Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 220

A

AHLAI/
• • •

PSIKO LOJISI .
v'e
. J\

. · .· SOSYAL AHLA /
Bu eser, Prof. Dr. Erol Göngör'ün "Ahlak Psiko­
lojisi" (1974) ve "Sosyal Ahlak" (1975) konuların­
da kaleme aldığı, bu güne kadar yayinlanrnamı§
iki eserinden meydaı:ıa getirilmi§tir.

Ahl2.k problemini sosyal-p5ikoloji hocası olarak


ele alıp inceleyen bu iki çalı§maııın ınuhatabı,
gençlik ve eğitim konularına özel bir dikkat gös­
terenlerdir. Kitabın, istikameti, metodu ve muh- .
tevası itibariyle yol gösterici bir rjtelik arzettiğini
dü§ünüyor, bu vesileyle Erol Gürıgör'ü rahmetle
yad ediyoruz.

!
i
'ılll 'l ll.ıı
1 !
:1
1 1 1 1 i l
li
i
9 789754 37 1727
Prof. Dr. Erol Güngör

A •

AF-Il:AK
• •

J?SIK8L0JISI
ve
S0SYAL AF-Il:AK
YAYIN NU: 317
KÜLTÜR SERiSi: 1 00

I. Basım: 1 995, Ötükcn


2. Basım: 1 997, Ötüken

ISBN 975-437-172-5

ÖTÜKEN NEŞRİYAT A.Ş.


İstiklal Caddesi. Ankara Han 99/3 80060 Beyoğlu-İstanbul
Tel: (0212)25 1 03 50 • Faks: (02 1 2)25 1 00 1 2

Kapak Düzeni: Nur-Olcay Okan


Kapak Baskısı: Birlik Ofset
Dizki-Tertip: Ötüken
Baskı: Özener Matbaası
Cilt: Yedigün Mücellithanesi
İstanbul -1 998
İÇİNDEKİLER

AHLAK PSiKOLOJiSi

1 . Ahlôkın Psikolojik Görünüşü

A. insanm Kişiliğini Meydana Getiren Unsurlar........................... ll


ı. Kişiliğin Teşkilinde Rol Oynayan Faktörler . ..... ........... .......... 12

B . Ahlaki Davranışm Psikolojik Yönü............................................ 24


ı . Ahlak Bir Öğrenme Hadisesidir .......... ................................ .. 24
2. Ahiakla ilgili Yargılar............................. ........................... ...... 28
3. Ahiakın Boyutları ve Gelişmesi.. ......... ........... .................. ... . . 40
Pratik Uygulamalar Yönünden... . . . . .. .. . .. .................... ............ 48
(ı.) Kritik Dönemler .. .. .. .. ... . . .. .. .... . ... ..... ........... .. ......... . . . ... 48
(2.) Akıl Sağlığı... .............. ........ ......................................... 53

C. Psikoloji ve Ahlôk...... . ...... ......................................................... 55


ı. Şuur ile Vicdan Arasındaki ilişkiler . .. . .... . ... . ..... . .. ... ... ... .. . . . ..... 55
a) Şuur ve Vicdan Kavramları .. .... ... . . . .. .. .. .... . . . . . . . .. . . .. . . ... ..
. . . . . 55
b) Ahlaki Yaşayışın Psikolojik Temelleri..... ... . .... . ..... .. ... .... ... . .. 57
c) Psikolojik Bakımdan Ahlak-dışı Haller ve Ahlaki Şuur. .. . . . 62
6/Ahlfık Psikolojisi ve Sosyal Ahlak

2. Vicdanın Yapıcı Unsurları . . .. . . . . .... . . ... ... ... . .... . . . ... . . . .... . . ... . . ..... 65
. . . .

a) Şuurdan Vicdana Geçiş ve AhlôkT ilerleme . ... ... . . .. . . . . 65 . . .

b) Doğruluk ve Ahlôk . . . . . . . . . . . . ... .... . ... . . . . . . . . . . .. . ... ... . .. ... . . . 68


. . . . . . . . . .

11. insanın Ya�ayı�ı ve Ahlak

A. Kişiye Saygt .... ... . ....... .... ....... .... ... . ... ...... . ... . .. . ... .. .
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 70
ı. Vücutça Bütünlüğe Saygı . . . ... . . ..... . . . .... . . . ..... . ............ . ... . . . . . . . 71
a. Yaşamak Ödevi . . . . . ... . ...... . . ............ . ...... . . ...... ... ... .. . .. . . . . 71
(ı) Ahlôk Bakımından intihar . . . . . . .. . . .. . ... . . . . .. . . . .. . . . .. . .. . . 72
(2) Sağlık Kurallarına Uyma Gerekliliği . . . . ........ ... .. . . . . . . 72
(3) Spor ve Beden Eğitimi . . ...... ........ ..... . . . ... . ..... ... .. . . . . . . 73
b. Sağlığa Zararlı Kötü Alışkanlıklar . ... ... . . ....... . ......... . . ... . . 74
cı) içki ve Sigara Alışkanlığı ..... . . ... . . . . . . . ...... . .... . ... . . .. 74
(2) ilôçların Kötüye Kullanılması ve Diğer Zararlı
Alışkanlıklar. . . . . . . .......... . . . . . . .... . ... . . . . . . . . ... .. . . .... . .... 76
(3) Kötü Alışkanlıklarla Mücadele . .. . . . . ........... .. .. ... . . . . . . 79
2. Kişinin Haysiyeti .. . . ..... . . . . . . . .. .. . . . . ... . . . . . . . . . ... ...... . . . . . ..... ....
. . . . . . . . . . . 82
a. Haysiyet ... . ... . . . . . . .. . . . . ... . . .. . . .... . . ... . .. . .... . . .... . ....... . . ....... .... 82
b. Haklarla ilişkisi Bakımından Ödevler .... . . . . . . ... .... ... . . .. . . 84
3. Sosyal Yaşayış Kuralları ve Kişinin Ahlôklılığı . . . . . ... . . . . .. . .. 84

SOSYAL AHLAK

ı. Sosyal Ahlak

A. insant Medenileştirici Disiplin Olarak Ahlôk ....... . ..... . ... . ... . . . . . . 93


ı. Orf ve Adetler ile Ahlôk .......... . . .......... . ... . .... ... ... ... . ..... . ... . . . . . . 93
a. Örf ve Adetlerin izôfiliği . . . . .. . . . ...... . . . . ... ...... . ....... . . . .... . . . . 96
b. Ahlôkın Değişmezliği .... .... .. . . . ... . . .. . . ....... . . . . . . . . .. . . . . . .. .. . . . 97
2. Sosyal Hayat . . ... ...... ... . . ... . . . ... . . .. ... . ..... .. . ..... . . . . . ..... . . . . . . . . . . .
. . . .. . . 99
a. Sosyal Hayatın ilkeleri ve Problemleri . . . . ... . . .... . .. . .. . . . . . 99
b. Medeniyete Doğru Çaba ... . ... . . . . . . ... ... . ... . ............. .... . 1 02
3. ideal Adalet .... . . ...... . . . ... . . .. .... . ....... .. . . . .. . . .. . .... ... . . . . . .... . ... . .
. . . . . . 1 04
a. Adalet ideali Nedir? . . .... . . . . ... . . .... . .. ... . . . . . .. ... . . . ...... . .. . . . . . 1 04
b. Sosyal Bir Varlık Olarak insanın Ödevi ... . . . ... . . ..... . . .. . . . 1 05
c. Adalet Tarzları ve Çeşitleri . . . . . . . . . ..... . . ...... . . . .... . ... . . .. .. . . . 1 07
4. ideal Adaletin Yorumlanması . ........ . . . . . . . . .. .... . . .... . . . .... .. . . . . . . . . 1 08
a. Tabii Hukuk Fikri . ... ... . . . . .. .... ..... . ....... . . . . . ... .... . ...... . . ..
. . . . . . . 1 08
b. Yarlıgama Fikri. ... .. . ......... . . . . . . . . . . . . ..... . . . . ...... . . . . ... . ..
. . . . . . . . . 1 10
c. Dayanışma Fikri . . . . . ... ... . ... .. . ..... . . . .... . ... ... ... . . . . . . ..
. . ... . . . . . .. 1 12
d. Din ve Ahlôk . . ...... ...... . . . . . . . .. . . ... . . . . . ..... . . . ... . . . ... .... . ... .
. . . . . . ı 15
Ahl a k Psikoloj i si ve Sosyal Ahlak/7

B. Adalet ilkesinin Uygulamalart . .. . 117


. . . .. . .. . . . .... . .. ...... . . . . . . . . . . . . . . . . . .....

ı. Hukuk ve Temelleri ... . .. . . .


. .. ...... . . . 117
. ............. .. ... ........ .. ....... .. . ...

a. Hak ve Haksı;_lık Kavramı . 1 18


. . ....................... ........... . ......

b. Hukukun Sosyal Kaynağı ............................................. 1 20


c. Tabii Hukuk Dayanağı . . . . . 123
... . ....... .. ... ......... ..... ..............

2. Sorumluluğun Temelleri ve Dereceleri ... 126 ......... .... . .. . .. . .........

a. Sorumluluğun Sosyal Kaynakları . . . 130 . . .... . ... . ..... ..... .. . ... . .

b. Sorumluluğun Şekilleri ve Dereceleri .. . . 135 .. . .. . . . . . . . .. . ... ...

3. Ahlôkl Yargı ve Yargı Kurumları ........................................... 138


4. Yaptırıcı Kuvvetler . . . ... ... ..
. .
... ......... 145 .......... ......... . ... . . . ..............

a. Yaptırıcı Kuvvetler ve Çeşitleri . . . 145 . . ...... .. .................... ...

b. Fazilet ve Mutluluk ....................................................... 1 49


5. Ceza Sorumluluğu . . . . . . 1 51
..... ................. ....... .. ........ ....... . .. . . .......

C. Hukukun Garanti/eri ... ..... . ...... ... .. . . ..... . ....... ..................... . . . ...... 155

l. Siyasi Devlet ve Ahlôk Desteği .... . ......... . . .... ......... . . ... . . . . . . .... 155
a. Vatan . . .
. . . . . . . ...... . . . . . . . . . . . .
. . . ....... ..... .. . ..... . .. . .. . . . . . . .. . . . . . . ..... 1 60
(l) Vatanın Bölünmezliği ............................................. 1 62
(2) Vatan Sevgisi . . . . ..... .
. . . . . ............ . . . . ........... . .............. . 1 63
b. Millet ............. . . . . .................... . . . . . ..................... . . . . . . . . . . . . . . 1 65
(l) Millet Birliği ............................................................... 1 66
(2) Millet Sevgisi .. ...... . ..
...... . . . .................. . . . ........ ..... ...... 1 68
c. Devlet .
. . .. . ... . . . . . . . . . . .. . .
. .. . . ...................... .... ..... . ... ...... . . . . . . 1 69
(l) Devletin Bölünmezliği . ... . . ...... ..... . . ... . ... . .... .. . ........... 1 72
(2) Devletin Sürekliliği . .. . .
. . . . . .... ....... . .. .. . . . ... . . .. . . . .... . ... . ... 1 72

2. Sosyal Adalet . .. .... . . . . . . . . . . . ......... . . . . . .................... 174 . .... . . . . ...........

(1) Eşitlik Gözeten Adalet . . . .. . . ..... . . . . . .. . . .... ...... ......... .. . . ..... 1 74


(ll) Hakkın Eşitliği ve Gerçek Eşitlik . . 1 76
... ....................... ......

3. Demokrasi ve Ahlôk . . . .. . ... . . . . .... . . . ....... ..... .......... ... . . . . ............ 1 78


a. Demokrasinin Anlamı . . .... ... .. . .. .......... . . .. . ................. . ... 178
b. Demokrasi Sevgisi ve Demokrasi Düşmanlığı . ...... .... 1 80
c. Demokratik Hürriyet ve Eşitlik . . .. . .. .. ............. . ...... . ... ..... 181
ç . Vatandaş Olarak insan; Siyasi Sorumluluğun Ahlô-
kl Dayanağı . . . .
.. . ..... . . . . . ...... ...................... ......... ....... ... 1 82

4. Savaş ve Ahlôk .......... . . ....... ... . . ........................ . ...... . . .. . .. .. . .


1 85
. ...

a. Savaş ve Barış . ............. ............................ .. .. . . . . .... .. . . . ... 1 85


b. Savaşta Ahlôk .. . ........ . ..... . .. .
.. ....... ............ . ... . .. ..... ..... . .. 188
5. Makine Medeniyeti ve Ahlôk . . . ...
.... ........... . . ... ... . . . . . . ....... . .. . 191
a. Teknolojinin Hizmetinde insan ...... ... . .. . . . .
. . . .... . .. .. ... .... . 1 95
b. Teknoloji ve insônl Değerler . .. ....... . .
.. .. . ...
... . ... . . . . ........ 1 97
c. Meslek Seçimi ve Ahlôk .
.. . ..... . ........ ....... . .. . . . ..... . .. . . . 203
.. ..
8/Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak

Il. Aile Hayatı ve Ahlôk

A. Aile .......... . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . ............... ........... ...... . . . . . . ............. . . . . . . . .. . . 206


1. Toplumun Hücresi Olarak Aile . . . . . . . . . ... ... .. .... . ....... .. . . . ......... . . 206
2. Ailenin Evrimi ve Aldığı Farklı Şekiller .. ... ... . . . . .. ... . . .. . . ... ... . . .. .. 209
3. Ailenin Eğitici. Sosyal ve Ahlôkl Rolü . ..... .. .. .. . .. . . . .. .. .. . . ... .... .. 214

NOTLAR ......................................................................................... 219


AHLAK PSİKOLOJİSİ
I
AHLAKIN PSİKOLOJİK
GÖRÜNÜŞÜ
A. i nsanın Kişiliğini M eydana
Getiren Unsurlar

Ahlak dediğimiz zaman, akla gelen §ey sadece in­


san davranı§larıdır. İnsandan ba§ka canlıların hareket­
leri ahlaki davranı§ sayılmaz. Hayvanların ahlakı yok­
tur; çünkü onların zekaları "iyi" ve "kötü" hareket kav­
ramlarının doğmasına, üstelik bu davranı§ların müka­
fat veya ceza ile kar§ılanabilmesi için, bir sosyal düze­
nin kurulmasına yetecek kadar geli§memi§tir. Bu basit
gerçeği bildiğimiz için, hayvanların hareketlerini in­
sanlarınki gibi değerlendirmiyoruz; onları sadece iyi
hareketleri yapmaya ve kötü hareketleri yapmamaya
§artlandırıyoruz. Psikoloji derslerinde görmü§ olduğu­
muz "§artlı öğrenme", çok defa insan için de geçerlidir,
ama insanlar kendilerine öğretilen ahlak kaideleri
üzerinde dü§ünmek, bunları benimsemek, veya yanlı§
bulmak yeteneğine sahiptirler. İnsanlar ahlak kaidele­
rini kendi iradelerine göre deği§tirir veya ortadan kal­
dırabilirler.
1 2/Ahlak Psikolojısi ve Sosyal Ahlak

Demek ki, ahiakın söz konusu olduğu yerde mut­


laka insan vardır; iyi ile kötüyü ayırdedebilecek zihin
olgunluğuna erişmiş bir insan. Ama ahlaki davranışın
bir de sosyal yönü bulunuyor. İ nsanlar birarada, yan­
yana yaşamasalardı ahlaktan da söz edemezdik; çünkü
ahlak insanlar arasındaki i lişkileri düzenlemek için
konmuş kaidelerin bir bütünüdür. Bir insan kötü dav­
ranıyorsa onun davranışı başka birine veya bir insan
grubuna karşı zararlı sonuçlar doğuracak demektir; iyi
d avranış ise, yine başkalarının hoşlanacağı ve bu yüz­
den insanlar arasında iyi geçinme imkanları yaratacak
olan bir davranış m anasına gelir. Şu halde ahlak, in­
sanlararası münasebetlerin, yani toplum hayatının ge­
rektirdiği davranışlarla ilgili bir kavramdır.
Biz bir insanın d avranışiarına bakarak, onlardan
genel bir hüküm çıkarıyoruz ve o insan hakkında var­
dığımız bu genel hükme "şahsiyet" diyoruz. Günlük
h ayatta sık sık kullandığımız "şahsiyetsiz adam", "kuv­
vetli bir şahsiyet sahibi" veya "şahsiyeti bozuk" gibi de­
yimler aslında hep o kişinin ahlaki davranışları hak­
kın da verdiğimiz hükümlerdir. Gerçekten, bizim ahla­
ki davranışlarımız, şahsiyetimizin büyük bir kısmını
meydana getirir. Bu yüzden önce §ahsiyet (kişilik) kav­
ramını inceleyelim ve böylece ahi akı n kaynağını ve ge­
lişmesini de anlamaya çalışalım.

1. Kişiliğin Teşkilinde Rol Oynayan Faktörler

Kişilik (şahsiyet) her insanın kendine özgü davra­


nış eğilimlerinin dinamik bir bütünüdür. Dikkat edilir­
se, bu tarifle, her insanın belli durumlarda şu veya bu
davranışta bulunacağı, bu davranış için kendisinde ha­
zır bir eğilim bulunduğunu k abul ediyoruz. Bu eğilim­
Iere çok defa "şahsiyet vasıfl arı" (uysallık, saldırganlık,
Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak/ 1 3

içine kapanıklık . . . ) da denir. "Dinamik bir bütün" der­


ken, maksadımız, bütün bu vasıfların geli§igüzel bira­
rada bul unmadığını, herbirinin öbürleriyle kar§ılıklı
bağlantı içinde olduğunu belirtmektir. Ama ݧ bu tarif­
le bitmiyor: Biz bu kişiliği doğu§tan mı, yoksa yaşadığı­
mız hayat içinde mi kazanıyoruz? İnsan davranışların­
da soyaçekimin bir rolü varsa, bu rolün önemi ve bü­
yüklüğü nedir? Doğuştan sonraki hayatımızda edindi­
ğimiz tecrübeler soyaçekimin önemini artırır mı, yoksa
azaltır mı? Ahlaki şahsiyetimiz doğuştan sonra teşek­
kül ediyorsa, bu gelişmenin en önemli çağları hangi
ya§lar arasındadır? Hangi tip hayat tecrübeleri ahlaki
şahsiyetimize iyi veya kötü bir yön verir? ݧte bunlara
ve daha birçok sorulara kesin cevaplar verebilirsek, in­
sanlara istediğimiz gibi (ideal) bir ahlak yerleştirmekte
büyük kolaylıklar elde edebiliriz. Eğer soyaçekim bi­
zim ahlakımızın temelini teşkil ediyorsa, o zaman in­
san nesiini tıpkı cins atların yeti§tirilmesinde olduğu
gibi fiziki ve fizyolojik bakımlardan ıslah etmek birinci
vazifemiz olmalıdır. Eğer ahlaki şahsiyetimizi doğuş­
tan getirmiyor da, sonradan içinde yaşadığımız top­
lumda kazanıyorsak, o zaman da eğitim yoluyla çocuk
ve gençlere istediğimiz §ekilde bir ahlak a§ılamak üze­
re gerekli çalı§malar yapmalıyız.
Şimdiye kadar edinmiş olduğumuz bilgiler, bize
gösteriyor ki, insan şahsiyeti ne sadece ana-baba yo­
luyla geçen irsi özelliklerden, ne de sadece toplum
içinde öğrenilen davranış kaidelerinden ibarettir. Fa­
kat burada soyaçekimin rolü nisbeten az olduğu için
önce onu ele almak ve sonra asıl konumuza, yani sos­
yal çevre ile şahsiyet arasındaki münasebetlere geç­
mek istiyoruz.
Soyaçekim (İrsf Veraset): Bugüne kadar yapılan
araştırmalarda insana ait şahsiyet vasıflarından hiçbiri-
14/Ahlak Psikoloj i si ve Sosyal AhHik

nin doğu§tan geldiği görülmemi§tir. Hiç kimse doğu§­


tan §U veya bu §ahsiyet tipine sokulamaz. Ama unut­
mamalıyız ki, hemen hiçbir §ahsiyet vasfının soyaçe­
kimden etkilenmemi§ olması da imkansızdır. Her§ey­
den önce, insan zekası doğu§tan gelen, yani sonradan
kazanılmamı§ olan bir yetenektir. Bir kimse sonradan
zekasını kaybedebilir, ama geri zekalı bir çocuğun ze­
kasını yükseltme imkanı yoktur. Ahlaklı davranı§ ise,
bir bakıma, zekalı davranı§ dem ektir, çünkü insan
kendisinin ve ba§kalarının davranı§ları hakkında dü§ü­
nen, birtakım yargılara varan bir varlıktır. Bu yüzden­
dir ki, biz geri zekalı kimselerin yanlı§ ve kötü davra­
nı§larını görünce, onları normal insanlar gibi cezalan­
dırmıyoruz; biliyoruz ki, geri zekalı bir kimse yaptığı
davranı§ın dağuracağı sonuçları hesaplayacak kabili­
yete sahip değildir. Bazan geri zekalılar, normal kim­
selere ait davranı§ kaidelerini, şekil olarak, öğrenme
kabiliyetinden de mahrum bulunabilirler.
Tıpkı zekamız gibi, cinsiyetimiz de doğuşumuzla
getirdiğimiz bir özelliktir. Bir insanın kadın veya erkek
olması, güzel veya çirkin olması, bünyesinin sağlam
veya hastalıklı olması, onun şahsiyetine dalaylı bir şe­
kilde etki eder. Bütün bu özellikler insanların gerek
sosyal çevrelerini, gerekse toplumun onlara karşı tu­
tumlarını belirleyeceğine göre, irsiyetimizin §ahsiyeti­
mizle çok yakın ilgisi var demektir. Fakat bu ilgi doğ­
rudan doğruya değil, dalaylı bir şekildedir. Aslında biz
ahl aki şahsiyet bakımından soyaçekim dediğimiz za­
man daha çok dolaysız, yani doğrudan doğruya etkiler
akl a gelir. Bugün belli bir şahsiyet vasfının olduğu gibi,
ana ve babadan çocuğa geçip geçmediğini veya bu ge­
çişin nasıl olduğunu bilmiyoruz. Ancak, insan şahsiye­
tinde ail eden gelen bazı benzeriikiere rastlandığını in­
kar edemeyiz. Bu benzeriikierin öğrenme ile mi, yoksa
Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak/15

irsiyetle mı geçtiğini kesin likle söyleyecek durumda


değiliz.
Şahsiyetin meyd ana geli§inde irsiyetten ziyade bi ­
yoloj ik faktörlerin rolünden bahse tmek daha doğru
olur. Biyoloj ik faktörler insanın ge li§mesi ni doğrudan
doğruya belirlemez, fakat bu geli§meye birtakım sınır­
lar koyar. Bu arada vücud umuzd aki kimyasal deği§me­
lerle ilgili bulunan iç salgı bezlerinin faal iyetinden
özellikle bahsetmemiz gerekir. Mesel a, tirait bezi iyi
çal ı§madığı takdi rde, metabolizma yava§lar ve kan ba­
sıncı dü§er, insan kolayca yorulur, devamlı bir ruhi' çö­
küntü hal indedir. Ayni bezin fazla çalı§ması ise, tersi­
ne bir netice ve rir ve insan daima sinirli, hemen patla­
maya hazır bir vaziyette olur. Cinsiyetic ilgili hormon­
ların faaliyeti ise, insanın daha kadınca veya daha er­
kekçe §ahsiyet vasıfları göstermesinde bir rol oyna­
maktadır.
Çevre: Şahsiyetin geli§mesinde çevre dendiği za­
man, hem çocuğun içinde yeti§tiği aile çevresi hem de
daha geni§ sosyal çevre, yani toplum akla gelir. Eski­
den çevre sözünden fizik çevreyi anlayanlar ve belli fi­
ziki veya coğrafi çevrelerde belli insan tiplerinin yeti§­
tiği ni söyleyenler vardı. Dağlık bölgelerde ya§ayanla­
rın, soğuk memleket insanlarının daha ferdiyetçi ve
bencil, hatta saldı rgan oldukl arı, öte yandan sıcak
memleket insanlarının yumu§ak huylu, i§birliğine fazla
yatkın ki§iler ol dukları bugün bile yaygın birer yanlı§
fikirdi r. İ nsan §ahsiyetini coğrafi faktörlerlc açıklayan
teorileri artık kabul etmiyoruz. Fizi ki' çevre nin insan
faaliyetlerini belli noktalarda kolayla§tı rdığı veya zor­
laştırdığı ölçüde, §ahsiyete de etki edeceği söylenebilir.
Ilıman bir iklimde ya§ayan insanl arın mutlaka çalı§kan
olması beklenemez, ama çok sıcak veya çok soğuk bir
iklim, insan faaliyetlerini kısıtlayıcı bi r rol oynar. Böy-
1 6/Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ah lak

lece, insanın etrafındaki hayat §artları ondan belli va­


sıflar isteyebilir ve insan bu çevreye kendini uydurmak
için, o vasıflara sahip olmaya çalı§ır. İlkel bir tekniğe
sahip olan ve dağlık bölgede ya§ayan insanlar ferdiyet­
çi olmak, kendi §ahsl inisiyatifleriyle hareket etmek
zorundadırlar.
Bu dalaylı etkilerin dı§ında iklimi n veya coğrafya­
nın insan §ahsiyeti üzerinde doğrudan doğruya belirle­
yici bir rolü yoktur. Bizi asıl ilgilendiren çevre sosyal
çevred ir.
Yukarıda gördük ki, insan ahlaki davranı§ları bil­
mݧ olarak doğmuyor. Bu davranı§ların deği§ik top­
lumlarda deği§ik §ekiller alması ve farklı olarak değer­
lendirilmesi de onların sonradan öğrenilmi§ §eyler ol­
duğunu gösteriyor. Biz hangi durumlarda nasıl dav­
ranmamız gerektiğini, içinde ya§adığımız toplumun
yeti§kin fertlerinden veya ya§ıtlarımızdan öğreniriz,
sonra biz de kendi küçüklerimize "iyi ahlak" kaideleri­
ni öğretiriz. Şu halde ahl ak her§eyden önce bir eğitim
meselesidir. Bu eğitim okullarda veya okul §eklindeki
kurulu§larda verilen derslerden ibaret değildir. Bir ba­
kıma, bütün toplumu bir okul ve her insanı da bu oku­
lun hem öğretmeni hem öğrencisi sayabiliriz. Biz ah­
lak kaidelerini sadece öğretmekle kalmaz, bunları de­
ği§tirir ve böylece ba§ka insanlara yeni davranı§ örnek­
leri de veririz. İnsanın toplumdaki ahlakı deği§tirici
veya düzenleyici rolünden ileri de daha geni§ bir §ekil­
de bahsedeceğiz. Şimdilik §Unu aklımızda tutalım: Biz
bütün eğitimimizde olduğu gibi ahlaki davranı§ların
öğrenilmesinde de içinde ya§amı§ olduğumuz çevrenin
her yanından etkiler alırız. Ahlak insanlar arasındaki
münasebetleri düzenleyen bir kaideler sistemi olduğu­
na göre, sosyal münasebetlerin görüldüğü her yer ve
her dunını bize ahlaki davranı§ örnekleri veriyor de-
Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak/17

mektir. Ama bu örneklerin hepsini öğrendiğimizi ve


benimsediğimizi söyleyemeyiz. A§ağıda göreceğimiz
gibi, insanda ahlaki §ahsiyetin meydana gelmesi hem
belli bir çağ içinde olur, hem de davranı§ örneği ver­
mekte bazı çevrelerin rolü özellikle büyüktür. İnsana
ahlaki §ahsiyetini asıl veren yer, onun yakın çevresidir:
ailesindeki büyükler, okuldaki öğretmenleri , ve birlik­
te bulunduğu arkada§ları . Bunların etkileri insan ha­
yatının ilk yıllarında, yani çocukluk ve ergenlik çağın­
da çok büyük olur. Delikanlılık çağının sonunda insan
artık ahlaki §ahsiyetini büyük ölçüde kazanmı§ demek­
tir; daha sonraki hayat tecrübesi onu fazl a d eği§tir­
mez. ݧte okullarda ahlak dersinin okutulması çocuk
ve gençlere bu geli§me çağında yardımcı olmak, okul
dı§ındaki çevrelerin kötü etkilerini silerek, onları iyi
bir insan ve iyi bir vatanda§ olmaya hazırlamak gayesi­
ni güdüyor.
Buraya kadar ahiakın öğrenilmesinde asıl rolü
sosyal çevrenin oynadığını ve bu yüzden ahiakın daha
çok bir eğitim i§i olduğunu belirtmeye çalı§tık. Bunları
söylerken, ahlakı daima insan ki§iliğinin ayrılmaz bir
parçası olarak ele aldık. Ki§iliği "davranış eğilimlerinin
dinwnik bir bütünü" diye tarif etmi§tik. Bu davranı§la­
rımızın büyük bir kısmı "iyi" veya "kötü" §eklindeki yar­
gılarla değerlendirildiğine göre, biz bu türlü yargılara
konu olan davranı§lara ahlaki davranı§ adını vermek­
teyiz. İnsan nasıl bir §ahsiyete sahip bulunursa, yani
onda ne türlü davranı§ eğilimleri varsa, ahlaki davra­
nı§ları da bu eğilimiere göre ol acaktır. Görülüyor ki,
ahlak ile ki§ilik arasında çok sıkı bir bağ vardır, hatta
bunları birbirinden ayırdetmek imkansızdır. Beğenılen
bir §ahsiyet sahibi olmak, her§eyden önce, beğenilen
ahlaki davranı§larda bulunmak manasma gelir. Kötü
ahlaklı bir ki§ide iyi bir §ahsiyetin bulunması söz konu-
18/Ahlfık Psikolojisi ve Sosyal Ahlfık

su olamaz. Bu yüzden biz "şahsiyeti bozuk insan" der­


ken, ahlaki davranışl arı kötü olan insanı anlıyoruz.
Dürüstlük, mertlik, konukseverlik, haysiyet sahibi ol­
ma gibi iyi ahlak vası fl arı ayni zamanda iyi şahsiyet va­
sıfları olarak bilinir.
Ahlaklı olmanın niçin gerektiği hakkında çeşitli.
iddialar ileri sürülmüş, özel likle felsefe ciler, bu soruyar
cevap bulmak için çok uğraşmışlardır. Ahiakın .g ayesi (
nedir sorusuna bir sosyal bilimci kolaylıkla şu cevabı ç

verecekti r: Ahlak olmazsa, toplum hayatı denen şey


.de olmaz, y� ni insanlar birarada yaşayam azlar. İnsan­
lar hangi durumlarda nasıl davran m aları gerektiğini
bildilderi takdirde, başkalarının nası l davranacağı hak­
--
kın.d�9i k�wetÜ _tahminlerde bulunabilir ve b öyl ece
güvenlik duygusu içinde ya§arlar� eyin iyi , neyin kötü
_
olduğu hakkında ortak bir anl ayı� bulunm asaydı, in­
.s�nlar araSinda düz� _ n ve huzur yerine tali- i oi1:--karga-­
salık hüküm sürerdi . Böylelikle, ahlaka en uygun dav­
ranışlarda bulunan kişi toplumun en <.;ok kıyınet verdi­
�i kişi olacak, kötü ahlak örneği vere.nler ise toplumun
sert tepkileriyle karşılaşacakl ardı.r . I şte psikolojik b a­
kımdan ahlaki davranışın pratik yönü burada ortaya
çıkıyor. J3ir insan grubunun yöneticisi (lider) olmak is­
teyen ki§iler,_ o grupta "iyi ahlak" diye bilinen özellikle_­
ri İ aşıyaıı kişiler q_lmalıdı[- Liderl i k için sadece iyi ah­
laklı olmak yetişmez; am a bozuk ahl akl ı veya bozuk
şahsiyetli bir kişinin lider olm ası adeta imkansızdır. Bu
türlü kimselerin ahlaki davranı şları , insanl arı birarada
tutmaktan çok onları birb irinden ayıracak ve dağıta­
cak yönde etki yapar. İ ki yüzl ü bir ki mseye h içbir in­
san güvenemez; ortak sıkın tılara katlanam ayarnk, yarı
yoldan dönen kimsel er b aşkalarından sanır ve daya­
nıkldık bekleye·nezler. Fakat insanın ahlaki davran ış
bakımından olgunluk göstermesi, yalnızcn liderl ik için
Ah lfı k Psikolojisi ve Sosyal Ahlak/19

gerekli değildir. HangL_mevkide olursak ol alı1J1J2E§ka­


larıyl�uy_uiDlu bir hay.at_):a§ayabilmek için iyi ahlak ka­
fdelerini gpzetmek_zor.unda�z. Uy11lacak kaideler ister
bizden önceki nesillerden gelmi§ olsun, ister bizim ta­
rafımızdan konsun, insanlar_bu konuda ..o.J:_tak bir anla­
yışa varm_ad)kça, huzur içinde ve i§birliği halinde yaşa­
yaTI?a�a�; huzur ve i§birliği ise, bütün toplum hayatı­
nın temelidir.
o Ahlak bir inanç ve dü§ünce sistemidir; üzerimiz­
deki elbise ve ba§ımızdaki §apka gibi maddi bir varlığı
yoktur. Belki de bu yüzdendir ki, bazı kimseler elle tu­
tulur gözle görül ür varlıklar ve cisiınler dururken, böy­
le inançlara önem vermenin doğru olmadığını söyler­
ler. Fakat unutmamalıyız ki, insanları birarada tutan
§eyler maddi menfaatler veya pazarlıklardan çok ma­
nevi bağlardır. Anlaşma vasıtası olarak kullandığımız
dil, tamamİyle manevi bir sistemdir. Maddi menfaatın
en büyük öqı.eği diye bilinen para bile, maddi varlığı
�olayısıyle değil, ai!_cak insanların ona verdikleri kıy­
ınet sayesinde geçer.D.__s>]_ıpaktadır. Para her§eyden ön­
ce insanların devlete olan güvenleri , yani bi r ın anevi
eleğer sayesinde kullanılmaktadı r; cebimizdeki paranın
kar§ılığını devletin veremeyeceğini dü§ünseyd ik, bu
paranın hiçbi r değeri olm azdı .
Bütün sembolik şeyler manevidir ve insan toplu­
luklarını hayvan topluluklarından ayı rdeden en önemli
özel likle rden biri, bizim cemiyetimizin sembollere da­
yalı olmasıdır. İ şte ahlaki değerler, manevi değerlerin
en önemli leri oldukları için, onları daima ön planda
tutuyoruz. Manevi sistem l§rin en ileris!_ olan elinler bi ­
)e, büyük_ öLçüde birer ahlak sistemidirlcr J.n sanların
Tanrı ile ve öbür insanlarla ilişkileri ni düzenleyen, bu
l li�kilcrde neyi n iyi neyin kötü olduğunu an latan bir
� istem. İnsan topluluklarında dinin çok büyük etkileri-
20/Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak

nin görülmesi daha çok bu yüzden, yani dinlerin ahl ak


hayatını düzenleyişi yüzündendir. Hiçbir cemiyet, ah­
laktan uzak yaşayamayacağına göre, dinden uzak yaşa­
ması da_dü§ün�lemezdi. Fakat dinlerin tabiat-üstü
inançlarını kendine göre yanlış bulan veya dinin sade­
ce tek tek fertleri ilgilendiren bir vicdan meselesi ol­
duğunu söyleyenler bile ahiakın önemini ve gereklili­
ğini inkar edemezler. Kaynağı ister dine, ister başka
bir otoriteye dayansın,� insanlararası davranışların bir
kısmı h_er zaman "i:yi" ve "kötü'' gibi değer yargıların;;ı
vurulac��-5--u-vargıların bulunduğu her Y-erde, ahla­
ki da_y�anı_ §__ sqz konusudur. Şunu da unut�ayalım ki,
bizim kötü bulduğumuz davranışları yapan insana bile
"ahlaksız" diyemeyiz; çünkü her insanın bir ahlakı ve
her toplumun bir ahlak sistemi vardır. Bizim günlük
hayatta "ahlaksız" diye vasıfl andı rdığımız insan, ahlak­
sız değil, "kötü ahlaklı"dır.
Buraya kadar anlattıklarımız, bize ahiakın nasıl
vazgeçilmez bir sistem olduğunu göstermiş bulunuyor.
Zehirli maddelerle faydalı yiyecekleri ayırdetmek zo­
runda bulunan insanlar, iyi davranışlarla kötü davra­
nışları ayırdeden bir m anevi sisteme de sahip olmalı­
dırlar. Aslında ahiakın varlığı bir çeşit tabiat kanunu­
dur: Suyun bulunduğu yerde , nasıl hayat varsa, insan­
ların bulunduğu yerde de ahlak vardır. İ nsanlara dü­
şen iş, ahlakı en iyi bir şekle sokmaktır; öyle ki, hepi ­
mizin davran ışıanna sevgi, iyi niyet ve sorumluluk
duygusu hakim olsun, cezayı gerektirecek hiçbir hare­
ket görülmesin! Böyle bir ideali gerçekleşti rmek im­
kansızdır, ama bir toplum yeni nesillerine bu değerleri
ne derecede aşılayabi lirse, h uzur ve refah ıçinde ya§a­
ma imkanları da o derecede artmış olacaktır. Yeni ne­
si1lere manevi değerlerın verilmesi bu bakımdan bü­
yük bir önem taşır. Çocuk ve gençlere kendi milletleri-
Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak/21

nin tarih boyunca geli§tirmi§ olduğu ahlak kaideleri­


nin öğretilmesi, onları toplumun yeti§kin bir üyesi yap­
mak yolunda atılan ilk ve en büyük adım olacaktır.
Bunu yapam azsak kendi çocuklarımızı yalnızca maddi
çıkarl arını dü§ünen bencil birer insan olarak büyüt­
mü§, onları cemiyetimize ve milletimize zararlı birer
asal ak haline geti rmi§ oluruz.
Bir toplumun ahlak düzeni ve bunun geçirdiği de­
ği§iklikler psikoloji den çok sosyoloj inin ve sosyal ant­
ropolojinin konusuna girer. Fakat bu konuların psiko­
lojik bir tarafı olduğu muhakkaktır. Hepinizin bildiği
gibi, psikoloj i insan intibakının ilmidir ve insanın inti­
bak etmeye çalı§tığı en önemli çevre onun sosyal çev­
residir. Toplumdaki ahlak standartlarının niteliği, bu
standartların geçirdiği deği §meler insan intibakı bakı­
mından da önemli sonuçlar doğuracaktır. İ leride göre­
ceğimiz gibi, §ahsiyetimizde görülen bozuklukların
ba§lıca sebeplerinden biri de, insan ihtiyaçları ile deği ­
§en dı§ dünya arasındaki uyumsuzluktur. Geleneksel
ahiakın öğretilmesi, özellikle insanla toplum arasında
böyle bir dengenin kurulması bakımından önem ta§ı­
yor. Toplumdaki milli ahlak değerlerinin nesiller bo­
yunca devam etmesi huzur, güvenlik ve istikrarı sağla­
yan en önemli unsurdur. Bu sayede biz hem kendimiz­
den öncekilerle olan birliğimizi korumu§ oluruz, hem
de ortak bir sisteme sahip olduğumuz için, kendi çağ­
da§larımızla b irarada rahat ya§ama imkanına kavu§u­
ruz.
Sağlıklı bir toplum, ne sadece deği§meyen, ne hep
deği§en, fakat "istikrar içinde deği§me" gösteren bir
toplumdur. Bu yüzden insan ferdinin toplumdaki ah­
lak geleneklerine hep bağlı kaldığını veya öyle olması
gerektiğini söylemek doğru olmaz. Filozofl ar ne kadar
münaka§a ve §üphe ederlerse etsinler, ahiakın deği§-
22/Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak

mcyen değerleri vardır ve bunlar bütün zamanlarda ve


yerl erde geçerli ol agelmi§tir: Aciz olanl ara §efkat ve
merhamet göstermek, ba§kalarının ki§iliğine saygı gös­
termek, yakınl arı na yardım etmek, dürüst davranmak
vs. Bu genel değerler çe§İtli cemiyetlerde ve ayrı za­
manlarda birbirinden farklı §ekiller almış, fakat §ekil­
lerin arkasındaki prensipler deği§memi§tir. Topl umla­
rı bi rbirinden ayıran asıl nokta bu prensipierin uygu­
lanmasında ve i§leyebilir §ekiller alıp almamasında or­
taya çıkmaktadır. İ §te bu nokt ada toplumdaki ahHik
kaidelerinin hayata uygun bir hale gelebilmesi için de­
ğişm e geçi rmeleri gerekir. Eski devirlerde servet sahi­
bi kimseler halka "iyil ik" olması için çeşme, köprü, iba­
dethan e yaptırıyorlardı; o devirlerin toplum organizas­
yonuna gö re "hayır işlemek" bu şekilde ortaya çı kıyor­
du. Fakat toplumun deği§mesi ve gelişmesi sonunda
"hayır hizmetleri"nin cinsi de büyük ölçüde değişmi§,
bunlar eğitim vakıflarına yardım etme, yardım faali­
yetlerini te§kilatlandırma, h astahane kurma gibi sah a­
lara kaydırılmıştır. Devlet d airelerinde amir ile memur
arasındaki ilişki lerde görülen resmi ve mesafeli tavır,
sadece iş münasebetleri çerçevesinde kalmış, dışarıda­
ki hayatta bu insanlar daha yakı n ve eşit il i§kiler kur­
maya yönelmişlerdir. Bunlara benzer daha pekçok ör­
nekl er verebiliriz ki, hepsinde de ayni ahlak prensiple­
ri topl umun değişen ihtiyaçlarına ve değişen organi­
zasyonuna göre yeni §ekiller almıştır.
Burada kar§ımıza iki önemli problem çıkıyor: ı­
Topl umun deği§mesi ile ah lak sistemi de otomatik
olarak değişir mi? 2- Toplumdaki ahiakın değişmesi,
fertlerin iradeleri dışında cereyan eden bir olay mıdır?
Ö nce birinci soruya cevap vermeye çalışalım.
Toplumun bütün kısımları -hukuk, ahlak, siyasi
hayat, iktisadi hayat vs- birbiriyle karşılıklı etki halinde
Alılfık Psikolojisi ve Sosyal Alılak/23

olmakla be raber, bunl arın herbiri ayni süratle ve ayni


nisbette deği�mez. İ leri derecede sanayileşmiş bir top­
lum, insan münasebetleri bakımından geri kalmış veya
ayni ölçüde gel işmemiş olabilir. Buna karşılık, iktisadi
bakımdan az gelişmiş bir ülkenin ahlak hayatı son de­
rece ahenkli insan münasebetlerinin gelişmesine im­
kan verebilir. Şu halde toplumda teknik deği şmelerle
sosyal değİşınelerin birbiriyle dengeli bir şekilde yürü­
düğünü söyleyemeyiz. İ şte bu dengesizlikler, ister-is­
temez fert psikolojisi üzerinde de etkiierini göster­
mekte, ahlaki bunalımiara ve çatışmalara yol açm akta­
dır. Eşitliği bir ahlak ideali ol arak benimseyen ve öğ­
reten bir toplum, eğer gerçek hayatta bu ideali geçerli
kılacak vası talara sahip değilse, çok defa toplum a uya­
cak yerde ona isyan eden veya küsen insanlarla karşı­
laşır. Çatışmanın veya uyuınsuzluğun olduğu her yerde
bir ahlak kaidesi tehlikeye düşmüş demektir. Bu den­
gesizliklere yol açmamak için, ne yapabiliriz? İ şte bu­
rada biraz önceki ikinci soru önümüze çıkıyor. Ahlaki
davranış bakımından, insan, toplumun pasif bir unsu­
rundan mı ibarettir?
İ nsanlar ahiakın değişmesine engel olamazl ar; ah­
lfıkın değişmemesi için toplumda herşeyin sabi t kal­
ması gerekir ki, bunu yapmaya, yani herşeyi olduğu gi­
bi tutmaya kiınsenin gücü yetmez. Esasen, böyle bir
durgunluk istenen bir hal de değildir. Fakat insanlar
engel olamadıkl arı değişmeyi kontrol altında tutabilir­
ler. Topl umda akıl sağlığını korumak üzere kurulan
her türlü organizasyon, böyle bi r kontrolü gerçekleş­
tirme amacını taşır. Bütün eği tim kuruluşları , bir ta­
raftan geleneksel ahlak prensiplerinin yeni nesillere
aktarılmasına çalı şırken, bir yandan da toplum daki ge ­
nel deği şmelere uygun ahlaki davranış örneklerinin
geliştirilmesine çalışır. Hukuk kurul uşları da böyle d; r;
24/Ah lfık Psikoloj isi ve Sosyal Ahlak

onlar da deği§en §artlar altında temel ahlak prensiple­


rini ayakta tutmaya, ancak bu prensipleri hayata uy­
durmaya çalı§ırlar.
Bazan toplumun ahlakı üzerinde sosyal organizas­
yonlardan daha çok tek tek insanların etkili olduğu
görülmektedir. Günüm üzün çok karma§ık bir hale gel­
mݧ, ayrı kuvvetler halinde te§kilatlanmı§ toplumların­
da, bir insanın bütün topluma etkili olması adeta im­
kansız bir hale gelmݧtİr, ama geçmi§ devirlerde bu
türlü ahlak kahramanları çıkıyor ve yeni bir ahlak sis­
teminin geli§mesinde ba§lıca rolü oynuyorlardı . Büyük
din kurucuları, hatta bazı filozoflar böyle insanlardı .
Şimdiki toplumlarda, insan hayatı tek bir kıyınet siste­
mi etrafında organize olmadığı için, bir din adamının,
filozofun, politikacının, kumandanın, öğretmenin ah­
lak örneği olabilecek hareketleri sadece belli bir çev­
reyi veya hayatın belli bir sektöründeki -ݧ hayatı , poli­
tika vs- faaliyetleri ilgilendiriyor ve orada etkisini gös­
terebiliyor. Bu demektir ki, bizim ahlaki §ahsiyetimiz
oldukça değݧİk kaynaklardan ve değݧİk otoritelerden
gelen etkilere göre bir §ekil almaktadır. ݧte bu farklı
kaynaklardan gelen etkileri ahenkli bir bütün haline
getirebilmek, insan h ayatının belki de en çetin proble­
mini te§kil eder.
Ö nümüzdeki kısımlarda bu bütünlüğe kavu§ma­
nın hangi §artlar altında ve n asıl gerçekle§tiğini anla­
maya çalı§acağız.

B. Ahlaki Davranışın
Psikolojik Yönü

1 . Ahlô k B i r Ö ğre n m e Hadises idir

Ahlak herşeyden önce bir öğrenme hadisesidir,


yani insanda birtakım psikolojik mekanizmaların faali-
Ahlak Psi kolojisi ve Sosyal Ahlak/25

yeti sonunda kazanılan davranış şemalarından ibaret­


tir. İ nsanın bu davranış şernal arını nasıl öğrendiğini
a§ağıda etraflı bir şekilde ele alacağız. Burada kısaca
belirtelim ki, insan kendisi ile başkası arasındaki mü­
nasebetleri düzenler ve değerlendirirken, hem kendisi
hem de başkaları h akkında birtakım fikirlerden, idrak
ve inançlardan hareket eder. İ nsanın ahlaklı bir davra­
nışta bulunm ası onun bazı şeylere belli birer anlam
vermesi ve kendi davranışlarını bu anlayı§a göre ayar­
laması demektir. Babamızla küçük kardeşimize ayni
şekilde davranmayız, çünkü bizim kafamızda b ab a ve
küçük kardeş hakkında ayrı ayrı kavramlar vardır; biz
bu varlıkların birbirinden farklı olduğunu, herbirinin
bize karşı durumlarının da birbirinden ayrı olduğunu
biliriz. Şu halde ahlaki davranışın psikolojik yönü de­
yince, davranış yaptığımız kişi veya varlıklar hakkında­
ki tutumlarımız, onlar hakkındaki bilgi ve görgüleri­
miz akla gelecektir. Dışımızdaki dünyayı nasıl değer­
lendiriyorsak, ona nasıl bir mana veriyorsak, davranış­
larımızı da ona göre ayarlarız. Fakat ݧ burada kalmı­
yor: Bir ahlaki davranı§ hadisesinde yalnızca karşımız­
daki kişiler değil, bir de kendimiz bulunmaktayız. Bir
§ahsın davranı§ı kendisi ile başkaları arasında bir mü­
nasebet demek olduğuna göre, burada işin içine ken­
dimiz de karışıyoruz. Şu halde insan ba§kalarını değer­
lendirirken, kendi kişiliği hakkında da bir fikir sahibi
olmak zorundadır.
Kendi §ahsımız hakkındaki bilgi ve tutumlarımız
"benlik" veya "ben" dediğimiz kavramı meydana geti­
rir. İnsanı öbür canlı organizmalardan üstün kılan en
önemli noktalardan biri de, işte budur. Biz zekamızın
verdiği kabiliyet ve dilimiz sayesinde kendi şahsımızı
obj ektif bir şekilde, yani dışarıdaki varlıklardan biri
imiş gibi görebiliyor ve ona karşı da bazı tutumlara sa-
26/Ah lak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak

hip oluyoruz. Herkeste bir benlik kavramı, yani kendi


kişiliği hakkın da bir kanaat vardır. Bir kimseye "siz na­
sıl bir insansınız, kendi kişil iğin ize karşı nasıl d uygular
besliyorsunuz, kendinize kar§ı nasıl davranırsı nız" diye
sorular yönel tirsek bunl ara karşı aldığımız cevaplar o
kimsenin "benlik" kavramını ortaya çıkarır. Ahl aki
davranış işte bu benlik ile dış dünya arasındaki müna­
sebetin görüntülerinden ibarett ir.
� � Ahlaki davranışta çok önemli bir yer tutan benlik
kavramı nasıl meydana geliyor? Bunu bilmektc büyük
fayda vardı r, çünkü "iyi ahlaklı bir benlik" kavramının
doğuşu iyi ahlaklı bir kişiliğin ortaya çıkışı demektir.
Benlik kavramı başka insanlarla münasebet sayesinde
doğar, çünkü tek başına k almış bir insanın başka in­
sanlar hakkında herhangi bir fikri olamayacağı gibi,
kendi hakkında da h ayvan seviyesinden dah a yukarıda
bir anl ayış kazanınası beklenemez; tek başına kalmış
insan dil bilmeyen, sac!ece bedeni ihtiyaçları için yaşa­
yan bir kimse demektir. Şu halde benliğin kazanılması
sosyal bir h adisedir, toplum içinde olur. Bazı ilim
adaml arı benlik kavramının bize tamamen ba§kaların­
dan geldiğini, çünkü başkaları bizi nasıl görüyorsa, bi­
zim de kendimizi öyle gördüğümüzü söylerler. Bu gö­
rüşe göre başkal arı bizim n asıl olmamızı istiyorsa veya
bize nasıl bir tavır takınıyorlarsa biz de o yolda bir
benlik kazanıyor, kendimiz için o görüşleri beni msiyo­
ruz. Şu halde benlik ile toplum birbirinden ayrı lmaz,
ikisi birbiriyle tam bir uyum içindedi r. Toplum bizden
neyi bekliyo rsa, biz kendimizi o görüşlere uydu ruyonız
demektir.
Benliğin büyük ölçüde sosyal bir kaynağı olduğu,
yani etrafı mızdaki başka insanlarla olan münasebetle­
rimiz sonucunda doğduğunu kolaylıkla söyleyebiliriz.
Ama benlikle cemiyet ayni §eyler değildir. İnsanlar da-
Ahlak Psikoloj isi ve Sosyal Ahlak/27

ima cemiyetin onlardan beklediği davranışları yapan


veya etrafın kaanatlarına göre hareket eden kimseler
olsal ardı , ahlak kai deleri hiç değişmeyeceği gibi , bir
cemiyeti n fertleri arasında ahlak farkları da bulun­
mazdı/ Oysa, bi liyoruz ki , insanlar olgunlaştıkça topl u­
mun ahlak görüşü h akkında dah a objektif tavırlara sa­
hip oluyor, onları deği§tirmeye çalışıyor veya kendile­
rine göre bir ahlak anlayışı içinde yaşıyorlar. B azı in­
sanlar da b aşkalarının kendi lerine nasıl baktığına
önem vermiyor, onları hep kendi açılarından değer­
lendiriyorlar. !
Benlik ile toplum arasında bir uyum bulunduğu ve
insanların toplumd an aldıkları etkilere göre benlik ka­
zandıkları görüşüne karşı çıkanlar olmu§tur ki, bunla­
rın ba§ında meşhur S. Freud 'u görüyoruz. Freud yuka­
rıdaki görüşün aksine, benlikle cemiyetip sürekli bir
mücadele h alinde olduğunu ileri sürüyor.l Qnun teori­
sine göre, tabiat insanda haz prensibini h akim kıl mış­
tır; insan daima zevkl erini tatmin etmek ister ki, bun­
ların içinde en kuvvetli ol anı cinsi zevktir. H albuki
toplum birtakım yasaklar ve engeller koym ak suretiy­
le , bu zevklerin tatmin edil mesini önler. Bu yüzden
·ert ile toplum arasında köklü bir çatışma vardır. Fre­
u d, toplum tarafından konulan ahlak kaidelerinin in­
san şahsiyetine yansım ası üzerine "üst-ben" adını ver­
diği bir baskı sisteminin doğduğunu söylüyor. Ü st-ben
t oplumu temsil eder; insandaki benliği zevk ve haz
prensibine göre çalışmaktan alıkoyar. Bu alıkayınada
üst-ben'in kullandığı metot, toplumun istemediği arzu­
ları unutturmak, yani onları §Uur-altına itmektir. Fre­
ud itilen bu İstekierin türlü psikoloj ik bunalımı ara ve
akıl hastalıkianna yol açtığını söyler. İ nsan isteklerini
açıkça ifade veya tatmin ederse, psikolojik geli§mesi
de o derecede sağlıklı olur. J
28/Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak

Görülüyor ki, yukarıda anlatılan iki görü§ten biri­


sine göre, insan ahlaki bakımdan bir melek; ikincisine
göre ise bir canavar veya §eytandır. Bu teoriler üzerin­
de fazla durmayacağız, ama toplumun ferdi dizginledi­
ği, onu keyfine göre hareket etmekten alıkoyduğu mu­
hakkaktır. Ba§ka türlü olsaydı, dünyada kültür ve me­
deniyete rastlayamaz, sadece kendi zevki pe§İnde ko­
§an bencil, hatta canavar insanlar görürdük. Gerçekte
insan ne melektir ne de §eytan ; sadece iyi ve kötü ta­
rafları bulunan ve bunlar arasında §U veya bu seviyede
denge kurmaya çalı§an bir varlıktır. Peygamberler, ve­
lller, aziz dediğimiz insanlar benliklerini çok sıkı bir
disiplin altına sokmu§ kimselerdir. Bunlarda üst­
ben'in temsil ettiği değerl er bütün hayata hakim olur.
Suç i§lemeyi günlük hayatın bir parçası haline getirmi§
insanlarda ise, insan tabiatının canavar tarafı ağır bas­
maktadır.
Her iki teori de insan hakkında çok zıt hükümlere
yol açınakla beraber, temelde birbirinden çok farklı
sayılmazlar. Dikkat ederseniz, ikisinde de insanın bir
canlı organizma olarak hiçbir ahlaki özelliğe sahip bu­
lunmadığı , ahiakın ona cemiyet tarafından empoze
edildiği kabul edilmektediq Ahlak k ai deleri toplumun
bizden beklediği davranı§ prensiplerinden ibarettir. \
Fakat insanın bu kaideleri olduğu gibi almadığını,
kendi dü§ünce süzgecinden geçirdiğini de unutmama­
lıyız.
2. Ahia kla i lgili Yargılar

Ahlaki davranı§ hakkında "iyi" veya "kötü §eklinde


yargıda bulunuruz. Biz bir d avranı§ hakkında bu yargı­
ya nasıl varıyoruz? Her§eyden önce, neyin iyi neyin
kötü olduğu hakkında bir fikre sahip bulunmalıyız. Bu
fikre eri§ebilmek için de belli bir zihin olgunluğuna
Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak/29

kavu§IDU§ bulunmamız gerekiyor. Çocuklarla yeti§kin


insanların ahlaki davranı§la ilgili yargıları birbirinden
çok farklıdır, çünkü bunların zek;1 seviyeleri ve zihni
kabiliyetleri arasında büyük farklar vardır . Şu halde
ahlaki yargı bir psikolojik geli§me meselesidir. İ kinci
olarak, iyi ve kötüyü nasıl öğreniyoruz? Bu kavramb r
bize doğrudan doğruya ba§kaları tarafından mı verilı­
yor, yoksa herkes kendine göre bir ahlak anlayı§ı mı
geli§tiriyor? İ §te ahi akla ilgili yargılarda bulunmanın
psikolojik yönünü öğrenebilmek için, önce bu sorulara
cevap vermemiz gerekiyor.
Ahlaki davranı§ın yapılması gibi değerlendirilmesi
de zihin geli§mesiyle sıkı sıkıya ilgilidir. İ nsan ahlaki
davranı§ı dünyaya geldikten sonra öğrendiğine göre,
öğrendiği §eylerin ya§ ve h ayat tecrübesi ile deği§mesi
ve geli§mesi beklenir. Nitekim çocuklarda ahlaki yargı
üzerine ge ni§ ara§tırmalar yapmı§ olan Cenevre li psi­
kolog J.Piaget bu yargıların çocuktaki zeka geli§mesi
ile paralel olarak yürüdüğünü göstermi§ti r. Çocuk de­
ği§ik ya§larda bir sosyal norm (yani belli bir durumda
nasıl davranılacağı hakkında toplumun koymu§ olduğu
kaide) üzerinde nasıl bir anlayı§a sahiptir? Piaget'ye
göre dört ya§ından sekiz ya§ına kadar olan çocuklar
insan davranı§larını bu davranı§ların objektif sonuçla­
rına bakarak değerlendiriyorl ar. ,.İ yi niyetle yapılan bir
davranı§ın doğurduğu maddi zarar kötü niyetli bir
davranı§ın doğurduğu zarardan daha büyükse, çocuğa
_göre birinci davranı§ ikinciden daha kötüdür. Çocuk
ahlaki davranı§ı insanların niyetlerine göre değerlen­
dirmeyi daha sonra öğrenir, çünkü sekiz ya§ına kadar
onun zihin seviyesi yetişkinler gibi hüküm vermeye
müsait değildir. Neyin iyi, neyin kötü olduğunu büyük­
lerinin kendisine karşı takındığı tavırlardan çıkarır. İ lk
çocukluk yıllarında tehlikelerden kaçınınayı bilmediği
30/Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak

ve hep zevklerini tatmin etmeye çalıştığı için, genellik­


le büyüklerinin engelleyici hareketleriyle karşıl a§ır. Bu
çağd a onun için ahlaki davranı § cezadan kaçmaktan
ibarettir ve ceza da yapılan kabahatİn büyüklüğü ile
orantılıdır. Çocuk büyükl erinin bu tavrını, hem kendi
hareketlerini hem de ba§kalannmkileri değerlendirir­
ken esas ol arak alır.
Çocuk, davranı§ kaidelerinin hiçbir §ekilde deği§­
mez şeyler olduğunu, çünkü bu kaideleri her türlü oto­
riteye sahip bulunan kim selerin -Tanrı veya ana-baba­
koyduğunu duşünür. Z aten ona davranı§ normlarını
gösteren ve öğretenler, çocuğa göre mutlak kudret sa­
hibi olan büyüklerdir; onların doğru buldukları §ey
doğru, yanlı§ buldukları ise yanlı§tır. Çocuk, ancak ba­
zı §eylerin deği§tiğini, bunları kendisinin de değiştire­
bileceğini gördüğü zaman, ba§kalannın kafasıyla dü­
§Ünmekten kurtulur. Burada çocuğun aile çevresinde­
ki insanlardan ziyade yaşıtlarının rolü görülmektedir.
Çocuk kaidelerin deği§ebileceği ni ilk defa arkada§la­
rıyla oynadığı oyunlar sırasında görmekte, insanların
anla§ma yoluyla ve hür iradeleriyle bazı §eyleri deği§ti­
rebileceğini öğrenmektedir . Çocuk 10- ı ı ya§ından iti­
baren artık bir davranı§ı büyüklerinin ne diyeceğini
dü§ünerek değil , kendisinin anlayışına göre değerlen­
dirmeye ba§lar.
Bir davranış hakkında iyi bir değerlendirme yapa­
bilmek için o davranışla ilgili bütün faktörleri hesaba
katm ak zorundayız. Aslında çocuğun yapamadığı şey
de budur: Çocuk, sekiz yaşına kadar bir şeyi ancak bir
tek yönüyle idrak eder, bi rden fazla boyutu ayni anda
dü§ünemez. Eni ve boyu ayni olan iki cisimden birinin
§eklini değiştirdiğiniz zaman, a rtı k bu cisimlerin e§İt
ağırlıkta olduğunu kabul etmez; çünkü, mesela, boyu
kısaltılan bir plastik parçasının enden kazandığını far-
Ahlak P sikolojisi ve Sosyal Ahlak/3 1

kedemez. Endeki değişmelere dikkat ederse, boydaki


değişmeleri idrak edemez. Ancak, onbi r yaş civarın­
dan sonra yetişkin insanlar gibi çok boyutlu düşünme­
ye başlar. Çocuk düşüncesindeki bu eksikl iği, ahl aki
yargı konusunda da görüyoruz. Çocuk kavga eden iki
kişinin bu davranışlarını, yalnızca gözüne çarpan nok­
talara ve bir de büyüklerinden öğrendiği bazı kaidele­
re göre yargılar: Ki m ilk defa vurmuşsa, o kabahatli­
dir; bir kimse bir kabahat işlemişse başkaları -bilhassa
anne ve babası- tarafından dövülmeye layık olmuştur.
vs.
Çocuk böylece ahlaki davranışı idrak edebildiği
taraflarıyl a ve başkal arından aynen aldığı kaidelerle
yargıladığı sürece, işi çok kolaydır. Ama yetişkin in­
sanlar ahlak konusunda yargıda bulunurken, pekçok
güçlüklerle karşılaşırlar; o kadar ki, bu güçlüklerin ta­
mamiyle çözülmesi belki imkansızdır. Herşeyden ön­
ce, iyi ve doğru hareketin ne olduğu problemi kesinlik­
le çözülmüş değildir. Psikolojik bakımdan, yetişkin in­
san ahlaki davranışın görülen özellikleriyle bu davra­
nışın arkasında bulunan itici kuvvetleri, birarada hesa­
ba katmak zorundadır. Ahmet, niçin yolda karşılaştığı
yaşlı adamın elini öptü? Hüseyin Bey, bu yıl niçin ver­
gi ödemedi ? Dün yakal anan hırsızın çaldığı mallar
elinden alındığı halde, adama niçin hapis cezası verdi­
ler? Savaşa giden bir insan geride kalan küçük çocuk­
larının açlık ve sefaJetten öleceğini bilse bile, bu işi
yapmalı mıdır? Şimdi bu sorul ara kısaca cevap bulma­
ya çalışalım ve çocuk yargısı ile yetişkin insan yargıla­
rının hangi noktalarda ayrıldığını belirtmeye çalışalım .
Ahmet yolda yaşlı bir adamın elini öpmüşse, bunu
pek çoğumuz ve bilhassa çocuklar bir saygı işareti ola­
rak görü r ve Ahmed'i bu davranışından dolayı beğe­
nir. Am :ı Ahmect'in elini öpt ü �i·! ı i adam belki kimsesi
32/Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak

olmayan bir milyonerdir ve Ahmet kendisini ona ho§


göstererek evl atlık olmayı ve böylece adamın mirasını
almayı dü§ünüyordur. Görüyorsunuz ki, davranı§ın dı§
görünü§ü ile onun gerçek sebebi arasında bağlantı
kurmak kolay değildir; bu bağlantı, sadece görüntüye
bakılarak bulunamaz. Yukarıda belirttiğimiz iki ihti­
mal Ahmed'in hareketini deği§ik §ekillerde değerlen­
dirmemize yol açacaktır. İ kinci örnekte bir tüccar ver­
gisini ödememi§tir; §U halde ya zarar içindedir yahut
da kendisini zararda göstererek, vergi kaçırmaktadır.
Bu davranı§ çocuğun henüz kavrayamayacağı bir sos­
yal ve ekonomik yapı ile ilgilidir, ancak bu yapı hak­
kında bilgisi olanlar tüccarın davranı§ındaki sebebi
ara§tırır ve bulabilirler. Hı rsızın hapse atılması da, bu­
na benzer: Çocukta kamu düzeni ve hukuk anlayı§ı ol­
madığı için, hırsızlıkla hiç ilgisi bulunmayan ve hırsıza
öfke de göstermeyen ki§ilerin -polis, savcı , hakim- onu
cezalandırmalarının sebebini anlayamaz. Nihayet dör­
düncü örnekte, insanı oldukça dü§ündüren bir tercih
problemiyle kar§ıla§ıyoruz: Bir ferde veya aileye ait
menfaatların toplum menfaatı adına feda edilmesi . Sa­
va§a giden askerin ailesi belki sefil kalacak ve ölecek,
belki adamın kendi de ölecektir, ama milleti kurtul­
mu§ olacaktır. Asker sava§ın kaybedileceğini dü§ünse
bile, milletini kurtarmı§ olur; çünkü, milletine feda­
karlık ve mücadele azını yolunda iyi bir örnek vermi§­
tir.
Yukarıdaki soruların cevaplandırılmasında özel­
likle iki nokta önümüze çıkmaktadır: 1- Toplum birta­
kım davranı§lara iyi , birtakım davranı§lara kötü dam­
gasını vurmu§tur: Vergi ödemek iyidir, hırsızlık kötü­
dür, büyüklere saygı göstermek iyidir, vs 2- Biz insan
..

davranı§larının sebeplerini dü§ünüyor ve o sebeplere


göre, bir davranı§ı ''iyi" veya "kötü" grubuna sokuyo-
Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak/33

ruz. Davranı§ın sebebini ararken de, daha çok insanla­


rın niyetlerine bakıyoruz. Kaza ile kötül ük yapan kim­
seleri affetmeınİzin veya hiç değilse az ceza vermemi­
zin sebebi budur. İ §te bu anlayı§ seviyesine gelebilmek
için, insan kendi benliği ile dı§ dünyayı, yani toplumu
birbirinden ayırdedebilecek bir zihin geli§mesi gösteri­
yor ki, bu geli§me de ya§a ve tecrübeye bağlı bulun­
maktadı q İ ki ya§ından küçük çocuklar kendi vücutları­
nı bile, dı§ dünyadan ayırdedemeyecek kadar benlik
kavramından uzaktırlar. İ ki ya§ındaki çocuk, artık
kendi bedenini "ke§fetmi§", kendisini ba§kalarından
ayıran bir ismi olduğunu da öğrenmi§tir. Ya§ı ilerle­
dikçe, bu benlik kavramı daha geli§ecektir. Fakat ço­
cuk a§ağı-yukarı ilkokul çağına kadar bütün dünyayı
kendinden ibaret görür; yeni kazanmı§ olduğu "ben''
kavramı, adeta bütün çevreyi içine alacak §ekilde ge­
ni§lemi§, böylece çocuk ba§kalarının varlığını adeta
hesaba katmaz olmu§tur. Bilhassa oyun aynarken ba§­
kalarının haklarını hiçe sayması, bütün oyuncakl ara
kendisinin sahip çıkması bunu gösteriyor. Çocuk ko­
nu§urken bile kendisine hitap etmektedir; sorduğu so­
rul ara yine kendisi cevap verir. Yeti§kin insan, ba§ka
kimselerin ayrı benlikleri bulunduğunu iyi bildiği için,
hüküm verirken de, o kimselerin husus! durum larını
gözönüne alıyor, hal ve §artları da hesaba kat tık tan
sonra, o kimsenin davranı§ını "iyi" veya "kötü" hareket
grubuna sokuyor.l AhHiki davranı§ın bu §ekilde §artla-
-

ra ve niyetiere bağlı olarak değerlendirilmesi çocuk


ahlakının "deği§mezlik" prensibine aykırıdır. Yeti§kin
insanlar, ahlaki davranı§ı mutlak bir emirler ve yasak­
lar sistemi ol arak değil, insanların toplu halde iyi ge­
çinmesini sağlayan ve gerektiğinde deği§ebilen bir ka­
ideler sistemi olarak dü§ünür. Çocukta henüz bu de­
ği§mc fikri geli§memi§tir.
34/Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ah lak

� Hayatm §artları deği§tiğine göre, ahiakın da deği­


§ebileceğini daha önce söylemi§tik. Ü stelik böyle bir
deği§me sadece bir mecburiyet değil, fakat insanlarca
istenen bir geli§me §eklinde de görülebilir. Topluml a­
rın ahlak sistemlerinde büyük ve köklü deği§melere
yol açan peygamberler, velller, bazı büyük devlet
adamları, ahlaki bir dava uğrunda örnek hareket ya­
pan kahraman ki§iler, i§te bu ihtiyaca cevap vermeye
çalı§an insanlardır. Bu arada insanların kar§ısına çıkan
en büyük güçlüklerden biri de, fertlerin menfaatleri ile
toplumun menfaatlerini dengede tutabilecek bir sis­
tem bulabilmektir. Bazı fikir adamları, fertlerin top­
lum adına büyük fedakarlıklar yapmalarının daha doğ­
ru bir hareket olduğunu söylerle !J Bizim büyük dü§ü­
nürlerimizden Ziya Gökalp,
Ben, sen yokuz, biz vanz.

Sakın hakkım var deme,


Hak yok, vazife vardır.

diyor. Bazıları da "esas olan fertlerin hak ve hürriyet­


leridir; parçaların iyiliği bütünün de iyiliği demek ola­
cağı için fertlere mümkün olduğu kadar fazla serbest­
lik vermelidir" derler. Bu görü§lerden birine veya öte­
kine verilen değere göre, ahlaki yargılarımız da deği­
§ecektir. Biz Türkler, milli birliğe ve bu birliğin koru­
yucu gücü olan devlete çok büyük önem verdiğimiz
için, Türk toplumunda Gökalp'ın bahsettiği vazife ve
fedakarlık ahlakı daha fazla geli§mi§ bulunmaktadır.
Fakat bu görü§ün, fert hak ve hürriyetlerini hesaba
katmadığını sanmak da doğru olmaz; çünkü, toplum
sadece belli birtakım kimselerden değil, herkesten ay­
ni vazife ahlakını istiyor. Herkes, bu ahlaka sahip bu­
lununca, ferdi hak ve hürriyetler de güven altında bu­
lunacak demektir.
Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahl ii k/35

Görüyorsunuz ki, insanın zekası, bilgi ve tecrübesi


geli§tikçe, onun ahlaki yargılarında hesaba kattığı fak­
törler de artıyor. Yeti§kin insan olgunluğu ölçüsünde,
" çok yanlı'' dü§ünüyor. Çocuğun rahat dünyasının yeri­
ni artık çok karma§ık, pürüzler ve problemlerle dolu
bir dünya almı§tır. Ama bütün bunlara bakarak ahl aki
yargının pek güç verildiğini, insanın hiçbir zaman bu
yargıların doğruluğuna güvenemeyeceğini dü§ünmek
yanlı§ olur. Ahlak üzerinde münaka§a yapanlar ve
§Üpheli görü§lere sahip olanlar, bu konuyu kendilerine
meslek edinmi§ -ahlak felsefecileri, din adaml arı, ter­
biyeciler- kimselerdir. Bunların dı§ında hepimiz de
günlük hayatımızda doğruluğuna iyice inandığımız ah­
lak kaidelerine göre yargılarda bulunuruz. Ancak bu
konudaki inançlarımıza çok zıt dü§en durumlarla kar­
§ıla§tığımız zaman inandığımız ahlak prensipleri üze­
rinde kendimizi yeniden yoklamaya ba§larız.

Cinsel Ahlak: Ahlak denilince hemen aklımıza ge­


len kavramlardan biri de "namustur"; öyle ki , günlük
hayatta ahlak ve namus hemen hemen ayni manad a
kullanılır. Aslında namus kavramı daha çok cinsel ah­
lakl a ilgilidir, yani ahlaki davranı§ın bütününü değil,
ancak bir kısmını ifade eder. Namus yanında bir de if­
fet kavramı vardır. Bazı kimseler namusu cinsel davra­
nı§ dı§ındaki ahlaki h areketlerimiz için de kullanırlar,
ama iffet doğrudan doğruya cinsel davranı§la ilgilidir.
Cinsel ahlak bakımından doğru ve iyi davranı§a "iffet­
li", kötü davranı§a "iffetsiz" hareket deriz. Yaptıkları
davranı§a göre, insanlar da iffetli veya iffetsiz sıfatını
alırlar. Biz günlük hayatta iffetli veya namuslu adam­
lardan ziyade kadınlardan bahsediyoruz, ama iffet ko­
nusunda kadınlar üzerinde gösterilen hassasiyet sosyo­
lojik gerçeklerle ilgili olduğu için, §imdi onun üzerinde
durmayacağız.
36/Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak

Cinsel ahHik, insanların cinsel ihtiyaçlarıyla ilgili


olarak yaptıkları d avranı§lara ait kaideleleri ve değer
yargılarını içine alır. Aslında cinsel davranı§ insan dav­
ranı§larının ancak bir bölümüdür, ahlak da cinsel ah­
laktan ibaret değildir. Ama dikkat ederseniz, ahlak
üzerinde yapılan bütün münaka§aların çoğunluğu cin­
sel ahlak sahasındadır, i nsan en çok bu noktada zıt gö­
rü§lerle kar§ıla§ır. Toplumun ahlak sistemini beğen­
meyenler, daha çok onun cinsel ahiakla ilgili standard­
Iarına ve yargıianna kar§ı çıkarlar. Bazılarına göre,
cinsel ahlak çok sert prensipiere bağlı kaldıkça, toplu­
mun sağlıklı bir manevi geli§me göstermesine imkan
kalmaz; bazıları da cinsel ahlaka ait kaidelerin gev§e­
mesi halinde, toplumun ahlak bakımından çökeceğine
veya hiç değilse sarsılacağına kuvvetle inanırlar. Bu
sert ve sürekli münaka§alar, bize her§eyden önce §U
gerçeği göstermektedir: Cinsel ahlak toplumun en faz­
la önem verdiği ve en çok düzenlemeye ihtiyaç gördü­
ğü bir davranı§ sahasıdır. Bazı kimseler, cinsel davra­
nı§ bakımından, çok serbest olan ülkelere bakarak, on­
ların bu meseleyi çözdüğünü sanırl ar ve tam bir ser­
bestliğin gerekli çözümü getireceğini iddia ederler.
Psikolojik bakımdan, bu türlü iddiaları ciddi'ye almak
ve hak vermek hemen hemen imkansızdır; çünkü, cin­
sel serbestlik çok defa cinsel problemleri çözmek i çin
bulunmu§ bir yol olmaktan ziyade ba§ka türlü buna­
lımlarını çözemediği için, cinsel serbestlikte tatmin
arayan insanların sıkıntısını aksettirir.
Toplum ahiakından §ikayetçi olanlar, en çok cin­
sel kısıtlamalara hücum ettiklerine göre, toplum bu
konuda çok hassas d avranıyor demektir. Bu hassasiye­
tİn gösterilmesi sadece yanlı§ inanı§ların değil, fakat
ondan daha çok sosyal mecburiyetlerin eseridir. Cinsel
konularda tam bir serbetlik isteyenler, ݧİn bu sosyal
Ahlak Psikoloj i si ve Sosyal Ahlak/37

yanını dü§ünmeyerek, sadece insanın cinsi ihtiyaçlarını


hesaba katan, yani tıpkı kendi benlikleriyle dı§ dünyayı
iyice ayırdedemediği için, her§eyi kendi istekleri çerçe­
vesinde dü§ünen çocuklar gibi kimselerdir. Ö bür ta­
raftan, her türlü sosyal sarsıntıyı cinsel ahlaktaki de­
ği§meye veya gev§emeye bağlayanlar da, ayni hatayı i§­
lemekte, ahiakı n sadece cinsi hayatı ilgilendirdiğini
sanmaktadır lar.
[oplumun cinsel davranı§ları bir düzene sokması,
son derece gereklidir; aksi h alde insanlar cinsel ihti­
yaçlarını doğrudan doğruya tatmin etmeye k alkı§acak­
lar ve cemiyet hayatının çekirdeği olan aile ortadan
kalkacak, cinsel davranı§larla birlikte toplum hayatı­
nın öbür_ sahalarında da tam bir karga§alık hüküm sü­
recekti J Asiında toplum h ayatı, insan içgüdülerini ve
jhtiyaçlarını ba§kalarına zarar vermeyecek §ekilde dü­
�enlemek ve böylece insanların huzur, güvenlik içinde
Qirarada ya§amalarını sağlamaktan ibarettir. Bu dü­
zenlemenin psikolojik bakımdan önemi iki noktada
özellikle ortaya çıkıyor: Bunlardan birincisi, insanın
hem kendi benliğine hem de ba§kalarının benliğine
saygı duymasıdır. Hiç kimse ba§kalarının cinsel ihti­
yaçlarını kar§ılamaya yarayan bir e§ya veya mal değil­
dir. Ba§kalarını köle olarak çalı§tırmak, onları dilediği
gibi kullanmak nasıl insan h aklarına ve haysiyetine bir
tecavüz sayılıyorsa, ba§kalarını kendi cinsel arzuları
yolunda kull anm ak da insan haysiyetini çiğnemek ma­
nasına gelir. Toplum bizi bu türlü saldırganlıktan ko­
ruduğuna göre, biz de ba§kaları için ayni sorumluluğu
duyarız. Zaten ki§iye kar§ı her türlü saldırganlık ka­
nunla cezalandırılacak derecede yasaklanmaktadır.
Bir de genel ahlaka aykırı dü§tüğü i çin, toplum tara­
fından kınanan davranı§lar vardır ki, bunların bir kıs­
mı kanunlara göre suç s ayılır, bir kısmı ise toplum gö-
38/Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak

zünde "kötü ahlak" örnekleridir. İ nsanlar böyle kötü


davranı§ gösterenlerin, hiç değilse kınanmasını ister­
ler; çünkü, bir hatanın kar§ılıksız kalması onları hem
kendi benlikleri ve §ahsiyetleri bakımından endi§eye
dü§ürür, hem de toplumun ahlak ve adalet anlayı§ı
hakkında §Üpheye kapılmamıza yol açar. ݧte cinsel
ahiakla ilgili konularda -örtünme, bekar insanlar ara­
sındaki yakınlığın belli sınırlar içinde kalması, evli ki§İ­
lerin birbirlerine sadık kalmal arı gibi- gösterilen a§ırı
titizlik, insanların kendilerine güvenlerini kaybetme
korkusundan ileri gelmektedir: Ya giderek herkes cin­
sel ahlak kaidelerine çiğnemeye kalkarsa, ya en yakın­
larımız ve çocuklarımız da bu örnekleri benimsemeye
kalkarsa, ahlak kaidelerini bu kadar hiçe sayanların
çoğaldığı bir toplum nasıl ayakta kalır? Bu türlü korku
ve §Üpheler, ahlak kaidelerinin çiğnenmesi halinde
çok defa duygusal tepkiler yapmamıza sebep olmakta­
dır. Bu tepkilerin temelinde, hiç şüphesiz, bize verilen
terbiyenin de büyük rolü vardır. Çocukluk çağımızda
en §İddetli yasak ve cezalada cinsel konul arda karşıla­
şıyoruz.
Toplum hayatındaki her deği§me gibi ahlak kaide­
lerindeki değişmeler de, insanların geleceğe güvenleri­
ni sarsar; son ucun nereye varacağını bilemedikleri için
toplumdaki hızlı deği§melerin önlenmesini , hiç değilse
yavaşlatılmasını isterler. Bu dü§ünce aslında toplumun
ortak düşüncesidir, çoğunluğun tavrıdır. Kontrolsüz
değİşınelerin mutlaka güzel sonuçlar vereceğine kuv­
vetle İnananlar, sadece delikanlılık çağındaki kimseler
veya bazı hayalcİ ki şilerdir. Bu demek değildir ki, cin­
sel ahlak hiç deği §rrıez veya değişmemesi gerekir. Sos­
yal ahlak derslerinde bu deği§melerin nasıl olduğunu
göreceksiniz; biz burada işin sadece psikolojik yönünü
ele alıyoruz.
Ahlak Psikoloj i si ve Sosyal Ahlak/39

Cinsel ahlaka toplum içinde verilen büyük önem.


insanlarda "iffet duygusu" dediğimiz bir duygunun yer­
le§mesine yol açar. Cinsel konularda takındığımız ge­
nel tutumu ifade eden bu d uygu bizim kötü bulduğu­
muz davranı§lar kar§ısında §iddetli tepkiler yapmamızı
sağlar. Küçük çocuklardan ya§lı insanlara kadar her­
keste bir utangaçlık, bir çekingenlik görürsünüz ki, bu
onlardaki iffet duygusunun eseridir. Cinsel hayatı ba­
kımından ba§ıbo§luk içinde bulunan kimselerde -cinsi
sapıklarda, genel kadınlarda, bazı akıl hastalarında­
bu duygu kaybolmu§tur. İ ffetlilik daha çok duygusal
tarafı ağır basan bir tutumdur; bize bu türlü davranı§ı­
mızın sebepleri sorulsa, belki bilgi ve mantık yoluyla
kendimizi anlatmaya çalı§ırız, ama davranı§ta bulunur­
ken, bize hakim olan §ey bilgiden ziyade duygudur.
Böylesi herhalde insan intibakı bakımından daha elve­
ri§li bir yoldur, çünkü kar§ıla§tığımız her durumda bir
-
satranç oyuncusu gibi s aa tlerce ihtimal hesabı yapma:
y� kalksaydık hayat yürümezdi . Duygusal davranma�,
ilk bakı§ta hiç de doğru görünmeyebilir, ama biz bl!
auygu sayesinde kendimizi geriye çekerek dü§Ünmey�
)mkan buluyoruz.
Toplumun cinsel hayatı düzenlemek yolunda en
büyük icadı sayabileceğimiz evlilik, ferdin ihtiyaçl arıy­
la toplumun kaidelerini tam bir uyum haline getiren
bir müessedir. Bu bakımdan, evliliği sadece sosyal bir
müessese değil, ayni zamanda çok elveri§li bir psikolo­
jik tatmin yolu olarak görüyoruz. Genellikle cinsel ih­
tiyaçlarının baskısı altında sıkılan gençler, evliliği her­
§eyden önce cinsel bakımdan değerlendirme eğilimin­
dedirler; çokları da sevdikleri kimseyle birarada olma­
nın en çıkar yolu olarak dü§ünürler. Fakat daha ni§an­
lılık devresinden itibaren görürler ki, cinsel zevkler ev­
lilik hayatının verdiği tatınİnin ancak bir parçasıdır.
40/Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak

Evlilik insana cinsel ihtiyaçların sanıldığı gibi her§ey


demek olmadığını göstermekle kalmaz, bu ihtiyaçları
kar§ılamak için güvenli bir ortam da yaratır. Evlilik dı­
§ı cinsel ili§ki kuran ki§iler, evliliğin verdiği huzurdan
mahrum kalmı§, devamlı suçluluk duygusu veya gü­
vensizlik içinde ya§ıyan insanlardır.
Ki§iye çok mutlu ve verimli bir hayat sağlayan ev­
liliğin bazı hallerde istenen sonucu vermediği de görü­
lür. Uyumsuz evlilikleri yaratan §artları veya evliliğe
kar§ı saygı ve güveni azaltan sebepler daha ziyade sos­
yoloj inin konusudur. Şunu hiçbir zaman unutmamalı­
yız ki, evlenmek her§eyden önce bir aile kurma de­
mektir; aile ise, onu kuran erkekle kadının huzur i çin­
de mutlu ya§amalarını sağladığı gibi onlardan sonra
gelen nesiller i çin de en önemli eğitim yuvası olur. Ço­
cuk terbiyesinde, ne okul ne de ba§ka bir eğitim ocağı
aile kadar önemlidir. Bu yüzden, ahlak anlayı§ları ve
sosyal rejimleri birbirinden çok farklı olan ülkelerde
bile aileye ayni derecede büyük önem verilmektedir.

3 . Ahia kın Boyutları ve Gelişmesi

İ nsanın ahlaki davranı§ı genellikle onun ahlaki tu­


tumuna, yani ahiakl a ilgili bilgi ve görgülerine, his ve
heyecaniarına bağlıdır. Fakat ahakın bilgi, duygu ve
davranı§ olmak üzere, bu üç boyutu arasında mutlaka
bir bağlantı olması §art değildir. Hepimiz biliyoruz ki,
ahlaki bakımdan kötü hareket eden kimselerin büyük
bir kısmı yaptı kları hareketlerin doğru olmadığını bil­
dikleri halde o §ekilde davranmaktadırlar. Şu halde,
insanın ahlak anlayı§ı veya ahlaki bilgisi ile davranı§ı
arasında her zaman bir uyum olmuyor. Bizim ahlak
anlayı§ımız, ahlaki davr � nı§ları değerlendirmemize ya­
rar, yoksa her zaman bu anlayı§la hareket etmemize
Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak/41

değil. Ü stelik ahlaki davranı§ımızda his ve heyecanla­


rımızın da büyük bir rol oynadığını unutmamalıyız.
Ahiakın bu üç boyutunu bir örnek üzerinde ince­
leyelim. Ahlak, her§eyden önce bir kaideler sistemidir:
Çocuklara §efkat göstermek gerektir, ba§kalarının
haklarına saygı duymalıyız, •yalan söylemek kötüdür,
vs. Demek ki, biz önce bazı kaideler hakkında bilgi sa­
hibi oluyoruz: Bazı davranı§ları iyi veya doğru, bazı
davranı§ları da kötü veya yanlı§ davranı§ olarak yargı­
lıyoruz. Ahlaki bilgi, ahlaki değerler hakkındaki bilgi
demektir. İ sterseniz bu bilgi boyutuna ahlaki dü§ünce
veya ahlak anlayı§ı da diyebilirsiniz. İ §te bu bilgi veya
dü§ünce ahlaki davranı§ için bir kılavuz rolü de oyna­
maktadır. Bir ahlak kaidesi, belli bir davranı§ın yapıl­
masını veya yapılmamasını tavsiye eder niteliktedir:
Zayıf ve yoksul ki§ilere yardım etmek, devlet malını
§ahsi i§lerde kullanmamak, vs. Biz böyle durumlarda
yukarıdaki kaideye göre veya onun dı§ında bir davra­
nı§ta bulunuruz. Şu halde, ahiakın ikinci boyutu, ahla­
ki hareket veya davranı§ oluyor. Ü çüncü olarak, bir
ahlak kaidesi kendisine bağlı birtakım his ve heyecan
halleri de getirir: Kötü bir ahlaki davranı§ yaptığımız
zaman, suçluluk hissi veya vicdan azabı duyarız, iyi ve
doğru bir hareket ise bize vicdan huzuru, sevinç veya
gurur verır.
Bilgi, hareket ve duygu dediğimiz §eyler, ayni bü­
tünün (ahlak) boyutları olduğuna göre, bunları birbi­
rinden ayrı olarak dü§ünmek mantıksız görünüyor. Fa­
kat yukarıda belirttiğimiz gibi, insanlarda ahlak anlayı­
§ı ile ahlak davranı§ı, bazan birbirini tutmuyor; üstelik
bazı davranı§ların sonunda bizim tahmin ettiğimiz he­
yecan hallerinin de tam tersi -kopye çeken öğrencinin
suçluluk duyacağı yerde kahramanlık taslaması gibi­
görülüyor.
42/Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak

Ahl aki geli§menin ideali, bu üç boyutu tam bir


uyum haline getirmektir. Dikkat ederseniz, günlük ha­
yatta ahl aksız veya §ahsiyetsiz dediğimiz kimseler ço­
ğunlukla ahlaki davranı§ında istikrar ve denge olma­
yan ki§ilerdir; dü§ünceleriyle davranı§ları birbirini tut­
maz. Bunların hangi durumlarda nasıl davranacakları­
nı önceden kestiremeyiz; çünkü, her defasında ba§ka
türlü davranı§ yapabilirler. İ §te, bu ki§ilerin ahlftki bil­
gileri ile davranı§ları ve d uyguları arasında tutarsızlık
vardır. Kötü ahlaklı olup d a, kötülükte tutarlı davra­
nanları böyle tutarsız kݧilere tercih ettiğimiz de çok
olur; çünkü birincilerin ne yapacaklarını bilerek ona
göre hareket etmemiz veya tedbir almamız imkanı
vardır, ama ahlaki davranı§larında tutarsızlık olanlar,
insanı devamlı kararsızlık ve güvensizlik içinde bırakır­
lar. Ü stelik kötü ahlakta tutarlı olanlar, yine de ahlaklı
sayılabilirler; çünkü, söylediği ile yaptığı birbirini tutan
insanlar dürüstlük kaidesini çiğnemiyorlar demektir.
İnsanların ahlaki tutarsızlıkları, sadece bilgi, duy­
gu ve davranı§ arasındaki uyumsuzluklardan ibaret de­
ğildir. Bazı hallerde belli bir ahlaki davranı§ı -yalan
söylemeyi- doğru bulan kimselerin ba§ka durumlarda
ayni davranı§ı yanlı§ saydıkları görülmektedir. Ö zellik­
le çocuklarda ahlaki davranı§ hakkında verilen hü­
küm, onların içinde bulundukları duruma göre veril­
mekte, deği§ik durumlarda ayni davranı§ ba§ka ba§ka
değerlendirilmektedir. Y eti§kin insanların ahlak anla­
yı§ında prensibin genelliği esastır: Yalan söyleınek
doğru değildir ve insan bütün durumlarda yalan söyle­
memelidir; yalan söylemenin bazan doğru bazan yanlı§
olduğu doğru değildir. Bununla beraber, yeti§kin in­
sanların davranı§larında da bu türlü tutarsızlıklar pe­
kala görülebilir. İ §te ahlak terbiyesi ile uğra§anların
çözmesi gereken en önemli problemlerden biri burada
Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak/43

karşımıza çıkıyor: Ahiakın üç boyutu arasındaki veya


çeşitli durumlarda yapılan ahlaki davranışlar arasında­
ki tutarsızlıklar neden ileri geliyor, bunları ortadan
kaldırabilmek i çin ne gibi çareler bulunabilir?
Bu sorulardan birincisi teorik, ikincisi ise pratik
niteliktedir. Ö nce teorik olanına bir cevap bulmaya
çalışmamız gerekiyor. Ö nümüzdeki başlıca mesele,
ahlak anlayışı veya bilgisi ile ahlaki h areketin birbirine
uymayışı idi. Bizim ahlak anlayışımız öğrenme yoluyla
meydana gelmektedir. Şu halde, önce bu anlayışı kim­
lerden ve ne gibi vasıtalarla edindiğimizi bilmeliyiz. Bu
nokta ise bizi ahlaki gelişme meselesine götürüyor.
Bundan önce sizlere ahlaki gelişmenin zihni geliş­
me ile paralel olarak ilerlediğini anlatmıştık Çocuğun
dı§ dünyayı öğrenebilmesi ve bu dünyaya ait bazı şey­
leri benimsernesi i çin, belli bir zihin seviyesine erişme­
si gerekiyordu. Çocuğun zekası ona öğrenme kabiliye­
ti kazandırır. Başka bir deyişle, zeka bir öğrenme kabi­
liyetidir. Bu kabiliyet hangi hallerde ve ne şekilde h a­
rekete geçmekte, yani öğrenme dediğimiz şey nasıl ol­
maktadır? Aslında ahlaka ait bilgi ve hareketlerin edi­
nilmesi, başka davranış örneklerinin edinilmesinden
pek farklı değildir; psikoloji derslerinizde gördüğünüz
öğrenme prensipleri burada da geçerlidir. Fakat ahl a­
ki davranışın öğrenilmesinde genell ikle birçok basit
öğrenme şekillerini (şartlanma yoluyla öğrenme, doğ­
rudan doğruya yazılı veya sözlü yoldan öğrenme vb .)
içine alan karmaşık öğrenme hallerinden bahsetmek
daha doğru olur. İ şte, bu karmaşık öğrenme şeki llerin­
den biri, modeliere bakarak öğrenme, ikincisi de ken­
disini bir başkasıyla bir veya ayni tutarak onun davra­
nışlarını beniruserne yoludur.
Model yoluyla öğrenmede çocuk bir başkasının
davranışlarını görür ve o davranışları kendisi de yapar.
44/ AhHik Psikolojisi ve Sosyal Ahlak

Çocuğu modelin davranı§larını benimsemeye götüren


ba§lıca i ki sebep olabilir: 1- Çocuk, ba§ka bir §ahsın
birtakım davranı§lar neticesinde iyi §eyler elde ettiğini,
bazı davranı§ları kar§ısında ise kötü sonuçlara ula§tığı­
nı görür. Bu model çok defa kendisinin bir büyüğü ol­
makla beraber, kendi ya§ıtı veya küçüğü de olabilir.
Böylece, çocuk, iyi sonuca götüren davranı§ları kendisi
de yapacak, kötü sonuç verenleri yapmaktan kaçına­
caktır. 2- Çocuk, ba§kasından gördüğü h areketleri on­
ların sonuçlarına bakmaksızın yaptığı takdirde, bu
davranı§ının mükafatını görebilir. Büyükler gibi h are­
ket eden çocuk, büyükler tarafından daima ho§ kar§ı­
lanır, ve böylece büyüklerin davranı§larını taklit eder .
Burada çocuğu taklit yapmaya iten kuvvet, etrafında
tasvib görmü§ olması, takdirle kar§ılanmasıdır.
Bazan çocuk, kendini belli bir §ahısla bir tuttuğu,
onunla ayni gördüğü i çin, o §ahsın davranı§larını da
benimser. Bu türlü öğrenmenin yukarıda sözünü etti­
ğimiz taklitten yegane farkı, burada belli bir §ahsın
model olarak ba§kalarına tercih edilmi§ olmasıdır. Ço­
cuk bu tercihi çok çe§itli sebeplerle (o ki§inin sevgisini
kaybetmemek için, kendine zarar vermesinden kork­
tuğu i çin, kendisine sık sık iyilikte bulunduğu için, ya­
hut onun özelliklerine h ayranlık duyduğu için) yapabi­
lir.
Bu öğrenme §ekilleri yeti§kin insanlarda da vardır.
Fakat çocuklar, ancak yakın çevrelerindeki büyükleri,
yani anne, baba ve büyük karde§leri taklit ederler;
ailesiz büyüyen çocuklarda ise, bunların yerine geçen
ba§ka büyükler taklit edilir.
Ahl aklı davranı§ın öğrenilmesi, çocuğun toplum
içinde alacağı yerlerle ilgili davranı§ kaidelerinin öğre­
nilmesi demektir. Çocuk, ya§ı ilerledikçe hayatın çe§it­
li safhalarında çe§itli roller oynayacaktır ve bu rollere
Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak/45

ait davranı§ kaidelerini öğrenmek zorundadır. Genç


bir kız, yabancı erkeklere nasıl davranmalıdır? Bir me­
mur, kendi dairesindeki müdürle nasıl bir münasebet
içinde bulunmalıdır? Evli insanların birbirlerine kar§ı
vazife ve sorumlulukl arı nelerdir? İ §te bu yüzden alıHi­
ki davranı§ın öğrenilmesine "rol öğrenme" de denir.
Biz hayatımızın sonuna kadar çe§itli roller -çocuk, öğ­
renci, ni§anlı, memur, baba, emekli, erkek, milletvekili
vb .- aldığımıza göre, her çağda bir öğrenme proble­
miyle kar§ı kar§ıyayız demektir. Ü stelik herhangi bir
anda birden fazla rol sahibi olduğumuzu -insan hem
erkek, hem öğrenci, hem evli vb. olabilir- da dü§ünür­
sek, davranı§larımız arasında zaman zaman tutarsızlık­
ların görülmesine pek §a§mamalıyız. Siz §imdi hem öğ­
renci, hem bir ailenin çocuğu, hem Türkiye devletinin
bir vatanda§ı, hem belli bir cinsiyet ve ya§ın sahibisi­
niz. Ö ğretmenleriniz size e§itlik terbiyesi vermeye ça­
lı§tığı h alde, evde aileniz tarafından §ımartılmı§ olabi­
lirsiniz. Bir çevrenin ahlak standartları bir ba§ka çev­
redekilere uymayabilir: Ü niversiteye gelen gençler,
aile baskısından birdenbire uzak kalmanın verdiği hür­
riyetle derhal çevrede gördükleri öbür gençler gibi si­
gara içmeye, kız veya erkek arkada§ edinmeye, ta§ralı
bir genç görüntüsünden çıkarak büyük §ehrin kozmo­
polit havasına uymaya ba§larlar.
Şu halde, insanın çe§itli durumlarda birbirini tut­
mayan davranı§larda bulunması hem çevredeki deği§­
melerin bir gereği, hem de kݧinin bu çevreler hakkın­
daki yargılarının bir sonucu olarak ortaya çıkıyor. Bazı
insanlar çok yüce bildikleri bir gaye uğrunda yalan
söylemenin kötü bir h areket sayılamayacağını dü§ü­
nürler; özellikl e siyasi hayatta bu türlü davranı§lara
çok rastlıyoruz. Kendi partisine bağlı kimselerin kötü
ahHiklı davranı§larını ho§ görerek ba§kalarında kaba-
46/Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak

hat arayanlar, kendi gruplarının veya ideolojilerinin


kazanması için her vasıtayı meşru görenler buna ör­
nektirler. Bu kişilere yanlış vasıta ile doğru yolun bu­
lunamayacağını, hiçbir sağlam binanın çürük temelle­
re oturtulamayacağını dah a küçük yaştan öğretmek
gerekirdi.
Demek ki, ahlaki davranışa kılavuzluk eden ahlaki
değerler, bazı hallerde başka değerlerin -iktisadi, sos­
yal, estetik, vb- arkasına itilebilmektedir. San atkarla­
rın ahlaksız olması hiçbir zaman gerekmez, ama bazı
sanatçılar toplumun ahlak standartları dışında yaşarlar
ve biz de bu hayatı sanatçılığın bir parçası olarak gör­
meye alışmışızdır. Aslında böyle bir h ayatın sebebi sa­
natkar için estetik değerin herşeye üstün tutulması,
başka hiçbir şeye kıyınet verilmemesidir. İ ktisadi de­
ğeri ön planda tutanların d a çok defa ahlak standartla­
rını çiğnedikleri görülür; çok kazanarak çok biriktir­
meye veya harcamaya kıyınet verenler, vergi kaçakçılı­
ğı yapabilir, haksız kazanç ve ticaret yollarına başvura­
bilirler. Bütün bunlar insan h akkında çok kısır, dar gö­
rüşlere sahip olmaktan ileri gelmektedir. Herşeyi este­
tik açıdan değerlendirenler, insanı zevk için yaşayan
bir asalak gibi görmektedirler. Herşeye iktisadi açıdan
bakanlara göre de, insan, midesi ve barsakları için ya­
şayan acayip bir h ayvandır.
Ahlak bütün toplumu ayakta tutan temel değerler
sistemidir, bu bakımdan diğer bütün sistemleri ahiakın
sınırlarını aşmayacak bir ölçüde işlemelidir. Birtakım
kişilerin başka türlü değerler uğrunda ahlaki değerleri
hiçe saymaları herşeyden önce cemiyet dediğimiz sos­
yal birliği ortadan kaldırır ki, bu olmayınca da zaten
hiçbir değer sisteminin ayakta durması bahis konusu
olamaz. Herkesin kendi çıkarları veya kendi önem
verdikleri şeyler uğrunda başkalarını düşünmediği bir
Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahliik/47

dünyada ne sanat hayatından, ne iktisadi veya sosyal


hayattan söz edilebilir. Bu gerçeği belirtmek isteyen
bir felsefeci, "ahlakın gayesi yaşamak değil, yaşatma.\<­
tır" diyor. Şu halde, ahlak terbiyesi veren kişiler - anne,
baba, mürebbi, öğretmen, din adamı, hatta politikacı
ve devlet adamı- bu gerçeği daima gözönünde bulun­
durmalı, insanı bütün yönleriyle öğrenmeli ve öğret­
melidirler.
i nsanda ahlaki hareket ile ahlaki duygu ve bilginin
ayni olmayışı, yani kötü bir hareket sonunda utanç ve­
ya suçluluk duygusunun doğm ayışı, bazan da bir iç tu­
tarsızlıktan ileri gelebilir. Genellikle bilgi ile duygu,
birbirinden bağımsız şeylerdir; cin-peri hikayelerinin
aslı bulunmadığına inanan bir kimse yine de karanlık­
ta sokağa çıkmaktan veya yalnız kalmaktan korkabilir.
Ahlaki davranışta da bu türlü bir bilgi-duygu ayrılığına
rastlıyoruz. Bir kimse yalan söylemenin ahlaka aykırı
olduğunu bildiği halde, gözünü kırpmadan yalan söy­
leyebilir. Yaptığından utanması için kendi ahlak anla­
yışının onda suçluluk duygusu uyandıracak nitelikte
olması gerektir. Oysa bir hareketin kötü olduğunu bil­
mekle o hareketi yapınca suçlu veya kabalıatlİ olacağı­
na inanmak ayni şeyler değildir. Ö bür yandan, bazı in­
sanlar da ahiakla ilgili olmayan birtakım davranışlar
yapmakla kolayca suçluluk duyabilmektedirler. Disip­
lini çok kuwetli öğrenciler, gerçek bir mazeretle okula
gitmedikleri zaman bile, sanki kaçakmı§ gibi vicdan
azabı duyarlar.
Bizim davranışlarımızı ahlak sınırları içinde tutan
kuwet, sağlam bir ahlaki vicdandır. İnsan davranış ka­
idelerini öğrenmekle değil, belli davranışlar karşısında
birtakım heyecaniara -sevinç, keder, nefret vb- sahip
olmakla iyi ahlaklı veya kötü ahl aklı olur. Ancak unut­
mamalıyız ki, vicdan dediğimiz kuwet, ancak sıkı bir
48/Ahlak Psikolojisi v e Sosyal Ah lak

ahlak terbiyesi neticesinde meydana gelir, yoksa insan


doğuştan vicdan getirmez. Ö nümüzde "psikoloj i ve ah­
lak" bölümünde bu konuyu daha etraflı bir şekilde ele
alacağız.
Pratik Uygulamalar Yönünden :
Kritik Dönemler

Daha ewel belirtmiştik ki, ahlak insanın dış dün­


yadan olduğu gibi alıp kabul ettiği bir sistem değildir;
gerçekte biz sadece ahlakı değil, hiçbir şeyi dış dünya­
dan olduğu gibi almayız. Ahlakı bize verilen bir kalıp
halinde benimsemiş olsaydık, toplumun ahlak stan­
dartlarında zamanla hiçbir değişme olmayacağı gibi,
insanlar arasında ahlaki şahsiyet bakımından hiçbir
fark d a bulunmazdı. Çocukların zekası bir çeşit filtre
gibidir; bu filtre veya süzgeç dışarıdan gelen şeyleri sü­
zerek bazılarını içeri geçirir, bazı şeyleri dışarıda bıra­
kır, içeri aldıklarını da kendine göre değiştirir. İ şte,
bütün bu işleri gören insan zekası veya zihni, hayatın
her safhasında ayni değildir, onun da gelişme devreleri
vardır. Sekiz yaşında birinin zekasıyla yirmi sekiz ya­
şındaki bir kimsenin zekası ayni değildir; bunlarda ze­
kanın çalışmasıyla elde edilen bilgi ve görgü de ayni
olamaz. Şu halde, zekanın çeşitli yaş devrelerinde bir­
birinden farklı olduğunu kabul edince, çeşitli yaş dev­
relerinde ahlak anlayışının da farklı olacağını kabul et­
memiz gerekir. Gerçekten, çocuk dış dünyayı ve ken­
disine öğretilen şeyleri her zaman ayni derecede kav­
rayamaz, böylelikle onun ahlak anlayışı ancak kavra­
ma gücünün ulaşabileceği seviyede kalır. Çocuk geliş­
mesindeki bu özelliğj bilmeyenler, genellikle çocuğu
yetişkinlerin küçük bir örneği, bir çeşit minyatürü sa­
yarak bu anlayışa göre davranırlar. Oysaki çocuk be­
deni bakımdan bile yetişkinlerin küçük bir örneği de-
Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak/49

ğildir, onlardan farklı bir bünyeye sahiptir. Bazı vücut


fonksiyonlarının geli§mesi -cinsiyet hormonlarının fa­
aliyeti vs- ancak belirli ya§larda olur. Organizmanın
bütün sistemleri gibi sinir sistemi ve dolayısıyle ona
bağlı fonksiyonlar -idrak, mantlki dü§ünce vb . - da bü­
yüme ile geli§ir, ancak belli bir ya§ta bu geli§mesini ta­
mamlar. Bazı psikologlar çocuğun bu geli§mesinde
esas olarak idrak ve bilgi bakımından görülen ilerle­
meleri yani zihni olgunla§mayı alırlar, bazıları da d uy­
gusal geli§menin çok önemli olduğunu iddia ederler.
Ama hepsinin birle§tiği bir nokta vardır: Bazı ya§ dev­
relerinin, belli §eyleri öğrenmek bakımından kritik bir
önem ta§ıması. Çocuk belli bir §eyi belli bir ya§ta öğre­
necek olgunluğa kavu§uyorsa, o ya§tan önce ken disine
ayni §eyi öğretmek için yapılan te§ebbüsler elbetteki
bo§a çıkacaktır; öğrenmenin daha geç bir çağa bırakıl­
ması ise, çocukta gözle görülür bir geriliğe yol açmak­
tadır.
Çocuğun psikiloj ik geli§mesi ve bu arada ahlaki
geli§mesi dı§ dünya ile, bilhassa ba§ka insanlarla olan
ili§kilerine bağlıdır. Çocuklar kapalı bir odada kimse
ile temas etmeden, sadece yiyecek ve içecek verilmek
suretiyle yeti§tirildikleri takdirde, hem zeka geli§mesi
hem de sosyal bakımdan geri kalırlar. B unlar her§ey­
den önce ba§kalarıyla temas i çin gerekli olan dili öğ­
renmekten mahrum kalını§lardır. Alı§madıkları için,
etraflarında gördükleri insanlara kar§ı yabancılık ve
korku duyarl ar. Nitekim, kimsesiz oldukları için bakı­
mevlerinde yeti§en çocuklarda dikkati çekecek derece­
de bir gerilik görülüyor; çünkü, büyüklerden gerektiği
kadar dikkat ve ilgi görmüyorlar, bakıcılar tarafından
çok defa ihmal ediliyorlar. Bazı hallerde anne-baba
yanında büyüdüğü halde, onlar tarafından ihmal edi­
len çocukların da bakımevlerinde büyüyenlerden daha
50/Ahlak Psikoloj i si ve Sosyal Ahlak

olgun davranmadıkl arına şahit olabilirsiniz. Hayvanlar


üzerinde yapılan araştırmalar bile, annesiz büyümenin
veya yaşıtlarıyla ilişki kuramayışın gelişme üzerinde
çok olumsuz etkiler yaptığını açıkça isbat etmektedir.
Bir h ayvanın hayvanlarda görülen tipte davranışları
yapabilmesi için dahi uygun bir sosyal ilişki çevresine
ihtiyacı bulunduğu düşünülürse, demek ki, sosyal çev­
reden mahrum bırakılan çocuklar ahlaki bakımdan
hayvanlardan daha gelişmiş olmayacaktır.
Çocuk, yanında büyüklerin bulunm asına ve onlar­
dan ilgi görmeye sadece bedeni ihtiyaçlarının gideril­
mesi için muhtaç değildir. Çocuk, toplumun başka
fertleriyle birarada yaşamanın ilk örneklerini de etra­
fındaki kimselerden alacaktır. Anne, baba veya bunla­
rın yerine geçen başka insanlarla olan temasları çocu­
ğun daha sonraki sosyal temaslarının kaderini çizebi­
lir. Annenin çocuk üzerindeki büyük rolü özellikle bu
noktada ortaya çıkmaktadır: Hiç kimse çocuğa annesi
kadar sıcak bir ilgi ve sevgi gösteremez ve böylece hiç
kimse çocuğa annesi kadar sevgi ve şefkati öğretemez.
Bu arada babanın sevgi ile birlikte disiplinci otoritesi
de çocuğu sosyal hayata hazırlayan başlıca sebepler­
den biridir. Çocuk aslında cemiyet hayatının ilk örne­
ğini bu aile veya yakın çevre içinde görür. Toplum
onun birçok ihtiyaçlarını karşılayan bir ortam yarattığı
gibi, birçok davranışlarını da kısıtl ar veya tamamen ya­
saklar. Çocuğa evde verilen terbiye ise, bundan başka
birşey değildir: Bir taraftan ihtiyaçları karşılanırken,
bir taraftan da davranışları düzene konur, kaidelere
uymayışı halinde büyüklerin müdahelesiyle karşılaşır.
Çocuğun otorite ile karşılaşması ilk defa anne ve ba­
bası sayesinde olmakta, onların durdurucu veya ceza­
landırıcı hareketleri çocuğun daha sonra toplum otori­
tesine karşı takınacağı td'> n, büyük ölçüde belirlemek­
tedir.
Ahlak Psikoloj isi ve Sosyal Ahlak/5 1

Çocuk, her bakımdan geli§me çağında olan bir or­


ganizma olduğu için, bu çağda onun psikolojik yapısın­
da meydana gelecek arızaların tamiri de imkansızdır.
Organik yapıda meydana gelen arızaların giderilmeyi­
§i, bize bu gerçeği daha iyi göstermektedir. Yeti§kin
bir insanın bir organında arıza olduğu zaman, bunun
giderilmesi imkanı vardır, çünkü arızalı organ daha
önce tam çalı§abilecek kadar geli§kin bir duruma gel­
mi§tir. Halbuki, çocukta böyle bir geli§me henüz olu§
çağmdadır, böyle bir çağda meydana gelen arıza, orga­
nın çalı§masını bozacak yerde geli§mesini durdurur;
çünkü zaten tam geli§me dönemine ula§ılmı§ değildir.
Bu yüzden geli§mede kritik dönem kavramı büsbütün
önem kazanmaktadır.
Gerçekçi ve olumlu bir eğitim planlaması insan
geli§mesinin önemli dönemlerini hesaba katmak zo­
rundadır. Çocukta ahlak terbiyesi, çocuğun zihni' ve
duygusal geli§mesi hakkında sağlam bir bilgiye dayan­
malıdır. Bize bu bilgiyi psikoloji ilmi verir, psikoloj inin
verdiği bilgilerin kullanılması da pedagoji dediğimiz
uygulama disiplinine ait bir i§tir. Kritik dönem denin­
ce akla ilk gelen dönemlerden biri de delikanlılık çağı­
dır. Çocukluk çağında insan nasıl ailesindeki büyükle­
rin ve öğretmen veya mürebbiyelerinin özenine muh­
taçsa, delikanlılık çağında da yeti§tiricilerin dikkat ve
anlayı§ına muhtaçtır. Yapılan ara§tırmalara göre, ço­
cuklar 1 2- 1 4 ya§ından sonra artık büyük insanların
mantıklı dü§ünce sistemini kullanabilecek derecede
geli§mi§ bir zekaya sahip bulunmaktadırlar. Bu ya§lar­
daki zeka, özellikle imkan ve ihtimaller üzerinde du­
rur, belirli §eylerin yapılması üzerine ne gibi sonuçla­
rın doğacağı problemi ile uğra§ır. İ §te, delikanlılık ça­
ğındaki insanın dü§ünce ve faaliyetlerinde bu türlü bir
"ihtimaller mantığı " h akimdir. Ergenlik ve delikanlılık
52/Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak

çağındaki (a§ağı yukarı 13-20 ya§ arasında) ki§iler ar­


tık toplum hayatında neler yapacaklarını planlamaya,
hatta bütün toplum hayatını yeniden düzenlemeyi
planlamaya ba§larlar. Zekaları, tıpkı bir ilim adamının
yaptığı gibi, belli §artlar yoluyla belli sonuçlar elde et­
mek §eklinde i§ler; ama kendileri henüz toplum hayatı
bakımından çok tecrübesiz bulundukları için, bu dü­
§Ünceleri çoğunlukla birer hayalden ibarettir. Delikan­
lı bu zorlukları bilmediği için, büyüklerin niçin kendisi
gibi dü§ünmediğine ve toplumdaki bütün düzensizlik­
leri ortadan kaldırmadığına hayret eder. Bu yüzden
delikanlılık çağına Psikolojide "Reform çağı", "Teori
kurma çağı", veya "Metafizik dü§ünce çağı" adları da
verilir. Bir delikanlı i ster kız ister erkek olsun, toplum­
da bozuk gördüğü bütün §eyler gibi ahlak sistemini de
deği§tirmek, düzeltmek ister. Bu arada ilk deği§ecek
§eyler elbetteki delikaniıyı çok yakından ilgilendiren
veya en çok gözüne çarpan konulardır. Toplum hayatı­
nın girift, çok yanlı bir sistem olduğunu bilmediği için
çok defa tek yanlı ve köklü, birdenbire yapılması gere­
ken deği§iklikler üzerinde durur. Bazıl arı sıkı bir ahlak
disiplinine taraftar olur ve toplumu fazla gev§ek, adeta
koku§IDU§ olarak görür. Bazıları ise, kısıtlamalardan
§ikayetçidir, tam bir serbestlik ister.
Unutmamalıyız ki, bu çağdaki insan aynı zamanda
toplumun yeti§kin bir üyesi olma e§iğindedir. Evlene­
cek, askerlik yapacak, siyasi hayata katılacaktır. Kısa­
cası, teorik dü§üncenin verdiği rahatlıkla katı gerçek­
lerin çarpı§mak üzere olduğu delikanlılık çağı insan
hayatının en kritik donemlerinden biridir. İ §te bu dö­
nemdeki insan kendi dü§üncelerinden daha çok etra­
fındaki büyüklerin ona göstereceği anlayı§ sayesinde
ölçülü, olgun ve topluma yararlı bir ki§i olacaktır. Ona
gerekli dikkat ve ilgiyi göstermediğİrniz t akdirde, sade-
AhHik Psikoloj i si ve Sosyal Ahlak/53

ce ruhi bunalımlar geçirmesine yol açınakla kalmayız,


bazan kendisinin heyecanlarını sömürmek isteyen fır­
satçı ve çıkarcılara da meydanı bo§ bırakmı§ oluruz.
A§ırı siyasi cereyanlara kapılarak, genç ya§ta istikbali­
ni karartan erkekler, iffetini kaybettiği için aile kur­
maktan mahrum kalan kızlar, delikanlılık çağını §U ve­
ya bu sebeple tehlikesiz atiatmayı ba§aramayanlardır.
(2.) Akıl Sağlığı

Bu konuyu da kritik dönem kavramıyla birarada


incelemek gerekir. Akıl sağlığı , ki§inin gerek ruhi, ge­
rekse sosyal bakımdan tutum ve davranı§larının nor­
mal hudutlar içinde bulunması demektir. Normal'in
ne olduğu üzerinde uzun uzun münaka§a yapılabilir;
ama bunun sosyal bakımdan oldukça pratik bir ölçüsü
vardır: Çevresindeki insanlarla uyum içinde ya§ayama­
yan, davranı§larıyla hem kendine hem de ba§kalarına
zararlı olduğu çoğunlukla kabul edilen kimse normal
değildir.
İ nsanın akıl sağlığı -veya ruh sağlığı - hangi sebep­
lerle bozulur? Bu gibi durumları önlemek için ne gibi
tedbirler almak gerekir veya akıl sağlığı bozulmu§ bir
kimsenin durumunu nasıl düzeltebiliriz? Bu türlü so­
rulara cevap vermek çok zor olduğu gibi, bizim §imdi­
ki konumuzu d a a§ar. Ahl ak psikoloj isi bakımından
üzerinde durulması gereken ba§lıca noktalardan biri,
çocuğun bedeni ve zihni geli§mesiyle uygun bir terbiye
görmesi, yani cemiyetle §iddetli çatı§ma hallerine gir­
mekten alıkonmasıdır. Çocuk genellikle bir aile içinde
doğduğuna göre, onun hayatında cemiyeti temsil eden
varlıklar ailesindeki büyüklerdir. Bu büyükterin çocu­
ğa kar§ı davranı§ları onun aile, toplum, fert, otorite,
ceza ve mükafat gibi kavramlar hakkında nasıl bir an­
layı§ sahibi olacağını ge ni§ ölçüde belirleyecektir. Fre-
54/Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak

ud, bu hususta çok daha ileri giderek, insan §ahsiyeti­


nin be§ ya§ına kadar te§ekkül ettiğini, ondan sonraki
bütün hayatın bu ilk be§ yıldaki tecrübelere göre bir
§ekil aldığını söylüyor. Biz onun iddiasını tamamen
kabul etmesek bile, ilk çocukluk yıllarının ruh sağlığı
bakımından çok kritik bir dönem olduğunu unutma­
malıyız.

Çocuk, ahlakı model edindiği insanlardan taklit


yoluyla öğrenmektedir. Bu modeller ise, çok defa an­
ne-baba veya evde kendisini büyüten kimsedir. Çocu­
ğun bunlarla olan münasebetlerini ahlaki davranı§ın
ilk örnekleri sayabiliriz. Ailede §iddetli geçimsizlikler
yüzünden çocuğun ihmal edili§i, sevgi ve §efkate en
çok ihtiyaç duyduğu zamanlarda ceza görmesi, tek ço­
cuklu bir ailede olunca a§ırı derecede §ımartılması,
çok çocuklu ve yoksul ailelerde ise gerekli ilgiden
mahrum kalı§ı gibi durumlar onun §ahsiyetine büyük
etkiler yapar. Bu kötü etkilerin en önemlisi, çocuğun
devamlı dayakla terbiye edilmesi sonunda saldırgan
bir §ahsiyet olarak ortaya çıkmasıdır. Bir psikolog,
"Ceza vermek çocuğa ancak nasıl ceza vereceğini öğ­
retir" diyor. Gerçekten, ceza verme yoluyla yeti§tirilen
çocukların saldırgan oldukları görülmektedir. Y eti§me
çağında meydana gelen terbiye kusurları ileri bir dere­
ceye varırsa, "psikopat §ahsiyet" dediğimiz ahlaki deli­
lik görülür. Psikopatlar akıl hastası değildirler, ama
ahlaka aykırı bir hayat ya§ayan ve yaptıklarından zevk
alan insanlardır. Bunlar neyin doğru, neyin yanlı§ ol­
duğunu pekala bilirler, h atta doğru olanı yapmak iste­
dikleri de olur, ama içlerinde engel olamadı kları itici
bir kuvvet vardır ki, o kuvvetin kar§ısında hiçbir ahlak
teorisi psikopatı durduramaz: Her türlü suçu -cinayet,
ırza geçme, hırsızlık, dolandırıcılık, sabotaj- soğukkan­
lılıkla i§ler. Psikopatlar, genellikle zeki insanlar oldu-
AhH\k Psikolojisi ve Sosyal Ahlak/55

ğu için bazı konularda gayet normal davranırlar ve bu


yüzden gerçek §ahsiyetlerini saklar, hatta büyük mev­
kilere geçebilir ve büyük i§ler çevirebilirler.
Ruh sağlığı bakımından rastlanan dengesizlikler,
sadece saldırganlık §eklinde görülmez. Bazan tarna­
miyle pasif, hayata küskün, saldırgan olmasa bile içi
nefret dolu tipler vardır. Bunlar da hangi davranı§ın
iyi, hangisinin kötü olduğunu bildikleri halde, bu bilgi ­
lerine uygun b i r hayat ya§ayamazlar. Günlük hayatta
"ruhi bunalım" geçiriyar dediğimiz bu tipierin büyük
çoğunluğu ahlak1-zihn1 geli§menin kritik dönemlerin­
de kendilerini §iddetle sarsan ya§antılar (experience)
geçirmi§lerdir. Bu ya§antıl ar, bazan hafif dozda fakat
uzun süreli olabilir; bazan da çocuğu §Ok ni teliğİndeki
bir tek ya§antı bütün ömrü boyunca sarsabilir.
Akıl sağlığı , sadece aileyi ilgilendiren veya ailenin
sorumluluğunda olan bir mesele değildir. İ nsan bütün
hayatı boyunca öğrenmeye d evam ettiğine göre, ahlaki
davranı§ın öğrenilmesi de h ayatın sonuna kadar sürer.
Bu yüzden, insanları idare etmek ve onlara bir§eyler
öğretmek durumunda olan herkes bu sorumluluğa or­
taktı r. Ö ğretmenler, komutanlar, daire müdürleri,
devlet büyükleri hep insanların akıl sağlığını bozm aya­
cak davranı§ örnekl eri vermelidirler.

C . Psikoloji ve Ahlôk

1 . Şuur ile Vicdan A rasındaki i lişkiler

A ) ŞUUR VE V i C D A N KAVRAMLARI

Şuur, psikoloji tarihi boyunca çe§itli manal arda


kullanılmı§ olan bir kavramdır. Günlük hayatta insan­
lar §Uurlu davranı§ derken, daha çok mantıklı davra­
lll§tan bahsederler; §Uursuz dedikleri davranı§lar ise,
56/Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ah l ak

mantıksız veya belli bir mana verilerneyen davranı§lar­


dır. Psikolojide bu kavramı çok deği§ik bir anlamda
kullanıyoruz. Şuurun oldukça basit ve kolay anla§ılır
bir tarifini yapmak İstersek §öyle diyebiliriz: İ nsanın
gerek kendi içinde, gerekse dı§ında meydana gelip de
ken disi tarafından farkedilen deği§meler. Şu anda du­
yu organları yoluyla neleri idrak ettiğinizi ve kafanızda
ne gibi dü§üncelerin geçtiğini sorarsam, aniatacağınız
§eyler sizin §uurunuzda olanl arı gösterir. Şuur bizim
kafamızdaki §eyler arasında farkına varabildiğimiz un­
surlardan ibarettir; bunlar her an deği§ebilir, çünkü
yeni idrakler ve yeni bilgiler edindikçe eskilerden bir­
çoğunu unuturuz, yani belli bir anda §Uurumuzda an­
cak bazı §eyler vardır. Unuttuğumuz §eyleri hatırlar­
sak bunlar tekrar §Uura çıkmı§ olur. Uyuyan veya ha­
yılını§ bir insanda §UUr hali kaybolur; bunlar kendi du­
rumlarını farketmezler, bu yüzden kendileri ile dı§
dünya arasındaki münasebeti bilmelerine de imkan
yoktur. Fazla alkol veya uyu§turucu ilaç almı§ olanla­
rın da büyük ölçüde 11§Uursuz11 bulunduklarını söyleye­
biliriz.
Ahlak psikolojisi bakımından, §Uur özel bir önem
ta§ır, çünkü §UUr bizim hayat boyunca edindiğimiz id­
rak ve bilgileri içine alır; bu yüzden ahlaki davranı§la
ilgili bilgilerimiz, ahlak anlayı§ımız ve ahlaki hareket­
ler hakkında yaptığımız değerlendirmeler hep §Uuru­
muzda olan §eylerdir. Bazı psikologlar, §Uurun bizi
topluma uygun davranı§l ara götürdüğünü, insanda
topluma uymayan istekleri baskı altında tuttuğunu
söylerler. Şuuraltı kavramı buradan çıkmı§tır: Vicdanı­
mızın kabul etmediği §eyleri §Uuraltına iter, yani unut­
maya çalı§ırız. Şu halde, §UUr, ahlaki davranı§ın temel
verileri olan bilgi ve görgül eri, yani cemiyetin bize ver­
diklerini temsil etmektedir . Ama yukarda görmü§tük
Ahlak Psikoloj isi v e Sosyal Ahlak/57

ki, insanın ahiiki d avranı§ında asıl önemli rolü oyna­


yan unsur ahiakla ilgili bilgiler değil, duygulardır. İ n­
san pi§manhk veya vicdan azabı duymadığı takdirde,
yanlı § ve kötü ol arak bildiği h areketleri rahatlıkla ya­
pabilir. İ §te bu noktada vicdan kavramı kar§ımıza çıkı­
yor. Ahlaki davranı§ımızın temeli olan "vicdan" nedir?
Vicdan, bir kaideler sistemidir; bu sistem insanın
kendi davranı§ları veya ba§kalarının davranı§ları hak­
kında "doğru" veya "yanh§" §eklinde yargılar yapması­
na yarar. Doğru olarak değerlendi rilen davranı§lar, in­
sanın kendi benliği ne kar§ı iyi ve olumlu duygular bes­
lemesine yol açar; yanh§ veya "kötü" sayılan davranı§­
lar ise, suçluluk duyguları yaratır. Biz ahiakın bir bilgi
olarak nasıl öğrenildiğini biliyoruz, ama bu bilgilerle
duyguların nasıl bir araya gelerek vicdan dediğimiz
"iç-kontrol" mekanizmasını meydana getirdiği konu­
sunda bilgilerimiz t am değildir. Şimdi bizi asıl ilgilen­
diren bu konuyu, vicdanın doğu§unu ve geli§mesini et­
raflıca incelemeye çah§ahm.
B) AHLAKI YAŞAYlŞlN PSiKOLOJ iK TEME L L ERi

Ahlak insanlar arası münasebetleri ilgilendiren bir


sistemdir ve bu sistem öğrenme yoluyla edinilir. Ba§­
kaları bizim davranı§larımız kar§ısında iyi ve kötü t a­
vırlar almamı§ olsalardı, ahlaklı olup olmamak da söz
konusu edilmezdi. Aslında ahlaki bakımdan iyi davra­
nı§, ba§kalarının bizden bekledikleri davranı§tır; özel­
likle çocuk kendi ba§ına ahlak teorisi geli§tirecek çağ­
da olmadığı için, davranı§ kaidelerini ba§kalarından
öğrenir. Bu öğrenmeyi yapabilmesi için hiç değilse bir
§ahsa -çok defa anneye- muhtaç bulunması gerekiyor.
Eğer anne onun en önemli ihtiyaçlarını kar§ılayan bir
kimse olmasaydı, çocuk annenin istediği §ekilde dav­
ranmak için hiçbir sebep görmezdi . Şu halde çocuk
58/AhHik Psikolojisi ve Sosyal Ahlak

kendi hoşuna giden şeyleri elde edebilmek için, önce


annesinin hoşuna gidecek d avranışlarda bulunmak zo­
rundadır. Böylece annenin istediği gibi davrandığı tak­
dirde mükafat, aksine davrandığı takdirde ceza görür.
Çocukta hangi davranışları yapması, hangilerinden ka­
çınması gerektiği hakkında ilk bilgiler, bu şekilde mey­
dana gelir. Büyüdükçe anneye ve öbür büyüklerine, en
sonunda yaşıtları ve küçükleri de dahil olmak üzere
kendisini herhangi bir şekilde tatmin eden herkese
karşı bağlılık duyar, davranışlarını onların değerlen­
dirmelerine göre ayarlar.
Burada anlattığımız öğrenme şeması oldukça ba­
sittir, fakat belirlemek istediğimiz noktayı yeteri kadar
göstermektedir. Çocuk kendi davranışları sonunda,
annesinden gelen tepkiye göre, onun beklediklerine
daha çok veya daha az uyuyor. Anne çocuğunda ahlaki
bakımdan doğru bulduğu davranışları mükafatlandırı­
yor, yanlış ve kötü d avranışları için de çocuğu cezalan­
dırıyor. Fakat burada ceza ve mükafatın cinsi ile bir­
likte bunların nasıl uygulandığı meselesi son derecede
önemlidir. Hangi tip cezalar daha etkili olur? Cezayı
büsbütün kaldırmak doğru mudur? Ceza ve mükafatın
şiddeti, miktarı, belli bir zamanda ne kadar sık ve han­
gi sıra ile uygulandığı gibi problemler bütün ana baba­
ların, çocuk yetiştiricilerin ve ilim adamalarının kafası­
nı işgal etmektedir. Biz şimdi bu konularda yapılmış
araştırmalardan elde edilen genel neticeleri kısaca gö­
receğiz.
İ nsan, ömrü boyunca, hep başkalarının bekleyiş
veya tepkilerine göre davranışlarda bulunmaz, gerekli
zihn1 olgunluğa eriştikçe bu davranış kaidelerini bir
sistem halinde benimser ve artık her davranı§ı bu sis­
teme göre değerlendirir. İ şte bu noktada vicdan dedi­
ğimiz iç kontrol mekanizması teşekkül etmiş demektir.
Ahl a k Psikolojisi ve Sosyal Ahlak/59

Vicdan bizi hem ahlaki davranı§ta tutarsızlıklardan


kurtarır, hem de dı§ardan bir kontrol olmadan d a ah­
laklı davranmamızı sağlar. Böyle olmasaydı herkesin
pe§inde her an bir polisin veya müfetti§in dola§ması
gerekirdi; kaldı ki kontrol görevi verilenierin de vic­
dan sahibi olması gerekir.
Vicdanın te§ekkülü dı§taki kontrol gücünün ( an­
ne-baba, yeti§tirici, öğretmen ve benzeri) bir iç kontrol
mekanizması haline dönÜ§Ü demek olduğuna göre, ço­
cuğun kendisini ayrı bir fert olarak görmesi, bir benli­
ğe sahip olması gerekir. Çocuklar, genellikle sekiz ya­
§ına kadar, bütün dünyayı kendileriyle olan münase­
betlerine göre bir düzen içinde idrak ederler, kendile­
rini ve ba§ka insanları bağımsız fertler halinde dü§ü­
nemezler. Vicdanın te§ekkülü için, çocuğun kendini
ayrı bir "ben" olarak görmesi, insanlar arasında "kar§ı­
lıklı münasebet" esasının bulunduğunu anlaması la­
zımdır. Bu yüzden vicdan ancak belli bir olgunluk sevi­
yesine ula§tıktan sonra meydana gelir. Küçük çocukta
vicdan yoktur, fakat küçük çocuğun hayat tecrübesi
onda te§ekkül edecek olan vicdanın kuwetini belirler.
Vicdan herkeste aynı kuwette değildir; bazı kimseler
büyük bir suç i§ledikleri halde, vicdanlan onları fazla
rahatsız etmez, bazılan da en ufak bir kabahat i§leyin­
ce büyük bir suçluluk duygusuna kapılırlar. Vicdanda­
ki bu gev§eklik veya sertlik, özellikle çocukluk çağında
görülen terbiyeye bağlıdır.
Çocuk kendisinden beklenilen §ekilde hareket et­
mediği takdirde, bu hareketinin büyükleri tarafından
ho§ kar§ılanmadığını bilmelidir. Bunu kendisine bil­
dirmek için, en çok kullanılan yol da çocuğu cezalan­
dırmaktır. Bu ceza bazan onu istediği bir §eyden mah­
rum bırakmak §eklinde olduğu gibi, doğrudan doğruya
acı vermek §eklinde de olur. Ho§a giden bir davranı§ın
60/Ahlak Psikoloj isi ve Sosyal Ahlak

mükafatla karşılanmasını herkes uygun bulmaktadır,


ama kötü davranışlar karşısında ne yapılacağına dair
ayrı ayrı görüşlere rastlıyoruz. Son zamanlarda ceza­
landırmaya karşı aleyhte bir kampanya açılması yü­
zünden hemen herkes cezanın kötü olduğu fikrinde­
dir. Fakat cezanın verilmediği takdirde, çocuğun kötü
davranıştan nasıl vazgeçeceğini sormak gerekir, çocu­
ğa öğüt vererek mi? Unutmayalım ki çocuk kendisine
verilen sözlü veya yazılı öğütleri aniayacak çağa gelin­
ceye kadar, onun ahlaki vicdanı aşağı-yukarı bir şekil
almıştır. Kaldı ki, yetişkin insanlar bile kötü hareketle­
rinin hep cezasız kaldığını görürlerse, vicdanlarından
çok maddi hırs ve iştahlarına göre hareket etmeye baş­
larlar. Şu halde, çocuğun yanlış hareketlerine ceza ile
karşılık vermek zorundayız. Nitekim sadece iyi hare­
ketlerinin mükafatını görmekle kalmayıp, kötü hare­
ketleri yüzünden de cezalandırılan çocukların, babala­
rını daha çok dinledikleri, onların isteklerine daha çok
uydukları görülmüştür. Fakat burada dikkat edilmesi
gereken bazı noktalar vardır. Ö nce, cezadan ne anla­
şılması gerektiğini görelim.

Ceza, mutlaka çocuğun dayak yemesi veya banyo­


ya kapatılması demek değildir. Çocuğun ihtiyaç duy­
duğu birşeyden mahrum bırakılması da bir cezadır. Bu
ihtiyaçlar; yiyecek-içecek cinsinden maddi şeyler oldu­
ğu gibi, sevgi ve şefkat cinsinden manevi ihüyaçlar da
olabilir. Araştırmalar gösteriyor ki, manevi cezalar
maddi cezalardan daha iyi sonuç vermektedir. Dayak
ve işkence yoluyla terbiye edilen çocukların kuwetli
bir vicdana sahip olmadıkları, fırsat bulunca onların
da b aşkalarına aynı şeyi yaptıkları görülmüştür. Daha
önce de anlatmış olduğumuz gibi, bedeni cezalada ço­
cuğa doğru yolu öğretmeye kalkışanlar, çok defa bir
Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak/6 1

"psikopat", yani ahlak bakımından deli insan yeti§tir­


mi§ oluyorlar.
Çocuğa verilecek en iyi ceza, onu sevgiden mah­
rum bırakmaktır; bu cezanın etkili olabilmesi için de,
cezayı verenle alan arasında kuwetli bir sevgi bağının
bulunması gerekir. Çocuk kendisi için bir model seçer
ve kendisini onunla bir tutarak modelin davranı§larını
benimser. İ lk çocukluk yıllarında bu model gerek er­
kek, gerekse kız çocuk için daima annedir; dah a sonra
erkek çocuk kendisini baba ile, kız çocuk da anne ile
bir tutar ve onun davranı§larını benimser. İ §te, çocuğu
en çok etkileyen ceza, sevdiği ve kendisini onunla bir
tuttuğu insanın ilgisinden, sevgisinden mahrum kal­
maktır. Yeti§kin insanlar bile daha çok sevdi kleri insa­
na kırılırlar; onları darıltmak veya onlar tarafından kö­
tü muamele görmek kendilerine çok acı gelir. Demek
ki çocuğa manevi' ceza vermek, onu sevgiden bırak­
mak veya bu yolda tehdit etmek için, önce anne veya
baba ile çocuk arasında sevgiye dayanan sıcak bir mü­
nasebetin kurulmu§ olması gereklidir. Bir taraftan sev­
gi bağı, bir taraftan da bu §ekilde manevi' disiplin oldu­
ğu zaman, çocukta kuwetli bir vicdan te§ekkül etmek­
tedir. En kuwetli vicdan, annesinden ancak iyi davra­
nı§lar yapınca sevgi gören ve genellikle annesi tarafın­
dan sıcak kar§ılan an çocuklarda görülmü§tür. Suçlu
çocuklar üzerinde yapılan ara§tırmalar ise, bunların
babaları tarafından dayakla terbiye edildiğini gösteri­
yar.
Ahlaksızca davranı§ denince insanın ba§kalarına
ve kendine kar§ı saygısız hareket etmesi, yani saldır­
ganlık akla gelir. Bazı psikologlar, saldırganlığın do­
ğu§tan gelen bir özellik olabileceğini dü§ünmektedir­
ler. Bunlara göre anne ve babasından sevgi disiplini
gören çocukl ar geli§mݧ bir vicdana sahip oluyorl ar,
62/Ahlak Psikoloj i si ve Sosyal Ahlak

ama bunun sebebi büyüklerin yaptığı muamele değil,


bizzat kendi davranı§larıdır. Doğu§tan yumu§ak huylu
olan bir çocuk, zaten anne-baba tarafından §iddetle
cezalandırılmaz, doğu§tan saldırgan olan çocuk da is­
ter-istemez büyüklerini §İddet kullanmaya zorlar. Bu
görü§Ü t amamen yabana atmamak gerekir. Ama §im­
dilik kesin olan bir nokta varsa, o da saldırganlığın yi­
ne saldırganlığa yol açtığı dır. Biliyoruz ki, çocuklar
çok defa taklit yoluyla öğrenirler. Eğer etraftaki bü­
yükler yanlı§ harekete kar§ı saldırganlıkl a cevap veri­
yorlarsa, çocuk da aynı durumlarda saldırgan olmayı
öğrenecektir. İ §te bu gerçeği dü§ündükçe, çocuğa sal­
dırgan olmamayı öğretebileceğimiz de anla§ılıyor. Ço­
cuğun hatalı hareketleri kar§ısında kendimizi tutmayı
bilirsek, bizim durumumuzu gören çocuk da öfkesini
dizgi nlemeyi öğrenebilir.
A§ağıda vicdanın yapıcı unsurlarını ele alırken,
ahlaki ya§ayı§ın psikoloj ik temelleri üzerinde yeniden
ve etraflıca duracağız.

C) PSiKO L OJ iK BAKlMDAN
AHLA K- DIŞI HALLER VE AHLAKI Ş UUR

Ahlak -dı§ı haller denince genellikle belli birtakım


ahlak kaidelerinin çiğnenmesi akla gelir. Biz burad a
i§in psikoloj ik yönünü alacağız. Bazı ahlak konuların­
da davranı§ kaideleri toplumdan topluma deği§se bile,
bunların çiğnenmesiyle ilgili psikolojik mekanizma her
zaman aynıdır.
Bir hareketin ahlak-dı§ı olup olmaması konusun­
da toplumun yargısı ile ferdin yargısı birbirini tutma­
yabilir. Ahlaki davranı§, ferdin vicdanına bağlı olduğu­
na göre, ahlak-dı§ı haller hakkında psikolojik kriter
kullanılacaktır: İ nsan bir hareketi yanlı§ kabul ediyor
Ahlak PsikoloJisi ve Sosyal Ahlak/63

ve onu ݧlediği zaman suçluluk hissi duyuyorsa, bu ha­


reket ahHik-dı§ıdır. f Ahlak terbiyesinin ideali, ݧ te bu
ferdi vicdan ile top tum vicdanını uzla§tırmak, yani ce­
miyetin kötü bulduğu §eyle ferdin kötü bulduğu §eyler
j
arasındaki farkı kaldırmaktır Bu bir idealdir ve hiçbir
cemiyette tam olarak gerçekle§tirilmesi imkanı yoktur.
Fakat ahlak! davranı§taki bozukluklar, çok defa iki
kıyınet sisteminin çatı§masından değil, ferdin ahlak!
şuurundaki kusurlardan ileri gelir.

Yukarıda §Uuru tarif ederken, "kendinin farkın a


varma, kendi benliğinden haberdar olma"dan balıset­
mi§tik. Şuur, herhangi bir anda kendimize ait farkede­
bildiğimiz unsurlardan ibarettir. Şu halde, ahiakla ilgi­
li tutum ve davranı§larımız da §UUr konusudur. Şuur
kendi varlığımız h akkında belli bir anda edindiğimiz
bilgi demek olduğuna göre, §Uurlu halimizde kendi
kendimizi gözlüyor, yani benliğimizin farkına varıyo­
ruz; çünkü bir §eyin farkına varmak veya onu bilmek,
o §eyi kendimizden ayrı bir varlık halinde inceleyebil­
mek demektir. İ §te insanı ba§ka varlıklara üstün kılan
en önemli noktalardan biri burada kar§ımıza çıkmak­
tadır: İ nsan kendinin farkında olan, ayrıca bu farkedi§İ
de farkeden bir varlıktır. Eğer böyle bir özelliğimiz ol­
masaydı, ahl aklı d avranı§ da olmazdı, çünkü kendimizi
kontrol edemezdik. Fakat bu kontrolün de iyi ݧleme­
diği, yani ahlak! §Uurun bencil İstekiere kendini uydur­
duğu görülür. İ nsan bazı h allerde yaptığı yanlı§ davra­
nı§ı mazur gösterecek sebepler bulabilir, sonra da as­
lında yanlı§ olan bu hareket onun gözünde doğru ve
makul bir hareket halini alır. Bizi bir davranı§a götü­
ren sebepler hiç de ahlaka uygun olmayabilir, fakat bu
davranı§ için haklı sebepleı; gösteririz, kendimizi ma­
zur göstermeye çalı§ırız. Bu gibi hallerde insan kendi
kendini aldatıyor demektir. Böylelikle, benliğin kendi
64/Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak

kendini farketme veya anlamasında kusurlar bulundu­


ğu görülmektedir.
· .. .Ahl aki §Uurda zaman zaman görülen bu kusurlar
ba§ka bakımdan birer meziyet de sayılabilir. Hakikatte
insanın kendi yanlı§ h areketlerini me§ru ve makul gör­
meye kendini de inandırması, benliğini korumak için
kullandığı vasıtalardan bi ridir. Benliğimiz daha ba§ka
korunma veya savunma mekanizmaianna da sahiptir.
İ nsanlar çok defa kendilerine ait kusurları ba§kaların­
da görürler, bu §ekilde vicdan huzuru bulmaya çalı§ır­
lar. Elbetteki benliğin bu korunma veya savunma ça­
baları insanın kendi gözünden kaçmakta, yani farke­
dilmeden yürümektedir.
,
Benliğin kendini savunmaya çalı§ması aslında vic-
danın kontrolünden bir kaçı§ manasına gelir. Eğer or­
tada vicdanın kabul etn1eyeceği §eyler bulunmasaydı ,
savunn1aya v e gizlenmeye d e ihtiyaç kalmazdı. Bu tür­
lü mekanizmaların çok kullanılması benliğin kendi §U­
uruna varmaktan aciz kalması, böylece de ahlaki kont­
rol veya vicdanın iyi i§lememesi manasma gelir. Şu
halde, vicdanın kuvveti insanın kendi benliğini bilme
derecesi ile orantılıdır. Kendimizin ne kadar iyi bir §e­
kilde farkına varırsak, davranı§larımızın gerçek sebep­
leri ile benliğimizin bize gösterdiği aldatıcı sebepleri
bi � birinden ayırma gücümüz o kadar artını§ olur.
(- Kuvvetli bir vicdan, insanın kendi benliği hakkın­
da iyi bir sezgi kazanmasıyla, i çe-bakı§ metodu saye­
sinde kendisini daha iyi bilmesiyle var olur. Bu yüz­
dendir ki, en büyük idealleri yüksek ve mükemmel bir
ahlaka eri§mek olan ki§iler, kendileriyle devamlı he­
sapla§ma halindedırler. Tasavvufta "nefs muhasebesi"
adı verilen §ey budur: İ nsanın her fırsatta içe-bakı§ yo­
luyla benliğini kontrol etmesi , yaptığı hareketlerin ve
kafasındaki fikirlerin ahlaka uygun olup olmadığını
dü§ünn1esi gibi.
Ahlak Psikoloj isi ve Sosyal Ahlfık/65

2. Vicda nın Yapıcı U ns u rları

A) Ş U U R D A N V i C D A N A G E ÇiŞ
VE A H LA KI i L E R L E M E

Daha önce de belirtmi§tik ki, ahHik §Uuru insanın


iyi ile kötüyü birbirinden ayırdedecek öl çülere sahip
bulunması demektir. Fakat bu ölçüler birer bilgi ola­
rak kaldıkça insanın ahlaklı davranması hiçbir zaman
garanti edilemez. Ahlak-dı§ı bir hareket kar§ısında
"vicdan azabı duymak"tan veya "vicdanın sızlama­
sı"ndan bahsederiz. Demek ki, vicdanda ahlaki bilgiye
bir de "duygu" unsuru eklenmektedir. İ nsanı ahlaklı
davranmaya iten asıl kuvvet i§te bu duygu unsuru, yani
ahlaki §Uurun ahlaki vicdan haline gelmesi dir. Vicdan­
lı insan, kötü olduğun u bildiği bir hareket yaparsa
bundan dolayı "suçluluk" duyar. Belli bir h areketi ya­
pan insanların bazıları böyle bir vicdan azabı veya
"suçluluk" duymadıkları gibi, yaptıklarından pi§man
olan kimselerde de bu pi§manlık hep aynı §iddette ol­
muyor. Şu h alde, ahlaka aykırı davranı§, ancak vicdan­
lı kimselerde suçluluk duygusu yaratıyor. Herkeste
-bazı akıl hastaları h ariç- bir vicdan vardır, ama insan
bu vicdanın kuvveti nisbetinde kendini kötü davranı§­
tan alıkoyar. Vicdan nasıl bir mekanizmadır, hangi
hallerde daha kuvvetli olur?
Günlük hayatta aklımıza §öyle bir münasebet geli­
yor: İnsan ne kadar kuvvetli bir vicdan ta§ıyorsa, kötü
bir davranı§ kar§ısında duyacağı suçluluk da o kadar
büyüktür. Bu dü§ünce ilk bakı§ta çok makul görünür,
ama Freud insanı §a§ırtan bir ba§ka iddiada bulunu­
yor. Ona göre suçluluk duygusu ile kötü davranı§ bir­
biriyle ters orantılıdır, yani insan ne kadar dürüst ve
namuslu ise, vicdanı o kadar kuvvetli olur. Demek ki,
en iyi ahlaklı insanlar en kuvvetli vicdan sahibi olanlar,
66/Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak

yani en çok suçluluk ve günah duygusu duyanlardır.


Kısaca ifade edersek, iyi davranı§ın sebebi kuvvetli bir
vicdan değil, fakat kuvvetli bir vicdan iyi bir davranı§ın
neticesidir.
Freud'un bu iddiası, bizim yukarıda söylediğimiz­
den pek farklı değildir, ancak vicdanla dürüstlük veya
ahlaklılığın hangisinin önce, hangisinin sonra olduğu­
nu öğrenmek bakımından yeni bir yol gösteriyor. Fre­
ud, vicdanın rolünü inkar etmiyor, sadece onun nasıl
meydana geldiği hakkında ilgi çekici bir iddia ortaya
atıyor. Bu fikri iyi anla§ılabilir bir hale getirmek için,
Freud'un §ahsiyet teorisi hakkında bazı temel bilgiler
de vereceğiz.
Freud'a göre insanın benliği onun hayvanı ihtiyaç
ve istekleriyle toplumdan gelen yasaklar arasında bir
denge kurmakt adır. Şahsiyetimizde toplumu temsil
eden sosyal §Uur'a Freud "üst-ben" (super-ego) adını
veriyor. Toplum, insan benliğini daima kendi istekleri­
ne ve yasaklarına göre davranmaya zorlar, hayvani ta­
biatımızı temsil eden "alt-ben" ise, bizi hep maddi i§ti­
ha ve zevklerimizi doğrudan doğruya tatmin etmeye
zorlar. İ §te insan benliği bu iki kuvveti dengede tutma­
ya çalı§maktadır. Diyelim ki, insan babasına veya öğ­
retmenine kar§ı isyan etmek, kötü sözler söyleyerek
bırsını almak istedi. Cemiyet veya onun bizim içimiz­
deki temsilcisi olan "üst-ben" böyle bir saldırganlığı ya­
saklar ve benliğimizi bu tecavüzü yapmaktan alıkoyar.
Freud, tabiattaki enerji gibi, ruhi enerj inin de kaybol­
mayacağını söylüyor. Şu halde, kar§ımızdaki §ahsa
� �eremediğimiz saldırganlık enerjisi ne olacaktır?
[ -� Üst-ben, bo§altılamayan enerjiyi benliğe yöneltir;
yani ba§kasına saldıramadığı mız zaman kendi benliği­
ınize saldırırız. Kendimize saldırm ak, kendimizi suçla-·
mak demektir. Benliğe yöneltilen saldırganlık enerj isi,
Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak/67

ne kadar kuvvetli ise, bizdeki suçluluk duygusu o dere­


cede fazla olur. Şu halde, insan içinden gelen İstekiere
direndiği ölçüde onun vicdanı daha kuvvetli olacaktır,
çünkü insandaki suçluluk duygusu (vicdan aza bı) har­
canmayan saldırganlık enerj isinin §İddetiyle doğru
orantılıdır. Gerçek dindar insanların, ba§kalarından
daha kuvvetli bir vicdana, dolayısıyle de daha iyi bir
ahlaka sahip olmalarının sebebi budur. Dindar kimse­
ler, kendilerini birçok maddi zevklerden mahrum bı­
raktıkları gibi, ba§larına gelen felaketleri de kendi h a­
talarının, günahlarının eseri olarak görürler; ba§kaları-
f �d � ğ� l, ke ? di benliklerini � uçl ��l � r . .
l§ı tersınden alırsak, dıyebılırız kı, toplumun kısıt­
lamalarına ve yasaklarına en az uyan ki§iler vicdanları
en zayıf ki§ilerdir. Bunlar hayvani tabiatlarından gelen
enerj iyi istedikleri gibi (kızdığı adamı dövmek veya öl­
dürmek, ho§una giden §eyleri zorla veya hırsızlıkla al­
mak vs.) harcadıkları i çin, benlikleri huzur i çindedir.
Hiç veya pek az vicdan azabı duyarl ar.
Freud, bu fikre deney yoluyla varmamı§tı, ama
sonradan yapılan ara§tırmalar onun haklı olduğunu
göstermektedir. Talebelerin serbest bırakılıp, fakat
gizli bir yerden gözetlendikleri bir imtihanda bazıları­
nın kopya çektiği , bazılarının dürüst hareket ettikleri
görülmü§tür. Kendileri nden ba§ka bir vesile ile edini­
len bilgilere göre, kopya çekmeyenler, günlük hayatta
yaptıkları hatalı davranı§lardan dolayı çok defa suçlu­
luk duyanlardır; kopyecilerin çoğu bu duygudan uzak
bulunmaktadır. Ayrıca, kopya imkanı olmayan bir im­
tihanda çözümü zor bir problem geldiği zaman, eski
kopyecilerin öfkeli davranı§larda bulundukları, dürüst
talebelerin ise, hiç ses çıkarmadıkları görülmü§tür.
Dikkati çeken bir ba§ka nokta da, kopyacı talebelerin
çocukluk çağında çoğunlukla dayak terbiyesi görmü§
68/Ahlak Psikoloj isi ve Sosyal Ahlak

olmaları, dürüst ve vicdanlı olanların ise, manevi ceza


ile yeti§tirilmeleridir.

B) DOG R U L U K VE .A, H LA K

Doğruluk veya dürüstlük, ahlaklı olmanın bir so­


nucu olarak kazanılan §ahsiyet vasfıdır. Burada ahlak­
lılık derken, insanın kuvvetli bir vicdan sahibi olmasını
kasdediyoruz. Vicdanlı insan, kendi içinde kendi dav­
ranı§larını idare ve kontrol eden bir mekanizma kur­
mu§tur; bu mekanizma geli§igüzel değil de, sistemli ol­
duğu için, davranı§larda tutarlılık meydana gelir; aynı
ahlak prensiplerini her zaman ve her yerde uygul arız.
Doğruluk bu prensiplerden §a§mamak demektir.
Görülüyor ki, ahlak ve doğruluk, bir bakıma, aynı
kavramlardır; fakat bu ikisini aynı görmek yüzünden
yanıldığımız haller de olur: Dürüst bir davranı§ın ar­
kasında her zaman kuvvetli bir ahlaki vicdanın bulun­
duğunu zannederiz. İ nsanların davranı§ları ile bu dav­
ranı§ların arkasındaki gerçek sebepler arasında bağ­
lantı kurmak çok zordur. Yukarıda görmܧtük ki, ben­
liğin savunm a mekanizmaları yüzünden kendi davranı­
§ımızın gerçek sebebini bilmediğimiz haller bile ol­
maktadır. Bu zorluk ba§kalarının davranı§ını değer­
lendirmekte daha fazla kar§ımıza çıkar. Bizi bu konu­
da yanıltan ba§lıca iki ti p vardır: 1 -Ba§kalarını aldat­
mak için, maksatlı bir §ekilde doğru davranı§ gösteri­
sinde bulunanlar; 2- İ çinde bulunduğu çevre kötü ha­
rekete imkan vermediği için doğru davrananlar.
Birinci tipe giren kݧiler psikopat dediğimiz insan­
lardır. Bunlar genellikle zeki insanlar oldukları için
ba§kalarını nasıl aldatacaklarını iyi bilirler. İ nsanları
aldatmanın en sağlam yollarından biri ise, onlarda gü­
ven uyandırmak, yani dürüst görünerek itimatiarını
Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak/69

kazanmaktır. Bunları günlük hayatta kolayca te§his


edemeyiz, fakat kötü h areketlerinden dolayı pi§manlık
duymadan yine ahl aksızlığa devam etmeleri onları ta­
nımamız için kuwetli bir ipucu verir. İ kinci tipe giren­
ler ise, kendi çevreleri ve hayat §artları içinde ahlaklı
insanlardır, ama alı§madıkları bir durum kar§ısında
kolayca çözülebilirler. Yüz lira rü§veti reddeden, fakat
on bin lira teklif edilince direnemeyen bir memur, ve­
ya ordu gibi sıkı disiplin ve kontrol altındaki bir mües­
sesede ahlaklı d avranıp da sivil hayata geçince gev§e­
yen bir insan da bu tipe örnektir. Her iki tipte de ahla­
ki vicdan zayıf te§ekkül etmi§tir. Bazı ke§i§lerin dağ
ba§larındaki manastırlara kapanmaları sadece kendi­
lerini dünya nimetlerinden mahrum bırakmak için de­
ğil, aynı zamanda insanı kolayca günaha iten §ehir ha­
yatından kurtulmak içindir. Ahlaklı insan kendisini
inanmadığı §eyleri yapmaya zorlayan, her türlü etki
kar§ısında sonuna kadar direnen insandır.
Ahiakın taviz vermeye tahammülü yoktur; bir ko­
nuda zayıf d avranır ve prensiplerinizden fedakarlık
ederseniz bu fedakarlığın sonu gelmez. Hatırlayacağı­
nız gibi, insan benliği kendisiyle tutarlı kalabilmek
için, hatalı davranı§ları haklı ve mazur göstermek üze­
re, bahaneler bulmaya daima hazırdır. Böyle bir me­
kanizma ile haklı bulunan bir davranı§, §Uurumuza
gerçekten haklı bir davranı§ §ekli olarak yerle§ir. İ nsan
bu türlü bahanelerle kendini kurtarma yolunu sık sık
kullandığı takdirde, adeta bataklığa dü§mܧ gibi, çaba­
ladıkça daha çok batar; her hatalı hareket bir ba§ka
hatayı davet eder. Unutmayalım ki, tekrarlar yoluyla
alı§kanlık kazanma ba§lıca öğrenme usullerinden biri­
dir; sık sık ahlak dı§ı davranı§lar yapan insanın da ah­
laksızlığa alı§ması pek mümkündür.
II
iNSANIN YAŞAYIŞI
VE AHLAK

Buraya kadar ahlakı bir psikolojik hadise olarak


ele aldık, ahiakın insan ya§ayı§ı içindeki yerine pek az
dokunduk. İsterseniz bundan önce anlattıklarımıza
ahiakın teorik meseleleri, bundan sonrakilere de alıla­
kın pratik meseleleri adını verebilirsiniz. Bir psikolojik
hadiseyi sırf merakımızı gidermek için ara§tırabiliriz;
ama ahlak gibi bazı konular vardır ki, bunları inceler­
ken ݧin pratik tarafını dü§ünmemek imkansızdır. Ah­
laki davranı§ hepimizin günlük hayatında en büyük ye­
ri almaktadır. Sosyal hayat insanlar arası ili§kilerden
ibaret olduğuna göre, bütün sosyal hayatı ahlaki dav­
ranı§lardan meydana gelen bir sistem saymak da
mümkündür.

A. Kişiye Saygı

İ nsanlar arası münasebetlerin bir ucunda biz, bir


ucunda da öbür ki§iler vardır. Şu halde, bu ili§kilerden
her iki tarafın da memnun kalması için kar§ılıklı saygı
duyulması gerekir. Saygıya dayanmayan ili§kiler, in­
sanları birarada tutmaz, onları birbirinden uzakla§tı-
Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak/71

rır. Ahlaki d avranı§ın gayesi de insanların birarada


ahenk içinde ya§amalarıdır.

1. Vücutça Bütü nlüğe Saygı

H atırlayacağınız gibi, insanın kendi benliğinin far­


kına varan, yani benlik §Uuruna sahip bir varlık oldu­
ğunu söylemi§tik. Ahl aki §Uurun ve vicdanın te§ekkülü
bakımından, bu benlik §Uurunun ne kadar önemli ol­
duğunu da gördük. İ nsan m ademki kendisini bir varlık
halinde idrak ediyor, onun durumunu dü§ünüyor ve
kontrol ediyor, o h alde kendi varlığını da ayrı bir ki§İ­
lik saymaktadır. İ nsanın kendi ki§iliğine saygı duyması
derken, i§te bunu anlıyoruz. Biz benlik §UUru sayesin­
de kendi ki§iliğimizi tıpkı kar§ımızdaki bir insanın ki§i­
liği gibi farkediyor ve kendimizle de birtakım ili§kiler
içinde olduğumuzu görüyoruz. Şu halde, ba§kalarına
kar§ı nasıl ahlaklı davranmamız gerekiyorsa, kendimi­
ze kar§ı da ahlaklı olmak zorundayız.
.
A) YAŞA M A K ÖDEV I

Y a§amak bütün insanlar için hem bir hak, hem de


ödevdir. Bu yüzden, ki§iye s aygı derken her§eyden ön­
ce insan hayatına kar§ı saygılı . olmayı anlıyoruz. Bazı
kimseler "kuwet kimde ise hak da onundur" diyerek
bu saygı prensibini inkar ederler. Şimdi bu i§in müna­
ka§asını yaparak, vakit kaybetmek istemiyoruz. Şu ka­
darını söyleyelim ki, dünya çok küçüktür ve herkes
herkese m uhtaçtır; hiç kimse her türlü kuweti sonuna
kadar kendi tekelinde tutamaz. Eğer ba§kalarıyla bir
arada ya§amak zorunda o.l duğumuza inanıyorsak, in­
sanlar arası ili§kileri kuwet yerine e§itlik ve saygı
prensibine d ayandırmalıyız. İ nsanlar ya§amak isterler,
o halde b a§kalarının h ayatına engel olmadığı sürece
herkes ya§ama hakkına sahip bulunmalıdır.
72/Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak

Bu prensibi önce kendimize uygulayalım . Biz bir


insan olduğumuza göre ya§ama hakkına sahibiz; §U
halde kendi ya§ama hakkımıza saygı göstermek ve bu
hakkın kullanılması i çin gerekenleri yerine getirmek
bizim için bir ödev olmaktadır. Biz bedenimiz ve ruhu­
muzla bir bütün üz; ahl aklı bir insan bu bütünün parça­
lanmasını isteyemez, çünkü bütün parçalandığı zaman
parçalar da i§lemez olur.
(1.) Ahlak Bakımından intihar

i ntihar bir insanın kendi ya§ama hakkını ortadan


kaldırması, yani kendini öldürmesi demektir. i ntihar
eden insan en önemli ahl ak prensiplerinden birini çiğ­
nemi§ olur. Demin anlatmı§ olduklarımızı hatırlarsa­
nız, göreceksiniz ki, intiharla cinayet arasında bir fark
yoktur; her ikisinde de bir insanın ya§ama hakkını
el inden almı§ oluyoruz. Nitekim İ slam dini bu yüzden
intihar eden insanı katil sayar ve onun cenazesi için di­
ni tören yapılmaz. Yalnız akıl hastalarında görülen in­
tiharları bunlardan ayrı tutmak gerekir; zaten hem ka­
nunlarımız hem de törelerimiz onları ahlaklı davran­
ınakla yükümlü kılmaz. Basit bir ifade ile söylersek,
aklı olmayanın ahlakı olamaz.
(2. ) Sağlık Kurallarına Uyma Gerekliliği

İ nsan sadece hayatına kıyınamakla değil, aynı za­


manda bu hayatın kendi kastı olmaksızın elden çıkma­
sını önlemekle de görevlidir. Aslında sağlık kuralları­
na bile bile uymayanlar intihar ediyorlar demekti r. i n­
tihar bir anda olduğu ve dikkati çok çektiği için daha
dramatik bir hadise olarak kar§ımıza çıkıyor, sıhhatini
ihmal ettiği için yava§ yava§ ölen kimseler gözümüze
fazla çarpmıyor. Bazı hallerde sağlık kurallarına uy­
mak insanın maddi veya mali imkfmları dı§ında kalabi-
Ahlak Psikoloj isi ve Sosyal Ahlak/73

lir, ama elimizde bu imkanlar varken sıhhatimizi ihmal


edersek kendi kişiliğimize karşı kötü davranmış olu­
ruz.
Sağlık kurallarına uymamak halinde açıkça başka­
larına da zarar verebiliriz. Bulaşıcı bir hastalığa yaka­
lanan insan, başkalarının hayatı için de büyük bir teh­
likedir. Aynı şekilde, ihmalkarlık ve dikkatsizlik yü­
zünden sıhhatini kaybettiği için işini de kaybeden ve
ailesine bakamayan insan zayıf ahlaklı sayılmaktadır.
(3.) Spor ve Beden Eğitimi

Beden eğitimi, insanın vücut bütünlüğü bakımın­


dan yapm asında fayda bulunan işlerden biridir. Beden
eğitimini bu yüzden sağlık kurullarına uygun davranı­
şın bir şekli olarak görebiliriz.
Sporun ahlak terbiyesi bakımından büyük önemi
vardır; fakat dikkat edilmezse beklenen iyi netice yeri­
ne tamamen kötü neticeler de verebilir. Spor çalışma­
ları çok defa grup h alinde yapıldığı ve yarışmalı oyun
niteliğinde olduğu için, insanları daima karşılıklı mü­
nasebet haline getirir. Grup halindeki çalışmalar yar­
dımla§ma ve dayanışma ahlakını geli§tirmeye yarar.
Bir futbol takımı, bir dağcılık ekibi, bir yarış ekibi ba­
§arılı olabilmek için üyeleri arasında sıkı bir işbirliği ve
yardımlaşma düzeni kurmalıdır. Ö zellikle genç yaşlar­
da böyle bir terbiye almış olan kimseler bu ahlak di­
siplinini hayatlarının ba§ka faaliyetlerinde de uygul a­
yacak! ardır.
Spor yapan kimseler, kuwetli bir vücut yapısına
sahip olabilmek için, ister-istemez bazı zevklerden
uzak kalırlar; bu da insana zevk ve ݧtihalarını dizgin­
lemeyi öğretİr. Uykudan, bazı yiyeceklerden, hele ke­
yif verici maddelerden kendini mahrum etmek insan­
da kuwetli bir iradenin gelişmesine yardım eder.
74/Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak

Yarı§malı sporlar amatör bir ruhla yapıldığı tak­


dirde de dürüstlük ve kar§ılıklı saygı gibi ahlaki vasıf­
ları geli§tirir. İ nsan bu oyunlarda yenmek gibi yenil­
menin de pek normal §eyler olduğunu, bu yüzden her
iki halde de dürüst davranı§ın ve saygının elden bıra­
kılmaması gerektiğini öğrenir.
Ne yazık ki, kazanç gayesiyle yapılan spor kar§ıla§­
maları çok defa hem yan§an tarafta, hem de onların
taraftarları arasında kötü çatı§malara yol açmaktadır.
Biz burada beden eğitimi ve spor derken, sadece vücu­
du geli§tirmek için yapılan eğitim hareketlerini ve
maddi kazanç veya rekabet dı§ında kalan yarı§maları
dü§ünüyoruz.
B) SAGLIGA ZARARLI
KÖTÜ A llŞKA N L lKLAR

Burada sağlıktan yalnızca beden sağlığı anla§ılma­


lıdır. İ nsan vücudu bir bütün h alinde çalı§ır; sağlam
bedenli olanların mutlaka sağlam kafalı olmaları ge­
rekmez, ama sağlam kafalı insanın sağlam bir bedene
ihtiyacı vardır. Bu yüz d en, sağlığa zararlı alı§kanlıklar
insanın hem bedenini hem de psikolojik yapısını bo­
zar. Bu alı§kanhkların bazıları doğrudan doğruya, ba­
zıları da dalaylı bir §ekilde ahlakı bozucudur.
(1.) İçki ve Sigara Alışkanlığı

i çkinin (alkollü içkiler) ve sigaranın insan vücu­


dunda ne gibi zararlara ve yıkıntılara yol açtığını bu­
gün hepimiz biliyoruz. Bunların bir de ahlaki davranı§
üzerinde bozucu etkileri vardır. İ çki, insan ahlakını
doğrudan doğruya bozar: Alkol yüzünden §Uurumuzu
büyük ölçüde kaybettiği miz için, ahiakın emir ve ya­
sakları yerine hayvanı benliğimizin ahlak-dı§ı istekleri­
ne uyarız. Bazı hallerde alkol insanı akıl hastalığına
Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak/75

kadar götürür. Alkol alanlar hem kendi benliklerini,


hem de ba§kalarını aldatmak için birçok bahaneler bu­
lurlar: Az i çilirse zararsızdır, viski damarları açar, der­
diınİ unutmak için içiyorum, vb. Bunların hiçbiri doğru
değildir, alkollü içkilerin faydalı olduğunu hiç kimse
iddia edemez. Hele az içmenin zarar vermediği h ak­
kındaki yanlı§ inanı§tan çok kaçınmak gereki r; çünkü
alkolik adını verdiğimiz insanların bir kadeh i çmesi ile
bir fıçı içmesi arasında fark yoktur, her ikisi de aynı fe­
na etkiyi gösterir. Bu hale tıp ve psikoloj ide "marazi
sarho§luk" adı verilir. Bünyesinde böyle bir anormallik
bulunmayan insanlar da çoğu zaman bir kadehle ba§­
lar, arkasından §İ§elerle içki içerler.
Daha önce anlatmı§ olduğumuz gibi, ahl ak-dı§ı
hareketler §Uurda açılmı§ birer gedik gibidir; ahlaki
§Uuru en ufak bir tahri battan bile korumak l azımdır,
çünkü açılan gedikler gitgide geni§leyerek bütün duva­
rın yıkılmasına sebep olurlar. Bunun en iyi örneğini si­
gara alı§kanlığında görüyoruz. Yemekl erden sonra içi­
len birer sigara kısa zamanda bir, hatta 2-3 p akete ka­
dar çıkar; ba§larigıçta hazım kolaylığı veriyor bahane­
siyle yemek sonrası sigara içenler bir zaman sonra aç
karnma içtikleri sigaralar yüzünden ݧtahlarını da kay­
bederler.
Sigara insanda §Uur bulanıklığı yaratmadığı için,
doğrudan doğruya ahlak bozucu etkisi yoktur. Fakat
bu alı§kanlığın dalaylı bir §ekilde yaptığı kötülüklerin
sayılmayacak kadar çok olduğunu söyleyebiliriz. Siga­
ra, her§eyden önce, öbür keyif verici maddelere de
alı§ma yolunda bir adım te§kil eder. Bir defa kötü bir
alı§kanlık edinen insan, bir ba§ka alı§kanlık için eski­
sinden daha hazır bir vaziyettedir. İ kinci olarak, sigara
ve içki alı§kanlığı çok defa belli birtakım §artların ve
çevrelerin eseri olarak ortaya çıkar. Hiç kimse sigara
76/Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak

ve içkiye kendi ba§ına alı§maz, etrafta onu alı§tıran ve­


ya yardımcı olan kimseler vardır. Sigara özellikle deli­
kanlılık çağında büyüklere benzeme hevesindeki kim­
selerde ba§layan bir alı§kanlıktır. Büyüklerden gizli
olarak sigara içen gençler, çok defa bir grup te§kil
ederler; bu grup sosyal baskılardan uzak kalmak iste­
yenlere ait bir topluluk olduğu için, orada cemiyetin
istemediği daha ba§ka faaliyetlerin de yer alması pek
olağandır. Delikanlılar birarada sadece sigara içmekle
kalmazlar, içki alemlerinden hırsızlığa kadar her§eyi
yapabilirler. Bir kötü hareket daima bir ba§ka kötü ha­
reketi davet eder. Şahsiyetin geli§mesindeki en kritik
dönemlerde kendilerini kötü arkada§lar arasında kötü
alı§kanlıkl ara esir e denlerin kurtulması hiç de kolay
değildir.
Sigara içenlerin mutlaka ahlak-dı§ı davrandıkları
söylenemez. Ama unutmayalım ki, kendi vücudumuza
kar§ı da ahlaki' ödevlerimiz vardır, ahlaklı insanın ken­
di vücut bütünlüğüne saygı göstermesi gerekir.
(2.) ilaç/ann Kötüye Kullanılması ve
Diğer Zararlı Alışkanlıklar

Bu konuyu ayrı bir ba§lık içinde ele alı§ımızın se­


bebi, ilaç alı§kanlığının son yıllarda bütün dünyayı sa­
ran bir tehlike haline gelmi§ olmasıdır. Bazı maddeler
tıpta ilaç ham maddesi olarak kullanılır; fakat bunlar
arasında özellikle keyif verici ve uyu§turucu olanları
tıpkı sigara ve alkollü i çki gibi kullanılmaktadır. Bun­
lardan bazıları muntazam bir §ekilde kullanıldıktan
sonra kesilince bir fiziki' belirti vermez, bazılarının ke­
silmesi halinde açıkça görülen belirtiler olur. Bu fark
yüzünden birincilerin kullanılmasına alı§kanlık, ikinci
hale ise iptila adı verilir: Afyon müptelası, esrar müp­
telası gibi.
Ahlak Psikolojisi ve Sosya l Ahlak/77

Uyu§ turucu maddeler (afyon, kokain, eroin vs.)


ilk alındıkları zaman, derhal bir rah atlama ve keyif ve­
rir. Ki§i bu sayede belki 5-6 saat için bütün dertlerini
ve ağrılarını unutur, elde edemediği §eylere kavu§ma­
nın verdiği tatmin duygusu içindedir. Fakat il acın tesi­
ri sona erdiği zaman, eski durum ol duğu gibi geri dö­
ner; üstelik bir de buna suçluluk duygusu eklenir. Asıl
dram bu noktadan itibaren ba§lar. İ nsan tekrar aynı
rahatlık ve keyfe eri§ebilmek için, yeniden ilaç almak
üzere kar§ı konması çok güç bir istek duyar, ama bu
sefer daha fazla miktarda (yüksek dozda) alması gere­
kir. Fakat uzun müddet ve yüksek dozda kullanılan af­
yon (morfin) sinir sistemini ve diğer bazı fizyolojik
fonksiyonları bozar ve zehirlenmeye, nihayet ölüme
sebep olur.
Uyu§turucu ve keyif verici maddelerin çoğu afYon­
dan elde edilenlerdir, bunların ba§ında da eroin gelir.
Bunlar dı§ında en çok kullanılan uyu§turucu maddeler
Coca yaprakl arından çıkarılan kokain ve Hint kenevi­
rinden elde edilen esrardır. Bazı uyu§turucu maddeler
ise ilaç halindedir, ecza laboratuarlarında imal edile­
rek çe§itli adlar altında ilaç olarak eczanelerele satılır.
Kötüye kullanılan ilaç maddelerinin hepsi uyu§tU­
rucu nitelikte değildir; bir kısmı canlılık ve enerj i verir,
tesiri geçtikten sonra yorgunluk, ruhi çöküntü hali
ba§lar. Fakat bütün keyif verici ve uyu§turucu madde ­
lerin ortak bir yanı vardır ki o da sonunda zehirlenıne­
ye sebep olmalarıdır. Bu yüzden bunlara tıp dilinde
toksin maddeler, meydana getirdikleri patolojik du­
rumlara da "toksikomani" adı verilir. Bunlara son za­
manlarda bir de LS D deni len madde katılmı§ bulunu­
yor. Tıpta damar daraltıcı etkilerinden dolayı kanama
hallerinde ilaç olarak kullanılan LSD, yüksek dozda
alındığı zaman hafif bir sarho§lukla birlikte hayal gör­
meye yol açar.
78/AhHik Psikolojisi ve Sosyal Ahlak

İ H içların kötüye kullanılması yüzünden, insan vü­


cudunda meydana gelen bozukluklar sayılamayacak
kadar çoktur ve hepsi de son derece tehlikelidir. Bizi
ahlak psikoloj isi bakımından ilk bakı§ta ilgilendiren
mesele, ilaç müptelalarının sağlığa aykırı hareket et­
mek suretiyle ahlak-dı§ı davranı§ yapmalarıdır. Alko­
lik, esrarke§, eroinman insanları ne kadar kötü bir so­
nun beklediğini hepimiz biliriz; bunların çoğu ya ze­
hirlenerek ölür yahut bütün hayatlarını akıl hastaha­
nesinde geçirirler. Fakat asıl kötülükleri kendilerinden
çok, b a§ka insanlaradır. Eroin müptelası bir insan,
eroin bulabilmek için yava§ yava§ bütün servetini kay­
bettikten sonra, bir parça eroin uğruna her türlü kötü­
lüğü i§leyebilecek kadar dü§er. Aileleri ve toplum ar­
tık onlardan bir§ey bekleyemeyeceği gibi, onlardan ge­
lebilecek kötülüklere kar§ı daima kendini koruyacak
tedbirler almak zorundadır. Keyif verici zehir müpte­
lası kimseler kendilerine bu zehiri temin edebilecek
insanların her isteklerini yerine getirecek derecede za­
yıf iradeli bir hale dü§mü§lerdir. Kadınları fuh§a sü­
rükleyen ve bundan para kazanan §ebekeler çok defa
onları keyif verici maddelere alı§tırırlar ve böylece kö­
le gibi kullanırlar.
Keyif verici iHiçlar da çok defa, sigara gibi, ba§ka­
larıyla birlikte alınan ve daha önce alı§mı§ bulunan
kimselerin yenileri alı§ tırdığı §eylerdir. Ü st elik bu
maddeler Kanun'un koyduğu yasak yüzünden gizlice
kullanıldıkları için, zehir müptelaları çok defa birara­
da zehir alırlar, birarada keyif, CO§kunluk veya uyku
haline girerler. Yasakların topluca çiğnendiği ve so­
rumluluk duygusunun ortadan kalktığı bu gruplarda
hırsızlıktan cinsi sapıklığa kadar her türlü ahlak-dı§ı
hallere rastlanır.
*
Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak/79

Zararlı alı§kanlıkların bir kısmı ise, bedende ol­


maktan ziyade i nsanın psikoloj ik bünyesinde ve sosyal
ili§kilerinde bozucu etkiler yaparak, ahlak -dı§ı bir ni­
telik kazanır. Kumar bunları n ba§ında gelir. Kumar in­
sanı birçok ahlaki sorumluluklardan -ailesine, i§ine,
topluma kar§ı- uzak bıraktığı gibi, diğer kötü alı§kan­
lıklar için de müsait bir zemin hazırlar. İ çki ve sigara,
kumarın hemen vazgeçilmez birer parçası haline gelir.
Fakat kumarın en büyük kötülüğü insanda kazanç hır­
sı dı§ındaki bütün ba§arı potansiyelini körletmesi ve
devamlı muhtaç duruma dü§ürdüğü için h aysiyetsiz bı­
rakmasıdır.
(3.) Kötü Alışkanlıklarla Mücadele

Kötü alı§kanlıkları ortadan kaldırmak için, önce


bunların sebeplerini iyice bilmek gerekir. Bazı kimse­
ler ahlak -dı§ı d avranı§ların ki§isel faktörlere bağlı ol­
duğunu ileri sürer, bazıları da her§eyden toplumu so­
rumlu tutarlar. Her§eyden önce ahlaki davranı§ın te­
melini ya ferde, ya topluma dayandırmak gibi kesin
tercihleri bırakmalıyız; çünkü insan §ahsiyeti bizim do­
ğu§tan getirdiklerimizle toplumdan aldıklarımızın kar­
§ılıklı etkileri sonucunda te§ekkül eder. Şu h alde kötü
alı§kanlıkların da ferde b ağlı olanları ve toplumdan
gelenleri olabilir.
Doğan her çocuk kanun kar§ısında e§it h aklara sa­
hiptir, ama her çocuk birbirine e§it olarak doğmaz. Biz
bir anne ile bir b abanın birle§mesinden meydana gel­
diğimize göre, her i kisinden de birtakım özelliklerin
bize geçmi§ olması pek tabiidir. Nitekim bugün bazı
hastalıkların irsiyete b ağlı olduğunu, bu h astalıklar
arasında sinir sistemine bağlı olanların da bulunduğu­
nu biliyoruz. Ahlaki deli dediğimiz psikopatların do­
ğu§tan saldırgan bir özelliğe sahip olmaları pek müm-
80/Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak

kündür. Bazı alkol alışkanlıkları da bedenimizin fizyo­


lojik fonksiyonlarındaki bozukluktan ileri gelmektedir.
Psikolojide, kesin sonuçlar vermemekle beraber, be­
den yapısı ile insan şahsiyeti arasında sıkı bir münase­
bet olduğunu iddia eden teoriler ve araştı rmalar mev­
cuttur.
Şahsiyette irsiyetten ileri gelen bozuklukları dü­
zeltmek imkansız denecek kadar zordur. Fakat burada
hiçbir §ey yapılamayacağını söylemek de doğru olmaz.
İ leride belki anne-babaya ait özelliklerin geçiş meka­
nizmasına ait biyolojik bilgilere eri§eceğiz; şimdilik §U­
nu akıldan çıkarmamalıyız ki, sağlam çocuklar sağlam
anne ve babalardan doğarlar. Beden ve ruh sağlığına
önem veren bir toplumda sıhhatsiz evlilikler ve bun­
lardan ortaya çıkan sıhhatsiz çocuklar da büyük ölçü­
de azalacaktır.
İ nsan zekasının doğuştan gelen bir potansiyel olu­
şu, irsiyetin ahlaki davranışta ne kadar önemli olduğu­
nu göstermeye yeter. Zeka geriliği gösterenlerde ahla­
ki §UUr ve vicdanın gerektiği gibi teşekkül etmesini
bekleyemeyiz; çünkü, bunlar öğrenme ile elde edilen
şeylerdir ve öğrenme de zeka sayesinde olur.
Zararlı alı§kanlıkların çok büyük bir kısmı doğu§­
tan sonra öğrenme yoluyla kazanıldığı için, bunlarl a
mücadele bir toplumun ahlaki problemi haline gel­
mektedir. Aslında, ahlak terbiyesi, insandaki ruhi ve
bedeni gücün iyi alı§kanlıklar kazanmak üzere kull a­
nılması manasına gelir. Kötü alı§kanlıkların etkilerin­
den korunmak için, önce bu alışkanlıkların hiç meyda­
na gelmemesine çalışmalıyız. Kötü alışkanlıklar, çok
defa insanların önemli problemlerine karşı yapmacık
çözüm §ekilleri olarak ortaya çıkar: Çocuk muamelesi
görmekten bıkan delikanlının sigara ve içki içerek bü­
yüklüğünü ispata kalkm ası, ailesi içinde huzursuz olan
Ahlak Psikoloj isi ve Sosyal Alı 1< 1 k/8 1

erkeklerin meyhanede dostluk aram aları , vaktini de­


ğerlendirmek üzere ba§ka bir me§guliyet veya alı§kan­
lık edinmemi§ kimselerin oyun ve oradan kumara geç­
meye çok müsait olmaları, vs. vs.

Kötü alı§kanlıklar yukarıda belirttiğimiz gi bi, ger­


çek problemlere kar§ı sahte birer çözüm veya kaçı§
§eklinde ortaya çıkıyorsa, yapılacak ilk ݧ, insanın en
problemli devrelerinde onu böyle yoll ar denemekten
alıkoymaktır. İ nsanın problemleri çevreye intibak
problemi demek olduğuna göre, en sıkıntılı devreleri­
miz bir mevkiden bir ba§kasına, bir ülkeden veya böl­
geden bir ba§kasına, bir ݧten bir ba§ka i§e, bir hayat
safhasından (çocukluk, ergenlik, delikanlılık, olgunluk
gibi) bir ba§kasına veya bir medeni halden (bekarlık,
evlilik, bo§anma vs. ) bir ba§kasına geçtiğimiz devreler­
dir. İyi bir ahlaki disiplin içinde yeti§tirilmi§ kimseler
bu problemli çağları kolay atı atmak bakımından avan­
tajlı sayılırlar, ama herkes toplumun yardımına muh­
(Q
taçtır. ğrendiğimiz prensiplerle hayatın gerçekleri
hep çatı§acak olursa, direncimiz kırılabilir ve problem­
lerimizi çözecek yerde onlardan kaçınayı deneyebili-
}
_riz Aile, okul, ݧyeri, hatta sokak burada büyük bir
önem kazanmaktadır. İ nsan her durumda toplumun
kendi kar§ısında olm adığını, her zaman kendisine yar­
dım edecek insanların ve müesseselerin mevcut bulun­
duğunu bilmelidir. Bu güvenin verilebilmesi için, ger­
çek yardım örneklerinin gösterilmesi gerekir.

İ nsanları kötü alı§kanlıklardan kurtarmak üzere


nasıl bir sosyal organizasyona ihtiyaç olduğu meselesi,
ahlak sosyolojisini ilgilendirdiği için biz ݧİn bu tarafı
üzerinde durmayacağız.
82/Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak

2. Kişinin Haysiyeti

o. HAYSiYET

{ Haysiyet, insanın kendi benliğine saygı d uyması ve


ba§kalarından da saygı görmesi demektir.4 Bu bakım­
dan ahHiklı insana h aysiyetli insan diyebiliriz.
1 Ki§inin kendine kar§ı saygısını kaybetmesi, ahlaki'
§Uuru ile ahlaki' davranı§ları arasında devamlı bir aykı­
rılık olmasından ileri gelin Daha önce sizlere insanın
kendi benliğini dı§arıdan iiı ü§ahede ve kontrol edebii­
diğini anlatmı§tık. İ §te kendimizi ahlaki' standartiara
devamlı aykırı bir davranı§ içinde görüp de buna engel
olamadığımız takdirde, kendimize saygımızı kaybede­
riz. "Ben nasıl bir insanım" diye kendimize sorduğu­
muz soruya §U cevabı alırız: "Ben ahlaksız, sefil ada­
mın biriyim". Bunu diyebilmek için bizde ahlaki' vicda­
nın tamamen yıkılmamı§ olması gerekir; çünkü, ancak
vicdanlı bir insan kendini suçlayabilir. Bu suçlama ba­
zan sert bir dönü§le a§ırı disiplinli bir hayatın ba§lama­
sına yol açabilir; hayatının büyük bir bölümünde kötü
ahlaklı olarak ya§amı§ bir insan birdenbire yaptıkları­
na tövbe eder, faziletli bir hayat ya§amaya ba§lar. Fa­
kat insanın kendi benliğine saygısını yi tirmesi ahlaki'
§ahsiyeti büsbütün yıkabilir de. Böyle hallerde insan
artık haysiyetsiz bir hayatı olağan olarak kabul eder,
benliğinde saygı duyulacak hiçbir nokta görmez.
Kendi ki§iliğine saygı duymayan bir insanın ba§ka­
larına saygı göstermesi beklenemez. Haysiyeti olma­
yan insan haysiyet kıncı durumlar kar§ısında hiçbir ız­
dırap duymadığı ve hiçbir§ey kaybetmedİğİ için ba§ka­
larının böyle bir durumdan büyük bir huzursuzluk
duyduğunu, hatta acı çektiğini bilemez.
Kendine kaqı saygılı bir insanın ba§kalarına saygı-
Ahlak PsikoloJ isi ve Sosyal Ahlak/83

sızlık göstermesi beklenemez. Fakat biz çok defa ben­


liğimize saygı duymakl a kibirliliği, başı büyüklüğü bir­
birine karıştırırız. Kibar insanlar başkalarını küçük gö­
rerek, onlara karşı saygısız davranırlar; çünkü ya şı­
martılmışlardır yahut da küçüklüklerini bu yoldan ört­
ıneye çalışıyorlardır.
Bazı hallerde saygısızlık sadece davranış kuralları­
nı bilmernekten ileri gelebilir. Çevresini değiştiren in­
sanlar çok defa yeni çevrenin ne türlü davranışları say­
gılı veya saygısız bulduklarını bilmedikleri için, yanlış
hareket edebilirler. Bu şahısların yanlış davranışlarını
saygısızlık değil, görgüsüzlük saymak gerekir.

Başkalarına s aygı duymak veya saygılı davranmak


onlardan da saygılı davranış görmenin başlıca şartıdır.
Ama bu pratik faydasına rağmen, yine de başkalarına
saygı göstermek en zor öğrendiğimiz şeylerden biridir.
Saygı duygusunun köklü bir şekilde yerleşmesi insanın
kendi benliği hakkında derin bir bilgiye ve sezgiye sa­
hip olmasına bağlıdır. Kendini iyi tanımayı öğrenenler,
zaten kuvvetli bir vicdan k azanırl ar. B aşkalarına en
çok saygı gösterenler, insan tabiatını en iyi bilen, bura­
da kendi benliklerini devamlı kollayan kimselerdir. Bi­
zim kültürümüzün yetiştirdiği Mevlana, Yunus Emre
gibi şahsiyetlerin büyüklüğü, özellikle bu sezgilerinden
j
ve bilgilerinden ileri gelmektedir. i nsancıl davranışın
temeli, bu büyük §ahsiyetlerin de belirttiği gibi, gerek
kendi benliği ni, gerekse başkalarını iyi tanımış olmak­
tır 1 Başka insanların duygu ve düşüncelerini doğrudan
doğruya bilme imkanımız olmadığı için, onlar hakkın­
da verdiğimiz hükümlerde kendi duygu ve düşüncele­
rimizi ölçü alıyoruz. İ şte bu yüzdendir ki, insanın baş­
kalarına saygı duyması için, önce kendine saygılı olma­
sı gerekiyor.
84/Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak

Haysiyetimizin larılmasını istemiyorsak ba§kaları­


nın haysiyetini kırmayacak §ekilde davranmalıyız.
b. HAKLARLA iLiŞKiSi BAKI MI NDAN
O D EV L ER

İ nsanın bir hakka sahip olması, ba§kalarının d a


aynı haklara sahip olması demektir. İ nsan haklarını
kabul eden, yani e§itlikçi bir toplumda, haklar bakı­
mından insanlar arasında ayrıcalık gözetilemez. Şu
halde, her hak, kendisiyle birlikte bir ödev getirir: Ba§­
kalarının aynı hakkına saygı göstermek ödevi .
Ahlak, insanlar arasında iyi münasebetlerin yürü­
mesini ve geli§mesini sağl ayan bir sistemdir. Bu ba­
kımdan, tek taraflı ahlak veya tek ba§ına ahlak ola­
maz. Kar§ılıklı münasebetin söz konusu olduğu her
yerde ise, hak sahibi insanlar vardır. Ahlaklı davranı§
insanların birbirlerinin haklarını çiğnernemesi demek­
tir. Herkesin hak sahibi olduğu, fakat hiç kimsenin
ödev yapmadığı bir toplumda tam bir anar§i hakim
olacaktır.
3 . Sosya l Vaşayış Kura lları ve
Kişinin A hla k lılığı

Ahlak psikolojisi derken, hep ferdi hayatla, insa­


nın ruhi geli§mesi ile ilgilendik. Psikoloji aslında insan
ferdini inceleyen bir ilimdir, yani bir sosyal ilim değil­
dir. Ama, hepinizin bildiği gibi, insan daima bir top­
lum içinde ve o toplumla kar§ılıklı münasebet halinde
ya§ar. Bu balamdan, insan sadece bir fert değil, "cemi­
yet içinde fert"tir. Şu halde, ahlak psikolojisini inceler­
ken , burada ferdin üzerindeki sosyal etkileri ve insa­
nın topluma yaptığı etkileri mutlaka ele almamız gere­
kiyor.
İ nsanlarda zeka geli§mesi ve ahlaki geli§me her
yerde ve zamanda aynı rnekanizmaya göre olur, ama
Ahlak Psikoloj isi ve Sosyal Ahlak/85

her toplumun ahlak kuralları birbirinin aynı değildir.


Biz ahlaki davranı§ §ekillerini toplumdan alıyoruz.
Toplum kendine ait ahlak sistemini, yeni üyelerine öğ­
retecek ve bu sistemi ayakta tutacak tedbirlere ve mü­
esseselere de sahiptir. Fakat terdin bu sistemi olduğu
gibi kabul etmediğini, kendine göre bir süzgeçten ge­
çirdiğini ve yorumladığını görüyoruz. Şu halde, ahlaki
davranı§ konusunda fertle toplum arasında çatı§malar
olmaması elde değildir. Ferdin doğru bulduğu ile top­
lumun doğru bulduğu arasında farklar görülebilir. Bu
türlü çatı§maların kaynakları nelerdir ve ne gibi uzla§­
ma yolları bulunabilir?
Daha önceki bölümlerde, fertlerin ne gibi sebep­
lerle kötü davranı§larda bulunduğundan etraflıca bah­
setmi§tik . İ nsan ya toplumun ahlak kurallarını çiğner
ve suçlu duruma dü§er yahut da toplumun ahlak ku­
rallarını yanlı§ bulduğu için, onların aleyhinde olur.
Birinci halde, topluma kar§ı çıkan insan, eğer akıl has­
tası değilse, kendisinin suçlu olduğunu kabul eder; fa­
kat çok defa kendisinin bu hareketi bile bile yapmadı­
ğını, ba§ka çaresi olmadığını söyler. Sosyal problemie­
rin çok göze çarptığı ve tartı§ıldığı son yıllarda ise, her
türlü kababati topluma yükleme gibi bir dü§ünce ade­
ta moda haline gelmi§ bulunuyor. Bu ikinci iddiada
bulunanlar, bazan §U veya bu ahlak dı§ı davranı§ın as­
lında hiç ahlaksızlık sayılmayacağını, bazan da bütün
ahlak-dı§ı hareketlerin toplum düzenindeki bozukluk­
lardan ileri geldiğini öne sürerler.
Gerçek suçlunun kim olduğunu bulmak sadece
polisin veya mahkemenin değil, aynı zamanda ilim
adamının da i§idir. Fakat toplum bu konuda ilim ada­
mından daha pratik davranır: Ceza topluma değil, su­
çu i§leyene aittir. Ba§ka türlü bir adalet sistemi zaten
imkansızdır; çünkü, i§lenen her suçun o insan dı§ında
86/ Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak

birtakım kökleri bulunab ilir ve herkes kendini affetti­


recek bir mazeret gösterebilir. Bu durumda kabalıatİ
topluma yükleyerek, her suçu ݧlemek mümkündür.
Suçlu bir taraftan cezalandırılırken, bir taraftan
da toplumun suça yol açan taraflarını düzel tmek gere­
kiyor. Bu nokta daha çok sosyologları ilgilendirir, ama
bir eğitim ve adalet reformu yapmak. isteyenler, insan
psikolojisini mutlaka hesaba katmalıdırlar. Şunu unut­
mamalıyız: İnsan ne bir melektir, ne de §eytan. Ondan
her türlü iyilikle birlikte her türlü fenalık da beklene­
bilir. Ahlak-dı§ı davranı§lar, intiharlar da dahil olmak
üzere, ferdin istekleri ile toplumun ona verdikleri ara­
sındaki dengesiziikten doğ1J!aktadır. Ahlak disiplini
adına, insanı, bütün zevk ve tutkularını dizginlemeye
zorlamak, bunlar için hiçbir tatmin imkanı vermemek­
le onu ahlaklı yapamayız. Çocuğu, yakın zamanlard a
moda olduğu gibi, son derece serbest yeti§tirmek ise,
onu her çe§İt saldırganlığa alı§tırmaktan ba§ka b ir ݧe
yaramaz.
1 -Toplumda insanları ahlak-dı§ı davranı§a iten ba§-
lıca sebeplerden biri, vicdanları rahatsız edecek bir
adalet ve kanun sisteminin varolu§udur. Bir ülkenin
kanunları, o toplumdaki ahlak kurallarının resmi mü­
eyyide altına alınmı§ §ekilleri olmalıdır. Kanunlarla
ahlak kuralları birbirine uymadığı zaman, insanlar,
bunlardan b irini çiğnemek zorunda kalırlar. İ kinci
önemli bir sebep ise, eğitim sisteminin toplumda ge­
çerli olan ahlak kurallarıyla çatı§masıdır. İ nsanın aile­
de öğrendiği §ey okulda kusur sayılırsa, okulda öğren­
di"ği §ey mahkemede suç sayılırsa, neyin doğru neyin
yanlı§ olduğunu b ilmeye ve dolayısiyle ahlaklı davran-
l maya imkan yoktur.
Topl u m hayatında ahlaki davranı§ın §ekli büyük
·

bir önem kazanır. Sağlam bir ahlak insanın iç hayatın-


Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak/87

da temellenmi§tir, ama biz herkesin iç hayatını ne


ara§tırmak zorundayız, ne de bu imkana sahibiz. Eski­
lerin " adab-ı mua§eret" dedikleri davranı§ §ekilleri bi­
zim ahlaki dü§üncemizin dı§a vurmu§ hali olarak görü­
lür. Saygının, nezaketin, kibarlığın, kısacası ba§kalarıy­
la olan her türlü ilı§kinin bir §ekli vardır ve biz bu §e­
killere uymak mecburiyetindeyiz. Bazı kimlere ahiakın
samirniyete dayanması gerektiğini, onu şekilcilikten
kurtarmaya çalı§mamızı öğütlerler. Unutmayalım ki,
biz falcı değiliz; bir insanın içindekilerini onun dı§a vu­
ran şekliyle anlayabiliriz. Bu yüzden, ahlak eğitimi, sa­
dece ahiakla ilgili akademik bilgilerden ibaret kalma­
malı, gençlere pratik ahlak kaideleri de öğretilmelidir.
'Türk toplumunda çocuğa, delikanlıya, yeti§kin insana,
i§çiye vb. nasıl davranılır? Bu çe§itli insanların birbir­
leriyle ili§kileri nasıl olmalıdır? Bu soruya kar§ı "e§it
derecede saygı ve sevgi göstermek gerektir" diye cevap
verirsek, bu cevap bizim hiç i§imize yaramaz; çünkü,
her durumda ve herkese k ar§ı saygının, nezaketin aldı­
ğı §e killer ba§ka ba§kadır. Kar§ımızdaki insan bizden
bu davranı§ kalıplarına uymamızı bekler, aksini göre­
cek olursa bizimle ilgisini kesmeye kadar gider.

Delikanlılık çağında ahl ak eğitimi vermenin çok


büyük avantajlarından biri de, sözlü öğretimden yarar­
Ianacak derecede geli§miş bir kafaya hitap edebilme­
mizdiL Çocuk ahlaki öğütleri aniayacak kadar geli§­
memi§tir, ama delikanlılık çağındaki insan sözlü öğre­
nimi öbür öğretme §ekillerinden daha iyi kavrar. İ §te
bu devrede ona ya§adığı toplumdaki ahlaki davranı§
§ekillerini öğretmekte büyük fayda vardır. Ahi akın bir
bilgi alanı olarak öğretilmesi de sözl ü eğitim sayesinde
olur; yoksa bu dersi size anlatmaktan ne fayda çıkar­
dı?
Birkaç söz de ahlak terbiyesi ile sosyal yapı a rasın-
88/Ahlak Psikoloj isi ve Sosyal Ahlak

daki ili§ki üzerine söyleyelim. Çe§itli toplumlarda ço­


cuğa kar§ı takınılan tavırlar farklıdır. Her toplum anne
ve babadan çocuk terbiyesinde ba§ka ba§ka tavırlar
bekler, ayrıca çocuğun cinsiyetine göre de bu tavırlar
deği§ir.
Her§eyden önce, kültür ahlak terbiyesi için bazı
hedefler koymu§ ve bu hedeflere ula§mak için ne gibi
vasıtaların kullanılacağını göstermi§tir. Fakat bir kül­
tür ait olduğu toplumun bütün tabakaları tarafından
ayni ölçüde temsil edilmediği gibi, kültürün koyduğu
hedeflere ula§mak için gerekli imkanlar bakımından
da herkes e§it değildir. Bizim üzerinde durmak istedi­
ğimiz nokta, ݧte, böyle tek bir cemiyet içinde ahlak
terbiyesindc- görülen farklıla§malardır. Çocuğun ailesi
hangi sosyal ve ekonomik çevreye dahil bul unuyorsa,
ahlak değerleri ve terbiye imkanları bakımından da o
çevrenin özelliklerini gösterecektir. Bazı yazarlar, bu
çevre farklarını sosyal sınıf farkı olarak gösterirler; fa­
kat sosyal sınıf çok kaypak bir terim olduğu için, biz
burada sosyo-ekonomik tabakalardan bahsedeceğiz.
Bazı batı ülkelerinde yapılan ara§tırmalar, toplu­
mun alt tabakalarında bulunan ana-babaların çocuk
terbiyesinde daha çok bedeni' ceza kullandıklarını gös­
termektedir. Bu neticenin hemen her ülkede görülece­
ği ni söyleyebiliriz; çünkü, tahsili ve gelir seviyesi bakı­
mından alt tabakaya girenler, birbirine benzer hayat
§artları içinde ya§amakta, dünya görü§leri birbirine
benzemektedir. Bunlar, daha çok bedenleriyle çalı§an
kimselerdir; bir hareketin doğruluğunu veya yanlı§lığı­
nı onun gözle görülen sonuçlarına göre değerlendirir­
ler. Bu yüzden de çocukların davranı§l arını niyete gö­
re değil, verdikleri zararın miktarına göre ele alırlar,
kötü davranı§ın kar§ılığını da yine sonucu hemen göz­
_ı.g··görülebilen bir §ekilde verirler. Dayak terbiyesinin,
Ahlak Psikoloj isi ve Sosyal AhHik/89

ç� cukta vicdan te§ekkülü bakımından, oldukça olum­


suz sonuçlar doğurduğunu daha evvel görmü§tük . Bu
demektir ki, sosyo-ekonomik alt tabakalarda bulunan
ailelerin çocuklarında ahlaki vicdan nispeten zayıftır.
Orta tabaka çocukları genellikle ahlaki vicdan ba­
kımından daha kuvvetli görünmektedirler. Bu çocuk­
lar, ceza olarak dayak yemekten ziyade, sevgiden mah­
rum bırakılan, yani psikoloj ik ceza gören çocuklardır.
Orta tabakadan aileler daha çok §ahıslarla ve fikirlerle
ilgili i§ler yaparlar, onların meslekleri doğrudan doğ­
ruya emir ve kumandadan ziyade §ahsi inisiyatif ve so­
rumluluk gerektiren §eylerdir. Daha çok bu yüzdendir
ki, orta tabakadan anne ve babalar çocukların hare­
ketlerini, onların niyetlerine, hislerine göre değerlen­
dirmekte, çocuklarına sorumluluk terbiyesi vermeye
çalı§maktadırlar. Çocuk ağlayarak gürültü çıkardığı
zaman, orta tabakadan bir anne veya baba, ancak bu
ağlama bir §ımarıklık mahiyetinde olduğu zaman ço­
cuğu cezalandırıyor, alt tabakadan anne ve babalar
ise, bu davranı§ın rahatsız edici olu§unu çocuğu ceza­
landırmak için yeterli sebep sayıyorlar. Yalnız §Unu
unutmamalıyız ki, alt tabaka ailelerinde de çocuk ce­
zayı genellikle babadan, yani ailede otoriteyi temsil
eden ki§iden almaktadır; anneler, çocukla olan müna­
sebetlerinde §efkatli davranı§a daha yatkındırlar. Nite­
kim erkek çocuk, hangi tabakadan olursa olsun, kendi­
sine davranı§ modeli olarak babayı aldığı halde, sevgi
ve §efkat konusunda, özellikle annesini tanır, babasın­
dan çok annesine sığınır.
Sosyal tabakalar arasında görülen terbiye farkları,
bu insanların hayat §artları ve değer yargıları arasında­
ki farklardan ileri gelmektedir. Toplumun her kesimi,
ayni kültür etkileriyle kar§ı kar§ıya değildir. Çocuklar­
da sağlam bir vicdan geli§tirebilmek için, ne gibi terbi-
90/Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahla.k

ye tekniklerinin gerektiğini gecekondulardaki i şçi aile­


leri veya köylerdeki çiftçi aileleri bilemezler; çünkü,
bunları öğreten vasıtalarla karşılaşma imkanları çok
azdır. Bir fabrika işçisinin veya köylünün çocuk yetiş­
tirme kitaplarını okuması bir tarafa, bunların varlığın­
dan haberdar olması bile beklenemez. Alt tabakadan
aileler, çocuklarını eskiden beri alışılagelen şekilde ye­
tiştirmeye devaın ederler. Bununla beraber, bütün ݧ
bir fakirlik-zenginlik meselesi_nden ibaret sayılamaz;
yoksul bir insan, sırf şehirde yaşaması yüzünden, edin­
diği görgü sayesinde orta tabakadan insanların kıyınet
sistemlerini benimsemiş olab ilir. Bazı aileler ekono­
mik bakımdan orta veya yüksek sınıfın ölçülerine ulaş­
mış olsalar bile, sosyal ve kültürel yönden yine gele­
neksel köy hayatını sürdürmektedirler. Bu sebeple biz
alt, orta, yüksek tabak a diye ayırımlar yaparken, sade­
ce ekonomik veya sadece sosyal farkları düşünmüyo­
ruz. Sosyo-ekonomik yüksek tabakaya gelince, bunla­
rın değer sistemleri ve terbiye metotları da genellikle
orta tabaka ailelerininkin e benzemektedir.
Ailede çocuk terbiyesinden, özellikle, kimin so­
rumlu olduğu meselesi de çok önemlidir. Araştırmalar
gösteriyor ki, bu konudaki sorumluluk anneye verildi­
ği ölçüde çocuklar d aha çok şefkat görerek yetişiyor­
lar, ama bu türlü bir terbiye sistemi de çocuklarda ba­
ğımsız, kendi kendine yeterli bir şahsiyetin gelişmesine
engel olmaktadır. Baba otoritesinin disiplinci tavrı bil­
hassa erkek çocuklarda aranan bağımsızlık ve yeterli­
lik gibi vası fların yerleşmesi için şart olmaktadır. Ta­
mamen anne elinde yetişen erkek çocuklarda kızlara
mahsus karakter vasıtlarının ağırlık kazandığı görülü­
yor.
SOSYAL AHLAK
-I­
SOSYAL AHLAK
A. i n sa n ı M e d e nll eştiric i Disip lin
O larak Ahlôk

1 . Ö rf ve A d etler i le A h l a k

Her toplumda insan davranı§larını düzenleyen


birtakım kaideler vardır. Bu kaideler bazı kimseler ta­
rafından maksatlı olarak pHinlanmı§ ve ortaya konmu§
olmayıp, cemiyetin tarihi boyunca ya§adığı h ayat için­
de geli§mi§ ve benimsenmi§tir. İ nsanlar bunları yazılı
metinler halinde değil, ba§kalarıyla münasebetleri
içinde veya büyüklerinin sözlü anlatımıyla öğrenirler.
İ §te her toplumun böyle nesilden nesile aktarılan stan­
dart davranı§ tarzıarına örf ve adetler diyoruz. Ö rf ve
adetler davranı§larımızı düzenleyen kaideler olmak
bakımından "ahlak normları" adını da alırlar. Genel­
likle bu iki terim hep bir arada kullanılır, fakat sosyo­
loglar örfler ve adetleri birbirinden ayırırlar. Günlük
hayatta bu ayırımın bizim için büyük bir önemi olma­
yabilir ama toplumu inceleyen ki§ilerin bu terimiere
açık ve farklı manalar vermeleri gerekir.
Adetler de örfler de bir toplumda önceki nesiller­
den gelen ve fertler tarafından ortakla§a benimsenen
hareku tarzlarıdır. Adetleri örflerden ayıran asıl fark,
94/Ahl ak Psikoloj isi ve Sosyal Ahlak

bir adete uyulmaması h alinde toplumun sadece alay


etme, hor görme gibi tepkilerde bulunmasıdır. Biraz
sonra göreceğimiz gibi, örflere aykırı davranma halin­
de daha resmi ve sert tepkiler görürüz. Otobüste bir
kadına veya ihtiyara yer vermeyenleri sadece ayıpla­
makla yetiniriz, buna kar§ı�ık evli insanlardan birinin
öbürünü aldatn1ası toplum gözünde bir suç te§kil eder,
çünkü e§lerin birbirine sadık kalması bir örftür.
Dikkat edecek olursak, hayatımızın hemen tama­
men adetlere göre geçtiği anla§ılır. Sabah belli saatler­
de kalkmamız, kahvaltıda çay, peynir ve reçel gibi §ey­
ler yememiz, günde üç defa sofraya oturmamız, tanı­
dıklarımızla kar§ıla§ınca selam vermemiz, vedala§ır­
ken el sıkı§mamız, pijama giymemiz, di§lerimizi yıka­
m amız hep birer " adet"tir. Hayatımızda stand art olma­
yan, toplumun öbür fertleri tarafından da payla§ılma­
yan hareket t arzına pek n adir rastlanır. İ §te ahlaki
davranı§larımız da böyle standart adetler h alindedir.
Birisine kabalık edersek özür dileriz, yeni evlileri teb­
rik eder ve evlerine ziyarete gideriz, ınİsafiri ayakta
kar§ılarız . . . Her durumda uygun olan ve olmayan dav­
ranı§lar vardır. İ çinde ya§adığımız toplum neyin uygun
neyin aykırı olduğunu bize öğretİr.
Ö rfler de, tıpkı adetler gibi, birer sosyal kontrol
vasıtasıdır. Her örf aslında bir adettir, ancak örflerin
doğruluk ve uygunlukları h akkında bizde daha kesin
kanaatlar vardır ve onların çiğnenmesi halinde daha
§iddetli tepki gösteririz. Ö rflere aykırı davranılırsa
toplumun tehlikeye dü§tüğünü söyleriz. Çünkü örfler
§ahıslararası münasebetlerden ziyade toplumun mües­
seseleri ile ilgilidir. Kadınlara kar§ı nazik davranma­
yan bir kimsenin bu h areketini §ahsi görgüsüzlük diye
yorumlarız, ama bir kadınla nikahsız ya§ayan erkek
toplumun "evlilik" m üessesesine kaqı suç ݧlemekte-
Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak/95

dir. Onun davranı§ı toplumu tehdit edici bir özellik ta­


§ımaktadır.
Ö rf ve adetlerin kökü o kadar derinlere, o kadar
eskilere gider ki bunların adeta birer tabiat kan unu ol­
duğunu zannederiz. Onlara "mutlak doğru" gözüyle
bakarız. Gerçekte bizim doğru, yanlı§, iyi, kötü gibi
kıyınet hükümlerimiz hep örf ve adetlere dayanır. Ö r­
fün gösterdiği §ey doğru, onun aksi de yanlı§tır diye
dü§ünürüz. Ö rf ve adetlerin hayatımız içinde bu kadar
yerle§ıni§ ve kökle§ıni§ olması bazan onları sosyal de­
ğişmenin önüne çıkan birer kuvvetli engel haline getir­
mektedir. Fakat onların bu "muhafazakar" karakterine
bakarak hiç deği§mediklerini dü§ünmek de yanlı§ olur.
Bazılarında çok yava§, bazılarında çok süratli de olsa
örf ve adetler her toplumda deği§ir. Aslında onların
kolay ve çabuk deği§meleri toplum için hiç iyi olmaz.
Her§eyden önce, kolay ve çabuk deği§en davranı§ tarz­
ları zaten adet veya örf sayılamaz. LToplumun ayakta
kalması ve devam edebilmesi insanlar arasında ortak
davranı§ tarzlarının bulunmasına ve bunların devamlı­
lık kazanmasına bağlıdır. } Ö rf ve adetler bu ihtiyacı
kar§ıladıkları için toplumun temelini te§kil ederler.
Onlar olmasaydı kar§ıla§tığımız her durumda nasıl
davranacağımızı yeni ba§tan dü§ünınek zorunda kal a­
cak, ba§kalarının nasıl davranacakl arını da hiçbir za­
man tahmin edemeyecektik. İ nsanlar arasında böyle
ortak ve devamlı d avranı§ tarzlarının bulunmayı§! ise
onların cemiyet halinde ya§amalarına imkan vermeye­
cekti . Her gün ne yiyeceğimizi, nasıl yiyeceğimizi, kaç
defa yiyeceğimizi, nereden yiyecek bulacağımızı dü­
§Ünmek zorunda kalsaydık hayat çekilmez olurdu . Şu
halde, örf ve adetler, toplumların ya§ayabilmek için
yaptıkları birer icattır. Bu icatlar bizim için elektrik
lambasından veya radyodan çok daha büyük ve önem­
lidir.
96/Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak

a. Ö R F V E A DETL E R i N iZA FILi G i

Ö rf ve adetler bir toplum (veya kültür) içinde de­


ği§iklik gösterdikleri gibi, bir toplumun örf ve adetleri
de ba§ka toplumlarınkine benzemez. Bir toplumun
bütün örf ve adetleri o toplumun bütün fertlerini ilgi­
lendirmez. Mesela kadınlar için uygun sayıl an hareket
tarzları erkekler için uygun görülmeyebilir. Bir toplu­
mun çe§itli kesimlerinde ve çe§itli bölgelerinde de örf
ve adet deği§iklikleri görülebilir. Türk toplumunda ka­
dınların sigara içmesi sadece büyük §ehirlerde ve oku­
mu§ tabaka arasında ho§görülen bir adettir. Oralarda
da kadınların erkekler gibi sokakta yürürken sigara iç­
meleri yine ho§ kar§ılanmaz. Okumu§ yüksek tabaka
arasında geçerli olan birçok mua§eret kaideleri alt ta­
bakada görülmez. Coğrafi bölgeler, mezhep grupları
arasında örf ve adet farkları görülür. Ya§ grupları ara­
sında da farklı adetler vardır. Delikanlı çağındaki in­
sanlarda görülen pekçok davranı§ tarzlarını ya§lı kim­
selerde ho§ kar§ılamayız.
Deği§ik toplumlar arasındaki örf ve adet farkları
daha çok göze çarpar. Toplumların hayatları ve bu ha­
yattan çıkan tecrübeleri birbirinden farklı olduğu için
örf ve adetleri de ister-istemez farklı olacaktır. Kendi
örflerimizin, adetleriınİzin mutlak hakikat değeri ta§ı­
madığını ݧte bu farkları görünce anlarız. Bir örf belli
bir yerde ya§ayan bir toplun;ıun hayata intibakı için ge­
çerli olabilir ama hayat §artları deği§ince aynı örf in­
sanların intibakını bozabilir. Sanayile§mݧ bi r cemiyet­
te ݧgücüne duyulan §İddetli ihtiyaç dolayısiyle genç
ya§taki insanlar da çalı§tırılır. Onların iktisadi bakım­
dan bağımsız olmaları ise aile içi münasebetleri deği§­
tirir, baba otoritesini zayıflatır. Böyle bir münasebet
tarzı e§itlik yaratmak suretiyle toplum geli§mesine yar­
dımcı olabileceği gibi, insanlar arasındaki bağları gev-
Ahl a k Psikoloj isi ve Sosyal Ahlak/97

§eterek toplumsal çözülmeye yol açması da mümkün­


dür. Kısacası, örf ve adetler toplumun geçmi§teki ve
bugünkü hayat tarzına bağlı olarak doğmu§ §eylerdir,
yani mutlak bir şekilde doğru veya yanlı§ olamazlar.
Bizim gözümüzde doğru olan şey Fransız toplumunda
pekala yanlı§ sayılabilir. Hangi tarafın doğru olduğunu
bulmak için yapılacak bir münaka§a da bizi bir yere
götürmez. Çünkü üzerinde konu§tuğumuz şeyler mut­
lak değil, izafi değerlerdir.
b. A H LA KI N D E G i Ş M EZ L i G i

Ö rf ve adetler, kanunlar, gelenekler, kısacası sos­


yal münasebetleri düzenleyen bütün kaideler deği§me­
ye uğradığına göre, elbette ahlak da onlarla birlikte
değişmi§ olacaktır. Bizim ahiakımızla Eskima'nun ah­
lakı aynı değildir, bizim bugünkü ahlakımız da birkaç
yüzyıl öncesi ahlakımızın tıpkısı değildir. Şu halde alı­
lakın deği§mezliğinden bahsederken ahlak kaideleri­
nin değişmez olduğunu söylemek istemiyoruz. Top­
lumların ahlakı deği§mektedir, fakat toplumların he­
defi ahlakı deği§tirmemektir. Şu halde ahiakın deği§­
mesi bir gerçek ve bir mecburiyet, ahiakın deği§mezli­
ğini sağlamak ise bir idealdir. Bu gerçek ile bu ideali
nasıl bağda§tıracağız?
Ahi akın bir şekli, bir de muhtevası vardır. Yolda
bir tanıdığımıza rastlayınca onu selamlarız. Hafifçe
eğilmek, merhaba demek ve belki §apka çıkarmak bi­
rer §ekildir, bu §ekillerle ifade edilmek istenen şey ise
nezaket, dostluk, vefa duygusudur. Biz ahiakın §eklini
muhtevasından pek ayırmayız, ama asıl üzerinde dur­
duğumuz nokta §ekillerde ifade edilen manadır. Bu
yüzden ahlak kaidelerindeki deği§meler esas itibariyle
§ekil ve biçim deği§meleri halinde ortaya çıkar, biz ay­
nı muhtevayı ba§ka biçimlerde vermeye çalışırız. Birbi -
98/Ah lak Psi kolojisi ve Sosyal Ahlak

rimize saygımızı ifade etmek için kullandığımız biçim­


ler zaman içinde çeşitli değişmelere uğramakla bera­
ber bizdeki saygı kavramı pek az değişmektedir. Bazan
ahiakın özünde de pekala büyük değişmeler olduğu
görülebilir, ama cemiyetin ideali bu değişmeyi daima
engellemek ve istikrarlı bir hayatı gerçekleştirmektiL
Pekçok hallerde şekil değişmekle beraber muhteva
ayakta kalıyorsa, bu demektir ki bi rtakım ahlaki de­
ğerler üniversel karakterdedir, yani her yer ve zaman­
da geçerli olabilir. Eğer böyle ise ahiakın değişmezliği
idealini gerçekleştirebilmemiz için sağlam dayanakla­
rımız var demektir.
Çeşitli toplumlarda birbirinden çok farklı görünen
davranış tarzları çok defa aynı ahlaki kıymetin değişik
biçimlerde gerçekleşmesini göstermektedir. İ lkel bir
cemiyette bir kadının artık yaşlı ve aciz hale gelmiş ko­
casını öldürmesi bize ilk bakışta cinayet gibi gelebilir,
ama kadın bu hareketiyle kocasına karşı vazifesini
yapmakta, yardımsevediğini göstermektedir. Ö ldürü­
len insan da bu hareketi kendisine yardım olarak kar­
şıladığına göre, ortada bir cinayet veya "kötü" davranış
bahis konusu olamaz. Eskimo, evindeki misafire karı­
sını ikram ederken misafire karşı saygısını göstermek­
tedir.
Yine de, temelinde birbirine benzer prensipler var
olduğu için bütün bu davranışları iyi ahlak örneği diye
görmemize imkan yoktur. Unutmamalıyız ki, Engizis­
yon devrinde İspanyollar Müslümanlan ve Yahudileri
diri diri ateşte yakarken onların ruhlarını kurtarmak,
yani neticede iyilik etmek istiyorlardı . Çünkü içlerine
şeytanın girdiğine inanmışlardı . Şu halde iyi ahlak için
mutlaka niyetin iyi olması yetmez, neticenin de iki ta­
raf için iyi olması lazımdır. Bunun aksini düşünecek
olursak İ spanyollarda rastladığımız gibi birtakım yan-
Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak/99

lı§ inanı§lar yüzünden insan h ayatını ortadan kaldır­


mayı ho§ görmemiz gerekir.
Bütün insanlar için iyilik doğurucu ve her zaman
için geçerli olabilecek ahlaki davranı§ örnekleri bul ­
mak da, uygulamak da son derece zordur. Faka't ah­
lakta üniversel (evrensel) kıymetler bulmayı gaye
edinmemiz gerekir. insanlar arasında barı§ ve huzuru
ba§ka türlü gerçekle§tiremeyiz.

2. Sosyal Hayat

a. SOSY A L H AYAT I N i L K E L E R i
VE PROBLEM LERi:

İ nsanların en belirgin özelliklerinden biri de top­


lum hayatı ya§amalarıdır. Sosyal hayat insan i çin bir
çe§it mecburiyettir. Çünkü insanlar yalnız ba§ına ya§a­
yabilecek güçte değildirler. Ahlak bu yüzden bizim
için büyük bir problem olmaktadır. Birarada ya§ayan,
öyle ya§amak zorunda bulunan kimseler toplum h aya­
tını devam ettirebilmek için birbirleriyle olan münase­
betlerini iyi bir §ekilde düzenlemek zorundadırlar. Za­
ten ahlak, insanlar arası münasebetlerle ilgili bir kav­
ramdır, tek ba§ına ya§ayan insan için ahlak bahis ko­
nusu olamaz.
Sosyal hayatın ilke ve problemleri §imdi açıklaya­
mayacağımız kadar karma§ıktır ve o ölçüde münaka§a
konusudur. Fakat bu h ayatın ahi akla ilgili noktalarını
genel çizgiler içinde özetleyebiliriz. Sosyal h ayat de­
nince hepimizin aklına derhal insan toplulukları gelir.
Aslında hayvanlarda da sosyal hayat, sosyal davranı§­
lar vardır. Bizim onlardan ba§lıca farkımız, h ayvan
davranı§larının esas itibariyle içgüdülere dayanması­
dır. i çgüdüler doğu§tan gelen ve uygun uyarıcılar kar­
§ısında otomatik olarak harekete geçen davranı§ po-
1 00/Alıliik Ps ikolojisi ve Sosyal Ahlak

tansiyelleridir. Hayvanlar bu otomatik davranış meka­


nizması dışında pek az şeyi sonradan öğrenirler. İ n­
sanlarda içgüdüler bulunmakla beraber onlar davra ­
nışlarını büyük ölçüde öğrenme yoluyla kazanırlar. İ ç­
güdülerimiz bizi yaşatmaya yetmez. Çünkü herşeyden
önce büyürnek için başkalarının yardım ve bakımına,
onların yol göstermesine ihtiyacımız vardır. Hiç şüp­
hesiz, bizim öğrenmelerimiz de doğu§tan getirdiğimiz
potansiyeliere bağlıdır, ama bu potansiyellerin bazıları
genellikle aynı kaldığı halde, bazıları öğrenme yoluyla
şaşırtıcı derecede deği§ebilir. Mesela cinsiyetimiz do­
ğuştan bellidir, bizde bir cinsi içgüdü de vardır, ama
insanın cinsi davranışı sosyal hayat içinde son derece­
de değişmiş ve hayvanlarınkinden farklıla§mıştır. İ n­
sanlar ortada hiçbir cinsiyet obj esi olmadığı halde sırf
bazı semboller (müstehcen resim ve yazılar) kar§ısında
heyecan göste rebilir, ama hayvanlar sadece kar§ı cinse
ait maddi ipuçları (renk, koku, ses, görüntü gibi) kar§ı­
sında harekete geçerler. Hayvanlarda kan akrabalığı
kavramı ve dolayısiyle yakın akraba ile evlenmemek
adeti yoktur. Buna benzer daha pekçok misaller göste­
riyor ki, insanın ahlaki davranışı, ondaki davranış po­
tansiyellerinin sosyal hayat tarafından düzenlenmesi
demektir. Biz ahlakı , yani nasıl davranacağımızı öğre­
niyoruz. Ahiakın psikolojisi bahsinde göreceksiniz ki,
insanın ahlaki §ahsiyeti bu öğrenmelerinin mahsulü
olarak ortaya çıkar.
Bizim başka insanlarla topluluk hayatı ya§amamız
sadece birtakım eksiklerimizin giderilmesi veya temel
ihtiyaçlarımızı karşılanması manasma gelmez. Biz bir
bebek olarak içine doğduğumuz ve büyüyebilmek için
bakırnma muhtaç olduğumuz cemiyete bir defa karış­
tıktan sonra o hayattan daha pekçok şey öğreniriz. Bü­
tün bu öğrenmelerimiz, ahlaki davranışın sadece mad-
Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak/ 1 0 1

di hayatı yürütebiirnek için gerekli sosyal kaideleri öğ­


renmek ve uygulamaktan ibaret olmadığını gösterir.
Sosyal hayatın ahlak bakımından kar§ıla§tığı prob­
lemler bir ana mesele halinde özetlenebilir: Sosyal ha­
yatın zaruretleriyle ferdi hürriyet arasın da iyi bir den­
ge kurmak. Cemiyet herkes için geçerli olacak genel
ahlak kaideleri koyar ve herkesin bunlara uymasını
bekler. Fakat bir toplumda her in san birbirinin ayni
değildir. İ nsanlar ihtiyaçl arı, ilgileri, emelleri ve sosyal
bağlantıları bakımından birbirlerinden bazan az, ba­
zan çok büyük farklar gösterirler. Sosyal hayatın kaçı­
nılmaz bir neticesi de bir toplum içinde çe§itli grupl a§­
mal arın, sosyal tabakaların, hatta sınıfların ortaya çık­
masıdır. İ nsanlar b ağlı bulundukları grupların ahlak
kaidelerine göre hareket ederler. Bu kaideler ise her
zaman toplumun genel ahlak prensiplerine uygun dü§­
meyebilir. Yüksek tabaka arasında eğlence sayılan bir
hadise, sosyal ve ekonomik bakımdan daha a�ağıda
bulunan kimseler arasında suç sayılabilir. Yük �ck ta­
bakadan biri alt tabakadan bir kızı iğfal ederse, bu bir
"yaramazlık"tır, ama ayni h adise alt tabakadan kimse­
ler arasında cereyan ederse taraflar ancak evlenmek
suretiyle bu h areketi me§ru hale sokabilirler. Ayni §e­
kilde fakir ve i§siz biri varlıklı bir ailenin kızıyl a sevi­
§irse, bu durum, erkeğin sosyal grubu tarafından bir
"kahramanlık", kızın grubu tarafından ise aile §erefine
sürülmü§ bir "l eke" diye görülür. Görüyoruz ki insan­
l arın tatmin edilmek istenen ihtiyaçları, toplum tara­
fından ancak belirli bir düzen içinde kar§ılanırsa "me§­
ru" ve "ahlaki" sayılmaktadır. Bazı sosyol ogl ar hertürlü
. ahlak -dı§ı hareketlerin sebebini §U nokt ada görürler:
(_l9plum insanlara birtakım hedefler göstermekte, fa­
kat bazan on ları bu hedeflere göt ürecek vasıtalardan
mahrum bırakmaktadgJMesela servet sah ibi olmanın
1 02/Ah lak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak

çok kıymetli sayıldığı bir yerde, eğer herkesin bu kıy­


meti elde etme imkanı olmazsa -ki olması pek bekle­
nemez- o zaman bazı insanlar ahlak ve kanun dışı yol­
lardan servet kazanmaya çalışacaklardır.
Cemiyet ahlak problemini çözmek için bir taraf­
tan insanlar ve insan grupları arasında eşitlik yaratma­
ya, bir taraftan da bütün fertlerini belli bir ahlak disip­
lini içinde yetiştirmeye (eğitim) çalışır. Çarpışan men­
faatların toplum düzenini bozmaması için insanların
yükselme ve refah yollarının mümkün olduğu kadar
açılması , onlara hertürlü imkanın tanınması gerekir.
Hiçbir cemiyet bu ideale ulaşamaz, ama ula§maya çalı­
şır. Eğitime gelince, bu d a kolay çözülecek bir prob­
lem değildir. Hiçbir toplum birörnek (homoj en) olma­
dığı için, eğitimde hangi ahlaki kıymetlerin verileceği
meselesi daima münaka§a konusu olur. İdeal ahlak ge­
leneksel ahlak mıdır, o anda geçerli olan ahlak mıdır,
yoksa çe§itli sosyal reformcuların teklif ettikleri ahlak
mıdır? Hangi toplum tabakasının ahl aki değerleri ge­
leceğin insanı olan çocuk ve gençlere verilecektir?
İleride bu karmaşık problemierin büyük bir kısmı­
nı yeniden ele alacağız. Şimdi toplun1un her tabakası
tarafından az-çok benimsenen birtakım ortak değer
yargılarını görmeye çalışalım .
b . M E D E N iY ET E D O G R U Ç A B A

[B ir toplumun ahlakı onun kendisine hedef olarak


koyduğu sistemle sıkı sıkıya ilgilidir. Bir toplum hangi
hedefe gitmek istiyorsa ona uygun bir ahlak sistemi
geliştirmeye çalışacaktır.J Bugünkü dünyada bütün top­
lumlar, modern medeniyetin öncülüğünü yapan nlil­
letlerin eriştiği sosyal bünyeye kavuşma gayreti içinde
bulunmaktadırlar. Bizim cemiyetimizde "kalkınma"
dediğimiz şey de işte budur. Sosyal ve iktisadi' bakım-
Ahlak Psikoloj isi ve Sosyal Ahlak/ 1 03

dan büyük güç kazanmış olan ülkeler gibi olmak. Ayni


§eyi biz "çağda§ medeniyete ula§ma" §eklinde de ifade
ediyoruz. Çağdaş medeniyetin en büyük özelliği, eski
medeniyetlerden farklı olarak, bütün dünyayı saran ve
her gittiği yere hakim olan bir teknolojiye sahip bulun­
ması dır. Bu sayede ülkeler birbirine sadece maddi kal­
kınma örnekleri bakımından değil, manevi bakımdan
da süratle yaklaşmakta veya hiç değilse birbirlerinin
sosyal değerleriyle çok sık temas etmektedirler. Mo­
dern medeniyet sayesinde bütün dünyanın böyle tek
bir toplum gibi karşı kar§ıya gelmesi, bu dünyada ahla­
ki değerler bakımından da benzer ve ortak noktaların
ortaya çıkması demektir.
Medeniyetin bir maddi kalkınma meselesinden
ibaret olmadığını iyice bilmeliyiz. Aslında bu kelime,
insanlığın manevi gelişmesini belirtmek üzere ortaya
atılmı§tı . Bugün de hala "medeni adam" ve "medeni­
yetsiz" terimleri t amamen ahiakla ilgili §eylerdir. Fran­
sız yazar Mirabeau 1 776'da §öyle diyordu:
"Bir halkın medeniyeti onun örf ve adetlerinin yu­
muşaması, şehirlileşme, nezaket ve umumi ahlak ve
adabın gözetilmesine ve kanunlaşmasına imkan vere­
cek bir bilgi yayılması . . . demektir. Bir cemiyet faziletli
bir hayat yaratmazsa medeni olamaz. Ancak, bütün
unsurlarıyla yontulmuş, yumuşamı§ olan cemiyetlerde
insaniyet fikri doğabilir."
Görülüyor ki; medeniyet insanların birbirleriyle
olan münasebetlerinde her türlü sertliğin ortadan
kalkması, tavır ve hareketlerin yumu§aması ve incel­
mesi, saygı ve sevginin hakim olması demektir. İşte
modern medeniyetin bizlere verdiği imkanlar bu ideali
gerçekle§tirmemize yardımcı olmak bakımından çok
kıymetlidir. Fakat ileride göreceğimiz gibi, maddi me­
deniyetin verdiği imkanlar manevi bir fel akete yol aça-
1 04/Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak

cak §ekilde de kullanılabilir. Şu halde bir cemiyetin en


büyük vazifelerinden biri de maddi kalkınmaya paralel
ve onunla aynı hızda geli§en bir ahlak terbiyesi ver­
met e , bir manevi kalkınma yaratabilmektiL

3. İ deal Ad alet

a. A DA L ET i D E A L i N E D i R ?

Adalet terimi, bilinen bir gerçeğin ifadesi olmak­


tan ziyade, hem tarifine, hem de gerçekle§mesine im­
kfm bulunmayan bir arzuyu belirtir. Bir ülkede kanun
hakimiyeti kurulabilir, hakimler hep namuslu ve dü­
rüst insanlar olabilir, yine de adaletin mevcudiyetin­
Gen §Üphe edilebilir. Hukukçular genellikle adalet de­
nince "kanunların herhangi bir çıkar ve imtiyaz gözet­
meksizin e§it uygulanması"nı anlarlar ve hukuk bakı­
mından bu anlayı§ta yanlı§ bir nokta da yoktur. Fakat
kanunların, e§it uygul anması insanları yine tatmin et­
n1ez. Her§eyden önce, kanunun gereği gibi uygulandı­
ğına inanmak güçtür. Bir mahkemenin kararını bir üst
ınahkeme bozduğuna göre, onun da üstünde bir mah­
keme olsa aynı karar yeniden bozulabilir demektir.
Adalet hangi mahkemede, hangi karardadır? İkincisi
ve belki daha önemlisi, kanunların e§it uygulanmı§ ol­
sa bile, adaleti aksettirip ettirmediği meselesidir. Ada­
let denince sadece e§itlik değil, hak ve nısfet (insaflı
·
davranmak) gibi kavramlar da akla gelir. Kanunun
"doğru" veya "haklı" olarak konduğuna nasıl inanaca­
ğız? Bugün bir cemiyette kanunlar genel oyla değil, fa­
kat parlamentoda gerekli çoğunluğa sahip partinin gü­
cüyle çıkmaktadır. Kaldıki referandumla çıkarılsa bile
eninde sonunda bir çoğunluğun görü§üne dayanacak­
tır. Çoğunluk prensibine uyulmazsa hiçbir ݧ yapıla­
maz, ama çoğunluk kar§ısında bu karara muhalif ka-
Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak/ 1 05

lanlar dair.ıa bulunacak ve çıkan kanun onlar i çin


"adelet"i temsil etmeyecektir.
Bir tari f yapmak İstersek, diyebiliriz ki : "Adalet,
her davranışın cemiyet veya onu temsil eden müesse­
seler tarafından uygun bir tepki ile kar§ılanması" de­
mektir. İ §te bütün problem bu "uygun tepki"nin ne ol­
duğunu bulmaktır. Yukarı da verdiğimiz birkaç misal­
den de açıkça anla§ılacağı gibi, adaletin bulunması da
uygulanması da i mkansızdır. Fakat bu imkansızlık bizi
eli-kolu bağlı durmaya götürmemelidir. Biz mutlak
adaleti bulamasak bile adalet yolunda daima ileri
adımlar atabiliriz. Zaten adalet ideali olmasa, yahut
adalet bir ideal halinde kalmasaydı, insanlar bu yolda
hiçbir ilerleme gösteremezlerdi. Bu fikri daha iyi açık­
layabiirnek için bir benzetme yapalım. "Hakikat" de
hiçbir zaman ul a§ılamayan bir idealdir, ama ona ula§­
mak yolunda yapılan te§ebbüsler bizi bugünkü bilgi se­
viyesine getirmiştir. İ lim hakikati bulamadı diye ondan
vazgeçmemiz veya bize verdiklerini inkar etmemiz dü­
§Ünülebilir mi ?
b. SOSYAL B i R VA R L I K O LA RA K
i N SA N I N Ö D E V i

İ nsan, ahlaki davranı§ın §ekillerini ve bazan ge­


rekçelerini de içinde yaşadığı cemiyet vasıtasıyla öğ­
rendikten sonra, istediğini yapmakta hürdür, hür oldu­
ğu için de yaptıklarının sorumluluğunu ta§ır. Ö rfler,
adetler ve kanunlar bir bakıma onun hürriyetini sınır­
layıcı §eylerdir. Yani insan ancak bu sınırlar içinde hür
olabilir. Fakat toplum düzenini sağlamaya yarayan bu
sistemler istenirse her zaman çiğnenebilir, nitekim ka­
nun ve nizarnları çiğneyen kimselere daima rastlıyo­
ruz. Toplum yasalarının ferdi hürriyetle çatı§maları
veya çatı§ır gibi görünmeleri, insanı kanun dı§ı hare-
1 06/Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak

ketlere götürebilir, ama biz sosyal bir varlık olu§umu­


zun §Uuru içinde hareket edebilirsek hem kendimizi,
hem cemiyetimizi kurtarmı§ oluruz. Sosyal varlık, ba§­
kalarıyl a bir arada ya§ayan ve böyle bir ya§ayı§a ihtiya­
cı olan varlık demektir. Şu halde toplum içinde her
ferdin hareketi daima ba§kalarını da ilgilendirici so­
nuçlar doğurur. Ba§kalannın zararına olacak §ekilde
kendimiz için menfaat sağlayabilir, yahut kanundan
kaçmanın yollarını bularak suç i§leyebiliriz. Kısa vade­
de bu hareketlerimizin bizim için dağuracağı kötü so­
nuçlar belki ortaya çıkmaz, ama neticede ba§kalarına
açtığımız zarar mutlaka bize de dokunacaktır. Her§ey­
den önce, kanunları çiğnenmi§ olan bir toplum, bir
gün bizi de koruyacak kuvvet bulamaz, verilen kötü
misaller o §ahıslar için de misal olur. Bu noktaya çok
önem veren bazı yazarlar, adalet duygusunun insanın
kendisiyle ba§kalan arasındaki bir mukayeseden, veya
insanın kendini ba§kası yerine koymasından doğduğu­
nu söylüyorlar. Birine kar§ı haksızlık yapıldı mı, kendi­
mizi onun yerine koyarak haksızlığın verdiği ızdırabı
duyabiliriz.
Ba§kalarıyla olan münasebetlerimizde adaleti gö­
zetmek bizim için bir ödevdir, ama ödevimiz bundan
ibaret değildir. Ba§kalannın da adaleti gözetmeleri
için elimizden geleni yapmak zorundayız. İ nsan top­
lum düzeninin pasif bir uydusu değil, ayni zamanda bu
düzenin koruyucusu ve geli§tiricisidir de. Bütün hare­
ketlerimizde akıldan çıkarmayacağımız bir prensip
vardır: Hiç kimse tek ba§ına zarar veya tek ba§ına fay­
da görmez. Daima onun zararı ve faydasıyla ilgili
üçüncü §ahıslar bulunacaktır. Cemiyet, her parçası
öbürleriyle sıkı sıkıya bağlı bir bütündür, bir parçanın
bozulması mutlaka bütünü de bozar. İ nsanın sosyal bir
varlık olarak kalması için cemiyetin ya§arnası ve ayak-
Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak/1 07

ta durması şarttır. Bu yüzden herbirimiz ait olduğu­


muz bütünü sağlam bir şekilde işletmek üzere kendi­
mize düşeni yapm alı, herkes kadar kendimizi de ilgi­
lendireni adalet idealine yaklaşmakta bize düşen göre­
vi kusursuz yerine getirmeliyiz.
c. A D A L ET T A RZ L A R I VE Ç EŞiT L E R i

Adaletin bir ve tek olması insana çok makul gö­


rünmekle beraber, çeşitli zamanlarda ve çeşitli top­
lumlarda adalet anlayışı birbirinden farklı olmuştur.
Daha önce, hukuk bakımından, adalet denince kanun­
ların eşit uygulanması anlaşılır demiştik. Bu tarifi dik­
katle karşılamak gerekir. Çünkü mesela Aristo'ya göre
eşit uygulama ancak eşit insanlar i çin bahis konusu
olabilir. Şu halde insanlar arasında ırk, soy, mezhep
vs. farkları gözetilen bir ülkede sadece ayni sosyal ta­
bakadan ol anlar eşit sayılır, köle ile efendi ayrı kanun­
lara göre yargılanır. Eski Yunanistan'da adalet şöyle
tarif ediliyordu: Bir şeyin ait olduğu yerde bulunması.
Prensip olarak olduğu yer o cemiyetin örf ve adetleri­
ne göre belli olduğuna göre, adalet bir yerde mevcut
olan düzenin olduğu gibi devam ettirilmesinden iba­
rettir. Eski Yunanda köle ve efendi ayrı birer sosyal sı­
nıf teşkil ediyordu. Şu halde kölenin ait olduğu yer kö­
le sınıfı, efendinin yeri de yüksek tabaka idi. Böyle bir
adalet anlayışı , ideal adalet yolunda sarfedilen bütün
gayretierin önüne çıkar.
Adaletin üzerinde en fazla titizlikle durulan tarafı
eşitliktir. Geçmiş yüzyıllarda insanlar mahkemede eşit
muamele görmeyi adalet için yeterli görüyorlardı.
Çünkü o zamanlarda devletin başlıca görevi barış ve
huzuru korumak, disiplinli bir cemiyet hayatı yarat­
maktı. Günümüzde devletten beklenen görevler çok
genişlediği için adalet anlayışı da dah a geniş bir mana
1 08/AhHik Psikolojisi ve Sosyal Ahlak

kazanmış bulunuyor. İ nsanlar devletten kendilerini sa­


dece korumasını değil, yardım etmesini de istemekte­
dirler. Böylece yargı adaleti yanında, bir de sosyal ada­
let kavramı ortaya çıkmıştır. Sosyal adalet, insanlar
arasındaki sosyal ve iktisadi eşitsizliklerin giderilmesi,
insanlara fırsat ve imkan eşitl iği verilmesi yolunda
devletin birtakım tedbirler alması demektir.
İ nsanl ar adalet için ne kadar uğraşsalar, ne kadar
etraflıca düşünüp kanunlar çıkarsalar, yine de tam ba­
şarılı olamazlar. Dünyada insan eliyle dağıtılan bu ek­
sik adalet fikrine karşı, bir de "ilahi adalet" kavramı
vardır. İ lahi adalet kusursuzdur. Çünkü Tanrı 'ya ina­
nan insanlara göre Tanrı herşeyi bilir ve görür, böyle­
ce herkes yaptığının tam karşılığını (ceza veya müka­
fat) alır. Biz burada ilahi adaletin varlığını münakaşa
etmeyeceğiz, fakat böyle bir düşüncenin bulunması ,
insanların adalet konusunda ne kadar titiz ve hassas
olduklarına bir başka delil teşkil etmektedir. Hiç kim­
se adaletsizliğe göz yummaz. Düzeltemediği adaletsiz­
liği Tanrı'ya havale ederek onun düzeltilmesini ister.
İleride göreceğimiz gibi, ilahi adalet kavramı ahl aki
davranışın başlıca dayanaklarından biridir.

4. i deal Adaletin Yorumlanması

o. T A B ii H U K U K F i K R i

İnsanlığın ilk kanunları " İ l ahi Hukuk" fikrine da­


yanıyordu. Buna göre kanunlar insan iradesinin eseri
değildi. Tanrı tarafından gönderilmişti. Bu kanunlar
doğrudan doğruya insan yapısı olduğu zaman bile kay­
nağını ilahi iradeden almış sayılıyordu. Böylece insan­
lığın ilk kanunları insan-üstü ve evrensel bir karakter
taşıyorlardı. Hakikatte bugün bile hukukun insan-üstü
kaynağına olan inanç tamamen ortadan kalkmamıştır.
Ahlak Psikoloj i si ve Sosyal Ahl ak/ 1 09

İ nsanlar bazan kendi kanuniarına taparcasına bir bağ­


lılık göstermektedirler.
Tabii hukuk fikri "ilahi hukuk" fikrinden d aha
sonraki tarihlerde geli§mi§ olmakla beraber ondan çok
farklı değildir. Burada tabii kelimesinin bildiğimiz ta­
biatla ilgisi yoktur, yani tabii hukuk denince; tabiat ka­
nunlarına dayanan hukuk demek istemiyoruz. Tabii
hukuk, e§yanın tabiatına dayanan, insanların §ahsi ke­
yiflerinden veya mahalli farklıla§malardan çok yukarı­
da, herkes için geçerli olan bir hukuk demektir. Her
memleketin kendine göre kanunları vardır. Bunlar o
millete ve ülkeye ait §artlardan doğmu§ olup sadece
onlar arasında geçerlidir. Tabii hukuk bütün bu ma­
halli farklıl a§maları a§ar. Bütün insanları içine alan
prensipler ihtiva eder. Böylece de "insan-üstü" bir ka­
rakter ta§ır.
İlahi hukuk gibi tabii hukuk kavramı da fonksiyo­
nel bir önem ta§ımaktadır. Her ikisi de hukukun kay­
nağını insanın üstünde bir otoriteye bağlamakta, böy­
lece hukuka zaman ve mekanı a§an bir geçerlilik, bir
evrensellik kazandırmaya çalı§maktadır. Aslında her
ikisi de münaka§a değil, inanç konusudur. İ lahi huku­
ka inanır veya inanmazsınız. İ nsan iradesinin dı§ında
tabiatın mahiyetinden doğan veya Tanrı 'dan gelen bir
hukukun varlığı veya yokluğu bir ispat veya çürütme
konusu olamaz. Buna rağmen laik hukuk sistemlerinin
hakim olduğu günümüzde bile ilahi ve tabii hukuk
inançları devam etmekte, birçok hukukçu ve yazar gö­
zünde büyük önem kazanmaktadır. Bunun asıl sebebi
kanunları n bizdeki adalet duygusunu ve ihtiyacını da­
ima eksik bir §ekilde tatmin edi§idir. Eğer hakim diye
kar§ısına çıkarıldığımız §ah ıs bizim gibi her an yanıla­
bilen bir kimse ise, onun uyguladığı prensipler hep
böyle hata edebilen kimselerin eseri ise, o hakimin
1 lO/Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak

verdiği hükme nasıl itimat edebiliriz, adaletin yerini


bulduğunu nasıl söyleyebiliriz? Her§eyden önce, kar§ı­
mızdaki adam bizi hangi hakl a yargılamaktadır?
İ lahi hukuk fikrini ileride din ve ahlak münasebet­
lerini incelerken tekrar ele alacağız. Tabii hukuk fikri
onun ba§ka bir §eklidir ve farklı dinlerdeki insanları
birle§tirebilecek genel prensipler bulabilmek maksa­
dıyla ortaya atılmı§tır. Avrupa dü§üncesi içinden bu
fikrin geli§mesine bakarsak, tabii hukukun o zaman
Fransa'da ve İ ngiltere'de kendi saltanatlarını ilahi hu­
kuka dayandıran monar§ilere kar§ı bir tepki halinde
meydana çıktığını görürüz. Kısacası, tabii hukuk fikri
Hıristiyan kilisesi tarafından dejenere edilen ilahi hu­
kukun din-dı§ı bir kayn ağa, yani tabiata nakledilme­
sinden ibarettir. Tabii hukukçulara göre akıl tabiatın
bir vergisidir. Herkesi idare eden akıl tabii hukuk
prensiplerini insanlara öğretİr. Aklımızı iyi kullanırsak
herkesin e§it olduğunu, herkesin hür olduğunu ilh . an­
layabiliriz.
b . YARLIG AMA FiKRi

Tabii hukuk fikri e§itlik prensibine dayandığı için


orada her hareketin belli bir kar§ılığı vardır, adaletin
yerine getirilmesi bu kar§ılığın verilmesi demektir. İ n­
sanlar hür ve e§it olduklarına göre, hareketlerinin so­
rumluluğu bakımından da e§it muamele görmelidirler.
Her hareket, hukuku ilgilendirdiği müddetçe, kar§ılı­
ğını mutlaka ve e§it §ekilde görmelidir. Yarlıgama fikri
bu türlü adalet anlayı§ından farklıdır. Yarlıgayıcı dav­
ranı§, kar§ısındaki insanın hareketine hukuktaki belirli
kar§ılığı vermek değildir. Bu yüzden yarlıgayıcı kimse
mahkemedeki yargıca benzemez. Adalet ile yarlıgama
birbirinden farklı §eylerdir. Adalet e§it kaqılık demek-
Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak/I l l

se, yarligama da kar§ılık vermemek, yahut ceza ver­


mekten kaçınmak manasına gelir.
Yarligama fikrinin kökü dinde dir. İslamiyet' e gö­
re insanlar birbirlerine adalet yapmakla yükümlüdür.
Suç ve ceza birbiriyle ölçülü olmalı ve bu ölçü mutlaka
tatbik edilmelidir. Allah da adaletle hükmeder, fakat
onun insanlardan başka bir de yarligama özelliği var­
dır. İnsanların suçlarını hoş görür, onlara şefkat ve
merhametle davranır, yapıl anları affeder. İşte insan­
lardaki yargılayıcılik, Tanrı'ya ait bu ahlak! özelliğin
taklit edilmesi manasma geliyor. İnsanlar mecbur ol­
madıkları halde b aşkalarına iyilik (lütuf) yaparlar, baş­
kalarının kabahat ve suçlarını hoşgörürlükle karşılar­
ıarsa Tanrı'ya daha çok yaklaşırlar. Evliya dediğimiz
büyük ahlak hocalarının ahl akı budur.
Yarligama husus! hukuk meselelerinde uygulanan
bir prensiptir, toplumu ilgilendiren konularda yarliga­
ma yerine adalet uygulanır. Biz kendimize karşı işle­
nen suçları affedebiliriz, ama başkalarına yapılanı af­
fetmek ancak onların bileceği i ştir. Bu yüzden mahke­
medeki yargıçtan yarligama değil, adalet isteriz.
Yarligama ancak büyük manevi olgunluğa erişmiş
insanlarda görülen bir fazllettir. Herkes adaletle hare­
ket edebilir, ama yarlıgayıcı olmak çok güçtür. İ nsan
ancak bütün menfaat duygularından sıyrılır, kalbinde
sadece başkalarına karşı sevgi ve saygıyı bırakırsa o za­
man yarligayıcı olabilir. Y arlıgayıcıya göre, insanlara
ceza verilirse onlar da başkalarına ceza vermeyi öğre­
nirler. Eğer lütuf ve ihsan ahlakıyla hareket eder, ba­
ğışlayıcı olursanız, onl ar da bağışlayıcı olmayı öğrenir­
ler. Şüpheli bulduklan bir adaletten dolayı kin ve nef­
ret besleyecekleri yerde pişmanlık duyarlar. Ahlak psi­
kolojisi derslerinizde göreceksiniz ki, burada yarlıgayı­
cının takındığı tavır, insanları sevgiden mahrum etmek
I 1 2/Ahhik Psikolojisi ve Sosyal Ahlak

suretiyle cezalandıranların tavrına daha çok benze­


mektedir. Y arlıgama yerine adalete önem verenler ise,
maddi ceza yoluyla terbiye etme taraftarı olanların
zihniyetini taşıyorlar.
Yarlıgama fikri bazan af kanunu şeklinde toplum
hukukunda da görülür. Fakat günümüzde af kanunları
yukarıda iddia edildiği gibi insanlarda pişmanlık yarat­
maktan ve onlara iyiliği öğretmekten çok uzak bulunu­
yor. Bunun başlıca sebebi yarlıgama fikrinin bir ahlak
prensibi olarak cemiyet hayatında geçerli olmayışı ve
dolayısiyle bir yarligama hareketinin tamamen başka
sebeplerle izah edilmesi, başka saiklere bağlanmasıdır.
Maddi değerleri ön plana çıkaran cemiyetlerde insan­
lar yarlıgamadan çok adalete önem verirler, hatta yar­
ligarnayı bir çeşit budalalık sayabilirler. Affa uğrayan­
lar lütuf gördüklerini düşünmezler, cezadan kaçmak
için bir imkan bulduklarını zannederler. Günlük haya­
tımızda yarlıgayıcı davranı§ı uygular ve bunun şuuruna
varırsak, kamu hukukundaki yarlıgama hareketlerinin
de bizce gerçek bir manası olabilir.
c. DAYA N IŞ M A FiKR.I

İnsan münasebetlerinde e§itlik i dealinin bir ba§ka


yorumlanma ve gerçekleştirilme §ekli de dayanışma­
dır. Dayanışma, bir bakıma, insanların eşitliği gerçek­
leştirmek için birbirlerine yardım etmeleri demektir.
Hiç kimse hayatın bütün gereklerini tek başına karşı ­
layamayacağı gibi, yalnız b aşına yaşaması da imkansız­
dır. Birlikte yaşanan bi r hayat, onu yaşayanlara karşı­
lıklı haklar ve sorumluluklar verir. Bu hak ve sorumlu­
luklar çok defa kanunun yüklediği vazifeleri aşar, bir
çevrenin insanları kendi aralarında belli bir münase­
bet şekli geliştirirler. Böylece hukuk terimi yazılı ka­
nun ve nizarnların dışında yeni bir mana kazanır. Bir
Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ah iaki l 1 3

kimse bir başkasına "sizinle bunca yıllık hukukumuz


var" dediği zaman, onunla uzun bir zamandan beri
sosyal dayanışma halinde yaşadıklarını belirtmek isti�
yordur.
Dayanışma, insanın yakın çevresinden başlayarak
derece derece dış çevrelere doğru gelişir, yani en çok
dayanışma, en çok münasebete girebilecek durumda
olan kimseler arasında vardır. Bir ailenin fertleri, bir
sokağın çocukları, bir dairede çalışan memurlar ara­
sındaki dayanışma, ayni mahalle kahvesine devam
edenlerinkinden daha fazladır.
Dayanışma için "yakınlık" ve "bir arada bulunma"
yetmez. Bazan insanlar böyle yakın bir hayat yaşadık­
ları halde dayanışma içinde olmayabilirler. Fiziki veya
coğrafi yakınlık bir "sosyal yakınlık" şeklini aldığı za­
man dayanışma başlar. M addi yakınlık bu sosyal yak­
!aşmaya yardımcı olduğu i çin önemlidir. B azan insan­
lar birbirlerinden uzak ol dukları zaman da dayanışma
halindedirler. Şu halde dayanışma için önemli olan
"birlik ve beraberlik" şuurudur. Bu şuur nasıl doğar?
İnsanları biribirine en çok yaklaştıran faktör onlar
arasındaki benzerliktir. Bu benzerlik kılık-kıyafet ve
beden yapısından başlamak üzere psikolojik özellikle­
re kadar herşeyi içine alabilir. Muhakkak ki burada
maddi ol anlardan çok manevi benzerlikler büyük rol
oynar. İnsanlar etraflarında bulunan kimselerle kendi
aralarındaki bu benzeriikierin bir kısmını farkederler,
bir kısmını ancak çok yakın ve uzun süreli münasebet­
lerden sonra görebilirler. Şu halde dayanışmanın
önemli noktalarından biri de birlikte yaşanmış bir ma­
zinin bulunmasıdır. İhtiyaçları ve bunların tatmin şe­
killeri bi rbirine benzeyen insanl ar, karşıl arındaki nin
kendileri gibi olduğunu daha iyi görür, böylece arala­
rında duygu ortaklığının doğması daha kolaylaşır.
1 1 4/Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak

Görülüyor ki dayanışma için gereken §artlar, top­


lum hayatı için gereken §artlarla aynıdır. Nitekim bazı
ilim adamları cemiyetin temelini dayanı§ma ile açıkla­
maya çalı§mışlardır. İ yi bir toplum hayatı, insanları
arasındaki dayanı§manın en çok olduğu yerlerde görü­
lür. Fakat bazı cemiyetlerde toplum düzeni dayanı§­
madan çok rekabete dayandırılmı§, hatta rekabet bir
ideal haline getirilmiştir. D ayanışma ile rekabet mut­
lak surette birbirinin zıddı şeyler değildir, ama rekabet
(yarışma) idealinin dayanışmayı büyük ölçüde bozdu­
ğu görülmektedir. Toplurnlara dayanı§manın mı yoksa
rekabetin mi daha çok fayda getireceği münaka§a edi­
lebilir, ama dayanışmaya önem verenler, rekabeti belli
ölçüler içinde tutmak zorundadırlar. Günümüzün batı
cemiyetlerinde rekabet ön plfmdadır. Doğulu cemiyet­
lerde ise geleneksel cemaat şuuru dayanışmaya önem
vermektedir. Bu iki idealden hangisinin kuvvet kaza­
nacağını belirleyen faktörlerden biri de sanayileşme­
nin derecesidir. Batının büyük sanayi cemiyetlerinde
insanlar arasındaki sosyal münasebetler daha çok ikti­
sadi menfaat münasebetl erine dönüşmü§ ve bu yüzden
cemiyette uzlaşmadan ziyade çatı§ma (ihtilaf) hakim
olmu§tur. Buralarda dah a çok rekabet daha çok ka­
zanç anlamına geldiği için, dayanışmaya pek az önem
verilir.
Ahiakın sınırl arı bir bakıma dayanışmanın sınırla­
rı demektir. Bir ülkede millet çapında dayanışma mev­
cutsa, orada milli ahlak vardır diyebiliriz. Bugüne ka­
dar sosyal organizasyonun en geni§ sınırı, millet dedi­
ğimiz sosyal birliğe uzanmıştır. Bazıları önümüzdeki
yüzyıllar içinde bu sınırın bütün insanlığı içine alabile­
ceğini söylemekte, daha doğrusu bunu istemektedir­
ler. Bu genişleme gerçekleştiği takdirde bir "beşeri ah­
lak"tan bahsedebiliriz. Beşeri ahlak bugün de mevcut-
Ahlak Psikoloj i si ve Sosyal Ahlak/I 15

tur, ama sadece yüksek seviyedeki ilim ve fikir adam­


ları arasında görülüyor.
d. D i N VE A H L A K

Ahlaki davranı §ın esaslarından pek çoğu dinden


gelmektedir. Din ahl aki hayatımızın yegane kaynağı
değildir, ama en büyük kaynakl arından biridir. Burada
din ile ahlak münasebeti, bizi sadece ideal adaletin yo­
rumlanması bakımınd an ilgilendirdiği için, din ve ah­
lak konusunu geni§ bir §ekilde ele almayacağız. Ayrı­
ca, burada din derken İsl am dininden bahsedeceğimizi
de hatırlatalım .
Adaletin e§itlik prensibi en güzel ifadesini dinde
bulmu§tur. İnsanların e§it doğduğu inancı dinin ba§lı­
ca temellerinden birini meydana getirir. Bütün insan­
ların kökü bir anne ve bir babadır, böylece hiç kimse
renk ve soy bakımından ba§kal arından üstün olduğunu
iddia edemez. İnsanlar sadece sorumluluk çağında
yapmı§ olduklarıyla iyi veya kötü sıfatına hak kazanır­
lar. Kur'an'da "her çocuk İslam fıtratında doğar" de­
mektedir ki, böylelikle herkesin doğu§tan hem e§İt,
hem de masum olduğu belirtiliyor.
Dinin insan münasebetleri bakımın dan en çok
önem verdiği §ey adalettir. İ slamiyet' e göre "Allah adl
ve ihsan ile hareket etmeyi emreder." Görülüyor ki
ba§kalarına muamele ederken ilk gözeteceğimiz §ey
adalet, sonra da ihsandır. Yarlıgama fikrini anlatırken
adalet ile ihsanın farklarını belirtmi§tik. İnsanların asıl
görevi adalettir. Çünkü yarlıgayıcı davranı§ insanın
her zaman kolaylıkl a yapamayacağı kadar zordur. Biz
bir hareketi ancak dı§arıdan kavranabilen taraflarıyla,
yani obj ektif özelliklerine göre anlayabiliriz. Adalet ݧ­
te bu obj ektif duruma göre karar vermektir. Bu adalet
1 1 6/Ahlfık Psikolojisi ve Sosyal AhHik

tam olmayabilir, ama elle tutulup gözle görülmeyen


şeylerin dışındaki gerçekleri ancak Tanrı bilir.
İnsanların hukuki durumlarını belirten şey, birbir­
leri karşısındaki durumları değil, Tanrı karşısındaki
durumlarıdır. Allah'ın kulu olarak herkes birbirine
eşittir, bunlardan birini öbürüne üstün tutarak mu­
amele etmek Allah'ın kanununa karşı gelmek olur. Bu
prensip sadece Müsl ümanlar için değil, bütün insanlar
için geçerlidir. Bu yüzden her din ve mezhepten insan­
lar İslam ülkelerinde rahat ve huzur bulmuşlardır. Bir
Yahudi'nin hakkı bir Müslüman'ınki kadar korunmuş,
yoksul ve düşük mevkili birinin hakkı kudret sahibi
kimselere yedirilmemiştir. Bu adaletin sağlanmasında­
ki en önemli faktörlerden biri de, dinin kul hakkı için
koymuş olduğu sıkı hükümlerdir. Dine göre insanlar
bir taraftan öbür insanlara, bir taraftan da Allah 'a kar­
şı vazife ve mesuliyetlere sahiptirler. Bu mesuliyetlerin
yerine getirilmesinde yapılacak kusurl ardan dol ayı,
Allah'a veya insanlara karşı suç işlem iş oluruz. Herkes
yaptığından mesul tutulacağına göre, biz de bu suçları­
mızın hesabını vermek, yani adalete boyun eğmek zo­
rundayız. All ah en büyük bağışlayıcı dır, onun büyüklü­
ğü karşısında bizim kusurlarımızın hiçbir kıymeti ola­
maz. Bu yüzden Al lah kendisine karşı işlenmiş kaba­
hatları her an affedebilir, ama bir insana karşı işlediği­
miz suçu affetmez. İslam'da bu türlü suça "kul hakkı
yemek" denir. Kul hakkı yiyen bir kimse, ancak o kişi
tarafından affedilirse All ah tarafından da bağışlanır,
affedilmezse Allah adaletle hükmeder, yani işlenen
suçun karşılığı ol an cezayı verir. Şu halde böyle bir ce­
zayı haketmemek için başkalarının haklarını çiğnerne­
meye bilhassa dikkat etmemiz gerekir.
Dinin hemen her sahada ahl aki' buyrukları vardır,
fakat bütün bunların özünü bir-iki cümle içinde özet-
Ahlak Psikoloj isi ve Sosyal Ahl a k/ 1 1 7

lemek mümkündür: İnsanın i nsana zarar vermemesi ,


herkesin birbirine faydalı olm ası . Bugün bütün insan­
lar için geçerli sayabileceğimiz ahlak kaidelerinin hep­
si dinde vardır. Esasen din, kaynağını Tanrı'dan alan
bir ahlak sisteminden ibarettir.
A§ağıda hukukun temellerini anlatırken, dinin ah­
lak bakımından toplum i çin ta§ıdığı önemi daha iyi gö­
receğiz.

B. A dalet i l kesinin
Uygulam o ları

1 . H u k u k ve Temelleri

Hukuk, yaptırıcı gücü (müeyyide) bulunan kaide­


lerden meydana gelmi§ bir sistemdir. Bir ülkenin ka­
nun ve nizarnları o ülkenin hukuk sistemini meydana
getirir. Bazan da hukuk denince, insanlar arası müna­
sebetlerin nasıl olması gerektiği hakkında ileri sürülen
her türlü fikir ve teori anla§ılır. Bu ikinci anlayı§a gö­
re, hukuk, hakkın ve haksızlığın ne olduğunu ara§tırır.
Şu halde hukuk bir ahlak sistemidir, fakat bazı özellik­
lere sahip olması bakımından ahiakın öbür kaynakla­
rından ( örf ve adetler, din) önemli bir §ekilde ayrılır.
Biz burada hukuk derken bir memlekette geçerli olan
kanun ve nizarnları (pozitif hukuk) anlayacağız. Hak
meselesini ara§tıran sübj ektif hukukun ne olduğu ise
a§ağıda görülecektir. Pozitif hukuk, ideal adaletin bir
uygulam§ tarzıdır, ama teori ile uygulama arasında da­
ima önemli farklar ortaya çıkar. Bu yüzden hukuk ka­
ideleri, o ülkede geçerli olan ideal adalet anl ayı§ına
uyacak §ekilde deği§melere uğrar. Bununla beraber,
hukuk ile adalet arasındaki farklılık, sadece teori i le
uygulama arasındaki uygunsuzluktan ibaret değildir.
Bu farklılık daha ziyade hukukun kaynağı hak kındaki
1 1 8/Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak

deği§ik anlayı§lardan doğmaktadır ki, ileride bu nokta­


yı göreceğiz.
a. HAK V E H A KSIZLIK K A V RA M I

B u kavramlar daha çok hukuk felsefesinin konu­


sudur. Hukukun uygulamasında bu problemierin çö­
zülmü§ olduğu farzedilir ve ona göre hüküm verilir.
Uygulamaya göre hak ve haksızlık halleri kanunda
(kanun yoksa örf ve adette) gösterilmi§tir, fakat bunla­
rın neye dayandırıldığına bakılmaz.
Hukukun kaynağı ne ise, hak ve haksızlık kavram­
larının kaynağı da odur. Bu kaynaklardan ba§lıcası
olan örf ve adetler, genellikle teorik temelden mah­
rumdurlar, yani bir davranı§ın niçin doğru veya yanlı§
olduğu münaka§a edilerek bir karara varılmı§ değildir.
Ö rfe göre doğru veya haklı olan §ey, kökü uzak mazi­
de olan ve cemiyetin bütünü (veya büyük çoğunluğu)
tarafından haklı diye benimsenmi§ olan §ey dir. Kökü
çok eskide olan ve çoğunluğun benimsediği §eyler mü­
naka§a konusu olmaz, mutlak hakikat diye kabul edi­
lir. Ö rf ve adetlerin modern hukuk sistemlerinden da­
ha güçlü olmalarının ba§lıca sebebi de budur. Hiç §Üp­
hesiz, bunlar ba§langıçta cemiyetin gerçek ihtiyaçların­
dan doğmu§ ve ihtiyaçlara cevap veren normlar olarak
benimsenmi§lerdir, ama çoğu zaman bunların ba§lan­
gıç sebepleri unutulduğu gibi, çok defa da o sebepler
ortadan kalktığı halde örf ve adetler devam edebil­
mektedir. Şu halde uygulama bakımından örf ve ade­
tİn haklı dediği §eye haklı, haksız dediğine de haksız
diyoruz.
Bu anlayı§ı eksik ve hatalı sayanlar çıkabilir, nite­
kim çıkmı§tır. Bir defa, örf ve adetler cemiyetin deği§­
me süratinin oldukça gerisinde kalırlar, böylece onla­
rın gerçek ihtiyaçları tam kar§ıladığı söylenemez. İ kin-
Ahlak Psikoloj isi ve Sosyal Ahlak/1 1 9

cisi, örf v e adetler cemiyeti esas aldıkları i çin, ferdi ge­


nellikle himayesiz bırakırlar. Bunları benimsemeyen
bir kimse, cemiyetin dı§ına mı itilecektir? Cemiyetin
öbür fertler i çin tanıdığı haklar bu ferde verilmeyecek
midir?

ݧte bu son noktada örf ve adetlerin hak anlayı§ı­


na kar§l en büyük itiraz yapılmaktadır. Ö rf ve adetler
her ülkeye göre deği§ir. Bunlarda üniversel bir mahi­
yet bulunmadığı i çin "deği§mez hak" ve "insan hakları"
kavramı da yoktur. Kaldı ki, örf ve adetlerin hak ve
haksızlık anlayı§ı izafi (insanlara, yer ve zamana göre
deği§ir) olmak bakımından da her zaman itiraz edile­
bilir §eylerdir.

Modern hukuk sistemleri bu eksikleri giderecek


§ekilde hazırlanmaya çalı§ılıyor, ama onların da hak ve
haksızlık için deği§mez esaslar bulduğu söylenemez.
Hukuk kaideleri gitgide daha üniversel oluyor, ama
bir §eyin üniversel olması, onun mutlak bir kıymeti
temsil ettiğini göstermez. Kısacası, hak ve haksızlık
kavramları zamana, ülkelere ve hatta §ahıslara göre
deği§ebilen birer anlayı§ olmakta devam edecektir. Bu
meseleye kesin bir çözüm bulunamayı§ı ile ilgili müna­
ka§alardan, daha evvel, ideal adalet ba§hğı altında
bahsetmi§tik . Aslında hak kavtamı ile adalet birbirin­
den ayrılamaz, birinin dayandığı §ey öbürünün de da­
yanağı demektir. Bununla beraber insanlar adaleti
bulmaya yani hak kavramı konusunda daha açık-seçik
bir anlayı§a varmak hususunda devamlı bir çaba için­
dedirler. Bu kavramların izafi olması haksızlığı me§ru
kılamaz. İ nsanlar h ak ve haksızlık konularında az-çok
ortak anlayı§lara varmaktadıdar ve kanunlar da bu an­
layı§ı temsil edecek §ekilde hazırlanır.
1 20/Ahlak Psikoloj i si ve Sosyal Ahlak

b. H U KU KU N SOSYA L KAYNA G I

Hukukun temel prensiplerinden biri, kanun ve ni­


zamların ülkedeki ahlak anlayı§ını aksettirmesidir. B a­
zı ilim adamları bu yüzden hukuku tarif ederken "ka­
mu vicdanının yaptırım (müeyyide) gücü kazanını§ ol­
ması"dır, derler. Eğer bir memlekette insanlar anne ve
babaların küçük çocuklara bakınakla yükümlü olduk­
larına inanıyorlarsa, devlet bu inancı bir kanun haline
getirir, aksine hareket edenlere ceza verir. Böylece
hukuk, kamu vicdanının devlet gücü ile kuwet kazan­
ması ve devletin ahlakı koruyucu bir tavır alması de­
mek olur 1 • Fakat hukukun kamu vicdanını aksettirme­
diği haller de vardır. Bu halleri §öylece özetleyebiliriz:
rı- Hukuk ahHiktan dağınakla beraber, hukukun
ahlak doğurduğu durumlar da vardır. Bütün devrimci
hukuk sistemleri bu prensipten hareket eder. Bazı
davranı§ tarzlarının örf ve adet haline gelmesi, onların
uzun zaman toplum için uygulanı§ından ileri gelmek­
tedir. O halde kanun yoluyla bazı §eylerin uygulanı§ını
temin ederseniz, zamanla bu uygulamalar birer örf ha­
line gelir. Ba§ka ülkelerden hukuk sistemi alarak uy­
gulayanların veya mevcut sistemden çok farklı kaide­
ler getireni erin dayandığı ba§lıca savunma noktaların­
dan biri de budur. Savunma noktası diyoruz, çünkü
ideal olan durum, ülkenin hukuk anlayı§ıyla kanun ve
nizarnların uzla§ınasıdır. Kanun koyucular bu uzla§­
mayı §U veya bu §ekilde sağlamak zorundadırlar. Bazı
batılı devletler sömürge ülkelere kendi kanun sistem­
lerini yerle§tirmeye kalktıkları zaman, insanların hu­
kuk anlayı§ları ile idarecilerin kanunları §iddetli bir
çatı§ınaya girıni§, neticede hem hukuk hem de ahlak
1 Bütün kanunlar örf ve adetlerden çıkmaz. Hukukun bir kısmı da örf ve
adetleri ilgilendi rmeyen salı aları d üzenleyici kaid elerden meyd ana gel­
miştir. Mesela trafik kanunlar ı böyledir.
Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak/121

zarar görmü§tür. Mesela Madagaskar'ın putperest hal­


kı arasına Hıristiyan hukuku girdiği zaman, ahiakın
kaynağı olan ecdad otoritesi yıkılmı§ ve artık bu otori­
teye uymayan halk arasında temizlik adetleri ortadan
kalkmı§tır. Burma'ya İngiliz hukuku girince de suçla­
rın §iddetle arttığı , insanların kanunda birtakım bo§­
lukl ar bularak sahtekarlık yapmak üzere hukuk tahsili-
t
ne çok rağbet ettikleri görülmü§tür.
� 2. Hukuk kamu vicdanının bütününü değil, çok
defa belli bir zümrenin hukuk anlayı§ını aksettirir.
Adalete en çok uyduğu i ddia edilen modern demokra­
silerde bile kanunlar parlamentoda çoğunluğu elinde
bulunduran siyasi partinin görü§lerini temsil eder.
Hatta bu görü§ler o partinin seçmen kitlesi bakımın­
dan bile "kamu vicdanı" sayılmayabilir. Kanunların bu
kusuruna daha önce "ideal adalet" bahsinde dokun­
mu§tuk. Hakikatte parlamenter hukuk sisteminin de
kendine göre haklı tarafları vardır. Bir ülkede kamu
vicdanının toplumun her kesiminde birbirine benzedi­
ğini iddia etmek çok güçtür. Hangi grubun, hangi
zümrenin menfaatları kamu menfaatı , hangi zümrenin
anlayı§ı kamu vicdanı sayılacaktır? Kanunlarda göze­
tilmesi gereken "umumi ahlak ve adab" hangi çevrenin
ahlak ve adabıdır? Kanun koyucu bütün milleti içine
alan genel mahiyette, obj ektif, yaygın kaideler bulmak
zorundadır. Ancak bu kaideler birer kanun halinde
yürürlüğe girdikten sonradır ki toplumun çe§itli ke­
simlerinde ortak birer davranı§ standardı olurl ar.
Görülüyor ki, kanun ve nizarnlar toplumun ahlak
değerlerini tam olarak temsil etmedikleri zaman da
kendileri bir ahlak normu olarak topluma mal edilebi­
lir. Buradan anl a§ılacağı gibi, hukukun kaynağı çok
defa örf ve ade tlerdir, ama her zaman hukuk bu kay­
nağa dayanmaz. Ö rf ve adetler ya toplumun içinden
122/Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak

çıkmış kontrol mekanizmalarıdır, yahut kökleri başka


olsa bile topluma mal olduğu için yine sosyal değer ta­
şıyan bütünlerdir. Acaba örf ve adetlere dayanmayan
hukukun kaynağı sosyal değil midir?
Ö nce hukukun kaynağı denince ne anlaşıldığını
kısaca belirtelim : H ukukun kaynağı, hukuk kaidelerini
koyan makam veya bu kaidelerin dayandığı temel de­
mektir. Bu makam dini hukukta Tanrıdır. Din hukuku
kutsal kitap ve peygamberler vasıtasıyla Tanrı'dan ge­
len emir ve yasakları ihtiva eder. Bugünkü demokrasi­
lerde hukukun kaynağı, millet iradesini temsil etmek
durumunda olan parlamentolardır. Monar§ilerde hü­
kümdarlar emirnameler neşrederek hukuk nizarnını
kurmaya çalışırlar. Bazan hukukun kaynağı denince
kanun ve nizarnların dayandığı otorite akla gelir. Ha­
kikatte hukuku yapan makam ile onun dayandığı oto­
rite aynıdır. Demokrasilerde hukuku yine millete ait
müesseseler korur, dini hukukta Tanrı'nın nizarnını
kurmakla görevli makamlar veya bizzat Tanrı vardır.
Manarşİlerde ise hukukun kuweti hükümdarın gücü­
dür.
İlk bakı§ta sadece demokrasilerde hukukun sosyal
temellere (milletin örf ve adetlerine, umumi ahlak ve
adaba) dayandığı zannedilir. Fakat kaynağı ne olursa
olsun bütün hukuk sistemleri ya cemiyetin ihtiyaçla­
nndan doğmuş veya o ihtiyaçlara cevap vermek üzere
ortaya konmuştur. Bir hukuk sisteminin dine dayan­
ması, onun sosyal temele dayanmadığını göstermez.
Çünkü din en büyük sosyal müesseselerden biridir.
Mutlak kudrete sahip hükümdarlara gelince, onlar da
bu otoritelerini §U veya bu şekilde topluma dayandır­
mışlardır. Yayınladıkları emirnameleri kabul ettirebil­
rnek için onları meşru göstermek zorundadırlar.
Kı sacası , hukuk belli-başlı sosyal müesseselerden
Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak/ 1 23

biridir. Fakat yine de sosyal kaynaklı hukuk ve tabii


hukuk diye bir ayırım ve bir nıünaka§a konusu vardır.
Burada sosyal kaynaklı hukuk denince H lik hukuk an­
la§ılmalıdır. Şu halde münaka§anın esası daha ziyade
otoritenin dayandığı kaynakta toplanıyor. Hukuk ta­
mamen be§eri münasebetlerden mi çıkmalı, yani ülke­
de belli bir zaman içinde çatı§an menfaatların ula§tığı
çözüm noktasını mı teınsil etmelidir, yoksa belli bir za­
man ve mekanın ötesinde, herkes ve her zaman için
geçerli olabilecek prensipleri mi ihtiva etmelidir? Hu­
kuku birinci man asıyla anlayanların her zaman geçerli
prensipler üzerinde durmayacakları a§ikardır. Çünkü
cemiyette iktidar ve menfaat münasebetleri devamlı
deği§me halindedir. Üstelik tamamen be§erl temellere
dayandırılan hukukun otoritesi de yine insanlar, yani
geçici ve deği§ir varlıklar olacaktır. İkinci manada hu­
kuk anlayı§ına sahip olanlar ise, hukukun kaynağı ve
otoritesi olarak insan-üstü bir güç bulmak zorundadır­
lar. ݧte tabii hukuk görÜ§Ü burada ortaya çıkıyor.
b. T A B ii H U KU K DAYA N A G I

Tabii hukuk, hukukun insan-üstü bir kaynağa da­


yandırılması demektir. Daha önce de gördüğümüz gi­
bi, tabii hukuk taraftarları, e§yanın tabiatından doğan
birtakım zaruri münasebetlerin (tıpkı fizik kanunları
gibi) mevcut olduğunu iddia ederler. İnsan-üstü bir
kaynaktan gelen deği§mez münasebetleri ihtiva etmek
bakımından ilahi hukuk da bir çe§İt tabii hukuktur.
Hukuk, tabiat nizamından da Tanrı' nın iradesinden de
doğmu§ olan, hem kaynak hem otorite bakımından
be§eri, l aik hukuktan farklıdır. Bazıları i§te bu yüzden
"sosyal hukuk" ile "tabii hukuk"u ayrı mahiyette birer
sistem olarak görürler.
Bizim pozitif hukuk kaidelerinin dı§ında evrensel
1 24/ Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak

bir hukuka göre yaşayıp ya§amadığımız, tabiattan veya


Tanrı iradesinden gelen bir hukukun bulunup bulun­
madığı konusu isbat edilmi§ değildir, esasen isbat ko­
nusu da olamaz. Tabii hukuk bir inanı§tan ibarettir,
ama bu inanış birçok modern hukukçuyu da cidd1 bir
§ekilde ilgilendi rmektedir. Bir an için diyelim ki in­
san-üstü bir hukuk kaynağı yoktur, ama böyle bir ina­
nı§ın bize kazandırdıklarını inkar edebilir miyiz? Bazı
hukukçular tabii hukuk inancının zaruri veya en azın­
dan faydalı olduğunu söylüyorlar. Demek ki, tabii hu­
kukun tarihi bir gerçeği olmadığını kabul etsek bile,
onun fonksiyonel bir kıymeti bulunduğunu kabul et­
mek zorundayız. Nedir bu kıymet? İ nsanlar tabii hu­
kuka inanırlarsa ne kazanırlar?
Bugün en adaletli diye bildiğimiz demokratik hu­
kuk sistemlerinin bile birtakım iktidar ve menfaat mü­
nasebetlerini aksettirdiğini söylemiştik. Kanunlar ve
nizarnlar eninde sonunda kuwetli olanın menfaatını
korumaktadır. O menfaatı koruyacak şekilde hazırlan­
maktadır. Kuwetlinin azınlık veya çoğunluk olması da
durumu pek değiştirmez. Şu halde §Öyle bir soru soru­
labilir: İnsanlar hukukun adalet tanımayan bir menfa­
at çatı§masından doğduğunu kabul ettikl eri zaman mı,
yoksa insan menfaatlarının üstünde ilahi veya tabii bir
irade bulunduğuna inandıkları zaman mı adalet daha
çok sağlanır? Tanınmış hukukçu E. Cahn bu noktada
tabii hukuk anlayışının üstünlük kazandığını söylüyor.
Laik hukuk taraftarları kendi kanunlarının da e§itliğe,
temel hak ve hürriyetlere, zayıfların himayesine vs. pe­
kala yer verdiğini söyleyebi lirler. Fakat bütün bunlar
tabii hukuktan gelen kavramlar değil midir? İ nsanla­
rın eşitliği, vazgeçilmez birtakım haklara sahip oluşları
bize tamamen tabii veya il ahi hukuktan gelmi§ pren ­
sipl erdir. Denilebilir ki, kaynakları ne olursa olsun,
Ahlak Psikoloj isi ve Sosyal Ahlak/1 25

bunlar artık laik hukukta yerini bulmu§tur. Bu yüzden


tabii hukuk anlayı§ına artık hiçbir ihtiyacımız kalma­
mı§tır. Buna da §öyle cevap verilebilir: Adalet kaidele­
rinin bugünkü hukukta yer bulması, yüzyıllardır de­
vam edegelen bir tabii hukuk anlayı§ının eseri olmu§­
tur. Bu anlayı§tan mahrum bir hukuk sistemi uzun yıl­
lar uygulandıktan sonra artık e§itliğin, temel hak ve
hürriyetlerin dayanağı ortadan kalkmı§ olmayacak mı­
dır?
İnsan-üstü otoriteye dayanan bir hukuk anlayı§ı­
nın daha çok adalet getireceğini rahatlıkla söyleyebili­
riz, ama bu anlayı§ın da çok önemli bir kusuru vardır.
Tabii hukuk bir inanca (ilahi veya tabii iradeye inanç)
dayandığı için, ancak o in anca sahip olanlar arasında
tesirli olabilir. İ nsanın tabiatta yapayalnız olduğunu,
her§eyi kendi ba§ına ve kendi yolunda yapmak duru­
munda bulunduğunu kabul edenler için tabii hukukun
geçerliliği yoktur. Zaten laik sistemlerin doğu§u bu
gerçekten ileri gelmektedir. İ nsanların inançları farklı
olduğuna ve herkes istediği gibi inanmakta hür oldu­
ğuna göre, hukuk sistemini insan-üstü unsurlardan
ayırmak suretiyle bu çe§itli inanç sahipleri arasında or­
tak noktalar ara§tırmak, herkesin kabul edebileceği
birtakım dünyevi prensipler bulmak gerekiyor. Fakat
dünyevi hukukun kusurlarına ne diyeceğiz?
Aslında bu mesele, hukuki olmaktan ziyade felse­
fidir. İnsan iradesi dı§ında herhangi bir kuvvet kabul
etmediğimiz takdirde, onu adalette de gaddarlıkta da
kendi ba§ına bırakıyoruz demektir. Bazı yazarlar ve
ilim adamları gerek komünizmin, gerekse nazizmin in­
sanlığa getirdiği fel aketleri bu türlü bir inanç yokluğu­
na bağlarlar. Dostoyevski "eğer Tanrı yoksa her§ey
mübahtır" diyor. Belki öyle, ama bu münaka§a herhal­
de biteceğe benzemiyor.
1 26/Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak

2. Soru m luluğun Tem elleri ve Dereceleri

Gerek ahla.kl gerekse hukuki sorumluluk, herhan­


gi bir durumda kendisinden bekleneni yapmayan kişi
için vardır. Bir kimse belli bir durumda yapması gere­
ken şeyi yapmazsa onu sorumlu tutarız. Şu halde so­
rumluluk bir çeşit vazifedir. Vazifesini yapmaktan ka­
çınan veya tersini yapan kişi, sorumluluğunu yerine
getirmemiş demektir. Suçlu ile sorumluluğu birbirin­
den ayırmak gerektir. Hepimiz her an şu veya bu şey­
den sorumluyuzdur. Ancak her zaman sorumluluğu­
muzun gereğini yapmayız. Buna rağmen günlük hayat­
ta sorumluluk, daha çok bu ikinci ve menfi manasıyla
kullanılmaktadır. Sorumlu şahıs denince, daima, bek­
lenenin aksine davranmış bir kimse akla gelir. Sorum­
luluğun karşısında bir ahlaki veya hukuki ceza vardır
ki, ceza kavramını, aşağıd a "yaptırıcı kuvvetler" bölü­
münde ele alacağız.
Yaptığımız tariften anlaşılacağı gibi, sorumlulukta
başlıca iki kavram karşımıza çıkıyor. Bunlardan birin­
cisi "beklenen davranış", öbürü ise bir şeyi yapmak ve­
ya yapmamak yolundaki "tercih"tir. Bu iki kavramı iyi­
ce inceleyelim .
1. Beklenen Davranış

Toplumun insandan h angi davranışları bekleyece­


ğini esas itibariyle: a) Şahsın özellikleri ve b) Şahsın
içinde bulunduğu durum belirler. Şu halde her insan­
dan her durumda aynı şeyi bekleyemeyiz ve dolayısiyle
onl arı ayni derecede sorumlu tutamayız. Ö nce şahsa
ait özellikleri ele alalım. Cemiyette her insanın bir
mevkii vardır. Mevki (statü) denince sadece resmi gö­
rev kademelerini değil, insanların cemiyet içinde baş-
Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahl a k/ 1 27

kalarına nisbetle i §gal ettikleri her türlü yeri anlayaca­


ğız. Bütün mevkiler izafidir. Bir kimse idareci ise,
onun kar§ısında bir de i dare edilenler var demektir.
A§ağı tabakadansa, kendi üstünde ba§ka sosyo- eko­
nomik gruplar var demektir. Cinsiyet bile izafıdir. Bü­
tün insanlar tek cinsten olsalardı, bizde cinsiyet kavra­
mı bulunmazdı . Böylece cemiyette herkes çiftçi, me­
mur, erkek, çocuk, genç kız, politikacı, öğretmen, aile
reisi, emekli, vs . olmak üzere herhangi bir anda bir ve­
ya birkaç mevki i§gal eder.
Bir mevkide bulunan insanın yapması gereken
§eylere onun rolü denir. Aile reisi olan bir kimsenin
rolü aileyi idare etmek, aile birliğini korumak, geçim­
sizlikleri ortadan kaldırmak, aile fertlerine yol göster­
mek vs. dir. Bir mevkiye ait roller, o mevkiye cemiyet
tarafından bağlanmı§tır. Yani cemiyet belli rollerde
bulunan kimselerden belli davranı§lar ister. İ §te yuka­
rıda "§ahsın özellikleri" derken bunu demek istiyor­
duk.
Buraya kadar yapılan açıklamalardan anla§ılacağı
gibi, cemiyet herkesten rolünü kusursuz oynamasını is­
ter. Bir kimseden beklenen davranı§la onun gerçek
d avranı§ı arasında ayrılık varsa, §ahıs, bu ayrılığın de­
recelerine göre sorumlu tutulur, yaptığının cezasını
ödemek zorunda kalır. Bazı roller bir cemiyetin bütün
fertlerinde ortak olabilir, bazıları ise çok küçük bir
grup i çinde kalır. Karma§ık bir cemiyette insanın bir
anda i§gal ettiği birkaç mevki, ondan zıt roller isteye­
bilir ve bu gibi hallerde §ahıs, bir mevkiin istediğini ye­
rine getirince mutlaka öbür mevkie ait rolü bakımın­
dan kusur i§leıni§ olur. Bu türlü rol çatı§maları hukuk
ve ahlak bakımından önemli probl emler te§kil eder.
Birçok roman ve filmlerde bu konularm i§lendiğini gö­
rürsünüz. Vazifesi yüzünden ailesini ihmal edenler,
1 28/Ah lak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak

dü§man tarafından birini sevdiği ıçın sava§ sırasında


ne yapacağını bilemeyenler, annesi ile karısı (veya ko­
cası) arasında §a§ırıp kalan evli kimseler vs . her zaman
rastlanan tiplerdir.
2. Tercih lı1eselesi

İnsan kendinden beklenen yerine zıt bir hareket


yaparsa kusur i§lemi§ olur ve sorumlu tutulur demi§­
tik. Demek ki ancak iki türlü davranı§ın da ne demek
olduğunu bilmek, sonra bunlardan biri üzerinde karar
vermek halinde sorumluluk bahis konusudur. Yaptığı
hareketin §Uurunda olmayan kimseler sorumlu tutul­
mazlar. Akıl hastaları (veya zayıf akıllılar) ile a§ırı de­
recede sarho§ kimseler, §iddetli bir uyu§turucu ilacın
tesirinde kalanlar yaptıklarından sorumlu değildirler.
Cemiyet, akıl hastası ve sarho§ da yaptığının farkında
değil diye tamamen kendi haline bırakılmaz. Akıl has­
taları ba§kalarına zarar veremeyecekleri bir yerde mü­
§ahede ve tedavi altında tutulurlar, sarho§luk ise so­
rumluluğu büsbütün ortadan kaldırmaz, ancak derece­
sini hafi fletir.
Yaptığını bilmeyecek durumda olanlar hukuk di­
liyle "akli melekeleri"ni geçici veya devamlı olarak, kıs­
men veya tamamen kaybetmi§ kimselerdir. Ba§ka bir
ifade ile bunlarda "muhakeme" bozukluğu vardır. Dü­
§Ündükleri, gördükleri ve i§ittikleri ile gerçek arasında
uygunluk bulunm adığı için yanlı§ karar verirler ve ona
göre de yanlı§ davranı§ yaparlar. Fakat insan sarho§
veya akıl hastası olmadığı zaman da "akli melekeleri"
tam yerinde bul un mayabilir. Çocukluk çağında insa­
nın zihni iyice geli§memi§tir, üstelik yeterli bilgi ve
görgüsü de olmadığı i çin onu sorumlu tutamayız. Ayni
§ekilde, çok ıleri ya§larda da insan zihni çökmeye ba§­
lar ki günlük dilde biz buna "ikinci çocukluk" deriz.
Ahlak Psikoloj isi ve Sosyal Ahlak/1 29

Böylece çocuklar ve ya§hhk bunamasına uğrayanlar


normal yeti§ki nler gibi sorumlu değildirler.
İ nsanın tercih yapması için sadece birden fazla al­
ternatifin bulunması ve bu alternatiflerin normal bir
kafa ile görülmü§ olması yetmez. İ nsan bu alternatif­
lerden hangisini isterse yapabilecek durumda olmalı­
dır ki, bekleneni yapacak yerde beklenmeyeni yaptı di­
ye sorumlu tutulabilsin.
Sorumluluğun derecelerine gelince, bu konuda
sorumlulukla ilgili ahlak veya hukuk kaidesinin kayna­
ğına bakmamız gerekiyor. Kaidenin kaynağı hangi ma­
kam veya otorite ise, biz birinci derecede o otoriteye
kar§ı sorumluyuz. Böylece, ilahi hukukla ilgili konular­
da temel sorumluluk Tanrı'ya kar§ıdır, l aik hukuk sis­
temlerinde ise cemiyete kar§ı sorumlu bulunuruz. Bu­
rada hemen §Unu da belirtelim ki, günlük konu§mada
"vicdani sorumluluk" denilen §eyin kendi b a§ına bir
gerçekliği yoktur. Vicdanımız Tanrı, insan, cemiyet,
kendi benliğimiz vs. hakkındaki inançlarımızdan mey­
dana gelmi§ bir iç kontrol mekanizmasıdır. Vicdanı­
mız bizi kendine kar§ı değil, ahlak ve hukuk kurumla­
rına kar§ı sorumlu tutar.
Kaynağı ayni olduğu zaman bile her hareketimiz
bize ayni derecede sorumluluk yüklemez. Her davra­
lll§, meydana getirdiği zararın derecesine göre bir so­
rumluluk doğurur. Zarar kavramı ve onun derecesine
ait ölçüler her zaman ve her yerde ayni değildir. Her­
kes bu konuda kendi vicdanına göre hüküm verir. Fa­
kat hukuk kurumları meseleyi ferdi vicdanların süb­
jektif yargısından kurtarmak için birtakım standartlar
koyarlar. Zararın maddi olması veya belli kݧilere kar§ ı
açılması §art değildir. Bazan topluma kar§ı i§lenmi§
suçlar, fertlere kar§ı i§lenenden daha fazla ceza görür.
Hukukta manevi zarar, yine kanun çerçevesinde kal-
1 30/Ah lak Psi kolojisi ve. So:val Ahlak

mak §artıyla, hakimierin takdirine bırakılmı§tır. Maddi


zarar halinde ise herkesin kabul edebileceği objektif
ölçüler kull anılır. Hukuk mümkün olduğu kadar ob­
jektif ölçüler kull andığı halde, cemiyetin verdiği hü­
kümler çok defa ba§ka temellere dayanır ve bu yüzden
çok defa hakimin kararı, cemiyetin kararı ve bahis ko­
nusu olan §ahsın kararı birbirini tutmaz. Bununla be­
raber, hukukun obj ektif olm ası bazan pekaHi yanlı§ so­
nuçlara da yol açmaktadır.
Sorumluluğun derecelerini a§ağıda (b) §ıkkında
tekrar ele alacağız. Şimdilik §U kadarını hatırlayalım
ki, sorumluluğun temeli hürriyettir. İnsan bi r §eyi ya­
pıp yapmamakta serbest olduğu zam an onun için so­
rumluluk bahis konusu olabilir. Hürriyet ise ki§inin
karşısında gerçek alternatiflerin bulunması demektir.
Hür olduğumuz prensip olarak kabul edilse bile, her
yol bize her zaman ve eşit derecede açık olmaz. ݧte
sorumluluk derecesini tayin ederken en çok dü§ünüle­
cek olan ve bizi en fazla güçlüğe düşüren noktalardan
biri de budur.
o. S O R U M L U L U G U N SOSYA L KAY N A K LA R I

Yukarıda mevki ve rol münasebetlerinden bahse­


derken, cemiyetin fertlerden belli durum larda belli
davranışlar beklediğini söylemi§tik. İnsan hangi mev­
kide ise o mevkie ait rol davranışlarını yapm alıdır. Fa­
kat bu davranışların neler olacağı nı cemiyet nasıl, han­
gi §ekillerde tayin eder? Rollerin verili§ tarzına göre
sorumluluğun dereceleri neler olabilir?
İnsanlar bazı mevkileri doğuml a birlikte kazanır-
1ar, yani o mevkilerin alınmasında kendi irade ve ka­
rarları yoktur. Cinsiyetimiz böyledir, biz dişi veya er­
kek olarak doğarız, şu veya bu tip bir ailenin şu veya
bu tip bir çevrenin insanı olarak dünyaya geliriz. Böy-
Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahlfık/1 3 1

lece, bazı mevkilere a i t roller bi zim i l k çevremizin rol


anlayı§ına göre bize öğretilir. Tıpkı bir aktör gibi, rej i­
sörün bizim için münasip gördüğü ve yazarın istediği
gibi biçimlendirdiği rolü oyn amak zorundayızdır. Uslu
bir çocuğun nelerden kaçınacağını, akıllı bir çocuğun
neler yapacağını, cici kızların ve aslan oğl anların nasıl
davranması gerektiğini anne ve babamızdan öğreniriz.
Onlar bize rol verirler, biz oynarız. Büyüklerin verdik­
leri bu roller, bizim ileride olgun bir insan olarak ala­
cağımız mevkie ait davranı§ların sıra ile öğretilmesin­
den ibarettir. Ana dilin öğrenilmesinden ݧ ve çalı§ma
terbiyesine kadar. Fakat bizim bütün rol davranı§ımız
birtakım tekniklerin, maharetlerin öğrenilmesinden
ibaret değildir. Bunlarla birli kte ve belki daha önemli­
si, sosyal kıymetleri öğreniriz. Teknikler doğrudan
doğruya öğretilir, kıymetler ise dalaylı bi r §ekilde ve
çok defa farkına vanl madan öğrenilen §eylerdir. Bu
yüzden herkes genel ahlak kaidelerini öğrendiği halde
intibak için gerekli teknikleri herkes ayni derecede
kavrayam az, bu ikincilerin öğrenilmesi hayli zordur.
Büyüklerimiz bizden bekledikleri §eyleri bize öğ­
retirken çok defa ceza ve mükafat yolunu kullanırlar.
istenilen davranı§ları yapmamız halinde mükafat, aksi
halde ceza verirler. Ceza ve mükafatın her zaman
madd] olması (§eker veya dayak) §art değildir, sevgi ve
küskünlük gibi tavırlar da aynı §eyi belki daha kuvvetli
bir §ekilde yapar. Ba§langıçta büyüklerimizi memnun
etmek veya onl arın ho§nutsuzluğunu uyandırmamak
için yaptığımız davranı§lar zamanla §ahsiyetimizin bir
parçası haline gelir, sadece öyle yapılması gerektiğine
değil, öyle yapmanın "d oğru" olduğuna inanırız.
İ nsanın oynadığı roller hep ana-baba veya diğer
yeti§tirici büyükler tarafından ona verilmi§ olanlar de­
ğildir. Olgunluğa ula§tığımız ölçüde kendi takındığı-
ı 32/Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak

mız ro llerin sahası da geni§ler. Hayat o kadar karma­


§ıktır ki bir konuda öğrenmi§ olduğumuz belli bir rol
bizi intibak ettirmeye yetmez. İçine girmi§ olduğumuz
deği§ik çevreler bir "rol çatı§ması" yaratır ve biz önü­
müze çıkan deği§ik rollerden birini, kendi devamlı tav­
rımız olarak seçer ve benimseriz. Günlük konu§ma di­
linde "§ahsiyetini bulma" dediğimiz hadise de bundan
ibarettir. Kendi ba§ına bir rol alma daha çok olgun in­
sanların ݧidir, çocuklar ya büyüklerin verdikleri rolü
veya kendilerinin örnek aldığı büyüklere ait rolleri oy­
narlar.
Görülüyor ki bizden "beklenen" davranı§lar "sos­
yal öğrenme" dediğimiz hadisenin bir neticesi olarak
ortaya çıkmaktadır. Çocukluktaki öğrenmenin hepsi
olmasa bile büyük bir kısmı "§artlama" yoluyla oluyor,
kendi kararımızla takındığımız tavırlar daha sonraki
ya§larda görülüyor. Büyüklerin bize öğrettikleri ise
kendi zevklerinden ziyade cemiyetin norm ve kıymet­
lerini aksettirir. Şu halde sorumluluğun asıl kaynağı
cemiyettir . Cemiyet bizden neyi beldiyorsa onu öğreti­
yar. Seçerek benimsemi§ olduğumuz alternatifler de
yine cemiyetin malıdır, yani onların kaynağı da cemi­
yettir. Fakat ݧ bununla bitmiyor. Sorumluluk konu­
sunda hep yapılagelen ve belki hiç bitmeyecek olan
münaka§alar, sorumluluğun tamamen sosyal kaynaklı
olmadığını, öyle olduğu zaman bile çe§itli §ekillerde
yoruml anabileceğini göstermektedir. Şimdi buradaki
ba§lıca ihtila.t"noktalarını kısaca gözden geçirelim.
Daha evvel de görmü§tük ki, hiçbir cemiyet bütün
kesimleriyle homojen bir bütün te§kil etmez. Her ce­
miyet bir takım alt-kültür gruplarına ayrılır ki buralar­
da çocuğa verilen ahlak terbiyesi birbirinden az veya
çok farklı olur. Cemiyetlerde tam bir tecennüs olsaydı
birçok hukuk ve ahlak problemleri hiç ortaya çıkmaz-
Ahlak Psikoloj isi ve Sosyal Ahlak/1 33.

dı. Hukuk kurumları herkes için geçerli olan yazılı ka­


idelere göre çalı§tığı için orada bu mesele kısmen hal­
ledilmi§tir, am a yazılı olmayan hukukta ve ahlak salıcı­
sında sorumluluk deği§ik §ekillerde yorumlanır. Cemi­
yetin her kesiminde müsam aha sınırında olan davra­
nı§lar farklıdır, daha doğrusu müsamaha sahası her
yerde ayni geni§likte değildir. Daha önce verdiğimiz
bir misalden h atırlanacağı gibi, batı cemiyetinde yük­
sek tabakadan birinin bir hizmetçiyi iğfal etmesi "yara­
mazlık" diye kar§ılanır ve o §ahıs hukuk kar§ısında so­
rumlu olsa bile kendi çevresi gözünde sorumlu olmaz.
Buna kar§ılık ayni §ahsın iğfal ettiği hizmetçi kızla ev­
lenmesini hukuk çok normal kar§ıladığı halde §ahsın
muhitinde bu hadise büyük bi r skandal sayılır. Hiz­
metçinin mensup olduğu sosyal çevrede ise i§ler daha
ba§ka bir açıdan yorumlanır. Şimdi bu hadisede taraf­
ların hakiki sorumlulukları nedir? Bizim memleketi­
mizin bazı yerlerinde kan davası bir örf halindedir. Bu
davayı gütmeyen §ahıs kendi çevresine kar§ı sorumlu,
kan davası güttüğü halde ise kanunlara ve ülkenin di­
ğer kesimlerinden olan insanlara kar§ı sorumlu olur.
Devlete göre sorumluluğun esası kanundur, ama bu
emir insanların sosyal baskılardan kurtulmasına ye tm i­
yor.
Bazı ilim adamları insan §ahsiyetini cemiyetin bir
yansımasından ibaret görürler. Ba§kaları bizim nasıl
olmamızı istiyorsa öyle oluruz derler. Fakat yukarıda
da belirttiğimiz gibi, insan olgunla§tıkça kendine mah­
sus tavırlar almaya ba§lar ve kendini hep ba§kalarının
açısından görmez, ba§kalarını kendi tavırları açısından
görür ve değerlendirir. Ahl ak konusunda takınılan ta­
vırlar da böyle olmaktadır. Herkes cemiyetin ahlak an­
layı§ını olduğu gibi benimsemez. Bu yüzden sorumlu­
luk anl ayı§ı da deği§İr ve bir insan herkesin kendisini
1 34/Ahl a k Psikolojisi ve Sosyal Ahlak

suçladığı bir hadisede hiçbir sorumluluk duymayabilir.


Yahut aksine, başkalarının omuz silkip geçtiği bir me­
selede büyük bir sorumluluk duygusuna sahip olabilir.
İnsanı cemiyetin bir yansıması halinde görenlerin
karşısında bir de insanla cemiyetin devamlı çatışma
halinde olduğunu söyleyenler vardır. Bu ikincilere gö­
re (ki meşhur Freud bunların başında gelir) insan as­
lında anti-sosyal bir varlıktır. Onun bütün gayesi do­
ğuştan getirdiği tabii ihtiyaçlarını karşılamak, yani haz
ve zevk aramaktır. Cemiyet ise bütün müesseseleriyle
bu arayışa engel olmaya, yahut hiç değilse değişik ka­
nallara aktarmaya çalışır. Daha önemlisi, insan kendi
tabi atının bir parçası ve hatta temeli olan ihtiyaçlar­
dan hiçbir zaman kurtul arnayacağı için, bunların tat­
min edilmesine engel olmak insanın saadetini çiğne­
rnek manasına gelir. Bu konularda cemiyetin insana
yaptığı baskı bunalı mlardan başlanıak üzere akıl has­
talığına kadar varır. Bütün anormallikler, tabii İstekie­
rin baskıya alınmasından ileri gelir. Şu halde böyle bir
insan anlayışı ile bizim sorumluluk kavramını nasıl uz­
laştırabiliriz? İnsan tabiatı böyle ise, insanı nasıl ve ni­
çin sorumlu sayacağız? Unutmamalıyız ki, sorumluluk
tamamen sosyal bir kavramdır. Sorumluluğun bütün
kaynağı cemiyettedir. Sorumluluk ancak ahlaki bir
varlık için bah is konusudur. Ahlaki varlık ise sosyal bir
varlıktır. Çünkü cemiyet olmadan ahlak olmaz. Cemi­
yetin insandan beklediği şeyler onun tabiatıyla çatışı­
yorsa insandan sorumluluk beklemek hem yanlış hem
de imkansız olur. Yanlıştır, çünkü böylece insanın hu­
zur ve saadetine engel oluyoruz. imkansızdır, çünkü
tabii istekleri besleyen enerji hiçbir zaman yok edile­
mez.
Yukarıdaki teoriyı ortaya atanlar cemiyeti red ve­
ya ink�r �tmiyorlar, ama onl �nn şahsiyet anlayışı ile
Ahlak Psikoloj isi ve Sosyal Ahliik/135

bizim cemiyet anlayı§ımızı uzla§tırmak imkansız gö­


rünmektedir. Bu noktada kar§ımıza daha da büyük bir
problem çıkıyor. Acaba insan iradesi tabii kuvvetlerin
esiri midir, yoksa hür bir iradeden bahsedilebilir mi ?
Eğer bizim davranı§larımız bizim dı§ımızdaki kuvvet­
ler tarafından tayin ediliyorsa, o zaman insana sorum­
luluk yükleyemeyiz. Hür irade ve determinizm adı al ­
tında felsefenin bir konusu olan bu meseleyi burada
incelemeyeceğiz, zaten bu problem felsefede de çözül­
mü§ değildir ve çözüleceğe benzemez. Yalnız biz bu
vesile ile pratik ahlak bakımından takınılan tavrı belir­
telim. Bir insanın ahlak veya hukuk-dı§ı eylemi kendi
dı§ında bazı sebeplerden ileri gelebilir. Çok defa onu
yeti§tirenler bu hatal ı hareketin manev! sorumluları­
dır. Fakat cemiyet onları takip etmez, sadece suç eyle­
mini yapan ki§iyi cezalandırır. Böyle yapılması ise son
derece akıllıca bir harekettir. Çünkü eylemcinin dı§ın­
da sorumlu arandığı takdirde bu ara§tırmanın hiçbir
zaman sonu gelmez ve hiçbir suç ceza görmez. Cemi­
yet hadisenin temeldeki sorumluluğunu ara§tırmaya
yine devam eder, ama eylemi yapanı mutlaka cezalan ­
dırır.
b . SO R U M L U L U G U N Ş E K i L L E R i
V E D ER EC E L E R I

Hukukta sorumluluklar ve bunlara bağlı cezalar


oldukça kesin kaideler halinde belirtilmi§tir. Yazılı
hukuka geçmeyen ahlak konularında bu kesinli k bu­
lunmadığı için ahlak! sorumluluğun derecelerini ancak
birbirine nisbetle bir büyüklük sırasına koyabiliriz. Şu
durumdaki sorumluluk öbür durumdaki sorumluluk­
tan daha büyüktür, gibi.
Sorumluluk genellikle hukuki, cezai ve ahl aki ol­
mak üze re üç türl ü olarak ayrılır. Bu ayırımın tem eli
ı 36/ Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak

sorumsuzca hareket yapmamız halinde ne gibi bir kar­


§ılık göreceğimize dayanmaktadır. Bizi burada asıl ilgi­
lendiren ahHiki' sorumluluğun müeyyidesi cemiyet ta­
rafından ayıplanmak, horlanmak, alay edilmektir. İ §in
müeyyide (yaptırma) ile ilgili taraf1arını biraz ileride 4
numaralı ara ba§lıkta ele al acağız. Acaba bu yaptırıcı
güç kimlere, hangi hallerde ve ne derecede uygulanır?
Bu soruya cevap verebilmek için cemiyetin manevi' ya­
pısına bakmamız gerekiyor.

Her cemiyetin kendine mahsus bir kültürü vardır


ve her kültürde bir kıyınet (değer) sistemi bulunur.
Cemiyet bu kıymetler arasında kendine göre bir hiye­
rar§i ( mertebe sırası) kurmu§tur. Bir yerde iktisadi'
kıyınet bu sıranın en üstünde olabilir ve orada insanla­
rın en çok önem verdiği §ey maddi' refahtır. Bir ba§ka
kültürde din veya sanat daha önde gelebilir. Bu kıyınet
sırası bir cemiyetin tarihi boyunca da deği§meler gös­
terebilir. Böylece, her kıyınet sahasın a ait sorumluluk­
lar da farklı olacaktır. Mesela sanayi medeniyetinden
önceki cemiyetlerde (bugün de bunlardan pekçağuna
rastlarız) en çok bilgi ve tecrübeyi en çok ya§ayanlar
kazanıyordu, bu yüzden farklı ya§lar arasındaki müna­
sebet §imdikinden çok kesin çizgilerle belirmi§ti . Bü­
yükler daima a§ırı bir saygı ve itaat konusu olur, kü­
çükler ise büyüklerin §efkat ve ihtimamına teslim edi­
lirdi . Bugünün cemiyetinde ya§ eski kıymetini çok kay­
betmi§ ve küçükle büyük arasındaki kar§ıhklı sorumlu­
luk münasebeti de o ölçüde deği§mi§tir. Eskiden öğre­
tici ol,arak babaya verilen kıyınet formel tahsil müesse­
seleri (okullar) çağalınca öğretmeniere aktarılmı§, fa­
kat gençlerin tahsil görmeden de iktisadi' bağımsızlık
kazanabildikleri bir devirde öğretmenin kıymeti dü§­
mü§tür.
Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak/ 1 37

Türk cemiyetinde vatan her§eyden daha kıymetli


sayılır, bu yüzden vatana kar§ı sorumluluğumuz da ön
planda gelir. Askerlik hizmetinden kaçmak en büyük
suç olduğu gibi en büyük ayıptır da. Bizim eski cemi­
yetimizde bütün yüksek kıymetler -millet, vatan, din­
devletin manevi §ahsiyetinde temsil edildiği için, insa­
nın en büyük sorumluluğu devlete kar§ıydı. Zamanı­
mızda siyasi bünyenin deği§mesi yüzünden bu eski
münasebet ayni kalmamakla beraber, devlete kar§ı
mesuliyet fikri yine kuwetli bir §ekilde devam etmek­
tedir. Aile bizim kıyınet verdiğimiz bir sosyal müessese
olmak itibariyle ona kar§ı, milletimize kar§ı birinci de­
recede sorumluyuzdur.
Sosyal kıymeti küçük olan veya hiç bulunmayan
§eylere kar§ı sorumluluk çok az aranır. Mesela dürüst­
lük her yerde aranan bir§ey olmakla beraber kumarda
hile yapanları fazla ayıplamayız. Dostluk kıyınet veri­
len bir§eydir, ama birbirini tanımayan insanlar sel am­
la§madığı takdirde onlara kimse bir§ey demez. Bunun­
la beraber cemiyetin genel kıyınet sistemi bütün insan­
ların vicdanına aynı §eki lde ve derecede yansımadığı
için, sorumluluk konusunda ferdi vicdanla kamu vic­
danının çatı§tığı haller de görülür. Biz çok defa çe§itli
davranı§ alternatiflerinden birini seçerken cemiyetin
bize yapacağı tepkiyi hesaplar ve etrafımızdaki insan­
lar tarafından sorumlu tutulmaktan kaçınırız. Halbuki .
ferdi §ahsiyeti çok kuwetli bazı insanlar, cemiyet ne
derse desin, kendi vicdanlarınca doğru bulduklarını
yaparlar. Herkesin kendilerini suçlamasına rağmen,
onlar kendi vicdanları kar§ısında masum olmayı tercih
ederler. Cemiyette ahlakı asıl ayakta tutan tipler de
bunlardır, çünkü sosyal baskı her zaman doğru ve h ak­
lı istikamette olamaz. Böyle durumlarda "cemiyete
kar§ı sorumluluk" derken anladığımız cemiyet, kar§ı-
1 38/Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak

mızdaki somut insanlar değil, fakat vicdanımızda yer


bulan ideal bir cemiyet kavramıdır.

3 . A h l a ki Yargı ve Yargı Kurumları

İnsan davranı§ını düzenleyen sistemleri sayarken


genellikle din, hukuk ve diğer sosyal kontrol müesse­
seleri arasında ahiakın da bunlardan biri olduğu söyle­
nir. Hakikatte bütün sosyal kontrol müesseseleri bizim
ahlaki davranı§ımızı düzenlemektedir. Bu bakımdan
onların hepsini de birer ahlaki yargı kurumu olarak
ele almak gerekir. Ancak, burada çok önemli bir no k­
tanın açıklığa kavu§turulması gerekiyor. Sosyal ahlak
sistemleriyle ferdi ahlak birbirinin ayni §eyler değildir.
Toplumun ahlakı düzenlemek için koyduğu çe§İtli sis­
temler, insanın kar§ısında belki birer davranı§ alterna­
tifi te§kil ederler /Bir konuda toplumun belli bir örfü
veya adeti varsa,7a hut din belli bir yol gösteriyorsa,
insan onlara her zaman olduğu gibi uymaz. Biz çok
defa bir konudaki davranı§ımızı kendi değerlendirme
ölçülerimize göre ayarlarız. Bu ölçü sosyal kaidelere
uyduğu gibi, onlardan ayrılması da mümkündür. Şu
halde ahlaki yargı sadece sosyal değil, ayni zamanda
ferdi bir ݧ oluyo U
Bir ahlak sistemi düzenleyici kaidelerle birlikte bu
kaidelerin çiğnenmesi halinde gösterilecek reaksiyonu
ve kaidelerin uygulanmasına kimin nezaret edeceğini
de gösterir J Ba§ka bir ifade ile, ahlak normlarının kay­
nağı ne ise ahlaki yargı organı da odu.L:I Böylece mese ­
la dini ahlakta davranı§larımızı Yargılamak Tanrı 'nın
ݧİdir. Son hükmü Tanrı'nın vereceği konular, dünyada
dinin gösterdiği belli makamlar tarafından yargılanır.
Eğer bir ahl aki hareket ayni zam anda dini hukukun da
sahası na gi riyorsa, daha doğrusu kamu haklarıyl a ilgi -
Ahlak Psikoloj i si ve Sosya l Ahlak/1 39

liyse, o zaman dini hukukun temsilcileri (Batıda kilise


yetkilileri, bizde de eskiden ŞeyhülisHimdan ba§lamak
üzere a§ağı doğru inen fetva makaml arıyl a hem adli
hem idari lider olan Kadılar) karar veri rler. Kamu za­
rarına yol açmayan hallerde toplum, yani o dine bağlı
cemaat bir ahlaki yargı organı gibi hareket eder. Hiç
§Üphesiz, hukuk organlarının uyguladıkları müeyyide
(yaptırıcı güç) ile toplumun müeyyideleri birbirinden
farklı olacaktır.
Laik hukuk sistemlerinde ahl aki davranı§larla ilgi­
li yargı hukuk kurumlarına, ba§ka bir deyi§le mahke­
melere aittir. Ahlaki davranı§larımız ba§kal arına zarar
verecek mahiyette ise mahkeme zararın cinsini ve gi ­
derilmesi için neyin gerektiğini tayin eder. Genel ah­
lak ve adaba aykırı davranı§larda olduğu gibi §ahsi var­
lığı tahribe yönelen hareketlerde (hareket, itibar bo­
zucu beyanlar vs.) de hakim, kanunun genel hükmü ile
kendi takdirini birle§tirerek bir hükme varır. Ahlaki
yargının maddi ölçüleri olamayacağı için, burada tak­
dirin büyük rolü vardır, fakat hakim bu takdirinde ka­
nunun gösterdiği hudutları a§amaz.
Yaptırıcı kuvvetler bahsinde de göreceğimiz gibi ,
hukuk kuruml arının ahlaki yargısı i l e diğer sosyal kon­
trol müesseselerinin yargıları arasında önemli bir cins
farkı vardır. Hukuk, ahlak ]< aidelerinin çiğnenmesi ha­
linde i§e karı§ır ve bu bakımdan onun yargısı daima
cezalandırı cı ni teliktedir. Hukuk dı§ındaki bütün ah­
lak düzenleyici kurumlarda ise ceza yanında mükafat
da kullanılır, yani bu ikincilerde ahlaka aykırılık yanın­
da ahlaka mükemmel bir uygunluk hali de dikkatle
gözlenmektedir. Hiçbir mahkeme bir kimseyi ahlaki
§ahsiyetinin kuvvetinden dolayı mükafatlandırmaz.
Hukuk dı§ındaki sistemlerin, ahlak düzeni bakımın­
dan, hukuktan daha önemli olmal arı da herhalde bu
1 42/Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak

remizdeki şu veya bu kulübe üye olmuşuzdur. Kulüp­


lerin ve meslek-dışı derneklerin yine kendileri çapında
bir takım düzenleyici kaideleri vardır. Bu kulüpler
herzaman açık faaliyet gösteren me§ru birer kurulu§
olmayabilir. Delikanlı çağındaki insanların kurdukl arı
mahalle çeteleri veya herhangi §ekilde kanun-dı§ı fa­
aliyette bulunmak üzere kurulmuş olan çeteler, çok
defa sözlü kaidelere bağlı ol arak çalı§ırlar, fakat üyele­
re bu kaideler iyice öğretilir.
Bizim için soyut varlığı olan büyük gruplarla her­
gün kar§ıla§tığımız küçük gruplar ahlaki davranı§ımızı
farklı §ekilde etkilerler. Büyük grupların sistemleriyle
ancak onları çiğnediğimiz zaman karşıla§ıyor, bunun
dışında varlıklarını pek hissetmiyoruz. Bazı hallerde
büyük grubun kaidesini çiğnesek bile bunu gizli tutma
imkanımız vardır. Küçük gruplarla olan münasebeti­
miz günlük hayatımızın hemen her safhasını kaplar,
bu yüzden de onların ahlaki yargıları bizim için daha
büyük bir mana ifade eder. Ayni şekilde, büyük grup­
lar genellikle bizim dı§ımızda te§ekkül etmi§tir ve on ­
lara bağlı olup olmamak bizim irademizi gerektirmez.
Gönüllü bir §ekilde katılmadığımız grupların ahl aki
yargıları ise ferdi vicdanımızı fazla etkilemez. Tıpkı
kanun gibi onu uygulayan ki§ilerle de tamamen obj ek­
tif, hatta soğuk bir münasebetimiz vardır. Halbuki bize
asıl tesir yapan §ey, ahlaki davranışımızın şahsi müna­
sebetlerimize (anne ve babam ızla, kulüp arkadaşları­
mızla, okuldaki grubumuzla vs. ) getirdiği deği§ikliktir.
Ne kadar çok sosyal kontrol organı varsa o kadar
da ahlaki yargı organı vardı r. İlkel topluluklarda sos­
yal farklılaşma hiç olmadığı için, hemen hemen bütün
ahlak kaidelerini din sistemi altında toplamak müm­
kündür. Hukuk, ekonomi, ahlak vs. ayrı birer sistem
haline gelmedikleri için orada ahlaki yargı kurumları-
Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak/ 1 43

nın da çe§itli olması beklenemez. Fakat modern cemi­


yetin en büyük özelliklerinden biri, fonksiyon farklıla§­
masının alabildiğine artması ve böylece ferdi kontrol
eden ahlaki yargı organlarının da çoğalmasıdır. Bugü­
nün toplumundaki karma§ıklık ve farklıla§manın pek­
çok konuda kol ayla§tırıcı yenilikler getirdiği söylene­
bilse de, ahlaki davranı§ konusunda büyük zorlukl ara
yol açtığını belirtmemiz gerekir. Kontrol organlarının
çoğalması insanı çok defa güç tercih durumlarında bı­
rakır. Bağlı bulunduğumuz sosyal grupların bizden
bekledikleri §eylerin birbirine zıt dü§mesi pek müm­
kündür ve biz böyle hallerde bir tarafın isteğini yerine
geti rirken öbürlerine ters davranmı§ ol uruz. Bu du­
ruml arda açıkça bir norm çatı§ması vardır ve iki deği ­
§ik norma ayni anda uymaya imkan yoktur.
Çe§itli sosyal grupların ferdi davranı§ için öngör­
düğü §eyler deği§irken, ferdin bunlar kar§ısındaki tavrı
da deği§ir. Çocukluğumuzda toplum adına kar§ımızda
sadece ailemizi görürüz. Ailemizin bize gösterdiği ah­
laki davranı§ örnekleri ve ahlaki inançlar ise oldukça
tutarlıdır. Fakat büyüdükçe kar§ımıza toplumun diğer
kesi mlerinin de çıkması, bunların birbirinden farklı
karakterler göstermesi , birbirlerinden az veya çok
farklı ahl ak anlayı§larına sahip bulunu§ları, bizi ahlaki
davranı§ ve düşünce konusunda daha ihtiyatlı ve neti­
cede daha hoşgörülü bir tavır takınmaya iter. Ahi akın
deği§ebilir olduğunu sonradan öğreniriz. Bunu öğre­
nince de ahlakta nasıl deği§meyen temel esaslar bula­
oileceğimizi ara§tırırız. Ahiakın tabiatta maddi bir da­
yanağının olmayı§ı, zaman ve yere göre deği§mesi bizi
bilhassa delikanlılık çağımızda, yani dünyayı yeni tanı ­
maya ba§ladığımız çağda etkiler. Kısa bir zaman için
ahlak kaidelerine de, ahlak yargıianna ve yargı ku­
rumlarına da eski mutlak güvenimiz sarsılır. Ahla k
1 44/Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak

psikolojisi bahsinde göreceğiniz gibi, bu karga�alık


içindeki dünyayı bir düzen içine sakınayı isteriz. İşte
bu safhada ahlak meseleleri bizim için bir "dü§ünce"
konusu olur. Ahlaki davranış artık "şartlanma"ya değil,
tenkidci düşüneeye d ayanacaktır. Düşünce i§in içine
girince de ferdi ahlak ile sosyal ahlak arasında is­
ter-istemez bir çatışma çıkar. Bilgilerimiz, görgüleri­
miz ve şahsiyetimizden gelen özellikler adeta bir priz­
ma rolü oynar. Toplumun ahlak sistemi bu prizmadan
yansıdığı şekliyle bizim benliğimizde yerini bulur. Böy­
lece, genel bir toplum ahlakı her zaman bulunmakla
beraber her insan bu ahlakı kendi şahsiyetine göre şe­
killendirir. En ilkel toplulukta bile ahlaki davranış ba­
kımından fertler arasında bir çeşitlilik görülmektedir.
Yukarıdaki açıklamalardan anlaşılacağı gibi, ahla­
ki yargı bakımından toplum ile fert arasında gideril­
mesi imkansız farklar bulunacaktır. Toplum yapısının
ve hayat tarzının genellikle istikrarlı olduğu zamanlar­
da toplum ahlakı etrafındaki ferdi sapmalar hayli kü­
çüktür ve daima ihmal edilebilir, hoş görülebilir. Bü­
yük sosyal değişme devrelerinde ferdi farklar hoşgörü­
len davranışların sınırını aşar ve o zaman ayni ahlaki
davranış hakkında çok değişik yargıların yapıldığı gö­
rülür. Böyle zamanlarda müesseselerin değişmesi tert­
lerin değişmesine göre oldukça yavaş gider -öyle olma­
sı toplum için daha faydalıdır- ve yeni bir ahlak düzeni
kuruluncaya kadar fert ve toplum çatışması devam
eder. B azılarımız bu çatışmada daha çok boyun eği ci
bir tavır takınırız, yanlış bulduğumuz şeyleri elimiz ve­
ya dilimizle değil de gönlümüıle düzeltiriz. Bazıları­
mız ise reformcu bir tavır takınır, hatta kendi şahısları
bakımından fedakarlıklara girerler. Ancak burada bir
noktayı daima gözönünde tutmamız gerekiyor: Eğer
ahlak narnma yapılan ferdi çıkışların arkasında toplu-
Ahlak Psikoloj isi ve Sosyal Ahlak/1 45

mun henüz §ekil bulmamı§ yargıları ve özlemleri yatı­


yorsa, o zaman bütün bu fedakarlıklar gerçek bir an­
lam ta§ır ve bir sonuca götürür. Bu da bize, isyan ahla­
kının bile toplum ahl akına uymak demek olduğunu
gösterir.
İleride "fazllet ve mutluluk" bahsinde ferdi vicda­
nın yargıları ile toplum ahlakı arasındaki münasebeti
ba§ka bir açıdan tekrar ele alacağız.

4. Ya ptırıcı Kuvvetler

a. Y A P T I R I C I K U V V ET L E R V E
Ç EŞiT L E R i

Yaptırıcı kuwet (müeyyide) insanı belli bir §ekil­


de davranmaya zorlayan kuwet demektir. Biz istenen
davranı§ı yapmadığımız takdirde kar§ımıza bir kuwet
çıkar, bu kuwetin dağuracağı sonuçlardan kaçınmak
üzere bizden beklenen d avranı§ı yaparız. Yaptırıcı
kuwet maddi olduğu gibi manevi de olabilir. Devlet fi­
ziki (maddi) güç kullanarak bizi doğru yola sekeder,
yahut yaptığımız yanlı§ın cezasını ödetir, kendi vicda­
nımızın baskısı ise tamamen manevidir.
Yaptıncı kuwet olmadan ahlaki davranı§tan söz
edemeyiz. Her ahlak sistemi kendi kaidelerini uygula­
tabiirnek üzere bir takım yaptırıcı güçler de kullanır.
Bunların nelerden ibaret olduğunu görmek için yuka­
rıda ahlaki yargı konusunda ele aldığımız kurumlara
göre bir sıralama yapabiliriz. Her ahlak sistemi bir sos­
yal kurun1a aittir. Şu halde her sosyal kurumun kendi
ahlakını ayakta tutmak üzere koyduğu müeyyideler
vardır. Bu kurumların en büyüğü olan devlet, kanunlar
vasıtasiyle ahlak ve adabı korur. Kanunl arın veya hu­
kukun yaptırıcı gücü ise maddi kuwettir. Devlet kendi
emir ve yasakl arına uymayan kimselere ya §ahsi ceza
1 46/Ahlak Psi kolojısi ve Sosyal Ahlak

verir, yahut da yaptıkları hatayı tamir ettirir. Ceza ba§­


lıca üç §ekildedir: Para cezası, hapis ve sürgün cezası
ve ölüm cezası . Bazı hallerde ise §ahsın yaptı ğı hatayı
veya verdiği zararı gidermesi istenir.
Dinin yaptırıcı gücüne bazı hallerde maddi kuwe­
tin girdiği de görülebilir, ama dinde asıl yaptırıcı güç
manevidir. Dinin katalik hıristiyanlarda olduğu gibi
bir kilise halinde te§ki latlandığı durumlarda yaptırıcı
güç daha kuvvetli olur. Çünkü kilise, insanı bir kaba­
batinden ötürü cemaatten çıkarabilir. İ nsanların din
hayatının ancak kilise vasıtasıyla düzenlendiği bir yer­
de kilise ile münasebetin kesilmesi (Aforoz edilmek)
dinle münasebetin de kesilmesi manasma gelir. Tanrı
ile olan münasebetlerin çok daha §ahsi bir mahiyet ka­
zandığı dinlerde Tanrının insandan ho§nut olmaması
en büyük müeyyidedir. Çünkü dini hayatın bütün ga­
yesi "Allah rızası" denilen §eyin kazanılması, yani Tan­
rı'nın insandan ho§nut olmasıdır. Bu ho§nutsuzluğun
sonuçları genellikle ahiret hayatında cezalandırılmak
§eklinde ortaya çıkar. Bununl a beraber, dünya haya­
tında da ilahi cezaya uğranabilir. İ nsanlar dinin daha
§İddetli müeyyidelerinden kaçınmak üzere bazı cezala­
rı kendi istekleriyle çekerler. Bilhassa hıristiyan dini­
nin bazı kollarında nefsine ݧkence etmek suretiyle gü­
nahtan arınma gayretlerine çok rastlanır. Müslüman­
lıktaki "kefaret orucu" bu tip bir cezalandırma örneği­
dir.
Büyük meslek te§kilatlarında yaptıncı kuvvet bir
kimseyi te§kilattan ihraç etmek veya daha ilerisine gi­
derek, meslekten menetmek §eklindedir. Te§kilattan
ihraç edilenler, te§kilatın kendilerine sağlamı§ olduğu
hak ve imtiyazl ardan m ahrum kalırl ar. Bir kimsenin
meslekten menedilmesi ise kanun yol uyl a olur. Hukuk
sistemleri meslek için ahiakın düzenlenmesi ve kont-
Ahlak Psiko l o j isi ve Sosyal Ahlak/ 1 47

rolü ݧini, genel likle o mesleğin kendi te§kilatına bı­


rakmı§tır. Meslek te§kilatı ahlaka aykırı davranı§ları
görülen üyelerini mahkemeye sevkederek oradan aldı.,.
ğı kararla meslekten menedebilir. Avukatlar Barosu,
Tabip Odası, Ticaret Odası, Mühendis Odası gibi ku­
rulu§lar bu türlü meslek te§ekkülleridir. Bunl arın bazı­
ları gönüllü üyeliklerle kurulur, am a bazılarında te§ki­
lata (Odaya) kaydolmadan meslek icra etmeye imkan
yoktur. Gerçi mecburi üyelik durumu §ahsi hürriyete
aykırı görülebilir ve bir meslek teşekkülünün devlet
veya mahkeme gibi hareket etmesi münakaşa konusu
olabilir. Fakat Oda sistemini savunanlar meslek içi ah­
lakı ayakta tutmak için ba§ka pratik bir yol bulunma­
dığını söylemektedirler.

Aile ahlakının yaptırıcı kuvveti maddi ve manevi


cezadır. Maddi ceza daha çok çocukluk çağında görü­
lür, ahiakın öğrenilmesinde peki§tirici kuvvet rolünü
oynar. Manevi ceza ise çocuğu -veya ailenin sözkonu­
su ferdini- sevgiden mahrum bırakmaktır . Aile h aya­
tında duygusal bağlar çok kuvvetli olduğu ve önemli
rol oyn adığı için, bu türlü bir mahrumiyet çok defa
maddi cezadan daha kuvvetli tesir yapar. Modern psi­
koloj i ara§tırmaları da ahlak terbiyesinde manevi ce­
zanın hem daha etkili, hem daha az zararlı olduğum
göstermektedir. Ailenin maddi ceza konusundaki yet
kisi hukuk kaideleriyle sınırlanmı§tır. Bir baba çocuğu
nu döverek sakat bırakamaz, belli bir ya§tan önce ev
den atamaz ve istediği §ekilde mi rasından mal1rurr
edemez. Aile ahlakının ba§lıca müeyyidelerin den olan
mirastan mahrum bırakma durumu kanunl arca düzen­
lenmi§tir. Ebeveynin bu hususta serbestçe karar verme
yetkisi olmakl a berabe r bu yetki sı nırsız değildir. Mi­
ras belki bizim sadece maddi durum umuzu ilgi lendirir,
148/Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak

ama evlatlıktan reddedilmiş olmak çok acıdır ve top­


lum karşısında da insanı küçük düşürür.
Gönüllü olarak girdiğimiz küçük gruplarda (ku­
lüp, dernek gibi) ahiakın yaptırıcı gücü üyelikten atıl­
mak veya grubun sağladığı faydalardan mahrum b ıra­
kılmaktır. Böyle topluluklarda kusurlu davrananlar üst
mevkilere alınmaz, imtiyazlı durumlara getirilmezler.
Kanun-dışı faaliyet gösteren küçük gruplarda daha ke­
sin, katı müeyyideler uygulanır. Bu teşkilatlarda çalış­
ma ahlakına uymayan en küçük hareketler bile teşkila­
tı ele verebileceği i çin, üyeleri bu türlü yanlışlardan
kurtarmak üzere çok sıkı kaideler konur ve bunlara
çok sıkı bir riayet istenir. Teşkilat yasasına aykırı hare­
ket edenlere karşı şiddete başvurulur, bu şiddet şahsın
öldürülmesine kadar varabilir.
Kanunlar veya birtakım sosyal gruplara ait nizam­
lar tarafından kullanılan yaptırıcı kuvvetlerin yanısıra,
bizi ahlaki davranış konusunda dikkatli olmay a yönel­
ten en büyük müeyyidelerden biri de "başkalarının ka­
naati"dir. Hiç kimse, ahlaka aykırı bir hareket yapar­
ken "başkaları ne der" �demekten kendini alamaz. Bir
sosyal psikolog, f 'bizim şahsiyetimiz, başkalarının bizde
görmek istediği §'eylere göre şekil alı � diyor. Bu söz
tam doğru olmasa bile büyük bir hakiKati ifade etmek­
tedir. Gözden düşın ek, şöhretini kaybetmek veya kötü
şöhret kazann1ak, ayı planmak, hor görülmek, bilhassa
alay edilmek bizi en çok korkutan şeylerdir. Küçü k
topluluklarda kamuoyunun tesiri daha çok hissedilir.
Bir köyde herhangi bir şahsın ahl ak-dışı davranışı sü ­
ratle bütün köy cemaati içine yayılır ve o kimse kısa
bir zaman içinde bütün sosyal çevresini kaybetmiş
olur. Bu duruma düşenierin genellikle şehre göç ettik­
leri görülmektedir. Büyük şehirlerde dedikodu -yük­
sek sosyeteye ait olanlar hariç- daima dar bir çerçeve
Ahlak Psikoloj isi ve Sosyal Ahlak/ 1 49

i çinde kalır ve §ahıs kendisi için kolaylıkla yeni bir çev­


re bulabilir.
En büyük yaptırıcı kuvvet insanın vicdanıdır. Eğer
kanunlar, nizamlar, kamuoyunun baskıları , dinin emir
ve yasakları insanın vicdanında bir yer bulmazsa, dev­
letle vatanda§ arasında bitip tükenmek bilmez bir hır­
sız-polis kavalamacası olur. Çünkü fert yakalanmaya­
cağını ümit ettiği her fırsatta suç i§lemeye çalı§ır. tyi c­
danın yaptırıcı gücü suçluluk duygusudur. Bu duygu
ise insanın kendi ahlaki davranı§ı hakkında §ahsen
yapmı§ olduğu yargıdır. Bu bakımdan iyi bir ahlak ni­
zamı kurmak isteyenler, toplumun istekleriyle ferdin
istekleri arasında, hukuk kaideleri ile sosyal ahlak
normları arasında fark yaratmamaya bilhassa dikkat
etmelidirle ıj Bu paralelliğin bulunmadığı toplumlar da
_
kanunun emriyle ferdi vicdanın emri daima çatı§ır. In­
san kendi vicdanına kar§ı suçsuz olduğuna inandığı
müddetçe de devletin suç saydığı i§leri yapabilir. ݧle­
nen bir suç dolayısiyle verilen maddi cezanın da bir
faydası olmaz. Hapse girmek bizi kanuna kar§ı gel­
mekten alıkoyabilir, ama bu ceza bizde hiçbir pi§man­
lık yaratmaz.
Vicdanımız sadece yasaklara değil, ho§görülen
§eylere de kar§ı çıkabilir. Ahlaki kontrol gücünü yitir­
mi§ toplumlarda nefsine hakim olmasını bilen vicdan
sahipleri, birer ahlak kahramanı olarak, toplumu doğ­
ru yola getirebilirler.
b . FAZILET VE M UT L U L U K

Fazilet (erdem) insanın tam bir ahlaki olgunluğa


ula§ması demektir. Ahlaklı insan dediğimiz zaman ge­
nellikle ahlak kaidelerine uygun bir hayat ya§ayan in­
san aklımıza gelir, ama fazilet sahibi insan ondan da
ileridedir. Faziletli insan kendisinden beklenenin daha
1 50;Ah l fı k Psi koloj i si ve Sosya l A h l a k

fazlasını verir, ahHik konusunda başkalarına hep örnek


ol ur. Çok kimsenin ahlakı yasaklara uymak şeklinde
ken dini gösterir, faziletli insanın ahlakı böyle pasif de­
ğil dir. t(l yapılması yasak olandan kaçı nınakla beraber,
yapılması gereken şeylere bilhassa önem verir ve on­
larla uğraşı.[ :
Mutluluk kesin tari fe gelmeyecek kadar kaypak ve
insanl ara göre değişen biqeydir. Ama mutluluğu ya­
pan unsurl ardan birinin ve belki en öneml ilerin den bi­
rinin fazilet olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Fazilet­
li insan, hatta herhangi bir ahlaklı insan, vicdanı rahat
olan insan demekti r. Kendi kendisiyle hesaplaştığı her
zaman beraat eder, vicdan huzuru içinde yaşar. Bun­
dan önceki bölümde görmüştük ki, insanı en fazla sı ­
kıntıya düşüren şey suçluluk duygusudur, yani vicdanı­
nın kendisini suçlu çıkarmasıdır. Faziletli insan bu tür­
lü suçlamalarla hiç karşılaşmaz. Fakat insanın kendini
haklı ve masum görmesi onu mutlu etmeye yeter mi,
başkaları tarafından suçlanan veya pekçok şeylerden
mahrum yaşayan bir insan nasıl mutlu olabilir? Bu so­
ruya kısaca şöyle bir cevap verebili riz: Sadece faziletli
olmak insanı mutlu etmeyebilir. Ama faziletli olmasm ­
dan dolayı mahrumiyet içinde yaşayan insan bu sıkıntı­
ları hiçbir zaman önemsemez. Maddi bi r eksiklik onu
kısa bir zaman içinde ve yine maddi bakımdan sıkıntı­
y a sokabilir. Ama manevi bir kusurun verdiği rahatsız­
lık onu her an ölümüne kadar takip eder. Ahlak-dışı
yollcırdan servet ve şöhret sahibi olan kimselerin gizli­
ce çektikleri derin ıstırabı dile getiren yüzlerce masal,
hikaye, roman, tiyatro eseri vs. de gösteriyor ki, insan­
lar fazilet ile mutluluk arasındaki münasebeti iyi anla­
mışlardır.
Fazilet, ahlak kaidelerine karşı pasi f bir boyun eğ­
me değildir, demiştik. Belki de bizim mutluluğumuzun
AhHik Psikolojisi ve Sosyal Ahliik/1 5 1

ba§lıca sebeplerinden biri , ahlaki konularda bir§eyler


yapmı§ olmanın verdiği tatmin duygusudur. Fazilet de­
recesinde bir ahlaki eylem, tıpkı bir eser yaratmak gi­
bidir. İ nsan nasıl eser yaratmak suretiyle yaratıcı gücü­
nü ve §ahsiyetini ifade ederse, fazil et sahibi kimse de
böylece sıradan bir varlık olmaktan kurtulur ve varlığı­
nı ahl aki eylemiyle devam ettirme imkanı bulur. Hiç­
bir §ey yapamamı§ olmanın verdiği huzursuzlukla iyi
bir ݧ yapmanın verdiği huzuru kıyasl ayacak olursak
faziletin insanı nasıl mutlu kıldığını daha iyi anlarız.
5. C eza Soru m luluğu

Adalet ilkesinin uygulamasında en çok kullanılan


yaptırıcı kuvvetlerden biri cezadır. İ nsanlar yaptıkları
kanun-dı§ı veya ahl ak-dı§ı hareketler üzerine birçok
kaynakl ardan gelen çe§itli baskılarla kar§ıla§ırlar. Bu
haskılara rağmen , yapılan kötü hareket kar§ısında en
son ba§vurulacak yol, zor kullanarak kanunu veya ka­
ideyi uygulatmaktır.
Günümüzde ceza sorumluluğu hemen hemen ta­
mamen devlet tarafından fertlere yüklenmi§tir. Yani
ceza deyi nce daha çok kanunlara aykırı hareket sonu­
cunda devletin uyguladığı maddi kuvvet akl a gelir. Ha­
kikatte kendine ait ahlak düzeni bulunan her sosyal
sistem -aile, dernek vs . - cezayı kullanır, fakat bunl arın
maddi ceza olabilmesi için ancak kanunl a desteklen­
meleri gerekti r. Kanunun ba§ka sosyal gruplara ceza
hakkı tanıdığı hallerde de, bu cezanın uygulanması yi­
ne devlet kuvvetlerine aittir. Biz burada ceza derken,
kanunl arla öngörülen ve devlet tarafından uygulanan
maddi cezayı anl ayacağız.
Cezanın ba§lıca iki fonksiyonu vardır, veya ondan
bu iki fonksiyon beklenir: Birincisi, suçu önlemek,
ikincisi de suçl uyu cezalandırmaktır. En büyük sosyal
1 52/Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak

kontrol güçlerinden biri olan devlet, bu kontrolü ceza


müeyyidesi yoluyla yaptığı için, cezanın cemiyetteki
rolünü dikkatlice gözden geçirmemiz gerekiyor. Suçla­
ra kar§ı ceza koymakla onlara engel olduğumuz veya
suçluyu cezalandırarak pi§manlık verdiğimiz iddiası
daima münaka§a konusu olmu§tur. Gerek hukukçular,
gerekse ahlak meselesiyle uğra§an çe§itli ilim mensup­
ları -sosyologlar, psikologlar, filozoflar ilh.- arasında
cezaya kar§ı deği§ik tavırlara rastlıyoruz. Bunlar içinde
anti-demokratik rejimlerde suç oranının dü§ük oldu­
ğunu söyleyerek cezaya çok taraftar olanlar bulundu­
ğu gibi, Gandi'nin İngilizlere kar§ı pasif direnme ile
ba§arı kazandığını göstererek cezanın bir i§e yarama­
dığını iddia edenler de bulunmaktadır. Biz ahlaki vic­
dan ile ceza arasındaki mün asebeti "Ahlak Psikolojisi"
bahsinde ele almı§tık. Burada ayni meseleyi fert yerine
cemiyet açısından inceleyeceğiz.
· İlkel cemiyederin birçoğunda ceza sistemi bulun­
makla beraber bazılarında hiç yok gibidir. Küçük
gruplarda sosyal baskılar çok tesirli olduğu için cezayı
gerektirecek davranı§ az görülüyor. Cemiyet karma§ık
bir h ale geldikçe, yani sosyal organizasyon geli§tikçe,
örf ve adetlerle yürüyen nizamı, bu defa gitgide kar­
ma§ık hale gelen hukuk sistemleriyle ayakta tutmak
gerekiyor. Bununla beraber, cemiyet geli§tikçe ceza­
nın daha çok kullanıldığını iddia edemeyiz, çünkü mo­
dern cemiyette insanları kanuna uygun davranmaya
zorlayan ba§ka baskı müesseseleri de doğmaktadır.
Hakikatte hukuk nizarnını ayakta tutmanın ba§lıca
yollarından biri de ceza hususunda a§ırı titizlik göster­
mernektiL Kanuna aykırı her türlü hareket mutlaka
cezalandırılırsa, demokrati k ülkelerin durumu tıpkı
diktatörlükle idare edilen yerlerdekine döner ve in­
sanlar hukukun baskısından kurtulmak için ona karşı
Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak/ 1 53

çıkarlar. Kanunlara en çok uyan vatanda§ların bile de­


vamlı olarak aykırı d avrandıkları haller olur. Bu türlü
hallerden en çok rastlananı kumar yasağıdır. B a§ka
konularda kanuna'--gayet saygılı insanlar bile kahveha­
nelerde, kulüplerde kumar oynamaktan geri durmaz­
lar. Kanun her ,
oyün masasının ba§ına bir polis dikse
,
ve her paralı pyun aynayanı yakalamaya kalksaydı, ha-
yat çekilmez ohırdu. Yine bunun gibi , kanunların uy­
gulanmasında e§itsizlik gibi görünen bazı durumların
yaratılması ve bazı suçlara müsamaha edilmesi , ceza
vermekten dah a iyidir. Sabıkalı bir hırsızın i§lediği
suçla iyi bir aile çocuğunun yaptığı hırsızlık ayni §ekil­
de cezalandırılırsa, böyle bir e§itlik uygulaması çocuğu
profesyonel bir suçlu haline getirebilir. Ceza verilme­
diği takdirde çocuğun hayatında bir daha böyle hadi­
senin olmaması ihtimali pek büyüktür. Hukuk mantığı
açısından bu türlü uygulamalar adaletsizlik örneği sa-
. yılabilir, ama gerçek böyledir.
- Belki de adaletsiz ceza uygulamalarının kötü so­
nuçları yüzünden, pek çok hukukçu ve yazar, genellik­
le cezanın aleyhinde bir tavır takınmı§lardır. Aslınd a
ceza mutlaka kötü bir§eydir. Cezaya taraftar olanlar
bile ba§ka bir çare olmadığını dü§ündükleri ·�in onu
kabul etmektedirler. B azı hukukçular cezanın yeterli
bir caydırıcı kuvvet olmadığını iddia ediyorlar. Bunla­
ra göre insanlar polis veya mahkeme korkusundan de­
ğil, ba§ka sebeplerden dolayı suçtan kaçınırlar. İnsanın
bağlı bulunduğu sosyal sistemler -aile , meslek gurubu
vs. - zaten onun her konudaki davranı§larını düzenleyi­
ci kaideler koymu§ ve onu bu kaidelere uygun davran­
maya alı§tırmı§lardır. Fakat bu görü§Ü tutmak çok zor­
dur. Çünkü bir ülkenin hukuk düzeni, adalet anlayı§la­
rı birbirinden çok farklı olabilen alt-grupların eline bı­
rakılamaz. Devletin hukuk sistemi bütün bu farklıla§-
154/Ah lak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak

maların üstünde objektif ve yaygın bir adalet uygula­


mayı hedef tutmak zorundadır.
Cezanın suçu önlemekte önemli bir rol oynadığı
söylenemez, fakat böyle olması ceza uygulamanı n hiç­
bir fayda sağlamadığı anlamına gelmez. Meşhur bir
hukukçunun dediği gibi, "cezanın gerekli olduğunu
göstermek için onun daima suçu önlediğini isbat et­
mek şart değildir. Ceza olmasaydı daha çok suç işlene­
ceğini göstermek yeter." Cezanın suçluyu düzelteceği
ümidine gelince, bunu fazla bir iyimserlik saymamız
gerekiyor. Hapse atılan bir kim sen in pişmanlık duydu­
ğu da elbette görülmektedir, ama cezalandırılanların
çoğu pişmanlıktan ziyade öfke ve nefret duymakta, ba­
zan cemiyete düşman olmaktadır. Hapis cezası bir in­
sanın ceza süresince suç işlemesini önlemek bakımın­
dan faydalıdır. Suçtan caydırıcı rolünü ise başka bazı
yollardan takviye etmek gerekir.
Bazıları cezanın doğru birşey olmadığını, _çünkü
insanları suçlamanın doğru olmadığını söylerler. Bun­
ların i ddiasına göre insanl arı suça götüren sebepler ya
i rsiyetlerinden yahut da çevrelerinden gelmektedir.
Yan i suçlu olan onlar değil, cemiyettir. Bazı filozof.ve
yazarların dışında bu görüşü en çok benimseyenler
bizzat suçlulardır. İ nsan kendi kabahatini başka se­
beplere, hele cemiyet gibi kendini doğrudan doğruya
savunamayan birine yüklediği zaman, elbetteki vicdanı
daha rahat olacaktır. Fakat bu vicdan rahatlığının ger­
çekiere dayanmadığını belirtmek zorundayız. Eğer suç
işleyenler "sosyal düzen"in kurbanı iseler, suç işleme­
yen vatandaşlar neyin kurbanıdırlar? Cem iyet dediği­
miz şey insanlardan , yani suç işleyenlerle kanunl ara
saygı duyan insanlardan meydana gelmiştir. Suç i şle­
yenierin günahı cemiyete ait demek, onların suçundan
kanuna saygılı vatandaşları sorumlu tutmak demekti r
Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahl ak/ 1 55

ki, böyle bir mantıksızlığı kabul edemeyiz. Bu arada


sosyal ilimlerden anlamayan birtakım amatör yazar ve
gazeteciler de "suçl u olan insanlar değil, sosyal düzen­
dir." diyerek bu mantık çıkınazından kurtulmaya çalı§­
maktadırlar. Suç i§lemeyenler de ayni "sosyal dü­
zen"de ya§adıklarına göre, onları suçlulardan ayıran
bazı farklar bulunmalı dır. Sosyal düzen, suçlulara kar­
§I dürüst vatanda§ları koruyacak tedbirleri almak mec­
buriyetindedir.
Bütün bu söylediklerimiz, suçluyu cezalandırdığı­
mız zaman her§eyin bittiği anlamına gelmez. Gerek
hukuk sisteminde, gerekse ba§ka sosyal müesseselerde
yapılacak düzeltmelerin, suç i§leme oranını azaltacağı ­
nı dü§ünerek, gerekli tedbirleri almalıyız. Ancak bura­
da bir noktayı çok iyi bilmeliyiz: Hakimin vazifesi suç­
lunun hangi sebeplerle oraya geldiğini ara§tırmak ve
ona göre hüküm vermek değildir. Hakim i§lenen suç­
tan dolayı, o suçu i§leyen kimseyi sorumlu tutar ve ce­
zalandırır. İnsanların niçin suç ݧlediğini, hangi du­
rumların onları suça i ttiğini, suçları önlemek veya
azaltmak için ne gibi reformlar yapmak gerektiğini ha­
kimler değil, ilim adamları ara§tırır. Hakimler cemiye­
tin suç i§leyen üyelerini kanuna uygun §ekilde cezalan­
dıracaklardır. Onların böyle yapmal arı gerekir. Çünkü
suçların cezasız kalması, haklarımızın çiğnenmesine
yol açacağı gibi, kanuna olan saygımızı da yok eder.

C. H u k u k u n Garanti l eri

ı. Siyasi Devlet ve Ahla k Desteği

Hukuk ve ahlak konusunda §imdiye kadar söyl e­


mi§ oldukl arımızdan da anla§ılacağı gibi, bir ülkenin
hukuk sistemi, oradaki ahlak sisteminin ba§lıca garan­
tisidir. Ahlak çok genel manada insanlar arasındaki
1 56/Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak

bütün münasebetleri i çine alır. Fakat bütün bu müna­


sebetleri düzenleyen ahlak kaideleri fiili tesiri olan bir
yaptırım gücüne sahip değildir. Ahlaka aykırı davra­
nı§lar insanları birbirinden uzakla§tırıcı mahiyette ha­
reketlerdir. Bu hareketlerin çoğalması ve yaygınla§ma­
sı halinde toplumda birlik ve beraberlik kalmaz, insan­
lar i§birl iği yerin� ihtilaf münasebetleri içine girerler
ve nihayet birbirlerinden tamamen ayrılırlar. Kuvvet
ve menfaat çatı§malarının toplum düzenini bozacak
bir hale gelmesini önleyen §ey hukuk sistemidir. Cemi­
yet hukuk denilen bi r sosyal müesseseyi bu ihtiyaç do­
layısiyle kurmu§tur.
Hukukun fonksiyonu cemiyetin karma§ıklık dere­
cesiyle birlikte artar. İlkel cemiyetlerde hayat sadece
örf ve adetlerle idare edilecek kadar basittir. Cemiyet
o kadar küçük ve yerle§me sahası o kadar dardır ki,
örf ve adetler insanı her yerde takip etmeye yeterlidir.
Hırsızlık yapacak adamın aldığı e§yayı saklayacak yeri
bile yoktur. Zina yapan, bu i§i kimsenin gözünden ka­
çıramaz. Suçlar bile basit ve çe§it bakımından pek az­
dır. Okuma-yazmanın bile bulunmadığı bir yerde me­
sela evrak sahtekarlığı diye bir suç olamaz. Ticaretin
sadece e§ya mübadelesinden ibaret kaldığı bir yerde
bugünün son derece girift, karma§ık suçları bahis ko­
nusu olamaz. En kötüsü, suçlunun kaçacak yeri bile
yoktur. Ba§kalarının onu horl aması en büyük cezadır.
Çünkü etrafındakilerin i§birliği olmadan ya§ayamayan
bir insan, bu suretle adeta ölüme mahkum edilmi§ de­
mektir.
Cemiyet bünyesi daha karma§ık bir hale gelmeye
ba§ladıkça, örf ve adetlerin yanısıra bir de kanunlar,
yani hukuk, ortaya çıkmaya ba§lar. Hukukun ba§ladığı
yerde örflerin kontrol gücü cemiyeti düzenli tutmaya
yetmiyor demektir. Eskiden suçlu kendi haline terke-
Ahlak Psikoloj i si ve Sosyal Ahlak/ 1 57

dilirken, bu defa cemiyette otoriteyi temsil eden kuv­


vetler (genellikle kabile meclisleri) fertleri muhakeme
ederek belli suçlara karşı belli cezalar verirler. Kabile
seviyesindeki hukuk yazı lı olmadığı gibi, muhakeme
usulleri, özel durumlarla ilgili hükümler, hukuku yürü­
ten makamlar vs. de belirtilmiş değildir. Medeni dedi­
ğimiz cemiyetlerde bilhassa örf ve adetlerin homojen­
liğini kaybetmesi ve işbölümünün çok ilerlemiş olması
yüzünden, bugün bildiğimiz modern hukuk usulleri
doğmuştur.
Görülüyor ki, hukuk kaideleri bir bakıma devlet
gücüyle korunan ahlak kaidelerinden ibarettir veya
öyle olması gerekir. İşte burada karşımıza yeni bir mü­
essese çıkıyor: Devlet. Devlet hukukun sahibidir, yani
hukuk kaidelerinin yaptırım gücü devletin elindedir.
Devlet sadece hukukun koruyucusu olarak kalmaz, ay­
ni zamanda hukuk yapar. Modern cemiyetlerde siyasi
otorite tamamen farklılaşmış ve bugünkü devlet kav­
ramı ortaya çıkm ıştır. Gerçi devletin müşahhas, yani
elle tutulup gözle görülen bir varlığı yoktur ama siyasi,
idari ve adli müesseselerin belli bir zamana ve belli bir
kadroya ait olmayıp devamlılık kazanması sayesinde
"devlet" adını verdiğimiz bir hükmi şahsiyet (tüzel kişi­
lik)ten bahsedebiliyoruz.
Devlet hukukun sahibi olmakla cemiyetin bütün
varlığını da garanti altına alıyor demektir. Fakat hu­
kuk ile ahHik arasındaki münasebeti tek taraflı bir ga­
ranti halinde ele alırsak devletin buradaki durumunu
gereği gibi kavrayamayız. Hukuk bizim ahlak nizamı­
mızı koruyan bir sistem olmakla beraber, o da yine ah
Hikın desteği ile ayakta durabilir. Devlet ahlaklı insar.
ların cemiyetteki h akimiyetini belirten bir müesses�.
ol arak ortaya çıkar. Başıbozuk ve tutarsız kalabahklar­
dan devlet çıkmaz. Bu gücün ayakta durabilmesi de yi -
1 58/Ahlak Psıkolojisi ve Sosyal Ahlak

ne fertlerde kuvvetli bir ahHiki vicdanın te§ekkülü sa­


yesinde mümkündür. Hiçbir devlet, ne kadar güçlü
olursa olsun, suç i§lemeye her an yatkın insanların ço­
ğunluğu meydana getirdiği bir yerde hukuk düzenini
ayakta tutamaz. Hakikatte bizi ahlaki davranı§a zorla­
yan §ey devletin polisi değil, vicdanımızdır; Biz kendi
davranı§l arımızı kontrol edebilecek bir ahlaki olgunlu­
ğa eri§emeseydik devlet herkesin arkasına bir polis
takmak zorunda kalırdı ki, bu imkansızdır. Ü stelik
böyle bir durumda her polisin arkasına bir ba§ka polis,
onu da kontrol için bir ba§kası gönderilecektir. Bu tür­
lü bir sistem devletlerde değil, ancak casus te§kil atla­
rında veya e§kıya çetelerinde görülür.
Devletin ahlakı koruma bakımından oynadığı rol
nerede ortaya çıkıyor? Devletin asıl fonksiyonu ahlaki
vicdana kar§ı yapılan tecavüzlerin yaygınla§masını ön­
lemektir. Her cemiyette gerek ferdi sapıklıklardan, ge­
rekse bizzat cemiyet bünyesindeki bazı aksaklıklardan
dolayı daima suç i§leyenler bulunacaktır. Devletin gü­
cü sayesinde bu ahlak-dı§ı hareketler kamu gözünde
de ayıplanması gereken birer sapıklık §eklinde görülür
ve az-çok birer istisna halinde kalırlar. O kadar ki , bir­
takım suçların i§lenmesi ve bunların ceza görmesi bi­
zim vicdanımızı peki§tirmeye yarar. Ahlak-dı§ı sayılan
hareketlere bakarak kendi ahlakımızın gücünü hesap­
larız. Fakat ahiakın çiğnenmesi kar§ısında devletin gü­
cü harekete geçmediği takdirde hak ile haksızlığın, ah­
lak ile ahlaksızlığın ölçülerini kaybetmemiz çok kolay­
dır. Böyle bir durumda zayıf insanların bencillikleri
tahrik edilecek, kuvvetli §ahsiyet sahipleri ise ahlaklı
kalmak ile ya§amak arasında zorlu bir tercih yapmaya
itilecekl erdir. Daha kötüsü, ahl ak-dı§ı hareketlerin
yaygınla§ması neticesin de ahlaklı insanlara genel ah­
li lk çizgisinden sapmı§ gözüyle bakılacaktır. Çoğunlu-
Ahlak Psikolojisi ve Sosyal AhHik/ 1 59

ğun davranışına göre yeni bir ahl ak normu teşekkül


etmiştir. Fakat devlet gücünün kaybolduğu bir ülkede
ahiakın bir defa bozulduktan sonra yeni bir sistemde
karar kılması da imkansıdır. Çünkü eski sistem ideal
bir ahlak anlayışı yüzünden değil, anarşi yüzünden bo­
zulmuştur.
Devletle ahlak arasındaki münasebeti daha iyi an­
layabilmek için meseleyi şu şekilde ortaya koymak ge­
rekiyor: Devlet insanın karşısında apayrı bir güç değil,
fakat insanın bir çeşit uzantısı veya devamıdır. Şu hal­
de devleti ahlak sisteminin de bir parçası olarak ele al­
malı, ahiakın dışında bir devlet düşünmemeliyiz. Siyasi
otorite, bizim kendi ahlak sistemimize maddi bir yatı­
rım gücü ilave etmemizden ibarettir. Ö rf ve adetleri­
mizin sosyal sistemi ayakta tutmak için yetmediği yer­
de devlet denen bir organizasyon kuruyoruz. Gerçi bu
organizasyonun ahlak ve hukuk dışındaki gayeler için
kullanıldığı haller de pek çoktur, ama bunları geçici ve
istisnai durumlar diye görmeliyiz. Sosyal bünyenin ge­
rekleriyle uzlaşmayan siyasi otoriteler ayakta kalamaz.
Klasik devletlerin ahlak bakımından başlıca fonk­
siyonu disiplini sağlamak ve devam ettirmekti . Mo­
dern devletler, bunun da ötesine giderek, ahiakın bo­
zulmasını önleyecek temel tedbirler almaktadırlar. Bi­
zim Anayasamızda da yer alan "sosyal devlet" kavramı
bu fonksiyona işaret etmektedir. Devlet fertlerin eği­
tim, ݧ, mesken vs. gibi birçok temel ihtiyaçlarını birer
hak olarak kabul etmiş ve bu h akları sağlam ayı kendi­
ne vazife edinmiştir. Bu ideal gerçekleştirildiği ölçüde
insanların normal bir hayat yaşamak için ahlak-dışı va­
sıtalara başvurmalarına hiçbi r gerek kalmayacak, üste­
lik devlete karşı saygıyı da garan ti altına alacaktır.
Bir taraftan hukukun, bir ta raft an d a ahiakın ga­
rantisi olm asaydı, toplum ve dolayısiyle insan hayatı -
1 60/Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak

nın dayandığı temelleri ayakta tutamazdık. --Bu temel­


lerden biri vatan, öbürü de millet birliği dir.. Zaten dev­
leti de bu iki kavramın dı§ında dü§ünmemize imkan
yoktur. Vatan, millet ve devlet birbirinin tamamlayıcı­
sı olup her üçü de insanın refah ve mutluğunun ba§lıca
vasıtalarıdır. Şimdi modern cemiyetin bu ana özellik­
lerini kısaca gözden geçirelim ve ahiakla olan münase­
betlerini göstermeye çalı§alım.
a. Y ATA N

Bu kavram çe§itli zamanlarda ve çe§itli yazarlar


tarafından farklı anlamlarda kullanılmakla beraber,
bütün vatan tariflerinin ortak olduğu bir nokta vardır.
Vatan, bir milletin üzerinde ya§adığı toprak demektir.
Fakat burada açıklanması gereken birkaç husus bulu­
nuyor. Her§eyden önce, vatan bir toprak parçasıdır
derken, bunun herhangi bir arazi olduğunu söylemek
istemiyoruz. Vatan, üzerinde ya§ayan insanlarla çok
sıkı bir münasebet halinde olu§unun devamlı izlerini
ta§ıyan topraktır. Bu yüzdendir ki vatan kavramı bil­
hassa yerle§ik medeniyetle birlikte geli§mi§ ve önem
kazanmı§tır. Hayvancılıkla geçinen toplumlar göçebe­
dirler. Bunların devamlı yazlık ve kı§lıkları olsa bile bu
toprakları kaybettikleri zaman ba§ka bir yerde ayni
§eyleri kolayca bulabilirler. Buna kar§ılık §ehirli ve
köylü insanlar yerle§tikleri toprakta kendi kültür ve
medeniyetlerini yansıtan eserler yaratmı§lar, bu eser­
ler onların bir parçası haline gelmi§tir. Göçebe toplu­
lukların destanlarında vatanın dağlar, göl ve ırmaklar,
ormanlar gibi tabiatla ilgili unsurlarına sık sık rastla­
rız. Yerle§ik toplumlarda bunların dı§ında insan eli ve
emeğinin yarattığı nice eserler vardır ki, tabiatın mey­
dana getirdiği vatan unsurlarına böylece bir de tarih
katılmı§ olur. Vatan sadece bır coğrafya parçası ol-
Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak/1 6 1

maktan çıkar. Biz bütün b u eserlerin içinde, onlarla


ha§ır-ne§ir olarak yeti§iriz. Evimiz yalnızca bir çatı altı
değildir, kendilerine çok bağlı olduğumuz yakınl arımı­
zın ve kendimizin hatıralarıyla doludur. Cami, çe§me,
okul, kı§la, meydan, deniz, gök . . . bizi hem kendine,
hem de bunların etrafında bizim gibi ya§ayan insanl a­
ra bağlar.

Bir milletin üzerinde ya§adığı toprak onun vatanı


olmakla beraber, bir millet her zaman ayni toprak
üzerinde ya§amayabilir. İ nsanların kendi toprakların­
dan sürüldüğü ve oralara ba§kalarının oturdukları çok
görülmü§tür. Bu gibi hallerde millet bütünlüğünü sağ­
layan ba§lıca unsurlardan biri kaybolmu§tur. Fakat
milleti meydana getiren öbür unsurlar (mesela dil,
din) yeteri kadar kuvvetli ise, o zaman vatanın kaybol­
ması, milleti ayakta tutmaya yarayan bir sebep te§kil
edebilir. Şairler, romancılar, besteciler, ilim ve fikir
adamları, elden giden vatana tekrar kavu§ma ideali et­
rafında, milleti birlik ve beraberliğe sevkederler. Bu
sırada vatana ait hatıraları daima canlı tutmak gereki r.
Çünkü milletin hafızasında yeri olm ayan bir toprak,
vatan olamaz.
Her millet kendi çocukl arına en ba§ta vatansever­
lik eğitimi verir, çünkü vatanın dü§manlara kar§ı ko­
runması ancak ona kar§ı duyulan sevgi ve bağlılıkla
mümkündür ve bu terbiye daha çok genç ya§larda ve­
rilmelidir.
Çocukluğunda böyle bir ahlak terbiyesi almamı§
olan kimseler "karnımın doyduğu yer vatanımdır" di­
yerek kendi memleketleri ile ba§ka ülkeler arasında
bir fark gözetmeyecek kadar maddeci olurlar. Halbuki
karınlarının dayması da, kendi vatanlarının yücelmesi
de çalı§maları sayesinde mümkündür.
1 62/Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahl a k

(1. ) Vatanın Bölünmezliği

Vatanın bölünmezliği milletin böl ünmezliği ile e§


anlamlıdır. Bizim Anayasamızda "Türkiye, ülkesi ve
milleti ile bölünmez bir bütündür" hükmü vardır. İ n­
sanlar belki tek tek herhangi bir yerde karınlarını do­
yurabilirler, ba§larını sokacak bir yer de bulabilirler,
ama haysiyetli ve mutluluk içinde bir hayat, ancak mil­
let birliği içinde bu lunabilir. Millet ise kendi vatanı
içinde hiçbir tecavüze ve parçalanmaya uğramadan ya­
§adığı takdirde fertlerine böyle bir hayatı sağlayabilir.
Bizim milletimizin tarihi bize vatan bütünlüğünün ne
demek olduğunu çok iyi öğretecek misallerle doludur.
Türkler daima vatanıarına saldıran dü§manlarl a
mücadele ederek ya§amı§lar, bu devamlı mücadele yü­
zünden çok defa yurt içindeki kalkınmaya gereken za­
man ve enerjiyi harcayamamı§lardır. Türk milletinin
bir ba§ka talihsizliği de dü§manlarının ona kar§ı hep
birle§erek saldırmalarıdır. En az bin yıldan beri süre­
gelen ve genel bir isimle "Haçlı Seferi" dediğimiz bu
ortak tecavüzler zamanımızda da kesilmi§ değildir.
Her§eye rağmen bugün memleketimizde istiklal ve
hürriyet içinde ya§ıyorsak, bu nimetleri, vatanı bölün­
rnekten korumak için kendilerini feda eden dedeleri­
mize borçluyuz. Biz de çocuklarımızın refah ve saadeti
için onlara hem bölünmemi§ bir vatan bırakmalı, hem
de kendilerine vatanın bölünmezliği ilkesini a§ıl amalı­
yız. Hun Türklerinin büyük hükümdarlarından Mete,
milletini sava§tan korumak için kendine ait her§eyi
dü§mana vermeye razı olmu§, fakat dü§man ondan
ufak bir kıraç toprak isteyince "toprak milletindir" di­
yerek sava§ı kabul etmi§ti . Son istiklal sava§ımız sıra­
sında vatanın bölünmezliği ilkesine öncelik vermesey­
dik, §imdi Türkiye, Konya ve civarından ibaret kal a­
caktı, vatanımızia birlikte milletimiz de parçal anacak-
Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak/ 1 63

tı. Yabancı istilası ile parçalanan bir vatanın insanları


yabancı kültürün tesirinde kalır ve kendisini ayrı bir
millet yapan özellikleri kaybeder. Niteki m Türkiye
Kıbrıs Türklerinin vatanını korumamı§ olsaydı oradaki
soyda§l arımız yakın zamanda dillerini ve dinlerini
unutacaklardı .
Bazan bir milletin kendi içindeki iktidar kavgaları
yüzünden de vatan bölünebilir. Bir çok Türk devleti
hükümdar çocukları arasında payla§ılmak yüzünden
ortadan kalkmı§tır. Çünkü bu gibi hallerde ayni mille­
tin insanları birbirine yabancıla§ıyor, parçalanınca da
dı§ dü§manlar kar§ısında güçsüz kalıyorlardı . İlk defa
Osmanlı İmparatorluğu zamanmda vatanın parçalan ­
maması için, istiklal isteyen §ehzadelerin idam edilebi­
leceği ilkesi getirilmi§ ve devlet bu sayede çok uzun
ömürlü olabilmi§tir.
(2. ) Vatan Sevgisi

Ahlak terbiyesinin vatanla ilgili tarafı, vatansever­


liğin öğretilmesidir. Meseleye dı§arıdan bakacak olur­
sak, vatan sevgisinin insana pekçok faydalar getirece­
ğini görebiliriz. Fakat insanlar vatanlarını sever ve ko­
rurken, ondan bir menfaat geleceğini dü§ünmezler.
İnsanlara olan sevgimiz de bunun gibidir. Bize hiçbir
faydası olmayan bir kimseyi sevmeyiz, ama bir insanı
severken de ondan bir takım faydalar elde ettiğimiz
veya edeceğimiz hiç aklımıza gelmez. Bir insanla mü­
nasebetimiz sevgi haline geldiği anda artık sadece
menfaat değil, aynı zamanda fedakarlık bahis konusu­
dur. Şu halde vatanını seven insan, ondan hiç fayda
ummadığı zaman da sever, öyle olmasaydı vatan için
ölmezdik. Vatanseverliğin öğretilmesinde bu esas gö­
zetilmelidir. İnsan küçük ya§larda vatanın özellikleri
tanıtılarak yeti§tirilir ve bunlar onun §ahsi hatıraların -
1 64/AhH\ k Psi koloj i si ve Sosyal A h l a k

da ayrılmaz birer parça haline gelirse, zaman geçtikçe


bu münasebet soyut bir sevgi ve bağlılık haline geçe­
cektir. Çocuk aile ocağını nasıl seviyorsa vatanını da
öyle sevm elidir. Bunun için vatanı her yönüyle tanıma­
lı, vatanıyla içiçe ya§amalıdır. Ancak o zaman vatan
onun için dünyanın ba§ka yerlerinde de pekala bulu­
nabilen bir coğrafya parçası olmaktan çıkar.

Vatanseverlik ahlakı bir çe§it fedakarlık ahl akıdır.


İnsan burada sırf kendisinin değil, belki daha çok ba§­
kalarının iyiliği ve mutluluğu için kendinden biqeyler
vermeyi öğrenir. Namık Kemal "Vatan sevgisinden
maksat toprağa değil, onun üstünde ya§ayan insanlara
duyulan sevgidir" diyor. Bizim vatan için harcadığımız
çaba i§te bu insanlar içindir. Çünkü vatanın asıl sahibi
olan, millettir. V atanın güzel , bereketli , marnur olması
bütün mill etin refahı nı sağlar, harab olması halinde ise
bütün millet birden zarar görür. Evimizi hırsıza kar§ı
korurken asıl dü§ündüğümüz kendimizdir, fakat vata­
nın korunmasında sadece millete kar§ı vazife duygusu
rol oynar. Bu yüzdendir ki bir memleketi savunan in­
sanlar onu istila eden yabancı kuvvetlerden daima da­
ha cesur, daha imanlı ve daha fedakardı r. Bu fedakar­
lığı yapanların duygularıyla, bir tüccarın mall arı nı ko­
rurken sahip olduğu duygular birbirinden çok farklı­
dır. Vatanını savunan insan tıpkı annesini, babasını,
sevgilisini ölümden kurtarmak için çırpınan kimseye
benzer. Elindeki hasta ölürse belki hiç maddi kaybı ol­
maz, ama ya§amasının bir anlamı da kalmaz. Bizi ha­
yata bağl ayan §eyler, bizimle ayni duyguları, aynı zevk­
leri payla§an yakınlarımızın mevcudiyeti dir. Bu nokta­
da bir ba§ka gerçeği daha görmü§ oluyoruz. Vatan için
yaptığımız fedakarlık bizim de mutluluğumuz için bir
garantidir, çünkü tek ba§ına ne hayat, ne mutluluk ba­
his konusu olabilir.
Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak/ 1 65

b . M iL L ET

Millet sosyal organizasyonun bugün ula§mı§ bu­


lunduğumuz en ileri merhalesidir. En küçük sosyal
birliği aile olarak kabul edersek, en yüksek sosyal bir­
lik millet dediğimiz bünyedir. İnsan topluluklarının bu
dünyaya ula§ıncaya kadar geçirdikleri macerayı sosyo­
loji kitaplarında bulabilirsiniz. Burada kısaca belirte­
lim ki , millet maddi olmaktan ziyade manevi bir birliği
ifade eder. Bir milletin insanları genellikle ayni soydan
gelirler, fakat yalnız ba§ına soy birliği onları birarada
tutmaya yetmez. Aralarında maddi (ekonomik) müna­
sebetin çok olduğu insanlar da bir millet te§kil etmez­
ler. Milleti yekpare bir sosyal bünye yapan §ey kültür
birliğidir. İnsanlar kültür birliği sayesinde ayni bütü­
nün parçaları olduklarına inanırlar ki birliği asıl sağl a­
yan §ey bu ortak inançtır. İnanç birliği veya birlik §U­
uru insanların belli ba§lı noktalarda ortak olmalarına
dayanır. Ayni dili konu§mak ve yazmak, ayni manevi
kıyınet sistemine sahip olmak, ayni vatanı payl a§mak
gibi. Bütün bu konul ardaki birlik ancak tarih içinde
uzun bir beraberliğin, yani ortak bir geçmi§in eseri
olarak meydan a çıkar. Şu halde bir milletin insanları
ayni maziyi, yani ayni sosyal hafızayı payla§malıdırl ar.
Geçmi§te ya§anan beraberlik sayesinde doğan benzer­
lik ve kayna§ma, bu insanları ileride de kader birliği
yapmaya yöneltir. Böylece, me§hur bir tarife göre,
"millet kökü mazide, gövdesi bugünde, dalları ise İstik­
bale doğru uzanmı§ bulunan büyük bir çınardır."
Millet olmanın bir ba§ka özelliği de siyasi istiklal­
dir. Bir millet kendi kültürünü kendi istediği gibi geli§­
tirebilmek için hür, yani bağımsız olmak zorundadır.
Gerçi siyasi bağımsızlığını kaybetmݧ milletiere de
rastlıyoruz. Ama bunlar geçmi§te bir millet olmu§lar­
dır ve gelecekte de yine bağımsızlıklarını kazanmanın
1 66/Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ah lak

azmi ve mücadelesi içindedirler. Uzun zaman başkala­


rının idaresinde kalmış milletler kendilerine mahsus
kültürü ve dol ayısiyle milli benliklerini kaybederler.
Bugün dünyada gördüğümüz milletierin büyük ço­
ğunluğu son birkaç yüzyıl i çinde ortaya çıkmışlardır.
Ondan önceki devletlerde siyasi birlik bir millet birli­
ğine dayanmıyordu, hatta millet kavramı bile yoktu.
Türk milletinin onlardan farklı bir durumu vardır. Se­
kizinci yüzyıla ait Orkun abidelerinden anlıyoruz ki,
Türkler daha o zaman kabile birliğinin üstünde bir
millet anlayışına sahip bulunuyorlardı. Belki de bu ile­
ri anlayış sayesindedir ki, Türkler tarihlerinin hiçbir
devrinde bağımsızlıkl arını kaybetmemişlerdir. Çünkü
bağımsızlık millet olmanın başlıca vasıflarından biri ­
dir. Kendini başkalarından ayrı, müstakil hüviyete sa­
hip olarak gören bir sosyal zümre, bir zaman istikl alini
kaybetse bile, onu yine kazanmak için seferber olur.
İ şte günümüzde sömürgeciliğin sona ermesine başlıca
sebep milliyet duygusunun uyanışı olmuştur. Sömür­
gelerin bağımsızlık savaşları ekonomik hesapların de­
ğil, fakat milliyet duygusunun eseridir.
(1. ) Millet Birliği

Bazı milletler tarih i çinde kendiliğinden teşekkül


etmiş, bazıları ise onları örnek alarak millet olmaya
doğru şuurlu ve pl anlı bir gayret içine gi rmişlerdir.
Kendiliğinden doğan milletler, kuwetli bir kültürün
çeşitli zümreleri kaynaştırması ve homoj en bir kitle
haline getirmesinin eseridirler. Ayni soydan olmayan
gruplar da bu birlik içinde kaynaşmış olabilirler. Buna
karşılık ikinci tip milletlerde normal olarak birliğe ka­
tılması gereken grupların çeşitli sebeplerle bütünden
ayrı kaldıkları görül ür. insanlar arasında kabile bağları
henüz eski kuwetini devam ettirmekte, mahalli otori-
AhHik Psi kolojisi ve Sosyal Ahlak/ 1 67

teler kendi zümrelerini bağımsız bir grup halinde tuta­


bilmektedirler. Bütün bu dar çerçevelerin kırılması ve
millet denen üst seviyedeki birliğin kurulabilmesi için,
milletin çekirdeğini te§kil eden büyük grupla diğerleri
arasında çok yoğun münasebetlerin bulunması gere­
kir. Eski devirlerde millet birliğini parçalayan zümre­
ler askeri yoldan istila edilerek bütüne bağlanıyorlar­
dı. Zamanımızda milli kültürün bütün bölgelere yayıl­
ması ve böylece kuwetli bir birlik §UUrunun doğması
için çalı§ılmaktadır.
Milletin çe§itli bölgeleri ve zümrelerine milli kül­
türün e§it derecede yayılması, her§eyden önce güçlü
bir haberle§me §ebekesine bağlıdır. Kara ve demir yol­
larıyla ülkenin her tarafının birbirine bağlanması, bu
yolda atılacak ilk ve en önemli adımlardan biridir.
Bunl ara paralel olmak üzere radyo ve televizyon §ebe­
kesinin her tarafa yayılması kültür birliğinin temel
§artlarından dır.
Bütün bu teknik vasıtalarla yapılan §ey bir bakıma
"milli ahlak terbiyesi"nin yayılması demektir. Bir ülke­
nin insanlarını birbirlerine yakla§tırmak ve onlar ara­
sında kar§ılıklı anlayı§ı, saygı ve sevgiyi hakim kılabii­
rnek için yapılacak ilk ݧ, onlarda birlik ve beraberlik
§Uurunu uyandırmaktır. Bu §Uur ise insanları n temel
kıyınet sistemlerini, zevklerini, cemiyet ve vatan anla­
yı§larını vs. mümkün olduğu kadar biribirine benzer
hale getirmekle uyandırılır . Bir milletin fertleri arasın­
da gaye birliği de olmalıdır. Normal hayat içinde in­
sanların herbiri kendi i§inde ve kendi yolunda çalı§ır,
fakat gerektiği zam an bütün bunları tek bir hedef etra­
fında toplamak imkanı olmazsa, orada milli birlikten
pek söz edilemez. Şu halde milli kültürün yayıl ması,
bir ül kenin insanlarında ahl ak birliğini ve dolayısiyle
milli dayanı§mayı sağl ar.
1 68/Ahlak Psikoloj i si ve Sosyal Ahlak

(1.) Millet Sevgisi

Milli ahlak terbiyesinin ba§lıca gayesi, insanlarda


kendi milletlerine kar§ ı kuvvetli bir sevgi uyandırmak­
tır. Çocuklara verilen aile terbiyesinde her§eyden önce
çocuğun aile fertlerini sevmesi öğretilir ve bu sevginin
kuvvetlenınesi için fırsatlar yaratılır. Bundan sonraki
safha, çocuğa aileden daha geni§ bir sosyal bütün olan
milleti sevdirmektir. Millet bir anda gözle görülen bir
kalabalık değildir. Bu yüzden millet kavramı çocukta
birdenbire ortaya çıkn1az. Yakın çevresi, ya§adığı ka­
saba, sonra civardaki kasabaların insanları derken, ço­
cuk hem vatan, hem de millet hakkında bir anlayı§ ka­
zanır. Milleti tanımak ve sevmek, onun fertlerini tanı­
mak ve sevmek demektir. Şu halde millet sevgisini
uyandırmak için çocuğa milletini tanıtmalıyız. Bu ta­
nıtma sadece ya§anılan zaman içinde olmaz. Milletin
geçmi§inin öğrenilmesi bu sevgiyi daha kuvvetle yer­
le§tirir. Bu yüzden tarih öğretimine bilhassa önem ver­
mek ve çocuklara verilen tarih bilgisi ile büyüklere ve­
rilen bilgiyi hiç değilse sunu§ biçimi bakımından ayır­
detmek gerekiyor. Okullardaki tarih öğretimi "milli ta­
rih öğretimi ve milli §UUr eğitimi" §eklinde olmalıdır.
Zaten iyi bir eğitim sistemine sahip olan bütün millet­
ler bunu yaparlar.
Bir milletin ahlakı masa ba§ında hazırlanmı§ bir
kaideler bütünü değil, tarih boyunca geli§mi§ bir sis­
temdir. Bu yüzdendir ki çocuğa kendi milletinin ahla­
kını en iyi öğretme yolu, yine onu tarih içinde vermek­
le olur. Masallar, çocuk hikaye ve romanl arı genellikle
tarihi konuları i§lemeli , milli ahiakın temel kıymetleri
çocuğa burada olaylar halinde verilmelidir.
Tarihle birarada ve ondan ayrılmaz bir §ekilde öğ­
retilecek ba§ka bir konu da dildir. Çocuk kendi mille­
tinin dilini en güzel örnekleriyle öğrenmeli, onu konu-
Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak/ 1 69

§an ve yazan insanları kendi ailesinin insanları gibi ya­


kın hissetmelidir. Aslında çocuğa verilen bütün eğitim
dil yoluyla olacağından, millet sevgisi yaratmak bakı­
mından dilin ne kadar önemli olduğu daha iyi anla§ı­
lır. Diller milli özellikleri en çok aksettiren sistemler­
dir. Bir dilden bir ba§ka dilde yapılan tercümeler haki­
kati hiçbir zaman tam aksettirmez. Çünkü bir kelime­
nin veya tabirin bir milletin fertlerinde uyandırdığı
duygu ve dü§ünceler ba§ka bir millette görülemez. Dil,
tıpkı tarih gibi, o millet tarafından ya§anmı§tır, ba§ka
bir millet o ya§antıya ortak olamaz. Böylece insanlar
ancak kendi milletlerine mensup kimselerle tam anla­
mıyla anla§abilirler, anla§ma tam olunca da aralarında
iyi münasebetlerin kurulması kolayla§ır.
c. D EV L ET

Devlet, milletin siyasi bir birlik ve organizasyon


kurması dır. Eski devirlerde kabile devletleri ve im pa­
ratorluk §eklinde devletler de oluyordu ki, bunların
kalıntıları hala mevcuttur. Bugünün devleti millet esa­
sına dayanmaktadır. Milli devlet millet kültürü üstüne
kurulduğu için, gerek içeride, gerekse dı§arıya kar§ı
birlik halindedir. Bu sayede vatanda§larından tam bir
bağlılık sağladığı gibi, hasımiarına kar§ı da bölünmez
bir güç gösterebilir.
Devlet bir takım maddi varlıklara -parlamento,
memurlar, güvenlik kuvvetleri, daireler, binalar, top­
rak vs. - dayanmakla beraber, aslında manevi bir var­
lıktır. Siyasi organizasyonun herhangi bir parçası veya
bütün, devlet sayılamaz. Biz ancak devlet organl arını o
andaki mü§ahhas temsilcilerinden -yani bakan Ahmet
Beyden, polis müdürü Salih Beyden, kapıcı Süleyman
efendiden- soyutlayarak, zaman içinde devamlı bir
varlık gibi dü§ünürsek, o zaman devlet kavramını ka-
1 70/AhHik Psikolojisi ve Sosyal Ahlak

zanmı§ oluruz. Bu yüzdendir ki devlet anlayı§ı ancak


iyi bir tarih, hukuk ve politika bilgisine ihtiyaç göster­
mektedir. İnsanlar devletin kendileriyle birlikte, fakat
kendilerinin üstünde bir varlık olduğunu kavradıkları
ölçüde, ona hizmet etmenin de §Uuruna varırlar. Dev­
let §Uuru kazanmamı§ bazı politikacıların, bu kusurl arı
yüzünden, bilmeyerek devleti yıprattıkları çok görül ­
mü§tür. İyi bir siyasi terbiye almı§ kimseler, iktidar
mücadelesi sırasında §ahıslara hücum ederken, mües­
seselere saygılı olmaya bilhassa dikkat ederler. Davra­
nı§larının millet hayatında yaratacağı uzun vadeli te­
sirleri hesaplamaya çalı§ırlar. Ahl ak terbiyesinin bir
parçası da i§te vatanda§lara bu anlayı§ı kazandırmak­
tır. Vatanda§lık ahlakı insanların devletle olan müna­
sebetlerini ayarlayan kaideleri ihtiva eder.
Devletin fertler üstünde bir varlık olduğunu söy­
lerken, çok dikkatli olmamız gerekiyor. Bu fertler-üstü
varlığın bizim dü§üncemiz dı§ında bir gerçekliği yok­
tur. Ba§ka bir ifade ile, devlet fertler için ve fertler va­
sıtasıyla mevcuttur. Bu manevi §ahsiyet bizim ihtiyaç­
larımızin ve isteklerimizin kar§ılanması için gerekli ol­
duğundan dolayı kurulmu§tur, yani bir vasıtadır. Dev­
letin insan-üstü bir irade ve otoriteyi temsil ettiğin i
söyleyenler, fertleri devlet için bir vasıta gibi görürler.
ݧin daha kötüsü, devletin ba§ında bulunanlar da mut­
lak iyi ve mutlak doğru sayılır. Alman filozofu He­
gel'in dü§üncesinde en kuwetli ifadesini bulan bu dev­
let anlayı§ı komünist ve fa§ist diktatörlüklerin temel
siyasi felsefesini te§kil etmi§tir.
Türk medeniyetinde batıda örneklerini gördüğü­
müzden çok farklı bir devlet anlayı§ı geli§mi§tir. Batı­
da yakın zamanlara kadar devlet denince vergi ve as­
ker toplayan, buna kar§ılık asayi§İ koruyan bir idare
anla§ılırdı. Türklerde devlet, otorite ile vazifeyi §ahsın-
Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak/ I 7 1

da birle§tiren bir "baba" gibidir. Halkımızın diline


"devlet baba" tabiriyle yerle§mi§ bulunan bu zihniyete
göre, devletle insanlar arasındaki münasebet, klasik
aile tipinde baba ile aile fertleri arasındaki münasebe­
te benzer. Baba her§eyden önce ailenin reisidir ve
mutlak bir otoriteye sahiptir. Fakat bu kuvvetinin kar­
§ılığı olarak kendisine öyle vazifeler yüklenmi§ ki, bu
vazifeler sırf bir güvenlik i§ini çok a§ar. Baba aile fert­
lerinin birlik içinde büyümesini ve geli§mesini sağla­
makla görevlidir. Orkun Abidelerinde Bilge Kağan
"Aç milleti doyurdum, çıplak milleti giydirdim" de­
mektedir. Bütün Türk devletlerinde bu prensip göze­
tilmi§ ve Türk devletinin himayesinde bulunan yabancı
halklar bile, ayrım yapılmaksızın, devletin bütün hiz­
metlerinden faydalanmı§lardır.

Sosyal hizmetlerle birlikte adalet de Türk devleti­


nin en belirgin özelliklerinden biridir. Mahkeme kar§ı­
sında bir yoksul ile padi§ah e§it tutulmu§, hiç kimseye
imtiyaz tanınm amı§tır. İslam dininin adalet hakkında­
ki emirlerini en iyi tatbik eden herhalde Türkler ol­
mu§tur. Belki de devletin bütün bu görevleri yerine
getirmesi yüzünden, ona kar§ı büyük bir bağlılık doğ­
mu§, Allah yolunda ölmek ile devlet yolunda ölmek
bir tutulmu§tur. Buna kar§ılık devlet makamlarında
bulunanlar gerek kanunların, gerek kamuoyunun
kontrolundan hiçbir zaman uzak kalrnamı§lardır. Tari­
himizde zaman zaman devlet otoritesini temsil edenle­
re kar§ı yapılan isyanlarda en önemli sebep "adaletsiz­
li k" olmu§tur. Osmanlı Devletinde kanunu temsil eden
Şeyhülislam'ın padi§ahı azietme yetkisi bile vardı ki,
böyle bir yetki, yani siyasi otoritenin kanunlar yoluyla
tam kontrolü, hiçbir yabancı devlette görülmü§ değil­
dir.
1 72/Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak

(1. ) Devletin Bölünmezliği

Devlet, vatan ve milletten ayrı düşünülemeyeceği


için, o da bölünmez bir bütündür. Siyasi parçalanma­
lar yüzünden ayni milletin ikiye ayrıldığı ve neticede
birbirine düşman olduğu çok görülmüştür. Daha evvel
belirtmiş olduğumuz gibi, toplumların en yüksek teka­
mül mertebesi millet olmaktır. Millet ise siyasi birliğe
kavuşmadan tamamlanmaz. Şu halde millet birliğinin
hem kurulması, hem de korunması ancak devletin bö­
lünmezliği sayesinde mümkündür.
Eski Türklerde devlet, hükümdarın oğulları ara­
sında paylaştırılırdı. Bu yüzden Türk devletleri birbiri
ardına kuruluyor ve kısa zamanda batıyorlardı . İlk de­
fa Fatih devletin devamı için ayrılık çıkaran şehzadele­
rin idam edilebileceğini bir kaide halinde ortaya koy­
du. Bazılarının yanlış olarak "kardeşin kardeşi öldür­
mesi" diye basit bir kan dökme hadisesi olarak gördük­
leri bu kaide, bugün bizim şu topraklarda yaşamamızı
sağlayan başlıca faktörlerden biri olmuştur. Taht uğ­
runda canlarını kaybedenler, ölümleriyle bizim yaşa­
mamıza sebep olmuşlardır.
(2. ) Devletin Sürekliliği

Devlet hayatının temel prensiplerinden biri de


"süreklilik"tir. Yukarıda devletin süreklilik kavramına
dayandığını anlatmıştık, bu kavram olmadığı zaman
devlet ile hükümet birbirine karıştırılabilir. Halbuki
devlet otoritesini elinde bulunduranlar geçici, onların
fonksiyonları ve makamları süreklidir. Bu yüzden dev­
let organlarının kuruluşunda ve idaresinde, bu organ­
ların şahıslara bağlı olmamasına bilhassa dikkat edilir.
İ nsanlar fert olarak öldükleri halde topluluk olarak
daima yaşarlar, yani insan nesli ölmez. Topluluk de-
Ahl a k Psikoloj isi ve Sosyal Ahlak/ 1 73

vam ettikçe onunla ilgili hizmetler de devam edecek­


tir. Böylece "hizmetlerin sürekliliği " devletin sürekli liği
için gerekli esaslardan biri olm aktadır. Fakat devlette
süreklilik esası bilhassa onun kontrol gücüyle ilgilidir.
Devlet olmasaydı toplum hayatı nasıl bir anarşi içine
girer ve kaba kuvvet nasıl herşeye hakim olurdu! İ şte
devletin bir zaman sonra yıkılacağı·n ı düşündüğümüz
zaman da ayni anarşi hayatımızı kaplar. Bir insan an­
cak hayatından ve sahip olduğu her türlü maddi - ma­
nevi varlığından emin olduğu sürece insanca bir hayat
yaşayabilir. Ona bu güvenliği veren §eylerden başlıca­
sı, devletin sürekliliğine olan inancıdır. Bir hakkımız
kaybolduğu zaman, onu eninde sonunda bize geri ve­
recek bir kuvvetin bulunduğuna inanmalıyız.

Devletin sürekliliği ile milletin sürekliliği bir bakı­


ma ayni şeylerdir. Dedelerimiz bunu belirtmek üzere
"devlet-i ebed-müddet" tabirini kullanırlar, yani kur­
dukları devletin ebediyete kadar devam edeceğini söy­
lerlerdi . Gerçekten, Anadol u'da Tuğrul ve Çağrı Bey­
ler tarafından kurulan Türk Devleti , hanedan ve rej im
değiştirmekle beraber, bin yıl devam etmiştir ve bun­
dan sonra da devam edeceğine hepimizin imanı var­
dır. Türk milletini ayakta tutan kuvvet, işte bu siyasi
organizasyonun daima güçlü bir şekilde devam etmesi
olmuştur. Bizim milli karakterimizde devletin o kadar
büyük yeri vardır ki, devleti olmadığı zaman Türk de
yoktur. Siyasi teşkilatı parçalandığı zaman Türk milleti
çabucak dağılır, toparlanıp yeniden bir devlet kuramaz
yani istiklal kazanamazsa yok olur. Bu şekilde başka
milletierin kültürü içinde eriyerek kaybolmu§ Türkleri
-Hazarlar, Kumanl ar, Peçenekler, Bulgarlar gibi- tarih
bize gösteriyor. Atatürk'ün dediği gibi, "hürriyet ve is­
tiklal bizim karakterimizdir."
1 74/Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak

2. Sosyal Ada let

Sosyal adalet, devletin vatanda§a sağladığı sosyal


hizmetlerde gözetilen adalettir. Eski devlet anlayı§ına
göre, idare insanları kanun kar§ısında e§it tutar ve ara­
larında düzenli bir h ayat ya§anmasını sağlardı . Günü­
müzün devleti bu hizmetlerin yanısıra, insanların daha
iyi ya§amaları için gerekli hizmetleri de üzerine al­
maktadır. İnsanlar sadece kanun e§itliği değil, ayni za­
manda hayat mücadelesinde de e§itlik aramaktadırlar.
l . EŞiT L i K G ÖZ ET E N A DA L ET

Tabiat e§itsizliklerle doludur. İ nsanların kimi sıh­


hatli kimi sakat doğar, kimi bereketli kimi kurak ik­
limde, kimi §ehirde kimi köyde, kimi varlıklı kimi de
yoksul bir ailenin çocuğu olarak. Doğduktan sonraki
hayatında da cemiyetten gelen birçok e§itsizliklerle
kar§ıl a§ır. Bu sonrakiler doğumla ba§layan e§itsizlikle­
rin bir çe§it devamıdır. Köyde doğan §ehirde doğana
göre tahsil yapma bakımından daha az §anslıdır, yok­
sul çocuğun servet sahibi olma imkanı zengin çocu­
ğunkinden daha azdı r, tahsil ve servet kıtlığı insana si­
yasi güç bakımından daha az §ans verir ve böylece bir
e§itsizlik bir ba§kasını davet ederek sürer gider.
İ nsan cemiyetinin en büyük fonksiyonlarından biri
de insanı kendi iradesinin dı§ındaki sebeplerden ileri
gelen eksiklerden kurtarmaktır. Tabiatın kendi kuv­
vetlerine bıraktığımız takdirde kuvvetlinin zayıfı eze­
ceği muhakkaktır, üstelik ezilen zayıfın §İkayette bulu­
nacağı hiçbir makam yoktur. İ nsan cemiyetinin kanun­
ları ise kuvvetliye kar§ı zayıfı korumak, daha doğrusu
kanun kar§ısında kuvvetli ve zayıf diye herhangi bir
ayırım yapmamak esasına göre ayarlanmı§tır. E§itlik
sadece insanın yarattığı ve insanın gözettiği bir pren-
Ahlak Psikolojisi ve Sosya l Ahlak/ 1 75

siptir. Belki de bu sebeptendir ki sosyal adalet kavramı


her zaman ve her yerde rastlanmayan, ancak insanı ce­
miyetin temel birimi diye gören bir anlayı§ın eseri ola­
rak ortaya çıkan bir kavram olmu§tur. Büyük dinlerin
ve modern demokrasinin insanlık ideali sosyal adaleti
gerektirir, çünkü bu sistemlerde insanların e§itliğine
inanılmaktadır. E§itlik inancı cemiyetin ilerlemesi ba­
kımından birçok faydalı neticeler dağurmakla bera­
ber, sosyal adaletin kabul ve tatbik edilmesi hiç de ko­
lay olmamı§tır. Bugün sosyal adalet teriminden anladı­
ğımız "fırsat ve imkan e§itliği" bir çe§it hürriyettir ki, o
da bütün hürriyetler gibi uzun mücadelelerin sonunda
elde edilmi§tir. Her hürriyet, daha önce o hürriyetin
yokluğundan faydalanan kimselerin ve çevrelerin
menfaatlarını az veya çok bozacaktır. Bu yüzen ayni
çevrelerin menfaatlarını korum ak üzere direnmeleri
beklenir. Bununla beraber, sosyal adaletin uzun vade­
de herkes i çin faydalı olduğunu söyleyebiliriz. İ §çilerin
daha adil ücret almaları, neticede ݧverenin de gelirini
arttıracak, a§ağı tabakadan kimselerin okutulmasıyla
cemiyet yeni zeka ve kabiliyetlere kavu§acak, refahın
bütün toplum katiarına yayılması sosyal huzuru arttı­
racaktır.
Bazı topluml ar i ktisadi' ve sosyal bakımdan birbi­
rinden çok keskin çizgilerle ayrılan tabakalardan mey­
dana gelmi§lerdir. Hindistan' da hala devam eden kast
sistemine göre, bir kasta mensup insanlar o kast içinde
doğarlar ve yine orada ölürler. İ nsanl arın duruml arını
düzelterek daha yüksek seviyelere çıkmalarına imkan
yoktur. Ortaçağ Avrupa'sında da birbirinden çok ayrı
sosyal sınıflar vardı . Köylülerin çoğu toprağa bağlı kö­
le durumundaydı, bunlar köleliğe daha doğu§tan mah­
kum edilmi§ durumdaydılar. Gerek Avrupa'da, gerek­
se dünyanın ba§ka birçok yerlerinde bu türlü sosyal
1 76/Ahlak Psikoloji si ve Sosyal Ahl a k

yapıların etkileri hala devam etmektedir. Demokrasi­


nin be§iği sayılan İngiltere'de bile asillerle halktan
olanlar diye iki büyük sosyal zümre mevcuttur. Türk
cemiyeti bu bakımdan gıpta edilecek bir geçmi§e sahip
bulunuyor. Hepimizin bildiği gibi, bizde hiçbir zaman
idare edenlerle idare edilenler diye iki sosyal sınıf
doğmamı§tır. Sadece hükümdarlar belli bir aileden ge­
lirler, onların dı§ında devletin her kademesinde halk­
tan gelen adamlar vazife görürlerdi.
Sosyal adalet, sınırlı cemiyet yapısının doğurduğu
bütün kusurları gidermeyi hedef tutan bir kavramdır.
Bir cemiyet içinde birbirinden çok farklı grupla§mala­
rın önüne geçen bir sistem kurduğumuz takdirde, milli
birlik yolunda da büyük adımlar atını§ oluruz. Arala­
rında büyük gelir farklarının, ya§ayı§ ve zihniyet fark­
larının bulunduğu bir cemiyette, insanlar birlik ve hu­
zur içinde ya§ayamazlar. İ §te demokrasi ve sosyal ada­
let kavramları bu yüzden milliyetçilik anlayı§ının ayrıl­
maz birer parçasını te§kil etmektedir.
2. H A KK I N E ŞiT LiGi V E
G E R Ç E K EŞiTLiK

Sosyal adaleti "fırsat ve imkan e§itliği" diye tarif


etmi§tik. Bu tarif üzerinde dikkatle durmamız gereki­
yor, çünkü yanlı§ ve zararlı anlarnalara sık sık rastlıyo­
ruz. Cemiyet, insanları sosyal bakımdan e§it kılmaz,
onlara "e§it fırsat" vermeye çalı§ır. Bütün insanların
e§it olduğu bir cemiyet ne kurulabilir, ne de kurulması
arzu edilir. Bir cemiyetteki mevkiler "liyakat" esasına
göre dağıtılır, yani en kabiliyetli ve ehliyetli insanlar
en yüksek makamlara geçerler. Cemiyetin sosyal ada­
let adına yaptığı veya yapması gereken §ey, insanlara
kabiliyetlerini geli§tirmek üzere imkan tanımaktır. Bir
çocuk yoksul olduğu i çin okuma imkanı bulmayabilir.
Ahlak Psikoloj isi ve Sosyal Ahlak/ 1 77

Biz ona cemiyet alçı r ak bu fırsatı verirsek, ondan sonra


ne yapacağı artık kendi kabiliyetine ve isteğine bağlı­
dır. Bu çocuk yüksek bir başarı göstererek önemli bir
yere gelebileceği gibi, tamamen başarısız da kalabilir.
Yine ayni şekilde, üst tabakadan bir ailenin çocuğu
yoksul çocukla ayni okulda ayni şartlar altında okuya­
rak kend; 11i göstermeye çalışacaktır. Sosyal adalette
anl aşılan eşitlik budur, yoksa zeki ile aptalı, kabiliyetli
ile beceriksizi eşit tutmak değil.
Bütün cemiyet çapında yaygın ve tesirli bir sosyal
adalet sistemi kurmak son derece güçtür. Bu güçlüğün
büyük bir kısmı cemiyetlerin geçmişinden gelmekle
beraber, tamamen yeni bir cemiyet kurmuş olsak bile,
bir müddet sonra kaçınılamayacak eşitsizliklerin doğ­
duğunu görebiliriz. Bir misal verecek olursak, her ce­
miyette ister istemez bir işbölümü olacak, bunun so­
nucunda da bir sosyal tabakalaşma meydana gelecek­
tir. Başka bir ifade ile, sosyal tabakalaşma cemiyette
vazgeçilmez bir fonksiyon farklılaşmasının mahsulü­
dür. Böylece insanların ve onların çocuklarının bilgi ,
görgü v e maddi imkanları arasında ister istemez fark­
lar bulunacaktır. Eşitlik ve sosyal adalet adına bu fark­
ları görmezlikten gelmek, hakikatte korkunç bir ada­
letsizliğe yol açmak demektir.
Eşitlik, insanları yüksek bir yere ulaştırmak üzere
ayni başlangıç noktasından koşturmak demektir, yani
ideal olan şey, onları yukarılarda birbirine yaklaştır­
maktır. Bu yaygın yükselişi sağlayamadığımız zaman
insanları aşağı seviyede, yani sefalet ve cehalette eşit
tutmakla hiçbirşey kazanamayız. İ yi yetişmiş, başarılı
insanlar bizim için kıskançlık ve nefret yerine bir gıpta
örneği olmalı, cemiyette her çocuğu o şekilde yetişti­
rebilmenin yollarını aramalıyız. Şurasını hatırdan çı­
karmayalım ki, ayni başlangıç noktasından yarışa gi-
1 78/Ahlak Psikoloj i si ve Sosyal Ahlak

renlerin bir kısmı çok gerilerde, bir kısmı ortalarda,


bir kısmı da en önde yarı§ı bitirecektir. Tabiat herkesi
ayni kabiliyetle donatmadığına göre, herkesin ayni ba­
§arıyı göstermesini bekleyemeyiz. Fakat insanlar bu
hakikati kabul etmeye psikolojik bakımdan pek yatkın
değildirler. Bazı sosyologlar, cemiyetteki e§itsizliklerin
ba§arısız kimseler için bir çe§it teselli olacağını söyle­
mektedirler ki, doğrudur.
Ahlak terbiyesinin sosyal adaletle ilgi kısmında bu
noktaları önemle belirtmeli ve çocuğun zihnine yerle§­
tirmeliyiz. İnsanl arı prensip olarak e§it saymak ve on­
lara ayni fırsat ve imkanları tanımak hepimizin vazife­
sidir. Ancak farklı kabiliyette olan ve farklı ölçüde ça­
lı§anlara e§it muamele yapmakla hem onlara, hem ce­
miyete kötülük yapmı§ oluruz. Adaletin yanlı§ kulla­
nılması, onun hiç olmayı§ından daha az kötü bir du­
rum değildir. Hukuk sistemi sosyal adalet prensibini
kanun ve nizarnl ar halinde tesbit ederken bu titizliği
göstermek zorundadır.

3 . Demo kra s i ve Ahlôk

o. D E M O KR A S i N i N A N LA M I

Demokrasinin, hepsi d e a§ağı-yukarı aynı anlama


gelen birçok tarifleri içinde en iyisi, herhalde Lin­
coln'ın yapmı§ olduğudur: Demokrasi halkın, halk ta­
rafından, halk için idaresidir. Bu tarif demokrasiyi da­
ha ziyade bir rej im problemi olarak ortaya koyuyor.
Biz günlük hayatta demokrasi denince, bunu hürriyet­
le e§ anlamda kullanırız. Gerçekten demokrasinin en
bel irgin özelliği hürriyet esasına dayanmasıdır. İnsan
olarak sahip olduğumuz hakları, ba§kalarının ayni
haklarını çiğnememek §artıyla, istediğimiz gibi kullan­
dığımız zaman hürüz demektir. Gerçi bu tarif pekçok
Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak/ 1 79

güçlükler ta§ımaktadır, ama bugünün insanı hürriyet


hakkında oldukça ortak bir anlayı§a sahip bulunuyor.
Burada "bizim haklarımız" ve ''ba§kalarının hakları1'
dediğimiz §eyler genellikle bir ülkenin hukuk sistemi
tarafından belirlenmݧtir, ama insan hakları pozitif hu­
kukta yer bulmasa bile, teorik bir anlam kazanmı§ du­
rumdadır. İnsan Hakları Beyannamesinde ve bazı de­
mokratik ülkelerin anayasalarında bu haklar oldukça
teferruatlı bir §ekilde belirilmi§ bulunuyor. İstediği §e­
ye inanma, istediği tahsili görme, istediği vatanı seç­
me, insanca ya§ayacak bir ݧ ve gelir elde etme gibi hu­
suslar bunlar arasındadır. ݧte bir siyasi rej im bu hak­
ları tanıyor ve insanların bu hakları kullanmalarına
imkan veriyorsa, onun adına "demokrasi" diyoruz.
Demokrasi hürriyet temeline dayandığına göre,
onun müesseseleri de insanların serbest tercihleriyle
kurulacak demektir. Nitekim bütün demokratik rej im­
ler serbest seçim sistemini kullanır. Halk kendini idare
edecek kimseleri istediği gibi seçmekte serbesttir. Seç­
me hürriyetinin de bir neticesi olmak üzere, modern
demokrasilerde idare edilenlerle idare edenler arasın­
da sosyal sınıf farkı ortadan kalkmı§tır. Fakat bu far­
kın devam edip etmemesi bile halkın reylerine bağlı­
dır. Parlamenter monar§ilerde halk isterse monar§inin
devamı, isterse kalkması için oy kullanabilmektedir.
Seçme hürriyeti, demokrasinin dı§arıdan en çok
göze çarpan tarafı dır. Fakat demokrasiyi asıl ayakta
tutan §ey bu hürriyetlerin çiğnenmesine engel olan
sağlam müesseselerin kurulmu§ olmasıdır. Anayasa­
larda kurulu§ ve yetkileri belirlenen demokratik mües­
seseler bir taraftan rejimin hür iradeye dayanmasını
garanti ederken, bir taraftan da çoğunluk iradesinin
azınlıkta kalanları ezmesine engel olur. Bu son nokta
demokrasinin en önemli taraflarından biridir. Eğer in-
1 80/Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak

sanların hür dü§ünmelerini ve hür davranmalarını ka­


bul ediyorsak, onların çoğunluk tarafından tutulan yo­
lu beğenmeme hürriyetlerini de kabul etmek zorunda­
yız. Hürriyet ancak insanların refah ve mutluluğunu
artırmaya vasıta olduğu müddetçe bir anlam ifade
eder, bu da her§eyden önce fikir hürriyeti sayesinde
olur. İ nsanlar doğru bild ikleri §eyleri söylemek ve yaz­
makta, bu fikirleri çe§itli vasıtalarla yaymakta serbest
olmalıdırlar. Böyle bir serbestlik elbette hükümet poli­
tikasını hedef al an konuları da içine al acaktır. Demok­
rasinin bir "çok partili" rej im olu§u, iktidar kadar mu­
hal efete de yer vermesi bu dü§ünceye dayanmaktadır.

b . D E M O KRASi S E V G iSi V E
D E M O KRASi D U Ş M A N L I G I

Demokrasi rej im olarak bir çe§it menfaat uzla§­


masıdır. Fertler ve sosyal gruplar birbi rlerinin varlığı­
na saygı duyarak bir arada ya§amayı öğrenirler. Fakat
bu rejimi sadece bir menfaat pazarlığı §eklinde dü§ü­
nürsek hileye ve kaba kuvvete yol açmı§ oluruz. De­
mokrasi her§eyden evvel bir siyasi ve ahlaki terbiye
meselesidir. Bu terbiyeyi kazanmamı§ ülkelerde de­
mokratik rejimin ne kadar zorlukla yerle§tiğini, hatta
yozla§tırılarak diktatörlüğe dönü§türüldüğünü sık sık
görüyoruz. İ nsanlar demokrasinin kendilerine verdiği
hak ve hürriyetleri rejime zarar vermeyecek §ekilde
kullanmayı öğrenmelidirler. Unutmamalıyız ki, de­
mokrasi kendi ba§ına bir kıyınet ta§ımaz. O sadece
hürriyet ve refah için bir vasıtadan ibarettir. Hürriyet
ve refah ise insan için aranan §eylerdir. Burada insa­
nın gaye olduğunu batırdan çıkardığımız takdirde,
hürriyet ile ba§ıbo§luk ayn i anlama geli r. Baskı rejim­
leri, demokratik hürriyetlerin yanlı§ ve kötü bir §ekilde
Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak/ 1 8 1

kullanılması sonunda, insanlar tarafından istenir hale


gelmektedir.
Demokrasi insan için bir vasıta olduğuna göre, de­
mokrasi sevgisi insan sevgisi ile bi rarada gidecektir.
İ nsanlara saygı duymayı, onları sevmeyi öğrenenler
demokrasiden başka bir rejim, bir hayat tarzı düşüne­
mezler. Millet esasına dayanan devletlerde demokrasi­
nin daha kol ay yerleşmesinin bir sebebi de budur. Mil­
letine sevgi ve saygı duyanl ar, milletinin kabiliyetlerine
inananlar onun kendi başına doğru yolu bulacağma da
inanırlar. Bununla beraber, demokrasiyi benimsernek
için sadece milletini sevmek de yetmez. İnsan sevgisi­
ni, insana duyulan saygıyı sırf bir duygu olarak bırak­
ınayıp bunu ilmi esaslara da dayandırmak, yani insan­
lara iyi bir fikir terbiyesi vermek gerekir. Bu terbiyeyi
alanlar mutlak iyi ve doğruyu hiç kimsenin bulamaya­
cağını, dolayısiyle hiç kimsenin "sadece benim fikrim
doğrudur" demeye hakkı olmayacağını bilirler. De­
mokrasiye düşman olanlar bu hakikati anlamamış
kimselerdir. Onlar kendi bildiklerinin, kendi istedikle­
rinin millet için de iyi ve doğru olduğun a inanırlar.
Daha kötüsü, milleti kendi haline bırakınca onun mut­
laka yanlış yola gideceğini zannederler. Şu halde de­
mokrasi düşmanlığı cehaletin bir neticesidir.
Demokrasi bazan eşitsizlikleri ortadan kaldı ran
bir sistem olduğu için de düşmanlık uyandırabilir. Baş­
kalarının zararına olacak şeki lde menfaat sağlayan in­
sanlar, hak eşitliği geti ren demokrasiden hoşl anmazlar
ve onun aleyhinde bulunurlar. Demokrasinin kötü ol­
duğunu iddia edenlerin hepsi olmasa bile pekçoğu bu
eşitliğe düşmandırlar.
c. D E M O KRATiK H Ü R RiYET VE EŞiTLiK

Eski Yunan filozoflarından Eflatun eşitlikten pek


1 82/AhHik Psikolojisi ve Sosyal Ahl a k

ho§lanmıyordu, çünkü Atina demokrasisi sadece va­


tanda§ sayılan bir azınlığı idareci sınıf ol arak kabul
ediyordu ve Eflatun da bu zümreye dahildi . Atina va­
tanda§larının dı§ındaki insanlar köle statüsünde idi.
Hakiki bir demokrasi insan olarak bunların hepsine
seçme ve seçilme hakkı verecekti. Hürriyet, e§itlik
prensibinin kaçınılmaz bir sonucudur. İnsanları e§İt
kabul ederseniz, onları hak sahibi olma ve haklarını
kullanma bakımından da e§it saymak zorundasınız.
Aslında bu iki kavram arasındaki münasebet tek taraf­
lı değil, kar§ılıklıdır. E§itlik nasıl hürriyete yol açıyor­
sa, hürriyet prensibinin kabul edilmesi halinde de e§it­
lik ister-istemez gel ecektir. E§itlik gözetilmediği za­
man hürriyet bir anar§iye döner, çünkü insanlar kendi
hürriyetlerini ba§kalarına zarar verecek §ekilde kulla­
nabilirler. Ayni §ekilde, hürriyet olmayınca da e§itliğin
bir anlamı kalmaz, çünkü insanların asıl aradıkları §ey,
ba§kalarıyla e§it mevkide olmak değil, onlarla e§it hür­
riyetlere sahip olmaktır.
ç. V ATA N DA Ş O LA RA K i N S A N :
SiYASI S O R U M LU L U G U N A H LA KI DAYA N A G I

B atı demokrasilerinde devletle vatanda§ arasında­


ki münasebetler bir çe§it sözle§meye dayanmaktadır.
Devlet vatanda§tan vergi toplar, bunun kar§ılığında
vatanda§a bir takım hizmetler vermekle yükümlüdür.
Aslında bütün ülkelerde vatanda§lar vergi mükellefi­
dir ve devlet de i§lerini bu vergilerle görür. Fakat bi ­
zim devlet geleneğimizde vergi ile vatanda§lık müna­
sebeti hiç de önemli bir yer i§gal etmez. Türkler devle­
te hizmet ederken ve ondan hizmet beklerken vergi
vermi§ olduklarını veya bu verginin kar§ılığını aldıkla­
rını dü§ünmezler. Bu anlayı§ın kökü, bizim siyasi gele­
neğimizdedir. Türkler hep milli devletler kurmu§lar ve
Ahlak Psikoloj isi ve Sosyal Ahlak/ 1 83

e§itliğe dayanan bir cemiyet tipi geli§tirmi§lerdir. Bu


yüzden devlet onlarda ne vergi toplayan bir kuvvet, ne
de vatanda§la sözle§mesi olan bir çe§it müteahhit fir­
ma gibi görülmü§tür.
Türk milletinin geleneğinde var olan ve modern
demokrasilerin de kabul ettikleri bir prensibe göre,
millet fertleri devlete hem boyun eğen, hem de boyun
eğdiği kaideleri kendisi yapan insanlardır. Şu halde
devlete verdiğimiz bütün kıymet, devletten beklediği­
miz her türlü hizmet, aslında vatanda§ olarak bizlere
aittir. Devlet her§eyden önce bizim ahltikımızın, hak­
larımızın ve hürriyetlerimizin koruyucusudur. Bu yüz­
den ahlaki görevlerimizin bir kısmı da devletle ilgili
görevlerimizdir. Vatanda§lık bir sosyal mevkidir. Bu
mevki ile ilgili rollerimizi gereği gibi yapmamız, genel
ahiakın emirleri arasındadır, yani toplum bizden bu
davranı§ları bekler. Siyasi sorumluluk doğrudan doğ­
ruya topluma kar§ı sorumluluktur. Fakat cemiyetin
kendi dı§ımızda bir§ey olmadığını batırdan çıkarma­
malıyız. Çok bencil bir insan bile bu sorumluluğu ta§ı­
yabilir, çünkü toplum hayatı hakkındaki kararlara ka­
tılmakla kendisi hakkında da karar veriyor demektir.
Ülkenin siyasi organizasyonu konusunda söz sahi­
bi olmak insani ve demokratik haklardandır. Buna
rağmen demokrasi geleneğinin çok yeni olu§u yüzün­
den biz bu hakları kullanm aya iyice alı§mamı § bulunu­
yoruz. Yoksullara yardım etmeyi "insanlık görevi" say­
dığımız halde seçimlerde oy kullanmayı veya çe§itli si­
yasi organizasyonlarda vazi fe almayı bir çe§it §ahsi ter­
cih meselesi gibi görürüz. Unutmayalım ki haklarımı­
zın neler olduğunu, bu hakl arı ne §ekilde kullanacağı­
mızı siyasi kuvvet tayin eder. Bu kuvvetin seçilmesinde
kötü davranmak kadar seçime hiç katılmamak da ah­
laki hayatın soysuzla§masına göz yummak veya onu
1 84/AhHik Psikoloj i si ve Sosyal Ahlak

teşvik etmek anlamına gelir. Bizim hayatımız hakkın­


da söz sahibi olanları her zaman kontrol edeceğiz ki
kendimizi de kontrol etnıiş olalım .

Siyasi hayata katılmanın çeşitli şekilleri ve derece­


leri vardır. Bazıları politikacılığı meslek ol arak seçer­
ler, çok kimse de politikacılar -ve onların politikaları­
arasında bir tercih yapmakla kalır. Demokratik haya­
tın hedefi, herkesi hem seçen hem de seçilen duruma
getirmektir. Bu yüzden ileri demokratik memleketler­
de bütün kamu hizmetleri tayinden ziyade seçim esası­
na dayandırılmaktadır. Böylece bir kimse milletvekili
veya belediye üyesi olmaksızın da kamu idaresinin
herhangi bir kademesinde -üniversite mütevelli heyet­
lerinde, güvenlik hizmetlerinde vs. - görev alabilir. Si­
yasi görev ve hizmetlerin bu şekilde yaygın bir hale ge­
tirilmesi, idare eden ve edilen olmak üzere iki zümre­
nin mevcudiyetine imkan vermez, ayni zamanda idare­
ci zümrenin görev ve selahiyeti kötüye kullanmasını da
büyük ölçüde önler. Kuvvetli bir merkezi otoriteye da­
yanan idareler kısa bir süre çok başarılı olsa bile uzun
vadede yozlaşmaya mahkumdur, çünkü halkın idareci­
leri halka değil merkezdeki yüksek makamlara karşı
sorumludurlar. Bu ise dalaylı bir sorumluluktur ve
merkezdekilerin taşra yöneticileri veya alt kademede­
kiler tarafından aldatılması çok kolaydır. Büyük impa­
ratorlukların yıkılına çağında, merkezdeki ihtişam ve
kudrete rağmen, taşranın sefil ve yoksul kalmasının
sebebi budur.

Görülüyor ki, vatandaş olarak insanın siyasi hak­


larını kullanması veya bu hakları yoksa elde etmesi,
toplum ve fert ahlakı bakımından kaçınılmaz bir görev
olmaktadır.
Ahlak Psikoloj i si ve Sosyal Ahl a k/185

4 . S a v a ş ve Ahlô k

a. SAVAŞ V E B A R I Ş

Sava§, toplumların birbirlerine isteklerini kabul


ettirmek için zor kullanmalarıdır. Sava§larm birden
fazla sebebi vardır, fakat hepsinde de zor kullanma,
yani kaba kuvvete ba§vurma esastır. Bu yüzden sava§,
prensip olarak ahlaka aykırı bir harekettir, çünkü in­
san münasebetlerini maddi kuvvete dayandırmaktadır.
Ahi akın gayesi insan hayatını herkesin ortakla§a kabul
ettiği kaidelere dayandırmak olduğu halde, sava§ bu
kaidelerin kuvvetli ol an tarafından zayıflara kabul etti­
rilmesi anlamına gelir. Fakat sava§ın ahlaki davranı§ı
ortadan kaldırır nitelikte olması, sava§an insanların
ahlak-dı§ı davranmaları gerektiği demek değildir. Bir
taraf haksız bir sava§ çıkarabilir, ama buna kar§ı çık­
mak ve sava§a katılmak ahlakı korumanın bir gereği
olur.
Sava§, insanlar arasındaki kavganın milletler ça­
pında büyütülmü§ alanıdır. Kavgaya dökülen anla§­
mazlıklarda ahiakın gereği ne ise sava§ta da onu yap­
mamız beklenir. Ahlaklı bir insan kuvveti en sonra
kullanmayı dü§ünür, kullanırken de §ahsl duyguların­
dan ziyade toplumun emir ve yasaklarını gözönünde
tutar. İ § bu safhaya gelince, kuvvete kuvvetle kar§ı
koymak ahlaki bir davranı§ olur. Bazı kimseler ve bazı
felsefeler barı§çı davranı§a o derece tutkuyla bağlan­
mı§lardır ki bunlar kendilerine yapılan §İddete kar§ılık
vermez ve pasif davranınakla kar§ı tarafı da barı§a ite­
ceklerini dü§ünürler. Bu dü§ünce tamamen yanlı§ de­
ğildir, fakat ahlakı bu §ekilde koruyamayız. İ nsan sa­
dece kendinden değil, bütün toplumdan sorumludur.
Bize yapılanı §ahsen affetsek bile o hareket toplumun
1 86/Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak

ahlakına ve hukukuna kar§ı i§lenmi§ bir suçtur, bu


yüzden mutlaka kar§ılık görmesi gerekir. Nitekim hu­
kuk sistemlerinde §ahsi §ikayete bağlı olmayan, sırf ka­
mu hakları gözönünde tutularak verilen cezalar vardır.
Sava§ı önlemenin en tesirli yolu insanlara barı§çı
bir ahlak terbiyesi vermek, kuwete ba§vurmayı gerek­
tiren halleri ortadan kaldırmaktır. Ayni inanç sistemi­
nin kuwetli bir §ekilde hakim bulunduğu ülkelerde in­
sanların barı§ içinde ya§ amaları imkanı daha fazladır.
Geçmi§te İ slam dünyası çok uzun süren bir barı§ dö­
nemi ya§amı§, Hıristiyan dünyasında ise inanç siste­
minde meydana gelen çatlamalar (mezhep ayrılıkl arı)
çok defa sava§ sebebi olmu§tur. Bazan da insanlar sa­
Va§ın §iddetini gördükten sonra barı§a daha yatkın bir
hale gelirler. İ slam dünyasında Moğol istilasının deh­
§etinden sonra barı§çı dü§ünce hızla geli§mi§, ikinci
dünya sava§ının acılarından sonra da barı§ı korumak
üzere dünya çapında te§kilatlar kurulmu§tur.
Sava§ın bir tek sebebi olsaydı, belki insanlar bütün
güçleriyle o sebebi ortadan kaldırabilirlerdi. Fakat bu­
güne kadar geçirmi§ olduğumuz tecrübeler, insanlar
arasında bilgi, inanç, iktisadi seviye, hayat tarzı, coğra­
fi bölge vs. bakımından meydana gelen ayrılıkların hiç­
bir zaman tam olarak giderilemeyeceğini göstermi§tir.
Bu ayrılıklar devam ettikçe insanlar ve toplumlar arası
ihtilaflar sürüp gidecektir. krıcak bu ihtilafları sava§a
yol açmayacak bir seviyede tutmamız da tamamen im­
kansız değildir. Bazı kimseler, bunun için sava§a kalkı­
§anları.- engelleyecek kadar bir kuwet bulundurmayı
barı§ın· garantisi saymaktadırlar. Kar§ı tarafı sava§tan
caydınicak kadar kuwetiniz olursa barı§ sizin elinizde­
dir. Fakat bu dü§ünce günümüzdeki silah yarı§masının
ba§lıca sebeplerinden biri olmu§tur. Bir taraf öbürünü
sava§ tan caydırmak için kuwet . toplamaya kalkınca
Ahl a k Psikolojisi ve Sosyal Ahlak/187

öbür taraf da ayni düşünceyle silahlanmakta, böylece


dünya her an patlamaya hazır bir barut fıçısı haline
gelmektedir. Belki milletlerarası bir kontrol sisteminin
kurulması halinde aşırı siHihlanma önlenebilir, bu da
savaşların büyük bir genişlik kazanmasına engel olur.
Savaşın en kötü tarafı insanların ölümüne ve ülke­
lerin yıkılmasına yol açması değildir. Savaş doğrudan
doğruya ahlakı ve bütün toplum düzenini yıkıcı bir te­
sir yapmaktadır. Ahlaka en çok zarar veren durum, in­
sanların tıpkı h ayvanlar gibi sadece karın dayurma ve
hayatta kalma endişesine düşmeleridir. Rüşvet, vur­
gunculuk, jurnalcilik, yalancılık, fuhuş gibi ahlaksızlık­
lar bilhassa savaş zamanında görül ür. Çünkü savaş bü­
tün ahlaki kontrol mekanizmalarını tesirsiz hale getir­
mektedir. Bu arada birçok kimselerde ahlaki vasılların
kuwet kazandığı da görülebilir, insanlar d aha çok fe­
dakar ve daha yardımsever olabilirler. Fakat savaşın
uzun vadede getirdiği felaketler bütün bu insani vasıf­
ları bile eritecek derecede ezicidir. Bu acıları mağlup
olan milletler daha iyi bilirler.
Barış ahiakın başlıca gayelerinden biridir, ama tek
gayesi değildir. Barış insanları daha mutlu kılacak işle­
rin yapılması için gerekli olan ortamı sağlar, yoksa
kendi başına mutluluk vermez. Hatta bazı yazarlar
uzun süre bir barış döneminin millet hayatında birçok
ahlaki gevşekliklere yol açacağını, böyle bir milletin
bir savaş halinde hiçbir varlık gösteremeyeceğini iddia
ederler. Bu iddia barışın kötü birşey olduğunu göster­
mez. Çünkü bütün mesele barış dönemini ne türlü iş­
lerle geçirdiğimiz noktasında düğümlenmektedir. Me­
sela Türkler yabancıların devamlı tecavüzleri karşısın­
da uzun barış devreleri görememiş, böylece yurt içinde
kalkınmaya verecekleri bütün güçleri savaşlarda düş­
manı kovmak i çin kullanılmıştır. Şurasını da unutma-
1 88/Ahlak Psi kolojisi ve Sosyal Ahla k

mak gerekir ki , Türkiye'nin bugün hürriyet ve istiklal


konusundaki hassasiyeti , geçmi§te onu korumak üzere
çektiği sıkıntılarla çok ilgilidir.
b . S A V A ŞTA A H LA K

Sava§ın genellikle ahlakı yıkıcı, fakat bazı hallerde


ahlakı korumak için çok gerekli ı -İr§ey olduğunu be­
lirtmi§tik. Şu halde insani gayelerle sava§a girenler, bu
kritik durumda ahlak ölçülerini korumaya bilhassa ti­
tizlik göstermeli ve geçici bir zaman için bile olsa ah­
lak-dı§ı hareketlerde bulunmamalıdır. Belki de sava§ın
iki taraflı bir kılıç olu§u, yani galip gelenin mağlup da
olabileceği hesaba alınarak, bir çe§it 11SaVa§ ahlakı11 or­
taya çıkmı§tır. Geçmi§ devirlerde sava§anların insafına
terkedilen bu ahlak kaideleri §imdi milletlerarası te§­
kilatların kontrolü altında bulunmaktadır. Esiriere i§­
kence edilmemesi, esir dü§en askerlerden hüviyetleri
dı§ında bilgi istenmemesi, sivil halka ate§ açılmaması
gibi hususlar her devlet tarafından garanti edilmi§tir.
Bunlara aykırı hareketler çok görülse bile bir çe§it
dünya kamuoyunun doğması ve sava§ ahlakını çiğne­
yenierin kınanınası oldukça ileri bir adım sayılmalıdır.
Hakikatte sava§ta ahlak-dı§ı davranmanın bir ta­
rafa kazanç getireceğini söylemek çok zordur. Şidde­
tin daima §iddet doğuracağını hesaplamayanlar, sava§­
tıkları milletin bütün kin ve nefretini uyandırarak, as­
ker olmayanların da kendilerine aktif birer dü§man
kesilmesine yol açarlar. Geçmi§ devirlerin istila hare­
ketlerinde §iddet kullananlar hep kar§ılık görmü§, gir­
dikleri yerde ahlaklı davrananlar ise pek sevilmeseler
bile mukavemet görmemi§lerdir. Türklerin Fetih siya­
setinin en büyük prensiplerinden biri, dü§mana sava§
alanının dı§ında merhametli davranmak, sivil halka
katiyen el kaldırmamaktı . Batı dünyasında siyasi ve
Ahlak Psikoloj isi ve Sosyal Ahlak!l89

idari çalkantıların insanları huzursuz bıraktığı devir­


lerde adalet ve insaf gösteren Türklerin koruyucu gibi
kabul edildiklerini hepimiz biliriz. imparatorluktan
ayrılmı§ ülkelerin bazılarında bugün bile Türk hakimi­
yeti devrinin saygı ile anıldığını görmek mümkündür.
Sava§ta hile yapılır, fakat ikiyüzlülük yapılmaz.
Sava§ın bir hile olduğunu herkes bilir ve ona göre dav­
ranır, böylece sava§ sırasında hile yapmak herkesçe
kabul edilen bir ahlak kaidesi haline gelmi§tir. Buna
kar§ılık, verilen sözleri tutmamak, taahhütlere uyma­
mak, taraflarca ho§ görülmeyen §eyleri yapmak "sava§
ahlakı"na aykırıdır. Dikkat edilirse bunlar genel ahUi­
ka da aykırı §eylerdir. Türkler bir devlete harp açma­
dan önce isteklerini diplomatik yollardan bildirirler,
kabul edilmezse sava§a girerlerdi . Sava§ta bir §ehir ve­
ya kale ku§atı ldığı zaman oradakilere önce teslim tek­
lif edilir, kabul edildiği takdirde sivil halktan isteyenler
orada bırakılır, gitmek isteyenler ve teslim olan asker­
ler istedikleri yere gönderilirdi . Türkler ayrıca bu si ­
lahsız kimselere yolda bir tecavüz olmasını önlemek
için yanlarına asker katarlar, herkesin emniyet içinde
dönmesini sağlarlardı . "Vireıı denilen bu teslim usulü
zaman zaman Avrupalılar tarafından da Türklere tek­
lif edilmi§, fakat silahl arını bırakarak çıkan Türkl er al­
çakça öldürülmü§lerdir. Avrupalılarm sava§ ahlakını
böyle çiğnemelerinin bir sebebi de, kendi askerlerinin
a§ağı tabakadan toplanmı§ ve yağma yapmaktan ba§ka
dü§üncesi bulunmayan maceracılardan ibaret olu§U
idi. Aile ve vatanda§lık terbiyesinden mahrum yeti§en
bu adamlar girdikleri her yerde çocukları öldürüyor,
kadınl ara saldırıyor, mabetieri ate§e veriyorl ardı.
Türkleri n sava§ üstünlükleri nden biri, kuvvetli bir di­
sipline sahip olu§larıydı . Ordularındaki bu disiplin on­
ları ahlak-dı§ı ta§kınlıklar yapmaktan da alıkoyuyordu.
1 90/Ahl a k Psikolojisi ve Sosyal Ahla k

Türkler sava§ı o derece hukuki bir müessese hali­


ne getirmi§lerdi ki, en yüksek hukuk otoriteleri uygun
görmediği takdirde sava§ açamıyorlardı . Giri§ilecek
sava§ın me§ru olup olmadığı "Şeyhülislam"a sorulur,
ancak onun onaylaması üzerine Padi§ah sava§ emri ve­
rirdi . Sultan Murad devrinde Karamanoğlu Beyliği
birkaç defa Osmanlı toprakların a saldırmı§, fakat o
devrin alimleri "Müslüman bir ülkeye kar§ı sava§ aç­
mak doğru değildir" dedikleri için padi§ah sefere çıka­
mamı§tı. Hıristiyan devletlerle olan sava§larda bile sa­
va§ın insan haklarını (hukuk-ı ibadullah) koruma ga­
yesi ta§ıdığı açıkça belli olmadıkça fetva alınamazdı.
Son Kıbrıs harekatımız böyle bir insancıl gaye ile sava­
§a giri§imizin yeni bir örneğini te§kil etmi§tir.
Sava§ ahlakını barı§ ahiakından ayırdetmeye im­
kan yoktur. İnsanlar barı§ dönemlerinde nasıl bir ter­
biye ve nasıl bir zihniyet i çinde yeti§irlerse, sava§ za­
manında da o terbiyeye göre hareket edeceklerdir. Bi­
zim gıpta edilen bir sava§ ahlakına sahip olu§umuz i§te
barı§ dönemindeki insan anlayı§ımızın mükemmelliği
yüzündendir. Türkler hiçbir zaman kendi soylarından
ve kendi dinlerinden olmayanlara, yani yabancılara in­
sanlık dı§ı muamele yapmamı§lardır. Bizim fethettiği­
miz yerlerin birer sömürge olmayı§ı da bu sebeptendir.
Halbuki Avrupalılar anavatanları dı§ındaki yerlerin in­
sanlarını a§ağılık birer yaratık diye görmü§lerdir. On­
ların ülkelerini de istedikleri gibi kullanmı§lardır. Bu
türlü ahlak-dı§ı bir anlayı§ın yakın devirdeki temsilci­
lerinden biri de me§hur İ ngiliz politikacısı Çörçil ol­
mu§, bu devlet adamı Türklerin Hıristiyan olmadıkları
için insan sayılmayacaklarını söylemi§tir. Halbuki Hı­
ristiyan devletlerin birbirlerine kar§ı da çok zalim ve
gaddar davranmaları bu i§in bir din farkından ziyade
bir ahlak terbiyesi farkından ileri geldiğini göstermek­
tedir.
Ahlak Psikoloj i si ve Sosyal Ahlak/ 1 9 1

Savaş, ahlaklı insanların son olarak başvuracakları


ve sırf insan haklarını korumak için yapacakları bir
mücadeledir. İ yi bir hedefe kötü vasıtayla gidilmeyece­
ğini bilenler, ahlakı yaşatmak için yapılan bir savaşın
da yine ahlaklı davranışla kazanılacağına inanırlar.
5. M a kine Medeniyeti ve A h l ô k

Geçen yüzyılın sonlarına doğru, teknoloj ideki iler­


Iemelerin hızla artışı neticesinde bir gün i nsanların bü­
yük ölçüde işsiz kalacakları tahmin ediliyordu. Maki­
neler geliştikçe bunlar hemen her işte insanın yerini
alacaklardı. Teknolojik gelişmeyi iktisadi açıdan ele
alanlar işsizliğin dağuracağı neticeler hakkında fikir
yürüttüler, hatta bazıları -Marx gibi- bu gelişmeyle do­
ğacak işsizlik ve setaletin bütün dünyadaki sosyal ve
iktisadi münasebetleri kökünden değiştireceğini iddia
etti. Bazıları ise dünyadaki süratli değişmeni n sosyal
ve insani değerler açısından birçok felaketler doğura­
bileceğini düşünerek endişeye kapılmışlardı . Bunlar
binlerce yılın yarattığı kültür ve medeniyet kıymetleri­
nin ortadan kalkacağını, yeni insanın makinelerden
pek farklı olmayacağını düşünüyorlardı.
Yirminci yüzyılda bütün geçmiş yıllardaki nden da­
ha hızlı bir teknolojik ilerlemenin görülmesi bu endi­
şeleri daha da artırdı . Gerçi makineleşmenin yaygın­
laşmasından doğan işsizlik ihmal edilebilir denecek
kadar azdı, yani büyük kitlelerin işsiz kalması ve top­
lum düzenini alt-üst etmeleri sözkonusu değildi, fakat
yine de az işçi ile çok ݧ görme prensibinin hakim ol­
duğu muhakkaktı. Ö te yandan, makine ile birlikte ge­
len yeni bir değer sistemi ve yeni bir hayat tarzı eski
ahlaki değerleri kuvvetle sarsıyordu. Büyük kitleler bu
değişmenin akışı içinde sürüklenip giderken birtakım
filozof, sosyolog, sanatçı ve yazarlar hayatın artık i nsa-
ı 92/Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak

ni' hüviyetini kaybettiğini, günümüze "makine medeni­


yeti" demek gerektiğini söylediler. İ nsanı bir fabrika­
nın makinesi veya bir makinenin di§li çarkı seviyesine
dü§mekten kurtarmak üzere birçok tezler ortaya atıl­
dı . Yeni kavramlar bulundu. Yakın zaman a kadar mo­
da bir felsefe akımı olan "egzistansiyalizm" ve hemen
herkesin dilinde dola§an "yabancıla§ma" hep bu gayre­
tin birer mahsulü olmu§tur. Makine medeniyeti nedir
ve insanı nasıl, ne bakımdan tehlikeye dü§ürmektedir?
İ nsanın alet ve makine yapması yeni bir hadise de­
ğildir, hatta insanı "alet yapan hayvan" diye tarif eden­
ler bile olmu§tur. Ö yle iken, makine yapımında görü­
len ilerleme ve artı§ hayatımızı niçin deği§tirsin? Haki­
katte §ikayet konusu olan §ey, yeni alet ve makinelerin
yapılması değil, çalı§manın ve dolayısiyle bütün haya­
tın makinele§mesidir. İ nsan aleti belli bir §eyi yapmak,
istediği bir §eyi elde etmek üzere yapar. Bu bakımdan
alet insan elinin ve ayağının bir çe§it uzantısıdır. İ nsa­
nın yaptığı alet tabiat kuvvetlerini olduğu gibi kulla­
nan, daha doğrusu tabiat kuvvetlerini kendi istikame­
tinde kull anan bir vasıtadır. Bir §eyin üzerine çekiçle
vurursanız oradaki basınç artar, geni§ ve sivri uçlu çe­
likle (balta) tah taya vurursanız tahta kesilir. Yaptığı­
mız makinelerin bir kısmı da böyledir . Nitekim sanayi
inkılabını ba§latan makine denilen buhar makinesi, ta­
biatta mevcut olan ve gözle görülen bir gücün faydalı
§ekilde kullanılmasından ibaretti . Bu yüzden makine
ancak belli bir devreden sonra korkutucu olarak gö­
rülmeye ba§lanmı§tır. Bu devre de §erit ( assembly li­
ne) sistemiyle üretime geçildi ği zamandır. Eskiden in­
san bir alet veya makine yapar ve onunla belli bir §ey
elde ederdi. Yeni durumda üretim sürekli, yani bitme­
yen bir faaliyet haline gelmi§tir. Şerit sistemiyle çalı§­
mada üretilen alet veya makinenin her bir parçası bir
AhHik Psikoloj isi ve Sosyal Ahlak/193

ݧÇİ tarafından yapıldıktan sonra bir ba§ka parçasının


yapılması için bir sonraki ݧçiye verilir ve bu ݧ devam
edip gider. Bu türlü bir üretim faaliyetinin daha ileri
safhası ise, §erit üzerinde parça i§i yapan ݧÇİlerin yeri­
ne otomatik makinelerin geçmesidir. İ §te bu "otomas­
yon" pekçok kimsenin gözünü korkutmu§, me§hur ma­
tematikçi Norbert Wiener böylece en büyük iktisadi
krizlerde bile rastlanmayan bir ݧsizliğin doğacağını
söylemݧti. Belki de makineleri n insan yerini almasın­
dan çok, onların yaratacağı tesirler hakkında ileri sü­
rülen fikirler insanları korkutuyordu . Çok ünlü ilim
adamları makinelerin kendi kendilerini otomatik ola­
rak üreteceklerini söylediler. Gerçi bu üreme insan
üremesi mahiyetinde değildir, ama yakın gelecekte
dünyamızı robotların kapiayacağı endi§esini büsbütün
artırıyordu.
Otomasyana d ayanan bir sanayi ne faydaları ne de
zararları bakımından §imdilik Türkiye için bir mesele
te§kil etmiyor. Biz pek çok ݧ sahalarında henüz maki­
nele§meye bile erݧIDi§ değiliz. Bununla beraber, maki­
ne medeniyetinin neticeleri bütün dünyaya süratle ya­
yılmakta ve bizi gelecek h akkında dü§ünmeye sevket­
mektediL B a§ka bazı ülkelerin bu konudaki tecrübele­
rine bakacak olursak, makinele§me dünyanın çehresi­
ni çok deği§tirmi§ olmakl a beraber, korkulan sonuçları
vermemݧtİr. Hatta bazı ilim adamları atomasyanun
dü§ünülenin tersine sonuçlar doğurarak, bir çok mese­
lelerimizi çözeceğini söylemektedirler. Bu üretim biçi­
minin sosyal ve ahlaki tesirlerini incelemeden önce,
atomasyanun bizzat üretimde meydana getirdiği asıl
deği§İkliğin ne olduğunu kısaca görelim. Bunlardan bi­
rincisi, yukarıda da belirttiğimiz gibi, eskiden ayrı olan
bir çok arneliyelerin sürekli üretim §eritleri halinde
birle§tirilmesidir. Bu sayede üretim belli bir ba§ı ve so-
1 94/Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak

nu olan bir faaliyet olmaktan çıkmı§, insan eli yerine


makineler üretimi yapar olmu§tur. İ nsanın buradaki
görevi üretilen mal üzerinde değil, üretici makineler
üzerinde çalı§maktır. İ kinci ve belki dah a önemli deği­
§İklik ise "elektronik beyin" dediğimiz makinelerin ya­
pılmasıdır. Bu makineler bir taraftan makineler üze­
rinde kontrol görevi yapıyor, bir taraftan da bilgileri
kaydederek bu bilgiler üzerinde i§lemler yapıyorlar.
Bunlara bir de nükleer gücün sanayie girmesini katar­
sak, deği§menin büyüklüğünü daha iyi görebiliriz.
Bütün ilerlemesine rağmen atomasyanun girme­
yeceği veya pek az gireceği ݧ sahaları mevcuttur. Fa­
kat girdiği yerlerde her§eyden önce sanayile§menin hı­
zı eski deviriere kıyaslanamayacak kadar artını§ ola­
cak, pek çok §eyler insan eli değmeden ve insanın doğ­
rudan doğruya kontrolü olmadan üretilmeye ba§laya­
caktır. İ nsan emeği daha çok makinelerin kontrolü ve
programlanması sahasında aranacağı için, vasıflı i§çiye
olan ihtiyaç artacak ve vasıfsız i§çiler sadece temizlik
vs. gibi birkaç yerde kullanılabilecek tir. Yeni sanayi e
uyacak biçimde insan yeti§tirmek için yaygın bir eğitim
sistemi kuruluncaya kadar vasıfsız i§çilerin, ya§lı i§çile­
rin ve çalı§an kadınların durumu çok kötüle§ebilir.
Ya§lı i§çilerin eğitim görmesi zor, kadınların çalı§tığı
sahalar (bilhassa büro i§leri) ise elektronik makinelere
devredilmi§ olacaktır. Eskiden ucuz ve vasıfsız i§çi ça­
lı§tı rmak için yoksul bölgelere dağılabilen endüstri
§imdi vasıflı ݧÇi ve büyük pazar bulunduran geli§mi§
bölgelere yığılacak, böylece yoksul bölgeler sanayile§­
meden daha az faydalanacaklardır. Buna rağmen sa­
nayiin klasik enerji kaynaklarına -kömür, su gücü, pet­
rol vs.- daha az bağlı kalması onu belli bölgeler etra­
fında toplanın aktan kurtarabilir. Dı§ bölgelere yayılma
çok m asraflı olduğu için ancak büyük firmalar bunu
Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak/1 95

yapabilirler. Bu durum da mülkiyetİn belli ellerde top­


lanmasını te§vik eder. Bölge farklıla§ması milletlerara­
sı çapta da görüleceği için, geri kalmı§ ülkelerle sana­
yile§mݧ ülkeler arasındaki mesafe daha da artabilir.
o. T E K N O L OJ i N iN H iZ M ETi N D E
i N SA N

Otomasyon §eklinde bir makinele§menin eğitim,


sosyal hayat, idare ve milletlerarası politika sahaların­
da pek çok tesirleri görülecektir. Bilhassa eğitim ve
sosyal hayat konusundaki deği§meleT bizi ahlak prob­
lemi bakımından çok ilgilendiriyor. Eğitim kurumları
ister-istemez yeni teknolojinin ihtiyaç gösterdiği nite­
likte insan yetݧtirmeyi hedef alacak, böylece orta öğ­
retim seviyesinde teknik öğretim büyük bir yer tuta­
caktır. Tahsil bakımından sosyal bünye, uçları yukarı­
da ve a§ağıda kapanan bir prizma §eklini alacak, tah­
silsizlere ve yüksek tahsil görmü§lere nisbetle orta se­
viyede teknik tahsil görmü§lerin sayısı çok kabaracak­
tır. Üniversite ve yüksek tahsil seviyesinde ise bazı
meslek kolları diğerlerine nisbetle çok revaçta olacak,
mühendislik, sosyal ilimler ve tabiat ilimlerinde adam
yeti§tirmeye daha çok para harcanacaktır. Bu geli§me
daha §imdiden bütün dünyada "aydın" tipini deği§tir­
meye ba§lamı§ bulunuyor. Sanat ve edebiyat aydınla­
rın ortak malı olmaktan çıkmı§ ve birer uzman i§i ol­
mu§tur.
Modern teknolojinin sosyal hayat üzerindeki en
büyük tesiri, hayat standardında meydana getirdiği
yaygın bir yükselmenin neticesi olarak ortaya çıkmı§­
tır. İ leri sanayi ülkelerinde üretimin hızla büyük mik­
tarlarda artması neticesinde, eskiden küçük bir grubun
imtiyazı gibi görülen mal ve hizmetler geni§ kitlelere
kadar yayılmaya ba§lamı§tır. Sosyal sınıfların iktisadi
1 96/Ahlak Psikoloj i si ve Sosyal Ahlak

durum bakımından birbirine çok yakla§ması, daha


doğrusu al t sınıflardaki insanların hızla orta sınıfın re­
fah standartlarına ula§m ası sonunda, bunlar arasında
gelir farkından doğan sosyal münasebet farkları da git­
gide ortadan kalkmaktadır. Aslında refahın yaygınla§­
ması bir bakıma makinele§me ile i§sizlik arasında daha
önce tahmin edilen ters münasebetin gerçekle§mediği­
ni gösteriyor. Hakikaten, otomasyonun sanayie giri§iy­
le birlikte i§in mahiyeti ve kalitesi deği§ıni§, ݧsizlik
nisbeti hiç de korkulacak kadar yükselmemi§tir. Fakat
bu refahın bir pahası vardır ki, insanlar onu oldukça
ağır bir §ekilde ödemek zorunda kalıyorlar.
Modern teknoloji, genel refah seviyesini artırma­
sıyla paralel olarak, çalı§ma zamanını da azaltmı§ bu­
lunuyor. İ nsanlar d aha az zamanda daha çok ݧ yapı­
yorlar ve daha çok para kazanıyorlar. Henüz orta de­
recede sanayile§ıni§ ülkelerde bile günlük çalı§ma or­
talama 8- 1 7 saate inmi§, hafta tatili ise iki güne çık­
=

mı§tır. Böyle bir duruma sosyal bakımdan hazırlanma­


mı§ ülkelerde -ki hiçbir ülkenin bu hazırlığı gösterdiği
söylenemez- insanlar bo§ zamanlarını değerlendir­
mekte büyük güçlük çekmektedirler. Bir taraftan bu
bo§luk doldurulamadığı için ortaya çıkan huzursuzluk
ve can sıkıntısı, bir taraftan zaman harcatınaktan ba§­
ka hiçbir gayesi bulunmayan faaliyet sahalarının orta­
ya çıkması sanayile§ıni§ ülkelerin ortak özelliğini te§kil
ediyor.
İ §ten artakalan zamanın yaratıcı faaliyetlerle dol­
durulması ümid edilmekle beraber günümüzdeki ge­
li§meler buna engel olacak mahiyettedir. Yukarıdan
beri bahsettiğimiz deği§melere bir de tıp bilgisi ve tek­
nolojisindeki geli§me yüzünden hızla artan nüfusu ka­
tacak olursak, bütün dünyanın nasıl bir "kitle cemiye­
ti"ne doğru gittiğini görürüz. Ü retim artık insanların
Ahlak Psikoloj i si ve Sosyal Ahlak/ 1 97

ihtiyaçlarına cevap olmak üzere ve insanların zevkine


göre yapılmaktan çıkmıştır. Kullandığımiz mallar sa­
nayici grupların kendi kıymetlerine göre bir şekil alı­
yor. Bunların çoğu da geniş çapta rekHim ve propa­
ganda yoluyla birer ihtiyaçmış gibi gösteriliyor. Maki­
neleşmenin bir parçasını teşkil eden modern kitle ha­
berleşme vasıtaları , insanların kıyınet sistemlerini iste­
diği gibi yoğurmaktadır. Kısacası, makineleşme insa­
nın iradesi ve çalışmasıyla meydana gelmiş olmakla
beraber, insan düşüncesi ve hayat tarzı da makinenin
getirdiği değişmelerden büyük ölçüde etkilenmiştir. İ ş­
te insanın kendi yaptığı makineye esir olması sözü, bu
durumu ifade etmek üzere söylenmiştir.

b . T E K N O LOJ i V E
i N S A NI D E G E R L E R

Teknolojik gelişmenin hızı sosyal gelişmeden çok


fazla olduğu zaman insani değerlerin tehlikede olduğu
söylenir. Gerçekten, dünyanın en ileri sanayi ülkesi
olan A.B.D'deki pekçok sosyal bunalımların buradan
ileri geldiği söylenebilir. Bu arada şun u da belirtelim
ki, sosyal değerlerin teknoloj ik gelişmeye göre ayar­
lanması şart değildir. Sosyal gelişme pekala teknolojik
gelişmenin önüne geçebilir. Aslında sanayi inkılabının
beşiği olan Batı ve Kuzey Avrupa bu başdöndürücü
değişmeden A. B . D . 'ye nisbetle daha az etkilenmiş de­
ğildir. İ kinci Dünya Savaşı öncesinde Batı ülkeleri ikti­
sadi olmaktan daha çok siyası, ahlakf ve fikri' bir bulı­
ran yaşıyorlardı . Son yüzyıl içinde makineye dayanan
sanayiin sosyal bünyeyi değiştirmesi yüzünden gele­
neksel kıyınet sistemleri büyük ölçüde sarsılmış, buna
karşılık yeni medeniyet için manevf bir temel kurula­
mamıştı . Nazizm ve komünizm yeni bir değer sistemi-
1 98/Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak

ne susamı§ olan yığınlara birer kurtarıcı gibi sunuldu,


ama ikisinin de sahte olduğu kısa zamanda anla§ıldı.
Teknoloj i ne kadar göz kama§tırıcı bir §ekilde
ilerlerse, insana verilen kıyınet o nisbette azalır gibi­
dir. İ nsanlar böyle bir medeniyet içinde kendi benlik­
lerinden emin olamıyorlar, böyle bir dünyada kendile­
rinin ne ifade ettiğini sormaktan kalmıyorlar. Makine­
lerle birlikte insanın çalı§ması da mekanik bir hale gel­
mi§, bu çalı§ma adeta insanın zekasından ve yaratıcı
gücünden çok reflekslerine hitap eder olmu§tur. Bü­
yük bir telefon santralında çalı§an kadınları dü§üne­
lim . Bunların yaptıkları ݧ bir makinenin i§inden farklı
değildir, kafalarını değil tamamen bedenlerini kullan­
maktadırlar. Fabrikalarda p arça üzerinde çalı§an i§çi­
lerin durumu da bunlardan pek farklı değildir. İ § bölü­
münün son haddine kadar varması neticesinde, bir ݧ­
çinin üzerinde çalı§tığı parça, kendi ba§ına hiçbir ma­
na ifade etmeyecek kadar küçülmü§tür. Bazan bu
adamlar ne yaptıklarını, yaptıkları §eyin nasıl ve nere­
de kullanıldığını dahi bilmiyorlar. Yürüyen §erit üze­
rinde çalı§an bir i§çinin bu imalat sürecinde ayrı bir
varlık mı, yoksa oradaki cıvata veya di§lilerden biri mi
olduğu gerçekten sorulmaya değer.
Gelir artı§ının ho§ olmayan neticelere yol açması
ilk bakı§ta garip görünebili r, ama bugün insani değer­
lerin a§ağıla§masının ba§lı ca sebeplerinden biri refa­
hın yaygınla§masıdır. Bugünün sanayii, alı§ gücü gi tgi­
de yükselen büyük kitleler için üretim yapmakta, bu
üretimde ise üretimin kalitesi dü§mektedir. Buzdola­
bından romana kadar satı§a arzedilen her §ey kitleye
uygun olabilmesi için "vasat insan" modeline uygun
olarak hazırlanmaktadır. Vasat insanın zevkinin dü§ük
olması gerekmez, ama hiçbir zaman yüksek olduğu da
söylenemez. İ nsanı değerl eri asıl yaratan ve ayakta tu-
Ahlak Psi kolojisi ve Sosyal Ahlak/199

tan faaliyet al anl arında, yani sanat, edebiyat ve dinde,


ortaya çıkan eserler eskilere nisbetle daima dü§üktür.
Müzik sabahtan ak§ama kadar rutin bir i§te çalı§an ka­
labalıkların kendilerini unuturcasına çılgınca dans et­
meleri için hazırlanıyor, roman ve sinema sadece insa­
nın i§ten artakalan zamanını kapatabilmek için ona
vakit geçirtmeyi hedef alıyor, edebiyat yerini gitgide
resimli macera romaniarına bırakıyor, din (§imdilik
batıda) bir haftalık sosyal toplantı haline geliyor. Bü­
tün bu eserlerde insanı dü§ündürecek, ona kendi iç
hayatı hakkında yeni sezgiler kazandıracak, hatta ona
gerçekten zevk verecek hiçbir §ey yoktur. Bugünün in­
sanı içkiyi bile ne§eli bir anına daha fazla canlılık kat­
mak için değil "hayatın sıkıntısına kar§ı bir çe§it ilaç"
diye içmektedir. Kendilerini sıkan dünyanın nasıl bir
yapıya sahip olduğunu, sıkıntılarının nereden geldiğini
öğrenmeye bile imkanları yoktur.
Çağımızın en büyük sosyologlarından R. M. M ci­
ver, modern sanayi cemiyetindeki insanın içinde ya§a­
dığı atmosfere "büyük bo§luk" adını veriyor. Bu insa­
nın hayatı tam bir bo§luk içinde geçmektedir. Çünkü
parası ve bo§ zamanı olduğu halde yapacağı bir§ey
yoktur. Hafta sonlarında bütün günlerini futbol maçla­
rında, at yarı§larında, i çkili gazinalarda geçiren insan­
ların dünyası ba§ka türlü faaliyetler için de müsaittir,
ama bu insanlara kendi yaptıklarının dı§ında daha gü­
zel §eyler olduğu öğretilmemi§tir. Hayatın gidi§i, onla­
rı bu bo§luğa daha çok itmektedir.
Makine medeniyeti hayatımıza sah te değerler ge­
tirmektedir. V asıtalar gaye yerine geçmi§, insanlar ga­
yeleri unutarak vasıtaları geli§tirmeye ve onlar üzerin­
de çalı§maya önem verir olmu§lardır. Ba§arı denen
§ey, sonu olmayan bir yolda sürekli bir §ekilde daha
ileri gitmek veya yükseğe çıkmaktır. Daha çok para
200/Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak

kazanmak, niçin? Çok kazandıkça daha çoğunu kazan­


ma ihtimali arttığı için. Yüksek bir mevki elde etmek,
niçin? Daha yükseklerine çıkmak için. Gayeler orta­
dan kalkınca veya geri plana dü§ünce, insanlar birbir­
lerini vasıtalar üzerindeki ba§arılarına göre değerlen­
direceklerdir. Böylece, topluma kar§ı kıymetini ve ba­
§arısını göstermek isteyenler gün geçtikçe daha çok
mal ve servet sahibi olmaktadırlar. Herkes araba sahi­
bi olurken, arabası olmayan bir insan ya tembel ya
akılsız demektir. Para kazanacak kadar aklı olsa ve ça­
lı§saydı o da araba alırdı. İ §in daha kötüsü, topluma
kar§ı bu gösteri§i yapamayanlar kendilerine kar§ı say­
gıyı da yitirmektedirler. Medeniyet sözünün anlamı
deği§mi§, modern teknoloj inin imkan ve vasıtalarına
sahip olanlar medeni sayılmaya ba§lanmı§tır. Medeni
insanın kar§ılığı barbar insan olduğuna göre, teknolo­
jik bakımdan geri bölgelerin insanı batılılar nazarında
' barbar görülmektedir. Un utuluyor ki, modern tekno­
loj i dünyamıza barbarlık konusunda da daha büyük
imkanlar getirmi§, birkaç bomba ile milyonlarca insanı
öldürme gücünü bize vermi§tir.
Modern teknoloj i dünyamıza o kadar girmi§tir ki,
onu günümüzün sosyal deği§melerinden ayrı bir kate­
gori halinde incelememize imkan yoktur. Bu . bakım­
dan makine medeniyeti derken bugün dünyaya hakim
olan Batı medeniyetini bütün sistem ve müesseseleriy­
le birlikte bu tabir altında inceliyoruz. Teknolojideki
geli§meler bizim dünya görü§ümüzde ve inançlarımız­
da birtakım deği§ikliklere yol açınakla beraber bizim
inanç ve görü§lerimizin de teknolojik geli§me üzerinde
pek büyük .tesiri olduğu muhakkaktır. Böylece, manevi
değerlerimiz ile maddi değerlerimiz arasındaki kar§ı­
lıklı münasebet, bize makinele§menin doğurduğu
mahzurlardan kacı nabileceğimizi gösteriyor. İ nsanın
Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak/20 1

makinele§mi§ ve otomasyana girmi§ bir sanayi mede­


niyetinden yaptığı §ikayetler, modern sanayiin kaçınıl­
maz birer neticesi sayılmamalıdır. Hiç §Üphesiz, bu
mahzurları önleyebiliriz derken, dünyayı makinele§me
öncesi medeniyetin değerlerine yeniden götürebiliriz
demek istemiyoruz. Böyle bir dönü§ hem imkansız,
hem de gereksizdir. Her çağ kendi §artları ve imkanla­
rı çerçevesinde bir sosyal denge kurmaya çalı§ır. Biz
bugün makinenin istenmeyen tesirlerinden kurtulmak
maksadıyla makineden vazgeçemeyiz. Teknolojinin
hayatımıza getirdiği güç ve kolaylıklardan hiç kimse
vazgeçmek istemez. Nitekim teknolojik medeniyet
dünya kurulalı beri d aima aksamadan bugüne kadar
gelmi§, hiçbir zaman geriye gitmemi§tİr. Otomobil var­
ken at arabasına, buhar gücü varken kol gücüne dönü­
lemez. Şu halde yapılacak bütün ݧ, hayatın asıl gayesi
olan insani değerlere ula§makta modern teknoloj iyi
nasıl faydalı bir vasıta olarak kullanabileceğimizi bul­
maktadır. Çünkü manevi geli§me maddi geli§menin
arkasında kaldıkça insanlar arasındaki münasebetler
kötüye gitmektedir.
Yeni dünyanın ne türlü sosyal temellere dayandı­
rılacağı meselesi pek yeni değildir. Geçen yüzyılın or­
tasından itibaren pek çok filozof, sosyal ilimci, müte­
fekkir ve yazar bu mesele üzerinde fikir yürütmü§ bu­
lunuyor. Bunlardan b azılarının teklifleri dünya üzerin­
de cennet kurmak gibi gerçekle§mesi imkansız mahi­
yettedir, üstelik o hayalleri gerçekle§tirmek niyetiyle
yapılan te§ebbüsler yeryüzünü daha çok cehenneme
benzetmi§tir. Herkese alabildiğine yetecek maddi im­
kan sağlanabileceğine ve bu sayede bütün kötülüklerin
ortadan kalkacağına inanan bu hayalcilerin yanısıra,
bazı sosyologlar da Batıda eski gücünü yitiren Hıristi­
yan dininin yerine daha dünyevi bir din kurmayı tasar-
202/Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak

lamışlardır. Bu ikinciler, Hıristiyanlığın zayıflamasıyla


bozulan ahiakın yine din gücünde başka bir sistemle
düzeltilebileceğini, ancak yeni dinin günün inançlarına
uyması gerektiğini ileri sürmüşlerdi . Metafizik inanç­
lardan sıyrılmış bir dine kimse inanmadı. Avrupa'nın
yeni bir insan tipi yaratma gayretleri bir sonuç verme­
di ve arada iki büyük dünya savaşı geçtikten sonra bile
eskiye göre fazla bir yol alınamadı . Büyük kitleler ha­
yatın akışına kendilerini kaptırmış bulunuyorlar, maki­
ne medeniyetinin sıkıntılarını ancak küçük gruplar şu­
urlu bir şekilde duyuyor ve bir çare bulmaya çalışıyor.
Bazan bu çareler arasında çoğunluğun gülünç ve man­
tıksız bulduğu yollara bile rastlanmaktadı r. Hipi cema­
atları, Zen Budizmine sarılanlar, Hint mistisizminde
birşeyler bulmaya çalışanlar, uyuşturucu ilaçlar vası ta­
sıyla yeni "iç-dünya"ları keşfe çıkanlar hep bu sıkıntı­
dan kurtulmak isteyen, ama geçerli bir sistem bul ama­
yan insanlardır.
Henüz sanayileşmeye başlamış veya bu işi tamam­
lamamış olan ülkeler ilk bakışta böyle bir tehlikeden
uzak gibi görünür. Geçen yüzyılda yaşamış birçok dü­
şünürler de, yeni ülkelerin batıya ait geleneksel kusur­
lardan uzak kalacağını, oradaki tecrübeden faydalana­
rak sanayileşmenin kötü yanlarından kurtulacaklarını
söylüyorlardı. Bu ümit doğru çıkmadı . Yeni ülkeler sa­
nayileşmeyi batıyla boy ölçüşmek veya on a denk ol­
mak için kuvvet kazanma şeklinde ele aldılar, her ta­
rafta batı modeli kalkınma hareketleri başladı . Bugün
dünyada kalkınma ve ilerlemenin ölçüsü sadece iktisa­
didir. Her türlü gelişme, üretimin süratlenınesi ve art ­
ması açısından değerlendirilmektedir. Fakat Batı dün­
yası dışındaki ülkeler batının çıkmazına düşerlerken,
Batıda da onların ihmal ettiği eski kül tür ve medeni­
yetlere karşı büyük bir ilgi başlamış bulunuyor. Yüz-
Ahl a k Psikoloj isi ve Sosyal Ahlak/203

lerce yıldan beri doğu ülkeleri batı nazarında mistik


bir hayat içinde uyuşup kalmış ülkeler diye görülürdü.
Şimdi maddi bir hayatın içinde kaybolmuş B atılı in­
sanlar "mistik" dedikleri yaşayışın insana verdiği yeri
anlamaya başlamış gibidirler. Öyle tahmin edilir ki,
Doğu memleketleri sanayileşme sırasında ihmal ve in­
kar ettikl eri öz değerlerini de yine Batı yoluyla yeni­
den öğreneceklerdir.
Bir sosyal ilimci, geleceğin ne getireceği hakkında
sadece ihtimallerden bahsedebilir. Makine medeniye­
tinin insanı nereye götüreceği de şimdilik kesinlikle bi ­
linmesi imkansız bir meseledir. Fakat onun insani de­
ğerlere verdiği zarar önlenemez değildir. H atta mo­
dern teknoloj inin bu yolda bize büyük imkanlar verdi­
ği bile söylenebilir. İ nsan bugünkü üretim hızı sayesin­
de haftanın en az iki gününü kendine ayırabildiğine
göre, bu zamanı ondaki yaratıcı zekayı çalıştırabilecek
şekilde ayarlamayı gaye edinmeliyiz. Bu bir eğitim me­
selesidir. Bu eğitimde başarılı olabilirsek, insana hem
yaşadığı hayatın şuurunu kazandırmış oluruz, hem de
onu daha iyi bir hayat bulmak üzere seferber edebili­
rız.
c. M ES L E K S E Ç i M i VE A H LA K

Meslek seçimi b i r kimsenin şahsi ilgi v e tercihleri­


ne bağlı bir ݧ olmakla beraber, insanın ilgi duyduğu
meslek her zaman kendisine açık değildir. Kaldı ki, bi­
zim ilgilerimiz ve tercihlerimiz de genellikle toplum
kıyınet sistemine bağlı olarak gelişir. Alaka ve kabili­
yet ölçekleri kullanılarak mesleğe yöneltme çalışmala­
rı, ancak birkaç ileri memlekette ve çok yakın tarihte
başlamış bul unuyor. Bunun dışında insanlar genelli kle
revaçta ol an bir mesleğe girerek geçimlerini sağlama­
ya çalışmaktadırlar.
204/AhHik Psikolojisi ve Sosyal Ahlak

Makine medeniyeti toplumun değer sistemını


kendine göre deği§tirdiği için, mesleklerin çekicilik gü­
cü de çok deği§IDݧ bulunuyor. Bugünün insanı -belki
dün de öyleydi- meslek seçiminde sosyal itibarı önde
tutmaktadır. Sosyal itibar ise, o mesleğin getirdiği
maddi imkanlara ve §Öhret faktörüne bağlıdır. Böyle­
ce, teknolojik mahiyetteki meslek daUarına -mühen­
dislik, doktorluk, ݧ idareciliği gibi- büyük bir rağbet
görülmekte, buna kar§ılık insanı manevi bir güç olarak
ele alan bilgi sahaları -felsefe, edebiyat, sanat, teorik
sosyoloji ve psikoloj i ilh.- pek az ilgi çekmektedir.
Meslek seçiminin bu görünü§ü, toplumda insani de­
ğerlerin geri plana dü§tüğüne bir i§aret sayılabilir. Ba­
zan mesleklerin maddi menfaatle ilgisi o kadar kuvvet­
li olmaktadır ki, sanat ve edebiyatın bile böyle bir dün­
yada menfaat kavgasına vası ta edildiğini görüyoruz.
Bugün yazılan roman ve hikayelerin, §İirlerin, resim ve
heykellerin çoğu, insanı anlama ve aniatma gayretinin
bir eseri olmaktan ziyade, insanın insanla mücadele­
sinde kavga ta§ı olmayı gaye edinmi§tir. İ nsanın dı§ın­
da hedeflere yönelmi§ olması bakımından, bunları sa­
nat ve edebiyat eseri saymak da doğru olmaz.
Meslek seçiminde güdülecek ahlaki gaye, insanla­
ra o yolda daha faydalı olmaktır. Bu gayeye ula§abil­
mek üzere her meslek dalı kendi içinde bir "ahlak dü­
zeni" kurmaya çalı§ır ki, biz buna "meslek ahlakı" diyo­
ruz. Hakikatte sırf teknoloj ik mahiyette mesleklerin
de insanlara hizmet esasına göre düzenlenmelerine bir
engel yoktur, nitekim ülke çapında meslek organizas­
yonları bu noktayı kendi kurulu§ gayeleri olarak göste­
rirler. Her meslek te§ekkülü kendi üyelerini maddi
menfaat yerine insanlığa hizmet yoluna yöneltıneye
çalışır. Fakat ne olursa olsun, meslekler arasındaki ge­
lir farkları insanların tercihlerinde önemli rol ayna-
Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak/205

maktadır. Geliri az, fakat hizmeti büyük i§lerde çalı§­


mak, yahut geliri büyük i§lerde aza kanaat etmek an­
cak fedakarlık ahlakı ile yeti §mi§ insanların yapacağı
bir §eydir. Fakat meslek seçimini sırf fedakarlık ve hırs
tercihi haline getirmernek de cemiyetin vazifesi olma­
lıdır. Yüksek ahlaki değeri olan meslek sahaları her
zaman para olmasa bile saygı kazandırabilmeli, geliri
az olanlar aptal yerine kanmamalıdır.
-II-
AİLE HAYATI VE
AHLAK
A. Aile

1 . Toplumun H ü c resi Olara k Aile

Aile, toplumu meydana getiren en küçük parça­


dır. Gerçi birden fazla insanın meydana getirdiği her
türlü grup toplumun bir hücresi sayılabilir ve aile bun­
ların her zaman en küçüğü değildir. Fakat aile küçük
sosyal gruplar içinde en sürekli ve en önemli olanıdır.
En sürekli alanıdır, çünkü her insan -pek az istisnasiy­
le- doğduğu andan hayatının sonuna kadar bir ailenin
ferdi olarak kalır. Ailenin önemi ise, insan hayatının
ve terbiyesinin dayandığı temel müessese olu§undan
ileri gelmektedir.
Aile her§eyden önce bir evlilik birliğidir, yani ka­
dın ile erkeğin toplum tarafından uygun görülen usule
göre ortak cinsi hayat ya§amaları ve bu cinsi birliğin
neticesinde insan soyunun üremesidir. Toplumun uy­
gun gördüğü usule göre diyoruz, çünkü her cemiyet,
insanlar arasındaki bir takım cinsi ili§kileri uygun gö­
rür, bazılarını ise uygun görmez. Belli §artları yerine
getirmi§ kadın ve erkek, belli bir merasimle birlikte
Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak/207

ya§amaya ba§larlar ve bu hayatın ürünü olarak doğan


çocuklar, o evlilik birliğini kuran ki§ilerin sorumlulu­
ğuna bırakılır. Evlilik için gereken §artların neler oldu­
ğunu, kadın ve erkeğin kar§ılıklı hak ve vazifelerini,
evlilik merasiminin §eklini her cemiyetin kendi kültürü
belirler. Fakat bu açıklamaya bakarak ailenin kadın,
erkek ve çocuklardan ibaret olduğunu söyleyemeyiz.
Modern cemiyetlerde "çekirdek aile" dediğimiz bu tipe
doğru bir gidi§ olmakla beraber, aile çok daha geni§
bir sosyal birliği ifade eder.
İnsanların üreme ve yeti§me faaliyetlerinin bir aile
müessesesi halinde düzenlenmesi sadece sosyal bir ha­
dise değildir, biyolojik bakımdan da ailenin doğu§una
yol açan önemli sebepler vardır. Bunlardan birincisi,
insan cinsinde belirli bir çiftle§me devresinin bulun­
mayı§ıdır. İ nsan cinsi ergenlik ya§ından itibaren yılın
her mevsiminde ve herhangi bir zamanda cinsi birle§­
me için hazırdır. Bu yüzden insanlar arasındaki cinsi
birlik daha sürekli bir karakter göstermektedir. İ kinci
büyük faktör ise, insan cinsinde ana ile çocuk arasın­
daki bağlılığın çok uzun sürmesidir. Anne, uzun bir
gebelik devresinde olduğu kadar, doğum sonrasında
da ba§kalarının yardımına muhtaçtır. Çocuk ise do­
ğumdan sonra en azından 12 yıl büyükler tarafından
bakım ve eğitim gördükten sonra kendi ba§ına ya§aya­
bilir. Son olarak, erkeğin kadına olan hakimiyeti de
ailenin biyoloj ik temellerinden birini te§kil eder. Gerçi
cinsler arasında hakimiyetin ekonomik kontrol gücüne
bağlı olarak deği§tiği ile sürülebilir, ama genellikle aile
ekonomisini idare eden cins erkektir ve bu güç de
onun kadından biyolojik bakımdan daha güçlü olması­
na bağlıdır.
Kadın ve erkeğin uzun süren bir cinsi birlik kur­
maları ailenin temelini te§kil etmekle beraber, bir sos-
208/Ahlak Psikoloj i si ve Sosyal Ahlak

yal müessese olarak ailenin beli rgin özellikleri onun


fonksiyonlarından doğar. Aile tipleri ve aileden bekle­
nenler her kültürde farklı olabilmekle beraber, her za­
man ve her toplumda ailenin deği§meyen bir takım te­
mel fonksiyonları vardır. Bunlardan ilki topluma yeni
üyeler kazandırmaktır. Yani bir insanın doğu§ U ancak
aile içinde olursa me§ru sayılır. Aile kendi çocuklarını
kendi hayatını kurtaracak çağa getirinceye kadar yeti§­
tirmek zorundadır. Çocuk, ailesi sayesinde toplumda
bir mevki kazanır ve toplumun temel kıymetlerini de o
vasıta ile öğrenir ve benimser.
Ailenin ikinci büyük fonksiyonu insandaki cinsi ݧ­
tihayı sınırlamak ve belli bir kanala sokmaktır. Ailenin
cinsiyet i çgüdüsüne dayandığını söyleyenler bu noktayı
farketmeyenlerdiL Aslında insan, cinsi içgüdüsünü
aile müessesesi dı§ında d aha çok tatmin edebilir. Aile
bu i çgüdüyü tatmin etmekten ziyade onu belli bir çer­
çeve içinde sınırlandırarak tatmin eden bir müessese­
dir. Buraya bakarak, aileyi, insanın tatminine kar§ı bir
engel saymak da doğru olmaz, çünkü insan nasıl olsa
cemiyet halinde ya§ am ak zorundadır ve her türlü top­
lum hayatı onun bedeni i§tihalarını belli bir düzene so­
kacaktır.
Ailenin üçüncü büyük fonksiyonu ekonomik faali­
yetleri düzenlemesidir. Aile insanların servetini kont­
rol eden, bu servetin dağılımını -miras- düzenleyen bir
müessesedir. İ nsanlar genellikle ekonomik faaliyetle­
rini aile bünyesini esas alarak sürdürürler, gerek üre­
tim gerekse tüketim faaliyetlerinin cins ve miktarının
ayarlanmasında aile birliğinin önemli rolü vardır. Eski
devirlerde ailenin çe§itli fertleri ailenin ihtiyaçlarını
kar§ılayacak §ekilde bir ݧ bölümü yapıyorlardı. Fakat
günümüzde modern cemiyetlerin gitgide küçülen aile
tipleri ve gitgide büyüyen iktisadi organizasyonları, ik-
Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak/209

tisadi faaliyetleri ailenin dı§ına çıkarını§, aile birliği ar­


tık üretimden çok tüketim bakımından ekonomik fa­
aliyet ortaklığı yapar hale gelmi§tir.
Aile birliğinin bütün bu fonksiyonları, onun etra­
fında bir çok duyguların doğu§una ve geli§mesine de
yol açmı§, böylece aile herhangi bir sosyal ve ekono­
mik birlikten farklı bir karakter kazanmı§tır. Aile fert­
leri arasındaki sevgi, saygı ve sadakat bağları, e§ler
arasındaki yakınlığın romantik bir a§k halini alması,
kıskançlık duyguları, evliliğin duygusal temellere de
dayanan bir müessese olduğunu göstermektedir. Bu
duygular hem ailenin kurulu§unda, hem de devamında
büyük rol oynar.
2. Ailenin Evrimi ve Aldığı Farklı Şe killer

İ nsanlığın en eski tarihinden bu yana, en ilkel top­


lumdan en tekamül etmi§ine kadar her yerde ve her
zaman aileye rastlıyoruz. Zaten cinsi hayatın düzene
konmadığı, yeni doğan fertlere sahip çıkan ve onları
büyüten ana- babaların bulunmadığı bir topluma rast­
lamak imkansızdır. Yüzyılımızın ba§ında birçok yazar­
lar insanlığın ilk zamanlarında cinsi bakımdan tam bir
serbestlik olduğunu, insanların bir çe§it sürü hayatı ya­
§adıklarını, kısacası ailenin toplum içinde daha sonra­
ları ortaya çıktığını iddia e diyorlardı. Bunların dayan­
dıkları bütün delil, bugünkü bazı ilkel cemiyetlerde
böyle bir h ayatın kalıntısı gibi görünen adetlerin varo­
lU§U idi : Festivallerde cinsi yakla§maların serbest olu­
§U, ev sahibinin misafire karısını ikram etmesi vs. Şim­
di bu türlü iddialara rastlamıyoruz, çünkü cinsi hayatta
görülen bu türlü serbestlikler hiçbir zaman ailenin bu­
lunmadığı anlamına gelmez. Kaldı ki, o günden bu ya­
na çok geli§en antropoloj i ara§tırmaları tamamen aksi­
ni göstermektedir.
2 1 0/Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak

Aile ilk defa nasıl ortaya çıktı? Bu konudaki ba§lı­


ca iki görü§ten biri, erkeğin sahip olma duygusu ve
kıskançlığı yüzünden ilk ailenin doğduğunu, sonra er­
keklerin kadınlar üzerindeki tekelci tutumlarını adet
ve gelenek haline getirdiklerini iddia ediyor. İkinci te­
oriye göre de aile, kadının kendisi ve çocukları için
ekonomik ve sosyal korumaya olan ihtiyacından doğ­
mu§tur. Bu teorilerin hiçbiri de kabul görmü§ değildir.
Çünkü birinciye İnanacak olursak, insanlığın bu kadar
temel bir müessesesini insanın §U veya bu "içgüdü­
sü':ne bağlamak gibi bir hataya dü§mܧ oluruz. İkinci
teoriye in anınca da ailenin ba§langıçta ana -soyu aile
tipi olduğunu, sonradan baba-soyu aile tipinin çıktığı­
na İnanacaktık ki, ara§tırmalar bu iddiayı desteklemi­
yor.
Ailenin kurulu§unu bir tek faktöre bağlamak ve
oradan çıktığını söylemek ilmi bakımdan doğru bir ta­
vır olmaz. Biliyoruz ki toplumlar tek bir geli§me çizgisi
takip etmemi§ler, pek çok deği§ik yollardan bu güne
gelmi§lerdir. Aile müessesesi de çe§İtli faktörlerin tesi­
riyle, ayrı ayrı yerlerde, birbirinden farklı tipler halin­
de ortaya çıkmı§ olmalıdır.
En eski devirlerdenberi rastladığımız aile tipleri,
iki temel tipten birine veya bunların karma§ık bir §ek­
line sokulabilir. Ana ailesi ve baba ailesi. Ana ailesin­
de h akimiyet ana tarafındadır. Aile ana soyu ile gelir
ve o soydan devam eder. Çocuklar ananın ait olduğu
yerde büyürler ve aile grubunda otorite esas olarak
ananın akrabalarından bir erkeğe aittir. Bu aile tipi
bugünkü bazı Amerika Kızılderililerinde mevcuttur.
Fakat eskiden beri büyük cemiyetlerin hepsinde baba
ailesi tipini görüyoruz. Burada hakimiyet ailenin baba­
sında toplanmı§tır. Bütün dini görevleri o üzerine alır,
devleti o temsil eder, çocukları üzerinde mutlak haki-
A h H ik Psikolojisi ve Sosyal Ah Hik/2 1 1

miyeti vardır. Eski Yahudilerde, Roma'da v e Çin'de


bu tip aile vardı. Kadının erkeğe karşı hemen hiç bir
hakkı tanınmazdı. Eski Türklerde ise baba soyu esas
olmakla beraber ana soyu da aranıyor. Mesela hüküm­
darların her iki soydan da asil olması gerekiyordu. Zi­
ya Gökalp Türk ailesini "pederi" (babadan) aile olarak
sınıflandırıyor. Pederi aile, babanın mutlak hakimiyet
kurduğu "pederşahi" aileden farklıdır. Burada babanın
aile üzerinde demokratik velayeti (bir çeşit himaye)
vardır.
Batıda ondokuzuncu asır başlarına kadar kadının
eski statüsü devam etti. Aile yine babanın hakimiyeti
altındaydı ve kadın da tıpkı çocukl ar gibi "küçükler­
den" sayılıyordu. Amerika'da bir eyalet kanununda, is­
yankar erkek evladın baba t arafından öldürülmesine
bile cevaz veriliyordu. Kadın ve çocukların bütün ge­
lirleri aile reisine aitti . Kadın sadece kocasının ölümü
halinde evienirken getirmiş olduğu malı alabiliyordu.
Aile bir iktisadi ünite olduğu için, kadın ve çocuklar
bu iktisadi birlik içinde çalışırlardı . Bu hayat içinde
tahsil onlar için gerekli görülmüyordu. Modern batı
düşüncesinin babalarından sayılan Rousseau'ya göre
bile "kadınlara verilen eğitimde daima erkeğin gözö­
nünde tutulması gerekir, çünkü kadınlar erkeği mem­
nun etmek üzere yaratılmışlardır." Avrupa'da yakın
zamana kadar devam eden sosyal yapı da bu durumu
perçinliyordu. Toplumun üst tabakasında ruhhan sını­
fı, mülk sahipleri ve askerler vardı ki, kadınlar bunla­
rın hiçbirine girmiyordu .
Otoriter ahlak standartlarının ve eski hukukun
parçalanması bu durumu daha demokratik bir istika­
mette değiştirdi. Herşeyden önce, vatandaşlık bağı aile
bağının eski kuwetini azalttı . Devlet otoritesinin yeni
bir biçimde ortaya çıkışı , aile reisine ait birçok kara,rla-
2 1 2/Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak

rı devletin mahkemelerine aktardı. Kilisenin eski gü­


cünü kaybetmesi, eski aile yapısını kuwetlendiren dini
esasların zayıflamasına yol açtı . E§ seçme ferdi bir ter­
cih olmaya ba§ladı ve burada romantik a§k önemli bir
yer aldı. Bütün bu kültürel deği§melerin yanısıra eko­
nomik deği§meler de aile bünyesine yeni bir §ekil ve­
recek yönde geli§iyordu. El ݧinden makineye geçi§
aileyi bir üretim ünitesi olmaktan çıkardı, ݧ ve ݧçilik
aile dı§ına çıktı . İ §bölümünün süratle geli§mesi sonun­
da artık aile fertleri babanın eline bakmaktan kurtul­
dular, aile dı§ında buldukları i§le müstakil gelir sahibi
oldular. Bugünün ailesi artık üretim birimi değil, tüke­
tim birimidir.
Türklerde ailenin Batıdakinden farklı bir §ekilde
geli§mesi de göstermektedir ki, aile bünyesinin belir­
lenmesinde ekonomik faktörler ancak sınırlı bir rol
oynayabilir. Eski Türklerde kadının erkekle payla§ma­
dığı hiçbir sosyal mevki yoktu. Orkun Anıtlarında Bil­
ge Kağan §öyle diyor: "Tanrı, Türk Milleti yok olmasın
diye ·babam Kağan ile anam Hatunu yükseltti". Ger­
çekten, büyük devlet adamı Nizamülmülk'ün ( l l . yüz­
yıl) dediği gibi "Acem hükümdarları devrinde kadınla­
rın siyasi bir tesiri olmazdı. Türkistan hakanları ve
Türkmen padi§ahları devlet ݧlerinde hatunların fikir­
lerine kıyınet verirler"di . Kadınlar asker oluyorlar, ba­
basız aileye reislik ediyorlardı . Ana soyuna da baba
soyu kadar önem veriliyordu. Türkler Müslüman ol­
dukları zaman kadının cemiyetteki yeri deği§mekle be­
raber, bu deği§me, Türklerin §ehir medeniyetine geç­
melerinden ileri gelmi§tir. Köylerdeki kadınlar da §e­
hirdekiler kadar müslüman olduğu halde ondan farklı
bir hayat ya§ar. İ slamiyet'te peçe olmadığı halde bu d a
§ehirli kadınlarda görülmektedir. İ slam dini kadınlara
sadece §U üç mevkii yasaklamı§tır: Yargıçlık, imamlık,
Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak/2 1 3

hükümdarlık. Çok kadınlı evlenıneye gelince, bu da


Türklerin eskiden beri sahip oldukları ve İslamiyet'te
de devam ettirdikleri bir adetti. Bilhassa hükümdarla­
rın asıl hatunları yanında "kuma"ları olurdu. İslam dini
çok evliliği en çok dört kadınla sınırlamı§, yine de en
iyisinin tek kadın olduğunu söylemi§tir. Peygamber
"Sizin kadınlarınız üzerinde hakkınız olduğu kadar,
kadınlarınızın da sizin üzerinizde hakları vardır." diyor
ki, gerçekten Türk- İ slam medeniyetinde bu prensip
hakim olmu§tur. En kapalı ya§adıkları zamanda bile
Türk kadınları evlerinin hakimi idiler, kocaları üzerin­
de büyük tesirleri vardı.
Bugün bütün dünyaya yayılmakta olan Batı mede­
niyeti hem meydana getirdiği siyasi, sosyal ve iktisadi
deği§meler, hem de sahip olduğu kültür değerleri sa­
yesinde aile tipini hemen her yerde birbirine benzer
hale getirmektedir. Bugünün ailesi kadın, erkek ve ço­
cuklardan meydana gelen "çekirdek aile"dir. Erkek
ailenin reisi sayılmakla beraber hemen her konuda ka­
dınla e§it durumdadır. Şimdi bütün modern toplum­
larda bu hukuki e§itliğin gerçek bir sosyal e§itlik hali­
ne gelmesine çalı§ılmaktadır. Geleceğin toplumunda
kadınla erkek arasındaki sosyal farkların büsbütün or­
tadan kalkması beklenir. Bununla beraber, aile tipin­
deki deği§me bir çok problemler de getirmi§ bulunu­
yor. Her§eyden önce, ailede hakimiyet sistemi ortadan
kalktığı ve aile birliğini devam ettiren dı§ ve iç baskılar
zayıflamı§ olduğu için, bugünün ailesi çok ıstikrarsız
bir hale gelmi§tir. Şimdiki halde bu istikrarsızlıkları gi­
dermek için en çok ba§vurulan yol, devlet yoluyla aile­
yi düzene sokmak oluyor, fakat yeni bir sosyal bünye­
nin yeni bir takım örflere ve gelenekiere ihtiyaç gös­
terdiğini unutmamalıyız. Öyle görünüyor ki, klasik
aile, bizim pek hazır almadığımız bir zamanda veya
2 1 4/Ahlak Psikoloj i si ve Sosyal Ahlak

hazırlanmamıza imkan vermeyecek kadar kısa bir za­


man içinde, yerini modern aileye bırakmaktadır.
3 . Ailenin Eğ itici, Sosyal ve Ahlaki Rolü

Ailenin ba§lıca fonksiyonlarından daha önce kısa­


ca bahsetmi§tik. Bunlar topluma yeni fertlerin kazan­
dırılması (insan nesiinin devamı), cinsiyet içgüdüsü­
nün düzenlenmesi, ve bazı iktisadi' faaliyetlerdi . Fakat
ailenin en büyük rolü, insan nesiinin devamı için ço­
cuk meydana getirmek ve yeti§tirmektir. Bu fonksiyon
birbiriyle ilgili birçok rolleri ihtiva eder. İnsan nesiinin
devamı, di§i ve erkeğin cinsi' birle§mesi sayesinde olur
ve bunun için evlilik §art değildir. Fakat insanlığın ba§­
langıcından beri evlilik-dı§ı doğumların gayri me§ru
sayılması da gösteriyor ki, neslin devamı sadece çocuk
doğumundan ibaret bir hadise değildir. İnsan yavrusu
doğduktan sonra uzun bir zaman bakıma ve eğitime
ihtiyaç gösterir. Nitekim yavrunun bakıma muhtaç bu­
lunduğu hayvanlarda da basit seviyede aile örnekleri­
ne rastlıyoruz.
Bazı psikologlar ( Freud ve taraftarları) insan §ah­
siyetinin, doğumdan sonraki be§ yıl içinde te§ekkül et­
tiğini söylerler ki, bu iddia insanın yeti§mesinde aile­
nin rolünü zannettiğimizden çok daha büyük olarak
gösteriyor. Biz bu iddiaya katılınarnakla beraber, aile­
nin bilhassa karakter terbiyesi bakımından bütün diğer
eğitim kaynaklarından daha önemli olduğunu rahatça
söyleyebiliriz. Çocuk kendisini hayata intibak ettirici
davranı§ları küçük ya§larında öğrenir ve bu öğrenme­
ler kolay sökülüp atılamayacak kadar derin bir §ekilde
yerle§ir. Şu halde, ailenin çocuk terbiyesindeki rolü sa­
dece ona bilmediği §eyleri öğretmekten ibaret kalmı­
yor. i leriki hayatı bakımından en uygun §eyleri öğret­
mek de aileye d ܧüyor.
Ahlak Psikoloj isi ve Sosyal Ahlak/21 5

Aile, çocuk için bütün b i r toplum demektir. Ço­


cuk ilk çağlarında etrafında insan olarak sadece ailesi
içindeki fertleri görür, onlarla sosyal münasebete girer
ve sosyal davranı§ın kaidelerini bu vasıtayla öğrenir.
Şu halde bütün toplum hayatının temelini meydana
getiren sosyal normlar, adetler, kıymetler, inançlar ço­
cuğa ailesi yoluyla geçmektedir. Bu öğrenme aile için­
de maksatlı bir §ekilde yapılmaz, yani okuldaki gibi §e­
kilci bir eğitim bahis konusu değildir. Çocuk ailesin­
den öğrendiklerini hayatın normal akı§ı içinde kavrar,
doğruyu ve yanlı§ı deneme yoluyla bulur. Ailede öğ­
retmen durumunda ol anlar bir §eyin nasıl yapılacağı
hakkında alternatifler göstermezler, yahut çocuğun
kendi dü§üncesiyle bazı neticelere varmasını bekle­
mezler. Bu yüzden çocuğun aileden öğrendikleri ona
mutlak hakikat gibi görünür ve zihninde öyle yerle§ir.
Yeti§kin insanların pek çoğundaki davranı§ özellikleri­
nin kökünü ara§tırırsak çocukluğa ait pek çok iz bula­
biliriz.
Aile toplumun en küçük birimidir, bu yüzden ço­
cuk ilerideki hayatının bir çe§it provasını ailede ya§a­
mı§ olur. Büyüklerle, küçüklerle, ya§ıtlarıyla, yakın ve
uzak akrabalarıyla, kom§ul arıyla, hiç tanımadıklarıyla
ilk hayat tecrübesini aile içinde ya§ar. Bilhassa büyük­
lerle olan münasebeti onun geleceğine çok tesir eder,
çünkü çocuk "otorite" kar§ısında nasıl davranılacağını
ilk defa böyle görmektedir. Sonraları hayatının her
anında §U veya bu otorite ile, yani kudret kaynağı ile
kar§ıla§acaktır. Bunlar sosyal hayatın bir takım baskı­
ları olabileceği gibi, doğrudan doğruya §ahıslar da ola­
bil ir. Ailede edindiği tecrübe çocuğun bunlar kaqı sın­
da nasıl bir tavır takınacağını, hatta kendisi otorite
mevkiine geçince ba§kal arına nasıl davranacağını
önemli ölçüde belirlemektedir.
216/Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak

Günlük hayatta "huy" dediğimiz karakter vasıfları­


nın pek çoğunun temeli çocuklukta ve aile vasıtasıyla
atılır. Çocuk sadece insanlarla değil, e§ya ile olan mü­
nasebetlerinin esasını da burada öğrenir. Cömertlik,
cimrilik, tutumluluk, savrukluk, düzenlilik hep ilk ya§­
larımızda edindiğimiz huylardır. Adetlerimiz çocuk­
lukta öğrenilir. Sevdiğimiz yemekler de sevmedikleri­
miz de çocukluktan kalmadır. Hayvanıara nasıl mu­
amele edileceği, temizlik, heyecanların kontrolu, çe­
kingenlik veya sosyallik hep çocukluktaki terbiyeye
bağlıdır. Bütün bunları tek bir çocuğun yeti§mesi bakı­
mından ele alırsak önemini pek kavrayamayız. U nut­
mayalım ki, cem iyet dediğimiz topluluk, hepsi de böy­
le, aileleri tarafından yeti§tirilen insanlardan meydana
gelmi§tir, yani bütün cemiyette karakter terbiyesinin
temeli ailedir.
Ailenin ahlaki §ahsiyet üzerindeki rolü okulun ro­
lünü daima a§ar. Okul bize daha çok bilgi verir, ahlaki
§ahsiyetimiz konusunda da bir takım telkin ve tavsiye­
lerde bulunur. Halbuki ahlak sadece bilgiye değil, ayni
zamanda duygu ve hareket unsurlarına dayanmakta­
dır. Ahlaki davranı§ı aile her b akımdan kontrol eder.
Hayatımızın d aha çok kısmını bilhassa ilk yıll arda
okulda değil evde geçirdiğimizi hatırl arsak, ailenin ro­
lünü daha iyi anlarız. Bu konuda daha fazla bilgi için
ahlak psikoloj isi kısmında "benliğin te§ekkülü"ne ba­
kabil.i rsiniz. Ahlaki davranı§ın bilhassa duygu yönü
aile içinde geli§ir. Çünkü davranı§larımız aile fertlert
ne kar§ı olan duygusal bağlarımızia sıkı sıkıya ilgilidir.
Ailenin bu derece önemli sosyal ve ahlaki rolleri­
nin bulunması ister-istemez onun üzerine bütün cemi­
yetin ve devletin ilgisini çekmektedir. Bir taraftan aile­
deki hayat §artlarının deği§mesi (her iki e§in de çalı§­
maları, evde ba§ka büyüğün bulunmayı§ı vs.) bir taraf-
Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak/2 1 7

tan da eğitim müesseselerinin ilkokul öncesine kadar


yayılması, artık ailenin eski tesirini kaybetmesine yol
açıyor. Kre§ ve ana okulları ailenin yeti§tirici fonksiyo­
nunu büyük ölçüde payla§ır duruma gelmi§lerdir.
Okul-öncesi eğitimin aile dı§ına aktarılması §imdilik
büyük sanayi ülkelerinde yaygın bir temayül olarak gö­
rülmekle beraber, öbür ülkelerin de bu yola gideceği­
ne muhakkak gözüyle bakabiliriz. Ahlak terbiyesi ba­
kımından bu geli§menin iyi ve kötü tarafları vardır. İ yi
tarafı , çocuk yeti§tirme i§inin bu eğitim müesseselerin­
deki uzmanlara verilmesi ve böylece ailenin özel duru­
mundan doğacak mahzurların önlenmi§ olmasıdır.
Milli kültürünü bütün toplum katiarına henüz yayma­
mı§ ülkelerde bu yoldan bir kültür birliği sağlamak da
mümkündür. Kötü tarafına gelince, çocuk bu yerlerde
ister-istemez ailesinin ona verebileceği duygusal ya­
kınlıktan uzak kalmakta ve bu eksikliği hayatının so­
nuna kadar duymaktadır. Ana-baba olmaksızın çocu­
ğu yeti§tirecek müesseselerin bulunması, evli çiftierin
bo§anmalarında da kolayla§tırıcı bir tesir yapmaktadır.
Gerçekte aile çocuk için ne kadar gerekli ise, çocuğun
varlığı da aileyi ayakta tutan önemli faktörlerden biri­
dir.
Ailenin ekonomik fonksiyonunun bugünkü eko­
nomi içinde artık kaybolduğunu daha önce söylemi§­
tik. Çocuk yeti§tirme i§i de yava§ yava§ aile dı§ı kuru­
lu§lara geçtikçe, acaba gelecekte ailenin durumu ne
olacaktır? İ nsanların cinsi birle§me yoluyla nesil üret­
mesi aile dı§ında d a olabileceğine göre, bir gün ailenin
ortadan kalkması mümkün müdür? Bu soruya kesin­
likle "hayır" cevabını verebiliriz. İ nsanlık tarihinde
ailenin bulunmadığı hiç bir zaman olm arnı§ tır. Yeni
nesil üretme i§ini de tamamİyle biyolojik açıdan ele al­
mak çok yanlı§ olur. Toplum, insanların cinsi faaliyet-
21 8/Alılak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak

lerine ancak belli §artlar altında izin vermektedir. Böy­


le bir düzenleme olmayınca cinsi birle§melerden top­
lumun beklediği sonuç elde edilemez. Eğitici fonksiyo­
nuna gelince, bu hususta devletin en çok rol oynadığı
yerlerde bile asıl gaye ailenin yerini almak değil, ona
yardımcı olmaktır.
Ailenin çocuk için yaptıkları sadece onu beslemek
ve eğitmekten ibaret değildir. Aileler arasınd aki e§İt­
sizlik yüzünden, çocuklar kendi kusurları olmadan
§anssız doğmu§ olsalar bile, her cemiyet kendini yine
aile birimleri ile ayakta tutmaktan ve devam ettirmek­
ten vazgeçemiyor. Çocuğun toplum içindeki hüviyeti
ailesinden gelir, onun belli bir ya§a kadar sorumlul uğu
da ailesine aittir. Belli bir sosyal gruba bağlı olu§u ve
ondan gelen bir karakter edinmesi, çocuğu, sürü için­
deki herhangi bir koyun veya isim yerine numara ile
çağırılan bir mahkum durumuna dü§mekten kurtarır.
Herkes milletinin ve devletinin bir ferdidir, ama mille­
te bağlılık, aileden ba§lamak üzere, milletten daha kü­
çük sosyal ünitelere bağlılığa dayanır. Biz sosyal bağlı­
lık duygusunu aile içindeki hayatımızda kazanır, sonra
bunu daha geni§ topluluklara aktarırız. Kısacası, aile
cemiyetin en önemli bir birimidir ve böyle olmaya de­
vam edecektir.
NOTLAR

Türkiye'de ahlak sosyoloj isi i l e ilgili yayınlar yok


denecek kadar azdır. Yabancı dillerdeki kaynaklardan
ise ancak o dilleri iyi bilenler faydalanabilir. Biz bura­
da ele aldığımız konular üzerinde ayrıca bilgi edinmek
isteyenler için Türkçe ve İ ngilizce seçilmi§ bir kaç eser
adı vermeye çah§acağız. H angi eserin hangi konuyu i§­
lediğini göstermek üzere bunları elinizdeki kitap çığın
bölümlerine göre sıralıyoruz.

Genel Eserler

Z. Fahri, Fınd ıkoğlu , İçtimaiyat. İstanbul Üniversitesi yay . , no:


319, 1 947.
Arnold W. Green, Sociology, M cGraw Hill Ine., 1 964.
R.M. Mclver, Society, MacM i llan, 1 965 .

İnsanı medenileştinci disiplin olarak ahlak,


öif ve adetler ile ahlak arasındaki münasebeti
en geniş şekilde açıklayan bir eser:

W. G. S u m ner, Folkways, Boston, Ginn, 1 906.


220/Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak

Medeni davranış bakımından


Batı medeniyetinin gelişmesi hakkında:

John Nef, Sanayileşmenin Kültür Temelleri, MEB. Bin Temel


Eser yay . , no: 24, 1 971 .

Dayanışma ve ahlak konusunda:

E. Durkheim, The Division of Labor in Society, The Free Press,


Glencoe, I llinois, 1 947.

Adalet ilkesinin uygulamalan


insanüstü hukuk konusunda:

Edmond N. Cahn , The Sense of Injustice, New York, New York


Ü niversity P ress, 1 956.

İnsanı toplumun yansıması olarak


gören bir eser:

Charles H . Cooley, Human Nature and the Social Order, New


York, Scribner, 1 922.

insanla toplumu devamlı çakışma halinde gören:

S. Freud, Civilization and its Discontents, New York, Cape and


Smith, 1 930.


Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak/221

Hukuk ve ahlak münasebetleri:

Ripert, Medeni Veeibele rde Ahlak Kaidesi, Hukuk Fakültesi


Mecmuası, 1927, S. 28-32.
Abdülhak Ke m al, Ahlak ile Hukukun Münasebeti, Türk H u kuk
Kurumu yay . , 1942 .

Hukukun garanti/eri. Türklerde devlet, millet, vatan ve ahlak


ktıvramlan hakkında:

Osman Turan, Türk Cihan Hakimiyeti Mefkuresi Tarihi, C. 1-2.,


Turan Neşriyat Yurd u , İstanbul 1 969.
Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları.

Makine medeniyeti ve insan konusunda seçme yazılar için:

Eric ve Mary Josephson (Eds) . , Man Alone, Deli Publishing Co .


1966.

Il. Aile Hayatı ve Ahlak

Z. Fahri Fındıkoğlu, Türk Aile Sosyoloj isi, Hukuk Fakültesi Mec­


muası, 1 946.
Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esas/an.
Ralph, Li nton, The Study of Man. New York 1 Appleton- Cen­
tury-Crofts, 1 936.

You might also like