiç bir erkek eli değmemişti. Buna rağ­
men, karnı büyümüş ve vakti gelince de Hazreti lsa'yı
doğurmuştu. Komşuları ·Yahudiler, babasız bir çocuğun
doğamıyacağını söyleyerek, ona iftira ettiler ve hatta
Meryem'i öldürmek istediler.
Hazreti Meryem, günahsız olduğunu, isterlerse ha-
kikati kundaktaki çocuktan öğrenebileceklerini söyledi.
Nasıl olur da kundak çocuğu konuşabilirdi? Yanına var-
dıkları zaman:

"Ben lsa'yım, Allah'ın kuluyum, peygamber


ben
olacağım. Bulunduğum yer mübarektir, öldüğüm ve tek-
rar dirildiğim gün, Allah bana selamet verecektir," dedi.
Hazreti lsa'nın gösterdiği bu mucize üzerine kom-
şuları, Hazreti Meryem'i öldürmekten korktular, fakat
Zekeriya Peygamber'e zina isnad ederek onu öldürdü-
ler.
Bir rivayete göre, Hazreti Meryem, çocuğa fenalık
edebileceklerinden korkarak, amcasının oğlu Yusuf
Neccar ile birlikte Mısır'a gitmiş, on iki sene orada kal-
mış, sonra Kudüs'e dönmüştür. Hazreti !sa'nın gençlik
hayatı malum değildir. Peygamber oluncaya kadar Nası­
ra'da ikamet etmiştir. Otuz yaşlarında kendisine pey-
gamberlik gelmiş ve peygamberliği üç buçuk sene de-
İNCİL ve HAZRETİ İSA 101

vam etmiştir. Evlenmemiştir.

Hazreti İsa'nın, Hazreti Meryem'den babasız doğu­


şu üzerinde biraz durmak istiyoruz. Çünkü bu mesele
hala münakaşa mevzuudur.
Yaratmak ve doğmak hususunda dört şekil tasavvur
edilebilir:
1. Bir canlı ya yoktan yaratılır. Nitekim Allah, ilk
canlıyı ve Hazreti Adem'i yoktan yaratmıştır. Yahudiler
de, Hazreti Adem'in anasız ve babasız yaratıldığına ina-
nıyorlardı. Fakat İsa'nın babasız doğabileceğine akıl er-
diremiyorlardı.

2. Ya anne ve babadan yaratılır. Bundan kimsenin


şüphesi yoktur.
3. Yahut sadece babadan yaratılır. Nitekim, Hazreti
Havva, Adem'in eğe kemiğinden, yani erkekten yaratıl­
mıştır.

4. Yahut da yalnız anneden yaratılır. Hazreti İsa,


böyle yaratılmıştır. Yaratmak hususunda, Allah bu dört
şeklin de kabul olduğunu göstermiştir.

İslami inanışımıza göre, Hazreti İsa'nın babasız


doğuşu bir mucizedir. İnsanların bu hadiseden ibret al-
maları lazım geldiğini, Allah dilerse tabii hadiselerin ve
ilmi kanunların dışına çıkabileceğini göstermiştir. Do-
ğuşu mucize, kundakta konuşması mucize, semaya yük-
selmesi hep birer mucizedir. Diğer peygamberler de az
veya çok mucize göstermişlerdir. Fakat en çok mucize
gösteren Hazreti !sa'dır. Mucize, tabiat kanunları hilafı­
na işleyen Allah'ın bir müdahalesidir. Mucize göster-
mek peygamberlere mahsus ise de Allah'ın izni olma-
dan mucize gösteremezler. Bir de velilerin gösterdikleri
hüner vardır ki, onlara keramet denir. Bunların oluş me-
kanizması meçhulümüzdür. tlmen bunları izah etmeye
imkan yoktur. Belki yüzlerce ve binlerce sene sonra mu-
ALLAH VARDIR
102

cizelerin sırrı çözülebilecektir. Belki da hiç bir zaman


çözülemeyecektir.
Yahudiler ve Hıristiyanlar, Hazreti Meryem'e iftira
etmektedirler. Ciltlerle kitap yazarak Meryem'in evli,
kocasının da Josef olduğunu söylemektedirler. Bir kısmı
da bu muhterem peygamber annesine zina isnad etmek-
tedirler. Bunların hepsi yalan, hepsi iftiradır. Kur'an'ın
bize öğrettiklerine uygun düşmemektedir.
Museviler ve İseviler, diğer mucizeleri kabul edi-
yorlar da bunu neden kabul etmiyorlar? Hazreti İsa'nın
Hazreti Meryem' den babasız yaratılışı tıbbi bakımdan
hünsalık (Hermafroditismus) veya Partenogenesis ile bir
dereceye kadar izah edilebilirse de bu da tatminkar de-
ğildir. Bu hadiseyi Allah'ın bildirdiği şekilde bir muci- ·
ze olarak kabul etmek lazımdır.
Hazreti İsa, peygamber olmuş ve kendisine kitap
olarak İncil nazil olmuştu. Hazreti İsa, dinini halka öğ­
retmek için, birkaç sene Suriye, Irak, Filistin taraflarını
dolaşmış ve halka vaazlar vermiştir. Mucizeler göster-
miştir.

Hazreti İsa'ya inanmayanların adedi çok idi. Bun-


dan dolayı, en çok mucize gösteren peygamber odur.
Mucizeleri yanında, körlerin gözlerini açmak, saralıları
iyi etmek, kötürümleri yürütmek, ölüyü diriltmek, şifa­
sız gibi görünen hastalıkları iyileştirmek v.s. vardır. Mu-
cizelerinden dolayı herkes Hazreti İsa'ya hayran idi.
Herkes onu görmek istiyor ve her gittiği yerde muazzam
bir kalabalık tarafından karşılanıyordu. Fakat, telkin et-
tiği dine az bir kısmı inanıyor, çoğu inanmıyordu ...

Hazreti İsa, vaazlarında şöyle diyordu: "Ben, size


Allah tarafından gönderildim. İnanmanız için mucize-
ler getirdim. İyi birer insan olunuz. Size karşı bir kusur
işleyen olursa onu af ediniz. Onu affederseniz, Allah da
İNCİL ve HAZRETİ İSA 103

sizi affeder.
Hazreti İsa'nın Havvariyun denen on iki talebesi
vardı ki, hiç yanından ayrılmazlardı. Hazreti İsa'nın
peygamberliği kısa sürdüğü için asıl Hıristiyanlığı ya-
yan bunlar olmuştur. Hazreti İsa, gezip vaazlar verdikçe
ve mucizelerinden dolayı şöhreti arttıkça, Museviler
kendi dinlerinin elden gideceğinden korktular. İsa'ya if-
tiralar etmeye başladılar. Kendini Allah ile bir tutuyor,
dediler. Sonra, siyasetle suçlayarak, her yeri geziyor,
Romalılar aleyhinde isyan hazırlıyor, dediler. Bu iftira-
lar yüzünden düşmanları çoğaldı ve onu ortadan kaldır­
mak için vesileler arandı.
Hazreti İsa bir gece, Kudüs'te talebelerine demiş ki:
"Bu bizim son toplantımız olacaktır. İçinizden biri, sa-
bah olmadan beni ele verecektir." Gerçekten, o gece Yu-
da (Yehuda) gizlice gidip Musevilere haber vermiş. Ya-
hudiler, Hazreti İsa'nın bulunduğu evi sarmış, Yuda içe-
ri girmiş, fakat Hazreti İsa'yı bulamayınca dışarı çıkmış.
Yahudiler, onu Hazreti İsa zannederek yakalamış ve el-
lerini bağlayarak, bin bir hakaretten sonra büyük bir
meydana götürmüşler. Kollarından ve bacaklarından bir
ağaca çivilemek suretiyle öldürmüşlerdir. Sonra da Yu-
da'yı aramaya gitmişler, fakat hiç bir yerde bulamamış­
lardır. Bunun üzerine, yanlışlıkla Yuda'yı öldürdükleri-
ni anlamışlar. Evet, bu İsa ise Yuda nerede? Yok eğer bu
Yuda ise, İsa nerede? Bu yüzden aralarında büyük bir
kavga çıkmış, bu kavgada bir çokları ölmüş. Hazreti İsa,
ölmemiş, Allah'ın izniyle o gece semaya çıkmıştır. Haz-
reti İsa, semaya nasıl çıkar? Hazreti Muhammed (S.A.V.)
Miraca nasıl çıkmış ise, o da öyle çıkmıştır. Bunlar mu-
cizedir.
Hazreti İsa'nın semaya çıkışını müteakip talebeleri
bu dini yaymaya başladı. Bunlardan St. Pierre ve St. Pa-
ul Roma'ya giderek Hıristiyanlığın genişlemesine çalış-
ALLAH VARDIR
104

tı ve hatta bu uğurda canlarını verdiler. Hazreti İsa'dan


takriben kırk sene sonra Kudüs'te Musevi'lerle, İsevile­
rin kavgaları yüzünden Romalılar büyük bir katliama gi-
riştiler. Yahudilerin birçoğunu öldürdüler. Beyti Mu-
kaddes'i tahrip ettiler ve kitapları yaktılar. Putperest
olan Romalılar, Musevilerle İsevilerin din kavgaları yü-
zünden her iki dini de yasak ettiler. Hiç kimse ne din
propagandası yapabildi ve ne de mabetlere gidip ibadet
edebildi. Bu devir yüz sene kadar sürdü.
Nihayet o sıralarda bir kumandan olan Konstaıitin,
imparatorluğu ele geçirmek için ordusu ile birlikte Ro-
ma üzerine yürüdü. Roma'daki ve ordusundaki Hıristi­
yanlardan çok istifade etti. Şehri aldı ve imparatorluğu­
nu ilan etti. Hıristiyanlığı da kabul ederek 313 tarihinde
bu dini resmi din olarak ilan etti. Fakat Roma'da rahat
edemeyeceğini anlayınca, yanına birçok kadın, erkek ve
asker de alarak Bizans'a (İstanbul) geldi. Şehri imar etti.
326'da Ayasofya Kilisesi'ni yaptırdı ve şehre Konstanti-
nopolis ismini verdi. Burayı imparatorluğun merkezi
yaptı. Bayrağına da haç resmi koydu. Din sayesinde as-
kerlerinin maneviyatını yükseltti. Yalnız İsevilerin elin-
de sahih bir İncil yoktu. İmparatorluğun her tarafında
başka başka inançlar vardı. Hıristiyan dinine hurafeler
karışmıştı. Konstantin, dini ayrılıkları düzeltmek ve hu-
rafeleri ayıklamak maksadıyle 325'te İznik'te dini bir
meclis topladı. Toplantıya iştirak eden ve imparatorlu-
ğun her tarafından gelen din alimlerinin sayısı binden
fazlaydı. Fakat çoğu birbirinin konuştuğunu anlamıyor­
du. Bu yüzden tam bir anlaşma olmadı. İskenderiye ra-
hibi Aryüs, Hazreti İsa'nın Allah olmadığını iddia etti.
Konstantin, verilen karar üzerine Aryüs'ü mahküm etti
ve Hazreti İsa'nın Allah olduğu ilan edildi. İznik toplan-
tısına kadar Hıristiyanların elinde muteber bir İncil
mevcut değildi. Yüzlerce İncil arasından seçme yapıla­
rak halen maruf olan dört İncil kabul edildi. Fakat bun-
İNCİL ve HAZRETİ İSA 105

ların da hakiki İncil yerini tutabileceğini hiç bir tarihçi


iddia edemez.
Konst.antin'den sonra oğlu Julien ve torunu Te-
odorius da Hıristiyanlığın yayılmasına çalışmışlardır.
Teodosius M.S. 395 tarihinde imparatorluğu iki oğluna
taksim etti. Birinin merkezi Konstantinopolis, diğerinin
merkezi Roma oldu. Teodorius aynı zamanda St. Pier-
re'in vekili olarak Roma'da Papalığı ihdas etti. Roma'da
oturanlar din bakımından Papa'ya tabi oldu ve Katolik
ismini aldı. İstanbul'da oturanlar da, Patriğe tabi oldu
ve Ortodoks ismini aldı.
İncil'leri yeniden gözden geçirmek ve Hıristiyan
alemindeki bazı dini anlaşmazlıkları düzeltmek ama-
cıyle (325) İznik toplantısından sonra 364'de Ladisya
toplantısı, 381'de İstanbul toplantısı, 397'de Kartehiç
toplantısı, 431'de Efes toplantısı, 451'de Kadıköy top-
lantısı yapıldı. Bu toplantılarda konuşulan en mühim
mevzu, Hazreti İsa'nın Allah'lık ve Peygamberlik vasıf­
ları idi. Hazreti İsa'nın Allah olamayacağını ilk iddia
eden Arius'tur. Arius'a göre o sadece bir peygamber idi.
Bir müddet sonra Bizans Patriği Nastorius, Hazreti
İsa'nın insanlık tarafının Tanrılık cevherinden üstün ol-
duğunu iddia etti. İskenderiye papazları buna itiraz et-
tiler ve Efes toplantısında Nastorius aforoz edildi. Kay-
serili bir papaz olan Evtikes, başka bir fikir ortaya attı:
Hazreti İsa 'nın hem Tanrılık, hem insanlık tarafı vardır.
Fakat insanlık tarafı, Tanrılık cevheri içinde erimiş bir
haldedir dedi. Bu fikir de Kadıköy toplantısında tartışıl­
dı. Konstantin'den iki yüz sene sonra Hıristiyanlık eski
kuvvetini kaybetti. Doğu Roma İmparatorlarından Justi-
nian, Hıristiyanları Ortadoks namı altında birleştirmek
istedi. İmparatorluğun birçok yerinde mabetler, köprü-
ler ve hamamlar yaptırdı. Bu meyanda Ayasofya'yı
537'de yeniden inşa ettirdi. Yerebatan Sarayını ve Sina
yarımadasında Musa Dağı denen yerde St. Catherine
ALLAH VARDIR
106

manastırını yaptırdı.

Hıristiyanlık, zamanla papazların geçim metaı hali-


ne geldi. Bu yüzden, İsevilik yeniden değişikliğe uğradı.
Dinlerine hurafeler kattılar. Almanya'da bir papaz olan
Martin Luther (1483-1546) Hıristiyan dinini hurafeler~
den temizlemek istedi. Papazların günah çıkaramaya­
caklarını, cennetin anahtarının satılamayacağını, papaz
ve rahibelerin evlenmemelerinin doğru olmadığını, hal-
ka anlattı ve Papalığın bu gibi yanlış düşüncelerine kar-
şı 95 maddelik bir protesto hazırlayarak 1520'de kilise-
nin kapısına astı. Bunun üzerine, Papa Leo X, tarafın­
dan aforoz edildi. Luther inzivaya çekilerek, o zamana
kadar İbranice, Yunanca ve Latince'den başka lisanlarda
yazılmayan İncil'i Almanca'ya tercüme etti. Bundan
sonra da, bütün lisanlara tercümesi yapıldı. Herkes oku-
yup İncil'i anladı. En çok yazılan ve okunan Matta, Mar-
kos, Luka, Yuhanna İncil'leridir. Şüphesiz bunlar, Al-
lah'ın Hazreti İsa'ya gönderdiği hakiki İncil değillerdir.
Tarih boyunca İncil ve Hıristiyanlık tadile uğramak su-
retiyle değişmiştir. Martin Luther'in meydana getirdiği
İncil de Protestan mezhebinin İncil'i olarak kalmıştır.
Asıl İncil'in Hazreti İsa'nın konuştuğu Süryani lisa-
nıyla yazılması icap ederdi. Böyle bir İncil nüshası hiç-
bir yerde mevcut değildir. Esasen Hazreti İsa, İncil'i ki-
tap olarak yazdırmamıştır. Telakki ettiği vahiyleri, tale-
belerine söylerdi. Mevcut İncil'lerin hepsinde, birbirini
tutmayan yerler vardır. Bunlar, hakiki İncil olmuş olsa-
lardı aralarında çelişkilerin olmaması icap ederdi. Hı­
ristiyanların muharrref kitabı olan İncil hakkında bir fi-
kir vermek için, muteber sayılan dört tanesinden seçil-
miş örnek vermek istiyorum:

Matta: Hazreti İsa'yı son senesinde görmüş ve ona


inanmıştır. Hazreti İsa'dan sekiz sene sonra ilk İncil'i İb­
ranice yazmıştır.Buna göre; Hazreti İsa diyor ki:
İNCİL ve HAZRETİ İSA 107

"Semavatta olan Peder'den başkasına secde etmeyi-


niz. Ben şeriatı ve dininizi iptal etmek için değil, ta-
mamlamak için geldim. Adam öldürmeyiniz ve zina
yapmayınız. Her kim zinadan gayri bir sebeple zevcesi-
ni boşarsa, ona zina ettirmiş olur. Yalan yere yemin et-
meyiniz. Komşularınızı seviniz. Size beddua edenlere,
siz hayır dua ediniz. Böyle yaparsanız kamil insan olur-
sunuz. Aksi halde cehenneme gidersiniz. Sadaka verir-
ken gösteriş yapmayınız. Sadakanızı gizli de versen,
onu gören Peder, sana mükafatını verecektir. Dua eder-
ken iki yüzlü (mürailer gibi) olmayınız, duanızı gizli ya-
pınız. Peder size mükafatını aynen verecektir. Dua eder-
ken, putperestler gibi çok söz söylemeyiniz. Zira Pe-
der'iniz sizin ne istediğinizi bilir. İnsanların suçlarını
affederseniz, semavattaki Peder de sizin suçlarınızı affe-
der ve meleklerini yere gönderir. Oruç tuttuğunuz za-
man mürailer gibi gösteriş yapmayınız.
Yeryüzünde hazineler toplamayınız, zira onları gü-
ve ve pas bozar, hırsızlar çalar. Kendiniz için, semada
hazineler yapınız, orada ne güve, ne pas ve ne de hırsız
vardır. Hazineniz nerede ise kalbiniz orada olur. Hem
Peder'e, hem mala kulluk edilmez. Kuşlara bakınız, ne
eker, ne biçer ve ne de ambar ederler, fakat Peder'iniz
onları besler. Siz onlardan efdal değil misiniz? Niçin
kardeşinin gözündeki çöpü görüyorsun da, kendi gö-
zündeki merteği görmüyorsun? Çaldığınız kapı açıla­
cak, semavattaki Peder, size istediğinizi verecektir. Baş­
kasının size ne muamele yapmasını istiyorsanız, siz de
onlara öyle muamele ediniz.
Benim mucize gösterdiğime bakıp bana tapmayı­
nız,semavattaki Peder'e tapınız. O sayede Cennete da-
hil olursunuz. Pederini, validesini, oğlunu ve kızını
benden çok seven bana layık değildir. Hayatını seven
onu zayi edecek, fakat benim için hayatını zayi eden,
onu bulacaktır. Her kim semavattaki Peder'in emrini ya-
ALLAH VARDIR
108

parsa, o benim biraderim, hemşirem ve validemdir. Pe-


der, insanları erkek ve dişi olarak yaratmıştır. İnsanlar
ana ve babalarını bırakıp eşi ile birleşir, bir vücut olur-
lar. Bu sebeple Peder'in birleştirdiğini ayırmayın, boşa­
mayın."

Ebedi saadete malik olmak için ne yapmalıyız? di-


ye soran birine Hazreti İsa şöyle cevap vermiş: "Al-
lah'dan başka af edici yoktur. Fakat, dünyada iyi iş yap-
mak istiyorsan, adam öldürme, zina yapma, hırsızlık
yapma, yalan yere şahitlik yapma, babana ve validene
hürmet eyle, komşunu kendin gibi sev, fukaraya yardım
et," demiş.
Luka: Hazreti İsa'yı görmemiştir. Hazreti İsa'dan
sonra St. Pierre ve Pavlos'un yanında yetişmiş ve Hıris­
tiyan olmuştur. Antakya'da St. Pierre isminde bir mağa­
rada kilisesi vardır. Luka, Antakya'ya gelip dinini yay-
maya çalışmıştır. Hazreti İsa'dan kırk sene sonra İncil'i
yazmıştır. Bu İncil'e göre:

"Allah'tan başkasına secde edilemez. Tövbe edin,


günahkarın tövbesi kabul olur. Bir davet yapacağın za-
man, zengini davet etme, zira o seni davet edecektir. Fa-
kiri davet et ki sana mukabele etmesin. Bir davete gitti-
ğin zaman, baş köşeye oturma, belki senden sonra mu-
teber biri gelir yerinden olursun. Her kim kendini yük-
seltir ise alçaltılacak, her kim alçak gönüllü olursa yük-
seltilecektir."
Markos: Hazreti İsa'yı görmemiştir. Hristiyanlığı
Havvariyun'dan olan Petros'dan öğrenmiştir. Hazreti
İsa'dan elli sene sonra Roma'da üçüncü İncil'i Latince
olarak yazmıştır. Bu İncil, Hazreti İsa'nın doğuşundan
ve mucizelerinden bahsettikten sonra, tamah, fisk, fü-
cur, hile, küfür, gurur gibi kötü huylardan temizlenme-
nin icap ettiğini anlatır ve ilave eder.
İNCİL ve HAZRETİ İSA 109

"İnsanın yapacağı ilk iş, Allah'a inanmak ve onu


canından çok sevmektir. İnsanların yapacağı ikinci iş,
komşusunu sevmektir. İman eden kurtuluşu bulacak,
iman etmeyen de cezasını görecektir. Bir kimseyi affe-
derseniz semadaki Peder de sizi affeder. Dua ederken o
işin olacağından şüphe etmeyecek şekilde dua ediniz,
istediğiniz olur. İsa, semaya çıktı ve Pederin sağ tarafına
oturdu ... "
Yuhanna: Hazreti lsa'ya talebelik yapmıştır. Bu İn­
cil'i lsa'dan 50-60 sene sonra, Samos şehrinde Yunanca
olarak yazmıştır. Samos şehri bugünkü ~isam adasında­
dır. Sisam adası da, Efes'in karşısındadır. Eskiden bu sa-
hil ve adalarda Rumlar otururdu. Yuhanna İncil'inin
Yunanca yazılmış olması da bunun başka bir delilidir.
Demek oluyor ki, Hazreti !sa'dan sonra kendi ölü-
münden korkan Hazreti Meryem, Yuhanna ile birlikte
Kudüs'ten ayrılmış, Efes'e gelmiştir. Efes'teki Meryem
Ana Kilisesi de bunu ispat etmektedir. Son senelerde
Hıristiyan alemi ve Papa da Meryem'in Efes'te oturmuş
olduğunu kabul etmiştir. Bu lncil'e göre:

"Kainatta hiç bir şey mevcut değil iken Kelam mev-


cut idi. Kelam, Allah'ın nezdinde idi ve Kelam Allah
idi. Her şey Kelam vasıtası ile vücuda geldi. Allah, ruh-
tur. O'na secde edenler, ruhlarıyle ve hakkiyle secde et-
melidirler. Ben, kendiliğimden bir şey yapamam, işitti­
ğime göre hüküm ederim. Benim hükmüm Haktır. Çün-
kü, ben, kendi irademi değil, beni gönderen Pederin ira-
desini icra ederim."
Bu dört lncil'e ilave olarak M~ktuplar diye bir kitap
daha vardır ki, Pavlos (St. Paul) tarafından yazılmıştır.
Pavlos, Hz. İsa namına Hıristiyanlığı yayan büyük bir
misyonerdir. Kudüs'ten ayrıldıktan sonra evvela Antak-
ya'ya, sonra Efes'e uğramış ve Roma'ya gitmiştir.
ALLAH VARDIR
110

Hülasa olarak bütün İncil (Ahdi Cedid)'ler, Hazreti


İsa'nın doğuşundan, mucizelerinden, nasıl öldürülmek
istendiğinden, göğe çıkmasından ve tekrar yeryüzüne
ineceğinden v.s. bahseder. İlave olarak ta, Peder, oğlu
İsa'yı kendi namına hareket etmesi için yeryüzüne in-
dirmiştir," der.

İncil'lerdesarih olarak mevcut olmamakla beraber


Hıristiyanların inandığı Teslis akidesine göre: Allah, üç
şekilde tecelli etmiştir. Biri yaratıcı olan semadaki Pe-
der, ikincisi Mesih'tir ki insan suretine girip yere inen
Allah veya Allah'ın oğludur. İnsanlar namına cefa çek-
tiği ve çarmıha çekildiği için ona inananlar artık ceza
çekmiyecek, af edileceklerdir. Üçüncüsü de Kutsal Ruh
veya Ruh-ul Kudüs'tür... "
Ortodokslar Kutsal Ruh'un yalnız Allah Baba'ya ait
olduğuna inanır. Katolikler ise, hem Peder ve hem de
oğul'a aittir derler. İslami inanışa göre, Ruh-ul Kudüs,
Cebrail'dir. Allah'ın izni ile Cebrail, Meryem oğlu İsa'ya
yardım etmiş ve bu sayede birçok mucizeler göstermiş­
tir.
Şimdi, lütfen insaf edelim, Hazreti İsa, Allah ise,
nasıl olmuş da salb edilmiştir? Allah hiç ölür mü? Bu-
nu, İncil'lerin Hak İncil olmadıklarına bir tek misal gös-
termek için söylüyorum.
B. Russel, Katolik ve Protestan mezhep ve İncil'leri
arasındaki büyük ayrılıkları belirterek Hıristiyanlığa
inanmak istemez.
Montaigne ve Voltaire de İncil'lerin bir birini tut-
mamalarını göstererek, Hıristiyan değilim derler. Yalnız
bunlar değil daha birçok Hıristiyan, İncil'lerin Allah ki-
tabı olmadıklarını, sonradan yazılmış ve tahrif edilmiş
olduklarını bildikleri için onunla amel etmezler. İşleri­
ne gelen kısımlara inanır, işlerine gelmeyene inanmaz-
İNCİL ve HAZRETİ İSA 111

lar. Bir bakıma bunlara hak vermek icap ediyor. Çünkü,


İncil'de yazılanların hangisi doğru ve hangisi yanlış bel-
li değildir. Hıristiyanların bu davranışı, maalesef Müs-
lümanlara da sirayet etmiştir. Halbuki düşünmezler ki,
Hıristiyanların kitabını Matta, Markos, Luka, Yuhanna
yazmıştır. Müslümanların kitabını ise Allah yazdırmış­
tır.

Allah, bize hakikati bulmak için akıl vermiştir. Biz-


ler, yanlışinançlardan ne zaman kurtulacağız? Yukarı­
da, İncil'lerin nasıl, ne zaman ve kimler tarafından ya-
zıldığını anlattık. Bunların muharref olduklarını, hakiki
İncil yerini tutmayacaklarını, İseviler de bilmektedir.
Bundan dolayı, Hıristiyanlar, İncil'in dediğini değil,
kendi işlerine geleni yapmaktadırlar. Yine, bundan do-
layı, bu dinin müntesiplerinde taassup yoktur. Bugün,
İsevilik manevi tarafını kaybetmiş, Avrupa devletlerinin
elinde, zaman zaman İslamlara karşi haçlı seferleri ha-
zırlamak için bir koz olarak muhafaza edilmektedir.

Her ne olursa olsun, bütün İncil'ler, Allah'ın varlı­


ğını kabul etmişlerdir. Yine bütün İncil'ler kendilerin-
den evvel Tevrat ile Zebur'u ve diğer peygamberleri tas-
dik etmişlerdir. Ahiretin, Cennet ve Cehennemin de
varlığını kabul etmişlerdir. Yalnız, Arabın ve Türk'ün
dini olduğu için Müslümanlığı ve onun peygamberini
kabul etmemişlerdir. Tevrat'ta ve İncil'de ahir zaman
peygamberi Hazreti Muhammed Mustafa (S.A. V.)'ın ge-
leceği haber verildiği halde kabul etmek istemezler.
Ama düşünmezler ki, İslam dini inkar edilemeyecek ka-
dar açıktır ve ortadadır. Kabul etmeseler de yine Hak
din İslam dinidir ve Hak Peygamber, ahir zaman pey-
gamberidir. Bir çokları bunu bilir, fakat gururlarından
bilmemezlikten gelirler.
112 ALLAH VARDIR
113

KUR'AN-1 KERİM
ve HAZRETI MUHAMMED (S.A.V.)

Allah'ın varlığını şimdiye


kadar yazmış olduğumuz
delillerin hiç birine hacet kalmadan yalnız başına
Kur'an-ı Kerim ile ispat etmek mümkündür. Çünkü, eli-
mizde mevcut olan Kur'an-ı Kerim yaşayan ve devam
edecek olan bir mucizedir. Allah ondadır, Peygamber
ondadır. Kainattaki bütün meçhullerimizin kapılarını
açacak olan anahtar ondadır. tlki, sonu, doğruyu ve yan-
lışı gösteren odur. Hakikat o, cevher o, varlık odur.

Kur'an-ı Kerim semavi bir kitap mıdır? Tevrat, Ze-


bur ve İncil gibi tahrif edilmiş midir? Bu iki konuyu tet-
kik ettikten sonra, Kur'an-ı Kerim ile Allah'ın varlığını
ispat etmiş olacağız.
Bu meseleyi lAyıkı veçhile anlayabilmek için, Haz-
reti Muhammed (S.A.V.)'in yüzlerce sahife tutan hayatı­
nın tafsilata girmeden, bazı mühim noktalarına temes
etmek istiyoruz. Hazreti Muhammed (S.A.V.)'in Nisan
ayının 20'sine tesadüf eden Rebiülevvel ayının 12. Pa-
zartesi gecesi ve Miladın 570 senesinde Mekke'de doğ­
duğu tarihi bir hakikattir. Yine Muhammed isminde bir
zatın Mekke ve Medine'de yaşadığı ve peygamberlik et-
tiği, yakın tarihin delil ve dökümanlarıyle ispat ettiği
bir gerçektir. Bundan hiç kimsenin şüphesi yoktur. Bu
muhterem zat, daha doğmadan bile müjdesi verilmiştir.
Doğar doğmaz da bütün cihana ün ve nur salmıştır. Bun-
dan dolayı, Hazreti Muhammed (S.A.V.)'in hayatı gün
be gün, ay be ay, sene be sene görülmüş, yaşanmış ve şa­
hitlerle ispat edilmiştir. Altmış üç sene devam eden ha-
yatı, tarihin en kat'i bir vak'ası olarak ortaya konmuştur.
Halen, İstanbul'da, Topkapı Sarayı Müzesi'nde bulunan
"Kutsal Emanetler"i de yaşayan şahitleridir.
Allah Vardır - F. 8
ALLAH VARDIR
114

Hazreti Muhammed daha doğmadan babasını, 6 ya-


şında annesini, 8 yaşında dedesini kaybetti. Öksüz kal-
dı. Zengin de değildi. 12 yaşında amcası ile Şam'a ve 17
yaşında Yemen'e kadar gidip gelmiştir. Evlenmeden ön-
ce yine ticaret için bir kere daha Şam'a gitmiştir.

Hazreti Muhammed (S.A.V.), 25 yaşına gelinceye


kadar, halk içinde yaşamış ve ticaretle meşgul olmuştur.
Hiç okumamış, mektep medrese görmemiştir. Hiç kim-
seden de hususi ders almamış, kendisi de kitap okuya-
rak bilgi edinmemiştir. Yaşadığı devrin birçok insanları
gibi, okur yazar değildi, yani ümmi idi. Yirmibeş yaşın­
da Hatice isminde, muhterem bir kadınla evlenmiş ve
elli yaşına gelinceye kadar başkasıyle evlenmemiştir.
Kırk yaşında peygamber olmuş, Miladın 622'sinde Mek-
ke'den Medine'ye hicret etmiş ve 23 senelik peygamber-
lik hayatının 12 senesini Mekke'de, 10 küsur senesini
de Medine'de geçirmiştir. Sonunda, 632 senesi Haziran
ayının sekizinci gününe raslayan, Rebiülevvel ayının
bir Pazartesi günü öğle üzeri, ibadet ederken, mübarek
ruhunu teslim etmiştir. Medine'de Ravzatül Mutahhara
denilen yerde medfundur.
Hazreti Muhammed (S.A.V.), 25 yaşından kırk yaşı­
na gelinceye kadar çoluk çocuğu ile ve ibadetle meşgul
olmuştur. Kırk yaşına girince vahiy suretiyle, kendisine
peygamberlik tebliğ edilmiştir. Üç sene bir fasıladan
sonra, tekrar Kur'an-ı Kerim ayetleri gelmeye başladı.
İşittiği sesler, halüsinasyon değildi, gördükleri illizyon
değildi, aklı ve vücudu hasta değildi. Kur'an-ı Kerim za-
mana ve ahvale göre, ayet ayet, sure sure geliyordu. Va-
hiy suretiyle telfilcki ettiği Allah kelamını ezberliyor ve
yakınlarına da ezberletiyordu. Ondan sonra da vahiy
katiplerine yazdırıyordu. Bu suretle, Kur'an-ı Kerim, 23
senede ikmAl edilmiş oldu. Hazreti Muhammed (S.A.V.)
bu müddet zarfında Allah mektebinde okudu. Öğren­
diklerini de diğer Müslümanlara öğretti. Bir tarafta Al-
KUR'AN-1 KERİM ve HAZRETİ MUHAMMED
115

lah'a talebelik, diğer tarafta insanlara öğretmenlik edi-


yordu.
Bu şekilde, Allah mektebinde okuya okuya, ümmi-
likten kurtulmuş, her ilme vakıf, kamil bir peygamber
olmuştu.

Peygamberlik bir Allah vergisidir. Peygamberler,


Allah'ın yer yüzündeki elçileridir. Allah, insanlara
bildirmek istediği şeyleri peygamberler aracılığı ile
bildirir. tık insan olan Hazreti Adem bir paygamber idi.
Ondan sonra Allah, insanlar arasından zaman zaman
peygamber seçmiştir. Peygamberler de bizim gibi
insandır. Fakat onlarda, bizde olmayan başka meziyetler
vardır.

Herşeyden evvel doğrudurlar. Karakter sahibidirler.


Fena söz söylemez ve kötülük yapmazlar. Yaşadıkları
çevrenin insanları tarafından sevilmiş ve sayılmışlardır.
Daha birçok meziyetleri vardır. Her şeyden evvel
mucize sahibidirler. Bu itibarla başka insanların yapa-
mayacağı işleri başarırlar, Kendileri peygamber
olmamıştır. Peygamberlik onlara Allah tarafından veril-
miştir. Bundan dolayı insanlardan farklı bir kişiliğe
sahiptirler.
Hazreti Muhammed'-e henüz peygamberlik gelme-
den nebiliğine işaret sayılabilecek bazı hususiyetler ta-
şıyordu. Mesela göbeği kesik ve sünnetli doğmuştu. Sır­
tında Risalet Mührü vardı. Yazın çok sıcak günlerde, ba-
şının üzerinde bir bulut dolaşırdı. Herkesin itimadını
kazanmıştı ve yalan söylediği duyulmamıştı. Daima tat-
lı sözler söyler, şefkatli ve icabında da şecaatli idi. Al-
lah'tan başka hiç kimseden korkmazdı. Zamanının in-
sanları gibi, puta taptığı vaki değildi. Hırsızlık, zina, iç-
ki, kumar gibi kötü işlerin hiç birini işlemezdi. Huyu
güzel, kendi güzeldi ve yüzünden peygamberlik nuru
fışkırıyordu. Her hali ile kusursuz ve noksansızdı.
ALLAH VARDIR
116

Peygamber olduktan sonra, zaten güzel olan ahla-


kıbir kat daha güzelleşmişti. Güzel ahlfilo.ndan birkaç
misal verelim:
1. Temiz idi, üstü başı, içi dışı temiz idi.
2. Haya ve edep sahibi idi. Temizlik ve haya iman-
dandır, derdi.

3. Vefakar idi. Dostlarını ve Müslümanları arar; ha-


tırlarını sorardı.

4. Nezaket sahibi idi. Tatlı söz söyler, kimseyi incit-


mez yüzü tebessüm ederdi. Muaşeret usullerine son de-
rece riayet ederdi.
5. Mütevazi idi. Kendisini asla yüksek görmez, gu-
rur nedir bilmezdi.
6. Hamiyetli ve şefkatli idi.
7. Çok kimseleri af eder, hiç kimseye beddua etmez-
di.
8. Cömert idi. Yani kendisinden bir şey istendiği
zaman derhal verir, hiç kimsenin elini boş çevirmezdi.
9. Harbde, iyi bir asker ve cesur bir kumandan idi.
10. İbadeti çok severdi.
Acaba Hazreti Muhammed (S.A.V.), hak peygamber
miydi? Yukarıda saymış olduğumuz hususlar, peygam-
berliğine birer delil sayıldığı gibi, şimdi ilave edeceği­
miz şeyler de Nebi olduğunun delilleridir.
1. Hazreti Muhammed (S.A.V.), ilk peygamber de-
ğildi,
daha evvel gelmiş ve kendilerine kitap verilmiş
peygamberler gibi o da bir peygamberdir.
2. Rasul-i Ekrem (S.A.V.), kırk yaşına gelinceye ka-
dar dinle uğraşmamıştır. Ben bir din kuracağım, şöyle
bir rüya gördüm v.s. gibi hiç bir kimseye hiç bir şey şöy-
KUR'AN-1 KERİM ve HAZRETİ MUHAMMED 117

lememiştir. Peygamberlik, ona birdenbire Allah tarafın­


dan gelmiştir.
3. Fahri Alem (S.A.V.), peygamberlik gelinceye ka-
dar, okuyup yazması olmayan bir kimse idi. Nübüvvet
gelince, ilim ve bilgi sahibi olmuştur.
4. Nebiyyi Zişan (S.A.V.), Efendimize, düşmanları
olan Kureyşliler, davasından vaz geçmesi için, mevki ve
para vaat ettikleri halde, hiç birine iltifat etmemiş, hat-
ta. yaptıkları zulüm, işkence ve ölüm tehlikesine rağ­
men, aldığı emri yerine getirmeye çalışmıştır.
5. Hatemül Enbiya (S.A.V.)'i gören ashabı ve onu ta-
nımak şerefine mazhar olan yüzlerce ve binlerce insan,
peygamberliğinden şüphe etmemiştir.

6. Hazreti Peygamber (S.A.V.)'in mlizi ve istikbale


ait söylemiş olduğu sözler aynen çıkmıştır. lstanbul'un
fethine ait sözü bunlardan biribir.
7. Peygamber Efendimiz (S.A.V.)'in peygamberliği­
ne inanmak istemeyen Kureyşliler, ondan mucize olarak
ayın ikiye ayrılmasını istemişler, peygamberimiz de bu
mucizeyi göstermiştir. Ayın ikiye ayrılışını yalnız ya-
nındakiler değil, uzaktan geçen kervanlar da görmüşler­
dir.
8. Salllillahu Aleyhi Vesellem Efendimizin, ikinci
büyük mucizesi Miraç'tır. Birinci kat göklerde Hazreti
Adem'e, ikinci kat semada Hazreti lsa'ya, altıncı kat se-
mada Hazreti tbrahim'e rastladığını söylemiş ve herkes
ona inanmıştır. Hazreti Muhammed (S.A.V.)'e Miraç'ta
iki hediye verilmiştir. Bunlardan biri namazdır ki, na-
mazını kılan, Miraç yapmış gibi sevap kazanır. İkincisi
de Kelime-i Şahadet'tir ki Allah'a inananlar ve O'na eş
koşmayan ümmetine Cennet yaat edilmiştir.

Peygamberimiz, Miraç olayında; birinci kat semada


günah işleyenlerin atıldıkları Cehennem'i, yedinci kat
ALLAH VARDIR
118

semada Cennet'i görmüştür. Arş-ı Ala'ya varınca da, za-


man, mekan ve cihetin olmadığını görmüştür. Orada
Allah, kendisine: "Yaklaş ey Muhammed" diye hitap et-
miştir. O anda peygamberimiz, Rabbin verdiği ilham
ile:"Ette.fıiyyatu lillahi vesselevatu vetteyyibatu" deyin-
ce, Allah'da ona:"Esselô.mu aleyke eyyuhenne biyhu ve
rahmetııll.ıhi ve berekatuhu" demiş, tekrar peygamberi-
miz: "Esselamu aleyna ve a]{ı ibadiJ]{ıhissalihin, Eşhedu
enlailô.he illallah ve eşhudu enne Muhammeden abdu-
htl ve resuluhiı." demiştir.
fütehiyyatü'nün kısaca anlamı şudur:

İbadetler ve dualar Allah için yapılır.


Ey Peygamber, Allah'ın selamı, bereketi ve rahmeti
sana olsun.
Selam Allah'ın salih kullarına olsun.
Ben şehadet ederim ki Muhammed O'nun kulu ve
elçisidir.
9. Hatemül Enbiya (S.A.V.), Tebük ve Kudeybiye
harplerinde, askerler susuz kalınca, elini küçüle bir su-
ya sokmuş ve parmakları arasından bolca su akmış, her-
kes alıp içmiştir.
10. Nebiyyi Zişan (S.A.V.), Bedir muharebesinde,
çok sıkışık bir sırada, yerden bir avuç toprak alıp düş­
man tarafına atınca, her bir toprak parçası düşman as-
kerlerinin gözlerine isabet etmiş ve kaçmışlardır.
Sair insanlar, sihir veya büyü gibi bazı işler yapabi-
lir, fakat mucize gösteremezler. Mucize göstermek, pey-
gamberlere mahsustur. Eski peygamberler de mucize
göstermişlerdir.

11. Hazreti Muhammed (S.A.V.)'den zamanımıza


kadar intikal etmiş ve halen Topkapı Sarayı Müzesi'nde
bulunan bir kısım Mukaddes Emanetler vardır ki; bun-
lar da onun peygamberliğine delildirler. Yavuz Sultan
KUR'AN-1 KERİM ve HAZRETİ MUHAMMED 119

Selim tarafından 1517'de Mısır'dan İstanbul'a getirilen


kıymetliemanetlerin başlıcaları şunlardır:
A- Sancak-ı Şerif; Harplerde taşınan peygamberin
bayrağıdır.

B- Hıka-i Saadet; Peygamberimizin giydiği hırka­


dır.

C- Sakal-ı Şerif; Traş olduğu zaman saklanan sa-


kallarıdır, siyahtır.

D-Diş-i Şerif; Uhud muharebesi'nde kırılan birdi-


şidir.

E - Name-i Şerif; Hükümdarlara yazdığı mektuplar-


dan biridir.
F - Mühür-Ü Şerif; Bütün mektuplarını aynı mühür
ile mühürlemiştir. Akik'ten yapılmıştır.
G- Kılıç; İki adat olup bunları harpte kuşanmıştır.

H - Ayak izi; Peygamberimizin ayak izini ihtiva


eden bir levhadır.
I - Yay; Harpte taşımış olduğu yaydır. Kamıştan ya-
pılmıştır.

J- Kur'an-ı Kerim; Hazreti Osman'ın yazdırdığı ilk


Kur'an nüshasıdır.
K- Nalın ve seccade.
Topkapı Sarayı'ndaki Hırkayı, Peygamberimiz Me-
dine'de bulundukları zaman Zübeyr oğlu KAb'a hediye
etmişti. KAb Mualla.kat-ı seb'e dahil olmuş büyük bir şa­
ir idi. BilAhare Müslüman olmuş, peygamberimize bir
mersiye yazmış ve şiirden peygamberimiz çok memnun
olmuş ve sırtındaki bu hırkayı çıkararak KAb'a vermişti.
Bir şaire yapılan bu iltifat, peygamberimizin ilme ver-
miş olduğu kıymetin bir ifadesidir.
ALLAH VARDIR
120

Bir de İmam Busayrı'nın yazdığı Kaside-i Büre var-


dır ki, bununla karıştırılmamalıdır. İstanbul'da Hırka-i
Şerif Camiinde ikinci bir hırka daha vardır. Peygambe-
rimiz bunu da Veysel Karani'ye hediye etmişti.
Peygamberimizin mühürü, üç santimetre çapında­
dır. Yazdığı mektupların altınıbununla mühürlemiştir.
Üzerinde, en eski Arap harfleriyle (La tlahe tııallah Mu-
hammed-ur-Resulullah) yazılıdır.
Hazreti Muhammed (S.A.V.)'in İran hükümdarı
Kisra'ya yazmış olduğu mektup halen Berlin Müze-
si'nde dir. Mısır Melikine yazmış olduğu mektup da
Topkapı Sarayı'ndadır. Son zamanlarda üçüncü mektu-
bu, Lübnan'da bulunmuştur. Bütün mektupları aynı me-
al ve aynı evsaftadır. Parşömen üzerine yazılmışlardır.
Ebatları 21 x 28 santimetredir. Bütün mektupları "Bis-
millahirrahmanirrahim" diye başlamaktadır. Türkçe
meali şudur:
"inayet ve rahmet sahibi Allah'ın ismiyle başlarım.
Allah'ın kulu ve elçisi Muhammed'den lranlıların
büyük şefi Kisra'ya.
Allah 'ın inayeti dogrularındır. Ona inananların,
onun elçisine inananlarındır. Allah birdir, Allah'tan
başka tapacak yoktur, Muhammed onun resulü ve kulu-
dur.
Seni, lslam'ın bütün çagrılarına davet ediyorum.
Zira ben yer yüzündeki insanların hepsinin nezdinde
Allah'ın Resulüyüm. Yaşayanları ve Allah'a iman etme-
yenleri ikaz ediyorum. Boyun ey kurtulacaksın. Yoksa,
bütün belalar, cinayetlerin sorumlulugu sana düşecek."
12. Hazreti Muhammed (S.A.V.)'in peygamber ol-
duğunu Kur'an-ı Kerim'de bizzat Allah bildirmektedir:
El Feth suresinin 29. ayetinde: "Muhammed Al-
KUR'AN-1 KERİM ve HAZRETİ MUHAMMED 121

lah'ın resulüdür.... "


Al-i İmran suresinin 14~. ayetinde: "Muhammed,
ancak bir peygamberdir, ondan önce birçok peygamber-
ler gelip geçmiştir; şimdi (O) ölür yahut öldürülürse
geriye (eski dininize) mi döneceksiniz?"
Sebe suresinin 28. ayetinde: "Habibim, seni müjde-
leyici ve haberci ve bütün insanların peygamberi ol-
maktan başka bir sıfat ile göndermedik, fakat insanların
çoğu bunu bilmezler."

Ahzap suresinin 40. ayetinde: "Muhammed, adam-


larınızdan hiç birinin babası değildir. Fakat Allah'ın re-
sulü ve peygamberlerinin sonuncusudur. Allah her şeyi
hakkıyla bilendir."

Saf suresinin 5. - 6. ayetlerinde: "Musa kavmine:


"Ey kavmim, benim peygamber olduğumu bildiğiniz
halde, neden bana eza ediyorsunuz," dedi. İsa da bir za-
man şöyle demişti: "Ey İsrail oğulları, ben Allah'ın size
gönderdiği peygamberim. Benden evvel gelen Tevrat'ı,
tasdik ettiğim gibi benden sonra da gelecek ve ismi Ah-
med olan peygamberi de tastik edici ve müjdeleyici-
yim," dedi."
Şuara suresinin 193. - 195. ayetlerinde: "O Kur'an-
ı Ruh'ul Emin (Cebrail), inzar edicilerden olasın diye,
senin kalbine, manası açık arapça bir dil ile indirmiş­
tir."
Faatır suresinin 31. ayetinde: "Habibim, sana ken-
disinden evvelki kitapların doğrusunu meydana çıkar­
mak üzere, vahy ettiğimiz kitap, hakikatın ta kendisidir.
Allah bütün hallerinden haberdardır ve her şeyi gören-
dir."
Yasin suresinin 2.- 3.- 4.-_ 5. ayetlerinde: "O hikmet
dolu Kur'an'a yemin ederim ki, Habibim sen, hiç şüphe­
siz gönderilen · peygamberlerdensin. Dosdoğru bir yol
ALLAH VARDIR
122

üzerindesin. Bu Kur'an, yegane galip, çok esirgeyici Al-


lah'ın indirdiği bir kitaptır."

Feth suresinin 28. ayetinde: "O, peygamberini hi-


dayetle ve hak ile gönderendir. Bu da, İslam dinini di-
ğer bütün dinlere galip kılmak içindir. Senin bu suretle
gönderildiğine, tam şahid olarak Allah yeter."

Maide suresinin 15. ayetinde: "Ey kitaplılar (Muse-


vi ve İseviler) size kitaplarınızdan gizlemekte olduğu­
nuz şeylerin bir çoğunu meydana vuran, bir çoğundan
da vazgeçiren peygamber (Muhammed) gelmiştir. Size
Allah'dan hakiki bir nur ve apaçık bir kitap (Kur'an) gel-
miştir."

Maide suresinin 19. ayetinde: "Ey ehl-i kitap (Mu-


sevi ve İseviler), peygamberlerin arası kesildiği bir za-
manda, size hakikatleri apaçık söyleyip duran elçimiz
(Muhammed) gelmiştir. Ta ki bize, ne bir rahmet müjde-
cisi, nede bir azap habercisi gelmedi, demenize meydan
kalmasın. İşte size, rahmet müjdecisi de, azap habercisi
de geldi artık. Allah her şeye hakkıyla kadirdir."
Maide suresinin 48. ayetinde: "Habibim, sana hak
olarak Kur'an'ı kendinden evvelki kitapları tasdik edici
ve doğrultucu ve ona karşı bir şahid olmak üzere gön-
derdik. ... "
Maide suresinin 67. ayetinde: "Ey peygamber, Rab-
binden sana indirileni tebliğ et, eğer yapmazsan elçiliği­
ni bildirmiş olmazsın. Allah seni insanlardan koruya-
caktır. Şüphesiz Allah, ilmi ve imanı örtenler güruhunu
muvaffak etmez."
Nahl suresinin 89. ayetinde: "Seni de ey Muham-
med! Ümmetine şahid getiririz. Sana her şeyi açıklayan
ve müslümanlara doğruyu gösteren bir rehber, rahmet
ve müjde olarak Kur'an'ı indirdik."
Araf suresinin 158. ayetinde: "Ey nas, muhakkak ki
KUR'AN-1 KERİM ve HAZRETİ MUHAMMED 123

ben göklerle yerin saltanatına sahip olan, O'ndan başka


tapacak bulunmayan, yaşatan ve öldüren Allah'ın hepi-
nize gönderdiği Peygamberim. Siz de Allah'a ve Al-
lah'ın sözlerine inanan, ümmi peygamberine inanın ki
hidayete eresiniz."
A'raf suresinin 188. ayetinde: "Ey Muhammed de
ki, ben kendim için Allah'ın dilediğinden başka ne bir
faideye, ne de bir zarara muktedir değilim. Eğer ben gay-
bı bilseydim elbette daha çok hayır yapmak isterdim ve
bana hiç bir fenalık dokunmazdı. Ben iman edecek her
hangi bir kavme, azabın habercisi ve rahmet müjdecisi
olmaktan başka bir şey değilim."
Yunus suresinin 15. - 16. ayetlerinde: "Ya Muham-
med, sana ya bundan başka bir Kur'an getir veya bunu
değiştir derler. Onlara de ki; O'nu kendiliğimden değiş­
tirmek benim için mümkün değildir. Ben, bana bildiri-
lenden başka bir şey tebliğ etmedim. Zira büyük günün
azabından korkarım. De ki, eğer Allah dileseydi onu si-
ze okumazdım. Ben Kur'an gelmezden evvel içinizde
yaşamış ve ömür sürmüş bir insanım. Siz hala aklınızı
kullanmazmısınız?''

Necm suresinin 1. - 5. ayetlerinde: "İnen şahap


hakkı için, Muhammed dalalette değildir. O, yoldan çık­
mamıştır. O, hevesine _tabi olarak söz söylemez. O'nun
söylediği, ancak kendjsine vahy olunan Allah kelamı­
dır."

Hadid suresinin 8. ayetinde: "Rabbinize iman et-


meniz için, peygamber sizi davet ederken, size ne olu-
yor da Allah'~ iman etmiyorsunuz?"
Ankebut suresinin 45. ayetinde: "Sana vahy edilen
Kitabı oku, Namazı da dosdoğru kıl. Çünkü namaz, in-
sanı edepsizlikten, akıl ve şeriata uymayan her şeyden
alıkor. Allah'ı zikretmek, elbette en büyük ibar:lettir.
ALLAH VARDIR
124

Yaptığınız şeyleri Allah bilir."


Ankebut Suresinin 48. ayetinde: "Sen, Kur'an-ı Ke-
rim'den evvel hiç bir kitap okur değildin, elinle de O'nu
yazmadın."

Nemi suresinin 6. ayetinde: "Sen, Kur'an-ı Kerim'i


Hakim ve Alim olan Allah'dan telaki edersin. Şüphesiz
bu Kur'an, her şeyi hakkıyle bilen, yegane hüküm ve
hikmet sahibi Allah tarafından sana veriliyor."
Bakara suresinin 119. ayetinde: "Habibim, şüphe
yok ki Biz seni, kamil bir müjdeci ve haberci olarak gön-
derdik."
Bakara suresinin 151. ayetinde: "Size içinizden bir
peygamber gönderdik. O, size ayetlerimizi okuyor, sizi
günahlardan tertemiz yapıyor, size kitabın içindeki hik-
metleri ve bilmediğiniz şeyleri· öğretiyor."
Bakara suresinin 252. ayetinde: "Bunlar Allah'ın
ayetleridir ki "Habibim onları sana hak olarak okuyo-
ruz. Sen şüphesiz gönderilen peygamberlerden birisin."
Zariyat suresinin 55. ayetinde: "Sen Kur'an ile
vaz et, çünkü öğüt müminlere faide verir."
Enbiya suresinin 107. ayetinde: "Habibim, biz seni
alemlere sadece rahmet için gönderdik."
İbrahim suresinin 4. ayetinde: "Biz gökten hiç bir
resul göndermedik, ancak o kavmin lisanını bilen, o
kavmin içinden birini resül olarak gönderdik ki, Al•
lah'ın emirlerini onların anlayacağı bir lisan ile tebliğ
etsin. Allah dalalete müstehak olanları dalalette bırakır,
hidayete layık olanlara da hidayet nasip eder.)Nisa su-
resinin 174. ayetinde: (Ey insanlar, hakkı ispat ve batılı
izale için size Allah tarafından peygamber ve kitap gön-
derilmiştir."

Rad suresinin 43. ayetinde: "Ya Muhammed de ki:


KUR'AN-1 KERİM ve HAZRETİ MUHAMMED 125

peygamberliğime Allah şahittir. Nezdinde kitap ilmi


olanlar da bunu bilir."
Kalem suresinin ı. - 6. ayetlerinde: "Hokka ile ka-
lem ve yazmakta olduğu şeylere andolsun ki, Habibim
sen Rabbinin nimeti sayesinde mecnun değilsin. Senin
için sonsuz mükafat vardır. Yakında göreceksin, onlar
da görecekler, delilik hanginizde imiş. Hiç şüphesiz
sen, büyük bir ahlAk üzerindesin."
Çok muhterem okuyan ve okuduğunu anlayan oku-
yucularım, Hazreti Muhammed (S.A.V.)'in peygamber
olduğunı:ı yukarıda yazılanlardan daha güzel ve daha
kuvvetli delil gösterilebilir mi?
Bu yazdıklarımızdan anlaşılıyor ki, Hazreti Mu-
hammed (S.A.V.) eskiden gelmiş peygamberler gibi ha-
kiki bir peygamberdir. Peygamber oluşu, Kur'an-ı Ke-
rim'i yazmadığına kafi bir delil değildir. Çünkü kitabı
olmayan peygamberler de vardır. Şimdi, biz ispat edece-
ğiz ki, Kur'an-ı Hazreti Muhammed yazmamıştır. O ila-
hi bir kitaptır. Kur'an'ın ilahi olduğu anlaşıldıktan son-
ra, onun sahibi Allah'ın da varlığı meydana çıkmış olur.
1- Hiç kimse Kur'an-ı ben yazdım diye iddia etme-
miştir. Hazreti Muhammed (S.A.V.)'den evvel de böyle
bir kitap mevcut değildi. Demek ki Kur'an-ı Kerim son
peygamberin kitabıdır. Acaba bu kitabı kendisi mi yaz-
mıştır?

2- Hazreti Muhammed (S.A.V.), hayatı malum bir


şahsiyet olarak hiç okumamış, mektep ve medrese gör-
memiştir. Hiç kimseden de hususi ders almamıştır. Ken-
di kendini yetiştirecek şekilde okur-yazar da değildir.
Böyle okumamış bir kimsenin, böyle bir kitap yazması
aklen ve ilmen mümkün değildir.

Kur'an-ı Kerim'in bazı kısımları ile Tevrat ve İn­


cil'lerin bazı kısımları arasında
benzerlik bulunduğunu
ALLAH VARDIR
126

görenler, şöyle bir iddia ileri sürmüşlerdir:

"Hazreti Muhammed, kendinden evvel mevcut


olan Tevrat ve İncil'leri okumuş, onlardan istifade ede-
rek Kur'an'ı yazmıştır." Bu iddianın hiç bir tutar yeri
yoktur. Çünkü Hazreti Muhammed zamanında, Tevrat
İbranice, İncil de Yunanca idi. Peygamberimiz bu lisan-
ların hiç birini bilmezdi.

Mukaddes kitaplar arasında bazı noktalarda ben-


zerlik bulunuşu, onların bir kaynaktan, yani Allah'tan
geldiklerinin bir delilidir.
3- Kur'an-ı Kerim'i, Hazreti Muhammed (S.A.V.),
hiç bir zaman, ben yazdım dememiştir. Kur'an'ın geliş
şekli malumdur. Vahiy geldiği zaman peygamberimizi
görenler vardır. Hazreti Peygamber, gelen ayet ve surele-
ri okur, ezberletir ve yazdırırdı.
4- Hazreti Muhammed (S.A.V.), telakki ettiği ayet
ve sureleri ezberlettiği ve yazdırdığı halde, hiç bir za-
man kendi sözlerinin yazılmasına müsaade etmemiştir.
Vahiy katiplerinin en büyüğü Zeyt bin Sabit idi. Zeyt
bin Sabit, Ubay bin Kaab, Abdullah bin Saad, Halid bin
Said, Zübeyr bin Avvam v.s. vahiy katibi idiler. Muavi-
ye vahiy katipliği yapmamıştır. Yalnız Hudeybiye söz-
leşmesinde, Peygamberimize katiplik ederek bu sözleş­
meyi yazmıştır.
Peygamberimiz, konuştuğu Arap lisanı üzerine ge-
len ayet ve sureleri, Arap harfleri ve kufi hat ile deri ve-
ya parşömen kağıt üzerine yazdırırdı. Bilahare, gelen
ayetleri de ait olduğu surede yerini göstermek suretiyle
tertipleyen de bizzat Hazreti Muhammed (S.A.V.)'dir.
Kur'an'ın birçok yerlerinde, bu kitap, el kitap diye ge-
çer. Bunlar da Kur'an'ın Peygamber zamanında yazdırıl­
mış olduğunu gösterir.

Peygamberimizden sonra, Yemame ayaklanması ol-


KUR'AN-! KERİM ve HAZRETİ MUHAMMED 127

du. Yapılan savaşta yetmiş hafız şehit düştü. Bu hal


Hazreti Ebubekir ile Hazreti Ömer'i endişeye sevketti.
Ueride yapılacak olan harplerde geri kalan hafızlar da
şehit olabilir ve Kur'an unutulabilirdi. tık halife olan
Hazreti Ebu Bekir, deri ve parşömen üzerine yazılmış
olan ayet ve süreleri Peygamberimizden altı ay sonra
toplamış, Zeyt bin Sabit riyasetinde, hafızlardan müte-
şekkil bir heyet vücuda getirmişti. Bu heyet, yazılı ayet
ve süreleri okumuş, dinlemiş ve hafızlara okutarak yazı­
lı örneklerle karşılaştırmıştır. Bu şekilde titiz bir tetkik-
ten geçirilmek suretiyle, ilk mushaf meydana getirilmiş­
tir. Bu ilk nüshanın ne olduğu malum değildir. Hazreti
Osman, hilafeti zamanında, ilk mushaftan yedi nüsha
yazdırıp İslam merkezlerine göndermiştir. Bunlardan
üçünün yeri maltlm ise de, diğerlerinin ne olduğu bilin-
memektedir. Malum olan Kur'an-ı Kerim'lerden biri
Taşkent'te idi. 1935 yılında Ruslar bu kitabın resimleri-
ni çekip yayınlamışlardır. İkinci nüsha, Londra Müze-
sindedir. Üçüncüsü de halen İs~~nbul'da Topkapı Müze-
sindedir. Bu Kur'an'ın üzerinde, Hazreti Osman'a ait ol-
duğunu ispat eden kan lekeleri mevcuttur. Zira Hazreti
Osman, 82 yaşında olduğu halde, ikindi vakti, evinde
bu Kur'an'ı okurken, içeri giren düşmanları tarafından
şehit edilmiş ve akan kanı da Kur'an üzerinde bir ~pat
işareti olarak kalmıştır.

Miladın 650-700 senelerinde, deri ve parşömen


üzerine, kO.fi hat ile yazılmış Kur'an-ı Kerim nüshaları
halen İstanbul'da Süleymaniye İslam Eserleri Müzesin-
de mevcuttur. Aynı müzede VII. ve VIII. asırlarda, Eme-
vi ve Abbasi'ler zamanında yazılmış müteaddit Kur'an
nüshaları vardır. Daha sonra, IX. ve XII. asırlarda, nesih
ve sülüs yazılar ile kağıt üzerine yazılmış olanları da
vardır. Selçuklular devrinde yazılanlar, kağıt, yazı ve şe­
kil itibariyle şimdikinin aynıdır. tık mushaf ile bugün-
küler arasında en ufak bir fark veya tahrifat yoktur.
ALLAH VARDIR
128

5- Peygamberimizin sözlerine "Hadis" denir. Ha-


disler peygamberimiz zamanında değil, ondan takriben
yüz sene sonra yazılmıştır. Bunda Kur' an ile Hadislerin
karışmaması için bir hikmet vardır. Hadislerin bir kıs­
mının manaları ilham suretiyle peygamberimizin içine
. doğmuştur, fakat sözleri peygamberimizin kendısine
aittir. Bunlara "Kudsi Hasdis" denir. Bir de mana ve sö-
zü peygamberimize ait olanlar vardır ki bunlara sadece
"Hadis" denir. Hadis'lerin iki cins oluşunda da Kur'an
ayetleri ile karışmaması bakımandan bir hikmet vardır.
6- Allah kelamı olan Kur'an-ı Kerim ile, peygamber
sözü olan Hadis'leri birbirinden ayırmak çok kolaydır.
tık ayırmayı bizzat peygamber yapmıştır. Ondan sonra
da halifeler, imamlar ve Hadis ilmi ile uğraşanlar bunda
muvaffak olmuşlardır. Bu işte o kadar ileri gidilmiştir
ki, değil sadece Kur'an'ı Hadis'ten ayırmak, uydurma
Hadisler bile hakiki Hadis'lerden ayrılmıştır. tık Hadis
kitabı, peygamberimizden yüz sene sonra Zühri tarafın­
dan yazılmıştır. En sahih Hadis kitabı da peygamberi-
mizden iki yüz sene sonra yazılan "Sahih-i Buhari"dir.
Bu kitap Buharalı İsmail oğlu Muhammed ismipde bir
Türk tarafından yazılmıştır. İki bin sahifelik bir kitap
olan Buhari'de 9082, tekrarlar çıktıktan sonra 7225 Ha-
dis vardır. Yazar bu hadisleri, altı yüz bin Hadis arasın­
dan seçtiğini yazmaktadır. Sahih-i Buhariden sonra gü-
venilir bir Hadis kitabıda Müslim ismindeki bir Türk'ün
yazdığı "Sahih-i Müslim" dir. Müslim'de bu Hadisleri
üç yüz bin Hadis arasından seçtiğini söylemektedir. Ki-
tabında 7279 Hadis varsa da bir kısımı tekrardır. Bu tek-
rar edilenler çıkarılacak olursa 3033 Hadis olduğu anla-
şılır. Müslim, Nişabur' da doğmuş ve kitabını peygambe-
rimizden iki yüz sene sonra yazmıştır. Peygamberimiz,
Kur'an ayetlerini tebliğ ederken man§.larını ve nasıl
okunmaları lazım geldiğini de öğretmişti. Hadislerin
okunuş ve manaları üzerinde durulmamıştı, çünkü on-
KUR'AN-! KERİM ve HAZRETİ MUHAMMED 129

lar anlaşılır (vazih) idi. Kur'an-ı Kerim'in nasıl okunma-


sı lazım geldiğine dair ilk eseri peygamberimizden 150-
200 sene sonra Kasım ile Cübeyr oğlu Ahmet yazmışlar­
dır. Kur'an-ı Kerim'in manasını anlatan ilk tefsir kitabı
da peygamberimizden yüz sene sonra Mücahit tarafın­
dan yazılmıştır.
tık fıkıh kitabını, Peygamberimizden yüz elli sene
sonra 1mam-ı Azam yazmıştır.
7- Demek istiyoruz ki, bir yerde Allah kelamı olan
Kur'an-ı Kerim veya peygamber sözü olan Hadis okun-
duğu zaman, bunların hangisinin ayet ve hangisinin Ha-
dis olduğunu anlamak kolaydır. Bu iş aynen edebi bir
eser veya şiir okunduğu zaman, üslup, lisan ve manala-
rından eserin sahibini tanımaya benzer. Çünkü Kur'an
üslubu ile Hadis üslubu başkadır. Her ikiside Arapça ol-
malarına rağmen kullanılan kelimeler ve cümle tertibi
başkadır. Şair Nediın.'in şiirini Namık Kemal'den, Tev-
fik Fikret'i Mehmet Akif'den ve Faruk Nafiz'~ Yahya Ke-
mal'den nasıl ayırabiliyorsak, Kur'an'ı da Hadis'ten ayı­
rabiliriz.
8- Kur'an-ı Azim'de öyle bir şiiriyet ve seci, öyle bir
belagat, öyle mecaz ve manalar vardır ki, ne Hadis'lerde
ve ne de başka bir eserde bu derece azamet yoktur. Nite-
kim Kur'an-ı Mübin nazil olmadan evvel Kabe duvarla-
rına asılan ve o devrin birer belagat şaheseri sayılan Mu-
allakatı Seb, Kur'an yanında sönük kaldıkları için yerle-
rindeı;J. indirilmişlerdir. Kur'an'nın kendine mahsus bir
üslubu vardır. O ne şiirdir ne de nesir.
9- Kur'an-ı Kerim Allah kelamıdır. Çünkü, Hazreti
Muhammed gibi hiç okumamış bir insan böyle hikmet-
lerle dolu bir kitap vücuda getiremez. Kur'an-ı Ha-
kim'deki tarihi, coğrafi, fenni, içtimai, astronomi v.s.
bilgileri bilmesine imkan yoktur.
Allah Vardır - F. 9
ALLAH VARDIR
130

10- Kur'an-ı
Azim, Allah kelamıdır. Çünkü, aradan
on beş asır gibi bir zaman geçmesine rağmen onun an-
lattıklarının aksine bir şey çıkmamıştır. İlim ve fen da-
ima mutabakat halinde kalmıştır. İçinde çelişki yoktur.
Basit bir mektupta bile müteaddit imHı ve gramer hata-
ları yaparız. Nasıl olur da Kur'an-ı Kerim gibi her ba-
kımdan eşsiz bir kitap, okumamış bir kimse tarafından
yazılabilir?

11- Kur'an-ıKerim, Allah kelamıdır. Çünkü, O ya-


şayan bir mucizedir. Birçok bilgileri havidir. Geçen asır­
lara hitap ettiği gibi, gelecek asırlara da hitap edecektir.
Her zamana uyan bir kitaptır. Kur'an-ı Kerim'den bir be-
devinin anlayacağı mana başka, bir alimin anlayacağı
mana başkadır. Herkes ilmi ve anlayış kabiliyetine göre
ondan istifade eder. Bundan dolayı Kur'an-ı Hatim tam
tercüme edilemez, ancak tefsir edilebilir.
12- Eskiden 500-600 sene ara ile bir peygamber ge- ·
lirdi. Hazreti Muhammed'den sonra bugüne kadar uzun
asırlar geçmiş olmasına rağmen başka peygamber gel-
memiştir. Bu ise Kur'an'ın buyruğuna uygundur. Sevgi-
li peygamberimizin en son peygamber olduğunun deli-
lidir.
13- Kur'an'ı Hakim, küçük çocukların kolayca ez-
berlediği bir kitaptır. Bu ise bir mucize sayılabilir. Baş­
ka hiçbir kitap yoktur ki, böyle satırı satırına, harfi har-
fine, virgülü virgülüne ezberlenmiş olsun. Aynı zaman-
da dünyada en çok okunan bir kitap olmak şerefine
mazhar olmuştur. Esasen Kur'an, mana itibariyle, oku-
nan demektw. · --
14- Kitab-ı Münzel'i tahrif etmek için uğraşmışlar,
bazı ayet ve sürelere nazire yapmak istemişlerdir. Hatta
yazmışlardır. Eakat yazılanların uydurma olduğu derhal
anlaşıl~ştti. Kur'an'ın yanında çok basit kalmışlardır
ve bizzat yazanlar tarafından yırtılıp atılmışlardır.
KUR'AN-1 KERİM ve HAZRETİ MUHAMMED 131

15- ·Museviler ve İseviler, kendilerine gelen Tevrat


ve İncil'e inanırlar. Fakat, Kur'an'ın semavi bir kitap ol-
duğuna inanmazlar. Tevrat ve İncil'i indiren Allah,
Kur'an'ı da indiremez mi? Halbuki Müslümanlar bütün
eski peygamberlere inanırlar. Eski kitap ve peygamber-
ler, yalnız bir kavme veya ümmete geldiği halde,
Kur'an-ı Kerim ve O'nun peygamberi bütün insanlara ve
bütün milletlere gelmiştir.
16- Kur'an-ı Kerim okunduğu zaman veya dinlendi-
ği zaman iıisan ruhu üzerinde ildhi bir tesir icra eder.
Hadislerde veya başka hiçbir kitapta bu hususiyet yok-
tur.
17- Kur'an-ı Kerim'in diğer bir ismi de, Kela.mi Ka-
dim'dir. Yani peygamberimize gelmeden evvel Levhi
Mahfuz' da yazılı idi. Bu mahfuz levha nerededir? Bu da
Cennet gibi yedi kat göklerdedir.
Allah öyle bir varlıktır ki, dünya gözü ile onu gör-
mek, beden kulağı ile onun sesini işitmek mümkün de-
ğildir. Peygamberler dahi onu _görememiştir. O'nu gör-
mek, Cennet ehline öbür dünyada nasip olacaktır.· Şu
halde, Levhi Mahfuz'da yazılı olan Kur'an, Peygamberi-
mize nasıl gelmiştir?
Bu birkaç şekilde vaki olmuştur.

a. Cebrail ismindeki melek, Levhi Mahfuz'da yazı­


lı olan Kur'an ayetlerini, lüzum ettiği zaman"Iarda pey-
gambere okuması şeklinde vaki olmuştur. Peygamberi-
miz bazen Cebrail'i bir insan, bazen dA biiyüklrnnaflı bir
kuş şeklinde görürmüş. Bazen de hiç-göFmez:;-sadeGe se-
sini duyarmış.
b. Cebrail gelince, Peyga:ınbetimiz kendinden ge- .
çer, ağır bir yük taşıyormuş gibi ter döker, bir müddet
sonra duyduğu ayetleri okur ve yazdırırdı.
c. Miraç'da olduğu gibi, Allah bir perde arkasından
ALLAH VARDIR
132

ve çok yakından buyruğunu Peygamberimize bildirmiş­


tir. Burada vahiy vasıtasızdır, yani arada Cebrail yoktur.
d. Peygamberimiz bir meselenin aydınlığa kavuş­
masını istediği zamanlarda, vahiy peygamberin içine
doğar. Açık ve seçik olarak belli olur. Ayetler yalnız ma-
nası değil, lafız ve kelime olarak da belirli bir şekil alır,
adeta ayetin harf ve kelimelerini bir görür. Bu cins va-
hiy, ilhama benzerse de, ilham değildir. Çünkü bu insa-
nın kendinden değil, Allah'tan gelen bir emirdir. Vahiy
en çok bu şekilde gelmiştir.
e. Son olarak bir de Kudsi Hadislerin geliş şekli
vardır. Bunlar ilham gibi Peygamberimizin içine doğar.
Bunlarda kelam ve lafız yoktur. Peygamber Allah buyru-
ğunu mana olarak hisseder, sonra onu kendi lisanı ile
ifade ederdi. Allah, şöyle buyuruyor der, fakat onu
Kur'an ayetleri gibi yazdırmazdı. Kudsi Hadisler, Pey-
gamber tarafından yazdırılmadığı için bir çoğu unutul-
muştur. Bilinenler kırk veya elli kadardır.

18-Şu halde Kur'an Allah sözüdür. Bu sözler, yani


ayetler ve sureler, hem mana ve hem de kelime, harf ve
okunuş şekli ile Peygambere bildirilmiştir. Peygamber
bunları okur ve yazdırırken, kendiliğinden hiç bir şey
katmazdı. Öyle ise, Kur'an-ı Kerim, Peygamber sözü de-
ğil,Arapça da değil, Allah'cadır. Bundan dolayı Kur'an-
ı Kerim, Türkçe veya başka her hangi bir dille yazıla­
maz; Fakat, Kur'an'ın manasını anlamak için tercume
ve tefsirini yapmak lazımdır. Bu sayede Allah'ın emirle
rini hocasız da okuyup anlamış oluruz.

19- Vahiy yolu ile Peygamberimize gelen ayet ve


surelerin, bir insan tarafından bilinmesine imkan yok-
tur. Hiç kimse kitaba bakmadan, müsvedde yapmadan
ve kendi düşünceleriyle böyle bir eser meydana getire-
mez. Bütün bu sebeplerden.dolayı Kur'an-ı Kerim'in Al
lalı sözü oldugunu kabul etmek mecburiyetinde kalıyo-
KUR'AN-1 KERİM ve HAZRETİ MUHAMMED 133

ruz.
20- Kur'an, yalnız mana. olarak değil, kelime ve harf
olarak da vahyedildiği için, Müslümanlar Kur'an'ın ya-
zılışına, yani kaligrafisine çok önem vermişlerdir.
Kur'an'ın yazı şekli, hiç bir lisanda bu derece ileri git-
memiştir. Çok çeşitli ve güzel yazı şekilleri meydana ge-
tirilmiştir. Kur'an'ların yazısına bakmak, ne derece üs-
tün bir san'at eseri olduklarını anlamaya yeterlidir.
Bundan dolayı İslAmi san'atlar hakkında fikir edin-
mek isteyenler, Kur'an a.yetlerinin yalış şelillerine (hat)
ve musha:fların kapaklarındaki tezyin sanatlarına bak-
malıdırlar.

21- Kur'an-ı Kerem'in ila.hi bir kitap olduğunu biz-


zat kendisi ayrıca ispat etmektedir:
Maide suresinin 3. ayetinde: "Bugün dininizi ik-
ma.l ettim, üzerinizdeki nimetlerimi tamamladım, size
din olarak müslümanlığı seçtim ve hoşnud olduriı."
Bu a.yet "Veda Haccı" sırasında gelmiştir. Nitekim
ondan sonra başka ayet gelmediği gibi, peygamberimiz
de irtihalinin yakın olduğunu ashabına haber vermiş,
üç ay sonra da ebedi a.leme geçmiştir.
Nisa suresinin 166. ayetinde: "Allah sana indirdiği
Kur'an-ı Kerim ile şahidlik eder ki, O, bu kitabı kendi il-
mi ile indirmiştir. Melekler de şahitlik ederler. Hakiki
şahid olmak bakımından sana yalnız Allah yeter."

Bakara suresinin 23. - 24. ayetlerinde: "Kur'an-ı


Kerim'in Allah tarafından indirilen bir Kitap olduğun~
dan şüphe ediyorsanız, siz de buna benzer bir sftre geti-
riniz. Taptığınız putlarınızı ve bilginlerinizi de yardıma
çağırın, fakat bunu yapamazsınız ve hiç bir zaman da
bunda muvaffak olamayacaksınız."
Bakara suresinin 118. ayetinde: "Biz hakikatleri
ALLAH VARDIR
134

bilmek isteyenlere, a.yetlerimizi apaçık gönderdik."


A'raf suresinin 3. ayetinde: "Rabbinizden size indi-
rilen bu Kur'an'a uyun. O'ndan başkasını veli edinip
O'nlara uymayın, ne kadar az öğüt tutuyorsunuz."
A'raf suresinin 52. ayetinde: "Biz onlara öyle bir
Kitap gönderdik ki, iman edecek herhangi bir kavme hi-
dayet ve rahmet olmak için, onu tam bir ilim üzere taf-
sil ettik."
A'raf suresinin 182. ayetinde: ".Ayetlerimizi yalan
sayanları, bilmeyecekleri noktalardan derece derece he-
la.ke yaklaştırırız."
Yunus suresinin 7. ayetinde: "Ey insanlar, size
Rabbinizden bir öğüt, gönüllerde olan dertlere bir şifa,
müminler için bir hidayet ve rahmet gelmiştir ki O,
Kur'an'dır."

Hakka sfü·esinin 40. - 46. ayetlerinde: "O Kur'an,


Allah indinde--pek şerefli olan Peygamberin sözüdür'. O,
bir şair de d@ğildir, fakat siz ne az inanırsınız. O bir ka-
hin sözü de d~ildir, siz ne az düşünen adamlarsınız. O,
alemlerin Rabbinden indirilmiştir. Eğer peygamber bazı
sözleri kendiliğinden uydurmuş olsaydı, elbette onun
kudret ve kuvvetini elinden alırdık."
Hakka suresinin 51. ayetinde: "Hiç şüphesiz O
Kur'an, kat'i bilginin tam gerçeğidir."
Saad suresinin 29. ayetinde: ".Ayetlerimizi iyi dü-
şünsünler, akıl sahipleri ibret alsınlar diye, bu sana in-
dirdiğimiz feyiz kaynağı bir kitaptır."

Nisa suresinin 80. - 82. ayetlerinde: "Kim o pey-


gambere itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur. Onlar
Kur'an'ı gereği gibi düşünmeyecekler mi? Eğer o Kur'an,
Allah'dan başkası tarafından yapılmış olsaydı, içinde
birbirini tutmayan birçok şeyler bulunurdu."
KUR'AN-1 KERİM ve HAZRETİ MUHAMMED 135

Hud suresinin 1. ayetinde: "O öyle bir kitab'dır ki,


ayetleri muhkem kılınmış, sonra da tafsil olunmuştur.
Her işi hikmetle yapan ve her şeyden haberdar olan Al-
lah tarafından indirilmiştir;"
Hadid suresinin 9. ayetinde: "O, sizi karanlıklar­
dan aydınlığa çıkarmak için, Kulunun üzerine açık
ayetler indirmektedir. Şüphesiz Allah, sizi çok esirge-
yen ve rahmetini raygan edendir."
En'aın suresinin 59. ayetinde: "Dünyada yaş ve ku-
ru ne varsa, hepsi Kur'an'da ve İlmi tlfui'de vardır."
İsra suresinin 9. ayetinde: "Gerçek bu Kur'an in-
sanları öyle bir yola yöneltip götürür ki, o en adil ve en
doğru bir yoldur."
İsra suresinin 82. ayetinde: "Biz Kur'an'ı peyder-
pey indiririz. O, müminlere şifa ve rahmettir."
İsra suresinin 89. ayetinde: "Şanıma and olsun ki,
Biz bu Kur'an'da insanlar için her manadan nice türlü-
sünü açıklamışızd_ır. İnsanlardan pek çoğu ise illa
nankörlükte ayak dirediler."
Rum suresinin 58. ayetinde: "Biz Kur'an-ı Ke-
rim' de insanlar için, her çeşit misal irad ettik."
Nemi suresinin 1. - 2. ayetlerinde: "Bunlar, hak ile
· batılı ayıran Kur'an ayetleridir. Bu ayetler, müminler
için birer hidayet ve müjdedir."
Hicr suresinin 9. ayetinde: "Kur'an-ı Kerim'i Biz
indirdik ve onu Biz muhafaza edeceğiz."
Ta-Ha suresinin 113. ayetinde: "Biz, Onu arapça
bir Kur'an olarak indirdik."
İbrahimsuresinin 51. ayetinde: "Bu Kur'an, tehli-
kelerden haberdar edilsinler, Allah'ın ancak bir tek Tan-
rı olduğunu bilsinler, akli selim sahipleri düşünüp öğüt
ALLAH VARDIR
136

alsınlar diye, bütün insanlara bir tebliğdir."


İnsan suresinin 23. ayetinde: "Kur'an-ı Kerim'i sa-
na bölük bölük biz indirdik."
Enbiya suresinin 10. ayetinde: "And olsun, size öy-
le bir Kitap indirdik ki, zikir ve şerefiniz ondadır. Hala
akıllanmayacak mısınız?"

Bakara suresinin 2. ayetinde: "Bu o kitaptır ki, Al-


lah tarafından gönderilmiş olduğunda hiç şüphe yoktur.
Bu kitap, takva sahipleri için doğru yolun ta kendisi-
dir."
Bakara suresinin 118. ayetinde: "Biz hakikatleri
bilmek isteyenlere, ayetlerimizi apaçık göndermişiz­
dir."
.Al-i İmran suresinin 3. - 4. ayetlerinde: "Habibim,
Allah sana hak olarak kendinden evvelki kitapları tas-
dik eden bu Kitabı indirdi. Daha evvel de insanlara hi-
dayet sebebi olarak Tevrat ve İncil'i indirmişti. Hak ile
batılı ayırt eden hükümleri de indirdi."

.Al-i İmran suresinin70. - 71. ayetlerinde: "Ey ki-


taplılar, kendiniz Tevrat ve İncil'i görüp inandığınız
halde, neden hakkı batıl ile karıştırıp, gerçeği gizliyor-
·sunuz? Neden Kur'an ayetlerini inkar ediyorsunuz?"
.AI-i İmran suresinin 138. ayetinde: "Bu Kur'an, in-
sanlar için bir beyandır. Fenalıklardan sakınmaları için
de bir hidayet ve bir öğüttür."
Rahman suresinin 1. - 5. ayetlerinde: "Kur'an'ı Al-
lah öğretti, insanı O yarattı. İnsana natıkayı O talim et-
ti. Güneş de, Ay da hesap iledir. O halde Rabbinizin
hangi nimetlerini yalan sayarsınız?"
Nahl suresinin 64. Ayetinde: "Bu Kitab'ı sana ihti-
laf ettikleri şeyleri açıklaman için ve iman edecek her-
hangi bir kavme hidayet ve rahme_t olmak için gönder-
KUR'AN-1 KERİM ve HAZRETİ MUHAMMED 137

dik.,,.
Nahl suresinin 102. ayetinde: "De ki, Kur'an'ı iman
edenlere tam bir sebat vermek ve müslümanlara bir hi-
dayet ve müjde olmak için Rabbinizden Ruh-ul Kudüs
(Cebrail) indirmiştir."
Yunus suresinin 37. ayetinde: "Bu Kur'an Al-
lah'tan başkasının değildir. Kur'an kendinden evvelki
kitapları tasdik eder ve Allah'ın Levhi Mahfuz'da yazdı­
ğını tafsil eder. Kur'an'da şüphe edilecek hiç bir şey
yoktur. O, alemlerin Rabbinin kitabıdır."
Yunus sftresinin 38. ayetinde: "Kur'an-ı Kerim'i
Peygamber kendiliğinden uydurdu mu diyorlar? Bu id-
dia doğru ise, haydi sizde onun benzeri bir st1re getirin.
Bunu yapmak için, Allah'tan başka güvendiğiniz kim
varsa, onları da yardıma çağırın."
Yunus suresinin 57. ayetinde: (Bu kitap, hiç şüphe
yok ki, alemlerin Rabbinden indirilmiştir.)
Vakıa suresinin 77. - 80. - 81. ayetlerinde: "Elbette
O, çok şerefli bir Kur'an'dır. Alemlerin Rabbinden indi-
rilmiştir. Şimdi siz bu Kelam (Kur'an)'ı mı hor görüyor-
sunuz?"
Kadr Suresinin 1. - 3. ayetlerinde: "Hakikaten Biz
Kur'an'ı Kadir gecesinde indirdik. Kadir gecesi bin ay-
dan hayırlıdır."

Zuhruf suresinin 2. - 3. - 4. ayetlerinde: "Hidayet


yolunu aşikar olarak gösteren şu kitab'a yemin ederim
ki, Biz Onu anlayasınız diye, arapça bir Kur'an yaptık.
Şüphesiz ki o, nezdimizdeki ana Kitap'da çok yüce ve
çok hikmetlidir."
İnşikak suresinin 20. - 21. ayetlerinde: "Öyle ise,
onlara (kafirlere) ne oluyor ki iman etmiyorlar? Karşıla­
rında Kur'an okunduğu zaman eğilmiyorlar?"
ALLAH VARDIR
138

Şuara
suresinin 192. ayetinde: "O Kur'an muhak-
kak alemlerin Rabbinden indirilmiştir."
Casiye suresinin 2. - 3. ayetlerinde: "Bu kitab'ın in-
dirilişi, Mutlak Kadir, yegane hüküm sahibi Allah'tan-
dır. Şüphe yok ki göklerde ve yerde müminler için kat' i
ayetler ve ibretler vardır."
Casiye suresinin 20. ayetinde: "Şu Kur'an, insanla-
rınkalb gözlerini açacak bir nur, sağlam bilgi edinilecek
zümre için bir hidayet ve rahmettir."
Allah bildi de söyledi. Biz bu emirlere hiçbir şey
ilave edecek kabiliyette değiliz. Aklı olan okur ve anlar.
Kur'an-ı Kerim, 114 sfue ve bunların ihtiva ettiği
6666 ayetten ibaret büyük bir kitaptır. Kur'an ayetleri-
nin büyük çoğunluğu bir ya da birkaç cümleden oluşur.
Bununla birlikte bir sayfada bulun~n ayetlerin yanı sıra
basit ya da bileşik sıfat biçiminde birkaç sözcükten olu-
şan ayetler de bulunmaktadır. Ayetlerin başlangıç ve bi-
tişine ilişkin ayrılıklardan dolayı Kur'an'ın kaç ayetten
oluştuğu konusunda bir görüş birliğine varılamamıştır.
Din bilginleri bu konuda 6214 ten 6666 ya kadar çeşitli
sayılar öne sürmüşlerdir.

Sürelerin 93'ü Mekke'de, 21'~i de Medine'de nazil


olmuştur. Kur'an-ı Kerim, lüzum hasıl oldukça ve parça
parça geldiği için, içinde tekrarlar vardır. Bu tekrarların
bir kısmı işin ehemmiyetine binaen kasten tekrar edil-
mişlerdir. Kur'an-ı Mübin'de insana dünya ve ahirette
lazım olacak her şey vardır. Altı bin küsur ayetin bini,
yapacağımız işlere aittir. Bini, yasak olan şeyleri ihtiva
eder. Bin tanesi vadedilen hususlardır. Geri kalan bini
de, insanların hisse alması icap eden vak'alardır. Niha-
yet az bir kısmı da dua ve şükür öğretmektedir. Biraz da-
ha açık söylemek icap ederse, Kur'an'da başlıca şu ba-
hisler vardır.
KUR'AN-1 KERİM ve HAZRETİ MUHAMMED 139

1. İtikad: Kur'an-ı Kerim'in birçok yerinde, Al-


lah'ın varlığından ve birliğinden bahsedilmek suretiyle
insanlara iman ve itikad telkin edilmektedir.
2. İbadet: lsl§.miyette yalnız itikadın ka.fi gelmediği­
ni, ibadet etmenin de lüzum ve ehemmiyetinden bah-
setmektedir. lbadet, itikadı kuvvetlendirir, itikad edenin
de ibadet etmemesi mümkün değildir.
3. Ahlak: İnsanların dünyevi ve uhrevi işlerinin
düzgün gitmesi için ahlaklı olmalarının ehemmiyeti an-
latılmıştır. Ahl§.kın en yükseği Kur'an'dadır.

4. Adalet: Hak ve hukuk işlerine son derece kıymet


verilmiştir. Ha.kimin adil olmasını ve hiç kimsenin bile
bile başkasının hakkına tecavüz etmemesi 1§.zım geldiği­
ni emreder.
5. Hukuk : Cemiyet halinde yaşayan insanların bir-
birine nasıl muamele yapması 1§.zım geldiğini anlatır.
Aile hukuku, karı-koca münasebetleri, miras v.s. gibi
hukuki işlerden uzun uzun bahseder.
6. Nasihat: Kıssalar anlatılmak suretiyle onlardan
hisse alınmasını emreder ve öğüt verir.
7. Tarih: Hazreti Adem'den beri dünya üzerinde
vukua gelen mühim hadiseleri anlatır. Eski peygamber-
lerden bahseder. Bu tarihi olaylarda ibret alınacak yer-
ler vardır.
8. Allah: Bizzat kendinden bahseder, kendini in-
sanlara tanıtır. Bununla beraber, insanların tam mana-
sıyle Allah'ı kavrayamayacağını bildirir.
9. Ahiret: Adaletin dağılımı ve kendi devamlılık
vasfı olarak ahiretin ve tekrar dirilmenin elzem olduğu­
nu anlatır.

10. İlim: Kur'an-ı Kerim, akla hitap eder ve ilme


çok ehemmiyet verir. Kur' an'ın bahsetmediği ilim dalı
ALLAH VARDIR
140

yoktur. Şüphesiz bir kısmında geniş izahat verilmiş, bir


kısmı da sadece işaret edilip geçilmiştir.

Kur'an-ı Kerim, ilme çok ehemmiyet vermiştir. İkti­


sat, tabiat ilimleri, fizik, kimya, mineroloji, zooloji, ma-
tematik, astronomi v.s. gibi birçok ilim dallarından bah-
sedilir. Umin kanunlarını yapan Allah, onları araştırıp
meydana çıkaranlar da insanlardır. Meseld, Arşimet,
Paskal, Newton, Galile, Edison v.s. gibi ne kadar alim ve
kaşif varsa, bunlar kanun yapmış değillerdir. Allah'ın
yaratmış olduğu kanunları araştırıp meydana koymuş­
lardır. Kur'an'daki ayetlerden başka; tabiatta ve kainatta
da bir çok ayet ve deliller vardır. Bunlara da bakmalı,
görmeli ve hisse almalıyız. İyice bakacak olursak atomu
ve atom patlamasını da görürüz.
Kur'an-ı
Kerim, ilme çok ehemmiyet vermiştir. Bu-
nu bizzat Allah'ın sözleriyle ispat edelim:
Allah'ın elçisine ve dolayısıyla insanlara ilk emri,
"oku" ile başlar.

Alak suresinin ilk beş ayetinin meali şudur: (Yara-


tan Rabbinin adı ile oku, O. insanı bir kan pıhtısından
yarattı, oku, Rabbin nihayetsiz kerem sahibidir, O, ka-
lemle yazı yazmayı öğretendir, O, insana bilmediğini
öğretendir.)

A'raf suresinin 52. ayetinde: (And olsun, biz onla-


ra öyle bir kitap getirmişiz ki, iman edecek herhangi bir
kavme hidayet ve rahmet olması için, onu tam bir ilim
üzere tafsil etmişizdir.)
A'raf suresinin 199. ayetinde: "Habibim, sen kolay
yolu göster, iyiliği emret, cahillerden yüz çevir."
Aııkebut suresinin 43. ayetinde: "Biz insanlara me-
sel söyleriz, lakin bu mesellerimizi ancak alimler an-
lar."
KUR'AN-1 KERİM ve HAZRETİ MUHAMMED 141

Zariydt suresinin 20. ayetinde: "Dünyada kdınil


bilgi sahipleri için, nice dyetler vardır."
Hud suresinin 46. ayetinde: "Seni cahillerden ol-
maktan men ederim."
En'am suresinin 35. ayetinde: "Sakın bilmeyenler-
den olma."
Zümer suresinin 9. ayetinde: "Onlara de ki, bilen-
ler ile bilmeyenler müsavi olur mu?"
Ta-Ha suresinin 114. ayetinde: "Dua ederken, Rab-
bim benim ilmimi artır, de."
Ala suresinin 6. ayetinde: "Habibim, seni okutaca-
ğız da asla unutmayacaksın."
Kur'an'ın ilimden bahseden dyetleri 217'yi bulmak-
tadır.

Kur'an'ın daha birçok yerinde ilimden, ilim öğren­


mekten ve dlimlerin faziletinden bahsedilmektedir.
Kur'an-ıKerim'den başka sevgili peygamberimiz
Hazreti Muhammed (S.A.V.) de ilim hakkında Hadisler
söylemiştir. Bunların bir kısmını burada zikretmeyi fay-
dalı buluyoruz:

1. İlim tahsil etmek, kadın ve erkek her müslümana


farzdır.

2. tlim Çin'de bile olsa gidip alınız.

3. tlıni dünyaya yaymaktan daha değerli bir tesad-


duk yoktur.
4. Dünyayı isteyen ilme sarılsın, dhireti isteyen il-
me sarılsın, her ikisini isteyen yine ilme sarılsın.

5. Bilgi elde etmeğe çalışmak, Allah katında nafile


ibadetten daha üstündür.
6. Kur'an-ı Kerim'den bir dyet öğrenmek, yüz rekdt
ALLAH VARDIR
142

namazdan hayırlıdır.

7. Cehalet küfürden, fakirlik de ateşten daha yakıcı-


dır.

8. tlim ve hikmeti nerede bulursanız oradan alınız.


9. Allah uğrunda ilim öğrenmek bir ibadettir.
10. tlmi aramak bir cihaddır.
11. tlim hakkında konuşmak Allah'ı tesbih etmek-
tir.
12. Başkalarına bilmediklerini öğretmek, Allah'a
yaklaşmaktır.

13. tlim hela.li haramdan ayırmaya hizmet eder.


14. tlim Allah yolunu aydınlatır.
15. tlim çöllerde yoldaş, yalnızlıkta dosttur..
16. Yarabbi, faydasız ilimden ve Allah korkusu yer-
leşmemiş kalpden sana sığınırım.
'17. tlim sefaletten korur ve saadete ulaştırır.
18. Bir kimse başka bir kavmin lisanını öğrenirse, o
kavmin şerrinden emin olur..
19. İlim hem ziynet, hem de düşmanlara karşı bir
silahtır.

20. İnsanların fenası kötü alimlerdir.


21. Bilgi öğrenmek için yurdundan seyahat eden
kimseye Allah, cennet yolunu gösterir.
22. tlim sahipleri peygamberlerin varisidirler.
23. Alimlerin kalemlerinin mürekkebi, şehidlerin
kanlarından azizdir.
24. Bilgi· müminin kaybolmuş malıdır, onu nerede
bulursa alır.
25. tlme ve a.İimlere hürmet eden, bana hürmet et-
KUR'AN-1 KERİM ve HAZRETİ MUHAMMED 143

miş olur.
26. İlmin bir sonu vardır diyen, ona karşı haksızlık
etmiş olur. ·
27. Bilgiyi yazın da yitirmeyin.
28. Bilgin, ibadet edenden tam yetmiş derece üs-
tündür.
29. Bilgi ve mal bütün ayıpları örter.
30. Ümmetimin helfild kötülük eden bilginler yü-
zündendir. ·
31. Oğluna yazıyı, yüzmeyi ve ok atmayı öğretmek
ve onu helal gıda ile büyütmek her babanın vazifesidir.
32. Dininin hükümlerini bilmeden ibadet eden kişi,
değirmen döndüren eşeğe benzer.
33. İsimlerin en kötüsü Ebu Cehil'dir.
Kur'an-ı Kerim, öyle muazzam ve öyle kıymetli bir
kitaptır ki, ona uzaktan bakmakla kıymeti anlaşılamaz.
O'nu anlamak isteyen O'nu açacak, okuyacak, · tekrar
tekrar okuyacak, anlamadıklarını soracak, ondan sonra
kıymetini anlayarak sulh ve sükuna kavuşacaktır. Bun-
dan hiç kimsenin şüphesi olmasın.
Kur'an'ın mucizevi kıymetini anlayan Yavuz Sul-
tan Selim Han, 1517 de Mısır'dan Hazreti Osman'a ait
ilk Kur'an nüshasını alarak Topkapı Sarayı'na Kutsal
Emanetler odasına bizzat yerleştirmiş ve orada devamlı
Kur'an-ı Kerim okunmasını emretmiştir. Kırk hafız, hiç
bir dakika ara vermeden gece, gündüz nöbetleşmek su-
retiyle o günden beri Kur'an okumuşlardır ve hala oku-
maya devam etmektedirler. Bu ne muazzam bir di,işü­
nüştür.

Büyük Yavuz'un dedesi Büyük Fatih Sultan Meh-


met Han da, 1453'te lstanbul'u aldığı zaman, Ayasof-
ALLAH VARDIR
144

ya'da Cuma namazını kılmış ve kıyamete kadar orada


Ezan-ı Muhammed'i okunacağını vasiyet etmişti. Bu gü-
zel vasiyet beş yüz sene müddetle yerine getirildi.
Kitabın başından beri Allah'ı arıyoruz. Allah var
mıdır? sorusuna cevap vermeye çalışıyoruz. Akli, felse-
fi, ilmi, nakli ve dini deliller bunun için etüd edildi.
Hazreti Adem'den beri hiçbir fikir adamı, Allah yoktur
diyemedi. Allah'ın varlığından şüphe edenler, bunu is-
pat edemedi. Buna mukabil Allah'ın varlığı birçok delil-
lerle ortaya konuldu. Artık çok şükür, var olan Allah'ın
varlığından şüphe etmiyoruz. Bütün mevcudiyetimiz
ile tekrar edelim, biz nasıl var isek, bizim varlığımız na-
sıl hakiki ise, Allah'ın varlığı daha da hakikidir. Hazre-
ti Muhammed hak bir peygamberdir. Kur'an-ı Kerim Al-
lah sözüdür. Allah'dan şüphe edenlere Kur'an-ı Kerim
en açık bir ispattır. Ve her devirde, şüpheci ve hasta gö-
nüllere şifa verecek ispatların en büyüğü olarak kala-
caktır.
145

7
ALLAH NEDİR?

İnsan, meraklı bir mahluktur. Allah'ın varlığına


inandıktan sonra, sormak ve öğrenmek istiyor, Allah ne-
dir? Nasıl bir şeydir? Mahiyeti nedir? Madde midir, Ruh
mudur? Şimdi bu sorulara cevap vermeye çalışacağız.
Allah dediğimiz varlığın birçok isimleri vardır. Bu
isimlerden istifade ederek Allah'ın ne olduğunu anla-
maya çalışalım. Allah'ın 99 ismi vardır ve her biri Al-
lah'ın başka bir vasfını anlatmaktadır. Allah'ın 99 ismi
varsa da asıl ve mutlak olan ismi Allah'tır. Bu isim Lev-
hi Mahfuzda yazılmıştır. Allah ismi yanında sevgili
peygamberimizin ismi Muhammed de yazılıdır. Allah,
ismini bizzat kendisi vermiştir ve başka hiçbir şeye bu
mübarek isim verilmemiştir. Sadece Allah'a mahsus bir
isimdir. Kur'an-ı Kerim'de iki bin sekiz yüz defa zikre-
dilmektedir. Allah, mana itibariyle yoktan var eden de-
mektir. Bu kelime Allah'ın bütün sıfatlarını içinde bu-
lundurur (mündemiçtir). Allah'ın çok kullanılan ikinci
ismi de Rab'dır. Kur'an'da dokuz yüz altmış yedi defa
zikredilmiştir. Rab terbiye eden manasına gelir. Rahman
- Rahim beş yüz altmış defa geçer. Allah'ın isimleri me-
yanında bir de ilah vardır ki; Tapılan demektir. Türkçe
bir isim olan Tanrı, Allah yerine kullanılmaktadır. Fakat
Tanrı kelimesi, mana itibariyle ilah yani tapılan demek-

Allah Vardır - F. 10
ALLAH VARDIR
146

tir. Bu kelimede yaratmak, yoktan var etmek manaları


yoktur. Buitibarla Allah yerine kullanılması doğru de-
ğildir. Allah'ın 99 ismi şunlardır:

Rahman - Rahim - Melik - Kuddüs - Selam -


Mü'min - Müheymin - Aziz - Cebbar - Mütekebbir -
Halık - Ban - Musavvir - Gaffar - Kahhar - Vehhab -
Rezzak - Fettah - Alim - Kabıd - Basıt - Hafıd - Rafi -
Muiz - Müzil - Semi - Basir - Hakem - Adi - Latif - Ha-
bir - Halim - Azim - Gafur - Şekür - Aliy - Kebir - Ha-
fiz - Mukit - Hasib - Celil - Kerim - Rakib - Mücib -
Vası - Hakim - Vedud - Mecid - Bais - Şehid - Hak -
Vekil - Kaviy - Metin - Veliy - Hamid - Muhsi - Müb-
di - Muid - Muhyi - Mümit - Hayy - Kayyum - Vacid
- Macid - Vahid - Samed - Kaadir - Muktedir - Mu-
kaddim - Muahhir - Evvel - Ahir - Zahir - Babn - Va-
li - Müteali - Berr - Tevvab - Müntekim - Afüvv - Ra-
uf - Malikü'l Mülk - Zü'l Celal'i vel İkram - Muksit -
Cami - Ganiy - Muğni - Mani - Darr - Nafi - Nur - Ha-
di - Bedi - Baki - Varis - Reşid - Sahur.
Bu isimlerin manalarını biraz açıklayacak olursak:
Allah vardır. Birdir. Evvel ve ahiri yoktur. Kainatta hiç
bir şey yok iken O, var idi. O'nu kimse halk etmedi, Ha-
lik kendisidir. Allah'ın sonu yoktur. Her şey zeval bula-
cak fakat O, ilelebet baki kalacaktır. Doğmamış ve do-
ğurmamıştır, eşi ve ortağı yoktur. Hiçbir şeye benzemez.
Yerlerin ve göklerin mutlak sahibidir, hem aşikar hem
de gizlidir. Her şeyi tam manasıyle bilir, görür ve işitir.
İnsanların içinden geçenleri dahi bilir. Yaptıklarından
dolayı kimse ondan hesap soramaz, bilakis O, herkesin
yaptığının hesabını sorar. Hakimdir, adaletlidir, affedi-
cidir, yaratan, öldüren, dirilten O'dur. Kudretli ve aza-
metlidir. Her şeyi yapmaya muktedirdir. Alçaltan, yük-
selten, tövbe kabul eden, ihsanı çok ve şükre layıktır.
Bütün İslam mütefekkirleri Allah'ı şu şekilde tanır:
ALLAH NEDİR? 147

Allah birdir, ne doğar, ne doğurur. Şekli yoktur. Kendi-


sinden başka Allah yoktur. İnsanın içinden geçenleri
işittiği halde kulağı yoktur. En uzak ve en kapalı şeyleri
gördüğü halde gözü yoktur. Kelam sahibidir, fakat dili
yoktur. Her şeyi bilir ve her şeyi yapmaya kadirdir. İn­
sanın aklına gelen şeylerin hiçbirine benzemez. Kainat-
ta ne varsa hepsi fanidir, yalnız Allah bakidir. O ezeli ve
ebedidir. Her şeyi muhit olan Cenab-ı Hak'kı ilmimiz
ihata edemez. Mahluk, Halik'in mahiyetini idrak ede-
mez.
Allah'ın vasıflarından on beş tanesi, Allah'ın mahi-
yetini anlamamıza daha çok yardım ederler. Bunları bi-
raz izah edelim.
1- Allah birdir. Tam olarak birdir. Yani bölünmez
ve parçalanamaz. Ne artar ne eksilir. Ortağı ve eşi de
yoktur. Allah birden fazla olmuş olsaydı ve bunlardan
biri mevcudadı yaratmış olsaydı, diğerine lüzum kal-
mazdı. Şayet biri yalnız başına yaratmak kudretine ma-
lik olmamış olsaydı, o zaman noksan olur, aciz bir mev-
kie düşerdi. Halbuki Allah aciz olamaz. Allah olmanın
en mühim vasıflarından biri kudretli olmasıdır. Allah
birden fazla olmuş olsaydı, birinin yaptığını diğeri bo-
zar ve kainatın ahengi kalmazdı. Bu sebepten dolayı da
Allah birdir.
2- Allah vardır. Her akıl sahibi bu mevcudadı gör-
dükçe bunun bir yaratanı bulunacağına kanaat getirir.
Kainatın varlığı, Allah'ın varlığına bir delildir. Kitabın
başından beri saymış olduğumuz sebeplerden dolayı da
Allah vardır.
3- Allah ezelidir. Yani varlığının evveli yoktur.
Mevcüdat onun tarafından yaradılmıştır. Allah'ın varlı­
ğı kendi zatı ile kaimdir. Yani onu var eden başka bir
varlık yoktur. Allah'ı yaratan başka bir varlık mevcut ol-
saydı, onun Allah olması gerekirdi. Allah'ın en mühim
ALLAH VARDIR
148

vasıflarından biri de budur. Yani kendi varlığı ile mev-


cuttur. Allah ezelidir demek, bu kainat yok iken o, var
idi demektir. Varlığının bir başlangıcı yoktur.
Allah vacibül vücuttur, yani bizatihi mevcuttur.
O'nun varlığı başkasının varlığına tabi değildir. Bilfarz,
mevcüdat Allah tarafından yaratılmamış olsa da atomla-
rın da bir yaratanı olması gerekir. Atomları bir enerji ya-
ratmış olsa, o enerjinin de başka biri tarafından yaratıl­
ması icap eder. Enerji, mahiyetini bilmediğimiz bir ruh
veya bir cevher tarafından yaratılmış olsun. Bunların da
bir yaratıcısı olması gerekir. Böyle sonu gelmez bir zin-
cirleme husule gelir. Bu ise batıldır. Öyle ise bu kainat,
kendi varlığı ·ile mevcut olan, mahiyetini bilmediğimiz,
yalnız bazı evsafını saydığımız ve adına Allah dediği­
miz yüce bir varlık tarafından yaratılmıştır. O, kendi
kudreti ile mevcuttur, yani vacibül vücuttur.
4- Allah ebedidir. Beka sahibidir. Varlığının sonu
yoktur. Mevcudat ve bütün kainat bir gün gelecek, ecel
şerbetini içecek ve yok olacaktır. Fakat Allah baki kala-
cak. Allah'ın bu vasfı ebedi ve sonsuz bir hayatın varlı­
ğını icabettirir. Allah'ın öbür dünyada ölüleri dirilterek
yeni bir nizam ve yeni bir hayat kuracağı aklen dahi
mümkündür. Sonsuz ve ebedi hayat bu şekilde devam
edip gidecektir. Ahiret hayatı olmamış olsaydı, seksen
senelik bir insan ömrü için, koskoca bir kainatın yaratıl­
mış olması manasız olurdu. Nasıl insan yavrusunun an-
ne rahminde dokuz ay kalması mukadder ise, insanların
bu dünyada bir tekamül devresi geçirmesi de mukad-
derdir. Burası ebedi hayata bir hazırlıktır. İyilerle kötü-
lerin ayrılacağı ve ilahi adaletin tecelli edeceği yer ora-
sıdır.

5- Allah'ın benzeri yoktur. Yaratılmış olan şeylerin


hiç birine benzemediği gibi, akıl ve hayale gelebilecek
şeylerin de hiç birine benzemez. Peygamberler ve me-
ALLAH NEDİR7 149

lekler dahil olmak üzere yaratılmış olan mahlukların


hiç birinde Allah'lık vasfı yoktur. Benzeri olmadığı için
Allah'ı tasavvur etmek güçtür. Hiç birşeye benzemediği
için Allah'tır.
6- Allah hayat sahibidir. Yani ölü değil, hasta de-
ğil,diridir. Uyumaz, daima uyanıktır. Heran mevcudatı
kontrol etmektedir. Diri olmamış olsaydı, yaratamaz ve
halk edemezdi. Diri olmasaydı kudretli ve bilgili de ola-
mazdı.

7- Allah yaratıcıdır. Yani var etme gücünün sahibi-


dir. Ol, dediği zaman dilediği şey derhal olur. Yaratmak-
ta onun için bir güçlük yoktur. Var olanı da isterse bir
anda yok edebilir. Yok ol, derse herşey yok olur. Zaten
Allah demek, yoktan var eden ve var olanı yok edebilen-
dir. Kainatta gördüğünüz değişmeler, mevcudatın esa-
sen var olmayıp sonradan yaratıldığını gösterir. Bu alem
o şekilde yaratılmıştır ki, yaratılmadan evvel herhangi
bir iptidai maddesi mevcut değildi. Tamamen yoktan
var edilmiştir. Bu varlığı yoktan var eden kimdir? Bir
varlığı yoktan var edenin "vacib-ül vücut" olması
gerekir. Böyle bir mevcut ise Allah'tan başkası olamaz.
Eğer vacibül vücut, olmamış olsaydı, yoktan hiç bir şey
var edilemezdi. Yani kainat mevcut olmazdı. Çünkü
yokluk kendi kendini var edemez. Yokluğun var olması
için bir yaratan ihtiyacı vardır. Böyle bir yaratan ise va-
cibül vücut olan Allah'tır.
Tekrar edelim ki, vacibül vücut demek, vücudu
başkasından olmayıp ancak kendinden olan demektir.
Fakat o, kendi kendini de yaratmamıştır. O, zaten var idi
ve var olarak kalacaktır. Farisi bir kelime olan "Hüda"
da aynı manaya gelir, kendinden var olucu demektir.
8- Allah kudretlidir. İstediğini yapmaya gücü yeter.
Bu kudret ona ezeli ve ebedidir. Allah kainatı kudret ile
yaratmıştır. İsterse yok eder ve tekrar var edebilir. Onun
ALLAH VARDIR
150

kudretine mani olacak kimse mevcut değildir. Allah


kudretli olduğu için, aynı zamanda samettir, yani ken-
disi hiçbir şeye muhtaç olmadan bütün mahlukatın ih-
tiyacını gideren O'dur.

9- Allah iradelidir. Kainatta vuku bulan ve vuku


bulacak olan her şey O'nun iradesine yani onun arzusu-
na göre vuku bulur. O'nun arzu ve emeline muhalif ve-
ya O'nun irade ve müsaadesi olmadan hiçbir iş yapıla­
maz.
10- Allah alimdir. tlmi ile her şeyi ve bütün bilgi-
leri bilir. İnsanlara ilminden dilediği kadarını vermiştir.
Kainatı ilmi ile yaratmıştır. Bundan dolayı anarşi yok-
tur, tesadüf ile vukua gelmiş bir şey yoktur. Her şey ilmi
esaslara göre, düzen içinde, bir maksada uygun olarak
yaratılmıştır. Allah ilmi sayesinde her şeyi bildiği gibi
insanların kalbinden veya dimağından geçen veya geçe-
cek olan herşeyi bilir. Maziye ait olanları da bilir, istik-
balde vuku bulacak olanları da bilir. Külli ilim ondadır.
İnsanlara az bir kısmını vermiştir.

11- Allah görür. O'nun görmesi bizim gözümüzün


görmesine benzemez. Bizim gibi gözü yoktur. O, tlmi ile
ve kudreti ile görür. Bundan dolayı oııdan hiçbir şey
saklanamaz. En kapalı, en gizli yerlerde cereyan eden
hadiseleri görür.
12- Allah işitir. Fakat bizim gibi kulağı yoktur. tlmi
ile ve kudreti ile işitir. Karıncanın ayak seslerini işittiği
gibi, insanın içinden geçenleri de işitir.
13- Allah kelam sahibidir. Yani konuşur, fakat bi-
zim gibi dili, sesi ve ağzı yoktur. Allah söylemek istedi-
ğini meleklere söyler, onlar da peygamberlere bildirir.
Peygamberlere bildirilen vahiy, Allah'ın kelam sıfatı ile
olmuştur. Allah'ın bu sıfatından dolayı Kur'an-ı Ke-
rim'e, Kelam-ı Kadim ismi de verilmiştir. Kur'an-ı Ke-
ALLAH NEDİR? 151

rim, aynı zamanda Kadim idi, yani nazil olmadan evvel


de var idi. Levhi Mahfuz'da yazılı idi. Kur'an-ı Kerim,
kelam şeklinde nazil olmuştur.
14- Allah mekandan münezzehtir. Yani Allah'ın
durduğu, oturduğu muayyen bir yer yoktur. Ne yerde-
dir, ne göktedir. Her yerde hazır ve nazırdır.
15- Allah merhametli ve af edicidir. Bir insan ne
kadar günahkar olursa olsun, Allah'ın af edici sıfatın­
dan ümidini kesmemelidir. İnsan çok günah işleyebilir.
Allah bir fenalığa, bir ceza vereceğini, buna mukabil bir
iyiliğe on mükafat vereceğini bildirmektedir. Allah in-
sanlara zulmetmez. O insanların iyiliğini ister. Allah'ın
vermiş olduğu ceza, adaleti icabıdır. Suç cezasız kalırsa
insan terbiye edilemez. Suç işleyenin birine ceza verip,
diğerine vermemek olmaz. Allah'ı merhametli ve af edi-
ci oluşundan dolayı çok sevmeliyiz. Bizi yarattığı, bizi
terbiye ettiği, bize çeşit çeşit rızıklar ve mükafatlar ver-
diği için O'nu çok sevmeliyiz. En ümitsiz günlerimizde
yardımımıza koştuğu için O'nu çok sevmeliyiz. Allah,
candan, maldan ve evlattan daha çok sevilmelidir. Pey-
gamberimiz Hazreti Muhammed (S.A.V.)'i çok sevmeli-
yiz.
Allah, Kur'an-ı Kerim'de kendisini insanlara şöyle
tanıtmaktadır:

Haşr suresinin 22. - 23. - 24. ayetinde: "O öyle bir


Allah'tırki, kendisinden başka Tanrı yoktur, gizli ve aşi­
kar her şeyi bilir. O, çok esirgeyen ve çok bağışlayandır,
O öyle bir Allah'tır ki, kendisinden başka hiçbir Tanrı
yoktur, mülkü melektlt'un yegane sahibidir, noksanı
mucip her şeyden pak ve münezzehtir, selam ve sela-
met, ta kendisidir, peygamberlerini mucizeleriyle birlik-
te tasdik ve teyid edendir, her şeye nagehandır, galibi
mutlaktır, halkın halini sala.ha götürendir, büyüklükte
eşi olmayandır, her ortaktan münezzehtir, O, öyle bir
ALLAH VARDIR
152

Allah'tır ki, vücuda getireceği her şeyi hikmeti mukte-


zasınca takdir edendir, onları var edendir, varlıklara su-
ret' verendir, en güzel isimler O'nun, göklerde ve yerde
ne varsa hepsi o'nu tesbih eder, O, galibi mutlaktır, ye-
gane hüküm ve hikmet sahibidir."
İhlassuresinde: "De ki: O, Allah'dır, bir tektir, O,
Allah'dır, samettir, O; doğurulmamış ve doğurmamıştır,
hiçbir şey O'nun benzeri değildir."
Bakara suresinin 28. ayetinde: "Ey münafıklar, Al-
lah'ın varlığını ve birliğini nasıl inkar edersiniz? Siz ba-
banızın sülbünden ölü mesabesinde bir damla idiniz,
Allah size hayat verdi. Rahim içinde de ruh vererek si-
zi halk etti. O, sizi öldürecek ve yine diriltecektir. O'na
dönecek ve amellerinizle mükafatlandırılacaksınız."
Bakara suresinin 32. ayetinde: "Melekler Allah'a
seni tenzih ederiz, senin bize öğrettiğinden başka bizim
hiçbir bilgimiz yoktur, çünkü her şeyi hakkıyle bilen,
hüküm ve hikmet sahibi olan şüphesiz ki sensin."
Bakara suresinin 117. ayetinde: "Göklerin ve yerin
yaratıcısı O'dur. O, bir şey yapmak isteyince ol (kün)
der o iş olur."
Bakara suresinin 186. ayetinde: "Habibim, kulla-
rım beni sorunca onlara yakın olduğumu söyle, onlar
bana dua edince, Ben onların davetine icabet ederim, o
halde onlar da benim davetime icabet ederek Bana iman
etsinler."
Bakara suresinin 255. ayetinde: "Allah'dan başka
hiç bir Tanrı yoktur, O, diridir, zatı ile ve kemali ile ka-
imdir, uykusu yoktur, göklerde ve yerde ne varsa hepsi
O'nundur, gizli ve aşikar her şeyi bilir, O'nun izni olma-
dan kimse kimseye şefaat edemez, insanlar O'nun il-
minden ancak kendisinin dilediği kadarını kavrayabilir,
O'nun kürsüsü gökleri ve yeri kucaklar, onları muhafa-
ALLAH·NEDİR? 153

za etmek O'nu yormaz, O' çok yüce ve çok büyüktür."


Hadid suresinin 3. ayetinde: "O, hem evveldir,
hem ahirdir, hem zahirdir, hem batındır. O, her şeyi ke-
maliyle bilendir."
Hadid suresinin 4. ayetinde: "Gökleri ve yeri altı
günde yaratan O'dur, hükmü arşı istila edendir, yere gi-
ren, yerden çıkan, gökten inen ve oraya yükselen şeyle­
ri bilir, nerede olursanız olun O, sizinle beraberdir, ne
yaparsanız Allah sizi görücüdür."

AI-i İmran suresinin 1. ayetinde: "Allah o Al-


lah'dır ki, kendisinden başka hiçbir Tanrı yoktur. O, di-
ri ve bakidir, zatı ile ve kemali ile kaimdir."
AI-i İmran suresinin 18. ayetinde: "Allah kendin-
den başka Tanrı olmadığını açıkladı. Melekler, peygam-
berler ve Alimler de buna inandı. Yegane hüküm ve hik-
met sahibi O'dur."
Al-i İmran suresinin 31. ayetinde: "De ki, eğer Al-
lah'ı seviyorsanız bana uyun da Allah da sizi sevsin ve
suçunuzu affetsin, zira Allah çok yarlığayıcı ve çok esir-
geyicidir."
AI-i İmran suresinin 190. ayetinde: "Göklerin ve
yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardından
gelişinde, temiz akıl sahipleri için ibret verici deliller
vardır."

AI-i İmran suresinin 196. -197. ayetlerinde: "Allah


ve Peygamberi tanımayanların refah içinde, diyar diyar
gezip dolaşmaları sizi aldatmasın, sonunda varacakları
yer cehennemdir, O ne fena bir mahaldir."
Kasas suresinin 88. ayetinde: "Allah ile birlikte
başka bir Tanrıyadaha tapma, çünkü ondan başka hiç
bir Tanrı yoktur,
O'nun zatından başka her şey helak
olucudur, hüküm O'nundur ve siz ancak O'na döndürü-
ALLAH VARDIR
154

leceksiniz."
Ta-Ha suresinin 98. ayetinde: "Ancak sizin Tanrı­
nız kendisinden başka hiç bir Tanrı bulunmayan Al-
lah'dır. O'nun ilmi her şeyi kuşatmıştır."

Ta-Ha suresinin 110. ayetinde: "Allah mahlukatın


geçmiş ve gelecek hallerini bilir. O'nun ilmini kimse
ihata edemez."
İsra suresinin 85. ayetinde: "Ruhtan sual edenlere
de ki, ruhun ne olduğunu ancak rabbim bilir. Size bilgi-
den az bir miktar verilmiştir."
Yusuf suresinin 105. ayetinde: "Göklerde ve yerde
Allah'ın varlığını ve birliğini ispat eden nice ayetler
vardır, insanlar bunları görürler de yüz çevirip geçer-
ler."
Casiye suresinin 13. ayetinde: "Göklerde ve yerde
ne varsa hepsini size verdi. Şüphe yok ki bunda, iyi dü-
şünecek bir kavim için ibretler vardır."

Lokman suresinin 27. ayetinde: "Eğer yeryüzünde-


ki ağaçlar kalem ve denizler mürekkep olsa, Allah'ın
kudret ve bilgisi yazmakla bitmez."
Hicr suresinin 14. - 15. ayetinde: "O, inanmak iste-
miyenlere gökten bir kapı açarak, oradan yukarı çıksalar
da, o zaman diyecekler ki, gözlerimiz döndürülmüş ve
büyülenmişizdir."

Zariyat suresinin 20. - 21. ayetlerinde: "Dünyada


kamil bilgi sahipleri için nice ayetler vardır. Kendi nef-
sinizde dahi Allah'ın varlığına delalet eden ayetler var-
dır. Bunlangörmüyor musunuz."

En'aın suresinin 95. ayetinde: "Şüphesiz ki Allah,


dane ve çekirdekleri yaratandır. Ölüden diriyi çıkarır,
diriden de ölüyü çıkaran odur. İşte Allah budur. O hal-
de nasıl oluyor da iman etmiyorsunuz?"
ALLAH NEDİR? 155

Maide suresinin 17. ayetinde: "Allah, Meryem oğ­


lu Mesih'in kendisidir, diyenler and olsun ki, kafir ol-
muşlardır."

Maide suresinin 73. ayetinde: "Allah, üç Tanrının


biridir, diyenler and olsun, kafir olmuştur."
Şuara suresinin 78. - 79. - 80. - 81. - 82. ayetlerin-
de: "O Rab ki, beni yaratan ve bana doğru yolu gösteren-
dir. Beni yediren ve beni yaratan ve bana doğru yolu
gösterendir. Beni yediren ve beni içiren odur. Hastalan-
dığım zaman bana şifa veren odur. Beni öldürecek, son-
ra diriltecek olan odur. Ceza gününde kusurlarımı ba-
ğışlayacağını umduğum da O'dur."

Enbiya suresinin 1. ayetinde: "İnsanların hesap


günleri yaklaştı, böyle iken onlar hala gaflet içindedir,
bunu düşünmek istemezler."
Enbiya suresinin 30. ayetinde: "İnkar edenler gör-
müyorlar mı, bilmiyorlar mı ki, semavat ve arz yapışık
gaz zerreleri iken, biz onları birbirinden ayırdık ve ha-
yat sahibi her şeyi sudan yarattık."
Hucurat suresinin 20. - 21. ayetlerinde: "Allah gök-
lerin ve yerin gizliliklerini bilir. Allah yaptıklarınızı
görendir."
Nur suresinin 35. ayetinde: "Allah, göklerin ve ye-
rin nurudur."
Fatır suresinin 11. ayetinde: "Allah sizi evvela top-
raktan, sonra bir meniden yarattı, sonra da sizi çift çift
yaptı. O'nun ilmi olmaksızın hiç bir dişi gebe olmaz,
doğuramaz da. Ömrü uzatılana çok ömür verilmesi, öm-
rü kısaltılanın ömründen eksiltilmesi de hariç olmamak
üzere, hepsi bir kitap (Levhi Mahfuz) da yazılıdır. Şüp­
he yok ki bunlar, Allah'a göre kolaydır."
Mülk suresinin 15. ayetinde: "Allah, dünya ve ka-
ALLAH VARDIR
156

inatı, insanların istifade etmesi için yaratmıştır."

A'raf suresinin ıo. ayetinde: "And olsun, sizi yer-


yüzüne yerleştirdik, size orada bir çok geçim vasıtaları
yarattık, buna rağmen ne kadar az şükredersiniz."

Peygamberimizin de Allah hakkında iki Hadis'ini


zikredelim:
"Aklına ve hatırına her ne gelir ise Allah O'nun
gayrıdır."

"Siz Allah'ın nimetlerini ve kudretini düşününüz,


Allah'ın ne olduğunu tefekkür etmeyiniz, çünkü O'na
kadir olamazsınız."
Allah, cisim değildir. Cevher değildir. Araz değil­
dir. Şekil ve suret sahibi değildir. Cüz değildir. Mahdut
yani mütenahi değildir. Eşyaya benzemez. Keyfiyet de-
ğildir. Zaman ve mekan ile bağımlı değildir. Erkek veya
dişi değildir. Şu halde Allah, nedir?

Acaba Allah, külli bir ruh mudur? Ruh denen şey,


maddesi olmayan bir cevherdir.
İnsanbedeni; görünen madde ile görünmeyen ve
Ruh denen iki kısımdan yapılmıştır. Bedenin maddesi-
ne ait hastalıklar olduğu gibi, ruhu etkileyen hastalıklar
da vardır. Bunların ilaç ve tedavi şekilleri de başka baş­
kadır. Ruhun varlığını, ruhi hadiselerin varlığı ile ispat
etmek mümkündür.
Huy ve ahlak, esas itibariyle birer ruhi hadisedir.
Bazı insanlar vardır ki, yalan söyler, küfreder, bunlar
kaba ruhlu kimselerdir. Bazı insanlar da vardır ki,
melek gibi güzel ahlaklıdırlar. Bunların ince birer ruha
malik oldukları söylenir. Cömertlik, hasislik, doğruluk,
yalancılık, cesaret, korkaklık, utanmak veya utan-
mamak, v.s. bütün bunlar, ruhi hadiselerdir. Kadın ol-
sun erkek olsun evlenecek çiftler, eşlerinde ekseriya
ALLAH NEDİR? 157

güzellik ararlar. Güzellik, yüzde, gözde, kaşta aran-


mamalıdır. Güzellik ruhta aranmalıdır. Ruhu güzel
olanın, her şeyi güzeldir. Fizik olarak çirkin de olsa,
yine güzel tesiri yapar. Çünkü konuşması güzeldir, sözü
tatlıdır, dili tatlıdır. Kalbi temizdir. Ruhu güzel ol-
mayan, buna mukabil bedeni son derece ölçülü olan,
kaşı, gözü emsalsiz olan güzel kadınlar, insan ruhu
üzerinde ve hatta şehevi arzular üzerinde dahi bir heye-
can husule getiremezler. Onun için insan, te!'biye ve ah-
lakında ruh terbiyesi şarttır. Ruh terbiyesi ise, dinin gös-
termiş olduğu yollar üzerinde yürümekle elde edilir.

Ruh Başlıca şu üç şekilde tecelli eder:


1. Keder ve sevinç, hissi birer ruhi hadiselerdir.
2. Zihni faaliyetler ve düşüncelar de bir ruhi hadi-
sedir.
3. Bir iş yapmak veya yapmamak hususundaki ira-
di faaliyetler de ruhidir.
Bütün bu ruhi hadiseler, yekdiğerine tesir icra eder-
ler. İşin his üzerine tesiri olduğu gibi, duygunun da iş
üzerine tesiri vardır. Ayrıca düşünce ve tefekkürün de
his ve duygu üzerine tesirleri vardır. Karşılıklı olan bu
tesirlerden şu netice çıkar ki, ruh terbiye edilebilir. Has-
talıklarından kurtarılabilir. Ruhun terbiye edilebilmesi
ve netice olarak insanların ahla.kan yükselebilmesi için,
en kat'i ve en kestirme yol, Kur'an-ı Kerim'in göstermiş
olduğu yolda yürümektir.

Ruhun terbiyesine yardım olmak üzere, şu esaslara


da riayet edilmelidir.
A. Sağlam bir itikat sahibi olmalıdır. İtikat bahsin-
de en küçük bir şüphe davayı kaybettirir. Allah'ın var-
lığına, yapacağımız fenalıklardan dolayı mes'ul tutula-
cağımıza iyice inanmak lazımdır.
ALLAH VARDIR
158

B. İyi işler yaparak duygularımızı kuvvetlendir-


meliyiz. Fena arkadaş ve fena işlerden sakınmalıyız.
Bunu temin için de ibadet etmeliyiz.
C. Salim bir akla hizmet edebilmek için, bilgi edin-
meliyiz. Müslümanlık akıl ve bilgi dinidir. Onun için
aklımızı dini ilimle takviye etmeliyiz.

D. İrademizi terbiye etmeliyiz. İnsan içinden gelen


şeytani arzuların değil, iyi işlerin tatbikçisi olmalıdır.
E. Dilimizi terbiye etmeliyiz. İnsan iyiliği de
fenalığıda çok defa dili yüzünden bulur. Daima terbiye
dahilinde konuşmalı, nezaketi elden bırakmamalıdır.
İnsan söylediği sözden dolayı bilahare yüzü kızar­
mamalıdır.

Allah Adem'i yarattıktan sonra, ona ruh vermiştir.


Acaba Allah Adem'e kendi ruhundan, yani kendi cev-
herinden mi vermiştir? Bu mümkün değildir. Böyle ol-
muş olsaydı insanların kudsiyet peyda etmiş olması
icabederdi. Gerçi bazı insanlar, ben yarattım, ben icat et-
tim, diyorlarsa da bu tabir yanlıştır. Yaratmak, Allah'a
mahsustur. Allah, maddeyi yarattığı gibi, ruhu da yok-
tan yaratmıştır. Ne madde ve ne de ruh, Allah tabiatın­
da ve Allah cinsinden değillerdir.
Ruhtan bahsediyoruz, ruh vardır diyoruz, fakat
ruhun mahiyeti nedir? Onu bilmiyoruz. Tıpkı Allah'ın
mahiyetini bilmediğimiz gibi. Ruh, canlı insan bedenin-
de vardır. Amma neresindedir? Bedenin her tarafı aran-
mış, hücrelerin içi tetkik edilmiş, ruha rastlanmamıştır.
Rastlıyamadık, göremedik diye yoktur diyemiyoruz. Öl-
çülerimiz, araştırma vasıtalarımız, onu bulmaya kafi
gelmemektedir. Beden ile ruh münasebet halindedir.
Bilhassa dimağ ile ruhun münasebeti daha fazladır.
Alkollü içkiler, sigara, kahve ve çay beyin sinir-
lerine tesir ederler.
ALLAH NEDİR? 159

Beyne tesir eden bu maddeler aynı zamanda ruhi


hayatımıza da tesir eder. Filhakika sarhoş bir insanın
aklı da, ruhi hayatı da normal olmayan marazi bir
durum alır. Demek oluyor ki beyin ile ruh arasında bir
münasebet vardır. Yekdiğeri üzerine de tesir icra eder-
ler. Mesela:
Güzel bir konser dinlerken, dişimizin veya
başımızın şiddetle ağrıdığını
farzedelim. Bu vaziyette o
konserden bir şey anlıyamayız ve bu yüzden konser
hoşumuza gitmez. Yine, bunun gibi bir acımız veya
üzüntümüz varken, yediğimiz en güzel yemeğin tadını
alamayız.

Ruh ile beyin arasındaki münasebetler, daha


ziyade, beynin his merkezleri ile ruh arasında olur.
Beyinde konuşma, görme, işitme, tatma, hareket v.s. gibi
müteaddit merkezler vardır. Fakat düşünme, istek, his
gibi faaliyetlerimizin merkezi yoktur. Bunlar tamamiyle
ruhi dediğimiz olaylardır.
Hülasa, ruh vardır. Ruhun varlığını psikologlar
kabul ettiği gibi biyoloji bilginleri de bunu kabul etmiş­
lerdir. Hatta ruh bilimi yani "psychologie" denen, ruh
ve ruhi olaylardan bahseden bir ilim dalı da meydana
gelmiştir.

Ruh, bedenden ayrıdır. Fakat bedenin dışında


değil,içindedir. Ruh, bedeni teşkil eden bütün hücreler-
le temas halindedir. Fakat onlara yapışık değildir. İnsan
bedenini bir nakil hattına, ruhu da o telden geçen elekt-
rik cereyanına benzetebiliriz.
Şimdi ruhun varlığını gösteren birkaç delil daha
sayalım:

1. İnsan bedeninin daima değişen bir terkibi vardır.


İnsan da bitki ve hayvanlar gibi hilkatten sayılır. Ruh
ise, Allah'ın emri ile husule gelmiştir, sabit yani değiş-
ALLAH VARDIR
160

meyen bir varlıktır. Şu halde değişen beden ile değiş­


meyen ruh aynı şey olamaz.
2. İnsanda bir "Ben" vardır. İşte bu ruhtan başka bir
şey değildir.

3. İnsan beden ve organlarını nefsinden ayrı tutar.


Başım, kolum, kalbim der. Organlardan gayrısı nefis ya-
ni ruhtur.
4. Bazen insan ölmüşlerini rüyada görür ve onlarla
konuşur. Bazen ölü baba veya anne evla.dına nasihat
eder, falan yerde para sakladım, al, der. Uyandığı za-
man, o yerde para bulur, ölünün dediği aynen çıkar. Şa­
yet ruh olmamış olsaydı ve ruh yaşamamış olsaydı bu
cins rüyaların çıkmaması icabederdi.
5. Bir insanın kol ve bacağı kesilecek olursa o kim-
se, kol ve bacağını yerinde duruyormuş gibi hisseder.
Bu hal, ruhun o organı idrak etmesidir.
6. İnsan biri ile konuşurken, muhatap aldığı o insa-
nın gözü, kulağı değil,· iç alemi yani ruhudur. Demek
oluyor ki, insanlarda bedenden başka bir de ruh vardır
ve bu ruh beden gibi fani değil, bakidir.
Fikir ve vicdan nasıl varsa ve nasıl bunlar madde
değillerse, ruh da maddesi olmayan bir cevherdir. Ruhi
dediğimiz hadiseler de ruhun mevcut olduğunu göster-
mektedir. Buna mukabil ruhun yokluğunu ispat edebile-
cek hiç bir delil mevcut değildir. Demek ki, Allah'ın
varlığı gibi, ruhun da varlığından şüphe etmiyoruz. Yal-
nız gerek Allah'ın ve gerekse ruhun mahiyetini anlaya-
mıyoruz. İnsanlar, Hazreti Muhammed (S.A.V.) zama-
nında ruhtan ne biliyordu ise, şimdi de aynını biliyor.
Uim ve felsefe bu hususta hiç bir ilerleme kaydetmemiş­
tir. Ruh hakkındaki bütün bilgilerimiz, dinlerin ve bil-
hassa İslam dininin öğrettiklerinden ibarettir.
Ruh, mahiyetini bilmediğimiz bir cevherdir. Bede-
ALLAH NEDİR? 161

nin her hücresine girmiştir. Hayat onunla kaimdir. Ruh


çıkınca, hayat sona erer.

Ruh, Alah'ın bir emri ve ilfilıi bir nefestir. Ruhun


görünen ve görünmeyen iki hali vardır. Zahiri olan hali,
gördüğümüz canlı mevcudattır. Batıni hali ise, görün-
meyen ve beka alemine geçecek olan şeklidir.
Allah, insanı mahh1katın
en şereflisi olarak yarat-
mıştır. İnsanı kendi sıfat ve ismiyle süslemiştir. İnsana
kendi ruhundan üflemiştir. Bundan dolayı insan çok
mukaddes ve çok kabiliyetlidir. Melekler bile insana
secde etmiştir. Bazı insanlarda ruh tekamül eder, Al-
lah'a yaklaşır. Peygamberler, Veliler, Kutuplar bu cins-
tendir. Ruh'un tekamülü için, Allah'a inanmak, Allah
yolunda yürümek, maddiyattan çıkıp maneviyata gir-
mek lazımdır. Ruh, insan bedeninde yerleşir ve kemale
ermek ister. Ruh bedenin bütün hücrelerine girmiştir,
fakat hücre ile birleşik halde değildir. Bitki, hayvan ve
insan hücrelerinin hayati bir faaliyeti vardır ki, ona da
"can" diyoruz.
tlim yine de araştırıyor; acaba ruh, hücredeki kro-
mozomun çalışan kısmı olan "Gen" midir? Acaba ruh;
atomdaki elektronun çalışan kısmı olan "Foton" mu-
dur? Foton, atomun enerji menbaıdır. Foton, hazan ışık,
hazan seda, hazan renk, hazan da diğer enerji şekilleri­
ne dönüşür. Foton maddenin içinde bir varlıktır, fakat
onu ölçemiyoruz, tartamıyoruz, bundan dolayı Fotona
maddesi olmayan bir varlık diyoruz. Yani foton da ruh
gibi, ruh evsafına yakın bir haldedir, amma her halde
ruhtan gayri bir şeydir. İşte insanların ilmen varacağı
son nokta burasıdır. Bundan sonraki saha, Allah'ın
bileceği bir iştir.

Tekrar edelim ki, Allah vardır, fakat mahiyetinin ne


olduğunu anlayamıyoruz. Allah'ın ne olduğunu an-
layamamak, onun Allah'lık vasfının bir icabıdır. Esasen
Allah Vardır - F. 11
ALLAH VARDIR
162

insanlar, henüz kendi ruhlarının ne olduğunu an-


layamazken, Allah'ı anlamalarına imk§.n yoktur. Doğ­
rusunu isterseniz, Allah'ın mahiyetini bilmenin lüzu-
mu da yoktur. Faydası da yoktur. Bizim gibi kullara
lazım olan· şey, Allah'ın varlığını kabul etmek, onun
büyüklüğü karşısında eğilmek ve nimetlerine şükret­
mektir. Allah'ın sıfatlarını bilmek bize yeter. Allah'ın
varlığına inanmak demek, onun sıfatlarına da inanmak
demektir. Allah ister tasdik edilsin, ister edilmesin, Al-
lah'ın mahiyeti meçhulümüz kalacak, fakat, bundan Al-
lah'ıff varlığına bir halel gelmeyecektir. O' insanların
elinde oyuncak olmayacak, Allah olarak kalacaktır.
Allah'a inanmak istemeyenler, ilim sahasında iler-
lemek suretiyle Allah sırrının çözüleceğini zannederler.
Allah'a inanmak istemeyenler, teknik ilerlemeler kar-
şısında hayrete düşerler, insan zekasının, Allah olmak
yolunda bulunduğunu vehmederler. İlim, elbet iler-
leyecek, teknik elbette her gün gelişecek, bunların Al-
lah'lıkla alakası yoktur. İnsana zeka ve teknik kabiliyeti
veren kimdir? Asıl üzerinde durulması icap eden nokta
budur.
Allah'a inanan bir kimsenin Kur'an'a da inanması
ve Kur'an'm emirlerini tutması gerekir. Bu ise işlerine
gelmemektedir. Kur'an'a cephe alanlar, sarhoş, kumar-
baz, zina yapan ve faiz yiyenlerdir. Kur'an'a çöl kanunu
diyenler, hak ve hukuk tanımayan, yalancı ve sahtekar-
lardır. Kur'an'ın zamanımızın ihtiyaçlarına uymadığını
söyleyenler, hırsızlar, fesadçılar ve cemiyetimizin
nizam ve asayişini bozan komünistlerdir.
Zamanımızda, Kur' an'ın emirlerine uyan, namaz
kılan, oruç tutan temiz Müslümanlara gerici gözüyle
bakan bazı gruplar; buna mukabil yalancı, hırsız, sarhoş
ve kumarbazların bir kısmına da ilerici adı veriyorlar ve
bunları medeniyetin icapları sayıyorlar.
ALLAH NEDİR? 163

Halbuki, fennin, medeniyetin, ilmin bu ahlaksız


olaylarla hiç bir ilgisi yoktur. İçki, kumar ve zinanın
zararları sayılacak olsa, ciltlerce kitap olur.

Allah'a inanmak istemeyenler, terbiye edilmeyen


vahşi hayvanlar gibidir. Bunlar söz ve nasihat dinlemez-
ler. Terbiye olma kabiliyetleri yoktur. Bu gibiler, günlük
hayatlarında da böyledirler. Anne ve babasının sözünü
dinlemez, büyüklerinin ikazlarına kulak asmazlar.
Allah, yaratmış olduğu kulunu dünyada öksüz
bırakmamış, her devirde peygamberler göndermek
suretiyle fikri tekamülünü tamamlamıştır. Allah yalnız
gönderdiği peygamber ve kitaplarla değil, aynı zamanda
kainatta halkettiği binbir ayet ve beyyinelerle de insan-
lara yararlı olmuştur. Bakıp görenler Allah'ın insanlara
verdiği sayısız nimetlerin farkına varacak ve şükürden
aciz bir durumda olduğunu anlayacaktır.
Allah, yaratmış olduğu insanları ve kainatı her an
kontrol etmektedir. Dünyanın neresinde Allah'a iman,
iyilik ve doğruluk varsa, orada bolluk, huzur ve güzellik
vardır. Dünyanın neresinde isyan, şirk ve fenalık varsa,
orada huzursuzluk, geçimsizlik, kıtlık, tufan, zelzele ve
harp felaketleri vardır.
a. Nuh tufanı, böyle olmuştu. Çünkü kavmi Nuh
Peygamber'in nasihatlerine inanmamıştı.
b. Ad kavmini, bir kasırga yerle bir etmişti. Çünkü
Hud Peyg~ber'i dinlememişlerdi.
c. Semud kavmini, bir zelzele batırmıştı. Çünkü,
Salih Peygamber'le alay etmişlerdi.
d. Lut kavmi, başlarına yağan ateş ve taşlarla helak
olmuştu. Çünkü, Lut Peygamber'in dediğinin aksini
yapmışlardı.

e. Medyen kavmi de semavi bir afetle helak olmuş-


ALLAH VARDIR
164

tu. Çünkü, Şuayıp Peygamber'i dinlememişler, hile ve


fesattan vazgeçmemişlerdi.
f. İsrailoğulları, vatansız
ve milletsiz bir vaziyette
başka devletlerin esiri olmuştu. Çünkü, Musa Peygam-
ber'e inanmadıkları için !§.nete uğramışlardı.
İseviler, Yunanlıların ve
g. Romalıların kılıçlarıal-
tında can vermişti. Çünkü, İsa Peygamber'e · ve
mucizelerine inanmamışlardı.
h. Hazreti Muhammed'e eziyet edenler, dini tatbik
etmeyenler, sömürülmekten kurtulamamışlar, hala zarar
görmektedirler.
Demek oluyor ki, iyiler ve kötüler, hem dünyada ve
hem ahirette mükafat veya ceza göreceklerdir. Mü'min
bir insan dünyada rahattır. Zengin olmasa bile geçimi
yerindedir. Allah rızkını vermektedir. Yediği yemeğin
tadını alır, yattığı zaman uyur, sıhhati bozuk değildir.
Karısı, çocukları anne babasiyle sulh ve sükun için-
dedir. Vazifesini suistimal etmediği için, amirinden kor-
kusu yoktur. Destekçisi, iltiması yoktur, fakat Allah'ı
vardır. Böyle bir insanın ölüm korkusu da yoktur.

İnanmayan, şirk ve küfür içinde olan bir insana


gelince: Böyle bir insan hak yemekte beis görmez, haya
nedir bilmez. İsterse çok zengin olsun, hanları, apart-
manları bulunsun, isterse mevki ve koltukların en yal-
dızlısına otursun, orada rahatı yoktur. Hastalıktan
dolayı perhizdedir, işinden dolayı huzursuz ve uy-
kusuzdur. Ailesi içinde sevgi ve muhabbet yoktur,
yaşadığından, gezdiğinden ve yediğinden zevk
alamamaktadır. Böyle bir adam dünyada rahat et-
meyeceği gibi ahirette de cehennemliktir.

Allah insanlara f~nalık yapmak istemez. O, af edi-


cidir. İnsanları af etmek için, çeşit çeşit yollar göster-
miştir. Bir iyiliğe on mükafat veren, buna mukabil bir
ALLAH NEDİR7 165

fenalığa bir ceza kesen Allah, kullarının iyiliğini, ebedi


saadetlerini istemektedir. Allah'ın vermiş olduğu ceza,
adaleti icabıdır. Suç cezasız kalırsa insanoğlu terbiye
edilemez. Allah, insanlara zulm etmez. Fakat insanlar,
Allah'ın kurmuş olduğu düzeni bozarlarsa, bu arıza
yönünden kendilerine zarar gelir. Ateş, soba içinde veya
şöminede zararsızdır, fakat o çıplak el ile tutulursa,
tutan eli yakar.
Allah'a inanalım, çünkü hesap günü yakındır. Al-
lah'a inanalım, çünkü, Kur'an onun insanlara bir la.t-
fudur. Allah'a inanalım, çünkü her şey fanidir ve ondan
başka hakikat yoktur.

Allah'ın insanlara verdiği hangi nimeti inkar ede-


biliriz? Bütün dünya ve kainatı insanın emrine amade
kılmadı mı? Bizi yaratan ve bize bunca iyilik edene
bizim düşmanlığımızın sebebi nedir? Allah bizden bir
şey istemiyor. Ey kullarım, benden isteyiniz, ne ister-
seniz onu vereceğim diyor. Yoksa gururumuz, Allah'a el
açmamıza mani mi oluyor? Yazık o insanlara ki, Al-
lah'ın davetine gitmezler de şunun bunun davetine
koşarlar...

Allah Kur'an-ı Kerim'de ne bildirmiş ise, insanların


iyiliği için bildirmiştir. Kur'an her şeyden önce dünya
ve hayat kitabıdır. O'nda dünya işlerine ve mantığa ay-
kırı hiçbir şey yoktur. O, emirlerde, ilim ile tezat halin-
de bir şey mevcut değildir. O sözlerde, insanlara zarar
verebilecek bir cihet yoktur. Neyin iyi, neyin fena ol-
duğunu her insan kestiremez. Bize düşen vazife Al-
lah'ın emirlerini yerine getirmektir.

Muhterem okuyucular,
İnsan din ile beraber doğar de:ıniştik, fakat hangi
din ile doğar?
166 ALLAH VARDIR

Allah nasıl bir ise, ildhi dinler de esasta birdir. Her


insan Müslüman olarak doğar, sonra çok defa anne ve
babasının tesiri ile Musevi, İsevi veya başka bir dinin
mensubu olur. Peygamberlere gelen kitaplarda esasta
birdir. Sonraları bilerek veya bilmeyerek Kur'an-ı Kerim
hariç, diğerleri tahrife uğramışlardır. Mesela., Tevrat,
ahirete ait hiç malO.mat vermez, tamamiyle dünyevi bir
kitap haline getirilmiştir. Buna mukabil İncil de bila.kis
dünyaya kıymet vermez, ebedi hayat olan ahireti kazan-
mayı tavsiye eder hale getirilmiştir. Kur'an-ı Kerim ise,
hem dünya ve hem ahiret kitabıdır. Hiç ölmeyecekmiş
gibi dünya için çalışmayı ve yarın ölecekmiş gibi ahire-
ti kazanmayı emreder.
Ahzap suresinin 40. ayetinde: "Muhammed Al-
lah'ın resO.lü ve peygamberlerin sonuncusudur."
Al-i İmran suresinin 19. ayetinde: "Allah indinde
makbul olan din, İsl§.mdır."
Al-i İmran suresinin 110. ayetinde: "Siz insanlar
için en hayırlı bir ümmetsiniz, iyiliği emreder, kötülük-
ten vazgeçirmeye çalışırsınız. Çünkü Allah'a inanıyor­
sunuz, Hıristiyan ve Yahudiler de inansalardı, kendile-
ri için elbette hayırlı olurdu. İçlerinden iman edenler
vardır, fakat onların pek çoğu hak dinden çıkmıştır."

Al-i İmran suresinin 71. ayetinde: "Ey kitaplılar!


(Yahudi ve Hıristiyanlar) Niye hakkı b§.tıl ile karıştırı­
yor, gerçeği gizliyorsunuz? Halbuki, hakikati biliyorsu-
nuz."
Al-i İmran suresinin 85. - 89. ayetlerinde: "Kim İs­
lam'dan başka bir din ararsa kabul olunmaz ve o kimse
ahirette de en büyük bir zarara uğrayacaklardandır.
Bundan sonra tövbe eden VP. nefsini islah eden müstes-
na. Çünkü Allah, cidden kusurları örten çok esirgeyen-
dir."
ALLAH NEDİR? 167

İsra suresinin 81. ayetinde: "De ki, hak geldi batıl


zeval buldu. Şüphesiz batıl daima zeval bulucudur."
Maide suresinin 3. ayetinde: "Bugün sizin dininizi
ikmal ettim, üzerinizdeki nimetlerimi tamamladım ve
size din olarak müslüınanlığı seçtim."
İsra suresinin 9. ayetinde: "Gerçek bu Kur'an in-
sanları öyle bir yola yöneltip götürür ki, o en adil ve en
doğru bir yoldur."

En'aınsuresinin 126. ayetinde: "İslam ve Kur'an,


Rabbının dosdoğru yoludur. Biz ayetleri, aklını başına
alıp düşünecek bir cemiyet için, apaçık gösterdik."

Zumer suresinin 54. ayetinde: "Size azap gelip çat-


madan evvel Rabbinize dönün, O'na teslim olun, sonra
size yardım edilmez."
Mü'min suresinin 14. ayetinde: "Haydi ey mümin-
ler, kafirlerin hoşuna gitmese de Allah'a ve O'nun di-
ninde ihlas erbabı olarak ibadet edin."
Necm suresinin 39. ayetinde: "İnsana çalıştığından
başka bir şey verilmez."

Ey şüphe içinde olanlar, bu açık kat'i emirler karşı­


sında şüphenizin zail olacağını kuvvetle tahmin ediyo-
ruz. Müslümanlık çok güzel ve çok kolay bir dindir.
Müslüman olmak için hiç kimsenin tavassutuna lüzum
yoktur. Bir insan Allah'ın birliğine inanır ve Hazreti
Muhammed (S.A.V.)'in de hak peygamber olduğunu ka-
bul ederse, o kimse Müslüman olmuştur. İslamiyete gir-
dikten sonra da Allah'ın yap dediklerini yapmalı, yasak
ettiği şeyleden de kaçınmalıdır. Böylece kendini Kur'an
yoluna uyduran herkes dünya ve ahiret saadetini elde
etmiş olur.

Tekrar edelim ki, İslam dini ve onun kitabı olan


Kur'an-ı · Kerim, herkesin aklına ve bilgisine göre
ALLAH VARDIR
168

değişebilecek veya tenkit edilebilecek bir kitap değildir.


Milletlerin anayasaları zamanla değişebilir. Çünkü,
anayasaları insanlar yapmıştır. Zamanın ihtiyacına göre
değişirler. Fakat Kur'an, Allah kitabıdır, hiç bir zaman
değişmez. Kur'an sadece bir din ve ibadet kitabı değil,
ahiret kitabı ise hiç değildir. Kur'an dünya kitabıdır.
Kur'an, yaşantımızı düzene koyan bir hayat ve ahlak
kitabıdır.
169

8
İNSANLARA DİN LAZIM MIDIR?

Din, insanlara lazımdır. Bu ihtiyaç bütün tarih bo-


yunca kendini göstermiştir. Tarihin kısa bir tarihçesini
yapacak olursak bu hakikati daha yakından görmüş olu-
ruz.
Eskiden kabile halinde yaşayan insanların bir kıs­
mı, Mezopotamya'nın mahsüldar arazisinde bir araya
gelerek tarihin ilk devletleri olan Sümer, Akad, Elam,
Babil ve Asur devletlerini (M.Ö. 4000) senelerinde kur-
dular. Bu devletler zamanında ilim ve san'at kendini
göstermiş ve çivi yazısı denen bir yazı icat edilmişti.
Bütün bu devletler, gök ilahı ve yer ilahı dedikleri ve in-
san şeklinde tasavvur ettikleri ilahlara tapmışlardır.
(M.Ö. 4000) yıllarında, Orta Asya'dan hicret eden
kavimlerin bir kısmı Mezopotamya'ya yerleşmiş, bir
kısmı da Mısır'a ve Ege sahillerine gitmişl_erdi. Onlar
da, gittikleri yerlerde devletler kurmuşlardı. Böylece
Mezopotamya'da kurulan medeniyet gibi Mısır'da eski
Mısır medeniyeti, Ege'de eski Yunan medeniyeti kurul-
muştu. Eski Mısırlılar dindar idi. Güneşe, Nil nehrine
ve Hayvan heykellerine taparlardı. Eski Yunan medeni-
yeti, Avrupa'dan gelen Dor'lar ile Anadolu'dan giden
Akad'ların Yunanistan ve Ege sahillerine yerleşmeleri
ile başlar. Eski Yunan medeniyetinin beşiği Girit adası
ALLAH VARDIR
170

ile Anadolu'nun Ege sahillerinde kurulan !yon şehirleri


Efes ve Milet idi. Eski Yunanlıların da muhtelif Tanrıla­
rı vardı. Gök Tamısı ve Güzellik Tanrısına taparlardı. tık
defa kadın Tanrılara eski Yunanda rastlanmıştır. Eski
Yunan medeniyetinin en mühim hususiyeti, Sokrat, Ef-
latun, Aristo, Diyojen gibi büyük filozoflar yetiştirmiş
olmasıdır. Diyojen'in Büyük "İskender'e; Gölge etme
başka ihsan istemem" sözü pek meşhurdur. tskender,
(M.Ö. 331)'de Mısır'ı zaptetmiş ve eski Yunan medeni-
yeti ile eski Mısır medeniyeti arasında bir ilişki vücuda
getirmişti.

Bunun gibi (M.Ö. 3000) yıllarında Orta Asya'dan


gelerek Anadolu'ya, yerleşen ve büyük bir medeniyet
kuran Hitit'ler de Mezopotamya medeniyeti ile eski Yu-
nan medeniyeti arasında bir köprü vazifesi görmüşler­
dir. Bundan dolayı Anadolu'da Cilalı Taş Devrinden iti-
baren bütün tarihi devirlere ait eserler bulunmaktadır.
Anadolu bir tarih hazinesidir. Hitit medeniyetini müte-
akip Batı Anadolu'da Frikya, Lidya ve !yon medeniyet-
leri kurulmuştur. Bu medeniyetler, Ege medeniyeti veya
eski Yunan medeniyeti denen medeniyet ile birbirine
karışmıştır. Zira "tlyada" ve "Odysseia" destanları Batı
Anadolu'da vücuda gelmiştir. Thales, Anaximander ve-
Anaximenes Milet'te; Pithagor Sisam'da, Heraklit
Efes'te doğmuşlardır. Diyojen Sinop'lu, Hipokrat 1stan-
köy'lü, Herodot da Bodrum'ludur.
Mısır devlet ve medeniyetlerinden soma İran dev-
let ve medeniyetini de kaydetmek lazımdır. İranlılar,
iyilik ve fenalık Tamılarına taparlardı. Zerdüşt mezhe-
binin esası budur. Mısır'da Firavunlar devrinde Hazreti
Musa, tek Allah'a inanmak lazım geldiğini bildirmiş ve
Museviliği yaymaya başlamıştır. Bundan sonra da Haz-
reti Davut, İbrani devletini kurmuş, hem kral ve hem de
peygamber olarak Allah'ın varlığını tekrarlamıştır.
İNSANLARA DİN LAZIM MIDIR7 171

Eski Yunan medeniyetini müteakip 1talya'da Roma


devlet ve medeniyeti kurulmuştur. Romalılar ilk defa
hayvan şeklindeki Tanrılara tapmışlardır. Bilahare Yu-
nan medeniyeti tesiriyle onların Tanrılarını da benimse-
mişlerdir. Roma'da (M.Ö. 507) yıllarında cumhuriyet
kurulmuş ve "Roma Kanunları" denen meşhur kanunlar
bu devirde hazırlanmıştır. On hukukçu tarafından ha-
zırlanan bu kanunlar, on iki levha üzerine latince yazı­
larak Forum meydanına asılmıştı.
Roma imparatorluğunun Mısır, Suriye ve Irak taraf-
larına hakim olduğu bir devirde Kudüs'de Hazreti İsa,
Hıristiyanlık dinini yaymaya başlamış, putperest Roma.:
lıların putlarını kırmalarına vesile olmuştur. Hıris­
tiyanlık, Romalılar tarafından resmi din olarak ilan edi-
lince ve Kudüs bu dinin merkezi haline gelince ve Ya-
hudiler yurtlarından kovulunca Musevilik günden gü-
ne gerilemeğe başlamıştır.
Nihayet Hıristiyanlığın da asliyetini kaybettiği, hu-
rafelerle dolduğu bir devirde, Roma imparatorluğunun
en kuvvetli zamanında ve Hıristiyan Bizans ile putpe-
rest İran arasında, bedevi bir şekilde yaşayan Arabis-
tan' da İslamiyet bir güneş gibi doğdu. Kıyamete kadar
da insanları muhtaç oldukları aydınlığa kavuşturmaya
devam edecektir.
Tarihten evvelki iptidai insanlar olsun, bugünün
medeni insanı olsun, fitraten kainatı yaratan kadir bir
varlığa inanmak istemiştir. İnsan nasıl kendini ve etrafı­
nı tanımaya gayret sarfetmiş ise, insanı ve mevcudatı
yaratan yüce varlığın ne olduğunu da araştırıp öğren­
mek istemiştir. Öyle ise, insan hayatı dini duygularla
başlamıştır ve öyle devam edecektir. İnsanda mevcut
olan fitri hisse ilave olarak insanın aldı selimi de, insa-
nı bir Allah'a iman etmeğe sevketmiştir. Bundan dolayı
insanların dinsiz olarak yaşayamayacağı açıkça ortaya
ALLAH VARDIR
172

çıkmıştır. Çünkü insan, maziye bakarak mevcudatın as-


lını ve nereden geldiğini düşünecek olursa uhlhiyet ile
karşılaşır. Yine insan, istikbale bakarak bizzat kendi be-
deninin ve mevcudatın nereye varacağını, insanı nasıl
bir akıbetin beklediğini düşünecek olursa, yine ulO.hiyet
ile karşılaşır. İşte bütün bu sebeplerden dolayı, .Ade-
moğlu, ilki var eden ve sonu var edecek olan mutlak bir
varlığa inanmak ister. Bu sebeple herkes dindar sayılır.

İnsanlar doğuşlarından itibaren, semavi dinlerin te-


siri olmadan da fıtri olarak ve aklen yaratıcı bir varlığa
inanmışlardır. Fakat isim olarak O'na bazen güneş, ba-
zen ay, bazen yıldız, ateş v.s. demişlerdir.
Bu konuda Ernest Renan (1823-1892) derki: "Dün-
yada herşey yok olabilir, fakat din fikri asla yok edile-
mez, din ebedi olarak yaşacaktır."
August Spatiyen de der ki: "Ben niçin dindarım,
Çünkü dindar olmamaya muktedir değilim. Dindar ol-
mak, varlığım ve benliğim için zaruri ihtiyaçlardandır.
Bendeki bu hal veraset, mizaç ve terbiyenin bir neticesi
değildir. Zira bendeki dindarlık, sadece veraset, mizaç
ve terbiyenin bir neticesi olmuş olsa idi, babama, dede-
me ve onlardan evvelkilere bu his nereden geldi? Şah­
sımda müşahade ettiğim dindarlığı bütün beşeriyetin iç-
timai hayatında da görmekteyim. O halde din, ezeli ve
ebedidir. Kökleri ezeliyete dayanan bir dinin zeval bul-
masına imkan ve ihtimal yoktur. Zamanla dinin zayıfla­
ması, gerilemesi şöyle dursun; bilakis felsefi fikirler,
ilim ve hayat tecrübeleri sayesinde gittikçe kuvvetlendi-
ğini ve genişlediğini görmekteyiz. Dine düşman olanlar,
dinin zayıfladığını zannederek kederlenmesinler. İnsan
hayatı diyanet ile başlamış ve diyanet ile nihayet bula-
caktır."

Din fikrinin insanla birlikte doğduğunu ve aklı se-


lim ile takviye edildiğini söylemiştik. Bunlara ilave ola-
İNSANLARA DİN LAZIM MIDIR7 173

rak din, ilahi vahiy ile de kemalini bulmuştur. Peygam-


berler dinin ne olduğunu insanlara söylemişler ve öğret­
mişlerdir. Bundan dolayı din, hem fıtri, hem akli ve
hem de naklidir.
Hep din diyoruz, acaba istenen ve makbul olan din
hangisidir? Hemen işaret edelim ki, din bir tanedir. Al-
lah'ın kabul ettiği din, İslam'dır. Bu ismi bizzat Allah
vermiştir. İslam demek, insanı evvela dünyada, sonra da
ahirette Allah'ın nimetlerine ulaştıran ve selamete çıka­
ran yol demektir. Hazreti A.dem'den beri gelen bütün
dinler İslam'dır Hepsinin aslı birdir. Çünkü Allah bir-
dir. Dinler, insanların kabiliyeti derecesinde asırdan ası­
ra tekamül etmiş ve Hazreti Muhammed'in tebliğ etmiş
olduğu dinde kemalini bulmuştur.

Allah, insanlara çok büyük kabiliyetler vermiştir.


Bu sayede insan tekniğin en yüksek derecesine çıkabil­
diği gibi, dünyevi ve uhrevi saadetin de en yüksek mer-
tebesine çıkabilir. Yeter ki, insan kuvvetli bir imana sa-
hip olsun. Kuvvetli bir iman, iyi amel ile ayakta durur.
Demek ki, dinin iki unsuru vardır. Biri Allah'a inanmak
diğeri de iyi işler yapmaktır. Bu şekilde dinin gayesi
olan dünya ve ahiret saadetine ulaşılmış olur. Din ve
dindarlık, her şeyden evvel yaşayışımız, yani dünyamız
için lazımdır. İbadetlerin bile evvela dünyevi menfaatle-
ri, sonra da uhrevi mükafatları vardır.
Din, insanlar için ihtiyaçtır. Nasıl hava etrafımızı
sarmış ve havasız yaşamamıza imkan yoksa, din ve ulu-
hiyet fikri de benlik ve maneviyatımızı sarmıştır. İstesek
de, istemesek de dini hisler içinde bulunmaktayız. Al-
lah'sız fert ve cemiyetler, dini inançlardan uzaklaşmak
istese de dinin şumüllü tesirinden kendilerini kurtara-
mazlar. Din aleyhinde bulunanlar, hiç bir zaman gönül-
lerindeki din fikrini söküp atamazlar. Çünkü din ve ulO.-
hiyet fikri onların ve herkesin, daha doğmadan beyin
ALLAH VARDIR
174

hücrelerine yerleşmiş kalp boşluklarında kök salmış,


kanlarının her damlasında saklanmıştır. Be sebeple in-
sanların dinden ayrı ve uzak kalmalarına imkan ve ihti-
mal yoktur. Bundan dolayı zamanın yok edici darbesiy-
le silinen ilahi dinler yerine, beşeri bir din veya mezhep
koymaya çalışan mütefekkirler, Allah'ın varlığını kay-
nak olarak almaya mecbur kalmışlardır. Zerdüst, Brah-
ma, Budha ve Konfüçyüs mezhepleri böyle doğmuştur.
Akıl, doğuştan insanlara verilmiş olan bir meleke-
dir. İnsan, aklı sayesinde doğruyu eğriden ve iyiyi kötü-
den ayırır.
Fakat akıl herkeste aynı derecede inkişaf et-
miş değildir. Selim bir akla sahip olanlar bulunduğu gi-
bi, akılsız olanlar da vardır. Binaenaleyh, akıl iyiyi kö-
tüden ayırabilecek tam bir miyar (ölçü) değildir. Bun-
dan dolayı insanlara doğru ve eğriyi anlatmak için se-
mavi kitap ve peygamberler gelmiştir. Aklın miyarı, se-
mavi kitaplar, yani Allah, sözleridir. İnsan aklı, Kur'an'a
uyduğu nisbette selim, uymadığı nisbette de kusurlu-
dur. Bunun için peygamberimiz, aklı olmayanın dini de
yoktur, buyurmuşlardır.
Bazılarıderler ki, kanun ve vicdan varken dine ve
dini emirlere ne lüzum vardır? Bu yanlış bir düşünce
tarzıdır. Din ta doğuştan itibaren insanın bünyesine yer-
leşmiş manevi bir kuvvettir. Dini olmayan bir cemiyette
ahlak diye bir şey bulunamaz. Din olmasaydı, kötülük
yapmanın mahzuru olmazdı. Din olmasaydı cemiyet ha-
yatı anarşi içinde olurdu, hak ve hukuk kalmazdı.

Dinsiz bir cemiyette insanlık kemal bulamaz. Dini


olmayan bir millet, ahlaken sükut etmeğe, sonra da dün-
ya haritasından silinmeğe mahkO.mdur. Tarihin göster-
diği hakikat budur.

Kamındinin yerini tutamaz. Dinin insan ruhu üze-


rinde göstermiş olduğu tesiri vücuda getiremez. İnsanla­
rın yapmış oldukları kanunların daima kaçamak tarafla-
İNSANLARA DİN LAZIM MIDIR7 175

rı bulunmuştur. Kanunlar, cemiyetten cemiyete, zaman-


dan zamana değişmektedir. Bundan dolayı terbiye ve
ahl§.k veremezler. Çünkü, bir cemiyette gayri ahlaki sa-
yılan bir hareket, başka bir cemiyette ahl§.klı sayılmak­
tadır.

Vicdana gelince; vicdan insanı doğru yola sevk


eden manevi bir kuvvettir. İnsan, yaptığı iyi işlerden do-
layı manevi bir zevk duyar. Fena işlerden dolayı da vic-
danı azap çeker. Fakat günlük hayatımızda öyle iş ve
meselelerimiz vardır ki, aynı iş karşısında muhtelif in-
sanlar, başka başka reaksiyon göstermekdedir. Buna da
sebep vicdanın çeşitli temelleridir. Vicdan dini temelle-
re dayanırsa bir mana ifade eder. Aksi halde, fena göre-
nek ve bozuk telkinler altında gelişen bir vicdanda vic-
danlıktan eser bulunmaz. Demek ki dini terbiyeye da-
yanmayan bir vicdan hakiki bir vicdan değildir. Vicda-
nın ölçü kaynağı dindir. Dini müeyyidelere uyduğu nis-
bette vicdanlı, uymadığı nisbette de vicdansızlıktan
bahsedilir.
Dinsiz bir fert veya cemiyet sadece maddeye daya-
nır. Bütün imkanları maddeye olan hakimiyeti nisbetin-
dedir. Halbuki dindar bir fert veya cemiyet, hem madde-
ye ve hem de maneviyata dayanır. Maneviyat, fert ve ce-
miyeti maddi imkanlarının da üstüne çıkarır. Maneviyat
insan ve toplum hayatı için bitmez tükenmez bir kuvvet
kaynağıdır. Bundan dolayı fert ve cemiyetler dinsiz ya-
şadığı zamanlarda zayıf ve cılız, dindar ve maneviyata
bağlı kaldığı zamanlarda da çok daha kuvvetli olmuştur.
Yalnız maddeye dayanmak, tek elle iş görmek gibidir.
Hem maddeye hem de maneviyata dayanmak ise iki el
ile iş görmeye benzer. Büyük işler ve büyük muharebe-
ler daima maneviyat sayesinde kazanılmıştır. Bu sebep-
le din ve maneviyat, insan hayatında asla ihmal edile-
miyecek bir kuvvettir. Bu kuvveti inkar etmek, bunun
dünyevi faydalarını görmemek için kör olmak lazımdır.
ALLAH VARDIR
176

İnsanlara lazım olan manevi desteği en iyi şekilde veren


din de İslam dinidir. İslamiyeti yalnız Arabın ve Türkün
dini zanneden Avrupalılar, bu dine rağbet etmediler. Fa-
kat başka isimler altında da olsa bu dinin prensiplerini
aldılar, bundan sonra da almakta devam edecekleri şüp­
hesizdir.
Dinin insan hayatındaki zaruretine inanan müte-
fekkirler, ilahi dinler yerine kaim olmak üzere beşeri
dinler vücuda getirmeyi denediler. Fakat ne eskiler ve
ne de yeniler bunda muvaffak olamadılar.
Budha, Brahma ve Konfüçyüs gibi oldukça taraftar
bulan beşeri dinler tetkik edilecek olursa, bunların se-
mavi dinlerin kötü bir taklitçisi olmaktan ileri gideme-
dikleri görülür. Bundan dolayı da İslamiyetin beşeri bir
din olmadığı bir kere daha anlaşılmış olur. İslam dini-
nin halk kitleleri tarafından hiç zorlanmadan kabul
edilmiş olması da ilahi bir din oluşunun başka bir deli-
lidir. Musevilik yalnız Yahudilere hitap ettiği için fazla
bir taraftar bulamamıştır. Hıristiyanlığı, Krallar ve bü-
yük devlet adamları; kılıç zoru, baskılar ve misyoner
teşkilatı ile menfaat ve para mukabilinde yaymışlardır.
Halbuki İslamiyette bunların hiçbirine tevessül edilme-
miştir. Çünkü buna lüzum yoktur, İslamiyet sadece Ara-
hın ve Türk'ün dini değil, bütün insanların ve milletle-
rin dinidir.
Filozoflarınbir kısmı ölümle beraber hayatın da ni-
hayete erdiğini zannettiler. Böylece insanları sükutu ha-
yale uğrattılar. Halbuki semavi dinler ve bilhassa İslami­
yet bu hususta insanları aydınlatmış, insana çalışma
gayreti, ümit ve şevk vermiştir. Ölümle beraber yeni bir
hayatın başladığını müjdelemiştir.

Kant diyorki: "İnsan ruhu fazilet ile saadeti birleş­


tirmek ister. Yani insan, yaptığı iyi işten dolayı haz duy-
mak ister. Fakat çok defa dünya hayatı bu iki özelliği
İNSANLARA DİN LAZIM MIDIR7 177

birleştiremiyor. Faziletli bir insan, dünyada karşılığını


bulamıyor. Halbuki faziletin mükMatı verilmelidir. Bu
ise ancak adil ve yüce bir varlık tarafından ahir bir dün-
yada tahakkuk ettirilebilinir. Öyle ise ahiret vardır. Bu
adil varlık da Allah'dır."
Şu halde Allah'a inanan bir insan, dinin kaide ve
emirlerine uymaya mecbur olduğunu hissederek kamil
bir insan olacak, ondan sonra da taklidi olmayan, riya-
sız, hakiki bir mümin vasfını kazanıp her hareketini İs­
lam'a uyduracaktır. İnsan ancak bu suretle yalnız et ve
kemikten ibaret olmadığını, bir ruh ve maneviyat taşıdı­
ğını, ispat edebilir. İnsan ruhu mahiyeti icabı olarak
yükselmek ister. llahi varlıkla irtibat kurmak ister. İnsa­
nın ve insan ruhunun saadeti ilahi varlıkla olan müna-
sebet derecesine bağlıdır. Fakat bu münasebeti, bu dün-
yada tam manasıyle kurmak mümkün değildir. Onun
için ruh, bu kemal ve saadeti ancak dinlerin ve ·
Kur'an'ın gösterdiği yolda yürümek suretiyle ahirette el-
d_e edebilir. Ruhun ebediyeti Allah'ın ebediyetine bağla­
nırsa kemal ve saadet elde edilmiş olur. Dünyaya gelişi­
mizin hakiki sebebi bu olduğu gibi, ahiretin varlığı da
bunun için lazımdır.
Eski Alman Başvekillerinden Bismark, diyor ki:
"Muhtelif devirlerde, beşeriyete yol göstemek için
Allah tarafından gönderildiği iddia edilen bütün kitap-
ları etraflı olarak inceledim ise de, hiçbirinde hikmetli
bir bahis görmedim. Bu kitaplar değil bir toplumun ve-
ya bir milletin, bir ev halkının bile saadetini sağlamak­
tan uzaktırlar.
Fakat, Hazreti Muhammed'in kitabı böyle değildir.
Ben Kur'an'ı Kerim'i tetkik ettim. Her kelimesinde bir
hikmet buldum. Muhammed'in düşmanları, bu kitabı
Muhammed'in yazdığını söylüyorlarsa da en gelişmiş
dimağların dahi böyle bir eser vücuda getirmelerine im-

Allah Vardır - F. 12
ALLAH VARDIR
178

kan yoktur. Ey Muhammed, sana muasır olmadığımdan


dolayı çok müteessirim. Muallimi ve naşiri olduğun bu
kitap senin değildir. O' lahutidir. O'nun ilahi bir kitap
olduğunu inkar etmek, mevcut ilimlerin batıllığını ileri
sürmek kadar gülünç olur. Bu sebeple beşeriyet senin
gibi mümtaz bir kudreti bir defa görmüş, bundan sonra
bir daha görmiyecektir. Ben huzurunuzda kemali hür-
metle eğiliyorum."
1914'de İslamiyeti kabul eden Lord Hadley diyor
ki: "İslamiyetin sade fakat nurani ihtişamını idrak ettik-
ten sonra, bulutlu ve karanlık bir dehlizden güneş ışığı­
na kavuşmuş bir adam gibi oldum."
İngiliz Doğu bilimcisi John Davenport, diyor ki:
"Müslümanlık ilim ve irfana hizmet etmiştir. Fen ve
san'at Müslümanlar arasında altı yüz sene bir yükselme
devri gösterdiği sıralarda, Avrupa fen ve san'attan uzak
bir taassup içinde idi."
Stuart Mili (1806-1873) der ki: "İtikadı diniyeyi ce-
halete istinat ettirmek hem hatalı ve hem de faydasızdır.
İlim olmayınca, itikadın da olmaycağıiıı kabul etmek la-
zımdır."

Lamartin (1790-1869) demiştir ki: "Muhammed


imanı sayesinde bir itikadı yaşatmıştır. Bu itikad, Al-
lah'ın birliğidir. İnsan büyüklüğü, hangi ölçülerle ölçü-
lürse ölçülsün. Muhammed'den daha büyük bir insan
bulunamaz."
Bemard Shaw (1856-1950) demiştir ki: "Ben şaşıla­
cak bir şahsiyet olan Muhammed'i tetkik ettim. Benim
görüşüme göre, onu insanlığın kurtarıcısı olarak tanı­
mak lazımdır.
Muhammed'in dininin yarının Avrupa'sında kabul
göreceğini biliyorum. Çünkü, her asra hitap edecek kud-
rette yegane din odur. Orta çağlarda, cehalet sebebi ile
İNSANLARA DİN LAZIM MIDIR7 179

Muhamıned'in dinini kötüleyenler ve onu İsa'nın bir


düşmanı gibi görenler olmuştur. Ben, Muhammed'i in-
sanlığın kurtarıcısı olarak görüyorum ve idda ediyorum
ki:
Onun gibi bir kimse, bu modern alemin liderliğini
alırsa, beşerin müşkülleri kolayca hallolur ve dinen çok
muhtaç olduğu sulh ve saadeti getirebilir."
Theophilius Lindsay (1723-1808) der ki: "Allah'ın
oğlu olmayacağını günden güne anlayan biz Hıristiyan­
lar, Muhamıned'in makulat ve ihtişam dolu dinine daha
fazla meylediyoruz."
Din lazım mıdır? sorusuna Goethe, şöyle cevap ve-
rir: "Bilim ve san'ata malik olanlar dine de sahiptirler,
fakat bilim ve san'ata malik olmayanlar için, din zorun-
ludur."
Amerika'nın büyük düşünürlerinden George San-
tayana (1863-1952); "Bilimde Akıl" isimli eserinde:
"Tanrıdan soyulmuş bir dünya pek tatsız ve rahatsızdır.
Çünkü, şuur bulunduğu halden memnun değildir. O,
daha iyi bir hayatın hasretini çeker, etrafındaki akımlar­
dan kendini kurtaracak bir güce sarılmak ihtiyacını du-
yar." der.
İslam dinini tetkik eden ve bir kaç defa Türkiye'ye
gelen; aslen İsviçreli olup ta İngiltere'de sosyoloji oku-
tan ünlü bilim adamı Defatsch Willy, şöyle diyor: "İs­
lam dini çok iyi bir din. Kur'an eşsiz bir kitaptır. Bu ki-
tabı anlatabilecek alimler yetiştirdiğiniz gün, İslamiyeti
bütün dünyaya yayma şerefi siz Türklere nasip olacak-
tır."

Bir milleti teşkil eden fertler arasında müşterek


bağlarne kadar çok olursa o millet o derece kuvvetli ve
uzun ömürlü olur. Müşterek bağların başında din gelir.
İkincisi ırk, üçüncüsü de dildir. Millet ve devletler bu
ALLAH VARDIR
180

üç unsurun bozulmamasına gayret sarfetmelidirler. Din,


insanları millet halinde toplayan, medeniyete sokan,
dünya nizamına ulaştıran manevi kuvvet kaynağıdır.
Yahudiler dinlerine olan bağlılıkları sayesinde, milli-
yetlerini muhafaza etmişler ve iki bin sene sonra tekrar
devlet halinde toplanabilmişlerdir. Buna mukabil, din-
lerini kaybeden veya başka dine geçen insanların, milli-
yetlerini de kaybettiklerini görmekteyiz. Din, fertlere ve
milletlere felaketli zamanlarında teselli ve ümit verir.
Amerika Birleşik Devletleri anayasasının birinci
maddesi ibadet ve din hürriyetinden bahseder. Çünkü,
Amerika devletini kuran ve anayasasını yapanlar Al-
lah'a inanıyorlardı. Çünkü, ancak Allah'a inanan kimse-
lerin zulmü yıkabileceğini ve haksızlığı ortadan kaldıra­
bileceğini biliyorlardı. Anayasanın birinci maddesinde
din ve vicdan hürriyetinden bahsetmek bir tesadüf de-
ğildir. Yine Amerika devletini kuranlar, paralarının üze-
rine "Allah'a inanıyoruz" yazmışlardı.
Amerika'da yapılan bir ankette halkın % 97'si Al-
lah'a inandığını bildirmiştir.
Cumhurbaşkanlarından Eisenhower; "komünizme
karşıolan mücadelemiz, Allah'ın varlığına inananlarla,
inanmayanların mücadelesinden başka bir şey değildir.
Komünistler de bunu biliyorlar. Onlar bütün inanç sis-
temlerinden Allah'ı dışarı çıkarmak zorundadırlar. Çün-
kü, Allah içeri girince, komünizm dışarı çıkmaya mec-
bur olur," demiştir.
Eskiden beri insanlar ve milletler arasında üç çeşit
din göze çarpmaktadır.:
veya putperest denilen bir nevi dindir ki,
1. Fetişist
bunun mensupları ağaç veya hayvan gibi şeylere tapar-
lar. İptidai kavimler arasında görülen bir din idi. Ani-
mizm, Naturizm, Totemizm, bunlardandır. Halen Afri-
İNSANLARA DİN LAZIM MIDIR7 181

ka, Asya ve Amerika'da yaşayan iptidai insanlar bu di-


ne mensup olup, miktarları 100 milyon kadardır. Sema-
vi dinlerin uyarıcı telkinlerinden uzak kalan bu zavallı
insanlar, hala Taş devrini yaşamaktadırlar. Medenileşe­
memişler, millet ve devlet kuramamışlardır. Bunların
bir kısmı misyonerlerin telkinleriyle günden güne Hıris­
tiyanlığı kabul etmeye başlamışlardır. Afrika'da yaşa­
yanların bir kısmı da kendi arzuları Müslümanlığı ka-
bul etmeğe başlamışlardır.
2. Çok Tanrılı dinler: Eski zamanlarda kurulmuş
olan devletler bu dine mensup idi. O zamanki insanlar,
iyilik, kötülük, harp ve güzellik Tanrılarına taparlardı.
Halen bu dine mensup kimse kalmamıştır.
3. Tek Tanrılı veya semavi dinler. Bunlar Musevilik,
Hıristiyanlık (İsevilik) ve İslamiyetten ibarettir.

Halen dünya üzerinde yaşayan insanları, din bakı­


mından tasnife tabi tutacak olursak görürüz ki:
I. Hıristiyanlar:

A. Katolikler
B. Protestanlar
C. Ortodokslar
II. Museviler
III. Babl dinler
A. Budistler
B. Hinduler
C. Konfüçyüs
D. Putperestler
E. Dinsizler
IV. Müslümanlar:
A. Sünniler
a- Hanefi
ALLAH VARDIR

b- Şafii
c- Maliki
d- Hanbeli
B. Şiiler

a- Zeydi
b- Caferi
c- İsmaili
d- Alevi
·C. Hariciler
a- Ahmediler
b- Dürziler
c- Bahailer
d- Yezidiler
e- Sabtailer
Bu şekilde bütün insanlar inançlarına göre dinlere.
ve mezhep gruplarına ayrılırlar.
Akıllı bir insan, nereden geldim, nereye gideceğim
ve sonum ne olacak, diye düşünür. Bu soruya ilim yolu
ile tam olarak cevap verilemez. Çünkü bu konu da, il-
min dışındadır. Çünkü ilim, Ia.boratuvarda tecrübesi ya-
pılamayan konularla uğraşmaz. Fiiozoflar, bu sorulara
akıl ve manhk yolu ile cevap aramışlar ise de tatmin
edici bir cevap bulamamışlardır. Filizofların en büyüğü
olan Kant, tarih boyunca diğer filozofların bu soruya
vermiş oldukları cevapları etüt etmiş, hiç birinde isabet
görmeyerek şu netiyece varmışhr:
"Akıl ve felsefe yolu ile bu soruya cevap vermek
mümkün değildir. Fakat insan merak sahibidir, bulmak,
tatmin olmak ister. İnsan zihni bu soruya cevap ararken
ildhiyat fikri ile karşılaşır ve böylece dinin içine girmiş
olur. Dinler arasında, insanın nereden gelip nereye gi-
deceğini ve ne olacağını en iyi anlatan İsla.m dinidir. İn­
san, İsl§.m dininde huzur ve kemal bulur. Dini duygular-
İNSANLARA DİN LAZIM MIDIR7 183

dan uzak bir insan daima huzursuzdur. Korku ve biça-


relik içindedir.
Allah'a inanmayanlar, ahirette de inanmazlar. Fa-
kat ne gariptir ki, Allah'a inananların bir kısmı da ahi-
retin varlığını inkar eder. Çünkü, ahireti gören yok, gi-
dip de gelen yoktur, derler. Düşünmezler ki, ahiretin
varlığını kabul etmemek için hiç bir ilmi, akli ve mantı­
ki sebep yoktur. Öte yandan ahiretin varlığını ispat ede-
cek delillerimiz mevcuttur.
İnsanlar, kendi rızaları olmadan doğar ve yine ken-
di rızaları olmadan ölürler. Bu hakikatı her gün görmek-
teyiz. Doğmadan evvel insanın ruhu yaratılmıştır. Son-
ra dokuz aylık rahim içi hayatı geçirilir ve muayyen bir
dünya hayatı yaşadıktan sonra ahiret hayata göç edilir.
Dünyaya gelmeden önceki ruhi hayatımızdan, rahim içi
hayatımızdan, ilk çocukluk çağımızdan haberimiz yok-
tur, fakat bunları inkar edemiyoruz. Ölümden sonraki
hayatımız da böyledir.

, İyi düşünecek olursak ölmek demek, başka bir


alemde doğmak demektir. Ahiret yokluk değil, bilakis
ahir hayat, var olan son hayat demektir. Dünya hayatı,
hepimizin bildiği gibi, geçici ve kısa bir hayattır. Çocuk-
luk çağını, ihtiyarlık payını, ızdıraplı günleri ve boş ge-
çen geceleri hesaba katacak olursak, yaşadğımız hayat
çok daha kısa olur. Bu kadar kısa bir hayat, mahlukatın
en şereflisi olan insana yetmez. Ağlıyarak dünyaya ge-
len ve giderken de göz yaşları akıtan insanlar, ancak ve
ancak öbür dünyanın varlığı ile tesselli bulur. İnsan ha-
yatı devre devre olgunlaşan bir tekamül geçirmektedir.
Hayatımızın son ve en rahat şeklini ahirette göreceğiz.

Ölümden sonra başka bir hayatın varlığını şu mi-


sallerden anlayabiliriz:
1- Madem ki Allah vardır ve ebedidir, öyle ise geçi-
ALLAH VARDIR
184

ci olan bu dünya hayatının ötesinde ebedi bir hayat da-


ha vardır.
Madem ki ruh vardır ve ebedidir, öyle ise bedeni
2-
terk eden ruh, ahirette tekrar bedenlenecektir.
3- Yeşil otların, yazın sıcak, kışın
da soğuk tesiriy-
le kurumalarıyla, baharda ise yeniden yeşerip hayat
bulmaları, ölümden sonra tekrar dirilme değil midir?

4- Bir kısım hayvanların, kış uykusuna dalmaları,


yaz gelince takrar uyanmaları ölümden sonra dirilme-
nin mümkün olabileceğini göstermiyor mu?
Hiç yoktan insanı yaratan Halik, ölümden sonra
5-
topraktaki zerresiyle, semadeki ruhunu birleştiremez
mi?
6- Senelerce ambarda kalan kuru bir tohum, ekilin-
ce nasıl hayat buluyorsa, horozlu bir yumurta müsait şe­
raitte nasıl civciv çıkarıyorsa, insanın ölümden sonra
başka bir şeriatte canlanması da mümkündür.

7-Su içinde yaşayan balık, rahim içinde yaşayan


cenin, yumurta içinde hayat bulan civciv, bu dünya gi-
bi bir yerde yaşanabileceğini akıl erdiremediği gibi, biz
de ahirette yaşanabileceğine ilk bakışta akıl erdiremiyo-
ruz.
8- Müslim ve gayri müslim bütün insanlar, ölüleri
için sadaka verirler. Kabirleri ziyaret edip dua ederler.
Şayet ölümden sonra başka bir hayat olmamış olsaydı,
insanların deruni olarak hissetmiş oldukları bu adetler
de ittifak olmazdı.
9-Einstein'nin bir teorisine göre: Kainatta ışık hı­
zından daha sür'atli bir hız mevcut değildir. Işık hızı ile
hareket eden cisimlerde hayat tamamiyle durur. Bun-
dan dolayı ileride ışık hızı ile hareket edebilecek uzay
araçları yapılabilirse, bunlarda seyehat edecek olan ast-
İNSANLARA DİN LAZIM MIDIR7 185

ronotlar yaşlanmayacak, bulundukları yaşı muhafaza


edeceklerdir. Tekrar dünyaya dönüşlerinde, torunları­
nın torunlarını görmek fırsatını elde edeceklerdir. Bu te-
ori ahiretteki ölümsüz hayatı kısmen de olsa izah edebi-
lecek niteliktedir.
10- Nihayet dini yönden de ahiretin varlığını kabul
etmek mecburiyetindeyiz. Çünkü Allah, müteaddit
ayetlerle ahiretin varlığını bildirmiştir.:
Kıyamet suresinin 36. - 37. - 38. - 40. ayetlerinde:
"İnsan kendisinin başı boş bırakılacağını mı sanıyor? O
insan, döl yatağına dökülen meniden bir damla su değil
mi idi? Sonra o, bir kan pıhtısı olmuş, derken insan bi-
çimine konulup düzenlenmiştir. Bütün bunları yapan
Allah, ölüleri tekrar diriltmeğe kadir değil midir?"
Nahl suresinin 65. ayetinde: "Allah gökten su indi-
rip de onunla yeryüzüne ölümünden sonra can verdi.
Şüphesiz bunda, dinliyecek bir kavim için, ibret verici
bir ayet vardır."
Meariç suresinin 4. ayetinde: "Melekler de, Ruh da
oraya (Cennete) bir günde yükselip çıkarlar ki mesafesi
(dünya seneleri ile) elli bin yıldır."
Yasin suresinin 78. - 79. ayetlerinde: "Çürümüş ke-
mikleri kim diriltebilir? Söyliyenlere de ki: Onlara önce
kim varlık verdi, yoktan yarattı ise, elbette onu tekrar
diriltir."
11- Peygamberimiz, insanları dine davet için Mek-
ke'de Safa tepesine çıktığı zaman şöyle demişti:
"Ey Kureyşliler, uykuya dalar gibi öleceksiniz, uy-
kudan uyanır gibi de tekrar dirileceksiniz. O zaman Al-
lah 'ın huzuruna çıkıp dünyada yaptıklarınızdan hesap
vereceksiniz. iyi işlerin mükafatını görece!Jiniz gibi, kötü
işlerin cezasını da çekeceksiniz. iyiliklerin mükafatı ebe-
di Cennet, kötü işlerin cezası da ebedi Cehennem'dir."
ALLAH VARDIR
186

Özetle sevgili okuyucular, bu kısa dünya hayatını


tamamlayan, ebedi bir ahiret hayatı vardır. .Ahiretin var-
lığı, Allah'ın varlığı kadar elzemdir. .Ahir hayat, her ba-
_kımdan menfaatımıza uygundur. Bu dünyada elde ede-
mediğimiz saadete orada kavuşacağız. Gasb edilen hak-
larımız, uğradığımız adaletsizlikler orada adil bir mah-
keme önünde neticeye bağlanacaktır. İnsan, zenginliğin
en büyüğüne, mevkilerin en yücesine, zevklerin en ala-
sına ve Allah'ına orada kavuşacaktır.

Ankebut suresinin 64. ayetinde: "Bu dünya hayatı


bir eğlenceden, bir oyundan başka bir şey değildir. Ahi-
rete gelince, şüphe yok ki o, asıl hayatın ta kendisidir.
İnsanlar bunu bilmiş olsalardı, dünyayı ahirete tercih
etmezlerdi."
12- Ruhlarla uğraşan ve ruh çağıran spiritüalistler,
insan ruhunun varlığını ve ölümden sonra yaşadığını
kabul ederler. Bunlar medyuma soru sormak suretiyle
ruh ile temas kurarlar. Bazen medyum olmadan, bir ma-
sa etrafında toplanarak, ruh çağırabilmektedirler. Bu
masa oyunlarında öyle hadiselere raslanır ki, ölüden
başka kimsenin bilmediği olaylar meydana çıkar. Gerek
medyum yolu ve gerekse masaya ruh çağırma yolu ol-
sun% 80 doğru cevap alınır. Demek oluyor ki, Parapsi-
koloji ve ruh çağırma yolları ile tam olmasa bile öteki
dünyadan bazı haberler alınmaktadır.
13. Ölmek üzere bulunan bazı kimselerin de bir
noktaya bakarak konuştuklarına şahit olmaktayız. Bun-
lar, anne! veya baba!, şimdi geliyorum, diye hitap eder-
ler. Hatta bazen hiç beklenmedik bir şekilde yatağından
kalkıp giyinip gitmek isterler. Kendini bu dünya işlerin­
den uzak tutan öyle mi~tik kimseler vardır ki, daima
öbür dünyayı düşünür, entüisyon yolu ile ahiret ile te-
mas kurarlar.
Martinius'a göre: Öldükten sonra ruh bedenden ay-
İNSANLARA DİN LAZIM MIDIR7 187

rılır, fakat bir müddet beden ile temas kurar, ceset etra-
fında dolaşır. Ölmekte olan herkes bir rüya görmeye
başlar. Bu rüya, şahsa göre değişir. müminin rüyası baş­
ka, inançsızların ki başkadır. Bu rüya devam ederken,
hudut aşılabilir, öbür dünyaya geçip, tekrar geri dönüle-
bilir. Ölüm anını iyi takip edenler, buna şahit olacaklar-
dır.

Netice olarak diyebiliriz ki: İlmi olarak ispat edil-


memiş olmakla beraber, ahiretin varlığına inandırıcı se-
bepler vardır. Şayet ahiret yoksa, dünyadaki davranışla­
rımızın doğrusu ile yanlışı hiç bir zaman anlaşılamamış
olacaktır ki, bu ilahi adalete aykırı düşer. Sonra ahiretin
varlığı, insanları daha ahlaklı ve adaletli hareket etme-
ye zorlar ki, bu da bizim yararımızadır. Yani dünya ni-
zamı için ahiret lüzumludur ve zaten vardır.

Bu bahsi hülasa edecek olursak salim akıl kainatın


bir yaratıcısı olduğunu kabul eder. Fakat hazan akıl bu
hakikatı kavramakta güçlük çeker. O zaman nakil yolu
ile Allah'ın varlığını öğreniriz. Nakli yol, dinlerin, se-
mavi kitapların, peygamberlerin bize öğrettiklerinden
ibarettir. Bundan dolayı ilahiyat hakkındaki bilgilerimi-
zi din eğitimi sayesinde telafi ve inkişaf ettirmeliyiz.
İslamdininin hak bir kitabı ve hak bir peygamberi
olduğunu yüzlerce ve binlerce ashap, tevatür suretiyle
beyan etmiş ve zamanımıza kadar intikal ettirmişlerdir.
Allah'ı inkar etmek isteyenler, ya kasten vicdanlarına
karşı inat etmektedirler vayahut bu gibilerin fıtri kabili-
yetleri, kötü telkinler altında bozularak dejenere olmuş
ve yahut da bu kimseler salim bir akıl sahibi değillerdir.
İslamiyet akla dayanır. İslamiyet ilim ile mutabakat ha-
lindedir. Bundan dolayı bugünün ve yarının ilmi; İslam
dini esaslarının değişmez kanunlara istinat ettiğini pek
yakında ilan edecektir. Filozoflar ve mütefekkirler, dola-
şık yollardan yürüyerek İslam dininin esaslarında karar
188 ALLAH VARDIR

kılacaklardır.

Yarının dini, aklın, felsefenin ve ilmin arayıp bula-


cağı İsl§.m dini olacaktır. .
189

9
MÜSLÜMANLIK NEDİR?

Madem ki, Allah vardır, madem ki, Kur'ruı-ı Kerim


Allah kelamıdır ve madem ki, Hazreti Muhammed
(S.A.V.}'in peygamber olduğuna inanıyoruz, öyle ise biz
Müslümanız. İnandıksa iman sahibi olduk demektir.
İman, inancın şüphe götürmez bir mertebesidir. Eski
dinler sadece bir kavme gelmişlerdi. Halbuki Müslü-
manlık bütün insanlığa gelmiştir. Müslümanlıkta bütün
dindaşlar kardeştir. Kadın, erkek herkes eşittir. Hiçbir
millet veya ırk diğerine üstün değildir. Musevilerde ve
Hıristiyanlarda olduğu gibi, İslamiyette rahiplik ve rahi-
belik yoktur. Evlenmemek ve saire gibi nefse eziyet yok-
tur. Her insan meşru surette dünya nimetlerinden istifa-
de etmektedir. Herkes hürdür. İslamiyette hürriyet öyle
geniş bir mana taşır ki, peygamber ve din uleması, dini
tebliğ ettikten sonra, o dini kabul edip etmemek husu-
sunda fert tamemen serbesettir. İnsan vicdanı ile haşha­
şa bırakılmıştır. Hiçbir zorlamaya maruz değildir. Bu
dinde cebir ve zorlama yoktur. Halbuki diğer dinler çok
defa kral veya imparatorların zorlamaları ile halka ka-
bul ettirilmiştir. Müslümanların Allah'ı, insanı af etmek
için adeta bahane aramaktadır, yeter ki O'nu tanıyalım
ve O'ndan af dileyelim.
ALLAH VARDIR
190

Kusursuz bir Müslüman olmak için Allah'ın altı


emrine mutlak surutte inanmak lazımdır:
1. Allah'ın varlığına ve birliğine inanmak.
2. Meleklerin varlığına inanmak.
3. Kur'an'ın ve diğer ilahi kitapların Allah kelamı
olduğuna inanmak. ·
4. Hazreti Muhammed'in ve diğer peygamberlerin,
Allah'ın elçisi olduğuna inanmak.
5. Ahiretin varlığına ve öldükten sonra tekrar diri-
leceğimize inanmak.
6. Dünyada iyi veya kötü her ne vukua gelirse, Al-
lah tarafından olduğuna inanmak.
Bunlara iman şartı denir ki Müslümanlığın temeli-
dirler. Birbirine sıkı sıkıya bağlı olan bu altı şartın ifası
zor değildir. Sadece inanmaktan ibarettir. Hiçbir zorlu-
ğu ve külfeti yoktur. Bazıları Müslümanlığın zor oldu-
ğunu söyler, zorluk bunun neresinde?

İman şartlarını kabul ettikten sonra, İslamiyetin


ibadete ilgili olan beş şartı vardır ki, bunları da her Müs-
lümanın yapması farzdır:

1. Kelime-i şahadet getirmek.


2. Namaz kılmak.
3. Oruç tutınak.
4. Zekat vermek.
5. Hac etınek.
Bu beş ibadete de İslamın şartları denir.
Bunların birincisi, Allah'ı ve peygamberi anmaktır
ki, güçlüğü yoktur. Zekat ve Hac farizesinden fakir Müs-
lümanlar muaftır. Zengin Müslümanlar, bir nevi vergi
demek olan zekatı verecek, çünkü zengin malında faki-
rin hakkı vardır. Çünkü içtimai adalet ancak bu· suretle
MÜSLÜMANLIK NEDİR? 191

tahakkuk eder. Zengin Müslüman, sıhhati müsaade


ederse, ömründe bir kere hac yapacaktır. Bunun çeşitli
faydaları vardır. İslamın beş şartı, kul ile Allah arasın­
daki münasebetle ilgilidir. Bunları yapan veya yapma-
yan Allah nazarında makbul veya kötüdür. Allah isterse
af eder, isterse ceza verir. Allah'ın bir kimseyi af etmesi
için o kimsenin Allah'm hoşlandığı bir işi yapması ve
yasak ettiği işleri yapmaması icabeder. Yoksa durup du-
rurken Allah, kimseyi af etmez. Allah'ın ibadete ihtiya-
cı yoktur. İbadetler, insanları kötülüklerden uzaklaştır­
mak, iyi insan yapmak içindir. İbadet, insanların evvela
dünyevi, sonra da uhrevi saadeti için lazımdır.
Dünya nizamı için, insanların cemiyet içinde uy-
maya mecbur oldukları birtakım kanunlar vardır.
Allah da dünya nizamı için birtakım kanun ve ya-
saklar bildirmiştir.
Allah'ın yasak etmiş olduğu işler veya büyük gü-
nahların başlıcaları şunlardır:

1. Allah'a eş koşmak, Allah'a sövmek ve küfretmek.


2. Haksız yere adam öldürmek.
3. Yalan yere yemin etmek ve yalan yere şahitlik et-
mek.
4. Namuslu bir kimseye iftira etmek, nifak ve fesat
çıkarmak.
5. İnsanı sarhoşeden içki ve saireyi kullanmak.
6. Faizcilik yapmak.
7. Zina ve livate yapmak.
8. Hırsızlık, dolandırıcılık ve sahtekarlık yapmak.
9. Yetim malı yemek, kul hakkı yemek ve başkası­
nın hakkına tecavüz etmek.
10. Harpten kaçmak.
11. Anne ve babaya isyan etmek ve onlara bakma-
mak.
12. Kumar oynamak.
ALLAH VARDIR
192

13. Rüşvet almak ve rüşvet vermek.


14. Domuz eti, boğulmuş ve ölü olarak bulunmuş
hayvan eti yemek.
15. Büyü yapmak.
Allah'ın bu yasaklarını birçok devletler de kanunla-
rına almış_ ve yasak etmişlerdir.
Fakat gönül isterdi ki, insanlar bu yasaklara dinin
emri olduğu için uymalı, yoksa kanun korkusu ile değil,
Zira kanunun kaçamak tarafları ve kanunun görmediği
işler vardır. Fakat Allah'ın görmediği hiçbir şey yoktur.
Bir Müslüman, Allah'ın emrettiği bu yasaklara riayet et-
mek suretiyle temiz ve kamil bir insan olmalı, ondan
sonra Allah'ın huzuruna çıkıp ibadet etmeğe hak kazan-
malıdır. Maalesef çok defa bunun aksi yapılmaktadır.

İşte İslamlık
ve Müslümanlık budur. Bunların yapı­
lamıyacak güç tarafı var mıdır? Bunların bir cemiyetin
veya milletin terakkisine inani tarafları var mıdır? Esa-
sen yasak işler için kanun yakamıza yapışmaktadır. Ge-
ride kalan ve ekseriya zengin olsun, fakir olsun, müslim
olsun, gayri müslim olsun tek şikayet mevzuu olan na-
maza gelince, bunun da güçlüğü yoktur. Namaza güçtür
demek, beynamaz özründen başka bir şey değildir.
Namaz çok vakit alırmış? Bir iş sahibi namaza nasıl
vakit bulurmuş?
Rica ederim, herkes her sabah elini yüzünü yıka­
maz mı? Ayağını da yıkayarak dört dakikalık, dört rekat-
lık sabah namazını eda etse çok mu vakit kaybeder? İn­
san sabahları saçını taramaya, kravatını takmaya, kah-
valtı etmeye vakit buluyor da, dört dakikalık namaza mı
vakit bulamıyor? Öğlen namazı memur için de, işçi
içinde paydos saatine raslar. Bu saatte yemek, sigara iç-
mek ve gevezelik etmek için vakit bulunuyor da on da-
kikalık namaz için mi bulunamıyor? Akşam ve yatsı na-
MÜSLÜMANLIK NEDİR7 193

mazları çok defa işin bittiği saatlere rastlar, ki bol bol va-
kit bulmak mümkündür. İnsan isterse yirmi dört saat
içerisinde bir saat ibadete ayırabilir, bu da namaz için
kafi gelir.
Tekrar edelim ki, namaz kulun miracıdır. Namaz kı­
lan bir Müslüman fenalık yapamaz. Namaz kılmamak
için hiçbir mazeret yoktur. Harpte, sulhta, karada, de-
nizde, havada, her yerde namaz kılmak mümkündür.
Tam kılınamıyorsa yarım kılmak vardır, gündüz kılına­
mıyorsa gece kaza etmek vardır. Ayakta kılınamıyorsa
oturarak kılmak vardır, ima ile kılmak vardır: Fakat asla
namaz kılmamak diye bir şey yoktur!
Namaz, oruç ve hac gibi ibadetler, sahibini güzel
huylu ve tam bir Müslüman yapar.
Allah'ın emretmiş olduğu şeylerin
neden emredil-
diğini ve yasak ettiği şeylerin de neden yasak edildiğini
bilmeyenler varsa, bilenlere sorup öğrenebilir. Biz şu
kadarını söyliyelim ki, Allah'ın yap dediği de, yapma
dediği de evvela bu dünya için ve bizim menfaatimiz
içindir.
İnsanlara sadece madde alemi yetmez. Çünkü insan
sadece et ve kemikten yapılmış değildir. Onun bir de
ruh ve iç alemi vardır. Maddi şeyler insanların ruhi ih-
tiyaçlarını karşılayamaz. Fakat din ruhun gıdasıdır. İster
istemez dinin hayat verdiği ilahi havasını koklamak ih-
tiyacındayız. Maddi olan hiçbir şey, insan ruhunun aç-
lığını ve susuzluğunu gideremez. Din insan ihtiraslarını
dizginler, insani hisleri uyandırır, değerli ve kamil bir
insan yapar. tlim ve teknik insana ahlak veremez, çün-
kü, onun konusu başkadır. Fakat din, akla ve kalbe hi-
tap etmek suretiyle insanı iyi ahlak sahibi yapar.
İnsan, yaradılmış olanların en şereflisidir. İnsana
akıl ve irade verilerek hür bırakılmıştır. Binaenaleyh in-
Allah Vardır - F. /3
ALLAH VARDIR
194

san, akıl ve iradesiyle iyiyi kötüden ayırmalı, iyi olanı


yapmalı ve kötüden kaçmalıdır. Hayvanların bile bir
iradesi ve temyiz kuvveti vardır. Mesela, yaşamak için
gıdalarını arar bulurlar, üremek için eş ararlar, nefisleri-
ni korumak için mücadele ederler. Allah hayvanlara bu
kabiliyeti vermiştir. Bitkilerin de tabi olduğu bazı ilahi
kanunlar vardır. Mesela, ilkbahar gelince ağaçlar yaprak
ve çiçek açar, sonbaharda yapraklarını döker. Ertesi se-
neler aynı hal tekerrür eder. Çünkü Allah böyle bir ka-
nun yaratmıştır. Fakat şartlarını da sıralamıştır: havalar
sıcak giderse, yağmur yağarsa, v.s.

Hayvan ve nebatlarda vukua gelen bu hadiseler ba-


zıfarklarla insanlar aleminde de vukua gelir. Şüphesiz
Allah insanlardan bazı vazifeler beklemektedir. Fakat
hangi işin yapılıp yapılmayacağını insan kendisi seçe-
cektir. Bu hususta Allah insanı serbest bırakmıştır. Çün-
kü insanlara, akıl ve irade vermiştir.
Kul ne dilerse, Allah o işi nasip eder. Yani: insan
bir şey murad eder ve onu yapmak ister, iradesini o' yol-
da sarfederse, Allah o insanı o işte muvaffak eder, kolay-
lığını verir. Bunun aksine olarak, insan fena bir yol se-
çer, o yolda yürümek ister, iradesini o işe sarfederse, Al-
lah insanı o işte muvaffak eder, işin netice itibariyle iyi
veya fena olacağına karışmaz. Allah'tan ne dilersen onu
verir. Çünkü insana irade ve akıl vermiştir. Hareketinde
hürdür. İşte kaza ve kaderden bizim anladığımız budur.
Çok yerde münakaşa mevzuu olan bu meseleyi bir misal
ile biraz daha açıklıyalım:
Farz edelim ki, Allah iyilikleri beyaz düğmeye, kö-
tülükleri de siyah düğmeye bağlıyan elektrikli bir tesi-
sat kurmuştur. İnsan hürriyet ve iradesiyle beyaz veya
siyah düğmelerden herhangi birine basmakta özgürdür.
Bu düğmelerden birine bastıktan sonra vukua gelecek
hadise, Allah'ın küllf irade ve kudretiyle otomatik ola-
MÜSLÜMANLIK NEDİR? 195

rak cerayan eder. Çünkü Allah tesisatı o şekilde kur-


muştur. Beyaz düğmeye basınca neler olacağını, siyah
düğmeye basınca hangi h§.disenin vukua geleceğini, vu-
kuundan evvel bilmektedir. Allah'ın onu ilmiyle bilme-
si, kulun beyaz veya siyah düğmeye basması hususunda
bir tesir husule getirmez. Bu sebeple insan, kaderim
böyle imiş, ne yapayım dememeli. İnsanın kaderi elin-
dedir. İnsan kaderini kendisi t§.yin eder. İsterse beyaz
düğmeye, isterse siyah düğmeye basmakta iradesini kul-
lanmalıdır.

Şurasını da işaret
edelim ki, kader başka, alın yazı­
sı başka şey değildir. Alın yazısı daha evvel de işaret et-
miş olduğumuz şekilde kromozomların genlerinde mev-
cut olan ve verasetle intik§.1 eden ilmi bir keyfiyettir.
Orada doğacak çocuğun kız mı oğlan mı? Akıllı mı, akıl­
sız mı, kusurlu mu, kusursuz mu, büyüdüğü zaman ne
gibi hastalıklar geçireceği, güzel san'atlara yeteneği olup
olmayacağı vs. hepsi yazılıdır. İşte alın yazısı budur. Al-
lah bu tesisatı da ilmiyle kurmuştur. Neticeyi daha ev-
vel bilmektedir. Fakat iyi bir alın yazısı yine bir derece-
ye kadar insanların elindedir. Çünkü bu iş evlenirken
başlar. Evlenirken, kız ve erkek seçerken, sadece gözü-
ne, başına veya kesesine bakmamalı, daha evvel ailesi-
ne, dindarlığına ecdadına bakmalı ve ona göre bir eş
seçmelidir. Yakın akraba arasında evlenmeler, bundan
dolayı dinen yasaktır. Sakatlar, aklen malul olanlar,
sar'alılar neslin bozulmaması için evlenmemelidir. Şa­
yet evlenir ise çocuk yapmamalıdır. Bu hususlara dikkat
edilecek olursa doğacak çocuk iyi bir alın yazısı ile doğ­
muş olur.

Özetle, din insanlara güzel ahlak ve dünya nizamı


öğreten içtimai bir müessesedir. Ahlak dini müeyyidele-
re dayanır. Vicdan da, dini bir temele dayanan ahlak ve
şuurun heyeti mecmuasıdır.
196 ALLAH VARDIR

Müslümanlık nedir? diye sorulsa Allah'a inanmak-


tır veya güzel ahldktır,
diye cevap verebiliriz.
197

MÜSLÜMANLIĞIN DÜNYAYA YAYILIŞI o

Hazreti Muhammed, Peygamber olmadan evvel her


sene, Ramazan ayında Hira dağına çıkar, ibadet ederdi.
Miladın 610 senesine rastlayan Ramazanın Kadir gecesi
ibadet ederken bir melek, oku (Ikra), diy~ başlayan Alak
suresinin ilk 5 ayetini getirdi. Kendisinin Cebrail oldu-
ğunu ve Muhammed'in de Allah'ın Resulu olduğunu
bildirdi. Böylece Hazreti Muhammed (S.A.V.)'e 40 ya-
şında peygamberlik geldi. Müslümanlığı ilk kabul eden,
zevcesi Hazreti Hatice'dir. Sonra Hazreti Ali, Zeyt, Haz-
reti Ebubekir, Müslüman olmuşlardı. Bunları da, Hazre-
ti Osman, Avf oğlu Abdurrahman, Saad, Zubeyr, Talha,
Ubeyde, Hahhah, Said ve Zevcesi Fatına, Ebu Salame,
Arkam, Maaz oğlu Osman, Kuddame ve kardeşi Abdul-
lah, Mesut oğlu Abdullah, Bilal Habeşi, Şuhayb, Am-
mar, annesi Sumayya, Cağfer, Hazreti Osman'ın zevcesi
Rukıyye ve daha sonra da Hamza, Hazreti Ömer, Fatma
İslamiyeti kabul ettiler. Peygamberimize üç sene vahiy
gelmedi ve Müslümanlık da üç sene gizli kaldı.
Bu müddet zarfında Müslümanlar gizli ibadet eder-
di. Üç sene bir aradan sonra Hz. Muhammed, evinde is-
tirahat etiği bir sırada ikinci vahiy olan El Müddesir su-
resinin ilk üç ayeti nazil oldu: (Ey bürünüp sarınan Ha-
bibim, kalk insanları irşad et, kafirleri azap ile korkut,
rabbini büyük tanı) emri gelmişti. Üçüncü olarak El Mü-
zemmil suresinin ilk beş ayeti geldi. Dördüncü vahiy,
Nur suresinin ilk 16 ayetidir. Beşinci Fatiha Süresi, al-
tıncı Hicr Suresinin 94. ayeti, sekizinci Tebbet, doku-
zuncu Enbiya suresinin 98. ayetidir. Diğer sure ve ayet-
ler de bunları takip etmiştir. Kur'an'ın manasını la.yıkı
veçhile anlayabilmek için, sure ve ayetlerin iniş sebep-
lerini, zaman ve mekanlarını ve peygamberimizin haya-
tını çok iyi bilmek gerekir.
ALLAH VARDIR
198

Peygamberimize dini tebliğ et diye vahiy gelince,


Mekkelileri çağırdı ve Müslümanlığı açıkladı. Bundan
sonra Müslümanlar açıkça Kur'an okumaya ve ibadet et-
meğe başladı. Müslümanların sayısı da kırk kişi olmuş­
tu. Kureyşliler Müslümanlığın yayılmasına engel olmak
için onlara eziyet etmeğe başladılar. Bu yüzden ve aynı
zamanda Müslümanlığı yaymak gayesi ile peygamberli-
ğin beşinci ve altıncı senelerinde Habeşistan'a iki mu-
hacerat yapıldı. tık gidenler, onbir erkek ve dört kadın
olmak üzere onbeş kişi idi.
Peygamberimiz her sene hac mevsiminde Mekke
dışına çıkar,gelen kabileleri Hak dine davet ederdi.
Peygamberliğinin onuncu senesinde Akabe'de altı Me-
dineli Müslüman oldu. Peygamberliğin on birinci sene-
sinde yine Akabe'de 73 erkek ve 2 kadından ibaret bir
kafile Müslümanlığı kabul etti. Bunlar Müslümanlığın
Medine'de yayılmasına çalıştı.
Kureyşliler, baskılarını arttırınca
ve peygamberi, öl-
dürmek kararı alınca, Medinelilerin de daveti üzerine,
peygamberliğin on ikinci senesinde Hicret etmeğe karar
verildi. Hazreti Muhammet (S.A.V.) hicret etmeden ev-
vel, Müslümanların hemen hepsi birer ikişer Mekke'den
Medine'ye gitmişlerdi. Mekke'de yalnız Hazreti Mu-
hammed (S.A.V.), Hazreti Ebu Bekir, Hazreti Ali ve bun-
lara ilave olarak pek az Müslüman kalmıştı. Müşrikler,
peygamberimizi öldürmcğe karar verdikleri gece, pey-
gamberimiz, evine Hazreti Ali'yi bıraktı. Zevcesi
Hazreti Hatice iki sene önce vefat ettiği için kendisi,
Hazreti Ebu Bekir ile birlikte Medine yolunu tuttu. Haz-
reti Ali, üç gün sonra yolda peygamberimize kavuştu.
Hazreti Muhammed, Hazreti İsa'nın doğumundan tam
622 sene sonra Temmuz ayının bir Cuma günü mubarek
ayağı ile Medine toprağına bastı.

Medine'ye girmeden evvel Ranuna denen yerde,


MÜSLÜMANLIĞIN DÜNYAYA YAYILIŞI 199

öğle namazlarına hazırlanırken vahiy gelerek Cuma


namazı farz kılındı. Yanındakilere öğle namazı yerine
"Cuma Namazı" kılacaklarını söyledi. Böylece ilk Cuma
namazını kıldırdı ve ilk "Hutbe"yi okudu:

Hutbede Cuma namazının farz oluşu hakkındaki


ayeti okudu:
"Ey müminler, Cuma günü namaza çağrıldığınız
zaman, hemen Allah 'ın zikrine koşun, alış verişi terk
edin. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır."
Ve devamla Peygamberimiz şu mealde bir hutbe
okµdu:
"Ey insanlar, sağ iken ahiretiniz için hazırlık yapın.
Kat'i olarak bilmiş olun ki, kıyamet gününde herkes sor-
guya çekilecektir.
Tanrı
bizzat: Sana, elçim gelip emirlerimi bildirdi
mi? Sana mal verdim, rızık verdim, sıhhat verdim, ahi-
ret için hangi hazırlık ile geldin? diye soracak. Kul sağı­
na soluna bakacak, fakat kendisine hiçbir yardımcı bu-
lamıyacak. Önüne bakınca cehennemi görecek. Bina-
enaleyh, herkes bir iyilik yaparak kendisini cehennem-
den kurtarmaya çalışsın. Şayet onu yapamıyorsa, Keli-
me-i Şahadet getirerek kendisini kurtarsın. Çünkü bu
söze, on misİinden yedi yüz misline kadar sevap veri-
lir... "
Mekke'den Medine'ye hicret eden Müslümanların
yekunu yüz elli kadar idi. Seksen bir Medine'li de bir
sene evvel Akabe'de Müslümanlığı kabul etmişti. Mek-
ke civarından Müslümanlığı kabul edenler ile Habeşis­
tan'a gidenleri de hesaba katacak olursak, Hicrete kadar
geçen on üç sene zarfında Müslümanların toplamı 300
kadar idi.
Hazreti Muhammed (S.A.V.) Medine'ye varınca, ilk
işi bir mescit yapmak oldu. Mescide, Peygambere ev
ALLAH VARDIR
200

vazifesi görecek bir de oda ilave edildi. Mescit ikmal


edilince, ilk ezan, burada güzel sesli Bilal-i Habeşi tara-
fından okundu.

Namaz ilk farz olan bir ibadet olup, Hicretten bir


sene evvel Miraçta emredilmişti. Hicretin birinci sene-
sinde Kıble, Kudüs'ten Kabe'ye çevrildi, aynı sene, Ra-
mazan ayında da oruç ve zekat farz kılındı. Hicretin
üçüncü senesinde, Kurban kesmek ve bayram namazı
kılmak vacib oldu. Hicretin ikinci yılından altıncı yılı­
na kadar, Peygamberimizin büyük muharebeleri vuku
bulmuştur. Bu savaşlar münasebetiyle hem zenginleş­
mişler ve hem de Müslümanlığı yaymışlardır. Hicretin
yedinci senesinde; peygamberimiz, ashabı ile birlikte
Mekke'ye gidip umre niyeti ile Kabe'yi ziyaret etmişler­
dir. Üç gün kaldıktan sonra, tekrar Medine'ye dönmüş­
lerdir.
Hicretin birinci senesinde Müslümanların yekunu
1500 kişiyi buldu. Peygamberimizin ilk savaşı, Bedir
Gazasıdır. Bu harbe 350 Müslüman iştirak etmişti. yol-
da giderken, oruç farz oldu ve farz namazları da ikişer
rekat kıldılar. Hicretin üçüncü senesinde vukua gelen
Uhud Gazasına 700 Müslüman iştirak etmişti.
İçki ve kumar, hicretin beşinci yılında yasak edildi-
ler.
Hicretin sekizinci senesinde, Mekke fethedildi. On
iki bin kişilik bir ordu ile, kan dökmeden Mekke'ye gi-
rildi. Mekke'nin fethi, 11 Ocak 630 tarihine rastlar. Haz-
reti Muhammed (S.A.V.) deve üstünde olduğu halde Ka-
be'yi tavaf etmiş ve ellerini Haceri Esved'e sürmüşler­
dir. Bu sırada, Kabe'nin içindeki putları işaret ederek kı­
rılmalarını emretmişlerdir. Arap kabilelerinin her birine
ait 360 put ile birlikte, kendilerine büyük kudsiyet atfe-
dilen Hübel, Lat, Menat, Uzza gibi büyük putlar da, on-
lardan medet umanların gözleri önünde parçalandı. Bu-
MÜSLÜMANLIĞIN DÜNYAYA YAYILIŞI 201

nun üzerine, Peygamberimiz; "Hak geldi, batıl yok ol-


du," dediler. Hazreti Bilal'e Kabe'nin damına çıkıp
Müslümanları namaza davet etmesini söylediler. Haz-
reti Bilal, çok güzel ve gür sesiyle, "Allahü Ekber, Alla-
hü Ekber," diye başlı yan Ezanı Muhammediyi okumak
suretiyle bütün Mekke'lilerin kalbini fethetti.
Hicretin dokuzuncu senesinde otuz bin kişilik bir
ordu, Şam yakınlarına kadar geldi. Bu sefer sırasında,
bir çok kabileler Müslüman oldu. Hicretin onuncu sene-
sinde, Hac yapmak farz oldu ve Hazreti ebu Bekir ve
Hazreti Osman riyasetinde 300 kişilik bir kafile Hac
yapmak için Mekke'ye gitti. Müşriklerin Kabe sınırın­
dan içeri giremiyecekleri halka ilan edildi.
Arabistan'ın büyük bir kısmı Müslümanlığı kabul
ettikten sonra, Hicret'in altıncı yılında, Hazreti Muham-
med (S.A.V.) zamanın devlet reislerine mektuplar yaza-
rak onları Hak dine davet etti. Bunlar meyanında Habeş
Hükümdarı Asham, Mısır Hükümdarı Mukavvis, İran
Şahı Hüsrev Perviz, Yemen Emiri Havz, Şam Meliki Ha-
ris, Şarki Roma İmparatoru Hirak vardı. Mektupları, bi-
rer elçi ile göndermiştir. Mektup alan hükümdarların
bir kısmı Müslümanlığı kabul etmiş, kabul etmeyenler
de, bu davete memnun kaldıklarını bildirerek Peygam-
bere hediyeler göndermişlerdir.
Hazreti Muhammed (S.A.V.) kendinden evvel gelen
hiçbir peygambere nasip olmayan bir şekilde ve olduk-
ça kısa bir zamanda tebliğ ettiği dinin geliştiğini ve etra-
fa yayıldığını görmüştür. Peygamberliğinin son senesin-
de, farz olan Hac'ı eda etmek üzere 40 bin kişi ile Mek-
ke'ye gitmiş ve orada etraftan gelen Müslümanlarla bir-
likte 120.000'den fazla Hacı'ya veda hutbesini irad bu-
yurmuşlardır. O zaman, bütün Müslümanların mevcu-
du bir milyon civarında idi. Veda Haccı, o sene, Mart
ayının ortalarına rastladığı için, gece ve gündüz müsavi
ALLAH VARDIR
202

idi. Gün de, Cuma'ya rastlamıştı. Peygamberimiz, Mek-


ke'ye yaklaşınca ihram'a büründü. Kabe'yi gördüğü za-
man; "Lebbeyk - Allahümme Lebbeyk" yani, "davetini
duydum, emrine geldim Allah'ım", demeye başlayınca
40 bin kişilik maiyeti de aynı sözleri tekrar ediyordu.
Bu muazzam ve lahuti ses Mekke tepelerinde aksi seda
yaptıktan sonra semaya yükseliyordu. Hz. Muhammed,
arife günü Arafat vadisinde deve üstünde olduğu halde,
"veda hutbesi" namıyle maruf olan büyük nutuklarını
irad buyurdular. Herkesin duyması için sözlerini tek tek
söylüyor ve gür sesli kimseler tarafından tekrarlanıyor­
du. Nutuk geç bitmiş ve vakit gecikmişti. Öğle ve ikindi
namazları arka arkaya kılındı. Akşama doğru Peygambe-
rimize Maide süresinin üçüncü ayeti nazil oldu:
"Bugün dininizi ikmal ettim, üzerinizdeki nimetle-
rimi tamamladım ve size din olarak Müslümanlığı verip
hoşnud oldum ... "

Ertesi gün, yani bayramın birinci günü, sabah na-


mazından sonra Mina'ya varıldı. Burada da Peygambe-
rimize, Kur'an-ı Kerim'in en son ayeti olan, Bakara su-
resinin 281. ayeti geldi:
"Allah'ınhuzuruna varacağınız günün dehşetin­
den sakının, o gün herkese kazandığı tamamen verile-
cek, hiç kimseye haksızlık edilmiyecektir... " diye emro-
lundu. Aynı gün tekbir getirilerek Kabe tavaf edildi.
Veda hutbesi, kısaca şu mealde idi:
"Ey müminler, sözlerimi iyi dinleyiniz ve iyi sakla-
yınız. Size bir emanet bırakıyorum ki, siz ona sıkı sıkı­
ya sarıldıkça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emanet Al-
lah kitabı olan Kur'ô.n'dır. Ey insanlar, Allah'ın kitabın­
da yapacağınız ve yapmayacağınız işler aşikar olarak
beyan olunmuştur. Allah'ın kitabı ile amel ediniz ve
O'nun kıssalarından ibret alınız. Kadınlarınıza zulum
MÜSLÜMANLIĞIN DÜNYAYA YAYILIŞI 203

etmeyiniz. Sizin zevceleriniz üzerinde haklarınız oldu-


ğu gibi onların da sizin üzerinizde hakları vardır. Onlar,
sizin haklarınıza riayet etmeli, siz de onlara iyi muame-
le etmelisiniz. Aile efradınıza ilmi edep öğretiniz.
Ey Müminler, Hukukullahı muhafaza eden Emirle-
rinize itaat ediniz. Zira, onlara itaat eden bana itaat et-
miş olur. Bana itaat eden de Allah 'a itaat etmiş olur.
Hukukullahı ayaklar altına almadıkça onlara kıyam et-
meyiniz. Ülemanızı çok seviniz. Tembel olmayınız. Düş­
manlarınız ile mücadele ediniz. istiklalinizi muhafaza
ediniz. Esaretten kurtulmaya çalışınız. Namusunuzu
muhafaza ediniz. Camilerinizi imar ediniz. Namazınızı
kılın, orucunuzu tutun, zekatınızı verin, kudreti olan
haccını eda etsin.

Ashabım, faiz'in her türlüsü kaldırılmıştır. Cahili-


yet devrinde güdülen kan davaları da kaldırılmıştır.
Ey Müminle;, Müslüman, Müslümanın kardeşidir.
Din kardeşlerinize ait herhangi bir hakka el uzatmak si-
ze helal değildir. Meğer ki, rızası ve gönül hoşluğu ile
kendisi vermiş olsun. Siyahın beyaza ve beyazın siyaha,
Arap olanın olmıyana bir üstünlüğü yoktur. Sizin en üs-
tün olanınız, en ziyade Tanrı'dan çekinenizdir. Size, bir
emanet bırakıyorum, onu muhafaza ederseniz, kıyame­
te kadar zarar görmezsiniz. Bu emanet Allah kelamı
olan Kur'an'dır.
Ashabım; nefsinize kıymayınız, nefsinizin de sizin
üzerinizde hakkı vardır. Birbirinizin arkasından fena
söz söylemeyiniz. Kibirli olmayınız. Her kim, iyi bir iş iş­
lerse, faidesi kendinedir ve her kim fena bir iş yaparsa,
zararı kendinedir. Allah, kullarına zulmetmekten mü-
nezzihtir.
Ey müminler, tebliğ ettim mi?"
Diye sormuş, hazır olanlar da hep bir ağızdan, evet
ALLAH VARDIR
204

ya Resulullah demişlerdir.

Hazreti Muhammed (S.A.V.), 8 Haziran 632'de vefat


ettiği zaman, İslamiyet, bütün Arabistan yarımadasına
yayılmış bir halde idi. O zamanın haberleşme güçlüğü
göz önüne getirilecek olursa, İslamiyetin bu yayılışı, da-
ha ehemmiyetli bir mana ifade eder.
Hazreti Ömer zamanında; Suriye, Filistin, Irak, Mı­
sır,Libya Müslümanlığı kabul etti. Hazreti Osman za-
manında, Müslümanlık Doğu Türkistan ve Horasan ta-
rafına yayıldı. Emevi (660-750) ve Abbasi (750-1259)
devletleri zamanında, İslamiyet Kuzey Afrika'ya ve İs­
panya'ya, diğer taraftan da Türkistan ve Pakistan'a ya-
yıldı.

Dört Halife devrinde ve Emeviler zamanında İsla­


miyet, Türkistan'a ve bütün Orta Asya'ya yayılmıştı.
Gazneliler devleti reisi Gazneli Mahmut zamanında İs­
lamiyet Hindistan'a ve Çin'e girdi. Hindistan'da müte-
addit İslam devletleri kuruldu. Selçuklu İmparatorluğu
devrinde de İslamiyet, Hindistan'dan Anadolu'ya ve Ye-
men'den Endülüs'e kadar geniş bir sahaya yayılmıştı.
Hindli ve Çinli Müslümanlar, Endonezya ile yap-
tıkları
ticari temaslar neticesinde Müslümanlığı Endo-
nezya'ya götürdüler.
Moğol İslam devletinin yıkılması üzerine 1857'de
İngilizler, Hindistan'a, Hollandalılar da Endonezya'ya
yerleştiler. Yerli halka göz açtırmadılar. Ne kadar kıy­
metli maden ve mahsul varsa hepsini Avrupa'ya naklet-
tiler. Nihayat İkinci Cihan Harbi'nin ve Amerika'nın ge-
tirdiği hürriyet ve demokrasi havası neticesinde
1947'de Pakistan ve Hindistan, 1949'da Endonezya bi-
rer müstakil devlet oldular.
İslamiyetin Balkanlara ve Avrupa'ya yayılmasını
Osmanlılar temin etmiştir. 1683'de biten II. Viyana mu-
MÜSLÜMANLIĞIN DÜNYAYA YAYILIŞI 205

hasarasına kadar Osmanlı İmparatorluğu Balkanlara,


Yunanistan, Bulgaristan, Romanya, Macaristan ve Tuna
boylarına gitmiş, İslamiyeti de beraber götürmüştü. İsla­
mi adaleti gören Avrupalı seve seve Müslüman olmuş­
tu.
Afrika kıt'asının Müslüman oluşu oldukça eskidir.
Bu iş Mekke'li Müslümanların Habeşistan'a göç etmele-
ri ile başlar. Emeviler zamanında da Müslümanlık Mı­
sır, Libya, Tunus, Cezayir, Fas ve İspanya'ya yayılmıştı.
Zamanla İslamiyet Afrika içerlerine doğru yayılmaya
başladı. Fakat Müslüman misyonerlerinin, okuyup yaz-
maları yoktu. XV. asırdan itibaren Avrupalılar, Afrika'yı
tam bir sömürge haline soktular. Bir taraftan yerli halka
zulüm ettiler, diğer taraftan Hıristiyanlık aşıladılar. Çok
paralar sarfettiler. Fakat, Afrika'yı Hıristiyan yapamadı­
lar. İslamiyet kendi kendine günden güne genişledi. Bu-
gün Afrika nüfusunun büyük çoğunluğu Müslümandır.
Yine II. Cihan Harbi'nin sonunda başlayan ve Amerika-
lılar tarafından desteklenen Hürriyet ve Demokrasi mü-
cadelesi neticesinde, Afrika'da 26 müstakil İslam devle-
ti kurulmuştur. Artık İslam dünyası gözünü açmış, uy-
kudan uyanmıştır. Şimdi Türkiye'de olduğu gibi dünya-
nın her tarafındaki Müslümanlar, büyük bir kalkınma
hamlesine girişmişlerdir.
Ortaçağda; Avrupa ve hatta bütün dünya insanları,
medeniyetten uzak, ahlak dışı bir hayat yaşarlarken,
Mekke'de doğan İslamiyet sayesinde, Atlas Denizi'nden
Anadolu'ya, Akdeniz'den Hindistan'a kadar uzanan ge-
niş bir sahada yaşayan insanlar, Kur'an nuru ile aydın­
lanmış, hak, adalet, eşitlik ve hürriyet içinde yaşamış­
lardır. İslamiyeti harfiyen tatbik eden devletlerden;
Emevi Devleti, Abbasi Devleti, Endülüs Devleti, Selçuk-
lu İmparatorluğu, Altınordu Devleti, Gazneliler Devleti,
Timur İmparatorluğu, Babürşah Devleti, Osmanlı İmpa­
ratorluğu gibi devletler, bin seneden fazla bir müddet,
ALLAH VARDIR
206

bütün dünya devletlerine örnek olmuşlardır. Saymış ol-


duğumuz bu İslam devletlerinde, ilim, ahlak, güzel
san'atlar ve medeniyet son derece ileri gitmiştir. İspan­
yollar, Endülüs devletini imha ederken, san'at eserleri
ile birlikte iki buçuk milyon da kitap yakmışlardır. Hü-
lagü, Bağdad'ı iaptettiği zaman, bir buçuk milyon kita-
bı yakmış ve nehire attırmıştır. Bu muazzam kitaplıklar,
İslam medeniyetinin bir neticesi idi.

Vakta ki Müslüman devletler, İslamiyetten uzaklaş­


maya başladılar, İslami emirleri tatbik etmediler, o vakit
ilim, ahlak, san'at, teknik ve hatta siyaset alanında ya-
vaş yavaş gerilemeğe başladılar. Böylece VII. asırdan
XVII. asra kadar dünya yüzünde parlayan İslamiyet ve
İslam devletleri, üç yüz seneden beri gerilemişlerdir.

Dünya üzerinde Müslümanların çoğu Asya, Afrika


ve Avrupa Kıtalarında yaşar. Amerika ve Avustralya'da
sayıları azdır. Müslümanlıkta misyoner teşkilatı olma-
dığından bu iki uzak kıt'aya yayılamamıştır. Oralarda
yaşayan halka, bu din anlatılamamıştır. Yalnız son sene-
lerde Amerika'da Müslümanlık büyük bir ilerleme kay-
detmektedir. Müslümanlığın tarih boyunca yayılmasın­
da, Türklerin rolü çok büyük olmuştur. Türkler İslami­
yeti Doğu'da Türkistan, Pakistan ve Endonezya'ya yay-
dığı gibi, İstanbul'un fethinden sonra da Batı'ya ve Av-
rupa'ya yaymışlardır.
207

MÜSLÜMAN DEVLETLER

1914'de Birinci Cihan Harbi başladığı zaman


Amerika kıt'ası hariç bağımsız devletlerin toplamı yirmi
üç idi. 1. ve II. Cihan Harplerinden sonra yeni yeni dev-
letler teşekkül etmek suretiyle, bugün, yeryüzünde, ba-
ğımsız devletlerin sayısı 180'i aşmıştır. Çoğu ada olan
20 kadar küçük devlet halen büyük devletlerin idaresi
(sömürge) altındadır.
1914'de Birinci Dünya Savaşı başladığı zaman,
yeryüzünde, Osmanlı İmparatorluğu'ndan başka
bağımsız Müslüman devlet mevcut değildi. Birinci
Dünya Savaşı sonunda, Osmanlı İmparatorluğu'nun
parçalanması üzerine, Mısır, Suudi Arabistan, Yemen,
Irak, Suriye, Ürdün, Lübnan gibi Müslümün devletler
teşekkül etti.

Aşağıdaki tabloda görüleceği gibi 20. yüzyılın


sonunda yeryüzünde nüfusun tamamına yakını veya
büyük çoğunluğu Müslümün olan 50 kadar devlet
vardır.

NÜFUSUNUN TAMAMI VEYA BÜYÜK ÇOĞUNLUĞU


MÜSLÜMAN OLAN DEVLETLER
Devlet Adı Nüfusu Müslüman Bağımsızlık Sömürge
Nüfus% Kuruluş Trh.

TÜRKİYE 67 000 000 99 29.10.1923


PAKİSTAN 141 000 000 97 14.08.1947 İngiltere

BENGLADEŞ 130 000 000 88 16.12.1971 Pakistan


ENDONEZYA 225 000 000 88 17.08.1957 Hollanda
MALEZYA 21 800 000 60 31.08.1957 İngiltere
ALLAH VARDIR
208

1RAN 66 000 000 99 25.04.1926


IRAK 22 500 000 97 03.10.1932 (*)

SURİYE 16 300 000 90 17.04.1946 (**)


AFGANİSTAN 26 000 000 99 19.08.1919 İngiltere

AZERBAYCAN 7 800 000 94 30.08.1991 Sovyetler


TÜRKMENİSTAN 4 500 000 90 27.10.1991 Sovyetler
ÖZBEKİSTAN 24 700 000 88 31.08.1991 Sovyetler
TACİKİSTAN 6 400 000 87 09.09.1991 Sovyetler
KIRGIZİSTAN 4 700 000 75 31.08.1991 Sovyetler
S. ARABİSTAN 20 000 000 100 18.09.1932
ÜRDÜN 5 000 000 96 25.05.1946 (*)
LÜBNA 3 500 000 70 22.11.1943 (**)
K. KIBRIS 150 000 95 15.11.1983
B. ARAP EMİR. 2 000 000 96 02.12.1971 İngiltere

KATAR 750 000 95 03.09.1971 İngiltere

KUVEYT 1 000 000 90 19.06.1961 İngiltere


BAHREYN 600 000 100 15.08.1971 1İngiltere
UMMAN 2 000 000 85 1650 Portekiz
YEMEN 17 500 000 100 22.05.1990 (** *)
FİLİSTİN 3 000 000 90 (****)
ARNAVUTLUK 3 500 000 70 28.11.1912 Osmanlı

MISIR 68 400 000 94 28.02.1922 İngiltere


LİBYA 5 000 000 98 24.12.1951 İtalya
TUNUS 9 500 000 99 20.03.1956 Fransa
CEZAYİR 31 200 000 99 05.07.1962 Fransa
FAS 30 100 000 99 02.03.1956 Fransa
MORİTANYA 2 700 000 100 28.11.1960 Fransa
209

SENEGAL 10 000 000 92 04.04.1960 Fransa


GAMBİYA 1400000 90 18.02.1965 İngiltere

GİNE 7 500 000 85 02.10.1958 Fransa


SiERRA LEONE 5 200 000 65 27.04.1961 İngiltere
FİLDİŞİ KIYISI 16 000 000 60 07.08.1960 Fransa
BURKINAFASO 12 000 000 50 05.08.1960 Fransa
MALİ 10 700 000 90 22.09.1960 Fransa
NİJER 10 000 000 90 03.08.1960 Fransa
NİJERYA 123 500 000 50 01.10.1960 İngiltere

ÇAD 8 500 000 50 11.08.1960 Fransa


SUDAN 35 000 000 75 01.01.1956 Mısır+lng.
SOMALİ 7 200 000 100 01.07.1960 tng. +İtalya
CİBUTİ 450 000 95 27.06.1977 Fransa
MALDİVLER 300 000 100 26.07.1975 İngiltere
KOMORLAR 580 000 99 06.07.1975 Fransa
MAYOTTE 155 000 97 Sömürie Fransa
BRUNEİ 350 000 67 01.01.1984 İngiltere

(*) 1. Dünya Savaşı sonunda paylaşılan Osmanlı topraklarında


kurulan ingiliz mandasından.
(**) 1. Dünya Savaşı sonunda paylaşılan Osmanlı topraklarında
kurulan Fransız mandasından.

(***) 1918'de Osmanlı'dan bağımsızlık kazanan Kuzey Yemen ile


1967 yılında lngiltere'den bağımsızlık kazanan Güney Yemen
1990'da tek devlette birleştiler.
(****) Halen İsrail işgali altındaki Batı Şeria ve Gazze toprakları.

Allah Vardır - F. 14
ALLAH VARDIR
210

MÜSLÜMANLARIN AZINLIKTA OLDUĞU DEVLETLER

BOSNA-HERSEK 4 000 000 45 15.04.1992 Yuga;lavya


MAKEDONYA 2 000 000 30 17.09.1991 Yuga;lavya
SIRBJS.-KARADAĞ 10 000 000 19 17.09.1991 Yuga;lavya
BULGARİSTAN 7 800 000 13 03.03.1878 Osmanlı

ETiYOPYA 64 000 000 45 M.Ö. 100 (*)

ERITRE 4 000 000 40 24.05.1993 Etiyopya


GİNE-BISSAU 1 300 000 45 24.09.1973 Portekiz
GANA 19 500 000 30 06.03.1957 İngiltere

TANZANYA 35 300 000 40 26.04.1964 İngiltere

ZAMBİYA 9 500 000 35 24.10.1964 İngilter

LİBERYA 3 100 000 20 26.07.1847 (* *)


KAMERUN 15 500 000 20 01.01.1960 Fransa
ORTA AFRİKA C. 3 500 000 15 13.08.1960 Fransa
MOZAMBİK 1 9 000 000 20 25.05.1975 Portekiz
MALAVİ 10 400 000 20 06.07.1964 İngiltere

UGANDA 23 300 000 16 09.10.1962 İngiltere

BURUNDİ 6 000 000 10 01.07.1962 Belçika


TOGO 5 000 000 15 27.04.1960 Fransa
BENİN 6 400 000 15 01.08.1960 Fransa
IH.D<RATKCNGO 52 000 000 10 30.06.1960 Belçika
KONGO CUMHU. 2 800 000 3 15.08.1960 Fransa
RUANDA 7 200 000 5 01.07.1962 Belçika
KENYA 30 000 000 7 12.12.1963 İngiltere

NAMİBYA 1 800 000 3 21.03.1960 G. Afrika


MADAGASKAR 15 500 000 7 28.08.1960 Fransa
MÜSLÜMAN DEVLETLER 211

MAURiTUS 1200000 17 12.03.1963 İngiltere


HiNDiSTAN 1 000 000 000 12 15.08.1947 İngiltere

SRiLANKA 19 250 000 8 04.02.1948 İngiltere

NEPAL 24 700 000 3 1768


ÇİN 1250000 000 3 M.Ö. 221
MOĞOLİSTAN 27 000 000 4 12.03.1921 Çin
SiNGAPUR 4 000 000 18 09.08.1965 Malezya
FiLIPiNLER 81 000 000 5 04.07.1946 A.B.D.
TAYLAND 61 200 000 4 1238
BİRMANYA 41 800 000 5 04.01.1948 İngiltere

FİJİ 850 000 8 10.10.1970 İngiltere

iSRAEL 5 800 000 10 14.05.1948


İNGİLTERE 60 000 000 1.5 1042
FRANSA 59 000 000 2 486
ALMANYA 83 000 000 2 1871
YUNANİSTAN 10 600 000 1.5 14.09.1829
A.B.D. 275 000 000 1 04.07.1776

Ayrıca bugün Rusya Federasyonu'na bağlı; Abhaz-


ya, Astrahan, Altay, Çeçenistan, Karaçay-Çerkezya, Da-
ğıstan, İnguş, Kalmukya, Kazan, Kurgan ve Tataristan
özerk bölgelerinde yaşayan Türk ve Müslümanlar var-
dır.

(*) Eski adı Habeşistan olan Etiyopya dünyanın en eski devlet-


lerinden biridir ve tarihinde hiçbir zaman sömürge olmamıştır.
(**) Amerika'da azad edilen köleler, atalarının doğdukları
topraklara geri dönerek yerel kabilelerden satın aldıkları topraklar
üzerinde 150 yıl önce Afrika'nın ilk bağımsız cumhuriyetini kurdular.
ALLAH VARDIR
212

Yeryüzündeki Müslümanlar; birçok bakımdan geri


kalmışlardır. Gerek müstakil İslam devletlerinin ve ge-
rekse esaret altında yaşayan Müslümanların her bakım­
dan geri kalmaları, İslam dininin bir neticesi midir?
Derhal şunu belirtmek isterim ki, Afrika, Ortadoğu
ve Asya'nın birçok memleketleri, ister esaret altında ol-
sun, ister olmasın, ister Müslüman, isterse başka birdi•
ne mensup bulunsun, buralarda yaşayan insanların her
bakımdan geri kaldıkları bir hakikattir. Bu geri kalmışlı­
ğın birinci sebebi, siyasi baskı altında olmaları, ikincisi;
iktisaden sömürülmeleridir. Üçüncüsü de; cehaletin,
batıl itikat ve hurafelerin tesiri altında bulunmalarıdır.
Nihayet bunlara iklim şartları gibi bazı faktörleri de ila-
ve edebiliriz. Yoksa hangi din olursa olsun, geri kalmış­
lığın sebebi olamaz. Hele İslamiyet, hiç olamaz. Çünkü
İslam dininin, milletlerin hayatında baş tacı edildiği de-
virlerde. o milletleri manen ve maddeten yükselttiği,
büyük imparatorluklar ve medeniyetler kurdukları bir
gerçektir.
Hind, Çin ve bir kısım Asya, Afrika devletleri Müs-
lüman değildir. Fakat geri kalmışlardır. Binaenaleyh,
Müslümanlık gerilik sebebi değil, bilakis ilerleme ve
medeniyet amilidir. Çünkü, İslam dini olmasaydı pek
çok insan, el, yüz ve ayaklarını yıkamayacak, temizlik
nedir bilmiyeceklerdi. Şayet Müslümanlarda biraz üst
baş temizliği varsa, ağızları sarmısak, ayakları ter kok-
muyorsa bu İslamiyet yüzündendir. Müslümanlık olma-
saydı daha açık bir ifade ile gusül farz olmasaydı, İnsan­
ların birçoğu, banyo almak ihtiyacını duymıyacaktı. bu
babtaki ayet ve Hadisler, gericiliğe mi, yoksa medeniye-
te mi delalet eder?
İslamiyetin kat'ı emirleri olmasaydı, yaşayan insan-
ları, hırsızlıktan, yalancılıktan, adam öldürmekten, içki-
den, kumardan, .zinadan, cinsi sapıklıktan, başkasının
MÜSLÜMAN DEVLETLER 213

hakkını yemekten kim men edebilirdi? Bu kötü fiillerin


yasak edilmesi mi Müslüman ülkelerini geri bırakmış­
tır?

Şuhalde İslamiyete ve Müslümanlara yöneltilen


hücumların sebebi nedir? Bunların sebebi malumunuz-
dur. Bu hücumlar daima komünistlerden, siyonistler-
den, masonlardan ve haçlılardan gelmektedir. Hepsinin
altında bir siyaset yılanı yatmaktadır.

İslamiyet üstün bir dindir. Mevcut dinlerin en yeni-


sidir. Bundan sonra insanlara yol gösterecek başka bir
din gelmeyecektir. İslamiyet, diğer dinler gibi yalnız bir
kavme veya bir millete değil, bütün insanlara gelmiş bir
dindir. Bu dinin kitabı olan Kur'an-ı Kerim, Hazreti Mu-
hammed (S.A.V.) zamanından beri hiç bir değişmeye
uğramadan elimizde bulunmaktadır. İslam dini, ırk ve
millet farkı gözetmeden insanlar arasında eşitlik ister.
Türk, Arap, Acem, Rum, Ermeni, Beyaz, Siyah, Yahudi
ve Hıristiyan gibi ayrılıkları ortadan kaldırmıştır. Mü-
minlerin kardeş olduğunu ilan etmiştir.
İnsanları rengine göre muameleye tabi tutan batı
devletlerinin, insan haklarından söz etmeye hakları var
mıdır? Bugünün batı medeniyet ve tekniği nasıl Hıristi­
yanlığın bir eseri değil ise, İslam aleminin geri kalmışlı­
ğı da İslam dininin sonucu değildir. Çünkü, İslamın da-
yanağı olan Kur'an, insanlara ilim ve ahlak tavsiye eder.
Kur'an'daki hukuk kaideleri, insanları geriye değil, ile-
riye götürür. İnsan hakları, kadın hakları, sosyal adalet,
hiç bir devletin kanununda, Kur'an'dakj kadar korun-
mamıştır. İnsan hakları beyannameleri, milletler cemi-
yetinin çalışmaları, çocuk haftaları, anne ve baba günle-
ri, bütün bunlar, İslami görüş istikametinde atılmış
adımlardır. Öksüzleri koruma, düşkünlere bakma, yok-
sullara aylık bağlama, kölelik ve sömürgeciliğin kalkma-
sı, hayvanları koruma, İslami birer hareket değil midir?
ALLAH VARDIR
214

Bemard Shaw'ın dediği gibi, bu gidişle İslam dini


gelecekte Avrupa ve dünyanın kabul edeceği bir din ola-
caktır. Gerçekte bu gün dünyanın her yerinde Müslü-
man olanların sayısı gün geçtikçe artmaktadır. Avru-
pa'nın bir çok memleketlerinde, yeni yeni camiler ya-
pılmakta, kiliselerde namaz kılınmaktadır. İslamiyete
karşı olan eski husumet kalmamıştır.

Charles Mismer'in dediği gibi: "Hıristiyanlar oku-


dukça Hıristiyanlıktan çıkar. Müslümanlar ise bilgisiz-
likleri yüzünden İslamiyeti uygulayamaz._"
Sorbon Profesörlerinden Regis Blanchere, der ki:
"Tevrat ve İncil okunduğu zaman, birbirini tutmayan bir
çok söz ve yanlışlıklarla dolu olduğu görülür. Halbuki
Kur'an-ı Kerim okunduğu zaman, onu anlamayanlar
tarafından bile ilahi bir kitap olduğu kabul edilir. İnsan­
lar ya nesir şeklinde veya nazım şeklinde yazı yazarlar.
Kur'an uslılbu ise ne nasirdir ne de şiir. O'nun kendisi-
ne mahsus ayrı bir özelliği vardır."
Prenses Sarvak, Müslüman olduktan sonra Londra
radyosunda yapmış olduğu konuşmada der ki: "Ben ni-
çin Müslüman oldum? Ben bütün dinleri ve bu arada İs­
lamiyeti inceledim. Diğer dinlerin hiç birini gönlüm
çekmedi. İslamiyeti ise çok cazip buldum ve bu dinin
azametine hayran kaldım. Bir çok kimseler, Müslüman-
ların şimdiki haline bakarak yanlış bir kanaate varıyor.
İslamiyeti anlamak için 1400 sene geriye gitmek lazım­
dır. İslam dini medeni, ahlaki, içtimai ve akla yakın bir
dindir. İslam dinini okudukça cehaletten kurtuldum ve
kendimi onun cazibesinden kurtaramadım. Şayet Avru-
pa İslamiyeti bilse ve kabul etmiş olsa, her türlü fenalık
ve ahlaksızlıktan kurtulmuş olur. tslamiyet, asırlar önce
bugünün medeni ihtiyaçlarını göz önüne alarak, bize
maddi ve manevi vasıtalar hazırlamıştır. Müslüman ol-
mazdan evvel, şüphe ve ıstırap içinde idim. Şimdi ise
MÜSLÜMAN DEVLETLER 215

huzur içindeyim. Kuvvetli bir iman ve iftiharla size söy-


lüyorum ki, ben Müslümanım."
İslamlar arasına tefrika sokmak, Müslümanlığı yok
etmek için asırlardan beri sistemli olarak çalışılmakta­
dır. Alevilik, Şiilik, İsmailiye mezhepleri, siyasi bir ga-
yenin tahakkuku için ortaya atılmıştır. Anadolu'yu yüz-
lerce sene birbirine katan, karışıklıklara sebep olan Şi­
ilik, Rafizilik, Bektaşilik, gibi saptırılmış tarikatlar siya-
si birer çıbanbaşı olarak ortaya sürülmüşlerdir. İslam'ı
bölme gayretleri bitmemiştir. Nihayet bunların yapama-
dığını dışarıdan gelen misyoner teşkilatı tamamlamaya
çalışmıştır. Misyonerler, uydurma Hadislerle Müslü-
manların fikrini bozmuştur. Kurmuş oldukları hastane
ve mekteplerle kendi dinlerini telkin etmiye çalışmış­
lardır. Bir taraftan da putperestlik devrinden kalma hu-
rafelerle, Musevilik ve İseviliğin batıl itikadlarını İsldm­
lar arasına yaymışlardır. Bu şekilde halk ne yapacağını
şaşırmıştır. Esasen cehaleti yüzünden kendi dininin
emir ve nehiylerini tamamiyle bilmemektedir. Netice
olarak İslam dini bazı muhitlerde unutulmuş, onun ye-
rini hurafe ve batıl itikadlar almıştır.
Kapımıza kadar gelen, evimizin içine sokulan ve
bizi İslamiyetten uzaklaştıran bu batıl itikad ve hurafe-
ler nelerdir? Biraz da onları tanıyalım: Türbe, mezar ve
baba diye anılan kabirleri ziyaret etmek İslamiyette var-
dır. Fakat mezarlara ve türbelere yapılan adaklar, kur-
banlar, mum yakmalar Hıristiyanlardan gelmedir. Tür-
belerin kapılarına, demirlerine bezler ve ipler bağlamak,
onlardan merhamet beklemek İslamiyette yoktur. Hatta
günahtır. Evlenemeyen kızların ve çocuğu olmayan ka-
dınların ziyaretlere gitmesi Müslümanlıkta yoktur.
Muskalar, düğüm bağlamalar, yel bağları tamamen uy-
durmadır. Bir takım harflerin ve şekillerin kağıtlara ya-
zılıp muşambalara sarılarak taşınması İslamiyette yok-
tur. Bunlarla insana kurşun işlemiyeceğine, kurdun ağ-
ALLAH VARDIR
216

zının bağlanacağına ve evin yanmayacağına inanmak


safdilliliktir. Çamaşır yıkamanın, evden eve taşınmanın
günü ve saati yoktur. Salı, Pazar, Cuma, hepsi de iyi
günlerdir. İki bayram arasında nikah olmazmış, kim de-
miş bu yalanı. İnsan üzerinde sökük ve düğüme dikil-
mez, gece tırnak kesilmezmiş, kim uydurmuş bunları.
Güneş ve Ay tutulmalarının fena bir delaleti yoktur. Bel-
ki insanlara Allah'ı hatırlatan iyilikleri vardır. Baykuş
ötmesi, köpek uluması felaket getirmez. Baykuş ötecek,
köpek de uluyacaktır. Sihir yapmak, fal bakmak ve bak-
tırmak İslamiyette yoktur, hatta günahtır. Bunun mana-
sı, Allah'tan istemediğini sihirbazdan istemektir. Şüphe
yok ki, gaybı ancak Allah bilir. Fala inanan bir kimse-ha-
reketini ona göre tanzim eder ve sonunda zarar görür.
Sayı ve rakamların yedinin, on üçün uğurlusu ve uğur­
suzu yoktur. Sair dinlerde olduğu şekilde para karşılığı
günah çıkatmak İslam'da yoktur. Ölü için devir, iskat ve
hayırlar rahmete vesile olmaz, Allah'ın affına sığınmak
içindir. Takdir yüce Allah'ındır.
Bu batıl inançların İslam dini ile alakası olmadığı­
nı, bu yüce dinin emir ve yasaklarını Müslümanlara öğ­
retmeliyiz. İslam dinini, cahil ve müteassıp kimselerin
elinden kurtarmalıyız. Memleketin her köşesini aydın
din adamları ile süslemeliyiz.
İslam dini, akıl ve ilim dinidir. Bu iki kuvvete da-
yanan bir din hiçbir zaman taassubu müdafaa etmez ve
gericilik unsuru olamaz. Kur'an'ın 217 ayeti ilimden
bahseder. Böyle bir din içinde batıl itikat ve hurafeler
yaşıyamaz ve yaşatılmamalıdır. Fakat ne yazık ki, Müs-
lümanların bir kısmı cehaletleri, dinlerini yeterince bil-
memeleri yüzünden, putperestlerin ve Hıristiyanların
batıl itikatlarını almış, Hristiyanlar da Müslüman dini-
nin bazı güzel adet ve emirlerini benimsemiştir.
İyi bir Müslüman olmak istiyorsak, evvela dinimizi
MÜSLÜMAN DEVLETLER 217

öğrenmeliyiz. Sonra dinimizin gereklerini yerine getir-


meliyiz. Putperestlik adetlerini, İran ve Hind hurafeleri-
ni, Bizans ananelerini ve yeni neslin batıl itikadlar ka-
dar sakat olan modernist düşüncelerini sınırlarımızın
dışına atmalıyız.

İslam dini, akıncı Türkleri biraraya toplamış, devlet


ve medeniyetler kurmalarını sağlamıştır. İslam dini, be-
devi Arapları biraraya getirmiş ve koca bir imparatorluk
kurmalarını temin etmiştir. İslam dini, Zerdüşt dininin
batıl itikatlarını bertaraf etmiş büyük bir İran Şahlığı ve
medeniyeti vücuda getirmiştir. İslam dini, ağalar, beyler
ve kabileler halinde yaşayan Afganlıları, biraraya getir-
miş ve onlara medeniyet ufuklarını açmıştır.

Vaktaki Müslümanlar İslam dininin emirlerini yeri-


ne getirmemeye ve Batının fena taraflarını taklit etmeye
başladılar, o tarihten itibaren de gerilemeye başladılar.
Osmanlı İmparatorluğu bunun güzel bir misalidir. Böy-
lece İsldm dininin emirlerini yerine getirmeyen Müslü-
manlar, yavaş yavaş başka milletlerin esiri olmuşlardır.
Evvela siyasi esaret, sonra iktisadi esaret başlamıştır. Ni-
tekim, Mısırlılar, Suriye ve Irak senelerce esaret altında
yaşadı. Pakistan ve Endonezya gibi büyük İslam kitlele-
ri uzun zaman esaret altında kaldılar. Siyasi ve iktisadi
esaret altında yaşayan milletler terakki edemez. Hele di-
nin emirlerini de yerine getirmezse hiç edemez. Zira İs­
lami yet Müslümanlara birleşin, kardeş olun diyor. Müs-
lümanlar bunun aksini yapıyor. İslamiyet Müslümanla-
ra, ulul emre itaat ediniz, dininizden olmayana itaat et-
meyiniz diyor. Müslümanlar bunun aksini yapıyor. İsmi
İslam fakat icraatı gayri İslam olan milletler elbette te-
rakki edemez, esir olarak yaşar.
Özet olarak demek istiyoruz ki, Müslüman milletle-
rin her bakımdan geri kalmaları, İslam dininin bir kusu-
ru değildir. Bilakis İslamiyeti tatbik etmemek Müslü-
218 ALLAH VARDIR

manların geri kalmalarının sebebi olmuştur.


219

TÜRKLER NASIL MÜSLÜMAN OLDU?

Ecdadımız olan Oğuz Türklerinin ana yurdu Orta


Asya dır. Hazar Denizi ile Balkaş Gölü bilhassa Aral Gö-
lü etrafı, Türklerle meskun bir bölge idi. Şimdi bu yer-
lerde eski Türklerin torunları oturmaktadır.
Türler tarihlerinin muhtelif devrinde, çeşitli istika-
metlere doğru kitleler halinde akınlar ve göçler yapmış­
lar, gittikleri yerlerde, değişik isimler altında devletler
kurmuşlardır. Ana yurt dışına çıkan Türklerin bir kıs­
mıda, gittikleri yerlerde dini akidelerini kaybettikleri
için milliyetlerini de kaybetmişler ve devlet kurama-
mışlardır. Hindistan'a giden Türkler, Budha ve Brahma
dinlerini kabul ettikleri için Türklüklerini kaybetmiş,
Hindi olmuşladır. Çine gidenler, Konfüçyüs dinini ka-
bul ettikleri için Çinlileşmişlerdir. Keza, Batıya göç
eden Avar, Hazar, Bulgar, Macar, Fin Türkleri de gittik-
leri yerin dinini kabul ettiklerinden ırklarını da kaybet-
mişlerdir.

Biz Türkler, bundan sonra ırkımızı muhafaza etmek


istiyorsak, dinimize bağlanmak mecburiyetindeyiz. Ro-
manya'da, Bulgaristan'da, Yugoslavya'da, Yunanis-
tan'da ve Türkistan'da yaşayan Türkler hala milliyetle-
. rini muhafaza edebilmişlerse, bu sadece ve sadece Müs-
lüman kalmalarının bir neticesidir.
Orta Asya Türklerinin Müslüman olmadan evvel
dini inanışları şöyle idi: Allah, kainatı yaratan büyük
bir kuvvettir. Sonra insanı yarattı. Fakat insan Tanrıya
karşı geldiği için lanetlendi ve cinler meydana geldi. da-
ha sonra Allah, kendisine kulluk eden şimdiki insanı
yarattı. Büyük Tanrı yerin idaresini oğlu Karahan'a gök-
lerin idaresini de diğer oğlu Bayülken Han'a verdi...
Eski Türklerde toprak, su, ateş, demir, ağaç da kut-
ALLAH YARDIR
220

sal sayılırdı. Kutsal sayılan totem'ler arasında en meş­


hurları Koyun ve Bozkurt idi. Kabile hayatından devlet
hayatına geçen Türklerin dini inanışları da değişti. Hun
İmparatorluğu devrinde, kısmen Budha ve Konfüçyüs
mezheplerinin tesiri altında kalmışlar ise de daha ziya-
de Şamanlık denen kendilerine mahsus bir dini akide-
leri vardı. Göktürk Devletinden sonra kurulan Kutluk
ve Uygur Devletleri zamanında da dini inanışları değiş­
medi.
Hazreti Ömer ve Hz. Osman zamanında Arap impa-
ratorluğu ve onunla birlikte İslamiyet durmadan geniş­
liyordu. Kuteybe kumandasındaki bir ordu, Orta As-
ya'ya doğru ilerlemeğe başladı. Türklerle muharebe ede-
rek Semerkant ve Buhara gibi birçok şehirleri ele geçir-
di (708). Bu harpler yirmi sene kadar devam etti. Sonun-
da Türklerin çok zayıf bir zamanı olduğu için, Araplar
galip geldi. Böylece İslamiyet Orta Asya'ya girdi ve 10.
asırdan itibaren Türkler, kitle halinde Müslümanlığı ka-
bul etmeye başladı. Çünkü Araplar, Müslümanlığı kabul
eden Türklerden vergi almıyordu.
Türkler, İslam dinini o kadar çabuk benimsedi ki,
kısa zamanda Orta Asya Türk şehirleri, Müslümanlığın
ve Müslüman alimlerin merkezi haline geldi.
tık Müslüman Türk devleti olmak şerefi de
Karahanlılar'a (874) nasip oldu. Türkler, Müslüman ol-
duktan sonra da Afganistan, İran, Azerbaycan ve Ana-
dolu istikametinde akınlarına devam etmişlerdir. Abba-
siler (750-1259) devrinde, Arap ve Türk münasebetleri
çok dostane bir hava içinde devam etti. Abbasiler, Türk-
lere yakınlık gösterdiler. Türklerden hassa alayları kur-
dular. Cesur Türk kumandan ve bilginlerini valiliklere,
kadılıklara ve devlet içinde muhtelif memuriyetlere ta-
yin ettiler. Abbasi devleti içinde Türklerin sayıları art-
tıkça nüfuzları da artıyordu. Öyle bir zaman geldi ki
TÜRKLER NASIL MÜSLÜMAN OLDU7 221

Türkler, istemedikleri Abbasi halifesini tahtından indi-


riyor, yenisini çıkarıyorlardı. Türkler, Araplardan daha
iyi harp ettikleri için de, Bizanslılara karşı Suriye hudu-
duna yerleştirilmişlerdi.
Bu sıralarda, 1037 tarihinde, Orta Asya'da kurulan
Müslüman Doğu Selçuk devleti yavaş yavaş her istika-
mete doğru hudutlarını genişletiyordu. Bu sayede he-
men bütün Orta Asya Türkleri, Selçuk İmparatorluğuna
katıldı ve Müslümanlığı da kabul etmiş oldu. 1071'de
Büyük Selçuk Hükümdarı Alp Arslan ile Bizans İmpa­
ratoru Romen Diyojen arasında, Malazgirt mevkiinde
büyük bir muharebe vuku buldu. Bizans İmparatoru esir
düştü. Bizanslılara indirilen bu ağır darbeden sonra,
Türkler Anadolu'ya yerleşmeğe başladı ve böylece Ana-
dolu, Türklerin ikinci vatanı oldu. Bizanslılara son dar-
beyi, o tarihten dört yüz sene sonra Fatih Sultan Meh-
med indirdi.
Anadolu Selçuklu devlet reisi, Tuğrul Bey, Bağdat
ve Kudüs şehirlerini aldı. Bağdat Arap İmparatorluğu­
nun merkezi, Kudüs de, Musevi ve İsevilerin dini mer-
kezi idi. Kudüs, Türklerin eline geçtikten sonra Hırısti­
yan alemi İslamlara büsbütün düşman kesildiler. Haçlı
orduları tertip etmek suretiyle Müslümanlığı ortadan
kaldırmak istediler. Nitekim, Haçlı Seferleri'nden birin-
de kısa bir müddet Kudüs'e giren Hıristiyanlar, Mescid-
i Aksa hariç, diğer bütün cami ve İslam eserlerini tahrip
ettiler. Aynı şekilde Endülüs'e de girerek bütün İslam
eserlerini yıkmış, kitaplıkları yakmışlardı. Mekke ve
Medine'yi de yıkarak İslamiyeti ortadan kaldırmak isti-
yorlardı. İşte 1096'da başlayan ve iki yüz sene devam
eden Haçlı seferlerinin gayesi bu idi.
Haçlı ordularının karşısına ilk çıkan Selçuklu İm­
paratoru Kılıç Arslan ve onu takip eden Selçuklu ku-
mandanlarıdır. Abbasi Devleti zayıf düştüğü için yalnız
ALLAH VARDIR
222

başına Haçlılara mukavemet edemezdi. Türkler, bu su-


retle hem Arapları ve hem de İslamiyeti korumuş oldu.
Haçlı Seferleri'nden sonra, Anadolu Selçuklu Devleti
(1077-1308)'de Bizanslıları Ege Denizi sahillerine kadar
iterekTürklüğün ve İslamiyetin Anadolu'da temel at-
masına sebep oldu. Şunu da hemen işaret edelim ki,
Selçuklulardan ve Osmanlılardan evvel, Anadolu, Bi-
zans İmparatorluğuna tabi idi ve ahalisinin büyük bir
kısmı da Rum idi. Şimdi Kıbrıs ile başlatılmak istenen
Yunan emperyalizminin hedefi bellidir. Abbasilere ve
bilhassa Anadolu Selçuklu Türklerine, ne Haçlılar ve ne
de Bizans bir şey yapamadı. Fakat Doğu'dan gelen Mo-
ğollar her iki devleti de parçaladı.

Selçuklu Hükümdarı Alaattin I. (1219-1236) zama-


nında Orta Asya' dan gelen yeni bir Türk grubu, Fırat
nehrini geçerken mezarı hala Caber kalesinde bulunan
reisleri Süleyman Şah vefat etmişti. Kabilesi, oğlu Er-
tuğrul Bey idaresinde Anadolu'ya doğru ilerliyerek Sö-
ğüt ve Domaniç mıntıkasına yerleşti. Mezarı halen Sö-
ğüt' de bulunan Ertuğrul Bey 1281'de vefat edince yeri-
ne oğlu Osman geçti. Osman, Selçuklu İmparatorluğu­
nun parçalanması üzerine, diğer kabileler gibi, o da bir
beylik kurdu. Kısa zamanda diğer beylikleri bayrağı al-
tına aldı ve 1299'da Osmanoğulları Devletini kurdu.
Böylece Anadolu, Selçuklulardan sonra ikinci defa
Türklerin yurdu oldu.
Şimdi mühim bir konuya temas etmek istiyorum:
Orta Asya'da Göktürk İmparatorluğunu kuran Oğuz
Türkleri olduğu gibi, Anadolu'da Selçuk ve Osmanlı
İmparatorluklarını kuranlar da aynı Oğuz Türkleri idi.
Oğuz Türkleri Müslümanlığı Orta Asya'dan ayrılmadan
önce kabul etmiş, Anadolu'ya geldikten sonra da İslam
merkezleri ile temasına devam etmiş ve hiç bir başka di-
ne iltifat etmemişti. Böylece Türkler, İslamiyeti benim-
semiş, korumuş, yaymış, Türk ve İslam kelimeleri bir-
TÜRKLER NASIL MÜSLÜMAN OLDU7 223

likte yazılagelmiştir. Bu tarihi malumattan istifade ede-


rek hemen arzedelim ki, Türkiye Cumhuriyetinin kuru-
luşu 1923'tür. Fakat Anadolu Türk Devletinin kuruluşu­
nu daha geriye, 1299 Osmanlı Devletinin kuruluşundan
da geriye götürmek lazımdır. Devletimizin kuruluşunu,
Türk ve İslam olan Anadolu Selçuklu Devleti (1077) ile
başlatmak lazımdır. Bizim kanaatimiz budur. Zira arka-
mızda, Türklüğümüzü ve İslamlığımızı ispat eden gurur
duyacağımız koskoca bir tarih vardır. Bu kıymetli tari-
hin bizden başka varisi de yoktur.
Bugün yeryüzünde yaşayan Türklerin hepsi Müslü-
mandır. Yalnız Sibirya eteklerinde yaşayan Yakut Türk-
leri, hala eski dinleri olan Şamanlık akidelerini muhafa-
za etmektedirler. Müslümanlığını kaybeden bir kısım
Türkler, maalesef milliyetlerini de kaybetmişlerdir. İs­
lam dini Türk milletinin seciye ve karakterine tamamiy-
le uyduğu için, asırlar geçmiş olmasına rağmen Orta As-
ya ve Anadolu Türkleri, dinlerini değiştirmemişlerdir.
Türkler, ırk itibariyle cesurdur. Müslüman olduktan
sonra, daha cesur ve kabiliyetli olmuşlardır. Türkler,
birçok meydan muharebelerini, kendilerinden kat kat
üstün olan düşman askerlerine karşı Müslümanlığın de-
diği: "Ölürsem şehid, kalırsam gazi," parolası sayesinde
kazanmışlardır. Tarihte bunun yüzlerce misali vardır.
Buna mukabil Türk olup da başka dini kabul edenler
arasında devlet kuran görülmemiştir. Türkler, Anado-
lu'ya geldikten sonra dinlerini muhafaza etmemiş olsa-
lardı veya başka dinleri kabul etmiş bulunsalardı, çok
muhtemel olarak milliyetlerini de kaybedebilirlerdi.
Türkler İslamiyetin müdafii ve naşiri rollerini oynar-
ken, bizzat kendi şeref ve haysiyetlerinide korumuş olu-
yorlardı. Çünkü İslam dini Arapların değil, ona tabi
olan herkesin dini idi. Türklerin İslamiyete faydaları
dokunmuş, İslamiyet de Türklere çok menfaatler sağla­
mıştır.
ALLAH VARDIR
224

İslamiyet, Türklerin ve insanların yaşayışına ve fi-


kir hayatına ne yenilik getirdi diye sorulabilir. Ne getir-
medi ki, her şey getirdi. İyilikler getirdi. İnsanlık getir-
di, doğruluk getirdi, temizlik getirdi, hak ve hukuka
saygı getirdi, kadın hakları getirdi, dünya nizamı getir-
di, hürriyet ve eşitlik getirdi, dünya ve ahiret saadetinin
yollarını getirdi ve sayılamıyacak derecede iyilikler ge-
tirdi. Buna mukabil hiçbir fenalık getirmedi. Ne kadar
fena ve kötü bir şey varsa hepsinin düşmanı kesildi.
İktisaden ve her bakımdan geri kalmamızı Müslü-
manlığımıza atfedenlere acımak lazımdır. Çünkü; İsla­
miyet, ilim tahsil etmek, kadın erkek her Müslümana
farzdır, diyor; biz cehalet içinde yüzüyoruz.

İslamiyet temizlik imandandır, diyor, biz pislik


içinde oturuyoruz.
İslamiyet,
zekat verin, sadaka verin, hac yapın, kur- ·
ban kesin, bunları yapacak derecede zengin olun diyor,
biz bir lokma, bir hırka ile iktifa ediyoruz.
İslamiyet, düşmanlarınızdan üstün olun, diyor, biz
her işte geri kalıyoruz.

İslamiyet,
mü'minler birbirinin kardeşidir diyor,
biz birbirimizin gözünü oyuyoruz.
Öyle ise kabahat İslamiyette midir, yoksa bizde mi-
dir?
Bizim millet olarak kalkınamayışımızın ve her ba-
kımdan geri kalışımızın sebebi, üç yüz senedenberi İsla­
mi emirlerin aksine hareket etmiş olmamızdandır.
. Kalkınma üç cepheli olur: tlmi kalkınma, iktisadi
kalkınma ve üçüncüsü de manevi kalkınmadır. Bugün
Türkiye'de bilgi servet ve maneviyat buhranları vardır.
Bundan dolayı geri kaldık. Kalkınmak için bu üç
unsuru beraber yürütmek lazımdır.
TÜRKLER NASIL MÜSLÜMAN OLDU7 225

Evvela kadın erkek bütün milleti okutacağız, fen


derslerini ve din derslerini beraber okutmak suretiyle
maneviyatı kuvvetli bir nesil yetiştireceğiz. Ondan son-
ra çok çalışacağız, çok üretim yapacağız ve israf etmeye-
ceğiz. Böyle yaparsak kısa zamanda kalkınabiliriz. Aksi
halde millet olarak hür yaşamamıza imkAn yoktur. Düş­
manlarımız bizi ezer, yok eder. Yaşamak için kalkınma­
ya mecburuz.
Komşumuz Yunanistan, bizden 2 defa daha zengin-
dir. Almanya, Fransa, İngiltere, bizden 4 defa daha zen-
gindirler. Amerika, bizden 5-6 defa daha zengindir. On-
lar zengindir demek, o nisbette biz iktisaden ve teknik
bakımdan fakiriz demektir.

Demek ki Türkiye'de servet buhranı vardır. Fert ba-


şına düşen gelir azdır. Bu yüzden, onların zenginlik ve
ilerilik seviyelerine çıkabilmemiz için ve millet olarak
yaşayabilmemiz için, iktisaden kalkınmamız şarttır.

Şuhalde nasıl kalkınacağız? Pek çok insanımız


okuma, yazma bilmediği gibi doğru dürüst bir fatiha bi-
le okuyamaz. Sadece bunlar değil, aydınlarımızın çoğu
da dinini bilmez. Çünkü okumamış ve okutulmamışlar­
dır. Dinlerinin güzel kaide ve emirlerini bilmezler, fakat
buna mukabil, hurafeleri çok iyi bilirler.
İşin acı tarafı, bildikleri bu harafeleri, dini akide
zannederler! Demek Türkiye'de maneviyat buhranı da
vardır. Şu halde nasıl kalkınacağız?

Bu ölüm kalım da.va.mızı vatandaşlara anlatacağız.


Herkesten kendi payına düşen fedakArlığı isteyeceğiz. İç
huzursuzluğu, parti kavgalarını, dedikoduyu kaldıraca­
ğız, elele vererek çalışacağız. Kadın erkek okuyacağız,
din derslerini ve fen derslerini öğreneceğiz, imanlı bir
nesil yetiştireceğiz. Kalkınacak Türkiye ilk hızını bitmez
tükenmez bir enerji kaynağı olan maneviyattan almalıdır.
Allah Vardır - F. 15
226 ALLAH VARDIR
227

TÜRKLER ve KURDUKLARI
MÜSLÜMAN DEVLETLER

Türkler tarihin kaydettiği devlet kuran en eski ka-


vimlerden biridir. Türkler ana vatanları olan Orta As-
ya' dan M. Ö. 3. asırdan itibaren Çin, Hind, Mezopotam-
ya, İran, Avrupa ve Anadolu istikametine doğru akınlar
yapmışlardır. Finler ve Macarlar gibi küçük gruplar,
benliklerini kaybetmişler, fakat büyük kitleler halinde
yaşayanlar, gittikleri yerlerde sayısız devletler kurmuş­
lardır. Türklerin Batıya göçleri XI. asıra kadar devam et-
miştir.

Türklerin, Müslüman Araplarla ilk teması Hazreti


Ömer zamanında olmuştur. Araplar İran'ı aldıktan son-
ra Horasan taraflarına geçtiler ve Göktürk Devleti ile
harbe tutuştular. Elli sene kadar devam eden bu müca-
deleden sonra, bir kısım Türk toprakları Arapların eline
geçti. O tarihten itibaren Türkler, kitle halinde İslamiye­
ti kabul etmeye başladılar. Abbasi hükümdarları, Türk-
lerin cengaverliğine hayran kalarak, Türklerden oluştu­
rulmuş bir Hassa ordusu kurdu. Değerli Türk kuman-
danlarının bir kısmını Horasan, Maveraünnehir gibi ba-
zı eyaletlerin valiliklerine tayin ettiler. Bu durum Türk-
lerle Arapların kaynaşmasına ve Türklerin kısa zaman-
da islamiyeti kabul etmelerine yol açmıştır.
Bilahare Araplar, zayıf düşünce, Türkler idareyi el-
lerine geçirerek muhtelif Müslüman devletler kurmuş­
lardır.

Türklerin Müslümanlığı kabul etmeden evvel kur-


dukları devletler şunlardı:
1. Hun İmparatorluğu: (M.Ö. 220 - M.Ö. 51) Orta
Asya'da kurulmuştur. tık devlet reisi Teoman'dır. Devlet
ALLAH VARDIR
228

hudutlarını genişleterek imparatorluk haline getiren oğ­


lu Mete (Moton)' dir.
2. Batı Hun İmparatorluğu (M.Ö. 51-M.S. 329) Kara-
deniz'in kuzeyinde kurulmuş ve Avrupa'ya yayılmıştır.
İlk devlet reisi Balamir'dir. İmparatorluk haline getiren
torunu Uldiz olmuştur. Uldiz'in torunu Atilla, Batı
Hunlarının en büyük devlet reisi ve kumandanı olarak
hudutlarını İtalya, Fransa, Almanya ve Balkanlar'a ka-
dar genişletmiştir.
3. Akhun Devleti (350-562) Afganistan'da kurul-
muştur. İlk devlet reisi olan Heftal'den dolayı Eftalitler
diye de bilinir.
4. Göktürk İmparatorluğu (552-745) Orta Asya'da
kurulmuştur. İlk devlet reisi, Bumin Han dır. Mukan ve
İstemi zamanlarında devlet hudutları Anadolu'ya kadar
genişleyerek imparatorluk şeklini almıştır. Son hüküm-
dar Bilge Kağan tarafından yazdırılan Kül-Teğin Kitabe-
si, büyük bir tarihi kıymete haizdir. Eski Türklerde ilk
yazıya bu devirde başlanmıştır.

5. Uygur Devleti (745-1368) Orta Asya'da kurul-


muştur. Devlet reislerinden Oğuz Han zamanında, Oğuz
Destanı yazılmıştır. Uygur alfabesini kullanmışlardır.

6. Avar İmparatorluğu
(552-805) Ural Dağları'ndan
Aral Dağlarına kadar olan geniş sahada kurulmuştur.
Trakya'dan 617 ve 626 tarihlerinde Bizans'ı 2 defa ku-
şatmışlardır.

7. Hazar Devleti (558-965) Kafk.asya'da kurulmuş­


tur. Hazar Denizi'nin ismi bu devletten gelmedir. Hazre-
ti Osman zamanında 652'de Müslümanlarla harp etmiş­
lerdir.
Orta Asya'da kuraklığın başlaması, iklim şartları­
nın değişmesi ile Türkler, batı istikametinde göçe başla­
mışlardır. Göç eden ve gittikleri yerlerde devlet ve bey-
TÜRKLER ve KURDUKLAR! MÜSLÜMAN DEVLETLER 229

likler kuran bu kavimlerin başlıcaları şunlardır:

Peçenekler, Uzlar, Sabarlar, Karluklar, Türgişler,


Kırgızlar, Kumanlar (Kıpçaklar), Oğurlar (Bulgarlar),
Macarlar v.s. dir.
Zaman içinde bu kavimler HJristiyanlığı kabul
ettikleri için, Türklük vasıflarını da kaybetmişlerdir.
Eski Türkler, klan halinde yaşarlarken totemci idi-
ler, Boy devrinde Animist oldular. Daha sonra da ateşe,
suya ve güneşe tapmaya başladılar. Göktürk İmparator­
luğu devrinde Budizm'in tesiri altında kaldılar. Türkler
hiçbir zaman puta tapmadılar. Allah'ın varlığına
inanıyorlardı.

Türklerin ilk yazısı Orhun-Yenisey yazısı idi. VII.


asırdan itibaren Uygur yazısı başladı. X. asırdan sonra
Arap harfleriyle yazı yazmaya başlamışlardır. Bu yazı
1928'de Mustafa Kemal Atatürk"ün "Harf Devrimi" ile
Latin harflerinin kabulüne kadar devam etmiştir.
Türkler İslamiyeti kabul ettikten sonra şu devletle-
ri kurmuşlardır:

1. Karahanlılar
Devleti: (932-1212) yılları arasında
yaşamıştır. Bu devletin başkanı olan Satuk Buğra Han,
tık Müslüman hakandır. Müslümanlığı Çin'e yaymışlar­
dır. Türkistan'da kurulmuştur.

2. Gazneliler Devleti: Aral gölü batısında 977'den


1187'e kadar devam etmiştir. Afganistan ve Horasan ta-
raflarına yayılmıştır. Bu devletin hükümdarlarından
Gazneli Mahmut, Hindistan'a yapmış olduğu seferlerle
İslamiyeti oralara yaymıştır.

3. Tolunoğulları Devleti: (868-905) Abbasi valisi


olarak Mısır'a gönderilen Türk Ahmed bin Tolun
tarafından kurulmuştur.

4. lkşitler Devleti (Akşidoğulları): 935yılından 969


ALLAH VARDIR
230

yılına kadar hükümet sürmüştür. Mısır' da kurulmuştur.

5. Harzemşahlar Devleti: (1077-1231) Büyük Sel-


çuklu Sultanı Melikşah döneminde Harizm'e (bugün ki
Özbekistan - Türkistan) vali olarak atanan Anuştigin ta-
rafından kurulmuştur.

6. Anadolu Selçuklu Devleti: (1075-1318) arasında


devam etmiş olup, Türklerin Anadolu'ya yerleşmeleri­
ne vesile olmuştur.
7. Eyyübiler Devleti: (1174-1250) Suriye ve Mı­
sır'da kurulmuştur.

8. Kölemenler (Memluk) Devleti: (1250-1517)


Çoğunluğu Türkler'den oluşan köle askerler tarafından
Mısır'da kurulmuştur.

9. Osmanlı İmparatorluğu: (1299-1922) Anadolu'da


kurulmuş olup Türklerin en uzun ömürlü olan bir dev-
letidir.
10. Altınordu Devleti (1214-1395) Kıpçak Hanlığı
da denir. Rusya'nın güneyin de kurulmuştur.
11. Timur İmparatorluğu: (1359-1506)'da Türkis-
tan' da kurulmuştur.
tık hükümdarı olan Timur, Orta Asya'dan Anado-
lu'ya kadar uzanan geniş bir imparatorluk kurdu. Ti-
murleng veya Aksak Timur isimleriyle de anılır. 1402
tarihinde Ankara ovasında Osmanlı Padişahı Yıldırım
Bayezid ile muharebe etti. Yıldırım kendisine esir dü-
şünce, İzmir'e kadar bütün Anadolu'yu aldı. Timur'un
torunu Uluğ Bey, hem hükümdar ve hem de ilim adamı
idi. Matematik ve Astronomi ile ilgilenmiştir. Semer-
kant'ta rasathane, cami ve medreseler yaptırmıştır.
12. Babür İmparatorluğu: (1526-1858)'de Hindis-
tan' da kurulmuştur.
TÜRKLER ve KURDUKLAR! MÜSLÜMAN DEVLETLER 231

13. Türkiye Cumhuriyeti: 1923'de Anadolu'da ku-


rulmuştur.

Türkler bugün; Türkiye Cumhuriyeti dışında, Kaza-


kistan, Özbekistan, Türkmenistan, Tacikistan, Kırgızis­
tan, Altaylar, Sibirya, Kazan, Kırım, Dağıstan, Tataris-
tan, Azerbaycan, İran, Irak, Suriye, Kıbrıs, Bulgaristan,
Yunanistan, Arnavutluk, Çin, Afganistan, Doğu ve Batı
Türkistan ve ayrıca dağınık halde dünyanın çeşitli böl-
gelerinde yaşamaktadırlar.
İslamiyet insanları zengin fakir, siyah beyaz, hasep,
nesep, mevki ve koltuk farkı gözetmeden müsavi say-
mıştır. Yine İslamiyet insanları, ilme, fenne, ticarete, zi-
raate, hayvancılığa, seyahat etmeye, iktisat etmeye sev-
ketmiştir. İslamiyet Araplar gibi iptidai bir kavmi mede-
ni bir hale getirmiştir. Araplar kısa zamanda devlet ku-
rarak etrafa yayılmışlardır. Hıristiyan §.lemi bundan en-
dişe ederek Müslümanlığı doğduğu yerde boğmak iste-
diler. Musevilerin ve Hıristiyanlığın merkezi olan Ku-
düs Müslümanların eline geçince büsbütün telaşlandı­
lar. Haçlı orduları tertip ederek İslam ülkelerine gönder-
diler Kılıç kuvvetiyle yok edemedikleri İsl§.miyeti, mis-
yoner teşkilatı kurmak suretiyle yok etmeye çalıştılar ve
h§.la da çok daha şiddetle çalışmaktadırlar. İslam ülke-
lerinde bu maksat için mektep ve hastahaneler açtılar.
Osmanlı İmparatorluğu devrinde içimize girerek
azınlıkları aleyhimize isyan ettirdiler. Bulgar, Yunan,
Arnavut, Ermeni isyanlarını hazırladılar. Sonra da Müs-
lümanlar, azınlıkları öldürüyor diye yaygarayı basarak
dünya efkarını aleyhimize çevirdiler.
Azınlık mekteplerinde okuyan gençlerimize Hıris­
tiyanlık aşıladılar. Örf ve adetlerimizle alay ettiler.
Gençlerimizden milliyet şuurunu silmeğe çalıştılar.
Böylece din ve töre düşmanı gençlerin yetişmesini sağ­
ladılar. Misyonerlik şimdi de emperyalizm emelleri güt-
ALLAH VARDIR
232

mektedir. Bir milleti kendisine esir etmek isteyen büyük


devletler, oraya misyonerler gönderiyor, lisanlarını öğ­
retiyor, yayın vasıtasıyle milli kültür ve harsı öldürüyor.
Kendi fikirlerine uygun insanlar bularak ihtilale kadar
varan çeşitli yollarla kendi adamlarını işbaşına ve dev-
let idaresine geçiriyorlar. İktisadi sömürge ile başlıya­
rak, siyasi sömürge ile bitiriyorlar.
Bu millet, padişahlık idaresinden kurtularak Cum-
huriyeti kurdu.
Bu millet, sultanların baskısından kurtularak De-
mokrasiyi kurdu.
Bu millet, ihtilal atmosferinin ağır baskısından kur-
tulmanın çaresini buldu.

Artık kısır çekişmeler, parti kavgaları,


milleti böl-
mek isteyen karanlık düşünceler ve çeşitli izm'ler bizi
yolumuzdan alıkoymasın. Artık vatanına, dinine, mille-
tine, ailesine ve kendisine yararlı, sağlam karakterli ne-
siller yetiştirmeliyiz.
Artık
bizim için rejim davası bitmiştir. Bizim dava-
mız, çalışmak,
birbirimizi sevmek, geri kalmış bir millet
olmaktan kurtulup, medeni devletler içinde yerimizi
almaktır.
233

11
SON SÖZ

Allah vardır. Kur'an-ı Kerim, Allah kelamıdır ve


Allah'ın varlığını ispat eden en kuvvetli bir delildir.
Kur'an-ı Kerim, Peygamberimiz Hazreti Muhammed
(S.A.V.) vasıtasiyle bütün insanlara gönderilmiştir. O,
ahiret kitabı değildir, Dünya kitabıdır. Ölmüşlere okun-
mak için değil, hayatta olanların okuyup faydalanmala-
rı için gönderilmiştir. İnsanların Dünya'da ne şekilde
hareket etmeleri lazım geldiğini gösteren bir ahl§.k ve
aynı zamanda bir kanun kitabıdır.

Din, insan ile birlikte doğan, birlikte yaşayan sosyal


bir müessesedir. Fert olarak insanların dine ihtiyaçları
olduğu gibi, aile olarak, toplum ve millet olarak ta var-
dır. Semavi dinler aslında aynıdır. Yalnız eski dinler za-
manla unutulmuş, bilerek veya bilmeyerek tahrif edil-
mişlerdir.

En son gelen din, İsl§.m dini olduğu için en müte-


k§.mil ve en modern olanıdır. Bu din bin dört yüz sene
önce ne idiyse, bugün de odur. Bu dinin .kitabı olan
Kur'an-ı Kerim'de ne bir ayet, ne bir kelime, ne de bir
harf değişikliğe uğramamıştır. Bu din ile amel etmek,
bin dört yüz sene geriye gitmek değildir. İslam dini, mo-
dern bir dindir ve reforma ihtiyacı yoktur. Bugünün ha-
yatına uyduğu gibi, daha binlerce sene sonra gelecek in-
ALLAH VARDIR
234

sanların yaşayışlarına da uyacak ve onlara da ışık tuta-


caktır. Din, moda değildir. Moda gibi her sene ve herke-
sin keyfine göre değişemez. Din ilahi bir emir olduğu
için, koymuş olduğu esaslar hiç bir asırda değişmeye­
cek, buna mukabil, her asrın ihtiyacına cevap verecek
şekilde mükemmel vazedilmiştir.

İslam dini, akıl ve ilim dinidir. Salim akla ve ilmi


kanunlara dayanmayan hiç bir şey onda mevcut değil­
dir. İslam dinine kusur bulanlar, ya onunla amel etmek
istemeyenler, ya salim akla sahip olmayanlar veya ilim
ve fenden haberi olmayanlardır. İslam dinini kusurlu
veya kifayetsiz görenler, bilmediklerini sorsunlar. da-
nışsınlar veya bu dini tahsil ederek hakikati öğrensinler.
Ondan sonra İslam üzerinde fikir beyan etsinler.
İslam dininde reform asla düşünülemez. Fakat, an-
layış ve anlatışta reforma ihtiyaç vardır. Mesela, kader-
cilik mevzuunda bilgilerimizi tazelemek ihtiyacı karşı­
sındayız: Allah, her şeyi vaktiyle yaratmış, hadiselerin
zaman, mekan ve neticelerini, Levhi Mahfuz'da yazmış­
tır. Allah, her an bizi denetler. Fakat, günlük işlerimize
ve irademize karışmaz. Günlük işlerimizin yöneticisi
bizzat biziz. Biz, kendi irademiz ile istediğimizi yapaca-
ğız ve istemediğimizi de yapmayacağız.

Çok defa yanlış anlaşılan bu bahsi ehemmiyetine


binaen biraz daha açıklamak istiyoruz:
Kaza ve kadere iman farzdır. Kader, Allah'ın yarat-
mış olduğu her şeyin istikbalini ve sonunu kendi ilmi
ile vukuundan evvel bilmesi demektir. Kaza ise, cere-
yan edecek olan her hadisenin Allah'ın koymuş olduğu
kanun ve prensipler dahilinde vuku bulmasıdır. Kaza
ve kaderin diğer bir manası da şudur: Allah'tan iyi şey
istersen, seni o işte muvaffak eder. Kötü şey istersen ve
iradeni o yolda kullanırsan o işini mümkün kılar. İste­
yen kul, fakat yapan Allah'tır. Bunu bir misal ile izah
SON SÖZ 235

edelim: Allah bütün insanların rızkını yaratmıştır. Fakat


rızkı insanın koynuna koymaz. Onu arayıp bulmak, biz
insanların vazifesidir. Bu sebeple insan, rızkını bulmak
için her yeri araştıracak ve her çareye baş vuracaktır.
Yoksa, tembel tembel oturmakla ve elleri havaya kaldır­
makla rızık insanın avucuna düşmez.
Tevekkül de yanlış anlaşılmıştır. Tevekkül; işi, Al-
lah'tan beklemek değildir. Tevekkül, bir işin maddi ve
manevi sebeplerini yerine getirdikten sonra, o işin arzu-
muza uygun bir şekilde vukua gelmesini Allah'tan dile-
mektir. Biz, işimizde çalışacağız, işin icaplarını yerine
getireceğiz, maniaları defedeceğiz, · ondan sonra, Al-
lah'tan o işin olmasını isteyeceğiz. Tevekkül budur.
Bir de, doğu milletlerinin ilim ve fen bakımından
geri kalmaları, yanlış olarak İslam dinine atfedilmekte-
dir. Şark ve İslam milletlerinin ilim ve fen bakımından
olsun, iktisadi bakımdan olsun, geri kalmaları İslamiye­
tin bir kusuru değildir. Fakat, belki bir dereceye kadar
İslamiyetin yanlış anlatılması ve yanlış anlaşılmasının
bir neticesidir. Kader bahsini yanlış anlayanlar, dünya-
yı bırakıp, ahiret için çalışanlar, ilim bakımından ve ik-
tisadi bakımdan geri kalmış olabilirler. Fakat, bu hal, İs­
lam dininin bir kusuru olmayıp, onu yanlış anlayan ve
yanlış tatbik edenlerin kusurudur. İktisadi bakımdan
kalkınmanın tek şartı ilim ve bilgidir.

Japonya, bir Şark devleti olduğu halde ilim sayesin-


de kalkınmıştır. Teknikte, Avrupa ve Amerika seviyesin-
dedir. İkinci Cihan Harbi'nde yakılıp yıkılan Almanya,
ilim ve fen sayesinde kısa zamanda kalkınmıştır. İsrail
nüfusunun azlığına, toprağının verimsizliğine rağmen
bilgi ve gayret sayesinqe kalkınmıştır. Bu saymış oldu-
ğumuz milletlerin kalkınmasında dinlerinin bir tesiri
yoktur.
İslam dini, ilmi bayrak yapan, ilme en çok kıymet
ALLAH VARDIR
236

veren bir dindir. "Beşikten mezara kadar ilim tahsil edi-


niz. Uim Çin'de bile olsa gidip alınız" diyen bir din, te-
rakkiye mani olamaz. Böyle bir din, kalkınmaya çelme
takmaz. Bilakis kalkınmanın şartları onun içerisindedir.
İslam dini, yalnız
Araplara veya Türklere mahsus
bir din değildir. Allah, bu dini bütün insanlığa gönder-
miştir. Nasıl Allah yalnız Müslümanların Allah'ı değil
de bütün insanların Allah'ı ise, Müslümanlık ta bütün
beşeriyetin en tabii bir dinidir. Museviler, İseviler, Kato-
likler, Ortadokslar, Protestanlar, Budistler, geliniz dinler
ve mezhepler yüzünden vukua gelen geçimsizlikleri or-
tadan kaldıralım. Din kardeşi olalım. Daha güzel bir
. dünya kuralım, daha mesut bir hayat yaşayalım. Tek
dünya devleti böyle kurulur. İslam dini, evvela dünya
hayatımızı, sonra da ahirette ebedi saadetimizi temin
edecek olan yegane bir dindir.
Gelelim gerici ve cahil meselesine. İrtica dışında
kalan gerici ve cahil denen kimseler kimlerdir? Uerici
diye geçinenler, bu insanları fena bir şekilde itham et-
mektedirler. Bu itham, memleketimize fayda yerine za-
rar getirmektedir. Milletimizi bölmekte, ferdler arasına
husumet tohumları serpmektedir.
Gerici ve cahil denen insanlar, bu memlekete dışa­
rıdan mı ithal edilmişlerdir? Şüphesiz ki hayır. Onlar de
bu memleketin öz evlatlarıdır. Onlar, her birimizin kar-
deşi, amcası, dayısı, hısım ve akrabasıdır. Onlara fena
gözle bakmayalım. Evvela, kendi kusurumuzu görelim,
ondan sonra onların kusurları varsa tashih etmeye çalı­
şalım.

Ey ilericiler veya aydınlar! Onlara ne verdik ki kar-


şılık bekliyoruz? Onlara hakaretle bakmayalım. Sizi ile-
rici veya aydın yapan, onların nasırlı eli, kambur beli ve
alın teri değil midir?
SON SÖZ 237

Bizi okutmak bahasına onlar cahil kalmadı mı? Biz-


leri yaşatmak için onlar canlarını vermedi mi? Kadın ve
erkek çoğunluğunu okutamadığımız kardeşlerimizi ceh-
lin çukuru içine terkederek, onları türbelerden, mezar-
lardan yardım dilenir hale sokan bizler değil miyiz? Hu-
rafeler bataklığından kurtulmak için çırpınan kardeşle­
rimize el uzatmayan bizler değil miyiz? Onları, roman-
larda, piyeslerde, sinema filmlerinde en bayağı kelime-
lerle itham eden bizler değil miyiz? İnandığı mukaddes
kitaba çöl kanunu diyen değil misiniz? Din adamına, ce-
miyet içinde yer vermeyen bizler değil miyiz?
O halde, rica ederim, insafla söyleyelim, cahil onlar
mıdır, yoksa onları hakir görenler midir? Tuttuğumuz
bu yanlış yoldan dönelim. Memleket içinde ikilik to-
humları serpmiyelim. Onları eğitelim ve onların da bu
memleketin öz evla.tları olduğunu unutmayalım.
Fatih'in Allah! Allah! diyen yeniçerisi onlardır.
Barbaros'un leventleri onlardır. Allahü Ekber Dağların­
da, Çanakkale'de, Sakarya'da vatan ve namus uğruna
can veren Mehmetçik onlardır. Ve nihayet dokuz Ey-
lül'ün gazileri onlardır.
Memlekette bir okuma seferberliği açarak okuyama-
mış kardeşlerimizi, ilim ve irfan ile techiz edebiliriz.
Bunu yapabilirsek, bu vatan kurtulur. Millet olarak gra-
nit bir kitle haline gelmiş oluruz. Artık bize dışarıdan
hiç bir düşman yan gözle bakamaz. Memlekette; cina-
yet, hırsızlık ve yol kesmeler olmaz. Binlerce hakim ve
avukat; mahkemelere dolmaz, herkez hakkına razı olur
ve hak tevzi etmeye uğraşacakları yerde memleketin
ilim ve irfanına, kalkınmasına yardımcı olurlar.
Biliyorum, dünya üzerinden cinayet kalkmaz. Fa-
kat çok defa cehlin sebep olduğu cinayetler işlenmez.
Sadece akıl hastalarının işleyeceği cinayetler görülür.
Onların da gideceği yer, mahkemeler veya hapishaneler
ALLAH VARDIR
238

değil, akıl hastahaneleridir.


Biliyorum, hırsızlığın kökü kurumaz. Fakat, halk
bilgi sahibi olursa, hırsızlık yapamaz. Sadece klepto-
manlar hırsız olarak kalır. Onların da gideceği yer, mah-
kemeler veya hapishaneler değil, akıl hastahaneleridir.
Bütün fenalıklar, Allah'ı bilmemekten ve cehaletten
gelir. Benim elimde salahiyet olsa, evvela kadın, erkek
bütün halkı okuturum. Fen derslerini ve din derslerini
beraber okuturum. Maddi ve manevi bakımlardan kuv-
vetli bir nesil yetiştiririm. Ondan sonra, hapishaneleri
kapatır, akıl hastahaneleri, sinir klinikleri ve islah evle-
ri açardım. Oralara düşecek vatandaşları tedavi ederek,
tekrar hayata iade ederdim. Aksi halde senelerce hapis-
te yatan bir cani, çıkınca, yine cinayet işler. Senelerce
hırsızlıktan yatan bir kleptoman çıktığı gün yine hırsız­
lık yapar. Çünkü, hapishane ferdi islah ve tedavi edeme-
mektedir.
Sözlerimizi bitirirken, tekrar edelim ki, İslam dini,
yalnız Araplara veya Türklere mahsus bir din değildir.
Allah, bu dini bütün insanlara göndermiştir. Nasıl Allah
yalnız Müslümanların Allah'ı değil de bütün ins8:nların
Allah'ı ise, Müslümanlık da bütün beşeriyetin en tabii
bir dinidir. Museviler, İseviler, Katolikler, Ortadokslar,
Protestanlar, geliniz, dinler ve mezhepler yüzünden vu-
kua gelen geçimsizlikleri ortadan kaldıralım. Din karde-
şi olalım. Daha güzel bir dünya kuralım. Daha mesut bir
hayat yaşayalım. Tek dünya devleti böyle kurulur. İslam
dini, evvela dünya hayatımızı, sonra da ahirette ebedi
saadetimizi temin edecek olan yegane bir dindir.
Aramızda sözde Müslüman öyle kimseler vardır ki,
yalnız Allah'a inanırlar. Hazreti Muhammed'e ve
Kur'an-ı Kerim'e şüphe ile bakarlar. Allah'ın günah say-
dığı ve yasak ettiği şeylerin hiçbirine uymazlar. İbadet
de yapmazlar. Kendi felsefelerine göre bir yol tutmuş gi-
SON SÖZ 239

derler. Böylelikle sorumluluktan kurtulacaklarını zan-


nederler. Bu kimseler, düşünmezler ki, cahiliyet devrin-
de değiliz. Bu zamanda, görmedim, duymadım, bilmi-
yorum demekle hiç kimse kendini kurtaramaz. İnsan,
, bilmediklerini sorup öğrenmeli veya okumalıdır. Din ve
inanç konusunda da hakikatı öğrenip, şüpheden kurtul-
malıdır. Aksi halde, şüphe içinde olan bu gibi kimseler,
huzurlu ve mutlu olamazlar.
Bugüne kadar, birçok ilim adamı, filozof ve ahlak-
çılar, nereden geldik ve sonumuz ne olacak, diye düşün­
müş ve araştırmalar yapmışlardır. Neticede, İslamiyet­
ten daha mantıklı ve daha doğru bir yol olmadığını an-
lamışlardır. Ayrıca, hiçbir düşünür, İslamiyetten daha
yararlı bir doktrin ortaya koyamamıştır. Hatta, birçok
gayrimüslim, İslamiyeti safdışı etmek için, Kur'an-ı Ke-
rim'i didik didik ederek kusur aramışlar ise de onda ara-
dıklarını bulamamışlar ve insan sözü olmadığını anla-
mışlardır. Böylece, tek geçerli dinin İslamiyet olduğunu
kabul etmekten başka çaremiz kalmamıştır. İslamiyete
kusur bulanlar, İslamiyeti bilmeyenlerdir. Bazı kimse-
ler, Müslümanlıktan uzak durarak, işledikleri günahlar-
dan sorumlu tutulmayacaklarını zannederler. Halbuki,
değil Müslümanlar, gayrimüslimler bile ahirette hesap
verecekler ve amellerine göre ya mükafat alacak veya
ceza göreceklerdir. Müslümanlığı gönüllerine sindire-
meyenler, "1400 sene evvelki kurallara göre mi hareket
edeceğiz?" derler. Bunu söyleyen yarı Müslümanlar,
acaba 3000 sene önceki Musevilik ile 2000 sene evvelki
İseviliğe ne buyuruyorlar? Bu eski dinlerin hala milyar-
larca taraftarı vardır ve dinlerinin eskiliğinden şikayet
etmezler. Bizim yarı dindarlar, şayet Museviliği veya
İseviliği beğeniyorlarsa, buyursun o dinleri kabul etsin-
ler. Yeter ki, öyle inançsız ve başıboş ortalıkta dolaşma­
sınlar. Şayet, hiçbir dini beğenmeyip, kendi düşüncele­
rine göre yaşamakta devam etmek istiyorlarsa, biz de
ALLAH VARDIR
240

onların akıllarından şüphe ederiz.


Allah, birçok kabiliyetlerle yarattığı kulunu çok
sevmektedir. Bunun için insanların dünyada ve ahirette
mutlu olmasını istemektedir. İnsanın hanı veya apart-
manı olması şart değildir. Fakat huzurlu olması lazım­
dır. Huzur ve mutluluk, sadece ve sadece İslami yaşan­
tıda vardır. Türkiye'deki veya İslam devletlerindeki hu-
zursuzluklar sizi aldatmasın. Buralardaki huzursuzluk,
Müslümanlığı tam olarak uygulamamaktan ileri gelmek-
tedir.
Allah'ımız bizi çok sevdiği için, zararlı işlerden
uzak durmamızı istiyor; adam öldürmeyin, yalan söyle-
meyin, haksızlık yapmayın, iftira etmeyin, namussuz-
luk yapmayın, kumar oynamayın, rüşvet alıp vermeyin,
hırsızlık yapmayın, faizcilik yapmayın, içki içmeyin,
zulüm yapmayın, v.s. diyor. İslamiyetin yasak etmiş ol-
duğu bu işlerin, insanlara zararlı olduğu meydana çık­
mıştır. Bu sebepten dolayı, bütün dünya devletleri, bu
işleri kanun yolu ile yasak etmiştir. Çünkü bunlar, hem
bireylere hem de topluma zararlıdır. Bu kötü işler yü-
rürlükte kalırsa, dünya nizamını korumak mümkün de-
ğildir. İslamiyet ve kanunlar, bu zararlı işleri yasak et-
memiş olsa bile, aklımızı kullanarak, her bakımdan za-
rarlı işleri yapmamamız gerekir.

Allah'ımızın bu yasakların yanında bir de yapma-


mızı istediği bir kısım ibadetler vardır ki, onları da yap-
malıyız. Bu ibadetler, başlıca beş tane olup; namaz,
oruç, hac, zekat ve bir de Allah ve Peygamberi anmak-
tan ibarettir. Oruç senede bir ay, hac insan ömründe bir
defa yapılır. Zekat ise zenginlere mahsus bir ibadettir.
Günlük hayatımızda yapacağımız ibadet, sadece namaz-
dan ibaret kalmaktadır. Namazın içinde, Allah ve Pey-
gamberi anmak zaten vardır. Görülüyor ki, ibadetlerin
zor bir tarafı yoktur. İbadetler, esas itibariyle Allah emri
SON SÖZ 241

olduğu için yapılır. Fakat ibadetlerin ayrıca bedeni ve


manevi tarafları vardır ki, bizim yararımızadır. Mesela
namaz, hem iyi bir beden hareketidir hem de bizi fena-
lıklardan korumaktadır. Ayrıca da manen yücelmemizi,
huzur bulmamızı ve tam bir insan olmamızı sağlamak­
tadır. Allah'ın buyruklarına uymalıyız, Allah'ın kudreti-
ne ve bizim koruyucumuz olduğuna inanmalıyız. Çare-
siz kaldığımız zamanlarda başvuracağımız tek yardım­
cımız O'dur.

Müslüman bir kimse, hem maddeten ve hem de


manen huzur içindedir. Müslüman bir insan, hiç zeval
bulmayacak bir kuvvet olan Allah'a güvenir. Müslüman
olmayanlar, geçici birer kıymet ifade eden para veya
mevkie dayanır. Halbuki, mevki ve para gibi maddi kıy­
metlere dayananlar, kısa zamanda hüsranla karşılaşırlar.
Mevki peşinde koşanlar, daha büyük mevkide bulunan-
ların esiri olur. Parayı tek gaye sayanlar, daha büyük ser-
mayelerin esiri olur. Yanlış anlaşılmasın; 1sldm dini, ça-
lışan ve kazanan Allah'ın sevgilisidir, demektedir.

Allah'ını bilen bir insanın istikbali emindir. Hiç bir .


korku ve endişesi yoktur. Hatta ölümden dahi korkusu
yoktur. Onlar için ölüm, fizyolojik bir hadisedir. Al-
lah'ını bilmeyenler ise her şeyden korkarlar. Geçinmek-
ten, hayat mücadelesinden, hastalıktan, semavi afetler-
den, ölümden v.s. her şeyden korkarlar. Gündüz huzur-
ları, gece uykuları yoktur. Mahşerde Allah'ın huzuruna
çıkacak yüzleri yoktur.

Öyle ise, ey Allah'ın en şerefli mahluk olarak yarat-


tığı insan! Bu tarafa gel. Seldmet yoluna gel. Bu yolda
tehlike yok, huzur ve saadet vardır. Öbür tarafta ise, di-
ken, çamur, uçurum, meşakkat, pişmanlık ve helak var-
dır.

Maamafih, akıl ve iraden elindedir. İstediğin yolu


seçmekte serbestsin. Yalnız, hatırlatmak isteriz ki, birin-
Allah Vardır -·F. I 6
242 ALLAH VARDIR

ci yolun sonunda Allah'ı bulacaksın. İkinci yolun so-


nunda da şeytan ile karşılaşacaksın.
Allah, kendisine inanan kimseye cennet vaad edi-
yor. Peygamber, günahına tövbe eden kimsenin af edile-
ceğini müjdeliyor. Düşün, bu toprağın üstü varsa. altı da
vardır. İyi düşün, kararını ver. Sonra istediğin yola git,
gülü güle git. ..
243

12
A A •
HADiS, AYET MEALLERi
ve FAYDALI SÖZLER

HADİSLERDEN SEÇMELER
* Evladın babadan alacağı en kıymetli miras, iyi bir
tahsildir.
* Bilgiyi artırmayan gün boşa gitmiştir, ömürden sa-
yılmaz.

*tlim tahsil ediniz. Zira ilim, İsl§m düşmanlarına kar-


şı yenilmez bir silahtır.
* Her ilim bir hazinedir. Sualler de bu hazinenin
anahtarlarıdır.

* Her şeyin bir yolu vardır. Cennetin yolu da ilim ve


irfandır.

* Lüzumunda her işe yasak konur, fakat ilme yasak


konmaz.
* Alime hürmet edin, çünkü Allah indinde yeryüzü-
nün büyükleri onlardır.
* Alimlere hürmet eden, Allah'a hürmek ve şükretmiş
olur.
* Bir alimin ölümü, bir milletin ölümünden daha bü-
yük bir kayıptır.
ALLAH YARDIR
244

* Cahiller içinde bir alim, ölüler içinde bir diri de-


mektir.
'* Alimleri sık sık ziyaret etmek, ibadet yerine geçer~
* Bildiğiniz şeylere dair kitaplar yazınız, bu en hayır-
lı bir runeldir.

* Cehaletten kötü fakirlik olmaz.


* llim, rütbelerin en büyüğüdür.
* İlim herkesi, ibadet ise ancak ibadet edeni alakadar
eder.
* Bir ihtiyar, bir gencin önünde durup ders almaktan
utanmamalıdır. Zira, cehaletten büyük utanç yoktur.
* llmi talep ederek evinden çıkan bir kimseyi, bir me-
lek Cennet ile müjdeler.
* Alimlerin yüzüne bakmak ibadettir.
* llmi yazıp kaydederek muhafaza ediniz.
* İslam dini akıl dinidir. Aklı olmayanın dini de yok-
tur.
* Müslümanlık
güzel ahlaktan ibarettir.
* Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim.
* Allah'ım senden sıhhat, afiyet, bir de güzel ahlak di-
lerim.
* İyi ahlak Cennet amellerindendir.
* Müminlerin imanca en kamilleri, ahlakı en iyi olan-
larıdır.
* Sirke balı nasıl bozarsa, fena ahlak da ibadetleri öy-
le bozar. İyi ahlak ise, güneşin karı erittiği gibi günahları
eritir.
* Kıyamet gününde müminlerin terazisinde güzel ah-
laktan daha ağır bir sevap yoktur.
* Amellerin en iyisi güzel ahlaktır.
* Rüşvet alan ve rüşvet verenler, ehli nardırlar.
HADİSLERDEN SEÇMELER 245

* SalAmlaşınız ki, sevişesiniz.


* Dargınları barıştırmak, nafile namaz ve oruçtan da-
ha hayırlıdır.
* Allah, affedicidir, af edenleri sever.
* Anne ve babanın evla.da bıraktığı en güzel miras,
edep ve terbiyedir.
* Ahla.k dinin kabıdır. Bir kimsedeki din derecesi, ah-
la.kının derecesi ile ölçülür.
* Allah diyor ki: Ben yerlere sığmam, gökler de beni
istiab edemez, la.kin mülayim olan müminlerin kalbine sı­
ğarım.

* Siz, bütün halka mallarınız ile iyilik etmeye yetişe­


mezsiniz. Öyle ise güler yüzlülük ve güzel ahla.kile yetişi­
niz.
* İçinizden en ziyade sevdiklerim ve Kıyamet günün-
de bana en yakın olammz, ahla.kı güzel olanlarınızdır.
* Allah'a ve ahiret gününe inanan, komşularım incit-
mesin.
* Öfkesini yenenlerin ayıplarını, Allah örter.
* Yalandan sakının, çünkü yalan ile jman bir arada
bulunamaz.
* Bir kul ibadeti az olduğu halde güzel ahlakı sayesin-
de, ahiret derecelerinin en yükseğine erişir. Kötü ahla.kı ile
de §.bitler zümresinden olduğu halde Cehennemin en aşa­
ğı derecelerini boylar.

* İslamın en şereflisi eli ile ve dili ile halka eza etme-


yendir.
* Sizin hayırlınız, kadınlara karşı iyi muamele edeni-
nizdir.
* Allah'ın rızası, anne ve babayı memnun ve razı et-
mekle kazanılır.
* Cennet, anaların ayakları altındadır.
246 ALLAH VARDIR

* Allah, günahlardan istediğini kıyamet gününe bıra­


kır, yalnız ana ve babaya asi olanların cezasını dünyada
iken de gösterir.
* Allah'ın en sevdiği amel, vaktinde kılınan namaz ile
anne ve babaya yapılan iyiliktir.
* Yazık olsun o kimseye ki, anne ve babası yanında
ihtiyarlar da Cennete giremez.
* Hiç şüphe yok ki, üç kimsenin duası kabul olur. Ba-
banın çocuklarına duası, misafirin duası, mazlumun du-
ası.

* Allah için secde yaparsan, Allah hem dereceni yük-


seltir ve hem de bir günahını siler.
* Cemaatle namaz kılan, bütün geceyi ibadetle geçir-
miş gibi sevap kazanır.
* İnsan namaza başlayınca, Allah yüzü ile ona döner.
Namaz bitinceye kadar veya bir hareket yapıncaya kadar
Allah ondan yüz çevirmez.
* Namaza kalktığın vakit, her şeye veda ederek nama-
za başla.
* Akşam yemeği hazır iken, namaz vakti de gelmiş
ise, evvela yemeğini ye.
* Küçük ve büyük abdes sıkıntısı varken kılınan na-
maz, kamil olmaz.
* Namaz kılarken uykunuz gelirse uyuyun. Sonra na-
maz kılın. Aksi halde okurken hata edersiniz.
* Gökler ve yerler adaletle kaimdir.
* Bir saat adaletle hükmetmek, bin sene ibadet et-
mekten daha hayırlıdır.
* İnsanların Allah katında en sevgilisi, adaletle iş
gören devlet büyükleridir.
* İçinizden hayırlısı, dünyasını ahiret için ve ahire-
tini de dünyası için terk etmeyendir.
HADfSLERDEN SEÇMELER 247

* Çalışarak helAl mal kazanmak, bütün Müslüman-


lara farzdır.

* Erkekler, iffet sahibi olunuz ki, kadınlarınız da na-


muslu olsun.
* Bir kimse ölünce defteri Amali kapanır. Fakat üç
zümre vardır ki, amel defterleri kıyamete kadar açık kalır
ve devamlı olarak sevap yazılır.
a) Cami, mektep, köprü, hastane gibi bilcümle hal-
kın istifade edeceği şeyler yaptıran.
b) Bilgi sahibi olup da eser yazan ve bu eserlerden
halkın istifadesini sağlayan.

c) Halkın istifade edeceği ilim ve fen ile mücehhez


evlat yetiştiren.
* Bedenin zekAtı oruçtur.
* Sadaka, yetmiş şer kapısını kapatır.
* Öyle günahlar vardır ki, Arafatta durmaktan başka
hiç bir şey onları temizlemez.
* Şartlarına uygun hac yapıp evine dönen, anasın­
dan doğmuş gibidir.
* Senden sorulmayan şeye cevap verme, sana cevap
vermeY,ene bir şey sorma.
* Mümin, dinine zararı dokunur diye fakirlikten
korkar.
* Ölüm haline gelmezden evvel günahlarına tövbe
edenlerin tövbeleri kabul olur.
* Ey Allah'ın kullan, hastalıklarınızı tedavi ettiri-
niz. Zira, Cenabı Hak yarattığı hastalıkların devasını da ya-
ratmıştır.

* Müslümanlıkta kabirler üzerine kurban kesmek


memnudur.
* Muska, iplik, boncuk gibi şeylere ümit bağlayanla­
rın, ümitleri boşa çıkacaktır.
248 ALLAH VARDIR

* Muskalar, iplikler, ve nazarı def için öteye beriye


elbise ve ayakkabı gibi şeylerin asılması, remil ve sihir
yaptırmak şirktir.

* Allah'a isyan yolunda hiç kimseye itaat etmeyi-

* Amir'in hediye alması haramdır. Hakimin rüşvet


kabul etmesi kAfirliktir.
* Bir gün adaletle muamelede bulunmak, altmış yıl-
lık ibadetten üstündür.
* Acı bile olsa, doğruyu söyleyin.
* Güzel huy, dinin yarısıdır.
* Sefere çıkın, gezin, sıhhat bulun.
* Her belA dilden gelir.
* Kanaat, bitmez tükenmez maldır.

* Kendin için ne istiyorsan, başkaları için de onu is-


te.
* İnsanların en hayırlısı, insanlara faydalı olandır.
* Evlenmeye muktedir olup ta evlenmeyen, dininin
bir kısmını noksan bırakmıştır.
* Allah, verdiği derdin devasını da verir.
* Günahına tövbe eden kimsenin, günahı yok gibi-

Hazreti Muhammed (S.A.V.)


249

AYET ME.ALLERİ

Ey günahta haddi aşanlar, Allah'ın rahmetinden


ümidinizi kesmeyin.
Çünkü Allah, bütün günahları af edicidir. Şüphesiz
ki O, çok af edici ve çok bağışlayıcıdır.
Zum.er Suresi 53. ayet.

Habibim, İnsanlardan sana kulak verenler vardır.


Fakat sağırlara sen mi duyuracaksın? Hele akılları da ol-
mazsa.
Sana bakanlar da vardır. Fakat körlere sen mi doğ­
ru yolu göstereceksin? Hele kalb gözleri de görmezse.
Şüphesiz ki Allah, insanlara hiç bir şeyle zulmet-
mez. La.kin insanlar, kendi kendilerine zulm ederler.
Yunus suresi 42. - 43. - 44. ayetler.

Deki; Yarattıklarının şerrinden, karanlık gecenin


şerrinden, düğümlere üfl.iyen sihirbazların şerrinden,
haset eyliyenlerin şerrinden, tan açtıran Allah'a sığını­
rım, ben.
Felak suresi

Deki; gerek cinden, gerek insandan olsun, insanla-


rın kalbine daima vesvese veren o sinsi şeytanın şerrin­
den, insanların Allah'ına, insanların Mdlikine, insanla-
rın Rabbine sığınırım, ben.
En Nas suresi
250 ALLAH VARDIR

And olsun ki, biz Kur'an-ı düşünmek ve anlamak


için kolaylaştırdık. O halde bir öğüt alan ve anlayan var
mıdır?

Kamer Suresi 22. ayet.

İşte Allah, anlayasınız diye, ayetlerini böyle


açıklar,

Bakara suresi 242. ayet.

Hakikaten biz Kur'an-ı, manasını anlayasınız diye


arapça bir kitap olarak indirdik.
Yusuf suresi 2. ayet.
251

FAYDALI SÖZLER

"Adalet mülkün temelidir."


Hazreti Ömer

"Mal dünya şerefini, iyi amel ahiret şerefini korur. "


Hazreti Ali

***

* Başkq_sını hakir görüp, kendini begenen insan, kdmil


bir insan degildir.
* Dil yarası süngü ve hançer yarasından daha çok ıstırap
verir.
* iyi veya kötü söz söyleyen kendi için söyler.
* Zenginlige, sıhhatine ve mevkiine güvenme, Allah 'a
güven.
* Her hastalıgın devası vardır, fakat kötu ahldkın ilacı
yoktur.
* Sükunet seldmet getirir.
* Haklı olan sükut etmez.
* Sabreden galip gelir.
* işsizlik ahldksızlıga sebep olur.
* iyi ahldk iman edendedir.
* insana Allah 'ı bulması için akıl ve ilim verilmiştir.
* Göbegini şişirenin, aklı azalır.
* Sıhhatli yaşamak istiyorsan, az ye.
* Seıvet ve mevki dünya saadeti için kdfi degildir.
* Saadet ve refah, ahldklı ve bilgili olmak ve devamlı
olarak çalışmakla elde edilir.
ALLAH VARDIR
252

* Tembelliğin cezası sefalettir.


* Çalışmanın mükdfatı servettir.
* Namaz kılanın günahı olmaz.
* Kadının serveti ve şerefi namusudur.
* Hak din, insana en kuvvetli bir destektir.
* Bazı insanlar münkir olabilir, fakat asla dini tesirden
dzade kalamaz.
* Fakirlik hastalıgı, çalışmak ile tedavi edilir.
* Geçim zorlugu olmazsa, insan şükretmeyi unutur.
* Devlete kuvvet, halka refah ve saadet veren şey adalet-
tir.
* Devletleri batıran, halkı perişan eden şey, istipdat ve
cehalettir.
* lnsanoglu yaşamak için yemeli, fakat ruhunu da aç bı­
rakmamalı.
* Ruhunu din ile doyurmayan, başkalarının hakkını yer.
* Dünya durdukça, cehalet ilme, fenalık iyilige, haksız-
lık dogruluga, zulüm ve istibdat da adalete boyun eyecektir.
* Ümidinizi fani varlıklara degil, Allah'a baglayınız.
* Allah'a uzanan el boş kalmaz.
* Kur'an okumak ve dinlemek güzel şeydir. Fakat,
manasını anlamak daha güzeldir.
* Su, en güzel içkidir.
* Yiyiniz, içiniz, Allah'a şükrediniz.
H.H.B.
253

13
KİTAP İÇİN YAZILANLAR

Muhterem Doktor Halim Bilsel'in, Allah Vardır, eserini


müsvedde halinde iken okudum. Doğrusu, eseri okumazdan
önce, acaba bu muhterem zat, mesern nezleye niçin bir ilaç
keşfi ile meşgul olmuyor da, yahut insanlığı kasıp kavuran
kansere bir çare araştırmıyor da, branşının dışında olan diııı
meseleler ile uğraşıyor? şeklinde bir soru hatırıma gelmedi
değil. Fakat, kendilerine, ağzımdan tek bir kelime çıkararak
böyle bir şey sormadım.
Eseri okuduktan sonra ise, sormadığıma ne kadar mem-
nun olduğumu tahmin edemezsiniz. Çünkü eser, bugünün
gençliğini, bugünün ihtiyarlığını, velhasıl bugünün her ihti-
yacını göz önünde tutarak yazılmış, nevi şahsına mahsus,
cidden nefis ve faydalı bir eserdir.
Binaenaleyh, hatırı fatırdan geçen o sual için muhterem
Doktoruma arzı itiraz ile muvaffakiyetlerinden dolayı kendi-
lerini candan tebrik ederim.
03.12.1965
Ahmed DAVUDOĞLU
İstanbul Yüksek lslAın Enstitüsü
Arap Dili ve Edebiyatı, Fıkıh Öğretmeni
ALLAH VARDIR
254

22 Ocak 1966 tarihli Tercüman gazetesi'nden:

İşte her nitelikte çok güzel, çok mükemmel ve değerli bir


eser: "Allah Vardır". Tıp Doktoru Halim Hilmi Bilsel tarafın­
dan yazılmış. Aklı olan insan her an kendinde ve her tarafta
Allah'ın varlığını hisseder, görür, anlar. O halde "vardır" diye
bir iddiada bulunmak, bu konuda bir kitap yazmak gerekir
mi?
Gerekir, çünkü inkiir edenler var; bu gibilerin mutlaka
akıl mekanizmasının bu gerçeği kavramaya yarayan tarafı fel-
ce uğramıştır.

Kitap "Alalı fikri insanla birlikte doğmuştur" diye başlı­


yor. Sonra gelip geçmiş dünya filozoflarının, ilim ve fen
adamlarının Allah'ın varlığını ispat eden yazı ve sözlerini
naklediyor. Aynı konudaki başlıca 65 eserden faydalanılmış.
Akli deliller, felsefi deliller, ilmi deliller, dini deliller, kutlu
kitaplar, bizzat Kur'an'daki deliller sayıldıktan sonra "Allah
nedir?" diye soruyor ve cevabı veriliyor. Müslümanlık nedir?
İnsanlara din liizım mıdır? Müslümanlık dünyaya nasıl yayıl­
mıştır? Müslüman devletler hangileridir? Türklerin kurdukla-
rı Müslüman devletler? Bunlar anlatıldıktan sonra bir netice
sunuluyor.
Bu kitabı
okuyan müminlerin imanı artar, mümin ol-
mayanların da hidayete ermeleri ümidi vardır. Bu pek değer­
li eserden dolayı Sayın Doktor Halim Bilsel'i candan tebrik
ederim. Eminim ki büyük sevaba girmiştir.

KADİRCAN KAFLI
KİTAP İÇİN YAZILANLAR 255

Sayın vatandaşlarım,

Gün geçmiyor ki Almanya ve İsviçre'deki nasraniyeti


yayma teşekküllerinden Mesih'in hak (!) dinine davet eden
mektuplar, broşürler almayayım. Bunların temiz bir Türkçe
ile yazılmış bulunması bilhassa dikkat çekicidir. Türkiye'nin
her tarafında ad ve adreslerini öğrenebildiklerine yolluyorlar.
Kağıt ve baskı parası şöyle dursun, posta ücretlerinin dahi bü-
yük bir yeküna ulaştığına şüphe yok. Yılmıyor, usanmıyor,
propagandaya devam ediyorlar. Kafasında düşünme kabiliye-
ti mevcut olanların, İsHimiyetin hakikatlerine gereği gibi vu-
kufları olmasa da, kanabileceklerini ummuyorum. Allah'ın
hak dinini kendi koruyacağı hakkındaki Kur'an'ın müjdesini
hiç unutmuyorum amma, ne de olsa muhitin ve kötü gelenek-
lerin etkisine kapılanların garplılaşmanın hangi alanlarda
matlup ve memdih, hangi alanlarda merdut ve makduh oldu-
ğunu, hazan bilgisizlikten, hazan da dinsizlik modasına ah-
makça gönlünü kaptırmış olmaktan dolayı takdir edemeyen-
lerin az da olsa varlıklarını gördükçe yüksek dinimizin ger-
çeklerini bilhassa gençlerimize açıklamanın elzemiyetine
inanıyorum.

Bizim dinimiz aklı ihmal etmez, aklın harekete getiril-


mesinden çekinmez, amma kötü ve aldatıcı tesirlerle aklın
sağlam yürüyebilmesi sekteye uğratılınca dalalet, hakikat sa-
yılır. İşte bundan dolayı ilim ve akıl yolundan dinimizin yü-
celiğini, doğruluğunu öğrenmek ve anlatmak günümüzün baş
ihtiyacıdır.

Genç aydın Dr. Halim Bilsel'in bu dini ve insani vazife-


yi ele almakla elbette (Nasın hayırlısı, nasa faideli olandır)
sırrına erişmiştir.

Fen karşısında küfrün paramparça olacağını en kesin il-


mi temellerle açıklayan bu kitap, misyonerlerin batıl propa-
gandalarına mukabele ile kalmaz, asrın dinsizlik modası cere-
yanına kapılarak bocalamakta olan gençlerin kafalarını da ha-
kikatın nurlarıyla aydınlatır.

İslami teşekküllerimiz bu öz vazifeye nedense henüz el


atamamışlar iken, Dr. Halim Bilsel'in tek başına cihad meyda-
nında böy göstermesini ben her türlü takdire layık buluyor ve
256 ALLAH VARDIR

dindar aydın gence saygı ve sevgi ile tebriklerimi sunuyorum.


Dr. Bilsel'in açtığı bu yolda din bilginlerimizin, bilhassa
tslfuni cemiyetlerimizin bir an evvel ona ayak uydurmalarını
ve misyonerlerin Türkiye Müslümünlarını (vukuu imkAnsız
da olsa) Hıristiyanlaştırmak için gösterdikleri gayretten ibret
alıp uyanmalarını, Rabbül Aleminin tükenmez inayet ve rah-
metinden umuyor ve bekliyorum.

03.01.1967
RAİF OGAN

Sayın Dr. Halim Bilsel,


Allah Vardır, adlı eserinizi baştan aşağı okudum. Okulumuz
kütüphanesi için çok faydalı olan bu eserden 10 adet göndermenizi
rica ederim. 13.03.1966
Zakir GÜVEN
Ankara İmam - Hatip Okulu Müdürü
KİTAP İÇİN YAZILANLAR 257

Muhterem okuyucularım,
Memleketimizin kıymetli ve fadıl doktorlarından Halim
Hilmi Bilsel tarafından (Allah Vardır) unvaniyle geçen sene
neşir edilen eserin az zamanda tükenerek bu defa ikinci

tab'ına ihtiyaç hasıl olması, eserin kıymetini ve mazhar oldu-
ğu yüksek rağbeti göstermeğe kafidir.
Hakikaten eserin çok büyük mesai neticesi olarak hazır­
lanmış olduğu, münderecatına biraz göz gezdirmekle derhal
anlaşılır. Milattan evvel ve sonra, asrımıza kadar meşhur filo-
zof ve mütefekkirlerin Allah'ın varlığı hakkındaki beyanları
ve delilleri toplanıp gösterilmiş, hayat aleminin, bütün mü-
kevvenatın nizam ve intizam dairesindeki cereyanı izah edil-
miş, nihayet bir gün her şeyin fena bulacağı, yalnız Allah'ın
bakı kalacağı ve Allah'ın var olduğu ispat edilmiştir.
Sonra gelmiş geçmiş dinlerden bahsedilmiş, Tevrat, Ze-
bur, İncil gibi mukaddes kitapların zamanla nasıl tahrif edil-
dikleri, yahudilerin çevirdikleri entrikalar, papazların mey-
dana getirdikleri Teslis akıdesi ile insanları şirk ve küfür ba-
taklığına soktukları uzun uzadıya izah edilmiştir.
Cemiyeti beşeriyyeyi dalalete düşüren bütün bu hurafe-
ler ve sapıklıklardan sonra hidayet güneşinin doğduğu, İslam
peygamberinin tevhid akıdesini neşir ile dünyayı hak ve ha-
kikat nuru ile aydınlatmış olduğu apaçık delillerle gösteril-
miştir.

Eser, cidden çok faidelidir. Çok emek, çok tetkikat mah-


sülüdür. Bütün Müslüman kardeşlerimizin bu eseri alıp oku-
malarını tavsiye ederim.

12.02.1967
EŞREF EDİP

Allah Vardır - F. 17
ALLAH VARDIR
258

Bay Dr. Hilmi Bilsel,


Taksim-İstanbul

Dairemize göndermiş olduğunuz "ALLAH VARDIR" ad-


lı eseriniz hakkında,
Başkanlığımızın Din İşleri Yüksek Kurulu'nca ittihaz
olunan 16.06.1967 gün ve 102 sayılı karar ve eki'nin birer ör-
neği ilişik olarak gönderilmiştir. Eserinizin yapacağınız yeni
baskısında, kararda işaret olunan hususların düzeltilerek bas-
tırılmasını rica eder, hayırlı işlerinizde başarılar dilerim.

Diyanet İşleri Başkanı y.

Allah Vardır. adlı kitap hakkında 16.06.1967 tarih ve 102


numaralı karar sureti:
Yüksek başkanlıkça 09.05.1967 tarih ve 1043 sayı ile Ku-
rulumuza havale buyurulan, Olgunlaştırma Dairesi Başkanlı­
ğı'nın 08.05.1967 tarih ve 527 sayılı yazısına ekli, Dr. Halim
Hilmi Bilsel'in ALLAH VARDIR adlı kitabı incelendi. Bu ev-
rakın müzakeresinde Kurul Başkan vekili Dr. A. Arslan Ay-
dın, üyelerden M. Şehit Oral, Dr. Esad Kılıçer, Lütfü Doğan,
Hasan Ege, Hüseyin Özgün, İbrahim Atay, Osman Keskinoğlu
ve Dr. Lütfü Doğan hazır bulundular.
Müellifin, eserini yazarken hayli emek sarfettiği takdirle
müşahede edilmekle beraber, ilişik listede gösterilen hatala-
rın, yapılacak olan yeni baskısında düzeltilmesinin gerekli ol-
duğuna ittifakla karar verildi.
KİTAP İÇİN YAZILANLAR 259

13 Ekim 1967 tarihli Son Havadis Gazetesi'nden:

Bana gönderdiği liltufnamede; "baba dostum, hemşeh­


rim ve kıymetli meslekdaşım" diye seslenen İç Hastalıkları
Mütehassısı muhterem Doktor Halim Hilmi Bilsel'in ilaveli
ikinci baskısını büyük bir zevkle okuduğum (ALLAH VAR-
DIR) adlı kitabını aziz okuyucularıma haber vermek istiyo-
rum.
Böyle mühim bir eserin değerli bir baba dostu, hemşeh­
rim ve meslekdaşım tarafından büyük emek harcanarak yazıl­
mış ve basılmış bulunması bana ayrı bir sevinç ve gurur ka-
zandırmıştır.

Temel felsefeleri Allah'ın varlığını inkar, yani Allahsız­


lık ve zındıklık olan "ateist" komünistlerin bile İkinci Dünya
Savaşı'ndan bu yana nasıl yeniden camilerin (mescidlerin) ve
kiliselerin açılmasına lüzum ve zaruret duyduklarını, bu son
Sovyet Rusya gezimizde gördük ve öğrendik.
Halii rejimine imrendikleri, taklit edilmesine çalıştıkları,
Lenin'e tapan Allahsızlar ülkesinde bile yapılmış bu dönüş­
ten habersiz bulunan bizim yerli kızıl soytarılara, gafillere ne
demek, ne yapmak lazım diye düşünüyordum ki, postadan
"ALLAH VARDIR" adlı değerli kitap çıktı.
Aziz vatanımızı "Mesud ve Müreffeh Türkiye" haline ge-
tirmek yolunun samimi gönülleri, bunun iktisadi, sınai ve
teknik icaplarından daha da mühim olarak manevi, ideolojik
ve kültürel zaruretlerinin yerine geterilınesine inanmaktadır­
lar. İktisadi, sınai ve teknik kalkınmanın gücü, manivelası
imandır, idealdir ve kültürdür.

Bir müsbet ilim sahibi imanlı bir meslektaşımın, kısa za-


manda ilaveli ikinci baskısını yaptığı "Allah Vardır" adlı ki-
tap, laikliği "!§.dinilik", "Allahsızlık" olarak uygulamaya
kalkışanların açtıkları yaralara bir merhemdir.

Ortaokullarımıza ve liselerimize din dersleri koymak


çok yerinde, çok sevindirici bir karar ve hizmettir.
ALLAH VARDIR
260

"ALLAH VARDIR" kitabını, şu günlerde birikmiş bin


türlü meşgalem arasında, bir an elimden bırakmadan sonuna
kadar zevkle, gururla ve çok faydalanarak okudum. Bende şu
kanaat hasıl oldu ki, bu kitap, okullarımız, öğrencilerimiz,
gençlerimiz ve evldtlarımız için son derece istifadeli bir eser-
dir. Diyanet İşleri Başkanlığı ve Milli Eğitim Bakanlığı yetkili
ve ilgilileri bu kitabı inceletirlerse bu görüş ve kanaatimde ba-
na hak vereceklerdir.
Yaşı, mesleği, ilmi ve inancı ne olursa olsun bütün oku-
yucularıma hararetle okumalarını tavsiye ettiğim bu değerli
kitabın yalnız fasıl başlıklarına göz atmak, muhtevası hakkın­
da bir fikir vermeye kMidir.
Hepsi birbirinden mühim ve güzel bu bahisler içinde
bilhassa (Müslümanlar ve Müslüman Devletler), (Türkler Na-
sıl Müslüman Oldu?), (Türkler ve Kurdukları Müslüman Dev-
letler) muhakkak her Müslümün Türk evHidının ibretle oku-
ması ve öğrenmesi şart olan konulardır.

Aziz okuyucularıma haber verdiğim bu değerli esere, Di-


yanet İşleri Başkanlığı'nın ve Milli Eğitim Bakanlığı'nın da
gerekli aliikayı göstermelerini istirham ediyorum.
Değerli meslekdaşımı candan tebrik için duygularımı
ancak şu cümle ile ifade edebilirim:
"ALLAH VARDIR" müellifinden Allah razı olsun!...

Dr. FETHİ TEVETOĞLU


Senatör
ALLAH VARDIR 261

18 Aralık 1967 tarihli


MİLLİ EĞİTİM BAKANLIĞI
Tebliğler Dergisi'nden

Konu: Allah Vardır adlı eser hakkında.

Dr. Halim Bilse! tarafından hazırlanan,

Allah Vardır isimli eserin


"Din Bilgisi Öğretmenleri"ne tavsiyesi
uygun görülmüştür.

Milli Eğitim Bakanı a.


MEHMET ÖNDER
ALLAH VARDIR
262

BİBLİYOGRAFYA

1. l:lülasetül Beyan fi Tefsiri! Kur'an . . . . . . . . Mehmet Vehbi


2. Tanrı Buyruğu . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . Ömer Rıza Doğrul
3. Kur'an-ı Kerim ve Meali . . . . . . . . . . . . . . Abdülbaki Gölpınarlı
4. Kısas-ı Enbiya . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . Ahmet Cevdet
5. Hazreti Muhammed Mustafa . . . . . . . . . . . M. Hüseyin Heykel
6. Hazreti Muhammed . . . . . . . . . . . . . . . . . Nezihe Araz
7. Hz. Muhammed Niçin Çok Evlendi ...... Fuat Süreyya Oral
8. Peygamber Anneleri . . . . . . . . . . . . . . . . . Abdülhamit Akalın
9. Adem ile Hawa . . . . . . . . . . . . . . . . . . . M. Zeki Korgunal
10. Asr-ı Saadet ....................... Ömer Rıza Doğrul
11. Kur'an-ı Kerim ve Müsbet İlim . . . . . . . . . . Mehmet Şükrü Sözer
12. Kur'an Ne Der, İman Nedir? . . . . . . . . . . . Hüsamettin Ergezen
13. İslam Dini . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . A. Hamdi Aksekili
14. İslamın Etrafındaki Şüpheler . . . . . . . . . . . Muhammed Kutup
15. Müslümanlık İçin Ne Dediler? . . . . . . . . . . Kemal Karadeniz
16. Türkiye'de Manevi Buhran . . . . . . . . . . . . Osman Turan
17. Kur'an Hükümleri ve Modern Hukuk Mustafa Reşit
Belgesay
18. Allah Fikrinin Tekamülü . . . . . . . . . . . . . . . Cemil Sena
19. Allah . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . Bedri Ruhselman
20. Büyük Tefsir - Allah Nedir? . . . . . . . . . . . . İ. Hakkı Baltacıoğlu
21. Ruh ve Ölüm ötesi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . Mustafa Ertuğrul Kaan
22. Siyonizmin Ana Prensipleri . . . . . . . . . . . . Ziya Uygur
23. Kur'an-ı Kerim'in İlmi, Fels. Mucizeleri . . . M. Sadık Öztürk
24. Hikmet Pırıltıları . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . Celal Yıldırım
25. İslamda Niyet . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . Ali Özek
26. İslam Ahlakı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . Ömer Nasuhi Bilmen
27. Garp Materyalizmi Karşısında İslam . . . . . M. Cemile - K. Kuşçu
28. İslamın Manevi ve Kültürel Değerleri . . . . . H. Bammat
29. Binbir Hadis . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . Numan Kurtulmuş
30. İnsan - Feza ve ötesi . . . . . . . . . . . . . . . . Melih Koçer
31. Hazreti Muhammed ................. V. C. Bodley
32. İslam'a Girş . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . M. Hamidullah
33. İslam İlmihali . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . Ömer Nasuhi Bilmen
34. Ahdi Atik - Mezamir - Ahdi Cedid 1910 Yunanca
Tercümesi
35. İslamın Özü ve Kur'an'ın Ruhu ....... . Ömer Rıza Doğrul
36. Muvazzah İlmi Kelam ............... . Ömer Nasuhi Bilmen
37. İslam Aleminde İlim Hayatı T. B.M. . .. . Zekai Konrapa
ALLAH VARblR 263

38. lbrahim Allah'ı Arıyor . . . . . . . . . . . . . . . . Mustafa Runyon


39. Musa ve ilahi Levhalar . . . . . . . . . . . . • . . Mustafa Runyon
40. Tüksek lslıim Ahlıikı • . . . . . . . . . . . . . . . . Ömer Nasuhi Bilmen
41. Füzuyat . • . . . . . . . . • . • • . . . . . . . . . . . . Şemsettin Yeşil
42. lslam . . . • • . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . Hayrettin Karaman
43. Hurafattan Hakikate . . . . . . . . . . . . . . . . . Şemsettin Günaltay
44. Zulmetten Nura . . • • . . . . . . . . . . . . . . . . M. Şemsettin
45. Kur'anı Kerim'den Dersler ve Öğütler. . . . . Ömer Nasuhi Bilmen
46. Kur'an-, Hakim ve Meali Kerim . . . . • . . . . Hasan Basri Çantay
47. Ashab-ı Kiram . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . Ömer Nasuhi Bilmen
48. Ruh Kuweti . • • . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . M. Baha Töven
49. Kötülükler Karşısında lslam . . . . . . . . . . . ö. Cemal Karabekir
50. El Müslimin . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . Ocak 1965 Suisse
51. Hak Dini, Kur'an Dili . . . . . . . . . . . . . . . . . Elmalılı Hamdi Yazır
52. Fıkhı Ekber . . . . . . . . . . . . • • . . . . . . . . . . . . imam Azam - S. Başak
53. Ruhu lsıam • . • . • • . . . . . . . . . . . . . . . . . . Ömer Rıza Doğrul
54. Dini, Felsefi Mühasebeler . . . . . . . . . . . . . lsmail Hakkı lzmirli
55. Tarihi Edyan . • . . . . . • . . . . . . . . . . . . . . . M. Şemsettin
56. lzharul Hak . . • . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . Rahmetullah Efendi
57. lsıam . . . . • . . . . • . . . . . . . . . . . . . . . . . . Ahmet Hamdi Akseki
58. Hakayiki İslamiye . . . . . . . • . . . . . . . . . . • M. Ali Özkardeş
59. Küfrün Karşısında Müslümanlık . . . . . . . . Cevat Rıfat Atilhan
60. İslam ve Beni İsrail . . . . . . . . . . . . . . . . . . Cevat Rıfat Atilhan
61. Hıristiyanlığa Reddiye ................ Abdullah Tercüman
62. Angalikan Kilisesine Cevap . . . . . . . . . . . . lzmirli lsmail Hakkı
63. lslam inançları ve Felsefesi . . . . . . . . . . . Ali Arslan Aydın
64. Büyük Filozoflar Ansiklopedisi . . . . . . . . . . Cemil Sena
65. Hazreti Muhammed ve Hadisleri . • . . . . . . Abdülbaki Gölpınarlı
66. Allah (Arapça) ........................ Abbas Mahmud el lkad
67. Dinler Tarihi ....................... Ahmet Kahraman
68. Kur'an-ı Kerim Tetkikine Giriş . . . . . . . . . . . M. BeşirAddin-Ş. Siber
69. Peygamberimizin Hayatı . . . . . . . . . . . . . . M. Zekai Konrapa
70. lslıim Dinine ilmi, Tasawufi Bakış. . . . . . . Mehmet Oruç
71. Emanet-i Mukaddese . • • • . . . . . . . . . . . . Tahsin Öz
72. Kur'an'a Göre İman Esasları . . . . . . . . . . Hüseyin Atay
73. Kur'an'dan Ayetler ve Nesirler • . . . . . . . . Ömer Rıza Doğrul
74. Mezhep Sahibi Dört imam ............ Celal Yıldırım
75. Türk Tarihi . . . . . . . . . . . . . • • . . . . . . . . . Hüseyin Namık Orkun
76. islam Devletleri . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . Osman Keskioğlu
264 ALLAH VARDIR
Allah'ın varlığını kavramak,
insan düşüncesinin doğal bir sonucudur.
Evrenin ve kendi varlığının bilincine varan insan,
bu varlığın hangi kaynaktan geldiğini, nasıl hayat
bulduğunu aramış ve bu arayışları onu
Allah' a ulaştırmıştır.
İnsan; yüzyıllar içinde yaradılışının amac_ını
düşünmüş, araştırmış ve vardığı sonuçlar onu
hep aynı varlıkla buluşturmuştur. Allah!
Allah nedir? Allah evreni neden yarattı?
Allah bütün canlılar yanında, insanı niçin yarattı?
Yaradılışının karşılığı ne olmalıdır?
Maddesel varlığı bulunmayan "Ruh" nedir?
Bugüne kadar yaşamış filozofların Allah'ı arayış
ve onun varlığı hakkındaki fikirleri...
Allah ve insanlığı aydınlatmak için gönderdiği
peygamberler. Peygamberlerin getirdiği
dinler ve kitapları.
Tıp doktoru Halim Hilmi Bilsel'in geniş bir
araştırma ve büyük emekle hazırladığı; Allah'ın
varlığı ile ilgili bilgilenmek isteyenlere ve
öğretmenlere kaynak bir eser.

Milli Eğitim Bakanlığı'nın yayınladığı


18 Aralık 1967 tarihli Tebliğler Dergisiyle
bu eserin Din Bilgisi Öğretmenlerine
tavsiyesi uygun görülmüştür.

lı iiıiı�ılinı ıl
ISBN 975-7747-08-4

9 799757 7 4 7 0 85

You might also like