Professional Documents
Culture Documents
Şeyh Bedreddin Uzun İnce Bir Yol-Nurdan Arca
Şeyh Bedreddin Uzun İnce Bir Yol-Nurdan Arca
Şeyh Bedreddin Uzun İnce Bir Yol-Nurdan Arca
•
Kınnızı Kedi Yayınevi: 618
İnceleme: 55
Nurdan Arca
ŞEYH BEDREDDİN
Uzun İnce Bir Yol
İNCELEME
•
Hayatta neyin önemli olduğun u hatırlatan
Zeynep'e, Can 'a, Ela'ya
ve her Şet} için Özcan 'a...
İÇİNDEKİLER
BAŞLARKEN ....................................................................................... 11
Belgeselden kitaba yol gider ........................................................ 13
Neden? ............................................................................................. 15
Onlar ki ............................................................................................ 18
"Simavnalı Bedreddin" belgeseli ................................................ 21
Boston .............................................................................................. 22
Önce belgesel vardı ....................................................................... 24
Sonra kitap oldu ............................................................................. 25
TRAKYA'NIN YOLLARI DAR: BEDREDDİNİLER ...................... 28
Gece................................................................................................. 28
Trakya'nın yolları dar .................................................................. 30
Dostlar Kıraathanesi ...................................................................... 32
Ve Bedreddiniler ... ........................................................................ 33
"Evvel çoktuk gök gibi gürlerdik" .............................................. 37
Topçular ......................................................................................... 39
Muhabbet ........................................................................................ 42
"Kini kibiri olan canlar kalkar gider" ........................................ .43
93 Harbi ya da "Tuna Nehri akmam diyor" ............................ . 45
GAZİLER VE DERVİŞLER ................................................................ 47
ŞEYH BEDREDDİN'İN HAYATI ...................................................... 52
İbn Arabi ve Konya ...................................................................... 53
Halep, Şam, Kudüs, Mekke ve Kahire ........................................ 54
Kahire ve Hüseyin Ahlati ............................................................. 56
"ŞEYH BEDREDDİN MENAKIBNAMESİ" ..................................... 58
Hafız Halil ve Börklüce Mustafa .... ............................................. 60
Akşemseddin ve Göynük ............................................................. 61
ZAVİYELER .......................................................................................... 62
Ulema ve toprak rejimi ................................................................. 65
Rumeli gazileri ............................................................................... 66
Gazi Ece ...................................................................................... . . . . . 68
BEDREDDİN'İN DOCDUCU KÖY . . 69
.......... ................................... ..
Simavna (Arnmovouno) . . 69
.... ..................... ....................................
Kırkpınar . . . 74
............. .... ........................................ ............................
Kırkpınar Güreşleri . . 75
.................................... ................... ..............
RUMELİ 76
................................................................................................
Dimetoka (Didym6teicho) . 77
..... ......................................................
Ferecik (Ferez) . . 80
.... .................................... ......................................
Seçek Panayırı . . ..
.... ...................................................... ........ 85
..........
Kızıldeli Tekkesi.. . .. ..... ......... .. ............. ... .............. ...... ................ .... 86
Ruşenler köyü . 90
........................... .....................................................
Tire 106
...................................................................................................
Eğridere .. . 109
................. . ............................... .......................................
Birgi . . 112
............................................. ............... ....................................
Edirne . � 123
................. ............................................................. ..............
Ve eşitlik . . . . . .. 145
.......... .................... ................................. . . . . ........... ... ..
KARABURUN 173
......................................... .............................................
Ye isyan . 185
................................................................ ..........................
DELİORMAN 192
.......................................................................................
Serez 199
.................................................................................................
NOTLAR . . . .
................ .............................................. ..... .................. ...... 219
EK: HARİTALAR . . . .
.. .... .. ...... ............................................................... 227
Şeyh Bedreddin
BAŞLARKEN
11
Çektiğim belgeselin ve kitabın öyküsü Nazım Hikmet'in
Simavne Kadısı Oğlu Şeylı Bedreddin Destanı'nı duyduğum,
Şeyh Bedreddin'le ilk kez tanışhğım zaman başladı. Şiiri
duyduktan yıllar sonra yaptığım Simavnalı Bedreddin belge
selinin alan araşhrmalarından bu kitap doğdu. Belgesel için
gidebildiğim her yerde Bedreddin'in izlerini aradım.
İyi ve kötü sürprizlerle, mucizelerle karşılaştım. Konula
rının uzmanı, yetkin tarihçilerle söyleşiler yaptım. Söyleşi
lerin bazı bölümlerini aynen konuştukları gibi kitaba aldım.
Şeyh Bedreddin'in anlam ve önemini, dünya görüşünü ve
günümüze değen yanlarım onların tahlilleri ışığında iletme
ye çalıştım. Şeyh Bedreddin hakkında yazılmış monografi
lerden, fıkıh-hukuk eserlerini ve Varidat'ım inceleyen kitap
lardan yararlandım.
12
Belgeselden kitaba yol gider
Bu kitabın yazılmasına yol açan Simavnalı Bedreddin bel
geseli zorlu ve özverili bir ekip çalışmasının yanı sıra Şeyh
Bedreddin'i seven, sayan değerli dostlarımın katkılarıyla
mümkün oldu.
O dostlar:
Şeyh Bedreddin Des tanı'ndan bölümleri belgesel için oku
yan, yıllardır Nazım'ın şiirini oya gibi içimize işleyen seçkin
tiyatro ustası, can dostum Genco Erkal' dı.
Belgeselin her safhasında emeği geçen, filme entelektüel
derinliğini veren tarih danışmanımız, seçkin tarihçi Prof. Dr.
Cemal Kafadar' dı.
Belgeselin özgün müziği Aşıkların Sözü Kalır'ı besteleyen
ve icra eden, usta müzisyen Murat Ertel ve Baba Zula eki
biydi.
Uzun süren yapım sürecinde karşılaşhğım en zorlu so
runlarda zihin açıcı desteğiyle can yoldaşım, ortağım Melek
Ulagay Taylan'dı.
Bedreddin'in "bulunmuş imzasız" portrelerini yapan de
ğerli arkadaşım, usta ressam Orhan Taylan'dı.
Alan araştırmamıza kahlan yazar, usta tiyatrocu ve kore-
ograf Mehmet Akan' dı.
Genç tarihçi arkadaşım Dr. Leyla Kayhan Elbirlik'ti.
Görüntü yönetmenimiz Mete Şener' di.
Kameramanımız Cafer Gebetaş' h.
Senaryo asistanımız Canan Balan' dı.
Kurgu yönetmenimiz Melih F. Tatlıcan' dı.
Serez'deki mucizeyi yaratan tarihçi Doç. Dr. Veli Aydın
ve eşi Dr. Tania Aydın'dı.
İstanbul'da yaptığımız söyleşisiyle önüme yepyeni ufuk
lar açan, Bedreddin hakkındaki en iyi kitaplardan (monogra
fi) birinin yazarı, Fransız tarihçi Prof. Dr. Michel Balivet'ydi.
13
İlk alan araşhrmamıza katılan, Fetret Devri konusundaki
uzmanlığını ve Bedreddin İsyanı hakkındaki bildirisini pay
laşan Selanikli tarihçi Dr. Dimitris Kastritsis'ti.
Kitap için Ege'de yaphğım ek araştırmaya katılan ve fo
toğrafları çeken asistanım Sibel Şamlı'ydı.
Üç yıllık araşhrma ve çekim maceramı yazmam için ısrar
eden sevgili arkadaşım, usta gazeteci, yazar Zeynep Oral' dı.
Daha kitabı tasarlamaya başlarken beni yüreklendiren ve
yayımlayan usta çevirmen, yazar ve yayıncı dostum İlknur
Özdemir' di.
Baskılara rağmen, 600 yıl boyunca Bedreddin sevdasını
terk etmeyen, yaşama sevincini yitirmeyen Bedreddin mü
ritleri, yani Bedreddinilerdi. Onlarla yaptığım söyleşilerde
Bedreddinilerin ve yaşadıkları köylerin adlarını özellikle
açık yazmadım. Yüzyıllar boyu dayanmış o insanların ra
hatsız edilmelerini önlemek için Bedreddinilerin ad ve so
yadlarını baş harfleriyle, köylerin, kentlerin adlarını tek
harfle belirttim.
Vatidat'ta söylenişiyle "içi dışı temiz" nice insana, bu
macerada tanıdığım eski, yeni dostlarıma şükran borcumu
kuru bir teşekkürle ödeyemem ama belki bu kitap yardımcı
olur. Sağ olsunlar, var olsunlar, iri ve diri olsunlar.
14
Neden?
Hep bir ağızdan türküleri söyleyip
hep beraber sulardan,
sulardan çekmek ağı,
demiri oya gibi işleyip hep beraber,
hep beraber sürebilmek,
sürebilmek toprağı,
Ballı incirleri de beraber yiyebilmek,
Yarin yanağından gayri
Her yerde
Her şeı;de
Hep beraber, hep beraber
Demek için ...
15
Simavne Kadısı Oğlu Şeyh Bedreddin Destam'nı 1936'da
Bursa hapishanesindeki ilk mahpusluğunda yazmıştı. Bah
riyeyi isyana teşvikten hüküm giymişti.
O yıllar şiddetin, zulmün ve zorbaların hakim olduğu
yıllardı. Nazım Hikmet'in doğduğu kentte, Selanik'te, mil
liyetçilik kılığına girmiş isyanlarda Hıristiyan olmayanlara,
özellikle Yahudilere karşı saldırılar, yakıp yıkmalar şiddet
lenmişti. Selanik' e Anadolu' dan 1924 Mübadelesi'yle göçen
mübadiller ateşi körüklemişlerdi.1
Stalin demir yumrukla Sovyetler Birliği'ni yönetiyordu.
Avrupa'da, Almanya'da Naziler, İtalya'da faşistler iktidara
yürüyordu.
Almanya' da Hitler'in Nazi Partisi 1933 seçimlerini kazan
dıktan sonra Alman meclisi Reichstag 27 Şubat 1 933'te kun
daklanarak yakılmıştı. Suçlu olarak komünistler ve tabii ki
masumlar yargılanmış, mahkum edilmişti. Birkaç ay sonra
10 Mayıs 1933'te Nazilerin Berlin' de yaktığı kitapların alev
leri kısa zamanda bütün Avrupa'yı sarmıştı. Cumhurbaşkanı
Hindenburg 1934'te ölünce Hitler cumhurbaşkanı olmuş
tu. Ardından önce Almanya'da Yahudi soykırımını sonra
16
rılmış; yakılmış, yıkılmış, yağmalanmıştı. Yine vahşet, talan,
tecavüz ve cinayetler vardı. Yaşanan vahşeti önlemeye çalışan
bir jandarma erinin de öldürüldüğü rivayetler arasındaydı.
1930'larda ırkçı zorbalar ortalığı kasıp kavuruyordu.
Nazım Hikmet'in 1936'da Bursa hapishanesinde "içeride
radyo haberlerini dinlerken, kalbi dışarıdaki dünyayla bir
likte çarpıyor" du. Şeyh Bedreddin' in o günlerde aklına düş
mesi belki de ondandı. Hapiste M. Şerafeddin Yaltkaya'nın
1 924'te yazdığı Simavne Kadısı Oğlu Şetjh Bedreddin adlı ri
saleyi okumuştu. Nazım'ın hapishaneye kitaplar getirterek
Şeyh Bedreddin'i derinlemesine araştırdığını şiirde yer alan
bazı bilgilerin Yaltkaya' da olmamasından anlıyoruz. Nazım
Hikmet o küçük kitabın etkisini destanında şöyle anlatıyor:
17
Onlar ki...
Onlar ki toprakta karınca
suda balık
havada kuş kadar
çokturlar,
korkak
cesur
cahil
hakim
ve çocukturlar
ve kahreden
yaratan ki onlardır
destanımızda yalnız onların maceraları vardır.
18
Umberto Eco bir söyleşisinde, "Gerçek edebiyat kaybeden
leri anlatır," diyordu. Oysa tarihi kazananlar yazıyordu.
Benim işimse belgesel film yapmaktı. Zamanla Şeyh
Bedreddin'in belgeselini yapmak istesem, nasıl yaparım
diye düşünmeye başladığımı fark ettim. Ama sorunlar çok
tu. Bedreddin 600 yıl önce yaşamıştı. Fırtınalı hayatında
olaydan geçilmiyordu ama resim yoktu, yasaktı. Osmanlı
larda minyatür sanatının ancak 15. yüzyıl ortalarında görül
düğünü düşünürsek, 1416'da öldürülen Şeyh Bedreddin'e
dair minyatür de yoktu. Bunun üzerine Bedreddin belgeseli
yapma düşüncemi güvendiğim yakınlarıma danıştım. O ka
dar uzak geçmişin, olaylarının ve insanlarının, hele düşünce
lerinin belgeseli yapılamaz diyenler haklıydı.
16. yüzyılda yaşayan ünlü İngiliz şair Shakespeare, "Geç
miş, bir önsöz olarak bugünün şartlarını hazırlar," demişti. 20.
yüzyılda yaşamış Danimarkalı filozof Kierkegaard, "Hayatı
ileriye dönük yaşar, geriye dönüp anlarız," diyordu. Ünlü si
yasetçi Winston Churchill' se "Ne kadar geriye bakarsak o ka
dar ileriyi görebiliriz," demişti. 21. yüzyılın başında, yine bir
karmaşa döneminde yaşıyorduk ve yine ötekilerle berikiler
çatışmaya başlamıştı. Acaba Şeyh Bedreddin hareketini layı
kıyla anlayabilirsek geleceği daha iyi görebilir miydik?
İçimdeki ses hiç durmadan Bedreddin'in yeniden günde
me gelmesi gerektiğini fısıldıyordu. Öyleyse pes etmemeli,
yeni bir yol, yordam bulmalıydım.
Belgesel için yol yordam yine Nazım Hikmet'in Siınavne
Kadısı Oğlu Şeyh Bedreddin Destanı'ndaydı.
Nazım her gece hapishane koğuşunun penceresindeki
demir parmaklıklardan dışarıya süzülüyor, Karaburun' a,
Sisam'a, Sakız Adası'na, İznik'e, Deliorman'a, Serez'e gidi
yordu. O düşsel yolculuklarından birinde, yüzyıllar önce
yaşamış tarihçilere yolda rastlıyordu.
19
O tarihçiler arasında sadece İbni Arabşah, Bedreddin' den
olumlu söz ediyordu. Aşıkpaşazade, Neşri ve İdris-i Bitlisi'
için Bedreddin zındık ve mülhit, sapkın ve haindi.
Ömrünü Osmanlı tarihi çalışmalarına adamış bilge tarih
çi Prof. Dr. Halil İnalcık da Osmanlı İmparatorluğu Klllsik Çağ
adlı kitabında o tarihçilerden İdris-i Bitlisi"nin Şeyh Bedred
din hakkında yazdıklarından söz ediyor:
22
di. Şeyh Bedreddin'in resmi tarihte "din ve mülk fitnesi"yle
suçlanması, "hain, zındık ve mülhit" diye anılması ondandı.
Oysa gerçekler, zamanla büyüyüp gelişmesi engelleneme
yen çocuklar gibi saklanamaz hale geliyorlardı.
Önce belgesel vardı
Belgeselin alan araştırmaları ve çekimleri fasılalarla üç
yıl sürdü. Dört ülkede, Türkiye, Yunanistan, Bulgaristan
ve Makedonya' da binlerce kilometre yol katettik.4 Tarihi,
sosyal ve siyasal dokuyu anlamaya çalıştık. Gizli gerçekle
rin varlığını inceden hissettik. Yok edilenlere, unutulanlara
rağmen Şeyh Bedreddin' den kalan ender izleri aradık. En
küçük ipucunun peşine düştük. İyi ve kötü sürprizlerle kar
şılaştık. Dere tepe, köy köy dolaşarak Şeyh Bedreddin'in
müritlerini, Bedreddinileri aradık. Araştırma ve çekim eki
bimiz, işimizin yerine ve hacmine göre üç ila on dört kişi
arasında değişiyordu.
Bir zamanlar Rumeli'nin, Trakya ve Ege'nin köylerinde,
kentlerinde, dağlarında, vadilerinde Bedreddin' den ve o za
manlardan kalan ender izleri kaydettik. 30 kadar yerleşim
bölgesinde, köy, kasaba ve kentte, 100' den fazla insanla gö
rüştük. Türkçe, Yunanca, İngilizce, Fransızca, Bulgarca; beş
dilde söyleşiler yaptık.
Zorlu bir kurgu sürecinden sonra Simavnalı Bedreddin5
belgeselini bitirdik. Belgesel İstanbul' da 1001 Belgesel Film
Festivali'nde İtalyan Kültür Merkezi'nin zarif sinema salo
nunda seyirciyle ilk buluşmasından itibaren gösterildiği her
yerde salonları tıklım tıklım doldurdu. İzmir' de, Karaburun
Festivali'nde, Gaziantep'te Avrupa Filmleri Festivali'nde,
Kıbrıs'taki Altın Üzüm Festivali'nde ve Aydınlanma'run
beşiği, Kuzey İtalya'daki Rovereto'daki Tarih ve Arkeoloji
Festivali'nde... Hatta Kıbrıs'ta Altın Salkım Festivali'nde bir
ödül kazandı. Ödülün gerekçesi, "karmaşık bir şahsiyeti ge
niş bir bakış açısı ve berraklıkla ele aldığı için," diye ifade
edilmişti.
24
Sonra kitap oldu
Şeyh Bedreddin 600 yıl önce Osmanlı kadılarına vicdan
ların sesini dinleyin diyen bir fıkıh alimi, 72 milleti eşit gö
ren bir tasavvuf erbabıydı. Yani hem alim ve arif, hem soylu
ve halk önderiydi.
Şeyh Bedreddin' in kendi yazdığı kitapların çoğu okunma
mış olarak kütüphanelerde dururken ve hakkında tarihteki
yeri, önemi, kişiliğiyle ilgili tarihçi olan olmayan pek çok ki
şinin yazdığı onlarca kitap, makale vb. yayın bolluğu varken
neden bir kitap daha yazdın diye düşünebilirsiniz. Haklısınız.
Bu kitabı neden yazdım? Bir belgeselin sınırlarını çoktan
aşmış bir araştırmayı paylaşmak için yazdım.
Bu kitabı sadece masa başında oturarak yazmadım. İz
sürerek gerçek hayatta Şeyh Bedreddin' den kalanları keşif
macerasını anlattım. Bulduklarım, bulamadıklarım, görü
nenler, gizlenenler, tarihçilerle yaptığım söyleşiler sayesin
de tarihle hayat arasında köprüler kurmaya çalıştım.
Bedreddin'in izini arama macerasını bir buzdağına ben
zetirsek, belgesel sadece buzdağının görünen ucuydu. Asıl
devasa kütle su altındaydı, görünmüyordu. Buzdağının
bütününü olabildiğince gösterebilmek, su yüzüne çıkarabil
mek için yazdım.
Şeyh Bedreddin'in çoğulcu dünya görüşüne, doğacı ta
savvufuna, mutlak iktidarları sorgulayan zihniyetine; hu
kuk, adalet, eşitlik anlayışına ayrıca aydınlık vizyonuna gü
nümüzde yeniden ihtiyaç duyduğumuz için yazdım.
Yüzyıllar süren amansız zulümlere, baskılara rağmen
onu terk etmeyen müritleri, Bedreddinileri anlatmak için
yazdım. Osmanlı Devleti'nin ilk yüzyılının karmaşa döne
minde onun onbinlerce insanı çoğulcu dünya görüşüyle, hu
kuk felsefesiyle, eşitlik, adalet çağrısıyla neden etkilediğini
bir daha düşünmemiz için yazdım.
25
Doğduğu köyle asıldığı şehir arasındaki izlerini ve top
lumsal, efsanevi, insani boyuhmu konuya duyarlı tarihçiler
le yaphğım söyleşilerle iletebilmek için yazdım.
* * *
26
3. 20. yüzyıl; Şeyh Bedreddin'in yeniden gündeme
geldiği zaman.
4. 2 1 . yüzyıl; Bedreddin'in yaşadığı coğrafyada iz
lerini aradığımız zaman.
Gece
28
Mehmet şen şakrak kahkahalarından birini daha koyu
verdi. "Aaa şu tesadüfe bak, tam zamanında aramışım. Yok
canının ne tesadüfü! Ben şıh torunuyum ya, malum olur
bana tabii! Hiç gelmez olur muyum! Kaçta nerede buluşu
yoruz?"
Mehmet o gece telefonda, zamanında Hikaye-i Mahmud
Bedreddin6 adlı oyununu yazarken, Bedreddinileri ne çok
aradığım anlattı. Kuzey Ege'nin köylerinde, dedelerin evle
rinde haftalarca kalmış, ipuçlarının izini sürmüş ama kim
seyi bulamamıştı. Bedreddiniler ya artık bitmişti ya da çok
iyi gizleniyorlardı. Kısacası ertesi gün çıkacağımız araştırma
gezisinden pek umutlu değildi.
Mehmet Akan bu telefondan sonraki sabah erkenden bu
luşacağımız kahveye hepimizden önce geldi. Küçük araştır
ma ekibimiz tarih danışmanımız Cemal Kafadar ve yapım
asistanımız Ayşe Çavdar'la tamamlanınca yola koyulduk.
Trakya'nın köylerinde yaşadıklarını okuduğumuz Bedred
din müritlerini, Bedreddinileri arayacak olmanın heyecanı
içindeydik.
Trakya'nın yolları dar
Yaz başında Trakya'nın güzelliği nefes kesiciydi. Yol bo
yunca yeşilin binbir tonu iki yanımızdan akıyordu. Kırmızı
gelinciklerin arasında, rengarenk bir dünyada yol alıyor
duk. Göz alabildiğine uzanan tarlalarda sapsarı ayçiçekleri
ve yemyeşil ekinler boy vermişti.
Neredeyse bir karış boş toprak yoktu.
Tarlaları, yumuşak tepeleri, küçük koruları, vadilerdeki
ince dereleri, salkımsöğütleri geçiyorduk.
Köy köy dolaşarak Bedreddinileri arıyorduk. 600 yıl önce
öldürülmüş Şeyh Bedreddin'in takipçilerinden kimse kal
mış mıydı, bilmiyorduk. Daracık köy yollarında kaybolduk
ça, traktörleriyle yanımızdan geçen köylülere yol soruyor
duk. Mehmet Akan'ı arabada görenler önce şaşırıyor, sonra
seviniyordu; "Aaa, Sabri Bey hoşgeldiniz, hangi rüzgar ath
sizi buralara?" diye soruyor, sonra tatlı bir Trakya aksanıyla,
"Dosdirek gidin," diye yolu tarif ediyorlardı.
Mehmet Akan onların gözünde 13 yıl boyunca her hafta
TV' de izledikleri "Bizimkiler" dizisinin apartman yöneticisi
emekli Albay Sabri Bey'di.
Bir köye girince doğrudan meydandaki kahveye gidip
oturuyorduk. Etrafımızı güler yüzlü, yeşil-ela gözlü insanlar
sarıyordu. Bizi sanki kahveye değil de evlerine misafir gel
mişiz gibi ağırlamaya çalışıyorlardı. Hoşsohbet, şakacı, çele
biydiler. Kendimizi teker teker tarihçi, tiyatrocu, belgeselci
diye tanıttıktan, çaylar, kahveler içilip hal hatır sorulduktan,
hoşbeşten sonra çekingen bir merakla ziyaret sebebimizi
soruyorlardı. Biz de sadede geliyorduk. Şeyh Bedreddin'i
biliyorlar mıydı? Tabii adını duymuşlardı. Bedreddin'in bu
köyde yaşayan müritleri, Bedreddiniler var mıydı? Hayır,
bu köyde yoktu. Bedreddinilerin varlığım duymuşlardı ama
tanışmamışlardı. "Bilmiyoruz. Biz Bektaşi'yiz," diyorlardı.
30
Girip çıkhğımız bütün köy kahvelerinde aynı şey oluyor
du. Bedreddin' in adı geçtikten sonra insanların bize bakışı ve
tavırları müthiş değişiyordu. Sanki birden bir yakınlık, sıca
cık bir güven ilişkisi kuruluyordu. Rahatlıyorlardı. Samimi
bir ortam doğuyordu. Sanki kırk yıllık arkadaş gibi oluyor
duk. İyice dilleri çözülüyordu. İçlerini döküyor, gönüllerini
açıyorlardı. Heyecanla kendilerini, geleneklerini anlatıyor
lardı. Geleneklerin giderek azaldığını, yazın işini bitirenin,
kışın talebesi olanların kente gittiğini söylüyorlardı. Artık en
büyük semahlar Hıdrellez' den sonra, 7 Mayıs'ta ikindi vak
ti yapılıyordu. Değişen adetleri anlatıyorlardı: "Değirmenci
türküsü bizim semahlardandır, her yerde söyleniyor şimdi.
Ama burada dini hava içine giriyor. 'Dön, Muhammed'i se
versen,' deniyor türküde. Dönmezse un olmaz."
K. köylüleri Bulgaristan'ın Burgaz şehrinden göçmüşler-
di. Çevre köylerde yaşayanların çoğu da Bulgaristan göçme
niydi. Hemen hepsi 93 Harbi'nde Trakya'ya göçen Amuca
(veya Amuga) kabilesindendi. Amuca kabilesi yüzyıllar bo
yunca, bugün Bulgaristan dediğimiz topraklarda yaşamışh.
Onları topraklarından eden savaşa halk dilinde "93 Harbi"
denmesinin nedeni başladığı yılın, Rumi takvime göre, 1293
yılına rastlaması. 93 Harbi'nde, yani 1877-78 Osmanlı-Rus
Savaşı patladıktan sonra, Rus ordularının önünden kaçarak
buralara göçmüşlerdi. Dedelerinin, ninelerinin bebekleriyle
yürüyerek ya da kağnı arabalarıyla kaçtıkları o dehşet verici
göçü anlatırlarken seslerinde en ufak bir ağlaşma, acındırma
tonu yoktu.
Bedreddin'in müritleri olan Bedreddiniler de 93
Harbi'nde topyekun Trakya'ya göçen Amuca kabilesinden
di. Göçten sonra bir kısmı Bektaşiler arasında erimişlerdi.
Durmadan yeni köylere, kasabalara girip çıkıyorduk ama
Bedreddinileri bir türlü bulamıyorduk.
31
Dostlar Kıraathanesi
Lüleburgaz'daki Bulgaristan göçmeni kitapçının, "Bel
ki onlar bilir," dediği aileyi aramak üzere başka bir köye
yollandık. Lokantaları, köftecileri ve meyhanesiyle irice bir
Anadolu kentinden büyük bir yerdi T. köyü. Daha önce git
tiğimiz köy meydanlarında bir, hadi bilemediniz iki kahve
varken burada karşımıza anacaddeye sıralanmış beş-altı
kahve çıkh. Hangisine girsek diye bakınırken adı gözüme,
kulağıma hoş gelen Dostlar Kıraathanesi'nden içeriye giri
verdim. Çaylarımızı içerken etrafımızı saranlara, artık lafı
uzatmadan, aradığımız ailenin evini sordum. Güler yüzlü
bir bey, "Ben tanıyorum onları," diyerek ayağa kalktı. Hafif
aksayan bacağına aldırmadan önümüze düştü ve bizi yakın
daki eve kadar götürdü. Bahçede evin güzel ve nazik hanımı
karşıladı bizi.
Kolsuz penye bir bluz ve şortla inek sağmaktan geliyor
du. Bildiğimiz köylü kadınlara hiç benzemiyordu. Bizi içeri
ye buyur etti. Evi de köy evine benzemiyordu. Dayalı döşeli,
tertemiz bir evdi. Odanın ortasında açık duran dikiş maki
nesinin etrafına kumaşlar yığılıydı. Yakında evlenecek olan
kızının çeyizini hazırlıyordu. Gündelik kıyafeti ve evin da
ğınıklığı için durmadan özür diliyordu. Kanepeye yan yana
dizilip oturduktan sonra neden geldiğimizi söyledim.
Kibar ve yalansız bir ilgiyle dinledikten sonra, "Ah, ben
bilmiyorum ama bu konuları babaannemiz bilir," diyerek
genç kızını babaannesini çağırmaya yolladı.
32
Ve Bedreddiniler...
Babaanne'nin evi çok yakındı herhalde ki hemen geldi
ler. Mihrabı yerinde dedikleri gibi, gençliğinde güzel bir
kadın olduğu belli yeşil-ela gözlü seksenli yaşlarda, pamuk
gibi yumuşacık bir hanımdı. Önce kibarca halimizi, hatırı
mızı sordu. Kendinden, ancak çoluk çocuğumuz için iyi di
leklerde bulunduktan sonra söz etti. Eşini yeni kaybetmişti.
Kocası uzun süre yatalak hastaydı. Ona severek bakmıştı.
Ama artık o da yaşlanmıştı. Bacakları çok ağrıyordu. Zor
yürüyordu.
Başka bir köyde doğmuş, altı yaşındayken bu köye ta
şınmışlardı. Annesi Eski Zağralıydı (Stara Zagora). 1912' de
Balkan Harbi çıkınca annesi ve ailesi Bulgaristan' dan göç
müştü.
Eski Zağra adını duyunca heyecandan gözlerim faltaşı
gibi açıldı. Çünkü Eski Zağra'nın vaktiyle Bedreddinilerin
yaşadığı yer olduğunu biliyordum.
Kendimi tutamadan atıldım:
"Ah, anneniz sağ olsaydı Şeyh Bedreddin'i mutlaka bilir
di," dedim. Daha cümlemi tamamlamadan yaşlı teyze genç
bir kız gibi birdenbire ayağa fırladı. Sağ elini kalbinin üstü
ne koyarak saygıyla öne eğildi. "Yalnız annem olur mu, ben
de bilirim. Pirimizdir, Bedreddin Sultan," dedi. Ardından
uzunca bir sessizlik geldi. Sanki nutkumuz tutulmuştu. Şaş
kınlık mı, heyecan mı, hayranlık mı, şimdi tam olarak adlan
dıramadığım yoğun duygularla teyzeye bakıyorduk. Köy
köy dolaşarak aradığımız Bedreddini karşımızdaydı.
Tanıştığımız ilk Bedreddini A.Ö. 83 yaşında bir kadındı.
Ağrılarını filan unutmuştu, coşmuştu. Hep ayaktaydı. Bir
yandan anlatıyor, bir yandan da deyişler söyleyerek, kesik
adımlarla tek başına semah dönüyordu:
33
Şeyhini seven kişi
Yaslanmak gerek başı
Kalk semahta bile oyna
Silinsin pak olsun ayna
34
birbirini denetlemek için çalışan bir sistem kurmuşlardı.
Bedreddini yoluna dair bilgilerimizin çoğunu o gün
ve sonraki günlerde birinci ağızdan, S. Bey' den öğrenmiş
tik. Bedreddin' in izini o bilgiler sayesinde Trakya' da ve
İstanbul' da sürebildik.
Bedreddin bir tarikat kurmamıştı. Kırklareli'nde Babailer,
Edime' de Gülşeni Sokak'ta Babaerenler yatırları vardı. Son
ra Gülşenilerle Gülşanilerin farklı olduğunu öğrenecektik.
Bedreddiniler Gülşani tarikatındandı. Gülşanilerin liderleri
de "baba"ydı. Bir kişinin babalık postuna oturabilmesi için
mutlaka evli olması, ana-bacının ona eşlik etmesi şarttı. Ba
banın yanındaki görevlilere dede diyorlardı. Bedreddinile
rin de Bektaşiler gibi 12 post dedesi vardı. Post dedeleri ikin
ci makamdı ve babadan oğula geçmiyordu. İstanbul' da P.
ilçesinde bir D. Baba, Kırklareli'nin T. köyünde bir M. Baba
vardı. Bize Aksaray' daki trajikomik kitapçı macerasını an
latan, güler yüzlü güzel bir insan olan post dedesi H. Dede,
yine Kırklareli'nin D. köyünde yaşıyordu.
S. Bey kendi sözcükleriyle o günkü sorunlarını anlattı:
"Bizim babamız öldü şimdi. Yerine başka bir babanın
geçmesi lazım. Bizde babalık makamı babadan oğula geçi
yor ama rahmetli babamızın oğlunun akli melekeleri yerin
de değil. Bir baba getirip tekkemizi açtırmak istiyoruz. 500
senedir böyle sürmüş, biz de sürdürmek istiyoruz geleneği
mizi ama elimizde gerekli emanetler yok. Emanet dediğim
şamdan (çerağ-mum-ışık-ateş) ve Fatma Anamızın gömle
ğinden bir parça."
Sonra o kumaş parçasına Serez bezi de dendiğini öğrene
cektik. "Bizim emanetler şimdi ölen babanın akrabalarında,
vermiyorlar. Bulgaristan' daki tekkeden yardım istedik. İn
şallah yardım ederler. Ellerinde emanet olsa bile verirler mi,
bilmiyoruz, bekliyoruz."
35
Bedreddinileri bir kez bulduktan sonra sık sık ziyaretle
rine gittik. Geleneklerini gayet iyi biliyorlardı bir yandan da
pirleri Şeyh Bedreddin'in kitaplardaki, tarihteki yerini öğ
renmek istiyorlardı. Onlara aradıkları kitapları götürünce
çok sevinmişlerdi.
H. Dede'nin kahkahalarla gülerek anlattığı kitapçı anı
sı unutulmazdı. 1980'lerde bir gün, iki Bedreddini dedesi
arkadaş iş için İstanbul'a gitmişler. Aksaray'da bir kitapçı
görmüşler. İçeriye girmişler. Köyden kente gelenlerin çekin
genliğiyle, alçak sesle kitapçıya, "Sizde Şeyh Bedreddin ki
tabı. var mı?" diye sormuşlar. Kitapçı birdenbire kızmış kö
pürmüş. Burnundan soluyarak öfkeyle bağırmaya başlamış.
"Sizi gidi komünistler defolun dükkanımdan," diye kov
muş. Adamın niye kızdığını anlamamışlar ama arkalarına
bakmadan oradan kaçmışlar. 1980'lerde durum böyleymiş.
Günümüzde daha mı vahim acaba?
"Evvel çoktuk gök gibi gürlerdik"
Bulgaristan' dan 93 Harbi' nde kaçıp Trakya' ya yerleşen
Bedreddinileri tanıdıktan sonra, özellikle sevdiğim bazıları
nı çokça ziyaret ettim. Bedreddini H. Dede ve A. Nine'yi çok
37
Yavan kaşık yesin yüzümüz gülsün hü hü
Yavan kaşık yesin yüzümüz gülsün hü hü
38
Topçular
Bedreddinileri aramak için gittiğimiz köylerde konuş
tuğumuz herkes ağızbirliği etmiş gibi, "Topçular'a gitti
niz mi, mutlaka gidin," diyordu. Topçular senede bir gün
gerçekleşiyordu ve o yılki olup bitmişti. Topçular'a bir yıl
sonra çekim ekibimizin yanı sıra Mehmet Akan ve tiyatroda
Bedreddin'in babasını oynayan meslektaşıyla birlikte gittik.
Kırklareli'nin Kofçaz kazasında Bulgaristan sınırına ya
kın bir ormanın başladığı yerdeydik. Ormanın kıyısında
çimenli bir düzlük ve düzlükte küçücük bir kulübe vardı.
Burası Topçu Baba'nın türbesiydi. Önemli bir ziyaretgahh.
Topçu Baba türbesi Rumeli fatihi, kutsal bir gazinindi. Efsa
neye göre Topçu Baba Rumeli gazileri susuz kalınca ayağını
toprağa vurarak yerden su fışkırtarak askerlerini susuzluk
tan kurtarmıştı.
Türbenin açık kapısı arı kovanı gibi işliyordu. Önü ana
baba günüydü, upuzun kuyruklar vardı. Kadın erkek, çoluk
çocuk eğilip küçücük kapının eşiğini öperek Topçu Baba'nın
türbesinden içeriye giriyorlardı. Biz de önce kuyruğa sonra
türbenin içine herkes gibi girdik. Topçu Baba'nın türbesine
eşiğe basmadan giriliyor, sanduka önünde dualar okunduk
tan sonra geri geri yürüyerek, türbeye sırt dönülmeden dışa
rıya çıkılıyordu.
Topçular ayıu zaman
da bir şölendi. Türbenin
yanında başlayan orman
da, ağaçların altında ço
luk çocuk, kadın erkek,
genç ihtiyar, belki 2000
kişiydik. Her yıl haziran
sonunda, hasattan önce
burada toplaıuyorlardı.
39
Sabahtan beri, hkır hk.ır işleyen disiplinli ama boğmayan
bir düzen içinde kurbanlar kesildi. Ormamn içine kurulmuş
seyyar ocaklarda kazanlar kaynadı. Etler, pilavlar pişti. Ko
caman leğenlerde salatalar yapıldı.
Gençler traktörlerin römorklarına yükledikleri tencere
lerle etleri, pilavları, salataları, bembeyaz köpükten yapıl
mış tertemiz tabaklara dolduruyor, ağaçların altında oturan
gruplara servis ediyordu. Yine şaşmayan ve sıkmayan bir
düzenle binlerce kişiyle lokmalar bölüşüldü.
Devasa bir piknik gibiydi de diyemeyeceğim. Çünkü or
tadaki meydanda yüzlerce insan -ilk önce Ayşe Teyze' den
duyduğumuz- yedi büyük Alevi şairinden Hatayi'nin deyi
şiyle semah dönüyordu:
40
Bedreddinilerle birlikte bir ağacın altına oturduk. Çekim
yaptığımız zaman dışında bütün gün o ağaan altında Bed
reddinilerle birlikteydik. Her şeyi paylaştık. Yedik içtik, bir
likte semah döndük.
Bütün gün görüp yetişebildiğimiz her şeyi çekiyorduk.
Trakyalı köylülerin mutlaka gidin görün dediği Topçular
şenliğini kaydediyorduk. Güneş batarken önce ormanın içi
ne kurulan seyyar ocaklar, sonra yemek artıkları ve çöpler
toplandı. Bildiğimiz pikniklerde insanlar gittikten sonra her
yer artık dolu bir çöplük olurdu. Oysa buradaki durum çok
farklıydı. Ormanın içinde hava perde perde kararırken in
sanların yavaş yavaş boşalttığı ağaçların altında kocaman,
simsiyah çöp torbaları belirmeye başladı. Kurbanlar kesen,
bütün gün yiyip içen kalabalıktan artakalan çöpler, pişirme
ve yemek artıkları, şişeler, kağıtlar, plastikler ayrı ayn siyah
çöp torbalarına dolduruldu. Ertesi gün kamyonlar gelecek,
çöp torbalarını toplayıp götüreceklerdi. Ormanda binlerce
kişinin ardından bir tek çöp kalmamıştı, tertemizdi. Topçu
lar şenliğine katılanlar doğayı, çevreyi kirletmeyen, kendile
rinden sonrasını da düşünen uygar insanlardı.
41
Muhabbet
Gün biterken Bedreddiniler içten bir nezaketle bizi başka
bir köydeki evde yapacakları Bedreddin Muhabbeti'ne da
vet ettiler. Bu davete çok sevindik.
Muhabbet Bedreddinilerin ibadetiydi ve uzun zamandır
bir muhabbete kahlmaya can atıyorduk. Bedreddiniler bizi
sadece muhabbete davet etmekle kalmamış, belgeselimiz için
çekim yapmamıza da izin vermislerdi. Nihayet efsanevi Bed
reddin Muhabbeti'ni hem görecek hem de çekecektik. Muhab
betin yapılacağı evde yeniden hummalı bir faaliyet başladı.
Yine kazanlar kaynıyordu. Bu sefer sabahki gibi koyun değil,
horoz pişiyordu. Yemekler hazırlandı. İki katlı evin üst katın
daki en büyük oda kadınlar ve erkeklerle tıklım tıklım doldu.
Bedreddin Muhabbeti başladı.
Erkekler ortası boş bir halkanın çevresine daire şeklinde
dizilip oturdular. Kadınlar onların yanına yüzleri dairenin
ortasındaki boşluğa dönük olarak yerleştiler. Herkes aynı
halkanın çevresinde yüz yüze (cemal cemale) oturuyor,
birbirlerine bakıyordu. Bedreddinilerin oturma düzeninde,
tarikatların çoğunda görülen makam, post hiyerarşisi ve ast
üst konumları yoktu. Herkes eşitti. Muhabbet başlamadan
önce erkekler kırmızı başlıklarını giydiler. Başlıklarının üs
tüne, ortası yırhk gibi bir delik olan, beyaz Serez bezini sar
dılar. Halkanın or
tasındaki boş alan
da üç mum yaktılar.
Bedreddin ocağı
1 sönmemişti.
42
"Kini kibiri olan canlar kalkar gider"
Yeni seçilen genç baba L.A halkanın çevresinde yüzyüze
oturan erkeklerin arasındaydı.
Muhabbeti baba açtı:
"Hayırlı akşamlar. Hoşgeldiniz, sefa geldiniz canlar.
"Şu canların namaz ve niyazlarını da, pirimiz Bedreddin
Sultan'ın dergahında, Topcu Baba'nin dergahında kabul
eyle... "
Ardından kıdemli derviş S.Ç. söz aldı. Bedreddinilerin
dünya görüşünü duru bir Türkçeyle dile getirdi:
"Gönlünde kini, kibiri olan kalkar gider, gönlünde kini
kibiri olan canlar varsa, herkesin isteği gene kendine göre
dir."
Kimse kalkıp gitmedi...
* * *
43
Bizim nazarımızda, kadın-erkek farkı yok
Noksanlık da eksiklik de, senin görüşlerinde
45
Osmanlıların elindeki güvenli topraklara göçen sığınmacı
ların 130 bin ile 1 milyon 500 bin kişi arasında olabileceği
belirtiliyor.
Tarihçi Jason Goodwin Llfııklnnn Efendisi Osmanlılar
adlı kitabında 93 Harbi'nin önemli bir sonucuna daha dik
kati çekiyor. II. Abdülhamid 1876' da, Birinci Meşrutiyet
Meclisi'nin Osmanlı Devleti'nin payitahtı İstanbul'daki ilk
toplantısından hemen sonra bu savaşa girmişti. 1878'te Rus
lar Edirne'yi alınca II. Abdülhamid meclisteki sessiz eleştiri
ler karşısında derhal Birinci Meşrutiyet Meclisi'ni dağıtmış
tı. Osmanlı Devleti'nin ilk parlamentosu Birinci Meşrutiyet
Meclisi'nde 71 Müslüman, 44 Hıristiyan ve 4 Yahudi millet
vekili vardı.7
GAZİLER VE DERVİŞLER
47
Gaziler, uzlaşhrıcı heterodoks inançları, esnek yapıları sa
yesinde fethettikleri topraklarda yaşayan gayrimüslimlerle
gayet iyi kaynaşıyorlardı. Gazilerin Osmanlı Devleti'nin ku
ruluşunda ve genişlemesindeki rolleri çok önemliydi. Din
adına gözlerini kırpmadan insan öldüren günümüzün cihat
çılarıyla uzaktan yakından hiçbir benzerlikleri yoktu.
48
o l d uğunu a rtık b i l iyoruz. Bu duru m Bedreddin'in baba
s ı n ı n H ac ı İ l beyi' n i n yoldaşı olduğuna dair raporlarla
da u yu m l u . Yine de Gazi'yle, fethettiği kalen i n B izansl ı
komuta n ı n ı n kızı n ı n oğlu olan Şeyh Bed reddin, zorla
d i n değiştirmeyi ya da H ı ristiyanlara zu l med i l mesi n i de
ği l , fark l ı i n a nçların ütopik bir sentez i n i savundu. Baş
ka şeyleri n yan ı s ı ra Bedreddin ve taraftarları Osma n l ı
o rd u s u na karşı savaşmak üzere b i n lerce Müsl ü ma n ve
H ı ristiya n ' ı toplamayı başard ı . Bed reddin'in mesaj ı gaz i
orta m ı nd a n gel m esine rağmen değil, tam da o neden le,
d a r kafa l ı , çel işki l i b i r d i n değiştirme gayreti deği l d i .
49
dönüp baksa l a r bizim, 1 950'1erde B a rkan'la (Ömer Lüt
fi) topl u mdaki değişikl i klerin ve ekonom i n i n ü stü nde
d u ra n , yen i b i r tarih getirmeye çal ıştığı m ız ı görecekler.
50
b i ç i mde B a l ka n la r' ı n , Karaden iz' in, Ortadoğu'nun 3 6
u l usundan yarat ı l a n o garip ve d i na m i k im paratorl uğu
çağrıştırır. M i l l iyetçi tarih i ç i nde bu korkunç bir fethet
me ve boyu n eğd i rme öyküsüdür. Oysa gerçek farkl ı d ı r.
Türkler, büyük tari hçi B raudel ' i n tan ı m ıyla "işbirl iği ya
p ı l a rı " yaratm ışlard ı r. Çok d i l l i bu yapı, ortak rızayla ger
çekl eşti ri l m i ş b i r Türk i mparatorl uğuydu; i nancı İslam,
ayi n i B izans, i tibarı Acem, zengi n l iği Mısırl ı , alfabesi
Arap ve yönet i m i Ba lkan köken l i . . . 1 0
52
İbn Arabi ve Konya
Bedreddin Bursa' dan sonra Konya' ya gitti.
Orada Sadreddin Konevi' den mantık ve matematik ders
leri aldı. Hocası Konevi'nin İbn Arabf'nin üvey oğlu, evlatlı
ğı, ayrıca eserlerini dikte ettirdiği en sevdiği öğrencisi oldu
ğunu da okuduk. Konevi, Mevlana Celaleddin-i Rfımi'nin
yakınıydı. Genç Bedreddin Konya' da Konevl' den ders
alırken 1204'te Endülüs'ten Konya'ya gelen İbn Arabi'nin
Vahdet-i Mevcut düşüncesiyle tekrar karşılaştı. Orada
Arabi'nin derin tasavvufundan Füsusii 'l-Hikem (Gerçeğin
Gözü) adlı eserinden, Vahdet-i Mevcut felsefesinden etki
lenmiş olması kuvvetle muhtemel. Arabf'nin Endülüs'ten
gelerek Konya' da yaşaması belki de bu toprakların o zaman
lar kimseyi dışlamayan çoğulcu kültüründendi.
Mutasavvıf Niyazi-i Mısri 17. yüzyılda Halvetiye tarika
tının Mısriyye kolunun şeyhiydi. Mutasavvıf şair, İbn Arabi
ile Şeyh Bedreddin hakkında yazdığı şiirinin sonunda şöyle
der:
53
Halep, Şam, Kudüs, Mekke ve Kahire
Bedreddin Konya' dan sonra Halep ve Şam' da dönemin
önemli mutasavvıflarıyla tanışh. Kudüs'te Mescid-i Aksa' da
ki ulemadan ders aldı. Ardından ilmini ilerletmek ve Mı
sır'daki hocalarla, ulemayla çalışabilmek için MemlUkların
yönetimindeki Kahire'ye gitti.
Kahire'deki hocasıyla birlikte Mekke'ye hacca gitti. Hac
dan dönerken bindikleri gemi Kızıldeniz' de bath. Kazadan
sağ salim kurtulan Bedreddin Kahire'ye vardıktan sonra
oraya yerleşti ve ulemaya karışh. Genç yaşında kitap yaz
mak için izin aldı.
Şeyh Bedreddin Tasavvuf ve İsyan kitabının yazarı Michel
Balivet ve Fetret Devri uzmanı Dimitris Kastritsis, söyleşi
miz sırasında Bedreddin'in neden Kahire'ye yerleştiğini yo
rumladılar:
54
Kah i re o zaman i l i m merkeziyd i . Yan i İslam dü nya
s ı n d a en önem l i i l i m merkez i . Tab i i ki Şeyh Bedredd in
o raya gitmiş, oku muş. Çok önem l i bir alim olmuş. Bed
red d i n Kah i re'de sarayda Mem l u k Su ltanı Berkuk'un
oğl u nu n öğretmen i olara k çalışırken Anadol u l u (Ah latl ı)
b i r mutasavvıfl a, H üseyin Ahlati ile tan ışmış. Bu tan ışma
Bedred d i n ' i n h ayatı n ı değiştirmiş, hayatının en önem l i
d ö n ü m n oktası o l muş deneb i l i r.
56
Timur'un sarayında ulemanın çözemediği bir bilme
ceyi çözdüğü de rivayet edilir. Bunun üzerine Timur'un
Bedreddin'e kızıyla evlenmesini ve sarayda alim olarak
kalmasını teklif ettiği de ... Timur'un teklifine hayır diyeme
yeceğini anlayan Bedreddin' in geceyarısı gizlice Tebriz' den
kaçtığı ve Kahire'ye döndüğü de rivayetler arasındadır.
Bedreddin mürşidi öldükten sonra onun vasiyetine uydu,
Ahlati Tekkesi'ne şeyh oldu. Orada alh ay kadar şeyhlik ya
pan Bedreddin, gördüğü bitmez tükenmez iktidar savaşla
rından bıkarak tekkeyi, şeyhliğini hatta yetişkin ömrünün
20 yılını geçirdiği Kahire'yi terk etti.
Tekrar Anadolu'ya, Rumeli'ye dönmek üzere yola çıkh.
Halep' e vardığı zaman Türkmenler kentin kapısında karşı
lamış ve liderleri olarak orada kalmasını istemişlerdi.
Şeyh Bedreddin Halep'e geldiği zamanlar, Aşık Nesi
mi'nin derisi yüzülerek öldürüldüğü zamanların ya az ön
cesine ya da az sonrasına rastlıyordu. Halep'te kalmamış,
Anadolu' ya doğru yoluna devam etmişti.
O yıllarda Anadolu' da Fetret Devri'nde dehşetli bir kaos
dönemi hakimdi. Bedreddin belki Yıldırım Bayezid'in oğlu
Musa Çelebi'nin daveti üzerine, baba ocağının olduğu ken
te Edirne'ye gitmek üzere yolunu sürdürmekteyken neden
dosdoğru Edirne'ye gitmemiş, neden Halep'ten sonra Teke
yarımadası, Tire, Sakız Adası, Çanakkale gibi bir güzergah
izlemişti? O bölgede 1416' da çıkan ve Osmanlıları derinden
sarsan ilk isyanlarda nasıl bir rolü olmuştu?
"ŞEYH BEDREDDİN MENAKIBNAMESİ"
58
paha biçilmez," diyerek belediye kütüphanesine bağışladı.
Abdülbaki Gölpınarlı Menakıbnaıne'nin o tek kopya elyaz
masını inceledi, düzenledi, "doğru yoldan okunmasını" ve
yeni harflerle basılmasını sağladı. Böylece Simavna Kadısı
Oğlu Şeyh Bedreddin, Gölpınarlı ve Sungurbey'in imzasıyla
1967'de Eti Yayınevi tarafından yayımlandı. Benim okuma
ya çalıştığım manzum Menakıbname bu kitaptır.
M. Şerefeddin Yaltkaya 1924'te Şeyh Bedreddin monog
rafisini yazarken Menakıbname ortada yokmuş. Ama Yaltka
ya dokuz yıl sonra, 1935'te Şeyh Bedreddin Menakıbnamesi'ni
özetleyen makalesinde Menakıbname'nin 140 sayfalık man
zum bir kitap olduğunu, 2500 beyitten oluştuğunu ve bes
meleyle başladığını yazmıştır.
Menakıbname'nin sonunda kitabın kabına "Medine-i
Siroz' da konulup dergah-ı Şeyh Bedreddin vakfıdır," notu
düşülmüştür. Şeyh Bedreddin'in bu cümlede bahsedilen
Serez' deki türbesinin bekçiliğini de Menakıbname' sini yazan
torunu Hafız Halil yapmıştır.
Şeyh Bedreddin Menakıbnamesi nedense önce Alman oryan
talistlerin dikkatini çekmiş ve Almancaya çevrilmiştir. Al
man oryantalist ve Osmanlı Tarihçisi Franz Babinger 1943'te
Menakıbname'yi Almancaya çevirir. Rivayete göre asıl metin
yerine biraz baştan savma bir çevirisinden yararlanmıştır.
Başka bir Alman oryantalist, Türkolog Prof. Hans Joachim
Kissling, 1 950'de daha doğru başka bir özetten yararlanarak
Menakıbname'yi yeniden çevirmiştir.
59
Hafız Halil ve Börklüce Mustafa
Bedreddin'in Menakıbname'sini yani manzum hayat
hikayesini yazan Hafız Halil, Fatih Sultan Mehmed ve Ka
nuni Sultan Süleyman zamanında yaşamıştı. Hafız Halil'in
babası Bedreddin'in büyük oğlu İsmail (Seyyid) Beşe' dir.
Şeyh Bedreddin'in ve ailesinin hayatının anlatıldığı Me
nakıbnanıe, İstanbul'un fethini de içeren erken Osmanlı Dev
leti tarihine tanıklık eden önemli bir belgedir.
Hafız Halil'in Fatih Sultan Mehmed ve Kanuni Sultan
Süleyman zamanında yaşadığı gerçeğini göz önünde tutar
sak dedesinin hayatını yazarken, özellikle Padişah'ı kızdır
mamaya, resmi tarihten şaşmamaya neden dikkat ettiğini
anlarız. Dedesinin İznik'ten kaçmadığını, hacca gitmek
üzere Padişah Çelebi Mehmed' den (I. Mehmed) izin almak
için ayrıldığını, o sırada Aydın Beyliği'nde çıkan isyanlar
la hiç alakası olmadığını, hele Börklüce Mustafa ve Torlak
Kemal'i hiç tanımadığını yazmıştır. Ama bu durum yüzyıl
lar geçtikten sonra ortaya çıkan tarihsel gerçeklere pek uy
mamaktadır.
60
Akşemseddin ve Göynük
Hafız Halil, Bedreddin'in Börklüce Mustafa'yı tanımadı
ğını, hele Karaburun isyanlarından hiç haberinin olmadığını
yazsa da Şeyh Bedreddin İznik'ten kaçarken Hafız Halil de
dahil tüm ailesini kethüdası yani kahyası olan Börklüce'ye
emanet etmiştir. Hafız Halil'in babası İsmail Beşe, Tire ya
kınındaki Nizar' da (Nissa, Eğridere) yaşamış olmalıydı.
İsmail Beşe günün birinde ölünce, yetim kalan çocukları
nı Börklüce Mustafa himayesine almıştı. Hafız Halil dahil,
hepsini İznik'e dedeleri Bedreddin'in yanına götürmüştü.
Bu durumda Hafız Halil, Börklüce Mustafa'yla çocukluğun
da tanışnuş olmalıydı. Hafız Halil, İznik'te kardeşleri, iki
amcası ve bir halasıyla birlikte büyümüştü. İznik' ten ayrıl
ma zamanı gelince Şeyh Bedreddin ailesini tekrar Börklüce
Mustafa' ya emanet etmişti. Börklüce Mustafa aileyi İznik'ten
alıp önce Tire' ye mi götürmüş, bilemiyoruz. Ama en sonun
da Göynük' te yaşayan Akşemseddin' e emanet ettiği malum.
Fatih Sultan Mehmed'in ünlü mutasavvıf hocası Akşem
seddin İstanbul'un fethinden sonra tanık olduğu iktidar kav
galarından uzaklaşmak için İstanbul'u padişahın izniyle terk
etmiş, Göynük' e yerleşmişti. Akşemseddin, Hafız Halil ve kar
deşleri, amcaları, halaları hatta onların çocuklarını Göynük'te
himayesinde büyüttü. Menakıbname'ye göre Şeyh Bedreddin' in
Akşemseddin'le bir hısımlık bağı da varmış. Bedreddin'in bir
kız torunu Akşemseddin'in oğluyla evlenmiş. Aynı kız torun
kocası ölünce dul kalmış ve bu kez amca oğlu, Menakıbname' nin
yazarı Hafiz Halil'le evlenmiş. Şeyh Bedreddin'in Nazım
Hikmet' in destanındaki hayatı Hafız Halil' in yazdığı Menakıb
name' dek.inden oldukça farklıdır. Hafız Halil dedesinin isyan
larla hiç ilgisinin olmadığını yazar. Oysa Hafız Halil' in yaşadı
ğı dönemin baskılarının olmadığı zamanlarda yazılanlara göre
Bedreddin' in isyanlardaki rolü inkar edilemez.
61
ZAVİYELER
62
şey h l er, b i z i m a l akam ı z ı cel betmek için bi rçok vasıflara
h a izdi rler.
B u suretl e, mu hte l if mem leketlerden gel m iş muhte
l if i nsanların ve o n l arın temsi l etti kleri tel akki lerin kay
n aştığı Osm an l ı İ mparatorluğu; o zamanki Türk-İslam
alemi i ç i nde yen i b i r dünya, b i r başka Amerika teşkil et
ti kten sonra, her türlü yen i l i klere sahne yen i b i r hayatın
hazırlandığı yen i bir a lem h a l i ne girmiş bulu nuyord u . 1 3
63
Yenişehir'i Osman Gazi'nin gazileri 1300'de fethetmişti.
Öyleyse Postumpost gerçekten ayakta kalabilmiş en eski
zaviyelerden biri olmalıydı. Mimari planı bütün zaviyeler
deki gibi T biçimindeydi. Zaviye yapılarına iyi bir örnekti.
14. yüzyıldan beri ayaktaydı. Metruktu ama harabe değildi.
Ağır demir kapısı zincirlenmiş, bir de asma kilit takılmışh.
Kapının yanındaki duvara "Postumpost Camii" yazan paslı
bir levha çakılıydı. Postumpost Farsça post giyen demekti.
O dönemdeki zaviyeler tanrı misafiri yolcuları üç gün barın
dıran, sıcak odaları (tabhane) olan bir misafirhane ve önem
li eğitim merkezleriydi. Zaviye açı demekti. Her zaviyenin
kendine has bir görüş açısı, bugünün diliyle eğitim anlayışı
vardı.
Ulema ve toprak rejimi
Jason Goodwin Osmanlı Devleti'nin kuruluşundaki ve
ilk yüzyılındaki gaziler ve dervişler düzeninin nasıl değiş
tiğini şöyle anlahyor:
66
oğlu yani Bedreddin'in babası İsrail, Abdülaziz'in yeğenle
ri Hacı İlbeyi ve Gazi Ece, ileride Kızıldeli olarak tanınacak
olan Seyyid Ali Sultan ve Evrenos Bey' di. Gaziler Gelibo
lu Kalesi'ni kuşattıkları sırada büyük bir depremle kale yı
kılmış ve içerdekiler hemen teslim olmuşlardı. Allah gazi
lere yardım etti diye düşünmüşlerdi. Gazi Süleyman Paşa
Bolayır' da atından düşüp ölmüştü. Oraya atıyla birlikte gö
müldüğü rivayet edilir. Gazi Süleymen Paşa'nın heykelini
görmek için Bolayır' a gittim. Heykel küçük bir parktaydı.
Gazi Süleyman Paşa atının üstünde değil, ayaktaydı.
Gazi Ece
Bedreddin'in dedesi ve babasıyla birlikte Rumeli'ye ge
çen gazilerden Gazi Ece'nin dergah türbesini Edirne kırsa
lında, Yunanistan sınırları içinde arıyorduk.
Hiç değilse dergah türbenin kalıntılarını bulmayı umu
yorduk. Çamlık bir tepenin eteklerinde yemyeşil çayırlarla
dolu kırlık bir yerde, eski bir mezarlık gibi görünen tarlada,
toprağa gömülü kırık dökük Osmanlı mezar taşı parçaları
bulduk. Çamlığın karşısındaki tepedeyse küçük bir kilise
vardı. Kutsal mekanlar genellikle eskisinin tam üstüne ya
da yanına yapılır, biliriz. Kilisenin etrafında bu düşünceyle
dolaşırken karşıdaki çamlık tepede keçilerini güden yaşlı bir
çoban kadın el kol işaretleriyle bize seslendi. Koşa koşa yanı
mıza geldi. Yunancadan başka dil bilmiyordu. O da pek an
laşılmıyordu ama eliyle, koluyla ille de bir şeyler söylemek
istiyordu. Bir şeyler anlatmak için cansiperane çırpınıyordu.
Sorularımızı da anlamıyordu. Sonunda bir tür sağır dilsiz
iletişimi kurmaya çalıştık.
"Ece" dediğimizde başıyla onaylamasından, anlaşabil
diğimiz tek sözcüğün bu olduğunu anladık. Daha önce ki
lisenin yerinde başka bir yıkıntı var mıydı? Bu kilise onun
üstüne mi yapılmıştı? Yanıtlarını tam anlayamadık. Belki de
çoban kadın eskiden orada Gazi Ece'run dergah türbesi ol
duğunu söylemeye çalışıyordu.
68
BEDREDDİN'İN DOGDUGU KÖY
Simavna (Ammovouno)
Simavna, Arda Nehri kırsalında bir Gagavuz köyüdür.
Edirne' ye kuş uçuşu 25 km, kara yoluyla 40 dakika uzaklık
tadır. Menakıbname' de yazdığı üzere 14. yüzyılda Simavna
Kalesi'ni Bedreddin'in babası Gazi İsrail fethetmişti. Sonra
kalenin Banı'nın kızı Angeliki (Melek) ile evlenmişti. Oğlu
Mahmud Bedreddin 1359 ya da 1361'de orada doğmuştu.
O zaman Osmanlı Devleti henüz 60 yaşındaydı. 700 yıllık
ömrünün onda birini bile tamamlamamıştı.
Bedreddin çocukluğunda ve gençliğinde farklı dillerin ve
kültürlerin bir arada olduğu bir evde yaşamıştı. Çok kültür
lü hayat tarzını ilk önce evinde ailesinde görmüştü. Ayrıca
o zamanlar evin dışındaki toplumda da hakim bir hayat tar
zıydı çoğulculuk. . .
Tarih danışmanımız Cemal Kafadar söyleşimizde
Bedreddin'in kimliğini oluşturan unsurları, içine doğduğu
ve kendi kurduğu aileyi, toplumdaki kültürel iklimi özellik
le vurguluyordu:
69
tek eşi b i r Habeş, köle l i kten gel m e. . . Oğl u n u n eşi b i r
Ermen i .
Bunu sadece d i n olara k d a d ü ş ü n memek gerek i r.
B u i nsa n l a r deği ş i k d i l lerden ve kü ltü rlerden n i n n i
ler taşıyo r o hanen i n i ç i ne, efsaneler taşıyor, m asa l l ar
taşıyo r.
1 3 ., 1 4 . ve 1 5 . yüzy ı l l a rd a n bahsederken böyle
bir top l u m d a n söz ediyoruz. Bedred d i n böyle b i r top
l um d a bel l i b i r l i ktel i klerin, bel l i k ü l tü re l payl aşmala
r ı n tems i l c i lerinden . . . K i m is i b u n l arı n ü stü n ü ç iz m ek,
ezmek ve ütü l emek istiyor o l a b i l i r a m a b i r ya n d a n d a
Bedred d i n gibi bu n l a ra sah i p ç ı km a k, b i r şek i l d e bun
l a r a ras ında daha hoşgörü l ü ve esnek geç işler k u rm a k
isteyenler var. Bed red d i n ' i n a n a d i l i Yu n a nca, b a b a d i l i
Tü rkçe, i l eride öteki B a l ka n d i l leri n i öğren m i ş o l ması
mu htemel ve tab i i bir d e bütün kita p l a r ı n ı yaz d ı ğ ı d i l
olan Arapça.
Fa rkl ı kü ltürlerin bir arada yaşamas ı n ı önerd iği d ü n
ya görüşü hem a i l es i nden hem de yaşad ığı dönem i n
öze l l iği nden o l ab i l i r. Tek eşl i yaşam ı ştı r. İ l k karısı Caz i be
herhalde H ı ristiyan b i r H abeş'tir. Cazi be'den o l a n oğlu
İsma i l ' i n karısı ise bir E rme n i papaz ı n ı n k ı z ı d ı r.
Sadece d i n o l a ra k d a d üş ü n m ü yoru m ben b u n u .
D ü ş ü n ü n herkesi n eve gel d iği, eve get i rd iği, h a n eye
getirdiği k i m l ik, haneye get i rd iği d i l, n i n n i l er, efsaneler,
masa l l ar, atasözleri . . . Bed red d i n ' i n evi bu a ç ı d a n d a
ati p i k deği l . O devi rde çok yaygı n b i r had ise bu . Tü rk,
Rum, Ermen i, Arnavut, G ü rcü hatta h atta H a beş ya d a
R u s gibi, tamamen Osman l ı v e İslam topra k l a r ı n ı n d ış ı n
dan gelen insanlar ve bu n l arın heps i n i n şu veya bu şe
k i l d e get i rd iği fa rkl ı kü ltürler, m i raslar. . . O erken d önem
Osma n l ı a i leleri n i n çoğu bu şeki l d e yoğru l uyor. O ha-
70
nelerin bu havasını da düşün memiz lazım. Bed reddin'i
evi nde, Bedred d i n ' i çocu klarıyla, çocu kları n ı n eşleriyle
fi l a n b i r l i kte düşündüğümüzde ortaya böyle tipik, ulu
sal tarih h i kayeleri n i n anlattığı ndan çok farkl ı biri m ler
ç ı k ıyor. İşte bir Türk ai lesi, işte bir Kürt ai lesi fi lan d iye
m iyorsu n .
Simavnalı V asiliki ve Eleni
Simavna'ya araştırma ve çekim için iki yıl üst üste gittim.
İlk gidişimizde Fetret Devri uzmanı, Selanikli tarihçi Dimit
ris Kastritsis de bizimle birlikteydi. Sokakta rastladığımız in
sanlara önce Bedreddin'i biliyor musunuz diye, sonra orada
eski bir kale veya cami kalıntısı var mı diye sorduk. Dimitris
Yunanca konuşuyordu ama Simavnalıların çoğu sorularımı
za kırık bir Türkçeyle yanıt veriyordu. Bedreddin'in adını
duymamışlardı. Simavna' da kale, cami, eski kilise kalıntı
sı hatta eski bir taş parçası bile yoktu. Her şey yepyeniydi.
Yani doğduğu köyde Şeyh Bedreddin'den hiçbir iz yoktu.
Bu bizim için büyük bir düş kırıklığıydı.
Bir kahve molası vererek kafamızı toplamak için köyün
kahvesine gittik. Ağustos sıcağında kapısı açıktı. Kapıda du
ran kısacık kesilmiş bembeyaz saçlarına zıt, simsiyah giysili
bir kadın, neredeyse kusursuz bir Türkçeyle bizi içeriye bu
yur etti. Vasiliki Hanım kahvenin sahibiydi. Yeni kaybettiği
eşinin yasını tutuyordu. Ailesi Bursa-Balat'tan buraya göç
etmişti. Köpüklü kahvelerimizi içerken Simavna'ya neden
geldiğimizi sordu. Anlathk. Bedreddin'in adını o da hiç
duymamıştı. Ah, keşke babası sağ olsaydı, o mutlaka bilirdi.
Çok bilgili bir adamdı. Simavna' da eskiden bir kale ve tekke
olduğunu duymuştu ama kendi gözleriyle görmemişti. Vasi
liki durmadan yeni içecekler ikram ediyordu. Bir yandan da
eskiden Türk ve Müslüman ailelerin Simavna'da çoğunluk
ta olduğunu anlatıyordu. Yunanlı komşularıyla iyi dostluk
ederler, birbirlerinin düğünlerine, bayramlarına, törenlerine
katılırlardı. Eleni'nin okuldaki müsameresinin fotoğraflarını
gösterdi. Müsamerenin konusu ·bir Türk düğünüydü. Son
iki Türk aile Simavna'yı 1958'de terk etmişti.
Vasiliki'nin oğlu Nikolas, gelini Anastasia ve çocukları
da kahveye geldi. Hararetli sohbetimiz sırasında biri kız, biri
72
erkek iki çocuk çevremizde dolaşıyordu. Türkçe, Yunanca,
İngilizce hatta ilk araşhrmaya kahlan Fransız yönetmen Ber
nard Favre ile Fransızca konuşulan, diller karmaşası garip
bir sohbetti. Ama her dilde Bedreddin' in adı geçiyordu.
Vasiliki'nin 10-12 yaşlarındaki kız torunu Eleni, bir ara
babaannesinin yanına gitti. İri mavi gözleriyle bize kaçamak
bakışlar atarak ona bir şeyler söyledi. Babaannenin onayını
aldıktan sonra koşarak gitti ve elinde bir kitapla geri geldi.
Sandalyesini tam karşımıza çekip oturdu. Kitabını açtı,
yüksek sesle Yunanca bir şeyler okumaya başladı.
Ne okuduğunu anlamadan dinliyorduk. Birden Eleni'nin
Bedreddin, İsrail, Melek, Angeliki gibi çok iyi bildiğimiz
adlardan söz etmeye başladığını fark ettik. Simavna' da
Bedreddin' den hiç iz kalmamış diye hayıflanırken Eleni kar
şımızda Bedreddin' in hayat hikayesini Yunanca okuyordu.
Düş kırıklığının yerini müthiş bir heyecan aldı.
Dimitris, Eleni'nin okuduklarını Türkçeye aynen çevirdi:
73
Kırkpınar
Bir yıl sonra Simavna'ya çekim için tekrar gittiğimizde
Vasiliki'nin kahvesinde erkek kardeşi Terzioğlu'yla tanışhk.
Sanki özellikle bizi görmek için gelmişti. Bir şeyler göster
mek istiyordu. Cipine bindi ve önümüze düştü. Köyü arka
mızda bırakhk. Yokuş yukarı, küçük bir tepeye hrmandık.
Tepede durduk. Oradan köyü göremiyorduk. Ayağını yere
sertçe vurarak, hafif aksanlı Türkçesiyle, "Kale burda," dedi.
Üstünde durduğumuz küçük tepenin altında bir kale oldu
ğunu söylüyordu. Çünkü definecilerin gizli gizli buraları
kazdıklarını biliyordu.
Yani Simavna Kalesi yüzyıllar boyunca toprakla örtül
müş, bu küçük tepeyi oluşturmuştu. Sonra aşağıda akan
ırmağı gösterdi. Terzioğlu'na göre bu tepeden aşağıdaki va
diye ve ırmağa inen gizli bir geçit vardı. O geçit sayesinde
yiyecek, içecek, silah vb. ikmali yapılabildiği için Sirnavna
Kalesi Osmanlıların kuşatmasına uzun bir süre dayanabil
mişti. Aşağıdaki ırmaktan buraya, kaleye su yolları açılmış
b. Bazı taşların hep ıslak olması da kalenin burada bulunma
sı ihtimalini kuvvetlendiriyordu.
Terzioğlu aşağıda bir yeri işaret etti. Tepenin altından
akan ırmağın ilerisinde bir düzlüğü göstermek istiyordu. O
düzlüğün adı Kırkpınar'dı. Bedreddin'in babası Gazi İsrail
gibi Rumeli fatihleri olan gazilerin güreş tuttukları er mey
danıydı. Hep birlikte tepeden gördüğümüz düzlüğe indik.
Yanımıza bir çoban yanaşh. Onunla sohbet ederken bir de
bakhm Edirne'den Yunanistan'a girdiğimizden beri peşi
mizden ayrılmayan sivil arabalı, sivil polisler Terzioğlu'nu
çağırdı. Bir şeyler konuştular ve Terzioğlu birdenbire orta
dan kayboldu.
74
Kırkpınar Güreşleri
Çoban kırık Türkçesiyle bir efsane anlatıyordu.
Çok eskiden bir gün Simavna kırsalındaki bu er mey
danında iki pehlivan güreşe tutuşmuştu. Sabahtan akşama
kadar hiç durmadan güreşmişler ama birbirlerine üstünlük
sağlayamamışlardı. O gün savaşa giden askerler döndük
lerinde iki pehlivanı yerde hareketsiz yatarken görmüş
lerdi. Çobanın deyimiyle her ikisi de "çatlamış"tı. Yani iki
pehlivan ölümüne güreşmişti. İşte o iki pehlivanın toprağa
düştüğü yerden kırk tane pınar fışkırmıştı. Er meydanına
Kırkpınar denmesi bundandı. Simavna köyünde tepeden
gördüğümüz vadide, kırk tane pınarın suyunun birleştiril
diği oluktan gürül gürül sular akıyordu. Efsanevi Kırkpınar
güreşleri burada doğmuştu. "Pehlivan" sözcüğü Farsçaydı.
"Güreşçi, cesur adam" demekti. Belki de güreş gazilerin as
keri eğitimlerinin bir parçasıydı. Savaşmadıkları zaman ga
ziler o meydanda yağlı güreş yaparak form tutarlardı. Belki
de yağlı güreşin ata sporumuz olması bundandı.
Buranın adı Kırkpınar'dı ve Edirne'deki Kırkpınar'a çok
yakındı. Simavna' daki bu Kırkpınar' da yüksek bir tümseğe
çıkınca Edirne' deki Selimiye Camii'nin minareleri görünü
yordu. Herhalde Lozan Antlaşması'ndan sonra Kırkpınar
güreşleri Edirne'nin Saray ilçesindeki bugünkü yerine taşın
mıştı.
75
RUMELİ
76
Dimetoka (Didym6teicho)
Bedreddin'in izlerinin peşinde Dimetoka'ya gittik. Gece
kaldığımız otel dahil, Dimetoka her şeyiyle Burdur gibi kü
çük bir Anadolu kentine benziyordu. Yüzyıllarca ne impa
ratorluklar görmüş ünlü Dimetoka Kalesi hala ayaktaydı.
İç içe çifte surlarla örülüydü. Kente tepeden bakıyordu. Ka
lenin aşağısında bir yanda deli dolu akan Kızıldeli Irmağı,
diğer yanda, kentin tam merkezindeki Ulu Cami, (Yıldırım
Bayezid ya da Çelebi Sultan Mehmed Camii) görülüyordu.
Caminin çeşitli adları vardı. Üstü dikdörtgen bir kiremit ça
tıyla örtülüydü. Ayaktaki tek minaresinin ilk şerefesinden
yukarısı yıkılmıştı. Yarım minareli, kubbesiz cami Osman
lıların Rumeli' de yaptığı ilk ve en büyük camiydi. Padişah
adına hutbe okunan, padişahın cuma selamının yer aldığı
ikinci "cuma camii" ydi.
Birinci cuma camii Ferecik'teydi (Feres). Ayasofya pla
nına göre yapılmış Panaghia Kosmosoteria (Dünyanın
kurtarıcısı) Kilisesi'nden camiye çevrilmişti. Dimetoka ve
Edirne'yi Orhan Gazi'nin oğlu Süleyman Paşa komutasın
daki, Bedreddin'in babası Gazi İsrail, dedesi Abdülaziz, Ev
renos Bey, Hacı İlbeyi, Gazi Ece fethetmişti. Fetihten sonra
Dimetoka bir Osmanlı şehri olmuştu. Dimetoka'daki camiyi
Yıldırım Bayezid 1390 yılında yaptırmaya başlamıştı ama
bitirmeye ömrü yetmemişti. Ankara Savaşı'nda esir düşüp
ölmüştü.
Savaşın ardından gelen Fetret Devri'nin sonunda pa
dişah olan oğlu Çelebi Mehmed Dimetoka' daki camiyi
Bedreddin'i astırdıktan dört yıl sonra, 1420' de tamamlat
mıştı. Dimetoka kenti işte bu caminin etrafında büyümüştü.
Dimetoka bölgesi hakkında hayli iddialı bir tarihçi olan
Prof. Heath Lowry'ye göre bir şehrin Osmanlılaşması için
Bizans surlarının dışına yapılan bir caminin etrafından
77
gelişmesi gerekiyordu. Örnek olarak Bah Trakya, Doğu Ma
kedonya şehirlerini, Dimetoka, Gümülcine (Kornetini) ve
Serez'i gösteriyordu.
Kaleden aşağıya yürüyerek indik. Dimetoka Kalesi'nden
inen yol üstünde antik bir tapınak, sunaklar, çile odaları ve
Hıristiyan simgeleriyle dolu kabartmalar, eski bir çan ku
lesi ve konağa benzeyen bir harabe gördük. Ankara'daki
Yunanistan Elçiliği'nden çekim izinleri alarak gittiğimiz hal
de kahvede, yolda, her yerde bizi takip eden sivil polisler
arkamızdan yürüyordu. Meydana indiğimizde siviller yine
bizi işaret edince ekipteki delikanlılar iyice rahatsız oldular.
Onları zor sakinleştirdik. Buraya Şeyh Bedreddin'in izlerini
aramaya gelmiştik.
Meydana indikten sonra kubbesiz caminin önüne gittik.
Harap haldeydi, bu yüzden içine giremedik. Ana kapısı sım
sıkı kapalıydı. Camsız pencerelerine tahta çakılıydı. Ama ön
ve yan kapılarındaki kitabeler aynen korunmuştu. Kapıların
ahşap işine, duvarların taş işçiliğinin zarafetine hayran kal
dık. Danışmanımız Cemal Kafadar, Dimetoka'nın fethinden
sonraki dünyayı ve Bedreddin'in o dünyadaki yerini bura
da, Balkanlar'daki ulu camilerin ilk örneği olan Çelebi Meh
med Camii'nin önünde anlattı:
78
bunu n farkı nda o l mamasına imkan yok. Çünkü fütühatı
yapan, eğer çapu l cu deği lse, hal iyle i mar faa liyetleri ne
girişiyo r. Sonunda oradan vergi toplayacak. Ayrıca halk
ü zerinde i ktidarı n ı meşru k ı l acak faa l iyetler bun lar. Bed
red d i n Osm an l ı fütü hatı ndan sonra ortaya ç ıkan devlet
l eşme tarz ı n a muhakkak muhal if ama o da el bette fütü
h attan son ra i mar o l ması n ı isterd i .
79
Ferecik (Ferez)
Dimetoka' dan sonra adı gibi küçük Ferecik'e geçtik. Fe
recik ağustos sıcağında uyukluyordu. Kasabada gölgelere
kıvrılmış kedilerden başka kimse yoktu. İlk önce kilise ola
rak yapılan, sonra Osmanlıların Rumeli' deki ilk cuma camii
olan, Panaghia Kosmosoteria Manastırı'na gittik. Gerek Hı
ristiyanlar gerekse Müslümanlar için önemli bir yapıydı. Hı
ristiyanlar için önemliydi çünkü Trakyalıların evrensel hac
yeriydi. 1 152' de Ayasofya'nın planına göre yapılmıştı.
Müslümanlar için önemliydi çünkü Dimetoka' daki Ulu
Cami yapılmadan önce, Osmanlıların Rumeli'deki ilk cuma
camii olmuştu. Yani Rumeli' de padişah adına cuma hutbesi
ilk kez burada okutulmuştu.
Bu kiliseyi camiye çevirmek için dışarıya, yan duvarları
nın birleştiği köşeye bir minare eklenmişti. Artık o minare
yoktu ama o köşede kare biçiminde taştan büyük bir kaide
ve ortasında, minarenin tabanının yerinde, kocaman bir çu
kur vardı. Kilisenin bahçesinde yaprak kıpırdamıyor, orta
lık sıcaktan cayır cayır yanıyordu. O durgunlukta tekdüze
bir ses duyuluyordu; "guguuukcuk, guguuukcuk. .. " Guguk
kuşu kilisenin çatısına tünemiş bize bakıyordu.
Kilisenin içindeki bir duvarda Arapça kaligrafiyle belli
belirsiz "Allah" ve "Kul" yazıları okunuyordu. Yanındaki
duvarda Ortodoks azizlerin resimleri sıralanmıştı.
Ferecik'i 14. yüzyılda fetheden gaziler arasında, Or
han Gazi'nin oğlu Süleyman Paşa ve Evrenos Bey ile
Bedreddin'in babası Gazi İsrail'in de olduğu belirtiliyor.
Ferecik 16. yüzyılda bir Osmanlı şehri karakteri taşıyor
muş. Edirneli Aziz Nazmi Şakir-Taş "1519'da ( ...) Ferecik'te
bir 'Şeyh Mescidi' ve bir 'Cami' mahallesinin var olduğunu
görmekteyiz," diyor.16
Ferecik'e Evliya Çelebi 1667-68'de gitmiş ve orada bir
80
Musa Çelebi Camii'nin varlığından söz etmişti. Musa Çele
bi 1411-13 yılları arasında, Şeyh Bedreddin'i kazaskeri tayin
eden Osmanlı sultanıydı. O yüzden bizim için onun adını
taşıyan cami de önemliydi. Danışmanımız Cemal Kafadar
Ferecik'te 15. yüzyılda zamanının mimarisine has dikdört
gen planlı ve kubbesiz bir Musa Çelebi Camii'nin varlığını
biliyordu. Ferecik'te Musa Çelebi Camii'ni, döneminin ca
mileri gibi kubbesiz bir camiyi aradık.
Bir cami bulamadık ama o dönemdeki camiler gibi kubbesiz
Aya Nikola Kilisesi'ni bulduk. Aya Nikola'nın bahçesindeki
Osmanlı tarzı çeşmenin varlığı, o kilisenin vaktiyle Musa Çele
bi Camii olabileceğini gösteriyordu. Musa Çelebi Camii, Birin
ci Dünya Savaşı'ndan sonra Agios Nikolaos Kilisesi olmuştu.
Bu kez diğer yöne doğru bir değişimle, cami kilise yapılmışh.
Bahçeşehir Üniversitesi'nde tarihçi Prof. Heath Lowry,
Uspensky' nin 1906' daki Ferecik panoraması fotoğrafın
da Musa Çelebi Camii'nin minaresiyle birlikte sapasağlam
ayakta durduğunu söylüyordu. Lowry'ye göre bir yerin Os
manlı şehri haline gelmesi için, yeni hayat tarzının gerektir
diği mekanlara, farklı işlevleri olan dört tür yapıya ihtiyacı
vardı. Bunlardan birincisi Dimetoka' daki gibi bir cuma ca
mii, ikincisi bir hamam, üçüncüsü bir zaviye, dördüncüsüy
se bir imaretti. Bu yapılar Osmanlıların ilk 50 yılında, Yu
nanca Türkokrasi denilen dönem içinde yapılmıştı.
Evliya Çelebi Seı;ahatnmne'sinde en önemli Bektaşi tekke
sinin buralarda olduğunu yazmıştı. Bektaşi tekkelerinin bol
olduğu bu bölgede o tekke hangisiydi? Herhalde Dimeto
ka bölgesinde, Rodop Dağları'nda yer alan büyük Kızıldeli
Tekkesi olmalıydı. Ayrıca bir de Via Egnatia yoluna nazır
küçük bir tepe üzerinde kurulu bir kulübeden ibaret olan
Nefes Baba Tekkesi'nin varlığı biliniyordu. Herhalde ikisin
den biriydi.
81
Nefes Baba ve Düzmece Mustafa
Nefes Baba kimdi?
Bektaşi dervişi olarak tanınan Nefes Baba'nın tarihte
"Düzmece Mustafa" da denilen Fetret Devri'nin sonuncu
şehzadesi olması kuvvetle muhtemel. Rivayet o ki Ankara
Savaşı'ndan sonra Timur, Yıldırım Bayezid'in oğullarından
Mustafa Çelebi'yi rehin alarak 1403'te Semerkand'a götür
müş ve 1415'te serbest bırakmış. Mustafa Çelebi özgürlüğü
ne kavuşunca ülkesine dönmüş. Çelebi Mehmed'se 1413'te
Musa Çelebi'yi öldürtüp 1. Mehmed olarak Osmanlı tahtına
çıkmış sonra sürgünden dönen Mustafa Çelebi'yle Selanik'te
savaşmak zorunda kalmış. "Düzmece Mustafa" denmesinin
nedeni Mehmed'in iktidarında gözü olan bir sahtekar gibi
algılanmasını sağlamak olabilirmiş.
Selanik'te savaşı kaybeden Mustafa Çelebi'nin iktidar ve
dünya nimetlerinden elini eteğini çekip ömrünü Bektaşi ba
bası Nefes Baba olarak tamamlamış olduğu düşünülüyor.
Nefes Baba Tekkesi'ni görmek için Dedeağaç'tan
(Aleksandropolis) yola çıkhk. Romalılardan beri Asya'yı
Avrupa'ya bağlayan en önemli ticaret yolu olan Via
Egnatia'da bir süre gittikten sonra anayoldan ayrıldık. Bir
tepeye hrmandık. Tepedeki, yıpranmış beyaz badanalı kü
çücük kulübe aşağıdaki yola hakim bir konumdaydı. Kulü
benin yanındaki iki ağacın dallarına dilek çaputları bağlan
mışh. Dallar çaputlardan neredeyse görünmüyordu. Arala
rında leopar desenli iç çamaşırı bile vardı. Kulübenin öteki
yanında, yine yola hakim bir noktaya beton dökülmüş ve
bir yükseltinin ortasına kocaman mavi-beyaz Yunan bayrağı
dikilmişti.
Tahta kapıyı itince açılıverdi. Kulübenin içine girdik. Ka
pının tam karşısındaki ocak-mihrabın üstünde silik de olsa
okunabilen Arapça "Bismillahirrahmanirrahim" yazısının
82
altına İsa'nın son yemek tablosunun naif bir tasviri asılıydı.
Beton zemine kilimler seriliydi. Duvarlara sağlı sollu ikona
lar asılmışh.
Mihrabın yanında alçak bir beton setin üstünde dikkatle
dürülmüş namaz seccadeleri duruyordu. Şaşırmıştık ve bir
ibadet mekanının iki dini de kucaklayan çoğulculuğuna se
vinmiştik.
Tepedeki o tek göz küçük kulübeye gelenler istediği
gibi ibadet edebilirdi. Namaz kılabilir, ikonaların önün
de dua edebilirdi. Kulübe tekke-mescit-şapel karışımı bir
mekandı. Kapısı herkese açık, davetkar ve alçakgönüllü bir
ortamdı. Temiz havada alınan ferah bir nefesti. Nefes Baba
Tekkesi'nin burası olması kuvvetle muhtemeldi. Nefes Baba
(Düzmece Mustafa) 500 yıl önce Via Egnatia'ya tepeden ba
kan bu yerdeki bir kulübede yaşamış olabilirdi.
Nefes Baba'nın kulübesinden yüz metre kadar ileride bir
Roma tapınağının kalıntılarını ve mermer kuyusunu gördük.
Gazi Ece'yi ararken de düşündüğümüz gibi aym coğrafyada
yaşamış, gelip geçmiş uygarlıklar ibadet mekanlarını aynı
yerlere, hatta öncekilerin üstüne kuruyorlardı.
Nefes Baba'nın kulübesine ertesi yıl çekim için tekrar
gittiğimiz zaman her şeyi değişmiş bulduk. Kulübenin dışı
bembeyaz pırıl pırıl badanalanmıştı. Yanındaki ağaçlarda
tek bir çaput bile kalmamıştı. Kulübeyi böyle bakımlı görün
ce önce sevindik ama içeriye girince donup kaldık. Karşıda
ki mihrapta son yemek tablosunun üstündeki "Bismillahir
rahmanirrahim" yazısı beyaz badanayla tamamen silinmiş
ti. Yerdeki halılar, kilimler de kaldırılmıştı Tabana buz gibi
soğuk, masmavi banyo seramikleri döşenmişti. Mihrabın
yanındaki setin üstünde özenle dürülü seccadeler de yok
tu. Kapının iki yanına altından kolları olan dev şamdanlar
yerleştirilmişti. Bütün duvarları silme ikonalarla kaplıydı.
83
Arhk tam bir Ortodoks şapelindeydik. Tekke-mescit-şapel
bileşimi olan ortak mekan 600 yıl dayandıktan sonra bir yıl
da yok edilmişti.
Nefes Baba Tekkesi olduğunu düşündüğümüz kulü
beden çıkhk. Tepeden aşağıya indik. Evliya Çelebi'nin de
övgüyle söz ettiği, kocaman bir kervansaraya geldik. Ker
vansarayın yamnda hem Romalıların hem Osmanlıların
kullandığı ılıca suları olan harap bir ha r,nam vardı. Harap
yapıların hepsinin mimari karakteri erken Osmanlı ve geç
Bizans dönemine aitti.
Burada gördüğümüz kervansarayla, daha önce Gümül
cine'de (Kornetini} gördüğümüz, Evrenos Gazi'nin
1360-1380'lerde yaphrdığı, imaret arasında önemli bir bağ
vardı. Kervansarayda konaklayan yolculardan sağlanan
gelir, Gümülcine'deki imarette yoksullara yemek dağıtmak
için kullanılıyordu.
17. yüzyıl başlarında bölgenin hazinedarının Ferecik, Gü
mülcine ve Nefes Baba Tekkesi civarında birçok bina yaptır
dığı rivayet edilmişti. 21. yüzyılda gördüğümüz kulübe 17.
yüzyılda yapılmış Nefes Baba Tekkesi olabilirdi.
84
Seçek Panayırı
Alan araştırmamıza başlarken ilk önce Bedreddin' in doğ
duğu köy Simavna'ya, Rodop Dağlan'nın 600 yıllık Kızıldeli
Tekkesi'ne ve Seçek Yaylası'ndaki Seçek Panayırı'na gittik.
Rodop Dağları'nın ortasında, Seçek Yaylası'nda her yıl ağus
tos ayında yapılan Seçek Panayırı'nda Türkler, Yunanlılar,
Valahlar (Ulahlar), Pomaklar, Makedonlar, Bulgarlar gibi 72
millet bir aradaydı. Beş benzemez insan birlikte dolaşıyor,
alışveriş yapıyor, eğleniyor, yiyip içiyor hatta güreşiyordu.
Çeşitli soylardan, dinlerden; esmer, sarışın insanlar, kadın
lar, erkekler; incecik askılı kıyafetleri ya da simsiyah pardö
süleri ve beyaz başörtüleriyle hep bir aradaydı. Herhalde
geçen yüzyıllarda da durum pek farklı değildi. 21. yüzyıl
daki Seçek Panayırı' nda isteyenlerin boynuna yılanını do
layarak fotoğraf çektirten bir yılancı da vardı. Ekibimizdeki
genç bir arkadaşımız panayırın ortamını Yıldız Snvnşları'na
benzetmişti. Lucas'ın ünlü Yıldız Savnşlnrı seri filmlerinde
uzaydaki uygarlıklarda çok çeşitli canlılar birlikte yaşıyor
du, savaşıyor, barışıyordu.
Panayırın yakınında bir alanda er meydanı kurulmuştu.
Yine her yaştan, ırktan, dilden, dinden ve milletten, çocuk,
genç, yaşlı erkekler yağlı güreş yapıyorlardı. Yüzyıllardır
süregelen yerel geleneğe göre bir meydan ağası seçilmişti.
Finale kalanlar meydan ağasının önünde güreşiyordu. Galip
gelenlere verilecek para ödülleri açık artırmayla toplanıyor,
kimin ne kadar verdiği mikrofondan okunuyor, hoparlörler
marifetiyle yüksek sesle ilan ediliyordu. Seçek Panayırı'nda
sanki geçmişe doğru bir zaman yolculuğuna çıkmıştık.
85
Kızıldeli Tekkesi
Rumeli' deki en büyük Bektaşi dergahı Kızıl deli
Tekkesi'dir. 1402'de kurulmuştur. Günümüze kadar gelmiş
tir. Hala ziyaretçileri eksik olmayan, yaşayan bir dergahhr.
Kızıldeli ya da Seyyid Ali Sultan Tekkesi Yunanistan'ın
Dimetoka bölgesinde, Batı Trakya'da Rodop Dağları'nda,
Roussas ya da Ruşenler köyünün yanı başındaki orman
da, bir düzlükte yer alır. Kızıldeli Tekkesi 1402'de Yıldırım
Bayezid zamanında kurulmuştur. O günden beri kesintisiz
olarak açıktır. Tarihte ve günümüzde var olan en büyük
dört Bektaşi tekkesinden biridir.
86
Bedreddin' in kazaskerliği sırasında, 1412' de verdiği vakıf
fermanıyla, çevresindeki ormanın, toprakların, köylerin ge
lirini Kızıldeli Tekkesi'ne tahsis etmiş. İşte bu gelirler tekke
yi yüzyıllarca ayakta tutmuş.
Kızıldeli, Şeyh Seyyid Ali Sultan'ın lakabıdır. Şeyhe "kı
zıl" denmesinin nedeni dağın eteklerindeki Roussas (Kızıl)
Irmağı'nın renginin kırmızı olmasından ya da tam tersi, ır
mağın adı Şeyh Seyyid Ali Sultan'm "kızıl" lakabını alma
sından geliyor olabilir. Ayrıca Ruşenler köyünün Yunanca
adı Roussas'ın da kızıl anlamındaki adını ırmaktan aldığını
düşünebiliriz.
Kızıldeli Tekkesi artık tenha ve huzurlu, biraz da hüzün
lüdür. Aşınmış tahtadan giriş kapısı ortadaki geniş avluya
açılır. Kapının solunda Seyyid Ali Sultan'ın türbesi vardır.
Türbe iç içe iki odalıdır. İkinci odada etrafına havlular, ye
meniler, peşkirler asılmış, mumlar dizilmiş tekkenin şeyhi
Seyyid Ali Sultan'ın sandukası durur. Avlunun ortasında
dalları ve beli bükülmüş kim bilir kaç yüzyıllık bir kara dut
ağacı vardır. Dut ağacı tekkenin bahçe kapısının karşısında
yer alır. Ağacın arkasında gelen konukları yatılı misafir eden
büyük bir meydan evi vardır. Kocaman metruk mutfağıyla,
yanındaki kabristanıyla gün görmüş bir tekke olduğu her
halinden bellidir.
Kızıldeli'ye ilk gidişimizde tekkenin bekçisi Çolak
Müslim' di. Bahçedeki kara dut ağacının altında, o ağacın ve
tekkenin kuruluşunun hikayesini ya da efsanesini anlattı:
87
Bu topraklar taa B u l ga ristan'a kada r yayı l d ı . Yan ı n
dakiler sordular. " B iz sen i n bu saçtığın toprakların nere
lere kadar vard ı ğı n ı n ası l bi leceğiz?"
Son ra Seyyid Ali etrafı n ı gösterd i .
Gene sordu lar. " Peki sen nerede d u racak, konakla
yacaks ı n ?"
Sonra Seyyid A l i sırtındaki çantası ndan dut d a l ı nd a n
yap ı l m ı ş oku nu ç ı kard ı ve o k nereye d üşerse oraya yer
leşeceğini söyled i . Ok tam tekken i n olduğu yere d üştü .
Kızı ldel i Tekkesi işte orada kuru l d u .
88
sağlanıyordu. O köylerde yaşayanların mutlaka Bektaşi ve /
ya da tekkenin müridi olması gerekmiyordu.
Aynı bölgede Kızıldeli' den başka, daha küçük ve metruk
birçok Bektaşi tekkesi daha vardı. Neden Bektaşi tekkeleri
nin çoğu Ruşenler köyü çevresinde toplanmışh?
Hacı Bektaş'taki post sahibi Bektaşi şeyhlerin çoğu Kızıl
deli Tekkesi'nde yetişmişti. Özellikle 15.-16. yüzyıllar ara
sında, Kanuni Sultan Süleyman' dan Avcı Mehmed dönemi
ne kadar çok önemliydi. Kızıldeli Tekkesi 600 yıl önce ku
rulduğu 1402' den itibaren sadece Bektaşilere değil, oralara
yolu düşen herkese hizmet ediyordu.
Ruşenler köyü
Kızıldeli Tekkesi'ne araştırma ve çek.imler için iki yıl üst
üste gittik. İkinci gidişimizde, akşam bütün ekibimizle bir
likte başkaıun evinde yemeğe davetliydik. Biz kadınlar gece
Kızıldeli'ye en yakın köy olan Ruşenler köyünde, tekkeyi
yöneten Kızıldeli Vakfı başkanının evinde kalacaktık. Ek.ip
teki erkekler yemekten sonra Kızıldeli Tekkesi'ne gidecek,
oradaki meydan evinde geceleyeceklerdi. Sabah olunca biz
de Kızıldeli Tekkesi'ne giderek çek.imlerimizi birlikte yapa
caktık.
Kazasker Bedredin'in 1412'de verdiği vakıf fermanı sa
yesinde çevredeki ormanın ve köylerin gelirleri Kızıldeli
Tekkesi'ne tahsis edilmişti. Bedreddin'in imzaladığı vakıf
fermanını emekli tarih öğretmeni, değerli araştırmacı Ah
met Hezarfen Ankara' dak.i Milli Kütüphane' de bulmuştu.
Ahmet Hezarfen Bulgaristan'ın Deliorman bölgesindeki Yu
nuslar köyünden İstanbul' a göç etmişti. Belgeselimiz için,
Bedreddin'in vakıf fermanını Kızıldeli Tekkesi'nin bahçe
sinde, tarihi kara dut ağacının altında okuyacaktı. Ahmet
Hezarfen, Ayhan Aydın'la birlikte misafirimiz olarak ek.ip
minibüsümüzle Ruşenler köyüne gelmişti.
Vakıf başkanının evi Ruşenler köyünde, yokuş bir soka
ğın ortasındaydı. Minibüsümüzle evin önüne yanaştık. Ev
sahiplerimiz bizi kapıda sevinçle karşıladılar ve coşkuyla
evlerine davet ettiler. Ayhan Bey'in ev sahiplerine armağan
olarak getirdiği Cem Vakfı Yayını kitaplarını minibüsten in
dirmesine yardım ettik. Önce hoş geldiniz çayları, kahveleri
ikram ettiler. Sonra evin kocaman mutfağında kurulu upu
zun bir sofrada mükellef bir ziyafete buyur edildik.
Evin alımlı hanımıyla küçük kızı neşeyle sofraya hizmet
ediyorlardı. Evin beyi masanın başında, telefonun yanında
oturuyordu. Hepimizle teker teker ilgileniyordu. Yeme-
90
ği başlathktan kısa bir süre sonra eline sazını alıp çalmaya
başladı. Evin hanımı türküler söylerek ve oynarak kocasının
çaldığı saza eşlik ediyordu. Şarkılı türkülü yemek keyifle de
vam ederken telefon çaldı. Ev sahibimiz yanı başındaki tele
fonu gülerek açtı ve birden yüzü kireç gibi bembeyaz oldu.
Nutku tutuldu sanki.
Ağzından güçlükle birkaç sözcük çıktı: "Haa, korumalar
mı, hıııı, tamam, anladım, peki."
Ekibimizdeki gençlerden bazıları dışarıya sigara içmeye
çıktı, geldi. Sokakta tuhaf bir durum olduğunu söylediler
gerçi ama önce önemsemedik ya da anlamadık. Gençlerden
biri daha sigara bahanesiyle dışarı çıktı ve vahim haberi ge
tirdi.
Yokuşun başında ve altında iki tane sivil polis arabası
duruyordu. Ev yokuşun ortasındaydı. Yani kuşatma altın
daydık. Ev sahibimizin biz misafirlerini telaşlandırmamak
için telefonda "korumalar" dediği sivil polislerdi. Anlaşılan
peşimizdeki araba takviye almış, bizi takip eden arabalar
ikiye çıkmıştı.
Artık saz susmuş, evin hanımı ortadan kaybolmuştu. Biz
renk vermeden yemeğe devam etmeye çabalıyorduk ama
masadaki hava iyice gerilmişti.
Gece saat 1 1 sularında mutfağın kapısı açıldı. Evin hanı
mı küçük kızıyla birlikte içeriye girdi. Allı pullu, süslü kıya
fetleri bembeyaz yüzleriyle tam bir çelişki içindeydi. Ada
makıllı korkmuş görünüyorlardı. Yine de bize veda etmeye
gelmişlerdi. Daha beş dakika önce gündelik kıyafetlerinin
içinde, neşeyle türküler söyleyen, oynayan ana-kız geceya
rısına doğru köy yerinde aniden peydahlanan bir düğüne
gidiyordu.
Sabah Dimetoka' dan yola çıktığımızdan beri sivil pla
kalı bir arabadaki iki kişi peşimizden hiç ayrılmamıştı.
91
Derbent'ten Ruşenler köyüne çıkan yola girerken önümü
ze geçmişler, yolumuzu keserek, yukarıya köye doğru çık
mamızı engellemek istemişlerdi. "Ankara' daki Yunanistan
Büyükelçiliği'nden çekim iznimiz var," dememize rağmen
yolumuzdan çekilmemişlerdi. Tarhşmak faydasızdı.
Ancak sinirlenip bağıra çağıra, "Burası Avrupa Birliği de
ğil mi? Hani seyahat özgürlüğü?" diye kıyameti kopardık
tan sonra bir yerlere telefon ettiler ve yolumuzdan çekildi
ler. Meğer o telefon en yakın şehir olan Aleksandropolis'ten
(Dedeağaç) destek kuvvet istemek içinmiş. Ruşenler' de pey
dahlanan ikinci sivil araba Aleksandropolis polisiydi.
Nasıl bir güvenlik sorunu yarattığımızı anlamamıştım
ama biz gittikten sonra ev sahiplerimizi tehlikeye atmamak
için o evi hemen terk etmemiz gerektiği ortadaydı. Sessizce
anlaşarak hep birlikte sofradan kalktık. Ev sahibimize teşek
kür .ettik ve çabucak evden çıkhk.
Ne yapacağımızı, nereye gideceğimizi bilmiyorduk. Bü
tün programımız altüst olmuştu. Gidip köyün iki kahvesin
den birine oturduk. Kafamızı toplamak için kahveyle birlik
te, üzümden yapılan buzlu tsipuro ısmarladık. Arkamızdan
ev sahibimiz de kahveye geldi. Bizimle birlikte oturuyor
ama ağzını bıçak açmıyordu. Misafirlerine karşı mahcup ol
muş hissediyordu. Peşimizdekilerin ne yapacağını denemek
için kalkıp öteki kahveye geçtik. O ufacık köy meydanındaki
iki kahveden hangisine gitsek önüne arabalarıyla gelip du
ruyor, açıkça taciz ediyorlardı. İkinci kahvede nihayet ko
nuşabildiğimiz zaman ekibimizdeki ilk ve tek ciddi tartışma
patlak verdi. Bir kısmımız programa aynen devam etmekte
ısrar ediyordu. Kadınlar yine köydeki evde kalmalı, erkek
ler de geceleyecekleri tekkeye gitmeliydi. Köye gelirken yol
da ormanın içinde bir otel görmüştüm. Orada kalmayı teklif
ettim. Turist olarak orada kalabilirdik. Böylece ev sahibimizi
92
biz gittikten sonra başına gelebilecek dertlerden de kurtarır
dık. Olurdu, olmazdı diye uzun ve gergin bir tartışmadan
sonra hep birlikte otele gittik. Ekibimizi bölmemeyi başar
mıştık.
Tabii ki o gece gözümü bile kırpmadan geçti. Sabah er
kenden otelin lokantasına bir kahve içmeye gittim. Bir de
ne göreyim? Bütün gece peşimizden ayrılmayan tacizci po
lislerden ikisi daha erken gelip oturmuştu. Bir de gülerek,
"Günaydın," diyorlardı. Artık kendimi tutamadım. Bize de
ğerli zamanımızı kaybettirdiklerini, aynı yolu şimdi geri git
mek zorunda bıraktıklarını söyledim. Bundan ne kazandık
larını sordum. Neyse ... Hepimiz toplandıktan sonra otelden
yay gibi gergin çıktık.
Polisler önde ekip minibüsümüz arkada, aynı yoldan geri
gittik. Köyü geçtik. Çekim yapacağımız Kızıldeli Tekkesi'ne
giden orman içindeki toprak yola girdik. Dönüp dolaşıyor
duk ama ormanın içine gizlenmiş tekkeyi bir türlü bula
mıyorduk. Oysa bir yıl önce kolayca bulmuştuk. Herhalde
uykusuzluktandı. Bizimle birlikte bir durup bir kalkan po
lislere, "Sizin yüzünüzden uykusuz kaldık, yolu kaybettik,"
diye söylenmek çok iyi oldu. O zaman bize yardım etmeye
karar verdiler. Önümüze düşüp yolu gösterdiler.
93
FETRET DEVRİ YA DA OSMANLI İÇSAVAŞI
94
bertaraf etmişti. Mustafa Çelebi'nin kim olduğu hala karışık
bir konu. Timur'un Semerkand'da serbest bırakhğı Yıldırım
Bayezid'in esir düşen en küçük oğlu muydu, yoksa Çelebi
Mehmed'in oğlu il. Murad'ın dayısı, yani karısının kardeşi
miydi? Her kimse, Mustafa Çelebi'nin tahta göz diken sahte
bir şehzade olduğuna inandırmak için de adı resmi tarihe
"Düzmece Mustafa" olarak geçirilmişti. Fetret Devri böyle
sona ermişti.
Ama Cemal Kafadar Fetret Devri'nin 1402-141 1 arasın
dan biraz daha uzun sürdüğünü söylüyordu:
95
Kuruluş dönemi
nin ruhu Bedreddin
hareketinin yok edil
mesiyle birlikte yitiril
miş denebilir mi?
Osmanlı Devleti
kuruluş döneminde,
gazilerin yani yerel
hakimler olan soylu ai
lelerin marifetiyle yö
netilmişti. Çelebi Meh
med padişah olduktan
sonra değişmeye, dö
nüşmeye başlamışh.
Gazilerin yerel yöneti
minden merkeziyetçi-
Yıldırırn Beyazid liğe doğru dönüşümü,
Çelebi Mehmed'le baş
lamış, II. Mehmed İstanbul'u fethederek Fatih Sultan Meh
med olduktan sonra padişahın ve kapıkullarının payitahttan
yönettiği kah merkeziyetçi bir devlet haline gelmişti. Fatih
Sultan Mehrned münevver yani aydınlanmış bir padişah
tı. Homeros'un kitaplarını Rumcasından okumuş, sarayda
İtalyan ressamlara kendi resmini yaptırmıştı. Kısacası Fetret
Oevri'nin fırtınalarından, şehzadelerin saltanat kavgaların
dan soma kuruluş döneminin dengeleri gaziler aleyhine, ka
pıkulları lehine değişmişti.
Osmanlı Devleti 15. yüzyılda Çelebi Mehmed'le merkezi
yetçi bir yapıya geçtikten 500 yıl sonra VI. Mehmed'in (Va
hideddin) 17 Kasım 1922'de bir İngiliz gemisiyle kaçmasıy
la Devlet-i Aliyye-i Osmaniyye ömrünü tamamlamıştı. 36.
Osmanlı Padişahı VI. Mehrned Vahideddin'in otokrat mer-
96
keziyetçi tavrı 1918' de
meclisi bir daha çağır
mamak üzere dağıta
rak Meşrutiyet'e son
vermesiyle, 4 Ocak
1919'da barış yapılana
kadar seçimleri ertele
diğini ilan etmesiyle
iyice anlaşılmışh.
Fetret Devri'ni bu
konuda doktorası olan
Dimitris Kastritsis'le
konuştuk. Akıcı bir
Türkçeyle anlathğı
gibi, aynen alıyorum:
97
kaynakları var, Os
man l ı kayna k l a rı
var. Farsça d a gerek-
1 i. Gelecekte devam
edeceğ i m ç ü n kü
bence şu a nda sade
ce b i r altyapı mev
cut. Daha yapacak
çok şey var.
T i mu r Anado-
l u 'yu terk ed ince
harap b ı ra k m ı ş . Her
yer yan m ı ş. Açl ı k
vard ı, ç o k z o r b i r
d u ru m d u . l<aos var
d ı yan i . Her yerde
Musa Çelebi başka h ü kü mdarlar
b u l u nuyord u ; göç
menler, H ı ristiyanlar vard ı ama şöva lyeler yoktu . Ç ü n
kü Timur on ları ka l d ı rm ı ş, ö l d ü rmüş. A n l ayacağı n ız çok
karışık bir du rum b ı raktı Timur. Belki bu da isya n l a r ı n
teme l i n i haz ı rladı, ç ü n k ü b i r i nsta b i l ite ( isti krars ı z l ı k)
d u rumu mevcuttu .
Her yerde, her zaman savaş. . . H erkes b i r şey kazan
mak istiyor, herkes birbiri n i ö l d ü rüyor, çok kaoti k b i r
durum.
A n ka ra Savaşı ' ndan son ra Anadol u parça l a n ı yor.
Timur Anadolu'yu bey l i klere geri veriyor. B i rkaç par
ça Osma n l ı a i lesi nde ka l ı yor, B u rsa bölgesi, A m asya .
Amasya'ya Çelebi Meh med yerleşiyo r.
İ z m i r'de özel b i r şey o l u yor. Ayd ı noğl u C ü n eyd va
l iyi kabul etm iyor. On larla savaşıyo r. B i r şek i lde tah ta
98
çık ıyor. Ya n i kendi
hanedan ı n ı k u rmak
istiyor.
E m i r S ü leyman,
ya n i S ü leyman Çe
lebi B a l k a n l a r'dan,
Rumel i'den Anado
l u 'ya geç i yor. Sü
leyman Çelebi, Yıl
d ı rım B ayezid'in
en yaş l ı oğl u . Sü
leyman Çelebi Ru
m e l i 'deyken, daha
Anad o l u 'ya geç
meden ö nce orada
Çeleb i Meh med
va r, İsa Çelebi var. Mehmed Çelebi
Onlar da Y ı l d ı rım
B ayez i d ' i n oğu l l arı . Onlarla savaş çıkıyor. Beyl ikler de
karışıyorlar. Ayd ı noğl u Cü neyd Bey ile İsa aras ında iş
b i r l iği var. Meh med'e karşı savaşıyorlar, en sonunda İsa
yen i l i yor, kaçıyo r, herhalde ö l üyor. B i l m iyoruz nası l öl
düğü n ü .
Son ra S ü l eyman Çelebi Anadolu'ya gel iyor. Bütün
Anad o l u 'yu ele geç i rmek istiyor. Özel l i kle İzm i r böl
ges ine gidiyor. Orada Cü neyd var. Onu yan ına al ıyor.
B a l k a n l a r'a gid iyorlar veya oraya gönderiyor. Çünkü
S ü l eyman Çelebi Anadolu'da ka lıyor uzun bir sü re ve
B a l ka n l ar'da Cü neyd val i l i k yapıyor bir şekilde. Çok şey
b i l m i yoruz. Tam nerede onu da bilm iyoruz.
99
Kastritsis 15. yüzyılda Balkanlar'daki ilişkilerin ve itti
fakların nasıl biçimlendiğine değiniyordu:
100
Fat i h Su ltan Mehmecl zamanından sonra dervişler,
gaz i l e r o kadar güçlü deği l . Çünkü artık i mparatorl u k
d a h a m erkezi h a l e gel iyor. Dervişler teh l i keli i nsan lar,
bu m erkez i leşmeye karşı çıkıyorlar. Onun için binalar
da değişiyo r. Yan i cam i ler bildiğimiz gib i ; Fatih Ca m i i ,
S ü l eyman i y e Cam i i g i b i o l uyor. Ama ondan önce birçok
b i n a Se l a n i k'teki Al aca İmaret gibiyd i , T tipi.
Demek k i su ltan o zaman lar dervişler için bir bina
yap ıyo rd u . Dervişler çok güçl üydü. Zaviyeler önem l iy
d i . B ü tü n Anadol u'da öyleyd i . Beylikler dönemi nde,
Moğo l l a r dönem i nde de zaviyeler çok önem l iyd i . Özel
l i kle S ivas yöresi nde, çünkü Sivas Moğol lar' ı n merke
zi, Anado l u i ç i n merkez orada. Zaviyeler oku l gibiyd i .
Ayi n l e r de yapı l ı rd ı , m istik ayi nler. Ama b u çok yaygın
b i r şeyd i o dönemde. Muhal if deği ldi zaviyeler, sonra
dan o l d u . Fatih Su l tan dönem i nde ve daha çok 1 6. yüz
yıldan sonra.
Bence Fati h Su ltan Meh med dönem i nde bir sufi
kazasker o la mazd ı yani daha zor olurdu. Çü nkü on
dan sonra m ed reseler var, bütün kadılar o med reseler
de okuyor. Sahn-ı Seman Medreseleri'nde, yan i Fatih
Cam i i'nde okuyorlar. Sonra Sü leyman iye Med reseleri
var.
Kanu n i S u l ta n Süleyman dönem i nde de b i r sistem
var. B i r u lema sistem i kuru l uyor ama Fetret Devri'nde
böyle b i r şey yok.
101
Şeyh Bedreddin'in Kahire' den Edirne'ye dönüşü
Şeyh Bedreddin 15. yüzyılın başında Tebriz'e gitmiş
ti. Tim ur' dan kaçarak Tebriz'den Kahire'ye dönmüştü.
Kahire'de kısa bir süre sonra Hüseyin Ahlati vefat etmişti.
Daha önceden de bahsettiğimiz gibi Bedreddin mürşidi
nin vasiyetini yerine getirerek Ahlati Tekkesi'ne şeyh ol
muştu. Tekkede de dervişlerin, mutasavvıfların arasındaki
iktidar savaşlarına tanık olmuştu. Büyük ihtimalle bu yüz
den altı ay sonra şeyhliği, tekkeyi, hatta Kahire'yi terk et
miş, Edirne'ye dönmek üzere yola koyulmuştu. İlk durağı
olan Halep'in kapısında onu Türkmenler karşılamıştı. Şeyh
Bedreddin'in Halep'e varışı, Nesimi'nin derisi yüzülerek
öldürülmesinden hemen sonraya rastlamış olabilirdi. Türk
menler Halep'te kalmasını, başlarına geçip liderleri olmasını
istemişlerdi. Ama bu teklifi kabul etmeyen Şeyh Bedreddin,
Edirne' de onu bekleyen ana babasının yanına gitmek üzere
yoluna devam etmiş ve Kahire' den yola çıktıktan iki yıl son
ra Edirne'ye varmıştı.
Anadolu'da Yıldırım Bayezid'in oğu_llarının mülk (dev
let) ve saltanat uğruna savaştığı Fetret Devri hüküm sürü
yordu. Bu ortamda Şeyh Bedreddin'in yolculuğunun neden
iki yıl sürdüğünü bilemiyoruz. Karmaşa ve kargaşa içindeki
Anadolu'da yolunu neden uzatmış, neden önce Toroslar'a,
Konya'ya, sonra Tire, Aydın, İzmir, Karaburun, Sakız Adası,
Manisa ve Kütahya'ya gitmişti? İki yılın sonunda Rumeli'yi
fetheden atalarının yolundan giderek, Çanakkale Boğazı'ru
geçip Gelibolu üzerinden Edirne' ye varmıştı.
Cemal Kafadar Bedreddin' in Kahire' den dönerken ne
den yolunu iki yıl kadar uzattığını araştırıyordu:
102
G ittiği yerlerde kim lerle görüşüyor? Tü rkmen lerle
görüşüyor, Torlaklarla görüşüyor buna benzer insanl ar
la görüşüyor. Neden ? Herhangi b i r sosya l veya siyasa l
vizyonu yoksa Bedreddin n iye böyle bir çizgi takip ed i
yor. O n l a r ı n ne yaptığına bakıyoruz. Börkl üce Mustafa;
Bedred d i n keth üda olarak Börkl üce'yi seçmiş. Kethüda,
ka hyayl a ayn ı kel i me as l ı nda. Kethüya, kahya o l uyor za
m a n içi nde ama kahya kel i mesi de çok muğl ak b i r ke
l i me. N e yapar? Yan i kazasker olmuş biri ya n ı nda nası l
b i r kahya ister, ne gibi işler ister ondan?
Ee, genel l i kle Osman l ı düzen i nde kethüda, birinin
h a n esi n i n yöneticisi ol uyor. Menajeri ol uyor bugü n ü n
tabi riyle.
Mese l a Bedred d i n ' i n oğl u, İsmail Seyyid Beşe, hacca
gideceği zaman, b i l iyorsunuz, o da garip bir yol çiziyor.
Gel iyor, Bedredd i n İzni k'teyken, babası ndan izin alı
yor. "Ben h acca gideceğim," diyor. Bedreddin de, "Güle
g ü l e, gideb i l i rsin, " d iyor.
Ee, hac yol u Tire'den geçmiyor. Halbuki Seyyid Beşe
Ti re'ye gidiyor. Tire' n i n N izar köyü nde, Menderes suyu
nu n kenarı nda, b i l iyorsunuz Eğridere'de arad ık.
103
Kütahya, Domaniç, Çavdarhisar ve Aizanoi
Biz de Şeyh Bedreddin'in izini sürerken onun Torlaklar
la tanışmış olabileceği Kütahya Domaniç yakınındaki ilginç
bir yere, Çavdarhisar köyüne gittik. Ekip minibüsümüz
anayoldan ayrılarak toprak bir yola saph. Işığı kaçırmamak
için acele ediyorduk. Yine de köye girerken güneş bahyor
du. Toprak yolun kenarına sıralanmış iki katlı kerpiç evlerin
pencerelerinde tek tek titrek ışıklar yanıyordu. İç Ege'deki
Çavdarhisar'a henüz elektrik gelmemişti. Yolun sağında,
gaz lambalı kerpiç evlerin tam karşısında upuzun mermer
sütunlarıyla muhteşem bir tapmak yükseliyordu. Anado
lu'daki en iyi korunmuş Zeus Tapınağı'ydı. Sanki başka bir
dünyadan ışmlanmışh. Kerpiç evlerin sakinleri her sabah bu
muazzam esere uyanıyordu. Zeus Tapınağı'nın sütunları
tamamdı ama ortası bo_mboştu. Harabe demeye dilim var
mıyor çünkü dört kenarı çepeçevre tastamam, görkemli bir
tapmakh.
Alacakaranlıkta minibüsümüzden inerken önümüze
köpekler çıkh. Hep bir ağızdan avaz avaz havlıyorlardı.
Kamera ekibimiz günün son ışıklarını kaçırmadan Zeus
Tapmağı'nın mermer avlusundaki harman yerini çekmeye
koşarken köpekler peşlerinden seğirtti. Tapınağın çevresini
dolaşhk. Hava kararınca mecburen çekim bitti. Arka cephe
de karşımıza devrik ve dev bir Medusa heykeli çıktı. Her
adımda şaşırıyor, biraz daha hayran kalıyorduk.
Zeus Tapınağı'nın yanındaki avlu toz dumandı. Bir har
man makinesi tapınağın mermer avlusunun üstünde harıl
harıl calışıyordu. Arkada batan güneşin eflatun ışıkları için
de samanlar havaya savruluyordu. Çavdarhisar'ın kerpiç
evlerinin sakinleri bütün işlerini Zeus Tapınağı'run mer
merleri üzerinde görüyorlardı. Orada çamaşır yıkıyor, tahıl
ayıklıyor, sebze diziyorlardı. Harıl harıl çalışıyorlardı. Hava
104
tamamen kararmadan harmanı bitirmek istiyorlardı. Hızla
azalan ışıkta biz de koşuşturuyor, o güzelim görüntüleri
kaydetmeye çalışıyorduk. Buralarda kim bilir kaç bin yıldır
farklı kültürlerin bıraktıklarıyla iç içe yaşanıyordu. Acaba
çoğulculuk böylesine doğal, sıradan ve gündelik bir şey
miydi? Şeyh Bedreddin bu toprakların havasında, suyunda,
toprağında hep olan o doğal çoğulculuğu savunmuştu.
Hava karardıkça köpekler iyice azdı ve saldırmaya başla
dı. Görüntü yönetmenimiz Mete Şener ve asistanları onları
güçlükle durdurunca Çavdarhisar' dan hızla kaçtık.
Çavdarhisar' daki kalıntılar Roma İmparatorluğu' nun
Aizanoi kentinden kalmaydı. Milattan sonra 2. ve 3. yüz
yıllarda en parlak dönemlerini yaşamıştı. "İkinci Efes"
diye nitelenen Aizanoi' de bizim de gördüğümüz Zeus
Tapınağı'ndan başka, 20 bin kişilik bir tiyatro, 13 bin 500 ki
şilik bir stadyum, bir borsa binası, iki hamam, bir gym11asiıım
(okul) ve ikisi hala kullanılan beş köprü vardı. Alman Arke
oloji Enstitüsü'nün başlattığı kazılara Pamukkale Üniversi
tesi devam etmişti.
105
Tire
Tire bugün küçük, sakin, ılık bir Ege kasabası. Şeyh
Bedreddin'in Kahire'den Edirne'ye dönüş yolundaki en
önemli durağıydı. 14.-15. yüzyıllarda önemli bir merkezdi.
Aydınoğullan Beyliği'nin ilk başkenti olan Birgi'ye de kom
şuydu Tire; 14. yüzyıldan itibaren Osmanlı donanmasının
iplerini yapan urgancı esnafıyla, kılıççılar çarşısıyla, kervan
saraylarıyla, 20 hamamıyla büyük bir kentti. Kentteki eski
yapıların çoğu 14. ve 15. yüzyıllardan kalmıştı. Maalesef 500
yıllık yıkınhlar ve hala ayakta kalabilmiş birkaç konak dışın
da görkemli geçmişi pek belli değil.
Tireli tarihçi Munis Armağan'la yaptığım söyleşiden ve
tutkuyla yazdığı anlaşılan kitaplarından ancak yerel tarihçi
lerin bilebileceği birçok şey öğrendim.
Munis Bey'in deyimiyle Tire köksel bir kentti. Yani Ay
dın, Çeşme hatta İzmir'le sıkı bağları vardı. Bedreddin
buraya 15. yüzyılın başında Fetret Devri'nde gelmişti. Os
manlı Devleti'nin en parlak ve güçlü dönemi olan 16. yüz
yılda Tire'de çoğulcu bir iklim olduğu belliydi. Munis Bey,
Portekiz'den kaçarak Tire'ye yerleşen Yahudiler sayesinde
Tire'nin bir nevi Yahudi kültür merkezi olduğunu ve İs
tanbul Yahudilerinin Tire'den gittiğini söylüyordu. Mesela
kentteki Portakal Meydaru'nın asıl adı da eskiden Portugal
(Portekiz) Meydaru'ydı.
Vaktiyle önemli eğitim merkezleri olan Tire'deki zaviyele
rin, oradaki ünlü çiftliklerin üremesinde büyük payları vardı.
Bir tane zaviye kalıntısı da gördük. Ama artık Tire'nin o ünlü
zaviyeleri ya harap ve yıkılmak üzereydi ya da cami olmuştu.
Bizim için Tire, Bedreddin Kahire' den Edirne'ye giderken
orada bir süre kaldığı için önemliydi. Börklüce Mustafa'yla
Tire'de tanışmış olması kuvvetle muhtemeldi. Munis Bey
16. yüzyıldaki Tire müftüsünün Bedreddin'in sülalesinden
106
olduğunu, Bedreddin sülalesinin "Beylioğulları" olarak geç
tiğini söylüyordu.
107
Dede Sultan'm (Börklüce) mezarını Tire' de de aradık.
Güme' de olduğunu düşündüğümüz, Börklüce Mustafa'nın
vaktiyle keşişleri ziyaret ettiği, ahbaplık ettiği manastırın
izini de bulamadık.
Aramalarımız sırasında yakındaki Ali Baba Bektaşi tek
kesine gittik. Dede Sultan'ın mezarı orada da yoktu ama kim
olduklarını öğrenemediğimiz uluların kutsal sayılan taştan
sandukaları vardı. Ali Baba'run ziyaretçisi boldu. Gelenler
gürül gürül akan bir çeşmede içeceklerini soğutuyorlardı.
15. yüzyılda Tire' de yaşamış İbn-i Melek çok önemli kut
sal bir kişi sayılıyordu. Sünni fıkıh ve kelam alimiydi. Şeyh
Bedreddin'le aynı zamanda Kahire' de okumuşlardı. Tanış
mış olmaları kuvvetle muhtemeldi. Ama Şeyh Bedreddin' in
en büyük karşıtlarından biriydi. Öte yandan İbn-i Melek'le
Bedreddin ne kadar zıt düşse de İbn-i Melek'in kardeşinin
Bedreddin'in yakın arkadaşı hatta fikirdaşı olduğu da söy
lentiler arasındaydı.
İbn-i Melek' in Tire' deki türbesi her zaman önemli bir
ziyaretgah olmuştu. İbn-i Melek'in türbesini 2005'te Tire'ye
ilk gidişimde görmüştüm. Türbelerin çoğunda olduğu gibi
insanlar dua ediyor, elleriyle demirlerine, dokunuyor, yüz
sürüyor, parmaklıklarına dilek çaputları bağlıyordu. Yedi
yıl sonra tekrar gittiğim zaman tanıyamadım.
İbn-i Melek türbesinde hava çok değişmişti. Türbe ku
rumsallaşmıştı. Beyaz badanalı duvarlarla çevrili geniş bir
alanın içine alınmıştı. Kapıdan içeriye ancak bilet alarak
giriliyordu. Kapıyla türbe arasındaki alana piknik yeri gibi
masalar, sıralar konmuştu ama konuşmak ve müzik çalmak
kesinlikle yasaklanmıştı.
Tire, Ortaklar, Ödemiş ve Birgi' de Şeyh Bedreddin' in
izlerini arıyorduk. Önce Tire'nin bir köyü olan Eğridere'ye
gittik.
108
Eğridere
Eğridere'ye İsmail Beşe'nin mezarını aramaya önce bel
gesel ekibimizle birlikte gitmiştik.
Bedreddin'in büyük oğlu İsmail Beşe, Bedreddin
Menakıbnamesi'ni yazan Hafız Halil'in babasıydı. "Beşe"
Bedreddinlerin lakabıydı. İsmail Beşe'nin Tire ve köylerinde
yaşadığını, hatta eski adı Nizar (ya da Nissa) olan Eğridere
köyünde gömülmüş olabileceğini düşünüyorduk. Her za
manki gibi köy meydanındaki kahveye oturduk. Köylüler
le sohbet ederken bir yandan da meydana yığılmış çuvallar
dolusu taze yeşil fasulyelerin kamyonlara yüklenişini izli
yordum. Verimli toprakları vardı.
Kahvedekiler İsmail Beşe'nin değil mezarını bilmek, adı
nı bile duymamışlardı. Kahveden kalktık ve bir umutla İs
mail Beşe'nin mezarını köy mezarlığında aramaya başladık.
Cemal Kafadar eski mezar taşlarının Osmanlıca yazılarını
okuyordu. En eski mezar taşı 17. yüzyıldan kalmıştı. Oysa
İsmail Beşe 15. yüzyılın başında, hatta babası Bedreddin' den
önce ölmüştü.
109
İsmail Beşe'nin mezarını bulamadık derken yine çok il
ginç ve şanslı bir şey oldu. Köye girdiğimizden beri hiç ko
nuşmadan kahvede ohıran, sonra da peşimizden mezarlığa
gelen bir adam sessizce bize yaklaştı. Bir şey göstermek is
tediğini söyledi. Önümüze düştü. Mezarlığın yanındaki yo
kuştan çıkarken toprak yolun sağında, kenardaki çalı gibi
küçük, bir ağacın önünde durdu. Önce çocukluğunda bu
çalı ağaca yağmur duasına geldiklerini söyledi. Sonra bize
o çalı ağacı ve altında yatık duran, kocaman yekpare, par
lak ve pürüzsüz mermeri gösteriyordu: "İşte aradığınız bu,"
dedi ve anlattı: "Biz çocukken bu ağacın altına su, yiyecek
filan bırakır, adak yapar, dilek dilerdik." Bedreddin'in bü
yük oğlu İsmail Seyyid Beşe'nin mezarı artık yatır olmuştu.
O çalı ağacın ve altındaki mermerin fotoğrafını Tireli
Munis Armağan'ın hediye ettiği kitabında gördüm. Munis
Bey daha çarpıcı bilgiler de veriyordu. Süregelen bir adetleri
vardı. Eğridere köylüleri İsmail Beşe'nin mezarı olduğunu
düşündükleri o çalının altına hala düzenli olarak ekmek ve
su, hatta bayramlarda evde pişirdikleri otlu pidelerden gö
türüp bırakıyorlardı.
Munis Armağan'a göre Eğridere ve Peşrevli köyle
rini Bedreddin'in babası Gazi İsrail kurmuştu. Ayrıca
Eğridere' de bir zaviyesi de vardı. Peşrevli o zamanlar 200
hanesiyle Birgi' den büyük bir köydü. Gazi İsrail' in kardeşi
nin çocuğu, yani Bedreddin' in amca çocuğu olan Pir Veli'nin
mezarı da Peşrevli köyündeydi. Gökçen köyünde bir Koca
Sultan mezarı vardı. Bu mezarın da Dede Sultan diye bilinen
Börklüce Mustafa'nın mezarı olması mümkündü.
Eğridere'ye ikinci gidişim ramazana rastladı.
Bu sefer meydanda ilk oturduğumuz kahveye değil de
ötekine, oruçlu olmayanların kahvesine oturduk.
Orada sohbet ettiğimiz yaşlılar İsmail Beşe' nin mezarının
110
başka bir yerde olduğunu söylediler. Eskiden köyün giri
şindeyken üstünden yol geçtiği için arhk yok edilmişti. Öte
yandan bir başkası Seyyid Beşe'nin mezarının köyün giri
şinde iki servi ağacıyla hemen fark edilen mezar olduğunu
iddia ettikten sonra o mezarla ilgili bir de efsane anlath.
Kurtuluş Savaşı'nda Yunan ordusu kaçarken, köyleri, ka
sabaları, kentleri yakarak çekiliyormuş. Eğridere'yi yakma
ya geldikleri zaman o iki servili mezarın bulunduğu yerden
bir adım ileriye geçememişler. Görünmeyen bir güç onları
durdurmuş. Böylece Eğridere yakılmaktan kurtulmuş.
Birgi
Aydınoğulları'run ilk başkentiydi. Birgi iki tarafı yemye
şil ağaçlı bir yolun iki yanında kurulmuş gibiydi. Anayoldan
yokuş yukarı gidince bir meydana çıkılıyordu. Aydınoğlu
Umur Bey'in görkemli bir heykeli meydanda duruyordu.
Sanki ahşap evlerin olduğu ovaya sırtını dönmüş karşısın
daki Aydınoğlu Mehmed Bey Camii'ne bakıyordu.
1 12
o l a n bu rada Ayd ı noğu l l arı Beyliği . . . Ayd ı noğu l l arı'n ın
hakim o l duğu bir bölgeden söz ediyoruz. Şimdi Ge
d i z, B üyük Menderes, Küçük Menderes, Ti re, Karabu
run, Man isa deği l mi hikayenin geçtiği önem l i yerler?
Ayd ı n oğu l l a r ı ' n ı n bu konuda değişik bir tavırları var
m ı yd ı ? Ama h i ç ol mazsa şunu d iyeb i l i riz, Ayd ı noğu l l arı
h i çb i r zaman Osman l ı ların sonradan vard ığı noktada
ki kad a r büyük b i r devlet olamad ı lar. Dolayısıyla hiçbir
zaman o büyü k devletleri n davrand ığı gibi de davrana
mad ı l a r bel ki büyüselerdi davranı rlard ı .
Ayd ı n oğu l l arı devleti ve o devletin başındaki lerin
Tü rkmen çevreleriyle çok yakın i l işkisi var. Öze l l ikle
de Cü neyd ' i n ... Ayd ı noğl u Cü neyd sonradan Osma n l ı
l a r ı n baş ı n a defalarca bela oluyor. H e r bel a olduğun
da da etrafı na toplad ığı i nsa n l a r ya Ayd ın, Man isa yö
resi n i n Tü rkmen leri ya da Osman l ı l ar o tarafa atmışsa
R u me l i ' n i n Tü rkmen leri . . . B i r anlamda Bedredd in'in ta
kipçi leriyle Ayd ı noğl u Cüneyd'in
takipçi leri sosyal yapı ol arak bir
b i rine çok benzeyen insa nlar.
113
YENİ BİR DÜNYA KURULUYOR
114
lenek içinde ne gibi b i r sosyal yapı, ne gibi vergi len
d i rme, ne gibi toprak bölüşümü anlayışı içi nde olduğu
aşağı y ukarı bel l i . Bu köklü Roma Devleti geleneği, on
dan son ra gelen B izans Devleti geleneği, ondan sonra
Türklerin Anadolu 'ya gel mesiyle, hemen deği l, ama bir
s ü re sonra, Batı' da bütün bu düzen b i r hercümerç içi ne
giriyo r.
B i r kere ekoloj i k olarak yüzbinlerce i nsan ın göçebe
l i k yaptığı, be lki m i lyon larca hayva n ı n ı otlatma ihtiyacı
h issettiği b i r yerde toprak düzen i, daha önce büyük çap
ta yerleş i k düzende yaşayan köyl ü lerin toprak düzen iyle
ayn ı ol amaz zaten . Oradan bir kere siyaseti n ötesi nde
b i r şey başl ıyor. Değişikl i k başl ıyor. Bu i l le çatışma de
ği l . S i m biyoz da ol uyor zaman zaman. Yan i hayvancı
l ığı n toprak k u l l a n ı m ı farklı, köyl ü l üğün toprak kul la
n ı m ı farkl ı gibisinden . Şi mdi felsefi değişikl i kler dedik,
b i r yandan onlar ol uyor, bir yandan i ktidarlar değişiyor.
O i ktidarlarla b i rl ikte on ların yaşatmaya çal ıştığı düzen
değiş i yor ve ona cevap vermeye çal ışan insanlar ortaya
ç ı kıyor. B u n ların hepsi düşünür, yazar, çizer takımı da
deği l . B i r kısmı herhalde kend i leri n i sözel ol arak ya da
aya k l a rıyla yan i isyan ederek ifade eden i nsa nlar. O her
cü merç h a l i hakim.
Toprak d üzen ine dönüp daha somut konuşu rsak,
öze l l i kle Gediz, Küçük Menderes, Büyük Menderes gibi
ya da B i tinya (Osma n l ı ların ilk yu rdu) için de ayn ı şey
söylenebi l i r; dünya n ı n en veri m l i toprak parça ları ara
s ı nd a . . . Şimdi o topraklarda Roma, Doğu Roma düzen i
boz u l muş, değişmiş. Bozu lma i l laki kötü b i r şey deği l .
Daha veri m l i olabi l i r. Ded iğim gibi göçebel iğin getirdik
leri de var. Göçebel iği sadece yıkıcı, köylülüğün zara
r ı n a ç a l ışan b i r güç olarak görmüyor tarihçi ler. B u n l a r
115
zaman zaman b i rb i ri n i besleyen, hatta b i rb i ri n i gel iş
tiren simbiyotik, "seviye l i" (!) birliktel i kler ol uştu rabi
l i yorlar. Anadolu'da b i l hassa Batı Anadolu'da bunun
çokça gerçekleştiği n i bil iyoruz.
Türkmenler hem B izans Devleti'nden hem Osman l ı
Devleti'nden çok daha hafif vergi lend i rme yapıyorlar.
Çok daha az karışıyorlar insanların hayat tarz ı n a .
Bugün hayat tarzı dediğimiz şeyde ne var? Mesela
istediğin yerde gidi p avlanabi l mek, bal ı k tuta b i l mek ya
da hayvanları n ı otlatmak, otlatmamak . . . Devletler bü
yüdü kçe ve güçlend i kçe bu tür şeylere çok daha fazla
müdahale ediyorlar. Onlar da hakl ı deneb i l i r yan i devlet
olmak, o demek zaten.
Ee, oradaki ler de bunu niye istes i n . Büyük ord u l a r
geldi m i, Timur gibi, can ı na okuyorlar orta l ığın, büyük
bir devlet ol madığı için. Ama o tür teh l i kelerin ol mad ığı
zamanlarda da, bu tür küçük hirim lerin çok daha can l ı ,
çok daha renkl i, hatta i ktisad i olara k b a n a ka l ı rsa d a h a
ü retken ve kendi içi nde bölüşümü d a h a iyi sağlayan,
yan i kend i ü rettiği n i fazl a vergiyle dışarı lara yol l a madığı
için gel irin b izzat orada kalmas ı n ı , yerel zengi nleşmeyi
sağlayan bir yapısı var.
Bölüşümün nası l olduğunu tam b i l m i yoruz a m a bö
lüşümün de daha ad i lane olduğunu düşüneb i l i r m iyiz?
Bence düşüneb i l i riz. B i r bölgeyle merkez arası ndaki
gel i r a l ışveriş i n i, mübadeles i n i ve bölüşü m ü n ü ü ç aşağı
beş yukarı bil iyoruz. Merkezi devlet güçlendiği zaman,
bölgeyle merkez arası ndaki gel i r uçuru mu a rtıyor, büyü
yor. Ü reti len gel i ri n bizzat bölgede kal ı p yen iden hayata
döndüğü nü, gel işme ol masa dahi onun i nsan lar tarafı n
dan daha hoş ve daha ad i l ane bir şey gi bi karşı land ığı n ı
tah m i n edeb i l i riz.
116
Merkeziyetçi l iği Anadolu topraklarında Fatih'ten
baş l ata b i l i riz, 1 4SO' lerden itibaren çok bel i rgi n. Tam
tari h öne m l i deği l ama orada haki katen 200 yıl kadar,
b i raz uzun bi raz kısa, o yeni bir dünyan ın kurul ması et
rafı nda dönen mücadeleler meselesi var. Bu mücadele
ler hem düşü nsel p landa cereyan ed iyor hem sosya l ve
siyasal p l anda cereyan ediyor. Bedredd in'in düşü nceleri
ve etrafı ndaki i nsanların düşündü kleri, yaptıkları her iki
planda d a önem l i sonuçlara gebe.
Sakız Adası (Chios)
Şeyh Bedreddin Kahire'den Edirne'ye dönüş yolunda
Tire' den sonra Sakız Adası'na da uğramıştı. İzlerinin peşin
de iki kez Sakız' a gittim.
Sakız Adası Karaburun' dan güneye doğru boylu boyun
ca Çeşme'nin karşısında uzanır. Adanın doğudaki koyla
rından bakınca Karaburun'un ortasında Akdağ (Bozdağ)
tam karşıda bütün heybetiyle yükselir. Sakız Adası haritada
Anadolu'ya sırhnı dayamış, kıvrılmış kamı Ege Denizi'ne
doğru düşmüş bir kuru fasulye tanesi ya da böbrek biçimin
dedir. Çeşme'den kalkan tekneler rüzgarın yönüne ve hızına
göre yarım saat ila kırk beş dakika içinde Chios Limanı'na
yanaşır.
Sakız Adası'nın tarihte ve coğrafyada önemli bir yeri
vardır. Geçmişten bugüne hep denizciliğin ve deniz ticare
tinin merkezidir. Adayı deniz�ilikleriyle ünlü Cenovalılar
yüzyıllarca yönetmişti. Sakız Adalılar belki denizcilikleri
sayesinde farklı kültürlerle hep yoğun bir iletişim içindey
diler. Sakız Adası tarihi boyunca sakız ticaretiyle olduğu
kadar gemiciliğiyle de ünlüdür. Günümüzün önemli arma
törleri de Sakız Adalıdır. Sakız'la Karaburun Yarımadası
arasında küçük İnusa Adası'nda da iyi denizciler olmalı
ki Kristof Kolomb'un Amerika'yı keşif yolculuğuna çık
madan önce Sakız'a ve İnusa'ya geldiği, denizcilerini bu
ralardan devşirdiği gururla söyleniyor. Hala yıl boyunca
yaptıkları kocaman gemi maketlerini yılbaşında yarıştırı
yorlar.
Michel Balivet, Simavnalı Bedreddin'le Trabzonlu
Yorgo'yu karşılaşhrdığı makalesinde, Bedreddin'in Sakız
Adası'nı ziyaretini Menakıbname'de yazıldığı haliyle anlatı
yor:
118
Şeyh Bedreddin'den söz ed i l d igi n i duyan Sakız
Adas ı ' n ı n Ceneviz l i Val isi ona adaya gel ip öğretisi
ni yaymak ü zere davette b u l u nuyor. Bedreddi n daveti
kabu l ed i yor ve Sakız'da on gün kadar kal ıyor. Burada
önde gelen d i n adamlarıyla ve yöneticilerle, i leride ay
rıntı l arıyla söz edeceğim iz, i lginç temaslarda bu lunuyor.
H ı ristiya n l a r arasındaki bu kısa i kametten sonra Şeyh,
Edi rne'ye dönüp yed i yı l sü recek bir halvet dönemine
giriyor. B u dönemde ünü d u rmadan büyüyor ve birçok
m ü rit yetiştiriyor.
119
Nea Moni Manastırı
Sakız Adası'ndaki en eski manastırlardan biridir Nea
Moni. Coğrafi konumuna ve tarihine bakınca Giritli keşiş
lerle Bedreddin'in burada karşılaşması mümkün göründü
ğü için Sakız Adası'nda ilk işim Nea Moni'ye gitmek oldu.
Nea Moni Manastırı 1 l. yüzyılda Cenevizliler zamanında
kurulmuştu. Efsaneye göre mersin ağacının arkasında giz
lenmiş bir mağarada üç keşiş yaşamıştı.
120
Nea Moni'nin ziyaretçisi boldu.
Manashrın 14. yüzyıldan kalmış ve günümüze dek sü
rekli kullanılmış ince uzun yemekhane binasında Nea
Moni'nin tarihini anlatan iyi bir tanıhm filmi izledim. Şeyh
Bedreddin' den bahis yoktu.
Nea Moni'nin bir de kilisesi vardı. O kilise Katholikon' du
ve kubbesi daire şeklinde değildi, sekizgendi. Bazı Ortodoks
Bizans kiliseleri sekizgen kubbeli olabiliyor.
Anadolu' daki eski Bektaşi dergahlarının, tekkeleri
nin kubbeleri de sekizgendi. Bir de Kudüs'teki Hz. Ömer
Camii'in kubbesinin sekizgen olduğunu yazanlar var.
Sekizgen kubbe farklı ibadet mekanlarında kullanılmış.
* * *
121
Nea Moni' de 800 kadar keşişin bir arada yaşadığı zamanlar
dan söz ediliyordu. Şeyh Bedreddin'in dost olduğu Giritli
keşişlerin Nea Moni'nin gemileriyle Girit'teki Turloti'den
Sakız Adası'na gelmeleri ve Bedreddin'le orada karşılaşmış
olmaları kuvvetle muhtemeldi.
Bedreddin'in Sakız Adası'yla ilişkilerine Fetret Devri uz
manı tarihçi Dimitris Kastritsis özel bir önem veriyordu:
122
Edirne
İstanbul' dan Edirne' ye giden TEM otoyolundaki viya
düklerin adları Osmanlıların kuruluş yüzyılında Rumeli'yi
fetheden gazilerin adını taşır. İstanbul'a yakın viyadükün
adı "Gazi Süleyman Paşa", Edirne'ye yakın olanlar ise
"Hacı İlbeyi" ve "Gazi Evrenos Bey" dir. O gazilerin Şeyh
Bedreddin' in babası Gazi İsrail, dedesi Abdülaziz, Hacı İlbe
yi ve Gazi Evrenos'un 1354'te Orhan Gazi'nin büyük oğlu,
1. Murad'ın ağabeyi Gazi Süleyman Paşa'nın komutasında,
Rumeli'yi fetheden gaziler olduğunu biliyoruz.
Osmanlı Devleti kurulduğu zamanlar liderlerinin ve ilk
devlet başkanlarının unvanı sadece gazidir. Ertuğrul Gazi,
Osman Gazi, Orhan Gazi gibi. Osmanlı Devleti'nde Sultan
unvanını ilk kullananın Orhan Gazi'nin küçük oğlu I. Mu
rad olduğu biliniyor; Sultan Murad bin Orhan.
Edirne'ye Osmanlı tarihinde "Gaziler Şehri" denir.
Bedreddin'in babası Gazi İsrail'in Edirne'yi fetheden ga
zilerden olduğu malum. Edirne Bursa'dan sonra Osmanlı
Devleti'nin ikinci başkenti olduğu zaman entelektüel bir
merkezdir. Depremlere, savaşlara rağmen ayakta kalmış
muhteşem eserlerin varlığı Edirne'nin önemini gösteriyor.
Bir tanesi 15. yüzyılda, yapımı Şeyh Bedreddin zamanın
da da devam eden Eski Cami'dir. Caminin yapımını Yıldı
rım Bayezid'in en büyük oğlu Süleyman Çelebi başlatmış,
Musa Çelebi devam ettirmiş, tamamlatmak ise 1414 yılında
Çelebi Mehmed'e kısmet olmuştu.
İlk olarak on yıl önce gördüğüm zaman adı sadece Eski
Cami'ydi. Kapıda 1420' de yapıldığı yazılıydı. On yıl sonra
adına bir de Ulu eklenmişti ve bahçesini çevreleyen demir
parmaklıklarda Suriyeli göçmenler çocuklarının küçücük
kıyafetlerini kurutuyorlardı.
123
� .
Selimiye Camii
124
fıkıh eğit.imini aldığı ve Mısır' dan dönünce kurduğu zavi
yesinde dersler verdiği, Musa Çelebi'nin padişahlığı zama
nında kazaskerlik yaphğı kenttir Edirne. Bedreddin 1412-13
yılları arasına kazaskerlik yaparken kendi zaviyesine vakıf
lar tahsis etmişti. Vefatından sonra bu vakıflar çocuklarının
ve zaviyede görev yapan diğer şeyhlerin olmuştu.
Şeyh Bedreddin' in Edirne'deki izleri ya kendiliğinden
ya da kasten silinmişti. Alan araşhrmalarımız sırasında
Edirne' de yedi yıl ders verdiği zaviyesini aradık ama bula
madık. Zaviyesinden hiçbir iz kalmamışh.
Trakyalı Bedreddiniler kendilerini, "Biz Gülşaniyiz,"
diye tanımlamışlardı. Onun için önce Edirne' deki Gülşe
ni Sokağı'run v arlığına önce sevindiysek de Gülşeni ile
Gülşani'nin farklı şeyler olduğunu öğrenince hiçbir iz kal
madığına karar verdik.
Edirne'ye dönüş
Bedreddin Kahire' den yola çıkhktan iki yıl sonra ana ba
basının sağ salim hayatta olduğu Edirne'ye geri dönmüştü.
Yıllarca zaviyesinde dersler vererek köşesinde sessizce ya
şamışh. Ankara Savaşı'nda babasını terk etmeyen, Timur'a
birlikte esir düşen, Yıldırım Bayezid'in küçük oğlu Musa Çe
lebi de zaviyede Bedreddin' in öğrencileri arasındaydı. Musa
Çelebi ağabeyi Süleyman Çelebi'yle savaşıp onu öldürttük
ten sonra, 1411'de Edirne' de Osmanlı sultanı olmuştu.
Bedreddin'i kazaskeri (kadıaskeri) tayin etmişti. O zamanlar
kadıasker ya da kazasker ordunun, yargının ve sonraları şey
hülislamın olan dinin en yüce makamıymış. Yani Şeyh Bedred
din kazasker olarak Edirne' de hukukun ve dinin en yüce ma
kamında iktidardaymış. Dimetoka'daki Kızıldeli Tekkesi'nin
vakıf fermanını kazaskerliği sırasında verdiğini biliyoruz.
Alevi-Bektaşi uzmanı, yetkin bilim insanı Prof. Irene Melikoff
da Kırklar'm Cem i'nde adlı kitabında, Edirne' de 16. yüzyılda bir
Bedreddin zaviyesi olduğunu yazıyor. Sultan II. Selim'in (Sarı
Selim) Mimar Sinan'a Edirne'de Selimiye Camii'ni yaptırdığı
zaman da orada bir Bedreddin zaviyesi varmış. 19
Irene Melikoff'u Edirneli Ayhan Tunca ve Aziz Nazmi
Şakir-Taş da destekliyor. Bedreddin hakkında Ortaçnğ'ın Ay
dınlık Sesi, Edirneli Bir Bilge Bedreddin ve Soylu Yaşam Öyküsü
adlı bir kitap yazan Edirneli Ayhan Tunca "konu hakkın
da çalışmalar yapan Selami Şimşek, Rıfat Osman ve Tayyib
Gökbilgin" den derlediği bilgilere dayanarak, Simavna Zavi
yesi olarak bilinen Bedreddin zaviyesinin Edirne'nin Kaleiçi
semtinde olduğunu belirtiyor. Edirneli Aziz Nazmi Şakir-Taş
Edirne' deki Bedreddin zaviyesinin varlığını şöyle anlatıyor:
126
Zaviyes i ' n i n yan ı sıra 1 5 1 9 tari h l i Edi rne tahriri nde a l tı
zaviye kayd ı daha mevcuttur ( . . . } Şeyh Bedreddin ( . . . }
zavi yeleri n i n l 5 l 9'da yapı l an tah rirden önce de var ol
dukları an laşı l maktad ı r.20
Taş'a göre Edirne' deki "ilk Türk yerleşmesi 360 bin met
rekare büyüklüğündeki Kaleiçi semtinde olmuş ve burada
bilinen en eski Osmanlı yapıları vücuda getirilmiştir."21
Edirne'yi fethedenler, mesela Bedreddin'in babası Gazi
İsrail herhalde Kaleiçi semtine yerleşmiş olmalı.
Taş, Osmanlı'nın kültürünün büyük bir kısmını Edirne
ve civarına borçlu olduğunu yazıyor. Edirne bu kültüre za
manda ve mekanda ev sahipliği yapmıştır. Ayrıca 15. yüz
yıldan itibaren Avrupa'dan kovulan Yahudi cemaatleri de
Edirne'ye gelmişler. Katalonya, Porh1gal (Portekiz), Alman
ya, İspanya, Aragon, Toledo' dan gelip yerleşenler Osmanlı
bilim dünyasına önemli katkılar yapmışlar.
Taş, Edirne'nin çoğulcu kültürüne de dikkati çekiyor:
127
bir "odaha-i vakf-i Simavna"dan ve (Aydınoğlu) Umur
Bey vakfı odalarından da söz ediyor. Ne de olsa Simavna
Edirne' ye sadece 25 kilometre uzaklıktadır.
Edirne'ye yerleşen halkın kurduğu mahallelerin adların
dan Simavnalı Bedreddin'e ve Aydınoğlu Beyliği'ne bolca
atıf yapıldığı anlaşılıyor. Kaleiçi'nden sonra kalenin dışında
yerleşilen semtler arasında yine bir Kadı Bedreddin mahal
lesi varmış.23 16. yüzyılda Edirne'de başka bir Kadı Mah
mud Bedreddin daha yaşamış. Bu mahallenin hangi Kadı
Bedreddin'in adını taşıdığını bilmiyoruz. Yüzyıl sonra aynı
şehirde, aynı adlı başka bir kadının adını taşıyan bir mahal
lenin varlığı da herhalde Bedreddin' in etkisinden olsa gerek.
Michel Balivet 15. yüzyılın başında Bedreddin'in yaşadı
ğı Edirne'nin nasıl aydın bir ortamı olduğunu anlattı:
128
Yeşil Cami'ye girdiği zaman ortalıkta konuşan bir adam
görmüş. Adam karşısında yere bağdaş kurmuş oturan deli
kanlılara bağıra çağıra bir şeyler anlahyormuş. Gözlerinden
nefret, kin ve ateş fışkırıyormuş. Balivet bu şiddetli nefretin
sebebini merak etmiş. Yanındaki arkadaşına ne oluyor diye
sormuş. Arkadaşı o zaman Türkçe bilmeyen Balivet'ye ko
nuşmayı çevirmiş.
Adam Şeyh Bedreddin diye birinden söz ediyormuş.
"zındık, hain" vb. gibi ağzına geleni söylüyormuş. Balivet,
Bedreddin'in 15. yüzyılda yaşadığını öğrenince öfkeli ada
mın yüzyıllar önce yaşamış bir insana neden böylesine bir
kin ve nefret beslediğini yine anlamamış.
İşte merak sarmasının nedeni bu olmuş. Bedreddin'i okuma
ya, araştırmaya başlamış. Öylesine derinleşmiş ki sonunda Şeylı
Bedreddin, Tasavvuf ve İsyan kitabını yazmış. Michel Balivet'nin
kitabı Bedreddin' in en iyi monografilerinden biridir.
Balivet'nin tanık olduklarından yıllar sonra, 2003'te
alan araştırmalarımız için Bursa'ya, Yeşil Türbe ve Yeşil
Cami'ye biz de gittik. Yeşil Cami'de şaşkınlıkla ne gördük
dersiniz? Tamamen aynı manzarayı. Üstelik o zaman henüz
Balivet'yle tanışmadığım için onun hikayesini bilmiyordum.
Gözlerinden ateş fışkıran öfkeli bir adam; karşısına dizilmiş,
yere bağdaş kurmuş yüz kadar genç erkeğe Bedreddin'in
nasıl alçak bir hain olduğunu anlatıyordu.
Biz bir adım daha ileri giderek kızgın adamla tanışlık. Af
ganistanlı bir rehberdi. Yeşil Cami'yi yaptıran Çelebi Meh
med ile Şeyh Bedreddin' in ilişkisi hakkında sorularımızı ba
kın nasıl yanıtladı:
129
Torlak.lardan neden bahsettiğini sorduk. "Torlak Kemal,
onun halifelerinden biri. Yani Bedreddin Simavi'nin yar
dımcıları. Aydın, Manisa etrafında toplanmışlar, adam top
lamışlar. Osmanlı'ya karşı kılıç çekilecek, savaşılacak."
Şeyh Bedreddin kim diye sorduk. Camide gençlere "bilgi ve
ren" Afgan rehberin yanıtı eğer cahil cesareti değilse kasıtlıydı:
130
Edirne ve Musa Çelebi
Kastritsis, Bedreddin'in "kutsal tarih" ya da "siyasi
efsane"nin ilgi alanı içinde kaldığını söylüyordu. Dimitris
Kastritsis sıra uzmanlık alanına, Musa Çelebi ve akıncılarla
ilgili konulara gelince İngilizce konuşmayı tercih etti. Söyle
şinin bu bölümünü Türkçeye çevirerek alıyorum:
131
B i r de akıncılar olarak hakları ve i mtiyazl a rı tehdit
altına giren, güya merkez ileşmeye karşı olan akıncılar
vard ı . Hatırlanması çok önem l i olan u ç beyleri de va rd ı .
Onlar o sırada Balkanlar'da hala güçlüyd ü ler, çok güç
l üydü ler.
Öyle görünüyor ki Musa tahta çık ı nca onları kızd ı r
dı ve zayıflatmaya çal ıştı . Ama aynı zamanda akıncılar
tarafından da desteklen iyord u . Uç beyleri ise akıncı l a
rın l iderleriydi . Yan i gördüğünüz gi b i merkezi leşmeden
yana ve karşı olma konusu çel işki ler içi ndeyd i . İnsan l a
rın şu ya da bu tarafta olması pek öyle bas it ve net de
ğildi. Net olan şey hala müzakerelerin sürdüğü ve h i ç b i r
anlamda tamam lanmamış olduğuyd u .
Çok i lginç b i r dönem. Ve b u bakımdan Şeyh Bed
reddin çok i lginç b i r insan. Çünkü o her i ki taraftayd ı .
Hem bir derviş, m istik b i r l ider olara k merkez i l eşmeye
karşı olması gerek ird i . Ama ayn ı zamanda kazaskerd i .
Yan i devleti n görevl isiyd i . Mesela daha sonra m ı merke
zileşmeye karşı ol duğunu b i l mek zor. Belki Balkan lar'da
Musa kaybetti kten ve Çelebi Mehmed sultan olduktan
son ra Şeyh Bedreddin değişti ve merkezi devlete karş ı
o l d u . Bel ki daha önce deği l d i .
Bedredd i n Musa' n ı n hü kü meti n i n parçası old uğu
için ayn ı i l işki lerden bel ki o da yararla n m ıştı . Belki M i r
cea ve Del iorman'da yaşayan insan lar onu da destekle
m işti.
O i nsan lar en gen iş anlam ıyla Türkmen ve akıncıyd ı
lar. Yan i Musa' n ı n Sü leyman Bey'e karşı mücadelesi nde
destek olanlar bel ki Bed reddi n'e de Çelebi Mehm ed'e
karşı mücadelesi nde destek verm işlerd i r. B u rada böyle
bir doku (pattern) var.
132
Mircea'nın torunu Vlad Tepeş ve Ejderha Tarikatı
Mircea, Eflak'ın 1386-1418' daki yöneticisi, voyvodasıydı.
Bedreddin Deliorman' a gittikten sonra çıkan isyanları des
tekleyenlerden biriydi. Mircea'nın torunu "Kont Drakula",
yani Kazıklı Voyvoda ünlü vampir kültünün yaratıcısıdır.
Torun Drakula'nın çocukluğu, verildiği Osmanlı sarayında
geçmişti. Dimitris Kastritsis aldı sözü:
133
zamanda sufi. O dönemde böyle bir şey norma l d i . Çok
garip değil ayn ı anda a l i m ve sufi olmak.
Musa' n ı n pol itikasını biraz b i l iyoruz. Savaşçı bir
pol itika. Uç beyleriyle i l işki leri çok iyi deği l d i . Bence
Musa Çelebi merkez i bir pol itika takip ed iyord u . Bütün
su ltanlar merkezi b i r pol iti ka takip ediyordu bu dönem
de. B izans'a karşı da savaş ed iyor. S i l ivri'yi kuşatıyor,
İstanbul'a da gidiyor. Kuşatıyor İstanbul'u biraz. An la
yacağı n ız çok savaş vardı Musa dönem inde. S ü leyman
Çelebi'nin sulta n l ığından çok farkl ı bir sulta n l ı k M usa
Çelebi'ninki. Yıldırı m Bayez id dönemindeki gib i .
Çelebi Mehmed'in merkezi Amasya, orada Türkmen
ler vardı, göçmenler... Çelebi Meh med o n ları yen iyor
sonra onları kendi askeri yapıyor. B izansl ı lar Musa'ya
karşı Çelebi Mehmed'i destekl iyorlar. Çelebi Meh med
birkaç kere Balkanl ar'a geçiyor ama Musa Çeleb i'yi ye
nem iyor.
En sonunda büyük bir orduyla gel iyor. B izansl ı l a r onu
destekl iyor, Sırplar, uç beyleri, Evrenos Bey; herkes Çelebi
Mehmed'in tarafı na geçiyor, Musa Çelebi yen i l iyor. Sonra
Çelebi Mehmed Şeyh Bedreddin'i a l ı p hapishaneye koyu
yor. Sürgüne gönderiyor İznik'e. Çünkü Musa Çelebi'nin
hü kümetinden bir adam. Yan i teh l i keli b i r ada m .
Üç sene sonra (1 41 4) b i r başka şehzade gel iyor,
"Düzmece" Mustafa. O herha lde Semerka nd' d ayd ı .
Timu r'un oğl u onu bırakıyor. B izans'a gidiyor. B izans l ı
lar onu destekl iyorlar. Selan ik'e gönderiyorlar. 1 4 1 6'da
Çelebi Mehmed, Sel anik' i kuşatıyor çünkü orada Mus
tafa var. O sıralarda Şeyh Bedred d i n isya n ı da baş l ıyor,
bir a lakası olab i l ir. Ayn ı zamanda İzmir bölgesi nde
Börkl üce Mustafa var. B u n lar a lakasız şeyler deği l, ol
maz bence.
134
ŞEYH BEDREDDİN'İN YAZDIGI KİTAPLAR
135
"Camiu'l-FusU:leyn" bir medeni kanun muydu?
Şeyh Bedreddin 1410 Eylül-1411 Mayıs arasında Edir
ne' deki kazaskerliği sırasında Camiu'l-Fusuleyn24 adlı bir fı
kıh kitabı yazmışh. Bu kitap 15. yüzyılın başından 19. yüz
yıldaki Mecelle'ye25 kadar tam 400 yıl medeni kanun kitabı
olarak kullarulmışh.
2012 yılında yaptığım söyleşide Tireli tarihçi, araştırma
cı A. Munis Armağan, Tire müftüsünün neredeyse 10-15 yıl
öncesine kadar Camiu'l-Fusuleyn'i başvuru kitabı olarak kul
landığını söylüyordu.
Şeyh Bedreddin Camiu'l-FusUleyn'i, "Kendime ve kadıla
ra yardımcı olsun diye yazdım," demişti. Kitapta kadılara
bazen içtihatlara uymasa da kendi vicdanlarına göre karar
vermelerini tavsiye etmiş, yani cesur ve devrimci bir hukuk
felsefesi önermişti. 15. yüzyılda "fikri hür, irfanı hür, vicdanı
hür" kadılar düşlemiş olmalıydı.
Hukukçu Necdet Kurdakul avukatlık mesleğinden
emekli olduktan sonra, 22 yıl boyunca araştırmış, çalışmış
ve 1977'de Bütün Yönleriyle Bedreddin kitabını yayımlarruşh.26
Necdet Kurdakul kitabında hukuk felsefesi açısından
Camiu'l-Fusuleyn'in fıkıhta devrim yapan, ileri görüşlü bir
eser olduğunu savunuyordu. 15. yüzyıldan kalan Camiu'l
FusUleyn ile 19. yüzyılda kullanılmaya başlanan Mecelle'nin
farkına dikkati çekiyordu:
136
.
·�
. ·� ' .
uf:PtiMci4:'t;r;ı"u;iPf.1Mı.P<Jı:h��,�1;11'4;� �!P��ı4- • i
�� '�oı�t1;ıtı ı.11;u,r(}Wll/.f,,.,1(,-41c;�111Jt::'f:.w>'ıtJ. "''I!..;,,..:: ,,, .,..
1 • 11lıif.f{farf::J11J4(;;,J;,İ2l�(J-/Ç0ıQljl/,.1�;Jll/;l.l�,jıfJ��I
. ;-'fl;.-''t.J.iifkv61JdtNAr,,-!"ıvff/vm...:;.1"t<ı,.,,,.;.,r1,r;:...)4iı,·(./tCJ1 r •
ı�;..)jı'":":"r'":':-i.;p�ı:jlJt(j4il�l;t,;,;y.?:;�<rılı..iİl/l�(rclr
.iı--:ri1ffklr(11J{Jı>".vlt,ı1Pti-QJ�<?ı/İtJ.�J;.-�..ok;ı -1/ıfr.tlj.
<}t;."J,.,. l.111.)f �(İ,&d;",t() fj,i.i,l;-f.İ'.11.
li l .:,
);I t!!.:/c>,/f?-·..:.;ıı:...: �"�. '
l.r
�//,J!ı �-,V-'-l'·rJ(;,,,(;Jts..;�ıı ..
� .;VJICJl;;..;JljlJ!j.,111/tlıMt.;. (/�P(/1(;1-ı "ıa
; ,:ıı(}lfl.,J�;,�
)!'!.-Jk.,ti t;,·n:J�t;tk!)!.h /f.J11lltt.f,�:'�1.,·1�!
..:.Y.;1,11ffefa"ıi;��(l)ll(İ.�11J).-?!�{.;..ı-j_,;,ı�t�lf-.'t:...,,öJ.dı1!,:I'
. •
.,;�"'?1�6j(Jl!:.,A;Jtff?§'.�1r,.µi(!�'IJJ&t&;11'r:t:u!fa"1�11J.
..wı[};�iJJi::!�!t:"-��'":'!{!İilı.Jf!Jl.!J16'J!;.ı.J.J,,!-..;../f.:�P. •
A'cJı'ff-- '.:SQ::ıf/!.19)11,!Ji.ıJ.ftfv?��Mtri�tiJ).• .
�·'-'IJıfJ;"'..:.tlfı & !j(�,Jl)i(-;,J�o1.;p,·,
� (1.r.t/./. ,_.;,dl �)q,�
, · .•
137
Mecelle ile arasında felsefi bir fark vardır. Mecelle' de Ha
nefi hukukun dışına çıkılmadığı gibi yargıca kendi dünya
görüşü ve hukuk mantığına göre karar verme serbestisi ve
rilmemiş, yargıcı içtihat seçmekte bile serbest bırakmamıştır.
138
Süleymaniye Kütüphanesi'nde
İstanbul' daki Mimar Sinan eseri Süleymaniye Camii Kül
liyesi içindeki Süleymaniye Kütüphanesi dünyanın hahrı
sayılır elyazması kütüphanelerinden biridir. 200 bin kadar
değerli elyazması kitabı barındırır. Şeyh Bedreddin'in yaz
dığı kitaplardan 79 tanesi de buradadır.
Kitapları en fazla ölümünden sonraki 50 yıl içinde çoğaltıl
mıştır. Süleymaniye Kütüphanesi'ne Şeyh Bedreddin'in kitapla
rını görmek için Cemal Kafadar'ın rehberliğinde gittik. Camiıı'l
Fusuleyn'in elyazması kopyaları da oradaydı. Bedreddin'in ki
tapları arasından Teslıll'i, Varidat'ı ve Camiu'l-Fusı1/eyn'i istedik.
Kütüphane'nin okuma odasına getirdiler. Kitaplar
Arapçaydı. Cemal Kafadar Arapça okuyabiliyordu. Önce
Bedreddin'in kütüphanedeki kitaplarını, sonra daha önce
okuduğu Camiu 'l-FusCıleyıı'i şöyle anlattı:
139
Camiıı'f-Fusuleyn ve Teshll'de ya da Letaifu'l-İşarat
Şerhi'nde diğer düşünceleri n i bırakıp sadece h u ku k i tara
fı na bakarsak ne bul uyoruz dersek, bence b i r-iki şey var
söylenmesi gereken. O da Bedreddin' i n müçteh it yan ı .
İyi eğitim a l mış, zeki, meti n leri okuması n ı ve yoru m
l amasını bilen birinin serbest bir şeki lde yoru m yapabi l
mesin i savunuyor. Taklidi savunan lardan bu açıdan çok
fark l ı . Tek değil Bedreddin bu açıdan. Çağı n ı aşmış b i r
deha gibi görmemek l a z ı m bence. Derin bir eğiti m var.
Çok güçlü, keskin bir zeka var. Özgüven var. O özgü
venle birl ikte kendi yoru mu nu öne sü rmekte rahatl ı k va r.
Yan i fı kıh, hukuk tabiriyle içtihat vermekte b i r rahatl ı k
var. Takl itten kaçınmak var. Başka ne var, özgüven, m ü ç
teh itl ik, takl ide bağlanmamak, ta kı l ı p kal mamak, i lginç
bir tasn if, i lgi nç bir organ i zasyon, kend isi de söyl üyor
zaten. Yan i " Ben im gibi ki mse böyle orga n ize etmed i
bu fı kıh kitaplarını," diyor. Ama fı k ı h tari h i n de var öyle
birkaç alim. Bedreddin o sı rayla, o tasnifle, o düzenle
oynuyor yaratıcı bir şeki lde. B ı rakın bir mezhep içi nde
ki üç-dört büyük düşü n ü re bağl ı kal m ayı, b i r mezhebe
b i le bağl ı kalmıyor zaman zaman. O nu da çoğu fa k i h
yapmaz genel l i kle. Çoğu bir tek mezheb i n içi nde ka l ı
yor. Ben Hanefi'yim sadece Hanefi mezhebi nden gide
rim gibi. Bedreddin Şafi lere Maliki l ere de arada bakıyor.
Yan i kendisi nden bekleyeceğim i z o h ü r düşü n ü r tav
rın ı burada da gösteriyor. Ama bunu yaparken fı k ı h ki
tapl arından h iç beklenmeyecek, tamamıyla yen i b i r şey
ler yapm ıyor. Ası l iş öbür felsefi ve i nsan i soru l ara cevap
vermek. Ben öyle anl ıyorum Bed redd i n ' i . Fıkı h ı yerine
oturtuyor yan i . Hem iyi de ya pıyo r ayrıca. Çoğu n l u k
takl itçi. Yan i fakih lerin Bedreddin gibi i çti hat düşkü n l eri
azı n l ı k, ama h i ç yok deği l .
140
Aydınlanma mı?
Camiu'l-FusUleyn' de kadılara kendi vicdani kanaatlerine
göre karar vermelerini tavsiye eden Şeyh Bedreddin'in bu
düşünceleri 15. yüzyıl için herhalde devrimci bir görüştü.
18. yüzyılda ortaya çıkan özgürlük, eşitlik, kardeşlik, insan
hakları kavramları tabii ki henüz toplumların yaşamında ye
rini almamışh.
Cemal Kafadar Şeyh Bedreddin'in düşüncelerini, onun
ölümünden ancak 300 yıl sonra ortaya çıkarak insanların
hayatını bağnazlıktan özgür düşünceye doğru değiştiren
Aydınlanma Çağı' nın kavramlarına yakın bulduğunu söy
lüyordu:
141
de sonuna kadar savun ması, bu uğu rda sözü nden dön
meden meydana çıkması gerektiğini; bu bir meydan
oku maysa da, meydan okuması gerektiği n i söyl üyor
Bedredd i n . Hatta bel ki bunu yine b i razc ı k a na kron istik
olma pahasına Ayd ı n lanma Çağı ' n ı n temel fikrine ben
zeteb i l i riz.
Ayd ı n lanman ın en büyü k fi lozofu Kant'a göre, tek
bir formü lle özetlersek ayd ı n lan may ı : Sapere Aude, yan i
bilmeye ya d a bi ldiği n i söylemeye, herkes in ö n ü nde b i l
d iği nle ortaya çı kmaya cesaret et !
Adalet ve eşitlik farklı şeyler
Şeyh Bedreddin bir fıkıh alimi olarak ömrünü adalet, hu
kuk, hukuk felsefesi ve kanunlara hasretmişti. Bedreddin'i
hukukçu olarak incelemeye kalkmanın bu kitabın boyutları
nı çok aşhğırun farkındayım.
Ada leti kel ime olarak pek tartışm ıyor ama herhalde
a k l ı n d a . B i r de o devirde zaten fı kı hta adalet çok önem l i
b i r kavram . Yan i eşitl i k yok a m a adalet var.
Hem fı kı hta, hem kanu nda, yan i şeriat hukukunun
ötesi nde, devleti n yasama ve uygu lamalarında kanun
öne ç ı k ıyor b i l iyorsunuz. Genel l i kle zaten şeriat ve ka
nun d iye söylen i r. Ama adal etten ne anladığınız çok
ö nem l i .
Fıkı hta adalet dengelemek demek, terazi n i n doğru
tartması demek daha doğrusu . Adalet teraz isi vard ı r ya,
ayn ı i maj, çok eski bir i maj o. Dengelerin doğru tartı l
ması ve doğru değerlend iril mesi o an lamda.
Tab i i ki şeriat h ukukunda bir Müslüman i le gayri müs
l i m hukuk önü nde ayn ı şey deği ller. Ama bu Bedreddin' i n
fı k ı h ı nd a da böyle. Ded iğim gibi satı r satır okuduğu nda
deri n lemes i ne baktığı nda o konuda da getirdiği birtakım
yen i l i kler belki va rd ı r ama çarpı cı, sarsıcı bir şeklide fıkı
h ı n temel varsayı mları n ı kenara atan bi risi deği l .
O n u n ötesinde Varidat'a, yaşad ıkları na, başından
geçen lere, etrafındaki lere, onların başı ndan geçenlere
143
baktığı m ızda Bedreddin' i n zahir a l i m leri n i n ötesi nde
bir adalet tasası olduğunu düşünüyo ru m . Ama açıkça
adalet üzerine yazmamış. Çünkü adalet eşitl i k demek
ol madığı için adaletten ne an ladığı m ı z ı tartışmam ız
gerekir. Bedreddin de onu bizzat tartışmam ış. Osman
lı düzen inde ada let çok önemsenen bir şey. Ama ada
let dediğinde, tabii ki reaya i le devlet eşit deği l, tab i i k i
Müslim'le gayrimüslim, kad ı n l a erkek, köleyle h ü r eşit
deği l ler. Adalet de bu. Bunları n eşit o l maması adalet.
Adalet anlayışı n ı n içinde eşitsizl i kleri taşıya b i l m e
hep var. Ama n e kadar adi l o lacaks ı n ? Nasıl ad i l o lacak
s ı n ? Başvurduğu referans kitapları fı k ı h ı n temel referans
kitapları. Şimdi cizye nedir? Gayrimüsl imden cizye a l ı
yorsun. Müslüman'dan almıyorsu n . Dolayısıyla vergi
lendirme eşit deği l . Ama cizyeyi ad i l b i r şekilde a l man
lazım. Yan i mesela bin kişi l i k bir gayrimüsl i m top l u l uğu
varsa bir şeh irde onlardan bin beş yüz a kçe istemeye
ceksi n bin akçe isteyeceksin, atıyorum raka m ı n ı . Ayrıca
bu sene müthiş bir kış ol muşsa onların belki beş yüz
akçe vermesine razı olacaks ı n gibi, adalet bu . . .
144
Ve eşitlik
Ama eşit l i k kaygısı bambaşka bir şey çok modern bir
şey zaten. Fransız Devri mi' nden önce h içbir toplumun
d üşü nmediği b i r şey. Kad ı n l a erkeği hiçbir toplum eşit
görmemiş ama kendi düzen leri ni ad i l bu lmuşlar.
Kad ı n ı n yeri budur, erkeğin yeri budu r, herkese ye
rine göre, o n l ara d üşen i verebi l iyorsa bizim düzen ad il
d ü zen d i r. Yan i mesela kad ı n ı n ailesi nden geti rdiği mira
sa kocas ı n ı n müdah i l ol maması İslam hukukunda adalet
added i l iyor.
Ya n i fı k ı h çerçevesi nde söyled iği, fı kıh çerçevesin
de ele a l d ığı meselelerde deği l ama bizim sosyal adalet
dediği m iz şey Bedredd i n için herhalde farkl ı bir şeyd i.
Yan i Bed reddin'in sosyal ve siyasal vizyonuna girdi
ği m izde, ki e l i m izde net bir şey yok, dolayl ı çıkarımlar
var.
O rada Bedreddin'in kendi çağının devlet adamlarını,
b ü rokratları n ı aşan bir adalet anlayışı vardı gibi gözü
küyor. Gene l l i kle de fı kıh alimleri zaten sosyal ada let
konu l a rı n ı orada tartı şmamışl ar. H içbir zaman tartışma
mışl a r. Bed red d i n onun içi nden gidiyor hep.
" Ben bu hukuk kitabı n ı yazarken Müslümanlarla
gayri m ü s l i m leri n tamamıyla eşit olduğu bir düzeni var
sayıyoru m" gibi bir fi kir hiçbir zaman ortaya atı lmamış.
Yan i insan ların beklenti leri de değişik. Şimdi, siz ne bi
leyim bir Yah u d i ol arak mahkemeye gidip bir Müslüman
komşunuzu şi kayet ed i p hakkınızı alabi liyorsanız, yani
bayağı bir ada let d uygusuyla dönebi l i rsiniz oradan eve.
145
Fetret Devri nasıl bitti?
Şeyh Bedreddin Edirne' de Musa Çelebi'nin kazaskeri
olarak Camiıı'l-Fıısuleyn'i yazarken Fetret Devri devam edi
yordu. Fetret Devri'nin nasıl sona erdiğini dönemin uzmanı
olan Dirnitris Kastritsis Türkçe anlattı:
146
İznik (1413-1415 ya da 1416)
Ve yazarken
Simavneli "Tesh1l"ini
Torlak Kemal'le Mustafa
öptüler
şeyhlerinin elini.
Al atınm kolanını sıktılar
Ve İznik kapıs111dan
147
dizlerinde çırılçıplak bir kılıç
heybelerinde elyazmnsı bir kitapla çıktılar.
Kitaplarının adı:
"Varidat"dı.
148
O zamanlar beyliklerdeki beyin oğluna "paşa" denirmiş.
Orhan (Gazi) Bey'in oğlu Süleyman Paşa gibi.
Biraz anakronistik de olsa şimdiki zamanın terimleriyle
bakarsak paşa prense denk geliyor diyebiliriz. Sonraları pa
dişah oğullarına Çelebi ve nihayet Farsça şehzade dendi.
İznik bir açıkhava müzesi gibiydi. Tarihte kat kat derinle
şen kültürlerin ve çoğulculuğun kentiydi.
İznik' i ilk olarak 4. yüzyılda Makedonya Kralı İskender'in
komutanlarından biri "Antigone" adıyla kurmuş denilse de
daha önceleri Bitinya' da Nikaia adıyla var olduğu biliniyor.
Surların dışında Roma kentinin kalıntıları ve amfitiyatro
vardı.
İstanbul' un kurucusu olarak bilinen (Doğu) Roma İmpa
ratoru Konstantin Hıristiyan olmuş ve 325 yılında İznik' teki
Ayasofya'da bir konsil toplamıştı. 11. yüzyıldan kalan İznik
Ayasofyası uzun ve zengin bir tarihe sahipti. Daha sonra 8.
yüzyıldaki 7. konsil (İn
cil konsilleri) de burada
toplanmış, hangi İncille
rin doğru kabul edilece
ğine burada karar veril
mişti.
Günümüzde İznik'te
çoğulculuğun izlerini
sadece kalıntılarda görü
yoruz. İznik Ayasofyası
biz 2005-2006 yıllarında
çekim yaparken mü
zeydi. 2011 yılında cami
oldu.
Çekimlerimizi tamam
layıp İznik'ten ayrılırken
149
yine müthiş bir sürprizle karşılaştık. Balkanlar' da birçok yerde
bulunan Sarı Saltuk'un türbelerinden birinin İznik'te olduğu
nu duymuştum. Mezarlığın karşısında olduğunu öğrenince
yola çıkarken oraya da uğradık. Yemyeşil çimenlerin ortasın
da, tek başına duruyordu. Türbe ortadaki bir sandukayla etra
fındaki dört direkten ibaretti. Dört bir tarafı açıktı.
Direklerin tepesine gerilmiş portatif bir çatıyla sandu
kanın üstü örtülmüştü. Türbeyi gördükten sonra tam yola
çıkarken bir otomobil geldi. Sert bir fren yaparak türbenin
önünde durdu. Dört delikanlı indi ve Sarı Saltuk'un türbe
sine koştu. Sandukanın çevresinde, dört köşesinde ayakta
durdu. Kollarım V şeklinde başlarının iki yanından, göğe
doğru dimdik, upuzun açarak dua ettiler. Bildiğimiz göğüs
hizasında avuç açarak dua etme biçiminden çok farklıydı.
İznik' ten ayrılırken son gördüğümüz işte böyle bir şeydi.
"Teshil"
İznik'te dedesiyle yaşayan Hafız Halil' in Menakıbnaıne' de
anlattığına göre Şeyh Bedreddin Teshil adlı eserini İznik'te
"acılar ve ateşler içinde yanıyorken, kalbi demirden de olsa
eriyecekken" yazmıştı.
Teshll daha önce yazdığı başka bir fıkıh kitabı olan Letaifıı'l
İşarat Şerh i'nin daha kolay anlaşılabilmesi için yazılmıştı.
Süleymaniye Kütüphanesi'nin okuma odasına getirdik
leri Teshil'i n elyazması soluk kırmızı cildi yıpranmış bir ki
taptı. Bedreddin'in bütün kitapları gibi Arapçaydı. Kim bilir
kaç yıllık kitabı incitmeye korkarak elimize alıp bakıyor, an
lamadan karıştırıyor, elden ele geçiriyorduk. Kitabın girişini
Cemal Kafadar alçak sesle okudu, açıkladı:
151
ı
.. ·,
152
şerifed i r ki; musann ifi*, kitabı tasnif eden, ya n i Bedred
d i n musann ifi, üzerinde kı raat ed ip bir şerh i olan Teshfl' i
heva m i ş i ne**, derceylemiştir." Yan i b u adam doğruysa
Bedred d i n b u nu b izzat yazmış. "Letaif in şerhi " .. olan
Teshll' i hevam işine derceylem iştir, ömrü nazenin-i har
ceylem işti r, akçe ve a ltun ve cevher i le gi rmez ele." Yan i
bu n ü s h a o kadar şerif bir nüshad ı r k i ömrü nü harcamış
t ı r yazarı, akçe ve para i le i nsan ı n eline gelmez böyle
b i r k itap d iyor. Paha biçilmez bir kitap çıkmış ortaya.
Sonra adam ı n bel l i bir üsl ubu var. Her iki kitabı da biti
ri rken ayn ı tabirleri ku l lanmış. Onlar normalde değişi r.
Bel l i k i ayn ı elden çıkmış, ayn ı mutfaktan çıkmış bunlar,
Bedredd i n ' i n mutfağından . Ha, bir de kenar notları nın
baz ı l a rı n ı n yan ında, yan i Letaif i n kenarında Teshfl' i
o l uştu ran kenar notları n ı n çoğunda " l i l müell if" diye bi
tiyor. Ben i m kaba sayı mımla yüzde doksanı lil müel l if,
yan i bizzat m üel l if' i n kend i notları. O notlar da Teshfl'i
o l u şturacak zaten sonradan. Kendi elyazısı mı değil mi,
o hala tartışı l a b i l i r ama o kadar önem l i deği l . Bizzat ora
da b u l u n ması ası l önem l i olan. Bu takipçisi ve yakını
kopyası n ı yapıyor.
• Musannif: Yazar.
•• Hevamiş: Kenarlara hamiş denir, hevamiş de onun çoğuludur.
***Şerh: Açıklama.
153
"Varidat" Bil ki...
Varidat içe doğanlar, gelen ilhamlar demekti.
Varidat hak ve hakikatleri bilmeye dairdi.
Varidat'a göre bilmek sadece okuyup öğrenmek, inan
mak değil; içsesi dinlemek demekti.
Varidat tasavvuf erbabının düşüncelerinin toplandığı ki-
taplara denirdi.
Bütün mutasavvıfların bir varidatı olurdu.
Şeyh Bedreddin'in Varidat'ı "Bil ki" diye başlıyordu.
Süleymaniye Kütüphanesi'nde Cemal Kafadar Arapça
elyazması Varidat'ı Türkçe'ye çevirerek okuyordu:
154
;,UJ,,.ı..ı.$-. fi� �" ·-<-:......;�if� � ..ı..- .. ��..Y �..ı=+-k>":·�
.>fl.:--.>;;�-
\...
..ı�V •"'-'._. �wc.ı
·� �
'"°7-' "-\--1.:&ı,,ıf...;� .,.b.'.. ı s�<ı �
�1t"�-�UM"'J".!r'��""" r:fe-J_..>y'�4. �.P"\\.!\� h-J
.:.ı..,ıc�-:,,. .;.ı..AJ .iıl"'uN,A ..ı# :..ı •,!_;.;lr� > - '.)\;o .ı
•
J.::"-�if .:<..;_,\;
> .> .>._,.,\::_l:?,v:..I.&J . :-..___. �, .
·_ cA.;,...._,..;� ..._;;ı..:'.._,j
J�..r�• V�-,b...,!.i; -���J
v�J ·��->V)lı>�J:h.i>•:Jıs:_, :_;..,.(", -�......'.·.cl.�.\l.:l',;.eı.,.yc..:.�,,_
-..r.::� );1_;>,,;..�� -:t'J.ı�uu, •
,_,...�c:!
• ••
� f"L_�d,....-'\P-'- �\f-'-'l_ıı�\
� -'�e:!��)
-' . ..... ...
\...>";"'" �
o(
- - r'01.w-1.w.
,;."ö-1.,.�__,_...�
.
rJJ _.,,:J...;>�:,.;·;J .,,_,�_,,-uı
�1.:ır0....>.. f<1J.h �)�\1�.<
vrIJ�r--�.t'd_, :ı.... �_,!�
155
Ey gerçeğin yolcusu u mudunu kesme, sen d e teh l i ke
li yerleri aşarsın; sen de bu ışığı elde eders i n . İ nsanların
bir kısmı bir kısmına tapıyor, k i m is i de a lt ı n ve gümüş
para l ara, yen ilecek içi lecek şeylere, yücel i k lere, övü
nülecek şeylere i badet ediyor d a gene A l lah'a ibadet
ed iyoruz san ıyor. Yüce Allah der ki: "Gerçekten de biz,
emaneti göklere, yeryüzüne, dağlara arz ettik; yüklen
mekten çekindiler, ondan korktu lar. Onu i n sa n a yükled i ;
o ise pek zal imdi, pek b i lgisizd i .29
156
Melekler vası tasıyla yağmur göndermek ayeti ndeki kav
rayışı ve orada kasted i len meleği asl ı nda birer doğal güç
ve kudrettir d iye yoru ml uyor Bedreddin.
157
P. köyündeki Bedreddini D. Baba'nın eşi, anabacı Z. Ana'ya
göre de cennet, cehennem bu dünyadaydı. "Mesela kadın
elini sıkmayanlar cehennemi bu dünyada yaşıyorlar," di
yordu. Bırakın 15. yüzyılı, 21. yüzyılda bile bu düşüncelerin
söylenmesi, hele yazılması cinayete varan vahim sonuçlara
yol açabiliyor.
ŞEYH BEDREDDİN'İN FELSEFESİ
159
Sohbetlerinden, sözlerinden, soru lara yan ıtları ndan olu
şurmuş. Bunlardan dolayı da Bedreddin'in felsefeci tara
fın ı harcamak çok yanlış olur kanaatindeyim. Çünkü çok
önem l i meselelerde çok özgün çözümleri var Bedreddin'in.
Biz o çözümleri beğenmesek dah i Bedreddin'in çözüm
önerileri var. Bun ların bir kısmı teoloj i , metafizik, ontolo
j i k (varl ık felsefesi) diyebi leceğimiz fel sefi düşü nceler, bir
kısmı yine sosyal düşünceye çok yakın şeyler.
Mesela d i n ler arası ndaki i l işkiler. . .
Börkl üce'n i n tavrı işte mal u m . Başta H ı ristiya n l a ra
d insiz den i lmemesinden yana. Böyle d iyen lerin b i zzat
d i nsiz sayılacağı ndan yana. Börkl üce, Bed red d i n'den o
kadar uzak deği l .
Varidatta d a şöyle geçiyor:
"Zaman ve meka n ı n tesi riyle d i n lerde uymaz l ı k gö
rü nür. Dal ve budak ci het iyle şeriatlarında, yan i ken d i
yasalarında ihti laf bulu ndugu h a l d e k ö k bakı m ı ndan
araları nda h içbir fark yoktur. Uymaz l ı k ya l n ız ayrı ntıl ar
dad ı r ve bu onları n hak olmaları na zarar vermez ." B aş
ka din lerden söz ed iyor. "Çü n kü asıl b i rd i r. Riyazet ve
ibadetin yapıl ış şek i l leri üzeri nde d u rmak l üz u msuzdur
hepsi ayn ı yola çı kar."
Bu nu da Bedreddin'in sosyal düşü ncesi i ç i n d e ele
alabil iriz ama ayn ı zamanda bu bir d i n felsefesi, d i n l er
arası bir bakış...
Bedreddin'in bir sosyal düşüncesi var m ıyd ı ? Yazd ı k
ları n ı okuduğumuzda ne b u luyoruz?
Fıkıhla i lgi l i birçok meseleye cevap. . . Ö m rü n ü n de
çoğunu zaten fı k ı h oku maya adam ış. Varidatta d a b i r
çok felsefi, çok soyut ve sofisti ke meselelerle i lgi l i derin,
karmaş ı k gözlem ler, fi kir yü rütmeler, a n a l izler ves a i re
var. Peki sosyal b i r fi kir ç ı k ıyor mu bunun i ç i nden ?
160
Ç ı k m ıyor demek i l k cevap gibi ama orada bitmiyor
iş gal i ba . Ş imdi bir kere her türlü felsefi meselenin, en
soyut meselelerin bile sosyal ve pol itik sonuçları ve
i m a l a rı var, yani bu nlar da sezil iyor. Ama ondan da öte
Bedreddin'in bizzat söylediği bazı şeyler var. Mesela fı
k ı h konusu nda yaygın tavır ne o devirde? İçtihatla taklit
a rası ndaki · meselen i n taklit yönünde çoktan çözül müş
o l ması. D iyorum ya, ol uşmuş ortodoksiler var, o konuda
da ortodoksi oluşmuş. Bel l i bir mezhebin içi nde o mez
hebin kurucu, u l u kişileri n i n yolu nu taklit edeceksi n.
İşte Hanefi'ysen, ned i r bu, İmam Ebu Hanefi'dir.
Bedredd i n o tavırda bir adam değil . Bedreddin her
devird e zeki ve bilgi n bir kişinin, din u l uları ne derse
d es i n , kendi yorumunu yapabilmesini savunuyor. Bunu
da çok b i reysel bir çıkış ol arak görebil iriz sosyal bir ta
rafı yok d iyeb i l iriz ama Bedreddi n orada da du rmuyor.
Ken d i oku rları n a ve kendi cemaati ne, "Şeyh-ü l-Kebir,
Şeyh-ü l -Tari ka ve Şeyh-ül-Hakika," diyor (kendinden
" H a k i katın ve Tarikatın B üyük Şeyhi" diye söz ediyor).
Bedred d i n kendi okurlarına, kendi müritlerine ve
kendi etrafı ndaki i nsanlara d iyor ki, siz, eğer akl ınıza
yatmazsa s ize b i lmem kime uyu n diyenlere de uyma
y ı n d iyor. B u rada açıkça sosyal, politik bir mesaj var. En
azından burada var ve çok önem l i . Yan i az önce konuş
tuğumuz yen i bir dünyan ı n kuru lması, büyük, iri l i ufakl ı
devletlerin oluşması gibi bir dönemde devletlerin kolay
hazmedebi l eceği bir tavır deği l . Burada devletlerin ol uş
turmaya çal ıştığı d üzene, yapıya, ortodoksiye muha lefet
var, b i r kafa koyuş va r. "Kafan ıza uymuyorsa, siz de on
l ara uymay ı n . O n ları tatl ı tatl ı doğru yola getirmeye ça
l ış ı n, " d iyor hatta. B ı rakın Osmanl ıyı ya da diğer İslami
top l u m l arı, ben i m b i l d iğim h içbir Ortaçağ toplumunda,
161
büyük, kitap l ı , şeh irl i kü ltürlerin h içbiri n de böyle b i r
tavır affed i l i r b i r tavır deği l . Yan i avam ava m d ı r, b i r de
b i len ler vardır. O b i lenlerin söyled iği n i devlet de, evet
bu devletin sözüdür d iye destekliyorsa bunu u yg u l amak
zorundası n ızd ı r, nokta. Bedreddin o noktayı koymuyor.
"Varidat" Süleymaniye Kütüphanesi'nde
Bedreddin'in kitapları, bir yandan toplanıp yak.ılırken
öte yandan müritleri, yani Bedreddiniler durmadan çoğalt
mışlardı ama kitaplar ölümünden ancak 150 yıl sonra ortaya
çıkmışb. Gerek Süleymaniye' deki, gerekse öteki kütüphane
lerimizdeki hukuk kitapları ise hala Türkçeye çevrilmemişti.
Süleymaniye Kütüphanesi'nde gördüğümüz Varidat'ın
arkasına elyazısıyla yine Burhaneddin adı yazılmıştı. Her
halde bu Varidat kopyası da Burhaneddin'in kitabıydı.
Burhaneddin, önceden de bahsettiğimiz gibi Bedreddin' in
müridiydi. Teshil gibi Varidat'a da, kutsal bir kitap gözüyle
bakmış olmalı ki Varidat'ın arkasına da çocuklarının adlarını
ve doğum tarihlerini yazmışb.
" Varidat Bedreddin'in elinden mi çıkb?" sorusu çok tarb
şılmış ama bir türlü tam olarak yanıtlanmamış bir soruydu.
Cemal Kafadar Burhaneddin'in Varidat'ın kenarlarına aldığı
notları okuyarak açıkladı:
163
bile Bed redd in'in bir tarikatı olduğunu kabu l etmeyebi
l i rs i n . Bir Bedredd i n c i l i k yol u hayattayken yokt u . Son
radan birileri uyd u rdu den i l iyor. Çok değişm i ş o l a b i l i r
hakikaten ama Bedredd in ken d i hayatı nda b i r tari kat
şeyhi, kendine göre çizd iği bir yo l u n şeyh i . B ug ü n ta
rikat şeyhi den i ldiğinde çok şeyler a n l aş ı l d ığı i ç i n yol
d iye l i m ona. Kend ine göre ç izdiği b i r yol u n şeyh i, b i r
mürşit ol duğu buradan çıkıyor.
Bayağı kuvvetl i bir tab i r Şeyh-ü l-Keb i r. Ayrıca Şeyh
ü l-Ekber den i l iyor İbn Arabl'ye, ona da b i r gönderme
yapıyor. Ekber en büyük demek. Kebir büyük demek.
Hakikatı n ve tarikatın şeyhi diyor B u rhanedd i n ' i n elya
zısı .
B i r s ı rdan bahsediyor, ned i r bu s ı r ? Varidat s ı rrı m ı ?
Ya öyle ya da batı n i tevil yol u yl a vard ığı b i rtak ı m sonuç
lar, hakikatler, görü nürde şeriat l a çel işen şeyler, o n l arı
sakı n orta l ı kta söyleme diyor.
Bedredd in hiç Türkçe yazm ıyor. H atta Varidat n iye
Arapça? Söylediklerinden yaz ı ld ığı na göre Arapça m ı
konuşuyordu? Olamaz! Etrafı ndaki i nsan l a r nas ı l a n l ard ı ?
B i r sürü soru var orada. Varidat niye Arapça ? Ç ü n
kü Varidat Bed redd i n ' i n sohbetleri ... Başı sonu b u l u
nan, bel l i bir silsi lesi o l a n bir met i n deği l . Soh betler i n i
kendisi d e notl ar hali nde yazm ış olabi l i r. B i r başkas ı da
yazmış olab i l i r. Hatta o yüzden d iyorl ar ya Bedred d i n'e
uygun fi kirler deği l bunlar. Oras ı n ı san m ı yorum a m a
sohbetleri Arapça olamaz. N iye Arapça yaz ı ya geçm i ş ?
Sohbetleri Arapça olsayd ı o Mustafa l a r fa l a n h i çb i r şey
an lamazd ı . Etrafı ndaki Tü rkmenlerle Tü rkçe konuşmuş
olsa gerek.
Belki katibi Arapça yazıyord u . Ama Bedredd i n Tü rk
çe konuşuyor. D i n lediği anda Arapça m ı kaleme a l ıyor
164
kat i b i ? Sanm ıyoru m . O fi ki rler haki katen o devirde in
san ları n Arapçada daha rahatça ifade edeceği fi ki rler.
Tü rkçede h içbir felsefe oluşmam ış o devirde. Şiir var
b i razc ı k, başka türlü bir nesir de var, tıp var ama ağır fel
sefi bir d i l o l a rak Tü rkçe o devirde pek metin vermemiş.
Bedred d i n ' i n yazd ığı şeyler çok ağır felsefi konular. . .
Ancak 1 5 . yüzyı lda bütün Ortaçağ İslam geleneği ni
Tü rkçeleştiriyor Anadol u ve Rume l i Türkleri, insanları .
O Tü rkçeleşme sürec i ne Bedredd in yetişemiyor. Ama
a s ı l Bedreddi n'den son ra bir sürü kitaplar yazıl maya
baş l a n ı yo r. Tü rkçe böyle ciddi bir kültür d i l i ol maya an
cak 1 5 . yüzyı l ı n içi nde başl ıyor.
D ü nya kad i m midir, değil midir? Bedreddin'de hep
geçiyor hatta Bedredd i n ' i n o yüzden öldürüldüğü söyle
n iyor ya ! Alem i n de kad im olduğunu söylemiş.
H a l bu k i Ortodoks görüşe göre a lem yaratı lmış olan
d ı r. Yaratan l a yaratı l m ı ş olanı kesin çizgilerle birbirin
den ayırmazsan sapk ı n l ığa yol açm ış ol ursun .
A m a Bed redd i n'de de, Hurufi'lerde d e alem, hatta
i nsan ya d a b u n l arın bir özü, bizzat cismi deği l ama özü
kad i m . Her zerresi, onlar da kad im. Böyle soruları soru
yors u n . B u n lar çok eski soru lar asl ı nda İslamiyet' i n i l k
y ı l larında da ç o k soru lmuş ama sonradan b i r Ortocloksi
ç ı k ı yo r, bu soru l arı n üstüne kapanıyor, kü l len iyor.
H iç o l m azsa bunlar yanan soru lar olmaktan, böyle
yak ı c ı soru l a r olmaktan çıkıyor.
165
Tasavvufun ikizleri Vahdet-i Mevcut ve
Vahdet-i Vücut
Şeyh Bedreddin'in felsefesinde benim için en karmaşık
konu Vnridnt'ında ortaya çıkan Vahdet-i Mevcut felsefesiy
di. Bu kavramın ünlü sufi mutasavvıf Hallac-ı Mansur'un
Vahdet-i Vücut'undan ne farkı vardı? Vahdet-i Vücut en
yalın haliyle kırılıp tuzla buz olan bir aynanın parçalarının
dağıldığı gibi Tanrı'nın, Allah'ın, kainatın her insanda biraz
var olduğuydu.
Vahdet-i Mevcut ise Tanrı'nın, Allah'ın bizzat kainattaki
her şey olduğuydu.
Gölpınarlı Bedreddin'in Vnridnt'ındaki Vahdet-i Mevcut
felsefesini şöyle açıklıyordu:
166
"Varidat"ın başına gelenler
Hukukçu Necdet Kurdakul Şeyh Bedreddin'in Varidat'mm
25-30 yapraklı küçük bir risale (kitapçık) olduğunu ve ancak
Kanuni Sultan Süleyman zamanında ortaya çıkhğıru yazıyor:
167
zaviyesinde verdiği derslerden oluşmuştur. Kanıt olarak
Hafız Halil'in Menakıbname-i Şeyh Bedreddin kitabında yer
alan Bedreddin'in eserlerinin yazılış sırasını gösteriyor. Bu
sıralamada Varidat Bedreddin' in alhncı kitabıdır. Daha önce
yazdığı beş kitabın hepsi de fıkıh üzerinedir.
168
Ebussuud Efendi: Kanuni Sultan Süleyman'ın şeyhü
lislarnıydı. Varidat'ı yakhranlardandı. Üstelik Ebussuud
Efendi'nin öz babası İskilipli Yavsi Muhammed, Şeyh Bed
reddin Varidat'ını takdir ederek hukuk felsefesi olarak öv
müştü.
Sofyalı Bali: Kanuni Sultan Süleyman'ın şeyhülislamıy
dı. Şeyh Bedreddin'in ve Bedreddinilerin can düşmanıydı.
İftiralar atarak yok edilmelerini istemişti.
Aziz Mahmud Hüdai, Bedreddin'den nefret eden bir
din adamı, mevki, makam sahibiydi. Türbesi Üsküdar,
Doğancılar' da bugün de kutsal bir ziyaret yeri halindedir.
Hüdai Vakfı'run web sayfasında Aziz Mahmud Hüdai "Ci
han padişahlarına yön veren eşsiz bir maneviyat sultanı ve
bir asra yakın ömür sürmüş, sekiz padişah devrini idrak et
miş bir gönül sultanıdır," diye anlahlıyor.
Arif Hikmet Bey 19. yüzyılda Tanzimat Dönemi'nin şey
hülislamıydı. Arif Hikmet Bey, Varidat'ın yazılmasından 400
yıl sonra bile Şeyh Bedreddin'in Varidat kopyalarını toplatıp
yaktırdı.
169
Bey' i n bulduğu bütü n Varidat' l arı kend i paras ı y l a a l ı p
toplayıp yaktığ ı n ı öğren iyoruz.
170
Ocak, Varidat' a abf yaparak Bedreddin'in çift kişilikli gibi
göründüğünü yazıyor. Birinci kişiliğinde Bedreddin rasyo
nel (akılcı) hatta materyalist bir filozoftur. Çünkü ona göre
ruh (can) bedenle kaimdir. Bedensiz ruh yaşamaz. Cennet
ve cehennem bu dünyadadır. İkincisinde ise Bedreddin güç
lü, mistik karakterde bir kişilik sergiler.37
Felsefeden siyasete
Cemal Kafadar söyleşimizde Şeyh Bedreddin'in felsefe
sinin önemine ve siyasetiyle felsefesi arasındaki ilişkilere
değindi:
172
KARABURUN
Sıcaktı.
Sıcak.
Sapı kanlı demiri kör bir bıçaktı
sıcak.
Sıcaktı.
Bulutlar doluydular.
Bulutlar boşanacak, boşanacaktı.
O, kımıldanmadan baktı.
Kayalardan
iki gözü iki kartal gibi indi ovaya.
Orada en yumuşak, en sert
en tutumlu, en cömert,
en
seven,
en büyük, en güzel kadın:
TOPRAK
neredeyse doğuracak,
doğuracaktı.
Sıcaktı.
Baktı Karaburun dağlarından O
Baktı bu toprağın sonundaki ufka
çatarak kaşlarım
Sıcaktı.
173
Bulutlar doluydular.
Neredeyse tatlı bir söz gibi
ilk damla düşecekti yere
174
deyse Anadolu'nun uzak köşelerinden tehcir edilmişlerdi.
Yaşadıkları yerin tarihinden, kültürel mirasından haberleri
yoktu. Börklüce'yi, Bedreddin'i ya hiç tanımıyorlardı ya da
hain bellemişlerdi.
Karaburun' da ilk kez kaldığımız Sarpıncık köyünde uy
gulanan bir adet olduğunu sonra öğrendim. Herhalde yüz
yıllar öncesinden beri süregelen bir adetti. Ramazan ayının
son gününde herkes adağını (kuzu, pirinç, un vb.) götürü
yor, caminin albndaki ortak bir mutfakta pişiriyor ve bay
ramın birinci günü aynı yemeği yiyorlardı. Ortaklaşa pişiri
len bu yemek eskiden beri hep birlikte yenirmiş. Ama artık
böyle değilmiş. Herkes yemeğini alıp evine götürüyormuş.
Belki de bu adet 15. yüzyıldan, Karaburun'un ortaklaşa ha
yatından kalmış olabilir miydi?
Börklüce Mustafa İsyanı
Birdenbire
kayalardan dökülür,
gökten yağar,
yerden biter gibi
bu toprağm verdiği en son eser gibi
Bedreddin'in yiğitleri Şehzade ordusunun
karşısına çıktılar.
Dikişsiz ak libaslı
baş açık,
yalın ayak ve yalın kılıçtılar.
176
hep beraber
diyebilmek
için
on binler verdi sekiz binini,
Yenildiler.
177
edenler "Aydın'ın Türk köylüleri, Sakızlı Rum gemiciler ve
Yahudi esnafları", yani Tireli, Ödemişli, Birgili, Ortaklarlı,
Aydınlı, Selçuklu (Ayasuluğ), Efesli, İzmirli, Karaburunlu,
Sakız Adalı, Alaşehirli, Manisahlardı. Teke yarımadasın
daki (Antalya) Türkmenlerden tutun da Manisa'ya kadar,
Akdeniz'in, Ege'nin verimli topraklarında yaşayanların ne
redeyse hepsi isyandaydı. Böylesine verimli topraklarda ya
şayan o köylüler neden isyan etmişlerdi?
Karaburun'daki isyanlarda Börklüce Mustafa'nın der
vişleri Osmanlı ordusuyla üç kez savaşmıştı. İlk iki savaşta
koca Osmanlı ordusunu yenmişlerdi.
Üçüncü ve son savaşta Padişah Çelebi Mehmed ordu
sunun başında oğlu II. Murad'la birlikte başveziri Bayezid
Paşa'yı Karaburun' a yollamışb. Tahminen 10 bin kadar der
vişten oluşan Börklüce'nin "Hakikat Savaşçıları", Bayezid
Paşa'run topladığı 30 bin kadar askere yenilmişlerdi.
O savaşların ne kadar kanlı olduğu Karaburun' daki yer
adlarından anlaşılıyordu. Hakikat savaşçılarından sağ ka
lıp da esir düşenler Selçuk'a (Efes-Ayasuluğ) götürülmüş
tü. Orada Dede Sultan, Börklüce Mustafa çarmıha gerilmiş,
önünde "İriş Dede Sultan" diye haykıran dervişlerine ya
pılan işkenceleri izlemek zorunda bırakılmıştı. En sonunda
Börklüce Mustafa da korkunç işkencelerle öldürülmüştü.
Karaburun isyanları böylece son bulmuştu.
Börklüce Mustafa dervişlerinin isyan yerini görmek ve
anlamak için Karaburun' a birkaç kez gittim. 600 yıl önce
ki savaşlardan kalan izleri aradım. İzmir' den Karaburun' a
gündüz gözüyle giderken karşımıza çıkan ilk yerleşim B a
lıklıova ve Gerence Koyu oldu. Koyun arkasındaki yamaçlar
Akdağ'a kadar uzaruyordu.38
O yamaçların arasındaki Gerence boğazının bir başka adı
Kanlı Boğaz' dı. Börklüce' nin dervişleri ilk zaferlerini Kanlı
178
Boğaz' da kazanmış, Padişah Çelebi Mehmed'in askerlerini
burada yenmişti. İlk göze çarpan dağ, ova, nehir gibi coğ
rafi unsurların ürkütücü adlarıydı. O adlar sanki vaktiyle
buralarda yaşanmış kanlı savaşların dehşet verici kanıtla
rıydı. Vadilerde usul usul akan derelerin adları birbirinden
beterdi; Cehennem Deresi, Azap Deresi, Kanlı Dere ... Bu
güzelim coğrafyadaki kan revan hakimiyeti edebiyata da
girmişti. Mehmet Eroğlu, Karaburun'da geçen romanı Düş
Kırgınlan'nda güneşin bahşının en muhteşem renklerle, Kö
mür burnundaki "Kanlı Kaya" dan izlendiğini yazıyordu.
179
"İriş Dede Sultan" dediklerini heyecanla anlatırken gözyaş
ları pırıldıyordu.
Karaburun'da yaşayan Belçikalı Sonia Hanım Akdağ'ı
boydan boya dolaşmış, Börklüce Mustafa önderliğindeki is
yanların izlerini aramıştı. Patikalarından geçen yürüyüş tur
ları düzenliyordu. Bize Akdağ' da gönüllü bir rehber oldu.
Duyduklarım, fark ettiklerini, tahminlerini paylaştı.
Börklüce Mustafa'mn 10 bin kişilik ordusu Akdağ'daki
vadilerden Parlak ve Salman köylerinin iç tarafında kalan
Yukarıovacık'ta savaşmış olabilirdi. Çünkü onbinlerce insan
ancak o kadar büyük bir alana sığabilirdi.
Ovaya dağların arasındaki patikalardan geçerek ulaşı
lıyordu. Patikaların üstünde çeşmeler, güneydoğuda eren
yerleri vardı. Aşağıovacık'la Kösedere arasında Balaban,
Mahmutoğlu ve Türkmenoğlu sıracası denilen düzlüklerde
de altı-yedi tane eski çeşme vardı. Bu kadar çok çeşmenin
varlığı, Börklüce'nin ordusunun, dervişlerinin susuz kalma
dan orada barınmış olabileceği ihtimalini gösteriyordu.
Kösedere' den Yukarıovacık' a çıktık ve gerçekten de dağ
ların arasında bir düzlüğe vardık. Bir ordunun bile sığabi
leceği kadar geniş bir alandı. Orada koyunlarını yaymış,
ağaç gölgesinde oturan bir çobana rastladık. Çoban bizi
yukarıdaki tepeye çıkardı. Tepelerin arasından uzaklarda
akan "Cehennem Deresi"ni gösterdi. Oradan dervişlerin sa
vaşhkları Cehennem Deresi'nin fotoğrafını çektik. Börklüce
savaşçıları o düzlükte yaşamış olabilirdi! Şehir efsanesi ol
ması muhtemel bir başka öyküde ise Aşağıovacık'ta kemik
ler bulunduğu ve Karaburun' da her yerde beyaz anemonlar
yetişirken burada kırmızı anemonlar yetiştiği anlatılıyordu.
İsyanların ardından Karaburun' un 100 yıl kadar iskana
kapatıldığı da söylentiler arasındaydı. Çünkü orada insan
ların yaşaması istenmemişti. Onun için, toprağı ekip biçme-
180
melilerdi. Toprağın yeniden vahşileşmesi için en az 80 yıl
geçmesi gerekiyordu.
Kösederesi, Boynak, Saip, Mordoğan, Balıklıova gibi bir
kaç köyün adına 1528' den itibaren rastlanıyordu. Herhalde
1416'daki isyanlardan ancak 1 12 yıl sonra Karaburun' da ha
yat başlamıştı.
Börklüce zamanında Karaburun' a Ahırlı ya da Ahur
lu dendiği söyleniyor. Dede Sultan'ın yani Börklüce
Mustafa'nın dervişlerinin isyanından önce, 15. yüzyılın
başında, Ahırlı' da Müslüman Türklerle Hıristiyan Rumlar
birlikte yaşıyordu. Börklüce'nin Sakız Adası'na en yakın
noktalardan biri olan Karareis köyünde yerleştiği de söylen
tiler arasındaydı. Börklüce esmer olduğu için Kara Reis ya
da Kara Mustafa diye biliniyordu. Belki de köyün adı ondan
Karareis'ti. Akdağ'ın eteklerinde Börklüce'nin kılıç, kalkan,
mancınık, ok gibi silahlar ürettiği bir mağara olduğunu da
duyduk ama mağarayı görmedik. Karareis'in önemi hem
Börklüce'nin burada yaşamış olmasından hem de o mağa
radan ötürüydü. Karaburun' a ikinci gidişimde eskiden adı
nın Karareis olduğunu öğrendiğim Avcılar köyüne tırman
dım. Tepeden görünen Karareis'in yalısı, yani kıyısı Sakız
Adası'nın tam karşısında, adaya en yakın noktaydı. Muhte
şem bir koy olduğu için artık tatil siteleriyle dolmuştu.
!rene Melikoff Rusça kaynaklardan yararlanarak yazdığı
Fransızca makalesinden yola çıkarak 2000 yılında Anadolu
İnançları Kongresi'nde Türkçe bir bildiri sunmuştu. Orada
Börklüce Mustafa'yı ve bu coğrafyada yaşayan insanları çok
dilli, çok dinli, çok kültürlü yapan şeyi, daha önemlisi is
yanın nedenlerini açıklıyordu. Melikoff, Börklüce'nin neden
diğer isyan liderleri Torlak Kemal ve Şeyh Bedreddin gibi
asılmadığını, zalim öldürülme biçiminin neden farklı oldu
ğunu da sorguluyordu:39
181
Börkl üce çarm ı ha geri l m i ş ve m ü ritleri n i n gozu
önü nde kes i lm işti . Bu korkunç ceza ban a her zaman
çok şaş ı rtıcı geldi . Börklüce'n i n cezası d iğer isya n c ı l a
r ı n cezası na benzemiyor. Şeyh Bedred d i n ve Kalender
dervişi Torlak Kemal ası l d ı lar. B u üç o l aya d i kkatle ba
k ı l ı rsa: Torlak Kemal ' i n h a l k ayaklanması, U lema Şeyh
Bedredd i n ' i n isya n ı ve Börklüce' n i n h a reketi a ras ı nda
farklar görüyoruz.
Bu üç olay ayn ı zamanda yer almasına ve ü ç ü n ü n d e
hedefi n i n hükümetin (ya n i yönetim i n) devri l mesi o l ma
s ı na rağmen fark l ı kabul ed i l d i l er. Şeyh Bedred d i n isya n ı
ve Torlak Kemal'in ayaklanması İslam çerçevesi n d e ka
l ı yordu ve veri len ceza işledikleri suça uygu n d u . Fakat
Börklüce Mustafa hem yoldan sapm ı ş hem de d i n i ne
münafık gibi görünüyord u . N iteki m Samos ve S a k ı z
Kafi rleri yan i Fraticel l i ler i l e bağlar k u r m u ş v e o n l a r gibi
fakirl iği, mal ların ortaklaşa ku l l a n ı l ması n ı vaaz ediyor
du. On lara göre d i n evrensel olmal ı yd ı . H ı ristiya n l a ra,
Müslümanlara ve Yah u d i lere b i r tek evrensel d i n gere
kiyor:.d u. Evrenselci l ik ve Ortaklaşacı l ı k (col lectivisme)
genel l ikle se'zgici b Üg i, d i n ve merkezlerde m evcuttur.
Bogom i l ve Katarların idea l i yd i ler. Anadol u ' d a bu d ü
şünceler Türkleri n gel mesinden önce yaşard ı . N itek i m
Kapadokya'da B izans zama n ı nda Pav l i ka n l a r ı n d ü ş ü n
celeri de böyleyd i . Onlar Teprike'de (şi m d i k i D ivriği)
)
kuvvetl i bir top u l u k kurmuş lard ı . 1 O . yüzyı l d a oradan
kovu l up Trakya'ya geçmişler ve Plovd iv' i ( Fi l ibe) merkez
olarak seçm işler.
Tarihçi Anna Komnen, 1 1 . yüzyı lda Plovd iv a h a l isi
n i n çoğu Man ici yan i Pav l i ka n olduğu tez i n i savu nuyor.
Ayn ı yüzyılda Pavl ikanlara yak ı n o l a n B ogom i l ler
Ege bölges i ne yerleşmeye başlad ı l a r. Bu yerler eski za-
182
m a n l a rd a n beri uydumcu (heterodox) i d i ler. N itekim
Menderes havzasında bulunan Al aşeh i r (Ph i l adelph ia)
ve İ z m i r civarları Bogo m i l merkeziyd i ler. Bogo m i l izm
A ntalya körfez i n e kadar yay ı l d ı . Daha sonra Antalya' da
e n ö n e m l i B e ktaşi tekkesi nden biri, Abdal Musa Tekkesi
gel i şecekt i .
Çoğu z a m a n d i ne ayk ı rı top l u l u klar b i rbiri üstü ne
yayı l m aktad ı rl ar. Örneğin bugün Alevi nüfusu kalaba l ı k
o l a n S ivas-D ivriği-Erz i ncan bölgesi B izans zamanı nda
Pav l i ka n l a r ı n merkez leriyd i . B u yerlerde yaşayan dü
ş ü n ce ve i n a nçlar b i rdenbire kaybolmad ı l a r. Başka b i r
b i ç i m a l arak yaşamaya devam etti ler.
Ayn ı n itel i k l eri Del iorman'da görebi l iyoruz . Del i
orman asırlard a n beri muhte l if isya n c ı ların s ığınak yeri
o l m u ş. Orada ve B a l k a n l ar' da d iğer yerlerde değiş i k
d ü ş ü n ce l e r v e i nançlar b i rb i r i n e karışmışlar: Bu karışım
B e ktaşi tekke leri n i n b u l u nduğu yerlerde bel l i o l uyor.
Prof. Ju kov' u n makaleleri n i okudu ktan sonra yeni b i r
soru ö n ü m e ç ı ktı : O rtaçağ'da yaşayan aykırı i nançlar ve
sezgici b i lgi topl u l u k l a rıyla Sufi l i k tarafı ndan etkilenen
mezhepler b i rb i ri n e karışm ı ş o l ab i l i r mi ve bu karışım
n e d e recede o l a bi l i rd i ? Böyle b i r soru nu çözmek için
b i z daha hazır deği l iz . B u nu yapa b i l mek için değişik
sezgic i b i lgi (gnostik), evrensel, dual ist cereya n l ar ı n ı
d e r i n d e n a raştı rd ı ktan sonra b i rb i riyle karş ı l aştırmak ge
rek i yo r.
B u cereya n l a r ı n müşterek idea l leri vard ı r: hoşgö
rü l ü k, i nsan severl i k, şiddetten kaçma. Hepsi kuru lan
düzene ve resm i dine karşıyd ı lar. Pav l i ka n l a r, Bogomil
l e r, Kata rl a r veya Sü n n i l iğe karşı o l a n m ezheplerin i se
benze r tarafları vard ı r: sezgici b i lgi, evrense l l i kten gelen
i n a n ç l a r.
183
Söyled iğim gibi, bu benzer tarafları karş ı l aştırmak ve
izlemek i ç i n daha haz ı r deği l i z . B u nu yapab i lmek i ç i n
araştırmacıların, hem Türk dü nyas ı n ı n h e m d e B izans
dünyas ı n ı n beraber çal ışmaları gerekiyor.
Böyle b i r araştırma eski İ ran mem leketlerinden ta
Akden iz'e kadar yetişecek ve b i n yı l l ı k b i r zaman ı kap
layacak. Böyle bir konuyu ancak önsez i m iz l e i d ra k ede
b i l i riz. Fakat gen iş öl çüde ve ortaklaşa yap ı l a n a raşt ı r
malar süreb i l i rse i lginç ve değişik neti celere vara b i l i riz.
Ve isyan
Dimitris Kastritsis'le yaptığım söyleşide Börklüce
Mustafa'nın liderliğinde Karaburun' da, Torlak Kemal lider
liğinde Manisa-Kütahya' da ve Şeyh Bedreddin liderliğinde
Deliorman' da çıkan isyanların nedenlerini konuştuk. O da
!rene Melikoff gibi daha çok araştırma yapmak gerektiğini
söylüyordu:
185
Fetret Devri gibi bir içsavaşta maddi koş u l l a r çok
sert, sefalet d iz boyu, teh l ike ve güven l ik yok l uğ u var
ken, insanlar şiddetten bıkm ı ştı . Yan i belki de p roto-ko
mün ist fikirler doğrudur. Sultan l a h a l k ı a rasında b i r tür
doğrudan i l işki kuru lmuş o l ab i l i r. M usa b u nu denem iş,
Bedreddin de Musa ' n ı n ö l ü m ünden son ra o n u n izi nden
yürümüş olabi l i r.
Karaburun isyanlarının tanığı tarihçi Mikael Dukas
Karaburun' da, 15. yüzyılda çıkan isyanların en yakın ta
nığı, karşı kıyıda Foça ve Midilli Adası'nda yaşayan, Türkçe
bilen Bizanslı tarihçi Dukas'h.
Mikael Dukas'ın yine 15. yüzyılda yazdığı Historia, (Ta
rih) adlı kitabı bu isyanları birinci elden anlatan tek kaynak
tır. Dukas Foça' da Cenevizli bir tüccarın sırkatibi, yani sek
reteri ve / ya da muhasebecisiydi. Karaburun' dan Stilarion
diye söz etmişti. Stilarion Rumca koca direk, destek sağla
yıcı büyük direk anlamındaydı. Belki Akdağ'ın da başka bir
adı olabilirdi.
Dukas Historia kitabında uzun uzun Karaburun'u, Börk
lüce Mustafa'yı anlahyor:
187
konuk edip ağırlar oldular, sanki Zeus'u n gönderd iği b i r
melekmiş gibi ona saygı gösterd i ler. Böylece h e r g ü n b u
kişi Ch ios Adası'na, oradaki h a l k ı n v e k i l isen i n i leri ge
len lerine adam lar göndermeye başl ad ı .
Hatta o dönemde adada Trou l ote denen m anast ı rd a
G irit'ten gelme, dünyadan el etek çek m iş b i r keş iş var
d ı . Sahte keşiş ( Börkl üce) bu ya l n ı z yaşam s ü re n k i şiye
kendi naipleri nden ikisi n i gönderd i; bun l a r e n sadesi n
den birer h ı rka giym işlerd i, başları t ı ra ş l ı ve a ç ı k i d i ,
yal ı nayaktılar, başları açık ve sade giyi m l iyd i l er; b u n
l ar i l etilecek sözler getiriyorlard ı v e o sözlerd e (G i ritl i
keşişe h itaben) şöyle den iyord u : "Ben d e d ü nyad a n e l
etek çekme yaşam ı nda sen i n l e yoldaş kişiyim v e sen i n
Tanrı' na ben de tapmaktayı m . O nede n l e bu akşam, de
n iz üzerinden çıplak ayakla yürüyerek sen i n l e görüş m e
ye geleceğim."40
188
Dukas, Börklüce ve Şeyh Bedreddin
Dimitris Kastritsis, Şeyh Bedreddin isyanını inceleyen
makalesinde Mikael Dukas'ın Börklüce Mustafa diye anlat
tığı kişinin Bedreddin olabileceğini öne sürüyor. Dukas'ın
insanları konuşturma huyu olduğunu ve aldığı bilgilerin
çoğu sözel de olsa tarihi kayıtlarının paha biçilmez değerde
kaynaklar olduğunu düşünüyor. Çünkü Dukas Türkçe bili
yordu ve haber aldığı iyi kaynaklara sahipti. Bizanslı soylu
bir aileden gelmişti. Ailesi hem Aydınoğullan'na hem de
Yeni Foça ve Midilli (Lesbos) Adası'ru yöneten Cenevizlilere
sadıktı. Dimitris Kastritsis, makalesinde verimli topraklara
sahip Batı Anadolu halkının neden isyan ettiğini araştırıyor
du.
Ankara Savaşı'nın galibi olan Timur'un orduları 1402' de
İzmir dahil, işgal ettikleri Anadolu'yu iliklerine kadar sö
mürmüştü. Halkın ellerinden avuçlarından, topraklarından
her şeyi aldıktan sonra çekip gitmişti. Bölge insanları açlık
ve sefalet içinde perişandı. Özellikle Batı Anadolu toprağıy
la, deniziyle tarih boyunca insanları beslemiş, geliştirmiş
verimli bir bölgeydi. Artık bu topraklarda yaşayanlar ye
tiştirdikleri ürünü kendileri kullanmak istiyorlardı. Timur
gittikten sonra bir de Osmanlılara ağır vergiler vermemek,
bitmez tükenmez savaşlarda ölmemek, oğullarım yitirme
mek için ayaklanmışlardı. Dukas' a göre bu ortamda Börklü
ce Mustafa'run ve dervişlerinin ortaya attığı malların ortak
kullanılması fikri halka cazip gelmişti. Tire'yle Aydın ara
sında Ortaklar kasabasının adı o günleri çağrıştırıyor.
Kastritsis makalesinde Fetret Devri'nde çıkan isyanların
1240'lardaki büyük Babai isyanlarının; Şeyh Bedreddin'in
öğretilerinin ise İbn Arabi ve Mevlana Celaleddin Rumi'nin
öğretilerinin devamı olduğunu belirtiyordu.41
189
İznik'ten Deliorman'a "Ben yürürüm yane yane"
Şeyh Bedreddin Karaburun' da patlayan isyanları duyun
ca İznik'ten gizlice ayrılmışh. Kastamonu'daki İsfendiyar
Beyliği'ne sığınmıştı. İsfendiyar Beyi'nin Musa Çelebi'nin
eski dostu olmasına güveniyordu. Oysa Osmanlı Padişa
hı Çelebi Mehmed'in gazabından korkan İsfendiyar Beyi,
Şeyh Bedreddin'i kısa bir süre ağırladıktan sonra, Sinop'tan
bir gemiye bindirerek Kırım'a göndermişti. Fakat o gemi
Karadeniz'in ortasında rotasını değiştirmiş, Dobruca kıyıla
rında Şeyh Bedreddin'i bırakıp kaçmıştı.
Rus edebiyatçı Radi Fiş Ben de Halimce Bedreddinem adlı
romanında bu olayı anlatır. Öyle ki Bedreddin'i kıyıda terk
eden gemi denize açılınca önce korsanların saldırısına uğ
ramış, sonra alev alev yanmış. Şeyh Bedreddin'i karşılamak
için Dobruca ve Deliorman' dan gelen binlerce takipçisi kıyı
dan o geminin yanarak bathğını görmüş.42
Şeyh Bedreddin İznik'teki sürgünü neden terk etmiş, çi
çeği burnunda Padişah Çelebi Mehmed'in cezasını neden
reddetmişti?
Michel Balivet bu olayı Menakıbname'yi başka kaynaklar
la karşılaştırarak anlahyor. Yazar, torun Hafız Halil'in Fa
tih Sultan Mehmed döneminde yaşadığını ve dedesi Şeyh
Bedreddin'in Menakıbnmne'sini resmi tarihe uygun yazdığı
nı biliyoruz.
190
askeri harekat konusunda sessiz kal makla yetinmeyerek,
B ed red d i n ' i n Edi rne'ye yürüyüşü n ü sadece yeni yazm ı ş
o l duğu Nuru'l-Kulub ad l ı yapıtı n ı S u l tan'a s u n m a arzu
suyla a ç ı k l a r.43
DELİORMAN
192
arasında sadece Türkler, Pomaklar gibi Müslümanlardan
değil, Vlahlar (Ulah), Gagavuzlar gibi Hıristiyanlar da var
mış.
Michel Balivet Şeyh Bedreddin'in Deliorman'da neden
muazzam bir sevgi ve coşku seliyle karşılandığını kitabında
anlahyor:
193
Dimitris Kastritsis Deliorman' daki isyanların ardındaki
karmaşık ilişkilerden söz ediyordu:
1 94
D eliorman' da isyan
Şeyh Bedreddin ve onu Deliorman' da karşılayan binlerce
taraftarı üçüncü ve son isyanın kahramanlarıdır.
Çelebi Mehmed, Düzmece Mustafa'yla savaşmak üzere
Selanik'i kuşatırken, Deliorman' da patlayan isyanı duyunca
derhal kuşatmayı kaldırarak Serez'e çekilmiş ama ordusunu
Deliorman' a göndermişti.
Şeyh Bedreddin'i yakalatmak ve isyanı bashrmak istiyor
du. Askerleri savaşarak isyancıları yenememişlerdi. Kazan
mak için her yol mübah diyerek hile yapmış, tuzak kurmuş
lardı. Şeyh Bedreddin müritlerinin, yani Bedreddinilerin
kılığına girerek aralarına sızmışlardı. Deliorman' da Şeyh
Bedreddin'i ancak hileyle ve tuzağa düşürerek yakalayabil
mişlerdi. Sonra Serez' de bekleyen Padişah Çelebi Mehmed' e
götürmüşlerdi.
Bedreddiniler anlahyor
Şeyh Bedreddin' in Deliorman' da nasıl yakalandığını
Trakyalı iki Bedreddini'den derviş S.Ç ve O. Baba' dan din
ledik.
İki farklı hikaye anlathlar.
D. Baba'nın lıikiiyesi
Şeyh Bedreddin hakkında duyduğumuz ilk hikayeyi D.
Baba'dan dinlemiştik. O da 93 Harbi'nde Bulgaristan'dan
göçmüş bir ailenin torunuydu.
D. Baba işçi emeklisiydi. Her kahna bir çocuğunu yer
leştirdiği küçük bir apartmanın birinci kahnda yaşıyordu.
İstanbul'daki evine yaphğımız ziyaretlerden birinde dede
lerinden duyduğu haliyle, Şeyh Bedreddin' in Deliorman' da
yakalanmasını anlath:
1 96
B i raz d a h a gid iyor, yine boşanıyor. "Çocuğum," d iyor,
" s i z i n ke lepçen izde hay ı r yok." O zaman yine vurmaya
k a l k ı yorlar. Askeri n b i ri d iyor ki, "Baba, biz sana kelep
çe vu ra m ayız, beraber gide l i m . Sen bağsız git," ve götü
rüyorlar Serez'e artık.
197
kömür gönderiyor pad işaha. Kömü r yan ı k a m a pamu
ğu yakmamış. O zaman padişah l a r tab i i i n a n ı r mı öyle
şeye ? Bu d iyorlar sih i rbaz . İ n a n m ı yor gene ve ko l l u k
kuvvetlerini gönderiyor, Şeyh Bedred d i n ' i yaka l atma k
i ç i n . O da oradan işte devran ı n ı sürüyor. Tab i i bu adam
lar ölümden de korkmuyorlar, H akk'a tes l i m o l muş k i ş i .
Orada -o zaman Türk iye s ı n ı rları i ç inde tab i i b u ra l a r-,
Serez'de asıyorlar.
Varidat' ı nda, bir yeri nde şöyle b i r yaz ı s ı var. Ben im
çok dikkatim i çekm iştir: Musa Peygamber d iyor k i ; "Ya
rabbim ya Resu l l u l lah, bana cem a l i n i göster. " A l l a h'tan
bir n ida gel iyor tab i i görüntü yok. "Ya Musa ç ı k Tu r
Dağı'na," diyor. Musa Tu r Dağı 'na ç ı k ıyo r. B a k ı yo r k i m
se yok. Ondan sonra, "Ya Resu l l u l l a h , d iyor b a n a cema
l i n i gösterecektin ya," diyor. O zaman bir n ida gel iyo r.
"Ya Musa," diyor "dön de kend i ne b a k ! D a h a cema l m i
arıyorsu n ?"
Varidat' ı nda yazar bu, Sen dön de kend i n e b a k de
mek, işte anla . . .
198
Serez
Yağmur çiseliyor,
korkarak
yavaş sesle
bir ihanet konuşması gibi.
Yağmur çiseliyor,
beyaz ve çıplak mürted ayaklarının
ıslak ve karanlık toprağın üstünde koşması gibi.
Yağmur çiseliyor,
Serez'in esnaf çarşısında,
bir bakırcı dükkanının karşısında
Bedreddinim bir ağaca asılı.
Yağmur çiseliyor.
Gecenin geç ve yıldızsız bir saatidir.
Ve yağmurda ıslanan
yapraksız bir dalda sallanan şeyhimin
çırılçıplak etidir.
Yağmur çiseliyor.
Serez çarşısı dilsiz,
Serez çarşısı kör.
Havada konuşmamanın,
görmemenin kahrolası hiiznü
Ve Serez çarşısı kapatmış elleriyle yüzünü.
Yağmur çiseliyor. "
199
sonra düzmece bir mahkemde yargılanarak idam edilmiş
ti. Müritleri Şeyh Bedreddin'in cansız bedenini ipten aldık
tan sonra Serez' de yaphkları bir türbeye gömmüşlerdi. Biz
Serez'e, Hafiz Halil'in bekçiliğini yaphğı o türbeyi aramaya
gitmiştik. Şeyh Bedreddin 1416 yılında Serez'in esnaf çarşı
sında, bir nalbant dükkanının karşısındaki ağaca asılmışh.
O gün yağmur çiseliyordu, Nazım Hikrnet'in şiirinden öyle
öğrenmiştik. Ne o çarşıyı, ne o nalbantı bulamazdık belki
ama türbeyi bulmayı umuyorduk. Serez' den önce gittiğimiz
Gümülcine' de gördüğümüz esnaf çarşısı şiirdeki gibiydi ve
inceden bir yağmur çiseliyordu.
Şeyh Bedreddin'in türbesi:
"Müşkülünüz olunca bana gelin"
Şeyh Bedreddin'in Serez'de bir türbesinin olduğunu
Menakıbname' de okumuştuk. Bedreddin' in türbesi 500 yıl
boyunca Serez' deki bir Kadiri tekkesinin arazisinin içinde
korunmuştu. Hatta türbenin girişinde "Müşkülünüz olunca
bana gelin" yazıyormuş. Bu zihniyet dede/baba kültüründe
vardı.
Serez'deki dar zamanımızın çoğunu o türbeyi ara
maya hasrettik. Elimizde bazı adresler vardı. Girit
Üniversitesi'nden tarihçi Prof. Elias Kolovos anılarında Şeyh
Bedreddin'in türbesinin yıkıldığını ve yerine bir apartman
yapıldığını, apartmanın girişinde de bir eczane olduğundan
söz ediyordu. Arayıp tarayıp o adresi bulduk. Ama artık
ne o eczane ne de o bina vardı. Yerine yeniden başka bir
apartman dikilmişti. Herhalde Serez de "kentsel/ rantsal
dönüşüm" e uğruyordu.
Serez'e gitmeden bir gün önce, Selanik'te Aristo Üniver
sitesi'nde doktora öğrecisi olan Veli Aydın'la tanıştık. Yine
müthiş bir tesadüftü çünkü Veli Bey Serez'de yaşıyordu,
eşi Tania da Serezliydi. Ertesi gün Serez'de ilk önce Veli
Bey'le Tania Harum'ın evine gittik. Evde henüz dokuz aylık
güzel bebekleri Eren'le tanıştık. Müslüman bir babanın ve
Hıristiyan bir annenin oğluydu. Hepimiz merak ediyorduk.
Eren'in dini ne olacaktı?
Genç anne Tania'run bilge yanıtı unutulmazdı: "Onun
adı Eren, o ne olacağını en iyi kendi bilir."
Bedreddin'in türbesi ne zaman yıkıldı bilmiyorduk. Veli
Bey'le Tania Harum'ın evindeki Yunanca bir kitapta Serez'in
1912-13'teki Bulgar işgalinden önceki ve sonraki fotoğrafları
vardı. Serez'deki Osmanlı yapılarının çoğu 1912-13'teki Bul
gar işgali sırasında yakılmış, yıkılmıştı. Acaba Bedreddin'in
201
türbesi 1416'lardan 1912'ye kadar ayakta kalmış olabilir miy
di? Öte yandan 1924'te mübadeleyle Serez' den göçenlerin
yanlarında Bedreddin'in kemiklerini de İstanbul'a getirmiş
lerdi. Belki de o türbe 1924'e kadar ayakta kalmış olabilirdi.
Serez 19. yüzyılda önemli bir Osmanlı kentiydi. Veli Bey
ve Tania Hanım sağ olsunlar, bize yok olan eserlerin yerle
rini, Serez'e tepeden bakan yıkık kaleyi, kalenin "Kula" adlı
kulesini, "Bezesten"i, yani harap bedesteni gösterdiler. 20.
yüzyılın başındaki savaşta Osmanlı eserlerinin çoğu yıkıl
ıruşh. Sonra da apartmanlar yapılmışh. Gördüğümüz Serez
beton apartmanların kentiydi.
Serez'de akşam oldu. Bedreddin'in türbesini bulamamış
hk ama arhk oradan ayrılmak zorundaydık. Malzemeler
minibüse yüklenirken 15. yüzyıldan kalma harap bedeste
nin önündeki ulu çınarlara son kez bakıyordum. Aklımda,
"Şeyh Bedreddin burayı bilirdi herhalde, acaba 18 Aralık
1416' da asıldığı ağaç hangisiydi?" gibi tuhaf düşünceler...
Tania Hanım'ın, "Durun gitmeyin, biraz bekleyin," diyen
heyecanlı sesini duydum. Sonra ceptelefonundan birileriyle
uzun uzun Yunanca konuştu. Telefonu gözleri parlayarak
kapath ve anlath. Belediye arşivinde çalışan arkadaşlarını
aramış ve arşivi açmalarını rica etmişti. Akşam saat sekiz
den sonra bizim için arşivi açacaklardı. Koşa koşa Serez Be
lediye arşivine gittik.
Fazla mesai yapmalarına rağmen genç arşiv çalışanla
rı bizi kapıda saygıyla ve güler yüzle karşıladı. Eski Serez
haritalarını upuzun bir masanın üzerine açhlar. 19. yüzyıl
haritalarında türbenin yerini bulduk. Harita üstünde de olsa
"Müşkülünüz olunca bana gelin" diyen Şeyh Bedreddin'in
tekkesini ve türbesini bulmuştuk. Sevinçten uçuyorduk. Ta
nia Aydın'ın üstün gayretiyle, görevli gençlerin yardımıyla
Serez' deki türbe gözümüzün önünde canlanıyordu.
202
ŞEYH BEDREDDİN NEDEN ÖLDÜRÜLDÜ?
203
destanındaki gibi Şeyh Bedreddin'in kendi idam hükmünü
kendi mühürlemesi herhalde ondandı.
Sonrası malum.
Serez çarşısında, nalbant dükkanının karşısında, bir ağa
ca çırılçıplak asılarak öldürüldü.46
İnsanlar öldürülebilirdi ama fikirler öldürülemiyordu.
Şeyh Bedreddin öldürüldükten yüzyıllarca sonra bile,
onunla ilişkili herkes ve her şey yok edilmek istenmişti.
Bu uğurda yapılanları yine Ahmet Yaşar Ocak'ın kitabın
da buluyoruz. Ocak, Bedreddin asıldıktan sonra torunların
dan birini ve Deliorman halkını suçlayan iki layihadan -gö
rüş, düşünce belirten hukuki belgeden- söz ediyor.
204
Şeyh Bedreddin mezarını arıyor
Abdülbaki Gölpınarlı'nın Simavııa Kadısıoğlıı Şeyh Bed
reddin kitabına önsözünü İsmet Sungurbey yazmışh. Ora
da Şeyh Bedreddin'in kemiklerinin Serez'deki türbesinden
İstanbul' a getirildiğini belirtiyordu:
205
Kurşun sandık
İstiklal Savaşı'ndan ve 1923'te Türkiye Cumhuriyeti ku
rulduktan sonra, Reisicumhur Mustafa Kemal Atatürk' e Yu
nanistan Başbakanı Venizelos bir teklif yapmışh.:"Alın bu
radaki Müslümanları, verin Anadolu'daki Hıristiyanları."
Atatürk teklifi kabul edince 1 924'te Türkiye'yle Yunanistan
arasındaki zorunlu nüfus mübadelesi başladı. Anadolu' da
ki Hıristiyanlar Yunanistan'a, Rumeli'deki Müslümanlar
Türkiye'ye gönderildi. Mübadele yüzbinlerce insanın evle
rini barklarını, topraklarını, köylerini kentlerini terk etmek
zorunda kalması demekti.
Mübadeleyle gelen Serezli Müslümanlar Bedreddin'in
kemiklerini türbesinden alıp kurşun bir sandık içine koy
muşlar ve İstanbul' a getirmişlerdi.
Getirmesine getirmişler ama nedense 37 yıl boyunca top
rağa verememişlerdi. Şeyh Bedreddin' in kemikleri o kurşun
sandığın içinde 20 yıl kadar Sultanahmet Camii'nin depo
sunda, 17 yıl kadar da Topkapı Sarayı'nın depolarında kal
mışh. Nihayet 29 Kasım 196l'de, TBMM' den alınan özel bir
izinle, Divanyolu'ndaki il. Mahmud' un görkemli türbesinin
kapı önüne, toprağa verilebilmişti. Ama toprak mezarın
başına bir taş konamamışh. Mezar taşı, Şeyh Bedreddin'in
kemikleri 1924'te Serez'den getirildikten 70 yıl sonra, ancak
1994'te dikilmişti. Mezar taşında adı, doğum ve ölüm tarih
leri vardı ama ölüm tarihi nedense ölüm şekli de belirtilerek
"idamı" 1418 diye yazılmışh. Ayrıca öldürüldüğü tarih de
yanlışh. Doğrusu torunu Hafız Halil' in Menakıbname'de yaz
dığı gibi 18 Aralık 1416'ydı.
206
Şeyh Bedreddin'in mezarında "Hava Kurşun gibi ağır"
Şeyh Bedreddin'in mezarını araştırma ve çekimler için
birkaç kez ziyaret ettik. Ziyaretlerimizin birine Mehmet
Akan da katılmış ve oradakilerle sohbet ederken dehşet ve
rici bir şey öğrenmişti. Şeyh Bedreddin'in mezarında kafa
tası yoktu.
Şeyh Bedreddin' in mezarının başında o gün hava kurşun
gibi ağırdı.
B aşka bir gün mezarı Bedreddinilerle birlikte ziyaret et
tik. Bedreddiniler Şeyh'lerinin mezarını ilk kez göreceklerdi.
Mezarın başına kadar sohbet ederek yürüdük. Gelip durunca
derin bir sessizlik oldu. Kimse kıpırdamıyordu Herkes yere
mıhlanmış gibiydi. Derken L. Baba sessizce dizlerinin üstün
de yere çöktü. Ellerini açarak dua etti. Yüzü Bedreddin'in
mezar taşına doğru secdeye vardı. Diğerleri de onu takip
etti. Şeyh Bedreddin' in mezarının çevresinde daire şeklinde,
muhabbetlerinde yaptıkları gibi yüz yüze, "cemal cemale"
diz çöktüler. Şeyh Bedreddin'in ruhuna Fatiha okudular. O
sessiz, derin saygı ve sevgi ifadesini görünce gözyaşlarımı
tutamadım. Pek kolay ağlayamam oysa.
Görkemli II. Mahmud Türbesi'nin kapı önündeki alçak
gönüllü mezarı Bedreddinilerle birlikte ziyaret ettiğimiz
gün, yüreklerimiz ve gözlerimiz dopdoluydu.
B aşka bir ziyaretimizde Şeyh Bedreddin'in mezarının
başında danışmanımız Cemal Kafadar Varidat'tan melekler
le ilgili bölümü okudu. Yağmuru yağdıran neydi?
207
b i r sebep ve kuv
vet bu l u nu r. B u se
bep ve kuvvetler
vas ı tas ıyla o tane
teşekk ü l etm iş ve
d a m l a h a l i ne gir
m işti r. Her d a m l a
i ç i n b i r melek var
d ı r ve her d a m l a
için b i rta k ı m me
lekler va rd ı r öner
meleri aras ı nda bir uymaz l ı k yoktu r. B u n l arda n b i ri nc i s i
dam l a n ı n düşmesi sebebini, i k i n c i s i varl ı k sebep leri n i
gösterir. Her ikisi de şüphesiz doğrud u r. B u n u n böy l e
olması bir kuvvetin bir su ret ile tems i l ed i l mes i n e v e o
s u reti n melek ismiyle adland ı rı l ma s ı n a m a n i deği l d i r.
Her kuvvet bir s u ret i le temsil ed i lebi l i r ve o s u rete de
melek adı veri l i r.
208
Bulgaristan: Demir Baba
Demir Baba Şeyh Bedreddin' in müridiydi; Bedreddini'ydi.
Bedreddin' den yüz yıl sonra, Bulgaristan' da yaşamıştı. De
mir Baba Türbesi'ne araştırma ve çekim için iki yıl üst üste
gittim. İlk yıl türbeye inen yokuşun sağındaki bütün ağaçla
ra, türbenin kapısına, pencere demirlerine, her yere dilek ça
putları bağlanmıştı. Demir Baba Türbesi hem Müslümanlar
hem de Hıristiyanlar için kutsaldı.
Müslüman, Hıristiyan bütün ziyaretçiler çaput bağlaya
rak Demir Baba' dan dilek diliyorlardı. Ertesi yıl gördükle
rimize çok şaşırdık. Aynen Yunanistan'daki Nefes Baba'da
olduğu gibi ne ağaçlarda ne de türbede bir tek çaput kalma
mıştı. Hepsi temizlenmişti. Herhalde yenilerini bağlamak
yasaklanmış olmalıydı.
Demir Baba bir güreşçi, ulu bir kişiydi, Bulgaristan'ın
Razgrad kenti yakınındaki Demir Baba'nın türbesi çok
önemli bir ziyaretgahtı. Deliorman'ın sonunda, "Dipsiz
Göl" denen kurumuş bir göl yatağının kıyısında kurulmuş
tu. Tepeden aşağıya inen yolun bir yanında, dipsiz gölün çu
kurundaki türbenin diğer yanında orman vardı. Bir zaman
ların büyük Demir Baba Tekkesi'nden geriye sadece türbesi
kalmıştı. Demir Baba Türbesi'nin mimarisi de çok farklıydı.
Çatısı yedi köşeliydi ve simetri yoktu. Türbenin kapısının
altından içeri doğru şırıl şırıl, pırıl pırıl bir kaynak suyu akı
yordu.
Şeyh Bedreddin'in müridi olması bir yana, Demir
Baba'nın kendi kültü de önemliydi.
Demir Baba bütün sufi dervişler gibi mucizeler göster
mişti. Bir mucizesinin işareti türbesine bakan tepede bir ka
yanın üstündeki dev ayak iziydi. Aynı zamanda olağanüs
tü güçlü bir pehlivan olduğu için ayağını bu kayaya vur
muş ve kayadan su fışkırtmıştı. Hani kayayı sıksa suyunu
209
çıkarır dedikleri pehlivanlardandı. Topçular şenliğinde zi
yaret ettiğimiz Topçu Baba'nın da benzer bir mucizesi vardı.
O da topraktan su fışkırtmıştı. Onlar kayalardan, topraktan
su bulan, savaşan gazilerin su ihtiyacını karşılayan kutsal
kişilerdi.50
Bulgaristan ve Eflak tarih boyunca Kalenderilerin ve Tor
laklarm yoğun olarak yaşadığı yerlerdi. Sonradan Bedreddi
ni oldukları iddia edilen Baba İshak'la Sarı Saltuk taraftarla
rının ve "Işık Kalenderileri"nin özellikle Deliorman, Silistre,
Dulova, Razgrad, İsperih (Kemallar) ve Zağra' da yaşadığını
okumuştum. Yüzyıllar boyunca kötülenmesine, itibarsızlaş
tınlmasına rağmen Şeyh Bedreddin'in felsefesi, dünya gö
rüşü halkın içinde ve yüreğinde yaşamaya devam ediyordu.
"Şeyh Bedreddin'in İzinde" yürüyüşü:
Silistre' den Razgrad' a
Haberi B ulgaristan göçmeni arkadaşımdan aldım.
Razgrad' da yayımlanan Bulgarca bir gazetede okumuştu.
Silistre' den başlayan, Deliorman' dan geçip Razgrad' da
biten "Şeyh Bedreddin'in İzinde" diye bir yürüyüş düzen
leniyordu. Organizasyonu Bulgarlar yapıyordu. Hemen
onlarla iletişim kurduk ve o yürüyüşe Silistre' den kahldık.
Silistre'nin adını çoğumuz Namık Kemal' in ünlü eseri Vataıı
yahu t Silistre' den biliriz. Tabii bir de Şeyh Bedreddin' den ...
Bedreddin, Dobruca kıyılarından Deliorman' a giderken
Tuna Nehri'nin kıyısındaki Silistre'den geçmiş olmalıydı.
O yüzden Silistre'ye giderken çok heyecanlandım. Heyhat,
Silistre geniş yatağında usul usul akan Tuna Nehri'nin kıyı
sındaydı. Tuna Nehri'nin durgun akan kızıl kahve, çamur
lu sularında insanlar küçük kayıklarda balık tutuyorlardı.
Pırıl pırıl güneşli bir gündü. Buna rağmen Silistre karanlık
ve ıssızdı. Silistre halkı sanki kenti terk etmişti. Kahraman
lık destanlarının Silistresi bu muydu? Heyecan yerini yine
düş kırıklığına bırakmışh. Gerçekten de büyük bir işsizlik
vardı. Kentin ekonomik hayatı çökünce, işyerleri, fabrikalar
kapanmış, işsiz kalan insanlar da çekip gitmişlerdi. Silitre' de
de hava kurşun gibi ağırdı.
"Şeyh Bedreddin'in İzinde" yürüyüşü aslında bir yü
rüyüş değildi. Silistre' den Razgrad' a kadar otomobillerle
gittik. Karayolu dardı, uzun ve dolambaçlıydı. Bulgarlar
konvoylar halinde kahlmışlardı. Otomobillerin pencerele
rinden bayraklar sallıyorlardı. Konvoy kentlere, kasabalara,
köylere uğruyordu. Okulları ziyaret ediyor, Şeyh Bedreddin
hakkında konuşmalar yapıyorduk.
Ziyaret edilecek okulları ilginç bir yöntemle seçmişlerdi.
Önce Şeyh Bedreddin hakkında bir komposizyon yarışması
211
açmışlardı. Yarışmayı kazanan öğrencilerin okullarına gidi
liyor, en iyi kompozisyonu yazan öğrencilere törenle ödül
leri veriliyordu. Ödül kazanan öğrenciler de kompozisyon
larını okuyorlardı.
Dulova' daki ortaokulda Maria ve Aydan, Şeyh Bedred
din hakkında birlikte yazdıkları kompozisyonla ödül kazan
dılar. Maria törende yazıyı Bulgarca okudu.
Tören bitince iki kız öğrenciyle bir söyleşi yaptım. Tabii
ki Aydan Türkçe, Maria Bulgarca konuştu. Nasıl birlikte ça
lıştıklarını, araştırdıklarını ve o ödül kazanan kompozisyo
nu nasıl yazdıklarını anlathlar. Tam da Bedreddin' in felsefe
sinde uygun bir ortak çalışma yapmışlardı.
Başka bir köyde Amerika' da okumuş, şakacı bir Bulgar
genci, bir yıl önceki "Şeyh Bedreddin' in İzinde" yürüyüşün
de karşılaştığı komik olayı anlattı. Ciddiye alsaydı olay çıka
rabilirdi oysa.
Bir Rumen köyüne gitmişlerdi. Köylülerin konuştuğu
dil ve ilkokulun eğitim dili Türkçeydi. "Şeyh Bedreddin'in
İzinde" yürüyüşüne katılanlar kompozisyon ödüllerini ve
rirken çocuklara, "Yabancı dil öğreniyor musunuz?" diye
sormuşlar. Çocuklar hep bir ağızdan, "Eveet," diye haykır
mışlardı. İngilizce ya da Almanca olduğu düşünülerek so
rulan, "Hangi dil?" sorusunu çocuklar yine hep bir ağızdan,
"Bulgarcaa," diye yanıtlamışlardı! Bulgaristan' daydı o köy
zaten.
Deliorman' da, Silistre' den Razgrad' a kadar hatırı sayılır
bir Türk-Müslüman nüfus yaşıyordu. Öyleyse o bölgede ya
şayan Türkler, Müslümanlar, Aleviler Şeyh Bedreddin adı
na yapılan bu etkinliğe neden katılmamışlardı? Bu yürüyü
şü neden Bulgarlar düzenlemişti?
Merak edip soruşturunca nedenini öğrendim. Özellik
le katılmak istememişlerdi. Çünkü bu yürüyüşü organize
212
edenler arasında Jivkov döneminde isimlerini Bulgarca isim
lerle değiştirmeyen Türkleri ihbar eden biri vardı. O yüzden
öldürülenler olmuştu. Ürpertici, korkunç bir durumdu! Bul
garlar acaba "Şeyh Bedreddin'in İzinde" yürüyüşünü "ba
kın biz de Şeyh Bedreddin gibi çoğulcuyuz" demek için mi
düzenlemişlerdi? Zorla isim değiştirtmenin berbat anılarını
silmek için mi yapıyorlardı bu etkinliği? Tabii ki sırf isimle
rini değiştirmedikleri için eşi, dostu öldürülenler, gönülleri
yaralı, yaraları taze insanlar Şeyh Bedreddin'in adının kul
lanıldığını düşünüyorlardı. Bulgarların bu organizasyonuna
kahlmayı reddediyorlardı.
Razgradlı mühendis Veysel Bayram büyük bir nezaket
le sadece bizi otomobiliyle Silistre'den Razgrad'a götür
mek için gelmişti. Veysel Bey zeki, şakacı, güzel bir insandı.
Deliorman' da ağaçların gün geçtikçe azaldığını söylüyor,
"Arhk orman ufaldı geriye bizim gibi deliler kaldı," diyor
du. Deliorman ya da Ağaçdenizi'nde, kasım ayında, ağaçlar
çırılçıplak dallarıyla hakikaten seyrek gibiydi.
"Şeyh Bedreddin'in İzinde" yuruyuş koluyla
Deliorman' dan geçerek Razgrad' a geldik. Etkinlik oradaki
Nazım Hikmet Tiyatrosu'nda yapılan bir törenle sona erer
ken Nazım Hikrnet'in Şeylı Bedreddin Des tan ı'ndan söz eden
kısa bir kapanış yaphlar.
ŞEYH BEDREDDİN'İN MİRASI:
AYDINLANMA
214
Aydınlanma fikri Sapere Aude kavramıyla; "Bildiğini söy
lemeye, herkesin önünde söylemeye, bildiği.nle ortaya çık
maya cesaret et," diyordu.
Şeyh Bedreddin' in felsefesi belki de bu bağlamda, düşün
ceyi dogmalardan, önyargılardan kurtaran; akılcı düşünce
yi, din ve vicdan özgürlüğünü, insan olmanın doğal hakla
rını savunan Aydınlanma Çağı'nın felsefesine benziyordu.
Atatürk'ün mirası: aydınlanma
Türkiye Curnhuriyeti'nin kurucuları Aydınlanma Çağı fi
lozoflarından ve 1789 Fransız İhtilali'nin temelinde yer alan
"özgürlük, eşitlik, kardeşlik" ve "insan hakları" kavramla
rından etkilenmişti. Çatırdayarak birkaç yüzyılda ağır ağır
çöken koca çınar Osmanlı Devleti'nin enkazından Türkiye
Cumhuriyeti'ni çıkaranlar arasında yine bir Rumeli gazisi
Mustafa Kemal Atatürk vardı. Atatürk'ün, "Kabul edilirse
mirasım," dediği fikirlerinde Aydınlanmacı düşüncenin et
kileri görülüyor:
216
600 yıl önce - 600 yıl sonra
* * *
217
"Yönetilen" algıların gerçekleri perdelediği, siyaset erba
bının, "Halkın neye inandığı önemlidir, neyin gerçek oldu
ğu değil," diyerek hüküm sürdüğü zamanlarda yaşıyoruz.
Şeyh Bedreddin felsefi mirasını yazdığı Varidat'ında 600
yıldır ne pahasına olursa olsun gerçeği aramaktan yanadır:
"Ey gerçeğin yolcusu umudunu kesme! Sen de tehlikeli
yerleri aşarsın; sen de bu ışığı elde edersin."
Yeryüzünü aydınlatan işte o ışıkhr.
Nesilden nesile büyür.
Sevenleri 600 yıldır peşinden yürür.
Şeyh Bedreddin'in ardında bıraktığı izlerin gümüşi ışık
ları 21. yüzyılın başına musallat olan kurşuni zamanları ay
dınlahr.
Bu topraklarda yaşayan 72 milletten insanı biz yapan ay
dınlık, 600 yıl önce ırk, din, dil diye ayırmadan tüm insanları
kucaklayan Şeyh Bedreddin ve benzerlerinin bu dünyadan
geçmesi, bir zamanlar var olmasıdır.
21. yüzyılda yeryüzüne yine şiddet hakim, yine güç ve
makam sahipleri insanları birbirine kırdırmaya, çılgınca sal
dırtmaya devam ediyor.
Kendilerine Taliban, El-Kaide, Boko Haram, Işid (Daeş)
ve kim bilir daha neler diyenler vahşi, kanlı eylemleri ve
toplu cinayetleriyle her gün dehşet saçıyor. Bu kirli ve puslu
havada nefes alabilmek için bile Şeyh Bedreddin' in gerçeği
ne, öğle güneşi gibi yalansız ve ışıklı yoluna çok ihtiyacımız
var.
218
NOTLAR
219
kopyadan korsan yayın yapılmaktaydı. Yetmemiş belgese
lin her karesine, bizim logomuzun üstüne büyük harflerle
"Ulusal" logosu basmışlardı. Üstelik son jeneriğinde hepi-
. mizin adları şakır şakır akıyordu. Öyle ki sanki bu filmi biz
onların siparişiyle yapınışhk. Gayet fütursuz, yalan yanlış
bir algı yarahlmıştı. Ulusal TV belgeseli sadece izinsiz gös
termekle kalmıyor, isteyene yotiTube'dan izletiyordu. Per
vasız bir telif hakları hırsızlığı karşısındaydık. Daha avu
katla görüşürken haber nasıl kanatlanıp uçtuysa, belgesel
youTube' dan kaldırıldı. Hak, hukuk, adalet uğruna ömrü
nü veren Şeyh Bedreddin'in belgeseli "adalet"ten nasibini
alamadı.
6 Mehmet Akan ve Bedreddin İstanbul Devlet Tiyatrosu'nda:
Mehmet Akan'ın 1970'1erin sonunda yazdığı tiyatro oyu
nu Hikaye-i Mahmud Bedreddin 1980'lerde Ankara Sanat
Tiyatrosu'nda sahnelenmişti. "Ben de halimce Bedreddi
nem," diye biten oyunu İstanbul turnesine geldikleri zaman
gördüm. Bedreddin zihnime yine mıh gibi çakılmıştı.
Mehmet Akan oyununu İstanbul Devlet Tiyatrosu'nda sah
nelerken küçük değişiklikler yaptı. Adını da sadeleştirdi:
Bedreddin. Birlikte yaphğımız araştırma sırasında gördükle
rini ekledi. Ekibimizin çektiği "Bedreddin Muhabbeti" kıs
mını izledikten sonra oyununu o "Muhabbet"le başlattı.
Pek duyurusu, reklamı yapılmamasına rağmen o yıl Taksim
sahnesinde, Bedreddin oyunu gişe rekorları kırıyordu. Se
yirciler, sessiz sedasız da olsa tiyatroya adeta akın ediyor
lardı. Trakyalı Bedreddiniler de bir otobüs tutup İstanbul' a
oyunu izlemeye gelmişler ve çok etkilenmişlerdi. Bedreddin
ertesi yıl yine sessiz sedasız, hatta nedensiz, programdan
kaldırıldı. Bir yıl sonra Mehmet Akan kansere yakalandı ve
maalesef erkenden aramızdan ayrıldı.
Genco Erkal ve Mehmet Akan, tiyatro tarihimizde çok
220
önemli yeri olan Dostlar Tiyatrosu'nu birlikte kurmuşlardı.
Dostlar' dan önce de birlikte "Genç Oyuncular" hareketi
içindeydiler. Mehmet aynı zamanda koreograftı. Dostlar
Tiyatrosu'nun çabsı albnda halk oyunlarını çağdaş bir yo
rumla sahneleyen "Dostlar HASAD" (Halk Sanatları Derne
ği) adlı bir dans tiyatrosu kurmuştu.
Mehmet Akan asıl şöhretini, kaderin garip bir cilvesiyle ti
yatroyla ya da halk oyunlarıyla değil, bir TV dizisiyle ka
zanmışb. "Bizimkiler" dizisinde apartman yöneticisi emekli
Albay Sabri Bey'i oynamış ve o rolüyle ünlenmişti.
7 Jason Goodwin, Ufukların Efendisi Osmanlılar, çev. Armağan
Anar, Sabah Kitapları 96, İstanbul, 1999, s. 230.
-
221
Ottommı Stnte, University of California Press, 1996, s. 145-146.
İki Düııyn Amsmdn kitabında Bedreddin isyanlarından
sonraki durumu değerlendiriyor: "Bedreddin isyanının
basbrılmasının ardından Balkanlar'daki Türk Müslüman
varlığı sonunda Osmanlı varlığına eşitlendi. Bizanslılar ve
Venediklilerin sonsuz silah sağladığı, hepsi gerçek olma
yan çeşitli Osmanlı şehzadelerinin sadece yerel bağımsızlık
(otonomi) isteyen ciddi ayaklanmalarına ara sıra hala rast
lanıyordu. Bu rakipler teker teker ortaya çıkarılıyordu. il.
Murad'ın dayısı 'Düzmece' Mustafa 1422'de elendikten son
ra, Hollywood filmleri gibi seyircileri giderek azaldı."
18 Prof. !rene Melikoff Türkçe bildirisinde, "Le Gnosticisme
chez les Bektachis/ Alevis et les interferrences avec d'autres
mouvements gnostiques" isimli Fransızca makalesinden
yararlanmıştı. Makalede Zhukov'un Rusça makalelerinde,
Şeyh Bedreddin'den, Aydınoğlu Umur Bey' den, Umur Paşa
Destanı'ndan, Sahte Hıristiyanlardan (zındık), Börklüce
Mustafa ve Katarlardan da söz ettiğini belirtiyordu.
Aşağıdaki Türkçe bildiri Melikoff'un Kültür Bakanlığı ile Ana
dolu Erenleri Kültür ve Sanat Vakfı işbirliğiyle 23-28 Ekim 2000
tarihlerinde, Ürgüp, Nevşehir'de yapılan Uluslararası Anado
lu İnançları Kongresi'ndeki konuşmasından, kongre bildirileri
nin basıldığı, Ervak Yayınları, Bilim Kültür Dizisi Uluslnmrnsı
Anadolu İ11n11çlnrı Kongresi Bildirileri adlı kitaptan alınmıştır:
222
yak ı n l arında yeni bir kent kurmuşlardı ve orada Türklerle
birli kte, Ege Den izi'nde bu lunan Latin adalarına akın dü
zen l iyorlard ı . Bu heterodoks Sahte Hı ristiyanlar Katolik
veya Ortodoks i nançl ı H ı ristiyanl ara karşı Türklerle işbirl iği
yapıyorlard ı .
Sahte H ı ristiyan ol arak nitelenen kesim ler Katarlar ve
B ogo m i l lerd i . Bogomi l ler ve Katarlar, eski Pavlikanlar gibi
Manici l i k inancına bağl ıyd ı l ar. X l l l . asırda, Al aşehir'de
(eski P h i l adelphia) 1 6 Katar kil isesi vard ı .
1 34 1 yı l ı nda, Umur Paşa Korint Körfezi'ne b i r akın
düzen l eyerek Türklerin Keşişl ik Adası dedikleri adayı ele
geçirm i şti . Bu ada Umu r Paşa döneminde kuraldışı inançl ı
Fra nsisken lerin merkez iydi. Ku raldışı Fransisken l i lere Fra
tice l l i den i rd i . Onların l ideri Angello di Claremo ad l ı bir
keşişti. Fraticell iler İsa ve havari gibi dünya mal ına değer
vermeyen fakir bir hayat tarzında yaşıyorlard ı . Takip ettik
l eri i nanca N u r dini den ird i .
19 age., s. 95.
20 Aziz Nazmi Şakir-Taş, Adrimıopol'deıı Edirııe'ye - Edirııe ve
Civnrındn Osınmılı Kültür ve Bilim Mııfıitiniıı Olıışımııı (XIV.
XVI. Yüzyıl), Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi, 2009, s. 118.
21 age., s. 54.
22 a ge , s. 59.
.
23 age., s. 55.
24 Cnm i u 'l-F us Cı leı;ıı ' in kelime anlamını Erciyes Üniversitesi
öğretim üyesi Prof. Halit Ünal açıklıyor:
Camiu'l-FusOleyn, iki Fusu l'u bir araya getiren, birleşti
ren demektir. Eserin girişinde bel irttiği gibi müel l if bu eseri,
İslam yargı hukuku ile i lgi l i olarak daha önce yazıl mış iki
ayrı kitabı kısaltarak, tekrarları atarak ve gerekl i i laveleri
yaparak b i r araya getirm iştir.
25 Mecelle-i Alıkam-ı Adliye veya kısaca Mecelle, 1868-1876 yılları
223
arasında Ahmet Cevdet Paşa başkanlığındaki bir komis
yon tarafından derlendi. İslami özel hukuk (medeni hu
kuk) kuralları kodeksiydi. Osmanlı İmparatorluğu'nun
son yarım yüzyılında mahkemelerde hukuki dayanak ola
rak kullanıldı.
26 Necdet Kurdakul, Bütün Yönleriyle Bedreddin, Döler Reklam
Yayınları, Araştırma Serisi - 1, İstanbul, Aralık 1977.
27 age., s. 147-150.
28 Abdülbaki Gölpınarlı, Simavna Kadısıoğlu Şeı;Jı Bedreddin, Eti
Yayınevi, 1966, "Bölüm IV: Bedreddin'in en önemli tasavvuf
eseri: Varidat", s. 51.
29 age., s. 53.
30 age., s. 51-52.
31 age., s. 31-32.
32 Necdet Kurdakul, Bütün Yönleriyle Bedreddin, Döler Reklam
Yayınlan, Araştırma Serisi - 1, İstanbul, Aralık 1977, s. 70.
33 age., s. 87.
34 Ahmet Yaşar Ocak, Osmanlı Toplumunda Zındıklar ve Miil
lıidler 1 5-1 7. Yüzyıllar, Tarih Vakfı Yurt Yayınları / Osmanlı
Araştırmaları Dizisi, İstanbul, 1998, s. 188-194.
35 age., s. 188.
36 age., s. 197.
37 age., s. 196.
38 Karaburun, Homeros'un Odysseia'sında "rüzgarlı Mimas"
diye geçer. Mimas, Karaburun yarımadasının tam ortasında
doğudan batıya uzanan 1212 metre yükseklikteki beyaz ka
yaları olan Akdağ'ın (Bozdağ) Rumca adıdır. Tarihçi Dukas
aynı dağı Stilarion diye adlandırır.
39 Konstantin Jukof iki ilginç makale yayımladı. Biri, İngilizce:
"The Cathars, Fraticelli and Turks a New Interpretation of
Berkludje Mustafa's Uprising in Anatolia in 1415" (1996), di
ğeri 1998 yılında basılmış Rusça bir makale: "XIV-XV. Asır-
224
da Doğu Akdeniz' de olan Dini Hareketlerin Tarihi İzlemesi:
Börklüce Mustafa'run İsyanına Yeni Bir Açılım" Jukof, şim
diye kadar bildiklerimize ek olarak, İtalyan kaynaklarındaki
yazılı bilgileri aktarıyor. Özellikle Fransisken topluluğun
dan kopmuş olan Fraticelliler ve XIV. asırda Ege bölgesinde
onların ve Türklerin ilişkilerinden bahsediyor.
Kültür Bakanlığı ile Anadolu Erenleri Kültür ve Sanat
Vakfı işbirliğinde, 23-28 Ekim 2000 tarihlerinde, Ürgüp
Nevşehir' de gerçekleştirilen Uluslararası Anadolu İnançları
Kongresi bildirilerinden hazırlanan, Ervak Yayınları, Bilim
Kültür Dizisi Uluslararası Anadolu İnançları Kongresi Bildi
rileri kitabından.
40 Michael Doukas, Tarih - Anadolu ve Rumeli 1326-1462, çev.
Bilge Umar, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, 2008, s. 98-99.
41 Dimitris Kastritsis, "The Şeyh Bedreddin Uprising in the
Context of the Ottoman Civil War of 1402-1413, Political Ini
tiatives From the Bottom Up in The Ottoman Empire, Haly
con Days in Crete VII" Rethymno' da yapılmış bir sempoz
yum, Ocak, 2000.
42 Radi Fiş, Ben de Halimce Bedreddinem (Spyaşçie Prodbudyats
ya}, çev. Mazlum Beyhan, Yön Yayıncılık, 1995, s. 363.
43 Michel Balivet, Şeı;Jı Bedreddin Tasavvuf ve İsyan, çev. Ela
Güntekin, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 2016, s. 86.
44 age., s. 87.
45 Prof. Dr. !rene Melikoff, Uyur İdik Uyardılar - Alevilik-Bekta
şilik Araştırmaları, çev. Turan Alptekin, Cem Yayınevi, İstan
bul, 1994, s. 146.
46 Hilmi Yavuz Bedreddin Üzerine Şiirler' ine "Ben de halümce
Bedreddinem" diye başladıktan sonra Çelebi Mehmed'in
Bedreddin'i ashrdıktan sonra, lalasına, "Bedreddin yaşıyor
mu hala?" diye tekrar tekrar sorduğunu ve bir yıl sonra felç
geçirdiğini, geri kalan ömrünü malul olarak yaşadığını yazar.
225
47 Sofyalı Bali Efendi Kanuni Sultan Süleyman'ın şeyhülisla
mıydı. Aziz Mahmud Hüdai 17. yüzyılda yaşamış bir Şeyh
Bedreddin düşmanıydı.
48 Ahmet Yaşar Ocak, Osmanlı Toplumunda Zındıklar ve Mül
lıidler 15-17. Yüzyıllar, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, Osmanlı
Araştırmaları Dizisi, İstanbul, 1998, s. 198-199.
49 Abdülbaki Gölpınarlı, Siınavııa Kndısıoğlu Şeylı Bedreddin, Eti
Yayınevi, 1966, s. VII-IX.
50 Prof. Irene Melikoff Uyur İdik Uyardılar (s. 145) kitabında
Demir Baba'dan da söz ediyor. Bulgaristan' da Babailerin
Hacı Bektaş'tan daha çok Demir Baba, Kızıldeli ya da Sarı
Saltuk'u andıklarını belirtiyor:
Deliorman'da medet umulan vel i İsperi h ve Kubrat ara
sı ndaki Zavet Tepesi'nde tekkesi bu l u na n Dem i r B aba'd ı r.
Bu tekke, eski bir Trakya tapınağın ı n yeri üstü ne kuru l muş
tur. Dipsiz Göl adı veri lmiş derin bir vadide b u l u n a n tek
ken in yakını nda, vel i n i n pençe atarak kayadan su fışkırt
tığı kutsal bir çeşme vard ı r. Geleneğe göre, Dem i r Baba
S i l istre'den onunla birl i kte gel m i ş bir Şeyh Bedredd i n ta
raftarı id i . Bedredd in'in yen i lgisi nden sonra, Dem i r B aba
da, bir mü nzevi yaşamı sürdüğü D ipsiz Göl'e çek i l m işt i .
226
EK: HARİTALAR
;>
l
- ) ) sürgas
.,1 (
... ..,."T t'
BO '
·VO
s
p: c:ı
ro ro
'=-= p..
....
(f) ro
-· P-
3 P
ııı :;·
§ -N.
ııı
'
::ı ·
c::ı P-
ro
-·
3 c. � -·
� '< \
(
� 9..
ııı n Ke�an;
lı
' c
(f) c
� OQ<
ııı c
2. 3
')';"" c
(f) •N•
ro
-<
(ti c ' ..
.s-ı ::ı ®
ııı ,, •-
(f) 1
ııı 2. ,.
NlKflH l
1
(J)
c
N ;;;- l " AıpuTO<;
AfylO!;
::ı l ,, ;��S) �oouı;
I
6'.: � ilfo
ııı
!!:!
1
Ol
• �. 4• .;,;,. ,:. .
nco!toxWpı
v
ffoimaİ'o�
�.'! ,;
illa
1 Pcfkoch'orı
'
rz1ne
�
Budoşıi
. ;-.
·,
Curç_ani
Mjn3Stirea
) . Ciocöncşti
� m
A
\
• ·,
"
'
lal
::..: o..
fa:
....
s· ,...
-·
l
!O t::! . -- � -
. .
�""
\ c \
:;:;:ı ::J .
... rnaemon.ı.:ı
D> o.. Gfnvınn::a
N l'1> w
OQ c.
;;ı '<
o.. o
k.pywapH
�. n
V> ı::
Ky6paT Kru:.hari
'"0 - . :�ubrat
1'1> ı::
.... OQ< 'Jcpaen
-· ı:: Tervcl
?" 3 GO
:;>;: ı:: io
l'1> N f m
3 .. i ""
,_,
\
D> o::ı
- C Kl1011MHODO "\
S' ciQ Kaolfrıo-.ıo
.... D> fi)
::ı. · y.... .llo6ı
V> ,' Dobı
m
El'
::J .llOH�t!OO
Oonclıevo
f
'-
"" fll
BbtNM Aon
Valchı Ool �
floJıMı.ıun
::ı
;z:
/
2
·�
'
'-
PHl!J\DELl'Ull·:
..... Al.A:iEHIR
!
!-11 AYDIN BEYLİGİ
'<
ı::: RIRGI
ı\tt.;ük Mcndcrc
� ____� _....__
TiRE
is
•
NYSA
SLll.TANHJS,\J
o::ı
•
m
"'$..
�
...
M E NTEŞ E
� ıo 20 Knı
·:.;;
:.<
z ;s
N o v
�
5 z
o
<
;::
oC
'J'� -
f('�
� c
c
..
Bedreddin ve Bitinya
o::ı EFLA K
(!)
Q.
(il
Q.
Q.
5�
s· NICOPOLIS/Nlônoı.u
<
(!)
o::ı
tl>
B U L G A R İ S TA N
Q.
(il KA RA D E N İ Z
Q. SOHA ESKi ZAGl\A
Q.
§:
ro
::ı.
::ı
'<
Q)
"fl ACHIUDOS
Q)
Q.
o3< OfJRJ
;:;;- �EREZ
� o·
5· z;;ı \'E NICL
\',\JUHR
9:
ro
::ı
n
o
()qt
;;ı T E S A LYA 100 K.\J
'-<"'
EGE D ENİZİ
Q)
• Enlll.NE
ANllRJNOPLE
S.\�L\�A
nı�ıın·oKA
ı>ID\"MOTEICllON •
KIZILOEU
• MALKA l\A
6-16 M.
EGE DENİZİ
Meriç-Evros Vadisi
... _
-. ...
/Wfu,;f lbfı •
, ... , ,\ Q
@] I
, [1 1
_:,)
=o
Td«" A'ıut1 .&.
/Ja;.
"1 ı.ıco, A. (.,J./d /Jo:!ı
,..,,
-- -·--·- -
·- ----
TESA LYA
--