Şeyh Bedreddin Uzun İnce Bir Yol-Nurdan Arca

You might also like

Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 240

Nurdan Arca

İstanbul Şişli Terakki Lisesi, Chicago Illinois Hindsdale Lisesi'ni ve


Boğaziçi Üniversitesi (Robert Kolej Yüksek Okulu) Ekonomi Bölümü'nü bitirdi.
l 968'de Türkiye'deki ilk kısa film festivali olan Hisar Kısa Film Festivali'ni
düzenleyenlerden biridir. İlk kısa filmi Bir Beıı Vardır Beııde Beııdeıı İçeri Galata
Köprüsü'nün sabaha karşı açılışını belgeler. Londra'da British Film Institute'e
devam etti. Brunel Üniversitesi'nde Bölgesel Kalkınma Planlaması konusunda
doktora çalışması yaparken 12 Mart darbesi sonucunda yurda döndü. Çeviriler
yaptı. İstanbul Üniversitesi'nde İktisadi Doktrinler ve İktisat tarihi yüksek lisansını
tamamladı. Milliyet Saııat Dergisi'nde yazdı. Ressam Orhan Taylan'ın hapishanede
yaptığı resimler hakkında yaptığı ilk belgeseli Hasret Resimleri'yle Ankara Film
Festivali'ııde AFSAD (Ankara Fotoğraf Sanatçıları Derneği) Ödülü' nü aldı. 1992'de
kurduğu Ajans 21 belgesel şirketiyle denizaltından uzaya, tiyatro ve müzikten
biyografiler ve monografilere, tarihten arkeolojiye, çeşitli konulardaki belgesellerin
yapımcılığını ve yönetmenliğini yaptı. Yitik Zamaııııı bııde belgeseliyle 2000
yılında Fransa'da En İyi Kazı Filmi Ödülü'nü aldı. Belgesel Sinemacılar Birliği
yönetim kurulu üyeliği ve 1001 Belgesel Film Festivali direktörlüğünü yaptı.
Üç yıl süren bir araştırma ve çekim süreciyle 2006 yılında tamamladığı
Simavnalı Bedreddin belgeselinin araştırma macerasını kitaplaştırdı. Belgeseli
YouTube'da Simavnalı Bedreddin ismiyle izleyebilirsiniz .


Kınnızı Kedi Yayınevi: 618
İnceleme: 55

Şeylı Bedreddin Uzıııı İnce Bir Yol


-

Nurdan Arca

©Nurdan Arca, 2016


©Kırmızı Kedi Yayınevi, 2016

Nazım Hikmet'in şiirleri YKY'nin izni alınarak kullanılmıştır.


Kitapta bulunan Şeyh Bedreddin deseni Orhan Taylan'a aittir.

Yayın Yönetmeni: İlknur Özdemir

Editör: Merve Çay


Son Okuma: Füsun Güler
Kapak Tasarımı ve Grafik: Yeşim Ercan Aydın

Birinci Basım: Haziran 2016, İstanbul


İkinci Basım: Şubat 2017, İstanbul
ISBN: 978-605-9658-46-1
Kırmızı Kedi Sertifika No: 13252

Baskı: Pasifik Ofset


Cihangir Mah. Güvercin Cad. No: 3/1 Baha İş Merkezi A Blok Kat: 2
34310 Haramidere ! İSTANBUL
Tel: 0212 412 17 77 Sertifika No: 12027

Kırmızı Kedi Yaymevi


kirmizikedi@kirmizikedi.com /wwv.,.kirmizikedi.com
www.facebook.com/kirmizikedikitap / twitter.com / krmzkedikitap
kirmizikediedebiyat.blogspot.com.tr
Ömer Avni M. Emektar S. No: 18 Gümüşsuyu 34427 İSTANBUL
T: 0212 244 89 82 F: 0212 244 09 48
Nurdan Arca

ŞEYH BEDREDDİN
Uzun İnce Bir Yol

İNCELEME


Hayatta neyin önemli olduğun u hatırlatan
Zeynep'e, Can 'a, Ela'ya
ve her Şet} için Özcan 'a...
İÇİNDEKİLER

BAŞLARKEN ....................................................................................... 11
Belgeselden kitaba yol gider ........................................................ 13
Neden? ............................................................................................. 15
Onlar ki ............................................................................................ 18
"Simavnalı Bedreddin" belgeseli ................................................ 21
Boston .............................................................................................. 22
Önce belgesel vardı ....................................................................... 24
Sonra kitap oldu ............................................................................. 25
TRAKYA'NIN YOLLARI DAR: BEDREDDİNİLER ...................... 28
Gece................................................................................................. 28
Trakya'nın yolları dar .................................................................. 30
Dostlar Kıraathanesi ...................................................................... 32
Ve Bedreddiniler ... ........................................................................ 33
"Evvel çoktuk gök gibi gürlerdik" .............................................. 37
Topçular ......................................................................................... 39
Muhabbet ........................................................................................ 42
"Kini kibiri olan canlar kalkar gider" ........................................ .43
93 Harbi ya da "Tuna Nehri akmam diyor" ............................ . 45
GAZİLER VE DERVİŞLER ................................................................ 47
ŞEYH BEDREDDİN'İN HAYATI ...................................................... 52
İbn Arabi ve Konya ...................................................................... 53
Halep, Şam, Kudüs, Mekke ve Kahire ........................................ 54
Kahire ve Hüseyin Ahlati ............................................................. 56
"ŞEYH BEDREDDİN MENAKIBNAMESİ" ..................................... 58
Hafız Halil ve Börklüce Mustafa .... ............................................. 60
Akşemseddin ve Göynük ............................................................. 61
ZAVİYELER .......................................................................................... 62
Ulema ve toprak rejimi ................................................................. 65
Rumeli gazileri ............................................................................... 66
Gazi Ece ...................................................................................... . . . . . 68
BEDREDDİN'İN DOCDUCU KÖY . . 69
.......... ................................... ..

Simavna (Arnmovouno) . . 69
.... ..................... ....................................

Simavnalı Vasiliki ve Eleni . . 72


.... ......................... ...........................

Kırkpınar . . . 74
............. .... ........................................ ............................

Kırkpınar Güreşleri . . 75
.................................... ................... ..............

RUMELİ 76
................................................................................................

Dimetoka (Didym6teicho) . 77
..... ......................................................

Ferecik (Ferez) . . 80
.... .................................... ......................................

Nefes Baba ve Düzmece Mustafa 82


................................................

Seçek Panayırı . . ..
.... ...................................................... ........ 85
..........

Kızıldeli Tekkesi.. . .. ..... ......... .. ............. ... .............. ...... ................ .... 86
Ruşenler köyü . 90
........................... .....................................................

FETRET DEVRİ YA DA OSMANLI İÇSAV AŞI . 94


............. ................

Şeyh Bedreddin'in Kahire' den Edirne'ye dönüşü 102


....................

Kütahya, Domaniç, Çavdarhisar ve Aizanoi . 104


............................

Tire 106
...................................................................................................

Eğridere .. . 109
................. . ............................... .......................................

Birgi . . 112
............................................. ............... ....................................

YENİ BİR DÜNYA KURULUYOR . 114


...... ............................... ..............

Sakız Adası (Chios) . . 118


.......................... ............................ ................

Nea Moni Manastırı . 120


....................................... ..............................

Edirne . � 123
................. ............................................................. ..............

Edirne'ye dönüş . . . . 126


...... ................. ........................... ..................... ..

Edirne ve Musa Çelebi 131


..................................................................

Mircea'nın torunu Vlad Tepeş ve Ejderha Tarikatı .. 133


........ . .......

ŞEYH BEDREDDİN'İN YAZDICI KİTAPLAR. 135


...............................

"Camiu'l-Fusuleyn" bir medeni kanun muydu? 136


......................

Süleymaniye Kütüphanesi'nde . . . 139


....... ... . ............................. ........

Aydınlanma mı? . . 141


. .................. ........................................................

Adalet ve eşitlik farklı şeyler . . . . 143


.............. .. ..... ..................... ..........

Ve eşitlik . . . . . .. 145
.......... .................... ................................. . . . . ........... ... ..

Fetret Devri nasıl bitti? . 146


.......... .................. .....................................

İznik (1413-1415 ya da 1416) ........................... ...................... ........147


"Teshil" .. .
........ . . . 151
... ................ ...... ............................ .........................

"Varidat" Bil ki . . . . . .. 154


...... .......................... ......... .............. .............. .. .
ŞEYH BEDREDDİN'İN FELSEFESİ . . . . 159
.................... ....... .......... ........

"Varidat" Süleymaniye Kütüphanesi'nde . . 163


........ ........... ............

Tasavvufun ikizleri Vahdet-i Mevcut ve Vahdet-i Vücut... 166 .....

"Varidat"ın başına gelenler .. . . 167


................... . ............ ..... .................

Felsefeden siyasete . . . . . 172


...... ... .... ..................... ................ ................

KARABURUN 173
......................................... .............................................

Börklüce Mustafa İsyanı 176


.................................................. .............

Ye isyan . 185
................................................................ ..........................

Karaburun isyanlarının taıuğı tarihçi Mikael Dukas 187 ................

Dukas, Börklüce ve Şeyh Bedreddin . . 189


........... ... ...........................

İznik'ten Deliorman'a "Ben yürürüm yane yane" 190 ..... ..............

DELİORMAN 192
.......................................................................................

Deliorman' da isyan . 195


..................................... . . ......... ......................

Bedreddiniler anlatıyor . 196


.......................................................... ......

Serez 199
.................................................................................................

Şeyh Bedreddin'in türbesi:


"Müşkülünüz olunca bana gelin" . . .. . . 201
........... ........... ... . ....... ....

ŞEYH BEDREDDİN NEDEN ÖLDÜRÜLDÜ? . . . 203


..... . ..................... ..

Şeyh Bedreddin mezarını arıyor . . 205


.............................................. . .

Kurşun sandık . . 206


.............. .................................. .............................

Şeyh Bedreddin'in mezarında "Hava Kurşun gibi ağır" 207 .........

Bulgaristan: Demir Baba . . 209


............................... .............................

"Şeyh Bedreddin'in İzinde" yürüyüşü:


Silistre'den Razgrad'a . . . 211
........ ........................ .......... .................

ŞEYH BEDREDDİN'İN MİRASI: AYDINLANMA 214 .........................

Atatürk' ün mirası: aydınlanma . . 216


. ....................................... .........

600 yıl önce 600 yıl sonra


- . 217
................... .......................................

NOTLAR . . . .
................ .............................................. ..... .................. ...... 219
EK: HARİTALAR . . . .
.. .... .. ...... ............................................................... 227
Şeyh Bedreddin
BAŞLARKEN

Şeyh Bedreddin kimdi? Alim miydi, mutasavvıf mıy­


dı, hain bir isyancı mıydı? Gözü Osmanlı tahtında bir Sel­
çuklu soylusu muydu? Zındık ve mülhit bir sapkın mıydı?
Osmanlı Devleti'nde kazasker, ordunun yüksek hakimi ve
devletin şeyhülislamı olarak padişah iradesine isyan etmiş
bir hain miydi?
15. yüzyılda, Osmanlılara karşı ilk büyük ekonomik, sos­
yal, siyasi isyanların nedeni sadece Şeyh Bedreddin'in dü­
şünceleri miydi? Nazım Hikmet' in şiirindeki gibi Bedreddin
komünist bir devrimci miydi? İleri görüşlü bir vizyoner, er­
ken bir aydınlanma önderi miydi? Toplumda oynadığı ro­
lün ardındaki insan kimdi?
Çok dilli, çok dinli, çok kültürlü toprakların çocuğuydu
ama insanlık tarihinde aydınlıkla karanlığın bitmez tüken­
mez ve amansız mücadelesinin neresindeydi? Olaylar karşı­
sında duyguları neydi?
Şeyh Bedreddin kimdi? Neden hakkında hala durmadan
kitaplar, makaleler yazılıyordu? Bütün yazılanlara, öldürül­
mesinin üzerinden altı yüzyıl geçmiş olmasına rağmen ne­
den hala çok bilinmeyenli bir denklemdi?
Elinizdeki kitabın bir tarih kitabı olmadığı belli.
Bu kitabın anlattıklarına bazı soruların peşine düşen bel­
geselcilerin yanıt arama macerası diyebilirim. Ayrıca sorula­
ra kesin yanıtlar bulmaya kalkışmadığını eklemeliyim.

11
Çektiğim belgeselin ve kitabın öyküsü Nazım Hikmet'in
Simavne Kadısı Oğlu Şeylı Bedreddin Destanı'nı duyduğum,
Şeyh Bedreddin'le ilk kez tanışhğım zaman başladı. Şiiri
duyduktan yıllar sonra yaptığım Simavnalı Bedreddin belge­
selinin alan araşhrmalarından bu kitap doğdu. Belgesel için
gidebildiğim her yerde Bedreddin'in izlerini aradım.
İyi ve kötü sürprizlerle, mucizelerle karşılaştım. Konula­
rının uzmanı, yetkin tarihçilerle söyleşiler yaptım. Söyleşi­
lerin bazı bölümlerini aynen konuştukları gibi kitaba aldım.
Şeyh Bedreddin'in anlam ve önemini, dünya görüşünü ve
günümüze değen yanlarım onların tahlilleri ışığında iletme­
ye çalıştım. Şeyh Bedreddin hakkında yazılmış monografi­
lerden, fıkıh-hukuk eserlerini ve Varidat'ım inceleyen kitap­
lardan yararlandım.

Haddimi bilerek ve isteyerek yapmadıklarım da var:


Teoloji, felsefe, tasavvuf konularında ahkam kesmedim.
Alim ve arif Şeyh Bedreddin'in tasavvuf dünyasında evre­
nin sırlarım araştırmadım. Şeyh Bedreddin'i önemli bir fıkıh
alimi olarak incelemeye kalkmadım. O ancak fıkıh ve ilahi­
yat uzmanlarının işi olabilirdi.
Şeyh Bedreddin'in tarihi kişiliğinin, eserlerinin ve isyan­
ların etrafında yoğunlaşan demagojik tarhşmalardan, po­
lemiklerden ve son gerçek bükücülerden alabildiğine uzak
durdum.

12
Belgeselden kitaba yol gider
Bu kitabın yazılmasına yol açan Simavnalı Bedreddin bel­
geseli zorlu ve özverili bir ekip çalışmasının yanı sıra Şeyh
Bedreddin'i seven, sayan değerli dostlarımın katkılarıyla
mümkün oldu.
O dostlar:
Şeyh Bedreddin Des tanı'ndan bölümleri belgesel için oku­
yan, yıllardır Nazım'ın şiirini oya gibi içimize işleyen seçkin
tiyatro ustası, can dostum Genco Erkal' dı.
Belgeselin her safhasında emeği geçen, filme entelektüel
derinliğini veren tarih danışmanımız, seçkin tarihçi Prof. Dr.
Cemal Kafadar' dı.
Belgeselin özgün müziği Aşıkların Sözü Kalır'ı besteleyen
ve icra eden, usta müzisyen Murat Ertel ve Baba Zula eki­
biydi.
Uzun süren yapım sürecinde karşılaşhğım en zorlu so­
runlarda zihin açıcı desteğiyle can yoldaşım, ortağım Melek
Ulagay Taylan'dı.
Bedreddin'in "bulunmuş imzasız" portrelerini yapan de­
ğerli arkadaşım, usta ressam Orhan Taylan'dı.
Alan araştırmamıza kahlan yazar, usta tiyatrocu ve kore-
ograf Mehmet Akan' dı.
Genç tarihçi arkadaşım Dr. Leyla Kayhan Elbirlik'ti.
Görüntü yönetmenimiz Mete Şener' di.
Kameramanımız Cafer Gebetaş' h.
Senaryo asistanımız Canan Balan' dı.
Kurgu yönetmenimiz Melih F. Tatlıcan' dı.
Serez'deki mucizeyi yaratan tarihçi Doç. Dr. Veli Aydın
ve eşi Dr. Tania Aydın'dı.
İstanbul'da yaptığımız söyleşisiyle önüme yepyeni ufuk­
lar açan, Bedreddin hakkındaki en iyi kitaplardan (monogra­
fi) birinin yazarı, Fransız tarihçi Prof. Dr. Michel Balivet'ydi.

13
İlk alan araşhrmamıza katılan, Fetret Devri konusundaki
uzmanlığını ve Bedreddin İsyanı hakkındaki bildirisini pay­
laşan Selanikli tarihçi Dr. Dimitris Kastritsis'ti.
Kitap için Ege'de yaphğım ek araştırmaya katılan ve fo­
toğrafları çeken asistanım Sibel Şamlı'ydı.
Üç yıllık araşhrma ve çekim maceramı yazmam için ısrar
eden sevgili arkadaşım, usta gazeteci, yazar Zeynep Oral' dı.
Daha kitabı tasarlamaya başlarken beni yüreklendiren ve
yayımlayan usta çevirmen, yazar ve yayıncı dostum İlknur
Özdemir' di.
Baskılara rağmen, 600 yıl boyunca Bedreddin sevdasını
terk etmeyen, yaşama sevincini yitirmeyen Bedreddin mü­
ritleri, yani Bedreddinilerdi. Onlarla yaptığım söyleşilerde
Bedreddinilerin ve yaşadıkları köylerin adlarını özellikle
açık yazmadım. Yüzyıllar boyu dayanmış o insanların ra­
hatsız edilmelerini önlemek için Bedreddinilerin ad ve so­
yadlarını baş harfleriyle, köylerin, kentlerin adlarını tek
harfle belirttim.
Vatidat'ta söylenişiyle "içi dışı temiz" nice insana, bu
macerada tanıdığım eski, yeni dostlarıma şükran borcumu
kuru bir teşekkürle ödeyemem ama belki bu kitap yardımcı
olur. Sağ olsunlar, var olsunlar, iri ve diri olsunlar.

14
Neden?
Hep bir ağızdan türküleri söyleyip
hep beraber sulardan,
sulardan çekmek ağı,
demiri oya gibi işleyip hep beraber,
hep beraber sürebilmek,
sürebilmek toprağı,
Ballı incirleri de beraber yiyebilmek,
Yarin yanağından gayri
Her yerde
Her şeı;de
Hep beraber, hep beraber
Demek için ...

Simavne Kadısı Oğlu Şeyh Bedreddin Destanı


Nazım Hikmet

Şeyh Bedreddin'i aklıma ve gönlüme nakşeden dize­


lerdi.
İçime dokunan acaba bütün zamanların şiiri olması mıy­
dı yoksa Şeyh Bedreddin' in gizli tarihi miydi?
xa da aslolan şiir miydi?
Yunus Emre, Mevlana, Şeyh Galib, Yahya Kemal gibi
nice usta şairden feyz alan Nazım Hikmet'in şiiri 20. yüzyıla
damgasını vurmuştu. Şiir kitaplarını 1925-36 yılları arasında
ilk defa yayımladığında, yalnız şiir ve edebiyat dünyasını
değil, bütün ülkeyi derinden sarsmışh.
1 925' te Osmanlıca basılmış Dağların Havası, 1929' da
835 Satır ve ]okond ile Siyaıı, 1931'de Sesini Kaybeden Şehir,
1 932' de Benerci Kendini Niçin Öldürdü? ve Gece Gelen Telgraf,
1 935'te Taran ta Babıı'ya Mektuplar ve 1936'da Simavne Kadısı
Oğlu Şeyh Bedreddin Destanı yayımlanrnışh.

15
Simavne Kadısı Oğlu Şeyh Bedreddin Destam'nı 1936'da
Bursa hapishanesindeki ilk mahpusluğunda yazmıştı. Bah­
riyeyi isyana teşvikten hüküm giymişti.
O yıllar şiddetin, zulmün ve zorbaların hakim olduğu
yıllardı. Nazım Hikmet'in doğduğu kentte, Selanik'te, mil­
liyetçilik kılığına girmiş isyanlarda Hıristiyan olmayanlara,
özellikle Yahudilere karşı saldırılar, yakıp yıkmalar şiddet­
lenmişti. Selanik' e Anadolu' dan 1924 Mübadelesi'yle göçen
mübadiller ateşi körüklemişlerdi.1
Stalin demir yumrukla Sovyetler Birliği'ni yönetiyordu.
Avrupa'da, Almanya'da Naziler, İtalya'da faşistler iktidara
yürüyordu.
Almanya' da Hitler'in Nazi Partisi 1933 seçimlerini kazan­
dıktan sonra Alman meclisi Reichstag 27 Şubat 1 933'te kun­
daklanarak yakılmıştı. Suçlu olarak komünistler ve tabii ki
masumlar yargılanmış, mahkum edilmişti. Birkaç ay sonra
10 Mayıs 1933'te Nazilerin Berlin' de yaktığı kitapların alev­
leri kısa zamanda bütün Avrupa'yı sarmıştı. Cumhurbaşkanı
Hindenburg 1934'te ölünce Hitler cumhurbaşkanı olmuş­
tu. Ardından önce Almanya'da Yahudi soykırımını sonra

Avrupa' da İkinci Dünya Savaşı'ru başlatmıştı.


Bu savaşta, milyonlarca insan, erkek, kadın, çocuk ve
hayvan ölmüştü. Bu savaş, bütün savaşlar gibi, insanlarla
birlikte insanlığı da öldürmüştü. Yaşayan her şeyi, kentleri,
köyleri, ormanları, suları, doğayı yok ederken uygarlığı da
derinden sarsmıştı. İnsanlık tarihi mazlumlarla zalimlerin
mücadelelerinin tarihiydi. Haksızlık ve zulme karşı müca­
dele hiçbir zaman bitmemişti ve bitmeyecekti.
Hitler'in ırkçı zulmü Türkiye' de taraftarlar bulmuş olmalı.
"Trakya Olayları" ya da "Yahudi Olayları" 21 Haziran 1934
ile 4 Temmuz 1934 arasında patlamıştı. Edirne, Tekirdağ, Kırk­
lareli ve Çanakkale'de evlere, dükkanlara, sinagoglara saldı-

16
rılmış; yakılmış, yıkılmış, yağmalanmıştı. Yine vahşet, talan,
tecavüz ve cinayetler vardı. Yaşanan vahşeti önlemeye çalışan
bir jandarma erinin de öldürüldüğü rivayetler arasındaydı.
1930'larda ırkçı zorbalar ortalığı kasıp kavuruyordu.
Nazım Hikmet'in 1936'da Bursa hapishanesinde "içeride
radyo haberlerini dinlerken, kalbi dışarıdaki dünyayla bir­
likte çarpıyor" du. Şeyh Bedreddin' in o günlerde aklına düş­
mesi belki de ondandı. Hapiste M. Şerafeddin Yaltkaya'nın
1 924'te yazdığı Simavne Kadısı Oğlu Şetjh Bedreddin adlı ri­
saleyi okumuştu. Nazım'ın hapishaneye kitaplar getirterek
Şeyh Bedreddin'i derinlemesine araştırdığını şiirde yer alan
bazı bilgilerin Yaltkaya' da olmamasından anlıyoruz. Nazım
Hikmet o küçük kitabın etkisini destanında şöyle anlatıyor:

Darü lfü nu n İlah iyat Fakültes i tari h i kelam mü der­


risi Mehemmed Şerefedd i n Efendi' n i n 1 925- 1 3 4 1 se­
nesinde Evkafı İslam iye Matbaasında bas ı l a n Simavne
Kadısı Oğlu Bedreddin i s i m l i risales i n i okuyordu m ...
Bu İlah iyat Fakültesi m üderrisinin sülüs yazısı ndan,
kamış kalemi nden, dividinden ve rı h ı ndan Bedredd i­
n i m i kurtarmak lazım, d iye düşü n üyoru m . Akl ı md a
İbn i A rabşah'tan, Aş ı kpaşazade'den, Neşri 'den, İd ris-i
Bit l i sl'den, D u kas'tan ve hatta Şerefedd i n Efendi ' den
okuya okuya ezberled iğim satırlar var.2

15. yüzyılın Şeyh Bedreddin'i 20. yüzyılda neden M. Şe­


rafeddin Yaltkaya'run ve Nazım Hikmet' in ilgisini çekmişti?
Yaltkaya 1924'te Bedreddin hakkındaki küçük kitabını ya­
zarken Darülfünun İlahiyat Fakültesi'nde kelam tarihi mü­
derrisiydi ve 1942'de Diyanet İşleri başkam olmuştu.
Nazım Hikmet' in Simavne Kadısı Oğlu Şeyh Bedreddin Destnııı
özellikle Şeyh Bedreddin'e karşı duyulan ilgiyi iyice arttırmıştı.

17
Onlar ki...
Onlar ki toprakta karınca
suda balık
havada kuş kadar
çokturlar,
korkak
cesur
cahil
hakim
ve çocukturlar
ve kahreden
yaratan ki onlardır
destanımızda yalnız onların maceraları vardır.

Memleketimden İnsan Manzaraları


Nazım Hikmet

Nazım 13 yıl süren daha sonraki uzun hapisliği sırasın­


da 1940'larda bir destan daha yazmışh: Memleketimden İnsan
Manzaraları. Bu epik şiirinde söz ettiği "kahreden ve yara­
tan" insanlar, 20. yüzyılda ekinleri ekip biçenler, madenleri
çıkaranlar, çeliğe su verenler, evlerimizi, trenleri, demiryol­
larını, otomobilleri, uçakları, telefonları yani hayahmızdaki
her şeyi üretenlerdi. Simavne Kadısı Oğlu Şeyh Bedreddin Des­
tanı'ndaki insanlar ise sanki Manzaralar' daki "kahreden ve
yaratan"ların 600 yıl önceki atalarıydılar.
Simavne Kadısı Oğlu Şeyh Bedreddin Destanı merakımı
ateşledikten sonra 1970'lerde tiyatroda Mehmet Akan'ın
yazdığı Hikaye-i Mahmud Bedreddin oyununu gördüm .
Bedreddin' den söz eden her şeyi açgözlü bir iştahla okuma­
ya başladım. Nazım'ın şiirindeki Şeyh Bedreddin resmi ta­
rihten çok farklıydı. Sanalın gücü herhalde böyle bir şeydi.

18
Umberto Eco bir söyleşisinde, "Gerçek edebiyat kaybeden­
leri anlatır," diyordu. Oysa tarihi kazananlar yazıyordu.
Benim işimse belgesel film yapmaktı. Zamanla Şeyh
Bedreddin'in belgeselini yapmak istesem, nasıl yaparım
diye düşünmeye başladığımı fark ettim. Ama sorunlar çok­
tu. Bedreddin 600 yıl önce yaşamıştı. Fırtınalı hayatında
olaydan geçilmiyordu ama resim yoktu, yasaktı. Osmanlı­
larda minyatür sanatının ancak 15. yüzyıl ortalarında görül­
düğünü düşünürsek, 1416'da öldürülen Şeyh Bedreddin'e
dair minyatür de yoktu. Bunun üzerine Bedreddin belgeseli
yapma düşüncemi güvendiğim yakınlarıma danıştım. O ka­
dar uzak geçmişin, olaylarının ve insanlarının, hele düşünce­
lerinin belgeseli yapılamaz diyenler haklıydı.
16. yüzyılda yaşayan ünlü İngiliz şair Shakespeare, "Geç­
miş, bir önsöz olarak bugünün şartlarını hazırlar," demişti. 20.
yüzyılda yaşamış Danimarkalı filozof Kierkegaard, "Hayatı
ileriye dönük yaşar, geriye dönüp anlarız," diyordu. Ünlü si­
yasetçi Winston Churchill' se "Ne kadar geriye bakarsak o ka­
dar ileriyi görebiliriz," demişti. 21. yüzyılın başında, yine bir
karmaşa döneminde yaşıyorduk ve yine ötekilerle berikiler
çatışmaya başlamıştı. Acaba Şeyh Bedreddin hareketini layı­
kıyla anlayabilirsek geleceği daha iyi görebilir miydik?
İçimdeki ses hiç durmadan Bedreddin'in yeniden günde­
me gelmesi gerektiğini fısıldıyordu. Öyleyse pes etmemeli,
yeni bir yol, yordam bulmalıydım.
Belgesel için yol yordam yine Nazım Hikmet'in Siınavne
Kadısı Oğlu Şeyh Bedreddin Destanı'ndaydı.
Nazım her gece hapishane koğuşunun penceresindeki
demir parmaklıklardan dışarıya süzülüyor, Karaburun' a,
Sisam'a, Sakız Adası'na, İznik'e, Deliorman'a, Serez'e gidi­
yordu. O düşsel yolculuklarından birinde, yüzyıllar önce
yaşamış tarihçilere yolda rastlıyordu.

19
O tarihçiler arasında sadece İbni Arabşah, Bedreddin' den
olumlu söz ediyordu. Aşıkpaşazade, Neşri ve İdris-i Bitlisi'
için Bedreddin zındık ve mülhit, sapkın ve haindi.
Ömrünü Osmanlı tarihi çalışmalarına adamış bilge tarih­
çi Prof. Dr. Halil İnalcık da Osmanlı İmparatorluğu Klllsik Çağ
adlı kitabında o tarihçilerden İdris-i Bitlisi"nin Şeyh Bedred­
din hakkında yazdıklarından söz ediyor:

1 5 . yüzyı l son l arında yazan S ü n n i tari h ç i İdris-i


Bitlisi, Şeyh' i n inançlarıyla planla rı h ak kında şun l a rı
söyler; "Kendini meh d i sanar, ga ipten b i r işaret üzerine
müritlerinin başına geçerek toprakları yandaşlarına da­
ğıtacağı na inan ı rd ı . O zaman Tanrı b i rl iğinin s ı rl a rı ger­
çek l i k d ünyasına hakim olacak, tak l i tç i lerin (yani şeriata
i nanan ların) mezhebi de güçten düşecekti . Kend i geni ş
mezhebi, b i rçok hara m ı helal yapacaktı .3
"Simavnalı Bedreddin" belgeseli
Araştırma için ilk önce kitap makale, fotoğraf, gravür,
minyatür gibi yazılı, çizili, basılı malzemeleri topladık. Tarih­
çilerin bakışları birbirinden çok farklıydı. Şeyh Bedreddin'i
herkes kendi meşrebine göre, hatta taban tabana zıt biçimde
yorumluyordu. Daha da garip olan, kitapların çoğunun aynı
kaynağa, Bedreddin'in torunu Hafız Halil'in yazdığı man­
zum hayat hikayesine, Şeyh Bedreddin Meııakıbnamesi'ne da­
yanmasıydı. Elyazması "Haza Menakıb'ı Şeyh, Bedreddin
hin Kaadi İsrail" adıyla yazılmıştı.
Hafız Halil, Menakıbname' de dedesinin hayahnı öve öve
bitiremiyordu. Onu devletine ve padişahına saygıda, sevgi­
de kusur etmeyen bir alim olarak tanıhyordu. Çünkü Hafız
Halil, Fatih Sultan Mehmet ve Kanuni Sultan Süleyman za­
manında yaşamışh.
Dedesinin Serez' deki türbesinin bekçiliğini yapmışh. Ha­
fız Halil' in babası Bedreddin'in Cazibe' den doğan, en büyük
oğlu İsmail Seyyid Beşe'ydi. İsmail Seyyid Beşe konusundan
ileride söz edeceğim.
Şeyh Bedreddin'in yaşadığı dönemden bahseden bir di­
ğer kişi Doğu Romalı (Bizanslı) tarihçi Mikael Dukas'h. Ül­
kemizde de bilinen yazar Bedreddin'in çağdaşıydı. Historia
(Tarih) kitabında Bedreddin'den söz etmese de en yakını
olan kahyası (kethüdası) Börklüce Mustafa'yı ve Karabu­
run' daki isyanları anlatmışh.
Aynı dönemi, aynı kişileri farklı farklı anlatan pek çok
kaynak varken kitaplarda yorumların arasına sıkışmış ger­
çekleri nasıl ayıklayacaktık? Belgesel adı üstünde sahici ol­
malı, gözlemlere ve (Kızıldeli Vakıf Fermanı gibi) gerçek bel­
gelere dayanmalıydı. Tarihçi değildim. Şeyh Bedreddin'in
peşinde bir belgeselciydim. Öyleyse önce Bedreddin'in ya­
şadığı 14. ve 15. yüzyılı bilen güvenilir tarihçilere danışmam
gerekiyordu. Nazım Hikmet yine imdada yetişti.
21
Boston
Boston'daydım. Harvard Üniversitesi'nde tarih dok­
torasına başlayan genç arkadaşım Leyla Kayhan, Nazım
Hikmet'in doğumunun 100. yılı için Harvard'da yapılacak
bir anma gecesine davet edince koşa koşa gittim. Orada Şeyh
Bedreddin Des ta nı 'ndan bir bölüm okuyan Cemal Kafadar'la
ayaküstü tanışhm. Kafadar, Harvard'da özellikle Osmanlı
Devleti'nin kuruluşu ve ilk dönemi konusunda uzmanlaş­
mış bir tarih profesörüydü.
İki Cihan Aresinde Osmanlı Devleti'nin Kuruluşu adlı ilk
kitabı 1996'da yayımlanmışh. Kitapta Osmanlı Devleti'nin
kuruluş dinamiklerini, gazi-dervişlere dayanan siyasi ve
ekonomik düzenini ve devletin ilk dönemine hakim olan
çoğulcu zihniyet iklimini inceliyordu. Bedreddin'in yaşa­
dığı 14. ve 15. yüzyılların tarihsel, toplumsal, siyasal, eko­
nomik boyutunu araşhrmışh. Ayrıca Bedreddin konusunda
çalışmış, dersler vermişti. Belgesel için tarih danışmanımız
olmayı ilk toplanhmızda kabul ettikten sonra alan araştır­
malarımızın bir bölümüne kahldı ve tarihten kalan izlerin
nasıl aranacağına dair yol gösterdi. Çalışmamız sırasında
Bedreddin'in içine doğup büyüdüğü çoğulcu kültüre ve
Osmanlı toplumunun 15. yüzyıldaki dinamiklerine dikka­
timizi çekti.
Tarih danışmanımız tarihi kazananlar yazar diyordu.
Kaybedenler zaten ölüyordu. Yazılı kayıtları tutanlar genel­
likle sultanların, kralların, çarların, sezarların, yani iktidar
sahiplerinin emrindeydi. Olayları muktedirin istediği gibi
yazabilir, değiştirebilir, tarih algımızla oynayabilirlerdi. O
yüzden biz ölümlüler, tarihi ancak kazananların gözünden
öğreniyorduk.
Şeyh Bedreddin ve müritleri kaybedenlerdi. Fetret
Devri'nin sonunda, 1416'da ayaklanmışlar ve yenilmişler-

22
di. Şeyh Bedreddin'in resmi tarihte "din ve mülk fitnesi"yle
suçlanması, "hain, zındık ve mülhit" diye anılması ondandı.
Oysa gerçekler, zamanla büyüyüp gelişmesi engelleneme­
yen çocuklar gibi saklanamaz hale geliyorlardı.
Önce belgesel vardı
Belgeselin alan araştırmaları ve çekimleri fasılalarla üç
yıl sürdü. Dört ülkede, Türkiye, Yunanistan, Bulgaristan
ve Makedonya' da binlerce kilometre yol katettik.4 Tarihi,
sosyal ve siyasal dokuyu anlamaya çalıştık. Gizli gerçekle­
rin varlığını inceden hissettik. Yok edilenlere, unutulanlara
rağmen Şeyh Bedreddin' den kalan ender izleri aradık. En
küçük ipucunun peşine düştük. İyi ve kötü sürprizlerle kar­
şılaştık. Dere tepe, köy köy dolaşarak Şeyh Bedreddin'in
müritlerini, Bedreddinileri aradık. Araştırma ve çekim eki­
bimiz, işimizin yerine ve hacmine göre üç ila on dört kişi
arasında değişiyordu.
Bir zamanlar Rumeli'nin, Trakya ve Ege'nin köylerinde,
kentlerinde, dağlarında, vadilerinde Bedreddin' den ve o za­
manlardan kalan ender izleri kaydettik. 30 kadar yerleşim
bölgesinde, köy, kasaba ve kentte, 100' den fazla insanla gö­
rüştük. Türkçe, Yunanca, İngilizce, Fransızca, Bulgarca; beş
dilde söyleşiler yaptık.
Zorlu bir kurgu sürecinden sonra Simavnalı Bedreddin5
belgeselini bitirdik. Belgesel İstanbul' da 1001 Belgesel Film
Festivali'nde İtalyan Kültür Merkezi'nin zarif sinema salo­
nunda seyirciyle ilk buluşmasından itibaren gösterildiği her
yerde salonları tıklım tıklım doldurdu. İzmir' de, Karaburun
Festivali'nde, Gaziantep'te Avrupa Filmleri Festivali'nde,
Kıbrıs'taki Altın Üzüm Festivali'nde ve Aydınlanma'run
beşiği, Kuzey İtalya'daki Rovereto'daki Tarih ve Arkeoloji
Festivali'nde... Hatta Kıbrıs'ta Altın Salkım Festivali'nde bir
ödül kazandı. Ödülün gerekçesi, "karmaşık bir şahsiyeti ge­
niş bir bakış açısı ve berraklıkla ele aldığı için," diye ifade
edilmişti.

24
Sonra kitap oldu
Şeyh Bedreddin 600 yıl önce Osmanlı kadılarına vicdan­
ların sesini dinleyin diyen bir fıkıh alimi, 72 milleti eşit gö­
ren bir tasavvuf erbabıydı. Yani hem alim ve arif, hem soylu
ve halk önderiydi.
Şeyh Bedreddin' in kendi yazdığı kitapların çoğu okunma­
mış olarak kütüphanelerde dururken ve hakkında tarihteki
yeri, önemi, kişiliğiyle ilgili tarihçi olan olmayan pek çok ki­
şinin yazdığı onlarca kitap, makale vb. yayın bolluğu varken
neden bir kitap daha yazdın diye düşünebilirsiniz. Haklısınız.
Bu kitabı neden yazdım? Bir belgeselin sınırlarını çoktan
aşmış bir araştırmayı paylaşmak için yazdım.
Bu kitabı sadece masa başında oturarak yazmadım. İz
sürerek gerçek hayatta Şeyh Bedreddin' den kalanları keşif
macerasını anlattım. Bulduklarım, bulamadıklarım, görü­
nenler, gizlenenler, tarihçilerle yaptığım söyleşiler sayesin­
de tarihle hayat arasında köprüler kurmaya çalıştım.
Bedreddin'in izini arama macerasını bir buzdağına ben­
zetirsek, belgesel sadece buzdağının görünen ucuydu. Asıl
devasa kütle su altındaydı, görünmüyordu. Buzdağının
bütününü olabildiğince gösterebilmek, su yüzüne çıkarabil­
mek için yazdım.
Şeyh Bedreddin'in çoğulcu dünya görüşüne, doğacı ta­
savvufuna, mutlak iktidarları sorgulayan zihniyetine; hu­
kuk, adalet, eşitlik anlayışına ayrıca aydınlık vizyonuna gü­
nümüzde yeniden ihtiyaç duyduğumuz için yazdım.
Yüzyıllar süren amansız zulümlere, baskılara rağmen
onu terk etmeyen müritleri, Bedreddinileri anlatmak için
yazdım. Osmanlı Devleti'nin ilk yüzyılının karmaşa döne­
minde onun onbinlerce insanı çoğulcu dünya görüşüyle, hu­
kuk felsefesiyle, eşitlik, adalet çağrısıyla neden etkilediğini
bir daha düşünmemiz için yazdım.

25
Doğduğu köyle asıldığı şehir arasındaki izlerini ve top­
lumsal, efsanevi, insani boyuhmu konuya duyarlı tarihçiler­
le yaphğım söyleşilerle iletebilmek için yazdım.

* * *

Şeyh Bedreddin'in yaşadığı coğrafya kavimler kapısı


Anadolu ve Rumeli topraklarıydı. Neolitik Çağ' dan itibaren
bu coğrafyadan geçenler, göçenler, kalanlar, yerleşik insan­
larla, uygarlıklarla karışmış, hemhal olmuşlardı. Tragedya­
ların başkaldıran kahramanı Antigone'yi yazan Sofokles de,
farklılıkları kucaklayan Mevlana Celaleddin Rumi de, Şeyh
Bedreddin de bu toprakların çocuklarıydı. Türkiye' de ve
Balkanlar'da Şeyh Bedreddin'in izlerini aradık ama Halep,
Şam, Kahire ve Arabistan' a hem güvenlik endişeleri, hem
izin almanın güçlüğü hem de bütçe sınırlarından ötürü gi­
demedik.
Şeyh Bedreddin'in izlerinin peşinde önce doğduğu köy
Sirnavna'ya gittik. 600 yıl önce onbinlerce Bedreddin müri­
dinin yaşadığı Bulgaristan'ın Deliorman ve Eski Zagra böl­
gelerinde Bedreddinileri aradık, taradık ama bulamadık.
Yine de pes etmedik. Çünkü Bedreddinilerin kolay pes et­
meyen insanlar olduğunu biliyorduk. Masallardaki gibi, on­
ları gökte ararken yerde bulduk.
İşte böylesi maceraları anlattığım kitap dört farklı zaman
diliminden oluşuyor:

1 . 14.-15. yüzyıllar; Bedreddin'in yaşadığı zaman,


Osmanlı Devleti'nin kuruluşu ve birinci yüzyılı.
2. 19. yüzyıl; Şeyh Bedreddin'in müritlerinin
Türkiye'nin Trakya topraklarına göç ettiği za­
man.

26
3. 20. yüzyıl; Şeyh Bedreddin'in yeniden gündeme
geldiği zaman.
4. 2 1 . yüzyıl; Bedreddin'in yaşadığı coğrafyada iz­
lerini aradığımız zaman.

Neyin nerede olduğunu daha kolay anlayabilmeniz için,


araştırma yaphğımız coğrafyanın bir haritasını kitabın so­
nunda bulabilirsiniz. Haritada Bedreddin'in yaşadığı kent­
lerden, kasabalardan gidebildiklerimizi işaretledim.
TRAKYA'NIN YOLLARI DAR:
BEDREDDİNİLER

Gece

İnsan bir şeye gözlerini dikip baksa,


sonra da gözlerini yumsa,
o gördüğün ü gene görüyormuş gibi olur.
Rüya; Varidat
Şeyh Bedreddin

Geceyarısı telefon çaldı. Sıcak bir yaz gecesiydi. Yüreğim pır


pır açhrn. Neşeli ve heyecanlı bir ses; "Nasılsınız yahu? Çok­
tandır görüşemedik. Size iyi haberlerim var," diyordu. Çok şü­
kür gece gelen kötü haberlerden değildi. Telefondaki sesin sa­
hibi arkadaşımız tiyatrocu Mehmet Akan' dı. "Şeyh Bedreddin
oyunumu İstanbul Devlet Tiyatrosu bu yıl repertuarına alıyor.
Ayrıca oyunu yönetmemi istiyorlar. Vallahi hem şaşırdım hem
sevindim! 1980'lerden beri ilk defa sahnelenecek.
"Hani sen Bedreddin belgeseli yapmak için çalışıyordun
ya, kitaplara gömülmüştün! Ne oldu sonra? Devam ediyor­
san bir ara oturup konuşabilir miyiz?"
Evet, yıllardır görüşememiştik; "İçine mi doğdu Meh­
met!" dedim, "Evet, Bedreddin belgeseli için hala çalışıyo­
rum. Artık kafamızı kitaplardan kaldırdık. Sokağa çıkıp alan
araştırmalarına başlayacağız. Hatta yarın sabah Bedreddini­
leri aramaya gideceğiz. Sen de gel istersen!"

28
Mehmet şen şakrak kahkahalarından birini daha koyu­
verdi. "Aaa şu tesadüfe bak, tam zamanında aramışım. Yok
canının ne tesadüfü! Ben şıh torunuyum ya, malum olur
bana tabii! Hiç gelmez olur muyum! Kaçta nerede buluşu­
yoruz?"
Mehmet o gece telefonda, zamanında Hikaye-i Mahmud
Bedreddin6 adlı oyununu yazarken, Bedreddinileri ne çok
aradığım anlattı. Kuzey Ege'nin köylerinde, dedelerin evle­
rinde haftalarca kalmış, ipuçlarının izini sürmüş ama kim­
seyi bulamamıştı. Bedreddiniler ya artık bitmişti ya da çok
iyi gizleniyorlardı. Kısacası ertesi gün çıkacağımız araştırma
gezisinden pek umutlu değildi.
Mehmet Akan bu telefondan sonraki sabah erkenden bu­
luşacağımız kahveye hepimizden önce geldi. Küçük araştır­
ma ekibimiz tarih danışmanımız Cemal Kafadar ve yapım
asistanımız Ayşe Çavdar'la tamamlanınca yola koyulduk.
Trakya'nın köylerinde yaşadıklarını okuduğumuz Bedred­
din müritlerini, Bedreddinileri arayacak olmanın heyecanı
içindeydik.
Trakya'nın yolları dar
Yaz başında Trakya'nın güzelliği nefes kesiciydi. Yol bo­
yunca yeşilin binbir tonu iki yanımızdan akıyordu. Kırmızı
gelinciklerin arasında, rengarenk bir dünyada yol alıyor­
duk. Göz alabildiğine uzanan tarlalarda sapsarı ayçiçekleri
ve yemyeşil ekinler boy vermişti.
Neredeyse bir karış boş toprak yoktu.
Tarlaları, yumuşak tepeleri, küçük koruları, vadilerdeki
ince dereleri, salkımsöğütleri geçiyorduk.
Köy köy dolaşarak Bedreddinileri arıyorduk. 600 yıl önce
öldürülmüş Şeyh Bedreddin'in takipçilerinden kimse kal­
mış mıydı, bilmiyorduk. Daracık köy yollarında kaybolduk­
ça, traktörleriyle yanımızdan geçen köylülere yol soruyor­
duk. Mehmet Akan'ı arabada görenler önce şaşırıyor, sonra
seviniyordu; "Aaa, Sabri Bey hoşgeldiniz, hangi rüzgar ath
sizi buralara?" diye soruyor, sonra tatlı bir Trakya aksanıyla,
"Dosdirek gidin," diye yolu tarif ediyorlardı.
Mehmet Akan onların gözünde 13 yıl boyunca her hafta
TV' de izledikleri "Bizimkiler" dizisinin apartman yöneticisi
emekli Albay Sabri Bey'di.
Bir köye girince doğrudan meydandaki kahveye gidip
oturuyorduk. Etrafımızı güler yüzlü, yeşil-ela gözlü insanlar
sarıyordu. Bizi sanki kahveye değil de evlerine misafir gel­
mişiz gibi ağırlamaya çalışıyorlardı. Hoşsohbet, şakacı, çele­
biydiler. Kendimizi teker teker tarihçi, tiyatrocu, belgeselci
diye tanıttıktan, çaylar, kahveler içilip hal hatır sorulduktan,
hoşbeşten sonra çekingen bir merakla ziyaret sebebimizi
soruyorlardı. Biz de sadede geliyorduk. Şeyh Bedreddin'i
biliyorlar mıydı? Tabii adını duymuşlardı. Bedreddin'in bu
köyde yaşayan müritleri, Bedreddiniler var mıydı? Hayır,
bu köyde yoktu. Bedreddinilerin varlığım duymuşlardı ama
tanışmamışlardı. "Bilmiyoruz. Biz Bektaşi'yiz," diyorlardı.

30
Girip çıkhğımız bütün köy kahvelerinde aynı şey oluyor­
du. Bedreddin' in adı geçtikten sonra insanların bize bakışı ve
tavırları müthiş değişiyordu. Sanki birden bir yakınlık, sıca­
cık bir güven ilişkisi kuruluyordu. Rahatlıyorlardı. Samimi
bir ortam doğuyordu. Sanki kırk yıllık arkadaş gibi oluyor­
duk. İyice dilleri çözülüyordu. İçlerini döküyor, gönüllerini
açıyorlardı. Heyecanla kendilerini, geleneklerini anlatıyor­
lardı. Geleneklerin giderek azaldığını, yazın işini bitirenin,
kışın talebesi olanların kente gittiğini söylüyorlardı. Artık en
büyük semahlar Hıdrellez' den sonra, 7 Mayıs'ta ikindi vak­
ti yapılıyordu. Değişen adetleri anlatıyorlardı: "Değirmenci
türküsü bizim semahlardandır, her yerde söyleniyor şimdi.
Ama burada dini hava içine giriyor. 'Dön, Muhammed'i se­
versen,' deniyor türküde. Dönmezse un olmaz."
K. köylüleri Bulgaristan'ın Burgaz şehrinden göçmüşler-
di. Çevre köylerde yaşayanların çoğu da Bulgaristan göçme­
niydi. Hemen hepsi 93 Harbi'nde Trakya'ya göçen Amuca
(veya Amuga) kabilesindendi. Amuca kabilesi yüzyıllar bo­
yunca, bugün Bulgaristan dediğimiz topraklarda yaşamışh.
Onları topraklarından eden savaşa halk dilinde "93 Harbi"
denmesinin nedeni başladığı yılın, Rumi takvime göre, 1293
yılına rastlaması. 93 Harbi'nde, yani 1877-78 Osmanlı-Rus
Savaşı patladıktan sonra, Rus ordularının önünden kaçarak
buralara göçmüşlerdi. Dedelerinin, ninelerinin bebekleriyle
yürüyerek ya da kağnı arabalarıyla kaçtıkları o dehşet verici
göçü anlatırlarken seslerinde en ufak bir ağlaşma, acındırma
tonu yoktu.
Bedreddin'in müritleri olan Bedreddiniler de 93
Harbi'nde topyekun Trakya'ya göçen Amuca kabilesinden­
di. Göçten sonra bir kısmı Bektaşiler arasında erimişlerdi.
Durmadan yeni köylere, kasabalara girip çıkıyorduk ama
Bedreddinileri bir türlü bulamıyorduk.

31
Dostlar Kıraathanesi
Lüleburgaz'daki Bulgaristan göçmeni kitapçının, "Bel­
ki onlar bilir," dediği aileyi aramak üzere başka bir köye
yollandık. Lokantaları, köftecileri ve meyhanesiyle irice bir
Anadolu kentinden büyük bir yerdi T. köyü. Daha önce git­
tiğimiz köy meydanlarında bir, hadi bilemediniz iki kahve
varken burada karşımıza anacaddeye sıralanmış beş-altı
kahve çıkh. Hangisine girsek diye bakınırken adı gözüme,
kulağıma hoş gelen Dostlar Kıraathanesi'nden içeriye giri­
verdim. Çaylarımızı içerken etrafımızı saranlara, artık lafı
uzatmadan, aradığımız ailenin evini sordum. Güler yüzlü
bir bey, "Ben tanıyorum onları," diyerek ayağa kalktı. Hafif
aksayan bacağına aldırmadan önümüze düştü ve bizi yakın­
daki eve kadar götürdü. Bahçede evin güzel ve nazik hanımı
karşıladı bizi.
Kolsuz penye bir bluz ve şortla inek sağmaktan geliyor­
du. Bildiğimiz köylü kadınlara hiç benzemiyordu. Bizi içeri­
ye buyur etti. Evi de köy evine benzemiyordu. Dayalı döşeli,
tertemiz bir evdi. Odanın ortasında açık duran dikiş maki­
nesinin etrafına kumaşlar yığılıydı. Yakında evlenecek olan
kızının çeyizini hazırlıyordu. Gündelik kıyafeti ve evin da­
ğınıklığı için durmadan özür diliyordu. Kanepeye yan yana
dizilip oturduktan sonra neden geldiğimizi söyledim.
Kibar ve yalansız bir ilgiyle dinledikten sonra, "Ah, ben
bilmiyorum ama bu konuları babaannemiz bilir," diyerek
genç kızını babaannesini çağırmaya yolladı.

32
Ve Bedreddiniler...
Babaanne'nin evi çok yakındı herhalde ki hemen geldi­
ler. Mihrabı yerinde dedikleri gibi, gençliğinde güzel bir
kadın olduğu belli yeşil-ela gözlü seksenli yaşlarda, pamuk
gibi yumuşacık bir hanımdı. Önce kibarca halimizi, hatırı­
mızı sordu. Kendinden, ancak çoluk çocuğumuz için iyi di­
leklerde bulunduktan sonra söz etti. Eşini yeni kaybetmişti.
Kocası uzun süre yatalak hastaydı. Ona severek bakmıştı.
Ama artık o da yaşlanmıştı. Bacakları çok ağrıyordu. Zor
yürüyordu.
Başka bir köyde doğmuş, altı yaşındayken bu köye ta­
şınmışlardı. Annesi Eski Zağralıydı (Stara Zagora). 1912' de
Balkan Harbi çıkınca annesi ve ailesi Bulgaristan' dan göç­
müştü.
Eski Zağra adını duyunca heyecandan gözlerim faltaşı
gibi açıldı. Çünkü Eski Zağra'nın vaktiyle Bedreddinilerin
yaşadığı yer olduğunu biliyordum.
Kendimi tutamadan atıldım:
"Ah, anneniz sağ olsaydı Şeyh Bedreddin'i mutlaka bilir­
di," dedim. Daha cümlemi tamamlamadan yaşlı teyze genç
bir kız gibi birdenbire ayağa fırladı. Sağ elini kalbinin üstü­
ne koyarak saygıyla öne eğildi. "Yalnız annem olur mu, ben
de bilirim. Pirimizdir, Bedreddin Sultan," dedi. Ardından
uzunca bir sessizlik geldi. Sanki nutkumuz tutulmuştu. Şaş­
kınlık mı, heyecan mı, hayranlık mı, şimdi tam olarak adlan­
dıramadığım yoğun duygularla teyzeye bakıyorduk. Köy
köy dolaşarak aradığımız Bedreddini karşımızdaydı.
Tanıştığımız ilk Bedreddini A.Ö. 83 yaşında bir kadındı.
Ağrılarını filan unutmuştu, coşmuştu. Hep ayaktaydı. Bir
yandan anlatıyor, bir yandan da deyişler söyleyerek, kesik
adımlarla tek başına semah dönüyordu:

33
Şeyhini seven kişi
Yaslanmak gerek başı
Kalk semahta bile oyna
Silinsin pak olsun ayna

Şaşkınlığımızdan kurtulup nihayet kendimize geldikten


sonra hep bir ağızdan Ayşe Teyze'yi soru yağmuruna tut­
tuk. Bedreddiniler nerelerde yaşıyorlardı, kaç kişi kalmıştı?
Bedreddin'in adını duyduğundan beri heyecandan otura­
mayan Ayşe Teyze'yi azıcık sakinleşince anlattı:
Bedreddiniler hep birlikte büyücek bir evde toplanıyor­
du. Hem "Bedreddin Sultan"ı anıyor, hem ibadet ediyorlar­
dı. Bu toplantıların adı "muhabbet"ti. Cem değildi. Anlat­
tıkça yine heyecanlanıyordu. "Bedreddin Sultan"ı ermiş bil­
diğini ama kendilerinin Gülşani olduğunu söyledi. Onların
muhabbetleri açıkmış.
"Er kişi görsün bakalım, kötülük var mı? Bizde, muhab­
bet gelen herkese açıktır. Gör de gir deriz," diyerek gizli sak­
lı bir hayatları olmadığını söylüyordu.
Haber köyde yayılınca ev Bedreddinilerle dolup taşmıştı.
Akşamüstü bizi Dostlar Kıraathanesi'nden, Ayşe Teyze'nin
oğluyla gelininin evine getiren S. Bey'in derya gibi bilgili bir
Bedreddini olduğunu anladık. S. Bey eve tekrar geldikten
sonra, "Bizim pirimiz Bedreddin'dir," diyerek konuşmaya
başladı. Bedreddini geleneklerini biraz göç hikayesi olarak,
biraz da endişeyle anlattı. Alevi /Bektaşilerden biraz farklıy­
dılar. Liderlerine dede değil, baba diyorlardı. Bedreddiniler
de Amuca kabilesindendi. Bulgaristan' dan iki kol olarak
gelmişlerdi. Bu kolların biri Aştarlı Baba, diğeri ise Abtarlı
(veya Abdallar) Baba'ydı. Aştarlı'nın postuna oturacak ba­
bayı Abtarlı seçerdi, Abtarlı'nın postuna oturacak olanı Aş­
tarlı seçerdi. Sanki demokrasilerdeki kuvvetler ayrılığı gibi,

34
birbirini denetlemek için çalışan bir sistem kurmuşlardı.
Bedreddini yoluna dair bilgilerimizin çoğunu o gün
ve sonraki günlerde birinci ağızdan, S. Bey' den öğrenmiş­
tik. Bedreddin' in izini o bilgiler sayesinde Trakya' da ve
İstanbul' da sürebildik.
Bedreddin bir tarikat kurmamıştı. Kırklareli'nde Babailer,
Edime' de Gülşeni Sokak'ta Babaerenler yatırları vardı. Son­
ra Gülşenilerle Gülşanilerin farklı olduğunu öğrenecektik.
Bedreddiniler Gülşani tarikatındandı. Gülşanilerin liderleri
de "baba"ydı. Bir kişinin babalık postuna oturabilmesi için
mutlaka evli olması, ana-bacının ona eşlik etmesi şarttı. Ba­
banın yanındaki görevlilere dede diyorlardı. Bedreddinile­
rin de Bektaşiler gibi 12 post dedesi vardı. Post dedeleri ikin­
ci makamdı ve babadan oğula geçmiyordu. İstanbul' da P.
ilçesinde bir D. Baba, Kırklareli'nin T. köyünde bir M. Baba
vardı. Bize Aksaray' daki trajikomik kitapçı macerasını an­
latan, güler yüzlü güzel bir insan olan post dedesi H. Dede,
yine Kırklareli'nin D. köyünde yaşıyordu.
S. Bey kendi sözcükleriyle o günkü sorunlarını anlattı:
"Bizim babamız öldü şimdi. Yerine başka bir babanın
geçmesi lazım. Bizde babalık makamı babadan oğula geçi­
yor ama rahmetli babamızın oğlunun akli melekeleri yerin­
de değil. Bir baba getirip tekkemizi açtırmak istiyoruz. 500
senedir böyle sürmüş, biz de sürdürmek istiyoruz geleneği­
mizi ama elimizde gerekli emanetler yok. Emanet dediğim
şamdan (çerağ-mum-ışık-ateş) ve Fatma Anamızın gömle­
ğinden bir parça."
Sonra o kumaş parçasına Serez bezi de dendiğini öğrene­
cektik. "Bizim emanetler şimdi ölen babanın akrabalarında,
vermiyorlar. Bulgaristan' daki tekkeden yardım istedik. İn­
şallah yardım ederler. Ellerinde emanet olsa bile verirler mi,
bilmiyoruz, bekliyoruz."

35
Bedreddinileri bir kez bulduktan sonra sık sık ziyaretle­
rine gittik. Geleneklerini gayet iyi biliyorlardı bir yandan da
pirleri Şeyh Bedreddin'in kitaplardaki, tarihteki yerini öğ­
renmek istiyorlardı. Onlara aradıkları kitapları götürünce
çok sevinmişlerdi.
H. Dede'nin kahkahalarla gülerek anlattığı kitapçı anı­
sı unutulmazdı. 1980'lerde bir gün, iki Bedreddini dedesi
arkadaş iş için İstanbul'a gitmişler. Aksaray'da bir kitapçı
görmüşler. İçeriye girmişler. Köyden kente gelenlerin çekin­
genliğiyle, alçak sesle kitapçıya, "Sizde Şeyh Bedreddin ki­
tabı. var mı?" diye sormuşlar. Kitapçı birdenbire kızmış kö­
pürmüş. Burnundan soluyarak öfkeyle bağırmaya başlamış.
"Sizi gidi komünistler defolun dükkanımdan," diye kov­
muş. Adamın niye kızdığını anlamamışlar ama arkalarına
bakmadan oradan kaçmışlar. 1980'lerde durum böyleymiş.
Günümüzde daha mı vahim acaba?
"Evvel çoktuk gök gibi gürlerdik"
Bulgaristan' dan 93 Harbi' nde kaçıp Trakya' ya yerleşen
Bedreddinileri tanıdıktan sonra, özellikle sevdiğim bazıları­
nı çokça ziyaret ettim. Bedreddini H. Dede ve A. Nine'yi çok

sevmiştik. Evlerinin bahçesine yaphkları küçük kulübede


yaşayan 95 yaşındaki annelerine bakıyorlardı.
Evlerine birkaç kez gittik. Her seferinde yemek yedirme­
den bırakmadılar. Balkonda otururken komşular duymasın
diye alçak sesle konuşuyorduk.
A. Nine, Bedreddinilerin sayıca azalmasından yakınıyor­
du:
"Öyle yavrum, hepten köreliriz. Bedreddin'in yolunu
anca bu kadar... Te bu dedecik geçen sene uyku uyumadı;
bahrıyoruz, bahrıyoruz diye. Evvel çoktuk yavrum, gök gibi
gürlerdik, ne kalabalıkbk, ne kalabalıkhk!"
H. Dede bağlama çalıyor, müthiş deyişler, nefesler söylü­
yordu. Bir deftere söyledikleri deyişleri yazmışlardı. Deyiş­
lerin çoğu Yunus Emre'nin şiirlerindendi.
A. Nine, T. Dede'nin karısıyla birlikte semah dönüyordu.
A. Nine'nin kalın, güzel ve pürüzlü sesiyle söylediği
"Misafir Hızırdır" deyişini ömrüm oldukça unutmayaca­
ğım. Mihman misafir demekti. Ne güzel insanlardı!

Mihman canlar siz bize hoşça geldiniz hü hü


Mihman canlar siz bize hoşça geldiniz hü hü

Kardeşlerim siz bize sefa geldiniz hü hü


Kardeşlerim siz bize sefa geldiniz hü hü

Ümmet edin* bize misafir gelsin


Ümmet edin bize misafir gelsin
* Himmet yerine ümmet yerleşmiş.

37
Yavan kaşık yesin yüzümüz gülsün hü hü
Yavan kaşık yesin yüzümüz gülsün hü hü

Büyüğümüz küçüğümüz hep hem Hızır bilsin


Büyüğümüz küçüğümüz hep hem Hızır bilsin

Bedreddin Muhabbeti'ni babayla birlikte yürüten kıdem­


li Bedreddini, derviş S.Ç.'yi Kırklareli'ndeki evinde ziyaret
ettik. Bizi bahçedeki ahşap çardakta bekliyordu. Ardından,
her kahnda bir çocuğunun yaşadığı, üç-dört katlı kocaman
apartmanın içindeki tertemiz evine buyur etti. Yine inanıl­
maz bir misafirperverlikle ağırladı. Akşama doğru diğer
Bedreddinileri de davet etti. Derin sohbetlerle, uzun söyleşi­
lerle geçen bütün bir gün oradaydık.
Söylediği anlamlı bir deyiş bütün zamanlar içindi:

Solmazsa dünyada güzeller solmaz


Bu dünya fanidir kimseye kalmaz
Yalan dolan ile sofuluk olmaz
Mümin olan bekler sırayı gönül

S.ç. sonra bu dörtlüğü açıkladı: "Güzel olan kimdir? Yüz


güzelliği değildir bu. Bunun manaları şuradan kaynaklanır,
hırsızlık yapmayan adamın, uğursuzluk yapmayan a damın,
kötülük yapmayan adamın toplumda yüzü kızarmaz. Bu
manaya gelir."
Ne yazık ki böylesine insancıl bir zihniyetin temsilcisi
olan Bedreddin müritleri, Bedreddiniler 21. yüzyılın başın­
da çok az kalmışlardı. Sayıları tam olarak bilinmemekle bir­
likte neredeyse yüzlerle ifade ediliyordu.

38
Topçular
Bedreddinileri aramak için gittiğimiz köylerde konuş­
tuğumuz herkes ağızbirliği etmiş gibi, "Topçular'a gitti­
niz mi, mutlaka gidin," diyordu. Topçular senede bir gün
gerçekleşiyordu ve o yılki olup bitmişti. Topçular'a bir yıl
sonra çekim ekibimizin yanı sıra Mehmet Akan ve tiyatroda
Bedreddin'in babasını oynayan meslektaşıyla birlikte gittik.
Kırklareli'nin Kofçaz kazasında Bulgaristan sınırına ya­
kın bir ormanın başladığı yerdeydik. Ormanın kıyısında
çimenli bir düzlük ve düzlükte küçücük bir kulübe vardı.
Burası Topçu Baba'nın türbesiydi. Önemli bir ziyaretgahh.
Topçu Baba türbesi Rumeli fatihi, kutsal bir gazinindi. Efsa­
neye göre Topçu Baba Rumeli gazileri susuz kalınca ayağını
toprağa vurarak yerden su fışkırtarak askerlerini susuzluk­
tan kurtarmıştı.
Türbenin açık kapısı arı kovanı gibi işliyordu. Önü ana
baba günüydü, upuzun kuyruklar vardı. Kadın erkek, çoluk
çocuk eğilip küçücük kapının eşiğini öperek Topçu Baba'nın
türbesinden içeriye giriyorlardı. Biz de önce kuyruğa sonra
türbenin içine herkes gibi girdik. Topçu Baba'nın türbesine
eşiğe basmadan giriliyor, sanduka önünde dualar okunduk­
tan sonra geri geri yürüyerek, türbeye sırt dönülmeden dışa­
rıya çıkılıyordu.
Topçular ayıu zaman­
da bir şölendi. Türbenin
yanında başlayan orman­
da, ağaçların altında ço­
luk çocuk, kadın erkek,
genç ihtiyar, belki 2000
kişiydik. Her yıl haziran
sonunda, hasattan önce
burada toplaıuyorlardı.

39
Sabahtan beri, hkır hk.ır işleyen disiplinli ama boğmayan
bir düzen içinde kurbanlar kesildi. Ormamn içine kurulmuş
seyyar ocaklarda kazanlar kaynadı. Etler, pilavlar pişti. Ko­
caman leğenlerde salatalar yapıldı.
Gençler traktörlerin römorklarına yükledikleri tencere­
lerle etleri, pilavları, salataları, bembeyaz köpükten yapıl­
mış tertemiz tabaklara dolduruyor, ağaçların altında oturan
gruplara servis ediyordu. Yine şaşmayan ve sıkmayan bir
düzenle binlerce kişiyle lokmalar bölüşüldü.
Devasa bir piknik gibiydi de diyemeyeceğim. Çünkü or­
tadaki meydanda yüzlerce insan -ilk önce Ayşe Teyze' den
duyduğumuz- yedi büyük Alevi şairinden Hatayi'nin deyi­
şiyle semah dönüyordu:

Kalk semahta bile oyna


Silinsin pak olsun ayna
Kırk yıl bir kazanda kayna
Daha çiğsin yan dediler

Çocuklar koşuyor, oynuyorlardı. Ağaçların arasına kü­


çük bir sahne kurulmuştu. Orada şairler şiir okuyor, aşıklar
saz çalıyor, türküler hep birlikte söyleniyordu. Kadınlı er­
kekli yüzlerce insan semah dönüyor, arada bir durup soluk­
lamyor sonra devam ediyorlardı. Sabahtan akşama kadar
eşiyle, dostuyla, köylüsüyle, kentlisiyle yiyip içen, şakala­
şan, tatlı tatlı sohbet eden binlerce insan arasında, gün bo­
yunca en ufak bir tartışma, kavga, gürültü çıkmadı.
Şiirli, müzikli, sohbetli, semahlı şenlikte 1 993'te Sivas'ta
Madımak Oteli'nde yakılan canlar unutulmadı. Lokmaları
bölüşmeden önce onların anısına bir dakikalık saygı duru­
şu yapıldı. Topçular şenliğine Bedreddini Ayşe Teyze'yle
görüşmemizden sonra tanıştığımız Bedreddinilerle gittik.

40
Bedreddinilerle birlikte bir ağacın altına oturduk. Çekim
yaptığımız zaman dışında bütün gün o ağaan altında Bed­
reddinilerle birlikteydik. Her şeyi paylaştık. Yedik içtik, bir­
likte semah döndük.
Bütün gün görüp yetişebildiğimiz her şeyi çekiyorduk.
Trakyalı köylülerin mutlaka gidin görün dediği Topçular
şenliğini kaydediyorduk. Güneş batarken önce ormanın içi­
ne kurulan seyyar ocaklar, sonra yemek artıkları ve çöpler
toplandı. Bildiğimiz pikniklerde insanlar gittikten sonra her
yer artık dolu bir çöplük olurdu. Oysa buradaki durum çok
farklıydı. Ormanın içinde hava perde perde kararırken in­
sanların yavaş yavaş boşalttığı ağaçların altında kocaman,
simsiyah çöp torbaları belirmeye başladı. Kurbanlar kesen,
bütün gün yiyip içen kalabalıktan artakalan çöpler, pişirme
ve yemek artıkları, şişeler, kağıtlar, plastikler ayrı ayn siyah
çöp torbalarına dolduruldu. Ertesi gün kamyonlar gelecek,
çöp torbalarını toplayıp götüreceklerdi. Ormanda binlerce
kişinin ardından bir tek çöp kalmamıştı, tertemizdi. Topçu­
lar şenliğine katılanlar doğayı, çevreyi kirletmeyen, kendile­
rinden sonrasını da düşünen uygar insanlardı.

41
Muhabbet
Gün biterken Bedreddiniler içten bir nezaketle bizi başka
bir köydeki evde yapacakları Bedreddin Muhabbeti'ne da­
vet ettiler. Bu davete çok sevindik.
Muhabbet Bedreddinilerin ibadetiydi ve uzun zamandır
bir muhabbete kahlmaya can atıyorduk. Bedreddiniler bizi
sadece muhabbete davet etmekle kalmamış, belgeselimiz için
çekim yapmamıza da izin vermislerdi. Nihayet efsanevi Bed­
reddin Muhabbeti'ni hem görecek hem de çekecektik. Muhab­
betin yapılacağı evde yeniden hummalı bir faaliyet başladı.
Yine kazanlar kaynıyordu. Bu sefer sabahki gibi koyun değil,
horoz pişiyordu. Yemekler hazırlandı. İki katlı evin üst katın­
daki en büyük oda kadınlar ve erkeklerle tıklım tıklım doldu.
Bedreddin Muhabbeti başladı.
Erkekler ortası boş bir halkanın çevresine daire şeklinde
dizilip oturdular. Kadınlar onların yanına yüzleri dairenin
ortasındaki boşluğa dönük olarak yerleştiler. Herkes aynı
halkanın çevresinde yüz yüze (cemal cemale) oturuyor,
birbirlerine bakıyordu. Bedreddinilerin oturma düzeninde,
tarikatların çoğunda görülen makam, post hiyerarşisi ve ast­
üst konumları yoktu. Herkes eşitti. Muhabbet başlamadan
önce erkekler kırmızı başlıklarını giydiler. Başlıklarının üs­
tüne, ortası yırhk gibi bir delik olan, beyaz Serez bezini sar­
dılar. Halkanın or­
tasındaki boş alan­
da üç mum yaktılar.
Bedreddin ocağı
1 sönmemişti.

42
"Kini kibiri olan canlar kalkar gider"
Yeni seçilen genç baba L.A halkanın çevresinde yüzyüze
oturan erkeklerin arasındaydı.
Muhabbeti baba açtı:
"Hayırlı akşamlar. Hoşgeldiniz, sefa geldiniz canlar.
"Şu canların namaz ve niyazlarını da, pirimiz Bedreddin
Sultan'ın dergahında, Topcu Baba'nin dergahında kabul
eyle... "
Ardından kıdemli derviş S.Ç. söz aldı. Bedreddinilerin
dünya görüşünü duru bir Türkçeyle dile getirdi:
"Gönlünde kini, kibiri olan kalkar gider, gönlünde kini
kibiri olan canlar varsa, herkesin isteği gene kendine göre­
dir."
Kimse kalkıp gitmedi...

* * *

Muhabbeti babayla birlikte usul erkan bilen o kıdemli


derviş S.Ç. yönetti. Oradaki Bedreddinilerin çoğu yaşım ba­
şını alınıştı. Ne zaman ne yapacaklarını gayet iyi biliyorlar­
dı. Düzen hiç şaşmıyordu. Bedreddin Muhabbeti Tanrı'ya,
insanlara ve doğaya sevgi ve saygının kutsandığı bir tören,
bir insanlık dersiydi.
Dualarda hep Bedreddin vardı. Çoğu Türkçe, azı Arap­
çaydı. 600 yıldır devam eden Bedreddin Muhabbeti dualar­
la, kah yüz yüze durup birbirlerine secde ederek, kah kalkıp
kadın-erkek birlikte semah dönerek devam etti.
Hacı Bektaş Veli'nin şu deyişinin ete kemiğe büründüğü­
nü orada gördük.

Erkek dişi sorulmaz, muhabbetin dilinde


Hakkın yarattığı her şey, yerli yerinde

43
Bizim nazarımızda, kadın-erkek farkı yok
Noksanlık da eksiklik de, senin görüşlerinde

Muhabbete bir ara verildi. Halkanın ortasına tepsilerle ye­


mekler geldi. Horoz (Cebrail) ve pilav pişirmişlerdi. Lokma­
lar, içecekler, demler gayet ölçülü olarak dağıtıldı. Yemekten
önce dualar hep birlikte tekrarlandı, yemekler birlikte yendi.
Kadınlı erkekli önce üçlü, sonra çoklu semahlar dönüldü.
Muhabbet sabaha kadar sürdü.
Muhabbetin insanın içine işleyen ortamından kamera
ekibimiz de çok etkilenmişti. Bütün gece ağır kameraları
elde, omuzda taşıyarak ve Bedreddinileri rahatsız etmemek
için durmadan yer değiştirerek çalıştılar. Ertesi sabah gö­
rüntü yönetmenimizin kolu morarmıştı.
93 Harbi ya da "Tuna Nehri akmam diyor"
Bulgaristan topraklarından Amuca kabilesinin toptan
göçüne neden olan 93 Harbi, Rusların 30 Ağustos 1877' de
Plevne'ye saldırmasıyla başlamışh. Plevne kahramanı Os­
man (Nuri) Paşa, Rusları üç kez püskürtmesiyle, yokluklar
içinde kahramanca direnmesiyle ünlüdür. Plevne savunma­
sı hakkında "Tuna Nehri akmam diyor / Etrafımı yıkmam
diyor / Şanı büyük Osman Paşa / Plevne'den çıkmam di­
yor" sözleriyle türküler yakılmışh. 1878 yılına girildiği karlı
kış günlerinde Rus ordusu Plevne'yi teslim almışh. Osmanlı
ordusu açlık ve yorgunluktan artık direnemez hale gelince
Dobruca ve Kavarna art arda düşmüştü. Tuna Nehri 1878'e
kadar Osmanlıların Avrupa' daki sınırlarından birini çizi­
yordu. Dobruca aynı zamanda 1416'da Bedreddin'in isyan­
larının çıktığı ve müritlerinin yaşadığı bölgeydi.
1 877-78 Osmanlı-Rus Savaşı edebiyatta Tolstoy'un ünlü
Anna Karenina romanında yer alır. Anna'nın sevgilisi Al­
bay Vronski'nin doğu cephesinde yaralandığı Osmanlı-Rus
Savaşı'ydı.
Osmanlıları temellerinden sarsan 93 Harbi'nde Ruslar
bahtla Yeşilköy' e kadar ilerlemiş, doğuda Kars, Ardahan
ve Batum'u işgal etmişti. Bu savaşın sonunda yapılan Berlin
Antlaşması, Balkanlar' da yeni ulus devletlerin kurulmasına
yol açmıştı. Berlin Antlaşması'na göre kurulan Büyük Bul­
garistan Devleti, Trakya'nın ve Makedonya'nın geniş bir bö­
lümünü işgal etmişti.
1 877-1878 yılları arasında savaştan kaçan; Manastır'dan,
Selanik'ten, Bulgaristan'dan gelen yüzbinlerce sığınmacı­
dan yaklaşık 200 bin kişinin Edirne ve Kırklareli'ne yerleş­
tiği, ayrıca 300 bin kişinin de Rumeli' den Anadolu' ya ge­
çerek oraları yurt edindiği rivayet edilir. O döneme ait sa­
yıları kesin olarak bilmek çok zor. Yine de 1878' de kaçarak

45
Osmanlıların elindeki güvenli topraklara göçen sığınmacı­
ların 130 bin ile 1 milyon 500 bin kişi arasında olabileceği
belirtiliyor.
Tarihçi Jason Goodwin Llfııklnnn Efendisi Osmanlılar
adlı kitabında 93 Harbi'nin önemli bir sonucuna daha dik­
kati çekiyor. II. Abdülhamid 1876' da, Birinci Meşrutiyet
Meclisi'nin Osmanlı Devleti'nin payitahtı İstanbul'daki ilk
toplantısından hemen sonra bu savaşa girmişti. 1878'te Rus­
lar Edirne'yi alınca II. Abdülhamid meclisteki sessiz eleştiri­
ler karşısında derhal Birinci Meşrutiyet Meclisi'ni dağıtmış­
tı. Osmanlı Devleti'nin ilk parlamentosu Birinci Meşrutiyet
Meclisi'nde 71 Müslüman, 44 Hıristiyan ve 4 Yahudi millet­
vekili vardı.7
GAZİLER VE DERVİŞLER

Gazi'nin işi gavıırlarııı karşısma


'İslam ya da kılıç' gibi basit bir seçenekle
çıkmak değildir.8
Cemal Kafadar

Bedreddin'in babası gazilerden (sonra kadı) İsrail, diğer


gazilerle birlikte Bedreddin'in doğduğu köy Simavna'yı ve
Batı Trakya'yı fethetmişti. Fetihleri yapan gaziler kimlerdi?
Nasıl insanlardı? Neden ilk Osmanlı fetihlerinde hep onlar­
dan söz ediliyordu?
Bu soruların yanıtlarını tarih danışmanımız Cemal
Kafadar'ın kitabında ve ileride yer alan söyleşilerimizde
buldum.
Cemal Kafadar 1996' da yayımladığı İki Cilıan Aresinde
adlı ilk kitabında Osmanlıların kuruluş dönemindeki dina­
miklerin analizini yapıyor, gazileri inceliyor, onların yaşa­
dığı dönemi, ortamı çeşitli yönleriyle ele alıyordu. Osmanlı
Devleti'nin kuruluş dönemi, ilk fetihleri yapan gazilerin ve
uzlaşmaların yüzyılıydı. Bedreddin'in kimliği, kişiliği ve
dünya görüşü de gazilerin zihniyet ikliminde oluşmuştu. Ga­
ziler Osmanlı Devleti'nin sınırlarını genişleten savaşçılardı
ama günümüzün cihatçılarından çok farklıydılar. Fethettik­
leri topraklarda İslam'ı yaymak istiyorlardı ama orada yaşa­
yan gayrimüslim halkı Müslüman olmaya zorlamıyorlardı.

47
Gaziler, uzlaşhrıcı heterodoks inançları, esnek yapıları sa­
yesinde fethettikleri topraklarda yaşayan gayrimüslimlerle
gayet iyi kaynaşıyorlardı. Gazilerin Osmanlı Devleti'nin ku­
ruluşunda ve genişlemesindeki rolleri çok önemliydi. Din
adına gözlerini kırpmadan insan öldüren günümüzün cihat­
çılarıyla uzaktan yakından hiçbir benzerlikleri yoktu.

Amaç gaz i lerin eylem leri n i yüceltmek i ç i n gaz i ler


tarafı ndan ya da onlar i ç i n ü reti len edebiyatın, gazi kah­
ramanların H ı ristiya n larla işbirl i ği n i ortaya koyması n ı n
çel işk i l i bir durum ol madığı n ı göstermekt i . 9

Gazilerin nasıl insanlar olduğunun yanı sıra tartışılan


başka bir konu da Şeyh Bedreddin'in Simavna kadısı oğlu
mu yoksa Simavna gazisi oğlu mu olduğudur. Gazi İsrail,
Simavna kalesini fethettiği için ve sonra orada kadılık yaph­
ğı için her ikisi de doğru denebilir ama Orhan Şaik Gökyay' a
göre Bedreddin' in babası Simavna kadısı değil, Simavna ga­
zisidir. Gökyay bu kafa karışıklığının Arapça kaligrafinin
yanlış okunmasından ötürü olduğunu belirtir. "Gazi" söz­
cüğü "kadı" olarak okunmuş ve bu yanılgı "galat-ı meşhur"
olarak yüzyıllar boyunca tekrarlanınca yanlış da olsa kabul
görmüştür. Orhan Şaik Gökyay Bedreddin'in aslında "Si­
mavne Gazisi Oğlu" olduğunu savunur.
Cemal Kafadar da kitabında gaziler konusu içinde
Bedreddin'in babası İsrail'in gazi mi, kadı mı olduğuna de­
ğiniyordu:

Sağ olsun, Orhan Şa i k Gökyay' ı n u staca gösterd iği


gibi, yen i l m i ş o l ması n a rağmen, Osm a n l ı tari h i ndeki e n
ö ne m l i devrimci hareketi n ( 1 4 1 6) "zı n d ı k" ö nd eri Şeyh
Bedredd i n'in, S im avna kad ısı n ı n deği l , gaz i si n i n oğl u

48
o l d uğunu a rtık b i l iyoruz. Bu duru m Bedreddin'in baba­
s ı n ı n H ac ı İ l beyi' n i n yoldaşı olduğuna dair raporlarla
da u yu m l u . Yine de Gazi'yle, fethettiği kalen i n B izansl ı
komuta n ı n ı n kızı n ı n oğlu olan Şeyh Bed reddin, zorla
d i n değiştirmeyi ya da H ı ristiyanlara zu l med i l mesi n i de­
ği l , fark l ı i n a nçların ütopik bir sentez i n i savundu. Baş­
ka şeyleri n yan ı s ı ra Bedreddin ve taraftarları Osma n l ı
o rd u s u na karşı savaşmak üzere b i n lerce Müsl ü ma n ve
H ı ristiya n ' ı toplamayı başard ı . Bed reddin'in mesaj ı gaz i
orta m ı nd a n gel m esine rağmen değil, tam da o neden le,
d a r kafa l ı , çel işki l i b i r d i n değiştirme gayreti deği l d i .

Bilge tarihçi Prof. Dr. Halil İnalcık da 13 Eylül 1995'te


Hürriyet gazetesinde yayımlanan röportajında Osmanlı fe­
tihlerinin ilk zamanlarındaki uzlaşmacı niteliğini vurgulu­
yordu:

1 43 2 tari h l i, Arnavutl u k n üfusunu a n l atan b i r def­


ter b u l muştu m arşivlerde. 1 9SO'lerde onu neşrettim.
Bu, B a l ka n l ar'da büyük akis yaptı. Osmanl ı ' n ı n k ı l ı ç­
l a değ i l , u zl aşmayla gel d iği n i orada görd ü ler. ( . . . ) Ben
Osm an l ı Bey l i ği ' n i n kuru l uşu " 1 302 Bafeus Zaferi'd i r"
d iyoru m . B izans kayıtlarında i l k defa o zaman geçiyor
Osm a n l ı . İ l k defa o zaman B izans ordusu den ize dö­
kü l ü yo r. Ama bütün tari hçi ler hala 1 299'da, B i leci k' i n
a l ı n ması n ı kabu l ed i yor. Çünkü i l k mektepte öyle öğren­
m işler! Efend i m, ondan önce onun gibi daha kaç kale
fethed i l d i . Defa l a rca yazd ı m ama okumuyorlar. Tembel­
l i k tem be l l i k ... "Osman l ı İ mparatorl uğu" uydu rm a b i r
laft ı r. Osma n l ı ken d i ne imparatorluk demed i, " Devlet-i
A l iyye-i Osma n iyye" ded i . Yan i ; Yüce Osma n l ı Devle­
ti. A l i yye'n i n a's ı n ı da uzatmadan söyleyeceksi n iz . ( . . . )

49
dönüp baksa l a r bizim, 1 950'1erde B a rkan'la (Ömer Lüt­
fi) topl u mdaki değişikl i klerin ve ekonom i n i n ü stü nde
d u ra n , yen i b i r tarih getirmeye çal ıştığı m ız ı görecekler.

Selanikli tarihçi, Fetret Devri uzmanı, Dr. Dimitris Kast­


ritsis de, doğduğu kentte yaptığım söyleşide gazi ve akıncı
sözcüklerinin anlamlarını, Bedreddin isyanının temellerini
yorumladı:

Akı n c ı l a r b i r tü r gaz i m i d i rler? G az i ve a k ı n c ı aynı


şey mi? B u insanlar bütün H ı ristiya n la ra karşı o l a n, o n ­
l a rı y a döndürmek y a da ö l d ü rmek isteyen fanatik M ü s­
l ü m a n l a r m ı d ı r? Öyl e olmad ı kl a rı a ç ı k . Ya n i h ayatla r ı
H ı ristiyan topraklarına yapı la n a k ı n l ara bağl ı o l sa b i l e
baz ı akı n l arda H ı ristiya n l ardan destek görd ü kleri n i bi­
l iyoruz. E l i m izde G ü ney ve O rta Yu n a n i sta n ' d a n gelen
raporla r va r.
Vened i k H ü kü met i ' n i n oradan sürmeye ç a l ı ştığı
Tü rkleri, Ortodoks H ı ristiyan n üfus desteklem i ş.
G i rit'ten gelen raporda b i r H ı ristiyan a k ı n c ı o l a b i le­
ceği nden söz ed i l iyor. Yan i bazı yerlerin n üfusu d ı ş güç­
lere ya da on ları söm ü rd ü k l eri d ü şü n ü l e n yerel toprak
ağalarına karşı b i rl eşmiş. Köy l ü ayak l a n m a l a rı n ı n ve
sefa letin d iz boyu olduğu b i r zamandan söz ed iyoruz .

Jason Goodwin Ufukların Efendisi Osmanlılar kitabında


"ilk savaşçılar" diye adlandırdığı gazilerin ortamının ve Os­
manlı Devleti'nin yapısının "rıza"ya dayandığım belirtiyor.

İ l k Savaşçı l a r uçsuz buca ksız b i r a l a n a tü l kada r i nce,


dem i r kadar güçlü b i r ağ atm ışlard ı a m a a s l a ayrı b i r
u lus deği l d i ler. ( . . .) Ufu k l a r ı n Efendisi karş ı kon u l m a z

50
b i ç i mde B a l ka n la r' ı n , Karaden iz' in, Ortadoğu'nun 3 6
u l usundan yarat ı l a n o garip ve d i na m i k im paratorl uğu
çağrıştırır. M i l l iyetçi tarih i ç i nde bu korkunç bir fethet­
me ve boyu n eğd i rme öyküsüdür. Oysa gerçek farkl ı d ı r.
Türkler, büyük tari hçi B raudel ' i n tan ı m ıyla "işbirl iği ya­
p ı l a rı " yaratm ışlard ı r. Çok d i l l i bu yapı, ortak rızayla ger­
çekl eşti ri l m i ş b i r Türk i mparatorl uğuydu; i nancı İslam,
ayi n i B izans, i tibarı Acem, zengi n l iği Mısırl ı , alfabesi
Arap ve yönet i m i Ba lkan köken l i . . . 1 0

Goodwin devleti yönetenlerin unvanının 1300 ile 1375


arasında beyden padişaha doğru değiştiğini yazıyor. Selçuk­
Bizans sınırlarındaki Söğüt kasabasında küçük bir uç beyliği
olarak temelleri atılan Osmanlı Devleti, ilk dönemi içinde
beylikten padişahlığa terfi ettikten sonra tarihin akışında
söz sahibi bir imparatorluğa doğru genişlemeye başlamış.
Osmanlı Beyliği'nin tarihi 14. yüzyılın sonunda bir devlet
olmasının ardından yazılmaya başlanmış olsa da bilinen en
erken tarihi belgelerin Osman Bey' den 200 yıl sonra, yani 15.
yüzyılın ikinci yarısında yazıldığını belirtiyordu.
ŞEYH BEDREDDİN'İN HAYATI

Gazilerin çoğulcu ortamında yaşamış olan Simavna


Gazisi Oğlu ya da Kadısı Oğlu Şeyh Bedreddin'in dünya­
ya gelişinden itibaren hayat hikayesi torununun yazdığı
Menakıbname' de anlatılıyor.

Abd ü l aziz'in oğlu olan Gazi İsra i l 300 k i ş i y l e b i r


kale üzerine yürüdü, kalenin Ban' ı n ı * ve ç o l u k çocu­
ğunu kaçarken yaka l ad ı l ar. B a n ' ı n bir kızı d a va rd ı . ( ... )
A l i m olan Gazi İsra i l elde edi len gan i m etlerin az ı n ı ve
çoğunu gaz i ler arasında ü leşt i rd i . Ve B a n' ı n k ı z ı n ı ken­
d i ne a l ı koydu ve buna Melek d iye ad verd i . B u nd a n
760'ta** Mahmud/Şeyh Bedred d i n d oğd u .

O kale Simavna kalesiydi. Gazi İsrail kaleyi fethettikten


sonra oraya yerleşti. Kalenin aşağısındaki ovada çiftçilik
yaptı. Gazi İsrail, Simavna' dan sonra Edime' yi de fetheden
gaziler arasındaydı. Bedreddin Simavna' da doğmuş ama
daha sonra ailece Edime'ye yerleşmişti.
Gazi İsrail, Edirne' de oğlu Mahmud Bedreddin' e ilk
Kuran ve fıkıh derslerini verdi. Delikanlılık çağına gelen
Bedreddin eğitimini, öğrenimini, ilmini ilerletmek üze­
re Edime'den yola çıktı. Bursa, Konya, Kahire, Kudüs ve
Mekke'ye hacca gitti.
* Osmanlı İmparatorluğu döneminde, Macaristan ve Slovenya dolaylarında
sancak beylerine ve küçük prenslere verilen unvan.
** Hicri 760 yılı miladi 1359'a denk gelmektedir.

52
İbn Arabi ve Konya
Bedreddin Bursa' dan sonra Konya' ya gitti.
Orada Sadreddin Konevi' den mantık ve matematik ders­
leri aldı. Hocası Konevi'nin İbn Arabf'nin üvey oğlu, evlatlı­
ğı, ayrıca eserlerini dikte ettirdiği en sevdiği öğrencisi oldu­
ğunu da okuduk. Konevi, Mevlana Celaleddin-i Rfımi'nin
yakınıydı. Genç Bedreddin Konya' da Konevl' den ders
alırken 1204'te Endülüs'ten Konya'ya gelen İbn Arabi'nin
Vahdet-i Mevcut düşüncesiyle tekrar karşılaştı. Orada
Arabi'nin derin tasavvufundan Füsusii 'l-Hikem (Gerçeğin
Gözü) adlı eserinden, Vahdet-i Mevcut felsefesinden etki­
lenmiş olması kuvvetle muhtemel. Arabf'nin Endülüs'ten
gelerek Konya' da yaşaması belki de bu toprakların o zaman­
lar kimseyi dışlamayan çoğulcu kültüründendi.
Mutasavvıf Niyazi-i Mısri 17. yüzyılda Halvetiye tarika­
tının Mısriyye kolunun şeyhiydi. Mutasavvıf şair, İbn Arabi
ile Şeyh Bedreddin hakkında yazdığı şiirinin sonunda şöyle
der:

Muhyeddin ü Bedreddin etdiler ihyay-ı din


Derya Niyazi Füsus enkarıdır Varidat

Niyazi-i Mısri şiirinde İbn Arabf'nin eseri Fiisıısü 'l­


Hikeın'i bir derya, Bedreddin'in Val'idat'ım ise o deryaya
akan bir nehir olarak tasvir ediyor.

53
Halep, Şam, Kudüs, Mekke ve Kahire
Bedreddin Konya' dan sonra Halep ve Şam' da dönemin
önemli mutasavvıflarıyla tanışh. Kudüs'te Mescid-i Aksa' da­
ki ulemadan ders aldı. Ardından ilmini ilerletmek ve Mı­
sır'daki hocalarla, ulemayla çalışabilmek için MemlUkların
yönetimindeki Kahire'ye gitti.
Kahire'deki hocasıyla birlikte Mekke'ye hacca gitti. Hac­
dan dönerken bindikleri gemi Kızıldeniz' de bath. Kazadan
sağ salim kurtulan Bedreddin Kahire'ye vardıktan sonra
oraya yerleşti ve ulemaya karışh. Genç yaşında kitap yaz­
mak için izin aldı.
Şeyh Bedreddin Tasavvuf ve İsyan kitabının yazarı Michel
Balivet ve Fetret Devri uzmanı Dimitris Kastritsis, söyleşi­
miz sırasında Bedreddin'in neden Kahire'ye yerleştiğini yo­
rumladılar:

Anadolu Tü rkleri görü n üşe göre Kah i re'de b i r l o b i


o l uşturmuş. Saraydaki memurl arın çoğu n l uğu o n l ardan­
dı. Medreselerde de çok sayıdayd ı la r. E l i m izdeki b i lgi l e­
re göre Bedreddin' i n daha çok Anado l u l u la r ve Mem l u k
Türkleriyle teşrik-i mesai ettiği izlen i m i ne kapı l ı yoruz .
Yan i Türkçe konuşa n larla . . . Çerkez lerle. . .
İkisi d e ayn ı şey, d i l i Tü rkçe. Bedred d i n ' i n Ka h i re' de­
k i uzun kariyeri gerek k ü l tü rel, gerek s i yasi, gerekse d i n i
açıdan son derece a n laşı l ı r.

Balivet, Bedreddin'in Kahire'ye yerleşmeyi seçmesinde


dilin ve kimliğinin önemli bir rol oynadığım vurguluyor­
du. Dimitris Kastritsis Bedreddin'in Kahire'yi seçmesine
bir İslam alimi olmasının, yani mesleğinin neden olduğunu
vurguluyordu. Ayrıca Kahire' de geçirdiği değişime dikkati
çekiyordu:

54
Kah i re o zaman i l i m merkeziyd i . Yan i İslam dü nya­
s ı n d a en önem l i i l i m merkez i . Tab i i ki Şeyh Bedredd in
o raya gitmiş, oku muş. Çok önem l i bir alim olmuş. Bed­
red d i n Kah i re'de sarayda Mem l u k Su ltanı Berkuk'un
oğl u nu n öğretmen i olara k çalışırken Anadol u l u (Ah latl ı)
b i r mutasavvıfl a, H üseyin Ahlati ile tan ışmış. Bu tan ışma
Bedred d i n ' i n h ayatı n ı değiştirmiş, hayatının en önem l i
d ö n ü m n oktası o l muş deneb i l i r.

Dimi tris Kastri tsis' in de dediği gibi, Kahire' de zamanının


aydınlarından olan Bedreddin'in asıl aydınlanması Hüseyin
Ahlati'yle tanışmasından sonra gerçekleşmişti.
Şeyh Bedreddin Kahire' de, sarayda Memllık Sultanı
Berkuk'un oğlu Ferec'e fıkıh dersleri veriyordu. Ferec'in
başka bir hocasıyla, Anadolulu Şeyh Hüseyin Ahlati'yle ta­
nıştıktan sonra mutasavvıf olmaya karar verdi ve Kahire' de­
ki Ahlati tekkesinde derviş oldu.
Kahire ve Hüseyin Ahlati
Memluk Sultanı Berkuk, oğlu Ferec'in iki öğretmeni Bed­
reddin ve Ahlati'ye Habeşistanlı kız kardeş olan iki köleyi,
Cazibe ve Maria'yı cariye olarak hediye etmiş. Habeşistan' dan
gelen kızların Hıristiyan olmaları kuvvetle muhtemel. Bedred­
din Cazibe'yle, Ahlati Maria'yla evlendi. Bedreddin mürşidi
Hüseyin Ahlati'yi ve baldızı Maria'yı tanıdıktan sonra tasav­
vuf aşkıyla yanıp tutuştu. Artık kitaplardan öğrenilenin değil,
gönül gözüyle görülenin hakikatine inanmıştı. Mutasavvıf­
ların çoğunun hikayesinde olduğu gibi kitaplarını suya, Nil
Nehri'ne atmıştı. Alim olarak yaşamaktan vazgeçmiş, saray­
daki işini bırakmıştı. Kıyafetlerini de değiştirmişti. Kaba ur­
balar giyerek Ahlati Tekkesi'nin dervişleri arasına karışmıştı.
Cemal Kafadar Bedreddin'in tasavvuf dünyasına girme­
sini Menakıbname'den alıntılarla anlath:

Zaten baldızından tasavvuf tecrübes i n i a l d ığ ı n ı a i l e


içi nde hep a n l atm ışlar k i toru nu ka l kı p o güzel kel i me­
lerle yazm ış, çok da güzel yaz m ış orası n ı ; " ( ... ) söyl e­
y ince Maria ç ü n h a l i n i, s ı rrı tevh idden d üşen a h va l i n i . . .
Şeyh zama n ı nd a feridi derh* i ken, z a ma n ı n b i r tek i
i ken, b i riciğiyken, d ü nyan ı n b i ri c iğiyken, Şeyh z ama­
n ı nda ferid i derh i ken, anı gü l görd ü ve ken d i n i d i ke n ... "
Bedredd i n ' i n o müthiş özgüve n i n i yitirişiyle i l gi l i görd ü ­
ğ ü m tek cüm le b u .

Bedreddin, Ahlati Tekkesi'nin dervişleri arasına katıldık­


tan sonra, Hüseyin Ahlati'nin teşvikiyle, 1402' deki Ankara
Savaşı'run ardından Tebriz'e gitti. Neden gittiği konusunda
rivayetler muhtelif. Orada niyetinin Timur'la buluşmak de­
ğil, Safevileri tanımak olduğu da belirtilir.11
* Derh: Maddi dünya, zaman.

56
Timur'un sarayında ulemanın çözemediği bir bilme­
ceyi çözdüğü de rivayet edilir. Bunun üzerine Timur'un
Bedreddin'e kızıyla evlenmesini ve sarayda alim olarak
kalmasını teklif ettiği de ... Timur'un teklifine hayır diyeme­
yeceğini anlayan Bedreddin' in geceyarısı gizlice Tebriz' den
kaçtığı ve Kahire'ye döndüğü de rivayetler arasındadır.
Bedreddin mürşidi öldükten sonra onun vasiyetine uydu,
Ahlati Tekkesi'ne şeyh oldu. Orada alh ay kadar şeyhlik ya­
pan Bedreddin, gördüğü bitmez tükenmez iktidar savaşla­
rından bıkarak tekkeyi, şeyhliğini hatta yetişkin ömrünün
20 yılını geçirdiği Kahire'yi terk etti.
Tekrar Anadolu'ya, Rumeli'ye dönmek üzere yola çıkh.
Halep' e vardığı zaman Türkmenler kentin kapısında karşı­
lamış ve liderleri olarak orada kalmasını istemişlerdi.
Şeyh Bedreddin Halep'e geldiği zamanlar, Aşık Nesi­
mi'nin derisi yüzülerek öldürüldüğü zamanların ya az ön­
cesine ya da az sonrasına rastlıyordu. Halep'te kalmamış,
Anadolu' ya doğru yoluna devam etmişti.
O yıllarda Anadolu' da Fetret Devri'nde dehşetli bir kaos
dönemi hakimdi. Bedreddin belki Yıldırım Bayezid'in oğlu
Musa Çelebi'nin daveti üzerine, baba ocağının olduğu ken­
te Edirne'ye gitmek üzere yolunu sürdürmekteyken neden
dosdoğru Edirne'ye gitmemiş, neden Halep'ten sonra Teke
yarımadası, Tire, Sakız Adası, Çanakkale gibi bir güzergah
izlemişti? O bölgede 1416' da çıkan ve Osmanlıları derinden
sarsan ilk isyanlarda nasıl bir rolü olmuştu?
"ŞEYH BEDREDDİN MENAKIBNAMESİ"

Haza Menakıb'ı Şeyh, Bedreddin hin Kaadi İsrail


Halil bin İsmail bin Şeyh Bedrüddin Mahmud

Şeyh Bedreddin'in hayahru sadece torunu Hafız Halil'in


yazdığı Meııakıbnanıe' den öğrenebildiğimiz bir gerçek. Hat­
ta Menakıbname Bedreddin hakkında yazılan kitapların ne­
redeyse hepsinin dayandığı yegane kaynak. Kaybolduğu
sanılan Menakıbname'nin ise 20. yüzyılda bulunması apayrı
bir maceradır.
Menakıbname'nin tek bir elyazması kopyası varmış. O
el yazması kopya uzun yıllar boyunca kayıpmış. Serez' den
1924 Mübadelesi'yle gelenler o tek kopya Menakıbname'yi
yanlarında Tekirdağ' a getirmişler. Nasıl bulunup bugünlere
geldiğini İsmet Sungurbey anlahyor:

1 930'da Tek i rdağl ı b i r zat sahafl a r çarş ı s ı n d a H u l u s i


Efendi 'ye b i rkaç k itap yol l a m ı ştı ki, b u n l a rd a n b i ri d e
Bedreddin Menakıbname'siyd i ; H u lusi Efe n d i 'd e n de,
Menakıbname'yi tan ı n m ı ş araşt ı rm ac ı ve k itap top l a m a
merakl ı s ı M u a l l i m M . Cevdet Bey sat ı n a l m ı ştı . 1 2

Kayıp sanılırken 1930'da Tekirdağ'dan gönderildiği sa­


haflar çarşısında ortaya çıkan Bedreddin Meııakıbnamesi'ni
Muallim Cevdet Bey 20 liraya satın almıştı. "Kıymetine

58
paha biçilmez," diyerek belediye kütüphanesine bağışladı.
Abdülbaki Gölpınarlı Menakıbnaıne'nin o tek kopya elyaz­
masını inceledi, düzenledi, "doğru yoldan okunmasını" ve
yeni harflerle basılmasını sağladı. Böylece Simavna Kadısı
Oğlu Şeyh Bedreddin, Gölpınarlı ve Sungurbey'in imzasıyla
1967'de Eti Yayınevi tarafından yayımlandı. Benim okuma­
ya çalıştığım manzum Menakıbname bu kitaptır.
M. Şerefeddin Yaltkaya 1924'te Şeyh Bedreddin monog­
rafisini yazarken Menakıbname ortada yokmuş. Ama Yaltka­
ya dokuz yıl sonra, 1935'te Şeyh Bedreddin Menakıbnamesi'ni
özetleyen makalesinde Menakıbname'nin 140 sayfalık man­
zum bir kitap olduğunu, 2500 beyitten oluştuğunu ve bes­
meleyle başladığını yazmıştır.
Menakıbname'nin sonunda kitabın kabına "Medine-i
Siroz' da konulup dergah-ı Şeyh Bedreddin vakfıdır," notu
düşülmüştür. Şeyh Bedreddin'in bu cümlede bahsedilen
Serez' deki türbesinin bekçiliğini de Menakıbname' sini yazan
torunu Hafız Halil yapmıştır.
Şeyh Bedreddin Menakıbnamesi nedense önce Alman oryan­
talistlerin dikkatini çekmiş ve Almancaya çevrilmiştir. Al­
man oryantalist ve Osmanlı Tarihçisi Franz Babinger 1943'te
Menakıbname'yi Almancaya çevirir. Rivayete göre asıl metin
yerine biraz baştan savma bir çevirisinden yararlanmıştır.
Başka bir Alman oryantalist, Türkolog Prof. Hans Joachim
Kissling, 1 950'de daha doğru başka bir özetten yararlanarak
Menakıbname'yi yeniden çevirmiştir.

59
Hafız Halil ve Börklüce Mustafa
Bedreddin'in Menakıbname'sini yani manzum hayat
hikayesini yazan Hafız Halil, Fatih Sultan Mehmed ve Ka­
nuni Sultan Süleyman zamanında yaşamıştı. Hafız Halil'in
babası Bedreddin'in büyük oğlu İsmail (Seyyid) Beşe' dir.
Şeyh Bedreddin'in ve ailesinin hayatının anlatıldığı Me­
nakıbnanıe, İstanbul'un fethini de içeren erken Osmanlı Dev­
leti tarihine tanıklık eden önemli bir belgedir.
Hafız Halil'in Fatih Sultan Mehmed ve Kanuni Sultan
Süleyman zamanında yaşadığı gerçeğini göz önünde tutar­
sak dedesinin hayatını yazarken, özellikle Padişah'ı kızdır­
mamaya, resmi tarihten şaşmamaya neden dikkat ettiğini
anlarız. Dedesinin İznik'ten kaçmadığını, hacca gitmek
üzere Padişah Çelebi Mehmed' den (I. Mehmed) izin almak
için ayrıldığını, o sırada Aydın Beyliği'nde çıkan isyanlar­
la hiç alakası olmadığını, hele Börklüce Mustafa ve Torlak
Kemal'i hiç tanımadığını yazmıştır. Ama bu durum yüzyıl­
lar geçtikten sonra ortaya çıkan tarihsel gerçeklere pek uy­
mamaktadır.

60
Akşemseddin ve Göynük
Hafız Halil, Bedreddin'in Börklüce Mustafa'yı tanımadı­
ğını, hele Karaburun isyanlarından hiç haberinin olmadığını
yazsa da Şeyh Bedreddin İznik'ten kaçarken Hafız Halil de
dahil tüm ailesini kethüdası yani kahyası olan Börklüce'ye
emanet etmiştir. Hafız Halil'in babası İsmail Beşe, Tire ya­
kınındaki Nizar' da (Nissa, Eğridere) yaşamış olmalıydı.
İsmail Beşe günün birinde ölünce, yetim kalan çocukları­
nı Börklüce Mustafa himayesine almıştı. Hafız Halil dahil,
hepsini İznik'e dedeleri Bedreddin'in yanına götürmüştü.
Bu durumda Hafız Halil, Börklüce Mustafa'yla çocukluğun­
da tanışnuş olmalıydı. Hafız Halil, İznik'te kardeşleri, iki
amcası ve bir halasıyla birlikte büyümüştü. İznik' ten ayrıl­
ma zamanı gelince Şeyh Bedreddin ailesini tekrar Börklüce
Mustafa' ya emanet etmişti. Börklüce Mustafa aileyi İznik'ten
alıp önce Tire' ye mi götürmüş, bilemiyoruz. Ama en sonun­
da Göynük' te yaşayan Akşemseddin' e emanet ettiği malum.
Fatih Sultan Mehmed'in ünlü mutasavvıf hocası Akşem­
seddin İstanbul'un fethinden sonra tanık olduğu iktidar kav­
galarından uzaklaşmak için İstanbul'u padişahın izniyle terk
etmiş, Göynük' e yerleşmişti. Akşemseddin, Hafız Halil ve kar­
deşleri, amcaları, halaları hatta onların çocuklarını Göynük'te
himayesinde büyüttü. Menakıbname'ye göre Şeyh Bedreddin' in
Akşemseddin'le bir hısımlık bağı da varmış. Bedreddin'in bir
kız torunu Akşemseddin'in oğluyla evlenmiş. Aynı kız torun
kocası ölünce dul kalmış ve bu kez amca oğlu, Menakıbname' nin
yazarı Hafiz Halil'le evlenmiş. Şeyh Bedreddin'in Nazım
Hikmet' in destanındaki hayatı Hafız Halil' in yazdığı Menakıb­
name' dek.inden oldukça farklıdır. Hafız Halil dedesinin isyan­
larla hiç ilgisinin olmadığını yazar. Oysa Hafız Halil' in yaşadı­
ğı dönemin baskılarının olmadığı zamanlarda yazılanlara göre
Bedreddin' in isyanlardaki rolü inkar edilemez.

61
ZAVİYELER

Halil İnalcık, Osmanlıların ilk yüzyılında kendilerinden


imparatorluk diye söz etmediğini özellikle vurgulamışh.
İmparatorluk kavramı bize Batı' dan gelmişti. Tarihçi Ömer
Lütfü Barkan, Osmanlı Devleti'nin ilk yüzyılında padişah­
ların da gazi-dervişleri yetiştiren zaviyelerden tavsiyeler
aldığım belirtmişti. Yani Osmanlı Devleti'nin ilk yüzyılının
gazileri sadece fetihler yapan askerler değildiler. Padişahla­
rın danıştığı, yönetimde söz sahibi insanlardı.
Ömer Lütfü Barkan 1942' de yazdığı "Kolonizatör Türk
Dervişleri" adlı makalesinde "14.-15. yüzyılda ancak fetih
yoluyla farklı kültürlerle tanışılıyordu," diyordu. Zaviyele­
rin eğitim kurumları olarak önemini vurguluyordu:

Derv iş lerle ve zaviyelerle a l akam ı z, o n l a rı n Osma n­


l ı İ m pa ratorluğu'nun kuru l uşu m eseles i n i n a n l aş ı l ması
için üzeri nde ısrarla d u rduğumuz bu garbe d oğru a k ı n
işi nde b ize b i rer m ü m essi l ve ö n c ü g i b i gözü kmel erin­
den i leri gel mekted i r. B i rçok köye i s m i n i veren, e l i n i n
emeğ i v e a l n ı n ı n teriyle dağ başlarında yer a ç ı p yerle­
şen, bağ ve b ah çe yetişt i re n dervişler; ve d a i m a garbe
doğru Türk a k ı n ıyla beraber i lerl eyen benzerleri n i d o­
ğura n zaviyeler ve bu zav i yelerin harbe giden, s i yasi
nüfuzları n ı pad i şa h l arın h iz m et i n de k u l l anan, z av i ye­
lerinde padişa h ları kabul eden ve o.n l a ra nasi hat veren

62
şey h l er, b i z i m a l akam ı z ı cel betmek için bi rçok vasıflara
h a izdi rler.
B u suretl e, mu hte l if mem leketlerden gel m iş muhte­
l if i nsanların ve o n l arın temsi l etti kleri tel akki lerin kay­
n aştığı Osm an l ı İ mparatorluğu; o zamanki Türk-İslam
alemi i ç i nde yen i b i r dünya, b i r başka Amerika teşkil et­
ti kten sonra, her türlü yen i l i klere sahne yen i b i r hayatın
hazırlandığı yen i bir a lem h a l i ne girmiş bulu nuyord u . 1 3

Prof. Dr. Ahmet Yaşar Ocak da kitabında zaviyeleri ve o


dönemin zihniyet iklimini anlahyordu:

1 4 . yüzy ı l başlarında ( . . . ) b i r uç beyl iği ol arak tari hte


yeri n i a l m aya başlayan Osman l ı Devleti, bu iki para­
lel (ortodoks-heterodoksl İslam yoru munun varisiyd i .
H atta h a l k ı n bel l i b i r kes i m i daha z iyade heterodoks
İ s l a m ' ı yaşam aktayd ı . Bu vakıanın en bel i rgi n göstergesi
Aşı kpaşazade, Oruç Bey ve Neşri tari h leri gibi erken Os­
m a n l ı kaynakları nda beyl iğin ku ru l u ş dönem inin, Rum
Abdalları yah u t Abdalan-ı Rum tab i r ed i len, Ahmet Ye­
sevi sufi l i k geleneği n i n temsilci leri nden olan dervişlerin
menkıbeleriyle iç içe tasvir o l u n masıd ır. Başta Osman
Gazi o l m a k üzere, Orhan Gazi ve 1. Murad gibi Osman­
lı beyleri n i n etrafı, Şeyh Edeba l i , Geyikl i Baba, Ku mral
Abd a l (Kumra l Baba), Abdal Musa, Abdal M u rad, Abdal
Meh m ed ve Posti npuş Baba gibi şeyh ve dervişlerle çev­
ri l i yd i . 1 4

Zaviyeler 13., 14., 15. hatta belki 16. yüzyıllardaki önemli


eğitim merkezleriydi. Biz de Bedreddin' in izlerini ararken, o
dönemin eğitim kurumlarına örnek olarak Bursa, Yenişehir' e
Postinpuş ya da Postump ost Zaviyesi'ni görmeye gittik.

63
Yenişehir'i Osman Gazi'nin gazileri 1300'de fethetmişti.
Öyleyse Postumpost gerçekten ayakta kalabilmiş en eski
zaviyelerden biri olmalıydı. Mimari planı bütün zaviyeler­
deki gibi T biçimindeydi. Zaviye yapılarına iyi bir örnekti.
14. yüzyıldan beri ayaktaydı. Metruktu ama harabe değildi.
Ağır demir kapısı zincirlenmiş, bir de asma kilit takılmışh.
Kapının yanındaki duvara "Postumpost Camii" yazan paslı
bir levha çakılıydı. Postumpost Farsça post giyen demekti.
O dönemdeki zaviyeler tanrı misafiri yolcuları üç gün barın­
dıran, sıcak odaları (tabhane) olan bir misafirhane ve önem­
li eğitim merkezleriydi. Zaviye açı demekti. Her zaviyenin
kendine has bir görüş açısı, bugünün diliyle eğitim anlayışı
vardı.
Ulema ve toprak rejimi
Jason Goodwin Osmanlı Devleti'nin kuruluşundaki ve
ilk yüzyılındaki gaziler ve dervişler düzeninin nasıl değiş­
tiğini şöyle anlahyor:

U l ema Osma n l ı Prenslerine geldi kleri zaman, dün­


yayı her türlü h i lebazl ıkla doldurmuşlard ı . Onlardan
ö nce h i ç b i r hesap ve toprak bölüşümü b i l i nm iyordu
(göçebe h ayat). Para b i ri ktirip hazine yaratmayı da onlar
i cat etti .
Gazi vaka n üvis, nefretle böyle yazd ı . Daha eski, or­
todoks Müsl ü ma n dünya n ı n d i n adam ları, Türkmen ler
kadar kesi n biçi mde başarı n ı n kokusunu alan öğretmen­
ler ve i l a h i yatç ı l a r, sürüler h a l i nde Osman l ı şeh irlerine
gel d i ler ve cami lerin i , med reseleri n i, Arap harfleri n i ve
o rtodoks d i ndarl ı kl a rı n ı beraberleri nde getird i ler. Yan l a­
rında egemen l iğin kura l l arı da vard ı . O n l arın öğretileri­
ne göre, toprakları n tamamı ve gani metleri n beşte biri
padişaha a itti . Sipah i l er yan i atl ı birl i kler, yiğitl i klerine
u yg u n ö l çüde padişa h ı n toprakl arından gelen gel i rden
pay a l ab i l i yorlard ı ; ama topraklara sah i p olamıyorl ard ı
ve pad i şa h ı n b i r baş işaretiyle başka yere gönderi lebi li­
yorlard ı . 1 5
Rumeli gazileri
Şeyh Bedreddin'in atalarının Osmanlı Devleti adına
Rumeli'yi fetheden öncü gaziler arasında olduğunu biliyo­
ruz. Orhan Gazi'nin oğlu Gazi Süleyman Paşa'nın komuta­
sında Bedreddin'in dedesi Abdülaziz ve babası İsrail, Hacı
İlbeyi, Gazi Evrenos ve Gazi Ece'yle birlikte 1354'te Çanak­
kale üzerinden Gelibolu'ya geçen gazilerdendi.
Dr. Dimitris Kastritsis "1402-1413 Osmanlı İçsavaşı bağ­
lamında Şeyh Bedreddin Ayaklanması" adlı makalesinde
Bedreddin'in dedesi Abdülaziz'in, Anadolu Selçuklu Devle­
ti Sultanı'nın akrabası ve başveziri olduğunu yazıyor.
Abdülaziz hem şeyhülislam hem de Mevlana'nın müridi
olan önemli bir mutasavvıfmış. Rumeli fatihlerinden Hacı
İlbeyi ve Gazi Ece'nin bu ailenin damatları (gürgen tohumu)
olduğunu da belirtiyor.
Hafız Halil'in yazdığı Me11akıb11a111e, dedesinin dede­
si Abdülaziz'le başlıyordu. Abdülaziz, Selçuklu Sultanı
Alaaddin'in soyundandı -rivayetler amcası olduğu yönün­
de- ve bazı kitaplarda 100-150
yaşına kadar yaşadığı yazıyordu.
13. yüzyılda yaşayan bir insan
için bu kadar uzun ömür olduk­
ça abartılı. Efsanelerde uluların,
erenlerin hepsi böyle uzun ömür­
lüdür
Bedreddin'in dedesi Abdü­
laziz, 1354'te önce Gelibolu'yu
(Kallipolis) daha sonra Rumeli'yi
fetheden gazilerdendi. Rumeli'ye
geçen gaziler Orhan Gazi'nin
oğlu Süleyman Paşa'nın komu­
tasında; Abdülaziz, Abdülaziz'in

66
oğlu yani Bedreddin'in babası İsrail, Abdülaziz'in yeğenle­
ri Hacı İlbeyi ve Gazi Ece, ileride Kızıldeli olarak tanınacak
olan Seyyid Ali Sultan ve Evrenos Bey' di. Gaziler Gelibo­
lu Kalesi'ni kuşattıkları sırada büyük bir depremle kale yı­
kılmış ve içerdekiler hemen teslim olmuşlardı. Allah gazi­
lere yardım etti diye düşünmüşlerdi. Gazi Süleyman Paşa
Bolayır' da atından düşüp ölmüştü. Oraya atıyla birlikte gö­
müldüğü rivayet edilir. Gazi Süleymen Paşa'nın heykelini
görmek için Bolayır' a gittim. Heykel küçük bir parktaydı.
Gazi Süleyman Paşa atının üstünde değil, ayaktaydı.
Gazi Ece
Bedreddin'in dedesi ve babasıyla birlikte Rumeli'ye ge­
çen gazilerden Gazi Ece'nin dergah türbesini Edirne kırsa­
lında, Yunanistan sınırları içinde arıyorduk.
Hiç değilse dergah türbenin kalıntılarını bulmayı umu­
yorduk. Çamlık bir tepenin eteklerinde yemyeşil çayırlarla
dolu kırlık bir yerde, eski bir mezarlık gibi görünen tarlada,
toprağa gömülü kırık dökük Osmanlı mezar taşı parçaları
bulduk. Çamlığın karşısındaki tepedeyse küçük bir kilise
vardı. Kutsal mekanlar genellikle eskisinin tam üstüne ya
da yanına yapılır, biliriz. Kilisenin etrafında bu düşünceyle
dolaşırken karşıdaki çamlık tepede keçilerini güden yaşlı bir
çoban kadın el kol işaretleriyle bize seslendi. Koşa koşa yanı­
mıza geldi. Yunancadan başka dil bilmiyordu. O da pek an­
laşılmıyordu ama eliyle, koluyla ille de bir şeyler söylemek
istiyordu. Bir şeyler anlatmak için cansiperane çırpınıyordu.
Sorularımızı da anlamıyordu. Sonunda bir tür sağır dilsiz
iletişimi kurmaya çalıştık.
"Ece" dediğimizde başıyla onaylamasından, anlaşabil­
diğimiz tek sözcüğün bu olduğunu anladık. Daha önce ki­
lisenin yerinde başka bir yıkıntı var mıydı? Bu kilise onun
üstüne mi yapılmıştı? Yanıtlarını tam anlayamadık. Belki de
çoban kadın eskiden orada Gazi Ece'run dergah türbesi ol­
duğunu söylemeye çalışıyordu.

68
BEDREDDİN'İN DOGDUGU KÖY

Simavna (Ammovouno)
Simavna, Arda Nehri kırsalında bir Gagavuz köyüdür.
Edirne' ye kuş uçuşu 25 km, kara yoluyla 40 dakika uzaklık­
tadır. Menakıbname' de yazdığı üzere 14. yüzyılda Simavna
Kalesi'ni Bedreddin'in babası Gazi İsrail fethetmişti. Sonra
kalenin Banı'nın kızı Angeliki (Melek) ile evlenmişti. Oğlu
Mahmud Bedreddin 1359 ya da 1361'de orada doğmuştu.
O zaman Osmanlı Devleti henüz 60 yaşındaydı. 700 yıllık
ömrünün onda birini bile tamamlamamıştı.
Bedreddin çocukluğunda ve gençliğinde farklı dillerin ve
kültürlerin bir arada olduğu bir evde yaşamıştı. Çok kültür­
lü hayat tarzını ilk önce evinde ailesinde görmüştü. Ayrıca
o zamanlar evin dışındaki toplumda da hakim bir hayat tar­
zıydı çoğulculuk. . .
Tarih danışmanımız Cemal Kafadar söyleşimizde
Bedreddin'in kimliğini oluşturan unsurları, içine doğduğu
ve kendi kurduğu aileyi, toplumdaki kültürel iklimi özellik­
le vurguluyordu:

B üyük karmaşa ların, d i n dolayısıyla k i m l i k değişti r­


melerin yüzb i n lerce i nsan tarafı ndan büyük çapta ya­
şand ığı b i r dönemden söz ediyoruz; iç içe yaşayan de­
ğiş i k k i m l i kler, gelenekl er, d i n ler. . . Mesela Bedredd i n ' i n
a n nesi Ru m ; i l k eş i, öl ene kadar, yan i kad ı n ölene kadar

69
tek eşi b i r Habeş, köle l i kten gel m e. . . Oğl u n u n eşi b i r
Ermen i .
Bunu sadece d i n olara k d a d ü ş ü n memek gerek i r.
B u i nsa n l a r deği ş i k d i l lerden ve kü ltü rlerden n i n n i­
ler taşıyo r o hanen i n i ç i ne, efsaneler taşıyor, m asa l l ar
taşıyo r.
1 3 ., 1 4 . ve 1 5 . yüzy ı l l a rd a n bahsederken böyle
bir top l u m d a n söz ediyoruz. Bedred d i n böyle b i r top­
l um d a bel l i b i r l i ktel i klerin, bel l i k ü l tü re l payl aşmala­
r ı n tems i l c i lerinden . . . K i m is i b u n l arı n ü stü n ü ç iz m ek,
ezmek ve ütü l emek istiyor o l a b i l i r a m a b i r ya n d a n d a
Bedred d i n gibi bu n l a ra sah i p ç ı km a k, b i r şek i l d e bun­
l a r a ras ında daha hoşgörü l ü ve esnek geç işler k u rm a k
isteyenler var. Bed red d i n ' i n a n a d i l i Yu n a nca, b a b a d i l i
Tü rkçe, i l eride öteki B a l ka n d i l leri n i öğren m i ş o l ması
mu htemel ve tab i i bir d e bütün kita p l a r ı n ı yaz d ı ğ ı d i l
olan Arapça.
Fa rkl ı kü ltürlerin bir arada yaşamas ı n ı önerd iği d ü n­
ya görüşü hem a i l es i nden hem de yaşad ığı dönem i n
öze l l iği nden o l ab i l i r. Tek eşl i yaşam ı ştı r. İ l k karısı Caz i be
herhalde H ı ristiyan b i r H abeş'tir. Cazi be'den o l a n oğlu
İsma i l ' i n karısı ise bir E rme n i papaz ı n ı n k ı z ı d ı r.
Sadece d i n o l a ra k d a d üş ü n m ü yoru m ben b u n u .
D ü ş ü n ü n herkesi n eve gel d iği, eve get i rd iği, h a n eye
getirdiği k i m l ik, haneye get i rd iği d i l, n i n n i l er, efsaneler,
masa l l ar, atasözleri . . . Bed red d i n ' i n evi bu a ç ı d a n d a
ati p i k deği l . O devi rde çok yaygı n b i r had ise bu . Tü rk,
Rum, Ermen i, Arnavut, G ü rcü hatta h atta H a beş ya d a
R u s gibi, tamamen Osman l ı v e İslam topra k l a r ı n ı n d ış ı n­
dan gelen insanlar ve bu n l arın heps i n i n şu veya bu şe­
k i l d e get i rd iği fa rkl ı kü ltürler, m i raslar. . . O erken d önem
Osma n l ı a i leleri n i n çoğu bu şeki l d e yoğru l uyor. O ha-

70
nelerin bu havasını da düşün memiz lazım. Bed reddin'i
evi nde, Bedred d i n ' i çocu klarıyla, çocu kları n ı n eşleriyle
fi l a n b i r l i kte düşündüğümüzde ortaya böyle tipik, ulu­
sal tarih h i kayeleri n i n anlattığı ndan çok farkl ı biri m ler
ç ı k ıyor. İşte bir Türk ai lesi, işte bir Kürt ai lesi fi lan d iye­
m iyorsu n .
Simavnalı V asiliki ve Eleni
Simavna'ya araştırma ve çekim için iki yıl üst üste gittim.
İlk gidişimizde Fetret Devri uzmanı, Selanikli tarihçi Dimit­
ris Kastritsis de bizimle birlikteydi. Sokakta rastladığımız in­
sanlara önce Bedreddin'i biliyor musunuz diye, sonra orada
eski bir kale veya cami kalıntısı var mı diye sorduk. Dimitris
Yunanca konuşuyordu ama Simavnalıların çoğu sorularımı­
za kırık bir Türkçeyle yanıt veriyordu. Bedreddin'in adını
duymamışlardı. Simavna' da kale, cami, eski kilise kalıntı­
sı hatta eski bir taş parçası bile yoktu. Her şey yepyeniydi.
Yani doğduğu köyde Şeyh Bedreddin'den hiçbir iz yoktu.
Bu bizim için büyük bir düş kırıklığıydı.
Bir kahve molası vererek kafamızı toplamak için köyün
kahvesine gittik. Ağustos sıcağında kapısı açıktı. Kapıda du­
ran kısacık kesilmiş bembeyaz saçlarına zıt, simsiyah giysili
bir kadın, neredeyse kusursuz bir Türkçeyle bizi içeriye bu­
yur etti. Vasiliki Hanım kahvenin sahibiydi. Yeni kaybettiği
eşinin yasını tutuyordu. Ailesi Bursa-Balat'tan buraya göç
etmişti. Köpüklü kahvelerimizi içerken Simavna'ya neden
geldiğimizi sordu. Anlathk. Bedreddin'in adını o da hiç
duymamıştı. Ah, keşke babası sağ olsaydı, o mutlaka bilirdi.
Çok bilgili bir adamdı. Simavna' da eskiden bir kale ve tekke
olduğunu duymuştu ama kendi gözleriyle görmemişti. Vasi­
liki durmadan yeni içecekler ikram ediyordu. Bir yandan da
eskiden Türk ve Müslüman ailelerin Simavna'da çoğunluk­
ta olduğunu anlatıyordu. Yunanlı komşularıyla iyi dostluk
ederler, birbirlerinin düğünlerine, bayramlarına, törenlerine
katılırlardı. Eleni'nin okuldaki müsameresinin fotoğraflarını
gösterdi. Müsamerenin konusu ·bir Türk düğünüydü. Son
iki Türk aile Simavna'yı 1958'de terk etmişti.
Vasiliki'nin oğlu Nikolas, gelini Anastasia ve çocukları
da kahveye geldi. Hararetli sohbetimiz sırasında biri kız, biri

72
erkek iki çocuk çevremizde dolaşıyordu. Türkçe, Yunanca,
İngilizce hatta ilk araşhrmaya kahlan Fransız yönetmen Ber­
nard Favre ile Fransızca konuşulan, diller karmaşası garip
bir sohbetti. Ama her dilde Bedreddin' in adı geçiyordu.
Vasiliki'nin 10-12 yaşlarındaki kız torunu Eleni, bir ara
babaannesinin yanına gitti. İri mavi gözleriyle bize kaçamak
bakışlar atarak ona bir şeyler söyledi. Babaannenin onayını
aldıktan sonra koşarak gitti ve elinde bir kitapla geri geldi.
Sandalyesini tam karşımıza çekip oturdu. Kitabını açtı,
yüksek sesle Yunanca bir şeyler okumaya başladı.
Ne okuduğunu anlamadan dinliyorduk. Birden Eleni'nin
Bedreddin, İsrail, Melek, Angeliki gibi çok iyi bildiğimiz
adlardan söz etmeye başladığını fark ettik. Simavna' da
Bedreddin' den hiç iz kalmamış diye hayıflanırken Eleni kar­
şımızda Bedreddin' in hayat hikayesini Yunanca okuyordu.
Düş kırıklığının yerini müthiş bir heyecan aldı.
Dimitris, Eleni'nin okuduklarını Türkçeye aynen çevirdi:

A m m ovouno'nun ad ı bize Osma n l ı kaynakların­


d a S i m avna olarak tan ıtı l ıyor. Şimdi toru nunun yazdığı
Menakıbname'ye baka l ı m . Baka l ı m Doğu Trakya' da do­
ğan Şey h ' i n torunu bize Bektaşi l i k konusunu nası l tarif
ediyor? 1 3 6 1 'de Hacı İsra i l 300 müridi ve a i lesiyle be­
raber S i m avna Kalesi'ne yerleşti. Ka lenin Ban' ı n ı n kızı
Angel i ki ile evlenip ona Melek ism i n i verd i . Bu evl i l i k­
ten M a h mud Bedred d i n doğd u .

Bu kitap ilkokul öğretmeninin verdiği yaz ödeviydi.


Adı Tarihin kavşağındaki Kyprinos Bölgesi'ydi.
Dimitris de bu kitabın varlığından heyecanlanmış, bir
sonraki durağımızda kitabı bulup satın almıştı.

73
Kırkpınar
Bir yıl sonra Simavna'ya çekim için tekrar gittiğimizde
Vasiliki'nin kahvesinde erkek kardeşi Terzioğlu'yla tanışhk.
Sanki özellikle bizi görmek için gelmişti. Bir şeyler göster­
mek istiyordu. Cipine bindi ve önümüze düştü. Köyü arka­
mızda bırakhk. Yokuş yukarı, küçük bir tepeye hrmandık.
Tepede durduk. Oradan köyü göremiyorduk. Ayağını yere
sertçe vurarak, hafif aksanlı Türkçesiyle, "Kale burda," dedi.
Üstünde durduğumuz küçük tepenin altında bir kale oldu­
ğunu söylüyordu. Çünkü definecilerin gizli gizli buraları
kazdıklarını biliyordu.
Yani Simavna Kalesi yüzyıllar boyunca toprakla örtül­
müş, bu küçük tepeyi oluşturmuştu. Sonra aşağıda akan
ırmağı gösterdi. Terzioğlu'na göre bu tepeden aşağıdaki va­
diye ve ırmağa inen gizli bir geçit vardı. O geçit sayesinde
yiyecek, içecek, silah vb. ikmali yapılabildiği için Sirnavna
Kalesi Osmanlıların kuşatmasına uzun bir süre dayanabil­
mişti. Aşağıdaki ırmaktan buraya, kaleye su yolları açılmış­
b. Bazı taşların hep ıslak olması da kalenin burada bulunma­

sı ihtimalini kuvvetlendiriyordu.
Terzioğlu aşağıda bir yeri işaret etti. Tepenin altından
akan ırmağın ilerisinde bir düzlüğü göstermek istiyordu. O
düzlüğün adı Kırkpınar'dı. Bedreddin'in babası Gazi İsrail
gibi Rumeli fatihleri olan gazilerin güreş tuttukları er mey­
danıydı. Hep birlikte tepeden gördüğümüz düzlüğe indik.
Yanımıza bir çoban yanaşh. Onunla sohbet ederken bir de
bakhm Edirne'den Yunanistan'a girdiğimizden beri peşi­
mizden ayrılmayan sivil arabalı, sivil polisler Terzioğlu'nu
çağırdı. Bir şeyler konuştular ve Terzioğlu birdenbire orta­
dan kayboldu.

74
Kırkpınar Güreşleri
Çoban kırık Türkçesiyle bir efsane anlatıyordu.
Çok eskiden bir gün Simavna kırsalındaki bu er mey­
danında iki pehlivan güreşe tutuşmuştu. Sabahtan akşama
kadar hiç durmadan güreşmişler ama birbirlerine üstünlük
sağlayamamışlardı. O gün savaşa giden askerler döndük­
lerinde iki pehlivanı yerde hareketsiz yatarken görmüş­
lerdi. Çobanın deyimiyle her ikisi de "çatlamış"tı. Yani iki
pehlivan ölümüne güreşmişti. İşte o iki pehlivanın toprağa
düştüğü yerden kırk tane pınar fışkırmıştı. Er meydanına
Kırkpınar denmesi bundandı. Simavna köyünde tepeden
gördüğümüz vadide, kırk tane pınarın suyunun birleştiril­
diği oluktan gürül gürül sular akıyordu. Efsanevi Kırkpınar
güreşleri burada doğmuştu. "Pehlivan" sözcüğü Farsçaydı.
"Güreşçi, cesur adam" demekti. Belki de güreş gazilerin as­
keri eğitimlerinin bir parçasıydı. Savaşmadıkları zaman ga­
ziler o meydanda yağlı güreş yaparak form tutarlardı. Belki
de yağlı güreşin ata sporumuz olması bundandı.
Buranın adı Kırkpınar'dı ve Edirne'deki Kırkpınar'a çok
yakındı. Simavna' daki bu Kırkpınar' da yüksek bir tümseğe
çıkınca Edirne' deki Selimiye Camii'nin minareleri görünü­
yordu. Herhalde Lozan Antlaşması'ndan sonra Kırkpınar
güreşleri Edirne'nin Saray ilçesindeki bugünkü yerine taşın­
mıştı.

75
RUMELİ

Yola çıkmadan önce, belgesel projemizi anlatmak ve Yu­


nanistan' daki çekimler için neler gerektiğini öğrenmek için
Frango Karaoğlu'nun aldığı randevu sayesinde İstanbul'da­
ki Yunanistan Başkonsolosu Dr. Aleksis Aleksandris'le gö­
rüşmeye gittik, bir toplanh yaphk. Yine şahane bir tesadüfle
karşılaşbk. Başkonsolos Aleksis Aleksandris aynı zamanda
iyi bir tarihçiydi ve Şeyh Bedreddin'i biliyordu. Keyifle an­
lattığı çok hoş bir özelliği daha vardı. İstanbul Beyoğlu'nda,
o zamanki adıyla Hamam Sokak'ta doğmuştu. O sokak bi­
zim toplanh için gittiğimiz Yunanistan Konsolosluğu'nun
da sokağıydı. Dünyada doğduğu sokakta çalışan ilk ve tek
diplomatlı. Aleksis Aleksandris ve Frango Karaoğlu Anka­
ra' daki elçilikten gerekli çekim izinlerini ve ekibin vizelerini
alabilmemiz için bize içtenlikle yardım ettiler. Gösterdikleri
candan ilgiyi ve desteklerini hiç unutmam.

76
Dimetoka (Didym6teicho)
Bedreddin'in izlerinin peşinde Dimetoka'ya gittik. Gece
kaldığımız otel dahil, Dimetoka her şeyiyle Burdur gibi kü­
çük bir Anadolu kentine benziyordu. Yüzyıllarca ne impa­
ratorluklar görmüş ünlü Dimetoka Kalesi hala ayaktaydı.
İç içe çifte surlarla örülüydü. Kente tepeden bakıyordu. Ka­
lenin aşağısında bir yanda deli dolu akan Kızıldeli Irmağı,
diğer yanda, kentin tam merkezindeki Ulu Cami, (Yıldırım
Bayezid ya da Çelebi Sultan Mehmed Camii) görülüyordu.
Caminin çeşitli adları vardı. Üstü dikdörtgen bir kiremit ça­
tıyla örtülüydü. Ayaktaki tek minaresinin ilk şerefesinden
yukarısı yıkılmıştı. Yarım minareli, kubbesiz cami Osman­
lıların Rumeli' de yaptığı ilk ve en büyük camiydi. Padişah
adına hutbe okunan, padişahın cuma selamının yer aldığı
ikinci "cuma camii" ydi.
Birinci cuma camii Ferecik'teydi (Feres). Ayasofya pla­
nına göre yapılmış Panaghia Kosmosoteria (Dünyanın
kurtarıcısı) Kilisesi'nden camiye çevrilmişti. Dimetoka ve
Edirne'yi Orhan Gazi'nin oğlu Süleyman Paşa komutasın­
daki, Bedreddin'in babası Gazi İsrail, dedesi Abdülaziz, Ev­
renos Bey, Hacı İlbeyi, Gazi Ece fethetmişti. Fetihten sonra
Dimetoka bir Osmanlı şehri olmuştu. Dimetoka'daki camiyi
Yıldırım Bayezid 1390 yılında yaptırmaya başlamıştı ama
bitirmeye ömrü yetmemişti. Ankara Savaşı'nda esir düşüp
ölmüştü.
Savaşın ardından gelen Fetret Devri'nin sonunda pa­
dişah olan oğlu Çelebi Mehmed Dimetoka' daki camiyi
Bedreddin'i astırdıktan dört yıl sonra, 1420' de tamamlat­
mıştı. Dimetoka kenti işte bu caminin etrafında büyümüştü.
Dimetoka bölgesi hakkında hayli iddialı bir tarihçi olan
Prof. Heath Lowry'ye göre bir şehrin Osmanlılaşması için
Bizans surlarının dışına yapılan bir caminin etrafından

77
gelişmesi gerekiyordu. Örnek olarak Bah Trakya, Doğu Ma­
kedonya şehirlerini, Dimetoka, Gümülcine (Kornetini) ve
Serez'i gösteriyordu.
Kaleden aşağıya yürüyerek indik. Dimetoka Kalesi'nden
inen yol üstünde antik bir tapınak, sunaklar, çile odaları ve
Hıristiyan simgeleriyle dolu kabartmalar, eski bir çan ku­
lesi ve konağa benzeyen bir harabe gördük. Ankara'daki
Yunanistan Elçiliği'nden çekim izinleri alarak gittiğimiz hal­
de kahvede, yolda, her yerde bizi takip eden sivil polisler
arkamızdan yürüyordu. Meydana indiğimizde siviller yine
bizi işaret edince ekipteki delikanlılar iyice rahatsız oldular.
Onları zor sakinleştirdik. Buraya Şeyh Bedreddin'in izlerini
aramaya gelmiştik.
Meydana indikten sonra kubbesiz caminin önüne gittik.
Harap haldeydi, bu yüzden içine giremedik. Ana kapısı sım­
sıkı kapalıydı. Camsız pencerelerine tahta çakılıydı. Ama ön
ve yan kapılarındaki kitabeler aynen korunmuştu. Kapıların
ahşap işine, duvarların taş işçiliğinin zarafetine hayran kal­
dık. Danışmanımız Cemal Kafadar, Dimetoka'nın fethinden
sonraki dünyayı ve Bedreddin'in o dünyadaki yerini bura­
da, Balkanlar'daki ulu camilerin ilk örneği olan Çelebi Meh­
med Camii'nin önünde anlattı:

Osman l ı Devl eti' n i n fütühatı gerçekleştird i kten son­


ra imar faa l iyetlerine girişmes i n i n en önem l i ü rü n lerin­
den, eserleri nden b i risi bu rada ... Osm a n l ı fütü hatı ndan
sonra nüfus a rtmakta. Ç ü n kü yen i göçler var, iskan va r.
Kalen i n d ı ş ı n a taşı yo r şeh i r. B ütün meyd a n a k i m l i ği n i
veren, yan i D i m etoka' n ı n bütün kamusal a l a n ı n ı b i ç i m ­
lend i ren y a p ı bu. Ç ü n k ü B a l k a n la r'da bu t ü r u l u c a m i
yap ı m ı a ç ı s ı ndan bu i l k ö rnek. Kes i n l i k l e yen i b i r d ü n­
ya n ı n k u ru l ma kta o lduğu döne m i n i nsan ı B ed red d i n ve

78
bunu n farkı nda o l mamasına imkan yok. Çünkü fütühatı
yapan, eğer çapu l cu deği lse, hal iyle i mar faa liyetleri ne
girişiyo r. Sonunda oradan vergi toplayacak. Ayrıca halk
ü zerinde i ktidarı n ı meşru k ı l acak faa l iyetler bun lar. Bed­
red d i n Osm an l ı fütü hatı ndan sonra ortaya ç ıkan devlet­
l eşme tarz ı n a muhakkak muhal if ama o da el bette fütü­
h attan son ra i mar o l ması n ı isterd i .

Fetih hikayelerinin birden fazla anlahmı oluyor. Bir baş­


ka fetih hikayesinde de Orhan Gazi'nin küçük oğlu ve Yıl­
dırım Bayezid'in babası I. Murad, günümüzde Tekirdağ'ın
ilçesi olan, Malkara' da gazilere Rumeli'nin fethi görevini
vermiş. Hacı İlbeyi'ni Burgaz'a, Abdülaziz'i Dimetoka'ya
göndermiş. Bu hikayeye göre de Hacı İlbeyi ve Bedreddin'in
babası Gazi İsrail Dimetoka'yı fethedenler arasındaymış.
I. Murad, oğlu Yıldırım Bayezid onun oğlu Musa Çele­
bi, hatta Fatih Sultan Mehrned ve oğlu Bayezid'in bir süre
Dimetoka' da yaşadığı da rivayet edilir.
Dimetoka 1360-70 arasında fethedilmiş ve 1913'teki Bul­
gar işgaline kadar 15 cami ve yüzlerce Osmanlı-Türk eserine
sahipmiş.
Dimetoka fetihten önce de önemliymiş. Osmanlılar
Dimetoka'yı fethetmeden 20 yıl önce Bizans İmparatoru
Kantakuzenos burada taç giymiş.

79
Ferecik (Ferez)
Dimetoka' dan sonra adı gibi küçük Ferecik'e geçtik. Fe­
recik ağustos sıcağında uyukluyordu. Kasabada gölgelere
kıvrılmış kedilerden başka kimse yoktu. İlk önce kilise ola­
rak yapılan, sonra Osmanlıların Rumeli' deki ilk cuma camii
olan, Panaghia Kosmosoteria Manastırı'na gittik. Gerek Hı­
ristiyanlar gerekse Müslümanlar için önemli bir yapıydı. Hı­
ristiyanlar için önemliydi çünkü Trakyalıların evrensel hac
yeriydi. 1 152' de Ayasofya'nın planına göre yapılmıştı.
Müslümanlar için önemliydi çünkü Dimetoka' daki Ulu
Cami yapılmadan önce, Osmanlıların Rumeli'deki ilk cuma
camii olmuştu. Yani Rumeli' de padişah adına cuma hutbesi
ilk kez burada okutulmuştu.
Bu kiliseyi camiye çevirmek için dışarıya, yan duvarları­
nın birleştiği köşeye bir minare eklenmişti. Artık o minare
yoktu ama o köşede kare biçiminde taştan büyük bir kaide
ve ortasında, minarenin tabanının yerinde, kocaman bir çu­
kur vardı. Kilisenin bahçesinde yaprak kıpırdamıyor, orta­
lık sıcaktan cayır cayır yanıyordu. O durgunlukta tekdüze
bir ses duyuluyordu; "guguuukcuk, guguuukcuk. .. " Guguk
kuşu kilisenin çatısına tünemiş bize bakıyordu.
Kilisenin içindeki bir duvarda Arapça kaligrafiyle belli
belirsiz "Allah" ve "Kul" yazıları okunuyordu. Yanındaki
duvarda Ortodoks azizlerin resimleri sıralanmıştı.
Ferecik'i 14. yüzyılda fetheden gaziler arasında, Or­
han Gazi'nin oğlu Süleyman Paşa ve Evrenos Bey ile
Bedreddin'in babası Gazi İsrail'in de olduğu belirtiliyor.
Ferecik 16. yüzyılda bir Osmanlı şehri karakteri taşıyor­
muş. Edirneli Aziz Nazmi Şakir-Taş "1519'da ( ...) Ferecik'te
bir 'Şeyh Mescidi' ve bir 'Cami' mahallesinin var olduğunu
görmekteyiz," diyor.16
Ferecik'e Evliya Çelebi 1667-68'de gitmiş ve orada bir

80
Musa Çelebi Camii'nin varlığından söz etmişti. Musa Çele­
bi 1411-13 yılları arasında, Şeyh Bedreddin'i kazaskeri tayin
eden Osmanlı sultanıydı. O yüzden bizim için onun adını
taşıyan cami de önemliydi. Danışmanımız Cemal Kafadar
Ferecik'te 15. yüzyılda zamanının mimarisine has dikdört­
gen planlı ve kubbesiz bir Musa Çelebi Camii'nin varlığını
biliyordu. Ferecik'te Musa Çelebi Camii'ni, döneminin ca­
mileri gibi kubbesiz bir camiyi aradık.
Bir cami bulamadık ama o dönemdeki camiler gibi kubbesiz
Aya Nikola Kilisesi'ni bulduk. Aya Nikola'nın bahçesindeki
Osmanlı tarzı çeşmenin varlığı, o kilisenin vaktiyle Musa Çele­
bi Camii olabileceğini gösteriyordu. Musa Çelebi Camii, Birin­
ci Dünya Savaşı'ndan sonra Agios Nikolaos Kilisesi olmuştu.
Bu kez diğer yöne doğru bir değişimle, cami kilise yapılmışh.
Bahçeşehir Üniversitesi'nde tarihçi Prof. Heath Lowry,
Uspensky' nin 1906' daki Ferecik panoraması fotoğrafın­
da Musa Çelebi Camii'nin minaresiyle birlikte sapasağlam
ayakta durduğunu söylüyordu. Lowry'ye göre bir yerin Os­
manlı şehri haline gelmesi için, yeni hayat tarzının gerektir­
diği mekanlara, farklı işlevleri olan dört tür yapıya ihtiyacı
vardı. Bunlardan birincisi Dimetoka' daki gibi bir cuma ca­
mii, ikincisi bir hamam, üçüncüsü bir zaviye, dördüncüsüy­
se bir imaretti. Bu yapılar Osmanlıların ilk 50 yılında, Yu­
nanca Türkokrasi denilen dönem içinde yapılmıştı.
Evliya Çelebi Seı;ahatnmne'sinde en önemli Bektaşi tekke­
sinin buralarda olduğunu yazmıştı. Bektaşi tekkelerinin bol
olduğu bu bölgede o tekke hangisiydi? Herhalde Dimeto­
ka bölgesinde, Rodop Dağları'nda yer alan büyük Kızıldeli
Tekkesi olmalıydı. Ayrıca bir de Via Egnatia yoluna nazır
küçük bir tepe üzerinde kurulu bir kulübeden ibaret olan
Nefes Baba Tekkesi'nin varlığı biliniyordu. Herhalde ikisin­
den biriydi.

81
Nefes Baba ve Düzmece Mustafa
Nefes Baba kimdi?
Bektaşi dervişi olarak tanınan Nefes Baba'nın tarihte
"Düzmece Mustafa" da denilen Fetret Devri'nin sonuncu
şehzadesi olması kuvvetle muhtemel. Rivayet o ki Ankara
Savaşı'ndan sonra Timur, Yıldırım Bayezid'in oğullarından
Mustafa Çelebi'yi rehin alarak 1403'te Semerkand'a götür­
müş ve 1415'te serbest bırakmış. Mustafa Çelebi özgürlüğü­
ne kavuşunca ülkesine dönmüş. Çelebi Mehmed'se 1413'te
Musa Çelebi'yi öldürtüp 1. Mehmed olarak Osmanlı tahtına
çıkmış sonra sürgünden dönen Mustafa Çelebi'yle Selanik'te
savaşmak zorunda kalmış. "Düzmece Mustafa" denmesinin
nedeni Mehmed'in iktidarında gözü olan bir sahtekar gibi
algılanmasını sağlamak olabilirmiş.
Selanik'te savaşı kaybeden Mustafa Çelebi'nin iktidar ve
dünya nimetlerinden elini eteğini çekip ömrünü Bektaşi ba­
bası Nefes Baba olarak tamamlamış olduğu düşünülüyor.
Nefes Baba Tekkesi'ni görmek için Dedeağaç'tan
(Aleksandropolis) yola çıkhk. Romalılardan beri Asya'yı
Avrupa'ya bağlayan en önemli ticaret yolu olan Via
Egnatia'da bir süre gittikten sonra anayoldan ayrıldık. Bir
tepeye hrmandık. Tepedeki, yıpranmış beyaz badanalı kü­
çücük kulübe aşağıdaki yola hakim bir konumdaydı. Kulü­
benin yanındaki iki ağacın dallarına dilek çaputları bağlan­
mışh. Dallar çaputlardan neredeyse görünmüyordu. Arala­
rında leopar desenli iç çamaşırı bile vardı. Kulübenin öteki
yanında, yine yola hakim bir noktaya beton dökülmüş ve
bir yükseltinin ortasına kocaman mavi-beyaz Yunan bayrağı
dikilmişti.
Tahta kapıyı itince açılıverdi. Kulübenin içine girdik. Ka­
pının tam karşısındaki ocak-mihrabın üstünde silik de olsa
okunabilen Arapça "Bismillahirrahmanirrahim" yazısının

82
altına İsa'nın son yemek tablosunun naif bir tasviri asılıydı.
Beton zemine kilimler seriliydi. Duvarlara sağlı sollu ikona­
lar asılmışh.
Mihrabın yanında alçak bir beton setin üstünde dikkatle
dürülmüş namaz seccadeleri duruyordu. Şaşırmıştık ve bir
ibadet mekanının iki dini de kucaklayan çoğulculuğuna se­
vinmiştik.
Tepedeki o tek göz küçük kulübeye gelenler istediği
gibi ibadet edebilirdi. Namaz kılabilir, ikonaların önün­
de dua edebilirdi. Kulübe tekke-mescit-şapel karışımı bir
mekandı. Kapısı herkese açık, davetkar ve alçakgönüllü bir
ortamdı. Temiz havada alınan ferah bir nefesti. Nefes Baba
Tekkesi'nin burası olması kuvvetle muhtemeldi. Nefes Baba
(Düzmece Mustafa) 500 yıl önce Via Egnatia'ya tepeden ba­
kan bu yerdeki bir kulübede yaşamış olabilirdi.
Nefes Baba'nın kulübesinden yüz metre kadar ileride bir
Roma tapınağının kalıntılarını ve mermer kuyusunu gördük.
Gazi Ece'yi ararken de düşündüğümüz gibi aym coğrafyada
yaşamış, gelip geçmiş uygarlıklar ibadet mekanlarını aynı
yerlere, hatta öncekilerin üstüne kuruyorlardı.
Nefes Baba'nın kulübesine ertesi yıl çekim için tekrar
gittiğimiz zaman her şeyi değişmiş bulduk. Kulübenin dışı
bembeyaz pırıl pırıl badanalanmıştı. Yanındaki ağaçlarda
tek bir çaput bile kalmamıştı. Kulübeyi böyle bakımlı görün­
ce önce sevindik ama içeriye girince donup kaldık. Karşıda­
ki mihrapta son yemek tablosunun üstündeki "Bismillahir­
rahmanirrahim" yazısı beyaz badanayla tamamen silinmiş­
ti. Yerdeki halılar, kilimler de kaldırılmıştı Tabana buz gibi
soğuk, masmavi banyo seramikleri döşenmişti. Mihrabın
yanındaki setin üstünde özenle dürülü seccadeler de yok­
tu. Kapının iki yanına altından kolları olan dev şamdanlar
yerleştirilmişti. Bütün duvarları silme ikonalarla kaplıydı.

83
Arhk tam bir Ortodoks şapelindeydik. Tekke-mescit-şapel
bileşimi olan ortak mekan 600 yıl dayandıktan sonra bir yıl­
da yok edilmişti.
Nefes Baba Tekkesi olduğunu düşündüğümüz kulü­
beden çıkhk. Tepeden aşağıya indik. Evliya Çelebi'nin de
övgüyle söz ettiği, kocaman bir kervansaraya geldik. Ker­
vansarayın yamnda hem Romalıların hem Osmanlıların
kullandığı ılıca suları olan harap bir ha r,nam vardı. Harap
yapıların hepsinin mimari karakteri erken Osmanlı ve geç
Bizans dönemine aitti.
Burada gördüğümüz kervansarayla, daha önce Gümül­
cine'de (Kornetini} gördüğümüz, Evrenos Gazi'nin
1360-1380'lerde yaphrdığı, imaret arasında önemli bir bağ
vardı. Kervansarayda konaklayan yolculardan sağlanan
gelir, Gümülcine'deki imarette yoksullara yemek dağıtmak
için kullanılıyordu.
17. yüzyıl başlarında bölgenin hazinedarının Ferecik, Gü­
mülcine ve Nefes Baba Tekkesi civarında birçok bina yaptır­
dığı rivayet edilmişti. 21. yüzyılda gördüğümüz kulübe 17.
yüzyılda yapılmış Nefes Baba Tekkesi olabilirdi.

84
Seçek Panayırı
Alan araştırmamıza başlarken ilk önce Bedreddin' in doğ­
duğu köy Simavna'ya, Rodop Dağlan'nın 600 yıllık Kızıldeli
Tekkesi'ne ve Seçek Yaylası'ndaki Seçek Panayırı'na gittik.
Rodop Dağları'nın ortasında, Seçek Yaylası'nda her yıl ağus­
tos ayında yapılan Seçek Panayırı'nda Türkler, Yunanlılar,
Valahlar (Ulahlar), Pomaklar, Makedonlar, Bulgarlar gibi 72
millet bir aradaydı. Beş benzemez insan birlikte dolaşıyor,
alışveriş yapıyor, eğleniyor, yiyip içiyor hatta güreşiyordu.
Çeşitli soylardan, dinlerden; esmer, sarışın insanlar, kadın­
lar, erkekler; incecik askılı kıyafetleri ya da simsiyah pardö­
süleri ve beyaz başörtüleriyle hep bir aradaydı. Herhalde
geçen yüzyıllarda da durum pek farklı değildi. 21. yüzyıl­
daki Seçek Panayırı' nda isteyenlerin boynuna yılanını do­
layarak fotoğraf çektirten bir yılancı da vardı. Ekibimizdeki
genç bir arkadaşımız panayırın ortamını Yıldız Snvnşları'na
benzetmişti. Lucas'ın ünlü Yıldız Savnşlnrı seri filmlerinde
uzaydaki uygarlıklarda çok çeşitli canlılar birlikte yaşıyor­
du, savaşıyor, barışıyordu.
Panayırın yakınında bir alanda er meydanı kurulmuştu.
Yine her yaştan, ırktan, dilden, dinden ve milletten, çocuk,
genç, yaşlı erkekler yağlı güreş yapıyorlardı. Yüzyıllardır
süregelen yerel geleneğe göre bir meydan ağası seçilmişti.
Finale kalanlar meydan ağasının önünde güreşiyordu. Galip
gelenlere verilecek para ödülleri açık artırmayla toplanıyor,
kimin ne kadar verdiği mikrofondan okunuyor, hoparlörler
marifetiyle yüksek sesle ilan ediliyordu. Seçek Panayırı'nda
sanki geçmişe doğru bir zaman yolculuğuna çıkmıştık.

85
Kızıldeli Tekkesi
Rumeli' deki en büyük Bektaşi dergahı Kızıl deli
Tekkesi'dir. 1402'de kurulmuştur. Günümüze kadar gelmiş­
tir. Hala ziyaretçileri eksik olmayan, yaşayan bir dergahhr.
Kızıldeli ya da Seyyid Ali Sultan Tekkesi Yunanistan'ın
Dimetoka bölgesinde, Batı Trakya'da Rodop Dağları'nda,
Roussas ya da Ruşenler köyünün yanı başındaki orman­
da, bir düzlükte yer alır. Kızıldeli Tekkesi 1402'de Yıldırım
Bayezid zamanında kurulmuştur. O günden beri kesintisiz
olarak açıktır. Tarihte ve günümüzde var olan en büyük
dört Bektaşi tekkesinden biridir.

Tekke'nin kurucusu olan Kızıldeli ya da Seyyid Ali


Sultan'ın, Bedreddin'in babası Gazi İsrail'le birlikte
Dimetoka'yı fetheden gaziler arasında olduğunu biliyoruz.
Hacı Bektaş'ın oğlu olduğu da rivayet ediliyor. Fetihten son­
ra tekkesini Hacı Bektaş geleneğine göre burada kurmuş.

86
Bedreddin' in kazaskerliği sırasında, 1412' de verdiği vakıf
fermanıyla, çevresindeki ormanın, toprakların, köylerin ge­
lirini Kızıldeli Tekkesi'ne tahsis etmiş. İşte bu gelirler tekke­
yi yüzyıllarca ayakta tutmuş.
Kızıldeli, Şeyh Seyyid Ali Sultan'ın lakabıdır. Şeyhe "kı­
zıl" denmesinin nedeni dağın eteklerindeki Roussas (Kızıl)
Irmağı'nın renginin kırmızı olmasından ya da tam tersi, ır­
mağın adı Şeyh Seyyid Ali Sultan'm "kızıl" lakabını alma­
sından geliyor olabilir. Ayrıca Ruşenler köyünün Yunanca
adı Roussas'ın da kızıl anlamındaki adını ırmaktan aldığını
düşünebiliriz.
Kızıldeli Tekkesi artık tenha ve huzurlu, biraz da hüzün­
lüdür. Aşınmış tahtadan giriş kapısı ortadaki geniş avluya
açılır. Kapının solunda Seyyid Ali Sultan'ın türbesi vardır.
Türbe iç içe iki odalıdır. İkinci odada etrafına havlular, ye­
meniler, peşkirler asılmış, mumlar dizilmiş tekkenin şeyhi
Seyyid Ali Sultan'ın sandukası durur. Avlunun ortasında
dalları ve beli bükülmüş kim bilir kaç yüzyıllık bir kara dut
ağacı vardır. Dut ağacı tekkenin bahçe kapısının karşısında
yer alır. Ağacın arkasında gelen konukları yatılı misafir eden
büyük bir meydan evi vardır. Kocaman metruk mutfağıyla,
yanındaki kabristanıyla gün görmüş bir tekke olduğu her
halinden bellidir.
Kızıldeli'ye ilk gidişimizde tekkenin bekçisi Çolak
Müslim' di. Bahçedeki kara dut ağacının altında, o ağacın ve
tekkenin kuruluşunun hikayesini ya da efsanesini anlattı:

Seyyid Al i bu raya gel i p de mü ritleriyle birl i kte Seçek


Yayl ası'na t ı rman ınca karşısına bir adam ç ı ktı.
Adam ded i ki : "Rivayet o l a ki sen i n bazı gü çlerin,
kuvvetlerin va rd ı r. Bu doğru mudu r?"
Seyyid A l i yerden bir avuç toprak aldı, etrafa saÇtı .

87
Bu topraklar taa B u l ga ristan'a kada r yayı l d ı . Yan ı n­
dakiler sordular. " B iz sen i n bu saçtığın toprakların nere­
lere kadar vard ı ğı n ı n ası l bi leceğiz?"
Son ra Seyyid Ali etrafı n ı gösterd i .
Gene sordu lar. " Peki sen nerede d u racak, konakla­
yacaks ı n ?"
Sonra Seyyid A l i sırtındaki çantası ndan dut d a l ı nd a n
yap ı l m ı ş oku nu ç ı kard ı ve o k nereye d üşerse oraya yer­
leşeceğini söyled i . Ok tam tekken i n olduğu yere d üştü .
Kızı ldel i Tekkesi işte orada kuru l d u .

Tekkenin bir efsanesi daha vardı: "Her kim ki bu dut ağa­


cının kara dutlarından yer de eline dutun karası bulaşmaz­
sa o kişinin dileği olur." Mevsimlerden yaz ortası olmasına
rağmen herhalde ağaç çok yaşlı olduğundan üstünde hiç
dut yoktu. Dileklerimizi tutamadık.
Kızıldeli'deki meydan evi onarılmış, büyütülmüştü.
Gelen canlar yanlarında yiyecek, içeceklerini de getirir­
lerse meydan evinde birkaç gün konaklayabiliyorlardı. Hele
tekkeyi bekleyen Çolak M.üslim konukları severse akşam
onlara bağlama çalıyordu.
Meydan evinin kapısının üstünde eski Türkçe bir yazı
vardı:

İşbu b i na 1 804'te yen iden i nşa ed i l m iş,


1 8 73 'te onarı l m ıştı r.
Bütün dertl ere derman, u l u b i lge Derviş A l i
burada yaşam ı ş.

21. yüzyılın başındaki tenha, yoksul hali görkemli geç­


mişini yansıtmıyordu. Tekkenin geliri artık vakfiyeden de­
ğil, çevredeki Müslüman köylerinden toplanan vergilerle

88
sağlanıyordu. O köylerde yaşayanların mutlaka Bektaşi ve /
ya da tekkenin müridi olması gerekmiyordu.
Aynı bölgede Kızıldeli' den başka, daha küçük ve metruk
birçok Bektaşi tekkesi daha vardı. Neden Bektaşi tekkeleri­
nin çoğu Ruşenler köyü çevresinde toplanmışh?
Hacı Bektaş'taki post sahibi Bektaşi şeyhlerin çoğu Kızıl­
deli Tekkesi'nde yetişmişti. Özellikle 15.-16. yüzyıllar ara­
sında, Kanuni Sultan Süleyman' dan Avcı Mehmed dönemi­
ne kadar çok önemliydi. Kızıldeli Tekkesi 600 yıl önce ku­
rulduğu 1402' den itibaren sadece Bektaşilere değil, oralara
yolu düşen herkese hizmet ediyordu.
Ruşenler köyü
Kızıldeli Tekkesi'ne araştırma ve çek.imler için iki yıl üst
üste gittik. İkinci gidişimizde, akşam bütün ekibimizle bir­
likte başkaıun evinde yemeğe davetliydik. Biz kadınlar gece
Kızıldeli'ye en yakın köy olan Ruşenler köyünde, tekkeyi
yöneten Kızıldeli Vakfı başkanının evinde kalacaktık. Ek.ip­
teki erkekler yemekten sonra Kızıldeli Tekkesi'ne gidecek,
oradaki meydan evinde geceleyeceklerdi. Sabah olunca biz
de Kızıldeli Tekkesi'ne giderek çek.imlerimizi birlikte yapa­
caktık.
Kazasker Bedredin'in 1412'de verdiği vakıf fermanı sa­
yesinde çevredeki ormanın ve köylerin gelirleri Kızıldeli
Tekkesi'ne tahsis edilmişti. Bedreddin'in imzaladığı vakıf
fermanını emekli tarih öğretmeni, değerli araştırmacı Ah­
met Hezarfen Ankara' dak.i Milli Kütüphane' de bulmuştu.
Ahmet Hezarfen Bulgaristan'ın Deliorman bölgesindeki Yu­
nuslar köyünden İstanbul' a göç etmişti. Belgeselimiz için,
Bedreddin'in vakıf fermanını Kızıldeli Tekkesi'nin bahçe­
sinde, tarihi kara dut ağacının altında okuyacaktı. Ahmet
Hezarfen, Ayhan Aydın'la birlikte misafirimiz olarak ek.ip
minibüsümüzle Ruşenler köyüne gelmişti.
Vakıf başkanının evi Ruşenler köyünde, yokuş bir soka­
ğın ortasındaydı. Minibüsümüzle evin önüne yanaştık. Ev
sahiplerimiz bizi kapıda sevinçle karşıladılar ve coşkuyla
evlerine davet ettiler. Ayhan Bey'in ev sahiplerine armağan
olarak getirdiği Cem Vakfı Yayını kitaplarını minibüsten in­
dirmesine yardım ettik. Önce hoş geldiniz çayları, kahveleri
ikram ettiler. Sonra evin kocaman mutfağında kurulu upu­
zun bir sofrada mükellef bir ziyafete buyur edildik.
Evin alımlı hanımıyla küçük kızı neşeyle sofraya hizmet
ediyorlardı. Evin beyi masanın başında, telefonun yanında
oturuyordu. Hepimizle teker teker ilgileniyordu. Yeme-

90
ği başlathktan kısa bir süre sonra eline sazını alıp çalmaya
başladı. Evin hanımı türküler söylerek ve oynarak kocasının
çaldığı saza eşlik ediyordu. Şarkılı türkülü yemek keyifle de­
vam ederken telefon çaldı. Ev sahibimiz yanı başındaki tele­
fonu gülerek açtı ve birden yüzü kireç gibi bembeyaz oldu.
Nutku tutuldu sanki.
Ağzından güçlükle birkaç sözcük çıktı: "Haa, korumalar
mı, hıııı, tamam, anladım, peki."
Ekibimizdeki gençlerden bazıları dışarıya sigara içmeye
çıktı, geldi. Sokakta tuhaf bir durum olduğunu söylediler
gerçi ama önce önemsemedik ya da anlamadık. Gençlerden
biri daha sigara bahanesiyle dışarı çıktı ve vahim haberi ge­
tirdi.
Yokuşun başında ve altında iki tane sivil polis arabası
duruyordu. Ev yokuşun ortasındaydı. Yani kuşatma altın­
daydık. Ev sahibimizin biz misafirlerini telaşlandırmamak
için telefonda "korumalar" dediği sivil polislerdi. Anlaşılan
peşimizdeki araba takviye almış, bizi takip eden arabalar
ikiye çıkmıştı.
Artık saz susmuş, evin hanımı ortadan kaybolmuştu. Biz
renk vermeden yemeğe devam etmeye çabalıyorduk ama
masadaki hava iyice gerilmişti.
Gece saat 1 1 sularında mutfağın kapısı açıldı. Evin hanı­
mı küçük kızıyla birlikte içeriye girdi. Allı pullu, süslü kıya­
fetleri bembeyaz yüzleriyle tam bir çelişki içindeydi. Ada­
makıllı korkmuş görünüyorlardı. Yine de bize veda etmeye
gelmişlerdi. Daha beş dakika önce gündelik kıyafetlerinin
içinde, neşeyle türküler söyleyen, oynayan ana-kız geceya­
rısına doğru köy yerinde aniden peydahlanan bir düğüne
gidiyordu.
Sabah Dimetoka' dan yola çıktığımızdan beri sivil pla­
kalı bir arabadaki iki kişi peşimizden hiç ayrılmamıştı.

91
Derbent'ten Ruşenler köyüne çıkan yola girerken önümü­
ze geçmişler, yolumuzu keserek, yukarıya köye doğru çık­
mamızı engellemek istemişlerdi. "Ankara' daki Yunanistan
Büyükelçiliği'nden çekim iznimiz var," dememize rağmen
yolumuzdan çekilmemişlerdi. Tarhşmak faydasızdı.
Ancak sinirlenip bağıra çağıra, "Burası Avrupa Birliği de­
ğil mi? Hani seyahat özgürlüğü?" diye kıyameti kopardık­
tan sonra bir yerlere telefon ettiler ve yolumuzdan çekildi­
ler. Meğer o telefon en yakın şehir olan Aleksandropolis'ten
(Dedeağaç) destek kuvvet istemek içinmiş. Ruşenler' de pey­
dahlanan ikinci sivil araba Aleksandropolis polisiydi.
Nasıl bir güvenlik sorunu yarattığımızı anlamamıştım
ama biz gittikten sonra ev sahiplerimizi tehlikeye atmamak
için o evi hemen terk etmemiz gerektiği ortadaydı. Sessizce
anlaşarak hep birlikte sofradan kalktık. Ev sahibimize teşek­
kür .ettik ve çabucak evden çıkhk.
Ne yapacağımızı, nereye gideceğimizi bilmiyorduk. Bü­
tün programımız altüst olmuştu. Gidip köyün iki kahvesin­
den birine oturduk. Kafamızı toplamak için kahveyle birlik­
te, üzümden yapılan buzlu tsipuro ısmarladık. Arkamızdan
ev sahibimiz de kahveye geldi. Bizimle birlikte oturuyor
ama ağzını bıçak açmıyordu. Misafirlerine karşı mahcup ol­
muş hissediyordu. Peşimizdekilerin ne yapacağını denemek
için kalkıp öteki kahveye geçtik. O ufacık köy meydanındaki
iki kahveden hangisine gitsek önüne arabalarıyla gelip du­
ruyor, açıkça taciz ediyorlardı. İkinci kahvede nihayet ko­
nuşabildiğimiz zaman ekibimizdeki ilk ve tek ciddi tartışma
patlak verdi. Bir kısmımız programa aynen devam etmekte
ısrar ediyordu. Kadınlar yine köydeki evde kalmalı, erkek­
ler de geceleyecekleri tekkeye gitmeliydi. Köye gelirken yol­
da ormanın içinde bir otel görmüştüm. Orada kalmayı teklif
ettim. Turist olarak orada kalabilirdik. Böylece ev sahibimizi

92
biz gittikten sonra başına gelebilecek dertlerden de kurtarır­
dık. Olurdu, olmazdı diye uzun ve gergin bir tartışmadan
sonra hep birlikte otele gittik. Ekibimizi bölmemeyi başar­
mıştık.
Tabii ki o gece gözümü bile kırpmadan geçti. Sabah er­
kenden otelin lokantasına bir kahve içmeye gittim. Bir de
ne göreyim? Bütün gece peşimizden ayrılmayan tacizci po­
lislerden ikisi daha erken gelip oturmuştu. Bir de gülerek,
"Günaydın," diyorlardı. Artık kendimi tutamadım. Bize de­
ğerli zamanımızı kaybettirdiklerini, aynı yolu şimdi geri git­
mek zorunda bıraktıklarını söyledim. Bundan ne kazandık­
larını sordum. Neyse ... Hepimiz toplandıktan sonra otelden
yay gibi gergin çıktık.
Polisler önde ekip minibüsümüz arkada, aynı yoldan geri
gittik. Köyü geçtik. Çekim yapacağımız Kızıldeli Tekkesi'ne
giden orman içindeki toprak yola girdik. Dönüp dolaşıyor­
duk ama ormanın içine gizlenmiş tekkeyi bir türlü bula­
mıyorduk. Oysa bir yıl önce kolayca bulmuştuk. Herhalde
uykusuzluktandı. Bizimle birlikte bir durup bir kalkan po­
lislere, "Sizin yüzünüzden uykusuz kaldık, yolu kaybettik,"
diye söylenmek çok iyi oldu. O zaman bize yardım etmeye
karar verdiler. Önümüze düşüp yolu gösterdiler.

93
FETRET DEVRİ YA DA OSMANLI İÇSAVAŞI

1402'dek.i ünlü Ankara Savaşı'nın Osmanlı tarihine bir


dönüm noktası olarak damgasını vurduğunu, Osmanlı pa­
dişahı Yıldırım Bayezid'in yenildikten sonra Timur'un or­
dusuna esir düştüğünü tarih derslerimizden biliriz. Ankara
Savaşı'mn ardından Timur bütün Anadolu'yu işgal ettik­
ten sonra Osmanlı ülkesine hak.im olan karmaşa dönemini,
Yıldırım'ın oğulları arasında 1 1 yıl süren iktidar savaşlarım
"Fetret Devri" olarak okuduk.
Yıldırım Bayezid, Timur'un ordularına yenilmeye başlayın­
ca, büyük oğulları Süleyman ve Çelebi Mehmed, kendi kuv­
vetleriyle birlikte, savaş meydanını terk etmişlerdi. Diğer oğul­
ları Musa Çelebi ve Mustafa Çelebi ise babalarıyla birlikte so­
nuna kadar savaşmışlar ve sonra babaları Yıldırım Bayezid'le
birlikte Timur'a esir düşmüşlerdi. Yıldırım Bayezid öldükten
sonra Timur, Musa Çelebi'yi serbest bırakmış ama en küçük
oğul Mustafa Çelebi'yi yanında Semerkand'a götürmüştü.
Musa Çelebi Osmanlı tahh için iki ağabeyi Süleyman ve
Çelebi Mehmed'le savaştıktan sonra Osmanlı padişahı ola­
rak Edirne' de üç yıl hüküm sürmüştü. O sırada Şeyh Bedred­
din Edirne' de kazasker-kadıaskeri olarak onunla çalışmıştı.
Musa Çelebi, Çamurlu Savaşı'nda ağabeyi Çelebi Mehmed'e
yenilerek 1413'te Nevrokop Alçağı'nda öldürülmüştü.
Çelebi Mehmed, I. Mehrned olarak padişah olmuştu
Bedreddin'i Serez'de astırrnışh. Mustafa Çelebi'yi Selanik'te

94
bertaraf etmişti. Mustafa Çelebi'nin kim olduğu hala karışık
bir konu. Timur'un Semerkand'da serbest bırakhğı Yıldırım
Bayezid'in esir düşen en küçük oğlu muydu, yoksa Çelebi
Mehmed'in oğlu il. Murad'ın dayısı, yani karısının kardeşi
miydi? Her kimse, Mustafa Çelebi'nin tahta göz diken sahte
bir şehzade olduğuna inandırmak için de adı resmi tarihe
"Düzmece Mustafa" olarak geçirilmişti. Fetret Devri böyle
sona ermişti.
Ama Cemal Kafadar Fetret Devri'nin 1402-141 1 arasın­
dan biraz daha uzun sürdüğünü söylüyordu:

Fetret Devri 1 402'deki Ankara Savaşı'ndan sonra, 20


y ı l devam etm işt i . Çelebi Mehmed devrindeki Bedred­
d i n o l ayı ve başka şeylerin yan ı sıra . . . Belki de Musa
Çelebi d önem i n i n i ktidarı n ı n temsi l cisi olarak ortaya
ç ı k m ı ştı . 1 7

Jason Goodwin llfukların Efendisi Osmanlılar kitabında


Osmanlı Devleti'nin İslami, askeri, uygar ve hoşgörülü olma
nitelikleri taşıyarak 300 yılda Anadolu'nun kıraç tepelerin­
den Tuna ve Nil kıyılarına ilerlediğini, ikinci 300 yıldan son­
ra, 20. yüzyılın başında birdenbire çöktüğünü belirtiyordu.
Cemal Kafadar İki Dünya Amsıııda kitabında Osman­
lı Devleti'nin ilk yüzyılından sonra devletin kuruluşunun
dayandığı temel olan gazi-kadı ruhunun terk edildiğini,
devletin ikinci yüzyılında, 1400'lerden itibaren, Osmanlı
Devleti'nin merkezileşme eğiliminin iyice güçlendiğine dik­
kati çekiyor. Çelebi Mehmed devrindeki merkezileşme Bed­
reddin hareketinin bashrılmasıyla aynı zamana rastlıyor.
Devletin ilk yüzyılına hakim olan daha eşitlikçi, çoğulcu ve
yerinden (ademimerkeziyetçi) yönetim tarzından vazgeçili­
yor.

95
Kuruluş dönemi­
nin ruhu Bedreddin
hareketinin yok edil­
mesiyle birlikte yitiril­
miş denebilir mi?
Osmanlı Devleti
kuruluş döneminde,
gazilerin yani yerel
hakimler olan soylu ai­
lelerin marifetiyle yö­
netilmişti. Çelebi Meh­
med padişah olduktan
sonra değişmeye, dö­
nüşmeye başlamışh.
Gazilerin yerel yöneti­
minden merkeziyetçi-
Yıldırırn Beyazid liğe doğru dönüşümü,
Çelebi Mehmed'le baş­
lamış, II. Mehmed İstanbul'u fethederek Fatih Sultan Meh­
med olduktan sonra padişahın ve kapıkullarının payitahttan
yönettiği kah merkeziyetçi bir devlet haline gelmişti. Fatih
Sultan Mehrned münevver yani aydınlanmış bir padişah­
tı. Homeros'un kitaplarını Rumcasından okumuş, sarayda
İtalyan ressamlara kendi resmini yaptırmıştı. Kısacası Fetret
Oevri'nin fırtınalarından, şehzadelerin saltanat kavgaların­
dan soma kuruluş döneminin dengeleri gaziler aleyhine, ka­
pıkulları lehine değişmişti.
Osmanlı Devleti 15. yüzyılda Çelebi Mehmed'le merkezi­
yetçi bir yapıya geçtikten 500 yıl sonra VI. Mehmed'in (Va­
hideddin) 17 Kasım 1922'de bir İngiliz gemisiyle kaçmasıy­
la Devlet-i Aliyye-i Osmaniyye ömrünü tamamlamıştı. 36.
Osmanlı Padişahı VI. Mehrned Vahideddin'in otokrat mer-

96
keziyetçi tavrı 1918' de
meclisi bir daha çağır­
mamak üzere dağıta­
rak Meşrutiyet'e son
vermesiyle, 4 Ocak
1919'da barış yapılana
kadar seçimleri ertele­
diğini ilan etmesiyle
iyice anlaşılmışh.
Fetret Devri'ni bu
konuda doktorası olan
Dimitris Kastritsis'le
konuştuk. Akıcı bir
Türkçeyle anlathğı
gibi, aynen alıyorum:

Fetret Devri' n i n İsa Çelebi

İngi l izcesi inter-


regnum. Bence interregnum fetret kel i mesinden önce
gel iyor zaten. Son ra Fetret Devri ku l lan ıyor. Osman l ı
tari h ç i leri onu ku l l anm ıyordu, "taht mücadeleleri" di­
yorl a rd ı .
Yan i Fetret Devri modern b i r deyi m. Çünkü Fetret
Devri b i r içsavaştı . Çok karışık b i r dönem . Yabancı ül­
kel e r k i m i n l e a n l aşacaklarını b i l m iyorlard ı . Kim o anda
su l tan, m esela Vened ikl i ler b i l m iyorlard ı . Tarihçi ler ça­
l ı şmadı çok bu dönem i . Çok az şey biliyoruz.
Ben i m doktoram Fetret Devri'yle ilgi l i . Çok karışık
o l d uğu i ç i n bence çok i lginç b i r dönem. Bu karışı k l ı k
ç e k i c i a m a ayn ı zamanda çok z o r b i r şey.
Yan i bu devri çal ışmak için Yunanca, Tü rkçe, Latin­
ce b i l mek l az ı m . Çünkü Vened i k arşivleri var, Bizans

97
kaynakları var, Os­
man l ı kayna k l a rı
var. Farsça d a gerek-
1 i. Gelecekte devam
edeceğ i m ç ü n kü
bence şu a nda sade­
ce b i r altyapı mev­
cut. Daha yapacak
çok şey var.
T i mu r Anado-
l u 'yu terk ed ince
harap b ı ra k m ı ş . Her
yer yan m ı ş. Açl ı k
vard ı, ç o k z o r b i r
d u ru m d u . l<aos var­
d ı yan i . Her yerde
Musa Çelebi başka h ü kü mdarlar
b u l u nuyord u ; göç­
menler, H ı ristiyanlar vard ı ama şöva lyeler yoktu . Ç ü n­
kü Timur on ları ka l d ı rm ı ş, ö l d ü rmüş. A n l ayacağı n ız çok
karışık bir du rum b ı raktı Timur. Belki bu da isya n l a r ı n
teme l i n i haz ı rladı, ç ü n k ü b i r i nsta b i l ite ( isti krars ı z l ı k)
d u rumu mevcuttu .
Her yerde, her zaman savaş. . . H erkes b i r şey kazan­
mak istiyor, herkes birbiri n i ö l d ü rüyor, çok kaoti k b i r
durum.
A n ka ra Savaşı ' ndan son ra Anadol u parça l a n ı yor.
Timur Anadolu'yu bey l i klere geri veriyor. B i rkaç par­
ça Osma n l ı a i lesi nde ka l ı yor, B u rsa bölgesi, A m asya .
Amasya'ya Çelebi Meh med yerleşiyo r.
İ z m i r'de özel b i r şey o l u yor. Ayd ı noğl u C ü n eyd va­
l iyi kabul etm iyor. On larla savaşıyo r. B i r şek i lde tah ta

98
çık ıyor. Ya n i kendi
hanedan ı n ı k u rmak
istiyor.
E m i r S ü leyman,
ya n i S ü leyman Çe­
lebi B a l k a n l a r'dan,
Rumel i'den Anado­
l u 'ya geç i yor. Sü­
leyman Çelebi, Yıl­
d ı rım B ayezid'in
en yaş l ı oğl u . Sü­
leyman Çelebi Ru­
m e l i 'deyken, daha
Anad o l u 'ya geç­
meden ö nce orada
Çeleb i Meh med
va r, İsa Çelebi var. Mehmed Çelebi
Onlar da Y ı l d ı rım
B ayez i d ' i n oğu l l arı . Onlarla savaş çıkıyor. Beyl ikler de
karışıyorlar. Ayd ı noğl u Cü neyd Bey ile İsa aras ında iş­
b i r l iği var. Meh med'e karşı savaşıyorlar, en sonunda İsa
yen i l i yor, kaçıyo r, herhalde ö l üyor. B i l m iyoruz nası l öl­
düğü n ü .
Son ra S ü l eyman Çelebi Anadolu'ya gel iyor. Bütün
Anad o l u 'yu ele geç i rmek istiyor. Özel l i kle İzm i r böl­
ges ine gidiyor. Orada Cü neyd var. Onu yan ına al ıyor.
B a l k a n l a r'a gid iyorlar veya oraya gönderiyor. Çünkü
S ü l eyman Çelebi Anadolu'da ka lıyor uzun bir sü re ve
B a l ka n l ar'da Cü neyd val i l i k yapıyor bir şekilde. Çok şey
b i l m i yoruz. Tam nerede onu da bilm iyoruz.

99
Kastritsis 15. yüzyılda Balkanlar'daki ilişkilerin ve itti­
fakların nasıl biçimlendiğine değiniyordu:

Sonra Musa Çelebi Efl a k'a geç iyor. S ü l eyman


Çelebi'yi öldü rüyor. Musa 1 4 1 1 'de R u mel i'de sulta n
o l uyor. Osman l ı pol itikası değişiyo r. B a l ka n l a r'da daha
savaşçı b i r pol itika baş l ı yor B izans'a karş ı .
İşte Musa Çelebi'yi, Osma n l ı kayna k l a r ı n a göre
hem akıncı l a r hem de M i rcea, Efl a k Voyvodası des­
tekl iyor. Su ltan oluyor Musa. Onu n h ü kümeti nde Şeyh
Bedreddin kazasker ol uyor. H atta görü nüşe göre Efl a k,
Bedreddin'i korumak için askeri güçl eri n i de k u l l a n ıyor.
Del iorman ve c ivarı ndaki bütün bö lgelere Va l l ach i a
yan i Efla k üzeri nden gid i l iyord u .
Cü neyd kaçıyor, tekrar İzmir'e gid iyor. Tekra r İ z m i r' d e
hükümdarl ı k yapıyor. Sonra Çelebi Meh med onu n l a sa­
vaşıyor. Cü neyd bir daha yen i l iyor. Ama önem l i o l a n bu
dönemde İzmir bölges i n i n çok karışık o l ması, yan i hep
savaş var. Zaten bütün Anadolu öyle. Evet, Fetret Dev­
ri öyle b i r dönem ama özel l i kle İzm i r'de d u ru m b i raz
daha karışık olabi l i r.
Belki Bedredd in'le b i r a la kası vard ı r, ç ü n k ü ayn ı za­
manl ara denk gel iyor. Börklüce Mustafa'n ı n isya n ı . . .
Ayrıca Cü neyd'in h ü kü met ettiği yerler bu ra l a r. B u d a
i lginç ama niye b i l m iyoru m . Yan i Çelebi Mehmed,
M usa'yı yenmeden önceki b i r tarihte C ü neyd ' l e tekrar
neden savaşıyor?

Fetret Devri'nde Çelebi Mehmed padişah olduktan sonra


Osmanlı Devleti'nin yapısı nasıl değişti diye sordum. Dimit­
ris Kastritsis yanıtladı:

100
Fat i h Su ltan Mehmecl zamanından sonra dervişler,
gaz i l e r o kadar güçlü deği l . Çünkü artık i mparatorl u k
d a h a m erkezi h a l e gel iyor. Dervişler teh l i keli i nsan lar,
bu m erkez i leşmeye karşı çıkıyorlar. Onun için binalar
da değişiyo r. Yan i cam i ler bildiğimiz gib i ; Fatih Ca m i i ,
S ü l eyman i y e Cam i i g i b i o l uyor. Ama ondan önce birçok
b i n a Se l a n i k'teki Al aca İmaret gibiyd i , T tipi.
Demek k i su ltan o zaman lar dervişler için bir bina
yap ıyo rd u . Dervişler çok güçl üydü. Zaviyeler önem l iy­
d i . B ü tü n Anadol u'da öyleyd i . Beylikler dönemi nde,
Moğo l l a r dönem i nde de zaviyeler çok önem l iyd i . Özel­
l i kle S ivas yöresi nde, çünkü Sivas Moğol lar' ı n merke­
zi, Anado l u i ç i n merkez orada. Zaviyeler oku l gibiyd i .
Ayi n l e r de yapı l ı rd ı , m istik ayi nler. Ama b u çok yaygın
b i r şeyd i o dönemde. Muhal if deği ldi zaviyeler, sonra­
dan o l d u . Fatih Su l tan dönem i nde ve daha çok 1 6. yüz­
yıldan sonra.
Bence Fati h Su ltan Meh med dönem i nde bir sufi
kazasker o la mazd ı yani daha zor olurdu. Çü nkü on­
dan sonra m ed reseler var, bütün kadılar o med reseler­
de okuyor. Sahn-ı Seman Medreseleri'nde, yan i Fatih
Cam i i'nde okuyorlar. Sonra Sü leyman iye Med reseleri
var.
Kanu n i S u l ta n Süleyman dönem i nde de b i r sistem
var. B i r u lema sistem i kuru l uyor ama Fetret Devri'nde
böyle b i r şey yok.

101
Şeyh Bedreddin'in Kahire' den Edirne'ye dönüşü
Şeyh Bedreddin 15. yüzyılın başında Tebriz'e gitmiş­
ti. Tim ur' dan kaçarak Tebriz'den Kahire'ye dönmüştü.
Kahire'de kısa bir süre sonra Hüseyin Ahlati vefat etmişti.
Daha önceden de bahsettiğimiz gibi Bedreddin mürşidi­
nin vasiyetini yerine getirerek Ahlati Tekkesi'ne şeyh ol­
muştu. Tekkede de dervişlerin, mutasavvıfların arasındaki
iktidar savaşlarına tanık olmuştu. Büyük ihtimalle bu yüz­
den altı ay sonra şeyhliği, tekkeyi, hatta Kahire'yi terk et­
miş, Edirne'ye dönmek üzere yola koyulmuştu. İlk durağı
olan Halep'in kapısında onu Türkmenler karşılamıştı. Şeyh
Bedreddin'in Halep'e varışı, Nesimi'nin derisi yüzülerek
öldürülmesinden hemen sonraya rastlamış olabilirdi. Türk­
menler Halep'te kalmasını, başlarına geçip liderleri olmasını
istemişlerdi. Ama bu teklifi kabul etmeyen Şeyh Bedreddin,
Edirne' de onu bekleyen ana babasının yanına gitmek üzere
yoluna devam etmiş ve Kahire' den yola çıktıktan iki yıl son­
ra Edirne'ye varmıştı.
Anadolu'da Yıldırım Bayezid'in oğu_llarının mülk (dev­
let) ve saltanat uğruna savaştığı Fetret Devri hüküm sürü­
yordu. Bu ortamda Şeyh Bedreddin'in yolculuğunun neden
iki yıl sürdüğünü bilemiyoruz. Karmaşa ve kargaşa içindeki
Anadolu'da yolunu neden uzatmış, neden önce Toroslar'a,
Konya'ya, sonra Tire, Aydın, İzmir, Karaburun, Sakız Adası,
Manisa ve Kütahya'ya gitmişti? İki yılın sonunda Rumeli'yi
fetheden atalarının yolundan giderek, Çanakkale Boğazı'ru
geçip Gelibolu üzerinden Edirne' ye varmıştı.
Cemal Kafadar Bedreddin' in Kahire' den dönerken ne­
den yolunu iki yıl kadar uzattığını araştırıyordu:

B i r Tire tarafı n a gid iyor ondan sonra D o ma n i ç tarafı­


na. Bayağı b i r z i kzak ç izerek E d i rne'ye gid i yo r.

102
G ittiği yerlerde kim lerle görüşüyor? Tü rkmen lerle
görüşüyor, Torlaklarla görüşüyor buna benzer insanl ar­
la görüşüyor. Neden ? Herhangi b i r sosya l veya siyasa l
vizyonu yoksa Bedreddin n iye böyle bir çizgi takip ed i­
yor. O n l a r ı n ne yaptığına bakıyoruz. Börkl üce Mustafa;
Bedred d i n keth üda olarak Börkl üce'yi seçmiş. Kethüda,
ka hyayl a ayn ı kel i me as l ı nda. Kethüya, kahya o l uyor za­
m a n içi nde ama kahya kel i mesi de çok muğl ak b i r ke­
l i me. N e yapar? Yan i kazasker olmuş biri ya n ı nda nası l
b i r kahya ister, ne gibi işler ister ondan?
Ee, genel l i kle Osman l ı düzen i nde kethüda, birinin
h a n esi n i n yöneticisi ol uyor. Menajeri ol uyor bugü n ü n
tabi riyle.
Mese l a Bedred d i n ' i n oğl u, İsmail Seyyid Beşe, hacca
gideceği zaman, b i l iyorsunuz, o da garip bir yol çiziyor.
Gel iyor, Bedredd i n İzni k'teyken, babası ndan izin alı­
yor. "Ben h acca gideceğim," diyor. Bedreddin de, "Güle
g ü l e, gideb i l i rsin, " d iyor.
Ee, hac yol u Tire'den geçmiyor. Halbuki Seyyid Beşe
Ti re'ye gidiyor. Tire' n i n N izar köyü nde, Menderes suyu­
nu n kenarı nda, b i l iyorsunuz Eğridere'de arad ık.

103
Kütahya, Domaniç, Çavdarhisar ve Aizanoi
Biz de Şeyh Bedreddin'in izini sürerken onun Torlaklar­
la tanışmış olabileceği Kütahya Domaniç yakınındaki ilginç
bir yere, Çavdarhisar köyüne gittik. Ekip minibüsümüz
anayoldan ayrılarak toprak bir yola saph. Işığı kaçırmamak
için acele ediyorduk. Yine de köye girerken güneş bahyor­
du. Toprak yolun kenarına sıralanmış iki katlı kerpiç evlerin
pencerelerinde tek tek titrek ışıklar yanıyordu. İç Ege'deki
Çavdarhisar'a henüz elektrik gelmemişti. Yolun sağında,
gaz lambalı kerpiç evlerin tam karşısında upuzun mermer
sütunlarıyla muhteşem bir tapmak yükseliyordu. Anado­
lu'daki en iyi korunmuş Zeus Tapınağı'ydı. Sanki başka bir
dünyadan ışmlanmışh. Kerpiç evlerin sakinleri her sabah bu
muazzam esere uyanıyordu. Zeus Tapınağı'nın sütunları
tamamdı ama ortası bo_mboştu. Harabe demeye dilim var­
mıyor çünkü dört kenarı çepeçevre tastamam, görkemli bir
tapmakh.
Alacakaranlıkta minibüsümüzden inerken önümüze
köpekler çıkh. Hep bir ağızdan avaz avaz havlıyorlardı.
Kamera ekibimiz günün son ışıklarını kaçırmadan Zeus
Tapmağı'nın mermer avlusundaki harman yerini çekmeye
koşarken köpekler peşlerinden seğirtti. Tapınağın çevresini
dolaşhk. Hava kararınca mecburen çekim bitti. Arka cephe­
de karşımıza devrik ve dev bir Medusa heykeli çıktı. Her
adımda şaşırıyor, biraz daha hayran kalıyorduk.
Zeus Tapınağı'nın yanındaki avlu toz dumandı. Bir har­
man makinesi tapınağın mermer avlusunun üstünde harıl
harıl calışıyordu. Arkada batan güneşin eflatun ışıkları için­
de samanlar havaya savruluyordu. Çavdarhisar'ın kerpiç
evlerinin sakinleri bütün işlerini Zeus Tapınağı'run mer­
merleri üzerinde görüyorlardı. Orada çamaşır yıkıyor, tahıl
ayıklıyor, sebze diziyorlardı. Harıl harıl çalışıyorlardı. Hava

104
tamamen kararmadan harmanı bitirmek istiyorlardı. Hızla
azalan ışıkta biz de koşuşturuyor, o güzelim görüntüleri
kaydetmeye çalışıyorduk. Buralarda kim bilir kaç bin yıldır
farklı kültürlerin bıraktıklarıyla iç içe yaşanıyordu. Acaba
çoğulculuk böylesine doğal, sıradan ve gündelik bir şey
miydi? Şeyh Bedreddin bu toprakların havasında, suyunda,
toprağında hep olan o doğal çoğulculuğu savunmuştu.
Hava karardıkça köpekler iyice azdı ve saldırmaya başla­
dı. Görüntü yönetmenimiz Mete Şener ve asistanları onları
güçlükle durdurunca Çavdarhisar' dan hızla kaçtık.
Çavdarhisar' daki kalıntılar Roma İmparatorluğu' nun
Aizanoi kentinden kalmaydı. Milattan sonra 2. ve 3. yüz­
yıllarda en parlak dönemlerini yaşamıştı. "İkinci Efes"
diye nitelenen Aizanoi' de bizim de gördüğümüz Zeus
Tapınağı'ndan başka, 20 bin kişilik bir tiyatro, 13 bin 500 ki­
şilik bir stadyum, bir borsa binası, iki hamam, bir gym11asiıım
(okul) ve ikisi hala kullanılan beş köprü vardı. Alman Arke­
oloji Enstitüsü'nün başlattığı kazılara Pamukkale Üniversi­
tesi devam etmişti.

105
Tire
Tire bugün küçük, sakin, ılık bir Ege kasabası. Şeyh
Bedreddin'in Kahire'den Edirne'ye dönüş yolundaki en
önemli durağıydı. 14.-15. yüzyıllarda önemli bir merkezdi.
Aydınoğullan Beyliği'nin ilk başkenti olan Birgi'ye de kom­
şuydu Tire; 14. yüzyıldan itibaren Osmanlı donanmasının
iplerini yapan urgancı esnafıyla, kılıççılar çarşısıyla, kervan­
saraylarıyla, 20 hamamıyla büyük bir kentti. Kentteki eski
yapıların çoğu 14. ve 15. yüzyıllardan kalmıştı. Maalesef 500
yıllık yıkınhlar ve hala ayakta kalabilmiş birkaç konak dışın­
da görkemli geçmişi pek belli değil.
Tireli tarihçi Munis Armağan'la yaptığım söyleşiden ve
tutkuyla yazdığı anlaşılan kitaplarından ancak yerel tarihçi­
lerin bilebileceği birçok şey öğrendim.
Munis Bey'in deyimiyle Tire köksel bir kentti. Yani Ay­
dın, Çeşme hatta İzmir'le sıkı bağları vardı. Bedreddin
buraya 15. yüzyılın başında Fetret Devri'nde gelmişti. Os­
manlı Devleti'nin en parlak ve güçlü dönemi olan 16. yüz­
yılda Tire'de çoğulcu bir iklim olduğu belliydi. Munis Bey,
Portekiz'den kaçarak Tire'ye yerleşen Yahudiler sayesinde
Tire'nin bir nevi Yahudi kültür merkezi olduğunu ve İs­
tanbul Yahudilerinin Tire'den gittiğini söylüyordu. Mesela
kentteki Portakal Meydaru'nın asıl adı da eskiden Portugal
(Portekiz) Meydaru'ydı.
Vaktiyle önemli eğitim merkezleri olan Tire'deki zaviyele­
rin, oradaki ünlü çiftliklerin üremesinde büyük payları vardı.
Bir tane zaviye kalıntısı da gördük. Ama artık Tire'nin o ünlü
zaviyeleri ya harap ve yıkılmak üzereydi ya da cami olmuştu.
Bizim için Tire, Bedreddin Kahire' den Edirne'ye giderken
orada bir süre kaldığı için önemliydi. Börklüce Mustafa'yla
Tire'de tanışmış olması kuvvetle muhtemeldi. Munis Bey
16. yüzyıldaki Tire müftüsünün Bedreddin'in sülalesinden

106
olduğunu, Bedreddin sülalesinin "Beylioğulları" olarak geç­
tiğini söylüyordu.

Hatta sekiz-on yıl öncesine kadar Tire Müftüsü Gıya­


settin Bey'in, Şeyh Bedreddin'in yazdığı Canıiıı 'l-Fusılleyıı'i
hala başvuru kaynağı olarak kullandığını da Munis
Armağan' dan öğrendim. Bugün bir medeni kanun diyebi­
leceğimiz Camiu 'l-Fus ılleyn'in elyazmalarını Tire' deki Balım
Sultan Dervişleri çoğaltrnışlardı.
Balım Sultan Tekkesi'ne, daha doğrusu tekkeden geriye
kalanları görmeye Munis Bey'le birlikte gittik. Tire' ye girer­
ken yolun sağında kalan bir tepeye hrmandık. Harap tekke
yüzyıllardan beri orada, zeytinlikler arasında, gölgeli, din­
gin, harap ve vakur duruyordu. Ayakta kalan yegane yapı­
nın mimarisinden, soluk renginden gün görmüş bir tekke
olduğu anlaşılıyordu. Nevruz'da Balım Sultan Tekkesi'nde
hala büyük kutlamalar yapılıyordu. Dervişler küpeli dolaşı­
yor, danalar süsleniyor, sokaklarda "Nevruz geliyor," diye
bağırıyorlardı. Eskiden Nevruz'u sadece Aleviler kutlarken
şimdi Sünniler ve isteyen herkes kutlamalara katılıyordu.

107
Dede Sultan'm (Börklüce) mezarını Tire' de de aradık.
Güme' de olduğunu düşündüğümüz, Börklüce Mustafa'nın
vaktiyle keşişleri ziyaret ettiği, ahbaplık ettiği manastırın
izini de bulamadık.
Aramalarımız sırasında yakındaki Ali Baba Bektaşi tek­
kesine gittik. Dede Sultan'ın mezarı orada da yoktu ama kim
olduklarını öğrenemediğimiz uluların kutsal sayılan taştan
sandukaları vardı. Ali Baba'run ziyaretçisi boldu. Gelenler
gürül gürül akan bir çeşmede içeceklerini soğutuyorlardı.
15. yüzyılda Tire' de yaşamış İbn-i Melek çok önemli kut­
sal bir kişi sayılıyordu. Sünni fıkıh ve kelam alimiydi. Şeyh
Bedreddin'le aynı zamanda Kahire' de okumuşlardı. Tanış­
mış olmaları kuvvetle muhtemeldi. Ama Şeyh Bedreddin' in
en büyük karşıtlarından biriydi. Öte yandan İbn-i Melek'le
Bedreddin ne kadar zıt düşse de İbn-i Melek'in kardeşinin
Bedreddin'in yakın arkadaşı hatta fikirdaşı olduğu da söy­
lentiler arasındaydı.
İbn-i Melek' in Tire' deki türbesi her zaman önemli bir
ziyaretgah olmuştu. İbn-i Melek'in türbesini 2005'te Tire'ye
ilk gidişimde görmüştüm. Türbelerin çoğunda olduğu gibi
insanlar dua ediyor, elleriyle demirlerine, dokunuyor, yüz
sürüyor, parmaklıklarına dilek çaputları bağlıyordu. Yedi
yıl sonra tekrar gittiğim zaman tanıyamadım.
İbn-i Melek türbesinde hava çok değişmişti. Türbe ku­
rumsallaşmıştı. Beyaz badanalı duvarlarla çevrili geniş bir
alanın içine alınmıştı. Kapıdan içeriye ancak bilet alarak
giriliyordu. Kapıyla türbe arasındaki alana piknik yeri gibi
masalar, sıralar konmuştu ama konuşmak ve müzik çalmak
kesinlikle yasaklanmıştı.
Tire, Ortaklar, Ödemiş ve Birgi' de Şeyh Bedreddin' in
izlerini arıyorduk. Önce Tire'nin bir köyü olan Eğridere'ye
gittik.

108
Eğridere
Eğridere'ye İsmail Beşe'nin mezarını aramaya önce bel­
gesel ekibimizle birlikte gitmiştik.
Bedreddin'in büyük oğlu İsmail Beşe, Bedreddin
Menakıbnamesi'ni yazan Hafız Halil'in babasıydı. "Beşe"
Bedreddinlerin lakabıydı. İsmail Beşe'nin Tire ve köylerinde
yaşadığını, hatta eski adı Nizar (ya da Nissa) olan Eğridere
köyünde gömülmüş olabileceğini düşünüyorduk. Her za­
manki gibi köy meydanındaki kahveye oturduk. Köylüler­
le sohbet ederken bir yandan da meydana yığılmış çuvallar
dolusu taze yeşil fasulyelerin kamyonlara yüklenişini izli­
yordum. Verimli toprakları vardı.
Kahvedekiler İsmail Beşe'nin değil mezarını bilmek, adı­
nı bile duymamışlardı. Kahveden kalktık ve bir umutla İs­
mail Beşe'nin mezarını köy mezarlığında aramaya başladık.
Cemal Kafadar eski mezar taşlarının Osmanlıca yazılarını
okuyordu. En eski mezar taşı 17. yüzyıldan kalmıştı. Oysa
İsmail Beşe 15. yüzyılın başında, hatta babası Bedreddin' den
önce ölmüştü.

İsmail Seyyid Beşe'nin mezarı

109
İsmail Beşe'nin mezarını bulamadık derken yine çok il­
ginç ve şanslı bir şey oldu. Köye girdiğimizden beri hiç ko­
nuşmadan kahvede ohıran, sonra da peşimizden mezarlığa
gelen bir adam sessizce bize yaklaştı. Bir şey göstermek is­
tediğini söyledi. Önümüze düştü. Mezarlığın yanındaki yo­
kuştan çıkarken toprak yolun sağında, kenardaki çalı gibi
küçük, bir ağacın önünde durdu. Önce çocukluğunda bu
çalı ağaca yağmur duasına geldiklerini söyledi. Sonra bize
o çalı ağacı ve altında yatık duran, kocaman yekpare, par­
lak ve pürüzsüz mermeri gösteriyordu: "İşte aradığınız bu,"
dedi ve anlattı: "Biz çocukken bu ağacın altına su, yiyecek
filan bırakır, adak yapar, dilek dilerdik." Bedreddin'in bü­
yük oğlu İsmail Seyyid Beşe'nin mezarı artık yatır olmuştu.
O çalı ağacın ve altındaki mermerin fotoğrafını Tireli
Munis Armağan'ın hediye ettiği kitabında gördüm. Munis
Bey daha çarpıcı bilgiler de veriyordu. Süregelen bir adetleri
vardı. Eğridere köylüleri İsmail Beşe'nin mezarı olduğunu
düşündükleri o çalının altına hala düzenli olarak ekmek ve
su, hatta bayramlarda evde pişirdikleri otlu pidelerden gö­
türüp bırakıyorlardı.
Munis Armağan'a göre Eğridere ve Peşrevli köyle­
rini Bedreddin'in babası Gazi İsrail kurmuştu. Ayrıca
Eğridere' de bir zaviyesi de vardı. Peşrevli o zamanlar 200
hanesiyle Birgi' den büyük bir köydü. Gazi İsrail' in kardeşi­
nin çocuğu, yani Bedreddin' in amca çocuğu olan Pir Veli'nin
mezarı da Peşrevli köyündeydi. Gökçen köyünde bir Koca
Sultan mezarı vardı. Bu mezarın da Dede Sultan diye bilinen
Börklüce Mustafa'nın mezarı olması mümkündü.
Eğridere'ye ikinci gidişim ramazana rastladı.
Bu sefer meydanda ilk oturduğumuz kahveye değil de
ötekine, oruçlu olmayanların kahvesine oturduk.
Orada sohbet ettiğimiz yaşlılar İsmail Beşe' nin mezarının

110
başka bir yerde olduğunu söylediler. Eskiden köyün giri­
şindeyken üstünden yol geçtiği için arhk yok edilmişti. Öte
yandan bir başkası Seyyid Beşe'nin mezarının köyün giri­
şinde iki servi ağacıyla hemen fark edilen mezar olduğunu
iddia ettikten sonra o mezarla ilgili bir de efsane anlath.
Kurtuluş Savaşı'nda Yunan ordusu kaçarken, köyleri, ka­
sabaları, kentleri yakarak çekiliyormuş. Eğridere'yi yakma­
ya geldikleri zaman o iki servili mezarın bulunduğu yerden
bir adım ileriye geçememişler. Görünmeyen bir güç onları
durdurmuş. Böylece Eğridere yakılmaktan kurtulmuş.
Birgi
Aydınoğulları'run ilk başkentiydi. Birgi iki tarafı yemye­
şil ağaçlı bir yolun iki yanında kurulmuş gibiydi. Anayoldan
yokuş yukarı gidince bir meydana çıkılıyordu. Aydınoğlu
Umur Bey'in görkemli bir heykeli meydanda duruyordu.
Sanki ahşap evlerin olduğu ovaya sırtını dönmüş karşısın­
daki Aydınoğlu Mehmed Bey Camii'ne bakıyordu.

Aydmoğlu Mehmed Bey Camii

Aydınoğlu Mehmed Bey, bu dikdörtgen planlı camiyi 14.


yüzyılda yaphrmışh. Dikdörtgen duvarın meydana bakan
kenarı ilginç bir biçimde süslüydü. Yelesiyle filan tastamam
bir aslan kabartmalı mermer levha duvarın kenarından bi­
raz da dışarıya taşıyordu. Bu nasıl bir camiydi? İslam' da
canlı tasvirleri yasakh. O zaman bu bölgede farklı bir ikli­
min hüküm sürdüğünü anladık.18 ·

Şeyh Bedreddin' in 14. ve 15. yüzyıllarda Aydın Beyliği'yle


ilişkisini Cemal Kafadar şöyle yorumladı:

Küçük b i ri m ler var. Küçük b i ri m lerin aras ı ndan


beyl i kler pa lazlan maya baş l ıyor. B iz i m için en önem l i

1 12
o l a n bu rada Ayd ı noğu l l arı Beyliği . . . Ayd ı noğu l l arı'n ın
hakim o l duğu bir bölgeden söz ediyoruz. Şimdi Ge­
d i z, B üyük Menderes, Küçük Menderes, Ti re, Karabu­
run, Man isa deği l mi hikayenin geçtiği önem l i yerler?
Ayd ı n oğu l l a r ı ' n ı n bu konuda değişik bir tavırları var
m ı yd ı ? Ama h i ç ol mazsa şunu d iyeb i l i riz, Ayd ı noğu l l arı
h i çb i r zaman Osman l ı ların sonradan vard ığı noktada­
ki kad a r büyük b i r devlet olamad ı lar. Dolayısıyla hiçbir
zaman o büyü k devletleri n davrand ığı gibi de davrana­
mad ı l a r bel ki büyüselerdi davranı rlard ı .
Ayd ı n oğu l l arı devleti ve o devletin başındaki lerin
Tü rkmen çevreleriyle çok yakın i l işkisi var. Öze l l ikle
de Cü neyd ' i n ... Ayd ı noğl u Cü neyd sonradan Osma n l ı ­
l a r ı n baş ı n a defalarca bela oluyor. H e r bel a olduğun­
da da etrafı na toplad ığı i nsa n l a r ya Ayd ın, Man isa yö­
resi n i n Tü rkmen leri ya da Osman l ı l ar o tarafa atmışsa
R u me l i ' n i n Tü rkmen leri . . . B i r anlamda Bedredd in'in ta­
kipçi leriyle Ayd ı noğl u Cüneyd'in
takipçi leri sosyal yapı ol arak bir­
b i rine çok benzeyen insa nlar.

Börklüce Mustafa, Bedreddin'in


kethüdasıydı. Daha sonra Ege' deki
isyanların lideri olacakh. Börklü­
ce Mustafa'nın azapları Tire, Birgi,
Ortaklar, Selçuk, İzmir, Karaburun
ve Sakız Adası'nın insanlarıydı.
Torlak Kemal Manisa' da, Kütahya
dağlarında isyan eden bir Bedred­
din takipçisi, Bedreddini'ydi. Tor­
lak Kernal'in çevresinde toplanan­
Torlak Dervişi lar da torlak dervişleriydi.

113
YENİ BİR DÜNYA KURULUYOR

Gittikçe küçülen Bizans yerini Anadolu'da küçük bey­


liklere ve Osmanlılara, Rumeli' de yine Osmanlılara ve yerel
feodaliteye bırakmışh. Güçlü merkezi yönetimlerin bıraktığı
boşluklarda yerel yönetimler güçlenmiş, merkezi yönetim­
lerin yerini ademimerkeziyetçilik almışh. Özellikle Fetret
Devri böyle bir ortamdı. Sonra durum yeniden değişti.
Cemal Kafadar 14. ve 15. yüzyıldaki değişime dikkati
çekti:

"Yeni bir d ü nya kuru l uyor" u n soru l a r ı n ı soruyorlar


ya da muhalefeti n i yapıyorlar. O d ü nya k u ru l u rken bel l i
yönde gidişat h i ssettiklerinde d e ona m u h a l efet ed i yor­
lar.
H aki katen yen i yen i a n l ıyorum bazı şeylerin çok
yan l ış soru l duğunu Bedredd i n hakkı n d a . Bedred d i n ko­
nusu üzeri ne giderken, çağı bağl a m ı n d a h iç d ü ş ü n ü l m e­
m i ş mesela. Her büyük d ü ş ü n ü r ancak o şeki lde a n laşı­
l ı r. O düşünce, o z i h i n i kl i m i i ç i nde, tab i i ayrıca çağı n ı n
siyasi koşul l arı içi nde.
Toprak d üzen i meseleleri fa l a n, o n l a r da bu n a b ağ l ı .
Orada da yen i b i r d ü nya kurul uyor. Yan i şöyl e d ü ş ü n­
m e l i, ş i m d i b i r d üzen otu rmuş. Tab i i d üzen de ken d i
i ç i n de evri l iyor. Ama h i ç o l m azsa k i m i n h a k i m o lduğu
bel l i . O hakim o l a n ı n hangi gelenekten gel d i ği, o ge-

114
lenek içinde ne gibi b i r sosyal yapı, ne gibi vergi len­
d i rme, ne gibi toprak bölüşümü anlayışı içi nde olduğu
aşağı y ukarı bel l i . Bu köklü Roma Devleti geleneği, on­
dan son ra gelen B izans Devleti geleneği, ondan sonra
Türklerin Anadolu 'ya gel mesiyle, hemen deği l, ama bir
s ü re sonra, Batı' da bütün bu düzen b i r hercümerç içi ne
giriyo r.
B i r kere ekoloj i k olarak yüzbinlerce i nsan ın göçebe­
l i k yaptığı, be lki m i lyon larca hayva n ı n ı otlatma ihtiyacı
h issettiği b i r yerde toprak düzen i, daha önce büyük çap­
ta yerleş i k düzende yaşayan köyl ü lerin toprak düzen iyle
ayn ı ol amaz zaten . Oradan bir kere siyaseti n ötesi nde
b i r şey başl ıyor. Değişikl i k başl ıyor. Bu i l le çatışma de­
ği l . S i m biyoz da ol uyor zaman zaman. Yan i hayvancı­
l ığı n toprak k u l l a n ı m ı farklı, köyl ü l üğün toprak kul la­
n ı m ı farkl ı gibisinden . Şi mdi felsefi değişikl i kler dedik,
b i r yandan onlar ol uyor, bir yandan i ktidarlar değişiyor.
O i ktidarlarla b i rl ikte on ların yaşatmaya çal ıştığı düzen
değiş i yor ve ona cevap vermeye çal ışan insanlar ortaya
ç ı kıyor. B u n ların hepsi düşünür, yazar, çizer takımı da
deği l . B i r kısmı herhalde kend i leri n i sözel ol arak ya da
aya k l a rıyla yan i isyan ederek ifade eden i nsa nlar. O her­
cü merç h a l i hakim.
Toprak d üzen ine dönüp daha somut konuşu rsak,
öze l l i kle Gediz, Küçük Menderes, Büyük Menderes gibi
ya da B i tinya (Osma n l ı ların ilk yu rdu) için de ayn ı şey
söylenebi l i r; dünya n ı n en veri m l i toprak parça ları ara­
s ı nd a . . . Şimdi o topraklarda Roma, Doğu Roma düzen i
boz u l muş, değişmiş. Bozu lma i l laki kötü b i r şey deği l .
Daha veri m l i olabi l i r. Ded iğim gibi göçebel iğin getirdik­
leri de var. Göçebel iği sadece yıkıcı, köylülüğün zara­
r ı n a ç a l ışan b i r güç olarak görmüyor tarihçi ler. B u n l a r

115
zaman zaman b i rb i ri n i besleyen, hatta b i rb i ri n i gel iş­
tiren simbiyotik, "seviye l i" (!) birliktel i kler ol uştu rabi­
l i yorlar. Anadolu'da b i l hassa Batı Anadolu'da bunun
çokça gerçekleştiği n i bil iyoruz.
Türkmenler hem B izans Devleti'nden hem Osman l ı
Devleti'nden çok daha hafif vergi lend i rme yapıyorlar.
Çok daha az karışıyorlar insanların hayat tarz ı n a .
Bugün hayat tarzı dediğimiz şeyde ne var? Mesela
istediğin yerde gidi p avlanabi l mek, bal ı k tuta b i l mek ya
da hayvanları n ı otlatmak, otlatmamak . . . Devletler bü­
yüdü kçe ve güçlend i kçe bu tür şeylere çok daha fazla
müdahale ediyorlar. Onlar da hakl ı deneb i l i r yan i devlet
olmak, o demek zaten.
Ee, oradaki ler de bunu niye istes i n . Büyük ord u l a r
geldi m i, Timur gibi, can ı na okuyorlar orta l ığın, büyük
bir devlet ol madığı için. Ama o tür teh l i kelerin ol mad ığı
zamanlarda da, bu tür küçük hirim lerin çok daha can l ı ,
çok daha renkl i, hatta i ktisad i olara k b a n a ka l ı rsa d a h a
ü retken ve kendi içi nde bölüşümü d a h a iyi sağlayan,
yan i kend i ü rettiği n i fazl a vergiyle dışarı lara yol l a madığı
için gel irin b izzat orada kalmas ı n ı , yerel zengi nleşmeyi
sağlayan bir yapısı var.
Bölüşümün nası l olduğunu tam b i l m i yoruz a m a bö­
lüşümün de daha ad i lane olduğunu düşüneb i l i r m iyiz?
Bence düşüneb i l i riz. B i r bölgeyle merkez arası ndaki
gel i r a l ışveriş i n i, mübadeles i n i ve bölüşü m ü n ü ü ç aşağı
beş yukarı bil iyoruz. Merkezi devlet güçlendiği zaman,
bölgeyle merkez arası ndaki gel i r uçuru mu a rtıyor, büyü­
yor. Ü reti len gel i ri n bizzat bölgede kal ı p yen iden hayata
döndüğü nü, gel işme ol masa dahi onun i nsan lar tarafı n­
dan daha hoş ve daha ad i l ane bir şey gi bi karşı land ığı n ı
tah m i n edeb i l i riz.

116
Merkeziyetçi l iği Anadolu topraklarında Fatih'ten
baş l ata b i l i riz, 1 4SO' lerden itibaren çok bel i rgi n. Tam
tari h öne m l i deği l ama orada haki katen 200 yıl kadar,
b i raz uzun bi raz kısa, o yeni bir dünyan ın kurul ması et­
rafı nda dönen mücadeleler meselesi var. Bu mücadele­
ler hem düşü nsel p landa cereyan ed iyor hem sosya l ve
siyasal p l anda cereyan ediyor. Bedredd in'in düşü nceleri
ve etrafı ndaki i nsanların düşündü kleri, yaptıkları her iki
planda d a önem l i sonuçlara gebe.
Sakız Adası (Chios)
Şeyh Bedreddin Kahire'den Edirne'ye dönüş yolunda
Tire' den sonra Sakız Adası'na da uğramıştı. İzlerinin peşin­
de iki kez Sakız' a gittim.
Sakız Adası Karaburun' dan güneye doğru boylu boyun­
ca Çeşme'nin karşısında uzanır. Adanın doğudaki koyla­
rından bakınca Karaburun'un ortasında Akdağ (Bozdağ)
tam karşıda bütün heybetiyle yükselir. Sakız Adası haritada
Anadolu'ya sırhnı dayamış, kıvrılmış kamı Ege Denizi'ne
doğru düşmüş bir kuru fasulye tanesi ya da böbrek biçimin­
dedir. Çeşme'den kalkan tekneler rüzgarın yönüne ve hızına
göre yarım saat ila kırk beş dakika içinde Chios Limanı'na
yanaşır.
Sakız Adası'nın tarihte ve coğrafyada önemli bir yeri
vardır. Geçmişten bugüne hep denizciliğin ve deniz ticare­
tinin merkezidir. Adayı deniz�ilikleriyle ünlü Cenovalılar
yüzyıllarca yönetmişti. Sakız Adalılar belki denizcilikleri
sayesinde farklı kültürlerle hep yoğun bir iletişim içindey­
diler. Sakız Adası tarihi boyunca sakız ticaretiyle olduğu
kadar gemiciliğiyle de ünlüdür. Günümüzün önemli arma­
törleri de Sakız Adalıdır. Sakız'la Karaburun Yarımadası
arasında küçük İnusa Adası'nda da iyi denizciler olmalı
ki Kristof Kolomb'un Amerika'yı keşif yolculuğuna çık­
madan önce Sakız'a ve İnusa'ya geldiği, denizcilerini bu­
ralardan devşirdiği gururla söyleniyor. Hala yıl boyunca
yaptıkları kocaman gemi maketlerini yılbaşında yarıştırı­
yorlar.
Michel Balivet, Simavnalı Bedreddin'le Trabzonlu
Yorgo'yu karşılaşhrdığı makalesinde, Bedreddin'in Sakız
Adası'nı ziyaretini Menakıbname'de yazıldığı haliyle anlatı­
yor:

118
Şeyh Bedreddin'den söz ed i l d igi n i duyan Sakız
Adas ı ' n ı n Ceneviz l i Val isi ona adaya gel ip öğretisi­
ni yaymak ü zere davette b u l u nuyor. Bedreddi n daveti
kabu l ed i yor ve Sakız'da on gün kadar kal ıyor. Burada
önde gelen d i n adamlarıyla ve yöneticilerle, i leride ay­
rıntı l arıyla söz edeceğim iz, i lginç temaslarda bu lunuyor.
H ı ristiya n l a r arasındaki bu kısa i kametten sonra Şeyh,
Edi rne'ye dönüp yed i yı l sü recek bir halvet dönemine
giriyor. B u dönemde ünü d u rmadan büyüyor ve birçok
m ü rit yetiştiriyor.

Sakız Adası'nda Turloti Manastırı'nda Giritli keşişler­


le dostluk kurduğunu, hatta müridi olan Giritli iki keşişin
onunla birlikte Çanakkale'ye gittiklerini bütün kitaplar ya­
zar. Sakız Adası'nda Turloti Manastırı'nı aradım, taradım
ama ne yazık ki bulamadım.
Turloti Girit Adası'nın kuzeydoğusundaki bir bölgeydi.
Herhalde o bölgede bazı manashrlar olmalıydı. 600 yıl önce
adalardaki manastırların ilişkisini bilemiyorum tabii.
Şeyh Bedreddin'le Giritli keşişler Sakız Adası'nda nerede
ve nasıl karşılaşmış olabilirlerdi?
Şimdi tahmin yürütüyorum.
Girit'in Turloti bölgesindeki bir manashrın keşişleri Nea
Moni Manashn'nın gemileriyle Sakız Adası'na gelmiş ola­
bilirlerdi. Giritli keşişler 11. yüzyıldan beri Sakız Adası'nda
var olan Nea Moni Manastın'nda Şeyh Bedreddin'le karşı­
laşmış ve Şeyh Bedreddin'in müridi olduktan sonra onunla
birlikte Çanakkale'ye gitmişlerdi.
Çünkü Nea Moni Manastırı bölgede ender görülen gemi
sahibi olma imtiyazına sahipti. 14. ve 15. yüzyılda Nea
Moni'ye keşişler her yerden gemiyle geliyordu.

119
Nea Moni Manastırı
Sakız Adası'ndaki en eski manastırlardan biridir Nea
Moni. Coğrafi konumuna ve tarihine bakınca Giritli keşiş­
lerle Bedreddin'in burada karşılaşması mümkün göründü­
ğü için Sakız Adası'nda ilk işim Nea Moni'ye gitmek oldu.
Nea Moni Manastırı 1 l. yüzyılda Cenevizliler zamanında
kurulmuştu. Efsaneye göre mersin ağacının arkasında giz­
lenmiş bir mağarada üç keşiş yaşamıştı.

Mağaranın olduğu yere önce bir Meryem Ana şapeli ku­


rulmuştu. Sonra o şapel büyümüş, büyümüş ve Nea Moni
Manastın'yla kilisesi haline gelmişti.
Nea Moni'de arkeolojik kazılar yapılıyordu. 1 l . yüzyıl­
da kurulan ilk manastırın, keşişlerinin yaşadığı çile odaları­
nın taş duvarları kazı için açılan çukurların içindeydi. Şeyh
Bedreddin'in adayı ziyaret ettiği 14. yüzyılda, Nea Moni
Manastırı 300 yıldır orada mevcuttu.

120
Nea Moni'nin ziyaretçisi boldu.
Manashrın 14. yüzyıldan kalmış ve günümüze dek sü­
rekli kullanılmış ince uzun yemekhane binasında Nea
Moni'nin tarihini anlatan iyi bir tanıhm filmi izledim. Şeyh
Bedreddin' den bahis yoktu.
Nea Moni'nin bir de kilisesi vardı. O kilise Katholikon' du
ve kubbesi daire şeklinde değildi, sekizgendi. Bazı Ortodoks
Bizans kiliseleri sekizgen kubbeli olabiliyor.
Anadolu' daki eski Bektaşi dergahlarının, tekkeleri­
nin kubbeleri de sekizgendi. Bir de Kudüs'teki Hz. Ömer
Camii'in kubbesinin sekizgen olduğunu yazanlar var.
Sekizgen kubbe farklı ibadet mekanlarında kullanılmış.

* * *

Nea Moni Manashrı, böbrek biçimindeki Sakız Adası'run


ortasında, en dar yerindeki bir vadiye kurulmuştu. O vadi
Sakız Adası'nın batıya, Ege Denizi'ne bakan yüzüyle, doğu­
ya yani Anadolu'ya, Çeşme'ye bakan yüzü arasında adayı
doğudan batıya kat eden gizli bir geçit gibiydi. Yani Nea
Moni Manastırı Anadolu'ya geçişi kontrol eden fevkalade
stratejik bir mevkideydi. Hayal gücümü çalıştırarak biraz
daha tahmin yürüterek şöyle bir sonuca varabilirim. Mesela
vadinin Ege Denizi' ne açılan batı ucundaki koylardan birine
yanaşan gemiden inenler, vadi boyunca yürüyerek manastı­
ra ulaşabilirlerdi. Oradan yine doğuya doğru devam ederek
Çeşme'ye bakan koylara varabilirlerdi.
Nea Moni bir zamanların en zengin manastırlarındandı.
Hatırı sayılır imtiyazlarından biri de gemi sahibi olmasına
izin verilmesiydi. Kaç gemisi olduğunu bilmiyoruz ama
Akdeniz' den, Ege'den, hatta Rusya' dan keşişlerin manas­
tırın kendi gemi(leri)siyle Nea Moni'ye geldiğini biliyoruz.

121
Nea Moni' de 800 kadar keşişin bir arada yaşadığı zamanlar­
dan söz ediliyordu. Şeyh Bedreddin'in dost olduğu Giritli
keşişlerin Nea Moni'nin gemileriyle Girit'teki Turloti'den
Sakız Adası'na gelmeleri ve Bedreddin'le orada karşılaşmış
olmaları kuvvetle muhtemeldi.
Bedreddin'in Sakız Adası'yla ilişkilerine Fetret Devri uz­
manı tarihçi Dimitris Kastritsis özel bir önem veriyordu:

Sakız Adası'na gitmiş Şeyh Bedredd i n . H ı ristiya n l ar


onu kabu l ediyorlar hem de aziz olarak, i lginç!
O zamanlar Sakız Adası Ceneviz kolonisiyd i .
Ortodoks isyanlar var birçok yerde: Kato l i kler altın­
da, Müslüman ları daha çok istiyorlar, terc i h ediyo rl a r.
Haçl ı seferi kal ı ntı ları var o zamanlar bütün
Yunan istan' da. Bazı yerler de Batı H ı ristiya n l a rı n ı n (Ka­
tol i klerin) hakimiyeti a ltında . . .

Michel Balivet Bedreddin'in gerçekten Sakız Adası'ndaki


bir Turloti Manashrı'nda malum Giritli keşişlerle tanışlığını,
Hıristiyan isyancılar hakkında daha fazla araşhrma yapmak
gerektiğini söylüyordu:

Bel k i keşişler aracıl ığıyla d i n ler arası nda i nce i l işkiler


olduğu kesi n . Yu nan l ı lar buna sinashitis d iyor.
B u fi kirler ya keşişler aracı l ığıyla ya da mesel a H ı­
ristiyanlar, Türkler, mahkumlar ya da para l ı askerlerle
adalardaki İtalyan lar arası nda yayı l d ı . Bence burada
önem l i bir çal ışma yapı lmal ı . Belki bu keş işler bu l u na­
b i l i r bi le. Manastı rın ad ı n ı biliyoruz. Sakız Adas ı ' ndaki
Tu rloti Manastı rı ki a rtık yok ama b i l i n i yor. Ben Sakız
Adası' nda sordum. Bel k i de Vened i k ve Cenova'daki ar­
şivlerde bulu nabi l i r.

122
Edirne
İstanbul' dan Edirne' ye giden TEM otoyolundaki viya­
düklerin adları Osmanlıların kuruluş yüzyılında Rumeli'yi
fetheden gazilerin adını taşır. İstanbul'a yakın viyadükün
adı "Gazi Süleyman Paşa", Edirne'ye yakın olanlar ise
"Hacı İlbeyi" ve "Gazi Evrenos Bey" dir. O gazilerin Şeyh
Bedreddin' in babası Gazi İsrail, dedesi Abdülaziz, Hacı İlbe­
yi ve Gazi Evrenos'un 1354'te Orhan Gazi'nin büyük oğlu,
1. Murad'ın ağabeyi Gazi Süleyman Paşa'nın komutasında,
Rumeli'yi fetheden gaziler olduğunu biliyoruz.
Osmanlı Devleti kurulduğu zamanlar liderlerinin ve ilk
devlet başkanlarının unvanı sadece gazidir. Ertuğrul Gazi,
Osman Gazi, Orhan Gazi gibi. Osmanlı Devleti'nde Sultan
unvanını ilk kullananın Orhan Gazi'nin küçük oğlu I. Mu­
rad olduğu biliniyor; Sultan Murad bin Orhan.
Edirne'ye Osmanlı tarihinde "Gaziler Şehri" denir.
Bedreddin'in babası Gazi İsrail'in Edirne'yi fetheden ga­
zilerden olduğu malum. Edirne Bursa'dan sonra Osmanlı
Devleti'nin ikinci başkenti olduğu zaman entelektüel bir
merkezdir. Depremlere, savaşlara rağmen ayakta kalmış
muhteşem eserlerin varlığı Edirne'nin önemini gösteriyor.
Bir tanesi 15. yüzyılda, yapımı Şeyh Bedreddin zamanın­
da da devam eden Eski Cami'dir. Caminin yapımını Yıldı­
rım Bayezid'in en büyük oğlu Süleyman Çelebi başlatmış,
Musa Çelebi devam ettirmiş, tamamlatmak ise 1414 yılında
Çelebi Mehmed'e kısmet olmuştu.
İlk olarak on yıl önce gördüğüm zaman adı sadece Eski
Cami'ydi. Kapıda 1420' de yapıldığı yazılıydı. On yıl sonra
adına bir de Ulu eklenmişti ve bahçesini çevreleyen demir
parmaklıklarda Suriyeli göçmenler çocuklarının küçücük
kıyafetlerini kurutuyorlardı.

123
� .

Selimiye Camii

Eski Cami'nin dış duvarlarında kapının sağında Arapça


hat sanahyla "Allah", solunda "Muhammed" yazar. Kendi
. deyimiyle foto muhabiri olan Ara Güler bu yazıları, onlara
bakan çarşaflı kadınları arkadan çektiği siyah beyaz fotoğ­
rafla ölümsüzleşmiştir. İçerideki duvarlarda da hat sanahyla
peygamberlerin adlan yazılıdır.
Mimar Sinan'ın Eski Cami' den yüz yıl kadar sonra yaptı­
ğı son eseri muhteşem Selimiye Camii kente Eski Cami'nin
yanındaki tepeden bakar. Edirne'nin dışındaki Darüşşifa'nın
dünyadaki benzerleri arasında ilk olduğu söylenir. II. (Sofu)
Bayezid'in akıl hastalarının tedavisi için yaptırdığı Darüşşi­
fa günümüzde Trakya Üniversitesi'ne bağlı Sultan II. Baye­
zid Külliyesi, Sağlık Müzesi adını almıştır.
Bedreddin'in büyüdüğü, gençlik yıllarını geçirdiği, ilk

124
fıkıh eğit.imini aldığı ve Mısır' dan dönünce kurduğu zavi­
yesinde dersler verdiği, Musa Çelebi'nin padişahlığı zama­
nında kazaskerlik yaphğı kenttir Edirne. Bedreddin 1412-13
yılları arasına kazaskerlik yaparken kendi zaviyesine vakıf­
lar tahsis etmişti. Vefatından sonra bu vakıflar çocuklarının
ve zaviyede görev yapan diğer şeyhlerin olmuştu.
Şeyh Bedreddin' in Edirne'deki izleri ya kendiliğinden
ya da kasten silinmişti. Alan araşhrmalarımız sırasında
Edirne' de yedi yıl ders verdiği zaviyesini aradık ama bula­
madık. Zaviyesinden hiçbir iz kalmamışh.
Trakyalı Bedreddiniler kendilerini, "Biz Gülşaniyiz,"
diye tanımlamışlardı. Onun için önce Edirne' deki Gülşe­
ni Sokağı'run v arlığına önce sevindiysek de Gülşeni ile
Gülşani'nin farklı şeyler olduğunu öğrenince hiçbir iz kal­
madığına karar verdik.
Edirne'ye dönüş
Bedreddin Kahire' den yola çıkhktan iki yıl sonra ana ba­
basının sağ salim hayatta olduğu Edirne'ye geri dönmüştü.
Yıllarca zaviyesinde dersler vererek köşesinde sessizce ya­
şamışh. Ankara Savaşı'nda babasını terk etmeyen, Timur'a
birlikte esir düşen, Yıldırım Bayezid'in küçük oğlu Musa Çe­
lebi de zaviyede Bedreddin' in öğrencileri arasındaydı. Musa
Çelebi ağabeyi Süleyman Çelebi'yle savaşıp onu öldürttük­
ten sonra, 1411'de Edirne' de Osmanlı sultanı olmuştu.
Bedreddin'i kazaskeri (kadıaskeri) tayin etmişti. O zamanlar
kadıasker ya da kazasker ordunun, yargının ve sonraları şey­
hülislamın olan dinin en yüce makamıymış. Yani Şeyh Bedred­
din kazasker olarak Edirne' de hukukun ve dinin en yüce ma­
kamında iktidardaymış. Dimetoka'daki Kızıldeli Tekkesi'nin
vakıf fermanını kazaskerliği sırasında verdiğini biliyoruz.
Alevi-Bektaşi uzmanı, yetkin bilim insanı Prof. Irene Melikoff
da Kırklar'm Cem i'nde adlı kitabında, Edirne' de 16. yüzyılda bir
Bedreddin zaviyesi olduğunu yazıyor. Sultan II. Selim'in (Sarı
Selim) Mimar Sinan'a Edirne'de Selimiye Camii'ni yaptırdığı
zaman da orada bir Bedreddin zaviyesi varmış. 19
Irene Melikoff'u Edirneli Ayhan Tunca ve Aziz Nazmi
Şakir-Taş da destekliyor. Bedreddin hakkında Ortaçnğ'ın Ay­
dınlık Sesi, Edirneli Bir Bilge Bedreddin ve Soylu Yaşam Öyküsü
adlı bir kitap yazan Edirneli Ayhan Tunca "konu hakkın­
da çalışmalar yapan Selami Şimşek, Rıfat Osman ve Tayyib
Gökbilgin" den derlediği bilgilere dayanarak, Simavna Zavi­
yesi olarak bilinen Bedreddin zaviyesinin Edirne'nin Kaleiçi
semtinde olduğunu belirtiyor. Edirneli Aziz Nazmi Şakir-Taş
Edirne' deki Bedreddin zaviyesinin varlığını şöyle anlatıyor:

1 5 1 9 tari h i nde Edi rne' n i n Cam i - i K i l ise Mahal lesi nü­


fusuyla bir arada veri len Simavna Zaviyesi ( ... ) Si mavna

126
Zaviyes i ' n i n yan ı sıra 1 5 1 9 tari h l i Edi rne tahriri nde a l tı
zaviye kayd ı daha mevcuttur ( . . . } Şeyh Bedreddin ( . . . }
zavi yeleri n i n l 5 l 9'da yapı l an tah rirden önce de var ol­
dukları an laşı l maktad ı r.20

Taş'a göre Edirne' deki "ilk Türk yerleşmesi 360 bin met­
rekare büyüklüğündeki Kaleiçi semtinde olmuş ve burada
bilinen en eski Osmanlı yapıları vücuda getirilmiştir."21
Edirne'yi fethedenler, mesela Bedreddin'in babası Gazi
İsrail herhalde Kaleiçi semtine yerleşmiş olmalı.
Taş, Osmanlı'nın kültürünün büyük bir kısmını Edirne
ve civarına borçlu olduğunu yazıyor. Edirne bu kültüre za­
manda ve mekanda ev sahipliği yapmıştır. Ayrıca 15. yüz­
yıldan itibaren Avrupa'dan kovulan Yahudi cemaatleri de
Edirne'ye gelmişler. Katalonya, Porh1gal (Portekiz), Alman­
ya, İspanya, Aragon, Toledo' dan gelip yerleşenler Osmanlı
bilim dünyasına önemli katkılar yapmışlar.
Taş, Edirne'nin çoğulcu kültürüne de dikkati çekiyor:

Osmanlı feth inden önce Adrianopolis şehri birkaç ki­


l ise ile tahmi nen beş-on mahal len in yer ald ığı Kaleiçi ve
Mihal Köprüsü'nün diğer tarafı ndaki Aina adl ı yerleşim
yerinden ibaret küçük bir kasaba görünümündedir. Os­
m an l ı idaresine girdi kten sonra hızla bir gel işim yaşamıştır.
Edi rne kale dışına taşmış ve bu kesimde yen i mahal leler
ortaya çıkm ıştır. ( . . . } İki meden iyetin mirası ve tarihi tec­
rübeleri n i n bi rleştiği bu süreçte, o zamana kadar gel miş
geçmiş Müslüman ve H ı ristiyan topl uluklarındakinden
farkl ı b i r dünyanın genel çerçevesi ol uşmaya başlamıştır.22

Nazmi Taş, Kaleiçi'nde kurulan Müslüman mahalle­


leri arasında 1530' da bir Hacı Bedreddin mahallesinden,

127
bir "odaha-i vakf-i Simavna"dan ve (Aydınoğlu) Umur
Bey vakfı odalarından da söz ediyor. Ne de olsa Simavna
Edirne' ye sadece 25 kilometre uzaklıktadır.
Edirne'ye yerleşen halkın kurduğu mahallelerin adların­
dan Simavnalı Bedreddin'e ve Aydınoğlu Beyliği'ne bolca
atıf yapıldığı anlaşılıyor. Kaleiçi'nden sonra kalenin dışında
yerleşilen semtler arasında yine bir Kadı Bedreddin mahal­
lesi varmış.23 16. yüzyılda Edirne'de başka bir Kadı Mah­
mud Bedreddin daha yaşamış. Bu mahallenin hangi Kadı
Bedreddin'in adını taşıdığını bilmiyoruz. Yüzyıl sonra aynı
şehirde, aynı adlı başka bir kadının adını taşıyan bir mahal­
lenin varlığı da herhalde Bedreddin' in etkisinden olsa gerek.
Michel Balivet 15. yüzyılın başında Bedreddin'in yaşadı­
ğı Edirne'nin nasıl aydın bir ortamı olduğunu anlattı:

Emin olduğumuz bir şey var ki o da Ed i rne' n i n 1 4.


yüzyı ldan itibaren ve 1 5 . yüzy ı l boyu nca büyü k b i r en­
telektüel merkez ol masıdır. İra n l ı ların, mutasavv ıfların;
Yahudi felsefesine, İslam fe lsefesi ne ve antik çoktanrı l ı
fiki rlere sahip olan bilgeleri n geçtiği çok büyü k b i r mer­
kezd i r. Edi rne böyleyd i . Gerçekten çok i l ginçt i .

Balivet kitabında Şeyh Bedreddin' in Bursa' da İbn


Arabi'nin felsefesiyle ilk kez karşılaşmasının önemini vur­
guluyordu. Michel Balivet ile İstanbul' da buluştuk, konuş­
tuk. Bedreddin'e neden ve nasıl merak sardığını sordum.
Gülerek yıllar önce tanık olduğu bir olayı anlattı.
Balivet genç bir akademisyen olarak Ankara' da çalışı­
yormuş. Bir arkadaşıyla birlikte, Osmanlı eserlerini görme­
ye Bursa'ya gitmiş. Bursa'nın güzel semti Yeşil' deki Çelebi
Mehmed'in yaptırdığı Yeşil Cami'yi ve Yeşil Türbe'yi ziya­
ret etmiş.

128
Yeşil Cami'ye girdiği zaman ortalıkta konuşan bir adam
görmüş. Adam karşısında yere bağdaş kurmuş oturan deli­
kanlılara bağıra çağıra bir şeyler anlahyormuş. Gözlerinden
nefret, kin ve ateş fışkırıyormuş. Balivet bu şiddetli nefretin
sebebini merak etmiş. Yanındaki arkadaşına ne oluyor diye
sormuş. Arkadaşı o zaman Türkçe bilmeyen Balivet'ye ko­
nuşmayı çevirmiş.
Adam Şeyh Bedreddin diye birinden söz ediyormuş.
"zındık, hain" vb. gibi ağzına geleni söylüyormuş. Balivet,
Bedreddin'in 15. yüzyılda yaşadığını öğrenince öfkeli ada­
mın yüzyıllar önce yaşamış bir insana neden böylesine bir
kin ve nefret beslediğini yine anlamamış.
İşte merak sarmasının nedeni bu olmuş. Bedreddin'i okuma­
ya, araştırmaya başlamış. Öylesine derinleşmiş ki sonunda Şeylı
Bedreddin, Tasavvuf ve İsyan kitabını yazmış. Michel Balivet'nin
kitabı Bedreddin' in en iyi monografilerinden biridir.
Balivet'nin tanık olduklarından yıllar sonra, 2003'te
alan araştırmalarımız için Bursa'ya, Yeşil Türbe ve Yeşil
Cami'ye biz de gittik. Yeşil Cami'de şaşkınlıkla ne gördük
dersiniz? Tamamen aynı manzarayı. Üstelik o zaman henüz
Balivet'yle tanışmadığım için onun hikayesini bilmiyordum.
Gözlerinden ateş fışkıran öfkeli bir adam; karşısına dizilmiş,
yere bağdaş kurmuş yüz kadar genç erkeğe Bedreddin'in
nasıl alçak bir hain olduğunu anlatıyordu.
Biz bir adım daha ileri giderek kızgın adamla tanışlık. Af­
ganistanlı bir rehberdi. Yeşil Cami'yi yaptıran Çelebi Meh­
med ile Şeyh Bedreddin' in ilişkisi hakkında sorularımızı ba­
kın nasıl yanıtladı:

Onun dönem i nde yaşam ış. Onu devirmeye kalkmış,


i h t i l a l yapmaya kal km ış ve bu camiyi yaptıran zat da
onu idam etm iş. Had ise bu.

129
Torlak.lardan neden bahsettiğini sorduk. "Torlak Kemal,
onun halifelerinden biri. Yani Bedreddin Simavi'nin yar­
dımcıları. Aydın, Manisa etrafında toplanmışlar, adam top­
lamışlar. Osmanlı'ya karşı kılıç çekilecek, savaşılacak."
Şeyh Bedreddin kim diye sorduk. Camide gençlere "bilgi ve­
ren" Afgan rehberin yanıtı eğer cahil cesareti değilse kasıtlıydı:

Yunan istan topraklarında, S i mavna'da doğmuş, an­


nesi D i metoka tekfu ru nun, H ı ristiyan b i r a i le n i n kızı .
Babasının adı İsra i l, babası da Yahudi ama Müslüman
görünüyorlar fakat sonra böyle şeyleri var işte ( . . . ) yen i
b i r d i n geti rmeye kalkıyorlar.

Eğitimi falan var mıydı sorumuza yanıtı kısmen doğruydu:

Var var, Bağdat'ta şu rada burada tahsil yapm ış. Çok


zeki, çok çal ışkan, okumuş, kitap yazm ış b i r i nsan . Vari­
dat isimli eseri var. Akı l l ı , zeki, çal ışkan, bilgi l i b i r i nsan
ama işte ihanet ed iyor devlete.

Bursa'nın güzel semti Yeşil'e adını veren Yeşil Cami ve


Yeşil Türbe'yi, Çelebi Mehmed 1416'da Bedreddin'i öldür­
dükten sonra, Osmanlı Devleti'nin gücünün simgesi olarak,
1419-1424 arasında, Mimar Hacı İvaz Paşa'ya yaptırmış­
tı. Hacı İvaz Paşa bu iş için Timur'un Osmanlı ülkesinden
Tebriz'e götürdüğü ustalarla birlikte başka ustalar da ge­
tirtmişti. Özellikle Yeşil Türbe'nin firuze yeşili çinileri Sel­
çuklularda ve erken Osmanlı devrinde etkili olan Tebrizli
ustaların elinden çıkmış gibidir. Çelebi Mehmed Yeşil Cami
ve Yeşil Türbe'nin inşaatı bittikten sonra Hacı İvaz Paşa'yı
gözlerine mil çektirerek kör ettirmişti. Yeşil Türbe' de Çelebi
Mehmed'le birlikte iki oğlu da gömülmüştü.

130
Edirne ve Musa Çelebi
Kastritsis, Bedreddin'in "kutsal tarih" ya da "siyasi
efsane"nin ilgi alanı içinde kaldığını söylüyordu. Dimitris
Kastritsis sıra uzmanlık alanına, Musa Çelebi ve akıncılarla
ilgili konulara gelince İngilizce konuşmayı tercih etti. Söyle­
şinin bu bölümünü Türkçeye çevirerek alıyorum:

Osm a n l ı kron i klerine (vakayi name, vaka kayıtları)


göre Musa Çelebi 1 4 1 1 - 1 4 1 3 arasında iktidardayken
Şeyh Bedreddin'i kazasker olarak, ya ni en büyük askeri
haki m -kad ı tayin etti . Bi ldiğim kadarıyla bu makam im­
paratorl u ktaki en yü ksek d i n i makamd ı . En yü ksek d i n i
otorite v e ordudaki adaleti sağl amakla görevl i kadıyd ı .
Genel olarak Musa Çelebi'nin devletinde, impa rator­
l u ktaki en büyük d i n i otori teyd i . Yani Şeyh Bedreddin gibi
biri n i n böyle yü ksek bir kad ı l ı k makamını kabul etmesi
çok önem l i d i r. Çünkü aynı zamanda, daha sonraki mer­
kezi h ü kümete karşı isyan ı n ı n da daya ndığı temel, onu n
bir mutasavvıf olmasıdır. Öte yandan kazaskerl ik maka­
mı merkezi h ükümetin bir parçasıdır. Musa Çelebi'nin ve
Şeyh Bedredd i n ' i n çok iyi bilemediğimiz siyasetleri ne
o l u rsa olsun, her ikisi de merkezi devletin bir parçasıydı .
O bakımdan Şeyh Bedredcl in'in kazaskerl ik dönemin­
de merkez i leşmeye karşı olduğunu göremeyiz. Tabii o za­
manlar merkezi leşmeden ne kasted i ldiği şimdi net ol masa
da fark l ı merkez i leşme türleri ve an layışları olabi l i r. Belki
sulta n ı n kendisi, kazasker, ulema ve Şeyh Bed reclcl in' i n
de ait olduğu derviş grupları gibi devlet görevli leri , mer­
kez i leşmeyle kazanan ya da kaybeden farkl ı hizi pler ara­
sı nda tartışmalar hala devanı ed iyordu. Bir ele tabi i arazi
tahsisleri i ç i n i htiyaç duydukları merkezi devlet zayıflarsa
kaybedecek çok şeyleri olan tımar sah ipleri vardı.

131
B i r de akıncılar olarak hakları ve i mtiyazl a rı tehdit
altına giren, güya merkez ileşmeye karşı olan akıncılar
vard ı . Hatırlanması çok önem l i olan u ç beyleri de va rd ı .
Onlar o sırada Balkanlar'da hala güçlüyd ü ler, çok güç­
l üydü ler.
Öyle görünüyor ki Musa tahta çık ı nca onları kızd ı r­
dı ve zayıflatmaya çal ıştı . Ama aynı zamanda akıncılar
tarafından da desteklen iyord u . Uç beyleri ise akıncı l a­
rın l iderleriydi . Yan i gördüğünüz gi b i merkezi leşmeden
yana ve karşı olma konusu çel işki ler içi ndeyd i . İnsan l a­
rın şu ya da bu tarafta olması pek öyle bas it ve net de­
ğildi. Net olan şey hala müzakerelerin sürdüğü ve h i ç b i r
anlamda tamam lanmamış olduğuyd u .
Çok i lginç b i r dönem. Ve b u bakımdan Şeyh Bed­
reddin çok i lginç b i r insan. Çünkü o her i ki taraftayd ı .
Hem bir derviş, m istik b i r l ider olara k merkez i l eşmeye
karşı olması gerek ird i . Ama ayn ı zamanda kazaskerd i .
Yan i devleti n görevl isiyd i . Mesela daha sonra m ı merke­
zileşmeye karşı ol duğunu b i l mek zor. Belki Balkan lar'da
Musa kaybetti kten ve Çelebi Mehmed sultan olduktan
son ra Şeyh Bedreddin değişti ve merkezi devlete karş ı
o l d u . Bel ki daha önce deği l d i .
Bedredd i n Musa' n ı n hü kü meti n i n parçası old uğu
için ayn ı i l işki lerden bel ki o da yararla n m ıştı . Belki M i r­
cea ve Del iorman'da yaşayan insan lar onu da destekle­
m işti.
O i nsan lar en gen iş anlam ıyla Türkmen ve akıncıyd ı ­
lar. Yan i Musa' n ı n Sü leyman Bey'e karşı mücadelesi nde
destek olanlar bel ki Bed reddi n'e de Çelebi Mehm ed'e
karşı mücadelesi nde destek verm işlerd i r. B u rada böyle
bir doku (pattern) var.

132
Mircea'nın torunu Vlad Tepeş ve Ejderha Tarikatı
Mircea, Eflak'ın 1386-1418' daki yöneticisi, voyvodasıydı.
Bedreddin Deliorman' a gittikten sonra çıkan isyanları des­
tekleyenlerden biriydi. Mircea'nın torunu "Kont Drakula",
yani Kazıklı Voyvoda ünlü vampir kültünün yaratıcısıdır.
Torun Drakula'nın çocukluğu, verildiği Osmanlı sarayında
geçmişti. Dimitris Kastritsis aldı sözü:

M i rcea' n ı n torunu Vlad Tepeş (Draku la) Osman l ı la­


rın reh i nesi o larak büyüm üştü . Yine de Fetret Devri'nde
b i l e M i rcea asl ı nd a bir Osman l ı vasal ı (tebası, kölesi)
olabi l i rd i . O kendi siyasetini gütmeye çal ışıyordu. Asl ı n­
da ejderha tarikatına bağl ı b i r Macar vasal ıyd ı . Draku l a
ejderha demekti . Macar Kral ı Sigismu nd'un Osma n l ı l a­
ra karşı yarattığı bu tarikata ejderha tarikatı den iyordu.
Ya n i M i rcea ayn ı zamanda kendini bağlamak için biraz
çift tarafl ı oynuyord u . Ben onun Osman l ı vasa l ı ndan
daha ziyade b i r Macar vasa l ı olduğunu düşünüyoru m.

Kastritsis Edirne' de Bedreddin' in kazasker olduğu Musa


Çelebi dönemini ve sonrasını Türkçe anlattı:

Musa 1 4 1 1 'de Rumel i'de sultan oluyor, Süleyman


Çelebi'yi öldü rüyor onun yerine geçiyor. Osman l ı po­
l itikası değişiyor. B a l kan lar'da daha savaşçı bir pol i tika
baş l ıyor B izans'a karş ı . Musa Çelebi'yi Osma n l ı kaynak­
l ar ı n a göre a k ı n c ı l a r destekl iyor hem de Mircea, Eflak
voyvodası. Ve sultan ol uyor Musa. Onun hükümeti nde
Şeyh Bed red d i n kazasker oluyor. Evet, Eflak bugü n kü
Rom anya, Del iorman'ı da içeriyor. Voyvoda onun voy­
vodası . Bedred d i n o zaman meşhur bir a l i m d i . S ı radan
bir kişi deği l d i yan i . Mısır'da okumuş bir kad ı ama ayn ı

133
zamanda sufi. O dönemde böyle bir şey norma l d i . Çok
garip değil ayn ı anda a l i m ve sufi olmak.
Musa' n ı n pol itikasını biraz b i l iyoruz. Savaşçı bir
pol itika. Uç beyleriyle i l işki leri çok iyi deği l d i . Bence
Musa Çelebi merkez i bir pol itika takip ed iyord u . Bütün
su ltanlar merkezi b i r pol iti ka takip ediyordu bu dönem­
de. B izans'a karşı da savaş ed iyor. S i l ivri'yi kuşatıyor,
İstanbul'a da gidiyor. Kuşatıyor İstanbul'u biraz. An la­
yacağı n ız çok savaş vardı Musa dönem inde. S ü leyman
Çelebi'nin sulta n l ığından çok farkl ı bir sulta n l ı k M usa
Çelebi'ninki. Yıldırı m Bayez id dönemindeki gib i .
Çelebi Mehmed'in merkezi Amasya, orada Türkmen­
ler vardı, göçmenler... Çelebi Meh med o n ları yen iyor
sonra onları kendi askeri yapıyor. B izansl ı lar Musa'ya
karşı Çelebi Mehmed'i destekl iyorlar. Çelebi Meh med
birkaç kere Balkanl ar'a geçiyor ama Musa Çeleb i'yi ye­
nem iyor.
En sonunda büyük bir orduyla gel iyor. B izansl ı l a r onu
destekl iyor, Sırplar, uç beyleri, Evrenos Bey; herkes Çelebi
Mehmed'in tarafı na geçiyor, Musa Çelebi yen i l iyor. Sonra
Çelebi Mehmed Şeyh Bedreddin'i a l ı p hapishaneye koyu­
yor. Sürgüne gönderiyor İznik'e. Çünkü Musa Çelebi'nin
hü kümetinden bir adam. Yan i teh l i keli b i r ada m .
Üç sene sonra (1 41 4) b i r başka şehzade gel iyor,
"Düzmece" Mustafa. O herha lde Semerka nd' d ayd ı .
Timu r'un oğl u onu bırakıyor. B izans'a gidiyor. B izans l ı­
lar onu destekl iyorlar. Selan ik'e gönderiyorlar. 1 4 1 6'da
Çelebi Mehmed, Sel anik' i kuşatıyor çünkü orada Mus­
tafa var. O sıralarda Şeyh Bedred d i n isya n ı da baş l ıyor,
bir a lakası olab i l ir. Ayn ı zamanda İzmir bölgesi nde
Börkl üce Mustafa var. B u n lar a lakasız şeyler deği l, ol­
maz bence.

134
ŞEYH BEDREDDİN'İN YAZDIGI KİTAPLAR

Çeşitli kaynaklara göre Şeyh Bedreddin'in kitaplarının


sayısı 1 4 ila 42 arasında değişiyor. Fıkıh kitaplarını zamanın
ilim dili olan Arapçayla yazmış. Günümüzde bilim dilinin
İngilizce olması gibi o zamanın ilim dili de Arapçaydı. Ki­
tapların elyazması kopyaları Süleymaniye, Beyazıt, Milli
Kütüphane gibi kütüphanelerde bulunuyor. Süleymaniye
Kütüphanesi'nde bizim gördüğümüz kitapların çoğu pek
okunmamıştı. Varidat'tan başkası da Türkçeye çevrilme­
mişti.
Kültür Bakanlığı ancak 2012 yılında Bedreddin'in ilk fı­
kıh eserlerinden olan Letaifu'l-İşariit Şerlıi' ni iki cilt halinde
yayımladı: Letiiifu'l-İşdriit fi Beyiini'l-Mesaili'l-Hiliiftyyiit: Fıkılı
Ekolleri Arasındaki Tartışmalı Konuların İncelikleri.
Hacı Yunus Apaydın editörlüğünde, bakanlığın belirle­
diği, aralarında ilahiyatçıların da bulunduğu bir komisyon
tarafından Türkçeye çevrilen bu kitap, bir sayfa Arapça bir
sayfa Türkçe olarak basıldı. Aynı ekip ardından Ciimiu'l
Fusuleıpı ve Teslı1l'i de Türkçeleştirdi.

135
"Camiu'l-FusU:leyn" bir medeni kanun muydu?
Şeyh Bedreddin 1410 Eylül-1411 Mayıs arasında Edir­
ne' deki kazaskerliği sırasında Camiu'l-Fusuleyn24 adlı bir fı­
kıh kitabı yazmışh. Bu kitap 15. yüzyılın başından 19. yüz­
yıldaki Mecelle'ye25 kadar tam 400 yıl medeni kanun kitabı
olarak kullarulmışh.
2012 yılında yaptığım söyleşide Tireli tarihçi, araştırma­
cı A. Munis Armağan, Tire müftüsünün neredeyse 10-15 yıl
öncesine kadar Camiu'l-Fusuleyn'i başvuru kitabı olarak kul­
landığını söylüyordu.
Şeyh Bedreddin Camiu'l-FusUleyn'i, "Kendime ve kadıla­
ra yardımcı olsun diye yazdım," demişti. Kitapta kadılara
bazen içtihatlara uymasa da kendi vicdanlarına göre karar
vermelerini tavsiye etmiş, yani cesur ve devrimci bir hukuk
felsefesi önermişti. 15. yüzyılda "fikri hür, irfanı hür, vicdanı
hür" kadılar düşlemiş olmalıydı.
Hukukçu Necdet Kurdakul avukatlık mesleğinden
emekli olduktan sonra, 22 yıl boyunca araştırmış, çalışmış
ve 1977'de Bütün Yönleriyle Bedreddin kitabını yayımlarruşh.26
Necdet Kurdakul kitabında hukuk felsefesi açısından
Camiu'l-Fusuleyn'in fıkıhta devrim yapan, ileri görüşlü bir
eser olduğunu savunuyordu. 15. yüzyıldan kalan Camiu'l­
FusUleyn ile 19. yüzyılda kullanılmaya başlanan Mecelle'nin
farkına dikkati çekiyordu:

Camiu'l-Fusuleyn' i zama n ı n yargı çları na kol ay l ı k ol­


sun d iye haz ı rlam ış, on ay içi nde tama m l a m ı ş. . . Özel­
l ikle birinci fasl ı nda zamanın yargıçlarına h itap eden
kısmı, Türk h u kuk felsefesi yön ü nden pek çok ö nem
taşı maktad ı r. Bundan 400 yıl sonraya, yan i 1 869 tari­
h i ndeki Mecelle'ye kadar başka bir kanu n k ü l l iyatına da
rastlanmamaktad ı r.

136
.

·�
. ·� ' .

uf:PtiMci4:'t;r;ı"u;iPf.1Mı.P<Jı:h��,�1;11'4;� �!P��ı4- • i
�� '�oı�t1;ıtı ı.11;u,r(}Wll/.f,,.,1(,-41c;�111Jt::'f:.w>'ıtJ. "''I!..;,,..:: ,,, .,..

1 • 11lıif.f{farf::J11J4(;;,J;,İ2l�(J-/Ç0ıQljl/,.1�;Jll/;l.l�,jıfJ��I
. ;-'fl;.-''t.J.iifkv61JdtNAr,,-!"ıvff/vm...:;.1"t<ı,.,,,.;.,r1,r;:...)4iı,·(./tCJ1 r •

,,.1,Y_,JJ(; l/t;J:./.;..>,Jl(/.lj.1(J,s,JllY,.J;.r-P.(rlı...;iQl�l r.,-_ı.l_ı:....;i,,Jf!J/�I


·

ı�;..)jı'":":"r'":':-i.;p�ı:jlJt(j4il�l;t,;,;y.?:;�<rılı..iİl/l�(rclr
.iı--:ri1ffklr(11J{Jı>".vlt,ı1Pti-QJ�<?ı/İtJ.�J;.-�..ok;ı -1/ıfr.tlj.
<}t;."J,.,. l.111.)f �(İ,&d;",t() fj,i.i,l;-f.İ'.11.
li l .:,
);I t!!.:/c>,/f?-·..:.;ıı:...: �"�. '
l.r

�//,J!ı �-,V-'-l'·rJ(;,,,(;Jts..;�ıı ..
� .;VJICJl;;..;JljlJ!j.,111/tlıMt.;. (/�P(/1(;1-ı "ıa

; ,:ıı(}lfl.,J�;,�
)!'!.-Jk.,ti t;,·n:J�t;tk!)!.h /f.J11lltt.f,�:'�1.,·1�!
..:.Y.;1,11ffefa"ıi;��(l)ll(İ.�11J).-?!�{.;..ı-j_,;,ı�t�lf-.'t:...,,öJ.dı1!,:I'
. •

�..b�J)/7'411� .:.JJJr;.p;..,f/d-!l(l)lı!f,(Jiı:.;.1 {..:»!Jl .r,.v.! . .İ), t • 0 .ı ,


�J;IJJ.:tfi�·�°PıhYilJ�J/Jl/t.._;;;1,·1:,JtP�'-"',;J_)l.,;,,.4}1b�ı�J.;,,.,, . •

,;,,_;tf::ir:Z"Jl,ioıı,'l1ciiJ.i. i,:;;<1_;ç.,11(j>(/t(J'oİu;�>'fi'l!vPııb_Mı.J • .:-- ·


.
,;fif!Jı�_,l./(JtJ�_jlıJ.1tlitf!l;.:Jf'f��ıJtJ:iilJl�l(Jvf/,;ı�(Jı,, ,

.,;�"'?1�6j(Jl!:.,A;Jtff?§'.�1r,.µi(!�'IJJ&t&;11'r:t:u!fa"1�11J.
..wı[};�iJJi::!�!t:"-��'":'!{!İilı.Jf!Jl.!J16'J!;.ı.J.J,,!-..;../f.:�P. •

..,.,..:;, :...,;!1.Jı.;.tıJ!/.f;ıUtı/..:..J i"ôrfı,;ı!._,1,1 ..:.hfıcJ6·.ıı?tJMırJ.Jt•


.
. . 'l . . . . ,/ -
: �,,..: , "F
•' •

A'cJı'ff-- '.:SQ::ıf/!.19)11,!Ji.ıJ.ftfv?��Mtri�tiJ).• .
�·'-'IJıfJ;"'..:.tlfı & !j(�,Jl)i(-;,J�o1.;p,·,
� (1.r.t/./. ,_.;,dl �)q,�
, · .•

��· 111, "'1


. ...,� 111'"(;1.ıu�'>tfa �/<lflı• 1��.: .11�:�;�;����f
" ·· �·ıı

137
Mecelle ile arasında felsefi bir fark vardır. Mecelle' de Ha­
nefi hukukun dışına çıkılmadığı gibi yargıca kendi dünya
görüşü ve hukuk mantığına göre karar verme serbestisi ve­
rilmemiş, yargıcı içtihat seçmekte bile serbest bırakmamıştır.

Oysa Camiu'l-Fusı1/eyn'i n birinci fas l ı nda Bed redd i n


yargıçlara verm iş olduğu tebl iği nde Mecelle'den çok
i lerid i r. Zaman ı n yargıçları olan m üftü lere h itap ederek,
"başkası n ı n içtihadıyla hüküm veri l mes i n i n haram ola­
cağı n ı " sarih olarak göstermekte. . . Daha ortaçağlarda
Bedreddin, yargıcı skolastik hukuktan ku rtararak ayd ı n
b i r dünyaya çıkarabilmek için şöyle dem iştir: "Madem ki
bir yargıç kend i reyin in, başkaları n ı n fi kir ve içti hadına
deği l, gerçeğe uygun olduğuna ka n id i r: O n a kendi re­
yiyle hükmetmek vacip ol u r. Gayrı n reyiyle hüküm ver­
mek nas ı l helal olur ki, Züheyre-i se Hassi'de yargı c ı n
kend i içti hadıyla hüküm vermesi vac ip olup başkaları n ı
taklidi haram ol duğu zi kred i lmiştir.
Bu noktada Bedreddin yargıcı, ne kadı askeri n ne de
"emr-i sultan"ın isteğine zebun etm iştir. Onu kend i gö­
rüşüyle baş başa b ı rakmıştı r. Bedredd i n ' i n bu h u k u kta
bağımsızlık ve özgürl ü k i l kesi n i devrim izde d a h i m üşa­
hede etmek olanaklarına sah i p deği l iz d i r.27

138
Süleymaniye Kütüphanesi'nde
İstanbul' daki Mimar Sinan eseri Süleymaniye Camii Kül­
liyesi içindeki Süleymaniye Kütüphanesi dünyanın hahrı
sayılır elyazması kütüphanelerinden biridir. 200 bin kadar
değerli elyazması kitabı barındırır. Şeyh Bedreddin'in yaz­
dığı kitaplardan 79 tanesi de buradadır.
Kitapları en fazla ölümünden sonraki 50 yıl içinde çoğaltıl­
mıştır. Süleymaniye Kütüphanesi'ne Şeyh Bedreddin'in kitapla­
rını görmek için Cemal Kafadar'ın rehberliğinde gittik. Camiıı'l­
Fusuleyn'in elyazması kopyaları da oradaydı. Bedreddin'in ki­
tapları arasından Teslıll'i, Varidat'ı ve Camiu'l-Fusı1/eyn'i istedik.
Kütüphane'nin okuma odasına getirdiler. Kitaplar
Arapçaydı. Cemal Kafadar Arapça okuyabiliyordu. Önce
Bedreddin'in kütüphanedeki kitaplarını, sonra daha önce
okuduğu Camiu 'l-FusCıleyıı'i şöyle anlattı:

3 3 tane Camiu'l-FusıJ/eyn de burada var, Letaifu'l­


İşarat Şerhi 3 3 . Toplam sayıyı vereceğim size. Varidata
bakıyoru m . 1 4 tane Varidat nüshası var burada. 47 tane
Camiu'l-FusıJ/eyn var. 1 3 tane Teshil var. 5 tane de bura­
da var. 79 kitap var. Bugün baktı ğımız gibi bakı labi lecek.
Ama s ı rf Camiu'l-FusıJ/eyn'in 47 nüshası var. Bu gördü­
ğümüz bir sürü nüsha Bedreddin'in ya hayatı nda ya ölü­
mü nden sonraki 40-50 yıl içi nde ... Teshil için de o kadar
erken tarihler var, Varidat için de. Çok i lgi nç haki katen.
Ya n i yasaklanma fa lan yok. Ayn ı hızla çoğa ltılmış kitap­
lar ö l ü mü nden sonra. O devirde zaten modern sansür ku­
rumu gibi b i r şey yok. G id ip matbaaları kapatamazsı n ız.
E l l e yaz ı l ıyor n i h ayetinde, ki bu devirde yapamıyorsunuz.
Bed red d i n ' i n Camiu'/-FusıJ/eyn' inin, sırf ben i m şura­
d a 2 h afta d ı r yaptığı m araştırmayla, 1 OO'e yak ı n kopyas ı
var, sadece S ü leyman iye'de 47 nüshası var.

139
Camiıı'f-Fusuleyn ve Teshll'de ya da Letaifu'l-İşarat
Şerhi'nde diğer düşünceleri n i bırakıp sadece h u ku k i tara­
fı na bakarsak ne bul uyoruz dersek, bence b i r-iki şey var
söylenmesi gereken. O da Bedreddin' i n müçteh it yan ı .
İyi eğitim a l mış, zeki, meti n leri okuması n ı ve yoru m­
l amasını bilen birinin serbest bir şeki lde yoru m yapabi l­
mesin i savunuyor. Taklidi savunan lardan bu açıdan çok
fark l ı . Tek değil Bedreddin bu açıdan. Çağı n ı aşmış b i r
deha gibi görmemek l a z ı m bence. Derin bir eğiti m var.
Çok güçlü, keskin bir zeka var. Özgüven var. O özgü­
venle birl ikte kendi yoru mu nu öne sü rmekte rahatl ı k va r.
Yan i fı kıh, hukuk tabiriyle içtihat vermekte b i r rahatl ı k
var. Takl itten kaçınmak var. Başka ne var, özgüven, m ü ç­
teh itl ik, takl ide bağlanmamak, ta kı l ı p kal mamak, i lginç
bir tasn if, i lgi nç bir organ i zasyon, kend isi de söyl üyor
zaten. Yan i " Ben im gibi ki mse böyle orga n ize etmed i
bu fı kıh kitaplarını," diyor. Ama fı k ı h tari h i n de var öyle
birkaç alim. Bedreddin o sı rayla, o tasnifle, o düzenle
oynuyor yaratıcı bir şeki lde. B ı rakın bir mezhep içi nde­
ki üç-dört büyük düşü n ü re bağl ı kal m ayı, b i r mezhebe
b i le bağl ı kalmıyor zaman zaman. O nu da çoğu fa k i h
yapmaz genel l i kle. Çoğu bir tek mezheb i n içi nde ka l ı­
yor. Ben Hanefi'yim sadece Hanefi mezhebi nden gide­
rim gibi. Bedreddin Şafi lere Maliki l ere de arada bakıyor.
Yan i kendisi nden bekleyeceğim i z o h ü r düşü n ü r tav­
rın ı burada da gösteriyor. Ama bunu yaparken fı k ı h ki­
tapl arından h iç beklenmeyecek, tamamıyla yen i b i r şey­
ler yapm ıyor. Ası l iş öbür felsefi ve i nsan i soru l ara cevap
vermek. Ben öyle anl ıyorum Bed redd i n ' i . Fıkı h ı yerine
oturtuyor yan i . Hem iyi de ya pıyo r ayrıca. Çoğu n l u k
takl itçi. Yan i fakih lerin Bedreddin gibi i çti hat düşkü n l eri
azı n l ı k, ama h i ç yok deği l .

140
Aydınlanma mı?
Camiu'l-FusUleyn' de kadılara kendi vicdani kanaatlerine
göre karar vermelerini tavsiye eden Şeyh Bedreddin'in bu
düşünceleri 15. yüzyıl için herhalde devrimci bir görüştü.
18. yüzyılda ortaya çıkan özgürlük, eşitlik, kardeşlik, insan
hakları kavramları tabii ki henüz toplumların yaşamında ye­
rini almamışh.
Cemal Kafadar Şeyh Bedreddin'in düşüncelerini, onun
ölümünden ancak 300 yıl sonra ortaya çıkarak insanların
hayatını bağnazlıktan özgür düşünceye doğru değiştiren
Aydınlanma Çağı' nın kavramlarına yakın bulduğunu söy­
lüyordu:

Bedredd i n ' i n k i çok i lginç, çok cesur hatta öyle bir


yazı ş ki, fikriyle ben Kant'a benzettim. Doğrusunu da
söyleye l i m . Gelel i m nereden Kant'a benzettiğime, han­
gi fi kri n i benzettiğime. Kant' ı n "Aydınlanma Nedir?"
m a ka lesi ne, evet, Sapere Aude, onu nla başlar. Yan i "bil­
meye cü ret et, b i l d iği n i söylemeye cü ret et." Kant da bu
sözl e başlıyor maka lesi ne; Sapere Aude yan i "Bil meye
cü ret et, b i ld iği n i kamu önünde söyle." Bizim bugün
meden i cesaret dediğimiz şey bu. Ve Varidal'ta bunu
daha da açık söyl üyor Bedreddi n. Ama dem in okudu­
ğum Camiu'l-FusO/eyn'in girişi ndeki söyled ikleri de üç
aşağı beş yukarı ayn ı fikir. Yan i sen bir konuda doğru­
ya vardığı n ı düşünüyorsan, Ebu Hanefi gibi çok yüce
b i r kişiden farkl ı bile olsa, açıkça ben i m fi kri m budur,
bence bu doğrudur demel isi n . Deği lse, o zaman yalan
söylüyorsu n, tak iyye, numarac ı l ı k yapıyorsun demeye
getiriyor.
O radan b i r adım öteye gidersek, kiş i n i n kend i doğ­
ru b i l d i ği n i kendi hak gördüğünü hem aç ıklaması hem

141
de sonuna kadar savun ması, bu uğu rda sözü nden dön­
meden meydana çıkması gerektiğini; bu bir meydan
oku maysa da, meydan okuması gerektiği n i söyl üyor
Bedredd i n . Hatta bel ki bunu yine b i razc ı k a na kron istik
olma pahasına Ayd ı n lanma Çağı ' n ı n temel fikrine ben­
zeteb i l i riz.
Ayd ı n lanman ın en büyü k fi lozofu Kant'a göre, tek
bir formü lle özetlersek ayd ı n lan may ı : Sapere Aude, yan i
bilmeye ya d a bi ldiği n i söylemeye, herkes in ö n ü nde b i l ­
d iği nle ortaya çı kmaya cesaret et !
Adalet ve eşitlik farklı şeyler
Şeyh Bedreddin bir fıkıh alimi olarak ömrünü adalet, hu­
kuk, hukuk felsefesi ve kanunlara hasretmişti. Bedreddin'i
hukukçu olarak incelemeye kalkmanın bu kitabın boyutları­
nı çok aşhğırun farkındayım.

Bedreddin'in kitaplarını, onları aslından okumuş olan


danışmanımız Cemal Kafadar'ın sözleriyle anlatmaya çalı­
şacağım.
Kafadar'la söyleşimizde özellikle Şeyh Bedreddin'in
Camiu'l-Fusuleyn'inde yer alan fıkıh anlayışı, eşitlik ve ada­
let kavramları üzerinde durdu:

Ada leti kel ime olarak pek tartışm ıyor ama herhalde
a k l ı n d a . B i r de o devirde zaten fı kı hta adalet çok önem l i
b i r kavram . Yan i eşitl i k yok a m a adalet var.
Hem fı kı hta, hem kanu nda, yan i şeriat hukukunun
ötesi nde, devleti n yasama ve uygu lamalarında kanun
öne ç ı k ıyor b i l iyorsunuz. Genel l i kle zaten şeriat ve ka­
nun d iye söylen i r. Ama adal etten ne anladığınız çok
ö nem l i .
Fıkı hta adalet dengelemek demek, terazi n i n doğru
tartması demek daha doğrusu . Adalet teraz isi vard ı r ya,
ayn ı i maj, çok eski bir i maj o. Dengelerin doğru tartı l­
ması ve doğru değerlend iril mesi o an lamda.
Tab i i ki şeriat h ukukunda bir Müslüman i le gayri müs­
l i m hukuk önü nde ayn ı şey deği ller. Ama bu Bedreddin' i n
fı k ı h ı nd a da böyle. Ded iğim gibi satı r satır okuduğu nda
deri n lemes i ne baktığı nda o konuda da getirdiği birtakım
yen i l i kler belki va rd ı r ama çarpı cı, sarsıcı bir şeklide fıkı­
h ı n temel varsayı mları n ı kenara atan bi risi deği l .
O n u n ötesinde Varidat'a, yaşad ıkları na, başından
geçen lere, etrafındaki lere, onların başı ndan geçenlere

143
baktığı m ızda Bedreddin' i n zahir a l i m leri n i n ötesi nde
bir adalet tasası olduğunu düşünüyo ru m . Ama açıkça
adalet üzerine yazmamış. Çünkü adalet eşitl i k demek
ol madığı için adaletten ne an ladığı m ı z ı tartışmam ız
gerekir. Bedreddin de onu bizzat tartışmam ış. Osman­
lı düzen inde ada let çok önemsenen bir şey. Ama ada­
let dediğinde, tabii ki reaya i le devlet eşit deği l, tab i i k i
Müslim'le gayrimüslim, kad ı n l a erkek, köleyle h ü r eşit
deği l ler. Adalet de bu. Bunları n eşit o l maması adalet.
Adalet anlayışı n ı n içinde eşitsizl i kleri taşıya b i l m e
hep var. Ama n e kadar adi l o lacaks ı n ? Nasıl ad i l o lacak­
s ı n ? Başvurduğu referans kitapları fı k ı h ı n temel referans
kitapları. Şimdi cizye nedir? Gayrimüsl imden cizye a l ı­
yorsun. Müslüman'dan almıyorsu n . Dolayısıyla vergi­
lendirme eşit deği l . Ama cizyeyi ad i l b i r şekilde a l man
lazım. Yan i mesela bin kişi l i k bir gayrimüsl i m top l u l uğu
varsa bir şeh irde onlardan bin beş yüz a kçe istemeye­
ceksi n bin akçe isteyeceksin, atıyorum raka m ı n ı . Ayrıca
bu sene müthiş bir kış ol muşsa onların belki beş yüz
akçe vermesine razı olacaks ı n gibi, adalet bu . . .

144
Ve eşitlik
Ama eşit l i k kaygısı bambaşka bir şey çok modern bir
şey zaten. Fransız Devri mi' nden önce h içbir toplumun
d üşü nmediği b i r şey. Kad ı n l a erkeği hiçbir toplum eşit
görmemiş ama kendi düzen leri ni ad i l bu lmuşlar.
Kad ı n ı n yeri budur, erkeğin yeri budu r, herkese ye­
rine göre, o n l ara d üşen i verebi l iyorsa bizim düzen ad il
d ü zen d i r. Yan i mesela kad ı n ı n ailesi nden geti rdiği mira­
sa kocas ı n ı n müdah i l ol maması İslam hukukunda adalet
added i l iyor.
Ya n i fı k ı h çerçevesi nde söyled iği, fı kıh çerçevesin­
de ele a l d ığı meselelerde deği l ama bizim sosyal adalet
dediği m iz şey Bedredd i n için herhalde farkl ı bir şeyd i.
Yan i Bed reddin'in sosyal ve siyasal vizyonuna girdi­
ği m izde, ki e l i m izde net bir şey yok, dolayl ı çıkarımlar
var.
O rada Bedreddin'in kendi çağının devlet adamlarını,
b ü rokratları n ı aşan bir adalet anlayışı vardı gibi gözü­
küyor. Gene l l i kle de fı kıh alimleri zaten sosyal ada let
konu l a rı n ı orada tartı şmamışl ar. H içbir zaman tartışma­
mışl a r. Bed red d i n onun içi nden gidiyor hep.
" Ben bu hukuk kitabı n ı yazarken Müslümanlarla
gayri m ü s l i m leri n tamamıyla eşit olduğu bir düzeni var­
sayıyoru m" gibi bir fi kir hiçbir zaman ortaya atı lmamış.
Yan i insan ların beklenti leri de değişik. Şimdi, siz ne bi­
leyim bir Yah u d i ol arak mahkemeye gidip bir Müslüman
komşunuzu şi kayet ed i p hakkınızı alabi liyorsanız, yani
bayağı bir ada let d uygusuyla dönebi l i rsiniz oradan eve.

145
Fetret Devri nasıl bitti?
Şeyh Bedreddin Edirne' de Musa Çelebi'nin kazaskeri
olarak Camiıı'l-Fıısuleyn'i yazarken Fetret Devri devam edi­
yordu. Fetret Devri'nin nasıl sona erdiğini dönemin uzmanı
olan Dirnitris Kastritsis Türkçe anlattı:

Osman l ı ların Fetret Devri 'nin son savaşında Meh­


med, Anadol u'dan, Amasya bölgesi nden get i rd iği, göç­
men atl ı lardan ol uşan ordusuyla ve kay ı n b i raderi n i n,
yan i Dulkadiroğlu Beyi'n i n kızı olan karısı n ı n kardeşi­
nin yardım ıyla Musa Çelebi'yi yen m iş. Musa'dan kaçan
bazı uç beyleri Çelebi Mehmed'e kat ı l m ış.
Evet, Fetret Devri' ne karışan kuvvetleri n ne kadar çok
olduğunu size göstermek için en iyi örnek Mehmed' le
Musa arası ndaki son savaştı r. Bu da 1 4 1 3 'te Çamur­
lu Savaşı yani Musa' n ı n öldü rü ldüğü savaştır. Doğu
Anadolu'dan ordu toplarken Bizans eyaletleri nden ve
imparatorun kuvvetlerinden de destek a ld ı l a r. Rom a l ı la­
rın askeri yol undan i lerlediler. Amaç Mehmed ' i n önem­
l i bir müttefiki olan Sırp despotu Stephen Lazaroviç'le
Bu lgaristan'da bul uşmaktı. Yolda baz ı uç beyleri de
Mehmed' i n ordusuna katı l d ı . Hep birl i kte Selan ik böl­
gesine geldi ler. Hatta bir başka Sırp despot ve Boşnak
toprak sah ibi, Macar vasa l ı bu orduya katı l d ı . Ve n i­
hayet Bulgaristan'da Sofya yak ı n larındaki (Nevrekop
Alçağı'nda Çamurl u Savaşı) büyük çatışmada Musa ye­
n i l d i ve öldürüldü. Yan i ne kadar çok gücün karıştığı n ı ve
bu dönem i n ne kadar karmaş ı k olduğunu görüyorsu nuz.

Fetret Devri'nin son savaşlarından birinde Çelebi Meh­


med, Musa Çelebi'yi öldürtüp padişah olduktan, sonra neden
Şeyh Bedreddin'i öldürtmemiş de İznik'e sürgün etmişti?

146
İznik (1413-1415 ya da 1416)

Bu kasaba İznik kasabası.


Bu ev esnaf mahallesinde bir ev.
Bu evde bir ihtiyar vardır.
Bedreddin adında.
Boyu küçük, sakalı büyük, sakalı ak.
Çekik çocuk gözleri kurnaz.
Ve sarı parmakları saz gibi...

İznik gölünde akşam oldu.


Bedreddin eğildi suya.
Avuçlayıp doğruldu ve sular pannaklamıdan dökiiliip,
tekrar göle dönerken dedi kendi kendine:

"- o ateş ki kalbimin içindedir tutuşmuştur


günden güne artıyor.
Dövülmüş demir olsa dayanmaz bııııa.
eriyecek yüreğim ..
Ben gayrı zuhur ve hıırııç edeceğim!
Toprak adamları toprağı fethe gideceğiz.
Ve kuvvet-i ilmi, sırr-ı tevhidi gerçeklendirip,
biz milletlerin ve mezheplerin kanıınlarmı
iptal edeceğiz. "

Ve yazarken
Simavneli "Tesh1l"ini
Torlak Kemal'le Mustafa
öptüler
şeyhlerinin elini.
Al atınm kolanını sıktılar
Ve İznik kapıs111dan

147
dizlerinde çırılçıplak bir kılıç
heybelerinde elyazmnsı bir kitapla çıktılar.

Kitaplarının adı:
"Varidat"dı.

Simavne Kadısı Oğlu Şeyh Bedreddin Destanı


Nazım Hikmet

Kardeşi Musa Çelebi'yi öldürten Çelebi Mehmed onun


kazaskeri olan Şeyh Bedreddin'i bin akçe gibi yüksek bir
aylıkla, çocukları, torunları, bütün ailesiyle birlikte İznik'e
sürgün etmişti 1413-1415 (ya da 1416). İznik surlarının dı­
şına çıkması yasaklanmışh. Kentin surlarını 3. yüzyılın or­
talarında Romalılar yapmışh. Şeyh Bedreddin İznik surla­
rının içinde mahpus yaşarken boş durmamış, Yakup Çelebi
Medresesi'nde dersler vermişti. Bazı yazarlar Varidat'ın bu­
rada verdiği derslerden toparlandığını iddia etse de Edir­
ne' deki Bedreddin zaviyesinde verdiği derslerden toparla­
nar�k yazılmış olması d � büyük ihtimal.
Iznik'e de araşhrma ve çekim için birkaç kez gittim. Ta­
rihte ne kadar önemli bir entelektüel merkez olduğu belliy­
di. Osmanlı Devleti'nin kuruluşundan itibaren önemli bir
eğitim merkeziydi. Nilüfer Medresesi ve Süleyman Paşa
Medresesi Osmanlıların en eski eğitim kurumlarındandı.
Erken Osmanlı döneminin aydınları burada yetişmişti.
Süleyman Paşa Medresesi'ni İznik fatihi Orhan Gazi'nin
oğlu Gazi Süleyman Paşa kurmuştu. Süleyman Paşa'nın
Bedreddin'in babası ve dedesiyle birlikte Rumeli'ye ilk ge­
çen gazilerden olduğunu biliyoruz.
Paşalığı ordudan değil, Orhan Gazi'nin oğlu olmasından
geliyormuş.

148
O zamanlar beyliklerdeki beyin oğluna "paşa" denirmiş.
Orhan (Gazi) Bey'in oğlu Süleyman Paşa gibi.
Biraz anakronistik de olsa şimdiki zamanın terimleriyle
bakarsak paşa prense denk geliyor diyebiliriz. Sonraları pa­
dişah oğullarına Çelebi ve nihayet Farsça şehzade dendi.
İznik bir açıkhava müzesi gibiydi. Tarihte kat kat derinle­
şen kültürlerin ve çoğulculuğun kentiydi.
İznik' i ilk olarak 4. yüzyılda Makedonya Kralı İskender'in
komutanlarından biri "Antigone" adıyla kurmuş denilse de
daha önceleri Bitinya' da Nikaia adıyla var olduğu biliniyor.
Surların dışında Roma kentinin kalıntıları ve amfitiyatro
vardı.
İstanbul' un kurucusu olarak bilinen (Doğu) Roma İmpa­
ratoru Konstantin Hıristiyan olmuş ve 325 yılında İznik' teki
Ayasofya'da bir konsil toplamıştı. 11. yüzyıldan kalan İznik
Ayasofyası uzun ve zengin bir tarihe sahipti. Daha sonra 8.
yüzyıldaki 7. konsil (İn­
cil konsilleri) de burada
toplanmış, hangi İncille­
rin doğru kabul edilece­
ğine burada karar veril­
mişti.
Günümüzde İznik'te
çoğulculuğun izlerini
sadece kalıntılarda görü­
yoruz. İznik Ayasofyası
biz 2005-2006 yıllarında
çekim yaparken mü­
zeydi. 2011 yılında cami
oldu.
Çekimlerimizi tamam­
layıp İznik'ten ayrılırken

149
yine müthiş bir sürprizle karşılaştık. Balkanlar' da birçok yerde
bulunan Sarı Saltuk'un türbelerinden birinin İznik'te olduğu­
nu duymuştum. Mezarlığın karşısında olduğunu öğrenince
yola çıkarken oraya da uğradık. Yemyeşil çimenlerin ortasın­
da, tek başına duruyordu. Türbe ortadaki bir sandukayla etra­
fındaki dört direkten ibaretti. Dört bir tarafı açıktı.
Direklerin tepesine gerilmiş portatif bir çatıyla sandu­
kanın üstü örtülmüştü. Türbeyi gördükten sonra tam yola
çıkarken bir otomobil geldi. Sert bir fren yaparak türbenin
önünde durdu. Dört delikanlı indi ve Sarı Saltuk'un türbe­
sine koştu. Sandukanın çevresinde, dört köşesinde ayakta
durdu. Kollarım V şeklinde başlarının iki yanından, göğe
doğru dimdik, upuzun açarak dua ettiler. Bildiğimiz göğüs
hizasında avuç açarak dua etme biçiminden çok farklıydı.
İznik' ten ayrılırken son gördüğümüz işte böyle bir şeydi.
"Teshil"
İznik'te dedesiyle yaşayan Hafız Halil' in Menakıbnaıne' de
anlattığına göre Şeyh Bedreddin Teshil adlı eserini İznik'te
"acılar ve ateşler içinde yanıyorken, kalbi demirden de olsa
eriyecekken" yazmıştı.
Teshll daha önce yazdığı başka bir fıkıh kitabı olan Letaifıı'l­
İşarat Şerh i'nin daha kolay anlaşılabilmesi için yazılmıştı.
Süleymaniye Kütüphanesi'nin okuma odasına getirdik­
leri Teshil'i n elyazması soluk kırmızı cildi yıpranmış bir ki­
taptı. Bedreddin'in bütün kitapları gibi Arapçaydı. Kim bilir
kaç yıllık kitabı incitmeye korkarak elimize alıp bakıyor, an­
lamadan karıştırıyor, elden ele geçiriyorduk. Kitabın girişini
Cemal Kafadar alçak sesle okudu, açıkladı:

Teshll-i İ bn-i Kad ı Simavne. Simavne Kad ısı Oğl u'nun


Teshll' i d iyor. Bedreddi n ' i n yazdığından yan i kendi di­
l i nden, "İznik'te çok zorluk, m i hnet, meşakkat, belalar
i ç i n de" bitird iği n i söylüyor. Teshll' i n tarihi, 8 Şevval
8 1 6, Ara l ı k 1 41 3 oluyor, Edi rne' de başlıyor. 81 8'de, yani
Ağustos 1 4 1 S 'te de İznik'te biti riyor. Tarih leri böyle.
Camiu'l-Fusuleyn'den önce yazm ış. Bu adam da
hakl ı ysa 1 41 3'te yazmış. Kitabın sah i bi Burhan diyor.
( B u rhanedd i n b i n Hoca Ali)
Sonra çocu kları n ı n doğumlarını kayıt düşen Bur­
h anedd i n o olsa gerek. 8 1 8'de bir oğlu doğmuş, İsa;
8 2 1 'de b i r oğl u daha doğmuş, Musa.
Çocukları n ı n isim leri Mehmed'in (Çelebi) rakipleri­
n i n i s i m leri . Tarihler düşmüş ... Belki etrafı ndaki lerden
b i risid i r B u rha n . Bedredd i n'den "Şeyh-ül Kebir" diye
bahsed iyor: "Mahmud bin Kad ı Simavne Şeyh-ül Mil­
let ve Din." M i l letin ve dinin Bedr' i . Bedredd i n' i n ad ı n ı
b i l e a ç ıyor.

151
ı
.. ·,

Aileler doğan çocuklarının adlarını ve doğum tarihlerini


asla kaybolmayacak en güvenli yere, genellikle de Kuran-ı
Kerim'in arkasına yazar. Bugün hala devam eden bir gele­
nektir. Burhaneddin ise çocuklarının adlarını kutsal bildiği
Teshil'in ve Varidat'ın arkasına yazmışh. Bedreddin daha
önce yazdığı başka bir hukuk kitabı Letaifu'l-İşardt Şerh i'nin
kenarına aldığı notlardan yararlanarak, kitabın daha kolay
anlaşılabilmesi için yazmışh Teshll'i. Cemal Kafadar bunun
nasıl anlaşıldığını şöyle açıkladı:

Bedredd i n hayattayken Letaifu'l-İşarat Şerhi' n i


8 1 3'te (1 4 1 0) yazmış bitirm iş. Bedred d i n' i n ö l ü m ü 8 1 9
( 1 4 1 6). Letaif i n (Letaifu'l-İşarat Şerhi) kenarı n a bütün o
gördüğümüz notla rı düşm üş. Ve b i risi de şöyl e b i r n ot
düşmüş. Tab i i ben bütün kenar yaz ı l a r ı n ı okuyunca bul­
d u m . Tü rkçe, o yüzden anlayacaks ı n ı z :
" İ ş b u nüshayı ce l i le, yan i b u güzel nüsha, b i r n üsha-ı

152
şerifed i r ki; musann ifi*, kitabı tasnif eden, ya n i Bedred­
d i n musann ifi, üzerinde kı raat ed ip bir şerh i olan Teshfl' i
heva m i ş i ne**, derceylemiştir." Yan i b u adam doğruysa
Bedred d i n b u nu b izzat yazmış. "Letaif in şerhi " .. olan
Teshll' i hevam işine derceylem iştir, ömrü nazenin-i har­
ceylem işti r, akçe ve a ltun ve cevher i le gi rmez ele." Yan i
bu n ü s h a o kadar şerif bir nüshad ı r k i ömrü nü harcamış­
t ı r yazarı, akçe ve para i le i nsan ı n eline gelmez böyle
b i r k itap d iyor. Paha biçilmez bir kitap çıkmış ortaya.
Sonra adam ı n bel l i bir üsl ubu var. Her iki kitabı da biti­
ri rken ayn ı tabirleri ku l lanmış. Onlar normalde değişi r.
Bel l i k i ayn ı elden çıkmış, ayn ı mutfaktan çıkmış bunlar,
Bedredd i n ' i n mutfağından . Ha, bir de kenar notları nın
baz ı l a rı n ı n yan ında, yan i Letaif i n kenarında Teshfl' i
o l uştu ran kenar notları n ı n çoğunda " l i l müell if" diye bi­
tiyor. Ben i m kaba sayı mımla yüzde doksanı lil müel l if,
yan i bizzat m üel l if' i n kend i notları. O notlar da Teshfl'i
o l u şturacak zaten sonradan. Kendi elyazısı mı değil mi,
o hala tartışı l a b i l i r ama o kadar önem l i deği l . Bizzat ora­
da b u l u n ması ası l önem l i olan. Bu takipçisi ve yakını
kopyası n ı yapıyor.

• Musannif: Yazar.
•• Hevamiş: Kenarlara hamiş denir, hevamiş de onun çoğuludur.
***Şerh: Açıklama.

153
"Varidat" Bil ki...
Varidat içe doğanlar, gelen ilhamlar demekti.
Varidat hak ve hakikatleri bilmeye dairdi.
Varidat'a göre bilmek sadece okuyup öğrenmek, inan­
mak değil; içsesi dinlemek demekti.
Varidat tasavvuf erbabının düşüncelerinin toplandığı ki-
taplara denirdi.
Bütün mutasavvıfların bir varidatı olurdu.
Şeyh Bedreddin'in Varidat'ı "Bil ki" diye başlıyordu.
Süleymaniye Kütüphanesi'nde Cemal Kafadar Arapça
elyazması Varidat'ı Türkçe'ye çevirerek okuyordu:

Ey hak ve hakikatı öğrenmek isteyen kişi, b i l ki, a h i ­


ret işleri cah i l lerin zan ve tahm i n i g i b i deği l d i r. H i ç ş üp­
he etme ki, semavi kitaplarda yaz ı l ı veya h aberle ya­
yı l ı köşkler, ı rmaklar, cennet, h uri, azap, cehennem ve
benzeri şeylerin herkesçe b i l inen a n l am l a rı ndan başka
manaları var ve onları ancak doğruya ermiş o l a n l a r b i l i r.

Bu konu Gölpınarlı'nın kitabında da şöyle yer alıyordu:

B i l ki, ahiret işleri bi lgisizlerin sandıkları gibi deği l d i r.


( . . . ) Peygamberlerin ve tem iz kişi lerin söz leri doğru d u r;
yal n ız yanl ışl ık, onların ne ded i kleri n i an l ay ıştad ı r. B i l
ve şüphe etme k i haberlerde gelen, eserlerle yay ı l a n
cennet, huriler, köşkler, ağaçlar, meyveler, neh i rler, azap
ve ateş, bunlara benzer şeyler, bu sözlerin dış yüzündeki
anlam larından i baret değildir; bunların başka a n l a m l a rı
da vard ı r ki onları Tanrı dostlarından o l a n içi, d ışı tem i z
kişi ler b i l i rler, an l arlar.26

154
;,UJ,,.ı..ı.$-. fi� �" ·-<-:......;�if� � ..ı..- .. ��..Y �..ı=+-k>":·�­
.>fl.:--.>;;�-
\...
..ı�V •"'-'._. �wc.ı
·� �
'"°7-' "-\--1.:&ı,,ıf...;� .,.b.'.. ı s�<ı �
�1t"�-�UM"'J".!r'��""" r:fe-J_..>y'�4. �.P"\\.!\� h-J
.:.ı..,ıc�-:,,. .;.ı..AJ .iıl"'uN,A ..ı# :..ı •,!_;.;lr� > - '.)\;o .ı

)\;�\jı.;-�J:iı.J1�l-� \S� J:.J�� <� � . -


·
"'-:--'.;;->
�-!J. ;..>'-���;,1'·- �-'"C:' .\_..;..! 11
. �

J.::"-�if .:<..;_,\;
> .> .>._,.,\::_l:?,v:..I.&J . :-..___. �, .
·_ cA.;,...._,..;� ..._;;ı..:'.._,j
J�..r�• V�-,b...,!.i; -���J
v�J ·��->V)lı>�J:h.i>•:Jıs:_, :_;..,.(", -�......'.·.cl.�.\l.:l',;.eı.,.yc..:.�,,_­
-..r.::� );1_;>,,;..�� -:t'J.ı�uu, •

..._.�, <\.:ırJ ..,µ..


/.,;,L}>L,!.I�_,\_.,_, . :._
)..1_>$>._)İ>l);� Le).ıJ)�;iı
/J-j..;:.ı\:..�l!�ı,:.� j).o-•
[t - · · � ..,;
• •
• • J
.t\J-

,_,...�c:!
• ••

� f"L_�d,....-'\P-'- �\f-'-'l_ıı�\
� -'�e:!��)
-' . ..... ...
\...>";"'" �
o(

- - r'01.w-1.w.
,;."ö-1.,.�__,_...�
.
rJJ _.,,:J...;>�:,.;·;J .,,_,�_,,-uı
�1.:ır0....>.. f<1J.h �)�\1�.<­
vrIJ�r--�.t'd_, :ı.... �_,!�

Varidat'ı Cemal Kafadar ve Abdülbaki Gölpınarlı'nın


sözcükleri ve anlatımıyla yazmaya çalışacağım.
Abdülbaki Gölpınarlı'nın Vnridnt çevirisi aynı zamanda
bir incelemedir. Gölpınarlı'ya göre Bedreddin'in felsefesi
Vnridnt'tadır. Dünyanın kadim mi, değil mi konusu da Va­
ridat' tadır.
Yaygın kanı bu kitabı kendi yazmadığı, öğrencilerinin
ders notlarını toparlayarak bir araya getirmiş olduğudur.
Bedreddin'in Vnridnt'ı, bütün kitapları arasında en önce
ve en fazla Türkçeye çevrilen kitabıydı.
Varidnt'ı Türkçeye çevirenler ve yayımlayanlar, kita­
ba kendi meşreplerine göre farklı anlamlar yüklemişlerdi.
Mevlana'nın Mesnevi'sinde anlatılan, dokunarak fil tarif
eden körler gibiydiler.
Benim okuduklarım arasında, ağır diline rağmen Abdül­
baki Gölpınarlı'nın Si111nvna Kadısıoğlıı Şeylı Bedreddin kita­
bının ikinci bölümündeki Varidat en güvenilir görüneniydi:

155
Ey gerçeğin yolcusu u mudunu kesme, sen d e teh l i ke­
li yerleri aşarsın; sen de bu ışığı elde eders i n . İ nsanların
bir kısmı bir kısmına tapıyor, k i m is i de a lt ı n ve gümüş
para l ara, yen ilecek içi lecek şeylere, yücel i k lere, övü­
nülecek şeylere i badet ediyor d a gene A l lah'a ibadet
ed iyoruz san ıyor. Yüce Allah der ki: "Gerçekten de biz,
emaneti göklere, yeryüzüne, dağlara arz ettik; yüklen­
mekten çekindiler, ondan korktu lar. Onu i n sa n a yükled i ;
o ise pek zal imdi, pek b i lgisizd i .29

Gölpınarlı'run yazdıklarını Kafadar günümüz Türkçesiy­


le söyledi:

Bir Hadis i Kutsi'ye göre; "Ben b i r giz l i hazi neyd i m


b i l i nmek isted i m ya d a b i l i nmeyi sevd i m . Göklere, yer­
lere ve dağlara emaneti vermek isted i k a m a o n l a r taşı­
yamad ı lar bir tek i nsan taşı d ı . O d a daha ö nce z a l i m
ve cah i ld i ." Şeyh Bedreddin Tanrı'n ı n, A l l a h ' ı n b i l i n mek
istemesi, sevgiyle görü nmek istemes i n i n sonucu olan
yarad ı l ışın teme l i ne i nsanı koymaktan yanayd ı .

Cemal Kafadar, Bedreddin'in Varidat'ta yer alan temsil /


sembol konusundaki düşüncelerine ayrıca özel bir önem ve­
riyordu:

Genel geçer bir sürü k itapta, bir sürü vaazda, b i r


sürü m i nyatü rlü temsi lde örneğini b u l a n a n l ay ı ş ı n yan­
lış olduğunu, yüzeysel olduğunu ve bundan kurtu l m a k
gerektiği n i söyleyerek başlıyor Varidat'a B ed red d i n ve
bundan sonra bu temsil teması s ı k s ı k çıkıyor. K ıyamet
günüyle, bedenlerin d i ril mesiyle, cennet ve cehennem­
le i lg i l i olarak çı kıyor. Ya d a mesel a melek a n l ayışında.

156
Melekler vası tasıyla yağmur göndermek ayeti ndeki kav­
rayışı ve orada kasted i len meleği asl ı nda birer doğal güç
ve kudrettir d iye yoru ml uyor Bedreddin.

Gölpınarlı da benzer biçimde Varidat'ta yazıldığı gibi


mevcut sembollerin yüzeyselliğini, derin anlamların ve iç­
yüzünün farklı olduğunu vurguluyordu. Varidat'ta kıya­
metle, kıyametten sonra bedenlerin tekrar dirilmesiyle ilgili
bölüm, o dönemin ulemasına hafifçe çatarak anlablıyordu:

B u beden ve beden i n parça buçukları için, dağı l ı p


yok o l d u ktan sonra, evvel nasıl idiyse o şekilde b i r varo­
l u ş, b i r b i rleş i p vücuda gel iş yoktur. Ö lüyü diriltmekten
m a ksat d a bu deği ldir. Sen nerdesi n a gaafi l ! ( ...) B i l ip
a n l asayd ı n , şu an latı lan şeyi, fayda verirdi sana; gönlün
de o yana yönel i rd i . Sen bir çocuğa benziyorsun ; hani
çocuğu meyvelerle, bundan başka şeylerle aldatırlar; ta­
biatın meylettiği şeyleri örnek geti rirler. ( . . .) Sen şu gafi l
gön l ü n l e Allah'ı, peygamberleri tan ıdım; kitapları oku­
makla m a ksatları ned ir, bildim mi sanıyorsun? B i l ki sen,
dersle uğraşt ı kça gerçeği anl amaktan uzaklaşmaktasın.
Tan rı ' n ı n emri, sözle, harflerle, Arapça yahut baş­
ka b i r d i l le söylemekten mü nezzeh olan zati iktizadan
i ba rettir. Kalem de, her şeyin hakikatid ir; zuhur edişteki
zaman larda, ne çeşit zahir olacaksa kendi varl ığına onu
yazm a ktad ı r.
H u ri ler, köşkler, ırmaklar, meyveler ve buna benzer
şey leri n hepsi de hayal aleminde gerçekleşen duygu
a l e m i n de b u l u n mayan şeylerdi r; anlayıver artık.30

Varidat' ta kıyamet, cennet, cehennem bir temsil / sembol


olarak yer alıyordu. Bedreddiniler de aynı şeyi söylüyordu.

157
P. köyündeki Bedreddini D. Baba'nın eşi, anabacı Z. Ana'ya
göre de cennet, cehennem bu dünyadaydı. "Mesela kadın
elini sıkmayanlar cehennemi bu dünyada yaşıyorlar," di­
yordu. Bırakın 15. yüzyılı, 21. yüzyılda bile bu düşüncelerin
söylenmesi, hele yazılması cinayete varan vahim sonuçlara
yol açabiliyor.
ŞEYH BEDREDDİN'İN FELSEFESİ

Yetmiş iki millete bir gözle bakmayaıı


Halka müderris olsa da Hakk'a asidir.
Yunus Emre

Felsefe sözcüğü Eski Yunancada bilgiyi, bilgeliği sevmek


anlamındadır. Türkçeye ve Arapçaya Yunancadan geçmiş­
tir. Eski Yunancadaki plıilosoplıia iki sözcükten oluşur:
"Philo; sevgi, aşk" ve "soplıia; bilgelik, genel bilgi" anla­
mına gelir. Sophia sadece bilmek değil, aynı zamanda akıllıca
davranmak, aşırı olmamak, nefsine hakim olmak, dayanma
gücüne sahip olmak demekse, felsefe sadece bilgiyi ve dü­
şünmeyi sevmekten öte, ahlaklı ve mutlu yaşama çabasını
da sevmek anlamını taşıyor.
Şeyh Bedreddin'in felsefesini nasıl anlayabiliriz sorusu­
nu Cemal Kafadar Varidat'a atıflar yaparak yanıtladı.

Bedreddi n'in düşünce dünyası ve felsefesi önemli bir


konu . Bedredd in'in felsefi düşünceleri sadece Varida(ta
geçiyor. Varidat da bitiri lmemiş bir metin. Bedredd in'in
söyled ik leri, hatta belki başkaları nın tuttuğu notlar hiçbir
zaman bir bütünlük sağlayacak şeki lde bir araya geti ri lme­
m iş. O yüzden tutarsızl ıklar da görü l üyor, tekrarlar da gö­
rülüyor. Mel ami Şeyhlerin "sohbetname"si de bu türden­
mi ş. Bu eserler ait oldukları kişi nin kalemi nden çı kmaz.

159
Sohbetlerinden, sözlerinden, soru lara yan ıtları ndan olu­
şurmuş. Bunlardan dolayı da Bedreddin'in felsefeci tara­
fın ı harcamak çok yanlış olur kanaatindeyim. Çünkü çok
önem l i meselelerde çok özgün çözümleri var Bedreddin'in.
Biz o çözümleri beğenmesek dah i Bedreddin'in çözüm
önerileri var. Bun ların bir kısmı teoloj i , metafizik, ontolo­
j i k (varl ık felsefesi) diyebi leceğimiz fel sefi düşü nceler, bir
kısmı yine sosyal düşünceye çok yakın şeyler.
Mesela d i n ler arası ndaki i l işkiler. . .
Börkl üce'n i n tavrı işte mal u m . Başta H ı ristiya n l a ra
d insiz den i lmemesinden yana. Böyle d iyen lerin b i zzat
d i nsiz sayılacağı ndan yana. Börkl üce, Bed red d i n'den o
kadar uzak deği l .
Varidatta d a şöyle geçiyor:
"Zaman ve meka n ı n tesi riyle d i n lerde uymaz l ı k gö­
rü nür. Dal ve budak ci het iyle şeriatlarında, yan i ken d i
yasalarında ihti laf bulu ndugu h a l d e k ö k bakı m ı ndan
araları nda h içbir fark yoktur. Uymaz l ı k ya l n ız ayrı ntıl ar­
dad ı r ve bu onları n hak olmaları na zarar vermez ." B aş­
ka din lerden söz ed iyor. "Çü n kü asıl b i rd i r. Riyazet ve
ibadetin yapıl ış şek i l leri üzeri nde d u rmak l üz u msuzdur
hepsi ayn ı yola çı kar."
Bu nu da Bedreddin'in sosyal düşü ncesi i ç i n d e ele
alabil iriz ama ayn ı zamanda bu bir d i n felsefesi, d i n l er
arası bir bakış...
Bedreddin'in bir sosyal düşüncesi var m ıyd ı ? Yazd ı k­
ları n ı okuduğumuzda ne b u luyoruz?
Fıkıhla i lgi l i birçok meseleye cevap. . . Ö m rü n ü n de
çoğunu zaten fı k ı h oku maya adam ış. Varidatta d a b i r­
çok felsefi, çok soyut ve sofisti ke meselelerle i lgi l i derin,
karmaş ı k gözlem ler, fi kir yü rütmeler, a n a l izler ves a i re
var. Peki sosyal b i r fi kir ç ı k ıyor mu bunun i ç i nden ?

160
Ç ı k m ıyor demek i l k cevap gibi ama orada bitmiyor
iş gal i ba . Ş imdi bir kere her türlü felsefi meselenin, en
soyut meselelerin bile sosyal ve pol itik sonuçları ve
i m a l a rı var, yani bu nlar da sezil iyor. Ama ondan da öte
Bedreddin'in bizzat söylediği bazı şeyler var. Mesela fı­
k ı h konusu nda yaygın tavır ne o devirde? İçtihatla taklit
a rası ndaki · meselen i n taklit yönünde çoktan çözül müş
o l ması. D iyorum ya, ol uşmuş ortodoksiler var, o konuda
da ortodoksi oluşmuş. Bel l i bir mezhebin içi nde o mez­
hebin kurucu, u l u kişileri n i n yolu nu taklit edeceksi n.
İşte Hanefi'ysen, ned i r bu, İmam Ebu Hanefi'dir.
Bedredd i n o tavırda bir adam değil . Bedreddin her
devird e zeki ve bilgi n bir kişinin, din u l uları ne derse
d es i n , kendi yorumunu yapabilmesini savunuyor. Bunu
da çok b i reysel bir çıkış ol arak görebil iriz sosyal bir ta­
rafı yok d iyeb i l iriz ama Bedreddi n orada da du rmuyor.
Ken d i oku rları n a ve kendi cemaati ne, "Şeyh-ü l-Kebir,
Şeyh-ü l -Tari ka ve Şeyh-ül-Hakika," diyor (kendinden
" H a k i katın ve Tarikatın B üyük Şeyhi" diye söz ediyor).
Bedred d i n kendi okurlarına, kendi müritlerine ve
kendi etrafı ndaki i nsanlara d iyor ki, siz, eğer akl ınıza
yatmazsa s ize b i lmem kime uyu n diyenlere de uyma­
y ı n d iyor. B u rada açıkça sosyal, politik bir mesaj var. En
azından burada var ve çok önem l i . Yan i az önce konuş­
tuğumuz yen i bir dünyan ı n kuru lması, büyük, iri l i ufakl ı
devletlerin oluşması gibi bir dönemde devletlerin kolay
hazmedebi l eceği bir tavır deği l . Burada devletlerin ol uş­
turmaya çal ıştığı d üzene, yapıya, ortodoksiye muha lefet
var, b i r kafa koyuş va r. "Kafan ıza uymuyorsa, siz de on­
l ara uymay ı n . O n ları tatl ı tatl ı doğru yola getirmeye ça­
l ış ı n, " d iyor hatta. B ı rakın Osmanl ıyı ya da diğer İslami
top l u m l arı, ben i m b i l d iğim h içbir Ortaçağ toplumunda,

161
büyük, kitap l ı , şeh irl i kü ltürlerin h içbiri n de böyle b i r
tavır affed i l i r b i r tavır deği l . Yan i avam ava m d ı r, b i r de
b i len ler vardır. O b i lenlerin söyled iği n i devlet de, evet
bu devletin sözüdür d iye destekliyorsa bunu u yg u l amak
zorundası n ızd ı r, nokta. Bedreddin o noktayı koymuyor.
"Varidat" Süleymaniye Kütüphanesi'nde
Bedreddin'in kitapları, bir yandan toplanıp yak.ılırken
öte yandan müritleri, yani Bedreddiniler durmadan çoğalt­
mışlardı ama kitaplar ölümünden ancak 150 yıl sonra ortaya
çıkmışb. Gerek Süleymaniye' deki, gerekse öteki kütüphane­
lerimizdeki hukuk kitapları ise hala Türkçeye çevrilmemişti.
Süleymaniye Kütüphanesi'nde gördüğümüz Varidat'ın
arkasına elyazısıyla yine Burhaneddin adı yazılmıştı. Her­
halde bu Varidat kopyası da Burhaneddin'in kitabıydı.
Burhaneddin, önceden de bahsettiğimiz gibi Bedreddin' in
müridiydi. Teshil gibi Varidat'a da, kutsal bir kitap gözüyle
bakmış olmalı ki Varidat'ın arkasına da çocuklarının adlarını
ve doğum tarihlerini yazmışb.
" Varidat Bedreddin'in elinden mi çıkb?" sorusu çok tarb­
şılmış ama bir türlü tam olarak yanıtlanmamış bir soruydu.
Cemal Kafadar Burhaneddin'in Varidat'ın kenarlarına aldığı
notları okuyarak açıkladı:

B u rhaned d i n , Bed reddin'e " Bedr-ü l-m i l let ve din"


d iyor. Ayrıca Bedredd in'in hayatı içi nde tasavvuf bağ­
l a n tı s ı n ı kes i n leştiren tek kayıt bu, onu size okuyayı m.
Varidat tasavvuf üzerine miyd i ?
Evet ama işte ondan da şüphe ediyor ya biri leri . Vari­
dat Bedredd i n ' i n e l i nden deği l diyorlar. Çeşitl i sözlerini
sonradan b i risi otu rup kitap h a l i ne geti rm iş o yüzden ele
B ed redd i n'e yan l ış fi kirler atfetmiş.
B u rh a nedd i n d iyor ki yazma olayı şu tarihte bitti,
kita b ı n yaz ı l ı ş tari h i n i veriyor. Edi rne'de yaz ı l d ı diyor.
B u rada b i r kel i meden emin deği l im . "Onu n h izmeti nde,
H aki kat ve Ta ri kat şeyhi büyük Şeyh, Şeyh Bedredd i n ."
Bedred d i n h ayattayken yaz ı l m ış. Yani Varida l' ı (biz­
zat kend i) yazm ı ş. Sonra, Varidal' ı yazd ığı n ı kabu l etsen

163
bile Bed redd in'in bir tarikatı olduğunu kabu l etmeyebi­
l i rs i n . Bir Bedredd i n c i l i k yol u hayattayken yokt u . Son­
radan birileri uyd u rdu den i l iyor. Çok değişm i ş o l a b i l i r
hakikaten ama Bedredd in ken d i hayatı nda b i r tari kat
şeyhi, kendine göre çizd iği bir yo l u n şeyh i . B ug ü n ta­
rikat şeyhi den i ldiğinde çok şeyler a n l aş ı l d ığı i ç i n yol
d iye l i m ona. Kend ine göre ç izdiği b i r yol u n şeyh i, b i r
mürşit ol duğu buradan çıkıyor.
Bayağı kuvvetl i bir tab i r Şeyh-ü l-Keb i r. Ayrıca Şeyh­
ü l-Ekber den i l iyor İbn Arabl'ye, ona da b i r gönderme
yapıyor. Ekber en büyük demek. Kebir büyük demek.
Hakikatı n ve tarikatın şeyhi diyor B u rhanedd i n ' i n elya­
zısı .
B i r s ı rdan bahsediyor, ned i r bu s ı r ? Varidat s ı rrı m ı ?
Ya öyle ya da batı n i tevil yol u yl a vard ığı b i rtak ı m sonuç­
lar, hakikatler, görü nürde şeriat l a çel işen şeyler, o n l arı
sakı n orta l ı kta söyleme diyor.
Bedredd in hiç Türkçe yazm ıyor. H atta Varidat n iye
Arapça? Söylediklerinden yaz ı ld ığı na göre Arapça m ı
konuşuyordu? Olamaz! Etrafı ndaki i nsan l a r nas ı l a n l ard ı ?
B i r sürü soru var orada. Varidat niye Arapça ? Ç ü n­
kü Varidat Bed redd i n ' i n sohbetleri ... Başı sonu b u l u ­
nan, bel l i bir silsi lesi o l a n bir met i n deği l . Soh betler i n i
kendisi d e notl ar hali nde yazm ış olabi l i r. B i r başkas ı da
yazmış olab i l i r. Hatta o yüzden d iyorl ar ya Bedred d i n'e
uygun fi kirler deği l bunlar. Oras ı n ı san m ı yorum a m a
sohbetleri Arapça olamaz. N iye Arapça yaz ı ya geçm i ş ?
Sohbetleri Arapça olsayd ı o Mustafa l a r fa l a n h i çb i r şey
an lamazd ı . Etrafı ndaki Tü rkmenlerle Tü rkçe konuşmuş
olsa gerek.
Belki katibi Arapça yazıyord u . Ama Bedredd i n Tü rk­
çe konuşuyor. D i n lediği anda Arapça m ı kaleme a l ıyor

164
kat i b i ? Sanm ıyoru m . O fi ki rler haki katen o devirde in­
san ları n Arapçada daha rahatça ifade edeceği fi ki rler.
Tü rkçede h içbir felsefe oluşmam ış o devirde. Şiir var
b i razc ı k, başka türlü bir nesir de var, tıp var ama ağır fel­
sefi bir d i l o l a rak Tü rkçe o devirde pek metin vermemiş.
Bedred d i n ' i n yazd ığı şeyler çok ağır felsefi konular. . .
Ancak 1 5 . yüzyı lda bütün Ortaçağ İslam geleneği ni
Tü rkçeleştiriyor Anadol u ve Rume l i Türkleri, insanları .
O Tü rkçeleşme sürec i ne Bedredd in yetişemiyor. Ama
a s ı l Bedreddi n'den son ra bir sürü kitaplar yazıl maya
baş l a n ı yo r. Tü rkçe böyle ciddi bir kültür d i l i ol maya an­
cak 1 5 . yüzyı l ı n içi nde başl ıyor.
D ü nya kad i m midir, değil midir? Bedreddin'de hep
geçiyor hatta Bedredd i n ' i n o yüzden öldürüldüğü söyle­
n iyor ya ! Alem i n de kad im olduğunu söylemiş.
H a l bu k i Ortodoks görüşe göre a lem yaratı lmış olan­
d ı r. Yaratan l a yaratı l m ı ş olanı kesin çizgilerle birbirin­
den ayırmazsan sapk ı n l ığa yol açm ış ol ursun .
A m a Bed redd i n'de de, Hurufi'lerde d e alem, hatta
i nsan ya d a b u n l arın bir özü, bizzat cismi deği l ama özü
kad i m . Her zerresi, onlar da kad im. Böyle soruları soru­
yors u n . B u n lar çok eski soru lar asl ı nda İslamiyet' i n i l k
y ı l larında da ç o k soru lmuş ama sonradan b i r Ortocloksi
ç ı k ı yo r, bu soru l arı n üstüne kapanıyor, kü l len iyor.
H iç o l m azsa bunlar yanan soru lar olmaktan, böyle
yak ı c ı soru l a r olmaktan çıkıyor.

165
Tasavvufun ikizleri Vahdet-i Mevcut ve
Vahdet-i Vücut
Şeyh Bedreddin'in felsefesinde benim için en karmaşık
konu Vnridnt'ında ortaya çıkan Vahdet-i Mevcut felsefesiy­
di. Bu kavramın ünlü sufi mutasavvıf Hallac-ı Mansur'un
Vahdet-i Vücut'undan ne farkı vardı? Vahdet-i Vücut en
yalın haliyle kırılıp tuzla buz olan bir aynanın parçalarının
dağıldığı gibi Tanrı'nın, Allah'ın, kainatın her insanda biraz
var olduğuydu.
Vahdet-i Mevcut ise Tanrı'nın, Allah'ın bizzat kainattaki
her şey olduğuydu.
Gölpınarlı Bedreddin'in Vnridnt'ındaki Vahdet-i Mevcut
felsefesini şöyle açıklıyordu:

Varidat'taki konu ların en öneml isi Mutlak Va rl ı k ve


varl ığın birl iğidir (Vücud-ı Mutlak, Va hdet-i Vüc u d ) .
Bedredd in'e göre Ta nrı zati ba kımdan her şeyden
münezzehtir; fakat . z u h u ra b i r mey l i vard ı r ki. bu zatı n
i ktizas ı d ı r; bu iktiza z u h u ru icab eder. Her şey o n u n sı­
fatı ve suretid i r. O her şeyded i r; her şey de ondad ı r. ( ... )
"Vahdet-i Vücud"da kai nat ı n adem o l u ş u i k i n c i pl anda
ka l ı yor ve bu inanç daha ziyade "Va hdet- i Mevcu d " a
yaklaşıyor. "Mutlak varl ı k l a beraber a l e m mevc u d d u r."31

Eri yalın haliyle, Vahdet-i Mevcut anlayışına göre görün­


meyi isteyen mutlak varlık Tanrı, Allah sadece insanda de­
ğil, alemdeki (evrendeki, kainattaki) her şeyde, bütün var­
lıkların hepsinde ve toplamında mevcuttu.

166
"Varidat"ın başına gelenler
Hukukçu Necdet Kurdakul Şeyh Bedreddin'in Varidat'mm
25-30 yapraklı küçük bir risale (kitapçık) olduğunu ve ancak
Kanuni Sultan Süleyman zamanında ortaya çıkhğıru yazıyor:

Varidat' ı oluşturan derslerin Bedreddin tarafı ndan ne­


rede ve ne zaman veri l m i ş olduğu şimdiye kadar kan ıt­
l a n m ı ş deği l d i r. Esasen Bedreddin'in ölümü nden sonra
kitap h a l i ne geti r i l m i ş olduğu anlaşılan Varidat' ın mev­
c u d i yetinden de, Kanu n i devrine kadar kimseni n haberi
yoktur. ( . . . ) Şakayık-i Nu maniye'de Varidat' ı n adına rast­
l a n ı r k i b u n u n da kaynağın ı n zi kredi lmemiş ol masına
rağmen, eserin "tarz-ı ifadesinden", Bedreddi n ' i n toru­
nu H afız H a l i l' i n kaleme almış olduğu Menakıbname-i
Şeyh Bedreddin ol ması gereki r. Menakıbname'nin Fatih
devrinde yaz ı l m ı ş olmasına rağmen ortaya çıkarı lmaya­
rak t ı p k ı Varidat gibi Kanu n i devrine kadar gizli tutulmuş
olduğu an laşı l m aktad ı r.32

Avukat Necdet Kurdakul Vnridnt'ı özellikle hukuki açı­


dan ele alıyor. Tarihten örnekler vererek, Varidnt'ın aslında
bir hukuk felsefesi olduğunu düşünüyor.

Kanu n i Su ltan Sü leyman' ı n Şeyhü l islamı Ebussu�


ud Efend i ' n i n babası olan İski l i p l i Yavsi Muhammed
M u hyiddi n İ madi, Bedreddin için "hakkı bi len arif",
B ed red d i n ' i n Varidat'ı hakkı ndaysa; "bu yapıtın asl ı n­
da b i r h u k u k felsefesi " n itel iğinde olduğunu hayra n l ı kl a
ifade etm iştir.33

Kurdakul'a göre de Varidat Bedreddin'in İznik'te ver­


diği derslerden değil, Mısır' dan dönüşünde Edirne' deki

167
zaviyesinde verdiği derslerden oluşmuştur. Kanıt olarak
Hafız Halil'in Menakıbname-i Şeyh Bedreddin kitabında yer
alan Bedreddin'in eserlerinin yazılış sırasını gösteriyor. Bu
sıralamada Varidat Bedreddin' in alhncı kitabıdır. Daha önce
yazdığı beş kitabın hepsi de fıkıh üzerinedir.

1- Ukudü'l-cevtihir (Maksud'a şerh)


2- Lettiifu'l-İştirat Şerhi
3- Ctimiu'l-Fusuleyn
4- Teshil
5- Nuru'l-KulUb
6- Varidat

Doktorasını Prof. !rene Melikoff'la Strasbourg' da yapan


Prof. Ahmet Yaşar Ocak kitabında Bedreddin ve Varidat
hakkında kendi düşünceleri kadar tarihi kişilerin kanaatle­
rine de yer verir. Ocak' a göre 25-30 yapraklı küçük bir risale
olan Bedreddin'in Varidat'ı bir derlemedir.
Ahmet Yaşar Ocak kitabında Katip Çelebi'nin Varidat'a
olumlu bakanlardan şöyle söz ettiğini belirtiyor:

Kanu n i ' n i n şeyh u l is l a m ı Ebussuud Efend i ' n i n babası


olan Şeyh Muhyidd i n Muhammed Yavs i Varidat' ı o l u m­
l ayan bir şerh yazmışt ı . Onun gözünde Bed redd i n "di­
nin parlak ayı , ariflerin güneşi" o l mu ştu .34

Şeyh Bedreddin'in Varidat'ı yüzyıllar boyunca sevilmiş,


çoğalhlmış bir metin olmasına rağmen Varidat'ı yok etme­
ye çalışan birçok etkili ve yetkili kişi de boş durmamışh. En
ünlü Varidat düşmanları Kanuni Sultan Süleyman'ın 1520-
1566 arasındaki 46 yıllık padişahlığı sırasında şeyhülislam­
lık yapmış olan iki kişiydi; Ebussuud Efendi ve Sofyalı Bali.

168
Ebussuud Efendi: Kanuni Sultan Süleyman'ın şeyhü­
lislarnıydı. Varidat'ı yakhranlardandı. Üstelik Ebussuud
Efendi'nin öz babası İskilipli Yavsi Muhammed, Şeyh Bed­
reddin Varidat'ını takdir ederek hukuk felsefesi olarak öv­
müştü.
Sofyalı Bali: Kanuni Sultan Süleyman'ın şeyhülislamıy­
dı. Şeyh Bedreddin'in ve Bedreddinilerin can düşmanıydı.
İftiralar atarak yok edilmelerini istemişti.
Aziz Mahmud Hüdai, Bedreddin'den nefret eden bir
din adamı, mevki, makam sahibiydi. Türbesi Üsküdar,
Doğancılar' da bugün de kutsal bir ziyaret yeri halindedir.
Hüdai Vakfı'run web sayfasında Aziz Mahmud Hüdai "Ci­
han padişahlarına yön veren eşsiz bir maneviyat sultanı ve
bir asra yakın ömür sürmüş, sekiz padişah devrini idrak et­
miş bir gönül sultanıdır," diye anlahlıyor.
Arif Hikmet Bey 19. yüzyılda Tanzimat Dönemi'nin şey­
hülislamıydı. Arif Hikmet Bey, Varidat'ın yazılmasından 400
yıl sonra bile Şeyh Bedreddin'in Varidat kopyalarını toplatıp
yaktırdı.

Kurdakul, Şakaik-i Numaniye tarihine atfen anlattığı bir


öyküde Varidat'ın ve Varidat sahiplerinin başına gelenleri
anlatıyor:

A l aüdd i n Al iyy-ül Arabi'yi Man isa civarında bir


i ma m z iyarete gel diğinde kendisinden intişar eden kötü
b i r koku duyu l muş ve bu sırada kötü kötü kokan imam ı n
cebi n den Varidal' ı n düştüğünü gören Al iyy-ül Arabi ri­
saleyi i nceleyip kokunun bundan çıktığı n ı söyleyerek
i ma m a yakmas ı n ı tek l if etmiştir. İmam bu tek l ife uyma­
d ığı i ç i n evi yan m ıştı r. Bu tari hten 300 yıl kadar son­
ra, Tan z i mat Dönemi şeyhü l islamlarından Arif H i kmet

169
Bey' i n bulduğu bütü n Varidat' l arı kend i paras ı y l a a l ı p
toplayıp yaktığ ı n ı öğren iyoruz.

Şakaik'i Numaniye tarihi Ebussuud Efendi'nin babası


olan ve Varidat'ı severek savunan İskilipli Şeyh Muhyiddin
Muhammed Yavsi'nin ölümünden 40 yıl sonra yazılmışh.
Ahmet Yaşar Ocak, kütüphanelerdeki en eski Varidat
nüshalarının 16. yüzyıldan geriye gitmediğini yazıyor. Me­
lami şeyhlerin "sohbetname"sinin de bu türden olduğunu
ve bu eserlerin ait oldukları kişinin kaleminden çıkmadığını,
sohbetlerinden, sözlerinden, sorulara yanıtlarından oluştu­
ğunu belirtiyor.
Varidat'm 1405-1407 arasında düzenlenmiş olması ihti­
maline karşı, Bedreddin'in ölümünden sonra düzenlenmiş
olabileceğini savunuyor. Çünkü Varidat'ta bazen Şeyh için
"Allah ona rahmet etsin," deniyormuş.35
Ocak'ın Şeyh Bedreddin'in takipçileri Bedreddiniler hak­
kındaki görüşleri bir çelişkiyi, uyumsuzluğu işaret ediyor.
Ona göre Bedreddiniler veya Simaveni(ler) taifesi Balkan
Alevileridir. Bedreddin Sünni bir alim olmasına rağmen
mensuplarının Alevi olması bir çelişkidir.

Şeyh Bedreddin'in Alevi olduğu söylenemez ç ü n kü


şeriat fı k ı h ı a l imidir. ( . . .) Bu zıtlı kları b i r araya getiren
Şeyh Bedreddin i hti lalini eşitl i kçi, d i n ve etn i k ayrı m gö­
zetmeyen, bağdaştırmacı (senkretik) heterodoks ideolo­
jisi sağlamıştı. İ htilale katı lanların gözünde artık o s ü n n i
bir fakih değil, dü nyada cennet vaat eden b i r "mehd i " i d i .
Ebussuud Efendi, Bedreddin a leyh i nde ü ç fetva ve­
riyor. "Onlar kafir." Simaven i taifesi n i evlerinde m isafir
edenler dah i "birbirleri n i n evretleri n i i cazetleri i l e tasar­
ruf eylemek" le suçl a n ı yor.36

170
Ocak, Varidat' a abf yaparak Bedreddin'in çift kişilikli gibi
göründüğünü yazıyor. Birinci kişiliğinde Bedreddin rasyo­
nel (akılcı) hatta materyalist bir filozoftur. Çünkü ona göre
ruh (can) bedenle kaimdir. Bedensiz ruh yaşamaz. Cennet
ve cehennem bu dünyadadır. İkincisinde ise Bedreddin güç­
lü, mistik karakterde bir kişilik sergiler.37
Felsefeden siyasete
Cemal Kafadar söyleşimizde Şeyh Bedreddin'in felsefe­
sinin önemine ve siyasetiyle felsefesi arasındaki ilişkilere
değindi:

Bedredd in'in bir sosyal düşüncesi var m ı yd ı ?


Varidat'ta da bir sürü felsefi, çok soyut ve sofistike me­
selelerle ilgi l i derin karmaşık göz l e m ler, fikir yürütmeler,
analizler vesaire var. Peki sosyal b i r fi kir ç ı kıyo r mu bu­
nun içi nden ? Çıkm ıyor demek ilk cevap gibi ama orada
bitm iyor iş ga l i ba. Bedredd i n ' i n tavrı b u rada dar bir si­
yaset anlayışı ndan çok daha öte bir şey.
Bizim bugü nlerde Fouca u l t i l e özdeşleşti rd i ğ i m i z b i r
bilgi arayışı ve iktidar arayışı b i r l i kteliği tez i n i savunu­
yor. Varidat'tan a l ı nt ı l arsak :
"Ancak zah i r al im ler i ç i b ı rakıp h e p kabuğa sarı l m ış­
lard ı r. Eğer bunların içleri açılsa dü nya ve başka n l ı k sev­
dasından başka h içbir şey görü n mez ." Zah i r a l i m leri n i n,
şekle takı lan ları n i çleri açı lsa orada b i r i ktidar derdi gö­
rürüz d iyor. " B u n ların bi lgi derd i d iye su nd uğu şey b i r
iktidar derd id i r." Ve şöyle b iti riyor: "Al l a h böyleleri n i
kahreylesin."
Bütün bunların d ışı nda bir şey d a h a var bence siya­
si bir tavrı olduğuna işaret eden . Ası l ıyor, n iye ası l ı yor
düzene karşı ç ı ktığı i ç i n ası l ıyor. Ama d üzene karş ı ç ı k­
ma bugün bile, had i bugü nü b ı rakal ı m, eski z a ma n l a rd a
i l le de doğrudan siyasi fiki rlerle o l m a m ış. B i l d iği n iz g i b i
d i n i konularda şu veya bu tavrı a l m a k ş u veya bu fikri
vermek ayn ı zamanda siyasi bir soru n added i l m iş. Gerçi
bugün b i l e bence öyle.

172
KARABURUN

Sıcaktı.
Sıcak.
Sapı kanlı demiri kör bir bıçaktı
sıcak.
Sıcaktı.
Bulutlar doluydular.
Bulutlar boşanacak, boşanacaktı.
O, kımıldanmadan baktı.
Kayalardan
iki gözü iki kartal gibi indi ovaya.
Orada en yumuşak, en sert
en tutumlu, en cömert,
en
seven,
en büyük, en güzel kadın:
TOPRAK
neredeyse doğuracak,
doğuracaktı.
Sıcaktı.
Baktı Karaburun dağlarından O
Baktı bu toprağın sonundaki ufka
çatarak kaşlarım

Sıcaktı.

173
Bulutlar doluydular.
Neredeyse tatlı bir söz gibi
ilk damla düşecekti yere

Simavne Kadısı Oğlu Şeyh Bedreddin Destanı


Nazım Hikmet

Karaburun yarımadası İzmir körfezinden Ege Denizi' ne


kısrak başı gibi uzanır. Püfür püfür rüzgarıyla, sert fırhnala­
rı, köpüren deniziyle ünlüdür. Karaburun fırtınadan bir tür­
lü geçemeyen denizcilerin korkulu rüyasıdır. "Karaburun,
Karaburun, soğan yemekten ne ağız kaldı ne burun!" diye
bir söz vardır mesela, gemide soğan hariç bütün yiyecekleri
tükendiği için aç kalma tehlikesindeki denizcilerin tekerle­
mesidir.
Kat kat burunlarıyla Ege Denizi'ne uzanan Karaburun,
rüzgarlarını enerjiye çeviren rüzgar santrallarıyla, rüzgar­
gülleriyle doluyor. Bahtla sanki zıplayınca gidecek kadar
yakın duran Sakız Adası, kuzeyde tarihçi Dukas'ın 15. yüz­
yılda yaşadığı Midilli Adası ve Foça duruyor.
Karaburun' a ilk kez gece gittim. Ekip minibüsümüz zi­
firi karanlıkta virajlı yolları döne döne ilerledi. Sonunda
Karaburun'un en ucundaki Sarpıncık köyüne vardık. Da­
racık köy yollarında kalacağımız pansiyonu karanlıkta zar
zor bulduk. Balkondaki masada alçakgönüllü yemeğimizi
yerken aşağıdan ne konuştuğumuzu dinleyen pansiyon sa­
hibinin itiraz eden sesi yükseldi. Şeyh Bedreddin hakkında
konuştuklarımızı dinlemiş ve öfkelenmişti. Merdivenleri bir
koşu çıkmış ve bağıra çağıra belirttiği kanaatleriyle birlikte
karşımızda belirmişti. Doğudan göçmüştü. Karaburun'un
yerlisi değildi. Karaburun köylerinde yaşayanların çoğun­
luğu sonradan buralara yerleştirilmişlerdi. Deyim yerin-

174
deyse Anadolu'nun uzak köşelerinden tehcir edilmişlerdi.
Yaşadıkları yerin tarihinden, kültürel mirasından haberleri
yoktu. Börklüce'yi, Bedreddin'i ya hiç tanımıyorlardı ya da
hain bellemişlerdi.
Karaburun' da ilk kez kaldığımız Sarpıncık köyünde uy­
gulanan bir adet olduğunu sonra öğrendim. Herhalde yüz­
yıllar öncesinden beri süregelen bir adetti. Ramazan ayının
son gününde herkes adağını (kuzu, pirinç, un vb.) götürü­
yor, caminin albndaki ortak bir mutfakta pişiriyor ve bay­
ramın birinci günü aynı yemeği yiyorlardı. Ortaklaşa pişiri­
len bu yemek eskiden beri hep birlikte yenirmiş. Ama artık
böyle değilmiş. Herkes yemeğini alıp evine götürüyormuş.
Belki de bu adet 15. yüzyıldan, Karaburun'un ortaklaşa ha­
yatından kalmış olabilir miydi?
Börklüce Mustafa İsyanı

Birdenbire
kayalardan dökülür,
gökten yağar,
yerden biter gibi
bu toprağm verdiği en son eser gibi
Bedreddin'in yiğitleri Şehzade ordusunun
karşısına çıktılar.
Dikişsiz ak libaslı
baş açık,
yalın ayak ve yalın kılıçtılar.

Mübalağalı cenk olundu.

Aydın 'ın tüm köylüleri,


Sakızlı Rum gemiciler,
Yahudi esnafları,
on bin mülhid yoldaşı Börklüce Mustafa 'nın
düşman ormanına 1 0 bin balta gibi daldı.
(. . . )

boşanan yağmur içinde gün inerken akşama,


on binler iki bin kaldı.

Hep bir ağızdan türkü söyleyip,


hep beraber sulardan çekmek ağı,
demiri oya gibi işleyip hep beraber,
hep beraber sürebilmek toprağı,
ballı incirleri hep beraber yiyebilmek,
yarin yanağından gayrı her şeyde,
her yerde,

176
hep beraber
diyebilmek
için
on binler verdi sekiz binini,

Yenildiler.

(Tarihsel, sosyal, ekonomik şartların zaruri neticesi bu deme,


bilirim, o dediğin nesnenin önünde kafamla eğilirim ama bu yürek
o bu dilden anlamaz pek. O hey gidi kambur felek, lıetj gidi kahpe
devran hey, der.)

Simavne Kadısı Oğlu Şeyh Bedreddin Desta111


Nazım Hikmet

Karaburun' da Börklüce Mustafa liderliğinde çıkan is­


yanlar 15. yüzyılda, Osmanlı tarihindeki ilk büyük isyana
kalkışmadır. Karaburun isyanları anlahlarının ne kadarı
gerçek, ne kadarı efsane bilemeyiz. Bildiğimiz orada canhı­
raş bir ölüm kalım savaşı yaşanmış olmasıdır. Nazım Hik­
met destanında Börklüce Mustafa'nın azaplarıyla Çelebi
Mehmed'in askerleri arasındaki üç kanlı savaşı öylesine du­
yarlı anlahr ki sanki gözümüzün önünde savaşırlar.
Börklüce Mustafa'run lakabı Dede Sultan'dı. Karabu­
run'un ya da Tire'nin köylerindendi. Aydın Beyliği'nin top­
raklarında Şeyh Bedreddin'in felsefesini, düşüncelerini yay­
rnışb. Dede Sultan'ın müritleri arasında hem Müslümanlar
hem de Hıristiyanlar vardı. Sisam (Samos) ve Sakız Ada­
sı'ndaki Hıristiyan keşişlerle de dostluk kurmuştu.
Börklüce Mustafa'nın dervişleri, azapları, Karaburun' da
Osmanlı yönetimine isyan bayrağını açmışlardı. Nazım
Hikmet'in ve Dukas'ın Historia kitabında yazdığı gibi isyan

177
edenler "Aydın'ın Türk köylüleri, Sakızlı Rum gemiciler ve
Yahudi esnafları", yani Tireli, Ödemişli, Birgili, Ortaklarlı,
Aydınlı, Selçuklu (Ayasuluğ), Efesli, İzmirli, Karaburunlu,
Sakız Adalı, Alaşehirli, Manisahlardı. Teke yarımadasın­
daki (Antalya) Türkmenlerden tutun da Manisa'ya kadar,
Akdeniz'in, Ege'nin verimli topraklarında yaşayanların ne­
redeyse hepsi isyandaydı. Böylesine verimli topraklarda ya­
şayan o köylüler neden isyan etmişlerdi?
Karaburun'daki isyanlarda Börklüce Mustafa'nın der­
vişleri Osmanlı ordusuyla üç kez savaşmıştı. İlk iki savaşta
koca Osmanlı ordusunu yenmişlerdi.
Üçüncü ve son savaşta Padişah Çelebi Mehmed ordu­
sunun başında oğlu II. Murad'la birlikte başveziri Bayezid
Paşa'yı Karaburun' a yollamışb. Tahminen 10 bin kadar der­
vişten oluşan Börklüce'nin "Hakikat Savaşçıları", Bayezid
Paşa'run topladığı 30 bin kadar askere yenilmişlerdi.
O savaşların ne kadar kanlı olduğu Karaburun' daki yer
adlarından anlaşılıyordu. Hakikat savaşçılarından sağ ka­
lıp da esir düşenler Selçuk'a (Efes-Ayasuluğ) götürülmüş­
tü. Orada Dede Sultan, Börklüce Mustafa çarmıha gerilmiş,
önünde "İriş Dede Sultan" diye haykıran dervişlerine ya­
pılan işkenceleri izlemek zorunda bırakılmıştı. En sonunda
Börklüce Mustafa da korkunç işkencelerle öldürülmüştü.
Karaburun isyanları böylece son bulmuştu.
Börklüce Mustafa dervişlerinin isyan yerini görmek ve
anlamak için Karaburun' a birkaç kez gittim. 600 yıl önce­
ki savaşlardan kalan izleri aradım. İzmir' den Karaburun' a
gündüz gözüyle giderken karşımıza çıkan ilk yerleşim B a­
lıklıova ve Gerence Koyu oldu. Koyun arkasındaki yamaçlar
Akdağ'a kadar uzaruyordu.38
O yamaçların arasındaki Gerence boğazının bir başka adı
Kanlı Boğaz' dı. Börklüce' nin dervişleri ilk zaferlerini Kanlı

178
Boğaz' da kazanmış, Padişah Çelebi Mehmed'in askerlerini
burada yenmişti. İlk göze çarpan dağ, ova, nehir gibi coğ­
rafi unsurların ürkütücü adlarıydı. O adlar sanki vaktiyle
buralarda yaşanmış kanlı savaşların dehşet verici kanıtla­
rıydı. Vadilerde usul usul akan derelerin adları birbirinden
beterdi; Cehennem Deresi, Azap Deresi, Kanlı Dere ... Bu
güzelim coğrafyadaki kan revan hakimiyeti edebiyata da
girmişti. Mehmet Eroğlu, Karaburun'da geçen romanı Düş
Kırgınlan'nda güneşin bahşının en muhteşem renklerle, Kö­
mür burnundaki "Kanlı Kaya" dan izlendiğini yazıyordu.

Börklüce azaplarının konakladığı yayla

Karaburun' daki anılarda, anlahlarda genellikle Dede


Sultan, yani Börklüce Mustafa vardı ama Şeyh Bedreddin
yoktu. Sadece bir kişi, Mordoğan' da ziyaret ettiğimiz emek­
li öğretmen, güzel insan Hayati Denizkuşu, Dede Sultan'ın
isyaıuyla birlikte Şeyh Bedreddin' den söz etmişti. Börklüce
Mustafa'ıun dervişlerinin işkence alhnda pes etmediklerini,

179
"İriş Dede Sultan" dediklerini heyecanla anlatırken gözyaş­
ları pırıldıyordu.
Karaburun'da yaşayan Belçikalı Sonia Hanım Akdağ'ı
boydan boya dolaşmış, Börklüce Mustafa önderliğindeki is­
yanların izlerini aramıştı. Patikalarından geçen yürüyüş tur­
ları düzenliyordu. Bize Akdağ' da gönüllü bir rehber oldu.
Duyduklarım, fark ettiklerini, tahminlerini paylaştı.
Börklüce Mustafa'mn 10 bin kişilik ordusu Akdağ'daki
vadilerden Parlak ve Salman köylerinin iç tarafında kalan
Yukarıovacık'ta savaşmış olabilirdi. Çünkü onbinlerce insan
ancak o kadar büyük bir alana sığabilirdi.
Ovaya dağların arasındaki patikalardan geçerek ulaşı­
lıyordu. Patikaların üstünde çeşmeler, güneydoğuda eren
yerleri vardı. Aşağıovacık'la Kösedere arasında Balaban,
Mahmutoğlu ve Türkmenoğlu sıracası denilen düzlüklerde
de altı-yedi tane eski çeşme vardı. Bu kadar çok çeşmenin
varlığı, Börklüce'nin ordusunun, dervişlerinin susuz kalma­
dan orada barınmış olabileceği ihtimalini gösteriyordu.
Kösedere' den Yukarıovacık' a çıktık ve gerçekten de dağ­
ların arasında bir düzlüğe vardık. Bir ordunun bile sığabi­
leceği kadar geniş bir alandı. Orada koyunlarını yaymış,
ağaç gölgesinde oturan bir çobana rastladık. Çoban bizi
yukarıdaki tepeye çıkardı. Tepelerin arasından uzaklarda
akan "Cehennem Deresi"ni gösterdi. Oradan dervişlerin sa­
vaşhkları Cehennem Deresi'nin fotoğrafını çektik. Börklüce
savaşçıları o düzlükte yaşamış olabilirdi! Şehir efsanesi ol­
ması muhtemel bir başka öyküde ise Aşağıovacık'ta kemik­
ler bulunduğu ve Karaburun' da her yerde beyaz anemonlar
yetişirken burada kırmızı anemonlar yetiştiği anlatılıyordu.
İsyanların ardından Karaburun' un 100 yıl kadar iskana
kapatıldığı da söylentiler arasındaydı. Çünkü orada insan­
ların yaşaması istenmemişti. Onun için, toprağı ekip biçme-

180
melilerdi. Toprağın yeniden vahşileşmesi için en az 80 yıl
geçmesi gerekiyordu.
Kösederesi, Boynak, Saip, Mordoğan, Balıklıova gibi bir­
kaç köyün adına 1528' den itibaren rastlanıyordu. Herhalde
1416'daki isyanlardan ancak 1 12 yıl sonra Karaburun' da ha­
yat başlamıştı.
Börklüce zamanında Karaburun' a Ahırlı ya da Ahur­
lu dendiği söyleniyor. Dede Sultan'ın yani Börklüce
Mustafa'nın dervişlerinin isyanından önce, 15. yüzyılın
başında, Ahırlı' da Müslüman Türklerle Hıristiyan Rumlar
birlikte yaşıyordu. Börklüce'nin Sakız Adası'na en yakın
noktalardan biri olan Karareis köyünde yerleştiği de söylen­
tiler arasındaydı. Börklüce esmer olduğu için Kara Reis ya
da Kara Mustafa diye biliniyordu. Belki de köyün adı ondan
Karareis'ti. Akdağ'ın eteklerinde Börklüce'nin kılıç, kalkan,
mancınık, ok gibi silahlar ürettiği bir mağara olduğunu da
duyduk ama mağarayı görmedik. Karareis'in önemi hem
Börklüce'nin burada yaşamış olmasından hem de o mağa­
radan ötürüydü. Karaburun' a ikinci gidişimde eskiden adı­
nın Karareis olduğunu öğrendiğim Avcılar köyüne tırman­
dım. Tepeden görünen Karareis'in yalısı, yani kıyısı Sakız
Adası'nın tam karşısında, adaya en yakın noktaydı. Muhte­
şem bir koy olduğu için artık tatil siteleriyle dolmuştu.
!rene Melikoff Rusça kaynaklardan yararlanarak yazdığı
Fransızca makalesinden yola çıkarak 2000 yılında Anadolu
İnançları Kongresi'nde Türkçe bir bildiri sunmuştu. Orada
Börklüce Mustafa'yı ve bu coğrafyada yaşayan insanları çok
dilli, çok dinli, çok kültürlü yapan şeyi, daha önemlisi is­
yanın nedenlerini açıklıyordu. Melikoff, Börklüce'nin neden
diğer isyan liderleri Torlak Kemal ve Şeyh Bedreddin gibi
asılmadığını, zalim öldürülme biçiminin neden farklı oldu­
ğunu da sorguluyordu:39

181
Börkl üce çarm ı ha geri l m i ş ve m ü ritleri n i n gozu
önü nde kes i lm işti . Bu korkunç ceza ban a her zaman
çok şaş ı rtıcı geldi . Börklüce'n i n cezası d iğer isya n c ı l a­
r ı n cezası na benzemiyor. Şeyh Bedred d i n ve Kalender
dervişi Torlak Kemal ası l d ı lar. B u üç o l aya d i kkatle ba­
k ı l ı rsa: Torlak Kemal ' i n h a l k ayaklanması, U lema Şeyh
Bedredd i n ' i n isya n ı ve Börklüce' n i n h a reketi a ras ı nda
farklar görüyoruz.
Bu üç olay ayn ı zamanda yer almasına ve ü ç ü n ü n d e
hedefi n i n hükümetin (ya n i yönetim i n) devri l mesi o l ma­
s ı na rağmen fark l ı kabul ed i l d i l er. Şeyh Bedred d i n isya n ı
ve Torlak Kemal'in ayaklanması İslam çerçevesi n d e ka­
l ı yordu ve veri len ceza işledikleri suça uygu n d u . Fakat
Börklüce Mustafa hem yoldan sapm ı ş hem de d i n i ne
münafık gibi görünüyord u . N iteki m Samos ve S a k ı z
Kafi rleri yan i Fraticel l i ler i l e bağlar k u r m u ş v e o n l a r gibi
fakirl iği, mal ların ortaklaşa ku l l a n ı l ması n ı vaaz ediyor­
du. On lara göre d i n evrensel olmal ı yd ı . H ı ristiya n l a ra,
Müslümanlara ve Yah u d i lere b i r tek evrensel d i n gere­
kiyor:.d u. Evrenselci l ik ve Ortaklaşacı l ı k (col lectivisme)
genel l ikle se'zgici b Üg i, d i n ve merkezlerde m evcuttur.
Bogom i l ve Katarların idea l i yd i ler. Anadol u ' d a bu d ü­
şünceler Türkleri n gel mesinden önce yaşard ı . N itek i m
Kapadokya'da B izans zama n ı nda Pav l i ka n l a r ı n d ü ş ü n­
celeri de böyleyd i . Onlar Teprike'de (şi m d i k i D ivriği)
)
kuvvetl i bir top u l u k kurmuş lard ı . 1 O . yüzyı l d a oradan
kovu l up Trakya'ya geçmişler ve Plovd iv' i ( Fi l ibe) merkez
olarak seçm işler.
Tarihçi Anna Komnen, 1 1 . yüzyı lda Plovd iv a h a l isi­
n i n çoğu Man ici yan i Pav l i ka n olduğu tez i n i savu nuyor.
Ayn ı yüzyılda Pavl ikanlara yak ı n o l a n B ogom i l ler
Ege bölges i ne yerleşmeye başlad ı l a r. Bu yerler eski za-

182
m a n l a rd a n beri uydumcu (heterodox) i d i ler. N itekim
Menderes havzasında bulunan Al aşeh i r (Ph i l adelph ia)
ve İ z m i r civarları Bogo m i l merkeziyd i ler. Bogo m i l izm
A ntalya körfez i n e kadar yay ı l d ı . Daha sonra Antalya' da
e n ö n e m l i B e ktaşi tekkesi nden biri, Abdal Musa Tekkesi
gel i şecekt i .
Çoğu z a m a n d i ne ayk ı rı top l u l u klar b i rbiri üstü ne
yayı l m aktad ı rl ar. Örneğin bugün Alevi nüfusu kalaba l ı k
o l a n S ivas-D ivriği-Erz i ncan bölgesi B izans zamanı nda
Pav l i ka n l a r ı n merkez leriyd i . B u yerlerde yaşayan dü­
ş ü n ce ve i n a nçlar b i rdenbire kaybolmad ı l a r. Başka b i r
b i ç i m a l arak yaşamaya devam etti ler.
Ayn ı n itel i k l eri Del iorman'da görebi l iyoruz . Del i­
orman asırlard a n beri muhte l if isya n c ı ların s ığınak yeri
o l m u ş. Orada ve B a l k a n l ar' da d iğer yerlerde değiş i k
d ü ş ü n ce l e r v e i nançlar b i rb i r i n e karışmışlar: Bu karışım
B e ktaşi tekke leri n i n b u l u nduğu yerlerde bel l i o l uyor.
Prof. Ju kov' u n makaleleri n i okudu ktan sonra yeni b i r
soru ö n ü m e ç ı ktı : O rtaçağ'da yaşayan aykırı i nançlar ve
sezgici b i lgi topl u l u k l a rıyla Sufi l i k tarafı ndan etkilenen
mezhepler b i rb i ri n e karışm ı ş o l ab i l i r mi ve bu karışım
n e d e recede o l a bi l i rd i ? Böyle b i r soru nu çözmek için
b i z daha hazır deği l iz . B u nu yapa b i l mek için değişik
sezgic i b i lgi (gnostik), evrensel, dual ist cereya n l ar ı n ı
d e r i n d e n a raştı rd ı ktan sonra b i rb i riyle karş ı l aştırmak ge­
rek i yo r.
B u cereya n l a r ı n müşterek idea l leri vard ı r: hoşgö­
rü l ü k, i nsan severl i k, şiddetten kaçma. Hepsi kuru lan
düzene ve resm i dine karşıyd ı lar. Pav l i ka n l a r, Bogomil­
l e r, Kata rl a r veya Sü n n i l iğe karşı o l a n m ezheplerin i se
benze r tarafları vard ı r: sezgici b i lgi, evrense l l i kten gelen
i n a n ç l a r.

183
Söyled iğim gibi, bu benzer tarafları karş ı l aştırmak ve
izlemek i ç i n daha haz ı r deği l i z . B u nu yapab i lmek i ç i n
araştırmacıların, hem Türk dü nyas ı n ı n h e m d e B izans
dünyas ı n ı n beraber çal ışmaları gerekiyor.
Böyle b i r araştırma eski İ ran mem leketlerinden ta
Akden iz'e kadar yetişecek ve b i n yı l l ı k b i r zaman ı kap­
layacak. Böyle bir konuyu ancak önsez i m iz l e i d ra k ede­
b i l i riz. Fakat gen iş öl çüde ve ortaklaşa yap ı l a n a raşt ı r­
malar süreb i l i rse i lginç ve değişik neti celere vara b i l i riz.
Ve isyan
Dimitris Kastritsis'le yaptığım söyleşide Börklüce
Mustafa'nın liderliğinde Karaburun' da, Torlak Kemal lider­
liğinde Manisa-Kütahya' da ve Şeyh Bedreddin liderliğinde
Deliorman' da çıkan isyanların nedenlerini konuştuk. O da
!rene Melikoff gibi daha çok araştırma yapmak gerektiğini
söylüyordu:

G eç B izans dönem inde Sel a n i k civarı nda büyük top­


rak sah i p leri vard ı ve köyl ü ler çok kötü durumda olduğu
için Osma n l ı l arı kendi toprak sah ip lerine terc i h ediyor­
lard ı . B e l k i ayn ı şey Sakız Adası gibi Bed reddin'in H ı ris­
tiya n l a r tarafı ndan h oş ka rşı land ığı, Latin lerin yönettiği
yerlerde de olab i l i r. Bu adayı Ceneviz l i l er yönetiyordu .
H ı ristiyan O rtodoks köyl ü ler Kato l i kleri n ve Kato l i k top­
ra k s a h i p l e ri n i n baskısı altı nda oldu kları için çoğu za­
m a n M ü s l ü ma n ları Kato l i klere terc i h ediyorlard ı . Belki
bu d u ru m sadece bir kaynağa göre, Bedreddin'in isya­
n ı n ı n n eden H ı ristiyan-Müslüman kardeş l iği teme l i ne
daya n d ı ğı n ı b i raz aç ı k l ayab i l i r.
Ş i m d i bu gerçekten i lginç b i r soru çünkü Nazım H i k­
m et ve başka ları Bedredd i n ' i n isya n ı nda, H ı ristiyanlarla
M ü s l ü m a n ları eş i t o l arak bir araya geti rmeye ça l ışarak
b i r d evl et, kad ı n l ar h ariç bütü n malların bölüşü ldüğü
b i r tü r p roto-ko m ü n ist bir devlet kurmak isted iğine yor­
d u l a r.
A m a biz b u n u sadece asl ı nda tek b i r gezgi nden (va­
k a n ü vi s) öğre n iyoruz . D u kas' ı n tari h i Bedreddi n'den
d eğ i l , Börk l ü ce'den ve Karaburu n'dan söz ediyor. Bu­
nu n o rtak m ü l kiyet mi, popü l izm mi, topl u mu n gerek
H ı ristiya n gerekse Müslüman a l t s ı n ıfl arı n ı n popü l ist b i r
raporu mu o l d u ğ u n u b i l mek gerçekten çok zor.

185
Fetret Devri gibi bir içsavaşta maddi koş u l l a r çok
sert, sefalet d iz boyu, teh l ike ve güven l ik yok l uğ u var­
ken, insanlar şiddetten bıkm ı ştı . Yan i belki de p roto-ko­
mün ist fikirler doğrudur. Sultan l a h a l k ı a rasında b i r tür
doğrudan i l işki kuru lmuş o l ab i l i r. M usa b u nu denem iş,
Bedreddin de Musa ' n ı n ö l ü m ünden son ra o n u n izi nden
yürümüş olabi l i r.
Karaburun isyanlarının tanığı tarihçi Mikael Dukas
Karaburun' da, 15. yüzyılda çıkan isyanların en yakın ta­
nığı, karşı kıyıda Foça ve Midilli Adası'nda yaşayan, Türkçe
bilen Bizanslı tarihçi Dukas'h.
Mikael Dukas'ın yine 15. yüzyılda yazdığı Historia, (Ta­
rih) adlı kitabı bu isyanları birinci elden anlatan tek kaynak­
tır. Dukas Foça' da Cenevizli bir tüccarın sırkatibi, yani sek­
reteri ve / ya da muhasebecisiydi. Karaburun' dan Stilarion
diye söz etmişti. Stilarion Rumca koca direk, destek sağla­
yıcı büyük direk anlamındaydı. Belki Akdağ'ın da başka bir
adı olabilirdi.
Dukas Historia kitabında uzun uzun Karaburun'u, Börk­
lüce Mustafa'yı anlahyor:

O g ü n l erde, k ı rsal yöre i nsanı kaba saba bir Türk,


İ o n i a körfez i (İz m i r Körfez i) girişinde doğu yanda, Ch ios
(Sakız) Adası karş ı s ı ndaki h a l k tarafı ndan Sti l arion diye
a n ı l a n d ağı n yöresi nde ortaya ç ı ktı. B u kiş i n i n m ü l ksüz,
yoks u l Türkl ere vaaz vererek yayd ığı öğretisine göre
kad ı n l a r d ış ı nda her şey, örneğin yiyecekler, giyecekler,
çift h ayva n l arı, tarl a l a r ortak mal olmal ıyd ı ; ''Ben sen i n
evi n e ken d i e v i m gi bi gelebileceğim v e sen ben im evi­
me sen i n evi n m iş gibi geleb i l eceks i n ; ya l n ız kad ı n kız
tak ı m ı h a riç."
Hemen hemen bütün köy l ü l eri kend i ne mürit edin­
m eyi başard ı ktan son ra sinsi tutu m l a H ı ristiyanların
dostl u ğ u n u kazanma çabas ı n a girişti . B u amaçl a ulu orta
d iyordu ki, "Türklerden b i r kişi H ı ristiyan ların Tan rı'ya
saygı göstermed iği n i öne sü rerse, kendisi Tanrı 'ya say­
gısı o l m ayan b i ri d i r. ( H ı ristiya n l a ra kafi r denmesi ya n­
l ı ştı r.) B u nu n üzeri ne onu n öğretis i n i beni mseyenlerin
hepsi d e n k gel i p de bir H ı ristiya n ' l a karş ı laşsa l a r, onu

187
konuk edip ağırlar oldular, sanki Zeus'u n gönderd iği b i r
melekmiş gibi ona saygı gösterd i ler. Böylece h e r g ü n b u
kişi Ch ios Adası'na, oradaki h a l k ı n v e k i l isen i n i leri ge­
len lerine adam lar göndermeye başl ad ı .
Hatta o dönemde adada Trou l ote denen m anast ı rd a
G irit'ten gelme, dünyadan el etek çek m iş b i r keş iş var­
d ı . Sahte keşiş ( Börkl üce) bu ya l n ı z yaşam s ü re n k i şiye
kendi naipleri nden ikisi n i gönderd i; bun l a r e n sadesi n­
den birer h ı rka giym işlerd i, başları t ı ra ş l ı ve a ç ı k i d i ,
yal ı nayaktılar, başları açık ve sade giyi m l iyd i l er; b u n ­
l ar i l etilecek sözler getiriyorlard ı v e o sözlerd e (G i ritl i
keşişe h itaben) şöyle den iyord u : "Ben d e d ü nyad a n e l
etek çekme yaşam ı nda sen i n l e yoldaş kişiyim v e sen i n
Tanrı' na ben de tapmaktayı m . O nede n l e bu akşam, de­
n iz üzerinden çıplak ayakla yürüyerek sen i n l e görüş m e­
ye geleceğim."40

188
Dukas, Börklüce ve Şeyh Bedreddin
Dimitris Kastritsis, Şeyh Bedreddin isyanını inceleyen
makalesinde Mikael Dukas'ın Börklüce Mustafa diye anlat­
tığı kişinin Bedreddin olabileceğini öne sürüyor. Dukas'ın
insanları konuşturma huyu olduğunu ve aldığı bilgilerin
çoğu sözel de olsa tarihi kayıtlarının paha biçilmez değerde
kaynaklar olduğunu düşünüyor. Çünkü Dukas Türkçe bili­
yordu ve haber aldığı iyi kaynaklara sahipti. Bizanslı soylu
bir aileden gelmişti. Ailesi hem Aydınoğullan'na hem de
Yeni Foça ve Midilli (Lesbos) Adası'ru yöneten Cenevizlilere
sadıktı. Dimitris Kastritsis, makalesinde verimli topraklara
sahip Batı Anadolu halkının neden isyan ettiğini araştırıyor­
du.
Ankara Savaşı'nın galibi olan Timur'un orduları 1402' de
İzmir dahil, işgal ettikleri Anadolu'yu iliklerine kadar sö­
mürmüştü. Halkın ellerinden avuçlarından, topraklarından
her şeyi aldıktan sonra çekip gitmişti. Bölge insanları açlık
ve sefalet içinde perişandı. Özellikle Batı Anadolu toprağıy­
la, deniziyle tarih boyunca insanları beslemiş, geliştirmiş
verimli bir bölgeydi. Artık bu topraklarda yaşayanlar ye­
tiştirdikleri ürünü kendileri kullanmak istiyorlardı. Timur
gittikten sonra bir de Osmanlılara ağır vergiler vermemek,
bitmez tükenmez savaşlarda ölmemek, oğullarım yitirme­
mek için ayaklanmışlardı. Dukas' a göre bu ortamda Börklü­
ce Mustafa'run ve dervişlerinin ortaya attığı malların ortak
kullanılması fikri halka cazip gelmişti. Tire'yle Aydın ara­
sında Ortaklar kasabasının adı o günleri çağrıştırıyor.
Kastritsis makalesinde Fetret Devri'nde çıkan isyanların
1240'lardaki büyük Babai isyanlarının; Şeyh Bedreddin'in
öğretilerinin ise İbn Arabi ve Mevlana Celaleddin Rumi'nin
öğretilerinin devamı olduğunu belirtiyordu.41

189
İznik'ten Deliorman'a "Ben yürürüm yane yane"
Şeyh Bedreddin Karaburun' da patlayan isyanları duyun­
ca İznik'ten gizlice ayrılmışh. Kastamonu'daki İsfendiyar
Beyliği'ne sığınmıştı. İsfendiyar Beyi'nin Musa Çelebi'nin
eski dostu olmasına güveniyordu. Oysa Osmanlı Padişa­
hı Çelebi Mehmed'in gazabından korkan İsfendiyar Beyi,
Şeyh Bedreddin'i kısa bir süre ağırladıktan sonra, Sinop'tan
bir gemiye bindirerek Kırım'a göndermişti. Fakat o gemi
Karadeniz'in ortasında rotasını değiştirmiş, Dobruca kıyıla­
rında Şeyh Bedreddin'i bırakıp kaçmıştı.
Rus edebiyatçı Radi Fiş Ben de Halimce Bedreddinem adlı
romanında bu olayı anlatır. Öyle ki Bedreddin'i kıyıda terk
eden gemi denize açılınca önce korsanların saldırısına uğ­
ramış, sonra alev alev yanmış. Şeyh Bedreddin'i karşılamak
için Dobruca ve Deliorman' dan gelen binlerce takipçisi kıyı­
dan o geminin yanarak bathğını görmüş.42
Şeyh Bedreddin İznik'teki sürgünü neden terk etmiş, çi­
çeği burnunda Padişah Çelebi Mehmed'in cezasını neden
reddetmişti?
Michel Balivet bu olayı Menakıbname'yi başka kaynaklar­
la karşılaştırarak anlahyor. Yazar, torun Hafız Halil'in Fa­
tih Sultan Mehmed döneminde yaşadığını ve dedesi Şeyh
Bedreddin'in Menakıbnmne'sini resmi tarihe uygun yazdığı­
nı biliyoruz.

K ı rım'a gitmekten vazgeçen Bedredd i n , sonucu


ne o l u rsa olsun Edi rne'ye dönmeye karar ver i r. Os­
m a n l ı vakanüvisleri o andan itibaren vekay ı n a mel er­
de h u ruc-ı İbn-i Kad ı Simav i ad ı veri len Bedredd i n ' i n
tahtı ele geçirmek i ç i n Tu na bölgelerinden (öze l l i k­
le de Del iorman'dan) başl ayarak örgütled iği d ü zen l i
b i r isyandan söz ederler. Menakıbname ise her tü rlü

190
askeri harekat konusunda sessiz kal makla yetinmeyerek,
B ed red d i n ' i n Edi rne'ye yürüyüşü n ü sadece yeni yazm ı ş
o l duğu Nuru'l-Kulub ad l ı yapıtı n ı S u l tan'a s u n m a arzu­
suyla a ç ı k l a r.43
DELİORMAN

Bu orman ki Deliorman 'dır gelip durmuşuz


demek Ağaçdenizi'nde çadır kurmuşuz.
"MalUm niçin geldik,
malUm derdi derun umuz" diye
her daldan her köye bir şahin uçunnuşuz.
Her şahin peşine yüz aslan takıp gelmiş.
Köylü, bey ekinini, çırak çarşıyı yakıp
reaya zinciri bırakıp gelmiş.
Yani Rumeli'nde bizden ne varsa tekmil
kol kol Ağaçdenizi'ne akıp gelmiş ...
Bir kızılca kıyamet!
Karışmış birbirine
at, insan, mızrak, demir, yaprak, deri,
gürgenlerin dalları, meşelerin kökleri.
Ne böyle bir alem görmüşlüğü vardır,
ne böyle bir uğultu duymuşluğu var
Deliorman deli olalı beri...

Simavne Kadısı Oğlu Şeyh Bedreddin Destanı


Nazım Hikmet

Bindiği gemi Şeyh Bedreddin'i Dobruca kıyılarına bıra­


kıp gitmiş. Orada onu Deliorman' da binlerce insan bekliyor­
muş. Ondan sonra gittiği her yerde heyecanla karşılayanlar

192
arasında sadece Türkler, Pomaklar gibi Müslümanlardan
değil, Vlahlar (Ulah), Gagavuzlar gibi Hıristiyanlar da var­
mış.
Michel Balivet Şeyh Bedreddin'in Deliorman'da neden
muazzam bir sevgi ve coşku seliyle karşılandığını kitabında
anlahyor:

M u sa ' n ı n eski taraftarl arı n ı n Dobruca'daki H ı risti­


yan Gagavuzla rl a, Bedreddin ' in atası olduğu varsay ı l a n
İzzed d i n Keykavus'un soyu ndan gelen v e Ed i rne'de,
Serez'de o lduğu gibi S i l i stre'de, Varna'da da yaşad ı k­
l a rı bel i rt i l e n k i ş i lerle b i r arada b u l u nduğu Aşağı Tu na
ve B u l ga ristan bölgeleri nde, Bed redd i n ' i n çok iyi karşı­
l a n d ı ğı a n laşı l maktad ı r. Ü ste l i k Şeyh, kazasker olduğu
dönemde b u bölgelerde çok iyi bir izlenim b ı rakmıştır.
Menakıbname'deki bu bel i rlemeler Bed redd i n ' i n 1 4 1 1
i l e 1 4 1 3 a ra s ı n d a ateşl i taraftarlar kazanmayı başardığı
B a l k a n l a r'da k i m i l itan eylem i n i doğru lar. 1 7 . yüzyı lda
h a l a etk i n bir Bedredd i n iye merkezi olan bu bölgede,
H afız H a l i l , Duğalar a d ı ndaki bir Bed redd i n i köyü nden
özel l i k l e söz eder.44

Dobruca' da Bedreddin'i karşılayanlar, Deliorman' da Os­


manlı yönetimine karşı yeniden isyan bayrağını açhkları za­
man Çelebi Mehmed "Düzmece" Mustafa'yla savaşmak için
Selanik'i kuşatmaktaydı.
Michel Balivet, kayıp sanılan Yıldırım Bayezid'in en
küçük oğlu "Düzmece" Mustafa'run 1415-16'da Sinop'ta
İsfendiyar'ın sarayında olduğunu, sonra Eflak voyvodası
Mircea ile işbirliği yaparak Bulgaristan' da eyleme geçtiğini
belirtiyordu.

193
Dimitris Kastritsis Deliorman' daki isyanların ardındaki
karmaşık ilişkilerden söz ediyordu:

H atta görünüşe göre Eflak, Bedred d i n ' i korumak i ç i n


askeri güçleri n i d e ku l l a n ıyord u . Del iorm a n v e c ivarın­
daki bütü n bölgelere Valahya üzeri nden gid iyord u . Peki
bu i l işkiler neden bu kadar yakı nd ı ? Bence a ç ı k l a n a b i l i r
b i r d u rum. Öncel ikle her ikisi d e Osman l ı l ara karş ı y­
d ı . Bu kendim ize sorabi leceğim iz b i r soru. Bed red d i n ,
Musa d ı ş ı nda -ki b u da ayn ı gizem i n b i r parçası- Os­
man l ı karşıtı m ıyd ı, değil miyd i ? Bence, evet. Bazı istis­
nalar dışı nda Osma n l ı karşıtıyd ı .

Michel Balivet söyleşimiz sırasında b u gizemli ilişkilere


dikkat çekiyordu.

Evet, işte şaş ı rtıcı olan da bu zate n . Ama d iğer du­


ru mlarda hep Osma n l ı karşıtlarıyla b i rl i kteyd i . İ sfendi­
yar, Cü neyd (Ayd ı n Beyi), M i rcea ( Eflak voyvodası) vd . . .
Muhtemelen M ircea ve Bedred d i n a ras ı n d a k i i l iş­
k i n i n sebeplerinden biri de buyd u . Ama bu da gizem­
l i . Asl ı nda Bedred d i n gerçekten Osma n l ı l ara karşı b i r
ayaklanma örgütlemek istem iş m i yd i a ca b a ? Yoksa bel k i
de Selçukl u soyu ndan gel mes i n i n rol ü m ü vard ı ? B i l­
miyorum. Osm a n l ı karşıtı olduğuna i n a n ı yoru m . Evet,
Osma n l ı karşıtı, Musa hariç. Neden ? Neden M u s a ? B i l­
m iyorum . . . Belki pratik ama belki de ideoloj i k sebepler­
den . Ded iğiniz gibi Musa, Bed red d i n ' i n fi k i rlerine değer
veriyordu ve bu sayede i l işkileri bir s ü re y ü rü dü .

1 94
D eliorman' da isyan
Şeyh Bedreddin ve onu Deliorman' da karşılayan binlerce
taraftarı üçüncü ve son isyanın kahramanlarıdır.
Çelebi Mehmed, Düzmece Mustafa'yla savaşmak üzere
Selanik'i kuşatırken, Deliorman' da patlayan isyanı duyunca
derhal kuşatmayı kaldırarak Serez'e çekilmiş ama ordusunu
Deliorman' a göndermişti.
Şeyh Bedreddin'i yakalatmak ve isyanı bashrmak istiyor­
du. Askerleri savaşarak isyancıları yenememişlerdi. Kazan­
mak için her yol mübah diyerek hile yapmış, tuzak kurmuş­
lardı. Şeyh Bedreddin müritlerinin, yani Bedreddinilerin
kılığına girerek aralarına sızmışlardı. Deliorman' da Şeyh
Bedreddin'i ancak hileyle ve tuzağa düşürerek yakalayabil­
mişlerdi. Sonra Serez' de bekleyen Padişah Çelebi Mehmed' e
götürmüşlerdi.
Bedreddiniler anlahyor
Şeyh Bedreddin' in Deliorman' da nasıl yakalandığını
Trakyalı iki Bedreddini'den derviş S.Ç ve O. Baba' dan din­
ledik.
İki farklı hikaye anlathlar.

D. Baba'nın lıikiiyesi
Şeyh Bedreddin hakkında duyduğumuz ilk hikayeyi D.
Baba'dan dinlemiştik. O da 93 Harbi'nde Bulgaristan'dan
göçmüş bir ailenin torunuydu.
D. Baba işçi emeklisiydi. Her kahna bir çocuğunu yer­
leştirdiği küçük bir apartmanın birinci kahnda yaşıyordu.
İstanbul'daki evine yaphğımız ziyaretlerden birinde dede­
lerinden duyduğu haliyle, Şeyh Bedreddin' in Deliorman' da
yakalanmasını anlath:

Bedreddin ormana girm iş. O orm a ndayken pad i ş� h ı n


askerleri ormanı yakmaya kal k m ı ş l ar. Ç ı k m ı ş karş ı l arı na,
"Ne oldu," dem iş. "Bedred d i n d iye b i ri s i gird i . O r m a n ı
yakacağız, Onu yakacağız," demişler. " B i r Bedred d i n
i ç i n orman yanar m ı ?" demiş. "Orman ı n i ç i nd e k a ç tane
can l ı var, o can l ı lar da yanacak, yaz ı k g ü n a h d eğ i l m i ?"
"Ne yapa l ım, tutamıyoruz," dem işler. " Bedred d i n ' i
görsen iz tan ı r m ı s ı n ız?" d iye sormuş. "Ta n ı rız," dem i ş­
ler. B i r s i l k i n m i ş Bed red d i n askeri n karş ıs ı n d a . " B u yu­
run," demi ş, "madem ben i arıyorsu nuz, yakmay ı n or­
manı, götürü n nereye götüreceksen iz."
Kelepçeyi koyuyorlar el leri ne, iki tan e a s ke r veriyor­
lar yan ı na, yürü baka l ı m, hadi götü rü n . Götürürlerken
Bedred d i n kelepçeyi boşa nd ı rıyor. O n a göre güç d u rum
mu var? Bu sefer tutuyor, "Oğl u m n as ı l kel epçe v u rdu­
nuz bana," diyor, "boşa n d ı bu, doğru d ü rü st yap ı n ."

1 96
B i raz d a h a gid iyor, yine boşanıyor. "Çocuğum," d iyor,
" s i z i n ke lepçen izde hay ı r yok." O zaman yine vurmaya
k a l k ı yorlar. Askeri n b i ri d iyor ki, "Baba, biz sana kelep­
çe vu ra m ayız, beraber gide l i m . Sen bağsız git," ve götü­
rüyorlar Serez'e artık.

Hikayeyi D. Baba'nın eşi anabacı z. Ana tamamladı:


"Orada askerlere, 'Bağlayın benim ellerimi de siz zarar gör­
meyin, bağlayın benim ellerimi de, bağlı görsünler,' demiş."
Sonra O. Baba Şeyh Bedreddin'in tarihteki ve siyasetteki
yerini yorumladı: "Yani Bedreddin dediğimiz şahıs, kendine
yönelik çok doğru bir kimseydi ama şeylik yaphlar, kaphr­
mayalım koltuğu diye. Zaten kaptırsa Bedreddin oturacak
diye korkuyor. Halbuki Bedreddin bulmuş yolunu, bulmuş
hakkını mesela. Ne işi var o yalancı koltukta? Hileli koltukta
ne işi var onun? "Ama bizim insanımız şimdi de öyle, her
zaman öyle."
Anabacı z. Ana ekledi: "Cennet, cehennem hep bu dün­
yada."

Derviş S.Ç. 'nin Jıikayesi


Kıdemli Bedreddini derviş S.Ç.'yi Kırklareli'nde evinde
ziyaret ettiğimiz zaman Şeyh Bedreddin'in yakalanmasının
hikayesiyle birlikte Varidat' tan bir alıntıyı anlath:

Del iorman'a gid i nce padişah tes l i m olması için ha­


ber gönderiyor. Pad işah'a baz ı yandaşları diyor k i : "Sen
bu rada padişa h l ığı n ı devam etti r ama Bedredd i n ' i n ar­
kas ı n d a b i n l erce m ü ri d i var." O da tesl i m olması için
h aber gönderiyor. Şeyh Bedred d i n oradan, ona muci­
zesi n i göstermek i ç i n , bir pamuğu n içine b i l d iğimiz b i r
meşe, kor d i yoruz ya, köz mü d iyorlar, kömür, yanan b i r

197
kömür gönderiyor pad işaha. Kömü r yan ı k a m a pamu­
ğu yakmamış. O zaman padişah l a r tab i i i n a n ı r mı öyle
şeye ? Bu d iyorlar sih i rbaz . İ n a n m ı yor gene ve ko l l u k
kuvvetlerini gönderiyor, Şeyh Bedred d i n ' i yaka l atma k
i ç i n . O da oradan işte devran ı n ı sürüyor. Tab i i bu adam­
lar ölümden de korkmuyorlar, H akk'a tes l i m o l muş k i ş i .
Orada -o zaman Türk iye s ı n ı rları i ç inde tab i i b u ra l a r-,
Serez'de asıyorlar.
Varidat' ı nda, bir yeri nde şöyle b i r yaz ı s ı var. Ben im
çok dikkatim i çekm iştir: Musa Peygamber d iyor k i ; "Ya­
rabbim ya Resu l l u l lah, bana cem a l i n i göster. " A l l a h'tan
bir n ida gel iyor tab i i görüntü yok. "Ya Musa ç ı k Tu r
Dağı'na," diyor. Musa Tu r Dağı 'na ç ı k ıyo r. B a k ı yo r k i m­
se yok. Ondan sonra, "Ya Resu l l u l l a h , d iyor b a n a cema­
l i n i gösterecektin ya," diyor. O zaman bir n ida gel iyo r.
"Ya Musa," diyor "dön de kend i ne b a k ! D a h a cema l m i
arıyorsu n ?"
Varidat' ı nda yazar bu, Sen dön de kend i n e b a k de­
mek, işte anla . . .

198
Serez

Yağmur çiseliyor,
korkarak
yavaş sesle
bir ihanet konuşması gibi.
Yağmur çiseliyor,
beyaz ve çıplak mürted ayaklarının
ıslak ve karanlık toprağın üstünde koşması gibi.
Yağmur çiseliyor,
Serez'in esnaf çarşısında,
bir bakırcı dükkanının karşısında
Bedreddinim bir ağaca asılı.
Yağmur çiseliyor.
Gecenin geç ve yıldızsız bir saatidir.
Ve yağmurda ıslanan
yapraksız bir dalda sallanan şeyhimin
çırılçıplak etidir.
Yağmur çiseliyor.
Serez çarşısı dilsiz,
Serez çarşısı kör.
Havada konuşmamanın,
görmemenin kahrolası hiiznü
Ve Serez çarşısı kapatmış elleriyle yüzünü.
Yağmur çiseliyor. "

Simavne Kadısı Oğlu Şeyh Bedreddin Destanı


Nazım Hikmet

Bedreddin' in izindeki yolculuğumuz sonunda bizi Serez'e


götürdü. Şeyh Bedreddin, Deliorman' da yakalayanlar onu
Serez'de bekleyen Padişah Çelebi Mehmed'e götürdükten

199
sonra düzmece bir mahkemde yargılanarak idam edilmiş­
ti. Müritleri Şeyh Bedreddin'in cansız bedenini ipten aldık­
tan sonra Serez' de yaphkları bir türbeye gömmüşlerdi. Biz
Serez'e, Hafiz Halil'in bekçiliğini yaphğı o türbeyi aramaya
gitmiştik. Şeyh Bedreddin 1416 yılında Serez'in esnaf çarşı­
sında, bir nalbant dükkanının karşısındaki ağaca asılmışh.
O gün yağmur çiseliyordu, Nazım Hikrnet'in şiirinden öyle
öğrenmiştik. Ne o çarşıyı, ne o nalbantı bulamazdık belki
ama türbeyi bulmayı umuyorduk. Serez' den önce gittiğimiz
Gümülcine' de gördüğümüz esnaf çarşısı şiirdeki gibiydi ve
inceden bir yağmur çiseliyordu.
Şeyh Bedreddin'in türbesi:
"Müşkülünüz olunca bana gelin"
Şeyh Bedreddin'in Serez'de bir türbesinin olduğunu
Menakıbname' de okumuştuk. Bedreddin' in türbesi 500 yıl
boyunca Serez' deki bir Kadiri tekkesinin arazisinin içinde
korunmuştu. Hatta türbenin girişinde "Müşkülünüz olunca
bana gelin" yazıyormuş. Bu zihniyet dede/baba kültüründe
vardı.
Serez'deki dar zamanımızın çoğunu o türbeyi ara­
maya hasrettik. Elimizde bazı adresler vardı. Girit
Üniversitesi'nden tarihçi Prof. Elias Kolovos anılarında Şeyh
Bedreddin'in türbesinin yıkıldığını ve yerine bir apartman
yapıldığını, apartmanın girişinde de bir eczane olduğundan
söz ediyordu. Arayıp tarayıp o adresi bulduk. Ama artık
ne o eczane ne de o bina vardı. Yerine yeniden başka bir
apartman dikilmişti. Herhalde Serez de "kentsel/ rantsal
dönüşüm" e uğruyordu.
Serez'e gitmeden bir gün önce, Selanik'te Aristo Üniver­
sitesi'nde doktora öğrecisi olan Veli Aydın'la tanıştık. Yine
müthiş bir tesadüftü çünkü Veli Bey Serez'de yaşıyordu,
eşi Tania da Serezliydi. Ertesi gün Serez'de ilk önce Veli
Bey'le Tania Harum'ın evine gittik. Evde henüz dokuz aylık
güzel bebekleri Eren'le tanıştık. Müslüman bir babanın ve
Hıristiyan bir annenin oğluydu. Hepimiz merak ediyorduk.
Eren'in dini ne olacaktı?
Genç anne Tania'run bilge yanıtı unutulmazdı: "Onun
adı Eren, o ne olacağını en iyi kendi bilir."
Bedreddin'in türbesi ne zaman yıkıldı bilmiyorduk. Veli
Bey'le Tania Harum'ın evindeki Yunanca bir kitapta Serez'in
1912-13'teki Bulgar işgalinden önceki ve sonraki fotoğrafları
vardı. Serez'deki Osmanlı yapılarının çoğu 1912-13'teki Bul­
gar işgali sırasında yakılmış, yıkılmıştı. Acaba Bedreddin'in

201
türbesi 1416'lardan 1912'ye kadar ayakta kalmış olabilir miy­
di? Öte yandan 1924'te mübadeleyle Serez' den göçenlerin
yanlarında Bedreddin'in kemiklerini de İstanbul'a getirmiş­
lerdi. Belki de o türbe 1924'e kadar ayakta kalmış olabilirdi.
Serez 19. yüzyılda önemli bir Osmanlı kentiydi. Veli Bey
ve Tania Hanım sağ olsunlar, bize yok olan eserlerin yerle­
rini, Serez'e tepeden bakan yıkık kaleyi, kalenin "Kula" adlı
kulesini, "Bezesten"i, yani harap bedesteni gösterdiler. 20.
yüzyılın başındaki savaşta Osmanlı eserlerinin çoğu yıkıl­
ıruşh. Sonra da apartmanlar yapılmışh. Gördüğümüz Serez
beton apartmanların kentiydi.
Serez'de akşam oldu. Bedreddin'in türbesini bulamamış­
hk ama arhk oradan ayrılmak zorundaydık. Malzemeler
minibüse yüklenirken 15. yüzyıldan kalma harap bedeste­
nin önündeki ulu çınarlara son kez bakıyordum. Aklımda,
"Şeyh Bedreddin burayı bilirdi herhalde, acaba 18 Aralık
1416' da asıldığı ağaç hangisiydi?" gibi tuhaf düşünceler...
Tania Hanım'ın, "Durun gitmeyin, biraz bekleyin," diyen
heyecanlı sesini duydum. Sonra ceptelefonundan birileriyle
uzun uzun Yunanca konuştu. Telefonu gözleri parlayarak
kapath ve anlath. Belediye arşivinde çalışan arkadaşlarını
aramış ve arşivi açmalarını rica etmişti. Akşam saat sekiz­
den sonra bizim için arşivi açacaklardı. Koşa koşa Serez Be­
lediye arşivine gittik.
Fazla mesai yapmalarına rağmen genç arşiv çalışanla­
rı bizi kapıda saygıyla ve güler yüzle karşıladı. Eski Serez
haritalarını upuzun bir masanın üzerine açhlar. 19. yüzyıl
haritalarında türbenin yerini bulduk. Harita üstünde de olsa
"Müşkülünüz olunca bana gelin" diyen Şeyh Bedreddin'in
tekkesini ve türbesini bulmuştuk. Sevinçten uçuyorduk. Ta­
nia Aydın'ın üstün gayretiyle, görevli gençlerin yardımıyla
Serez' deki türbe gözümüzün önünde canlanıyordu.

202
ŞEYH BEDREDDİN NEDEN ÖLDÜRÜLDÜ?

Irene Melikoff 1960'larda Bulgaristan'da yaptığı alan


araştırmasında gördüklerini, duyduklarını, bulduklarını
Uyur İdik Uyardılar kitabında anlatıyor:

Şeyh Bed red d i n ' i n, S i l i stre ve Del iorman'da bu l u n­


d u ğ u n u O s ma n l ı tari h ç i l eri doğru lamaktad ı r. Orada b i r­
çok taraftar top l a m ı ş o l acaktı r. Anısına Del iorman'da
ve bütü n bölgede saygı gösteri l i r. Ö ld üğü san ı l a n gün­
d e K ı z ı l ba ş l a r Serez çarş ıs ın da ç ı rı lç ı p l a k ası l m ı ş ol­
ması d o l ay ı s ıyla, u ryan l a r semahı ad ı n ı verd ikleri bir
semah yaparl a r. Ayn ı u rya n l a r sema h ı n ı n Kars'ta, bil­
h assa Sarıkam ı ş'ta yap ı l ma kta old uğunu sonradan öğ­
rend i m .45

Şeyh Bedreddin neden öldürüldü? İdamına 1416'da


Deliorman ve Karaburun isyanlarındaki rolü mü, Caın iıı l­ '

Fıısıileyn' de yazdığı kadılara kendilerinden önceki içtihatla­


ra göre değil, vicdanlarına göre karar vermeyi öğütlemesi
mi, Varidat' ında yer alan felsefesi mi, hangileri; yoksa hepsi
mi neden olmuştu?
Çelebi Mehmed, Şeyh Bedreddin'i yakalattıktan sonra
neden hemen öldürtmemiş, sahte bir mahkeme kurdurup
yargılattıktan sonra astırmıştı. Mahkeme yargılamaya baş­
lamadan önce idam hükmünü vermişti. Nazım Hikmet'in

203
destanındaki gibi Şeyh Bedreddin'in kendi idam hükmünü
kendi mühürlemesi herhalde ondandı.
Sonrası malum.
Serez çarşısında, nalbant dükkanının karşısında, bir ağa­
ca çırılçıplak asılarak öldürüldü.46
İnsanlar öldürülebilirdi ama fikirler öldürülemiyordu.
Şeyh Bedreddin öldürüldükten yüzyıllarca sonra bile,
onunla ilişkili herkes ve her şey yok edilmek istenmişti.
Bu uğurda yapılanları yine Ahmet Yaşar Ocak'ın kitabın­
da buluyoruz. Ocak, Bedreddin asıldıktan sonra torunların­
dan birini ve Deliorman halkını suçlayan iki layihadan -gö­
rüş, düşünce belirten hukuki belgeden- söz ediyor.

1- Sofyalı Bali Efendi Layihası: Şeyh Bedreddin'in to­


runlarından Halife Çelebi'nin faaliyetleri hakkın­
dadır. "Deliorman ahalisi onun müridi ve genç,
yaşlı, kadın, erkek bir arada 'cemiyet ve sohbet'
edip, 'Cennet şarabı dedikleri budur' diyerek şa­
rap içmekte, En-el Hak diye Şeyh'e secde etmek­
te, daha sonra mumları söndürerek Sedd-i Şeriat'i
yıkmaktadırlar," diyerek Sultan' dan bunların yer­
yüzünden temizlenmesini arz etmektedir.

2- Aziz Mahmud Hüdai Layihası: Aziz Mahmud Hü­


dai Şeyh Bedreddin'in ölümünden 150 yıl sonra 1.
Ahmed'e sunduğu layihada Şeyh Bedreddin isya­
nını özetlemekte ve Simavenileri anlatırken birinci
layihadan farklı olarak Safevilerle ittifak halinde
olduklarını ve Dobruca'daki Işık (Kalenderi) zavi­
yelerinin kapatılmasını öğütlemekte, Şeyhlerinin
tutuklanmasıyla müritlerin yola geleceklerini bil­
dirmekteydi.4748

204
Şeyh Bedreddin mezarını arıyor
Abdülbaki Gölpınarlı'nın Simavııa Kadısıoğlıı Şeyh Bed­
reddin kitabına önsözünü İsmet Sungurbey yazmışh. Ora­
da Şeyh Bedreddin'in kemiklerinin Serez'deki türbesinden
İstanbul' a getirildiğini belirtiyordu:

Prof. Babi nger y ı l larca d u ru p d i n lenmeden araştı r­


m ı ş, Serez'de yaptığı soruşturmada Bedreddin'in türbesi
yan ı n d a b u l u na n ve onun geleneği n i koruyup sürdür­
düğü b i l d i ri le n Kad iri Tekkesi dervişlerince ahali m ü ba­
delesi s ı ra s ı n d a İ stanbu l'a götürü l müş olmas ı n ı n muhte­
mel b u l u nduğu sonucuna varm ı ştı !
Bed red d i n'den sonra onun yol u ndan gidenlerin in­
san c ı l ve özgür yaşayışları, hayat görüşleri, gelenek ve
görenekleri, Bedred d i n ' i n Serez'deki türbesi ve kem ik­
leri n i n oradan İstanbul'a getiri l iş i konusu ndaki bilgi leri
ayne n s u nuyorum . Son o l a ra k da, yaz ı k ki kim l i ği n i öğ­
ren emed i ği m iz Hakıyrl' n i n , Menakıbname' n i n sonunda
b u l u nu p bizlere yüzyı l ları n ötesinden seslenen "Bizüm
m ü rş i d i m ü z Şeyh Bedr-i d i n'dür" mütekerrir mısra l ı ş i i­
rine yer vermekten kend i m i a l amad ı m .49

205
Kurşun sandık
İstiklal Savaşı'ndan ve 1923'te Türkiye Cumhuriyeti ku­
rulduktan sonra, Reisicumhur Mustafa Kemal Atatürk' e Yu­
nanistan Başbakanı Venizelos bir teklif yapmışh.:"Alın bu­
radaki Müslümanları, verin Anadolu'daki Hıristiyanları."
Atatürk teklifi kabul edince 1 924'te Türkiye'yle Yunanistan
arasındaki zorunlu nüfus mübadelesi başladı. Anadolu' da­
ki Hıristiyanlar Yunanistan'a, Rumeli'deki Müslümanlar
Türkiye'ye gönderildi. Mübadele yüzbinlerce insanın evle­
rini barklarını, topraklarını, köylerini kentlerini terk etmek
zorunda kalması demekti.
Mübadeleyle gelen Serezli Müslümanlar Bedreddin'in
kemiklerini türbesinden alıp kurşun bir sandık içine koy­
muşlar ve İstanbul' a getirmişlerdi.
Getirmesine getirmişler ama nedense 37 yıl boyunca top­
rağa verememişlerdi. Şeyh Bedreddin' in kemikleri o kurşun
sandığın içinde 20 yıl kadar Sultanahmet Camii'nin depo­
sunda, 17 yıl kadar da Topkapı Sarayı'nın depolarında kal­
mışh. Nihayet 29 Kasım 196l'de, TBMM' den alınan özel bir
izinle, Divanyolu'ndaki il. Mahmud' un görkemli türbesinin
kapı önüne, toprağa verilebilmişti. Ama toprak mezarın
başına bir taş konamamışh. Mezar taşı, Şeyh Bedreddin'in
kemikleri 1924'te Serez'den getirildikten 70 yıl sonra, ancak
1994'te dikilmişti. Mezar taşında adı, doğum ve ölüm tarih­
leri vardı ama ölüm tarihi nedense ölüm şekli de belirtilerek
"idamı" 1418 diye yazılmışh. Ayrıca öldürüldüğü tarih de
yanlışh. Doğrusu torunu Hafız Halil' in Menakıbname'de yaz­
dığı gibi 18 Aralık 1416'ydı.

206
Şeyh Bedreddin'in mezarında "Hava Kurşun gibi ağır"
Şeyh Bedreddin'in mezarını araştırma ve çekimler için
birkaç kez ziyaret ettik. Ziyaretlerimizin birine Mehmet
Akan da katılmış ve oradakilerle sohbet ederken dehşet ve­
rici bir şey öğrenmişti. Şeyh Bedreddin'in mezarında kafa­
tası yoktu.
Şeyh Bedreddin' in mezarının başında o gün hava kurşun
gibi ağırdı.
B aşka bir gün mezarı Bedreddinilerle birlikte ziyaret et­
tik. Bedreddiniler Şeyh'lerinin mezarını ilk kez göreceklerdi.
Mezarın başına kadar sohbet ederek yürüdük. Gelip durunca
derin bir sessizlik oldu. Kimse kıpırdamıyordu Herkes yere
mıhlanmış gibiydi. Derken L. Baba sessizce dizlerinin üstün­
de yere çöktü. Ellerini açarak dua etti. Yüzü Bedreddin'in
mezar taşına doğru secdeye vardı. Diğerleri de onu takip
etti. Şeyh Bedreddin' in mezarının çevresinde daire şeklinde,
muhabbetlerinde yaptıkları gibi yüz yüze, "cemal cemale"
diz çöktüler. Şeyh Bedreddin'in ruhuna Fatiha okudular. O
sessiz, derin saygı ve sevgi ifadesini görünce gözyaşlarımı
tutamadım. Pek kolay ağlayamam oysa.
Görkemli II. Mahmud Türbesi'nin kapı önündeki alçak­
gönüllü mezarı Bedreddinilerle birlikte ziyaret ettiğimiz
gün, yüreklerimiz ve gözlerimiz dopdoluydu.
B aşka bir ziyaretimizde Şeyh Bedreddin'in mezarının
başında danışmanımız Cemal Kafadar Varidat'tan melekler­
le ilgili bölümü okudu. Yağmuru yağdıran neydi?

Yağmur tanel erinden her biris i n i n bir sebebi vard ı r.


B i r d a m l a a n ca k o sebeple dünya n ı n bir yerine düşer.
B u n a d a m l a n ı n d üşmesi sebebi d iyel im. Damlayı o yere
i n d i re n melek de o sebep ve kuvvetten ibaretti r. Her
d a m l a n ı n va rlığı n ı teşki l eden cüzl erden her biri için de

207
b i r sebep ve kuv­
vet bu l u nu r. B u se­
bep ve kuvvetler
vas ı tas ıyla o tane
teşekk ü l etm iş ve
d a m l a h a l i ne gir­
m işti r. Her d a m l a
i ç i n b i r melek var­
d ı r ve her d a m l a
için b i rta k ı m me­
lekler va rd ı r öner­
meleri aras ı nda bir uymaz l ı k yoktu r. B u n l arda n b i ri nc i s i
dam l a n ı n düşmesi sebebini, i k i n c i s i varl ı k sebep leri n i
gösterir. Her ikisi de şüphesiz doğrud u r. B u n u n böy l e
olması bir kuvvetin bir su ret ile tems i l ed i l mes i n e v e o
s u reti n melek ismiyle adland ı rı l ma s ı n a m a n i deği l d i r.
Her kuvvet bir s u ret i le temsil ed i lebi l i r ve o s u rete de
melek adı veri l i r.

208
Bulgaristan: Demir Baba
Demir Baba Şeyh Bedreddin' in müridiydi; Bedreddini'ydi.
Bedreddin' den yüz yıl sonra, Bulgaristan' da yaşamıştı. De­
mir Baba Türbesi'ne araştırma ve çekim için iki yıl üst üste
gittim. İlk yıl türbeye inen yokuşun sağındaki bütün ağaçla­
ra, türbenin kapısına, pencere demirlerine, her yere dilek ça­
putları bağlanmıştı. Demir Baba Türbesi hem Müslümanlar
hem de Hıristiyanlar için kutsaldı.
Müslüman, Hıristiyan bütün ziyaretçiler çaput bağlaya­
rak Demir Baba' dan dilek diliyorlardı. Ertesi yıl gördükle­
rimize çok şaşırdık. Aynen Yunanistan'daki Nefes Baba'da
olduğu gibi ne ağaçlarda ne de türbede bir tek çaput kalma­
mıştı. Hepsi temizlenmişti. Herhalde yenilerini bağlamak
yasaklanmış olmalıydı.
Demir Baba bir güreşçi, ulu bir kişiydi, Bulgaristan'ın
Razgrad kenti yakınındaki Demir Baba'nın türbesi çok
önemli bir ziyaretgahtı. Deliorman'ın sonunda, "Dipsiz
Göl" denen kurumuş bir göl yatağının kıyısında kurulmuş­
tu. Tepeden aşağıya inen yolun bir yanında, dipsiz gölün çu­
kurundaki türbenin diğer yanında orman vardı. Bir zaman­
ların büyük Demir Baba Tekkesi'nden geriye sadece türbesi
kalmıştı. Demir Baba Türbesi'nin mimarisi de çok farklıydı.
Çatısı yedi köşeliydi ve simetri yoktu. Türbenin kapısının
altından içeri doğru şırıl şırıl, pırıl pırıl bir kaynak suyu akı­
yordu.
Şeyh Bedreddin'in müridi olması bir yana, Demir
Baba'nın kendi kültü de önemliydi.
Demir Baba bütün sufi dervişler gibi mucizeler göster­
mişti. Bir mucizesinin işareti türbesine bakan tepede bir ka­
yanın üstündeki dev ayak iziydi. Aynı zamanda olağanüs­
tü güçlü bir pehlivan olduğu için ayağını bu kayaya vur­
muş ve kayadan su fışkırtmıştı. Hani kayayı sıksa suyunu

209
çıkarır dedikleri pehlivanlardandı. Topçular şenliğinde zi­
yaret ettiğimiz Topçu Baba'nın da benzer bir mucizesi vardı.
O da topraktan su fışkırtmıştı. Onlar kayalardan, topraktan
su bulan, savaşan gazilerin su ihtiyacını karşılayan kutsal
kişilerdi.50
Bulgaristan ve Eflak tarih boyunca Kalenderilerin ve Tor­
laklarm yoğun olarak yaşadığı yerlerdi. Sonradan Bedreddi­
ni oldukları iddia edilen Baba İshak'la Sarı Saltuk taraftarla­
rının ve "Işık Kalenderileri"nin özellikle Deliorman, Silistre,
Dulova, Razgrad, İsperih (Kemallar) ve Zağra' da yaşadığını
okumuştum. Yüzyıllar boyunca kötülenmesine, itibarsızlaş­
tınlmasına rağmen Şeyh Bedreddin'in felsefesi, dünya gö­
rüşü halkın içinde ve yüreğinde yaşamaya devam ediyordu.
"Şeyh Bedreddin'in İzinde" yürüyüşü:
Silistre' den Razgrad' a
Haberi B ulgaristan göçmeni arkadaşımdan aldım.
Razgrad' da yayımlanan Bulgarca bir gazetede okumuştu.
Silistre' den başlayan, Deliorman' dan geçip Razgrad' da
biten "Şeyh Bedreddin'in İzinde" diye bir yürüyüş düzen­
leniyordu. Organizasyonu Bulgarlar yapıyordu. Hemen
onlarla iletişim kurduk ve o yürüyüşe Silistre' den kahldık.
Silistre'nin adını çoğumuz Namık Kemal' in ünlü eseri Vataıı
yahu t Silistre' den biliriz. Tabii bir de Şeyh Bedreddin' den ...
Bedreddin, Dobruca kıyılarından Deliorman' a giderken
Tuna Nehri'nin kıyısındaki Silistre'den geçmiş olmalıydı.
O yüzden Silistre'ye giderken çok heyecanlandım. Heyhat,
Silistre geniş yatağında usul usul akan Tuna Nehri'nin kıyı­
sındaydı. Tuna Nehri'nin durgun akan kızıl kahve, çamur­
lu sularında insanlar küçük kayıklarda balık tutuyorlardı.
Pırıl pırıl güneşli bir gündü. Buna rağmen Silistre karanlık
ve ıssızdı. Silistre halkı sanki kenti terk etmişti. Kahraman­
lık destanlarının Silistresi bu muydu? Heyecan yerini yine
düş kırıklığına bırakmışh. Gerçekten de büyük bir işsizlik
vardı. Kentin ekonomik hayatı çökünce, işyerleri, fabrikalar
kapanmış, işsiz kalan insanlar da çekip gitmişlerdi. Silitre' de
de hava kurşun gibi ağırdı.
"Şeyh Bedreddin'in İzinde" yürüyüşü aslında bir yü­
rüyüş değildi. Silistre' den Razgrad' a kadar otomobillerle
gittik. Karayolu dardı, uzun ve dolambaçlıydı. Bulgarlar
konvoylar halinde kahlmışlardı. Otomobillerin pencerele­
rinden bayraklar sallıyorlardı. Konvoy kentlere, kasabalara,
köylere uğruyordu. Okulları ziyaret ediyor, Şeyh Bedreddin
hakkında konuşmalar yapıyorduk.
Ziyaret edilecek okulları ilginç bir yöntemle seçmişlerdi.
Önce Şeyh Bedreddin hakkında bir komposizyon yarışması

211
açmışlardı. Yarışmayı kazanan öğrencilerin okullarına gidi­
liyor, en iyi kompozisyonu yazan öğrencilere törenle ödül­
leri veriliyordu. Ödül kazanan öğrenciler de kompozisyon­
larını okuyorlardı.
Dulova' daki ortaokulda Maria ve Aydan, Şeyh Bedred­
din hakkında birlikte yazdıkları kompozisyonla ödül kazan­
dılar. Maria törende yazıyı Bulgarca okudu.
Tören bitince iki kız öğrenciyle bir söyleşi yaptım. Tabii
ki Aydan Türkçe, Maria Bulgarca konuştu. Nasıl birlikte ça­
lıştıklarını, araştırdıklarını ve o ödül kazanan kompozisyo­
nu nasıl yazdıklarını anlathlar. Tam da Bedreddin' in felsefe­
sinde uygun bir ortak çalışma yapmışlardı.
Başka bir köyde Amerika' da okumuş, şakacı bir Bulgar
genci, bir yıl önceki "Şeyh Bedreddin' in İzinde" yürüyüşün­
de karşılaştığı komik olayı anlattı. Ciddiye alsaydı olay çıka­
rabilirdi oysa.
Bir Rumen köyüne gitmişlerdi. Köylülerin konuştuğu
dil ve ilkokulun eğitim dili Türkçeydi. "Şeyh Bedreddin'in
İzinde" yürüyüşüne katılanlar kompozisyon ödüllerini ve­
rirken çocuklara, "Yabancı dil öğreniyor musunuz?" diye
sormuşlar. Çocuklar hep bir ağızdan, "Eveet," diye haykır­
mışlardı. İngilizce ya da Almanca olduğu düşünülerek so­
rulan, "Hangi dil?" sorusunu çocuklar yine hep bir ağızdan,
"Bulgarcaa," diye yanıtlamışlardı! Bulgaristan' daydı o köy
zaten.
Deliorman' da, Silistre' den Razgrad' a kadar hatırı sayılır
bir Türk-Müslüman nüfus yaşıyordu. Öyleyse o bölgede ya­
şayan Türkler, Müslümanlar, Aleviler Şeyh Bedreddin adı­
na yapılan bu etkinliğe neden katılmamışlardı? Bu yürüyü­
şü neden Bulgarlar düzenlemişti?
Merak edip soruşturunca nedenini öğrendim. Özellik­
le katılmak istememişlerdi. Çünkü bu yürüyüşü organize

212
edenler arasında Jivkov döneminde isimlerini Bulgarca isim­
lerle değiştirmeyen Türkleri ihbar eden biri vardı. O yüzden
öldürülenler olmuştu. Ürpertici, korkunç bir durumdu! Bul­
garlar acaba "Şeyh Bedreddin'in İzinde" yürüyüşünü "ba­
kın biz de Şeyh Bedreddin gibi çoğulcuyuz" demek için mi
düzenlemişlerdi? Zorla isim değiştirtmenin berbat anılarını
silmek için mi yapıyorlardı bu etkinliği? Tabii ki sırf isimle­
rini değiştirmedikleri için eşi, dostu öldürülenler, gönülleri
yaralı, yaraları taze insanlar Şeyh Bedreddin'in adının kul­
lanıldığını düşünüyorlardı. Bulgarların bu organizasyonuna
kahlmayı reddediyorlardı.
Razgradlı mühendis Veysel Bayram büyük bir nezaket­
le sadece bizi otomobiliyle Silistre'den Razgrad'a götür­
mek için gelmişti. Veysel Bey zeki, şakacı, güzel bir insandı.
Deliorman' da ağaçların gün geçtikçe azaldığını söylüyor,
"Arhk orman ufaldı geriye bizim gibi deliler kaldı," diyor­
du. Deliorman ya da Ağaçdenizi'nde, kasım ayında, ağaçlar
çırılçıplak dallarıyla hakikaten seyrek gibiydi.
"Şeyh Bedreddin'in İzinde" yuruyuş koluyla
Deliorman' dan geçerek Razgrad' a geldik. Etkinlik oradaki
Nazım Hikmet Tiyatrosu'nda yapılan bir törenle sona erer­
ken Nazım Hikrnet'in Şeylı Bedreddin Des tan ı'ndan söz eden
kısa bir kapanış yaphlar.
ŞEYH BEDREDDİN'İN MİRASI:
AYDINLANMA

"Bil ki" diye başlıyordu. İnanmanın değil, bil­


Varidat
ginin önemini vurguluyordu. Şeyh Bedreddin maneviyatı
akılla buluşturan bir alan derinliğinin ustasıydı. Ardında
yüzyılları aşan, insanların hayatını her zaman etkileyecek
olan büyük bir miras bırakmıştı. Osmanlı Devleti'nin ilk
yüzyılından seslenen seçkin fıkıh alimi, devrimci muta­
savvıf Şeyh Bedreddin Varidat'ında ve Ciimiu 'l-Fıısuleyıı'de
yazdığı gibi manevi mirasında bilmeyi ve kadılara vicdanın
sesini dinlemeyi önermişti. Düşünce, din ve vicdan özgürlü­
ğü Aydınlanma Çağı'nda, 18. yüzyılda B atı' da ortaya çıkan
kavramlardır. Şeyh Bedreddin'in 15. yüzyılda savunduğu
değerler de sanki 300 yıl sonra savunulan kavramların ilk
halidir. Düşünce ve vicdan özgürlüğü günümüzün dünya­
sında en önemli değerler arasındadır.
Özellikle Varidat'ında yer alan bazı düşünceleri sanki er­
ken bir aydınlanma çağrısıdır:

Eğer i nsan kendi düşü nces i n i n doğru o l d u ğ u n a i na­


n ıyorsa, bu düşünce u l u l arın düşüncelerin den farkl ı da
olsa, ben im fi krim budur d iye savu n m a l ı d ı r, aksi takd i r­
de ya lan söylem iş, takiye yap m ı ş o l u r. İ ns a n ken d i doğ­
ru ları n ı sonuna kadar savu n m a l ı , eğer meyda n o k u m as ı
gerekiyorsa da meydan okuma l ı d ı r.

214
Aydınlanma fikri Sapere Aude kavramıyla; "Bildiğini söy­
lemeye, herkesin önünde söylemeye, bildiği.nle ortaya çık­
maya cesaret et," diyordu.
Şeyh Bedreddin' in felsefesi belki de bu bağlamda, düşün­
ceyi dogmalardan, önyargılardan kurtaran; akılcı düşünce­
yi, din ve vicdan özgürlüğünü, insan olmanın doğal hakla­
rını savunan Aydınlanma Çağı'nın felsefesine benziyordu.
Atatürk'ün mirası: aydınlanma
Türkiye Curnhuriyeti'nin kurucuları Aydınlanma Çağı fi­
lozoflarından ve 1789 Fransız İhtilali'nin temelinde yer alan
"özgürlük, eşitlik, kardeşlik" ve "insan hakları" kavramla­
rından etkilenmişti. Çatırdayarak birkaç yüzyılda ağır ağır
çöken koca çınar Osmanlı Devleti'nin enkazından Türkiye
Cumhuriyeti'ni çıkaranlar arasında yine bir Rumeli gazisi
Mustafa Kemal Atatürk vardı. Atatürk'ün, "Kabul edilirse
mirasım," dediği fikirlerinde Aydınlanmacı düşüncenin et­
kileri görülüyor:

Ben manevi m i ras olarak h içbir ayet, h iç b i r dogma,


h içbir kal ı pl aşm ış kural b ı rakm ıyoru m . Ben i m m a nevi
m i rasım b i l i m ve a k ı l d ı r. Zaman s ü ratle i lerl iyo r, m i l ­
letlerin, topl um ların, kişi lerin mutl u l u k ve muts u z l u k
anlayışları bile değişiyor. B ö yl e b i r d ü nyada a s l a de­
ğişmeyecek hüküm ler getirdiği n i iddia etmek, a kl ı n ve
b i l i m i n gel i ş i m i n i i n kar etmek o l u r. Ben i m T ü rk m i l l eti
için yapmak isted iklerim ve başarmaya çal ıştı k l a r ı m o r­
tadad ı r. Benden son ra beni ben imsemek isteye n l e r bu
temel eksen üzerinde akı l ve b i l i m i n reh berl i ği n i kab u l
ederlerse m anevi m i rasç ı larım o l u rl ar.

Şeyh Bedreddin'in akılla maneviyatı buluşturan düşün­


celeri daha 15. yüzyılda erken aydınlanmanın tohumlarını
atmıştı. 500 yıl sonra Mustafa Kemal Atatürk manevi mirası
olan akıl ve bilimin rehberliğine giden yolun taşlarını döşe­
meye başlamıştı.
Geçmiş bugünün içinde saklıydı. Yalnız ve güzel ülkemi­
zi çevremizdekilerden farklı kılan şey herhalde yüzyıllardır
tarihin derinlerinden gelen o aydınlıktı.

216
600 yıl önce - 600 yıl sonra

Milletler büyük evlatlarıyla nefes alır.


Fazıl Hüsnü Dağlarca

Şeyh Bedreddin 1359-1416 yıllan arasında yaşamış bir


Rumeli çocuğuydu. Şehzadeleri, padişahları eğitmiş, kitap­
lar yazmış bir fakihti. Vahdet-i Mevcutçu bir mutasavvıfb.
Dünyanın insanlara değil, insanların dünyaya ve kainata
ait olduğunu savunan bir sufiydi. Adaletin ve ordunun en
yüksek makamında bulunan bir kazaskerdi. İsyanlara ilham
kaynağı olmuş; sürgünler, hapisler görmüştü. Deliorman' da
tuzağa düşürülmüş, hileyle yakalanmış, sahte bir mahkeme­
de yargılanmış ve 18 Aralık 1416' da Serez' de asılarak öldü­
rülmüştü.
Hacı Bektaş-ı Veli Makalat'ında, "Mal ve soy ile şeref ol­
maz, şeref ancak bilgi ve edepledir," demişti.
Şeyh Bedreddin'in soyağacı ilk (Neandertal) insana ka­
dar giden saf soydandı. Kökü derinlerdeydi.

* * *

Ben yanmasam, sen yanmasan, biz yanmasak,


Nasıl çıkan karanlıklar aydınlığa?
Nazım Hikmet

Şeyh Bedreddin öldürüleli 600 yıl oldu.


"Ölürse ten ölür, canlar ölesi değil," diyen Yunus
Emre'nin şiirleri günümüzdeki Bedreddini muhabbetlerin­
de okunuyor.
İnsanlar öldürülebilir ancak fikirleri kalır. Geriye insanın
hakikati, hakikatin ışığı kalır.

217
"Yönetilen" algıların gerçekleri perdelediği, siyaset erba­
bının, "Halkın neye inandığı önemlidir, neyin gerçek oldu­
ğu değil," diyerek hüküm sürdüğü zamanlarda yaşıyoruz.
Şeyh Bedreddin felsefi mirasını yazdığı Varidat'ında 600
yıldır ne pahasına olursa olsun gerçeği aramaktan yanadır:
"Ey gerçeğin yolcusu umudunu kesme! Sen de tehlikeli
yerleri aşarsın; sen de bu ışığı elde edersin."
Yeryüzünü aydınlatan işte o ışıkhr.
Nesilden nesile büyür.
Sevenleri 600 yıldır peşinden yürür.
Şeyh Bedreddin'in ardında bıraktığı izlerin gümüşi ışık­
ları 21. yüzyılın başına musallat olan kurşuni zamanları ay­
dınlahr.
Bu topraklarda yaşayan 72 milletten insanı biz yapan ay­
dınlık, 600 yıl önce ırk, din, dil diye ayırmadan tüm insanları
kucaklayan Şeyh Bedreddin ve benzerlerinin bu dünyadan
geçmesi, bir zamanlar var olmasıdır.
21. yüzyılda yeryüzüne yine şiddet hakim, yine güç ve
makam sahipleri insanları birbirine kırdırmaya, çılgınca sal­
dırtmaya devam ediyor.
Kendilerine Taliban, El-Kaide, Boko Haram, Işid (Daeş)
ve kim bilir daha neler diyenler vahşi, kanlı eylemleri ve
toplu cinayetleriyle her gün dehşet saçıyor. Bu kirli ve puslu
havada nefes alabilmek için bile Şeyh Bedreddin' in gerçeği­
ne, öğle güneşi gibi yalansız ve ışıklı yoluna çok ihtiyacımız
var.

218
NOTLAR

1 Marc Mazower, Selaııik Hayaletler Şehri, çev. Gül Çağalı Gü­


ven, Yapı Kredi Yayınlari, 2007.
2 Nazım Hikmet, Benerci Kendini Niye Öldiirdii?, Şiirler 2, Yapı
Kredi Yayınları, İstanbul, 2015.
3 Halil İnalcık, Osmanlı İmparatorluğu Klt1sik Çağ, Yapı Kredi
Yayınları, İstanbul, 2004, s. 198-201.
4 Araştırma yaptığımız coğrafya:
Türk.iye: İstanbul, Tekirdağ K. köyü, Kırklareli (L., D., T.,
A., K., T. köyleri), Edirne, İznik, Bursa, Yenişehir, Domaniç
(Bedreddin burada Torlaklarla karşılaşmış), Çavdarhisar
(Aizanoi), Alaşehir, Ödemiş, Birgi, Tire, Güme, Eğridere
(Nizar), Ortaklar, Selçuk (Ayasuluğ), İzmir, Karaburun,
Mordoğan ve köyleri.
Yunanistan: Ammovouno (Simavna), Didym6teicho (Dime­
toka), Ferez (Ferecik), Aleksandropolis (Dedeağaç), Komo­
tini (Gümülcine) Via Egnatia yolu, Kavala, Selanik, Serres
(Serez) ve Chios (Sakız adası)
Bulgaristan: Dobruca ve Deliorman, Silistre, Dulova, Razg­
rad, İsperih (Kemallar), Eski ve Yeni Zağra.
Makedonya: Ohrid, Üsküp, Tetovo (Kalkandelen), Kava­
darci.
5 Simavnalı Bedreddiıı'i Ulusal TV'nin 2007'de yayınladığını
genç bir sinemacı arkadaşımdan öğrendim. Hemen bak­
tım. Evet, sağ olsunlar YouTube'a da koymuşlardı. Bir DVD

219
kopyadan korsan yayın yapılmaktaydı. Yetmemiş belgese­
lin her karesine, bizim logomuzun üstüne büyük harflerle
"Ulusal" logosu basmışlardı. Üstelik son jeneriğinde hepi-
. mizin adları şakır şakır akıyordu. Öyle ki sanki bu filmi biz
onların siparişiyle yapınışhk. Gayet fütursuz, yalan yanlış
bir algı yarahlmıştı. Ulusal TV belgeseli sadece izinsiz gös­
termekle kalmıyor, isteyene yotiTube'dan izletiyordu. Per­
vasız bir telif hakları hırsızlığı karşısındaydık. Daha avu­
katla görüşürken haber nasıl kanatlanıp uçtuysa, belgesel
youTube' dan kaldırıldı. Hak, hukuk, adalet uğruna ömrü­
nü veren Şeyh Bedreddin'in belgeseli "adalet"ten nasibini
alamadı.
6 Mehmet Akan ve Bedreddin İstanbul Devlet Tiyatrosu'nda:
Mehmet Akan'ın 1970'1erin sonunda yazdığı tiyatro oyu­
nu Hikaye-i Mahmud Bedreddin 1980'lerde Ankara Sanat
Tiyatrosu'nda sahnelenmişti. "Ben de halimce Bedreddi­
nem," diye biten oyunu İstanbul turnesine geldikleri zaman
gördüm. Bedreddin zihnime yine mıh gibi çakılmıştı.
Mehmet Akan oyununu İstanbul Devlet Tiyatrosu'nda sah­
nelerken küçük değişiklikler yaptı. Adını da sadeleştirdi:
Bedreddin. Birlikte yaphğımız araştırma sırasında gördükle­
rini ekledi. Ekibimizin çektiği "Bedreddin Muhabbeti" kıs­
mını izledikten sonra oyununu o "Muhabbet"le başlattı.
Pek duyurusu, reklamı yapılmamasına rağmen o yıl Taksim
sahnesinde, Bedreddin oyunu gişe rekorları kırıyordu. Se­
yirciler, sessiz sedasız da olsa tiyatroya adeta akın ediyor­
lardı. Trakyalı Bedreddiniler de bir otobüs tutup İstanbul' a
oyunu izlemeye gelmişler ve çok etkilenmişlerdi. Bedreddin
ertesi yıl yine sessiz sedasız, hatta nedensiz, programdan
kaldırıldı. Bir yıl sonra Mehmet Akan kansere yakalandı ve
maalesef erkenden aramızdan ayrıldı.
Genco Erkal ve Mehmet Akan, tiyatro tarihimizde çok

220
önemli yeri olan Dostlar Tiyatrosu'nu birlikte kurmuşlardı.
Dostlar' dan önce de birlikte "Genç Oyuncular" hareketi
içindeydiler. Mehmet aynı zamanda koreograftı. Dostlar
Tiyatrosu'nun çabsı albnda halk oyunlarını çağdaş bir yo­
rumla sahneleyen "Dostlar HASAD" (Halk Sanatları Derne­
ği) adlı bir dans tiyatrosu kurmuştu.
Mehmet Akan asıl şöhretini, kaderin garip bir cilvesiyle ti­
yatroyla ya da halk oyunlarıyla değil, bir TV dizisiyle ka­
zanmışb. "Bizimkiler" dizisinde apartman yöneticisi emekli
Albay Sabri Bey'i oynamış ve o rolüyle ünlenmişti.
7 Jason Goodwin, Ufukların Efendisi Osmanlılar, çev. Armağan
Anar, Sabah Kitapları 96, İstanbul, 1999, s. 230.
-

8 Cemal Kafadar, Betweeıı Two Worlds: Tlıe Constrııctioıı of tlıe


Ottoman State, University of California Press, 1996, s. 66.
9 age., s. 70.
10 Jason Goodwin, Ufukların Efendisi Osmaıılılar, çev. Armağan
Anar, Sabah Kitapları - 96, İstanbul, 1999.
11 Tarih Ütopya İsyan, Şeyh Bedreddin Yaşamı, Felsefesi, İsya111,
der. Barış Çoban, Su Yayınevi, İstanbul, 2011, s. 13.
12 age. V.
13 Prof. Dr. Ömer Lütfi Barkan, "İstila Devirlerinin Kolonizatör
Türk Dervişleri ve Zaviyeler", Vakıflar Dergisi, Ankara, 1942,
s. 292.
14 Ahmet Yaşar Ocak, Osmaıılı Toplumımda Zıııdıklar ve Miillıid­
ler, 1 5-1 7. Yüzyıllar, Tarih Vakfı Yurt Yayınları 60, İstanbul,
-

Temmuz 1998, s. 80-81.


15 Jason Goodwin, Ufuklarııı Efendisi Osmanlılar, çev. Armağan
Anar, Sabah Kitapları 96, İstanbul, 1999, s. 28.
-

16 Aziz Nazmi Şakir-Taş, Adrianopol'deıı Edirııe'ye - Edime ve


Civarında Osmanlı Kültür ve Bilim Mulıitiııiıı Oluşumu (XIV.­
XVI. Yüzyıl), Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi, 2009, s. 47.
17 Cemal Kafadar, Betweeıı Two Worlds: Tlıe Constrııction of tlıe

221
Ottommı Stnte, University of California Press, 1996, s. 145-146.
İki Düııyn Amsmdn kitabında Bedreddin isyanlarından
sonraki durumu değerlendiriyor: "Bedreddin isyanının
basbrılmasının ardından Balkanlar'daki Türk Müslüman
varlığı sonunda Osmanlı varlığına eşitlendi. Bizanslılar ve
Venediklilerin sonsuz silah sağladığı, hepsi gerçek olma­
yan çeşitli Osmanlı şehzadelerinin sadece yerel bağımsızlık
(otonomi) isteyen ciddi ayaklanmalarına ara sıra hala rast­
lanıyordu. Bu rakipler teker teker ortaya çıkarılıyordu. il.
Murad'ın dayısı 'Düzmece' Mustafa 1422'de elendikten son­
ra, Hollywood filmleri gibi seyircileri giderek azaldı."
18 Prof. !rene Melikoff Türkçe bildirisinde, "Le Gnosticisme
chez les Bektachis/ Alevis et les interferrences avec d'autres
mouvements gnostiques" isimli Fransızca makalesinden
yararlanmıştı. Makalede Zhukov'un Rusça makalelerinde,
Şeyh Bedreddin'den, Aydınoğlu Umur Bey' den, Umur Paşa
Destanı'ndan, Sahte Hıristiyanlardan (zındık), Börklüce
Mustafa ve Katarlardan da söz ettiğini belirtiyordu.
Aşağıdaki Türkçe bildiri Melikoff'un Kültür Bakanlığı ile Ana­
dolu Erenleri Kültür ve Sanat Vakfı işbirliğiyle 23-28 Ekim 2000
tarihlerinde, Ürgüp, Nevşehir'de yapılan Uluslararası Anado­
lu İnançları Kongresi'ndeki konuşmasından, kongre bildirileri­
nin basıldığı, Ervak Yayınları, Bilim Kültür Dizisi Uluslnmrnsı
Anadolu İ11n11çlnrı Kongresi Bildirileri adlı kitaptan alınmıştır:

Örneğin, 1 346 yı l ı nda Ayd ı n Emiri Umur Paşa Vened i k


temsi lci lerine şöyle der:
İzm i r'e karşı düzenlenen Haçl ı Seferl eri ' nden h i ç kork­
muyorum, çünkü H ı ristiyan dostlarım vard ı r.
Umur Paşa' n ı n H ı ristiyan dostları kuraldışı/heterodoks
in ançl ı Kato l i k Gelfler ve G ibel i n lerd i . B u n l ara Sahte H ı­
ristiyan den i rd i . 1 3 30 yıl ları nda, bu sahte H ı ristiya n l ar Efes

222
yak ı n l arında yeni bir kent kurmuşlardı ve orada Türklerle
birli kte, Ege Den izi'nde bu lunan Latin adalarına akın dü­
zen l iyorlard ı . Bu heterodoks Sahte Hı ristiyanlar Katolik
veya Ortodoks i nançl ı H ı ristiyanl ara karşı Türklerle işbirl iği
yapıyorlard ı .
Sahte H ı ristiyan ol arak nitelenen kesim ler Katarlar ve
B ogo m i l lerd i . Bogomi l ler ve Katarlar, eski Pavlikanlar gibi
Manici l i k inancına bağl ıyd ı l ar. X l l l . asırda, Al aşehir'de
(eski P h i l adelphia) 1 6 Katar kil isesi vard ı .
1 34 1 yı l ı nda, Umur Paşa Korint Körfezi'ne b i r akın
düzen l eyerek Türklerin Keşişl ik Adası dedikleri adayı ele
geçirm i şti . Bu ada Umu r Paşa döneminde kuraldışı inançl ı
Fra nsisken lerin merkez iydi. Ku raldışı Fransisken l i lere Fra­
tice l l i den i rd i . Onların l ideri Angello di Claremo ad l ı bir
keşişti. Fraticell iler İsa ve havari gibi dünya mal ına değer
vermeyen fakir bir hayat tarzında yaşıyorlard ı . Takip ettik­
l eri i nanca N u r dini den ird i .
19 age., s. 95.
20 Aziz Nazmi Şakir-Taş, Adrimıopol'deıı Edirııe'ye - Edirııe ve
Civnrındn Osınmılı Kültür ve Bilim Mııfıitiniıı Olıışımııı (XIV.­
XVI. Yüzyıl), Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi, 2009, s. 118.
21 age., s. 54.
22 a ge , s. 59.
.

23 age., s. 55.
24 Cnm i u 'l-F us Cı leı;ıı ' in kelime anlamını Erciyes Üniversitesi
öğretim üyesi Prof. Halit Ünal açıklıyor:
Camiu'l-FusOleyn, iki Fusu l'u bir araya getiren, birleşti­
ren demektir. Eserin girişinde bel irttiği gibi müel l if bu eseri,
İslam yargı hukuku ile i lgi l i olarak daha önce yazıl mış iki
ayrı kitabı kısaltarak, tekrarları atarak ve gerekl i i laveleri
yaparak b i r araya getirm iştir.
25 Mecelle-i Alıkam-ı Adliye veya kısaca Mecelle, 1868-1876 yılları

223
arasında Ahmet Cevdet Paşa başkanlığındaki bir komis­
yon tarafından derlendi. İslami özel hukuk (medeni hu­
kuk) kuralları kodeksiydi. Osmanlı İmparatorluğu'nun
son yarım yüzyılında mahkemelerde hukuki dayanak ola­
rak kullanıldı.
26 Necdet Kurdakul, Bütün Yönleriyle Bedreddin, Döler Reklam
Yayınları, Araştırma Serisi - 1, İstanbul, Aralık 1977.
27 age., s. 147-150.
28 Abdülbaki Gölpınarlı, Simavna Kadısıoğlu Şeı;Jı Bedreddin, Eti
Yayınevi, 1966, "Bölüm IV: Bedreddin'in en önemli tasavvuf
eseri: Varidat", s. 51.
29 age., s. 53.
30 age., s. 51-52.
31 age., s. 31-32.
32 Necdet Kurdakul, Bütün Yönleriyle Bedreddin, Döler Reklam
Yayınlan, Araştırma Serisi - 1, İstanbul, Aralık 1977, s. 70.
33 age., s. 87.
34 Ahmet Yaşar Ocak, Osmanlı Toplumunda Zındıklar ve Miil­
lıidler 1 5-1 7. Yüzyıllar, Tarih Vakfı Yurt Yayınları / Osmanlı
Araştırmaları Dizisi, İstanbul, 1998, s. 188-194.
35 age., s. 188.
36 age., s. 197.
37 age., s. 196.
38 Karaburun, Homeros'un Odysseia'sında "rüzgarlı Mimas"
diye geçer. Mimas, Karaburun yarımadasının tam ortasında
doğudan batıya uzanan 1212 metre yükseklikteki beyaz ka­
yaları olan Akdağ'ın (Bozdağ) Rumca adıdır. Tarihçi Dukas
aynı dağı Stilarion diye adlandırır.
39 Konstantin Jukof iki ilginç makale yayımladı. Biri, İngilizce:
"The Cathars, Fraticelli and Turks a New Interpretation of
Berkludje Mustafa's Uprising in Anatolia in 1415" (1996), di­
ğeri 1998 yılında basılmış Rusça bir makale: "XIV-XV. Asır-

224
da Doğu Akdeniz' de olan Dini Hareketlerin Tarihi İzlemesi:
Börklüce Mustafa'run İsyanına Yeni Bir Açılım" Jukof, şim­
diye kadar bildiklerimize ek olarak, İtalyan kaynaklarındaki
yazılı bilgileri aktarıyor. Özellikle Fransisken topluluğun­
dan kopmuş olan Fraticelliler ve XIV. asırda Ege bölgesinde
onların ve Türklerin ilişkilerinden bahsediyor.
Kültür Bakanlığı ile Anadolu Erenleri Kültür ve Sanat
Vakfı işbirliğinde, 23-28 Ekim 2000 tarihlerinde, Ürgüp­
Nevşehir' de gerçekleştirilen Uluslararası Anadolu İnançları
Kongresi bildirilerinden hazırlanan, Ervak Yayınları, Bilim
Kültür Dizisi Uluslararası Anadolu İnançları Kongresi Bildi­
rileri kitabından.
40 Michael Doukas, Tarih - Anadolu ve Rumeli 1326-1462, çev.
Bilge Umar, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, 2008, s. 98-99.
41 Dimitris Kastritsis, "The Şeyh Bedreddin Uprising in the
Context of the Ottoman Civil War of 1402-1413, Political Ini­
tiatives From the Bottom Up in The Ottoman Empire, Haly­
con Days in Crete VII" Rethymno' da yapılmış bir sempoz­
yum, Ocak, 2000.
42 Radi Fiş, Ben de Halimce Bedreddinem (Spyaşçie Prodbudyats­
ya}, çev. Mazlum Beyhan, Yön Yayıncılık, 1995, s. 363.
43 Michel Balivet, Şeı;Jı Bedreddin Tasavvuf ve İsyan, çev. Ela
Güntekin, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 2016, s. 86.
44 age., s. 87.
45 Prof. Dr. !rene Melikoff, Uyur İdik Uyardılar - Alevilik-Bekta­
şilik Araştırmaları, çev. Turan Alptekin, Cem Yayınevi, İstan­
bul, 1994, s. 146.
46 Hilmi Yavuz Bedreddin Üzerine Şiirler' ine "Ben de halümce
Bedreddinem" diye başladıktan sonra Çelebi Mehmed'in
Bedreddin'i ashrdıktan sonra, lalasına, "Bedreddin yaşıyor
mu hala?" diye tekrar tekrar sorduğunu ve bir yıl sonra felç
geçirdiğini, geri kalan ömrünü malul olarak yaşadığını yazar.

225
47 Sofyalı Bali Efendi Kanuni Sultan Süleyman'ın şeyhülisla­
mıydı. Aziz Mahmud Hüdai 17. yüzyılda yaşamış bir Şeyh
Bedreddin düşmanıydı.
48 Ahmet Yaşar Ocak, Osmanlı Toplumunda Zındıklar ve Mül­
lıidler 15-17. Yüzyıllar, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, Osmanlı
Araştırmaları Dizisi, İstanbul, 1998, s. 198-199.
49 Abdülbaki Gölpınarlı, Siınavııa Kndısıoğlu Şeylı Bedreddin, Eti
Yayınevi, 1966, s. VII-IX.
50 Prof. Irene Melikoff Uyur İdik Uyardılar (s. 145) kitabında
Demir Baba'dan da söz ediyor. Bulgaristan' da Babailerin
Hacı Bektaş'tan daha çok Demir Baba, Kızıldeli ya da Sarı
Saltuk'u andıklarını belirtiyor:
Deliorman'da medet umulan vel i İsperi h ve Kubrat ara­
sı ndaki Zavet Tepesi'nde tekkesi bu l u na n Dem i r B aba'd ı r.
Bu tekke, eski bir Trakya tapınağın ı n yeri üstü ne kuru l muş­
tur. Dipsiz Göl adı veri lmiş derin bir vadide b u l u n a n tek­
ken in yakını nda, vel i n i n pençe atarak kayadan su fışkırt­
tığı kutsal bir çeşme vard ı r. Geleneğe göre, Dem i r Baba
S i l istre'den onunla birl i kte gel m i ş bir Şeyh Bedredd i n ta­
raftarı id i . Bedredd in'in yen i lgisi nden sonra, Dem i r B aba
da, bir mü nzevi yaşamı sürdüğü D ipsiz Göl'e çek i l m işt i .

226
EK: HARİTALAR
;>
l
- ) ) sürgas
.,1 (
... ..,."T t'
BO '
·VO

Bedreddin izindeki yolculuğumuz: Türkiye


Edirne, Bursa, İznik, Tire, Birgi, Selçuk, Karaburun
-, 1
XacKoeo XapMoHnH
Haskovo Harmanli
o l!:iJ .• .

s
p: c:ı
ro ro
'=-= p..
....
(f) ro
-· P-
3 P­
ııı :;·
§ -N.
ııı
'
::ı ·
c::ı P-
ro

3 c. � -·
� '< \
(
� 9..
ııı n Ke�an;

' c
(f) c
� OQ<
ııı c
2. 3
')';"" c
(f) •N•
ro
-<
(ti c ' ..
.s-ı ::ı ®
ııı ,, •-

(f) 1
ııı 2. ,.
NlKflH l
1

(J)
c
N ;;;- l " AıpuTO<;
AfylO!;
::ı l ,, ;��S) �oouı;
I
6'.: � ilfo
ııı
!!:!
1
Ol
• �. 4• .;,;,. ,:. .
nco!toxWpı
v
ffoimaİ'o�
�.'! ,;
illa
1 Pcfkoch'orı
'
rz1ne

Budoşıi

. ;-.
·,

Curç_ani
Mjn3Stirea
) . Ciocöncşti
� m
A
\
• ·,

"
'
lal

o::ı Gr nca: ,-/.n


\ i·
l'1> 1
o..
itl 'ı
CJl o.. J I' '
Oobromır ,

::..: o..

fa:
....
s· ,...

l
!O t::! . -- � -
. .
�""

\ c \
:;:;:ı ::J .
... rnaemon.ı.:ı
D> o.. Gfnvınn::a
N l'1> w
OQ c.
;;ı '<
o.. o
k.pywapH
�. n
V> ı::
Ky6paT Kru:.hari
'"0 - . :�ubrat
1'1> ı::
.... OQ< 'Jcpaen
-· ı:: Tervcl
?" 3 GO
:;>;: ı:: io
l'1> N f m
3 .. i ""
,_,
\
D> o::ı
- C Kl1011MHODO "\
S' ciQ Kaolfrıo-.ıo
.... D> fi)
::ı. · y.... .llo6ı
V> ,' Dobı
m
El'
::J .llOH�t!OO
Oonclıevo
f

'-

"" fll
BbtNM Aon
Valchı Ool �
floJıMı.ıun
::ı
;z:
/
2

·�
'
'-

Bedreddin'in yolculukları ve Bedreddinilerin görüldüğü yerler


SARUHAN

PHl!J\DELl'Ull·:
..... Al.A:iEHIR

!
!-11 AYDIN BEYLİGİ
'<
ı::: RIRGI
ı\tt.;ük Mcndcrc
� ____� _....__

TiRE

is

NYSA
SLll.TANHJS,\J
o::ı

m
"'$..

...
M E NTEŞ E

� ıo 20 Knı
·:.;;
:.<
z ;s
N o v

5 z

o
<
;::
oC
'J'� -

f('�
� c
c

..

Bedreddin ve Bitinya
o::ı EFLA K
(!)
Q.
(il
Q.
Q.
5�
s· NICOPOLIS/Nlônoı.u
<
(!)
o::ı
tl>
B U L G A R İ S TA N
Q.
(il KA RA D E N İ Z
Q. SOHA ESKi ZAGl\A
Q.
§:
ro­
::ı.
::ı
'<
Q)
"fl ACHIUDOS
Q)
Q.
o3< OfJRJ
;:;;- �EREZ

� o·
5· z;;ı \'E NICL
\',\JUHR
9:
ro­
::ı
n
o
()qt
;;ı T E S A LYA 100 K.\J
'-<"'
EGE D ENİZİ
Q)
• Enlll.NE
ANllRJNOPLE

S.\�L\�A

nı�ıın·oKA
ı>ID\"MOTEICllON •

KIZILOEU

• MALKA l\A

6-16 M.

EGE DENİZİ

Meriç-Evros Vadisi
... _
-. ...

/Wfu,;f lbfı •
, ... , ,\ Q

@] I
, [1 1
_:,)
=o
Td«" A'ıut1 .&.
/Ja;.
"1 ı.ıco, A. (.,J./d /Jo:!ı
,..,,

-- -·--·- -
·- ----

Börklüce Mustafa'nın Karaburun'daki isyan coğrafyası


SI RBİSTAN

TESA LYA

--

14.-15. yüzyıl Osmanlı haritası


.\ R D f.

You might also like