Sahnenin Dışındakiler Yahut İşgal İstanbul'unun Romanı

You might also like

Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 9

Sahnenin Dışındakiler

Yahut İşgal İstanbul’unun Romanı

Abdullah Uçman
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi

Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Sahnenin Dışındakiler adlı roma-


nı, esas itibariyle Mütareke İstanbul’unda (1920 yılı sonu-1921 yılı
başı) geçmekte, Türk milleti ve Türk vatanı için gerçek anlamda bir
ölüm-kalım savaşı olan Millî Mücadele’nin gerçekleştiği Anadolu
“asıl sahne”, Osmanlı pâyitahtı olan İstanbul ise “sahnenin dışı” olarak
ele alınmaktadır.1 Romanın aslî kahramanlarından biri olan İhsan
bu durumu şu cümlelerle ifade eder: “Orada (Anadolu’da) mücadele
var, muharebe var. Mukadderatımız orada halledilecek! Asıl sahne
orası. Biz burada maalesef sadece seyirciyiz. Sahnenin dışındayız.”2
Roman bellibaşlı iki kısımdan meydana gelir. “Mahalle ve
Ev” başlığını taşıyan birinci bölümde, II. Meşrutiyet’in ilân edildiği

1 İşgal altındaki İstanbul’u konu alan romanlar Türk Romanında İşgal İstanbul’u
(Mehmet Törenek, İstanbul 2002) adlı çalışmada ana hatlarıyla ele alınıp
incelenmiştir.
2 Sahnenin Dışındakiler, 5. b., İstanbul 2003, s. 135. Tanpınar hayattayken
kitaplaşamayan ve birbirinden farklı birkaç baskısı bulunan romanın en güvenilir
baskısı Dergâh Yayınları tarafından 2003 yılında yapılanı olduğu için biz de
yazımızda buna ait sayfa numaralarını kullandık.

253
OSMANLI óSTANBULU V

yıllara kadar uzanan, ama daha çok Balkan Savaşı sonrasında anlatıcı
rolündeki Cemal’in çocukluğunun geçtiği Şehzadebaşı’ndaki mahal-
le anlatılırken, “Hadiseler” başlığını taşıyan ikinci bölümde ise esas
olayların yaşandığı 1920-1921 yılları hikâye edilir. Anlatıcı Cemal, o
sırada yirmi yaşlarında bir delikanlıdır. Romandaki olaylar sonuna
kadar Cemal’in bakış açısıyla ve onun hâtıraları şeklinde anlatılmıştır.
Roman görünüşte Cemal’in, olayların geçtiği tarihten altı yıl
önce ayrıldığı sevgilisi Sabiha’yı tekrar bulabilme umuduyla ama
daha çok kendi kişiliğini bulma yolunda vermiş olduğu mücadele
etrafında geçer. 1920 yılı Eylül’ünde güney vilâyetlerinin birinden
Tıbbiye’de tahsil yapmak üzere İstanbul’a gelen Cemal, 1914 yılında
ayrıldığı ve bütün çocukluğu ile gençlik yıllarının geçtiği İstanbul’u
her bakımdan çok değişmiş bulur. Çünkü İstanbul düşman işgali al-
tındadır ve şehirdeki hemen herkes bedbaht, perişan ve geleceğe ait
bütün ümitlerini kaybetmiş bir durumdadır. Cemal, romanın başın-
da, altı yıldır görmediği Şehzadebaşı’ndaki Elâgöz Mehmed Efendi
Mahallesi’ne gelir ve romancı âni bir geri dönüşle kahramanını altı
yıl öncesine, hattâ daha önceki yıllara, mahalleye ait hâtıralarına gö-
türür. Romanın 125 sayfa tutan birinci kısmı, Cemal’in doğup büyü-
düğü ve 1914 yılında ayrıldığı mahallesinde geçmişin hâtıralarının
hikâyesidir.
Romanın, Cemal’in Şehzadebaşı’nda daha önce oturdukları
eve uğradığı ikinci kısmı 126. sayfada başlar ve aşağı yukarı yüz sayfa
sonra Cemal, “İstanbul’a 2 Eylül Perşembe akşamı gelmiş, ancak Salı
sabahı pansiyona yerleşmiştim.” (s. 223) der ki, bu da bize yüz sayfa
boyunca anlatılanların topu topu dört gün zarfında cereyan ettiğini
gösterir. Bu kadar kısa bir süreye bu kadar çok şeyin sığdırılması, ya-
zarın, olayların büyük bir süratle yaşandığı, yani bir bakıma tarihin
büyük bir hızla yeniden yazıldığı günlerin yoğunluğunu yansıtmak
istemesinden ileri geldiğini düşündürmektedir.
Cemal, eski mahalle komşusu ve aynı zamanda akrabası olan
İhsan’ın talimatıyla şehirde oradan oraya koşturarak, kendisine hava-
le edilen ve başlangıçta pek de anlam veremediği birtakım işleri ye-
rine getirir, ancak zaman zaman bu işler yüzünden bunalır. Birbiriyle
hiç ilgisi yokmuş gibi görünen bu meşgaleler, esasında Anadolu’da

254
SAHNENóN DIòINDAKóLER
YAHUT óòGAL óSTANBUL’UNUN ROMANI

oynanmakta olan büyük oyuna bir katkı sağlamak, onu desteklemek


için yapılmaktadır. Ancak bu koşuşturmalar sırasında Cemal, gerek
karşılaştığı insanlar, gerekse önemli-önemsiz bir kısım olaylar dola-
yısıyla, şehrin geçmişi ve geleceği, toplum hayatının süratle değişen
dengeleri, şehrin peyzajı ve giderek çirkinleşmeye başlayan çehresi,
insanlar arasındaki ilişkiler ve insanın talihi üzerinde uzun uzadıya
düşünme fırsatı bulur.
Şahıs kadrosunun bir hayli kalabalık olduğu romanda Behçet
Bey gibi toplum dışında kalmış kişiler yanında Süleyman Bey, Sün-
düs Hanım, Sâkine Hanım, Mürâi İbrahim Bey, Nuri Bey, Bolahenk
Tevfik Bey, Kudret Bey, Madam Elekciyan, Muhlis Bey ve İhsan gibi
Cemal’in yakından tanıdığı kişilerle birlikte bir kısım eski İttihatçı-
lar, İtilâfçılar, Millî Mücadele aleyhtarları, vurguncular, hainler, Nâsır
Paşa gibi ikbalden düşmüş devlet adamları, Muhtar gibi doğuştan
kötü yaratılmış olanlarla düşmüş kadınlar... Sefalet ve sefahati bütün
dehşetiyle yaşayan insanlar, Beyoğlu’nu bir baştan öbür başa istilâ
eden Beyaz Ruslar ve toplumun değişik tabakalarına mensup daha
birçok insan yer alır.
Bu özetten de anlaşılabileceği gibi Sahnenin Dışındakiler, hem
umutsuz bir aşk hikâyesi, hem de tam anlamıyla işgal altındaki şeh-
rin, yani Mütareke İstanbul’unun ciddi bir muhasebesinin yapıldığı
sosyal muhtevalı bir romandır.
Doğrudan doğruya birinci şahıs ağzından anlatılan roman,
önce İtilâf devletleri işgali altındaki İstanbul’un tasviriyle başlar. İler-
ledikçe, Tanpınar’ın eski şehir hayatı, konaklar ve mahalleler üzerine
uzun uzadıya yorumlar yaptığı sayfalar gelir. Yazar, I. Dünya Savaşı
sonrası Türk toplumunun değişim süreci içinde insanlarla toplum,
ev ve aile hayatı, mahalle, mekteple birlikte, daha önemlisi İstan-
bul’daki süratli değişimin yol açtığı problemler üzerinde ciddi şekilde
durmaktadır.
Balkan Savaşı yıllarında Cemal’in çocukluğunu yaşadığı ma-
hallede Elâgöz Mehmed Efendi Camii, mahallenin hayatını tanzim
eden bir merkezdir. Caminin bahçesindeki ceviz ve incir ağacının, ce-
viz ağacının altında yatan evliyanın, mahalledeki çeşmelerin bile bir
hikâyesi, daha doğrusu bir efsanesi; buradaki mürdüm eriği gibi bazı

255
OSMANLI óSTANBULU V

ağaçların ise dokunulmazlıkları vardır. Bu mahallede lamba ve şişe


satan Yahudi satıcı bile mallarını Isfahan makamıyla tanıtır, yoğurtçu
ise yoğurdunu Hüseynî makamında bağırarak satar. Bu mahallede
her akşam karnını doyurmak üzere gelen her evin ayrı bir dilenci-
si vardır ve Tanpınar’a göre Türk toplumu bugün artık kaybolmuş
olan bütün bu alelâde, sıradan ve basit unsurlarla âdeta bir kanava
gibi örülmüş; dışarıdan bakan birisi için anlaşılması oldukça zor, kar-
maşık, ilginç ve belki de anlamsız bir yapıya sahiptir. Ve Sabiha’nın,
“Onlar bizim kaderimiz…” (s. 60) dediği mahalledeki sokaklar…
İşte bu özelliklerinden çoğunu kaybettiğimiz ve Tanpınar’ı
da “kaybedilenin peşinde bir yazar” hâline getiren, o günlerin dikka-
ti çeken ayrıntılarından biri: “Bundan otuz kırk sene evvel insanlar
sadece iş veya eğlence için bir yere gelmezlerdi. Hattâ asıl birleştirici
olan şey, bunlar değil, ibadetti. İman dediğimiz duyguyu duysun veya
duymasın herkes evinden çıkarken onun kisvesine bürünürdü. İman,
sadece bizi Allah’a bağlayan bağ değil, müşterek kıyafet, yüz ifadesi,
muâşeret şekli, hulâsa cemiyet hayatında nezaket ve merasim dedi-
ğimiz şeylerin, yani karşılıklı münasebetlerin tek kaynağıydı.” (s. 21).
Sahnenin Dışındakiler, daha önce üzerinde duran bir kısım
eleştirmenlerin vurguladıkları gibi, sadece bir Millî Mücadele ro-
manı değildir; bazılarının yaptığı gibi eseri sadece bu yönüyle ele
alırsak, yazara da romana da haksızlık etmiş oluruz.3 Tanpınar’ın
diğer romanlarında ve bir kısım hikâyelerinde gördüğümüz ayrıntı
zenginliği ve hemen her türden malûmat bolluğu bu romanda da
fazlasıyla mevcuttur. Bir defa roman aşk, mücadele azmi, her tür-
lü ihtiras, kırgınlık, hayata küsme, hayatın tadını çıkarma, bir yığın
sosyal ve politik mesele, sefalet ve sefahat gibi hemen her şeyin an-
latıldığı çok değişik ve derin tabakalara sahip, iç yapısı oldukça zen-
gin ve karmaşık bir mahiyettedir. Bence romanda yazarın üzerinde
ısrarla durduğu meselelerden biri ve belki de başlıcası, genel anlamda
“Hayatın bir tiyatro sahnesi” olduğu gerçeğidir. Bu romanda olduğu

3 Sahnenin Dışındakiler üzerine yapılan değerlendirmelerin bir kısmında, meselâ


Selim İleri (Yeni Dergi, sayı 104, Mayıs 1973, s. 59-62) ile Semih Gümüş’ün (ed.
Mürşit Balabanlılar, Türk Romanında Kurtuluş Savaşı, İstanbul 2003, s. 378-388)
yazılarında, eser sadece bir “Kurtuluş Savaşı romanı” olarak ele alınmıştır ki, tek
başına böyle bir yaklaşım kanaatimizce eksiktir.

256
SAHNENóN DIòINDAKóLER
YAHUT óòGAL óSTANBUL’UNUN ROMANI

gibi, esasında Cemal de, Sabiha da, İhsan da, hattâ Süleyman Bey,
Kudret Bey, Muhlis Bey, Behçet Bey, Tevfik Bey, Muhtar ve Madam
Elekciyan da 20’li yıllarda İstanbul’da oynanmakta olan bir oyunun
oyuncularıdır. Yani İstanbul asıl “sahnenin dışı” olarak vurgulanmak-
la beraber, İstanbul’da da Anadolu’dan çok farklı, bir nevi “Bizans
oyunları” oynanmaktadır. Aslında yazar da, bir bakıma roman bo-
yunca mükemmel bir oyun sergilenmektedir.
Tanpınar’ın, diğer romanlarından farklı olarak burada yaptı-
ğı yeniliklerden biri de, belki de anlattığı tarihî dönem dolayısıyla,
gerçek hayattan seçtiği ve aynı adı taşıyan kahramanları da adla-
rıyla anmasıdır. Bunlar arasında İhsan’ın Paris’ten döndüğü sırada
ziyaretine gideceğinden söz ettiği Rübâb-ı Şikeste şairi Tevfik Fikret,
İttihat ve Terakkî Fırkası liderleri Talât, Cemal ve Enver Paşa ile
Hareket Ordusu Kumandanı Mahmut Şevket Paşa ve Damat Ferit
Paşa; Cemal’in Beyazıt’ta bir kıraathânede dinlediği devrin tanın-
mış musikişinaslarından İsmail Hakkı Bey, Dârülfünun’da dersleri-
ne devam ettiği Yahya Kemal, Kadıköy’de Muhlis Bey’in tanıştırdı-
ğı Ahmet Haşim, Nâsır Paşa’nın konağında karşılaştığı Ali Kemal,
akrabalarından Bolahenk lâkabıyla meşhur Tevfik Bey (gerçekte
Nuri Bey); asıl meslekleri hekimlik olduğu halde tıp dışında baş-
ka şeylerle meşgul olan Cenab Şahabeddin, Rıza Tevfik ile İttihatçı
kodamanlardan Bahaeddin Şakir ve Dr. Nâzım ilk anda hatırlanan
isimlerdir.
Cemal, Dârülfünun açıldıktan sonra ara sıra Edebiyat Fakül-
tesi’ne gider ve Yahya Kemal’in derslerini takip eder. Sınıfta, hemen
yanı başında “Saçları birbirine karışık, gözleri melankoli ile etrafa
bakan zayıf bir çocuk” ile (Tanpınar’ın 1921 yılındaki gerçek hâli)
tanışır; bu çocuk Cemal’e “şair olduğunu, fakat henüz hiç şiir yazma-
dığını büyük bir saffetle” söyler (s. 226-227).
Romanda ön planda bellibaşlı iki kahraman dikkatimizi çe-
ker: Anlatıcı pozisyonunda Cemal ile sevgilisi Sabiha. Romanın,
Cemal’in hâtıraları şeklinde kaleme alınması üzerinde yukarıda dur-
duk. Roman boyunca Cemal, aynı zamanda Tanpınar’ın kültür, ta-
rih, medeniyet, çöküş psikolojisi, işgal altındaki İstanbul’da yaşanan
olaylar; sevgi, aşk, bağlılık, ıstırap, ihanet, acı, mutluluk, saadet ve

257
OSMANLI óSTANBULU V

hüzün gibi çok değişik konulardaki görüşlerini de yansıtan önemli


bir kahramandır.
Tanpınar, romanlarında erkek kahramanlarına birer eser yaz-
dırır, ama nedense bu eserler, Tanpınar’daki yarım kalmışlıklar gibi,
bir türlü tamamlanamaz. Huzur’da Mümtaz’ın Şeyh Galib’in hayatı
etrafında yazmağa başladığı roman, Nuran’la tanıştıktan ve onun-
la yaşadığı aşk dolayısıyla bir türlü bitmez. Aydaki Kadın’da Selim
de, İflâs adıyla bir roman yazmaktadır, ama bu roman da bitirilemez.
Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nün kahramanı Hayri İrdal ise “Şeyh
Ahmet Zamanî ve Eseri” adıyla, muhayyel bir tarihî şahsiyet hak-
kında bir eser kaleme alır. Tanpınar’ın bazı hikâyelerinde de benzer
teşebbüslerle karşılaşırız. Sahnenin Dışındakiler’de Cemal de beş per-
delik bir trajedi yazmaya başlar fakat diğerlerinde olduğu gibi yine
yarım kalan bu tuhaf eserin daha ikinci perdesinde kahramanlar bir-
birlerini öldürdüklerinden, üçüncü perdede suflörle rejisörü sahneye
çıkartmak gerekir. Tanpınar’ın, başka eserlerinde de zaman zaman
hayatı, bir tiyatro sahnesine benzettiğini hatırlarsak, bu yarım kalan
trajedinin de bir bakıma bir kısmı burada anlatılan Cemal’in hayat
hikâyesine benzediği düşünülebilir. Ancak diğerlerinden farklı ola-
rak roman kahramanı Cemal, üzerine ismini koymadan, Muhtar’ın iş
arkadaşı Mihailof adına bir fal kitabı yazar. 1922 yılında yayımlanan
bu ilginç kitapta Anadolu’da millî zaferin kazanılacağı bile müjde-
lenmektedir (s. 236).
Romanın bir bakıma tam merkezinde yer alan Sabiha’yı ise,
romanın üçüncü bölümünden itibaren bize Cemal tanıtır. O sırada
henüz on üç, on dört yaşlarında olan Sabiha, akranlarından çok farklı,
kişilik bilinci oldukça erken uyanmış, fakat büyüklerin sözünü din-
leyen, eski aile terbiyesiyle büyümüş uslu, akıllı kızlara hiç benzeme-
yen; biraz da anne-baba kavgası arasında büyümüş biraz haşarı, biraz
serazat denebilecek bir kızdır. Tanpınar’ın diğer eserlerindeki kadın
kahramanlar gibi Sabiha da kimseye benzemeyen, fakat genetik ola-
rak arkasında büyük bir miras taşıyan, daha doğrusu içinde asalet,
zenginlik ve otoritenin de bulunduğu karmaşık bir dünyanın içinden
gelen, yazarın çeşitli yönleriyle idealize ettiği bir karakterdir. Sabi-
ha bir yanıyla “ata, ovaya, bütün erkekçe oyunlara, davul zurna sesi-
ne, hattâ muharebeye bayılan bir evlâd-ı Fâtihan kızı” olan Sündüs

258
SAHNENóN DIòINDAKóLER
YAHUT óòGAL óSTANBUL’UNUN ROMANI

Harım’a, kadınlığına, hayatta yapmak isteyip de yapamadıklarına ve


kötü talihine hıçkıra hıçkıra ağlayacaktır.
Tanpınar, diğer eserlerinde olduğundan çok daha yoğun bir şe-
kilde bu romanında bazen mukadderat, bazen de talih şeklinde kader
fikri üzerinde ısrarla ve sık sık durur. Hattâ “Hadiseler” başlığını taşı-
yan ikinci kısmın başına epigraf olarak Yahya Kemal’in Sorbonne’da-
ki tarih hocası Albert Sorel’in şu cümlesini koyar: “Dünya gömlek
değiştireceği zamanlarda hadiseler sakınılmaz bir kader hâlini alırlar!”
Tanpınar, A. Sorel’den ödünç aldığı bu cümle ile, sanki bütünüyle
romanın bu kısmını okuyucuya özetlemeye çalışır. Çünkü gerçekten
bir yandan Cemal’in, bir yandan Sabiha’nın, bir yandan romanın di-
ğer kahramanları Kudret Bey’in, Süleyman Bey’in, bir yandan Nâsır
Paşa’nın, bir yandan da Anadolu’nun, dolayısıyla bütün bir milletin
kaderini, yani geleceğini belirleyen hadiselerin anlatıldığı romanın
ikinci kısmında bazı olaylar gerçekten kaçınılmaz bir kader hâlinde
karşımıza çıkacaktır.
İşgal altındaki İstanbul’da olaylar o kadar süratle cereyan et-
mektedir ki, muhtemelen yazar da olayları bu tempoya göre yoğun
bir şekilde anlatma mecburiyeti hisseder. Meselâ ikinci kısmın birin-
ci ve ikinci bölümlerine neler sığdırılmış bakalım: Cemal eve uğrar,
evdeki kiracının dramına şahit olur, daha sonra İhsan’a gider, orada
tanımadığı birtakım adamların da bulunduğu bir toplantıya katılır.
İhsan kendisine bir görev verir, bunun için Kanlıca’ya gitmesi gerek-
mektedir; Karaköy’de vapur iskelesinde işgal askerlerine karşı girişi-
len bir tedip hareketine şahit olur, vapura biner, vapurda da benzer
bir olaya tanık olur. Kandilli’ye Tevfik Bey’in köşküne gider, orada
Tevfik Bey’in küçük yeğeni Nuran’la konuşur. Ardından akşam olur;
güneşin batışı, sofrada Tevfik Bey’den Sabiha’nın âkıbetini öğrenir
ve psikolojik olarak âdeta yıkılır (s. 126-153).
Romanın sonunda Sabiha, Nuri Adil Kumpanyası’nın Ka-
dıköy’de Kuşdili’nde vereceği temsillerde “sahneye çıkacak ilk Türk
kadını” olarak bir tiyatro ilânında kendini gösterir. Başından beri
hep arka planda, sahnenin gerisinde kalan Sabiha işte artık sahne-
ye çıkmaktadır, fakat Cemal’e göre Sabiha bu hareketiyle hayatıyla
oynamaktadır.

259
OSMANLI óSTANBULU V

Cemal henüz İstanbul’a gelmeden önce Anadolu’da başlayan


Millî Mücadele’ye gönüllü olarak katılmak istemesine rağmen, bu
meseleyle meşgul olan yarı gizli bir teşkilât sıhhatini bahane ederek
buna engel olmuştur. Ancak daha sonra, yani İstanbul’a gelip de bu-
rada olup bitenleri bizzat gördükten sonra tekrar Anadolu’ya geçmek
istemesine rağmen, içindeki birtakım engelleri aşamadığı için bu ar-
zusunu da gerçekleştiremez. Cemal bu konuda kendisiyle hesaplaşır-
ken şunları söyler:
“Biliyorum ki gidemeyeceğim, çünkü ben hayata çok yıldızlı
bir mâzi aynasından bakıyorum ve bir zaman başka aynalardan da
bakmak istedim.” (s. 261).
Romanın sonlarına doğru Cemal’in içindeki “içtimai insan
tekrar uyanır”; onu kendisine ait düşüncelerden kurtarır ve içinde
yaşadığı toplumun bir ferdi hâline getirir.
Babasının memuriyeti dolayısıyla çocukluğu Sinop’ta geçen,
daha sonra İstanbul’da Şehzadebaşı’nda Elâgöz Mehmed Efendi
Camii çevresinde teşekkül eden mahallede yaşayan Cemal, doğup
büyüdüğü topraklara bağlı, buradaki insanları seven, eski Türk top-
lumunu birbirine bağlayan bağları, “Osmanlı terkibi”ni meydana
getiren unsurları çok iyi bilen, çevresinde olup bitenden haberdar,
yazarın bir bakıma idealize ettiği bir kahramandır. Kendi ifadesine
göre, acıyla, ıstırapla, azim, hasret ve ölümle yoğrulmuş Anadolu tür-
külerinde dile getirilen Anadolu’dan, Alâiyeli Ahmet gibi insanların
yaşadığı dramın içinden İstanbul’a gelen Cemal, İstanbul’daki insan-
ların büyük bir kısmının sağlıklı olmadığı kanaatindedir.
Sahnenin Dışındakiler’i konusu işgal altındaki İstanbul’da ge-
çen sosyal muhtevalı bir roman olarak okuduğumuz zaman, Tanpı-
nar’ın burada ısrarla üzerinde durduğu meselelerden birinin de, Os-
manlı Devleti’nin maddeten ve mânen çöküşü; toplumu oluşturan o
“büyük terkib”in dağılması ve devletin başşehri İstanbul’un 1920’ler-
deki trajik manzarası olduğunu görürüz. Bir yandan I. Dünya Savaşı
sonunda dağılan imparatorluğun ortaya çıkardığı kaos, bir yandan
düşman istilâsından kaçıp İstanbul’a sığınan bir yığın yoksul ve za-
vallı insan; bir yandan Çarlık Rusya’sından kaçıp şehri âdeta istilâ
eden beyaz Ruslar ve bu yüzden bozulan toplumsal dengeler.. Bütün

260
SAHNENóN DIòINDAKóLER
YAHUT óòGAL óSTANBUL’UNUN ROMANI

bunların açtığı bir yığın sosyal yara; bir gecede zenginlerin fakir, ah-
lâkî hiçbir değer tanımayan vurguncuların bir gecede zengin olması;
dünyanın dört bir tarafından gelen işgal ordusu neferlerinin şehirde
ortaya çıkardığı renkli manzara; onlardan cesaret alan bir kısım İs-
tanbullu Rumların taşkınlıkları… “El parçası kadar kalmış bir vatan
toprağı üzerinde” (s. 144) görülen bu acıklı manzara, aynı günlerde
Yahya Kemal’in “İthaf ” şiirinde “Şark öldü!” diye atmış olduğu çığlığı
haklı çıkaran bir realite hâlinde karşımızda durmaktadır.4
Sahnenin Dışındakiler’de romanı daha da anlamlı yapan, unu-
tulmaz güzellikte üç-dört önemli sahne var ki bunları da belirtmemiz
gerekir: Bunlardan biri, Karaköy iskelesinde, İstanbullu bir hanımın
elindeki şemsiyesiyle Türk askerlerini tokatlayan Senegalli neferle-
rin üzerine saldırması sahnesi; ikincisi, Bolahenk Tevfik Bey’in bir
gece Kanlıca koyunda kitara ve mandolin çalan yerli Rumlarla ba-
lalaykalarıyla Boğaz’ın havasını kirleten Amerikan askerlerine karşı
okuduğu gazellerle hadlerini bildirmesi; üçüncüsü Alâiyeli Ahmet’in
insanın tüylerini ürperten o trajik hikâyesi ve sonuncusu da Nâsır
Paşa’nın Cemal’le birlikte, sanki bütün geçmişini yok etmek isterce-
sine, yıllardır biriktirdiği evrakı şöminede yakma sahnesi…
Türk edebiyatının ilk anda hatırlanan üslûp ustalarından biri
olan Tanpınar’ın bu romanda da zaman zaman okuyucuyu başka
dünyalara alıp götüren, üslûbunun zirveye çıktığı sayfalar bulunmak-
tadır, ancak romanın bu açıdan ele alınıp incelenmesi başka bir ince-
lemenin konusu olabilir.

4 Tanpınar’ın da çok önemsediği ve “Tek otobiyografik eseri” dediği “İthaf ”


manzumesi, önce Şair mecmuasında yayımlanmış (nr. 5, 9 Kânun-ı sâni 1919,
s. 66), daha sonra şairin Eski Şiirin Rüzgârıyle kitabında yer almıştır (İstanbul
1962, s. 125-126). Şiir üzerine bir değerlendirme için bk. Abdullah Uçman,
“Yahya Kemal’in İthaf Manzumesi Hakkında Bazı Düşünceler”, İsmail Erünsal’a
Armağan, İstanbul 2014, s. 915-936.

261

You might also like