Professional Documents
Culture Documents
Keşşâf Tefsi̇ri̇ Cilt 3
Keşşâf Tefsi̇ri̇ Cilt 3
Keşşâf Tefsiri
ZEMAHŞERÎ
3. Cilt
TÜRKİYE YAZMA ESERLER KURUMU BAŞKANLIĞI YAYINLARI: 70
Dinî İlimler Serisi :7
Kitabın Adı : EL-KEŞŞÂF ‘AN HAKĀ’İKI ĞAVÂMİDI’T-TENZÎL
VE ‘UYÛNİ’L-EKĀVÎL FÎ VUCÛHİ’T-TE’VÎL
Keşşâf Tefsiri 3. Cilt; (6 Cilt)
Müellifi : Ebu’l-Kāsım Cârullah Mahmûd b. Ömer b. Muhammed
el-Hārizmî ez-Zemahşerî (ö.538/1144)
Özgün Dili : Arapça
Çeviri : Doç. Dr. Muhammed Coşkun [Tevbe, Yûsuf, İbrâhim, Hicr, İsrâ]
Prof. Dr. Adil Bebek [Yûnus, Hûd, Nahl 37-128]
Prof. Dr. Abdulaziz Hatip [Ra‘d]
Prof. Dr. Murat Sülün [Nahl 1-36]
Editör : Prof. Dr. Murat Sülün
Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi,
Temel İslâm Bilimleri Anabilim Dalı (Tefsir), Öğretim Üyesi
Yayın Hazırlık : Yazma Eser Uzm. Yrd. Murat Ünlüer
Yapım : Yüksel Yücel
Baskı : Mega Basım Yayın San. ve Tic. A.Ş. Cihangir Mh. Güvercin Cd.
No:3/1 Baha İş Mrk. A Blok Kat: 2 34310 Avcılar / İstanbul
Tel.: 0212 412 17 00 Sertifika No: 12026
Baskı Yeri ve Yılı : İstanbul 2017
Baskı Miktarı : 1. Baskı, 2000 adet
KEŞŞÂF TEFSİRİ
(METİN - ÇEVİRİ)
3. CİLT
ZEMAHŞERÎ
(ö. 1144)
Çeviri
Muhammed Coşkun - Adil Bebek
Abdulaziz Hatip - Murat Sülün
Editör
Murat Sülün
İÇİNDEKİLER
TEVBE SÛRESİ 8
YÛNUS SÛRESİ 226
HÛD SÛRESİ 356
YÛSUF SÛRESİ 518
RA‘D SÛRESİ 716
İBRÂHİM SÛRESİ 782
HİCR SÛRESİ 868
NAHL SÛRESİ 930
İSRÂ SÛRESİ 1060
DİZİN 1207
EL-KEŞŞÂF
‘AN HAKĀ’İKI ĞAVÂMİDI’T-TENZÎL
VE ‘UYÛNİ’L-EKĀVÎL FÎ VUCÛHİ’T-TE’VÎL
EZ-ZEMAHŞERÎ
EBU’L-KĀSIM CÂRULLAH MAHMÛD BİN ÖMER
BİN MUHAMMED EL-HĀRİZMÎ
Allah’ın rahmeti onun üzerine olsun.
ا כ אف
و ها و ن ا אو و ا ا א
ي ا
ارز ا د אر ا أ ا א
ا ر
TEVBE SÛRESİ
[1] Birçok ismi vardır: Berâ’e, Tevbe, el-Mukaşkışa (süpürüp atan), el-Mu-
ba‘sira (saçıp döken), el-Muşerride (def eden), el-Muhziye (perişan eden), el-Fâdı-
5 ha (rezil eden), el-Musîra (ortaya çıkaran, deşen), el-Hâfira (kazan), el-Münekkile
(ibretlik eden), el-Müdemdime (başlarına yıkan), Sûretü’l-‘Azâb (azap sûresi) isim-
leri bunlardan bazılarıdır. Zira bu sûrede müminlere yönelik tövbe söz konusu-
dur. Sûre nifakı süpürüp atmakta, yani nifaktan berî olunduğunu ifade etmekte,
münafıkların sırlarını saçıp dökmekte, onların derin sırlarını kazıp açığa çıkart-
10 makta, onları rezil-rüsva ve ibretlik etmekte, onları ürkütmekte, uzaklaştırıp def
etmekte ve başlarına azap indirmektedir. Huzeyfe b. el-Yemân (r.a.) [v. 36/656]
şöyle demiştir: “Siz bu sûreyi ‘Tevbe sûresi’ olarak isimlendiriyorsunuz, ama as-
lında o azap sûresidir; vallahi, tenkit etmedik kimse bırakmamıştır!”
[2] Şayet “Diğer sûreler gibi buna da besmele ile başlansa olmaz mıydı?”
15 dersen şöyle derim: Bunu İbn Abbâs, Hazret-i Osman’a (r.a.) sormuş o da
şöyle demiş: “Peygamber (s.a.), kendisine bir sûre veya ayet inzâl edildiği
zaman, ‘Bunu falan mevzunun zikredildiği yere koyun.’ derdi. Vefat ettiği
zaman bu sûreyi nereye koyacağımızı beyan etmemişti. Sûrenin anlattıkları
da Enfâl sûresinde anlatılanlara benziyordu. Bu sebeple iki sûreyi bir arada
20 yazdım. Bunların ikisi el-karîneteyn diye isimlendirilirlerdi.” [Tirmizî, “Tefsir”,
10] Übeyy b. Kâ‘b’ın [v. 33/654] ise, “Onların böyle düşünmelerinin sebebi
Enfâl sûresinde ahitlerden, Tevbe sûresinde ise ahitlerin bozulmasından söz
edilmiş olmasıdır.” dediği nakledilmiştir. Bu husus Süfyân b. Uyeyne’ye
[v. 196/811] sorulmuş; “Allah’ın ismi barış ve emandır anlaşma feshedilip,
25 savaş ilan edilirken yazılmaz. Allah Teâlâ “Ey iman edenler! Allah yolunda
savaşa çıktığınız zaman, iyice araştırın da size selâm verene, dünya
hayatının geçici menfaatine göz dikerek ‘Sen mümin değilsin!’ demeyin”
[Nisâ 4/94] buyurmuştur” demiştir. Bunun üzerine kendisine “Peygamber
(s.a.) kendileri ile savaş durumunda olduğu kimselere mektup yazdığında
30 bismillâhirrahmânirrahîm ifadesine yer vermiştir.” denince şöyle demiştir:
“Peygamber (s.a.)’in bu yazısı, onlara ilk kez davet yapıldığı zaman idi. Bu
yüzden onlara savaş ilanı yapmamıştır; herhangi bir anlaşmayı feshetmiş değildi.
رة ا
ون و א و وآ א א
، دة ،ا ة ،ا ،ا ،ا اءة ،ا אء؛ ة أ ] [١א
. א أ ًا إ
م وأ אن اّ אل :ا ا ر ا د .و ا اءة و
[3] Enfâl ve Tevbe sûrelerinin tek bir sûre olduğu da söylenmiştir, her ikisi
de savaşla ilgili olarak indirilmiş olup yedi uzun sûrenin (seb-‘i tuvel) yedincisi
sayılırlar. Bundan sonraki sûreler ise yaklaşık 100 ayetlik (mi’ûn) sûreleridir.
10 Bu görüş oldukça açık ve güçlüdür; çünkü bu iki sûre birlikte değerlendirildiği
zaman iki yüz altı ayet ederler; böylece bir uzun sûre ebadında olurlar. Sahâbe
bu konuda ihtilâfa düşmüş; bazıları "Enfâl ve Berâ’e sûreleri tek bir sûredir."
derken diğer bazıları “Bunlar iki ayrı sûredir.” demişlerdir. İki ayrı sûre olduk-
ları görüşüne istinaden birbirinden ayrı yazılmışlar; ikisinin tek bir sûre olduğu
15 görüşüne istinaden de aralarına besmele yazılmamıştır.
1. Antlaşma yaptığınız Müşriklere Allah ve Resûlünden son ihtar:
2. Yeryüzünde dört ay (daha) serbestçe dolaşın. Ama bilin ki, Allah’ı âciz
bırakamazsınız. Allah, inkârcı nankörleri kesinlikle rezil-rüsva edecektir!
[4] [i] Berâ’etün (son ihtar) ifadesi hazfedilmiş bir mübtedanın haberidir,
20 hâzihî berâetün (Bu son ihtardır.) şeklinde. Mina’llāhi (Allah’tan) ifadesinde-
ki Min, başlangıç ifade eder ve sıla beri’tü mine’d-deyni (Borçtan kurtuldum.)
ifadesinde olduğu gibi [mevsūl] değildir; hazfedilmiş bir ifadeye taalluk eder.
Anlam, “Bu, Allah ve Resûlünden antlaşma yaptığınız Müşriklere ulaşan son
ihtardır.” şeklindedir. Tıpkı “Bu falancadan filancaya yazılmış bir mektup-
25 tur.” ifadesi gibi. [ii] Berâ’etün ifadesinin, sıfatı ile hususileştirilmiş olduğu için
mübteda olması, haberinin de “anlaşma yaptığınız Müşriklere” ifadesi olması
da mümkündür. Bu durumda ifade tıpkı, racülün min benî temîm fi’d-dâr (Te-
mim oğullarından bir adam, evdedir.) ifadesi gibi olur [Yani “Allah ve Resûlün-
den gelen son ihtar, antlaşma yaptığınız Müşrikleredir.” mealinde]. [iii] Mansup olarak
30 berâ’eten şeklinde de okunmuştur ki bu durumda anlam “Son ihtarı dinleyin.”
şeklindedir. Necranlılar mina’llāhi ifadesini Nun’un kesresi ile mini’llâhi şeklin-
de okumuşlardır. Lâm-ı tarif olduğunda daha uygunu, -sık kullanıldığından-
[harekelerin en hafifi] fetha ile olandır [mina’llāhi].
אب ود و ا إ د ى ا ا م ل: اه أ
ب ا وأ ا اءة وا א ى .وأ א ا ا ا אب ا إ
: אب ر ل ا Ṡאل أ ل .و ا ىا إ א و
ل א כ ر אن א : ة .و אل رة وا אل و اءة ا
ة. رة وا א אل: ل ا ا ا ر אن؛ و כ א אل:
َ َ َ ﴿-١اء ٌة ِ َ ا ِ َو َر ُ ِ ِ ِإ َ ا ِ َ َ א َ ْ ُ ْ ِ َ ا ْ ُ ْ ِ כِ َ ﴾
ُ ِ َ ﴿-٢ا ِ ا َ ْر ِ
ض َأ ْر َ َ َ َأ ْ ُ ٍ َوا ْ َ ُ ا َأ כُ ْ َ ْ ُ ُ ْ ِ ِ ي ا ِ َو َأن ا َ ١٠
ُ ْ ِ ي ا َْכא ِ ِ َ ﴾
ا ا אכ ،وأ وا أن إ ا כא ، ةو و א ًא
} َ ِ َذا م ا ا ،و ض אؤا أ آ أ ا رض أر
: . ا أ أ א אء ا راכ ا אر أ
אدي א ي. ،و ا وأ ، אء؟ אل: ا ل
ّ
14 TEVBE SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
Terviye gününden bir gün önce Hazret-i Ebû Bekr kalkıp insanlara konuş-
ma yapmış ve hac menâsikinden söz etmiş; Ali (r.a.) da bayram günü Akabe
cemresinin yanında kalkıp “Ey İnsanlar! Ben Peygamber (s.a.)’in size gönder-
diği elçisiyim.” demiş. İnsanlar “Peygamber (s.a.) seni ne ile gönderdi?” diye
5 sorunca onlara sûrenin otuz / kırk ayetini -Mücâhid’den [v. 103/721] nakledil-
diğine göre ise on üç ayetini- okumuştur. Sonra “Bana dört şey emredildi: Bu
yıldan sonra hiçbir Müşrik Allah’ın ‘ev’ine yaklaşmayacak. Kâbe çıplak olarak
tavaf edilmeyecek. Cennete sadece iman edenler girecek. Antlaşma yapılanlar
hakkında anlaşma maddelerine sonuna kadar riayet edilecek.” demiş. Bunun
10 üzerine, “Ey Ali! Amcaoğluna bildir. Biz yapmış olduğumuz antlaşmayı fesh
ettik. Artık bizimle onun arasında hiçbir antlaşma yoktur, sadece mızrak ve
kılıç darbesi vardır!” demişlerdir. Söylendiğine göre Peygamber (s.a.) adına
sadece kendi soyundan bir kimsenin bu uyarıyı duyurmasının emredilmesinin
sebebi, Arapların antlaşmaları feshederken bu işi daima kabile adına o kabile-
15 den birinin üstlenmesi şeklinde bir âdetlerinin olmasıdır. Bu işi Hazret-i Ebû
Bekr üstlenecek olsaydı o zaman, “Bu, bizim antlaşmayı feshetme âdetimize
aykırı bir davranıştır.” diyebilirlerdi. Dolayısıyla, bu görevi Ali (r.a.)’ın üstlen-
mesiyle bu mazeretleri de ortadan kaldırılmış oldu.
[9] Şayet “Bu dört ay hangileridir?” dersen şöyle derim: İbn Şihâb
20 ez-Zührî’den [v. 124/742] nakledildiğine göre Berâ’e sûresi Şevvâl ayında in-
zâl edilmiştir; söz konusu dört ay da Şevval, Zilka‘de, Zilhicce ve Muharrem
aylarıdır. Bunların Zilhicce’nin yirmi günü, Muharrem, Safer, Rebiülevvel ve
Rebiülahir’in on günü olduğu da söylenmiştir. Bunlar ‘haram ay’ kabul edil-
miştir; çünkü bu aylarda onlara eman / güvence verilmiş, öldürülmeleri ve
25 kendileri ile savaşılmaları haram kılınmıştır. Ya da “haram aylar” ifadesi tağlib
gereği zikredilmiştir. Zira mezkûr aylar içerisinde Zilhicce ve Muharrem [Arap-
ların öteden beri haram kabul ettiği] aylardandır [Safer ve Rebiülevvel ise tağlib gereği
haram aylardan sayılmıştır]. Bu dört ayın Zilka‘de’nin onundan başlayıp Rebiülev-
vel’in onuna kadar devam ettiği de söylenmiştir; çünkü Arapların uyguladıkları
30 “haram ayların yerlerini değiştirme (nesî’)” âdeti gereği, o sene hac mevsimi bu
döneme denk gelmişti. Bir sonraki sene ise Zilhicce’ye geldi.
[10] Şayet “Allah Teâlâ haram ayları savaştan koruduğu halde, âlimlerin
çoğunluğunun bu aylarda Müşriklerle savaşmayı câiz görmelerinin sebebi ne-
dir?” dersen şöyle derim: Haram ayların korunmasının gerekliliğine dair emir
35 daha sonra neshedilmiş ve bu aylarda Müşriklerle savaşmak mubah kılınmıştır,
demekteler.
ا כ אف 15
أ ّن اءة ا ير ا : ؟ א ا ر :ا ] [٩ن
م .و ،وا ة ،وذو ا ّ ال ،وذو ا : أ أر ال،
ّ
ا ّول ،و ر ،و م ،و ،وا ذي ا ون
ّ
، ا ؛ أو و א אو م أُو ا ً א، .وכא ا ر
ّ ُ
ا ول، ر ةإ ذي ا : א .و م وا ّن ذا ا ١٥
ّ
אر ، ء ا ي כאن ذכا כאن כا ّن ا
אس َ ْ َم ا ْ َ ِّ ا َ ْכ َ ِ َأن ا َ َ ِ ٌ
يء ِ َ ِ َ ا ِ َو َر ُ ِ ِ ِإ َ ا ِ ﴿-٣و َأذ ٌ
َان َ
ُ ُ َ ِ ْن ُ ْ ُ ْ َ ُ َ َ ْ ٌ َכُ ْ َو ِإ ْن َ َ ْ ُ ْ َ א ْ َ ُ ا َأ כُ ْ َ ْ ُ ُ ْ ِ ِ ي ا ْ ُ ْ ِ כِ َ َو َر ُ
اب َأ ِ ٍ ﴾
כَ َ ُ وا ِ َ َ ٍ ا ِ َو َ ِّ ِ ا ِ َ ٥
ا ل. ا ذان
، إن؛ أو ّن ا او ا ًא ، א .و ئ א ١٠ا כ رة وا
ك. : ،כ ا : ار .و ا ؛ وא يء أي
ّ
א ر ًא ؤ א אل :إن כאن ا ر ً و כ أن أ ا א
ً
ا ر אأ اء ، ا כ ا ، إ ا يء!
ٌ
. ا
ُ ُ ا ْ ُ ُ ُم َ א ْ ُ ُ ا ا ْ ُ ْ ِ כِ َ َ ْ ُ َو َ ْ ُ ُ ُ ْ َو ُ ُ و ُ ْ ِ َ ﴿-٥ذَا ا ْ َ َ َ ا َ ْ
َة َوآ َ ُ ا ا כَ א َة َ َ ا ْ ُכ َ ْ َ ٍ َ ِ ْن َ א ُ ا َو َأ َא ُ ا ا َوا ْ ُ ُ و ُ ْ َوا ْ ُ ُ وا َ ُ
ٌ﴾ َ ِ َ ُ ْ ِإن ا َ َ ُ ٌر َر ِ
داء .و}ا َ ْ ُ ا ْ ُ ُم{ ا ،و دا ،כ כا ا ] [٢٣ا
ُ ُ
כ و א وا ا ا َ } .א ْ ُ ُ ا ا ْ ُ ْ ِ ِכ َ { أن אכ א ٥أ
}و ُ ُ و ُ { وأ و ،وا
مَ ، ّ ٍ أو ُُ ُ { כ } َ ْ ُ َو َ ْ
ْ ْ
אس ف ا د .و ا ا وا {و و و ؛ }وا ا
َ ْ ُ ُ ُْ
ام. ا ا و אل أن : ا ر
َ ِّ ا ِ َ ِ َ ْ َ ْ ِ ا ْ َ َ َ
אر ِ ِ
ام} .إِن ا َ َ ُ ٌر ا وإ אن ا :د ا אس ر ا و
אرك أ ه :وإن ا ها א ، ا ط ا ]} [٢٦أَ َ ٌ {
ً
: ه .وا ا ا اءّ ،ن إن א אرك و ا
24 TEVBE SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
ما א .و إ כ : ا ر ا .و כ و ٥
א أن אل :إن أراد ا ا ر إ כ ا :אء ر
ّ
؟ אلّ ، :ن א כ م ا ،أو اا אء ا ًا
} َ َ ِ ُه{ } .ـ{ אرة א ا ، ]َ } [٢٧ذ ِ َכ{ أي ذ כ ا ١٠
ْ
ّ إ ، א مو א } َ َ ْ َ ُ َن{ א ا }أَ ُ { م
ْ
. اا او ا אن إ א
ْ َ א ِ ُ َن﴾ َو َ ْ َ ُ ُ ُ ُ ْ َو َأ ْכ َ ُ ُ
ً א ،כ א אل:
ْ ِ ِ ْ َر ْألِ ا َ ِ
אم َכ ِّل ا َ َ ْ ُ كَ إن إ َכ ِ ْ ُ َ ْ
: ذ כ .و ،و : אه .و ِ } :إ { إ א .و ئ »إ «، و
ا ل وه، و ا أ ا او א ار إذا א ، ا ١٥
אق. ا
28 TEVBE SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
[31] “Sizi razı etmeye çalışıyorlar.” Bu yeni bir cümle başlangıcı olup, içleri
ile dışlarının bir olmayışını nitelemekte, ahde vefa gösterip antlaşmada sebat
etmiş olabileceklerine dair yadırgamayı onaylamaktadır. “Kalplerin imtina
etmesi” ise içlerindeki kinin dillerinden dökülen güzel sözlere aykırı olması
5 demektir.
[32] “Çoğu da fâsık” inatçı, ahde vefasız / sadakatsiz! Yani -bazı kâfirlerde
yalan ve ihanetten uzak durma, ırza leke sürecek ve hakkında kötü konuşulma-
sına sebep olacak şeylerden kaçınma gibi özellikler bulunduğu halde- bunlarda
kendilerini alıkoyacak güzel nitelikler ya da engelleyecek bir karakter bulun-
10 mamaktadır!
9. Allah’ın ayetlerini az bir pahaya değişerek O’nun yolundan uzak-
laştılar. Bu yapageldikleri şey gerçekten çok kötü!
10. (Yaptığı antlaşma ile kendini güvence altına alan) bir mümin hak-
kında ne yemin ne de sorumluluk gözetirler. Bunlardır işte, saldırganlar!.
15 [33] “Allah’ın ayetlerini” yani Kur’ân’ı ve İslâm’ı “az bir pahaya” -ki bu,
heva ve şehvet peşinde koşmaktır- “değişerek” -iştirâ / satma, istibdâl / değiş-
tirme anlamındadır- “O’nun yolundan uzaklaştılar” kendileri döndüler ya da
başkalarını engellediler. Bunların, Ebû Süfyân’ın [v. 31/652] toplayıp, yedirip
içirdiği bedeviler olduğu da söylenmiştir. “Bunlardır işte, saldırganlar!” yani
20 zulüm ve şirretlik konusunda nihaî sınırı aşanlar.
11. Eğer dönüş yaparlar, namazı dosdoğru kılıp zekâtı verirlerse, din
kardeşlerinizdirler. Biz bu ayetleri, bilen bir toplum için açıklıyoruz.
[34] “Eğer” küfürden ve antlaşmayı bozmaktan “dönüş yaparlarsa” onlar
sizin “din kardeşlerinizdirler.” Mübteda [hum / “onlar”] tıpkı ُ אء َ ِْن َ َ ْ َ ُ ا آ
ْ َ ْ
“( َ ِ ْ ا ُ ُכBabalarının kim olduğunu bilmiyorsanız, o takdirde, [bunlar] sizin
ْ
25
ون﴾ ُ ْ ِ ٍ ِإ َو ِذ ً َو ُأو َ َ
ِכ ُ ُ ا ْ ُ ْ َ ُ َ َ ْ ُ ُ َن ِ ﴿-١٠
12. Söz verdikten sonra yine yeminlerini bozup dininize taan eder-
lerse, küfrün liderleri ile savaşın! -Çünkü onlar için yemin söz konusu
değildir.- Belki son verirler.
[36] “Dinize ta‘n ederlerse” yani dininiz hakkında ileri geri konuşur, dini-
5 nizi ayıplarlarsa, “küfrün liderleri ile savaşın!” “Onlarla” demek yerine, açıkça
“küfrün liderleri ile” buyrularak, bunların Müşrik iken antlaşmayı bozmakla,
Araplar arasındaki vefakâr, değerli insanların âdetlerini bir kenara atıp inatçı ve
azgın bir şekilde davranmış oldukları [belirtilmiş olmakta] ardından, iman edip
namazı kılıp zekâtı vererek Müslümanların din kardeşi haline geldikleri, ama
10 daha sonra gerisingeri dönüp İslâm’dan çıktıkları, böylece, söz verdikleri iman
ve ahde vefa konusunda da antlaşmayı bozdukları, bir de kalkıp Allah’ın dinine
taan ederek “Muhammed’in dini kayda değer bir şey değil!” dedikleri, dolayı-
sıyla “küfrün liderleri” oldukları, yani inkârda önde gelen öncüler oldukları,
hiçbir kâfirin onları geçemeyeceği ifade edilmiş olmaktadır.
15 [37] Şöyle demişlerdir: Müslüman toplum içinde vatandaş olarak yaşayan
bir gayrimüslim (zimmî), İslâm’a açıkça taan etse öldürülebilir; çünkü kendisi
ile yapılan [vatandaşlık antlaşması / zimmet], dine taan etmemesini de içermekte-
dir. Taan ederse ahdini bozmuş ve zimmetten çıkmış olur.
[38] “Çünkü onlar için yemin söz konusu değildir.” Eymân, yemînin çoğu-
20 َ ْ َ أifadesi] Lâ îmâne le-hum şeklinde de okunmuştur ki “Onların
ludur. [ ْ ُ َ אن
imanları -yani islâmları- yoktur.” ya da “Dinden dönüp antlaşmayı bozduktan
sonra onlara eman verilmez, bunun yolu yoktur.” anlamındadır.
[39] Şayet “Onlar hakkında nasıl önce “eğer yeminlerini bozarlarsa” de-
nilerek yeminlerinin bulunduğu ifade edilmiş, daha sonra da yeminlerinin
25 bulunmadığı söylenmiştir?” dersen şöyle derim: İlk ifadede onların zahiren
ettikleri yeminler kastedilmiş, daha sonra da “Hakikatte onların gerçek bir ye-
minleri yoktur, yeminleri yemin değildir.” denilmiştir. Ebû Hanîfe [v. 150/767]
kâfirlerin yeminlerinin yemin olarak kabul edilmeyeceği konusunda bu ayeti
delil göstermiştir. Şâfi‘î’ye [v. 204/819] göre ise kâfirin yemini geçerlidir. Mâna,
30 “Onlar yeminlerine vefa göstermezler.” şeklindedir. Bunun delili ise, onların
yeminlerinin “bozulmuş” olmakla nitelenmiş olmasıdır.
[40] “Belki son verirler” ifadesi “küfrün liderleri ile savaşın” ifadesi ile iliş-
kilidir. Yani böylesine ağır bir suç kendilerinden sadır olduktan sonra [bile],
bunlarla savaşma amacınız, savaşın onları vazgeçirmesi olmalıdır [silah bıraktık-
35 ları anda savaş terk edilir]. Bu, Yüce Allah’ın ikram ve fazlının sınırsızlığından ve
-dönüş yaptığı her seferinde- kötülük edene O’nun da rahmetiyle dönmesin-
den kaynaklanmaktadır.
ا כ אف 31
﴿-١٢و ِإ ْن َ َכ ُ ا َأ ْ َ א َ ُ ْ ِ ْ َ ْ ِ َ ْ ِ ِ ْ َو َ َ ُ ا ِ ِد ِכُ ْ َ َ א ِ ُ ا َأ ِ َ
َ
אن َ ُ ْ َ َ ُ ْ َ ْ َ ُ َن﴾ا ْכُ ْ ِ ِإ ُ ْ َأ ْ َ َ
؛ م « ،أي إ .و ئ » إ אن אن َ ُ { أَ ]ِ } [٣٨إ
ُْ َ َْ َ ْ
إ . ا ّدة وا כ ،و ن ا אن أو
א א }وإِن َ َכ ُ ا أَ ْ َ א َ ُ {
َ ا אن أ :כ ن ][٣٩
ْ
،وأ א ا و א ،אل :أ אن أ ا :أراد أ א ؟
ًא. כ ن ا כא أن ا ر أ אن .و ا ١٥
وכ ْ َ َכ ُ ا َأ ْ َ א َ ُ ْ َو َ ا ِ ِ ْ َ ِ
اج ا ُ لِ َو ُ ْ َ َ ُء ُ َ ﴿-١٣أ ُ َ א ِ ُ َن َ ْ ً א ٥
َأ ْن َ ْ َ ْ ُه ِإ ْن ُכ ْ ُ ْ ُ ْ ِ ِ َ ﴾ َأولَ َ ٍة َأ َ ْ َ ْ َ ُ ْ َ א ُ َأ َ
א . } َ ُ َ א ِ ُ َن{
ا א אء ا ا ة َن{ د ]} [٤٢أَ َ ُ َ א ِ ُ
ً
א ا א َ َ } .כ ُ ا أَ ْ َ א َ ُ { ا א ّ و אه :ا
ْ
أ ه ار ا وة، אوروا כ اج ا ُ ِل{
ْ َ ِ }و َ ا ِ ِ
א ة َ ا
وכ أَو َل َ ٍة{ ،أي ء }و ج ة، ا א أذن ا ١٠
َ ُ ََ ُ ُْ
ا اءة א א ،ن ر ل ا Ṡאء أو ً א כ אب כא ا و
ا אدءون ا אل؛ אإ אر ا ا ، ا و ا
א ،وأن أن א כ א ، א אل .وا אدئ أ
ّ
כ ؟ כ א
ّ ا א و א، و א ك ] [٤٣و ّ ١٥
14. Onlarla savaşın da Allah sizin ellerinizle onlara azap etsin, onla-
rı rüsvâ etsin, onlara karşı sizi galip getirsin, (zamanında onların gad-
rine uğrayan) bir mümin topluluğun içlerini ferahlatıp
15. kalplerindeki hıncı gidersin... Bununla birlikte, Allah diledi-
5 ğinin tövbesini kabul ediyor. Allah ‘mutlak ilim ve hikmet sahibi’dir
(‘Alîm, Hakîm).
[54] Allah Teâlâ savaşmadıkları için müminleri kınadıktan sonra, onla-
ra açıkça savaşma emri vererek “Onlarla savaşın.” buyurmuş ve kalpleri sebat
bulsun ve niyetleri sahih olsun diye onlara, düşmanlarını onların elleriyle öl-
10 dürerek azap edeceğini, esir ederek perişan edeceğini ve onlara zafer ve galibi-
yet nasip edeceğini vaat etmiştir. “Bir mümin topluluğun içlerini ferahlatıp
müminlerden bir topluluğun…” -Bu topluluk Huzâ‘a kabilesidir. İbn Abbâs
şöyle demiştir: Bunlar Sebe’den, Yemen’den birkaç sülale olup, Mekke’ye gele-
rek Müslüman olmuşlar, Mekkelilerden şiddetli eziyet görmüşler, sonra Pey-
15 gamber (s.a.)’e adam gönderip şikâyette bulunmuşlar, o da onlara, “Müjdeler
olsun! Kurtuluş yakındır!” buyurmuştur.- “…kalplerindeki hıncı gidersin” on-
lardan gördüğünüz kötülüklerden dolayı kalplerinizde oluşan öfkeyi gidersin.
Allah Teâlâ bütün bu vaat ettiği hususları gerçekleştirmiştir. Bu da O’nun elçisi
olan Peygamber (s.a.)’in peygamberliğinin sıhhatine delildir.
20 [46] “Allah dilediğinin tövbesini kabul ediyor.” Bu ifade yeni bir söz baş-
langıcı olup Allah Teâlâ Mekkelilerden bazılarının küfürden tövbe edeceği-
ni haber vermektedir. Gerçekten de böyle olmuş, Mekke’den bazı kimseler
Müslüman olmuş, hatta gayet iyi Müslümanlar olmuşlardır. Yetûbu ifadesi
başında bir “En” gizli olduğu ve tövbenin, mâna itibariyle [savaş] emrin[in]
25 ortaya çıkartacağı şeyler arasına girdiği [yani “Savaşın ki Allah … ve bazılarının
tövbesini kabul etsin.” anlamında olduğu] düşünülerek, ve yetûbe şeklinde mansup
da okunmuştur.
[47] “Allah mutlak ilim ve hikmet sahibidir.” Olanları bildiği gibi ola-
cakları da bilir, ancak hikmetin gerektirdiğini yapar.
30 16. Yoksa siz, içinizden ‘cihâd eden, Allah’tan, Resûlünden ve mü-
minlerden başkasını sırdaş edinmeyen’ kimseler (ile böyle olmayanları)
Allah ortaya çıkarmadan, kendi halinize bırakılacağınızı mı sanmıştı-
nız?! Yaptıklarınızdan Allah haberdardır!
ا כ אف 35
َ ﴿-١٤א ِ ُ ُ ْ ُ َ ِّ ْ ُ ُ ا ُ ِ َ ْ ِ כُ ْ َو ُ ْ ِ ِ ْ َو َ ْ ُ ْ ُכ ْ َ َ ْ ِ ْ َو َ ْ ِ ُ ُ َ
ور
َ ْ ٍم ُ ْ ِ ِ َ ﴾
ma‘tūf olup onunla aynı sıla ifadesinin kapsamındadır. Sanki “Allah içinizden
ihlaslı olup cihâd eden ve Allah’tan gayrı sırdaş edinmeyenleri ortaya çıkarınca-
ya kadar” denilmiştir. Velîce kelimesi, tıpkı dehīlenin dehale fiilinden türemesi
gibi velece fiilinden fe‘île vezninde türetilmiştir. [Mot-a-mot “Henüz Allah bilme-
15 den” ifadesindeki] “bilgi yokluğu”ndan maksat, bilinenin yokluğudur. Tıpkı, mâ
‘alima’llāhu minnî mâ kīle fiyye (Hakkımda söylenenleri Allah benim hakkımda
bilmemektedir.) ifadesi gibi ki “Hakkımda söylenenler benden sadır olmamış-
tır.” demektir.
17. Kendi nankörlük ve inkârlarına kendileri şahitken Müşrikle-
20 rin Allah’ın mescitlerinin bakımını üstlenme hakları yoktur. Bunların
amelleri boşa gitmiştir ve onlar Ateş’te temelli kalacaklardır!
[51] “Müşriklerin hakkı yoktur” yani “Allah’ın mescidini onların imar et-
mesi” doğru olmaz. “Allah’ın mescidi” ifadesi ile Mescid-i Harâm kastedil-
miştir. Bunun delili, “ve Mescid-i Harâm’ın imarı…” [Tevbe 9/19] ayetidir.
25 Mescidin çoğul okunuşunun ise iki izahı vardır. İlkine göre [mescitler” ifadesi
ile] Mescid-i Harâm kastedilmiş, fakat burası bütün mescitlerin kıblesi olduğu
için, çoğul olarak mesâcid kelimesi kullanılmıştır. Buna göre, orayı imar eden
kimse, bütün mescitleri imar etmiş gibi olmaktadır. Ayrıca Mescid-i Harâm’ın
her bir parçası secde yeridir [mesâcid / secde yerleri]. İkincisine göre ise mesâcid
30 ile cins kastedilmiştir. Buna göre Müşrikler mescid cinsini imar etmeye uygun
değillerse, bu cinsin öncüsü ve ilki olan Mescid-i Harâm’ı imar etmeye uygun
olmayışları haydi haydi bu hükmün kapsamına girer. Zira bu ifadede kinaye
üslubu kullanılmıştır. Nitekim “Falanca Allah’ın kitaplarını okumaz.” dediğin
zaman, onun Kur’ân okumasını, “Kur’ân okumaz” demekten daha etkili bir
35 şekilde olumsuzlamış olursun.
ا כ אف 37
: אن .وا و دا אا ة ا ،و ]} [٤٨أَ ْم{
א وا ا כ ،و ا ، אأ כ ن أכ
אدون ر ل ا Ṡ ا ،أي א ً ، وا و ِ ا ،و ا
ّ َ
. ان ا ر وا
،وכ א א אا א أ א אب ف ن: اة و ن وכא ا
כ و א כ“. כ،
ك، א و أ אرى ر אر א ون وا ا أ : ] [٥٣و
ودل
ّ אً { } א ذ כ أ אر אرن؟ وإ א
ة ،وذ כ אل وا أ אدة א כ אرة وا ا אر ن ١٥أ
. אل
ل ً א ا أ אد א ا א ؛و א َ א أ ّ وأ
. ٥ا
א زواري
،وإن ّ א ا أر א :إن م » :אل ا ا و אل
م» :إذا رأ ا ا « .و אل أ ا أ م» : ا زا ه« .و
أ ج ” :Ġ أ אن« .و א وا א א אد ا ا
دل
ّ : م .و ا ل אن א ا א אن א ذכ ا ى ،ا א
ة وإ אء ا כאة. כ إא ا
42 TEVBE SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
אر ا ا א ا إ א اإ آ او א ،ن ا ا א وأ
نأ כ א אل ا ، و دا اؤ ى ،ا وا ا
وا א .و א ،כא و ران אرة: وا א ] [٦٠ا
[61] Rivayete göre Müşrikler Yahudilere, “Biz hacılara su ikram eder, Mes-
cid-i Harâm’ın bakımını yaparız. Şimdi biz mi daha faziletliyiz yoksa Muham-
med ve beraberindekiler mi?” diye sormuşlar; onlar da “Siz daha faziletlisiniz.”
diye cevap vermişlerdir.
5 [62] Söylendiğine göre Hazret-i Ali (r.a.) [Mekke’deki] Abbâs’a “Amca! Hic-
ret edip, Peygamber (s.a.)’in yanına gelsenize!” demiş; o da, “Biz hicretten daha
faziletli bir konumda değil miyiz? Allah’ın evini ziyaret eden hacılara su ikram
eder, Mescid-i Harâm’ın bakımını yaparız!” diye cevap vermiş. Bu ayet inin-
ce de “Artık sikāye görevini terketmemiz gerektiğini düşünüyorum.” demiş.
10 Peygamber (s.a.) ise “Sikāyeye devam edin, bu görevde sizin için hayır var.”
buyurmuştur.
20. İman edip hicret edenler, mallarıyla ve canlarıyla Allah yolunda
cihâd edenler, Allah katında derece bakımından elbette daha büyük-
türler... ki felaha erecekler de bunlardır.
15 21. Rableri onları, kendinden bir rahmet ve rıza ile içinde kalıcı
nimetlerin bulunduğu kendilerine ait cennetlerle müjdeler.
22. Hem de ebediyen kalıcı oldukları halde... Şüphesiz, Allah katın-
da büyük bir mükâfat vardır.
[63] Bunlar “Allah katında” sikāye ve imâre görevlerini yapanlardan “daha
20 hayırlıdır ki felaha erecekler de bunlardır.” Kurtuluş size değil bu kimselere
mahsustur. ُ (Onları müjdeler.) ifadesi şeddeli de şeddesiz de okunmuş-
ْ ُ ُ
tur [yubşiruhum / yubeşşiruhum]. Müjdeye konu olan şeyler [yani rahmet, rıdvân ve
cennât], her türlü nitelemenin ve tarifin ötesinde hususlar olduğu için nekire
olarak ifade edilmiştir. Bu müjdenin hususan muhacirler hakkında olduğu İbn
25 Abbâs’tan nakledilmiştir.
23. Ey iman edenler! Eğer inkârı imana tercih ediyorlarsa babala-
rınızı ve kardeşlerinizi (bile) velî edinmeyin. İçinizden her kim onları
velî edinirse, bunlardır işte, zalimler!
24. De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşire-
30 tiniz, elde ettiğiniz mal-mülk, kesada uğramasından endişe ettiğiniz tica-
ret, hoşunuza giden yerleşkeler, size Allah ve Resûlünden ve Allah yolunda
cihâd etmekten daha sevimliyse, o zaman, Allah, (azap) emrini getirinceye
kadar bekleyedurun! Fâsık bir kavmi Allah doğru yola getirmez.
ا כ אف 45
. أ د :أ ا א ؟ א وأ أم أ ام ،أ ا
ل ن א ون ،أ أ אس :א א Ġאل :إن ] [٦٢و
ّ
ا ا ،وأ אج
ّ ة؛ أ ا أ ا .Ṡאل :أ
ا م :أ ا א א .אل إ ّ אرك אل ا אس :א أرا א ام؟ ٥ا
َ ِ ِ ا ِ ِ َ ْ َ ا ِ ِ ْ َو َأ ْ ُ ِ ِ ْ َأ ْ َ ُ ﴿-٢٠ا ِ َ آ َ ُ ا َو َ א َ ُ وا َو َ א َ ُ وا ِ
ون﴾ ِכ ُ ُ ا ْ َא ِ ُ ََد َر َ ً ِ ْ َ ا ِ َو ُأو َ َ
אت َ ُ ْ ِ َ א َ ِ ٌ ُ ِ ٌ ﴾
َ ْ ُ ُ ِّ َ ُ ﴿-٢١ر ُ ْ ِ َ ْ َ ٍ ِ ْ ُ َو ِر ْ َ انٍ َو َ ٍ
» :Ṡ ا .و ا א ا ا כ ار ّ وا و ا ا
ّ
ا أ ّ ا ؛ ا و ّ אن ا כ أ
ِ َ ْ َ ا ِ ِ ِ ْ ُ ِ ا ِّ ِ ُ ْ َ ِ ي َو َכ ْ َ ْ ِ ٍ َ ْ ََي ُ ْ َ َכ َ א َ َ ى
[68] Huneyn, Mekke ile Tāif arasında bir vadidir. Bu savaş, Mekke fethine
katılan on bin kişilik gruba Mekkeli olup da fetihten sonra azat edilerek mümin
olan iki bin kişilik grubun (tulekā’) da katılmasıyla oluşan İslâm ordusu ile -diğer
Arapların da katıl[arak sayıyı arttır]dığı- dört bin kişilik Hevâzin ve Sakīf ordusu
5 arasında gerçekleşmiştir. İslâm ordusu çok kalabalık imiş, hatta iki ordu karşılaş-
tığı zaman, Müslümanlardan biri “Bugün asla sayı azlığından dolayı yenilmeyiz!”
demiş, fakat bu söz Peygamber (s.a.)’in hoşuna gitmemiştir. Bunu Peygamber
(s.a.)’in dediği de Hazret-i Ebû Bekr’in dediği de söylenmiştir. İşte “Hani, sayısal
çokluğunuz böbürlenmenize yol açmıştı.” ifadesi bu olaydan söz etmektedir. İki
10 ordu şiddetli bir çarpışmaya girmiş, Müslümanlar sayılarının çokluğuna aldan-
mışlar ve zaferi verenin asker çokluğu değil Allah olduğunu unutmuşlar, sonuçta
hezimete uğramışlar ve ordunun dağılan parçaları soluğu Mekke’de almışlardı.
Bir tek Peygamber (s.a.) karargâhında sarsılmadan kalmıştır. Yanında da sadece
devesinin yularını tutan amcası Abbâs [v. 32/653] ve amcaoğlu Ebû Süfyân b.
15 el-Hâris [v. 20/641] vardı. Tek başına bu durum bile onun cesaret ve sükûnetinin
ne kadar fazla olduğunu göstermeye yeter ki bu da onun peygamberliğinin de-
lillerinden biridir. O esnada Peygamber Aleyhisselâm “Ya Rabbi! Vaat ettiğin şeyi
bana ver.” diye dua ediyor ve gür sesli bir zât olan Abbâs’a, “İnsanlara duyuru
yap.” diyordu. O da önce boy boy, kabile kabile Ensārîleri çağırmış, daha sonra
20 “Ey Hudeybiye’de o ağaç altında biat edenler! Ey Bakara sûresinin sonunda övü-
lenler!” diye bağırmış, sonuçta bütün Müslümanlar tekvücut olarak Peygamber
(s.a.)’in çevresinde “Lebbeyk! Lebbeyk!” nidalarıyla toplanmışlar ve melekler ala-
ca atlar üzerinde beyaz kıyafetlerle inmişler. Peygamber (s.a.) de Müslümanların
nasıl [canla başla] savaştıklarına bakarak “İşte şimdi kızıştığı andır tandırın!” demiş
25 ve eline bir avuç toprak alıp düşmana doğru fırlatmış ve “Kâbe’nin Rabbine ye-
min olsun ki yenilecekler!” buyurmuştur. [Daha sonra olayı anlatan] Hazret-i Abbâs
“Şu anda bile Peygamber (s.a.)’in onların peşinden devesini nasıl mahmuzladığı-
nı görür gibi oluyorum!” demiştir.
[69] ْ ُ ( ِ א َرbütün genişliği ile) ifadesinde Mâ, mastar Mâ’sıdır, Bâ ise
َ َ
30 ma‘a (beraber) anlamındadır; “bütün genişliği ile birlikte” demektir. Hakiki
anlamı ise, mültebiseten bi-ruhbihâ (genişliğini kuşanmış olarak) şeklindedir.
Zira burada câr ve mecrûr [bi-mâ] hal konumundadır ve bu kullanım tıpkı de-
haltü ‘aleyhi bi-siyâbi’s-sefer (Onun yanına sefer elbisesi ile girdim.) ifadesinin
mültebisen bi-hâ lem ehullehâ (sefer elbisesi üzerimde olduğu halde, onu çıkar-
35 madan) anlamında kullanılması gibidir. Âyette mâna, “Son derece korktuğu-
nuz için kaçacak yer bulamadınız; adeta yeryüzü size dar geldi!” şeklindedir.
“Sonra arkanızı dönüp kaçmıştınız” yani hezimete uğramıştınız!
ا כ אف 51
ً ا، ًا אر א אس؛ אدى ا ًא: אس ،وכאن .و אل Ṡ و
ن :כ ً א وا ً ا و ة ،כ وا אب ا ة ،א أ אب ا אدى :א أ
ّ
אل ر لا Ṡإ ل ََ ، ا אض כ ا כ ،و
אل: א اب כא أ ، ِ
َ ا َ َ ا אل: ا
ر لا Ṡכ إ أ ا .אل ا אس :כ ا ورب ا כ ! א ١٥ا
.
}وأَ َ َل ُ ُ ًدا{
ا ب َ و ر لا Ṡ ا ا : و
}و َب
أ ًא َ : آ ف ،و : آ ف .و כ ،وכא ا א ا
אب ل א ،ا אروا :إ א ذرار כ و אءכ ،وإ א أ ا כ .א ا :א כ א أ
ا راري א ،وإ א ء אؤوا ًא ،אم ر ل ا Ṡאل :إ ّن ١٠
اذכ אءכ وا ، כ أدري א .אل :إ و
ْ َ َ ا َو ِإ ْن ِ ْ ُ ْ َ ْ َ ً َ َ ْ َف ُ ْ ِ כُ ُ ا ُ ِ ْ َ ْ ِ ِ ِإ ْن َ َ
אء ا ْ َ َ َام َ ْ َ َ א ِ ِ
ٌ﴾ ِإن ا َ َ ِ ٌ َ כِ
54 TEVBE SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
[72] Neces (pislik) kelimesi mastardır, necise necesen, kazire kazeran şek-
linde ifade edilir. Anlamı “pislik sahibi” demektir. Çünkü Müşrikler şirk
koşmaktadırlar; şirk de pislik konumundadır. Ayrıca onlar temizlenmez,
gusletmez, diğer necasetlerden de arınmazlardı, necasetler onların ayrılmaz
5 parçası (elbisesi) gibiydi. Ya da onların pis olarak nitelenmelerinde mübala-
ğa maksadıyla bizzat kendileri pislik olarak nitelenmiştir. “Bunlar bir bütün
olarak (bi-a‘yânihim), tıpkı köpek ve domuz gibi necistir.” dediği İbn Ab-
bâs’tan nakledilmiştir. Hasan-ı Basrî’nin de, “Kim bir Müşrikle el sıkışırsa
abdest alsın.” dediği nakledilmiştir. Ancak mezhep imamları bu iki görüşün
10 aksini benimsemişlerdir.
[73] Neces kelimesi Nûn’un kesresi ve Cîm’in sükûnu ise nics şeklinde de
okunmuştur ki bu okunuşta mevsūf hazfedilmiş olup adeta, inneme’l-müşrikû-
ne cinsün nicsün (Müşrikler pis bir cinstir.) ya da darbun nicsun (Pis bir türdür.)
şeklindedir. Nics genelde rics (pislik) kelimesine tâbi olarak kullanılır; yani ke-
15 bidden türeyen kibd gibi, necisin hafifletilmişi olarak.
[74] “Onun için, bu yıllarından sonra” yani bu yıl yapacakları hacdan
sonra “Mescid-i Haram’a yaklaşmasınlar” Cahiliye döneminde yaptıkları gibi
hac ve umre yapmasınlar. Bu, Hazret-i Ebû Bekr’in hac emîri olarak görev-
lendirildiği hicretin dokuzuncu yıl haccı olup, Ebû Hanife ve arkadaşlarının
20 görüşü budur. Ali (r.a.)’ın Müşriklere nihaî ihtarı [berâ’e] okuduğu sırada söy-
lediği “Dikkat edin! Bu senemizden sonra artık hiçbir Müşrik hac yapmaya-
cak!” şeklindeki sözü de buna delâlet eder. Bu görüş sahiplerine göre Müşrik-
lerin Mescid-i Harâm’a ve diğer mescitlere girmelerine engel olunmaz. Şâfi‘î
Rahimehu’llāh’a [v. 204/820] göre sadece Mescid-i Harâm’a girmelerine engel
25 olunur. Mâlik Rahimehu’llāh’a göre [v. 179/795] hem Mescid-i Harâm’a hem
diğer mescitlere girmelerine engel olunur. Atā b. Ebû Rebâh’tan [v. 114/732]
“Mescid-i Harâm’dan maksat harem bölgesidir ve Müslümanlar Müşrikle-
rin buraya girmelerine izin vermemelidir. Müşriklerin buraya yaklaşmalarını
yasaklamanın anlamı, müminlerin onları buraya sokmamalarıdır.” şeklinde
30 bir görüş nakledilmiştir. Kastedilenin, Mescid-i Harâm’ı sahiplenmekten,
oranın işlerini yapmaktan alıkonulmaları, bu görevlerden el çektirilmeleri
olduğu da söylenmiştir.
ا כ אف 55
؛ ّن ًرا .و אه ذوو ر ً א، ر ،אل: : ] [٧٢ا
א. و א ،א א ا اכ .أو א אت، ا
א : ا אز .و כא כ ب وا אس :Ġأ א ا و
.و א ا ه و ن א כ: .و ام א ا ا
ِّכ أن ا م ،وأن ام :ا ا اد א אء Ġأن ا ١٥
. כ ا إ ه را أن כ ا ،و د
ا و א ام وا אم ا ا ا اد أن :ا و
ذ כ.
56 TEVBE SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
وأכ ر א رارا،
ً אء ا آ .ر أو
د وا א . ا
. اه ا א وא ا ما ي ا وا د ،وأن ا اد وأن
ه ،أو وه ،أي أن ا أ א א א ؛ ][٧٩
. ا אء א ّ ون א ّ
ا إرادة אه ؛ أو ا ا ] { ٍ َ ْ َ } [٨٠إ א أن اد ٥
ىإ .أ ه ،إذا ا אد وأ אد ،و כ א ا :أ ا فا
اج ا رض .وا ،و أ م א ] [٨٢و ١٥
ا . لכ ،و א כאن א د ا ل אس ] [٨٤و
و אس أو אن ْכ و ُم אس :Ġאء ر ل ا Ṡ
د ا ا ل أ ّن ا אص .و :א ،א ا ذ כ .و ا ١٥و א כ
، ا راة و א א ا م، ا אء اا
أ م אل :إ ا אه ا رض، م و ج
م א א ا راة؛ ، ا ؟ אل :أ
أ ّن ا .وا مإ ّ ره و ا ا راة ً א ،א ا א
אכ ا؛ ،א أ כ وا و כ :أ ّن ا ا ا ل כאن ٢٠
. ا כ
62 TEVBE SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
[85] Şayet “Her söz ağızla söylenir. O halde ‘Bu onların ağızlarıyla söyle-
dikleri sözleridir.’ ifadesinin anlamı nedir?” dersen şöyle derim: Bu iki şekilde
açıklanabilir. İlkine göre burada onların söyledikleri sözün burhan ile desteklen-
memiş bir söz olduğu, altında hiçbir mâna olmayan, tıpkı hiçbir anlama delâlet
5 etmeyen zil sesi ve nağmeler gibi sadece dil ile telaffuz edilen bir söz olduğu
kastedilmiştir. Zira belli bir mânaya delâlet eden sözün lafzı ağızla söylenir, anla-
mı da kalpte etki bırakır. Ama anlamı olmayan söz, sadece ağızla söylenmekten
ibaret kalır. İkincisine göre kavl (söz) kelimesi ile görüş/mezhep anlamı kastedil-
miştir. Nitekim “Ebû Hanîfe’nin kavli” dendiğinde, onun ve görüşlerini kabul
10 edenlerin mezhebi kastedilir. Âyette adeta “Onların sadece ağızları ile ifade et-
tikleri fakat kalben inanmadıkları görüşleri, dinleri budur; çünkü bunun delili
yoktur, [asılsız olduğu konusunda] hiçbir şüphe içermediği için kalplere tesir etmez.”
denilmiştir. Zira Allah’ın eşi olmadığını itiraf etmişlerdir, dolayısıyla O’nun evla-
dı da olmadığı konusunda herhangi bir şüphe kalmamıştır.
15 [86] Yudāhûne1 (benzeşirler) ifadesinde bir muzāfın hazfedilmiş olması ge-
rekir ki takdir, “Bunların sözleri inkârcıların sözleriyle benzeşir.” şeklindedir.
Sonra muzāf hazfedilmiş ve muzāfun ileyh olan zamir onun yerine geçmiş ve
merfû‘ olmuştur. Anlam, “Peygamber (s.a.) dönemindeki Yahudi ve Hristiyan-
ların sözleri atalarının sözlerine benzemektedir.” şeklindedir. Yani onları sözleri
20 yeni değil, kadim bir küfürdür. Ya da “Onların sözleri Müşriklerin -hâşa!- ‘Me-
lekler Allah’ın kızlarıdır.’ şeklindeki sözlerine benzemektedir.” anlamı kaste-
dilmiştir. Zamirin Hristiyanlara raci olduğu da söylenmiştir. Buna göre anlam
şöyledir: Hristiyanların ‘Mesih Allah’ın oğludur.’ şeklindeki sözleri, Yahudile-
rin ‘Üzeyir Allah’ın oğludur.’ şeklindeki sözlerine benzer, zira Yahudiler Hris-
25 tiyanlardan daha kadimdir.
[87] Bu kelime Hemze ile yudāhi’ûne şeklinde de okunmuştur. Bu okuyuşta
kelime, “hayız görmediği için erkek gibi olan kadın” anlamındaki imra’etün dah-
ye’u ( ) ifadesinden fey‘al vezninde türemiştir. Hemze, tıpkı ğirkı’un ( ;
yumurta zarı) kelimesinde olduğu gibi, ilavedir.
30 [88] “Allah kahretsin bunları!” Yani bunlar, söylediklerinin berbatlığına şa-
şırma ifadesi olarak bu sözün kendileri hakkında söylenmesini hak etmekteler.
Tıpkı berbat işlere imza atanlar hakkında “Allah kahretsin bunları! Ne acayip
iş yapmışlar!” denildiği gibi… “Nasıl da ters-yüz ediliyorlar?!” Nasıl da haktan
döndürülüyorlar?!
ِ ﻳﻀolmakla birlikte, müfessir yudāhûne kıraatini esas almaktadır. /
Hafs rivayeti ﺎﻫ ُﺆن
1 َُ
ed.
ا כ אف 63
ْ َ ا ِ ِ {؟ ِ
} َذ َכ َ ْ ُ ُ א ل אل א :כ ن ][٨٥
ْ
ن إ ّ אن ،א ه ل א أن اد أ و אن؛ أ :
. ا אء ا א
:أن ً א .وا א ،א אف إ ا ا אف وأ فا ١٠
، א ل א אرى د وا ا ر لا Ṡ כא ا ا
ا َْ ،و :ا أة ] [٨٧و ئ » א ن« ،א ١٥
َ َ َْ
. ِ ةכ א א ،و أ א َאل א تا
ْ
ما א و א א ا أ א أر א ًא أ ] [٨٩ا אذ
: אن{ ]
َ َ [٤١ :؛ } َא أ َ ِ َ َ ْ ِ ا {] ون ا ْ ِ
אدهَ ْ َ } :כא ُ ا َ ْ ُ ُ َ
َ س ٥
ْ ُ
، ذ ر لا Ṡو إ א :Ġا ّي .[٤٤و
. ون
66 TEVBE SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
ون َأ ْن ُ ْ ِ ُ ا ُ َر ا ِ ِ َ ْ َ ا ِ ِ ْ َو َ ْ َ ا ُ ِإ َأ ْن ُ ِ ُ َر ُه َو َ ْ כَ ِ َه
َ ُ ِ ُ ﴿-٣٢
ون﴾ا َْכא ِ ُ َ
َ ُ ﴿-٣٣ا ِ ي َأ ْر َ َ َر ُ َ ُ ِא ْ ُ َ ى َو ِد ِ ا ْ َ ِّ ِ ُ ْ ِ َ ُه َ َ ا ِّ ِ ُכ ِّ ِ َو َ ْ
כَ ِ َه ا ْ ُ ْ ِ ُכ َن﴾
אل ، Ṡא כ ا ّة أن א ][٩١ ٥
א ون ا כא ا :أ א א أכ إכאف .و ى ًא :
1 Bu anlayışa göre, malının zekâtını ödedikten sonra kişi dilediği kadar biriktirebilir.
/ ed.
ا כ אف 69
ن اد ا ز أن .و ا אق ا א ّ ال ،وا ا
زכא أد
א ّ :כ ا כ .و أدي زכא
כ ؟ אل :א ّ أ
Bunlar zekâtın farz kılınmasından öncedir; zekât farz kılındıktan sonra ise
[durum farklıdır, zira] Yüce Allah’ın kuluna izin verdiği yoldan mal kazanma
imkânı bahşedip, kulun da bu malın hakkını eda etmesi durumunda Al-
lah onu cezalandırmayacak kadar âdil ve kerem sahibidir. Abdurrahman
5 b. Avf [v. 32/653], Talha b. Ubeydullah [v. 36/656] gibi birçok sahabî mal
sahibi idi; malları üzerinde tasarrufta bulunurlardı ve mal sahibi olmaktan
imtina edenlerden hiçbiri onları bu sebeple ayıplamazdı. Çünkü mal sahibi
olmaktan imtina etmek demek, daha faziletli olana talip olmak, dünyadan
elini çekmek ve takvaya daha fazla sarılmak demektir. Mal sahibi olmak ise
10 mubahtır, helâldir; böyle yapan kişi kınanmaz. Her şeyin bir haddi-hududu
vardır. Ali (r.a.)’dan nakledilen, “Ancak dört bin dinar biriktirilebilir, ötesi
infak edilir; bundan fazla biriktirilirse kenz olur.” şeklindeki söz, ‘daha fazi-
letli’ olanın beyanı hakkındadır.
[98] Şayet “Ayette iki şey [altın, gümüş] zikredildiği halde, neden ‘Onu infak
15 etmezler.’ denilmiştir?” dersen şöyle derim: Burada zamir, lafız değil mâna esas
alınarak kullanılmıştır. Çünkü bunlardan her biri yeterli bir miktar, oldukça
büyük bir sayıda dinarlar ve dirhemlerden ibarettir. Bu ifade tıpkı وإن א אن
ا ا “( اŞayet müminlerden iki grup çatışırlarsa” [Hucurât 49/9]) aye-
tindeki gibidir. Bu çoğul zamiri ile ‘hazineler’in kastedildiği de, ‘mallar’ın kas-
20 tedildiği de söylenmiştir. Yine, “Onları ve altınları infak etmezler.” şeklindedir
de denilmiştir. Nitekim
Muhakkak ben ve [atım] Kayyâr, yabancıyım orada ben
ifadesinde “Kayyar da öyle” anlamındadır.
[99] Şayet “Neden birçok mal arasında hususen altın ve gümüş zikredil-
25 miştir?” dersen şöyle derim: Çünkü bu ikisi mal edinmenin aslı ve diğer eşya-
ların bedeli olarak kullanılan şeylerdir. Bunları ancak diğer ihtiyaçlarını giderip
fazla mal sahibi olanlar biriktirir. Bunlara, biriktirecek kadar çok sahip olan
kimseler diğer mallara ihtiyaç duymazlar. Dolayısıyla bunların zikredilmesi,
diğerlerini de kapsamış olmaktadır.
[100] Şayet “َ َ َ א
30
ْ َ ْ ُ (Üzerinde kızdırılır.) denilmiştir, bunun
yerine –sadece- tuhmâ (Bunlar kızdırılır.) denemez miydi? Zira ha-
miye’l-mîsemu ve ahmeytühû (Şiş kızdı, onu kızdırdım.) denilir, fa-
kat ahmeytu ‘ale’l-hadîd (Demirin üzerine kızdırdım.) denmez?” der-
sen şöyle derim: Bu, “Ateş bunların üzerinde alevlendirilip kızdırılır,
35 yani son derece kızgın ve sıcak bir şekilde tutuşturulur.” anlamında-
dır. Tıpkı ٌ ِ אر א
ٌ (“Kızgın Ateş!..” [Kāri‘a 101/11]) ayetinde olduğu gibi.
َ
ا כ אف 71
אر اض ا ّ ،ن ا ا أ ض أ א ،و א א ن ال و ا
، ّم א אء אح א ،وا ا ا رع وا ،وإ ّ د ٥
. ا כ “כ م
إ :ذ א ًא א אن؟ א ،و ذכ :و : ن ][٩٨
ودرا ، و ة כ ة ود א وا א ،ن כ وا دون ا ا
َ ِّ َو َ ٌ
אر ِ َ א َ َ ِ ُ
و אر כ כ.
ذכ אء אر، :ذا כאن ا .ن اا ، :م و
א א، ا אر :م ور ،أ ا אر وا إ : ؟ ا
- ا ا : אء؟ ها ّ : ] [١٠١ن
،و ن אو ن אت أכ ن ،و نو و
وإ אه ا ،وإذا وا ا כא ا إذا أ : ر“ .و א
} َ ُ و ُ ا َ א ُכ ُ ْ َ ْכ ِ ُ َ
ون{ .و ئ ب و כ و أ
ْ َم َ َ َ
ا ِ َ אب
כِ َ ِ ِ َة ا ُ ِر ِ ْ َ ا ِ ا ْ َא َ َ َ َ ْ ً ا ِ ِ ﴿-٣٦إ ن
ا ِ ِ َْ ُِ ِכ ا ِّ ُ ا ْ َ ِّ ُ َ ض ِ ْ َ א َأ ْر َ َ ٌ ُ ُ ٌم َذ ََ ْر َ ات َوا ا َ َ ِ
ا َأ ن ا َ َ َ ا ا ْ ُ ْ ِ כِ َ כَ א ً כَ َ א ُ َ א ِ ُ َכُ ْ כَ א ً َو ا ْ َ ُ َأ ْ ُ َ כُ ْ َو َא ِ ُ
اُْ ِ َ﴾
: ا ًא .و و ورآه כ כ وأو אأ אب ا ِ{
]ِ ِ } [١٠٣כ َ ِ ٥
م، א أر ا؛ ا א ات وا رض« .وا ا م ار כ ا
ً
ُ אدى ا ي ُ م؛ ور ،وا ة وذو ا ا אت؛ ذو ا ث
َ ّ
ّ ، ذي ا ،و אد ا א כא إ ا :ر אن .وا ١٠و
ّ ا أ ،כ א ،א ًא ا אه : .[١ :و ]ا
אر ، كا ّ אر ن ام و ا وب و אرات ،ذا אء ا ١٠
، م א ا ا ا ر اآ ، ن כא و ّ
ً ّ
} ِ َ ا ِ ُ ا ِ َة َ א א .وذ כ أ ر ا אم أر ّ ن כא ا
ُ ّ
א اا אو א و ا ر ا ا ّة ا ا َ َم ا ُ{ ،أي
[107] “Onu bir yıl helâl, bir yıl haram sayıyorlar.” ifadesindeki zamir
nesî’ye râcidir, yani bir sene haram aylardan birini helâl saydıkları zaman,
ertesi yıl onu haram sayıyorlardı. Rivayete göre bu hadise Kinâne kabile-
sinde yaşanmıştı. Zira yoksuldular; baskın ve talana ihtiyaç duyuyorlardı.
5 Cahiliye döneminde Cünâde b. Avf el-Kinânî sözüne itaat edilen bir ki-
şiydi hac mevsiminde [‘Arafat’ta] ayağa kalkar ve olanca sesiyle “İlâhlarınız
Muharrem ayını size helâl kıldı, siz de helâl kılın!” der, ertesi yıl yine kalkar
ve “İlahlarınız Muharrem ayını size haram kıldı, siz de haram kılın!” derdi.
[108] Nesî’, katmerli bir inkârcılık olarak nitelenmiştir. Çünkü kâfir
10 her bir günah işledikçe küfrü kat-be-kat artmış olur. Nitekim “Kalplerinde
hastalık bulunanların ise murdarlığına murdarlık katar.” [Tevbe 9/125] denil-
miştir. Buna karşılık mümin de ibadet ve itaatte bulundukça imanı artar.
Bu hususta da Allah Teâlâ , “İman edenlerin imanını artırır ve onlar müjde-
leşirler.” [Tevbe 9/124] buyurmuştur.
15 [901] fiili meçhul formda (“saptırılır” anlamında yudallu) okun-
duğu gibi, Yâ ve Dāt’ın fethası ile yadallü şeklinde ve fiilin Yüce Allah’a
isnadıyla yudıllü (saptırır) şeklinde de okunmuştur. İbn Şihâb ez-Zührî [v.
124/742] ِ ا ِ ُ اifadesini şedde ile li-yuvettı’û şeklinde okumuştur.
ُ
[110] Nesî’, nese’ehû (erteledi) fiilinin mastarıdır. Bu fiil nese’ehu nes’en ve
20 nesâ’en ve nesî’en şeklinde kullanılır. Bu tıpkı messehû (ona temas etti) fiilinin
messehû messen, mesâsen ve mesîsen şeklinde kullanılmasına benzer. Âyetteki
kelime bu şekillerin tamamı ile okunmuş, bunlardan başka en-nediyyü vez-
ninde en-nesiyyü şeklinde ve en-nehyü vezninde en-nesyü şeklinde de okun-
muştur ki bu ikisi en-nesî’ü ve en-nes’ü kelimelerinin hafifletilmiş halidir.
25 [111] Şayet “‘Allah’ın haram kıldığını helâl sayarlar.’ ifadesinin anlamı
nedir?” dersen şöyle derim: Bunun mânası, “Haramlığı, malum dört ayın
bizzat kendisine tahsis etmeksizin sadece haram ayların sayısı olan dördü
tutturmaya çalışarak Allah’ın haram kıldığı savaşı -ya da haramlığı, malum
dört ayın bizzat kendisine tahsis etmemeyi- helâl sayarlar.” şeklindedir.
30 [112] “Amellerindeki kötülük kendilerine cazip gösterildi.” Yani Allah
onları nimetinden mahrum bırakmış; onlar da çirkin amellerini güzel zan-
netmişlerdir. “Allah doğru yola getirmez.” Yani onlara lütufta bulunmaz,
aksine lütfundan mahrum eder. İfade malum fiil şeklinde zeyyene le-hum
sû’e a‘mâlihim (Amellerindeki kötülüğü kendilerine cazip gösterdi.) şeklin-
35 de de okunmuştur ki bu durumda süsleme fiilinin fâ‘ili Yüce Allah’tır.
ا כ אف 79
ِ ه. م כ ا
ّ
ازداد כ ا، ث ا כ ،ن ا כא כ א أ ء ز אدة ا ][١٠٨
ً
ث ا א ازداد إذا أ ،[١٢٥ :כ א أن ا } َ َ َاد ْ ُ رِ ْ ً א إ رِ ْ ِ ِ {
]ا
ْ ْ
.[١٢٤ : إ א ًא } َ َ َاد ْ ُ ْ إ א ًא َو ُ ْ َ ْ َ ْ ِ ُ َ
ون{ ]ا
ًא ،כ כ: و אء و ه ه ،إذا أ ه؛ אل ر ء ] [١١٠وا
ً א .و ئ »ا َ َ « زن ا ى ،و»ا ْ « ّ ً א .و ئ אو א ًאو
ء. ء وا ا ،و א زن ا
38. Ey iman edenler! Sizin neyiniz var ki, size “Allah yolunda sefer-
ber olun.” denildiğinde, yere çakılıp kaldınız?! Yoksa âhireti bırakıp da
dünya hayatına mı razı oldunuz?! Oysa dünya hayatının zevki âhirete
göre çok azdır.
5 39. Seferber olmazsanız, O size can yakıcı bir azapla azap eder ve
sizi başka bir toplumla değiştirir. Ve siz O’na hiçbir zarar veremezsiniz.
Allah her şeye kadirdir.
40. Siz ona yardım etmezseniz, (biliyorsunuz) ona Allah yardım et-
mişti. Hani, nankörce inkâr edenler onu ikinin ikincisi olarak (Mek-
10 ke’den) çıkarmışlardı... Hani, o ikisi mağarada idiler... Hani o, arka-
daşına “Üzülme, Allah kesinlikle bizimledir.” diyordu... Allah da ona
o sükûnet verici rahmetini indirmiş, onu sizin görmediğiniz ordularla
destekleyerek nankörce inkâr edenlerin davasını alçaltmıştı. En yüce
olan, Allah’ın davasıdır. Allah ‘mutlak izzet ve hikmet sahibi’dir (‘Azîz,
15 Hakîm).
41. Gerek hafif olarak gerekse ağır olarak seferber olun, mallarınızla
ve canlarınızla cihâd edin. (Cihâdın maddî-manevî faydalarını) biliyor-
sanız, o sizin için daha hayırlıdır.
[113] ُ ْ َ ( ا אçakılıp kaldınız) ifadesi tesâkaltüm anlamındadır; nitekim
ْ
20 el-A‘meş [v. 148/765] böyle okumuştur. Mânası, “Ağırlaştınız, tembelleşti-
niz.” şeklinde olup meyletmek, yere çakılıp kalmak anlamlarını da içerir.
Bu yüzden İlâ harf-i cerri ile mef‘ûl almıştır. Dünyaya ve onun arzularına
meylettiniz, yolculuğun zorluk ve meşakkatlerini hoş karşılamadınız an-
lamındadır. Benzer bir kullanım, ( أَ ْ َ َ ِإ َ ا ْ َ ْر ِض َوا َ َ ُاهYere meyletti
َ
25 ve arzularına tâbi oldu. [A‘râf 7/176]) ayetinde de söz konusudur. Anlamın
“Memleketinizde ve evlerinizde oturmaya meylettiniz” şeklinde olduğu da
söylenmiştir. Bu kelime, inkâr ve azarlama anlamında soru ifadesi olarak
essâkaltüm şeklinde de okunmuştur.
[114] Şayet “İzânın âmili nedir? Zira soru harfi issâkaltüm fiilinin zarf
30 üzerinde amel etmesini engeller.” dersen şöyle derim: Âmil, ا אfiilinin
anlamı ya da כ ( אsizin ne’niz var ki) ifadesindeki fiil mânasıdır. Sanki bu-
ُْ َ َ
rada “Size … dendiğinde ne yapıyorsunuz?” denilmiş olmaktadır. Bu ifade
tıpkı mâ leke kā’imen (Neyin var da ayaktasın?) cümlesinde hal ifadesini âmil
olarak kullanman gibidir.
ا כ אف 81
وه َ ْ ًא
َ ُ ُ ِ ﴿-٣٩إ َ ْ ِ ُ وا ُ َ ِّ ْ כُ ْ َ َ ا ًא َأ ِ ً א َو َ ْ َ ْ ِ لْ َ ْ ً א َ ْ َ ُכ ْ َو
َوا ُ َ َ ُכ ِّ َ ْ ٍء َ ِ ٌ ﴾ ٥
َ ِ ِ ا ِ َذ ِ כُ ْ ﴿-٤١ا ْ ِ ُ وا ِ َא ً א َو ِ َ א َو َ א ِ ُ وا ِ َ ْ َ ا ِ כُ ْ َو َأ ْ ُ ِ כُ ْ ِ ١٠
َ ْ ٌ َכُ ْ ِإ ْن ُכ ْ ُ ْ َ ْ َ ُ َن﴾
: اف .[١٧٦ :و ]ا ه} :أَ ْ َ َ ِإ َ ا َ ْر ِض وا َ َ َ ُاه{ .و و א ا
َ
אه ا כאر אم ا ي ا «؟ ر כ ود אرכ .و ئ »أ א ا א ١٥إ
. وا
ج :א .و ّ و، وכ ة ا ا و ةو و
ا ُ ة.
ف: ]ا َ ْ َ َ َ } :א ِ ُכ َ َ ِ َכ ً { ة ،כ ة{ أي ل ا ] َ ِ } [١١٦ا ٥
ْ
ة. ا ِ } .[٦٠ا ِ ِة{
َ
[120] Tıpkı “Seni -seni sürüp çıkaran- şehrinden daha güçlü nice şehir-
ler gelip geçti.” [Muhammed 47/13] ayetinde olduğu gibi, bu ayette de Allah
Teâlâ Peygamber (s.a.)’in yurdundan çıkarılması fiilini kâfirlere isnat et-
miştir, çünkü onlar onu yurdundan çıkarmaya yeltendikleri zaman Allah
5 ona çıkma, hicret etme izni vermiştir. Dolayısıyla onu onlar çıkarmış ol-
muşlardır.
[121] ِ َ ْ א ِ اyani iki kişiden biri. Bu, tıpkı “üçün üçüncüsü” [Mâide
ْ َ
5/73] ifadesi gibidir. Bu iki kişi Peygamber (s.a.) ve Ebû Bekr es-Sıddîk
(r.a.)’tır. Rivayete göre Cebrâil Aleyhisselâm ona çıkma emri verdiği zaman
10 “Benimle birlikte kim çıkacak?” demiş; o da “Ebû Bekr” demiş. İfadenin
mansup oluşu, hal olmasından dolayıdır. Sükûn ile sâni’sneyni şeklinde de
okunmuştur.
[122] ( ِإ ْذ ُ אhani o ikisi) ifadesi iz ehracehû (Hani onu çıkarmışlar-
َ
dı.) ifadesinden bedeldir. el-Ğâru (mağara), Sevr dağının zirvesindeki bir
15 oyuktur. Bu dağ, Mekke’nin sağ tarafında üç molalık bir saat yürüme me-
safesindedir. Peygamber (s.a.) ve Hazret-i Ebû Bekr orada üç gün kalmış-
lardır. ( ِإ ْذ َ ُ ُلHani diyordu) ifadesi ikinci bir bedeldir. Anlatıldığına göre
Müşrikler mağaranın kapısına dayanmışlar. Hazret-i Ebû Bekr, “Eğer
bugün başına bir şey gelirse Allah’ın dini yok olup gider!” diye Peygamber
20 (s.a.) için endişelenmiş. Peygamber de “Üçüncüleri Allah olan iki kişi-
yi ne sanırsın sen?!” buyurmuş [Müslim, “Fedā’ilü’s-sahâbe”, 1]. Söylendiğine
göre mağaraya girdiklerinde Allah Teâlâ iki güvercin göndermiş ve bu gü-
vercinler mağaranın hemen aşağı tarafına yumurtlamışlar, bir örümcek de
mağaranın ağzını örmüş. Peygamber (s.a.) de “Allah’ım! Görme kabiliyet-
25 lerini al şunların!” diye dua etmiş. Böylece Müşrikler mağaranın etrafın-
da dolaştıkları halde, onların içeride olduğunu fark edememişler. Allah
onların görme kabiliyetlerini almış, görmelerine engel olmuştur. Hazret-i
Ebû Bekr’in sahabîliğini inkâr eden birinin, Allah kelâmını inkâr etmiş
sayılacağı için kâfir olduğunu söylemişlerdir. Bu durum diğer sahabîler
30 için söz konusu değildir.
[123] Sekînet, Allah’ın insanın kalbine verdiği ve onun sükûn bulma-
sını, düşmanın asla kendisine ulaşamayacağını bilmesini sağlayan emniyet
ve güvendir. “Ordular”dan maksat, Bedir, Ahzâb ve Huneyn savaşlarındaki
meleklerdir.
ا כ אف 85
إ }و َכ ِ َ ُ ا ِ{ د
اכ ؛ َ إ و}כ ِ َ َ ا ِ َ َכ َ وا{ د
]َ [١٢٤
ُ
أ .و א أو أو َ .و} ِ { ،وا َا « א م .و ئ »כ ا
َ
دون א ا כ . ّ ،وأ א ا ا ا כ כ
ح ا א ًא א؛ أو כ א כ وأذ א כ ،و א ً א ًא כ ،أو ٥
:إכ ، ى إ ذ و ،و ا إ ا ج
42. Kolay bir kazanç ve orta yollu bir sefer olsaydı, elbette senin pe-
şinden gelirlerdi!.. Fakat güçlükle aşılacak mesafe onlara uzak geldi...
Şimdi, “Gücümüz yetseydi, herhalde biz de sizinle beraber çıkardık!”
diye kendilerini tüketircesine yemin edecekler... Allah bunların yalancı
5 olduklarını kesinlikle biliyor!
[127] el-‘Aradu sana arz edilen dünya menfaati demektir. Bu mânada
ed-dünyâ ‘aradun hâdırun ye’külü minhe’l-berru ve’l-fâciru (Dünya hazır, su-
nulmuş bir menfaattir; ondan iyi de yer, kötü de!) denilmiştir. Âyet, “Çağ-
rıldıkları şey kolayca elde edilecek bir ganimet olsaydı...” anlamındadır. Se-
10 feran kāsıden, yani orta yollu, yakın bir sefer olsaydı. eş-Şukkatu zor ve çetin
mesafe demektir. ‘Îsâ b. Ömer [v. 149/766], ُ َ ُ َ ْت َ َ ِ اifadesini Ayn ve
ُ ْ
Şın’ın kesresi ile ba‘idet ‘aleyhimü’ş-şikkatu şeklinde okumuştur. Şairin şu
ifadesinde de böyledir:
Hem ‘uzak olma’ derler hem de defnederler!
15 Halbuki mezar taşlarının gizlediğinden gayrı uzaklık mı vardır!
َא ِ ً ا َ ُ َك َو َ כِ ْ َ ُ َ ْت َ َ ْ ِ ُ ْ َ ﴿-٤٢כَ َ
אن َ َ ً א َ ِ ًא َو َ َ ً ا
ْ َא َ َ כُ ْ ُ ْ ِ כُ َن َأ ْ ُ َ ُ ْ َوا ُ َ ْ َ ُ ُ َو َ َ ْ ِ ُ َن ِא ِ َ ِ ا ْ َ َ ْ َא َ َ َ ا
ِإ ُ ْ ََכא ِذ ُ َن﴾
اد ل .وا כ ـ} َ ْ ِ ُ َن{ ،أو ]ِ } [١٢٨א ِ{
َ
ر ك وة כ ر ا ن ،أي ١٠ا
ا .و ئ » אر ان ،כ ا א ا ّ ة ،أو ا א א :ا ا
٥ا כא .
َ َ ُ ا َو َ ْ َ َ َََ َ َ
َכ ا ِ َ َ َ ﴿-٤٣א ا ُ َ ْ َכ ِ َ َأ ِذ ْ َ َ ُ ْ َ
ا َْכא ِذ ِ َ ﴾
أن א وا ،أو כ ا أن }أَ ْن ُ َ א ِ ُ وا{ א .و ا א وأ أ ًا
[135] Şayet “İstidrak harfinin [Lâkin] konumu nedir?” dersen şöyle de-
25 rim: “Çıkmak isteselerdi” ifadesi onların çıkmadıkları ve gazaya hazırlık
yapmadıkları anlamını verdiği için, “fakat Allah onların işe atılmalarını is-
temedi.” denilmiştir. Burada sanki “Onlar çıkmadılar, fakat harekete geç-
mek istemedikleri için sefere çıkmaktan geri kaldılar.” denilmiş olmaktadır.
Bu ifade tıpkı mâ ahsene ileyye Zeydün ve lâkin esâ’e ileyye (Zeyd bana ihsan-
30 da bulunmadı, fakat kötülük yaptı.) ifadesine benzer. “Ve onları alıkoydu”
yani onları tembelleştirdi, geri bıraktı, işe koyulma isteklerini zayıflattı.
ا כ אف 93
وج َ َ وا َ ُ ُ ًة َو َ כِ ْ כَ ِ َه ا ُ ا ْ ِ َ א َ ُ ْ َ َ َ ُ ْ
﴿-٤٦و َ ْ َأ َرا ُدوا ا ْ ُ ُ َ
َ
َو ِ َ ا ْ ُ ُ وا َ َ ا ْ َ א ِ ِ َ ﴾
ُ َ ِ ٌ ِא א ِ ِ َ ﴾ ا ْ ِ ْ َ َ َو ِ כُ ْ َ א ُ َن َ ُ ْ َوا
َ َכ ا ُ ُ َر َ
َو َ َ َ أ ْ ُ َ َאء ا ْ َ ِ َ َ ﴿-٤٨ا ْ َ َ ُ ا ا ْ ِ ْ َ َ ِ ْ َ ْ ُ َو َ ُ ا َ
אر ُ َن﴾ ا ِ َو ُ ْ כَ ِ
َو َأ ْ َ ُ كَ ِ َ ا َ ْ ِ ا ِ ي َو َ ُ وا
}و َ ْ
َ :א כאن راك؟ ف ا :כ ] [١٣٥ن
}و َ ِכ ْ َכ ِ َه
و َ : اد وا و א وج{
ُُ َ أَ َر ُ
ادوا ا ْ
ً
ا وج כ ا ا א ،כ א ا اوכ :א { .כ ا ُ ا ْ ِ َא َ
و و إ ز ،و כ أ אء إ { ُ َ َ َ } .כ ل :א أ
ْ ّ
אث. ا ٢٠ر
94 TEVBE SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
وج إ ا כا א ا אز أن :כ ] [١٣٧ن
ت ،و ا م د وا ا ا אن وا אء وا وإ אق א
}ر ُ ا ِ َن َ ُכ ُ ا َ َ ا َ َ ا ِ ِ {
َ א .و ا ا א ون وا א ن وا
[141] َ َ ْ ِ ْ כ ا
ُ ُ َ ُ َْ
aranızda ihtilaf çıkartmaya çalışarak sizi saptırmak,
30 gazadaki niyetlerinizi bozmak isterler. “Çünkü içinizde bunlara kulak
kesilenler” yani bunların sözlerini dinleyip size ulaştıran dedikoducular
“var.” Ya da sizin içinizden bir grup var ki münafıkları dinleyip onlara
itaat ederler.
ا כ אف 97
אل: ١٠
؟ אدة أ ا، :و أو ا ّ :כ ا« .ن و ئ »و و
ول א ع ا ا ،وا ا ا إ ًא כ ا :כא
ً
א ة أ ً א ،و رة ا ا אع ،כ ا أ ذכا ا آن ،و
כ א ف اا ن כ אو ن أن ]ُ َ ُ َ } [١٤١כ ا ْ ِ ْ َ َ {
ُ ْ
כ ن }و ِ ُכ َ א ُ َن َ ُ { ،أي א ن اכ وا א כ و
ْ َ ْ
. و א ن م ،أو כ إ
98 TEVBE SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
أ כ אل، אء ا وم ،و כ ، אت ا ّ אء א أ
50. Sana bir iyilik erişirse, hoşlarına gitmez; bir kötülük eriştiğinde
ise “(İyi ki) tedbirimizi önceden almışız!” derler ve şen-şakrak çekip
giderler.
[145] Bir savaşta “sana bir iyilik” zafer veya ganimet “erişirse hoşlarına git-
5 mez; bir kötülük eriştiğinde ise” yani bir yenilgi ya da Uhud savaşında olduğu
gibi bazı savaşlarda şiddetli zorluklar yaşarsan, senden uzakta olma hallerin-
den memnuniyet duyarlar. “‘[İyi ki] tedbirimizi önceden almışız!’ derler.” Yani
“Biz daima dikkatli, teyakkuz halindeyiz; olanlar olmadan önce tedbirimizi
aldık.” derler ve konuşmayı bırakıp “şen-şakrak bir halde” sevinç içinde aile-
10 lerine dönerler. Bu ifadenin, [“ailelerine dönerler” değil de] “Peygamberden yüz
çevirirler [çekip giderler].” anlamında olduğu da söylenmiştir.
51. De ki: Allah’ın bizim için yazdığından başkası başımıza gel-
mez... ki O, bizim ‘mevlâ’mızdır. O halde müminler sadece Allah’a gü-
venip dayansın.
[146] İbn Mes‘ûd [v. 32/653] ُ ْ َ ْ ُ ِ אifadesini kul hel yusībunâ (De
َ
15
ki: Hiç başımıza gelir mi?) şeklinde; Talha b. Musarrıf [v. 112/730] ise Ya’nın
şeddesi ile hel yusayyibunâ şeklinde okumuştur. Bu okuyuşun izahı, kelime-
nin yufa‘ilu vezninde değil, yufay‘ilu vezninde olmasıdır. Çünkü kelimede
Vav vardır; nitekim [aynı kökten geldiği] es-savâb (doğru) kelimesinde ve sā-
20 be’s-sehmu yesūbu (Ok isabet etti, ediyor.) ifadesinde ve musībetin çoğulu
olan mesāvibde de Vav’ı görmek mümkündür. Dolayısıyla, bu kökten yu-
fa‘ilu vezninde türeyen kelimenin yusavvibu şeklinde olması gerekir. Savve-
be ra’yehû (Görüşünü tasvip etti.) ifadesinde nasıl kullanıldığına dikkat et.
Tabiî, bazı lehçelerde sābe’s-sehmü yasību (Ok isabet etti, ediyor.) şeklinde
25 bir kullanım varsa başka. Nitekim şair [Kümeyt (v.126/744)] şöyle demiş:
İsabetlidir oklarım, hedefinden şaşmaz
ِ ﴿-٥٠إ ْن ُ ِ ْ َכ َ َ َ ٌ َ ُ ْ ُ ْ َو ِإ ْن ُ ِ ْ َכ ُ ِ َ ٌ َ ُ ُ ا َ ْ َأ َ ْ َא َأ ْ َ َא ِ ْ
َ ْ ُ َو َ َ َ ْ ا َو ُ ْ َ ِ ُ َن﴾
ا ْ ُ ْ ِ ُ َن﴾ ١٠
ّ ُ אت وا
ا א ُ أْ ُ
“Bizi velî edinen, bizim de kendisini velî edindiğimiz O’dur.” anlamına ge-
lir. Bu hususu Allah Teâlâ “Çünkü iman edenlerin, ‘mevlâ’sı Allah iken,
inkârcı nankörlerin [kendilerine sahip çıkacak] bir mevlâları yoktur!..” [Muham-
med 47/11] buyurarak ifade etmiştir. “O halde, müminler sadece Allah’a gü-
5 venip dayansın” yani müminlerin üzerine düşen görev, Allah’tan gayrısına
tevekkül edip güvenmemektir. O halde, onlar da hakları olan, üzerlerine
düşen şeyi yapsınlar.
52. De ki: Siz bizim için (ölüm beklerken) iki güzel şeyden birini mi
bekliyorsunuz? Biz ise sizler için Allah’ın, ya kendi katından ya da bi-
10 zim ellerimizle size bir azap getirmesini bekliyoruz. Öyleyse, bekleyin
bakalım! Şüphesiz biz de sizinle beraber beklemedeyiz!
[148] “Aslında iki güzel şeyden birini” yani her biri akıbetlerin en güzeli
olan iki akıbetten birini, yani zafer veya şehitliği “mi bekliyorsunuz? Biz ise
sizler için” iki kötü akıbetten birini; “ya kendi katından” bir azap getirme-
15 sini -ki bu da tıpkı Âd ve Semûd kavimlerinin başına geldiği gibi gökten
gelip kapınızı çalacak bir azaptır- “ya da size bizim ellerimizle” kâfir olarak
öldürülmek şeklinde “bir azap getirmesini bekliyoruz. Öyleyse, bekleyin
bakalım” söz ettiğimiz akıbetleri gözetleyin; “şüphesiz, biz de sizinle beraber
beklemedeyiz!” Akıbetinizin ne olacağını bekliyoruz, her birimiz beklediği-
20 ne muhakkak ulaşacaktır, onu geçemeyecektir.
53. De ki: İster gönüllü olarak ister kerhen infak edin artık sizden
kabul edilmeyecek. Siz, gerçekten fâsık bir topluluksunuz.
[149] “İster gönüllü olarak ister kerhen” ifadesi hal konumundadır, yani
gönüllü ya da gönülsüz halde “infak edin” yani Allah yolunda ve iyilik yo-
25 lunda. Şayet “Nasıl onlara önce infak emri verilmiş, sonra da ‘artık sizden
kabul edilmeyecek’ denilmiştir?” dersen şöyle derim: Bu haber anlamın-
da bir emirdir. Tıpkı “De ki: Her kim dalâlette ise Rahman onlara (refah
ve ömürlerini) istediği kadar uzatsın.” [Meryem 19/75] ayetinde olduğu gibi.
Anlam “Gönüllü olarak da infak etseniz de kerhen de infak etseniz sizden
30 kabul edilmeyecek.” şeklindedir. Bunun benzeri “Onların bağışlanması için
ister dua et, ister etme.” [Tevbe 9/80] ayetinde ve şu şiirde söz konusudur:
Azze Hatun! İster kötü davran bize ister iyi; kınanacak değilsin!
ا כ אف 103
َُ {
ْ א و هَ } ،ذ ِ َכ ِ َن ا َ َ ْ َ ا ِ َ آ َ ُ ا َوأَن ا ْ َכא ِ ِ َ َ َ ْ َ أي ا ي
َ ْ ُ ﴿-٥٣أ ْ ِ ُ ا َ ْ ً א َأ ْو כَ ْ ً א َ ْ ُ َ َ َ ِ ْ כُ ْ ِإ כُ ْ ُכ ْ ُ ْ َ ْ ً א َ א ِ ِ َ ﴾
َ َُ ًَ ِ َא َأ ْو َأ ْ ِ ِ َأ ِ ِ
104 TEVBE SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
[Ayette] “Allah onları asla bağışlamayacak; sen onlar için istiğfarda bulunsan
da bulunmasan da farkmez.”; [şiirde] “seni kınamayacağız; bize kötülük de
etsen iyilik de etsen farketmez.” denmektedir. Şayet “Böyle bir kullanım ne
zaman câiz olur?” dersen şöyle derim: Bu kullanım, sözün anlama yeterince
5 delâlet ettiği durumlarda câiz olur. Nitekim rahimallāhu Zeyden ve ğafera
le-hû (Allah Zeyd’e rahmet etsin ve onu bağışlası.n) cümlesinde olduğu
gibi bunun tam aksi kullanım da câiz olur. Şayet “Neden bu şekilde bir
kullanıma başvurulur?” dersen şöyle derim: Bu kullanımda bir nükte söz
konusudur. Şöyle ki: [Beytin sahibi] Küseyyir [v. 105/723; sevgilisi] Azze’ye adeta
10 “Senden ne kadar hoşlandığımı, seni ne kadar güçlü duygularla sevdiğimi
anlamak için beni dene; bana bir iyi, bir de kötü davran ve bana iyi ve kötü
davrandığın zamanlarda sana olan davranışlarımın değişip değişmediğini-
gözlemle.” demektedir. Şairin şu sözü de bu mânadadır:
Kardeşin, o kimsedir ki boynunu vurmak için elindeki kılıçla tepesine
15 dikilsen
Yine de sana olan sevgisindeki saflığı bozmak istemez
İşte ayette de anlam, “İnfak edin ve bakın bakalım, sizden kabul edilecek
mi?” şeklinde ve “Onlar için istiğfar et veya etme ve bak bakalım; istiğfarın
varlığı ve yokluğu durumunda değişen bir şey olacak mı?” şeklindedir.
כ א אز כ دل ا כ م
:إذا ّ ا؟ ز : .ن أ
אه ل ا א :
ِ َ ْ ِ َ ُ َ ْ َ ْ َ ِ َכ ِ ا ْ ُ ِّد َأ ُ كَ ا ِ ي ْ
إن ُ ْ َ ِא ْ ِ َ א ِ ا
اب ذا א אء א ا ل כ أم ن א ورده
ّ
ً
ً א. ا : ؟
،א כ .
106 TEVBE SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
[156] Bir şeye imrenmek, ondan razı olan, güzelliğinden hoşnut olan
kimsenin sevincine benzer şekilde sevinmek demektir. Anlam, “Onlara ve-
rilen dünya ziynetlerini güzel görme, onlara aldanma.” şeklinde olup “Bun-
lardan bazısına sırf denemek için verdiğimiz dünya hayatının güzelliğine
5 sakın gözlerini dikme.” [TāHâ 20/131] ayetinde olduğu gibidir. Zira Allah
onlara verdiklerini azap için vermiştir. Çünkü onların mallarını sizlere gani-
met ve esir olmaya namzet kılmıştır. Ayrıca o mallara afet ve musibetler ve-
rerek onları imtihan etmiş, onları mallarını hayır kapılarında infak etmekle
mükellef tutmuş, istemeseler de burunları sürte sürte infak etmelerini em-
10 retmiş, onlara o malları kazanıp biriktirme uğrunda ve evlatlarını yetiştirme
yolunda türlü külfetler tattırmıştır.
[157] Şayet “Haydi, azap etmenin ‘Yüce’ Allah’ın iradesine bağlanması
doğrudur diyelim, peki bunların ‘inkârcı olarak’ can çekişe çekişe ölmeleri-
ni nasıl istemiş olabiliyor Allah!?” dersen şöyle derim: Kastedilen, onların
15 nimetlerle yavaş yavaş azaba çekilmeleridir. Bu husus, “Sırf günahları artsın
diye onlara mühlet veriyoruz.” [Âl-i İmrân 3/178] ayetinde de ifade edilmiştir.
Burada adeta, “Nimet içinde yüzmekten akıbetini düşünmeye fırsat bula-
mamış birer kâfir olarak ölecekleri zamana kadar bunlara nimetini devam
ettirmek istemekte.” buyrulmaktadır.
20 56. ‘Gerçekten sizinle birlikte olduklarına’ dair Allah adına and
içiyorlar. Oysa sizden değiller, ama korkak bir topluluklar!..
57. Öyle ki, bir sığınak veya mağara ya da bir delik bulsalar, sür’at-
le oraya yönelirler...
[158] “Gerçekten sizinle birlikte olduklarına” yani Müslümanlar cüm-
25 lesinden olduklarına “dair.” “Korkak bir topluluklar!” Öldürülmekten ve
Müşriklere yapılan muameleye uğramaktan korkuyorlar; bu sebeple de ta-
kiye yaparak Müslüman kisvesine bürünüyorlar.
[159] “Bir sığınak” yani dağ başı, kale, ada gibi sığınacakları, koruna-
cakları bir mekân “veya mağara…” Bu ifade Mîm’in zammesi ile [muğârâtin]
30 de okunmuştur, eğâra’r-raculu ve ğâra (Adam derin bir yere [ğavr] girdi.) ifa-
desinden türemedir. İfadenin ğâra’ş-şey’u (Saklandı.) ve eğartühû (Onu sakla-
dım.) fiilinin geçişli hali olduğu da söylenmiştir; kastedilen, gizlenebilecek-
leri mekânlardır. Yine, eğâra’s-sa‘lebu (Tilki hızla kaçtı.) ifadesinden türemiş
olarak, “kaçılacak, gizlenilecek yerler” anlamında olduğu da söylenmiştir.
ا כ אف 109
﴿-٥٦و َ ْ ِ ُ َن ِא ِ ِإ ُ ْ َ ِ ْ כُ ْ َو َ א ُ ْ ِ ْ כُ ْ َو َ כِ ُ ْ َ ْ ٌم َ ْ َ ُ َن﴾
َ
َ َ ْ ا ِإ َ ْ ِ َو ُ ْ َ ْ َ ُ َن﴾ ات َأ ْو ُ َ ون َ ْ َ ًא َأ ْو َ َ َ
אر ٍ َ ُ ِ َ ْ َ ﴿-٥٧
ر. ا و אر ،إذا د أ אر ا ، ا ات{ أو ا ًא .و ئ }أَو َאر ٍ
ْ َ َ
ز .و א אأ ون أכ أ א؛ ء ،وأ אر ا : و
אر.
אرب و ّ ،إذا أ ع، أ אر ا أن כ ن
110 TEVBE SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
[160] “Ya da bir delik” yani gizlenebilecekleri bir oyuk, bir tünel. Müd-
dehalen kelimesi, dühūl (girme) kelimesinden müfte‘al vezninde türemiştir.
Dehale (girdi) fiilinden medhalen şeklinde ve edhale (soktu / girdirdi) fi-
ilinden mudhalen şeklinde de okunmuştur ki, kendilerini sokacakları bir
5 mekân anlamına gelir. Übeyy b. Kâ‘b mütedehhalen şeklinde okumuştur.
ِ َ َ ا ِإifadesi, “Kesin oraya sığınırlardı.” anlamında le-ve’elû ileyhi şeklinde
ْ ْ َ
de okunmuştur. “ َ ْ َ ُ َنHızlıca yönelirler, hiçbir şey onları döndüremez.”
anlamında olup el-feresü’l-cemûh (hızlı at, gem ile durdurulamayan at) keli-
mesinden türemiştir. Enes b. Mâlik [v. 93/712] yecmizûne şeklinde okumuş,
10 kendisine neden böyle okuduğu sorulunca “Yecmehûne, yecmizûne ve yeş-
teddûne aynı anlama gelir.” demiştir.
58. İçlerinde, zekât malları hakkında sana dil uzatanlar da var. On-
dan kendilerine verildiğinde hoşlarına gider, verilmediğinde ise bir de
bakarsın kızıp köpürmüşler.
15 [161] “Sana dil uzatanlar” zekât mallarının taksimi konusunda seni
ayıplayan, sana taan edenler. Bunların, zekât verilerek kalpleri İslâm’a ısın-
dırılmaya çalışılan kimseler [müellefe-i kulûb] olduğu; ayrıca Haricilerin başı
İbn Zi’l-Huveysıra olduğu da söylenmiştir. Peygamber (s.a.) Huneyn ga-
nimetlerini taksim ederken “Âdil ol Ya Resûlallah!” demiş. O da, “Yazık
20 sana! Ben de âdil değilsem artık kim âdil olabilir ki?!” buyurmuştur [Müslim,
“Zekât”, 47]. Bu zâtın münafıklardan Ebu’l-Cevvâz (اظ )أ اisimli bir kişi
olduğu da söylenmiştir. Bu adam, “Gördünüz mü arkadaşınızı! Zekâtlarını-
zı koyun çobanlarına dağıtıyor, bir de âdil olduğunu iddia ediyor!” demiş;
Peygamber (s.a.) de “Hay babasız kalasıca!.. Mûsâ da çoban değil miydi?
25 Dâvûd da çoban değil miydi?!” diye çıkışmış, adam gidince de “Bu adama
dikkat edin, çünkü o ve arkadaşları münafıktır!” buyurmuştur. َ ْ ِ ُ َكifadesi
zamme ile yelmüzüke, şeddeli olarak yülemmizüke ve müfâ‘aleden mübala-
ğalı ifade tarzında yülâmizüke şeklinde de okunmuştur.
[162] Daha sonra Allah Teâlâ bu kimseleri, “kızgınlıkları ve rızaları din
30 için ya da din müntesiplerinin faydası için değil, sırf kendi nefisleri için
olan kimseler” şeklinde nitelemiştir. Çünkü Peygamber (s.a.) o gün Mekke-
lilerin kalplerini kazanmak için kendilerine bol ganimet vermiş, münafıklar
ise bunu yaygara konusu etmişlerdir.
ا כ אف 111
َאت َ ِ ْن ُأ ْ ُ ا ِ ْ َ א َر ُ ا َو ِإ ْن َ ْ ُ ْ َ ْ ا
َ ِ ﴿-٥٨و ِ ْ ُ ْ َ ْ َ ْ ِ ُ َك ِ ا
َ
ِ ْ َ א ِإذَا ُ ْ َ ْ َ ُ َن﴾
﴿-٥٩و َ ْ َأ ُ ْ َر ُ ا َ א آ َ א ُ ُ ا ُ َو َر ُ ُ ُ َو َא ُ ا َ ْ ُ َא ا ُ َ ُ ْ ِ َא ا ُ ِ ْ
َ
َ ْ ِ ِ َو َر ُ ُ ُ ِإ א ِإ َ ا ِ َرا ِ ُ َن﴾
:و .وا ا ا כאن ر أ ه: وف اب » « ][١٦٤
ً
و א ا: وإن ّ و א ا ل ا ا אأ א ر ٥أ
אر لا أ ى ز אا א א א ،و ا و כ אא
ـ}را ِ َن{. א אو أن א أ א א ا م؛ } ِإ א ِإ َ ا ِ{ Ṡأכ
َ ُ
אع ا אب : אرى .و :ا א ،و א ن و}ا ِ َ אب{ :ا כא ن
ّ
.
: אب .و ا א א כ ن نو ا رכ }وا ْ َאرِ ِ َ { :ا
َ ٥
ٌ. כ
Yine gazaya çıkmış bir fakir ve yolda kalmış bir hacı, hem fakirlik ve ibadet
ehli olma özelliğine birlikte sahiptir. Aynı şekilde, yolda kalmış olan kimse
de hem fakirlik hem ailesinden ve malından uzaklık, gariplik özelliklerine
birlikte sahiptir [bu sebeple, zekâta daha lâyıktırlar]. ِ ِ ( َو ِ َ ِ ِ ا ِ َوا ْ ِ اAllah
5 yolunda olanlara ve yolda kalmış olanlara) ifadesinde fî harf-i cerrinin tek-
rar edilmiş olmasında ise bu iki grubun kendileri ile birlikte son dört grup
içinde yer alan borçlular ve kölelere nazaran daha öncelikli olduğu anlamı
bulunmaktadır.
[169] Şayet “Bu ayet münafıkların ve tuzaklarının tâdat edildiği bir
10 bağlam içinde nasıl yer alabiliyor?” dersen şöyle derim: Ayet, zekâtın sa-
dece sayılan sınıflara verileceğini, bunlardan başkasına verilmeyeceğini ifa-
de etmiş olmakla, bu sınıfların münafıklardan olmadığına delâlet etmiş,
münafıkların zekât mallarına yönelik heveslerini kursaklarında bırakmış,
onların zekât mallarından mahrum bırakılmaları gerektiğini, onu hiç hak
15 etmediklerini hissettirmiş, adeta “Bunların zekâtta ne hakları olabilir, zekât
hakkında ne cür’etle konuşabilirler, zekâtı taksim eden Peygamber (s.a.)’e
nasıl dil uzatabilirler?!” buyurmuş olmaktadır.
61. İçlerinde “O, (her işittiğine inanan) bir kulaktır!” diyerek Pey-
gambere eziyet edenler de var. De ki: O, sizin için bir hayır kulağıdır;
20 Allah’a iman eder ve müminlere güvenir, aranızdaki imanlılar için de
bir rahmettir. Can yakıcı bir azaptır Peygamber (s.a.)’e eziyet edenlerin
hakkı!..
[170] el-Üzün “her duyduğu şeyi onaylayan, herkesin sözünü kabul
eden kişi” demektir. Bu tür kimselerin, duyma organı olan kulak ismiyle
25 isimlendirilmesinin sebebi, sanki o kişinin bütününün işiten bir kulaktan
ibaret olması [yani adeta işitmekten başka bir şey yapmaması] sebebiyledir. Bunun
bir benzeri de öncü birliklere ‘göz’ (‘ayn) denmesidir. Onların Peygamber
(s.a.)’e eziyetleri de ona “kulak” demeleridir. ٍ َ ( أ ُ ُذ ُنhayır kulağı) ifadesi ise
ْ
tıpkı raculü sıdkin (doğruluk adamı) şeklinde bir ifade olup “Evet, o işiten bir
30 kulaktır, fakat ne kadar güzel bir kulaktır!” denilmek istenmiştir. Ayrıca, “O
hayır ve hakkı işiten, işitmesi ve kabul etmesi gereken şeyleri işiten bir kulak-
tır; bundan başkasını işiten bir kulak değildir.” anlamının kastedilmiş olması
da mümkündür. Hamza b. ez-Zeyyât’ın [v. 156/773] ٌ َ ْ َو َرifadesini hayrin ke-
limesine atfederek ve rahmetin şeklinde okumuş olması da buna delâlet eder.
ا כ אف 117
َ ِ ِ ا ِ َوا ْ ِ }و ِ
َ » « وا אل .و כ ا وا ا א
؟ و
اب َأ ِ ٌ ﴾
َ َ ٌ
א אر . لכ أ ،و א قכ ا ي ] [١٧٠ا ذن :ا
: ح .כ دة وا ا ق، ٍ כ כ :ر } ُ َ أُ ُذن{ .وأذ ُن
و א وا ا أذن : ز أن ا ذن! و أذن ،و כ ، ١٥
ب وا ة. ا
ّ
ذ כ، و و ات ا ذّ ه א :إ ّن ] [١٧١و
أذن : “، رא أ ً א رإ و ِذن ،و ِّ ا
כ .
כ כ ،أي وف؛ و إ أن أذ ٌن כ «، ] [١٧٢و ئ »أذ ٌن
ٌ
אذ כ כ ، ن إن כאن כ א כ . أذن،
א م؟ ا א ،وإ ا אن א אء إ ا ّي : ] [١٧٣ن
: ؟ ً ،א ور أ اءة ا :אو ] [١٧٤ن
}أُ ُذ ُن َ ٍ َ ُכ { فّ ،ن ذن כ ، כ ه :ور وف א ٥
ْ ْ
. ّل
َ ﴿-٦٣أ َ ْ َ ْ َ ُ ا َأ ُ َ ْ ُ َ א ِد ِد ا َ َو َر ُ َ ُ َ َ ن َ ُ َ َ
אر َ َ َ َ א ِ ً ا ِ َ א َذ َ
ِכ
ا ْ ِ ْ ُي ا ْ َ ِ ُ ﴾
122 TEVBE SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
: ن .ن ر ا א ر ،أي א } َ ْ َ ُر{ ا : ] [١٨٠و
ُ
} َ ْ َ ُر ا ْ ُ َא ِ ُ َن أَ ْن ُ َ َل َ َ ِ ُ َر ٌة{ ،א رة إ ال ا ر وا ا
ْ ْ
رة؛ أو أ ّن ا ز إ ال ا אه : ون{؟
} ُ ْ ِ ٌج َ א َ ْ َ ُر َ
אכ . رون إ אره رو ،أي אכ
124 TEVBE SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
﴿-٦٥و َ ِ ْ َ َ ْ َ ُ ْ َ َ ُ ُ ِإ َ א ُכ א َ ُ ُ
ض َو َ ْ َ ُ ُ ْ َأ ِא ِ َوآ َא ِ ِ َو َر ُ ِ ِ َ
ُכ ْ ُ ْ َ ْ َ ْ ِ ُ َن﴾
[184] Mücâhid b. Cebr [v. 103/721, ٍ َ ِ ( إ ِْن َ ْ ُ َ ْ אbir grubu affetsek de) ifa-
desini] meçhul formda ve fiili müennes yaparak, in tu‘fe ‘an tā’ifetin (bir
grup affedilse de) şeklinde okumuştur. Ancak daha uygun olan, fiilin
müzekker okunmasıdır, çünkü fiilin isnat edildiği kelime zarftır. Nite-
5 kim sîra bi’d-dâbbeti (Binekle yolculuk yapıldı.) denilir, fakat aynı ifade
sîrat bi’d-dâbbeti şeklinde kullanılmaz. Fakat Mücâhid kıraatinde anlam
esas alınmış ve ifade adeta in turham tā’ifetün(bir gruba merhamet edil-
se de) şeklinde takdir edilmiş ve bu yüzden de fiil müennes kılınmıştır.
Ancak bu kullanım gariptir. Çoğunluğun in yu‘fe ‘an tā’ifetin (Bir grup
10 affedilse de) ifadesinde fiili müzekker yaparak; tu‘azzeb tā’ifetün (bir di-
ğer gruba azap edilir.) ifadesinde ise fiili müennes yaparak okuyuşları
daha iyidir. Bir başka okuyuşta ise fiil malum formda; in ya‘fu ‘an tā’ife-
tin minküm yu‘azzib tā’ifeten (O, içinizden bir grubu affetse de diğer bir
gruba azap edecektir) şeklindedir ki, bu durumda fâ‘il, Yüce Allah’tır.
15 67. Münafık erkeklerle, münafık kadınlar birbirlerindendirler;
münkeri emredip mârufu yasaklarlar ve (cimrilikten) ellerini sımsıkı
tutarlar... Onlar Allah’ı unutmuş, Allah da onları nisyâna terketmiştir!
Gerçekten, fâsıkın ta kendisidir münafıklar!
68. Allah münafık erkeklerle münafık kadınları ve inkârcı nankör-
20 leri, ebedi kalacakları Cehennem ateşi ile tehdit etmektedir. -Bunların
üstesinden ancak o gelir!- Ayrıca, Allah onları lânetlemiştir. Ebedi bir
azaptır bunların hakkı!..
[185] “Birbirlerindendirler” ifadesi ile onların müminlerden olmala-
rı olumsuzlanmış ve “Sizden olduklarına dair Allah adına yemin ederler.”
25 [Tevbe 9/60] ayetinde ifade edilen sözleri yalanlanmış; “Sizden değildirler.”
[Tevbe 9/56] ayetindeki husus tekit edilmiştir. Daha sonra onları, hallerinin
müminlerin halinin tam aksi olduğunu gösterecek ifadelerle nitelemiştir:
“Münkeri emredip mârufu yasaklarlar,” küfrü ve günahları emredip iman
ve itaati yasaklarlar; “ellerini sımsıkı tutarlar,” hayır, sadaka ve Allah yolun-
30 da infak konusunda cimri oldukları için böyle yaparlar.
[186] “Onlar Allah’ı unutmuş” yani O’nu zikretme konusunda gaflete
düşmüş; “Allah da onları nisyâna terketmiştir!” Onları rahmet ve ihsanın-
dan mahrum bırakmıştır. “Gerçekten, fâsıkın ta kendisidir münafıklar!”
ا כ אف 127
ل: א ا .و لِ : ف ،כ א ا إ ّن ا ا כ : وا
אت َ ْ ُ ُ ْ ِ ْ َ ْ ٍ َ ْ ُ ُ َ
ون ِא ْ ُ ْ َכ ِ َو َ ْ َ ْ َن َ ِ ﴿-٦٧ا ْ ُ َא ِ ُ َن َوا ْ ُ َא ِ َ ُ
وف َو َ ْ ِ ُ َن َأ ْ ِ َ ُ ْ َ ُ ا ا َ َ َ ِ َ ُ ْ ِإن ا ْ ُ َא ِ ِ َ ُ ُ ا ْ َא ِ ُ َن﴾
اْ َ ْ ُ ِ
َ ْ ُ ُ ْ َو َ َ َ ُ ُ ا ُ َو َ ُ ْ َ َ ٌ
اب ُ ِ ٌ ﴾ ١٠
Yani küfürde inatçılık etmek ve her türlü hayırdan uzaklaşmak demek olan
fâsıklık konusunda zirve noktadadırlar. Allah Teâlâ’nın münafıkları kıyasıya
zemmedip, şu çirkin fâsık ismi ile nitelemesi, “Tembel tembel kalkarlar.” [Nisâ
4/142] ayetinde münafıklar hakkında tembel nitelemesinin kullanılması sebe-
5 biyle Peygamber (s.a.)’in de müminin “Tembelleştim.” demesini hoş karşıla-
mamasını bir an olsun düşünmek, mümini (fâsıklıktan) uzaklaştırmak için
yeter de artar bile! [Peygamber münafıklar hakkında kullanılan tembel ifadesini dahi hoş
görmezken] fâsıklık ifadesini kullanmanın halini var sen düşün artık!..
[187] “Ebedi kalacakları” kalış sürelerinin ebedî olacağı anlamındadır.
10 “Üstesinden ancak o gelir!” Bu ifade cehennem azabının ne kadar muaz-
zam olduğuna, ondan daha büyük bir azap olmadığına, daha fazlasının ola-
mayacağına delâlet eder. Gazabından ve azabından Allah’a sığınırız! “Allah
onları lânetlemiştir” azap ile birlikte onları alçaltmış, lânetli şeytanlar züm-
resine dâhil etmiş, kınanmış kimseler kılmıştır. Buna karşılık cennet ehlini
15 tazim etmiş ve onları değerli melekler zümresine dâhil etmiştir. “Ebedi bir
azaptır bunların hakkı!..” Onlar için ateşe yaslanma dışında bir tür azap
daha vardır ki o da, ateş azabı gibi daimidir. Ayrıca burada “Onlar için
dünyada asla kurtulamayacakları bir azap vardır.” anlamının kastedilmiş
olması mümkündür ki bu azap, onların Müslümanlardan korkmaları se-
20 bebiyle takındıkları ikiyüzlü tavırdan, içleri ile dışlarının birbirine uygun
olmamasından [yani her iki tarafı da idare etmeye çalışmaktan] dolayı çektikleri
sıkıntılar ve sırlarının açığa çıkıp da rezil rüsva olmalarından, başlarına bir
azap inmesinden sürekli duydukları korku ve endişelerdir.
69. Tıpkı sizden öncekiler gibi... Onlar kuvvet bakımından sizden
25 daha yaman; mal ve evlât bakımından daha çok idiler. Onlar kendi
paylarından faydalandılar... Sizden öncekiler kendi paylarından fayda-
landığı gibi, siz de kendi payınızdan faydalandınız ve onların daldığı
şeyin benzerine siz de daldınız. Bunların yaptıkları, dünyada da Âhi-
rette de boşa gitmiştir; bunlardır işte hüsrana uğrayanlar.
30 [188] [ َ ِ ’כאdeki]
َ Kâf, ref‘ mahallindedir, zira ifade, entüm mislü’llezîne
min kabliküm (Siz tıpkı sizden öncekiler gibisiniz.) anlamındadır. İfadenin
fe‘altüm misle fi‘li’llezîne min kabliküm (Sizden öncekilerin yaptığına benzer
şeyler yaptınız.) yani “Tıpkı onlar gibi faydalandınız, onların daldığı şeye
siz de daldınız.” anlamında olması durumunda Kâf, nasb mahallinde olur.
35 Nemir’in1 şu sözü de buna benzer:
1 Şiir Evs b. Hacer’in [v. 620 m.] divanında yer almaktadır. Ve aslında Zemahşerî de gerek el-Mufassal’ın-
da gerekse Vâkı‘a 56/65’in tefsirinde bu şiiri Evs b. Hacer’e isnat etmektedir. / ed.
ا כ אف 129
، כ خ وا اכ د ا ا ي ا ن ا כא
ّ
ا ا يو ا א اا א ُכ زا ا أن ا وכ
َ ً َ
ُ، لכ أن لا Ṡ .وإذا כ ه ر ذ א ا א
א א ،و כ ن ا א اب ُ ِ {
}و َ ُ ْ َ َ ٌ
َ : ١٠
ٌ
رو أ ً ا وא ا ًא ، א א ا ا אق ،وا א
اْ َא ِ ُ َ
ون﴾
: ، כ ؛ أو ا :أ אر ، ] [١٨٨ا כאف
ا. او א כ אا و أכ ا כ و ا א
: لا ه و
130 TEVBE SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
1 Zemahşerî, sıla cümlesinde müfred ellezî ile çoğul hādū arasındaki zahirî uyumsuzluğu gidermeye çalış-
maktadır. / ed
ا כ אف 131
َכא ْ َ ْ ِم َ ْ ُ ًא َو َ َ َ َא
אر » أر«.
َ
ا ِ
}כ َ א ا ْ َ ْ َ َ
َ ِ ُכ ْ { و ُ }אْ ََُْ ا ِ َ :أي א ة ن
ا أ אع و ا أ ة ،وأن ا ح ا و ا א
Sîn, [yani gelecek zaman kipi] rahmetin muhakkak var olduğu anlamına gel-
mekte olup bu vaadi tekit eder. Tıpkı se-entekımu minke yevmen (Er ya da
geç elbet bir gün senden intikam alacağım!) ifadesindeki tehdidin Sîn ile
tekit edilmiş olması gibi. Benzer ifadeler şu ayetlerde de vardır; “İman
30 edip sâlih amel işleyenler için, Rahman muhakkak bir sevgi meydana ge-
tirecektir.” [Meryem 19/96]; “Rabbin sana verecek ve razı olacaksın.” [Duhâ
93/5]; “… Bunlara da Allah mükâfatlarını ileride muhakkak verecektir.”
[Nisâ 4/152].
ا כ אف 133
َ ْ ِ ِ ْ َ َ ُ ا ِ َ ِ ْ َ ْ ِ ِ ْ َ ْ ِم ُ ٍح َو َ א ٍد َو َ ُ َد َو َ ْ ِم ِإ ْ َ ا ِ َ َ ﴿-٧٠أ َ ْ
אن ا ُ ِ َ ْ ِ َ ُ ْ َو َ כِ ْ
אت َ َ א כَ َאت َأ َ ْ ُ ْ ُر ُ ُ ُ ْ ِא ْ َ ِّ َ ِ
َ َ َوا ْ ُ ْ َ َِכ ِ אب َ ْ َو َأ ْ َ ِ
َ ْ ِ ُ َن﴾ כَ א ُ ا َأ ْ ُ َ ُ ْ
} ،وا ْ َ ِ َכ ِ }وأَ ْ َ ِ
אت{ ُ م و אب َ ْ َ َ { وأ ]َ [١٩٢
ب אت م ط و د و א .وا אכ ّ :ا : ط .و م ا ٥
ِא ْ َ ْ ُ ِ
وف َْ ُ ُ َ
ون אت َ ْ ُ ُ ْ َأ ْو ِ َ ُאء َ ْ ٍ ﴿-٧١وا ْ ُ ْ ِ ُ َن َوا ْ ُ ْ ِ َ ُ
َ
َ ُ ُأو َ َ
ِכ َة َو ُ ْ ُ َن ا כَ א َة َو ُ ِ ُ َن ا َ َو َر ُ َو َ ْ َ ْ َن َ ِ ا ْ ُ ْ َכ ِ َو ُ ِ ُ َن ا ١٠
َ َ ْ َ ُ ُ ُ ا ُ ِإن ا َ َ ِ ٌ َ כِ ٌ ﴾
אت َ ْ ِ ي ِ ْ َ ْ ِ َ א ا َ ْ َ ُ
אر אت َ ٍ ﴿-٧٢و َ َ ا ُ ا ْ ُ ْ ِ ِ َ َوا ْ ُ ْ ِ َ ِ
َ
ِכ ُ َان ِ َ ا ِ َأ ْכ َ ُ َذ َ
אت َ ْ نٍ َو ِر ْ َ ٌ َ א ِ ِ َ ِ َ א َو َ َ אכِ َ َ ِّ َ ً ِ َ ِ
ا ْ َ ْ ُز ا ْ َ ِ ُ ﴾
}و َ َ ْ َف ُ ْ ِ َכ َر َכ َ َ َ {
َ ،[٩٦ : ] ْ َ ُ ُودا{ ه }َ ْ َُ َُ ا و
ْ ُ َ
אء.[١٥٢ : َف ْ ِ ِ أ ُ ر ُ { ]ا
ْ ُ َ ْ ُ ْ َ } ،[٥ : ]ا
134 TEVBE SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
[195] ‘Azîz yani her şeye galip, her şeye kādir, sevap vermeye de ceza
vermeye de kadir; Hakîm yani her şeyi lâyıkıyla ifade eden, kelâmını her
şeyin hakkını verecek şekilde kullanan.
[196] “Güzelim meskenler.” Hasan-ı Basrî’den bunların “inciden, kızıl
5 yakuttan ve zebercetten yapılmış saraylar” olduğu görüşü nakledilmiştir.
‘Adnin özel isimdir, zira “Rahman’ın, kullarına gâipten va‘dettiği Adn Cen-
netlerine” [Meryem 19/61] ayeti buna delâlet etmektedir. Yine Ebu’d-Der-
dâ’nın [v. 32/653] Peygamber (s.a.)’den rivayet ettiği “Adn, Allah’ın öyle
bir diyarıdır ki onun gibisini gözler görmemiştir, hiç kimsenin aklına da
10 gelmemiştir, oraya peygamberler, sıddıklar ve şehitlerden başka kimse
giremeyecektir. Allah Teâlâ bu cennete hitaben ‘Sana girene ne mutlu!’
buyurmuştur.” şeklindeki hadis-i şerif de buna delâlet etmektedir. ‘Adn’in
cennette bir şehir olduğu, ayrıca bahçeleri dört bir yanını kuşatan bir nehir
olduğu da söylenmiştir.
15 [197] “Ama Allah rızası daha büyüktür.” İlahi rızanın cüz’î bir parçası
dahi bütün bunlardan büyüktür. Çünkü her tür saadet ve kurtuluşun sebebi,
O’nun rızasıdır. Yine müminler Allah’ın kendilerinden razı olması sayesinde
O’nun tazim ve ikramına nail olurlar ki Allah’ın ikramı sevap türlerinin en
büyüğüdür. Ayrıca kul, mevlâsının kendisinden razı olduğunu bildiği zaman,
20 bu durum onun için diğer bütün nimetlerden çok daha kıymetli olur. Diğer
nimetler zaten Allah’ın rızası ile elde edilen şeylerdir. Benzer şekilde kul Al-
lah’ın kendisine öfkelendiğini bilirse nimetler ona zehir gibi olur; en büyük
nimetlerden dahi lezzet alamaz. Bizim âlimlerimizden keskin görüşlü, him-
meti âlî bir zâtın1 şöyle dediğini duymuştum: “Allah’ın saygınlık ve ikram
25 diyarında vereceğini vaat ettiği nimetlerden hiçbirini, O’nun rızasına nail ol-
mak ve kendi katında rızasına nail olmuş hidayet ehli içerisinde haşredilmek
kadar arzulamam, bu ikisine göz diktiğim kadar hiçbirine dikmem.”
[198] “Budur” ifadesi Yüce Allah’ın vaat ettiklerine ya da O’nun rıza-
sına işaret etmektedir. Anlam “Büyük başarı, insanların başarı saydıkları
30 şey değil, sadece budur.” şeklindedir. Rivayete göre Allah Teâlâ cennet-
tekilere “Razı oldunuz, memnun kaldınız mı?” diyecek; “Nasıl memnun
kalmayalım ki! Sen bizlere yarattığın hiçbir varlığa vermediklerini verdin!”
diyecekler. Bunun üzerine Yüce Allah “Size bundan daha faziletlisini de ve-
ririm.” diyecek. “Bundan daha faziletli olan ne olabilir ki?” dediklerinde ise,
35 “Sizden memnun olmam ve ebediyen size öfkelenmemem.” buyuracaktır.
[Müslim, “el-Cenne ve sıfetu ne‘îmihâ ve ehlihâ”, 9]
ِ
وا א ت ا ا ًرا : ا َ ً{
َّ ]َ [١٩٦
}و َ َ אכ َ
.[٦١ : ] ُ{ َو َ َ ا } ِ
אت َ ْ ٍن ا ، .و} َ ْ ٍن{ وا
ْ
א ر ل ا » :Ṡن دار ا ا א روى أ ا رداء Ġ ٥و ّل
אא .
ل” : א א ا ة ة وا ا ا أو .و وإن
ّ
و אزع دار ا כ ا ،כ א ا אو ء إ אزع و
ه“. ا ز ةا ،وأن أ ر אه ١٥إ
}ا ْ َ ْ ُز ا ْ َ ِ { ان ،أي ا ا ،أو إ אو ]َ } [١٩٨ذ ِ َכ{ إ אرة إ
ُ
؟ ر ا ل ّو ّ ّ ه ا אس ًزا .وروي أن ا ه دون א و
כ أ ً ا“. ٢٠أ
136 TEVBE SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
ِِ ِِ
}وا ْ ُ ْ َ َ ِ {
ْ ْ َ }وا ْ ُ َא َ { א ّ
َ ] َ } [١٩٩א ا ْ ُכ َ
אر{ א
د :إن ا א .و אأ כ ا ،و א א ؛ ٥א
إذا א ا أ א א.
َ َ َ ْ ا ُ َ ِّ ْ ُ ُ ا ُ َ َ ا ًא َأ ِ ً א ِ ا ْ َא َوا ِ َ ِة َو َ א َ ُ ْ ِ َ ُכ َ ْ ً ا َ ُ ْ َو ِإ ْن
َ ِ ٍ﴾ ض ِ ْ َو ِ ٍّ َو ا َ ْر ِ
}و َ ا
م َ ا إ אر وا כ ِ ِ { وأ ]َ [٢٠١
}و َכ َ ُ وا َ ْ َ ِإ ْ
ْ
ك .ا ل ا ،Ṡوذ כ ا כ ِ َ א َ َ َא ُ ا{ و
ْ
אر ، َ א ا ا ادي إذا إ را ه أن
َ َ
א כ כ إذ א א، א د אو אم را א
כא ا }و َ א َ َ ُ ا{ و א أ כ وا و א א ا } ِإ أَ ْن أَ ْ َא ُ ا ُ{ وذ כ أ
]َ [٢٠٢
ُ
زون و כ نا ا כ مر لا Ṡا ١٠
. א
ا אِ ِ َ﴾
َ َ ﴿-٧٦א آ א ُ ْ ِ ْ َ ْ ِ ِ َ ِ ُ ا ِ ِ َو َ َ ْ ا َو ُ ْ ُ ْ ِ ُ َن﴾
َ ْ ِم َ ْ َ ْ َ ُ ِ َ א َأ ْ َ ُ ا ا َ َ א َو َ ُ ُ
وه َو ِ َ א ُ ُ ِ ِ ْ ِإ َ َ ِ ْ ُ َ َ ْ َ َ ﴿-٧٧א ًא ِ
כَ א ُ ا َכْ ِ ُ َن﴾
140 TEVBE SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
1 “Sa‘lebe hadisi” adıyla ünlenen bu kıssanın içeriği İslâmiyet’in tevbe ve recâya bakışı açısından sorunlu
olup, bunun üstelik bir Bedir gazisine isnat edilmesi düşündürücüdür. Kütüb-i Sitte’de yer almamakta-
dır. / ed.
ا כ אف 141
واد .אل :א א :כ Ṡ ل ا ر ل ، ٥وا
!« أن כ אه » :א و لا Ṡ אر א ر א אل أرى رأ ،
א. ١٠و
َאت َوا ِ َ
َ ِ ا ون ا ْ ُ ِّ ِ َ ِ َ ا ْ ُ ْ ِ ِ َ ِ
﴿-٧٩ا ِ َ َ ْ ِ ُ َ
اب َأ ِ ٌ ﴾
ون ِ ْ ُ ْ َ ِ َ ا ُ ِ ْ ُ ْ َو َ ُ ْ َ َ ٌ
ُ ْ َ ُ ْ ََ ْ َ ُ َ ون ِإ
َ ِ ُ َ
Nitekim Peygamber (s.a.)’in dua ettiği gibi olmuş, Allah onun malını öy-
lesine bereketlendirmiştir ki hanımı Temâdur’u [ ] אmalının sekizde bi-
rinin çeyreği [%3,125’i] olan seksen bin dirhem karşılığında almıştır.1 Âsım
b. Adiyy [v. 45/665] yüz sepet hurma getirmiş, Ebû Akīl’ el-Ensārî [v. 12/633]
5 de bir ölçek hurma getirmiş ve “Gece sabaha kadar deve yuları ördüm ve
karşılığında iki ölçek hurma aldım. Birini aileme bıraktım, diğerini getir-
dim.” demiş; Peygamber (s.a.) de onun getirdiği hurmanın sadakalara dâhil
edilmesini emretmişti. Bunun üzerine münafıklar bağışta bulunan mümin-
leri çekiştirmişler ve “Abdurrahman ve Âsım sırf gösteriş için veriyor; Ebû
10 Akīl’in verdiği o mala ise ne Allah’ın ne de Resûlünün ihtiyacı olabilir! Ama
o nam yapmak istiyor ki kendisine ganimet verilsin!” demişler; bunun üze-
rine bu ayet nâzil olmuştur.
[211] ُ َ ْ ُ ِإifadesi “zar zor verebildikleri dışında” anlamında olup
ْ
[Cîm] fetha ile de zamme ile de okunmuştur.
[212] ُ ْ ِ ُ ( َ ِ اAllah onlarla alay eder.) beddua değil, “Asıl Allah
ْ َ
15
onlarla dalga geçiyor!” [Bakara 2/15] ayeti gibi haber ifadesidir. Dikkat eder-
sen, devamında “Bunların hakkı, can yakıcı bir azaptır.” denilmiş [Müslim,
“Fedā’ilü’s-sahâbe”, 25].
80. Onların bağışlanması için ister dua et, ister etme. Bağışlanma-
20 ları için yetmiş kere bile dua etsen, Allah onları bağışlamayacak... ki
bu, Allah ve Resûlünü nankörce inkâr etmelerindendir. Fâsık bir kavmi
Allah doğru yola getirmez.
[213] Abdullah b. Übeyy’in [v. 9/631] oğlu olan ve sâlih, samimi bir mü-
min olan Abdullah [v. 12/633], babası hastalandığı zaman Peygamber (s.a.)’e
25 gelmiş ve ondan babası için dua etmesini istemişti. O da dua etti. İşbu ayet,
bunun üzerine nâzil oldu. Peygamber (s.a.), “Allah bana ruhsat verdi, ben
de yetmişten fazla dua edeceğim!” demişti ki, “Onların bağışlanması için
dua etsen de, etmesen de fark etmez, Allah onları asla bağışlamayacak!”
[Münâfikūn 63/6] ayeti nâzil oldu. Daha önce de ifade ettiğimiz üzere bura-
30 daki emir, haber anlamında olup adeta “Bağışlanmaları için dua etsen de,
etmesen de Allah onları kesinlikle affetmeyecek!” buyrulmaktadır. Orada,
bu tür ifadelerde bir şart anlamı bulunduğunu da belirtmiş, bunun emir
lafzıyla anlatılmış olmasındaki nükteyi izah etmiştik.2 “Yetmiş” çokluktan
kinayedir. Ali (r.a.) da şöyle demiştir:
1 Bu durumda toplam malı 2.560.000 dirhem olmaktadır. / çev.
2 Bkz. Tevbe 9/53’teki “De ki: İster gönüllü olarak ister kerhen infak edin; artık sizden kabul edilmeyecek.”
ifadesinin tefsiri. / ed.
ا כ אف 145
אع. א ،و א ًא כ ، א א أ ّ אل:
ّ
ن و א ا :א أ ا א אت، ا ه ه ر ل ا Ṡأن
1 Yani el-‘Âsī b. Vâ‘il’in oğlu Amr b. Âs’a… el-‘Âsī b. Vâ‘il, Kur’ân’ın ebter diye tavsif ettiği azılı müşrik-
lerden biriydi; el-‘Âsī [isyancı] kelimesi hafifletilerek el-‘Âs [isyancı] şeklinde de telaffuz ediliyordu. İşte,
Halife Ali kendisine isyan eden Amr b. Âs’ı bu sebeple “isyancı oğlu isyancı” diye nitelemektedir. / ed.
ا כ אف 147
َ ْ ِ َ َأ ْ ً א َ א ِ ِ ي ا َ ا ِ אص َوا ْ َ ا ْ َ א ِ
اْ َ َ ْ َ َ
َ ْ כَ א ُ ا َ ْ َ ُ َن﴾
أو אل ،أي ل أ א ،وا وا و א ه א ا
אق
ّ ا و א ]} [٢١٧أَ ْن ُ َ א ِ ُ وا ِ َ ْ َ ا ِ ِ َوأَ ْ ُ ِ ِ {
ْ ْ
א ا وأروا لأ ا ا א و א ا אم
َ َ َאء َة َ ْ ٍم َأ ْر ُ َ א ِ ْ ُ ا אب َ َ ُة َأ ْ َ ٍ
אب َ َ ْ ُ َ ْ َ َ א
َ } .א ْ َ ْ َذ ُ َك ِ ْ ُ ُ ِ
وج{ א א :ا א راد ، א כ
ا أ ا ي اة د ان ا وכאن إ א
أכ : :أכ ا ات؟ ا ة وا دال אف إ א و ٥ا
؛ وכ כאد כ ى ا أة، כ: إ ّن ّ. أכ אء ،و ا
כא ا ا אأ אدة :ذכ ة .و ة ،وآ أכ ا أة ،وأول
. א ر ً
ُ ْ ِ ْ َכ َأ ْ َ ا ُ ُ ْ َو َأ ْو ُد ُ ْ ِإ َ א ُ ِ ُ ا ُ َأ ْن ُ َ ِّ َ ُ ْ ِ َ א ِ ا ْ َא ﴿-٨٥و
َ
َو َ ْ َ َ َأ ْ ُ ُ ُ ْ َو ُ ْ כَ א ِ ُ َ
ون﴾
ّ אل :أ ככ אد ، إ أ ا ض رأس ا אق
ّ
أن כ ؛و إ כ د .אل :א ر ل ا ، ١٥ا
Cenaze namazını kıldırmak için harekete geçtiği zaman Hazret-i Ömer (r.a.)
ona “Allah düşmanının namazını mı kıldıracaksınız!?” dedi ve bu ayet nâzil
oldu. Bir görüşe göre Peygamber Aleyhisselâm onun namazını kıldırmak iste-
miş, fakat tam o sırada Cebrâil onu geri çekmiştir.
5 [222] Şayet “Peygamber (s.a.)’in bir münafığa böyle değer vermesi ve
onu kendi elbisesi ile kefenlemesi nasıl câiz olur?” dersen şöyle derim: Pey-
gamber (s.a.)’in bu davranışı, Abdullah b. Übeyy’in daha önceki bazı hayır-
hah davranışlarının karşılığı idi. Şöyle ki: Peygamber (s.a.)’in amcası Hazret-i
Abbâs [v. 32/653] Bedir’de esir olarak getirildiğinde ona giydirecek bir gömlek
10 bulamamışlardı, çünkü çok uzun boylu bir adamdı. İşte o sırada Abdullah b.
Übeyy ona gömleğini giydirmişti. Yine Hudeybiye günü Müşrikler Abdullah
b. Übeyy’e, “Biz Muhammed’e [Mekke’ye girip hac yapması için] izin vermeyiz,
fakat sana izin veririz!” demişler; o da, “Hayır! Benim için nümune-i imtisal
Allah Resûlüdür [o ne yaparsa onu yaparım]!” demişti. İşte Peygamber (s.a.) bu
15 davranışlarının karşılığında ona teşekkür etmiş oldu. Ayrıca onun isteğine
cevap vermiş olmak için de böyle yapmıştır. Çünkü Peygamber (s.a.) kendi-
sinden istekte bulunan hiç kimseyi geri çevirmezdi. Yüksek karakter sahibi
olmanın bütün gereklerine sahipti. Bu sebeple kerem sahiplerinin âdetlerine
uygun olarak hareket etmiş ve Abdullah b. Übeyy’in sâlih oğlunun talebine
20 karşılık vermiştir. Nitekim rivayete göre Abdullah b. Übeyy’in oğlu Peygam-
ber (s.a.)’e, “Sizden babamı kendi gömleğinizle kefenlemenizi ve kabrinde
durup dua etmenizi istirham ediyorum. Böylece düşmanlar, onun hakkında
ileri geri konuşmazlar.” demişti. Üstelik, Peygamber (s.a.), onu kendi gömleği
ile kefenlemesinin ona küfründen yana bir fayda sağlamayacağını, gömleği
25 ile başka bir kefen arasında hiçbir fark bulunmadığını biliyordu. Hem onu
gömleği ile kefenlemiş olmasının başkaları için bir lütuf olmasını istemişti.
Nitekim rivayete göre kendisine, “Kâfir olduğu halde neden ona gömleğinizi
kefen yapmak sûretiyle teveccühte bulundunuz?” diye sorulunca “Doğrusu,
Allah’tan gelecek cezaya karşı benim gömleğimin ona hiçbir faydası olmaz.
30 Ama ben Allah’ın bu sayede birçok insanı İslâm’a sokacağını umuyorum.”
buyurmuştur. Gerçekten de -rivayete göre- Abdullah b. Übeyy’in Peygamber
(s.a.)’in elbisesi ile şifa/kurtuluş talep ettiğini görünce Hazreç kabilesinden
bin kişi Müslüman olmuştur. Ayrıca, Peygamber (s.a.)’in ona acıyıp bağış-
lanması için dua etmesi, birbirine merhamet ve şefkat göstermeye yönelik bir
35 çağrı idi. Çünkü müminler, Peygamber’in dış görünüşü itibariyle Müslüman
olan fakat içi dışından farklı olan bir insana bile merhamet gösterdiğini gö-
rünce, bu durum onların, kalbi ve dili bir olan kimselere karşı şefkatli olmala-
rına sebep oluyor; bunu kendi üzerlerine vazife olarak görmelerini sağlıyordu
[Buhārî, “Cihâd”, 139].
ا כ אف 153
ّ :أراد أن و ّو ا !؟ ّ :أ אل ة א א
ّ
. ،
. ا ا ً ،כ אه ً א وכאن ر ً وا ر ا אأ ِ أ ٥
ً
و כ א ذن כ .אل، : ذن :إא ما כ ن ا و אل
אره כאن وا .Ṡوכ כ لا بر אء ا א رأوه ١٥
[223] Şayet “Bir münafığın cenaze namazını kılmak nasıl câiz olabilir?”
dersen şöyle derim: Münafıkların cenaze namazını kılma konusunda daha
evvel bir yasak konulmuş değildi. Münafıklar da, görünüşte Müslüman ol-
dukları için, maslahat gereği onlara Müslüman muamelesi yapılırdı. İbn
5 Abbâs’ın, “Bu namaz nedir bilmiyorum, ama Peygamber (s.a.)’in kimseyi
aldatmadığını çok iyi biliyorum.” dediği nakledilmiştir.
[224] ( אتölen) kelimesi ( أhiç kimse) kelimesinin sıfatıdır. Mâna
gelecek zamana dair olduğu halde mâte (öldü) ve mâtû (öldüler) ifadeleri-
nin mazi/geçmiş zaman kipi olarak kullanılmasının sebebi, onların ölecek-
10 lerinin kesin ve kaçınılmaz olmasıdır. “Çünkü onlar inkâr ettiler.” ifadesi de
yasağın gerekçesidir.
[225] “Onların mallarına ve çocuklarına imrenme.” ifadesi [55. ayette geç-
yinelenmiştir; çünkü daha önce inzâl edilen bir ifadenin yeniden
tiği halde]
inzâli, hem öncekinin takrir ve tekidi mahiyetindedir hem de muhatabın
15 bu hususu unutmaması, bundan gafil kalmaması, bu inzâl edilen şeyle amel
etmenin çok önemli olduğunu ve daha fazla dikkat ve özen gerektirdiğini
anlamasını sağlar. Hele, aynı ifadenin iki nüzûlü arasında bu konuda bir
gevşeklik söz konusu olmuşsa, bu durum daha da kuvvetlenir. Bu durum-
da sonradan inzâl edilen ifade, konuşanın çok önem verdiği ve konuşması
20 esnasında tekrarladığı, sözün özü olarak tekrar kendisine döndüğü bir ifade
gibidir. Bu ayetteki mânanın tekrarlanmış olmasının sebebi ise, sakındırdı-
ğı şeyin kuvvetinden kaynaklanmaktadır.
86. “Allah’a iman edin, Resûlü ile birlikte cihâd edin.” diye bir sûre
indirildiğinde, bunların içinden gücü ve imkânı olanlar senden izin
25 isteyip “Bizi bırak da oturanlarla birlikte kalalım.” demişlerdi.
87. (Aslında) geri kalan kadınlarla birlikte oturmak istiyorlardı...
Kalplerine mühür vurulmuş olduğundan, anlamazlar.
88. Fakat Peygamber ve onunla beraber iman edenler, mallarıyla ve
canlarıyla cihâd ettiler. Bunlarındır işte hayırlar... ki felâha erecekler
30 de bunlardır.
89. Onlar için Allah, altından ırmakların aktığı, temelli kalacakları
cennetler hazırlamıştır... ki büyük başarı budur.
ا כ אف 155
ة ا م : ؟ ة אزت ا :כ ] [٢٢٣ن
أ ّن ر ل ا Ṡ أ ة ،إ ّ أ ها אس :Ġא أدري א ا و
אدع.
[226] [“… diye bir sûre indirildiğinde” ifadesindeki] sûratun kelimesi ile sûrenin
tamamı kastedilmiş olabileceği gibi bir kısmı da kastedilmiş olabilir. Nitekim
kur’ân ve kitâb kelimeleri Kur’ân’ın tamamına isim olarak kullanıldığı gibi bir
kısmı için de kullanılır. Burada Tevbe sûresinin kastedildiği de söylenmiştir.
5 Çünkü bu sûrede iman ve cihâd emri yer almaktadır. “İman edin, Resûlü ile
birlikte cihâd edin’ diye” cümlesinde en âminûdaki en, izah edici endir.
[227] أ ُ ْو ُ ا لgüç ve imkân sahibi kimseler demek olup tāle ‘aley-
hi tavlen ifadesinden türemiştir. “Oturanlarla birlikte” yani geride kalma
konusunda özür ve gerekçesi bulunanlarla birlikte. “Anlamazlar” cihâdın
10 vesile olacağı başarı ve saadeti ve cihattan geri kalmanın sebep olacağı bed-
bahtlık ve helâki anlamazlar.
[228] “Fakat Peygamber” yani onlar geri kalsalar da, onlardan çok daha
hayırlı, iyi niyetli ve halis inançlı olan kimseler sefer/gaza için seferber ol-
muşlar, yola koyulmuşlardır. Bu tıpkı, “Şayet bunu inkâr ediyorlarsa Biz
15 onu, artık bunu inkâr etmeyen bir kavme havale etmişizdir.” [En‘âm 6/89];
“Büyüklük taslarlarsa, (bilsinler ki) senin Rabbinin nezdindekiler, ge-
ce-gündüz usanmaksızın O’nu tenzih ve takdis ediyorlar.” [Fussilet 41/38]
ifadeleri gibidir.
[229] “Bunlarındır işte hayırlar.” Hayır, herhangi bir kayıtla sınırlan-
20 dırılmamış olduğu için dünya - âhiret hayırlarını ihtiva eder. “Huyu güzel
suyu güzel hayırlı hatunlar vardır her birinde.” [Rahman 55/70] ayetinin de
delâlet ettiği üzere hayırlılar ifadesi ile hurilerin kastedildiği de söylenmiştir.
90. O bedeviler (bile) özür beyan ederek kendilerine izin verilsin
diye geldikleri halde, Allah ve Resûlüne yalan söyleyenler, oturup kal-
25 dılar! Yakında, can yakıcı bir azap isabet edecek bunlar arasındaki nan-
körce inkâr edenlere!..
َ ( ا ْ ُ َ ِ ّ ُرözür beyan edenler) ifadesi, “İşte kusur etti, ağırdan aldı,
[230] ون
gevşek davrandı.” anlamındaki ‘azzera fi’l-emri ifadesinden türemiştir. Ha-
kiki anlamı, kişinin -davranışının herhangi bir özrü olmadığı halde- özrü
30 varmış gibi göstermesidir. Ya da kelime el-mu‘tezirûne şeklinde olup Tâ’nın
Zel’e idğam edilip harekesinin de Ayın’a nakledilmesiyle türemiş de olabilir.
Arap dili açısından, iki sakin harf bir araya gelmiş olduğu için bu Ayın’ın
kesre olması ya da Mîm’i takip ettiği için zamme olması da mümkündür.
Ancak bu şekilde bir kıraat sabit değildir. Mu‘tezirler, yalandan özür beyan
35 eden kimselerdir. “Yanlarına döndüğünüzde size özür beyan edeceklerdir!”
ا כ אف 157
ون ِ َ ا َ ْ َ ِ
اب ِ ُ ْ ذ ََن َ ُ ْ َو َ َ َ ا ِ َ כَ َ ُ ا ا َ ﴿-٩٠و َ َאء ا ْ ُ َ ِّ ُر َ
َ
اب َأ ِ ٌ ﴾
َو َر ُ َ ُ َ ُ ِ ُ ا ِ َ כَ َ ُ وا ِ ْ ُ ْ َ َ ٌ
، رون א א ا اءة .و א ،وכ אع ا א و
158 TEVBE SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
1 Yani “yalan / bâtıl mazeretler üretme” anlamındaki ta‘zîrin aksine, i‘tizâr, mazeret beyan etmek anla-
mında ise de bu ayette olduğu gibi “sahte mazeretler üretme” çerçevesinde de kullanılabilir. / ed.
2 Tebük seferinden sonra Medine’ye gelen Benî Âmir b. Sa‘saa heyeti arasında Âmir b. Tufeyl de vardı.
Hz. Peygamber müslüman olmasını teklif edince “Müslüman olursam bana ne vereceksin?” dedi. “Müs-
lümanların faydalandıklarından sen de faydalanacak, onların mükellef tutulduklarından sen de sorumlu
tutulacaksın.” cevabını alınca, müslüman olması karşılığında iktidara ortak olmayı veya Peygamber’den
sonra idarenin kendisine intikalini teklif etti. Bunun kabul edilmemesi halinde, hücuma geçeceğini
söyleyerek Resûlullah’ı tehdit etti. Medine’ye gelmekteki maksadı da Peygamber’e suikast yapmaktı. Ba-
şaramayınca kin ve öfkeyle oradan ayrıldı, yolda boynunda çıkan bir çıban yüzünden öldü. (A.Önkal,
“Âmir b. Tufeyl” md., DİA) / ed.
ا כ אف 159
،א ا :إن ا א ر : .و ا ً ا ،א ن א وإن א
א כ ب.
ر ،و ا ا ر وا ال، ا ِ ّ رون« ] [٢٣١و ئ »ا
ِ ّ رون وا ْ ِ رون، ا ،و رون א ا :أر ] [٢٣٢و ١٠
[234] “Yakında, can yakıcı bir azap isabet edecek bunlar arasındaki nan-
körce inkâr edenlere!..” Yani bedeviler arasındaki münkirlere dünyada öl-
dürülme, âhirette de ateş azabı isabet edecek.
91. Güçsüzler, hastalar ve (seferberlik için) infak edecek bir şey
5 bulamayanlar açısından -Allah ve Resûlüne karşı içten davrandıkları
takdirde- herhangi bir sakınca yoktur; ihsan üzere hareket edenlere
herhangi bir sorumluluk yoktur. Allah bağışlayıcıdır, merhametlidir
(Gafûr, Rahîm).
92. Kendilerine bir binek veresin diye sana gelip de “Size binek
10 bulamam” dediğinde, infak edecek bir şey bulamadıkları için üzün-
tüden gözleri yaş olup akarak geri dönenlere de herhangi bir sorum-
luluk yoktur.
[235] “Güçsüzler” yaşlı ve müzmin hastalık sahipleri, “infak edecek bir
şey bulamayanlar” yani fakirler. Bunların Müzeyne, Cüheyne ve Uzre oğul-
15 ları olduğu söylenmiştir. “Allah ve Resûlüne karşı içten davrandıkları…”
Allah ve Resûlüne içten davranmak demek, onlara iman etmek ve gizli açık
her durumda onlara itaat etmek, onları velî edinmek, tıpkı dostunu çok se-
ven bir dostun yaptığı gibi onlar için sevip onlar için buğzetmektir. “İhsan
üzere hareket edenlere” yani içten davranıp özür beyan edenlere “sorumlu-
20 luk” günah “yoktur;” onları kınamak için bir yol yoktur.
[236] َ ْ ُ (dediğinde) ifadesi ك َ ْ َ َ( أsana geldiklerinde) ifadesindeki
Kâf ’dan (“sana”dan) haldir. Öncesinde olması gereken kad ise gizlidir; ben-
zeri ُ ور ِ ت ( أَو אءوכSizinle savaşmaktan da, kendi kavimleriyle
ْ ُ ُ ُ ْ َ َ ُْ ُ َ ْ
savaşmaktan da içleri daralarak yanınıza gelenler...) [Nisâ 4/90] ayetinde söz
25 konusudur. Yani, sana gelip de kendilerine; ‘[Sizi bindirecek bir şey] bulamıyo-
rum.’ demenle gerisingeri dönenler.
[237] Allah Teâlâ seferden geri kalma konusunda mazur olan, yani
bedenleri güçsüz olan ve sefere çıkmak için gerekli teçhizata sahip ol-
mayan, bu konuda yardım isteyen, ama onu da bulamayan kimseleri
30 saymıştır. Binek isteyenlerin Ebû Mûsâ el-Eş‘arî [v. 42/663] ve arkadaşları
olduğu; yine, gözü yaşlı ağlayan kimselerin ise, Ensār’dan altı kişi olduğu
söylenmiştir.
ا כ אف 161
ون َ א
َ ِ ُ َ ََ ا ِ َ َو َ َ اْ َ ْ َ َ َא ِء َو َ َ َ ْ َ ﴿-٩١ا
ُ ْ ِ ُ َن َ َ ٌج ِإذَا َ َ ُ ا ِ ِ َو َر ُ ِ ِ َ א َ َ ا ْ ُ ْ ِ ِ َ ِ ْ َ ِ ٍ َوا ُ َ ُ ٌر
َر ِ ٌ ﴾ ٥
ُ : اء .و ون :ا .وا وا َ َ אء :ا ] [٢٣٥ا
. وا ا א א ،و א אن :ا ور رة .وا و و ُ
ّ
ََ} . א ا א ا ا א כ א ّ وا א ،وا ١٠و
َ َ } ١٥ا{.
אر. ا
162 TEVBE SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
َ ْ َ ُ َن﴾ ُُ ِِ ْ َُ ْ ا ْ َ َ ا ِ ِ َو َ َ َ ا ُ َ َ
. ا ا אم وا ا א אءة وا :ر أ אء؟ ذ او ا
ُ: اض؟ اء כא ط وا ا ؛إ ّأ و כ אأ أ ١٥
. و
وא אر م ا ر إ ّ و ّ إذا أو ّ ،ن ا אء
אت ِ ْ َ
ُ َُُ ٍ ﴿-٩٩و ِ َ ا َ ْ َ ِ
اب َ ْ ُ ْ ِ ُ ِא ِ َوا ْ َ ْ ِم ا ِ ِ َو َ ِ ُ َ א ُ ْ ِ َ
ِإن ا َ َ ُ ٌر ات ا ُ لِ َأ ِإ َ א ُ ْ َ ٌ َ ُ ْ َ ُ ْ ِ ُ ُ ُ ا ُ ِ َر ْ َ ِ ِ ا ِ َو َ َ َ ِ
َر ِ ٌ ﴾
، و ا ا ًא .وا ا :א و ا ] ً ْ َ } [٢٤٤א{
َ
ه. ّ و ّ وا אء ا ا ور אء، ا إ ّ ١٥
Çünkü kötülük kimin başına deveran etmişse, onun için kınama olur. “Al-
lah işitir” sadaka vermek durumunda kaldıklarında söylediklerini işitmek-
tedir; “mutlak ilim sahibidir” gönüllerinde gizli olanı da bilir.
[246] Bunların Esed oğulları, Ğatafan ve Temîm oğulları bedevileri ol-
5 duğu söylenmiştir.
[247] אت ٍ ُ (yakınlık) kelimesi ُ ِ (edinir) fiilinin ikinci mef‘ûlü olup
ُ َ
anlam, “İnfak ettiği şey Allah katında yakınlık elde etme sebebidir.” şek-
lindedir. “Resûlün duasına” çünkü peygamber sadaka verenlere hayır ve
bereket duasında bulunur; onların bağışlanması için dua ederdi. Nitekim
10 “Allah’ım! Ebû Evfâ ailesini destekle.” diye dua etmiştir; Allah da “Onlar
için dua et.” [Tevbe 9/103] buyurmuştur. [Müslim, “Zekât”, 176] İşte müminin
infakı Peygamber duasına vesile olduğu için, “infak ettiği şeyi … Resûlün
duasına nail olmaya vesile sayarlar.” denilmiştir. “Bakınız! Muhakkak bun-
lar…” ifadesi, Allah tarafından bir tanıklık olup, sadaka veren bu kimse-
15 lerin düşüncelerinin doğru olduğunu, infaklarının Allah katında yakınlığa
vesile olacağını ifade etmekte; onların ümitlerini, beklentilerini doğrula-
maktadır. Bu cümle yeni başlayan bir ifade tarzında olup durumun sabit
ve mümkün olduğunu ifade eden tenbih ve tahkik harfleri ile [e-lâ (bakınız)
ve inne (muhakkak) kelimesiyle] başlamıştır. Aynı şekilde ُ ُ ِ ْ (Allah onları
ُ َُ
20 yakında sokacaktır.) ifadesindeki Sîn de, vaat edilen şeyin muhakkak ger-
çekleşeceğini belirtir. Bu ifadenin Allah’ın sadaka veren kimselerden razı
olduğuna ve sadakanın halis bir niyetle verildiği zaman kişiyi ilâhî rızaya
erdireceğine delâleti aşikârdır. Kurbetün kelimesi Râ’nın zammesi ile kuru-
betün şeklinde de okunmuştur.
25 [248] Bunların, Abdullah Zü’l-bicâdeyn [çifte kuşak sahibi; v.9/630] ve ekibi
olduğu söylenmiştir.
100. Muhacirlerle Ensārîlerden önde gelen ‘ilk’ler ile bunlara en gü-
zel bir şekilde uyanlardan Allah razı olmuştur, -onlar da Allah’tan ra-
zıdırlar.- ayrıca, onlara, altından ırmakların aktığı, temelli kalacakları
30 cennetler hazırlamıştır ki büyük başarı budur.
[249] “Muhacirlerin önde gelen ‘ilk’leri”, her iki kıbleye doğru da na-
maz kılmış olanlardır. Bedir savaşına katılanlar oldukları da söylenmiştir.
Hudeybiye biatine, yani iki hicret arasındaki Rıdvan biatine katılanlar
olduğu görüşü de Şa‘bî’den [v. 104/722] nakledilmiştir. “Ensārîler”in önde
35 gelen ‘ilk’leri ise, ilk Akabe biatine katılan yedi kişi, ikinci Akabe biatine
katılan yetmiş kişi ve Ebû Zürâre Mus‘ab b. Umeyr’in [v. 3/625] Medine’ye
geldiği dönemde Müslüman olup, kendisinden Kur’ân öğrenenlerdir.
ا כ אف 169
}و َ ّ ِ
آل أ أو .و אل א َ : ّ ،כ :ا وا כ و
אت و ات. א א כ : َ َ ِ { ]ا .[١٠٣ :א כאن א
ً ْ ْ
ات ٍ אت و כ ن אا ق }أ َ ِإ َ א{ אدة ا
אت ذ ا وا ا אف، ا א ٌ و
ا .و א أدل ا ا و כ ،وכ כ } َ ْ ِ ُ ُ { و א ١٠ا
ُ ُ
ا כאن إذا ؛ وأن ا ا ر אا א ا כ َم
ا اء. א א .و ئ » ُ «،
ُ
. ور אد ا ذو ا : ] [٢٤٨و
ِכ ا ْ َ ْ ُز ا ْ َ ِ ُ ﴾
ً ا َذ َ َ א ِ ِ َ ِ َ א َأ َ
. ا ّ ا إ َن ا و ُ َن ِ َ ا ْ ُ َ א ِ ِ َ {
ا ]َ [٢٤٩
}وا א ِ ُ
ان א ا و א א : ًرا .و ا وا و :ا
،وأ ا و ،وכא ا ا }ا َ ْ َ אرِ { أ } .و{ ا
أ زرارة م آ ا ،وا وכא ا ا א ٢٠ا
ا آن.
170 TEVBE SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
ٍ ِ
אر، واو אن{ }وا َ ا َ ُ ُ ْ ِ ِ ْ َ
َ أ כאن ى أن
אه؛ أ أك؟ אل :أ ، ؤه א او ،אل: ر ً ] [٢٥١وروي أ
ّ
،وإن ! אل: ا ظ א ل ا ،Ṡوإ כ ر אل :أ أ
. وا
﴿-١٠١و ِ ْ َ ْ َכُ ْ ِ َ ا َ ْ َ ِ
اب ُ َא ِ ُ َن َو ِ ْ َأ ْ ِ ا ْ َ ِ َ ِ َ َ ُدوا َ َ َ
اب َ ِ ٍ ﴾ ون ِإ َ َ َ ٍ َאق َ ْ َ ُ ُ ْ َ ْ ُ َ ْ َ ُ ُ ْ َ ُ َ ِّ ُ ُ ْ َ َ ْ ِ ُ ُ َ د َ
ا ِّ ِ
َأ َא ا ْ ُ َ َ ...
. و כأ ا ا כאة أ ا
174 TEVBE SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
ا ُ َ א ِ ً א َوآ َ َ َ ِّ ًא َ َ ون ا ْ َ َ ُ ا ِ ُ ُ ِ ِ ْ َ َ ُ ا َ َ
﴿-١٠٢وآ َ ُ َ
َ
َأ ْن َ ُ َب َ َ ْ ِ ْ ِإن ا َ َ ُ ٌر َر ِ ٌ ﴾
א .و א א כ وا : ، ا אء وا ،כ כ: ا
Bu cümleyi [ayetteki gibi] araya Vav koyarak ifade ettiğinde, süt ve suyun her
ikisinin de hem karıştırılan hem de kendisiyle karıştırılan olduğunu ifade
etmiş, adeta halettu’l-mâ’e bi’l-lebeni ve’l-lebene bi’l-mâ’i (Suyu sütle, sütü de
suyla karıştırdım.) demiş olursun. Ayrıca, ayetteki ifadenin bi‘tü’ş-şâte şâten
5 ve dirhemen (Koyunu, bir koyun + bir dirheme yani bir dirhem ile sattım.)
anlamında olması da mümkündür.
[259] Şayet “Ayette henüz tövbeleri zikredilmemişken nasıl, ‘Allah bun-
ların tövbesini kabul edecek.’ buyrulmuş?” dersen şöyle derim: Günahları-
nı itiraf etmiş oldukları zikredilmiştir; bu da onların tövbesine delâlet ettiği
10 için, tövbeleri zikredilmiş sayılmaktadır.
103. Onların mallarından sadaka al da onları bununla temizleyip
arıtmış ol. Ve onlara dua et! Şüphesiz, senin duan onlar için bir sükûnet
vesilesidir. Allah işitir; ‘mutlak ilim sahibi’dir (Semî’, ‘Alîm).
[260] ُ ّ ِ َ ُ (onları temizleyip) ifadesi ً َ َ َ ifadesinin sıfatıdır. Bu ifa-
ْ ُ
15 de atherahû (Onu temizledi.) fiilinden tuthiruhum şeklinde ve emir fiilinin
cevabı olması hasebiyle cezm olarak tutahhirhum şeklinde de okunmuştur;
ama ِ َو ُ َ ِّכYâ’sız okunmuş değildir [tutahhirhum gibi]. ُ ّ ِ َ ُ ifadesindeki Tâ,
ْ ْ ُ
ya muhatab Tâ’sı [onları sen temizlersin], ya da müennes gaib Tâ’sı [onları sadaka
temizler] anlamındadır. Tezkiye, temizlemenin mübalağalı ifadesi olup tertemiz
20 olmak anlamında ya da malın artması ve bereketlenmesi anlamındadır. “Ve
onlara dua et” onlara dua etme lütfunda bulun; onlara merhamet et. Sünnet
olan, sadakayı alanın, aldığı zaman sadaka sahibine dua etmesidir. Şâfi‘î Rahi-
mehu’llāh ’ın, “Sadaka alırken memurun ‘Allah sadakanın ecrini versin, bunu
senin için arınmana vesile kılsın, kalan malına da bereket ihsan etsin.’ diye
25 dua etmesini hoş karşılarım.” dediği nakledilmiştir.
[261] ( إِن َ َ ا ِכsenin duaların) ifadesi, [inne salâteke şeklinde] tekil olarak
da okunmuştur. “Onlar için bir sükûnet vesilesidir” onunla huzur bulurlar;
Allah kendilerini bağışlayıp tövbelerini kabul ettiği için kalpleri mutmain
olur. “Allah” onların günahlarını itiraf etmelerini ve dualarını “işitir; mutlak
30 ilim sahibidir;” işledikleri hatalardan yana iç âlemlerindeki pişmanlıktan
kaynaklanan kederlerini bilir.
104. Bilmezler mi ki kullarının tövbesini kabul eden ve sadakalarını
alan, Allah’tır. Evet, Allah’tır tövbeleri daima kabul eden, merhametli
(Tevvâb, Rahîm)?!
ا כ אف 177
אة ر .
، وز אدة ا .وا כ :א ا אب أو } ُ َ ِّ ُ { ١٠
ُ ْ
אء א }و َ ّ ِ َ َ ِ { وا
ا אلَ . אء وا כ ا أو
ْ ْ
ر ا א א .و إذا أ ا א ق ا ّ أن .وا و
ًرا، ،و אأ :أ كا ا أ لا ا أن ا :أ
َאت َو َأن ا َ
َ ِ َ ﴿-١٠٤أ َ ْ َ ْ َ ُ ا َأن ا َ ُ َ َ ْ َ ُ ا ْ َ َ َ ْ ِ َא ِد ِه َو َ ْ ُ ُ ا
اب ا ِ ُ ﴾
ُ ُ َا
178 TEVBE SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
ون ِإ َ
﴿-١٠٥و ُ ِ ا ْ َ ُ ا َ َ َ َ ى ا ُ َ َ َכُ ْ َو َر ُ ُ ُ َوا ْ ُ ْ ِ ُ َن َو َ ُ َ د َ َ
َ א ِ ِ ا ْ َ ْ ِ َوا َ א َد ِة َ ُ َ ِّ ُ כُ ْ ِ َ א ُכ ْ ُ ْ َ ْ َ ُ َن﴾
כ ِ
}ا ْ َ ُ ا{ ،ن ء ا א }و ُ ْ {
א إ َ . א وو وه א
.
אز : َ َ ِ
אت{؟ }و َ ْ ُ ُ ا א : ] [٢٦٣ن
َ
أن א ا د :Ġإن ا ا א ،و
ون ُ ْ َ ْ َن َ ْ ِ ا ِ ِإ א ُ َ ِّ ُ ُ ْ َو ِإ א َ ُ ُب َ َ ْ ِ ْ َوا ُ َ ِ ٌ
﴿-١٠٦وآ َ ُ َ
َ
َ כِ ٌ ﴾
180 TEVBE SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
1 Büyük günah işleyenler hakkındaki hükmün Allah’a kalmış, kıyamete tehir edilmiş olduğunu savunan
mezhep. / çev
ا כ אف 181
א واو، وا אم »اَ ِ َ ا َ ُ وا« ا أ א ][٢٦٥ ١٥
. א
[268] Gösteriş, riya, kibir ya da Allah rızası dışında herhangi bir amaçla
yapılan veya helâl olmayan malla yapılan her mescidin, Mescid-i Dırâr hük-
35 münün kapsamına gireceği söylenmiştir. Rivayete göre Şakīk-i Belhî [v. 194/810]
ا כ אف 183
ًا ا . ا א ً ا وأ ج دو وآت إ
א ، وا אا כא כ א أن ا ،وأ ه! ه وا א
. א אم ِ א و אت أ
ْ
}و ُכ ْ ا{ אء و אزة אب أ ا ]ً ِ } [٢٦٧ارا{
אرة
َ ً َ
ن כא ا }و َ ْ ِ ً א َ َ ا ْ ُ ْ ِ ِ َ {
אق َ ١٥و
ْ
}وإ ِْر َ ً
אدا{ وإ ًادا } ـ{ َ כ و ا ،رادوا أن אء
ر ل ا .Ṡ
وا وأن א اا أن Ġأ ا אر ا א ا
. א א אر أ
ّ ٥
: .[١٦٢و אء: ]ا َ َة{ }اَ ْ ُ ِ ِ َ ا אص .כ ا ا
ًا وا :ـ}ا َ ُ وا{ ،أي ا َ ُ {؟ }ِ : ] [٢٧٠ن ١٠
ْ
. ء א أن א
] ٌ ْ َ َ } [٢٧٢أ ّ َ
ر لا Ṡ אء أ : َ َ ا ْ َ ى{. ِ ُ
.אل :Ṡ אء؟« א ا: ا .אل» :أ כ ون ء؟« א ا: ا ٥
אل ُ ِ َن
} Ṡرِ َ ٌ ا אر ا אء. ا ، אر ا ا ا א
أَن َ َ َ وا{.
ُ
א אت ا ا אم : وا« ،א د אم .و ] [٢٧٤و ئ؛ »أن َ ١٠
إא :أ א ا إ אره .و ءا ّ صا ١٥
َ ْ ِ ي ا ْ َ ْ َم ا א ِ ِ َ ﴾ אر َ َ َ َوا ُ
َ ِ אر ِ ِ ِ
אر َ א ْ َ َ
َ َא ُ ُ ٍف َ ٍ ََ
188 TEVBE SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
derim: “Bâtıl onu cehennem ateşine sürükler.” anlamına gelir, ancak bu-
rada mecaz sanki gerçek anlammış gibi [terşîh] kullanılmış ve uçurum için
kullanılan “yuvarlanmak” lafzına yer verilmiştir. Böylece, bâtıl taraftarının
sanki binasını cehennem vadilerinden birinin uçurumunun kenarına kur-
20 muş olduğu ve binası ile birlikte o cehennem vadisinin dibine yuvarlanıp
gittiği tasvirî olarak ifade edilmek istenmiştir.
[278] eş-Şefâ, kenar, kıyı anlamına, curufu’l-vâdi ise, vadinin -altı su ile
oyulmuş, sellerle, akıntılarla yarılmış ve böylece altı boş kalmış- kenarı de-
mektir. Hârin yıkılmaya, devrilmeye yüz tutmuş, yıkılmak üzere olan de-
25 mektir. Fe‘ilün vezninde [yani hevirun] olup hâlif kelimesinin helif şeklinde kı-
saltılması gibi taksir edilmiştir. Şâ’ikün (şüpheci) kelimesinin şâkkün şeklinde,
sā’itün (gürsesli) kelimesinin sāttün şeklinde taksir edilmesi de buna benzer.
Bu kelimelerdeki Elif, fâ‘il kelimesindeki Elif ’e değil, ‘aynel-fiiile [yani orta
harfe] tekabül eder. Bunların aslı, hevirun, şevikün ve savitün şeklindedir.
א אء أ ا ي .و ف ا ادي :א ف وا א :ا ] [٢٧٨وا
م ا عا يأ ا وا א .وا אر :ا א و ل ا و
ً
ه :אك و אت، .و א ،כ א ، ط .ووز ١٥وا
[281] Şayet “Sibeveyhi’nin [v. 180/796] ‘Îsâ b. Ömer’den [v. 149/766] riva-
yet ettiği ‘alâ takven mina’llāhi şeklindeki takvânın tenvinli okunduğu kıra-
atin gerekçesi nedir?” dersen şöyle derim: [’ ىdaki maksūr] Elif ’i, tetrâ [peş
peşe] kelimesini tenvinli okuyanların tetran okuması gibi müenneslik Tâ’sı
5 değil, ilhâk Tâ’sı olarak [çünkü aslı Vav ile; ’و ْ َ ىdır]
َ değerlendirmiş ve onu ca‘fer
gibi [aynı vezinde ve sonu tenvinli] düşünmüştür.
[282] [ ِ ِ َא ْ َאرifadesi] Übeyy b. Kâ‘b mushafında fe’nhârat bi-hî kavâ‘iduhû
(Temelleri yuvarlanır.) şeklindedir. Söylendiğine göre Dırâr mescidinin bir
bölümü kazılmış ve aşağıdan bir duman çıktığı görülmüş.
10 [283] Rivayete göre [münafıkların] Mescid-i Dırar’daki imamları Mücem-
mi‘ b. Câriye1 [v. 60/680] imiş. Hazret-i Ömer (r.a.) halife olduğu dönem-
de Kuba mescidinin cemaat ve mütevellisi olan Amr b. Avf oğulları, gelip
Mücemmi‘in mescitlerinde kendilerine namaz kıldırması için izin istemiş-
ler. Fakat o; “Hayır! Sizin hatırınız için bile olsa kabul etmem. Mescid-i
15 Dırar’ın imamı değil miydi o?!” demiş. Bunun üzerine Mücemmi‘, “Ey
müminlerin emiri! Hakkımda acele karar verme! Tamam onlara namaz kıl-
dırdım, ama Allah biliyor ki, içlerindeki niyeti bilmiyordum. Bilseydim o
mescitte onlara namaz kıldırmazdım! O vakitler genç bir delikanlı idim ve
Kur’ân okumayı biliyordum; onlar ise yaşlı-başlı adamlardı, ama Kur’ân
20 okuyamıyorlardı.” demiş. Hazret-i Ömer (r.a.) da ona inanmış, özrünü
makbul karşılamış ve kavmine namaz kıldırmasını emretmiştir.
110. Yaptıkları bina, kalpleri paramparça oluncaya kadar gönülle-
rinde bir şüphe kaynağı olmaya devam edecek... Allah ‘mutlak ilim ve
hikmet sahibi’dir (‘Alîm, Hakîm).
[284] ً ِ رdinî kuşku ve nifak demektir. Zira bu kimseler münafık idiler,
َ
25
onları bu mescidi yapmaya sevk eden ise küfür ve nifakları idi. Nitekim
Allah Teâlâ “zarar vermek ve küfür için” [Tevbe 9/107] buyurarak bunu ifa-
de etmiştir. Peygamber (s.a.) onların bu mescidini yıktırınca, bu durum
çok ağırlarına gittiği ve onları öfkelendirdiği için, münafıklıktaki kararlı-
30 lıkları ve İslâm’a duydukları öfke daha da artmıştı. Dolayısıyla, “Yaptıkları
bina, kalpleri paramparça oluncaya kadar gönüllerinde bir şüphe kaynağı
olmaya devam edecek.” ifadesinde şu söylenmektedir: Bu binanın yıkıl-
ması, onların şüphe ve nifaklarına ilave bir şüphe ve nifak sebebi olacak-
tır. Kalpleri parça parça oluncaya kadar izi kalplerinden hiç silinmeyecek,
35 etkisi hiç azalmayacak, ancak kalpleri parçalanınca teselli bulacaklardır.
1 Bu zâtın adı, metinde Mücemma’ b. Hârise şeklinde kayıtlıdır. Biz DİA’ya göre yazdık. / ed.
ا כ אف 191
وأ ه ّ ره و ًא. ا آن ؤون ًא آن وכא ا אر ًא
Kalpleri sağlıklı ve tek parça kaldığı sürece, kuşku orada hep var olacak,
kalmaya devam edecektir. “Kalplerinin parça parça olması”ndan söz edi-
lirken, kuşkunun kalplerinden gitme halinin tasviri kastedilmiş olabileceği
gibi, kalplerinin gerçekten parçalanması da söz konusu olabilir ki bu da
5 kalplerinin, ya öldürülmekle ya kabirlerinde ya da cehennem ateşinde par-
çalanmasıyla olabilir.
[285] َ َ ُ (bir bir parçalanmadıkça) ifadesi, Yâ ile yukatta‘a şeklinde
ve tahfifle tukta‘a şeklinde de okunmuştur. Tâ’nın fethası ile tekatta‘a da
okunmuştur ki bu durumda anlam, tetekatta‘a (parça parça oldu) şeklin-
10 dedir. Ayrıca Peygamber (s.a.)’e hitaben “sen onları öldürerek kalplerini
parçalamadıkça” anlamında tekta‘a kulûbehum da okunmuştur. Hasan-ı
Basrî illâ en (…madıkça) ifadesini ilâ en (…a dek) şeklinde okumuştur. İbn
Mes‘ûd mushafında ve lev kuttı‘at kulûbuhum (kalpleri bir bir parçalansa
bile) şeklinde yer alır. İfadenin Peygamber (s.a.)’e ya da bütün muhatap-
15 lara yönelik bir hitap olarak, ve lev katta‘te kulûbehum (kalplerini bir bir
parçalasan bile) şeklinde okunduğu da Talha’dan [v. 112/730] nakledilmiştir.
Ayrıca, mânanın; “Hatalarından duydukları pişmanlık ve üzüntü sebebiyle
kalplerinin parça parça olacağı bir tövbe gerçekleştirmedikçe...” şeklinde
olduğu da söylenmiştir.
20 111. Allah müminlerin canlarını ve mallarını, şüphesiz Cennet kar-
şılığında satın almıştır. Onlar ki, Allah yolunda savaşırlar, öldürürler
de öldürülürler de... Bu, O’nun Tevrat’a, İncil’e ve Kur’ân’a göre kesin
gerçekleşecek bir va‘didir. Kim ahdini Allah’tan daha fazla yerine geti-
rebilir ki? Öyleyse yaptığınız alış-verişe sevinin, büyük başarı budur.
25 [286] Allah Teâlâ müminlerin Allah yolunda canlarını ve mallarını feda
etmeleri karşılığında onları cennetle ödüllendirmesini alış veriş temsili ile
anlatmış, alışverişe benzetmiştir. Bir rivayete göre Allah Teâlâ bu ticarette
onlara müşteri olmuş ve bedel olarak çok yüksek bir fiyat vermiştir. Haz-
ret-i Ömer (r.a.)’ın “Allah Teâlâ her iki işlemi de onların lehine kılmıştır
30 [alırken de, satarken de kârı tamamen onlara vermiştir].” dediği nakledilmiştir. Ha-
san-ı Basrî’nin ise “Canlar onun yarattığı canlar, mallar da onun rızık olarak
verdiği mallardır [bundan kârlı ticaret mi olur].” dediği nakledilmiştir.
ا כ אف 193
« .و ِّ ا »و اءة أن« ،و »إ .و أا
ِ ﴿-١١١إن ا َ ا ْ َ َ ى ِ َ ا ْ ُ ْ ِ ِ َ َأ ْ ُ َ ُ ْ َو َأ ْ َ ا َ ُ ْ ِ َ ن َ ُ ُ ا ْ َ َ
ِ َ ْ ِ ِه ِ َ ا ِ َ א ْ َ ْ ِ ُ وا ِ َ ْ ِ כُ ُ ا ِ ي َא َ ْ ُ ْ ِ ِ َو َذ َ
ِכ َوا ْ ُ ْ آنِ َو َ ْ َأ ْو َ
ُ َ ا ْ َ ْ ُز ا ْ َ ِ ُ ﴾
dürülürler de) ifadesi, ilki malum, ikincisi meçhul olarak okunduğu gibi,
aksine [ilki meçhul, ikincisi malum olarak, fe- yuktelûne ve yaktulûne (öldürülürler de
ölürler de) şeklinde de] okunmuştur.
ط روا :ا ا אل ا ه א אر ] [٢٨٧وروي أن ا
ؤ א؛ و لا Ṡأ ا .و و ، ا .א ا :ر ا
ّ ّ
جإ ، و ا ؟ אل כ م ا .אل: אل :כ م ٥
. ا و א
َ ِ ِ ا ِ ِ َ ا ِכ ون ِ
}و ُ َ א ِ ُ َ ،כ ا ] َ ُ } [٢٨٨א ِ ُ َن{
َْ ُْ
وا א א אء ا ّول ن« نو .[١١ :و ئ » ]ا َوأَ ْ ُ ِ ُכ {
ْ
ا כ . ل ،و
؟ ا
ون
ون ا ِ ُ َ ون ا ْ َ א ِ ُ َ
ون ا א ِ ُ َن ا اכِ ُ َن ا א ِ ُ َ ﴿-١١٢ا א ِ ُ َن ا ْ َ א ِ ُ َ
}و ُכ
َ א وا ،כ أ ً א وإن ا أ وف ،أي ا א ن ا א ون
} ُ َ א ِ ُ َن{. ا ا ل ر : אء .[٩٥ :و ]ا { َ ٥و َ َ ا ُ ا ُ ْ
،أي ا א ن ه ون{ ،و א
ه }ا ْ َ א ِ ُ َ أو ز أن כ ن و
א ،وأ ا אس أ :أ א أ :אل Ṡ ][٢٩٣
כ أزال أ אل: ، א א כ כ ي ً ا، ١٥
ر ذ ا אل :إ ا אم اء، א א ار :أכ آ ،
ً
. ، ذن א אر ا ذ ،وا ذن أ ز אرة
198 TEVBE SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
Bu görüş daha doğrudur, çünkü Ebû Tālib hicretten önce vefat etmiştir;
bu ayet ise Medine’de en son nâzil olan ayetlerdendir. Peygamber (s.a.)’in,
babası için istiğfarda bulunduğu da söylenmiştir. Müslümanların “İbrâhim
babası için istiğfar etmişti. İşte Peygamber (s.a.) de amcası için istiğfarda
5 bulunuyor. O halde bizi atalarımız ve akrabalarımız için istiğfarda bulun-
maktan men eden nedir?” dedikleri de söylenmiştir [Nesâî, “Cenâiz”, 96].
[294] “Cehennemlik oldukları kesin olarak meydana çıktıktan sonra …
Peygambere yakışmaz” yani Allah’ın hükmü ve hikmeti gereği, istiğfar et-
mesi doğru olmaz, çünkü onlar şirk üzere ölmüşlerdir.
10 114. İbrâhim’in, babası için mağfiret dilemesi ise sadece ona ettiği
bir vaatten dolayı idi. Onun Allah düşmanı olduğu kendisi açısından
aşikâr hâle gelince onunla ilişkisini kesti. İbrâhim, çok içli, halîm bi-
riydi.
[295] Talha b. Musarrıf [v. 112/730] ve me’steğfera İbrâhîmu li-ebîhi şek-
15 linde okumuştur. Yine onun ve mâ yestağfiru İbrâhîmu (İbrâhim istiğfar
etmiyordu.) şeklinde, geçmiş zamanın anlatımı formunda okuduğu da
nakledilmiştir. “Sadece ona ettiği bir vaatten dolayı idi.” yani İbrâhim’in
babasına ettiği bir vaatten dolayı ki bu da “Senin için istiğfarda bulunaca-
ğım.” [Mümtehane 60/4] ifadesidir. Hasan-ı Basrî ve Hammâd er-Râviye’nin
20 [v. 160/777] bu ifadeyi ve‘adehâ ebâhu (babasına vaat ettiği) şeklinde okumuş
olmaları da buna delâlet eder.
[296] Şayet “Kâfir için istiğfarda bulunmanın câiz olmadığını İbrâhim
Aleyhisselâm nasıl bilememiştir de böyle bir vaatte bulunmuştur?” dersen
şöyle derim: Kâfirin iman etmesi ümit edilir olduğu müddetçe onun için
25 istiğfarda bulunmanın câiz olduğunu zannetmiş olması mümkündür. Kal-
dı ki, kâfir için istiğfarda bulunmanın yasak olduğu ancak vahiyle bilinir.
Zira Allah’ın kâfiri bağışlaması aklen câizdir. Dikkat edersen, Peygamber
(s.a.) de amcası için “Bana yasaklanmadıkça senin için istiğfarda buluna-
cağım.” demiştir. Hasan-ı Basrî’den nakledildiğine göre Peygamber (s.a.)’e
30 “Falanca, Müşrik ataları için istiğfarda bulunuyor!” denilmiş; o da “Biz de
onlar için istiğfarda bulunuyoruz.” diye cevap vermiş ve bunun üzerine bu
ayet nâzil olmuştur. Hazret-i Ali’nin şöyle dediği nakledilmiştir: Müşrik
ebeveyni için istiğfar eden bir adam gördüm ve ona bunu sordum. “İbrâ-
him de istiğfar etmişti.” dedi.
ا כ אف 199
: .و א ل א ة ،و ا آ ا כאن א تأ ّ ّ ،ن و اأ
אد و اءة ا .[٤و ّل : ]ا } َ َ ْ َ ْ ِ ن َ َכ{ ١٠أ אه ،و
َ
א أ אه«. ا او »و
أن אر ، אن אز ا ا א دام أ ز أن : و ه؟
כא . ا ّ ز أن ّ ،ن ا א אر כא إ א از ا ا אع
؟ إ ا ا
200 TEVBE SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
[297] Şayet “Onun Allah düşmanı olduğu kendisi açısından aşikâr hâle
gelince’ ifadesinin anlamı nedir?” dersen şöyle derim: Bunun mânası: “Onun
asla iman etmeyeceği, kâfir olarak öleceği ona vahiy yoluyla bildirildi, o da
istiğfarda bulunmayı derhal kesti.” şeklindedir. Bu ifade tıpkı “Cehennemlik
5 oldukları kesin olarak meydana çıktıktan sonra...” [Tevbe 9/113] ayeti gibidir.
[298] أَو ٌاهkelimesi evvehe fiilinden fa‘‘âl vezninde türemiştir; tıpkı
lü’lü’den le’’âl (inci işiyle uğraşan) kelimesinin türediği gibi. Çok âh çeken
kimseye evvâh denir. Anlam, “İbrâhim aşırı merhametinden, şefkatinden
ve yufka yürekliliğinden dolayı, kendisi için çok zor gelmesine ve babasının
10 ‘Kesinlikle seni taşlarım!’ [Meryem 19/46] demiş olmasına rağmen yine de
kâfir babasına acıyor; ona istiğfarda bulunuyordu.” şeklindedir.
115. Allah’ın bir topluma doğru yolu göstererek, sakınacakları şey-
leri onlara iyice açıkladığı halde onları saptırması olacak şey değildir.
Allah elbette her şeyi bilir.
15 116. Göklerin ve yerin mülkü Allah’ındır; öldürür, diriltir. Allah’tan
başka bir velî ve yardımcı da yoktur sizin için.
[299] Yani Allah, İslâm’ın yolunu gösterdiği kullarını, -Müşriklere istiğ-
farda bulunmak gibi- sakınılmasını emrettiği şeylerden dolayı sorgulamaz;
onlara “sapkın” demez; onları yüz üstü ve mahrum bırakmaz. Ancak söz
20 konusu davranışların sakıncalı olduğu kendilerine açıklandıktan, onlardan
sakınmak gerektiğine dair bilgi kendilerine öğretildikten sonra hâlâ bun-
ları yapıyorlarsa, o zaman durum değişir! Fakat haram kılınmadan önce
içki içmek ve bir ölçeği iki ölçeğe satmak [ribâ] gibi fiilleri yapanlar nasıl
sorgulanmıyorsa onlar da kendilerine böyle bir açıklama yapılmadan önce,
25 sorgulanmazlar. Bu ayet, ilgili yasak konulmadan önce Müşriklere istiğfar-
da bulunduğu için sorguya çekilmekten korkan kimselerin mâzur oldukla-
rının beyanıdır. Ayrıca ayette, asla gaflete düşülmemesi gereken çok önemli
bir husus yer almaktadır ki o da kendisine İslâm’ın yolu gösterilmiş ve hi-
dayete nail olmuş kimsenin Allah tarafından yasaklanan şeylere yöneldiği,
30 onları yaptığı zaman, sapkınlar kervanına katılmış olacağıdır.
[300] “Sakınacakları şeyler”den maksat, haram kılındığı için sakınılma-
sı gereken şeylerdir. Emaneti geri vermek ve haberdeki doğruluğu tasdik
etmek gibi akılla bilinebilecek şeylerden sakınmak için ise ilâhî bildirimin
bulunması şart değildir.
ا כ אف 201
ا ي כ ا وه .و אه أ ،و ا أوه ،כ َ ل ]} [٢٩٨أَو ٌاه{ אل
כא ، ا כא و أ כאن و ور ط ٥
ات َوا ْ َ ْر ِ
ض ُ ْ ِ َو ُ ِ ُ َو א َכُ ْ ِ ْ ُدونِ ِ ﴿-١١٦إن ا َ َ ُ ُ ُ
ْכ ا
َ ِ ٍ﴾ ا ِ ِ ْ َو ِ ٍّ َو ١٠
א ه و כ אر א כא א א وا ا אأ ][٢٩٩
م ،و ا אده ا ا ر أ و
أ وا و ه אن ا إ ّ إذا أ ً ،و
ا َ ون ،כ א وا אن ا אب .وأ א אء وا ا
אف ر .و ا אن ا ا אع א א و با ١٥
َ } َ ْ ِ َ َ َכ ا ُ َ א َ َ َم ِ َذ َ
ِכ َو َ א َ َ { ََ ا ِ{כ
ّ ]َ َ } [٣٠١
אب ا ُ
ا ، .[١٩ :و ِْْ َِ َ
ِכ{ ] א ،٥٥: }وا ْ َ
َ [٢ :و ]ا ٥
وا א ون ا אر وا אج إ ا و إ א وأ
ا ّوا ا ا ا ،وأن ار א و ا אر؛ وإ א وا
אه אب ا : ح .و ا א א אء ،כ א و ا
.[٤٣ : ]ا } َ َ א ا ُ َ َכ{ ،כ ا א إذ
َ َ ا َة َ َ ْ َ ْ َ א ِء َכْ ُ ْ ُ َوا ِ ٍ
אر ْ َא ُ َ َام َو ِ ْ َ ً ا
َ ِ َ َ َ ]و ُכ א َ ِ ْ َא ُכ َ ْ َ َאء َ ْ َ ً [
َ
ة ا ؛ ا ة ك ،כא ا وة ة :א وا ١٥
א ّ س وا ا ود وا ا ا ادّ ،ودوا ا ة ؛و وا
א ا א אا ة ا אن ،ور א ا ّ ة أن ا ا ،و ا
1 Anlam, leyse’ş-şe’nu haleka’llāhu mislehû [durum öyle bir haldedir ki Allah onun bir benzerini yarat-
mamıştır] şeklindedir, aynı şey kâde fiilinde de vardır. Anlam, kâde’ş-şe’nü yezîğu [durum neredeyse …
kayacağı haldeydi] şeklindedir. / çev.
ا כ אف 205
. ا
אب َ َ ِ { כ
َ َ א وأ א ُ } . כ ا ا «، ٥
ْ ْ
. כ ود ؛ אب ز أن כ ن ا כ .و
ِإذَا َ א َ ْ َ َ ْ ِ ُ ا َ ْر ُ
ض ِ َ א َر ُ َ ْ َ ِ ا ِ َ ُ ِّ ُ ا َ ﴿-١١٨و َ َ ا
َ
َ ْ َ َ ِ َ ا ِ ِإ ِإ َ ْ ِ ُ َ َ
אب َ َ ْ ِ ْ ِ َ ُ ُ ا َو َ א َ ْ َ َ ْ ِ ْ َأ ْ ُ ُ ُ ْ َو َ ا َأ ْن
اب ا ِ ُ ﴾
ُ ِإن ا َ ُ َ ا
ا }و َ ا{ و
وا ّ َ . طا א ور؛ و אأ
אب َ َ ِ ِ ُ ُ ا{،
َ َ אره؛ } ُ ا }ا ِ ِإ { إ } أ َن َ َ ْ َ َ ِ َ {
ْ ْ َ
ا و ا أ ى، כة ل وا א ر
ّ
اب أن ا ًא ، إن א اأ ًא و
. زاده و لا ، أ ا כא ّن ا אة כ ،وا ا
ذر ،אل
اده :כ أ א ّ א رأى لا Ṡ ل ا Ṡא א ،אل ر ١٥أ ر
ً
ه ،و تو ه ،و و ذر،
ا أא ّ ذاك ،אل :ر ا אس:
ه. و
208 TEVBE SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
[309] Rivayete göre Ebû Hayseme’nin güzel bir bahçesi ve güzel bir ha-
nımı varmış. Hanımı kendisi için gölgelik çardakta hasır sermiş ve bir yatak
hazırlamış, ona taze meyveler ve soğuk su ikram etmiş. Ebû Hayseme bak-
mış “muhteşem bir gölgelik, olgun meyveler, soğuk su ve güzel bir kadın;
5 Peygamber (s.a.) ise gündüzün kavurucu sıcağında ve gecenin ayazında…
Böylesi hiç hayırlı değil!” demiş ve kalkıp devesini hazırlamış, kılıcını ve
mızrağını kuşanmış ve yola koyulup rüzgâr gibi yol almaya başlamış. O
sırada Peygamber (s.a.) gözünü yola doğru çevirmiş ve serapla karışık bir
görüntü şeklinde bir atlının geldiğini görmüş. “Keşke Ebû Hayseme olsa!”
10 buyurmuş, sonra gelenin o olduğu anlaşılınca çok sevinmiş ve onun için
istiğfarda bulunmuştur.
[310] Bu kimselerden bazıları ise geride kalmaya devam etmiş, Peygam-
ber (s.a.)’e katılmamıştır. İşbu üç kişi de onlardandır. Kâ‘b b. Mâlik şöyle
demiştir: Peygamber (s.a.) seferden geri döndüğünde kendisine selam ver-
15 dim, o da beni hatırladıktan sonra adeta kızgın bir eda ile selamımı aldı ve
“Ka‘b’ı seferden geri bırakanın ne olduğunu bilmek isterdim?!” dedi. “Onu
geri bırakan, kibrinden ve burnunun büyüklüğünden başka bir şey değil.”
denildi. Mu‘âz b. Cebel [v. 17/638] ise “Vallahi! Biz onu faziletli bir Müslü-
man olarak biliriz.” dedi. Peygamber Aleyhisselâm biz üçümüzle konuşul-
20 masını yasakladı. İnsanlar da bizi tanımazlıktan geldi, uzaktan yakından
hiç kimse bizimle konuşmaz oldu. Aradan kırk gece geçince eşlerimizden
uzaklaşmamız, onlara yaklaşmamamız emredildi. Elli gece geçtikten sonra
bir gece ansızın Sel‘ tepesinden “Müjdeler olsun ey Kâ‘b b. Mâlik!” diye
bir ses geldi. Derhal secdeye kapandım, tıpkı Rabbimin nitelemiş olduğu
25 gibi yeryüzü bütün genişliğine rağmen dar gelmiş, içim iyice daralmıştı. Müj-
de tekrar tekrar duyuruldu. Hemen giyindim ve Peygamber (s.a.)’e gittim.
Mescitte oturuyordu ve çevresinde müminler vardı, Talha b. Ubeydullah
kalkıp koşar adım yanıma geldi ve benimle el sıkıştı, “Allah’ın seni bağış-
lamış olması mübarek olsun!” dedi. Talha’nın bu iyi davranışını hiç unut-
30 mam. Daha sonra Peygamber (s.a.), yüzü adeta Ay gibi parlar şekilde sevinç
içinde “Müjde ey Kâ‘b! Anandan doğduğundan beri yaşadığın en hayırlı
gündür bu!” buyurdu ve ayeti okudu. [Müslim, “Tevbe”, 53]
[311] Ebû Bekr el-Verrâk’a [v. 280/893] tevbe-i nasūh nedir?” diye sorul-
muş, “Tövbe edene yeryüzünün bütün genişliği ile dar gelmesi, içinin da-
35 ralması; Kâ‘b b. Mâlik ve arkadaşlarının tövbe ettiği gibi tövbe etmesidir.”
demiştir.
ا כ אف 209
ّ אل: وا אء ا אرد، ا إ ،و ا ّ ،و ا
ّ
، ّ وا ا אء ،ور ل ا Ṡ א ،و אء אرد ،وا أة ،ور
ّ ر لا Ṡ ، כא و ور وأ א ! אم ا א
ّ
ح « ،כא ، اب ،אل» :כ أ א אه ا ،ذا اכ ا إ ٥
. ر ل ا Ṡوا
َ ﴿-١١٩א أ َ א ا ِ َ آ َ ُ ا ا ُ ا ا َ َو ُכ ُ ا َ َ ا א ِد ِ َ ﴾
אن َ ْ ِ ا ْ َ ِ َ ِ َو َ ْ َ ْ َ ُ ْ ِ َ ا َ ْ َ ِ
اب َأ ْن َ َ َ ُ ا َ ْ כَ َ َ ﴿-١٢٠א
َ ِ ِ ا ِ َو َ َ ُ َن َ ْ ِ ًא َ ِ ُ ا ْכُ َ
אر َو َ َא ُ َن ِ ْ َ ُ ٍّو َ ْ َ ْ َ َ ٌ ِ َو
ا وا אر ،ووا وا א ا ا ا כ אب ،أي כ أ آ
א ا אد ا :وכ ه .ا ءوا إن כ ١٥أ
؟ ر
א ،و َ Ṡ ا أ .و وُכ א ّن وطء د אر
أ أ א ا ا ر כ ا ب ،وأ ّ أ ا א
ا א ا ، א أ כ أ وز אد
ا رض. אل ا ب ا אع ا دي .و ودى ،إذا אل؛ و אِ
אن ا ْ ُ ْ ِ ُ َن ِ َ ْ ِ ُ وا כَ א ً َ َ ْ َ َ َ ِ ْ ُכ ِّ ِ ْ َ ٍ ِ ْ ُ ْ َ א ِ َ ٌ ﴿-١٢٢و َ א כَ َ
َ
ون﴾ِ َ َ َ ُ ا ِ ا ِّ ِ َو ِ ُ ْ ِ ُروا َ ْ َ ُ ْ ِإذَا َر َ ُ ا ِإ َ ْ ِ ْ َ َ ُ ْ َ ْ َ ُر َ
[320] “Dinlerini iyice öğrenmek” yani onu iyice anlama külfetini üst-
lenmek, ilmi alıp tahsil etmenin meşakkatlerine göğüs germek “ve -belki
kendilerine çeki düzen verirler” yani Allah’tan sakınırlar ve sâlih amel işler-
ler “diye- kavimlerini uyarmak için…” Dini iyice öğrenmedeki amaçları,
5 hedefleri, kavimlerini uyarmak, onlara yol göstermek, nasihat etmek olsun.
Yoksa ilim erbabının meylettiği türden; liderlik, memlekette hâkim olma,
giyim-kuşam ve binek konusunda zalimlere benzeme, kendi aralarında re-
kabete girişme, kıskanç karılar gibi birbirine haset etme, bir başka ilim ada-
mının medresesini veya önünde diz üstü oturan bir grubu gördüğü zaman
10 gözlerini belertip kaşlarını çatma, bütün insanların sadece kendisini önder
bilip takip etmesi için can atmak gibi basit emeller olmasın! Bu tür adi
hedefler peşinde koşan âlimler, Yüce Allah’ın “Biz o âhiret yurdunu, yer-
yüzünde böbürlenme ve bozuculuk arzusu bulunmayan kimselere veririz.”
[Kasas 28/83] ayetinde ifade ettiği durumdan ne kadar da uzaktırlar!
أن כ ن ،و אכ ا ذ ،أو ر ه إذا أ
ّ و َّ ُ ُِ َ}:
ون ُ ُ ا ء ،אأ دون ا אس כ ا
ا روا ا ون{ إرادة أن
ُ َ ْ َ ْ ُ َ َ } ![٨٣ :ر َ אدا{ ِ
]ا ا رض َو َ َ َ ً
ً א ً א.
كو وة ًא - أ ّن ر ل ا Ṡכאن إذا آ :و ] [٣٢١وو ١٠
אر َو ْ َ ِ ُ وا ِ כُ ْ
َ ﴿-١٢٣א أ َ א ا ِ َ آ َ ُ ا َא ِ ُ ا ا ِ َ َ ُ َכُ ْ ِ َ ا ْכُ ِ
ِ ْ َ ً َوا ْ َ ُ ا َأن ا َ َ َ ا ْ ُ ِ َ ﴾
Peygamber (s.a.) önce kendi kavmi ile savaşmış, ondan sonra diğer Hicaz
Arapları ile savaşmış, daha sonra Suriye taraflarına [Şam] sefer yapmıştır.
Bunların Kurayza oğulları, Nadîr oğulları, Fedek ve Hayber Yahudileri
olduğu söylenmiş; Rumlar olduğu da söylenmiştir, çünkü Rumlar Suriye
5 bölgesinde ikamet etmekteydiler ve Suriye bölgesi Irak ve diğer beldelere
göre Medine’ye en yakın olan yerdi. İşte bu şekilde her bir belde halkına
düşen, kendisine en yakın kâfirlerle savaşmaktır. Tabiî, başka bir beldenin
halkı ile savaşma zarureti söz konusu değilse. Nitekim nakledildiğine göre
İbn Ömer’e Deylem1 halkı ile savaşma konusunda soru sorulmuş, o da “Siz
10 Rumlarla savaşın.” demiştir.
[323] Ğılza (sertlik, tavizsizlik) kelimesi her üç hareke ile de - şiddet vez-
ninde ğılzat, duğtat vezninde ğulzat ve sahtat vezninde ğalzat- okunmuştur.
Bu ifade, “Onlara karşı tavizsiz ol.” [Tevbe 9/73] ayeti ve “Gevşemeyin.” [Âl-i
İmrân 3/139] ayetleri ile aynı anlamdadır. Ğılza (sertlik ve tavizsizlik) hem
15 cesaretle savaşmayı ve savaşırken sabırlı-sebatlı olmayı hem de düşmanı öl-
dürüp esir alma konusunda sert ve katı olmayı ifade eder. “Bu ikisine [yani
zânilere] karşı hissettiğiniz acıma duygusu, Allah’ın cezasını uygulamaktan
sizi alıkoymasın.” [Nûr 24/2] ayeti de buna benzer.
[324] “Allah, müttakîlerle beraberdir.” Kendisinden sakınan ve Allah
20 düşmanlarına karşı acıma göstermeyen kimselere yardım eder.
124. Bir sûre indirilince, içlerinden bazıları; “Bu, hanginizin ima-
nını artırdı bakalım?!” derler... İman edenlerin imanını artırır ve onlar
(ayetlerin verdiği müjdeli haberlerle) müjdeleşirler.
125. Kalplerinde hastalık bulunanların ise murdarlığına murdarlık
25 katar (inkârlarını iyice pekiştirir) ve sonuçta nankör bir inkârcı olarak
ölüp giderler!
[325] “İçlerinden bazıları” yani münafıklardan bazıları, -inkâr ederek
ve müminlerin vahiyle hasıl olan ilmin artmasıyla ve bu ilimle amel edildi-
ğinde, imanın da artacağına dair inançlarıyla alay ederek- diğer bazılarına
“der ki: Bu” sûre, “hanginizin imanını artırdı bakalım?!” כ َ( أhanginizin)
ُْ
30
ifadesi mübteda olarak merfû‘dur. Ubeyd b. Umeyr [v. 74/693] bunu fetha
ile eyyeküm şeklinde okumuştur ki bu durumda - ُ ْ زاد َ (artırdı) ifadesinin
tefsir ettiği- gizli bir fiil takdir etmiş olmaktadır. İfadenin takdiri, eyyeküm
zâdet, zâdethu hâzihî imânen şeklindedir.
1 Maveraünnehir bölgesinde, Kuzey İran tarafında bir bölge. / çev.
ا כ אف 219
ض َ َ ا َد ْ ُ ْ ِر ْ ً א ِإ َ ِر ْ ِ ِ ْ َو َ א ُ ا
ُُ ِِ ْ ََ ٌ ﴿-١٢٥و َأ א ا ِ َ ِ
َ
ون﴾
َو ُ ْ כَ א ِ ُ َ
} :أَ כ ِ
ُْ
ل ا א ]َ ْ ُ ْ َ } [٣٢٥
َ ُ ُل{ ١٥
[326] “Onların imanını artırır” çünkü o sûre yakîn ve sebatı artırır; yü-
reğe su serper. Ya da onların amellerini artırır, amelin artması ise imanın
artmasıdır. Çünkü iman, itikat ve amel üzerine kuruludur.
[327] “Murdarlığına murdarlık katar (inkârlarını iyice pekiştirir),” kü-
5 fürlerine küfür ilave eder; çünkü her ne zaman Allah yeni bir vahiy gönder-
se onlar onu da inkâr ederek yeni bir küfür ve nifak ihdas ederler. Böylece
küfürleri artar, cezaları da iyice muhkemleşir, ikiye katlanır!
126. Görmüyorlar mı ki, her yıl bir veya iki kez belaya çarptırılıp
deneniyorlar?! Ama yine de ne dönüş yapıyorlar ne de ibret alıyorlar!..
10 127. Bir sûre indiği zaman, birbirlerine bakıyorlar ve “Birisi sizi
görüyor mu?” deyip sonra sıvışıp gidiyorlar!... Allah kalplerini döndür-
sün onların! Çünkü anlamaz bir kavimdirler!
[328] ( أَ َو َ ْو َنgörmüyorlar mı ki?) ifadesi bu şekilde Ya ile okunduğu
َ
gibi, e-ve lâ teravne (görmez misiniz ki?) şeklinde Tâ ile de okunmuştur.
15 “Belaya çarptırılıp deneniyorlar” yani Allah’ın verdiği hastalık, kıtlık ve
diğer belalara maruz kalıyorlar. Ama yine de münafıklığa son vermiyor-
lar, hallerine bakarak nifaktan dönmüyor, akıllarını başlarına devşirip ders
çıkarmıyorlar! Anlam, “Peygamber (s.a.) ile birlikte cihâda çıkmakla im-
tihan ediliyorlar, onun durumunu, yani Allah tarafından indirilen destek
20 ve teyidi açıkça görüyorlar.” veya “Şeytan onlar ayarttığından, inkâr edip
Peygamberle yaptıkları ahdi bozuyorlar. Sonuçta [müminler] onları öldürüp,
ibretlik bir duruma sokacak, ama yine de ders alıp vazgeçmiyorlar!” şeklin-
de de olabilir.
[329] “Birbirlerine bakıyorlar” vahyi inkâr ve onunla alay maksadıyla
25 birbirlerine kaş göz işareti yapıyorlar ve “Müslümanlardan biri sizi görüyor
mu? Görmüyorsa çekip gidelim! Zira bunu dinlemeye tahammül edemi-
yoruz, gülmekten kendimizi alamıyoruz ama aralarında rezil olmaktan da
korkuyoruz!” diyorlardı. Ya da “Gizlice sıvışıp kaçmak için birbirleriyle kaş
göz işareti yapıyorlar, birbirlerine ‘Birisi siz gördü mü?’ diyorlardı.” şeklinde
30 de olabilir.
[330] Anlamın, “Münafıkların ayıbını ortaya koyan bir sûre indirildiği
zaman….” şeklinde olduğu da söylenmiştir.
ا כ אف 221
ر .أو اد وا אت ،وأ א أز ]َ َ َ } [٣٢٦اد ْ ُ ِإ َ א ًא{
ْ
. אد وا ا אن אنّ ،ن ا ا ز אدة ً ،ن ز אدة ا
َ ُ ُ َن َو אم َ ًة َأ ْو َ َ ْ ِ ُ
َ َ ْو َن َأ ُ ْ ُ ْ َ ُ َن ِ ُכ ِّ َ ٍ َ ﴿-١٢٦أ َو
ون﴾ ُ ْ َ כُ َ
ون، כ ون ،و ،و א ن نو ءا ، א و
و כאرا
ن إ ً א وا א َْ ٍ { ]ِ ْ ُ ُ ْ َ َ َ َ } [٣٢٩إ َ ١٥
َ َ ْ כُ ْ َ َ ْ َ َ ﴿-١٢٨אء ُכ ْ َر ُ لٌ ِ ْ َأ ْ ُ ِ כُ ْ َ ِ ٌ َ َ ْ ِ َ א َ ِ ْ َ ِ ٌ
ِא ْ ُ ْ ِ ِ َ َر ُء ٌ
وف َر ِ ٌ ﴾ ٥
ُ َ َ َ ْ ِ َ َ כ ْ ُ َو ُ َ َرب ا ْ َ ْ ِ
ش ِإ َ َ ِإ ْ ِ َ ﴿-١٢٩ن َ َ ْ ا َ ُ ْ َ ْ ِ َ ا ُ
اْ َ ِ ِ﴾
وف َر ِ {.
}ر ُء ٌ
َ
ٌ
و ّض إ ، ك א אن כ و א ا ا ]ِْ َ } [٣٣٤ن َ َ ْ ا{ ن أ
[336] İbn Abbâs’ın “Hiç kimse Arş’ın kadrini1 tespit edemez.” dediği;
Übeyy b. Kâ‘b’ın ise “En son inzâl edilen ayet, ‘Gerçek şu ki, size kendi içi-
nizden bir elçi geldi...’ ayetidir.” dediği nakledilmiştir. Peygamber (s.a.)’in
de şöyle buyurduğu nakledilir: Kur’ân bana ayet ayet, harf harf inzâl edildi,
5 sadece Berâ’e ve İhlas sûreleri hariç. Bu ikisi bana yetmiş bin saf melekle
beraber inzâl edildi.”
:آ ا כ أ ره .و رأ אس :Ġا ش ا ] [٣٣٦و
ّ
ا آن ر ل ا :Ṡא ل َر ُ ٌل ْ أَ ُ ِ ُכ {. אءכ }: آ
ّ ْ ََ ْ َ ُْ
א و א אأ ؛ ا أ رة اءة و א إ ّ آ آ و ً א ً א،
ّ
כ. ا ّ نأ
YÛNUS SÛRESİ
ا ا ا
אب ا ْ َ כِ ِ ﴾
ْכ آ َאت ا ْ כِ َ ِ
ِ َ ﴿-١ا
אس َ َ ًא َأ ْن َأ ْو َ ْ َא ِإ َ َر ُ ٍ ِ ْ ُ ْ َأ ْن َأ ْ ِ ِر ا َ
אس َو َ ِّ ِ ا ِ َ אن ِ ِ َ ﴿-٢أכَ َ ٥
א{ כאن ،و} .و}أَ ْن أَ ْو َ َא{ ا وا כאر ا ة ] [٣٣٨ا ١٠
ً ْ
او ا ً א و כ ة و}أَ ْن أَ ْو َ َא{ ٌ«، د» : א .و أ ا
ً ْ
: ،כ
َכُ ُن ِ َ ا َ َ א َ َ ٌ َو َ ُאء
.و אل ا اإّ כ ا إ ا ّ ،ن ا ر ا
ً
אء َ ا כ ٌ َ ْ ُ َن ُ ْ َ ِ ّ َ َ َ ْ َא َ َ ِ אن ِ ا رض
َ ْ َכ َ א ُ}: ٥ا
ْ
א إ א أ ً אّ ،ن ا أو ا اء [٩٥ :وإر אل ا { ]ا َ َ ًכא َر ُ ً
ا ّ ة .وا ل אا أ אب ا אر، ا ا אر
}و َ א أ َ ا ُכ َو َ أو ُدכ א
ءَ . אب כا א ا م وا
ق إ .وإ א ا م ن : ع א، א א א ؛ و א ً א ّن
َأ ِ ٌ ِ َ א כَ א ُ ا َכْ ُ ُ َ
ون﴾
א دل א
ّ : ؟ ها :א ] [٣٤٣ن ١٠
[345] “Çünkü O, yaratmaya başlar; sonra onu bir daha yapar.” cümlesi
yeni bir cümle olup, Allah’a dönme gerekliliğinin illetini açıklamaktadır.
Bu illet de yaratmayı başlatmanın ve onu daha sonra tekrar etmenin mak-
sat ve muktezasının, mükelleflere amellerinin karşılığını vermek olmasıdır.
5 Nitekim ؤا أşeklinde de okunmuş olup, li-ennehû (Çünkü O…)
anlamındadır. ِ و ْ َ اkelimesini nasbeden fiille de mansub da olabilir, yani
va‘ada’llāhu va‘den bed’e’l-halki sümme i‘âdetehû (Allah bir vaatte bulunmuş;
yaratmayı başlatıp sonra onu bir daha yapmayı vaat etmiştir.). Bu, “yaratma-
yı başlattıktan sonra bir daha yapmayı” anlamındadır.1 Zaten, ُ َو َ َ اşek-
10 linde fiil formunda da okunmuştur. Ebde’eden yubdi’u (başlatır) şeklinde de
okunmuştur. Keza, hakkan lafzını nasbeden fiille merfû‘ da olabilir; hakka
hakkan bed’ü’l-halki (Yaratmanın başladığı [sonra da tekrarlanacağı] kesin bir
gerçektir.) mânasında. Tıpkı şu beyitte olduğu gibi:
Ey Allah’ın kulları! Üzerimde mutlaka bir gözcü olduğu halde gelip
15 gittiğim gerçek mi?
Hakkun ennehû yebde’u’l-halka şeklinde de okunmuş olup, hakkun enne zey-
den muntalikun (Zeyd’in yürüyüp gittiği hakikattir.) cümlesinde olduğu
gibidir.
1 Yaratmayı başlatma vaadi aslında söz konusu olmadığından, Zemahşerî, vaade konu olan asıl şeyin
tekrar yaratmak olduğuna vurgu yapıyor. / ed.
ا כ אف 233
אز لَ ِ َ ْ َ ُ ا
אء َو ا ْ َ َ َ ُ ًرا َو َ َر ُه َ َ ِ
ِ َ ً ْ َ َ ُ ﴿-٥ا ِ ي َ َ َ ا
ِ א ْ َ ِّ ُ َ ِّ ُ ا َ ِ
אت ِ َ ْ ٍم אب َ א َ َ َ ا ُ َذ َ
ِכ ِإ َ َ َد ا ِّ ِ َ َوا ْ ِ َ َ ١٥
َ ْ َ ُ َن ﴾
234 YÛNUS SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
[347] אء ِ kelimesindeki Ya, ’ ِ اءdeki Vav’ın bir öncesindeki harf kes-
ً ً َ
reli olduğu için Ya’ya döndürülmesiyle doğmuştur. Son harf orta harften
önceye alınıp, Ya Hemze’ye çevrilerek ve iki Hemze arasında Elif olduğu
halde ِ َ ًאءşeklinde de okunmuştur. Tıpkı (köstek olma anlamındaki) ‘āka
5 fiilinde ‘akā denmesi gibi. Zıyâ, nurdan daha kuvvetlidir.
[348] “Onu” Ay’ı “düzenleyen” yani “Ay için birtakım konaklar belir-
lemişiz.” [YâSîn 36/39] âyetinde ifade edildiği gibi yörüngesini konak yerleri
şeklinde veya konak yerlerine sahip olarak düzenleyen. “Hesabı” yani ay,
gün ve gecelerin vakitlerini hesabını. “Bunları” ifadesi, zikredilenlere işaret
10 olup “Allah bunları tamamen” eşsiz hikmet olan “gerçek ile” birlikte “ya-
ratmış;” boş yere yaratmamıştır. Yufassılu (açıkça bildirir) şeklinde Ya ile de
okunmuştur.1
6. Gece ile gündüzün gidip gelişinde ve Allah’ın göklerde ve yerde
yarattıklarında, sakınan bir toplum için elbette âyetler vardır.
15 [349] Özel olarak müttakileri zikretmiştir, çünkü onlar akıbetlerinden
endişe edip dikkatli hareket ederler ve bu dikkat, onları gözlemlemeye ve
ders çıkarmaya iter.
7. Bizimle karşı karşıya geleceklerine dair bir ümit ve korku taşıma-
yanlar, dünya hayatına rıza gösterip onunla tatmin olanlar ve âyetleri-
20 mizden gafil bulunanlar;
8. sığınakları Ateş’tir işte bunların! Kendi yaptıklarından dolayı...
[350] “Bizimle karşı karşıya geleceklerini recâ etmeyenler…” Yani -ken-
dilerini kaplayan, dünya zevkleriyle ve [ahiretin aksine] ‘hemen’ elde edilene
duydukları sevgi yüzünden- hakikatleri kavramalarını engelleyen gafletleri
25 sebebiyle Allah’la karşı karşıya geleceklerinden yana hiçbir endişe taşıma-
yanlar; O’nu akıllarına bile getirmeyenler… Ya da ‘Cennetlik (sa‘îd) insan-
lar gibi Bizimle güzel bir şekilde karşı karşıya gelmeyi’ ummayanlar, veya
‘endişe edilmesi gereken Bizimle kötü bir şekilde karşı karşıya gelmekten’
korkmayanlar “ve” “Yoksa Âhireti bırakıp da dünya hayatına mı razı oldu-
30 nuz?!” [Tevbe 9/38] âyetinde ifade edildiği gibi, Âhiret hayatı yerine “dünya
hayatına rıza gösterenler;” fani ve az olanı baki ve çok olana tercih edenler.
“Ve onunla tatmin olanlar” yani dünyada ondan yana hiçbir şikâyeti olma-
yan biri gibi rahat ve tasasız yaşayıp, onunla ilgili uzak hayaller kurarak,
‘yıkılmaz, sağlam’ binalar dikenler…
1 Müfessirin ﺼ ُﻞ
( ﻧـَُﻔ ﱢaçıkça bildiririz) kıraatini esas aldığı anlaşılmaktadır. / ed.
ا כ אف 235
ِכ َ ْ وا ُ ُ ا ُ
אر ِ א כא ُ ا َכْ ِ ُ َن﴾ ُ ﴿-٨أو َ
1 Yani hidayet cennetin yolunu salt “göstermekten” ziyade, cennete “eriştirmek” anlamına geldiğinden. /
ed.
ا כ אف 237
ِ ﴿-٩إن ا ِ َ آ َ ُ ا َو َ ِ ُ ا ا א ِ َ ِ
אت َ ْ ِ ِ ْ َر ُ ْ ِ ِ َ א ِ ِ ْ َ ْ ِ ي ِ ْ
אت ا ِ ِ ﴾ אر ِ َ ِ َ ْ ِ ِ ُ ا َْ َ ُ
َ ﴿-١٠د ْ َ ا ُ ْ ِ َ א ُ ْ َ א َ َכ ا ُ َو َ ِ ُ ُ ْ ِ َ א َ ٌم َوآ ِ ُ َد ْ َ ا ُ ْ َأنِ
ا ْ َ ْ ُ ِ ِ َر ِّب ا ْ َ א َ ِ َ ﴾
ُ ُر ُ ِ
אت َ ْ َ وا א } َ ْ َم َ ى ا
َ
ا ،כ إ إ א
ه ُ ِّ ر إذا ج » :إ ّن ا א ِ ِ { ]ا .[١٢ :و ا َ َ أَ ْ ِ ِ و
ْ ْ
ًرا و א ً ا إ ا .وأ א כ ،כ ن ل :أא ، رة ١٠
[354] “Dualarının sonu ise” yani tesbihten ibaret olan dualarının sonu
ise, “Hamdolsun âlemlerin Rabbi Allah’a!” demeleridir. “Dirlik temennile-
ri ‘Selâm olsun size!’dir.” ifadesinin anlamı, birbirlerini selâmlayarak dirlik
10 temennisinde bulunacak olmalarıdır. Masdar mef‘ûle izafesiyle bu selâmla-
manın meleklerin cennettekileri selamlaması olduğu da söylenmiştir. Yine
bunun, Allah’ın onları selamlaması olduğu da söylenmiştir. أنşeddelinin
hafifletilmişidir; zamir şan zamiri olmak üzere, ibarenin aslı ennehû el-ham-
dü li’llâhi (durum şu ki hamd Allah’a ait) şeklindedir. Tıpkı (A‘şâ’ya ait) şu
15 beyitte olduğu gibi:
[Alınları Hint kılıcı gibi parlayan gençler arasında… ki bilmekteler] zengin -
fakir1 herkesin bir gün ölüp gideceğini!
[355] Ayet أنşeddelenip, el-hamd nasb edilerek َ أن اşeklinde de
okunmuştur.
20 11. Allah insanlara hayrı çarçabuk istedikleri gibi, şerri de hemen
veriverseydi, kendilerine tanınan müddet anında bitirilirdi! Bizimle
karşı karşıya geleceklerine dair bir ümit ve korku taşımayanları Biz işte
böyle bocalamaya terk ederiz taşkınlıkları içinde!..
[356] “Hayrı çarçabuk istedikleri gibi” ifadesinin aslı, “Allah insanla-
25 ra” hayrı hemen verdiği gibi, “şerri de çarçabuk verseydi” şeklindedir. Bu
durumda Allah, hayrı kendisinin hemen verdiğini söylemek yerine hayrı
onların çarçabuk istedikleri buyurmuş ve böylece, onlara ne kadar süratli
cevap vereceğini ve isteklerini âcilen yerine getireceğini hissettirmiştir. Ade-
ta onların hayrı çarçabuk istemeleri o konuda kendisinin acele etmesi imiş
30 gibidir. [İnsanlar derken] Mekkeliler ve “(Bu Kur’ân haksa) o halde, üzerimize
gökten taş yağdır!” [Enfâl 8/32] demeleri kastedilmiştir. Anlatmak istediği şu-
dur: Hayır için dua ettiklerinde isteklerini çabucak verdiğimiz gibi, istedik-
leri şerri de aynı şekilde veriverseydik, “kendilerine tanınan mühlet anında
1 “Yalın ayak” ve “ayakkabılı” anlamındaki bu iki fiil fakirlik ve zenginlikten kinayedir. / ed.
ا כ אف 239
وه، اا و إ ّ أن אدة ،و א אد و ا כ :أن
אن
}و َ א َכ َ
َ א כ ،כ ًذا ن אدة ،إ א ُ َ وذ כ
َ ْ َ ْ َ َو َ ْ َ ِ ُ ِכ כ
أن א ٌ
ا[ ْ فا ٍכ ]
ا ْ ِ ْ َ א َ ُ ْ ِא ْ َ ْ ِ َ ُ ِ َ ِإ َ ْ ِ ْ َأ َ ُ ُ ْ ﴿-١١و َ ْ ُ َ ِّ ُ ا ُ ِ ِ
אس ا َ ١٠
ُ ْ َא ِ ِ ْ َ ْ َ ُ َن﴾ َ ْ ُ َن ِ َ َאء َא ِ َ َ َ ُر ا ِ َ
ا ي ا א و ،[٣٢ אل: ]ا אء{ ا אرة א } ١٥
ّ
ا وأ כ ا } َ ُ ِ ِإ َ ِ أَ َ ُ ُ { إ و ا כ א د ا
ْ َ ْ ْ
240 YÛNUS SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
َد َ א َא ِ َ ْ ِ ِ َأ ْو َא ِ ً ا َأ ْو َא ِ ً א َ َ א כَ َ ْ َא َ ْ ُ אن ا
ا ِْ َ َ ﴿-١٢و ِإذَا َ
َ
ِכ ُز ِّ َ ِ ْ ُ ْ ِ ِ َ َ א כَ א ُ ا َ ْ َ ُ َن﴾
ُ ٍّ َ ُ כَ َ َ ُ ُه َ כَ َ ْن َ ْ َ ْ ُ َא ِإ َ
ور אه أ ّن ا : ال؟ ها :א א ة ذכ } ١٠أَ ْو َ א ِ ً ا أَ ْو َ א ِ ً א{ .ن
[Öyle parlak, öyle beyaz bir göğüs ki] iki hokkadır adeta memeleri
[360] “Yapıp durdukları” yani ilahi mesajdan yüz çevirip arzularına tâbi
olmaları “aşırı gidenlere işte böyle” hoş gösterildiği gibi “hoş gösterilir!”
Yani şeytan, vesvesesiyle hoş gösterir. Veya Allah onları kendi hallerine bı-
5 rakarak hoş göstermiş olur.
13. Gerçek şu ki; Biz sizden önceki nice nesilleri, zulmettiklerin-
de helâk etmişizdir; çünkü peygamberleri kendilerine apaçık deliller
getirdikleri halde iman etmemişlerdi, edecek de değillerdi... Böyle ce-
zalandırırız işte Biz mücrim bir toplumu!..
10 14. Sonra, ‘Bakalım siz nasıl davranacaksınız!’ diyerek onların ar-
dından sizi yeryüzüne sahip kıldık.
[361] Lemmâ “helâk ettik” lafzının zarfıdır; ( و אءgetirdikleri halde)
ifadesindeki Vav ise hal içindir. Yani, onlara peygamberleri doğru olduk-
larını gösteren şahit ve deliller -yani mucizeler- getirdikleri halde, onları
15 yalanlayarak zulmettiler.
[362] “İman etmemişlerdi, edecek de değillerdi...” ifadesi “zulmettiler”
ifadesine ma‘tūf olabileceği gibi bir ara cümle de olabilir. ‘ ِ ْ ِ ُ اdaki Lâm
ُ
ise olumsuzluğu pekiştirmekte olup, “Gerçek anlamda iman etmezler.” de-
mek istemekte ve iman etmeyeceklerini, zira küfürde ısrar edeceklerini ve
20 imanın kendilerinden çok uzak olduğunu Allah’ın bildiğini vurgulamakta-
dır. Mâna şöyledir: Bunları helâk etmesinin sebebi, peygamberlerini yalan-
lamaları ve Allah’ın peygamber göndererek önlerine kesin deliller koyduğu
halde kendilerine artık daha fazla mühlet vermekte bir fayda olmadığını
bilmesidir. “İşte” bütün mücrimleri “böyle” bu ceza -yani helâk- gibi “ce-
25 zalandırırız!” Bu ifade, Hazret-i Peygamber’i yalanlayarak cürüm işleyen
Mekkeliler için bir tehdittir. [ َ ْ ِ يfiili] Ya ile yeczî (cezalandırır) şeklinde de
okunmuştur.
[363] “Sonra sizi (…) kıldık.” ibaresinde, Hazret-i Peygamber (s.a.)’in
gönderildiği kimselere hitap edilmektedir; yani “Helâk ettiğimiz nesiller-
30 den sonra yeryüzüne sizi sahip kıldık.” [denilmiştir.] “Bakalım” hayır mı iş-
leyeceksiniz, şer mi ve amelinize göre size muamele edelim diye. כlafzı
ile değil, ن
َُ َ
ile mahallen mansubdur; çünkü içerdiği (nasıl) istifham
anlamı, âmilinin kendisinin önüne geçmesini engellemektedir.
ا כ אف 243
ِ َ ِ ا َ ْر ِ
ض ِ ْ َ ْ ِ ِ ْ ِ َ ْ ُ َ כَ ْ َ َ ْ َ ُ َن﴾ َ ََْ ُ
אכ ْ َ ُ ﴿-١٤
[364] Şayet “Bakma kavramında bir karşı karşıya oluş söz konusu iken
bu kelime nasıl Allah Teâlâ’ya isnad edilebilmiş?” dersen şöyle derim: Bu,
“bir şeyi [gayben veya henüz ma‘dûm iken, değil] mevcut olarak bilmek”ten ibaret
olan gerçek bilgiden isti‘âredir. Böyle bir bilgi, gerçekliği bakımından baka-
5 nın bakmasına ve gözüyle görenin görmesine benzetilmiştir.
15. Açık-seçik âyetlerimiz kendilerine okununca, Bizimle karşı karşı-
ya geleceklerine dair bir ümit ve korku taşımayanlar; “Bundan başka bir
Kur’ân getir veya bunu değiştir!” dediler. De ki: Benim onu kendiliğim-
den değiştirmem mümkün değil! Ben sadece, bana vahyolunana uyarım.
10 Rabbime karşı gelirsem, büyük bir günün azabından endişe ederim.
[365] Kur’ân’da putperestliğin kötülenmesi ve müşriklere tehditlerde
bulunulması onları öfkelendirmiş ve bunun üzerine; içinde bizi kızdıracak
bu gibi şeylerin olmadığı başka “bir Kur’ân getir” de sana tâbi olalım “veya”
azap âyeti yerine rahmet âyeti koymak ve ilahlarımızı konu alan, onlara
15 tapmayı kötüleyen ifadeleri çıkarmak suretiyle “onu değiştir.” demişlerdi.
Bu sebeple, Peygamber (s.a.)’e -bir insanın yapabileceği bir şey olduğu için-
değiştirme talebine cevap vermesi emrolundu ki bu da azap âyetini kaldırıp
nazil olanlardan bir rahmet âyetini onun yerine koymak ve putlarına ilişen
âyetleri çıkarmaktır. Başka bir Kur’ân getirmek ise insanoğlunun yapabile-
20 ceği bir şey değildir.
[366] “Benim onu kendiliğimden değiştirmem” –אء ِ ْ ِ kelimesi telkā’i
şeklinde de okunmuştur- yani, Rabbim bana bunu emretmeden “olacak şey
değildir!” Benim için gerekli de, helal de değildir. “Hâşa!.. Benim; hakkım
olmayan bir sözü söylemem olacak şey değildir.” [Mâide 5/116] âyetindeki
25 gibi. “Ben sadece bana vahyolunana uyarım.” Bu istenilene benzer herhangi
bir şeyi ancak Allah’ın vahiy ve emirleri üzerine yaparım veya yapmam; bir
âyet neshedilirse neshe uyarım, bir âyet kaldırılıp başka bir âyet indirilirse
bu değişikliğe uyarım; yani değiştirme ve neshetme yetkisi bende değil.
Kendiliğimden bir değiştirme ve nesih yaparak “Rabbime karşı gelirsem,
30 büyük bir günün azabından endişe ederim.”
[367] Şayet “Bir insanın Kur’ân’ın benzerini ortaya koyamayacağı bunlar
açısından açık ve aşikâr değil miydi ki ‘Bundan başka bir Kur’ân getir.’ diye
talepte bulundular?” dersen şöyle derim: Elbette öyleydi, ancak âciz oldukla-
rını itiraf etmiyor; “İstesek, bunun gibisini biz de söyleriz!” [Enfâl 8/31] ve “Mu-
35 hammed Allah’a iftira ediyor!” diyerek, Kur’ân’ı Peygamber (s.a.)’e nispet edi-
yorlar; onun Kur’ân ve benzeri bir kitap inşa edebileceğini iddia ediyorlardı.
ا כ אف 245
ْ ٍم َ ِ ٍ ﴾ َ َ َ
اب َ אف ِإ ْن َ َ ْ ُ َر ِّ ِإ َ ِإ ِّ َأ َ ُ
Oysa Arapların nice fasih ve edipleri olmasına rağmen el ele verip Kur’ân
gibi bir eser ortaya koyamadıklarını, dolayısıyla, içlerinden sadece birinin
(Hazret-i Muhammed’in) bunu tabiî ki yapamayacağını pekâlâ biliyorlardı!
[368] Şayet “Mekkeliler Hazret-i Peygamber (s.a.)’e ‘Bundan başka
5 bir Kur’ân getir veya onu değiştir.’ diye talepte bulunurken ‘Bu Kur’ân’ı
vahye dayanarak getirdiğin gibi, yine vahiy yoluyla bize bundan başka bir
Kur’ân getir veya bunu değiştir.’ demiş olamazlar mı? Peygamber (s.a.) de
“Bu benim için olacak şey değil.” yani ‘Benim için kolay olmaz, bunu de-
ğiştiremem.’ şeklinde cevap vermiş olamaz mı?” dersen şöyle derim: “Rab-
10 bime karşı gelirsem, … endişe ederim.” ifadesi bunun böyle olamayacağını
gösteriyor. Şayet “Mekkeliler insanların en zekisi ve en muhalifleri iken
ondan böyle bir talepte bulunmalarının amacı nedir öyleyse?” dersen şöyle
derim: Hile ve entrika. Kur’ân’ın yerine başka bir Kur’ân getirme teklifleri,
‘Bunu sen kendin inşa etmiştin ve sen böyle bir eser ortaya koyabilirsin.
15 Dolayısıyla bunun yerine başkasını yap!’ anlamı içermektedir. Değiştirme
ve başkalaştırma teklifleri ise tamahlarından dolayı idi; şanslarını deniyor-
lardı. Şayet Peygamber (s.a.)’den herhangi bir değiştirme sādır olursa, ya
Allah onu helâk edecek ve ondan kurtulacaklardı veya helâk etmeyecek, bu
defa da onunla alay edecek ve bu değiştirmeyi, “Peygamber (s.a.)’in uydur-
20 duklarını Allah’a mal ettiğini” doğrulayan bir delil olarak kullanacaklardı.
16. De ki: Allah dileseydi, ben onu size okumazdım; O da onu size
bildirmiş olmazdı... Daha önce yıllarca aranızda yaşadım. (Hiç böyle
bir iddiam olmuş muydu?!) Hâla, akletmeyecek misiniz?!
[369] “Allah dileseydi onu size okumazdım.” Onu okumasının, tama-
25 men Allah’ın dilemesi ile ve Kur’ân’ı olağanüstü ve acaip bir şekilde ihdâs
etmesi ile olduğunu kastediyor. Bu olağanüstülük de şudur: Ömrünün hiç-
bir deminde ne tahsilde bulunmuş ne de birinden bir şey dinlemiş, (yani
âlimlerle görüşmemiş), hatta âlimlerin bulunduğu bir memlekette de yetiş-
memiş okuma yazma bilmeyen biri çıkıyor; insanlara bütün fasih sözlerden
30 daha fasih, manzum ve mensur bütün kitapların fevkinde, usul ve fürûa
dair bütün ilimleri içeren, geçmiş ve geleceğe dair haberlerle dolu, ancak
Allah’ın bilebileceği gayb bilgileri sunan bir kitap getiriyor… Ki bu kişi
kırk yıl aranızda yaşadığı için, onun her halini biliyorsunuz; onun bilmedi-
ğiniz hiçbir gizli yanı yok ve daha onun böyle bir tek harf dahi söylediğini
35 işitmiş değilsiniz; onun en yakınındaki, kendisiyle en bağlantılı kimseler
dahi böyle bir şey söylediğini bilmiyorlar.
ا כ אف 247
. أ
:א כאن } ِإ ّ أَ َ ُ
אف إ ِْن َ َ ُ َر ّ { .ن
ْ
ّ :ده ٥أن أُ ّ .
1 Bu durumda, Allah’a iftira etmek gibi çirkin bir şeyin Peygamber (s.a.) açısından asla söz konusu ola-
mayacağı -Müşriklere de dokundurularak- genel bir ifade ile anlatılmış olmaktadır. / ed.
ا כ אف 249
»و أدرا ُכ א .و أا כ اכ ِ ِ { و أ ]} [٣٧٠و أَدر
َ َْ ُْ
ه اءة .و وأر أ ل :أ א وأر א ، «،
دار ًא. ،وأدرأ إذا درأ ،إذا د ة .وا א :أن כ ن כ ا ا
ا כ : .و ال و כ א אء رؤو و כ :و وا
כ أא א אء ا אت ا دراء؛ و אه: اء ما «، »و دراכ
1 Ancak Fussilet 41/5’de belirtildiği üzere, Müşriklerin ahiret inançları yoktur. Baas Müşriklerin en temel
inkâr noktasıdır ve Kur’ân’ın kalbî / merkezî meselesidir. Dolayısıyla Nadr’ın; “Sizin dediğiniz olur da,
kabirlerimizden kaldırılırsak o gün bunlar bana şefaat ederler!” demiş olması daha muhtemeldir. / ed.
2 Gülnuş Valide Sultan nüshasındaki (134a) gibi; ﺑﻜﻮ ﻢ ﺷﻔﻌﺎءşeklinde olmalıdır. ﺑﻜﻮﻧﻜﻢ ﺷﻔﻌﺎءşeklinde oldu-
ğunda, Fe‘îl sıygası mef‘ûl anlamına alınarak “sizin bunların şefaatine nail olacağınızı” anlamına gelmiş
olur. / ed.
ا כ אف 251
. ١٥א
وم.
﴿-٢١و ِإذَا َأ َذ ْ َא ا َ
אس َر ْ َ ً ِ ْ َ ْ ِ َ َاء َ ْ ُ ْ ِإذَا َ ُ ْ َ כْ ٌ ِ آ َא ِ َא ُ ِ َ
ا ُ َأ ْ َ ُع َ כْ ً ا ِإن ُر ُ َ َא َכْ ُ ُ َن َ א َ ْ כُ ُ َ
ون﴾
ء כ ا.
256 YÛNUS SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
ُ כُ ْ َ ُ َ ِّ ُ כُ ْ ِ َ א ُכ ْ ُ ْ َْ ِ َ ْ ُ כُ ْ َ َ َأ ْ ُ ِ כُ ْ َ َ َ
אع ا ْ َ َא ِة ا ْ َא ُ ِإ َ ْ َא
َ ْ َ ُ َن﴾
ا؛ :ل ا؟ : َ :אء ْ َ א .ن اب إذا؟ :א ] [٣٨٧ن ١٥
[388] “Gemi ona” yani hoş bir rüzgâra “gelip” yani onunla karşılaşıp…
Buradaki zamirin fülke raci olduğu1 da söylenmiştir. “Dört bir yandan”
yani dalganın geldiği her taraftan “çepeçevre kuşatıldıklarında” yani helâk
edildiklerinde. Burada helâk “düşmanın bir kabileyi dört bir yandan ku-
5 şatması” ile temsil edilmiştir. “Dini tamamen Allah’a özgü kılarak” O’na
şirk koşmaksızın..; çünkü o sırada O’na ilaveten başka birine dua etmezler.
“Bizi kurtarırsan” ifadesinde[n evvel, ‘derler ki’ şeklinde] bir deme fiili murat
edilebilir veya “dua ederler” ifadesinde bir söyleme bulunduğundan [ayrıca
buna gerek kalmamıştır.] “Yeryüzünde haksız yere azmaya başlarlar.” yani el ele
10 verip, yeryüzünde bozuculuk yapar, en kötü fesadı büyük bir maharetle çı-
kartırlar! Bu ifade, yara bedeni bozmaya başladığında kullanılan bağa’l-cur-
hu (Yara azdı.) ifadesinden alınmıştır. “Peki, ‘haksız yere’ ifadesinin mânası
nedir? Çünkü azmanın haklısı olmaz.” dersen şöyle derim: Elbette olur ki
bu da, Müslümanların kâfir topraklarını istila etmeleri, evlerini yıkmaları,
15 ekinlerini yakıp ağaçlarını kesmeleridir. Tıpkı [vatana ihanet eden] Kurayza2
oğullarına Peygamber (s.a.)’in yaptığı gibi… [Müslim, “Cihâd”, 62]
[389] אع
ُ kelimesi metâ‘a şeklinde mansub olarak da okunmuştur. Şa-
yet “İki okuyuş arasında ne fark var?” dersen şöyle derim: Merfû‘ okursan
kelime כmübtedasının haberi, أ כ de onun sılası olur. Tıpkı َ َ
ُ َ
ِ َ َ (“Onlara karşı azgınlık etmişti.” [Kasas 28/76]) âyetinde olduğu gibi.
ْ ْ
20
Buna göre mâna şöyle olur: Kendinizden olan; cinsleri cinsiniz olan kimse-
lere karşı azmanız, yani birbirinize karşı azmanız, geçici dünya menfaatidir;
hiçbir kalıcılığı yoktur. Metâ‘ı mansub okursan, o zaman أ כ sıla
değil, haber olur. Mâna; “Azgınlığınız, sadece sizi bulacak bir vebaldir.” şek-
25 lindedir. Bu durumda, אع ا ْ َ ِאة ا ْ א
َ َ ifadesi pekiştirici masdar konumunda
olur. Adeta “Dünya hayatının geçici zevkiyle zevkleniyorsunuz.” buyrul-
maktadır. Merfû‘ okuyuşun, ifade tamamlandıktan sonra “Bu da dünyanın
geçici zevkidir.” anlamında olması da caizdir.3
[390] Peygamber (s.a.)’in, bu âyeti okuyarak, “Tuzak kur-
30 ma ve tuzak kurana yardım etme!. Azgınlık etme ve azgınlık ede-
ne yardım etme!. Yeminini bozma ve yeminini bozana yardım
etme!” buyurduğu rivayet edilmiştir. Yine Peygamber (s.a.)’in,
1 Bu durumda, ﺟﺎء ﺎifadesi “gemiye hoş bir rüzgâr gelip” anlamında olmaktadır. / ed.
2 Haşr suresinin 5. ayetinde işaret edildiği üzere, bu olay daha ziyade Nadîr oğullarıyla ilgilidir. / ed.
3 “Azgınlığınız kendinizedir. Bu, dünya hayatının zevkidir.” İlk ref‘ ihtimalinde ise anlam şöyle idi: “Ken-
dinize / birbirinize karşı azmanız, dünya hayatının zevkidir.” / ed.
ا כ אف 259
ُכ ّ כ} . :ا א .و َ ،أي َا ] َ } [٣٨٨אء ْ َ א{ אءت ا
אة אع ا
כ .و} َ أ כ و אل אه :إ א ، } َ َ َ أَ ُ ِ ُכ {
ْ
ز أن א .و אة ا ن אع ا : כ ،כ را ا א{ ا
1 Yani baştan Emin’e biat ettiği halde, onun -azarak- kendisini ortadan kaldırmaya niyetlenmesi üzerine
giriştikleri saltanat mücadelesinde onu yenişine telmihte bulunduğunu. (Tıybî’den) / ed.
2 Yani telaffuz zorluğundan, Tâ, Ze’ye dönüştürülmüş; kelimeye sâkin harf ile başlanamayacağından,
başına Hemze eklenmiştir. / ed.
ا כ אف 261
אت ا َ ْر ِ
ض َ א ِء َ א ْ َ َ َ ِ ِ َ َ ُ ِ ﴿-٢٤إ َ א َ َ ُ ا ْ َ َא ِة ا ْ َא כَ َ א ٍء َأ ْ َ ْ َ ُאه ِ َ ا
אرا َ َ َ ْ َא َ א َ ِ ً ا כَ َ ْن َ ْ َ ْ َ ِא َ ْ ِ
ََ ً َأ ُ ْ َאد ُِر َ
ون َ َ ْ َ א َأ َ א َ א َأ ْ ُ َא َ ْ َأ ْو
ون﴾ כَ َ َ
ِכ ُ َ ِّ ُ ا َ ِ
אت ِ َ ْ ٍم َ َ َכ ُ َ
Ayrıca, ef‘alet vezninde, ağyelette olduğu gibi fiili bir i‘lâle tâbi tutmaksızın
ezyenet şeklinde, “Ziynetlendi.” anlamında ve ibyâddat vezninde izyânnet
(İyice süslendi) şeklinde de okunmuştur.
[393] “Tam onu elde edeceklerini” yani ondan yararlanabileceklerini
5 ve meyvesini devşirebileceklerini, gelirini kaldırabileceklerini “zanneder-
lerken, emrimiz geliverir” Bu emir de, ekilen şeyin artık olgunlaştığından
iyice emin oldukları sırada bazı âfetlerle vurulmasıdır. “Ve onu” yani bitki-
yi “kesilip çiğnenmişe çeviririz” kesilip koparılmış ekine benzetiriz! “Sanki
daha dün hiçbir şey yokmuş gibi.” ِ ْ َ א כ ْنifadesi, ke-en lem yağne
10 zer‘uhâ anlamındadır. Bu gibi yerlerde mutlaka mahzuf bir muzaf takdir
edilir. Yani, sanki daha önce ekini hiç yokmuş gibi. Aksi halde mâna doğru
olmaz. Hasan-ı Basrî [v. 110/728] bunu ke-en lem yağne şeklinde okumuştur.
Bu durumda müzekker zamir mahzuf zer’ kelimesine ait olur. Mervan’ın
da, minberde ke-en lem teteğanne bi’l-emsi şeklinde okuduğu rivayet edil-
15 miştir ki A‘şâ’nın şu beytindeki gibidir:
[Bir zamanlar Irak’lı biriydim]
Uzun süre kalmıştım orada; uzun süre durmuştum.
[394] Emsi (daha dün) ifadesi yakın zaman için bir mesel olup adeta ke-
en lem tağne ânifen (Sanki az önce yokmuş gibi!) buyrulmaktadır.
20 25. Allah Dârusselâm’a (herkesi) çağırıyor; ama doğru yola diledik-
lerini getiriyor.
[395] Dârusselâm’a yani cennete. Allah Teâlâ burada cennet yurdunun
önemini ifade etmek üzere onu kendi (es-Selâm) ismine nispet etmiştir.
Selâmın selâmet / esenlik anlamında olduğu, zira oraya giren kimselerin
25 arzu edilmeyen her tür şeyden sâlim oldukları da söylenmiştir. Yine, ara-
larında selâmın yaygın bir davranış olacağı, melekler de kendilerine selâm
vereceği için cennete “selâm diyarı” denildiği de söylenmiştir. “Yalnızca
‘Selâm!’ ‘Selâm!’ ifadeleri…” [Vâkı‘a 56/26] âyetindeki gibi.
[396] “Dilediklerini” -ki bunlar, kendilerine lütfun fayda vereceğini
30 bildiği kimselerdir, çünkü O’nun meşîeti hikmetine tâbidir- “doğru yola
getiriyor” yani muvaffak kılıyor. Demek istediği şudur: Allah Dârusselâm’a
bütün kullarını çağırıyor; ancak oraya yalnızca hidayet edilenler giriyor.
ا כ אف 263
אرت ذات ز . ،أي כ لا إ ، « ،أي أ و ئ »وأز َ
َْ
. و»از א « ،زن ا א
א ن א ،را ن א כ ن ون َ َ َ א{ ]ِ } [٣٩٣אدر
َ ُ َ ْ
أ א وا أ ا א אت ب زر א }أَ َא َ א أَ ْ َא{ و
ُ
א وا ا رع ًא א א زر א } َ ِ ً ا{ َ ْ َ َ َ } ٥א َ א{
» :כ ن ا أ وان أ ا رع .و وف ا ي אف ا أن ا
اط ُ ْ َ ِ ٍ ﴾
ِ َ ٍ ِم َو َ ْ ِ ي َ ْ َ َ ُאء ِإ َ ﴿-٢٥وا ُ َ ْ ُ ِإ َ َد ِار ا
َ
؛ ما ا ً א א .و ا ،أ א אإ م{ ا ]َ [٣٩٥
}د ُار ا
כ ا و م ّا : כ وه .و כ ن א א ّن أ
ن. ا
264 YÛNUS SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
26. İhsan üzere hareket edenlere daha güzeli vardır, hem de fazla-
sıyla... Ayrıca, yüzlerini ne toz – gübür kaplar ne de zillet… Bunlardır
işte, Cennet’in sahipleri. Temelli kalacaklardır orada!
[397] “Daha güzeli” daha güzel bir mükâfat; “hem de fazlasıyla…”
5 Mükâfatın fazlasıyla ki fazladan vermektir. “Lütfundan daha fazlasını da
ihsan edecek” [Nisâ 4/173] âyeti de buna delalet eder. Hazret-i Ali (r.a.)’ın
“Ziyade tek inciden bir has odadır.” dediği rivayet edilmiştir. İbn Abbâs’ın
[v. 68/688] “Hüsnâ hasene yani iyilik sevabıdır, ziyade ise bunun on katıdır.”
dediği; Hasan-ı Basrî’nin [v. 110/728] “Bunun on kattan yedi yüz kata kadar
10 olduğunu” söylediği; Mücâhid’in “Ziyade Allah’ın mağfiret ve rızasıdır.” de-
diği; Yezid b. Şecere’nin de; “Ziyade bir bulutun cennettekilerin üzerinden
geçip ‘Size ne yağdırmamı istersiniz?’ diye sorması ve ne isterlerse üzerlerine
yağdırmasıdır.” dediği nakledilmiştir.
[398] [Allah Teâlâ’yı yarattıklarına benzeten] Müşebbihe ile [insanların bir yaprak
15 misali ilahî cebir altında olduğunu söyleyen] Mücbire ise buradaki ziyadenin ‘Yüce’
Allah’ın ‘yüz’üne bakmak olduğunu iddia ederek, bir de (merkū‘)1 hadis
yamamışlardır: “Cennet ehli cennete girdiklerinde kendilerine “Ey cennet-
liler!” diye nida edilir ve perde kaldırılır da, Allah’a bakarlar. Vallahi! Allah
daha önce onlara bundan daha çok sevecekleri bir şey vermiş değildir!”
20 [Tirmizî, “Tefsir”, 10. Benzer lâfızlarla]
[399] “Yüzlerini ne” siyaha çalan bir “toz-gübür kaplar ne de zillet.” Yani
ne alçalmışlık ne de sukūt-ı hayal belirtisi. Demek istediği; cehennemdeki-
leri kuşatıp bürüyen şeylerin onları bürümeyeceğidir. Böylece, kendilerini
rahmetiyle kurtaracağı zorluk ve sıkıntıları onlara hatırlatmaktadır. Dikkat
25 edersen [cehennemlikler hakkında] “Yüzlerini keder bürümüştür.” [Abese 80/41]
ve “Yüzlerini zillet bürür.” [Yûnus 10/27] buyurmaktadır.
27. Kötülükleri kazananlara ise işledikleri kötülük kadar ceza
verilir; yüzlerini zillet bürür; kendilerini Allah’tan kurtaracak kim-
se yoktur. Adeta yüzleri kapkaranlık bir gecenin parçalarıyla örtül-
30 müş gibi!. Bunlar da Ateş’in sahipleridir işte. Temelli kalacaklardır
orada!
1 Müfessir merfû‘, yani Peygamber’e kadar ref‘ edilmiş sahih, güçlü bir hadis olarak nakledilen bu ifa-
denin uydurulmuşboş bir söz olduğunu göstermek için ’فyi ’قa dönüştürerek güzel bir kelime oyunu
yapmaktadır. / ed.
ا כ אف 265
َ ْ َ ُ ُو ُ َ ُ ْ َ َ ٌ َو ِذ ٌ ُأو َ َ
ِכ َ َ ِ ِ ﴿-٢٦أ ْ َ ُ ا ا ْ ُ ْ َ َو ِز َא َد ٌة َو
َأ ْ َ ُ
אب ا ْ َ ِ ُ ْ ِ َ א َ א ِ ُ َ
ون﴾
א ا ة :ا אدة أن ان .و ا ور ة ا אدة
ّ
. ًא إ ّ أ ون כ ؟ ون أن أ ل :א ا
א ،و אءت ا و إ ة أن ا אدة ا وا ا ] [٣٩٨وز
אب ا ! כ ا دوا أن א أ ا ا أ ع» :إذا د ١٠
}و َ ِذ ٌ {
اد َ א ة א א }ََ { ]َ [٣٩٩
}و َ َ َ ُ ُو ُ َ ُ {
ٌ ْ ْ
א إذכאرا
ً ا אر أ א : ان وכ ف אل .وا و أ
אت َ َ ُاء َ ِّ َ ٍ ِ ِ ْ ِ َ א َو َ ْ َ ُ ُ ْ ِذ ٌ َ א َ ُ ْ ِ َ ا ِ
﴿-٢٧وا ِ َ כَ َ ُ ا ا ِّ َ ِ
َ
אر
אب ا ِِכ َأ ْ َ ُ ِ ْ َ א ِ ٍ כَ َ َ א ُأ ْ ِ َ ْ ُو ُ ُ ُ ْ ِ َ ً א ِ َ ا ْ ِ ُ ْ ِ ً א ُأو َ َ
ون﴾
ُ ْ ِ َא َ א ِ ُ َ
266 YÛNUS SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
ا ّولّ ،ن א .و ا أو اد א ة وا אزى ٥أن
. ا
}ِ ِ ْ ٍ ً א« ،א כ ن أ» : .و ا ] ً ِ ْ ُ } [٤٠٣א{ אل
»כ א َ ْ َ כ
ّ
اءة أ ه .و ] د[٨١ : { َ ا
א ، ا ًא א ً :إذا « .ن ا ِ ُو ُ َ
ٌ ٌَ
{ إن } ِ َ ا إ ّ א أن כ ن }أُ ْ ِ ْ { : ؟ ١٥ا א
َ
،وإ ّ א أن כ ن ا א إ فכ ا אؤه إ } ِ َ ً א{ כאن إ
{. } ِّ َ ا ا
anlamında ve âmil de כ ’ כאdeki fiil mânası olmak üzere şurakâ’ekum şek-
ُْ َ َ
linde de okunmuştur.
[405] “Aralarını açmış” onları birbirinden ayırmış, dünyada aralarında
bulunan bağları kesmiş “oluruz.” Veya mahşer yerinde kendilerini bir araya
10 topladıktan ve -“Sonra onlara; ‘Allah’dan başka koştuğunuz ortaklar nere-
de?’ denilir; onlar da; ‘Bizden uzaklaştılar.’ derler.” [Ğâfir 40/73-74]) âyetinde
ifade edildiği gibi- ortak koştukları şeylerin, onlardan ve kendilerine ettik-
leri kulluktan teberrî etmelerinden sonra birbirlerinden uzaklaştırırız. [Tef‘îl
veznindeki َ َ ْ אifadesi müfâ‘aleden] fe-zâyelnâ beynehum şeklinde de okunmuştur
15 ki sā‘ara haddehû ve sa‘‘ara haddehû (Gerdan kırıp yüzünü çevirdi.) ve kâ-
lemtuhû ve kellemtuhû (Onunla konuştum.) fiillerinde olduğu gibidir.
[406] “Siz bize tapmıyordunuz ki!” Sadece şeytanlara tapıyordunuz! Zira
sizden Allah’a ortak edinmenizi istediler; siz de onlara itaat ettiniz [derler].
29. “Sizinle bizim aramızda şahit olarak Allah yeter. Sizin bize ta-
20 pındığınızdan bizim kesinlikle haberimiz yoktu!..”
30. İşte orada, herkes geçmişte yaptıklarının künhüne erer ve gerçek
‘mevlâ’ları Allah’a döndürülürler; uydurdukları şeyler ise kaybolup gider.
[407] ’إ ِْن ُכ אdaki İn şeddeli iken hafifletilen İn’dir (yani ‘kesinlikle’ anla-
mı verir); َ ِ ِ ’ َ אdeki Lâm, bunu olumsuzluk bildiren İn’den ayıran fârıka
25 Lâm’ıdır. [Bu sözü söyleyecek olan] ‘ortaklar’ ise, melekler, Hazret-i Îsâ ve müş-
riklerin Allah’dan başka taptıkları akıl sahibi varlıklardır. Bunların putlar
olduğu, Allah Teâlâ’nın onları konuşturup müşriklerin bel bağladıkları ve
mevcudiyetini iddia ettikleri şefaat yerine onlara karşı bu şekilde konuştu-
racağı da söylenmiştir.
30 [408] “İşte orada” o makamda veya o durakta ya da -mekân ifade eden
bir kelimenin istiare yoluyla zaman bildiren bir kelime yerine kullanılma-
sı sonucu olarak- o vakit “herkes geçmişte yaptıklarının” yani amellerinin
“künhüne erer;” dener, tadar ve onun nasıl bir şey olduğunu; çirkin mi
güzel mi, faydalı mı zararlı mı, makbul mü merdut mu olduğunu anlar.
ا כ אف 269
Bir kimsenin bir şeyin künhüne vâkıf olmak için onu deneyip tanımaya ça-
lışması gibi. ِ “( َ ْ َم ُ َ ا اGizlenenlerin ortaya döküldüğü gün…” [Tārık
ُ َ ْ
86/9]) âyetinde ifade edildiği gibi. Âsım, [Ebû Bekr rivayetinde] Tâ’nın yerine
Nun koyarak, küll kelimesini de mansup olarak neblû külle nefsin şeklinde
5 okumuştur ki mâna şöyle olur: “Biz herkesi geçmişte yaptığı amelleri de-
ğerlendirmek suretiyle deneriz ve yaptığı şeyleri bilmek suretiyle herkesin
durumunu birbirinden ayırırız. Amelleri güzelse cennetlik (sa‘îd / mutlu),
çirkinse cehennemlik (şakī / bedbaht) olurlar; yani “‘Hanginizin daha güzel
amel sergileyeceğini sına[yıp bunu herkese açıkça göster]mek için. [Mülk 67/2]’
10 âyetinde ifade edildiği gibi, amelleri deneyen bir kimsesin yaptığı şeyi yapa-
rız.” demek istiyor.1 “Bütün isyankârları geçmişte işledikleri kötülükler se-
bebiyle belâya -yani azaba- duçar ederiz!” mânası murat edilmiş de olabilir.
[ َ ُ اkelimesi] tetlû şeklinde de okunmuştur; yani geçmişte yaptığına tâbi olur
ْ
-çünkü insanı cennet veya cehennem yoluna götürecek şey, amelidir- veya
15 geçmişte yaptığı hayır veya şer amellerini defterinde okur.
[409] “Gerçek mevlâlarına” yani ‘Rablığı doğru’ olan Rablerine -Çünkü
müşrikler Rablığı gerçek olmayan şeyleri mevlâları olarak kabul ediyorlar-
dı.- veya onları hesaba çekip mükâfatlandı yetkisine sahip olana; hiç kimse-
ye zulmetmeyen mutlak adalet sahibine... اkelimesi ِ ُردوا إ اcümlesini
20 te’kid etmek üzere mansup da okunmuştur. Tıpkı hâzâ ‘abdullāhi el-hakka
(Bu geçekten Abdullah’tır.) cümlesinde olduğu gibi veya onu methetmek
üzere, el-hamdü lillâhi ehle’l-hamdi (Hamd, hamde lâyık olan Allah’a mah-
sustur.) cümlesinde olduğu gibi.
[410] “Uydurdukları şeyler ise kaybolup gider.” Dalle, dā‘a anlamında-
25 dır, yani Allah’ın ortağı olduğunu iddia ettikleri şeyler kaybolup gider. Veya
batale anlamındadır, yani uydurdukları yalanların, özellikle ‘ilahların şefaat
edeceği’ yalanının bâtıllığı ortaya çıkar.
31. De ki: Sizi gökten ve yerden kim nasiplendiriyor? Kulaklara ve
gözlere kim hükmediyor? Kim diriyi ölüden çıkarıyor, ölüyü diriden
30 çıkarıyor? İşleri kim plânlıyor? “Allah” diyecekler... Sen de de ki: “O
halde hâlâ sakınmayacak mısınız?”
32. İşte gerçek Rabbiniz Allah! Haktan sonra dalâletten başka ne
vardır?! O halde, nasıl döndürülüyorsunuz?!
33. Senin Rabbinin fâsıkların iman etmeyeceklerine dair sözü işte
35 böyle gerçekleşti.
. أو
ّ
ن א כא ا ُ؛ ِ
אدق ر ا ِّ { ر ا ]} [٤٠٩
ِכ ا ْ َ َوا َ ْ َ َ
אر َو َ ْ ض َأ ْ َ ْ ُ ُ ْ َ ْ َ ْ ُ ﴿-٣١ز ُ כُ ْ ِ َ ا َ א ِء َوا َ ْر ِ ١٥
ُ ْ ِ ُج ا ْ َ ِ َ ا ْ َ ِّ ِ َو ُ ْ ِ ُج ا ْ َ ِّ َ ِ َ ا ْ َ ِّ َو َ ْ ُ َ ِّ ُ ا َ ْ َ َ َ َ ُ ُ َن ا ُ
َ ُ ْ َأ َ َ ُ َن﴾
[411] “De ki: Sizi gökten ve yerden kim nasiplendiriyor?” Yani ikisin-
den birden sizi nasiplendiren, size tek bir cihetten rızık vermeyerek, nimeti-
ni bol bol akıtan ve rahmetini genişçe yayan kim? “Kulaklara ve gözlere kim
hükmediyor?” Onları kim yaratabilir ve şu an sahip oldukları muazzam
5 dengede kim şekillendirebilir? Veya uzun zamanlar boyunca gelebilecek çok
sayıda afetten onları kim koruyabilir, kim himaye edebilir? Ki onlar son de-
rece hassas iki lâtif özelliktir; en basit bir şey onların yapısına ve korunma-
sına zarar verir. “İşleri kim planlıyor?” Bütün evrenin işini kim yürütüyor?
Hususi meselelere değindikten sonra, burada genellik ifade eden bir konu-
10 ya geçmiştir. “O halde, hâla sakınmayacak mısınız?” Kendinizi korumaya-
cak, kendiniz hakkında ‘içinde bulunduğunuz dalalet yüzünden Allah’ın
azabına duçar olmak’tan sakınmayacak mısınız?
[412] “İşte” kudret ve fiilleri bu düzeyde olan Zat’tır “gerçek Rabbiniz
Allah!” Yani, gerektiği şekilde düşünen kimse için Rablığı en ufak bir şüp-
15 heye mahal bırakmayacak şekilde sabit olan Varlık. “Haktan sonra dalalet-
ten başka ne vardır?” Demek istiyor ki; hak ve dalalet arasında üçüncü bir
alternatif yoktur. Dolayısıyla, hakkı çiğneyip geçen kimse dalalete düşer.
“O halde nasıl döndürülüyorsunuz” haktan dalalete, tevhitten şirke, saa-
detten şakāvete!?
20 [413] “Senin Rabbinin fâsıklık edenlere” yani küfürlerinde inat edip
en aşırı dereceye vardıranlara “dair sözü işte böyle” işbu hakikat gibi, yani
hakkın ötesinin dalalet olduğu veya onların haktan döndürüldükleri gerçek
olduğu gibi “gerçekleşti.” “İman etmeyecekleri” ifadesi, ‘söz’den (kelime)
bedeldir, yani iman etmeyeceklerine dair ilahi hüküm ve Allah’ın onların
25 bu durumuna dair ilmi böyle tahakkuk etti. Veya Allah’ın, yüzüstü bırakı-
lan kimseler (ehl-i hizlân) olacaklarına ve iman etmeyeceklerine dair sözü
[işte böyle] gerçekleşti. Veya kelime ile azap tehdidini murat etmiş de olabilir
ki bu durumda ُ ْ ِ ُ َن ُ َ أcümlesi “Çünkü iman etmezler.” anlamında bir
ْ
gerekçelendirme olur.1
30 34. De ki: Sizin ortak koştuklarınızın arasında ilk yaratmayı gerçek-
leştiren ve daha sonra bunu tekrar edecek olan biri var mı? De ki: Allah
hem ilk yaratmayı gerçekleştirir hem de bunu daha sonra tekrar eder.
O halde, nasıl ters-yüz ediliyorsunuz?!
1 İlkinde “Allah’ın bunların iman etmeyeceğine dair sözü işte böyle gerçekleşti”; ikincide ise “Allah’ın
fasıklar hakkındaki hükmü işte böyle gerçekleşti… Çünkü iman etmiyorlardı.” / ed.
ا כ אف 273
ال، دا ا א כ ا אت א אو .أو ةا ا
ُ ْ ُ َن{ ل} . ا و ا א، وا ل ١٠وا
َ
אء. ا אدة إ ا ك ،و ا إ ا ل ،و ا إ ا
َة ا כא .أو أراد א כ ن ،وأن إ א ا أ ا أ כ
َ ُ ْ ِ ْ َ ْ ُ ﴿-٣٤כَ א ِכُ ْ َ ْ َ ْ َ ُأ ا ْ َ ْ َ ُ ُ ِ ُ ُه ُ ِ ا ُ َ ْ َ ُأ ا ْ َ ْ َ ُ
ُ ِ ُ ُه َ َ ُ ْ َ כُ َن﴾
274 YÛNUS SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
כَ ْ َ َ ْ כُ ُ َن﴾
ى .و אل: ا ، ا ،وإ اه ] [٤١٥אل: ١٠
َ َ ِ ِّ ى{ .و ئ » }أَ ى .و ا ى ى ،כ א אل: ا
אن َ َ ا ا آن َأ ْن ُ ْ َ َ ى ِ ْ ُدونِ ا ِ َو َ כِ ْ َ ْ ِ َ ا ِ ي َ ْ َ
﴿-٣٧و َ א כَ َ
َ
אب َر ْ َ ِ ِ ِ ْ َر ِّب ا ْ َ א َ ِ َ ﴾
َ َ ْ ِ َو َ ْ ِ َ ا ْ כِ َ ِ
َ ﴿-٣٨أ ْم َ ُ ُ َن ا ْ َ َ ُاه ُ ْ َ ْ ُ ا ِ ُ َر ٍة ِ ْ ِ ِ َو ْاد ُ ا َ ِ ا ْ َ َ ْ ُ ْ ِ ْ ُدونِ ا ِ ١٥
ِإ ْن ُכ ْ ُ ْ َ א ِد ِ َ ﴾
ْ َ ﴿-٣٩כَ ُ ا ِ َ א َ ْ ُ ِ ُ ا ِ ِ ْ ِ ِ َو َ א َ ْ ِ ِ ْ َ ْ ِو ُ ُ כَ َ َ
ِכ כَ َب ا ِ َ
ِ ْ َ ْ ِ ِ ْ َ א ْ ُ ْ כَ ْ َ כَ َ
אن َ א ِ َ ُ ا א ِ ِ َ ﴾
ُ ْ ِ ُ ِ ِ َو َر َכ َأ ْ َ ُ ِא ْ ُ ْ ِ ِ َ ﴾ ﴿-٤٠و ِ ْ ُ ْ َ ْ ُ ْ ِ ُ ِ ِ َو ِ ْ ُ ْ َ ْ
َ
ِ ِ ِ
אن ا ا آن{ ا ًاء } ُدون ا و כ { כאن } َ ْ َ ا ى َ ْ َ ]َ [٤١٨
}و َ א َכ َ ٢٠
[Fâtır 35/31] âyetinde ifade edildiği gibi, onlar için bir ölçü ve sıhhatlerini
ispat için başvurulacak bir tanıktır. (Ve lâkin huve tasdîku ve tafsīlu şeklin-
de mübteda – haber cümlesi ile ve) “Ancak o, önündekini doğrulamakta;
kitabı açıklamaktadır.” anlamında ve lâkin tasdîku’llezî beyne yedeyhi ve taf-
5 sīlu’l-kitâbi şeklinde de okunmuştur.
[419] “O uydurulacak bir şey değildir!” ifadesinin anlamı şudur: Bu-
nun gibi âli ve i‘cazkâr bir eserin uydurulmuş olması muhaldir; sahih de
değildir doğru da değildir.
[420] אبِ َو َ ْ ِ َ ا ْ ِכifadesi; “yazılan, farz kılınan ahkâmın açıklayıcısı
olarak” demektir. Tıpkı כ ِ “( ِכ אب اAllah’ın size emri olarak…” [Nisâ
ْ ُ َْ َ َ َ
10
1 Yani “Onu kendisi uydurmakta!’ mı diyorlar?” ifadesiyle, böyle bir sözün söylenmediği sorulmamakta;
söylendiği fakat nasıl söylenebildiği sorgulanmaktadır. Mealen “Kur’ân’ın Hazret-i Peygamber (s.a.)
tarafından uydurduğuna dair birtakım iddialar bulunduğu sabittir, ama bunu nasıl söyleyebiliyorlar
hayret?!” buyrulmaktadır. / ed.
ا כ אف 279
ُ כא ًא ا א ً ًא و אل :و כ כאن راك .כ ا
ً
ً و رب ا א ًא ز أن اد و כ כאن .و رب ا א
ام ة أن ا ؟! ن :ا أ ]} [٤٢٢أَ ْم َ ُ ُ َن ا اه{
. رة כ אب א ،أي ا « رة .و ئ» ا و ا
280 YÛNUS SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
أ أ وأ ِ -وإن כא א ا ،إذا أ ّ כ ا ا
}و َ א َ ْ ِ ِ َ ْ ِو ُ ُ { و
َ ز أن כ ن אכ ن .و او כ ا
ْ
ق، כ ب أم أ ، ب أي א אر א ا א و
282 YÛNUS SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
إ ا و אع ا إ ر أכ אل :أ ][٤٢٩
دوي
ّ א ّل إذا و س وا ر א ا א ؛ نا م
ّ
أכ .وأ ا ًא وا ا ت ،ذا ا ا
ّ
ة؛ َ ْ -ا ا -و ا إ ا و ا ا ُ ر ٢٠
284 YÛNUS SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
Zira kalp gözü açık bir kör bazen sezebilir, zar zor da olsa bir kanaat oluş-
turabilir. Ahmaklıkla birlikte olan körlük ise, al başına belayı!.; yani bu
Müşrikler, kabul ve tasdik edeceklerine dair umut kalmaması bakımından
akıl ve kalp gözünden yoksun körler ve sağırlar gibidirler.
5 [430] “Sen mi?.. Sen mi?..” ifadeleri, onlara cebren ve zorla işittirip hida-
yete erdirmeye sadece Allah’ın gücünün yeteceğine delalet etmektedir. Tıpkı
aklı olmayan iki kör ve sağırı, ‘net bir şekilde işitip – gören, basbayağı akıllı
biri’ haline de Allah’tan başkası getiremeyeceği gibi.
44. Allah asla insanlara zulmetmez; asıl, insanlar kendilerine zul-
10 mederler.
[431] “Allah asla insanlara zulmetmez.” Yani, peygamber gönderme ve
kitap indirme gibi onların yararına olan hiçbir bir şeyi onlardan esirge-
mez. Ancak onlar inkâr edip yalanlamak suretiyle kendilerine zulmederler.
Bu ifade, peygamberi yalanlayanlar için bir tehdit de olabilir; yani kıyamet
15 günü onların duçar olacakları azap bizzat hak ettikleri, adalete uygun bir
şekilde kendilerini bulacaktır. Allah onlara zulmetmiş olmayacak, aksine
azaba çarptırılmalarına sebep olan şeyleri işlemek suretiyle kendi kendileri-
ne zulmetmiş olacaklardır.
45. Onları ‘dünyada gündüzün bir saati kadar kalmışlarmış gibi,
20 birbirlerini tanıyacak şekilde’ haşr edeceğimiz gün, Allah’la karşı kar-
şıya geleceklerini yalanlayanlar hüsrana uğrayacaklardır: Â! Meğerse
hidayet üzere değillermiş!
[432] “Gündüzün bir saati…” İnsanlar dünyada kaldıkları zamanı -bir
rivayete göre de mezarda geçirdikleri süreyi- karşı karşıya oldukları duru-
25 mun şiddetinden dolayı yakın bulurlar. “birbirlerini tanıyacak şekilde” yani
sanki birbirlerinden az önce ayrılmışlar gibi birbirlerini tanıyacakları şekil-
de. Bu, kabirlerinden çıktıklarında olacak; daha sonra yaşayacakları şeylerin
dehşetinden dolayı birbirlerini tanıma durumu ortadan kalkacaktır.
[433] Şayet “ َכ َ ْن َ َ ْ ُ اve אر ُ َن
َ َ َ ifadelerinin cümle içindeki durumları
َ ْ
30 nedir?” dersen şöyle derim: “Birincisi humden hal olup ‘Allah onları yalnız-
ca bir saat kadar kalmış bir kimseye benzer bir halde haşr eder.’ demektir.
İkincisi ise, ya zarfa müteallik veya “Sanki ancak bir saat kalmışlar gibi.’
ifadesini açıklayan bir kelimedir; çünkü aradan uzun zaman geçtiğinde tanı-
şıklık kalmaz; onun yerine birbirini tanımama gelir.
ا כ אف 285
אس َأ ْ ُ َ ُ ْ َ ْ ِ ُ َن﴾
אس َ ْ ًא َو َ כِ ا َ
َْ ُِ ا َ ِ ﴿-٤٤إن ا َ
ر، ا : א .و ا نو َ ا אر{ ]ِ } [٤٣٢إ َ َ א َ ً
ً، אر ا إ ّ ً א ،כ ف אر ُ َن َ َ ُ {
ل א ونَ َ َ َ } . ١٥
ْ ْ
. ّة ا ا אرف ا ر، و وذ כ
، ا אف ا א .و אرة אر }و َ א َכא ُ ا ُ ْ َ ِ َ {
]َ [٤٣٥
! :אأ ٥כ
א ُ ِ َ َכ َ ْ َ ا ِ ي َ ِ ُ ُ ْ َأ ْو َ َ َ َ َכ َ ِ َ ْ َא َ ْ ِ ُ ُ ْ ُ ا ُ َ ِ ٌ ﴿-٤٦و ِإ
َ
َن﴾ َא َ ْ َ ُ ََ
א א ا אل: ا אب ،כ אو א אو اد אدة وا ذכ ت ا
אد ّد ز أن اد :أ ّن ا ،أي א כ .و « »:א ن .و أ ا أ
. א ة وأر وأ وأ د ما א ، أ א
َ َ ا ا ْ َ ْ ُ ِإ ْن ُכ ْ ُ ْ َ א ِد ِ َ ﴾ ﴿-٤٨و َ ُ ُ َن َ َ
َ
َ א َ َאء ا ُ ِ כُ ِّ ُأ ٍ َأ َ ٌ ِإذَا َ َאء َ ا َو َ ْ ً א ِإ َأ ْ ُ
ِכ ِ َ ْ ِ ْ ُ ﴿-٤٩
َ ْ َ ْ ِ ُ َن﴾ َ ْ َْ ِ ُ َ
ون َ א َ ً َو َأ َ ُ ُ ْ َ
אدا َ } .
ً اب ا ا א و وا אل ُ{ ا اا ]} [٤٣٨
} ِإ َ َ א َ אء أو }و َ َ ْ ً א{ ض أو َ ا{ ٥أَ ِ ُכ ِ َ ْ ِ
َ ْ
ر أ כ כ ا ذ כ כא ،כ א אء ا ،أي و כ אء ا {ا
اب؟ ا و
אכ ْ َ َ ا ُ ُ َ َא ً א َأ ْو َ َ ً
אرا َ אذَا َ ْ َ ْ ِ ُ ِ ْ ُ ا ْ ُ ْ ِ ُ َن﴾ َ ْ ُ ﴿-٥٠أ َر َأ ْ ُ ْ ِإ ْن َأ َ ُ
ِ َ א ُכ ْ ُ ْ ِ َ ِ ِ َ َ َ ُ ا ذُو ُ ا َ َ َ
اب ا ْ ُ ْ ِ َ ْ ُ ْ َ ْو َن ِإ ُ ﴿-٥٢
َ כْ ِ ُ َن﴾
ً أو : אت .ن :و ف، ا ] َ } [٤٤٠א ًא{ ١٥
َ
ون، א ن כ وأ אت ا و أر إن أ אכ : אرا؟
ً
،وכ כ ا م ،כא ا .وا אت وا א ا כ א
ه } َ א ًא .و אش وا כ ا ن أ و אه אرا{
}َ َ ً
َ
اف.[٩٨ : ]ا افَ ً ُ } ،[٩٨ :و ُ َ ْ َ َن{ ]ا َو ُ َא ِ ُ َن{
ُ ْ ْ
290 YÛNUS SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
اق ا כ وه اب כ :أن ا اب .وا } ِ ْ ُ{ ] [٤٤١ا
ّ
ز אل .و ا ء و ن ء אر؛ ي
أن !؟ و ن ٍل ء :أي ،כ אه ا أن כ ن
א . } ِ ْ ُ{ :ا .و اا אن כ ن» «
ـ}أرأ {، : ط؟ اب ا אم وأ ا : ] [٤٤٢ن ٥
وف و : ط ن .و اب ا ا אذا و :أ نا
ن אذا : .ن اا אل ،أو ا ا
ام؛ ّن ا אل و كا :أر ت ا ؟
ً أن وإن أ ، ًא إ ا ،و כ אف ا م أن ا
ط ،כ כ: .و ز أن כ ن } َ א َذا َ ْ َ ْ ِ ُ ِ ْ ُ ا
ا ًא ن{ ١٠
اب :آ ن و عا ا إذا آ إرادة ا ل ،أي ]} [٤٤٣آ ن{
א نّ .ن ا כ כ و }و َ ْ ُכ ُ ِ ِ َ ْ َ ْ ِ ُ َن{؟!
َ آ
ا م وإ אء ة فا وا כאر .و ئ »آ ن«، ا כ כאن
ا م. כ א
1 Yani Kur’ân’ın verdiği baas ve azap haberlerinin Müşriklerce bâtıl bir şey olarak görüldüğüne… / ed.
ا כ אف 293
اء، ا أد « ،و » :آ اء .و أ ا ا כאر وا
}و َ א أَ ُ
ه َ و ن و او ا :إ َ، ا ن
﴿-٥٤و َ ْ َأن ِ כُ ِّ َ ْ ٍ َ َ َ ْ َ א ِ ا َ ْر ِ
ض ْ َ َ ْت ِ ِ َو َأ َ وا ا َ ا َ َ َ א َ
ُ ْ َ ُ َن﴾ َر َأ ُوا ا ْ َ َ َ
اب َو ُ ِ َ َ ْ َ ُ ْ ِא ْ ِ ْ ِ َو ُ ْ ١٠
ات َوا َ ْر ِ
ض َأ ِإن َو ْ َ ا ِ َ َو َ כِ َأ ْכ َ َ ُ ْ َ َ ِ َ ﴿-٥٥أ ِإن ِ ِ َ א ِ ا
َ ْ َ ُ َن﴾
صا ا . إ و א و כ .و ء ،א ا :
ّ
ه .و ء وأ ه إذا أ ا :أ و א، :أ وا ا ا :أ و
. ذ כ ذכ ا دل
ّ ، وا ا א }و ُ ِ َ َ ُ { أي
]َ [٤٤٩
َ ْ ْ
،وא א ا ا כ כ ،وأ ا م ّن ذכ ا أ ][٤٥٠
ر אء وا א ، ا ا אدر .و ا اب وا אب و وه
ور
ُ ِ ا َאء ِ َ א ِ َ َ َ ﴿-٥٧א ا ُ
אس َ ْ َ َאء ْ כُ ْ َ ْ ِ َ ٌ ِ ْ َر ِّכُ ْ َو ِ ٌ
َو ُ ً ى َو َر ْ َ ٌ ِ ْ ُ ْ ِ ِ َ ﴾
ِכ َ ْ َ ْ َ ُ ا ُ َ َ ْ ٌ ِ א َ ْ َ ُ َن﴾
ِ ْ َ ِ ْ ُ ﴿-٥٨ا ِ َو ِ َ ْ َ ِ ِ َ ِ َ َ
296 YÛNUS SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
[451] “Size bir öğüt” yani, tevhide dikkat çekme ve öğüt gibi birtakım
faydaları barındıran bir kitap “geldi. Ve” o içinizdeki bozuk akideler “için
bir şifa” yani bir deva ve hakka davettir. “Ve” içinizden iman edenler için
de “bir rahmettir.”
5 [452] İfade aslında “Allah’ın lütuf ve rahmetiyle sevinsinler, evet sadece
bununla sevinsinler.” şeklindedir. Bu tekrar, te’kid ve takrir için olup, başka
dünyevi faydalar sebebiyle değil, yalnızca ilahi lütuf ve rahmet sebebiyle
sevinmek gerektiği belirtilmektedir. Cümlede mezkûr olan fiilin delaleti
sebebiyle iki fiilden biri hazfedilmiştir. Cümle şart mânası taşıdığı için de
َ ْ ْ ُ اfilinin başına Fâ gelmiştir. Adeta; “Eğer bir şeye sevineceklerse, özel-
َ َ
10
likle bu ikisiyle sevinsinler. Zira sevinmeye bunlardan daha değer bir şey
yoktur.” buyrulmuştur. İfadeden ayrıca “Allah’ın lütuf ve rahmetine, işte
buna önem versinler, sadece bununla sevinsinler!” anlamı da “Size Allah’ın
lütuf ve rahmetiyle bir mev‘iza geldi. O halde işbu sebeple, -bunun gelişi
15 sebebiyle- sevinsinler!” anlamı da kastedilmiş olabilir.
[453] [ َ ْ َ ْ َ ُ اifadesi] fe’ltefrahû (Sevinin!) şeklinde Tâ ile de okunmuştur
ki kıyasa uygun, asıl kullanım budur ve bir rivayete göre bu, Peygamber
(s.a.)’in kıraatidir. Rivayete göre bir gazvede li-te’huzû madāci‘akum (Üze-
rinde uyuyacağınız şeyleri alın!) buyurmuştur. Übeyy kıraatinde de fe’frahû
20 (sevinin) şeklindedir. ise zâlikeye (“Bu ikisi” yani ilahi lütuf ve rahmet)
râcidir. ِ א َ ْ َ ُ َنifadesi Yâ ve Tâ ile okunmuştur (bütün biriktirdiklerin-
den / bütün biriktirdiklerinizden).
[454] Übeyy b. Kâ‘b’dan [v. 33/654] Peygamber (s.a.)’in “De ki: Allah’ın
lütuf ve rahmetiyle…” âyetini okuduğu ve “Allah’ın kitabı ve İslâmiyetle”
25 diye tefsir ettiği nakledilmiştir. “Allah’ın lütfu”nun İslâm, “rahmeti”nin de
ona mukabil yaptığı vaatler olduğu da söylenmiştir.
59. De ki: Allah’ın size indirdiği; sizin de bir kısmını haram, bir
kısmını helâl kıldığınız rızıklar hakkında ne dersiniz? De ki: Bunu size
Allah mı bildirdi, yoksa kendi uydurduklarınızı Allah’a mı isnat edi-
30 yorsunuz?
60. Uydurduğu yalanı Allah’a isnat edenler, Kıyamet günü (başları-
na gelecekler) hakkında ne düşünüyorlar acaba? Allah, insanlara karşı
gerçekten lütufkârdır, fakat çoğu şükretmez.
ا כ אف 297
اءة ر ل ا وا אس ،و ا ا« ،א אء ،و ] [٤٥٣و ئ » ١٠
اءة أ : ا وات .و א כ « .א א وا »: א روي .و Ṡ
ّ
ن« ،א אء وا אء. ذ כ .و ئ » א إ ا« { َ ُ } .را »א
כאن.
و ه ا ون{
َ ْ ُכ ُ َ ام} ،و כ أَ ْכ َ َ ُ ْ َ ل وا ا و א
61. Sen bir durumda olmazsın, Kur’ân’dan hiçbir şey tilâvet etmez-
sin ve siz herhangi bir iş işlemezsiniz ki siz ona giriştiğiniz zaman Biz
size mutlaka şahit olmayalım. Yerde ve gökte hiçbir zerre senin Rab-
bine gizli kalmaz; bundan daha küçüğü de daha büyüğü de şüphesiz
5 apaçık bir kitaptadır.
[460] כ ُن ِ َ ْ ٍن
ُ َ ( َو אSen bir durumda olmazsın) ifadesindeki Mâ olum-
suzluk ifade etmekte olup, hitap Hazret-i Peygamber (s.a.)’edir. Şe’n ise durum
anlamındadır. Kelime aslen Hemzeli olup, “onun kastını kasdettiğinde” söy-
lenen şe’entü şe’nehû kullanımından gelmektedir. ُ ْ ِ ‘daki zamir ise şe’ne râcidir
10 (“ve bu durum çerçevesinde bir âyet okusan…” anlamında); çünkü Kur’ân
okuma Peygamber (s.a.)’in bir durumu, hatta genel durumudur. Zamir ten-
zîle (yani Kur’ân’a) râci de olabilir; adeta “Kur’ân’dan nazil olan herhangi bir
âyeti okusan…” denilmektedir; çünkü Kur’ân’ın her parçası kur’ândır.1 Mercii
zikredilmeden zamirin zikredilmesi ise, (merciin, yani) Kur’ân’ın veya Yüce
15 Allah’ın2 fahāmet ve azametini göstermek için olur.
[461] “Sizin” hepiniz hangi iş olursa olsun “herhangi bir iş işlemezsiniz
ki, siz ona giriştiğiniz zaman Biz size mutlaka” sizi gözetleyen, yaptıklarınızı
tek tek sayacak bir “şahit olmayalım.” ن ( إذona giriştiğiniz…) ifade-
si, kişi işe koyulduğunda efâda fi’l-emri denmesinden gelmektedir.
20 [462] “Gizli kalmıyor” uzak da olmuyor, gayb da olmuyor anlamındaki
َو א َ ْ ُ ُبZâ’nın zamme ve kesresi ile okunmuş olup er-ravdu’l-âzib (ırak
bahçe) tabirinden gelmektedir. “Şüphesiz bundan daha küçüğü de daha
büyüğü de” ifadesindeki asğar ve ekber kelimeleri Râ’nın nasbı ve ref ’iyle
okunmuştur. Ancak (büyük-küçük) cinslerini nefyetme3 anlamında mansup
25 okunmaları daha uygundur. Ref ’ ise, cümlenin müstakil bir ifade olması
için yeni bir cümle kabul edilmesi itibariyle olur. Bu kelimelerin אل َذر ٍة ِ ِْ ِ
ْ
ibaresinin (merfû‘) mahalline atfedilmesinde veya (mecrur) אل َذر ٍة ِ ْ ِ lafzına
atfedilerek, (asğari - ekberi şeklinde) harekelenmeleri imkânsız olduğundan
-mecrur anlamında- meftuh oldukları mülahazasıyla fetha okunmalarında
30 da problem vardır; çünkü lâ ya‘zubu ‘anhu şey’un illâ fî kitâbin (Allah’dan ırak
olan her şey mutlaka bir kitaptadır.) demen4 sorunludur.
1 Kur’ân ve kitâb kelimeleri cins isimdir, yani mektup çapındaki bir sayfalık yazılı metin de kitâbdır,
40 ciltlik bir ansiklopedi de… Kur’ân vahiylerinin toplamına Kur’ân dendiği gibi, bu vahiylere teker
teker de kur’ân denmektedir. Bir mesele hakkında vahiy geldiği zaman Ashâb, “Falanca konu hakkında
kur’ân nâzil oldu.” derler; hatalı bir davranış sergilediklerinde de “Hakkımda kur’ân inecek diye ödüm
koptu.” derlerdi. / ed.
2 Veya Yüce Allah’dan -inzal edilmiş- bir ayet okumazsın ki… / ed.
3 Bundan daha büyük veya küçük hiçbir şey… / ed.
4 Yani bu iki kelime gibi ‘azb fiilinin faili olan şey’i de fî kitab ile irtibatlandırman… / ed.
ا כ אف 301
َ ْ نٍ َو َ א َ ْ ُ ِ ْ ُ ِ ْ ُ ْ آنٍ َو َ ْ َ ُ َن ِ ْ َ َ ٍ ِإ ُכ א ﴿-٦١و َ א َ כُ ُن ِ
َ
َ َ ْ כُ ْ ُ ُ ًدا ِإذْ ُ ِ ُ َن ِ ِ َو َ א َ ْ ُ ُب َ ْ َر ِّ َכ ِ ْ ِ ْ َ אلِ ذَر ٍة ِ ا َ ْر ِ
ض َو
אب ُ ِ ٍ ﴾
ِ כِ َ ٍ ِכ َو َأ ْכ َ َ ِإ
َ א ِء َو َأ ْ َ َ ِ ْ َذ َ ِ ا
ّ و ّ. ؛ أو
. ا
כאل،
ٌ فإ אع ا ا ًא } ِ ْ َ אل َذر ٍة{ אل َذر ٍة{ أو
َْ ِ ١٥
ّ
כٌ. כ אب“ ءإّ ب כ” : ّن
302 YÛNUS SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
[463] Şayet “Neden yer gökten önce zikredilmiştir? Oysa Sebe’ suresin-
deki ‘O, gaybı bilir; göklerde ve yerde zerre kadar bir şey bile O’nun ilmi
dışında kalmaz.’ [34/3] âyetinde gök yerden önce zikredilmektedir.” dersen
şöyle derim: Aslında göğün yerden önce zikredilmesi gerekir. Ancak Allah
5 Teâlâ burada yeryüzünde yaşayanların iş, hal ve amellerine tanık olduğun-
dan bahsederken, akabinde ب ُ ُ ْ َ ( אO’ndan gizli kalmıyor.) ifadesine geçin-
ce, yeri gökten önce zikretmesi buna münasip düşmüştür. Kaldı ki, Vav ile
yapılan atıf tesniye (ikileme) hükmündedir.1
62. Bakınız! Allah’ın velîleri için (o dehşetli günden yana) hiçbir
10 korku söz konusu değildir, üzülecek de değillerdir.
63. Onlar ki iman etmişlerdi ve sakınıyorlardı...
64. Dünya hayatında da Âhirette de müjde onların hakkıdır. -Al-
lah’ın sözlerinde değişiklik olmaz.- İşte büyük başarı budur.
[464] “Allah’ın velîleri” kendilerinin itaat ederek O’nu velî (sahip ve
15 dost) edinmelerine karşılık, O’nun da kendilerine değer vererek sahip
çıktığı kimseler olup, bu durum “Onlar ki iman etmişlerdi ve sakınıyor-
lardı.” ifadesinde tefsir edilmiştir. Bu ifade, onların Allah’ı velî edinmele-
rini; “Dünya hayatında da âhirette de müjde onların hakkıdır.” cümlesi
ise Allah’ın onları velî edinmesini ifade eder. NitekimSa‘îd b. Cübeyr [v.
20 94/713], “Allah’ın velîleri kimlerdir?” diye sorulması üzerine Hazret-i Pey-
gamber (s.a.)’in, onların genel durum ve görünüşlerini kastederek “Ken-
dileri görüldüğünde Allah’ın hatırlandığı kimselerdir.” buyurduğunu
nakletmiştir. İbn Abbâs’tan [v. 68/688] ise burada kastedilenin alçakgönül-
lülük ve dinginlik hali olduğu nakledilmiştir. Ayrıca, bunların birbirini
25 Allah için sevenler olduğu söylenmiştir. Nitekim Ömer (r.a.) şöyle bir
rivayette bulunmuştur: “Peygamber (s.a.)’i şöyle derken işittim: ‘Allah’ın
öyle kulları vardır ki ne peygamber ne de şehit oldukları halde, Allah
katındaki makamlarından ötürü kıyamet günü peygamberler ve şehitler
onlara gıpta ederler.’ Oradakiler ‘Ya Rasulâllah! Onların kim olduklarını
30 ve nasıl bir amel işlediklerini bize söyleyin ki, biz de onları sevelim.’ dedi-
ler. Bunun üzerine Peygamber (s.a) ‘Onlar aralarında akrabalık bağı ve bir
mal alışverişi olmadığı halde Allah rızası için birbirini sevenlerdir. Vallahi!
Onların yüzleri nurdur; onlar nurdan minberlerdedirler. İnsanlar korktu-
ğu zaman onlar korkmaz; insanlar üzüldükleri zaman onlar üzülmezler.’
35 buyurdu sonra da bu âyeti okudu.”
1 Tesniye nasıl iki şeyin bir arada olduğunu ifade etmekte ise, Vav’lı atıf da -örneğimizde- “gök ve yer”in
birlikteliğini ifade etmektedir. Bu da “yer ve gök” ile aynı şeydir, birinin önce zikredilmesinde ekstra bir
espri olmayabilir. / ed.
ا כ אف 303
رة : ف אء، ا ا رض ّ : ] [٤٦٣ن
ا رض نأ אد א ذכ ا رض ،و כ م אء أن ا
َ ْ ِ َ َِכ ِ َ ِ
אت ا ِ َذ َ
ِכ ُ ُ َ ﴿-٦٤ا ْ ُ ْ َ ى ِ ا ْ َ َא ِة ا ْ َא َو ِ ا ِ َ ِة
ُ َ ا ْ َ ْ ُز ا ْ َ ِ ُ ﴾
: אس ا .و وا ا «. َכ ا ُ ؤ ا ا ؟ אل» :
א ،ا א و أ ال أر אم ا א ا م ،אل» :
ا و אء ،أو و ح ،أو ا أو ر آ ا{ ]} [٤٦٥ا
כא ، כאن ا ا ا א א ا ى ] [٤٦٦وا
. כ א ا ت ا ى ا אء: « .و ىا א
א ،و ءون وא א א وإ אء ا אض و ١٠و א ون
כ، { ُ ُ َْ}.כ
ْ
أ כ«، ]َ [٤٦٨
}و َ َ ْ ُ َכ{ و ئ »و
Yani, Allah’ın mülkünde galibiyet ve ezici güç tamamen O’na aittir; hiç
kimse -ne onlar ne de başkaları- bunlara dair hiçbir şeye sahip değildir.
Allah onları yenecek ve onlara karşı sana yardım edecektir. Nitekim “Allah,
‘Elbette ben ve elçilerim galip geleceğiz.’ diye yazmıştır.” [Mücâdile 58/21] ve
5 “Elçilerimize elbette yardım edeceğiz!” [Ğâfir 40/51] buyrulmuştur.
[469] Ebû Hayve [v. 203/818], enne’l-‘izzete okumuştur ki li-enne’l-‘izzete
(çünkü izzet…) anlamındagerekçelendirme açıkça belirtilmiştir. Bu okuyu-
şu kavluhumdan bedel yapıp, sonra da bunu beğenmeyip reddeden kişiye1
gelince asıl yanlış olan, yadırganan kıraat değil, onun zorlama izahıdır.2
10 [470] “O’dur işiten; mutlak ilim sahibi.” Yani söylediklerini işitmekte,
yaptıklarını ve yapmaya azmettiklerini bilmektedir ve buna dayanarak on-
lara muamelede bulunacaktır.
66. Bakınız! Göklerde ve yerde kim varsa, hepsi Allah’ındır. Allah’tan
başka birtakım şeylere ‘ortak’ diye yalvaranlar hiçbir mesnede dayan-
15 mıyorlar; sadece zanna tâbi oluyorlar… Sadece tahmin yürütüyorlar!
[471] “Göklerde ve yerde kim varsa” yani temyiz vasfını hâiz akıllı
varlıklar ki melekler, insanlar ve cinlerdir. Burada özellikle akıl ve temyiz
vasfına sahip varlıkların zikredilmesi, bu vasıftaki bütün varlıkların Allah’a
ait ve O’nun mülkü olarak, tamamının ‘kul’ olduğunu, Yüce Allah’ın da
20 onların rabbi olduğunu, dolayısıyla hiçbirinin rab olmaya ve rablıkta O’na
ortak olmaya elverişli olmadıklarını ifade etmek ve onların dışındaki akıllı
olmayan varlıkların O’na eş ve ortak olmasının söz konusu bile olmadığını,
dolayısıyla O’ndan başka -put vb. şeyler şöyle dursun- melek veya bir insanı
tanrı olarak kabul eden kişinin deney-gözleme dayalı tefekkürü bir yana
25 bırakıp taklidin peşine düşerek onun götürdüğü yere giden bâtıl taraftarı
bir kişi olduğunu ifade etmek içindir.
[472] ن כאء ‘( و אOrtak’lara tâbi olmuyorlar.) ifadesinin mânası şu-
dur: Her ne kadar bunlara ‘ortak’ diyorlarsa da ortağın ‘gerçeği’ne tâbi ol-
muyorlar; çünkü rablıkta Allah’ın ortağının olması muhaldir. “Sadece zan-
30 na” yani ortak olduğunu zannettiklerine “tâbi oluyorlar… Sadece tahmin
yürütüyorlar!” Onların Allah’ın ortağı olduğunu asla zemini ve dayanağı
olmayan bir tahmin ve takdirle iddia ediyorlar!
1 Tıybî’de belirtildiğine göre Kuteybe b. Müslim. Ancak bu zat, Maveraunnehr’i fetheden Emevî komu-
tanıdır. Muhtemelen Tıybî müfessir İbn Kuteybe’yi kasdetmektedir. / ed.
2 Yani gerekçelendirme değil de bedel saymasıdır; buna göre ifade, “Onların ‘İzzet tamamen Allah’a aittir’
sözleri seni üzmesin” anlamına gelmektedir ki yadırganması doğaldır. / ed.
ا כ אف 307
، ن ون و א نو א { ا ] َ ُ } [٤٧٠ا
ات َو َ ْ ِ ا َ ْر ِ
ض َو َ א َ ِ ُ ا ِ َ َ ْ ُ َن ِ ْ َ َ ِ َ ﴿-٦٦أ ِإن ِ ِ َ ْ ِ ا
َ ْ ُ ُ َن﴾ َو ِإ ْن ُ ْ ِإ ُدونِ ا ِ ُ َ כَ َאء ِإ ْن َ ِ ُ َن ِإ ا
ِ ِ
،و ء ا ا ا رض{ ات َو َ ْ ا ]َ } [٤٧١ ١٠
כ و ء إذا כא ا ذن أ ّن ، ّ ن .وإ א כ وا ا
أدى
א ّ א ذ כ، أو ً כ أو إ هرא اّ
. و كا ا ١٥إ
כאء وإن כא ا ا ن כאء ،أي و א ن وא ] [٤٧٢و
}و َ א
َ أن ن ،א אء ،وو :Ġ א أ ] [٤٧٤و أ
כ ا כאء ا ء אم ،أي وأي ا َ ِ ُ{
. و כא أرزا א ون ًא אش ،وا אر ا ا ّدد
ات َو َ א ِ
َ َ ِ َ ُ َא ِ ا َ ﴿-٦٨א ُ ا ا َ َ ا ُ َو َ ً ا ُ ْ َ א َ ُ ُ َ ا ْ َ ِ
َ ْ َ ُ َن﴾ ا َ ْر ِ
ض ِإ ْن ِ ْ َ ُכ ْ ِ ْ ُ ْ َ אنٍ ِ َ َ ا َأ َ ُ ُ َن َ َ ا ِ َ א
310 YÛNUS SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
ِ َ ِ َ א כَ א ُ ا אع ِ ا ْ َא ُ ِإ َ ْ َא َ ْ ِ ُ ُ ْ ُ ُ ِ ُ ُ ُ ا ْ َ َ َ
اب ا ٌ َ َ ﴿-٧٠
َכْ ُ ُ َ
ون﴾
א{ أي ا إ } .אع ِ ا א ا כ ب{ ا ]َ ُ َ ْ َ } [٤٨٠
ون َ َ
72. “Yüz çevirirseniz ben sizden (öğütlerime karşılık) bir ücret iste-
miş değilim; benim ücretimi vermek tamamen Allah’a düşer. Ben O’na
teslimiyet gösterenlerden olmakla memurum.”
73. Sonuçta onu yalanladılar. Biz de onu ve gemide beraberinde bu-
5 lunanları kurtardık; onları (öncekilerin yerine yeryüzüne sahip olan)
halefler kıldık; âyetlerimizi yalanlayanları ise suda boğduk! Bak uya-
rıl(ıp da aklını başına almay)anların sonu nice oldu!..
[481] כ ( כsize ağır geliyorsa); vahim, sıkıntı verici ve ağır geli-
ْ ُ َْ َ َ َُ
yorsa... َ ِ ِ “( َوإ ِْن َכא َ ْ َ َכ ِ ٌة إ َ َ ا ْ َאŞüphesiz o, huşu sahipleri dışın-
َ
10 da (herkes için) ağır bir şeydir.” [Bakara 2/45]) âyetinde ifade edildiği gibi.
Nitekim te‘âzamehu’l-emr (İş gözünde büyüdü.) denir. ِ َ َ אifadesi konu-
mum, yani kendim demektir. Nitekim fa‘altü kezâ li-mekâni fulânin (Bunu
falanca için yaptım.) ve fulânun sakīlu’z-zılli (Falancanın gölgesi ağırdır.)
denir. “Rabbinin makāmından (yani bizzat Rabbinden) korkanlar için…”
15 [Rahman 55/46] âyeti de bu kabildendir. Ya da “kalmam” yani aranızda uzun
bir süre -950! sene [‘Ankebut 29/14]- durmam… Veya “kalkmam” yani size
nasihat etmem… Çünkü onlar cemaate vaaz ederken yerleri belli olsun ve
sözleri duyulsun diye ayağa kalkarak vaaz ediyorlardı. Nitekim Îsâ (a.s.)’ın
oturmakta olan havarilerine ayakta vaaz ettiği nakledilmiştir.
20 [482] “Siz ve ortaklarınız toplanıp…” أَ ْ ِ ُ اkelimesi, kişi niyetlenip
kesin karar verdiği zaman kullanılan ecma‘a’l-emra ve ezma‘a’l-emra ifadesin-
den alınmıştır.
Bir gün dönecek miyim acaba, durumum kesinken?
ْ ‘ َو ُ َ َכ َאء ُכdaki Vav ma‘a anlamındadır ve “Ortaklarınızla beraber top-
25 lanın.” demektir. Hasan-ı Basrî bu kelimeyi muttasıl zamire atfederek
ْ אؤ ُכ
ُ َو ُ َ َכşeklinde merfu okumuştur. Bu atıf, munfasıl bir zamirle te’kid
olmadığı halde, sözün uzun olması sebebiyle, fâsıl onun yerine geçtiği için
caiz olmuştur. Nitekim (“Zeyd’e vur. Ve Amr’a…” anlamında) ıdrib zeyden
ve Amrun denilir. َ َ ْ ِ ُ اkelimesi ayrıca cem’ kökünden olmak üzere fe’c-
30 ma‘û şeklinde okunmuştur ki bu durumda, şurakâ’ekum (ve ortaklarınızı)
ifadesi mef‘ûle atıfla veya Vav ma‘a anlamında olduğu için mansub okunmuş
olacaktır. Übeyy b. Kâ‘b ise fe-ecmi‘û emrakum ve’d‘û şurakâ’ekum (Ortak-
larınızı da çağırıp ne yapacağınızı iyice kararlaştırın.) şeklinde okumuştur.
“Peki toplanıp karar vermenin ortaklara isnat edilmesi nasıl caiz olmuştur?”
35 dersen şöyle derim: “De ki: Ortaklarınızı çağırın sonra da bana karşı tuzak
kurun.” [A‘râf 7/195]) âyetinde olduğu gibi onları âciz bırakmak (yani ‘or-
tak’larının âciz olduklarını bunlara da kavratmak) anlamında caiz olmuştur.
ا כ אف 313
ِ َ َو َأ ْ َ ْ َא ا ِ َ َ َ ْ َ ُאه َو َ ْ َ َ ُ ِ ا ْ ُ ِ
ْכ َو َ َ ْ َא ُ ْ َ َ َ ﴿-٧٣כ ُ ُه
אن َ א ِ َ ُ ا ْ ُ ْ َ ِر َ ﴾
כَ ْ َ כَ َ כَ ُ ا ِ َא ِ َא َ א ْ ُ ْ
}و ِإ َ א َ َכ ِ ٌة
َ א כ و ّ و .و א }כ َ َ ُכ {
ََُ ْ ْ
][٤٨١ ٥
َ
، ا َ َ } .א ِ { כא ، { ]ا ة .[٤٥ :و אل :א إّ َ َ ا א
אم َر ّ ِ {
אف َ َ َ }و ِ َ ْ َ َ
َ ا .و כ ا כאن ن ،و ن כ א ل:
ٍ ا ً }أَ ْ َ ًدا כ أ وכ אف ر .أو א [٤٦ : ]ا
ََ
א اا כא ا إذا و و כ ي، ت .[١٤ :أو א ]ا כ إ ّ َ ْ ِ َ َ א ً א{
כ ً א ،כ א ًא وכ ،כ ن כא أر ١٠א ا
د. א ًא و ار ا أ כאن ات ا
ُ َ ْ َأ ْ ُ َو ْن َ ْ ً א َو َأ ْ ِ ي ُ ْ
» :و כאؤכ «، כא כ .و أ ا اأ כ ، وا او ١٥
אم ا א ، א כ .و אز ا ا ًא א
} א َ כ כ ي و ن أ ]ِ َ } [٤٨٥ن َ َ ُ {
َ َ َ ُْ ُْ ْ ْ
أ اכ و כ ِ ْ أَ ْ ٍ { א כאن ي א
ا اب ا ي ا { و ََ כ ؛ }إ ِْن أَ ْ ِ َى إ ّ أ و
א أ اض ا ض ا ، כ إّ ة .أي א ا
ًא ا ون { ا ت أَ ْن أَ ُכ َن ِ َ ا
}وأُ ِ ْ ُ
َ ٢٠
1 Burada, kâfirlerin peygamber gönderilmesinden evvel hakkı inkâr edici oluşlarından ziyade, açık bel-
geler gelmeden evvelki inkârları kastedilmektedir. Kâfirler, her yönüyle takdir ettikleri mübarek birinin
peygamberlik iddiası karşısında, genelde doğru dürüst düşünmeden, önünü ardını hesap etmeden inkâ-
rı seçivermektedirler. Hicr 15/11-13’te ve Şu‘arâ 26/199-201’de belirtildiği gibi, işittiği bir gerçeği ‘ilk
anda’ yalanlayıveren birinin ona daha sonra inanması çok zor olmaktadır, çünkü inkâra angaje olmakta,
ona göre pozisyon almakta, resule ve inananlara düşmanlık etmekte, onlarla cepheleşmekte, böylece
‘iman’la arasını iyice açmaktadır. / ed.
ا כ אف 317
َ ْ ِ ِ ْ َ َ ُאءو ُ ْ ِא ْ َ ِّ َ ِ
אت َ َ א כَ א ُ ا ِ ُ ْ ِ ُ ا ِإ َ َ ْ َ َ ُ ﴿-٧٤א ِ ْ َ ْ ِ ِه ُر ُ
ُ ُ ِب ا ْ ُ ْ َ ِ َ ﴾ ِכ َ ْ َ ُ َ َ
ِ َ א כَ ُ ا ِ ِ ِ ْ َ ْ ُ כَ َ َ ١٠
[490] “Böyle” yani bu muhkem mühür gibi “mühürleriz işte Biz, aşırı
gidenlerin kalplerini!” Buradaki mühürleme onların inat ve katılıklarından
kinayedir, çünkü onu Allah’ın yüz üstü bırakması (hizlân) takip eder. Zira
Allah Teâlâ onlara aşırı gitme isnat etmiş ve kendilerini onunla nitelemiştir.
5 75. Sonra, bunların ardından Mûsâ ile Hârûn’u da Firavun ve kur-
maylarına mucizelerimizle gönderdik, ama büyüklük tasladılar. Zaten,
mücrim bir kavimdiler.
76. Gerçek, tarafımızdan kendilerine geldiğinde “Şüphesiz bu, apa-
çık bir büyüdür!” dediler.
10 77. Mûsâ dedi ki: “Size geldiği vakit ‘gerçek’ için böyle mi diyorsu-
nuz?! Bu mu büyü!? Oysa büyücüler iflâh olmaz!”
78. Dediler ki: “Siz ikiniz; atalarımızı üzerinde bulduğumuz yoldan
bizi çevirmek için ve ülkede büyüklük siz ikinizin olsun diye geldiniz,
değil mi? Size iman edip bağlanacak değiliz!”
15 [491] “Bunların ardından” bu peygamberlerden sonra “Mucizelerimiz-
le” dokuz mucize ile [gönderdik]. Onları kabul etme konusunda “büyüklük
tasladılar.” Kibirlerin en büyüğü; bir kulun, efendisinin mesajı ayan beyan
ortaya çıktıktan sonra onu hafife alması ve onu kabul etmeyi içine sindire-
memesidir. “Zaten, mücrim bir kavim idiler;” büyük günahlar işleyen birer
20 kâfir idiler. Kendilerini, işte bu sebeple Rablerinin mesajını kabul edeme-
yecek kadar büyük görüyorlar ve onu bu yüzden cür’etle reddediyorlardı.1
“Gerçek, tarafımızdan kendilerine geldiğinde” yani onun Mûsâ ve Hârûn’a
ait değil de Allah katından gelen hakkın ta kendisi olduğunu anlayınca,
arzu ve isteklerine olan düşkünlükleri sebebiyle; “‘Şüphesiz bu, apaçık bir
25 büyüdür!’ dediler.” Oysa onlar, hakkın ‘göz boyama ve aldatmadan başka
bir şey olmayan’ sihirden en uzak şey olduğunu pekâlâ biliyorlardı.
[492] Şayet “Bunlar ‘Şüphesiz bu, apaçık bir sihirdir.’ derken
bunu kesin bir dille söylüyorlardı. Buna rağmen, onlara nasıl ‘Siz bu-
nun sihir olduğunu mu söylüyorsunuz!?’ denilmiştir?” dersen şöy-
30 le derim: Burada birkaç ihtimal vardır. Birincisi, ِّ َ ْ ِ أ َ ُ ُ َنiba-
resinin “Siz bunu kusurlu bulup ona taan mı ediyorsunuz? Oysa
yüceliğini görüp ona saygı göstermeniz gerekirdi” anlamında olmasıdır.
1 Kişinin amelleri, yani sürdüğü hayat tarzı, imza attığı icraatları vs. dinin dünya – ahiret saadetini getire-
cek o saf ve tertemiz emirlerine aykırı olduğunda, kişi bu emirleri kabul edilemez bulmaktadır. “Cahili-
ye devrinde hayırlı olanlar İslâmiyet döneminde de hayırlı olmuşlardır.” [Buhârî, “Enbiyâ”, 8; Müslim,
“Fedāil”, 168] hadisinde işaret edildiği gibi, iyi ameller genelde imanla, kötü ameller de genelde inkâr
ile sonuçlanmaktadır. / ed.
ا כ אف 319
َ ﴿-٧٧אلَ ُ َ َأ َ ُ ُ َن ِ ْ َ ِّ َ א َ َאء ُכ ْ َأ ِ ْ ٌ َ َ ا َو ُ ْ ِ ُ ا א ِ ُ َ
ون﴾
ا َ ْر ِ
ض َو َ א َ ْ ُ َכُ َ א ِ ُ ْ ِ ِ َ ﴾
1 Kasas 19’da nakledilen bu söz Kıptîye ait değildir, -Mûsâ’nın ‘bir önceki günkü olayda’ Kıptîye karşı
koruduğu- İbranîye aittir; çünkü dün Mûsâ’nın birinin ölümüne sebebiyet verdiğini bu yaramaz İbranî-
den başkası bilmiyordu. / ed.
2 Âmene fiili Bâ ile kullanıldığında, tasdik; Lâm ile kullanıldığında ise tasdike ek olarak teslimiyet ve
bağlanma ifade eder. / ed.
ا כ אف 321
אل. אت وا אا أ ان ،و אو وا א .وا ]َ َ ِ ْ َ ِ } [٤٩٣א{
وت ِ ْ ُ َو َ כِ ْ ِ َ ُאء
َ َُ ٌ ْכ َر ْأ َ ٍ َ ْ َ ِ
ُ ْכُ ُ ُ ُ
אرا
أن َ ُכ َن َ ً
}إن ُ ِ ُ إ ْ
م ْ ا ا و כ ا ،כ א אل ا ١٥
79. Firavun; “Ne kadar usta sihirbaz varsa, bana getirin!” dedi.
80. Sihirbazlar gelince, Mûsâ onlara “(Hüner olarak, ortaya) ne ko-
yacaksanız koyun.” dedi.
81. (Hünerlerini) ortaya koyunca, Mûsâ dedi ki: “Asıl sizin ortaya
5 koyduklarınız, sihirdir. Ve Allah onu kesinlikle boşa çıkaracaktır. Bo-
zucuların yaptıklarını Allah düzeltmez!”
82. “Ve mücrimler istemese de Allah, sözleriyle gerçeğin gerçekliği-
ni ortaya çıkarır.”
[494] ْ ِّ ( א ِ ْ ُ ِ ِ اBu ortaya koyduğunuz) cümlesindeki Mâ, ism-i
ُ ْ
mevsūl olup mübtedadır, ْ ِّ اise haberdir; yani asıl bu ortaya koyduklarınız
ُ
10
ِ َכ ِ َ א ِ ِ َو َ ْ כَ ِ َه ا ْ ُ ْ ِ ُ َن﴾ ا ُ اْ َ ﴿-٨٢و ُ ِ
َ ٥
َ ْ ِ َ ُ ْ َو ِإن ِ ْ َ ْ َن َ َ אلٍ ِ ا َ ْر ِ
ض َو ِإ ُ َ ِ َ ا ْ ُ ْ ِ ِ َ ﴾ ١٥
ن. { } :ا ف .و ا أ א א ن ،وأ א
1 Allah’a güvenebilmen için, sadece O’na kulluk etmen ve O’nun çizdiği sınırlar çerçevesinde hareket
etmen -sözgelimi helal daire içinde elinden geleni önce kendin yapman- gerekir. Aksi takdirde, güven-
diğin dağlara kar yağabilir! / ed.
ا כ אف 325
َ ْ َ ْ َא ِ ْ َ ً ِ ْ َ ْ ِم ا א ِ ِ َ ﴾ َ َ ﴿-٨٥א ُ ا َ َ ا ِ َ َ כ ْ َא َر َא
ِכ ِ َ ا ْ َ ْ ِم ا ْכא ِ ِ َ ﴾
َ ﴿-٨٦و َ ِّ א ِ َ ْ َ َ
ه و ًא .وا ،إذا ا ه אءة ،כ כ: ] ّ [٥٠١أ ا כאن ،ا ٥
م כ. أول ا
ّ ذכ ن ،כ א כאن ا ١٠د
ّ ر، ا אّ ،ن ذ כ وا ة وا א ا
اب ا َ ِ َ ﴾
َ َ ُوا ا ْ َ َ َ ُْ ُِ ا َ َ
328 YÛNUS SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
אرا ،و
ار إ ّ ا כ ً ا ض ا אت إ כ ا ،و ون ورآ
ً
أ و ل ا א ،و ّ ا ،و إّ ا
و ن إ ّ أن ُ َ ا و ،وأ
ّ ً ، ا ل .و כ ا א ا אل: ،כ כ ن ١٥
אنَ َ } . אا א אق با ا ّ ا ] [٥٠٥و
1 Bu hitapta konu, Nûh Aleyhisselâm’ın acele etmesi değil, “ehlinden olduğunu sandığı” oğlunun neden
helâk edildiği ile ilgili serzenişi idi. / ed.
ا כ אف 331
«، אم» ،وا ا «، » :أ כ آ ا א ] [٥٠٧و أ ا ٥
. ا
: ا ا ي
َכ َ א َ َز ا ِّכ ّ ِ ا ْ َ ِ
אب َ ْ َ ُ ٥
﴿-٩١آ َن َو َ ْ َ َ ْ َ َ ْ ُ َو ُכ ْ َ ِ َ ا ْ ُ ْ ِ ِ َ ﴾
Birincisi, kalple edilen iman sahihtir; nitekim dilsiz bir insanın imanı sa-
hihtir. Dolayısıyla, deniz balçığı imana mani olmaz. İkincisi, kâfirin iman
etmesini istemeyip kâfir olarak kalmasını arzu eden kimse kâfir olur. Zira
küfre rıza küfürdür.
5 [516] “Bozuculardan” yani imandan sapan ve saptıranlardan [idin]. Ni-
tekim Allah Teâlâ “İnkâr edip Allah yolundan sapanlara bozuculardan ol-
dukları için azap üstüne azap veririz.” [Nahl 16/98]) buyurmuştur.
[517] Rivayete göre Cebrail Firavun’a “Efendisinin malıyla ve onun
sağladığı nimetlerle yetiştiği halde, daha sonra ona nankörlük ederek üze-
10 rindeki hakkını inkâr eden ve ona karşı efendilik taslayan bir köle hakkında
ne dersin?” diye bir fetva sormuş, o da “Ebü’l-Abbâs el-Velid b. Mus‘ab der
ki: Efendisine isyan eden ve onun nimetlerini inkâr eden kölenin cezası
denizde boğulmaktır!” diye bir fetva yazmış. İşte Firavun boğulmak üzere
iken, Cebrail ona kendi yazdığı fetvayı göstermiş; o da onu tanımış.
15 [518] “Kurtaracağız.” anlamındaki ُ َ ِ ّ َכşeddeli ve şeddesiz (nuncîke)
okunmuş olup “Kavminin düştüğü o denizin dibinden seni çıkarırız.” de-
mektir. Bunun “Seni bir kara parçasına atarız.” anlamında olduğu da söy-
lenmiştir. Ayrıca, “Seni denizin bir kıyısına atarız.” anlamında olmak üzere
nunahhîke şeklinde de okunmuştur. Nitekim Firavun boğulduktan sonra
20 deniz kenarına çıkarılmıştır. Kâ‘b, suyun onu bir boğa gibi sahile attığını
söylemiştir.
[519] “bedeninle” anlamındaki ِ َ ِ َכhal mahallindedir, yani cansız bir
َ
halde, sadece bir beden olarak veya hiçbir şeyinin eksilmediği ve hiç değiş-
memiş tam ve düzgün bir bedenle ya da üzerinde elbise olmayan çıplak bir
25 bedenle yahut da zırhınla. Nitekim ‘Amr b. Ma‘dîkerib [v. 21/642]:
Ey ‘Âzile!.. Silahım… Zırhım… Kılıcım benim!..
Ey benim uzun bacaklı, sürüşü kolay atım!..
[beytinde bedeni zırh anlamında kullanmıştır.] Kendisinin altından mamul bir zırhı
vardı; onunla meşhur idi. Ebû Hanîfe Rahimehullah, bi-ebdânike şeklinde
30 okumuştur ki iki ihtimal vardır: Birincisi, hevâ bi-ecrâmihî (Bütün ağırlı-
ğıyla düştü.) ifadesi kabilinden, “bütün bedeninle, tüm uzuvlarınla” anla-
mında veya “üst üste giymiş olduğun zırhlarınla” anlamında.
ا כ אف 335
כ א כ« ،א אء، ا رض .و ئ » ة כ : .و ١٠ا
:ر אه ا אء إ .אل כ ا א ق ا ح .وذ כ أ ا א
ر. כ ا א
[520] “Senden sonrakiler için bir âyet,” yani senin ötendekiler için bir
ibret ki onlar da İsrailoğullarıdır. Onlara göreFiravun, boğulamayacak ka-
dar ‘ulu’ biri idi! Rivayete göre; Firavun’un ölmediğini ve asla ölmeyeceğini
iddia ediyorlardı. Söylendiğine göre Mûsâ onun öldüğünü söylemiş, fakat
5 onlar bunu kabul etmemişti. Bunun üzerine Allah Teâlâ onu gözleriyle
görsünler diye sahile çıkardı. Hatta muhtemelen İsrailoğullarının geçtik-
leri geçide atılmıştı ve ondan dolayı da “senden sonrakiler için” buyruldu.
“Senden sonrakiler için” ifadesinin senden sonraki kuşaklar için anlamında
olduğu da söylenmiştir. Firavun’un âyet olmasının mânası, onun bir kul ve
10 âciz bir varlık olduğu, iddia ettiği gibi tanrı olmasının imkânsız olduğu,
bütün haşmet ve hâkimiyetine rağmen isyanından dolayı görüldüğü şekilde
olduğuna göre diğer insanların haydi haydi aynı hâle mâruz kalacağının
görülmesidir. Veya kendisinden sonraki milletler ondan ibret alıp da onun
durumunu ve Allah nezdindeki değersizliğini işittiklerinde onun cür’et et-
15 tiği şeylerin benzerine cür’et etmemeleridir.
[521] ( ) ِ ْ َ ْ َ َכKāf ile li-men halekake şeklinde de okunmuştur ki
َ
“seni yaratanın diğer mucizeleri gibi bir mucize olman için” demektir. Ayrı-
ca bu ifade ile şu mâna da murat edilmiş olabilir. Boğulan diğer kimselerden
ayrı tutularak sadece senin cesedinin sahile çıkartılması, Allah’dan başka hiç
20 kimsenin yapamayacağı ilahî bir mucize olman içindir; Allah’ın bunu şüp-
heleri ortadan kaldırmak için yaptığını insanların anlaması içindir; senin
vaziyetinin insanlar açısından meçhul kalmaması, yani -ululuk iddiasında
bulunduğun için- senin gibi birinin boğulmayacağını ve ölmeyeceğini ileri
sürmemeleri içindir.
25 93. Gerçek şu ki; İsrailoğullarını güzel bir yere yerleştirip tertemiz
şeylerden nasiplendirdik. Kendilerine ilim (yani, Tevrat) gelinceye ka-
dar anlaşmazlığa düşmediler. Aralarındaki ihtilâflar hakkında şüphesiz
Kıyamet günü senin Rabbin hâkimlik edecektir.
[522] “Güzel bir yer” yani yaşamaya elverişli ve arzu edilen bir yer ki
30 Mısır ve Suriye bölgesidir.
[523] “Anlaşmazlığa düşmediler.” Ancak Tevrat’ı okuyup hak din ile
ilgili bilgi elde ettikten; onda sebat etmeleri ve sözbirliği içinde olmaları
lüzumu doğduktan ve din konusundaki ihtilâfın ayrılıklara sebep olacağını
öğrendikten sonra dinlerinde ihtilâf ettiler ve onda mezheplere ayrıldılar.
ا כ אف 337
ن א ا :א אت ق .وروي أ أن ًא نأ أن أ
﴿-٩٣و َ َ ْ َ ْأ َא َ ِ ِإ ْ َ ا ِ َ ُ َ َأ ِ ْ ٍق َو َر َز ْ َא ُ ْ ِ َ ا ِّ َ ِ
אت َ َ א ا ْ َ َ ُ ا َ ١٥
אت ا ِ َ َכُ َن ِ َ ا ْ َ א ِ ِ َ ﴾
ِ َ ا ِ َ כَ ُ ا ِ َ ِ َ כُ َ ﴿-٩٥و
َ
[525] Yüce Allah daha sonra şöyle buyurmuştur: “Evet, bu gerçek sana
Rabbinden gelmiştir,” yani sana gelen kitabın hiçbir şüpheye mahal bırak-
mayacak şekilde hakikat olduğu senin açından mucizeyle ve kesin delillerle
sabittir. “O halde sakın şüphecilerden olma. Sakın Allah’ın âyetlerini yalanla-
5 yanlardan olma!” Yani (zaten değilsin de,) şüphe etmeme ve Allah’ın âyetleri-
ni yalanlamama halini sürdür ve bunda sebat göster. Bu ifade, teşvik etmek ve
heyecan vermek için de olabilir. “O halde sakın kâfirlere arka çıkma. Allah’ın
âyetleri sana indirildikten sonra, sakın seni bu âyetlerden alıkoymasınlar!”
[Kasas 28/86-87] âyetinde olduğu gibi. Ayrıca bu, Peygamber’i iyice destekle-
10 mek ve korumak için de olabilir. Nitekim Hazret-i Peygamber bu âyet nazil
olunca “Ne şüphe ediyorum ne de soru sorarım! Aksine, onun hak olduğuna
şahidim!” buyurmuştur. İbn Abbâs [v. 68/688] da “Hayır! Vallahi! O ne bir an
için olsun şüphe etti ne de herhangi bir kimseye soru sordu.” demiştir.
[526] Bu âyette Peygamber (s.a.) zikredilmiş olmakla birlikte, ümmeti-
15 nin murat edildiği de söylenmiştir. Anlamı; “Size apaçık bir nur indirdik.”
[Nisâ 4/174] âyetinde olduğu gibi “Eğer size indirdiğimiz şeyde herhangi bir
şüpheniz varsa…” şeklindedir. Burada hitabın, şüphe etmesi mümkün olan
bütün dinleyicilere ait olduğu da söylenmiştir. Arapların, izâ ‘azze ahūke fe-
hun (Kardeşin [sana karşı] kabardığında, sen alttan al!) ifadeleri gibi. Buradaki
20 in kelimesinin nefiy için olduğu ileri sürülmüş olup, buna göre mâna “Sen
şüphe içinde değilsin ki sorasın.” şeklindedir; yani biz sana; sormanı, şüphe
içinde bulunduğun için emretmiyoruz; Hazret-i İbrâhim’in ölülerin dirilti-
lişini görmekle yakîni arttığı gibi, senin de yakînin artsın diye emrediyoruz.
[527] (אب ِ ْ َ ِ َכ
َ َ ْ َ ِ ا ِ َ َ ْ ُؤ َن ا ْ ِכifadesi) fes’elillezîne yakra’ûne’l-kü-
ْ َ
25 tübe… (Senden önceki kitapları okuyanlara sor!) şeklinde de okunmuştur.
96-97. Doğrusu, haklarında Rabbinin (azap) sözü kesinleşenler,
kendilerine her türlü âyet gelse de, o can yakıcı azabı görünceye kadar
iman etmezler!
[528] “Haklarında Rabbinin (azap) sözü kesinleşenler” yani, Allah’ın
30 Levh-i Mahfuz’da haklarında yazdığı hükmün aleyhlerine olarak kesinleştiği ve
kâfir olarak öleceklerini meleklerine bildirdiği kimseler. Bundan başkası değil...
Bu, ilahi bilgiye konu olan şeyin (ma‘lûm) yazılması olup, ilahi takdir ve mura-
dın yazılması değildir.1 Hâşa!.. Allah bundan son derece münezzehtir.
1 Öyle anlaşılıyor ki; müfessir şunu söylemek istiyor: İlim ma‘lûma tâbidir (Bilgi, bilinen şeye bağlıdır).
Meselâ kişi “kâfir olarak öldüğü” için Allah da onu “kâfir” olarak bilmektedir; Allah kâfir bildiği için
adam kâfir olarak ölmekte değildir. Onun kâfir oluşunu Allah murad etmiş ezelde plânlayıp program-
lamış değildir. / ed.
ا כ אف 341
אت ا ِ َ ْ َ ِإ ْذ أُ ِ َ ْ ِإ َ َכ{
آ ِ ِ ِ
َ ً ا ْ َכא ِ َ َو َ َ ُ َכ َ ْ } َ َ َ ُכ َ ٥כ
ْ
و :و م ا ،و כ אل وا و אدة ا [٨٧ : ]ا
א אب :ا אء .[١٧٤ :و ]ا }وأَ َ ْ َא ِإ َ ُכ ُ ًرا ُ ِ ًא{
َ אإ כ ؛ ١٠أ
ْ ْ
،أي א :إن .و ك ب :إذا ّ أ ا ّכ ،כ ل ا ز
اب ا ْ َ ِ َ ﴾
َ َ ُوا ا ْ َ َ َאء ْ ُ ْ ُכ آ َ ٍ َ َ ﴿-٩٧و َ ْ
وا כ א . ا ا ل ،כ ا روي אء .و ئ א ا أ ١٠
אن، אء وا ا ا ،و ودوا א و و א ا إ
ّ
، ات وا ا ،و א ّ ا واب وأو د א، و
. ما
344 YÛNUS SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
[532] İbn Mes‘ûd [v. 32/652] demiştir ki: Ninovalılar tevbe işini başka-
larının haklarını onlara iade etmeye kadar vardırmıştı. Hatta öyle kimseler
oluyordu ki, evinin temeline koymuş olduğu başkasına ait bir taşı oradan
çıkarıp sahibine iade ediyordu. Şöyle de denmiştir: Halk, hayatta kalan bir
5 âlime giderek “Başımıza azap geldi. Ne yapmamızı önerirsiniz?” diye sor-
muşlar, o da yâ hayyu hîne lâ hayye yâ hayyu muhyi’l-mevtâ yâ hayyu lâ ilâhe
illâ ente (Sen ey hayat sahibi hiçbir şey yokken mutlak hayat sahibi olan!
Sen ey ölüleri dirilten Mutlak Hayat Sahibi! Sen ey kendisinden başka ilah
olmayan Mutlak Hayat Sahibi!) diye dua edin.” demiş. Halk, bu şekilde
10 dua edince, üzerlerindeki musibet kalkmış. Fudayl b. ‘Iyâz’ın [v. 187/803]
da onların; “Allah’ım! Günahlarımız çok büyük. Ama Sen onlardan daha
büyüksün. Sen bize, bizim lâyık olduğumuzu değil, Senin lâyık olduğunu
lütfet!” diye dua ettiklerini söylemiştir.
99. Senin Rabbin dileseydi, yeryüzündeki insanların tamamı elbette
15 iman ederdi. O halde senin, mümin oluncaya kadar insanları zorlama-
na gerek var mı?
[533] “Senin Rabbin dileseydi,” yani mecbur kılan bir dileyişle dile-
seydi, “yeryüzündeki insanların tamamı elbette iman ederdi.” Yani bütünü
kuşatıp kapsayacak şekilde, tam olarak hiç kimse ihtilâf etmeksizin imanda
20 ittifak etmiş vaziyette. “O halde senin, mümin oluncaya kadar insanları zor-
lamana gerek var mı?” Yani onları iman etmeye sen değil, sadece Allah zor-
layabilir. İstifham edatının ismin yanında zikredilmesi ( َ ْ َ َ َ)أ, insanı imana
zorlamanın aslında mümkün olduğunu, meselenin bunu kimin yapabileceği
meselesi olup, bunu ancak Allah’ın yapabileceğini, insanların zorunlu ola-
25 rak iman etmeleri sonucunu verecek olan şeyi onların kalplerinde meydana
getirmenin insan kudretinin dışında olduğunu ve buna ancak Allah’ın kadir
olduğunu bildirmek içindir.
100. Allah’ın izni olmadıkça hiç kimse iman edemez. Aklını başına
almayanların üzerine de Allah murdarlığı boca eder.
30 [534] “Hiç kimse” yani Allah’ın, iman edeceğini bildiği insanlardan
hiçbiri “Allah’ın izni olmadıkça” yani O’nun lütfu demek olan kolaylaştır-
ması olmadıkça “iman edemez. Aklını başına almayanların üzerine de Allah
murdarlığı boca eder.” Burada ‘izin verme’ ile ‘murdarlığı boca etme’ -ki yüz
üstü bırakılmaktır (hızlân)- ve ‘iman edeceği bilinen kişiler’ ile ‘aklını başı-
35 na almayanlar’ -ki küfürde ısrar edenlerdir- birbirine karşılık getirilmiştir.
ا כ אف 345
ض ُכ ُ ْ َ ِ ً א َأ َ َ ْ َ ُ כْ ِ ُه ا َ
אس َ َ َ ْ ِ ا َ ْر ِ ﴿-٩٩و َ ْ َ َאء َر َכ
َ
َכُ ُ ا ُ ْ ِ ِ َ ﴾ َ
، אرك ه و إّ ؛وא ا כ ه، ن ،وإ א ا ور
ِ ِ ذْ نِ ا ِ َو َ ْ َ ُ ا ِّ ْ َ َ َ ا ِ َ אن ِ َ ْ ٍ َأ ْن ُ ْ ِ َ ِإ
﴿-١٠٠و َ א כَ َ
َ
َ ْ ِ ُ َن﴾
ا אت }و א ُ ْ ِ ا אت وا ات وا رض{ ا ] } [٥٣٥א َذا ِ ٥
ََ َ
، إ א َ ْ ٍم َ ُ ْ ِ ُ َن{ ارات } َ رون ،أو ا ا وا ُ ر{ وا
א . أو ا « ،א אء ،و א א ن .و ئ »و א ا و
ِ ْ َ َأ ِ
אم ا ِ َ َ َ ْ ا ِ ْ َ ْ ِ ِ ْ ُ ْ َ א ْ َ ِ ُ وا ِإ ِّ ون ِإ
َ ُ ِ َ ْ َ ْ َ َ ﴿-١٠٢
َ َ כُ ْ ِ َ ا ْ ُ ْ َ ِ ِ َ ﴾
ِכ َ א َ َ ْ َא ُ ْ ِ ا ْ ُ ْ ِ ِ َ ﴾
ُر ُ َ َא َوا ِ َ آ َ ُ ا כَ َ َ ِّ َ ُ ُ ﴿-١٠٣ ١٠
َ َأ ْ ُ ُ ا ِ َ َ ْ ُ ُ َ
ون ِ ْ َ ٍّכ ِ ْ ِد ِ َ َ َ ْ ُ ﴿-١٠٤א ا ُ
אس ِإ ْن ُכ ْ ُ ْ ِ
אכ ْ َو ُأ ِ ْ ُت َأ ْن َأ ُכ َن ِ َ ا ْ ُ ْ ِ ِ َ ﴾
ُدونِ ا ِ َو َ כِ ْ َأ ْ ُ ُ ا َ ا ِ ي َ َ َ ُ
348 YÛNUS SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
buradaki en, ya ibareyi beyan için veya fiili masdara çevirmek için gelmiştir.
Her ne kadar emir, kavl mânası içerse de bu en beyan için olamaz. Zira
onun mevsūleye ma‘tūf olması buna manidir. Onun mevsūle olduğunu ka-
bul etmek de birinci gibidir. Emir lafzı –ki ِ َ’أdir- buna izin vermez; çünkü
ْ
30 sılanın doğru ve yalan olmaya elverişli bir cümle olması gerekir (Bu ise inşaî
bir cümledir).” dersen şöyle derim: Sîbeveyhi, Arapların muhatap için kul-
landıkları (“Yapan kişi sensin” mealindeki) ente’llezî tef‘alü1 ifadesine benze-
terek, En’in emir ve nehiy ile vasledilebileceğini söylemiştir; çünkü maksat,
onu kendisiyle olduğunda masdar anlamında olacağı bir şeye vasletmektir.
35 Diğer fiiller gibi emir ve nehiy de masdara delâlet etmektedir.
1 Aslında ellezî gaip olduğundan, ifadenin ente’llezî yef‘alu şeklinde olması beklenir. Ancak muhataba râci
olan ente zamiri sayesinde haber olan fiil de muhatap yapılabilmiştir. (Tıybî’den) / ed.
ا כ אف 349
ِ َ ا ْ ُ ْ ِ כِ َ ﴾ َ כُ َ ﴿-١٠٥و َأ ْن َأ ِ ْ َو ْ َ َכ ِ ِّ ِ َ ِ ًא َو
َ
إ כאلّ ،ن أن }أَ ْن أَ ُכ َن{ }وأَ ْن أَ ِ {
َ ُ : ] [٥٣٩ن ١٥
ْ
ر؛ ا و ا כ ن אرة ،أو ا أن כ ن ا
א ا لّ ،ن א אرة وإن כאن ا أن כ ن
، ا א ا و ، א ذ כ .وا ل כ ا
: ق وا כ ب. ا א أن כ ن }أَ ِ { ّن ا و
، ا ي :أ ذכ ،و وا أن א أن ّغ ٢٠
[540] “Bütün varlığını yönelt!” Doğruca ona yönel! Sağa - sola sapma!
ِ
َ ً אkelimesi, dîn veya vechden haldir [ilkine göre tevhit dini olarak; diğerine göre
ise samimi bir muvahhit olarak].
106. Allah’tan başka, sana fayda ve zarar getirmeyecek olan şeylere dua
5 etme! Yapacak olursan, o zaman şüphesiz sen de zalimlerdensin olursun!..
[541] “Yapacak olursan…” yani Allah’tan başka sana fayda ve zarar ver-
meyecek varlıklara dua edersen -Yapmak fiili ( َ ْ َ َ ), dua etmekten kinaye
olarak kullanılmış olmaktadır.- “O zaman şüphesiz sen de zalimlerden olur-
sun!” ِإ ًذاkelimesi, şart cümlesinin cezası ve mukadder bir sualin cevabıdır.
10 Sanki soru soran biri putlara tapmanın doğurduğu sonucu sormuştur. Böy-
le biri, ‘zalim’lerden kılınmıştır; çünkü şirkten daha büyük zulüm yoktur.
“Şüphesiz, şirk büyük bir zulümdür.” [Lokman 31/13]
107. Sana Allah bir zarar dokundurursa, onu O’ndan başka kaldıra-
cak yoktur. Senin hakkında O, bir hayır dilese O’nun lütfunu geri çe-
15 virecek de yoktur. O bunu kullarından dilediğine veriyor; bağışlayıcı,
merhametli yalnızca O’dur.
[542] [106. Âyette] putlara tapmayı yasaklayıp, bunları hiçbir fayda ve
zararı olmayan ‘şey’ler olarak niteledikten sonra, asıl fayda ve zarar verenin
Allah olduğunu, insanın başına bir musibet gelmesi halinde bunu O’ndan
20 başka herhangi birinin değil, sadece O’nun kaldırabileceğini, şuursuz camit
varlıkların bu hususta asla bir şey yapamayacaklarını ifade etmiş; keza, bir
hayır murat etmesi halinde de, O’nun bu lütuf ve ihsanına kimsenin mani
olamayacağını; putların ise evleviyetle böyle olduklarını, kulluk edilmeye
bir başkasının değil, sadece O’nun lâyık olduğunu bildirmiştir. Bu ifade,
25 “(De ki: O’ndan başka taptıklarınızı bir düşünün) Allah bana bir zarar ver-
mek istese, O’nun vereceği zararı giderebilirler mi bunlar?! Ya da O bana bir
rahmet dilese, O’nun vereceği rahmeti engelleyebilirler mi (ne dersiniz)?”
[Zümer 39/38] âyetinden daha etkilidir.
[543] Şayet “Niçin ilkinde mess (dokundurma), ikincide ise irâde (arzu
30 etme) zikredilmiştir?” dersen şöyle derim: Sanki zarar ve faydanın her birin-
de arzu etme ve dokunmanın her ikisi de zikredilmek istenmiş; Allah’ın bun-
lardan herhangi birini arzu etmesi halinde kimsenin buna mani olamayacağı,
verdiği hiçbir şeyi kimsenin ortadan kaldıramayacağı ifade edilmek istenmiş-
tir. Bundan dolayı da, zikrettiği ile zikretmediği şeyi de göstermek için birin-
35 de dokundurma, diğerinde arzu etme kullanılarak ifadede îcâz yapılmıştır.
Nitekim “O bunu dilediğine veriyor.” cümlesinde ‘hayır verme’ zikredilmiştir
ki bu dileme [meşîet] ile, kulun çıkarını esas alan dileme kastedilmiştir.
ا כ אف 351
ك ،כ כو א دون ا אه :ن د ت ]ِ َ } [٥٤١ن َ َ ْ َ { ٥
ّ
ّ ر، ال ط و اب اء { إ ًذا َ ا א אزاَ ِ َ } ،כ ِإ ًذا
إ ً א
أ ، ا א אدة ا و אن .و ُ כن א ً ل
ا ك؛ }إِن ا ِ ّ َك َ ُ ْ َ ِ { ] אن.[١٣ :
ٌ ٌ ْ
﴿-١٠٧و ِإ ْن َ ْ َ ْ َכ ا ُ ِ ُ ٍّ َ כَ א ِ َ َ ُ ِإ ُ َ َو ِإ ْن ُ ِ ْد َك ِ َ ْ ٍ َ َراد
َ
ِ َ ْ ِ ِ ُ ِ ُ ِ ِ َ ْ َ َ ُאء ِ ْ ِ َא ِد ِه َو ُ َ ا ْ َ ُ ُر ا ِ ُ ﴾ ١٠
ّ ،أ ّن ا و א א אدة ا و אن وو ا ] [٥٤٢أ
ّ
و ه دون إّ כ ر
אر ا א ،ا ي إن أ א כ
ا ّ و ّ
ّ
א دأ ر ؛ وכ כ إن أرادك א אد ا ي ،כ כ أ
ا אدة إ إ ًذا ن ا א و אن؟ א ،כ وإ ه כ
ٍ אت ُ ِه أَو أَراد ِ ِ ِ
َِ ْ َ }إ ِْن أَ َر َاد َ ا ُ ِ ُ ّ َ ْ ُ َכא َ ُ ّ ْ َ َ ١٥دو א ،و أ
אت َر ْ َ ِ ِ { ]ا .[٣٨ :
َ ْ ُ ُ ْ ِ َכ ُ
:כ أراد أن ا א ؟ א ،وا رادة أ ّ ذכ ا : ] [٥٤٣ن
ه راد א
ّ ،وأ واا כ وا א ً א؛ ا رادة وا כ ا
ّ
א ، ّ ،و ا א ،و ا כ م ن ذכ ا א א ،و
ذכ ا א א أ א ك، ّل א ذכ ؛ ا א ،وا رادة ٢٠أ
. ا اد א َ َ ُאء ِ ْ ِ ِאد ِه{ ،وا ِ
ِ ُ ِ َ א }ُ
َ
352 YÛNUS SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
ِ ْ َر ِّכُ ْ َ َ ِ ا ْ َ َ ى َ ِ َ א َ ْ َ ِ ي َ َ َ ْ ُ ﴿-١٠٨א ا ُ
אس َ ْ َ َאء ُכ ُ ا ْ َ
َ َ ْ َ א َو َ א َأ َא َ َ ْ כُ ْ ِ َ כِ ٍ ﴾ َ ِ َא َ ِ ِ َ ْ ِ ِ َو َ ْ َ
َ ْ ُכ ا ُ{ כ } وإ ا אل أذا وا د { ]} [٥٤٦وا ١٠
َ
. وا ة א
1 Şiir zaruretinden değilse şair bu ifadesiyle Ebû Süfyan’ın oğlu Mu‘âviye’nin dedesi olan Harb’e atıf
yaptığı gibi onun dahilî ‘harp’lerdeki -yani Müslümanlar arası savaşlardaki- rolüne de işaret etmekte
gibidir. / ed.
ا כ אف 355
َ ْ ِم ا َ א ُ ِ َوا ْ ِ َ ِ
אم إَ وכ ِ َ ّא َ א ِ ُ َ
ون َ ُ ْ ِ ُ ُ ٥
1. Elif, Lâm, Râ. (Bu,) ‘mutlak hikmet sahibi’, ‘her şeyden haber-
5 dar’ (Hakîm, Habîr) tarafından âyetleri muhkemleştirilmiş, sonra da
açıkça bildirilmiş bir kitap(tır).
[549] “Âyetleri muhkemleştirilmiş,” yani sağlam ve muntazam bir bina
gibi hiçbir çelişki ve eksik-gedik bulunmayan sapasağlam bir dizilişle (na-
zımla) dizilmiş. Veya ( ْ َ ’أ ُ ْ ِכteki) ‘hakîm oldu’ anlamındaki –Kâf ’ı zamme-
10 li- hakume fiilinden Hemze vasıtasıyla nakledilerek “hikmet dolu kılınmış”
anlamında da olabilir. Allâhü Teâlâ’nın “Hikmet dolu kitabın âyetleri…”
[Yûnus 10/1] sözünde olduğu gibi. Binek hayvanının üzerine martingal kayışı
(hakemetun) koyarak binicisine asi gelmesine mani olduğunda kullandığın
ahkemtü’d-dâbbete (Hayvanı dizginledim.) şeklindeki ifadeden olmak üzere
15 “(âyetleri) bozukluktan korunup engellenmiş olan” anlamında olduğu da
söylenmiştir. Nitekim Cerîr,
A Hanîfe oğulları! Gençlerinize mani olun.
Size öfkelenmekten korkuyorum, bak!..
demiştir. Katâde ise “bâtıldan korunmuş” anlamında olduğunu söylemiştir.
20 [550] “Sonra da açıkça bildirilmiştir.” ( ْ َ ِّ ُ yani) gerdanlıktaki inciler
aradaki boncuklarla ayrıldığı gibi aralarına tevhit delilleri, ahkâm, mev‘iza
ve kıssalar getirilmiş; veya sure ve âyetler halinde fasıl fasıl yapılandırılmış,
peyderpey indirilmiş, bir defada nazil olmamış; ya da kulların ihtiyacı olan
şeyler kendisinde tafsilatlı bir şekilde beyan edilmiştir. [ ْ َ ِّ ُ ُ ُ ُ أُ ْ ِכ َ ْ آ א
25 cümlesi] “Onları ben muhkem kıldım ve sonra da her şeyi açıkça bildirdim.”
anlamında olmak üzere ahkemtu âyâtihî sümme fassaltu şeklinde de okun-
muştur. ‘İkrime ve Dahhâk da “aYetleri hakla bâtılı birbirinden ayırmıştır.”
anlamında sümme fassalet okumuşlardır.
[551] Şayet “ ُ ’nin (yani “sonra” demenin) mânası nedir?” dersen şöyle
30 derim: Bunun mânası zaman bakımından sonralık değil, aynı anda oluş
bildirmektedir. Tıpkı hiye muhkemetun ahsene’l-ihkâmi summe mufassaletun
ahsene’t-tafsîli (Bu [ayetler] son derece muhkem, ayrıca son derece ayrıntılı-
dır.) ve fulânun ahsenu’l-asli summe ahsenu’l-fi‘li (falancanın soyu-sopu asil-
dir, ayrıca kendi davranışları da asildir.” demen gibi.
م ا د رة
ون آ א و ثو כ ؛و
ا ا ا
אب ُأ ْ כِ َ ْ آ َא ُ ُ ُ ِّ َ ْ ِ ْ َ ُ ْن َ כِ ٍ َ ِ ٍ ﴾
﴿-١ا כِ َ ٌ
، و כ ًא א אر ]} [٥٤٩أُ ْ ِכ َ ْ آ א { ٥
أن أ ْ َ َא إ ِّ أ َ ُ
אف َ َ ْ כُ ْ َ ِ َ َ َأ ْ כِ ُ ا ُ َ َ َאء ُכ أَِ ١٠
.و ئ و ا אد ،أي אج إ א א ة .أو وا ل و
אك: وا כ א .و אأא ُ « ،أي أ כ َ ّ » ١٥أ כ ُ آ א
. وا א ا ْ ،أي َ
ّ
،وכ ا א אا ا : ؟ :א ] [٥٥١ن
؛و ن ا أ כאم، ا أ כ ل: ا אل ،כ א
. ا כ ، ا כ
358 HÛD SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
ِ ِ ِ
[552] אب ٌ َ כmahzuf bir mübtedânın haberi olup ْ َ أُ ْ כonun sıfatıdır, ْ
ٍ ِ َ ٍ َ ُ ْن َ ِכde ikinci sıfattır (“Bu, muhkemleştirilmiş ve ‘mutlak hikmet
sahibi, her şeyden haberdar’ tarafından gönderilmiş bir kitaptır” anlamın-
da). Bu cümlenin haberden sonra haber de olup ْ َ أ ُ ْ ِכve ْ َ ِّ ُ ’in de onun
5 sılası olması mümkündür; yani bu kitabın muhkemlik ve tafsîli O’nun ta-
rafından yapılmıştır. Burada güzel bir uyum vardır, zira mâna “Onu hakîm
biri muhkem kıldı, her şeyi detaylarıyla bilen, her şeyden haberdar olan bir
zat tafsîl etti.” şeklindedir.
2. Allah’tan başkasına kulluk etmeyesiniz diye... Şüphesiz ben, size
10 O’nun tarafından gönderilmiş bir uyarıcı ve müjdeciyim.
3. Ayrıca, sizi bağışlaması için Rabbinize dua edip sonra O’na tevbe
edesiniz… O da belli bir süreye kadar sizi güzel bir yaşayışla yaşatsın;
fazilet sahibi bütün lütufkârlara fazla fazla versin. Yüz çevirirseniz, ba-
şınıza gelecek büyük bir günün azabından sizin adınıza endişe ederim.
15 4. Dönüşünüz yalnız Allah’adır ve O, her şeye kadirdir.
[553] أَ َ ْ ُ واmef‘ûlun leh olup “kulluk etmeyesiniz diye” anlamında-
ُ
dır. Veya en tefsir içindir, zira âyetleri açıklamak kavl mânasını içermektedir.
Adeta “Allah ‘Sadece Allah’a kulluk edin!’ dedi.” veya “Allah yalnızca Allah’a
kulluk etmenizi emretti.” buyrulmaktadır. َوأَ ِن ا ْ َ ْ ِ واifadesi de “Size tevhit
ُ
20 ve istiğfarı emretti.” anlamındadır. Bununla birlikte, Peygamber (s.a.)’in
yalnızca Allah’a kulluk etmeye teşvik için söylediği öncesinden bağımsız,
yeni bir söz de olabilir. “Şüphesiz ben, size O’nun tarafından gönderilmiş bir
uyarıcı ve müjdeciyim.” ifadesi de buna delâlet eder. Adeta; “Allah kendisin-
den başkasına kulluğu bırakmanızı emretti. Ben de, size O’nun tarafından
25 gönderilmiş bir uyarıcıyım!” buyrulmaktadır. Tıpkı “Vurun boyunlarını!”
[Muhammed 47/4] âyetinde ifade edildiği gibi. ’daki zamir Allah’a râcidir.
ِ “( ر ٌل ِ اAllah tarafından gönderilen bir elçi” [Beyyine 98/2]) ifadesinde
َ ُ َ
olduğu gibi. Veya ِ َ (uyarıcı) kelimesinin sılasıdır, yani inkâr ederseniz
sizi O’nun azabına karşı uyarayım; yok iman ederseniz O’nun mükâfatını
30 size müjdeleyeyim diye [O’nun tarafından gönderilmiş bir elçi].
[554] Şayet “Sonra O’na tevbe edin!’ ifadesindeki sonranın mânası ne-
dir?” dersen şöyle derim: Bu kelime “Şirkinizden dolayı O’ndan bağış-
lanma dileyin, sonra tâatle O’na dönün!” veya “İstiğfar edin -ki istiğfar da
tevbedir- sonra samimane olarak tevbe edin ve onda istikamet üzere olun!”
35 anlamındadır. “… sonra istikamet üzere oldular.” [Fussilet 41/30; Ahkāf 46/13]
âyetlerinde olduğu gibi.
ا כ אف 359
ُ ْن }ِ .و { وف و}أ כ أ ] [٥٥٢و}כ אب{
ُ َ َ َא ً א َ َ ًא ِإ َ َأ َ ٍ ﴿-٣و َأنِ ا ْ َ ْ ِ ُ وا َر כُ ْ ُ ُ ُ ا ِإ َ ْ ِ ُ َ ِّ ْ כُ ْ
َ
ٍ﴾ َ َ ْ כُ ْ َ َ َ
اب َ ْ ٍم כَ ِ َو ُ ْ ِت ُכ ذِي َ ْ ٍ َ ْ َ ُ َو ِإ ْن َ َ ْ ا َ ِ ِّ َأ َ ُ
אف
ِ ﴿-٤إ َ ا ِ َ ْ ِ ُ כُ ْ َو ُ َ َ َ ُכ ِّ َ ْ ٍء َ ِ ٌ ﴾
[555] “Güzel bir yaşayışla yaşatsın.” Yani dünyada güzel, hoş, yararlı şey-
lerle, bolluk içinde ve daimi nimetlerle uzun süre yaşatsın. “Belli bir süreye”
yani sizi vefat ettirinceye kadar. “Ona iyi bir hayat yaşatırız” [Nahl 16/97] âye-
tinde ifade edildiği gibi. “Fazilet sahibi bütün lütufkârlara fazla fazla versin.”
5 Yani ahirette, dünyada erdemli ve fazla amelleri olana, faziletlerinin karşılığını
verir, ondan bir şey eksiltmez veya alacağı karşılıktan fazlasını verir. Zira cen-
nette dereceler taatlerdeki fazlalığa göre farklı farklı olacaktır. (“Yüz çevirirse-
niz” anlamındaki) َوإ ِْن َ َ ْ اifadesi aslında ve in tetevellevdir. “Büyük günün”
yani kıyamet gününün “azabından…” (Kur’ân’da) Kıyamet günü vahamet ve
10 ağırlık ile tavsif edildiği gibi, burada da büyüklükle nitelenmiştir. “Büyük gü-
nün azabı”, sonunda her şeye kādir öyle bir Zâtın huzuruna varacak olmaları
ile açıklanmıştır ki, onlara vermeyi murat ettiğinden çok daha katmerlisini
vermeye kadirdir ve hiç kimse O’nu âciz bırakamaz.
[556] (“Yüz çevirirseniz” anlamındaki) َوإ ِْن َ َ ْ اifadesi, vellâdan ve in
15 tuvellû (eğer çevirirseniz) şeklinde de okunmuştur.
5. Bakınız! ‘O’ndan gizlenmek için iki büklüm oluyorlar. Bakınız!
O, onların gizlediklerini ve açığa vurduklarını elbiselerine büründük-
leri zaman da bilmektedir; çünkü O, sinelerin özünü bilir (zihinlerin
en derin bölgelerine bile vâkıftır).
20 [557] “İki büklüm oluyorlar” haktan sapıp uzaklaşıyorlar. –[İki büklüm
olmak bu anlamdadır,] çünkü bir şeye yönelen, ona göğsüyle yönelir; bir şey-
den sapıp ayrılan ise göğsünü ve yüzünü ondan çevirir.-
[558] “Ondan” yani Allah’tan1 “gizlenmek için…” Yani O’nun, elçisini
ve müminleri günahlarına muttali kılmamasını istiyorlar. “İstiyorlar” iba-
25 resinin, mâna onu gizlemeye sevkettiği için gizlenmesi “Asan ile denize vur
(diye vahyettik) ve yarıldı.” [Şu‘arâ 26/63] âyetinde gizlenmesi gibidir; yani
fe-darabe fe’nfeleka (O da vurdu ve deniz ikiye ayrıldı.) demektir.
[559] ُ َ ِ َ َ ْ َ ْ ُ َن ِ א َ أifadesinin anlamı; “Bakınız! Elbisele-
ْ
rine büründükleri zaman da, Allah’ın sözlerini duymak istemedik-
30 leri için gizlenmek istiyorlar.” şeklindedir. (Bu, Hazret-i Nûh’un)
“… Parmaklarını kulaklarına tıkadılar, (bana görünmemek için) el-
biselerine büründüler!” [Nûh 71/7] ifadesindeki gibidir. Daha son-
ra buyurdu ki; “O, onların gizlediklerini de açığa vurduklarını da bilir.”
1 Devamındaki ifadelerden de anlaşılacağı üzere, ﻣﻨﻪzamirinin Allah’a ircâ edilmesi sorunludur; çünkü
burada Müşriklerin uzaktan Peygamber’i gördüklerinde ondan nasıl kaçtıkları tasvir edilmektedir. / ed.
ا כ אف 361
، وا ، א א ا כ ّل ]ُ ْ ّ َ ُ } [٥٥٥כ {
ْ
: ]ا א ًة َ ً { }ََُ ْ َِ ُ אכ ،כ א }إ أَ َ ٍ ُ َ { إ أن و
َّ
ا כאن ةכ ا }و ُ ْ ِت ُכ ِذي َ ْ ٍ َ ْ َ ُ { وَ ،[٩٧
א ا اب ،وا ر אت .أو اء وز אدة
اب َ ْ ٍم َכ ِ ٍ {
ا}َ َ َ }وإِن َ َ ا{ وإن
ا א אتَ . ر א ٥ا
ن اب ا م ا כ وا .و א אכ כ א و ما א ،و
ا أ ّ א أراد אدرا
ء ،כאن ً כ אدر إ
ه.
ِ َ َ ْ َ ْ ُ َن ِ َא َ ُ ْ َ ْ َ ُ ور ُ ْ ِ َ ْ َ ْ ُ ا ِ ْ ُ َأ
َ ﴿-٥أ ِإ ُ ْ َ ْ ُ َن ُ ُ َ ١٠
Yani, gizli gizli yapmaları ile açıkça yapmaları arasında, O’nun ilmi açı-
sından bir fark yoktur. Dolayısıyla, gizlenmekle elde etmek istedikleri şeyi
elde etmeleri mümkün değildir. Allah onların iki büklüm olmalarına da
elbiselerine bürünmelerine de muttalidir. Onların kendilerini gizlemeleri
5 O’na gizli değildir.
[560] Rivayete göre âyet Ahnes b. Şerīk hakkında nazil olmuştur. Bu şa-
hıs, Peygamber (s.a.)’e sevgi gösterisinde bulunurmuş, tatlı dilli, hoş sohbet
bir adammış. Peygamber (s.a.) onunla oturup sohbet etmekten hoşlanır-
mış. Ancak Ahnes’in içi dışa vurduklarından farklıymış. Âyetin münafıklar
10 hakkında nazil olduğu da söylenmiştir.
[561] ( ُ ور ) نtesnevnî sudûruhum şeklinde de okunmuştur. İs-
ْ َ ُ ُ َ ُ َْ
nevnâ fiili, halâveden türeyen ihlevlâ gibi seny kökünden türemiş olup, mü-
balağa babıdır. Tâ ile de, Yâ ile de okunmuştur (tesnevnî - yesnevnî). İbn
Abbâs’ın [v. 68/688] bunu li-tesnevniye sudûrahum şeklinde okuduğu rivayet
15 edilir. ( ) َ ْ ُ َنtesnevinnu şeklinde de okunmuştur ki aslı -senn ( ّ )اkökün-
den ve tef‘av‘ilu vezninde- tesnevninudur ve yere dökülen ve kuruyup za-
yıflayan yaprak anlamındadır. Yani, silkelenen yaprak nasıl mecburen yere
dökülüyorsa bunların göğüsleri de bu ‘bükülme’ye anında itaat etmektedir.
Bu ifade ile imanlarının zayıf, kalplerinin hasta oluşu da murat edilmiş
20 olabilir. ( ) َ ْ ُ َنif‘âlle kalıbından tesne’innu şeklinde de okunmuştur; ibyâd-
dat ve idhâmmet kelimelerindeki sâkin Elif Hemze’ye çevrilerek ibye’addat
ve idhe’emmet haline geldiği gibi, if‘âlle ve isnânne kelimeleri de if‘alelle ve
isne’enne şeklini almıştır. ( ) َ ْ ُ َنayrıca ter‘avî vezninde tesnevî şeklinde de
okunmuştur.
25 6. Yeryüzünde hiçbir canlı yoktur ki rızkı Allah’a ait olmasın. On-
ların karar kılacağı nihai yeri de, emaneten durdukları yeri de O bilir;
hepsi apaçık bir kitaptadır.
[562] Şayet “Nasıl ( َ َ ا ِ رِ ْز ُ אRızkı Allah’a aittir.) şeklinde vücub
ifade eden bir üslup kullanılmıştır? Oysa Allah’ın rızık vermesi tamamen
30 O’nun bir lütfudur.” dersen şöyle derim: Evet Allah, rızkı tamamen bir
lütuf olarak vermektedir, ancak O, mahlukatına lütfedeceğini garanti ettiği
için bu lütuf vacibe dönüşmüştür; tıpkı kulların adakları gibi…1
1 Adaklar, baştan o çerçevede herhangi bir mecburiyet yokken, adamaya bağlı olarak farziyet kazanmak-
tadır. / ed.
ا כ אف 363
ه. א و א
َ َ ا ِ ِر ْز ُ َ א َو َ ْ َ ُ ُ ْ َ َ َ א َو ُ ْ َ ْ َد َ َ א ﴿-٦و َ א ِ ْ َدا ٍ ِ ا َ ْر ِ
ض ِإ َ
אب ُ ِ ٍ ﴾
ِ כِ َ ٍ ُכ
ب ،وإ א ا رِ ْز ُ َ א{ ا אل } َ َ :כ ] [٥٦٢ن ١٥
وا א כ ور ا אد.
ً
364 HÛD SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
ا ِ َ כَ َ ُ وا ِإ ْن َ َ ا ِإ ِ ْ ٌ ُ ِ ٌ ﴾
כ ،وכ א כאن ،وا أ ا :وכאن ا אء ات وا رض .و ا
إ אכ . وإ أ جإ ام כא ر ،وכ א ازدادت ا ככ ذכ א ١٠
אر ا :א ى؟ ا אز :כ ] [٥٦٦ن ١٥
أ و ً א ،وا أ أ ل :ا ،כ א إ ؛ ا
. ا אع وا ًא؛ ّن ا أ
، א ًא ،و כ نذכ כא ًא و ًא وراء ذכ
ز أن .و ل ا ِ ْ ٌ ُ ِ ٌ{ א ّ اإ כאره ،א ا} :إ ِْن
. ل ،وا א :כאذب ون ا א «، اإ ] [٥٦٩و ئ »إن
אس: ا اب م ر .و ة .و اب ا اب{ ]} [٥٧٠ا
. ا
[572] “Onu alıkoyan ne?” Yani, bu azabı inmekten alıkoyan ne!? Ya-
lanlama ve alay etme yollu, azabın bir an önce gelmesini istiyormuş gibi
yapıyorlardı. ِ ِ ْ َ ( َ ْ َمO geldiği gün) cümlesi, َ َ ’nin haberi olarak man-
ْ ْ
suptur. َ َ ’nin haberinin kendisinden önce gelebileceğini savunanlar bunu
ْ
delil getirmişlerdir. Zira َ َ ’ninhaberinin ma‘mûlünün ondan önce gelme-
ْ
5
si caiz ise haberinin ondan evvel gelmesi de caizdir; çünkü ma‘mûl âmile
tâbidir ve ancak âmilin bulunduğu yerde bulunur.
[573] “Ve eğlence konusu edip durdukları şey” yani gelivermesini
isteyip durdukları azap, “onları çepeçevre kuşatmış” çevrelemiştir. Yes-
10 ta‘cilûne (gelivermesini istedikleri) yerine ( َ ْ َ ْ ِ ُؤ َنeğlence konusu edip
durdukları) fiilinin kullanılması, acelelerinin sırf alay etme amaçlı olma-
sı sebebiyledir. ِ ِ אق وibaresi ve yahîku bi-him anlamında olup, Allah
ْ َ َ
Teâlâ’nın haberlerindeki âdetine uygun olarak (adeta olmuş-bitmiş gibi
mazi fiille) gelmiştir.
15 9. Biz insana tarafımızdan bir rahmet tattırıp sonra onu kendisin-
den geri alsak, tam bir kötümser nankör haline gelir.
10. Başına gelen bir sıkıntıdan sonra ona bir nimet tattırsak, “Oh!..
Kötülükler başımdan gitti!” der ve şen – şakrak, böbürlenir durur.
11. Sadece sabredip sâlih amel işleyenler hariç... Bunların hakkı,
20 mağfiret ve büyük bir ecirdir.
[574] “İnsana” yani insan cinsine “bir rahmet” yani sağlık, güvenlik ve
bolluk gibi bir nimet… “Sonra onu kendisinden geri alsak,” o nimeti yok
etsek, elinden alınan o nimetin bir benzerinin kendisine geri gelmesinden
yana tam bir ümitsizliğe kapılır; sabırsız, Allah’ın takdirine teslimiyetsiz
25 ve her şeyin Allah’a ait olup sonunda O’na dönüleceğini düşünmeksizin,
Allah’ın lütfunun genişliğinden ümidini keser ve “tam bir kötümser nankör
haline gelir.” Geçmişte sahip olduğu ilahi nimetlere karşı büyük bir nankör-
lük ve unutma içine girer. “Kötülükler,” yani beni üzen musibetler “başım-
dan gitti…” “Ve şen-şakrak,” şirret bir şımarık olarak, kendisine Allah’ın
30 tattırdığı nimetler sebebiyle insanlara karşı “böbürlenir durur.” Şımarıklığı
ve böbürlenmesi onu şükürden alıkoyar. “Sadece” iman edenler “hariçtir.”
Çünkü onların âdeti, bir nimete mazhar olduklarında şükretmek, sahip ol-
dukları bir nimeti kaybettiklerinde ise sabretmektir.
ا כ אف 369
} א َכא ُ ا ِ ِ
اب ا ي כא ا ن{ ا َ אق ِ ِ { وأ אط ]َ [٥٧٣
}و َ َ
כאن א ن؛ ّن ا ن{ } ن .وإ א و
َ َ ْ َא َ א ِ ْ ُ ِإ ُ َ َ ُ ٌ
س כَ ُ ٌر﴾ ﴿-٩و َ ِ ْ َأ َذ ْ َא ا ِ ْ َ َ
אن ِ א َر ْ َ ً ُ َ
َ َ ِ ٌح َ ُ ٌر﴾
ِכ َ ُ ْ َ ْ ِ َ ٌة َو َأ ْ ٌ כَ ِ ٌ ﴾
אت ُأو َ َ
ِ ﴿-١١إ ا ِ َ َ َ ُ وا َو َ ِ ُ ا ا א ِ َ ِ
כ وا ،وإن زا أن ر إن א اّ ،ن אد {آ ا כ ِ } .إ ا
כא ا אدا،
ً ا ًא آ אت ن ] [٥٧٥כא ا
ر אد .و ا ا א } َ َ أُ ِ َل َ ِ כא א אء ة آ وا כא
َ ْ ْ
ّ ون א آن و אو ن و ه א אء َ ٥כ ٌ أَ ْو َ َאء َ َ ُ َ َ ٌכ{ .وכא ا
כ ن و א إ ر ر ل ا Ṡأن ا אت ،כאن
وا ا ا وا א و ح ا א ة ّد داء ا و كا ،
ّ
و إ ك أن َ ِإ َ َכ{ أي
כ َא } َ َ َ َכ َאرِ ٌك َ ْ َ
ْ
}أَن َ ُ ُ ا{ }و َ א ِ ٌ ِ ِ َ ْ ُر َك{ ن ه
َ و אو رد
ّ א إא
اכ א אا أ ل َ ِ َכ ٌ { ،أي ا } َ ْ َ أُ ِ َل َ א أن ١٠
ْ
؟ هو א כ ،و ِ أ َل وا
אس َא ٍد ُ ُ ُ َ א
ِ َ א َوכِ َ ُام ا ّ ِ ِ َ ْ ِ َ ٍ َأ א ا ِ ُ َ َ א ِ ٌ
أو
ّ ا إ כ. א }ا اه{ وا ]} [٥٧٨أَ ْم{
ة :اכ א ا א لا ة ،כ א رة وا ر، ٥
ٍ
אت{ ]{ ِ ِ ْ ِ } [٥٧٩
}ََُْ َ א ة כ وا א أ א ،ذ א ًא إ
כو ا آن وا ر א א ا :ا
ا اأ ا אن و אل: وأر د ا ١٠ا ،אود
أ ًא כ م اأ ، כ א وأ ّن ا حإ و
ا כ م. אأ ر ون אء ب כ ، أ
َ َ ْ َأ ْ ُ ْ ُ ْ ِ ُ َن﴾
َ ْن ِ ْ ِ َ ْ ُ ا ّ َ َאء ِ َ ُ
اכ ُ
ا{ ـ} َ ِ
ُ }َ ْ َ ْ כ ،وا אب أن כ ن ا آ :و ووو
אن ُ ِ ُ ا ْ َ َא َة ا ْ َא َو ِز َ َ َ א ُ َ ِّف ِإ َ ْ ِ ْ َأ ْ َ א َ ُ ْ ِ َ א َو ُ ْ ِ َ א
ْ َ ﴿-١٥כَ َ
ُ ْ َ ُ َن﴾
אر َو َ ِ َ َ א َ َ ُ ا ِ َ א
ا ِ َ ِة ِإ ا ُ ُ ﴿-١٦أو َ َ
ِכ ا ِ َ َ ْ َ َ ُ ْ ِ
َو َא ِ ٌ َ א כَ א ُ ا َ ْ َ ُ َن﴾
وإ אت ا אءّ ،ن « ،א ُ»: اءة ا ل .و ا אء ٥א אء
َ ِ ُم א ِ ٌ َ א ِ َو َ َ ُ ُل َ َم َ ْ َ ٍ [
َ ٌ ]وإن أ אه
١٠أرادوا.
َ ِّ َ ٍ ِ ْ َر ِّ ِ َو َ ْ ُ ُه َ א ِ ٌ ِ ْ ُ َو ِ ْ َ ْ ِ ِ כِ َ ُ
אب ُ َ َ ﴿-١٧أ َ َ ْ כَ َ
אن َ َ
[587] “(Bunlar, hiç) Rabbinden açık bir kanıt üzere bulunan…” Yani
dünya hayatı peşinde koşan kişi, açık bir kanıt üzere bulunan biri gibi ola-
bilir mi? Bunlar makam bakımından onları takip edemezler ve onlara yak-
laşamazlar; yani iki grup arasında büyük bir fark ve apaçık bir zıtlık vardır.
5 Bu kişilerle, Yahudilerden iman eden Abdullah b. Selâm gibiler kastedil-
mektedir. “Rabbinden açık bir kanıt üzere bulunan” yani İslâm dininin
hak olduğuna dair Allah’tan bir burhan ve apaçık bir beyana sahip olan…
ki akıl delilidir. “Ve ‘o’ndan gelen bir şahidin bu kanıtı izlediği…” Yani
kendisine tâbi olduğu… ki o da bunun sıhhatine şahitlik eden Kur’ân’dır.
10 “Ondan” Allah’dan demektir. Ya da az evvel yukarıda geçtiği gibi, ُ ْ ٌ ِ َ א
ifadesindeki zamir Kur’ân’a râcidir [Kur’ân âyetlerinin şahitlik ettiği kanıt].
[588] “Ki, ondan” yani Kur’ân’dan “önce Mûsâ’nın kitabı” Tevrat… Yani
אب ِ
Kur’ân’dan önce Mûsâ’nın kitabı da o kanıtı takip etmektedir. ( ُ ُ כ
ifadesi) kitâbe mûsâ şeklinde mansūb olarak da okunmuştur. Buna göre mâna
15 şöyledir: Rabbinden bir kanıt üzere bulunan kişi -ki o, Kur’ân’ın hak olduğu-
nun kanıtıdır- işte bu zat ve bu kanıt üzere bulunanlardan bir şahit Kur’ân’ı
okur. Tıpkı “İsrailoğullarından bir şahit de bunun benzerine şahitlik edip
inandığı halde…” [Ahkāf 46/10] ve “De ki: Benimle sizin aranızda şahit olarak
Allah ve yanında kitabın bilgisi olan (peygamber) yeter.” [Ra‘d 13/43] âyetlerin-
20 de olduğu gibi. Bu durumda, “Ondan önce de Mûsâ’nın kitabı vardır.” ifa-
desi şu anlama gelmiş olacaktır: Bu zat, ondan yani Kur’ân’dan önce Mûsâ’nın
önder -dinde kendisine tâbi olunan- ve kendilerine indirilenler için büyük bir
rahmet –nimet- olan kitabını, yani Tevrat’ı okurdu.
[589] “Bunlar” yani kanıt sahipleri “ona” Kur’ân’a “iman ederler.” Mek-
25 kelilerden ve Peygamber (s.a.)’e karşı olup onlara katılanlardan “hangi hizip
onu inkâr ederse, varacağı yer Ateş’tir! O halde bundan” yani Kur’ân’dan
veya ahiret randevusundan “yana şüpheye düşme!” ( ٍ َ ِ ) muryetin şeklinde
ْ
de okunmuştur; ikisi de şüphe anlamındadır.
18. Uydurduğu yalanı Allah’a isnat edenden daha zalimi olabilir
30 mi?! Bunlar Rablerine arz edilirler ve şahitler, “Rableri adına yalan
uyduranlar işte bunlardır!” derler. Bakınız, Allah’ın lâneti zalimlerin
üzerinedir!
19. O zalimler ki Allah yolunda eğrilik arayarak o yoldan (hem ken-
dileri uzaklaşırlar hem de başkalarını) uzaklaştırırlar!.. Âhireti nankör-
35 ce inkâr edenler de sadece onlardır.
ا כ אف 379
ِ }و ِ َ ِ ِ { و
ا راة ،أي و { ،و אبا آن }כ َ ُ ْ ]َ [٥٨٨
، « ،א אب
.و ئ »כ َ ا آن כ אب ذ כ ا אن أ ً א
}و َ ْ ُ ُه{ :و أ ا آن
َ . أ ّن ا آن ا ر و و אه :כאن
}و َ
ن א آنَ . } ُ ْ ِ ُ َن ِ ِ { כאن ]} [٥٨٩أو כ{
ر لا ِّ ا א כ و أ اب{ ْ َ ١٥כ ُ ِ ِ ِ َ ا
ْ
و א ا כ؛ } ِ ْ ُ { } Ṡא אر َ ْ ِ ُ ُه َ َ َ ُכ ِ ِ َ ٍ { و ئ » ُ « ،א
ْ
. ا ا آن ،أو
﴿-١٨و َ ْ َأ ْ َ ُ ِ ِ ا ْ َ َ ى َ َ ا ِ כَ ِ ًא ُأو َ َ
ِכ ُ ْ َ ُ َن َ َ َر ِّ ِ ْ َو َ ُ لُ َ
ا َ ْ َ א ُد َ ُ ِء ا ِ َ כَ َ ُ ا َ َ َر ِّ ِ ْ َأ َ ْ َ ُ ا ِ َ َ ا א ِ ِ َ ﴾
ِ َ ِة ُ ْ َ ِ ِ ا ِ َو َ ْ ُ َ َ א ِ َ ً א َو ُ ْ ِא ون َ ْ
َ ﴿-١٩ا ِ َ َ ُ ٢٠
ون ﴾
כَ א ِ ُ َ
380 HÛD SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
َ َ َم َأ ُ ْ ِ ا ِ َ ِة ُ ُ ا َ ْ َ ُ َ
ون﴾ ﴿-٢٢
bunların, Allah’ı bırakıp putlarını velî edindikleri, oysa putların velîliği diye
bir şey olmadığı, dolayısıyla hakikatte velî olmadıkları belirtilmek isten-
miş; sonra da “Çünkü işitemiyor, göremiyorlardı; peki o halde, nasıl velî
olacaklardı!?” buyrularak, putların velî olamayacağını belirtmek istemiş de
5 olabilir. Buna göre, “Azapları katmerlenecektir!” cümlesi tehdit ifade eden
bir ara cümle olur.
[596] “Kendilerini hüsrana uğratanlar” Allah’a kulluğu verip karşılığında
putlara kulluğu satın almışlardı. Nitekim bu ticaretlerinde uğradıkları zarar
daha büyüğü olmayan bir zarar oldu ki, bu da kendi kendilerini zarara uğ-
10 ratmalarıdır. Satın aldıkları şey, yani uydurup durdukları ilahlar ve şefaatleri
“kaybolup” yok olup “gitmiştir;” bâtıl / boş bir şey oldukları ortaya çıkmıştır
[597] (“Hiç de değil!” anlamındaki) َ َ َمkelimesi bir başka yerde1
َ
açıklanmıştır. “Daha fazla hüsrana uğrayacaklar” Onlardan daha açık bir
hüsrana uğrayan bir başka kişi göremezsin.
15 23. İman edip sâlih amel işleyen ve büyük bir alçakgönüllülükle
Rablerine boyun eğenler; bunlardır işte, Cennet’in sahipleri... Temelli
kalacaklardır orada.
[598] “Ve büyük bir alçakgönüllülükle Rablerine boyun eğenler.” O’na
teslim olanlar, kendilerini huşu ve tevazu ile O’na ibadete verenler. [أَ ْ َ ُ ا
20 kelimesi] düz ve alçak yer anlamına gelen habt kökünden türemiştir. Araplar
da alçak şeye habît derler. Nitekim şair şöyle demiştir:
Tertemiz helâl -az- bir rızık fayda verir
[haram karışmış] adi -çok- rızık ise fayda vermez
Bu kelimenin Ta’sının aslında peltek Se olduğu da söylenmiştir.2
25 24. Bu iki zümrenin durumu, ‘kör ve sağır’ ile ‘gören ve işiten’in
durumuna benzer. Bu ikisinin durumu bir olur mu hiç?! Hâlâ düşünüp
ders çıkarmayacak mısınız?
[599] Kâfirler topluluğunu kör ve sağıra, müminler grubunu ise gören
ve işitene benzetmektedir. Burada leffuneşir ve tıbak sanatı vardır. Ayrıca
30 iki anlam söz konusudur; birincisi, İmru’ü’l-Kays’ın [v. tkr. 540], kuşların
kalplerini aynı anda hünnaba ve kuru hurmaya benzetişi3 gibi, grupları iki
teşbih ile4 benzetmek; ikincisi, grupları ‘körlükle sağırlığı bir arada taşı-
yan birine’ ya da ‘görme ile işitmeyi bir arada taşıyan birine’ benzetmektir.
1 Bkz. Gâfir 40/43. / ed.
2 Nitekim Kur’ân’da da habîs tayyibin karşısında getirilmektedir. / ed.
3 ِ ( כ ن ُ ُ ب ا ِ ر ْ א و א ِ א َ َ ى و ْכ ِ א ا אب وا َ ُ ا אKartal) yuvaya girdiğinde, kuşların –didiklediği-
َ َ ُ ُ َ ً ً َ ْ َ
yaş ve kuru vaziyetteki kalpleri adeta adi birer hurma ve hünnap meyvesi gibiydi. / ed.
4 Yani kâfiri hem sağır hem de kör olan birine, mümini ise hem gören hem de işiten birine / ed.
ا כ אف 383
ِכ َأ ْ َ ُ
אب אت َو َأ ْ َ ُ ا ِإ َ َر ِّ ِ ْ ُأو َ َ
ِ ﴿-٢٣إن ا ِ َ آ َ ُ ا َو َ ِ ُ ا ا א ِ َ ِ ١٠
ون﴾ا ْ َ ِ ُ ْ ِ َא َ א ِ ُ َ
ِق َو َ َ ْ َ ُ ا ْכَ ِ ُ ا ْ َ ِ ُ َ ْ َ ُ ا ِّ ُ ا ْ َ ِ ُ ِ َ ا ِّ ز
[600] “Bu iki”sinin yani iki “grubun durumu” teşbihi “bir olur mu hiç?!”
5 25. Gerçek şu ki Nûh’u da kavmine Biz göndermiştik: “Şüphesiz
ben sizin için apaçık bir uyarıcıyım.”
26. “Allah’tan başkasına kulluk etmeyin. Doğrusu, sizin hakkınızda
can yakıcı bir günün azabından endişe ediyorum.”
[601] İfade1 aslında ٌ ِ ُ ِ َ כ ِ ِ ِ ِ َ أَر ْ א ُ א ِإolup “Onu bu
ٌ ُْ َ ّ ْ ً َ ْ
sözle, yani -kesreli olarak- ٌ ِ ُ ِ َ כ ُ َ ّ ِ ( ِإBen sizin için bir uyarıcıyım.)
ٌ ْ
10
: כ
ا א ِ ِ َא ْ َ א ِ ِ َא ِ ِ
َِ ِ
ً א. }َ ًَ { ا אن{ ]َ ْ َ ْ َ } [٦٠٠
اب َ ْ ٍم َأ ِ ٍ ﴾ َ ْ ُ ُ وا ِإ ا َ ِإ ِّ َأ َ ُ
אف َ َ ْ כُ ْ َ َ َ َ ﴿-٢٦أ ْن
ا ا כ م، ًא אه .و אه :أر כ ًא א ] [٦٠١أي أر
כ א אر
ا ّ אا َ ُכ َ ِ ُ ِ ٌ { א כ ، } ِإ و
ٌ ْ
.و ئ אכ כ :إ ّن ز ً ا כא اכ ،و َכ ن؛ وا
ل. ١٠إرادة ا
ب. ا ا ّ ،ن ا אزي : اب؟ ا ذا و
َ َ ً ا ِ ْ َ َא َو َ א َ َ َ
اك َ َ ﴿-٢٧אلَ ا ْ َ ُ ا ِ َ כَ َ ُ وا ِ ْ َ ْ ِ ِ َ א َ َ َ
اك ِإ
ا َ َ َכ ِإ ا ِ َ ُ ْ َأ َرا ِذ ُ َא َא ِد َي ا ْأ ِي َو َ א َ َ ى َכُ ْ َ َ ْ َא ِ ْ َ ْ ٍ َ ْ
َ ُ כُ ْ כَ א ِذ ِ َ ﴾
386 HÛD SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
[604] “İleri gelenleri” yani eşrafı. Mele’ tabiri, kişinin bir şeye gücü
yettiğinde kullanılan fulânun melî’un bi-kezâ ifadesinden gelmektedir. Eşrafa
mele’ denmektedir çünkü iktidarda onlar vardı, zira siyasî işlerden anlayan
muktedir kimseler idiler (melu’û). Veya birbirleriyle dayanışma içindeydiler,
5 birbirlerine arka çıkıyorlardı (yetemâle’ûne). Ya da insanların kalbini kor-
kuyla, meclisleri de saygıyla dolduruyorlardı (yemle’ûne). Yahut hayallerle
ve sapık görüşlerle dolu idiler (milâ’un).
[605] “Biz senin ancak bizler gibi bir insan olduğunu görüyoruz.” Bu
sözde, kendilerinin peygamberliğe daha lâyık olduklarına, dolayısıyla Al-
10 lah’ın bir insanı elçi kılmayı murat etmesi halinde kendilerini kılacağına
bir tariz vardır. Buna göre şöyle demektedirler: Farz et ki, sen de eşraftan
birisin ve onlarla aynı seviyedesin. Bu durumda, peygamberliğe seni daha
lâyık kılan nedir? “Bizden üstün bir yanınızı da görmüyoruz.” cümlesinde
ifade ettikleri gibi. Yahut da bu sözleriyle, peygamberin insan değil melek
15 olması gerektiğini murat etmişlerdir. (“En aşağı olanlar” anlamındaki) َأر ِاذ ُل
erzelin çoğuludur. Tıpkı ( أَ َכא ِ ُ ْ ِ ِ َ אHer kentin ekâbirini oranın mücrim-
َ
leri (kılmışız). [En‘âm 6/123]) ve ً א ( أ א ِ ُכ أahlâken en güzel olanlarınız)
hadisinde (ekâbir ekberin ehâsin de ahsenin çoğulu) olduğu gibi.
َ ِאدterkibi, (bâdi’e’r-ra’yi ve bâdiye’r-ra’yi) şeklinde Hemze’li
[606] ئ ا ْأ ِي
20 ve Hemze’siz okunmuştur. Mânası; “İlk akıllarına geldiğinde…” veya “sığ
bir düşünceyle sana tâbi olanlar” şeklindedir. Bâdi’e zarf olduğu için mansū-
btur. Aslı, vakte hudûsi evveli ra’yihim veya vakte hudûsi zāhiri ra’yihim şek-
lindedir. Bu ifade hazfedilmiş ve muzāfun ileyh yerine ikame edilmiştir.
Nûh kavminin eşrafı bu sözleriyle “Bunların sana ittibâ etmesi herhangi bir
25 akılları olduğundan değil önünü ardını düşünmeden bir anda oluvermiş bir
şeydir.” demek istiyorlardı. Müminleri (genelde) fakir oldukları ve dünyevi
şeylerde geri oldukları için aşağılıyorlardı, çünkü müminler bilgisiz kimse-
lerdi, dünya hayatına dair bazı yüzeysel şeylerden başka bir şey bilmiyorlardı.
Onlara göre eşraf demek itibarı ve malı olan kimse demekti. -Tıpkı bugün
30 Müslüman sıfatı taşıyan birçok kimsenin, benzer bir inançla, birini değerli
veya değersiz görürken bunu esas alması gibi.- Bu tip kimseler, dünyevî şey-
lerde ileri düzeyde olmanın, peygamber seçilmek ve buna ehil olmayı sağla-
mak şöyle dursun, hiç kimseyi Allah’a yaklaştırmadığını, aksine uzaklaştırdı-
ğını; kimsenin değerini yükseltmediğini, aksine düşürdüğünü unutuyorlar.
ا כ אف 387
ًא ،و ء כ ا ،إذا כאن ن : اف {ا ]} [٦٠٤ا
ك ّأول ا أي أو :ا ، ا و ] [٦٠٦و ئ » אدي ا أي« ،א ١٠
وث ،أو و وث ّأول رأ :و ف ،أ ا א ا أي .وا א
א، ّ ة وا אر ا א ً أن ، ه ،و وإ א
ً
388 HÛD SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
1 Müfessir kelimeyi fe-‘ummiyet değil, fe-‘amiyet kıraatine göre tefsir etmektedir. / ed.
ا כ אف 389
ا ! ف א ا ،وا
َ ُ ِّ َ ْ َ َ ْ כُ ْ َأ ُ ْ ِ ُ כُ ُ َ א َو َأ ْ ُ ْ َ َ א כَ ِ
אر ُ َن﴾
َ َ ا ِ َو َ א َأ َא ِ َ ِ
אر ِد ا ِ َ ﴿-٢٩و َא َ ْ ِم َأ ْ َ ُכُ ْ َ َ ْ ِ َ א ِإ ْن َأ ْ ِ َي ِإ
َ
آ َ ُ ا ِإ ُ ْ ُ ُ َر ِّ ِ ْ َو َ כِ ِّ َأ َر ُاכ ْ َ ْ ً א َ ْ َ ُ َن﴾
َ َכ ُ َ
ون﴾ ِ َ ا ِ ِإ ْن َ َ ْد ُ ُ ْ َأ َ ﴿-٣٠و َא َ ْ ِم َ ْ َ ْ ُ ُ ِ
َ ١٠
َ ٌ
َכ ﴿-٣١و َأ ُ لُ َכُ ْ ِ ْ ِ ي َ َ ا ِ ُ ا ِ َو َأ ْ َ ُ ا ْ َ ْ َ َو َأ ُ لُ ِإ ِّ
َ
َو َأ ُ لُ ِ ِ َ َ ْ َد ِري َأ ْ ُ ُ כُ ْ َ ْ ُ ْ ِ َ ُ ُ ا ُ َ ْ ً ا ا ُ َأ ْ َ ُ ِ َ א ِ َأ ْ ُ ِ ِ ْ ِإ ِّ
ِإذًا َ ِ َ ا א ِ ِ َ ﴾
: ا ّ ة .ن ة ،و א ا א ز أن .و ا א
כ «.
اض ا ا أ :ا اءة أ ؟ א : אد .ن
. ١٥ا
[613] Şayet “Çünkü onlar Rableri ile karşı karşıya geleceklerdir.’ sözü-
nün anlamı nedir?” dersen şöyle derim: Bunun mânası, “Onlar Allah ile
karşı karşıya gelecekler, O da kendilerini kovan kimseleri cezalandıracaktır.
Veya onlar Allah ile karşı karşıya gelecekler ve Allah onları kalplerindeki
5 sahih ve mevcut olan ve benim de tanık olduğum, kendilerinde aksi bir hal
görmediğim imana binen ya da sizin onlara isnat ettiğiniz onların imanla-
rının sığ ve tefekküre dayanmayan bir iman olduğuna binaen onları değer-
lendirecektir.” şeklindedir. Ben onların kalplerini yarıp, gizli hallerini görüp
eğer durum iddia ettiğiniz gibi ise kendilerini yanımdan kovacak değilim!
10 Bunun benzeri “Rablerine dua edenleri kovma.” [En’âm 5/52] âyetidir. Mâna,
“Onlar Rableri ile karşı karşıya geleceklerini kabul eder ve O’nunla mutla-
ka karşı karşıya geleceklerini kesin bir şekilde bilirler.” şeklinde de olabilir.
[614] “Cahillik eden” yani müminlere adice muamele eden ve onların
değersiz kişiler olduklarını iddia eden. Bu kelime, (‘Amr b. Külsûm’un);
15 Hoop! Kimse bize karşı cahillik etmesin!..
[Valla biz, cahillerin cahilliğinden daha fazla cahillik ederiz!..]
أ َ َ َ ْ َ َ ْ َأ َ ٌ َ َ ْ َא
َ َ ٌכ{ }و أَ ُ ُل ِإ ّ
؛ َ א و سأ א א أ أو
ا ا ذ א ،و أ כ إ אأ ا
ن، ،כ א ا ة א وا ا ا أن ا
ً
اכ . א ة כ و وً ٢٠
394 HÛD SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
زري ذ כ .وا زدراء :ا אل ًא { إن ]ِ } [٦١٧إ ّ ِإ ًذا َ ِ َ ا א
َ ﴿-٣٢א ُ ا َא ُ ُح َ ْ َ א َد ْ َ َא َ َ ْכ َ ْ َت ِ َ ا َ َא َ ْ ِ َא ِ َ א َ ِ ُ َא ِإ ْن ُכ ْ َ ِ َ
ا א ِد ِ َ ﴾
אن ا ُ ُ ِ ُ َأ ْن
ِإ ْن َأ َر ْد ُت َأ ْن َأ ْ َ َ َכُ ْ ِإ ْن כَ َ َ ْ َ ُ כُ ْ ُ ْ ِ ﴿-٣٤و
َ
ُ ْ ِ َכُ ْ ُ َ َر כُ ْ َو ِإ َ ْ ِ ُ ْ َ ُ َن﴾
אن ا ُ ُ ِ ُ أَن
}إِن َכ َ : ؟ ا ادف :אو ] [٦١٩ن
دل
א ّ כ } َ َ َ ُ ُכ ُ ْ ِ { .و ا ا ال دل
اؤه א ّ ُ ْ ِ َ ُכ {
ْ ْ
أ إ כ :إن أ ط اء א ا طכ אو ،
ّ
. ١٥إ כ إن أ כ
אدا و ا .
إر ً ي بو أ ف إذا
396 HÛD SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
و }وأَ َא َ ِ ٌ
ىء{ َّ . ا و ا أن ا ا ؛ وכאن
ََِْ ْ َ ْ َْ آَ َ َ ُ ٍح َأ ُ َ ْ ُ ْ ِ َ ِ ْ َ ْ َ
ِכ ِإ ﴿-٣٦و ُأو ِ َ ِإ َ
َ
ِ َ א כَ א ُ ا َ ْ َ ُ َن﴾
ِ ْ ُ َوا ْ ُ ْ َכ ِ ً א َא ِ َ ا ْ َאلِ َ א َ ْ ِ ُ ا ُ َא ْ َ ْ َ ْ َ ُ ْ َ ِ
398 HÛD SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
َ َِْ َ َ ٌ
اب ُ ِ ٌ ﴾ َ ْ َ َ ﴿-٣٩ف َ ْ َ ُ َن َ ْ َ ْ ِ ِ َ َ ٌ
اب ُ ْ ِ ِ َو َ ِ
[629] Şu mâna da verilmiştir: Eğer siz bizi bu işi yaptığımız için cahil
buluyorsanız, biz de sizleri küfre, Allah’ın gazap ve azabına doğru gittiğiniz
için cahil buluyoruz. Siz bizden daha çok cahil bulunacak durumdasınız.
Veya eğer bizi cahil buluyorsanız, biz de sizi bizleri cahil bulma hususunda
5 cahil buluyoruz; çünkü siz işin hakikatini bilmeden ve dış görünüşe baka-
rak bizi cahillikle itham ediyorsunuz. Nitekim bu durum, hakikatlerden
uzak kalmada cahillerin âdetidir.
[630] Rivayete göre Hazret-i Nûh gemiyi iki senede tamamlamıştı.
Geminin uzunluğu üç yüz, genişliği elli, yüksekliği de otuz arşın idi. Tik
10 (tectona grandis) ağacından yapılan gemi üç katlıydı. Hazret-i Nûh alt kata
vahşi hayvanları, yırtıcı kuş ve haşeratı, orta kata davarları ve ehli hayvan-
ları yerleştirmiş; üçüncü kata ise kendisi ve beraberindekiler yerleşmişler
ve erzaklarını da aynı kata koymuşlardı. Hazret-i Nûh Hazret-i Âdem’in
cesedini de yanında taşıyordu; onu kadınlarla erkeklerin arasına bir sütre
15 gibi koymuştu. Hasan-ı Basrî [v. 110/728] geminin uzunluğunun bin iki yüz,
genişliğinin ise altı yüz arşın olduğunu söylemiştir.
[631] Söylendiğine göre; bir gün Havariler Hazret-i Îsâ’ya “Keşke Nûh’un
Gemisini görmüş birini diriltsen de bize ondan bahsetse!” demişler. Bunun
üzerine Hazret-i Îsâ onları alıp bir kum tepeciğinin yanına götürmüş. Bir
20 avuç toprak alarak “Bunun kim olduğunu biliyor musunuz?” diye sormuş.
“Allah ve Resulü daha iyi bilir.” demişler. Hazret-i Îsâ “Bu, Kâ‘b b. Hâm’dır.”
dedikten sonra elindeki toprağa asasıyla vurmuş ve “Allah’ın izniyle kalk!”
demiş. Kâ‘b bir anda ayağa kalkmış ve başındaki toprakları temizlemeye baş-
lamış. Saçı-başı ağarmış vaziyette imiş. Hazret-i Îsâ ona “Sen vefat ettiğinde
25 böyle miydin?” diye sorunca “Hayır! Öldüğümde gençtim. Sen ‘kalk’ deyince
kıyamet koptu sandım. Saçım onun için ağardı.” demiş. Hazret-i Îsâ “Bize
Nûh’un gemisinden bahset.” deyince “Uzunluğu bin iki yüz, genişliği altı
yüz arşın idi. Üç kat idi; bir kat davar ve vahşi hayvanlar için, bir kat insanlar,
bir kat da kuşlar içindi.” diye cevap vermiş. Daha sonra Hazret-i Îsâ “Allah’ın
30 izniyle eski haline geri dön.” demiş ve o da tekrar toprak olmuş.
[632] (“Kime geleceğini” anlamındaki) ifadesi ن fiili ile ma-
hallen mansūbdur. “Rüsva edecek olan azabın geleceği kimseleri yakında
bileceksiniz.” demektir. “… geleceği kimse” ile onları, “azap” ile de dünya
azabını kasdetmektedir ki bu azap boğulmadır. “Kalıcı azabın” yani ahiret
35 azabının, kurtulması imkânsız olan borç ve hakkın inmesi gibi “kime ine-
ceğini [yakında öğreneceksiniz]!..”
ا כ אف 401
א א ،وכאن ا ما ا ًא ] [٦٣٠وروي أ ّن ٥
ن ذرا ً א ،وכא אء ا א ن ذرا ً א ،و א ذراع ،و
ّام، אع وا ش وا ا ا ا ن، א ا אج و
א ا ا و אم ،ورכ ا واب وا ا و ا و
אل ا ًא مو ا آدم ا اد ،و אج إ
א . א ذراع ،و א أ ًא و א :כאن ا אء .و ١٠وا
ا כ{ ،أي وכאن }و : אذا؟ א :و اء .ن ٥وا
א وا אل אل: { ،כ } אل : ا כ م؟ א א
وا }و َ ْ آ َ َ {
{ ،وכ כ َ }ا }وأَ ْ َ َכ{
]َ [٦٣٤
أ ا لأ أ .وا أ כ وا
،و ه אل :כא ا א ؛ ح وأ Ṡأ ا ]ِ } [٦٣٥إ َ َ ِ ٌ { روي ١٥
1 Yani bir yıl matem tutarsınız, sonra; “Haydi ikinize de güle güle!” Burada ism kelimesi olmasa da olabi-
lir. / ed.
ا כ אف 405
، َق ا אف ،כ ا אا ف اء وا ر אء، ران כא
}ِ ِ
ْ א א א ِاء وا ر אء ،وا ز أن اد כא َא ا َم ا אج .و ٥و
ْر[ ا כא כ כ א ]و م ل[ ُ ا ُ ا ا ]ا ١٠
ًא אه أن : “؟ כ” :א ] [٦٣٨ن ١٥
אح[
ِ ان
ا ُم وا כ ُ ] א כَ ٌ و אءو א
َ ْ َر ِ َ َو َ אلَ َ ْ َ ُ َ א ا ْ َ ْ ُج َ َכ َ
אن ِ َ ا ْ ُ ْ َ ِ َ ﴾ ِإ
وف دل : }و ِ َ ْ ِ ى ِ ِ {؟ ا : ] [٦٤٠ن ١٠
ْ َ َ
}و ِ َ ْ ِ ى ا ، ن א :כ ا د[٤١ :؛ כ ] }ارכ ا ِ َ א ِ ْ ِ ا ِ{
َ َ
א. يو ِ ِ { ،أي
ْ
א כ אن، جا אل{ ج כא
َْ ٍ ]ِ } [٦٤١
ه، ا وز ا ق ا אء ج :א :ا اכ א وار א א .ن
ي ا כ אء وا رض ،وכא ا א و ا ١٥وכאن ا אء
ٍ } َ ِوي إ لا ىإ אل .أ אن ا ا أن ،و ا
ا אء{. ِ
ُ َْ
408 HÛD SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
[642] Hazret-i Nûh’un bu oğlunun adının Kenan olduğu da, Yâm oldu-
ğu da söylenmiştir. ( َ اkelimesini) Hazret-i Ali, zamir Hazret-i Nûh’un ha-
nımına gitmek üzere ibnehâ şeklinde okumuş; Muhammed b. ‘Ali ve ‘Urve
b. Zübeyr de Hâ fethalı olarak ve Elif yerine fethayla iktifa ederek, hanımının
5 oğlu olduğu kastıyla ibnehe (َ )اşeklinde okumuşlardır. Bu okuyuş, Hasan-ı
Basrî’nin [v. 110/728] görüşünü destekler: Katâde demiştir ki: Bir defasında ken-
disine sordum; bana “Vallahi o, Nûh’un oğlu değildir!” diye cevap verdi. “Allah
onun ‘Oğlum benim ailemin bir ferdidir.’ dediğini anlatıyor; sen ise ‘Onun
oğlu değil!’ diyorsun! Ayrıca, Ehl-i Kitap da ‘onun Nûh’un oğlu’ olduğu hu-
10 susunda hemfikir.” dedim. Bunun üzerine “Kim dinini Ehl-i Kitap’tan öğrenir
ki!?” dedi. O bu hususta Hazret-i Nûh’un minnî (benden biri) değil de أ
(ailemden biri) demesi ile istidlâl etmektedir. Ancak bu oğulun annesine nispet
edilmesinin iki izahı olabilir. Birincisi, Ömer b. Ebû Seleme’nin [v. 83; Ümmü
Seleme’nin oğlu] Peygamber (s.a.)’in üvey evladı olması gibi bu çocuğun da Haz-
15 ret-i Nûh’un üvey oğlu olması; ikincisi ise, öz oğlu olmasıdır. Fakat böyle bir
şey, peygamberlerin kendisinden korundukları bir kusurdur.
[643] Süddî de bu ibareyi nüdbe ve ağıt tarzında yâ ibnâh! mânasında
ve nâdâ Nûhun ibnâh (“Nûh ‘Ah benim oğluum!..’ diye seslendi.”) şeklinde
okumuştur.
20 [644] َ ْ ِ لkelimesi “Onu uzaklaştırdı.” anlamındaki ‘azelehû ‘anhu ifade-
sinden olup, mef‘il veznindedir. Buna göre mâna “Nûh’un oğlu, babasından
da müminlerin bindiği şeyden de kendini uzaklaştırdığı bir yerde idi.” şeklinde
olur. “O, babasının dininden uzakta idi.” anlamında olduğu da söylenmiştir.
[645] َ ُ אifadesi, izafet Ya’sı yerine Yâ’nın kesresi ile yetinilerek yâ bu-
25 neyyi şeklinde; ayrıca izafet Ya’sından çevrilmiş -ya buneyyâ dediğimizde
bulunan- Elif hazfedilerek, ona işareten fetha ile yâ buneyye şeklinde okun-
muştur. Veya ( ْ א ُ َ א ْارכ- ْ א ُ َ ِ ْارכşeklinde olmakla birlikte) izafet Ya’sı
ّ
da Elif de; -kendilerinden sonraki Râ sâkin olduğu için- iki sâkin harfin bir
araya gelmesi sebebiyle düşmüştür.
[646] ( ِ ِإ َ ْ َرifadesi) Merhamet eden -yani Allah- hariç. Veya Al-
َ
30
ل ا כ אب؟! وا أ د أ כאن ا ،אل :و ن ٥ا כ אب
،أي אل :א ا אه! وا ا ي »و אدى ح ا אه« ] [٦٤٣و أ ا
ل כאن وכאن ه، אه وأ ،إذا ، ل: ] [٦٤٤وا ١٠
אرا
ً ا א ،وא אء ا אرا
ً ا אء ا { ئ כ ] } [٦٤٥א
bir sudan… [Tārık 86/6]) ve را ِ (Hoşnut kalacağı bir hayat. [Hâkka
69/21]) ifadelerinde (fâ‘il kalıpları mef‘ûl anlamında) olduğu gibi, (etken fiil
de edilgen anlamındadır). ِ ِإ َ ْ َرcümlesinin istisnâ-i munkatı olduğu da
َ
5
1 Yani zan bilgi olmadığı gibi, korunan (ma‘sūm) da koruyanın (‘âsımın) cinsinden değildir. / ed.
ا כ אف 411
َوا ْ َ َ ْت َ َ ا ْ ُ د ِّ
ِي َو ِ َ ُ ْ ً ا ِ ْ َ ْ ِم ا א ِ ِ َ ﴾
وأ ا אك .אل :أ ع :ا .وا ا :אرة ] [٦٤٨وا
ا אو { وأ ؛ }و ِ
ا א ،إذا }و ِ َ ا ُאء{
َ ُ َ َ . ا
دي{ و }ََ ا ت{ وا ت ا } .وا ك ًא
ّ
ك ا ا ا ،إذا أرادوا ا او }و ِ َ ُ ْ ً ا{ אل
؛ َ א
ء. אء ا ذ כ ،و כ ا تو ٢٠وا
412 HÛD SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
[649] Âyette ilahi haberlerin edilgen fiillerle yer alması, Allah Teâlâ’nın
azamet ve kibriyasına, bu büyük işlerin ancak muktedir bir fâ‘ilin fiili ve
güçlü bir var edicinin var etmesiyle olacağına ve bütün bunları yapanın,
fiillerinde kimsenin kendisine ortak olmadığı bir tek var edici olduğuna
5 delâlet etsin de, artık hiç kimse, O’ndan başka birinin “Ey yer, suyunu yut!
Ve ey gök sen de tut!” diyebileceğini, o büyük emri bir başkasının verdiğini,
O’nun karar kıldırması olmadan geminin Cudi üzerinde demirleyip karar
kılabileceğini düşünmesin.
[650] Zikrettiğimiz bu mâna ve inceliklerden ötürü Beyan âlimleri bu
10 âyetin fesahati üzerinde çok durmuş ve ona hayran kalmışlardır; ancak (sa-
dece) “yut” ve “tut” anlamına gelen ِ َ ْ اve ِ ِ ْ أkelimelerindeki cinas için
değil. Zira her ne kadar bu cinas da ifadeye güzellik katmakta ise de ken-
dileri iç / öz, diğerleri dış / kabuk durumunda olan o güzellikler karşısında
dönüp bakılacak türden değildir.
15 [651] Katade şöyle demiştir: Gemi, içindekilerle Recep ayının onun-
da suya açılmış; yüz elli gün su üzerinde kaldıktan sonra, bir ay Cudi’nin
üzerinde durmuş ve aşure günü içindekileri karaya indirmiştir. Rivayete
göre gemi Kâbe’ye giderek, etrafında yedi kez tavaf etmiş ve bunun üzerine
Allah onları boğulmaktan azat etmiştir. Bir başka rivayete göre de gemiden
20 indikleri gün Hazret-i Nûh Allah’a şükran olarak oruç tutmuş ve beraberin-
dekilere oruç tutmalarını emretmiş; onlar da tutmuşlardır.
45. Nûh Rabbine seslenerek “Ya Rabbi! Şüphesiz, oğlum da benim
ailemdendi. Senin vaadin de haktır. Sen hükmedenlerin hükmedenisin
(o halde neden helâk oldu)?!” dedi.
25 46. Buyurdu ki: “Ey Nûh! O senin ‘aile’nden değildi; çünkü yara-
maz bir amel(e sahip) idi. Öyleyse, hakkında bilgin bulunmayan şeyi
Benden isteme. Sana cahillerden olmamanı tavsiye ederim!”
[652] Hazret-i Nûh’un Rabbine seslenmesi O’na dua etmesidir. Bu dua
da Rabbi diye başlayan ve Allah’ın, onun ailesini kurtaracağına dair vaadini
30 yerine getirmesini isteyen sözleridir.
[653] Şayet “Seslenme, Rabbi diye başlayan bir dua ise, ب ِّ َ َאل َرibaresi
Fâ kullanılarak אدىlafzına nasıl atfedilmiştir?” dersen şöyle derim: Âyette-
ki seslenme lafzıyla seslenmeyi murat etme kastedilmiştir. Eğer seslenmenin
ِ ِ
kendisi murat edilmiş olsaydı, ب َ َ ( ِإ ْذHani o, Rabbine giz-
ِّ אدا َر ُ َ ًاء َ א َ َאل َر
35 li bir seslenişle seslenmiş ve demişti ki… [Meryem 19/3-4]) ifadesinde olduğu
gibi Fâ olmadan zikrederdi.
ا כ אف 413
ا ور ها אء ا אن ا وا כ א ا ] [٦٥٠و א ذכ א
« .وذ כ وإن כאن « و»أ » :ا ،و א اכ א ، א رؤو
ا ا א زاء כ ا إ ا כ ، اכ م
ر. ا א وא
ا אء ،وכא ر ن ا אدة :ا ] [٦٥١و ١٠
َ َ ﴿-٤٦אلَ َא ُ ُح ِإ ُ َ ْ َ ِ ْ َأ ْ َ
َ ْ ْ ِ َא َ ْ َ ِכ ِإ ُ َ َ ٌ َ ْ ُ َ א ِ ٍ َ
َכ ِ ِ ِ ْ ٌ ِإ ِّ َأ ِ ُ َכ َأ ْن َ כُ َن ِ َ ا ْ َ א ِ ِ َ ﴾
َ
אء و ه ا ه א }ر ِّب{
َ ] [٦٥٢اؤه ر د אؤه ،و
. أ
}وأَ َ
א אل و ي؟ َ ، أ أن و إ אزه وا אء ،و כ
אر
إ ْ َאلٌ َو ْإد َ ُ َ َא
اك. א ؛و ا اء ح ،أي إ ّن اءك :ا ] [٦٥٧و ١٥
أ أ כأ إ אأ ،وآذن ا א ا ا כ
“Bu ikisi (yani Nûh’un karısı ile Lût’un karısı), Bizim iki sâlih kulumuzun
nikâhı altında iken onlara hainlik etmişlerdi de Allah’tan gelen (felâket)e
karşı, (peygamber kocaları) kendilerine hiçbir fayda sağlamamıştı.” [Tahrim
66/10] âyetinde ifade edildiği gibi.
[659] ٍ ِ א
ُ َْ ٌ َ َ
5 ifadesi, “Sâlih olmayan amel işledi.” anlamında ol-
mak üzere ‘amile ğayra sālihin şeklinde de okunmuş; ayrıca ِ ْ َ ْ َ َ ifadesi
Nûn’un kesresiyle ve izafet Yâ’sı olmaksızın (fe-lâ tes’elni) okunduğu gibi, Yâ’lı
ve Yâ’sız olarak şeddeli Nûn ile de okunmuştur (fe-lâ tes’elenni - fe-lâ tes’elennî);
yani bir şeyin doğru mu yanlış mı olduğunu bilmeden, aslına vâkıf olmadan
10 hiçbir matlubunu bana arz etme veya benden hiçbir talepte bulunma.
[660] Burada “isteme”den söz edilmesi, Hazret-i Nûh’un seslenmesinin
oğlu henüz boğulmadan önce ve boğulmasından endişe ettiği bir zamanda
gerçekleştiğine delâlet etmektedir.
[661] Şayet “Neden Hazret-i Nûh’un seslenmesine ‘isteme’ denilmiştir?
15 Oysa Hazret-i Nûh bir istekte bulunmamıştır.” dersen şöyle derim: Haz-
ret-i Nûh’un duası, açıkça zikredilmemiş olsa da bir ‘isteme’ içermektedir;
çünkü Hazret-i Nûh, oğlunun boğulmak üzere olduğunu görmesi üzeri-
ne, Allah’ın kendisine ailesini kurtaracağı vaadini dile getirmek suretiyle
O’ndan sözünü yerine getirmesini istemiş olmaktadır. Allah Teâlâ bunun
20 üzerine mahiyetini bilmediği bir şeyi istemenin cahillik ve akılsızlık oldu-
ğunu bildirmiş ve ona bir daha böyle bir istekte bulunmaması ve cahillerin
davranışlarını sergilememesini öğütlemiştir.
[662] Şayet “Yüce Allah ona ailesini koruyacağını vaad etmişti. O ise,
oğlunun kendi dininden olmadığını bilmiyordu. Oğlunun boğulmak üzere
25 olduğunu görünce kuşkulandı; çünkü daha önce kendisine söz verilmişti ve
Allah’ın hakîm olduğunu, çirkin bir iş yapmasının ve sözünden dönmesinin
caiz olmadığını biliyordu. Bunun üzerine, düştüğü şüpheden kurtulmak iste-
di. -Çünkü şüpheyi ortadan kaldırmak gerekir.- Hazret-i Nûh bunu yapınca
Allah neden onu menetti ve böyle bir isteğe ‘cahillik’ adını verdi?” dersen
30 şöyle derim: Yüce Allah, daha önce, içlerinden haklarındaki hüküm kesinleş-
miş olanları istisna ederek ailesini kurtaracağını Hazret-i Nûh’a söz vermişti.
Dolayısıyla onun; ailesi içinde -sâlih amel sahibi olmadığı için- dünyevi aza-
bı hak etmiş olanların bulunduğunu, onların tamamının kurtulamayacağını
bilmesi ve oğlunun boğulmak üzere olduğunu görünce, onun ‘kendilerinden
35 istisna edilen’ kişilerden değil, ‘istisna edilen’ kişilerden olduğu hususunda
şüpheye düşmemesi gerekirdi. Dolayısıyla o, karıştırılmaması gereken bir ko-
nuyu karıştırdığı için itâba uğradı (azarlandı).
ا כ אف 417
د אؤه : ؟ ال اً ،و اؤه : ] [٦٦١ن
ا ُ إא ؛و ا إא אد، ا و ا ز
אء أ ّم ا و :إن ا ً؟ ا و ز ، وا
47. “Ya Rabbi! Bilgi sahibi olmadığım bir şeyi Senden istemekten
Sana sığınırım. Bana acıyıp beni bağışlamazsan, hüsrana uğrayanlar-
dan olacağım.” dedi.
[663] “Senden istemekten,” yani bana öğrettiğin edebe uyarak ve ettiğin
5 nasihati kabul ederek gelecekte doğru olduğunu bilmediğim bir şeyi Sen-
den istemekten. “Beni” yani bu hususta işlediğim kusuru “bağışlamazsan
ve” tevbemi kabul ederek “bana acımazsan, hüsrana uğrayanlardan” yani
amelleri boşa gidenlerden “olacağım!”
48. “Ey Nûh! Sana ve seninle beraber bulunanlardan gelecek üm-
10 metlere tarafımızdan verilen bir esenlikle ve bereketlerle (gemiden) in.
Ama (senin neslinden gelenlerin arasında) öyle ümmetler de olacak ki,
onları bir süre yaşatacağız; sonra onlara tarafımızdan can yakıcı bir
azap dokunacak!” denildi.
[664] ( ْ ِ ْ א ُ ُح اifadesi) Ba’nın zammesiyle yâ Nûhu’hbut şeklinde de
15 okunmuştur. “Tarafımızdan verilen bir esenlikle” yani tarafımızdan korun-
muş olarak veya sana esenlik ve değer verilmiş olarak. “Ve bereketlerle”
Sana bereketler verilmiş olarak. כאت ٍ sürekli artan hayırlar demektir. Ke-
ََ
lime müfred olarak beraket şeklinde de okunmuştur. َو َ أ ُ َ ٍ ِ ْ َ َ َכ
en
אت َ َ ْ َכ َو َ َ ُأ َ ٍ ِ ْ َ َ َכ َو ُأ َ ٌ
َ َ ِ ﴿-٤٨א ُ ُح ا ْ ِ ْ ِ َ ٍم ِ א َو َ َ כَ ٍ
اب َأ ِ ٌ ﴾
َ ُ َ ِّ ُ ُ ْ ُ َ َ ُ ْ ِ א َ َ ٌ
א، ًא ًא ٍم א{ ا אء} . «، ] [٦٦٤و ئ » א ح ا
ُ
ات ا א . כ ،وا כאت ا אرכא
ً ٍ
כאت َ َ َכ{ و ً א כ כ ً א} .و أو
ْ ّ
אن، أن כ ن َ َ َכ{ أُ ٍ
َ } .و ا ١٠و ئ »و כ ٍ «،
َ ْ ُ َכ ِ ْ ِ ُ ِ َ א ِإ َ ْ َכ َ א ُכ ْ َ َ ْ َ ُ َ א َأ ْ َ َو ْכ ِ ْ َأ ْ َא ِء ا ْ َ ْ
َ ِ ﴿-٤٩ ٥
ُ ِ َ﴾ َ ْ ِ َ َ ا َ א ْ ِ ْ ِإن ا ْ َ א ِ َ َ ِ ْ
اء، ا אا م ،و ا ح ]َ ْ ِ } [٦٦٧כ{ إ אرة إ
ك אة إ כ، أ אء ا א أ אر ،أي כ ا وا
כ. و
אن ا إ א ا ار .وإ א ا رور ،כא رار :ا כ ] [٦٧٤وا
אب زروع و א وز אدة ا ّ ة؛ ّن ا م כא ا أ כ ةا و
א א أ ا ص ،כא ا أ ج ء إ ا אء .وכא ا ُ ِ ّ ١٥و אرات ،ا ً א
ّ
כ א ا ّوِ َ ، ز ة، وا س وا ّ ة ا ّ ة وا أو ا
ا : ا כאح؛ و :ا ّة ا אل؛ و :أراد ا ّ ة .و א
אو ، أ و ا .و א أر אم و ث
ّ ا ًא ، ذو אل و אل :إ ر א ج א
م ر אا אر אر .כאن כ ا כ א و ً ا ،אل: ز ٢٠
Bir başka gelişinde, adamın bunu sorması üzerine Hazret-i Hasan [v.
50/670], “Sen Hazret-i Hûd’un ‘(İstiğfar ederseniz) gücünüze güç katar.’
[Hûd 11/52] ve Hazret-i Nûh’un ‘(İstiğfar ederseniz) mal ve evlatlarla size
yardım eder.’ [Nûh 71/12] dediğini işitmedin mi?” diye cevap vermiş.
5 [675] “Birer mücrim olarak” yani suç ve günahlarınızda ısrar ederek
bana ve sizi davet ve teşvik ettiğim şeylere “sırtınızı dönmeyin.”
53. Dediler ki: “Ey Hûd! Sen bize apaçık bir kanıt getirmiş değilsin!
Senin sözünle ilahlarımızı terk edecek değiliz. Sana asla bağlanmaya-
cağız!”
10 [676] “Apaçık bir kanıt getirmiş değilsin” ifadesi, Hazret-i Hûd’a karşı
yalan ve iftiradır. Tıpkı Kureyşlilerin, Peygamber (s.a.) hakkında; -kanıtları
sayılamayacak kadar çok olmasına rağmen- “Ona Rabbinden bir kanıt in-
dirilmeli değil miydi?” [Yûnus 10/20] dediği gibi.
[677] ( َ ْ َ ْ ِ َכsenin sözünle) ifadesi, ( אرِ ِכ آ ِ َ ِ אilâhlarımızı terk ede-
15 cek değiliz) cümlesindeki zamirden haldir. Adeta “senin sözüne dayanarak
ilahlarımızı terk edecek değiliz.” demektedirler. Sana asla bağlanmayaca-
ğız!” Yani bizim gibilerin, senin gibi birine kendilerini davet ettiğin konuda
güvenmesi olacak şey değil!.. -Bununla, kendisine olumlu cevap vermeye-
cekleri hususunda ümidini tamamen kesmeye çalışmaktadırlar.-
20 54-55. “Söyleyebileceğimiz tek şey şu ki ilahlarımızdan biri seni
çarpmış!” Dedi ki: “Doğrusu, ben Allah’ı şahit tutuyorum; siz de şahit
olun ki ben sizin O’na ortak koştuğunuz şeylerden uzağım. O halde,
hep birlikte bana bir tuzak kurun, Sonra mühlet de vermeyin!”
[678] “Seni fena çarpmış” (anlamındaki ك( َ ُ ُل
َ ‘ا ْ َ اnün mef‘ûlü olup,
25 ِإlağvdır , yani şu sözümüzden başka bir şey söylemeyiz: “İlahlarımızdan
1
}و َ ِ ْد ُכ ُ ًة
ا م َ ل د אل :أ ا و ة أ ى،
ْ
ال َو َ ِ َ { ] ح.[١٢ : م} :و ِ دכ ا ُ ِ ُכ { و ل ح إ
َ ُْ ْ ُْ ْ
} ْ ِ ِ َ{ و א أد כ إ وأُر כ ا ]َ [٦٧٥
}و َ َ َ َ ا{ و
إ ا כ وآ א כ .
ّ
ِכ َو َ א َ ْ ُ َ ﴿-٥٣א ُ ا َא ُ ُد َ א ِ ْ َ َא ِ َ ِّ َ ٍ َو َ א َ ْ ُ ِ َ ِ
אرכِ آ ِ َ ِ َא َ ْ َ ْ َ ٥
َ
َכ ِ ُ ْ ِ ِ َ ﴾
رأ . أراد أن ا ،و إ أن אد أ ا ق
כ ا، أ أ :ا لا אدة ا و אدة ا אد، ر ا
א ًא. כ
اد، אء ا ا وأ כ وإن אو כ و כ כ ،و أ אف أא ٥
ّ
إذا ،وכ و אد إ آ כ ،و א כ
ْ ٍء َ ِ ٌ ﴾ َو َ ُ و َ ُ َ ْ ًא ِإن َر ِّ َ َ ُכ ِّ َ
.
اء و ،כ ا غ כאن :ا ا .ن ]ِ َ } [٦٨٦ن َ َ ا{ ن
[687] “Ve yerinize getirecek” ibaresi yeni bir sözdür, yani Allah sizi helâk
edecek ve memleketinizde ve mallarınızda yerinize geçecek başka bir kavim
getirecek “ve siz” O’ndan yüz çevirmek suretiyle “O’na hiçbir zarar vere-
meyeceksiniz; çünkü O’nun hakkında fayda ve zarar söz konusu değildir.
5 Siz ancak kendinize zarar verebilirsiniz. İbn Mes‘ûd (r.a.), ُ ِ ْ َ ْ َ َوve َو
ُ َ َ ُ وifadelerini ْ َ َ ْ أَ ْ َ ْ ُ ُכcümlesinin mahalline atfederek meczum oku-
muştur. Mâna şöyledir: Eğer yüz çevirirseniz, O beni mazur görür ve yeri-
nize başka bir kavim getirir ve siz ancak kendinize zarar vermiş olursunuz.
[688] “Her şey üzerinde bekçidir,” yani gözetleyicidir, egemendir. Do-
10 layısıyla, amelleriniz O’na gizli kalmaz ve sizi muâhaze etmekten gaflet et-
mez. Veya her şeyi gözetleyici, koruyup - kollayıcı olan ve her şeyin zarar-
lardan korunmak için kendisine muhtaç olduğu “Bir” varlığa sizin gibiler
asla zarar veremez!
58. Vaktâki emrimiz geldi, Hûd’u ve beraberindeki müminleri tara-
15 fımızdan bir rahmetle kurtardık... Onları sert bir azaptan kurtarmış-
tık...
[689] “Ve beraberindeki müminler…” Rivayete göre dört bin kişiydi.
[690] Şayet “Kurtarmanın iki kez zikredilmesinin anlamı nedir?” der-
sen şöyle derim: Önce düşmanlarını helâk ettiğinde onları kurtardığı zikre-
20 dilmiş; sonra “Onları şiddetli bir azaptan kurtarmıştık.” buyrularak, bunun
şiddetli bir azaptan kurtarma olduğu bildirilmiştir. Zira Allah Teâlâ onlara
zehir göndermişti; burunlarından girip makatlarından çıkıyor; tek tek bü-
tün uzuvlarını harap ediyordu. İkinci kurtarma ile ahiret azabından kurtar-
manın murat edildiği de söylenmiştir. Zira ondan daha sert, daha şiddetli
25 bir azap yoktur.
[691] “Tarafımızdan bir rahmetle,” yani kendisine tevfik ederek lütfet-
tiğimiz iman sebebiyle.
59. İşte, Rablerinin âyetlerini bile bile inkâr eden, peygamberlerine
karşı çıkarak bütün inatçı zorbaların emrine uyan ‘Âd (kavmi)!
30 60. Bu dünyada da Kıyamet gününde de lânet peşlerini bırakma-
dı. Bakınız! ‘Âd (kavmi), Rablerini nankörce inkâr etmişti... Bakınız!
Hûd’un kavmi olan ‘Âd da defolup gitti!..
ا כ אف 431
. א א אن ا ي أ ا : ٍ א{، } ] [٦٩١و
[692] “İşte ‘Âd” ifadesi, onların mezar ve eserlerine işarettir. Sanki “Yer-
yüzünde dolaşın ve ona bakıp ibret alın.” denilmekte; sonra onların halleri
anlatılmaya başlanmakta ve “Rablerinin âyetlerini bile bile inkâr eden ve
peygamberlerine karşı çıkan” denilmektedir; çünkü Allah’ın bir peygam-
5 berine karşı çıkınca bütün peygamberlerine karşı çıkmış olmaktaydılar.
“O’nun peygamberlerinden hiçbirini diğerinden ayırmayız.” [Bakara 2/285]
âyetinde olduğu gibi. Rivayete göre ‘Âd kavmine sadece Hazret-i Hûd pey-
gamber olarak gönderilmiştir.
[693] “Bütün inatçı zorbaların” yani başkanların, büyüklerin ve onları
10 peygamberleri yalanlamaya davet eden davetçilerin. Onların emrine uyma
ise, onlara itaat etme anlamındadır.
[694] ‘‘Âd kavmi, peygamberlere değil de diğer önderlerinin peşine ta-
kıldıkları için, lânet de dünya ve ahirette kendilerini Allah’ın azabına uğra-
tacak şekilde peşlerine takıldı.
15 [695] “Bakınız” buyrulması, bunun iki kez söylenmesi ve peşinden
inkârları zikredilerek beddua edilmesi, durumlarının ne kötü ve feci oldu-
ğunu ortaya koymakta; bunlardan ders alınmasını ve onların durumuna
düşmekten kaçınılmasını sağlamaya çalışmaktadır.
[696] Şayet “( ُ ْ ً اdefolup gitme) lafzı helâk duasıdır. Zaten helâk ol-
20 duklarına göre, bunlara defolup gitmeleri için bir daha beddua etmenin
anlamı nedir?” dersen şöyle derim: Bunun anlamı onların buna lâyık ol-
duklarını göstermektir. Şairin;
“Kardeşlerim! Asla helâk olup gitmeyin” [denildi;]
ama bakın, hepsi helâk olup gitti işte!..
25 beytinde olduğu gibi.
[697] َ ْ ِم ُ ٍدifadesi ’ ٍאدın atf-ı beyânı (olup, “Hûd’un kavmi olan ‘Âd” an-
lamında)dır. Şayet “Bu olmadan da mâna net olduğu halde, bu beyânın faydası
nedir?” dersen şöyle derim: Beyânın faydası, onların bu beddua ile damgalan-
maları, onun kendileri için hiçbir şekilde şüphe edilemeyecek bir sonuç oldu-
30 ğunun bildirilmesidir. Ayrıca, iki tane ‘Âd vardır; biri Hazret-i Hûd’un kavmi
olan kadim ‘Âd’dır ki kıssa onlar hakkındadır. Diğeri ise İrem’dir.
61. Semud’a da kardeşleri Sâlih’i (gönderdik.) Dedi ki: “Ey kavmim!
Sadece Allah’a kulluk edin, O’ndan başka tanrınız yok. Sizi topraktan
yaratıp yeryüzünü imar etmenizi sağlayan O’dur. O halde, sizi bağışla-
35 ması için O’na dua edip sonra da O’na tevbe edin. Şüphesiz Rabbim
size yakındır; (dualara) icabet eder.”
ا כ אف 433
ا رض ا אل: وآ אر ،כ ر אد{ إ אرة إ ]ِ [٦٩٢
}و ْ َכ َ ٌ
َ
אل ُ َ َ } :وا אت ر ِ أ ا و ا א وا إ א وا وا،
َّ ْ
ر ا ُ ّ َ ُ َ } ،ق َ ْ َ ا ار إذا َو َ َ ْ ا ُر ُ َ ُ {،
د و ه. إ إ : ة.[٢٨٥ : ر ِ ِ { ]ا أَ ٍ
ُ ُ َ
. ا כ إ ود א وכ اء رؤ אء }כ ّ َ אرٍ َ ِ ٍ {
]ُ [٦٩٣ ٥
62. Dediler ki: “Ey Sâlih! Sen daha önce bizim aramızda, umut vaad
eden biriydin. Şimdi kalkıp da atalarımızın taptığına tapmayı mı bize
yasaklıyorsun?! Doğrusu, senin bizi çağırdığın şeyden yana endişe veri-
ci bir kuşku içerisindeyiz.”
5 63. Dedi ki: “Ey kavmim! Ne dersiniz, ya ben Rabbimden apaçık bir
kanıt üzere bulunuyorsam ve O bana bir rahmet vermişse?! Bu durum-
da, O’na karşı gelirsem Allah’a karşı beni kim savunacak (siz mi)?! Siz
benim sadece hüsranımı artırırsınız!”
64. “Ey kavmim! İşte size kanıt olarak da Allah’ın devesi! Bırakın,
10 Allah’ın toprağında otlasın. Ona kötülük etmeyin, yoksa pek yakın bir
azap sizi yakalayıverir!”
65. Buna rağmen, onu hunharca kesip devirdiler... “Yurdunuzda üç
gün daha yaşayın. Bu, yalan söylenmemiş (kesinlikle gerçekleşecek) bir
sözdür!” dedi.
15 66. Vaktâki emrimiz geldi, Sâlih’i ve beraberindeki müminleri tara-
fımızdan bir rahmetle azaptan ve o günün rüsvaylığından kurtardık.
Senin Rabbindir, şüphesiz ‘mutlak izzet sahibi’, kuvvetli (Kavî, ‘Azîz).
67. O gümbürtü zulmedenleri yakaladı ve oldukları yerde diz üstü
çökekaldılar!
20 68. Sanki orada hiç yaşamamışlardı... Bakınız! Semud (kavmi) Rab-
lerini nankörce inkâr etmişti... Bakınız! Semud da defolup gitti!
[698] “Sizi topraktan” O’ndan başkası değil “O yarattı” ve orayı imar
etmek üzere O’ndan başkası yerleştirmedi sizi buraya. İnsanların topraktan
yaratılması, ‘Âdem’in topraktan yaratılmasıdır. “Yeryüzünü imar etmenizi
25 sağlayan,” yani imar faaliyetleriyle orayı şenlendirmenizi emreden… Yer-
yüzünü imar etmenin durumu yerine göre vacip, mendup, mubah ve mek-
ruhtur. Pers kralları yeryüzünde su kanalları açıp ağaç dikiyorlardı. Halka
zulmetmelerine rağmen, bunlara oldukça uzun süren bir hâkimiyet bah-
şedilmişti. O dönemin peygamberlerinden biri Allah’a onların böyle uzun
30 ömürlü olmalarının sebebini sorunca Allah, “Çünkü onlar benim ülkemi
imar etmekteler ve oralarda Benim kullarım yaşamakta.” diye vahyetmiştir.
[699] Rivayete göre Mu‘âviye b. Ebû Süfyan [v. 60/680], hükümdarlığı-
nın sonlarına doğru toprakları ihya etmeye başlamıştı. Birileri bunun sebe-
bini sorunca şöyle dedi: Beni bunu yapmaya sevk eden şairin şu sözleridir:
ا כ אف 435
َ ﴿-٦٢א ُ ا َא َ א ِ ُ َ ْ ُכ ْ َ ِ َא َ ْ ُ ا َ ْ َ َ َ ا َأ َ ْ َ א َא َأ ْن َ ْ ُ َ َ א َ ْ ُ ُ
אؤ َא َو ِإ َא َ ِ َ ٍّכ ِ א َ ْ ُ َא ِإ َ ْ ِ ُ ِ ٍ ﴾
آَ ُ
ِ ْ ُ َر ْ َ ً َ َ ْ َ ِّ َ ً ِ ْ َر ِّ َوآ َ א ِ َ ﴿-٦٣אلَ َא َ ْ ِم َأ َر َأ ْ ُ ْ ِإ ْن ُכ ْ ُ َ َ
َ ْ َ َ ْ ِ ٍ﴾ ِ َ ا ِ ِإ ْن َ َ ْ ُ ُ َ َ א َ ِ ُ و َ ِ َْ ُ ُ ِ
اب َ ِ ٌ ﴾ ِ ُ ٍء َ َ ْ ُ َ ُכ ْ َ َ ٌ
ِכ َو ْ ٌ َ ْ ُ َ כْ ُ ٍ
وب﴾ ُ َ َ َ ﴿-٦٥و َ א َ َ אلَ َ َ ُ ا ِ َد ِار ُכ ْ َ َ َ َأ ٍ
אم َذ َ
ْ َ ُ َ َ ْ َ ُ ا ِ ِد ِ
אر ِ ْ א ِ ِ َ ﴾ َ ﴿-٦٧و َأ َ َ ا ِ َ َ َ ُ ا ا ١٠
אر ا َ ْر ِ
ضآَ ُ َو َ َ כُ ُن َ ُ َ ْ َ َ ُאء ِ ِ َ َْ َ ا َ َ
[705] ً َ آkelimesi, hal olmak üzere mansūb olup kendisinde, ism-i işa-
retin delâlet ettiği fiil mânası amel etmiştir. “Peki, כ
ُْ َ
neye taalluk ediyor?”
dersen şöyle derim: -Kendisinden önce gelmiş- hali olan ً َ ’آe taalluk edi-
yor. ً َ آkelimesi כ ’den sonra zikredilseydi (“size ait bir kanıt” şeklinde)
ُْ َ
5 onun sıfatı olacaktı; ondan önce zikredilince (“size kanıt olarak” şeklinde)
hal olmak üzere mansūb oldu.
[706] “Pek yakın bir azap” yani alelacele. Siz ona zarar verdikten sonra
ancak pek az bir gecikmeyle gelir ki, o süre de üç gündür. Sonra azaba duçar
olursunuz.
10 [707] “Yurdunuzda” yani ülkenizde “yaşayın” yaşama nimetini tadın.
Bazen, ülkeye yurt (dâr - diyâr) denir, çünkü orada dolaşılmakta (yudâ-
ru), yani işler çekip çevrilmektedir. Ülkelerine diyâru bekr denir. Mekke
civarındaki Araplar da “Bu memleketin Araplarındanız.” anlamında nahnu
min ‘arabi’d-dâr derler. ( ِ ِد َאرِ ُכifadesinin) “dünya yurdunda” anlamında
ْ
15 olduğu da söylenmiştir. Deveyi Çarşamba günü kestikleri, cumartesi günü
de helâk oldukları söylenmektedir.
[708] وبٍ َכ ifadesi kendisinde yalan bulunmaksızın, demektir.
Zarf ( ) hazfedilip, mef‘ûlün bih haline getirilmek suretiyle zarfta geniş-
letmeye gidilmiştir.
20 Öyle bir gün ki [Süleym’i de] gördük [Âmir’i de…]
beytindeki kullanımdan gelen yevmun meşhûdun (kendisi görülen değil de,
‘kendisinde görülen gün’) tabiri gibi. Veya burada mecaz vardır. Sanki vaade;
“Seni yerine getireceğiz.” denilmiş; yerine getirince de, ona doğru söylemiş,
yalan söylememiş olmaktadır (“Kendisine yalan söylenmeyen vaat” anla-
25 mında). Ya da va‘dun gayru kezibin (yalan olmayan bir vaat) takdirindedir,
yani mekzûb kelimesi masdardır. Tıpkı meclûd ve ma‘kūl kelimeleri ile sıdk
mânasına gelen masdûka kelimesi gibi.
1 Yani ﺣﲔkelimesi ‘alâdan dolayı hîni olması gerekirken, hîne olduğu gibi. / ed.
ا כ אف 439
ا ،وذ כ
ً
ءإ א כ ]ٌ َ َ } [٧٠٦
اب َ ِ ٌ { א
כ . أ אم، ٥
وازع[
ُ أ א َ ْ ُ وا ِّ ُ ] ا ِّ א َ ِ َ א ُ ا َ
440 HÛD SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
א هو א}ّ ،ن { : ؟ م : ] [٧١٠ن
ا :وכא اب َ ِ ٍ {
ْ َ َ ٍ ،כ א אل }و א ي
ََ َْ ُْ
] د[٥٨ :
َ َ ْ ِإ א ُأ ْر ِ ْ َא ِإ َ َ ْ ِم ُ ٍط﴾
َ ﴿-٧٣א ُ ا َأ َ ْ َ ِ َ ِ ْ َأ ْ ِ ا ِ َر ْ َ ُ ا ِ َو َ َ כَ א ُ ُ َ َ ْ כُ ْ َأ ْ َ ا ْ َ ْ ِ ِإ ُ
َ ِ ٌ َ ِ ٌ﴾ ١٥
. ا م ط ،وا א ك : ،و אرة א ا ى{ ] } [٧١٣א
م .و ئ » א ا ِ ْ ً א אل ِ ْ «، ً אٌ } .م{ ،أ כ א כ ً א{ }
ا م .و :سِ ْ و م ،כ ِ م و ام ،وأ : ٢٠
ْ
442 HÛD SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
אم ا َ ا ِ ُ
ِא َ ْ ِق ا ْ َ َ ُ َכ َ א ْاכ َ َ َ ْر َא َ ُ ْ َא إ ِ ِ ِ ْ ٌ َ َ َ
اة ،وכאن ا أ وا ا ة ،و ا :و ] [٧١٥وا
: ود .و أ ّي א {ٍ ِ َ } . ما ة وا ا אل إ ا
ً א، אا ت ا س ،إذا أ ، د {ٍ ِ َ } ٥
ار אت.[٢٦ : ]ا }ِ ِ ْ ٍ َ ِ ٍ{ و ل
َ َא ِ َ ا ْ َ َ اد ِ
ِث إ ّ ا ْ َ وا אن ا ِ ي َכِ َ ت
َو َ א َכ َ َو َأ ْ כَ َ ْ
: כ و ً א .و وا אف أن ا رض ف ل :כאن ][٧١٧ ١٠
1 Ya’kūbu kelimesi Âsım’ın Hafs rivayetinde َو َ َאfiilinin mef‘ûlü olarak mansūbdur. / ed.
ْ
2 İfade aslında leysû bi-muslihîne şeklinde olup, nâ‘ibin buna göre mecrur kılınmıştır. Şiirde, ‘olmayan’
bir harf esas alınarak ona atfedilen kelime mecrur yapıldığı gibi, ayette de -tersine- Yakup ortada ol-
madığı halde, İbrâhim’e hibe edilmiş bulunan İshak’a atfedilmiş; onun da İbrâhim’e -sanki aynı anda-
verilmiş olduğu söylenmiştir. (Tıybî’den) / ed.
ا כ אف 445
: ا ل :כא اب .و ا أ و כ إ כאر כא
ورا
ً כ اب، ءا م ل أ أ ًא ا أ כ إ כ ا
د أو ُب אق وراء إ :و اء ،כ א ] ُ ْ َ } [٧٢١ب{ ر
:أ ا ا כ؟ أ ا .و ا راء :و ا ه .و د ،أي
دل
א ّ .و} َ ً א{ ا « ،א אء »:אو א« .و أ ا »א
ْ ً
.أو ا وف ،أي أ أ «، אرة .و ئ » ا ا
ن אا :أ ِכ أ א .وا ا ]} [٧٢٦ا وع{ א أو ١٥
إ إن ا א
،כ א د ْ ا א אرع إ :إن َ א ،د ا و
א .و אد אدل ر : אد ُ א .وا אد ُ א ،وأ אه أ : אل .و ا
א כאن אل :أرأ ]ا כ ت[٣١ : ِ{ ها א اِ } :إ א ُ ْ ِ ُכ ا أَ ْ ِ أ إא
ن؟ א ا ، :אل: א؟ א ا ، :אل :ر أ כ ا نر ً
وا אر إن כאن ة .א ا . :אل :أرأ ا ن؟ א ا، : ٥
ض َ ْ َ َ ا ِإ ُ َ ْ َ َאء َأ ْ ُ َر ِّ َכ َو ِإ ُ ْ آ ِ ِ ْ َ َ ٌ
اب َ ﴿-٧٦א ِإ ْ َ ا ِ ُ َأ ْ ِ ْ
َ ْ ُ َ ْ ُدودٍ﴾
77. Elçilerimiz Lût’a gelince, onlardan yana endişeye düştü, içi da-
raldı ve “Çok çetin bir gün!” dedi.
[731] Hazret-i Lût’un endişelenmesi ve içinin daralması gelenleri insan
sandığı içindi. Kavminin onlara kötülük etmek istemelerinden ve kendisinin
5 de onlara karşı koyup misafirlerini koruyamayacak olmaktan endişe etmişti.
Rivayete göre Allah Teâlâ meleklere “Lût onlar hakkında dört şahitlikte bu-
lunmadan onları helâk etmeyin.” demişti. Hazret-i Lût meleklerle beraber
evine doğru giderken onlara “Siz bu şehir halkının durumunu biliyor mu-
sunuz?” diye sordu. Melekler “Onların durumu da neymiş?” diye karşılık
10 verince, dört defa “Allah şahittir ki, o dünyada bir şehir halkında olabilecek
en kötü şey!” dedi. Bunun üzerine evine girdiler. Kimse onların oraya girdik-
lerini bilmiyordu. Hanımı dışarı çıkarak onları halka haber verdi.
[732] Bir kimse diğerini çektiği zaman ‘asabehû denilmesinden hareket-
le, bir gün çetin şeyler yaşandığında yevmun ‘asīb ve ‘asavsab denir.
15 78. Kavmi koşa koşa ona geldi... -Daha önce iğrenç şeyler yapıyor
(erkeklerle eşcinsel ilişkiye giriyor)lardı.- “Ey kavmim! İşte kızlarım...
Sizin için onlar daha nezih. Allah’tan sakının, misafirlerimin önünde
beni rezil etmeyin. İçinizde aklı başında bir adam yok mu sizin?!” dedi.
79. Dediler ki: “Senin kızlarında bir hakkımızın olmadığını (yani,
20 kadınlara karşı pek cinsel meylimizin olmadığını) pekâlâ biliyorsun.
Sen bizim ne istediğimizi iyi bilirsin!”
[733] “Koşa koşa” yani bir yerden itiliyormuşçasına hızla. “Daha önce
iğrenç işler yapıyorlardı.” Yani o vakitten evvel sürekli o yüz kızartıcı iğrenç
işleri yapıyorlardı; buna iyice alışmışlardı; bunu çirkin bir iş olarak görenler
25 azınlıktaydı. Bu sebeple, niyetlerini belli ederek, hiç utanmadan koşa koşa
geldiler. Mânanın “Hazret-i Lût, bunların çirkin şeyler yapma alışkanlıkla-
rını daha önce bildiği” şeklinde olduğu da söylenmiştir.-
[734] “İşte kızlarım!” Hazret-i Lût misafirlerini kızlarıyla korumak isti-
yordu ki bu, son derece alicenap bir davranıştı. “İşte kızlarım! Onlarla ev-
30 lenin…” demek istiyordu. O zaman Müslüman hanımların kâfir erkeklerle
evlenmeleri caizdi. Nitekim Hazret-i Peygamber, bi‘setten önce, iki kızını
‘Utbe b. Ebû Leheb ve Ebü’l-Âs b. Vâil1 ile evlendirmişti ki ikisi de kâfirdi.
“Şehirde, sözü dinlenen iki önder şahsiyet bulunduğu; Hazret-i Lût’un da
iki kızını bunlarla evlendirmek istediği” de söylenmiştir.
1 Doğrusu: Sonradan Müslüman olup, Medine’ye hicret eden Ebu’l-’Âs b. er-Rebî‘ [v. 12/634]. / ed.
ا כ אف 451
﴿-٧٧و َ א َ َאء ْت ُر ُ ُ َא ُ ً א ِ َء ِ ِ ْ َو َ َ
אق ِ ِ ْ ذ َْر ً א َو َ אلَ َ َ ا َ ْ ٌم َ
َ ِ ٌ﴾
ّ ه. ،إذا כ: ً ا؛ ،إذا כאن ،و ] [٧٣٢אل :م
َ ُ ِء َ َא ِ ُ َأ ْ َ ُ َכُ ْ َ א ُ ا ا َ َو ُ ْ ُ ونِ ِ َ ْ ِ َأ َ ْ َ ِ ْ כُ ْ َر ُ ٌ
َر ِ ٌ ﴾
ِכ ِ ْ َ ٍّ َو ِإ َכ َ َ ْ َ ُ َ א ُ ِ ُ ﴾
َ َא َ َ ﴿-٧٩א ُ ا َ َ ْ َ ِ ْ َ َ א َ َא ِ
ِ
אت{ }و ِ َ ُ َכא ُ ا َ ْ َ ُ َن ا
ن د ًא َ نכ א ]َ ُ ْ ُ } [٧٣٣ن{
ْ َ
א ْوا א و ُ ا و כ و א، نا ا כא ا ذכ ا ١٥و
َ َ
אه: אء .و כ ن א ا א א ،כ אؤا و
ذ כ. ا ا ف ط אد و
ّة אرا
وإ ً ا א ض ا אت ز أن כ ن ] [٧٣٧و
כ ا ا ذ כ، و ّ ا إذا ا أن ًא ، א أوردوا ١٥ا א
. و אכ أن هو ار ا وا را
כ َ َא ِ َכ ِ ْ َ ٍّ {،
} א َ َא ِ
َ } َא ُ ا َ َ ْ َ ِ ْ َ { و
ّ
א ود ًא وا إ אن ا כ ان :א ض א ي .و ى אכ א ،و א إ
ً
כ א ا: ، ا א ،وأ ّن כאح ا אث ا أ ،כאن ا
. אا ي אرج ؛ ّن כאح ا אث أ אכ א א ٢٠
ّ ة أو כ أن : אر »أن« ،כ ] [٧٤٠و ئ »أو َ
آوى« ،א ١٠
َ ِْ َ ْ ُ َ َ َאء ٍة َو َ َ
81. “Ey Lût!” dediler, “Biz senin Rabbinin elçileriyiz. Onlar asla
sana ilişemezler. Gecenin bir diliminde, aileni yola çıkar ve hiçbiriniz
geri bakmasın. Karın hariç..; çünkü onların başına gelecek olan, mut-
laka onun başına da gelecek. Helâkleri için sabaha randevu verilmiştir.
5 Sabah da yakın, değil mi?”
[743] Melekler Hazret-i Lût’un yaşadığı sıkıntıyı görünce, ‘Ey Lût! Se-
nin dayanacağın güç büyüktür.’ “Biz senin Rabbinin elçileriyiz. Onlar asla
sana ilişemezler.” ‘Sen kapıyı aç ve bizi onlarla baş başa bırak.’ dediler. Bu-
nun üzerine Hazret-i Lût kapıyı açtı ve halk içeri girdi. Cebrail Rabbinden
10 onları cezalandırmak için izin istedi ve Allah Teâlâ da ona izin verdi. Bunun
üzerine Cebrail asıl suretinde göründü ve kanadını açtı. Cebrail’in iki kana-
dı, dizilmiş incilerden oluşan bir kemeri vardı, dişleri parlıyordu. Kanadıyla
oradakilerin yüzlerine çarparak, “Biz de kör ettik gözlerini!” [Kamer 54/37]
âyetinde belirtildiği gibi gözlerinin ışığını aldı ve onları kör etti. Artık gide-
15 cekleri yolu göremiyorlardı. “Kaçın, kaçın! Lût’un evinde sihirbazlar var!”
diyerek dışarı çıktılar.
[744] “Onlar sana asla ilişemezler.” cümlesi bir önceki cümleyi izah et-
mektedir; çünkü melekler Allah’ın elçileri olduklarına göre halk asla Haz-
ret-i Lût’a ilişemeyecek ve ona bir zarar veremeyecekti.
[745] ِ َ kelimesi Hemze’si hem katı’ hem de vasıl olarak, ِإ ا ْ أَ َכise
َ
20
َ ﴿-٨١א ُ ا َא ُ ُط ِإ א ُر ُ ُ َر ِّ َכ َ ْ َ ِ ُ ا ِإ َ ْ َכ َ َ ْ ِ ِ َ ْ َ
ِכ ِ ِ ْ ٍ ِ َ
ا ْ ِ َو َ ْ َ ِ ْ ِ ْ כُ ْ َأ َ ٌ ِإ ا ْ َ َأ َ َכ ِإ ُ ُ ِ ُ َ א َ א َأ َ א َ ُ ْ ِإن َ ْ ِ َ ُ ُ
ا ْ ُ َأ َ ْ َ ا ْ ُ ِ َ ِ ٍ ﴾
אء! َאء ا ن» :ا او ، نا אروا ،[٣٧ : { ]ا أَ
ْ َُ ُ ْ
ة!« ًא ط ن ١٠
אء وإن כאن ا ا أ {، } ز أن ا أ כ« .و
Bir rivayete göre Hazret-i Lût onu kendisine iman edenlerle beraber şeh-
rin dışına çıkarmış ve -karısı dışında- herkese geriye dönüp bakmamaları-
nı emretmiş. Daha sonra karısı azabın gürültüsünü duyunca geriye dönüp
bakmış ve “Vah kavmîm!” diye feryat etmeye başlamış. O anda bir taş da
5 ona isabet ederek onu öldürmüş. Bir başka rivayete göre ise Hazret-i Lût’a
karısını kavminin yanında şehirde bırakması emredilmiş. Kadının gönlü
onlarla beraber olduğu için, Hazret-i Lût onu beraberinde götürmemiş. İşte
buradaki kıraat farkı bu rivayet farkından kaynaklanmaktadır.
82. Vaktâki (azap) emrimiz geldi, oranın altını üstüne getirdik ve
10 üzerine yığın yığın topraksı taşlar yağdırdık.
83. Rabbinin katında teker teker işaretlenmiş olarak... Burası (Mek-
keli müşrik) zalimlerden de uzakta değildir.
[748] “Oranın altını üstüne getirdik.” Cebrail kanadını oranın altına
koydu ve sonra onu göğe kaldırdı. Öyle ki, gök halkı köpeklerin havlaması-
15 nı ve horozların ötmesini duyuyorlardı. Cebrail daha sonra onu insanların
üzerine ters çevirdi. Ve akabinde üzerlerine gökten taş yağdırıldı.
[749] ٍ ّ ِ ِ ’in (Farsça) senk-i kil (taşlaşmış çamur) kelimesinden mu‘ar-
reb olduğu, “çamurdan bir taş…” [Zâriyât 51/33] ifadesinin de buna delâ-
let ettiği söylenmiştir. Kelimenin, ‘gönderdi’ anlamındaki esceleden geldiği
20 de söylenmektedir; zira bunlar zalimlere gönderilmektedir. Nitekim “onla-
rın üzerine bir taş göndermek için” [Zâriyât 51/33] âyeti buna delâlet eder.
ٍ ّ ِ ِ ’in sicillun ve seccele li-fulânin (Falan için kaydetti.) kullanımından gel-
diği, ifadenin de “Allah’ın, azap edileceğini yazdığı şeyden” anlamında oldu-
ğu da söylenmiştir.
25 [750] “Yığın yığın” yani gökte azap için yığılıp hazırlanmış. “Birbiri ar-
dından, peş peşe gönderilen” anlamında olduğu da söylenmiştir. “İşaretlen-
miş olarak” yani azap için işaretlenmiş olarak. Hasan-ı Basrî’ye [v. 110/728]
göre taşlar beyaz ve kırmızı olarak işaretlenmiş idi. Söylendiğine göre bu taş-
ların üzerinde, onların dünya taşı olmadıklarının anlaşıldığı bir yüz varmış.
30 Yine, her taşın üzerine onun kime atılacağı yazılı olduğu da söylenmiştir.
[751] و אyani bu taşlar hiçbir zalimden “uzak değildir.” Bu ifadede
Mekkelilere bir tehdit söz konusudur. Rivayete göre Hazret-i Peygamber
Cebrail’e bunun mânasını sormuş. O da “Senin ümmetinin zalimleridir.
Onlardan her zalim bir zaman gelir, üzerine mutlaka bir taş düşmesine
35 mâruz kalır.” demiş. Zamirin (o luti) şehirlere râci olduğu da söylenmiştir;
ا כ אف 459
َ َ ﴿-٨٢א َ َאء َأ ْ ُ َא َ َ ْ َא َ א ِ َ َ א َ א ِ َ َ א َو َأ ْ َ ْ َא َ َ ْ َ א ِ َ َ
אر ًة ِ ْ ِ ِّ ٍ
َ ْ ُ دٍ﴾ ٥
َ َ ْ ِ ً َ َ ُ ﴿-٨٣ر ِّ َכ َو َ א ِ َ ِ َ ا א ِ ِ َ ِ َ ِ ٍ ﴾
ا א . א ،إذا أر ، أ : ار אت .[٣٣ :و ]ا ِ ٍ{
ب ا أن אכ : ار אت .[٣٣ :و אر ًة{ ِ ِ }ِ ِ و ل
ُْ َ َ َْ ْ
]ا
َ َ
ن. ،و ا
أ : اب .و ا ًا אء ا ]ٍ ُ ْ َ } [٧٥٠د{
ة. אض و כא ا اب .و א ً א{ ً َ َ ُ } . ١٥
ز .و ء {ٍ ِ ِ} . א ون א כ א أي
َ
،إ أ א إذا כאن אء و ا א وإن כא ؛ כאن أن اد :و א
אس َأ ْ َ َאء ُ ْ
َْ َ ُ ا ا َ ﴿-٨٥و َא َ ْ ِم َأ ْو ُ ا ا ْ ِ כْ َאلَ َوا ْ ِ َ َ
ان ِא ْ ِ ْ ِ َو َ
َ ْ َ ْ ا ِ ا َ ْر ِ
ض ُ ْ ِ ِ َ﴾ َو
ُ ِ َ ﴿-٨٦ا ِ َ ْ ٌ َכُ ْ ِإ ْن ُכ ْ ُ ْ ُ ْ ِ ِ َ َو َ א َأ َא َ َ ْ כُ ْ ِ َ ِ ٍ ﴾
؛ أو أراכ ا כ وة وا : اכ ِ َ ٍ { ]ِ } [٧٥٢إ أَر
ّ َ ُْ ْ
، אأ ه כ ن؛ أو أراכ א א أن א ا ١٠
َ ُ َא ا رض َ َ
ِ نَ } :א ِم َ ُכ ا ُ ْ ُכ ا َم א آل כ ل
ُ ُ
.[٢٩ : ] א َ ْ ِس ا ِ إِن َ َאء َא{ ِ
: ا م א؟ أ ،أم و א اب א ا :و ّو .ن ا إ א
çünkü çirkin bir şeyi açıkça zikretmek, yasaklanan şeyi kötülemeyi ve on-
dan dolayı ayıplamayı ifade eder. Âyette sonra, daha ziyade bir teşvik ve
yönlendirme için, aklen güzel olan tam yapma emri açık bir lafızla zikredil-
miştir. (ii) Ve gereken neyse onu emretmek üzere ِ ْ ِ ْ ( ِאherkese eşit olarak)
5 diye kayıtlanmıştır, yani bu tam yapış da, fazlalık ve eksiklik olmaksızın,
adalet ve eşitlik üzere olsun; çünkü adaletin üstü lütuf olup, güzel görülen
bir şeydir. (iii) Bu ifade, bir hakkı verme durumunda olan kişinin verirken
eşitliği tam olarak sağlamak düşüncesi ile hareket etmesi gerektiğini gös-
terir; çünkü tam ödeme (îfâ) öyle bir yüzdür ki güzelliği, adalet ve eşitlik
10 sayesindedir. Bunlar, âyetteki üç nüktedir.
[755] ( َو َ َ َ ُ اifadesindeki) bahs, eritmek ve eksiltmek demektir; ti-
ْ
carî sahtekârlık ( ) َ ْכiçin kullanılır. Nitekim Züheyr bir beytinde;
[Irak’ın bütün pazarlarında bir haraç mı var]
Ki sattıkları her şeyde, bir dirhem aşırıyorlar!?
15 demiştir. -Bu beyit bir rivayette meks yerine bahs kelimesi iledir.-
Medyen halkı simsarların yaptığı gibi, satılan her şeyden bir miktar ko-
misyon alırlardı. Veya insanları haraca bağlamışlardı. Ya da satın aldıkları
malın parasını bir miktar keserek verirlerdi. İşte bu kendilerine yasaklandı.
[756] el-‘Usiyyü fi’l-ardı tabiri, çalma, yağmalama ve yol kesme gibi mâ-
20 nalara gelir. Alışverişte hile yapma ve eksik verme de onların yeryüzünde
bozuculuk yapmaları olarak kabul edilebilir.
[757] “Allah’ın bıraktığı (kâr)” yani size haram olanlardan temiz-
lendikten sonra, sizin için geriye kalan helal kısım “sizin için daha ha-
yırlıdır. Tabiî, iman etmişseniz…” Yani iman etmek şartıyla… Tica-
25 ri sahtekârlığı, para kesmeyi ve bozuculuğu bırakma emri onlar kâfir
olmalarına rağmen iman şartına bağlanmıştır.1 Şayet “Allah’ın bırak-
tığı kâr kâfirler için de hayırlıdır; çünkü bunları yaptıklarında para kes-
me ve ölçüde hile yapma alışkanlığından onlar da kurtulur. Hal böyle
iken, neden iman etmiş olma şartı koşulmuştur?” dersen şöyle derim:
30 Bakıyyenin ‘azaptan kurtularak sevap kazanma’ şeklindeki faydası iman-
la birlikte söz konusu olduğu, iman olmadığında ise bakıyye sahibi
inkâr bataklığına batacağı için bakıyyenin faydası ortadan kalkacağı için.
1 Muhtemelen, “İmanları olmasaydı söz konusu mükellefiyetlerle yükümlü kılınmazlardı, çünkü kâfire
herhangi bir emir - yasak yüklenmez.” demek istiyor. / ed.
ا כ אف 463
אء ا ي א ورد ا ا ، و ا א א ا ّن
ً ً
ًا ء ،و و אدة ، ًא ل ا
אن ،أ ا ز אدة و ، ل وا ا و אء ،أي כ ا א
ً
أ ّن وب إ .و وأ ل ،ن א אوز ا ا ا א
ث ا .
و ِ כ ِّ א َ
אع ا ْ ُ ٌؤ َ ْ ُ د ِْر َ ٍ אو ٌة[
כ أ اق ا اق إ َ ]أ
כ أ א כ وأ אز כ }و َ א أَ َא َ َ ُכ ِ َ ِ ٍ { و א
]َ [٧٥٩
ْ ْ
أ رت. ً א ،و أ رت وא ا ًא و ً א א ،وإ א
﴿-٨٧א ُ ا א ُ َ ْ ُ َأ َ ُ َכ َ ْ ُ ُ َك َأ ْن َ ْ ُ َك א َ ْ ُ ُ آ ُ
אؤ א َأ ْو َأ ْن َ ْ َ َ ِ ١٠
אؤا ِإ َכ َ َ ْ َ ا ْ َ ِ ُ ا ِ ُ ﴾ َأ ْ ا ِ א א َ َ ُ
א وا إذا رأوه ات ،وכאن ا مכ ا ] [٧٦٠כאن
ة وإن אز وا ء -وا » :أ َ َ َ ا ُכ َ ْ ُ َك« ا وا و א כ ا،
ُ
אء ا }إن ا َ َ َة َ ْ َ ا אز ،כ א כא א أن כ ن آ ة
وا وف ،כ א אل: א ة ت [٤٥ :وأن אل :إ ّن ا { ]ا כ ١٥وا ُ َכ
ةآ ة اا و אق ا א ااכ م -إ أ إ و
، و ك אدة ا و אن א اا ي ،وأرادوا أ ّن ا כ
ك آ إ أن ، ك آ ،و ك إ دا وأ ّن
כ و אرك ،و א اوم اכا אن ،و אن وو
אل. ال وا ا ن وا א ا نو א אب ا ٢٠أ א
466 HÛD SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
א כאن א ،و אب אء« ،אء ا أ ا א א »أو أن أ و أا
، وا א ا إ ُ{ ا ِ } :إ َכ لَأَ َ ا ] [٧٦١وأرادوا
ّ ُ
ك أ אل : ه، ّ ا ي כ א כ ا ،כ א כ ا
ن أ ّن כ، وا א ا אه إ כ َ : כ .و א
אכ ْ َ ْ ُ ِإ ْن ُأ ِر ُ ِإ ا ِ ْ َح َ א ا ْ َ َ ْ ُ َو َ א َو َ א ُأ ِر ُ َأ ْن ُأ َ א ِ َ כُ ْ ِإ َ َ א َأ ْ َ ُ
َ ْ ِ ِ ِإ ِא ِ َ َ ْ ِ َ َ כ ْ ُ َو ِإ َ ْ ِ ُأ ِ ُ ﴾
ح כ אأ اب }أَ َرء ْ ُ { ،و א :أ ] [٧٦٣ن ١٥
ْ
כא ، دل
ّ ا ّن إ א وف ،وإ א ا : و ط؟
[764] Bir kişi, senin döndüğün (yani vazgeçtiğin) bir şeye yöneldiğinde,
hālefeni fulânun ilâ kezâ denir. Aksine, eğer o oradan dönüyor ve siz de oraya
gidiyorsanız, hālefeni anhu denir. Biri sudan gelirken sana rastlasa ve ona
arkadaşını sorsan hālefenî ile’l-mâ’i der ki anlamı “Ben gelirken, suya doğru
gidiyordu.” şeklindedir. İşte, ُ ْ َ אכ َ و א أُرِ ُ أَ ْن أُ א ِ َ ُכ ِإ א أifadesi de bu
ُْ ْ ْ َ
5
אء إ ر :أ ا ه .وا و אا إ ا ًא وو
אب َ ْ َم ُ ٍح َأ ْو
َ ْ ِ َ כُ ْ ِ َ א ِ َأ ْن ُ ِ َכُ ْ ِ ْ ُ َ א َأ َ َ َ ْ ِم ﴿-٨٩و َא
َ
َ א ِ ٍ َو َ א َ ْ ُم ُ ٍط ِ ْ כُ ْ ِ َ ِ ٍ ﴾ ْ َم َ ْ َم ُ ٍد َأ ْو َ
[767] Cerame fiili, bir ve iki mef‘ûle müteaddi olmak bakımından kese-
beye benzer. Cerame zenben (günah işledi) ve kesebehû (onu işledi) denildiği
gibi, cerramtuhû zenben (ona günah işlettim) ve kessebtühû iyyâhu (ona onu
işlettim) denir. Şair şöyle demiştir:
5 [Ebû Uyeyne’ye öyle bir darbe indirdim ki]
öfkeden küplere bindirdi Fezâre’lileri
[769] “Lût’un kavmi de sizden çok uzak değil.” Yani onlar si-
zin zamanınıza yakın bir zamanda helâk edildiler. Onlar helâk edi-
lenlerin size en yakın olanlarıdır. Veya onlar küfür, günah ve helâk ol-
30 mayı hak ettiren kötülüklerde sizden daha ileri değiller. Şayet “(َو א
ٍ ِ ِ َ م ُ ٍط ِ ُכifadesinde) Neden ِ kelimesi, kavmin lafız veya
َ ْ ْ ُ ْ َ
mâna bakımından gerektirdiği şekilde gelmedi?2” dersen şöyle derim:
1 Misl ve ğayr kelimeleri mâ ve en / enne kelimelerine izafe edildiklerinde i‘râba göre hareke alabildikleri
gibi, fetha üzere mebni de olabilirler. (Tıybî’den) / ed.
2 Yani neden lâfız esas alınarak ba‘îdetin veya mâna bakımından ba‘îdîne şeklinde değil de müfred - mü-
zekker olarak ba‘îdin geldi? / ed.
ا כ אف 471
مذ א
ً
ل: ،وإ ل وا إ כ م ][٧٦٧
أدور ،و ق با ا אء ا أ أ א ١٠א
: כ ،כ
َق ُ ُ نٍ ِ
ذات ْأو אلِ [ א ٌ ] أن َ ْ
ُ ْ א ْ َب ِ ا
: אه؟ أو } ُم{ א د { :א ـ} ن
472 HÛD SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
Burada birkaç ihtimal söz konusudur. Ya “onların helâk edilmeleri uzak de-
ğildir.” veya “onlar size uzak bir şey ya da zamanda ya da mekânda değiller.”
denilmek istenmiştir. Ayrıca karîb, ba‘îd, kalîl ve kesîr kelimeleri, -, َ
ِ َ vb. kelimeler gibi- masdar vezninde varit oldukları için müzekkerlik -
5 müenneslik bakımından aynı tutulmuş da olabilirler.
[770] “Merhametlidir, sevgi doludur,” yani tevbe edenler için rahmeti
büyüktür; onlara, çok seven birinin sevdiği kişiye yaptığı gibi güzel mua-
mele eder, lütufkâr olur.
91. Dediler ki: “Ey Şu‘ayb! Söylediklerinin çoğunu anlamıyoruz. Ve
10 seni aramızda gerçekten güçsüz görüyoruz. Sülalenden şu üç beş kişi de
olmasa, seni taşlardık. Bizim gözümüzde hiç de ‘şan-şeref ve güç sahibi
biri’ değilsin yani!”
92. Dedi ki: “Ey kavmim! Benim sülalemden o 3-5 kişi size göre Al-
lah’tan daha mı üstün ki O’na sırt çevirdiniz?! Doğrusu, Rabbim sizin
15 yaptıklarınızı tüm yönleriyle ihata etmektedir!”
93. “Ey kavmim! Siz elinizden geleni yapın, şüphesiz ben de yapmak-
tayım... Rüsva edici azabın kime geleceğini ve kimin yalancı olduğunu
yakında öğreneceksiniz! Siz (benim sonumu) gözetleyin bakalım; sizinle
beraber ben de gözetlemekteyim elbette (sizin başınıza gelecekleri)!”
20 94. Vaktâki (azap) emrimiz geldi, Şu‘ayb’ı ve beraberindeki imanlı-
ları katımızdan bir rahmetle kurtardık; zulmedenleri ise korkunç bir
sarsıntı yakaladı ve oldukları yerde diz üstü çökekaldılar.
95. Sanki orada hiç yaşamamışlardı... Bakınız, Semud defolup gitti-
ği gibi, Medyen de defolup gitti!
25 [771] -Fıkh, fehmetme anlamındadır.- “Söylediklerinin çoğunu anlamı-
yoruz.” (Anlamıyorlardı) çünkü “Fakat onu anlarlar diye kalplerinin üstüne
perdeler koyduk.” [En‘âm 6/25] âyetinde ifade edildiği gibi ondan hoşlanma-
dıklarından, iğrendiklerinden, zihinlerini ona vermiyorlardı. Veya onu anlı-
yorlar, fakat kabul etmiyorlardı dolayısıyla ‘anlamamış’ oluyorlardı. Bu sözü
30 de onu küçümsemek amacıyla söylüyorlardı. Tıpkı bir kişinin, söylediği sözü
önemsemediği bir başkasına “Ne dediğini anlamıyorum.” demesi gibi. Ya da
onun sözlerine hezeyan ve sayıklama olarak bakıyor, çoğunun anlamsız sözler
olduğunu düşünüyorlardı. Onun sözü onlara nasıl bir fayda sağlamazdı ki,
oysa o, peygamberlerin hatibiydi… -Peltek olduğu da rivayet edilmiştir.-
ا כ אف 473
ز .و אن أو כאن ،أو ء ،أو א כ إ א أن اد :و א إ
ز رود א כ وا ا وכ ، ،و و ي أن
א. و وا ا אدر ا ا
ّد ِة ا ا א ،א א ا ود{ ]} [٧٧٠ر ِ
َو ُد ٌ ٌ َ
אل. אن وا ا ّده ٥
َ ﴿-٩١א ُ ا َא ُ َ ْ ُ َ א َ ْ َ ُ כَ ِ ً ا ِ א َ ُ لُ َو ِإ א َ َ َ َ
اك ِ َא َ ِ ًא َو َ ْ
אك َو َ א َأ ْ َ َ َ ْ َא ِ َ ِ ٍ ﴾
َر ْ ُ َכ َ َ َ ْ َ َ
َ א ِ ٌ َ ْ َف َ ْ َ ُ َن َ ْ َ ْ ِ ِ َ َ ٌ
اب ﴿-٩٣و َא َ ْ ِم ا ْ َ ُ ا َ َ َ َכא َ ِכُ ْ ِإ ِّ
َ ١٠
ِب َو ْار َ ِ ُ ا ِإ ِّ َ َ כُ ْ َر ِ ٌ ﴾
ُ ْ ِ ِ َو َ ْ ُ َ כَ אذ ٌ
zün fiil hakkında değil, fâ‘il hakkında olduğuna delâlet etmektedir. Adeta
“Bizim için değer taşımayan sadece sensin, yoksa senin sülalen değerlidir
bizim için.” demişlerdir. Hazret-i Şu‘ayb da onlara cevaben “Benim sü-
lalemden üç beş kişi size göre Allah’tan daha mı üstün?!” demiştir. Eğer
25 “Bizce değerli biri değilsin.” demiş olsalardı1, bu şekilde cevap vermesi
yanlış olurdu. Şayet “O halde söz, Medyenlilerin nazarında değerli olanın
Hazret-i Şu‘ayb değil, Hazret-i Şu‘ayb ve sülalesi olduğu hakkındadır. Bu
durumda Hazret-i Şu‘ayb, nasıl “Benim sülalemden üç beş kişi size göre
Allah’tan daha mı üstün!?” demiştir?” dersen şöyle derim: Medyenlilerin
30 Allah’ın elçisi olan Şu‘ayb’ı hakir görmeleri Allah’a karşı bir saygısızlıktır.
-Nitekim “Allah’ın resulüne itaat eden, Allah’a itaat etmiştir” [Nisâ 4/80]
buyurmaktadır.- Dolayısıyla, Medyenliler Hazret-i Şu‘ayb’ı değil, sülale-
sini değerli bulunca bu, onlar açısından sülalenin Allah’tan daha değerli
olduğu anlamına gelir.
1 Yani vurgu ente (sen) üzerinde değil de, ‘azîz (değerli) kelimesinde olsaydı. / ed.
ا כ אف 475
אع א إن ا ر א، א ة כو ]َ ِ } [٧٧٢א َ ِ ً א{
؛و ِ ً ِ َ } :א{ أ ًא .و } َ ِ ً א{ ا أرد א כ כ و ً א .و
َُ
אه .أ ؛ ّن } ِ َא{ ا ،و ً א ،כ א ا כ ف
ً
و أ כ כ ً א؛ ن ا ، אأ اك إא ىأ
}و َ א
َ . אك َ ْ َ َ } .אك{ و כ א ،
ّ َ
כ و ا כ כ כ م، א و ّ َ َ َא ِ َ ِ ٍ { أي
ْ أَ َ
אو אروك د א أ א ر כ، ّ .وإ א ا
ة ا وأ ر و :א כ م وا اب .ن اا
} أ َر ِ
-و :אو َ ا {؟ َ َ ُכ
ْ أَ َ َ ْ دو ،כ
ذכ أ כא ، و כא ذכ : ] [٧٧٨ن
. אכ א
ا }כ َن َ َ ْ َ ْ ا{ כ ن
ْ ً אَ . روح כ وا
ْ
و ا ك ،כא ا : دد .ا أ אء د אر
،א ا :و وا ا א ا وا ا אء כ א ه، كو ا
ا ر ًا אه : ت .و ا ، نو כ א אل :ذ
ِ َא ِ َא َو ُ ْ َ אنٍ ُ ِ ٍ ﴾ ﴿-٩٦و َ َ ْ َأ ْر َ ْ َא ُ َ
َ
ِ ْ َ ْ َن َو َ َ ِ ِ َ א َ ُ ا َأ ْ َ ِ ْ َ ْ َن َو َ א َأ ْ ُ ِ ْ َ ْ َن ِ َ ِ ٍ ﴾ ِ ﴿-٩٧إ َ
ُ ُ ْ َ ﴿-٩٨م َ ْ َ ُ َ ْ َم ا ْ ِ َא َ ِ َ َ ْو َر َد ُ ُ ا َ
אر َو ِ ْ َ ا ْ ِ ْر ُد ا ْ َ ْ ُرو ُد﴾
َ ِ ِه َ ْ َ ً َو َ ْ َم ا ْ ِ َא َ ِ ِ ْ َ ا ِّ ْ ُ ا ْ َ ْ ُ ُد﴾ ﴿-٩٩و ُأ ْ ِ ُ ا ِ
َ
אن א ه ا אت و אن؛ أن اد أ ّن ٍ
אن ُ ِ ٍ { ] } [٧٨١א א و ٥
: ؟ ا א ء رد ،و م : : ] [٧٨٣ن
ا אر رد : ع ،כ د أ ل نا א
ّم א אرط ا ي رود{ ا ي وردوه؛ رود ،و}ا א .و}ا رد{ ا
אر! ّن
ا رد ا ي دو ا ُ : א اردة، أ א ا אء ،و ا اردة إ
ا כ אد ،وا אر ّ ه. و ا כ ٥ا رد إ א اد
ُ َ َ ْ َכ ِ ْ َ א َא ِ ٌ َو َ ِ ٌ ﴾ ِכ ِ ْ َأ ْ َא ِء ا ْ ُ َ ى َ ُ
َ ﴿-١٠٠ذ َ ١٠
﴿-١٠١و َ א َ َ ْ َא ُ ْ َو َ כِ ْ َ َ ُ ا َأ ْ ُ َ ُ ْ َ َ א َأ ْ َ ْ َ ْ ُ ْ آ ِ َ ُ ُ ُ ا ِ
َ
َ ْ ُ َن ِ ْ ُدونِ ا ِ ِ ْ َ ْ ٍء َ א َ َאء َأ ْ ُ َر ِّ َכ َو َ א َزا ُدو ُ ْ َ ْ َ َ ْ ِ ٍ ﴾
102. İşte böyledir senin Rabbinin yakalayışı, halkı zalim iken şehir-
leri yakaladığında... O’nun yakalaması gerçekten can yakıcıdır, şiddet-
lidir!
[787] (’و َכ ِ َכ
َ deki) Kâf, mahallen merfû‘ olup ve mislu zâlike’l-ahzi ahzü
5 Rabbike (İşte böyledir senin Rabbinin yakalayışı) şeklinde takdir edilir. Ahz
kelimesinin fiil olarak (ehaze) okunduğu kıraate göre ise Kâf mansūbdur. İba-
re, iz ehaze’l-kurâ şeklinde de okunmuştur. ٌ َ ِ َو ِ אifadesi ’ا ْ ُ ىdan haldir.
َ
[788] “Can yakıcıdır, şiddetlidir.” Yakalanan için sancılı ve zordur. Bu ta-
bir, Mekke ve diğer şehirlerin kâfirlerinin, hatta bütün zalim toplumların, bir
10 başkasına -veya işlediği bir günahla kendisine- zulmeden herkesin zulmünün
vahim sonuna karşı dikkatli olmaya çağırmaktadır. Dolayısıyla, günah işleyen
herkes, Rabbinin o can yakıcı, şiddetli yakalayışından sakınıp, vakit kaybet-
meden tövbe etmeli ve kendisine verilen mühlete aldanmamalıdır.
103. Âhiret azabından korkanlar için elbette bunda bir âyet vardır.
15 Bu, bütün insanların toplanacağı bir gündür; şahitli bir gündür bu...
[789] “Bunda” ifadesi Allah’ın, günahları yüzünden helâk olan millet-
lere dair anlattığı kıssalara işarettir. “Korkanlar için elbette bir âyet,” yani
ibret “vardır.” Çünkü o, Allah’ın suçlulara dünyada yaptığı şeylere bakar. Bu
cezalar ise, onlara ahirette hazırladıklarının sadece bir numunesidir. Dün-
20 yadaki cezanın büyüklüğünü ve şiddetini görünce, ahirette verilecek azabın
büyüklüğünü idrak eder. Böylece, dünyevi azap onun için bir ibret, bir ders
ve Allah’tan korku ve haşyetinin artması için bir lütuf olur. “Elbette bunda
korkan kimseler için büyük bir ibret vardır.” [Nâzi‘ât 79/26] âyeti de aynı
mânayı ifade etmektedir.
25 [790] ( ذ ِ َכ َ ْ ٌمifadesindeki) “bu” kıyamet gününe işarettir; çünkü
“ahiret azabı” terkibi buna delâlet etmektedir. אس ُ اkelimesi َ ْ ُ ٌعkeli-u
mesinin (naib-i fâ‘ili olarak) merfû‘dur. Bu kelime, yucma‘u lehu’n-nâs
örneğinde olduğu gibi, ism-i mef‘ûl olduğunda da nâib-i fâ‘il alarak onu
ref ’etmiştir. “Peki neden bu kelimenin fiil sıygası yerine ism-i mef‘ûl sıy-
30 gası tercih edilmiştir?” dersen şöyle derim: Çünkü ism-i mef‘ûl burada
gün kelimesindeki toplama mânasının devamlılığına, onun mutlaka in-
sanların toplanacakları kesinleşmiş olan bir miat olduğuna ve günün bu
sıfatla ayrılmaz bir sıfat olarak mevsūf olduğuna delâlet eder. İsm-i mef‘ûl
sıygası, toplanmayı insanlara isnat etmek açısından da daha kesindir.
ا כ אف 485
ِכ َ ْ ٌم َ ْ ُ ٌع َ ُ אف َ َ َ
اب ا ِ َ ِة َذ َ ًَ َِ ْ َ َ َذ َ
ِכ ِ ﴿-١٠٣إن ِ
אس َو َذ َ
ِכ َ ْ ٌم َ ْ ُ ٌد﴾ ا ُ ١٠
tutsun. [Bakara 2/185]) âyetinde olduğu gibi, ‘günün kendisi’ne şahit olundu-
ğunu söylemedin?” dersen şöyle derim: Burada maksat, o günü dehşet ve
büyüklükle tavsif etmek ve onu diğer günlerden ayırmaktır. Şayet َ ْ ٌم َ ْ ُ ٌد
ifadesinin ‘kendisine tanık olunan gün’ anlamında olduğunu söylersek,
25 diğer bütün günler de öyledir. “Kendisinde şahit olunan gün” anlamında
kabul ettiğimizde ise Cuma günü, kendisinde şahit olunan haftanın diğer
günlerinden ayrıldığı gibi o gün de diğerlerinden ayrılmış olur. Cumanın
kendisinin görülmesi caiz olmaz, çünkü o da haftanın diğer günleri gibidir;
onlara şahit olan herkes ona da şahit olur. ُ ْ ُ ْ َ ْ כ ا ِ ِ
ُُ ْ َ َ ْ ََ
(İşte
َ َ
30 içinizden her kim bu aya tanık olursa, oruç tutsun. [Bakara 2/185]) âyeti de
böyledir. Burada ْ اmef‘ûlün bih olarak değil, zarf olarak mansūbdur.
َ
ُ ْ ُ َ ْ َ kelimesindeki zamir de böyledir: “Sizden kim ayda şahit olursa onda
oruç tutsun”, yani içinizden kim Ramazan ayında memleketinde mukim
olarak bulunursa, o ayda oruç tutsun. Şehri mef‘ûlün bih olarak nasbeder-
35 sen o takdirde, seyahatteki de mukim de aya şahit olmaktadır; mukim aya
şahit olup da seyahatteki şahit olmuyor değildir.
1 ﺷﻬﺪﻧﺎﻩifadesi ﺷﻬﺪﻧﺎ ﻓﻴﻪtakdirindedir. / ed.
ا כ אف 487
ل ، ىا ا ف ا ،א د ]ٌ ْ َ } [٧٩١م َ ْ ُ ٌد{ ٥
כ :
َو َ ْ م َ ِ ْ َ ُאه ُ َ ْ ً א َو א ِ ً ا
אس َ ْ ُ د ِ
ا ِ َ ْ َ ٍ ِ ْ َ َا ِ ١٠
104. Biz onu erteliyoruz, ama bu, sadece belli bir süreye (yani Kıya-
met saatine) kadardır.
[793] Ecel bütün bir erteleme süresi anlamında kullanıldığı gibi, o sü-
renin bitişi anlamında da kullanılır. Meselâ intehe’l-ecelü (Süre bitti.) ve be-
5 leğa’l-ecelü âhirahû (Süre sona erdi.) ve halle’l-ecelü (Zamanı geldi.) derler.
Nitekim “Onların eceli geldiğinde…” [A‘râf 7/34] buyrulmuştur ki maksat,
verilen sürenin sonudur. ‘Add (sayma) ise sürenin sonu ve nihai sınırı için
değil, yalnızca süre için kullanılmaktadır. Dolayısıyla, “Biz onu erteliyoruz,
ama bu, sadece belli bir süreye kadardır.” âyeti muzāfın hazfiyle, “sadece sa-
yılı bir sürenin bitimine kadar” anlamındadır. َو א ُ َ ِ ّ ُهifadesi ve mâ yu’ah-
ُ
10
ile (O’nun geleceği günü hatırla!) ya da “sadece belli bir süreye kadar” cüm-
lesinde mahzuf olan ‘sona erme’ fiiliyle mansūbdur. Yentehi’l-ecelü yevme
ye’ti (Bu süre, o gün geldiğinde sona erer.) anlamında. Şayet “Fâ‘ili yevme
râci zamir olarak kabul edersen o zaman ‘gün’ü günün geliş vakti yapmış ve
30 bir şeyi yine kendisiyle tarif etmiş olursun.” dersen şöyle derim: Burada o
günden murat, o günün zorluk ve sıkıntılarıdır.
[795] כ
ُ َ َ
aslında lâ tetekellemudur. Benzeri, “Rahman’ın izin ver-
diklerinden başkası konuşamaz” [Nebe’ 78/38] âyetidir. Şayet “Bu âyetle
‘Herkesin; kendisi için cedelleşeceği gün...’ [Nahl 16/111] ve ‘Bu gündür işte
35 dillerinin tutulacağı gün; kendilerine, bahane üretme izninin verilmeye-
ceği (gün)...’ [Murselât 77/35-36] âyetleri nasıl uzlaştırılabilir?” dersen şöyle
derim: O gün, birçok konum ve çeşitli durumları olan uzun bir gündür.
ا כ אف 489
. و أدر ،כאه ا : ه אء .و ] [٧٩٤ئ » م ت«،
א :א .ن א אכ ة כ اء ف ا אء وا و
ون إ ّ أَن َ ْ ِ ُ ا ُ{ ]ا ة} ،[٢١٠ :أَ ْو
} َْ َ ُُ َ و ،כ :ا ؟ ١٠
َ ُ
« ه اءة »و א }و َ אء َر َכ{ ]ا .[٢٢ :و ِْ
َ َ َر َכ{ ]ا אمَ ،[١٥٨ :
א }أو ْ ِ ا م ،כ } ِ ِ ْذ ِ ِ { .و ز أن כ ن ا א א אء ،و
َ َُُ
ـ} :إ ّ א أن ا ف؟ :אا .[١٠٧ :ن ا א ُ{ ]
ُ ٍ
ود{ َ َ ٍ }إ ّ وف אء ا אر اذכ ،وإ ّ א א כ { ،وإ א
ْ ُ
ا م، ا א :ذا .ن م ا ] ١٥د ،[١٠٤ :أي
اد إ אن :ا . ء אن ا م و ّ دت ا ا م و ًא
ا ه. و
ِ
} َ َ َ َכ ُ َن إ ّ َ ْ أَذ َن َ ُ כ .و ]َ َ َ } [٧٩٥כ {
ُ
א } م َِْ ا و :כ { ]ا .[٣٨ :ن ا
َْ َ
א } ا َ ْ ُم َ َ ِ ُ َن َو َ ُ ٢٠כ َ ْ ٍ ُ َ ِאد ُل َ ْ ِ َ א{ ]ا ،[١١١ :و
ا ُ و ا ُ، :ذכ م ت[٣٦ :؟ ون{ ]اُ ْ َذ ُن َ ُ ْ َ َ ْ َ ِ ُر َ
490 HÛD SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
[797] Şakî (mutsuz), dünyada yapmış olduğu kötü fiillerden dolayı ce-
10 hennemi hak eden; sa‘îd (mutlu) ise dünyada iken güzel iş yaptığı için cen-
neti hak etmiş olan kimsedir.
106. Mutsuzlar Cehennem’dedirler; burada öyle hırıltılı yüksek sesli
bir nefes alış-verişleri vardır ki (korkunçtur)!..
107. Rabbin dilerse başka, ama gökler ve yer durdukça orada kala-
15 caklardır. Senin Rabbin, murad ettiği şeyi mutlaka yapar!
[798] Genel olarak kurrânın َ ُ اşeklinde okuduğu kelimeyi Hasan-ı
Basrî [v. 110/728] diğer kelime ُ ِ ُ واokunduğu gibi, (meçhul sıyga ile) şukū
(mutsuz kılınanlar) şeklinde okumuştur. ِ َزnefes verme, ٌ ِ َ ise nefes
ٌ
alma anlamındadır. Nitekim Şemmâh da bir beytinde şöyle demiştir:
20 Uzun uzun anırır; çıkardığı ses baştan
bir hırlamadır; peşinden ise kükreme gelir
[799] “Gökler ve yer durdukça” ifadesinde iki ihtimal vardır. Birincisi;
‘gökler ve yer’ kelimeleriyle ahiretteki göklerin ve yerin murat edilmesidir
ki, onlar daimidirler ve ebedi olarak var olmak için yaratılmışlardır. Âhi-
25 rette göklerin ve yerin olacağına “Yerin başka bir yerle, göklerin de (başka
göklerle) değiştirileceği gün…” [İbrâhim 14/48] ve “Bizi dilediğimiz yerinde
oturacağımız bu ‘yer’e (cennet yurduna) vâris kılan…” [Zümer 39/74] âyetle-
ri delâlet etmektedir. Ayrıca, ahirette insanların su ihtiyacını sağlayacak ve
onları gölgelendirecek bir şeyin olması gerekir. Bu, ya Allah’ın yaratacağı bir
30 sema olacak veya Arş’ın altında gölgeleneceklerdir. Zira insana gölge yapan
her şey ‘gök’tür. İkincisi ise, bu ibarenin ebediyet ve kesintisizlik ifade etme-
sidir. Nitekim Araplar mâ dâme Ti‘âru (Ti‘âr dağı orada durduğu sürece), mâ
ekāme Sebîru (Sebir dağı orada olduğu sürece) ve mâ lâha kevkebun (bir yıldız
parladığı sürece) vb. kelimeleri ebediyeti ifade etmek için kullanırlar.
ا כ אف 491
َ َ ﴿-١٠٦א ا ِ َ َ ُ ا َ ِ ا ِ
אر َ ُ ْ ِ َ א َز ِ ٌ َو َ ِ ٌ ﴾
ات
َ َ ُ ا ْ َ ِ َ א ِ ِ َ ِ َ א َ א َدا َ ِ ا ﴿و َأ א ا ِ َ ُ ِ ُ وا َ ِ
َ -١٠٨
َ א َ َאء َر َכ َ َ ًאء َ ْ َ َ ْ ُ وذٍ﴾ َوا َ ْر ُ
ض ِإ
אؤ ُ ْ ِ ْ
ون ِإ כَ َ א َ ْ ُ ُ آ َ ُ
ِ ْ َ ٍ ِ א َ ْ ُ ُ َ ُ ِء َ א َ ْ ُ ُ َ َ ُכ ِ َ ﴿ -١٠٩
ص﴾
ُ ْ َ ِ َُ ْ ََْ َُْ ٍ َ ْ ُ َو ِإ א َ ُ َ
} أَ ُ ٍ
َُْ ْ ٌ
א ؛כ ّ إ ع ،و כ وذ{ ]ْ َ َ ْ َ } [٨٠١ ٥
ُ ٍ
ن{ ]
[٨ :
َْ ُ َ ْ
א. ون א ا و אن ،و ون א ؛ أو ،وכ אد אد ١٥
،و ل :و ُ اك כא .أ و ،و א و ز أن
}و َ ْ َ
ا آن َ م ،כ א ا م وכ ِ ِ{ آ ] } [٨٠٥א
כ. أو م ما א }َُ ِ ِ َ ُ { אر إ ا כ َכ ِ َ ٌ{
َ ْ ْ
أ ً א. ا ٥و ه
אرا
،ا ً ا إ אل ا ، »وإن כ « א
ْ ] [٨٠٧و ئ
.[١٩ : ]ا }أَ ْכ ً َ א{ ،כ « א َ א »وإن כ أر אن و
َ ْ َ ْ ا ِإ ُ ِ َ א َ ْ َ ُ َن َ ﴿-١١٢א ْ َ ِ ْ כَ َ א ُأ ِ ْ َت َو َ ْ َ َ
אب َ َ َכ َو
َ ِ ٌ﴾
498 HÛD SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
künû şeklinde de okunmuştur. Ebû ‘Amr [v. 154/771], Temim lehçesine göre
ve lâ tirkenû şeklinde de okunduğunu rivayet etmiştir; çünkü Temimliler
‘alime babından olan fiillerin muzarilik harflerini Yâ dışında meksur okur-
lar. Fe timessekümü’n-nâru kıraati de buna göredir. İbn Ebû Able [v. 151/768]
30 de kelimeyi “meylettirdi” anlamındaki erkenehûdan ve lâ turkenû şeklinde
meçhul okumuştur.
[811] Âyetteki yasak, onların aklına ve heveslerine uyma, onlara teslim
olma, onlarla arkadaşlık etme, aynı meclisi paylaşma, onları ziyaret etme, on-
lara şirin görünme, yaptıklarına razı olma, onlara benzeme ve onlar gibi hare-
35 ket etme, sahip oldukları imkânlara göz dikme ve onlar hakkında ‘yüceltme’
anlamına gelen sözler söyleme gibi hususları içerir. َو َ َכ ُ اifadesine dikkat et.
ْ
ا כ אف 499
و: أ ا אء .و א ا כאف و כ ا{، ] [٨١٠ئ }و ١٥
1 Bir fiilin sübut ve istimrarını ifade eden isim sıygasıyla “zalimlere…” denmiş olsaydı, daha ehven bir
durum hâsıl olurdu. Oysa zulmetmekte çok daha aşağıda olan kişilere bile meyledilmesi yasaklanıyor. /
ed.
ا כ אف 501
א א !؟
כإ ون ا ،و א כر ور א وك أد אك ا
ً ً
אء ،و אدون ا ن ا ّכ כ ُ ، ون כ إ ًא و
א כ ،و א أכ ا א وا כ א אأ ء، با ١٥כ
ّ
אل כ أن כ ن א د כ، כ وا אأ وا כ أ
ِ
ات َ َ ْ َف َ ْ َ ْ َن ََ َة وا ُ ا ا ِ َ ْ ِ ِ َ ْ ٌ أَ َ א ُ ا ا }َ َ ََ ا
َ ْ
او د כ ، כ ،و כ א ،[٥٩ : ] َ א{
ا ة אدّ ،ن ا א אا : ؟ א : ] [٨١٦ن
. אء כ اب وا ا א ا ة
َة َ َ َ ِ ا َ ِ
אر َو ُز َ ًא ِ َ ا ْ ِ ِإن ا ْ َ َ َ ِ
אت ُ ْ ِ ْ َ ﴿-١١٤و َأ ِ ِ ا
َ
ِכ ِذ ْכ َ ى ِ اכِ ِ َ ﴾אت َذ َ
ا ِّ َ ِ
. ا { ،و א ا } :وز א .و ا ا אر آ ب א و
ا אر ،وأ ة ا ة ،أي أ ا أن اا א ٥و
}إن כ א ،כ ًא אت ،ن ُכ ا אت ا כ א .وا א :إن ا
ا אري ،כאن ا و ا أ : ] [٨٢٠و
115. Sabret! İhsan üzere hareket edenlerin mükâfatını Allah zayi etmez.
[822] Allah Teâlâ, öğüdün hatimesi durumunda olan şeyi ifade ettik-
ten (yani “Bu, düşünüp ders çıkaracaklara verilmiş bir öğüttür.” dedikten)
sonra, sabır öğüdüne geri döndü. –Ki bu dönüş; sabrın yüksek özellik ve
5 meziyetinden dolayı olup böylece sabrın dindeki anlam ve önemine dikkat
çekmektedir.- Adeta şöyle buyurdu: Şimdi sana zikrettiğim şeylerden daha
önemli ve çok daha tavsiyeye şayan bir şey anlatayım: Sana emrettiğim şey-
leri ifa etmek ve yasakladıklarımdan sakınmak hususunda sabır. Zira bun-
ların hiçbiri bu olmadan -tam anlamıyla- gerçekleşmez.
10 [823] “İhsan üzere hareket edenlerin mükâfatını Allah zayi etmez.”
ifadesi; doğruluk-dürüstlük, namazları hakkıyla kılmak, azgınlığa ve zul-
medenlere meyletmeye son vermek, sabır ve diğer güzellikleri kapsayacak
şekilde gelmiştir.
116. Varlıklı kimseler arasında -Bizim kurtardığımız az sayıda insan
15 hariç- keşke sizden önceki devirlerde de yeryüzünde bozuculuk yapıl-
masını engelleyen kimseler çıksaydı! Zulmedenler, kendilerini şımarta-
cak refahın peşine düşerek günahkâr oldular.
[824] כ ِ ِ ون
ِ ُ ْ כאن ِ ا
ْ ُ َْ ْ ُ َ َ ْ َ َ (Keşke sizden önceki devirlerde de …
olsaydı) ifadesindeki levlâ (olmasaydı), hellâ (keşke olsaydı) anlamındadır.
20 Halil’in, Sāffât suresindeki1 hariç, Kur’ân’daki bütün levlâların hellâ anla-
mında olduğunu söylediği nakledilmiştir. Ancak bu rivayet doğru değildir,
çünkü Sāffât suresindekinden başka َ ُ َ ْ َ أَ ْن َ َ َار َכ ُ ِ ْ َ ٌ ِ ْ َر ِ ّ ِ َ ُ ِ َ ِא ْ َ ِاء َو
َ
“( َ ْ ُ ٌمRabbinin katından ona bir nimet yetişmemiş olsaydı; çıplak bir
yere atılacağı kesindi” [Kalem 68/49]), אل ُ ْ ِ ُ َنٌ َ ِ“( َو َ ْ َ رmümin erkekler ol-
ِ
masaydı” [Feth 48/25]) ve ً َ ت َ َכ ُ ِإ َ ِ َ ًא ِכ “( و أَن אكŞayet sana
ْ ْ ْ ْ َ ْ ْ ََ َ َْ َ ْ َ َْ َ
25
ُ ِ ُ َأ ْ َ ا ْ ُ ْ ِ ِ َ ﴾ ﴿-١١٥وا ْ ِ ْ َ ِ ن ا َ
َ
אت. ا
ُ ْ ِ ِ َ﴾
ن .و אل: دة وا ا ً אر ، أ ده وأ א
Bir suç işlerseniz; sonra da büyükleriniz [kendi adlarına özür dilemek için]
bana gelirlerse;
[işlediğiniz hiçbir suçu cezasız bırakmam!]
beyti de böyle açıklanmıştır. Nitekim Araplar fi’z-zevâyâ habâyâ ve fi’r-ricâli
5 bakāyâ (Köşelerde gizli delikler, adamların içinde de erdemliler vardır.) de-
mişlerdir. Tekıyye, takva anlamında olduğu gibi Bakıyye kelimesi de bakvâ
(arta kalan) anlamında olabilir ki mâna şöyle olur: Onların arasında keşke
kendilerini -Allah’ın gazap ve azabından koruyarak- kalıcı kılanlar olsay-
dı!.. Kelime, bakāhu yebkīhi babından ve gözetleme ve bekleme anlamında
10 olmak üzere lıkye vezninde ülû bıkyetin şeklinde de okunmuştur. Bekaynâ
Resûlâllāhi (Peygamber (s.a.) ile birlikte bekledik.) hadisinde de aynı mâna-
da kullanılmıştır. Bakyetun de aynı kelimenin merre masdarıdır. Buna göre
mâna, “Keşke onlar içinde murakabe ehli olan ve sanki korkularından dolayı
onun başlarına geleceğini beklercesine Allah’ın kendilerini cezalandırmasın-
15 dan korkan kimseler olsaydı!” şeklindedir.
[826] “Az sayıda insan hariç…” Buradaki istisna munkatı’ olup mâna
şöyledir: Ancak önceki ümmetlerden kurtardığımız kişilerden az sayıda in-
san fesadı yok etmeye çalıştı. Diğerleri ise bunu yapmadı. ‘ ِ ْ أَ ْ َ אdaki
ْ
minin hakkı teb‘îz değil, beyan için olmasıdır1; çünkü kurtuluş, onların
20 içinden sadece yok etmeye çalışanlar içindir. “… kötülüğü yok etmeye çalı-
şanları kurtardık; zulmedenleri ise berbat bir azapla yakaladık!” [A‘râf 7/165]
âyeti de buna delâlet eder. “Peki, buradaki istisnanın muttasıl kabul edil-
mesinin imkânı yok mudur?” dersen şöyle derim: Bunu kelâmın zahirine
uyarak muttasıl kabul edersek mâna yanlış olur; çünkü o takdirde istisna,
25 eşrafı fesadı yasaklamaya teşvik ederken, içlerindeki kurtulanlardan o az
grubu teşvik etmemiş olacaktır. Bu, hellâ kara’e kavmuke’l-kur’âne ille’s-su-
lahâ’e minhum (Keşke kavmin Kur’ân okusaydı, sâlih olanları hariç) demek
gibi olur; bununla, Kur’ân okumaya teşvik edilen kişiler arasından sâlih
olanları hariç tutmayı murat etmiş olursun. “Bunları fesadı yasaklamaya
30 teşvik etmek, işbu özelliğin kendilerinde olmadığını gösterir.” dersen o za-
man adeta “Önceki devirlerde varlıklı kimseler arasında az bir grup hariç,
(fesadı yasaklayan) hiç kimse yoktu.” denmiş olurdu ve istisna muttasıl,
mâna da sahih olmuş olurdu ve -daha fasihi, bedel olarak ref‘ edilmesi ise
de- müstesna olarak mansūb olurdu.
1 “Kurtardıklarımızdan az sayıda insan hariç” değil de, “kurtardığımız az sayıda insan.” / ed.
ا כ אف 509
هو َ ”:א وا ،إذا را אه ، ِ ْ « ،زن ا و א ،و ئ »أو
َ
و ا أو כאن : ره .وا ة ا ٥ر َل ا “.Ṡوا
ّ
. א ون إ א ا אم ا כ
ا ون א أ ً אه :و כ ، אء ]ِ } [٨٢٦إ َ َ ِ ً { ا
ا ء ،ور ا أ אب ا وا وة ،و ا א ف وا ا
َ
ر . א وراء ذ כ و وه وراء ٥
ا وا ا«، ا » ،واُ روا ا و ] [٨٢٨و أ أ
و כا א .
אه :إن כאن َ َ ُ ا{؟ ا }وا م : ] [٨٢٩ن ١٠
َ
א أ ً إ ّن ا ، ًא ات ،כאن ا ا وا
ا .وإن ، ا ا ا אد ،وا ا َ ْا
ا و אا :أ אل ،כ اف ،א او اء ا ا אه وا כאن
ِכ ا ْ ُ َ ى ِ ُ ْ ٍ َو َأ ْ ُ َ א ُ ْ ِ ُ َن﴾
אن َر َכ ِ ُ ْ َ
﴿-١١٧و َ א כَ َ
َ
512 HÛD SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
[830] כאن
َ sahha ve istekāme (sahih ve doğru değildir) anlamındadır.
ِ
(’لِ ُ ْ َכdeki) Lâm ise olumsuz anlamı pekiştirmek içindir; ٍ ْ ُ ِ de fâ‘ilden
haldir. Buna göre mâna; “Hikmet açısından, halkının, ıslah etme yönün-
de çaba gösterdiği” yani ıslahçı olduğu şehir halklarını Allah’ın haksız yere
5 helâk etmesi muhaldir.” şeklindedir. Bu ifade, Allah’ın zatını zulümden
tenzih etmekte olup, ıslah etmek için çaba harcayanların helâk edilmeleri-
nin zulüm olduğunu beyan etmektedir. Zulmün şirk anlamında olduğu ve
mânanın “Allah, aralarında hakkı gözeten, kendilerini ve başkalarını ıslah
etmeye çalışan, şirklerine başka bir kötülük eklemeyen bir memleketin ta-
10 mamını halklarının salt şirkleri yüzünden helâk etmez.” şeklinde olduğu da
söylenmiştir.
118. Rabbin dileseydi, insanları tek bir ümmet yapardı... Ama ih-
tilâf edip duracaklardır.
119. Rabbinin merhamet ettikleri müstesna... O, onları bunun için ya-
15 ratmıştır. Senin Rabbinin; “Şüphesiz Ben Cehennem’i insanlarla ve cinler-
le dolduracağım!” şeklindeki sözü böyle böyle gerçekleşmektedir işte.
[831] “Rabbin dileseydi, insanları tek bir ümmet yapardı...” Yani, on-
ları bir tek ümmetin, yani İslâm milletinin ehli olmaya mecbur ederdi.
“Hakikaten bu, bir tek ümmet olarak sizin ümmetinizdir.” [Enbiyâ 21/92]
20 âyetinde ifade edildiği gibi. Bu ifade, böyle bir zorlamanın olmadığını,
Allah’ın insanları ‘Hak dini’nde buluşmaya zorlamadığını, aksine onla-
ra yükümlülüğün esası olan seçme imkânını verdiğini ve bazısı hakkı,
bazısı da bâtılı seçerek din konusunda ihtilâfa düştüklerini ifade etmek-
tedir. Nitekim şöyle buyurmaktadır: “Ama Rabbinin merhamet ettikleri
25 müstesna,” yani Allah hidayet edip lütufta bulunduğu için Hak dininde
anlaşmazlığa düşmeden ittifak edenler hariç, insanlar “ihtilâf edip dura-
caklardır. O, onları ‘bu’nun için yaratmıştır.” ( ذ כbu) kelimesi, önceki
cümlenin delâlet edip zımnen ifade ettiği hususa işarettir. Yani, Allah on-
ları ihtilâfın kaynaklandığı bu imkân ve iradeye sahip olarak yaratmıştır
30 ki, kendi isabetli seçimiyle hakkı tercih edeni ödüllendirsin; yanlış seçi-
miyle bâtılı tercih edeni de cezalandırsın. “Senin Rabbinin ‘Şüphesiz Ben
cehennemi insanlarla ve cinlerle dolduracağım!’ sözü böyle böyle gerçek-
leşmektedir işte!” Bu söz Allah’ın, bâtılı seçecek olanların çok olacağını
bildiği için meleklere hitaben söylediği bir sözdür.
ا כ אف 513
،و} ِ ُ ْ ٍ { אل ا כ אم .وا م وا אن{ ]َ [٨٣٠
}כ َ
}وأَ ْ ُ َ א{
כ ا ا ى א ًא א َ أن ا כ אل :وا .وا ا א
ن אو كأ כا ى ك ،و אه :أ ا :ا و
אدا آ .
ً כ نإ و א א نا ٥
ِכ َ َ َ ُ ْ َو َ ْ כَ ِ َ ُ َر ِّ َכ َ ْ َ ن
ِ ﴿-١١٩إ َ ْ َر ِ َ َر َכ َو ِ َ َ
אس َأ ْ َ ِ َ ﴾
َ َ َ ِ َ ا ْ ِ ِ َوا ِ
، أ אس ا כ אر ا ي ا כ ،وכ ا د אق ا إ
َ َ ا ُ َن }و َ
כ אلَ : ا، ،א ا א و ا א אر
denilmektedir. َ َ َכ
ْ ُ َ ve ِ ُ ِ ْ أَ ْ ِאء اibareleri küll kelimesini beyan et-
mektedir; א ُ َ ِ ُ ِ ِ ُ َاد َكcümlesi de ’ ُכden bedeldir. Sana anlattığımız her
ّ
10
kıssa, sana anlattığımız her nev-‘i kıssa, yani her üsluptaki kıssa anlamında
da olabilir; o zaman ِ ِ ُ ِ َ ُ אcümlesi ُ َ ’nun mef‘ûlü olur. Peygamber
ّ
(s.a.)’in kalbinin pekiştirilmesi ise, yakîninin ve kalbî itminanını sağlayacak
şeylerin artırılması anlamındadır; çünkü delillerin çoğalması, kalbi daha
15 çok pekiştirir ve bilgiyi daha sağlam hale getirir. “Bu arada, sana gerçek,
müminlere de öğüt ve nasihat gelmiş oluyor.” Yani bu surede veya anlatılan
bu kıssalarda gerçek vardır.
[833] “İman etmeyenlere” yani Mekke halkına ve diğerlerine “de ki:
Siz” içinde bulunduğunuz hal ve yöneliş itibariyle elinizden geleni “yapın.
20 Biz de yapmaktayız elbette!.. Siz” bizim başımıza gelecekleri “bekleyin ba-
kalım; biz de” Allah’ın naklettiği sizin gibilerin başına gelen felaketlerin
benzerlerinin sizin başınıza gelmesini “beklemedeyiz şüphesiz.”
123. Göklerin ve yerin gaybı yalnızca Allah’ındır. Bütün işler O’na
döndürülür. Öyleyse O’na kulluk et ve O’na güvenip dayan. Senin
25 Rabbin, yaptıklarınızdan gafil değil.
[834] “Göklerin ve yerin gaybı yalnızca Allah’ındır.” Göklerde ve yerde
hiçbir şey O’na gizli kalmaz. Dolayısıyla sizin amelleriniz de O’na gizli
kalmaz. “Bütün işler O’na döndürülür.” O halde, mutlaka onların ve senin
işin de O’na götürülecek ve O, senin için onları cezalandıracaktır. “Öyley-
30 se O’na kulluk et ve O’na güvenip dayan.” Çünkü O, sana kâfi ve kefil-
dir. “Senin Rabbin, yaptıklarınızdan gafil değil...” (Bunların yaptıkların-
dan…” anlamındaki َ ْ َ ُ َنifadesi) ( َ ْ َ ُ َنsizin yaptıklarınızdan) şeklinde
de okunmuştur, yani muhatabı gaibe tağlip ederek ‘senin ve onların -yani
sizlerin- yaptıklarınızdan…’
ا כ אف 515
ض َو ِإ َ ْ ِ ُ ْ َ ُ ا َ ْ ُ ُכ ُ َ א ْ ُ ْ ُه َو َ َ כ ْ
ات َوا َ ْر ِ
﴿-١٢٣و ِ ِ َ ْ ُ ا َ َ َِ ١٥
َ َ ْ ِ َو َ א َر َכ ِ َ א ِ ٍ َ א َ ْ َ ُ َن﴾
[838] Kasas kelimesi iki türlü anlaşılabilir: (i) İlk olarak bu kelimenin
iktisās (kıssa anlatma) anlamında mastar olması mümkündür. Kassa’l-hadîse
yekussuhu kasasan denilir. Bu vezin tıpkı şellehu yeşulluhû şelelen (Onu uzaklaş-
30 tırdı.) fiilinin formuna benzer. İkinci olarak da kelime tıpkı en-nefd ve el-hasb
kelimeleri gibi mef‘ûl anlamında fa‘alen vezninde olabilir. Nitekim buna ben-
zer şekilde en-nebe’ü (önemli haber) kelimesi (mef‘ûl anlamında), haber veri-
len şey anlamında; el-haber kelimesi de haber verilen şey anlamında kullanılır.
م ا رة
ةآ ى א وإ כ ؛و
ا ا ا
אب ا ْ ُ ِ ِ ﴾
ْכ آ َאت ا ْ כِ َ ِ
ِ َ ﴿-١ا
ُ ْ آ ًא َ َ ِ א َ َ כُ ْ َ ْ ِ ُ َن﴾ ِ ﴿-٢إ א َأ ْ َ ْ َ ُאه ٥
َ َ ْ َכ َأ ْ َ َ ا ْ َ َ ِ ِ َ א َأ ْو َ ْ َא ِإ َ ْ َכ َ َ ا ا آن َو ِإ ْن ُ َ ُ ْ َ ﴿-٣
ا ْ َא ِ ِ َ ﴾ ُכ ْ َ ِ ْ َ ْ ِ ِ َ ِ َ
رة؛ أي כ {ا אب ا
آ אت ا رة .و}ا כ ُ ]َ ْ ِ } [٨٣٦כ{ إ אرة إ
אز ا ب إ א ه ا رة آ אت ا رة ا א أ إ כ أ ا אت ا
ُ
.أو ا ا ا ا ، אأ א ُ .أو ا ١٠و כ
א א أِ .أو א و א א א، ا ب ا
ا כ : د א ا כ اء ا אء ا روي أن . د ا
. ،و ا אم إ ب آل ا ًا
א وا כ وا وا כ ا א َ .وإ א כאن أ אد ا ١٠
ّ ،ن ا ي ّ أ ه ،إذا ا : ؟ אق ا ا : ] [٨٣٩ن
ّ
، ا آن ،إذا أه، ًא ،כ א אل: ًא א ّ ا
ل ،[٣ :و ] { َ ا َ َ }أ ل ]ِ } [٨٤١إ ْذ َ َאل ُ ُ ُ {
و ص ،ذا ،و ا ا אل ،ن ا ا
אر اذכ . .أو ٥
ا اכ ا اכ ا :ا כ ؟ اכ : :Ṡإذا ا ] [٨٤٣و
ُ
. إ ا אق إ ب : اכ ١٥ا
“Peki, bu kesre (yâ ebeti ifadesindeki Tâ’nın kesresi) nedir?” dersen şöyle
derim: Bu, yâ ebî (Babacığım!) sözünde Ye’den önce gelen kesredir. Ancak
müenneslik Tâ’sının bir öncesindeki harfin fetha olması gerektiği için, Tâ’ya
kaydırılmıştır. “O halde neden bu kesre, Tâ’nın gerektirdiği fetha ile düş-
5 memiş de, Tâ sâkin olarak kalmamıştır?” dersen şöyle derim: Kelime isim
olduğu için bu mümkün olmamıştır, çünkü isimler, i‘rapta asıl konumda
olduklarından, harekeli olmak durumundadırlar. (Yâ ebî kelimesinde) Ye har-
fi aslında harekeli olduğu halde, tahfif için sâkin kılınmıştır, çünkü bu lîn
(uzatma) harfidir. Tâ ise zamir olan Kâf gibi aslî (sahih / illetsiz) bir harftir, Bu
10 sebeple de harekeli olması gerekmiştir. Şayet “Bu Tâ ile bu kesreyi bir araya
getirmek tıpkı telafi için getirilen şey ile telafi edilen şeyi bir araya getirmeye
benzemektedir, çünkü bu kesre, yâ ğulâmi (Evlâdım!) ifadesindeki (düşürül-
müş) Ye hükmündedir; dolayısıyla nasıl ki yâ ebetî demek caiz değilse, yâ ebeti
demek de caiz değildir.” dersen şöyle derim; Ye harfi ve kesre ikilisinin her
15 ikisinin de öncesinde iki şey bulunmaktadır, Tâ da bu iki şeyden birinin yani
Ye’nin telafisidir. Kesre ise telafiye mâruz kalmamaktadır, dolayısıyla telafi
olarak gelen ile telafi edilen bir araya gelmiş olmamaktadır. Böyle bir du-
rum sadece Tâ ve Ye’nin birlikte kullanılması durumunda söz konusu olur,
başka bir durumda söz konusu olmaz. Yâ ebetâ şeklindeki kullanıma dikkat
20 edersen bu kullanımda Elif Tâ’dan bedel olduğu halde yine de nasıl Tâ ile
birlikte kullanılmıştır ve bu durum telafi için gelen ifade ile telafi edilen şeyin
bir arada kullanılması sayılmamaktadır. (Bu kullanımda böyle sayılmadığına
göre) kesrede hiç sayılmaz. Şayet “Yâ ğulâmi (Evlâdım!) ifadesindeki kesre,
izafete delâlet etmektedir, çünkü bu kesre Ye’nin ayrılmaz bir parçası, bitişi-
25 ğidir. Aynı kesre, yâ ebeti (Babacığım!) ifadesinde de buna delâlet ediyorsa,
o zaman (yâ ebetideki) Tâ gereksizdir, varlığı yokluğu gibidir.” dersen şöyle
derim: Aksine, kesrenin burada Tâ ile birlikte olduğundaki hali, tıpkı yâ ebî
ifadesindeki Ye ile birlikte olduğundaki hali gibidir.
[845] Şayet “Peki, bu ifadeyi Tâ’nın fethası ve zammesi ile (yâ ebete ve yâ
30 ebetü şeklinde) okuyanların okuyuşunun gerekçesi nedir?” dersen şöyle derim:
Fetha ile okuyan, yâ ebetâ ifadesindeki Elif’i hazfetmiş, öncesindeki fethayı ye-
rinde bırakmış olmaktadır. Onun yaptığı, tıpkı yâ ğulâmi ifadesinin sonundaki
Ye’yi hazfedenin yaptığı gibidir. Şöyle de denebilir: Böyle okuyan kişi (Tâ’yı), yâ
ebî ifadesinde telafi edilen Bâ’nın harekesi ile harekelemiştir. Zamme ile okuyan
35 ise kelimenin, sonunda müenneslik Tâ’sı bulunan bir isim olduğunu düşünmüş
ve onu sonu Tâ ile biten müennes isimler gibi değerlendirmiş, bu yüzden de
tıpkı yâ sübetü (ey ahâli!) sözünde olduğu gibi, harekenin izafet Yâ’sının telafisi
olduğunu dikkate almaksızın, yâ ebetü şeklinde okumuştur.
ا כ אف 525
כ :א ا אء כא اכ ة ا : ه ا כ ة؟ א : ن
اب ،وإ א אز ا א א כ אا אء ،وا אا א، ذכ
ف .وأ א ا אء ف א ً א، ك א أن ا אء وأ כ ٥
ّ
ه ا אء و ا : כ א .ن م ، כאف ا
م، :א כ ا אء ،إذا א ، ّض ض وا ا اכ ةا
ًא ذכ ا אء ،و אو אز ا ا אء ،כ ً כ نا
ًא ، כ نا כ ا אء .و»أ َ ْ َ «، { رأ ] [٨٤٦و ئ }إ
َ
؛إ ا כ ا وا ،وכ ا إ א כאت ا ا
כ ، رآ ّ م ا ا ،أ אل :א Ṡ ا إ
دي: Ṡ כ ،אل ا ه م ا ل ل ا ،Ṡ ر
، .אل َ » :אن ،وا אرق ،وا אل ،و א ؟ אل: כ إن أ
رآ א وح ،وا غ ،وو אب ،وذو ا כ ِ ،وا دان ،وا ُ َ ،وا ُ ١٠و
. :أ ه و א .وا כ اכ :إ أ اه .و وا :ا ] [٨٤٨و
رأى כ! ا כ ،אل :إ אك أن ذכ א، אو ا
أ ، א ، وا כ اכ وا ا ة ا و
: .و ن أر إ إ و رؤ א :כאن ] [٨٥٠و
א ن. ٢٠
528 YÛSUF SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
[851] Şayet “Ayette neden Güneş ve Ay, yıldızlardan sonra ifade edil-
miştir?” dersen şöyle derim: O ikisi ihtisas üslubunca “yıldızlar”a atfedil-
miş ve böylece onların diğer gök cisimlerine olan üstünlükleri, meziyetle-
ri beyan edilmek istenmiştir. Benzer bir üslup, önce meleklerin zikredilip
5 ardından Cebrail ve Mikail’in “melekler”e atfen zikredildiği âyettir [Bakara
2/98]. Ayrıca ( َ وا واifadesindeki) Vav’ın ma‘a (beraber) anlamında
َ
olması, yani “Ben yıldızları Güneş ve Ay’la birlikte gördüm.” denilmiş ol-
ması da mümkündür.
[852] Şayet “Ayette ُ ( رأgördüm) ifadesinin tekrar edilmesinin anlamı
10 nedir?” dersen şöyle derim: O ifade tekrar edilmiş değildir, aksine bir farazî
soruya cevaben yeni bir cümle olarak gelmiştir. Sanki Yûsuf Aleyhisselâm
“Ben on bir yıldız gördüm.” deyince Yakup Aleyhisselâm ona, “Onları nasıl
gördün?” diye sormuş; o da cevaben, “Onları bana secde ederlerken gör-
düm.” demiştir.
[853] Şayet “Ayetteki َ ِ ِ ( َرأَ ْ ُ ُ ِ َ אOnları bana secde ederlerken
ْ
15
ا כ اכ א א :أ ؟ وا ا أ : ] [٨٥١ن
ا ، ا א اد א א א وا אص ،א ًא ا
ز أن כ ن כ .و א א כ، ا ،و כא כ אأ
. وا ا ا כ اכ ،أي رأ ا او
: َ {؟ א }رأ ُ ء ىا أ : ] [٨٥٣ن
،כ א א כ د ،أ ى ا ء ،و אص א א א אو ١٠
ه، ا ء ءا ا أن כ א א .و اכ
אر . وا ا אرا
أ כא إ ً כ ًא
َכ כَ ْ ً ا ِإن ا ْ َ َ
אن َ ْ ُ ْ ُر ْؤ َ َ
אك َ َ ِإ ْ َ َ
ِכ َ َכِ ُ وا َ َ ﴿-٥אلَ َא ُ َ
ِ ِ ْ َ אنِ َ ُ و ُ ِ ٌ ﴾
ر. כ ه א ١٠إ
ر כرכ ن ،כ כ وכ אء فو ا ا ها ؤאا ١٥
ء ،إذا ا אء ،ا אل אء :ا כ .وا כ و
ّ
. ض، ا ُ ا אء כ؛ و
532 YÛSUF SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
ٍ
אن. כ أو أو ٍ ّن ا ؤ א إ א :ا ؤ א، אد ] [٨٦٠وا
ؤ א ،وأ ا ِ
אس مأ ا א .وכאن و و א אر א و
אء ،و א ا ا و כ א אد ا و ز أن اد א .و אرة
، ا [٢٣؟ و : ]ا ِ{ } ،[١٨٥ا ُ َ َل أَ ْ َ َ ا اف: ]ا
: .و ا ا ر אت ا אإ ًכא ،و אو ا أ אء ١٠
אق إ ؛ و ا ذ ا אر ،و אء ،وا א إ ا א أ
ِ
آل َ ْ ُ َب{. אل }و
. ا א ، ره و إ א כ כאن ا
534 YÛSUF SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
ه آل :أ ، .وأ و ،و بأ ] [٨٦٤وآل
،وآل ا כ .و .אل :آل ا إ أُ َ ،إ أ
א. אم ،و כ أ אل :آل ا א כ ،و آل ا ٥
אت ِ א ِ ِ َ ﴾
ُ ُ َ َو ِإ ْ َ ِ ِ آ َ ٌ ْ َ َ ﴿-٧כَ َ
אن ِ
אت ود אت{
}آ ٌ و ]َ َ ُ ُ ِ } [٨٦٧و ِإ ْ َ ِ ِ { أي
: א .و و ل א ِ ِ َ{ ء} כ رة ا و כ
א א، د ا ه Ṡ ّة آ אت
ة. א ا اءة כ אب .و ئ »آ « ،و و أ אع ١٥
، ن ،و وي ،وز א ن ،و ذا ،ورو ،و :أ א ] [٨٦٩و
ب، א א ا و ن כא ا ود ،ودان ،و א ،و אد ،وآ .ا
، א وج أ َ א را א . ؛ز ،و ون ا ٢٠وا ر
. و א ت
536 YÛSUF SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
Vav, hâliyye olup anlam, “babamız o ikisini bize tercih ediyor, daha çok
seviyor, oysa onlar hiçbir işe yetmeyen ve faydaları olmayan iki küçük ço-
cuk, biz ise tuttuğunu koparan on yetişkin adamız; onun her tür işine koş-
maktayız. Dolayısıyla daha faydalı ve çok sayıda olduğumuz için sevgiyi o
20 ikisinden daha çok hak ediyoruz!” şeklindedir. “Doğrusu, babamız apaçık
bir yanılgı içinde!” Yani bu konuda doğru yoldan ayrılmış bulunuyor.
[872] el-’Usbetu ve el-’ısābetü, on ve daha fazla kişiden oluşan topluluk-
tur. Kırk kişiye kadar olan topluluğa bu ismin verildiği söylenmiştir. Bunla-
ra bu ismin verilme sebebi, bu sayıda olan topluluk ile işlerin bağlanıp hal-
25 ledebilecek, zorluklarla başa çıkılacak olmasıdır. Nezzâl b. Sebre, Hazret-i
Ali (r.a.)’ın nasp ile ve nahnu ‘usbeten şeklinde okuduğunu rivayet etmiştir.
Bu okuyuşta anlamın, ve nahnu nectemi‘u ‘usbeten (Biz bir ‘usbe / topluluk
olarak toplanırız.) şeklinde olduğu söylenmiştir. İbnü’l-Enbârî’nin, “Bu ifa-
de Arapların inneme’l-’Âmiriyyü ‘immetehû (Âmirî dediğin, sarığıdır.) yani
30 yete‘âhedu ‘immetehû (Sarığıyla tanınır.) şeklindeki ifadelerine benzer” de-
diği nakledilmiştir.
9. “Yûsuf ’u öldürün veya (kolay kolay bulunamayacak) bir yere atın
da babanızın sevgi ve alâkası tamamen size yönelsin. ‘O’ndan sonra
(babanızın sevgisine layık) sâlih bir topluluk olursunuz.”
ا כ אف 537
،نأ ا }أ َ َ { ة .و وا ّ ،ن أ ّ א כא ًא إ ٥و
כ، ا . ا ر :إ א ً ا .و ة א :ا وا ] [٨٧٢وا
﴿-٩ا ْ ُ ُ ا ُ ُ َ َأ ِو ا ْ َ ُ ُه َأ ْر ً א َ ْ ُ َכُ ْ َو ْ ُ َأ ِ כُ ْ َو َ כُ ُ ا ِ ْ
َ ْ ِ ِه َ ْ ً א َ א ِ ِ َ ﴾
538 YÛSUF SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
[873] “Yûsuf ’u öldürün” ifadesi (8. âyette geçen) “Hani demişlerdi ki:”
ifadesinin kapsamındadır. Adeta onlar bu konuda uzlaşmışlar, içlerinden
sadece “Yûsuf ’u öldürmeyin” (10. âyet) diyen bir tek kişi bunun dışında
kalmıştır. “Öldürün” diyenin Şimon olduğu söylenmiştir. Bir görüşe göre
5 bu, Dân’dır. Diğerleri ise bu işe razı olmuşlardır, dolayısıyla sanki onlar da
bu emri vermiş; bu sözü söylemiş olarak değerlendirilmiştir.
[874] “Bir yere” bilinmeyen, ücra, ıssız, yerleşimden uzak bir yere “atın.”
Bu anlam, ardan (bir yere) kelimesinin nekire olarak ve hiçbir sıfat almadan
kullanılmış olmasından çıkmaktadır. Kelime böylesine müphem olduğu için
10 de, müphem zarflar gibi mansup olmuştur. “… da babanızın sevgi ve alâkası
tamamen size yönelsin;” sizden başkasına yönelmeyip bütünüyle size yönel-
sin, yani sevgisi tamamen size kalsın; kimse onu sizinle paylaşmasın. Burada
vech (yüz) kelimesi, babalarının onlara yönelmesini tasvir etmek için zikre-
dilmiştir, çünkü insan bir şeye yöneldiği zaman, yüzünü ona doğru çevirir.
15 Yine burada vech (yüz) kelimesi ile zâtın kastedilmiş olması da mümkündür.
Nitekim “Celâl ve ikram sahibi Rabbinin vechi (zatı) bakidir sadece.” [Rahman
55/27] buyrulmuştur. Bir görüşe göre כ
ُْ َ ُ ْ َ
(size has olsun) ifadesi, babanız
Yûsuf ile meşgul olmaktan kurtulup size vakit bulsun anlamındadır. “Ondan”
Yûsuf ’tan “sonra” yani onu öldürmek ya da uzaklaştırmak suretiyle ondan
20 kurtulduktan sonra. Bu zamirin “Onu öldürün veya atın!” ifadesindeki mas-
tara işaret etmesi de mümkündür. “Sâlih bir topluluk olursunuz” işlediğiniz
cinayetten Allah’a tövbe edersiniz. Ya da bir özür beyan edip babanızla aranızı
düzeltirsiniz. Veya onun ardından babanızın sevgi ve alakası tamamen size
has olacağı için işleriniz yoluna girer, dünyanız ıslah olur.
25 [875] כ ُ ا ُ َ ( َوhem olursunuz) ifadesi ya ْ ( َ ْ ُ َ ُכsize hal olsun) ifadesi-
ne atıf olarak meczum ya da başında gizli bir En ile masuptur; Vav da tıpkı
َ ْ ( َو َ ْכ ُ ُ ا اVe hakkı gizlersiniz. [Bakara 2/42]) ifadesindeki gibi ma‘a (hem/
birlikte) anlamındadır.
10. İçlerinden biri dedi ki: “Yûsuf ’u öldürmeyin; onu (falanca) ku-
30 yunun derinliğine bırakın da bir kervan onu (sahipsiz bir varlıkmış
gibi) bulup kendine maletsin... Yapacaksanız…”
[876] “İçlerinden biri” yani Yahuda ki, içlerinden Yûsuf hakkında en iyi
düşüneni o idi. “Babam bana izin verinceye veya -hükmedenlerin en hayırlısı
Allah- hakkımdaki hükmünü verinceye kadar buradan asla ayrılmayacağım!”
35 [Yûsuf 12/80] diyen de odur. Onlara, “Öldürmek çok ağır bir iştir.” demiştir.
“Onu kuyunun derinliğine bırakın.” Ğayâbe, kuyunun derinliği, gözle görül-
meyen kısımları, karanlık dehlizidir. Şair el-Münehhil şöyle demiştir:
ا כ אف 539
إ { א א
ا{ ً ْ َ } .א ر }ا ا{ ،أو }ا إ ا أو
د אכ و ؛ أو ر أ כ א כ و ؛ أو א ا
أ כ . ّو ه أ رכ و
َ َ א َ ِ ا ْ ُ ِّ َ ْ َ ِ ْ ُ َ ْ ُ َ ْ ُ ُ ا ُ ُ َ َو َأ ْ ُ ُه ِ َ ﴿-١٠אلَ َא ِ ٌ ِ ْ ُ ْ
אر ِة ِإ ْن ُכ ْ ُ ْ َ א ِ ِ َ ﴾
َ ا
[877] “Bir kervan” yani yoldan geçen bazı kimseler “onu (sahipsiz bir
varlıkmış gibi) bulup kendine maletsin” yani alsın. ُ ْ ِ َ ْ َ kelimesi Tâ ile
10 teltekıthu şeklinde de okunmuştur, çünkü (müzekker) ba‘du’s-seyyârati (bir
kervan) ifadesi (müennes) seyyâre ifadesi ile aynı sayılır. Nitekim şair şöyle
demiştir:
Tıpkı mızrağın ucu kanla parıldadığı gibi
Arapların zehebet ba‘du esābi‘ihî (Bir parmağı gitti/koptu.) ifadelerinde
15 de aynı durum söz konusudur.1
ا ْ َ ِ َ ِة وا َ ْ ِ َ ِ ُ وا ِ َ ْ ِ ي َ َא َ ِ إن أ َא َ ْ ً א َ َ ْ ِ
َو ْ
. ا ون ام ا ا אرة ا ه ]{ ُ ْ ِ َ ْ َ } [٨٧٧ ٥
َ ْ ُر ا ْ َ َא ِة ِ َ ا ِم َכ َ א َ ِ َ ْ
أ א . و :ذ
. وا فا ل א א א ؟! و א و و ١٥و
. وا :ا ا א .وأ أכ ا اכ و { ]} [٨٨٠
أر ، « ،א אء ،و و .و ئ » ار « و ئ »
اء. ا ُ ،א ،و ا ِ כ َא : ء .و أا א
َ
، ّو אل ا אج إ א אل؛ ْ وا أ אق وا ا ٥
ُ
ر . א، ه .[١٧ :وإ א ] } ِإ א َذ َ َא َ ْ َ ِ ُ {
ً ْ
אف َأ ْن َ ْ ُכ َ ُ ا ِّ ْ ُ َو َأ ْ ُ ْ َ ْ ُ
َ َ ْ ُ ُ ِ َأ ْن َ ْ َ ُ ا ِ ِ َو َأ َ ُ َ ﴿-١٣אلَ ِإ ِّ
َ א ِ ُ َن﴾
. א כ ء :ا أ א ،و ا אل ذ כ؛ ١٥
א :ا .و وא ا ة « ،א ] [٨٨٥و ئ »ا
14. Dediler ki: “Biz güçlü bir topluluk iken kurt onu yerse, o takdir-
de biz kesinlikle hüsrana uğramışız demektir!”
[886] Burada yemin hazfedilmiştir, takdiri; “Dediler ki: Vallahi, onu
kurt yerse…” şeklindedir. ُ َ ( َ ِ ْ أَ َכeğer onu yerse) ifadesindeki Lâm, yemin
5 Lâm’ı yerine kullanılmıştır. ون َ ُ ِ ( ِإ א ِإ ًذا َ אO takdirde, kesinlikle hüsrana
uğramışız demektir.) ifadesi ise yeminin cevabı olup, şart cümlesinin cevabı
şeklinde gelmiştir. ٌ ْ ُ ُ ْ َ ( َوbiz güçlü bir topluluk iken) ifadesindeki Vav,
َ
hâl bildiren Vav’dır. Oğulları Yakup Aleyhisselâm’a yemin etmişler; zor işle-
rin üstesinden gelebilecek ve tehlikelere göğüs gerebilecek ölçüde güçlü bir
10 topluluk oldukları halde, babalarının ‘bir kurdun kardeşlerini aralarından
kapıp götüreceği’ şeklindeki endişesi gerçekleşecek olursa, o zaman hüsra-
na uğramış, yani âcizlik, zayıflık ve perişanlık yüzünden helâk olmuş bir
topluluk sayılacaklarını ya da böyle bir durumda helâk edilmeye müstahak
olacaklarını, çünkü artık o durumda yaşamalarının hiçbir faydasının kal-
15 mayacağını veya kendileri için yıkım ve hüsran bedduasında bulunulması-
na, haklarında “Hepsi orada hazır iken içlerinden birini kurt kaptı ya, artık
Allah onları hüsrana uğratsın, yıkıp perişan etsin!” şeklinde beddua edil-
mesine müstahak olacaklarını söylemişlerdir. “Eğer aramızdan birini dahi
muhafaza edemezsek, o zaman bütün hayvanlarımız helâk olmuş ve bizler
20 de hüsrana uğramışız demektir.” demek istedikleri de söylenmiştir.
[887] Şayet “Yakup Aleyhisselâm onlara iki mazeret sunmuş olduğu hal-
de onlar neden bunlardan sadece birine cevap vermişlerdir?” dersen şöyle
derim: Çünkü bu mazeretlerden biri (yani Yûsuf ’tan ayrı kalmanın ken-
disini çok üzecek olması) onları öfkelendiren, ağırlarına giden bir mazeret
25 olduğu için, adeta o mazereti duymazlıktan gelmişler; onun karşısında sağır
kesilmişler ve dikkate almamışlardır.
15. Onu götürüp de hep birlikte kuyunun derinliğine bırakmayı karar-
laştırdıklarında, Biz kendisine şöyle vahyetmekteydik: “Sen bunu onlara,
kendileri bunun farkında olmadıkları bir sırada bir bir haber vereceksin!”
[888] ( أ َْن َ ْ َ ُ ُهonu bırakmayı) ifadesi ( أَ ْ ُ اkararlaştırdıklarında) fi-
30
َ
ilinin mef‘ûlü olup ecme‘a’l-emra ve ezme‘ahû (İşe karar verdi.) ifadesindeki
gibi bir kullanımdır. Benzer bir kullanım “( َ َ ْ ِ ُ ا أ ْ ُכNe yapacağınızı
ْ َ
iyice kararlaştırın” [Yûnus 10/71]) âyetinde de vardır. [“Kuyunun derinliğine” an-
lamındaki ِّ ُ ْ ] َ א َ ِ اifadesi fî ğayâbâti’l-cübbi (kuyunun derinliklerine) şek-
35 linde de okunmuştur. Bu kuyunun Beyt-i Makdis kuyusu olduğu da, Ür-
dün’de olduğu da Mısır-Medyen arasında olduğu da Yakup Aleyhisselâm’ın
evinden üç fersah uzakta olduğu da söylenmiştir.
ا כ אف 545
أכ ا !« ود ّ ا אرة وا ّ אر ،وأن אل» : א
א ا כ א ر :إن ون .و א و
وا . אو אروه آذا ًא ، ا و ا ي כאن :
َّ
َ َא َ ِ ا ْ ُ ِّ َو َأ ْو َ ْ َא ِإ َ ْ ِ َ َ ﴿-١٥א َذ َ ُ ا ِ ِ َو َأ ْ َ ُ ا َأ ْن َ ْ َ ُ ُه ِ
ون﴾ َ ُ َ ِّ َ ُ ْ ِ َ ْ ِ ِ ْ َ َ ا َو ُ ْ َ ْ ُ ُ َ
وأز ا כ :أ ل }أَ ْ َ ُ ا{ ]} [٨٨٨أَن َ ْ َ ُ ُه{ ١٥
ب. ل
546 YÛSUF SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
روي ا ذى. ا א ا وف ،و אه: ] [٨٨٩و اب } א{
،وכ א و وا ُ ِ واة وأ ا وا أ ا إ א زوا أ
ّ
: . כאدوا ب، א وا א إ אث ا ا
َ ِ ًא ذا” :أ א أ א כ أو ُد ا אء!؟“ אل א ” א أ אه!
ه، א א ا א أرادوا إ אءه ه؟!“ ٥أن
أ َ ارى ردوا
،אل ” :א إ אه! ّ ا و ا ا א
ّ
وا أ ،א ا :ادع ا א ا ه א مو ه !“ وإ א
ت ،وכאن אأ ه א ، ا כ! ود ه כ כא وا
ً
ّ أ א כ ،אدوه אو ة אم أوى إ אء ا
ذا ذا ،وכאن ه ه رادوا أن א ، أدرכ ١٠ر
אم. א
.
. أ
ون{
}و ُ ْ َ َ ْ ُ ُ َ
َ .و أ و « ،א ن ] [٨٩٣و ئ »
َ ﴿-١٧א ُ ا َא َأ َא َא ِإ א َذ َ ْ َא َ ْ َ ِ ُ َو َ َ ْכ َא ُ ُ َ ِ ْ َ َ َא ِ َא َ َ כَ َ ُ ا ِّ ْ ُ
َو َ א َأ ْ َ ِ ُ ْ ِ ٍ َ َא َو َ ْ ُכ א َ א ِد ِ َ ﴾
ِ ِ ُ ٌد َوأ ْ ُ ْ ِ ِ ُ ْ ُ َُ
د . ّ اءة ا ،ود אر و ،وأ אه כ
ً
: אل .ن ِ א ل :אء م .כ א :و אءوا ق כ
ل :א ، ى ،כ ى{ ،אدى ا م } .א وا ارد :ا ي د ا אء
يو ِ .و :א د א ن وات ا أ رة؛ ب ١٠
א ، א ا א د ه ،أي أر א أد : ] [٩٠٤و
[906] ً َ ِ َ אhal olarak mansup olup anlam, “Onu ticari bir meta ola-
rak gizlediler.” şeklindedir. el-Bidā‘a ticaret için ayrılan maldır. “Oysa Allah
yaptıklarını bilmekte idi!” Sırları Allah’a gizli kalmış değildi. Bu ifade on-
lara yönelik bir tehdittir, zira onlar kendilerine ait olmayan bir şeyi ticaret
5 malı edinmişlerdir. Ya da Allah Yûsuf ’un ağabeylerinin babalarına ve kar-
deşlerine yaptıkları kötülüğü bilmektedir!
20. Onu birkaç dirheme; yok pahasına sattılar. Ona fazla bir değer
biçmemişlerdi...
[907] “Onu yok pahasına sattılar” kıymetsiz, değersiz, eksik bir pahaya.
10 Ya da sahte, ölçüsü eksik, ayarı düşük “birkaç dirheme” yani tartıya gelmeyip
sayıyla sayılan, birkaç tane -dinara da değil- dirheme “sattılar.” Çünkü onlar
sadece bir okka ağırlığında olacak dirhemi tartarlardı ki bu da kırk dirhem
idi. Bunun altındakileri sayarlardı. Bu yüzden, az miktarda dirheme “sayılı”
denilirdi, çünkü çok sayıdaki dirhemin, sayı çokluğundan dolayı sayılması
15 zordur. İbn Abbâs’tan [v. 68/688] nakledildiğine göre onu yirmi dirheme sat-
mışlardır. Süddî’den [v. 127/745] ise yirmi iki dirheme sattıkları nakledilmiştir.
“Ona fazla bir değer biçmemişlerdi.” Ellerindekinin değerini bilmiyorlardı;
bu yüzden onu çok az bir pahaya sattılar. Zira onlar onu bulmuşlardı. Bir
şeyi bulan da, ona pek değer vermez, kaça sattığını önemsemez. Üzerinde
20 hak sahibi olan birinin onu bulup da elinden almasından korkar; bu yüzden
de bulduğu ilk müşteriye en ucuz fiyattan satar. َو َ ْو ُهifadesinin “onu satın
َ
aldılar” anlamında olması da mümkündür. Bu durumda mâna, “Kervan onu
ağabeylerinden satın aldı.” şeklinde olur. Kervandakilerin ona değer verme-
melerinin sebebi ise, onun kaçak bir köle olduğunu düşünmeleri ve onun
25 yüzünden mallarının tehlikeye düşeceğinden korkmalarıdır. Rivayete göre
ağabeyleri (onu sattıktan sonra) kervanı takip etmiş ve “Onu sıkıca bağlayın
da kaçmasın.” diye tembihlemişlerdir.
[809] ِ ِ kelimesi َ ِ ِ ( ا اdeğer vermiyorlardı) ifadesi ile ilişkili değildir,
çünkü sıla mevsūlün önüne geçmez. Nitekim (“Bunlar Zeyd’e vuranlardan-
30 dı” anlamında) ve kânû Zeyden mine’d-dāribîn demezsin. Aksine, bu ifade be-
yandır, sanki “Neye değer vermiyorlardı?” diye sorulmuş da cevaben; “Ona
değer vermiyorlardı.” denilmiştir.
21. Onu satın alan Mısırlı, karısına, “Ona iyi bak! Ola ki bize fayda-
sı dokunur ya da onu evlat ediniriz.” dedi... Böylece, Yûsuf ’a ülkede iyi
35 bir konum sağlamış olduk ve kendisine rüya yorumunu öğrettik. Allah,
verdiği emir üzerinde galiptir (olmasını istediği şeyi mutlaka gerçekleş-
tirir, hiç kimse O’nu engelleyemez), fakat insanların çoğu bilmez.
ا כ אف 557
َ ْ َ ُ َن﴾ َ א ِ ٌ َ َ َأ ْ ِ ِه َو َ כِ َأ ْכ َ َ ا ِ
אس
558 YÛSUF SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
[909] Söylendiğine göre “onu satın alan” kişinin adı, Kıtfîr ya da Et-
fîr’dir (Potifar). Bu zat, Mısır hazinelerinin (yani ziraî mahsul depoları-
nın) başında bulunan yetkili (‘azîz) kişi idi. O dönemde kral, Amâlika
kabilesinden Reyyân b. Velîd idi. Yûsuf Aleyhisselâm’a iman etmiş, o ha-
5 yatta iken vefat etmişti. Ardından Kābûs b. Mus‘ab kral olmuştu. Yûsuf
Aleyhisselâm bunu İslâm’a davet etmiş, o ise reddetmiştir. Yûsuf ’u Aziz
on yedi yaşında iken satın almıştı. Yûsuf Aleyhisselâm onun evinde on üç
sene kaldı. Reyyan b. Velîd onu otuz yaşında vezir yapmış, otuz üç yaşına
geldiği zaman Allah Teâlâ kendisine ilim ve hikmet bahşetmiş, yüz yirmi
10 yaşında vefat etmiştir.1
[910] Söylendiğine göre bu kral, Mûsâ Aleyhisselâm dönemindeki Fi-
ravun olup, dört yüz sene yaşamışmış. Delili de “Gerçek şu ki daha önce
Yûsuf da size apaçık delillerle gelmişti.” [Ğâfir 40/34] âyeti imiş. Mûsâ Aley-
hisselâm dönemindeki Firavun’un, Yûsuf Aleyhisselâm dönemindeki Fira-
15 vun’un soyundan olduğu da söylenmiştir.
[911] Yine, Aziz’in onu yirmi dinar, iki çift terlik ve iki beyaz elbise
karşılığında satın aldığı; -ayrıca- onu pazara götürüp açık artırmaya çı-
kardıkları, nihayet fiyat bir misk, bir varak ve bir ipek fiyatına ulaşınca
Kıtfîr’in onu bu fiyata satın aldığı da söylenmiştir.
20 [912] “Ona iyi bak” evimizdeki yerini, makamını iyi tut, onu razı et.
-“O (eşiniz) benim efendimdir, bana iyi bakmıştır.” [Yûsuf 12/23] ifadesi de
bunun delilidir.- Maksat, “Ona iyi davran, ihsanda bulun, bir uşak olarak
iyi muamelede bulun ki gönlü bizimle birlikte olmaktan hoşnut olsun;
aramızda yaşamakla huzur bulsun.” şeklindedir. Nitekim bir kimsenin
25 yanında konakladığı erkek veya kadın kastedilerek keyfe ebû mesvâke (Ba-
rınak sahibin nasıl?) ve keyfe ümmü mesvâke (Barınak sahiben nasıl?) de-
nilir ve bu ifadelerle, “Onun yanında konaklamaktan gönlün hoşnut mu,
senin yanında konaklamanın hakkını gözetiyor mu?” anlamı kastedilir.
[913] ِ ِ َْ أ (hanımına) ifadesindeki Lâm, ِا ْ َ ُاهfiiline değil, אل
َ َ fiiline
َ َ
30 taalluk eder.2
1 Bu hesapta, (a) Yûsuf ’un zindanda geçirdiği seneler hesaba katılmamış gözüküyor. (b) Yûsuf ’a ilim ve
hikmet bahşedilmesi zindana girmesinden -dolayısıyla, vezir olmasından- öncedir. / ed.
2 “Onu karısına satın alan Mısırlı dedi ki: …” değil de, “Onu satın alan Mısırlı, karısına dedi ki: …”
şeklinde. / ed.
ا כ אف 559
، ة ث ،وأ אم ة ا و اه ا ،وا
ا و وا כ ،وآ אه ا ا ا و ا زره ر אن ٥وا
ا، ًכא وور ً א و وز ، ا ا ق ها أد
ً
. כا א א
أو ا أة ،اد: ر ل اك؟“ اك ،وأم أ ”כ
[914] “Ola ki bize faydası dokunur.” Belki yetişip işleri öğrenir de tec-
rübe sahibi olup işlerin nasıl çekilip çevrildiğini anlarsa yaptığımız işlerin
bir kısmında ondan istifade ederiz; güvenilirliği ve yeterliliği ile bize fay-
dası dokunur. Ya da “Onu evlatlık edinir, evlat yerine koyarız.” şeklinde-
5 dir. Kıtfîr kısır idi; evladı olmuyordu. Feraset sahibi olduğu için Yûsuf ’ta-
ki rüşdü görmüş ve böyle demiştir. Nitekim şöyle denilmiştir: “İnsanlar
içerisinde en ferasetli olan şu üç kişidir: İlki Yûsuf konusunda ferasetli
davranan ve hanımına “Ona iyi bak! Ola ki bize faydası dokunur.” diyen
Aziz; ikincisi Mûsâ Aleyhisselâm hakkında babasına “Babacığım, onu üc-
10 retli işçi olarak tut.” [Kasas 28/26] diyen kız; üçüncüsü ise Hazret-i Ömer’i
kendisinden sonra halife olarak seçen Hazret-i Ebû Bekr –Allah her iki-
sinden de razı olsun-.” Rivayete göre Aziz Yûsuf Aleyhisselâm’dan kendisi
hakkında bilgi almak istemiş, o da nesebinden bahsetmiş ve Aziz de onu
bu sayede tanımış.
15 [915] “Böylece” ifadesiyle daha önce geçen şeylere, yani Yûsuf Aleyhis-
selâm’ın kurtarılması, Aziz’in kalbinin ona şefkat duyması gibi hususlara
işaret edilmiştir. (’ َכ َ ِ َכdeki) Kâf mansup olup takdiri, “işbu kurtarma
ve şefkat gibi…” şeklindedir. “Yûsuf ’a ülkede iyi bir konum sağlamış ol-
duk.” yani onu kurtarmış ve Aziz’in kalbini ona meylettirmiş olduğumuz
20 gibi, Mısır diyarında ona iyi bir konum sağladık, onu orada emriyle-ya-
sağıyla tasarrufta bulunan bir yetkili kıldık. Onu bu şekilde kurtardık
ve kendisine imkân sağladık “ki kendisine rüya yorumunu öğretelim.”
Amacımız, akıbeti sadece onun iyi olan ilim ve amel (sahibi olması) idi.
[916] “Allah, verdiği emir üzerinde galiptir,” kendi işine galiptir, di-
25 lediği şeye engel olunamaz, irade ve hükmüne kimse karşı çıkamaz. Ya
da Yûsuf ’un işine galiptir, onu kendi çekip çevirir, başkasına bırakmaz.
Ağabeyleri onun hakkında çeşitli şeyler istemişler, fakat sadece Allah’ın
istediği ve düzenlediği şey gerçekleşmiştir. “Fakat insanların çoğu” bütün
işlerin Allah’ın elinde olduğunu “bilmez.”
30 22. Gençlik çağına geldiğinde, kendisine hikmet ve ilim vermiştik.
İhsan üzere hareket edenleri işte böyle mükâfatlandırıyoruz Biz.
[917] el-Eşüdd (gençlik çağı) ifadesinin on sekiz yaşını, yirmi yaşını,
otuz üç yaşını, kırk yaşını ifade ettiği söylendiği gibi, üst sınırının altmış iki
yaş olduğu da söylenmiştir.
ا כ אف 561
אر א، رو إذا ّرب وراض ا أَن َ َ َ َא{ ]} [٩١٤
אه } َ כ א{ ،أي כ א أ אء وا ذכ ا ه :و ب وا כאف
ه א ف אه ًכא و أرض ،כ כ ّכ א ا א و
ن. ن ،وأر ون ،و ث و ة ،و א ّ: ا ][٩١٧
ن. אه אن و :أ و
562 YÛSUF SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
[918] Hükmen hikmet anlamına gelir ki o da amel ile birlikte olan ilim
ve bilinmeyen şeyden uzak durmak demektir. Bu kelimenin, insanlar ara-
sında hükmetmek ve anlamak anlamına geldiği de söylenmiştir. “İhsan üze-
re hareket edenleri, işte böyle mükâfatlandırıyoruz Biz.” ifadesi, Yûsuf Aley-
5 hisselâm’ın işinde ihsan üzere hareket ettiğine, gençlik yıllarında dahi Allah
korkusuna sahip olduğuna, Yüce Allah’ın da onun bu ihsanına karşılık ken-
disine hüküm ve ilim verdiğine dikkat çekmektedir. Hasan-ı Basrî’nin [v.
110/728] “Kim gençliğinde Rabbine ibadeti ihsan üzere yaparsa, Allah da
olgunluk çağına geldiğinde ona hikmet bahşeder” dediği nakledilmiştir.
10 23. (Derken) evinde bulunduğu kadın ondan murat almak istedi,
kapıları sımsıkı kapattı ve “Haydi gel!” dedi. O ise “Allah’a sığınırım!
Doğrusu o (eşiniz) benim efendimdir, bana iyi bakmıştır. Zalimler asla
iflâh olmaz!” dedi.
[919] el-Murâvede (murat almak istemek), gelip gitmek anlamındaki
15 râde - yerûdu fiilinden müfâ‘ale babında türemiştir. Sanki “Onu nefsi adına
aldattı, yani arkadaşını, elinden çıkmasını istemediği bir şey konusunda
aldatan kimsenin yaptığı gibi yaptı; ona galip olmak ve ondan alacağını
almak için hile yaptı.” denilmiştir. Bu ifade, onun Yûsuf Aleyhisselâm’ı ken-
disi ile cinsel temasta bulunmaya zorlamış olmasını anlatmaktadır.
20 [920] “Kapıları sımsıkı kapattı.” Söylendiğine göre bunlar, yedi kapı idi.
[921] (Haydi gel!) ifadesi, her ikisinde de Tâ’nın fethası ile olmak
üzere He’nin fethası ile ve kesresi ile yani eyne ve ‘iyte vezinlerinde okun-
muştur. Yine bu kelime ceyri vezninde heyti şeklinde, haysü vezninde heytü
şeklinde ve teheyye’tü (hazırlandım) anlamında hi’tü şeklinde de okunmuş-
25 tur. Nitekim tıpkı câ’e-yecîü fiili gibi, hazırlandı anlamında, hâ’e-yehî’u de-
nilir. Ayrıca bu ifade hüyyi’tü le-ke şeklinde de okunmuştur. (Bu le-kedeki)
Lâm, fiilin sılasıdır. Seslenme durumunda ise Lâm, beyan ifade eder, sanki
helümme le-ke (Haydi! Sana diyorum.) ifadesinde olduğu gibi, le-ke ekūlü
hâzâ (Sana söylüyorum bunu.) denilmiştir.
30 [922] ِ ( َ א َذ اAllah’a sığınırım!) Zira durum şudur ki “o benim efendim-
dir;” benim malikim, sahibimdir. Burada Kıtfîr’i kastetmektedir. “Bana iyi
bakmıştır.” sana “Ona iyi bak!” [Yûsuf /1221] demiştir. Dolayısıyla bunun kar-
şılığı onun arkasından ailesine kötü davranmam, bu konuda ihanet etmem
olamaz. “Zalimler asla iflâh olmaz!” İyiliğe kötülükle karşılık vererek ihanet
35 edenler iflâh olmaz. Burada “zalimler” ifadesi ile zinakârların kastedildiği söy-
lenmiştir; çünkü onlar, nefsine zulmeden kimselerdir. ّ ِ “( رEfendim” derken),
‘sebepler sebebi’ olması hasebiyle Yüce Allah’ı kasdettiği de söylenmiştir.
ا כ אف 563
َ ْ ِ َ א َ ْ َ ْ ِ ِ َو َ َ ِ ا َ ْ َ َ
اب َو َא َ ْ َ ْ َ او َد ْ ُ ا ِ ُ َ ِ﴿-٢٣و َر َ
َ ٥
:אد ،כن ا راد ود ،إذا אء وذ א اودة: ] [٩١٩ا
إ א א. ا ا אرة ؛و ه و אل أن ه،
[924] “Kadın ona yönelip karar vermişti.” ifadesi, “Onunla birlikte ol-
maya karar vermişti.” anlamında, “O da ona yönelip karar vermişti.” ifadesi
15 ise “O da onunla birlikte olmaya karar vermişti.” anlamındadır. “Rabbinin
kesin kanıtını görmemiş olsaydı…” ifadesinin cevabı hazfedilmiş olup, tak-
diri, “Rabbinin kesin kanıtını görmemiş olsaydı, onunla birlikte olurdu.”
şeklindedir. Zira “O da ona yönelip karar vermişti.” ifadesi buna delâlet
eder. Bu tıpkı, “Onu öldürmeye karar verdim, eğer Allah’tan korkmasay-
20 dım.” ifadesi gibidir, zira bu ifadede, “Eğer Allah’tan korkmasaydım onu
öldürürdüm.” anlamı kastedilmektedir. Şayet “Allah’ın peygamberinden
bir günaha karar verip ona yönelmek gibi bir fiilin sādır olması nasıl caiz
olabilir?” dersen şöyle derim: Burada maksat, Yûsuf ’un nefsinin onunla
birlikte olmayı arzu etmiş, gençlik şehveti ve şiddetli arzu ile hareket et-
25 miş ve tıpkı kadının kendisine yönelmiş olmasına benzeyen ve hem aklı
hem kararlılığı neredeyse yok edecek olan böyle bir durumun gerektirdiği
bir meyil şeklinde kendisini ona doğru çekmiş olması, fakat Yûsuf Aley-
hisselâm’ın bu kendisini kaplamış olan bu hali kırıp aştığı, haramlardan
kaçınmanın gerekliliğine dair mükelleflerden alınmış olan söz ve kesin delil
30 üzerinde düşünmek suretiyle bunu reddetmiş olduğudur. Eğer şiddeti sebe-
biyle hemm (karar verip yönelmek) olarak isimlendirilen bu aşırı meyil ol-
masaydı, o zaman bu meylin sahibinin Allah katında, o meyilden uzak dur-
ması sebebiyle övgüye mazhar olması söz konusu olmazdı, çünkü belalara
karşı gösterilen sabrın büyüklüğü, belaların büyüklüğü ve şiddetine göredir.
ا כ אف 565
َأ ْن َر َأى ُ ْ َ َ
אن َر ِّ ِ כَ َ َ
ِכ ِ َ ْ ِ َف َ ْ ُ ِ َא َ ْ ْ ِ ِ َو َ ﴿-٢٤و َ َ ْ َ
َ
َء َوا ْ َ ْ َ َאء ِإ ُ ِ ْ ِ َא ِد َא ا ْ ُ ْ َ ِ َ ﴾ ا
אن َ ْ כ
ُْ َ َ َ ْכ ُ َ َ َوכِ ْ ُت َو َ ْ َ ِ َ ْ ُ َو َ ْ أ
َ َُِْ ٥
. ُכ אه و أ ا ي إذا אم ،و .و :ا א؛ כאه
ّ
ِ َ א{ }و َ
َ ، א אه :و ِ ِ{ َ ْ }و َ َ ْ
َ ] [٩٢٤و
}و َ َ ْ
َ כ ا ِ َ א{ دا }و َ
َ : ] [٩٢٥ن
ّر ا אرئ إذا ان א ان ،و :ا ؟ אرج َ ْ ِ ِ { أم ٥
}و َ َ ْ َ ْ ِ ِ {،
َ أن כ ًא أ و כ ا و
أ ً א إ אر א ق אن َر ّ ِ { .و
أَن َرأى ُ ْ َ َ ِ َא َ ْ }و َ
َ ىء و
. ا
دل ا
א إذا ّ ف .وأ א اכ ز ة ،و وا
א .
ا ،وכ א
ّ
ِ َ א{ ن ا }و َ َ ْ َ ْ ِ ِ َو َ
َ ١٥
Fakat Allah Teâlâ “Gerçek şu ki kadın ona yönelip karar vermişti, o da ona
karar verip yönelmişti.” buyurarak, iki farklı “karar verip meyletme” fiili
arasında ayrım yapmıştır. Bu sebeple, bu ayrımı görmezden gelmek, yok
saymak anlamına gelir. Dolayısıyla, cümlenin takdirinin “Kadın Yûsuf ile
5 birlikte olmaya karar vermişti, o da onunla bir olmaya karar verip yönel-
mişti.” şeklinde olması, her iki muhālatadan maksadın ise, “kadının ondan
şehvetini gidermek suretiyle istediğini alması, onun da kadından şehvetini
gidermek şeklindeki isteğini alması” fakat Yûsuf Aleyhisselâm’ın Rabbinin
burhanını görmesi sayesinde onunla şehvetini gidermeyi terk etmiş olması”
10 olması gerekmektedir. Bu sebeple, َ ْ َ (…miş olsaydı) ifadesi sadece َو َ ِ َ א
(O da ona karar verip yönelmişti.) ifadesine taalluk edebilir.
[928] Yûsuf Aleyhisselâm’ın ona meyletmesi, uçkurunu çözüp cinsel iliş-
kiye girme konumuna gelmiş olması, kadın sırt üstü uzanmış olduğu halde
onun pantolonunun kemerini çözüp uzvuyla avret mahalline temas etmiş
15 olması şeklinde de tefsir edilmiştir. Yûsuf Aleyhisselâm’ın gördüğü “kesin
delil” ise, onun “Sakın ha! Uzak dur!” şeklinde bir ses duyduğu, fakat buna
aldırmadığı, bunun üzerine ikinci kez aynı sesi duyduğu ve yine aldırma-
dığı, üçüncüsünde de “Ondan yüz çevir!” şeklinde ses duyduğu, fakat yine
aldırmadığı, sonunda Yakup Aleyhisselâm’ın kendisine parmaklarını ısırır
20 vaziyette göründüğü şeklinde tefsir edilmiştir. Söylendiğine göre Yakup
Aleyhisselâm eliyle onun göğsüne vurmuş, böylece şehveti parmaklarından
dışarı çıkmıştır. Ayrıca söylendiğine göre; Yakup Aleyhisselâm’ın bütün ço-
cuklarının on ikişer çocuğu olmuştur, sadece Yûsuf Aleyhisselâm’ın on bir
çocuğu olmuştur, bunun nedeni ise, onun bu kadına yönelmiş olması se-
25 bebiyle şehvetinin eksilmiş olması imiş. Yine söylendiğine göre ona “Ey
Yûsuf! Güzel tüyleri olup da zina edince tüyleri dökülen bir kuş olma!”
diye seslenilmiş. Şu da söylenmiştir: (Tam o esnada) aralarında bilek ya
da kolu olmayan bir omuz görünüvermiş, omuzun üzerinde de “Şüphesiz
üzerinizde bekçiler var; değerli yazıcılar.” [İnfitār 82/10-11] yazılı imiş, fakat
30 Yûsuf Aleyhisselâm buna rağmen vazgeçmemiş. Sonra orada “Zinaya yaklaş-
mayın! Zira o, yüz kızartıcı bir suçtur, yol olarak da, kötüdür.” [İsrâ 17/32]
yazılı olduğunu görmüş, yine vazgeçmemiş. Bu sefer de “Öyle bir günden
sakının ki o gün Allah’a döndürüleceksiniz. Sonra herkese kazandığı tam
olarak ödenecek, kimseye haksızlık edilmeyecek.” [Bakara 2/281] yazılı oldu-
35 ğunu görmüş ama bu da onu vazgeçirmemiş. Ardından Allah Teâlâ Cebrail
Aleyhisselâm’a, “Hataya düşmeden kuluma yetiş!” buyurmuş; Cebrail Aley-
hisselâm “Ey Yûsuf! Peygamberler divanında yazılı olduğun halde tutup da
sefihlerin, beyinsizlerin amelini mi işleyeceksin!?” diyerek önüne çıkmıştır.
ا כ אف 569
}و َ َ ْ
אل َ ، ا אء א א و א وכ ّ ا
Yine, söylendiğine göre Yûsuf Aziz’in suretini karşısında görmüş, bir başka
görüşe göre kadın kalkıp odadaki bir putu örtmüş ve “Bizi görmesinden
haya ederim.” demiş; bunun üzerine Yûsuf Aleyhisselâm “İşe bak! Sen gör-
meyen ve işitmeyen bir varlıktan haya ediyorsun, ama ben her şeyi gören,
5 işiten, kalplerde gizli olanı dahi bilen Allah’tan haya etmiyorum!” demiş. Bu
gibi görüş ve yorumlar, dinleri Allah’a ve peygamberlerine iftira atmaktan
ibaret olan Haşvîlerin ve Cebriyecilerin uydurmalarıdır. Ehl-i ‘Adl ve’t-Tev-
hid (Mu‘tezile) ise -Allah’a hamd olsun ki- onların bu söylenti ve rivayetle-
rinden uzaktır. Yûsuf Aleyhisselâm’dan en küçük bir hata sādır olmuş olsay-
10 dı, tıpkı ‘Âdem Aleyhisselâm’ın, Nûh Aleyhisselâm’ın, Dâvûd Aleyhisselâm,
Eyyûb Aleyhisselâm ve Zünnûn [Yûnus] Aleyhisselâm’ın hataları kınanıp töv-
beleri zikredilmiş olduğu gibi onun hatası da kınanır ve tövbesi, istiğfarı
zikredilirdi. Kaldı ki, Allah Teâlâ Yûsuf Aleyhisselâm’a övgüde bulunmuş,
onu ‘ihlası sayesinde kurtarılmış biri’ olarak isimlendirmiş; böylece onun
15 ayakların kaydığı bu makamda sabit durduğu, karşı karşıya kaldığı fiilin ha-
ramlığına dair delile ve o fiilin çirkinliğine bakarak, güç ve kararlılık sahip-
lerinin yaptığı gibi nefsine karşı cihad ettiği ve neticede Yüce Allah’ın hem
evvelkilerin kitaplarındaki övgüsüne hem de onların tasdik edicisi ve delili
olan Kur’ân’daki övgüsüne mazhar olduğu kesin olarak bilinmiştir. Nite-
20 kim Allah Teâlâ Kur’ân’da Yûsuf Aleyhisselâm’ın kısasını (kısaca anlatmakla
yetinmeyip) teferruatı ile anlatmış, atası İbrâhim Aleyhisselâm’a yaptığı gibi
onun da sonrakiler arasında sadakati ile anılması ve zamanın sonuna kadar
iffet, namus ve sürçme noktalarında sebat ve kararlılık gösterme konusunda
sâlihlere örnek olması için tam bir portresini çizmiştir. Oysa bu kimseler öyle
25 rivayetler, öyle söylentiler nakletmektedirler ki, bu söylenti ve rivayetlerden
çıkan neticeye göre sanki Allah’ın -apaçık Arapça kitabı olan Kur’ân’daki-
en güzel kıssasını içeren bu sureyi indirmekteki amacı, peygamberlerinden
birini; zinakâr bir kadının avret mahalline oturup tenasül uzvunu temas
ettirme, önüne çöküp uçkurunu çözme konusunda insanlara örnek göster-
30 mek olmaktadır! Yine bu söylenti ve rivayetlerden çıkan neticeye göre sanki
Allah’ın peygamberi bu çirkin durumda iken Rabbi kendisini Kur’ân âyetle-
rinden oluşan uyarılarla üç kez uyardığı, katından kendisine çok büyük bir
uyarı ve azarlama nidaları ile seslendiği, eşinden başkasıyla temasta bulun-
duğu için tüyleri dökülen kuş misalini vererek onu uyardığı halde o yine de
35 hiç aldırmamış, yapmak üzere olduğu işten vazgeçmeye zinhar yanaşmamış,
neticede Allah âcilen Cebrail’i gönderip kendisine cebren engel olmuştur.
ا כ אف 571
: ،وא כאن אك أة إ ا :א .و אل ا :رأى و
ا ل وا ا وأ א َ ،وأ א ا د ا وا ا
رة ب و אء ا إ א ،و اق و א כ
ا زار وا و ا ا آ نإ ا א ي م ،و ا
אه ر أن א ،و ع כ و ا ا د ا ا ،
En arsız ve beter bir zinakârın bile, en yüzsüz bir ahlâksızın bile, -Allah’ın
peygamberinin karşılaştığı söylenen bu uyarıların en küçüğüne dahi mu-
hatap olmuş olsa- titremedik uzvu, heyecan ve ürpertiden şişmedik damarı
kalmaz!.. [Fakat gel gör ki bu rivayetlere göre Allah’ın peygamberi bütün bu uyarılara
5 aldırış bile etmemiştir!] Bu ne kadar çirkin bir mezhep, ne kadar açık seçik
bir sapkınlıktır böyle!..
[929] ( כ כBöylece) ifadesindeki Kâf nasp mahallinde olup an-
lam “İşte bu sebat gibi onu sabit kıldık.” şeklindedir. Ya da Kâf merfû‘
olup anlam “Durum işte bunun gibidir.” şeklindedir. “Onu fenalıktan”
10 efendisine ihanet etmekten “ve fuhuştan” yani zinadan “uzak tuttuk;
çünkü o, (ihlâsı sayesinde) kurtarılan kullarımızdandı.” اkeli-
mesi (Lâm’ın kesresi ile okunduğunda); “Dinlerini Allah’a halis kılan
kimselerdendi.” Anlamına; fetha ile okunduğunda ise “İtaati sebebiyle
Allah’ın kendilerini koruyup muhafaza ettiği, böylece kurtarmış olduğu
15 kimselerdendi.” anlamına gelir. َء ( اfenalık) kelimesi ile fuhşun ön
fiillerinden olan şehvetle bakma, öpme ve benzeri şeylerin kastedilmiş
olması da mümkündür. “Kullarımızdan” ifadesi, “O kurtarılmış olan
kullarımızdan biri idi.” ya da “Onların neslindendi.” anlamına gelir.
Zira Yûsuf Aleyhisselâm, haklarında Yüce Allah’ın “Biz onları muazzam
20 bir ihlas ile halis kıldığımız, o Âhiret yurdunu düşünen kimseler kılmış-
tık.” [Sād 38/46] buyurduğu İbrâhim zürriyetinden idi.
25. Her ikisi de kapıya doğru yarıştı ve kadın (yetişip) Yûsuf ’un
gömleğini arkadan yırttı. Kapının yanında, kadının efendisi ile karşı-
laştılar. Kadın (büyük bir pişkinlikle), “Ailene kötülük etmek isteyen
25 birinin cezası, zindana atılmaktan veya can yakıcı bir işkenceden başka
ne olabilir?!” dedi.
26. (Yûsuf ) “Asıl o benden murat almak istedi!” dedi. Kadının ai-
lesinden biri de şahitlik etti ki:“Yûsuf ’un gömleği önden yırtılmışsa,
kadın doğru söylemektedir, Yûsuf yalancılardandır.”
30 27. “Yok, arkadan yırtılmışsa kadın yalan söylemektedir, Yûsuf doğ-
ru söyleyenlerdendir.”
28. Aziz gömleğin arkadan yırtılmış olduğunu görünce, dedi ki: “Bu,
siz kadınların bir tuzağıdır, gerçekten müthiştir siz kadınların fendi!”
29. “Yûsuf! Sen bunu görmezden gel. Hatun! Sen de günahının ba-
35 ğışlanması için dua et; çünkü gerçekten günahkârlardansın!”
ا כ אف 573
אد א ،أي אه: } ْ ِ ِאد َא{ ذ כ .و ة ،و وا ا
َ
אل ا ذر إ ا ، א ؛ أو ا
אب َو َ ْت َ ِ َ ُ ِ ْ ُد ُ ٍ َو َأ ْ َ َא َ ِّ َ َ א َ َ ى ا ْ َ ِ
אب ﴿-٢٥وا ْ َ َ َ א ا ْ َ َ
َ
َא َ ْ َ א َ َ ُاء َ ْ َأ َرا َد ِ َ ْ َ
ِכ ُ ًءا ِإ َأ ْن ُ ْ َ َ َأ ْو َ َ ٌ
اب َأ ِ ٌ ﴾
َو َ ِ َ َ א ِ ٌ ِ ْ َأ ْ ِ َ א ِإ ْن כَ َ
אن َ ِ ُ ُ َ ْ َْ ِ َ ﴿-٢٦אلَ ِ َ َر َ
او َد ْ ِ
ِ ْ ُ ُ ٍ َ َ َ َ ْ َو ُ َ ِ َ ا َْכא ِذ ِ َ ﴾ ُ
ِ ْ ُد ُ ٍ َ َכ َ َ ْ َو ُ َ ِ َ ا א ِد ِ َ ﴾ אن َ ِ ُ ُ ُ
﴿-٢٧و ِإ ْن כَ َ
َ ١٥
َ ُ ُ ُ ﴿-٢٩أ ْ ِ ْ
ض َ ْ َ َ ا َوا ْ َ ْ ِ ِ ي ِ َ ْ ِ ِכ ِإ ِכ ُכ ْ ِ ِ َ ا ْ َ א ِ ِ َ ﴾
574 YÛSUF SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
[930] “Her ikisi de kapıya doğru yarıştı” kapıya doğru koştular. Burada
İlâ harf-i ceri hazfedilmiş, fiil doğrudan vasledilmiştir. Bu tıpkı ُ َوا ْ َאر
ُ َ َْ (“Mûsâ kavminden seçti...” [A‘râf 7/155]) ifadesi gibidir. Ya da burada ِا ْ َ َ א
َ
fiili, ibtederâ (giriştiler) mânasını ihtiva etmektedir. Yûsuf Aleyhisselâm ondan
5 kaçmış, dışarı çıkmak için hızla kapıya koşmuş, o da onun çıkışına engel ol-
mak için arkasından koşmuştur. Şayet “Bâb (kapı) kelimesi, daha önce “Kapı-
ları kilitledi.” [Yûsuf 12/23] şeklinde çoğul olarak kullanıldığı halde burada nasıl
tekil kullanılmıştır?” dersen şöyle derim: Burada evin çıkış kapısı, dış kapısı
kastedilmiştir; o kapı [Yûsuf Aleyhisselâm için] evden çıkıp, bu ayıptan kurtuluş ka-
10 pısıdır. Kâ‘b’ın rivayet ettiğine göre Yûsuf Aleyhisselâm kaçtığı zaman kapıların
kilitleri birer birer açılıp dökülmüş ve o da kapıları geçip dışarı çıkmış.
[931] “Yûsuf ’un gömleğini arkadan yırttı” onu arkadan çekti ve gömle-
ği yırttı, yani Yûsuf Aleyhisselâm ondan kaçarken ve o da kendisini engelle-
mek için takip ederken gömlek ortadan yırtıldı. “Kapının yanında, kadının
15 efendisi ile” yani kocası Kıtfîr ile “karşılaştılar.” Kadın kocasına, “Efendim!”
diye seslendi. Söylendiğine göre burada “O ikisinin efendisi ile karşılaştılar.”
denilmemiş olmasının sebebi, Yûsuf Aleyhisselâm’ın köleliğinin gerçek bir
kölelik olmaması, Aziz’in onun gerçek efendisi olmamasıdır. Söylendiğine
göre onlar kapıda iken, Aziz de tam kapıdan içeri girmek üzere iken onunla
20 karşılaşmışlar. Yine söylendiğine göre o sırada Aziz, kadının amcaoğlu ile
otururken karşılaşmışlardır.
[932] Aziz, karısının böyle kuşkulu bir durumda, Yûsuf ’a gönül koymuş
ve onun tarafından reddedilmiş halde olduğunu anlayınca, kadın derhal her
iki amacını da gerçekleştirecek bir hile düşündü. Bu amaçlarından biri, kocası
25 nezdinde suçsuzluğunu ispat etmek, diğeri de Yûsuf’a olan kızgınlığını gider-
mek, onu elde etmek için korkutmak, tuzağından korkup kendi isteğine râm
olmasını, gönüllü olarak kabul etmediği şeyi zorla kabul etmesini sağlamaktı.
Nitekim kadın ona, “Eğer emrettiğim şeyi yapmazsa, and içerim ki, ya zinda-
na atılacak ya da sürünenlerden olacak.” [Yûsuf 12/32]) demiştir.
30 [933] َ א َ َ ُاءifadesindeki Mâ, nâfiye olup anlam. “Onun cezası zin-
dandan başka bir şey değildir.” şeklindedir. Mâ’nın istifham Mâ’sı olma-
sı ve anlamın, “onu cezası zindandan başka ne olabilir ki?” şeklinde ol-
ması da mümkündür. Nitekim buna benzer şekilde men fi’d-dâri illâ
Zeydün (evde Zeyd’den başka kim ola ki?) denilir. Şayet “Kadın neden
35 doğrudan Yûsuf ’un adını zikretmemiş, kendisi hakkında kötülük murat
ettiğini söylememiştir?” dersen şöyle derim: Genel bir ifade kullanmış
ا כ אف 575
، אر وإ אل ا
فا ّ ا אب، אب{ و א א إ َ َ َא ا َ ]} [٩٣٠وا ْ
ا را. א ا َ ْ َ ُ { ]ا اف .[١٥٥ :أو אر
}وا َ כ
اب. ا
:א ًא ؛و أن ً :أ אه . ا ًا כ
أة. ا
ّ
א و ا כا א زو א ] [٩٣٢א ا
ن ،و א א אر :ا و أر :Ṡכ ا .و ا א ١٠
أدى دى
:א ّ אدة؟ ا אد ًة و א : ] [٩٣٥ن
אل: א :و ل ،כ إرادة ا ل ،أو ا ل א : ١٥
Bu durum (yani gömleğin önden yırtılması) iki açıdan delil olurdu: İlk
olarak; eğer Yûsuf onu takip etmiş ve o da onu kendisinden uzaklaştırmaya
çalışmışsa, gömleğini ön tarafından kavrayıp itmiş ve gömleği yırtmış ola-
caktı. İkincisi; kadının arkasından onu yakalamak için hızlıca koşmuş ve
5 tökezleyip düşmüş; gömleği bir yere takılmış ve böylece gömleğinin önü
yırtılmış da olabilir.
[938] [ ٍ ُ ُ ْ ِ (önden) ve ٍ ُ ( ِ ْ ُدarkadan) ifadeleri] muzāfun ileyhin hazfedi-
lip muzāfın gaye kabul edilmesi görüşüne göre, min kubulu ve min dübüru
şeklinde zamme ile de okunmuştur. Anlam, min kubüli’l-kamîs (gömleğin
10 önünden) ve min dübüri’l-kamîs (gömleğin arkasından) şeklindedir. [Min
kubulin ve min dübürin şeklindeki] nekire okuyuşta ise anlam, “adına ön denen
taraftan” ve “adına arka denen taraftan” şeklindedir. İbn İshâk’ın, min ku-
bule ve min dübüra şeklinde fetha ile okuduğu, sanki kubül ve dübür kelime-
lerini ön ve arka yönlerinin özel isimleri gibi düşündüğü ve hem müennes
15 hem özel isim olmaları sebebiyle de gayr-i munsarif kabul ettiği nakledil-
miştir. Yine bu kelimeler ortadaki harfin (Bâ’nın) sükûnu ile (kublin ve düb-
rin şeklinde) de okunmuştur.
[939] Şayet “Gelecek zaman için kullanılan İn edatı ile [geçmiş zaman
için kullanılan] kânenin birlikte kullanılması nasıl caiz olmuştur?” dersen
20 şöyle derim: Çünkü mâna, “Gömleğinin … yırtılmış olduğu bilinirse”
şeklindedir. Bunun bir benzeri sana olan ihsanını başına kakan kimseye
dediğin in ahsente ileyye fe-kad ahsentü ileyke min kablü (Eğer sen bana
ihsan ettiysen, ben de sana daha önce ihsan etmiştim.) ifadesine benzer
ki burada, “Eğer bana minnet ediyorsan, ben de sana minnet ederim.”
25 anlamı söz konusudur.
[940] “Gömleğin arkadan yırtılmış olduğunu görünce” yani Kıtfir
bunu görüp de Yûsuf ’un suçsuz ve doğru sözlü, kadının ise yalancı oldu-
ğunu anlayınca, “dedi ki: Bu” yani senin “Ailene kötülük etmek isteyen
birinin cezası, zindana atılmaktan veya can yakıcı bir işkenceden baş-
30 ka ne olabilir?” şeklindeki sözün ya da bu durum -yani Yûsuf ’tan kâm
almak istemen- “siz kadınların bir tuzağıdır.” Burada hitap ona ve cari-
yesine yöneliktir. Tuzak kurmak erkeklerin işi olduğu halde kadınların
tuzağının daha büyük olduğunun ifade edilmesinin sebebi, kadınların
daha gizli tuzaklar, daha etkili hileler planlamalarıdır. Nitekim kadın-
35 ların bu konuda büyük maharetleri söz konusudur ve bu yolla erkeklere
galip gelirler. Allah Teâlâ da “düğümlere okuyup üfleyen kadınların şer-
rinden” [Felak 113/4] buyurmuştur. Hele de kadınlar içerisinde saraylardan
yetişenler, diğerlerinin bilmediği dâhiyane tuzaklar, komplolar bilirler.
ا כ אف 579
א ،כ د « ،א َ « ،و» أ» : אق أ إ أ ا אد .و ٥
َ
. כ نا .وُ א وا ف אا
כ :إن ه כ ّ ،و כאن أ أن ّن ا : »כאن«؟
אل
א }َ َ وכ و اءة و ِ ] َ َ } [٩٤٠א َر َءا{
א אن! ّن ا ا א أ אف אء أכ ا אء :أ א أ אف ا و
َ ِ {. אء} :إِن َכ َ ُכ אء ،[٧٦ :و אل ]ا אن َ ِ ً א{ ِ
אن َכ َ ل} :إِن َכ َ ا
ٌ ْ ْ
؛ א אدى ف ا اء، ف ]{ ُ ُ ُ } [٩٤١
ا אث. כ ر א
ً
ً א؛ ا أة ا א ،وا أة אء ،وכ ّ ا א }و َ َאل ِ ْ َ ةٌ{ و אل
]َ [٩٤٣
ة .وا ،وا أة ا א ا א ا واب ،وا أة א אز ،وا أة ا
ّ
אء ا َ ،و כ כ أة ،و ا د ا
אن אل א ةر : .و אب ا אف ا اد؛ وا إ و
אف َ ْ َ ِ ِ ا َ َ א ِ ُ
אن ا ِّ َ ِ
َ כَ َ ِכ َوا ِ
ون َذ َ
َو َ ْ َ אلَ َ ُد َ ٥
ان ،אل: א ه ،إذا ا ، א« ،א و ئ»
َכ َ א َ َ َ ا َ ْ ُ َء َة ا ُ ُ ا ّ א
ا אכ و ِ
אل َ ،כ א אب כ ا ا א .و و ١٠ا כ א
ً
א. א ّ ا כ :כא כ ه .و
ّ
כ رات، ا ّا ا أة أر :د ّ. ]} [٩٤٦أَ ْر َ َ ْ ِإ َ ِ { د
ْ
د ّ ،و ت כا אرق، }وأَ ْ َ َ ْت َ ُ ُ َכ ًא{ א כَ
رؤ ،و כ ٍ
ّ و ُْ َ ّ أن أ אت وا כאכ
ه، ه ءو א؛ ن ا כ إذا ّ أ ّ أ ١٥
çünkü onlar konfor içinde yaşayan kimselerin âdeti olduğu üzere, yeme
içme esnasında arkalarına yaslanarak otururlardı. Bu sebeple, insanın arka-
sına yaslanarak yemek yemesi yasaklanmıştır. Aziz’in karısı onlara bıçakları,
yemek yerken kullanmak üzere vermiştir. ً ُ َכkelimesinin yemek anlamın-
5 da olduğu da söylenmiştir. Nitekim itteke’enâ ‘inde fülânin (Falancanın ya-
nında kurulduk.) sözü, onun yanında yemek yemekten kinayedir; çünkü
yemeğe çağırdığın kimseye (önce) yaslanıp oturacağı bir yer hazırlarsın. Şair
Cemîl şöyle demiştir:
Nimetler içinde gölgelenip, kurulduk
10 ve fıçılarından bol bol içtik helal şarabı
Mücâhid b. Cebr’in [v. 103/721] “ ً َ ُ כkelimesi bıçakla kesilerek yenilen
yemek anlamındadır.” dediği nakledilmiştir. Bu durumda anlam sanki “Bı-
çakla yenen yiyecekler hazırladı.” şeklinde olmaktadır, çünkü kesen kimse,
kestiği şeye bıçakla yaslanır, ona kuvvet uygular. Bu kelime Hemze’siz ola-
15 rak mütteken şeklinde de okunmuştur. Hasan-ı Basrî’nin [v. 110/728] Kâf ’ın
fethasını işbâ yaptığı için med ile, sanki müfte‘âl veznindeymiş gibi müt-
tekâ’en şeklinde okuduğu rivayet edilmiştir. Tıpkı (şairin) müntezeh keli-
mesini müntezâh şeklinde ve yenbe‘u kelimesini yenbâ‘u şeklinde kullanması
gibi. Yine bu kelime mütken şeklinde de okunmuştur ki bu durumda anlamı
20 turunç olur. Şair şöyle demiştir;
Kadın, babasının oğullarına [üvey kardeşlerine] bir turunç hediye etti
Kaba devenin toynaklarıyla yere sertçe vurarak yürüdüğü [böylece
götürdüğü turunç]
[Şairin söz ettiği] kadın, deve üzerinde bir turunç hediye etmiştir. Bu tu-
25 runç sanki Ebû Dâvûd’un Sünen’inde söz ettiği, ikiye bölünüp iki eşit parça
halinde deveye yüklendiğini söylediği turunç gibidir. Aziz’in karısının, on-
lara zemâverd (dürüm) ikram ettiği de söylenmiştir. Vehb b. Münebbih’ten
nakledildiğine göre bunlar turunç, muz ve karpuzmuş. Bu kelime (yani
mütken), “Kadın onlara kesilecek şeyler hazırladı.” anlamına gelmekte olup,
30 beteke (kesti) anlamındaki meteke’ş-şey’e fiilinden türemiştir. Humeyd b. Kays
el-A‘rec [v. 130/747] de, teki’e - yetke’ü (yaslandı) fiilinden, mef‘alen vezninde
metke’en şeklinde okumuştur.
[947] Ekberne fiili a‘zamne anlamındadır1, yani bu muhteşem güzellik
ve olağanüstü cemal karşısında onu gözlerinde öyle büyüttüler ki…
1 “Cismî büyüklük” anlamına gelen kebîrden gelen ekbera fiili, manevi, soyut büyüklük ifade eden ’aza-
met kökünden gelen i‘zām anlamında olup “önemini kavramak, yüceltmek” demektir; yani “kendileri-
ne o kadar önemli, ulu biri gibi gözüktü ki…” / ed.
ا כ אف 585
אع،
ه ََْ ُ ح .و اح،
ُْ ِ ا כאف ،כ אع אل ،وذ כ כ
אح
ِ َא ا َ ْ َ َ ُ ا ْ ِ َ ُ َ ُ َ َ ْ َ ْت َ ْ כَ ً ِ َ ِ أ ِ َ א ١٠
. َ َכ إذا َء، َכ ا ، א ت :أ ً א .و و ًزا و
أة ،إذا כ ،אل :أכ ِت ا ِ ْ ،وا אء :أכ ن، ] [٩٤٨و
ا ْ َ َا ِ ُ
َ א َ ِ ا َ ْ َ א ِة َوا ْ ِ אن إن ِ
ََْ َ َ א َ א َأ ِ
اء ُة א אا وا اءة، ا ، وف ا ف و
1 Dikkat! Elif ’in Yâ’ya dönüşmesi ancak harflerde söz konusu olur.
ا כ אف 589
ف א «، » ة .و اءة ا ا فا אش ِ«،
و» َ َ أ
כ כ ،כ א رכ نا אإ א ،و א رכ ذ כ وا ا אه כ
א כ؛إ ا ،و أ א ا ا أد ا אع أن ١٥
[952] Mâ’nın Leyse gibi amel etmesi, kadim Hicaz lehçesinin bir özelliği
olup, Kur’ân da bu kullanıma yer vermiştir. Örneği: ِ ِ ( א ُ أ ُ אOnlar, an-
ْ
neleri değildir. [Mücadile 58/2]). Beşeran kelimesini, doğal dil yetenekleri gere-
ğince okuyan Temim mensupları ise, beşerun şeklinde merfû‘ olarak okumuş-
5 lardır ki bu da İbn Mes‘ûd’un kıraatidir. Bu ifade mâ hâzâ bi-şiran şeklinde
de okunmuştur ki bu durumda anlam, “Bu, bayağı bir köle değil! Olsa olsa
değerli bir melektir!..” şeklinde olur. Hâzâ bi-şiran ifadesi, “Alış verişle hâ-
sıl olmuştur, satın alınmıştır.” anlamındadır. Nitekim hâzâ le-ke bi-şiran em
bi-kiran? (Bu, satın alma yoluyla mı yoksa kira yoluyla mı sana ait?) denilir.
10 Doğru olan kıraat ilkidir, çünkü hem mushafa uygundur hem de kelimenin
beşer şeklinde okunuşu, melek kelimesi ile uyumludur.
[953] “Dedi ki: ‘İşte kendisi için beni ayıpladığınız kişi o!” Yûsuf Aley-
hisselâm orada hazır bulunduğu halde kendisine işaret etmek için hâzâ (bu)
yerine zâlike (o) ifadesini kullanmış olmasının sebebi, onun güzellik itibariyle
15 yüksek bir konumda olduğunu, sevmeye, gönül kaptırmaya değer olduğunu,
halinin çok yüksek, konumunun çok büyük olduğunu ifade etmektir. Yine
bu ifade, kadınların “Kenanlı uşağına âşık olmuş.” şeklindeki sözlerine işaret
etmekte; “İşte kendi kendinize tasavvur ettiğiniz, sonra da kendisi hakkın-
da beni kınadığınız o Kenanlı uşak budur.” demiş olmaktadır ki buna göre,
20 şunu söylemek istemektedir: Siz onu hakkıyla tasavvur edemediniz, eğer şim-
di görmüş olduğunuz gibi tasavvur edebilseydiniz ona âşık olduğum için beni
mâzur görürdünüz.
[954] el-İsti‘sām büyük bir dikkat ve titizlikle korunmaya çalışmak, çok
aşırı derecede imtina edip uzak durmak anlamına delâlet eden mübalağa ya-
25 pısıdır. Buna göre sanki o hem kendini korumakta hem de bu konuda daha
fazlasını istemekte, kendini iyice korumaya çalışmaktadır. Benzer şekilde is-
temseke (Sımsıkı tutundu.), istevse‘a’l-fetku (Yarık genişledi.), istecma‘a’r-re’yu
(Görüşler birleşti.), istefhale’l-hatbu (İş zorlaştı.) ifadelerinde de aynı müba-
lağa söz konusudur. Bu ifade Yûsuf Aleyhisselâm’ın durumunu açık bir şekil-
30 de ortaya koymaktadır ki, artık bunun üzerine söylenecek bir şey, boş kafalı
nakilcilerin (Haşviyyenin) hemm (karar verip yönelme) ve burhân (ilahî delil)
kelimelerini tefsir sadedinde ona atfettiklerinden berî olduğuna dair getirile-
cek bundan daha açık ve aydınlatıcı bir delil yoktur.
[955] Şayet “ آ ُ ُهifadesindeki zamir ism-i mevsūle (yani ’ َ אya) mı yoksa
ُ
35 Yûsuf ’a mı gidiyor?” dersen şöyle derim: İsm-i mevsūle gidiyor; anlam
da “emretmiş olduğum şeyi” şeklindedir. Ama burada tıpkı emertüke’l-hay-
ra (Sana hayrı emrettim.) ifadesinde olduğu gibi harf-i cer hazfedilmiştir.
ا כ אف 591
אز و א ورد ا آن. ا ا ا “ ” ] [٩٥٢وإ אل ” א“
،כ ا وا אع ا ا ل אم :אء א ] [٩٥٤ا
وا א ا أ א أ אف إ يء أ ، ءأ ر אن ١٥و
: ؟ ل ،أم إ ا إ }آ ُ ُه{ را :ا ] [٩٥٥ن
ُ
. כ :أ כ ا ف ا אر כ א ، :אآ ل .وا ا إ
592 YÛSUF SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
Ayrıca Mâ’nın mastar Mâ’sı olması ve zamirin Yûsuf ’a işaret etmesi, anla-
mın da “kendisine emrettiğimi; yani emrimin gereğini yapmazsa” şeklinde
olması da mümkündür.
[956] כ ًא ُ َ َ ( َوkesinlikle olacak) ifadesi şedde ile (ve le-yekûnenne) okun-
5 duğu gibi hafifletilerek (ve le-yekûnen) de okunmuştur, tahfif ile okumak
daha evladır, çünkü Nun mushafta vakıf hükmünde Elif olarak yazılmıştır,
bu ise ancak şeddesiz Nun’da söz konusu olur.
33. “Ya Rabbi!” dedi [Yûsuf ]; “Bana göre zindan bu kadınların beni
davet ettikleri şeyden daha sevimlidir. Bunların tuzağını benden sav-
10 mazsan, onlara meyledip cahillerden olacağım.”
34. Bunun üzerine, Rabbi, duasına icabet ederek onların tuzaklarını
kendisinden savdı; çünkü O’dur gerçekten işiten, ‘mutlak ilim sahibi’
(Semî, Alîm).
[957] ُ ْ ِّ ( اzindan) kelimesi mastar olarak fetha ile es-secnü (zindana
15 atılmak) şeklinde de okunmuştur. “Beni davet ettikleri” ifadesinde, davet
kadınların tümüne atfedilmiştir, çünkü kadınların tümü Yûsuf ’a öğüt ver-
miş; Aziz’in karısının isteğine boyun eğmesini söylemiş; “Sakın kendini
küçük düşürme, hapse attırma!” demişlerdir. Bu durum karşısında Yûsuf
Aleyhisselâm Rabbine sığınarak “Ya Rabbi! Bana göre zindan bu kadınların
20 beni davet ettikleri şeyden” -günah işlemekten- “daha sevimlidir.” demiştir.
Şayet, “Hapse girmek nefse çok ağır gelen, zor bir durumdur; kadınların
Şayet
onu davet ettikleri şey ise çok büyük bir zevktir. Peki nasıl olur da meşakkat
zevkten daha sevimli olur?” dersen şöyle derim: Yûsuf Aleyhisselâm bu zor-
luk ve meşakkatlere Allah rızası için katlanmaya razı olduğundan ve günah
25 işlemenin çirkin olmasından ve kendisi bunların her birinin akıbetini dü-
şünmüş olduğundan dolayı onun için daha sevimli ve tercihe şayan olmuş-
tur. Yoksa nefsin hoşlanıp hoşlanmamasına bakarak böyle söylemiş değildir.
[958] “Bunların tuzağını benden savmazsan” ifadesi Yûsuf Aleyhisselâm’ın
Allah’tan kendisini iffetli olmaya ve kendisine sığınmaya mecbur etmesini
30 istemek anlamında değil, bütün peygamber ve sâlih kulların âdeti olduğu
üzere, kararlı olduğu ve içine iyice yerleştirdiği sabır konusunda Allah’ın
lütuf ve muhafazasına sığınmak anlamındadır. “Onlara meyledip…” Sabvet
( ُ ْ َ أfiili) hevaya meyletmek anlamındadır. es-Sabâ (sabâ rüzgârı) kelimesi
de buradan türemiştir, zira bu rüzgârın tatlı tatlı esintisi gönüllerde hoşluk
35 oluşturur. Bu ifade es-sabâbe kökünden esubbu ileyhinne şeklinde de okun-
muştur. “Cahillerden” yani bildikleri ile amel etmeyenlerden “olacağım.”
Zira ilminden herhangi bir fayda göremeyen kimse ile bilmeyen biri eşittir.
ا כ אف 593
َأ ْ ُ ِإ َ ْ ِ َو َأ ُכ ْ ِ َ ا ْ َ א ِ ِ َ ﴾
ِ ُ اْ َ ِ ُ﴾ אب َ ُ َر ُ َ َ َ َف َ ْ ُ כَ ْ َ ُ ِإ ُ ُ َ ا
َ ﴿-٣٤א ْ َ َ َ
إ אد ر .و אل } َ ْ ُ َ ِ { ا « ،א ] [٩٥٧و ئ »ا
:إ אك وإ אء אو א ،و وز ّ ّ ً א، ّ ةإ ا
ّ أ :כא ا ة؟ ّ إ أ ا כא ،כ ة إ د
،و ا ا ،و א א ا ا ا ه وآ إ
ً
و כ و א. ا ا א، ة כ وا א
ً
، و أ אف ا إ ع َכ َ ُ {
ْ }و ِإ َ ْ ِ ْف َ ِ ّ
]َ [٩٥٨ ١٥
ِ ٍ﴾ َ َ ا َ ُ ْ ِ ْ َ ْ ِ َ א َر َأ ُوا ا َ ِ
אت َ َ ْ ُ ُ ُ َ ُ ﴿-٣٥
اءة ِ ّ ه א .و ُ و ِ ِ
أن ُ ّ َ ا ّ א א ،أو א אأ
،أو َ و ا ُ אب؛ א ا « ،א אء »: ا
إ : د .כ أ أك؟ אل :ا « ،אل: أ» : ر ً أ
و אل ر אؤ ا אس ا אدة :כאن .و وإذا ا אج
ا .א ا :אرك ا ا وا ،إ ّن وا وا ا ل :أ ،
ً
أ ارك، رك א כ! و כ ،و א أ כ ،א أ
אق ا إ ا ذ ب ا ا ا ؟ אل :أ א א
أ כ ،و כ ا : ا א אل . إ ا ٢٠ا
. تا أي ارك ،כ
598 YÛSUF SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
[965] Rivayete göre bu iki kişi ona “Bizler gördüğümüz günden beri
seni sevdik.” demişler, o da şöyle demiştir: “Allah iyiliğinizi versin, sizlere
Allah için şunu söyleyeyim ki beni sevmeyin; çünkü vallahi kim beni sev-
diyse sevgisi yüzünden başım belaya girdi. Halam beni sevdi, başım belaya
5 girdi; babam sevdi başım bu sevgi yüzünden belaya girdi; sonra efendimin
hanımı beni sevdi ve onun sevgisi yüzünden başım yine belaya girdi. Allah
sizleri mübarek etsin, ne olur beni sevmeyin!..”
[966] Şa‘bî’den nakledildiğine göre bu iki kişi Yûsuf Aleyhisselâm’ı
denemek için bir rüya uydurmuşlar ve yanına gelmişler. Kralın şarapçısı
10 olan “Ben kendimi bahçemde görüyorum, ama birden bir üzüm asması ve
üzerinde üç salkım üzüm görüyorum. Onları toplayıp suyunu sıkıp kralın
kadehine koyuyor ve ona ikram ediyorum.” demiş. Fırıncı da “Ben de ba-
şımın üstünde üç zincir olduğunu ve bunlarda türlü tatların bulunduğunu,
bir anda yırtıcı bir kuşun gelip onu gagaladığını görüyorum.” demiştir.
15 [967] Şayet “‘Bize bunun yorumunu bildir.’ ifadesindeki zamir nereye
racidir?” dersen şöyle derim: Anlattıkları rüyaya işaret eder. Zamir bu gibi
yerlerde ism-i işaret yerine kullanılır. Sanki nebbi’nâ bi-te’vîli zâlike (Bize
bunun yorumunu bildir.) denilmiştir.
37. Dedi ki: “İkinizin nasipleneceği bir yemeğin size gelmesinden
20 önce ben size onun yorumunu bildiririm. Bu, bana Rabbimin öğrettiği
bir şeydir. Şüphesiz ben, Allah’a iman etmeyen bir kavmin dinini terk
ettim -ki Âhireti de yalnız onlar inkâr ederler.-”
38. “Ve atalarım İbrâhim, İshak ve Yakup’un dinine uydum. Her-
hangi bir şeyi Allah’a ortak koşmak bize yakışmaz. Bu, Allah’ın bize ve
25 insanlara lütfundandır, fakat insanların çoğu şükretmez.”
[968] Bu iki kişi Yûsuf Aleyhisselâm’ın iyi rüya yorumcusu olduğunu
söyleyip ondan rüyalarını tabir etmesini isteyince Yûsuf Aleyhisselâm da
bunu fırsat bilmiş ve onlara kendisini âlimden de öte bir nitelikle, yani
gaybtan haber verme özelliğiyle nitelemiş, hapiste kendilerine gelecek olan
30 yemeği önceden bileceğini söyleyip yemeğin niteliklerini anlatmış ve “Bu-
gün size şu şu özellikte bir yemek gelecek.” demiş. Gelen yemeğin tam da
söylediği gibi olduğunu görmüşler. İşte Yûsuf Aleyhisselâm, onlara tevhid
inancını anlatmak, kendilerine imanı teklif edip güzelce sunmak, şirki
kötü ve çirkin olarak göstermek için bunu fırsat bilmiştir. Bu, bütün ilim
35 sahiplerinin fâsık ve cahiller karşısında kullanmaları gereken bir yoldur.
ا כ אف 599
אم ُ ْ َز َא ِ ِ ِإ َ ْ ُ כُ َ א ِ َ ْ ِو ِ ِ َ ْ َ َأ ْن َ ْ ِ َכُ َ א َذ ِ כُ َ א
َ ﴿-٣٧אلَ َ ْ ِ כُ َ א َ َ ٌ
ون﴾ ِ א َ َ ِ َر ِّ ِإ ِّ َ َ ْכ ُ ِ َ َ ْ ٍم ُ ْ ِ ُ َن ِא ِ َو ُ ْ ِא ِ َ ِة ُ ْ כَ א ِ ُ َ
אن َ َא َأ ْن ُ ْ ِ َك ِא ِ
אق َو َ ْ ُ َب َ א כَ َ
﴿-٣٨وا َ ْ ُ ِ َ آ َא ِ ِإ ْ َ ا ِ َ َو ِإ ْ َ َ
َ
אس َ ْ כُ ُ َ
ون﴾ אس َو َ כِ َأ ْכ َ َ ا ِ
ِכ ِ ْ َ ْ ِ ا ِ َ َ ْ َא َو َ َ ا ِ ِ ْ َ ْ ٍء َذ َ
א א ،وأ אر א ا אء ،و ا ق א
כ א א ،و ل :ا م אو أن ا אم ا א إ
ًא إ ذכ א ،و כ א أ ا ، وכ כ אم
إ א א ،و אن و א ا و ض א ا כ أن
، אل وا ا כא أن ذي כ ك א .و ه ٢٠ا
600 YÛSUF SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
ه أو ً ،و وا ا وا ر אد وا ما أن אه وا إذا ا
אه.
[972] “Herhangi bir şeyi Allah’a ortak koşmak bize yaraşmaz” yani biz
peygamberler için doğru olmaz. İşitemeyen ve göremeyen putları bırakın,
melek, insan veya cin türünden varlıkları bile ortak koşmak bize yaraşmaz.
“Bu” tevhid inancı, “Allah’ın bize ve insanlara lütfundandır.” yani peygam-
5 berlere ve ümmetlerine olan lütuflarındandır, çünkü peygamberler üm-
metlerine bu konuda yol göstermişlerdir. “Fakat” kendilerine peygamber
gönderilmiş olan “insanların çoğu” Allah’ın bu lütffuna “şükretmezler,”
peygamberlerin uyarı ve irşatlarını dikkate almayıp şirk koşarlar. Bu ifa-
denin şu mânada olduğu da söylenmiştir: Bu Allah’ın bize bir lütfudur;
10 çünkü o bizim için üzerinde düşünüp nazar ve istidlâlde bulunacağımız
deliller var etmiş; bu delilleri hiçbir ayrım gözetmeksizin bütün insanlara
vermiştir. Ama insanların çoğu hevâsına uyar, nazar ve istidlalde bulunmaz.
Dolayısıyla, şükreden değil, nankörce inkâr eden kimseler olarak kalırlar.
39. “Ey benim iki zindan arkadaşım! Çok sayıda, farklı efendiler mi
15 daha hayırlıdır, yoksa ‘mutlak güce sahip’ ‘tek’ (Vâhid, Kahhâr) Allah mı?”
40. “Sizin O’nu bırakıp da taptıklarınız, sizin ve atalarınızın takmış
oldukları adlardan başka bir şey değildir. Allah, onlar hakkında hiçbir
güçlü kanıt indirmemiştir. Mutlak hâkimiyet tamamen Allah’ındır. O,
kendisinden başkasına kulluk etmemenizi emretmiştir. Dosdoğru din
20 budur, ama insanların çoğu bilmez.”
[973] ِ ْ ِّ ( א א ِ ِ اEy zindanın iki arkadaşı) ifadesi, yâ sahibeyye
َ
fi’s-sicni (Ey benim zindandaki iki arkadaşım) anlamındadır. Burada tıpkı
yâ sârika’l-leyleti (ey gece hırsızı) ifadesinde olduğu gibi, iki arkadaş zindana
atfedilmiştir. Ancak nasıl, gece ‘çalınan’ değil, ‘hırsızlığın yapıldığı vakit’ ise
25 zindan da arkadaş değil, arkadaşlığın mekânıdır. Arkadaş olan Yûsuf Aley-
hisselâm’dır. Bunun bir benzeri de (“ey benim iki sadık dostum” derken) iki
arkadaşına yâ sâhibeyi’s-sıdki demen ve onları sadakate nispet etmendir. Bu
ifadede iki arkadaşının sadakatin dostları olduğunu ifade etmek istemez-
sin, aksine tıpkı raculâ sıdkin (iki doğruluk adamı) ifadesinde olduğu gibi
30 arkadaşlarını senin dostların olduğu için sadakatin dostları olarak isimlen-
dirmen söz konusudur. Ayrıca ِ ْ ِّ א א ِ ِ اifadesi ile (Ey zindanın iki
َ
sakini) anlamının kastedilmiş olması da mümkündür ki bu kullanım as-
hâbu’l-cenneti (cennetlikler) ve ashâbu’n-nâri (cehennemlikler) ifadelerinde
de [Örneği: Haşr 59/20] söz konusudur.
ا כ אف 603
אب ُ َ َ ِّ ُ َن َ ْ ٌ َأ ِم ا ُ ا ْ َ ا ِ ُ ا ْ َ ُ
אر﴾ َ ﴿-٣٩א َ א ِ َ ِ ا ِّ ْ ِ َء َأ ْر َ ٌ
אء َ ْ ُ ُ َ א َأ ْ ُ ْ َوآ َ ُ
אؤ ُכ ْ َ א َأ ْ َ لَ َأ ْ َ ً ون ِ ْ ُدو ِ ِ ِإ
َ ﴿-٤٠א َ ْ ُ ُ َ ١٠
ِכ ا ِّ ُ ا ْ َ ِّ ُ
َ ْ ُ ُ وا ِإ ِإ ُאه َذ َ ِ ِ َأ َ َ َأ ا ُ ِ َ א ِ ْ ُ ْ َ אنٍ ِإنِ ا ْ ُ כْ ُ ِإ
َ ْ َ ُ َن﴾ َأ ْכ َ َ ا ِ
אس َو َ כِ
א إ א ، ا א א { ا א ] } [٩٧٣א
אإ ق، ا א כ :א א כ ه م؛ و ا
א ق ،و لر ق ،و כ כ א אا א أ ق ،و ا
אب }أ ،כ ا א אכ ز أن אك .و א א
1 Çok sayıda olmak şartıyla farklı adetlerde, yani 3 tane de, 7 tane de, 40 tane de, 360 tane de olabilir. /
ed.
ا כ אف 605
َ ﴿-٤١א َ א ِ َ ِ ا ِّ ْ ِ َأ א َأ َ ُ ُכ َ א َ َ ْ ِ َر ُ َ ْ ً ا َو َأ א ا َ ُ َ ُ ْ َ ُ
َ َ ْ ُכ ُ ا ْ ُ ِ ْ َر ْأ ِ ِ ُ ِ َ ا َ ْ ُ ا ِ ي ِ ِ َ ْ َ ْ ِ َאنِ ﴾
ّول :א رأ אل ل .روي أ ا אء א وي ، َر « ،أي
כ א. أ כ א و א }َ َْ ِ ِ
אن{ و { ا ]ِ ُ } [٩٧٧
ْ َ َ
606 YÛSUF SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
Şayet “Onların ikisi de aynı şeyi sormamışlardır, aksine iki ayrı şeyi sormuş-
lardır, o halde neden ikisi aynı şeymiş gibi ifade edilmiştir?” dersen şöyle
derim: “İkinizin çözüm istediği mesele”den maksat, her ikisinin de kralı
zehirlemeye çalışmakla suçlanmaları ve bu sebeple hapse girmeleri ve gör-
5 dükleri rüyaların başlarına gelen bu olayla ilgili olduğunu düşünmeleridir.
Sanki her ikisi de başlarına gelen bu olayın sonucunun kurtuluş mu yoksa
helâk mi olduğunu sormuşlar ve kendilerine “Her ikinizin çözüm istediği
mesele bu şekilde hükme bağlanmıştır.” denilmiştir; yani bu meselenin so-
nunun neye varacağı hükme bağlanmıştır ki o da birinizin ölüp diğerinin
10 kurtulacak olmasıdır. Söylendiğine göre onlar bu yorumu reddetmişler ve
“Biz rüya falan görmedik!” demişlerdir ki bu, onların rüyayı uydurdukları
görüşüne uygundur. Fakat Yûsuf Aleyhisselâm onlara, anlattıkları rüyaları
ister gerçekten görmüş olsunlar ister uydurmuş olsunlar, her hâlükârda ola-
cak olanın bu olduğunu bildirmiştir.
15 42. O ikisinden, kurtulacağına kanaat getirdiği kişiye; “Efendinin
yanında benden bahset.” dedi, fakat şeytan, efendisine ondan bahset-
meyi kendisine unutturdu. Bu yüzden, (Yûsuf ) birkaç yıl daha zindan-
da kaldı...
[978] “Kurtulacağına kanaat getirdiği…” Eğer yaptığı yorum ictihat ile
20 yapılmışsa o zaman kanaat getiren Yûsuf Aleyhisselâm’dır. Yok, bu yorumu
vahiy yoluyla yapmışsa, o zaman “kanaat getiren” ifadesi ile kralın şarapçısı
kastedilmiştir ve buradaki zann, yakîn anlamındadır. “Efendinin yanında
benden bahset” kralın yanında benim özelliklerimi bildir; hikâyemi anlat,
belki bana acır da bu kötü durumdan kurtarır. “Fakat şeytan, efendisine
25 ondan bahsetmeyi kendisine” kralın şarapçısına “unutturdu.” Bu ifadenin
“Yûsuf, işini başkasına havale ettiğinde Şeytan ona Allah’ı zikretmeyi unut-
turmuştu.” anlamında olduğu da söylenmiştir. َ ِ ِ َ ْ ِ (Birkaç yıl) ifade-
sindeki َ ْ ِ üç ile dokuz arasında bir sayı ifade eder. Yaygın görüşe göre
Yûsuf Aleyhisselâm orada yedi yıl kalmıştır.
30 [979] Şayet “Şeytan nasıl insan üzerinde kudret sağlar?” dersen şöyle
derim: Kula vesvese verir ve onu unutmasına sebep olacak şeylerle meş-
gul eder; kul da unutur, aklından çıkar. Fakat doğrudan unutturma işine
Allah’tan başka kimse güç yetiremez. Nitekim Allah Teâlâ “Biz, bir âyeti
nesheder ya da unutturursak…” [Bakara 2/106] buyurmuştur.
ا כ אف 607
؟ ا אو ، أ ، وا أ א :אا ن
إ אن ،أي א ا ي ا אُ : ك ،אل אة أم أ א
ّ
ًא، ا و א :א رأ א : .و א و אة ا كأ ا א ،و ٥
ِ ْ َ َر ِّ َכ َ َ ْ َ ُאه ا ْ َ ُ
אن َأ ُ َ ٍ
אج ِ ْ ُ َ א اذْ ُכ ْ ِ ﴿-٤٢و َ אلَ ِ ِ ي َ
َ
ِذ ْכ َ َر ِّ ِ َ َ ِ َ ِ ا ِّ ْ ِ ِ ْ َ ِ ِ َ ﴾
ا سإ : אن؟ ا אن را :כ ] [٩٧٩ن ١٥
[980] Şayet “Madem zikr (bahsetme) ifadesi ile krala bahsedilmesi kas-
tediliyor, o zaman bu ifadenin rabbihî (efendi) kelimesine izafe edilmesinin
sebebi nedir, zira bu mastarın fâ‘iline ya da mef‘ûlüne izafeti türünden bir
izafet değildir?” dersen şöyle derim: Burada fe-ensâhu’ş-şeytânu zikrahû li-
5 rabbihî ev ‘inde rabbihî (Şeytan ‘efendisine Yûsuf ’dan bahsetmeyi’ ya da
‘efendisinin yanında Yûsuf ’dan bahsetmeyi’ ona unutturdu.) ifadesindeki
gibi bir irtibat söz konusudur. Dolayısıyla zikrin rabbe izafe edilmesi caiz-
dir, çünkü izafet en ufak bir ilişkiye dayanılarak yapılabilir. Ya da ifadenin
takdiri fe-ensâhu’ş-şeytānü zikra ihbâri rabbihî (Şeytan ona, efendisine haber
10 verme meselesini hatırlamayı unutturdu.) şeklindedir. Bu durumda muzāf
olan ihbâr kelimesi hazfedilmiş olmaktadır.
[981] Şayet “Neden Yûsuf Aleyhisselâm’ın içinde bulunduğu durumda
Allah’tan başkasından yardım istemiş olması yadırganmıştır. Oysa Yüce Al-
lah, ‘İyilik ve takvada yardımlaşın.’ [Mâide 5/2] buyurmuş ve Îsâ Aleyhis-
15 selâm’dan aktararak ‘Allah uğrunda Benim yardımcılarım kimlerdir?’ [Âl-i
‘İmrân 3/52] buyurmuştur; hadis-i şerifte de ‘Kul mümin kardeşinin yardı-
mında olduğu sürece Allah da onun yardımındadır.’ [Müslim, “Zikr ve Duâ”,
38] ve ‘Kim bir müminin bir sıkıntısını giderirse Allah da onun ahiret sıkın-
tılarından birini giderir.’ [Müslim, “Zikr ve Duâ”, 38] buyurulmuş; Hazret-i Ai-
20 şe’nin de ‘Bir gece Peygamber (s.a.)’i uyku tutmadı ve kendisini koruyacak,
bekçilik yapacak birini talep etti, sonunca Sa‘d bekçilik için geldi ve derken
Hazret-i Peygamber (s.a.)’in uyuma sesini duyar oldum.’ [Müslim, “Fedā’i-
lü’s-sahâbe”, 39] dediği nakledilmiştir. Kaldı ki, başkasından yardım istemek
ilaçlarla tedavi olmak ya da yiyecek ve içecekle kuvvet elde etmek gibi değil
25 midir? Eğer Yûsuf Aleyhisselâm’ın yadırganmasının kralın kâfir olmasından
kaynaklandığı söylenecekse, buna karşılık denilebilir ki; zulmün ortadan
kaldırılması, boğulma, yangın ve benzeri felaketlerden korunma gibi hu-
suslarda kâfirden yardım dilemenin caiz olduğu konusunda hiçbir ihtilâf
yoktur.” dersen şöyle derim: Allah Teâlâ peygamberlerini nasıl insanlar
30 arasından seçip onlara üstün kılmışsa, onlar için her şeyin en güzelini, en
faziletlisini ve en evlâsını tercih etmiştir. Bir peygamber için en güzel ve evla
olan, bir bela ve imtihan durumu yaşadığı zaman işini sadece Allaha havale
etmek, ondan başkasından destek istememek, hele hele kâfirden hiç destek
istememektir. Zira kâfirden destek istediği zaman onların diline düşer ve
35 “Eğer bu adam hak üzere olsaydı ve kendisine yardım edecek bir Rabbi
olsaydı bizden yardım dilemezdi!” derler. Hasan-ı Basrî’nin [v. 110/728] bu
âyeti okuduğu zaman ağladığı ve “Başımıza bir dert geldiği zaman hemen
feryad u figan edip insanlara koşuyoruz!” dediği nakledilmiştir.
ا כ אف 609
אر. ٥ا
، א כאن כ ا א ا أכ : ] [٩٨١ن
ق وا ا د אن א כ אر از أن ف ا כ כאن כא ا،
ً
אء ا א ا :כ אا אر؟
ّ ا ذכ قو وا
أن א وا و א ،وا א وأو ر وأ ا أ ا ١٥
ا אس. אإ
610 YÛSUF SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
ات ِ َ אنٍ َ ْ ُכ ُ ُ َ ْ ٌ ِ َ ٌ
אف َو َ ْ َ ِכ ِإ ِّ َأ َرى َ ْ َ َ َ َ ٍ
ُ ﴿-٤٣و َ אلَ ا ْ َ
َ
אت َ َ َ א ا ْ َ ُ َأ ْ ُ ِ ِ ُر ْؤ َ َ
אي ِإ ْن ُכ ْ ُ ْ ِ ْؤ َא َ َ َא ِ َ ٍ ُ ْ ُ ٍت ُ ْ ٍ َو ُأ
ون﴾
َُُْ َ
אت א و وا اכ :ا אرس وا א אب؟ أ אن و
اك א .أ א א ت כ א و אز אء ىا ت
:ذاك א כ و א ظ .ن אم وأر ي ل:
ات؟ اد ا ّن ا عا אف، ات ىأ .أ إ כאل
אء ا ،و و א אء و عا ز :كا ٢٠
[984] el-’Acef zayıflığın son sınırı, cılızlık demektir. Ef‘alü ve fa‘lâ’ü vez-
ninde olan kelimeler fi‘âl vezninde çoğul yapılmamasına rağmen âyette bu
kelimenin çoğulunun ‘acfâ’ü şeklinde değil de ‘icâfin şeklinde gelmesinin
sebebi, bu kelimenin simânin (semiz) kelimesine hamledilmesi, ona uygun
5 olarak kullanılmasıdır. Zira cılız, semizin karşıtı olarak kullanılmıştır. Eş
anlamlı ve karşıt anlamlı kelimeleri birbirlerine hamletmek Arapların yay-
gın uygulamalarındandır.
[985] Şayet “Ayette kuru başakların da tıpkı yeşil başaklar gibi yedi tane
olduğuna dair bir delil var mıdır?” dersen şöyle derim: Burada söz, bu sa-
10 yıların semiz ineklerde, cılız ineklerde ve yeşil başaklarda yedi adet olması
şeklinde geldiği için َ ُ ( أdiğer) kelimesinin de “yedi” anlamında olması
gerekir. Böylece אت ٍ ِ ( وأُ َ َ אve diğer kuru olanlar) ifadesinin ve seb’an uhara
َ َ ٍ ِ ( وأُ َ אve
(ve diğer yedi kuru olan) anlamında olması gerekir. Şayet “אت
ٍ َ َ
diğer kuru olanlar) ifadesinin ٍ ْ ُ ( ُ ْ تyeşil başaklar) ifadesine atfe-
ُ
15 dilmesi ve mahallen mecrur olması caiz midir?” dersen şöyle derim: Bu
durum tenâkuza yol açar; zira bu ifadenin ٍ ْ ُ ُ ْ ٍتifadesine atfedilmesi
ُ
bunların da yeşil başakların hükmüne dâhil olmasını, onlar gibi, zikri geçen
(yedi)nin temyizi olmasını gerektirir. Oysa uhar (diğer) kelimesi bun-
ların zikri geçen “yedi”nin dışında olmasını gerektirmektedir. Şöyle ki sen,
20 ‘indî seb‘atü ricâlin kıyâmin ve ku‘ûdin (Yanımda yedi tane ayakta ve oturan
adam var.) der ve ku‘ûdin (oturan) kelimesini mecrur kılarsan bu caiz olur,
çünkü burada yedi sayısını “adam” kelimesi ile temyiz etmiş, fakat daha
önce adam kelimesini, ayakta olmak ve oturmakla nitelemiş olmaktasın.
Böylece, bu yedi kişinin bazılarının ayakta, diğer bazılarının oturmakta ol-
25 duğunu ifade etmiş olmaktasın. Fakat eğer ‘indehû seb‘atu ricâlin kıyâmin
ve âharîne ku‘ûdin (yanında yedi tane ayakta ve diğer oturanlar var) demiş
olsaydın, anlam çelişkili ve bozuk olurdu.
[986] ُ َ ْ ( א أَ َ א اEfendiler!) Burada sanki bilgin ve bilgelerin önde gelen-
َ
lerini kastetmektedir. ِ ْؤ َאifadesindeki Lâm ya َ ِ ِ ( َوכא ُ ا ِ ِ ِ َ ا اOna pek
30 değer vermiyorlardı. [Yûsuf 20]) ifadesindeki gibi beyan ifade etmektedir ya
da ون
َ ُ ُ ْ َ fiilinin anlamına dahildir, çünkü mâmul âmilinin (yani mef‘ûl fii-
lin) önüne geçtiği zaman, âmilin mâmulden önce geldiği zamanki gücünde
olmaz. Bu sebeple, tıpkı huve ‘âbirun li’r-ru’yâ (O rüya tabircisidir.) ifadesin-
deki ism-i fâ‘il gibi, o da -kuvveti azalmış olduğu için- harf-i cerle desteklenir.
35 Ayrıca burada li’r-ru’yâ ifadesinin kânenin ( )כhaberi olması da mümkün-
dür. Örneği: Kâne fülânün li-hâze’l-emri (Falanca kişi tam bu iş içindir.) yani
“Bu işe tahsis edilmiştir, bu işte iyidir.” ifadesinde de böyle bir kullanım vardır.
ا כ אف 613
،وכ ن ا ا אول أن ، ا א אف وا وا
א أכ ا أن כ ن ا כ رة ،و ا ًا א ١٠
Bu durumda ون َ ُ ُ ْ َ ifadesi diğer bir haber ya da haldir. Ayrıca bu fiilin Lâm
ile geçişli olan bir fiil anlamı içermesi de mümkündür. Sanki in küntüm
tentedibûne li-’ibâreti’r-ru’yâ (rüya tabiri yapmak üzere çağrıldığınıza göre)
denilmiş olmaktadır.
5 [987] ‘Abertü’r-rü’yâ (Rüyayı tabir ettim.) ifadesinin hakiki mânası,
“İşin sonunu, nihayetinde ne olacağını söyledim.”dir. Nitekim nehri geçip
karşı kıyıya vardığın zaman ‘abertü’n-nehra dersin. Nehrin karşı kıyısına da
‘ibruhû (nehrin kıyısı, geçilen yeri) denilir. Benzeri evveltü’r-ru’yâ ifadesinde
söz konusudur. Bunda da rüyanın akıbetini zikretme mânası vardır. Güve-
10 nilir âlimlerin tercihi bu ifadenin ‘abertü’r-ru’yâ şeklinde tahfif ile telaffuzu-
dur. Bu âlimlerin ‘abbertü şeklinde şeddeli okunuşu ve [bundan türeyen] ta‘bîr
ve mu‘abber kelimelerini hoş karşılamadıklarını görmüştüm. Fakat buna
karşılık, Müberred’in [v. 286/900] el-Kâmil isimli eserinde bedevinin birinin
söylediği şöyle bir şiire de rastlamıştım:
15 Bir rüya gördüm; sonra onu tabir ettim,
Böyle rüyaları hep iyi tabir etmişimdir.
44. “Bu karmakarışık bir rüya! Biz rüyaların yorumunda uzman de-
ğiliz.” dediler.
[988] אث أَ ْ ٍم
ُ ْ َ أyani karman çorman, bâtıl bir rüya, içinde şeytan
20 ُ ْ َ أkelimesinin aslı, bitkilerden karışık
vesvesesi ve nefis fısıltısı da var. אث
olarak derlenen demet anlamındadır. Tekili zığstır. Burada karmaşık rüya-
lar anlamında istiare olarak kullanılmıştır. Buradaki izafet tamlaması Min
harf-i ceri anlamını verir, yani “rüyalardan karmaşık bir demet” anlamın-
dadır. mâna başında bir hiye (o) ifadesi ile “O karmakarışık bir rüyadır.”
25 şeklindedir.
[989] Şayet “Burada, bir tek rüya söz konusudur; o halde neden kar-
makarışık rüyalar diyerek çoğul ifade kullanmışlardır?” dersen şöyle derim:
Bu ifade tıpkı sadece bir ata binen ve bir sarığı olan kimse için, çoğul kulla-
nıp daha iyi nitelensin diye fülânün yerkebu’l-hayle ve yelbesü ‘amâ’ime’l-hazzi
30 (Falanca atlara biner ve ipek sarıklar sarar.) demen gibidir. İşte bu kimseler
de rüyayı bâtıl olmakla niteleme konusunda ziyadede bulunmuş ve onun
‘karmakarışık rüyalar’ olduğunu söylemişlerdir. Ayrıca, kralın onlara bu
rüya ile birlikte başka rüyalar anlatmış olması da mümkündür.
ا כ אف 615
ى א م ،כ ون{
}َ ْ ُُ َ أو אل؛ وأن آ ون{
و} َ ْ ُ ُ َ
אرة ا ؤ א. ن :إن כ
אت ،ورأ ها ا يا ، تا ؤא -א א .و אو ٥
َ ْ َ ِم َ َ
אرا َو ُכ ْ ُ َ َ ْ ُ َא َر َأ ْ ُ ُر ْؤ َא ُ
אث َأ ْ ٍم َو َ א َ ْ ُ ِ َ ْ ِو ِ ا َ ْ ِم ِ َ א ِ ِ َ ﴾
َ ﴿-٤٤א ُ ا َأ ْ َ ُ
: م .وا أ אث ،أي أ א כ ،وا ت ،א
ا؟ م אث أ א ا :أ ، وا إ :א ] [٩٨٩ن
وا ءأ ًא ؛ ا ا دة، א إ ً א وا ً ا ،و א
א. ه ا ؤ א رؤ א
616 YÛSUF SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
[992] “Ben size bunun yorumunu bildiririm” rüya yorumu ilmine sahip
olandan öğrenerek, size bunu haber veririm. Hasan-ı Basrî’nin [v. 110/728]
kıraatinde; ene âtîküm bi-te’vîlihî (Ben size onun yorumunu getiririm.)
şeklindedir. “Hemen gönderin beni.” Beni ona gönderin ki sorayım, bana
30 ondan rüyanın tabirini isteme talimatı verin. İbn Abbâs’tan “hapishane şe-
hirde değildi.” şeklinde bir görüş nakledilmiştir.
46. “Yûsuf! Ey özü-sözü doğru kişi!.. (Rüyada görülen) ‘yedi semiz
ineği yedi arık ineğin yemesi ve yedi yeşil başakla bir o kadar da kuru
başak’ hakkında bize bir çözüm getir. Belki dönüp insanlara haber ve-
35 ririm de (hem rüyanın tabirini hem de senin kadr ü kıymetini) öğren-
miş olurlar.”
ا כ אف 617
م אِ }و َ א َ ْ ُ ِ َ ْ ِو ِ ا
م ا א אت وا א { إ א أن ]َ [٩٩٠
א אت إ א א و ،ن ا و א ا: ، א ا א
م ا و ا وأ ر ا ،وإ א أن ا א ا
َ אر .
َ
﴿-٤٥و َ אلَ ا ِ ي َ َ א ِ ْ ُ َ א َوادכَ َ َ ْ َ ُأ ٍ َأ َא ُأ َ ِّ ُ כُ ْ ِ َ ْ ِو ِ ِ َ َ ْر ِ ُ نِ ﴾
َ ٥
»واذכ « ،א ال ا .و ا ] [٩٩١ئ »وادכ « ،א ال و
. ة ،وا ّ ا ا إّ « כ » ا ا כ .و أ ا כه ١٠
ي: אل
أ ً א، ِ
אن .אل :أ َ أ « אة .و ئ » א אأ أي
אف
ٌَْ ِ َ ٌ ات ِ َ אنٍ َ ْ ُכ ُ ُ
ُ ُ َأ َ א ا ِّ ِّ ُ َأ ْ ِ َא ِ َ ْ ِ َ َ َ ٍ ُ ﴿-٤٦
אس َ َ ُ ْ َ ْ َ ُ َن﴾ אت َ َ ِّ َأ ْر ِ ُ ِإ َ ا ِ
ٍت ُ ْ ٍ َو ُأ َ َ َא ِ َ ٍ َو َ ْ ِ ُ ْ ُ
618 YÛSUF SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
ون﴾
אس َو ِ ِ َ ْ ِ ُ َ
אث ا ُ
אم ِ ِ ُ َ ُ ِ ْ َ ْ ِ َذ َ
ِכ َ ٌ ِ ْ َ ُ ﴿-٤٩
وه
} َ َ ُر ُ ا כ .وا ، כ
ُ ِ ِ {. ِ ١٥
ُ
אل ،و ا را دأب כ א ،و א ةو ]َ [٩٩٥
}دأ ًא{ כ ن ا
: ر אً ، إ אع ا أ ن دأ ًא ،وإ ّ א ؛ إ ّא ر ،أي دا ا
ذوي دأب.
[997] “Öyle bir yıl gelecek ki, insanlar yağmura doyacak.” Yuğâsü keli-
mesi ğavs (imdat, yardım) ya da ğays (yağmur) kelimesinden türemiştir. Bir
beldeye yağmur yağdığı zaman ğiyseti’l-bilâdü (Belde yağmurlandı.) denilir.
Bedevi bir kadının ğisnâ mâ şi’nâ (Dilediğimiz kadar yağmura nail olduk.)
5 ifadesi de bu köktendir. ون َ ُ ِ ْ َ (meyve sıkacaklar) fiili hem Yâ ile hem Tâ
ile (meyve sıkacaksınız) okunmuştur. Mâna, “Üzüm, zeytin ve susam sıkıp
suyunu/yağını çıkaracaklar.” şeklindedir. Bunun “Hayvanlarım memelerin-
den süt sağacaklar.” anlamında olduğu da söylenmiştir. Fiil yu‘sarûn şeklin-
de meçhul olarak da okunmuştur. Bu durumda, ‘asarahû (Onu kurtardı.)
10 kökünden türemiş olur ki iğâse (kurtarma) anlamına uygundur. Yine fiilin
malum okunuşunun da “kurtarılacaklar” anlamında olması mümkündür.
Sanki “Öyle bir yıl gelecek ki, o yılda insanlara yardım edilecek, onlar ken-
dilerini kurtaracaklardır; yani Allah onları kurtaracak ve birbirlerini kurta-
racaklardır.” denilmiş olmaktadır. ون َ ُ ِ ْ َ fiilinin “yağmura kavuşacaklar”
15 anlamına geldiği de söylenmiştir ki bu durumda kelime, a‘sarati’s-sehâbetü
(Bulut, yağdırdı.) fiilinden türemiş olur. Bunun iki yorumu söz konusudur:
İlkine göre a‘sarat fiili mutırat (yağmurlandı) mânasını ihtiva eder ve onun
gibi geçişli olur; ikincisine göre ise kelimenin aslının a‘sarat ‘aleyhim (On-
ların üzerine sıktı, yağdırdı.) şeklinde olduğu, fakat sonradan car ve mecrur
20 (‘aleyhim) hazfedilip fiilin harf-i cersiz vasledildiği söylenebilir.
[998] Yûsuf Aleyhisselâm semiz inekleri ve yeşil başakları verimli seneler
olarak, cılız inekleri ve kuru başakları ise kuraklık seneleri olarak yorum-
lamış ve rüyanın yorumunu bitirdikten sonra onlara, sekizinci senenin be-
reketli ve verimli, bol nimetli bir yıl olacağını vahiy yoluyla bildirmiştir.
25 Katâde b. Di‘âme es-Sedûsî’nin [v. 117/735] “Allah ona fazladan bir senenin
daha ilmini vermiştir.” dediği nakledilmiştir. Şayet “Kuraklık yıllarının bi-
tişinin ancak verimli bir yıl ile olacağı zaten malumdur, zira aksi olsa zaten
kuraklık yılları bitmiş sayılmaz. O halde neden onun bunu vahiy yoluyla
bildiğini söyledin?” dersen şöyle derim: Bunun böyle olacağı net ve detaylı
30 bir şekilde değil, genel olarak bilinir. Oysa Yûsuf Aleyhisselâm’ın “Öyle bir
yıl gelecek ki, insanlar yağmura doyacak ve o sayede (suyu iyice içine çeken
meyveler) sıkacaklar.” şeklindeki sözü, o yılın halinin tafsilatlı bir anlatımı-
dır ki bu da ancak vahiyle bilinebilir.
50. Hükümdar, “Onu bana getirin!” dedi. Fakat elçi yanına gelince
35 Yûsuf, “Efendine dön de sor bakalım, ellerini doğrayan o kadınların
derdi neymiş? Haddizatında Rabbim onların fendini bilir!” dedi.
ا כ אف 621
د ،إذا ا .אل: ا ث أو ا אس{ ]ُ َ ُ ِ ِ } [٩٩٧
אث ا ُ
ون אَ ُ ِ ْ َ } .
ون{ א אء وا אء، א א ا : ل ا ت .و
ا אء ون«، وع .و ئ » ُ نا : .و ن وا وا ا
אث ا אس َو ِ ِ َ ْ ِ ُ َ
ون{ }ِ ِ ُ َ ُ ً .و ًא ًא م ذכ
אر
ّ “ و :אل ر ل ا Ṡ ا ا ّ א وا م ا
אن ،و אف وا ات ا ا - ه -وا و وכ
،راد أن رد א כ אن و ا א ال ّ ،ن ا
اء و ّ ا ا ا ّ ال ا
52. (Yûsuf devamla şöyle dedi) “Bu, gıyabında asla kendisine hıya-
net etmediğimi ve hainlerin tuzaklarını Allah’ın başarıya erdirmeyece-
ğini, efendimin de yakînen bilmesi içindi.”
53. “Bununla birlikte, nefsimi temize çıkarmıyorum; çünkü -Rabbi-
30 min merhamet ettikleri dışında- nefis, şüphesiz kötülüğü emredip durur.
Benim Rabbim gerçekten bağışlayıcıdır, merhametlidir (Gafûr, Rahîm).”
[1004] “Bu, … bilmesi içindi.” ifadesi, Yûsuf Aleyhisselâm’ın sözlerine dâ-
hildir, yani suçsuzluğumun açığa çıkması için gösterdiğim bu çaba, Aziz’in “be-
nim kendisine asla ihanet etmediğimi bilmesi içindi.” Yani onun ailesine, mah-
remine kendisinin yokluğunda ihanet etmediğimi bilsin diyedir. ِ َ ْ ِאifadesi
ْ
35
ا כ אف 625
ِ ْ َ ْ )أَ ِّ َ ْ أَ ُ ْ ُ ِא, “Allah benim O’na ihanet etmediğimi bilsin diye” anlamında
olduğu da söylenmiştir, çünkü günah da ihanettir.
ا כ אف 627
כא و א א
ً
כ ن א ، و ا أراد أن ][١٠٠٦
.و و آدم و ا ،כ א אل ر ل ا :Ṡأ א אو ا א
ً ً
}و َ א
אلَ : و ا و ه ،وإ א و ا א ١٠أ ّن א
א ء .و א اا ،أي إ ّن ء{ أراد ا אر ٌة א
َ َ
כ. כא א ر ا ير ات } ِإ َ َ א َر ِ َر ّ { إ ا ا ١٥
َ
أ א ر ، ر ،أي إ و ا و ز أن כ ن } َ א َر ِ {
َ
אء ز أن כ ن ا .و ا و وأوان ،إ כ و ء أ ّ אرة א
ون إ ّ
ُْ ُ َ ُ َ }و َ
َ אءة ،כ فا ا ر ً א ،أي و כ ر
א . ّن ا أ أ אه :ذ כ .[٤٣ :و ] َر ْ َ ً {
628 YÛSUF SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
: ود א ا ج ا כ، ل אءه אل :أ ] [١٠١٣روي أ ّن ا
اء אء و א ا ىو را ه אزل ا : אب ا ٥ا ا אت .وכ
אد ًدا א ًא ،و درن ا و ا אء، ا و
ه، כو رכ ه ،وأ ذ ك כ أ إ ا כ אل :ا
ّ
אن؟ אل אن آ א ،وכאن ا כ כ اا ا ،אل :א א ود א
ً א ،و אل א م رآ א ا כ ا ا א و א כאن ا א وو
َ ِ ٌ َ ِ ٌ﴾ َ َ ا ِ ِ ا َ ْر ِ
ض ِإ ِّ ََ َ ﴿-٥٥אلَ ا ْ َ ْ ِ
أ ّن ا אد ،و אء إ ا א ل ،وا כ ا و وإ א ا
ز أ د אدة. :و أ أ כאن א :روى ؟ أ هو א
ِכ َ כ א ِ ُ ُ َ ِ ا َ ْر ِ
ض َ َ َ ُأ ِ ْ َ א َ ْ ُ َ َ ُאء ُ ِ ُ ِ َ ْ َ ِ َא ﴿-٥٦وכَ َ َ
َ
َ ْ َ َ ُאء َو ُ ِ ُ َأ ْ َ ا ْ ُ ْ ِ ِ َ ﴾ ١٠
ا
ً
.وو ،ورداه א ،و ] [١٠١٨روي أ ّن ا כ ّ ١٥
: و ت راء، א ؟ א ا ا א אل :أ אد
ً
ا כ وכ אل وا אء ،وأ ا ،وأ ل א ،وأ אم ا و إ ا
َ אء{ } ا א و ا כ وا א ا א א ]َ ِ َ ْ ِ } [١٠١٩א{ ١٠
َ
א. ا { أن }و َ ُ ِ ُ أَ ْ ا
ا כ أن אء ذ כ َ ا
َ
﴿-٥٧و َ َ ْ ُ ا ِ َ ِة َ ْ ٌ ِ ِ َ آ َ ُ ا َوכَ א ُ ا َ ُ َن﴾
َ
﴿-٥٨و َ َאء ِإ ْ َ ُة ُ ُ َ َ َ َ ُ ا َ َ ْ ِ َ َ َ َ ُ ْ َو ُ ْ َ ُ ُ ْ כِ ُ َ
ون﴾ َ
ودة، ًא را ، ا ًא א אر ه א ا אن ا כ وا
636 YÛSUF SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
، و دة כא إذ ذاك ،و ّن ز א ر אل ورأى ز
ً
ا . :א ا .و ّ و כאن
ّ
אذ ا ، دي؟ א ا: رة ون א כ אل؛ אر، א
1 Müfessir 9. ayette; “Yûsuf ’u öldürün!” diyen kardeşin bu olduğuna dair bir görüş nakletmiş; 10. ayette
ise “Onu öldürmeyin; falanca kuyunun derinliğine bırakın…” diyen en düşünceli ve müspet kardeşin
Yehuda olduğunu söylemişti. / ed.
ا כ אف 639
وا ير כ ا א .אل: אأ א د إא
. و א إ ا أ
ِإ َ َأ ْ ِ ِ ْ َ َ ُ ْ َ ْ ِ ُ َن﴾
640 YÛSUF SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
َ ﴿-٦٤אلَ َ ْ آ َ ُ כُ ْ َ َ ْ ِ ِإ כَ َ א َأ ِ ْ ُ כُ ْ َ َ َأ ِ ِ ِ ْ َ ْ ُ َ א ُ َ ْ ٌ َ א ِ ً א ١٥
َو ُ َ َأ ْر َ ُ ا ا ِ ِ َ ﴾
Daha sonra da onlara “En iyi koruyucu Allah’tır.” demiş ve Bünyamin ko-
nusunda Allah’a tevekkül etmiş ve onu onlara vermiştir. ( א ِ ًאkoruyucu)
kelimesi tıpkı huve hayruhum racülen (O, onların adam olarak en hayırlıla-
rıdır.) ve li’llâhi derruhû fârisen (Allah iyiliğini versin, çok iyi at binicisidir.)
5 ifadelerindeki gibi temyizdir. Ayrıca hal de olabilir. Bu kelime hıfzan şek-
linde de okunmuştur. A‘meş [v. 148/765] fa’llāhu hayru hâfızin şeklinde, Ebû
Hureyre ise hayru’l-hâfızîne şeklinde okumuştur.
[1031] “Merhametlilerin en merhametlisi de O’dur.” Bu sebeple, ben
onun beni muhafaza ederek bana nimet ihsan etmesini ve bana iki musibeti
10 birlikte yaşatmamasını ümit ediyorum.
65. Yüklerini açtıklarında, sermayelerinin kendilerine iade edilmiş
olduğunu gördüler. Dediler ki: “Ey babamız! Daha ne isteriz? İşte,
metâlarımız da bize geri verilmiş! Ailemize yine zahîre getiririz... Kar-
deşimizi de koruruz ve bir deve yükü daha fazladan zahîre getiririz. Bu,
15 az bir ölçektir.”
[1032] ت ِإ َ א ( ردbize iade edilmiş) ifadesi, idğam edilmiş olan Dal’ın
ْ ْ ُ
kesresinin Râ’ya nakledilmiş olduğu gerekçesiyle, tıpkı kīle ve bî‘a kelimele-
rinde olduğu gibi, kesre ile riddet ileynâ şeklinde de okunmuştur. Muham-
med b. el-Müstenîr Kutrub [v. 206/821] Râ’nın kesresinin bu harfi sâkin ola-
20 rak okuyanlar tarafından Dat’a nakledilmesi suretiyle dırbe Zeydün (Zeyd’e
vuruldu.) şeklinde bir ifade nakletmiştir.
[1033] ِ َ אifadesi olumsuzlama anlamında olup “Abartmıyoruz; kra-
ْ
lın ikram ve ihsanı konusunda anlattıklarımızda yalan katmıyoruz.” an-
lamındadır. Zira onlar “Biz çok hayırlı bir kişinin huzuruna çıktık, bizi
25 ağırladı, öylesine ikramda bulundu ki, Yakup ailesinden biri bile olsa bize
o kadar ikramda bulunmazdı.” demişlerdir. Ya da bu ifade, “Bize yaptı-
ğı iyiliklerin ötesinde artık daha başka bir şey istemiyoruz.” anlamında
veya da soru ifadesi olarak “Bundan öte daha ne isteyelim ki?” anlamın-
da olabilir. İbn Mes‘ûd’un kıraatinde bu ifade Tâ ile mâ tebğî (Daha ne
30 istersin ki?) şeklinde Yakup Aleyhisselâma hitap olarak yer almaktadır. Bu
durumda anlamı, “Bu ihsan ve iyiliğin ötesinde daha ne istiyorsun?” ya
da “Doğru söylediğimize dair daha hangi şahidi istiyorsun ki?” anlamın-
dadır. İfadenin, “Senden bundan öte başka mal da istemiyoruz.” anla-
mında olduğu da söylenmiştir. “İşte, metâlarımız da bize geri verilmiş!”
ifadesi ِ َ אifadesini izah etmek üzere gelmiş yeni başlayan bir cümle-
ْ
35
dir, devamındaki cümle ise buna atıf olup, “Metâlarımız bize geri veril-
miş, biz de bu metâları da kullanıp yeni erzak alırız.” anlamındadır.
ا כ אف 643
،כ כ: .و} א א{ إ ود ا כ א א{ אل } א
ٌَْ
: ًא« ،و أ ا ز أن כ ن א ً و ئ » دره אر ً א .و
ر ً ،و ّ
«. ا א ة» : א « .و أ أ »א
ا אد כ אإ
اءة ا؟ و وراء ء أي אم، ا אن .أو ا א ١٥
وراء ء אه ،أي ب، א « ،א אء د»א ا
anlam; “Ailemize yine zahîre getiririz, şunu şunu yaparız derken abartmıyo-
ruz.” şeklinde olur. Ayrıca “Ailemize yine zahîre getiririz!” ifadesinin yeni bir
cümle olup “Ailelerimize yeni zahîre getirmemiz gerekir.” anlamında olması
da mümkündür. Bu durumda ifade tıpkı “falancanın ihtiyacını karşılamak
20 için çalıştım, amacını gerçekleştirmek için gayret gösterdim, çalışmam gere-
kir, gayrette kusur etmemem gerekir.” demene benzer. Yine burada “karde-
şimizin de bizimle birlikte gelip erzak alması konusunda sana sunduğumuz
düşüncelerimizde sadece doğru olanı söylüyor ve amaçlıyoruz.” mânasının
kastedilmiş olması ve ardında da görüşlerinde abartılı olmadıklarını, bu gö-
25 rüşlerin isabetli olduğunu beyan etmek üzere, “İşte metâlarımız; bak bize geri
verilmiş, bunları da kullanır ve ailemize yeni zahîre getiririz.” demiş olmaları
da mümkündür. Bu da gayet açık ve güzel bir yorumdur.
[1036] “Bu, az bir ölçektir;” az bir erzaktır, bize yetmez. Bununla, ken-
dilerine verilen ölçeğin az olduğunu kast ediyorlar, kardeşlerine verilecek
30 ölçekle erzaklarını daha da artırmak istiyorlardı. Ya da bu ifade, “bir deve
yükü” ifadesine işaret olup “Bu oldukça az bir erzaktır; kral onu bize verir,
bu konuda zorluk çıkarmaz, onun için oldukça kolaydır, çok büyük değil-
dir.” demiş olmaları da mümkündür. Yine “Benim ona gıyabında ihanet
etmediğimi bilsin diye..” [Yûsuf 12/52] ifadesinin Yûsuf Aleyhisselâm’ın sözü
35 olmasının mümkün oluşuna benzer şekilde, bu ifadenin, yani “Bu, az bir
ölçektir” ifadesinin de Yakup Aleyhisselâm’ın sözü olması ve bir deve yükü
erzakın çok az olduğunu, böyle az bir erzak için evladını tehlikeye atmaya
değmeyeceğini kastetmiş olması da mümkündür.
ا כ אف 645
א כ א اب א إ وא ز أن اد :א و
ِ ِ ِإ َأ ْن ُ َ َ
אط ُ ْ ُ نِ َ ْ ِ ً א ِ َ ا ِ َ َ ْ ُ ِ َ ﴿-٦٦אلَ َ ْ ُأ ْر ِ َ ُ َ َ כُ ْ َ
َ א َ ُ لُ َوכِ ٌ ﴾ ِכُ ْ َ َ א آ َ ْ ُه َ ْ ِ َ ُ ْ َ אلَ ا ُ َ َ
: ؛ نا اب ا ِ ِ{ }َ ُْ ِ إذن ذכ أذن ا ّ د .و و
َ
ا
אن .أو إ أن اا ا ِכ { إ أن ]ِ } [١٠٣٩إ َ أَن אط
ُ َ َ ُْ
כ ا. ١٠
ا אم أ אء ا אط כ ، أن ة :و وا إ ا
و ه، و ا כ نإ ا אم أ אء ل ،وا ١٥ا
وإ א א :أ ا ّول אت ا ا ه .و א
. }و ِכ ٌ { ر
َ وإ א ا َ א َ ُ ُل{ ]} [١٠٤١
648 YÛSUF SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
67. Ayrıca dedi ki: “Evlâtlarım! (Mısır’a) hepiniz birden aynı kapı-
dan girmeyin; ayrı ayrı kapılardan girin. Bununla beraber, Allah kar-
şısında benim size bir faydam olmaz; çünkü mutlak hüküm tamamen
Allah’ındır. Ben O’na güvenip dayanmaktayım; güvenip dayanacaklar
5 da yalnız O’na güvenip dayansınlar.”
68. Babalarının kendilerine emrettiği şekilde girdiklerinde, Allah
karşısında bunun onlara bir faydası olacak değildi. Ancak Yakup için-
deki bir dileği dile getirmiş oluyordu. Şüphesiz o, kendisine Biz öğret-
tiğimiz için bunu bilmekte idi. Ama insanların çoğu bilmez.
10 [1042] Yakup Aleyhisselâm’ın, evlatlarının tek bir kapıdan girmelerini
yasaklamasının sebebi, onların giyimi - kuşamı iyi, güzel görünümlü insanlar
olması, ilk gidişlerinde krala yakın olmaları, ondan diğerlerinin görmediği
hususi bir izzet ü ikram görmüş olmaları ve bu sebeple Mısır halkı tarafından
tanınmış olmaları; bu yüzden de insanların erzak almak için gelen bütün
15 heyetler arasında gözlerini özellikle onlara dikip parmaklarıyla işaret etme-
lerinin ve “İşte bunlar kralın konuklarıdır; bakın, ne kadar da yakışıklı genç
delikanlılar! İzzet ü ikrama ne kadar da lâyıklar!” diye konuşup, kralın onla-
ra ikramda bulunmuş, onları diğer heyetlerden ayrıcalıklı ve üstün tutmuş
olması sebebiyle kendilerini dillerine dolmalarının mümkün olmasıdır. İşte
20 Yakup Aleyhisselâm onların tek bir grup halinde bir kapıdan girip de güzel-
likleri ve ihtişamları sebebiyle nazara gelmelerinden, başlarına bir kötü işin
gelmesinden endişe etmiş ve ilk gidişlerinde ayrı gruplar halinde girmelerini
emretmeyip sadece ikinci gidişlerinde emretmiştir; çünkü onlar ilk gidişlerin-
de tanınmayan, kalabalıklar arasından seçilemeyen kimseler idiler.
25 [1043] Şayet “Göz değmesinin, nazarın aslı var mı?” dersen şöyle
derim: Bir şeye bakıp onu beğenme esnasında Yüce Allah’ın o şeyde bir
noksanlık, bazı açılardan bir kusur yaratması mümkündür ve böyle bir şey
Allah’ın kullarına yönelik bir imtihanı, araştırmacı kullar ile boş kafalıların
ayırt edilmesine yönelik bir denemesi olur. Zira böyle bir durumda araştır-
30 macı kul, “Bu Allah’ın fiilidir.” derken boş kafalı olan, “Bu gözün etkisidir;
nazardır.” der. Nitekim Yüce Allah, “Sayılarını da nankörce inkâr edenler
için bir ayartılma vesilesi kıldık.” [Müddessir 74/31] buyurmuştur. Hazret-i
Peygamber (s.a.)’in de Hazret-i Hasan [v. 50/670] ve Hazret-i Hüseyin [v.
61/680] için isti‘âze duası okuyup, “Siz ikinizi her türlü kınayıcı gözden, her
35 tür şeytandan ve geceleri ortaya çıkan haşerattan Allah’ın eksiksiz kelime-
lerine havale ediyorum.” buyurduğu rivayet edilmiştir [İbn Mâce, “Tıbb”, 37].
ا כ אف 649
אن ُ ْ ِ َ ْ ُ ْ ِ َ ا ِ ِ ْ َ ُ ْ َأ ُ ُ ْ َ א כَ َ ﴿-٦٨و َ א َد َ ُ ا ِ ْ َ ْ ُ َأ َ
َ
َ א َ א َو ِإ ُ َ ُ و ِ ْ ٍ ِ َ א َ ْ َ ُאه َو َ כِ َأ ْכ َ َ َ ْ ِ َ ْ ُ َب َ َא َ ً ِ َ ْ ٍء ِإ ٥
َ ْ َ ُ َن﴾ אسا ِ
כא ا ذوي אء و אرة ، אب وا ا أن ] [١٠٤٢وإ א א
א .و אل: א אر إ د ،وأن ا אر إ حا כא ا
و א ًא אب ، ء وا ا إ ا و ١٥ا
أ ن ا אده، א ًא وا ا ء ه ،و כ ن ذ כ ا ا
[1044] “Allah karşısında benim size bir faydam olmaz.” Yani eğer Allah
sizin için bir kötülük murat ettiyse, benim tavsiye ettiğim ayrı ayrı girme
yöntemi size bir fayda etmez; o şey mutlaka başınıza gelir. “Çünkü mutlak
hüküm tamamen Allah’ındır.”
5 [1045] Sonra da şöyle buyurmaktadır: “Babalarının kendilerine emret-
tiği şekilde” yani dağınık olarak “girdiklerinde, Allah karşısında bunun”
yani Yakup’un görüşünün; ayrı ayrı girmelerinin “onlara bir faydası olacak
değildi.” Zira ayrı ayrı girmelerine rağmen başlarına gelen gelmişti; hır-
sızlık suçlamasına mâruz kalmışlar, bu yüzden rezil-rüsva olmuşlar, kralın
10 maşrapası kendi yükü içerisinde bulunduğu için kardeşleri alıkonulmuş ve
babalarının derdi, kederi ikiye katlanmıştı. “Ancak” ifadesi, istisna-i mun-
katı’ olup, anlam şöyledir: Fakat “Yakup içindeki bir dileği” evlatlarına olan
şefkatini “dile getirmiş oluyordu.” Onlara söyledikleriyle, tavsiyeleriyle di-
leğini ifade etmiş oluyordu. “Şüphesiz o, kendisine Biz öğrettiğimiz için
15 bunu bilmekte idi.” Burada Yakup Aleyhisselâm’ın “Allah karşısında benim
size bir faydam olmaz.” şeklindeki sözü ve tedbirin takdir karşısında işe
yaramayacağına dair bilgisi kastedilmiştir.
69. Yûsuf ’un huzuruna girdiklerinde, (Bünyamin’e gizlice) “Ben se-
nin kardeşinim! Bunların yaptıklarına üzülme” diyerek kardeşini bağ-
20 rına bastı.
[1046] “Kardeşini bağrına bastı.” Bünyamin’i kendine çekti, bağrına bastı.
[1047] Rivayete göre; Yûsuf ’a,
“-İşte kardeşimiz bu! Onu sana getirdik.” demişler;
“-Aferin, doğru yaptınız ve bunun karşılığını göreceksiniz.” demiş ve on-
25 ları ağırlayıp, izzet ü ikramda bulunmuş; bundan öte onlardan her iki kişiye
bir sofra düşecek şekilde kendilerine sofralar hazırlatmış; hepsi ikişerli halde
sofralara oturunca Bünyamin tek kalmış ve ağlamaya başlayıp
“-Kardeşim Yûsuf sağ olsaydı beni kendi sofrasına oturturdu.” demiş;
bunun üzerine Yûsuf,
30 “-Bakın kardeşiniz tek kaldı.” demiş ve onu kendi sofrasına oturtmuş.
Sonra;
“-Sizler on kişisiniz, ikişerli gruplar halinde odalara yerleşin. Bu kar-
deşinizin ise birlikte bir odaya yerleşeceği eşi yok! Bu yüzden o benim-
le kalsın.” demiş. Böylece sabaha dek kardeşini bağrına basıp koklamıştır.
ا כ אف 651
אن
} א َכ َ }و َ א َد َ ُ ا ِ ْ َ ُ أَ َ ُ أَ ُ ُ { أي
אلَ : ][١٠٤٥
َ ْ ْ
א אء أ א ، ًא ب ود َ ْ ُ { رأي ِْ
ّ ْ ُ ٥
ان أ כ ،وأ א وا إ ا إ א ،
ّ
. אء َ א َ ً{ ا } ِإ َ أ ا ،و א ر اع ا
، وأ :أ אك ،אل א اأ א ا : ] [١٠٤٧وروي أ
כ ،אل أخ ا אء أ ا ة و ه אل: و
אز ِ ْ َ َ َ ا ِّ َ א َ َ ِ َر ْ ِ َأ ِ ِ ُ َأ َ
ذن ُ َ ِّذ ٌن َ َ ﴿-٧٠א َ َ ُ ْ ِ َ َ ِ
َأ ُ َ א ا ْ ِ ُ ِإ כُ ْ َ َ ِ
אر ُ َن﴾
ِכ َو ِ َ ْ َ َאء ِ ِ ِ ْ ُ َ ِ ٍ َو َأ َא ِ ِ َز ِ ٌ ﴾
اع ا ْ َ ِ
َ ﴿-٧٢א ُ ا َ ْ ِ ُ ُ َ َ
654 YÛSUF SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
م. .وأذن :أכ ا אدى אد .אل :آذ أ ] ُ } [١٠٥٢أَذ َن ُ َ ّذ ٌن{
و ا ذن ،כ ة ذ כ .
ء. و ،أي א אل، א ا ا :ا ] [١٠٥٤وا ١٠
א ،وأ ،כ א א כ כ ، ا א : و
: כ אب ا اد أ ،وا و א ، و כ
ا ارכ «. »א
: اب א ،כ ف א «، ا د» :و ] [١٠٥٥و أ ا
أذن ا، ا ،أ أ ر א ا و אز א ١٥
،أُ ّ
ؤد إ כ ا :وأ א ذن، ا }وأَ َא ِ ِ َز ِ {
]َ [١٠٥٦
ٌ
. אم אء ؛ وأراد و ٢٠
656 YÛSUF SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
}إِن ُכ ُ כאذ { اء א اع ،أي ] َ َ } [١٠٥٨א َ َ ُاؤ ُه{ ا
ْ
اء َ } .א ُ ا َ َ ُاؤ ُه َ ُو ِ َ ِ َر ْ ِ ِ { أي واد א כ ا اءة
ّ دכ ١٠
כ ، ّق ب أن آل ،وכאن כ ا אرق ر و أ
َ َ ّ ً ا َ َ َ اء ّ ْ ُ َ א َ َ َ ُ ِ ُכ }و َ
لَ : م، ا اء م ا
َ َ َ َ ﴿-٧٦أ ِ َ ْو ِ َ ِ ِ ْ َ ْ َ ِو َ א ِء َأ ِ ِ ُ ا ْ َ ْ َ َ َ א ِ ْ ِو َ א ِء َأ ِ ِ כَ َ َ
ِכ
، ر כ ًא ،א ا :وا اأ و אءه אل :א أ ّ
. ه א ،א כ وأ أ
ا ًא
ٍ
. כ א ر א در ا ]َ ُ َ ْ َ } [١٠٦٥د َر َ אت َ ْ َ َ ُ
אء{
[٧٤ :؟ ] { َ َ } ،[٧٠ :א َ َ ُاؤ ُه إِن ُכ ُ כאذ ] } ِإ ُכ َ َ אرِ ُ َن{ ١٥و
ْ ْ
} ِإ ُכ َ َ אرِ ُ َن{ ؛ ّن ا אن אن و رة ا :
ْ
. ىا ى א ر [٧٠ : ]
662 YÛSUF SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
،و א ا ع ا ا و قإ א ا כ אإ و אا
َ ْ ِ ِ َو َ ْ َ ﴿-٧٧א ُ ا ِإ ْن َ ْ ِ ْق َ َ ْ َ َ َق َأ ٌخ َ ُ ِ ْ َ ْ ُ َ َ َ َ א ُ ُ ُ ِ
- أכ أو ده، وכא ا إ و אق ر אإ ٥و ه،
אر ن כ ق؛ ا َכא ًא{ أ }أ َ ْ ُ ْ َ ] [١٠٧٣و ١٥
[1074] Babaları Yakup’un hakkını hatırlatarak, onun çok yaşlı bir ihti-
yar ya da çok kıymetli bir kimse olduğunu, Bünyamin’in de babası nezdin-
de kendilerinden daha sevimli olduğunu söyleyerek Yûsuf ’tan merhamet
dilemişlerdir. Daha önce de babalarının bir evladının ölmüş olduğunu ve
5 hâla onun yasını tuttuğunu, kardeşi Bünyamin ile teselli bulduğunu söy-
lemişlerdir. “Onun yerine içimizden birini alıkoy” rehin ya da köle olarak
bizden birini onun yerine al; “doğrusu, biz seni iyiliksever kimselerden gö-
rüyoruz.” Bize karşı hayırhah olduğunu görüyoruz. Dolayısıyla, bu iyiliği-
ni, ihsanını tamamına erdir. Ya da iyilik ve ihsan senin âdetindir, âdetini
10 sürdür, değiştirme.
79. Dedi ki: “Metâımızı yanında bulduğumuz kimseden başkasını
alıkoymaktan Allah’a sığınırız! O zaman, şüphesiz, zalimlerden oluruz.”
[1075] “Allah’a sığınırız!” Bu iki anlama gelebilecek bir sözdür. İlk bakışta
mânası, “sizin fetvanıza göre maşrapa kimin yükünde bulunduysa onun alıko-
15 nulup köleleştirilmesi gerekir; onun yerine başkasını alırsak sizin görüşünüze
göre zalim oluruz. O halde neden zulüm olduğunu bildiğiniz bir şeyi bizden
istiyorsunuz!?” şeklindedir. Ancak derin mânası, “Yüce Allah bana vahiy yo-
luyla, kendisinin bildiği bir ya da birçok büyük maslahat gereği Bünyamin’i
almamı, onu alıkoymamı emretmiştir; onun yerine başka birini alıkoyarsam
20 vahyin aksine hareket etmiş ve zulmetmiş olurum.” şeklindedir.
[1076] َ ُ ْ َ ( َ א َذ ا ِ أَ ْنAlıkoymaktan Allah’a sığınırız!) ifadesi aslında
ne‘ûzu billâhi ma‘âzen min en ne’huze şeklindedir. Ancak mastar mef‘ûle iza-
fe edilmiş ve Min harf-i ceri hazfedilmiştir. ( ِإ ًذاO zaman) ifadesi ise hem
onlara verilen cevap hem de şartın cevabıdır; çünkü anlam, “Eğer onun
25 yerine başkasını alırsak zulmetmiş oluruz.” şeklindedir.
80. Ondan ümitlerini kesince, bir yana çekilerek fısıldaşmaya baş-
ladılar. Büyükleri dedi ki: “Bilmiyor musunuz ki, babanız sizden Allah
adına sağlam bir söz aldı!? Daha önce, Yûsuf konusunda da çok büyük
kusur işlemiştiniz! Babam bana izin verinceye veya -hükmedenlerin en
30 hayırlısı Allah- hakkımdaki hükmünü verinceye kadar buradan asla
ayrılmayacağım!..”
[1077] ( ا ْ َ َ ُ اÜmitlerini kesince) bu aslında ye’isû fiilidir; daha önce
ْ
(32. âyetin tefsirinde) َ ْ َ ْ ِاfiilinde izahı geçtiği üzere, Sîn ve Tâ müba-
َ
lağa için ilave edilmiştir. en-Neciyyu iki mânaya gelir; ilkine göre el-münâcî
35 anlamındadır; tıpkı el-’aşîr ve es-semîr kelimelerinin el-mu‘âşir (yakınlık ku-
rulan, dost) ve el-musâmir (gece sohbeti arkadaşı) anlamında olması gibi.
ا כ אف 667
כ ، ًא ه כאن ذ כ א أ אده، وا ر اع ا و
. فا א ًא و א ً
א :إن أ و اء؛ ن ا اب .و} ِإ ًذا{ ف و ل ا إ
א.
ُ ا َأن َأ َ ُ
אכ ْ َ ْ َ َ ﴿-٨٠א ا ْ َ ْ َ ُ ا ِ ْ ُ َ َ ُ ا َ ِ א َ אلَ כَ ِ ُ ُ ْ َأ َ ْ َ ْ َ ١٥
ض َ َح ا َ ْر َ َأ َ َ َ َ ْ כُ ْ َ ْ ِ ً א ِ َ ا ِ َو ِ ْ َ ْ ُ َ א َ ْ ُ ْ ِ ُ ُ َ َ َ ْ َأ ْ َ
َ ْ ذ ََن ِ َأ ِ َأ ْو َ ْ כُ َ ا ُ ِ َو ُ َ َ ْ ُ ا ْ َ אכِ ِ َ ﴾
. ا א ا א وا אء ا .وز אدة ا ا{ ]} [١٠٧٧ا
ّ
א ، وا א :ا وا ،כא ا א :כن وا
668 YÛSUF SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
[İsrâ 17/47]) denilmiştir. Yine hum sadîkün (onlar dostturlar) denildiği gibi
hum neciyyun (fısıldaşanlardır) denilmesi (yani çoğul için kullanılması) da
mümkündür; çünkü bu durumda kelime, mastar veznindedir. Çoğulu ise
enciye şeklinde gelir. Şair şöyle demiştir:
10 Ben ki, topluluk bir kenara çekilip fısıldaşırlarken...
[1078] “ َ َ ُ اkenara çekildiler, insanlardan ayrılıp kimsenin kendile-
rine karışmayacağı yere ayrıldılar” anlamındadır. َ ِ אise zevî necvâ (fısıl-
daşma ehli olarak) ya da fevcen neciyyen (fısıldaşan bir grup olarak) veya da
münâciyen (fısıldaşarak) anlamındadır. Zira birbirleriyle fısıldaşmışlardır.
15 Bunlardan daha güzel olan bir yorum ise, ifadenin temehhedû tenâciyen (fı-
sıldaşmak üzere kümelendiler) anlamında olmasıdır; çünkü onlar sırf bu
iş için toplanmış, büyük bir özen ve gayretle buna yoğunlaşmışlar, sanki
bizzat kendileri itibariyle fısıldaşma suretine bürünmüş, fısıldaşmanın ken-
disi olmuşlardır. Fısıldaşmalarının konusu ise babalarına hangi sıfatla, ne
20 yüzle gidecekleri, kardeşleri konusunda ona ne diyecekleri gibi konuları
görüşmektir. Bu durumda, halleri tıpkı başlarına gelen bir sıkıntı dolayısıy-
la acziyet içine düşmüş ve bu yüzden istişare yapma ihtiyacı hissetmiş bir
topluluk gibiydi.
[1079] “Büyükleri” yaşça büyük olanları ki bu, Ruben’dir. Bu ifadenin
25 “reisleri” anlamına geldiği, onun da Şimon olduğu da söylenmiştir. Yine,
akıl itibariyle büyükleri, en akıllıları anlamında olduğu da söylenmiştir ki
o da Yahuda’dır.
[1080] َ ُ ُ ِ ُ ْ َ ( אYûsuf konusunda da çok büyük bir ku-
ْ
sur işlemiştiniz!) Bu ifade birkaç şekilde yorumlanabilir. (i) Mâ, ( ِ ْ ِ
30 اşeklinde) sıla olabilir; bu durumda anlam, “Bundan önce Yûsuf ko-
nusunda da kusur işlemiştiniz, babanızın sözünü muhafaza edeme-
miştiniz.” olur. (ii) Mâ, mastariyye olabilir; bu durumda mastarın ko-
numu mübteda olarak merfû‘ olup, haberi ise zarf, yani ُ َ ْ ِ (daha
ْ
önce) ifadesi olur. Anlam ise, “Daha önce, Yûsuf konusunda aşırılığınız
35 vâki olmuştu.” şeklinde olur. (iii) Veya bu ifade “bilmez misiniz ki” ifa-
desinin mef‘ûlüne, yani “babanız” kelimesine atıf olarak mansup olur;
ا כ אف 669
ى{ }و ِإذ ،כ א م : אه .و ى ا
َ ْ ُْ
اء[٤٧ : ]ا
َ ُ { و אه :وو }ِ ف ،و ها اء و ا را ا
ْ
אכ { }أَن أَ ل }أَ َ َ ْ َ ُ ا{ و ًא .أو ا כ
َ ُْ ْ
670 YÛSUF SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
bu durumda sanki “Babanızın sizden sağlam bir söz aldığını ve daha önce
Yûsuf konusunda aşırılığa düştüğünüzü bilmez misiniz?” denilmiş olmak-
tadır. (iiii) Ya da Mâ’nın ism-i mevsūl olması ve anlamın, “Bundan önce
yaptığınız aşırılığı, Yûsuf hakkında işlemiş olduğunuz büyük suçu” şeklinde
5 olması, konumunun ise yukarıdaki iki ihtimale göre ref‘ veya nasb olması
mümkündür.
[1081] “Babam bana” yanına gitmem için “izin verinceye veya” bura-
dan çıkma konusunda “Allah hakkımdaki hükmünü verinceye kadar” ya
da kardeşimi alan kimseden onu geri almadıkça veya herhangi bir sebeple
10 kardeşim onun elinden kurtulmadıkça “buradan asla ayrılmayacağım!” Mı-
sır toprağını terk etmeyeceğim! “O hükmedenlerin en hayırlısıdır.” Çünkü
asla adalet ve hak harici hüküm vermez.
81. “Babanıza dönün ve deyin ki: ‘Ey babamız! Oğlun gerçekten hırsız-
lık etti. Biz sadece bildiğimize şahitlik etmekteyiz, gaybın bekçisi değiliz.”
[1082] ( َ َقhırsızlık etti) ifadesi surrika (Kendisine hırsızlık suç-
َ
15
ا ُ َأ ْن َ ْ ِ َ ِ َ ﴿-٨٣אلَ َ ْ َ َ ْ َכُ ْ َأ ْ ُ ُ כُ ْ َأ ْ ً ا َ َ ْ ٌ َ ِ ٌ َ َ
ِ ِ ْ َ ِ ً א ِإ ُ ُ َ ا ْ َ ِ ُ ا ْ َ כِ ُ ﴾
672 YÛSUF SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
כ א أ إ ،أي أر ُכ א ِ َ א{ ا ]} [١٠٨٣ا
ان כ אن ًא ،وכא ا אب ا ا أَ ْ ْ َא ِ َ א{ وأ }وا ا
َ
أ א אل א ا أ اإ אء ،אه: أ ب .و
א אل א ا أ اإ أَ ْ ا{. כ أَ כ ف } :אل
ً َ َ َْ َ َ ْ َ ُْ ُ ُ ُْ
א أدرى ذ כ ا ه وإ ُ ُ ُכ أَ ْ ا{ أرد َ ْ َ ُכ أَ
فَ َ } :אل َ ْ َ ٥أ
ْ ً ْ
כ و اכ أ ّن ا אرق
ن را وإ א إ إא ا أ ” :Ṡ ا ] [١٠٨٧و
. אأ א أ א ب ىإ .Ṡأ إ أ ا
“ وإ א אل א أ
א. ه ًא ه כאن אدم ،وأ ّن ا زء ه א وأ
ِ ِ َو َ ْ ُ ْ ِ ِ َ
أ ْو َ ا ْ ُ َאت َ ْ َ ه ُ
أ ًא و ه ،כאن ا
إ و اد ا ة ا אر َ َ ُאه{ إذا כ ا ]} [١٠٩٠وا ٥
ْ
ً א. إدراכא
ً :כאن رك ه .و : אض כ ر.
اق و ب א א ن. ا ث ا אض ،כ
،وא א ؟“ אل” :أ ا כ .אل ” :א כאن אل :و
אن :ا ؟ عذכا ا ا أن אز :כ ] [١٠٩٢ن
، د א و و .Ṡأ כ ا ا אب .و ه ،و وا
676 YÛSUF SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
o esnada kendisine; “Ya Rasûlâllah! Bize ağlamayı yasaklamıştın, ama sen ağ-
lıyorsun?!” denilince de “Ben size ağlamayı değil, o iki ahmak sesi çıkarma-
nızı, yani sevinç anında ve hüzün anında iki ahmakça ses çıkarmayı (feryat
etmeyi) yasakladım!” buyurduğu nakledilmiştir. Hasan-ı Basrî’nin [v. 110/728]
5 de kendi evlatlarından birine ya da bir başkasına ağladığı zaman kendisine
bunun yanlış olduğu söylendiği, onun ise, “Yüce Allah’ın Yakup’un hüznünü
ayıpladığını görmüyorum.” dediği nakledilmiştir. [Tirmizî, “Cenâiz”, 25]
[1093] “İçine atıyordu.” Evlatlarına karşı öfke doluydu, ama onlara
kötü bir şey ızhar etmiyordu. ِ َכkelimesi mef‘ûl anlamında fe‘îyl veznin-
ٌ
10 dedir. Nitekim bu kelime başka bir âyette ( َو ُ َ َ ْכ ُ ٌمHani, içli içli Rabbine
seslenmişti. [Kalem 68/48]) şeklinde kullanılmıştır. Bu kelime kezame’s-sikā’e
(Kırbayı doldurup ağzını bağladı.) ifadesinden türemiştir. Zā’nın fethası ile
el-kezam kelimesi nefesin çıkış yeri anlamındadır. Nitekim ehaze bi-ekzâ-
mihî (Nefesini tuttu.) denilir.
15 85. Dediler ki: “Vallahi, sen hâla Yûsuf ’u anıp duruyorsun! Sonun-
da, ya bitkin düşeceksin ya da kendini helâk edenlerden olacaksın!”
[1094] َ ْ َ ُ اkelimesi ile lâ tefteü (bir türlü bırakmadın) mânası kaste-
dilmiş, fakat olumlu hali ile anlamın karışması söz konusu olmadığı için
olumsuzlama harfi hazfedilmiştir; çünkü bu fiilin olumlu anlamı kastedil-
20 miş olsa, muhakkak başına Lâm, sonuna Nun gelirdi. Bunun bir benzeri
şairin şu ifadesinde vardır:
Dedim ki Allah’a yemin olsun, oturmaya devam edeceğim
[1095] Lâ tefte’ü ifadesinin anlamı, “devam ediyorsun, hâla bırakmadın”
şeklindedir. Mücâhid b. Cebr’in [v. 103/721] bu ifadeyi lâ tefteru min hubbihî
25 (Onu sevmekten hiç vazgeçmiyorsun.) şeklinde tefsir ettiği nakledilmiştir.
Sanki Mücâhid b. Cebr el-fütû’ü kelimesi ile el-fütûru kelimelerini kardeş
(eş anlamlı) kabul etmiştir. Nitekim bu kelime, mâ feti’e yef‘alü (yapmaya
devam ediyor) şeklinde kullanılır. Şair Evs şöyle demiştir:
Atlar [atlılar] durmadan feryat etti, yardım dilendi;
30 eklenen eklendi onlara; kopan koptu… [Bu yenilgi savaşın sonuna kadar
devam etti]
[1096] “Bitkin düşeceksin” hastalıktan ölmek üzere olacaksın. Ehra-
dahu’l-maradu (Hastalık onu perişan etti.) demektir. Bu kelimenin tekili,
çoğulu, müzekkeri ve müennesi aynıdır, çünkü mastardır. Sıfat hali hari-
dun şeklinde olup denefün-denifün de buna benzer. َ ً אher iki vezinde de
َ
35
okunmuştur. Hasan-ı Basrî [v. 110/728] ise iki zamme ile hurudan şeklinde
okumuştur. Bu veznin sıfat olarak benzerleri raculün cünübün(cünüp adam)
ve raculüngurubün (garip adam) ifadeleridir.
ا כ אف 677
אرا
ن ً ا ا ذ כ ،אل :א رأ ه، و أو כ أ
ب
َ ُ ْ ُ َ ِ َ ا ِ َأ ْ َ ُح َ א ِ ً ا
َو َ ْ َ ُ ِ َ א َ ِ ٌ و َ َ ُ َ א َ ِ َ ْ َ ْ ٌ َ ُ ُب َو َ ِ
ي ض ،و ا ً א ،وأ ك ا א ]ُ َ } [١٠٩٦כ َن َ ً א{ ١٥
ً َ
ا اء، ِ َ :ض ،כ ر .وا ، כ وا وا وا ا ا
ً ُ » :א«، ً א .و أ ا א ،و אءت ا اءة ود א :د و
ُ
و ب. אت :ر ا ه ،و
678 YÛSUF SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
86. Dedi ki: “Ben üzüntü ve kederimi yalnızca Allah’a açarım; çün-
kü ben, Allah sayesinde, sizin bilmediklerinizi biliyorum.”
[1097] el-Bessü, insanın tek başına dayanamayacağı ve başka insanlara yaya-
cağı kadar ağır olan dert, keder demektir. Bu fiil bâssehu emrahû (Halini açtı, arz
5 etti.) ve ebessehu iyyâhu (Kendini ona açtı, bildirdi.) şeklinde kullanılır.
َ ْ َ ُ َن ﴾ َ ِّ َو ُ ْ ِ ِإ َ ا ِ َو َأ ْ َ ُ ِ َ ا ِ َ א َ ﴿-٨٦אلَ ِإ َ א َأ ْ כُ
א א ا .و ا ،و ا ان [٥٢ :و ]آل ِ ْ ُ اכ { ٥أَ َ
ُ
اس اس ،وا אن :ا ا
ُروح ا «، و אدة» : .و أا و ]َ ْ ِ } [١١٠٣ر ْو ِح ا ِ{
َو ِ ْ َא ِ ِ َ א َ ٍ َ َ ﴿-٨٨א َد َ ُ ا َ َ ْ ِ َא ُ ا َ َ َ א ا ْ َ ِ ُ َ َא َو َأ ْ َ َא ا
: اء ،و ا و :ا ًא .و ًא و اب אع ا כא
כא אء ،و ا رة אت ّ ،ن ا وز אدة
}و َ َ ْق َ َ َא{
َ אل :أ ذכ ا א .و
ْ
682 YÛSUF SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
، ّق أن اإ و כ ا أ .وا א ً أراد أ א כא
א؛ و א ، ا ًא و ،כאن כ ا إ
ً ّ
ا כ وب ،و אم ا ي ذכ ا ، ا אرا
إ ً
אء א قا أ ر، ،و رك ره ا ا ا ور ،و ا
. א א ، א إ م و ا ا א א
684 YÛSUF SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
אه ا و ق ا אر ه ور ّ ت اه ور ّي ء :أ א אا ٥
ق ،وأ כ ا و א ا :إ ر ا ، أ أ ّ وכ وכאن أ אه
َ ﴿-٩١א ُ ا َ א ِ َ َ ْ آ َ َ َك ا ُ َ َ ْ َא َو ِإ ْن ُכ א َ َ א ِ ِ َ ﴾
686 YÛSUF SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
92. Dedi ki: “Bugün size hiçbir kınama yok. Allah da sizi bağışlasın;
merhametlilerin merhametlisi O’dur.”
93. “Şimdi, şu gömleğimi götürüp babamın yüzüne koyun da gözü
eski keskin hâline gelsin. Bütün ailenizi de bana getirin.”
5 [1112] ( أَ ِإ َכYoksa sen misin?) ifadesi bu şekilde soru ifadesi olarak okun-
duğu gibi olumlama ifadesi olarak inneke (Muhakkak sensin.) şeklinde de
okunmuştur. Übeyy b. Kâ‘b’ın kıraatinde “Yoksa sen gerçekten Yûsuf musun?
(Bizim) ‘Yûsuf’ sen misin yoksa?” anlamında e-inneke ev ente Yûsuf şeklin-
de yer alır. İlk Yûsuf, ikincisi yeterince delâlet ettiği için, hazfedilmiştir. Bu,
10 duyduğuna inanamayan, hayret içindeki bir insanın karşı taraftan olumlama
isteme yünündeki soruyu tekrar tekrar sorma şeklindeki ifadesidir.
[1113] Şayet “Onu nasıl tanımışlardır?” dersen şöyle derim: Yûsuf Aley-
hisselâm onlarla konuştuğu zaman onun görünüşünde ve şeklinde kendisinin
Yûsuf olduğunu hissettiren şeyler görmüşlerdir; yani sıra onun sözlerinin Mı-
15 sırlı bir yöneticiden değil, ancak İbrâhim soyundan hanif bir müslümandan
sādır olabilecek sözler olduğunu da bildikleri için, onu tanımışlardır. O esna-
da Yûsuf Aleyhisselâm’ın tebessüm ettiği, bunun üzerine onu dizili inciler gibi
olan dişlerinden tanıdıkları da söylenmiştir. Başındaki tacı çıkarıncaya kadar
onu tanımadıkları, tacı çıkardığı zaman başının kenarında -benzeri Yakup
20 Aleyhisselâm’da ve Sâre’de de bulunan- beyaz bene benzer bir alametin oldu-
ğunu gördükleri, onu böylece tanıdıkları da söylenmiştir.
[1114] Şayet “(‘Sen Yûsuf musun?’ diye) Yûsuf ’a sadece kendisini sor-
dukları halde, o neden onlara hem kendisi hem kardeşi hakkında cevap
vermiştir? Kardeşi zaten onlar nezdinde malum değil midir?” dersen şöyle
25 derim: Çünkü kardeşinden söz etmesi, onların sordukları sorunun cevabı-
nın beyanı mahiyetindedir.
[1115] “Kim sakınıp” Allah’tan ve onun cezasından korkup, günahlar-
dan uzak durmaya ve itaat üzere olmaya “sabrederse, Allah” onların ecrini
“kesinlikle zayi etmez.” Mâna böyle olmakla birlikte âyette, “onların” de-
30 mek yerine “ihsan üzere hareket edenlerin” buyrulmuştur, çünkü o (ihsan)
sakınanları da sabredenleri de kapsamaktadır.1
1 Zamir yerine ism-i zâhir kullanılarak ittikā ve sabra sahip olanlar özel bir övgüyle, yani ihsan üzere
hareket etmiş olma vasfıyla nitelenmişlerdir. Nitekim başka ayetlerde kâfirlerden bahsedildikten sonra
“onlar” denilecek yerde, “zalimler” buyrularak da ekstra bir yergi sağlanmaktadır. / ed.
ا כ אف 687
َ ْ ِ َ َ َ ْ כُ ُ ا ْ َ ْ َم َ ْ ِ ُ ا ُ َכُ ْ َو ُ َ َأ ْر َ ُ ا ا ِ ِ َ ﴾ َ ﴿-٩٢אلَ
َ ْ ِت َ ِ ً ا َو ْأ ُ ِ َو ْ ِ َأ ِ َ َ ا َ َ ْ ُ ُه َ َ ﴿-٩٣اذْ َ ُ ا ِ َ ِ ِ
ِ َ ْ ِ כُ ْ َأ ْ َ ِ َ ﴾
اءة أ : אب و ا אم .وأ כ، ا ] [١١١٢ئ »أ כ«،
ّ
ف ا ّول ، أو أ أ כ «، » ٥أ כ أو أ
وا رأ ا אج ر ه :א م .و ا כא א אه وכא ١٠
[1116] “Allah seni bizden üstün kılmış” yani takva, sabır ve ihsan üzere
hareket edenlerin gidişatına (sîret) sahip olmakla seni bizden üstün kılmıştır.
Bizim durumumuza gelince gerçekten hatalıyız; kasten günah işledik, sakın-
madık ve sabretmedik. Kesinlikle Allah seni mülk sahibi kılmakla izzetlendir-
5 miş, bizi ise senin karşında miskin duruma düşürmekle zelil etmiştir.
[1117] “Dedi ki: ‘Bugün size hiçbir kınama” ayıplama ve azar “yok.”
َ ِ ْ َ kelimesinin aslı es-serbdir. Bu ise, derinin yanmasından sonra üzerin-
de biriken büzülmüş yağ tabakası demektir. Dolayısıyla tesrîb, bu tabakanın
izale edilmesi olmaktadır. Benzer şekilde cildin temizlenip arındırılmasına
10 teclîd, (yenidoğan devedeki) kabaran sivilcenin ya da kabuğun soyulup atıl-
masına da takrî‘ denilir; çünkü kabuk (ya da kabaran, iltihaplanan sivilce)
gittiği zaman geriye kalan uzuv olabilecek en zayıf ve cılız hale gelir. İşte bu
yüzden hayvanın üzerindeki sivilcenin izale edilmesi, (onun zayıflığını ve
kusurlarını ortaya çıkardığı için) insanın, yüzünü karartan ve şerefine leke
15 süren şeyleri ifade etmekte darb-ı mesel olarak kullanılır olmuştur.
[1118] Şayet “( ا ْ َمbugün) kelimesi neye taalluk eder?” dersen şöy-
َ
le derim: َ ِ ْ َ (kınama) kelimesine ya da כ
ْ ُ َْ َ
(size) ifadesindeki istikrar
ِ
mânasına veya da ْ َ (bağışlar) fiiline taalluk eder. Anlam, “Bugün, yani
ُ
kınanacağınızın düşünüleceği bugün bile sizi kınamıyorum, başka gün hiç
20 kınar mıyım?” şeklidedir. Sonra yeni bir ifade olarak “Allah da sizi bağış-
lasın!” demiş, kusurlarından dolayı bağışlanmaları için onlara dua etmiştir.
Dua için mazi formu kullanıldığı gibi muzari formu da kullanılır. Nitekim
hapşıran kişiye dua eden kimsenin yehdîkümu’llāhu ve yuslihu bâleküm (Allah
size hidayet etsin, halinizi iyi etsin.) şeklindeki duasında da muzari fiil dua
25 için kullanılır. Ya da anlam, “Bugün Allah sizi bağışlayacaktır.” şeklinde olup,
onlar o gün hatalarından pişmanlık duyup tövbe etmiş oldukları için Allah’ın
da kendilerini bu dünyada (çabucak) bağışlayacağı şeklinde bir müjdedir.
[1119] Rivayete göre Peygamber (s.a.) Mekke’nin fethedildiği gün Kâbe
kapısının iki kanadını kavrayıp Kureyşlilere yönelerek;
30 “-Bugün size ne yapacağımı düşünüyorsunuz?” demiş; onlar ise,
“-Hayır umuyoruz; çünkü sen değerli bir kardeşsin, değerli bir kardeşin
oğlusun, kadrin kıymetin büyüktür.” demişler. O da
“-Ben bugün size kardeşim Yûsuf ’un dediğini diyorum: Bugün size ko-
nama yok.” buyurmuştur.
ا כ אف 689
ا .وأ כ و َ َ ُכ {
ْ ُ َْ َ َ ]َ } [١١١٧
ا כ ش .و אه :إزا ا ب ،כ א أن ا א ا ي ا ٥ا بو
:
א ً כ ؟ א ا: א و
[1120] Yine rivayete göre Ebû Süfyan müslüman olmak üzere gediği
zaman Hazret-i Abbâs ona, “Hazret-i Peygamber (s.a.)’in yanına varınca
‘Bugün size kınama yoktur.’ âyetini oku!” demiş; o da öyle yapmış. Bunun
üzerine Peygamber (s.a.), “Allah sana da, sana bu duayı öğretene de mağfi-
5 ret etsin.” buyurmuştur.
[1121] Rivayete göre Yûsuf Aleyhisselâm’ın ağabeyleri onu tanıdıkları
zaman kendisine haber göndermiş ve “Sen sabah akşam bizleri sofrana çağı-
rıyor, yedirip içiriyorsun ama biz sana karşı hatalarımız yüzünden utanıyo-
ruz!” demişler. O ise şöyle demiş: “Mısır halkı, her ne kadar ben üzerlerinde
10 hâkim ve sultan olsam da bana yine ilk günkü gözle bakıyorlar ve ‘Yirmi
dirheme satılan bir köleyi şu duruma yükselten Allah ne yücedir!’ diyor-
lar. Oysa şimdi ben sizin sayenizde yükseldim; insanların gözünde değerim
büyüdü, çünkü insanlar sizin benim ağabeylerim olduğunuzu ve benim
İbrâhim’in torunu olduğumu öğrendiler.”
15 [1122] “Şu gömleğimi götürün.” Söylendiğine göre bu, nesilden nesle
tevârüs edilen, Yûsuf Aleyhisselâm’ın korunduğu, cennetten gelme bir göm-
lekmiş. Onu babasına göndermesini Cebrail Aleyhisselâm emretmiş; çünkü
o gömlekte cennet kokusu bulunmakta imiş ve hangi hastanın üzerine ko-
nulsa mutlaka iyileşiyormuş.
20 [1123] “Babamın yüzüne koyun da gözü eski hâline gelsin” yani görür
olsun. Bu ifade tıpkı câ’e’l-binâ’u muhkemen (Bina muhkem haline geldi.)
ifadesi gibidir. Kastedilen, “muhkemleşti” mânasıdır. Nitekim “Görür hale
geldi.” [Yûsuf 12/96] ifadesi de bunu destekler. Anlam “Yanıma gözleri görür
halde gelsin.” şeklinde de olabilir. Bu anlamı pekiştiren de “Bütün ailenizi
25 de bana getirin.” ifadesidir. Yani, “Babanız bana gelsin ve bütün ailesi de
topluca bana gelsin.” Söylendiğine göre gömleği taşıyan kişi Yahuda imiş ve
“Kanlı gömleği ona götürerek onu hüzne gark eden ben idim; vaktiyle nasıl
onu hüzne gark ettiysem şimdi de sevindireceğim.” demiş. Bir görüşe göre
ise Yahuda bu gömleği yalın ayak, başıkabak Mısır’dan Kenan’a götürmüş-
30 tür ki, bu iki yer arasında seksen fersah mesafe vardır.
94. Kafile (Mısır’dan) ayrılınca babaları; “Beni bunaklıkla suçla-
mazsanız, inanın, Yûsuf ’un kokusunu alıyorum.” dedi.
95. Dediler ki: “Vallahi, sen hâla eski şaşkınlığındasın!”
96. Fakat müjdeci gelip de gömleği yüzüne koyunca, gözleri tekrar
35 görür hale geldi ve dedi ki: “Ben size ‘Allah sayesinde sizin bilmedikle-
rinizi biliyorum.’ dememiş miydim?”
ا כ אف 691
ِכ ا ْ َ ِ ِ ﴾
َ َ َ ﴿-٩٥א ُ ا َ א ِ ِإ َכ َ ِ
[1124] “Kafile ayrılınca” yani “Mısır’ın yerleşim yeri olan bölgesinden çı-
kınca. Kafile şehrin surlarının dışına çıktığı zaman fasale mine’l-beledi fusūlen de-
nilir. İbn Abbâs [v. 68/688] bu ifadeyi fe-lemme’nfesale’l-’îru şeklinde okumuştur.
[1125] “Babaları” torunlarına ve çevresinde bulunan kavmine “dedi ki:
5 İnanın, Yûsuf ’un kokusunu alıyorum!” Allah Teâlâ ona gömleğin kokusu-
nu sekiz seyir mesafesi (seksen fersah) uzaktan yola çıktığında aldırmıştır.
Tefnîd, bir kişiyi bunaklıkla suçlamaktır. Fened, yani bunaklık ise yaşlılık-
tan dolayı aklın gitmesi ve anlamsız konuşmak demektir. Şeyhun mufnidün
(bunak ihtiyar) ifadesi kullanılır, ama aynı ifadenin müennesi olan ‘acûzün
10 mufnidetün ifadesi kullanılmaz, çünkü kadın zaten gençlik çağında da akıl
ve rüşd sahibi değildir ki yaşlandığı zaman bunasın. Âyetteki ifadenin anla-
mı, “Beni bunaklıkla itham etmeseniz, bana inanırdınız.” şeklindedir.
[1126] “Sen hâla eski şaşkınlığındasın!” Yani Yûsuf ’a olan aşırı sevgin-
den, sürekli onu anıp durmandan, tekrar ona kavuşma ümidinden dolayı
15 hâla doğrudan uzak olma halindesin. (Böyle söylemişlerdir) çünkü onlara
göre Yûsuf ölmüştür.
[1127] “Gömleği yüzüne koyunca” müjdeci gelip de gömleği Yakup’un yü-
züne koyunca ya da Yakup gömleği alıp yüzüne sürünce “gözleri tekrar görür
hale geldi” görür haline geri döndü. İrtedde kelimesi raddehû fe’rtedde (Onu
20 döndürdü, o da döndü.) şeklinde ve irteddehû (Ona döndü.) şeklinde kullanılır.
[1128] “Ben size dememiş miydim?” Yakup Aleyhisselâm bu sözü ile
“İnanın, Yûsuf ’un kokusunu alıyorum.” sözünü ya da “Allah’ın rahmetin-
den ümit kesmeyin.” sözünü kastetmiştir. Bundan sonra gelen “biliyorum”
ifadesi ise, “Ben size dememiş miydim?” ifadesi ile ilgili olmayıp, yeni bir
25 cümledir. Ancak bu ifadeyi “Ben size dememiş miydim?” ifadesi ile ilişki-
lendirmen de mümkündür. Bu durumda Yakup Aleyhisselâm’ın kastettiği
şey, “Ben şikâyetimi ve hüznümü yalnız Allah’a açarım ve Allah sayesinde
sizin bilmediklerinizi biliyorum.” sözüdür.
[1129] Rivayete göre; Yakup Aleyhisselâm müjdeciye,
30 “-Yûsuf nasıl?” diye sormuş; o da
“-Yûsuf Mısır’a sultan oldu?” deyince,
“-Ne yapayım saltanatı!? Sen ondan ayrılırken hangi din üzere idi asıl onu
söyle bana?” demiş, o da
“-İslâm dini üzeredir.” cevabını verince,
35 “-İşte şimdi nimet tamamlandı.” demiş.
ا כ אف 693
، ا إ :ا אن .وا ة أ ا ها ر أو
.
ب ب .أو أ אه و ا ح ا ]} [١١٢٧أ אه{ ١٠
ل، ا } ِإ ِ أَ ْ َ { כ م
أ [٨٧ :و {] َ ُ ا ِ ر ْو ِح ا
ُ
َא } ِإ َ א أَ ْ ُכ َ ِ ّ َو ُ ْ ِ ِإ َ ا َوأَ ْ َ ِ َ ا و و כ أن
ُ
[٨٦ : ] َ ُ َ ْ َ َ ١٥ن{
:אل: כ
97. “Ey babamız! Bizim bağışlanmamız için dua et! Yanlış yapan
bizmişiz!” dediler.
98. Dedi ki: “Sizin bağışlanmanız için Rabbime dua edeceğim. Şüp-
hesiz, O’dur bağışlayıcı, merhametli (Gafûr, Rahîm).
5 [1130] “Sizin bağışlanmanız için Rabbime dua edeceğim.” Söylendiğine
göre Yakup Aleyhisselâm istiğfarı seher vaktine –ya da Cuma gecesine- kadar er-
telemiştir. Maksadı ise dualara icabet edilen zamanda istiğfar etmektir. İstiğfarı
ertelemekteki maksadının, onların tövbelerinin sadakat ve ihlâsı konusundaki
hallerini iyice görüp öğrenmek olduğu söylenmiştir. כ ِ َ ف أifadesinin
ُْ َ ُ َْ ْ َ ْ َ
10 ise (“Sizin için daha sonra istiğfar edeceğim” değil) devamlı olarak dua edecek
olmasını kastettiği de söylenmiştir. Nitekim rivayete göre yirmi küsur sene bo-
yunca her Cuma gecesi onlar için dua etmiştir. Söylendiğine göre seher vakti
namaza kalkmış, namazını bitirdikten sonra ellerini açarak “Allah’ım! Yûsuf için
ettiğim feryattan ve sabrımın azlığından dolayı beni bağışla, evlatlarımın da
15 ağabeylerine ettikleri kötülükleri bağışla!” diye dua etmiş. Bunun üzerine ken-
disine, “Allah seni ve onların hepsini bağışladı.” diye vahyedilmiştir.
[1131] Rivayete göre onlar, çok pişman ve perişan bir halde gelmişler ve
Yakup Aleyhisselâm’a “Allah bizi bağışlamadıkça siz ikinizin bizi bağışlaması
bize yetmez, eğer bağışlandığımıza dair sana vahiy gelmezse gözlerimiz asla
20 aydın olmaz.” demişler. Bunun üzerine yaşlı Yakup kıbleye yönelmiş ve ayak-
ta dua etmiş, Yûsuf da arkasında durup “Âmin!” demiş, onlar da bu ikisinin
arkasında boynu bükük bir şekilde dizilmişler ve bu şekilde yirmi yıl boyunca
dua etmişler. Nihayet güçleri, takatleri tükenmiş ve helâk edileceklerini dü-
şünmeye başlamışlar. Bunun üzerine Cebrail Aleyhisselâm gelmiş ve “Allah
25 senin evlatların için ettiğin duaya icabet etti, senden sonra nübüvveti devam
ettirme yönündeki ağır sorumluluğu üstlenmelerini kararlaştırdı.” demiştir.
-Ancak onların peygamber olarak seçilip seçilmedikleri ihtilâflıdır.-
99. Ne zaman ki Yûsuf ’un huzuruna girdiler, anne ve babasını bağrı-
na bastı ve “Buyurun, Mısır’a -Allah’ın izniyle- güven içinde girin.” dedi.
30 100. Ve anne ve babasını tahtının üzerine çıkardı... Hep birlikte sec-
deye kapandılar. Dedi ki: “Babacığım! İşte, vaktiyle gördüğüm rüyanın
nihaî anlamı... Rabbim, onu şu anda gerçekleştirmiş bulunuyor. Be-
nimle ağabeylerimin arasını şeytan açtıktan sonra, O beni zindandan
çıkarmakla ve sizleri çölden getirmekle gerçekten bana ihsanda bulun-
35 muştur. Benim Rabbim, -dilediğine karşı- gerçekten lütufkârdır; ger-
çekten O’dur ‘mutlak hikmet ve ilim sahibi’ (Hakîm, Alîm).”
ا כ אف 695
﴿-٩٧א ُ ا א َأ א َא ا ْ َ ْ ِ ْ َ א ُذ ُ َ א ِإ א ُכ א א ِ ِ َ ﴾
َ ﴿-٩٨אلَ َ ْ َف َأ ْ َ ْ ِ ُ َכُ ْ َر ِّ َ ِإ ُ ُ َ ا ْ َ ُ ُر ا ِ ُ ﴾
ش َو َ وا َ ُ ُ ً ا َو َ אلَ َא َأ َ ِ َ َ ا َ ْ ِو ُ
ْ ِ ﴿-١٠٠و َر َ َ َأ َ َ ْ ِ َ َ ا ْ َ
َ
َ א َو َ ْ َأ ْ َ َ ِ ِإذْ َأ ْ َ َ ِ ِ َ ا ِّ ْ ِ אي ِ ْ َ ْ ُ َ ْ َ َ َ َ א َر ِّ
ُر ْؤ َ َ
َِ ٌ َو َ َאء ِכُ ْ ِ َ ا ْ َ ْ ِو ِ ْ َ ْ ِ َأ ْن َ َ غَ ا ْ َ ُ
אن َ ْ ِ َو َ ْ َ ِإ ْ َ ِ ِإن َر ِّ
ِ َ א َ َ ُאء ِإ ُ ُ َ ا ْ َ ِ ُ ا ْ َ כِ ُ ﴾
696 YÛSUF SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
را אزا و א
ً أ إ و ُ ُ َ { ] َ َ } [١١٣٢א َد َ ُ ا َ َ
ب אل א ا و ك، ؟ אل ، ن ذا ،أ ا وا אس אل :א
א: אا אل :إن ان .و ا כ א م م :ا ا ٥
أّ אق :כא إ א .אل ا أ وا אإ ]} [١١٣٤أَ َوى ِإ َ أَ َ َ ْ ِ {
ْ
؛ ّن ا ا ا אأ ّو א و أّ אأ هو א .א : ،و
؛ وأن وا אب ا } إ ِْن َ َאء ا ُ{ ع ا א أن ] [١١٣٧و ١٠
ِ
ب ،و א כ م [٩٨ : כ ر { ]
} َ ْ َف أَ ْ َ ْ ُ َ ُ ْ َ ّ א א
א ه. و أدري א أ ل
אه و وا : ً ا אه .و אه ،و ور ا אء دون ا
ّ
ة. כ ا .و ا أ ً א ًا
ً
אل: و و ،وכ כ أ אء إ إ ] [١١٣٩אل :أ
؟ אل: أو א
م: ا .אل إ أ أ
101.”Ya Rabbi! Bana bir miktar mülk verdin ve bazı rüyaların yo-
rumunu öğrettin. Ey gökleri ve yeri yaratan! Dünyada da âhirette de
benim (yegâne) velîm Sensin. Beni (Sana) teslimiyet göstermiş olarak
vefat ettir ve beni sâlihlere kat.”
ِ َ ْ ِ َ ْ ِو ِ اifadesinde yer alan Min
[1145] ِ َ ا ْ ْ ِכifadesinde ve ِ אد ْ
5
ُ
harf-i ceri ba‘ziyet / kısmîlik ifade eder; çünkü ona dünya mülkünün ya
da Mısır mülkünün tamamı değil, bir kısmı verilmiş, rüya yorumunun da
tümü değil, bir kısmı öğretilmiştir.
[1146] “Benim yegâne velîm sensin” her iki cihanda da bana nimetler
10 ihsan eden, fani mülkün devamı olarak bana bâkî mülkü ihsan eden sen-
sin. “Beni ‘sana teslimiyet göstermiş’ olarak vefat ettir.” ifadesi, İslâm üzere
vefat etmeye, son nefesini hayır ve hasenatla vermeye yönelik bir taleptir.
Nitekim Yakup Aleyhisselâm evlatlarına “Ne yapıp edin, (Allah’a) teslimiyet
göstermiş olarak can verin!” [Bakara 2/132] şeklinde vasiyet etmiştir. Ayrıca
15 bu ifade, denildiği gibi, ölüm temennisi de olabilir. “Beni sâlihlere” yani
atalarımdan olan sâlihlere ya da umumi olarak sâlihlere “kat!”
[1147] Anlatıldığına göre Meymûn b. Mihrân [v. 117/735] bir keresinde
Ömer b. Abdülaziz’in yanında geceyi geçirmiş ve onun çok ağladığını, ölü-
mü temenni ettiğini görmüş. Bunun üzerine kendisine, “Allah senin elinle
20 çokça hayır işlenmesini sağladı, sen birçok sünneti ihya edip birçok bid‘ati
ortadan kaldırdın, senin yaşaman müslümanlar için hayır ve rahatlıktır.”
demiş. O da, “Ben de Allah’ın, gözünü aydın edip bütün sevdiklerini başı-
na topladığı vakit ‘Allah’ım beni sana teslim olmuş bir şekilde vefat ettir ve
sâlihlere kat!’ diye dua eden sâlih kul gibi olmayayım mı?!” demiştir.
ِ
[1148] Şayet “אوات ( א ِ اgökleri yaratan) ifadesi neden mansuptur?”
َ
25
dersen şöyle derim: Bu ifade “Ya Rabbi” ifadesinin sıfatı olarak mansuptur.
Ahâ zeydin hasene’l-vechi (Ey Zeydin güzel yüzlü kardeşi) ifadesi de böyledir.
Nidâ olarak mansup olması da mümkündür.
102. (Resûlüm!) Bu, gayb haberlerindendir, onu sana Biz vahyedi-
30 yoruz. Yoksa onlar, (Yûsuf ’a karşı) işbirliği ederek tuzak kurdukların-
da, sen orada değildin.
[1149] “Bu” zamiri, yukarıda geçen Yûsuf kıssasına işarettir. Hitap Hazret-i
Peygamber (s.a.)’e yöneliktir. İfade, mübteda konumundadır. “Gayb haber-
lerindendir, onu sana Biz vahyediyoruz.” ifadesi ise bu mübtedanın haberidir.
ا כ אف 703
آه כ ه ان אت ن :أ ّن ا ا ] [١١٤٧و
ًא ا כ ا :أ כ ا אل : ت، ا כאء وا
ً ً
א ا א ،אل :أ أכ ن כא ورا אכ אو وأ
. א א ً א وأ أ ه אل: و أ ا
ّ
أ و ات؟ ا א ما : ] [١١٤٨ن ١٥
}و َ א ُכ َ ِ َ א ِ ِ
هَ : ا ون ا א :و א ًا כ أ
﴿-١٠٣و َ א َأ ْכ َ ُ ا ِ
אس َو َ ْ َ َ ْ َ ِ ُ ْ ِ ِ َ ﴾ َ
﴿-١٠٤و َ א َ ْ َ ُ ُ ْ َ َ ْ ِ ِ ْ َأ ْ ٍ ِإ ْن ُ َ ِإ ِذ ْכ ٌ ِ ْ َ א َ ِ َ ﴾
َ
اכ إ א َ ْ َ { و אכ
َ ]َ [١١٥٢
}و َ ْ
و אد .
706 YÛSUF SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
ون
ه}َ ُ َ א و و ا א ود ] ْ ِّ } [١١٥٤آ َ ٍ {
ون א. א ن َ َ َ א{ و א و א و
ْ
ّي ه ،و أ ا א: ون اء ،و ا ] [١١٥٥و ئ »وا ُ
رض« ،א
ا :وا رض א .و ون :و ون ا رض رض« ،א
»وا َ
ّ
. ا ذכ ا אכ و آ אر ا اد א ون ا رض ،وا א، ن ١٠
﴿-١٠٦و َ א ُ ْ ِ ُ َأ ْכ َ ُ ُ ْ ِא ِ ِإ َو ُ ْ ُ ْ ِ ُכ َن﴾
َ
ات وا رض، ا و إ اره א و }و َ א ُ ْ ِ ُ أَ ْכ َ ُ {
]َ [١١٥٦
ُ
ك وإ אن .و ا כ אب أ : ك אد ا ،و ا إ و
. نا ا : אس ا
َ ﴿-١٠٧أ َ َ ِ ُ ا َأ ْن َ ْ ِ َ ُ ْ َ א ِ َ ٌ ِ ْ َ َ ِ
اب ا ِ َأ ْو َ ْ ِ َ ُ ُ ا א َ ُ َ ْ َ ً َو ُ ْ ١٥
ون﴾ َْ ُُ َ
َ ِ َ ٍة َأ َא َو َ ِ ا َ َ ِ َو ُ ْ َ َ
אن ا ِ ِ ِ َ ْ ُ ﴿-١٠٨ه َ ِ ِ َأ ْد ُ ِإ َ ا ِ َ َ
َو َ א َأ َא ِ َ ا ْ ُ ْ ِ כِ َ ﴾ ٢٠
708 YÛSUF SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
[1158] “Benim yolum budur.” Yani imana ve tevhide davet yolu olan
bu yol benim yolumdur. es-Sebîl ve et-tarîk kelimeleri müzekker olarak da
müennes olarak da kullanılırlar. Daha sonra “Ben de bana uyanlar da basi-
ret üzere Allah’a davet ediyoruz.” sözüyle bu yolu açıklamıştır, yani Allah’ın
5 dinine körü körüne değil, açık delillerle birlikte davet ediyoruz. Burada أَ َא
(ben) ifadesi, ( أَ ْد ُ اdavet ediyorum) fiilindeki gizli zamirin tekidi, ِ َ َو َ ِ ا
َ
(ve bana uyanlar) ifadesi ise ona atıftır. Anlam, “Bu yola ben de (basiret
üzere) davet ediyorum; bana uyanlar da (basiret üzere) davet ediyorlar.” şek-
lindedir. Yine, ’أَ َאnin mübteda olması, ٍَ ِ ة َ (basiret üzere) ifadesinin
ِ َ
öne geçmiş haber olması, َ َو َ ِ اifadesinin ise ’أَ َאye atıf olarak mübteda
َ
10
. אن وا ا ةإ ا ا ها { ] } [١١٥٨ه
َ ِ ٍة{ }اد ا ِإ َ ا אن، :כ ان و وا وا
َ
}أد ا{. אء .و}أَ َ ْא{ כ وا د إ أي أد
ز أن و ا إ א إ א أ א ،و :أد . { }و َ ِ ا
َ
}أَ َ ْא{ ًא { }و َ ِ ا ِ ٍ ٥כ ن }أَ َ ْא{
َ َ ة{ ً ا ّ ً אَ ، أ ،و}
ز أن כ ن } ى ،و و אن، ا و أ אرا
إ ً
{ }أَ َא َو َ ِ ا ا }أَ ْد ُ { א َ ِ َ ٍة{ א ً
ِכ ِإ ِر َ א ُ ِ ِإ َ ْ ِ ْ ِ ْ َأ ْ ِ ا ْ ُ َ ى َأ َ َ ْ ﴿-١٠٩و َ א َأ ْر َ ْ َא ِ ْ َ ْ َ
َ
אن َ א ِ َ ُ ا ِ َ ِ ْ َ ْ ِ ِ ْ َو َ َ ُار ا ِ َ ِة َ ْ ٌ َ ِ ُ وا ِ ا َ ْر ِ
ض َ َ ْ ُ ُ وا כَ ْ َ כَ َ ١٠
ِ ِ َ ا َ ْ ا َأ َ َ ْ ِ ُ َن﴾
אء وا ا ا ادي ،وأ وأ أ ] ْ ّ } [١١٦٢أَ ْ ِ ا ى{
ة. وا
ُ ُل َ ُ َل ا }و ُز ْ ِ ُ ا َ
َ ا ،و و אل :כא ا ا ا ١٠و
ً
أراد אس، ا ا ن َْ ا { ِ
ة[٢١٤ : ]ا
ُ َوا َ آ َ ُ ا َ َ ُ َ َ
א ا و ا ا א אل و ّ :א א
ا .أو :و ّ ا ،أي أ כ أ ّن ا إ ا :و ] [١١٦٧و
ون أ ا ،أي כ ا ا כ أ إ ا
، ا« ،א »כ א .و أ ة اب وا ا א و و
ا א ا כ أ ا :و ، א ا אء
أ ا وا إذا أ ّن אس ،وإ ّ א ا و ة ،إ ّ א ا
ً
إ .أو و ّ ا ن כאذ א כ כ :إכ א ا ٥
. כ
אء ن أن ا ن، َ אء{ ا اد ـ} ] [١١٧٠وا ١٠
ُ د َ ْ ُ َא َ ِ ا ْ َ ْ ِم ا ْ ُ ْ ِ ِ َ {. }و
َ ذכ .و א
َ
אن َ ِ ًא ُ ْ َ َ ى َ َ ِ ِ ْ ِ ْ َ ٌة ُ و ِ ا َ ْ َ ِ
אب َ א כَ َ ْ َ َ ﴿-١١١כَ َ
אن ِ
ُ ْ ِ ُ َن ﴾
1 Yani Arap muhatapları için gayet anlaşılır, açık bir dille anlatmaktadır. / ed.
ا כ אف 715
1 Oğullarının özelliklerini anlatan Fâtıma el-Hurşubî’ye, “Oğullarından hangisi daha üstün?” diye so-
rulması üzerine, birini birbirine tercih edememiş ve 4 oğlunun da mükemmel olduğunu söylemiştir.
(Tıybî’den) / ed.
2 İşte, Kur’ân’ın da sadece bir suresi değil, tamamı haktır. / ed.
رة ا
نآ ث وأر א؛ و
ا ا ا
. اכ
ش َو َ َ ات ِ َ ْ ِ َ َ ٍ َ َ ْو َ َ א ُ ا ْ َ َ ى َ َ ا ْ َ ْ ِ
﴿-٢ا ُ ا ِ ي َر َ َ ا َ َ ِ
אت َ َ כُ ْ ِ ِ َ א ِء ُ َ ِّ ُ ا َ ْ َ ُ َ ِّ ُ ا َ ِ ا ْ َ َوا ْ َ َ َ ُכ َ ْ ِ ي َ َ ٍ ُ َ
َر ِّכُ ْ ُ ِ ُ َن﴾
ات
אرا َو ِ ْ ُכ ِّ ا َ َ ِ َ ً ﴿-٣و ُ َ ا ِ ي َ ا َ ْر َ
ض َو َ َ َ ِ َ א َر َوا ِ َ َو َأ ْ َ ١٥
ون﴾אت ِ َ ْ ٍم َ َ َכ ُ َ
َ ٍ ِכאر ِإن ِ َذ َ َ َ َ ِ َ א َز ْو َ ْ ِ ا ْ َ ْ ِ ُ ْ ِ ا ْ َ ا َ َ
}و ُ َ ا ي َ ا رض{
َ ه، أ ،و}ا ي{ ]} [١١٧٥ا {
ه א .و ُ َ ّ ُ ا אت{ }َُ ّ ا .و ز أن כ ن و
ُ
ذכ ا אت ّ
718 RA‘D SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
[1176] ات ِ َ ِ َ ٍ َ ْو َ َ א
ِ
َ ٰ َر َ َ اifadesinde َ َ ْو َ َ אcümlesi müstakil bir
َ َ ْ
ifade olup, gökleri bu şekilde görmeleriyle delil getirilmektedir. (Yani gök-
leri, direksiz olarak yükseltmiştir, işte görüyorsunuz). Bu cümlenin ‘amed
(direk) kelimesinin sıfatı olduğu da söylenmiştir. Übeyy b. Kâ‘b’ın terav-
5 nehû şeklindeki kıraati de bunu destekler. (Yani gökleri, gördüğünüz direk-
ler olmaksızın yükseltmiştir.)
[1177] ٍ َ kelimesi, ‘Ayın ve Mim’in zammesiyle ‘umudin şeklinde de
َ
okunmuştur.
[1178] “İşleri O yönetiyor” hâkimiyet ve rububiyete dair işleri O çekip
10 çeviriyor, indirdiği kitaplarında âyetlerini açık seçik anlatıyor “ki Rabbinize
kavuşacağınıza kesin olarak iman edesiniz.” Amellerin karşılığının verile-
ceğine ve böylesi çekip çeviren ve âyetlerini açıkça sunan Zâtın huzuruna
mutlaka dönüleceğine kesin kanaat getiresiniz.
[1179] ّ ِ َ ُ fiilini Hasan-ı Basrî [v. 110/728] Nun ile nudebbiru (Biz yöne-
ُ
15 tiyoruz.) şeklinde okumuştur.
[1180] “Orada her mahsülden ikişer eş meydana getiren.” Yeryüzünü
ilkin yaydığında Allah orada bütün ürün çeşitlerinden çifter çifter yaratmış-
tı. Bu çiftler daha sonra çoğalıp, çeşitlendi. -Zevceynden kastın, siya-beyaz,
tatlı-ekşi, küçük-büyük vb. muhtelif cinsler olduğu da söylenmiştir.-
20 [1181] “Geceyi gündüze bürüyüp saran” yani geceyi gündüzün yerine ge-
çirerek o yeri, daha önce beyaz ve aydınlık iken siyah ve karanlığa dönüştüren.
ِ ْ fiili şeddeli olarak yuğaşşî (bürüyüp sardıkça saran) diye de okunmuştur.
ُ
4. Arz’da birbirine komşu kara parçaları, üzüm bağları, ekinler ve
çatallı-çatalsız hurma ağaçları vardır. Her biri aynı su ile sulanır, fakat
25 onları tat bakımından birbirinden üstün kılmışızdır. Akleden bir top-
lum için elbette bunda âyetler vardır.
[1182] “Birbirine komşu kara parçaları” muhtelif bölgeler demektir.
Bunlar birbirine komşu ve bitişik olmalarına rağmen kimisi verimli kimisi
çorak, kimisi değerli kimisi değersiz, kimisi sert kimisi yumuşak, kimisi ağaca
30 elverişli olmayıp sadece ekine elverişli, kimisi de bunun tersinedir. Oysa hepsi
de arazi cinsinden olmak bakımından aynıdır. Bu da O’nun, kudret ve irade
sahibi olduğunu, fiillerini dilediği şekilde gerçekleştirdiğini göstermektedir.
Aynı şekilde, bu kara parçaları tek bir suyla sulandığı halde, buralarda yetişen
ekinler, üzüm bağları ve hurma bahçeleri de cins ve tür bakımından farklı
35 farklıdır; ayrıca meyvelerinin şekil, renk, tat ve koku bakımından birbirinden
farklı ve yekdiğerinden üstün olduğunu görüyorsun.
ا כ אف 719
5 אب
ٍ َ ْ َ ا-veya cennâtin- kelimesine atfen ve zer‘in ve nahīlin şeklinde mecrur da
okunmuştur. es-Sınvân, sınvun kelimesinin çoğulu olup, kökü bir olmakla
beraber iki gövdesi bulunan hurma ağacı demektir. ان kelimesi zamme
ile de okunmuştur; kesreli okuyuş (sınvânun) Hicaz lehçesine göre, zamme-
li okuyuş ise (sunvânun) Benî Temim ve Benî Kays kabilelerinin lehçesine
10 göredir. ٰ ْ ُ fiili Yâ ve Tâ ile tuskā (sulanır) şeklinde; ُ ِّ َ ُ fiili Nun’lu
ve Yâ’lı olarak (nufaddilu [Biz üstün kılmışızdır] yufaddilu [Allah üstün kılmış-
tır] şeklinde); ayrıca (yufaddalu (üstün kılınmıştır) şeklinde) mechul olarak
da okunmuştur. ِ ( ِ ا ْ ُכtat bakımından) ifadesi de Kâf’ın zammesiyle ve
sükûnuyla (fi’l-ükül i- fi’l-ükl) okunmuştur.
15 5. (Allah’ın, cansız toprağa hayat verdiğini; ölüden diriyi çıkardığı-
nı gösteren bu gibi delillere) şaşırıyorsan, asıl şaşılacak olan “Biz toprak
olunca yeniden mi yaratılacakmışız?!” demeleridir. Bunlardır işte, Rable-
rini nankörce inkâr edenler! Bunlardır işte, boyunlarında ‘demir halkalar’
bulunanlar! Bunlardır işte Ateş’in sahipleri!.. Temelli kalacaklardır orada.
20 [1184] Ey Muhammed! “Eğer şaşırıyorsan…” yani bunların öldükten son-
ra dirilmeyi inkâr eden sözlerine şaşırıyorsan, onların sözleri gerçekten hayret
edilmeye değer, tuhaf bir sözdür; çünkü sana saydığımız büyük sanat eserlerini
varlık sahnesine çıkarmaya kadir olan, onları yaratmakla bıkıp yorulmayan Zat
için bunları yeniden yaratmak çok daha basit ve kolaydır. Dolayısıyla, onların
25 inkârları görülmemiş ve duyulmamış derecede tuhaf bir şeydir.
[1185] ( َء ِا َذا ُכ אBiz …olduktan sonra mı…) ifadesinden itibaren sözleri-
nin sonuna kadarki kısmın, ُ ُ ’dan bedel olarak mahallen merfû‘ olması
veya kavl mastarıyla1 mansup olması mümkündür. İzâ zarfı ise ٍ ْ َ ِ َ َء ِا א
ٍ ِ (Yeniden mi yaratılacakmışız!?) ifadesinin delâlet ettiği fiille [yani ifade-
َ
30 nin sonunda varsayılan nub‘asu (diriltilecekmişiz) fiiliyle] mansuptur.
ٍ
אت«، و ئ »و :و אورات ًא : א ا ] [١١٨٣و
َ ْ ٍ َ ِ ٍ ُأو َ َ
ِכ ْ َأ ِ َ ا ُכ א ُ َ ا ًא َأ ِ א َ ِ ﴿-٥و ِإ ْن َ ْ َ ْ َ َ َ ٌ َ ْ ُ ُ َ
אر ُ ْ ِכ َأ ْ َ ُ
אب ا ِ لُ ِ َأ ْ َא ِ ِ ْ َو ُأو َ َ ِכ ا َ ْ
ا ِ َ כَ َ ُ وا ِ َ ِّ ِ ْ َو ُأو َ َ
ون﴾
ِ َא َ א ِ ُ َ
أ ه ،כאن إ כאر وأ ء אدة أ ن ا ّ ،כא و
א ا
َ ِ ٍ {.
َ ُ ْ َ ِ ا ْ ِ َأ ْ َلٌ َو َأ ْ َ ُאد
﴿-٦و َ ْ َ ْ ِ ُ َ َכ ِא ِّ َ ِ َ ْ َ ا ْ َ َ َ ِ َو َ ْ َ َ ْ ِ ْ َ ْ ِ ِ ُ ا ْ َ ُ ُت
َ
אب﴾אس َ َ ُ ْ ِ ِ ْ َو ِإن َر َכ َ َ ِ ُ ا ْ ِ َ ِ َو ِإن َر َכ َ ُ و َ ْ ِ َ ٍة ِ ِ
[1189] “Ona Rabbinden bir mucize gelse ya!” Peygamber (s.a.)’e indiri-
len âyetlere inatlarından dolayı itibar etmediler; Hazret-i Mûsâ ve Hazret-i
Îsâ’ya verilen; asanın yılana dönüşmesi ve ölülerin diriltilmesi türünden
mucizeler göstermesini istediler. Bunun üzerine bu âyetle Rasulullah’a şöyle
5 buyruldu: Sen sadece bunları kötü akıbetlerine karşı korkutan bir uyarıcı ve
tıpkı diğer peygamberler gibi onların salt iyiliğini düşünen bir öğüt verici
olarak gönderildin. Sana, uyarıcı bir elçi olduğunu kanıtlayacak bir delil
getirmekten başka bir şey düşmez. Bunun kanıtlanması ise, herhangi bir
mucizenin meydana gelmesiyle de gerçekleşir. Tüm mucizeler peygamber-
10 lik iddiasının doğruluğunu ortaya çıkarmak bakımından eşittirler ve arala-
rında bir fark yoktur. İndinde her şeyin bir ölçüye bağlı bulunduğu Allah
Teâlâ her peygambere, insanların maslahatına ilişkin bilgisinin ve buna dair
takdirinin gereklerine uygun bir mucize verir.
[1190] “Ve her kavmin bir kılavuzu vardır.” Yani insanları farklı fark-
15 lı rehberlik biçimleriyle ve kendilerine özgü mucizelerle dine yönlendirip
Allah’a çağıran peygamberler. Allah bütün peygamberlere özel mucizeler
içerisinde aynı tarz bir şeriat vermemiştir ki… Başka bir yoruma göre ise
anlam şöyledir: Onlar, sana inzal edilenlerin mucize olduğunu bile bile,
inatları yüzünden inkâr ediyorlar. Sakın bu seni kaygılandırmasın. Sen sa-
20 dece bir uyarıcısın. Sana düşen, insanların kalbine imanı yerleştirmek değil,
sadece uyarmaktır. Buna zaten gücün yetmez. כ ّ ِ َ ْ ٍم َ ٍאد
ُ ِ َوyani her topluluk
için onları zorlayarak da olsa hidayete erdirmeye kadir bir tek Zat vardır; o
da Allah Teâlâ’dır.
[1191] Allah Teâlâ, bu ifadenin peşinden getirdiği; ilmine ve varlıkları
25 (eşyâ) hikmetinin gereğine göre takdir ettiğine ilişkin delillerle şunu göster-
mektedir ki her uyarıcıya yekdiğerinden farklı mucizeler vermesi, O’nun
her şeye nüfuz eden ilmiyle belirlenmiş, Rabbanî hikmetiyle takdir edilmiş
bir durumdur. Şayet inkârcıların (mucize) taleplerine olumlu yanıt ver-
mesinde bir hayır ve yarar olduğunu bilseydi, bu taleplerini kabul ederdi.
30 İkinci yoruma göre ise Allah şunu göstermektedir ki, onlara hidayet etmeye
ancak kudreti ve ilmi böylesine engin olan bir Zat’ın gücü yeter; onları han-
gi yolla hidayete erdireceğini ancak O bilebilir. Başka hiç kimse için böyle
bir imkân söz konusu değildir.
8. Allah her bir dişinin neye gebe olduğunu ve rahimlerin neyi ek-
35 siltip neyi artırdığını bilir; O’nun katında her şey bir ölçüye göredir.
9. O, gaybı da bilir aşikârı da... Büyüktür, aşkındır (Kebîr, Müte’âl).
ا כ אف 725
אء כ אء ها و ذכ آ אت دل א أرد ] [١١٩١و
ّر א כ ا א א ه :أ ف آ אت ر آ אت ١٥أن إ אءه כ
إ .وأ א א ، او إ إ א ا א ،و
ً
ه ا אدر و ، ر و ا ه أن دل ا א ، ا
ه. ذכ إ ،و ي ،ا א ا
ذכ ،و ،و لو و اج ،و ،و אم و ذכ رة وأ . ٥
.אل :אض ا אء ا ر אم ،أي א ،و ة وا ال ا א ا
: ]ا כ }وازدادوا ِ ْ ً א{ א כ او ،وازددت ت ل :أ
א ، دا و داده ا وازداد ،و א اد و אل :زد [٢٥
ًכא כאن را وأر .و وى أن و ا ،و وا ١٠
Ğaydūda (azalma), annenin yavrusunu sekiz ay veya bundan daha kısa bir
sürede dünyaya getirmesidir. İzdiyad (çoğalma) ise bu sürenin dokuz ayı aş-
masıdır. Yine Hasan-ı Basrî’nin şöyle dediği nakledilmiştir: Ğayd, çocuğun
gelişimini tamamlamadan düşmesi, izdiyad ise gelişimini tamamlayarak
5 dünyaya gelmesidir.
[1195] ٍ( ِ ِ ْ َ ارÖlçüyle…) Bir miktar ve sınırla olup onu ne aşar ne de
eksiltir. Şu âyet de buna örnektir: ٍ( ِا א ُכ َ ٍء َ َ ْ َ ُאه ِ َ َ رŞüphesiz, Biz her şeyi
ْ
bir ölçüyle yaratmışızdır. [Kamer 54/49])
[1196] “Büyüktür” Hiçbir şey O’na erişemez, şanı büyüktür; “aşkındır.”
10 kudretiyle her şeyin üstündedir. Ya da sıfatları yaratılmışlarınkinden büyük,
aşkın olan O’dur.
10. Herhangi biriniz ister sözünü gizlesin, ister açığa vursun; ister
geceye bürünerek gizlensin, ister gündüzün ortaya çıksın (O’nun açı-
sından) fark etmez.
15 11; çünkü her birinin önünde ve ardında kendisini izleyenler vardır;
Allah’ın emriyle onu kollamaktadırlar. Şüphesiz, bir toplum kendindekini
değiştirmedikçe Allah o toplumdaki (afiyet ve nimeti) değiştirecek değil-
dir. Ve Allah (uyarılara kulak asmayan) bir kavme bir fenalık dilediğinde
artık onun önüne geçilemez, O’na karşı bunlara sahip çıkacak yoktur.
20 [1197] ب ٌ ِ َ אرgündüzleyin ikendi yolunda
en
ve istikametinde giden de-
mektir. Nitekim serabe fi’l-’ard surûb (Yeryüzünde kendi yolunu tutup
gitti.) denilir. Anlam şöyledir: Gecenin karanlığında gizlenmeye çalışanınız
da gündüz herkesin göreceği şekilde meydanda yolunu tutup gideniniz de
Allah katında birdir.
25 [1198] Şayet “İfadenin hakkı ve men huve mustahfin bi’l-leyli ve men
huve sâribun bi’n-nehâri… (Geceleyin gizlenmeye çalışan da, gündüzün
açıkta yürüyen de…) şeklinde gelmesiydi, “eşitlik” anlamı gizlenen kişiyi
ve gündüzün yol alan kişiyi ancak bu şekilde kapsayabilirdi. Aksi halde, sa-
dece birini kapsamış olacaktır ki o da ‘geceleyin gizlenip, gündüzün açıktan
30 yol alan’ kişidir.” dersen şöyle derim: Bu konuda iki yorum vardır: Birin-
ٍ
cisi: ب ٌ ِ( َ אرgündüzün yol alan) kelimesinin, ْ َ ْ ُ kelimesine değil, َ ُ ْ َ
ٍْ ٍ
َ ْ ُ ifadesine atfedilmiş olduğudur. İkincisi: ب ٌ ِ َ אرkelimesinin ْ َ ْ ُ ’e
atfedilmiş; َ ’in de ‘iki kişi’ anlamında olmasıdır. Tıpkı
Ey kurt! Seninle, ekmeğini bölüşen iki kişi gibi oluruz.1
35 sözünde olduğu gibi. Âyette şöyle denilmiş gibidir: Sizden şu iki kişi eşittir;
geceleyin gizlenen ve gündüzün açıktan yol alan.
1 Nekun misle men yâ zi’bu yastahibâni / ed.
ا כ אف 729
ٌ َ َ ﴿-١٠اء ِ ْ כُ ْ َ ْ َأ َ ا ْ َ ْ لَ َو َ ْ َ َ َ ِ ِ َو َ ْ ُ َ ُ ْ َ ْ ٍ ِא ْ ِ
אر ٌب ِא َ ِ
אر﴾ َو َ ِ
َ ٌ َ ِّ َ ُ ُ َ ﴿-١١
ْ َ ْ ِ َ َ ْ ِ َو ِ ْ َ ْ ِ ِ َ ْ َ ُ َ ُ ِ ْ أ ْ ِ ا ِ ِإن ا َ ُ َ ِّ ُ אت ِ
ِ َ ْ ُ ِ ِ ْ َو ِإذَا َأ َرا َد ا ُ ِ َ ْ ٍم ُ ًءا َ َ َ د َ ُ َو َ א َ ُ ْ ِ ْ َ א ِ َ ْ ٍم َ ُ َ ِّ ُ وا َ א ١٠
ُدو ِ ِ ِ ْ َوالٍ ﴾
ْ َ ِ َאنِ َכُ ْ ِ ْ َ َ ْ َא ِذ ْ ُ
[1199] ’daki zamir (10. âyetteki) ’e râcidir. Adeta, “sözünü gizli söy-
leyenin de, açık söyleyenin de, gece gizlenenin de, gündüz gidenin de…”
buyrulmaktadır.
ٌ َ ِّ َ ُ yani grup grup melek; onları koruyup gözetmede birbir-
[1200] אت
leriyle nöbetleşen melek grupları demektir. Kelimenin aslı ُ ْ َ ِ אتolup, Tâ
َ
5
Kāf ’a idğam edilmiştir. Tıpkı ون َ ( َو َ َאء ا ْ ُ َ ِ ّ ُرÖzür dileyenler geldiler. [Tevbe
9/90]) ifadesindeki gibi ki burada da kelime aslında ون َ ’ ُ ْ َ ِ ُرdir. ‘Ayın’ın kes-
resiyle mu‘ikkıbâtun demek de mümkündür. Fakat böyle okuyan olmamış-
tır. Veya biri, birisini adım adım izlediğinde söylenen akkabehû kalıbından
10 mufa‘‘ilât veznindedir. Tıpkı aynı anlamda kaffâhu denilmesi gibi; çünkü
söz konusu melekler birbiri ardınca gelmektedir. Ya da insanoğlunun ko-
nuştuklarını izleyip yazmaları sebebiyle kendilerine bu isim verilmiştir.
[1201] ِ ( َ ْ َ ُ َ ُ ِ ْ َا ْ ِ اAllah’ın emriyle onu kollamaktadırlar.) ifadesi-
nin her iki kısmı ayrı ayrı sıfatlardır; yoksa ِ ِ ْ اَ ْ ِ اhıfz fiilinin müteallıkı
15 değildir.1 Adeta şöyle denilmiştir: Her birinin Allah’ın emriyle takipçile-
ri vardır. Veya melekler onu Allah’ın emrinden dolayı, yani Allah onun
korunmasına ilişkin emir verdiği için, korumaktadırlar. Hazret-i Ali [v.
40/661], İbn Abbâs [v. 68/688], Zeyd b. Ali [v. 122/740], Ca‘fer b. Muhammed
[v. 301/913] ile İkrime’nin (105/723] yahfazûnehû bi-emrillâhi.” (Onu Al-
20 lah’ın emriyle korurlar.) şeklindeki okuyuşları da buna delildir. Ya da günah
işlediği zaman ona hayır dua ederek ve -tövbe edeceği ve dönüş yapacağı
ümidiyle- Rablerinin ona süre tanımasını dileyerek, onu Allah’ın azabın-
dan ve cezasından korumaya çalışırlar. “De ki: Geceleyin veya gündüzün
gelecek tehlikelere karşı, Rahman’dan sizi kim koruyabilir!?” [Enbiyâ 21/42]
25 âyetindeki gibi.
[1202] אتٌ َ ِّ َ ُ ’dan kastın bir hükümdarın etrafındaki korumalar ve po-
lisler olduğu da söylenmiştir. Kulun zannınca ve kanaatine göre onu Al-
lah’ın hüküm ve musibetinden (ِ ) ِ ْ اَ ْ ِ اkorurlar. Ya da bu, böyle düşünen
kimseyle alay etmektir.
[1203] אت ٌ َ ِّ َ ُ kelimesi, mu‘akkıb ve mu‘akkıbet kelimelerinin ço-
30
un un
ğulu olarak -kırık çoğul yaparken düşen iki Kāf ’dan birini temsilen de Yâ
eklenerek- ٌ ِ َ ُ َ َ אşeklinde de okunmuştur.
[1204] “Şüphesiz, bir toplum kendindekini” yani -günahlarını çoğalta-
rak- güzel hallerini “değiştirmedikçe Allah o toplumdaki” afiyet ve nimeti
35 “değiştirecek değildir.”
إذا ت أ .أو و ا אت ،כ ز رون .و ٥ا
. כ
}ُْ ،כ بو ر אء أن أن ر و א ، إذا أذ
sehâbun sikālun dersin. Tıpkı imra’etun kerîmetun ve nisâ’un kirâmun (asil bir
kadın - asil kadınlar) dediğin gibi. Bulutların ağırlaşması da yağmur yüklü
olmasındandır.
1 Bu gibi durumlarda, yani mef‘ûl sayılacak eylemi fâ‘il (Allah) değil de mef‘ûl (muhataplar / küm) yapar-
ken, mef‘ûlun leh kavramı gerçekleşmez. / ed.
ا כ אف 733
אب ا ِّ َ אلَ ﴾
َ َ َ ُ ﴿-١٢ا ِ ي ُ ِ כُ ُ ا ْ َ ْ َق َ ْ ً א َو َ َ ً א َو ُ ْ ِ ُ ا
א א א א ً أن כ א ] ً ْ َ } [١٢٠٦א َو َ َ ً א{ ٥
و אء כ ام ،و ل :ا أة כ אب אل ،כ א ،و א ل כ
ا אل א אء.
734 RA‘D SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
؟ אل: א ا Ṡ ا د אس أ ّن ا ا ] [١٢١١و
ل ا وأ כ وا آ א } ِ
אد ُ َن כ وا وכ ّ ا ر ا }و ُ { ][١٢١٤
ُ َ َ ْ
وإ אد، ا رة ا א ر כ ون ِ ا ِ{
ِ
[1215] אد ُ َن َ ُ ْ ُ َوifadesinin başındaki Vav’ın hâliye olduğu da söylen-
miştir, yani “Onlar tartışma halindeyken O, dilediklerini çarpar.” Bunun
bir örneği şudur: Lebid b. Rebî‘a el-‘Âmirî’nin kardeşi olan Erbed -‘Âmir b.
Tufeyl’le beraber Peygamber (s.a.)’i öldürmek amacıyla yanına geldiklerin-
5 de, ki Allah ‘Âmir’e deve taunu gibi bir hastalık vermiş ve [Münafıklarıyla ünlü]
Selül’den bir kadının evinde ölmüştü; Allah üzerine bir yıldırım gönderip
onu öldürmüştü, çünkü şöyle demişti: “Bize Rabbimizi anlat! Bakırdan mı-
dır O, yoksa demirden mi?”
[1216] אلِ ِ ْ اmumâhale demektir, yani çetin oyun ve tuzaklar kurma.
َ
10 Biri tuzak kurmaya teşebbüs edip bunun için çalışınca temahhale li-kezâ
denilmesi de bundan gelir. Yine, biri hakkında komplo yapıp onu hüküm-
dara şikâyet edince mahale bi-fulânin denir. Ve lâ tec‘alhu ‘aleynâ mâhilen
musaddakan (Kur’ân’ı hakkımızda sözü kabul edilen hasım1 kılma!) hadisi
de buna örnektir.
A‘şâ şöyle demiştir:
15 Öyle bir daldır ki o, şan şeref ağacının tepesinde salınır;
meyveleri boldur; kavgada kullanıldığında da çetindir ‘oyun’u!
[1217] Şedîdu’l-mihâl “düşmanlarına karşı hile ve tuzağı çok çetin olup,
hiç beklemedikleri yerden onların başına felaket getiren” demektir.
[1218] A‘rec אل ِ ِ ْ اkelimesini Mim’in fethasıyla mef‘al vezninde el-
َ
20 mehâl diye okumuştur. Bu, kişi hile yaptığında söylenen hâle - yehûlu -
mahâlen kullanımından alınmıştır. “Hilesi kurdunkinden daha çetin” anla-
mına gelen ahvelu min zi’bin deyimi de bu kullanıma örnektir.
[1219] Bu terkibin, şedîdu’l-fakār (omurgası güçlü) anlamında olması
da mümkün olup bu, kuvvet ve kudret ifade eden bir temsildir. Nitekim
25 “Allah’ın bileği daha güçlü, usturası daha keskindir.” deyimi de kullanılır;
çünkü bir hayvanın omurgası kuvvetli olunca o, güçlülükle ve başkasının
taşıyamayacağı yükleri taşıyabilmekle nitelenir. Dikkat edilirse, Araplar fa-
karethu’l-fevâkıru (Felaketler belini kırdı.) derler; çünkü el-fakāru sırtı ayak-
ta ve kıvamda tutan kemiktir.
30 14. Gerçek dua sadece O’na yapılandır. O’ndan başka yalvardıkları
şeyler, kendilerine hiçbir şekilde cevap veremez. Bunlar da olsa olsa, ‘su
ağzına gelsin diye avuçlarını ona sadece açmakla kaldığı için suya bir
türlü ulaşamayan kimse’ gibi olabilirler. İnkârcı nankörlerin duası da
tamamen boşunadır.
1 Lâfzan “hilekâr” anlamında ise de Kur’ân-ı Kerim söz konusu olduğunda, “Kendisine karşı sergilediği-
miz yanlış tutum ve davranışlarımız yüzünden bizi Rabbımızın gözünden düşürecek bir hasım kılma”
anlamı kastedilmektedir. / ed.
ا כ אف 737
.وذ כ ا אل אء א אل .أي :ا او ] [١٢١٥و
و - Ṡ ل ا ا א ي אل ر ا أ א أ ّن أر
و ت ّة כ ّة ا ا א ا א ا א
ً
أم אس ر אأ -أ א א أر ،وأر
؟ ٥
ِد َ ِ ُ ا ّ َ ى َ ِ ُ ا ْ ِ َ אلِ ُ ُ ِ اْ َ ْ َ ْ ُع َ ْ ٍ َ َ
ن.
א إذا ل אل ، أ ، ا ج ] [١٢١٨و أ ا
. ،أي أ ّ ذ ل ا אل .و :أ
ات َوا َ ْر ِ
ض َ ْ ً א َوכَ ْ ً א َو ِ َ ُ ُ ْ ِא ْ ُ ُ ِّو َ َ ِ ﴿-١٥و ِ ِ َ ْ ُ ُ َ ْ ِ ا
َ
َوا َ אلِ ﴾ ٥
. ا ا ا :إذا د آ אل«، و وا ] [١٢٢٦و ئ » א
ِ ُ َأ ْم َ ْ ِ ي ا َ ْ َ َوا ْ َ َ ْ ُ ِ ِ ْ َ ْ ً א َو َ ا ُ ْ َ ْ َ ْ َ َ ْ ِ כُ َن
َאَ َ اْ َ ْ ُ َ َ ُ ا כَ َ ْ ِ ِ َ َ אت َوا ُر َأ ْم َ َ ُ ا ِ ِ ُ َ כَ َאء
َ ُ َ ْ َ ِي ا ُ
َ َ ْ ِ ْ ُ ِ ا ُ َ א ِ ُ ُכ ِّ َ ْ ٍء َو ُ َ ا ْ َ ا ِ ُ ا ْ َ ُ
אر﴾
אر.
ّ ر א فا أ ار א ا ي : } ِ َ َ رِ َ א{؟
[1236] (’ ِ אdaki) Min kendi ‘…den - …dan’ anlamını ifade eder, yani
ondan suyun üzerindeki köpüğe benzer bir köpük doğar. Min ba‘ziyet/
kısmîlik de ifade edebilir ki bu durumda mâna, “Bir kısmı selin üzerinde
kabartı halinde yükselen bir köpük birikintisi olarak (kalır.)” şeklindedir.
5 [1237] אء ً َ ُ yani sel bu köpüğü atar. İfade, cefe’et el-kıdru bi-zebedihâ
(Tencere köpüğünü attı.) ve ecfe’e’s-seylu ve ecfele (Sel köpüğü attı.) ifade-
lerinden gelmedir. Nitekim Ru’be b. el-’Accâc’ın [v. 145/762] kıraatinde,
cufâlen şeklindedir. -Ancak Ebû Hâtim’in [v. 277/890], “Ru’be’nin kıraati ile
Kur’ân okunmaz, çünkü o köstebek yerdi!” dediği nakledilmiştir.-
10 [1238] [“Ateşte erittiğiniz” mealindeki tûkıdûne ifadesi] ون َ ُ ِ ُ şeklinde Yâ ile de
okunmuştur, yani insanların ateşte erittikleri…
18. Rablerine icabet edenler için (mükâfatın) en güzeli vardır; O’na
icabet etmeyenler ise, yeryüzünde bulunan her şey ve bir katı daha on-
ların olsa, kurtulmak için onu fidye verirlerdi! Bunların hakkıdır işte,
15 kötü bir şekilde hesaba çekiliş! Varacakları yer de Cehennem’dir. Ne
kötü yatak!..
[1239] ( ِ ِ َ ا ْ َ َ א ُ اRablerinin çağrısına icabet edenlere…) ifadesindeki
Lâm, (bir önceki âyette geçen) ب ُ ِ ْ َ (misal getirir) fiiline bağlıdır: Allah, çağ-
rısına uyan müminler ve çağrısına icabet etmeyen kâfirler için işte bu şekilde
20 misaller getirir, anlamındadır; yani geçen iki misal her iki grubun da örneği-
dir. ٰ ْ ُ ْ ( اen güzel) ise ا ْ َ َ א ُ اfiilinin mef‘ûl-i mutlakının sıfatı olup, iste-
câbû el-icâbete’l-husnâ (en güzel icabetle icabette bulunanlar) anlamındadır. ْ َ
( انonların olsa) ifadesi Allah’ın, çağrısına olumlu cevap vermeyenler için
َُْ َ
hazırladığı şeyi belirtmek üzere yeni bir ifadedir. Ayrıca, (17. âyetteki) َכ ٰ ِ َכ
25 ( َ ْ ِ ُب ا ُ ا ْ َ ْ َ َאلAllah böyle misal getirir.) ifadesiyle sözün tamamlandığı ve
onu izleyen ifadenin de yeni bir cümle olduğu da söylenmiştir. Buna göre
ٰ ْ ُ ْ اmübteda, ُ ِ ِّ َ ِ ِ ِ َ ا ْ َ َ א ُ اonun haberi olur. mâna da “Rablerine
icabet edenler için en güzel mükâfat vardır ki o da cennettir.” şeklindedir.
( َوا ِ َ َ َ ْ َ ِ اOlumlu cevap vermeyenler) ifadesi de mübteda olup, habe-
ُ ْ
30 ri şart ve cevabıyla birlikte levdir (yani “şayet…” cümlesi).
[1240] אب ِ َ ِ ْ ُ ُء اhesap esnasında inceden inceye hesaba çekilmeleri-
dir. İbrâhim en-Naha‘î’nin [v. 96/714] şöyle dediği rivayet edilir: “Bu, kişinin
her bir günahından dolayı hesaba çekilmesi ve hiçbir günahının bağışlan-
maması demektir.”
35 19. Rabbinden sana indirilenin gerçek olduğunu bilen, kör gibi
olur mu hiç?! Ancak akıl sahipleri düşünüp ders çıkartırlar.
ا כ אف 747
. ا א ا ،أي ا א ا ،و כא ا ا
}أ َ َ َ َ ْ َ {
כאر أن ا אء ة ا כאر ] [١٢٤١د
ُ
}أَ َ א أُ ِ َل ِإ َ َכ ِ َر ّ َכ ا { أ ّن אل ا ب א
ْ
ا א :כ ا ي אل ا א ل אب، א
َ ْ ُ ُ َن ا ْ ِ َ َ
אق﴾ ﴿-٢٠ا ِ َ ُ ُ َن ِ َ ْ ِ ا ِ َو
﴿-٢١وا ِ َ َ ِ ُ َن َ א َأ َ َ ا ُ ِ ِ َأ ْن ُ َ َ َو َ ْ َ ْ َن َر ُ ْ َو َ َ א ُ َن
َ
ُ َء ا ْ ِ َ ِ
אب﴾
َة َو َأ ْ َ ُ ا ِ א َر َز ْ َא ُ ْ
ِ َ َ َ ُ وا ا ْ ِ َ َאء َو ْ ِ َر ِّ ِ ْ َو َأ َא ُ ا ا ﴿-٢٢وا
َ ١٠
}وأَ ْ َ َ ُ ْ َ َ
َ אدة ا أ وه ا :א ] [١٢٤٤و
אء ان وا م وا אب وا ا ا אة .و א د א ،و
َو َ َ ِ ي ِ ّ א ِ ِ َ ُأرِ ِ ُ
ا . ٥إ
:إذا رأوا כ אن :إذا أذ ا א ا .و ا ا .و او ا ،وإذا ا ١٠
ه. כ ا أ وا
ً
أراد ا أن כ ن אا ، ا אو ا ا ار{ א ]} [١٢٥٣
ِ َ א َ ْ َأرى ِ َ א َ
أوا ِ َ ُ َא
ل ل رأس כ اء را :Ṡأ כאن ا ] [١٢٥٨و
﴿-٢٥وا ِ َ َ ْ ُ ُ َن َ ْ َ ا ِ ِ ْ َ ْ ِ ِ َא ِ ِ َو َ ْ َ ُ َن َ א َأ َ َ ا ُ ِ ِ َأ ْن
َ ١٠
אع﴾
ََ ٌ ا ْ َא ِ ا ِ َ ِة ِإ
َ ْ ُأ ْ ِ لَ َ َ ْ ِ آ َ ٌ ِ ْ َر ِّ ِ ُ ْ ِإن ا َ ُ ِ
﴿-٢٧و َ ُ لُ ا ِ َ כَ َ ُ وا َ ْ َ ٥
אب﴾ َ َ ُאء َو َ ْ ِ ي ِإ َ ْ ِ َ ْ َأ َ َ
﴿-٢٨ا ِ َ آ َ ُ ا َو َ ْ َ ِ ُ ُ ُ ُ ْ ِ ِ ْכ ِ ا ِ َأ ِ ِ ْכ ِ ا ِ َ ْ َ ِ ا ْ ُ ُ ُب﴾
אت ُ َ َ ُ ْ َو ُ ْ ُ َ ٍب﴾ ﴿-٢٩ا ِ َ آ َ ُ ا َو َ ِ ُ ا ا א ِ َ ِ
} ُ ْ إِن } َ ْ َ أُ ِ َل َ َ ِ آ َ ٌ ّ ر ّ ِ { א :כ ] [١٢٦٤ن
ْ
،وذ כ أن ىا ي כ م : ١٠ا ُ ِ َ َ َ אء{؟
א آن ،وכ א أو א ر ل ا Ṡ ا אت ا א ة ا כא ة ا
ّ
ل هכنآ ّ وا א و و אو ه آ وراء כ آ ،ذا و
אدכ و א أ :אأ כאر ،כ وا ًא ،כאن
ا כ כאن אء כ כ :إن ا כ
כ آ }و ِ ى ِإ َ ِ وإن أ ا ا إ اכ ، ١٥و ّ ة ا כ
ْ ََْ
כ . ف َ ْ { כאن
} َ ْ أَ َ َ
אب{. ل
אب﴾َو ِإ َ ْ ِ َ َ ِ
إ כ، أ כ: ل وف ،כ א ا }و َ ْ أَن آ א{
]َ [١٢٧٣
אر א ،وزّ אل{ :و أن آ א } ُ ْت ِ ِ ا و ك ا اب وا
َّ
{ ً א }أَ ْو ُכ ّ ِ ِ ا عو ا א א }أَ ْو ُ ّ َ ْ ِ ِ ا رض{
َ
، ار وا ا ا כ و א א ا ا آن כ ،כאن و ١٠
א أو إ ر ل ا Ṡا آن.
כ{ }و َ ْ أَ َא َ ْ َא ِإ َ ِ ا
َ כ ا و א ،אآ ا و ١٥ا
ْ ُ
. אم [١١١ :ا ]ا
Veya onunla atalarımızdan ölüp gitmiş iki-üç kişiyi dirilt; bunlardan biri de
Kusayy b. Kilâb olsun.” Âyet işte bunun üzerine inmiştir. Bu yaklaşıma göre
takī‘u’l-’ard (yerin paramparça edilmesi) ifadesinin mânası, yol alma ve aşma
suretiyle Yer’in kat edilmesidir.
5 [1276] Ferrâ’dan [v. 207/822] şöyle nakledilmiştir: “Şayet kendisiyle dağ-
ların yürütüldüğü bir Kur’ân olsa” ifadesi bir önceki âyette geçen “Onlar
Rahman’ı nankörce inkâr ederler.” ifadesine müteallıktır. Bu durumda, an-
lam “Kendisiyle dağların yürütüldüğü bir Kur’ân bile olsa yine Rahman’ı
inkâr ederler.” şeklinde olur. Diğerleri ise ara ifadedir. Bu, çok da uzak bir
10 yaklaşım değildir.
[1277] ض ُ ُ ِ ّ َ ْ ِ ِ ا ْ َ ْرifadesinin, “yer, çâk çâk yarılıp, dereler ve gözeler
çıksa...” anlamında olduğu da söylenmiştir.
[1278] “Aksine bu işlerin tamamı Allah’a aittir.” Bunun iki mânası vardır:
Birincisi: Aksine Allah’ın her şeye gücü yeter. O, kendilerinin önerdiği muci-
15 zeleri getirmeye de kadirdir. Ne var ki o tür mucizeleri izhar etmesinin düzeni
altüst edeceğini bilmesi bunu yapmasını engellemektedir. İkincisi: Bilakis Al-
lah’ın onları iman etmeye zorlama yetkisi vardır. O, zorlamaya da kadirdir. Ne
var ki, yükümlülük işini, insanların seçme özgürlüğü esasına dayandırmıştır.
Âyetin devamı olan şu ifadeler de bunu desteklemektedir: “Hâlâ anlamadılar
20 mı ki şayet Allah dileseydi,” yani zorlama ve mecbur bırakma şeklindeki bir
dilemeyle dileseydi “bütün insanları doğru yola eriştirirdi.”
[1279] ِ َ َ َ َ َ“ اHâlâ öğrenemediler mi ki?” demektir. Bu kelimenin
ْ ْ
Naha‘ halkının lehçesi olduğu söylenmiştir. Mânasını içermesi sebebiyle
ye’sin ilim anlamında kullanıldığı da söylenmiştir; çünkü bir şeyden ümi-
25 dini kesen, onun olmayacağını bilir. Tıpkı mânalarını içermeleri sebebiyle
ümidin korku anlamında, unutmanın da terk etme anlamında kullanılması
gibi. Nitekim Suheym b. Vesîl er-Riyâhî şöyle demiştir:
Beni bir kumar kazancı gibi aralarında üleşirlerken, dağ geçidinde
kendilerine diyordum ki; “Benim Zehdem’in binicisinin oğlu
30 olduğumu bilmiyor musunuz!?”
[1280] Hazret-i Ali [v. 40/661] ile İbn Abbâs’ın [v. 68/688] ve sa-
habe ile tâbi‘înden bir grubun e-fe-lem yetebeyyen (İyice anlamadı-
lar mı?) şeklindeki okuyuşları da bunu desteklemektedir. Bu oku-
َِ اifadesinin açıklamasıdır. Söylendiğine göre vahiy
َْ ْ َ َ َ
yuş,
35 kâtibi uyuklarken kelimeyi öyle yazmış ki harfin iki dişi eşit olmuş.
ا כ אف 763
}و َ ْ
َ כ ون א :و .وا א ا اء: ] [١٢٧٦و
ًא. אرا و
أ ً } ُ ّ َ ْ ِ ِ ا رض{ ] [١٢٧٧و ٥
أ أ אء ا אدر אن ،و ا إ أن وا א :
: ا א و
َأ َ ْ َ ْ َ ُ ا َأ ِّ ا ْ ُ َ אرِ ِ
س َز ْ َ ِم َأ ُ لُ َ ُ ْ א ِّ ْ ِ ْإذ َ ْ ُ ُ و َ ِ ١٥
ِכ َ َ ْ َ ْ ُ ِ ِ َ כَ َ ُ وا ُ َأ َ ْ ُ ُ ْ َ َכ ْ َ
﴿-٣٢و َ َ ِ ا ْ ُ ْ ِ َئ ِ ُ ُ ٍ ِ ْ َ ْ َ
َ
אب﴾ אن ِ َ ِ
כَ َ
وأ ،כא ا אن وة ك אل ،وأن ء :ا ] [١٢٨٣ا
. ا א
. و
766 RA‘D SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
ُ ِ ا َ ْر ِ
ض َأ ْم ِ َ א ِ ٍ ِ َ ا ْ َ ْ لِ َ ْ ُز ِّ َ ِ ِ َ َ ُ ْ َأ ْم ُ َ ِّ ُ َ ُ ِ َ א َ ْ َ
כَ َ ُ وا َ כْ ُ ُ ْ َو ُ وا َ ِ ا ِ ِ َو َ ْ ُ ْ ِ ِ ا ُ َ َ א َ ُ ِ ْ َ א ٍد﴾
َو َ א َ ُ ْ ِ َ ا ِ اب ا ِ َ ِة َأ َ
اب ِ ا ْ َ َא ِة ا ْ َא َو َ َ َ ُ
ٌ َ َ ْ ُ َ ﴿-٣٤
اق﴾
ِ ْ َو ٍ ٥
: ا ،و و أو ا ّر א ز أن ] [١٢٨٦و
ً
ه. ا אدة و ا ا ي و }و َ َ ُ ا{
وه َ ها ١٠أ
ون ِ ُدو ِ ِ إ ّ
َ } ،[٣٠ :א َ ْ ُ ُ َ ِ َ ْ ا ِ ِ { ]ا
َ َ َْ ُُْ َ ْ
} ،ذ ِ כ أن כ ن כ
َ א{ ] َ
[٤٠ :
أ ْ َ אء َ ْ ُ ُ
768 RA‘D SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
muştur.
[1291] “Tuzakları” yani ortak koşarak İslâm’a karşı kurdukları komploları.
[1292] ( َو ُ واUzaklaştırıldılar) kelimesi Sād’ın üç harekesi ile de okun-
muştur. İbn Ebî İshak [v. 117/735], tenvinle ve saddun diye okumuştur.
10 [1293] “Allah’ın saptırdığı” yani doğru yola gelmeyeceğini bildiğinden
dolayı kendi haline bıraktığı “birini doğru yola getirecek yoktur;” hiç kimse
onu doğru yola getiremez. “Onlar için dünya hayatında bir azap vardır.” Bu
onların başlarına gelen öldürülme, esaret ve diğer musibetlerdir. Bunlar da
başlarına, sırf nankörce inkâr etmelerine karşılık bir ceza olsun diye gelmekte-
15 dir. Bu sebeple azâb diye adlandırılmışlardır. “Onları Allah’a karşı koruyacak
kimse de yoktur.” O’nun azabından onları koruyacak yoktur. Yahut Allah
tarafından onları -rahmet nâmına- koruyacak hiçbir şey yoktur.
35. Müttakîlere vaat edilen Cennet’in durumu şöyledir: Altından ır-
maklar akar, yiyecekleri de gölgeleri de süreklidir. Budur sakınanların
20 akıbeti... İnkârcı nankörlerin akıbeti ise Ateş’tir.
[1294] ِ َ ْ َ َ ُ اyani Cennetin dillere destan olacak kadar ilginç olan
niteliği… Meselu kelimesi mübteda olmak üzere merfû‘dur. Sîbeveyhi’ye [v.
180/796] göre haberi mahzuf olup, açılımı şöyledir: Fî-mâ kasasnâhu ‘aley-
kum meselu’l-cenneti (Size anlattıklarımız arasında cennetin durumu da
25 vardır). Başkaları ise şöyle demişlerdir: Haber, ( َ ْ ِ ىakar) diye başlayan
cümledir. Tıpkı sıfatu Zeydin esmeru (Zeydi’n sıfatı esmerdir.) demen gibi.
Zeccâc’a [v. 311/923] göre ise anlam şöyledir: Meselu’l-cenneti cennetun tecrî
min tahtihe’l-enhâru (Cennetin durumu altından ırmaklar akan bir hasbah-
çedir.); bizim açımızdan gayb olan bir şeyin gördüğümüz bir örnekle an-
30 latılması amaçlanarak, mevsūf gizlenmiştir. Hazret-i Ali [v. 40/661], çoğul
olarak emsâlu’l-cenneti diye okumuştur, yani onun nitelikleri.
[1295] “Yiyecekleri de” haklarında “Ne tükenir ne de yasaktır.” [Vâkı‘a
56/33] buyrulduğu gibi, süreklidir, gölgesi de” süreklidir; dünyada güneşe
bağlı olarak zâil olduğu gibi ortadan kalkmaz.
ا כ אف 769
ُ َ َ ﴿-٣٥ا ْ َ ِ ا ِ ُو ِ َ ا ْ ُ ُ َن َ ْ ِ ي ِ ْ َ ْ ِ َ א ا َ ْ َ ُ
אر ُأ ُכ ُ َ א َدا ِ ٌ
אر﴾ْכ ُ ْ َ ا ِ َ ا َ ْ ا َو ُ ْ َ ا َْכא ِ ِ َ ا ُ
َو ِ َ א ِ َ
ِ ِ
ا אه אج: ،و אل ا ز أ ل: } َ ْ ِ ي ْ َ ْ َא ا َ ْ َ ُ
אر{ כ א
א . א אب א א ً ف فا א ا אر، ي
א א. ،أي ا « » Ġأ אل ا و أ
}و ِ َ א{ دا
ِ [٣٣ : ٍ { ]ا ا ٍ
} َ َ ْ ُ َ َو َ َ ْ ُ َ ]} [١٢٩٥أُ ُכ ُ َ א َدا ِ { כ
ٌ
. ا א א ،כ א ٢٠
770 RA‘D SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
אب َ ْ َ ُ َن ِ َ א ُأ ْ ِ لَ ِإ َ ْ َכ َو ِ َ ا َ ْ َ ِ
اب َ ْ ﴿-٣٦وا ِ َ آ َ ْ َא ُ ُ ا ْ כِ َ ََ
ُ ْ כِ ُ َ ْ َ ُ ُ ْ ِإ َ א ُأ ِ ْ ُت َأ ْن َأ ْ ُ َ ا َ َو ُأ ْ ِ َك ِ ِ ِإ َ ْ ِ َأ ْد ُ َو ِإ َ ْ ِ َ ِب﴾
ِ ِ
م ا د ،כ ا أ אب{ ]َ [١٢٩٦
}وا َ آ َ ْ َא ُ ُ ا ْ כ َ َ
ان، ن א ن ر ً :أر אرى و ا أ א ،و א وأ وכ
א ان وأ א أ وا א א ،وا ف وأ ا כ اوة א
ه إ }و ِإ َ ِ { ه إ أد ًא } ِإ َ ِ أَ ْد ُ { ك ا أ
َ ْ ْ
כאرכ . ذ כ، ن ،وأ
772 RA‘D SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
37. Böylece, onu Arapça bir hüküm olarak indirmiş olduk. Sana ge-
len bu kesin bilgiden sonra onların arzu ve ihtiraslarına uyarsan, Allah
karşısında ne dostun ne de koruyucun olabilir!
[1299] אه ِ
ُ َ ْ َ ْ َو َכ ٰ َכ َاyani tıpkı o indirilişler gibi bunu da, içinde Allah’a
5 kulluk, O’nu bir kabul etme, O’nun dinine davet ve ahiret yurduyla uyar-
ma hususları emredilmiş olarak indirmiş olduk. “Arapça bir hüküm olarak”
yani Arap diline tercüme edilmiş Arapça bir hikmet olarak [indirdik]. Hük-
men kelimesinin nasbedilmesi, hal olması dolayısıyladır.
[1300] (Ehl-i Kitap) Peygamber (s.a.)’i kendileriyle uyuşacağı bazı hu-
10 suslara davet ediyorlardı. Bunlardan biri de, Allah kıbleyi Mescid-i Haram’a
çevirmişken kendi kıblelerine yönelerek namaz kılmasıydı. Bu âyetle Pey-
gamber (s.a.)’e, “Şayet elindeki bilgi kesin delil ve gerekçelerle kanıtlandık-
tan sonra birtakım arzu ve kuruntulardan ibaret bir din konusunda bunlara
uyarsan, Allah seni yüzüstü bırakır, sana yardım edecek kimse de olmaz;
15 seni helâk eder, O’ndan seni koruyacak kimse de olmaz.” denilmiş oldu.
Bu, motivasyon ve heyecana getirme kabilinden olup, dinleyenleri dinde
sebat ve kararlılığa sevk etme ve şüphe karşısında ayağı kayacak olanların
-delile sarıldıktan sonra- ayaklarının kaymaması gerektiğini bildirmektedir.
Yoksa Peygamber (s.a.) boyun eğmeme ve kararlılık yönünden zaten taviz-
20 siz bir konumdaydı.
38. Gerçek şu ki senden önce nice peygamberler gönderdik ve on-
lara eşler ve çocuklar verdik. Hiçbir peygamber, Allah’ın izni olmadan
mucize getirmemiştir. Her işin bir vadesi vardır.
39. Allah dilediğini siliyor, dilediğini bırakıyor; ana kitap O’nun
25 katındadır.
[1301] İnkâr edenler, Peygamber (s.a.)’i evlenip çoluk çocuk sahibi ol-
masından dolayı ayıplıyorlardı. Ayrıca şöyle diyorlardı: Bu ne biçim pey-
gamber ki yemek yiyor!? Öte yandan, birtakım mucizeler getirmesini isti-
yor; önceki bazı hükümleri kaldırmasını da yadırgıyorlardı. Onlara denildi
30 ki: Bundan önceki peygamberler de tıpkı onun gibi eş ve çoluk çocuk sa-
hibiydiler. Onların da kafalarına göre mucize getirme gücü yoktu, onlar da
kendilerine dayatılan şeyleri getirmezlerdi. Dinî hükümler ise durumların
ve dönemlerin değişmesiyle değişebilen maslahat esaslı yasalardır. Her dö-
nemin, kullara farz kılınacak hükümleri vardır, yani onlara yararlarına olan
35 şeyler farz kılınıyordu.
ا כ אف 773
א ،وا אب وا אب ا واق ،و ا כ وأ ככ
ل כ اا ن :א د ،כ א כא ا א واج وا ] [١٣٠١כא ا ١٥
﴿-٤٠و ِإ ْن َ א ُ ِ َ َכ َ ْ َ ا ِ ي َ ِ ُ ُ ْ َأ ْو َ َ َ َ َכ َ ِ َ א َ َ ْ َכ ا ْ َ غُ َو َ َ ْ َא
َ
اْ ِ َ ُ
אب﴾ ١٠
ِ ُ כْ ِ ِ َو ُ َ َ ِ ُ ا ْ ِ َ ِ
אب﴾
[1306] Mâna şudur: Sana düşen, üzerine yüklenmiş tebliğ vazifesini ifa
etmendir. Bunun ötesini düşünme. Onlara karşı biz sana yeteriz. Sana vaat
ettiğimiz zaferi gerçekleştireceğiz! Gecikmesi seni tedirgin etmesin. Bunun
sebebi, senin bilmeyip, bizim bildiğimiz birtakım gerekçelerdir.
5 [1307] Allah, bundan sonra zaferin görünen bazı ilk ışıklarından söz
ederek Rasulullah’ın gönlünü hoş etti ve kendisine soluk aldırdı:
[1308] ( َ ْ ُ ُ َ אeksiltiyoruz) fiili şeddeli olarak nunakkısuhâ (adım adım
eksiltiyoruz) diye de okunmuştur.
[1309] ِ ِ ( َ ُ َ ِّ َ ِ ُ ْכO’nun hükmünü geri çevirecek yoktur.) yani
10 hükmüne engel olacak yoktur. Mu‘akkıb, bir şeyin üzerine gidip onu iptal
eden demektir. Gerçek anlamı ise, bir şeyi takip eden, yani geri çevirmek
ve iptal etmek amacıyla izini sürendir. Alacaklıya mu‘akkıb denmesi bu kul-
lanıma örnektir; çünkü hakkını aramak ve almak için borçlusunu takip
etmektedir. Lebîd şöyle demiştir:
15 Israrla hakkını isteyen mazlumun isteyişi gibi
Mâna şöyledir: Allah İslâm için galibiyete ve parlak geleceğe; küfür için ise ka-
ranlık bir geleceğe ve gerilemeye hükmetmiştir. “Ve O’nun hesabı son derece hız-
lıdır;” bunları da çok yakında, dünya azabından sonra ahirette hesaba çekecektir!
َ َ ُ ا ْ ُ َ ِّ ِ َ ُ ا ْ َ ْ ُ ُم
כאس. א د אر وا اכ אل ،و وا م א כ :أ وا ١٠
אر
ُ ا ْ ُכkelimesi el-kâfirûn, ellezîne keferû ve -küfür ehli anlamında- el-kufr şek-
u
1 Yani, herhangi özel biri değil inkârcı makūlesidir; nankörce inkâr eden herkestir. Dâr kelimesini dünya
olarak aldığı anlaşılan müfessire göre anlam böyle ise de bağlama göre, hâkimiyet alanlarını adım adım
kaybeden Mekke kâfirlerinin kastedildiği zahirdir. / ed.
Ra‘d 13/43’teki ﺎب ِ َْﻜﺘ ِ وﺷ ِﻬﺪ ﺷ
ِ ( ﻣﻦ ِﻋْﻨ َﺪﻩ ِﻋ ْﻠﻢ اﻟelinde kitaba dair bilgi bulunan/lar) ve Ahkāf 46/10’daki ﺎﻫ ٌﺪ ِﻣﻦ ﺑ ِﲏ
2 ُ ُ َْ َْ َ َ ََ
ﻳﻞ ِ ( إﺳﺮve İsrailoğullarından bir şahit) ifadelerinden bunun İsrailoğulları âlimleri olduğu anlaşılmaktadır.
اء
َ َْ
Kur’ân’ın gerçekliği ve vahyin imkânı hususundaki tartışmalarda Şu‘arâ 26/197 gibi Mekkî ayetlerde
İsrailoğulları âlimlerinin tanıklığına başvurulurken, Nahl 16/43 ve Enbiya 21/7’de ehl-i zikr denilen
kutsal kitap uzmanları Müşriklere karşı imdada çağrılırken, zamanla mezkûr din mensuplarıyla ihtilâf
ve düşmanlıkların ortaya çıkması sebebiyle bu terkedilmiş; Fetih 48/28 vb. ayetlerde “Allah’ın şahitliği
yeter” buyrulmuştur; çünkü Nisa 4/51’e göre emaneti ehline teslim etmesi gereken bu “âlim”ler, Müş-
riklere kendilerinin müminlerden daha doğru yolda olduklarını söylemeye -yani yalancı şahitlik etme-
ye- başlamışlardı. Âl-i ‘İmrân 3/19’da Allah’ın şahitliğini yanında ilim sahiplerinin şahitliğine vurgu
yapılırken, “gerçeği söyleyenler” esas alınmış; diğerlerinin şahitliği reddedilmiştir. / ed.
ا כ אف 779
}و َ ْ ِ َ ُه
َ ر א ا د א أ ِא ِ َ ِ ً ا{ ]َ [١٣١٢
}כ َ
ظ. ،وا כ אب :ا ح ا و ا : .و כ ون
[1313] Şayet “אب ِ َ ِ ْ ا ْ ِכne ile merfû‘ olmuştur?” dersen şöyle derim:
ُ
هifadesinin sıla cümlesi olduğu kıraatte, ْ ِ kelimesi zarftaki fiil mâna-
ُ
sının fâ‘ili olarak merfû‘dur, çünkü zarf, sıla cümlesi olunca ism-i mevsū-
le dayandığından dolayı fiile fazlaca benzemiş olur; dolayısıyla da fiil gibi
5 amel eder. Tıpkı merartu bi’llezî fî’d-dâri ahūhu (Kardeşi evde olan kişiye
uğradım.) sözünde olduğu gibi. Burada ahūhu kelimesi fî’d-dârinin fâ‘ili
olup adeta bi’llezî istekarra fi’d-dâri ahūhu (Kardeşi evde bulunan…) demiş
oluyorsun. هkelimesinin sıla olarak yer almadığı (harf-i cerli) kıraatte ise,
el-’ilmu mübteda olmak üzere merfû‘dur.
10 [1314] Peygamber (s.a.)’den şöyle rivayet edilmiştir: “Her kim Ra‘d su-
resini okursa, kıyamete kadar geçen ve gelecek olan her bulut ağırlığınca
kendisine on sevap yazılır. Kıyamet günü de Allah’a verdiği sözü tastamam
yerine getirmiş biri olarak diriltilir.”
ا כ אف 781
ه א و ا اءة ا : ا כ אب؟ ار : ] [١٣١٣ن
أو ف إذا و ف ،כ ن א ً ؛ ّن ا ا ّر א ا
،כ כ ،رت א ي ا ل، ا אده ا
ا اءة ا ا ار أ ه .و ل :א ي ا ،כ א ه א ا ار أ ه،
ّ
اء. א ا ه א ٥
ا ا ا
ا َ ْر ِ
ض َو َو ْ ٌ ِ َْכא ِ ِ َ ِ ْ ات َو َ א ِ
َ َ ِ ا ﴿-٢ا ِ ا ِ ي َ ُ َ א ِ
َ َ ٍ
اب َ ِ ٍ ﴾
ون َ ْ َ ِ ِ ا ِ
َ ِ َ ِة َو َ ُ ا ﴿-٣ا ِ َ َ ْ َ ِ َن ا ْ َ َא َة ا ْ َא َ َ
ِכ ِ َ لٍ َ ِ ٍ ﴾ َو َ ْ ُ َ َ א ِ َ ً א ُأو َ َ
ِ
رة. ا כ אب، ]} [١٣١٥כ َ ٌ
אب { ١٠
ى. ل وا אر אن אت وا ر :ا ج ا אس« .وا ] [١٣١٦و ئ »
أي :إ אف ،כ ا و ز أن כ ن و اف[٧٥ : ]ا ُِْ { ١٥
ْ
؛ ا אن }ا ِ { .و ا اط ا :إ ر؟
ا אت، אدة א ر אدر، ا ، ،إ א אل :و ً
כ. م ،כ אل :و
. ٥א
ن :א و ه ،כ ،و ن ،و اب ن أ ا
ن أو ا أ ًא ا ّم .أو ًא ،و כא ورا
ً ١٠
ن، ا
؛ ّن ا ا אل ا אر ،و אر وا אب :ا ] [١٣٢٢وا
ّ ه ،אل: ١٥وأ
אس ِא ْ ِ َ ْ ُ ُ
أ אس أ َ وا ا َ
אد ا : . ل א ا و א : ] [١٣٢٧ن ٥
}و َ ْ
א ،כ א אلَ : א ا: و ا כ ن
إ ،وإ א بو ا لا Ṡإ ر : ] [١٣٢٩ن
Bu hususta iki ihtimal söz konusudur: Kur’ân ya bütün dillerde inzâl edile-
cekti ya da diller içerisinde sadece tek bir dille indirilecekti. İlk seçeneğe, yani
Kur’ân’ın bütün dillerde inzâline ihtiyaç bulunmamaktadır; çünkü tercüme
bu işin yerine geçmekte; Kur’ân’ın tek tek bütün dillerde inzâl edilmesini
5 gereksiz kılmaktadır. Geriye tek bir dille inzâl seçeneği kalmaktadır. Bu du-
rumda diller içerisinde en uygun olan, peygamberin kavminin dilidir; çünkü
onlar ona en yakın kimselerdir; peygamberin mesajını anlarlar ve onlardan
bu mesaj nakledilip yayılırsa, tercümeler onun beyan edilmesini ve herke-
se anlatılmasını sağlarlar. Nitekim bugün hepsi aynı kitap üzerinde ittifak
10 eden birbirinden çok uzak ve farklı milletler ve farklı nesiller içerisinde ter-
cümelerin bu işlevi gördüğünü, bütün bu milletlerin o kitabın lafızlarını ve
anlamlarını öğrenmek için gayret gösterdiklerini, üstelik buradan çok büyük
faydaların hâsıl olduğunu, insanların olanca gayretlerini bu uğurda sarf ede-
rek kendilerini Allah’a yaklaştıracak büyük sevaplar kazanmaya vesile olacak
15 ibadetler yaptıklarını müşahede etmektesin. Hem Kur’ân’ın bu şekilde inzâl
edilmiş olması değiştirilmesi ve tahrif edilmesi ihtimalinden en uzak, hak-
kında ihtilâf ve çekişmeye düşmekten en emin yoldur. Ayrıca o, insanların ve
cinlerin konuştuğu o kadar çok ve birbirinden farklı dillerin her birinde ayrı
ayrı inzâl edilmiş olsaydı ve bunların her biri müstakil olarak i‘câz özelliğine
20 sahip olsaydı, Arap peygamber de -bir mucize olarak- her toplumda o top-
lumun diliyle, o toplumdan biri gibi konuşarak onlara bu kitabı okusaydı, o
zaman bu durum neredeyse insanları iman etmeye zorlamak (onlara inan-
maktan başka seçenek bırakmamak) sayılırdı.
[1330] ِ ِ ْ َ אن
ِ ِ ِ (Kendi kavminin diliyle) ifadesi, “kendi kavminin lü-
َ
25 gati ile” anlamındadır. Bu ifade bi-lisni kavmihî şeklinde de okunmuştur
ki lisnun ve lisânun kelimeleri -rîşun ve riyâşun gibi olup- aynı anlama, lügat
anlamına gelmektedir. Yine Lâm’ın zammesi ve Sin’in sükûnu ile bi-lüsni
kavmihî şeklinde; Lâm’ın ve Sin’in zammesi ile bi-lüsüni kavmihî şeklinde
de okunmuştur. Lüsün ve lüsn kelimeleri lisânın çoğulu olup tıpkı ‘imâdın
30 çoğulu olan ‘umud ve ‘umd kelimeleri gibidir.
[1331] Kavmihîdeki zamirin Hazret-i Muhammed Aleyhisselâm’a raci
olduğu da söylenmiştir. Bu görüşü Dahhâk b. Müzâhim’den [v. 105/723] ri-
vayet etmişlerdir. Buna göre bütün ilahî kitaplar Arapça inzâl edilmiş, daha
sonra her peygamber kitabını kendi dili ile tebliğ etmiştir. Ancak bu görüş
35 doğru değildir; çünkü “onlara apaçık anlatsın” ifadesindeki zamir, kavme
gider ki onlar da Araplardır. Bu durumda sanki “Yüce Allah Tevrat’ı semâ-
dan Arapça inzal etmiştir ki peygamber (Mûsâ), onu Araplara beyan etsin.”
şeklinde bir mâna çıkmaktadır ki bu yanlış bir mânadır.
ا כ אف 789
، אن وا ل أن ا ذכ وכ ب ،نا ا
ه و ا أ ب إ ،ذا ل؛ ما אن ا כאن أو
כ אب אو ، אل ا وا ا وا אز אر ا א ة ،وا ا
ً א ،وכאن א وכ ا כ א- ا ل ف ،و ١٠وا
ِ َא ِ َא َأ ْن َأ ْ ِ ْج َ ْ َ َכ ِ َ ا ُ َ ِ
אت ِإ َ ا ِر ﴿-٥و َ َ ْ َأ ْر َ ْ َא ُ َ
َ
אر َ כُ ٍر﴾
אت ِ כُ ِّ َ ٍ
َ ٍ אم ا ِ ِإن ِ َذ َ
ِכ َو َذ ِّכ ْ ُ ْ ِ َ ِ
ل ،כ ا ّن ا ر אل أي أ ج؛ ]} [١٣٣٤أَ ْن أَ ْ ِ ْج{
כ. نأ ج
אؤه و ؤه، : אس ا ا א ،و א ،و و אر ،و م ا
א ، ا ،أو أ אض ا ء ا אأ لا
ِ َ ْ ِ ِ اذْ ُכ ُ وا ِ ْ َ َ ا ِ َ َ ْ כُ ْ ِإذْ َأ ْ َ ُ
אכ ْ ِ ْ آلِ ﴿-٦و ِإذْ َ אلَ ُ َ
َ ٥
אء ُכ ْ َو ِ اب َو ُ َ ِّ ُ َن َأ ْ َ َ
אء ُכ ْ َو َ ْ َ ْ ُ َن ِ َ َ ِ ْ َ ْ َن َ ُ ُ َכُ ْ ُ َء ا ْ َ َ ِ
َذ ِ כُ ْ َ ٌء ِ ْ َر ِّכُ ْ َ ِ ٌ ﴾
. כ ذ כا אم ،أي إ א ا ف אכ { ]ِ } [١٣٣٧إذ أَ
ْ َ ُْ
أن כ ن : כ ؟ ز أن : ن
، ،ذا כאن ا إذا أردت א אم ،أو ا ١٠
א اف } ُ َ ِّ ُ َن{ و ا ة } ُ َ ّ ُ َن{ و رة ا : ] [١٣٣٨ن ١٥
כ : ؟ ر ء ن آل כאن :כ ] [١٣٣٩ن
أن ذ כ إ אرة و آ ا .وو ء اا ا א ، وإ א
ً א ،אل وا ء א ء כ نا ،وا ء אء و ا إ
: و אل ز אء[٣٥ : ]ا ِ ْ َ ً{ وا א }و َ ُ ُכ א
َ ْ
َ َ ْ َ ُ َ א َ َ ا َ َ ِء ا ي َ ْ ُ ا ٥
َ ِز َ כُ ْ َو َ ِ ْ כَ َ ْ ُ ْ ِإ ن َ َ ا ِ َ َכ ْ ُ ْ ﴿-٧و ِإ ذْ َ َ ذ َن َر כُ ْ َ ِ ْ
َ
َ َ ِ ٌ﴾
א אء و ا כ א إ ا א כ ] [١٣٤١أي ١٥
ا א ون.
אت َ َ دوا َأ ْ ِ َ ُ ْ ِ َأ ْ َ ا ِ ِ ْ َو َא ُ ا ِإ א
َ ْ َ ُ ُ ْ ِإ ا ُ َ َאء ْ ُ ْ ُر ُ ُ ُ ْ ِא ْ َ ِّ َ ِ
َ ٍّכ ِ א َ ْ ُ َ َא ِإ َ ْ ِ ُ ِ ٍ ﴾ כَ َ ْ َא ِ َ א ُأ ْر ِ ْ ُ ْ ِ ِ َو ِإ א َ ِ
אل :כ ب ها د إذا أ ن ،وכאن ا نأא א אن وإ
ا אد. א ا אب ،و ا ن ّ أ א ن، ا
. ا אءت[ ُ ]إ א ور أ ا ردو א כ ٥
ات َوا َ ْر ِ
ض َ ْ ُ ُכ ْ ِ َ ْ ِ َ َ َ ِ َ ﴿-١٠א َ ْ ُر ُ ُ ُ ْ َأ ِ ا ِ َ כ َ א ِ ِ ا
َ َ ٌ ِ ْ ُ َא ُ ِ ُ َ
ون َא ُ ا ِإ ْن َأ ْ ُ ْ ِإ َכُ ْ ِ ْ ُذ ُ ِכُ ْ َو ُ َ ِّ َ ُכ ْ ِإ َ َأ َ ٍ ُ َ ١٠
ِכ { ذ ِ ِ َ ِ
] ح[٤ - ٣ :
ُُ ُْ }وا ُ ُه َوأ ُ ن َ ْ ْ َ ُכ ْ ّ
َ
ِ ِ ِ ِ ِ َ
אف[٣١ : ]ا ذ כ { } א َ ْ א أ ِ ُ ا َد ا َ ا َوآ ُ ا ِ َ ْ ْ َ ُכ ْ ّ
اب أَ ِ ٍ {
ّ ْ َ َ ٍ אر ٍة ُ ِ ُכ
َ َ
َ ِ
ْ َ } :أَ ُد כ ْ َ אب ا و אل
אف
َو َ َ אف َ َ א ِ
َ َ ِכ ِ َ ْ ﴿-١٤و َ ُ ْ כِ َ כُ ُ ا َ ْر َ
ض ِ ْ َ ْ ِ ِ ْ َذ َ َ
َو ِ ِ ﴾
אذ ا ، : א. دوا כא ا :כ ] [١٣٥٦ن ٥
ن אل .أو ،א אد כ ت أراه ،אد אد ،א אر ،و כ ن
. ا ا א אب ا ا ا ، آ כ ر لو ا א
כ כ « ،א אء כ ّ «» ،و ة» : .و أ أ ب ى ا ل، ١٠
. و ز כ :أ ه ،و ا ،وأن אرا و
ا ً
آذى אره ور ا داره “.و ” :Ṡ ا اب .[٢٧ :و ]ا אر ُ { و ِد
َ َ َ ْ
אو ذ أא ا ا אل :כאن ة ا א ١٥
א כا . ،و و ّ
ً
806 İBRÂHİM SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
[1359] “Bu” yani Allah’ın zalimleri helâk edip müminleri onların diya-
rına yerleştireceğine dair hükmü, “Benim huzuruma çıkacağından korkan-
lar” için haktır. َ َ אمkelimesi hesap durağında ilahî huzura çıkış anlamında
olup bu, kıyamet günü Allah’ın kullarının huzura çıkıp duracakları zaman-
5 dır. Ya da َ َ אمkelimesi zaittir [Çünkü korkulan, makam/huzur değil, Yüce Allah’ın
kendisidir]. “Başında Benim dikildiğimden, yani amellerini bir bir yazdı-
ğımdan korkan” anlamında olduğu da söylenmiştir ki, buna göre mâna;
“Bu, müttakîlerin hakkıdır.” şeklindedir. Nitekim “Akıbet müttakîlerindir.”
[A‘râf 7/128] buyrulmuştur.
אر َ ِ ٍ ﴾
َ ٍ אب ُכ
﴿-١٥وا ْ َ ْ َ ُ ا َو َ َ
َ
ِ ْ َ א ٍء َ ِ ٍ ﴾ َ ْ ِ ﴿-١٦و َرا ِ ِ َ َ ُ َو ُ ْ َ
ا ،و אب כ وا وأ وا و אه َ אرٍ َ ِ ٍ { אب ُכ ]َ [١٣٦٢
}و َ َ
א ، ا ا כ אر :وا .و ،و אر
א . א و אر ،و אب כ ا א وا ا
א . אد ُ ِ ُ ُ { د
כאد َ َכ ُ }و َ
َ ] { ُ ُ َ َ َ } [١٣٦٦כ
} َ َ َכ ْ َ ا َ א{ ]ا ر [٤٠ :أي ،כ א כ نا ،כ و אرب أن
َ ْ
אن{ כ ّن أ אب ا ت ت ِ ُכ ّ ِ َכ ٍ
َ َْ ُ ْ }و َ ْ ِ ِ ا ْ
ا א َ رؤ א כ ب ١٠
כ و اب َ ِ ٌ { أي
}َ َ ٌ }و ِ َو َرآ ِ ِ { و
]َ [١٣٦٧
א אس و ا : ا .و وأ ا ًא أ ّ א ١٥
אد. ا
َ ْ ٍم ُ َ َ ﴿-١٨ا ِ َ כَ َ ُ وا ِ َ ِّ ِ ْ َأ ْ َ א ُ ُ ْ כَ َ َ א ٍد ا ْ َ ْت ِ ِ ا ِّ ُ ِ
لُ ا ْ َ ِ ُ ﴾ َ ْ ٍء َذ َ
ِכ ُ َ ا ون ِ א כَ َ ُ ا َ َ
َ ْ ِ ُر َ َא ِ ٍ
אو ئ אכ ة .وإ א ا כ ر و أو ا אح ،כ כ :م א ا و
אزة، ،وا ا אف ،وإ א ا אرى ،و ا אب ،و اء ا
19. Görmez misin ki, Allah gökleri ve yeri gerçek bir gaye ile yarat-
mıştır?! Dilerse sizi götürüp yeni bir halk getirir.
20. Ve bu, Allah için hiç de zor değildir.
[1372] “Gerçek bir gâye ile” yani hikmetle, sahih bir amaç ve muazzam
5 bir emirle yaratmış, boşuna ya da sırf öyle arzu ettiği için yaratmamıştır.1
ِ
[1373] [אوات َوا ْ َْر َض ( َ َ َ اGökleri ve yeri yarattı.) ifadesi] hāliku’s-semâvâti
ve’l-ard (göklerin ve yerin yaratıcısı) şeklinde de okunmuştur.
[1374] “Dilerse, sizi götürüp yeni bir halk getirir” yani O, insanları yok
etmeye ve onların yerine onların şeklinde ya da onlara benzemeyen başka
10 varlıklar yaratmaya kadirdir. Bu ifade Yüce Allah’ın varı yok, yoku da var
etmeye kadir olduğunu, bir şeye kadir olduğu gibi onun zıt cinsine de ka-
dir olduğunu bildirmektedir. “Bu, Allah için hiç de zor değildir.” Aksine,
O’nun için gayet kolay ve basittir, çünkü O ‘bizatihi kādir’dir; kudreti açı-
sından şu ya da bu şey fark etmez. Bir şeyi var etmesi içi n yeterli gerekçe,
15 saik onun için mevcutsa ve onu yapmamaya sebep olacağı engeller yoksa
onu derhal yapar. Tıpkı seni harekete geçiren bir etken oluşup bir engel de
bulunmadığı zaman parmağını oynatman gibi.
[1375] Bu âyetler onların sapkınlık konusunda ne kadar derine dalmış,
Allah’ı inkâr noktasında ne kadar büyük bir hata içine düşmüş olduklarının
20 beyanı mahiyetindedir. Zira Yüce Allah’a delâlet eden, O’nun engin kudre-
tini, sonsuz hikmetini gösteren, kulluk edilmeye, ahirette cezasından kor-
kulmaya ve sevabı umulmaya lâyık yegâne mabud olduğunu ortaya koyan
deliller, kanıtlar açık seçik ortadadır.
21. Tamamı Allah’ın huzurunda görünürler. Güçsüz görülen (inkâr-
25 cı nankör)ler, büyüklük taslayanlara “Şüphesiz, bizler size tâbi idik.
Peki şimdi, bizi bir parça Allah’ın azabından koruyabilecek misiniz?”
derler. Onlar da “Allah bizi doğru yola getirseydi, biz de sizi doğru yola
getirirdik. Artık sızlansak da sabretsek de bizim için fark etmez; bizim
için kaçacak bir yer yok!” derler.
30 [1376] Kıyamet günü “tamamı Allah’ın huzurunda görünürler.” Geç-
miş zaman kipinin ( ) َ ُزواkullanılmış olmasının sebebi, Yüce Allah’ın haber
َ
vermiş olması sebebiyle bunun doğru ve adeta olup bitmiş bir iş konu-
munda olmasıdır. ِ َ ْ אب اُ َ ْ אدى أ
َ َ ( وCennetlikler seslenir. [A‘râf 7/44]) ve
1 Bu cümle metinde 18. âyetin tefsiri içerisinde geçmektedir. Ancak bil’hakki (gerçek bir gaye ile) ifadesi
19. âyette geçmektedir. Bu nedenle bu cümleyi 19. âyetin tefsiri içerisinde tercüme ettik. / çev.
ا כ אف 813
ض ِא ْ َ ِّ ِإ ْن َ َ א ُ ْ ِ ْ כُ ْ َو َ ْ ِت
ات َوا َ ْر َ
َ َ ِ َ ﴿-١٩أ َ ْ َ َ َأن ا َ َ َ َ ا
ِ َ ْ ٍ َ ِ ٍ﴾
ِכ َ َ ا ِ ِ َ ِ ٍ ﴾
﴿-٢٠و َ א َذ َ
َ
ًא א ،و ا وا وا ض ا ]ِ } [١٣٧٢א ْ َ ِّ { א כ
ة. ٥و
ِאب ا אر
ُ َ ْ אدى أ
َ َ ( وCehennemlikler seslenir. [A‘râf 7/50]) ifadeleri de bunun
gibidir. Herhangi bir şeyin Allah’tan gizli saklı olması mümkün değildir;
Allah bundan münezzehtir. Dolayısıyla, onların Allah’ın huzurunda görül-
melerinin anlamı, kötülükleri işlerken insanların gözlerinden uzak ve gizli
5 olmaları ve bu durumun Allah’tan da gizli kalacağını zannetmeleri, kıyamet
günü geldiğinde ise Allah’ın huzurunda kendi gözleri önünde ayan beyan
duruma gelecekleri ve böylece hiçbir şeyin Allah’a gizli kalmayacağını anla-
malarıdır. Ya da anlam, kabirlerinden çıkıp Allah’ın hesabı ve hükmü için
onun huzuruna çıkmaları şeklindedir.
10 [1377] Şayet “אؤاُ َ اkelimesi neden Hemze’den önce gelen bir Vav ile
yazılmıştır?” dersen şöyle derim: Bu kelime Hemze’den önce gelen Elif ’i
tefhīm ile okuyup Vav’a yakın bir ses çıkacak şekilde imâle edenlerin te-
laffuzuna göre yazılmıştır. َ אؤا َ ِ إ ْ اء
ُ َ َ ُ (İsrailoğulları âlimleri [Şu‘arâ
َ
26/197]) ifadesi gibi.
:כ ة؟ ا او َ َ ا{ }ا א כ : ] [١٣٧٧ن ٥
ا وכ اؤ ا כ وا :אدا ام ،وا אع وا אء :ا ] [١٣٧٨وا
: } َ ً א{ א אء وأ א ا אع إ ا و و و وا ا
َ
אع، :ا .وا أو ذوي و مو א :אدم و ،כ א ١٠
ً א. אل:
} ِ ْ َ ٍء{؟ اب ا ِ{ و
}ّ ْ َ َ ِ :أي ق ] [١٣٧٩ن
ْ
ء ا ن א أ : ،כ ،وا א :ا و
ile irtibatı nasıldır?” dersen şöyle derim: Bu ifadenin öncesiyle irtibatı şöy-
ledir: Güçsüz görünenlerin büyüklük taslayanları kınamaları sebebiyle onlar
da içlerinde bulundukları durumdan feryat etmiş, sızlanmışlar ve “Artık sız-
lansak da sabretsek de bizim için fark etmez.” demişlerdir. Bununla hem ken-
30 dilerini hem de güçsüz bırakılanları kastetmişlerdir; çünkü beraberce için-
de bulundukları sapkınlığın cezasını çekme konusunda müşterektirler. Bu
yüzden, “Bu sızlanma ve azarlama neyin nesidir böyle!? Sabretmenin faydası
olmadığı gibi sızlanmanın da faydası yok, durum bundan çok daha büyük,
vahimdir.” demişlerdir. Ya da “Allah bize kurtuluş yolunu gösterip hidayet
35 etseydi biz de sizi kurtarırdık.” dedikleri zaman, onların kurtuluş ümitlerini
kırmışlar; onlar da buna karşılık “Bizim için kaçacak bir yer yok!” demişlerdir,
yani “Sabretsek de sızlansak da kaçıp kurtulacak, sığınacak bir yerimiz yok!
ا כ אف 817
و אن ا إ ا :نا إ א כאن ر א
اאا אه : אن .و ا אכ إ א א ر א وا ا
ا כ. כ
ون א، א أم אأ اء ،א ا: א ًא כאن א ١٥
ُ ِإن ا َ َو َ َ ُכ ْ َو ْ َ ا ْ َ ِّ َو َو َ ْ ُ כُ ْ אن َ א ُ ِ َ ا َ ْ
﴿-٢٢و َ אلَ ا ْ َ ُ
َ ٥
}و َو َ ُכ {
َ אو כ כ אل ا اء وا ا ا ْ َ ِّ { و
ْ
כ و ْ َ ٍ
אن{ ِ ف ذ כ } َ َ ْ َ ْ ُכ و א َכ َ ِ
אن َ َ َ ْ ُכ ْ ْ ُ ُ ْ َ َ
إ אכ إ د א وأ כ إ א } ِإ أَ ْن َد َ ْ ُ ُכ { إ ا כ وا א
ْ
אن ،و כ כ כ :א ا אء ا ،و و ١٥ا
ب. إ ا
Eğer durum cebir taraftarlarının iddia ettikleri gibi olsaydı şeytan, “Beni de
kendinizi de kınamayın, çünkü Allah sizin kâfir olmanıza hükmetmiş, sizi
buna mecbur etmiştir!” derdi. Şayet “Şeytanın sözü bâtıldır, dayanak ve de-
lil olmaz.” dersen şöyle derim: Eğer onun bu sözü bâtıl olsaydı Allah Teala
5 bu sözün bâtıl olduğunu beyan eder ve onu açıkça inkâr ederdi. Kaldı ki,
bu makamda böyle bâtıl bir sözü dile getirmenin de hiçbir sebebi yoktur.
Şeytan, “Aslında, Allah size gerçek bir vaatte bulunmuştu; ben de size vaatte
bulundum, fakat sizi kandırdım.” demiş, nasıl da hakkı ve doğruyu söylemiş,
dikkat etsene!.. Yine “Ama benim sizi zorlayacak bir gücüm yoktu.” ifadesi
10 de Yüce Allah’ın “Şüphesiz, Benim kullarımın üzerinde senin hiçbir gücün
olamaz. Sana uyan azgınlar hariç.” [Hicr 15/42] sözüne benzemektedir.
[1387] “Artık ne ben sizin imdadınıza yetişebilirim ne de siz benim imda-
dıma yetişebilirsiniz” birbirimizi Allah’ın azabından kurtaramayız, birbirimi-
ze yardım edemeyiz. ِ ِ ْ ِ ’deki ısrāh yardım etmek mânasına gelir. Yâ’nın
ُ
15 kesresi ile bi-musrihıyyi şeklinde de okunmuştur, ancak bu zayıf bir kıraattir.
Bu okuyuşa delil olarak şairi belli olmayan şu beyti göstermişlerdir:
Adam kadına; “Bre Hatun! Bende gönlün var mı?” dedi;
O da ona “Sen gönül verilecek biri değilsin ki!” dedi.
[1388] Bu okuyuşu benimseyen kişi sanki izafet Yâ’sını sakin kılmış,
20 ondan önce sakin bir Yâ daha olduğunu takdir etmiş ve iki sakin harf bir
araya gelmiş olduğu için de ona kesre vermiştir. Ancak bu doğru değildir;
çünkü izafet Yâ’sı, ‘asāye kelimesinde olduğu gibi, öncesinde Elif olduğu za-
man bile sadece fetha alabilir, öncesinde Yâ olduğu zaman nasıl başka türlü
olabilir ki?! Şayet “İlk Yâ idğam edilmiş olduğu için (illetli harf değil de)
25 sanki sahih bir harfmiş gibi kabul edilmiş, adeta sakin ve sahih bir harfin
ardından gelen sakin bir Yâ gibi telakki edilmiştir. Bu sebeple, aslına uygun
olarak kesre harekesi almıştır” dersen şöyle derim: Bu güzel bir kıyastır,
ancak mütevatir haber konumunda olan yaygın kullanım karşısında kıyas
ile varılan sonuçlar cılız kalır.
[1389] ’ ِ א أَ ْ ْכ ُ ِنdeki Mâ, mastariyyedir; ُ َ ْ ِ (daha önce) ifadesi ise
30
ُ َ ْ
ِ( أ ْ ْכ ُ نbeni Allah’a ortak koşmanızı) ifadesi ile ilişkilidir. Mâna, “Bugün
ُ َ
sizin daha önce dünyada beni ortak koşmuş olmanızı reddediyorum!” şeklin-
de olup “Kıyamet günü de kendilerini Allah’a ortak koşmanızı inkâr edecek-
lerdir.” [Fâtır 35/14] ifadesi gibidir. Şeytanın onların kendisini ortak koşmuş
35 olmalarını reddetmesi ise, bu davranıştan berî olduğunu, bunu yadırgadığını
ifade etmesi anlamında olup, “Sizden de, Allah’tan başka taptığınız şeylerden
de kesinlikle uzağız, sizi reddettik.” [Mümtehane 60/4] ifadesi gibidir.
ا כ אف 821
َ א َ ْ َ ُ َ א أ ْ َ ِא َ ْ ِ َ אلَ َ َ א َ ْ ِ
َכ َא َ א ١٠
1 Yüce Allah için, akıllı varlıklar için kulanılan Men yerine Mâ’nın kullanıldığı çok sayıda ayet vardır.
Örneği: َ ِ َ [ َ َאل ِ َ ْ ُن َو َ א َرب ا ْ َ אŞu‘arâ 26/23], َ ْ ُ ْ [ َو َ א َ َ َ ا َכ َواLeyl 91/3] / ed.
ْ َ
ا כ אف 823
لإ ، ا ّ اد א وا א ا א ًא כ ن
ِإ َذا } َ א אت ،כ ا « ،א אء ] [١٣٩٢و ئ »
אت َ ْ ِ ي ِ ْ َ ْ ِ َ א ﴿-٢٣و ُأ ْد ِ َ ا ِ َ آ َ ُ ا َو َ ِ ُ ا ا א ِ َ ِ
אت َ ٍ َ
ا َْ َ ُ
אر َ א ِ ِ َ ِ َ א ِ ِ ذْ نِ َر ِّ ِ ْ َ ِ ُ ُ ْ ِ َ א َ ٌم﴾
“Peki, ‘Rablerinin izniyle’ ifadesi bu son okuyuşa göre neyle ilişkilidir. Zira
‘Onları ben Rablerinin izni ile cennete koyarım.’ ifadesi kendi içinde uyum-
lu değildir?” dersen şöyle derim: Bu okuyuşta “Rablerinin izniyle” ifadesi,
devamındaki ifadeyle, yani “Dirlik temennileri de ‘Selâm!’dır.” ifadesi ile
5 ilişkilidir, yani “Melekler onları Rablerinin izni ile selâmlarlar.” şeklindedir.
24. Bak, Allah güzel bir sözü (yani, imanı) nasıl misal vermektedir:
Kökü sabit, dalı gökte olan öyle güzel bir ağaç ki;
25. Rabbinin izniyle her zaman meyvesini verir. İnsanlar düşünüp
ders çıkarsınlar diye Allah onlara böyle misaller veriyor.
[1394] َ َ َ أifadesi Râ’nın sükûnu ile e-lem ter şeklinde de okunmuştur
َ ْ
10
ki bu ifade men yettaki (kim sakınırsa) ifadesinin men yettak şeklinde oku-
nuşuna benzemektedir. Ancak bu okuyuş zayıftır.
[1395] ً َ َ ُ ب ا
َ َ َ ifadesi, “Allah esas alınacak bir misal ihdas etmekte-
dir.” anlamındadır. ً ِ َ ً َ ِ ( َכgüzel söz) gizli bir fiil ile mansup olup takdiri,
َّ
“Güzel bir sözü kılmıştır.” şeklindedir. ٍ ِ َ ( َכ َ َ ٍةgüzel bir ağaç gibi) ifadesi
َّ َ
15
ِ ٍ ِ ِ ذْ نِ َر ِّ َ א َو َ ْ ِ ُب ا ُ ا َ ْ َאلَ ِ ِ
אس َ َ ُ ْ ُ ِ ْ ُ ﴿-٢٥أ ُכ َ َ א ُכ
ََ َכ ُ َ
ون ﴾
، و}כ ِ َ ً َ ً {
َ . ً وو ًََ {ا ]َ َ َ } [١٣٩٥ب ا ُ
َّ
َ َ ً { כ כ: } َ َب ا َ َ ٍة َ ٍ { و }כ
َ כ ١٠أي
َ َّ
{ } ز أن س .و ،و ز ً ا ،כ אه ف ا
ّ
}כ َ َ ٍة
אلَ : ً א ً ، بכ ب ،أي و}כ ِ ً {
َ
} أ َ ْ ُ َ א َא ِ ٌ { ة כ وف، أ أ א َ ٍ{
َّ
ِ
אء{ ِ
א ورأ א } ا َ }و َ ُ َ א{ وأ
َ ْ
א و אرب ا رض
ق أي
ّ : ُ א« .ن א ٍ أ ة א כ »כ ] [١٣٩٦و أ أ
[1397] Güzel söz, kelime-i tevhittir. Tesbih, hamd, istiğfar, tövbe, da-
vet gibi bütün güzel sözlerin ‘güzel söz’ kapsamına girdiği de söylenmiştir.
İbn Abbâs’tan [v. 68/688] bunun. “Allah’tan başka ilah olmadığına şehadet
etmek” olduğu nakledilmiştir. Güzel ağaç ise, hurma, incir, üzüm, nar ve
5 benzeri güzel meyve veren tüm meyveli ağaçları kapsar. İbn Ömer’den [v.
73/692] nakledilmiştir ki: Peygamber (s.a.) bir gün, “Yüce Allah mümini bir
ağaca benzetti, söyleyin bakalım bu hangi ağaç?” buyurdu. Bunun üzerine
insanlar arazideki bütün ağaçları saymaya başladılar. Ben o sıralar çocuk-
tum. Aklıma bunun hurma ağacı olduğu düşüncesi geldi, ama oradakilerin
10 en küçüğü olarak bunu Hazret-i Peygamber (s.a.)’e söylemekten çekindim.
-Bir rivayette ise “Babam Ömer’in orada olması da beni konuşmaktan me-
netti, zira onun yanında konuşmaya çekiniyordum. Ama (sonradan, ba-
bam) Ömer, bana “Evlâdım! Eğer bunu o zaman söylemiş olaydın, bu beni
kızıl develere sahip olmaktan daha çok memnun ederdi!” demiştir.- Sonra
15 Peygamber (s.a.), “Bu ağaç hurmadır.” buyurdu. [Buhārî, “İlim”, 13] İbn Ab-
bâs’ın [v. 68/688] ise, “Bu bir cennet ağacıdır.” dediği nakledilmiştir.
ِ
[1398] אء ( ِ اgökte) ifadesi üst tarafta, yukarıda anlamındadır; üze-
rimizi örten malum tavan değil. Nitekim dağ hakkında da tavîlün fi’s-semâ’i
(göğe doğru uzar) denilir ve bununla onun yükseklik ve ihtişamı kastedilir.
20 [1399] “Her zaman meyvesini verir.” Yani Allah’ın meyve vermek için
tayin ettiği her vakitte, “Rabbinin izniyle” yani yaratıcısının kolaylaştırması
ve yaratmasıyla meyvesini verir. “İnsanlar düşünüp ders çıkarsınlar diye.”
Çünkü misal vermek daha iyi anlamaya, mânaların daha iyi akla yerleşip
tasavvur edilmesine sebep olur.
25 26. Kötü bir söz (yani, inkârcılık) ise toprağın üzerinden koparılıve-
ren, istikrarı olmayan köksüz, çürük bir ağaca benzer.
[1400] “Çürük ağaç” gibidir; onun niteliklerindedir. ٍ ِ َو َ َ ُ َכifadesi
َ
25) ٍ ِ َ . âyet) kelimesine atıf olarak nasp ile ve mesele kelimetin şeklinde de
َّ
okunmuştur. Kötü sözden maksat şirktir. Bu ifadenin, her tür kötü sözü
30 kapsadığı da söylenmiştir. Kötü ağaç ise, ebucehil karpuzu, keşut ve benze-
ri, meyvesi iyi olmayan her ağacı kapsar.
[1401] “Toprağın üzerinden koparılıveren” ifadesi, [önceki âyette] iyi ağaç
hakkında kullanılan “kökü sabit” ifadesinin karşıtı olarak kullanılmıştır.
ْ ُ ْ “ اkökü çıkarılmış” anlamına gelir. İctisâsın kök anlamı cesedin bütü-
35 nüyle çekilip çıkarılmasıdır.
ا כ אف 827
ة وا כא :כ כ .و ا כ ا ] [١٣٩٧وا כ
ة إ إ ا .وأ א ا אدة أن אس: ا ة .و وا אر وا وا
ذכو وا ّ אن و وا ةا و ا אر ،כא ة ة כ
و ة ا ب أ ّن ر ل ا Ṡאل ذات م :إن ا ا
، أ אا א، ا ادي ،وכ ا אس . א ٥
ً
،אل وا כאن ا م .وروي: א وأ א أ ر ل ا Ṡأن أ
אل ر ل ا Ṡ ، ا ّ إ أ א כא כ :א
ّ ّ
. ا ة : אس ا “و ”أ إ א ا
﴿-٢٦و َ َ ُ כَ ِ َ ٍ َ ِ َ ٍ כَ َ َ َ ٍة َ ِ َ ٍ ا ْ ُ ْ ِ ْ َ ْ ِق ا َ ْر ِ
ض َא َ َא ِ ْ َ
َ َ ٍار﴾ ١٥
[٢٤ : ]إ ا }أَ ْ ُ َ א َא ِ ٌ { א َ ْ ِق ا رض{ ِ ]} [١٤٠١ا ٢٠
ًارا ،כ כ: ء ا ار .אل: َ ارٍ { أي ا ] } [١٤٠٢א َ א ِ
ّ َ َ َ
إ א وا ي א دا ، אا لا ي א ًא
אء ا ا ،و ا رض א ؟ אل :א أ כ ل אء :א ا
ً
אا א . ا א א م ً ا ،إ أن ٥
ا ِ َ ِة ا ْ َ َא ِة ا ْ َא َو ِ ُ ِّ َ ُ ﴿-٢٧ا ُ ا ِ َ آ َ ُ ا ِא ْ َ ْ لِ ا א ِ ِ ِ
ا ُ ا א ِ ِ َ َو َ ْ َ ُ ا ُ َ א َ َ ُאء﴾ َو ُ ِ
د ا إذا א :أ ا ،و إ ه وا ،א
و وا א א ود ،وا אب ا أ ا ا ،כ א ١٠
ي ق אء أن ا ،אدي אد م ،و ا ل :ر ا ،ود
Âhirette ise onlar çok daha sapkın ve ayakları çok daha kaymış vaziyette-
dirler. “Allah dilediğini yapıyor.” Yani O, hikmetin gereği olan şeyi yapar;
çünkü O’nun meşîeti hikmete tâbidir. Müminleri sabit kılıp desteklemek,
sebat ve kararlılıkları esnasında onları koruyup muhafaza etmek, zalimleri
5 saptırıp mahrum bırakmak, ayaklarının kaydığı anda onları kendi hallerine
terk etmek gibi bütün dilediği şeyler hikmete tâbidir.
28-29. Allah’ın nimetine şükredecek yerde nankörlük eden ve ka-
vimlerini dibini boylayacakları helâk yurdu Cehennem’e sokan kimse-
lere bak!.. Ne kötü karargâh!
10 30. Allah’ın yolundan saptırmak için O’na denk birtakım şeyler ih-
das etmişlerdi! De ki: Hayatın zevkini çıkarın! Kesinlikle Ateş’tir çün-
kü nihaî dönüş yeriniz!
[1405] “Allah’ın nimetini” yani O’nun nimetlerine şükretmeyi nan-
körlüğe tebdil eden “kimselere…” Zira onlar Allah’ın nimetlerine şükretme
15 vazifelerinin yerine nankörlüğü ikame etmişler ve böylece, adeta şükrü nan-
körlükle değiştirmişlerdir. Bunun benzeri, “(Kur’ân’dan) bütün nasibiniz,
(onu) yalanlamak mı olacak?!” [Vâkı‘a 56/82] âyetinde söz konusudur; yani
burada “Size verilen rızka şükür şeklinde karşılık vereceğinize onun yerine
yalanlamayı koydunuz!” denilmektedir. Âyetin bir diğer yorumu da şöy-
20 ledir: Bu kimseler nimetin bizzat kendisini nankörlüğe tebdil etmişlerdir;
nimete nankörlük edince de o nimet ellerinden alınmıştır. Böylece, hem
nimetsiz hem de nankör vasfına sahip kimseler olarak kalmışlardır. Bunlar
Mekkelilerdir. Allah onları kendi harem beldesinde iskân etmiş, evinin mu-
hafızları yapmış, onları Muhammed Aleyhisselâm ile şereflendirmiş, fakat
25 onlar üzerlerine düşen şükür ve tazim vazifesini yapmak yerine Allah’ın ni-
metine nankörlük etmişlerdir. Ya da Allah onlara yaz-kış ticaret yolculukları
ile bolluk, refah bahşederek büyük nimet vermiş, fakat onlar Allah’ın nime-
tine nankörlük etmişler; Allah da onlara yedi sene kıtlık darbesi indirmiş;
böylece, ellerinde nimet yerine nankörlük kalıvermiştir! Yine aynı şekilde
30 Bedir günü öldürüldükleri ve esir edildikleri zaman da nimet ellerinden
alınmış; nankörlük ise boyunlarında bağlı olarak kalmıştır.
[1406] Hazret-i Ömer (r.a.)’ın “Bunlar Kureyş’in en fâcir iki boyu olan
Muğîre oğulları ile Ümeyye oğullarıdır [yani emevîler]; Muğîre oğullarının hak-
kından Bedir günü gelinmiştir. Ümeyye oğullarına ise bir süreye kadar mühlet
35 verilmiştir!” dediği nakledilmiştir. Bunların Arapların Hıristiyanlaşmış olanları,
yani Cebele b. el-Eyhem ve arkadaşları olduğu da söylenmiştir.
ا כ אف 831
ا כ ؛ ن }و َ ْ َ ُ ا ُ َ א َ َ ء{ أي א
وأذل َ ةأ ا و
﴿-٣٠و َ َ ُ ا ِ ِ َأ ْ َ ا ًدا ِ ُ ِ ا َ ْ َ ِ ِ ِ ُ ْ َ َ ُ ا َ ِ ن َ ِ َ ُכ ْ ِإ َ ا ِ
אر﴾ َ
א أ ، ةو ا : ان ا :Ġ ] [١٤٠٦و
1 Yani ifadenin anlamı motamot “Bana ikramda bulunman için yanına geldim.” şek-
linde ise de “Yanına geldim; eh, sen de bana ikram edersin artık.” mealindedir. / ed.
ا כ אف 833
ه א أن אع آ أ رون ، و ، هو ن
ِ َ لٌ ﴾ َو َ ِ َ ً ِ ْ َ ْ ِ َأ ْن َ ْ ِ َ َ ْ ٌم َ َ ْ ٌ ِ ِ َو َ
ّ ِ ِאد َى ه}ُ ،و ل اب } ُ { وف ،ن ل ] [١٤١٠ا
َ
زوا أن כ ن َة َو ُ ْ ِ ُ ا{ و ا }ُِ ُ ا ا ة وأ اا آ َ ُ ا{ أ ١٥ا
אت ا ع :إ אء ا ] ،و[ ا وإ אق ر ،أي إ אق ا
. ن א ا وا
ا م אق و א ا א :כ אّ .ن ل :ا ] [١٤١٢وا ٥
אو אت وا כאر אت ،وإ א ا أ ا ن א א ،و و א
ض َو َأ ْ َ لَ ِ َ ا َ א ِء َ ًאء َ َ ْ َ َج ِ ِ
ات َوا َ ْر َ
َ َ ِ ﴿-٣٢ا ُ ا ِ ي َ َ َ ا
ا َْ َ َ
אر﴾ ١٥
َ َכُ ُ ا ْ َ َوا َ َ
אر﴾ ْ َ َوا ْ َ َ َ َدا ِ َ ْ ِ َو َ َ َכُ ُ ا ﴿-٣٣و َ
َ
َ א ِإن ُ ْ ُ אכ ْ ِ ْ ُכ ِّ َ א َ َ ْ ُ ُ ُه َو ِإ ْن َ ُ وا ِ ْ َ َ ا ِ
﴿-٣٤وآ َ ُ
َ
אن َ َ ُ ٌم כَ ٌ
אر﴾ ا ِْ َ َ
زق، ِ
ات{ אن ه ،و} ِ َ ا أ ،و}ا ِ ي َ َ َ { ]} [١٤١٣ا ُ{
ََ
ل أ ج، ات{ِ ات .و ز أن כ ن } ِ َ ا رز ً א ٢٠أي أ ج
ََ
836 İBRÂHİM SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
ا إذا א، אو غآ ا و אو َ א{ ]ُ ْ ُ َ } [١٤١٥ ١٠
. و ا ع ،כ אر כ و ّة ا م و
. ان وا כ ان אر א אول ا ، אن ] [١٤١٧وا
ا َ ْ َ َ
אم ﴾
َ ِ ُ ِ ِّ َو َ ْ َ َ א ِ ﴿-٣٦ر ِّب ِإ ُ َأ ْ َ ْ َ כَ ِ ً ا ِ َ ا ِ
אس َ َ ْ َ ِ َ ِ َ
َ ِ َכ َ ُ ٌر َر ِ ٌ ﴾
838 İBRÂHİM SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
[1418] “Bu şehri” yani harem beldeyi “güvenli” yani güvenlikli “kıl.” Al-
lah, halîli İbrâhim Aleyhisselâm’ın orayla ilgili duasına icabet etmiş ve oranın
emniyetini artırmış, buraya çullanan bütün zalim ve azgınların üstesinden
gelmiştir! Şayet “Bakara suresinde geçen ب ا ْ َ ْ ا َ َ ً ا آ ِ ًא
ِّ ( َرBurayı güvenli
5 bir şehir kıl!’ [Bakara 2/126]) ifadesi ile bu âyetteki “Bu şehri güvenli kıl!” ifadesi
arasında ne fark vardır?” dersen şöyle derim: İlkinde İbrâhim Aleyhisselâm
orayı, halkı güven içinde yaşayan ve korkmayan şehirlerden biri kılmasını is-
temiş; ikincisinde ise onu içinde bulunduğu halinden kurtarmasını ve bu ha-
lin zıttı olan emniyet haline ulaştırmasını istemiştir; böylece “Burası korku-
10 lan, güvende olmayan bir beldedir; sen burayı emin kıl.” demiş olmaktadır.1
[1419] ِ ُ ْ ( َواbeni uzak tut) ifadesi ve ecnibnî şeklinde de okunmuştur
ْ
ki bu kelimede üç farklı lehçe söz konusudur. Cenebehu’ş-şerra (Onu şerden
uzak tuttu.) denildiği gibi, cennebehû ve ecnebehû da denilir. Hicazlılar şed-
de ile cennebenî şerrahû (Beni şerrinden uzak tuttu.); Necid’liler ise cenebenî
15 şerrahû ve ecnebehû derler. Âyette anlam, “Bizi, onlara kulluk etmekten ka-
çınma konusunda sabit ve daim eyle!” şeklindedir.
[1420] “Oğullarımı da” ifadesiyle sulbünden gelen evlatlarını, yani nes-
lini kastetmiştir.
[1421] İbn ‘Uyeyne’ye “Araplar puta tapmaya nasıl başladılar?” diye so-
20 rulmuş, o da “İsmail Aleyhisselâm’ın evlatlarından hiçbiri puta tapmamış-
tır.” diyerek “Beni de ‘oğul’larımı da putlara tapmaktan uzak tut!” âyetini
delil göstermiş ve şunu eklemiştir: Onlar sadece her kavim için dikili olan
taşlar edinmişler ve ‘Bu taşlar Beytullah’ı temsil eder. Her nereye bunlardan
bir tane dikersek orası Beyt konumundadır.’ demişler, sonra da bu taşların
25 etrafında dönmeye başlamış ve bunları ed-duvâr (etrafında dönülen taş, zi-
yaret taşı) diye isimlendirmişlerdir. Bu sebeple, Kâbe için tavaf etmek ifade-
sinin kullanılması hoş karşılanmış, ‘dönmek’ ifadesi kullanılmamıştır.
[1422] “Onlar insanlardan birçoğunu tamamen yoldan çıkarmıştır.” Bu
yüzden beni ve evlatlarımı bundan koruman için sana sığınırım. Putları
30 “yoldan çıkarıcı” olarak nitelemesinin sebebi, insanların onlar sebebiyle
yoldan çıkmış olmalarıdır. Bu yüzden, sanki onlar yoldan çıkarmışlar gibi
ifade edilmiştir. Nitekim “Dünya onları aldattı, fitneye sürükledi.” ifadeleri
de böyledir; bu ifadelerde, “Onlar dünyaya aldandılar, onun yüzünden fit-
neye düştüler.” anlamı kastedilir.
1 “Bu şehri güvenli kıl.” duası edildiğinde, ortada şehir namına hiçbir şey yoktu; dolayısıyla mecazî bir kullanım
söz konusudur. Bakara 2/125-127’te ise aynı dua, hakikat anlamıyla “Burayı güvenli bir şehir yap.” şeklinde
nakledilmiştir. İlkinde, Allah’ın emîn beldesi sayılan Mekke’nin Peygamber ve arkadaşları için hiç de güvenli
olmadığına telmihte bulunularak bu yönde dua edilmektedir. / ed.
ا כ אف 839
אغ و א ، ام ،زاده ا أ ًא ،وכ אه כ ا ا { ] } [١٤١٨ا ا
،و ّ ، ا אت؛ ث « ،و { و ئ »وأ ]} [١٤١٩وا
. وأ ،وأ ه ،א ن: אز ا ؛ وأ
و أ אم؟ אل :א تا با :כ ا ] [١٤٢١و
ِ َ ِ
أ אب }وا ْ ُ ْ َو َ أ ْن َ ْ ُ َ ا َ ْ َ َ
אم{ إ א כא َ ً א ،وا א إ
،כא ا ا ا א א ، م ،א ا :ا אرة כ
ً
אل: ،و أن אل :אف א ا وار ،א و כا ورون
. ١٥دار א
[1423] “Artık bana” yani benim dinime “uyan;” benim gibi hanif ve
müslüman olan “bendendir.” benim bir parçamdır, çünkü bana çok yakın-
dır. Hazret-i Peygamber (s.a.)’in “Bizi aldatan bizden değildir!” [Ebû Dâvûd,
“Buyû‘”, 52] sözü de böyledir, yani “Müminlerin bir parçası değildir, zira
5 aldatmak müminlerin fiil ve nitelikleri arasında yer almaz.” anlamındadır.
“Bana karşı gelen kimse için de, şüphesiz Sen bağışlayıcısın, merhametli-
sin.” Eğer davranışı üzerinde düşünüp itaat sergilerse, onun bana yönelik
geçmişteki isyanını bağışlarsın. Bu ifadenin, “bana şirk dışındaki konularda
karşı gelen” anlamında olduğu da söylenmiştir.
10 37. “Ya Rabbi! Ben, neslimin bir kısmını Senin kutsal evinin ya-
nında çorak, ekinsiz bir vadiye yerleştirdim; (sözde değil, özde) gerçek
birer dindar olsunlar diye ya Rabbi! Sen de birtakım insanların gönül-
lerini onlara müştak olacak hale getir, onları çeşitli meyvelerle rızıklan-
dır. Belki şükrederler.”
15 [1424] “Neslimin bir kısmını” bazı evlatlarımı -ki İsmail Aleyhisselâm ve
ondan çoğalan evlatlarıdır- “çorak, ekinsiz” en ufak bir ekinin bile bulun-
madığı “bir vadiye” Mekke vadisine [yerleştirdim.] ( َ ِ ِذي َز ْر ٍعekinsiz) ifadesi
ْ
ذي ِ َ ٍج א ( آ ًאHiçbir eğriliği bulunmayan Arapça bir Kur’ân ola-
َ
rak… [Zümer 39/28]) ifadesindeki ذي ِ َ ٍج gibidir. Allah’ın evine muhar-
َ
20 rem denilmesinin sebebi, Allah’ın oraya saldırmayı, oranın saygınlığını ihlal
etmeyi haram kılmış olması, çevresini de kendisi gibi haram kabul etmesi
sebebiyledir. Bu da onun konumu sebebiyle ya da öteden beri her türlü zor-
baya heybet salan zorlu, korunmuş bir yerde olması sebebiyledir. Bu sebep-
le orası, tıpkı uzak durulması gereken haram bir şey gibi ya da saygınlığını
25 ihlal etmenin helal olmadığı muhterem, çok saygın bir mekân gibidir. Bu
yüzden ‘haram belde’ olarak anılmıştır. Ya da tufandan korunduğu için bu
ismi almıştır. Nitekim tufandan âzade olduğu, tufan esnasında sular orayı
basmadığı için ‘atîk (âzade) ismini de almıştır.
[1425] َة ( ِ ِ ُ ا اgerçek birer dindar olsunlar diye) ifadesindeki Lâm,
ُ
30
ُ ْ ( أَ ْ َכyerleştirdim) fiili ile ilişkili olup anlam şöyledir: Onları her türlü
rızık ve faydadan uzak, bu çorak, bomboş vadiye yerleştirmemin tek se-
bebi, haram evinin yanında namazı dosdoğru kılmaları ve seni zikrederek,
sana kulluk ederek o beyti imar etmeleri, senin mescitlerinin ve sana kul-
luk edilen mabetlerin imar edileceği ibadetleri yapmaları, yani senin diğer
35 bütün topraklara üstün kıldığın bu şerefli toprakların bereketi ile mübarek
olmaları, senin değerli komşuluğunla saadet bulmaları, evinin yanı başında
daima kendilerini ibadete adayarak, onun çevresinde tavaf ederek, rükû ve
secde yaparak sana yakınlaşmaları, harem beldenin sakinlerine lütfettiğin
rahmetten istifade ederek yaşamalarıdır.
ا כ אف 841
כ. א כאن
842 İBRÂHİM SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
ة. ا
أ . .وأن כ ن
َ ْ ِ ي َ َ אرِ َ َ א ُ ِ ى ا َ ْ َ لِ
. ّى ع ، ي إذا أ ى ، ىإ ه .و ١٥
َ َ ا ِ ِ ْ َ ْ ٍء ِ ﴿-٣٨ر َא ِإ َכ َ ْ َ ُ َ א ُ ْ ِ َو َ א ُ ْ ِ ُ َو َ א َ ْ َ
َ
ض َو ِ ا َ אءِ﴾ ا َ ْر ِ
ا ْ כِ َ ِ ِإ ْ َ א ِ َ َو ِإ ْ َ َ
אق ِإن َر ِّ ََ ﴿-٣٩ا ْ َ ْ ُ ِ ِ ا ِ ي َو َ َ ِ ١٠
َ َ ِ ُ ا َ אءِ﴾
א } ِإ َכ َ َ א ُ ْ ِ ا إ ع وا ا ] [١٤٣٢ا اء ا כ ر د
ْ ُ َ
ّ ،ن א ا ب אوت ًא ا כ א ا َو َ א ُ ْ ِ ُ {
ً
א א ،وأ אوא ا אوא :أכ أ כ .وا
ك ،وإ א אء وا ا إ א א و א، א א א وأ ١٥أر
ك، א אرا إ
כ ،وا ً כ ،و ًא כ ،و د אرا
إ ً
ه، ي ا ر כ ،وכ א أ אد כ ،وو ً א إ אً وا
:أ ر ا כ.و ا و ، إ א ر
אرا
ً כ ا כ ،راد أن כ ه אل: ا כ إ א
أن א ،و כ ذا ا א ا א ا א ٢٠و
א. כ
846 İBRÂHİM SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
כ א؟ אل: إ
ء א. وא
1 Kur’ân kelimesi cins isim olduğundan, bir ayete de bir sureye de Kur’ân’ın tamamına da
kur’ân denilebildiği gibi, kur’ân kelimesi başka peygamberlere verilen kutsal kitaplar için de
kullanılabilmektedir. Örneği: “Allah Dâvûd’a indirdiği kur’ânı hafif tuttu (Buhari, 17. surenin
tefsiri, 6; Ahmed b. Hanbel, I, 314). Metindeki hadis de bu çerçevede bir kullanımdır. / ed.
ا כ אف 849
ِ ََ ِ ُ ا
אل :رب ، ا د אر و אء{ כאن َ ]} [١٤٣٧إِن َر ِّ
إ א א أכ כ ، ا א
:إ א אء؟ ا إ ا إ א א ها :א ] [١٤٣٩ن
אر اب أ אه ،و وب ز ً ا ،و ا ،כ כ: ا ا א ا א
﴿-٤١ر َא ا ْ ِ ْ ِ َو ِ َ ا ِ َ ي َو ِ ْ ُ ْ ِ ِ َ َ ْ َم َ ُ ُم ا ْ ِ َ ُ
אب﴾ َ
، ا ب ا ًא ، ذر ُذ ّر ِ { و ]} [١٤٤٠و ِ
ّ َ
אل
} َا َ َ ُ כ אر ،وذ כ ذر
ّ כ ن أ م ا وإ א
ُد ِ
ون ا { }وأَ ِ ُ ُכ و א َ ْ َن ِ אد ]} [١٤٤١و َ َ ْ د ِ
אء { أي
ُ َ َْ ْ َ َ ُ َ َ
.[٤٨ : ]
: م .و ،כא ُ م وا ا ا او .وا ُ ي« ٥و ئ »
ِ
אم ا א אر ،و ]َ ْ َ } [١٤٤٤م َ ُ ُم ا ْ َ ُ
אب{ أي
إ א ً א، ات .و ا آ ًא ،ورزق أ ا ،و د ًא
[1446] İbn Abbâs’tan [v. 68/688] nakledildiğine göre Tāif1 Filistin toprak-
larının bir parçası imiş. İbrâhim Aleyhisselâm “Ya Rabbi! Ben, neslimin bir
kısmını Senin kutsal evinin yanında çorak, ekinsiz bir vadiye yerleştirdim.”
[İbrâhim 14/37] deyince Allah Teâlâ o şehri yerinden kaldırıp Harem beldeye
5 (Mekke’ye) rızık sağladığı bugünkü yerine yerleştirmiş.
42-43. (Resulüm!) Sakın bu zalimlerin yapıp ettiklerinden Allah’ı
gafil sanmayasın! O, onları sadece, öyle bir güne ertelemektedir ki, baş-
larını bir noktaya dikerek; bakışları kendilerine dönmeyecek şekilde
sabit, gönülleri de (başka her türlü düşünceden uzak) bomboş bir vazi-
10 yette koştururlarken gözleri dehşetle belermiş olacaktır!..
[1447] Şayet “Yüce Allah yanılma ve gafletten münezzehtir, o halde Allah
Resûlü, insanların Allah’ı en iyi bileni olduğu halde, nasıl bu husustan ga-
fil olur da kendisine ‘Sakın Allah’ı gafil sanmayasın!’ denilmiş olur?” dersen
şöyle derim: (i) Bu ifade Hazret-i Peygamber (s.a.)’e hitap kabul edilirse, o
15 zaman yorumunda iki ihtimal söz konusudur: İlkine göre maksat, Hazret-i
Peygamber (s.a.)’in Allah’ın gafil olduğunu düşünmeme hali üzerinde sebat
etmesidir. Bu durumda bu ifade tıpkı “Sakın müşriklerden olma!” [En‘âm 6/14]
ve “O halde, Allah ile beraber bir başka tanrıya daha dua etme! Yoksa azaba
uğratılanlardan olursun.” [Şu‘arâ 26/213] âyetlerindeki gibi olmuş olur. Yine
20 buna benzer şekilde müminlere verilen “Ey iman edenler! Allah ve Resulüne,
O’nun, Resulüne indirmekte olduğu kitaba ve daha önce indirdiği kitaplara
iman edin.” [Nisâ 4/136] emrinde de bu durum söz konusudur. İkinci yoru-
ma göre Hazret-i Peygamber (s.a.)’in Allah’ın gafil olduğunu sanmamasının
emredilmesinden maksat, O’nun zalimlerin yaptıklarını biliyor olduğunu,
25 hiçbir şeyin O’na gizli kalmayacağını ve O’nun az-çok demeden onların bü-
tün fiillerini cezalandıracağını uyarı ve tehdit yoluyla bildirmektir. Nitekim
“Allah yaptıklarınızı bilmektedir!” [Bakara 2/283] âyetinde de böyle bir tehdit
maksadı söz konusudur. Ayrıca burada, “Allah’ın onlara, yaptıklarından gafil
birinin yapacağı muamele ile muamele edeceğini sakın sanmayasın. Aksine
30 Allah onlara, üzerlerinde gözcü olan, onları en küçük daneye, hatta onun
kabuğuna kadar her şeyden hesaba çekecek olan bir hesapçı muamelesi ya-
pacaktır.” mânasının kastedilmiş olması da mümkündür. (ii) Yok, Hazret-i
Peygamber (s.a.)’e değil de Allah’ın sıfatları konusundaki cehaletleri sebebiyle
O’nun gafil olduğunu düşünmesi mümkün olan kimselere hitap ise, o zaman
35 herhangi bir soru söz konusu olmaz. İbn ‘Uyeyne’nin “Bu ifade mazluma
teselli, zalime tehdittir.” dediği; “Peki, bu kimin görüşüdür?” diye sorulduğu
zaman kızdığı ve “Elbette bilen birinin görüşüdür!..” dediği nakledilmiştir.
1 Mekke’ye benzemeyen güzel, yeşil tabiatıyla Tāif. / ed.
ا כ אف 853
א ، أرض ا א אل :כא أ אس ا ] [١٤٤٦و
א و א אا ،[٣٧ :ر ]إ ا {ا أ כ }ر א إ אل إ ا
م. رز ً א
ِ ِ ا َْ َ ُ
אر﴾ َْ َ ُ ٥
لا Ṡ ر ،כ وا ا ا א : ] [١٤٤٧ن
}و َ َ ْ ُع َ َ ا ِ ِإ َ ً א
אمَ ،[١٤ : ]ا ِ َ ا ْ ُ ْ ِ ِכ َ { } َ َ َ ُכ َ א ً ،כ ١٠ا
ز ه אא ،وإن כאن وا ا א ،ا ا
ِ ِ ] [١٤٤٨و ئ »
ا َْ َ ُ
אر{ أي أ אر « א ن وا אء } َ ْ َ ُ
ل א ى. أ אכ א
ّ
ك אع أن :ا .و ا ا إ ]{ َ ِ ِ ْ ُ } [١٤٤٩
א } َ َ َ ِإ َ ِ َ ُ ُ { ف } ُ ْ ِ ِ ُر ُؤو ِ ِ { را إ ا ا
ْ ْ ْ ْ ْ ْ
ودة ن ،و כ ،أي ا أن إ ٥
اء ن : ام، ا ءا ي اء :ا ] [١٤٥٠ا
: اء .אل ز أ ً א: أة .و אل و ّة א ًא إذا כאن
ِ َ ا ْ َ אنِ ُ ْ ُ ُ ُه َ َ ُاء
َ َ ْ َ ُ َ ٌف َ ْ ٌ َ َ ُاء
ِ
،و אل أ אو ا }وأَ ْ َ ُ ُ ْ َ ُ
آء{ َ ا ] [١٤٥١و
. ل ف ة:
َא ِإ َ َأ َ ٍ َ
اب َ َ ُ لُ ا ِ َ َ َ ُ ا َر َא أ ِّ ْ אس َ ْ َم َ ْ ِ ِ ُ ا ْ َ َ ُ
﴿-٤٤و َأ ْ ِ ِر ا َ
َ
ِ ْ َز َوالٍ ﴾ َ ِ ٍ ُ ِ ْ َد ْ َ َ َכ َو َ ِ ِ ا ُ َ َأ َو َ ْ َ כُ ُ ا َأ ْ َ ْ ُ ْ ِ ْ َ ْ ُ َ א َכُ ْ ١٥
َ ْ َ َ ا َ ُ ْ ِ َ َو ْ ِ ِه ُر ُ َ ُ ِإن ا َ َ ِ ٌ ذُو ا ْ ِ َ ٍ
אم﴾ َ ﴿-٤٧
856 İBRÂHİM SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
[1452] اب ِْ ِ
ُ َ ْ ( َ ْ َم َ ِ ُ اKendilerine azap geldiği gün) ifadesi ( أ ْ ْرuyar)
fiilinin ikinci mef‘ûlüdür. Bu gün kıyamet günüdür. “Bizi yakın bir müd-
dete kadar geciktir.” ifadesi, “Bizi dünyaya geri gönder ve yakın bir süreye
kadar bize mühlet ver, kaçırdıklarımızı telafi edelim, davetine icabet edip
5 peygamberlerine tâbi olalım.” anlamındadır. Ya da “gün” ifadesi ile dün-
yada azap ile helâk edildikleri gün veya meleklerin kendilerine müjdesiz
(kara haberle) geldikleri ve ölüm sarhoşluğunun acısı içinde kıvranacakla-
rı ölüm günleri kastedilmiş de olabilir. Bu durumda Allah’tan kendilerine
yakın bir zamana kadar süre tanımasını istemiş olmaktadırlar. Bu mânada
10 ifade “Beni bir süre daha geciktirsen de (alacağım mükâfatı tasdik ederek)
tasaddukta bulunsam” [Münâfikūn 63/10] âyetine benzemektedir.
[1453] “Yemin etmez miydiniz!?” ifadesinin başında takdiri bir “denilir
ki” ifadesi vardır. Onların böyle yemin etmiş olmaları iki türlü değerlendiri-
lebilir. İlkine göre onlar şımarıklık ve küstahlıkla, kendilerini kaplamış olan
15 cehalet ve beyinsizlik hali içerisinde bunu söylemişlerdir. İkincisine göre ise
çok sağlam binalar yapıp hiç ölmeyecekmiş gibi uzun vadeli planlar yaptık-
ları için, lisan-ı hal ile adeta böyle söylemişlerdir. כ ( אSizin için asla [son/
ُْ َ
zeval] yoktur.) ifadesi kasemin/yeminin cevabıdır. Cevabın, [“kendileri için”
şeklinde değil de “sizin için” şeklinde] muhatap kipinde gelmiş olması, “yemin et-
20 mez miydiniz’?” ifadesinin bu kipte kullanılmış olmasından dolayıdır. Eğer
yemin eden kimselerin ifadeleri doğrudan nakledilecek olsaydı o zaman
“Bizim için zeval yoktur.” denilirdi. Anlam, “Dünyada bâkî kalacağınıza,
asla ölmeyeceğinize, fânî olmadığınıza dair yemin etmiştiniz.” şeklindedir.
Anlamın, “Bir başka diyara intikal etmeyeceğinize dair yemin etmiştiniz.”
25 şeklinde olduğu da söylenmiştir, yani kastedilen, onların dirilişi inkâr etme-
leridir. Nitekim Allah Teâlâ bu hususta “‘Ölen birini Allah asla diriltmez!’
diye olanca güçleriyle and içtiler.” [Nahl 16/38] buyurmuştur.
[1454] Bir yere yerleşmek, orayı mesken tutmak anlamında sekene’d-dâ-
ِ
r ve sekene fî-hâ ifadeleri kullanılır. ُ َ ُ ْ َאכ ِ ا ِ َ َ َ ا أ
a ِ ْ ( و َכKen-
ْ ُ َ ُْ َ َ
30 dilerine zulmedenlerin yerlerinde oturmuştunuz.) ifadesi de buna örnektir.
Zira es-süknâ (yerleşmek) kelimesi, -beklemek ve kalmak anlamındaki-
sükûn kökünden türemiştir. Bu kelimede aslolan da, nesnesini fî harf-i ceri
ile almasıdır. Sözgelimi karra fi’d-dâri (Yurda yerleşti.), ğaniye fî-hâ (Orada
zenginleşti.) ve ekāme fî-hâ (Orada ikamet etti.) denilir. Ancak bu kelime,
35 tasarrufta bulunulan özel bir kalma anlamına intikal edince değişikliğe uğ-
ramış ve tıpkı (“O beldeyi yurt edindi.” anlamındaki) tebevve’e’d-dâra ve
ûtıne’d-dâra ifadelerinde olduğu gibi [harf-i cersiz] sekene’d-dâra denilmiştir.
ا כ אف 857
ِْ
م ا א .و ر و ل אن ]َ ْ َ } [١٤٥٢م َ ِ ُ ا ْ َ َ ُ
اب{
ِ
אכ ِ ِ }و כ א א .و ] [١٤٥٤אل :כ ا ار و כ
َ َ َ َ َ ُْ
ّ ،وا ا ا כ نا ي َ َ ُ ا أَ ُ َ ُ { ّن ا כ ١٥ا ِ
ْ َ
כ ن אص إ א א ،و כ א وأ אم ا ار و ،כ כ:
ّ
א. أ א وأو : :כ ا ار כ א ف
858 İBRÂHİM SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
[1455] ُ ْ כ
ْ َ َ
ifadesinin [huzur ve sekinet anlamındaki] sükûn kökünden
türemiş olması da mümkündür. Bu durumda anlam şöyle olur: Kendile-
rinden öncekilerin zalim ve fasit gidişatlarını sürdürerek iyice yerleştiler,
içleri rahat bir şekilde mutmain oldular. Öncekilerin mâruz kaldığı ilahi
5 azaplardan, onların zulümlerinin akıbetinin nice olduğundan hiç söz etmez
oldular; onlardan ibret alıp da yaptıklarından vazgeçmediler.
[1456] “Onlara neler yaptığımız” onları nasıl helâk ettiğimiz, kendile-
rini nasıl cezalandırdığımız, haberlerle ve müşahede ile “size açıklanmıştı.”
Tebeyyene fiili Nun ile ve nubeyyinu le-küm (ve size açıklamıştık) şeklinde
10 de okunmuştur.
[1457] “Size ibretlik örnekler vermiştik” yani onların yaptıklarını ve on-
lara yapılanları size anlatmıştık. Bunlar öylesine sıra dışı örneklerdi ki, her
zalim için kullanılacak darb-ı meseller gibi idi.
[1458] “Onlar da tuzaklarını kurmuşlardı” yani bütün gayretlerini sarf
ederek hazırladıkları büyük tuzaklarını kurmuşlardı. ُ ( َو ِ ْ َ ا ِ َ ْכOysa
ْ ُ
15
}כ َ َ ا ُ
َ ،[٥١ : َא{ ] א } ِإ א َ َ ُ ُ ُر ُ َ ]َ َ ِ ْ ُ } [١٤٥٩و ْ ِ ِه ُر ُ َ ُ {
ات َو َ َ ُزوا ِ ِ ا ْ َ ا ِ ِ ا ْ َ ِ
אر﴾ َ َ ُ ض َ ْ َ ا َ ْر ِ
ض َوا َ ْ َ ﴿-٤٨م ُ َ لُ ا َ ْر ُ ١٠
﴿-٤٩و َ َ ى ا ْ ُ ْ ِ ِ َ َ ْ َ ِ ٍ ُ َ ِ َ ِ ا َ ْ َאدِ﴾
َ
אر﴾
ُو ُ َ ُ ُ ا ُ َ َ ﴿-٥٠ا ِ ُ ُ ْ ِ ْ َ ِ َ انٍ َو َ ْ َ
{ אء [٥٦ :و} ّ א َ א{ دا א } و دא
ُ ُ ً َْ َ
[١٦ : ] ]ا
862 İBRÂHİM SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
[1464] Şayet “Ayette nasıl ‘mutlak güce sahip’ ‘tek’ denilmiştir [Yani
“Hepsi Allah’ın huzurunda toplanır.” denilirken nasıl Allah’ın bu isimlerine yer verilmiş-
tir]?”dersen şöyle derim: Bu tıpkı “Kimin, bugün hükümdarlık?’ ‘Mutlak
güce sahip’ ‘tek’ Allah’ın!..” [Ğâfir 40/16] ifadesi gibidir; çünkü mülk her şeye
25 galip gelen ve kendisine galip gelinemeyen tek bir gücün elinde olduğunda,
artık hiç kimsenin ondan başka yardım dileyecek, sığınacak bir kapısı yok-
tur; bu da demektir ki durum olabilecek en zor ve şiddetli halini almıştır.
[1465] “Zincirlere vurulmuş” birbirlerine bağlanmış ya da şeytanlarla bağlan-
mış halde ya da elleri ve ayakları zincirlerle bağlanmış halde. ( ِ ا ْ َ ْ ِאدzincirlere)
30 ifadesi ya َ ِ َ ُ (bağlanmış halde) ifadesi ile ilişkilidir, yani “zincirlere bağlanırlar”
anlamındadır ya da bu ifade ile ilişkili değildir ve anlam, “Birbirlerine bağlanmış
ve zincirlenmiş haldedirler.” şeklindedir. ا ْ َ ْ ِאدbağlar, ipler demektir; zincir-
ler anlamına geldiği de söylenmiştir. Selâme b. Cendel’in şöyle bir beyti vardır:
ا כ אف 863
: د وأ ا ات أ .و א أرض و : א أ ا ًא .و وכ
ِ َ א ِ ٍ َو ِ َ ْ ِ َ ِ
אق ََ ِ َ אدا َو َز ْ ُ ا ْ َ ْ ِ َ ْ َ َ
، ا و ا כא ؤه د ا אر دأ ، ا
ا אر ،وכ כא אوت ا ا أن ا אوت . ا ،و ا
ذ ا ا ،כ אت وا א إ ا א א ره ،وכ ١٠
52. Bu, insanlara bir tebliğattır; tâ ki uyarılmış olsunlar, bir tek tan-
rı olduğunu bilsinler ve vicdan sahipleri düşünüp ders çıkarsın...
[1469] “Bu, insanlara bir tebliğattır” uyarı ve öğüt konusunda yeterli-
dir. “Bu”nunla “Sakın, Allah yolunda öldürülenleri ölü sanmayasın!..” [Âl-i
5 ‘İmrân 3/169] âyetinden “Allah son derece hızlı hesap görür.” [Âl-i ‘İmrân 3/199]
âyetine kadarki bölümde ifade edilmiş olan hususlar kastedilmektedir.1
“Uyarılmış olsunlar” ifadesi ise hazfedilmiş bir ifadeye atıftır, yani “öğüt
alsınlar ve uyarılmış olsunlar” şeklindedir. ِ ِ “bu tebliğat ile” anlamındadır.
( َو ِ ْ َ ُرواta ki uyarılsınlar) ifadesi Yâ’nın fethası ile ve li-yenzerû (bilsinler,
ُ
10 hazırlansınlar) şeklinde de okunmuştur ki bu durumda kelime bildi, ha-
zırlandı anlamındaki nezira bi-hîden türemiş olur. “Bir tek tanrı olduğunu
bilsinler.” Çünkü onlar kendilerine yapılan uyarıdan korktukları zaman, bu
korku onları gözlemleyip düşünmeye ve dolayısıyla tevhit inancına ulaşma-
ya sevk edecektir. Hem korku, bütün hayırların anasıdır.
15 [1470] Hazret-i Peygamber (s.a.)’in, “Her kim İbrâhim sûresini okursa
ona putlara tapanların ve tapmayanların sayısının on katı kadar sevap veri-
lir.” buyurduğu nakledilmiştir.
1 “Bu” ism-i işaretin, daha sonra Medine’de nazil olacak birtakım ayetlere işaret etmesi söz ko-
nusu değildir. “Bu” aslında İbrâhim suresindeki uyarıları ifade etmekle birlikte, daha genel
olarak o zamana kadar inzal edilmiş bulunan Kur’ân’a işaret ettiği de söylenebilir. / ed.
ا כ אف 867
ا ا ا
אت ا ْ כِ َ ِ
אب َو ُ ْ آنٍ ُ ِ ٍ ﴾ ِ َ
ْכ آ َ ُ ﴿-١ا
ا אت .وا כ אب ،وا آن رة ا א ]َ ْ ِ } [١٤٧١כ{ إ אرة إ ٥
﴿-٢ر َ َ א َ َ د ا ِ َ כَ َ ُ وا َ ْ כَ א ُ ا ُ ْ ِ ِ َ ﴾
ُ
﴿-٣ذ َْر ُ ْ َ ْ ُכ ُ ا َو َ َ َ ُ ا َو ُ ْ ِ ِ ُ ا َ َ ُ َ َ ْ َف َ ْ َ ُ َن﴾
وا »ور َ َ א« א
و»ر َ َ א«َ ،
ُ . و»ر َ א« א ] [١٤٧٢ئ ُ
»ر א« ُ
١٠
İşte, âyetteki mâna da; “Eğer onlar tek bir kez olsun Müslüman olmayı dile-
miş olsalardı, koşa koşa ona gelmeleri gerekirdi. Bir de, her an onu dilemiş
olduklarını düşünün!” şeklindedir.
[1474] َ ِ ِ ْ ُ َ ْ כא ُ اifadesi onların isteme hallerinin anlatımıdır. Üçün-
5 cü şahıs kipi ile ifade edilmesinin sebebi ise, onlardan aktarılan bir haber
olmasıdır. Bu tıpkı “Yapacağına dair Allah’a yemin etti.” ifadesi gibidir. Bu-
nun yerine “Yapacağım diye Allah’a yemin etti.” denilseydi ya da âyette
“Keşke Müslüman olsaydık” denilseydi, bu da güzel ve doğru olurdu. Şu
da söylenmiştir: O günün dehşeti onları öylesine korkutmuştur ki, şaşkın
10 ve donakalmış vaziyette öylece kalakalmışlar, ara sıra bu sarhoşluk halinden
ayılıp kendilerine geldiklerinde de bu temennide bulunmuşlardır; bu te-
menni halleri işte bu yüzden azaltma ifadesi ile nakledilmiştir.
[1475] “Bırak onları” yani bu kötülüklerden uzaklaşacaklarına dair
ümit besleme; onları bulundukları halden alıkoymayı, davranışlarından
15 nehyetmeyi, onlara nasihatte bulunmayı ve hatırlatmayı bırak, “yesinler,”
bu dünyalarıyla şehvetlerinin peşinde eğlensinler; uzun uzun ve konfor
üzere yaşama ve sonuçta da sadece hayır ile karşılaşma beklentisi, ümidi
onları oyalayıp dursun. Yaptıklarının kötü olduğunu “yakında öğrenecek-
ler!” Maksat, mahrumiyet ehli kimseler olduklarını, onlardan ancak bu
20 tür davranışlar beklenebileceğini, başka bir davranışın sādır olmayacağını,
onlara nasihat edip öğüt vermenin (şu an itibariyle) bir faydası olmadığı-
nı, onları bu davranışlardan ancak uyarıldıkları akıbeti müşahede etmenin
vazgeçirebileceğini, bundan önce öğüt almalarının hiçbir yolu olmadığını
ifade etmektir. İşbu sebeple, Allah Teâlâ peygamberine onları kendi halle-
25 rine bırakmasını, sonunda hiçbir şeye varmayacak olan bir çaba ile meşgul
olmamasını emretmiş, hatta onları kendi halleri ile başbaşa bırakma tavrını
iyice ileri götürmüş ve akıbette pişmanlıklarını artıracak şeyleri onlara em-
retmemesini söylemiştir.
[1476] Bu ifadede onlara karşı hüccetin artık bağlayıcılık noktasında
30 olduğu, mazeretlerinin kalmadığı anlamı ve mübalağalı bir uyarı tonu bu-
lunmaktadır. Yine, bu ifadede lezzetleri, nimetleri ve tūl-i emeli (yani is-
tikbale yönelik büyük beklentileri) tercih etme konusunda bir sakındırma
söz konusudur ki bunlar müminlerin ahlâk özelliklerinden değil, insanların
çoğunda bulunan kötü hasletlerdendir. Bazı âlimlerin “Dünyaya dalıp [ot-
35 laktan ayrılamayan bir] hayvan gibi bir türlü doymak bilmemek, helâk olan
kimselerin ahlâkındandır.” dedikleri nakledilmiştir.
4. Biz, hiçbir şehri bilinen bir yazgısı olmaksızın helâk etmedik.
ا כ אف 871
אر ا ي أن ة ،א م ة وا כא ا ّدون ا : ا وכ כ ا
ا ال ،وأن א ا אر وا لا و أ ،و ا
قا אכ . أ א ا غ :ا .و قا أ
﴿-٤و َ א َأ ْ َכْ َא ِ ْ َ ْ َ ٍ ِإ ّ َو َ َ א כِ َ ٌ
אب َ ْ ُ ٌم﴾ َ
872 HİCR SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
fatı olarak gelmiş bir cümledir. Kıyas (kural), sıfat ile mevsūfun arasına Vav
5 girmemesi şeklindedir; nitekim ون َ ( َو א أَ ْ َ ْכ א ِ ْ َ ْ َ ٍ ِإ َ א ُ ْ ِ ُرBiz, öğüt veren
bir uyarıcısı olmaksızın hiçbir şehri helâk etmemişizdir! [Şu‘arâ 26/208]) âye-
tinde böyle kullanılmıştır. Burada araya Vav girmesinin sebebi ise, sıfat ile
mevsūfun birlikteliğini vurgulamaktır. Aynı durum, hal ve zilhâl arasında
giren Vav’da da söz konusudur; nitekim [“Zeyd bana, üzerinde elbise olduğu halde
10 geldi.” anlamında] câ’enî Zeydün ‘aleyhi sevbun denildiği gibi câ’enî Zeydün ve
‘aleyhi sevbun da denilir.
[1478] “Bilinen” yazılı ve malum olan bir “yazgı” ki, Levh-i Mahfuz’a
yazılmış ve beyan edilmiş olan ecelidir. Nitekim “Hiçbir ümmet, kendi
süresinin ne önüne geçebiliyor ne de geri kalabiliyordu.” ifadesinde kitâb
15 (yazgı) yerine ecel kelimesi kullanılmıştır. ٍ ُ أkelimesinin fiili ilkinde mü-
ennes olarak gelirken ikincisinde müzekker gelmiştir. Bunun sebebi ise il-
kinde fiilin lafza, ikincisinde ise anlama atfedilmesidir. “Ne de geri kalabi-
liyordu” ifadesinde “ondan” ifadesi hazfedilmiştir, çünkü kastedilenin bu
olduğu malumdur.
20 6. Dediler ki: “Sen ey kendisine kitap indirilen! Cinlinin tekisin sen!..”
[1479] A‘meş [v. 148/765] yâ eyyühe’llezî ulkıye ‘aleyhi’z-zikru (Ey kendi-
sine kitap ilkā edilen) şeklinde okumuştur. Onların bu seslenmeleri ade-
ta alay gibidir. Benzer şekilde Firavun da “Size gönderilen peygamberiniz!
cinlinin teki!” [Şu‘arâ 26/27] demiştir. Yoksa nasıl hem ona kitap indirildiğini
25 kabul edip hem de onu cinli olarak nitelemiş olabilirler ki?! Arapların söz-
lerinde alay ve eğlence maksadıyla sözü tam tersi şekilde söylemek oldukça
yaygındır. Aynı kullanım Allah’ın kitabında da çeşitli yerlerde mevcuttur.
Sözgelimi “Can yakıcı bir azapla müjdele bunları.” [Âl-i ‘İmrân 3/21], “Sen,
aklı başında, ağırbaşlı birisindir!” [Hûd 11/87] âyetlerindeki kullanım böy-
30 ledir. Aynı kullanım Arapça dışındaki dillerde de sık sık görülür. Âyette
mâna, “Sen cinlenmiş kimselerin sözlerini söylüyor, hem de Allah’ın sana
kitap indirdiğini iddia ediyorsun!” şeklindedir.
7. “Getirsene bize melekleri, doğru söyleyenlerdensen!”
[1480] ْ َ (eğer) ifadesi Lâ ve Mâ ifadesiyle birleştiği zaman iki mâna ifa-
35 de eder. Bunlardan biri, bir şeyin varlığı sebebiyle diğer bir şeyin yokluğu,
ikincisi ise tahsis mânasıdır. Hel (mi?) soru edatı ise sadece Lâ ile birleşir ve
tahsis mânası ifade eder. Şair İbn Mukbil şöyle demiştir:
ا כ אف 873
َ ﴿-٥א َ ْ ِ ُ ِ ْ ُأ ٍ َأ َ َ َ א َو َ א َ ْ َ ْ ِ ُ َ
ون﴾
ِ
ا او ،وا אس أن وا אب{ ]َ [١٤٧٧
}و َ َ א כ َ ٌ
اء [٢٠٨ :وإ א ]ا ِ رِ َ { َ َ ٍ إ ّ َ َא א }و א أَ ْ َ ْכ َא ِ
َ َ אכ א
ْ
ز ا אل :אء ف ،כ א אل א قا כ
ب. و ب ،و אء ٥
. ا حو אا يכ أ م ،و ] [١٤٧٨כ אب } َ ْ ُ ٌم{ כ ب
أو
ّ ا כ א א ،وأ }م١ا َ ْ ِ ُ ِ ْ أُ ٍ أَ َ َ َ א{
َ ىإ أ
« ف» }و َ א َ ْ َ ِ ُ َ
ون{ و אلَ : وا ا ذכ א آ ا
ً
م.
﴿-٦و َא ُ ا َ َ َ א ا ِ ي ُ ِّ لَ َ َ ْ ِ ا ِّ ْכ ُ ِإ َכ َ َ ْ ُ ٌن﴾
َ ١٠
َ ْ َ ﴿-٧א َ ْ ِ َא ِא ْ َ َِכ ِ ِإ ْن ُכ ْ َ ِ َ ا א ِد ِ َ ﴾
أو: אن[٧ : ]ا أُ ِ َل ِإ َ ِ َ َ ٌכ َ ُכ َن َ َ ُ َ ِ ا{ }َْ א إ ارك ،כ
ً َ ْ
ا א אد ً א כ א כא א כ إن כ כ אب כ א א
א؟ ٥ا כ
ل ،و} ُ ِ ل ل ا אء ل» ،و ُ َ ُل« ] [١٤٨٢ئ » َ َ ُل«،
ِ
ات َوا ْ َ ْر َض َو َ א َ َ ُ َ א إ }و َ א َ َ ْ َא ا א ار و ا
ْ ََ َ
اب و اء، اب .و} ِإ َذا{ أو ا ا :ا و [٨٥ : ]ا ِא ْ َ ِّ {
1 Bu meşhur ayette; Yüce Allah’ın, Adem’den beri insanlığa gönderdiği mesajını (ez-zikr) sürekli ‘yenileye-
rek koruması’ndan söz edilmektedir. Yahudilikte olduğu gibi, “dinî sistemlerin asıl anlam ve ruhundan
kopartılıp, salt zahirleriyle, yani o dinin ana dilindeki statik lâfız ve kalıplarla, ayrıca bunların siyaseten
makbul heteredoks yorumlarıyla dondurulup, insanlığın ihtiyaçları ve kolektif akıl ve bilim doğrultu-
sunda yorumlanamaması, hayatın gerçekleri karşısında gözden geçirilmemesi, insanları emîn ve mutlu
yaşatma idealine sahip dinlerin “insanı adeta olduğu yere mıhlayan ağır bir yük”e (el-ısr) dönüşmesiyle
sonuçlanmıştır. Hicr 9’da açıklandığı üzere, Hak Teâla da evrensel öğüdünü (ez-zikr) insanlar bozduk-
ça yenilemiş; Âl-i ‘İmrân 50’de nakledildiği gibi, Îsâ Mesih’i göndererek Yahudilikteki bazı yasakları
hafifletmiş, Îsâ adına kurulan dinî sistemin çığırından çıkmasıyla da Hazret-i Muhammed’i gönde-
rerek mevcut dinî sistemlerin insana vurduğu prangaları kırıp atarak, zamanla sistemde açılan bütün
eksik ve gedikleri kapatacak hak dini, yani İslâmiyeti -yani Hakk’a teslimiyeti- tekrar ve gerçek haliyle
göndermiştir. Kur’ān-ı Kerim evrensel ilahî mesajın (emr ve zikr) Hazret-i Muhammed ve çevresinin
kültür süzgecinden geçirilerek sadece Arapların değil, onlar vasıtası ile bütün insanlığın idrak seviyesine
indirilmiş en mükemmel ve nihaî versiyonudur. Kadim kitapların ilkelerini onaylamakla kalmamış, bu
ilkeleri, sağlam aklî ve hissî delillerle, son derece anlaşılır bir üslûpla değerlendirip temellendirerek din
mensuplarının sapmış oldukları noktaları düzeltmiş, eski kutsal metinleri beyan etmiştir. Nitekim Nahl
44’te, “çeşitli zamanlarda insanlara indirilip de onlar tarafından bozulan, statikleştirilen, tahrif edilen
kutsal kitapların Kur’ân-ı Kerim tarafından açıklanması konu edilmektedir; yani Kur’ân hem müfessir
hem de müheymindir. Hâsılı, burada Kur’ân’ın korunması değil, kadim ilahi mesajın Kur’ân ile korun-
ması anlatılmaktadır. / ed.
ا כ אف 877
ِ
، ا وا כאر } ِإ א َ ْ ُ َ ْ َא ا ّ ْכ َ { ً
ردا כאن : .ن ٥
ِ َ ِ ا َو ِ َ ﴾ ﴿-١٠و َ َ ْ َأ ْر َ ْ َא ِ ْ َ ْ َ
ِכ ِ َ ١٠
1 Ayette; önünü ardını düşünmeden, hemen red ve istihza ile karşıladıkları bir güzellikten bir daha da
nasip alamamaları anlatılmaktadır; çünkü pozisyonlarını belirlemekte; insanlar nezdinde kâfir olarak
tanınmakta; başkalarını da inkâra sürüklemekte olunca geri adım atmaları neredeyse imkansızlaş-
maktadır. / ed.
ا כ אف 879
ُ ُ ِب ا ْ ُ ْ ِ ِ َ ﴾ ِכ َ ْ ُכُ ُ ِ
﴿-١٢כَ َ َ ٥
ُ ُ ا َو ِ َ ﴾ ُ ْ ِ ُ َن ِ ِ َو َ ْ َ َ ْ ﴿-١٣
. א و إذا أد ة ،وأ כ ا ا כ ] [١٤٨٦אل:
כا כ ه: כ ،و ذכ ا כ ،أي [ ]وا כ «، و ئ»
}כ َ ِ َכ َ ْ ُ ُכ ُ {.
َ אن ،أو ا אل ،أي
َ א ِء َ َ ا ِ ِ َ ْ ُ ُ َن﴾ ﴿-١٤و َ ْ َ َ ْ َא َ َ ْ ِ ْ َא ًא ِ َ ا
َ ١٥
َ َ ﴿-١٥א ُ ا ِإ َ א ُ ِّכ َ ْت َأ ْ َ ُ
אر َא َ ْ َ ْ ُ َ ْ ٌم َ ْ ُ ُر َ
ون﴾
880 HİCR SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
אء ا ون כ ا أر א כ ،أي :ا ] [١٤٨٩و
אر. כ ا إ ل ّن ذ כ نا أ ل ون .و אل :إ א،
ً
א ِء ُ ُ و ً א َو َز א א ِ א ِ ِ َ ﴾ َ ﴿-١٦و َ َ ْ َ َ ْ א ِ ا ١٠
ْ َ ََََْ ُ ِ َ ٌ
אب ُ ِ ٌ ﴾ َ ِ ا ْ َ َ َق ا ِ ﴿-١٨إ
﴿-١٩وا َ ْر َ
ض َ َ ْد َא َ א َو َأ ْ َ ْ َא ِ َ א َر َوا ِ َ َو َأ ْ َ ْ َא ِ َ א ِ ْ ُכ ِّ َ ْ ٍء َ
َ ْ ُزونٍ ﴾
אس :أ ا אء .و ا ا ] ِ َ } [١٤٩٠ا ْ َ َق{
َ
א ات، ث ا אو ات، ا ن כא ا
ِ
. ]ٌ َ } [١٤٩١
אب ِ ٌ { א
882 HİCR SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
א ،ن و א وا א ف ا ، ] َ َ } [١٤٩٣א ِ َ { אء
ئ .و ة ،أو إ اج ا אء اب ا ،وا א ا אء ٥
وإ א ،و ا زاق ،ز نّ ،ن ا و ز نأ ١٠
َ א ِء َ ًאء َ َ ْ َ ْ َ ُ
אכ ُ ُه َو َ א َأ ْ ُ ْ אح َ َ ا ِ َ َ َ ْ َ ْ َא ِ َ ا
﴿-٢٢و َأ ْر َ ْ َא ا ِّ َ َ
َ
َُ ِ َ ِ
אز ِ َ ﴾
884 HİCR SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
إ אء ، إذا אءت א :أ ّن ا ن ،أ ] َ َ } [١٤٩٦ا ِ َ {
.وا א :أن ا ا :ر אب א כ א
،כ א אل: ا
َا ِ ُ و َو ُ ْ َ ِ ٌ ِ א ُ ِ ُ ا
א }و َ أَ ْ ُ ْ َ ُ
אز { א َ אه כ אכ ُ ُه{]ُ َ ْ َ ْ َ َ } [١٤٩٨
ا אز ن אء، }وإ ِْن ِ ْ َ ٍء ِإ ِ َ َא َ َ ا ِ ُ ُ { כ אل:
َ أ
ْ
אدر : א ،و א أ ا אء وإ ا ا אدرون
. אرا
ر وإ ً ١٠د
﴿-٢٦و َ َ ْ َ َ ْ َא ا ِ ْ َ َ
אن ِ ْ َ ْ َ אلٍ ِ ْ َ َ ٍ َ ْ ُ نٍ ﴾ َ
ُ ِم﴾ ﴿-٢٧وا ْ َ אن َ َ ْ َ ُאه ِ ْ َ ْ ُ ِ ْ َ ِ
אر ا َ
خ ،وإذا و ا ي ا א אل :ا ] [١٥٠٣ا
ًא ،وإن ّا אر .א ا :إذا ١٠
و و .و أا إ : כ دم אس .و ]} [١٥٠٥وا אن{
אم. ا ا א ا אر ا ُ ِم{ ة } ِ ْ َאرِ ا ن« ،א » :وا
ّ
א ا א ّن. ا م ا אر ا أ ء م ها : ٢٠
888 HİCR SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
﴿-٣٧אلَ َ ِ َכ ِ َ ا ْ ُ ْ َ ِ َ ﴾ ١٠
َ ُ ْ ِ ا َ ْر ِ
ض َو ُ ْ ِ َ ُ ْ َأ ْ َ ِ َ ﴾ ُ َز ِّ َ َ ﴿-٣٩אلَ َر ِّب ِ َ א َأ ْ َ ْ َ ِ
ِ َא َد َك ِ ْ ُ ُ ا ْ ُ ْ َ ِ َ ﴾ ِ ﴿-٤٠إ
ُ ْ َ ِ ٌ﴾ َ ﴿-٤١אلَ َ َ ا ِ َ ٌ
اط َ َ
َ ِ ا َ َ َכ ِ َ ا ْ َ ِ
אو َ ﴾ َכ َ َ ْ ِ ْ ُ ْ َ ٌ
אن ِإ ِ ﴿-٤٢إن ِ َאدِي َ ْ َ َ ١٥
﴿-٤٣و ِإن َ َ َ َ َ ْ ِ ُ ُ ْ َأ ْ َ ِ َ ﴾
َ
َ َ ﴿-٤٤א َ ْ َ ُ َأ ْ َ ٍ
اب ِ כُ ِّ َ ٍ
אب ِ ْ ُ ْ ُ ْ ٌء َ ْ ُ ٌم﴾
א وأכ } َ ْ ُ ُ {، ]َ [١٥٠٦
}و ِإ ْذ َ َאل َر َכ{ واذכ و
،و }و َ َ ْ ُ ِ ِ ِ رو ِ { وأ
َ ا وح א .و א و
. א א خ ،وإ א ٢٠و
890 HİCR SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
. أ
אء ،أو إ أو ا ا إ } ِ ْ َ א{ را א .وا אد وا
כ. ا
א ا אس א [ ]أ ،إא ًا ما ب ] [١٥١١و
. أ אم ا כ ٢٠آ
892 HİCR SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
א ،و إراد وا و يء א כ ،وا כ אر ٥وا
}أَ ْ َ َ ِإ َ א ور ،כ دار ا אا ا ] ِ } [١٥١٤ا َ ْر ِض{
אل دم وا ا أ ر أو أراد أ اف[١٧٦ : ]ا ا ْ َ ْر ِض َوا َ َ َ ُاه{
َ
ا رض أ ر. و ده ا א אء، ا ةو ا ا כ
ة ا א א، אو ا ّن ا ّ و أ ١٥
َ َا ِ ِ َא َ ْ ِ َ ْ َ ْح ِ
[1516] “İşte “Bana varan” benim gözetmem gereken hak yol “budur.”
Yani “Benim kullarım üzerinde senin hiçbir gücün yoktur, sadece onları içe-
risinde sana tâbi olanlar, senin azdırmana uyanlar üzerinde gücün vardır.”
anlamındadır. َ َ ifadesi ‘aliyyün şeklinde de okunmuştur ki “yüce, şerefli”
5 mânasına gelir. “Onların” yani azgınlaşan kimselerin “tamamına vaat edilen
yer de şüphesiz [cehennemdir.]”
[1517] Söylendiğine göre “Cehennemin kapıları” onun tabakaları ve
katları anlamındadır. Bunların en üstte olanı tevhit ehli için, ikincisi Ya-
hudiler için, üçüncüsü Hıristiyanlar için, dördüncüsü Sābiîler için, beşin-
10 cisi Mecusîler için, altıncısı müşrikler için, yedincisi ise münafıklar içindir.
İbn Abbâs’ın [v. 68/688] “Cehennem rablık iddiasında bulunanlar için, Lezā
ateşe tapanlar için, Hutame putperestler için, Sekar Yahudiler için, Sa‘îr
Hıristiyanlar için, Cahîm Sābiîler için, Hâviye ise tevhid ehli içindir.” dediği
nakledilmiştir.1
15 [1518] ُ ْ ٌؤifadesi cüz’ün şeklinde okunduğu gibi cüzü’ün şeklinde de
okunmuştur. İbn Şihâb ez-Zührî [v. 124/742], şedde ile cüzzün okumuştur.
Zührî sanki bu okuyuşta Hemze’yi hazfedip harekesini Ze’ye nakletmiştir.
Tıpkı hab’ün kelimesinden habbün kelimesinin üretilmesi gibi. Sonra da tıp-
kı er-racüll ifadesinde olduğu gibi son harfinde şedde ile vakıf yapmıştır.
20 Ardında da vasıl halini vakıf hali yerine koymuştur.
45. Müttakîler ise şüphesiz cennetlerde, pınar başlarındadır.
46. “Selâmetle, güvenlik içinde girin oraya.” (buyrulmuştur.)
47. Gönüllerinde kin namına ne varsa söküp atmışızdır... Sedirler
üzerinde karşılıklı, kardeş kardeş otururlar.
25 48. Orada kendilerine hiç yorgunluk gelmez (meşakkat ve eziyet
çekmezler); oradan çıkarılacak da değillerdir.
[1519] Müttakî genel anlamda, “kendisine yasaklanan ve sakınması
gereken şeylerden sakınan kimse” anlamına gelir. İbn Abbâs’ın [v. 68/688]
“Müttakîler küfür ve fuhşiyattan sakınmışlardır. Başka günahları vardır, fa-
30 kat namazları ve diğer ibadetler o günahlar için kefaret olmuştur.” dediği
nakledilmiştir.
1 Bunlar uhrevî azabı ifade eden Kur’ân kavramları olup, Cehennem “uçsuz bucaksız azap
vadisi”, Lezā “halis alev”, Hutame “kırıp geçiren”, Sekar “kavurucu ateş”, Sa‘îr “çılgın ateş”,
Cahîm “yakıcı ateş”, Hâviye “uçurum” anlamındadır. / ed.
ا כ אف 895
س ،وا אدس ،وا א א אرى ،وا ا د ،وا א ٥
אت َو ُ ُ نٍ ﴾
َ ٍ ِ ﴿-٤٥إن ا ْ ُ ِ َ ِ
﴿-٤٦ا ُْد ُ ُ َ א ِ َ َ ٍم آ ِ ِ َ ﴾
ُ ُ ٍر ُ َ َ א ِ ِ َ ﴾ ور ِ ْ ِ ْ ِ ٍّ ِإ ْ َ ا ًא َ َ
ُ ُ ِ ﴿-٤٧و َ َ ْ َא َ א ِ
َ
َ َ ُ ْ ِ َ א َ َ ٌ َو א ُ ْ ِ ْ א ِ ُ ْ َ ِ َ ﴾ ﴿-٤٨ ١٥
א. و
896 HİCR SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
،أي إن כאن و ا ، ا ا כא :ا ] [١٥٢١ا
، ا ا ر אت وا א أن ا אه : ّأم כ؟! و
َ ِ ْ ِّ َ ﴿-٤٩אدِي َأ ِّ َأ َא ا ْ َ ُ ُر ا ِ ُ ﴾
اب ا َ ِ ُ ﴾
ُ َ اْ َ َ ُ ﴿-٥٠و َأن َ َ ا ِ
َ
﴿-٥١و َ ِّ ْ ُ ْ َ ْ َ ْ ِ ِإ ْ ا ِ َ ﴾
َ ١٥
َ َ َأ ْن َ ِ َ ا ْ כِ َ ُ َ ِ َ ُ َ ِّ ُ َ
ون﴾ َ ﴿-٥٤אلَ َأ َ ْ ُ ُ ِ
َ כُ ْ ِ َ ا ْ َ א ِ ِ َ ﴾ َ ﴿-٥٥א ُ ا َ ْ َ َ
אك ِא ْ َ ِّ َ
898 HİCR SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
َ ﴿-٥٦אلَ َو َ ْ َ ْ َ ُ ِ ْ َر ْ َ ِ َر ِّ ِ ِإ ا א َن﴾
أو ا אء « » : .و أ ا و إذن و ا د
. أو ، وا «، ا «» ،و א إذا أ א .و ئ » ١٠
אل :ي ،כ ا א د א אا ]َ ُ ّ َ ُ َ ِ َ } [١٥٢٧
ون{ ١٥
ء ي ا אدة ر א و أو أراد أ כ و أ
1 Nûn-i ‘imâd -diğer adıyla nûn-i vikāye- mütekellim Yâ’sından önce gelen Nun’dur. / çev.
ا כ אف 901
﴿-٥٧אلَ َ א َ ْ ُ כُ ْ َأ َ א ا ْ ُ ْ َ ُ َن﴾
َ ْ ٍم ُ ْ ِ ِ َ ﴾ َ ﴿-٥٨א ُ ا ِإ א ُأ ْر ِ ْ َא ِإ َ
Sanki “Bir tek Lût ailesi dışında tümü suç işlemiş, mücrim olmuş bir toplulu-
ğa…” denilmiş olmaktadır. Bu durumda ifade, َ ِ ِ ْ ْ َ א َو َ ْ א ِ א َ َ ٍ ِ َ ا
ُ ْ َْ
(“Orada bir evden başka (emrimize) teslimiyet gösteren bulamamıştık.” [Zâriyât
51/36]) ifadesi gibi olur. “Peki, bu iki farklı istisna ihtimalinde anlam da fark-
5 lılaşır mı?” dersen şöyle derim: Evet. Zira buradaki istisnanın munkatı kabul
edilmesi durumunda Lût ailesi, kendilerine (azap) gönderilenler hükmünün
dışında kalmakta; melekler hususi olarak mücrim kavme gönderilmiş, Lût ai-
lesine hiçbir şekilde gönderilmemiş olmaktadır. Bu durumda ‘mücrim kavme
gönderme’nin mânası, tıpkı taş ya da oku hedefe göndermek gibi olup onlara
10 azap göndermek ya da onları helâk etmek kastedilmiş, sanki “Biz mücrim bir
kavmi helâk ettik, fakat Lût ailesinin kurtardık.” denilmiş olur. Buradaki istis-
nanın muttasıl istisna kabul edilmesi durumunda ise gönderme hükmünün
kapsamına Lût ailesi de dâhil olur ve melekler hepsine birlikte gönderilmiş, fa-
kat mücrimleri helâk etmek; Lût ailesini ise kurtarmak üzere gönderilmiş olur.
15 Bu durumda, gönderme fiili ilk ihtimaldeki gibi helâk ve azaba mahsus olmaz.
“Peki, ‘Onları kurtaracağız elbet.’ ifadesi bu iki farklı ihtimale göre neye taalluk
eder?” dersen şöyle derim: Eğer istisna munkatı kabul edilirse, o zaman bu
ifade Lût ailesi ile ilişkili olma konusunda lâkinne (fakat) ifadesi gibi kullanılmış
olur. Zira bu durumda anlam, “Fakat Lût ailesi kurtarılmıştır.” şeklinde olur.
20 Eğer istisna muttasıl olursa, o zaman bu ifade yeni bir cümle olur. Sanki İbrâ-
him Aleyhisselâm onlara, “Peki, Lût ailesinin hali ne olacak?” diye sormuş, onlar
da “Onları kurtaracağız elbet.” demiş olurlar.
[1532] Şayet “Karısı müstesna’ ifadesi ne’den istisnadır; yoksa bu, istisna
edilen şeyden ikinci bir kez yapılan bir istisna mıdır?” dersen şöyle derim:
Bu, ُ َ َ ( ِإ אOnları kurtaracağız elbet) ifadesindeki mecrur zamirden is-
25
ْ ُ
tisnadır, önceki istisna ile alakası yoktur; çünkü istisna edilen şeyden ikinci
kez istisnada bulunmak, ancak her iki şey arasında hüküm ortaklığı söz konu-
su olduğunda mümkün olur. Sözgelimi ehleknâhum illâ âle Lût ille’mraetehû
(onları helâk ettik, ama Lût ailesi müstesna, ama karısı müstesna) denilmiş
30 olsaydı böyle olurdu. Mesela karısını boşayan kimse enti tālikun selâsen ille’sne-
teyni illâ vâhideten (“Sen üç talâkla boşsun; ikisi hariç, ondan da biri hariç.”
derse ya da borcunu ikrar eden kimse li-fülânin ‘aleyye ‘aşratü derâhime illâ
selâseten illâ dirhemen (Falancanın bende on dirhem alacağı var; üç dirhem
istisna, ondan da bir dirhem istisna.) derse bu mümkün olur. Oysa âyette iki
35 şey hakkında farklı hükümler söz konusudur; çünkü “Lût ailesi müstesna”
ifadesi ya “gönderdik” ifadesiyle ya da “mücrimler” ifadesiyle ilişkilidir. “Ka-
rısı müstesna” ifadesi ise “Şüphesiz, onları kurtaracağız” ifadesi ile ilişkilidir.
Durum bu iken bu ifade nasıl istisnadan istisna sayılabilir ki?!
ا כ אف 903
آل ط اإ ،و א ا ما اإ أر أ ا ر אل ،و
. ا إ أو ا ،כ ر אل ا ا ما إ إر א ٥أ ً .و
ّ
،و כ آل ًא :إא أ כא ك ،כ وا ا أ
ُ {
ْ } ِإ א َ ُ َ : ا ّول .ن ا כ א ك وا ا
אل ل ا » כ ّ« ى ى אء ا :إذا ا ؟ ا ١٠
ن : ل ا ة .و وا ،إ ا ًא ،إ א :أ ا
ّ ّ
ّن ا כ אن، ا ا ّא در א. ،إ ة درا ،إ
[1533] ُ
ْ َ ُ َ (Onları kurtaracağız elbet) ifadesi hafifletilerek de ağır-
laştırılarak da okunmuştur (le-müncûhum / le-müneccûhum).
[1534] Şayet “ َ ِ ِ ( َ ْر َא ِإ َ א َ ِ َ ا ْ َאOnun hakkında ‘O mutlaka geride
kalıp da helâk olanlar arasında bulunacak.’ diye takdir etmiştik.) ifadesin-
5 de yer alan takdir etme fiili neden amelsiz bırakılmıştır.1 Oysa muallakta
bırakılmak sadece ef‘âl-i kulûb2 denilen fiillere özgüdür?” dersen şöyle de-
rim: Buradaki takdîr bilme mânası ihtiva ettiği için böyle kullanılmıştır.
Bu sebeple, âlimler Allah’ın kulların amellerini takdir etmesini, onları bil-
mesi olarak tefsir etmişlerdir. “Peki, neden melekler takdîr fiilini -ki bu fiil
10 sadece Allah’a aittir- kendilerine atfetmişlerdir, neden ‘Allah takdir etti.’
dememişlerdir?” dersen şöyle derim: Bunun sebebi onların başka hiç kim-
senin sahip olmadığı ölçüde Allah nezdinde yakınlık ve hususiyete sahip
olmalarıdır. Nitekim kralın çok hususi yakınları “Şöyle şöyle düzenleme
yaptık, şunu emrettik.” gibi ifadeler kullanırlar, oysa düzenlemeyi yapan ve
15 emirleri veren onlar değil, kraldır. Onlar ise böyle söyleyerek kralın yanın-
daki hususi konumlarını göstermek, kraldan ayrı olmadıklarını ifade etmek
isterler. Bu ifade tahfif ile kadernâ şeklinde de okunmuştur.
61. Elçiler Lût’un ehlinin yanına gelince;
62. Lût: “Doğrusu siz, insanı yadırgatan acayip bir topluluksunuz!” dedi.
20 63. Dediler ki: “Biz asıl, onların şüphe edip durdukları şeyi getirdik;”
64. “Sana kesin bir bilgi ile geldik. Şüphesiz biz doğru kimseleriz.”
65. “Dolayısıyla, gecenin bir diliminde ehlini yola çıkar, sen de ar-
kalarından onları izle. Hiçbiriniz geriye bakmasın. Doğruca size emre-
dilen yere gidin!”
25 66. Ve ona şu durumu, yani ‘sabaha karşı bunların kökünün kazı-
nacağı’nı bildirdik.
[1535] “İnsanı yadırgatan, acayip bir topluluk” yani gönlüm, içim
sizi yadırgadı, sizden hoşlanmadı; başıma kötü bir iş açmanızdan kor-
kuyorum. Nitekim “Biz asıl, onların şüphe edip durdukları şeyi ge-
30 tirdik.” ifadesi buna delâlet etmektedir, yani “Biz sana yadırgamana
sebep olan şeyi değil, aksine seni sevindirecek, düşmanlarına karşı sad-
rına şifa olacak olan şeyi, yani inişini haber verip kavmini uyardığın,
1 Yani neden ennehâ yerine innehâ buyrulmuştur. / ed.
2 Ef‘âl-i Kulûb adı verilen fiiller; bilmek, şüphe duymak, emin olmak, bulmak, zannetmek gibi bilgi ile
ilgili olan, anlamları kalpte (zihinde) kaim olan fiiller olup, bunların özelliği mübteda ve haberden mü-
teşekkil bir cümlenin başına gelip, hem mübtedayı hem haberi nasp etmeleri, yani anlam olarak ikisini
de mef‘ûl edinmeleri, fakat lafzan mef‘ûl almamalarıdır. / çev.
ا כ אف 905
َ ﴿-٦٢אلَ ِإ כُ ْ َ ْ ٌم ُ ْ َכ ُ َ
ون﴾ ١٠
﴿-٦٤و َأ َ ْ َ َ
אك ِא ْ َ ِّ َو ِإ א َ َ א ِد ُ َن﴾ َ
َ ْ َ ِ ْ ِ ْ כُ ْ َأ َ ٌ َ ْ َ ِ ِ ْ َ َ ﴿-٦٥
ِכ ِ ِ ْ ٍ ِ َ ا ْ ِ َوا ِ ْ َأ ْد َ َ
אر ُ ْ َو
ون﴾
َوا ْ ُ ا َ ْ ُ ُ ْ َ ُ َ
،
ّ
אف أن כ ، و ون{ أي כ כ ]ِ ُ } [١٥٣٥כ ُ َ
אك א ، אك א כ א אك ِ َ א َכא ُ ا ِ ِ َ ْ َ ُ َ
ون{ ،أي א }َ ْ
fakat onların senden şüphe edip yalanlamalarına sebep olan azabı getirdik.”
demişlerdir. “Kesin bir bilgi ile” yani onlara azap edileceğine dair kesin bir
bilgi ile geldik. “Şüphesiz biz” onlara azap geleceğine dair haber konusunda
“doğru söylüyoruz.”
5 [1536] ِ ْ َ َ (Geceleyin yola çıkar.) ifadesi Hemze’nin bitiştirilmesi ile
(fe’sri şeklinde) okunduğu gibi, ayrıştırılması ile (fe-esri şeklinde) de okun-
muştur ki ilki [sülâsî] serâdan, ikincisi [if‘âl] esrâdan türemiştir. el-İklîd mü-
ellifi [Ebu’l-Feth el-Hemedânî] bu kelimenin es-seyr kökünden fe-sir (yürü, git)
şeklindeki bir okunuşunu rivayet etmiştir.
10 [1537] el-Kıt‘u “gecenin son vaktinde” anlamına gelir. Şair şöyle demiştir:
Hatun! Kapıyı aç da yıldızlara bak, düşün;
üzerimizden zifiri karanlık kaç gece vakti geçti?!
Bu ifade ile “gecenin uzun bir bölümü geçtikten sonra” mânasının kas-
tedildiği de söylenmiştir.
15 [1538] Şayet “Ona ‘arkalarından onları izlemesinin’; onlara da ‘geri dö-
nüp bakmamalarının’ emredilmesinin mânası nedir?1” dersen şöyle derim:
Allah Teâlâ onun kavmi aleyhine ettiği bedduaya icabet etmiş, böylece helâ-
ki onun kavmine göndermiş, onu ve ailesini kurtarmıştı. Bundan sonra
da o kavmini terk edip şehirden ayrılmıştı. Bu durumda bütün çabasını
20 Allah’a şükredip O’nu zikretmeye sarf etmesi, aklının fikrinin bunda olması
başka bir şeye aklının takılmaması gerekiyordu. Bu sebeple Allah Teâlâ ona
ailesini önceden göndermesini, onlardan ve hallerinden haberdar olma-
sını emretmiş, böylece kalbinin geride bıraktıklarıyla meşgul olmamasını
istemiştir. Onların da bu dehşet ve korku anında dönüp dönüp artlarına
25 bakmamalarını ya da başka bir sebeple ayaklarının sürçmemesini, içlerin-
den herhangi birinin başka bir maksatla geri dönüp de azaba mâruz kal-
mamasını emretmiştir. Yine, onun gidişinin, ‘ceylan’[a benzeyen kadın]larının
önünde giden, onları hızla alıp kaçıran bir kimsenin gidişi gibi olmaması
için böyle emretmiş; onlara da kavimlerinin başına gelen azabı görüp de
30 kalpleri şefkat duymasın, gönülleri yurtlarını terk etmeye, vatanlarından
ayrılmaya alışsın diye arkalarına bakmamalarını emretmiş; böylece, onların
vatanından ayrılmaktan üzüntü duyan, sürekli boynunu çevirip arkalarına
bakan kimseler gibi olmadan adımlarını ileri doğru atmalarını istemiştir.
Nitekim şair şöyle demiştir:
1 ‘Geceleyin oradan uzaklaşın.’ demekle yetinilebilirdi / ed.
ا כ אف 907
. و
}َُْ ُ َ
ون. ا כ ،وכ כ ا ن} َ ُ{
ْ
فا ا ٥ا
اءة ا ء .و אل :إ ّن دا ، ذכ ا א אل :أ כن א ً
آ ن ، :آ ء« .ودا د» :و א إ ّن دا ١٠
. أ
﴿-٦٧و َ َאء َأ ْ ُ ا ْ َ ِ َ ِ َ ْ َ ْ ِ ُ َ
ون﴾ َ
َ ﴿-٧١אلَ َ ُ ِء َ َא ِ ِإ ْن ُכ ْ ُ ْ َ א ِ ِ َ ﴾
ْ َ ُ ُ ْ ِ ِ َ﴾ ُ ُ ْ َ َ َ َ ﴿-٧٣ا
910 HİCR SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
َ ْ َ َ َ ﴿-٧٤א َ א ِ َ َ א َ א ِ َ َ א َو َأ ْ َ ْ َא َ َ ْ ِ ْ ِ َ َ
אر ًة ِ ْ ِ ِّ ٍ ﴾
אت ِ ْ ُ َ َ ِّ ِ َ ﴾
َ ٍ ِ ﴿-٧٥إن ِ َذ َ
ِכ
﴿-٧٦و ِإ َ א َ ِ َ ِ ٍ ُ ِ ٍ ﴾
َ
ِכ َ َ ً ِ ْ ُ ْ ِ ِ َ ﴾
ِ ﴿-٧٧إن ِ ذ َ
כ. א
ك م: ا ط כ ا إرادة ا ل ،أي א ]َ ْ َ َ } [١٥٤٦ك{
ُ
ا ي ا و أذ ا } ِإ ُ َ ِ َ ْכ ِ ِ { أي ا
َ ْ ْ
إ ا אت } َ ْ َ ُ َن{ كا ، و ا اب ا ي
لا כ ،و :ا אب نإ כو ن ون ،כ
. כا אة أ א و אأ ،Ṡ ٥وأ أ
אب ا َ ْ َכ ِ َ َ א ِ ِ َ ﴾
אن َأ ْ َ ُ
﴿-٧٨و ِإ ْن כَ َ
َ
َ ﴿-٧٩א ْ َ َ ْ َא ِ ْ ُ ْ َو ِإ ُ َ א َ ِ ِ َ ٍ
אم ُ ِ ٍ ﴾ ٢٠
914 HİCR SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
﴿-٨٠و َ َ ْ כَ َب َأ ْ َ ُ
אب ا ْ ِ ْ ِ ا ْ ُ ْ َ ِ َ ﴾ َ
َ ﴿-٨١وآ َ ْ َא ُ ْ آ א ِ َא َ כא ُ ا َ ْ َ א ُ ْ ِ ِ َ ﴾
﴿-٨٢وכَ א ُ ا َ ْ ِ ُ َن ِ َ ا ْ ِ َאلِ ُ ُ ً א آ ِ ِ َ ﴾
َ
ْ َ ُ ُ ْ ِ ِ َ﴾ ُ ُ ْ َ َ َ َ ﴿-٨٣ا
א . وأ
ا אل א » ا Ṡ ا رא א : ] [١٥٥٤و ١٥
ِ َ ٌ َא ْ َ ِ ا ْ َ ا ْ َ ِ َ ﴾
و ًא .أو א وا כ ، ًא א ًא ِא ْ َ ِّ { إ ]ِ } [١٥٥٦إ
אل. ا اء אف م ا ل وا ا
ِ ﴿-٨٦إن َر َכ ُ َ ا ْ َ ُق ا ْ َ ِ ُ ﴾
آن ا ْ َ ِ َ ﴾ ﴿-٨٧و َ َ ْ آ َ ْ َ َ
אك َ ْ ً א ِ َ ا ْ َ َא ِ َوا ْ ُ ْ َ َ
ال ،وا ا رو .أو ا א آ אت و ] ً َ } [١٥٦٠א{
ْ
ة ،و כ رة وا כ א :ا אل و اءة، ا א
و א ،أو آل : .و رة .و ا א
אع. ٥ا
َ َא َ َכ ِ ْ ُ ْ ِ ِ َ ﴾
920 HİCR SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
﴿-٨٩و ُ ْ ِإ ِّ َأ َא ا ِ ُ ا ْ ُ ِ ُ ﴾
َ
ّ }إ َ א َ ْ َא ِ ِ أَ ْز َوا ً א ح را ك ] [١٥٦٣أي:
:Ṡ :ل ا א ؟ و :כ ا כ אر .ن ّ ْ ُ { أ א ًא
ْ
،و ة إ א وإن כ ا ا ا أو
: ا א .و אع ا כإ ن ،و כ أن ؛ ٥ا آن ا
ا آن أى أن أ ً ا أو כ » أ ّ א آن« ،و א »
ا«. ًא و א أو ، אأ ا أو
ً
، وا د ا ى وأذر אت: :وا ] [١٥٦٤و
ه כא ن: אل ا ، و א ا وا وا א أ اع ا
כ أ : و ا ا ،אل א א ّ א א ،و ال א ١٠ا
. ا ها ا آ אت
﴿-٩٠כَ َ א َأ ْ َ ْ َא َ َ ا ْ ُ ْ َ ِ ِ َ ﴾
﴿-٩١ا ِ َ َ َ ُ ا ا آن ِ ِ َ ﴾
böylece onu hak ve bâtıl diye kısımlara ayırmışlar, onu parçalamışlardır. On-
ların Kur’ân ile alay ettikleri ve içlerinden kiminin “Bakara sûresi benimdir.”
dediği, bir başkasının “Âl-i İmrân sûresi benimdir.” dediği de söylenmiştir.
Ayrıca buradaki kur’ân kelimesi ile okudukları kendi kitaplarının kastedilmiş
5 olması da mümkündür.1 Zira onlar kendi kitaplarını tahrif ederek kısımla-
ra ayırmışlardır. Yahudiler Tevrat’ın bir kısmını kabul ederken bir kısmını
yalanlamakta; Hıristiyanlar da İncillerin bazılarını kabul edip bazılarını ya-
lanlamaktadır. Bu durumda âyet kavminin Kur’ân karşısında yaptıklarından,
onu yalanlamalarından, onun için “sihir, şiir, masal” demelerinden ve diğer
10 kâfirlerin de kendilerine gönderilen ilahî kitaplara buna benzer muamelede
bulunmalarından dolayı, Hazret-i Peygamber (s.a.)’e bir teselli manevi des-
tek ifade etmektedir. İkinci yoruma göre ise ifade [89. Âyetteki] “‘Ben sadece,
apaçık bir uyarıcıyım.’ de!” ifadesi ile ilişkili olup anlam, “Kureyş’i, parçalara
ayıranların, yani Yahudilerin başına indirdiğimiz azap ile uyar.” şeklindedir
15 ki Yahudilerin başına inen azap da Kurayza ve Nadīr oğulları Yahudilerinin
başına gelenlerdir. Bu ifadede, olması beklenen şey olmuş gibi değerlendi-
rilmiştir ki bu da Kur’ân i‘câzının bir parçasıdır; çünkü olacak olanın haber
verilmesidir ve tam da haber verildiği gibi olmuştur.
[1567] Ayrıca “Kur’ân’ı parçalara ayıranlar” ifadesinin (89. âyetteki)
20 “Ben sadece, apaçık bir uyarıcıyım.” ifadesindeki “uyarıcı” kelimesi ile
mansup olması, yani anlamın “Kur’ân’ı sihir, şiir, masal gibi parçalara ay-
rılan kimseleri, daha önce o parçalayıcılara indirmiş olduğumuz azabın bir
benzeri ile uyar.” şeklinde olması da mümkündür. Bu parçalara ayrılanlar-
dan maksat, Hac mevsiminde gruplara ayrılıp Mekke’nin girişlerini tutan
25 ve gelenlerin Hazret-i Peygamber (s.a.)’e inanmamaları için çalışan, onla-
rı imandan nefret ettiren 12 kişidir. Onlardan kimi, “Aramızdan ayrılan /
inancımızı terkeden kişiye aldanmayın, çünkü o büyücüdür!” derken kimi
“O yalancıdır.”, bir başkası ise “O şairdir.” demekte idi. Allah Teâlâ da bu
kimselerden olan Velîd b. Muğîre, ‘Âs b. Vâ’il ve es-Esved b. el-Muttalib ve
30 diğerlerini Bedir gününde ve öncesindeki afetlerle helâk etmiştir.
[1568] Anlam, “Bir gece baskını ile Sâlih Aleyhisselâm’a kıymayı plan-
layarak yeminleşmiş olan o [9 kişilik] çeteye indirdiğimiz azabın benzeri ile
uyar.” şeklinde de olabilir. Bu durumda âyetteki iktisâm kelimesi tekāsüm
(yeminleşme/antlaşma) anlamında olur.
1 Nitekim hadiste şöyle varit olmuştur: “Yüce Allah Dâvûd’a indirdiği kur’ānı hafif tutmuştur.” [Buhārî,
17. surenin tefsiri, 6; İbn Hanbel I, 314] / ed.
ا כ אف 923
اد א آن ز أن ،و ان رة آل : ل ا ،و ة رة ا
ة ،وا אص ا אت ،כא ر و م ا כ א ، ١٥
א ًא ا أن ا א ا ا א א أ ] [١٥٦٨أو
َو َ ْ َ د ُ ا ِ ِא ْ َ ْ ِ ِّ
، ا :ا כ .و إذا ، : ] [١٥٧١و
א א ، وا Ṡا א ا .و א א ن ،
אء. ا א ١٠ا ّول واو ،و
َ َ َ ﴿-٩٢ر ِّ َכ َ َ ْ َ َ ُ ْ َأ ْ َ ِ َ ﴾
َ ﴿-٩٣א כَ א ُ ا َ ْ َ ُ َن﴾
َ ﴿-٩٤א ْ َ ْع ِ َ א ُ ْ َ ُ َو َأ ْ ِ ْ
ض َ ِ ا ْ ُ ْ ِ כِ َ ﴾ ١٥
َأ َ ْ ُ َכ ا ْ َ ْ َ َ א ْ َ ْ َ א ُأ ِ ْ َت ِ ِ
926 HİCR SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
ِ ﴿-٩٥إ א כَ َ ْ َ َ
אك ا ْ ُ ْ َ ْ ِ ِ َ ﴾
﴿-٩٦ا ِ َ َ ْ َ ُ َن َ َ ا ِ ِإ ً א آ َ َ َ َ ْ َف َ ْ َ ُ َن﴾
אل: כ، א وا ، ا אص أ إ אت ،وأو
د ا و אت ،وأ אر إ אرت כא ، ر وا ١٠
אت ،وإ ًא ،א ث ا أ وأ אر إ ، ا
﴿-٩٧و َ َ ْ َ ْ َ ُ َأ َכ َ ِ ُ َ ْ ُر َك ِ َ א َ ُ ُ َن﴾
َ
َ ْ ِ َ َכ ا ْ َ ِ ُ ﴾ ﴿-٩٩وا ْ ُ ْ َر َכ َ
َ
“Kesin gerçek” yani ölüm “sana gelinceye kadar” Rabbine kulluğa devam
et. Anlam, “Hayatta olduğun sürece Allah’a kulluğu terk etme!” şeklinde-
dir. Hazret-i Peygamber (s.a.)’in herhangi bir sıkıntıya düştüğü zaman na-
maza koştuğu nakledilmiştir.
5 [1577] Yine Hazret-i Peygamber (s.a.)’in, “Kim Hicr sûresini okursa
muhacirlerin, Ensar’ın ve Muhammed’le alay edenlerin sayısının on katı
kadar sevap alır.” buyurduğu nakledilmiştir.
ا כ אف 929
ا ا ا
اء ا א ّ :ن ا ؟ א ا א ا :כ ] [١٥٨٢ن
ك. ا وذ כ وכ
1 Genel kıraat gâip ( )ﻳﺸﺮﻛﻮنise de, müfessirin muhatap zamirini tercih ettiği anlaşılmaktadır. / ed
ا כ אف 933
م א ،أو و א با ا א وح ِ ْ أَ ْ ِ ِه{
ِ } ِא
ن ا وح ،أي ل .و}أَ ْن أَ ْ ِ ُروا{ ا אم ا وح ٥ا
َ َ َ ﴿-٤ا ِ ْ َ َ
אن ِ ْ ُ ْ َ ٍ َ ِ َذا ُ َ َ ِ ٌ ُ ِ ٌ ﴾
َ ِ
אدل א :ذا אن ،أ ِ ٌ{
ٌ ]َ ِ َ } [١٥٨٧ذا ُ َ
כ، و אدا
ً א כאن ، م כא
ّ
934 NAHL SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
ا אء ،و א ءا ،כ א أ ّن ا א ] [١٥٩٠وا فء :ا
כ א ة وإ אء حا »دف«،
.و ئ ّ ف أو و أو ل אس
ا אء.
ذ כ. ودر א و
א ّ }و َ َא ِ ُ {
]َ [١٥٩١
אص، ذن א }و ِ ْ َ א َ ْ ُכ ُ َن{
َ ف ا : ] [١٥٩٢ن ١٥
15 [1594] Şayet “Akşam getirme’ fiili neden ‘sabah salma’ fiilinden önce
getirilmiş?” dersen şöyle derim: Çünkü hayvanlar karnı dolu ve memeleri
yüklü bir şekilde dönüp de sahiplerine amade olarak ağıllarına sığındıkla-
rından, akşam getirmedeki güzellik daha belirgindir.
[1595] ‘İkrime bu ifadeyi, getirme ve salma fiilleri hîn (vakit) kelimesi-
20 nin vasfı olmak üzere “getirdiğiniz vakit ve saldığınız vakit” anlamında ِ ًא
ن ُ ِ ن و ِ אşeklinde okumuştur; mâna ٌ ِ ا َ ْ ً א َ َ ْ ِ ى َوا ( واBir
َ َْ ً
babanın fayda sağlayamayacağı gün… [Lokman 31/33]) ifadesindeki gibidir.
7. Yine, kendinizi zorlamadan ulaşamayacağınız bir beldeye yüklerinizi
taşırlar. Rabbiniz gerçekten şefkatlidir, merhametlidir (Raûf, Rahîm).
25 [1596] ا ifadesi Şın’ın fethasıyla da kesresiyle de okunmuştur.
Bunların zorlanma anlamında iki kullanım olduğu söylenmiştir. Ancak iki-
si arasında fark vardır. Fethalı olan, “iş zor oldu / ağır geldi” anlamındaki
şakka’l-emru ‘aleyhi şakkan kullanımının masdarıdır; bunun hakikati “ikiye
ayrılma” anlamındaki şakk köküne dönmektedir. Şıkk ise “yarım” demektir.
30 Sarfettiği ceht yüzünden adeta gücünün ‘yarı’sı gitmektedir.
[1597] Şayet “ ِ ِ ِ כ ُ ا َא
ُ َ ْ َ (ulaşıcı olmadığınız) ifadesi, ‘Sanki bir za-
manlar, gidecekleri yere ulaşırken meşakkatlere tahammül edebiliyorlarmış
da develer yüklerini daha sonra taşımışlarmış.’ gibi bir anlama geliyor?”
dersen şöyle derim: Bu, ‘bir zamanlar oralara gerçekten ulaşamadıkları’ an-
35 lamında değil, “Farazâ, develer yaratılmamış olsaydı kendinizi zorlamadan
ulaşamayacağınız bir beldeye yüklerinizi taşırlar.” anlamındadır.
ا כ אف 937
أن } ُ ِ ُ َن ن« א ن و א » : כ ] [١٥٩٥و أ
א ،כ ن و ن : .وا ن{ و ١٠و
אن.[٣٣ : ] ا َ ْ ً א َ َ ْ ِ ى َوا ِ ٌ { }وا
אن א : א .و و ا « ،כ ا ] [١٥٩٦ئ »
إ را א ،و ا ر ح أن ا א ق :و ،و ١٥ا
. ا א א ،כ א ع .وأ א ا ا ا ي ا
}و َ ْ ِ ُ أَ ْ َ א َ ُכ {
َ } َ ُכ ُ ا َא ِ ِ ِ { א :כ ] [١٥٩٨ن
ْ ْ
أ אכ אه :و أن :א אإ ؟ ا א כ : و
ا ً أن ، و כ إ أכ إ
. ا אإ ا א כ : ز أن כ ن ا رכ أ א כ .و
א .أو כ אز واو ،أي و א ز «، ] [١٦٠٤و ئ » כ ١٥
אل. و ز אو כ א א ،أي و א ز
َ א ِء َ ًאء َכُ ْ ِ ْ ُ َ َ ٌ
اب َو ِ ْ ُ َ َ ٌ ِ ِ ُ ِ ُ َن﴾ َ ُ ﴿-١٠ا ِ ي َأ ْ َ لَ ِ َ ا
ا رض. אت א א ، ا و ا א ،و א
[1612] Şayet “Neden ‘her tür üründen’ buyruldu?” dersen şöyle de-
rim: Çünkü her tür ürünün tamamı ancak Cennette olur; Allah yeryüzün-
de bunların ancak bir kısmını -onları hatırlatıcı olarak- bitirmiştir.
[1613] “Tefekkür eden” yani gözlem ve tefekkürle inceleyerek O’na ve
5 O’nun kudret ve hikmetine deliller bulan.
[1614] “Âyet” açık, net delâlet demektir.
[1615] Bazılarının kelimeyi ُ ِ َ ُ (bitirir de bitirir) şeklinde okuduğu
ّ
nakledilmiştir. Übeyy b. Kâ‘b da אب ُ ُ وا ُن وا رع وا
ُ ا َْ ُ כ
ُ
(Bununla size ekinler, zeytin ve hurma ağaçları, üzümler biter.) şeklinde
10 merfû‘ okumuştur.
12. Geceyi, gündüzü, Güneş’i ve Ay’ı emrinize vermiştir, yıldızlar
O’nun emriyle müsahhar kılınmıştır. Akleden bir toplum için bunda
elbette âyetler vardır.
[1616] Mef‘ûllerin tamamı [ ا مdâhil] mansup okunmuştur; nücûm ya
15 başına takdiriyle (ce‘alenin ilk mef‘ûlü olarak) ya da bunların insanlara
müsahhar kılınması onlara faydalı olacak hâle getirilmesi demek olduğun-
dandır.1 Çünkü insanlar gece dinlenmekte, gündüz çalışıp Allah’ın lütfunu
aramakta, Ay’ın ve Güneş’in hareketlerinden yılların sayı ve hesabını öğ-
renmekte, yön tayininde yıldızlardan yararlanmaktadır. Dolayısıyla, adeta
20 şöyle buyrulmuş olmaktadır: Bunlar Allah’ın emriyle her ne için yaratıl-
mışlarsa o işe amade / müsahhar oldukları halde, Allah bunları size faydalı
kılmıştır. İfadenin “Allah bunları envâ-‘i çeşit teshīr ile müsahhar kıldı.”
anlamında olması da caizdir. ancak ات ٍ kelimesi, masdar anlamındaki
müsahharın çoğuludur; nitekim ( َ ه ا ّ ُ َ اOnu teshīr ederek müsah-
ً
25 har kıldı.) ve serrahahû müserrahan (Onu özgür kılarak salıverdi.) ifadesi
de böyledir. Adeta şöyle denmiş olmaktadır: Bunları size, emriyle, çeşitli
teshīrlerle müsahhar kıldı.
[1617] Ayette sadece leyl ve nehâr mansup, devamındakiler ise mübte-
da-haber olmak üzere, merfû‘ okunmuş; ayrıca, öncesindeki mansup olsa
30 da ات
ٌ ُم واmerfû‘ okunmuştur. “Akleden bir toplum için bunda
elbette âyetler vardır.” ifadesinde âyeti çoğul yapmış ve ‘akl masdarını zik-
retmiştir, çünkü yüce eserler müthiş kudrete daha belirgin biçimde delâlet
eder, büyüklük ve ululuğu daha net biçimde gösterir.
1 Yani tek mef‘ûl alan sehhara fiili, iki mef‘ûl alan sayyera anlamında kullanılmıştır.
ا כ אف 943
ا رع כ »: כ .و أأ א : ] [١٦١٥و ٥
ّ
. אب« ،א وا ن وا وا
ات ِ َ ْ ِ ِه
َ ٌ ْ َ َوا ْ َ َ َ َوا ُ ُم ُ َ ﴿-١٢و َ َ َכُ ُ ا ْ َ َوا َ َ
אر َوا َ
אت ِ َ ْ ٍم َ ْ ِ ُ َن﴾
ِכ َ ٍِإن ِ َذ َ
م. ون א ،و وا ا אب وا دا ن א אر ،و
ز ه .و א ات א אل כ א :و כ כ
اء ا א א א ،ور وا אر« و »ا ] [١٦١٧و ئ
،و אل }إِن ِ َذ ِ َכ א ،و א ات« ،א م .و ئ »وا وا
13. Yeryüzünde sizin için yaratıp yaydığı farklı renkte nice şeyler var-
dır. Düşünüp ders çıkaran bir toplum için bunda elbet bir âyet vardır.
[1618] כ َ و א ذرأifadesi ا َ وا אرkelimelerine ma‘tūf olup, yeryüzün-
ُْ َ ََ َ َ َ
de yarattığı farklı şekil ve görünümlerdeki canlı, bitki, meyve ve diğerlerini
5 kasdetmektedir.
14. Taze et yiyesiniz ve takınacağınız süs eşyaları çıkarasınız diye
denizi emrinize veren O’dur. Gemilerin de denizde suyu yara yara gitti-
ğini görürsün; böylece (denizcilik yaparak) O’nun lütfundan ararsınız
ve belki şükredersiniz.
10 [1619] “Taze et” balıktır, balığın tazelikle tavsif edilmesi, çok çabuk bo-
zulabildiği içindir. Bu sebeple, bozulacağından endişe edilerek hızla yemeye
çalışılır. Şayet “‘Et yemeyeceğine yemin eden bir kişi balık yese yeminini
bozmuş olmaz.’ diyen fakihlerin gerekçesi nedir? Oysa gördüğünüz gibi
Allah Teâlâ balığı et diye nitelemiş.” dersen şöyle derim: Yeminler alışkan-
15 lıklara bağlıdır. İnsanlar da mutlak anlamda et dediklerinde bundan balığı
anlamazlar. Mesela adam oğluna “Şu parayla et satın al.” dese ve balık alıp
gelse, yadırganmayı hak etmiş olur. Benzeri: Allah Teâlâ, “Allah katında
canlıların en kötüsü nankörce inkâr edenlerdir.” [Enfâl 8/55] âyetinde kâfiri
canlı (dâbbe) diye nitelemiştir. Şimdi biri, ‘Ben hiçbir canlıya binmeyece-
20 ğim.’ dese ve bir kâfirin sırtına binse yeminini bozmuş olmaz.
[1620] ً ْ ِ (Süs eşyaları) inci ve mercandır. İnsanların bunları takın-
َ
masından maksat da kadınların takınmasıdır, çünkü onlar da insanlara dâ-
hildir ve erkekler için süslenip püslenmektedirler. Bu sebeple, kadın süsü
diğerlerinin de süsü olmaktadır.
25 [1621] Mahr ( ), geminin, pruvasıyla [yani ön ve baş tarafıyla] suyu ikiye
ayırmasıdır. Ferrâ’dan “Mahr, gemilerin rüzgârda giderken çıkarttıkları sestir.”
görüşü nakledilmiştir.
[1622] “Lütuf arama” ticaretle iştigal etmek demektir.
15-16. Sizi sarsar diye Arz’a çakılı dağları yerleştirmiştir; gideceği-
30 niz yolu sayesinde bulasınız diye de nehirler ve yollar... Bir de alamet-
ler... Yıldız(lar)la da yine kendileri yol bulmaktadır.
[1623] ِכ ِ أَنifadesi, “Arz’ın sizi sağa sola meylettirip çalkalamasını
ُْ َ َ ْ
istemediği için” demektir. Mâ’id de gemiye bindiği zaman başı dönen kimse
demektir.
ا כ אف 945
ون﴾
ِכ َ ً ِ َ ْ ٍم َ כ ُ َ ﴿-١٣و َ א ذ ََر َأ َכُ ْ ِ ا َ ْر ِ
ض ُ ْ َ ِ ًא َأ ْ َ ا ُ ُ ِإن ِ َذ َ َ
ان א א وا אر ا ف }و َ א َذ َرأَ َ ُכ {
]َ [١٦١٨
ْ
ت وا א . ا و و ذכ و
א َو َ ْ َ ْ ِ ُ ا ِ ْ ُ ِ ْ َ ً ﴿-١٤و ُ َ ا ِ ي َ َ ا ْ َ ْ َ ِ َ ْ ُכ ُ ا ِ ْ ُ َ ْ ً א َ ِ
َ
ون﴾َ כُ ْ َ ْ כُ ُ َ ْכ َ َ ا ِ َ ِ ِ َو ِ َ ْ َ ُ ا ِ ْ َ ْ ِ ِ َو َ
َ ْ َ ُ َ َ א َو َ َ ى ا ْ ُ َ ٥
عإ ، אد اوة؛ ّن ا א כ ،وو ا ] ً ْ َ } [١٦١٩א َ ِ ّא{
ا אء א ا :إذا :א אل ا .ن אد אرع إ أכ
: אه ً א כ א ى؟ א .وا ًכא،
ً א ،כ כ
כ، ا ق أن ا ا אدة ،و אدة ا אس إذا ذכ ا אن ا
ً א א כאر. כ ،כאن אء א ًא ه ا را :ا ١٠وإذا אل ا
כ وا، ا ا ا واب :إ ّن ا כא دا א و א أن ا
ّ
. כא ا כ دا כ א
ً
ّ ، א : اد אن .وا وا ا ]{ ً ْ ِ } [١٦٢٠
َ
. و א ،כ אز أ ّ א ّإ א ،و
َ َ כُ ْ َ ْ َ ُ َ
ون﴾ אرا َو ُ ُ ِ ا َ ْر ِ
ض َر َوا ِ َ َأ ْن َ ِ َ ِכُ ْ َو َأ ْ َ ً ﴿-١٥و َأ ْ َ
َ
ون﴾
אت َو ِא ْ ِ ُ ْ َ ْ َ ُ َ
َ ٍ ﴿-١٦و َ
َ
إذا ب وا א :ا ي ار כ و أن ِכ { כ ا ]} [١٦٢٣أَن ِ
َ َ ُْ
٢٠رכ ا .
946 NAHL SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
[1624] Söylendiğine göre Allah Teâlâ Arz’ı yarattığında Arz gidip gel-
meye başlamış. Melâike de ‘Bu, herhangi birinin üzerinde yerleşebileceği
bir şey değil.’ deyince dağlarla öyle sağlamlaştırılmış ki melekler bunların
neden yaratıldığını anlayamamış.
[1625] אرا َ
5
ً ْ َوأifadesi “Arz’da nehirler meydana getirdi.” demektir; çünkü
ِ
أfiilinde ً אدا َوا ْ ِ َאل أَ ْو
anlamı vardır. אدا ً ( أَ َ ْ َ ْ َ ِ ا َْ ْر َضArz’ı [haya-
ta elverişli] bir ‘yatak’ hâline getirmedik mi? Dağları ise (Arz’ın sarsılmasını
önleyen) birer ‘kazık’... [Nebe’ 78/6-7]) ifadesine bakılırsa, burada aynı eylem
için أyerine kullanıldığı görülür. “Alâmetler”, yolcuların kılavuz-
10 luğuna başvurdukları dağ, su kaynağı vb. büyük işaretlerdir. “Yıldız”dan
maksat yıldız cinsidir. Tıpkı “insanların elinde para çoğaldı.” şeklindeki
ifaden gibi. Bu yıldızın Ülker, İkizler, Kutupyıldızı ve Oğlak olduğu Süd-
dî’den nakledilmiştir.
[1626] ْ و אkelimesini Hasan-ı Basrî necmin çoğulu olarak ُ و אve
15
ْ و אşeklinde okumuştur; ruhn ve ruhun kelimeleri[nin rehnin çoğulu olması]
gibi. Cim’in harekesiz okunması [peşpeşe gelen iki zammeden doğan ağırlığı] hafif-
letmek içindir. ُ ُ kelimesinin ’ ُ ُ مdan Vav’ın hafiflik için hazfedilmesiy-
le meydana geldiği de söylenmiştir.
[1627] Şayet “Yıldız(lar)la da yine kendileri yol bulmaktadır.’ [gâib] ifa-
desi ile hitap üslubundan çıkılmış, araya ُ zamiri getirilerek ِ ْ ِאkelimesi
ْ
20
ان؛ و אت א ،وا ا ّي: ا أ ي ا אس .و כ כ :כ ا ر
ي. ،وا
، א م اء א ا ً א :כאن أراد :כ اد ب } ُ {؟ ا
ْ
אر أ م ،وا ،כאن ا כ أو כ כ وכאن
ا. ،
َ َכ ُ َ
ون﴾ َ ْ ُ ُ َأ َ َ ﴿-١٧أ َ َ ْ َ ْ ُ ُ כَ َ ْ ١٥
ون ا ِ َ
ُد ِ ْ َن ِ ِ
}وا َ َ ُ
أ ه َ ىإ .أ ا ى أو
َ א ِإن ا َ َ َ ُ ٌر َر ِ ٌ ﴾ ﴿-١٨و ِإ ْن َ ُ وا ِ ْ َ َ ا ِ َ ُ ْ ُ
َ
﴿-١٩وا ُ َ ْ َ ُ َ א ُ ِ َ
ون َو َ א ُ ْ ِ ُ َن﴾ َ
ا ً أن א כ ، د אو ا ]ُ ْ ُ َ } [١٦٣٠
َ א{
أ ّن وراء א א ًא ّد ذכ א א أداء ا כ ،أ ا אم
ّ. و ١٥
[1633] َوا ِ َ َ ْ ُ َن, kâfir(leri değil, on)ların “Allah’tan başka” dua ettikle-
ri ‘tanrı’ları ifade etmektedir. [“Dua ettiğiniz…” anlamında] Tâ ile ve [“kendisine dua
edilenler” anlamında] ْ َ نşeklinde meçhul olarak da okunmuştur.
ْ ُ
[1634] Bu ‘tanrı’ların; ‘yaratıcı’, ‘hayat sahibi’ ve ‘diriliş vaktini bilen’
5 olma özelliklerini taşımadıkları, aksine ‘yaratılmış’, ‘ölü’ ve ‘gaybı bilmeyen’
şeyler olarak, yaratılmışların özelliklerini taşıdıkları gösterilerek kendilerinde
tanrılık hususiyetlerinin de bulunmadığı ifade edilmiştir.
[1635] “Diri değil, ölüdürler.” ifadesinin anlamı şudur: Gerçekten tanrı
olsalardı, ölü değil, diri olurlardı; yani ölmek nedir bilmeyen Zat gibi, kendi-
10 leri hakkında da ölme fiili düşünülemezdi. Oysa durum bunun tam tersidir.
[1636] “Ne zaman diriltileceklerini” ifadesindeki zamir, dua edenlere
aittir, yani bu ‘tanrı’lar, ‘kul’larının ne zaman diriltileceğinin de farkında de-
ğildir! Burada Müşriklerle dalga geçilmekte, ‘tanrı’larının ne zaman dirilti-
leceklerini bilmedikleri, dolayısıyla onlara ettikleri kulluğun karşılığını ver-
15 me imkânlarının da bulunmadığı belirtilmektedir. Burada, yeniden dirilişin
mutlaka gerçekleşeceği ve bunun insanları yükümlü kılmanın kesin bir gereği
olduğu gösterilmektedir.
[1637] Bir açıklama da mânanın şöyle olmasıdır: Yontarak ve suret vere-
rek putları asıl insanlar yaratmakta, putların ise böyle bir güçleri bulunma-
20 maktadır, yani ‘kul’larından daha âcizdirler ve ‘ölü’dürler; hayat diye bir şeyin
olmadığı donuk şeylerdir. “Diri değildirler” yani öyle ölüler vardır ki, öldük-
ten sonra dirilir; Allah’ın canlı bir varlık haline getirdiği nutfeler gibi, ölü-
münden sonra diriltilecek olan canlı bedenler gibi… [Putların ana maddesi olan]
taş ise, ölü halinin peşinden hayatın gelmeyeceği bir ‘ölü’dür. Bu, ölümünün
25 çok daha derin / katmerli olduğunu göstermektedir. “Ne zaman diriltilecek-
lerinin de farkında değiller!” ifadesiyle putların haliyle dalga geçilmektedir,
yani bu ‘tanrı’lar hayat sahiplerinin ne zaman diriltileceklerini de bilmezler!
Çünkü cansız donuk bir şeyin herhangi bir şeyi bile ‘fark etme’si imkânsız
iken, şu evreni ayakta tutan mutlak hayat sahibinden, yani Yüce Allah’tan
30 başka hiçbir canlının bilmediği bir şeyi mi fark edecek!?
[1638] Üçüncü bir açıklama da şudur: “Dua ettikleri”nden maksat me-
lekler olabilir. Bir kısım Araplar bunlara taparlardı; oysa bunlar “ölüdürler”,
yani mutlaka öleceklerdir; “diri değildirler” yani hayatları ebedi değildir. “…
farkında değiller”, yani ne zaman diriltileceklerine dair bir bilgileri yoktur.
ا כ אف 951
ون ا ِ{ و ئ
ا כ אر } ِ ُد ِ
ْ ا }وا ِ َ َ ْ ُ َن{ وا
]َ [١٦٣٣
ل. ا אء א אء .و ئ » ُ ْ َ ن«،
ا ْ ُ ْ َכْ ِ ِ َ ﴾ ُ ِ َ َ َم َأن ا َ َ ْ َ ُ َ א ُ ِ َ
ون َو َ א ُ ْ ِ ُ َن ِإ ُ ﴿-٢٣
א כ ون ا ،و כة כ ،وأ ّن ار א :ا د
اء عא :أي ء }أَ َ َل َر ُכ { أو ل، ب ] َ } [١٦٤٢א َذا{ ١٥
ْ
}أَ َ א ِ ا َو ِ َ { א ّ ن و ر כ ،ذا ءأ :أي
ُ
} َ א َذا ُ ِ ُ َن ُ ِ ل أ א ا ّو ،כ :ا א ا ّو ،وإذا ر أ א
. א ا ا
َ َْ ِ ُ َ َ ْ َ ﴿-٢٦כ َ ا ِ َ ِ ْ َ ْ ِ ِ ْ َ َ َ ا ُ ُ ْ َא َ ُ ْ ِ َ ا ْ َ َ ا ِ ِ َ َ
ون﴾
َْ ُُ َ ْ ُ ِ ْ َ ْ ِ ِ ْ َو َأ َ א ُ ُ ا ْ َ َ ُ
اب ِ ْ َ ْ ُ ا
ْ َ ﴿-٢٩אد ُ ُ ا َأ ْ َ َ
اب َ َ َ َ א ِ ِ َ ِ َ א َ َ ِ ْ َ َ ْ َ ى ا ْ ُ َ َכ ِّ ِ َ ﴾
956 NAHL SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
כ ا. و ا ا
כא ا ا أ אء אء وا ا ]َ َ } [١٦٥٣אل ا ِ َ أُو ُ ا ا ْ ِ ْ {
َ
، و א و כ ون نإ ، إ ا אن و
: .و ًא כ ن و כ ا ذכ א ن ذכ
כ. ا ٢٠
958 NAHL SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
ون ِإ َأ ْن َ ْ ِ َ ُ ُ ا ْ َ َِכ ُ َأ ْو َ ْ ِ َ َأ ْ ُ َر ِّ َכ כَ َ َ
ِכ َ َ َ َ ُ ُ ْ َ ْ َ ﴿-٣٣
ا ِ َ ِ ْ َ ْ ِ ِ ْ َو َ א َ َ َ ُ ُ ا ُ َو َ כِ ْ כَ א ُ ا َأ ْ ُ َ ُ ْ َ ْ ِ ُ َن﴾
َ َ َ ﴿-٣٤א َ ُ ْ َ ِّ َ ُ
אت َ א َ ِ ُ ا َو َ َ
אق ِ ِ ْ َ א כَ א ُ ا ِ ِ َ ْ َ ْ ِ ُ َن﴾
אن َ א ِ َ ُ ا ْ ُ َכ ِّ ِ َ ﴾
כَ َ
964 NAHL SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
َ ْ ِ ي َ ْ ُ ِ َو َ א َ ُ ْ ِ ْ َא ِ ِ َ ﴾ ُ َ ا ُ ْ َ ِن ا َ ص ََ
ِ ﴿-٣٧إ ْن َ ْ ِ ْ
أ ،و إ א لا Ṡ و صر אد ذכ ][١٦٦٨
ّ
ُ ِ { أي ِ
،وأ } َ َ ْ ى َ ا ١٠
َ ْ َ ُ ا ُ َ ْ َ ُ ُت َ َ َو ْ ً ا َ َ ْ ِ َ א ﴿-٣٨و َأ ْ َ ُ ا ِא ِ َ ْ َ َأ ْ َ א ِ ِ ْ
َ ٢٠
ُ ُ َ َ ِّ َ ُ ِ ﴿-٣٩ا ِ ي َ ْ َ ِ ُ َن ِ ِ َو ِ َ ْ َ َ ا ِ َ כَ َ ُ وا َأ ُ ْ כَ א ُ ا כَ א ِذ ِ َ ﴾
ء ،و دو א א אء ا : ا َכ َ وا أَ ُ { כ ا
ْ ُ
}و َ َ ْ ْ א ِ ُכ ّ أُ ٍ ز أن : ت .و ا :
ََ َ َ
، ا כא ا ،وأ ا אا אه [٣٦ :أي ]ا َر ُ ً {
ا ا כ ب.
. ل ،و ا ر ا ا אع إذا ورد ا ا أ ٢٠
968 NAHL SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
Mâna şöyledir: Mümkin olan herhangi bir şeyi var etmek Allah için işte bu
derece kolaydır. O halde, mümkinâttan olan ‘ölüleri diriltme’ O’nun hak-
kında nasıl imkânsız olabilir!?
[1673] כ ُنkelimesi َلkelimesine atıfla כ َنşeklinde de okunmuştur.1
5 41. Zulme uğratıldıktan sonra Allah yolunda hicret edenleri, dünya-
da kesinlikle güzel bir yere yerleştireceğiz! Âhiret mükâfatı elbette daha
büyüktür. Keşke bilmiş olsalardı!
42. Onlar ki sabrederler ve yalnızca Rablerine güvenip dayanırlar.
[1674] “Hicret edenler” Peygamber (s.a.) ve ashabıdır. Mekkeliler onla-
10 ra zulmetmiş, onlar da dinleri uğrunda Allah’a sığınmışlardır. Bazıları önce
Habeşistan’a; ardından da Medine’ye hicret etmişler ve iki hicrette bu-
lunmuşlardır. Bazıları ise yalnızca Medine’ye hicret etmişlerdir. Bunların,
Peygamber (s.a.)’in hicret etmesinden sonra [Mekkeliler tarafından Mekke’de]
alıkonulup, orada kendilerine işkence edilen ve [Mekke’den] her çıkışlarında
15 peşlerinden gidilerek geri döndürülen kimseler oldukları da söylenmiştir ki
bunlar, Bilâl-i Habeşî [v. 20/641], Suheyb-i Rûmî [v. 38/659], Habbâb b. Eret
[v. 37/657] ve Ammâr b. Yâsir’in [v. 37/657] de aralarında bulunduğu kişiler-
dir. Rivayete göre Suheyb, kendisini takip edip hicret etmesine mani olmak
isteyenlere ‘Ben yaşlı bir adamım. Yanınızda olsam size bir faydam olmaya-
20 cağı gibi karşınızda olsam da size bir zarar veremem.” diyerek onlara malını
mülkünü vermiş ve böylece hicret etmiştir. Ebû Bekr (r.a.) onu görünce
‘Suheyb, kârlı bir alış veriş olmuş.’ demiş; Hazret-i Ömer ise ‘Şu Suheyb ne
iyi bir adam! Allah’tan korkmasaydı bile O’na isyan etmezdi.” yani, “Allah
cehennemi yaratmasaydı o, O’na yine itaat ederdi. Kaldı ki Allah cehenne-
25 mi yaratmıştır.” demiştir. Ki bu, büyük bir medihtir.
[1675] ِ ِ اifadesi Allah yolunda ve O’nun rızası için demektir. ٌ َ َ َ
(güzel) masdar sıfatı olup “Onlara güzel bir hazırlık yaparız.” anlamındadır.
Hazret-i Ali (r.a.) kelimesini şeklinde okumuştur. “Onları güzel
bir yere yerleştireceğiz.” demektir. Ayrıca, “Onları dünyada güzel bir yere yer-
30 leştireceğiz.” anlamında olduğu ve bunun, kendilerine zulmeden Mekkelilere,
bütün Araplara ve doğulu-bâtılı herkese galip gelme olduğu da söylenmiştir.
Nitekim Hazret-i Ömer (r.a.)’ın muhacirlerden birine hazineden bir ödeme
yaptığı zaman ona “Bunu al! Allah onu senin için bereketli eylesin. Bu, Al-
lah’ın sana dünyada vermeyi vaat ettiği şey olup, O’nun senin için ahirete
35 sakladıkları ise daha fazladır.” dediği rivayet edilir. Yine, bu ifadenin “Onlara
güzel bir yer hazırlarız.” anlamında olduğu da söylenmiştir ki buna göre ha-
zırlanan yer, halkının kendilerini aralarına alıp yardım ettiği Medine’dir.
ُ وا ِ ا ِ ِ ْ َ ْ ِ َ א ُ ِ ُ ا َ ُ َ ِّ َ ُ ْ ِ ا ْ َא َ َ َ ً ﴿-٤١وا ِ َ َ א َ َ
כَ א ُ ا َ ْ َ ُ َن﴾ َو َ َ ْ ُ ا ِ َ ِة َأ ْכ َ ُ َ ْ ٥
﴿-٤٢ا ِ َ َ َ ُ وا َو َ َ َر ِّ ِ ْ َ َ َ כ ُ َن﴾
א ا : .و « و אه :أ أة ّ » .Ġ اءة .و
،و ا ب א ،و כ ا أ ا ،و
אء א ا ر ً Ġأ כאن إذا أ ب .و ق وا ا أ
ة أכ ا כ א .و א ذ ا ا אو كرכ ، כ אرك ا אل:
و . אو أ آوا ، ا و אءة ّأ : ٢٠و
970 NAHL SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
א وا ،وכ ا وا .أو أ ا ]} [١٦٧٧ا ِ َ َ وا{
َُ
ب ما ا ا ي אر ا ا اب و وا ح ،أي ٥
אت َوا ُ ِ َو َأ ْ َ ْ َא ِإ َ ْ َכ ا ِّ ْכ َ ِ ُ َ ِّ َ ِ ِ
אس َ א ُ ِّ لَ ِإ َ ْ ِ ْ َو َ َ ُ ْ ِ ﴿-٤٤א ْ َ ِّ َ ِ ١٠
ون﴾
َ َ َכ ُ َ
}و א أَر ْ َא ِ ا، أن כ ن ر :ا أ ] [١٦٧٨א
ََ ْ َ ً
כ } َ א ْ َ ُ ا أَ ْ َ ا כ { و أ ا أ ِإ َ ِ { ِ َ ْ ِ َכ إ ّ رِ َ א ً
ْ ْ
ا. ا א إ إ ا כ أن ا ا כ אب،
ً
א أن ، אت } ِא ْ ِ َ ِ
אت{؟ : : ] [١٦٧٩ن ١٥
َّ
א إ ر אً }ر א ً { ،أي و א أر אء כ ا א{ دا ً ـ} א أر
ط؛ وإ א ز ًا א : ط؛ ن أ إ ز ًا א א אت ،כ כ :א
ا ،כ א א{ } א אت{ .وإ א ـ}أر ،أي ر א ً ـ}ر א {
ً
כ م وا ؛ وإ א ،وا ّول כ } :א אت{، ا؟ :א أر
ط أن ا ن{، } א אت{؛ وإ א ـ} إ { ،أي ٢٠ـ}
. כ :إن כ ام ،כ ل ا وا ا כ
972 NAHL SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
ض َأ ْو َ ْ ِ َ ُ ُ َ ﴿-٤٥أ َ َ ِ َ ا ِ َ َ َכ ُ وا ا ِّ َ ِ
אت َأ ْن َ ْ ِ َ ا ُ ِ ِ ُ ا َ ْر َ
ون﴾
َْ ُُ َ اْ َ َ ُ
اب ِ ْ َ ْ ُ
َ َ ِ ِ ْ َ َא ُ ْ ِ ُ ْ ِ ِ َ ﴾ َ ﴿-٤٦أ ْو َ ْ ُ َ ُ ْ ِ
َ َ ٍف َ ِ ن َر כُ ْ َ َ ُء ٌ
وف َر ِ ٌ ﴾ َ ﴿-٤٧أ ْو َ ْ ُ َ ُ ْ َ َ
כ: }ِ ْ َْ ُ َ َ ْ ُ ُ َ
ون{ و : ف ن ،و ن
İhtiyar “Evet, bizim bir şairimiz şöyle der.” diyerek bu beyti okumuş. Bunun
üzerine Hazret-i Ömer “Ey insanlar! Aman divanınıza dikkat edin! O yanıl-
maz…” demiş. Cemaatin “Divanımızla neyi kastediyorsun?” diye sormaları
üzerine de “Cahiliye şiirini… Zira kitabınızın tefsiri oradadır.” demiş.
5 [1685] “Sizin Rabbiniz gerçekten şefkatlidir, merhametlidir.” Size karşı
ağırbaşlıdır; cezaya müstahak olduğunuz halde sizi hemen cezalandırmaz.
48. Görmüyorlar mı ki Allah’ın yarattığı şeylerin gölgeleri sağa sola
vurup zelil bir şekilde Allah’a secde etmekte?!
[1686] وا أوve ا kelimeleri Yâ ile okunduğu gibi وا وأوve ا
10 şeklinde Tâ ile de okunmuştur. َ אharfi, ُ َ َ َ اile mevsūle olup mubhemdir
ve “gölgesi vuran şeyler” onu açıklamaktadır. ( اsağ) kelimesi eymân
(sağlar) anlamındadır. ُ ً اkelimesi gölgelerin halini beyan etmektedir.
و دا ونise ِ ’daki zamirden haldir. Zira bu zamir çoğul hükmünde-
dir ve Allah’ın yarattığı, gölgesi olan her şeyi ifade eder. [( دا ونSecde ederler)
15 kelimesi insanlara mahsus] Vav ile cemi yapılmıştır, çünkü secde akıllıların va-
sıflarındandır. Veya secde edenler içinde akıllı varlıklar da bulunduğu için
çoğunluk dikkate alınmıştır. Mâna şöyledir: “Allah’ın yarattığı, gölgesi olan
cisimlerin sağlarından sollarından, yani hepsinin her iki yanından yere vu-
rarak secde ettiğini görmüyorlar mı?” Burada insanın sağı ve solu eşyanın
20 iki yanı için isti‘âredir. Yani, gölgeler bir yandan öbür yana Allah’a itaat
ederek ve kendisini müsahhar kıldığı yere vurmaktan imtina etmeksizin dö-
nüyor demektir. (Gölgeleri gibi) bizzat cisimler de secde ederler ve O’nun
kendileri üzerindeki fiil ve tasarruflarına boyun eğerler, imtina etmezler.
49. Göklerde ve yerde ne kadar canlı varsa hepsi -melekler dâhil- hiç
25 büyüklük taslamadan Allah’a ‘secde’ ediyor.
50. ‘Üst’lerindeki Rablerinden korkuyorlar ve kendilerine ne emre-
diliyorsa onu yapıyorlar.
[1687] ٍ ( ِ َداcanlı) ifadesi, -Allah’ın insanların yerde ‘dolaştığı’ gibi
göklerde dolaşan yaratıkları olduğu düşüncesine binaen- hem yerde hem de
30 göklerde bulunan canlıları beyan ediyor olabileceği gibi sadece yerdeki can-
lıları beyan ediyor da olabilir -ki o zaman “göklerdeki canlılar” ile ruh denen
mahlûklar kastedilmiş olur.- Ayrıca, sadece ‘yerdekileri’ beyan ediyor olması
ve ‘göktekiler’le meleklerin kastedilmesi de mümkündür. Bu durumda, me-
leklerin tekrar zikredilmesi, mahlûkat içinde en itaatkâr ve en âbit varlıklar
35 olmaları sebebiyle secde edenler arasında olduklarını özellikle ifade etmek
içindir. Ayrıca ‘göklerdekiler’ ile gök melekleri, “melekler dâhil” ifadesiyle de
yerdeki Hafaza melekleri ve diğer yer melekleri kastedilmiş de olabilir.
ا כ אف 975
اכ כ :أ א ا אس، .אل ا א .وأ ،אل א אل:
כאכ . ن ا א .א ا :و א د ا א؟ אل:
ا ،و ا« א אء وا אء .و} َ א{ وا« ،و» ] [١٦٨٦ئ »أو
ل} .و ا ً ا{ אل אن .و} ُ ا ، א } ِ ْ َ ٍء َ َ َ ُ ِ ُ ُ{ وا
َ ُْ ْ
ء כ ا א و ا ، ون{ אل ا َدا ِ ُ َ
ذכ ء ،أو ن أو אف ا ر א او ،ن ا ،و
إ א א ل א ام ا ا ا א وا إ :أو .وا ١٠
א אن و א ا אرة ا א .و כ وا א و א א ،أي
א א אدة ، א إ א ل ا ء ،أي ا
. א، אل ا אدة א دا ة أ ً א ،א ة أ ام ،وا ا
ات َو َ א ِ ا َ ْر ِ
ض ِ ْ َدا ٍ َوا ْ َ َِכ ُ َو ُ ْ َ َ ِ ﴿-٤٩و ِ ِ َ ْ ُ ُ َ א ِ ا
َ
ون﴾َ ْ َכْ ِ ُ َ ١٥
َ َ ﴿-٥٠א ُ َن َر ُ ْ ِ ْ َ ْ ِ ِ ْ َو َ ْ َ ُ َن َ א ُ ْ َ ُ َ
ون﴾
ً א، ا رض ات و א ا ز أن כ ن א ًא א ]َ ِ } [١٦٨٧دا ٍ {
ا رض ،وأن כ ن א ًא אכ א با א ن ًא ات ا أ ّن
ا وح ،وأن כ ن ا ي אل ات :ا ا ا رض و ه ،و اد א א
: כ وכ ر ذכ ات :ا ا ا رض و ه ،و اد א א ًא א ٢٠
ّ
ز أن اد .و وأ أ عا ؛ ا א ًא כ وا
، و ا כ ا رض כ: وا ّ .و כ ات: ا א
976 NAHL SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
[1688] Şayet “Mükelleflerin âyette ifade edilen secdesi ile diğer varlık-
ların secdeleri farklıdır. Buna rağmen, her iki secde de aynı kelime ile nasıl
ifade edilmiştir?” dersen şöyle derim: Mükelleflerin secdesiyle, bunların
itaat ve ibadetleri; diğer varlıkların secdesi ile ise Allah’ın iradesine boyun
5 eğmeleri ve bunun onlar açısından imkânsız bir şey olmadığı murat edil-
miştir. Her iki secdenin ortak mânası boyun eğmedir ve dolayısıyla biri
diğerinden farklı değildir. Bu sebeple de onları aynı kelime ile ifade etmek
mümkün olmuştur. “O halde, akıllı canlıların diğerlerinden fazla olmaları
hasebiyle Mâ yerine Men’e yer verilmeli değil miydi?” dersen şöyle derim:
10 Men’e yer verilseydi bu, çoğunluk olanın dikkate alındığını göstermezdi
ve sadece akıl sahiplerini içine almış olurdu. Bundan dolayı, umum ifade
etmesi için, hem akıllı olanlar hem de diğerleri için uygun olan bir kelime
ile ifade edildi.
[1689] َ َ א ُ َنkelimesi “Korkarak büyüklük taslamazlar.” anlamında ol-
15 mak üzere ون َ ُ ِ َ َ ْ َ ْכifadesindeki zamirden hal olabileceği gibi, büyüklük
taslamamayı beyan ve tekit etmek için de olabilir; çünkü Allah’tan korkan
bir kimse O’na kulluk etme hususunda büyüklük taslamamış olur. ِ ِ ْ َ ْ ِ
ْ
(Üstlerindeki) ifadesini َ َ א ُ َنfiiline tealluk ettirirsen mâna: “Allah’ın, on-
ların üstlerinden kendilerine bir azap göndermesinden korkarak” şeklin-
de olur; ama ondan hal yaparak ُ َرkelimesine tealluk ettirirsen o zaman
ْ
20
، و אد :א دا כ اد :ا ؟ وا ا כ
ء : ؟ ا واب ء א دون » א« ء ٥
ون{ أي
} َ َ ْ َ ْכ ِ ُ َ ا ز أن כ ن א ً ] َ َ } [١٦٨٩א ُ َن{
َ ِ ُ وا ِإ َ َ ْ ِ ا ْ َ ْ ِ ِإ َ א ُ َ ِإ َ ٌ َوا ِ ٌ َ ِ َ
אي َ ْאر َ ُ نِ ﴾ ﴿-٥١و َ אلَ ا ُ
َ ١٥
، وا א وراء ا ا ود د وا ا ا :إ א ] [١٦٩٠ن
د، ا אد ودان אن، نو سو ور ا אص .وأ א ر
: ؟ ا إ ن ا אن ،א و ور وا أن אل :ر إ א
978 NAHL SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
1 وإﻳﺎﻩ ﻓﺎرﻫﺒﻮﻩşeklinde verdiğimiz ifade, metinde, وإﻳﺎﻩ ﻓﺎرﻫﺒﻮنşeklinde geçmekte idi. / ed.
ا כ אف 979
ات َوا َ ْر ِ
ض َو َ ُ ا ِّ ُ َوا ِ ًא َأ َ َ ْ َ ا ِ َ ُ َن﴾ َ َ ِ ﴿-٥٢و َ ُ َ א ِ ا
َ
َ ِ َ ْ ِ َ ْ َ ُر َ
ون﴾ ﴿-٥٣و َ א ِכُ ْ ِ ْ ِ ْ َ ٍ َ ِ َ ا ِ ُ ِإذَا َ כُ ُ ا
َ
ُ ِ ِ ٍ
، כ כ ،أو ا وأي ء
ِכ ْ ْ ْ َ { ّ ]َ [١٦٩٣
}و َ א
؛ כ أ ى ،و :א « ا ] [١٦٩٥و أ אدة »כא
َ א ُכ ْ ُ ْ َ ْ َ ُ َن َ ِ ًא ِ א َر َز ْ َא ُ ْ َ א ِ َ ُ ْ َ ُ ﴿-٥٦و َ ْ َ ُ َن ِ َ א
َ
ون﴾
ََُْ َ
אآ ، א :أ .و ] َ ِ } [١٦٩٨א َ َ ْ َ ُ َن{ أي ١٥
ز כ أ אآ ، ا כ ون{
َ } ،א ُכ ْ ُ ْ َ ْ َ ُ َ ] ،{ ُ َ ْ ُ َ } [١٦٩٩و
ب إ א. وأ א أ
אت ُ ْ َ א َ ُ َو َ ُ ْ َ א َ ْ َ ُ َن﴾
﴿-٥٧و َ ْ َ ُ َن ِ ِ ا ْ َ َ ِ
َ
َ َو ْ ُ ُ ُ ْ َ دا َو ُ َ כَ ِ ٌ ﴾ ﴿-٥٨و ِإذَا ُ ِّ َ َأ َ ُ ُ ْ ِא ُ ْ َ
َ
א«، ن أم כא ه .و ئ »أ َ ُ ُ ِ ا اب{ ،أم وذل} ،أَ ْم
ْ ِء َو ِ ِ ا ْ َ َ ُ ا َ ْ َ َو ُ َ ا ْ َ ِ ُ ُ ْ ِ ُ َن ِא ِ َ ِة َ َ ُ ا َ ِ ِ ﴿-٦٠
ا ْ َ כِ ُ ﴾
. اכ
ٍ َو َ כِ ْ ُ َ ِّ ُ ُ ْ ِ ُ ْ ِ ِ ْ َ א َ َ َك َ َ ْ َ א ِ ْ َدا אس﴿-٦١و َ ْ ُ َ ا ِ ُ ا ُ ا َ
َ
َ ْ ِ ُ َن﴾ ون َ א َ ً َو َ ْ َ ْ َْ ِ ُ َ ْ َ ِ َذا َ َאء َأ َ ُ ُ ِإ َ َأ َ ٍ ُ َ
ا رض. َ } .א َ َك َ َ َ א{ ،أي و א ] ،{ ِ ِ ْ ُ ِ } [١٧٠٥כ
ْ َ ْ
ة :أ ا א .و أ م َ ِ } ١٠دا ٍ { ،و כ א כ א
: א .و ك ب אسَ ِ } :دا ٍ {، ا .و א دا آدم .أو
אء. כ ا أ כ ا אء כ
אر َو َأ ُ ْ ُ ْ َ ُ َن﴾
َ َ َم َأن َ ُ ُ ا َ
כאء ا אت ،و }و َ ْ َ ُ َن ِ ِ َ א َ ْכ ُ َن{،
]َ [١٧٠٦
َ
أرذل ن ،و א وا אون אف ،و ا رא
[1707] Rivayete göre adamın biri, varlıklı birine “Allah Teâlâ’nın kıya-
met günü ‘Sultanlara ve adamlarına verdiğiniz malları getirin.’ buyurdu-
ğu ve kıymetli hayvanlar, elbiseler ve çeşit çeşit değerli eşyanın getirildiği;
‘Şimdi de bana verdiklerinizi getirin.’ buyurduğunda ise kırık dökük şeyler,
5 bez parçaları ve anılmaya değmez şeylerin ortaya konduğu kıyamet günü ne
yapacaksın!? Öyle bir durumda olduğun için utanmayacak mısın?” demiş
ve ardından da bu âyeti okumuş.
[1708] Mücâhid’den “en güzelinin kendilerinin olacağı” sözünün Ku-
reyşlilerin “oğlan çocukları bizimdir.” şeklindeki sözleri olduğu nakledil-
miştir. َ ْ ُ ْ أَن َ ُ اifadesi ’ا َכ ِ َبden bedeldir. Bu kelime kezûb kelimesi-
ُ
10
ن ،وأن :אا ل «، ا א » :أ ّن ] [١٧٠٨و ٥
אن َأ ْ َ א َ ُ ْ َ ُ َ َ ﴿-٦٣א ِ َ َ ْ َأ ْر َ ْ َא ِإ َ ُأ َ ٍ ِ ْ َ ْ َ
ِכ َ َ َ َ ُ ُ ا ْ َ ُ
اب َأ ِ ٌ ﴾
َو ِ ُ ُ ا ْ َ ْ َم َو َ ُ ْ َ َ ٌ
، אل ا } َ ُ َ َو ِ ُ ا ْ ْ َم{ ،כא .أو ا و }و ِ ُ {: ١٥
ُ َ َ ُ
א ه، א ا م، א ا אر ،أي אل כ و
ً
] ،و[ أ כ إ ا ز أن ه .و ا أ א
64. Biz sana kitabı, sırf anlaşmazlığa düştükleri şeyleri onlara açık-
layasın diye; ayrıca, iman eden bir topluma kılavuz ve rahmet olarak
indirdik.
65. Allah gökten su indirir ve ölü vaziyetteki yeryüzünü onunla di-
5 riltir. Kulak veren bir toplum için, elbette bunda bir âyet vardır.
[1710] ً ْ ( ُ ً ى َو َرkılavuz ve rahmet olarak) kelimeleri, َ ِ ُ ifadesinin
َ َّ
mahalline ma‘tūf olmakla birlikte kitabı inzal edenin fiilleri oldukları için
mef‘ûlün leh olarak mansupturlar. َ ِ ُ ’ye Lâm, açıklama işi inzâl edenin
َّ
değil, muhatabın fiili olduğu için girmiştir. -Bir kelime mef‘ûlün leh ola-
10 rak, ancak illeti belirtilen fiilin failinin fiili olduğunda mansūb olabilir.-
“Anlaşmazlığa düştükleri şey” öldükten sonra diriltilmedir –ki aralarında
Abdülmuttalib gibi âhiret hayatına iman edenler de vardı- haram - helâl,
inkâr - ikrar gibi hususlardır. “Kulak veren bir toplum için” yani, objektif
bir şekilde ve aklını kullanarak dinleyenler için. Zira bir şeyi kalbiyle dinle-
15 meyen kişi, işitemeyen bir sağırdan farksızdır.
66. Sizin için hayvanlarda da ibret vardır şüphesiz. Onların karın-
larındakinden, yani sindirilmekte olan gıdalarla kanın arasından, size,
içenlerin boğazından kolaylıkla geçen halis bir süt içiririz.
[1711] En‘âm kelimesini Sîbeveyhi [v. 180/796], gayr-i munsariflerden
20 bahsederken sevbun ekyâs (çift örme elbise) ifadesi gibi, çoğul mânası da
içeren müfred lafızlara örnek olarak zikretmektedir. Müfred olduğu içindir
ki tekil zamir almıştır. Mü’minun suresindeki ( ِ ُ ُ ِ َ אKarınlarındaki…
[Mü’minûn 23/21]) ifadesinde zamirin çoğula ait olmak üzere müennes olarak
zikredilmesi ise kelimenin taşıdığı çoğul anlamından dolayıdır. En‘âm ke-
25 limesi hakkında iki açıklama yapılabilir: Birincisi cebelin çoğulunun ecbâl
olması gibi, onun ne‘am kelimesinin kırık cem‘i olması; ikincisi de ne‘am
kelimesi gibi, çoğul mânasını iktiza eden müfred bir kelime olması. Dola-
yısıyla, zamir müzekker kullanıldığında aşağıdaki şiirde ne‘amın müzekker
kullanılmış olması gibidir:
30 Her sene bir hayvanı ele geçiriyorsunuz;
bir topluluk onu döllüyor, siz de doğurtuyorsunuz.
[1712] Zamir müennes kullandığında ise iki ihtimal söz konusudur:
[Birincisi] kelimenin, ne‘amın mükesser cem‘i, [ikincisi de] bizzat kendisinin
cem‘ anlamında olmasıdır.
ا כ אف 989
ِ ُ َ ِّ َ َ ُ ُ ا ِ ي ا ْ َ َ ُ ا ِ ِ َو ُ ً ى ﴿-٦٤و َ א َأ ْ َ ْ َא َ َ ْ َכ ا ْ כِ َ َ
אب ِإ َ
َو َر ْ َ ً ِ َ ْ ٍم ُ ْ ِ ُ َن﴾
َ א ِء َ ًאء َ َ ْ َא ِ ِ ا َ ْر َ
ض َ ْ َ َ ْ ِ َ א ِإن ِ َذ َ
ِכ ﴿-٦٥وا ُ َأ ْ َ لَ ِ َ ا
َ
َ ً ِ َ ْ ٍم َ ْ َ ُ َن﴾
אع إ אف ارٍ ْ َ ِّ }.م َ ْ َ ُ َن{، وا כאر وا ا ،وأ אء ا
دة אء ا ا ف אب א אم“، ” :ا ] [١٧١١ذכ
ًدا .وأ ّ א إ ا :ب أכ אش؛ و כ ر ”أ אل“ ،כ ا اردة
ز أن אل .و אه ا ّن رة ا ن،[٢١ : ]ا ُ ُ ِ َ א{ ِ } ١٥
ُ ْ ِ ُ ُ َ ْ ٌم َو َ ْ ِ ُ َ ْ אم َ َ ٌ َ ْ ُ و َ
ُכ ِّ َ ٍ
. ا “ .وأ ” כ و אن :أ ، ] [١٧١٢وإذا أ
990 NAHL SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
ة، ا :כ אف ،כ ا ،و وا ] [١٧١٣و ئ » ُ ْ ِ ُכ « ،א
ْ
ا ث وا م، ًא و ا ا ٍ ٍ
כ } ِ َ ِ َ ث َو َدم{ ،أي :
ْ ْ
و نو א أ رة ا ، א زخ و כ א ،و
ذככ . א ، را
،כאن أ א، כ א ا ا :إذا أכ ][١٧١٤ ٥
ّ
א، אف ا ها ًא ،وأ ه د ً א .وا כ ًא ،وأو
אن ا ، ا כ ش. ا ث ع ،و ا ا وق ،وا يا م
כ و ّ . כ ، ر ،وأ אأ
ا ب ،כ ا ا ص ،אل: ا ] [١٧١٥و
ث ودم. ١٠
. א أ ،و אل: ا ور ا ] َ } [١٧١٦א ِ ًא{،
و . .כ ًא« ،א .و» و ئ » ًא« ،א
ض. ا
[1720] Şayet “Mükerrer bir zarf yaparsan, ’daki zamir nereye râci
20 olur?” dersen şöyle derim: Mahzuf muzāf olan asīre (“meyve suyu”na) râ-
cidir. ( أ ْو ُ َ א ِ ُ َنYa da öğleyin dinlenirken [A‘râf 7/4]) âyetinde mahzuf ehil
ْ
kelimesine râci olduğu gibi.2
[1721] Sekeran içki demektir. Raşide ruşden ve raşeden örneğindeki gibi
sekira sükran ve sekeran babından masdar kelime ile ifade edilmiştir. Nitekim
25 şair şöyle demiştir:
“Onları bize olan öfkeleri salmıştı üzerimize!”
Gün ışıdığında ise, ayıldı ‘sarhoş’lar [kızgınlıkları gitti]
[1722] Bu âyette iki vecih vardır: Biri onun mensuh olmasıdır ki, Şa‘bî
[v. 104/722] ve Naha‘î mensuh olduğunu söyleyenlerdendir. Diğeri ise, âyette
30 tenkit ve minnetin bir arada zikredilmiş olmasıdır.
َ
אن ِ ْ أ ْر َ ا ْ َ َ ْ
אدت ِכَ ّ َכ َ
َ َ ْ َ ا َ ْ ُم وا כْ َ ُ
ان َ א ِ אؤ َא ِ ْ َ כَ ٌ َ َ ْ َא
َو َ ُ
،إذا ،وا ،وا ا .و : :ا כ ،ا ] [١٧٢٣و
ّ ا כ ،و إ أ ل ّ ،و ك אه،
. אر اب« و כ א ،وا כ ام » .Ṡا ،و ها
א ، ا כ אب ّ س ا رو א ا אأ و
: . ى ، א : ّا א ا ت وأ ٥
َ َ ْ ُ َأ ْ َ َ
اض ا כِ َ ِام َ כَ ً ا
ز أن ذ כ .و ،و ،وا ،وا ب ،وا :ا א .وا زق ا ١٠
ات َ א ْ ُ כِ ُ ُ َ َر ِّ ِכ ُذ ُ َ ْ ُ ُج ِ ْ ُ ُ ِ َ א
ُ ُ ﴿-٦٩כ ِ ِ ْ ُכ ِّ ا َ َ ِ
ون﴾ אس ِإن ِ َذ َ
ِכ َ ً ِ َ ْ ٍم َ َ َכ ُ َ اب ُ ْ َ ِ ٌ َأ ْ َ ا ُ ُ ِ ِ ِ ٌ
َאء ِ ِ َ َ ٌ ١٥
و א، אو ف :إ א א ،وا ا אء إ ] [١٧٢٥ا
א א ،و א ،وإ ف ا إ ، أ
ًא أ ّن ا أود א א ة א ،د א א ،وإ א א أ
و אبِ } :إ َ ا ْ ِ {، .و أ ل ا أو א ،כ א أو כو
. ا ،و כ כא .و ٢٠
996 NAHL SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
َِ }أَ ِن ا ِ ِ ي ِ ا ِ ِ
אل ُ ًא َو ِ َ ا « »: :א ] [١٧٢٧ن
َ ْ َ ُ
٥
،وأن ا :أر : ؟ ا אل و ا َو ِ א َ ْ ِ ُ َن{؟ و
כ כאن אُ ْ ِ } .כ ّ ِ א ش ،و ،وכ ،وכ א כ
و אد أכ א ،أي ا ا ت ،כ אا ات ا א
ات{ ،إ אِ ا
ََ
כ כ وأ أ ُ َ َر ّ ِכ{ ،أي ا
قا א ،ذا أכ א َ } ،א ْ ُ ِכ ة כ
ُ
ر א אכ ا ر כ ،أي .أو א כ א أכ ا ١٠
ة ا ا ا ا אر כ כ .أو إذا أכ أ ا כو א ، ا را
ّ
א، כو ر כ، כ را כ ،א כ إ
}ُ .أو أراد ا ا א إ ا א א א أ אر אأ ب
رכ א א א ات ،א כ ي أכ ا ا ُכ ِ {:
אل” :اذ ، כ אل :إن أ אء إ :Ṡأن ر ً ا و
אل.
אء א כ داء ،وا آن אء د :ا ا ] [١٧٣٠و ٥
، ا ج ، א ي :إ א ا ا אل أ
أ א כ . כ وه أ ر ،א ا ث ي ،و ١٠ا
َ
אכ ْ َو ِ ْ כُ ْ َ ْ ُ َ د ِإ َ أ ْر َذ لِ ا ْ ُ ُ ِ َِכ ْ
ََ َ ُ ﴿-٧٠و ا ُ َ َ َ כُ ْ ُ
َ
َ ْ َ َ َ ْ َ ِ ْ ٍ َ ْ ًא ِإ ن ا َ َ ِ ٌ َ ِ ٌ ﴾
ن و ه ،و وأ أ أَ ْر َذ ِل ا ْ ُ ُ ِ { ،إ ]ِ } [١٧٣٢إ َ
م. ا أ א أ אدة؛ ن ،Ġو
ّ
אن، ا אل ا א إ َ ِ } ١٥כ َ َ ْ َ َ ْ َ ِ ْ ٍ َ ًא{،
ْ َ ْ
: .و إن א ، ع ًא، وأن
[1733] Yani sizi rızık bakımından farklı farklı kılmıştır. Size, köleleri-
nize verdiği rızıktan daha fazla vermiştir. Oysa onlar da sizin gibi insandır
ve sizin hemcinslerinizdir. Buna göre size verilen rızkın fazla kısmını onlara
vermeniz ve böylece giyim kuşam ve yeme içme bakımından eşit hale gel-
5 meniz icap ederdi. Nitekim anlatıldığına göre Ebû Zer el-Gıfârî, [v. 32/653]
“Onlar sizin kardeşlerinizdir; onlara kendi giydiğinizden giydirin ve kendi
yediğinizden yedirin.” şeklindeki sözü Hazret-i Peygamber’den işittikten
sonra, üstünde rida ve izar (alt ve üst giysi) olarak ne görüldüyse kölesinin
üstünde de aynısı görülmüştür [Müslim, “İman”, 38].
10 [1734] “Yoksa Allah’ın nimetini bile bile mi reddediyorlar?!” Allah Teâlâ
burada bu eşitsizliği ‘nimeti bile bile inkâr etme’ sebepleri arasında zikret-
miştir. Bu ifadenin, Allah’ın kendisine ortak koşan müşrikler için zikrettiği
bir darb-ı mesel olduğu da söylenmiştir. Buna göre Allah, “Kendiniz, size
lütfettiğim rızık konusunda kendinizle kölelerinizi eşit görmüyor, onları
15 kendinize ortak kabul etmiyorsunuz ve bunu kendinize yakıştırmıyorsu-
nuz. O halde, kullarımı bana nasıl ortak edebiliyorsunuz!?” buyurmuştur.
Bazılarına göre de mâna şöyledir: “Efendilere de kölelere de, hepsine ben
rızık veriyorum; hepsi istisnasız benim vereceğim rızka tâbidir. Dolayısıyla,
efendi olanlar kölelerine asla ‘kendi rızıklarından’ verdiklerini zannetmesin-
20 ler. Zira onların rızkını diğerleri vasıtasıyla tamamen ben veriyorum.
[1735] ون kelimesi Tâ ve Yâ ile okunmuştur (bile bile mi reddedi-
yorsunuz / bile bile mi reddediyorlar).
72. Allah sizin için kendi (cinsi)nizden eşler yarattı, eşlerinizden de
sizin için oğullar ve uşaklar var etti, sizi tertemiz-hoş şeylerden nasip-
25 lendirdi. Böyleyken, bâtıla iman edip Allah’ın nimetini inkâr mı edi-
yorlar nankörce?!
[1736] “Kendi nefsinizden” cinsinizden demektir. Bunun Hazret-i Hav-
va’nın Hazret-i Âdem’in kaburga kemiğinden yaratılması demek olduğu da
söylenmiştir. ( َ َ َ ًةuşaklar) kelimesi hâfidin çoğulu olup koşan, yani tâat ve
30 hizmete koşan anlamındadır. Kunut duası okuyan kimsenin söylediği ileyke
nes‘â ve nahfidü (Sana koşar; itaat ederiz) ifadesi bu kabildendir. Nitekim
şair şöyle demiştir:
Cariyeler aralarında yarıştılar ve teslim edildi develerin yularları
ellerine
ا כ אف 1001
א رؤي ن“، א ن ،وأ א אכ اכ إ ”إ א
:أ ّن ،ا כאء؟ .و ي ا أن ر כ ،כ ذכ
ِ َ ُכ ِّ ِ أزِ ُ ا َ ْ َ אلِ َ َ ُ ا ْ َ َ ِ َ َ ْ َ ُ َو ُأ ْ ِ َ
1002 NAHL SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
1 Yani şirk dinî sisteminde dokunulmazlığı bulunan çeşitli hayvan kategorileri. Geniş bilgi için bkz. Mâi-
de 5/103’ün tefsiri. / ed.
ا כ אف 1003
ات َوا َ ْر ِ
ض َ َ ِ ِכ َ ُ ْ ِر ْز ًא ِ َ ا
َْ ُ ون ِ ْ ُدونِ ا ِ َ א
﴿-٧٣و َ ْ ُ ُ َ
َ
َ ْ ً א َو َ ْ َ ِ ُ َن﴾ ١٥
ر زق ،ن أردت ا א ر ،و ا ] [١٧٤٠ا زق כ ن
כ أن زق ،[١٤ : ]ا אم ً ِ َ ...א{ َ
}أ ْو ِإ ْ َ ٌ } َ ًא{ ،כ
ْ
ز أن כ ن כ ً ا ً ،و : ، ًא .وإن أردت ا زوق ،כאن ًא ً
ات َوا َ ْر ِض{،
ِ ِ
ا כ .و} َ ا َ َ ًא כ כ“ ،أي ل”
ا رض א ًא. ا ،و ات ا زق : ًرا، زق إن כאن ٢٠
ً
1004 NAHL SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
rızık olarak verilen şeyin adı olursa onun sıfatı da olabilir. ن (güç ye-
tiremezler) fiilindeki zamir ‘ אya aittir; çünkü -lafzan- müfred olarak כ
denilmiş olsa da çoğul ilahlar anlamındadır. Ayrıca, zamir kâfirlere ait de
olabilir. Buna göre mâna “Bunlar canlı, iş yapan ve akıllı varlıklar olmalarına
5 rağmen, asla böyle bir şey yapamazlar. Hal böyle iken, hiçbir duyusu bulun-
mayan cansız putlar böyle bir şeyi nasıl yapabilsinler?!” şeklinde olacaktır.
[1741] Şayet “כ (Mâlik değildir.) dendikten sonra ن و
(Güçleri yetmez.) denilmesinin anlamı nedir? Bunların ikisi de aynı şey değil
midir?” dersen şöyle derim: ن وifadesinde zamir takdir edilmesi söz
10 konusu değildir ve mâna sadece; lâ yemlikûne en yerzukū (Rızık verme imkâ-
nına mâlik değillerdir.) şeklinde olup, cansız oldukları için ‘hiçbir şeye hiçbir
şekilde güçlerinin yetmeyeceği’ beyan edilmektedir. Ancak bir zamir takdir
edilerek, iki şeyin de -yani mâlik olmanın da güç yetirmenin de- söz konusu
olmadığı zikredilmek suretiyle te’kit olursa başka… Veya “Bunlar rızık verme
15 imkânına mâlik değillerdir; mâlik olmalarına da imkân yoktur; bunu yapa-
mazlar, yapmaları da sahih/doğru değildir.” mânası murat edilmiş olursa...
74. Allah için asla (put, timsal vb.) semboller ihdas etmeyin! Elbette
Allah bilir; siz bilmezsiniz!
[1742] “Allah için asla semboller ihdas etmeyin!” Bu ifade, Allah’a şirk
20 koşmanın ve O’nu herhangi bir şeye benzetmenin temsilidir; çünkü bir şeyi
temsil ile anlatan kişi, ya bir hali başka bir hale veya bir durumu başka bir
duruma benzetmektedir.
[1743] Yaptığınız şeyin mahiyetini ve vahametini “elbette Allah bilir” ve
O, onun büyüklüğüne denk bir şekilde sizi cezalandıracaktır, çünkü ceza gü-
25 nahın miktarına göredir. Bunun ve cezasının mahiyetini “siz bilmezsiniz!”
Sizi buna [yani Allah’ı sembollerle anlatmaya] çeken ve cür’etlendiren, işbu cehalet-
tir. Dolayısıyla, bu âyet şirkin yasaklanmasın illet ve gerekçesini açıklamak-
tadır. Burada, “Allah için asla semboller ihdas etmeyin! Çünkü nasıl sembol
kullanacağını Allah bilir, siz bilmezsiniz.” mânası murat edilmiş de olabilir.
30 75. Allah size bir misal vermekte: Hiçbir şeye gücü yetmeyen sahipli
bir köle ile tarafımızdan kendisini güzel bir nasiple nasiplendirdiğimiz
için gizli-aşikâr infak eden bir zat... Bir olurlar mı bunlar? -Elhamdü-
lillâh!- Fakat çoğu bilmez.
ا כ אف 1005
}و َ َ ْ َ ِ ُ َن {
א؛ َ : א زق .وا ؛ إن כאن ا ً א أو
.و ز أن כ ن כ אر، ا ُ ِ ْ َ َ } :כ { א ، ا
ذכ أ אب - ن أو أ אء أ ء - و
؟. אد ا ي א ًא ،כ
را ،وإ א َ ُ ِ َ ْ َ َ } :ن {، : ؟ ء وا אإ و
ات، ؛ أ א ز ا ،وا כ ن أن : ا
כ ،أو א ؛ ا כ وا ،و اد א ر ا ا أن إ
و ذכ כ ه ،و أن כ כ ن ا زق ،و اد :أ
. ١٠
َ ْ َ ُ َن ﴾
1006 NAHL SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
؟ وا
َ َ ْ ٍء َو ُ َ َכ َ ْ ِ ُر َ ﴿-٧٦و َ َ َب ا ُ َ َ َر ُ َ ْ ِ َأ َ ُ ُ َ א َأ ْ כَ ُ
َ
ُ ِא ْ َ ْ لِ َو ُ َ َ َ َ َ َ ْ ُه َأ ْ َ َ א ُ َ ِّ ْ ُ َ ْ ِت ِ َ ْ ٍ َ ْ َ ْ َ ِ ي ُ َ َو َ ْ َ ْ ُ
ِ َ ٍ
اط ُ ْ َ ِ ٍ ﴾
}و ُ َ َכ
َ ، ُ و َ س، أ ا ي و ] [١٧٤٦ا כ ١٥
1 Bu kıraatte fiil, tef‘îl babından olmakla birlikte tefe‘ul anlamındadır, yani “nereye yöneltse” değil de
“nereye yönelse” anlamında. / ed.
2 Kudret kavramının taalluk etmediği “imkânsız / muhâl” şeyler kabilinden değildir; imkân dâhilindedir.
/ ed
ا כ אف 1009
ات َوا َ ْر ِ
ض َو َ א َأ ْ ُ ا א َ ِ ِإ כَ َ ْ ِ ا ْ َ َ ِ َأ ْو ُ َ َ َ ِ ﴿-٧٧و ِ ِ َ ْ ُ ا
َ ٥
َأ ْ َ ُب ِإن ا َ َ َ ُכ ِّ َ ْ ٍء َ ِ ٌ ﴾
اب َو َ ْ ُ ْ ِ َ ا ُ َو ْ َ ُه َو ِان َ ْ ًא ِ ْ َ
}و َ ْ َ ْ ِ ُ َ َכ ِא ْ َ َ ِ
َ ه ا .و ا
1 Yani azlık ifade eden bir çoğul kalıbı olsa da çokluğa delalet etmektedir. / ed.
2 Aerodinamik yasalar vb. sebeplere. / ed.
ا כ אف 1011
أ אت ،כ א ز ت ة א ،وا אء ة وכ ا ] [١٧٥١ئ »أ א כ «
ة אل: ا ا ت ز אد א :أ اق .و أراق،
ِ ْ ِ ٌف َوإ ْ َ ُ
אس أ ُأ َ ِ
ت ا عا اب ،و اد ،כא ة ] [١٧٥٣وا
ع א ،כ א אء אع ا د إذا ع ا כ ة ،وا ى ١٠
َ א ِء َ א ُ ْ ِ כُ ُ ِإ ا ُ ِإن ِ َ ِّ ا ات ِ
َ ٍ َ ﴿-٧٩أ َ ْ َ َ ْوا ِإ َ ا ْ ِ ُ َ
אت ِ َ ْ ٍم ُ ْ ِ ُ َن﴾ َذ َ
ِכ َ ٍ
ان א ت ات{، وا« ،א אء وا אء} ، ] [١٧٥٤ئ »أ
כ. ا אب ا وا ا א ١٥
. ،وا ح ّ ،وا כאك أ ا ا رض א ّ :ا اء ا ] [١٧٥٥وا
ُ ْ ِ ُ َن﴾
ْ ِ َ ﴿-٨٢ن َ َ ْ ا َ ِ َ א َ َ ْ َכ ا ْ َ غُ ا ْ ُ ِ ُ ﴾
אو أد
א ّ رك ا כ، ]ِ َ } [١٧٦١ن َ َ ا{،
. ا ل غ؛ ا ر ،و ا כ ، ا כ
ُ ْ ُ ْ َذ ُن ِ ِ َ כَ َ ُ وا َو ﴿-٨٤و َ ْ َم َ ْ َ ُ ِ ْ ُכ ِّ ُأ ٍ َ ِ ً ا ُ
َ ١٥
ُ ْ َ ْ َ ُ َن ﴾
ُ ْ ُْ َ ُ َ
ون﴾ ُ َ ْ ُ ْ َو ُ َ ﴿-٨٥و ِإ َذا َر َأى ا ِ َ َ َ ُ ا ا ْ َ َ َ
اب َ َ
1016 NAHL SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
[1765] “Bir şahit” leh ve aleyhlerinde iman ve tasdik, inkâr ve tekzip ile
şahitlik edecek bir peygamber. “Sonra, nankörce inkâr edenlere itiraz izni
verilmeyeceği” yani mazeret izni. Zira onların hiçbir gerekçesi olamaz. Bu-
rada “izin verilmez” demek suretiyle onların hiçbir gerekçe ve özürlerinin
5 olmadığına işaret edilmektedir. Hasan-ı Basrî’nin [v. 110/728] de bu görüşte
olduğu nakledilmiştir. “Onlara bir başka şans daha tanınmayacağı…” Yani
[Allah’ı] hoşnut etme fırsatının verilmeyeceği, kendilerine “Rabbinizi razı
edin” denilmeyeceği..; çünkü âhiret amel yeri değildir.
[1766] Şayet “Bu ُ (sonra)’nın mânası nedir?” dersen şöyle derim: ُ
10 peygamberlerin, aleyhlerinde tanıklık etmesinden sonra daha çetin bir duruma
düşeceklerini, konuşamaz hale geleceklerini ve böylece bir özür beyan etmeleri-
ne, ortaya bir gerekçe koymalarına izin verilmeyeceğini ifade etmektedir.
[1767] َمmahzuf bir kelime ile mansup olup ifade, ve’zkür yevme neb‘a-
sü (Dirilteceğimiz günü hatırla!) veya yevme neb‘asü veka‘û fî-mâ vaka‘û fî-
15 hi (Dirilteceğimiz gün, düşecekleri duruma düşeceklerdir.) şeklinde takdir
edilebilir. Yine, اب
َ رأوا ا
ُ ( إ َذاazabı gördüklerinde) ifadesi de (mahzuf bir
kelime ile mansup olup) “azabı gördükleri zaman dehşet içinde kalırlar ve bu
onlara çok ağır gelir” şeklinde düşünülebilir.
[1768] “Artık (azap) üzerlerinden ne hafifletilir ne de kendilerine süre
20 tanınır…” Tıpkı “Aksine o, (göz göre göre değil) aniden gelecek ve onları
şaşkına çevirecektir.” [Enbiyâ 21/40] âyetindeki gibi.
86. (O gün ki,) şirk koşanlar, ortaklarını gördüklerinde “Ya Rabbi!
Bunlar, Senden başka yalvardığımız ortaklarımızdır.” derler. Ama onlar,
“Siz kat‘iyyen yalancısınız!” diyerek sözü onlar(ın suratın)a çarparlar...
25 87. (O gün ki,) yalnızca Allah’a arz-ı teslimiyet ederler; çünkü uy-
durdukları şeyler zihinlerinden kaybolup gitmiştir.
[1769] Eğer müşrikler “ortaklar” derken ilahlarını kasdetmişler-
se “ortaklarımız” ifadesi “ortak olduğunu iddia ettiğimiz ilahlarımız”
anlamında olur. Eğer şeytanları kasdetmişlerse bu da şeytanların onla-
30 rın küfürde ortakları ve sapıklıkta yoldaşları olmasından dolayıdır. “Yal-
vardığımız” ifadesi ise “kulluk ve ibadet ettiğimiz” anlamındadır. Şayet
“Bunlar putlara gerçekten yalvardıkları halde, putlar bunlara neden ‘Siz
kat‘iyyen yalancısınız!’ diyecekler?” dersen şöyle derim: Allah’a ortak
koştukları şeyler onların kendilerine ibadet etmelerine razı olmadıkla-
35 rı için böyle demişlerdir; adeta bu ibadetleri ibadet olarak görülmemiştir.
ا כ אف 1017
، : ار .وا ا ُ ْ َذ ُن ِ ِ َ َכ َ وا{ َ ُ} ، وا כ
ُ
ُْ }و َ
َ . ا ر ،وכ ا و أن ك ا ذن ل
رة إ אء ذن ن ا כ م، أ א ،و أ אء א ا
. و إد ء
. و اب ،وכ כ إذا رأوا ا ا אو ا ١٠و
אء ُ ْ َא ُ ا َر َא َ ُ ِء ُ َ כَ ُ
אؤ َא ا ِ َ ﴿-٨٦و ِإ َذا َر َأى ا ِ َ َأ ْ َ ُכ ا ُ َ כَ َ
َ
ُכ א َ ْ ُ ِ ْ ُدو َِכ َ َ ْ َ ْ ا ِإ َ ْ ِ ُ ا ْ َ ْ لَ ِإ כُ ْ ََכא ِذ ُ َن﴾
ون﴾
َ ْ ُ ْ َ א כَ א ُ ا َ ْ َ ُ َ َ َ َو َ ﴿-٨٧و َأ ْ َ ْ ا ِإ َ ا ِ َ ْ َ ِ ٍ ا
َ ١٥
﴿-٨٨ا ِ َ כَ َ ُ وا َو َ وا َ ْ َ ِ ِ ا ِ ِز ْد َא ُ ْ َ َ ا ًא َ ْ َق ا ْ َ َ ِ
اب ِ َ א ١٠
ون﴾
כَ א ُ ا ُ ْ ِ ُ َ
َ ْ َ ُ ِ ُכ ِّ ُأ ٍ َ ِ ً ا َ َ ْ ِ ْ ِ ْ َأ ْ ُ ِ ِ ْ َو ِ ْ َא ِ َכ َ ِ ً ا ﴿-٨٩و َ ْ َم
َ
אب ِ ْ َא ًא ِ כُ ِّ َ ْ ٍء َو ُ ً ى َو َر ْ َ ً َو ُ ْ َ ى
ْ َא َ َ ْ َכ ا ْ כِ َ َ َ َ َ ُ ِء َو َ
ِْ ُ ْ ِ ِ َ ﴾
ز أو ،و כ » אن« » ،אء« ًא و ] ِ } [١٧٧٣א ًא{ ،א ًא
َْ
: כאن ا آن א ًא } ّ ُכ ّ َ ء{؟ :כ ا آن .ن ا אج
ى .و ًא ا :و א .و א אع ر ل ا Ṡو א أ ، ا
כאن א ًא אن ا כ אب، ةإ אد، אع وا אس وا وا ا
ّ
ء. כ
ون﴾َوا ْ ُ ْ َכ ِ َوا ْ َ ْ ِ َ ِ ُ כُ ْ َ َ כُ ْ َ َ כ ُ َ
ح ا ق“، إن ” :-أ אو زدت אل :وا ا ا ١٥
{: ل} ،وا ود ا } ،وا כ { :א כ ه ا :א אوز ] [١٧٧٥وا ا
אداه«. » :و אد ة ًא ،إ א א و כא ً و א ا א
ً
ن. אن م إ ] [١٧٧٦وכא
َْ ُ ُ ا ا َْ َ َ
אن َ ْ َ َ ْ כِ ِ َ א َو َ ْ ﴿-٩١و َأ ْو ُ ا ِ َ ْ ِ ا ِ ِإذَا َ א َ ْ ُ ْ َو
َ
َ َ ْ ُ ُ ا َ َ َ ْ כُ ْ כَ ِ ِإن ا َ َ ْ َ ُ َ א َ ْ َ ُ َن﴾
ون َأ ْ َ א َכُ ْ
﴿-٩٢و َ כُ ُ ا כَ א ِ َ َ َ ْ َ ْ َ َ א ِ ْ َ ْ ِ ُ ٍة َأ ْ َכא ًא َ ِ ُ َ َ ٥
ُ א ِ ُ َ َכ
َ
م} .إِن ا ا لا Ṡ ا ا : ][١٧٧٧
}و َ َ ُ ُ ا{ ،أ אن ا ِ ْ َ َ ْ َ } ،כ ِ َ א{ ،أي
ِإ َ א ُ َ א ِ ُ َن ا { ]ا َ .[١٠ :
ة ل. ا او ،وا אن ،وا אن ا .وأכ ووכ : א א ١٠
cümle “Allah sizi onların daha fazla olmalarıyla, bakalım Allah’a ettiğiniz
yemine ve Peygamber (s.a.)’e ettiğiniz ve kendinizi bağladığınız o sapasağ-
lam biate vefa ipine mi tutunacaksınız yoksa Kureyş’in sayı, kuvvet ve ser-
vetçe çokluğuna, müminlerin az, fakir ve güçsüz olmalarına mı aldanacak-
5 sınız diye imtihan ediyor.” demektir.
[1781] “O, size elbette açıklayacak” ifadesi Müslümanlara muhalefet
etmekten sakındırma ve bu konuda bir uyarıdır.
93. Allah dileseydi, sizi bir tek ümmet yapardı. Ama O dilediğini sap-
tırıyor, dilediğini doğru yola getiriyor. (Ama bunu sizin yaptıklarınız in-
10 taç etmekte;) elbette kendi işlediklerinizden sorumlu tutulacaksınız!
[1782] “Allah dileseydi, sizi bir tek ümmet yapardı.” Yani sizi zorlaya-
rak, mecburen hanîf ve Müslüman yapardı ve O, buna kadirdir. “Ancak”
hikmet, “dilediğini saptırmasını” yani küfrü tercih edip onda ısrar edeceğini
bildiği kimseyi kendi haline bırakmasını “ve dilediğini doğru yola getirme-
15 sini” yani imanı tercih edeceğini bildiği kimseye lütfetmesini gerektirmiştir;
yani O, meseleyi tercih üzerinden, lütuf, hızlan, sevap ve ikābın kendisiyle
hak edildiği durum üzerinden yürütmektedir; bunların hiçbirinin hak edil-
mediği zorlama üzerinden değil. “Elbette kendi işlediklerinizden sorumlu
tutulacaksınız!” ifadesiyle bu husus dile getirilmektedir. Zira yoldan çıkma-
20 yı ve doğru yolu seçmeyi Allah mecbur ediyor olsaydı, bu âyette insanlara
sorumlu tutulacakları bir amel nispet etmezdi.1
94. Yeminlerinizi aranızda aldatma vesilesi yapmayın! Çünkü sağ-
lamca yere basmakta olan bir ayak bu yüzden kayabilir, Allah yolundan
uzaklaştığınız için kötü bir azap tadarsınız! Sizin için büyük bir azap
25 daha olur.
[1783] Sonra, Allah Teâlâ tekit etmek ve kendisinden doğacak olumsuz
sonuçların vahim olacağını ifade etmek için yeminlerin insanlar arasında
bir aldatma vesilesi yapılmasına dair yasaklamayı tekrar etmiştir. “Çünkü
sağlamca yere basmakta olan bir ayak bu yüzden kayabilir.” Yani ayaklarınız
30 İslam zemini üzerinde sağlam bir şekilde duruyorken oradan kayabilir. “Ve
Allah’ın yolundan” sapmanız, yani dinden çıkmanız, veya başkalarını sap-
tırmanız sebebiyle dünyada “kötü bir azap tadarsınız.” Çünkü biat yeminle-
rini bozup dinden çıkacak olsalardı başkalarının da aynı şeyi yapmaları için
bunu gelenek haline getirmiş olurlardı. “Sizin için” ahirette “büyük bir azap
35 daha söz konusu olur.”
1 Mademki sorumlu tutulacaklardır, demek ki her şeyi kendileri yapmaktadır. / ed.
ا כ אف 1025
َ َ ُאء َو َ ُ ْ َ ُ َ א ُכ ْ ُ ْ َ ْ َ ُ َن﴾
אرا
وإ ً ،כ ًا אن د ا אذ ا כرا ][١٧٨٣
م ا ّل أ ا כ ِ َ َ } ،ل َ َ ٌم َ ْ َ ُ ِ َ א{، א כ
ُ
ودכ } َ ْ َ ِ ِ ا ِ{ و و כ }و َ ُ و ُ ا ا َء{ ،ا א אَ . א
وا وار ّ وا، ا أ אن ا כ ؛ ّכ .أو ا
ة. ا اب َ ِ {،
}و َ ُכ ْ َ َ ٌ
ن אَ . א ٢٠
ٌ
1026 NAHL SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
[1790] “Daha güzel bir hayat”tan maksat dünyada olandır ki, açık
mâna budur. Nitekim devamında “mükâfatlarını veririz” buyurmakta ve
onlara dünya ve âhiret sevabı vaat etmektedir. “Allah da onlara hem dünyevî
karşılığı hem de Âhiretteki karşılığın güzelini vermiştir.” [Âl-iİmran 3/148] âye-
5 tinde ifade edildiği gibi. Şöyle ki: Sâlih ameli olan bir mümin, zengin de
olsa, fakir de olsa iyi bir hayat yaşar. Zenginse bu zaten açıktır. Fakir olması
halinde ise Allah’ın verdiği rızka karşı bir kanaat ve rızası söz konusudur.
Azgın kimseye gelince o, fakir olması halinde zaten mutsuz olacağı gibi,
zengin olduğunda da hırsı onu bırakmaz ki mutlu olsun.
10 [1791] İbn Abbâs’dan “iyi hayat”ın helal rızık demek olduğu, Hasan-ı
Basrî’den kanaat olduğu; Katâde’den ise Allah’ın burada cenneti kasdettiği
bilgisi nakledilmiştir. “İyi hayat”ın, kişinin kalbindeki taat ve tevfik zevki
olduğu da söylenmiştir.
98. (Resulüm!) Kur’ân’ı okurken, kovulmuş şeytandan Allah’a sığın.
15 99. Doğrusu, iman edenler ve sadece Rablerine güvenenler üzerinde
onun hiçbir nüfuzu ve otoritesi yoktur.
100. Onun nüfuzu, sadece onu velî edinenler ve Allah’a şirk koşan-
lar üzerindedir.
[1792] Bir önceki âyette sâlih amel ve ona karşı vaatte bulunduktan
20 sonra, burada Allah’a sığınmanın O’nun karşılığını bol bol vereceği sâlih
ameller cümlesinden olduğuna işaret olarak “(Resulüm!) Kur’ân okurken,
Allah’a sığın” buyurmuştur. Mâna, “Kur’ân okumak istediğin zaman… sı-
ğın.” şeklindedir. “Ey iman edenler! Namaza kalk(mak iste)diğiniz zaman
yüzlerinizi yıkayın.” [Mâide 5/6] âyetinde ve “Yemek ye[mek isted]iğinde Al-
25 lah’ın adını an.” sözünde olduğu gibi. Şayet “Fiili istemek neden bizzat
fiilin lafzıyla zikredilmiştir?” dersen şöyle derim: Çünkü fiil ona dair irade
ve kastın akabinde ve herhangi bir ara olmaksızın ona göre meydana gel-
mektedir. Dolayısıyla, fiili istemekle o fiilin kendisi arasında kuvvetli bir
sebep ve açık bir beraberlik söz konusudur.
30 [1793] İbn Mes‘ûd’dan şöyle nakledilmiştir: Peygamber (s.a.)’e Kur’ân
okuyacaktım. E‘ûzü bi’s-semî‘i’l-‘alîmi mine’ş-şeytāni’r-racîm (Kovulmuş şey-
tandan İşiten - Gören’e sığınırım.) dedim. Bunun üzerine Efendimiz “Ey
Ümmü ‘Abd’ın oğlu! E‘ûzü billāhi mine’ş-şeytāni’r-racîm (Kovulmuş şeytan-
dan Allah’a sığınırım.) de! Çünkü Cebrail Aleyhisselâm Kalem ve Levh-i
35 Mahfuz’dan getirip bana böyle okutmuştur.” buyurdu.
ا כ אف 1029
َ ُ { ،و ه ا }و َ َ ْ ِ
َ ا אو ا א ، ] َ } [١٧٩٠א ًة َ ِ ً {،
ْ َ َّ
َ ِ ة{ ]آل
ِ اب ا ْاب ا ْ א َو ُ ْ َ َ َ ِ َ
ان:
َ َ } َ َא ُ ُ ا ُ َ َ َ ة ،כ اب ا א وا
ً א א إن ا، ا כאن أو ا א ا ،[١٤٨وذ כ أ ّن ا
ً ً ً
ا א وا א ،و א ا، אل .وإن כאن ا، כאن
ً ً
أ ه ،وإن ا إ כאل ا כ :إن כאن ه ا .وأ ّ א ا א ٥
ً
. أن ا א ص כאن
ً
: ا ل .و :ا زق ا אة ا אس :Ġا ا ] [١٧٩١و
. وا وة ا א : .و ا אدة: ا א .و
ِ َ ﴿-٩٨ذَا َ َ ْأ َت ا ْ ُ ْ َ
آن َ א ْ َ ِ ْ ِא ِ ِ َ ا ْ َ אنِ ا ِ ِ ﴾
ِ ﴿-٩٩إ ُ َ ْ َ َ ُ ُ ْ َ ٌ
אن َ َ ا ِ َ آ َ ُ ا َو َ َ َر ِّ ِ ْ َ َ َ כ ُ َن﴾ ١٠
} َ ِ َذا َ َ ْأ َت ا ْ ُ ْ َ
آن ،و وو ا א ] [١٧٩٢א ذכ ا
א لا ا אل ا א ا َ א ْ َ ِ ْ ِא ِ{ إ ا ًא ن ا
אذة
َ ِة َ א ْ ِ ُ ا כ } ِإ َذا ُ ْ ُ ِإ َ ا :ذا أردت اءة ا آن א ا اب .وا
ْ
إرادة ا : ا .ن ة ،[٦ :وכ כ :إذا أכ ]ا א ُ ١٥و ُ َ ُכ {
ّ ْ
، و א ،وا رادة ا :نا ؟ ا
א ة. ّي و כאن
[1794] “Onun hiçbir nüfuzu yoktur.” yani sadece Allah’ı velî bilenlerin
üzerinde şeytanın hiçbir otorite ve egemenliği yoktur; yani bunlar onun tel-
kinlerini kabul etmez, onun kendilerinden istediği peşinden gitme isteğine
itaat etmezler. “Onun nüfuzu” ancak onu velî edinen ve ona itaat edenler
5 üzerinde söz konusudur. ( ِ ِ ُ ْ ِ ُכ َنO’na şirk koşanlar) ifadesindeki zamir
ِ ِ رifadesine râcidir. Şeytana râci de olabilir; yani onun yüzünden, onun
ْ َّ
aldatması ve vesvesesiyle.
101. Biz, bir âyetin yerine başka bir âyet getirdiğimiz zaman, -Allah
ne indirdiğini iyi bildiği halde- “Sen müfterîsin!” diyorlar. Hayır!.. On-
10 ların çoğu bilmez.
[1795] Bir âyeti başka bir âyetle değiştirmek nesihtir. Allah Teâlâ dinî
hükümleri başka hükümlerle değiştirir; çünkü hükümler maslahat esasına
dayanır ve dün yararlı olan bir hüküm bugün zararlı; zıttı ise yararlı olabilir.
Allah Teâlâ neyin yararlı, neyin zararlı olduğunu bilir ve hikmeti ile diledi-
15 ğini tutar, dilediğini kaldırır. “Allah ne indirdiğini iyi bildiği halde” ifadesi
de bunu ortaya koymaktadır. “Sen müfterîsin!’ dediler.” Onu suçlamak için
bir bahane buldular ve suçladılar. Zira nâsih - mensuh konusunu bilmiyor
ve ondan çok uzakta bulunuyorlardı. Mekkeliler “Muhammed ashabıyla
alay ediyor. Onlara bugün bir şey emrediyor, yarın aynı şeyi yasaklıyor;
20 daha hafif olan bir hüküm veriyor.” diyorlardı. Aslında, iftira ediyorlardı.
Zira Hazret-i Peygamber’in ağırı hafifle, hafifi ağırla, hafifi hafifle ve ağırı
ağırla değiştirdiği oluyordu; çünkü maksat maslahattı; hafiflik-ağırlık değil.
[1796] Şayet “Bir âyetin yerine başka bir âyet getirme’ ifadesi âyetin an-
cak âyetle neshedilebileceğini, onun dışında Sünnet, icmâ‘ ve kıyas ile nes-
25 hedilemeyeceğini gösterir mi?” dersen şöyle derim: Bu ifade, âyetin âyetle
neshedildiğini gösterir, fakat âyetin âyetten başka bir şeyle neshedilemeye-
ceğini göstermez. Zira mütevatir ve delâleti açık bir sünnet bilgi ifade etmek
bakımından Kur’ân gibidir ve âyetin böyle bir sünnetle neshedilmesi benzeri
bir âyetle neshedilmesi gibidir. İcmâ‘, kıyas ve hakkında kesin olarak hüküm
30 verilmeyen sünnete gelince, bunlarla âyetin neshi söz konusu değildir.
102. De ki: Onu, senin Rabbinin katından gerçeğin ta kendisi ola-
rak Rûhulkudüs indirmektedir; iman edenlerin imanını pekiştirsin,
teslimiyet(i sadece O’na) gösteren kimselere de hidayet ve müjde olsun
diye...
ا כ אف 1031
אن آ َ ٍ َوا ُ َأ ْ َ ُ ِ َ א ُ َ ِّ لُ َא ُ ا ِإ َ א َأ ْ َ ُ ْ َ ٍ َ ْ
﴿-١٠١و ِإذَا َ ْ َא آ َ ً َ َכ َ
َ ٥
َأ ْכ َ ُ ُ ْ َ ْ َ ُ َن﴾
ا ؛ א ا ا א ،وا ا : כאن ا ا ][١٧٩٥
. ة ا م ،و ز أن כ ن أ א ،و א כאن א
כ .و ا אء א אء و א ، א وا א א א א وا
ا، ً وا }وا ُ أَ ْ َ ِ َ א ُ َ ِّ ُل َ א ُ ا ِإ أَ َ ُ ْ َ ٍ { ،و
َ ١٠
ُ
ًا ن :إن خ ،وכא ا وا א א ا و وذ כ
أ ن؛ و א ً ا، و א ا م א : أ
ن ،وا ن א ،وا ن א ن ،وا א ا כאن ا وا،
. ان وا ا ، ؛ ّن ا ض ا א
س ِ ْ َر ِّ َכ ِא ْ َ ِّ ِ ُ َ ِّ َ ا ِ َ آ َ ُ ا َو ُ ً ى ُ ُ َ َ ْ ُ ﴿-١٠٢ر ُ
وح ا ْ ُ ُ ِ ٢٠
َو ُ ْ َ ى ِ ْ ُ ْ ِ ِ َ ﴾
1032 NAHL SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
ون ِإ َ ْ ِ ﴿-١٠٣و َ َ ْ َ ْ َ ُ َأ ُ ْ َ ُ ُ َن ِإ َ א ُ َ ِّ ُ ُ َ َ ٌ ِ َ ُ
אن ا ِ ي ُ ْ ِ ُ َ َ
אن َ َ ِ ُ ِ ٌ ﴾ َأ ْ َ ِ َو َ َ ا ِ َ ٌ
م رو ، : .و כ א ،وכאن أو :א ،ا إ
כ ف אن ا و אر ،כא א ان: : .و ا כאن א
א א و Ṡإذا ل ا ،כאن ر و ءان ا راة وا
ّ
אن : .و א ،אل: א ، ءان ،א ا:
. ٢٠ا אر
1034 NAHL SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
[1800] אنdil demektir. Kişi mezar kazarken onun dikliğini bozup bir
yanını meyilli bir şekilde kazdığı zaman elhade’l-kabra ve lehadehû ve huve
mulhadun ve melhûdün denir. Kelime daha sonra her türlü doğruluktan ay-
rılma için isti‘âre olarak kullanılmış ve elhade fulânün fî kavlihî (Falanca
5 sözünde yamuk yaptı.) ve elhade fî dînihî (Dininde mülhit oldu.) denil-
miştir. Mülhid (dinden sapan) tabiri de bu kullanıma girer; çünkü mülhit
bir dinden bir başkasına geçmemiş, bütün dinlerin dışında bir düşünceye
sapmıştır; yani ifadelerini istikametten kendisine doğru yamulttukları ada-
mın “dili yabancı” yani belirsiz, “bu” Kur’ân “ise apaçık bir Arapçadır.” fe-
10 sahatlidir; son derece açık ve nettir. Bu ifade Müşriklerin iddia ve iftiralarını
reddetmek için zikredilmiştir.
[1801] ُ ونkelimesi Yâ ve Hâ meftuh olarak yelhadûne şeklinde de
okunmuştur. Ayrıca, ون إ אن ا يibaresi ون إ ( ا אن ا ىGer-
çeği saptırarak Kur’ân’ı nispet ettikleri dil yabancıdır.) şeklinde ma‘rife ola-
15 rak okunmuştur.
[1802] Şayet “ ون إ أ אن ا ىcümlesinin i‘râbda mahalli
nedir?” dersen şöyle derim: Bunun bir mahalli yoktur; çünkü Müşrikle-
rin iddialarına cevap mahiyetinde yeni bir cümledir. “Kendilerine bir âyet
geldiği zaman ‘Allah’ın peygamberlerine verilen (o büyük mucizeler) bize
verilmedikçe, asla iman etmeyiz!’ derler.” buyurduktan sonra ُ َ َ ْ َا ُ أ
ْ ُ
20
د ،إذا أ אل و ه ،و و ا .و אل :أ אن :ا ] [١٨٠٠وا
א ، ِ ٌ { ،ذو אن و } ،و ا{ ،ا آن َ ِ } ،א ٌن َ ِ אن }أَ ْ َ ِ {، ٥
َ
، وإ א ً ردا
}و ِإ َذا َ אء ْ ُ ْ آ َ ٌ َ א ُ ا َ ْ ُ ْ ِ َ َ ُ ْ ِ َ ِ ْ َ
َ אم،[١٢٤ : َ ْ َ ُ رِ َ א َ َ
ُ { ]ا
اب َأ ِ ٌ ﴾
َ ْ ِ ِ ُ ا ُ َو َ ُ ْ َ َ ٌ אت ا ِ
ُ ْ ِ ُ َن ِ َ ِ ِ ﴿-١٠٤إن ا ِ َ
אت ا ِ َو ُأو َ َ
ِכ ُ ُ ا َْכא ِذ ُ َن﴾ ُ ْ ِ ُ َن ِ َ ِ ِ ﴿-١٠٥إ َ א َ ْ َ ِ ي ا َْכ ِ َب ا ِ َ
نَ } ، أ ا ]} [١٨٠٣إِن ا ِ َ َ ُ ْ ِ ُ َن ِ َאت ا ِ{ ،أي ١٥
ة، ا اب א وا ا ن ا أ ؛ ا {، א
mübdelün minh arasında bir itirazi cümle olarak kabul edilmek suretiyle,
ِ אت ا
ِ ِ ْ ِ ُ َن ِ
َ ُ َ ( اAllah’ın âyetlerine iman etmeyenler) ifadesinden be-
deldir. Mâna da “İftirayı ancak iman ettikten sonra Allah’ı inkâr edenler yap-
mış olurlar.” şeklindedir. Bunun ardından, bu şeye zorlanan kimseler istisna
25 edilmiş; bu durumda olanlar iftiracı hükmünün altına girmemişlerdir. Sonra
şöyle buyurmuştur: “Göğsünü-gönlünü inkâra açarsa” yani bunu gönül rıza-
sıyla yapar ve (inkâra) basbayağı itikat ederse, “işte Allah’ın gazabı bunların
üzerinedir!” َ َ َכifadesinin [105. âyetteki] أُو َ ِ َכmübtedasından bedel olması
َ
ve mânanın; “İman ettikten sonra Allah’ı inkâr edenler, bunlardır işte ya-
30 lancılar!” anlamında olması da caizdir. Veya ا ْ َכ ِאذ ُ َنhaberinden bedel olup
mâna; “Bunlardır işte, iman ettikten sonra Allah’ı inkâr edenler!” şeklinde
olabilir. َ َ َכifadesinin, zem için olmak üzere, mansup olması da caizdir.
َ
Yine, müfessirler ِ َ ْ َכ َ ِאcümlesinin, cevap cümlesi hazfedilmiş bir şart -ve
َ
mübteda- olmasını da caiz görmüşler; ح ifadesinin cevabının bu haz-
35 fedilmiş cevaba delalet ettiğini söylemişlerdir. Adeta şöyle buyrulmaktadır:
Kim Allah’ı inkâr ederse gazap onun üzerinedir! Mecbur bırakılanlar dışında,
kim gönül rızasıyla, bilerek - isteyerek inkâr ederse gazap bunların üzerinedir!
ا כ אف 1037
ن ا ُ } ،ا כאذ ن{ ،أي }وأُ ْو ِ َכ{ ،إ אرة إ
]َ [١٨٠٤
ُ
ن ا כא ا ن .أي أو כ ا כאذ ن ا כאذ ن ،أو إ ا
اכ ب אد ا ا כ ب :أو أو כ آ אت ا أ ا כ ب؛ ّن כ
ا כאذ ن وءة و د .أو أو כ ء، כ א ن
.[١٠١ : ]ا ِ } :إ َ א أَ َ ُ ْ َ ٍ { ٥
ْ َ ﴿-١٠٦כَ َ َ ِא ِ ِ ْ َ ْ ِ ِإ َ א ِ ِ ِإ َ ْ ُأ ْכ ِ َه َو َ ْ ُ ُ ُ ْ َ ِ ِא ِ َ אنِ َو َ כِ ْ
اب َ ِ ٌ ﴾َ ْ َ َ َح ِא ْכُ ْ ِ َ ْ ًرا َ َ َ ْ ِ ْ َ َ ٌ ِ َ ا ِ َو َ ُ ْ َ َ ٌ
َ ْ ِ ي ا ْ َ ْ َم ِכ ِ َ ُ ُ ا ْ َ َ ا ا ْ َ َא َة ا ْ َא َ َ ا ِ َ ِة َو َأن ا َ
َ ﴿-١٠٧ذ َ
ا َْכא ِ ِ َ ﴾
ِכ ُ ُ ُ ُ ِ ِ ْ َو َ ْ ِ ِ ْ َو َأ ْ َ ِ
אر ِ ْ َو ُأو َ َ ُ ﴿-١٠٨أو َ َ
ِכ ا ِ َ َ َ َ ا ُ َ َ ١٠
ا ْ َ א ِ ُ َن﴾
َ َ َ َ ﴿-١٠٩م َأ ُ ْ ِ ا ِ َ ِة ُ ُ ا ْ َ א ِ َ
ون﴾
: ؟ أ אر أم ،أ أ :أي ا ] [١٨٠٧ن
روي أ ّن م .و إ ًازا ا وا كا ؛ ّن أ
ل ا .אل :א ؟ אل :ر ل א :א אل ر أ
ل ؟ אل :ر ل :א ه .و אل أ ً א، ؟ אل أ ل
ّ
، ا ، אد ًא، אد . א ل ؟ אل أ א أ ١٥ا .אل:
ّ ّ
ع ا .وأ ّ א ا א أ ل ا Ṡאل” :أ א ا ّول ذכر
ًא “. א
א اب وا ،وأ ّن ا ا ]َ } [١٨٠٨ذ ِ َכ{ ،إ אرة إ
}.وأُو ِ כ כ ن ا א ة ،وا ا א ا א ا
َ َ َ ُُ
؛ ّن ا أ أ ،ا ا ن ٢٠ا ْ َא ِ ُ َن{ ،ا כא
א א. و א ا ا ا
1040 NAHL SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
אر אل أو כ ،و ء אل א ] ُ } [١٨٠٩إِن َر َכ{ ،د ٥
ا :א אر اذכ .ن .أو ب ]َ ْ َ } [١٨١١م َ ْ ِ {،
ه ،وا ،و ء وذا ا :אل ؟ ا א إ ا
:م א وذا א ،כ ،وا א ا ا و ،א כ א ا
.و ل: ه ،כ ن ذا אدل כ إ אن ١٥
اف َ } ،[٣٨ :א ُכ א ُ ْ ِ ِכ َ { ]ا َא{ } َ ُ ء أَ َ אכ ار א :ا אد ا
ذ כ. אم [٢٣ :و ]ا
﴿-١١٣و َ َ ْ َ َאء ُ ْ َر ُ لٌ ِ ْ ُ ْ َ َכ ُ ُه َ َ َ َ ُ ُ ا ْ َ َ ُ
اب َو ُ ْ َ א ِ ُ َن﴾ َ ٢٠
1042 NAHL SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
[1812] “Allah, öyle bir şehir örneği ile anlatmaktadır ki…” Yani durumu
bu olan bir şehri, Allah’ın kendilerine nimetler verdiği ve nimetlerin şımart-
tığı, nankörlük edip Allah’a sırt çevirdikleri ve sonunda O’nun da musibet
gönderdiği bütün toplumlara örnek yapmaktadır. Bu ayette geçen şehrin, bu
5 sıfatları taşıyan zihinde mukadder bir şehir olması da, eski çağlarda bu du-
rumdaki bir şehrin bulunması da mümkündür; Allah Teâlâ aynı âkıbete uğra-
mamaları için uyarı kabilinden Mekkelilere onu bir örnek olarak zikretmiştir.
[1813] “Güven içinde” ifadesi hiçbir endişenin kendisini rahatsız etme-
diği manasındadır; çünkü huzur güvenle, rahatsızlık ve korku da endişe
10 ile birlikte olmaktadır. ر اbol bol demektir. ُ أkelimesi Tâ hesaba katıl-
mayarak َ ْ ِ kelimesinin çoğuludur; tıpkı dir‘un (zırh) kelimesinin edru‘un
(zırhlar) şeklinde çoğul yapılması gibi. Ya da ْ ُ kelimesinin çoğuludur;
tıpkı bü’sun (sıkıntı) kelimesinin eb’üsun (sıkıntılar) şeklinde çoğul yapılması
gibi. Nitekim hac mevsiminde Hazret-i Peygamber’in dellalının; “Bu gün-
15 ler tu‘m ve nu‘m (yeme-içme ve konfor) günleridir; kimse oruç tutmasın.”
diye seslendiği rivayet edilmiştir.
[1814] Şayet “Tattırma ve elbise kelimelerinin ikisi de isti‘âredir; bu iki
kelime nasıl birlikte kullanılabilmiş? Yani müste‘âr olan tattırma, yine müs-
te‘âr olan elbiseye nasıl îkā edilmiş?” dersen şöyle derim: Tattırma ()أذاق
20 kelimesi, genellikle bela ve sıkıntıları ve bunlardan insanlara dokunan can
sıkıcı şeyleri içerdiği için Araplar açısından hakikat yerine geçmektedir [yani
mecaz değildir], bu sebeple, “Falanca sıkıntı ve meşakkati tattı.” ve “Ona azap
tattırdı.” derler. Böylece, zarar ve elemin tesiri dolayısıyla algılanan şey,
acı ve iğrenç bir şeyi tadmaktan hâsıl olan şeye benzetilmektedir. Elbiseye
25 ( ) אسgelince, elbise de onu giyen kişiyi kuşattığı için, insanı kuşatan ve
onun etrafında cereyan eden olaylar elbiseye benzetilmektedir. “Açlık ve
korku elbisesini giydirme” işine tattırma denilmesi ise bu, insanı kuşatan
açlık ve korkudan ibaret olarak meydana geldiği için, “Onlara kendilerini
kuşatan bir korku ve açlık tattırdı.” denilmiş gibi olmuştur. Arapların bu
30 gibi durumlarda girdikleri iki yolu çok iyi bilmek gerekmektedir; zira bu
tür kullanımları yadırgama tamamen bu iki yolu bilmemekten kaynaklan-
maktadır. (i) İlki, Arapların konuşurken ‘kendisi için isti‘âre yapılan şey’e
(yani müste‘ârun lehe) bakmalarıdır. Nitekim bu âyette buna bakılmıştır.
Küseyyir’in şu sözü de bu kabildendir:
35 İhsana gark eder o, gülerek tebessüm ettiğinde
bir gülüşüyle açılır kesenin düğümleri1
1 Yani, tıpkı açık artırmalarda bir zenginin “aldım” anlamındaki bir işaretinin kâfi gelerek, malın el değiş-
tirmesi gibi, bu zatın malı da, bir gülümseyişiyle ilgili kişiye iade edilir. / ed.
ا כ אف 1043
אج وا ،وا ا ف ،ن ا א ]{ ً ِ َ ْ } [١٨١٣ ٥
اد א אء ،כ رع كا ، : }ر َ ً ا{ :وا ً א .وا
فَ . ا
א :ذا ،כ אو א אرة אو ف؛ ع وا ١٥ا
א ،ن א ا אن ا ف ،و ع وا ا
אر ،כ א ا إ وا א :أن א ،أ إ כאر ا
َ ِ َ ْ ِ ِ ْ כَ ِ ِ رِ َ ُ
אب ا َ אلِ َ ْ ُ ا ِّ َدا ِء إ َذا َ َ َ َ א ِ כא
1044 NAHL SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
[1815] Şair bu beytinde elbise anlamına gelen ridâ kelimesini iyilik için
isti‘âre olarak kullanmıştır; çünkü elbise, üzerine giyilen kişiyi koruduğu
gibi, iyilik de sahibinin şerefini korumaktadır. Şair burada, kendisi için is-
ti‘âre yapılanı dikkate alarak, muhatabını iyilik ve ihsanın sıfatı olan gamr
5 (gark etme) ile tavsif etmiştir, elbisenin sıfatı (olan bolluk/genişlik) ile değil.
[1816] (ii) İkincisi ise, Arapların ‘isti‘âre yapılan şey’e (yani müste‘âra)
bakmalarıdır. Şairin şu şiirinde olduğu gibi:
Kılıcımı almaya çalışıyor benim Abdüamr!
Yavaş ol be hey ‘Amr b. Bekr’in kardeşi!..
10 Elimin altındaki şeyin yarısı benimdir.
Öbür yarısını da al sen, başına sar.
[1817] Burada şair elbise ile kılıcını kasdetmiş ve “sarık yap” (fa‘tecir)
kelimesindeki müste‘ârı dikkate almıştır. Eğer asıl konumuzda (ayette),
müste‘âr dikkate alınsaydı “Allah onlara açlık ve korku elbisesini giydirdi.”
15 denir, Küseyyir de “Gülerek tebessüm ettiğinde elbisesi bol olan” ( א
)ا داءderdi.
[1818] “Zulmedip dururken” ifadesi “zulme iyice bulaşmış oldukları
halde” demektir. “Melekler bunların canlarını kendi kendilerine zulmeder-
ken alır.” [Nahl 16/28] âyetinde ifade edildiği gibi. Ansızın gelecek olan azap-
20 tan ve gaflet anında ölüvermekten Allah’a sığınırız!
[1819] ِف واkelimesi libâsa ma‘tūf olarak veya muzāfın hazfedilip
muzāf ileyhin onun yerine konduğu ve kelimenin aslının אس ا ف َ وol-
duğu düşüncesiyle َف واşeklinde de okunmuştur; ayrıca [havf ve cû‘ yer
değiştirerek] ع אس ا ف واşeklinde de okunmuştur.
25 114. O halde, (ey birtakım hayvanların etini haram kılan müşrik-
ler!) Allah’ın size rızık olarak verdiği şeylerden helâl ve tertemiz-hoş
olmak şartıyla yiyin ve -Allah’a kulluk ediyorsanız- O’nun nimetine
şükredin.
115. O size sadece ölüyü, kanı, domuz etini, bir de Allah’tan başkası
30 adına kesileni haram kılmıştır. Azıtmamak ve haddi aşmamak şartıyla
çaresiz kalırsa (bunlardan bile yiyebilir); Allah bağışlayıcıdır, merha-
metlidir (Gafûr, Rahîm).
ا כ אف 1045
א ن ا داء א ض ن وف؛ אرة ا داء ] [١٨١٥ا
אر ا إ ، אل :א ، ] [١٨١٧أراد دا
א ):ا ،כ א אل ا א َא ِ ُ َن{، ]} [١٨١٨و ١٠
َ ُْ
. ا ت وا א ةا ذ א (، أ א כ ا
اب َأ ِ ٌ ﴾
אع َ ِ ٌ َو َ ُ ْ َ َ ٌ
ٌ َ َ ﴿-١١٧ ١٠
ا ِ َ َ א ُدوا َ ْ َא َ א َ َ ْ َא َ َ ْ َכ ِ ْ َ ْ ُ َو َ א َ َ ْ َא ُ ْ ﴿-١١٨و َ َ
َ
ُ ْ َ ْ ِ ُ َن﴾ َو َ כِ ْ כَ א ُ ا َأ ْ ُ َ
אم. رة ا ] َ } [١٨٢٧א َ َ ْ َא َ َ َכ{، ١٥
ْ
َ א ُ ا ِ ْ َ ْ ِ َذ َ
ِכ َء ِ َ َ א َ ٍ ُ ِ ُ ﴿-١١٩إن َر َכ ِ ِ َ َ ِ ُ ا ا
َو َأ ْ َ ُ ا ِإن َر َכ ِ ْ َ ْ ِ َ א َ َ ُ ٌر َر ِ ٌ ﴾
אن ُأ ً َא ِ ًא ِ ِ َ ِ ًא َو َ ْ َ ُכ ِ َ ا ْ ُ ْ ِ כِ َ ﴾
ِ ﴿-١٢٠إن ِإ ْ َ ا ِ َ כَ َ ٢٠
1050 NAHL SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
اط ُ ْ َ ِ ٍ ﴾
ِ َ ٍ َ ﴿-١٢١אכِ ً ا َ ْ ُ ِ ِ ا ْ َ َ ُאه َو َ َ ُاه ِإ َ
﴿-١٢٢وآ َ ْ َ ُאه ِ ا ْ َא َ َ َ ً َو ِإ ُ ِ ا ِ َ ِة َ ِ َ ا א ِ ِ َ ﴾
َ
َوا ِ ِ أن َ ْ َ ا ْ َ א َ َ
ْ َو َ ْ َ َ َ ا ِ ِ ُ ْ َ ْ כَ ٍ ٥
אل :ا ّ :ا ي . إ ا ،إ א : ، א ًא א ًذا כאن أ ّ إ ّن
1 Mealde -ve aşağıda diğer görüşte- belirtildiği üzere ayette Müşriklere hitapla “cumartesi yasağının neden
konulduğu, yani bu günde balık avlamamanın -yani normalde helal olan bir etin- neden haram kılındı-
ğı” anlatılmaktadır. Konu maymuna ve domuza dönüştürme ile ilgili değildir. / ed.
ا כ אف 1053
ا ْ ِ َא َ ِ ِ َ א כَ א ُ ا ِ ِ َ ْ َ ِ ُ َن﴾
ِ َ َ ِ ا ْ َ َ َ ِ َو َ א ِد ْ ُ ْ ِא ِ ِ َر ِّ َכ ِא ْ ِ כْ َ ِ َوا ْ َ ْ ِ ﴿-١٢٥اد ُع ِإ َ َ ِ
ْ
َ َأ ْ َ ُ ِא ْ ُ ْ َ ِ َ ﴾ ُ ِ َ ْ َ َ ْ َ ِ ِ ِ َو ُ َأ ْ َ ُ ِإن َر َכ ُ َ َأ ْ َ ١٥
כ ا א م } ،א כ { ،א ا َ ِ ِ َر ّ َכ{ ،إ ]} [١٨٣٩إ
}وا ْ َ ْ ِ َ ِ ا ْ َ َ َ ِ { ،و
َ ، ا ا ،و ا ا
ا آن، א .و زأن א אو أכ א ا
}و َ ِאد ْ ُ ِא ِ ِ أَ ْ َ ُ {،
َ ، و כ א כ אب ا ي أي اد
َ ْ
، א و وا ، ا אد قا أ ا ٢٠א
ة، ا وا ا כ אه ا כאن ، }إِن ر َכ ُ َ أَ ْ َ {
ُ
אرد. ب ،وכ כ ا ت و
1056 NAHL SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
إ ل ،א כ ا أ ًا اכ ا و وا : مأ
-و دل ا إ א .وإ א أن ا وا إذا ا
}وأَن َ ْ ُ ا أَ ْ ُب
رىَ .[٤٠ : ]ا ا ِ{ } َ َ ْ َ َ א َوأَ ْ َ َ َ َ ْ ُ ُه َ َ א
َ
ة.[٢٣٧ : ]ا َ ْ ِ ٢٠ى{
1058 NAHL SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
[1842] [Allah daha sonra Resulüne hitap ederek] sen de “sabret” demek suretiy-
le ona sabrı emretmektedir. “Senin sabrın tamamen Allah’ın sayesindedir”
yani O’nun muvaffak kılması, tutması ve kalbine koyması iledir. “Onlara”
yani inkârcıların yaptıklarına “üzülme.” Tıpkı “Öyleyse, bu inkârcı nankör
5 kavim için gam yeme.” [Mâide 5/68] âyetinde olduğu gibi. Veya müminler
için, kâfirlerin onlara yaptıklarına üzülme. “İçin daralmasın” İfade ve lâ
tekun fî daykın şeklinde de okunmuş olup “Onların tuzaklarından dolayı
göğsün daralmasın.” anlamındadır. Dayk kelimesi dayyıkın şeddesiz hali
olup “dar bir durumda” demektir. Ayrıca, dayk ve dıyk kelimeleri kavl ve
10 kıyl gibi masdar da olabilirler.
[1843] “Allah elbette müttakilerle beraberdir.” Yani, günahlardan kaçı-
nanların ve amellerinde “ihsan üzere olanların” velîsidir.
[1844] Rivayete göre Herim b. Hayyan [v. 70/690] ölmek üzere iken ken-
disine “Bir vasiyette bulunsanız.” demişler; o da “Vasiyet maldan yapılır.
15 Benim ise hiç malım yok. Ben size Nahl suresinin son âyetlerini vasiyet
ediyorum.” demiş. Hazret-i Peygamber’in de “Kim Nahl suresini okursa
Allah dünyada ona verdiği nimetlerden dolayı kendisini hesaba çekmez.
Bir kimse onu okuduğu gün veya gece ölürse, güzel bir vasiyette bulunarak
ölmüş bir insan gibi mükâfat alır.” buyurduğu rivayet edilmiştir.
ا כ אف 1059
}و َ א َ ْ َك إ ّ
َ ، א }وا ْ ِ { أ ،م َ :Ṡ ] [١٨٤٢אل
ُ ْ
ا כא ، }و َ َ ْ َ ْن َ َ ِ { ،أي
כَ ، ور و ِא ِ{ ،أي
ْ ْ
وא ا } َ َ َ ْ َس َ َ ا ْ َ ْ ِم ا ْ َכא ِ ِ َ { ]ا א ة ،[٦٨ :أو כ
رك « ،أي و כ َ ٍ { ،و ئ »و ا כא ون} .و َ َ ُכ ِ
ْ َ
ز أن כ ن ا .و أ ،أي ا : כ ،وا ٥
} ،و{ و א اا ا ا و ]} [١٨٤٣إِن ا َ َ َ ا ِ َ ا َ ْ ا{ ،أي
ّ
ْ ِ ُ َن{ أ א . }ا ِ
َ ُْ
:أوص .אل :إ א ا ا אن أ ما ] [١٨٤٤و
رة أ ر ل ا :Ṡ . رة ا ا ،وأو כ אل ١٠ا אل و
،כאن א أو م א وإن אت دار ا אأ ا א ا
. ا כא ي אت وأ ا
İSRÂ SÛRESİ
ا ا ا
ِ َ ا ْ َ ْ ِ ِ ا ْ َ َ ِام ِإ َ ا ْ َ ْ ِ ِ ا َ ْ َ אن ا ِ ي َأ ْ َ ى ِ َ ْ ِ ِه َ ْ
َ َ ْ ُ ﴿-١
ِ ُ ا ْ َ ِ ُ﴾ אر ْכ َא َ ْ َ ُ ِ ُ ِ َ ُ ِ ْ آ َא ِ َא ِإ ُ ُ َ ا
ا ِي َ َ ٥
. وا א א א م، ام :ا ا اد א وا א أ
1062 İSRÂ SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
İbn Abbâs’ın [v. 68/688] , “Harem bölgesinin tamamı mescittir.” dediği nak-
ledilmiştir. Rivayete göre Peygamber (s.a.) Ümmü Hânî’nin evinde yatsı
namazından sonra uyurken İsra yolculuğuna çıkarılmış ve aynı gece geri
dönmüş, yaşadıklarını Ümmü Hânî’ye anlatmış, “Bütün peygamberler
5 benim için canlandırıldı (mussile lî) ve onlara namaz kıldırdım.” demiş,
sonra Mescid’e gitmek üzere ayağa kalkmış. Ümmü Hânî ise onun elbise-
sine yapışmış ve engellemeye çalışmıştır. Bunun üzerine Peygamber (s.a.)
“Hayırdır, neden böyle yapıyorsun?” demiş, o da “Eğer bu haberi onlara
verirsen kavminin seni yalanlamasından korkuyorum.” demiştir. Bunun
10 üzerine Peygamber (s.a.) “Yalanlasalar dahi [çıkıp anlatacağım]!” demiş ve çık-
mıştır. Derken Ebû Cehil gelip yanına oturmuş, Peygamber (s.a.) da ona
İsra olayını anlatmıştır. Bunu duyan Ebû Cehil, “Ey Lüey b. Kâ‘b oğulları!
Toplanın hele!..” diye bağırmış, toplandıklarında Peygamber (s.a.) kendile-
rine olayı anlatmış, içlerinden kimi hayret ve inkâr maksadıyla alkış tutmuş
15 kimi de nalinini başına vurmaya başlamış, daha önce iman etmiş olan bazı
kimseler dinden çıkmışlar, bir kısım insanlar ise Hazret-i Ebû Bekr’in ya-
nına koşup durumu anlatmışlar. O ise “Eğer bunu o söylediyse doğrudur!”
demiş. Onlar, “Bu anlattığına rağmen onu yine de tasdik mi ediyorsun?”
demişler. O da “Ben onu bundan daha öte konularda bile tasdik ediyo-
20 rum!” demiş. Bu sebeple de es-Sıddîk olarak isimlendirilmiştir.
[1848] Hazret-i Peygamber (s.a.)’in kendilerine bu olayı anlattığı kim-
seler içerisinde Mescid-i Aksā’nın bulunduğu bölgelere yolculuk yapmış,
oraları görmüş kimseler de bulunuyordu. Bunlar Hazret-i Peygamber
(s.a.)’den Mescid-i Aksā’yı kendilerine tarif etmesini istediler. Bunun üzeri-
25 ne Beyt-i Makdis Hazret-i Peygamber (s.a.)’in gözünün önünde tecelli et-
tirilmiş, o da ona bakarak insanlara Mescid’i tarif etmeye başlamıştır. Bunu
duyanlar, “Doğru tarif etti.” demişlerdir. Bunun üzerine Kureyşliler, “O
zaman bizim kafileden haber ver.” demişler; Peygamber (s.a.) da kafiledeki
develerin sayısından durumlarına kadar haber vermiş ve “Falanca gün Gü-
30 neş’in doğuşuyla birlikte kafile buraya ulaşır, en önünde de alaca bir deve
bulunacaktır.” demiş. Bunun üzerine insanlar o gün erken vakitte (Şam is-
tikametine bakan) tepelere doğru çıkıp gözetlemeye başlamışlar. Derken iç-
lerinden biri, “İşte vallahi Güneş doğuyor.” diye bağırmış. Bir diğeri, “İşte,
vallāhi kafile geliyor, en önde de tıpkı Muhammed’in dediği gibi alaca bir
35 deve var!” diye bağırmış. Fakat buna rağmen inanmamışlar ve “Bu apaçık
bir sihirden başka bir şey değildir.” demişlerdir.
ا כ אف 1063
:א اء ،אل أ ا لا Ṡ هر أ إ ٥
אء ا وأ א ا אء ا א رأى ًא أ ً א س وأ ا
أ .و ة ا כאن اء ا و ا ] [١٨٥٠وا
אن َ ْ ً ا َ כُ ًرا﴾
ُ ﴿-٣ذ ِّر َ َ ْ َ َ ْ َא َ َ ُ ٍح ِإ ُ כَ َ
1066 İSRÂ SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
أ رכ . }و ِכ ً { ر א כ ن إ
]َ [١٨٥٧
א ذر وכ دو وا א ، ا وا« א אء أ» ٥
אل :ا :כאن إذا أכ אن َ ً ا َ ُכ ًرا{ ً א }כ ]ِ } [١٨٥٩إ ُ { إن
َ َ ْ
אء א ،و ا ي ب אل :ا .وإذا אء أ א ،و ا يأ
1 M.Ö. 705-681 yılları arasında hüküm süren ve Yahudiler ile Babilliler üzerine askerî harekatlarıyla
tanınan Asur kralı Sennacherib. (https://en.wikipedia.org/wiki/Sennacherib) / ed.
ا כ אف 1069
ا َ ْر ِ
ض َ َْ ِ אب َ ُ ْ ِ ُ ن ِ
ا ْ כِ َ ِ ِإ ْ َ ا ِ َ ِ َِ ﴿-٤و َ َ ْ َא ِإ َ
َ ٥
َو َ َ ْ ُ ُ ُ ا כَ ِ ً ا﴾
َْ ٍ
س َ ِ ٍ َ َא ُ ا َ ِ َ ﴿-٥ذا َ َאء َو ْ ُ ُأو ُ َ א َ َ ْ َא َ َ ْ כُ ْ ِ َא ًدا َ َא ُأو ِ
אن َو ْ ً ا َ ْ ُ ﴾ ِ لَ ا ِّ َ ِ
אر َوכَ َ
אכ ْ ِ َ ْ َ الٍ َو َ ِ َ َو َ َ ْ َ ُ
אכ ْ َأ ْכ َ َ َ ُ ﴿-٦ر َد ْد َא َכُ ُ ا َْכ َة َ َ ْ ِ ْ َو َأ ْ َ ْد َ ُ
َ ِ ً ا﴾ ١٠
ت אء ا يا ز أن وف .و اب ] [١٨٦٢و} َ ُ ْ ِ ُ ن{
ن .و ئ א אل :وأ ،כ ا ًא ،כ ن } َ ُ ْ ِ ُ ن{ ى ا ١٥
ِ
ا אس: אد ا و א אل: ً ا א« وأכ ]ً َ } [١٨٦٤
אدا َ َא{ و ئ »
אء ا א ت. אس: ا .و ده و و אر ٢٠
س ا .وأ כ .و א وכ ل ا ا אم[١٢٩ : ]ا َכא ُ ا َ ْכ ِ َن{
ُ
وإ اق ا راة ا ، אد إ ل ا אر א ا ّدد ٥و
ا אر«.
.وا م أن« ،א ن ا أ ّن« و ئ » أ ّن« »و » : اءة ٥
ّ
أن: ا و א وف و :و ا ا{ }
ا ه وا ء כ اכ وا ،أي ل اب إذا אء } َ א َ َ ا{
10. Şunu da bildirir ki Biz, Âhirete iman etmeyenlere can yakıcı bir
azap hazırlamışızdır.
[1873] “En doğru olana” yani en sağlam ve doğru olan hale ya da dine
veya yola. Bunlardan hangisi takdir edilirse edilsin, hiçbirinin takdir edil-
5 mediği hazif halindeki edebi zevki almak mümkün değildir; çünkü hazif
durumunda nitelenen şey müphem kalmakta ve bu yüzden bir ihtişam hissi
uyandırmakta, ancak açıkça ifade edildiğine bu durum söz konusu olma-
maktadır. ّ ِ ُ (müjdeler) ifadesi tahfif ile yebşuru şeklinde de okunmuştur.
ُ َ
[1874] Şayet “Ayette müttaki müminleri ve kâfirleri zikrettiği halde, nasıl
10 olmuştur da fâsıkları zikretmemiştir?” dersen şöyle derim: O dönemde in-
sanlar ya takva sahibi mümin ya da müşrik idi. (el-menzile beyne’l-menzileteyn
sahipleri, yani) bu iki durum arasında kalanlar ise daha sonra ortaya çıkmıştır.
[1875] Şayet “ُ ْ ِ ُ َن ِ
َ ( َوأَن اiman etmeyenlere) ifadesi neye atfe-
dilmiştir?” dersen şöyle derim: Bu ifade ( أَن َ ُ أَ ْ ا َכ ِ اonlara büyük bir
ً ً ْ
15 mükâfat olduğunu) ifadesine atıftır ve anlam, “Kur’ân müminlere iki müj-
de vermiştir: İlki onlara verilen sevap, ikincisi ise düşmanlarına verilen ce-
zadır.” şeklindedir. Ayrıca, “iman etmeyenlerin azaba mâruz kalacaklarını
haber verir” anlamının kastedilmiş olması da mümkündür.
11. İnsanoğlu, şer için -hayrı istercesine- dua eder. Çok acelecidir
20 insanoğlu!
[1876] Yani kızdığı zaman kendisi, ailesi veya malı aleyhine, tıpkı dua
edermiş gibi beddua eder. Bu tıpkı “Allah insanlara hayrı çarçabuk istedik-
leri gibi, şerri de hemen veriverseydi, kendilerine tanınan müddet anında
bitirilirdi!” [Yûnus 10/11] ifadesi gibidir. “Çok acelecidir insanoğlu!” Aklına
25 düşen, kalbine gelen her şeyi derhal ister; basiret sahipleri gibi teenni ile
hareket etmez. Rivayete göre Peygamber (s.a.) bir defasında Sevde binti
Zem‘a’ya bir esir göndermiş. Esir geceleyin inlemeye başlamış. Hazret-i
Sevde ona, “Neyin var, niye inliyorsun?” diye sorunca bağlı olduğu deri
kemerin canını acıtmasından şikâyet etmiş. Bunun üzerine Hazret-i Sevde
30 onun bağlı olduğu kemeri omzundan çözmüş… Fakat uyuduğu sırada esir
elini çözüp kaçmış. Sabah olduğunda Peygamber (s.a.) esirin getirilmesini
istemiş. Durum kendisine haber verilince “Allah’ım! Sevde’nin ellerini kes.”
diye dua etmiş, Hazret-i Sevde de elini açmış ve duaya icabet edilmesi, Al-
lah’ın elini kesmesi için ‘Âmin!’ demeye başlamış. Bunun üzerine Peygam-
35 ber (s.a.), “Ben herhangi bir beşerin kızdığı gibi kızmış olduğum için, Allah
Teâlâ’ya ailemden hak etmeyen birine lânet okuyup beddua ettim. Sevde
elini indirsin.” buyurmuştur [Vâkıdî, Megâzî, II, 554].
ا כ אف 1075
ِ ِ
א أ אכ ا ا אض ا אر إ ر ّ ُכ {
ْ ] ُ َ ْ َ } [١٨٧٩ا َ ْ ً ّ
} َ َ َد ا ِّ ِ َ َو{ فا ْ َ ُ ا{ א ِ
}و َ َ א כ ف وا
אن ا و אت، أ א ذכ و ن إ א אب{ و א ِ
}ا ْ َ َ
د כ ود אכ } َ ْ َ ُאه{ אه ون إ א ٍء{ }و ُכ
ر َ ا و
ْ
א. כ ،و א כא כ ،ز א א ًא ٢٠
1078 İSRÂ SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
ِ َ ْ ِ َכ ا ْ َ ْ َم َ َ ْ َכ َ ِ ًא﴾ ﴿-١٤ا ْ َ ا כِ َא َ َכ כَ َ
: ا .و رة ا ل אا و ]َ } [١٨٨٠א ِ ُه{
َ
أ ّن .وا אه א אر أ ج، ،إذا כ :אر ٥
:אا ا . ر ا אب .و ا ر ت :ا א .و ا
ج«، »و و ج« א אء ،وا ج« א ن» .و ا ن .و ئ »
[1882] Şayet “[Nefs müennes olduğu halde] âyette neden hasîben kelimesi
müzekker olarak kullanılmıştır?” dersen şöyle derim: Çünkü bu ifade şehîd
(şahit), kādî (kadı) ve emîr kelimeleri ile aynı konum ve mânada kullanıl-
mıştır. Zira bu görevleri çoğunlukla erkekler üstlenir. Burada sanki “Seni
5 hesaba çekecek bir erkek olarak nefsin yeter.” denilmiş olmaktadır. Ayrıca
nefsin tıpkı selâsetü enfüsin (üç şahıs) kullanımında olduğu gibi, şahıs an-
lamında kullanılmış olması da mümkündür. Hasan-ı Basrî [v. 110/728] bu
âyeti okuduğu zaman, “Ey Âdemoğlu! Allah’a and olsun ki seni kendine
hesaba çekici tayin eden kudret, sana insaf etmiştir.” demiştir.
10 15. Kim doğru yola gelirse, kendisi için gelmiş olur; kim de saparsa,
kendisi aleyhine sapmış olur. Üzerinde yük bulunan hiç kimse başkasının
yükünü çekemez. Peygamber göndermedikçe azap etmiş değilizdir Biz.
[1883] Yani her nefis yük taşır, ama başkasının yükünü değil, sadece ken-
di yükünü. “Azap etmiş değilizdir Biz.” Kendilerine peygamber gönderip de
15 bize karşı bahanelerini, delillerini tüketmeden bir topluma azap etmek, bizim
için hikmetin gerektirdiği bir doğru değildir. Şayet “Peygamber gönderilme-
den önce de onlar hakkında delil kesinleşmiştir; çünkü Allah’ın tanınacağı
aklî deliller kendilerinde bulunmaktadır. Oysa onlar aklî gözlem ve tefekkür
imkânına sahip oldukları halde bu konuda gaflete düşmüşlerdir. Azaba mâ-
20 ruz kalmalarının sebebi, akıllarını kullanarak gözlem ve tefekkür etmemeleri
ve bu yüzden küfre düşmeleridir. Yoksa ancak vahiyle bilinecek olan ilahî
yasaları bilmemeleri ve ancak iman ettikten sonra yapılabilecek dinî amel-
leri yerine getirmemiş olmaları değildir?” dersen şöyle derim: Peygamberle-
rin gönderilmesi insanları gaflet uykusundan uyandırıp gözlem ve tefekküre
25 dikkatlerini çekme cümlesindendir. Böylece, onların artık “Biz gafildik! Bize
aklın delilleri üzerinde düşünmemiz için dikkatimizi çekecek olan bir pey-
gamber gönderilmiş olsaydı ya!” deme imkânları kalmamıştır.
16. Bir şehri helâk etmek istediğimiz zaman, oranın iler gelenlerine
emrederiz, orada fâsıklık ederler! Bunun üzerine, haklarında azap sözü
30 kesinleşir. Biz de orayı yerle bir ederiz.
[1884] “İstediğimiz zaman” yani bir kavmin helâk vakti yaklaş-
tığı zaman artık kendilerine verilecek çok az bir süre kaldığı zaman
“onlara emrederiz, onlar da fâsıklık ederler.” Yani biz onlara fâsıklı-
ğı emrederiz, onlar da yaparlar. Buradaki emir, mecazî anlamdadır.
ا כ אف 1081
؛ وا وا א ا : א؟ ذכ : ] [١٨٨٢ن
ً
א. כر ً :כ אل ،כ אا ر ها أ ّن ّن ا א
ً
إذا أ א אل: .وכאن ا أ ،כ א אل: א ز أن ّول ا و
}و َ א
أ ى َ وزر وزر א א وزرا،
ً א ] [١٨٨٣أي :כ
א ،وا כ ن و اا فا ،و أ א ا أد ا ١٠
َ َ ْ َ א ا ْ َ ْ لُ ِכ َ ْ َ ً َأ َ ْ َא ُ ْ َ ِ َ א َ َ َ ُ ا ِ َ א َ َ
﴿-١٦و ِإذَا َأ َر ْد َא َأ ْن ُ ْ َ
َ ١٥
َ َ ْ َא َ א َ ْ ِ ً ا﴾
Zira onlara gerçek anlamda fâsıklığı emretmek, “Fâsıklık edin!” demek şek-
linde olur ki böyle bir şey söz konusu değildir. Geriye sadece bu ifadenin
mecazî olması kalmaktadır. Bu mecazın anlamı ise şöyledir: Allah onlara ni-
metlerini ihsan ettikçe etmiş, onlar ise bu nimetleri günahlara ve şehvetleri
5 takip etmeye bahane kılmışlar; sanki “bu kendilerine emredilmiş gibi” gibi
davranmışlardır. Kendilerine nimetlerin verilmiş olması buna sebep olduğu
için böyle denilmiştir. Oysa Allah Teâlâ onlara bu nimetleri, şükretsinler ve
hayırlarda kullansınlar, iyilik ve ihsan sahibi olsunlar diye vermiştir. Nite-
kim onları sıhhatli ve güçlü-kuvvetli olarak yaratmış, kendilerine hayır ve
10 şer işleme kudreti vermiş, onlardan itaati günaha tercih etmelerini istemiş,
ama onlar fâsıklığı tercih etmişlerdir. fâsıklık yaptıklarında ise üzerlerine
azap sözü hak olmuş ve Allah Teâlâ onları yerle bir etmiştir.
[1885] Şayet “Bu ifadenin mânasının, ‘Onlara itaati emrettik, fakat on-
lar fâsıklık ettiler.’ şeklinde olduğunu söyleseydin olmaz mıydı?” dersen
15 şöyle derim: [Olmazdı.] Çünkü hazfedildiğine dair delil bulunmayan bir ifa-
denin hazfedilmiş olduğunu söylemek caiz değilken, tam aksi istikamette
delil bulunan bir ifadenin hazfedilmiş olduğunu söylemek nasıl mümkün
olsun!? Zira emre konu olan şeyin hazfedilmiş olmasının sebebi, ( َ َ ُ اfâ-
sıklık ettiler) ifadesinin buna delâlet ediyor olmasıdır. Bu, çok yaygın kul-
20 lanılan bir ifade tarzıdır, sözgelimi emertuhû fe-kāme (Ona emrettim, o da
kalktı.), emertuhû fe-kara’e (Ona emrettim, o da okudu.) denilir. Burada bu
ifadelerden, emre konu olan şeyin ayağa kalkmak ve okumak olduğundan
başka bir şey anlaşılmaz. Eğer emredilen şey olarak bunlardan başka bir
şey takdir edecek olursan, sana hitap edene dair gayb bilgisi kapsamındaki
25 şeyleri bilgisizce iddia etmiş olursun. Arapların emertuhû fe-’asānî (Ona em-
rettim, o da bana karşı geldi.) ya da fe-lem yemtesil emrî (Emrime uymadı.)
şeklindeki kullanımları da bu görüşe mesnet olmaz; çünkü bu, emre aykırı,
emrin zıttı olan bir durumdur. Emre aykırı olan şey aynı zamanda emre
konu olamaz. Bu yüzden, bunun kastedilmiş olması ve emre konu olan şeye
30 delâlet etmesi imkânsızdır. Dolayısıyla, bu ifadede emre konu olan şey, ne
lafızda kendisine delâlet edilen ne de niyette bulunan bir şey olur; çünkü bu
sözü söyleyen kimse verdiği emre konu olan şeyi niyetinde tutup da “Ben-
den emir sādır oldu, ama ondan itaat sādır olmadı.” demez. Bunun gibi
“Falan kimse verir ve alıkoyar, emreder ve nehyeder.” diyen kimse herhangi
35 bir mef‘ûlü [emre ya da nehye konu olan şeyi] kastetmez.
ا כ אف 1083
اءة ،و אم أو ر إ أن ا أ אم؛ وأ אل :أ
[1886] Şayet “Yüce Allah’ın kötü olan bir şeyi emretmeyeceğine ve sa-
dece adalet ve hayrı emredeceğine dair ilim, burada kastedilen şeyin ‘On-
lara hayrı emrettik, fakat onlar fâsıklık ettiler.’ şeklinde olduğunun delili
değil midir?” dersen şöyle derim: Değildir, çünkü “fâsıklık ettiler’ ifadesi
5 bunu bertaraf etmektedir. Bu yorumu yapmakla hem bir şeyin zıttını giz-
lediğini iddia etmiş hem de o şeyi açıkça yapmış oluyorsun. Dolayısıyla en
iyisi, emrin mecaza hamledilmesidir. Buradaki emera (emretti) fiili, mef‘û-
lünün çoğunlukla hazfedilmesi konusunda şâ’e (diledi) fiili gibidir; çünkü
devamındaki ifade mef‘ûle delâlet eder. Sözgelimi lev şâ’e le-ahsene ileyke ve
10 lev şâ’e le-esâ’e ileyke (Dileseydi sana ihsan ederdi, dileseydi sana kötülük
ederdi.) der ve “isteseydi” fiili ile “iyilik isteseydi” ve “kötülük isteseydi”
mânalarını kastedersin. Eğer bunun aksi bir mânayı kastetmiş ve “kendi-
sine dileme fiili isnat edilmiş olan kimsenin durumu, onun iyilik ehli ya
da kötülük ehli olduğuna delâlet eder, bu yüzden ifadede açıkça zikredilen
15 lafzı bir kenara bırakıp dileme fiilinin sahibinin halinin delâlet ettiği şeyi de
gizlerim.” dersen bu doğru bir ifade tarzı olmaz.
[1887] Bazıları ( أ َ َאemrettik) ifadesini “çoğalttık” şeklinde tefsir etmiş-
ْ
lerdir. Bunlar emertühû fe-emira (Onu çoğalttım, o da çoğaldı.) ifadesinin
fa‘altuhû fe-fa‘ile (Onu yaptım, o da oldu.) vezninde olduğunu ve sebbertuhû
20 fe-sebera (Helâk ettim, o da helâk oldu) gibi olduğunu söylemişlerdir. Hadis-i
şerifte, “Malın iyisi, aşılanmış hurma ağacı ve me’mûr -yani bereketli nesillere
vesile olan- mehirdir.” ifadesi kullanılır. Rivayete göre müşriklerden biri Haz-
ret-i Peygamber (s.a.)’e, “Ben senin bu durumunu ‘yaş’ görüyorum!” demiş; o
da innehû se-ye’muru yani “Bu iş büyüyüp gelişecek.” buyurmuştur.
[1888] ( أ َ َאifadesi) emira ve âmerahû ğayruhû kullanımından âmernâ
ْ
25
אر إ ًא وأ ت ،כ כ أ ا } َ َ َ ُ ا{ ن ذ כ؛
أن אء أَ ،و ا אز ا إ فا ،כאن
ََ
אء إ כ ،و אء ل: . ه א ف، ا אض ٥ا
אن أو ا أ أ ا تإ أ אل د : تو אأ
א אل אد وأ ق ا אءة ،א ك ا א ا أ
َ َ ْ َא َ ُ אن ُ ِ ُ ا ْ َ א ِ َ َ َ ْ َא َ ُ ِ َ א َ א َ َ ُאء ِ َ ْ ُ ِ ُ ُ
ْ َ ﴿-١٨כَ َ
َ א َ ْ ُ ً א َ ْ ُ ًرا﴾ َ َ َ َ ْ
אن َ ْ ُ ُ ْ َ َ א َ ْ َ َ א َو ُ َ ُ ْ ِ ٌ َ ُ و َ َ
ِכ כَ َ ﴿-١٩و َ ْ َأ َرا َد ا ِ َ َة َو َ َ
َ ٥
َ ْ כُ ًرا﴾
وا כ ، א א ،وا א ا ،وا ة ،כא א ،وا ا
1088 İSRÂ SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
Nitekim hadis-i şerifte, “Kimin hicreti Allah ve Resulüne ise hicreti Allah
ve Resulünedir. Kimin de hicreti elde edeceği dünyalığa ya da evleneceği bir
kadına ise onun hicreti de kendisine hicret etmiş olduğu şeyedir.” buyrul-
muştur. [Buhārî, “İman” 39]
5 [1894] َ ْ ُ ًراAllah’ın rahmetinden uzaklaştırılmış demektir.
[1895] “Gerekli çabayı gösterirse” üzerine düşen çabayı gösterir, sâlih
amelleri işlerse. Burada çabanın meşkûr (karşılığa değer) olması için üç şart
koşulmuştur.
• Birincisi; ahireti isteyerek yapmak, yani bütün gayretini ve düşüncesini
ahirete bağlamak ve bu aldanış diyarından el etek çekmek.
• İkincisi; mükellef olduğu fiilleri yapmak ve terk etmekle mükellef ol-
duğu şeyleri terk etmek.
• Üçüncüsü ise sahih -ve sabit- bir iman sahibi olmaktır.
[1896] İlk dönem âlimlerinden birinin “Şu üç şey kimde yoksa ameli
10 ona fayda etmez: Sabit bir iman, sadık bir niyet ve isabetli bir amel.” dediği
ve üzerine de bu âyeti okuduğu nakledilmiştir.
[1897] Allah’ın, amelleri meşkûr kılmasından maksat, itaate karşılık se-
vap vermesidir.
20. Her birine; bunlara da onlara da Rabbinin ihsanından ulaştırı-
15 rız; çünkü senin Rabbinin verişi engellenmiş değildir.
[1898] “Her birine” yani bu iki gruptan her birine. ’כdeki ُ tenvin,
[hazf edilmiş olan] muzāfun ileyhin telafisi içindir. “Ulaştırırız” yani onlara
ihsanımızda ziyadesiyle veririz, ihsanlarımızı ard arda ulaştırır; arasını hiç
kesmeyiz. İtaatkâr olanı da isyankâr olanı da lütuf ve ihsan babından rı-
20 zıklandırırız. “Çünkü senin Rabbinin verişi” ve lütfu “engellenmiş” yasaklı
“değildir.” Allah bu verişi, isyanı sebebiyle hiçbir isyankârdan kısmış, ona
bunu men etmiş değildir.
21. Bak, onları (dünyada) nasıl birbirine üstün kılmışız. Ama dere-
celer bakımından da, üstünleştirme bakımından da elbette Âhiret daha
25 büyüktür.
ا כ אف 1089
ث ط .ا אل ا א ا وכ אء א ا א ] َ ْ َ } [١٨٩٥א{
َ
כ ًرا: כ نا ا ٥
ِ َ ُة َأ ْכ َ َد َر َ ٍ َ َ ْ ٍ َو َ ﴿-٢١ا ْ ُ ْ כَ ْ َ َ ْ َא َ ْ َ ُ ْ َ َ
אت َوأ ْכ َ ُ ُ
َْ ِ ﴾
1090 İSRÂ SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
[1899] İbret gözüyle “bak, onları nasıl” üstünlük konusunda farklı kıl-
mışız. Ama aralarındaki fark ahirette daha da büyük olacaktır; çünkü orada
sevap, telafi ve ihsan söz konusudur ki bunların hepsi farklılık arz eder. Ri-
vayete göre Hazret-i Ömer (r.a.)’ın kapısında eşraftan bazı kimselerle eşraf-
5 tan olmayan bazı kimseler toplanmış ve içeri girmek için izin beklemişler.
İçlerinden Bilal ve Suheyb’e izin çıkmış ve bu durum Ebû Süfyan’ın ağırına
gitmişti. Bunun üzerine Süheyl b. ‘Amr, “Bu durumun böyle olması bizden
kaynaklanıyor, çünkü onlar da biz de -İslâm’a- davet edildik, onlar süratle
icabet ettiler, biz ise ağırdan aldık. Bu sadece Ömer’in kapısı!.. Varın siz bir
10 de ahiretteki farkı düşünün!.. Eğer onları Ömer’in kapısındaki üstünlükle-
rinden dolayı kıskanıyorsanız, bilin ki Allah’ın onlara cennette hazırlamış
olduğu şey çok daha fazladır.” demiştir.
[1900] ً ِ ْ َ ( أَ ْכüstünleştirme bakımından daha büyüktür) ifadesi ekse-
َُ
ru tafdîlen (üstünleştirme bakımından daha çoktur) şeklinde de okunmuştur.
15 [1901] [Velîlerden] birinin şöyle dediği nakledilir: “Sen ey dünya meclis-
lerinde kendini yükselterek üstünlük yarışına giren! Kendini Âhiret meclis-
lerinde üstün kılmak istemez misin? Zira ahiret daha büyük ve daha fazi-
letlidir!”
22. Allah’la beraber başka bir tanrı ihdas etme! Yoksa yerilmiş ve
20 terk edilmiş olarak kalakalırsın!
[1902] َ ُ ْ َ َ (kalakalırsın) ifadesi, şehaze’ş-şefrate hatta ka‘adet ke-ennehâ
harbetün (Ağzını öyle keskinleştirdi ki nihayet mızrak gibi oldu.) ifadesinde-
ki gibi sāra (haline geldi) anlamındadır; yani “hem kendin için kınanma ve
bunu takiben ilâhından gelen helâke mâruz kalırsın, hem de Allah’a ortak
25 koşmuş olduklarından yardım görme konusunda acziyete ve mahrumiyete
düşersin.” denilmiştir.
23. Senin Rabbin şuna da hükmetmiştir ki; kendisinden başkası-
na kulluk etmeyesiniz, ana-babanıza iyi davranasınız... İkisinden biri
veya her ikisi senin yanında yaşlılığa erecek olurlarsa, onlara “Öf!” bile
30 deme, onları azarlama. Ve her ikisine de güzel sözler söyle.
24. Onlara merhametten alçakgönüllülük kanadını ger ve de ki: “Ya
Rabbi! Onlar beni küçükken yetiştirdikleri gibi sen de onlara merha-
met et.”
ا כ אف 1091
َ ْ َ ْ َ َ ا ِ ِإ َ ً א آ َ َ َ َ ْ ُ َ َ ْ ُ ً א َ ْ ُ و ﴾ ﴿-٢٢ ١٠
ْ َ ِ َو ُ ْ َر ِّب ْار َ ْ ُ َ א כَ َ א َ ُ َא َ َ َ
אح ا ِّل ِ َ ا ﴿-٢٤و ا ْ ِ ْ
َ
َ ِ ً ا﴾ َر َא ِ
1092 İSRÂ SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
1 Muhtemelen, bi’l-vâlideyniden evvel ahsinû veya bi-en tuhsinû ifadelerini neden takdir ettiğini açıklı-
yor. / ed.
ا כ אف 1093
ة و َ ْ ُ وا{ أن
ُ } أَ َ ًא أ ا
ً
َر َכ{ وأ ]َ [١٩٠٣
}و َ َ
. ز ً ا כ כ ،و כ إ א כ
أ אכ ز ، כ ًا א א ،כאن כ אن כ إא :
. إ אع כ כ ،وا
وכ ،وذ כ أ ه א ه، א כא א و ٥
.
ن א ا א ا א א ] [١٩٠٨و ١٠
ا ً א، א אء כ ا א ه ،و א אن إ ا
א . ا א אن ا כאد ال أ א ،و و ا
ل :א أ אه ،א أن : وءة .و ا ا دب وا ول כ א
אر ،و כאن ا ءأ إ ،و אل :כ ذ כ وا ا
[1916] Rivayete göre İbn Ömer [v. 73/692] adamın birinin tavaf esnasın-
da annesini sırtına almış olduğunu ve şöyle dediğini duymuş:
Anam için binek olurum, hem de hiç usanmadan
Tüm binekler [develer] kaçtığında yerinde duran…
5 O ki beni karnında taşımış ve bundan daha fazla süre emzirmiştir,
Zira Rabbim Allah’tır benim; Celâl sahibidir O, mutlak büyüktür.1
Daha sonra adam İbn Ömer’e, “Ne dersin ey İbn Ömer! Onun hakkını
ödemiş miyimdir?” diye sormuş. O ise “Hayır, tek bir zerresini bile ödemiş
değilsindir.” demiştir.2
10 [1917] Hazret-i Peygamber (s.a.)’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
Ananıza-babanıza sakın kötü davranmayın. Zira cennetin kokusu bin yıllık
mesafeden alınır, ama anasına-babasına kötü davranan, sıla-i rahmi kesen,
evli iken zina eden, kibirle paçalarını yerlere kadar salan kimse onun koku-
sunu alamaz. Kibriyâ sadece âlemlerin Rabbi Allah’a mahsustur!
15 [1918] Fakihler şöyle demişlerdir: “İnsanın babası Hıristiyan ise onu
kiliseye götürmez, ama babası kiliseden kendisini eve kadar taşıması için
haber gönderirse o zaman taşır; ona içki içirmez, içtiği zaman elinden içki
kabını alabilir.” Ebû Yûsuf ’un [v. 182/798] “Babası ona içinde domuz eti
bulunan tencerenin altını yakmasını emredecek olsa, yakabilir.” dediği nak-
20 ledilmiştir.
[1919] Huzeyfe (r.a.)’ın Hazret-i Peygamber (s.a.)’den, müşriklerin sa-
fında olan babasını öldürmek için izin istediği, fakat Hazret-i Peygamber
(s.a.)’in, “Bırak başkası yapsın!” dediği nakledilmiştir.
[1920] Fudaly b. ‘İyâz’a ana-babaya iyilik etmenin ne anlama geldiği
25 sorulmuş, o da “Onlara hizmet ederken tembelce işe koyulmamandır.” de-
miştir. Aynı soru âlimlerden birine sorulduğunda o da şöyle demiş: “On-
lara karşı sesini yükseltmemen, onlara kızgın kızgın bakmaman, içinden
ya da dışından olara karşı çıktığını görmemeleri, yaşadıkları sürece onlara
merhamet edip, öldüklerinde arkalarından dua etmen, kendilerinden sonra
30 da sevdiklerine hizmet etmendir.” demiştir. Hazret-i Peygamber (s.a.)’in,
“İyiliğin en iyisi, kişinin babasının sevdiği kimselerle irtibatını koparmama-
sıdır.” [Müslim, “el-Birr ve’s-sıla”, 4] dediği nakledilmiştir.
1 Burada “Yani ben O’nun emrine uymuş oluyorum.” anlamı olduğu gibi, anamın buyruk ve yasakları
Rabbiminkilerle çatıştığında elbette O’nu dinlerim, mânası da vardır. / ed.
2 Bu rivâyetin birebir aynısı değil, ama muhtasarı için bkz. Buhārî, el-Edebü’l-müfred, I, 9.
ا כ אف 1101
אب َ َ َ ْت َ َ ْ ِ
إ َذا ا ِّ َכ ُ َ َא َ ِ ٌ َ ُ ْ َ إ ِّ
َ َ א َ َ َ ْ َو َأ ْر َ َ ْ ِ َأ ْכ َ
ا ُ َر ِّ ُذو ا ْ َ َ لِ ا ْכ َ ُ
زان و و ر א א אق و ر אم ،و ةأ א ٥ر
כ ، ا و أ Ṡ ذن ا :أ ا ] [١٩١٩و ١٠
אن ِ َ وا ِ َ
ُ ُ ِ כُ ْ ِإ ْن َ כُ ُ ا َ א ِ ِ َ َ ِ ُ כَ َ ﴿-٢٥ر כُ ْ َأ ْ َ ُ ِ َ א ِ
َ
َ ُ ًرا﴾
ر א ،ن ا ا وا إ أ أذا א، ّدي إ م- ا
أ إ ا ا אدرة כ ن : } ِ َوا ِ َ { ّ ا .و
אدر כ א أذ :ا ّواب ا ا כإ ا .و
א ،و رج אب א ا אא כ ز أن כ ن .و א
أ ه. א ،روده ا א أ ا א ١٠
أ אء ر ل ا .Ṡ ا
1104 İSRÂ SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
[1924] Tebzîr malı gereksiz yere dağıtmak, israf olacak şekilde harca-
maktır. Cahiliye döneminde insanlar develeri hiç önemsemeden keserler,
mallarını sırf övünmek ve kendilerinden söz ettirmek için harcarlar, bunu
bir şan-şeref kabul ederlerdi. Allah Teâlâ ise malları yerli yerince infak et-
5 meyi, Allah’a yaklaştıracak olan şeylerde harcamayı emretti. İbn Mes‘ûd’dan
[v. 32/652] “Tebzîr, malı hakkı olmayan yerde harcamaktır.” görüşü nakle-
dilmiştir. Mücâhid b. Cebr’den [v. 103/721] ise “Kişi bâtıl yolda bir ölçek
harcasa saçıp savurma sayılır.” görüşü nakledilmiştir.
[1925] Büyük zatlardan biri hayır yolunda çokça mal harcamış, dostla-
10 rından biri kendisine,
“-İsrafta hayır yoktur!” deyince de,
“-Hayırda israf yoktur!” diye cevap vermiştir.
[1926] Abdullah b. Amr’dan nakledildiğine göre Peygamber (s.a.), ab-
dest almakta olan Sa‘d’a uğramış ve ona,
15 “-Ey Sa‘d! Bu ne israf böyle!” demiş;
“-Abdest’te de israf olur mu?” diye sorunca,
“-Evet, istersen nehir kenarında ol!” diye cevap vermiştir [İbn Mâce, “Tahâret”, 48].
[1929] “Beklediğin bir rahmeti elde etmek için” ifadesi ya daha önce ge-
çen şart ifadesinin cevabı ile ilişkilidir ve mâna, “O zaman onlara yumuşak
söz söyle ve güzel vaatte bulun. Böylece onlara rahmet etmiş, gönüllerini hoş
tutmuş ol ve onlara ettiğin bu merhamet sebebiyle Allah’ın rahmetini um.”
5 anlamındadır. Ya da doğrudan şart ifadesiyle ilişkilidir ve mâna, “Rabbinden
sana gelmesini umduğun bir rızık gelmemiş olduğundan, onlardan yüz çe-
virmek durumunda kalırsan o zaman onlara güzel bir şekilde karşılık ver.”
şeklindedir. Bu durumda rızık rahmet olarak isimlendirilmiş olur. Yine bu
ifadede “ummak” ifadesi “sahip olmamak” yerine kullanılmıştır; çünkü bir
10 rızka sahip olmayan kimse onu umar. Dolayısıyla, sahip olmamak umma-
nın sebebi, ummak da sahip olmamanın sonucudur: İşte bu yüzden burada
sonuç sebep yerine kullanılmıştır. Yine burada “onlardan yüz çevirmek duru-
munda kalırsan” ifadesinin mânasının “gücün yetmediği için onlara faydan
olmaz, ihtiyaçlarını gideremezsen” anlamında olması mümkündür. “Yüzünü
15 çevirme” ifadesiyle “istememe anlamındaki yüz çevirme”yi kasdetmemekte-
dir; çünkü ancak vermek istemeyen kimse yüz çevirir.
[1930] Yüsira’l-emru (İş kolaylaştı.) ve ‘usira’l-emru (İş zorlaştı.) ifadeleri
tıpkı su‘ide’r-raculü (Adam mesut oldu.) ve nuhise’r-raculü (Adam sıkıntıya
düştü.) ifadeleri gibi kullanılır. ( َ ُ ًراkolay, yani yenir yutulur) kelimesi
ْ
20 mef‘ûl olup, “Onlara ‘Allah bizleri de sizleri de ihsanı ile rızıklandırsın.’ de!”
anlamında olduğu söylenmiştir. Bu durumda, onlara fakirliklerinin kolay
gelmesi için dua ifadesi olmaktadır ve “kolaylaştırıcı söz”, yüsr, yani kolay-
lık duası anlamındadır.
29. Elini ‘boynuna asılı’ hale getirme, onu büsbütün de açma. Yoksa
25 kınanmış, acınacak duruma düşmüş vaziyette olursun.
[1931] Bu ifade cimrinin eli sıkı davranıp vermemesi ve israfçının bol
bol vermesini anlatmak için kullanılmış bir temsil ve israf ile cimrilik ara-
sında iktisatlı davranma emridir. “Kınanmış, acınacak duruma düşmüş va-
ziyette” yani Allah katında kınanmış olursun, çünkü müsrif Allah nezdinde
30 de insanlar nezdinde razı olunan biri değildir. Zira muhtaç olan kişi müsrif
hakkında, “Falancaya verdi, ama bana vermedi!” der; muhtaç olmayan ise
“Geçimlik malını iyi idare edemiyor!” der. Ayrıca kendi nezdinde de kı-
nanmış olursun, zira muhtaç duruma düştüğün zaman yaptığına pişman
olursun. ( َ ْ ُ ًراAcınacak duruma düşmüş) elinde avucunda bir şey kal-
35 mamış. Bu kelime haserahu’s-seferu (Yolculuk onu perişan etti.) ve haserahû
bi’l-mes’eleti (İsteyerek onu perişan etti.) kullanımlarına benzemektedir.
ا כ אف 1107
؛ ا אء ا ً ، ردا ّد ، ا زق ر כ، ٥
ل .و و ا ، و ا ] [١٩٣٠אل: ١٠
َ ْ ُ ْ َ א ُכ ا ْ َ ْ ِ َ َ ْ ُ َ ُُ َ
ِכ َو َ ْ َ ْ َ َ َك َ ْ ُ َ ً ِإ َ ﴿-٢٩و
َ
َ ُ ً א َ ْ ُ ًرا﴾
אد ا ي א ف ،وأ وإ אء ا ا ٌ ا ][١٩٣١ ١٥
ٌ
ف ّن ا ا ، ًא } َ َ ْ ُ َ َ ُ ً א{ اف وا ا
. ه א ٢٠و
1108 İSRÂ SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
1 Bu gibi homurdanmalar ( )اﻟﻠﻤﺰ ﰲ اﻟﺼﺪﻗﺎتzekât mallarının kimlere verilebileceğini anlatan Tevbe 60 çer-
çevesinde yaşanmıştır. Bu ayet de masārif-i zekâtı anlatmaktadır. Ancak, mekkîdir. Oysa ‘Uyeyne ve
Akra‘ın da aralarında bulunduğu müellefe-i kulûb bir Medine realitesidir. / ed.
2 Müslim’de nakledilen rivâyette “Ey Ebû Bekr! Şunun bana uzanan dilini kes; kendisine yüz deve ver (de
sussun)!” kısmı yoktur.
ا כ אف 1109
:إن א أّ إ إ א، ، א إ א در ً א ،אل
אء ، و ا א א ع ا أ ] [١٩٣٣و ٥
َو َ ْ َ َ ِ ا ْ َ ْ م َ ُ ْ َ ِ ون ا ْ ِ ي ٍء ِ ْ ُ َ א
َو َ א ُכ ْ ُ ُد َ
ا أ א إ א وا أن ا ز أن .و وا כ א
اده ،و א ط א ، ا א أو ا ، אده أو
אن َ ْ ُ ُ ا َأ ْو َد ُכ ْ َ ْ َ َ ِإ ْ ٍق َ ْ ُ َ ْ ُز ُ ُ ْ َو ِإ ُ
אכ ْ ِإن َ ْ َ ُ ْ כَ َ ﴿-٣١و
َ
ِ ْ ـ ً כَ ِ ً ا﴾
אن َ א ِ َ ً َو َ َאء َ ِ ﴾
َ ْ َ ُ ا ا ِّ َ ِإ ُ כَ َ ﴿-٣٢و
َ
، ًא }و َ َאء َ ِ ً { و
َ ا زا ة ] َ } [١٩٣٦א ِ َ ً { ١٠
ً ا ،أو ًא ن כ ،أو ث :إ ى ِא ْ َ ِّ { إ ]ِ } [١٩٣٧إ ١٥
و אل: כ
1112 İSRÂ SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
. اف ا :ا اء .و כ إذا ا א ن ] [١٩٣٨وכא ا
رده
ا« ّ » اءة أ م .و ا أو א אب ا ف« ٥
ّ
ا. :و
ة א اب .وإ א ا ه ،و אص ا أو هو א ّن ا ١٠
ف. ا
ان :כ ن .و ا وا כ ،و אس« א ] [١٩٤١و ئ » א
א لا أن اد :ا אل .وا ه إ ري أ ١٠
إن ُ ِ َא
َو َ أ ْ ُ ا َ َ ا ِ َ ْ َو َ ْأر ِ ا َ ِ ي ِ َ ْ ِ َذ ْ
1116 İSRÂ SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
1 Vahye dayalı kesin bilgi olmadığı; ayetten - hadisten hareket etse de bir tür akıl yürütme olduğu gerek-
çesiyle… / ed.
2 Yani normalde akıl sahipleri için kullanılsa da… Mısrada da yine akıl taşımayan günlere işaret için
kullanılmış. / ed.
ا כ אف 1117
: اد ،כ وا وا ا ]} [١٩٤٤أُو َ ِ َכ{ إ אرة إ
ِכ ا َ ِ
אم َوا ْ َ ْ َ َ ْ َ ُأ َو َ
ض َ َ ً א ِإ َכ َ ْ َ ْ ِ َق ا َ ْر َ
ض َو َ ْ َ ْ ُ َ ا َ ْر ِ ِ َْ ِ ﴿-٣٧و
َ
ا ْ ِ َאلَ ُ ً ﴾
ر ا ا א« و ح .و ئ » ] ً َ } [١٩٤٦א{ אل ،أي ذا
َ
ًא א َ ْ ِ َق ا َ ْر َض{ }َ ا כ א ا ا א ١٥
َْ ُ َ اْ ِ َ َ
אل }و َ
ا اء َ ق«،
ُ
כ .و ئ » א و ّة و و כ
. .Ġכאن
1118 İSRÂ SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
، ل :ا ،כ א ل :ا א اك ًא .أ و أ
. כ و إ אد א إ ق
،و כ א ءو א אل ا א ذכ : ] [١٩٤٨ن ٥
40. Demek, Rabbiniz sizi seçkin kılıp oğlan çocuklarını size verdi,
kendisi ise meleklerden kız çocukları edindi hâ?! Siz gerçekten, büyük
bir söz söylüyorsunuz!
[1950] אכ َ َ أifadesi “Melekler Allah’ın kızlarıdır.” diyen kimselere hi-
ُْ ْ َ
5 tap olup Hemze yadırgama mânası taşır. Anlam şöyledir: Rabbiniz evlatla-
rın en iyileri olan erkekleri sadece size has ve özel kılıp kendisine hiçbir pay
almadı, en düşükleri olan kızları da kendisi mi evlat olarak edindi!? Oysa
bu hikmete, sizin makul karşıladığınız anlayışa ve âdete aykırıdır; çünkü
en kaliteli ve kusursuz şeyleri (kendiniz gibi) kölelere, en kötü ve adilerini
10 ise efendilere (yani Allah’a) tahsis etmek olmaz. “Siz gerçekten, büyük bir
söz söylüyorsunuz!” Evlat sahibi olmak cisimlere mahsus bir özellik olduğu
halde Allah’a evlat isnat ederek, sonra kendinizi O’na üstün tutup kendi be-
ğenmediklerinizi O’na atfederek ve O’nun yarattıkları içerisinde en üstün
ve en şerefli olan melekleri ‘en aşağı’ varlıklar -yani kızlar- olarak düşünerek
15 vebali ağır bir söz söylüyorsunuz!
41. Gerçek şu ki Biz, bu Kur’ân’da evire çevire anlatmaktayız ki dü-
şünüp ders çıkarsınlar. Fakat bu, onların sadece kaçışını artırıyor!
[1951] “Gerçek şu ki; Biz bu Kur’ân’da evire çevire anlatmaktayız” ifade-
sinde geçen “bu Kur’ân” kelimesi ile onların kızları Allah’a atfetmelerinin çürü-
20 tülmesine dair ifadeler kastedilmiş olabilir; çünkü bunlar söz konusu iddiaları
evire çevire zikrederek bertaraf etmektedir. Anlam, “Sözü bu bağlamda evirdik
çevirdik ve evirip çevirmeyi ona yerleştirdik; bu konuyu bir tekrar mekânı ha-
line getirdik.” şeklindedir. “Bu Kur’ân” ifadesinin Kur’ân-ı Kerîm’in tümüne
işaret etmesi de mümkündür ki bu durumda “Biz bu mânayı Kur’ân’ın birçok
25 yerinde evire çevire verdik.” anlamında olur ve anlam malum olduğu için zamir
kullanılmamıştır. Bu ifade sarafnâ şeklinde hafifletilerek ve َ ْ َאşeklinde şedde
ile okunmuştur. Aynı şekilde ِ כ واifadesi de şeddeli ve şeddesiz olarak okun-
ُ َ
muştur. Anlam, “Öğüt ve ibret alsınlar, kendilerine delil olarak sunulan şeylerle
mutmain olsunlar diye evire çevire verdik.” şeklindedir.
30 [1952] “Fakat bu, onların sadece kaçışını artırıyor” yani haktan kaçış-
larını artırıyor, ondan daha az mutmain olmalarına sebep oluyor. Süfyân
b. Uyeyne’nin [v. 198/814] bu âyeti okuduğu zaman “Düşmanlarının sana
olan düşmanlığını artıran şey, benim sana boyun eğişimi artırdı.” dediği
nakledilmiştir.
ا כ אف 1121
َ ﴿-٤٠أ َ َ ْ ُ
َאכ ْ َر כُ ْ ِא ْ َ ِ َ َوا َ َ ِ َ ا ْ َ َِכ ِ ِإ َא ًא ِإ כُ ْ َ َ ُ ُ َن
َ ْ ً َ ِ ً א﴾
َ א َ ُ ُ َن ُ ُ ا כَ ِ ً ا﴾ َ ْ ُ ﴿-٤٣א َ ُ َو َ َ א َ
ُ َ ِّ ُ ات ا ْ ُ َوا َ ْر ُ
ض َو َ ْ ِ ِ َو ِإ ْن ِ ْ َ ْ ٍء ِإ َ َ ُ ُ َ ُ ِّ َ ُ ﴿-٤٤ا
אن َ ِ ً א َ ُ ًرا﴾
َ ْ َ ُ َن َ ْ ِ َ ُ ْ ِإ ُ כَ َ ِ َ ْ ِ ِه َو َ כِ ْ
ه }و َ ِכ ْ َ َ ْ َ ُ َن َ ْ ِ َ ُ { و ا ا
َ :א א .ن ١٥و
ْ
ات وا رض א ا ا وإن כא ا إذا כ ،و אب :ا م؟
çünkü sahih gözlem ve tefekkürün ve sabit bir ikrarın neticesi onların içe-
risinde bulundukları durumun tam aksidir. Demek ki, onlar varlıkların
tesbihini anlamamış, onların yaratıcıya delâlet ettiğini fark edememişler-
dir. Şayet “Yerlerde ve göklerde hakiki anlamda tesbih eden varlıklar, yani
5 melek, cin ve insanlar da var. Ama bunlar da göklere ve yere atfedilmişler.1
Bunun sebebi nedir?” dersen şöyle derim: Mecazî mânada tesbih hepsi için
geçerlidir. Bu yüzden, âyetteki tesbihi mecaza hamletmek gerekmektedir.
Aksi takdirde aynı kelime aynı durumda hem hakiki anlamına hem de me-
caz anlamına hamledilmiş olur.
10 [1957] “Şüphesiz O, Halîm’dir, bağışlayıcıdır.” sizleri bu gafletiniz ve
kötü düşünceniz, tesbih konusundaki cehaletiniz ve şirkiniz yüzünden der-
hal cezalandırmamakla çok bağışlayıcı davranmaktadır.
45. Kur’ân’ı okuduğun zaman, seninle Âhirete iman etmeyenlerin
arasına gizli bir perde koymaktayız.
15 46. Evet, onu anlarlar diye kalplerinin üzerine kabuklar, kulakları-
na da bir ağırlık koymaktayız. Sen, Kur’ân’da Rabbini tek olarak zik-
rettiğin zaman, arkalarını dönüp kaçar giderler!
47. Biz onların, seni dinlediklerinde neye kulak verdiklerini çok iyi
biliriz! Gizlice fısıldaşırlarken de... Hani “Siz, sadece büyülenmiş bir
20 adamın peşinden gidiyorsunuz!” diyorlardı ya zalimler!
48. Bak, senin için ne tür temsiller getiriyorlar!.. Dalâlete bu yüzden
düştüler, bir daha da doğru yolu bulamıyorlar.
[1958] ( ِ א ًא َ ْ ُ ًراGizli bir perde) yani gizlilik, sütre sahibi (gizleyici).
Bu ifade tıpkı seylün muf‘amün (taşkın sel) ifadesindeki muf‘amün ifadesinin
25 “taşkınlık sahibi” anlamında olması gibidir. Bu ifadenin “görünmeyen, gizli
perde” anlamına geldiği de söylenmiştir. Ayrıca, ardında bir ya da daha çok
başka perdeler bulunan, böylece diğer perdeler tarafından örtülmüş olan perde
mânası kastedilmiş de olabilir. Ya da bu ifade; “görmeyi engelleyen bir perde
vardır; perdelenmiş olan nasıl görülebilir ki?” anlamında da olabilir. Bu söz on-
30 ların “Bizi çağırdığın şeye karşı kalplerimiz kılıflıdır; kulaklarımızda da ağırlık
vardır. Seninle bizim aramızda bir perde var; istediğini yap, biz de yapacağız!’
demektedirler” [Fussilet 41/5] ayetindeki sözlerinin aktarımıdır. Sanki burada
“Kur’ân’ı okuduğun zaman -onların iddialarına göre- seninle aralarına bir per-
de koyarız ki anlamasınlar.” denilmiştir. Ya da “Kalplerinin üzerine kabuklar
35 koymaktayız.” ifadesinde onların anlamasına engel olma mânası bulunduğu
için sanki “Onları anlamaktan alıkoyduk.” denilmektedir.
1 Sözgelimi Hac 22/18’de. / ed.
ا כ אف 1125
כ و ء א כ א אن َ ِ ً א َ ُ ًرا{
]ِ } [١٩٥٧إ ُ َכ َ
و ככ . כ و כ א
אر ِ ْ ُ ُ ًرا﴾ ِ ا آن َو ْ َ ُه َو ْ ا َ َ َأ ْد َ ِ
َأ ْ َ ُ ِ َ א َ ْ َ ِ ُ َن ِ ِ ِإذْ َ ْ َ ِ ُ َن ِإ َ ْ َכ َو ِإذْ ُ ْ َ ْ َ ى ِإذْ َ ُ لُ ُ ْ َ ﴿-٤٧
ِ ُ َن ِإ َر ُ َ ْ ُ ًرا﴾ ا א ِ ُ َن ِإ ْن َ
َ ْ َ ِ ُ َن َ ِ ﴾ َכ ا َ ْ َאلَ َ َ ا َ
َ َُ ا َ ﴿-٤٨ا ْ ُ ْ כَ ْ َ
אب : ذو إ אم .و . כ] َ ِ } [١٩٥٨א ًא ْ ُ ًرا{ ذا ١٥
و}و ْ َ ُه {
َ و ً ا و ة، و ة، و ًا و ] [١٩٥٩אل :و
ّ אد
ر ّ أ كو א כ ،وا ده אب ر
. ا ر ر: ه .وا وا ً ا ،و ه و : ا אل ،أ
כ ن، آ כ ن أن د ،أي و כא א أو
وا. ا א ذا ٥
﴿-٤٩و َא ُ ا َأ ِ َ ا ُכ א ِ َ א ً א َو ُر َ א ً א َأ ِإ א َ َ ْ ُ ُ َن َ ْ ً א َ ِ ً ا﴾
َ
אر ًة َأ ْو َ ِ ً ا﴾
ُ ْ ُ ﴿-٥٠כ ُ ا ِ َ َ
אرة أو ا :כ :כ א ،כ ا، :כ אر ًة أَ ْو َ ِ ً ا{ ّد
َ َ
ِ
د ون أن :أכ إ א כ وا ر א ً א، ا כ ًا و
א ًא אכ א و ا ر אة وإ אل ا כ ،و ّده إ ا
ّ
א ه، ا ي د ، أ اء ا אم أ ّن ا ، ٥א
ًا أو אرة א ا أن כ -و ا א رכ و ا ور
ّ
אة. אل ا أن ّدכ إ אدرا
-כאن ً אرة وا أن א א ا
ن כ م : אز .وا א כ א אء وا ] [١٩٦٥وا
אن ِ َ َأ ْ َ ُ ِإن ا ْ َ َ
אن َ ْ َ غُ َ ْ َ ُ ْ ِإن ا ْ َ َ ﴿-٥٣و ُ ْ ِ ِ َאدِي َ ُ ُ ا ا ِ
َ ٥
﴿-٥٤ر כُ ْ َأ ْ َ ُ ِכُ ْ ِإ ْن َ َ א َ ْ َ ْ כُ ْ َأ ْو ِإ ْن َ َ א ُ َ ِّ ْ כُ ْ َو َ א َأ ْر َ ْ َ َ
אك َ
َ َ ْ ِ ْ َوכِ ﴾
ِ }ا ِ اכ כ } َ ُ ُ ا{}و ُ ّ ِ ِאدى{ و]َ [١٩٦٩
َ َ
ا .و أ א ،כ :و אدא ١٠أَ ْ َ ُ { وأ و
ا ِכ إِن َ َ א َ َ ْ ُכ ْأو إِن َ َ ْ ُ َ ّ ْ ُכ {. }ر כ أَ أ
ْ ْ ْ ُْ َُْ ُْ
نو אأ ذכ أ ا אر وإ כ ا :إכ א ،و هاכ و
اض، אن َ َ ُغ َ َ ُ { ا
}إِن ا ْ َ َ .و ا و א
ْ ْ
אرة وا א .ّ ا אد و ي ا
55. Senin Rabbin göklerde ve yerde olanları daha iyi bilir. Gerçek
şu ki Biz, peygamberleri birbirlerine üstün kıldık. Dâvûd’a da Zebûr
verdik.
[1972] Bu, Ebû Tālib’in yetiminin peygamber olmasını, ashabının
5 da Mekke’nin ileri gelen elebaşlarından bazıları değil de, yalın-ayak, ba-
şı-kabak Suheyb, Bilâl, Habbâb vb. kimselerden oluşmasını yadırgayan
Mekkelilere bir reddiyedir; yani “Senin Rabbin yer ve gök ehlini, onların
hallerini, kıymetlerini, her birinin neyi hak ettiğini en iyi bilendir!” de-
nilmiştir.
10 [1973] “Gerçek şu ki Biz, peygamberleri birbirlerine üstün kıldık,”
ifadesi Hazret-i Muhammed (s.a.)’in üstün kılınmış olduğuna işaret eder.
“Dâvûd’a da Zebûr verdik.” ifadesi de Hazret-i Peygamber (s.a.)’in hangi
açıdan üstün kılındığını açıklar ki bu da onun peygamberlerin sonuncusu
olması, ümmetinin de ümmetlerin en hayırlısı olmasıdır. Zira bu ifadeler
15 Dâvûd Aleyhisselâm’ın Zebur’unda yazılıdır. Nitekim Allah Teâlâ “Gerçek
şu ki Tevrat’tan sonra Zebur’da da şunu yazdık: Yeryüzüne Benim sâlih
kullarım vâris olacaktır.” [Enbiyâ 21/105] buyurmuştur ki bu sâlih kullar da
Muhammed Aleyhisselâm ve ümmetidir.
[1974] Şayet “ ِ[ َو َ َ ْ َכ َ َא ِ ا ُ رEnbiyâ 21/105] âyetinde olduğu gibi
ْ
20 burada da zebûr kelimesi Lâm-ı tarifli olarak gelse olmaz mıydı?” dersen
şöyle derim: Nasıl Abbâs denildiği gibi el-Abbâs da deniyorsa ve Fadl de-
nildiği gibi el-Fadl da deniliyorsa, aynı şekilde Zebûr denilebileceği gibi
ez-Zebûr da denilebilir. Ya da burada “Dâvûd’a zuburun bir kısmını ver-
dik.” mânası da kastedilmiş olabilir ki zubur kitaplar demektir. Veya bura-
25 da içerisinde Hazret-i Muhammed (s.a.)’in zikredildiği Zebûr bölümleri
kastedilmiş ve bunlar Zebûr’un içinden bölümler olduğu için [sanki onun
tamamıymış gibi] Zebûr olarak da isimlendirilmiş olabilir. Nitekim buna
benzer şekilde Kur’ân’ın bir kısmı için de Kur’ân ismi kullanılır.
56. De ki: O’ndan başka tanrılık atfettiğiniz şeyleri çağırın... Her-
30 hangi bir sıkıntınızı kaldırmaya da değiştirmeye de güçleri yetmez.
57. O çağırdıkları şeyler, Rablerinin rahmetini umup azabından
korkarlar, ona en yakın olanları dahi O’na götüren vesileyi ararlar.
Zira senin Rabbinin azabı, gerçekten ‘sakınılmaya değer’dir.
ا כ אف 1133
ات َوا َ ْر ِ
ض َو َ َ ْ َ ْ َא َ ْ َ ا ِ ِّ َ َ َ ِ ﴿-٥٥و َر َכ َأ ْ َ ُ ِ َ ْ ِ ا َ
َ َ َ ْ ٍ َوآ َ ْ َא َد ُاو َد َز ُ ًرا﴾
[1975] “De ki: O’ndan başka tanrılık atfettiğiniz şeyleri çağırın.” ifade-
sinde bahsedilenler meleklerdir. Meryem oğlu Îsâ ve Üzeyir Aleyhisselâm ol-
duğu da, bazı cinler olduğu da söylenmiştir. Araplardan bazıları bu cinlere
tapınmışlar, fakat sonradan bu cinler Müslüman oldukları halde o Araplar
5 bunun farkına bile varmamışlardır. Anlam, “Onları çağırın, fakat onlar siz-
den hastalık, fakirlik ya da azap gibi herhangi bir zararı def etmeye, bunlar-
dan birini bir başkasına dönüştürmeye güç yetiremezler.” şeklindedir.
[1976] “O çağırdıkları şeyler” ifadesindeki ( أُو ِ َכişte onlar) kısmı mü-
bteda, ( ا ِ َ َ ْ ُ َنçağırdıkları) kısmı da onun sıfatı, ( َ َ ُ َنumarlar) ifadesi
ْ
10 de bunun haberidir. Anlam, “Onların ilahlarının bizzat kendileri, kendile-
rini Allah’a yaklaştıracak vesileyi ararlar.” şeklindedir. ُ َ( أhangisi) ifadesi
ْ
( َ َ ُ َنumarlar) kelimesinin fâ‘ilinden bedeldir. Eyyü ism-i mevsūldür, yani
ْ
“İçlerinden O’na en yakın olanları dahi O’na yaklaşmaya çalışırlar; nere-
de kaldı yakın olmayanlar!” anlamındadır. Ya da “vesile umarlar” ifadesi
15 “gayret ederler” mânasını ihtiva eder ki bu durumda sanki “Hangisi Allah’a
daha yakın olacak diye gayret ederler ki bu da daha fazla ibadet, hayır ve
iyilikle olur. Yine onlar tıpkı Allah’ın diğer kulları gibi hem korkar hem
de ümit ederler. O halde onların ilah olduğunu nasıl iddia edebiliyorlar!?”
denilmiştir. “Senin Rabbinin azabı gerçekten ‘sakınılmaya değer’dir!” Değil
20 sıradan insanlar, melek-i mukarreb de olsa, nebiyy-i mürsel de olsa ondan
korkup sakınması gerekir.
58. Hiçbir şehir yoktur ki Kıyamet gününden önce Biz onu helâk
edecek veya şiddetli bir azapla azap edecek olmayalım. Bu, kitapta ya-
zılı bulunmaktadır.
25 [1977] “Biz onu” ölüm ya da kökünü kazımak suretiyle “helâk edecek ya
da” öldürmek ve türlü azap çeşitleriyle “azap edecek olmayalım.” Helâkin sâ-
lih olanlar için, azabın ise kötü olanlar için olduğu söylenmiştir. Mukātil (b.
Süleyman)’ın [v. 150/767] şöyle dediği nakledilmiştir: Dahhâk b. Müzâhim’in
[v. 105/723] Tefsir’e dair yazılarında şunları gördüm: Mekke’yi Habeşliler harap
30 edecekler, Medine açlıktan, Basra boğularak, Kûfe Türkler tarafından, Dağlar
[Bağdat ile Rey arasındaki bölge] şimşekler ve yıldırımlarla helâk edilecek. Horasan’ın
azabı ise türlü türlü olacak. Sonra diğer beldeleri de tek tek sayıyordu.
[1978] “Kitapta” yani Levh-i Mahfuz’da.
59. (İstedikleri) o mucize(vî afet)leri göndermekten Bizi alıkoyan,
35 öncekilerin onları yalanlamış olmasından başka bir şey değildir. Me-
selâ, o dişi deveyi Semud’a aydınlatıcı olarak vermiştik, fakat ona zul-
mettiler! Oysa Biz mucizeleri sadece korkutmak için gönderiyoruz.
ا כ אف 1135
، ،و ا : כ ،و ا ]ْ ِ ُ }] [١٩٧٥اد ُ ا ا ِ َ َز َ ْ ُ ِ ْ ُدو ِ ِ {[
ْ
وا ،أي اد و ا أ ا ب אس ، ا و
ه اب ،و أن أو ض أو ا כ ا ن أن כ
ه. أو آ إ وا
أن ه، ،و} َ َ ُ َن{ َ ْ ُ َن{ أ ،و}ا ] [١٩٧٦و}أو כ{ ٥
ْ
واو ل א .و}أَ ُ { إ ا و ا نا أو כ آ
ا ،כ إ ا وأز أ ب ،أي ن ،وأي
نأ : ن ،כ نا ب .أو ا
ن ،و א ن، ح ،و وا وازد אد ا ا ،وذ כ א א כ نأ بإ
ًא ن אن{
اب َر ّ َכ َכ َ
آ ؟ }إِن َ َ َ نأ כ אد ا ١٠כ א
. ً ، بو כ ره כ أ
ّ ّ
﴿-٥٨و ِإ ْن ِ ْ َ ْ َ ٍ ِإ َ ْ ُ ُ ْ ِ כُ َ א َ ْ َ َ ْ ِم ا ْ ِ َא َ ِ َأ ْو ُ َ ِّ ُ َ א َ َ ا ًא
َ
אب َ ْ ُ ًرا﴾ ِכ ِ ا ْ כِ َ ِ
אن َذ َ َ ِ ً ا כَ َ
אت ِإ َأ ْن כَ َب ِ َ א ا َ و ُ َن َوآ َ ْ َא َ ُ َد ا א َ َ
﴿-٥٩و َ א َ َ َ َא َأ ْن ُ ْ ِ َ ِא َ ِ
َ ٢٠
אت ِإ َ ْ ِ ًא﴾ ُ ْ ِ َ ًة َ َ َ ُ ا ِ َ א َو َ א ُ ْ ِ ُ ِא َ ِ
1136 İSRÂ SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
אس َو َ א َ َ ْ َא ا ْؤ َא ا ِ َأ َر ْ َ َ
אك َכ ِإ ن َر َכ َأ َ َ
אط ِא ِ ﴿-٦٠و ِإ ذْ ُ ْ َא َ
َ
ا آن َو ُ َ ِّ ُ ُ ْ َ َ א َ ِ ُ ُ ْ ِإ َ َ َة ا ْ َ ْ ُ َ َ ِ אس َو ا
ًَِْ ِ ِ ِإ
ُ ْ َא ًא כَ ِ ً ا﴾ ٢٠
1138 İSRÂ SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
אط ِא ِ
}و ِإ ْذ ُ ْ َא َ َכ إِن َر َכ أَ َ َ
א إ כ أن ر כ אس { واذכ إذ أو ]َ [١٩٨٢
} َ ْ َ ُم .وذ כ ة ر وא אك ، أ אط
ُ
ون { ]آل ْ َ ُ َ َ َ ِ ّ ْ ُ } ،[٤٥כ َ ُ وا َ ُ ْ َ ُ َن َو ُ : ]ا {
َ
ا ْ َ ْ ُ َو ُ َ َن ا
א אس כאن وو ،אل :أ אط כن ذ כ، ان [١٢ :و
ا Ṡ ر وا م אن ا ا إ אره .و אد ٥
ج ك وو ك“ כ أ إ ل” :ا و כ Ġכאن أ
روא م أ لا Ṡ ر إ א أو א ][١٩٨٣
ن ون و כ ن و ،כא ا אر א أري«
ا אم ،و اء ل :כאن ا اء ،و ا :ا ؤא ] [١٩٨٦و
لا כ א א رؤ א :إ א ا ؤא א ؤ .و ، ا אل :כאن
أ אء ،כ א אدا
ً إ כ ،ا א رؤ א رأ א ،و אل א ا : ١٠
אد ا ،نا א אا :و אز .و ا א א أ و
لا ب ،و ا כאن أ ا أ ،و ا
نا אم ا ا אل: ن ،و אر: אم כ وه כ
اب. ا ى א اכ ث ا אس: ا ق .و ا
أ أ א ، ُ« א ُة ا .و ئ »وا :أ אن[ و ا : ]و ٢٠
َ ْ ِم ا ْ ِ َא َ ِ َ ِ ْ َأ ْ َ ِ ِإ َ ََ َ ﴿-٦٢אلَ َأ َر َأ ْ َ َכ َ َ ا ا ِ ي כَ ْ َ
َِ ﴾ َ ْ َ َِכ ُذ ِّر َ ُ ِإ
ِ ْ َ َْ ِ ْ ِ َ ْ َ
ِכ ِכ َو َأ ْ﴿-٦٤وا ْ َ ْ ِ ْز َ ِ ا ْ َ َ ْ َ ِ ْ ُ ْ ِ َ ْ َ
َ
َِ ُ ُ ُ ا َْ ُ
אن ِإ אر ْכ ُ ْ ِ ا َ ْ َ الِ َوا َ ْو ِد َو ِ ْ ُ ْ َو َ א َو َر ِ َ
ِכ َو َ ِ
ورا﴾
ُ ُ ً
ِ َ ِّ َכ َوכِ ﴾ َכ َ َ ْ ِ ْ ُ ْ َ ٌ
אن َوכَ َ ِ ﴿-٦٥إن ِ َא ِدي َ ْ َ َ
ًא. و
:أ ل .وا אب ،و} ا{ ]} [١٩٨٩أَ َرء ْ َ َכ{ ا כאف
[1991] Şayet “Şeytan bu işin kendisi için kolay olacağını nereden bil-
mektedir. Zira bu gayba dair bir husustur?” dersen şöyle derim: Bunu ya
meleklerden duymuştur ki -onlara da Allah Teâlâ haber vermiştir- ya da
meleklerin “Orada bozuculuk yapacak birini mi yaratacaksın!?” [Bakara
5 2/30] şeklindeki sözlerinden çıkarmıştır. Yahut ‘Âdem’i gözlemleyip taşıdığı
özellikler üzerinde düşünmüş ve onun şehvetli bir mahlûk olduğunu an-
lamıştır. Vesvesesinin Adem Aleyhisselâm’a işlediğini görünce böyle dediği
de söylenmiştir. Ancak onun bu sözü, Adem Aleyhisselâm ağaçtan yemeden
önce söylediği açıktır.
10 [1992] “Haydi git” ifadesindeki gidiş, gelmenin tersi olan gitme değil-
dir, aksine bunun mânası, “Sana bir mahrumiyet ve ‘seni kendi haline bı-
rakma’ olarak, kendin için seçtiğin yolda yürü!” şeklindedir. Bunu takiben
de onun bu kötü seçiminin ortaya çıkaracağı sonuç “Onlardan her kim
sana uyarsa, sizin cezanız kesinlikle Cehennem’dir.” şeklinde ifade edilmiş-
15 tir. Bu ifade tıpkı Mûsâ Aleyhisselâm’ın Sâmirî’ye söylediği “Haydi git! Ar-
tık, hayatın boyunca ‘Dokunmak yok!’ diyeceksin!.” [TāHâ 20/97] ifadesine
benzemektedir.
[1993] Şayet “Şart cümlesinin cevabında yer alan zamirin ( َ ْ َ ِ َ َכher
kim sana tâbi olursa) ifadesine gitmesi için gaib sıygasında olması gerekmez
20 miydi?” dersen şöyle derim: Evet gerekirdi, fakat burada cümlenin takdiri,
“Cehennem onların ve senin cezandır.” şeklindedir. Daha sonra, muhatap
sıygası tağlib kuralı gereği gaib sıygasına tercih edilmiş ve “sizin cezanız”
denilmiştir. Ayrıca bu “sizin cezanız” ifadesinin iltifat yoluyla, şeytana tâbi
olanlara hitaben söylenmiş olması da mümkündür. “Hem de tam bir ceza
25 olarak!” ifadesi “Sizin cezanız kesinlikle Cehennem’dir.” ifadesindeki “ceza-
landırılacaksınız” mânası ile ya da gizli bir “cezalandırılacaksınız” fiili ile veya
da hal ifadesi olarak mansuptur; çünkü ceza/karşılık kelimesi ( َ ْ ُ ًراtam bir
ceza olarak) ifadesi ile nitelenmiştir. Mevfûr, müveffer (bollaştırılmış) anla-
mındadır. Fir li-sāhibike ‘ırdahû firaten (Dostunun şerefini ikmal et!) denilir.
30 İstefezze, hafife aldı demektir. el-Fezzü, hafif anlamındadır. Eclib, nâra anla-
mındaki el-celebeden gelir. el-Hayl, el-hayyâle (binici, süvari) anlamındadır.
Hazret-i Peygamber (s.a.)’in yâ haylâ’llāhi’rkebî (Ey Allah’ın süvarisi, Bin!)
ifadesi [Ebû Dâvûd, “Cihad”, 53] de buna örnektir. er-Racl1, râcil (yaya) kelime-
sinin topluluk ismidir. Bunun bir benzeri, er-rakb ve es-sahb kelimeleridir.
35 Bu kelime fâ‘il anlamında fe‘il vezninde َو َر ِ ِ َכde okunmuştur ki bu du-
rumda, te‘ib ve tâ‘ib kelimelerinin yorgun anlamında kullanımına benzer.
1 Müfessir ve raclike kıraatini esas almış görünmektedir ki Hafs dışında tüm kārîler böyle okur. / ed.
ا כ אف 1145
:إ א أن ؟ ا و أن ذ כ أ : ] [١٩٩١ن
אه :ا ء ،إ א ا אب ا ي ا ]} [١٩٩٢ا ْذ َ ْ { ٥
. وא : ، א أن .و ئ »ور כ«، وا
1146 İSRÂ SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
ق، ا אق ة وا א ،وا ،وا ا א ،כא א وا כא א
ّ
ام ،ود ى و ا ا و د א إ ا כאة ،وا اف .و ١٠وا
. ا
َכُ ُ ا ْ ُ َ
ْכ ِ ا ْ َ ْ ِ ِ َ ْ َ ُ ا ِ ْ َ ْ ِ ِ ِإ ُ כَ َ
אن ﴿-٦٦ر כُ ُ ا ِ ي ُ ْ ِ
َ
ِכُ ْ َر ِ ً א﴾ ٥
אכ ْ ِإ َ
َ ْ َ ْ ُ َن ِإ ِإ ُאه َ َ א َ ُ ِ اْ َ ْ ِ َ ﴿-٦٧و ِإ َذا َ כُ ُ ا
َ
אن כَ ُ ًرا﴾ ا ْ َ ِّ َأ ْ َ ْ ُ ْ َوכَ َ
אن ا ِ ْ َ ُ
ر אءכ ، ون و ذכا اه ،و כ ون כ ١٠
אر ًة ُأ ْ َ ى َ ُ ْ ِ َ َ َ ْ כُ ْ َא ِ ًא ِ َ ا ِّ ِ
ِ ِ َ َ َ ﴿-٦٩أ ْم َأ ِ ْ ُ ْ َأ ْن ُ ِ َ ُכ ْ
ُ وا َכُ ْ َ َ ْ َא ِ ِ َ ِ ً א﴾ َ ِ َ ُ ْ ِ َ כُ ْ ِ َ א כَ َ ْ ُ ْ ُ
“Rüzgârın sizi boğmasından” anlamına gelir. Yine hem bu fiil hem de yahsi-
fu, yursile ve yu‘îdeküm fiilleri Yâ ile okunduğu gibi Nun ile de okunmuştur.
et-Tebî‘ hak talebinde bulunan kimse demektir. Nitekim Yüce Allah’ın fe’tti-
bâ‘un bi’l-ma‘rûf (Örfe uygun bir şekilde talep edilir. [Bakara 2/178]) ifadesin-
35 de de böyle kullanılmıştır. Şemmâh da şöyle demiştir:
Borçlunun, alacaklısından kaçtığı gibi
ا כ אف 1151
َכ َ א َ َذ ا ْ َ ِ ُ ِ َ ا ِ ِ ٢٠
1152 İSRÂ SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
ودرכא
ً אرا א
ً אا أ ًا א א א ، א :أא وا
﴿-٧٠و َ َ ْ כَ ْ َא َ ِ آ َد َم َو َ َ ْ َא ُ ْ ِ ا ْ َ ِّ َوا ْ َ ْ ِ َو َر َز ْ َא ُ ْ ِ َ ا ِّ َ ِ
אت َ ٥
ً﴾ َو َ ْ َא ُ ْ َ َ כَ ِ ٍ ِ ْ َ َ ْ َא َ ْ ِ
، ،وا ،وا ،وا א ا آدم :כ ا כ ][٢٠٠٦
ّ
אد .و אش وا أ ا ،و وا א ا رة ا وا
ا ،و ذכ ا وכ ه أ ا ا א وذ כ
يכ ذر
ّ أ ، و ة .אل :و ا
ا ،و ها « » وا }כ ا{ أ ار כא ه .و ٥
ً
א“، א ” :و א ا ا ا وق
. ١٠ا
}وأَ َ وا
َ ،כ א ا ز أن אل :إ א אر اذכ .و ف ١٥وا
[2010] “Önderleri ile” yani önder kabul ettikleri peygamberler veya din
büyükleri ile ya da kitap ve dinleri ile. Nitekim yâ etbâ‘a fülânin, yâ ehle dîni
kezâ ve kitâbi kezâ (Ey falanın takipçileri! Ey falan dinin mensupları! Ey
falan kitabın mensupları!) ifadeleri kullanılır. Bu ifadenin, “amel defterleri
5 ile” anlamında olduğu da söylenmiştir. Buna göre o gün “Ey hayır defteri
sahipleri! Ey şer defteri sahipleri!” şeklinde seslenilecektir. Hasan-ı Basrî’nin
[v. 110/728] kıraatinde bu ifade bi-kitâbihim (kitapları ile) şeklindedir.
[2011] Tefsire sonradan dâhil edilen bid‘at görüşlerden birine göre ise
imâm ifadesi ümm (anne) kelimesinin çoğulu olup, kıyamet günü insanlar
10 anneleri ile çağrılacaklardır ve babalarıyla değil de anneleriyle çağrılmala-
rındaki hikmet, Îsâ Aleyhisselâm’ın hakkını gözetmek, Hazret-i Hasan [v.
50/670] ve Hüseyin’in [v. 61/680] şereflerini ortaya koymak ve veled-i zina
olarak dünyaya gelmiş kimseleri rezil rüsva etmemektir. Bunlardan hangisi-
nin -görüşün kendisinin mi yoksa gerekçesinin mi- daha uyduruk ve bid‘at
15 olduğunu bilemedim doğrusu!..
[2012] Bu çağrılan kimselerden “kimin amel defteri sağından veril-
mişse, onlar defterlerini okuyacak…” Söylendiğine göre “onlar” ifadesinin
kullanılmış olmasının sebebi, ِ ( َ ْ أُوkime verilmişse) ifadesindeki çoğul
َ
mânasıdır. Şayet “Defteri soldan verilenler okumayacakmış gibi neden
20 sadece defteri sağdan verilecek olanların okuyacağı söylenmiştir?” dersen
şöyle derim: Onlar da okuyacaklardır, fakat kitaplarında olanı gördükle-
ri zaman sorguya çekilen kimsenin azarlanmadan ve kendisinden intikam
alınmadan önce, utancından işlediği suçlar için eyvah etmesi, kötülüklerini
itiraf etmesi gibi bir duruma düşecekler, rezil rüsva olacaklar, dilleri tutula-
25 cak, kekeleyecekler, iki kelimeyi bir araya getiremez duruma gelecekler ve
böylece, okumaları sanki okumama gibi olacaktır. Oysa defterlerini sağdan
alanların durumu bunun tam tersidir. Zira onlar defterlerini en güzel ve
açık şekilde okuyacaklar, hatta sadece kendilerinin okuması ile yetinme-
yecek, mahşer halkına dönüp “Alın işte, okuyun amel defterimi!” [Hakka
30 69/19] diyeceklerdir.
،أو כ אب ،أو د ، ا ّم أو ا ا ] َ ِ ِ } [٢٠١٠א ِ ِ {
ّ ْ
אل: ، :כ אب أ א כ ا وכ אب כ ا ،و د ن ،א أ אل :א أ אع
ي أو د ا א .و ،وأن وا فا م ،وإ אر ا
}כ َא َ ُ ِ َ ِ ِ ِ َ ُ ْو َ ِ َכ َ ْ َ ُء َ
ون ِ
ّ ء ا ] ْ َ َ } [٢٠١٢أُو ِ {
َ
אب أ : .ن ا أو أو כ ،ن ِכ َא َ ُ {
ْ
،وכ : ؟ أون כ א אل אب ا ؟ כن أ اءة כ א ١٠ا
אא ، א اء א ا א ،أ כא א ا إذا ا
ال، وا אء وا ا ، אم وا אو ،أ אم ا כ اف وا
و اء ن א ،و اءة وأ أ ؤن כ א مأ ١٥
}و َ
َ ء ،כ أد ا ن }و َ ُ ْ َ ُ َن َ ِ ً { و
]َ [٢٠١٣
.[١١٢ : ] َ ْ ً א{ אف ُ ْ ً א َو َ
ُ َ َ َ َ } ،[٦٠ : ] ُ ْ َ ُ َن َ ًא{
ْ
َِ ﴾ َ ُ َ ِ ا ِ َ ِة َأ ْ َ َو َأ َ َ ِ ِه َأ ْ َ אن ِ
﴿-٧٢و َ ْ כَ َ
َ
1158 İSRÂ SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
[2014] Anlam, “Kim dünyada körse, ahirette de aynı şekilde kör olacaktır,
hatta körden daha şaşkın halde olacaktır” şeklindedir. Görme duyusu bozuk ol-
duğu için gözle görülen şeyleri algılayamayan anlamındaki a‘mâ (kör) kelimesi
ile, isti‘âre olarak, kurtuluş yolunu bulamayan kimse ifade edilmektedir. Böyle
5 biri, dünyada gözlem ve tefekkürde bulunmadığı için hidayet yolunu bulama-
mıştır, ahirette ise artık o yolu bulmak kendisine fayda vermeyecektir.
[2015] İkinci a‘mâ (kör) kelimesinin ism-i tafdil, yani “daha da kör”
anlamında olmasını da mümkün görmüşlerdir. Bu yüzden Ebû ‘Amr [v.
154/771] bunlardan ilkini imâle ile, ikincisini ise tefhīm ile okumuştur;
10 çünkü ism-i tafdil kalıbı men (her kim) ifadesi ile tamamlanır. Bu yüzden,
ikinci a‘mâ(nın sonun)daki Elif, tıpkı כ أ אkelimesindeki Elif gibi kelime
ُْ ُ ْ
ortasında yer alan Elif hükmündedir. İlk a‘mâya ise hiçbir şey taalluk etme-
mektedir; bu yüzden de içerisindeki Elif, sonda yer alan Elif hükmündedir
ve imâle ile okunur.
15 73. (Resûlüm!) Bunlar az daha “Bizim sana vahyettiğimizden başka
şeyler uydurup Bize isnat edesin” diye seni ayartacaklardı!.. -Seni ancak
o zaman velî edineceklerdi!-
74. Gerçek şu ki şayet sana sebat vermemiş olsaydık, sen de az da
olsa onlara meyletmiştin!
20 75. Ama o zaman, Biz de sana hem hayattakinin hem de ölümden
sonrakinin iki katını tattırırdık! Sonra kendini Bize karşı koruyacak
birini de bulamazdın!
[2016] Rivayete göre Sakīf kabilesi, Hazret-i Peygamber (s.a.)’e “Bize
Araplara karşı iftihar edeceğimiz birtakım ayrıcalıklar vermedikçe senin
25 emrin altına girmeyiz! Öşür vermeyiz, cihat için toplanmayız, namazda
eğilmeyiz, bizim lehimize olan her faizi alırız, aleyhimize olan her faiz ise
bizden kaldırılacak! Lât’tan bir sene istifade etmemize izin vereceksin, se-
nenin başında da onu kendi ellerimizle kırmayız! Vadimiz olan Vecc’e ge-
lip ağacını keseni def etme hakkımız olacak. Araplar sana ‘Neden böyle
30 yaptın!?’ diye sorduklarında, onlara ‘Bunu bana Allah emretti!’ diyecek-
sin.” Demişler ve sonra yazmak için belge getirmişler. Kâtip Bismillâhir-
rahmânirrahîm. Bu, Allah Resulü Muhammed’den Sakīf ’e yazılmış olan
belgedir: Bunlar öşür vermeyecekler, cihat için toplanmayacaklar…”
yazmış; o sırada Sakīfliler “Ve namazda eğilmeyecekler” diye söylemişler;
ا כ אف 1159
}وأَ َ
כ כ َ ةأ ا ، אأ ا כאن אه :و ][٢٠١٤
ة، ا .وأ א ا א ا אة :أ א ا يإ
﴿-٧٤و َ ْ َ َأ ْن َ ْ َ َ
אك َ َ ْ כِ ْ َت َ ْ כَ ُ ِإ َ ْ ِ ْ َ ْ ًא َ ِ ً ﴾ َ
َכ َ َ ْ َא َ ِ ً ا﴾
َ ِ ُ َ ِ ﴿-٧٥إذًا َ َ َذ ْ َ َ
אك ِ ْ َ ا ْ َ َא ِة َو ِ ْ َ ا ْ َ َ ِ
אت ُ
Peygamber (s.a.) susmuş, sonra onlar kâtibe, “Yaz, onlar namazda eğilmeye-
cekler diye yaz!” demişler. Kâtip ise Peygamber (s.a.)’e bakmış… O sırada
Hazret-i Ömer (r.a.) ayağa kalkıp kılıcını çekmiş ve “Ey Sakīfliler! Peygam-
berimizin kalbini ateşle (esefle) doldurdunuz!.. Allah da sizin kalplerinizi
5 ateşle doldursun!” demiş. “Biz seninle değil, Muhammed’le konuşuyoruz!”
demişler… Âyet bunun üzerine nâzil olmuş.1
[2017] Bir diğer rivayete göre ise Kureyşliler Peygamber (s.a.)’e, “Rah-
met âyetini azap âyeti, azap âyetini rahmet âyeti olarak değiştir, sana inana-
lım.” demişler. Âyet bunun üzerine nâzil olmuş.
[2018] כאدوا َ ْ ِ ُ َ َכ ( وإِنAz daha seni ayartacaklardı.) ifadesindeki in,
َ ُ ْ َ
10
1 Bu rivayette mekkî bir ayetin medenî bir olgu üzerine nazil olduğu söylenmiş olmaktadır. Oysa Sakîflilerin bu
teklifleri ve daha sonra İslamiyet’le müşerref olmaları oldukça muahhar / geç bir dönemdir [h. 9 / m. 630]. / ed.
Yani אت ِ ِ ِ ِ
2 َ ْ ( ْ َ ا ْ َ אة َو ْ َ اhayatın katbekatı ve ölümün katbekatı) ifadesinin. / ed.
ا כ אف 1161
אت. ا ًא אة ،و ا ًא ا ًא ا ًא ا כ م :ذ אك כאن أ
אة ا :ذ אك أ אت ،כ א ا אة و ا : ف ا
אت ا א ،و אة ا اب ا אة ا ز أن اد אت .و ا وأ
اب א כا א : و اب ا אر ،وا اب ا ت ا א ٥
ان ا ر ل وا ا א ا ،و وار אع א
أن د ًا כ ا -و ذכ ا -א إ ةا א ا ١٠
ً
و כא . ،و و و وج אدة اة ا أد
﴿-٧٦و ِإ ْن כَ א ُدوا َ َ ْ َ ِ و َ َכ ِ َ ا َ ْر ِ
ض ِ ُ ْ ِ ُ َك ِ ْ َ א َو ِإ ًذا َ َ ْ َ ُ َن َ ١٥
َ ْ َ ْ َ َ ُ ﴿-٧٧أ ْر َ ْ َא َ ْ َ
َכ ِ ْ ُر ُ ِ َא َو َ َ ِ ُ ِ ُ ِ َא َ ْ ِ ً ﴾
1164 İSRÂ SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
1 Müfessir İbn ‘Âmir, Hamza, Kisaî, Şeyh Yakup ve Hafs dışındakilerin halfeke kıraatini esas almaktadır. / ed.
ا כ אف 1165
،وذ כ .أن أرض ا : ب .و أرض ا : ر .و א ٥
א أ إ ، ي ا : ،و ا أ אل Ṡ ١٠ا
א .وأ א اءة أ ا כאد وا כאد ،وا ع ١٥
ّ
אدوا َ ْ َ ِ و َ َכ{}وإِن כ ا، إ ًذا أ אا ا
َ ْ َ ُ َ
כ« אل: و ئ»
. أي
1166 İSRÂ SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
. ذכ
آن ا ْ َ ْ ِ ِإن ُ ْ َ
آن َ َ ِ ا ْ ِ َو ُ ْ َ ْ ِ ِإ َ َة ِ ُ ُ كِ ا َ ﴿-٧٨أ ِ ِ ا
ا ْ َ ْ ِ כَ َ
אن َ ْ ُ ًدا﴾ ٥
َأ ْن َ ْ َ َ َכ َر َכ َ َ א ً א َ ْ ُ ًدا﴾ ْ ِ ِ َא ِ َ ً َ
َכ َ َ ﴿-٧٩و ِ َ ا ْ ِ َ َ َ
َ
» :Ṡأ א ا .وروي :زا .و : ا ] [٢٠٢٦د כ
آن
}و ُ ْ َ
ز أن כ ن َ ا כ ة .و א ًدا א أن כ ن ا אدة .أو
[2028] “Geceleyin de” gecenin bir kısmına sana vazife olarak “onunla
uykunu böl.” Teheccüd kelimesi, namaz için uykuyu terk etmek demektir.
Aynı kalıptaki te’essüm günahı terk etmek, taharruc da zorluğu terk etmek-
tir. Aynı şekilde uykuya da teheccüd denilir.
5 [2029] “Sana mahsus bir nafile olarak” yani senin için beş vakit namaza
ilave olarak. ً َ ِ אkelimesi teheccüden kelimesi yerine kullanılmıştır, çünkü te-
heccüd, ilave ibadettir. Dolayısıyla teheccüd ve nafilenin her ikisini de ortak
bir anlam bir araya getirir. Mâna, “Teheccüd sana farz olan namazlara ilave
olarak, sadece sana mahsus bir farz kılınmıştır.” şeklindedir; çünkü bu na-
maz diğerleri için nafiledir. َ א ً א َ ْ ًداifadesi zarf olarak mansuptur, yani
10
ُ
“Umulur ki kıyamet günü Rabbin seni hamd etmeye değer bir yere ulaştırır.”
anlamındadır. Ya da “gönderir” ifadesi “ikame eder” anlamını ihtiva eder. Bu
ifadenin “Seni hamde değer bir yer sahibi olarak gönderir.” anlamında hal
olması da mümkündür. َ א ً א َ ْ ًداifadesi, “içerisinde bulunan kimsenin ve
ُ
15 onu görüp tanıyan herkesin hamd ettiği makam” demektir. Bu, hamd etmeyi
gerektiren bütün değerli nimetleri içine alan mutlak bir ifadedir.
[2030] Bundan maksadın şefaat olduğu da söylenmiştir, ancak bu sa-
dece bu kelimenin anlamına dâhil olan türlerden biridir. İbn Abbâs’tan [v.
68/688] “Evvelkilerin ve sonrakilerin sana hamd edip, seni öveceği ve bütün
20 mahlûkata üstün olacağın bir makamdır ki o makamda sen istersin veri-
lir, şefaat edersin şefaatin kabul edilir, senin sancağının altında olmayan
hiç kimse kalmaz.” dediği nakledilmiştir. Ebû Hüreyre Hazret-i Peygamber
(s.a.)’in “O, ümmetime şefaat edeceğim makamdır.” dediğini nakletmiştir
[Buhārî, “Tevhid”, 23. Özetle]. Huzeyfe b. el-Yemân’ın [v. 36/656] şöyle dediği
25 nakledilmiştir: İnsanlar düz bir mekânda toplanırlar, hiç kimse konuşmaz;
ilk çağrılan Muhammed Aleyhisselâm olur. O da “Buyur!.. Memnuniyetle!..
Sana şer ulaşamaz. Hidayetteki, senin hidayet ettiğindir. Kulun senin hu-
zurundadır; seninle ve sana yöneliktir. Senden ancak yine sana sığınılır ve
kurtulunur. Mübareksin, müteâlsin! Beyt’in Rabbi olan sen, her tür eksik-
30 ten münezzehsin!” der. İşte, “Bakarsın, Rabbin seni ‘hamd’ etmeye değer
bir yere gönderir.” âyeti bunu anlatmaktadır.1
80. Ve de ki: Ya Rabbi! Beni gireceğim yere hayırlısıyla sok, çıkaca-
ğım yerden de hayırlısıyla çıkar. Ve bana katından güçlü bir yardımcı
destek bahşet.
1 Bu ayete dair farklı bir yaklaşım için bkz. dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/37/1146/13438.pdf
ا כ אف 1169
أ اع ا כ ا אت. ١٠ا
אس ا אو .و א ع وا א ،و اد ا :ا ] [٢٠٣٠و
إ כ، כ وا ل » :כ و Ṡ ّ ّ ،ول כ ١٥
ّ
כإ و כ و כ وإ כ، ك ،و ّي وا
: ا ر .و ا : وا ج« א و ] [٢٠٣١ئ »
، ١٠כ
‘Attâb ise münafıklara karşı çok şiddetli, müminlere karşı da çok şefkatli
davranmış ve “Allah’a yemin olsun ki cemaatle namazdan geri kalan birini
bulursan onun boynunu vururum! Çünkü namazdan ancak münafık geri
kalır!” demiştir. Bunun üzerine Mekkeliler “Ehlullaha çok katı bir bedevi
5 olan ‘Attâb b. Esîd’i mi vali tayin ettiniz ya Rasûlâllah!” demişler, o da şöyle
buyurmuştur: “Ben rüyamda ‘Attâb b. Esîd’in cennetin kapısında olduğu-
nu, kapının tokmağını kavrayıp şiddetle çarptığını ve nihayet kapının ken-
disine açıldığını ve içeri girdiğini gördüm. Zira Allah ‘Attâb b. Esîd’in, ken-
dilerine zulmetmek isteyenlere karşı müslümanlara verdiği destekle İslâm’ı
10 güçlendirmiştir ki o güçlü, yardımcı destek (sultān-ı nasīr) işte budur.”
81. De ki: Hak geldi, bâtıl yıkılıp gitti! Çünkü bâtıl yıkılmaya
mahkûmdur.
[2033] Kâbe’nin çevresinde üç yüz altmış put vardı, her kavmin ken-
dine ait bir putu vardı. İbn Abbâs’tan [v. 68/688] şöyle nakledilmiştir: Bu
15 putlar Arap kabilelerine aitti, onları ziyaret için hac yapar; onlara kurbanlar
keserlerdi. Bunun üzerine Kâbe bu durumu Allah’a şikâyet ederek;
“-Ya Rabbi! Benim çevremde, daha ne zamana kadar sana değil de bu
putlara tapılacak!?” dedi. Allah da ona,
“-Senin için yeni bir dönem ihdas edeceğim ve seni secde eden yüzlerle
20 dolduracağım. Kartallar gibi süzülerek sana gelecekler, kuşların yumurtala-
rına özlem duydukları gibi sana özlem duyacaklar, çevrende lebbeyk nidaları
ile seslenecekler.” buyurdu.
[2034] Fetih günü bu âyet nâzil olduğu zaman (?) Cebrail Aleyhisselâm
Hazret-i Peygamber (s.a.)’e, “Asanı eline al ve onları devir.” dedi, Peygamber
25 (s.a.) da tek tek her bir putun karşısına geçip elindeki asası ile putun gözüne
vurarak “Hak geldi bâtıl zâil oldu.” diyor ve putu yüz üstü deviriyordu. Ni-
hayet bütün putları devirdi. Geriye sadece Huzā‘a kabilesine ait Kâbe’nin
üstünde bir put kaldı, bu put sarı renkli ve uzun bir şişe şeklindeydi. Haz-
ret-i Ali’ye, “Ali! At onu aşağı!” dedi ve kendisini kaldırıp Kâbe’nin üzerine
30 çıkmasını sağladı; o da yukarı çıktı ve putu aşağı attı, put kırıldı. Bunun
üzerine Mekkeliler şaşırdılar ve “Muhammed’den daha büyüleyici bir adam
görmedik!” dediler. -Kâbe’nin şikâyeti ve ona vahyedilmesi, hayalde can-
landırma (tahyîl) türünde bir anlatımdır.-
ا כ אف 1173
ًא أ ،و אل ، :وا ا ً ،א ا ًا כאن
َو َز َ َ ا ْ َא ِ ُ ِإن ا ْ َא ِ َ כَ َ
אن َز ُ ًא﴾ ﴿-٨١و ُ ْ َ َאء ا ْ َ
َ
ا .و א م כ ًא ن א و لا ] [٢٠٣٣כאن
ا إ כא ا ون א، نإ אو ب ا א :כא אس
ن إ כ د ً ا، ودا
ً ك ة، ث כ إ
83. İnsana nimet verdiğimizde, yüz çevirip yanını döner. Başına bir
kötülük geldiğinde ise tam bir karamsara dönüşür.
20 84. De ki: Herkes kendi değer yargılarına göre hareket eder; kimin
daha doğru yolda olduğunu en iyi bilen ise sizin Rabbinizdir.
[2037] “İnsana nimet” yani sıhhat ve bolluk “verdiğimizde yüz çevirir.”
Allah’ı hatırlamaz; sanki Allah’tan bağımsızmış, kendi başına kaimmiş gibi
davranır. ِ ِ ِ ( َ ى ِ אYanını döner) ifadesi yüz çevirmenin tekidi mahiyetin-
25 dedir; çünkü bir şeyden yüz çevirmek kişinin yüzünü ondan başka tarafa
çevirmesi şeklinde, yan dönmek ise omzunu çevirip arkasını dönmesi şeklin-
dedir. Bu ifade ile kibirlenme anlamı kastedilmiştir; çünkü kibirlilerin âdeti
budur. “Başına bir kötülük” fakirlik, hastalık ya da diğer herhangi bir bela
“geldiğinde ise karamsara dönüşür.” Allah’ın rahmetinden büsbütün ümidini
30 keser. Oysa “İnkârcı nankör bir kavimden başkası Allah’ın rahmetinden ümit
kesmez.” [Yûsuf 12/87]. ِ ِ ِ َ ى ِ אifadesi son harfin ortadaki harfin önüne alın-
masıyla nâ’e bi-cânibihî şeklinde de okunmuştur ki bu uygulama ra’â (gördü)
fiilinin râ’e şeklinde okunmasına benzer. Ayrıca bu okunuşta fiilin “kalktı”
anlamındaki nâ’eden türemiş olması da mümkündür.
ا כ אف 1175
َאء َو َر ْ َ ٌ ِ ْ ُ ْ ِ ِ َ َو َ َ ِ ُ ا א ِ ِ َ
﴿-٨٢و ُ َ ِّ لُ ِ َ ا ْ ُ ْ آنِ َ א ُ َ ِ ٌ
َ
ِإ َ َ ً
אرا﴾ ٥
« }ِ اْ ُ ِ
،כ آن{
َ ْ
وا ]َ [٢٠٣٦
}و ُ َ ّ ُل{ ئ » א
، אء ا آن ل ء ،أي כ } ِ َ ا و אن{ أو
. ا אء ا ، د ن إ א ًא ،و دادون
ا כא ون داد אه ا “ و א آن ” :Ṡ ا و
ذכ ا ، }أَ ْ َض{ وا אن{ א ]} [٢٠٣٧و ِإ َذا أَ ْ َא َ ا ِ ْ ِ ١٥
َ َ َْ َ َ
اض اضّ :ن ا }و َ َى ِ َ א ِ ِ ِ { כ
َ ّ כ
ه، و ي ض و .وا ي א א :أن ا ء أن
أو ض }و ِإ َذا َ ُ ا
{ َ כ אدة ا כ אر؛ ّن ذ כ وأراد ا
ا س روح ا }إ ُ َ َ َ ُس ِ ْ َر ْو ِح אن َ ُ ً א{
}כ َ
ا ازل َ أو אز
ْ
»راء« ا ،כ ا م א «، ون{ .و ئ »و אء ٢٠ا ِ ِإ ا ْ َ ْ ُم ا ْ َכא ِ ُ َ
. »رأى« .و ز أن כ ن » אء«
1176 İSRÂ SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
[2038] “De ki: Herkes kendi değer yargılarına göre hareket eder.” Yani
kendi görüşüne, hidayet veya dalâlet şeklindeki halini şekillendiren sisteme
göre hareket eder. َ אכkelimesi (“çatallanan yol” anlamına gelen) tarîkün
zû şevâkil ifadesinden gelmektedir. “Kimin daha doğru yolda olduğunu en
5 iyi bilen ise sizin Rabbinizdir.” ifadesi de buna delâlet eder. Zira bu ifadede
anlam, “hanginizin yol ve gidişinin daha doğru olduğunu” şeklindedir.
85. Sana ruhu soruyorlar. De ki: Ruh, benim Rabbimin emrinden-
dir. Size çok az bilgi verilmiştir.
[2039] Çoğunluğa göre bu rûh, canlıdaki ruhtur. Onlar bunun hakika-
10 tini Hazret-i Peygamber (s.a.)’e sormuşlar, o da bunun Allah’ın ‘emr’inden
olduğunu, yani hakkındaki bilginin sadece Allah katında olduğunu haber
vermiştir. Abdullah b. Büreyde’nin [v. 115/733] “Peygamber (s.a.) ruhun ne
olduğunu bilmeksizin vefat etmiştir.” dediği nakledilmiştir. Rûhun, melek-
ten daha büyük ruhani ve muazzam bir varlık olduğu da, Cebrail olduğu
15 da, Kur’ân olduğu da söylenmiştir.
[2040] “Rabbimin emrindendir.” yani O’nun vahyinden ve kelâmından
olup beşer kelâmından değildir. Yahudiler [Muhammed (s.a.) hakkında kendilerin-
den bilgi isteyen] Kureyşlilere şu cevabı göndermişlerdir: “Muhammed’e Ashâb-ı
Kehf hakkında, Zülkarneyn hakkında ve rûh hakkında soru sorun. Eğer bun-
20 ların hepsine cevap verir ya da hiçbirine cevap vermezse peygamber değildir.
Eğer bazılarına cevap verip bazılarına vermezse o zaman o peygamberdir.”
demişler. Soru sorulunca ise Peygamber (s.a.) onlara ilk iki kıssayı anlatmış,
fakat rûh konusunu müphem bırakmıştır ki bu konu Tevrat’ta da müphem-
dir. Bunun üzerine Yahudiler soruyu sorduklarına pişman olmuşlardır.
25 [2041] “Size çok az bilgi verilmiştir.” ifadesinde hitap umumidir. Riva-
yete göre Peygamber (s.a.) bunu onlara okuduğu zaman
“-Bu hitap sadece bize mi yöneliktir yoksa sen de buna dâhil misin?”
diye sormuşlar;
“-Aksine, bize de size de ancak çok az ilim verilmiştir.” demiş;
30 “-Ne kadar garip bir halin var, kâh ‘Kime de hikmet verilmişse, şüphesiz
ona çok hayır verilmiştir.’ [Bakara 2/269] diyorsun kâh böyle söylüyorsun!”
demişlerdir. Bunun üzerine “Yeryüzündeki bütün ağaçlar kalem olsa…”
[Lokmân 31/27] âyeti nâzil olmuştur. Yahudilerin bu sözleri Peygamber’i ilzâm
etmez; çünkü çokluk ve azlık ancak başka bir şeye izafe edilerek kullanılır.
35 Sözgelimi bir şey kendisinden daha çok olana izafetle az, daha az olana iza-
fetle çok diye nitelenir. Hikmet de kula ne kadar çok verilmiş olursa olsun,
Allah’ın ilmine izafe edildiği zaman az olur.
ا כ אف 1177
د ا . כ ما ، وכ و ] [٢٠٤٠و} ِ ْ أَ ْ ِ َر ّ { أي
ا وح ،ن أ אب ،و ذي ا ،و أن ه أ אب ا כ ١٠إ
، و כ ،وإن أ אب א أو כ
ّ ّ
. ا ا ا راة، أ ا وح و وأ ا
َכ ِ ِ َ َ ْ َא َوכِ ً ﴾
َ ِ ُ َ ِא ِ ي َأ ْو َ ْ َא ِإ َ ْ َכ ُ ﴿-٨٦و َ ِ ْ ِ ْ َא َ َ ْ َ َ
َ
אن َ َ ْ َכ כَ ِ ً ا﴾
ِ ﴿-٨٧إ َر ْ َ ً ِ ْ َر ِّ َכ ِإن َ ْ َ ُ כَ َ ٥
כ כ ،כ ن ر ده כرכ ]ِ } [٢٠٤٤إ َر ْ َ ً ِ ْ َر ّ َכ{ إ أن ١٠
م ة ،و ون ا א د כ ا א ،وآ ون -إن أول א ١٥
َ َ َأ ْن َ ْ ُ ا ِ ِ ْ ِ َ َ ا ا آن َ ِ ِ َ ْ ُ ﴿-٨٨ا ْ َ َ َ ِ ا ِ ْ ُ َوا ْ ِ
אن َ ْ ُ ُ ْ ِ َ ْ ٍ َ ِ ً ا﴾ َ ْ ُ َن ِ ِ ْ ِ ِ َو َ ْ כَ َ
َ ُ لُ َ َ א ِ ٌ َ א ِ َو َ َ ِ ُم ٥
َ َ ا ا آن ِ ْ ُכ ِّ َ َ ٍ َ َ َ َأ ْכ َ ُ ا ِ
אس ِإ ﴿-٨٩و َ َ ْ َ ْ َא ِ ِ
אس ِ َ ١٥
ُכ ُ ًرا﴾
כא ردد א وכ ر א } ِ ُכ ّ َ َ ٍ {
כ ]َ [٢٠٤٨
}و َ َ ْ َ ْ َא{ ّ
ّ
אز } َ َ أَ ْכ َ ا ِ
אس إ :כ د .ن .وا כ ر :ا ا و
ُ َ
ا : ّول א ،כ :نأ إ ز ً ا؟ ُכ ُ ًرا{ و
٢٠إ כ را.
1182 İSRÂ SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
90. Ve dediler ki: “Sen bize yerden bir kaynak fışkırtıncaya kadar
sana iman etmeyeceğiz.”
91. “Veya hurmalık ve üzüm bağların olmalı, aralarından da şarıl
şarıl ırmaklar akıtmalısın.”
5 92. “Yahut iddia ettiğin gibi göğü üzerimize parça parça düşürmeli-
sin veya Allah’ı ve melekleri karşımıza şahit olarak getirmelisin.”
93. “Yahut da altından bir evin olmalı veya göğe yükselmelisin... Ora-
dan bize, (elimize alıp) bizzat okuyacağımız bir kitap indirinceye kadar
da senin yükseldiğine iman etmeyiz!..” De ki: Rabbimi tenzih ederim!
10 Ben ‘elçi olarak gönderilmiş bir beşer’den başka bir şey değilim.
[2049] Kur’ân’ın i‘câzı açıkça ortaya çıktığı, diğer mucize ve deliller de
ona eklenip, muhataplara karşı bağlayıcı deliller ortaya konunca bu sefer
şaşkınlığın pençesine düşmüşler, delillerle susturulmuş bocalayan birine
yaraşır şekilde, mucizeler isteyerek bahane üretmeye başlamışlar ve “Şöyle
15 şöyle olmadıkça sana asla inanmayız.” demişlerdir.
[2050] ّ ِ َ ُ kelimesi tüfettiha (açarsan/çıkarırsan) anlamında olup, tah-
َ
fifi ile tefcüra şeklinde de okunmuştur. “Yerden” ifadesi ile Mekke arazisini
kastetmişlerdir. “Kaynak” yani kesintisiz su fışkırtan bol bir kaynak. َ ْ عne-
ُ
ba‘a’l-mâ’u (Su kaynadı / topraktan çıktı.) ifadesinden yef‘ûl vezninde türemiş
20 olup, tıpkı ‘abbe’l-mâ’u (Su bollaştı.) ifadesinden türeyen ya‘bûb gibidir.
[2051] “İddia ettiğin gibi…” İddia derken kastettikleri, Yüce Allah’ın
“Dilesek, onları yerin dibine geçirir ya da üzerlerine gökten parçalar dü-
şürürüz!” [Sebe’ 34/9] sözüdür. ( ِכ َ ً אparça parça) kelimesi Sin’in sükûnu
ile kisfen şeklinde de okunmuştur. Kisf tıpkı sidrenin çoğulunun sidr olarak
25 gelmesi gibi, kisfenin çoğuludur. ً ِ َ “söylediklerinin doğruluğuna şehadet
edecek bir kefil ve şahit olarak” anlamındadır. Anlam, “Ya da Allah’ı şahit
olarak veya melekleri şahitler olarak getirmelisin.” şeklinde olup, örneği1 şu
sözlerdir:
… ben de, babam da berîdir ondan
30 Ben ve [devem] Kayyâr gariptir orada
[2052] Ya da bu ifade mukābilen (karşılıklı olarak) mânasına gelir. Nite-
kim el-’aşîr (işret arkadaşı) kelimesi el-mu‘âşir anlamında kullanılır. Bu mâ-
naya göre ifadenin bir benzeri; “Bize de melekler indirilse veya Rabbimizi
görsek ya?” dediler” [Furkān 25/21] âyetidir. Bir diğer ihtimal ise bu ifadenin
35 meleklerin hâli olması ve “toplu olarak” anlamında olmasıdır.
1 O zaman neden kabîleyn şeklinde tesniye gelmediğini açıklıyor. Mısralardaki kelimeler mübtedaları
tesniye olduğu halde, beriyyeyni ve ğarîbâni olmadığı gibi… / ed.
ا כ אف 1183
َ ْ ُ َ َ َא ِ َ ا َ ْر ِ
ض َ ْ ُ ً א﴾ ﴿-٩٠و َא ُ ا َ ْ ُ ْ ِ َ َ
َכ َ َ
َ א َ ْ ِ ً ا﴾ َכ َ ٌ ِ ْ َ ِ ٍ َو ِ َ ٍ َ ُ َ ِّ َ ا ْ َ ْ َ
אر ِ َ ﴿-٩١أ ْو َ כُ َن َ
ِ ِ ا ْ َ ْر َض أَ ْو
ُ }إ ِْن َ َ ْ َ ْ ِ ْ א لا ن ]َ [٢٠٥١
}כ َ א َز َ ْ َ {
כ ، כ نا ِ
אء{ ] [٩ :و ئ »כ ْ ً א«، ِ ِ
ُ ْ ْ َ َ ْ ِ ْ כ َ ًא ّ َ ا َ
א :أو .وا } َ ِ ً { כ ً א ل א ًا כ رة و ر ،و
: ً ،כ כ ً ،وא ١٥
َ ِّ َو َ ٌ
אر ِ َ א َ َ ِ ُ
ِ
[2053] ِ ْ ُز ْ ٍفaltından; אء
ُ َ اgök merdivenlerinde anlamındadır,
ancak muzāf [Ma‘âric] hazfedilmiştir. Nitekim rakiye fi’s-süllemi (Merdivende
yükseldi.) ve rakiye fi’d-deraceti (Basamaklarda yükseldi.) denilir.
[2054] “Yükseldiğine de iman etmeyiz” yani gökten seni tasdik eden
5 “Bizzat okuyacağımız bir kitap indirinceye kadar” yükseldin, çıktın diye
sana iman etmeyiz. İbn Abbâs’tan [v. 68/688] şöyle nakledilmiştir: Abdullah
b. Ebî Ümeyye Hazret-i Peygamber (s.a.)’e, “Bir merdiven dayayıp göğe
çıkmadıkça ve senin oradan çıkışını gözlerimle görmedikçe, sonra da ora-
dan, senin ‘iddia ettiğin gibi’ olduğuna şahitlik edecek dört melek eşliğinde
10 açık bir belge, yazılı bir vesika getirmedikçe sana inanmayız.” dedi.
[2055] Bu teklifleriyle inat ve ayak diremekten başka amaçları yoktu.
Peygamber (s.a.) istedikleri her mucizeyi getirmiş olsaydı bile “Bu sihirdir!”
diyeceklerdi. Nitekim Allah Teâlâ bu hususta şöyle buyurmuştur: “Şayet
sana kâğıda/deriye yazılı bir kitap indirseydik…” [En’âm 7/7]; “Kendilerine
15 gökten bir kapı açsak da ondan yukarı çıkıyor olsalardı….” [Hicr 15/14-15].
Onlar kalıcı mucize olan Kur’ân’ı ve istediklerinden hiç de aşağı kalmayan,
hatta daha büyük olan diğer mucizeleri inkâr etmiş oldukları için, artık
yolu görmelerinin imkânı kalmamıştır.
[2056] “De ki: Rabbimi tenzih ederim!” Bu ifade “Rabbimi tenzih ede-
20 rim dedi.” şeklinde de okunmuştur, yani “Peygamber böyle dedi.” anla-
mındadır. Fe-subhânallāh! ifadesi getirdikleri teklifler karşısında bir hayret
ifadesidir. “Ben ‘elçi olarak gönderilmiş bir beşer’den başka bir şey değilim.”
Tıpkı diğer peygamberler gibi bir insanım. Peygamberler kavimlerine an-
cak Allah’ın kendilerine lütfettiği, gösterdiği mucizeleri getirirlerdi. Dola-
25 yısıyla, mucize getirme işi bana düşmez, aksine bu iş Allah’a aittir, o halde
neden bunu bana teklif ediyorsunuz!?
94. İnsanlara bir hidayet geldiğinde onları iman etmekten alıkoyan;
“Allah elçi olarak bir beşer mi göndermiş yani?!” demelerinden başka
bir şey değildir.
30 95. De ki: Yeryüzünde, orayı yurt edinerek dolaşan melekler bulun-
saydı, Biz onlara elçi olarak gökten elbette melek indirirdik.
[2057] İlk أن
ْ edatı َ َ َ (alıkoydu) fiilinin ikinci mef‘ûlüdür; ikincisi ise
bu ifadenin fâ‘ili olarak merfû‘dur. “Hidayet” vahiy demektir, yani “onları
Kur’ân’a ve Muhammed’in nübüvvetine iman etmekten alıkoyan yegâne
35 şey, kalplerinde kök salmış bir şüphedir ki bu şüphe de onların Allah’ın bir
beşeri peygamber olarak göndermiş olabileceğini inkâr etmeleridir.
ا כ אف 1185
ا َ ْر ِ
ض َ َِכ ٌ َ ْ ُ َن ُ ْ َ ِ ِّ َ َ َ ْ َא َ َ ْ ِ ْ ِ َ ْ َ ْ ُ ﴿-٩٥כَ َ
אن ِ
ا َ א ِء َ ًَכא َر ُ ً ﴾
ِא ِ َ ِ ً ا َ ْ ِ َو َ ْ َכُ ْ ِإ ُ כَ َ
אن ِ ِ َא ِد ِه َ ِ ً ا َ ِ ً ا﴾ ْ ُ ﴿-٩٦כَ َ ١٠
[2062] “Allah kimi doğru yola getirmişse” kimi muvaffak kılmış, kime
lütfetmişse “doğru yola o gelmiş demektir.” Çünkü Allah ancak lütfün
kendisine yarayacağını bildiği kimselere lütfeder. “Kimleri da saptırmışsa”
mahrum bırakmışsa “onlar için O’ndan başka velî” yardımcı “bulamazsın.”
[2063] ِ ِ ُ ُو َ (Yüzüstü) ifadesi tıpkı “Ateş’te yüzüstü yüzdürül-
ْ
5
10 [2064] Dünyadaki halleri gibi “kör, dilsiz ve sağır olarak.” Zira onlar
dünyada hakikati basiretleri ile görmez, hakkı konuşmaz, onu dinleme
konusunda sağır kesilirlerdi. Âhirette de böyle olacaklardır; yani gözlerini
aydınlık edecek şeyleri göremeyecekler, kulaklarını hoş kılacak şeyleri duya-
mayacaklar, kendilerinden kabul edilecek makbul sözleri konuşamayacak-
15 lardır. “Her kim de burada ‘kör’se, Âhirette de kördür.” [İsrâ 17/72] ifadesi
de bu mânadadır. Ayrıca, hesaptan sonra, mahşer alanından cehenneme
götürülürken duyu organlarının fesada uğrayacak olması da mümkündür.
Zira onların başka yerlerde okuyacakları ve konuşacaklarına dair haber ve-
rilmiştir.
20 [2065] “Ateş ne zaman sönmeye yüz tutsa” ne zaman ateş onların derile-
rini ve etlerini yakıp bitirir, yok eder ve ateşin alevi dinerse, onlara yenileri
verilir ve ateş de tekrar alevlenip kızışır. ‘Yok’ olduktan sonra tekrar diril-
meyi inkâr ettikleri için, Allah da cehennemde onlara ateşi musallat etmiş
ve ateş, parçalarını yiyip yok ettikçe yeniden diriltmiş ve böylece sürekli
25 bir yok olma ve yeniden dirilme döngüsü içerisine girmişlerdir. Bu da hem
onların dirilişi inkâr etmelerine iyice hayıflanıp eyvah etmeleri için hem
de inkârcıyı cezalandırma konusunda daha etkili bir yol olduğu içindir.
“Cezaları budur, çünkü âyetlerimizi nankörce inkâr edip ‘Biz bir kemik
yığınına ve ufalanmış toprağa dönüştüğümüzde, yeni bir yaratılışla yeniden
30 mi diriltilecekmişiz?!’ derlerdi.” ifadesi de buna delâlet etmektedir.
99. Hâla öğrenmediler mi ki gökleri ve yeri yaratan Zat, kendileri-
nin (uhrevi) benzerini yaratmaya da kadirdir?! Ama onlar için, şüpheye
mahal bulunmayan bir ecel takdir etmiştir. Buna rağmen, nankörce
inkâr etmekten başka bir seçeneğe rıza göstermedi zalimler!
ا כ אف 1189
ن. و כ
َ َ ُ ُ َن َ ْ ً א َ ِ ً ا{.
ْ
َأ ْن ات َوا َ ْر َ
ض َא ِد ٌر َ َ َ َ ِ َ َ ْوا َأن ا َ ا ِ ي َ َ َ ا َ ﴿-٩٩أ َو َ ْ
َ َ َ َ ُ ْ َأ َ ً َ َر ْ َ ِ ِ َ َ َ ا א ِ ُ َن ِإ ُכ ُ ًرا﴾ َ ْ ُ َ ِ ْ َ ُ ْ َو ٢٠
1190 İSRÂ SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
[2066] Şayet “‘Onlar için, şüpheye mahal bulunmayan bir ecel takdir
etmiştir.’ ifadesi neye atıftır?” dersen şöyle derim: Bu ifade “Hâla öğren-
mediler mi?” ifadesine atıftır. Anlam, “Aklın delâleti ile öğrenmiş bulun-
maktadırlar ki gökleri ve yeri yaratmaya kadir olan, onlar gibi insanları
5 da yaratmaya kadirdir, çünkü onlar gökler ve yerden daha zor yaratılacak
varlıklar değillerdir.” şeklinde olup tıpkı “Sizin yaratılmanız mı daha zordur
yoksa göğün mü?” [Nâzi‘ât 79/27] ifadesi gibidir.
[2067] “Şüpheye mahal bulunmayan bir ecel” ölüm ya da kıyamettir.
Ama onlar, hakkındaki delil çok açık olmakla beraber, bunu inkârdan başka
10 her seçenekten kaçınmışlardır.
100. De ki: Eğer Rabbimin rahmet hazinelerine siz sahip olsaydınız
‘İnfak ederiz de tükenir!’ korkusuyla onları sımsıkı elinizde tutardınız.
Çok cimridir insanoğlu!
[2068] ْ َ edatı aslında isimlerin değil, fiillerin başına gelir, bu edatın
15 ardından muhakkak bir fiil gelmelidir. Dolayısıyla bu âyetteki כ َن ُ ِ ْ َ ْ ُ ْ ََ ْ أ
(sahip olsaydınız) ifadesinin takdiri lev temlikûne temlikûne şeklindedir, fa-
kat temlikü kelimesi, izah edilmek koşuluyla gizlenmiş, sonundaki bitişik
zamir, yani Vav (ve Nun) ise ayrı zamire, yani ُ ْ َ’أe dönüştürülmüştür; çün-
ْ
kü birleşik zamirin kendisine birleşeceği ifade düşmüştür. Dolayısıyla ُ ْ َأ
ْ
20 ُ ِ ْ َ ise bunun izahıdır. İ‘rab ilminin gerek-
ifadesi bu gizli fiilin fâ‘ilidir; כ َن
tirdiği izah ve yorum budur. Beyan ilminin gerektirdiği izaha göre ise ُ ْ َأ
ْ
( َ ْ ِ ُכ َنsahip olsaydınız) ifadesinde ihtisasa, yani insanların aşırı derecede
cimrilik özelliğine hususi olarak sahip olduklarına delâlet söz konusudur.
Bunun bir benzeri, Hâtim’in;
25 Hür biri tokatlasaydı bari beni!
ifadesinde ve el-Mütelemmis’in (v. 569/580);
Bana haksızlık etmeyi keşke dayılarımdan başkası isteseydi!
şeklindeki sözlerinde mevcuttur; çünkü ilk fiilin, sonradan açıklayıcı olarak
gelen fiil sebebiyle düşmüş olması sebebiyle ifade mübteda ve haber for-
30 munda gelmiştir.
[2069] Allah’ın rahmetinden maksat rızkı ve mahlûkatına verdiği sair
nimetleridir. Âyetteki bu niteleme cimrilikte nihai noktayı ifade eder. Şu
da söylenmiştir: Bu, Hazret-i Peygamber (s.a.)’den pınarlar fışkırtmasını,
nehirler çıkarmasını ve benzeri şeyleri talep eden Mekkelilere yönelik bir
35 hitap olup onların bütün rızık hazinelerine sahip olsalar yine de cimrilik
edecekleri ifade edilmektedir.
ا כ אف 1191
ات ِ َ ارٍ َ َ َ ْ ِ
َ ْ َذ ُ ١٥
: و لا
َو َ ْ َ ْ ُ َأ ْ َ ا ِ َأر ُادوا َ ِ َ ِ
. أ وا رة ا ،زاכ م ا ا ول א وذ כ ّن ا
1 Bu zata göre Mûsâ Peygamber’e verilen אتٍ ِ אتٍ ِ آdokuz mucize değil, dokuz emir - yasak olmakta-
َّ َ ْ
dır. Ancak bu, Neml 12 vb. ayetler dolayısıyla Kur’ân bütünlüğüne uygun değildir. / ed.
ا כ אف 1193
אدع، ،وا اد ،وا א ،وا ،وا ا : אس ا ][٢٠٧١ ٥
ا ر .و ،وا ،وا ات :כאن ا ا ن ،و وا
ذ כ אل: Ṡ لا د ا אل :أ ّن ان ] [٢٠٧٢و
כ ا ا א ،و وا ،و ،و א ما إ ا اا ا ،و
ّ
،وأ ا وا ،و ا ،و אن ذي يء إ ا
ّ
« ا وا د א ١٥א
[2074] Şayet “ ُ אء ( ِإذHani onlara gelmişti) ifadesi neye taalluk eder?”
ْ َ ْ
dersen şöyle derim: İlk yoruma göre hazfedilmiş bir söze delâlet eder, yani
fe-kulnâ le-hû selhum hîne câ’ehum (Onlara geldiği [yani gittiği] zaman ken-
10 disine ‘Onlardan iste!’ dedik.) şeklindedir. İkinci kıraat esas alındığında ise
sâle (O da istedi.) fiiline taalluk eder. Son yoruma göre ise bu ifade “verdik”
fiiline veya gizli bir “zikret” fiiline veya da “sana haber versinler” şeklinde
bir gizli ifadeye taalluk eder. “Hani onlara gelmişti.” ifadesi de “Hani ata-
larına gelmişti.” anlamında olur. “Büyülenmiş” yani sana sihir yapılmış,
15 böylece aklın karışmış.
102. O da demişti ki: “Aslında, sen bunları göklerin ve yerin Rabbi-
nin, gözlerinizi açacak birer gösterge olarak indirmiş olduğunu biliyor-
sun. Ey Firavun! Ben de senin gerçekten mahvolacağın kanaatindeyim!”
103. Bunun üzerine onları yeryüzünden söküp atmak istedi. Biz de
20 onu ve beraberindekileri hep birlikte suda boğduk!..
104. Onun ardından İsrailoğullarına dedik ki: “Haydi, yerleşin o
topraklara! Âhiret vaadi geldiğinde, hepinizi bir araya getireceğiz.”
[2075] “Biliyorsun” ey Firavun “bunları” yani bu mucizeleri “ancak
Allah birer gösterge olarak” apaçık deliller olarak “indirmiştir.” Fakat sen
25 inatçı ve kibirlisin. Bunun bir benzeri “Vicdanları bunlara yakînen inandığı
halde, zulmederek ve kibirlenerek bunları reddettiler.” [Neml 27/14] âyetidir.
َ ْ ِ َ (biliyorsun) ifadesi zamme ile ‘alimtü (biliyorum) şeklinde de okun-
muştur ki bu durumda anlam “Biliyorum ki ben sizin nitelediğiniz gibi
büyülenmiş değilim, aksine durumumun sıhhatini ve bu âyetleri indirenin
30 göklerin ve yerin Rabbi olduğunu gayet iyi biliyorum.” şeklindedir. Bu-
nun ardından da Mûsâ Aleyhisselâm Firavun’un kendisi hakkındaki düşün-
cesine kendisinin onun hakkındaki düşüncesi ile karşılık vermiş ve adeta
ona, “Sen benim büyülenmiş olduğumu düşünüyorsan ben de senin helâk
olacağını düşünüyorum ki benim düşüncem seninkinden daha sahihtir;
ا כ אف 1195
} ِإ ْذ َ َאء ُ { إذ אء آ אء وك .و אر اذכ ،أو ـ}آ א{ .أو ا
ُ
כ. ت } َ ْ ُ ًرا{
ات َوا َ ْر ِ
ض َ َ אِ َ َ َ ِ َ ﴿-١٠٢אلَ َ َ ْ َ ِ ْ َ َ א َأ ْ َ لَ َ ُ ِء ِإ َرب ا
ض َ َ ْ َ ْ َ ُאه َو َ ْ َ َ ُ َ ِ ً א﴾
َ َ َ ﴿-١٠٣را َد َأ ْن َ ْ َ ِ ُ ْ ِ َ ا َ ْر ِ ١٠
﴿-١٠٤و ُ ْ َא ِ ْ َ ْ ِ ِه ِ َ ِ ِإ ْ َ ا ِ َ ا ْ כُ ُ ا ا َ ْر َ
ض َ ِ ذَا َ َאء َو ْ ُ ا ِ َ ِة َ
ِ ْ َא ِכُ ْ َ ِ ًא﴾
ل כ اب. ًرا
. ا
ل ا כ ،و א ل ا ًא א א אء إ ا אه אأ
אرب.
}و َ ْ َ ُאه َ ْ ِ ً {
َ و دة و : وا ُ ْכ ٍ { א ]َ َ } [٢٠٨١ ٥
ادث. ا
אن َو ْ ُ َر ِّ َא َ َ ْ ُ ً ....و ِ
}إ ِْن َכ َ اد א ا ،و ا آن
ََ ُ ُْ
ور ا آن ُ ُ ً א{ أي
1200 İSRÂ SÛRESİ - Keşşâf Tefsiri
،وإ א ا ط :ا ؟ ور ا :א ] [٢٠٨٤ن ٥
، ا
َ ِ ً א ِ ْ َ َ ْ ِ َو ِ ْ َ ِ َ ١٠
،אل :إ אر ل :א أَ أ אس ا ][٢٠٨٧
ا כ אب א ا :إ כ :إن أ إ ًא آ .و و إ א א أن
، אل :د ت ز ً ا .وا وا אء אا كأ ز ً ا، ل :د
ا أي
أي ،أي ّ
ّ א כ אم ا אف إ .و} َ א{ ا ٥
}ََُ ا َ ْ َ ُ
אء ، ا :أא א .وا
}و َ ُ َ א ِ ْ {
َ כ ا :و ،وا ن
﴿-١١١و ُ ِ ا ْ َ ْ ُ ِ ِ ا ِ ي َ ْ َ ِ ْ َو َ ً ا َو َ ْ َכُ ْ َ ُ َ ِ ٌכ ِ ا ْ ُ ِ
ْכ َ
َو َ ْ َכُ ْ َ ُ َو ِ ِ َ ا ِّل َوכَ ِّ ْ ُه َ כْ ِ ً ا﴾ ٥
Firavun 130, 318, 322, 324, 326, 330, 1064, 1072, 1078, 1080, 1104,
332, 334, 336, 342, 354, 460, 1110, 1114, 1154, 1156, 1192
480, 482, 558, 576, 628, 696, Hasan-ı Basrî 18, 24, 46, 54, 134, 136,
744, 792, 794, 872, 1192, 1194, 142, 172, 174, 186, 192, 196,
1196 198, 206, 248, 262, 264, 312,
Fustāt 328 332, 400, 408, 444, 458, 474,
Füleyk 526 490, 500, 546, 548, 554, 562,
584, 594, 608, 616, 636, 658,
G 676, 678, 680, 682, 706, 718,
Gad 534 726, 728, 734, 738, 752, 778,
Gayb 252, 702 784, 822, 886, 896, 898, 946,
gayr-i munsarif 48, 440, 522, 578 1016, 1028, 1064, 1072, 1078,
gayr-i muttarid 348 1080, 1104, 1110, 1114, 1154,
gümüş 68, 70, 328, 654, 882 1156, 1192
Günahkâr 510 Hassan b. Sabit 354
Ğayy 480 Haşevî 280
Haşvîler 624
Hâtem-i Tāî 466
H Havariler 400
Habbâb 968, 1038, 1132
Havvâ 530, 850
Habeşistan 328, 968
Hazret-i Âdem 252, 400, 1000
Habeşistanlı 770
Hazret-i ‘Âişe 1094
Hâbil 252
Hazret-i Ali 12, 42, 44, 142, 198, 264,
Hac 52, 184, 922, 1008, 1124, 1174
308, 408, 422, 492, 536, 730,
Hacer 128, 846
734, 762, 768, 850, 858, 862,
halefler 312, 316
896, 968, 998, 1020, 1070,
Halil 390, 414, 488, 506
1072, 1172
Halîlü’r-Rahmân 446
Hazret-i Hasan 422, 424, 648, 1156
Hâm 400, 402
Hazret-i Hüseyin 48, 648
Hanzala 1056
Hazret-i Lût 450, 452, 454, 456, 458
Haram 12, 14, 22, 26, 54, 74, 76, 464,
Hazret-i Muhammed 246, 338, 788,
772, 790, 1060
876, 880, 1072, 1132, 1198
Harem 22, 852, 970, 1062
Hazret-i Nûh 314, 316, 330, 360, 398,
Harf-i cer 348
400, 402, 404, 406, 408, 412,
Hâris b. Kays 926
414, 416, 418, 424, 426
Hasan 18, 24, 46, 54, 134, 136, 142,
Hazret-i Osman 8, 140, 214, 916
172, 174, 186, 192, 196, 198,
Hazret-i Ömer 18, 140, 152, 170, 186,
206, 248, 262, 264, 312, 332,
190, 192, 504, 560, 594, 830,
376, 400, 408, 422, 424, 444,
858, 968, 972, 974, 1050, 1090,
458, 474, 490, 500, 546, 548,
1130, 1160, 1202
554, 562, 584, 594, 608, 616,
Hazret-i Peygamber 228, 242, 246,
636, 648, 658, 676, 678, 680,
248, 278, 300, 302, 304, 338,
682, 706, 718, 726, 728, 734,
340, 366, 370, 374, 376, 450,
738, 752, 778, 784, 822, 850,
454, 458, 502, 522, 534, 576,
886, 896, 898, 946, 1016, 1028,
ا כ אف 1211
586, 608, 626, 632, 648, 672, Hüzeyl 488, 594, 972
674, 690, 702, 704, 714, 804,
808, 826, 840, 852, 866, 874, I
876, 884, 886, 912, 920, 922, Irak 218, 262, 462
924, 926, 928, 930, 1000, 1020, İblis 328, 822, 886, 888, 890, 892,
1022, 1030, 1032, 1038, 1042, 1142, 1146, 1148
1052, 1058, 1060, 1062, 1064, İbn Cinnî 548, 550, 1048
1084, 1096, 1098, 1100, 1102, İbn Cüreyc 98, 330, 628, 854
1104, 1114, 1130, 1132, 1138, İbn Ebî İshak 768
1144, 1146, 1154, 1158, 1160, İbn Kesîr 170, 248, 470
1162, 1164, 1166, 1168, 1170, İbn Mâce 16, 40, 260, 304, 648, 1020,
1172, 1174, 1176, 1178, 1184, 1022, 1104, 1154
1186, 1188, 1190, 1192, 1200, İbn Mervan 452
1204 İbn Mes‘ûd 100, 136, 178, 180, 192,
helâk 82, 88, 90, 98, 122, 150, 174, 196, 204, 210, 226, 240, 260,
212, 240, 242, 246, 254, 256, 322, 342, 344, 430, 442, 456,
258, 314, 316, 324, 330, 342, 496, 586, 590, 594, 596, 642,
346, 394, 396, 406, 410, 412, 654, 664, 706, 794, 796, 858,
414, 430, 432, 436, 438, 440, 862, 908, 940, 964, 984, 998,
444, 448, 450, 456, 460, 470, 1008, 1028, 1050, 1054, 1104,
472, 478, 482, 484, 510, 512, 1178
544, 606, 676, 694, 704, 706, İbn Muhaysın 712
734, 772, 784, 790, 800, 802, İbn Mukbil 872
804, 806, 816, 830, 832, 856, İbn Zeyd 420
858, 870, 872, 878, 884, 892, İfrâîm 700
900, 902, 904, 922, 956, 1080, İkizler 946
1084, 1134, 1136, 1150, 1154, İkrime 112, 214, 356, 604, 730, 924,
1164, 1166, 1194, 1196 936, 938, 940
Herim b. Hayyan 726, 1058 İlyas 1010
Hıristiyanlar 894, 922 İmrân 108, 218, 500, 608, 680, 778,
Hicr Ahalisi 914 796, 860, 866, 872, 876, 922,
Hidayet 1032, 1184 956, 960, 1066, 1138
Hind 150, 842, 890 İmru’ü’l-Kays 382
Hindistan 1138 İncil 56, 64, 192, 194, 338, 920, 1032
hizlân 272, 318, 980 inkâr 16, 24, 38, 48, 52, 60, 66, 76,
Horasan 1018, 1134 80, 84, 86, 106, 124, 132, 136,
Hûd 40, 132, 266, 316, 330, 338, 374, 138, 144, 146, 150, 154, 156,
390, 398, 402, 408, 420, 422, 160, 180, 182, 218, 220, 230,
424, 426, 428, 430, 432, 440, 232, 250, 252, 274, 284, 286,
452, 468, 478, 490, 492, 498, 290, 292, 298, 310, 316, 318,
516, 530, 704, 726, 872, 890 328, 334, 358, 364, 366, 376,
Humeyd b. Kays el-A‘rec 584 378, 380, 384, 394, 424, 430,
Huzeyfe b. el-Yemân 8, 1060, 1168 432, 434, 462, 496, 516, 598,
Hübel 250 600, 602, 648, 656, 680, 704,
1212 DİZİN - Keşşâf Tefsiri
sıla-i rahim 260, 748, 750 Talha b. Musarrıf 100, 198, 1070, 1130
Sîbeveyhi 204, 348, 390, 452, 488, Tārık 270, 410, 526
542, 564, 768, 810, 848, 988, Temimliler 498
1078, 1142 Tesniye 302, 1092
Sidre-i Müntehâ 1064 Tevbe 8, 10, 12, 16, 18, 24, 36, 76, 78,
Sodom 910 82, 86, 94, 102, 106, 126, 144,
Suheyb 968, 1038, 1090, 1132 156, 158, 168, 174, 190, 200,
Suheym b. Vesîl er-Riyâhî 762 202, 208, 218, 234, 282, 492,
Suriye 218, 336, 636, 700 672, 730, 766, 916, 918, 1108,
Süddî 24, 408, 440, 556, 706, 946 1130, 1170, 1174
Süfyan 354, 434, 502, 690, 854, 1090 tevhid ehli 894
Süfyân b. ‘Uyeyne 634, 1078, 1120 Te’vîlü’l-ehâdîs 532
Sülemî 106, 478, 654 Tevrat 56, 60, 192, 194, 336, 338,
Süleym 438, 486 378, 788, 920, 922, 1032, 1068,
Süleyman b. Erkam 496 1070, 1118, 1132, 1176, 1178,
Sünen 584, 1064 1200
Şa‘bî 168, 444, 548, 598, 992, 1050 Ti‘âr dağı 490
Şâfi‘î 30, 54, 60, 112, 176, 214, 726, Tik 400
1102 Tirmizî 8, 64, 68, 264, 304, 498, 504,
şahitler 378, 380, 828, 1182 626, 676, 734, 884
Şair 26, 48, 66, 96, 130, 240, 396, 470, tufan 316, 406, 410, 840
538, 540, 550, 564, 582, 584, Tūr-i Sînâ 704
586, 616, 624, 668, 672, 676, Türk 842
698, 784, 794, 798, 806, 854, Türkler 1134
872, 884, 906, 924, 994, 1044,
1114, 1164 U
Şair Cemîl 584 Urve b. Zübeyr 408
Şair Evs 676 Uyeyne b. Hısn 1108
Şakî 490 Uzzâ 250, 1146
Şakīk-ı Belhî 990 Übeyy 8, 98, 110, 138, 144, 150, 152,
Şam 124, 182, 218, 518, 634, 760, 158, 164, 170, 190, 196, 224,
914, 1060, 1062, 1164 228, 266, 296, 312, 322, 342,
Şemmâh 490, 1150 390, 496, 552, 686, 718, 850,
Şeytan 46, 220, 528, 606, 608, 818, 916, 942, 964, 1112, 1164,
820, 1102, 1104, 1130, 1142, 1196, 1198
1144 Ülker 946
Şimon 534, 538, 638, 668 Ümeyye bin Halef el-Cumahî 934
Şu‘ayb 132, 316, 420, 460, 464, 466, Ümmet 1050
468, 472, 474, 478, 516, 914 Ümmüdderdâ 256
Ümmü Hânî 1060, 1062
T Ümmü Kays 486
Tâbiîn 500 Ümmü Seleme 408
Tāif 50, 82, 852 Üzeyir 60, 62, 274,1066, 1134
Tā’ifliler 250
ا כ אف 1217