Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 6

BASTIRILMIŞ

İNSANLIK
TARAFINDAN
İŞLENEN BİR
CİNAYETİN
İNCELEMESİ
ERKUT GÜROL
11 IB-F 1134
ADAY KODU: 004969-0012
YOZLAŞMIŞ TOPLUMUN ÖYKÜSÜ

Dünya tarihinin başlangıcından beri insanoğlu, kendisiyle beraber hüküm sürdüğü


dünyada diğer bireyleri kendi bireysel ahlaki değerleri çerçevesinde boyunduruğu
altına almaya çalışmıştır. Zaman içerisinde etnik değerler ve ırksal farklılıklara bağlı
olarak bir araya gelip toplumları oluşturan insanoğlu, toplumlar aracılığıyla bireyleri
manipüle etmeyi ve boyunduruğu altına almayı sürdürmüş, bireyin bireyleri kontrol
etmesinin üstüne toplumların bireyleri kontrol ettiği bir yaşamın algısı ortaya çıkmıştır.
Toplumların bireyler üzerindeki dominant varlığı ele alındığında da toplumun birey
üstündeki üstünlüğünün farklı yönlerden incelenebileceği gözlemlenebilir. Toplumsal
baskı olarak da adlandırılan bu dominansi durumu, insanların günlük yaşantısı
üzerinde pozitif etkilere sahip olabilmekle beraber, aynı zamanda toplumu oluşturan
bireylerin kültürel ve ahlaki değerlerinin yozlaşmasına sebebiyet verebilmektedir.
Gabriel Garcia Marquez de, Kırmızı Pazartesi adlı modern romanında, Angela Vicario
adında bir kadının kardeşleri tarafından katledilen Santiago Nasar adındaki karakterin
cinayetini anlatmaktadır. Bu cinayet üzerinden Güney Amerika toplumunun günlük
yaşantısını da ele alan Marquez, günlük yaşantının yanında toplumsal baskıların
bireyleri yozlaştırışını da okuyucuya aktarmaktadır. Bu inceleme yazısında da
toplumsal baskının sınıfsal farklılıklar, cinsiyetler arası etkileşim, ekonomik durum, dini
ve ahlaki yapı, kültürel algı ve hukuk yapısı üzerindeki etkisi örnekler çerçevesinde
incelenecektir.

Kırmızı Pazartesi adlı romanda, toplumsal baskılar üstünde rol oynayan ve toplumun
yozlaşmasına yol açan, öncelikli olarak incelenecek sebep sınıfsal farklılıkların ta
kendisidir. Toplum içerisinde bireylerin meslekleri, ekonomik durumları ve toplum
içerisinde yönetim yapısındaki önemi olarak ayrılmasına sebep olan sınıfsal farklılıklar,
kendisini romanın başlarında, Victoria Guzman’ın Santiago Nasar’la olan bireysel iç
çatışmasında göstermektedir. Yıllar boyunca Santiago Nasar’ın babası İsmail Nasar
ile ilişki içerisinde olan Guzman, Nasar’ın babası tarafından evlerinde hizmetçi olarak
işe alınmıştır, o günden beri de Nasar ve ailesine kin tutan Guzman, sosyal statü
açısından toplumun üst kesimlerinin ekonomik ve otoriter bakımdan domine ettiği, üst
kesime hizmet eden çalışan toplum sınıfını temsil etmekle birlikte, Nasar’a söylediği:

“Çek elini kızımdan, beyaz adam!” (Marquez)


cümlesiyle de ten rengi farklılığının toplum içerisinde bireylerin ideolojilerinde ve
toplumsal statülerinde farklılıklara yol açtığı, esmer ten rengine sahip olan kesimin,
Amerikan kültüründe uzun yıllar boyunca egemenlik sürmüş, ve kuvvetle muhtemel
hikayenin anlatıldığı dönemde egemenliğini sürdürmeye devam eden, “beyaz”lara
karşı negatif önyargıyla yaklaştığını göstermektedir. Öte yandan, meslek
farklılıklarından dolayı sosyal statü ayrımına yol açılmasının bir örneği de kasabada
emniyet ve adalet kavramlarının temsilcisi olarak yer alan Albay Lazarro Aponte’dir.
Lazarro Aponte, Karayipler çerçevesinde yerleşmiş olan bu toplum üzerinde
mesleğinin öneminden dolayı otorite sahibi olmanın yanında, topluma yeri geldiğinde
sözünü de geçirebilmektedir. Pablo ve Pedro Vicario’nun, Angela’nın erkek
kardeşlerinin, cinayeti işleyeceğinden haberdar olmasına rağmen cinayeti
işleyemeyeceklerini düşünen Laponte, herkesin haberdar olduğu olası cinayetin
gerçekleşmeyeceği düşüncesini toplumla paylaşmış, onun sözlerine güvenen toplum
yüzünden engellenebilecek bir vahşetin önüne geçilememiştir. İronik bir biçimde
adaletin temsilcisi olan albay, adaleti bu davranışıyla yüzüstü bırakmıştır. Toplum
baskısı ve toplumsal sınıflandırmalar ekonomik yönden incelemeye tabi tutulduğunda
ise, roman içerisinde topluluğu oluşturan her kesimin ekonomik açıdan aynı
ayrıcalıklara sahip olmadığını belirgin şekilde gösteren birkaç tane örneğin bulgusuna
rastlanılabilmektedir. Bu örneklerden birisi de Don Rogelio de La Flor’un Santiago
Nasar’ın cinayeti hakkında söylediği sözlerden oluşmaktadır.

“Saçmalama,” demişti karısına, “o ikisi kimseyi öldüremez, hele zengin birini hiç.”
(Marquez)

de la Flor’un ağzından dökülen bu sözlerden de anlaşılacağı üzere Santiago Nasar’ın


ekonomik olarak de la Flor ve karısı Clotilde Armenta’dan daha iyi bir duruma sahip
olduğu anlaşılabileceği gibi, aynı zamanda Vicario ailesinden de ekonomik açıdan
daha zengin olduğu okuyucuya sezdirilmektedir. Bu yüzdendir ki, de la Flor’un sözleri
hikaye içerisinde toplumdaki zengin ve fakir farkını ortaya koymakla beraber, Pablo
Pedro Vicario kardeşlerin üzerinde olan toplumsal baskılardan birisinin de aktarımı
olmuştur: ekonomik açıdan Nasar’dan daha kötü durumda olan ailenin bu iki ferdi,
toplumun daha saygıdeğer bir üyesini katletme görevini üstlenmişlerdir. Ekonomik
yönden toplumsal baskının etkilendiği bir diğer örnek de Bayardo San Roman adlı
karakterin Angela Vicario’yla evlendirilmesidir. Bayardo San Roman, ekonomik yönden
güçlü bir ailenin bireyi olmakla birlikte, babası Petronio San Roman ünlü bir general
olup Marquez tarafından yazılan bir diğer eserden, Yüzyıllık Yalnızlık’tan bu romana
aktarılmıştır, ekonomik statüsünden dolayı yerleştiği kasabada insanların saygısını
kazanmış, bu sebepten dolayı, kendisine duygusal anlamda bağlı olmamasına rağmen
Angela Vicario, San Roman’la ailesi tarafından evlendirilmiştir. Öte yandan, etnik
gruplar arasındaki çatışmalara ve bu grupların birbirleri hakkındaki düşünceleri de
romanın temelinde yer almaktadır. Bu çatışmalara örnek oluşturabilecek bir durum da
bölgenin yerlileri ve bu bölgeye sonradan yerleşen Araplar arasındaki görüş ayrılıkları
ve sosyal ilişkilerdir. Santiago Nasar, kendisi de Arap kökenli bir aileden gelmektedir,
Pablo ve Pedro kardeşler tarafın dan öldürüldüğünde halkın Arap kesimi şiddet içerikli
eylemlere başvurup ikizleri linç etmiş, aynı şekilde Pablo Vicario hapishanede
zehirlendiğinde ise Pedro, Arapların sorumlu olduğunu düşünmüştür.

“Bunun Türklerin marifeti olduğu düşüncesini kafamızdan bir türlü söküp atamıyorduk.”
(Marquez)

Romanda anlatılan toplumda toplumsal baskıların oluşmasının başka bir nedeni de


cinsiyetler arasında yapılan ayrımcılık ve toplumda bireylerin cinsiyetine bağlı olarak
gelişen önyargılardır. Romanda, anlatıcının tüm çıplaklığıyla gözler önüne serdiği
toplumda, halkı yozlaştıran ana elementlerden birisi töre algısının kadınlar ve erkekler
üzerinde oluşturduğu, beklentilerin eşiğinde ortaya çıkan baskılardır. Öncelikli olarak,
cinsel ilişki algısının cinsiyete göre gösterdiği değişim gözlemlenmelidir. Genellikle
erkekler, cinsel ilişkiye girebilme ve istediği insanla beraber olabilmek açısından
kadınlara nispeten daha özgür olup, roman içerisindeki anlatıcının Maria Alejandrina
Cervantes’le evli olmamasına rağmen cinsel ilişkiye girdiğini I. bölümde belirtmesi gibi,
erkeğin dominant olduğu bu tarz toplumlarda eşlilik olmadan ilişkiye girmek erkekler
için daha hoş karşılanmaktadır. Lakin, kadınlar için romanda, ve gerçek hayatta, aynı
durum söz konusu değildir. Bir erkek gözüyle kadına bakıldığında bekaret, kadında
namusu temsil etmektedir. Kadının evlenmeden bekaretini kaybetmesi hem damat
hem de toplumun birçok kesimi tarafından kesinlikle hoş karşılanmamakla birlikte,
ironik olarak, bekaretini alan erkek de suçlu konumuna düşer. Bu yüzdendir ki Bayardo
San Roman gerdek gecesi esnasında Angela’nın bakire olmadığını öğrenince onu
eşlilikten reddedip ailesine geri vermiş ve Angela’nın bekaretini alan kişi olarak
Nasar’ın ismini zikretmesi üzerine ağabeyleri vahşet dolu bir biçimde Santiago Nasar’ı
katletmişlerdir. Bahsi geçen cinayet kesinlikle günümüzde de işlenmeye devam edilen
töre cinayetlerinin bir parçası olup, toplum baskısından kurtulmak ve kirli olarak görülen
aile namusunu temizlemek adına Santiago Nasar’ın bu suçu(!) işlediğine dair hiçbir
kanıt olmaksızın ortaya çıkmıştır. İşin özünde toplumsal baskı, belki de bekaretini aşık
olduğu insana kaybeden Angela Vicario ve daha nice kadının hem gerçek hayatta hem
de romanda üstesinden gelmiş, töre ve namus algıları tarafından bastırılmış ve
birtakım toplumlarda kadınlar tarafından yaşanmasına izin verilmeyen aşk olgusunu
ortaya çıkarmıştır. Bu duruma ek olarak cinsiyetlerin ayrıldığı bir diğer nokta ise günlük
yaşantının temelinde yer alır. Toplumsal baskıların ayrı bir ayağı olan toplumun
beklentileri, romanda erkeklerin silah taşıyıp ava gitmelerini, kadınların da gergef
işlemeyi, dikiş dikmeyi, dantel örmeyi, çamaşır yıkayıp ütülemeyi, kısacası ev işleriyle
uğraşmayı bilmesini öngörmektedir. Purisima del Carmen’in kızı Angela’ya öğrettiği bu
tür ve benzeri nice uğraşların yerine getirilmediği bir toplumda, erkekler ve kadınlar
beklentileri karşılayamadıkları takdirde erkek ya da kadın olma statüsünden çıkarlar.
Başka bir deyişle, hayatta bireylere yüklenen görevler bireyler üzerinde beklentileri
karşılama zorunluluğu ve görevlerin yerine getirilmesinin gerekliliğini toplumsal baskı
olarak doğurur.

“Oğlanlar erkek olacak şekilde büyütülmüşlerdi. Kızlarsa evlenmek üzere


yetiştirilmişlerdi.” (Marquez)

Son olarak, Kırmızı Pazartesi adlı romanda toplum baskılarından söz edildiğinde ise
dinin ve kültürel özelliklerin yine toplum üzerindeki etkilerine yer vermek gereklidir. Din,
roman içerisinde insanlar üstünde moral ve ahlaki değerlerin kaynağı olması
gerekirken, toplumu kendi içerisinde yozlaştıran başka bir unsur olarak ön plana
çıkmıştır. Piskopos ve Peder Amador karakterleri üzerinden hikayede işlenen din
teması, toplulukların dine olan köreltilmiş bağlılıkları ve dinin ahlaki değerleri saptırma
yöntemini de gözler önüne serer. Santiago Nasar’ın ve birçok kişinin piskopos gelecek
diye beyaz giysiler giymesi ve piskopos sevdiği için şerefine horoz kesilmesi, fakat
piskoposun halkı karşılamak adına geminin güvertesinden dahi inmemesi insanların
dine koşulsuz bağlanmalarını gösterirken, Peder Amador’un namus algısı adına
işlenen cinayeti onayladığının, ve Tanrı’nın da onaylayabileceğinin, sezdirilmesi de
dinin ahlaki yönden çarpıtılmışlığını, insanların onurlarının ve bireysel değerlerinin
dinin ışığı altında şekillenmeye şevk edildiğini temsil eder.

“Ama oğlu, olur ki piskoposun yüzüğünü öpme fırsatı bulur diye böyle şık giyindiğini
söylemişti.” (Marquez)
“Onu bilinçli olarak öldürdük.” demişti Pedro Vicario “ama biz masumuz.”

“Belki Tanrı katında öylesiniz.” demişti Peder Amador. (Marquez)

Aynı zamanda, kültürel öğeler de toplumsal baskının gelişmesinde önemli rol


oynamakla beraber, erkek egemen toplumda boğa güreşlerinin varlığı ve silah
taşınması, şiddet öğesinin romandaki toplumun, buna bağlı olarak da dünyadaki başka
birçok kültür ve muhtemelen Marquez’in geldiği Güney Amerika kültürünün, kültürel
değerleri arasında yer aldığını da göstermektedir. Dine geri dönüldüğünde ise, ek
olarak, Nasar’ın piskoposun önünde eğilmeyi istemesi sembolik açıdan dinin bireyler
üstünde oluşturduğu baskınlığı da temsil eder, bu yüzden sadece din aracılığıyla
doğan namus algısı toplumsal baskının temelini değil, dini inanca olan dünyevi bağlılık
da sembolik olarak din tarafından oluşturulan toplumsal baskıyı temsil etmektedir.

Kırmızı Pazartesi, ironiler üzerine kurulmuş bir cinayetin öyküsü olup toplumların
kendi içlerinde birçok yönden oluşturduğu toplumsal baskılar sebebiyle yozlaşmış
yönlerini gözler önüne sermektedir. Töre cinayetinin sonucu olarak katledilen romanın
ana karakteri Santiago Nasar, farklı düzlemsel boyutlarda incelendiğinde sadece iki
namus algısı tarafından baskıya yenik dü şmüş kardeşin değil, aynı zamanda iki
kardeşi toplum içerisindeki beklentiler eşiğinde cinayeti işlemeye teşvik eden sakat bir
kültürel yapının ve ahlaki değerlerini din ile korumaya aldığını düşünüp aslında
insanlığa anlam kazandıran birçok değerini kaybetmiş bir toplumun kurbanı olmuştur.
Gerçek hayatta da birçok topluluğu ve yozlaşmış değerleri temsil eden Marquez’in
okuyucuya aktardığı bu toplum, ahlaki, kültürel, ekonomik, sınıfsal ve sosyal yönleriyle
gelişmemiş toplumların ve insanlık algısının yok oluşunun yansıması olmuştur.

You might also like