Fatih Yeşil İhtilaller Çağında Osmanlı Ordusu 1793 1826 Tarih Vakfı

You might also like

Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 428

İHTİLALLER ÇAGINDA OSMAN LI ORDUSU

OSMANLI İMPARATORLUGU'NDA SOSYOEKONOMİK


VE SOSYOPOLİTİK DEGİŞİM ÜZERİNE BİR İNCELEME
(1793-1826)
TARiHVVAKFI
Sarıdernir Malı. Ragıp Gümüşpala Cad. No: 10
34134 Eminönü/İstanbul
Tel: (0212) 522 02 02 - Faks: (0212) 513 54 00
www.tarihvakfi.org.tr - tarihvakfı@tarihvakfi.org.tr

©Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2016

Yayıma Hazırlayan
Derya Önder

Kapak Görseli
Turkish Encampnıcnt (Osmanlı Ordugahı/Davud Paşa Sahrası), 1810;
Luigi Mayer, (Gravürcü: William Watts, Sponsor: Sir Robert Ainslie)

Kitap Uygulama
Özlem Kelebek

Kitap Tasarımı
Haluk Tuncay

Baskı
Matsis Matbaa Hiz San. ve Tic. Ltd. Şti.
Tevfikbcy Mah. Dr. Ali Demir Cad. No: 51/1
Küçükçckmece-İstanbul Tel: 0212 624 21 11

Matbaa Sertifika Numarası 20706


Yayırıcı Sertifika Numarası 12102

Birinci Basım: Mart 2016

ISBN 978-975-333-335-1
A

iHTiLALLER ÇAGINDA
• • v

OSMANLI ORDUSU
OSMANLI İMPARATORLUGU'NDA SOSYOEKONOMİK
VE SOSYOPOLİTİK DEGİŞİM ÜZERİNE BİR İNCELEME
(1793-1826)

FATİH YEŞİL

TARİH VAKFI YURT YAYINLARl


Akademik çalışmalarına 1998
yılında Hacettepe Üniversitesi
Tarih Bölümü'nde araştırma
görevlisi olarak başlayan Fatih
Yeşil, 201 3'te aynı bölümde
doçent kadrosuna atanmıştır.
Avrupa devletleri ile Osmanlı
İmparatorluğu'nu karşılaştırmalı
bir perspektifle ele aldığı çalışmaları
1 8 . yüzyıl sonlarında diplomasi,
ordu, devlet ve siyaset konularında
yoğunlaşmaktadır. Yazarın, yerli
ve yabancı pek çok dergi, kitap
ve ansiklopedide yayımlanmış
makaleleri ve editörlüğünü
üstlendiği kitapları bulunmaktadır.
Ayrıca Aydınlanma Ç ağında B ir
Osmanlı Katibi Ebubekir Ratib
Efendi (1 750-1 799) isimli bir
monografisi 2013 senesinde Tarih
Vakfı Yurt Yayınları tarafından
yayımlanmıştır. Yeşil, halen 1 807
senesinde gerçekleşen İngiltere'nin
İkinci Mısır İşgali'ni, diplomatik
ve-askeri perspektiften ele alan bir
kitap üzerinde çalışmaktadır.
Daimi bir harbin siircgittiği dünyada
yanında bir lahza huzur bulduğum Sinem,e...
İÇİNDEKİLER

ix Önsöz
xvii Teşekkür
1 Giriş: Kesişen Hikayeler

11 MODERN ORDU VE OSMANLILAR


13 Tımarlı Sipahilerden Sekbanlara Osmanlı Ordusunun Evrimi
55 Sultanın Bürokratikleşen Kapısı
114 Modernitenin Sınırları: Teknoloji Transferi
154 Osmanlı Ordusunun Savaşla İmtihanı
197 ORDUDA MODERNLİGİN SONUÇLARI
199 Mizansız Maliyenin Nizamı: Modern Ordunun
Sosyoekonomik Sonuçları
258 Mizansız Devletin Nizamı: Modern Ordu'nun Sosyopolitik Sonuçları
337 SONUÇ YA DA II. MAHMUD'UN ADALETİ
359 KAYNAKÇA
389 DİZİN
ÖNSÖZ

Bu çalışma 1793 -1826 seneleri arasında Osmanlı ordu yapısındaki


değişimi \'e söz konusu değişimin sosyoekonomik ve sosyopolitik alan­
lardaki yansımalarını ele almaktadır. En az kopuşlar kadar sürekliliklerin
de rahatlıkla tespit edilebildiği bu dönem, Osmanlı tarihi açısından, Av­
rupa'daki uygulamaların izlerini taşıyan mode rn bir orduyu kurgulamaya
yönelik yeni bir siyasi ve mali yapının oluşumuna tanıklık etmektedir.
İnsanları zaman ve mekanda disipline etmenin bir aracı olarak modern
talimin uygulanması, bu şekilde çağın en gelişmiş silahlarının en verimli
şekilde kullanılabilmesi, ast-üst ilişkilerinin bürokratikleştirilmesi, atama­
larııı kıdemden ziyade liyakate göre yapılması, mühendislerin ve subay­
ların planlama yeteneklerinden ve tahmin becerilerinden faydalanılması,
nihayet vatandaşa dönüşen tebaanın askerlik yükümlülüğü altına girmesi
muasır Avrupa ordularının en önemli özellikleri olarak göze çarpmakta­
dır. Benzer gelişmelerin gözlemlendiği Osmanlı ordu organizasyonun­
daki değişim süreci ise öncelikle padişahın siyasetini, sorgulamaksızın uy­
gulayacak ve iktidarın yeniden Saray' da temerküz etmesini sağlayacak bir
ordunun inşasına hizmet etmekteydi. Modern ordu organizasyonunun
diğer unsurlarını arka plana iten bu hedef, savaşın paralı askerler aracılığı
ile ticarileştiği bir dönemde taşrada savaş ve ayanlar, ideolojik ayrımların
giderek keskinleştiği İstanbul'da kadim ocaklar ve ahali ile cedld nizamın
sahipleri arasındaki ilişkiyi yeni bir boyuta taşıyordu. Söz konusu iliş­
kiler ağındaki dönüşüm Avrupa'daki ihtilallere koşut olarak Osmanlı
İmparatorluğu 'nda da taht değişiklikleri ve siyasi grupların tasfiyesiyle
sonuçlanan ihtilallerin temel sebebi olarak görünmektedir. Bu bağlamda
elinizdeki çalışma, İhtilaller Çağı'nda Osmanlı İmparatorluğu'nda yaşa­
nan ihtilalleri, ordu organizasyonundaki değişim ve bu değişimin yarattı­
ğı sosyoekonomik ve sosyopolitik dalgalanmalar çerçevesinde ele almaya
çalışmaktadır.

IX
Ordu organizasyonundaki değişime paralel olarak cedid idari, mali ve
sosyal tedbirlerin Osmanlı seçkinleri tarafından hayata geçirilmeye çalı­
şılması ve bu yeni yapının beraberinde getirdiği felsefi ve dini problem­
lerin çözüme kavuşturulması, değişen yapıya uygun yeni bir meşruiyet
skalasının icat edilmesini zorunlu kılmaktaydı. Devrin siyasi literatürün­
de en açık şekilde ifadesini bu.lan muha,vyel cedid nizamın gereklerini
karşılayabilmek amacıyla Saray'm ordu, toplum ve ekonomi karşısm­
da aldığı tavra, bir başka ifadeyle kadim muhayye l adil sosyal düzenin,
nizam-ı cedid taraftarlarının hayalini kurdukları muntazam JJe fonksiyo ne l
sosyal nizamla yer değiştirmesine karşı ciddi bir muhalefetin oluşması
kaçınılmazdı. Çıkar ilişkileri çerçevesindt: gelişen muhalefete, ekonomik
darboğaz ve kıtlıkların eşlik etmesi ise bu dönemde İstanbul'u kasıp ka­
vuran isyanların fitilini ateşleyen unsurlar olarak karşımıza çıkmaktadır.
Siyasi merkeziyetçilik projesinin bir parçası olarak devlet organizasyo­
nunun mütemmim cüzü olan ordudaki dönüşümün ortaya konulması,
bu bağlamda Osmanlı İmparatorluğu'nda kurumsal açıdan modern dev­
letin inşası sürecine, devlet yönetimindeki zihni dönüşüme ve sonuçta
Osmanlı toplum yapısında meydana gelen değişime ışık tutacak önemli
argümanlar sağlayacaktır.
Çalışmamızm temel amacı Nizam-ı Cedid siyasetinin uygulanmaya
başlanması ( 1 79 3 ) ile bu siyasetin doğal bir sonucu olarak da görülebi­
lecek yeniçeriliğin kaldırılması ( 1 826) arasında Osmanlı ordu ve devlet
organizasyonundaki değişimi ve dönemin siyasi, mali ve iktisadi alan­
daki ana eğilimlerini ortaya koymaktır. Bu sebeple Osmanlı İmparator­
luğu'ndaki değişim tasvir edilip, genel eğilimler tespit edilirken bunları
dclillendiren ve özetleyen örnek olaylara sıkça yer verilmeye çalışılmıştır.
Pek çok spesifik olay ya da durum arasından seçilen örneklerin, devrin
ruhunu en basit ve en açık şekilde yansıtabilmesine özellikle dikkat edil­
miştir. Nitekim Başbakanlık Osmanlı Arşivi ve Topkapı Sarayı Müzesi
Arşivi'nde mahfuz olan sayısız belge, ilk bakışta araştırmacının işini ko­
laylaştırıyor gibi görünse de karşılaşılan büyük belge yığını içinde ta­
rihçinin kaybolması son derece olağandır. Sayısız belge arasında araştır­
macının yolunu bulabilmesi, hiç şüphesiz farklı zamanlar ve mekanlarda
oluşan, fakat aynı eğilimi yansıtan spesifik olayları ve durumları içeren
vesikalar arasında seçim yapılmasını zorunlu kılmaktadır. Ele alman de-
ğişim SÜ!ecinde ordu organizasyonu dahilinde olup bitenleri biraz olsun
anlamaya müsaade eden Osmanlı arşiv vesikalarının yanında araştırmacı­
ların ilgisini bekleyen mecmualar, layihalar ve vekayinameler devrin dü­
şünce iklimi hakkında önemli ipuçları vermektedir. Ancak ge rfekten de
ne olduğunun peşine düşen konvansiyonel tarihyazımının tabulaştırdığı
ve gerçeğin somut delilleri olarak takdim ettiği bu iki kaynak grubu, ça­
lışmamızda geçmişin aynaları olarak değil, Osmanlı Devleti'nin ve onun
bürokrasisinin bugüne ulaşan sesi olarak ele alınmıştır. Zira depolitizas­
yon sürecinin siyasi kutuplaşmayı artırdığı bir ortamda "birin yanına beş
katarak" olayların tasvirine girişen ya da yeniçeriler "hakkında herkesin
nefretini istilzam eylemek maksadıyla tertib ve tanzim kılınan" eserlerin 1
kesin doğruluğunun kabulü, yapılan araştırmanın, imparatorluğa hük­
meden ya da hükmetmeye çalışanların istekleri ve görüşlerinin günü­
müz Türkçesiyle tekrar dile getirilmesi anlamına gelecektir. Bu sebep­
lerle olayları, Osmanlı müelliflerine nazaran biraz daha dışarıdan izleme
imkanına sahip olan yabancı gözlemcilerin kaleme aldığı seyahatnameler
ve elçilik raporlarının kullanımı çalışmamız açısından büyük bir önem ta-
şımaktadır. Osmanlı müelliflerinin eserleri ve bürokrasisinin belgeleriyle
birlikte ele alınan bu kaynak grubu, doğru kullanıldığı sürece Osmanlı
kaynaklarının bıraktığı boşlukları önemli ölçüde doldurmakta ve araştır­
macıya yeni sorular sorma imkanı vermektedir.
Arşiv vesikaları ve yazma eserler gibi Osmanlı ordu organizasyonu ko­
nusundaki modern araştırmalar da kaleme alındık.lan devrin düşünce ikli­
mini yansıtmaktadır. Nitekim genç Cumhuriyetin en önemli tarihçilerin­
den biri olan İ . Hakkı Uzunçarşılı'nın, başta vekiyinameler olmak üzere
devrin diğer kaynaklarının da yardımıyla, bozulan yeniçeriliğin ilgasını
bir fetih efsanesi şeklinde ele alması ve II. Mahmud'un kurucu rolünün
altını çizmesi tesadüfün ötesinde bir anlama sahiptir. Tıpkı aynı dönem­
de kalem oynatan Enver Ziya Karal'ın, müce ddid III. Selim ve ile rle me
ve aydınlanmayı şiar edinmiş Nizam-ı Cedid ricali sayesinde sağlanange­
l�smenin, devrin ayaktakırnının ayak oyunlarıyla nasıl yok edildiğini tasvir
etmesi gibi. Saray ve. tabilerinin, Türk tarihinin ile rici karakterleri olarak
sahneye çıkartılmasına ve imparatorluk taşrasındaki ayanların ve istan-

1 Mustafa Nuri (1327 c:II:l03).

xi
bul'daki ulemanın ve yeniçerilerin gelişmenin önünde duran engeller
olarak tasvir edilmeye başlanmasına paralel olarak Osmanlı müellifleri­
nin/ideologlarının da vurguladığı gibi, nizam= terakkt şeklinde formüle
edilebilecek anlayış, Osmanlı tarihyazımına bu dönemde yerleşmeye baş­
lamıştır. 20. yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı ordu organizasyonu konu­
sunda yapılan araştırmaların Kuzey Amerika'da yoğunlaşmaya başlaması
ise söz konusu perspektifin Türk tarihyazımına tamamen hakim olmasını
sağlayacak gelişmeleri beraberinde getirecektir. Nitekim Türkiye dışın­
da yapılan Osmanlı tarihi araştırmaları, genel olarak devrin hakim ideo­
lojisi olan mode rnleşme teorisi zemininde kaleme alınmaya başlanmıştı.
Osmanlı mode rn leşme sinin savunmac ı tarafına vurgu yapan Amerikalı
tarihçiler, konuyu batılı düşmanları karşısında aldıkları yenilgilerin so­
nucunda doğuluların çaresiz bir şekilde nasıl batılılaştıkları çerçevesinde
ele almaktaydı. Savaşta alınan mağlubiyetler olmaksızın orduda reform
yapmanın anlamsızlığını ve hiçbir devletin durduk yere ordusunda deği­
şiklik yapmadığını gözardı eden söz konusu araştırmalar, ordu reformla­
rını Osmanlı batılılaşmasının doğrusal tarihinin başlangıç noktası olarak
ele alıyordu. Ancak az önce zilaedilen çalışmaların, her ne kadar konuya
yaklaşım bağlamında bazı hatalarla malül olsalar da bugün değerlerinden
hiçbir şey kaybetmedikleri yeri gelmişken belirtilmelidir. Gerek İ. Hakkı
Uzunçarşılı ve E. Ziya Karal'ın gerekse Stanford J. Shaw ve Avigdor
Levy'nin eserleri Osmanlı ordusunun kurumsal yapısmın anlaşılmasını
kolaylaştıran çalışmalar olarak yeni araştırmacılara yol göstermeye devam
etmektedir.
Osmanlı ordusu konusunda 20. yüzyıl süresince yayınlanan kitap ve
makalelere, her gün bir yenisinin ekleniyor olması ise sadece bu alana
artan bireysel ilgiyle açıklanamaz. Sosyal hayatm her yönüyle militarize
edildiği ve orduların siyasi, iktisadi ve sosyal alanda ağırlığını artırdığı bir
dönemde, tarihçilerin tıpkı geçmişte çağlarının ürünü olan meslektaş­
ları gibi okudukları gazetelerden, seyrettikleri haberlerden de fi:yz ala­
rak, yeni bir yaklaşımla ordu, askerlik ve savaş gibi konulara yönelmeleri
doğaldır. B u bağlamda Osmanlı ordusunun muharebe performansını,2
donanmasının geçirdiği değişimi,3 ordu ve devlet organizasyonlarındaki

2 Aksan (2007a) ve Uyar-Erickson (2009).


3 Zorlu (2008).
dönüşümü4 ele alan ve literatüre önemli katkılar yapan eserlere her geçen
gün bir yenisi ekleniyor olsa da devrin terminolojisini ortaya koyan, bel­
gelerin doğru okunduğu kadar anlaşılmasını da sağlayabilecek çalışma­
ların henüz benzer bir yoğunlukta yapılmamış olması alanın en önemli
eksikliklerinden biri olarak göze çarpmaktadır.
Yukarıda kabaca tahlil edilmeye çalışılan kaynaklar üzerine inşa edi­
len çalışmamızın ilk kısmı, 1 793-1826 arasında Osmanlı ordusundaki
değişimin tartışılmasına ayrılmıştır. Orduların süvariden piyadeye doğrn
evrildiği süreçte, Osmanlı ordusunun tımar tasarruf eden birliklerinde,
İstanbul dışında görev yapan unsurlarında ve ayan kapılarında meydana
gelen değişimin tahlili, paralı asker kullanımı ve bunların ordu organizas­
yornı dahilindeki yerlerinin ortaya konulması bu kısmın ilk bölümünün
ana eksenini oluşturmaktadır. Az önce açıklanmaya çalışıldığı üzere, mo­
dern ordu organizasyonunun temel özelliklerinin Osmanlı ordusundaki
yansıması ise çalışmamızın ikinci ve üçüncü bölümlerinin konusudur. Ni­
tekim Rönesansı askeri alana taşıyan Yeni-stoacı müelliflerin attıkları te­
mel üzerine inşa edilen modern talim ile kadim harp temrinleri arasında -
ki fark, gözetim mekanizmaları aracılığıyla Osmanlı ordusunda rasyonel
örgütsel yapının kurulmaya çalışılması, modern ceza prosedürlerinin Os­
manlı ordusunda uygulanmaya başlanması ve nihayet doğrudan Saray'a
bağlı birliklerdeki değişim çalışmanın ikinci bölümünde ele alınmaktadır.
Birinci kısının üçüncü başlığı ise 1 8 . yüzyıl sonu ve 1 9 . yüzyıl başlarında
meydana gelen teknolojik değişmenin Osmanlı ordusundaki yansıması,
yabancı uzmanların transferi ve Osmanlı ordusuna yaptıkları katkılar, or­
dunun teknik sınıflarında yaşanan değişim, mühendishanelcrin yeniden
düzenlenmesi, ordunun ihtiyaç duyduğu silah ve mühimmatın üretimi,
depolanması gibi temel konulara hasredilmiştir. İlk üç bölümde tasvir
edilmeye çalışılan değişimin pratik sonuçları ise Osmanlı ordusunun sa­
vaşla imtihanı başlıklı ilk kısının son bölümünde gözlemlenmeye çalı­
şılmaktadır. Osmanlı ordusunun savaşa verdiği tepki, neferlerin hangi
metotlarla toplanarak cepheye gönderildiği, provizyon ve mühimmat
konusunda ne tür sıkıntıların çekildiği, sefer bürokı-asisinde meydana
gelen değişim, muharebe esnasında Osmanlı ordusunun taktik formas-

4 Yıldız (2009).

Xlll
yomı, Osmanlı ordugahlarının durumu ve nihayet cephedeki ordunun,
cephenin art bölgesine yaptığı baskı, bir cümle ile savaşın Osmanlı or­
dusuna etkisi bu bölümde tartışılan temel meselelerdir. Ancak çalışma­
mıza esas teşkil eden söz konusu problematiklerin halen tedavülde olan
tarihyazımından farklı bir şekilde ele alınmaya çalışıldığı yeri gelmişken
vurgulanmalıdır. Zira çalışmamızda üzerinde durulan problemlerin tar­
tışılması sırasında kurumların tarihinin ve askeri tarihin bir adım ötesine
geçilmeye çalışılarak, yapısalcı anlatıların figüranı bile olmayan modern
ordunun neferleştirdiği/aynılaştırdığı insanlara başrol verilmeye çalışıl­
mıştır. Bu bağlamda belgelerin müsaade ettiği ölçüde, değişimin hedefi
olan sıradan bir insanın/neferin dünyasına, onun günümüze ulaşan cılız
sesine kulak vererek girebilmek, hayat algısını/Lebensgefühl biraz olsun
anlayabilmek araştırmacının temel amacıdır. Sıradan insanların durumu­
na benzer bir şekilde ayanların de alınış biçimi de bu çalışma bağlamında
mevcut literatürden farklılaşmaktadır. Nitekim daha baştan merkezi/Sa­
ray ve Babıili'yi, tarihin öznesi olarak takdim eden modern(ist? ) araştır­
maların aksine, ayanlar bu çalışma çerçevesinde batılılaşmanın önündeki
engeller olarak değil, yaşanan değişimi etkileyen ve değişimden etkilenen
aktörler olarak ele alınmaya çalışılarak, süreç içerisinde oynadıkları rol ve
Saray'ın siyasetine önemli bir alternatif teşkil eden askeri, politik ve mali
uygulamaları elden geldiğince aktarılmaya çalışılmıştır.
Ordu organizasyonunda yapılmaya çalışılan değişikliklerin, Osmanlı
Devleti'nin iktisadi ve siyasi yapısına ne şekilde yansıdığı, çalışmamızın
ikinci kısmında ele alınmaktadır. Ayanların kapı halklarının finansmanın­
da kullandıkları siyasi ve mali enstrümanların kısaca tasvir edilmesiyle baş­
layan ikinci kısmın ilk bölümü, merkezi bir ordunun ve neredeyse sürekli
hale gelen savaşların devlet bütçesinin giderler kaleminde nasıl bir deği­
şim meydana getirdiğini, bu yeni gider kalemlerinin nasıl karşılanmaya
çalışıldığını ve belki de en önemlisi, başta vergi düzeni olmak üzere, mali
yapıdaki yeni uygulamalara çeşitli sosyal zümrelerin verdikleri tepkileri,
bir başka ifadeyle bu süreçte çıkan isyanların mali sebeplerini ortaya koy­
mayı amaçlamaktadır. Artan giderleri karşılamak için yeni gelirler bulma­
ya çalışan İrad-ı Cedld Hazinesi'nin etkin olduğu bir dönemde savaşın
Osmanlı maliyesine getirdiği yük, savaş dönemindeki temel gider kalem­
lerini ve savaşı finanse edebilmek için Osmanlıların kullandıkları araçlar
da yine bu bölümde ele alınan temel meselelerdendir. Çalışmamızın son
bölümü, ordu organizasyonundaki değişimin siyasi alandaki yansımala­
rını, devlet içinde ve dışında konumlanan güç odakları arasında meyda­
na gelen çatışmalar zemininde tartışmaktadır. Ayanların, rakiplerine ve
Saray'a karşı mücadeleleri sırasında benimsedikleri temel stratejilerin tas­
viriyle başlayan bölüm, ele alınan dönemde çıkan isyanların siyasi sebep­
lerinin ve Saray'ın rakipleri karşısındaki durumunun anlatımıyla devam
etmektedir. Kadim ayrıcalıklarını kaybetmek istemeyen yeniçerilerin ye­
rine, halifenin emirlerine kayıtsız şartsız itaat eden bir ordunun kuruluş
süreci ve bu süreçte başkent ahalisinin değişen iktidar yapısı karşısındaki
tavrı da bu bölüm de tartışılmaktadır. Siyasi üstünlüğü yeniden ele geçi­
ren Saray'ın, yeniçeriliğin ilgasının ardından nasıl bir siyaset takip etmeye
başladığı ve ilganın Osmanlı tarihi açısından taşıdığı anlam ise sonuç kıs­
ımnda cevabı aranan temel problemlerdir. İlganın bir kuruluş efsanesine,
ilga sürecinde rol alan aktörlerin ise mitolojik kahramanlara dönüşümü,
tarihi yapılar olan ordu ve devlet organizasyonundaki büyük bir kırılma­
nın varlığına işaret etmektedir. Nitekim kadim sosyal zümrelerin çıkarla­
rını tehdit ettiği ölçüde yeni ittifakların ve çatışmaların oluşmasına zemin
hazırlayan Nizam-ı Cedid'in hegemonya! siyaseti, muhalefetin l 826'da
büyük ölçüde susturulmasıyla zaferini ilan ederek, devleti ve toplumu
tanzim etmeye hizmet edecek yeni bir form kazanacaktır.

ı�
TEŞEKKÜR

Elinizdeki kitap, 2002 senesinin Ekim ayında başladığım doktora ça­


lışmalarıma nokta koymaktadır. Her ne kadar bu tür uzun soluklu çalış­
maların kapaklarında ya da başlıklarının hemen altında sadece çalışmayı
kaleme alan kişinin ismi yer alsa da araştırma süresi boyunca yazar pek
çok kişiden yardım alır. Bu bağlamda doktora tezleri söz konusu oldu­
ğunda hiç şüphesiz danışmanlar, çalışmanın vücut bulmasına en önemli
katkıyı yapan kişilerdir. Danışmanım ya da Alman üniversitelerinin ter­
minolojisiyle doktora anne m Doç. Dr. Gümeç Karamuk, bu kitabın ya­
zılmasında ve yayımlanabilir hale gelmesinde pay sahibi kişilerin başında
gelmektedir. Doç. Dr. Karamuk, büyük bir sabırla fikirlerimi dinleyip
tartışarak doğru yolu göstermenin bir adım ötesine geçerek Avrupa ta­
rihi konusundaki engin bilgisini paylaşma nezaketi göstermiştir. Tezin
araştırma, yazım ve yeniden yazım aşamalarında verdiği destek sayesin­
de, genellikle Osmanlı tarihçilerine oldukça yabancı olan Avrupa tarihine
özgü kavramların anlaşılması ile Fransızca dili ve kaligrafisi konusunda
kendimi hiçbir zaman yetersiz hissetmedim.
Bu tür çalışmaların kaleme alınmasında bir diğer önemli unsur da
araştırmanın yürütüldüğü ortamdır. Bu konuda da meslektaşlarıma naza­
ran çok daha avantajlı şartlara sahip olduğumu hemen belirtmeliyim. Ni­
tekim bu kitap Prof. Dr. Mehmet Öz'ün ve Prof. Dr. Ramazan Acun'un
başkanlıklarında, araştırmacının ihtiyaç duyduğu akademik imkanların
azamisini sunan bir bölümde kaleme alınmıştır. Asistanının imkan bul­
dukça yurtiçinde ve yurtdışında bulunan arşivlere ya da kütüphanelere
gitmesine izin veren, hatta bu konuda onu destekleyerek her yeni bulgu­
da öğrencisiyle birlikte heyecanlanan bir bölüm başkanı araştırma görev­
lileri için sanının en büyük nimettir. Prof. Dr. Mehmet V. Seyitdanlıoğlu,

xvii
Prof. Dr. Mehmet Özden Ye Prof. Dr. A. Nezihi Turan ise doktora jürimde
dile getirdikleri değerli fikirleriyle ve destekleriyle bu çalışmaya katkıda bu­
lunanlar arasında özel bir yer tutmaktadır. Ancak tez hocası, bölüm başkanı
ve doktora jürisi kadar çalışmanın yapıldığı bölümün diğer mensuplarının,
öğrencileri karşısında takındıkları tavır da bir kitabın kaleme alınmasında
büyük bir öneme sahiptir. Yrd. Doç. Dr. Hulusi Lekesiz Osmanlı kaligrafisi
hususunda çektiğim sıkıntıları en aza indirirken, Prof. Dr. Yunus Koç ile
Osmanlı kanunnameleri konusunda yaptığım sohbetler bu tür metinlerin
karşıma çıkarttığı problemlerin çözümünü kolaylaştırmıştır.
Araştırmacının aynı bölümü paylaştığı kişilerin verdikleri destek ve
katkıları da herhangi bir eserin yayımlanabilir hale gelmesinde büyük bir
öneme sahiptir. Yoğun ders temposu sebebiyle kendi çalışmalarına dahi
zaman ayırmakta zorlanan Yrd. Doç. Dr. Serhat Küçük, büyük bir özve­
riyle benim bile anlamakta zorlandığım çizimlerimi, bilgisayar ortamın­
da yeniden yaratarak herkesin kolayca anlayabileceği tablolara dönüştür­
müştür. Nagehan Üstündağ, Özlem Akay, Nagihan Doğan, Ali İhsan
Çağlar ve Rümeysa Kalem ise çalışmalarımla ilgili kimi zaman oldukça
sıkıcı olabilen sohbetlerime katlanarak eleştirilerini ve moral desteklerini
hiçbir zaman eksik etmemişlerdir.
Araştırmacıların fikirlerini meslektaşlarıyla paylaşması, eleştiri, tecrü­
be ve katkılarından faydalanması, hiç şüphesiz onları ve kaleme aldıkları
eserleri zenginleştiren faaliyetlerdir. İlki Bilkent Üniversitesi'nde, Yrd.
Doç. Dr. Oktay Özel'in himayesinde ve şimdi çok uzaklarda olan Vey­
sel Sönmez'in ev sahipliğinde ve ikincisi Prof. Dr. Feridun Emecen'in
himayesinde ve Doç. Dr. Gültekin Yıldız'ın ev sahipliğinde toplanan
Askeri Tarih Sempozyumları'nda yaptığım sunumlar sayesinde konu
hakkındaki düşüncelerimi test etme fırsatı buldum. Sempozyumların
yanı sıra alanın önde gelen isimlerinin verdikleri destek de araştırmacı­
ların gelişiminde büyük rol oynar. Prof. Dr. Kemal Beydilli'nin verdiği
moral destek, arşiv ve kütüphaneler konusundaki yardımları ve ufuk açıcı
eleştirileri bu çalışmanın kaleme dökülmesinde önemli bir yere sahip­
tir. Prof. Dr. Beydilli'nin şahsi kütüphanesini kullanımıma sunması ise
tezin zenginleşmesini sağlamanın ötesinde, konuya farklı açılardan da
balanamı sağladı. Süreç içerisinde Ali Yaycıoğlu ile yaptığım sohbetlere
ve fikir alışverişine de burada özel bir yer ayırmalıyım. Zira konunun

xviii /
farklı cephelerini görmemi sağlayan, istanbul'a taşradan ayanların dur­
duğu yerden bakmamı sağlayan Ali Yaycıoğlu, kitabın yeniden yazım
aşamasında önemli bir rol üstlenmiştir. Genç araştırmacıların yabancı ar­
şiv ve kütüphanelerde çalışına imkanına sahip olmalarına zemin hazırla­
yan destekler ise konunun farklı açılardan ele alınmasına olanak veren bir
diğer unsurdur. Bu bağlamda American Research Institute in Istanbul
ve Hazcl Heughan Educational Trust'ın sağladığı destekle Londra ve
Edinburgh'daki, Erasmus programı çerçevesinde ise Viyana'daki kütüp­
hane ve arşivlerde çalışma fırsatı bulduğumu belirtmeliyim. Kendilerine
ne kadar teşekkür etsem azdır.
Aynı mesleği icra etmekten gurur duyduğum dostlarım Doç. Dr.
Hayrettin Pınar, Yrd. Doç. Dr. Biray Çakmak, Murat Hulkicnder, Dr.
Özhan Kapıcı ve Ömer Gezer sadece verdikleri lojistik destek ile değil,
kitabın çeşitli bölümlerini okuyarak, görüşlerimi eleştirerek ve farklı al­
ternatifler sunarak çalışmanın bugünkü şeklini almasına büyük katkıda
bulundular. Ancak daha da önemlisi, benimle birlikte belge okurken
veya sohbet ederken, dünyada bu işle uğraşan tek kişi olmadığımı, aynı
hassasiyetlere sahip, aynı kaygıları taşıyan başkalarının da yaşadığını bana
hissettirdiler. On beş seneyi aşkın bir süredir, benimle birlikte aynı rü ­
yanın peşinde koşan Prof. Dr. Sait Polat ve Doç. Dr. Gültekin Yıldız'ın
kişisel ve entelektüel gelişimime katkıları bu kitabın çok daha ötesinde
anlamlara sahiptir. Nitekim Gültekin Yıldız'ın eleştiri ve yorumları Os­
manlı tarihine ve tarihçiliğe dair görüşlerimin şekillenmesinde belki de
en önemli rolü oynamıştır. Gültekin Yıldız'ın, konunun belirlenmesin­
den son noktanın konduğu ana kadar verdiği destek bu çalışmanın ya­
yımlanabilir hale gelmesini sağlarken, her başım sıkıştığında Hızır rolünü
üstlenen dostluğu, hayatı ve bilhassa zorunlu askerlik sürecini benim için
çok daha kolaylaştırdı. Kendisine minnettarım.
Yeşil ve Şahin aileleri ise sadece bu çalışmanın hazırlandığı süreçte de­
ğil, ihtiyaç duyduğum her an yanımdaydı. Verdikleri maddi ve ondan çok
daha önemli olan manevi desteği hayatım boyunca unutmam mümkün
değildir. Ve en nihayet evliliğinin ilk yıllarını bundan iki yüz sene önce
ölmüş Ratib Efendi ile hamileliğini ise kışla düzeniyle tez yazmaya çalı­
şan bir eşle aynı evde geçirerek ordu ve askerlik konusundaki sıkıcı soh­
betlere tahammül etmek zorunda kalan hayat arkadaşım Sinem bu çalış-

xix
manın hazırlanmasında en büyük paya sahiptir. Oğlum -henüz farkında
olmasa da- çalışmalarıma zaman ayırabilmem konusunda verdiği ödün­
lerle ve sıradan çocuk masalları yerine, dinlemek zorunda kaldığı Gazi
Hasan Paşa, Melek Mehmed Paşa ya da Kont Bonneval hikayeleriyle bu
kitabın yayımlanmasının ardındaki görünmeyen kahramanlardan biridir.
Onların inancı, sevgisi ve verdikleri koşulsuz destek olmaksızın sadece
bu çalışmanın değil, herhalde hayatın da altından kalkamazdım.
Umarım çok uzun süreden beri beni destekleyerek sabırla çalışmala­
rımın sonuç vermesini bekleyen kişileri bu kitapla hayal kırıklığına uğ­
ratmarnışımdır. Bu çalışmada yazılan her doğru satırda mutlaka onların
payı vardır, yanlışlar ise okurun da tahmin ettiği gibi sadece ve sadece
bana aittir.
GİRİŞ
A

I<ESIŞEN HII<AYELER
• •

15 Temmuz 1 826 günü Enderun-ı Hümayun çuhadarı Sadık Bey, ken­


disine Kadı Ö mer Hulusi Efendi'ye teslim edilmek üzere verilen fcrman-ı
ali ve buyrulduyla Tosya'ya ulaştığında ahali sıradan bir güne uyanmıştı .
Hulusi Efendi ferman ve buyrulduyu alır almaz kazanın ayanını ve önde
gelenlerini mahkemeye çağırmak üzere davetçiler gönderdi ve her ne ka­
dar İ stanbul' da olup bitenler hakkında son bir aydır ortada pek çok söy­
lenti dolaşıyor olsa da işin esasını bu sırada istirahat eden Sadık Bcy'den
dinlemeye başladı. Pek de alelade bir gün geçirmediklerinin farkına varan
kaza ahalisi ise mahkemenin önünde toplanmaya başlamıştı . Kalabalığın
içindeki yaşlılar arasında, son yarım yüzyıllık tecrübelerine dayanarak,
ruh-ı alem mesabesindeki padişahlarının yine nefir-i amm askeri ya da
sekban bedcliyesi veyahut ordu için zahire talep ettiğini düşünenlerin
sayısı oldukça fazla olmalıydı. Kazanın önde gelenlerinin kalabalığı ya­
rarak mahkeme salonuna girişinden hemen sonra Ömer Hulusi Efendi
terman-ı aliyi okumaya başladı. Fermanda, yüz seneden beri gaza ve ci­
hadda bir ife yaramayan, nice Müslüman toprağını küffara JJeren, birkaç
padişahın telcjzne scbeb olan yeniçerilerin, son kez itaatten huruc ederek
Ağa ve Paşa kapılarını yağmaladıkları, buralarda buldukları Mushaf-ı şe­
rifleı-i bırak ile paı:caladıldarı ve fakat bu sefer, karşılarına Sancak-ı şe­
rifle çıkan güruh-ı İslam ya da ittifak-ı amme, padişah, vüzera ve ule­
manın elindeki şeri' at kılıcı ile kahr u tedmir edildikleri yazılıydı. Buna
istinaden Hulusi Efendi'den, İ stanbul'dan firar edenlerin yakalanması ve
artık mecmu' ehl-i İslam bir vücud gibi olub birbirlerine din karındaşı
nazarıyla bakacaklarından yenirerilik ve yoldaşlık gibi tefrik edici sıfatla­
rın ya da yeniçerilere ait unvanların duyulmaması için gerekli tedbirleri,
bölgenin ileri gelenleriyle birlikte alması isteniyordu . Fermanın okun-
masından hemen sonra ise huzur-ı şer'de ve mahkeme binasının önünde
bulunanlar kıbleye yönelerek Hulusi Efendi 'nin adalet ve asayişi sağlayan
· II. Mahmud için, teşekkür babında ettiği duaya iştirak ettiler . 1 Zira uzun
süreden beri devam eden savaşlara ve Nizam-ı Cedid siyasetine verdikleri
destek sebebiyle dualarından başka İ stanbul'a gönderebilecekleri pek bir
şeyleri kalmamıştı .
İ stanbul'a uzaklıklarına göre birkaç gün arayla imparatorluk gene­
lindeki bütün kazalar az önce içeriği kabaca aktarılan ferman ve emr-i
dltlerden birer tane almıştı. Ancak başkentin emirlerine farklı bölgelerde
yaşayan ahalinin verdiği tepici birbirinden oldukça farklıydı. Zira yeniçe­
rilerin yoğunlaştıkları ve nüfusun önemli bir kısmını teşkil ettikleri böl­
gelerde isyanların çıkması doğaldı. Fakat yeniçerilerin güçlü olduğu ve
isyan çıkması muhtemel bölgelerin çoğundan İstanbul'a gelen tahriratlar
tam da II. Mahmud'un istediği gibiydi. Örneğin daha önce Nizam-ı
Cedid'in Ü sküdar Ocağı'na bağlı Tosya kazasıyla neredeyse aynı sahne­
lerin yaşandığı fakat Kastamonu'nun aksine, yoğun bir yeniçeri nüfusu
barındıran İ brail'de de mezkur ferman bölgenin önde gelenlerinin ve
yeniçeri ağasının önünde okunmuş ve ardından İ brail Muhafızı Si.iley­
man Paşa'nın emriyle, hiçbir olay çıkmaksızın kışlalardaki yeniçeri u sta
ve aşcılarının elinde bulunan silahlar ve kazanlar toplatılmıştı. Esnaf� ki
çoğu yeniçeriydi, sanki hiçbir şey olmamışcasına sadece tebdil-i kıyafet
ederek, Tosyalılar gibi, günlük işlerine geri dönmüştü. Tosya ile İ brail
arasındaki tek fark ise İ brail'de bulunan dükkanların çoğunda asılı olan
yeniçeri nişan tahtalarının indirilerek imha edilmesiydi. Ocak-ı miilgdnın
çok güçlüymüş gibi göründüğü bazı bölgelerde bile il. Mahmud'un ta­
biriyle umumi giinüllcrin birlcpncsi sağlanarak yeniçerilerin bir kısnımın
ehl-i ırzlığı takınıırak neden günlük işlerine devam ettiği2 ya da diğer
bir kısmının neden düşman-ı dine mukabil mıt <attem Asdlıir-i Mansure-i

1 Yeniçcriliği ilga eden frrman ve buyrulduyu alan kadıların önemli bir kısmının
kaleme aldıkları ve ahalinin tepkilerini tasvir ettikleri ilamlar için bkz. BOA
(CAS 21922).
2 İbrail Muhafizı Süleyman Paşa'nın idaresi altındaki bölgede yeniçeriliğin ilgasını
ayrıntılı olarak tasvir ettiği kaimesi için bkz. BOA (HAT 31434). Yeniçerilerin,
neredeyse İbrail'dekilerle aynı tepkiyi verdikleri İzmir'dcki durum konusunda
Muhafız Hasan Paşa'nın kaimesi için ayrıca bkz. BOA (HAT 17329).
Mıthamediyye birliklerine katıldığı3 cevaplamaya değer bir sorudur. Bu
dununda ocağın güçlü olduğu bölgelere kaviyü/l-iktidar valilerin, Er­
zurum4 örneğinde Galib Paşa,5 atanması ya da esamelerin kayd-ı hayat
şartıyla kullanılmasına izin verilmesi büyük bir öneme sahipti. Ancak bu
türden önlemlerin ülkenin geneli için geçerli olmasına rağmen her yerde
aynı sonucu vermemesi kayda değerdir.
Haziran 1 826 sonrasında ve hatta 18. yüzyıl süresince çıkan isyanlar
sadece yeniçerilerin sayısal üstünlükleri ve askeri açıdan " bozulmaları"
ile alakalı olmaktan ziyade sosyoekonomik bir zemine oturmaktaydı. Ni­
tekim yeniçeriliğin ilgasından sonra çıkan ve uzun süre devleti uğraştıran
isyanların alevlendiği bölgeler, mesela Halep ya da Tokat, 6 yeniçerilik ve
ayanlığın birbirine geçtiği,7 yeniçerilerin geniş ınukataalara hükmettikleri
voyvodalıklardı. 1 826 sonrası Bosna'da çıkan isyanda8 ise yeniçeri kap­
tanlarının yurtluk ve ocaklık uygulamalarıyla ailelerinden tevarüs ettikleri
geniş yetkilerin ve servetin9 ellerinden alınması en önemli amillerdi; zira
isyanlar daha çok padişaha kul olmanın ötesindeki kayıplarla ilgiliydi.
Dolayısıyla yeniçerilik, onun antitezi olarak görülen reformlar, ordudaki
ve dolayısıyla devletteki değişim, ulus-devletin anlatısıyla neredeyse eş­
zamanlı olarak şekillenen aydınlanmanın doğrusal tarihyazımının ilerle­
meyi kutsayan amentüsü haline gelen "bozulma---+refi>rm---+isyan---+ilga"
zincirinden ıo çok daha karmaşık ilişkileri dikkate alan bir perspektiften

3 Örneğin Karadeniz Boğazı'ndaki on iki kalede mevcut yeniçerilerden üç


diirt yüziinün bizzat Serasker Ağa Hüseyin Paşa'ya başvurarak Asakir-i
Muhammediye birliklerine karılmalarıvla ilgili olarak bkz. ROA (HAT 17457).
4 ROA (HAT 17393).
5 Sadrazam Galib Paşa'nın ilgadan önce azli ve Erzurum'a tayini konusunda bkz.
Uzunçarşılı (1988 c:I: 529). Erzurum'da ocağın lağvı hususunda oynadığı
önemli rol konusunda ayrıca bkz. Ahmed Lütfi ( 1999: 126).
6 Halep ve Tokat'ta ilga sonrası çıkan isyanlar konusunda bkz. Khoury
( l 999:79vd.) ve Beşirli (2003).
7 Bu konuda bkz.. Sağlamdeınir (1994:2 ).
8 Eren (1965:72vd.). Bu konuda ayrıca bkz. Turhan (2013).
9 Hickok (1997:41-42); Moreau (1999) ve Eren (1965:24 ve 27).
10 İ. Hakkı Uzunçarşılı'nın (1988 c:I); değerini hal5. muhafaza eden kapıkulu
ocaklarıyla ilgili anıtsal çalışmasında ortaya konulan ve uzun süredir
Osmanlı tarihyazımını etkisi altında tutan bu perspektife ilk eleştiri aslında,
incelenmelidir. Konuyu bu zeminde ele alan bir çalışma, şeriat için ayak­
lanan yeniçerilerin nasıl olup da bir anda küffara dönüştüklerine, do­
layısıyla şeriatın aynı dönemde, kullanıma bağlı olarak hangi anlamlara
geldiğine ya da sanılanın aksine zaten talim yapmakta olan yeniçerilerin
neden tekrar tekrar ne tür bir talim yapmaya zorlandıklarına veyahut II.
Mahmud'un neden sadece bir ocağı değil, aynı zamanda onu var eden
anlatıyı/hikayeyi ortadan kaldırmaya çalıştığına dair temel sorulara cevap
vermek zorundadır.
Az önce de belirtildiği üzere devlet teşkilatı ve yönetimi ordu
teşkilatından neşet eder. 11 Savaş, doğal afetler, göç ve benzeri olağandışı
hallerde, toplumun amaca yönelik rasyonel bir yapı çerçevesinde kur­
gulanması ise yöneten ve yönetilen, dost ve düşman gibi farkları ilzam
eder. Bu bağlamda ordu bir taraftan meşru şiddet tekelinin aracı ola­
rak kelimenin ilk anlamında siyasetin, yani dostu düşmanı birbirinden
ayıran egemenliğin/savaşın12 uygulayıcısıyken, diğer taraftan varlığı ve
devamlılığı için sağlanan mal ve hizmetler açısından ülke ekonomisinin
ve istihdam ettiği insanlar/neferler ve aileleri bağlamında sosyal haya­
tın en önemli aktörlerinden biri, belki de birincisidir. Dolayısıyla ordu
ve deYlet arasındaki simbiyotik ilişkinin bir sonucu olarak 1 7 . yüzyılın
başlarından itibaren artık elle tutulur, gözle görülür hale gelen değişim,
1 8 . yüzyıl itibariyle Avrupa'nın genelinde devletleri ve toplumları dö­
nüştürmeye başlar. Dönüşümün temelinde ise ordunun bir medeniyet13
projesi haline gelişi sürecinde kadim ilişkiler ağına ya da feodal tahsisat
mekanizmalarına referans veren aristokrasinin ağırlığının azaltılması ya
da başka bir ifadeyle monarkın kesin emri altına girmesi vardır. Nitekim

Uzunçarşılı'nın eserini yayınlamasından hemen sonra, 1947 senesinde Mustafa


.
Akdağ taratindan getirilmişti. Akdağ'ın en önemli eleştirisi ise Uzunçarşılı'nın
yeniçerileri, devlet organizasyonundaki genel "bozulma"dan soyutlayarak
incelemesiydi. Bu konuda bkz. Akdağ (1947). Yeniçerileri Osmanlı Devleti'nin
ve toplumunun bir parçası olarak ele alıp, isyanlar konusunda farklı bir bakış
açısına duyulan ihtiyacı ortaya koyan çalışmalar için ayrıca bkz. Kafadar (2007)
ve Sunar (2006).
1 1 Bu konuda bkz. Hintze (1975).
12 Schmitt (2006).
13 Çalışmamızda "medeniyet" kavramı, Elias'ın tanımladığı biçimde, dışsal
zorunlulukların içselleştirilmesi süreci olarak kullanılacaktır. Elias (2000).
1 8 . yüzyıl başından itibaren, XIV. Louis'nin ordusu ve savaşlarının bera­
berinde getirdiği mali yükle14 boğuştuğu sırada nispi bir desantrilizasyon
yaşayan Fransa, nihayet Devrim'le parlemenflara15 son verirken, aynı dö­
nemde ordusunu yeniden yapılandıran, Rusya, Avusturya ve hepsinden
önce Prusya'da izlenen yol, aristokrasinin konmarak devletleştirilmesi
olmuştur. 16 Federal bir yapı arz eden Hollanda17 ya da Amerika Birleşik
Devletleri gibi cumhuriyetlerin18 hikayeleri ise bambaşkadır. Bu ülke­
lerin, bağımsızlık savaşlarının devam ettiği süreçte, iktidarı ve orduyu
merkezde toplamak yerine federatif güçler arasında paylaştırmaları, ordu
ile devlet idaresi ve şekli arasındaki ilişkinin altını bir kez daha çizer. Bu
bağlamda monarkların bizzat kendi emri altında kurduğu daimi ordular­
la ya da federatif güçlerin profesyonel ordularıyla birlikte gelişen süreçle
eşzamanlı gerçekleşen iktidarın merkezdeki ya da federal devletciklerdeki
temerküzü, söz konusu ülkelerin gelecekteki iktisadi ve siyasi yapısını
belirleyecektir.
Osmanlı Devleti/ordusu da bu açılardan bir istisna teşkil etmez. İm­
paratorluğun batı sınırlarında 1 7. yüzyıl sonu itibariyle görünür hale ge­
len savaş yapma şeklindeki değişimin 19 bir yansıması olarak Osmanlı mer­
kezinin o ana kadar gayet iyi işleyen sipahiye dayalı ordusunun yerini,
yavaş yavaş piyade ağırlıklı bir ordu almaya başlamıştı. Reaya üzerindeki
vergi yükünü artırmanın yanı sıra bu süreç, sadece zamanla olağanla­
şacak savaş vergilerinin toplanmasını ve ordunun her türlü ihtiyacının
sağlanmasını değil, savaş için gerekli piyade neferlerinin toplanmasını da

14 17. yüzvıl başlarında fransa'da ordu finansmanı ve idari değişim konusunda


bkz. Lynıı (1997:184vd.)
15 18. yüzyıl rransasında Parlementlarm taşra idaresindeki gücü ve Büyük İhtil5.llc
birlikte ortadan kaldırılışlarını, Bordeaux özelinde inceleyen önemli bir çalışma
için bkz. Doyle (1974).
16 Rusya için bkz. Kcep (1988) Avusturya için bkz. Dickson (1995). Prusya'da
aristokrasinin bürokratikleştirilmesi için bkz. Rosenberg (1958:137vd.) Bu
konuda Prusya ve Fransa arasında yapılmış iyi bir karşılaştırma için ayrıca bkz.
Behrens ( l 985:47vd.).
1 7 Bu konuda bkz. Gorski (1993).
18 ABD' deki foderalist yapının inşa edildiği fikri zemin için bkz. May
( l 976:252vd.).
19 Iınber (2005).
iltizamlaştıracaktı .20 18. yüzyıla gelindiğinde ise ordunun genel kom­
pozisyonu, askeri müteahhitlerin ( condottieri)21 topladıkları neferlerden
oluşan p aralı askerler topluluğuna dönüşecekti. Aynı yüzyılda, şüphesiz
İ stanbul açısından kaçakçılık anlamına gelen, dış ticarete paralel olarak22

gelişen ticari tarımın23 inkişaf ettiği Rumeli, gün geçtikçe başkent karşı­
sında güçlenirken,24 sadece merkez için toplanan vergilerin ve neferle­
rin temellerini attığı Anadolu ayanlığı , giderek İ stanbul'a yakınlaşacaktı .
İ stanbul'un söz konusu sürece verdiği tepki ise yüzyılın sonunda uygp­

lanınaya başlanan Nizam-ı Cedzd siyasetinde ifadesini bulacaktı. Nite­


kim cedzd nizam sadece alafranga bir ordu kurmayı değil, ihdas ettiği
yeni hazineler/ bidatlar ile merkezin kaybettiği mali kaynakları yeniden
Saray'da toplamayı hedeflemekteydi. İ şte tam da bu sebeple serveti ve
iktidarı yeniden paylaştır[ ma ]mayı hedefleyen III. Selim reformlarına,
kıymeti İ stanbnl'dan menkul Anadolu ayanın verdiği tepki ile İ stanbul
karşısında daha muktedir bir duruş sergileyebilen Rumeli ayanının verdi­
ği tepkiler bambaşkaydı. Zira Anadolu ayanı genci itibariyle reform sü­
recinde siyaseten başkentin yanında yer alırken, İ stanbul'dan uzaklaşan
ve fakat ayağını basacağı meşru bir zemin arayan Rumeli ayanı, başkenti,
soyunduğu kurtarıcı rolüyle ele geçirmeye çalışacaktı.
III . Selim 'in izlediği siyaset sadece taşradaki iktidarı ve zenginliği
İ s<:anbul'a taşımayı hedeflememekte fakat aynı zamanda İ stanbul'da ye­

niçeri kışlaları, ulema konakları, Babıali ve Saray arasında atomize olmuş


gücü ve mali kaynakları yeniden Bab-ı Hümay(ın'un içinde temerküz et­
tirmeyi amaçlamaktaydı. Artık prctoryen bir güce dönüşmüş Yeniçerilere
ve çoğu zaman başkentten bağımsız hareket eden ayana rakip olarak ku­
rulan Nizam-ı Ccdld ordusu kuruluş amacına uygun olarak, heni.iz sana-

20 Vergilerin ayana ihalesi ve ayanın güçlenmesi konusunda bkz. Suceska (1968).


21 Rönesans Avrupası'nda askeri müteahhitlerin yükselişinin iyi bir tasviri için bkz.
Bayley (1961:3vd). XVI. yüzyıla gelindiğinde ise Avnıpa'da savaş müteahhitliği
yapanların sayısı 400'e kadar çıkmıştı. Bu konuda bkz. Parker (1988:64).
22 Stoianovich (1960).
23 Balkanlar'daki çiftlikleşmenin Osmanlı siyasi ve iktisadi sistemine yaptığı etkiyi
Makedonya özelinde inceleyen bir çalışma için bkz. McGowan (1981). Bu
konuda aynca bkz. Suceska (1966:5).
24 Sadat (1972).
yileşmemiş Avrupa ülkelerindeki merkezi ve monarşik benzerleri gibi, bir
taraftan İ stanbul'a akın eden ya da taşrada dolaşan işsiz emeği istihdam
ederek Topkapı'nın gücünü tahkim etmenin, diğer taraftan da ayanları
yeni mali yapı aracılığıyla merkeze bağlamanın ya da doğrudan Üzerleri­
ne giderek etkisiz kılmanın bir enstrümanıydı. Dolayısıyla bu dönemde
sadece İ stanbul ve taşra arasında değil, aynı zamanda başkentin içinde de
ciddi bir gerilimin varlığından bahsedilebilir.25 19. yüzyıl başındaki bir
dizi isyan ise biriken gerilimin boşaldığı anlardı. Merkezin çevreleşmesi
olarak görülebilecek Sekban-ı Cedld ve Cihadiyye Hazinesi girişimle­
rini bir kenara bırakacak olursak, II. Mahmud'un izlediği siyaset, tıpkı
kıranın içine sıkışmış olan Avusturya ve Rusya gibi komşu/düşman/ör­
nek imparatorluklarda olduğu gibi, iktidarı ve mali kaynakları Saray'da
toplamanın ötesinde, ulema kanalıyla meşruiyet tekelini, adaletin temel
teşkil ettiği mülke/devlete, yani adU olan padişaha verecekti. Bu bağ­
_
lamda devlet ve ordu yapısında ve idaresinde meydana gelen değişim
devlet semiyotiğini de yeniden inşa etmekteydi. İnşanın tamamlandığı
noktada yeniçeri ve ahalinin, ulemanın aracılığıyla, Saray'ın taleplerine
karşı sığındığı kadim ve İslamiyet ya da ayanın tıpkı Saray gibi ordusu
aracılığıyla kurguladığı bir proje olarak modernizasyon, artık padişahın/
devletin tekeline girmişti. Bu büyük değişime merkez karşısındaki konu­
muna göre ayanın, zengin bir molla ailesinin ya da katibin çocuğu veya
basit bir softa oluşuna ve gündelik siyasetin kendi çıkarlarıyla örtüşüp
örtüşmemesine göre ulemanın, yine siyasetin çıkarları üzerindeki etkisini
dikkate alan esnafin ve İstanbulluların ve son olarak esnaf ve İstanbul
ahalisiyle derin münasebetler ihdas etmiş olan yeniçerilerin tepkisi birbi­
rindcn çok farklıydı.
Peki taşrada, ayanın ve İ stanbul'un talepleri arasında sıkışıp kalan sı­
radan bir raiyetin bütün bu olup biten karşısındaki tutumu neydi? Bu­
mın için başladığımız yere, Tosya'ya, fakat bu sefer biraz daha erken bir
tarihe , 1 8. yüzyılın sonuna dönmekte fayda var. İ mparatorluğun pek çok
bölgesinde olduğu gibi Tosya'da da üretimi sonu belirsiz bir süreç haline
getiren savaşlar sebebiyle İ stanbul'un artan vergi ve asker talebi ve bölge
ayanın baskısı, Tosyalı İ brahim'i muhtemelen toprağından ve ailesinden

25 Schlechta-Wssehrd (1882:59).
kopararak, sekban ya da delil olmak ile İ stanbul'a göçmek arasında bir
tercihe zorlayacaktı. İ brahim'e, belki de coğrafi yakınlığı sebebiyle döne­
min fırsatlar şehri İ stanbul'un daha çekici geldiğini düşünebiliriz. Daha
önce hiç görmediği büyük şehrin canavarlığı karşısında sığınacak bir
ocak arayan kahramanımıza, kendisi gibi Tosyalıların çoğunlukta bulun­
duğu 5 9 . Ağa Bölüğü'nün yoldaşları sahip çıkacak ve onu muhtemelen
Ü sküdar'ın arka sokaklarında, belki de zabitlerin bile kol gezemediği
Balaban'da,26 ailelerin egemen olduğu mahallelerin hemen dışında bu ­
lunan bekar odalarından birine yerleştirecekti. Nitekim hemşerileri olan
Kabakçı Mustafa'nın27 kıyamından sonra İ stanbul'daki Kastamonulu­
ların artık bıyıklarını balta bile kesmez olmuştu. Gerçi bir tanıdığı ol­
masaydı, bu seter Nizam-ı Cedid'e nefer olarak kaydolabilir ve Levent
Çiftliği'nde bulunan kışlada kendine bir yer bulabilirdi. Ancak o zaman
ortada düşman bile yokken yapılan talimlere iştirak etmek ve kendisine
verilen günlük elli akçeye razı olmak zorunda kalacaktı . Kışlada geçirdiği
her günün, onu alıştığı hayat tarzından uzaldaştırması da işin cabasıydı.
Gerçi tıpkı yeniçeriler gibi talim zamanları dışında kışlanın dışına çıkıp
çalışabilir, evlenebilir28 ve Levent'e yakın mahallerde mesela Tarabya'da
ehl-i ırzrlan kendi hesabına haraç toplayabilirdi.29 Ama bunların hiçbir
garantisi yoktu; zira esnaf aracılığıyla İstanbul'u kontrol eden yeniçeriler
huzursuz, İstanbul ahalisi artan enflasyon ve kıtlıklar sebebiyle mutsuz­
du. Kahvehanelerde bütün bunların, Nizam-ı Cedid ricalinin savurganlı­
ğından ve yaptıkları yolsuzluklardan neşet ettiği konuşuluyord u.
Yerinde saymak ve ne kadar daha almaya devam edebileceğini bilme­
diği bir ücrete talim etmek ile fırsatları değerlendirdiğinde yükselmek
ve belki de hayal bile edemediği kadar zenginleşmek ve statü kazanmak
arasında seçim yapan İ brahim, yeniçeri hemşerileri gibi Ü sküdar'da ha­
mallık yapmaya başlar.30 Ocakla kurduğu ilişki sayesinde artık bir tas-

26 Cabi Ömer Efendi (2003 c:II:750).


27 Tayyarzade Ahmed Ata ( 129 1 -93 c:III:48 ).
28 Levent Çiftliği nefer.hına evlenme ve talim günleri dışında çalışma izni verilmesi
konusunda bkz. TTK (Y/5 34:7lb vd. ) .
2 9 Nizam-ı Cedid neferlerinin Boğaziçi'nde ve bilhassa Tarabya'da chl-i ırza
tasallutları konusunda bkz. BOA ( HAT 1 073 1 ) .
3 0 l 792'de yapılan sayıma nazaran Üsküdar ve Beşiktaş'ta Taş İskele' den Kavaklara
takçı olan İ brahim, büyük bir ihtimalle kazancının yarısını aslında bir
yeniçeri olan ve kendisini hamallar loncasına kaydettiren kişiye veriyor,
çalışırken işverenlerine yeniçerilik taslayarak, narhın üstünde para talep
ediyordu.31 Akşamları ise muhtemelen yine yoldaşlarından birisinin iş­
lettiği kahvehaneye gidip, kahveyi ya da rakıyı bahane ederek günlük
yaşantısından, büyük şehrin zorluklarından, valide kethüdasının yaptır­
dığı büyük konaktan ya da kazandığı paranın azlığından, kim bilir belki
de o günü aç geçirdiğinden bahsediyordu. Aslında bunlar İ brahim için
sıradan konular olmasına rağmen Saray için devlet sohbeti ya da başka bir
ifadeyle sözün ayağa düşmesiydi Tıpkı gecenin ilerleyen saatlerinde sey­
.

rettiği kadim kahramanların menkıbelerini anlatan veya sadrazamı ya da


ricali fütursuzca hicveden meddahlar ve gölge oyuncuları gibi.
İ brahim'in beklediği firsat ise yeni bir savaşın başlamasıyla gerçekle­
şecek ve merkez ordusunda ismi mevc14.d cismi nd-mevcı$d olanların yeri­
ne, dalkılıç olarak Yeniçeri Ocağı'na katılacaktı. Eski köylü, yeni yoldaş
İ brahim, artık hamallığın yanı sıra dallalıç esamesinin sağladığı daimi bir
gelire sahipti. Bunun karşılığında yapması gereken tek şey, savaşa gidip
birkaç ay sonra tayinatın kötülüğünden ya da maaş alamamaktan dem
vurarak İstanbul'a geri dönmekti. Bir sonraki savaşta ise Şile Ayanı ile
birlikte orduya katılarak serdengeçti ağalığı yapacak ve bu sayede kazan­
dığı para ile İstanbul'a dönüşünde ocak turnacılığı rütbesine yüksele­
cekti . Ancak yükselirken Tosya'daki eski derebeyini, tıpkı Şile Ayanı'nı
unutmadığı gibi, unutmayıp ilişkisini sürdürecek ve ona zaman zaman
hediyeler gönderecekti. Zira artık Tosya'nın taşra mevacibini de tasarruf
etmekteydi. Bu şekilde ocakta sô'z sahibi ve hamallar loncasının kethüdası
olan İ brahim, artık birkaç yüz kuruşluk hacı kavuğu üzerine şal sarıp,
samur kürküyle İ stanbul'un tepelerini yaratmışcasına Ü sküdar'da dolaşı­
yor, bir fermanla ya da ilişkisi olan ayanlarla veya iltizamla veyahut narhla
ilgili bir problem çıktığında, tekebbürane oturduğu Ü sküdar kolluğun­
dan derhal mahkemeye ya da Darbhaneye intikal ediyordu. İ stanbul'a
geldiği günleri, anı yaşayan bir çocuk gibi birden unutan İ brahim ve

kadar olan bölgede kayıtlı 296 hamalın yarısından fazlası Tosyalıydı. Ertuğ
(2008:204-205).
31 Hamalların geçerli ücretin dört katı para talep etmeye başlamaları sebebiyle
1811 Ekiminde yürürlüğe giren yeni narh için bkz. Ertuğ (2008:117-118).
köyden büyük şehire göçüp tıpkı kendisi gibi İ stanbul'da tutunacak bir
dal arayan bekar yoldaşları/adamları zamanla etraftaki ehl-i ırza musallat
olmaya başlıyordu. 32
Tosyalı İ brahim'in hikayesi bir taraftan İ stanbul dışında ıslahatla­
ra verilen tepkiler ile başkentte yaşananlar arasındaki bağlantıyı ortaya
koyarken, diğer taraftan II. Mahmud'un yeniçeriler karşısında güruh-ı
İsla m'ı nasıl yanına çektiğini özetlemektedir. Zira Tosyalıların 1 5 Tem­

muz 1 826 günü kendilerini bölge ayanından ve yeniçeri zulmünden kur­


tararak adalet ve asayişi sağlayan padişahlarına duacı olmalarının sebebi
ile eşrardan olanların izzet bulmasından bıkan İ stanbul ahalisinin33 bir
ay önce padişahlarının yanında yer almaları aynı sebeplerden kaynaklan­
;naktaydı. Dönemin bir görgü şahidinin de belirttiği ve Hobbes'un tarif

ettiği gibi, sonunda Osmanlılar, özgürlüklerini medeniyetin nimetlerine


değişmişlerdi. H

32 28 Haziran 1 8 1 1 tarihinde Şile Ayanı İmam Ağa'nın iltizam takibini yaparken,


Darbhane emini ile anlaşmazlığa düşerek idam edilen Tosyalı İbrahim'in
hikayesi genel olarak Ciibi Vekayinden (c:II 749-75 1 ve 753-75 5 ) alınmıştır.
33 Cabi Ömer Efendi (2003 c:II:750).
34 "Le peuple tout entier regrettait !es janissaires: il sentait, comme par instinct,
que la seule digue du pouvoir absolu venait d'etre reneversee, que sa liberte
etait detruite sans qu'il l'echangeat de long temps contre !es bienfaits de la
civilisation . . . " Fontanier ( 1 829:322 ) .
MODERN ORDU VE OSMANLILAR

Bize bir takım asker lazımdır ki, emrımıze rı:im, hükmümüze


fermanber olub, padişah culufesi yiyüb, gice ve gündüz tüfengi elinde,
bırajjı belinde olub, dur dediğimiz vakit dura, git dediğimiz zaman
gide, iktizasına göre bir yerde beş sene bekleye ve cenk ma 'arifetinden
gayrı bir işi olmaya. Eğer bizim devletimizde ta climli ve rabıtalı ve
müretteb kafire mukabil olacak kadar asker tedarik olursa, htn-i
hacctde düşmana cevab virüb, yedi kralı fetheyleriz. Vatla böyle olmaz
ise hal miişkil olur. . .

Sadrıazam Koca Yusuf Paşa'dan III. Selim'e,


1 79 1 - 1 792, Vakd)1i-i Baba Paşa Fi't-Tarih'den
TIMARLI SİPAHİLERDEN SEI<BANLARA
OSMANLI ORDUSUNUN EVRİMİ

III. Selim, Napoleon'a karşı Mısır'a gönderilecek neferlerle ilgili yaz­


dığı bir hatt-ı hümaylında sadaret kaymakamına şöyle sesleniyordu: " . . .
düvel askeriyle olan muharebelerde işe yarayacak asker piyade askeridir,
askerin çoğu piyade olmasına say' idilsün süvari asker külliyetlü arpa­
ya muhtac olmağla "işe yaramadıklarından" başka orduda kahta sebeb
olur" . 1 Aslında özel olarak III. Selim 1 79 1 / 1 792'de biten Osmanlı­
Avusturya-Rusya Savaşları'nda ve genel olarak 1 8 . yüzyıl süresince Os­
manlı ricali, Avrupa devletleriyle yapılan savaşlarda süvarilerin, ordunun
zahiresini tüketmelerinin yanı sıra Avrupa ordularının talimli piyadeleri
karşısında bir işe yaramadığını en acı yoldan öğrenmişti .2
Osmanlıların girdikleri muharebelerde yaşadıkları sorun hiç şüphesiz
ordunun kompozisyonuyla da yakından alakalıydı. Nitekim harp mey­
danlarında artık Roma lejyonları gibi dörtgen formasyonla savaşan ve
bunu kesintisiz bir ateş gücüyle destekleyen Avrupa orduları karşısın­
da Osmanlıların esas gücünü teşkil eden (tımarlı) sipahiler3 hiçbir varlık
göstermiyordu. İstanbul'un bu duruma verdiği tepki ise aslında eskiden
beri varobn bir pratiğin yeni şartlara uygulanmasından ibaretti. Bu bağ­
lamda 1 6 . yüzyıldan beri toplanan "yevmli/mirilü/ücretli"4 (topraksız? )

1 TSMA (E. 70 1 4/86).


2 Osmanlıların sipahiyi esas güç olarak kullandıkları 2 1 .7. 1789 tarihinde
gerçekleşen ve Osmanlı ordusunun Prens Coburg ve Suvorov'un idaresindeki
müttefik güçler karşısında ağır bir yenilgi aldığı muharebenin taktik açıdan iyi
bir değerlendirmesi için bkz. Deans ( 1 854: 168 ).
3 Halil İnalcık 1 528 tarihinde 27.000 kapıkulu askerine karşılık 85-90.000
civarında tımarlı sipahiden bahsetmektedir ki bu sayıya kapıkulu süvarileri dahil
değildir. Bu konuda bkz. İnalcık ( 1965:758).
4 Kanuni Sultan Süleyman'ın oğulları arasındaki taht kavgası sırasında her iki
köylü/neferler Osmanlı ordusunda sipahinin yerini almaya başlayacaktı.
Topkapı'nın piyade kapıkulu/yeniçeri istihdamını bir kenara bırakacak
olursak, sancaktan eyalete doğru evrilen sistem, imparatorluk taşrasında
görev yapan vezirlerin kapı halklarının5 gelişimini beraberinde getirecek­
ti.6 Ancak sipahinin sahneden çekilmesi, barış zamaııı harbe hazırlanan,
ihtiyaç duyulduğunda nispeten hızla seferber edilebilen, iç ve dış gü­
venliğin birbirinden ayrılmadığı modern öncesi bir devlette iç güvenliği
sağlayan bir yapının da ortadan kalkması anlamına geliyordu.
Has, zeamet ve tımarların, vüzeranın lehine olmak üzere önce mu -
kataalaştırılması7 ancak daha sonra kapılculu istihdamı ve artık olağanla­
şan savaşların İstanbul'un nakit ihtiyacını artırması sebebiyle malikaneye
dönüştürülmesi, vezirlerin tasarruf ettikleri bölgelerin iktisadi açıdan el­
lerinden çıkmasına zemin hazırlayacaktı .8 Bu dönüşümün neticesinde,
savaş organizasyonundaki rolüne binaen sayıları artan vezirler tasarruf et­
tikleri eyaletlerdeki gelir kaynaklarını kaybederek kapı halklarını besleye-

tarafta büyük sayılarda sekban istihdam etmişti. Mücadele sonrası, kaybeden


tarafın sekbanları idam edilirken, yanlış şehzadeye oynayan tımarlıların
yerine, bilhassa Anadolu'da yasakcı ve korucu adı altında yeniçeriler ikame
edilmekteydi. Turan ( 1997: 145 vd. ve 1 5 1 ) ve Cezar ( 1965 : 3 1 , 36-37 ve 39 ) .
5 Kapıhalklarının oluşumu için bkz. Abou-cl-Haj ( 1 974); ( 1 984:7-8 ve 88-90) ve
Kunt ( 1983 :63-64 ) .
6 Askeri açıdan sekbanlar, Aksan'ın görüşünün aksine yeniçerilere değil, fakat
tımarlı sipahiye bir alternatif teşkil etmekteydi. Zira imparatorluğun kunıluşu
sürecinde, padişahın taşra aristokrasisine karşı kullandığı pretoıyen bir güç
olarak ön plana çık[ artı) ]an ve daha sonra tımarlı sipahilerin gücünü dengelemek
için kullanılan yeniçeriler, hiçbir zaman Osmanlı savaş organizasyonunda
merkezi bir yere sahip olmamıştı . Dolayısıyla doğru soru yeniçerilere ne
olduğuna değil, tımarlı sipahinin nasıl kaybolduğuna ilişkindir. Bu konuda
bkz. Aksan ( 1998) krş. Valentini ( 1 828 : 1 3); Cezar ( 1965 : 6 1 ve 1 66); Cezar
( 1986:71 ) ve İnalcık ( 1997:5 1 1 - 5 1 2 ) .
7 Yaman ( 1944:79).
8 Mustafa Nuri Paşa'nın belirttiği üzere bir sancakta -ki vezirlere artık mirmiran
sancakları bile tevcih edilmekteydi- tımar, zeamet ve vakıfların azlığı sancağı
valiler/vezirler açısından verimli hale getirmekteydi. Zira tımar ve zeamet
sahipleri toprak gelirinin öşrünü, mütevelliler ise vakıf arazilerinden elde
edilen gelirin öşrünü toplamaktaydı. Mustafa Nuri ( 1 327 c:III:79-80); Çınar
( 1999 : 1 36); Yaman ( 1944:80); Cezar ( 1986:140) ve McGowan (2004:783).
mez hale geleceklerdir.9 Zira tıpkı Saray kapısında olduğu üzere vüzera
kapılarında da artık "sergerdeler mevcud olub neferat na-mevcud"tu. 1 0
Aynı zamanda tımarın tasfiyesi anlamına gelen bu durumda İstanbul, bir
taraftan sipahinin elindeki tımarı alabilmek için her yola başvururken1 1
diğer taraftan d a imdadiye v e mübaşiriye gibi vergileri valilerin kullanı­
mına sunuyordu.12
İşte III . Selim 'in çıkarttığı vüzera ve tımar kanunnameleri bu sürecin
sonucuydu. Eski has tahsis sistemine geri dönüşün imkansızlığını kabul
eden vüzera kanunnamesi ile vezirlerin yine merkezden yapılacak tahsisat­
larla gelirleri artırılıp mükemmel kapı halkları beslemelerine olanak veril­
meye çalışılıyordu. Ancak artık süreç geri çevrilemez bir hal almıştı. Eski­
den taşraya atanan ve mirahurluk, kapıcıbaşılık gibi makamlarda bulunarak
ancak vüzera kapılarında hizmet ettikten sonra vezirliğe yükseltilen Saray
çıkmalarının yerini çoktan ayanlar almıştı. Dolayısıyla kanunnamenin ön­
gördüğü şekilde vezir sayısını sınırlamak ya da Kars, Maraş, Adana gibi
gelirleri az olan eyaletleri birleştirerek tek bir valinin tasarrufuna vermek
gibi önlemlerle sürecin geri çevrilmesi mümkün değildi. 1 3

9 Sadece ikamet ettikleri şehirler elleriııde kalan vezirlerin tek çaresi ci.irm
vergilerini artırmaktan ibaretti. Orhonlu ( 1969:43) ve Masters ( 1994:356).
1 0 ] 768-1 774 Rus seforinc memur kılınan eyalet ve elviye mutasarrıflarının
kapı halklarını gösteren bir mecmuaya göre örneğin Karaman Beylerbeyi'nin
ve eyaletteki bütün sancak mutasarrıflarının kapı halkı 1 .780 kişiydi. 60
kişiye kadar düşen kapı halkı sayıları için bkz. SK (E.E 3381 :44b-48b ) 1 8 .
.

yüzyılın sonuna gelindiğinde ise durum, ayan olmayan vezirler açısından daha
da kötüleşti. Örneğin bu diinenıdc Kütahya valisi kapısında ancak 1 .000
nctcr beslevebiliyordu . Rusya'ya vapılacak genel taarruz öncesi Anadolu ve
Rumeli'den savaşa çağırılan 24.250 nefer süvariyi ve 75.200 nefer piyadeyi,
toplandıkları bölgelere ve kimin kapısında olduklarına göre tasnif eden bir vesika
için bkz. TSMA ( D 4864) Bu konuda ayrıca bkz. Orhonlu ( 1 969:41 ); Uluçay
( 19 5 5 : 1 8 ) ve Cezar ( 1965 :265vd.).
1 1 Griswold (2000 : 1 0vd . ) .
1 2 Nitekim 1 8 . yüzyılın sonunda Köse Paşa kendisine devletin "vezaret buyuralıdan
beri yüz kunış fayda sağlayacak bir mansıb ihsan etmediğinden" şikayet
etmekteydi. Bu konuda bkz. Sakaoğlu ( 1998:96); Uluçay ( 19 5 5 :30) ve Cezar
( 1965:286).
1 3 TTK (Y/534:23b vd. ) ; Cezar ( 1986:68) ve Shaw ( 1971 : 1 68vd . ) .
1 792'nin Eylül ayından itibaren tımarlılar için alınan önlemler ise
varolan sistemin İstanbul'da kurulacak Saray'ın yeni ordusu için araç­
sallaştırılmasını öngörmekteydi. Savaş kaybının yarattığı öfkeyle hareket
eden III . Selim, öncelikle Hotin ve Bender gibi önemli sınır kalelerinin
"düşman eline geçmesine sebeb"14 olan Anadolu'daki sipahilerin tımar­
larını ref ederek yeni ordunun ve kısmen de muhtemel savaşların finans­
manı için kurulan İrad-ı Cedid Hazinesi'nin gelir hanesine kaydetmişti. 1 5
Geliri on keseden fazla olan mahlw mukataaların miridcn zapt olunması
ise aslında tamamen ayanların ekonomik dayanaklarından birini ellerin -
den almaya yönelik bir girişimdi. Merkezde kurulan hazineye yapılan
bu transferler, öncelikli olarak bostancı tüfengcilerinden emekli olan -
ların maaşlarının ödenmesinde kullanılacaktı. 16 Fakat merkez ordusunu
güçlendirmeye yönelik alınan bu tedbir, sınır kalelerinde istihdam edilen
neferat sayısının hızla azalması ve buna mukabil kalelerde sekban istihda­
mının artmasıyla sonuçlanacaktı. 1 7

14 Avusturya'ya, Relgrad v e Ada-yı Kebir kaleleri v e Rusya'ya Bender, Hotin,


Özi, İsmail, Kili, Akerman ve Anapa kaleleri "bi-ccng ü cidal" teslim edilmiş
olmasına rağmen bu kalelerde savaşan neferlerden sadece tımarları Anadolu'da
bulunanların cezalandırılması ve tımarlarına el konulması dikkat çekici bir
ayrıntıdır. Bu konuda bkz. Çınar ( 1999 :239).
1 5 Bu konuda bkz. BOA (CAS 5 397, 7732, 1 3447); Asım Efendi ( 1 293 d:41)
ve Özcan ( 1 999:70-71 ) . 1 9 . yüzyılın hemen başında ise Üsküdar'a bağlanan
Anadolu ve Karaman eyaletlerinde mevcut kalelerin tımarlı muhafızları
bölgelerindeki Nizam-ı Cedid kışlalarında isbat-ı vücud ederek talim
yapmaya başlayacaklardı. Bu konuda bkz. BOA (CAS 2303); BOA (DPYM.d
35366 : 1 02vd.) ve Çıııar ( 1999 :343) .
1 6 Kütahya, Ankara, Menteşe, Aydın, Beyşehir, Çankırı, Aksaray gibi Anadolu
sancaklarından Levent Çiftliği zabitan ve mütekaidlerine tımar tevcih edilmesi
konusunda bkz. BOA ( CAS 9305 ve 1 3733); BOA ( DPYM.d 3 5366:2); Asım
Efendi ( 1293 c : I : 3 5 ) ve Sayın ( 1999 :3 1 1 ) . Bu sancakların önemli bir kısmında
daha sonra Nizam-ı Cedid ordusu için kışlalar inşa edilmesi dikkate değer bir
husustur.
17 Sınır kaleleri konusunda III. Selim döneminin hemen başında çıkartılan
kanunnamelerde kale muhafızlarının organizasyonu, neferlerin görev tanımlarını
içeren atamaların objektif k.ı-iterlere bağlandığı ve kadroların sabitlendiği
bürokratik bir yapıya kavuşnırulmuştu. Ancak alınan bu önlemler sınır
kalelerinde artık sadece nefer olarak istihdam edilen askerlerin firarına çare
olmamıştır. Nitekim eskiden Hotin, Bender, Kili, Akerman, İsmail, İbrail,
Tımarların merkez ordularının finansmanı için kullanımına belki de

Yergöğü, Silistre, Ada(kale), Vidin, Belgrad, Saraybosna kaleleri yamaklarının


her biri sınır ticareti sebebiyle yedi akçe yevmiyeye razı olmaktaydı. Sair
bölgelerde yaşayan kale neferatının akrabaları ise daha iyi bir hayat ya da devrin
tabiriyle "yamak ve yoldaş olmak" için aileleriyle birlikte sınırlara göçediyorlardı.
Neferler, çoğunlukla bölgenin reayası tarafından ekilip biçilen arazinin vergi
gelirleriyle ücretlcndiriklikleri ve aileleriyle birlikte kalelerde yaşadıkları için
hem kaleyi hem de bölgeyi "vatanları" gibi görerek savunmaktaydılar. Ancak
arazinin ya da arazinin gelirleriyle ödencıı ulutelerin, voyvodaların eline
geçerek ayanlaşması -bu konuda akla gelen ilk örnek şüphesiz Vidin'dir-,
Rusya'nın Karadeniz ticaretinde ağırlık kazanması ve askerlerin ticari hayattan
soyutlanarak yanlızca ncter olarak istihdamıyla kaleler boşalmaya başlamıştı
( Orhonlu 1969:43-44). Nitekim "bir süredir" maaşları verilemediğinden bir
başka dirliğe süllık edeıı Vidin Kalesi'nde görevli topçu ve arabacıların yerine
ancak Pazvandoğlu'nun ölümünün ardından Vidin mukataası malından ocaklık
tahsisiyle İstanbul'dan yeni topçu ve arabacı ortaları gönderilebilmişti ( BOA
DPYM.d 35 366:7lvd.). 1232/ 1 8 1 7 tarihinde Kala-i Hakaniye'yi teftişe memur
Hasan Tahsin Efcndi'nin raporuna göreyse Rusçuk Kalcsi'nde beş altı bin ndcr
bulunması gerekirken 1 .772 nefer vardı. Yerköy Kalesi'nin nefer mevcutu da
sadece 507 kişiden ibaretti ( BOA HAT 1 8 1 35/A). Ege adalarındaki durum
da Balkanlar'dakinden farklı değildi. Nitekim Sakız'da mesklın Müslümanların
neredeyse tamamı kak ncfcratından ibaretti. Ancak bunların sayısı öylesine
azdı ki mühimmat ve zahire sıkıntısı çekilen kaledeki topları ateşlemeye yetecek
kadar asker bulunmamaktaydı ( BOA C Dahiliye 1 0726) . Bu duruma karşılık
1 797 tarihinde olduğu gibi "yerlü ve yurdlu ve cvlad ı'.ı i' y al sahibi"yken Anapa
Kalcsi'nden İstanbul ve sair bölgelere göçedenlcrin kefile bağlanarak, ikişer
kuruş harcırahla yeniden kaleye sevk edilmesi türünden uygulamalar, 1 793
sonrası sa\'aşların gösterdiği üzere başarısızlıkla rnnuçlanmıştı ( BOA CAS
3883 ve Şanizade 2008:717-7 1 8 ) . Firarilerin yerini zaten kış askeri olarak
kullanılmakta olan sekbanlar/paralı askerler almıştı. Sekbanların yanı sıra sınır
kalelerinin muhafazasında, Hotin ve Bender'de gözlemlendiği üzere, Anadolu
tımarlılarının kullanılması da bir diğer çözüm yolu olarak görülmekteydi.
Ancak tımar sisteminin doğası gereği, sınırlara gönderilen nefrrlerin istihdam
sürelerinin kısalığı hem devlet hem de sipahiler açısından sıkıntı yaratmaktaydı .
Zira bir taraftan hiçbir bağının olmadığı bölgelerde uzun sürelerle istihdam
edilen sipahiler "perişaniyete düçar" olarak "merhameten vilayetlerine" dönmek
için çabalarken diğer taraftan da devlet, yıllardır savaşan sipahilerin yerine ulutdi
kış askeri bulmaya çalışmaktaydı. Nitekim artık sınırlardaki karakol hizmetleri
için bile sekban aranmaktaydı (Schmidt 2002:224 ve Cezar 1965:357). İçel,
Tarsus gibi sancaklardan sipahilerin istihdam edildiği İbrail, Babadağı, Maçin
en iyi örnek humbaracı ve lağımcı ocaklarının tımarlı nefer sayısının ar­
tırılmaya çalışıldığı dönemlerde kendini göstermekteydi . I. Abdülhamid
saltanatının sonlarından itibaren Ruıneli'ye gönderilen buyruldularda
sürekli yirmi beş yaşını geçmemiş, bekar, güçlü ve istidadlı tımarlılar­
dan "rızasıyla rağbet" edenlerin humbaracı ve lağımcı ocaldarında istih­
dam edilmek üzere İstanbul'a gönderilmesi isteniyordu. 18 Her ne kadar,
özellikle Rumeli'den kimsenin İstanbul'a gelmeye niyeti olmasa da bu
uygulama il. Mahmud döneminde Saray'ın Rumeli üzerindeki iktidarını
sağlamlaştırmasını sağlayan bir siyasete dönüşecekti. Kimi zaman eskisi­
ne göre çok daha sık yapılan yoklamaları9 ile kimi zaman da III. Selim'in
Hotin ve Bender kalelerinde yaptığı uygulamada gözlemlendiği üzere,
sadece bir emirle, tımarlar sahiplerinin elinden alınarak20 humbaracı ve
lağımcı ocakları mensuplarına ya da mühimmat alımı için bizatihi ocak­
lara transfer ediliyordu. Bu şekilde ayana biat etmiş olan tıınarlıların21
sahip oldukları gelirler merkezde oluşturulan asker-i şahaneye tevcih edi­
liyordu. Asker-i şahane'nin güçlendirilmesi ise İstanbul'da Saray otori­
tesine rakip olan yeniçerilere karşı padişahın iktidarının tahkim edilmesi

gibi önemli sınır kalelerinde yaşanan sonınlar için bkz. BOA ( HAT 45965- B ) .
Firadlerinse dağlılara katılmaktan y a d a İstanbul'a göç etmekten başka çareleri
yoktu ( HHStA Türkei V/23) .
18 B u konuda bkz. HOA (CAS 1 5 l l l ve 1 6 5 1 9 ) ve ( HAT 56729) .
19 Mcknıbi halifderindcn Kürdağaz:ide Emin Bey'in I I . Mahmud döneminde
Rumeli Paşa sancağında yaptığı yoklamayı takiben 333 kayd tımarlının,
sancağında sakin olmadığını tesbiti ve söz konusu tımarların Humbarahanc'yc
mühimmat alımı için ocağa transferi ko n usunda bkz. BOA (HAT 49060). Yine
1 8 1 4 tarihinde Rumeli'de yapılan yoklamalarda ıü-ınevcut görünen 328 kayd
erbib-ı tımarın humbaracılar, lağımcılar ve mühendisler arasında paylaştırılması
için bkz BOA (TD 84:78 ) .
20 Kasım 1 825'dc, yani Yeniçeri Ocağı'nın söndürülmesinden altı ay önce I I .
Mahmud'un Rumcli'de bulunan o n yedi ve Anadolu'da bulunan otuz dürt
sancağın bütün tımarlılarının İstanbul'da isbat-ı vücud ederek humbaracı ve
lağımcı ocaklarına ncter olarak kayıtlarını yaptırmaları hususunda çıkardığı
kanunname için bkz. BOA (TD:S0-84). Bu konuda ayrıca bkz. Esad Efendi
(2000:507vd. ).
21 Devletin ihtiyaç duyduğu lağımcıların istihdamı için ocakta yeni bir ortanın
küşadı gerektiğinden Tepedelenli Ali Paşa'nın elindeki tımarların alınarak söz
konusu ortaya tahsis edilmesi konusunda bkz. BOA ( HAT 1 641 1 ) .
anlamına gelmekteydi. Rumeli'deki tımarların önemli bir kısmını kont­
rol eden ayanlar bu durum karşısında humbaracı ve lağımcı ocakların­
da bulunan adamları aracılığı ile ocaklarda huzursuzluk çıkartarak tepki
göstermeye çalışıyordu.22
Tımarlı sipahilerin savaşlarda daha verimli kullanımına yönelik ilk
anda alınan önlemler ise aslında 1 8 . yüzyıl süresince bu konuda çıkartılan
kanunnamelerde vazedilen tedbirlerden farklı uygulamaları gündeme ge­
tirmemekteydi.23 Birkaç on yıl arayla yayınlanan tımar kanunnamelerinde

22 I I . Mahmud'un ayanları tasfiyeye giriştiği dönemde Tırhala, Paşa, Üsküb ve


Selanik sancaklarındaki tımarların humbaracı ve lağımcı ocaklarına tahsisi ve bu
sırada ocaklarda başlayan kaynamanın kaynağının Tepedclenli Ali Paşa olması
konusunda bkz. BOA (HAT 5241 3 ). I I . Mahmud'un bu gibi durumlara tepkisi
ise ocaklardaki subaylardan birkaçını görevden almak ve tımar tevcihatlarında
yolsuzlukları ünlemeye yönelik maddeleri nizamnamelere eklemek ancak her ne
olursa olsun transferden vazgeçmemek şeklinde özetlenebilir. BOA (TD 84:52
vd. ve 71 vd.)
23 1 8 . yüzyıl süresince çıkartılan kamınnaınelcrin ve kaleme alınan 1;1,yihaların
neredeyse tamamında tımarların ıslahı hususundaki görüşler sipahilerin "halet-i
ewelisine ird' edilmesi" cümlesiyle ile özetlenebilir. Ancak gariptir ki bu
tavsiyeyi sadece iV. Mustafa dikkate alarak uygulayacaktır. Nitekim 1731 ve
1 777 yıllarında çıkartılan genci tımar ve zeamet kamıııamelerinde ve yine 1 777
tarihinde yayınlanan Bender ve Hoı-in sancaklarının züema ve erbab-ı tımarı
hakkıııdaki kanunnamelerde öngörülenler neredeyse birbirinin aynıdır. III.
Scliın'in sorunu kökten çözen Bender ve Hotin tımarlıları kanunnamesini bir
kenara bırakacak olursak, bu dönemde de çıkartılan kanunnamenin öncekilerden
pek de bir farkı yoktur. iV. Mustafa'nın Nizam-ı Cedid'in lağvını takiben
çıkardığı tımar kanıını1"ıınesi ise gerek içeriği gerekse maddelerin sarihliği
açısından I I I . Selim'in nizamnamelerinin bir adım ötesindedir. Nitekim artık
yoklamaların ne şekilde yapılacağı, nizamname metnine girerken, Deftcrhane-i
Amire'deki tımar kayıtlarının yıllık olarak kontrolü öngörülmekteydi. Hacca
giden sipahilere verilecek olan bir yıllık izin dışında hiçbir tımarlıya izin
verilmemesini emreden IV. Mustafa'nın nizamnamesi bizatihi İrad-ı Cedid
Hazinesi'ne tahsis edilmiş olan tımarları "heyet-i evvelisine rücu" ettirirken,
cedtd nizdm kanalıyla tımar tasarruf eden görevlilerin "nanpareleri"ni
ibka ederek haklarında bundan sonra "cyeletlü şurutu"nun icra edilmesini
öngörmekteydi. İrad-ı Cedid aracılığıyla "hassa tashih ile irad" kayd olunan
tımarlar ise yine eskisi gibi has olarak kullanılmaya devam edilirken, İrad-ı Cedid
Hazinesi'nin tasarrufundaki diğer tımarlar eyaletlerdeki mülazımlara tevcih
ediliyordu. 1 8 . yüzyılın ve IV. Mustafa'nın tımar kanunnameleri için bkz. BOA

19
yine sık sık sabilerin yaşlarının kontrol edilerek tüvana olanlarının cebe­
lülerinin ref edilmesi, savaşamayacak kadar yaşlı olanların tımarlarını bı­
rakarak emekli olması ya da haksız emekli olanların seferber edilmesi, si­
pahinin sancağında sakin olması, sancağında ikamet etmeyenlere tanınan
bir senelik müddeti takip eden dönemde söz konusu tımarların sancak
dahilinde yaşayanlara kasr-ı yed edilmesi emredilmekteydi. Ancak savaş­
ların daimileşmesine mukabil, tımarlılar eskiden rılz-ı hızırdan ruz-ı kası­
ma kadar cephede kaldıktan sonra toplu halde ikamet ettikleri sancaklara
geri dönmelerine izin verilirken, artık tasarruf ettikleri tımarlar birbirine
yakın olan üç nefer sipahiden sadece biri hasılatı toplamak üzere harflık,cı
tayin edilerek bölgeye gönderilmeye başlanmıştı. Bu şekilde daha çok
sayıda tımarlının sürekli cephede kalması sağlanmaya çalışılıyordu. Taş­
rada yeniçerilerin tımarları ele geçirmesine karşı bir önlem olarak tımar
sahiplerinin ulufe almalarının yasaklanması ve herkesin kendi tahsisatına
kanaat etmesi yönündeki uyarılar, söz konusu önlem paketinin bir diğer
önemli unsuruydu.24
1 9 . yüzyılın hemen başında tımar sistemini kökten değiştirecek yeni
bir uygulama hayata geçirildi. Daha önce Nizam-ı Cedid ordusunda is­
tihdam edilen neferlerin emekli maaşlarının mahllıl tımarlarla ödenmesi­
nin ve "kadimden beri" İrad-ı Cedid Hazinesi'nden maaş alan bazı sınıf­
lara zamanla tımar tevcih edilmesinin25 bir adım ötesine geçen Nizam -ı
Cedid Nezareti, Bolu sancağındaki tımarlı sipahileri aynen muhafaza
ederek Levent Çiftliği'ne ve Hüdavendigar Eyaleti'ndeki tımarlı sipahi­
leri de Üsküdar Ocağı'na bağlama kararı aldı. B u şekilde tımar sistemi
şeklen korunurken, sancakbeyleri, tıpkı lağımcı ve humbaracı ocakların­
da gözlemlendiği üzere, tımar tasarruf ederek doğrudan merkez ordusu­
na bağlanan süvarilerin maaşlı subaylarına dönüştü. Böylece söz konusu
bölgelerde bulunan tımarlı sipahiler daima alaybeyleri bayrakları altında

(TD 84:4vd. ve 37-42 ) . Bu konuda ayrıca bkz. BOA ( HAT 1 0376); Dürri
Efendi (TSMK EH 1438:294a); Cczar ( 1965 :459vd.); Cczar ( 1 986: 1 75 );
Shaw ( 1971 : 1 1 7 ve 1965a: l 49vd . ) .
24 B O A (CAS 3 144).
25 Örneğin, Levent Çiftliği ve Üsküdar Ocağı süvari tüfrngcileri, söz konusu
ocaklarda istihdam edilen humbaracı ve mühendisler zaten tımar tasarruf
etmekteydi. Bu konuda bkz. BOA ( DPYM.d 35366 : 1 , 4, 108) ve TSMA
(E 8 504).
hazır bulunacak, "yeknesak elbiseler" giyip "alamet-i mukteziyye" taka­
cak ve altışar ay münavebe ile ocaklarına gelerek "taktikanın usulüne tat­
biken" süvari talimi yapacaklardı .26 Sipahilerin merkeze entegrasyonuna
paralel bir süreç olarak, 1 9 . yüzyılın başından itibaren ya da talimli nefer­
lerin mevcudunun artarak İ r:ld-ı Cedid Hazinesi'nin maaş ödemelerinde
yetersiz kalmaya başlamasına mukabil, Nizam-ı Cedid Nezareti'ne bağlı
mevcut sınıflar, artan oranlarda, tımarlar aracılığıyla ücretlendirilmeye
başlanmıştı .27 Ancak bu türden uygulamalar IV. Mustafa'mn çıkardığı
tımar kanunnamesi ile son bulacak ve artık tımarlı sipahiler, merkezde
kurulan orduya mali kaynak ve siyasi kudret sağlamanın dışında kendi
hallerine bırakılacaktı .28 Mart 1 828 'de ise yeniçeri ve kısmen de olsa ayan
muhalefetinden kurtulan II. Mahmud, amcasının hayalini gerçekleştire­
rek "tıınarlıları mutasarrıf oldukları tımarlarıyla Süvari Asakir-i Manslıre
silkine" geçirmeyi başaracaktı. 29
Ancak b urada gözden kaçırılmaması gereken nokta, sipahinin savaş
organizasyonu dahilinde bir savaşçı olmasının yanı sıra, savaşlarla şekil­
lenen Osmanlı idari ve iktisadi sistemi içerisinde kilit bir yer işgal etme­
sidir. Bir başka ifadeyle nasıl ki tımar ya da mukataa birer iktisadi ünite
olmanın yanı sıra, idari ve askeri birimlerse ayan tasarrufunda bulunan
malikaneler de -şehirlerde İ stanbul'un temsilcisi olarak ikamet eden fakat

26 Bu konuda bkz. BOA ( DPYM.d 3 5366: 1 10); İÜKTB (TY 3208 :42b-43a);
Ahmed Cevad (İÜKTB TY 4178 :40); Shaw ( 1971 : 1 32 ) ve Beydilli ( 1 987:438 -
439 ) .
27 Tevcihatların daha sonra Nizam-ı Cedid kışlaları inşa edilecek olan Anadolu ve
Karaman eyaletlerinden ve Hamid ve Kütahya sancaklarından yapılmış olması
zikre değer bir ayrıntıdır. Bu konuda bkz. İÜKTB (TY 3208 :45a).
28 Bu sırada çıkan savaşlarda, mesela 1821 'de başlayan İran harbinde tımarlı
sipahiler yine orduya çağırılacak ve fakat bu sefer sancaklardan "müretteb asker
yoğ ise muktedir başbuğ ile münasibi mikdar süvari [sekban] tertib" edilmesi
istenecekti. Zira İstanbul tımarlılardan ümidini çoktan kesmişti. Hurşid Paşa'nın
valiliği sırasında, l 8 l 3'de Bosna' da yapılan tımar ve zeamet düzenlemesi ise
tamamen yoklamalar aracılığıyla tımarların refedilmesine yönelikti. Dolayısıyla
bölge ahalisinin yeniçeriliğin kaldırılmasını takiben, ellerindeki tımar ve
zeametlerin "miriden zabt olunacağı "ndan korkarak isyan etmeleri gayet
doğaldı. Bu konuda bkz. BOA ( HAT 37387/B) ve Eren ( 1 965 : 52-53 ve 76) .
2 9 Ahmed Lütfi ( 1999 : 1 90- 1 9 1 ) . Konunun mali boyutu hakkında ayrıca bkz.
Cezar ( 1986:246).
kapı halkı beslemeye kudreti olmayan paşalara rağmen- aynı özellikleri
haiz üniteler olarak karşımıza çıkmaktadır. Dolayısıyla sancaktan eyalete
ya da sipahiden vezire gelişen sürecin sonun da , ayanl arın idaresi ve onla­
rın kapılarındaki sekbanlar ön plana çıkmıştı. 30
.Ayanlar gerçekten de tevzi sistemi ve malikaneleşmenin beraberin -
de ge tirdiği yetki devriyle , değişen savaş organizasyonunun gerektir­
diği piyade ağırlıklı daimi ordunun her türlü ihtiyacının, yani sermaye
ve cebir evliliğinin ü rünüydü . Avrupa cephesinde sadece ruz-ı hızır ve
ruz-ı kasım arasında meydana gelen savaşların tarihe karışması ya da I .
Abdülhamid'in ifadesiyle yaz ve kış bilmeyen kafirin sadece "vaktini gö­
zedüb hücum" etmeye başla m ası,01 bir taraftan aynı zamanda iç güven­
likten sorumlu vezirlerin sürekli cephede bulunmasını ve taşra güvenliği­
nin, ayanlaşınaya başlayan mütesellimlcre intikalini gündeme getirirken
diğer taraftan da cephedeki ordunun her türlü i h tiyacı nı n karşıl an m asın ı
ayanlara yüklemekteydi.32 Aslında Uzunçarşılı'nın tabiriyle bugün meş-

30 Söz konusu süreç için bkz. Cezar ( 1986:65 ) .


3 1 Aslında Osmanlı ordusunun paralı askere olan ihtiyacı, örneğin tımarlıların
görev yapmadığı kış aylarında ya da mütareke dönemlerinde artıyordu. Zira
kışın smır bölgelerinin "asakir-i İslamdan hali olacağı a'da-yı dinin bi't-tecrübe
ma'lumu"ydu. Mütareke sonrasmda savaşm yeniden başlamasına ihtimal
vermeyen tımarlılar ya da nefir-i aınm askeri ise ordugahta hızla yayılan
dedikodulara inanarak görev yerlerini terk edebiliyordu. BOA ( HAT 54744);
Çınar ( 1999 : 1 79 ) ve BOA (CAS 3 5 502). "Müsa!aha şa'iyasına mebni" firar
eden neferler için ayrıca bkz. BOA (CAS 4365 3 ) . Bu konuda Mısır Harbi'nde
çıkan sorunlar da iyi bir örnek teşkil etmektedir. Nitekim savaş sırasında
ordunun Arahistan'a uvum sağlayamadığını gören Osmanlı komuta heyeti,
nefi::rlcrin Kasım ayında memleketlerine dönmek isteyeceklerini açıkca. dile
getirmekte ve sonbaharda yoğun olarak sekban istihdam edilmesi gerektiği
konusunda İstanbul'u uyarmaktaydı BOA (CAS 1 370). Bu konuda ayrıca bkz.
Valentini ( 1 828:49-50).
32 Ordunun ihtiyaç duyduğu insan gücünün, gönüllüler dahil olmak üzere,
toplandıkları mahallelerden vaktinde çıkartılarak toplanma merkezlerine
ulaştırılması, zamanında ve istenen miktara uygun olarak orduya teslim
edilmesi, İstanbul'dan gönderilen ve genellikle saray ağalarından seçilen
mübaşir ve çalışmamızın kapsadığı dönem dahilinde, genellikle bir ayan olan
asker başbuğu ve sürücüsünün sorumluluğundaydı. Devşirilen acemi oğlanları
İstanbul'a getiren sürücülerden farklı olarak 1 8 . yüzyılda Çapanoğlu ailesi
özelinde görüldüğü üzere nüfuz alanını genişletmenin ve komşu bölgelere zıtlm
hurolan ayanların neredeyse tamamı savaş organizasyonunda oynadıkla-

etmenin aracı olarak da kullanılabilen eyalet sürücülükleri genellikle mirmiran


ya da paşalara tevcih edilirken, kaza sürücüsü olarak atanabilmek için "ashd.b-ı
servet"ten olmak yeterliydi . Zira sürücüler devlet tarafından ücretlendirilen ve
tayinatları verilen neterlerin yanı sıra, bilhassa Rumeli'de, kendi bedenlerinden
de asker toplamak zorundaydı. Bu bağlamda oldukça karlı bir makam olan asker
sürücülüğüne atanabilmek için sabık Yeniçeri Ağası Halil Bey'in oğlu olmak
ya da aileden askeri statüde bulunmak yeterli değildi. Ancak insanların artık
birer kaynağa dönüştüğü orduya nefer tahrir eden sürücüler, verilen görevleri
düzenli bir şeki lde yerine getirmekten uzaktı. Sık sık "'amele maklılcsinden" ve
"asker ıtlak olunur mevaddan olmayan" itaatten huruc etmiş kişilerden nefer
toplayan ya da "bir mikdar çiftci ve çoban ve 'amclmande ve ihtiyar-ı a'cezeyi
asker deyu ihrac" eden sürücüler, bizzat tahrir ettikleri neterlerin başında
orduya gitmekten, çeşitli bahanelerle imtina ettikleri için asker namzetleri
yollarda kolayca firar edebiliyordu. Bunun yanı sıra devletten belirli sayıda asker
toplamak için para alan sürücülerin eksik nefer toplamaları ya da parayı alıp
ortadan kaybolmaları sıkça karşılaşılan duru mlardı . Fakat tıpkı firari askerlerde
olduğu gibi, öncelikle yakalanan sürücülerden aldıkları para tahsil edilmeye
çalışılıyordu. "Züıııre-i itlasdan" olan sekban ve sürücüler ise "üçer dörder
yüz değenek darbıyla te'dib" olunuyor ya da "sa'irlerine ibret" için "siyasetle
te'dib" ediliyordu . Sürücünün tedib edilmemesi için ise komutası altında
savaşmaları için nctcr götürdüğü valinin Babıali'ye, sürücünün görevini eksiksiz
tamamladığını beyan eden bir tahrirat göndermesi şarttı. Bu bağlamda birkaç
yüzyıldır at ve asker altında ezilen Rumeli'de, aslında ayanı siyasi ve mali açıdan
güçlendiren asker sürücülüğü ya da nefer tahriri gibi işler büyük bir sektöre
dönüşmüşken, örneğin Tepedelcnli Ali Paşa'nın oğlu Veli Paşa tek başına
40.000 nctcri orduya götürebilecek güce sahipti, doğu sınırlarındaki savaşların
sevn:kliği ve ekonomik şartlar Anadolu avanını, bu alanda faaliyet gösteren
birkaçının dışında, devlet açısından işe yaramaz hale getirmişti. Nitekim 19.
yü zyılın ikinci çeyreğinde başlayan İran Savaşı her ne kadar tütengcibaşılık ya
da delilbaşılık gibi meslekleri Anadolu 'nun işsiz ahalisi için bir seçenek haline
getirmişse de paşalar genelde Anadolu ayanının "beşer sekizer kaqıe muhtarı"
olmaları sebebiyle ncter tertibi ve teçhizine kudretleri olmamasından şikayet
etmekteydi. Dolayısıyla Anadolu ayanının Rumeli'dekilerden çok daha güçsüz
ve İstanbul karşısında çaresiz olması doğaldı. Zira Çapanoğlu bile III. Selim
devrinin başlarında henüz nüfüz alanmda yaşayan ahaliye dahi söz geçirebilecek
güçte değildi. Asker toplaması istendiğinde ahalinin muhalefeti ya da cepheye
gitmemek için mahkemeyi basarak iJam almaları karşısında, Nizam-ı Cedid'le
birlikte temayüz edecek olan Çapanoğlu Süleyman hiçbir şey yapamıyordu .
B u konuda bkz. B O A ( HAT 1 878, 8066, 1 6734, 178 12, 32394, 34333,
rı role ya da iç güvenlik operasyonlarındaki başarılarına33 mukabil bir üne
sahipti.34 1 768- 1 774 Osmanlı-Rus Harbi ise ayanlığın yükselişinde özel
bir yer işgal etmektedir. 35 Nitekim bu savaşla birlikte vezirlerin kapı halk­
larının ağır bastığı Osmanlı ordusu, iyice güçlenen ayanların federatif bir
yapı arz eden milis güçlerine doğru evrimini tamamlamıştır.
1 8 . yüzyıl boyunca ayanların yükselişi ile savaşlar arasındaki ilişki
aslında kısa dönemde istanbul'un işine gelse de süreç ayanların zafe­
riyle sonuçlanacaktı. Nitekim bu ilişki sayesinde İstanbul, ordunun her
türlü ihtiyacını, yeterli ekonomik kaynağa sahip olmamaları sebebiyle
karşılamakta yetersiz kalan vezirlerin yerine, bulundukları bölgeyi ta-
111yan ayanların36 tavassutuyla sağlaya bilmekteydi. 37 Ancak İstanbul'un

37382/B, 36834/D, 37083, 3738 1/A ve B); (CAS 337, 1 765, 2804, 17570,
2 147 1 , 22880, 28040, 29084, 3 8 534/A, 4 1 360, 42825, 435 1 6 ve 46458 ) ; ( C
Dahiliye 1 1 8 3 1 ); Şanizade (2008 : 303 vd. ve pek çok yerinde); Mehmet Sadık
( E E 2 1 7 1 :32a); Ahmed Cavid ( 1 998 : 1 1 , 19 ve 42 ); Emecen (2003 :216·217,
235 ve 328); Çınar ( 1 999:87·88); Cezar ( 1965 :352 vd. ) ; Uzunçarşılı ( 1 988
c:I:l6 ve 1974:233); İnalcık ( 1 975 :200) ve Sakaoğlu ( 1998:9 1 ) .
33 Örneğin Tepedelenli ailesinin yükselişi, Al i Paşa'nın Mora'daki iç güvenliğin
sağlanması ya da bir başka ifadeyle martoloslarııı ( armatoli) kleptc (hırsız)
dönüşmesini önlemek için 1 76 1 tarihinde ihdas edilen Derbendler
Başbuğluğu'nun başına geçmesinden sonradır. Zira Ali Paşa 1 769 Mora
İsyanı 'ndan kalan alacaklarını talep eden martolosları kontrol altına alarak, 1 784
tarihinde mirmiranlığa yükselecekti. Bunun karşılığıııda İstanbul'un kendisinden
tek talebi, savaş zamanında 1 .000 kişilik bir güçle Sof)'a seraskerinin emrine
girmesiydi. Skiotis ( 1 971 :232vd. ve 242-243) ve McGowan (2004:79 1 ) .
34 Bu konuda bkz. TSMA ( E 4756/2) ve Esad Efendi (2000:257vd . ) .
35 Nagata ( 1 999); Cczar ( 1 965 : 3 3 3vd. ) ; Uzunc;arşılı ( 1 942a : l vd . ); Özkaya
( 1 983 : 1 5 ) ve McGowan (2004:786 ) .
36 Ayanlar y a d a ayanlaşan vezirler gerçekten d e nüfi.ız alanlarını özellikle askeri ve
stratejik açıdan çok iyi tanıyordu. Cezzar Paşa örneği için bkz. Shaw ( 1 964) ve
Kemp ( 1 984).
37 İstanbul, ayanları sadece neferlerin devşirilmesi ve orduya sevkinde değil,
fakat aynı zamanda kazalardan istenen neferlerin "'adcm-i lüzlımuna mebni"
affedilmesi durumunda ya da nefer olamayacak kadar askerlikten anlamayan
çiftçi makulesinin bulunduğu kazalardan insan yerine talep edilen sekban
bedeliyelerinin toplanmasında da kullanmaktaydı. B elgelerden Babıali'nin
nakit ihtiyacıyla doğru orantılı olarak ve ahalinin tahammüleri göz önünde
bulundurularak tespit edildiği anlaşılan sekban bedeliycleri genellikle sıradan
bir sekbanın olağan bir dönemde aldığı bir aylık maaşın iki katı civarında
;! yanlarla kurduğu ilişkinin doğası gereği, ayanın mali ve askeri kaynakla­
rının artışı İstanbul'un yaptırım gücünün azalması anlamına gelmektey­
d i.38 Osmanlı siyasi yapısı açısından çevrenin İstanbul karşısındaki ağır-

bir miktara -sekiz kuruş ve üstü- tekabül etmekteydi. Ahali , Babıali'nin


artık dayanılmaz hale gelen bu tür talepleri karşısında ocağın güçlü olduğu
bölgelerde yeniçerilere sığınıp, taslakçılık yaparak ya da "ızdırab-ı hallerinin
derece-i kemale reside olduğunu" belirtip, bedelin merhameten aftlnı niyaz
ederek direnmeye çalışıyordu. Babıali ise genellikle bu tür afların saire sari
olacağını belirterek kavi'ül- iktidar mübaşir ki bu çoğunlukla bölgenin ayanı
oluyordu, tayiniyle toplanmasını istiyordu . Mübaşirin/ayanın ahaliden yana
tavır alması durumundaysa İstanbul'un eli kolu bağlanıyordu. Bu konuda bkz.
BOA (CAS 1 2247, 22175, 4 1360, 4 1 574). Sekban bedeliyesinin, muhtemelen
parası olmayan ahaliden ağnam olarak toplanması hususunda bkz. BOA (C
Maliye 3880). Bunların yanı sıra büyük savaş ağaları da bizzat savaşa gitmek
istemediklerinde ya da kendi bedenlerinden toplanması gereken ncterleri qrduya
çeşitli nedenlerle, nüfüz bölgesini komşu ayana karşı savunmasız bırakmamak
bu nedenlerin başında gelmekteydi, ihraç ed(e )mediğinde büyük miktarlarda
bedeli Babıali'ye göndermek dunınuıııdaydı. Tepedelcnli Ali Paşa'nın 1 8 1 2'de,
seferden atli için gönderdiği yediyüz kese için bkz. BOA (HAT 4 1 763).
Karaosmanoğlu'nun 1 800 tarihinde 3 . 500 süvariye karşılık gönderdiği 1 50.000
kuruşluk cihad i'anesi için ayrıca bkz. Nagata (1997:48 ) .
3 8 Nitekim savaş organizasyonunun ayanlar üzerine inşa edilmesi ya d a harp
dönemlerinde İstanbul'un, ihtiyaçlarını kendi eliyle sağlayamaması, ayanların
Babıali karşısındaki gücünü bir kat daha artırıyordu . Durum Babıali açısından
o kadar vahimdi ki, 1 9 . yüzyıl başlarında İstanbul'a saldıran İngilizlere karşı
İstanbul'u ve boğazları koruyabilmek için Sirozlu İsmail Bey sekbanlarıyla
Boğaz'ın Rumeli tarafinda, Karaosmanzade Ömer Ağa ise Anadolu tarafiııda
ibıııet etırn:k üzere gün:vlcııdirilmişti . Osmanlı Dcvleti'niıı yapılan onca
reforma rağmen İstanbul'u dahi tek başına korumakta zorlandığını ortaya
koyan bu gibi durumlarda artan teveccühe mukabil, ayanların pazarlık gücü de
artmaktaydı. İhtiyaca bağlı olarak ayanlara ödenen yüksek ücretler ise iktidara
b:ığlı zenginliğin merkezden taşraya doğru akmasına sebep oluyordu. Ancak
ümitsizce yardıma/askere ihtiyacı olduğu anlarda dahi Babıali'nin ayanlara
karşı kullandığı jargon dikkat çekicidir. Nitekim Trabzon vücuhundan Osman
Ağa'ya nefer tedarik etmesi karşılığında kendisine kapıcıbaşılık verilmesine dair
gönderilen buyrulduda Osmanlı Devleti şöyle dile geliyordu; " . . . maksudumuz,
hidmetleriniz scbkd.t eylemiş olmağla [sizi] çırağ itmekdir, yohsa Devlet-i
'Aliyye-i Ebedü'l-karar'ın asker ve leşkere ihtiyacı olmayı.ıb dilediği mahalden
yüz bin, iki yüz bin [ ? ] asker tedarik ve tesyir ideceği cümlenin ma'lumudur."
Bu konuda bkz. BOA (CAS 2240) ve (HAT 2016/B); Nagata (1997:41).
lığının artmasıyla sonuçlanan savaşlar ise ayanı hem mali hem de siyasi
açıdan beslemekteydi . Ordunun/devletin taleplerini karşılayan ayanlar
önce kapıcıbaşılık39 sonra vezaret gibi rütbelere atanarak40 ve savaş öncesi
itaatsizliklerinin sonuçlarından4 1 ordu organizasyonunda oynadıkları role
istinaden kurtularak, kelimenin ilk anlamında meşru bir statüye kavuş­
manın yanı sıra, ordu/devlet adına yürüttükleri ka(r/n)lı ticaret aracılı­
ğıyla mali açıdan da güçlenmektcydi.42 Sürecin sonunda Osmanlı siyasi
yapısında kişinin, devlet karşısındaki konumunu belirleyen askeri-ecnebi

39 Üzengi ağalıklarından biri olan ve artık "Devlet-i Aliyye kulluğunu kabul etmiş"
ayanlara savaş organizasyonunda oynadıkları role göre verilen kapıcıbaşılık
rütbesi sayesinde ayanlar Saray'a ,cırak olup belirli bir aylığa kavuşurken isimleri
mesela "Anadolu'dan harb ü darbe kadir ve askeri sevk ve idare ve başbuğ
olmaya layık" olanların kaydedildiği defterlere "[x sayıda] neferi idareye
kudretli" olarak geçiriliyordu. Bu bağlamda İstanbul, savaş müteahhitlerinin
kendi bedenlerinden ne kadar nefer toplayabileceklerini önceden biliyor ve savaş
zamanında genellikle bu sayılara istinaden asker talep ediyordu. Söz konusu
nefer miktarları ise genellikle ayanın nüfuz bölgesindeki hane sayıları esas alınarak
hesaplanıyordu. Ancak savaş bitiminde, hizmeti beğenilen ayanlara kapıcıbaşılık
tevcih edilmesinin usulden olduğu burada zikre değer bir ayrıntıdır. Bu
konuda bkz. BOA ( HAT 37387/C, 41271/C); (CAS 44633, 47622); TSMA
(D 4082:2a) ve Uzunçarşılı (1974:216). Savaşın başlamasıyla birlikte tıpkı
kapıcıbaşılık gibi mirmiran-ı kiramdan olanlara vezaret tevcihi konusunda ayrıca
bkz. Mehmet Sadık (EE 2171:26b-27a).
40 Savaşa giden ayanların idare ettikleri bölgelere güvendikleri kişiler, genellikle
oğulları, mütesellim olarak atanmaktaydı. Böylece savaş dönemlerinde sadece
ayanın kendisi değil oğlu da idari açıdan meşrulaşıyor ve babasının ölümünden
sonra rakipleri arasından kolayca sıyrılarak bölge idaresine talip olı ıyordı ı .
Biibıati'nin daha önceden tanıdığı ve resmi bir statü verdiği oğuhın ayan/vali
olarak atanmasıyla birlikte ayan aileleri, hanedana dönüşmekteydi. Bu konuda
bkz. Uzunçarşılı (1974:230-231); Karagöz (2003:87) ve Kara! (1999:123).
41 Devletin/ordunun gereksinimlerinin en üst noktaya ulaştığı savaş zamanı,
ayanların İstanbul karşısında ağır bastıkları dönemlerdi. Nitekim savaş, idari
dairenin dışına çıkmış olan ayanlar ve sergerdeler için sürgünden ya da idamdan
kurtulma anlamına gelmekteydi. Zira İstanbul'un öylesine acil ihtiyaçları
vardı ki bunları isyan bayrağını açarak firar etmiş olan ayanlardan bile talep
etmekteydi. Bu konuda bkz. BOA ( HAT 37387/C); TSMA ( D 4082: l b ve
Sa); Menemencioğlu Ahmed Bey (1997:81); Schnıidt (2002:209) ve Sakaoğlu
(1998:104).
42 Karaosmanoğulları örneği için bkz. Uluçay (1942-3).

26
ayrımının ötesinde, zenginliğin ve grup içinde söz sahibi olmanın tayin
edici faktörler olarak karşımıza çıktığı ikinci tür sosyal tabakalaşmada,
nüfuz alanlarındaki siyaseti ve ekonomiyi belirlemeye başlayan ayanlar
aradıkları meşruiyete kavuşacaklardı. Kağıt üzerinde de olsa devletin/
ordunun bir üyesi olarak sınıf atlayan ayanlar, artık askeri statünün ken­
dilerine verdiği ayrıcalıklardan yararlanmaktaydı . İ şte tam da bu sebeple
devrin vakanüvisi Şanizade, ayanların ve ordularının erkin-ı erbaayı yık­
makta olduğundan şikayet etmekteydi .43
Kahir ekseriyetin aynı zamanda birer vezir olması nedeniyle ayanların
oluşturdukları kapılar,44 organizasyon açısından vüzera kapılarının nere­
deyse aynısıydı . Tıpkı vezirlcr4" gibi onların da kapılarındaki neferlerin
toplanmasından ve komutasından sorumlu bölükbaşıları/tüfengcibaşıla
rı \'e binbaşıları/serçeşme bulunmakta ve tıpkı vezirler gibi yarı daimi
nefer olarak tavsif edilebilecek piyade tüfengciler ve süvari delillcr46 istih­
dam etmekteydilcr.47 Büyük ayan kapılarında ise sekban/seğmen ya da
leJJend olarak nitelenen paralı askerler ve Osmanlıların başından itibaren

43 Şanizade (2008:48 1 ) . Erkan-ı erbaanm tarihe karışmasııım yanı sıra


ayanların güçlenişi ya da İstanbul ile kurdukları farklı türden ilişkiler, savaş
organizasyonunda önemli problemleri de beraberinde getiriyordu. Örneğin
artık iyice palazlanan Tepedelcnli Ali Paşa, 1 792'de biten Osmanlı-Avusturya­
Rusya Savaşı'nda Rumeli valisinin komutası altına girmek istemiyor ya da IV.
Mustafa döneminde İstanbul'da ağırlık kazanan Tayyar Paşa ile arasıııdaki
düşmanlık sebebiyle Çapanoğlu savaşa gitmeyi redediyordu. Babıali'nin bu gibi
durumlarda aldığı önlem ise problem çıkartan ayanı taltif ederek "layık olmayan
bir hidmete tayin olmayacağına" dair garanti vermekten ibaretti. Gerisi ayanııı
keyfine kalmıştı. Bu konuda bkz. BOA ( HAT 2036); Mehmet Sadık ( E E
2 1 7 1 :37a-b) ve Uzunçarşılı ( 1 942a:94) .
44 A.yan kapısı için bkz. MutatÇieva ( 1977: 176).
45 Vüzera kapılarının organizasyonu için bkz. TSMA ( D 4082: 1 b-2a) ve Mustafa
Nuri ( 1 327 c:III :Slvd . ) .
4 6 Belgelerde ayrı bir askeri sınıf olarak zikredilen tüfengci ve delilleri yarı paralı
asker olarak sınıflandırmamızın sebebi, bunların genellikle kapı halklarının daimi
üyeleri olmaları ve sekbanların yarı maaşı karşılığında paşa/ayanlarına hizmet
veriyor olmalarıdır. Bu konuda bkz. BOA ( HAT 2062) .
4 7 Büyük savaş ağalarından Cezzar Paşa'nın aylık 22.000 kuruş civarında verdiği
ulufe ile daimi olarak istihdam ettiği 72 milletten nefor için bkz. TSMA ( E
4029: l b-2a).
diğerlerinden ayrı bir kategori olarak sınıflandırdıkları Arnavut sekban -
lar48 ve Rum martoloslar ( armatoli) bulunmaktaydı.49 Babıali'nin pek
de hoşlanmadığı yeni tür paralı askerlerin ortaya çıkışında hiç şüphesiz
1 8 . yüzyıl süresince neredeyse kesintisiz devam eden savaşlar ve köy­
lülerin topraksızlaşması ya da savaşların bir sonucu olarak, üretimden
hayatta kalabilmek için yeterli geliri elde edememeleri önemli sebepler
olarak karşımıza çıkmaktadır. Ancak Osmanlılar, bilhassa B alkanlar'da
yaşayan50 ahaliyi, fetihten beri orduda nefer olarak istihdam etmektey­
di. 51 1 8 . yüzyılın sonuna gelindiğinde ise savaşlar, iç güvenlik problemi

48 1 8 . yüzyılda "ben eşkıya/asker iken" diye başlayan cümleleri bölgede yaşayan


bütün erkeklerin kurduğu Arnavutluk'tan Toska ve Key_qa takımları olarak
isimlendirilen iki tür nefer toplanıyordu . Arnavutçanın farklı dialcktlcrini
konuşan sosyal gruplar olarak göze çarpan bu iki gruptan, Tepedelcnli
Mehmet Ali Paşa'nın da bağlı bulunduğu Toska sekbanları güney, Keyga
sekbanları ise kuzey Arnavutluk menşeli paralı askerlerdi. Bu iki grubun
Osmanlı idaresi açısından ortak özellikleri ise '"ulufo kapusunu kapatmamak
da'iyesiyle" savaşıyor olmalarıydı. Esad Efrndi (2000:277-280) ve Hobhouse
( 1 8 1 3 : 148vd . ) .
4 9 Örneğin Tepedelenli Ali Paşa kapısında daimi olarak istihdam ettiği Arnavut
sekbanlara ve Rum martoloslara aylık 12 kuruş maaş vermekteydi. Bunun
yanı sıra neferler Ali Paşa'nın nüfuz alanında bulunan köylerden et ve ekmek
tayinatlarını karşılıyorlardı. Bu konuda bkz. Hobhouse ( 1 8 1 3 : 1 2 1 ) ve
Pouqueville ( 1806:47).
50 Osmanlı İmparatorluğu'nun bir politika olarak Balkan ahalisini orduya entegre
etmesi 1 8 . yüzyılda, Rusya'nın merkeziyetçi politikasından kaçarak Tuna
deltasına sığınan Hıristiyan Potkalı Kazaklarla (Zaporozhian Cossacks) yeni
bir boyut kazandı. Zira Babıili nasıl ki Mora'daki Rus faaliyetine karşılık,
1 8 . yüzyılın ikinci yarısından itibaren Rum martalosların yerine Arnavutları
ikame etmeye çalıştıysa, Dobruca bölgesinin güvenliğini de Ruslarla arası hiç
iyi olmayan Kazaklara emanet etmeye başlamıştı. Osmanlıların orduda ve
denizcilerini kaybettiği Rum isyanı sırasında donanmada paralı asker olarak
kullandığı Potkalı Kazaklar Asakir-i Manslıre'nin kuruluşuyla, Manslıre
süvarisine dönüştürülecekti. Dolayısıyla İstanbul için artılı Rusya'dan daha
ciddi bir tehdit halinegelen Balkan ahalisi yine bölgeden toplanan neforlcrlc
BabıJ.li'ye bağlanmaya çalışılıyordu. Bu konuda bkz. İ nalcık ( 1 993); Levy
( 1 982); Skiotis ( 1975 : 3 1 5); Eton ( 1 799:69) ve Heinzelmann (2004:33-34).
5 1 Ordunun nefere sıkıştığı dönemlerde tımar tevcih edilmek üzere ata ve silaha
kadir olanların sefere çağırılması 1 5 . yüzyıldan beri uygulanan bir pratikti.
Ancak önceden askeri alanda oluşan talebe cevap veren ahali, savaştan sonra
ve ayanların kendi aralarındaki mücadeleler, ekmeğini savaştan çıkaran
bu grubun gelişmesine uygun ortamı sağladı 1 6. yüzyıldan itibaren Os­
manlı ordusunda yardımcı bir sınıf olarak kullanılan sekban birlikleri,
ayanların ya da ayanlardan bağımsız çalışan delil başı, 52 bölükbaşı ve bin -
başıların53 aracılığıyla ya da aşiret liderlerinin ve evlad-ı fatihan zabitleri­
nin54 tavassutuyla istihdam edilmekteydi. İ şverenle aralarında tezkere/
harç tezkeresi55 olarak isimlendirilen, genellikle altı aylık, sözleşmeler
yapan sekbanlar, İ stanbul ya da artık İstanbul'un atadığı vezirlerden
veya ınütesellimlerden ümidini kesmiş ahali56 veya bizatihi ayanlar ve

aldığı dirlikle statü değiştirmekte ve daimi bir gelire sahip olmaktaydı.


Dirliklerin tükenmesi ise bir taraftan silahlı gençlerin barış döneminde eşkıyaya
dönüşmesine sebep olurken, diğer taraftan da sosyal tabakalaşmada irtifa
kazanmanın yolunu sadece ilmiye ve kalemiyeye münhasır kılıyordu . Bu konuda
bkz. Koç (2003) ve Kaldy-Nagy ( 1 977: 1 72).
52 Schmidt (2002:225).
53 Her bir bölüğü genellikle elli neferden oluşan sekbanların istihdamında,
binbaşılar ve bölükbaşıları büyük bir öneme sahipti . Nitekim binbaşı ve
bölükbaşılar işverenin doğrudan bağlantı kurduğu ve sözleşmeyi imzaladığı
aracılardı. Bölükbaşılar dört yüze ulaşan sayıda nefer adına anlaşma imzalarken,
binbaşıların aracılık ettiği neter sayısı iki bin beş yüze kadar çıkabiliyordu.
Sözleşmenin imzalanmasının ardından "kaput ilbas" edilen bölükbaşı ve
binbaşılar, neferlere verilen bahşişlerin de bir kısmını alabiliyordu. Bu konuda
bkz. BOA ( CAS 21791 ); HAT (2692/C) ve Ahmed Cevad (İÜKTB TY
4 1 78:63).
54 1 826 sonrasında Asikir-i Mansı'.'ıreye rabt olunan evlad-ı fatihan için bkz.
Gükbilgin ( 1957:256 ve 336 vd. ) ve BOA ( CAS 5 1 252).
55 Schmidt (2002: 1 66).
56 Hayatta kalmaya çalıştıkları bölgenin güvenliğini sağlayabilmek ya da Bibıili'nin
kazadan talep ettiği askeri gönderebilmek için ahali, kendi bölgelerinde
yaşayan harb ı'i darbe kadir tüvanalardan veya bölge dışındaki profosyonel
askerlerden sekban istihdam etmekteydi. Zira genellikle "esafil ve rençberan
makulesi"nin yaşadığı Anadolu kazalarının ndcr imaline kudreti yoktu ve
kazadan savaş devam ettiği sürece her yıl talep edilebilen neferleri ancak kaza
dışındaki sekbanları işe alarak cepheye gönderebiliyorlardı. Bunun yanı sıra
"tenkil-i eşkıya" gibi iç güvenliğe dair problemlerin çözümünde ayanlar/
paşalar tarafından kullanılan sekbanların da ücretlerini ödeyen ve tayinatını veren,
çoğunlukla bölge ahalisiydi . Bu bağlamda iç güvenliğin finansmanı, Avrupa'da
gözlemlendiği üzere dolaylı vergiler aracılığıyla değil, doğrudan ahali tarafından
yapılmaktaydı. Bu konuda bkz. BOA (C Zaptiye 2 1 6 5 ) ( CAS 41 360).
hatta Avrupalı devletler57 tarafından istihdam edilmekteydi . İ stihdam
süresinin, neferlere ve aracılara verilecek bahşişlerin ve tayinat miktar­
larının58 belirlendiği sözleşmelerdeki şartlar aslında işverene göre deği­
şiyordu. Bu bağlamda örneğin doğrudan sadrazamın komutasına giren

Ankara'da ahalinin kendi güvenliğini sağlayabilmek için birer böliikbaşı,


ça\'uş, alemdar ve on nefer sekban istihdam etmesi konusunda bkz. Çadırcı
(2007a:l37-138 ve 143).
57 İşsizlik ya da bağlı oldukları ayanlarla çıkan anlaşmazlıklar sebebiyle Avrupa'da
devam eden devrim savaşlarına katılarak talim gören bilhassa martoloslar/
eşkıyalar (klept) Osmanlı ordularına karşı verdikleri savaşlarda, mesela Rum
İsyanı sırasında Osmanlı vezirlerini oldukça şaşırtmışlardı. Rumeli valisi
Reşid Paşa'nın Atina önlerinde karşılaştığı "Rum tertibi değil nizam askeri"
olan Rumlarla mücadelesi ve verdiği büyük kayıplar konusunda bkz. BOA
( HAT 39032 ve Skiotis 1975 : 3 1 8 - 3 1 9 ) . Napolfon'un Mısır işgali sırasında
Rusya'nın, aylığı 20 kuruştan 2.000 Arnavut sekban istihdamı için ayrıca bkz.
BOA ( HAT 6372). Paralı askerlerin dışında da Osmanlıların batı komşuları
sık sık Osmanlı sınırları dahilindeki bölgelerden asker topluyordu. Örneğin
Kara Yorgi, isyan öncesinde Avusturya ordusunda görevli bir astsubaydı. İsyan
sırasında ise II. Franz'ın ordusunda öğrendiği Avusrurya'da uygulanmakta olan
savaş taktiklerini, düzenli talimle isyancılara öğretmekte ve Osmanlı ordularına
karşı kullanmaktaydı. Bu konuda bkz. Kinneir ( 1 8 1 8 : 1 0- 1 1 ); Bclgradi Raşid
( 1 29 1 : 1 2vd.) ve Emecen (2003:301 -302) Avusturya ve Rusya'ııın Osmanlı
sınırları dahilinden asker toplamasının önlenmesi hususunda Bosn<ı Valisi
Silabdar Mehmet Paşa'ya 1779 tarihinde gönderilen tahrirat için ayrıca bkz.
BOA (C Dahiliye 4520).
58 Sekbanlara verilen tayinatlar da tıpkı avlıklarda olduğu gibi savaş ya da barış
zamanı istihdam edilmelerine ve kim tarafindan istihdam edildiklerine göre
değişmekteydi. Nitekim katık-baha ya da tayinat adı altında nakdi olarak da
verilebilen yiyecek tayinatları, barış zamanında genelde her bir bölüğe/elli
nefere yıllık iki bin kile hınca olarak düzenlenirken sekbanlara savaşta günliik
yarım kıyye ekmek ve yüz dirhem koyun eti ya da et yerine günlük dört para
verilmekteydi. Sekbanlar kendilerine verilen bu yemeği büyük bir ihtimalle yine
devletin sağladığı bakır kaplardan yemekteydi. Kıyafet ya da çadır gibi doğrudan
sağlıkla ilgili tayinatlar ise patronların zenginliğine ve vicdanlarına kalmıştı.
Tayinatların yanı sıra büyük savaş müteahhitlerinin istihdam ettikleri sekbanlar
için gerekli olan cephanenin de çoğu zaman İstanbul tarafından sağlandığı yeri
gelmişken belirtilmelidir. Tayinatlar konusunda bkz. BOA (CAS 2804, 2 1 087,
2 1 79 1 ) ; BOA ( KK 2383:pek çok yerinde) ve Cezar ( 1965:356).
neferler, hiç şüphesiz miri, İrad-ı Cedid59 ya da Zahire60 hazinelerinden
ücretlendirilerek vezirlerin komutasına verilen (mirilü)61 sekbanlardan
ya da devletin yardımı olmaksızın ayan ve vezirlerin kendi bedenlerinden
toplayarak savaşa getirmek zonında oldukları neferlerden, maaş açısın­
dan olmasa da bahşişler ve verilen tayinatlar konusunda çok daha avan­
tajlıydı.
Genellikle yaptıkları kahramanlıklarla ve komutalarındaki nefer sayısı
ile doğru orantılı olarak aldıkları binbaşı, bölükbaşı, alemdar ve çavuş
rütbeli subay ve astsubaylardan daha az aylıkla işe alınan neterler,62 istih­
dam sürelerinin bitiminde63 ya da kendilerini işe alan paşanın ölümünde,

59 BOA (CAS 2 1 087) ve (KK 2383:6).


60 BOA (CAS 41415 ).
6 1 Söz konusu kavram Osmanlı belgelerinde ücretleri doğru dan İstanbul'dan
ödenen sekbanlar için kullanılmakt:ıdır. Bu konud:ı ayrıca bkz. Urquhart
( 1 868:82-83).
62 Genellikle beş ila a ltı kuruş civarında aylı kla ücretlendirilen sekbanların maaşları
b:ırış zamam ya da savaş zamam tahrir edilmelerine, savaşın büyüklüğüne ve
düşmanın tip ine göre değişmekteydi. Nitekim Rum isyanı gibi uzun bir savaşta
ya da sekban istihdamında Babıali'ye rakip Pazvandoğlu ya da Tepcdclenli
Ali Paşa gibi daimi olarak sekban istihdam eden büyük savaş müteahhitleriyle
yapılan mücadelede kısa dönemli kazançlarını maksimize etmeye çalışan
sekbanlar, az önce zikredilen ücretlere "rızadade" olmuyorlar ve sıkışan devlet,
toplayabildiği sekbaıılara aylık kırk kuruş gibi (günlük 160 akçe) bir nefer için
inanılın:ız ücretleri, üç aylığı peşin olarak ödeyeb il iyordu . Nitekim normal
şartlarda günlükleri ot u z iki akçe ye tekabül eden sekbanlar, İstanbul'da padişaha
hizmet eden Nidın-ı Cedid n efe rleri gibi gün lü k elli akçelik daimi bir gelire
sahip değildi. Ccdid nizrimın ı ı e fi: rk ri ne ödenen ücretlerin büyüklüğü ise
padişahın haşmetiyle ilgili olduğu kadar aynı işçi havuzundan nefrr tahrir eden
Nizam-ı Cedid Nezareti'ni daha çekici kılmakla da alakalıydı . Bıı konuda bkz.
BOA (C. Zaptiye 5 39); ( CAS 1 370); Şanizade (2008 : 1 010-1 0 1 2 ); Esad Efend i
(2000:39 ve 260) 1 802'de İrad-ı Cedid Hazi nesi tarafından barış zamanı iç
güvenliği sağlamaları için tahrir edilen iki bin nefer Potkalı Kazaka, dörder kuruş
ulufr tayin edilmesi konusunda ayrıca bkz. BOA (CAS 2 1 087).
63 İstihdam süresinin bitiminde sekbanlar kağıt üzerinde vilayetlerine
gönderilmekteydi. Ancak ahaliye zarar vermemeleri için sekbanları işe alan paşa,
örneğin Silistre Valisi, ulufelerini dağıttıktan sonra muteber bölükbaşılardan
on beş yirmi tanesini yanında rehin olarak tutarak diğer bölükbaşıları neferat
üzerine kethüda tayin ediyordu. Evlerine dönerken yolda verilecek tayinatlar ise

31
Rumeli'de zaten varolan çetelere katılıyor ya da bizzat kendileri birer
çete kuruyorlardı. Nitekim savaşa katılmakla eşanlamlı olan işe alınmak,
nefer açısından bir kapının adamı olmanın sağladığı statüye, bununla
bağlantılı olarak altı aylığına da olsa sürekli bir gelire ve tayinata ve bel­
ki de en önemlisi meşru şiddet uygulayabilme yetkisine sahip olmanın
tek yoluydu. İşsizlik ise meşru olmayan şiddet veya İ stanbul'un tabiriyle,
dağlı ya da eşkıya olmak demekti.
" İ ta'at-i sultandan huruc ederek" reayaya zulmeden paralı askerlerin
verdikleri zararı önleme konusunda İ stanbul'un aldığı tedbirler neredey­
se tamamıyla başarısızlıkla sonuçlanmaktaydı. Nitekim yeni bir nefer tah­
rir sistemiyle ikame edilmeksizin, ülke sınırları içinde ve dışında güven­
likle ilgili her türlü problemin çözümünde kullanılan levend ve sekban­
ların, sık sık istihdamlarının yasaklanarak ortadan kaldırılmaya çalışılması
beyhudeydi.64 Zira az çok benzer bir sistemin uygulandığı Avrupa'da
paralı asker istihdam eden devletler, neferleri ülke dışından, genellikle
İ sviçre, İ skoçya ve Hessen gibi memleketlerden ithal ederek, istihdam
sürelerinin bitiminde sınır dışı etmekteydi. Daha ucuz ve etkin bir siyaset
aracı olarak daimi ordunun hayata geçirilmesiyle iflas edecek ya da bece­
rileriyle iş bulmaya devam edecek paralı askerlerin sonunu, bütün erkek
vatandaşları nefer olarak ele alan yeni bir asker tahriri sistemi getirecekti.
Ancak henüz böyle bir projeyi uygulamayı düşünmeyen Babıali, terhis
sonrası paralı askerlerle ahali arasındaki sorunları, ahalinin de isteklerini
dikkate alarak, klasik çözümlerle halletmenin yollarını aramaktaydı. B u
bağlamda bilhassa B alkanlar v e Mora'da ahalinin artık "can v e ciğerleri­
ne te'sir ederek re'aya fukarasının derlınlarındaki kin ve 'adaveti bir kat
dahi" artıran başıboş sekbanlar65 konusunda, 1 9 . yüzyılın hemen başın-

önceden belirlenerek güzergah üzerindeki kazalara paylaştırılıyordu. Sekbanların


reayaya zulmetmeden memleketlerine ulaştıkları haberi alındıktan sonra rehin
böliikbaşılar serbest bırakılıyordu. Bu konuda bkz. BOA (CAS 1 30 1 ) ve TSMA
(D 4082:3b).
64 Sekban tahririnin yasaklandığı savaş dönemlerinde paralı askerlerin yeri
yeniçerilerle doldurulmaya çalışılmaktaydı. Fakat savaş zamanı ihtiyaca binaen
yazılan yeniçerilerin, sekbanlardan tek farkı, daimi olarak istihdam edilmeleridir.
Bu konuda bkz. BOA (C Dahiliye 1 6806); Vasıf Efendi (TSMK HK
1406:36a- 37a) ve Çalışkan (2000:207) .
65 BOA (C Dahiliye 1 3885).
dan itibaren özellikle Sırp ahali sürekli arzuhaller kaleme almaya başla­
mıştı. Genel olarak bölgedeki paralı asker çetelerinden ve K1pudanlardan
şikayetlerin dile getirildiği arzuhallere Babıali'nin, "zalim ve mazlum"
arasında kesin bir tercih yaparak cevap vermemesi durumunda isyan eden
ahalinin, Habsburg topraklarına ya da Karadağ'a iltica etmesi muhtemel­
di. Kapudanlara ve paralı askerlere siyasi ve askeri imkansızlıklar sebebiyle
karşı koyamayan İ stanbul idaresi ise Viyana ile ortak hareket ederek bun­
lara karşı koymaya çalışan ahaliyi el altından desteklemeye çalışıyordu . 66
Ahali tarafından kaleme alınan arzuhallerin amacı ise bölgede görevlen -
dirilecek "ulufeli/mirilü" askerin "Türk uşağı"ndan toplanmasını sağla­
maktı. Rumeli'de "Türk uşağı" bulmakta zorlanan Babıali ise, öncelikli
olarak paralı askerlerin zulmünü, valiye bildirecek olan her bir knezin
temsilcisinin sürekli Belgrad'da bulunmasını sağlayarak sorunu çözmeye
çalıştı.67 Sekbanların bu duruma karşı aldıkları tedbir, Rumeli'de bulu­
nan Avusturya ve Rusya konsolosluklarından patente almak ve bu şekilde
İ stanbul'dan iyiden iyiye bağımsızlaşarak eşkıyalığa devam etmek şeklin ­

deydi . Patentelerin sahihliğinin kontrol edilmesi v e patente sahibi eşkı­


yanın/sekbanın Osmanlı reayasından biriyle evlenmesinin ve Osmanlı
topraklarından arazi almasının yasaklanmasının yanı sıra68 çalışmamızın
kapsadığı süre boyunca paralı askerlerin eşkıyalığı konusunda alınan di­
ğer önlemleri, sekbanlann devletleştirilmesi olarak özetlemek mümkün­
dür. Bu bağlamda kapı h alkı müesessesi aracılığıyla terhis olmuş ya da
işsiz kalmış69 silahlı nefer nam zetlerini ihata edebildiği ölçüde eşkıyalığı
önleyebileceğine inanan Babıali'nin, 18. yüzyılın ikinci yarısından itiba­
ren hayata geçirdiği uygulamalar genellikle başıboş lcvendlerin istihda-

66 Sırp İsyarn, Kapudanların l 804'dcki idamından hemen sonra nispeten


sakinleşmiş gibi görünse de 1805 senesi başlarından itibaren yeniden
İstanbul'un kontrolü dışına çıkacaktır. Nitekim Belgrad'ın yeni valisi Süleyman
Paşa Habsburg sırnrlarırn bekleyen Sırp asıllı komutanların "Sırp Asileri" tahrik
ettikleri ve yaptıkları propagandayla bölgeyi Osmanlı İmparatorluğu'ndan
kopartmaya çalıştıkları konusunda şikayetlerde bulunmaktaydı. HHStA (Türkei
Il/1 34, Nisan 1804 ve Ocak 1805).
67 Şanizade (2008 :729 vd. ve 826 vd. ) .
68 BOA ( HAT 45588).
69 BOA (CAS 1 1 39) ve Çınar ( 1 999:247).
mına yöneliktir.70 Örneğin 1 8 02'de "cümleden ziyade ehl-i ırz iken"
nizamı bozulan Delil Ocağı neferlerini, içlerine duhul etmiş olan "na­
m'alum eşhas" temizlendikten sonra, valilerin "mansıbları tahammülle­
rine göre birer delilbaşı ve iktizasına göre delil bayraktarı" komutasın­
da sürekli olarak istihdam etmelerini ve iş verilemeyenlerin vilayetlerine
dönerek "kar u kisbleriyle" meşgul olmalarını öngören nizamnamede,
delillerin "'ayan-ı vilayet ve derebeyi ve erbab-ı fasideden olan erbab-ı
tuğyan da'irelerine" girmemeleri karara bağlanıyordu.7ı Ancak çıkan ilk
savaşta "erbab-ı tuğyandan" nefer talep edilmesi cedtd nizamın ortadan
kaldırılması anlamına geliyordu . Babıali'nin, savaş sonrasında birleşerek
serkeşliğe başlayan Arnavutlar, sekbanlar ve deliller konusunda aldığı
tedbirlerden bir diğeri de merkeze karşı oluşan koalisyonu parçalaya­
bilmek için savaş sonrası işsiz kalan Arnavutları vilayetlerine, delilleri ise
örneğin Bağdat'a göndermeye çalışmaktı.72 Fakat Bağdat'a ya da Mısır'a
giden neferler Cezzar Paşa'yı güçlendirirken, memleketlerine göriderilen
Arnavutlar bölgedeki paşalar tarafından zapt edilemiyordu.
Sekbanların, valiler tarafindan daimi olarak istihdam edilerek kontrol
altında tutulmaları konusunda 1. Abdülhamid'den II. Mahmud'a kadar
hayata geçirilmeye çalışılan uygulamalar neredeyse birbirinin aynısıydı.
Örneğin defaatle tekrarlandığı üzere geçimlerinin devlet tarafından karşı­
lanarak, büyük savaş müteahhitlerinin tavassutuyla sekbanların/dağlıların
iskan edilmesinden hiçbir sonuç alınamamıştı.73 Zira mesklın sekbanlar/

70 Seyyid Mustafa Efcndi'nin kaleme aldığı şu satırlar, sadece sckbanların dağlıya


nasıl dönüştüklerini tasvir etmekle kalmaz fakat aynı zamanda İstanbul\ın,
sekbaııbırı istihdam ederek dağlıl::ırdan kurtulma ve hu şekilde ordmunu t::ılıkim
etme hevesini de ortaya koyar. Mustafa Efendi'ye göre sekbanlar "lavıkı üzre
idare olunamayub bila intizam serseri istihdam olunarak luzt'ımu olmadıkça
'ulufclcri kat olunmakdan dağılub, dağlar içinde sakin olurlar ve fürs.h buldukça
fi.ıkarayı rencide etmeğlc lisan-ı nasda dağlu eşkıyası tabiriyle şöhret bulan
nizamsız usat ki da'ima ulufclcri verilüb nizam tahtına idhalleri lazım gclür
ise cengaver bir takım asker olabileceğinden iştibih yokdur." Seyid Mustafa
Efcndi'nin, Alemdar Mustafa Paşa'nın hayallerini süsleyen sekban ordusu önerisi
için bkz. Beydilli ( 1987:44 1 ) .
71 BOA (CAS 44888).
72 TSMA ( E 6200/18).
73 BOA ( HAT 3639/B, 3890/H, 1 1766, 1 1 824). Dağlıların iskanı konusunda
ayrıca bkz. Nuri Efendi (AE 239 : 1 1 7a) ve Ahmed Cevad (TY 4 1 78 :47).
dağlılar çok geçmeden devletin ya da bölgedeki ayanların ihtiyacına
mukabil yeniden işe alınıyordu. Vüzera kanunnamelerinin vazgeçilmez
maddesi olarak göze çarpan valilerin, daha az gelirli bir mansıba atan­
malarıyla, kapılarındaki fazla sekbanlara tezkere vererek zengin mansıb­
larda görev yapan valilerin kapılarına yollamaları ise başarısız olmasma
rağmen İ stanbul'dan taşraya gönderilen emirlerde kendisine sıkça yer
bulmuştu.74 Nitekim gerçekten de bir paşanın ölümüyle ya da azliyle75
kapısmdaki neferlerin serkeşliğe başlaması arasında doğru orantı kurmak
mümkündür. Ancak yeniçeriliğin ilgasını takiben bir kez daha lağvedilen
sekban ve delil ocakları, ayanların gücünün nispeten kırıldığı 19. yüzyılm
ortalarında devletin zaptiye birlikleri tarafindan istihdam edilerek, daimi
olarak meşru şiddet tekelinin bir parçası haline getirilmişlerdir.76
Terhis sonrasında büyük bir artış gösteren ve artık Bclgrad ormanları
ya da Terkos gibi nerdeyse İ stanbul'un içindeki bölgelerde77 dahi ortaya
çıkan iç güvenlik: sorunun halledilmesi aslında krizin ortaya çıkışında baş­
rolü oynayan ayanların görev alanı içindeydi. i ç güvenliğin ayana ihale
edilmesiyle birlikte eşkıyanın daha önce omuz omuza savaştığı fakat savaş
Sonrası bir ayana kapılanabiJcn yo)daş)arına yeni bir iş Sahası açıJıyordu .7N
Fırsatı kaçırmayan mlıtl savaş müteahhitleri/ayanlar ise Babıali'nin tam
da ihtiyacı olduğu vakitte yardımına koşarak mcratib-i silsilede yüksel­
me imkanına kavuşuyordu. 79 Ancak muharebenin esas kahramanları olan

74 BOA ( HAT 33125); Şanizade (2008:826-828); Esad Etcııdi (2000:200-20 1 ) .


7 5 BOA ( HAT 1 699).
76 Barış zamanı birer eşkıyaya dönüşen paralı askerlerin zulmüne karşılık devletin
aldığı önlemler konusunda genel olarak bkz. Oliver ( 1977: 145); Jor�a
(2005 : 1 04); Schınidt (2002: 168); Uluçay ( 1 9 5 5 :74, 77-79, 1 1 7- 1 1 9, 2 1 8 vd . ) ;
Cezar ( 1 965:25 1 -253); Özkaya ( 1983); �:adım (2007b : l 3 5 - 1 36) ve Sönmez
(2006:46-47).
77 I I I . Selim'i, kendi tabiriyle "el aleme mashara eden" İstanbul ve çevresinde
meydana gelen dağlı baskınlarında Babıilli, bölge güvenliğini ayanlar eliyle
sağlamaya çalışıyordu. Bu konuda bkz. BOA ( HAT 2200 ve 7538); Uzunçarşılı
( 1974:640); Raczynski ( 1 980:65 ve 68-69) ve Walsh ( 1 836 c:I1: 1 07-108).
78 İyi bir örnek teşkil etmesi açısından dağlılar üzerine gönderilen Hakkı Paşa'nın
komutasına giren sekbanlar ve ayanlar konusunda bkz. Nuri Efendi (AE
239 : 1 1 7b- l l 8a).
79 Örneğin Tepedelenli Ali Paşa'nın üç tuğlu vezarete yükselişi, tıpkı Tirsinikli
İsmail Ağa gibi, Pazvandoğlu isyanında İstanbul tarafında savaşmasının
sekbanlara savaş sırasında tımar tevcihatı yapılacağına dair verilen sözler
boş çıkmakta ve çoğu zaman muharebe kazanan sekbanlar kendilerini
istihdam eden vezirlerin verdikleri bahşişler ya da kaput, çadır gibi ödül­
lerle yetinmek zorunda kalmaktaydı. 80 Güvenlik krizinin baş gösterdiği
artık olağanlaşan bu tip durumlarda, tıpkı Alo Paşa gibi, yıldızı parlayan
birkaç paralı asker belki de hiç düşünmedikleri kadar çabuk askeri silke
geçip kurdukları bağlantılarla yükselerek, bir anda vezaret gibi ali mev­
kilere ulaşabiliyordu.8 1
İ şsiz kaldıkları dönemde eşkıyalık yaparak Rumeli'nin altını üstüne
getiren paralı asker çetelerinin kontrol altına alınabilmesi için l 790'la­
rın ortalarından itibaren somut askeri önlemlere müracaat edilmeye baş­
lanmıştı. Hakkı Paşa'nın bu dönemde bölgeye defaatle gönderilmesi bu

sonucuydu. Oğlu Veli Paşa'ya ise, dağlılar üzerine ihraç edilirken mirmidnlık
rütbesi verilecekti. Bu konuda bkz. TSMA (D 4082 : l b) Nuri Efi:ndi
(AE 239 :287a-b); Vasıf EfCndi (TY 598 1 : 193a); Hoblıouse ( 1 8 1 3 : 1 1 6);
Pouqueville ( 1 806: 1 75 ) ve Shaw ( 1971 :345 ).
80 Sckbanlara savaş sonrası tımar, zeamet ya da csamc tevcihi yapılacağına dair
tutulmayan sözler için bkz. Öğreten (2002 : 1 25 ) ve TSMA ( D 4082:5b).
8 1 Kariyerine savaş zamanı vüzera kapısında tüfcngcilik, barış zamanı eşkıyalık
yaparak başlayan Kürd Ali zamanla başına topladığı yoldaşlarıyla/haşeratıyla
bazı voyvodalara tüfengcibaşı olarak hizmet vcrmektcylcen, İsmail Muhafizlığına
tayin edilen Cezayirli Hasan Paşa'ya kapılanarak burada tüfengcibaşılığa
yükselir. Hasan Paşa'nın vezirazam tayin edilmesiyle şansı dönen Kürd Ali bir
anda mirmiranlığa atanır. Kurduğu bağlantılarla Koca Yusuf Paşa sadaretinde
çarhacılık yapan Ali Paşa, 1 792 'de sonuçlanan seferin ardından dağlılar üzerine
tayin edilir. Dağlılarla, daiflı istihdam ederek savaşmayı seçen Ali Paşa'nın
başarısızlığı, Gelibolu 'ya sürgünle sonuçlanacaktır. Ancak <_;ciibolu'nun
kendisi için son durak olarak tayin edildiğini anlayarak isyan eden Ali Paşa'nııı
ortadan kaldırılması görevi Anadolu'nun en önemli ayanlarından biri olan
Karaosmanoğlu'na verilmiş olsa da dönemin Anadolu valisi Ebubekir Paşa'nın
araya girmesiyle Ali Paşa affedilerek Karaman valisi tayin edilir. Kürd Ali
Paşa'nın bir sonraki görevi ise yine dağlıları ortadan kaldırmaktır. Aslında kendi
kendisini besleyen sürecin bir özeti olan Kürd Ali Paşa'nın hayatı, Pazvandoğlu
ü zerine gönderilip büyük bir başarısızlığa uğradıktan sonra günah keçisi arayan
Kapdan-ı Derya Küçük Hüseyin Paşa'nın ellerinde, Rahova'da son bulacaktır.
Bu konuda bkz. Vasıf Etendi (İÜKTB TY 598 1 :24a vd. ); HHStA (Türkei
V/23 ); Schlechta-Wssehrd ( 1882:48-49); Erol (20 1 3 : 1 26 ) ve Mehmed Süreyya
( 1 308 c:III:552).
tedbirler arasında ilk akla gelenlerden biridir. Ancak Saray'da, Nizaın-ı
Cedid'in Anadolu'da sağlam bir temel kazandığına dair izlenimin oluş­
maya başlamasının yanı sıra Mısır'daki İngiliz işgalinin 1 8 0 3 'te son bul­
ması82 ve diğer taraftan artık başkenti tehdit eder bir konuma gelen Ru­
meli'deki paralı asker çeteleri, Nizam-ı Cedid'in imparatorluk genelinde
uygulanması hususunda çok daha sert tedbirlerin alınmasına uygun bir
zemin hazırlamıştı. Zeminin uygun olmasına rağmen tedbirlerin haya­
ta geçirilmesinin önünde hala büyük engeller bulunmaktaydı. Örneğin
Kadı Abdurrahman Paşa ile ayan, yeniçeri, delil askeri ve ehl-i tasavvuf
koalisyonu arasında 1 80 3 senesi Aralık ayında meydana gelen Konya'da­
ki çatışma, bu konuda karşılaşılan ilk problemlerden biriydi. 83 Fakat bu
tür sorunlara rağmen III. Selim iktidarının bundan sonraki bölümü ge­
nel olarak İstanbul'un Rumeli'de uyguladığı sert tedbirler ve Rumeli
ahalisinin buna direnişinden kaynaklan::ın çat ı ş ın ::ı larla geçecekti. 84
1 804 Şubat ayında adı konulmamış bir biçimde Nizam-ı Cedid si­
yasetini bölgede uygulamak üzere sabık Londra Sefiri İsmail Ferruh
Efendi'nin Rumeli Beylerbeyliği'ne defterdar olarak atanması, başkent­
teki ordunun anormal bir şekilde silahlandırılmaya başlanması ve Edirne,
Filibe ve Sof)1a'ya gönderilmek üzere 1 60 .000 ton zahirenin İstanbul'dan
nakledilmeye başlanması Osmanlı ordusunun yeni bir sefere çıkmak üze­
re hazırlandığına işaret etmekteydi . Babıali'nin süren savaş hazırlıkları
konusunda kamuoyuna yaptığı açıklama gerçekten de manidardı: Buna
göre yapılan tüm hazırlıklar "dağlıların kökünün kazınması ve Rumeli'de
ebedi huzurun sağlanması" içindi. 85 Zira Talimli Asker Nazırı Hacı İbra­
him Efendi bir taraftan emrindeki orduyu başta Hasköy Dökümhanesi ol-

82 lngram (1995).
83 Uzunçarşılı (197 1 :254 vd. ) .
84 İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Yücel Özkaya, Ali Yaycıoğlu v e Tolga Esmer gibi
önemli araştırmacıların eserleri 11. Edirne Yakası konusunda değerli bilgiler
ihtiva etmekte ve vakanın bir portresini okura sunmaktadır. Vakanın ayrıntılı bir
tasvirini yapmak gibi bir amacı olmayan bu satırların yazarı ise Edirne İsyanı'nı
sadece kendi araştırma konusunun gerektirdiği ölçüde ve mümkün olduğunca
orijinal kaynaklar üzerinden değerlendirmeye çalışmaktadır.
85 İstanbul'daki sefer hazırlıkları o kadar dikkat çekiciydi ki Reisülküttab Raif
Efendi İstanbul'dak.i Habsburg elçisini harekat konusunda bilgilendirmek
zorunda kalmıştı. HHStA (Türkei Il/133, 25 Şubat 1 804) .
mak üzere çeşitli manifaktürlerde üretilen silahlarla teçhiz etmeye, diğer
taraftan da Tirsiniklizade İsmail ile kurduğu ilişki sayesinde Rumeli'de
yeniden huzur ve güveni sağlamaya çalışıyordu. İstanbul ve bir kısım
Rumeli ayanının ortak harekat planına göre Tirsiniklizade İsmail Paşa,
emrindeki ücretli askerlerle, 1 804 Temmuzunda Malkara'yı işgal eden
Dağlı eşkıyasının geri çekilirken izleyeceği güzergahı kapatarak Balkan
Dağları'na sığınmalarını önleyecek, bu sırada İstanbul'dan sevk edilen
birlikler de İstanbul-Edirne arasındaki bölgeyi eşkıyadan temizleyecekti.
Aynı dönemde Tepedelenli Ali Paşa'nın, oğlu Muhtar Paşa aracılığıy­
la Mora'da huzursuzluk çıkartan ücretli asker çetelerini kontrol almaya
başlaması da ayrıca dikkat çekicidir. Fakat Tepedelenli Ali Paşa söz konu­
su grupları "etkisiz hale" getirmek yerine kendi kapısına dahil ediyordu .
1 8 04 Martında 6.000 kişilik bir paralı asker grubunun Yanya Sultanı'nın
ordusuna katılması ve Paşa'nın Fransa'dan yüklü miktarda silah ve mü ­
himmat ithal etmesi, Başkent'te Ali Paşa'nın bağımsızlığa bir adım daha
yaklaştığı yorumlarının yapılmasına sebep olmaktaydı. Zira Tepedelenli
Ali Paşa kontrolündeki Mora, Tirsiniklizade ve İstanbul'dan gönderilen
birlikler arasında sıkışan Dağlılar/ücretli asker çeteleri için sığınılabilecek
güvenli bir liman haline gelmişti.86 Uygulamaya konulan bu yeni siyaset
1 804 senesi sonlarında ilk sonuçlarını vermeye başlamıştır. Tirsiniklizade
ve Saray'a bağlı orduların yaptıkları ortak harekatlarla, devrin önde gelen
ücretli asker lideri Kara Feyzi, Edirne'den firar etmek zorunda kalmış
ve Yılıkoğlu Süleyman 'a bağlı çeteler kontrol altına alınmıştı. Bir diğer
önemli askeri müteahhit olan Gümülcine Ayanı Tokatçıklı Süleyman ise
Tirsiniklizade İsmail tarafından yakalanarak idam edilmişti. 87
Ancık l SOS senesi Şubat ayı içerisinde, d al1J önce bölgeden firar et­
mek zorunda kalan Kara Feyzi'nin adamlarını başına toplayan Bnrgazlı
Kadri Ağa bir kez daha İstanbul'a saldırdı. Yaklaşık bin kişilik bir ücret­
li asker çetesiyle Çorlu ve Silivri'yi yağmalayan Kadri Ağa'yı karşılamak
üzere bir kez daha ağır silahlarla donatılmış Osmanlı ordusunun Davud
Paşa Sahrası'na naklolunması, baharla birlikte İstanbul-Edirne hattının
yeniden savaş alanına döneceğine işaret ediyordu. Zira aynı dönemde

86 HHStA (Türkei Il/ 1 3 3 , Nisan 1 804).


87 Babıali bu noktada Tirsiniklizadc ve Yılıkoğlu arasındaki gerilimi kendi lehine
kullanıyordu. Ö zkaya ( 1 98 3 :96) ve HHStA (Türkei II/ 1 34, Eylül 1 804) .
Niş'de bulunan Kara Feyzi de Kadri Ağa ile buluşmak üzere hareke­
te geçmişti. 88 İstanbul ve Edirne arasındaki haberleşmenin tamamıyla
kesilmesine sebep olan gerginlik yaklaşık bir sene sonra, Mart 1 8 06'da
Bibıali'nin bir kez daha Rumeli ayanı ile anlaşması ile beraber son bul­
du. Kapısında beslediği 1 0 - 1 2 .000 kişilik orduyla harekete geçen Serezli
İsmail Bey'in kontrol altına aldığı bölgede gayrimüslimlerin silahlarının
toplatılması Nizam-ı Ceüıd idaresinin, sosyoekonomik ve sosyopolitik
alanlardaki yapısal problemlerin bir sonucu olan Sırp İsyanı'na benzer
bir ayaklanmanın bu bölgede de çıkmasından endişe ettiğine delalet et­
mektedir. Her ne kadar İstanbul ile Edirne arasında kalan bölgenin gü­
venliği kısmen sağlanmış olsa da Burgazlı Kadri Ağa sığındığı Burgaz
ve çevresini tahkim ederek yine terör estirmekte, Serezli İsmail Bey'in
"barış" tekliflerini geri çevirmekteydi.89 Durumun biraz olsun lehine
döndüğü bu noktada Babıili, Rumeli'deki paralı asker çeteleri sorununu
kesin bir şekilde çözüme kavuşturmak için bölgede Nizam-ı Cedid'in
uygulanmasına karar verdi . Bölgeyi hem karadan hem de denizden ku­
şatma altına alarak Nizam-ı Cedld'in öngördüğü siyaseti Rumeli'de de
hayata geçirmeye çalışan saray idaresi, harekat konusunda ciddi sıkıntılar
çekmekteydi. Osmanlı donanmasının levend topladığı en önemli askeri
işçi pazarı ( military labour market) olan Adalar' daki reayanın, daha önce
Osmanlı ordusu tarafından istihdam edilen neferlerin ücretlerinin öden -
memesi sebebiyle sadece yabancı bandıralı gemilere tayfa olarak yazıl­
ması Osmanlı donanmasının harekete geçmesinin önündeki en önemli
engeldi. Askeri işgücü konusunda kara ordusundaki durum ise donan­
mada yaşanan sıkıntının tam tersiydi. 1 806 Nisan ayı başlarından itiba­
ren Anadolu'dan İstanbul'a gelen küçük birliklerin Boğaz'ı geçtikleri

gözlemlenirken, 12 Nisan'da Üsküdar ve Levent Çiftliği'ndeki kışlalarda


bulunan Nizam-ı Cedld ordusu, süvari ve topçularıyla beraber Rumeli 'ye
doğru harekete geçmişti. Haziran ayı içerisinde de Kadı Abdurrahman
Paşa komutasındaki 1 0.000'i aşkın neferden müteşekkil Nizam-ı Cedld
gücü başkente ulaşmıştı. Son derece gizli yürütülen harekat konusunda­
ki ilk tahminler, ordunun Sırp isyancılar üzerine gönderileceği yönün­
deydi . Fakat zamanla harekatın büyüklüğü ortaya çıkmaya başladığında,

8 8 H HStA (Türkei II/ 1 36, Şubat-Mart 1805) ve Esmer (2009:296 vd. ) .


8 9 HHStA (Türkei II/1 38, Mart 1 806).
ordunun "herkes tarafından nefret edilen Niza.m-ı Cedid'in, imparator­
luğun Avrnpa'daki bütün şehirlerine cebren tatbik edilmesi için" hazır­
landığı anlaşıldı. İstanbul adeta, iktidarını kaybettiği B alkan topraklarını
yeniden fethe hazırlanmaktaydı. Bu arada Sırp isyancıları da unutmayan
Babıali, çatışma halinde bulunduğu Burgazlı Kadri Ağa ile anlaşıp kapı­
cıbaşılık rütbesine atadıktan sonra Sırplar üzerine göndermişti. Öyle ki
Sırp İsyanı'nın artık şekil değiştirerek anti-Osmanlı ve anti-İslami bir ton
taşımaya başladığı dönemde, Rumeli'yi tamamıyla kontrol altına almaya
çalışan Babıali'nin Kadri Ağa'ya, birkaç ay ewel eşkıyalık yapmakla suçla­
nan ücretli askerlerinin gündeliklerini ödemesi için 1 5 0 . 000 kuruş gön­
dermesi ve Sofya'daki isyana müdahale etmesi için güçlü bir ücretli asker
ordusuna sahip Buşatlı ailesinin görevlendirilmesi, Osmanlı merkezi ida­
resinin imparatorluk taşrasındaki iktidarının, kurduğu ve yürütebildiği
koalisyonlar kadar güçlü olduğunu göstermektedir.90
Alınan bu önlemler, diğer taraftan, Nizam-ı Cedid ricalinin başkent
ve daha da önemlisi saray güvenliğini tehdit eden Dağlıları hizaya çek­
mek konusundaki kararlılığının birer yansıması olarak da görülebilir. Kadı
Paşa komutasında Davud Paşa Sahrası'nda toplanan büyük ordunun, se­
fer güzergahı üzerinde gerçekleşmesi beklenen katılımlarla 40.000 kişiye
ulaşması bekleniyordu. Bunların yanı sıra yine Kadı Paşa komutasında
yürütülen 1 8 04'teki operasyonda Rumeli'ye sevk edilen Nizam-ı Cedid
ordusuna bağlı süvari birliklerinin bir kısmı Çorlu'da ve piyadeler de
Tekirdağ'da bırakılmıştı. Nizam-ı Cedid birlikleri olarak sefer güzergahı
üzerindeki menzillerde kurulacak kışlalarda talim etmesi planlanan yeni
ortaların insan kaynağı bölge ahalisinden ve devlet kulluğunu kabul etmiş
olan Dağlılardan oluşacaktı. Rumeli'deki vi!ayctlerin Nizam-ı Cedid'in
öngördüğü idari ve ekonomik yapı zemininde yeniden örgütlenmesi ve
bu bağlamda orduda yeni bir organizasyonun hayata geçirilmesi, bu ka­
rara zemin oluşturan en önemli faktördü .91 Kadı Abdurrahman Paşa'nın,
İstanbul'da dahi ahali ve yeniçeriler arasından muhalif sesler yükselme­
sine sebep olan talimli ordunun ve buna bağlı sosyopolitik ve sosyoe­
konomik yapının kurulması planını Rumeli 'ye doğru genişletmek için 9
Temmuz 1 806'da harekete geçmesi, Rodoscuk ve Edirne'den Tuna'ya

90 HHStA (Türkei II/1 38, 25 Nisan 1 806).


91 HHStA (Türkei II/1 38, 10 Haziran 1 806).
kadar uzanan sahadaki, Tirsiniklizade dahil olmak üzere, bütün ayanları
tedirgin etmeye yetmişti. Tirsinikli İsmail'in "erbab-ı fesad"a dönüşmesi
üzerine safların iyice keskinleştiği bir ortamda Babıali, Tepedelenli Ali
Paşa'yı da Edirne'ye müdahale etmeye çağırmıştır.92 Rumeli'de Nizam-ı
Cedid gücünün günden güne artması, ücretli asker ordularına hükme­
den bölge ayanlarını, kağıt üzerinde çok sayıda talimli nefer ihtiva eden
bir orduyla çatışmaya girmeksizin askeri harekatın önlenmesine yöne­
lik tedbirler almaya yöneltmişti. Lojistik imkanları ellerinde bulundu­
ran Rumeli ayanının önemli bir kısmının, iktidarlarını fiilen ve hukuken
sona erdirecek Nizam-ı Cedid'e karşı savunma pozisyonuna geçmesi en
hafifinden Kadı Abdurrahman Paşa'nın komutasındaki büyük ordunun
ikmal rotalarının kesilmesi anlamına geliyordu. Nizam - ı Cedid ricali bir
ordunun ihtiyaçlarının, büyüklüğüyle doğru orantılı olarak arttığını bi­
rinci elden öğrenmek üzereydi.93
Edirne esnafı ile organik ilişkileri bulunan yeniçerilerin, İr:id-ı
Cedid'in öngördüğü mali sistemde önemli bir yere sahip olan ipek ve
şarap vergilerini kaldırarak Rumeli ayanına katılması, çatışmanın sade­
ce askeri dönüşümle bağlantılı olmadığını ortaya koymaktadır. Edirne
Sarayı'nı basarak ağır silahları ele geçiren yeniçeriler, bunları İstanbul
yolu üzerine yerleştirmişlerdi. Cedid nizamdan hoşnut olmayan ahalinin
de katılımıyla, sayıları Üzerlerine gelen orduya denk bir rakama ulaşan
gayrimemnunlar kitlesi çatışmayı göze almış durumdaydı. Bunlara ek
olarak B ulgaristan ve Sırbistan'da da Edirne'dekine benzer bir direni­
şin varlığına dair haberlerin başkente ulaşması, rical ve Saray'ın Nizam-ı
Cedid'i Rumeli'de uygulamaya dönük planlarında bir değişildik yapma­
dı. Zira 6 Ağustos 1 8 06'da Çorlu'ya gitmek üzere Babaeski'den ayrıl­
ması istenen Kadı Abdurrahman Paşa, Tirsiniklizade'nin de aralarında
bulunduğu Nizam-ı Cedid karşıtı koalisyon güçlerini yenilgiye uğratmış
ve bu başarısı dolayısıyla idaresindeki bölgelere ek olarak İçel Sancağı da
kendisine tevcih edilmişti.94 Bu arada Kadı Abdurrahman Paşa'nın em­
rindeki kuvvetler de takviye edilmekteydi. Bolu'daki Nizam-ı Cedid orta­
sının başında bulunan bölge ayanı, Cabbarzade'nin kontrolündeki Sivas

92 İÜ KTB (TY 6975 :28a) .


93 HHStA (Türkei II/138, 1 0 Temmuz 1 806).
94 İÜKTB (TY 6975:24a) ve HHStA (Türkei Il/1 38, 25 Temmuz 1806).
eyaletlisi, bir diğer Nizam-ı Cedid bölgesi olan Ankara müteselliminin
taze neferleri ve İstanbul'dan yola çıkartılan yeni silah ve mühimmatlar
Abdurrahman Paşa'nın komutasındaki orduyu sürekli besliyordu . Söz
konusu kararların alındığı 18 Ağustos 18 06'da I I I . Selim'in katılımıyla
gerçekleşen meşverette yapılan tartışmalara dair bir belgeye ulaşılamamış
olsa da Kadı Paşa'nın Rumeli seferi ve Rusçuk Ayanı Tirsiniklizade'nin
"şüpheli" ölümü, toplantı gündemindeki en önemli konular olmalıydı.
Dağlı eşkıyasına/ücretli asker çetelerine karşı bir önlem olarak Nizam-ı
Cedid'in Rumeli' de tatbiki kararının ardından saf değiştirdiği anlaşılan
ve Ahyolu, Burgaz ve Karaburun bölgesinde başlayan direnişe destek
veren Tirsiniklizade'nin ölümü, gayrimemnunlar kitlesini en azından
psikolojik olarak zayıflatırken Saray'ı ve taraftarlarını güçlendirmişti.
Muhalefetin temel direklerinden biri olan Tirsinikli İsmail'in ölümüyle
beraber Edirne yeniçerilerinin de kontrol altına alınabileceğini düşünen
Saray ve Nizam-ı Cedid ricali, Kadı Paşa'ya yeniden saldırı emrini verdi.95
Emrindeki ordu her ne kadar takviye görmüş olsa da Kadı Abdur­
rahman Paşa'nın yaptığı ikinci sefer birincisinden daha başarılı değildi.
İkmal yollarını kontı·ol edemeyen Abdurrahman Paşa'nın, her ne kadar
çevre bölgelerden gerekli iaşeyi temin edebilse de İstanbul ile bağlan­
tı kuramaması, orduda ciddi boyutlara ulaşan silah ve mühimmat ek­
sikliğinin oluşmasına sebep oluyordu. Gerçekten de silahı olmayan
bir orduda "hafazan Aıta.h asker çok olmak ne fa'ide ider" . Hasköy ve
Dimetoka'dan gelen isyancıların bir taraftan ve Edirne ahalisinin diğer
taraftan Nizam-ı Cedid birliklerini sıkıştırmasıyla Kadı Abdurrahman
Paşa Çorlu tarafina çekilmek zorunda kalmıştı . Fakat Kadı Abdurrahman
Paşa'nın Edirne üzerine yürüdüğü esnada Çorlu bir kez daha Nizam-ı
Cedid aleyhtarlarının eline geçmişti. Bu durum Abdurrahman Paşa'nın
etrafindaki çemberin gün geçtikçe daraldığına işaret. etmekteydi. Arabu­
luculuk ve istihbarat faaliyeti için gönderilen "takım takım tebdiller" ve
Edirnelilerin gönderdiği mahzarlardan anlaşıldığı kadarıyla Kadı Abdur­
rahman Paşa'nın bölgede yaptığı zulüm, iki tarafın ortak bir noktada bu­
luşmasının önündeki en büyük engeldi. Zira Edirneliler "Abdurrahman
Paşa'dan gayrı kim olur ise elli bin asker ile gelse kabul ideriz" demektey-

95 HHStA (Türkei II/1 39, 25 Ağustos 1 806) .


di.96 Sırbistan'daki görevinin ardından Anadolu valisi olarak tayin edilen,
sabık Rumeli valisi Ebubekir Paşa'nın yoldan geri çevrilerek Edirne'ye
gönderilmeye çalışılması da bu sebepleydi.97
Artık zahire konusunda da ciddi bir sıkıntı yaşamaya başlayan Nizam-ı
Cedid birlikleri isyanın bastırılması bir tarafa yayılmasını bile önlemekten
aciz durumdaydı.98 Çorlu yakınlarındaki çarpışmada verilen ağır kayıplar
ve Nizam-ı Cedid ordusunun karadan bütün ikmal yollarının kesilmiş ol­
ması Kadı Paşa'nın Silivri'ye çekilmesine sebep olmuştu. Bolu voyvoda­
sının, Ayvalık'ta başlayan isyanı bastırdıktan sonra, bölgeye ulaşması ve
topçu ocağı ve bostani tüfengçilerinden müteşekkil 1 .000 nefer taşıyan
iki korvetin bölgeye gizlice gönderilmesi çatışmanın gidişatında büyük
bir değişim meydana getirmeyecekti . Son çatışmaların ardından Bergos
ve Saray gibi kazaları ele geçiren Kadı Paşa, denizden de tazyik ve tak­
viye edilmesine rağmen Tekirdağ'ı kaybetmişti.99 Bu sırada Tekirdağ ve
Çorlu'ya "aman kağıdları" ile gönderilen Serezli İsmail Bey'in kapı çu­
hadarının barış girişimleri de sürmekteydi. 1 00 Artık sadece deniz yoluyla
Bandırma üzerinden yapılacak nakliyata1 0 1 bağımlı kalan Kadı Paşa'dan
ümidi kestiği anlaşılan III. Selim, Silivri'yi tahkim etmeye ve İstanbul'da
me\'CUt topçu, arabacı ve humbaracı ocakları neferitına tüfek dağıtmayı
düşünmeye başlamıştı. uıı Nizam-ı Cedid ordusu, Malkara, Keşan, Saray,
Uzunköprü, Vize'de üstünlük kurarken, Tekirdağ'da dağlılar, Çorlu'da
sabık Edirne Ayanı Mahmud Ağa, Edirne'de ise Dağdevirenoğlu kont­
rolü ele geçirmişti . 1 03
Kadı Abdurrahman Paşa'nın başkente gönderdiği yaralılar İstanbul­
luların tedirginliğini bir kat daha artırıyordu. İstanbul'a bir saat mesafede
bulunan köylerde yaşayan ahali, artık top seslerinin duyulduğu başkente
göç etmişti. Nizam-ı Cedid taraftarı üst düzey ulemadan birkaç ailenin
zamanı geldiğinde İstanbul' dan kaçmak için gizli bir şekilde, Habsburg

96 İÜ KTB (TI 6975:27a).


97 İ ÜKTB (TY 6975:27a-b) .
98 İÜ KTB ( TI 6975:24b ve 26a-b).
99 İ Ü KTB (TI 6975:29a-30b).
100 İÜ KTB (TI 6975 :32a-33b).
101 İ Ü KTB (TI 6975:28a).
102 İ Ü KTB (TI 6975 :30b).
103 İ Ü KTB (TY 6975 :3 la-b ) .
elçisinin de yardımıyla, bir Avusturya tüccar gemisini kiralaması ve önde
gelen Müslüman ve Rum ailelerin de benzer hazırlıklar yapması baş­
kentteki psikolojiyi net bir şekilde gözler önüne sermektedir. Nitekim
Tirsinikli İ smail'in yerini alan kahyası Alemdar Mustafa'nın da "Nizam-ı
Cedid'in yeminli bir düşmanı olarak cedid uygulamaları önlemek için
var gücüyle çalışacağını açıklaması" İ stanbul'daki korkuyu körüklüyor­
du. Bütün bu olup bitenlerin ardından geri adım atmak zorunda kalan
III. Selim, bölgeye gönderdiği arabulucularla bir orta yol bulmaya çalış­
maya başlamıştı . Daha önce Rumeli'de süklıneti sağlamakla görevlendi­
rilen, fakat Nizam-ı Cedid'in tatbiki kararının ardından isyan bayrağını
açan Serezli İ smail Bey'in affedilmesi ve Kadı Abdurrahman Paşa'nın
İ stanbul'a geri çağrılması padişahın isyancılara vermek durumunda kal­
dığı en önemli ödünlerdi. 1 04 Fakat bunlar da isyancıların yatışmasına yet­
meyecekti. 1 806 Ekiminde Burgaz Ayanı Kadri Ağa ve kapı halkı yeniçe­
rilerin kontrolündeki Edirne ile İ stanbul arasındaki yolun kontrolünü bir
kez daha ele geçirmişti. Osmanlı başkentinin, imparatorluğun Avrupa
topraklarıyla ilişkisine büyük bir darbe indiren bu yeni gelişme, yeterli
miktarda temel tüketim maddesinin başkente ulaşmasını engelliyordu.ıos
Genel olarak Rumeli ve özel olarak Edirne' dekine benzer bir isyanın, te­
mel tüketim maddelerinden yoksun kalan İ stanbul'da da başlaması artık
an meselesiydi.
Edirne yeniçerilerinin katılımıyla farklı bir boyuta taşınan isyan ha­
reketinde başrolü, Osmanlı-Romanov-Habsburg mücadelesinin sona
ermesinin ardından işsiz kalan ücretli askerler oynamıştır. Dolayısıyla
dağlı isyanlarının devamı olarak da görülebilecek Edirne Vakası biraz
da ücretli askerlerin emir-komuta zincirinin ima ettiği mutlak iktidarın
bir nesnesi haline getirilmesi için uygulanan siyasetin sonuçlarından bi­
riydi. Nizam-ı Cedid ricalinin isyanla sonuçlanan bu projesine mukabil,
ayanlar ürettikleri alternatif stratejilerle ücretli askerlerle kabul edilebilir
bir iktidar ilişkisi kurmayı başarmıştı. Nitekim geçimlerini sağlamak106

104 HHStA (Türkei II/1 39, 10 Eylül 1 806).


105 HHStA (Türkei Il/ 1 39, 25 Ekim 1 806).
106 Örneğin Pazvandoğlu üzerine yürüyen Osmanlı ordusunun sağladığı daha iyi
şartlar ve ücretler için Pazvandoğlu'nu terk ederek, 1 .200 neferle Belgradcık
muhafızının hizmetine giren 6 adet Arnavut sekban bölükbaşısı için bkz.
ve nam almaktan1 07 başka kendilerine hakim olmalarını gerekli kılacak
motivasyondan uzak neferlerin kontrolü, günlük t:llimle yaşam coşku­
su ( libido) iğdiş edilmiş askerlerinkinden hiç şüphesiz çok daha zordu.
Sekbanları bir arada tutarak itaate zorlayacak ne ortak bir dinleri ya da
vatan sevgileri vardı, ne de modern ordunun kesin çizgilerle belirlen­
miş bürokratik ast-üst ilişkisi. Zira yeniÇerileri andırırcasına yoldaşlık/
kardeşlik esasına dayalı sekban birliklerinde her bölüğün bir başı olsa da
bunlar nizami orduda görev yapan subaylardan farklı olarak daha çok
eşitler arasında birinci olan neferlerdi. 1 08 Bu bağlamda ayanların, disipli-

BOA (HAT 2094). Bu konuda aynca bkz. TSMA (D 4082:2b) ve Anscombe


(2005:9 1 ) . Savaşın başladığı ve yayıldığı alanlara doğru kendiliğinden büyük
bir paralı asker akışının olması ise bu dunımun en önemli göstergelerinden
biridir. Ancak genel ordu organizasyonu açısından bu göç, modern
savaşın doğasına tamamen ters olan, hesaplanamaz bir asker yoğunluğunu
beraberinde getirmekteydi. Ordu iaşesinde ve düşman karşısında alınan
pozisyonda dengesizlik yaratan bu durum sadece düzenli tayinat alamayan
neferlerin ahaliye zulmetmesine sebep olmakla kalmıyor, aym zamanda taktik
organizasyon açısından da zaaf yaratıyordu . Osmanlı idaresinin bu duruma
tepkisi ise "me'muriyeti ve tezkeresi" olmayanların savaş bölgesine gitmelerini
yasaklamaktan ibaretti. "Ecnebi askerin [ sekbanların] şiraze-i nizam-ı
memleketin ihtililini müstevcib" olan savaş alanlarına akınımn önlenmesi
konusunda bkz. BOA (C. Dahiliye 1 320 ve 1 5 552); TSMA (E 6200/1 7);
Schmidt (2002 : 1 97 ) .
107 Örneğin Arab Ali diye çağrılmasına içerleyen Çiftçibaşı Mahmud belgelerde
şöyle dile gelmekteydi " . . . benim ismim yok mudur, niçün Arab Ali diye
çağırıyorsunuz? Ben ki bir yiğitlik edüb namım söylenmek içlin canımı ağızıma
aldım, düşrnanın i�·ine vardım, yine herkes Arab Ali dcylı çağırıyorlar. . . "
Menemencioğlu Ahmed Bey ( 1997:63-64).
108 Sekban birliklerinin çok net çizgilerle belirlenmiş bir organizasyon
yapısı olmasa da bir sekban bayrağı altında genellikle elli ila yüz nefer
bulunmaktaydı. Binbaşılar birden fazla bölükbaşının bulunduğu büyük sekban
ordularına komuta ederken, her bir bayrağın altında bir alemdar ve bir çavuş
bulunmaktaydı. Türkçe bilmeyen sekbanlardan, ( Potkalı Kazaklar gibi) oluşan
bölüklerde ise birer tercüman bulunmaktaydı . Maaşları, toplayabildikleri
nefer saysına göre belirlenen bölükbaşılar genellikle on beş ila yirmi beş kunış
maaşla ücretlendirilirken -ki aylıkları dunıma göre 200 kuruş gibi astronomik
rakamlara ulaşabiliyordu-, alemdar ve çavuşlara/odabaşılara neferlere yapılan
ödemenin iki katı maaş verilmekteydi. Binbaşının aylığı ise normal şartlar
altında 250 kuruş civarındaydı. Sekban subaylarının aldıkları maaşların tıpkı
nin ne demek olduğundan habersiz sekbanların, başta emre itaatsizlik ol­
mak üzere, ordudaki disiplinsiz davranışlarına göz yummaları doğaldı.109
Ayanların istihdam ettikleri paralı askerleri kontrol edebilmek için en

sık uyguladıkları strateji farklı bölükleri, tüfengcilere karşı deliller ya da


sekbanlara karşı Arnavutlar gibi, birbirlerine karşı denge unsurn olarak
kullanmaktı. 1 1 0 İstihdam edilen neferlerin farklı inançlara sahip olması
ise ayanların kapı halklarında ve bunları devşirdikleri nüfuz bölgelerinde
uyguladıkları, İstanbul'da inşa edilmekte olan ortodoksinin tam da karşı­
sında yer alan pragmatik tolerans siyasetinin en temel sebebiydi. 1 1 1 Nite­
kim kapı halklarında sadece itaat arayan ayanlar muti neferleri, kapılarım
parçalayacak İslami bir meşruiyetten ziyade geleneksel bir baba gibi sert
cezai tedbirler ya da şefkate varan bir sevgiyle yaratmaya çalışıyordu. 1 1 2
B u bağlamda istihdam ettikleri neferlerin dinlerinin, firari ya d a suçlu
olup olmamalarının ayanlar açısından hiçbir önemi yoktu. 1 1 3

neferlerde gözlemlendiği üzere aslur-i ştihdııe subaylarının ücretlerinden


genellikle daha düşük olduğu da yeri gelmişken belirtilmelidir. Bu konuda
bkz. BOA ( HAT 2062, 2692/C); ( CAS 1 3 0 1 , 2 1 79 1 ); Pouqueville
( 1 806:47); Schmidt (2002 : 1 98 ve 202); Cczar ( 1 965 :360); Fahıny ( 1 997:85)
ve Rafeq ( 1 975 :284-285). Bağımsız çalışan binbaşı ve bölükbaşıların dışında
Babıali için sekban ya da ncjzr-i tinım askeri toplayan çavuşlar, diğerleriyle
karşılaştırıldığında çok düşük harcırahlarla iş görmekteydi. Bu konuda bkz.
BOA ( KK 2383:7).
109 Bu konuda bkz. BOA (HAT 3739 1/J).
1 10 Örneğin 10.000'in üzerinde adamı olan Cezzar Ahmed Paşa, tıpkı Tepedclenli
Ali Paşa gibi, İstanbul'un zapt edemediği "bu kadar Arnavud eşkıyasını" tam
da bu şekilde kontrol etmekteydi. TSMA (E 4029: lb ve 4a) \"C Pouqucvillc
( 1 806:84). Aslında 1 8 . yüzyılda şehirlere akın eden silahlı göçebeleri ve
köylüleri kontrol altına almak için iktidarsız valilerin kullandığı yöntem de
ayanlarınkiyle aynıydı. Bu konuda ayrıca bkz. Menemencioğlu Ahmed Bey
( 1997:50) ve Masters ( 1 994:356).
l ll Tepedelenli Ali Paşa, Pazvandoğlu, Çapanoğlu, Cezzar Paşa gibi kapılarında
pek çok Hıristiyanı istihdam eden ayanların dini tolerans konusundaki
hassasiyetleri için bkz. Skiotis ( 1971 :22 1 ve 1 975 : 3 16); HHStA (Türkei
V/23).
l l2 TSMA ( E 4029:6a-b).
1 13 Firar1lerin ve dağlıların Tepedelenli Ali Paşa'ya sığınmaları konusunda bkz.
TSMA (E 7014/224) Rumeli ayanının İstanbul'la olan mücadelelerinde bir
Her ne kadar vezirler, ayanların kullandığı işgücü havuzundan dö­
nemlik sekban istihdam etseler de vüzera kapıları114 ile ayan kapıları ara­
sında dini toleransın dışında da dikkat çekici farklılıklar vardı. Ayanların
kapı halklarını yanlarında bulunan Avmpa devletlerinin maslahatgüzarları
aracılığıyla yakından takip ettikleri fennin son ürünü silahlarla donatma­
ları ve belki de en önemlisi, tıpkı Niza.m-ı Cedid ordusunda/padişah
kapısında olduğu gibi, Avrupa'dan yabancı uzmanlar ve talim subayları
transfer etmeleri, onları vüzeranın önemli bir kısmından ayırmaktaydı.
Dolayısıyla ayanlar sadece idari ve mali açıdan değil, fakat aynı zaman­
da İstanbul'da katiplerin sözcülüğünü yaptığı mahfillerde bir medeniyet

enstrüman ofarak kullandıkları dağlılar ile kurdukları ilişki konusunda ayrıca


bkz. TSMA (E 701 4/26) ; Vasıf Efendi (TY 598 1 :80b); Kıran ( 1993: 1 5- 16)
ve Erol ( 2 0 1 3 : 1 26 ) .
1 14 Örneğin Osman Paşa'mn kapısında bulunan 3.966 nelerden l .608'i delil,
470'i tüfrngci, l .744'ü ise sekbandı. Bu bağlamda neredeyse yarısını "faidesi
olmayan" mevsimlik sekbanların oluşturduğu vüzera kapılarında ahengi
ve itaati sağlamak imkansız hale gelmekteydi. Zira "üç beş dirinti Osmanlı
askeri"ylc savaşa giden vezirler istihdam ettikleri bölükbaşılara söz geçirmekten
acizdi. Önce devlet tarafından affedilip mekulat \'e meşrubatı devlet tarafından
karşılanarak yerleştirilen dağlı eşkıyası/Pazvanoğlu'nun sergerdesi Kara
Mustafa, Mısır Harbi'nde, Mısır Valisi Ali Paşa tarafından istihdam edilecek
ve fakat "başındaki sekiz yüz nefer dağlı uşağıyla" eşkıya takibi bahanesiyle,
muhtemelen yağma için, emre itaatsizlik ederek görev yerini terk edecekti.
Aynı kapı halkının içinde yer almış olan diğer nefi:rlerin, emre itaatsizlik
dolayısıyl:ı savaştıkları dağlılara ya da eşkıyaya/dostlarına/yoldaşlarına yardım
etmeleri ise vezirler açısından artık olağan bir dunınıdu. Bunun yanı sıra
vezirler normalden fazla nefrr/sckban istihdam ettikleri sayaş düncmlcrinde
ciddi finansman sorunlarıyla karşılaşıyorlardı. Bu gibi durumlarda genellikle
İstanbul'dan para talep eden vezirler, arzuhallcrine cevap alamadıklarında
tanıdıkları diğer vezirlerden ya da Eflak ve Boğdan voyvodalarından borç
almaya çalışıyorlardı. Zira ücretlerini zamanında alamayan sekbanların
bölükbaşlarını ateşe verip, vezirleri m uhasara etmesi ya da Edirne'yi dahi
yağmalamaya kalkışması olağan bir durumdu. Ancak sekban istihdamını
bahane ederek, irtikap yoluyla fazladan para kazanmaya çalışan ya da sekban
ücretlerini ahaliye yükleyerek bölgeyi yağmalatan vezirlerin de bulunduğu bir
gerçektir. Bu konuda bkz. BOA (HAT 1 785, 1965, 2062, 2 1 37, 3035/A,
3639/B, 3890/H, 392 1 ); TSMA (E 1 903, 70 1 4/229, 7 1 9 5 ) ve Uzunçarşılı
( 1 942a: l09 ) .
projesi olarak tartışılan batılılaşma/modernleşme söyleminde de Saray'a
rakip olmaktaydı .
Sekban-ı Cedld işte bu rekabetin kısa süreli de olsa ayanın üstün­
lüğüyle sonuçlandığı durumlardan biriydi. Nitekim "bir kaç hatt-ı
hümayılnla ancak savaşa giden devletlülerin"1 15 Alemdar Paşa'nın çağrı­
sıyla derhal İstanbul'a gelmeleri ve yapılan meşveretin ardından kumlan
Sekban-ı Cedld Ocağı gerçekten de askeri açıdan sadece taşra vezirleri­
nin 1 1 6 değil, sekban ordularının da Babıali karşısındaki gücünü ortaya
koymaktadır. Zira Sekban-ı Cedid O cağı'nın kurulma kararının resmi
olarak açıklandığı Kağıthane'de toplanan meşveret, o kadar geniş kap­
samlı tutulmuştu ki toplantıda imparatorluğun belli başlı ayanlarının/
vezirlerinin yanı sıra çok sayıda namlı sekban bölükbaşısı ve binbaşısı da
hazır bulunınaktaydı. 1 17
Nizam-ı Cedid'in aksine devlet teşkilatında sekizinci ocak olarak tuğ
alan 1 1 8 Sekban-ı Cedid, ayanların kapılarında besledikleri paralı askerlerin
devletleştirilmesinden başka bir şey değildi. Aslında Babıali'nin, sekban­
ların kontrol altına alınması konusunda 1 8 . yüzyıl sonlarından itibaren
aldığı tüm kararlar, az önce belirtildiği üzere paralı askerlerin daimi ola­
rak istihdam edilerek devletleştirilmesi yönünde olsa da 1 80 8 'de Alem­
dar Mustafa Paşa tarafından yaratılan fiili durumun sonucunda idari
açıdan meşrulaşan sekbanların kontrolü Saray'a değil, fakat sadrazam­
lık makamında bir ayanın oturduğu devlete geçmekteydi. Bu bağlamda
kendilerine ait olan neferleri bir gecede, belgelerde ısrarla vurgulandığı
üzere, devlet askeri1 19 yaparak sınıf atlatan ayanlar, alınan kararlarla bes­
ledikleri sekbanların ekonomik ağırlığından da kurtulmaktaydı . Nitekim

l l 5 Şanizade (2008 :64-67).


1 1 6 Osmanlı belgelerinde bu kavram ayanlıktan vezirliğe yükselmiş olan paşalar
için kullanılmaktadır.
1 1 7 "Ekser gene ve kara sakallı"ların katıldığı söz konusu meşveret için bkz. Erol
(201 3:210-2 1 1 ); Beyhan (2007:245vd.) ve Bastclberger ( 1 874: 58).
118 Osmanlı askeri teşkilatında mevcut olan ocaklar yeniçeri, cebeci, topçu,
toparabacı, kapıkulu süvarileri / altıbölük, bostancı ve tersaneydi. Bunlara
ek olarak Sekban-ı Cedid Ocağı'na tuğ verilmesi konusunda bkz. Şanizade
(2008 : 108); Derin ( 1973a:253) ve Uzunçarşılı ( 1942a:l44).
ll 9 Söz konusu kavram doğrudan Sened-i İttifak'tan alınmıştır. Sened-i İttifak
metni için bkz. Akyılclız (2004a).

48
artık bir kazadan toplanan navlun, öşür, gibi doğrudan merkezi hazineye
giden vergilerin yarısı ayanların eskiden kendi bedenlerinden besledikleri
sekban askerinin imali için kullanılacaktı. 120
Askeri organizasyon açısından ise Sekban-ı Cedid Ocağı, 1 2 1 Nizam-ı
Cedid'in aksine modern ve bürokratik bir örgütlenme yapısını gündeme
getirmemekteydi. Aslında ayan kapılarındaki sekbanların basit organizas­
yon şeması neredeyse aynen kopyalanmıştı. Zira Sekban-ı Cedid orta­
larında birer binbaşının ve mülazımın altında 16 yüzbaşı/bölükbaşının
komuta ettiği 1 .600 nefer bulunmaktaydı, ki sadece bu rakam 1 .602 ne­
ferden müteşekkil Nizam-ı Cedid ortalarını andırmaktadır. 1 22 Cedid sek­
ban ortalarında, tıpla ayan kapılarında olduğu üzere, Hıristiyanların da
istihdam edilmesi123 ise İstanbul'da süslü elbiseleri ve pahalı silahlarıyla
rahatlıkla '"asakir-i kadimeden tefrik olunan" dağlılar olarak görülen sek­
banlara karşı oluşan muhalefeti bir kat daha ilzam ediyordu. 124 200.000
kişilik bir sekban ordusu kurma ve Rumeli askerini "tecdid-i kuvvet ve
madde-i nizam-ı askere" tahvil etme hayaliyle yaşayan Alemdar Mustafa
Paşa, 1 25 söz konusu meşveretin hemen ardından sekbanları derhal talime
başlatmıştı. Ocağın başına Levent Çiftliği eski kethüdası (mühtedi ) Sü­
leyman Ağa'nın getirilmesi126 ve Nizam-ı Cedid Ocağı'nda talim görmüş
fakat 1 807'deki isyan sonrası İstanbul'da kendilerini kaybettirmiş serbö­
lük, mülazım ve çavuş gibi subayları yeniden işe alması, sabık ayan, çiçe-

120 Beyhan (2007:246-247) ve Bastelbcrgcr ( 1 874:57vd. ) .


121 Sckban-ı Ccdid ile ilgili olarak bkz. Şanizadc (2008 : 1 08- 1 1 0); Asım ( 1293
c:II:237-238) Özcan ( 1 999 : 1 33 ) ; Arapyan ( 1 943 : 1 5 ) ; Cabl Ömer Efendi
(2003 C:I :229-230); Oğlukyan ( 1 972 :36-37) ve Sağlanıdcmir ( 1 994: 1 6) .
1 2 2 Schlechta-Wssehrd ( 1 882: 1 90).
1 23 Schlechta-Wssehrd ( 1 88 2 : 1 90 ) ve Münch ( 1 839:7).
1 24 Şanizadc (2008 : 1 09- 1 1 O) ve Asım ( 1 293 c:II:24 1 )
.

125 Şanizade (2008 : 1 1 8) ve Arapyan ( 1 943 : 1 6 ) .


1 2 6 III. Selim saltanatında Üsküdar ustası olarak Nizam-ı Ccd1d'e hizmet etmiş
olan Ömer Ağa'nın, Sekban Ocağı ağası olarak atanacağı sırada, Alemdar
Mustafa Paşa ile arası gayet iyi olan Süleyman Ağa, Ömer Ağa'nın ocak
kethüdası iken 1 807'dc patlayan Kabakçı Mustafa liderliğindeki isyanda
hiçbir şey yapamadığını öne sürerek rakibini gözden düşürmüştü. Şanizade
(2008 : 1 09- 1 10); Cib1 Ömer Efendi (2003 c:I:238 ) ; Münch ( 1 839:9- 10);
Bastelbergcr ( 1874:71 ) ve Ottenfels ( 19 1 3 :30).

1 - 1 '1
ği burnunda Sadrazam Mustafa Paşa'nın talim konusunda, en az Saray
kadar samimi olduğunu ortaya koymaktadır. Bu bağlamda İstanbul'da
yeni bir ocağın kurulması kararının alınmasından hemen sonra Kadı Paşa
tarafından Anadolu'dan getirilen "tüfengci" sekbanlar1 27 ve İstanbul'da
sadrazamın emriyle ricalin topladığı neferler, 1 28 derhal Levent ve Üs­
küdar' daki 1 29 kışlalarda talime başlamışlardı. 1 30 Ahalinin, padişahın ama
en çok da sadrazamın güııenliği için131 İstanbul'da istihdam edilecek
yedi sekiz bin nefer Rumeli "sekban"ının ikameti için sık sık olay çıkan
Eyüp'te bulunan Divan-ı Hümayun tercümanı maktul Hançerlizade'nin
yalısının kışlaya dönüştürülmesi düşünülmekteydi . Yeni kışlanın başına
ise zaten konakçılık unvanıyla Eyüp'te ikamet etmekte olan Çirmen San­
cağı mutasarrıfı/ayanı mirlivalık rütbesiyle getirilecekti. 132
İstanbul'un güvenliği açısından önem arz eden diğer bir uygulama
ise başkent ve etrafında bulunan "bir alay bahadır ve tüvana diliran"ın
bir başka ifadeyle yeniçeri taslakçısı olan, hamallık, kayıkçılık, bahçıvanlık
gibi gündelik işlerle geçimini sağlayan serserilerin mevcut ocakların bi­
rinde, özellikle de Tersane' de talim ettirilmeye başlanmasıydı. Alınan ka-

1 27 Sekban-ı Cedid Ocağı için Anadolu'dan toplanan neferlere tütengci,


Rumeli'den yazılanlara ise sekban denmekteydi. BOA ( HAT 523 1 7) .
1 28 Kethüda-yı sadr-ı ali, reisülküttab, çavuşbaşı, defterdarlar v e sair ehl-i
menasıbın "Arnabud ve Rumeli ademleri ve çıtak makulesi" tahrir etmesi
hususunda bkz. C:'ibl Ömer Efendi (2003 c : I :237-23 8 ) .
1 29 Örneğin Üsküdar'daki Selimiye Kışlası'na, Nizam- ı Cedld bölükbaşısı Arııa\'lıt
Mustafa Usta, ağa olarak atanmıştı . Derin ( l 973a:252 ).
1 30 Sekban-ı Cedid'in kuruluşunu takiben Seliıııiyc ve Levcııt Çifrliği kışlalarına
yerleştirilen ııefer sayısı 4 . 000 ci\·arındaydı. Bu konuda bkz. Şanizadc
(2008 : 1 09- 1 1 0); Uzunçarşılı ( 1 942a: l44) ve Shaw ( 1 982 c:II :28 ) .
1 3 1 Alemdar Mustafa Paşa'nın sekbanlarıyla İstanbul'da güvenliği sağlaması/
hakimiyet kurması için bkz. Hobhmıse ( 1 8 1 3 : 1 039- 1 040).
1 3 2 Çirmen'den, başkentin güvenliği için yazılacak nefrrlerin maliyetinin yarısı
"canib·i mirl"den, yarısı kazalardan yani biilge ahalisinden karşılanacaktı.
Sekban-ı Cedld'e şekil veren düşünceyi ortaya koyan bir uygulama olarak da
görülebilecek bu reformla, Çirmen mutasarrıfının askeri giderleri, tamamen
nüfi.ız alanında yaşayan ahaliye ve İstanbul'a fatura edilmekteydi. Sekban-ı
Cedid neferlerine ödenen maaşlar ise topçu sınıfı nefrrlerinin bıı dönemdeki
maaşlarıyla aynıydı. BOA ( HAT 52317) ve Jorga (2005 : 16 5 ) .
rara göre İstanbul'daki seyyar satıcılar, küçük esnaf ve gündelikçiler, yap­
makta oldukları işlere devam edebilmek için Avrnpa örneğine göre terbi­
ye edilecek olan donanma levendlerine katılarak, haftanın belirli günleri
talim göreceklerdi . Bu karar, aslında önceden Kapdan-ı Derya'nın kapı
kethüdası ve daha çok da yeniçeriler eliyle donanmaya levend yazılan
külhanların tıpkı vüzera kapılarında istihdam edilmeye çalışılan sekban -
!ar gibi devletleştirilmesi anlamına geliyordu. 133 Zira İstanbul'da ortalığı

133 Kara ordularında olduğu gibi, donanmada leventleri işe alacak paşaların/
ayanların bulunmaması, deniz leventlerinin istihdamını tamamen devletin'
üstlenmesine sebep olmaktaydı. Genellikle sekbanlardan daha yüksek ücretlerle
-yedi buçuk kuruş ila yirmi beş kuruş- işe alınan leventlerin toplanması Kaptan
Paşa'nm kapı kethiidasmın ve yeniçeri sekbanbaşısınm görev alanı dahilindeydi.
Bu bağlamda sekbanbaşı İstanbul'da "rast geldiği eşhası" levent yazarak
para kazanmaktaydı. Ancak bunun da ötesinde Tersane'de yazılan leventler
nıilel-i sa 'ireden ve çoğunlukla "bazı yaramaz ve İstanbul'a sığmaz" kişilerden
seçilmekte ve böylece İ stanbul, güvenliği tehdit eden kayıkçı, bahçıvan vs. gibi
yeniçeri taslakçılanndan temizlenmekteydi. Bir anda nefere dönüştürülmeye
çalışılan külhanlann modern ordular karşısındaki performansını tahmin etmek
hiç de güç değildir. Bu durumu ve İstanbul'daki potansiyel nefi:rleri/işsizleri
l 793'dc III. Selim fark etmiş Ye deniz leventlerini/kalyoncu ndcdtını,
maaşları İ rad-ı Ccdld Hazinesi'nden ödenmek üzere nizam tahtına oturtmaya
çalışmıştı. 1 805 tarihinde Tersane Hazincsi'nin ihdasıyla birlikte kalyonCLJ
nctcrfitı daha sıkı kontrol edilmeye çalışılacaktı. Ancak çık.an ayaklanmalarda
en önemli rollerden birini oynayan kalyoncı.ılar, il. Mahımıd'un saltanatına
kadar terbiye edilemeyecekti. Nitekim 1 822 yılına gelindiğinde il. Mahmud
toplanacak leventlere bir standart getirmeye çalışarak en azından tCnn-i deryaya
aşina olanlardan nefrr tahrir edilmesini isteyecek ve gemi ndcrtıtını bürokratik
bir organizasyon şeması çerçevesinde yeniden düzenlemeye çalışacaktı. Deniz
leventlerinin yanı sıra sek.ban istihdamı üzerinden yeniçerilerin para kazanma
yollarından biri de orduya katılmak üzere İstanbul'a akın eden sek.ban ve
neflr-i anını askerlerini, İstanbul'un Anadolu tarafındaki giriş kapılarında
çevirerek, kendi odalarına kaydetmekti. Böylece oda nefcratı şişerken, odanın
alacağı tayinat ve ücretler de artıyordu. Bu konuda bkz. BOA (KK 2380: 19-
20); (HAT 1 528, 4588 ve 1 57 1 6); İÜ KTB (TY 886 : 1 82 ) ; TSMA E 4079/3
ve 5, Berker ( 1944:230-234); Nizamname Müsveddeleri ( HP 902:2b- 1 0a
ve 1 6a); BOA (KK 2383); Oliver ( 1 801 :59); Çınar ( 1999: 147 ve 1 85);
Ahmed Cavid ( 1998 : 17); Uzunçarşılı ( 1 973:656); Cezar ( 1 984) ve Cczar
( 1965:226).

/ 5
1
fesada veren külhanların daimi bir maaşa sahip olmasıyla teorik olarak,
başkente yeniden sükunetin hakim olacağı düşünülmekteydi. Kaldı ki
İstanbul'da sadrazama / Babıali'ye bağlı nefer sayısını artırmanın en
kolay ve ucuz yolu da buydu. 134 Ancak aynı işçi havuzundan beslenen
sekbanbaşı ve dolayısıyla yeniçeriler bu konuda sadrazamın en önemli
rakibiydi. Ramiz Paşa'nın komutasına girmek üzere Tersane'de yazılan
"dlimci askeri" ve belki de onları denetlemek için Tersane'nin hemen
karşısında Eyüp'te kurulması planlanan kışlanın, İstanbul'da asayişi sağ­
lamakta yetersiz kalmasında bu rekabet önemli bir yere sahiptir. Buna
rağmen başkentteki asayiş probleminin kaynağı ve çözümü tespit edil­
mişti. Nitekim İstanbul'da hakimiyet kurmanın ilk şartı olan külhanların
kontrolü için II. Mahmud da Sekban-ı Cedid deneyiminden faydalan­
mıştır. Alemdar Mustafa Paşa'nın ölümünden yeniçeriliğin lağvına kadar
geçen sürede Galata, Eyüp ve Tersane'de huzursuzluk çıkartan külhan­
lar, Papuççu Al1med Paşa aracılığıyla II. Mahmud'a itaate zorlanacak1 35
veya Tersane'de levend olarak kaydedilip mesela isyan eden Rumların136
üzerine salınacaktı . Başkentte kalmakta ısrar eden asiler ise 1 826 Ha­
ziranında gerçekleşen sterilizasyon hareketinde ya idam edilecek ya da
vilayetlerine gönderilecekti .
Sonuçta Alemdar Mustafa Paşa'nın önemli miktarda Kırcaali askeriyle
başkente gelmesi ve tam da bu dönemde Rumcli'nin meşhur ayanları

1 34 Babıali'nin, külhanları Saray'a karşı bir silah olarak kullanan yeniçerilerin


elinden almaya çalışması için bkz. Asım ( 1293 c:II:240) ve Schlechta-Wssehrd
( 1 882:192). Ancak Alemdar Yakası sırasında Tersane'dcki neferlerin önemli
bir kısmının yeniçerilerin tarafını tutması uygulamanın zorla yapıldığını akla
getirmektedir. Nitekim kapdan-ı derya, tersane emini ve liman reisi isyancıların
idam listesinde yer almaktaydı . NA (FO 78/63: 106 ve 107).
1 35 Ancak II. Mahmud, Alemdar Mustafa Paşa'dan farklı olarak Tersane'de
yoğunlaşan serserileri kontrol etmek için, talim etmeleri şartıyla bölgeye Kuzey
Afrika'dan 750 nefer denizci ve 500 nefer Potkalı Kaza!' yerleştirecekti . Walsh
( 1 836 c:II:505 ve 5 1 8vd.); Lcvy ( 1968 : 1 04) ve Reed ( 19 5 1 : 67-68 ve 83-84)
136 Bu konuda bkz. Walsh ( 1 8 36 c:II: l -2 ) . Rum İsyanı sırasında Anadolu'dan
toplanan sekbanlar ve neftr-i dmm askeri için yeni bir uygulama başlarılmışu.
Buna göre Anadolu'dan İstanbul'a gelen sekbanlar arrık başkenrde birkaç
aylık temel askeri eğitime tabi tutulduktan sonra savaşa gönderileceklerdi. Bu
konuda ayrıca bkz. MacFarlane ( 1 829 c:II:332-333).
Tirsinikli ve Pazvandoğlu'nun ölümleri, Rumeli'deki terörü kısa süreli­
ğine bitirmiş olsa da İstanbul'da asayiş, 1 826'ya kadar sağlanamayacaktı.
Babıali'nin de istediği şekilde, daha iyi ücret ve tayinatlar, yeniçerilerden
ve taslakçılarından pek çok kişiyi137 şeyhülislimın fetvasıyla destekledi­
ği Sekban-ı Cedid'e çekmiş olsa da Şanizade'nin belirttiği üzere güçlü
bir ordu için gerekli olan padişahın önderliğinde "avam ve nası" kap­
sayan bir "ittitak-ı hakiki" kurulamadığından "asker-i ccdld tertib ya­
hud 'atikini surct-i intizama taklib mümkün" olamamıştı. 1 38 Kendilerine
rakip olabilecek, mevcut nizamı değiştirebilme kapasitesine sahip ikinci
bir ordunun kuruluşunu yine hazmedemeycn139 yeniçeriler, sekbanları
eşkıya ya da harami olarak gören İstan b u l ahalisinin de desteğiyle bir kez
daha ayaklanacaklardı. Ancak bu sefer yeniçerilerin, Fatih Camii'nde140
açıkça karşı karşıya gelecekleri ulema ile ve Ramiz Paşa'nın topa tuttu­
ğu İstanbullularla 1 4 1 kurdukları ittifak, isyan sonrası ağır bir darbe ala­
caktı. Her ne kadar sarayın önündeki çatışmalarda yeniçerilerin karşı­
sına "tabur" olarak çıkabilecek kadar talim görmüş142 olsalar da "hala
ta'limat-ı esliha ve alat ve 'asakir-i muntazamaya lazım gelen harekat ve
tasfifötdan külliyen bi-haber"143 olan sekbanlar, karşılarında serdengeçti
tarzıyla lcvendanc savaşan yeniçerileri gördüklerinde İstanbul'u, sessiz
sedasız, kısa bir süreliğine de olsa terk edeceklerdi.144 I I . Mahmud'un
"yeniçeriyan 'aleyhinde derkir olan nefret ve gazab-ı şahanesi"ni145 bir
kat daha artıran Bükreş Antlaşması'ndan sonra yavaş yavaş ayanların da
iktidarına son vermeye başlamasının ardından, 1 826 Haziranında sek-

137 Cabi Ömer Etendi (2003 c:l:258 ) ve Schlechta-Wssehrd ( 1 882: 1 92 ) .


138 Şaniz5dc (2008 :85-86 ).
139 Asım ( 1 293 c:II:237) ve Sağlamdemir ( 1 994: 1 8- 19 ) .
140 Asım ( 1293 c : II:24 1 -244 ) .
141 İstanbullular'ııı 1 808 isyanının yıkımından yeniçerileri sorumlu tutmaları
konusunda bkz. Beyhan (2007:262) .
142 Uzunçarşılı ( 1942a: l68).
143 Levent Çiftliği'nin yeniçerilerce yağmalanması sırasında kışlada cephanenin
bulunmaması, Sekban-ı Cedid organizasyonunun isyan sırasındaki dunımunu
ortaya koyan örneklerden sadece biridir. Şanizade (2008 : 145 ve 153);
Sağlamderi1ir ( 1994:43-44) ve Uzunçarşılı ( 1942a: l78).
144 Şanizade (2008 : 1 2 5 - 1 26 ) .
145 Sağlaındemir ( 1 994: 145- 146).
banlar, yeniçerileri bertaraf etmek ya da ittifük-ı hakikiyi sağlamak için bir
kez daha i stanbul'a ge!ecektir. 1 46 Ancak bu sefer avam ve nası birbirine
düşüren ayanları için değil, fakat Mehmet Ali Paşa'nın Mora' da savaşan
neferleri 147 gibi, sekbanları ve işverenlerini de terbiye edecek, nizamlı bir
ordu isteyen padişahları içi n .

146 Son yeniçeri isyanından birkaç ay önce yürürlüğe giren humbaracı ve lağımcı
ocakları nizamnamelerine istinaden söz konusu ocaklarda istihdam edilen
Arnavutlar için bkz. Esat Efendi (2000:507). Ayaklanmadan birkaç gün
sonra İstanbul'a Rumcli'den getirilen 2 .500 ve Anadolu'dan getirtilen 1 .000
nefer sekbanın Asakir-i Mansure ve topçu ortalarında istihdamı konusunda
bkz. NA (FO 78/144:75 \'e 76). Arnavut sekbanların yeniçeriliğin ilgasında
oynadıkları rol için bkz. Webstcr ( 1 830: 146) Serezli İsmail l'aşa'nm
oğlu Yusuf Paşa'nın ayaklanma sonrası sekbanlanyla İstanbul'a gelişi için
aynca bkz. Reed ( 19 5 1 :259). Bunların yanı sıra 1 826 öncesinde ccdid
nizamın uygulandığı Hüdavendigar ve Kocaeli gibi bölgelerin, yeniçeriliğin
kaldırılmasında başrolü oynayan Ağa Hüseyin Paşa'ya tevcih edilmiş olması
ve sabık yeniçeri ağası Hüseyin Paşa'nın, neferlerini bu bölgelerden toplaması
dikkat çekici bir ayrıntıdır (Walsh 1 8 36 c:II:504) . Yeniçerilerin lağvını takiben
ortadan kaldırılan cebeciler yerine ihdas edilen cebehanecibaşılık makamına,
Il. Mahmud'a bağlı İnebahtı ayanı Mehmet Emin Ağa'nın getirilmesi ise
yukarıdaki ipuçları ışığında hiç şüphesiz bir tesadüf değildir. Uzunçarşılı ( 1988
c:II: 1 6 ).
147 Ottenfels ( 1 9 1 3 : 170- 1 7 1 ) ve Phillips ( 1 897: 1 5 lvd . ) .

54
SULTANIN
BÜROIUlATİKLEŞEN I<APISI

O smanlılar, batı sınırlarında kaybettikleri savaşların gözle görülür se­


beplerini ancak 1 8 . yüzyıl başında fark etmişti. Layihaların ve sefaret tak­
rirkrinin revaçtaki konusu olan Osmanlı ve Avusturya askerleri arasında
yapılan karşılaştırmalarda, sürekli Osmanlı askerinin "celadet ve cesaretde
ve kuwet-i kalb ve kuwet-i bedeniyyede" Avusturya neferlerinden hiç
de aşağı olmadığı vurgulanmaktaydı . Ancak Osmanlı ordusu açısından
temel problem artık "zamane cenglcrinin ceng olmayub ateşbazlıkdan
'ibaret bir san'at" oluşuydu. Dolayısıyla, I II. Selim'in de ısrarla belirt­
tiği üzere, düşman kuwetlcri "meydane çıkub merdane ceng etınek"1
yerine "nizam askeri namıyla" icat ettikleri tertiblc "cünüd-ı İ slamı seyf
u sinane teşebbi.isden ve taburuna yaklaşmakdan ve [hatta] harb u darbe
kıyam ve ikdamdan" alıkoymaktaydı . Bu yeni örgütlenmede ordu önce
biner kişilik ünitelere bölünmekte ve bunlar daha küçük alt bölümlere
ayrılmaktaydı . Taktik organizasyon açısından, bin kişilik nizamlar/regi­
ment savaş alanında üç saf halinde "bir mikdar fasıla ile gayet istikamet
üzre dururlar ve birbilcrine kat'a karışmazlar"dı. Her bir nefer bir üs­
tünde bulunan subayına bakarak onlardan aldığı emirler doğrultusunda
ve önceden nıcılum olan yerinde durarak görevini yerine getirmekteydi .
Bu yeni tarz savaşın, Osmanlı gözlemcilerinin e n ilginç buldukları ta­
rafı ise 18. yüzyıl başında ordunun yaklaşık 1 .000 neferden müteşekkil
bütün alt birimlerinin "tavr u tarzları"nın aynılığıydı. Montecuccoli'nin
inkar edilmez katkısıyla geliştirilen modern taktik organizasyon, Avus­
turya ordusuna fasılasız ateş gücü vermekte, saldırı durumunda ordunun
manevra kabiliyetini ve şiddetini artırmaktaydı . İ şte Osmanlıların saldırı
üzerine kurulmuş tcıvr-ı harb-i kadimi, Avusturya'nın ejkar-ı şeytant)'C

1 TSMA ( E 424 1 ) .
ile geliştirdiği bu yeni savaş tarzına ayak uyduramadığından, Babıali'nin
orduları daha hücum ederken dağılmaktaydı.2
B u yeni organizasyon şekli bizatihi ordu açısından tektipleşen bir
emir-komuta zincirini , piyade, topçu ve süvariler arasında, eşzamanlı
kullanıma bağlı olarak vücud bulan yeni dengeyi ve savaş alanındaki for­
masyon zemininde şekillenen kişisel cesaretin ve gücün yerini disipline
bırakışını simgeler. Bu bağlamda yeni nefer, anlam kazandığı makinenin
bir parçası olarak düşman sayısını ya da hemen yanında düşen yoldaşını
umursamadan sadece işaretler ve semboller aracılığıyla subayın verdiği
emirleri hareket diline çevirmekle yükümlüdür. Giydikleri kıyafetler ise
neferlerin sosyal tabakalaşmadaki yerlerini değil, ordu makinesinin hangi
parçasının kaçıncı dişlisi olduklarını ve daha da önemlisi onları var eden
fonksiyonlarını gösteriyordu . Bu tür bir örgütsel yapıda kişisel inisiyati ­
fin tarihe karışarak hiyerarşik emir-komuta düzeninin sahneye çıkacağını,
savaş alanınındaki insiyaki hareketlerin, daha önce defalarca prova edil­
miş kareografık uygulamalarla yer değiştireceğini ya da cesaretin, subayın
emirlerine körcesine itaate dönüşeceğini söylemeye dahi gerek yoktur.
Zira ordunun rasyonel bürokrasi temelinde örgütlenmesi, aslında savaş­
çı/kahraman yerine neferin ikamesiyle mümkündür.
Vasıf Efendi'nin3 de isabetle tahlil ve teşhis ettiği üzere Avruplıların
Yunaniyan ve Rumi'yan'dan [ Roma] ödünç aldıkları fikirler zemininde
inşa ettikleri modern ordu organizasyonu, temelde insan gücünün daha
etkili kullanımından başka bir şey değildi. Ordunun daha küçük ünitelere
bölünmesi ve savaş alanına satranç tahtasındaki kareler misali sürülme­
si, emir komuta zincirini etkinleştirip manevra kabiliyetini artırıyordu.
Birbirleriyle bağlantılı taktik ünitelerin eşzamanlı hamleleri ateş gücünü,
silah teknolojisinin izin verdiği ölçüde artırmaktaydı.� Hollandalı komu­
tan Maurice Nassau 'nun, Justus Lipsius'un De Militia Romano adlı ese-

2 Osmanlı ve Avusturya neferleri arasında yapılan karşılaştırmalardan en bilineni


hiç şüphesiz Lale Devri'nde, Damat İbrahim Paşa'nın kaleme aldığı düşünülen
IJ.yihadır ( Unat 1 94 1 ). Muhtemelen bir Osmanlı sefiri tarafından 1 8 . yüzyıl
ortalarında kaleme alınmış olan bir diğer örnek için ayrıca bkz. BOA ( CAS
38317).
3 Vasıf Efendi (TY 598 1 : 1 1a-b).
4 Laskowski ( 1 950: 1 1 3 - 1 1 4 ) .
HaftfPiye<!a

Harırscıvort HaftfSOVer1

{) {) o o
ifüiliiifüjijll ilÜÜ{�foJ� iiu�Wüf{H'ri �illliıfü»
(? v o v
ıiı +
ı\ı tjı
Hanısııvaıı
: 'lflillJ
Hanrsavarı
6JlllHl/

Şekil I : Avrupa ordularının 1 8 . yüzyılın ikinci yarısındaki taktik organizasyonu. *

rinden feyz alarak5 gündeme getirdiği ordunun küçük taktik ünitelere


ayrılması, gerçekten de askeri rönesansın üç sacayağından biriydi. Böylece
ordular rasyonel/sun! bürokratik organizasyon aracılığıyla merkezi bir si­
nir sistemine sahip, öngörülmeyen durumlar/kazalar karşısında içgüdü­
sel/insiyaki değil, akılcı tepkiler verebilen, kolay kumanda edilebilir sosyal
makineler olarak ortaya çıkmaktaydı. Orduda aylaklığın ortadan kaldırıl­
ması bürokratizasyona eşlik eden en önemli unsurdu. Artık neferler, silah
teknolojisiyle bağlantılı olarak, tüfeklerin doldurulup ateşlenmesine kadar
geçen sürede yapılan tüm hareketleri, verilen emirler eşliğinde senkronik
olarak uygulamak için daimi bir talimin nesnesi haline gelmişti.6 Subay ve
astları arasındaki ilişkinin bürokratikleşmesiyle birlikte Avrupa' da askerlik,
insanların doğuştan kazandıkları bir statü göstergesi olmaktan çıkarak,
rasyonel bilgi ve bilme şekline ya da kapısı herkese açık, yükselişte hal ve

* Black (2002:201 ).
5 Oestreich ( 1969 : 1 6 vd. ) .
6 McNeill ( 1984: 1 28 vd. ) .
gidişin esas olduğu bir mesleğe dönüşmeye başladı.7 Dolayısıyla askerlik
artık çıraklık misali bir iş eğitimi olmaktan ziyade, insanm ruhuna hitap
eden pedagojik bir öğrenme şekliydi . Avrupa'da gözlemlendiği üzere,
Osmanlı ordusunda da söz konusu öğrenme biçiminin en erken teşekkül
edeceği smıflar görev tanımları gereği rasyonel bilginin ve mühendisli­
ğin, diğer kadim ocaklara nazaran çok daha önemli bir yere sahip olduğu
humbaracı ve lağımcı ortaları olacaktı . 8
Ancak Osmanlılar açısından temel problem, savaş meydanlarındaki
gözlemlerinin aslında yenilginin sebepleri değil, fakat farklı bir sosyal
ve siyasi yapının sonuçları olduğunu anlayamamalarıydı. Avmpa'da inşa
edilen modern devletin ordusu, varolan felsefi/dini temel kabullerle,
sosyal zümrelere dayalı toplum yapısıyla ve tahsisat mekanizmalarının
esas teşkil ettiği mali düzenle hesaplaşmanın ürünüydü. Osmanlıla­
rın daha önce de taklit etmeye çalıştıkları savaş yöntemlerinden9 fark­
lı olarak, modern ordu yapısının temeli olan taktik organizasyonun
İ stanbul' da hayata geçirilmeye çalışılması, uygulayıcılarını bir anda cedld

bir nizamın ratiblerine dönüştürecekti. Nitekim geleneğin ve kadim kah­


ramanlık ilkelerinin damgasını vurduğu Osınanh ordusuna, sınıflar arası
kombinasyon ya da rasyonel bir emir-komuta zincirinin yerine, dönemin
Avrupalı gözlemcilerine kaos ya da karmaşa olarak görünen bir başıboş-

7 Avrupa ortaçağında askerliğin aristokratik bir yapı arz etmesi misali, Osmanlılar
da devşirecekleri kişilerin soykütüklerine önem atfediyordu. Acemi oğlanların
genellikle "ekli.bir oğlanları"ndan ya da "aslı eyü olan kafirin oğlanları"ndaıı
devşirilmesi bu durumun en açık örneklerinden biridir. Nitekim emri
sorgulamadan hareket diline çevirmesi beklenen modern ncforin aksine,
kişisel yeteneğin ve cesaretin ön plana çıktığı bir orduda nctcr namzetlerinin
temayüz etmiş ailelerin çocukları arasından seçilmesi doğaldır. Bu konuda bkz.
Akgündüz ( 1996 c:IX: l43) ve Kunt ( 1974).
8 Örneğin Vauban'ın temellerini attığı askeri mühendisliği öğrenmenin yanı
sıra lağımcı ortaları I I . Mahmud devrinde, tıpkı humbaracılar gibi obüs
toplarıyla nişan almayı ve "derece-i irtifa'ın keyfiyetini [matematik yardımıyla]
fehmetmeyi" de tilim etmekteydi. BOA ( HAT 49537 ve 594 1 0 ) .
9 Savaş organizasyonu açısından erken modern dünyanın en iyi taklitçileri olarak
göze çarpan Osmanlılar daha önce karşılaştıkları Macarların "wagenburg"umı
ya da Fransa'nın icadı olan kuşatma taktiğini başarılı bir şekilde kullanmışlardı.
Imber (2005 : 8 ) .
luk hllimdi. ıo Her ne kadar askeri devrimin icadı, savunmayı ön plana
çıkartan taktik organizasyon Osmanlı ların kahramanlığa ve ganimete da­
yalı hücum taktiğine, bilhassa meydan muharebelerinde, hiçbir şekilde
benzemese de İstanbul'daki idareciler, Avrupa'da vücut bulan yeni ordu
bürokrasisinin farkındaydı. 1 1 Öncelikle humbaracı sınıfında hayata geçi­
rilmeye çalışılan bu yeni örgütlenme tarzına III. Selim yeni bir uygula­
mayı daha ekleyecekti : Düzenli ve daimi talim.
Aslında yeniçeriler ve cebeciler gibi diğer kadim ocaldar, her ne ka­
dar III. Selim ve II. Mahmud dönemi layiha müelliflerinin iddialarının
aksine geçmişte daimi ve düzenli olarak kışlalarında talim yapmasaları 2
da, hiç şüphesiz iyi bir savaşçı olabilmek için çalışmaktaydılar. Yeniçeri
Ocağı'nda mevcut sınıfların isimlerinden 1 3 de, mesela tazıcılar, anlaşıla­
cağı üzere ilk insanın hayatta kalma savaşını hatırlatan avlanmak, yeniçe­
rilerin kendilerini saYaşa hazırlamak için yaptıkları talimlerden belki de en
önemlisiydi. Hedefe/testiye ateş etmek, ağırlık kaldırmak, kuvvet taşı at­
mak ve gü reşmek yeniçerilerin diğer harp egzersizlcriydi . 14 Bunların yanı
sıra ateşli silahların yaygınlaşmasından sonra yeniçeriler yazın haftada iki
defa ateşli talim de yapmaya başlayacaklardı. Tıpkı ortaçağ turnuvaları
gibi kişisel başarıyı esas alan bu tür egzersizlerin savaşçının şahsi gelişi-

10 İşte tam da bu nedenle 1 8 . yüzyıl sonlarında "Türk Savaşları Üzerine" bir


clkitabı kaleme alan Viyana Askeri Akademisi komutanı General Kinsky, hiçbir
zaman senkronik hareket edemeyen Osmanlı ordularıııa karşı en büyük avantajın
"düzen ve birliktelik" olduğunu belirtmekteydi . Bu konuda bkz. Scheben
( 1994:2 1 1 vd.) ve ayrıca bkz. Eton ( 1 799:61 ve 72 ).
1 1 Bu konu Osmanlı devlet adamlarının gündemine, vazdığı ris<ılelcr ve
bizatihi uygulamalarıyla Humbaracı Ahmet Paşa tarafindan taşınmıştır. Kont
Bonneval'in modern ordu bürokrasisinin yapısını, çalışına şeklini ve her bir
makamın görev tanımını ayrıntısıyla tasvir ettiği Avusturya ve Prusya orduları
hakkındaki raporu için bkz. TSMK ( EH 1438:234b-280a). Boneval'in ordu
reformu için ayrıca bkz. Lcvy ( 1 982:233) ve Uzunçarşılı ( 1 988 c:II : l l9).
1 2 Kamın! Sultan Süleyman devrinde yeniçerilerin kışlalarında her gün talim
yaptıklarına dair bkz. Esad Efendi (2005 : 1 8 ) ve Beydilli-Şahin (2001 :66-67).
1 3 Avrupalı gözlemcilerin Roma lejyonlarına benzettiği yeniçeri ortaları, isimlerini
saray organizasyonundaki görevlerine ya da sultanın avlarında oynadıkları role
göre almaktaydı. Bu konuda bkz. Urquhart ( 1 868:77).
14 Kadim yeniçeri tfilimi hakkında bkz. Ahmed Cevad ( 1299 c:I :46); Börekçi
(2006:42 1 vd. ) ve Karamuk (2000:559).
mine yaptığı katkı, su götürmez bir gerçektir. Zira iyi bir savaşçı/kahra­
man olabilmek ya da savaştan ganimetle dönebilmek için keçeye doğru
şekilde ve doğru zamanda pala sallamak ya da testiyi vurmak yeterlidir.
Ancak modern talimin esası her bir nefere, görev tanımlarında ayrıntılı
bir şekilde tasvir edilen ordu içerisindeki fonksiyonlarını en iyi şekilde
icra edebilecekleri beceriyi kazandırmak ve onları bir bütünün parçası
haline getirmekten ibaretti. Kılıç, mızrak ve oku, pek çok neferden daha
iyi kullanabilen III. Selim de II . Mahmud 1 5 da bunun farkındaydı.
Kadim ocakları modern talimle terbiye/disipline etmeye yönelik
ilk hamle, Avusturya ve Rusya ile savaşın devam ettiği sırada, 1 790 yılı
baharında,1 6 III. Selim'den geldi. Uzun vadede, artık hazinenin başa çı­
kamayacağı boyutlara ulaşmış olan esame usulsüzlüklerine çözüm bul­
mak 1 7 ve yeniçerilere talim yaptırmak için harekete geçen III. Selim ken­
di nizamlarını kendileri bozan yeniçerilerden tüfengci adıyla seçilecek
neferata talim yaptırmaya başlamıştı. Buna göre ocaktan seçilen, on beşer
akçe yevmiyeli sekiz tüfengcibaşı ile on iki akçe yevmiyeli sekiz odaba­
şının her birinin komutasına onar akçe yevmiyeli yirmi beşer tüfcngci
neferi ve birer aşçı, saka ve karakullukçu verilerek, 18 yeniçeriler olageldiği

1 5 Ok, cirid, şişhane, sinane (mızrak), seyf (kılıç) ve tüfek kullanabilen III. Selim
sadece bu tür silahlarlasavaşan nefi:rlerin, "tertib-i cedid üzre hareket iden askere
mukabil olamayacağını" düşünmekte ve kimsenin bunu anlayamadığından
şikayet etmekteydi. TSMA (E 70 1 4/229 ) ve Ahmed Cavid ( 1998 :4 1 ) . Kadim
silahları kullanmakta II. Mahmud'un, III. Sclim'dcn hiçbir eksiğinin olmadığını
yeri gelmişken belirtelim. Sağlamdemir ( 1994:4).
1 6 BOA ( RD 1 1 1 :56).
1 7 III. Selim, daha çok csame yolsuzluklarını önlemeye yönelik çıkardığı tcrmanda
dalkılıç ve mükerrer esamelerin nizama sokularak iş gören ve görmeyenin
bilinmesinin, sefere giden yeniçerilerin "hangi ortanın yoldaşıysalar kazganı
yanında bulunub me'mur olduğu mahalde izhar-ı sebat ve metanet ve
zabitanına herhalde inkıyad ve ita'at" etmelerinin ve son olarak savaş bitene
kadar "yaz ve kış" orduda bulunmalarının önemini vurgulamaktaydı. Ancak
bu konuda alınan önlemlerin pek de işe yaramadığı ortadadır. Zira Mısır Harbi
( 1 799) dolayısıyla çıkarılan dalkılıç esamelerinde yine yolsuzluklar yapılacak
ve mahlı'.'ıl esamcler yine Babıali'ye ihbar edilmeyecekti. Bu konuda bkz. BOA
( CAS 5 1 97); ( HAT 1 4060, 14534); Ahmed Cavid ( 1 998 :38-39 ve 65-66) ve
Hobhouse ( 1 8 1 3 : 1 020).
1 8 Yeniçeri tüfengcilerinin sayısı daha sonra beş yüze çıkarulacak ve İstanbul' da

60
üzere yazın haftada iki kez ve kışın havalar müsait olduğunda Kağıthane
ve Topkapı civarındaki Seğirdim Mahallesi'nde ocak başkatibi ve altı ne­
fer yazıcısının gözetiminde atış talimine başlayacaktı. Her defasında dört
odanın, ocağın kadim talimcibaşısı olan elli dördüncü bölük çorbacısının
huzurunda yapacağı talimin, kadim yeniçeri egzersizlerinden pek de bir
farkı yoktu . Zira amaç yine testiyi vurmaktan ibaretti . 19 Yeniçcrilerden
gönüllü olanların Nizam-ı Cedid Ocağı'na geçmesine izin verilmesi ise
yeniçerilerin talim performanslarını değiştirecek kadar büyük bir değişi­
me yol açmamıştı.20 Nitekim 1 8 1 4 yılına gelindiğinde yabancı gözlemci­
ler Osmanlı piyade taliminin sadece tüfeği doldurup ateş etmekten ibaret
olduğunu belirtınekteydi.21
Her ne kadar yeniçerilere modern talim ilkelerini kabul ettirme yö­
nünde ili. Selim'in ciddi bir girişimi olduğuna dair ipuçları22 bulunsa

talim yapan nefer:lt, taşradaki yeniçerilere örnek olması için Edirne'ye ihraç
edilecekti. Nizanı-ı Cedid neferlerinin aldığı yevmiyenin ancak yansmı alabilen
yeniçeri tiifrngcilerine yevmiyelerinden başka Cebclüne-i Amire' den, talimde
kullanacakiarı tüfek, kurşun ve barutun yanı sıra nimten ve ks baha olarak yılda
bir kez yirmişer kuruş verilmekteydi. Bu konuda bkz. BOA ( HAT 58964).
19 Kadim ocaklar karşıtı söylemin açıkça dile getirildiği layiha ve vekayinanıelerde
yeniçeri ve cebeci tüfengcilerinin birkaç defa talim ettikten sonra dağıtılan
esaıncleri birbirlerine satarak dağıldıkları yazmaktaysa da arşiv vesikaları
yeniçerilerin en azından 1 798'e kadar dlime devam ettiklerini ve Ocak
l 807'de yine yeniçerilerden iki yiiz elli adet tüfcngci yazıldığını ortaya
koymaktadır. Bu konuda bkz. BOA (CAS 3053, 37 1 4, 4728, 4856, 5967,
760 1 , 45236, 5 3 2 1 2 ); KA (Kriegswisscnschaft:liche Mcmoires 18/92
1825); Ahmed Cevad ( 1 299:45); Beydilli- Şahin (2001 :67); Cabi Efendi
( 2003 : 3 8 ); Erol (201 3 : 122-123); Uzunçarşılı ( 1 988 c:II:3 34- 3 35); Hobhouse
( 1 8 1 3 : 1 020); Schlechta-Wssehrd ( 1 882:37) ve Shaw ( 1965a: l 5 lvd. ve
1971 : 1 1 9 ) .
20 Schlechta-Wssehrd ( 1 882:37).
21 Raczynski ( 1 980: 169) ve Thornton ( 1 809 c:I:237-238 ) . Nitekim II.
Mahmud'a göre de "nişan urmak" artık bir işe yaramamakla kalmayıp üstelik
bir de "bayağı Frenkler"in alay konusu oluyordu. Bu konuda bkz. BOA ( HAT
25635) ve Mutlu ( 1994 : 1 9 ) .
22 Yusuf Paşa'nın Mayıs 1792'de talim konusunda yeniçerileri kollaması sebebiyle
azledilmesi ve hemen ardından İ stanbul'un çeşitli bölgelerine sabık vezirazaının
yeniden atanmadığı takdirde başkentin ateşe verileceğine dair yaftaların asılması
dikkat çeken bir ayrıntıdır. Zira aynı yıl Sofya'da ocaklıyı tilime başlatan
da bu konudaki asıl hamleyi 1 8 2 6'nın baharında II. Mahmud Eşkinci
Layihası ile yapacaku .23 Mora'daki isyanı b astırmakt a yeniçerilerin ak­
sine, Mısırlı İbrahim Paşa'nın büyük bir başarı ka za nmas ı2 4 ve Çar I.
Aleksandr'ın Aralık 1 82 5 'te ölümüyle Rum İsyanı konusunda Avrupa
baskısının nispeten azalması25 padişahı harekete geçiren iki temel saikti.26
Zira II. Mahmud, yeniçerilerin Nizam-ı Cedid Ocağı ve Mehmet Ali
Paşa'nın ordusu gibi, talimlerinin ınu kab ele i bi'l -misl üzere" yapm ası
" - ­

nı i stiyord u. En azından yeniçerilere, Eşkinci Layihas ı kabul ettirilirken

söylenen "usul-ı kadim üzere" talim yapacaklarıydı.27 Ancak Ill. Selim

sadrazam Melek Mehmet Paşa'nın çadırı yeniçerilerin saldırısına hedef olacaktı.


Bu konuda bkz. Asım Efendi ( 1 29 3 c : I : 3-4) ve Uzunçarşılı ( 1 975:250-2 5 1 ) .
2 3 Eşkinci Üyihası için bkz. Esad Efendi (2005 : 1 9-33 ve 2000:569 vd. ); Mutlu
( 1994:46vd. ) ; Ahmed Cevad ( 1 299:275 vd. ) ; İlyas Ağa ( 1 276:364-365);
Bastclberger ( 1 874:94 vd.); OttentC!s ( 1 9 1 3 : 1 7 1 - 1 72); Walsh ( 1 828 :64 ve
1 836 c:II: 506-507); Upham ( 1 828 c:II:373); MacFarlane ( 1 829 c:II : l l7);
Uzunçarşılı ( 1 988 c :I:533 vd. ve 652 vd. ); Levy ( 1 968: 124 vd . ) ve Reed
( 19 5 1 : 1 1 6 vd. ) .
2 4 Her n e kadar savaşların kaybı II. Mahmud v e hegemonya! devlet erkanı
tarafından "kendi sözlerini haklı çıkartan bir gerçek olarak" takdim edilse de
yeniçerilerin kaldırılması, Osmanlı ordusunun genel yapısında ve savaşlardaki
performansında değil, fakat sultanın iktidarında büyük bir değişimi gündeme
getirecekti. Bu konuda bkz. MacFarlane ( 1 829 c : II : l l 5 ) ve Esad Efendi
(2000 : 5 1 9 vd. ) .
25 Lane-Poole ( 1 888 :406-407).
26 Ottenfels ( 1 9 1 3: 1 70- 1 7 1 ) ve Bastclberger ( 1 874:92-93 ).
27 Talimin başlamasıyla birlikte orta mütevellileri "biz bu ta'lim hususumı
evvclcmirde anlayamadık yohsa bu suretde olacağını anlamış olaydık kabul
itmezdik" diyerek derhal itirazlarını dile getirmişlerdi. Zira onlara göre talim
tam da Topçular Katibi Abdülkadir Efcndi'nin 1 7. yüzyılın başında tasvir ettiği
üzere "saf saf dunı b tüfcng atmak suretiydi )). Talimin ilk günü zaten bildiklerini
zannettikleri "düzgün yürümek, tüfongle�i kaldırub sağa ve sola dönmek
gibi" anlamsız hareketler yerine derhal hedefe ateş etmeyi isteyen yeniçerilerin
itirazlarını, çıkacak isyanın ilk işareti olarak algılayan Saray, eşkincileri "elleri
ayakları ta'lime yakışdıkdan sonra" ateşli ti.lime başlatmak istemekteydi. II.
Mahmud'un eşkincilerin muhalefetini kontrol altına almak için başvurduğu
söylemin çizdiği kavramsal çerçeve ise malumun ilamıydı. Zira II. Mahmud'a
ve çevresindekilere göre yaptırılacak olan talim halihazırda Avrupa ordularında
uygulanan ralimd.i; ancak " . . . mukteza-yı şerr'-i şerif ve ittirak-ı ara üzre yazılan
döneminde de kullamlan28 fakat 1 82 6 senesinin siyasi atmosferinde daha
çok teolojik anlamıyla ön plana çıkan mukabele-i bi'l-misl kavramıy­
la29 il. Mahmud'un siyasi teologları bir taraftan sıkça hadis,'0 tefsir,31
siyer32 kitaplarına ve hatta Kur'an-ı Kerim'e referans vererek metafizik
açıdan iktidarın bütün yapıp etmelerini meşmlaştırırken diğer taraftan
da son derece aktüel bir gerçekliğe, Avrupa'da uygulanan talime refe­
rans vermekteydi. Zira III. Selim döneminde kaleme alınmış eserlerde
sıkça vurgulanan Kanuni Sultan Süleyman devrine dönüş söyleminin
umumi efkar nazarında etkisiz kalışının, peşi peşine patlayan iki isyanla
ve yeniçerilerin mezklır padişah döneminde yaptıkları ta!imin modern
talimle benzerliğinin bulunmadığının anlaşılmasıyla, il. Mahmud, söz
konusu kavramı kullanarak, kurguladığı doğrusal zaman skalasında hem
daha geriye/kadime/asr-ı saadete referans vererek muhalefrtin önünü

[eşkinci] neferiitın idecekleri ta'lim ü ta'allüm mutlaka din ve devletimizin


düşmanı olan gavurların kullandıkları sanayi'-i harbiyeye "mukabclc-i bi'l­
misl" olmak ve belki anlar beş dürlü yaparlar ise biz on kat yapub 'ada-yı
dinimize galebe itmenin çaresini bulmakdan ibarettir. İ şte şerr'-i şerifin emri
ve cümlenin ittifakı ve şevketlü kudretlü padişahımız efendimizin fermanı
bunun üzerinedir ve bunda gavur ta'limi t'abirine kat'a mahal. . . " yoktur. BOA
(HAT 1 7507, 1 7687, 19425 ve 3229 8 ) ; Esad Efendi (2005 :57-58); Mutlu
( 1 994: 19); Ahmed Lütfi ( 1999:94); Ahmed Cevad ( 1299:291 -292) \'e İlyas
Ağa ( 1 276:364-365).
28 Yeniçerileri terbiye etmeye çalışan III. Selim de sık sık dine referans
vermekteydi. Örnek olarak bkz. TSMA (E 7014/177).
29 Kavramın fikhcn meşruluğu için bkz. Esad Efendi (2005 :37). Bu konuda ayrıca
bkz. Şanizadc (2008:624).
30 Ö rneğin Eşkinci Layihası için hazırlanan hüccete göre Hz. Muhammed de
"sürat-i seyr ü hareketi meleke ve idman etmek niyetiyle" ordusuna talim
yaptırmaktaydı. Esad Efendi (2005 : 3 5 ve 37vd . ) .
31 Örneğin ayetlerde Müslümanların savaşta "ne keyfiyetle hareket edeceklerine
ta'lim-i ilahi olub hatta [ neferin] hacet mess etmedikçe tesfiye-yi suffıfu
bozmamak içün saföan hurı'.ıcunun ca'iz" olmadığı yazılıydı. Kuran'da modern
taktik organizasyonun izlerini arayıp bulan Esad Efendi'nin ilginç yorumları için
bkz. Esad Efendi (2005 :35-37).
32 Esad Efcndi'ye göre Cahiliye devrinde münferiden savaşan Araplara "saf
cengini" öğreten Hz. Muhammed'di. Bedir, Uhud ve Sıffın savaşlarında
uygulanan modern ( ! ? ) taktik organizasyon için ayrıca bkz. Fatih Efendi
(2001 :30) ve Esad Efendi (2005:37 vd. ve 40-4 1 ) .
daha metafizik alandayken kapatıyor, hem de Avrupa tarzı talimi bu meş­
ruluğa istinad ederek yeniçerilere dayatabiliyordu. Nitekim Osmanlılar
"eser-i mılcize-i şeri'at ile cümleye cari ve kulılb-ı 'ammeye sari olan
nüfilz ve mehabet-i hümaylın-ı padişaha.neleri muhafazasına pek dikkat
olunacak gayet nazik" bir dönemden geçmekteydi.33 Dolayısıyla talimi
kabul etmeyenlerin, hem aktüel hem de ilahi gerçeği idrak edemedikle­
rinden "mümasil-i merkeb ve iblis"34 ilan edilmesi ve şeriat kılıçıyla idam
edilmesi gayet doğaldı.35 Bu bağlamda yeniçeri ağasının, Mısır tilimi36
adı altında yaptırılacak olan talime, tedricen geçilmesi teklifini redde­
derek derhal başlanmasını emreden I I . Mahmud'a göre "bu maddede
dikkat yeri bunların [Yeniçeriler] zihnini mukteza-yı şer'-i şerif üzere
doldurarak şu ta'lim ü ta'allümlerini bir yoluna koymakdı".37
I I . Mahmud'un tam olarak istediği, kapı halkına modern talimi ka­
bul ettirmenin ötesinde, hiç şüphesiz ocak üzerindeki bürokratik kont­
rolü artırmaktı. Zira bürokratik kontrolün artışı, eskiden uzun süreli
savaşlarda, 18. yüzyıl ortalarından itibarense kahvehanelerde ve bekar
odalarında oluşan yoldaşlığı/yeniçeriyanizmi/kul kardeşliğini ortadan

33 BOA ( HAT 1 9437).


34 Esad Efendi (2005 : 1 2 ) .
35 "Fenn-i hendese üzre tfilim" yapmaya direnerek "mukabele-i bi'l-misl"e karşı
çıkanların katillerinin vacib olduğu konusunda bkz. Esad Efendi (2005 : 1 08).
36 Bu sırada Mısır Kapı Kethüdalığı ve Banıthaneler Nazırlığı görevinde bulunan
ve daha önce Sekban-ı Cedid birliklerinde aktif görev almış olan Necib
Efondi'nin evinde kalan Asakir-i Cihadiyye-i Mısriyye binbaşılarından Davud
Ağa'nın yanı sıra Nizam-ı Cedid Ocağı Kolağası (mühtedi) İbrahim Ağa ve
fi:nn-i tfılimi bilir iki kişi muallim olarak atanmışlarsa da daha sonra, belki de
yabancı uzman kullanılmaması konusunda Saray'ın gösterdiği hassasiyetle aynı
nedene bağlı olarak talime çıkartılmamıştır. Avrupa tarzı talimin Mısır talimi
olarak isimlendirilmesinin sebebi ise daha evvel Mehmet Ali Paşa'nın bu konuda
"fukaha-i Haremeyn ü Mısır"dan fetva almış olmasıydı. Bu konuda bkz. BOA
( HAT 1 7479); Esad Efendi (2005:52-53 ve 73); Ahmed Lütfi ( 1999 c:l:94);
Mutlu ( 1 994:20); Uzunçarşılı ( 1988 c:I:537) ve Walsh ( 1836 c:II:505 ) .
3 7 BOA (HAT 25637) Bizzat il. Mahmud'un isteğiyle ulemadan birkaç kişinin,
yeniçerilerin talime başlayacağı gün Et Meydanı'na gönderilerek talimin
tamamıyla dini bir mesele olduğunu "açık açık ifade ve telkin eylemeleri ve
[yeniçerilerin] zihinlerini külliyen [talime] meyi ettirmeleri" için ayrıca bkz.
BOA (HAT 1 7479); Ahmed Lütfi ( 1999:94) ve Uzunçarşılı ( 1988 c:I:538).
kaldırarak ocağı tam olarak hükümdarın kontrolüne sokacaktı .38 Dola­
yısıyla tıpkı ortaçağ Avrupası'nda, manastırlarda ya da şövalye tarikatla­
rında gözlemlendiği üzere daha çok kardeşlik tarzı bir örgütsel yapısı39
olan ocakta, farkı yaratan unsurlar kıdem ve savaş meydanlarındaki kah­
ramanlıktı. Yoldaşları n savaşçı/kahraman ethosunu yok ederek, nefer­
leştirecek olan talimin beraberinde getirdiği bürokratik kontrol, sadece
ocağın kadim nizamına büyük bir darbe indirmekle kalmayacak fakat
aynı zamanda yeniçerilerin askerlik dışında yaptıkları işlere çok daha
az vakit ayırmalarına sebep olacaktı ki düşük maaş ve yüksek enflasyon
arasında sıkışan yeniçeriler için, bu hiç de istenen bir şey değildi. Yeni­
çerilerin bu tür gündelik kaygılarının ötesinde daha ziyade şifahi olan
kadim ocak nizamının yerini kitabi modern bürokratik yapıya bırakma­
sıyla doğru orantılı olarak gelişecek rasyonelleşme, kişileri ve makamları
da birbirinden ayıracaktı. Söz konusu ayrılma ise hiç şüphesiz kendisini
en açık şekilde nizamnamelerde gösteren soyut/metafizik bir meratib-i
silsilenin tebellür etmesine zemin hazırlayacaktır.40 Bu bağlamda Yeni-

38 Dönemin Avrupalı gözlemcilerinin yeni,ceriyanizın olarak adlandırdıkları ndcrlcr


arasındaki dayanışma duygusunun oluşumunda, sadakat ve birlikteliğin her
şeyden önce ait olduğu ortalar büyük bir öneme sahipti. Bu konuda bkz. Slade
( 1 832 c:I:301 -302); Macfarlane ( 1 829 c:I:59) ve Uzunçarşılı ( 1988 c:I : l 72 ve
5 14).
39 Modern ordu misali mcratib-i silsileyi en ince ayrıntısına kadar ortaya koyan
yazılı nizamnamelerin olmaması nedeniyle bugün örgütsel yapılan hakkında,
Nizam-ı Cedid ordusuyla karşılaştırıldığında çok az şey bildiğimiz yeniçerilerin,
hiç şüphesiz sözel bir geleneğe dayalı "yol ve erkanları" vardı. Öyle ki sınırlarda
görev yapan yeniçeri garnizonları dahi, modern ordu bürokrasisine benzemeyen
ve dolayısıyla modern taktik organizasyon açısından bir anlam ifade etmeyen
ancak kendilerine özgü idari l'e askeri bir yapı temelinde örgütlenmişti.
Ancak 11. Mahımıd'un bir nizamname çerçevesinde yazılı hale getirdiği
Eşkinci Layihası, yeniçerilerin kadim örgütsel yapıları hakkında bazı önemli
ipuçları içermektedir. Bu konuda bkz. Akgündüz ( 1 996 c:IX: l 70); Thornton
( 1 809 c:I:248); Raczynski ( 1 980:220 vd .); Uzunçarşılı ( 1988 c:l: l 74); Eren
( 1965:26) ve Hickok ( 1 997: 1 1 7).
40 Nitekim Niz{im-ı Cedid Ocağı'nda "pek küçük zabitten baş zabite kim kime
hükm eyleyeceğini ve iktiza eyleyen tcnbihat ve te.'dibat kimlerin emriyle
olacağını ve kimler i'cra eyleyeceğini ve bu hususlara da'ir olan devlet su'allerine
nazır vasıtasıyla kimler cevab vermek lazım geleceğini a'la-meratibihim cümle
zabitan ve neferat" bilmek zorundaydı. TSMA (E 1 1 1 6/2) .
çeri Ocağı'nın, kıdemin esas teşkil ettiği41 ve her bir makamın zinciri
oluşturan halkalara benzetilebilecek organizasyon tablosunda herhangi
bir neferin, kendisi gibi nefer olan diğer namzetler arasından sıyrılarak
ilk kademeyi atlamasını takip eden süreçte, kendi rütbesinden ne ka­
dar üstte olur ise olsun, bir makamın boşalması mezkur neferi, hiçbir
çaba sarf etmeksizin bir üst rütbeye taşıyacaktı.42 Oysa ki bürokratik
piramidvari hiyerarşik organizasyon şemasında her makamın altında
aynı rütbede birden çok görevlinin bulunması sebebiyle, kıdemden zi­
yade liyakat/kitabi bilgi kurum içinde kazanılacak irtifaya temel teşkil
etmekte ve bu manada savaştaki kahramanlığı, ham1-mahm1 ilişkilerini
ya da şansı dışlamaktaydı . Aynı şekilde birden fazla üst rütbeli subayın,
mesela aynı ortada birden çok çavuşun, bulunması neferlerin terbiyesin ­
de büyük bir öneme sahip olan hal ve gidişlerinin bir çiftten çok daha
fazla gözle izlenmesi ve kontrol edilmesi anlamına gelecektir. Bürokra­
tik açıdan kişinin ve makamın birbirinden ayrılmasının bir diğer sonucu
ise askeri kurumun talim aracılığıyla devlet tarafından içerilirken devlet
yapısının soyutlaşmasıdır. Bu şekilde kadimde doğrudan sultana bağlı
olan kapı kulları, artık sultana değil, muhayyel bir devlete kulluk etmeye
başlayacaktı . Devletin fevkine/dışına çıkan sultan ise, tıpkı Fatih Sultan
Mehmed'in divan toplantılarını kafes arkasından izleme[me ]si misali,
nihai gözetleyiciye dönüşüyordu . Askeri açıdan modern bürokrasinin
orduya sağladığı en önemli avantaj ise hiç şüphesiz esnekliğinde gizli­
dir. Nitekim modern ordunun temel birimi olan kendi kendisine yeterli
birlikler/regiment/Nizam- ı Cedid ortası bir taraftan taktik açıdan top­
çu, süvari, piyade gibi birbirinden farklı sınıfları aym anda kullanmaya
imkan verirkcıY10 diğer taraftan da bünyesinde bulunan iki kumanda su-

41 Yeniçeri Ocağı'nda her odanın en kıdemli neferi diğerlerinin zabiti


durumundaydı. Bu konuda bkz. Ahmed Cevad ( 1 299:27); Akgündüz ( 1996
c:IX: l73); Uzunçarşılı ( 1988 c:I:219) ve Raczynski ( 1980 : 1 70- 1 7 1 ) .
42 Bu konuda bkz. Lcvy ( 197la: l l - 1 2 ve 1968 : 1 40vd.).
43 Her ne kadar 111. Selim de benzer bir uygulamayı, Nizam-ı Cedid'den önce
Yeniçeri Ocağı'nda hayata geçirmeyi planlayarak ortalara onar nefer topçu ilave
etmeye çalıştıysa da bütçenin, yeni topçu istihdamını kaldıramayacak olması
sebep gösterilerek projeden kısa zamanda vazgeçilmişti. Bu konuda bkz. Kara]
( 1988 :25 ).
bayı/beşyüzbaşı/kolağası aracılığıyla gerektiğinde birbirinden bağımsız
bölümlere ayrılabilmekteydi.H
Merkezi lojistik zincirine bağımlılığı azaltarak, farklı ikmal rotalarını
kullanmaya imkan veren modern bürokratik örgütsel yapının bir anda,
ortanın tek ve bölünmez birim olduğu,45 Yeniçeri Ocağı'na uygulana­
mayacağının farkında olan I I . Mahmud, amcasının yaklaşık otuz yıl önce
yaptığına benzer şekilde, Eşkinci U.yihası'yla bir ortaya! bulmaya çalış­
mıştı. Ö ncelikli amaç yeniçerileri yeniden e,rkinci/aktif/bedevl hale ge­
tirebilmekti . Bu bağlamda yine ortaları temel alan Eşkinci Layihası'nın
öngördüğü organizasyon tablosu, farklı sınıfların aynı anda kullanımı­
na olanak vermemesi bakımından Nizam-ı Cedid'den ayrılmaktaydı .46
Ancak geleneksel ocak yapısından farklı olarak her bir ortanın içerdiği
kadrolar layihada sabitlenerek47 muhtemel esame yolsuzlukları engel­
lenmeye çalışılıyordu. Eşkinci U.yihası'nın gündeme getirdiği belki de

44 Fransa'nın İstanbul elçisi Aubert-Dubayet'nin ordunun yeniden


yapılandırılmasıyla ilgili Babıali'ye verdiği takrire göre nizam "nefcrat-ı
askeriyycyi Moskov ve Nemçe askeri gibi hatt-ı müstakim üzerinde dizmek
\'e hatv:lt-ı mütesavviye ile yürütmek ve kah sağa kah sola döndürmek
misüllü ta'lim-i mu'raddan ibaret değildir. Matlub olan, askeri iktizasına göre
kullanmaktır bu ise askeri beş alaya taksim etmekle müyesser olabilir. Beş alay
dediğim mukaddem:ltü'l-ceyş ve dümdar askeridir. Bunların üzerine tenn-i
harbde mahir bir serasker tayin olunur mezk(ır alaylar mahlut olınayub başka
başka mahalli münasebede durmakla serdar-ı m utlak olan iktizasına göre ol
alayların seraskerlcrine haberler uçunıb her bir alayı lazım geldiği vech üzere
ist'imal eder . . . " Devrim ordularını başarıya götüren taktik organizasnmunu/
ordre rni."Cte açık bir şekilde ortaya koyan rapor için bkz. Kıra! ( 1937 : 1 08 - 1 09 ) .
4 5 Mısır Harbi'nde ( 1 799) yeniçeri ortalarını, hiçbir yeniçerinin yoldaşından
ayrılmak istememesi sebebiyle taktik ünitelere ayıramayan İngiliz subayların
planlama konusunda çektikleri sıkıntı için bkz. NA (FO 78/26 : 1 1 ) .
46 Ancak Eşkinci Layihası'nda, zaman ve mekan disiplinizasyonuna ve gözetime
dair Levent Çifrliği nizamnamesinden daha ayrıntılı ve modern maddelere,
örneğin nöbetçilerin kaç saate bir değiştirilip, kimin tarafindan kontrol edileceği
gibi, rastlamak mümkündür. Uzunçarşılı ( 1988 c:I:652 vd. ), krş. TTK
(Y/534:50b vd. ) .
4 7 Esame usulsüzlüklerini kolaylaştıran bir faktör olarak yeniçeri ortalarındaki
nefer sayılarının değişkenliği konusunda bkz. Ahmed Cevad ( 1 299: 1 0 ) ve Reed
( 1980).
ı;:ŞKİ1\IÇİ_QCAQI
Yeniçeri Ağası Ocak Nazırı (Yeniçeri Katibi)

Sekbanbaşı Ocak Katibi


(7 5 00 kuruş)

1
Seksoncubaşı Ocak Katibi Yamağı
(4500 kuruş)

1
Turnacı başı
(3750 kuruş)

1
Muhzır Ağa
( 1 500 kuruş)

1
Ortalar (5 1 adet)

Bölükağası (Çorbacı)
(750 kuruş)

1
Cerrah İmam Odabaşı

( 1 20 akçe yevm.)

Alemdar
( 1 50 kuruş)

1
Tayin Ustası (vekilharç?)
( 1 37,5 kuruş)

1
Başkarakullukçu
( 1 30 kuruş)

1
Saka
( 1 00 kuruş)

1
Karakullukcular ( 15 adet)
( 1 20 akçe yevm.)

1
Neferat ( 1 35 adet)
(90 akce vevm.)

* Ocağa verilen tayinatlarda Topçu Ocağı tayinatları esas alınmıştır.


* Kuruş olarak verilen rakamlar ulufedir.

68
en önemli değişiklik ise ortaların en üst rütbeli subayı olan çorbacılann
daha yüksek makama atanmalarının yasaklanmasıydı. Zira neferlikten
yukarı doğru tırmanan bir kişi en fazla çorbacı olabilecek ve altı yıllık
hizmetin sonunda emekliye sevk edilecekti. Bu şekilde artık sadece İs­
tanbul'daki48 değil, Edirne 'de ya da taşrada bulunan kalelerdeki yeni­
çeri ağalarını49 dahi değiştirebilecek güce sahip olan çorbacı, çavuş ve
mütevellilerin bürokratik açıdan yükselmelerinin önüne geçilerek ocakta
daha etkin pozisyonlara gelmelerine izin verilmiyordu. Nitekim organi­
zasyon tablosunun, ortaların üzerinde yer alan bölümü II. Mahmud'a
yakın olan kişilere ayrılmıştı .50 Ocak üzerinde padişahın kontrolünü ar­
tırarak, ocağın devlet tarafından içerilmesini sağlayacak diğer bir önlem
ise Fatih Sultan Mehmed dönemine kadar ocak zabitlerinden seçilen ve
fakat mezkur padişahm vazettiği kanunname ile katipler arasmdan atan­
maya başlayan51 yeniçeri katibinin nezaret görcviyİe StatÜSÜnÜn bir kez
daha değiştirilmesiydi .52 Böylece savaş zamanlarında dahi devletle pa-

48 II. Mahımıd'un sürekli modern manada bir emir-komma zincirinin


bulunmamasından ve ocağa dışarıdan müdahale edilememesinden şikayet
ettiği yeniçeriler, özellikle 1 820'li yıllardan itibaren padişahın ocaktaki
temsilcisi haline gelen ağaları y.ı da ocağın üst düzey görevlilerini değiştirmek
için Saray'la sık sık pazarlık etmekteydi. Genellik.le padişaha bağlı, ağa ile
ocağın orta düzeydeki makamlarını işgal eden yoldaşlar, pazarlığın iki tarafını
oluşturmaktaysa da il. Mahmud'un hayallerini süsleyen modern orduda pazarlık
değil, emre itaat esastı. Bu durum yeniçerilerle birlikte tarihe karışan Cebeci
Ocağı için de geçerliydi. Bu konuda bkz. BOA (HAT 1 65 34, 19371, 19368)
ve Beyhan (2007:2 1 5 vd. ) .
4 9 BOA (HAT 25729).
50 II. Mahmud'un yeniçeri ağalarını çok sık değiştirmesi bir tesadüfrcn üte bilinçli
bir siyasetin ürünüydü. Zira iktidarsız ya da gücünü ocak lehine kullanan ağalar
derhal azledilmekteydi. Azillerin diğer bir sebebi ise Ağa Hüseyin Paşa özelinde
görüldüğü üzere yeniçeri ağasının, ocağın önde gelenleriyle ihtilafa düşerek
hayatını tehlikeye atmasıydı. Bu konuda bkz. BOA (HAT 1 4520, 1 682 1 ,
1 7480, 19463, 195 1 2 ) .
5 1 Özcan (200 3 : 1 0 ) v e Uzunçarşılı ( 1988 c : I : l 73 ) .
52 Yeniçeri katibinin uhdesine tevcih edilen "asker nazırlığı" ile ocak katibi artık
hem ocağın kitabet işlerine hem de tô.lime nezaret ermeye başlayacaktı (Mutlu
1994:48 ) . Görev alanının genişlemesiyle birlikte işbaşındaki katibin artan iş
yükü gerekçesiyle değiştirilerek, yerine II. Mahmud'a daha yakın İbrahim Saib
Efendi'nin getirilmesi konusunda bkz. Esad Efendi (2005 : 5 1 -52).
zarlık yapabilecek53 güce sahip geleneğin/kadimin taşıyıcısı ihtiyarların/
kıdemlilerin, çavuş ya da çorbacıların ocaktaki etkisi kırılarak, yeniçeriler
devletin nezaretindeki sıradan askeri �ir sınıfa dönüştürülecekti . Aslında
yeniçerilerin yanı sıra belirli bir (sözel) geleneğe sahip olan humbaracı ve
lağımcı ocaklarının devletin, biat akti zemininde şekillenen nimet-hiz­
met ilişkisinin ötesinde, iktidarın nesnesi haline getirilmesi sırasında III.
Selim de yeğeniyle aynı soruna benzer bir çözüm üretmişti. Ancak "bir
tarafdan kovmalı bir tarafdan boğmalı bu harisler tebdil olmalı"54 diye­
rek iktidarına rakip olup huzuru/ ittifak-ı hakikiyi bozan Ocaktaki soz
sahiplerine ya da Saray açısından sözü ayağa düşürenlere karşı stratejisini
ortaya koyan III. Selim, tahta çıktığı sırada uygulayamadığı modern bü­
rokratik organizasyonu 1 797 tarihinde humbaracı ve lağımcı ocaklarını
birleştiren nizamname ile yürürlüğe sokacaktı. İlk defa, kadimle hiçbir
bağı bulunmayan Nizam-ı Cedid neferleri için hazırlanan nizamnamede
gündeme gelen bu yeni hükmetme biçimi humbaracı ve lağımcı ocakla­
rından sonra neredeyse aynı şekilde bir kez daha, ancak bu sefer müced­
did ve mehdi II. Mahmud'un kapı halkı yerine kendi gölgesi altında ih­
das ettiği mansur askerlerinin terbiyesinde kullanılacaktı. 55 Bu bağlamda
1 826 senesinin 1 5 Haziran gecesi S aray ve kulları arasında çıkan çatışma,
talim meselesinden çok daha derindeki bir anlaşmazlıktan neşet etmişti.
Mevcut ordu ile kıyamete kadar savaşılsa da Rusya'nın talimli ordula­
rı karşısında başarı kazanılamayacağına karar verilmesini takiben orduyu
yeniden düzenlemeye başlayan III. Selim öncelikli olarak humbaracı ve
lağımcı ocaklarına tedricen nizam56 vermeye başladı. Söz konusu ocak-

53 Cepheye bütün ocağın mı ya da belirlenecek ortaların mı yoksa bayrak açılıp


)'eniçerilcrdcn yazılacık göııiillülcrin mi gönderilmesi konusunda, ocakla Saray
arasında yapılan bir pazarlık için bkz. BOA (HAT 25590). Bu konuda ayrıca
bkz. Şanizade (2008 : 1098).
54 BOA ( HAT 1 25 06).
55 Sadrazam tarafından kaleme alınan Asakir-i MansCıre'nin ilk nizamnamesi
"devr-i Sclimiyye'dc yazılan kanunname-i Nizam-ı Ccd1d" mlıtala edilerek bir
günde yazılmıştı. Bu konuda bkz. Esad Efendi (2000:6 1 3 ) . Mansure ordusunda
ilk anda istihdam edilen neferler ise genellikle daha önce Nizam-ı Ced1d
ordusunda tfilim görmüş kişiler arasından seçilmişti. MacFarlanc ( 1 829 c:I:54-
55).
56 BOA ( HAT 1 767).
!arda bulunan mevcut ve na-mevcutların tespitiyle57 işe başlayan Nizam-ı
Cedid ekibi, kaleme aldıkları nizamnameler aracılığıyla ve ağaların fev­
kine atanan nazırlar kanalıyla neferleri yavaş yavaş bürokratik kontrolün
nesnesi ya da bir başka ifadeyle ateşli silah sisteminin bir parçası haline
getirmeye başladı. Zira topçu sınıfında da Levent Çiftliği'nde de yapıl­
cağı gibi nazır "ocağın cem-i umurundan" ocak ağası ise sadece "zabt
u rabt-ı neferatdan" sorumluydu.58 Ocakları siyasi açıdan sultanın ke­
sin emri altına sokmaya yönelik Nizam-ı Cedid reformlarının bir diğer
önemli yönü de neferatı talimler aracılığıyla görev tanımları çerçevesinde
uzmanlaştırmaktı. Artık topçu ve humbaracı ocaklarında gözlemlendi­
ği üzere toplara rabtedilen neferler haftanın beş günü talim yapmaya
başlıyordu.59 Osmanlı-Rusya-Habsburg Savaşı devam ederken Topçu
nefcratının "isim ve şöhretleri ve eşgalleri ve vilayetleri tasrihiylc ve ki­
min oğlu kim tahrir olunmuş" ve ocak bünyesindeki on beş yirmi "ya-

57 Humbaracı ve lağımcı ocakları için çıkartılan ilk nizimnamclerde nderatın


kışlada tutulması ve işe yaramayanların emekliye ayrılması öncelikli hedctlcrdi .
Bu na karşılık tımar tasarruf etmelerine mukabil sipahiler gibi tımarlarıııı
evladlarına bırakamayan lağımcılara ve humbaracılara bu hak tanınmıştı . Taşrada
bulunan bütün Humbaracı neferatınııı 1 793 Martından ünce İstanbul'a gelerek
isbat-ı vücud etmeleri için yapılan çağrı konusunda bkz. BOA ( CAS 1 1 278 ve
1 1 973 ) . Bu konuda avrıca bkz. BOA ( BOA 584 12); ( CAS 220 1 2 ) .
58 Örneğin topçu sınıfinda, serhat kalelerinde görev yapan topçubaşılarının
atanması, ağaların yetkisi dışına ç ıka rtıla ra k nazır bu ve benzeri kritik
meselelerde tek yetkili konumuna getirilmişti . Böylece birer a skeri sınıfa
,

dönüşen ocaklarla eşzamanlı olarak ağaların statüleri ka ti p/n a zırla rın altında
yer alan sırad;ı n sııhaylarınkine indirgeniyord u . Nitekim T l . Mahnıııd 'ıı n da
vaz ettiği humbaracı nizamn;\mesine göre "nctcratın zabt u rabtıyla ocak-ı
mezkünııı nik ü bedi kendüden [ Humbaracıbaşı ] mes'(ıl olacağı beyaıııyla iktiza
eden tenbihat Babıati'den" ağaya yapılacaktı. Bu konuda bkz. Nuri Etendi (AE
239:2 1 3a); BOA (TD 84:48 ) ve Kara] ( 1 988:25).
59 İnsanların ateşli silahlara eklemlenmesi ordunun değişen organizasyon
vapısında da gözlemlenebilir. III. Selim'k birlikte topların her birine orta
nişanları işlenerek neferler artık kullandıkları topun alametleriyle tanınmaya/
anlam kazanmaya başlıyordu. Diğer taraftan topların neferlere ve ortalara
zimmetlcnmesiyle neferatın muharebe esnasında topu bırakıp kaçniasının
önüne geçilmeye çalışılıyor ve tıpkı AYrupa ordularında gözlemlendiği üzere
topları korumak bir namus meselesi haline geliyordu. Bu konuda bkz. TTK
(Y/5 34:29a-b ve 6 l b) .
ram az" neferle, kanunname hilafına davrananların cezalai1dırılması hu -
susunda anlaşılmıştı. Ocağa "zabt u rabt-ı neferata ve şera'it-i nizamı
i 'craya sahib-i iktidar humbaracıbaşılık ve lağımcıbaşılık tevcihiyle dindar
ve perhizkar zabitlik halini bilür idare-i asker eylemiş ve t'ayin buyuru­
lan ma'aşı kendüye mi.i'ekkel bilmeyi.ib şurılt ve kuyı'.ı du i 'craya sart:ı
makdur ider 'akil bir adem" ağa tayin edilerek ve Sadabad'daki kışlaya
yeni bir sundurma, anbar ve cilingirhane eklenerek neferat "nev' i'cad
obüs toplarını" talim etmeye başlamıştı.60 Söz konusu talimhane için
kaleme alınan talimname, topçu neferlerinin gündelik hayatlarına dair
önemli bilgiler ihtiva etmektedir. Buna göre belirli saatlerde talimhane
nazırının nezaretinde yemeklerini yiyen neferler, Ramazan ayı haricinde
sabah kahvaltısını takiben tok karınla ve Ramazan'da ise öğle namazı­
nı takiben günlük talimlerine başlıyorlardı. Güneşin doğmasının ardın­
dan her bir nefer ismiyle çağırılarak yoklanmakta ve gi.in batımına kadar
talimhane dışına çıkmaları yasaklanmaktaydı. Tabyaları her gün süpüren
neferler arasından seçilen nöbetçiler, meraklı seyircileri talim yapılma­
yan zamanlarda toplardan yirmi adım, talim vakitlerinde ise elli adım
_
uzakta tutup barut mahzenlerine yaklaşmalarını engellemekle görediydi.
"Fırkabaşı"nın nezaretinde altışar kişilik gruplar halinde talim alanına çı­
kan neferler (müteallimler) öncelikle talim edecekleri topların bulundu­
ğu tabyaların arkasında "saf bağlıyorlardı " . Talimhane nazırının emriyle
"ağır ağır ve ayak ayak" tabyalara giren altışar kişilik fırkalardaki iki nefer,
fırkabaşının emrine istinaden topu hareket ettirmek için si!Jhın sağ ve
solundaki, diğer iki nefer de topun namlu ucundaki yerlerini alıyordu.
Namlunun sağ tarafında yer alan nefer namluya "süpürgeyi urup tomarı
sıkılamak"tan, soldaki ise "hartuşu vc güllcyi" namluya ycrlcştirmekten
sorumluydu . Topun ateşlenmesi için gerekli mühimmat ve teçhizatın
karakullukçu aracılığıyla, topların yanında hazır bulundurulması da yine
Talimhane nazırının sorumluluğundaydı . Top doldurulduktan sonra
sağdaki nefer, fırkabaşının nişan alması için "top tahtasını" ( nişangah)

60 BOA (HAT 843 1 ) Bütün bunların yanı sıra doğramacılık, çıkrıkçılık, dülgerlik,
nalbantlık veya sarraçlık mesleklerinden herhangi birini bilen neferlere,
ulufclerinin yanı sıra ek ücretler ödenecek ve neferlerin arasında topçulukla ilgili
maharetleri olanlar talimhane nazırı tarafından taltif edilecekti. İÜKTB (TY
6975:7lb).
yerleştirmekle görevliydi. Soldaki nefer, nişan alındıktan sonra top tahta­
sını kaldırıp "ağız otu"nu (fitil) yerleştirerek ayakdaşıyla beraber derhal,
topa belirli bir mesafede duran firkabaşının yanındaki yerine dönüyordu.
Beş neferin toptan uzaklaşmasının ardından fırkabaşı topun beş adım
arkasında bekleyen nefere ateş emrini veriyordu. Top tabyadan değil de
açık bir yerden ateşleniyorsa, boşaldıktan sonra solda ve sağda olan ne­
ferler, tepme etkisiyle yeri değişen topu eski yerine taşımakla, topun sağ
önünde bekleyen nefer süpürge ile topu temizlemekle, solda olan da
topun falyasını kapatmakla görevliydi. Ayrıca her iki atışta bir defa top
ateşlendikten sonra namluyu soğutmak için, temizlik amaçlı kullanılan
süpürge suya batırıldıktan sonra namluya sokuluyordu . Çok daha hızlı
ateşlenmesi gereken küçük kalibreli toplar söz konusu olduğunda her
fırkaya, biri hartucu namlunun solundaki nefere vermekle, diğeri de fitili
falyaya yerleştirmekle görevli iki nefer daha ilave ediliyordu.61
Yeniden düzenlenen tfilim prosedüründe topçu neferlerinin atışlar­
da kazandıkları başarı oranı, nefer katipleri tarafından düzenli olarak
kaydedilerek,62 yazılı nizamnameler çerçevesinde "iş gören ve görme­
yen" ya da talimde mevcut olup olmayan ayırt ediliyordu . Kurum içinde
bir üst rütbeye yapılacak atamalar ve nanparelerin/maaş ya da tımarların
her yıl yenilenen tevcihleri ise, humbaracı ocağında talimlerdeki ve sı­
navlardaki başarıya, lağımcılarda ise yılda iki defa sadrazam huzurunda
gerçekleştirilen ilmi ve ameli sınavlardan alınacak notlara63 istinaden ya-

61 İÜKTB (TY 6975:7la-72a).


62 Tıpkı neferlerin yaptıkları atışlar gibi III. Selim'in humbara ile yaptığı denemeler
de şu şekilde kaydedilmekteydi: "Yedinci humbara yirmi iki çapında olub yüz
yirmi dirhem barut ile elli iki dirye [ derece? ] irtifa ile mahall-i nişana şevketlü
mehabetlü kerametlü efendimiz endaht eylediği." Nitekim henüz katcsteyken
matematik, geometri ve mekanik gibi topçuluk açısından önemli bilgi
alanlarında eğitim alıp ateşli silahları kullanmayı öğrenen IIL Sclim, topçuluk
üzerine bir de layiha kaleme almıştı. Bu konuda bkz. TSMA (E 2523) ve
Schlechta-Wssehrd ( 1 882: 19).
63 Örneğin lağımcı neferlerine tevcih edilen tımarların, kime ve ne şekilde
verildiğinin, neferin tımara neden "müstehak" olduğunun ve "sahih sulbi"
olduğu için tımar tevcih edilen nefer evlacilannın bütün ayrıntısıyla yazıldığı,
babalarının isim ve şöhretlerini, neferlerin doğum yerlerini ve görünümlerini
tüm detaylarıyla tasvir eden bir lağımcı defteri için bkz. BOA (TD 46).
pılmaktaydı. 64 Bilhassa humbaracılar ve lağımcılar gibi rasyonel, kitabi
bilginin büyük bir önem arz ettiği teknik sınıflarda boşalan makamlara
yapılacak atamalarda, artık yola/kıdeme itibar olunmayarak "hüner ve
kemalini", gireceği imtihanda göstereceği başarıyla ispatlayan ocak için­
den neferler ya da dışından namzetler çeşitli rütbelerde istihdam edile­
bilecekti. 65
Cedid nizam sebebiyle değişen ocak yapısında katipler ocakla ilgili,
örneğin cephanelikte bulunan silahlardan anbarların kontrolüne, tımar
tevcihatlarından neferlerin hal ve gidişlerine kadar her şeyi detaylı bir
şekilde kayıt altına alıyor, zamanla sayıları artırılan kapı ve ayak çavuşları
ocakların diğer devlet kurumlarıyla bağlantısını sağlıyor, mullem-kıran
neferata d.lim yaptırıyor, çavuş ve yamaklar neferlerin talime devamını
sağlayarak terbiye ediyor,66 cerrahlar neferatın sağlığını kontrol altın­
da bulunduruyor ve en nihayet mühendisler ortaların fenni metotlarla

64 Bıına göre tımar ve zeametlcri yoklandıktan sonra humbaracı ve lağımcılar


Mühendishanc'de oluşturulan "ıneclis-i imtihan" önünde teorik sınava tabi
tutuluyordu . Bunu takiben humbaracı tımarlı ve maaşlı/mülazım nefed.tı,
subayları ve hocalarıyla Kağıdhane'ye gidip her biri tek başına humbara
doldurup hedefe ateş ediyor ve isabet oranında puan kazanıyordu. Lağımcılar ise
teorik sınavın ardından Mühenc!ishane'de kalarak ağaç ya da alçıdan numuneler
yapıp, askeri mimarideki bilgilerini gösterecek planlar çiziyorlardı . Her bir
ncterin "hüner \'e meharet ve ına'lumatlan ne derecelerde olduğu" esaıne
defrcrindeki isimlerinin altına kaydedildikten sonra sınav kağıtları ve nrnmıncler
sadrazama sunuluyordu. Sadrazam ise bunların arasından beğendiklerini
l ll . Selim'e gönderiyordu . Bu konuda bkz. BOA ( HAT 7852 ve 58412) ve
Hobhouse ( 1 8 1 3 : 1 0 1 7 ) .
65 Nizam-ı Cedid Ocağı için kaleme alınan ilk nizamnamede ocak içindeki
yükselişler her ne kadar ncterin "yolunun işlemesine" ''e "eskiliğe" göre
yapılmaktaysa da bir üst makama atanacak neferin "frnninde ınehareti ve istidadı
dahi yoğ ise aşağıdan erbab-ı istidadın takdimi ca'iz" olduğu belirtilmekteydi .
Bu nizamnamenin yayınlanmasından yaklaşık iki sene sonra 1 796 senesinde
çıkartılan zeylde ise boşalan zabitliklere ocak dışından fakat yapılacak imtihanla
bilgisini ispat eden kişilerin de atanabileceği karara bağlanmıştı. Humbaracı,
lağımcı ve Levent Çiftliği ocaklarının nizamnameleri ve zeylleri için bkz. TTK
( Y/5 34); İ ÜKTB (TY 3208) ve BOA ( DPYM d 35 366:92 vd).
66 Bu konuda bkz. BOA ( CAS 92 1 0 ) .
sevk ve idare edilmesini sağlıyordu.67 Neferlerin uzmanlaşmayla birlik­
te icra ettikleri görevlerin spesifıkleşmesi68 ocakları, bir taraftan nizama
sokarken,69 diğer taraftan da modern ordunun gerektirdiği organizasyon
yapısı çerçevesinde birbirleriyle koordineli şekilde çalışan kurnmlar ha­
line getiriliyordu. Ortanın esas birim olduğu ocak yapısının, humbaracı

67 Neferlerin fen ve maharetlerini artırmak, ordunun memuriyeti sırasında


ordugahı tanzim etmek, metrislerin doğru yerlere kazılmasını sağlamak,
iki tarafin askeri güçlerini nitelik ve nicelik açısından mukayesesini yapmak,
neferat mevcuduna göre tayinat ve mühimmatı te\'zi etmek, gerektiği yerlere
köprü kurdurmak, doğa koşullarına göre hücum zamanını tayin etmek ve bu
bağlamda mevsim ve mevkiye nazaran harp esaslarını nctcdta öğretmekle
görevli mühendislerin, 1 9 . yüzyıl başında Nizam-ı Ced1d ortalarına atanmaya
başlanması, Osmanlı ordusu açısından bir dönüm noktası teşkil etmekteydi .
Osmanlıların, mühendislerin görev alanı içerisinde yer alan konularda yaşadıkları
problemler için bkz. Ahmed Cavid ( 1998 :59) ve Çalışkan (2000:39 ni . ve
262). Bu konuda bkz. BOA (RD 1 1 1 :88-89) ve İÜKTB (TY 3208 :44a).
Ortalara yapılan mühendis atamasından önce, Nizam-ı Ced1d netcratının
Hendesehane'deki dersleri takip etmeleri konusunda ayrıca bkz. Beydilli
( 1 987:437).
68 Uzmanlaşma fikrinin yabancı olduğu Osmanlı ordusunda, Süleyman Feyzi
Etcndi örneğinde de gözlemlenebileceği üzere 1 8 . yüzyılın son çeyreğinde dahi
bir reisülküttabın serasker olarak atanması gayet olağan bir dunımdu. Ancak
insan gücünün etkin kullanımı açısından büyük bir önem arz eden uzmanlaşma,
III. Selim reformlarıyla birlikte Osmanlı ordusunda, öncelikli olarak da topçu
sınıfinda hayata geçirilmeye başlanacaktı. Bu konuda iyi bir örnek teşkil etmesi
bakımından Topçu Ocağı'ndaki uzmanlaşma için bkz. BOA ( CAS 2 1 108)
Reisülküttab Süleyman Feyzi Efcndi'nin Rumeli Seraskerliği için bkz. Mehmet
Sadık ( EE 2 1 7 1 : 27b - 28a).
69 Tıpkı Nizam-ı Ced1d Ocağı'nın kuruluşunda gözlemlendiği üzere genel olarak
kaybedilen savaşların ya da İstanbul' da karşılaşılan içgüvenlik problemlerinin
öncelediği topçu sınıfi ocaklarının yapısındaki değişime ve ncferit sayısındaki
artışa rağmen III. Selim devrinin sonuna gelindiğinde, humbaracı ve lağımcılara
nazaran bilhassa topçu ocağında ciddi sıkıntılar devam etmekteydi. Örneğin
1 807'de İngiliz donanmasının İstanbul'a saldırısından yaklaşık bir ay sonra
Topçu Ocağı ortalarının sayısı Boğaz kalelerindeki tüfcngcilerden yazılacak yeni
neferatla elliye çıkartılmaya çalışılsa da IV. Mustafa hala cephede olan orduda
ve kalelerde görevli topçulara mühimmat götürecek serbölük bulamıyordu. Bu
konuda bkz. BOA ( HAT 5 3 144). III. Selim'i tahttan indirecek isyanı başlatacak
olan Boğaz yamaklarının kadim nizamına ilk müdahale olarak göze çarpan
topçu ocağı reformu için ayrıca bkz. BOA ( CAS 5 1037).
ve lağımcılarda III. Selim 'in 1 797 tarihli nizamnamesiyle kırılmasının
ardından artık topçu sınıfı için hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı .70 II.
Mahmud'un Sekban-ı Cedid Ocağı'nın lağvından sonra özel bir ilgi gös­
terdiği71 humbaracı ve lağımcılar için yayınladığı nizamname ise tam ma­
nasıyla modern bürokratik yapıyı söz konusu ocaklarda kurgulayacaktı .72

70 Nizamnamenin çıkartılma amacı, söz konusu iki ocakta Nizaın-ı Cedid


Ocağı misali bürokratik bir organizasyonun tam manasıyla teşekkül etmemiş
olması sebebiyle nefüdtın İstanbul'da serkeşlik yapması, kışlada kalmayı
reddetmesi ve ocaklara ait tımarların kontrolüydü. III. Selim rabıtalı subaylar
ve ocaklarda "büyük ve küçüğün malum" olmasıyla, bir başka ifadeyle cmir­
komuta zincirinin oluşturulmasıyla bütün sorunların bir anda çözüleceğini
düşünmekteydi. Gözetimin en önemli aracı olan emir-komuta zinciri ise
nizamnamede şu cümlede billurlaşmaktaydı, "neferatın cem'-i ahvalini
halifeleri taharri ve halifCler başhalifelere ve başhalifeler dahi çavuş ve 'alemdara
ve başçavuş ve 'alemdar dahi kethüdalara ve kethüdatar dahi ağalara inha"
edecekdi. Herhangi bir ihbar ya da emir beklemeksizin olaylara müdahale yetkisi
ise başçavuş ve alemdarın üzerinde yer alan subaylara aitti. Bu konuda bkz. BOA
( HAT 1 2506 ve CAS 47797).
71 Yeniçerilere karşı kullanılabilecek bir müttefik arayışına giren II. Mahmud'un,
Alemdar Yakası sonrasında disiplinini nispeten koruyabilen topçu sınıfina olan
ilgisi 1 8 12 Bükreş Antlaşması'nı tak.ip eden günlerde yoğunlaştı. Ocaklarda
inzibatı sağlayan karakullukçuların sayılarım artırıp topçu ortalarında bulunan
civeleklerin (şehit çocukları) sayısını azaltarak işe başlayan padişah, sık sık
humbaracıların ve lağımcıların yaptıkları modern ti\limleri izlemeye giderek,
diğer ocaklardan farklı olarak atıyclcr dağıtıp ihsanlarda bulunmaya başlayacaktır.
Söz konusu ocaklara yapılan maaş zamları ve yeni nefer istihdamları ise neferlerin
nimetlerinden faydalandıkları padişahlarına 1 826 Haziranında hizmet etmesini
sağlayacaktır. i l . Mahnıud\ın isyanda zarar gören HuınbaraLI Kışlası içerisindeki
camiyi ve Mühendishane'nin su yollarını tamir ettirmesi için bkz. BOA
(HAT 52632) B u konuda ayrıca bkz. BOA ( HAT 1 7649 ve 4 1 684); Beyhan
(2007:244-245 ); Esad Efendi (2000:508 vd.); Şanizade (2008:590-592);
Macfarlanc ( 1 829 c:II: 1 1 7) ve Hobhouse ( 1 8 1 3: l 046 ).
72 Bürokratik kontrolü ve gözetimi sağlayacak günlük teftişleri ve disiplin
sorunlarının, tenzil-i rütbe ya da maaşların ocak tarafindan zaptı gibi modern
yöntemlerle halledilmesini gündeme getiren humbaracı ve lağımcı ocaklarıııı
birbirinden ayıran nizamnameler gerçekten de modern bürokratik uygulamaları
tam manasıyla Osmanlı ordusuna sokmaktaydı. Her ne kadar nizamnamenin
öngördüğü organizasyon tablosu bürokratik piramitvari bir örgütsel yapıyı
öngörüyorsa da Osmanlıların henüz bu tür bir düşünce yapısıııı sindirdikleri
ARABACI OCAGI (1793-1806)
Ocak Nazın (aynı zamanda Topcu Ocağı Nazırı)

1 �
Ocak Ağası Arabacılar Katibi
(aynı zamanda Topcu Ocağı Ağası) 4000 kuruş maaş
15000 kuruş maaş 5 kıyye et ve 20 çift ekmek
20 kıyye et, 40 çift nan

1
Ocak Kethüdası
(aynı zamanda Topcu Ocağı kethüdası)
4000 kuruş maaş
5 kıyye et ve 20 çift ekmek

1
Kethüdayeri (çorbacılığı dışında)
750 kuruş maaş
2 kıyye et, 8 çift ekmek

1 1797 sonrası
-- ,
Çavuş (çorbacılığı dışında) ---------------------------

i
750 kuruş maaş :
2 kıyye et, 8 çift ekmek
Orta Tertibi
1 i
�----- Çorbacı Süvari arabacıları Başhalifesi
750 kuruş maaş 500 kuruş maaş
Çorbacı
2 kıyye et, 8 çift ekmek 1 kıyye et, 4 çift ekmek

1
Kapı Çuhadan
1
Odabaşı
500 kuruş maaş Mülazım Halife
75 akçe yevm
400 kuruş maaş
15 akçe K.B.

1 1
Vekilharç Ortalar
55 akçe yevm.
15 akçe K.B.

1
Bayraktar
Halife
70 akçe yevm

15i
50 akçe yevm.
çe K.B.
20 akçe K.B.

1
Araba Halifesi (20 adet) Süvari arabacılar (7 adet)

f
45 akçe yevm. 40 akçe yevm
15 çe K.B. 20 akçe K.B.

Aşcı
45 akçe yevm.
15 akçe K.B.

1
Başkarakullukcu
35 akçe yevm.
10 akçe K.B.

1
Arabacı neferatı (100 adet)
Yeni tahrir olunana 32 • Ocak'taki orta sayısı Topçu ortalarındaki artışa
En kıdemlilere 40 akçe yevmiye
istinaden 20'ye çıkarılmıştır.
1 * Her ortada aynca 12 akçe yevmiye ile 4 marangoz,
Karakullukçu (10 adet)
24 akçe yevm. 2 çilingir, 2 saraç ve 4 nalband bulunmaktaydı.

Saka
1 • Her bir ortada 40 adet beygir vardı.

• K.B: Kisve Baha


30 akçe yevm.
10 akçe K.B.
HUMBARACI OCAÖIC 1 792-1 806)
NAZIR
6000 kuruş maaş


Humba acıbaşı
7500 kuruş maaş
��
2500 kuruş tayinat Ocak Katibi

1 1500 kuruş maaş


500 kuruş tayinat
Kethüda
4500 kuruşluk zeamet

1
Çavuş
2000 kuruşluk zeamet

1
Alemdar
1 500 kuruşluk zeamet

+
Serhalife
+
Serhalife
+
Serhalife
+
Serhalife
+
Serhalife
l
Serhalife
+
Serhalife
ı
Serhalife Serhalife
+ ı
Serhalife
1000 kuruşluk zeamet

+ + ı + ı
Halife Halife Halife
750 kuruş zeamet
Halife Halife
r-- 8.8.- 1796
- sonrası
--- -- -- -- - - -- - - - -- -- -- - - - - - -

9 Yamak (40 akçe yevm) Tulumbacıbaşı


1 Tulumbacıbaşı
8 Yamak (38 akçe yevm) 45 akçe yevm
1 1 kıyye lalını ve
7 Yamak (36 akçe yevm) 1 çift ekmek
1
6 Yamak (34 akçe yevm)
1
1
5 Yamak (32 akçe yevm) Çavuş
1 20 akçe yevm
4 Yamak (30 akçe yevm)
1
3 Yamak (28 akçe yevm)
1
Karakullukçu
2 Yamak (26 akçe yevm)
1 1 8 akçe yevm.
1 Yamak (24 akçe yevm)
* 1 792 , tarihli Lağımcı Ocağı nizamnamesinin
1
öngördüğü organizasyon tablosu ile bürokratik mülazım-ı evvel (başmülazım)
20 nefer
1
mantık açısından arasında hiçbir fark yoktur. mülazım-ı sani (arabacı) her birine ! Ser
1 akçe yevm.
* Terfilere kıdem esas teşkil etmektedir. mülazım-ı salis (saka) (20 akçe yevm.)
ve hepsine
1 3 kıyye et
mülazım-ı rabi (aşçı)
1 1 O çift ekmek
mülazım-ı ham!s (karakullukcu)
HUMBARACI OCAGI { 1806-1 8 1 4)

Ocak Nazırı
6000 kuruş maaş
/
Huınb a.tı<cıba�
���
1
�������������
1Ocak Katibi
2000 kuruş maaş 1 5 00 kuruş tayinat

2500 kuruş tayinat 1


1 Katip 1 . yamağı Ruznamçeci Katip 2. yamağı
Kethüda 1400 kuruş maaş 700 kuruş maaş 1 200 kuruş maaş
5000 kuruş'luk zeamet

1
Başçavuş
3000 kuruşluk zeamet

Kışla imamı Cerrah


240 kuruş
Ayak çavuşlan
1 O nefer sipahi ça­
Kapı çavuşu
240 kuruş
Cebehaneci
65. bölüğün ! O.ortasının 7.
1
Alemdar
60 akçe yevm
vuşlarından, nöbetle sipahisi cebehanecidir. 240
j
maas maas 2500 kuruşluk zeamet
seçilir. 180 guruş kuruş aaş
maaş
Cebehaneci yamağı
Aynı ortanın 6. sipahisi
cebehaneci yamağıdır.
120 kuruş maaş

Serhalife
Serhalife Serhalife Serhalife Serhalife Serhalife
2000 kuruşluk zeamet
65. Havan Bölüğü Lağımcılar 22. Havan Bölüğü 14. Havan Bölüğü 7. Obüs Bölüğü
36. Havan Bölüğü

11
1 0 adet too 10 adet too 10 adet too 1 0 adet too
10 adet top

!.Halife 2.Halife 3 .Halife 4.Halife 5.Halife 6.Halife 7.Halife 8.Halife 9.Halife !O.Halife ! .Halife 2.Halife 3.Halife 4.Halife 5.Halife 6.Halife 7.Halife 8.Halife 9.Halife !O.Halife

1 1000 guruş
zeamet
9 .Sipahi neferi
* Ocağı oluşturan bölükler arasında ve bölükleri
8.Sipahi neferi 9.Sipahi neferi (Başeski)
7.Sipahi neferi oluşturan ortalar arasında, hiyerarşik bir ilişki
8.Sipahi neferi
6.Sipahi neferi 7.Sipahi neferi
vardır. Örneğin 7. obüs bölüğünün 1 0 . ortasının
5 .Sipahi neferi 6.Sipahi neferi 9. sipahisi, önce aynı bölüğün l .halifebğine ve
500 sırayla bütün halifelikleri geçerek, aynı bölüğün
4.Sipahi neferi 5.Sipahi neferi kuruşluk
3.Sipahi neferi 4.Sipahi neferi serhalifeliğine ve yine sırayla bütün
zeamet
2.Sipahi neferi 3 .Sipahi neferi başhalifeliklerde bulunduktan sonra en son 65.
1 .Sipahi neferi (Çavuş) 2.Sipahi neferi bölüğün serhalifeliğine yükselerek, oradan
! .Sipahi neferi alemdar olabilme şansına sahiptir. Ancak
9. Mulazıın pratikte bu durum imkansızdı; zira her bir terfi
8.MOlazım 9.Mulazım (40 akçe) için üst rütbeden birinin ölmesi yada emekliye
7.Mulazım 8.Mı11azım (38 akçe) ayrılması gerekiyordu.
6.Mülazım 7 .Mülazım (36 akçe) • Lağımcı Ocağı'nın ! 8 1 4' de, Humbaracı
5 .Mı11azım 1 5 ' er akçe katık­
6.Mülazım (34 akçe) Ocağı 'ndan ayrılmasından sonra, Humbaracı
4.MOlazım 5.Mı11azım (32 akçe)
baha ve yevmiye
Ocağı nizamında, maaş artışları dışında büyük
3.Mı11azım (Saka) yarımşar vukiye
4.Mülazım (30 akçe) değişiklikler olmamış, Lağımcı Ocağı ise,
2.Mülazım (Aşçı) 3.Mülazım (28 akçe)
nan-ı aziz
zamanla Mühendishane'ye entegre edilmiştir.
l .Môlazım (Karakullukçu) 2.Mı11azıtn (26 akçe)
l .Mı11azım (24 akçe)
TOPCU OCAGI (1793-1807)

* 1807 tarihinde Topcu Ocağı'nda Orta sayısı 40'a

/
Topçu Ocağı Nazırı
7500 kuruş maaş çıkarılmıştır.
• Maaşlar yıllıktır.
Her ortada 4 sürat, 2 obüs, 2 şah! ve 2 balyemez

gunış
Topçubaşı Ağa •

olmak üzere 10 top vardır.


30000 maaş
20 �ıyye et • Ortalarda, her bir top için ayrıca 5 adet arabacı
80 çift ekmek neferi istihdam edilmektedir.
* Ağa ortasında, ayrıca 20 adet karakullukçu
Aralık 1801 sonrası
r------------------------------------------------- mevcuttur.

r
Ocak Kethüdası
Mehterbaşı (900 akçe) 7500 kuruş maaş 8 kıyye et

1
32 cift e ek Topcular Katibi
6000 kuruş maaş 8 kıyye et
Serzurnazen (60 akçe) 32 cifi ekmek

"'
\
Kethüda yeri (çorbacı lığı hariç)
Snrnazen (4 adet) 1500 kuruş maaş 3 kıyye et
40 akce 12 cifi ekmek
Sertablzen (60 akçe)

1 "' 1 Ocak Katibi (2 adet)

r
Tablzen (4 adet) Çavuş (çorbacılığı hariç)
Orta Tertibi 500 kuruş maaş
40 akce 1500 kuruş maaş 2 kıyye et
Semakkarazen (50 akçe) (25 adet)
8 cift e ek

1 "' Nakkarazen (2 adet)


40 akce
1 ------ Çorbacı
Çorbacı
Serzilzen (50 akçe)

"' 1 1000 kuruş maaş 2 kıyye et


8 cifi ekmek

1 Zilzen Odabaşı

1
'
40 akce 105 akçe yevmiye ·
Serboruzen (50 akçe)

1 --------------------------ı
15 akçe kisvebaha:

"' Boruzen
40 akce
Kapı Çuhadarı
750 kuruş maaş
1797 sonrası

Vekilharç
85 akçe yevmiye
Süvari Serdengeçti Ağası
15 akçe kisvebaha
1000 kuruş maaş
1
Bayraktar Tüfengcibaşı
20 kıyye et
8 çift ekmek
1 5 akçe kisvebaha
Ocak 1807 sonrası ı 797 sonrası 1
80 akçe yevmiye 500 kuruş maaş
( 1 2 .1 1 . 1802 tarihinde 1
ı ı 1------ !�ı:oc�� ��!�;.,
------------------------- ------------------------ t d•t) 1000 guruş maaş) Alemdar
500 kuruş maaş

Cephaneci Halifesi Süvari Topustası Tüfengendaz Topustası 1


100 akçe yevmiye 60 akçe yevmiye Top Ustası Yamağı (10 adet)

1 20 akçe kisvebaha

1
(20.7. 1 80 1 'de 75 akçe) 60 akçe yevmiye Baştop Ustası

1
Cephaneci Halifesi
1 500 kuruş maaş
Başkarakullukcu
Yamağı (9 adet) Tüfongendaz Topcu ustası yamağı
Süvari Topustası 50 akçe yevmiye, 1 O akçe kisvebaha
45 akçe yevmiye
Yamağı (20.7. 1 80 1 'de 55 akçe) 1
1
70 akçe yevmiye Topçu Eratı (80 adet)
20 akçe kisvebaha Yeni tahrir olunana 36 en kıdemlilere 50 akçe yevmiye
Tüfengendaz (8 adet)
J •
Topçu neferi
Saka
Süvari Topçu 25 akçe yevmiye 35 akçe yevmiye, 1 O akçe kisvebaha
neferatı (IO adet) (1 mart 1794'te 30 akçe) 1
55 akçe yevmiye Karakullukcular (15 adet)
Her bir sürat topu için
20 akçe kisvebaha 30 akçe yevmiye
Şekil I I : II. Mahmud devri Lağımcı Ocağı terfi tablosu*

1 826 öncesinde II. Mahmud'un humbaracı ve lağımcı ocaklarında


hayata geçirdiği idari sistemi hiç şüphesiz ilk defa III. Selim, Nizaın-ı
Cedid Ocağı aracılığıyla Osmanlı ıslahatçılarının ajandasına sokmuştu .
Yeniçeriler gibi "kendi.i 'akl ve davasına teba'iyyet"73 ile padişaha itaat
etmeyen ve bu manada pretoryen özellikler gösteren askeri grubun tas­
fiyesiyle birlikte, sultanın merkezinde bulunduğu "ittihad-ı kullıb" dü­
şüncesi zemininde şekillenecek yeni iktidar pratiği, az önce tasvir edilen
bürokratik piramidin zirvesine Osmanlı padişahını yerleştirmeyi amaç-

söylenemez. Zira kanunnamenin hemen altında verilen ocakta yapılacak


atamaları gösteren dairevi tablo, bürokratik yükselmeyi değil, merkeze doğru
ilerlemeyi esas alan kadim idare anlayışını yansıtmaktadır. Genel karakteri
açısından III. Selim'in, humbaracı ve lağımcıları ayrı ocaklar olarak ele alan
ilk nizamnamelerine dönüşü öngören II. Mahmud'un humbaracı ve lağımcı
ocakları nizamnameleri için bkz. BOA ( HAT 594 1 0) ve BOA (TD 84:48vd.).
7 3 BOA ( HAT 25636).
* BOA (HAT 59410).
lamaktaydı. Bu bağlamda Nizam-ı Cedid hareketi, Osmanlı ordusunu
düşmanlarının standardına çıkartmayı hedeflemenin ötesinde devletin
idari/iç güvenlik zaafının da çaresi olarak görülmekteydi . İstanbul'da
padişaha ait olan bir çiftliğin kışlaya dönüştürülmesiyle başlayan cedtd
nizam serüveni, kısa zamanda Anadolu eyaletlerini de içine alan idari
bir dönüşümü de gündeme getirecekti.74 Nitekim ocağın kuruluş aşa­
masında İrad-ı Cedid Hazinesi'ne bağlanan Anadolu'daki kazalar, cedid
nizamın öngördüğü şekilde mutasarrıfları adına bölgeyi idare eden
mütesellimlerin/ayanların yerine İstanbul'dan atanacak olan, kağıt üze ­
rinde doğrudan merkeze bağlı mütesellimlerin kontrolüne geçiyordu .
19. yüzyılın başında Üsküdar Ocağı'nın ihdası v e Anadolu eyaletlerin­
den ocağa nefer yazılmaya başlanması ise Osmanlı idari sistemini kendi
içerisinde büyük bir dönüşüme uğratacak nitelikteydi. Üsküdar Ocağı'na
bağlanan eyaletlerden toplanan ve ayanın temel gelir kalemleri arasında
yer alan şehriye, hazariye, avarız-ı divaniye gibi vergiler, her bir yıl için
sicil kayıtlarından hesaplanıp ortalaması alındıktan sonra kazaların ocağa
verdikleri asker sayısına göre 5 /l 'den 4/2'ye kadar değişen oranlarda
tenzil edilerek, doğrudan İrad-ı Cedid Hazinesi'ne hazine masrafı adı
altında ödenmeye başlıyordu. Bölgede bulunan her bir evin yeniden
tahrir olunması ve "kafte - i umur ve hususlarının" artık Nizaın-ı Cedid
Nezareti tarafından görülmeye başlanması ise modern orduya paralel ola­
rak merkezi idare sisteminin kurulmaya çalışılmasına işaret etmekteydi.75
Böylece genellikle sınır kalelerinin muhafızlarına tevcih edilen, mirmiran
tasarrufunda bulunan ya da "madenlere merbut oları" ve fakat vergile­
ri heder olup bt-sahtb durumunda bulunan kazaların idareleri ayanların
elinden alınıyor, bölgeden topbnan vergilerin mutasarrıflarına da doğru­
dan İrad-ı Cedid Hazinesi'ndcn ödeme yapılmaya başlanıyordu.76

74 Söz konusu dönüşüm bazı bölgelerde "tekessür-i askere medar olmak için" idari
taksimatı dahi değiştirecek boyutlardaydı. Üsküdar Ocağı'na bağlanan Aksaray
kazasına, yedi köyün ilavesi konusunda bkz. BOA (CAS 34727).
75 Nitekim Anadolu'da cedid nizamın uygulandığı "kazaların idaresi ve askeri
ve gayr-ı askeri bi'l-cümle ahalisinin zabt u rabt ve hıfz ve himayeleri
hususları müstakilen başbuğluk ünvanıyla" Kadı Abdurrahman Paşa'ya ihale
olunmaktaydı. Bu konuda bkz. BOA (CAS 4989).
76 Bu konuda bkz. BOA (CAS 1 12 1 1 ) .

78
Söz konusu önlemler paketi aynı zamanda iç güvenliğe dair tedbir­
lerin de alınmasına olanak sağlamaktaydı. Zira cedid nizam, bir taraftan
bölgenin vergilerini tasarruf edenlerin atadıkları mütesellimler ve Ana -
dolu valileri tarafından toplanan haksız vergileri ve bu şekilde ahalinin
tecrim olunmasını önlemeye yönelik imkanlar sunarken, diğer taraftan
da belirli kazalarda kurulan kışlalar aracılığıyla militarize edilecek olan
bölgelerde, ayanların ve sekbanların/eşkıyanın oluşturduğu iç güvenlik
sorunlarının çözülmesini sağlayacaktı. Nitekim Anadolu'da bulunan bazı
kazaların ahalileri, vatanlarında yeniden huzur ve güvenliğin sağlanabil­
mesi için Nizam-ı Cedid1e rabt ııe Üsküdar Ocağı1na ilhak olunmayı yaz­
dıkları ilamlarla talep etmekteydi.77 Ancak Balkanlar'da oluşan huzursuz­
luk, İ stanbul açısından muti fakat güçlü ayanlar aracılığıyla kontrol edile­
bilen Anadolu eyaletlerindeki problemlerden78 çok daha acil önlemlerin
alınmasını gerekli kılıyôrdu . 1 790'lı yıllarda, dağlılar/işsiz sekbanlar
üzerine gönderilen Hakkı Paşa79 ya da diğer Rumeli valilerinin komuta­
sına cedid nizam zemininde organize edilmiş topçu ve piyade birlikleri
verilerek dağlıların İstanbul'u yağmalamasının önlenmeye çalışılması söz

77 Bu duruma en iyi örnek belki de Hamid sancağmın Hopran kazası ahalisidir.


Zira senelerdir Yılanlıoğlu Şeyh Ali Ağa'nın zulmü altında ezilerek pek çoğu
"terk-i evtan eylemiş" olan kaza ahalisinin önde gelenleri Isparta'ya giderek
mütesellimleri Elhaç Hüseyin Efendi'ye Nizam-ı Ced\d'e hüsn-i rızalarıyla
talib olduklarını belirtmişlerdi. Ancak k::ıza ahalisi lıer yıl belirli miktarda,
münavebe ile İstanbul'a nefer göndermeyi taahhüt etmiş olsa da kazanın önemli
miktarda nüfus kaybına uğraması sebebiyle taahhütlerini tam manasıyla yerine
getirememekteydi. Ru konuda bkz. ROA (C Zaptiye 4148 ) .
7 8 Anadolu'daki kazaların Nizam-ı Ccd\d'c dahil edilmesi, her zaman beklendiği
kadar kolay olmuyordu. Yeniçeriler, ulema ve hatta mevlcvi şeyhi ile ittifak
kuran Karaman ayanı Candaroğlu Seyyid Ebubekir Ağa'nın, Kadı Abdurrahman
Paşa'ya karşı ayaklanması ve olayın ancak dört ay sonra Çapanoğlu Süleyman
Ağa'nın gönderdiği 2.000 kişilik kuvvet ve bölgenin ileri gelenlerine yazdığı
tehditkar mektuplar ile bastırılmasının yanı sıra Anadolu'dan, Üsküdar
Ocağı'na nefer yazan kaza müftüleri sık sık ayanların saldırılarına hedef olarak
öldürülüyor, naibler ise evlerinin, ayanlar tarafından, "elan 'ırzımın üzerinde
muhasara bekler misüllü" kuşatıldığını İstanbul'a bildiren ilamlar kaleme
alıyordu. Bu konuda bkz. BOA ( CAS 23724) ve Uzunçarşılı ( 1971 :253-260 ve
1974:238).
7 9 Uzunçarşılı ( 19 39 : 1 82).
konusu önlemlerin başında yer alıyordu.80 Ancak Nizam-ı Cedid neferle­
ri Rumeli'ye sadece eşkıya takibi için değil, aynı zamanda Edirne gibi ye­
niçerilerin yoğunlaştıkları bölgelerde ahaliyi cedid nizamla tanıştırmak ve
ısındırmak amacıyla da gönderilmekteydi. 8 1 Zira Levent Çiftliği neferleri
için henüz 1 794 senesi sonbaharında çıkartılan nizamnamede "Çorlu ve
Silivri ve Edirne havalilerinde emlak-ı hümaylın olan ba'zı çiftlik ve bağ­
çe misillü mahallerde ve münasib olan vali ma'iyetinde " Nizam-ı Cedid
birliklerinin tertip edilmesinin düşünüldüğü kayıt altına alınmıştı . 82
Nizam tahtına oturtulan bölgelerin idaresinde görev verilmeyen
ayanlar açısından sahip oldukları iktidarın kaybı anlamına gelen Nizam-ı
Cedid, hiç de istenen bir durum değildi. III. Selim ise Anadolu'da
Saray'a bağlı büyük ayan aileleri aracılığıyla hayata geçirdiği cedid nizam
projesini Balkanlar'da mevcut köklü ayanlar eliyle değil, Kadı Abdurrah­
man Paşa'nın kontrol edebileceği, daha küçük çaptaki kaza ayanları eliy­
le uygulamak istemekteydi. Bu bağlamda Kadı Abdurrahman Paşa'nın
Anadolu'dan Rumeli'ye gönderilirken, Alaiye Sancağı Mutasarrıflığı ve
Bozkır Madeni Eminliği'ne ilaveten Rumeli valisi olarak atanması, Bal­
kan ayanı ile İ stanbul arasında çıkacak olan çatışmanın ilk işaretiydi. 8 3 An­
cak Rumeli ve İ stanbul arasındaki gerginliğin açık çatışmaya dönüşme­
sine Sırp İ syanı vesile olacaktır. 84 Zira isyanı bastırmak üzere Rumeli'ye

80 Bu konuda bkz. TSMA (E 5930/ 1 -2); BOA (C Zaptiye 539); Ahmed Cavid
(İÜKTB TY 4178 :45 vd. ) ve Kıran ( 1993:2).
8 1 BOA (CAS 7039) ve (HAT 1 198 1/B ) .
82 B u konuda bkz. TT K (Y/5 34:54a-b ) . Edirne, Silivri ve Çorlu'daki emlak-ı
hümay(ın çiftliklerinde kışla inşası planı için ayrıca bkz. Ahmed Cavid (İÜKTB
TY 4 1 78:41-42 ).
83 Bu konuda bkz. TSMA (E 701 4/160); BOA (CAS 9 1 8 1 ); Uzunçarşılı
( 1971 :263) ve Gökçe ( 1968:99).
84 Ayanlar tarafından toplanarak Sırp isyancılar üzerine gönderilen 40.000
sekbanın yanı sıra, Serasker İbrahim Paşa'ya yardım için Çapanoğlu'nun emri
altında bulunan ve Kütahya, Niğde, Konya, Ankara, Kayseri, Menteşe, Hamid,
Bolu ve Teke sancak ve kazalarının Nizam-ı Cedid asker ve sipahileri de Kadı
Abdurrahman Paşa komutasında Rumeli'ye gönderilmişti. Ancak söz konusu
nizamlı askerin yardımına ihtiyaç duyulmadığı takdirde, Kadı Abdurrahman Paşa
Edirne ve Tekirdağ havalisini Üsküdar Ocağı'na bağlayarak, münasip yerlere
Nizam-ı Cedid kışlaları inşa etmekle görevliydi. Bu bağlamda Davud Paşa
Sahrası, Rumeli'ye gönderilen yedi bin tfilimli piyade ve birkaç bin süvarinin
gönderilen Kadı Abdurrahman Paşa8 5 aynı zamanda Trakya'da, mesela
Karışdıran'da,86 Nizam-ı Cedid kışlaları kurarak ayanların ve yeniçerile­
rin bölgedeki iktidarını kırmakla görevliydi . Nizam-ı Cedid nderlerinin
Edirne ve havalisinde kışlamaları sırasında verilecek tayinat sebebiyle baş­
layan sürtüşmelerin kıvılcımı, Anadolu ahalisini "çift-çubuğundan ceb­
ren Asitane'ye sürüb Nizam-ı Cedid"87 neferi yapan Kadı Abdurrahman
Paşa'nm Silivri ve Çorlu'da zorla nefer yazmaya çalışarak Nizam-ı Cedid
Ocağı'na kaydedilen çocukların ailelerinden techizat ve üniforma parası
toplamasıyla alevlenerek, III. Selim'i düşürecek olaylar dizisinin ilk hal­
kasını oluşturacaktı. 88
İ stanbul'daki durum da Rumeli'dekinden farklı değildi. İkinci bir
kışlanın inşa yeri olarak yeniçerilerin ve taslakçılarının kontrolünde
olan Üsküdar'ın seçilmiş olması tesadüfün ötesinde bir anlama sahip­
ti. Üsküdar'da bulunan çiftlik-i hümayunda görevli yetmiş sekiz adet
hassa bostancısının yanı sıra, yekununu hiç kimsenin bilmediği zağracı
ve tazıcıların sayılarının artırılarak Nizam-ı Cedid'e tüfengci olarak kay-

muntazam bir şekilde kurulmuş olan çadırlarına ilk defa evsahipliği yapacaktı.
Ancak 1 804 Mayıs sonlarında yola çıkan nizamlı ordu, gariptir ki Rusya ya da
Avusturya üzerine değil, Osmanlı ülkesinde Nizam-ı Ced1d'i inşa etmek için
sevk edilmekteydi. Bu konuda bkz. BOA ( HAT 3712 ve 1 2046 ) ; Beyhan
(2007: 147); Kıran ( 1 993 :32) ve Uzunçarşılı ( 1971 :264-265 ve 1974:288-
289). Nizam-ı Ced1d neterlerinin iç güvenlikte kullanımı için ayrıca bkz. BOA
(C Zaptiye 2630).
85 Mustafa Necib Efrndi ( 1280: 1 1 ) .
86 İstanbul ile Edirne arasında blan sahayı dağlılardan temizlemeye çalışan
Abdurrahman Paşa, bölgede huzurun kalıcı olarak sağlanabilmesi için Nizam-ı
Ced1d neferlerinin, daimi olarak kalacakları kışlalar inşa etmek istemekteydi.
Bu bağlamda Karışdıran, Edirne bostancıbaşılarının nezaretinden çıkartılarak
Levent Çiftliği'ne ilhak olunuyor ve başına bin adet nefer yazmayı taahhüt
eden Bergos kazası vücuhundan Boşnakzade Mustafa Ağa, sağkol ağası/
beşyüzbaşı rütbesiyle atanıyordu. Mustafa Ağa'nın taahhüt ettiği miktarda nefer
yazamaması durumunda ağalığının ref olunacağının ruus kaydında özellikle
belirtilmiş olması ise dikkate değer bir ayrıntıdır. Bu konuda bkz. BOA ( DPYM
d. 35366 : 1 5 , CAS 8972) ve Uzunçarşılı ( 19 7 1 :276).
87 Derin ( 1 973a:2 1 7 ) .
88 Schlechta-Wssehrd ( 1 882:6 1 ) İsyan için ayrıca bkz. Uzunçarşılı ( 1 971 :287 vd.)
ve Gökçe ( 1 968: 1 0 1 ) .
dedilmeye başlanması,89 aslında tıpkı Rumeli'deki sekbanlar örneğinde
görüldüğü üzere yeniçerilerin cedid nizam çerçevesinde devletleştirilme­
sinden90 başka bir şey değildi.9 1 Zira bölgede bulunan yeniçeri taslakçısı
kayıkçılar ve donanma gediklileri Tersane Nizamı'yla, gönüllü olan ye­
niçeriler ise Ü sküdar Kışlası marifetiyle tam manasıyla devlet kontrolüne
sokularak Üsküdar'da yeniden huzur sağlanmaya çalışılıyordu. Ancak
yeniçeriler açısından esas önemli gelişme, Ü sküdar Kışlası'na Nizam-ı
Cedid neferleri için konulan nılumbalarla birlikte yaşandı.92 Her ne ka­
dar birkaç sene evvel humbaracılar ve lağımcılar gibi kadim ocaklarda da
tulumbacılar istihdam edilmiş93 olsa da yeniçeriler ilk defa doğrudan baş­
kentin güvenliğine dair bir konuda, türedi bir grup tarafından dışlanarak,
yangın söndürmenin nimetlerinden mahrum birakılmaktaydı.94 Kontro­
lünü ellerinde b ulundurdukları bölgede rakip ve üstelik asker-i sult;f:ni
olarak isimlendirilen bir gücün oluşumu da cabasıydı .95 Avrupa' da kuru-

89 Ü sküdar Ocağı'na kaydedilecek kişilerin "başka dirlikden ma:ış" almasının,


aynı zamanda İ rad-ı Cedid H:ızinesi'nden maaş almalarına engel teşkil
etmeyecek olmasının özellikle belirtilmesi dikkate şayandır. Bunun ötesinde ilk
nizamnamede bulunmamasına rağmen daha sonra çıkartılan zcyllcrdc neferlerin
ocak dışında çalışabilmelerine izin verilmesi, hiç şüphesiz yeniçeriler ve Nizam-ı
Cedid neferleri arasındaki rekabeti artırmıştı, zira her iki grubun üyeleri de
hamallık, kayıkçılık gibi gündelik işlerin talibiydi. Bu konuda bkz. BOA (DPYM
d. 3 5366: 3 1 ).
90 1805 yılında III. Selim'in yeniçerileri Nizam-ı Cedid'e dahil edeceği söylentisi,
İstanbul'da yayılan en önemli dedikoduydu . Deans ( 1 8 54: 1 87 ) .
91 Ü sküdar ustasına zeamet tevcih edilerek görevden uzaklaştırılmasıyla başlayan
süreçte, nefer yazmakla yükümlü zabitanın, tahrir olunan asker sayısıvla doğru
orantılı olarak artırılması öngörülmüştü . Nitekim üst düzey rütbelere y;ıpılacak
atamalarda ocağa kaydettirilecek nefer miktarı esas teşkil etmekteydi. Bu
bağlamda çok sayıda subayın işe alınmasının, asker yazımı konusunda, zaten
m:ıaş almakta olan zabitanı tembelleştireceği düşünülüyordu. TSMA
(E 3759/2).
92 BOA (DPYM d . 35366:32). Yangınlardan çok yanan evlerden kurtarılan
eşyalarla ilgilenen yeniçeri tulum bacıları için ayrıca bkz. Ö ner ( 1 999:502 ).
93 BOA (CAS 5 60 1 ) .
9 4 Schlechta-Wssehrd ( 1 882:79-80).
95 İ stanbul güvenliğini sağlamanın bir aracı olarak düşünülen Nizam-ı Cedid
Ocağı'nın başkent nizamını bozması konusunda ayrıca bkz. BOA (HAT
1 073 1 ) .
lan benzerlerinin aksine ülkenin dış güvenliğinden ziyade III. Selim'in
hükmünü sırasıyla başkentte ve Rumeli'de cari kılmayı amaçlayan cedid
nizam ve ordusuna yeniçerilerin verdiği tepki, ayanın Edirne'den gön­
derdiği ultimatomdan çok daha sert olacaktı.
idari sistemin, nerdeyse tamamen ayanlardan oluşan bir yapı zeminin­
de şekillendiği Osmanlı İ mparatorluğu'nda, merkezi bir ordunun kuru­
luşu hiç şüphesiz mezkôr grup göz önünde bulundurulmaksızın açıkla­
namaz. Nitekim Anadolu' da Nizam-ı Cedid Nazırlığı'nın nezaretindeki
bölgeler tamamıyla bölge ayanlarından seçilen mütesellimler aracılığıyla
ya da vezir olarak atanan valiler eliyle idare edilmekteydi.96 Bu şekilde
Nizam-ı Cedid ekibi doğrudan ulaşamadıkları bölgeleri kendi nezaretleri
altına alıyor, söz konusu bölgelerde bulunan ayanlar ise merkezle kur­
dukları bu yeni ilişki sayesinde iktidarlarını tahkim ediyordu.97 Tıpkı
Sekban-ı Cedid deneyiminde gözlemlendiği üzere, ayanların, mesela
Çapanoğlu'nun, zaten kapısında beslemekte olduğu neferlerin finansma-
Nizam-ı Cedid'in uygulamaya konmasıyla beraber artık İ rad-ı Cedid
111

Defterdarlığı'na havale edilmekteydi. Ayanlar, kendi kapılarında besle­


dikleri neferler gibi tahrir ettikleri Nizam-ı Cedid neferlerinin binbaşı ya
da kolağası gibi üst rütbeli subaylarını doğrudan atayabilme98 hakkına

96 Buna göre Karaman Eyaleti valisi Kadı Abdurrahman Paşa, Sivas Valisi Mehmet
Paşa'nın dışında, Bozok ve Çankırı Çapanoğlu Süleyman tarafından, Sarnhan,
Teke, Ankara, Kastamonu, Karasi, Kütahya, Menteşe, Hamid, Kayseri, Niğde,
Kırşehir, Aksaray ve Akşehir sancakları doğrndan Nizam-ı Cedid Nazırlığı'nca
atanan mi.itesellimler/bölgenin ayanı aracılığıyla, Bolu ve Viranşehir aynı şekilde
bölgenin söz sahibi olan voy\'Cıcblarca \'e son olarak Aydın muhasıllar eliyle
idare edilmekteydi. Söz konusu görevlilerin neredeyse tamamının daha önce
bölgelerinde daha küçük kazaların ayanı olarak görev yaptıklarını söylemeye
dahi gerek yoktur. Bu konuda bkz. BOA (CAS 39133).
9 7 İ . H . Uzunçarşılı, dönemin Anadolu'sunda Bozok, Kayseri, Çankırı,
Kastamonu, Ankara, Amasya, Tokat, Konya, Aksaray, Niğde, Nevşehir,
Beyşehir, Akşehir, Alanya, Antalya ve Isparta'nın Kadı Abdurrahman Paşa ve
Çapanoğlu Si.ileyman'ın kontrolünde olduğunu belirtmektedir ki bu bölgeler
Anadolu'da cedtd nizamın uygulandığı sancak ve kazalarla büyük ölçüde
örtüşmektedir. Bu konuda bkz. Uzunçarşılı ( 1971 :261 ve 263-264).
98 Amasya ve Sivas'da Çapanoğlu Süleyman marifetiyle kurulan Nizam-ı Cedid
ortasına yine Çapanoğlu tarafından atanan bir nefer binbaşı, iki nefer kolağası ve
altı nefer zabitana maaş bağlanması konusunda bkz. BOA (DPYM d. 3 5366:4 1 )

83
sahiplerdi. Bunun yanı sıra Anadolu'nun köklü ayan aileleri, Nizam-ı
Cedld'e yeni bölgelerin dahil edilmesiyle doğru orantılı olarak nüfuz
alanlarını da genişletebilme imkanına sahip oluyordu. İ stanbul açısından
ise Nizam-ı Cedld'e bağlı olan ayanların nüfuzunu ve iktidarını artırma­
sında bir beis yoktu . Hatta bu şekilde Nizam-ı Cedid ekibi kendilerine,
dolayısıyla da temsil ettikleri Saray'ın iktidarına muhalif ayanları ortadan
kaldırma imkanına da sahip olabilmekteydi .99

99 Çapanoğlu ve Canik A.yanı arasındaki çatışma, bu konuda akla gelen ilk


örnektir. Zira 1 798 tarihinde başlayan Mısır Harbi için malikane olarak
tasarruf ettiği Bozok ve Çankırı sancaklarının yanı sıra Kayseri, Çorum,
Ankara, Kırşehir ve Niğde'den asker toplamak üzere g<iicvlendirilen
Çapanoğlu Süleyman Paşa, savaş sonrasında da III. Selim'in isteğiyle sahip
olduğu bölgelerde cedid nizamı uygulamaya başlayarak nüfi.ız alanını bir
kez daha genişletir. Nitekim Nizam-ı Ced1d ortası kurmanın ve kışla inşa
etmenin karşılığı, Amasya sancağ111111 hazariye, şehriye ve has gelirleri İ riid-ı
Cedid Hazinesi'nden ödenmek üzere malikane olarak uhdesine verilmesi
ve oğlu Mehmet Bey'e üç tuğ ihsan edilmesiydi. Nüfuz alanı dahilinde olan
Amasya'nın elinden çıkacağını anlayan Tayyar Paşa ise öncelikle kendisinin
de Nizam-ı Cedid askeri yazabileceğini hatta "'al11 ve ihtiyar ve rükı1b ve
nüzül ve hareket şöyle dursun kıyam ve ku'uda iktidarı" olmayan rakibi
Çapanoğlu'ndan daha fazla asker toplayabileceğini belirten arzuhaller kaleme
alarak İ stanbul'a göndermiştir. Tercihini, Caniklizadclere nazaran sicili daha
temiz olan Çapanoğlu ailesinden yana kullanan Saray, Tayyar Paşa'ya nasihat
etmekle yetindiyse de Arnasya'yı kaybetmeye niyeti olmayan Canik ayanı,
başına topladığı haşaratla/sekban askeriyle ve bölgede bulunan yeniçeri
güçleriyle İ stanbul'a karşı isyan bayrağını açmıştır. Bu gibi durumlarda elinden
fazla bir şey gelmeyen III. Selim Amasya'yı kardeşi Beyhan Sultan'a vererek
zevahiri kurtarmaya çalışsa da Sivas'ta kurulacak Nizam-ı Cedid ortası için
yine Süleyman Paşa'nın oğlu Celaleddin Bey'i vezaretle bölgeye atayacak ve
bu durum Tayyar Paşa'yı bir kez daha isyana sevk edecekti. Sonuçta Amasya,
Turhal ve Tokat'ı işgal edip Celaleddin Bey'in atadığı mütesellimi kovan
Tayyar Paşa'nın üzerine Yusuf Ziya Paşa gönderilecekti. Nizam-ı Ced1d
ekibi söz konusu çatışmayı, tıpkı 1807'deki isyan gibi "ayak patırdısı" olarak
nitelendirse de I I I . Selim "memleketi harab eden" bu çatışmanın cedid nizam
projesine vereceği zarardan endişe duymaktaydı. Nitekim Sırp İsyanı sebebiyle
Anadolu'daki Nizam-ı Cedid askerlerinin Rumeli'ye gönderilmesiyle birlikte
eli güçlenecek olan Tayyar Paşa, isyanr takiben Rusya'ya kaçacak, fakat IV.
Mustafa devrinde sadaret kaymakamlığı göreviyle İ stanbul'a dönecekti. B u
konuda bkz. TSMA (E 1659); BOA (HAT 3 100/K, 367 1 , 4046, 4079);
Çapanoğlu gibi zaten büyük bir güce sahip olan savaş müteahhit­
lerinin yanı sıra Bolu, Ankara gibi bölgelerde Niza.m-ı Cedid'e kadar
sadece söz sahibi oldukları kazalarla yetinen ayanlar da ikballerini cedtd
nizama borçluydular.1 00 Ancak asker yazabilme kapasiteleriyle doğru
orantılı olarak yükselen, bir başka ifadeyle topladıkları askerlerin üzeri­
ne nefer sayılarına mütekabil binbaşı, beşyüzbaşı gibi rütbelerle atanan
küçük ayanların, Nizam-ı Cedld Nazırlığı tarafından kendilerine tevdi
edilen görevi yapamadıklarında cedtd nizamla/Saray'la bağlantıları ko­
puyordu. Yerlerine atanan görevliler ise genellikle söz konusu bölgelerin
alaybeyleriydi. 101 Bu bağlamda Levent Çiftliği'nde Nizam-ı Cedld Süvari

(CAS 2863); Kıran ( 1 993:4 ve 1 1 - 1 2); Asım Efrndi ( 1 293 c:II : l 66); Duman
( 1998 :77vd.); Uzunçarşılı ( 1974:222, 233 ve 239 vd. ) ; Karagöz (2003 : 1 5 3 )
ve Mert ( 1980:57 vd. ) .
1 0 0 Merkezi bir ordu hayaliyle başlayan Nizaın-ı Cedid projesine ayanların dahil
edilmesi, öncelikle iç güvenlik sorunlarını halletmeye çalışan İstanbul'un yeni
sorunlarla karşılaşmasına sebep olacaktı. Örneğin yükselişini tamamen Nizam-ı
Cedid'e borçlu olan Ayaş voyvodası Mesud Ağa, bölge ahalisi tarafindan 1 808
tarihinde "cerime ve tevziat namıyla külliyetli mebaliğ ahzetmesi" sebebiyle
İstanbul'a şikayet edilecekti. Halkın direnişiyle karşılaşan Mesud Ağa ise bu
direnişi kırmak için kardeşi Esad Ağa önderliğinde iki yüz kişilik bir grubu
Ankara Sancağı kazalarına göndererek "geşt ü güzar ve gasb-ı emvftl misüllü
günagı'.ı n zulm ve ta'addiye ibtidar" eyleyecekti. İriid-ı Cedid Hazinesi için
toplanan vergileri zimmetine geçiren ve dolayısıyla 1 0 1 . 305 buçuk kuruş
hazine borcu olan Mesud Ağa, muhtemelen hamisi olan Çapanoğlu'nun araya
girmesiyle bu olaydan zarar görmeden kurtulacaktı. Üstelik aradan birkaç
sene geçtikten sonra yine Çapanoğlu Süleyman'ın iltimasıyla Ayaş mukataasını
tasarnıf etmeye başlayacak olan J\ılcsud Ağa, Temmuz 1 830 tarihinde bir
kez daha Ankara mütesellimi olarak atanacaktı. Daha derin bir araştırmayı
hak eden Mesud Ağa için bkz. BOA (HAT 24906/D, 2659 1 ve 26273) ve
Çadırcı (2007a:37-38).
1 0 1 Örneğin Kastamonu 'da Nizam-ı Cedid ortası kurmakla görevlendirilen
mütesellimin, verilen görevin üstesinden gelemeyeceği anlaşıldığında derhal
yerine "zeametinc halci gelmeksizin" bölgenin alaybeyi atanmıştır. Ancak
Anadolu'daki ortaların kuruluşlarında genellik.le bölgeyi tanıyan ayan ya
·
da alaybcylcrini görevlendirerek , erbab-ı liyakatten oldukları için üst düzey
rütbelerle ödüllendiren Nizam-ı Cedid Nezareti, söz konusu yerel unsurların,
genellik.le ölümleriyle birlikte boşalttıkları makamlara, bölgeden değil,
doğrudan Levent ya da Üsküdar ocaklarından atama yaparak tasfiye etmekteydi.
Örneğin Kütahya ve Bolu ortaları binbaşılarının ölümüyle boşalan makamlara

85
Ortası'nın kuruluşunu takiben Talimli Asker Nazırlığı'na bağlanan, İrad-ı
Cedid kontrolündeki bölgelerin tımarlı sipahilerinin yanı sıra alaybeyleri
artık doğrudan ( eyaletlü) piyade askeri de tahrir etmeye başlayacaktı. 102
İlk bakışta kadim tımar sisteminin İ stanbul 'un amaçlarına hizmet edecek
şekilde yeniden düzenlenmesi gibi gözüken bu uygulamanın103 idaresine
modern talimi Osmanlı Devleti'nde ilk kez uygulamaya sokan sabık Sad­
razam Yusuf Paşa'nın imamı ve devrin Levent Çiftliği Kethüdası Ö mer
Ağa'nın biraderi Hafiz Ali Ağa'nınıo4 getirilmesi ise gayet manidardır.
19 Mart 1 792 tarihinde tabur cenginin105 nasıl icra edildiğini, savaşta
esir aldığı Rus dönmesinin terbiye ettiği on sekiz neferiyle III. Selim'e
gösteren Sadrazam Yusuf Paşa, 106 "küffara mukabcle-i bi'l-misl lazım"
düşüncesinden hareketle İstanbul'un Karadeniz sahilinden hüsn-i rızala­
rıyla tahrir ettiği "kavi'ül-bünye" yüz elli civarındaki ( Laz? ) neferi, daha
savaş devam ederken içinde bulunan Tekke-i Tir yıkılarak kışlaya dönüş­
tüıiilen Levent Çiftliği'nde iskan etmişti. 1 07 Nizam-ı Cedid Ocağı'nın

sırasıyla Levent Çiftliği topçubaşısı ve Levent Çiftliği ikinci ortasının


topçubaşısının atanması ile ilgili olarak bkz. BOA (DPYM d. 35366:33- 34 ve
44).
102 BOA (CAS 1985 ve DPYM d. 35366: 103).
103 1 9 . yüzyılın hemen başında, Hacı İ brahim Efendi'nin İ rid-ı Cedid Nazırlığı
döneminde, ilk kez 1792 tarihinde alaybeyleri değiştirilmiş olan Kütahya ve
Karaman'da ve İ stanbul'a komşu Anadolu kazalarında uygulanmaya başlanan
bu sistemde mevcut tımarlı sipahiler Nizam-ı Cedid Ocağı'na dahil edilirken,
bölgede mahlt"ıl olan "alaybeyi kaydları ve dahi ziyadesi [ kadar nekdt]
yevmiyyclü piyade" olarak "yerli, yurdlu, hane ve emlak ve akraba sahibi,
tüvana ve bahadır ve harb ü darbe kadir dilaver yektelerden [ bekarlardan l "
yazılmaya başlanacaktı ( BOA CAS 30575 ).
1 04 Tıpkı Anadolu'dan nefer yazmakla görevli talimli asker başbuğu
Kadı Abdurrahman Paşa gibi tarik-i tedrisi terk ederek binbaşı olarak
görevlendirilen Hafiz Ali Ağa için bkz. BOA (CAS 3 9 1 3 3 ) ve (DPYM d .
35366:5).
105 Saf/tabur cengi için bkz. Çınar ( 1 999: 143 ).
106 Asım Efendi ( 1293 c:I:37); Eton ( 1 799:98vd.) ve Shaw ( 1965-1966: 169).
Modern tilimin başlamasıyla birlikte Rusya'nın İstanbul'a gönderdiği casuslar
eliyle yaptığı anti-ralim propagandası için bkz. Uzunçarşılı ( 1973:65 1 -652).
107 Uzunçarşılı ( 1 973:635 ve 65 1 -652 ) . III. Selim'in henüz savaş devam ederken
İstanbul'daki tilim mahallerini onartması konusunda ayrıca bkz. Berker
( 1 944: 1 5 8 ve 240).
ilk kadrosu, ağırlıklı olarak İ stanbul'daki işsizlerden1 08 ve Çapanoğlu Sü­
leyman Paşa'nın İ stanbul'a gönderdiği nefer namzetlerinden oluşmak­
taydı. 109 Ancak talimli asker sayısının artışında, Kadı Abdurrahman Paşa
marifetiyle Anadolu'dan nefer tahrir edilmeye başlanması bir dönüm
noktası teşkil etmektedir. Ö nce Seydişehir, Kayseri, Niğde, Kırşehir,
Aksaray'da kurulan Nizam-ı Cedid ortalarını Kütahya, Ankara, Kasta­
monu, Çankırı, Çorum ve Menteşe takip edecekti. 1 1 0
Cedtd nizam neferlerinin serüveni, İ stanbul'un isteğiyle ya d a aha­
linin başvurusuyla başlamaktaydı. Nizam-ı Cedid Ocağı'na asker ver­
meye ve hatta zamanla sancaklarında kışla kurmaya talip olan bölgelere
derhal, genellikle bizzat Kadı Abdurrahman Paşa öncülüğünde, İ rad-ı
Cedid Defterdarı 'nın görevlendirdiği mübaşir ve ocaktan tayin edilen bir
binbaşı gönderilmekteydi. Kazanın önde gelenlerinin "icra-yı merasim-i
alaya ri'ayet" ederek, sancak merkezi olan kazaya giren alayı karşılama­
sından sonra, mahkemede İstanbul'dan gönderilen fermanlar okunarak,
suretleri sancağın bütün kazalarına gönderiliyordu. Sancağa bağlı diğer
kazaların söz sahiplerinin, Nizam-ı Cedid'e geçip geçmemek ve yazı­
lacak nefer sayıları hususunda verecekleri karar doğrultusunda naibler
aracılığıyla cevaben kaleme aldıkları ilamların yeniden sancak merkezine
ulaşmasını takiben Nizam-ı Cedid binbaşısı nefer yazmaya başlıyordu. 1 1 1

108 Bu konuda bkz. Shaw ( 1 965b:293) ve Çağman (2010:60-59).


109 Levent Çiftliği'nin kuruluşunu takip eden aylarda kışlada bulunan 467 neferin,
biri katip, 20'si subay, 72 adedi mehteran, topçu ve toparabacı ve 273 neferi
de tüfi:ngciydi. Bu sırada kışlada devam eden nefer tahriri sonucu 23 yeni
namzet ocağa alınmış, ayrıca Çapanoğlu 'nun gönderdiklerinden, yaşlı olmaları
sebebiyle kabul edilmeyenlerin dışında, 59 yeni asker Ocağa kaydolunmuştu.
240 neferin kaydıyla kurulan Üsküdar Ocağı ise ilk anda Üsküdar havalisindeki
işsizleri ve yeniçerileri nefer olarak istihdam etmişti. Ancak devam eden savaş
sebebiyle kalyonlara çok sayıda gönüllü yazılması " Üsküdar tertibine ve
nefcdtın ribıtalarına küll1 halel" vermişti. BOA (HAT 9759) ve TSMA (E
3759/3 ) .
1 1 0 BOA (CAS 2302 5 ) .
1 1 1 Ö rneğin 1 2 kazadan müteşekkil İ çel sancağının merkezi olan Silifke'ye diğer
kazalardan ulaşan, ilamlardan dokuzunda kazaların önde gelenleri Nizam-ı
Cedid'in lehinde olduklarını beyan etmişti. İstanbul'un bölgede yaşayan
nüfusu göz önünde bulundurarak talep ettiği nefer sayısının kazalara tevziinde

87
Bu sırada ahaliye, Nizam-ı Cedid'e geçen bölgelerin elde edeceği avan­
tajlar, nefer namzetlerine ise kendilerini iyi bir kariyerin 1 1 2 ve emeklili­
ğin ıı 3 beklediği ve üstelik ailelerinin de tüm vergilerden muaf olacağı

başrolü oynayan görevli ise Nizam-ı Cedid Nezareti'nin tayin ettiği, bölgeyi
yakından tanıyan mütesellimdi. BOA ( HAT 3689/D ve CAS 33858).
112 Askerliği herkese açık bir meslek haline getiren modern ordu bürokrasisinde
yükselmek, en az kahramanlığın ön planda olduğu kadim ordu yapılarında
irtifa kazanmak kadar zordu. Nitekim neferlerin yükselebilmek için artık
her bir rütbede belirli süreler görev yaparak, makamın gerektirdiği görev
tanımlarım öğrendiklerini ispat etmeleri gerekmekteydi. Ancak (ilmi) liyakatin
tek başına yeterli olmadığı modern ordularda neferler, bulundukları rütbenin
üzerinde yer alan bir makamın boşalmasını beklemek durumundaydı. III.
Selim ve II. Mahmud devirlerinde, fakir ve işsiz insanlara devlet hizmetinde
yükselişe açık büyük bir fırsat olarak sunulan modern orduda, herhangi bir
neferin organizasyon tablosunun üst kısmında yer alan makamlara ulaşması
neredeyse imkansızdı ve zaten böyle bir örnek de yoktu. Zira iyi bir misal
teşkil etmesi bakımından Humbaracı Ocağı'nda bir neferin kethüda rütbesine
yükselebilmesi için her bir bölüğün takımlarını ayrı ayrı ikişer kere ve kendi
takımını üç kere devretmesi bir başka ifadeyle bütün bölüklerde en az iki kere
görev yapmış olması gerekmekteydi. Bu konuda bkz. BOA (TD 84:50).
1 13 Kadim ocaklarda esame yolsuzluğu yapmanın en revaçtaki aracı olarak göze
çarpan mahlı'.ıl esamclerin ihbar edilmemesini önlemek amacıyla, ıslahat yapılan
sınıflarda emeklilik işlemleri çok sıkı takip edilen prosedürler çerçevesinde
yürütülmekteydi. Harp esnasında yaralanan neferlerin öncelikle yaralarının
iyileşmesi beklenmekteydi. Daha sonra cerrahların vereceği "amelden
sakıt" raponıyla, sadrazamın huzurunda toplanan kurul önüne çıkarılacak
olan nefer, bedeninin artık asker olmaya müsait olmadığını kanıtlamak
durumundaydı. Mahhll mütekaid esamelerinin satışını önlemek için alınan en
önemli tedbir ise emekli neferin maaşını bizzat elden almasının sağlanmasıydı.
Neferlerin alacakları emekli aylıkları ise savaşlarda gösterdikleri başarılara göre
değişmekteydi. Barış zamanında gerçekleşen yaralanmalar ya da ihtiyarlık
nedeniyle emekliye ayrılanlar, genellikle muvazzafken aldıkları maaşın yarısıyla
tekaüt ettirilmekteydi. Zira III. Selim'in de belirttiği üzere "eınekderan
diye müsa'ade olunsa cihan emekderan olur"du. Örneğin l 798'de başlayan
Mısır Harbi esnasında Akka'da yaralanan sekiz neferin iyileştikten sonra,
savaşın vücutlarında bıraktığı kalıcı izlerin muayene edilmesini takiben emekli
olabilmek için verdikleri arzuhallerde nerede, nasıl, nerelerinden yaralandıkları
ve iyileştikten sonraki durumları bütün ayrıntısıyla tasvir edilmekteydi (BOA
CAS 23504). Osmanlı ordusunda emekliye sevk edilmek için gazilik ya
da ihtiyarlığın yanı sıra modern askerliğin olağan sonuçlarından biri olan
bütün ayrıntısıyla anlatılarak, Nizam-ı Ced1d reaya açısından çekici hale
getirilmeye çalışılıyordu. 1 14 İ rad-ı Ced1d Hazinesi'nden tayin edilen mü­
başirin göreviyse sicil kayıtlarından yararlanarak kazada bulunan, asker
vermeyen hanelerin ödeyeceği hazine masrafını tespit etmekti. 1 15
Nefer namzetlerinde çok belirgin nitelikler aranmasa da "kalyoncu ve
sa'ir bayrak askeri misüllü mech{ıl kimesnelerin"1 16 tahrir olunmamasına

delirmek ya da bulaşıcı bir hastalığa yakalanmak da geçerli sebeplerdi. Nitekim


Humbaracı Ocağı'nda modern talimin uygulanmaya başlandığı 1 207 tarihinde
ocağa girip on dört sene içerisinde "cün(ın illetine mübtela olan" altmış
beşinci bölük üçüncü ortanın halifesinin emekliye sevkedilmesi konusunda
bkz. BOA (CAS 1 7996). Levent Çiftliği'ndc onbaşı iken Mısır'da esir düşen
daha sonra kurtularak bölükbaşı mül:izımlığıyla Rumeli'de eşkıya ile çatışırken
yaralanan ve yine iyileşerek kışlasına dönen müJazımın, yakalandığı ve bir türlü
dev:i-pezlr olmayan "illet-i sari" sebebiyle emekliye sevk edilmesi konusunda
bkz. BOA (DPYM d 35366:38 ). Bu konuda bkz. BOA ( HAT 52995); BOA
( DPYM d 35 366:2, 8 ve pek çok yerde) Niz:im-ı Cedld Ocağı'nda uygulanan
emeklilik prosedürleri konusuda ayrıca bkz. BOA (HAT 1 5003, 55035 ) .
Nizam-ı Cedld Ocağı'ndan çeşitli sebeplerle emekliye ayrılmış olan neferlerin
Ocağın kaldırılmasını takiben Topçu Ocağı'ndan emekli maaşlarını almaya
devam ettiklerini yeri gelmişken belirtelim. Ancak topçu sınıfından farklı
olarak, nizamnameleri gereği Nizam-ı Cedld neferleri hangi nedenle olur
ise olsun öldüklerinde maaşlarmı evladlarına bırakamıyordu . Yüzlerle ifade
edilebilecek bir rakamı geçmeyen Niz:im-ı Cedld Ocağı tekaütleri için bkz.
BOA (DPYM d 35 366:39-40 ve 94-9 5 ) .
1 14 Nefer veren hanelerin, hane nüfusu kaç kişi olur ise olsun avarız v e İmdad
vergilerinden muaf olacakları, neferlerin istidadlarına göre rütbe alarak
yaşlanmaları ya da y:ıralanmaları dunıımında emekli olabilecekleri tüm
ayrıntısıyla ahaliye anlatılmaktaydı. Ocağa neter veren kazalar ise "mahml
kılınmak üzere" vergi indiriminden faydalanacaklardı. Niz:l.m-ı Cedld
Nazırlığı'nın tüm bölgeye vergi kolaylığı sağlamaktan muradı ise vergi
muafiyetine sahip hanelerin kaza ahalisi tarafından "siz muafsız bizimle
beraber teklif vermiyorsuz diyı.I ağnam ve hayvan:l.tlarını karyenin mera ve
sahrasında gezdirmeyüb" taciz etmelerinin önüne geçebilmekti. Nefer ailelerini
taciz edenler ise şiddetle cezalandırılacaktı. BOA (CAS 1 9 8 5 ) .
l 1 5 Söz konusu meblağ tespit edildikten sonra deftere kaydedilerek İ r:id-ı Cedld
Hazinesi'ne gönderiliyordu. Hazine katiplerinin kaleme aldığı ilmuhaberler
vasıtasıyla da konuyla ilgili diğer kurumlar, bölgenin İ r:id-ı Cedld Hazinesi'ne
geçtiğinden haberdar ediliyordu. BOA (C Maliye 4222) .
l 1 6 BOA (CAS 4273 ) .
dikkat edilerek, bilhassa "zahmet ve meşakkate melı'.'ıf"1 1 7 kişiler tercih
edilmekteydi. Hane, emlak ve akraba sahibi olup silah kullanmayı bil­
mek (harb u darb erbabından) Nizam-ı Cedid neferi olarak yazılmak
için yeterliydi. 1 1 8 Her bir köyden, tahammülleri göz önünde bulunduru­
larak yazılan iki üç nefer namzetinin ve ailesinin reaya hükmünden çıka­
rak, askeri sınıfa dahil oldukları 1 1 9 ve ocağa yazıldıkları günden itibaren
kendilerine ödenecek, bir sekbanın aylık gelirine denk olan beşer kuruş
maaşlarını1 20 aldıkları, kefilleriyle1 2 1 birlikte defterlere kayıt olunuyor-

1 1 7 Örneğin BOA (CAS 3 1 97).


1 1 8 Bu bağlamda Osmanlı Devleti'nin "başıbozuklar" yerine, ciddi vergi
indirimleri ve ayrıcalıklar bahşederek toplumun üretici kesiminden
(Nahrstand) "başıbağlı" asker tahrir etmeye başlaması, aslında derin bir mali
krizle boğuşmakta olan Babıfüi'nin yaptığı yapısal siyasi tercihi yansıtmaktadır.
Ancak bu durumun da istisnaları mevcuttu . Zira her ne kadar Üsküdar Kışlası
kurulurken, Nizam-ı Cedid'i yeniçeriler açısından çekici hale getirebilmek
için burada istihdam edilecek nctcrlcrin başka dirlikten maaş almasının yeni
ocağa kayıtta engel teşkil etmeyeceği özellikle belirtilmiş olsa da özellikle
Mühendishane ve dolayısıyla Lağımcı Ocağı'na tahrir olunacak neferlerin
ulema silkind.en (ehl-i ruus) olmamasına dikkat edilmekteydi. Zira pratik bir
düşünceden hareket eden III. Selim, ulema olması sebebiyle savaşa gitmeyecek
kişilerin ocaklara alınmasını isteınemekteydi. Nitekim "bu ma'ritctler ancak
asker ta'ifesinde ve sefere yarar adamlarda" olmalıydı. BOA (HAT 1 0894).
1 19 Örneğin Kocaeli sancağından Levent Çiftliği'ne tahrir olunan 750 neferin
"ra'iyyet hükmünden çıkub askeri zümresine idhal olunması" sebebiyle
isimlerinin salyane defterlerinden silinmesi hususunda bkz. BOA (C Maliye
4327).
120 İ stanbul'a çağrılan alaybeylerinin teklifiyle neferlere "asker tahrir olunduğunu
bilmek ve şevk \'e rağbetlerine vesile olmak için" yazıldıkları günden itibaren
"ta'amiye suretinde" beşer kuruş ma'aş verilmekteydi. Neferlerin münavebe ile
kışlalarından ayrılarak vatanlarında bulundukları dönemlerde de almaya devam
ettikleri bu ücret onbaşılar için aylık yedi buçuk kuruş olarak belirlenmişti ki
bu miktar neferlerin kışlada bulundukları sürede, tayinat bahaları haricinde,
aldıkları yirmi akçe yevmiyelerine eşitti. BOA (CAS 1985); (KK 6624: 198) ve
(DPYM d. 35366 : 1 08 ) .
1 2 1 Yurttaşlarını bir bütün olarak gören v e fakat her biriyle şahsi olarak ilgilenen
modern devletin cemiyet yapısının aksine, Osmanlı Devlet'i cemaati dikkate
alan pre-modern bir iktidar yapısı olarak mahalle, aşiret ve millet liderleriyle/
ihtiyarlar/söz sahipleri muhattap olmaktaydı. İ şte bu yapı nefer tahrir
sistemindeki kefalet müessesesini de şekillendirmekteydi. Nitekim defterlere
du. 1 22 Ancak bilhassa İ stanbul'daki kışlalara gönderilecek neferlerin aynı
sancaktan toplanmamasına dikkat edilmekteydi . Zamanla, tıpkı yeniçe­
rilerde olduğu gibi, aynı orta ya da bölükteki hemşeri neferler arasında
oluşan dayanışma, orduda fesat çıkınasına sebep olmaktaydı. Nitekim
nefer, yoldaşlık daiyesiyle hareket eden yeniçeriler gibi birbirlerine ya da
ortalarına değil, doğrudan devlete bağlı olmalıydı . 1 23 Anadolu'da kışla­
ların kurulmasından ewel yolda firar etmemeleri ve zarar görmemeleri
için bahara kadar evlerinde ikamet etmeye124 devam eden neferler, daha
sonra kazadan yazılan diğer rütbeli subaylarla birlikte artık ikinci evleri
olan kışlalarına doğru, alaybeylerinin gözetiminde yola çıkıyordu. 1 25
Ancak cedid nizam neferlerinin tahriri, her zaman Edirne Vakası'nda
da açıkça gözlemlendiği üzere, yukarıda tasvir edilmeye çalışıldığı gibi
usule uygun bir şekilde yapılamıyordu. Her ne kadar vergi yükü altın­
da ezilen reaya açısından muafiyetler Nizam-ı Ced'id'i çekici bir hale
getiriyorsa da örneğin Rumeli'dc "mu'afıyet neşriyle asker tahririnin"
ayanlarca kabul görmeyerek bir ihtilale yol açabileceğini İ rad-ı Cedld
Nazırı İ brahim Efendi dahi tahmin edebiliyordu. 126 İ stanbul idaresinin,

genellikle neferlerin babaları ve yaşadıkları mahallenin ihtiyarları kefil olarak


kaydedilmekteydi. Beş kişinin bir nefere kefil olduğu durumlarla sıkça
karışılaşılan nefer tahrir defterlerine örnek olarak bkz. BOA (CAS 2948 ).
1 22 Öncelikle sancaklara göre bölümlere ayrılan ncter tahrir defterleri, daha
sonra neferlerin yazıldıkları kazaları gösteren alt bölümlere ayrılmaktaydı.
Sancaklardan hangi kışla için (Levent ya da Üsküdar) asker tahrir edildiğinin
açıkça belirtildiği defterlerde, kazanın altına siyakarla neferin baba adı ve kendi
adı ve hu kaydın marjininc kefilinin adı ve şöhreti yazılıyordu. Bir s<.:ri takip
etmediği için yazılan nefer sayıları konusunda güvenilir bilgi sağlamayan
defterlere örnek olarak bkz. BOA (KK 6624 ve DPYMd. 3545 5 ) .
1 23 Her n e kadar başlarda bu tür meselelere dikkat edilmeyip, her bir kazanın
önceden belirlenmiş kotasına mütekabil yazılan neforler, yabancılık
çekmemeleri için hemşerilerinin oluşturduğu bölüklerde istihdam edilse de
zamanla bilhassa Karadeniz bölgesinden toplanan neferler, İ stanbul'daki
bölükler arasında dağıtılmaya başlanacaktı. Bu konuda bkz. BOA (CAS
36749) ve (DPYM.d 35366:8).
124 BOA (CAS 1985).
125 Nizam-ı Cedld Ocağı'na nefer tahriri ile ilgili olarak bkz. BOA (CAS 4273,
4346, 5429, 1 5071 , 42261 ).
1 26 Edirne Vakası sonrası bütün suçu "nizam-ı müstahseneyi" bostancılara
Nizam- ı Cedid uygulaması için seçtiği bölgelerden gelen itirazlar ise "her
kim olur ise olsun o misüllüler hakkında heman tertib-i ceza ile siyaset­
den gayrı mu'amele olunmayacağı"nın özellikle belirtildiği fermanlarla
bastırılmaya çalışılıyor ve muhaliflerin, alaybeyleri tarafından İ stanbul'a
bildirilmesi isteniyordu. 127 Bunun yanı sıra bir bölgede cedid nizamın
hayata geçirilebilmesi için ahalinin rızası büyük bir önem arz etse de
önceden kayıt altına alınmış olan nefer sayısından fazlası İstanbul tarafın­
da talep edilebilmekteydi . 1 28 Nizam-ı Cedld mübaşirlerinin ve Kadı Ab­
durrahman Paşa'nın ahaliyi, bölge ayanının manipülasyonlarına açık hale
getiren zulmleri ise cedid nizamı kabul eden bölgelerde dahi isyan çık­
masına sebep olmaktaydı. 129 Zamanla, özellikle neferlerin Kadı Abdur­
rahman Paşa tarafından toplandığı Hamid ve Kastamonu sancaklarında
bölükbaşı, çavuş ve alemdar olarak yazılanlar, bir başka ifadeyle Nizam-ı
Cedid taraftarı ayan ve adamları ve İstanbul'dan gönderilen mübaşir ve
subaylar çeşitli bahanelerle nefer namzetlerinden para toplamaya başlı­
yor, alaybeyleri ise İ stanbul'a ya da kışlalarına doğru yola çıkan nefaratın
maaşlarına/taamiye el koyarak firar 1 30 etmelerine göz yumuyordu. Bu

anlatamayan bölge ileri gelenlerine yükleyen Kadı Abdurrahman Paşa,


tıpkı Anadolu'nun belirli bölgelerinde olduğu gibi Rumeli'yi de idaresine
sokacak olan Nizam-ı Ced1d'i önce Edirne'de sonra tüm Balkanlar'da hayata
geçirmekte ısrarlıydı. Bu konuda bkz. BOA (C Zaptiye 4 1 36 ) .
127 BOA ( CAS 4989 v e 1985).
1 28 Ö rneğin Bolu'dan Levent Çiftliği için yazılaması istenen 1 8 1 nefer "ına'rifct-i
şer'le kazalara tarh ve taksim ve bu kulları tarafından [Bolu ayanı] mübaşirler
tayin" olunarak İ stanbul'a doğru yola çıkmak üzere Bolu'da toplanmışlardı.
Ancak tam da bu sırada İstanbul'dan 1 1 9 neterin daha tahrir olunarak
Levent Çift:liği'ne gönderilmesi konusunda bir başka fermanın ulaştığı Bolu
ahalisi, ikinci tertib askerin "tahrir ve tedariki bir vechle kabil" olmadığından,
kaleme aldıkları ilamlar ve ayanlarınııı arzuhalleriyle, frrmana olumsuz yanıt
vermişlerdi . " Hava.hiş ve rağbeti olanlardan" nefer toplamaya çalışan Nizam-ı
Ced1d Nezarcti'nin bu duruma karşı aldığı tavır ise Bolu'ya gönderilen
üçüncü fermanda "bu güne irade-i al1yyenin hilafı hareket ve tehir-i maslahat
cylediklcriçün Bolu voyvodası ve kadısı az! ve ayan ve zabitanı nef)r ve tc'dib
olunmak iktiza ider" cümlesiyle özetlenmekteydi. BOA ( CAS 4144 ve 4925 ).
1 29 Edirne Vakası'nda önemli bir yer teşkil eden Silivri'de ahali, aslında Nizam-ı
Ced1d uygulamalarını kabul etmişti. BOA ( CAS 3 8 1 6 ) .
130 Nizam-ı Ced1d Nezareti firarları önlemek konusunda e n az asker toplamak
şekilde firari neferatın harcırahlarını da zimmetlerine geçiren alaybeyleri
görev bölgelerine döndüklerinde, üniforma paraları ve taamiye ücret­
lerini neferlerin kefillerinden, gerekirse zecren, alıyorlardı. Ne devletin
ne de ayanların zarar gördüğü bu süreç, firarilerin yakalanması ya da
kefillerin firari neferatın yerine adam bulmasıyla yeniden başlıyordu. 1 31
Zira firarileri bulup tekrar ocağa kaydetme görevi, neferlerin büyük bir
kısmını toplayan Bozok Ayanı Çapanoğlu Süleyman Paşa'ya ve Kadı Ab­
durrahman Paşa'ya verilmişti . 132
"Sınlıf-ı sa'ireden fark ve imtiyazlarına" vesile olmak için giydirilen
fakat aynı zamanda kendilerini ötekilerden tefrik eden üniformalarıyla
kışlalarına ulaşan neferler, önce taktıkları nişanlar ve sembollerin göster­
diği ortalarına yerleştiriliyor daha sonra da ocak defterine kaydediliyor­
du. Onları, kışlanın dışındakilerden ayırt eden üniformaları olsa da kışla
içinde ilk bakışta hepsi birbirinin aynıydı . 1 33 Zira neferlerin kapatıldığı

hususunda olduğu kadar başarısızdı. Örneğin Mart 1 800'de Kastamonu,


Bolu, Viranşehir, Ankara ve Hüdavendigar'dan talep edilen 2031 neferden
1 5 1 adedi yolda firar etmiş, 258 adeti ise kazalardan hiç yola çıkmamıştır.
Bu bağlamda Nezaret, daha nefer namzetleri kışlaya ulaşmadan 409 kişilik
bir kayba uğramıştı. Mayıs 1 805'e (Sater 1220) gelindiğinde, 1 .270 neter
bulunması gereken Ankara Kışlası'nda 197 nefer firari bulunmaktaydı ki bu,
kışlada bulunması gereken nefer sayısının % 1 5 ,5'ine tekabül etmekteydi.
Nisan-Mayıs 1 804 ( 1 2 19 Muharrem) tarihinde ise Üsküdar'daki ikinci
ortadan 465 , İ stanbul'daki diğer üç ortadan toplam 588 kişi mütevefö:ı ve
firari olarak kayda geçirilmişti. Bu iki rakamın toplamı olan 1053 ise neredeyse
1 080 tütCngcinin bulunduğu bir Nizam-ı Cedid ortasının neratına denkti. Bu
konuda bkz. B OA (CAS 1 9934 ve 35308) ve BOA ( DPYM.d 3 5 366:8 ).
131 BOA ( HAT 3686) ve (DPYMd. 35366:32).
1 32 BOA ( HAT 9 1 25).
1 33 Anadolu'daki Nizam-ı Cedid neferlerinin üniformaları her yıl münavebeten
İstanbul'a geldiklerinde yenilenirken, İstanbul'daki ortalara yılda bir defa
üniforma dağıtılmaktaydı. Her ne kadar ilk Nizam-ı Cedid kanunnamesinde
neferlerin daimi olarak üniforma giymeleri zorunlu tutulmuş olsa da kışla
dışında çalışmaya başlamalarından sonra, kayıkçılık, hamallık gibi işler
yapmaları, bu sebeple esafil<len emir almaları ve üniformalarının kısa zamanda
eskimesi gibi sebeplerle, kışlalar dışında üniforma giyme zorunluluğu zamanla
kaldırılacaktı. Her ne kadar neferlerin, üniformalarını her yıl kendilerinin
yenileyeceği belirtilmekteyse de aldıkları ücretlerin yetersizliği sebebiyle
bundan kısa zamanda vazgeçilecekti. Ancak cedid nizamın piyadelerinin
kışlalarda yeni/akli/nizami bir çevre yaratılarak, önceki yaşantılarıyla,
yeni hayatları arasındaki fark vurgulanıyordu. Dolayısıyla Levent'te inşa
edilen Nizam-ı Cedid kışlası sadece mimari değil, kurumsal açıdan da
Et Meydanı'ndaki yeniçeri odalarından farklı bir düşünce sistematiğinin
ürünüydü.
Bizzat hanedana ait mülkler üzerinde III. Selim'in inşa ettirdiği Levent
Çiftliği ve Üsküdar kışlaları, hiç şüphesiz Osmanlı İmparatorluğu 'nda
çağdaş askeri organizasyonun bütün yönleriyle vücut bulduğu ilk ya­
pılardı. Nitekim kışlalar artık sadece askerlerin kışın, bir başka ifadeyle
savaş olmadığı dönemlerde kışladıkları mekanlar olmaktan çıkarak ül­
kenin değişik bölgelerinden gerelz taltif ve gerelz tehdid13"" ile toplanan,
birbirlerinden çok farklı sosyal yapıların ürünü insanların bir arada, tek
bir amaç için, her açıdan yeniden imal edildikleri üretim merkezlerine

üniforma masrafları, Miri Hazine'ye nazaran daha iyi durumda olan İrad-ı
Cedid Hazinesi'nden sağlandığı için topçu sınıfına göre çok daha düzenli
bir şekilde kıyafetlerini yenileyebiliyorlardı . I I I . Selim sık sık "ekseri garib"
olan topçuların kıyafi:tlerinin pejırnırdeliğinden şikayet etse de bu konuda
da elinden pek fazla bir şey gelmiyordu. Üniformalar, neferleri sıradan
insanlardan ayırmanın ötesinde, bizatihi neferleri de birbirlerinden tefrik
etmekteydi. Nitekim III. Selim döneminde Levent Çiftliği nefi:ratı kırmızı,
Üsküdar Kışlası mensupları mavi ve Anadolu'daki kışlalarda istihdam edilen
neterler yeşil üniforma giymekteydi. Topçu sınıfinda da humbaracılar,
lağımcılar, topçular ve toparabacılar birbirlerinden farklı üniformalar
giyerlerken III. Selim döneminden itibaren takmaya başladıkları nişanlarla artık
hangi ortanın kaçıncı ustasının kaçıncı neferi oldukları ilk bakışta anlaşılmaya
başlanacaktı . Ortaların temel alındığı yeniçerilerde ise her bir ortanın kendisine
ait üniforması ve nişanı vardı. Bu bağlamda eşkinci layihasının yayınlanmasına
kadar aynı ortaya mensup yeniçerileri birbirinden ayırt etmek mümkün
değildi. Üniforma konusunda bkz. TSMA (E 3759/1 ve 1 1 16/2 ); TTK
(Y/534); İ Ü KTB (TY3208); BOA (TD 84:48vd . ); (DPYM d. 35 366:9);
SK (EE 3836:17b) ve Urquhart ( 1 868 :83). III. Selim devrinin sonlarında
topçu, arabacı ve Levent Çiftliği neteratından üniformalarını, izin verilen
dönemlerin dışında çıkartarak başlarına şal saranların yeniçeri ağası tarafından
tedib edilmeleri konusunda ayrıca bkz. BOA (CAS 16353). Ocak nüfusunun
artmasına mukabil üniforma yerine yıllık belirli bir ücret, kıyafet-baha, almaya
başlayan yeniçeriler ve üniformaları için ayrıca bkz. Uzunçarşılı ( 1988 :279 ve
283).
1 34 BOA ( HAT 3743).
dönüşmekteydi. Dönüşüm ise devrin Osmanlı düşünce sistematiği da­
hilinde, olabildiğince rasyonel bilgi zemininde yapılan yer tespitiyle baş­
lamaktaydı. Bu bağlamda İstanbul'da inşa edilmiş olan yeniçeri kışlaları
ile I I I . Selim'in inşa ettirdiği Levent ve Üsküdar kışlaları arasında önemli
farklar göze çarpmaktadır.135 Güvenlik, hijyen ve şehre/gerçekliğe uzak­
lık modern kışlaların inşa edileceği bölgenin seçiminde en önemli etken­
lerdi. Başkentte inşa edilen ilk kışla için İstanbul'a Karadeniz'den yapıl­
ması beklenen bir saldırıya karşı 136 havası ve akarsuya yakınlığı uygun
olan Levent Çiftliği'nin, ikinci kışla için de bekar odalarının içgüvenliği
tehdit ettiği Üsküdar'ın mekan olarak seçilmesi tesadüf olmasa gerek­
tir. Güvenlik merkezli düşünce yapısının ete kemiğe büründüğü kışla­
lar, aynı zamanda modern öncesi dönemin, kutsalı simgelerle görünür
kılan geometrisinin yerini, doğrusal/rasyonel ve dolayısıyla da işlevsel
geometriye bıraktığı mekanlar olarak karşımıza çıkmaktadır . 137 Söz ko­
nusu işlevsellik, neferleri hayattan soyutlamaya yönelik düşüncede tebel­
lür eder. Zira kışlalar artık barındırdıkları nderlcrin bütün ihtiyaçlarını
karşılayacak şekilde tasarlanmaktaydı. Bu amaca yönelik mühendislerin
fennin ışığında çizdikleri kışla planları, tekı1ik bilginin modern öncesi
üretim ve aktarım şekli olan pratik iş eğitiminin yerine, rasyonel kabul­
lerin/kuralların temel teşkil ettiği yazılı ya da çizili gerçekliğin ikamesi­
nin birer yansımasıydı. Bu bağlamda satranç tahtası şeklinde planlanmış
askeri siteler/kışlalar, neferlerin yatıp kalktıkları bir yer olmaktan ziyade

1 3 5 Osmanlı askeri sistemi içerisinde sadece kapıkullarının kışlamaları için inşa


edilmiş olan kışlalar, hemen yanı başlarında bulunan meydanlarla, dolayısıyla
şehrin gündelik hayatıyla belirli bir seviyede iletişim halindedir. Zira
İstanbul'daki ana meydanlar, kimi zaman harp temrinlerini izlemeye giden
ahalinin, Avrupa'daki benzerleri gibi buluşma noktası (piazza) olmaktan çok
kapıkullarının oynadıkları savaş oyunlarının sahasıdır ( campo). Klasik Osmanlı
kışla mimarisi ve şehrin mekansal bütünlüğü ile ilişkisi konusunda bkz. Arslan
( 1996:34).
136 Bcrkcs ( 1978:94).
1 3 7 Gerektiğinde topoğrafyanın ve hatta coğrafyanın değiştirilmesini gündeme
getiren bu yeni düşünme biçimini Osmanlılar, Avusturya ile yaptıkları
savaşlarda çoktan fark etmişti. Nitekim Avusturya ordusu "eşkal-i hendesiyye-i
garibe ve kava'id-i mimariyye-i 'acibe" ile savaş meydanlarını kendisine uygun
bir şekilde düzenlemekteydi. Bu konuda bkz. Emecen (2003 : 308).
artık nizamname ve ralimnamclere uygun şekillerde traş oldukları ber­
ber dükkanlarının, kendilerini sıradan insanlardan ayıran üniformalarını
yıkadıkları çamaşırhanelerin, ithal edilen tüfeklerinin çakmaklarını yaptı­
rıp, süngülerini bileylettikleri tüfengci dükkanlarının, 138 sürekli seferber
olarak tutulmalarına imkan veren talim alanının ve bu alanın içerisinde
yine modern askeri mimariye uygun bir şekilde inşa edilmiş tahkimat ve
kalelerin, 139 en nihayet kışlaya girdikleri günden itibaren devlete ait olan
bedenlerini sürekli denetim altında tutan bir hastanenin ve eczanenin
bulunduğu 1 40 askeri külliyeydi ( total institution) . 1 4 1 Dolayısıyla III. Se­
lim, önce tasarladığı, sonra da empoze ettiği, her şeyin yazılı kurallara
uygun, tahmin edilebilir şekilde yürütüldüğü kışlasıyla aslında dışardaki
anarşik kaosa meydan okumaktaydı.
Neferata daimi olarak talim yaptırmak amacıyla 1 42 İ stanbul dışında
inşa ettirilen kışlalar ise Sarayın, askeri organizasyonunun ağırlığını ikinci
kez Anadolu'ya kaydırma düşüncesinin bir ürünü 1 43 olarak da görüle-

138 1793 senesi ortalarında Levent Kışlası'nda inşa olunan demirci, tabancacı,
kundakcı, dökmeci, çilingir, aşçı, çamaşırcı ve berber dükkanları için bkz. BOA
(CAS 1 7893) ve TS.MA (E 10550). Levent'teki ıhlamur ağaçları arasında
bulunan kışlanın iyi bir tasviri için ayrıca bkz. Hobhouse ( 1 8 1 3 : 1 0 1 3 ) .
Üsküdar kışlasının iyi bir tasviri için bkz. Spencer ( 1 839 c:II:l43-144).
1 39 BOA ( HAT 10754) ve Arıkan ( 1993:2 3 1 ve 252). Lağımcıların, Kırkağaçta
kazılan lağım çukuru içerisinde haftada iki kez talim yapmaları konusunda
ayrıca bkz. BOA (HAT 1756).
140 Levent Çiftliği nefer:1tından hastalananlar için tilim meydanının nihayetinde
Büyükdere yönünde, "her tarafi:ian havanın nüfi'.'ız" edebileceği bir mevkiye
yaptırılan "rabıtalu hastane", yüzden fazla hastaya aynı anda hizmet
vermekteydi. 1 9034 kuruş keşif bedeliyle yapımına başlanan hastanenin ve aynı
dönemde yapılan eczanenin 849 buçuk kuruş tutan maliyeti Miri Hazine'den
ödenmişti. Bu konuda bkz. BOA (C Sıhiyye 184 ve 228) ve ( CAS 7457).
141 Topçu sınıfının, bilhassa lağımcıların ve humbaracılann ikamet ettikleri
kışlalarda da benzer bir durum söz konusudur. TSMA ( E.7014/ 1 37) ve
Hobhouse ( 1 8 1 3 : 1 0 16).
142 Levent ve Üsküdar ocaklarına merbut kazalarda, Kadı Abdurral1man Paşa'nın
gözetiminde kışlalar inşa edilmesi konusunda bkz. BOA ( CAS 39608 ve
2302 5 ) .
1 43 İlk denemenin I I . Osman tarafından yapılmaya çalışıldığı yeri gelmişken
vurgulanmalıdır. Bu konuda bkz. Tezcan (2001 :22lvd . ) .
bilir. 144 1 9 . yüzyıl başından itibaren Nizam-ı Cedid Nezareti'nin tayin
ettiği mütesellimler/bölge ayanı145 tarafından inşa edilen kışlalar, Levent

144 Anadolu'daki kışlaların inşa sürecini, Temmuz 1 80 1 'de temeli atılan Ankara
Kışlası en iyi şekilde örnekler. Ankara'ya yarım saat mesafede Akköprü
Deresi'ne komşu kırk dönüm genişliğindeki Şeyh Yağmur Ovası muayeııc
olunup, suyu ve havası kışlaya uygun bulunarak sahiplerinden 1 50 kuruşa
satın alınmıştı. Bölge, daha sonradan kışla kompleksine yapılacak eklemeler
için de müsaitti. Mühendishane'den Ankara'ya gönderilen Hassa mimarları
hulefasından Seyyid Mustafa Efcndi'nin gözetiminde ve çizdiği plan
doğrultusunda inşasına başlanan beş yüz kişilik kışla için rayiçten biraz daha
düşük, "canib-i miriye menfa 'atlü" fiyatlarla kereste, taş, kerpiç, kıraç, tuğla
ve demir satın alınmıştır. Pencerelerine kadar taş duvar ve pencerelerin
üzerine üç sıra kerpiçten inşa edilen koğuşların buluduğu ana binanın yanı sıra
planda bulunan caminin de aynı malzemelerle inşa edilmesi planlanmaktaydı.
Ancak kışın yaklaşmasını ve maliyet hesaplarını gözönüne alan, 750 nefer
piyade yazarak Ankara mütesellimi olmayı başaran Mesud Ağa, kışlanın
planlandığı şekilde inşa edilemeyeceğini İ stanbul'a bildirmiştir. Bu bağlamda
cami, sundurma ve anbarların yapımı ertelenmeliydi. Kışlaya dışarıdan su
getirilmesinden vazgeçilmesi ise maliyetin hijyene galebesiydi. Zira III.
Selim'den ve İstanbul'daki Nizam-ı Cedid ekibinden çok farklı düşünen
Mesud Ağa'ya göre "kışladan meram ta'lirn ü ta'allüm içün neferata bir
mesken tahsisinden ibaretti." Ankara kışlasının inşası ile ilgili belgeler için bkz.
BOA (CAS 73 14). Seyyid Mustafa Efendi için ayrıca bkz. Beydilli ( 1987).
Bolu voyvodası/ayanı İ brahim Ağa'nın, tıpkı Ankara kışlası gibi şehre belirli
bir mesafede ve mimari açıdan diğer Nizam-ı Cedid kışlaları gibi dörtgen
plana sadık kalarak inşa ettirdiği kışla için aynca bkz. Mithat Kemal ( 1 334: 16).
Mühendis Mehmet Halife tarafindan inşa edilen Çankırı Nizam-ı Ccdid kışlası
için ayrıca bkz. Gökmen (2007 : 1 7 5 - 1 76 ) .
1 4 5 Ö rneğin Kastamonu'da dört, beş y ü z neferin kalabileceği bir kışla inşa edilmek
üzere Yusuf Kethüda Çifi:liği Kastamonu ayanı/mütesellimi Altıkulaçzade
Mehmet Ağa aracılığıyla satın alınmıştı. İ nşaat için gerekli kereste ve amele
ise yine mezkfır ayan tarafindan rayiç fiyatla sağlanmaktaydı. Keşif bedeli
olarak belirlenen 43.755 buçuk kuruş, artan maliyetler sebebiyle inşaatın
ilerlemesine mütekabil aşılmış ve kompleksin içinde yer alması planlanan
cami ve çarçubenin (dış duvarlar) yapımından vazgeçilmişti. Buna rağmen
Kastamonu Kışlası'nın maliyeti 44.646 buçuk kuruştu ve keşif bedeli ile gerçek
fiyat arasındaki farkın mütesellim tarafindan karşılanması isteniyordu. Ancak
Kastamonu mütesellimi cebinden harcadığı 89 1 kuruşluk farkı, hiç şüphesiz
ahaliden toplayarak telafi edecekti. Bu konuda bkz. BOA (C Maliye 2 1407).
Çiftliği'ne nazaran çok daha basit planlara sahip yapılardı 146 Bu bağlam­
.

da iktisadi krizle boğuşan imparatorluğun maliyet hesaplarını ön pla­


na alarak, yine İstanbul'dan gönderilen mühendislerin çizdikleri planlar
doğrultusunda inşa edilen söz konusu kışlalar, neferleri kuşatabilecek bir
çevre yaratmaktan uzaku. İstanbul'dakilerin aksine münavebe gereği147
genellikle yarım ortanın barındığı Anadolu' daki kışlalar, düzenli talim
yapmaya imkan veren avluları ve talim alanlarıyla bir taraftan fakirlere ve

146 Kışlaların maliyetleri bu durumu en açık şekilde ortaya koymaktadır. Nitekim


Levent Çiftliği'nin, sonradan yapılan ek binalar ve su yollan dışında maliyeti
1 68.923 kuruşken, Ankara Kışlası'nın keşif bedeli 34. 1 1 5 kuruştu. Ankara
Kışlası her ne kadar keşif bedelinden daha yüksek maliyetle tamamlanmış
ve sonradan yapılacak ek binalar hesaba katılmış olsa da söz konusu meblağ
Levent Çiftliği'nin maliyetinin yarısına dahi denk değildir. Bu konuda bkz.
BOA ( HAT 1 2087) ve BOA (CAS 7314). Levent Kışlası'nda kışın ısıtılamayan
büyük koğuşların üçe bölünmesi, lağım ve su yollarının tamiri için harcanan
1 3 . 1 8 0 kuruş için ayrıca bkz. BOA (C Sıhiyye 1 84).
147 III. Selim ve II. Mahmud dönemlerinde lağımcı ve humbaracı ocaklarında
olduğu gibi Anadolu'da oluşturulan Nizam-ı Cedid ortaları da münavebe
ile talim yapmakta ve yine münavebe ile kışlalarında bulunmaktaydı. l 7901ı
yılların başında başkentteki neterlcr daimi olarak kışlalarında tutulmaya
çalışılırken askerlere, talim nöbetinin olmadığı günlerde, başka işlerde çalışmak
üzere izin verilmesiyle gevşeyen kışla dışına çıkış yasağı, aileleri İstanbul'da
yaşayan neterler için hafta sonlarını evlerinde geçirmelerine izin verilmesiyle
ortadan kalkmıştı. Aileleri İ stanbul dışında yaşayan neferler ise toplam asker
sayısının 3/1 oranı esas alınarak yılda bir kez nöbetleşe ailelerini ziyaret
ediyorlardı. Sılaya giden neferlerin tamamı kışlaya dönmeden, diğer gruba
izin verilmediği humbaracı ve lağımcılar, her gün kışlalarında talim yapıp
mühendishaııe hocalarıııın kaleme aldığı risaleleri okumakta ve haftada iki kez
nöbetleşe talim mahalline giderek atış talimi yapmaktaydı. Levent Kışlası'ndaki
bölükler ise yine talimlerini nöbetleşe icra ederken önceleri yılda bir kez
Ü sküdar'a getirilerek talim yaptırılan Anadolu'dan toplanan Nizam-ı Cedid
neferleri, kazalarında kışlaların kurulmasıyla birlikte altı ayda bir kere, yine
nöbetleşe kışlalarında izne çıkmakta ve yılda bir kez İstanbul'a getirilmekteydi.
Geçerli bir sebep sunmaksızın kışladan ayrılamayan Nizaın-ı Cedid subaylarına
ise bir yıl içerisinde en fazla üç ay izin verilmekteydi . Bu konuda bkz. BOA
(HAT 584 1 2 ); TTK (Y/534); İÜ KTB (TY3208); BOA ( HAT 5841 1 ve
49537); (TD 84:48vd . ); (DPYM d. 35366 : 1 1 ) ve TSMA (E 1 1 1 6/2) . Sıla
iznine gönderilen neferatın maaşlarını almaya devam etmesi konusunda ayrıca
bkz. BOA (KK 3249) .
evsizlere, nefer yazıldıkları takdirde sürekli sığınabilecekleri bir mekan
sağlarken, 1 48 diğer taraftan da ülkenin doğu sınırlarına doğru düzenlene­
cek seferlerde birer menzil işlevi görmek üzere planlanmışlardı .
Önce İ stanbul'da daha sonra Anadolu'da yapılan kışlalarda hayat
tarzları yeniden düzenlenen neferler, en azından 1 805 tarihine kadar
hiç çıkarmadıkları üniformalarla koğuşlarının zeminine yerleştirilen kaba
hasırlar üzerinde yatmaktaydı. Kendilerini muhafazaya ihtimam göster­
meyen taşra ahalisinin sefalete duçar olup, bilhassa kışın sık sık hastalan­
ması ve üniformalarının çok çabuk fersude olması sebebiyle Levent ve
Üsküdar kışlalarındaki neferlere, Nizam-ı Cedid'in tarihe karışmasından
yaklaşık iki yıl önce "içleri otluk birer muhkem yatak" ve yorgan yerine
de kebe149 dağıtılmıştı. Yatak ve kebelerle birlikte verilen acem gömleği
şeklindeki kalın ve metin gecelikleriyle yatağa giren neferler, 150 sabah er­
kenden kalkarak namazı mütakip talime başlamaktaydı. Kuruldukları ka­
zalarda yeni iş kollarının oluşumunu15 1 sağlayan Anadolu'daki kışlalarda,
münavebe ile ikamet eden neterler, tıpkı İ stanbul'daki meslektaşları gibi
her gün iki defa senkronizasyonu sağlamaya yönelik basit hareketlerden
oluşan acemi talimi yapmaktaydı. Pazartesi ve perşembeleri kuru,152 on
ila on beş günde bir kere de ateşli talim 1 53 yapan neferat sırayla kışla kapı-

148 "Ui-mekan" olan nefi:rlerin daimi olarak kışlada kalmaları konusunda bkz.
BOA (DPYM d 3546 1 :23).
149 Yeniçerilerin de yaygın olarak kullandığı kebe (kepenek) için bkz. Walsh
( 1 828:4).
150 Eylül 1 805 'de Levent ve Üsküdar kışlalarına iki biner yatak ve gecelik
alınmıştı. Yatakların birim fivatı yedi kuruş iken geceliklerin maliyeti altı buçuk
kuruştu. Bu konuda bkz. BOA ( CAS 9690) ve (DPYM d 35 366: 1 2 ) .
1 5 1 İ stanbul'dakilerin aksine Anadolu'daki kışlaların içerisinde bulunmayan
mühimmat manüfaktürleri, devletin kontrolünde bölge ahalisinden seçilen
kişiler aracılığıyla idare edilmekteydi. Bu konuda bkz. Çadırcı ( 1 972 :4 ).
152 1 80 1 senesinde Nizam-ı Cedid Ocağı nizamnamesine yapılan zeyle
nazaran, her gün 6 Nizam-ı Cedid odası talim yapmaktaydı. Bir Nizam-ı
Cedid ortasının 12 odadan müteşekkil olduğu ve salı ve cuma günlerinin
tatil olduğu düşünülürse bu sırada iki ortanın mevcut bulunduğu Nizam-ı
Cedid Ocağı'nda neferler, yaklaşık dört günde bir defa yabancı uzmanların
gözetiminde talim yapıyordu . Bu konuda bkz. TTK (Y/5 34:72a-73a).
1 53 Nizam-ı Cedid ortalarında, neferlerin silahlarını senkronik ve sistematik olarak
ateşleme hızlarını artırmak için uygulanan tilim, l 790'1ı yılların başında
z
<(
- _J
•C> o.
� :'.3 1
1
o � 1
·o -
c :ııı::

w
rn i
o �

t
- n::

:iE o

·� Q'i
·z: z
::i
i
1
<(
1
t
"'
· �
larında nöbet tutuyor ve gerekli göıiilen mahallerde kolluk geziyordu. 154
Daimi olarak kışlada kalan orta dereceli subaylardan biri olan vekilharç155
aracılığıyla ocağa bağlı tüccarlardan156 satın alınan ekmeklerini sabah ve
akşamları, kışla aşçılarının pişirdiği çorbalarına katık eden neferlerin, ak-

Fransız ordusunda takip ediled talim ilkelerine göre şekillenmişti. APcı talimi
olarak bilinen modern Fransız taliminde tüfekler, 1 2 harekette/nizamla
doldurularak ateşlenmekteydi. Nitekim Oranyalı Maurice'in, kendi içerisinde
uzmanlaşmış 42 farklı harekete/nizam böldüğü tüfeklerin doldurulması ve
ateşlenmesi süreci 1 8 . yüzyıl sonuna gelindiğinde daha \'erimli hareketlerin
keşfi ve tüfek teknolojisinde kaydedilen gelişmelere nazaran kısalmış ve
bununla bağlantılı orduların ateş gücü artmıştı . Zira 1790'1arda Prusya ve
Rusya orduları, tüfeği yedi harekette doldurup ateşlerken, Avusturya subayları
tüfeklerin bir kez ateşlenmesi için on altı kez emir vermek zorundaydı. Subayın
verdiği sesli emirleri/ kumanda aynı anda hareket diline tercüme etmeleri
beklenen neferlerin hızlarını artırmalarının ve senkronizasyonu sağlamalarının
tek yolu ise bölükler halinde, hareketleri olabildiğince sık tekrarlamalarından
geçmekteydi. Bu konuda bkz. Ahmed Cevad ( İÜ KTB TY 4178:34-35)
ve Arıkan ( 1996:3 17-3 1 8 ) . Nizam-ı Cedid ve Fransız orduları arasındaki
benzerlikler için ayrıca bkz. Hobhouse ( 1 8 1 3 : 1 0 1 3 ) .
154 Levent Çiftliği'nde daimi olarak "tertib v e ka'ide üzere ceng ve harlı resmine
[planına] ri'ayet olunarak" talim yapılması hususunda bkz. TSMA
(E 7 1 3 7/ 1 ).
1 5 5 Maaş ve üniformaların dağıtımından sorumlu olan vekilharç, kışlaların gelir
gider hesaplarını da tutmaktaydı. Örneğin Ankara ortasının 1 806 Ocak ayında
vekilharç taratindan dağıtılan tayinat ve diğer giderleri için bkz. BOA (CAS
38957).
156 Doğrudan ocak katibi ile bağlantılı olarak çalışan Levent Çiftliği habbazı/
ekmekçisine İstanbul duhan ve emtia gümrüklerinden aylık olarak ödeme
yapılmaktaydı. Örneğin Şubat-Mart 1 801/1 2 1 5 Şevval ayında ocağa verdiği
toplam 27.858 adet ekmek için habbaza 1 .741 kuruş ödeme yapılmıştı.
Enflasyonun Osmanlı tarihinde görülmedik bir yükseliş trendine girdiği
dönemde Nizam-ı Cedid ordusunun, yeniçerilerden dah� iyi ve üstelik
bedava et ve ekmek tayinatı alması, iki ocak arasındaki gerginliği artıran temel
meselelerden biriydi. Bu konuda bkz. BOA (CAS 26304) ve Uzunçarşılı
( 1 988:254). 1803 Haziranında ise Nizam-ı Cedid Ocağı, topçu ve arabacı
ocaklarının ekmek, arpa, saman, silah ve mühimmat ücretlerinin barış zamanı
İ rad-ı Cedid Hazinesi'nden, savaş zamanı ise Miri Hazine'den ödenmesini
karara bağlanmıştı. Bu konuda bkz. İ ÜKTB (TY 3208:44b).
şanı öğünlerinde yahni vazgeçilmez bir yemekti. 157 Cuma ve pazartesi
akşamlan çorba yerine çıkan pilavlarını 158 yedikten sonra muhtemelen
koğuşlarının yolunu tutan Nizam-ı Cedid askerleri, onbaşılarının yaptık­
ları sayımın ardından tedari k ettikleri yataklarında ya da zeminde hazırla -
dıklan yerlerinde uykuya dalıyordu. ı59
Nizam-ı Cedid'e son veren isyanı takiben kimisi atıl kalan, kimisi de
depo olarak kullanılmak üzere kiraya verilen kışlalardan 1 60 murat, nefer-

157 Anadolu'daki kışlaların, nefed.ta ödenen maaşların haricinde en önemli


gider kalemleri et ve ekmek alımlarıyken, Levent Çifi:Iiği'nde dunım daha
farklıydı. Ö rneğin Levent Kışlası'nın 1 2 1 1 Muharreınindeki/Temmuz
1 796 gider hesaplarına göre hastanede istihdam edilen cerraha 1 1 O kuruş,
tabancacıya 50, mehteran muallimine 50, seyise 15 kuruş maaş ve görevli
olarak imparatorluğun çeşitli yerlerine gönderilen subaylara 85 kuruş harcırah
ödenmiş ve 68 kuruşluk zeytinyağ, 59 kuruşluk mum, 16 kuruşluk fişcnklik
kağıt ve 39 kuruşluk ilaç satın alınmıştı. Buna mukabil 1 804 Haziranında
( 1 2 1 9 rebiülevvel) 90 kuruşluk lahm-ı ganem ve 1 5 8 kuruşluk nan-ı azizin
en yüksek gider kalemleri olarak karşımıza çıktığı Kütahya Kışlası mizanıııa
göre kışlada 1218 Zilhicccsinden 1 2 19 . Cemaziyiilahiriııe kadar geçen altı
aylık sürede dağıtılan ulufc ve tayinat baha miktarı sadece 3 .237 kuruştu . Bu
konuda bkz. BOA (CAS 632 1 ) karşılaştır BOA (DPYM d 3546 1 ) .
1 58 Osmanlı neferlerinin günlük diyetleri II. Mahmud devrinde de değişmemiştir.
Nitekim bu dönemde de orduda en çok tüketilen yiyecek et, tercihan bulgur
pilavı ve yoğurttu. Spencer ( 1 839 c:II:l45 ) .
1 59 Anadolu'da kurulan bütün kışlalar için hazırlanmış olan genci nizamname
için bkz. BOA (DPYM d 35366:35 vd) ve İÜ KTB (TY 3208:45 b-47a).
Nizamnamenin Ankara ortası için kaleme alınmış versiyonu için ayrıca bkz.
Çadırcı ( 1972 ) .
1 6 0 iV. Mustafa'nın Nizanı -ı Cedid'i kaldırmasıııı takiben mczkür ocağa bağlı
kışlalarda bulunan silah \'e mühimmat, derhal kayıt altına alınarak, bölgedeki
kalelere ya da kışlaların içindeki güvenli yerlere kaldırılmış ve daha sonra
İ stanbul'dan gönderilen mübaşirler aracılığıyla başkente sevk edilmiştir. Atıl
kalan pek çok kışlanın aksine talibi çıkan 72 odalı Kayseri Kışlası, kazadaki
tüccarlardan birine 1 0.000 kuruş muaccele (peşin ödeme) ve aylık 1 .000
kuruş id.re-i muaccele (kira bedeli) ile kiralanmaya çalışılmıştır. Bu konuda
bkz. BOA ( CAS 1 679 1 ) . Çankırı ayanına bağlı "ocak askerinde" kalmış olan
silahların dışında Çankırı Kışlası'nda mevcut tüfek ve kurşunların, yine kışlada
bulunan mutfak takımlarının, top ve top arabalarının rayiç fiyat ile satılarak,
elde edilen gelirin sadaret kethüdası katibi Mehmet Emin Efendi tarafından
hazineye teslimi konusunda bkz. Gökmen (2007 : 1 77-178). Üsküdar
lcri III. Selim'in tabiriyle "ta'lim-i :lhere sirayet" ettirmekti. 161 Nitekim
Yusuf Paşa'nın, daha önce talim ettirdiği neferlerlerle tabur/saf cenginin
nasıl yapıldığını göstermesiyle birlikte Osmanlı ordusunun aldığı yenil­
gilerin sebebi konusunda padişahın ve ricalin kafasında en ufak bir şüphe
kalmamıştı. 1 62 Ancak zamanla imparatorluğun tamamında uygulanması
planlanan163 modern talim, yeniçerilerin kadimden beri yapageldikleri
harp temrinlerinden tamamen farklıydı. Amaç, hareketin iki boyutu olan
zaman ve mekanı insanın iradesinin dışında belirleyerek, insanın tüm ya -
pıp etmelerini hareket dilinde belirli karşılıkları olan komutlara bağımlı
kılmaktı. Nizam-ı Cedid ricalinin hayalini kurduğu Osmanlı neferi, tıpkı

Kışlası'nda mevcut eşya, edevat, kebe ve sairenin açık artırmaya çıkartılarak


satışından 1 2 .598 kuruş gelir elde edilmesi konusunda ayrıca bkz. BOA
( DBŞM MHF 1 3 1 49 ) .
1 6 1 Nizanı-ı Ced1d'in kaldırılmasından hemen sonra (dönme) Süleyman Ağa'nın
Nizam-ı Ced1d nefi:rlerine İstanbul'da t:llim yaptırmaya devanı etmesi,
Osmanlı üst düzey yönetiminde talimin gerekliliği konusunda bir mutabakatın
olduğuna işaret eder. Bu konuda bkz. Beydilli ( 1987:404- 405 ) .
1 6 2 Arıkan ( 1993:70) Zira bu dönemde İstanbul'a hakim olan bakış açısına göre
Osmanlı ordusu "fi:nn-i muharebede milel-i mütefcım1neden gerü kalub . . . . . .
sade cesaret ve yalmz cevher-i şccea'atı derpiş" ederek savaştığı için mağlub
olmaktaydı. Bu konuda bkz. Beydilli ( 1987:43 5 ) . Luxenbourg dükünün,
I. Abdülhamid devrinde modern t:llimi uygulayan ve askeri bürokrasinin
esaslarına göre düzenlenmiş bir orta oluşturma girişimi ve bu teklifin Babıali
tarafından rededilmesi konusunda ayrıca bkz. Boppe ( 1930:24-2 5 ) .
1 6 3 Bilhassa topçu sınıfinııı ateş gücünün artırılmasına yönelik I I I . Selim
dilnC.'nıinden iribaren imparatorluğun çeşitli bölgelerine, bilhassa sınır
kalelerine İstanbul'dan modern talimi bilen nefer:h ve subaylar gönderilerek
söz konusu kaleler güçlendirilmeye çalışılmıştır. Rusya'ya karşı Karadeniz'in
kuzeyindeki ve Orta Asra'daki Müslümanları kullanma stratejisiyle hareket
eden II. Mahmud ise talim görmüş olan neferlerini bu bölgelere göndererek
modern orduların kuruluşuna önayak olmaya çalışmaktaydı. İstanbul'dan
Kars Kalesi'ne talim yaptırmaları için gönderilen iki nefer, Hotin Kalesi'ne
gönderilen üç nefer ve Bağdat Kalesi'ne gönderilen birkaç nefer humbaracı
için bkz. BOA ( CAS 273 8 1 , 50347 ve HAT 50883). Dağıstan'a gönderilen
topdökücüler ve t:ilim görmüş neferler için bkz. BOA (C Hariciye 5563).
Bu konuda ayrıca bkz. Çınar ( 1 999:200) Anadolu'daki topçu nefer:l.tımn
münavebeten İstanbul'a gelerek talim yapmaları konusundaki öneri için ayrıca
bkz. SK (EE 3836:14a ve 1 8a).

1 103
Avrupa askeri gibi subaylarının dur dediği yerde "haşr oluncaya dek taş
gibi durmalıydı " . 1 64
Bu bağlamda en basit tammıyla, ateşli silahı vücudun bir parçası ha­
line getirme işlemi ya da insanların silahlara eklemlenmesi süreci olan
talimde, neferler mekanik bir silahla aynı anda aynı hareketi yapmayı
öğrenmekteydi . 1 65 Dolayısıyla insanı, bedenine yabancılaştıran bir süreç
olarak talim, en başta bireyin grup içinde kaybolacağı kolektif bir bilin­
cin yaratılmasını öngörmekteydi. Zira modern talim, neferleri kışlalara
kapatıp varolan dünyanın dışında seferber ederek tahakkümün nesnesi
haline getirmekten başka bir şey değildi. Talimin hedef aldığı insanların
toplumdan soyutlanması ise neferlerin, kendi içinde anlam kazanan bir
bütünün parçası ya da makinenin dişlilerine dönüştürülmesine hizmet
etmekteydi. Neferlerin dişliye, ordunun da makineye dönüştürüldüğü
talim sürecinin meyvesi ateş gücünün ve hızının artırılmasıydı. 1 66 Ancak
uzun süreli tekrarlarla emre itaati ve kurgulanan bürokratik yapı vasıta­
sıyla en tepeden verilen emirleri olabildiğince hızlı ordunun basit dişlile­
rine aktarılmasını sağlayan talimi, çağdaş iktidarlar açısından çekici kılan
diğer bir unsur da orduları, devlet iktidarının daha kullanışlı ve môti bir
enstrümanı haline getirmesiydi. İ şte tam da bu sebeple talimli bir ordu,
padişahların sık sık problem yaşadığı yeniçerilere ciddi bir alternatif sun­
maktaydı.
Pedagojik ilkeler zemininde tezahür eden modern talim, kışlalar­
da nizamnameler ve talimnamelerde mündemiç süpeı'elfO aracılığıy­
la neferlerin yaşam coşkusunu (libido ) 1 67 kontrol altına alarak onları

1 64 Tilimin amacı "adenı-i f irar ile dem-i şehadete kadar. . . . . . askerin ka'ide'ül­
ccyş ve zabitine ita'atine ya'ni emr ü nehyine vesile olmak"tı. Esad Etcndi
(2005 :35 ve 1 2 3 ) ve Ahmed Cavid (2004:74 5 ) .
1 65 Talimle ncfrrler "cism-i vahid gibice saf bağlayub yekden kıyam u ku'ud ve
ayak almak ve ilerü varub gerü çekilmek ve öteye berüyc dönmek ve tüfengleri
dct'aten doldırub dct'aten güşad vermeyi" öğreniyorlardı. Asım Efendi ( 1293
c:I:59) ve Beydilli-Şahin (200 1 :80).
1 66 TTK (Y/534:59b).
1 67 Her ne kadar cinsel bir çağrışım yapsa da libido kavramını Freud aynı zamanda
insanları hayata bağlayan, narsist coşku/hayat enerjisi olarak tanımlamıştır
ve kavram burada tam da bu manada kullanılmıştır. Libido ve süpercgo
kavramları için bkz. Freud ( 1989:80-88) .
emirlere1 68 doğru zamanda doğru tepkiler verebilen, itaatkar beden­
ler olarak yeniden imal etmekteydi. Böylece sürekli meşgul tutularak
özgürleştirilen neferlerin beklenmedik durumlara insiyaki değil, daha
önceden zihinlerine kazınmış tepkileri verebilmeleri sağlanmaktaydı. 1 69
Kışlada yapılması zorunlu olan ve çoğunlukla sivillere mantıksız gelen
her işin mantığı, işte bu yeni süperegonun oluşturulmasında gizliydi.
Tıpkı manastırlar ya da dergahlardaki gibi hizmeti temel alan tezkiye-i
neft, Elias 'ın tabiriyle medenileşme ise neferin geçmesi gereken süreci
tanımlamaktaydı. Nitekim modern talimin mucidi Stoacıların ortaya
koydukları, manastır hayatını şekillendiren iki temel kavram olan fe­
ragat ve tezkiye-yi nefs, nefer terbiyesinin başlangıç noktasını oluştur­
maktaydı . 1 70 Bu bağlamda luşlalar kahramanlarm/yiğitlerin/erlerin bir
arada yaşadıkları mekanlar olmaktan çıkarak insanların çile çekerek ter­
biye edildikleri modern dergahlara dönüşmekteydi. Dolayısıyla boş za­
manın icat edildiği Avrupa gibi Osmanlı ordusunda da artık tembellik
en b üyük düşmandı. Zira modern talimin temel ilkesi, Osmanlıların da
keşfettikleri üzere neferlerin "tenperverlikden ve beraletden [avarelik/
işsizlik] mübaderet"171 ettirilmesiydi. Amcasıyla aynı amaç için çalışan
II. Mahmud, bu yeni perspektifi kaleme aldığı bir hatt-ı hümayunda şu
şekilde dile getirmektedir:

" . . . Ehl-i İslamda gayret yok ve bu gayretsizlik bana hayret viriyor. . . ... bu
Dünya'ya gelmekden garaz nefs-i emmareye muta.bat olmayub ancak
ita'at-ı makruniye 'amel olmak içündür bizim büyük düşmanımız nef­
simizdir hfila ana galib olduğumuz yokdur her ne vakt nefsimize galib
olursak din düşmanları ol vakt mağlub olur Hadi ıslah eylesü n" 1 72

1 68 Emirler sözlü olabildiği gibi, yeniçerilerin ve diğer kadim ocakların hiç de


alışık olmadığı bir tarzda sesli de olabilmekteydi. Süvari topçularına "boru
nefhiyle işaret olunması" konusunda bkz. İÜ KTB (TY 3208 : 1 7a ) .
1 6 9 Ancak Osmanlı ordusunun bu konuda büyük b i r başarı sağlayamadığı modern
talimin uygulanmaya başlanmasından birkaç yıl sonra başlayacak olan Mısır
Harbi'nde tüm çıplaklığıyla ortaya çıkacaktı. Bu konuda bkz. Wittman
( 1 803:232).
170 Oestreich ( 1969 : 19-2 1 ) .
1 7 1 BOA ( HAT 493 1 9 ) .
1 7 2 BOA (HAT 2561 1 ).
Osmanlı ordusu açısından yeni bir tavır alışı simgeleyen modern
talim, itaatin yanı sıra tıpkı dervişler gibi kendilerinin dışında varolan ya
da kendilerinden daha yüce bir varlığa, düşünceye, amaca hizmet eden
neferlere gerektiğinde hayatlarından vazgeçebilme/feragat kabiliyetinin
de öğretilmesini içermekteydi. Bu bağlamda İslam, kısa vadeli amaçları
için savaşan bir grup paralı asker ve mevsimlik kahramanın ya da çiftçi­
lerin Dar'ül- İslam 'ı savunan neferlere tahvil edilmesi sürecinde bedenin
ehlileştirilmesine hizmet eden bir araca dönüşmekteydi . Nitekim kimi
zaman cennet, şehadet ya da gazilik, kimi zaman da Ehl-i İslam'ı ve hali­
teyi savunmak veya en dünyevi şekliyle para kazanmak173 gibi biçimlerde
tezahür eden ödül tasavvurunun insana verdiği beka hissi olmaksızın hiz­
metin/tilimin/savaşmanın/çalışmanın da bir anlamı yoktu. Dolayısıyla
III. Selim ve II . Mahmud dönemlerinde kışlalar içinde inşa edilen ya da
tamir ettirilen camiler174 veya neferlerin namaz kılmaya ve Birgivi Risa­
lesi okumaya/dinlemeye zorlanması veyahut her bir bölükde imamların
istihdam edilmesi,175 padişahların meşruiyet kaygılarının ya da ulemayı
Nizam-ı Cedid tarafına kazanmanın ötesinde bir anlama sahipti. Zira
neferlere "ecelin bir olduğunu ve ecel gelmedikçe kimesne ölmeyeceğini
ve eceli yetişenin döşeğinde bile halas bulmayacağını" talim ettirmek/
öğretmek şarttı .176 Zaten saf/tabur cenginin Osmanlı siyasi teologları-

l 73 Nitekim III. Selim neferlerin "dünyalık celbini derunlarından ihraç ve din ü


mü bin gayreti içün" savaşmalarını istiyordu. Bu konuda bkz. Ahmed Cevad
( 1 299:254).
l 74 İyi bir örnek teşkil etmesi açısından Levent Çiftliği'ne inşa edilen Valide Sultan
Camisi için bkz. Ahmed Cevad (İÜKTB 1Y 4 1 78:34).
l 75 Neferlerin '"ilm-i hallerini ta'lim" ettirmek üzere h u m baracı, lağımcı ve
Nizam-ı Cedid ortalarındaki imam istihdamı konusunda bkz. BOA (HAT
584 1 2 ); TTK (Y/5 34: 54a ve pek çok yerinde) ve Asım Efendi ( 1 293 c:I:39).
Kağıt üzerindeki nefer sayısı Nizam-ı Cedid Ocağı ile karşılaşanlmayacak
kadar çok olan Yeniçeri Ocağı'nda bulunan beş adet imam için ayrıca bkz.
Uzunçarşılı ( 1 988 c:l:232 ) .
l 7 6 III. Selim dönemi layiha müelliflerinden bir kısmı Kürdistan, Arabistan,
Deliorman, Dobruca, Kırcaali ve Arnavudluk'ta yaşayan nefer/sekban/
dağlıların yağma yapmasını namaz kılmak bir tarafa ağızlarından kelime-i
şehadet dahi duyulmamasına bağlamaktaydı. Neferlerin İslami ortodoksiye
eklemlendikçe daha muti olabileceklerini öngören bu perspektif için bkz. SK
( EE 3836:2a ve lOb).
na çekici gelen tarafı da buydu. Askerliğin dini bir görev olduğunu he­
men her fırsatta vurgulayan devrin kalem erbabına göre "gaza ve cihadın
farz ve rütbe-i şehadetin eşref-i meratib-i sa 'adet" olması sebebiyle Ehl-i
İslam buna talipt.i. Şehadete giden yol ise saf cenginden geçmekteydi.
Öyle ki modern taktik organizasyon çerçevesinde savaş alanından fi­
rar, hadd-i imkanda olmadığından rütbe-i _fehddete vüsul çok daha ko­
laydı. Saf/tabur cenginin esası olan talimi kabul etmeyen yeniçerileri
Ehl-i İslam'ın dışında bırakan, İslam ve modern talim arasında kuru­
lan bağ, 177neferlere kazandırılması gereken zaman disiplinizasyonunun
da temelini teşkil etmekteydi. Zira doğrusal zaman bilinci olmayan bir
Müslümanın, zaman kavramının henüz dinden ayrılmadığı bir dönemde,
namaz vakitleri takip ettirilerek ve namazı toplu halde, imamın önderli­
ğinde kılması sağlanarak terbiye edilmesi belki de en akılcı yöntemdi. m
Neferler, cemaatle bir başka ifadeyle diğer bölük mensuplarıyla/ayak­
daşlarıyla birlikte namaz kılarken imamın öncülüğünde aynı hareketleri
senkronik bir biçimde tekrarlamaktaydı. Zaten Osmanlı ordusunun bir
türlü uygulayamadığı modern taktik anlayışm temeli, tıpkı "cema'atle
namazda ka'im olunduğu" gibi savaş alanında da "kava'id-i hendesiyye
üzere gereği gibi saflar bağlayarak zabitlerin tenbih ve işaretlerine ita'at
etmekten" ibaretti. ı ı9 Dolayısıyla savaşın, modern öncesi ordularda itaat
ve seferberliği sağlayan kahramanlık ve cesaret gibi duygulardan arındı­
rılarak fenni metotların uygulandığı objektif bir duruma indirgenmesiy­
le birlikte duygular yerlerini ideolojik düşünce biçimlerine, Avrupa'nm
ulus-devletlerinde milliyetçiliğe, imparatorluklarında ise imparator ikon­
ları çevresinde inşa edilen Hıristiyanlık düşüncesine bırakmaktaydı. Bu
bağlamda Osmanlı İmparatorluğu'nda bilhassa i l . Mahmud devrinde
İs!am'ın siyasi bir doktrin haline gelişi, Avrupa mekanında gözlemlenen
sürecin farklı bir coğrafyada verdiği sonuçlardan biriydi.

177 Şanizade (2008:626-627).


178 Örneğin neferlerin kışlalarından ayrılma ve yeniden kışlaya dönme saatleri,
namaz vakitleri esas alınarak düzenlenmekteydi. Bu konuda bkz. TTK
(Y/534: 59b-60a).
1 79 Zira savaşta "sufuf-ı salat gibi tertib ve tesviye olan neferler kadem kadem
düşmana hücum ve hamle etmekteydi" Esad Efendi (2005:37, 40-41 ve 46).

1 107
Ancak insanlarda beka hissini uyandıran İ slami itikadların, dini veci -
beler aracılığıyla ön plana çıkartılması, itaat ve disiplinin sağlanması için
tek başına yeterli değildir. Nizamnamelerde çizilen muhayyel düzenin
dışına çıkan neferlerin ya da ortaların başına gelenlerin diğer neferlere
uygulamalı bir şekilde gösterildiği derslere1 80 dönüşen cezalar da askerle­
rin terbiyesinde önemli bir rol oynamaktadır. ı s ı Fakat bedenin büyük bir
öneme sahip olduğu modern orduda cezaya gerek kalmaksızın nizamın

180 Avrupa'da ceza uygulamalarındaki değişim için bkz. Ignatielf ( l978 :44vd. ) Bu
değişimin modern ordulardaki görünümü için ayrıca bkz. Fahmy ( l 997: 1 1 7) .
1 8 1 Nizamnamelerde yazan kuralların dışına çıkan sapkın neferin, saf tutup edeb,
sük{ıt ve sük(ına riayet eden kendi bölüğündeki diğer askerlerin önünde ibret-i
alem için darb olunması, ili. Selim ve II. Mahmud devirlerinde uygulanan
en tipik ceza prosedürüydü. Genellikle emre itaatsizlik edenlere uygulanan
değnek ve hapis cezalarının diğer nefi:rlerin önünde verilmesi, askerler arasında
oluşabilecek yoldaşlık bağlarını aşındırırken, diğer nefi:rlere de ibret almaları
için iyi bir örnek sunmaktaydı. İçki içip fahişelerle düşüp kalkanlara, bir başka
ifadeyle nefs-i emmarelerine mağlup olanlara ise ıslah-ı nefa için hapis ya
da sürgün/kalabendlik gibi cezalar verilmekteydi. II. Mahmud döneminde
manevi şahsiyeti gelişen orduda işlenebilecek en önemli suç ise ocağın "ırz
ve namusuna halel virecek" hareketlerde bulunmaktı. Nitekim orduyu küçük
düşürecek suçlardan birini işleyen nefi:rler hapis ve darb edilmenin yanı sıra
"keçe külah olunub" ordudan şerefsiz bir biçimde tard olunuyordu . Zira
Nizam-ı Cedld'in ayrı bir ocak olarak kurulmasında ısrar eden III. Selim'le
birlikte ordunun manevi şahsiyetinin oluşumu sürecinde suçlu neferleri,
artık sadece kendi subayları cezalandırmaya başlayacaktı. Ceza konusunda
III. Selim'dcn bir adım öteye giden il. Mahmud ise bedene değil daha çok
neferlerin namlarına zarar verecek cezalar yürürlüğe koyacaktı. Bu bağlamda
savaşta top kaybeden humbaracı ortasının tüm halitderinin rütbesi beşer
kademe düşürülerek bir senelik tımar hasılatlarına ve neferlerin dört kıst/bir
yıllık mevaciblerine ocakça el konulmaktaydı. Söz konusu ortaya mensup hatifi:
\'e neferlerin kışladaki odalarının pencerelerinin beş seneliğine "sed ü bend"
olunması ise suçu ve cezayı canlı tutarak diğer neferlere, top kaybedenlerin
başına neler gelebileceğini hatırlatıyordu . Rodos'a kalebend olarak gönderilip
ıslah-ı nefs etmiş olduğu anlaşıldığından ıtlak olunan humbaracı Hasan veled-i
İ brahim için bkz. BOA (CAS 1 047 1 ) . III. Selim ve II. Mahmud devirlerinde
uygulanan ceza prosedürler için bkz. TIK (Y/534, örneğin 12a); İÜ KTB (TY
3208 :47b); BOA (TD 84:67) ve (HAT 594 1 0 . ) Bu konuda ayrıca bkz. BOA
(HAT 9 125) ve Aksan (2007b: l27- 1 2 8 ) .
NİZAM-I CEDİD OCAGI (1793-1 807)
/ (aynı zamanda İ.C.H. Nazırı)
Nizarn-ı Cedid Nazırı

Nizam-ı Cedid Ağası


12000 kuruş maaş Ocak Katibi

�---:� ������:--- - - .
4000 kuruş maaş, 7 çift ekmek


: Kethilda : 1799
: 6000 kuruş maaş : so rası 2. Katip Yamağı
:
1. Katip Yamağı NeferKatipleri (2 adet)
:
_ __
-
- -- ., -----
-
- __
1000 kuruş maaş, 2 çift ekmek 500 kuruş maaş, 2 çift ekmek

(Ortalar)
_

,------.,--
1 8 0 1 sonrası
Binbaşı (1602 neferlik ortanın komutam)
4000 kuruş maaş Süvari Binbaşısı
Üsküdar Ocağı Üsküdar Ocağı Levent Çiftiği 10 çift ekmek ( 1806'ya kadar 6 bölüğün sonrasında 12

- --
2.ortası N.C.'nin 3.orta 2.ortası bölük yani tam bir ortanın komutanı)

:· ��th�d�f :
4.ortası 1
_

a
1 1
Cerrah Hekim
--

Nefer katibi
_ ___

: 12�0 kuruş maaş : !:�� Boruzenbaşı

-- :
ı 68 akçe yevm. 2 adet
L -�� _ft_���� - - - - 1 Sağ Kolağası
22 akçe tayinatbaha Sol Kolağası
__

1
Mehterbaşı Cebecibaşı Arabacıbaşı Topçubaşı Bonızen mülazımı 1
Bölükbaşı
1
İmam (12 adet) Bölükbaşı

/ 56 akçe yevm. Bölükbaşı


(her bölüğe bir adet) 600 kuruş maaş 500 kuruş maaş 800 kuruş maaş 1000 kuruş maaş ( 1806 sonrası 500 kurus maas
4 çift ekmek 22 akçe tayinatbaha
80 akçe yevmiye 3 çift ekmek 3 ciftekmek 4 çift ekmek sağ kolağası
1 1 1 Boruzen1 neferleri altında 6
1 Cebeci Çavuşu Arabacı Çavuşu Topcu Çavuşu
Sersurnazcn 4 adet bölükbaşı var.) Bölükbaşı Bölükbaşı Bölükbaşı mülazımı
90 akçe yevm. 300 kuruş maaş 400 kuruş maaş 500 kuruş maaş
44 akçe yevm. mfilazımı môlazımı 400 kuruş maaş
""'
Sernak- Serzil- Sertabl- 2 çift ekmek 2 çift ekmek 2 çift ekmek
22 akçe tayinatbaha 1
karazen zen zen 1
Mfılazımı Cebeci neferleri Alemdar
90 akçe 90 akçe 90 akçe
78 akçe yevm. 8 adet 50 akçe 350 kuruş maaş
yevm.
1
Mfılazımı
yevm.
1
Môlazımı
yevm.
1
Mülazımı
yevmiye
1
Sol Kol Ağası
(6 bölük komutanı
Beşyüzbaşı)
Sağ Kol Ağası
1000 kuruş maaş
4 çift ekmek
��O so rası Çavuş
1

78 akçe Cebeci Kullukcusu 300 kuruş maaş


78 akçe 78 akçe ;
yevm. yevm. yevm.
2 adet 50 akçe
yevmiye
1 Tımarlı mühendis 1
Onbaşı (10 adet)
Môlazım Ağa 2 çift ekmek
750 kuruş maaş 20 kuruş tayinatbaha (aylık) 48 akçe yevm.
3 çİftfkmek 1 22 akçe tayinat baha

� Mühendis Môlazım 1
�--�---.,-
- -�---�-----�
45 akçe yevm. Süvari neferi (her bir
Bölükbaşı Bölük.başı Bölükbaşı l çift ekmek onbaşıya 9 adetten 90 adet)
Bölükbaşı Bölükbaşı Bölükbaşı
500 kuruş maaş 15 kuruş tayinbaha(aylık) 28 akçe yevm.
3 çift ekmek 22 akçe tayinat baha
* Ekim 1 805 'te Ocak ağası maaşı 24000 kuruşa, ocak ( 130 kişinin komutanı)
katibininki 6000 kuruşa, birinci katip yamağınınki 2500
kuruşa, 2. katip yamağınınki ise 2000 kuruşa yükseltildi.
Kethüda maaşı ise 1 0000 kuruş olarak düzenlendi.
! Sarraç Nalband

* Onbaşı ve neferlere sadece savaş zaınam ekmek Mülazım Mı1lazım


tayinatı verilmekteydi Alemdar 400 kuruş maaş
* Üsküdar Ocağının organizasyon tablosu Levent Çiftliği 350 kunış maaş 2 çift ekmek
2 çift ekmek

ile neredeyse aynıdır. Ancak Levent Çiftliğinde
Kolağalarının komutasında 788 kişi varken, Üsküdar
ortalarında bu sayı 732 dir. Bu fark Levent Çiftliği
Çavuş
ortasının Ağa Ortası olması sebebiyledir. 300 kuruş maaş
* 1801 tarihinden itibaren Nizam-ı Cedit Ocağı'na 2 çift ekmek
dağıtılan et tayinatları, rayiç fiyatın çok altındaki miri
fiyatlarla, mübaya sistemiyle satın alınmaya başlandı.
Tablzen Sumazen Arabacı Halifesi Top Ustası
78 akçe yevm.

Onbaşı (10 adet)
Neferatın ulufelerine ise aynı tarihte ikişer kuruş zam
66 akçe yevm. 66 akçe yevm. 66 akçe yevm.
yapıldı. l 805'te ise et haricindeki diğer yiyeceklerin
1 70 akçe yevm.
1
Arabacı (5 adet) Top Halifesi
ücretleri, tayinatlarından ayrı olarak (yağ vs.) İ.C.H.
tarafından ödenmeye başlanarak, neferatın ulufelerine
50 akçe yevm. 66 akçe yevm.
Nefer 90 adet Saka (2 adet) Karakullukcu (6 adet)
(çavuş altı) birer kuruş zam yapıldı. (1 kuruş� l20 akçe)
1 (Her bir onbaşıya 50 akçe yevm. 50 akçe yevm.
Topçu (8 adet)
* Organizasyon tablosundaki yükselişler ok yönünü takip
9 adet)
58 akçe yevm.
etmektedir. Boşalan rütbeye bir alt rütbede bulunan
50 akçe yevm.
kişilerden yapılacak atamalarda önce bilgi sonra kıdem
esas alınmaktadır.
sağlanması hiç şüphesiz kışla içerisinde oluşturulan ast/üst ilişkisi ve bü­
rokratizasyonla birlikte gelişen günlük askeri rutinin tüm ritüellerinin
eksiksiz uygulanmasına bağlıydı. Zira modern ordu organizasyonu, tıpkı
devlet ve tebaası arasındaki ilişkiyi değiştirdiği gibi kışlalarda gündelik
hayata dair en basit konularda yaptığı müdahalelerle, neferler arasında­
ki ilişkileri de dönüştürmekteydi. Modern ordu, yapısı gereği askerlerin
uykularına, yemek saatlerine ya da diyetlerine müdahalede bulunarak
yeni bir (rabıtalı) yaşam tarzı kurguluyordu. Bu bağlamda emir-komuta
zinciri zemininde şekillenen bürokratizasyonun ötesinde, nazıra dönü­
şen katiplerce sağlanan gözetim neferlerin terbiyesinde önemli bir işleve
sahiptir. ı sı Talimler sırasında yapılan sayımlar, neferlerin tezkeresiz kışla
dışına çıkışlarının yasaklanması, hal ve gidişlerinin kayıt altına alınması,
koğuşların temizliğinin kontrol edilmesi1 83 ya da günlük tekmil rapor­
ları gibi bugün oldukça sıradan görünen prosedürler aslında neferlerde
sürekli izlendikleri/kontrol altında tutuldukları hissini uyandıran tedbir­
lerdi. Neferlerin sağlıkları ise aynı zamanda modern tıbbi söylemin Os­
manlı İmparatorluğu'na girdiği ve üretildiği kışla hastaneleri ve askeri tıp
okulları aracılığıyla gözetim altında tutuluyordu. ı s4

182 Bütün ocaklarda nazır ve ağalar ocakların bütün meselelerini birlikte


halletmekle yükümlüydüler. Ancak ocak ağalarını, kiitip ıüzırlar aracılığıyla
kontrol etmek isteyen III. Selim, kafasında kurguladığı ordu modelini
ocak.lard.ı hayata geçirebilecek düzeyde modern ordu hususunda bilgili katip
bulmakta zorlanmaktaydı. Nitekim Mustafa Reşid Etendi'nin uzun süre
Nizaın·ı Cedld Nazırlığı makamını elinde tutması bir ta ralh n Reşid Efondi'nin
ı,cndisinc <'.anr ,·ere hikcck hürokratir çrn ş m aLırdaki haşarı � ı ı ı a rckr;ıııs
wrirkeıı , diğ;u taraftan da yetişmiş iııs;ııı gücüıı[in azlığ,ıııı ortav�ı kovar. Bu
koırnd.� hb. P.OA i HAT 8 384 \T S :i 0 3 4 ) .
1 8 3 �\JizAm ; Ccd1d Ocağı'nda "kı�lalar v e va� aklar ı e elbis,� ı·r �ilfö lar pal: ve

tcmız tutulınağa zabitan be-gayet dikkat"' etmek durumundaydı. Humbaracı


Ocağı 'nda ise başçavuşlar her gün nefer5.t odalarını teftiş ermekteydi. Bu
konuda bkz. TSıviA (E 1 1 1 6/2) ve BOA (TD 84:54).
1 84 Her ne kadar Gllirnier luyaı1 senaryolar çerçevesinde yapılıyor olsa da, talim
sırasında neferlerin yaralanması ya da sakatlanması son derece gerçekti. Bu
sebeple "asker pervcrliğiıı birer nişanesi olarak kışlalara, artan nefer sayılarına
nrnkabil cerrahlar atanmaktavd: J-hss.\ Crrr;ı hh"şı'nın (Sereri hha · i Has�a)
''

başında bulunduğu bir hew·tin yaptığı sınavd� a l ı m ıı s n ıın �· lara göre rrrrah· ı

1 10'1
Normali anormalden ayırmaya olanak veren nezaret mekanizması,
bir bütünün parçası olarak işlev görmesi beklenen neferlerin, bütünün
içerisinde bireysel bazda ele alınabilmelerini de sağlıyordu.185 Ancak söz
konusu tekilleştirme , kadimde olduğu üzere kahramanların namlarını,
bedensel özelliklerini ya da sosyal konumlarını esas alan, bir başka ifadey­
le netere şahsiyet kazandıran sıfatlarla değil, askerin ordu makinesindeki
yerini ve numarasını belirten modern orduya ait isimlendirme metoduy­
la/noıncnklatura yapılmaktaydı. ı 86 Zira neferler artık, altmış altıların Ci­
velek Hasan'ı olmaktan çıkarak, Ankara Nizam-ı Cedld Ortası'nın sağ­
dan birinci bölüğünün ikinci cemaatinin sekizinci neferi Bacı karyesin-

evvel, ccrrrıh-ı srıni gibi rütbelerle kışlalara yapılan cerrah atamalarında


gayrimüslim ya da Osmanlı tebaasından olmayan cerrahlar da göreve
getirilehilmekteydi. Söz konusu cerrahlara yapılan maaş ödemeleri ve ilaç
masrafları ise Nizam-ı Cedid Ocağı dışındaki diğer ocaklarda Miri Hazine
tarafından ödeniyordu. Neferler arasında sağlıklıyı hastadan ayırmanın yanı sıra
modern hastanelerin kurulduğu kışlalar, tıpkı Avrupa' da olduğu gibi, Osmanlı
İmparatorluğu 'nda da artık insan kaybına tahammülü olmayan orduda gelişen
modern tıbbi söylemin üretildiği yerlerdi. Muhtemelen AHupa'dan ithal
edilmiş olan teşrih aletlerinin, organları gösteren heykellerin, yabancı dildeki
tıp kitaplarmın bulunduğu kışla hastaneleri, Osmanlı İmparatorluğu'nda
tıbbın bilimselleştirildiği mekanlardı. Bu konuda bkz. BOA (C Sıhiyyc 707 ) .
Çalışmamızın ele aldığı tarihler arasında farklı sınıfların kışlalarına yapılan
cerrah atamalarına örnek olarak bkz. BOA ( CAS 8033, 8979, 3 6 1 09 ve
C Sıhiyye 8 5 5 ) ; TSMA ( E 1 0550). il. Edirne \Takası sırasında Rumeli'ye
gönderilen orduya, Levent Çiftliği tabibi Marino ve cerrah Konstantin'in dahil
edilmesi hususunda bkz. BOA (C Sıhiyyc 49) . III. Selim'in temellerini attığı
modern hastane ye tıp okulu için ayrıca bkz. Gen çer ( l 978 ) ; Sladc ( 1832
c:I:334 vd. ) .
185 III. Selim genel olarak humbaracı ve lağımcı ocaklarının değil "her neferin
mülahaza olunduğu üzere nizamına say ve dikkat olunmasını" istiyordu. BOA
(HAT 56729)
186 Kahramanlığı dışarıda bırakan bu yeni tavıra rağmen Osmanlı ordusunda,
Avrupa ordularındaki gibi diğer neferlere örnek teşkil edecek şekilde yapılan
kahramanlıklar ödüllendirilmekteydi. Örneğin 30 Mart 1 8 14'te hayatını
tehlikeye atarak düşman topunu alan, 64. 4. top ustası Mustafa,
bölüğün
muvazzafken aldığı maaşın iki katı yevmiye ile ( 180 akçe) emekliye sevk
edilerek ödüllendirilmişti. BOA ( CAS 14382)
den Sultan Alaadin Mahalleli X oğlu Y olarak187 isimsiz mehmetçiklere
dönüşmekteydi.188
Bedenin üzerinde çeşitli değişiklikler yapmaya izin veren bu yeni hük­
metme biçimi nizamnamelerin öngördüğü ilkeler çerçevesinde işliyordu.
Neferlerin ısrarla evlad terbiye eder gibi ıslah-ı neft etmelerinin gereğini
\'lırgulayan nizamnameler, muhayyel senaryolar çerçevesinde ordunun
idari ve mali her türlü ihtiyacının nasıl karşılanması gerektiğini, nefer­
lerin görev yerlerine hangi düzenle ve hangi yürüyüş hızıyla gidip, nasıl
eğlenecekleı·ini ve yolculuk sırasındaki davranışlarını bir cümle ile kimin
hangi durumda ne yapması gerektiğini önceden bildiriyordu.189 Ancak
t:ilim yapan neferler açısından en temel problem, yaptıklarının o andaki
gerçeklikle bir bağlantısının bulunmamasıydı. Zira karşıda ne bir düşman
vardı ne de avlanacak bir hayvan.190 Dolayısıyla daha ziyade mevcut sos­
val nizamı konsolide eden Osmanlı kanunnameleri191 ile III. Selim döne­
minde yeni bir kamın formu olarak ortaya çıkan nizamnameler arasında

187 Anadolu'dak.i tımarlı sipahiler, Nizam-ı Cedid Ocağı'na rabt edilirken,


mülazemet emirlerinde, yukarıda piyadeler bağlamında tasvir edildiği üzere,
kaçıncı bölüğün kaçıncı onbaşısının kaçıncı nefi:ri olduk.lan belirtilmekteydi.
BOA (DPYM d 35366:110) lağımcı ve humbaracı ocaklarında da benzer bir
prosedür izleniyordu. BOA (TD 84: örneğin 50)
188 Kışlalarda dağıtılan ulufi:lerin kayıt altına alındığı belgelerde nefi:rler yukarıda
zikredildiği şekilde nitelenmektedir. İyi bir örnek teşkil etmesi bakımından
304 meYcutlu Ankara Kışlası'nda Za 1220/0cak- Şubat 1805 tarihli ulufe
defteri için bkz. BOA (CAS 27297).
189 III. Selim zamanında yayınlanan ropçu ve arabacı ocaklarının taşra görevleriyle
ilgili tilimname/iç hizmet yönetmeliği/ Dienstreglement, bu durumu en açık
şekilde ortaya koymaktadır. Vasıf Efendi (İÜKTB TY 59 81 :18 7a vd.).
190 Gerçekte Yarolmayan bir düşmanla savaşmanın Osmanlı neferleri tarafından
oldukça garip karşılandığı belgelerin dilinden anlaşılmaktadır. Rusların asılsız
olarak yaydığı Osmanlı askeri gücünün kalmadığına dair dedikodunun,
Slobodzei'de devam eden barış görüşmelerini etkilememesi için II. Mahmud
döneminin hemen başında yapılan tatbikata yönelik hazırlanan harekat planı
bu durumu açıkça ortaya koymaktadır. Zira planda neferler sık sık "faraza
karşulannda a'da taburu muharebeye amade olsa ne gı'.ine hareket olunmak
iktiza eder ise öylece hazır ve müheyya durmaları" konusunda uyarılıyordu. Bu
konuda bkz. BOA (HAT 58982).
191 Abou-el-Haj (1991).

\ ıı1
göze çarpan en önemli ayrım , ikincilerin varolan gerçeklikten ziyade mu­
hayyel/olması gereken bir gerçekliği çerçevelemesidir. Söz konusu on­
to-epistemik yarılmanın 192 yol açtığı gerçeklik tanımındaki parçalanmayla
(şizofreni) birlikte cedtd nizam, basit ıslahat çabalarının ötesinde kışla­
lardan, resmi geçitlerden ya da varolmayan düşmana karşı yapılan tatbi­
katlardan oluşan soyut/rasyonel/ideal tahayyülün somutlaştığı modern
bir tavır alışa dönüşüyordu. Bu bağlamda Nizam-ı Cedid ekibi, gerçeklik
alanında tam manasıyla kurgulayamadığı iktidarını nizamnameler aracı -
lığıyla söylem alanında kurgulayarak ikame ediyordu. Diğer bir deyişle
sürekli ordunun nizamsızlığından ya da maliyenin iflasından bahseden
nizamnameler, tıpkı Nizam-ı Cedid siyasetini onaylamayan zümreleri
cehaletle veya eşeklik.le suçlayan layihalar gibi, müelliflerini aleme nizam
veren meşru ıslahatçılar olarak takdim etmekteydi. Nizamnamelerin mü­
ellifleri olan ratiblerin/ Babıali bürokratlarının yükselişi, bu sürecin üret­
tiği sonuçlardan sadece biriydi.
Evreni norınalleştirıneye yönelik metinler olan nizamnameler hala
devletin kontrol edemediği bazı anormalliklerin olabileceğini de önce­
den kabul ederek, bunların nasıl normalleştirileceğini bütün ayrıntısıyla
tasvir etmektedir. Bu bağlamda iki gerçeklik alanı arasındaki boşluğu
doldurmaya yönelik olarak iktidarın yapacağı her hamle aslında devlet
erkini elinde bulunduran grubun, söylem düzeyinde kurguladığı iktidarı
gerçekleştirmesine ve devlet otoritesini tahkim etmesine olanak vermek­
teydi. Ancak iki gerçeklik alanı arasındaki boşluğu dolduracak bir idari
yapıya ve iktidara, bir başka ifadeyle anormali normalleştirecek ve ülkede
barışı/hazan tesis edebilecek güce sahip olmayan Osmanlı Devleti'nin
ürettiği belgelerde sıklıkla nizamı vurgulaması, gerçekte olup bitenler­
den ziyade nizamnamelerin öngördüğü rabıtalı dünya muhayyilesiyle
ilgiliydi. İktidarının sonlarına doğru III. Selim bu iki dünya arasındaki
farkı Anadolu'da ayanlar eliyle kunılmaya çalışılan Nizam-ı Cedid orta­
ları bağlamında, Saray'ın iktidar alanını tanımlayan şu sözlerle dile geti­
recekti:

. . . taşra ocakları taht-! rabıtada değil vaz' eylediğimiz kanunlar kağıtlarda,


haricde herkes kendü maslahatına tatbik eyleyüb here ü merc eylediler

192 Berger-Luckmann ( 1 966).


ez-cümle bir tarafdan gelmekde olan neferat bir alay cablak 'aceze hani
bu kadar zaman ullıfc Yirdiğimiz ta'limlü asker .. 193
.

Tekil olarak askerlerden ve tümel oiarak ordulardan, Tanrı'nın fani


ku!lar�n.:• ·nahsus olmayan saf bir itaat ve adanmışlık beklemek ya da
sadece yüksek ahlaki ve dini değerlerle, cihad adına savaştıklarını dü­
şünmek, modern nizamnamelerin ve devrin layiha ve vekayinamelerinin
ürettiği nefer ve ordu tipolojisinin doğruluğunu hiçbir tenkit süzgecin­
den geçirmeden kabul etmekten başka bir şey değildir. Zira III. Selim'in
az önce alıntılanan satırlarda yaşadığı çıkmaz da Nizam-ı Cedid ekibinin
kaleme aldığı nizamnameler aracılığıyla yarattığı efsaneyi gerçek zannet­
mesinden neşet etmiştir.

193 BOA (HAT 7540) IIL Selim tarafından Humbaracı ve Lağımcı ocaklannı
birleştiren yeni bir nizamname yazma görevi verilen AtıfEfendi'nin ocakların
mevcut durumuyla ilgili yaptığı tespitler bu bağlamda dikkate değerdir.
Nitekim AtıfEfendi'nin belintiği üzere varolaıı gerçekliğe aldanan "nazırlar
dahi bu [Humbaracı ve Lağımcı] ocaklann nizamı işte bu kadar imiş gayn
bir şey lazım değil diyerek balası hatt-ı hümay(ın-ı şevket makrun-ı şahine
ile müveşşili mücellid [III. Selim'in yayınladığı ilk] kanunname-i hümayillı
şuııltlanru mütfila' itmemişlercli". Neferleri nizamnamelerin gerçekliğine
alıştırmak için bulunan çözüm ise Humbaracı Ocağı Kışlası'nda düzenli olarak
her ay kanunname ve zeyillerinin yüksek sesle okunmasıydı. Bu konuda bkz.
BOA (HAT 58412) ve Hobhouse (1813:1017).
MODERNİTENİN SINIRLARI:
TEKNOLOJİ TRANSFERİ

Günümüz tarih yazınında batılılaşma olarak isimlendirilen süreç hiç


şüphesiz Avrupa ile Osmanlılar arasında zaten varolan ilişkinin daha da
yoğunlaşarak yeni bir safhaya geçmesinden başka bir şey değildir. 1 Söz
konusu safhanın belirleyici özelliği Osmanlıların, eski düşmanlarını artık
birer model olarak algılamaya başlamasının ötesinde Avnıpa'daki siyasi
yapıların kendi dışındaki devletler ile ilişkilerini kendi koyduğu kurallar
dahilinde yeniden kurgulayarak bu yeni durumu dayatmasıdır. Ancak tek
bir Avrupa'dan bahsedilemeyeceği gibi Osmanlılar için tek bir modelden
de bahsetmek mümkün görünmemektedir. Aydınlanma düşüncesinin
değil, fakat iktidarı rasyonelleştirerek modern bir devlet inşa etme çaba­
sının doğrudan sonucu olarak da görülebilecek farklı projeler, münferit
geleneklerin ürünü olan Avrupa devletlerini birbirinden farklı mecralara
sevk etmiştir. Büyük İhtilal'in kasıp kavurduğu Avrupa devletleri, silahlı
kuvvetlerde yapılacak ıslahatları artık siyasi, idari, hukuki ve iktisadi deği-

1 l I I . Selim, Nizam ı Ccdid programını yüıi.irliigc ko\'nıadaıı iiııce de iirneğiıı Yaş


Antlaşması ile sonu�·lanan Osmanlı - Rus Savaşı 'nda, Osmanlı karagihında pek
çok yabancı uzman görev yapmaktaydı . Nitekim sadrazamın karagahında göredi
olan İsveçli B rentano daha sonra vereceği layiha ile III. Selim reformlarına
katkıda bulunurken, 1 789- 1 793 yılları arasında Osmanlı ordusunda görev abn
Prusyalı von Götze mezkur savaşta gösterdiği başarıdan dolayı ödiillendirilccek
ve 1 798 tarihinde yeniden istihdam edilerek topçu teğmeni \'On Schmidt
ve piyade teğmeni von Scholten'le birlikte Osmanlı ordusunun yenidt:ıı
yapılandırılmasında etkin bir rol üstlenecekti. Bu konuda bkz. Wallach ( 1985:7)
ve Öner ( 1 999:84). III . Selim saltanatı öncesinde, Osmanlıların askeri ve
teknolojik açıdan, yabancı uzmanlar aracılıı�ıyla Avrııpa ile kurdukları ilişki
konusunda aynca bkz. Murphey ( 1 983) ve Agoston (2006:69-76 ) .

1 14 1
�imin bir parçası olarak ele almaktaydı .2 Bu bağlamda İ htilal'in yarattığı
rncrji ve yeni sosyal düzenin bir sonucu olarak görülebilecek sosyal tür­
deşlik ve siyasi özdeşlik zemininde tezahür eden bir ordu ile Avrupa'yı
bir savaş alanına çeviren Fransa'nın başarısındaki temel saikin, modern
�ilahlar ya da taktik organizasyon olmadığı kısa bir süre sonra anlaşıl­
mıştır. Zira Fransa'nın askeri başarısı, İ htilal'le birlikte yenilenen siyasi,
idari, hukuki ve iktisadi yapının ateşlediği "milli şevk''in temel teşkil
ettiği "vatandaş ordusu"nda gizliydi. İ nsanlara sahiplenebilecekleri bir
devlet vererek yaratılan vatan bilinci, can ve mal güvenliğinin teminat
aluna alınması ve özgürleştirme siyasetiyle3 birlikte ordunun, etnik, dini
ya da sınıtSal farklılıklar gözetilmeksizin, ülkenin bütün vatandaşlarına
açık, ecnebilere kapalı bir kurum haline getirilmesi, Fransa'yı zaferden
zafere koşturmaktaydı.4 Fransa'ya karşı misliyle mukabele etmeye çalı­
şan Avrupa devletleri, yenilginin hemen ardından, tıpkı ihtilalciler gibi,
devletin hükümranlık alanında yarattığı güvenliği ve özgürlüğü, dış gü­
venliğin en önemli parçası olarak vaz etmeye başlamışlardı.5 Avrupa'nın

2 Avrupa ordu yapılarındaki değişim ile devlet yapısı ve sosyal hayattaki değişimin
1 8 . yüzyıl siyaset düşünürleri çerçevesinde tartışıldığı önemli bir çalışma için
bkz. Kunisch ( 1986:özelliklc 1 0- 1 5 ) Bu konuda ayrıca bkz. Hintzc ( 1 975).
3 1 8. yüzyıl ortalarından itibaren Avusturya, Prusya ve Rusya gibi doğu Avrupa
ülkelerinde de gözlemlenmeye başlanan bu yeni siyasi duruş, hükmedilen
nüfusu devlet açısından daha kullanışlı hale getirmeyi amaçlayan dönemin
tolerans bildirilerinde ifadesini bulur. Bu bağlamda nüfüsun üretici hale
getirilmesine ön ayak olan güvenlik ve düzenin çerçevelediği özgürlük
Ye köylüler için sağbnan sübvansiyonl:ır, er ya da geç ımıtlakıyctin içinde

barındırdığı teodal öğelcrdcn biri olan serfliğin kaldırılmasıyla taçlandırılacaktı.


Ihı konuda bkz. Voltelini ( 1 9 1 0). XV1. Louis'nin geç kalmış tolerans bildirisi
için bkz. Schott ( 1 889). Feodalite ve mutlakıyet arasındaki ilişki için ayrıca bkz.
Karamuk ( 1989).
4 Fransız İhtilali ile Fransa ordusundaki değişimin karşılaştırmalı olarak ele alındığı
bir çalışma için bkz. Gembruch ( 1986 ).
5 Tilsit Antlaşması sonrasında gerçekleşen Prusya reform hareketinde sahneye
çıkan en önemli simalardan biri olan Gneisenau'nun bu konudaki görüşleri için
bkz. Gembruch ( 1986: 378 ) . Napolfon'a karşı bağımsızlık mücadelesi veren
Prusya'da, Stcin ve Hard.cnberg'in, tıpkı ihtilal Fransa'sındaki gibi askeri, siyasi,
idari ve hukuki düzeni temelinden sarsan reformları için ayrıca bkz. Haussherr
( 1 960).
önemli başkentlerinde artık devletlerin düşmana karşı mukavemetinde,
silahlarıyla ya da disipliniyle ordunun yetersiz kaldığı ve kapsamlı ıslahat­
larla yaratılacak "milli cemaat bilinci"yle, tüm toplumsal güçlerin düş­
mana karşı topyekun seferber edilmesi gerektiği tartışılmaktaydı . Yani
modern ordu feodal ilişkiler ağını dışarıda bırakan farklı bir siyasi, hukuki
ve iktisadi yapının ürünüydü .
İçeride v e dışarıda hayatta kalma/hükümranlığını koruma mücadele­
si veren Osmanlı ıslahatçıları açısından temel sanın, bir tahakküm aracı
olarak ordudaki silah ya da disiplin gibi problemlerin çözümüne ilişkindi.
"Osmanlı pragmatizmi" olarak adlandırılan bu tavır, Avrupa'dan farklı
olarak modern/milll devlet inşası projesinin sosyal, idari, hukuki, iktisadi
ya da bilimsel/teorik taraflarından ziyade sadece askeri önceliklerin dik­
kate alınması anlamına geliyordu. Zira Osmanlı İınparatorluğu'nda
meydana gelen sosyal ve iktisadi değişim, hasseten bu alanlarda yapı­
lan reformların değil, iç ve dış güvenlik sorununun icbar ettiği ordudaki
ıslahatın bir sonucuydu. Dolayısıyla az önce zikredilen alanlarda sade­
ce askeri reformun gerektirdiği ölçüde değişikliklerle yola devam eden
Osmanlı Devleti'nde içinde bulunulan durumun ön plana çıkarttığı
problemlerin çözümü ( icab-ı vakt ü ha[) esastı . Islahatlara nezaret eden
Babıali bürokrasisinin ya da devletin diğer silklerinden yetişen az sayıdaki
"reformist"in kaleme aldığı layihalardaki öneriler, tamamıyla bir türlü
zafor kazanamayan Osmanlı ordusunun yeniden muzaffer olabilmesi için
mukdbele-i bi ,l-misl çerçevesinde ele alınan askeri ıslahat önerilerinden6
ve Avrupai ordunun finansmanı için gerekli olan mali kaynağın bulun­
masına yönelik tavsiyelerden ibaretti.7 Son derece heterojen bir nüfusla
ve Avrupa devletleriyle karşılaştırılamayacak büyüklükteki bir ülkede yeni

6 Aslında dönemin çoğu Müslüman hükümdarı süz konusu kavramın oluşturduğu


meşru zemin üzerinde modern ordularını inşa etmeye çalışmaktaydı. Nitekim
l. Abdülhamid döneminde İstanbul'a elçi ve modern talimi bilen uzmanlar
gönderen Malibar hakimesi, kaleme aldığı namede Osmanlı sultanına Rusya
ile mukabele-i bi'l-misl üzere savaşmasını tavsiye etmekteydi. Zira kendisinin
İngiltere'ye karşı kazandığı zaferlerin sırrı bu kavramda ve dolayısıyla modern
silahları en az Avrupalılar kadar iyi kullanabilen bir orduda gizliydi. Namenin
metni için bkz. Cabi Efendi (2003 c:I:4vd . ) .
7 III. Selim'e sunulan ıslahat layihaları için bkz. Öğreten (2002) ve Çağman
(2010).
bir ordu kurmaya çalışan reformistler arasında, Ebubekir Ratib Efendi8
gibi çok az sayıdaki istisnayı bir kenara bırakacak olursak, devleti ve top­
lumu modern bakış açısıyla ele alan ve sorunun sadece somut yönleriyle
değil, teorik tarafıyla da ilgilenen önerilerin azlığı dikkat çekicidir.
Teknolojik gelişmeleri takip etmekte hiçbir zaman büyük bir müşkü­
latla karşılaşmayan Osmanlılar, transfer edilen araçların doğru ve verimli
kullanımı için gerekli olan ahlaka, bir başka ifadeyle modern araçların
yarattığı zaman ve mekanın, kendilerine özgü kullanım şekillerine uyum
sağlamakta sıkıntı yaşıyordu . Zira transfer edilen her modern araç in­
sanların hayat tarzlarında belirli bir değişimi gündeme getirmekteydi .
İşte tam da bu sebeple dönemin siyasi literatüründeki tartışma, kadim
nizama uygunluk ya da kadim nizamın simgelerinin yok oluşu zeminin­
de şekillenmekteydi. Yeniçeriler ya da reform karşıtı olarak görülen diğer
gruplar, orduda daha gelişmiş silahların kullanmasına değil, modern alet­
lerin simgesel anlamlarına ve icbar ettiği zaman ve mekan disiplinizasyo­
nuna karşıydı .
Her ne kadar Osmanlı reform projelerinin Avrupa'daki çağdaşlarıyla
arasında felsefi açıdan derin bir fark olduğu gözlemlense de ıslahatlar,
Saray'ın ve bürokrasisinin iktidarını tahkim ediyordu. Bir başka ifadeyle
diplomasiyi dolayısıyla da Avrupa/model ile mevcut ilişkileri tekelleşti­
ren Babıali katipleri, batılılaşmanın Saray'ın onayı ile bir devlet politikası
olarak benimsenmesiyle birlikte kişisel ve kurumsal açıdan vazgeçilmez
bir konuma oturmaktaydı. Batılılaşma jargonunun devletleşmesini de
beraberinde getiren bu süreçte Avrupa artık, Osmanlılar için sadece ve
sadece katiplerin kaleme aldıkları layihalarda ve sefaretnamclerde tas­
vir edilen donuk bir resimden ibaretti. Dolayısıyla alafranga bir ordu
ve devletleşen batılılaşma jargonuyla taşrada ayanlara ve İstanbul'da
devleti oluşturan diğer tariklere üstünlük sağlayan Saray bürokrasisi ve
k<'ıtiplerden oluşan reformist grup, İslami öğelerle süsledikleri Nizam-ı
Cedid projesiyle devlet iktidarını uzun süre kontrol edecekti.
Ayanlar kimi zaman Avrupa ile kurulan askeri ilişkiler bağlamında

İstanbul ile yarışabilecek bir konumdaydı . Babıali açısından kabul edi­


lebilir bir durum olmayan mevcut ticari ilişkileri bir kenara bıraksak
bile askeri açıdan ayanlar Avrupa teknolojisine en az Saray kadar bü-

8 Ratib Efendi'nin kaleme aldığı "Büyük Layiha" için bkz. Arıkan ( 1996).
yük bir önem atfediyordu. Nitekim yeni teknolojiyi takip etme konu­
sunda önde gelen ayanlardan biri olan Kavalalı Mehmet Ali Paşa, Ka­
hire'deki maslahatgüzarları ve efrenç tüccarları da atlayarak kendisi
ve Haremeyn'de görevli İ brahim ve Hasan paşalar için Avrupa'ya, I I .
Mahmud'un şüphelerini doğrularcasına, elri gönderiyor,9 Tepedelenli
Ali Paşa ise İngiltere'den yüklü miktarda top satın alarak, Fransız hum­
baracılar ve Avrupalı mühendisler istihdam ediyordu .10 Bu sırada Irak'da
boş durmayan Süleyman Paşa da yabancı uzmanları kabul eden Karaos­
manoğlu ve Çapanoğlu aileleri gibi, Doğu Hindistan Kumpanyası'nın
temsilcisi, John Raymond'un sağladığı imkanlarla neterlerine talim yap­
tırıyordu. Süleyman Paşa 'n ı n amacı, tıpkı Hüsrev Paşa'nın Fransız işga­
linin ardından Mısır'da yaptığı gibi, yeniçerilere karşı gücünü tahkim
etmek üzere yeni silahlarla donatılmış modern bir ordu kurmaktı. 1 1 Ça­
panoğlu ailesi de, Mısır Harbi esnasında Cezzar Paşa'nın yaptı ğı gibi, 1 2
1 792'de sonuçlanan Osmanlı-Rus Harbi'nde esir aldığı Rus mühendis
ve subayları Yozgat'a getirerek modern taktik organizasyonu neferlerine
talim ettiriyordu. 13 Pazvantoğlu'nun Osmanlı donanmasına ve topcula-

9 Reşid Boğazı'nın iki tarafina da tabya kurmak ve Ebuhur'daki sedd-i atiki tamir
ederek her iki tarafina kale inşa etmek isteyen Mehmet Ali Paşa, adamlarından
İsmail kaptanı mühimmat satın alması ve bilgi toplaması için Livorna ve
Hamburg'a göndermişti . İsmail'in kendisine verilen ay-yıldız nişanesini tezyin
ettirip takması ve kendisine bir tercüman bularak gittiği yerlerde elçilik iddiasında
bulunmasıyla başlayan krizden Babıfıli, Malta'nın İstanbul sefirinin takriri ve
durumun İngiliz ve Avusturya gazetelerine yansımasından sonra haberdar
olacaktı. Her ne kadar Mehmet Ali Paşa, İsmail'in siyasi bir amaçla Avrupa'ya
gönderilmediğinde ısrar etse de Ağustos 1 8 1 7'de patlayan bu krize l I .
Mahnmd'un tepkisi olabildiğince sertti. Bu konuda bkz. BOA ( HAT 3 4 1 7 1 ).
Mehmet Ali Paşa konusunda ayrıca bkz. l?ahmy ( 1 997:80).
1 0 Şanizade (2008 : 1 0 1 2 ) ; Pouqueville ( 1 806: 1 79- 1 80 ) ve Münch ( 1 839:28).
1 1 Ahmed Cevad ( 1 299:261 ) ve Şanizade (2008 : 354-356). John Raymond'un
faliyetleri için aynca bkz. Yapp ( 1967:325 ).
1 2 Cezzar Paşa'nın Mısır Harbi sırasında esir aldığı Fransız mühendis ve askerleri
istihdam etmesi konusunda bkz. Tekindağ ( 1 965 :19).
1 3 Mehmed Ata Efendi ( 12 9 1 -93 c:III:76); Kinneir ( 18 1 8:88); Uzunçarşılı
( 1974:224) ve Shaw ( 1971 :2 1 5 , 220-221 ). Nizam-ı Cedid hareketine yakın
duran Çapanoğlu'na İstanbul' dan gönderilen toplar ve mühimmat konusunda
ayrıca bkz. TSMA (D 2556/3).
rına dayanan tahkimatları ise bu dönemde büyük güçler tarafından pay­
laşılmakta olan Polonya' dan Vidin' e sığınmış mühendislerin ürünüdür. 14
Bu bağlamda, genellikle Napoleon hayranı olan dönemin ayanlarının en
azından İ stanbul kadar Avrupa'yı yakından takip ettikleri söylenebilir. 1 5
Ancak meşruiyetin ve ayanlardan çok daha geniş imkanların sahibi olan
Babıali, zamanla Avrupa ile olan ilişkileri tekeline alacaktı.
Savaş esirleri, modern bir ordu kurma hevesiyle hareket eden
İ stanbul'un Avrupa ile temasını sağlayan unsurlardan biriydi. Esir­
lerden öncelikle düşman ordusunun durumu, asker sayısı ya da ikmal
güzergahları konusunda bilgi alan Osmanlı yetkilileri, 16 daha sonra tıpkı
ayanlar gibi Osmanlı ülkesinde kalmaya gönüllü olan esirlerden ordu­
mın modernizasyonu konusunda yararlanmaya çalışıyordu. Ancak savaş
sonrasında imzalanan anlaşmalara istinaden ülkelerine dönen Osman -
lı esirlerinin İ stanbul'daki ordu reformuna yaptıkları katkı, Rus ya da
Avusturyalı esirlerden alınan bilgilerden çok daha sonuç vericiydi. Mese­
la 1 79 1 tarihinde sonuçlanan Osmanlı-Avusturya Harbi'nde, Orsova'da
esir düşerek Temeşvar'da gözaltında tutulan Ömer Ağa, bu süre zarfında
Avusturya ordusunda kullanılan talim yönetmeliğini öğrenerek Ziştovi
Anlaşması sonrasında döndüğü İ stanbul'da mezk(ır nizamnameyi Os­
manlı ordusuna uygun bir şekilde yeniden kaleme alacaktı . 17
Osmanlı ordusunun yeniden yapılandırılması açısından Avrupa'nın
önemli taktisyenlcrinden, matematikçilerinden ya da mühendislerinden

14 Oliwr ( 1 977: 1 05 ) ve Öner ( 1 999:42 1 -422).


1 5 Bu konuda genci olJrak bkz. Sclıleclıra-Wssehrd ( 1 882: 1 50).
1 6 Beş Rus esirden, Rus ordusunun taktik organizasyonu ve cephedeki durumu
konusunda alınan malumat konusunda bkz. BOA ( HAT 49644/E). Esir düşüp
daha sonra serbest bırakılan Osmanlı neferlerinin ilk sorgularında da düşman
kuvvetleriyle ilgili benzer bilgiler alınmaya çalışılıyordu. BOA ( C Hariciye 1 39 1 ) .
1 7 Nizam-ı Cedid Ocağı'nda modern talimin uygulanmaya başlamasında e n önemli
rollerden birini oynayan ve 1 802 tarhinde Nizam-ı Cedid Ocağı Ağalığına
yükselen Ömer Ağa için bkz. Schlechta- Wssehrd ( 1 882:32) ve BOA ( DPYM.d
35366 : 1 06 ) . Yine Yaş Anlaşması ile sonuçlanan savaşta Rusya'ya esir düşerek
"süvari talimine vakıf' olan Saraçhane' den gayet üstad bir kişinin Nizaın-ı
Cedid Süvari Ortasına zabit olarak kaydedilmesi ve modern koşum takımlarının
yapımına nezaret etmesi hususunda ayrıca bkz. TSMA (E 3759/3 ) .
yapılan çeviriler1 8 de en az savaş esirlerinden alınan bilgiler kadar değerliy­
di. Savaşı artık bilimsel metodlar çerçevesinde yürütme kararında olan Os­
manlı ıslahatçılarının karşılaştıkları ilk engel, özellikle Mühendishane'nin
kurul masından sonra, modern taktik organizasyon ve matematik gibi
temel konularda Türkçe kitapların azlığıydı. I I I . Selim'in isteğiyle Türk­
çeye çevrilen Vauban'ın kaleme aldığı, savaş sanatında yeni bir dönemi
başlatan kitapların yanı sıra Halil Hamid Paşa sadaretinde İstanbul'a ge­
len Fransız uzmanların kullandıkları mühendislik ve bazı el kitapları19 da
III. Selim saltanatında Türkçeye kazandırılmaya başlanmıştı. Tercüme­
lerin yapılması Tercüme Odası'nın ihdasına20 kadar, belli başlı Avrupa
dillerine ve elsine-i selaseye hakimiyetleriyle temayüz eden Fenerli Rum
ailelerin mensuplarına düşüyordn.21 Rakip Rum ailelerin padişah naza­
rında temayüz etmesini sağlayan tercümeler Osmanlı İınparatorluğu'nda
Fransızca'ya nazaran daha fazla bilinen İtalyanca'dan yapılıyordu .22 Rum

1 8 1 8 . yüzyıl başından itibaren yapılan çeviriler aracılığıyla, I I I . Selim


devri Osmanlı ıslahatçıları ve mühendis namzetleri Pascal, Öklid gibi
matematikçilerden ya da Montccuccoli gibi önemli taktisyenlerden haberdardı.
Bu konuda bkz. Esad Efendi (2005: 10); Adıvar ( 1991 : 1 84); Bcrkes ( 1978:25
ve 5 5 5 - 5 56) ve Beydilli ( 1 987:430-43 1 ) .
1 9 Kara! ( 1 988 :72).
20 Daha çok Babıali'ye ulaşan siyasi evrakın Türkçe'ye çevirisinden sorumlu olan
Tercüme Odası'nın başında, ihdasıııdan hemen sonra Rum asıllı Mühendishane
hocası Yahya Bey bulunmaktaydı. Bu konuda bkz. Şanizade (2008 : 1 1 2 5 - 1 127).
2 1 Ö rneğin Vauban'ııı kaleme aldığı askeri mühendislik kitabıııı III. Selim'in
isteğiyle Türkçeye çeviren Konstantin İ psilanti, "elsine-i mütenevvi'a ve fün(ın-ı
riy3.ziyede kesb-i meh3.ret eylemiş" olmasıııııı yaııı sıra "b3.husı'.ı s lisan-ı Eırisi'dı:
iktisab-ı kudret" etmişti. Herkesin anlayabileceği şekilde yaptığı çeviri sebebiyle
Konstantin İ psilanti'nin, Divan-ı Hümay(ııı Tercümanlığına atanması hususunda
bkz. BOA (C Maarif 5744). Bu konuda ayrıca bkz. TSMA (E 424 1 ) . Yaptıkları
tercümelerin yanı sıra Fenerliler, Eflak ve Boğdan voyvodalıkları sırasında
Babıali'ye mufassal raporlar sunmaktaydı. Bu konuda iyi bir örnek teşkil etmesi
sebebiyle Hançeri Konstantiıı 'in Rusya'nın asker sayısı ve ordu finansmanı
hususunda verdiği takrir için bkz. SK (EE 338 1 : 34b-36b ).
22 İ stanbul'da açılan ilk (askeri) Tıp Okulunda öğrencilerin pratik yaptıkları
eczanelerde İ talyanca öğrenmeleri sebebiyle derslerin ve derslerde okutulacak
kitapların İ talyanca olmasına karar verilmişti . Ancak eğitim dilinin zamanla
Fransızcaya tahvil edileceği nizamnamede özellik.le belirtilmektedir. B u konuda
İsyanı sonrasında işten el çektirilen Rum tercümanların yerini artık belirli
bir geleneğe sahip olan ve çeviri yaptıkları dil kadar askeri konularda da
bilgi sahibi olmaya başlayan Mühendishane talebeleri almaya başlamıştır.
Yeniçeriliğin kaldırılmasından önce II . Mahmud'un yürürlüğe koyduğu
Mühendish:lne Nizamnamesi'ne göre okuldan mezun olabilmek için öğ­
rencilerin, hocalarının ve mühendislerin nezaretinde "izhar-ı meharet"
etmesinin yam sıra Avrupa'da muteber mühendislerin kaleme aldığı ki­
taplardan birini Türkçeye tercüme etmesi ya da "fünı'.'ın-ı haribiyeye da'ir
Türki'ül-ibare risale" yazması gerekiyordu.23
Devrin tercüme faaliyetine de iştirak eden İstanbul'daki yabancı mis­
yon şefleri, Avrupa ordularına dair bilgilerini Babıali ile paylaşmanın yanı
sıra yabancı uzman24 ve silah ithalinde25 aracı işlevi görmekteydi. Aslında
her biri temsil ettiği ülkenin çıkarları doğrultusunda Osmanlı ordusunun
yeniden yapılandırılmasına katkıda bulunan ve bu şekilde özellikle İhtilal
Savaşları sırasında paylaşılamayan partner konumundaki Babıali üzerinde
nüfuz kurmaya çalışan clçilcr26 zaman zaman Nizam-ı Ccdid ordusunu

bkz. Gcnçer ( 1 978:3 1 1 ). II. Mıhmud devri tercüme faaliyeti için ayrıca bkz.
Ahmed Lütfi ( 1 999:7) ve Walsh ( 1 828 :98-99).
23 Takip edilen müfredata göre öğrenciler okula başladıkları ilk iki yılda (dördüncü
ve üçüncü smıflar) Arapça ve Fransızca öğrenmek durumundadır. Bu bağlamda
III. Selim devrinde, Mühendishane halifi:-i sanisi Hüseyin Efendi, Avnıpa'da
kısa bir süre önce yaymlanan lağım kitabından, askeri açıdan önemli hareket
kanunlarını ve her bir top atımı için gerekli barutu hesaplama yolunu ortaya
koyan bölümleri tercüme etmiş, bu sırada Osmanlı hizmetindeki Fransız
miihcndislcr ise fcnn-i lağım için gerekli hendese bnıınbrını içeren bir
risale kaleme almıştı. Bu konuda bkz. BOA (TD 84:75 ve HAT 1 0446).
Mühendishane hocalarının risaleleriyle ilgili olarak ayrıca bkz. Hobhouse
( 1 8 1 3 : 1 0 17).
24 Örneğin Londra elçisi Yusuf Agah Efi::ndi'nin İngiltere'de bulunan kral taraftarı
göçmenlerden (emigre) bir Fransız generali İstanbul'a gönderebileceğine dair
takriri Babıali'ye ulaşır ulaşmaz söz konusu general hakkında Fransa'nın İstanbul
elçisinden bilgi alınmıştı. Bu konuda bkz. BOA ( HAT 12528). Fransa'nın
İstanbul elçisi marifetiyle getirtilen mühendisler, piyade ve süvari askeri
tfilimcilcri konusunda ayrıca bkz. BOA ( HAT 1 0787) ve Deans ( 1 8 54: 173).
25 Shaw ( 1 97 1 : 1 27).
26 Örneğin İngiltere ve Rusya'nın B abıali üzerinde kuracağı nüfuzun Napolfon'un
Avnıpa'daki başarısını olumsuz yönde etkileyeceği düşüncesiyle hareket eden
teftiş e diyor, askeri yeniden yapılanma çalışmalarına dair raporlar hazır­
layarak, nazırlara sunuyordu .27 Ancak Avrupa'nın çeşitli başkentlerine28
gönderilen Osmanlı elçilerinin III. Selim ve II. Mahmud dönemi ıslahat­
larına yaptıkları katkının, askeri yardım konusunda başı çeken İ ngiltere,29
Fransa ve İ sveç'in İ stanbul elçilerininkinden daha az olmadığının altı
çizilmelidir. Kaleme aldıkları sefaretnameler ve layihalarla Osmanlıları,
Avnıpa'daki Nizam-ı Cedid'den haberdar ederek, modern ordular ve
devletlerin değişen mali yapısı konusunda bilgi veren katipler/elçiler,
istanbul'a döndükten sonra sadece ıslahatların uygulanmasına nezaret
etmekle kalmıyor,30 fakat aynı zamanda modern ordunun nasıl kurgula­
nabileceğini ortaya koyarak yeni yapılanmanın yönünü de belirliyordu.
Sarayın isteğiyle gerçekleştirilen ıslahatlara verdikleri destek ve yaptıkları
katkı ile doğru orantılı olarak rakipleri arasmdan sıyrılıp Kalcmiyede irtifa

Fransa, özellikle İngiltere'nin İstanbul'a yaptığı saldırı sırasında ve sonrasında


Dalmaçya ordusundaki mühendisleri İstanbul elçisi general Scbastiaııi'nin
emrine göndererek boğazlardaki tahkimatların yenilenmesini sağlamıştı. Bu
konuda bkz. Testa ( 1 865 :208-209 ); Black ( 1 944:22-23) ve lkans ( 1854: 1 8 8 ) .
27 Örneğin 1 790- 1805 arasında Prusya'nın İstanbul elçiliği görevinde bulunan
von Knobclsdorf 1802 tarihinde Mustafa Reşid Ekndi'nin talebiyle Osmanlı
ordusunun ve finansmanın modernizasyonu üzerine ayrıntılı bir layiha
hazırlamıştı . Pıusya mali sistemini tasvir eden bir başka layiha kaleme alınası
istenen Knobclsdorf ayrıca, Prusya generali von Salbern'in kaleme aldığı ordu
talimnamesinin Türkçeye tercüme edilmesini sağlamıştı. Balkanlar'da asayişin,
Nizam-ı Cedid ekibinin uygulamalarına benzer bir şekilde, inşa edilecek bir dizi
kışla ile sağlanabileceğini öne süren Knobelsdorf ve Osmanlı ıslahatlarına katkısı
için bkz. Bcydilli ( 1999:33 - 34).
28 Daimi elçiliklerin kurulmasına kadar daha ziyade yaptıkları Avrupa tasvirleriyle
ordudaki yeniden yapılanmaya katkıda bulunan Osmanlı sefirleri, daimi
elçiliklerin kurulmasından sonra nezdine gönderildikleri devktlerden sild.h ya
da uzman ithalinde aracı vazitesi görmeye başlamıştır. Avrupa'ya daimi clçikrin
gönderilmeye _başlandığı 1 793 senesinden önce de Osmanlı sefirleri Avnıpa'dan,
İstanbul'daki üretime örnek teşkil etmesi için, mimari planlarla, tütCk ve top
numuneleriyle başkente dönmekteydi. Bu konuda bkz. Öğreten (2002 : 3 1 -32)
Bu konuda aynca bkz. Kara.! ( 1 988:79 ).
29 Bu konuda bkz. Yalçınkaya ( 1 999).
30 III. Selim döneminde Londra elçiliği yapan Yusuf Agah Etendi'nin II.
Mahmud'un tahta oturmasının ardından Baruth:l.neler Nazırlığı'na atanması, bu
konuda verilebilecek örneklerden ilk akla gelenidir. Mutlu ( 1994:37-38).
kazanacaklarının bilincinde olan katipler/elçiler, kimi zaman çağın tek­
nolojisine uygun silahlardan örnekler toplayarak İstanbul'a gönderiyor
ya da bulunduldarı ülkelerden Babıali adına silah veya silah hamınaddesi
satın alıyor,31 kimi zaman da askeri uzmanların bulunmasında32 ve istih­
damında en önemli rollerden birini oynuyordu .
Kalemiyenin zirvesinde bulunan Reisülküttablık33 ve yeni ordunun
idaresinden sorumlu olan Nizam-ı Cedid Nazırlığı makamlarını işgal
eden katipler Avnıpa'daki Osmanlı ve İstanbul'daki Avrupa elçileriyle
sürekli temas ederek yabancı uzmanların ve Mühendishane34 ya da Tıb­
biye35 için gerekli kitap ve araçların İstanbul'a getirtilmesini sağlıyordu.36
İstanbul'a getirti len uzmanların hangi sınıflarda ve ülkenin hangi bölge­
sinde, hangi şartlarla istihdam edilmeleri gerektiğine karar veren görevli­
ler de Defterdar Efrndi ile birlikte mezkur katiplcrdi. Dolayısıyla ıslahat­
ların mevzusu olan alanlarda hissedilen ihtiyaca binaen yabancı uzmanlar

31 Londra elçisi Yusuf Agah Efendi'nin İngiltere'den 200 ruml kantar kalay alımı
için bkz. BOA (C Maliye 2792) ve BOA (KK 2380:2 1 ).
32 Öner ( 1 999: 1 5 1 ) .
3 3 Kara[ ( 1 988:77).
34 Her ne kadar III. Selim devrinde Mühendishane'de ihtiyaç duyulan kitaplar,
ölçüm aletleri, haritalar ve resimler (planlar) Avnıpa'dan temin edilmeye
çalışıldıysa da bu konudaki sıkıııtı Ebubekir R:ıtib Efendi'nin idamından
sonra muhallefatından satın alınan kitapların ve haritaların Mühendishane
kütüphanesine girmesine kadar devam etmişti. Nitekim ilk anda Fransızca askeri
mühendisliğe dair 40-50 cilt kitabın İstanbul'a getirtilmesi planlandıysa da Ratib
Efendi'nin ölümüne kadar kütüphanede otuz dört künye altında altmış cilt
civarında kitap bulunmaktaydı . Bu konuda bkz . BOA (HAT 584 1 2 ) ve Bcydilli
( 1995:373vd . ) . II. Mahmud zamanında İngiltcre'den ithal edilen küreler ve
coğrafya kitapları için aynca bkz. Walsh ( 1838 c:II:229-230) ve BOA (TD
84:72 ).
35 Gençer ( 1 978 :3 1 1 ) .
36 III. Selim devrinde yabancı uzmanların İstanbul'da istihdamını meşrulaştırmaya
yönelik kullaıulan söylemin temel argümanı, düşmanların bilgisine sahip olma
düşüncesiydi. il. Mahmud döneminde ise İslami vurgu, örnek olay kullanımı
ve bu bağlamda İslam Tarihi'nin araçsallaştırılmasıyla daha ön plana çıkmıştır.
Örneğin Esad Efcndi'nin de belirttiği üzere Hz. Muhammed de kafirlerden
70 kişiyi esir alarak, Müslümanların okuma-yazma öğrenmesini sağlamıştı.
Bu konuda bkz. Esad Efendi (2000:669-670) karşılaştır Çağman (2010) ve
Öğreten ( 2014).
az önce zikredilen iki katip tarafından, Avrupalı elçilerden talep ediliyor
ve daha İstanbul'a doğru yola çıkmadan alacakları maaşlar37 ve harcırah­
lar38 kararlaştınlıyordu. 1 8 . yüzyılda kıta Avnıpası'nda ve İngiltere'de

37 Avnıpa'da daimi elçiliklerin kunılmasının ardından yabancı uzmanların


maaşları, genellikle İstanbul'a ulaşmalarından önce belirlenmeye başlanmıştı.
Yapılan tahsisatlar konusundaki temel kriterler uzmanın uyruğu, rütbesi ve icr5.
edeceği görevdi. Yaklaşık 200 ila 1 .000 kunış arasında maaşla ücretlendirilen
uzmanlar ve ustalar arasıııda subay olanlar diğerlerine nazaran daha yüksek
maaş alıyordu. Top ya da tüfek ustaları, işcilerinden ya da talim muallimleri/
talimciler ve mimarlar, haritacılardan daha yüksek bir kazanca sahipti . Osmanlı
hizmetinde gösterdikleri sadakat ve kazanacakları başarılarla ya da savaş sırasında
cepheye tayin edilmeleriyle birlikte maaşları artırılan yabancı uzmanlar,
ücretlerinin ödemelerde sık sık sorun yaşayan Miri Hazinc'den değil, İrad-ı
Ced1d Hazinesi'nden yapılmasını talep ediyordu. Örneğin 25.6. 1 797 (29 Z
1 2 1 1 ) tarihli bir kayda göre süvari ve sürat topçularının birinci regimentinde/
bölüğünde görevli bölük yüzbaşısı 400 kuruş, diğer üç yüzbaşı 350'şer kuruş,
başodabaşı 1 50 kuruş, odabaşılar 90'ar kuruş topçu neferleri 60'ar kuruş, piyade
askeri muallimi olan albay/kolonel 500 kuruş ve çavuş/sercan 270 kuruş maaş
alıyordu. Bunun yanı sıra Mühendishane'dc görevli İngiliz mühendis Antuan'ın
hizmetlerine ve orduya tayinine binaen 400 kuruş olan maaşının 650 kuruşa
yükseltilmesi ve İrad-ı Ced1d Hazinesi'nden ödenmesi talebi için bkz. BOA
( CAS 4 1 043). Aylık 200 kuruş maaşla, harita ressamı olarak Mühcndishane'de
görev yapan İsveçli uzman için bkz. BOA ( CAS 4289) . Aynı dönemde, XIX.
yüzyılın başı, 500 kuruş maaş alan Fransız mühendis için ayrıca bkz. BOA ( CAS
3722) . Yabancı uzmanların ücretleri konusunda genci olarak bkz. BOA ( HAT
1 728/A, 8 5 59 ve CAS 1 53 5 1 ); Hobhouse ( 1 8 1 3 : 1 0 1 6 ) .
38 İstanbul'a gelirken "masarıf-ı kesircye duçar" olduklarından yabancı uzmanlara
ödenen harcırahların yanı sıra, orduya Yeya İstanbul dışındaki bölgelere
gönderilen, hatta izinlerini kullanmak üzere memleketlerine dönen uzmanlara
d,ı belirli miktarda yolluk verilmekteydi . Örneğin 1 796 başında İstanbııl'a gelen
hansız mühendis ve subayların her birine 2000 kuruşluk harcırah ödemesi için
bkz. BOA (C Hariciye 1 875) ve ( HAT 1 0787/A). Vilayetlerine dönen İngiliz
subaylara verilen harcırah için bkz. BOA ( CAS 48665 ) . İstanbul'da istihdam
edilmek üzere İngiltere' den getirtilen mühendis ve uzmanlara Londra elçisi
İsmail Ferruh Efendi tarafından harcırah ödenmesi konusunda bkz. BOA ( HAT
3669 ). Bender, İsmail ve Anapa kalelerinin tahkim edilmesinde kullanılan
İngiliz uzmana ödenen 1 500 kuruş için bkz. U zunçarşılı ( 1 973 :662 ) . Ancak
anlaşmaya bağlı olarak az sayıda da olsa, uzmanlara verilecek harcırahın kendi
ü lkekri raratindan ödendiği rlıırumlarda mevcuttur. Bu konuda bkz. BOA
(HAT 8537).

124 1
yoğun bir şekilde istihdam edilen paralı askerler ve mühendisler39 için
alacakları ücretler iş seçimindeki önemli faktörlerden biriydi.40 Yabancı
uzmanların daha önce kazandıkları başarılar, tıpkı acemi oğlanların dev­
şirilmesinde olduğu gibi muteber/aristokrat aileden gelip gelmedikleri
ve kim tarafından Babıali'ye önerildikleri, Osmanlı ıslahatçıları için mü­
hendis ve uzman istihdamında temel kriterlerdi.4 1 Zira askeri ya da sivil
bir akademiden mezuniyet, çıraklığın esas olduğu Osmanlıların gözünde
hala pek de önemli değildi.42 ·Osmanlı başkentine ulaşmalarının ardın­
dan uzmanların hangi kurumda istihdam edileceklerine Nizam-ı Cedid

39 Örneğin Prusya asıllı Gcorg Friedrich Köhler, 1 788 tarihinde Osmanlı


hizmetine girdikten sonra l 790'ların başında Hollanda ordusunda Avusturya'y.1
karşı savaşmış ve 1 794 'te İngiltere tarafindan istihdam edilmişti. 1782 tarihinde
gerçekleşen Cebclitarık kuşatması sırasında geliştirdiği yeni top kundağı
sayesinde yıldızı parlayan Köhler, İngiltere'nin Korsika birliklerinde general
rütbesiyle görev yaptığı sırada Napo!Con'un Mısır saldırısı üzerine İngiliz genci
kurmayının isteğiyle yeniden Babıali'nin hizmetine girmiş ve Aralık 1 800'de
Mısır'da ölmüştür. Devrin enternasyonel subaylarının hayat hik<'ıyelerine iyi
bir örnek teşkil eden general Kölıler için bkz. Demin - rawtier - Jones ( 1929
c:I:23) v..: Yalçınkaya ( 1 999:690). Avrupa ülkelerinde istihdam cdikıı y.ıhaııcı
uzmanlar konusunda ayrıca bkz. McNçill ( 1 984: 1 76).
40 Yabancı uzm:ınların alacakları maaş ve harcırahlar kimi zaman ciddi problemlerin
çıkmasına sebep oluyordu. Örneğin Londra elçisi Yusuf Agah Efi:ndi tarafindan
İstanbul'a 5 .000 kuruştan fazla harcırahla gönderilen mühendis yüzbaşı Cook
( Kuk) maaşını göreve başlama tarihinden itibaren değil, İstaııbul'a ulaşnğı
günden itibaren almak istiyordu. Sterlin ve akçe arasındaki fark nedeniyle de
ınuzdarip olan Cook beş kese (2.500 kuruş) maaş talep etmekteydi. İngiltere'de
Ag,<'ılı Ef'eııdi ik iııızaladı�,ı ıııu kavcled..:b ıııaaş miktarı Sterlin iizcriııdeıı
hes:ıplanmıstı. Hiı;lıir y;ı b:ı n c ı uzmana 1 .000 kııruşuıı iizl"ri ııde ikret iidc mevrn
Babıali ise "mahiye davasııı:ı yapışan" yüzbaşı Cnok'ıı i�c J lmakı:ın v:ızgcçmişrir.
BOA ( HAT 1 0737 ) . Ru konuda ayrıca bkz. Boppe ( 1930:23 ) .
41 Örneğin İngiltere hizmetinde olup Lord Nclson'dan aldığı retcrans mektubuyla
Osmanlı ordusunda istihdamı için İngiltere'nin İstanbul elçiliğine başvuran
"istihkimit-ı serhadiyye", mühendislik ve topçuluk fcnleriylc meşgul bir yüzbaşı
için İngiltere elçilik tercümanının verdiği takrir konusunda bkz. BOA ( HAT
6975 ).
42 Örneğin dönemin en modcrnist bakış açısına sahip olan Ratib Efendi dahi
istihdam edilecek uzmanların akademi mezunu olmalarından ziyade "fennine
'alim ııe 'rımeliyesiııi bilen !.•n?u•f , ; ,,,; rl+' kişiler ar.1sıııdan seçilmesini istiyordu.
1TK (Y /524:vr. 1 l 3 a !

1 125
Nazırı tarafından yapılan sınav/mülakat sonucunda karar veriliyordu.43
Çoğu zaman barınma ilgili sorunları da Babıali tarafından çözümlenen44
yabancı asker ve mühendisler kendilerine tahsis edilen tercümanlarıy­
la45 birlikte İstanbul içinde yer alan kışlalardaki, silah manüfak:türlerin­
de, Mühendishane'de ya da sınır kalelerindeki46 görevlerine başlıyordu .
Yab�ncı uzmanların görev süreleri Avrupa devletleri ile Osmanlılar ara­
sındaki siyasi konjonktüre, uzmanların başka bir ülkeden daha iyi bir iş
teklifi almalarına47 ve en önemlisi kendilerini İstanbul'a getiren Babıali
hiziplerinin iktidarını korumasına bağlıydı .48

43 Ö rneğin Fransa'dan gelen çok sayıda tüfek ve top ustası, süvari ve topçulardan
"kifayet miktan" ustayı alıkoyup geri kalanını iade etme görevi Nizam-ı Cedid
nazırına verilmişti. '"Amellerini ve istihdamlarını mülahaza eden" lvlustafa
Reşid Efendi söz konusu yabancı uzmanları bizzat "imtihan" edip daha sonra
da Kapdan Paşa ile birlikte "mu'ayene" ettikten sonra "hünerleri sabit olan"
uzmanların istihdamına ve diğerkrinin iadesine karar vermiştir. Yabancı
uzmanların iade edilme sebepleri gelen uzmanların yetersizliği ve ciddi bir
mali krizle boğuşan Babıali'nin daha fazla uzman için gerekli finansmanı
sağlayamamasıdır. III. Sclim'in de belirttiği üzere talimden başka maritetlcri
olmayan uzmanların istihdamıyla "halkı taciz etmenin" ve "bi'la-mucib masraf'
etmenin gereği yoktur. Bu konuda bkz. BOA (HAT 1 727, 1 728, 1 728/C ve
8 5 37); Arıkan ( 1993 :240) ve Öner ( 1999:352 ) .
4 4 BOA ( KK 2388: 1 3 ) .
45 Babıali tarafindan yabancı uzmanlara tahsis edilen terci.imanlar genellikle
Osmanlı uyruğu gayrimüslimlerden seçiliyordu. İşe başlarken 50 kuruş maaş
alan tercümanların ücretleri, hizmetinde bulundukları uzmanın maaş artışlarına
mütekabil artırılmakta ve aylık 100 kuruşa kadar yi.ikselebilmekteydi. BOA
(HAT 8559 ve CAS 4 1 043).
46 Yabancı uzmanlar sadece sınır kalelerinin modern askeri mimariye uygun
bir şekilde yeniden tahkim edilmesi için değil, fakat aynı zamanda mezk(ır
kalelerdeki neforatın talim ettirilmesi amacıyla da kalelere gönderiliyordu. Bu
konuda bkz. BOA ( CAS 1407) ve Agoston (2006:61 -62 ) . III. Selim devrinde
İ ngiliz mühendis tarafından tahkim edilen İ smail, Bender, Kili ve Akerman
kaleleri için bkz. BOA (HAT 1 5279 ). 1791 tarihinde Anapa Kalesi'nin tamiri
için gönderilen Fransız mühendis için ayrıca bkz. Bilge (2005 : 1 58 ) . Bu konuda
aynca bkz. Deans ( 1 854:201 ); Shaw ( 1965a: l69) ve Beydilli ( 1984:263).
4 7 Hizmeti beğenilen yabancı uzmanların başka bir ülkeden gelen teklif üzerine
İ stanbul'dan ayrılma isteklerine Babıali genellikle maaş zamlarıyla karşılık
veriyordu . Bu konuda bkz. BAO ( HAT 8605 ) .
48 İ şlerinden memnun olan yabancı uzmanlar, görev sürelerinin bitiminde

126
Yabancı uzmanların, maaş artışları dışında, Osmanlı hizmetinde bü­
rokratik açıdan yükselmeleri de neredeyse imkansızdı . 1 9 . yüzyıl sonuna
kadar ilke olarak Müslümanlığı kabul etmemiş olan uzmanların hiçbir
zaman asaleten bir kurumun başına getirilmemesine dair yazılı olmayan
kural, ne 111. Selim devrinde ne de il. Mahmud saltanatında bozulmuş­
tur.49 Bilhassa 111. Selim iktidarında yoğun bir şek.ilde yabancı uzman
istihdam eden Babıali'nin bu konuda önceden belirlenmiş bir prosedürü
ya da uzmanların devletin hangi kurnmlarında nasıl istihdam edileceğine
dair bir nizamnamesi yoktu. 50 Plansız bir şek.ilde ve uluslararası ilişkile­
rin yarattığı anlık güven zemininde, stratejik noktalarda görevlendirilen
yabancı uzmanlar, Osmanlı ordusu ve tahkimatları hakkında edindikleri
bilgileri sabık işverenlerine karşı kullanarak kimi zaman silahlarını eski
patronlarına doğru çeviriyordu .5 1

Babıali'ye başvurarak istihdam sürelerinin uzatılmasını talep ediyordu . BOA


(HAT 1 2093 ) .
4 9 Önce Levent Çiftliği kethüdalığı daha sonra Sekb::ın-ı Cedid ağalığı yapan
(dönme) Süleyman Ağa gibi, III. Selim döneminde Humbaracı Ocağı'nın
başında da İskoç asıllı Mustafa Ağa, nam-ı diğer Campbell, bulunmaktaydı.
Henüz on sekiz yaşındayken işlediği bir suç sebebiyle ülkesini terk etmek
durumunda kalan Campbell, İstanbul'a geldiği dönemde askeri yapıların
inşasına nezaret ederek Osmanlı hizmetine girmiş, Baron de Tott'ıın astı olarak
görev yapmış, Mühendishanede dersler vermiş ve daha sonra din değiştirmiştir.
Ömrünün yaklaşık elli yılını İstanbul'da geçiren Mustafa Ağa zamanla, hiçbir
Hıristiyanın ulaşamayacağı bir mevkiye, Humbaracıbaşılığa kadar yükselecek ve
Mısır Harbi'nde Napoleon'a karşı Osmanlı tarafinda savaşacaktır. Bu konuda
lıkz. Wittman ( 1 803:2 5 1 ); Walsh ( 1 803:66-67); Boppc ( 1 930:2 1 -22);
Yalçınkaya ( 1 999:687) ve Shaw ( 1 994:34 1 ) .
5 0 Yabancı uzman istihdamını, çıkartılacak kanunlar çerçevesinde belirli bir
nizama oturtma girişimleri ancak yeniçeriliğin ilgasından sonra 1 8 30'lıı yıllarda
Babıfili'nin ilgi alanına girmiştir. Bu dönemde kaleme alınan, yabancı uzman
istihdamının yaratacağı sıkıntıların tartışıldığı bir layihada özellikle İngiltcre'nin
boğazlara yaptığı saldırıdan, Londra'nın yabancı uzmanları nüfuz alanı;u
genişletmenin bir aracı olarak kullanmasından ve Fransız uzmanların Büyük
İhtilal sırasında yarattıkları sıkıntılardan bahsedilmesi dikkate değer ayrıntılardır.
Bu konuda bkz. SK (HP 857:27b-28b) III. Selim devrinde Fransa'dan
getirtilecek olan uzmanlarda aranan özellikler konusunda ayrıca bkz. Kara!
( 1988 :74-75).
5 1 Mısır işgali sonrasında İstanbul'a yapılacak bir saldırıdan endişelenen Osmanlı
Osmanlı sefirlerinin ve vekayiname müelliflerinin ısrarla vurguladıkla­
rı üzere Avmpa devletlerinin, bilhassa Rusya ve Avusturya'nın yoğun bir
şekilde yabancı uzman ve mühendisi ülkeye getirterek ordularına nizam
verdikleri, dönemin İstanbulu'nda gayet iyi biliniyordu . Üstelik Fran­
sa'daki İ htilal sebebiyle pek çok göçmen ( emigre/firari) Fransız mühen­
dis ve asker de Avrupa'nın çeşitli ülkelerinde geçimlerini sağlayabilecek
iş arıyordu. Avrupa'nın içine düştüğü siyasi ortam da yabancı uzman
ve mühendislerin, kendilerini istihdama hazır bir iktidarın bulunduğu
İstanbul'a akın etmesine sebep oldu.52 Babıali'den herhangi bir talep ol-

idaresi, müttefik İngiliz subay ve mühendislerini, 1 8 . yüzyıl süresince büyük bir


önem atfettiği İstanbul ve Çanakkale boğazlarının tahkimiyle görevlendirmiştir.
Ancak boğaz tahkimatlarının planlarından ve yapılan değişikliklerden Londra'yı
haberdar eden İngiliz uzmanların söz konusu raporları Şubat 1 807'de Amiral
Duckworth komutasında İstanbul'a saldıracak olan İngiliz donanmasının
harekat planının hazırlanmasında kullanılmıştır. Bu saldın sırasında ve sonrasında
boğazlarda yapılan yeni tahkimatlar, General SCbastiani öncülüğündeki Fransız
mühendislerin eseriydi. Ancak inşa faaliyetinin durmasından hemen sonra
Babıali'nin Fransız mühendislere karşı tavrı değişecek ve yabancı uzmanlar,
tahkimatlardan olabildiğince uzak tutulmaya başlanacaktır. Fakat alınan bu
tedbir de Avrupa devletlerinin Boğaz tahkimatlarına olan ilgi ve bilgisini
sınırlayamaınıştı. 1 826 yılında boğaz tahkimatlarında yapılan değişiklikler
konusunda Stratford Canning'in mufassal raporu için bkz. NA (FO 78/142 :98-
102) İngiliz mühendislerin Mısır Harbi esnasında boğaz tahkimatlarında
istihdamları, aldıkları harcırahlar ve Londra'ya gönderdikleri raporlar konusunda
ayrıca bkz. NA (FO 78/26: 1 2 1 , 133, 1 3 7 ve 145; FO 78/5 5 : 2 1 1 - 2 1 6 ve FO
78/59:26); BOA ( KK 2388 : 1 1 - 12 ) ; TSMA ( E 1 19 7 1 ); Wittman ( 1 803 : 56-57
\'e 70vd . ) ; Vasıf Efendi ( İ Ü KTB TY 6012:43b-44a). İngiliz saldırısı sırasında
Boğazlarda görev yapan Fransız uzmanlar ve Babıali'nin onlara karşı tavır
değiştirmesi konusunda ayrıca bkz. Ottenti:ls ( 19 1 3 : 1 7 - 1 8 ) ve Black ( 1 944:2 5 ) .
52 Daha önce İstanbul'da çalışmış olan yabancı uzmanların, I I I . Selim devrinde de
iş için Bibıali'yc başvurmaları dikkat çekicidir. Örneğin Osmanlı başkentinde
yıllarca yaşamış olan iki mühendis, III. Selim dc\'rinde yeniden İstanbul'da
çalışmak istemekteydi. Ancak Halil Hamid Paşa sadaretinde, Fransa'nın İstanbul
elçisi Choiseul-Gouffıer aracılığı ile getirtilerek Mühendishane'de istihdam
edilmiş olan iki Fransız mimarın hikayesi, Avrupa'daki mecvut siyasi durumu
ve Osmanlı İmparatorluğu'na yansımalarını göstermesi bakımından çok daha
önemlidir. Zira Halil Hamid Paşa'nın idamını takiben Mühendish:ine'nin
kapanmasıyla İstanbul'dan ayrılarak Rodos'daki Fransa konsolosluğunda
maksızın veya talep edilenden çok daha fazla sayıda uzman,53 ordunun
yeniden yapılandırılmasında tekel oluşturarak Osmanlı ü lkesindeki nü­
fı.ızlarını artırmak isteyen hükümetlerce, hediyc54 kabilinden İstanbul'a
gönderiliyor ya da bizzat Avıupalı uzmanlar geçimlerini sagbyabilrnd:
için şahsen, elçilikleri kanalıyla Bibıali'ye başvuruyordu. Nitekim bu sıra­
da nispeten iyi bir maaşla İhtilal Savaşları'nın dışında kalacağı düşünülen
bir ülkede çalışmak, Avrupalı paralı askerler ve mühendisler için Osmanlı
İmparatorluğu'nu diğer ülkelere nazaran çekici kılan unsurlardan biri,
belki de en önemlisiydi. Babıili'nin yabancı uzman istihdamını etkileyen
diğer bir faktör de hiç şüphesiz uluslararası ilişkilerin yarattığı konjon­
türdü. Zira Napolcon'un Mısır saldırısı öncesinde, d'Ohsson aracılığı ile
tersanede, donanmada55 ve çok az sayıda olmak üzere Mühendishane'de
istihdam edilen İsveçli uzmanlar bir kenara bırakılacak olursa, Osmanlı
ordusunda görev yapan yabancıların tamamına yakını Fransa'dan ithal
edilmişti. Ancak dönemin şartları gereği uzmanların tek bir ülkeden,
Fransa'dan getirilmesi, yaşanan sorunları halletmek bir tarafa daha da
derinleştirmekteydi. Nasıl ki 1 798 tarihine kadar Bibıali'nin istihdam et­
tiği Fransız uzmanlar ve az sayıdaki diğer batı Avrupa ülkelerinin uyruğu
olan paralı askerler ve mühendisler arasında bir çekişme söz konusu ise
Fransız uzmanlardan "kralcı" ve "cumhurlu" olanlar arasında da ciddi

tercümanlık yapmaya başlayan mutlakıyet tarafı-an mimarlar, Fransa'da İhtilal'in


patlaması ve yayılmasıyla birlikte, Rodos'da kendilerini güvende hissetmeyerek
İstanbul'a dönmüş ve yeniden Babıali hizmetine girmişlerdi. BOA (HAT 8537
ve 1 0447).
53 Örneğin 1 799 ortasında İngiliz kralının "tenbihiyle Osmanlı hidmetine varid
olan oficyallcrden ma'ada" gönüllü olarak İstanbul'a gelen, ordunun intikalinde
"ınünasib mevkileri teşhis etmek tenninde bcgayet mahir" binbaşı ve topçu
yüzbaşısının istihdamları için bkz. BOA ( CAS 35275 ) .
5 4 III. Selim'e İngiltere, Prusya ve İsveç krallarından ve Fransa'dan hediye olarak
gönderilen planlar, top, tüfek ve mermi modelleri ve yabancı uzmanlarla ilgili
olarak bkz. Shaw ( 1 965a: l 72).
5 5 Kara! ( 194 1 - 1 942b:204). IIl. Selim devrinde tersanede istihdam edilen İsveçli
Bnın'un öğrencileri, II. Mahmud devrinde gemi inşa etmeye devam edecektir.
Ancak Bnın'a çıraklık yapmış olan Osmanlı gemicilerinin, tıpkı Nizam-ı Cedid
ordusunda görev almış olan subaylar misali matematik konusundaki cahillikleri,
1 826 sonrasında dahi işlerin el yordamıyla yürütüldüğüne işaret etmektedir. Bu
konuda bkz. Slade ( 1832 c:I:l03) ve Raczynski ( 1980: 169).
problemler yaşanıyordu. 56 Mısır Harbi'nin patlak vermesinden sonra ise
Fransız uzmanların neredeyse tamamına görevden el çektirilmiş ve yerle­
rine, yeni müttefik İngiltere'nin asker ve mühendisleri istihdam edilmeye
başlanmıştır. 57
Askeri modernizasyon konusunda tek bir ülkeye bağımlı kalmayı hiç­
bir şekilde istemeyen Babıali katipleri ve askeri zümre mensupları ara­
sındaki hizipsel rekabetler de çoğu zaman, hiziplerin yakın durdukları
ülkelerden gelen uzmanlar ve onların çalışmaları zemininde kendisini
gösteriyordu.58 Dil ve kültürün yarattığı bariyerler de yabancı uzman-

56 İstanbul'daki Fransız cumhuriyetciler ile mutlakıyet taraftarı olanlar arasındaki


mücadele Babıili açısından, tarafların taktıkları kokartlardan çok daha ciddiydi.
Zira ınutlakıyetçilerin lideri olan Chalgarin'e Fransa'nın İstanbul elçisi gibi
davranılması ve Babıali'nin mutlakıyet taraftarlarına cumhuriyetciler kadar
itibar etmesi, iki ülke arasındaki sorunun büyümesine zemin hazırlıyordu.
Nitekim Bfüıili 'nin cumhuriyet taraftarı uzmanların çalıştıkları tahkimatları
ya da ürettikleri silahları daha sonra mutlakıyetçi Fransız uzmanlara kontrol
ettirmesi iki taraf arasındaki rekabeti artırıyordu. Önce Dubayet ve daha
sonra Verninac'ın maiyeti olarak İstanbul'a gönderilen mühendis ve paralı
askerlerle birlikte cumhuriyetçiler, İstanbul'da belirli bir ağırlık kazanmıştır.
Bu sırada Fransa'nın İstanbul elçisi, belki de cumhuriyctci u zmanlara yeraçmak
:ıın:ıcıyla kral taraftarı olan Levent Çiftliği'ndeki ncfcr5.t talimcisinin ve Hasköy
Tophanesi'ndeki ustabaşının görevden alınmasını talep etmiştir. Kısa bir süre
sonra dunınıun farkına v:ıran Osmanlı yönetimi de ne kadar başarılı olur ise
olsun kr:ıl t:ıraft:ırı yabancı uzmanları istihdam etmekten vazgeçmiştir. Zira
herhangi bir uzmanın yaptığı çalışmanın farklı eğitim geleneğinin ve ekolün
ürünü ya da siyaseten düşman olan bir başka yabancı uzmana kontrol ettirilmesi,
uzmanların performansını olumsuz etkiliyordu . 1 1 1 . Sclim'in belirttiği üzere
"birinin yaptığını diğeri bozuyordu". Bu konuda bkz. BOA ( HAT 1 2 1 93
ve 1 2528); Testa ( 1 865 :208 ve 237-238); Bastelberger ( 1 974:56) ve Öner
( 1 999:205 ).
57 Fransa'ııın Mısır'a saldırması ve İngiltere ile ittifak anlaşmasının imzalanmasının
hemen ardından altmıştan fazla İngiliz mühendis, mühendis katibi, topçu,
cerrah, askeri mimar, haritacı ve talim muallimi Fransızlardan boşalan yerleri
ikame etmiştir. Bu konuda bkz. BOA ( HAT 3669 ve 1 3863/A) ve NA ( FO
78/25 : 1 3 ve 26:29, 90, 1 04) Tedricen ve fakat ekipler halinde İstanbul'a ulaşan
İngiliz yabancı uzmanlar, maaşlarını grubun içinde yer alan İngiliz vekilharç
(paymastcr) aracılığı ile almaktadır. Bu konuda ayrıca bkz. NA (FO 78/26:90).
58 Bu konuda akla ilk gelen örnek hiç şüphesiz d'Ohsson'un İstanbul'a getirdiği

130
ların performansına tesir eden unsurlardan biridir. Ancak söz konusu
bariyerleri bir kenara bırakacak olsak dahi ahalinin ve yabancı uzmanların
denetiminde çalışan Müslümanların muhalefeti, yabancı asker ve mü­
hendislerin Osmanlı ıslahat hareketine yapacakları katkıyı önemli ölçüde
azaltıyordu. 59 Zaten I I . Mahmud'un yeniçeriliğin ilgasına kadar yabancı
uzmanları istihdam etmekteki isteksizliği de muhtemelen meYcut askeri
nizamı değiştirmek isteyen Saray karşısında güçlenen ve isyanlarla kendi
açılarından başarı kazanan muhaliflere yeni bir koz vermek istememesin­
den kaynaklanmaktadır. 60
Ordunun topçuluk ve istihkam gi bi teknik sınıflarının ve
Mühendishane'nin yanı sıra top ve gülle dökümünde, barut yapımın­
da ya da diğer silah manüfaktürlerinde istihdam edilen yabancı uzman­
ların Osmanlı ordusunda modern ralimin uygulanm aya başlanmasına,
Mühendishanc'nin eğitim kalitesinin yükseltilmesine ya da kale ve tah­
kimatların modern askeri mimaıiye uygun bir şekilde inşa edilerek Os-

yabancı uzmanlar ve Kapdan-ı Derya Küçük Hüseyin Paşa arasında yaşanan


rekabettir. Hüseyin Paşa'nın donanma ve tersanedeki iktidarının tartışmaya
açılmasına sebep olan d'Ohsson'un getirdiği uzmanların perfrırmansını
İstanbul'daki diğer elçiliklere yakın duran katiplerin ve Kapdan-ı Derya'nın
muhalcfi:ti olumsuz yönde etkiliyordu. Bu süreçte Kaptan Paşa boş durmayarak
İngiltere'deki Yusuf Agah Efendi'ye İstanbul'da istihdam edilmek üzere İngiliz
mühendis göndermesi için başvuruyor ve bu şekilde kendi yabancı uzman
gmbunu oluşturmaya çalışıyordu . Bu bağlamda Bibıali'deki hiziplerden
herhangi biri tarafından getirilmiş olan yabancı uzmanların başarısı o hizbin
başarısı olarak algılanmakta ve söz konusu katipleri padişaha biraz daha
yaklaştırmaktaydı. Dolayısıyla yabancı uzmanlar tam da bu sebeple İstanbul'daki
siyaset oyununun önemli bir parçasıydı. Bu konuda bkz. Yeşil ( 20 l la:4 1 7 ) ve
Öner ( 1999 : 1 9 1 - 1 92 ve 350). Bu konuda ayrıca bkz. Levy ( 1982:2 35-236).
59 Avrupalı subay ve uzmanlara ahalinin ve hatta vezirazamın önyargısı ve
muhalefeti konusunda bkz. NA (FO 78/28:47vd . ) ve MacFarlane ( 1 829
c:II:336 ).
60 1 807'dek.i isyanın ardından III. Selim devrinde istihdam edilmiş olan St. Priest
gibi Fransız subaylar, Rusya ile savaşan Osmanlı ordusundaki görevlerine
devam etmişlerdir. Fakat yabancı uzmanların sayısı II. Mahmud saltanatının
1 826'ya kadarki ilk döneminde sürekli azalmıştır. 1 8 1 2'de sonuçlanan Osmanlı­
Rus harbinde Osmanlı ordusunda görevli Fransız subaylar için bkz. Deans
( 1 854:207).

1 1 31
manlı İ mparatorluğu'nun ilk modern haritalarının61 çizilmesine yaptık­
ları katkı tartışılmaz bir gerçektir. Ancak modern talimin Nizam-ı Cedid
ordusuyla sınırlı kalması ve yabancı uzman istihdamının bir devlet poli­
tikası olmaktan ziyade kişilere bağlı bir proje olması gibi sebeplerle Ye­
niçeriliğin ilgasının ardından yürürlüğe konulan ajanda için iyi bir temel
teşkil etmekten öte, yabancı uzmanların Osmanlı ordusunun çehresini
tamamıyla değiştirecek büyük başarılara imza attıklarını söylemek pek de
mümkün gözükmemektedir.
Orduda gerçekleştirilmeye çalışılan modernizasyon, hiç şüphesiz
silah üretiminden bağımsız düşünülemez.62 Başlangıçta Osmanlı silah
manifaktürlerinde yabancı uzmanlar geçici bir süre istihdam edilmiştir. 63
Bu kararın ardındaki temel saik uzmanların, Müslüman ustaları eğitmesi
düşüncesidir. Müslüman ustaların yeni teknolojiye ayak uydurabilecek
düzeye ulaşmalarının ardından silah ihtiyacının tamamen onların yaptığı
üretimle karşılanması planlanıyordu . 64 Ancak bu plan istenen sonucu
vermeyecek ve silah tedariki ağırlıklı olarak ithalat zemininde şekillcne­
cektir.65 Nitekim III . Selim devrinde, Levent Çiftliği ye Dolınabahçe'de-

61 Beydilli ( 1987:4 3 3 ) .
62 Nizamlı ordu sadece modern sil5.hlara değil, modern barut varillerine, kazma
ve küreklere de ihtiyaç duymaktaydı. Bu bağlamda tanesi otuz beş paraya mal
olan Avrupakari barut varilleri ve yine III. Selim devrinde yaptırılan modern
standartlara uygun Mısır taklidi kazma ve kürekler için bkz. BOA ( CAS 54801
ve 49659).
63 İstanbul'a, uyruğu oldukları devletler aracılığı ile ya da şahsen, çalışmak üzere
gelen, fakat Nizam-ı Cedid Nazırı tarafindan maaşla istihdam edilmeven
uzmanlar kendi kuracakları manüfaktürlerde sit'tlı imal ederek devlete satmak
için zaman zaman RJ.bıali'ye başvurmaktaydı. Örneğin Fransız tüfek ustaları on
sekiz ve yirmi bir kuruşa mal olacak iki cins tüfeği, kuracakları manüfaktürlerde
imal ederek Babıali'ye satmak istemiştir. Levent Çiftliği ve Cebehane-i Amire'de
imal edilen tüfekler ise on dokuzar kuruşa mal olmaktaydı. BOA ( HAT 1 72 8 ) .
Top dökmek için demir çarhlar, tüfek imali için aletler, top demiri yapımı için
çekiç ve mengene, sürat topu kundağı demirleri ve sair alet ve envai edevat ile
İstanbul'a gelen Fransız uzmanlar için bkz. BOA ( HAT 879 3 ) .
6 4 Fransa'dan gelen yedi tüfek ustasının Levent Çiftliği'nde istihdamı v e Osmanlı
ustalarının yabancı ustalara çıraklık yaparak dört beş ayda modern tükk imalinde
maharet kazanmaları konusunda bkz. BOA ( HAT 8970) .
65 Osmanlı ordusunun silah ihtiyacının karşılanması hususunda ithalata ağırlık

132
ki tüfek manüfaktürlerinde66 ve Tophane-i Amire'de yoğun bir yabancı
uzman istihdamı gözlemlense de kurulmakta olan modern ordunun ihti­
yaç duyduğu silahlar daha çok elçiler ve İstanbul'daki yabancı tüccarlar67
aracılığıyla satın alınıyordu. 68 Bu bağlamda sil:lh ithali yapılan ülkeler ara-

verilmesi de varolan sorunu çözmekte yetersiz kalmıştır. Mevcut ekonomik


krizi daha da derinleştirecek olan silah ithali için Babıali, zamanla maddi kaynak
bulamayacak duruma düşmüştür. Örneğin il . Mahmud devrinde barut ve
fışenk ithali için para yerine İngiltere'ye bakır vermeye çalışacak olan Babıali' den
Londra, İhtilal Savaşlarında kaybettiği gemiler sebebiyle şiddetle ihtiyaç
duyduğu kereste ve halat talep ediyordu. I l . Mahmud ise ithal baruta "verilecek
para bizim baruthanclere verilse ve gayret olunsa" ihtiyacın zaten karşılanacağını
belirtmekteydi. Bu durum karşısında, şaşkınlığını gizlcycırn:n:ıı II. Mahmud,
devletin elinde İngiltere'ye verilecek kadar bol kereste ı·arsa "Tersane-i Amire
niçün keresteden halidir" diye ayrıca sormaktaydı. Zir,ı yeniden başkente,
denizden yapılacak bir saldırıdan endişdeıı cıı i l . ı\lahmud'a göre İngiltere ve
"sa'ir düvele kereste ve halat ,·irilmcsi kııvvet-i bahriyelerine min-kül'il-vüdıh
i'anet kabilindendi". Bu konuda bkz. BOA (HAT 5 1441 ) .
6 6 Nizam-ı Cedid ordusunda kullanılmak üzere çakmaklı ve süngülü tüfrklcrin
üretimi için İspanyol Migucl de Ulloa'nın istihdam edildiği Levent Çiftliği ve
İngiliz uzmanların idaresinde çalışan Dolmabahçe tüfek manüfaktürlerinde
bilhassa Türk işçilerin sayısının artırılarak, aslında yeniçerilerin kullandığı
silahlardan tek farkı süngüsü olan tüfeklerin Osmanlı ustaları tarafından
üretilmevc başlanması amaçlanmıştır. Bu konuda bkz. BOA ( HAT 55034);
Schlechta-Wssehrd ( 1 882 :32); Oliver ( 18 0 1 :6 1 ); Ahmed Cevad (İÜKTB TY
4 1 78 : 36 ve 1 299:46); Arıkan ( 1 993:20-21 ) ve Shaw ( 1 965a:l72 ı·e 197 1 : 1 40).
67 Genellikle İstanbul'daki elçiler aracılığı ile yabancı tüccarlarla kurulan ilişki
savesinde ithal edilen silahlar, sipariş edilmeden önce numuneler getirtilip
kontrol ediliyor ve daha sonra da yüklü miktarda sipariş veriliyordu. Bu
yöntemin benimsenmesinde, sipariş üzerine alınan mühimmatın, Osmanlı
ordusunda kullanılan topların kalibresine uygun olmaması ve sonrasında yaşanan
sorunlar etkilidir. Bu konuda bkz. BOA (HAT 1487). İngiltere'den satın alınan
bir topun "imtihan" edilmesi sırasında berhava olması ve bir top ustasının
ölümü konusunda ayrıca bkz. BOA ( HAT 1 5 147).
68 Osmanlı ordusunda kullanılan tüfrk.lerin çakmak, namlu, kundak ve süngü gibi
bileşenleri genellikle İmparatorluğun farklı yerlerinde, İslimiye ve Edirne gibi,
üretiliyor ya da Venedik, Avusturya, Fransa gibi değişik ülkelerden satın alınarak
daha sonra birleştiriliyordu. Bu bağlamda tüfek ya da tabanca ithal etmekten
ziyade, tüfek parçaları satın almayı tercih eden Babıali, bu parçaları Ccbehane-i
Amire'de depoluyordu. İhtiyaç halinde birleştirilen parçalardan imal edilen
sında III. Selim devrinde Fransa, Venedik, İngiltere, Avustuıya ve Rusya
önemli bir yer işgal ediyordu. II. Mahmud dönemine gelindiğinde, Rum
İsyanı'nın derinden etkilediği uluslararası ilişkilere bağlı olarak silah ya
da teknoloji transferinde Osmanlılardan ziyade isyancıları tercih eden
İngiltere ve Rusya'nın69 yerini 1 8 . yüzyıl Avrupası nın en önemli silah
'

pazarı70 olarak karşımıza çıkan Aşağı Ülkeler alacaktı.71 Babıali'nin silah


üretiminden ziyade ithalata yönelmesindeki en önemli faktör, genellikle
ihtiyaten Cebehane-i Amire'dc silah dcpolanmaması72 ya da depolanan -

tüfeklerin fiyatını tespit etmek ise oldukça güçtür. Bu bağlamda Venedik'ten


satın alınan yetmiş beş namlunun Edirne' de imal edilen çakmaklarla
birleştirilerek Nizam-ı Cedid ortalarının yaptıkları avcı talimine uygun "avcı
tüfi:ngi" imal edilmesinin hazineye maliyeti yedi yüz on iki buçuk kuruş,
tüfok başına dokuz buçuk kuruştu. (CAS 401 64 ) Fransakari ve Venedikkari
çakmakların fiyatları beş kuruş civarındayken ( CAS 29 1 1 5 ) tek parça halinde
satın alınan Nemçekari piştovların fiyatı on dört kurnştu ( CAS 32459).
İslimiye'den 2356 adet namlu alımı için bkz. BOA ( CAS 26592). Nizam-ı
Cedid ortalarında kullanılan tüfeklerin süngüleri ise genellikle Avusturya
ordusunun kullandığı süngülerden örnek alınarak imal edilmekteydi. BOA ( CAS
34333).
69 Sırp İsyanı'nda Rusya'nın isyancılara yaptığı yardım misali İngiltere ve Rusya,
Rum İsyanı sırasında da isyancılara silah ve mühimmat yardımı yapmakta ve aynı
dönemde Mora'daki subayları aracılığıyla modern Yunancaya tahkimat ve kale
yapımı ile ilgili kitaplar tercüme ettirmekteydi. Bu konuda bkz. Walsh ( 1 838
c:I:l74- 1 75 ) ve Sağlamdemir ( 1 994:88). İsyan sırasıııda İngilrerc'nin Babıali'yc
silah satmaması konusunda ayrıca bkz. NA (FO 78/ 1 43 : 1 74 ) .
70 McNeill ( 1 984:160).
71 Rum İsyanı sırasında Aşağı Ülkeler Osmanlı silih ticaretinde önemli hir yere
sahip olacaktı. Öyle ki, 1 1 . Mahmud Licgc'dcn ithal ederek Sar;'ly cephaneliğinde
sakladığı yirmi bin ti.iteği ve mühimmatı, son yeniçeri isyanında bizz;'lt kendisi
İstanbullulara dağıtacaktı. Bu konuda bkz. NA (FO 78/ 143 : 1 74): MacFarlane
( 1 829 c:II:332-333) ve Reed ( 1 95 1 :2 1 2 ) .
72 B u durum, il. Mahmud devrinde d e değişmemiştir. Devam etmekte olan
Rusya harbi dolayısıyla daima "Cebehane'de mevcut bulunması elum"
olan tüfeklerin ihtiyaten depolanmamış olduğunu farkeden II. Mahmud,
yerli üretimden ziyade ithalata yönelecektir. Zira Cebehane'de mevcut olan
namlular, İstanbul esnafına dağıtılarak, sadece kundak ve çakmaklarını kendileri
imal etmeleri istense bile haftada ancak ellişer altmışar tüfek imal edebilen az
sayıdaki tüfek manüfaktürünün ihtiyaten ihtiyaç duyuları üç bin filintayı ve bin
beş yüz osmani tüfeğini kısa sürede imal edebilmesi imkansızdı. Oysaki beş bin
!ara iyi bakılmaması73 sebebiyle zamanını artık Babıali'nin belirleyeme­
diği savaşlarda başgösteren acil silah ihtiyacıydı .74 Zira ansızın başlayan
savaşlarda örneğin tüfek ya da yatağan bulamayan Osmanlılar bunları
savaşın yarattığı acil talebi karşılamaktan yoksun İ stanbul silah piyasasın­
dan temin etmeye çalışıyordu.75 Oysaki küçük ölçekli silah atölyelerinde
tüfek ve kurşun üretimi yapan Osmanlı Devleti ithalat aracılığıyla, uygu -
lamaya çalıştığı modern talime uygun standart silahlara herhangi bir çaba
sarf etmeksizin sahip olabiliyordu . 76 Orduda kullanılacak silahların belirli

adet kundaklı mükemmel tüfeği, beş bin adet filintayı ve beş bin adet tüfek
namlusunu üç beş ay içinde İstanbul'a teslim etmek üzere ınüstamen tüccarla
anlaşılabilirdi. Bunların yanı sıra İngiltcrc'den ihtiyaten iki bin mükemmel filinta,
dört bin filinta çakmağı, iki bin tüfrk namlusu ve beş bin kılıç namlusu ithali
için çalışmalara başlanıyordu. 1 826 yılına gelindiğinde ise İstanbul'daki tüfek
ustaları ayda y.ıkl:ışık bin tüfek im:ıl edebilecek kapasitedeydi. Biiyiik Petro'nun
reformları sonrasında Rusya'run yılda yirmi binden fazla tüfek ( haftada yaklaşık
üç yüz doksan adet) imal edebildiği yeri gelmişken belirtilmelidir. Bu konuda
bkz. BOA (CAS 7407); NA (FO 78/143 : 1 74 ) ve McNeill ( 1 984: 1 76).
73 Her ne kadar bizzat padişah ya da sadrazam sık sık mühimmat depolannı teftiş
etmekteyse de I I I . Selim devrinde cebehane depolarında sıkça paslanan tüfeklere
\'C tüfrk namlularına rastlanıyordu. Bu durum II. Mahmud devrinde de devam

etmiş, :ıncak silahları her hafta temizlemesi beklenen işcilerin başında bulunan
saykalbaşının değiştirilmesinden, paslanan tütek.lerin tamir ettirilmesinden ve
kullanılamaz haldeki silahların hurdacılara satılmasından öte ciddi bir önlem
alınamamıştır. Bu konuda bkz. BOA ( CAS 78, 7547, 50 1 1 6) ve BOA (HAT
52987).
74 Silah üretimi açısından az önce söylenenler silah hammaddesi konusunda d:ı
doğrudur. İhtiyaten silah depolamakta yetersiz kalan Babıali, acil ihtivaçlar
karşısmda silah hamnıaddesini de ithal etmek durumunda kalıyordu . Örneğin
III. Selim devrinde Tuna kaleleri için balymez dökümü amacıyla gereken ve fakat
Cebehane-i A.mire'de önceden depolanmayan ham demirin İngiltere'dcn ithali
için bkz. BOA ( CAS 53665 ). Dönemin Osmanlı madenciliği konusunda bkz.
Thornton ( 1 807 c : I :24).
75 Arıkan ( l 993 : 3 ) .
76 İstanbul'daki tükngci esnafının yaptığı üret.im, I I I . Selim devrinin sonlarında
Cebehane-i Amire'dcki tüfek stoğunun erimesiyle birlikte silah sıkıntısı çekmeye
başlayan Osmanlı ordusunun ihtiyacım karşılamaya yetmiyordu. Niz:im-ı
Cedid ordusunda kullamlacak silahların standardizasyonuna dair çıkartılan
nizamnamenin bir sonucu olan bu durumda İmparatorluk dahilindeki silah
manüfaktürlcrine ağırlık verilmesinden başka bir çare de yoktu. Ancak "'imal
kalibrelerde olması bir taraftan muharebe esnasında mühimmat ihtiyacı­
nın karşılanmasını kolaylaştırırken,77 uzun vadede nüfusu hızla artmak­
ta olan ordularda teknolojik değişimin uygulanmasını zorlaştınyordu.78
Neferlerin kullandığı silahların tamamında yapılacak modernizasyon için
mali kaynak yaratılması bir tarafa, böyle bir yenilik henüz standart ve
rutin endüstriyel üretimin gelişmediği bir çağda, Osmanlı İmparatorlu­
ğu gibi devletler açısından ciddi bir zaman ve para kaybı anlamına gel­
mekteydi. Bu bağlamda tıpkı Prusya'da ya da Rusya'da gözlemlendiği
üzere endüstriyel kapitalizmin ilk üretim mekanları olarak göze çarpan
silah İstanbul'daki manüfaktürleri III. Selim devrinde, nüfusu Avrupa
ordularıyla karşılaştırılamayacak kadar düşük olan Nizam-ı Cedid bir­
liklerinin dahi silah ve mühimmat ihtiyacını karşılayabilecek. kapasitede
değildi . Avrupa'da ağır, kullanımı zor ve isabet oraııı düşük fitilli tüfek­
lerin (matchlock) yerini, her tür hava şartında ateşlenebilen süvarilerin
dahi kullanabileceği çakmaklı tüfeklere (flintlock) bıraktığı 1 7. yüzyıl
ortalarından sonra uzun bir süre tüfek teknolojisinde büyük bir değişim
yaşanmamıştı.79 Ancak buna rağmen, tek elden idare edilmeyen Osmanlı

olunan tüfi:nglerin dirhemleri [ kalibre] ve boyları müsavi olmak ka'ide-i


harbiyeden iken" küçük ölçekli manüfaktürlerde üretilen silahların ölçüleri
hiçbir şekilde birbirini tutmuyordu. Silah ithali için yeterli kaynak bulamayan
Babıali ise her şeye rağmen yerli üretime ağırlık vererek, İslimiye voyyodası/
ayanı Seyid İ brahim Efi:ndi'den 5058 adet tütek namlusu temin etmişti. Söz
konusu tüfeklerin kundak Ye çakmakları İstanbul'daki esnafla yapılan "pazarlık"
sonrasında yapılan anlaşma ile birleştirilmeye çalışılıyordu. Bu konuda bkz.
BOA ( CAS 43507). Modern talim için gerekli tüfeklerin azlığı sebebiyle
Nizam-ı Cedid ordusunda talim yapılamaması hususunda ayrıca bkz. TSMA (E.
3759/3 ).
77 il. Mahmud bu durumun farkındaydı. Zira isyan edeceğinden şüphelendiği
eşkincilerin cephane bulmalarını zorlaştırmak amacıyla hepsine aynı cins tüfek
vermek yerine, kimine İ brahim Paşa kundaklı filinta, kimine Osmanlı kundaklı
kaval ve bazılarına da yeniçeriler için modern ordunun bir simgesi olarak
görünen, süngüleri çıkartılmış ithal tüfekler dağıtılmıştı. Bu konuda bkz. BOA
(HAT 1 7507) ve Uzunçarşılı ( 1988 c:I:54 1 ) .
7 8 McNeill ( 1 984: 141 ) .
7 9 Ağızdan doldurulan tüfeklerin 1 7. yüzyıldaki icadını takiben 1 777 tarihinde
belirli standartlara kavuşan tüfekler, uzun süre küçük değişikliklerle Avrupa
ordularında kullanılmaya devam edilmiştir. Black (2000:97-98); McNeill

136 1
ordusunun silah standardizasyonu ve kalitesi ile ilgili yaşadığı sorunlar,
l 9. yüzyılın ilk çeyreğine kadar devam etmiştir.
1 8 . yüzyıl süresince metalurjideki gelişmelere mütekabil devrimsel
değişimlerin meydana geldiği top döküm teknolojisini, kadimden ola­
geldiği üzere80 bu dönemde de yakından takip etmeye çalışan Osmanlı­
lar, top yapım tekniğinin geliştirilmesini, bilginin üretildiği Avrupa'dan
gelen uzmanlara ihale etmişti. Babıali tarafından işe alınan top döküm
ustalarının genellikle Fransız olmasında hiç şüphesiz diplomatik kon­
jonktüre bağlı olarak Osmanlı İmparatorluğu ve Fransa Cumhuriye­
ti arasındaki yakınlaşma büyük bir öneme sahiptir.8l Zira daha çok
Fransa'ya yakın bir dışpolitika izleyen82 Ratib Efendi'nin reisülküttaplığı
sırasında Tophane-i Amire'de çok sayıda Fransız uzman istihdam edil­
meye başlanmıştı.83 Fakat Fransız usta ve işcilerin Babıali'nin tercihine
şayan olmasında Fransa'nın 1 8 . yüzyıl süresince top döküm teknoloji­
sinde kaydettiği ilerlemenin84 de payı olmalıdır. Ancak yabancı uzman­
ların işe alınmalarından önce Tophane-i Amire'de istihdam edilmiş olan
yerli usta ve işçilerle ilgili çözüme kavuşturulması gereken ciddi prob­
lemler vardı. Tophane'de üretim miktarını ve kalitesini doğrudan etki-

( 1984: 142); Shaw ( 1971 : 1 38 ve 166). Yeniçerilerin kullandıkları tüfekler


konusunda ayrıca bkz. Agoston (2006 : 1 26 vd. )
80 1 5 . ve 1 6 . yüzyıllarda Osmanlı top döküm teknolojisi ve Avrupa'da yaşanan
gelişmelerin teknolojik değişime etkisi konusunda bkz. Aydüz (2006:20lvd.) ve
Agoston (2006:95vd.).
81 Modern sürat toplarının dökümüne başlanmadan önce, Topçubaşı ve
Dökücübaşı ile yapılan müzakerelerden İngiliz ve Avusnırya toplarının, Osmanlı
ordusunda kullanılan mevcut toplara benzerliği sebebiyle tercih edilmesine
dönük bir karar çıkmış ise de III. Selim, sürat toplarının Fransız topları gibi
dökülmesini istemekteydi. Bu konuda bkz. Işıksal ( 1955:1 8 1 - 1 82 ) .
82 İÜKTB (TY 886: 1 04-107).
83 Bu konuda bkz. Testa ( 1 865:230) 18. yüzyılda Fransız uzmanların
döküınhanedede oynadıkları önemli rol için ayrıca bkz. Boppe ( 1 930: 22-23).
84 Fransa hizmetinde çalışan İsviçreli mühendis Jean Maritz'in, standart ve
güçlü top üretimine imkan tanıyan döküm fırınını icat etmesini takiben 1 763
yılında Gribeauval'in, piyadelerin taşıyabileceği hafiflikte güçlü toplar dökmeyi
başarması ve 1 783'de Henri Cort'un döküm teknolojisine getirdiği devrimsel
yenilikler Fransa'yı, Avrııpa'da topçuluğun standartlarını belirleyen en önemli
ülkelerden biri yaptı. McNeill ( 1 984: 1 67, 170 ve 175).

/ 1 37
- -- -- -- ---------- -
DÖKÜMHANE
Dökücübaşı Ağa
(5000 kuruş yıllık)

t
Kethüda halifesi
( 1 500 kuruş yıllık)

t
Sekizinci halifesi
( 1 000 kuruş yıllık)

Fırın halifesi Dökücübaşı ağa


1 00 akçe yev. halifesi
istidadlısı

Destgah halifesi
90 akçe yev. (3 adet)

i
Burgucu
r
(85 ak yev.)
.
1istidadlısı
Tabeci (3 adet)
(80 akçe yevm.)

i
Mcrcmınatcı (3 adet)
(70 akçe yevm.)
Terfi kıdeme göredir .,.

t
Küçegir halifesi (9 adet)
(60 akçe yevın.)

t
Bayağı dökücü ( 1 8 adet)
1----- (40 akçe yevm.)

Yükselişe tabi olmayan 30'ar akçe yevmiyeli 3 adet fırıncı, 1 adet demirci,
1 adet çilingir ve 1 O akçe yevmiyeli 3 adet ocakcı mevcuttur.

138 1
lcyen esamelerle ilgili problem, bütün kadim ocaklarda gözlemlendiği
üzere sorunların en önemlisiydi. Dolayısıyla devlet denetiminde olan
Tophane'deki sorunun boyutları, daha çok küçük esnaf olarak nitele­
nebilecek ustaların idaresindeki tüfrk manüfaktürlerinin modernizasyo­
nundan ya da devletin işlettiği yeni rnanüfaktürlerin kurulmasından çok
daha büyüktü. Tophane-i Amire'ye ait doksan üç esamenin üçte ikisi
vasıfsız kişilerin eline geçmişti. Bu bağlamda 1 793 Temmuzunda çıkar­
tılan top dökücüleriyle ilgili nizamname85 ile esame tasarruf eden, fakat
ehil olmayan işcilere bir yıllık süre verilerek döküm işinde ustalaşmaları
istenmiştir. Süre sonunda sınava tabi tutulan top dökücülerinin mevcu­
du kırk dokuz kişiye tenzil olunarak ocak, Eşkinci nefrratının bürokratik
organizasyonuna benzer bir yapı zemininde yeniden düzenlcnmiştir.86
Tophane'deki işçi mevcudunun azaltılmasını, manüfaktür çevresindeki
dükkanların yıkılarak fiziki alanın genişletilmesi izledi. Hem idari hem de
fiziki açıdan Avrupa'daki top manüfaktürlerinin düzeyine çıkartılmaya
çalışılan Tophanc-i Amirc'nin geliştirilmesi için atılan bir sonraki adım, .
İstanbul'da resmi olarak tanınmayı bekleyen Fransız elçi Verninac'm ara­
cılığıyla getirilen çok sayıda uzmanın87 istihdam edilmeye başlanmasıdır.
Fransa'da kullanılmakta olan modern döküm fırınının inşası ve yeni top

85 TTK (Y/534:46b vd. ) .


86 Toplanan esamelerle, Tophane'deki mevcut maaş ödemeleri %50 civannda
azalmıştı . Bu konuda bkz. Asım Efendi ( 1 293 c:I:42-43 ve 49) .
87 Tophane'de istihdam edilen yabancı top dökücüleri ile Türk top ustalarının
aldıkları maaşlar arasında ciddi bir uçurum vardı. Zira Dökümhane'nin başında
bulunan dökücü başı yıllık '5000 kuruş maaş alırken Osmanlı hizmetindeki bir
İngiliz top ustasının yıllık maaşı 5040 kuruştu. Ocak 1 797 (8 B 1 2 1 1 ) tarihli
bir başka belgeye göre Tophane'de çalışan yabancı uzmanlardan, yüksek tirın
dökücülcrine yüz ve yüz elli kuruş, ocak dökücüsü beş kişiden birine yüz elli
ve diğerlerine yüz kuruş ve son olarak delicilere yüzer kuruş verilmekteydi. 72
kişinin başında bulunan Guion Pampelonne'nin maaşı ise yedi yüz elli kuruştu.
Yabancı uzmanlann maaşlarına, aylık alu yüz kuruş tutan tercümanların maaşları
eklendiğinde Fransız uzmanların Babıali'ye aylık maliyetleri on bin sekiz yüz elli
kuruşa yükselmektedir. Bu konuda bkz. BOA (HAT 1 728/B ve CAS 2555 ve
5394) ve TTK (Y/534:46b) . Valence'deki dökümhanenin direktör yardımcısı
Guion Pampelonne'nin İstanbul'daki çalışmaları, Tophane'nin yenilenmesi
ve modernizasyonun maliyeti hakkında ayrıca bkz. BOA ( CAS 20401 ); Kara!
( 1 988:61 ) ve Shaw ( 1965a: l 7 1 - 1 73 ve 1971 : 1 40).
burgusunun yapımı, yabancı uzmanların Osmanlı top dökücülüğüne
yaptıkları en önemli katla88 olarak karşımıza çıkmaktadır.
I I I . Selim'in ıslahat programı dahilinde Tophane-i Amire'dekine ben­
zer bir reforma tabi tutulan diğer bir kurum da Baruthane-i Amire'dir.
1 8 . yüzyılda münavebe mansıblarından biri haline gelen Baruthane
nazırlıklarını, emekli Babıali katiplerine tevcih edilen bir makam olmak-­
tan çıkartarak işe başlayan III. Selim, 1 794 yılında Gelibolu, Selanik ve
istanbul'daki baruthane!eri tek bir nazırın nezaretinde birleştirdi. Ali
Raik Efendi'nin başına getirildiği Baruthaneler Nazırlığı'nın kurulmasıy­
la birlikte organizasyon yapısı yenilenen89 baruthanelerde çalışan işçiler,
kefile bağlanarak, tıpkı Tophane'dckiler gibi sınava tabi tutuldular. Bu
şekilde liyakati olmayan işçilerden kurtulan nazır, yılda beş bin kantar
İ ngiliz ve Felemenk90 perdahtı barut üretmekle yükümlüydü.9 ı Yıl so­
nunda yapılacak hesaplamalarda üretimin düşük olduğu ya da yapılan
denemelerde belirlenen kalite standardının tutturulamadığı durumlarda
eksik barut, nazırın parasıyla İngiltere'den ithal edilecekti. Osmanlı idad

88 Baron de To tt un top dökümü konusunda yaptığı çalışmalara rağmen III.


Selim devrinin başlarında h.ı.l;'ı bronz top dükcıı Osmanlılar, Niz:'ım-ı Ccdid
'

rd(ırmlarıyla döküm teknolojisinde önemli bir gelişme kaydettilerse de bu seter


modern topların kullaııımı konusunda sıkıntı yaşamaya başlamışlardı. Osmanlılar
bu konudaki eksikliklerini Pnısyalı talim subayları aracılığıyla kapatmaya
çalışıyordu . Bu konuda bkz. Etem ( 1 799:73); Macrarlane ( 1 829 c:II: 338);
Uzunçarşılı ( 1 988 c:II:56) ve Shaw ( 1971 : 1 39 ) .
89 Asını Efondi ( 1293 c:I:SO).
9 0 İngiliz kara barutunun Dü n ya silah piyasalarındaki e n kaliteli ba rut olması
:;cbebiyk Babı,\li miri h<1.nırhanclcrdc imal edilen banıtu sadece b l ite aç ısından
değil, fiyat bakımıııd.111 da sürekli İngiliz barutu i k karşılaştırılnıaktaydı.
I L Mahmud dcuindc de devam eden bu uygulama için bkz. TSMA ( E
S026/20). Ancak Osma n l ı l arı n barut ithal ettikleri tek ülkenin İngiltere olduğu
düşünülmemelidir. III. Sdirrı döneminde, İsveç'den yapılan barut ithali için
bkz. Öner ( 1999: 128-129).
91 Nizam-ı Cedid hareketiyle beraber, kalitesiz ya da uzun süre bekletildiği
için kullanılmaz hale gelen barutlar, yeniden üretim sürecine dahil edilerek
hammadde olarak kullanmaya başlanıyordu. Öyle ki Azadlı Baruthanesi bu
şekilde üretilen baruttan elde edilen karla v.e kapatılan Gelibolu ve Selanik
barııthanclerinin aletleriyle kurulacaktı. Nuri Efendi (AE 239:1 1 3a) ve Gölen
(2006:9 ve 14).
sistemi açısından oldukça yeni bir tavrı gündeme getiren bu uygulamayla
ve yenilenen bürokratik organizasyonla92 Nizam-ı Cedld ekibi, "şenlik
topunda dahi kullanılamayacak" kadar kalitesiz barutun yerine, ithal et­
tikleri ve İ stanbul'da imal ettikleri silahların verimliliğini düşmanlarının
standartlarına çıkartacak İ ngiliz ve Hollanda perdahtında barut üretme­
yi planlıyordu . Barut yapımında kullanılan formülün değiştirilmesi,93
hammadde akışının düzenlenmesi ve yabancı uzmanların istihdamı94 da
gerekli miktarda kaliteli barutun üretilmesi için yapılan çalışmaların bir
parçasıydı.95 Ancak 1 796'da Gelibolu ve Selanik baruthinelerinin kapa­
tılmasının96 ve Şerif Efendi'nin, barut üretiminde beklenen performansı

92 Her ne kadar çıkarılan yeni nizamname aracılığıyla Baruthane-i Amire'de


rasyonel bürokratik organizasyona doğru bir adım daha atılmış olsa da
Babıali'deki ilişkiler ağının bir sonucu olarak sadakat ve siyasi merkeze yakınlık,
atamalarda hala ön planda tutulmaktaydı. Karaman valisi Ragıb Paşa'nın,
Baruthaneler Nazırlığı'na vekaleten atanmış olan oğlu Mehmet Tahir Etendi'nin
söz konusu makama asaleten atanması konusunda III. Selim'den istirhamda
bulunması hakkında bkz. BOA ( HAT 2029) . 1 2 idari ve 38 yardımcı personelin
bulunduğu İstanbul Baruthanesi'nde idari personelin altısının Ünyeli, yardımcı
personelden on dördünün Karadenizli olması ise tesadüfle açıklanamaz. Gölen
(2006:82).
93 Eskiden 6 kıyye gühercilc, 1 kıyye kükürt ve 1 kıyye kömür formülüyle barut
üretilirken, l 790ların başlarından itibaren 6 kıyye gühercile, 300 dirhem
kükürt ile 1 ,5 kıyye findık kömürü karıştırılarak barut üretilmeye başlanmıştır.
Bu konuda bkz. Nuri Efendi (AE 239: 1 1 0b); Agoston (2006:206) ve Shaw
( 1971 : 1 38 ve 142).
94 İtalyan Francesco'nun (Françesko) inşa ettiği, biri su, diğeri hayvan gücüyle
işleyen iki çark III. Sclim'i memnun etmiş olmalı ki, Francesco'yu örnek
göstererek Babıali' den bu tür yabancı uzmanların ithaline ağırlık verilmesini
istemişti . Nitekim 1 790 yılında barut imal etme vaadiyle Babıili'den para alan
Venedikli tacirin firar etmesinin üzerinden çok az zaman geçmişti. BOA ( HAT
1 0820) ve Shaw ( 1965a: l 7 5 ) . Hayvanlara nazaran daha stabil enerji üretebilen
_
su gücüyle çalışan banıthanekr ve bilhassa Azadlı Baruthanesi için bkz. Nuri
Efrndi (AE 239: 1 1 3a-b); Özcan ( 1 999:78); Karal ( 1988:62).
95 III. Selim devrinde baruthanelerde yapılan ıslahatlar konusunda bkz. Gölcn
(2006); Nuri Efendi (AE 239 : 1 07b- 1 1 3a); Vasıf Efendi (TY 598 1 :46a vd.);
Asım Efendi ( 1 293 c:I:SOvd . ) ; Beydilli-Şahin (200 1 :68); Özcan ( 1999:76-77) ;
Agoston (2006: 1 80vd.) ve Shaw ( 1965a: l74vd. ve 1971 : 143-144).
96 Agoston (2006 : 1 87 ve 1 9 1 ) .
yakalayamayan Raik Efendi'nin yerine atanmasının ardından, su gücüyle
çalışan bir baruthinenin Azadlı'da kurulması ve geliştirilmesi bir yabancı
uzmanın değil, 1 9 . yüzyıl başlarından itibaren uzun süre barutcubaşılık
makamııun gediklisi97 olacak Osmanlı Ermenilerinin ve özellikle Arakel
D adyan ve ailesinin eseri olacaktı.98 Her ne kadar Nizam-ı Cedld ile bir­
likte barut üretimi 1 8 . yüzyıl başları ile karşılaştırıldığında hem kemiyet
hem de keyfiyet itibarıyla önemli ölçüde artış gösterıniş99 olsa da nis­
peten barışın hakim olduğu 111. Selim devrinin sona ermesiyle birlikte
B abıali, savaşlar ve b üyük isyanların patladığı dönemlerde, bilhassa il.
Mahmud devrinin başlarında, yine barut sıkıntısı çekmeye başlayacaktı.
Mali durumun olumsuz yönde etkilediği barut üretiminin azaldığı ya da
yeterli olmadığı dönemlerde ithalat yine ilk başvurulan çare olarak göze
çarpmaktadır.
Ordunun mühimmat ihtiyacını karşılamanın ötesinde barut itha­
latı doğrudan silah tekelinin kurulmasıyla ilgiliydi. Osmanlı liman -
larına kaliteli barutla gelen Avrupalı tüccarlar, mallarını devlete ya da
devletin talebi olmadığı veya daha yüksek fiyat önerildiği durumlarda
dağlılara/eşkıyaya/ayana satıyordu . 1 00 Sınır ve liman kontrolünün, dö­
nemin diğer Avrupa ülkeleriyle karşılaştırıldığında hiç de iyi olmadığı
Osmanlı İınparatorluğu'nda barutun devlete rakip güçlerin eline geç­
mesini önleyebilmek için Babıali, malı bizzat kendisi satın almakta ya

97 Gölen (2006:68 ) .
9 8 Osmanlı ordusundaki yeniden yapılanmaya azımsanamayacak bir katkı
yapan Ermeniler'den, Raşid Efi:ndi'nin saatçisi Arakel ve çocukları 1 2 1 0
tarihinde ( 1 795 - 1 796), muafiyet beratları verilerek, devlet hizmetine girmişti.
Arakcl'in Azadlı Barutlüncsi'ndc inşa ettiği yüz tokmaklı barut çarkı Avrupa
"iistadlarının birinin hayal ve hatırında deveran" etmemişti. ( BOA HAT
1070 1 ) ve Arıkan ( 1 99 3 : 196 ve 232-233). II. Mahmud devrinde Tophane'de
müstahdem Araboğlu Bogos ise yine hizmetlerine binaen muafiyet beratıyla
ödüllendirilmiştir. Bu konuda bkz. BOA (HAT 5 3384 ) .
9 9 Pek çok konuda olduğu gibi barut üretiminde d e 1 768 - 1 774 Osmanlı-Rus
harbi Bab-ı Aıi açısından bir dönüm noktası olmuştur. 1 8 . yüzyıl ortalarına
kadar barut konusunda büyük bir mi.işkilatla karşılaşmayan Osmanlılar, bu
savaşı takip eden dönemde ordunun mobilizasyonunu kısıtlayacak ölçülerde
barut sıkıntısı çekmeye başlayacakdı. III. Selim devrinde barut üretimindeki
artış ve kalitesinin yükselişi konusunda bkz. Agoston (2006: 1 80 - 1 82 ve 2 1 0).
1 00 Oliver ( 1801 :63).

142 1
da geçici bir süre kendi denetimindeki bir depoda saklanmasını talep
etmekteydi. ıoı Şiddetin kontrolünü devlet idaresinin dışına taşıyan barut
ticareti/kaçakçılığı, Osmanlı padişahının iktidarını yeniden tesis etmeye
çalışan I I I . Selim ve II. Mahmud'un siyasi ajandalarında önemli bir yere
sahipti . Kışlalarla mekanı, talimle zevki ve zamanı tekelleştiren devletin,
ülkenin tek hakimi olmasının yolu silahların ve dolayısıyla şiddetin de
tekelleştirilmesinden geçmekteydi. Ancak Rusya ve Avusturya ile devam
eden savaş sırasında, İstanbul'da Beykoz ve Kasımpaşa'daki hususi mani.i­
faktürlerde barut üretiminin yasaklanması,ı02 barut ticaretinde Avrupalı
tüccarları ön plana çıkartmıştı. İstedikleri kişiye, istedikleri fiyatla satış
yapabilen yabancı tüccarın ele geçirdiği barut piyasasının kontrolü için
l 790'ların ortasında harekete geçen Babıali, Müslüman ya da gayrimüs­
lim bütün Osmanlı uyruklarının barut satın almasını yasaklamıştır. Aynı
dönemde ahalinin, Avrupa' dan satın aldığı barutlara da devlet tarafından
el konulmaktaydı. Ahaliye satılacak barut bundan sonra, öncelikle dev­
letin idaresinde olan baruthanelerde üretilen baruttan, Osmanlı ordusu­
mm ihtiyacı olan yıllık beş bin kantar bir kenara ayrıldıktan sonra, dev­
let kontrolündeki hususi barutçu dükkanlarında piyasaya sürülecekti . 103
Nizôm-ı Cedid'in bir parçası olarak III. Selim döneminde, barut gibi
barut imalinin temel hamınaddesi olan gühen::i le ticareti de yeniden dü-

101 Nitekim dağlı isyanlarının şiddetlendiği 1 796 yılı başlarında Sclanik'e


müstamen gemileriyle getirilen barutun korunaklı bir yerde depolanması
ve isyan sonuçlanana kadar mechul kişilere barut satılmaması istenmiştir.
Arnavutluk'tan kervanlarla Selanik'c nakledilen ve eşkıya eline geçmesinden
endişe duyulan önemli miktardaki barut ise, isyancılarla sıkı ilişki içerisinde
olan Arnavut barut ustalarını tatmin edebilmek için devlet tarafından satın
alınmıştır. Bu konuda bkz. BOA (C. Dahiliye 14766). I I . Mahınud'un,
İngiliz tüccarı tarafından İzınir'e getirilen banmı" dağlı eşkıyası ve derebeyi
ınakulclerine satılmaması için" devlet tarafından satın alınası konusunda
kaleme aldığı bir hatt-ı hüınayı'in için ayrıca bkz. BOA (HAT 5 1 44 1 ) .
102 H ususi barut üretiminin sadece İstanbul'da değil, bütün ülkede yasaklandığı
anlaşılıyor. Yaş Antlaşması'nın imzalanmasından önce Ankara'da barut imal
eden dokuz kişinin yakalanarak havanlarına, gühcrcile ve imal ettikleri baruta
el konması konusunda bkz. BOA ( CAS 39887) Bu konuda ayrıca bkz. BOA
(HAT 57105) ve Göleıı (2006:26) .
103 BOA (HAT 57105).
zenlenmiştir. 104 Bu düzenlemeye göre devlet baruthanelerindeki üretim
için ayrılan Anadolu ve Rumeli gühercilesi dışında, İmparatorluğun di­
ğer bölgelerinde105 üretilen gühercile, hususi manüfaktürlere dağıtılarak
mezkur manüfaktürlerde üretime yeniden başlanacaktı. Ancak zamanla
bu uygulamadan da vazgeçilerek barut üretimi tamamıyla devletin işlet­
tiği manüfaktürlere bırakılmıştır.106 Devlet tekelinin bulunduğu güherci­
le ve barut ticaretinden elde edilecek karın, yine devlet baruthanelerinin
geliştirilmesinde kullanılması planlanıyordu . 107
III. Selim'in tahta çıkışıyla birlikte barut üretimini kontrol altına al­
maya çalışan Babıali, barut ticaretine de nezaret etmeyi hedeflemiştir.
l 790'ların ortalarından itibaren taşraya atanacak barut eminleri, ticaretin
kontrolünde başrolü oynuyordu. 1 08 Nitekim bölgeye yabancı olmayan

1 04 "Muaf ve serbest" olan İstanbul'a gühercile gönderen ustaların, bilhassa bölge


ayanının baskısından korunmasına, miri fiyatın yükseltilerek gühercilenin peşin
ödemeyle satın alınmasına ve Babıali'nin bilgisi dışında gühercile üretiminin
yasaklanmasına yönelik uygulamalar için bkz. BOA ( CAS 37094) ve Gölcn
(2006: 1 50 vd. ) . Havas-ı HümJ.yı'.ına ait olup Valide Sultan'ın, kethüdası
aracılığıyla kontrol ettiği gühercile yatağı olarak bilinen Karaman ve Eskişehir'e
mutemed ve muteber ağaların atanması konusunda aynca bkz. Nuri Efendi
(AE 239: 1 09b- 1 1 0a).
1 0 5 Osmanlı İmparatorluğu'nda gühercilc imal edilen bölgeler konusunda bkz.
Agoston (2006: 1 36vd . ) .
1 06 Bu kararın alınmasında hiç şüphesiz dağlı isyanları önemli bir rol oynamıştı.
Örneğin Selanik'te ve civar kazalarda, dibek başına Selanik Baruthanesi'nc
yüz kuruş vermek şartıyla çok sayıda küçük ölçekli barut manifatürünün
ortaya çıkmış olması bir taraftan gühercilenin "israfına" sebep olurken diğer
taraftan da barut ticaretinin kontrolünü zorlaştırıyordu . Rumcli'dc sivil barut
üretiminin yoğunlaştığı Edirne, İslimiye, Filibe, Pazarcık, Sofya, Gürnülcine,
Üsküp, Zağra-i Atik, Yenişehir, Karafere, Yenice, Siroz, Köprülü, İştib,
Teymurhisar gibi kazalar, devletten ziyade, dağlıların kontrol ettiği bölgelerdi.
Bu konuda bkz. BOA (C Dahiliye 14766) . 1 8 0 3 tarihinden itibaren dağlıların
etkinlik gösterdiği bölgelerde, bölge ayanı ve kadısının izniyle barut ve kurşun
satışı yapılan kişilerin, satın aldıkları barut miktarlarıyla birlikte defterlere
kaydedilerek, söz konusu defterlerin her ay Rumeli valisine gönderilmesi
hususunda bkz. Özkaya ( 1983:90, 92 ve 1 1 5 ) .
107 Nizam-ı Cedid ekibi, söz konusu ticaretten yıllık 25 .000 kuruşluk bir kar elde
edilebileceğini düşünüyordu. BOA ( HAT 4529).
108 Saruhan ve Girit'e barut emini atanması hususunda bkz. BOA ( CAS 2 1 07 ve
5 3740) .

144
bir devlet görevlisi, yine İ stanbul'da ikamet eden, fakat atama yapılacak
bölgeyle ticari ilişkileri olan bir tüccarın kefaletiyle barut emini olarak
atanacaktı . Ataması gerçekleşen barut eminlerinin, İ stanbul'dan satın
alacakları barutu, belirli bir kar marjıyla1 09 atandıkları bölgede açacakları
dükkanlarda satması beklenmekteydi. 110 Kaçakçılığı önlemekle de görevli
olan barut eminlerinin atandığı bölgelerde, eminden ya da onun işlettiği
dükkinlardan başka herhangi bfr yerden barut alımmm yasaklanması ve
barut satışı yapılan kişilerin "ism ve resmleriyle ma'rifet-i şer'le [ hazırla­
nacak] deftere kiyd" olunarak defterin her yıl Baruthane Nazırı'na tes­
lim olunması, hiç şüphesiz şiddet araçlarının tekelleştirilmesine yönelik
önlemler cümlesindendi. 1 1 1
Sekbanların/dağlıların Osmanlı ordusun un önemli bir parçası olma­
sının ve dönemin şartları gereği ahalinin büyük çoğunluğunun avlanmak
ya da korunmak amacıyla silah sahibi olmasının bir sonucu olarak Babıili,
devletin tasarrufu dışmda kalan silahları hiçbir zaman tam manasıyla
kontrol edememiştir. 1 1 2 Buna mukabil III. Selim'in iktidarında, devletin
sahip olduğu silahların kontrolüne yönelik bazı tedbirler de gündeme
gelmeye başlamıştı . Her ne kadar isyan dönemlerinde bilhassa gayrimüs-

109 Nakil masrafları eminler tarafından karşılanacak olan ince barutun bir kıyyesi
yüz paraya, kaba barutun ise altmış paraya eminlere satılacaktı. Barut eminleri
de ince barutun üç dirhemini bir paraya ve kaba barutun dirhemini dört
paraya ahaliye pazarlayacaktı. Ehl-i İslam gemilerine satılacak top barutunun
kantar fiyatı ise yetmiş kuruştu. Ancak İ stanbul'dan belirlenen fiyatların,
nakil masrafları, dükkan kirası ve satış elemanlarının istihdamı gibi önemli
giderleri olan barut eminlerinin harcamalarını karşılayamadığı yeri gelmişken
belirtilmelidir. Bu konuda bkz. BOA ( CAS 53740) ve (HAT 57105) . .
1 1 0 Örneğin Girit'in muteber tüccarlarından İ stanbul'da sakin Hacı Hasan Ağa'nın
kefaletiyle Girit'e barut emini olarak tayin edilen Hassa hasekilerinden Giritli
İsmail Ağa, Kandiyc \'C Hanya'da üçer ve Resmo'da iki dükkan açmayı
düşünüyordu. BOA (CAS 53740).
.
1 1 1 İ ç gümrüklerden muaf olarak İ stanbul'dan, eminlere gönderilen banıtı.ın
eksiksiz teslim alındığına dair kadı ilamının başkente ulaşmasından önce
bölgeye yeni bir nakliyatın yapılmadığı, bu bağlamda vurgulanmalıdır. Bu
konuda bkz. BOA (CAS 53740).
112 Osmanlı İ mparatorluğu'nda çıkan isyanlar ile ateşli silahların yayılması arasında
bağlantı kurmak mümkündür. Bu konuda bkz. Jennings ( 1980).
!im tebaanın elindeki silahların tahrir edilerek toplanmasıı 13 söz konusu
ise de, ordunun kullandığı silahların kayıt altına alınması konusunda çok
daha ciddi adımlar atılmaya başlanmıştı. III. Selim devrinde çıkartılan
ve Nizam-ı Cedid ordusunda kullanılan silahların standardizasyonu­
na1 14 dair nizamnamenin ardından, II. Mahmud'un bilhassa topçu sınıfı
ocaklarında mahfuz, silah ve mühimmatın kontrolünden sorumlu cebe­
hanecileri, söz konusu ocaklarda istihdam etmeye başlamasıyla birlikte
silahların kontrolünde yeni bir döneme giriliyordu. 1 1 5 II. Mahmud'un

1 1 3 Tıpkı Rum İsyanı'nda olduğu gibi Kadı Abdurrahman Paşa'nın 1 806


Haziranında Rumeli'ye geçişinden, dolayısıyla Edirne Vakası'ndan iki ay önce
Edirne'de yaşayan bütün Hıristiyanlann silahları toplattırılmıştı . Bu konuda
bkz. BOA (C Dahiliye 14327).
1 14 Söz konusu nizamname yayınlanmadan evvel Nizam-ı Cedid neferleri
kendilerine verilen tüfekleri "kendii beğendi/deri üzre" yeniden imal ediyordu.
Ancak 1 800 Ağustosunda, Mısır Harbi'nden alınan derslere istinaden
çıkartılan nizamname ile birlikte eğri kılıç, şeşhane tütck, piştov ve bıçak
kullanımı Nizam-ı Cedid ordusunda yasaklanırken, filinta tüfek, kebir palaska
ve doğru kılıç piyade neferleri için standart hale getiriliyordu. Bu konuda
bkz. BOA (CAS 9738 ); BOA ( DPYM d. 35366:9 5 ) ; BOA (RD 1 1 1 :90) ve
İÜKTB (TY 3208 :39a-b) . Osmanlı ndcrlcrinin kılıç kullanma konusunda
Avrupa askerlerine olan üstünlükleri ve Avrupa kılıçlarına nazaran üretimi çok
daha uzun süren ve pahalıya mal olan Osmanlı kılıçlarının kalitesi konusunda
bkz. Valentini ( 1828 :36-37) Hafif silahların yanı sıra top dökümünde belirli
bir standardın esas alınması ve Praveşte'de İstanbul'daki topların kalibrelerine
göre top dökülmeye başlanması konusunda bkz. BOA ( HAT 1766). Standart
silah kullanımını Osmanlı ıslahatçılarının gündemine sokan kişi hiç şüphesiz
İsveçli uzman Brentano'ydu. Brentano'nun bu konudaki önerileri için bkz.
Çağman (201 0:23vd. ve 28-29 ) . Ordunun önemli bir kısmını oluşturan
sekbanlar, tedarik edebildikleri karabina tüfok, tabanca ve kama taşıyordu.
Babıali, Rum İsyanı sırasında sekbanların kullandıkları silah ve mühimmata
belirli bir standart getirmeye çalışdıysa da bu konuda atılan adımlar, sekban
birliklerinin yapısı gereği başarısızlıkla sonuçlanmıştı . Bu konuda bkz. Kinneir
( 1 8 1 8 : 379); Pouqueville ( 1 806:48 ) . Orduda, silah standardizasyonunun
sağlanamaması konusunda ayrıca bkz. Oliver ( 1977:94 ) .
1 1 5 Osmanlı ordusunda kadimden beri silah tedarikinden, naklinden v e tamirinden
sorumlu olan, fakat I. Edirne Vakası'nda da gözlemlendiği gibi kadim
ocaklar arasında isyana en mütemayil sınıf olarak göze çarpan Cebeciler
III. Selim döneminde yeniden, yoldaşları Yeniçeriler gibi eski tilimlerini
yapmaya başlamışlardı. Modern silahları tamir edecek donanımdan yoksun
yeniçeriliğin ilgasından önce yürürlüğe koyduğu yeni nizamnamelerle,
bir taraftan ocaklardaki silah sayısı kayıt altına alınmaya başlanıyor, diğer
taraftan da ihtiyaten mezkur silahların savaşa hazır halde tutulması sağ­
lanıyordu. III. Selim devrinden itibaren ocaklarda kullanılan silahların
işaretlenmesi ise tıpkı bekçi tayinleri gibi cephaneliklerdeki silahların ça­
lınmasını önlemeye yönelik bir uygulamaydı . 11 6
Az önce tasvir edilmeye çalışıldığı üzere Avrupalı uzmanlar ve it­
halat aracılığıyla yenilenerek devlet kontrolü altına alınmaya çalışılan
silahlardaki değişimin etkisi sadece orduyla ve neferlerle sınırlı değildi.
Talim ve terbiye aracılığıyla silahların kullanım şeklinin değiştirilmesi
kadar, bizatihi orduda kullanılan her türlü silah ve mühimmatın ve üni­
formaların çağdaş standartlara uygun bir hale getirilmesi de neferlerin
mensubu oldukları kültürün dönüşümünde etkilidir. Tıpkı ata biniş şek­
li 1 17 gibi yatağan, şeşhane tüfek veya kama gibi metruk/kadim silahlar
da dilden dile dolaşan menakıbname ya da hikayelerin taşıyıcısı olduğu
kadim kültürün bir parçasıydı. Dolayısıyla sözlü kültürün hakim olduğu
bir toplumda silahların değişimi, onları kullanan insanları ve parçası ol­
dukları mevcut geleneği dönüştürmeye başlamıştır. Bu bağlamda yeni­
çerilerin üniformaya, süngüye ya da doğru kılıça karşı duydukları nefre-

olan Cebccilerin, silah tedariki ve bakımı ile ilgili görevleri zamanla Topçu ve
Arabacı ortalarında istihdam edilen marangoz, çilingir, nalbant gibi görevlilere
ve modern silahların üretildiği manüfaktürleri kuran yabancı uzmanlara
devredilmiştir. Yeniçeri Ocağı 'nın ilgasının ardından lağvedilen Cebeci
Ocağı'nın yerine Cebehane Nazırlığı'nın kurulmasıyla sonuçlanan süreç için
hkz. Uzıırn;arşılı ( 1 988 c : I I : S \'d. ) ve Esad Efendi (2005 :98-99).
116 Ocaklarda kullanılan mühimmat ve silahların ocak ağaları taratindan değil,
mutemet mühimmat ağalarınca saklanması ve Üzerlerine miri damgası
vurulmasına yönelik teklifler III. Selim ve bilhassa II. Mahmud döneminde
yayınlanan nizamnamelerin vazgeçilmez maddeleri olarak göze çarpmaktadır.
Bu konuda bkz. SK (EE 3836:2la) ve B OA (TD 84: 5 1 , 65, 69) .
1 1 7 Heni.iz birkaç yıl öncesine kadar Avrupalıların dünyanın e n iyi binicileri
olarak gördükleri Osmanlı süvarileri, III. Selim devrinden itibaren eyer
takımlarını ve dolayısıyla biniş şekillerini değiştirmeye başlamıştı. Dünyanın
en iyi binicilerinin bir anda ata binmeyi yeni öğrenen acemilere dönüşmesi ise
modernizasyonun doğal sonucuydu. I I . Mahmud'un Avusturya'dan at takımı
siparişi için bkz. NA (FO 78/143 : 1 75 ) . Bu konuda ayrıca bkz. Urquhart
( 1 868:80) ve HHStA (II/98:94a).
tin ı ıs arkasında, söz konusu silahları kullanmaktaki yetersizlikleri ve yeni
silahların gerektirdiği talim ve terbiyeden uzak durmak istemeleri kadar
sosyal hayatın önemli bir parçası olan ordunun, kadim ocak mensupları­
nın anlam kazandığı ve alışkın oldukları gelenekten geri dönüşü olmayan
bir yola saptırılması da yatmaktadır.
Sosyal hayatı derinden etkileyen modern ordu düşüncesinin Os­
manlı İmparatorluğu'nda yeniden üretilmesinde III. Selim devrinde
canlandırılan Mühendishane1 19 en önemli rollerden birini oynamış­
tır. ııo III. Selim'e, Avrupa'dan mühendis getirmektense İ stanbul'da bir
mühendishane ve matbaa121 '"icad olunarak" ihtiyaç duyulan mühendis­
lerin yetiştirilmesi teklif122 edilmeden önce Osmanlı ıslahatçıları Avru­
pa'daki, bilhassa Rusya ve Avusturya'daki, akademiler konusunda yeterli
bilgiyeı23 ve özellikle 1 8 . yüzyılın ikinci yarısından itibaren hayata geçi­
rilmeye çalışılan bir projeye124 sahipti. Söz konusu projenin gerçekleşti-

l l 8 Yeniçerilerin modern silahlar karşısında aldıkları tavır ve kağıt üzerindeki


çizgilerden ve karelerden oluşan taktik organizasyonun kadim ocaklar
açısından anlamsızlığı konusunda bkz. MacFarlanc ( 1 829 c:I:58-60 ) .
1 19 Çalışmamızda Mühendishaneyle ilgili sadece teknoloji transferi hususunda
önemli görülen noktaların ve daha önce pek de vurgulanmamış tarafların altı
çizilmekle yetinilecektir. Mühendishane ve matbaası konusunda daha ayrıntılı
bilgi için okur, Prof Dr. Kemal Bcydilli'nin klasik çalışmasına müracaat
etmelidir. Beydilli ( 1995 ).
120 Mi.ihendishane-i Berri Hümayı'.m 'un III. Selim, II. Mahmud ve okulun
geliştirilmesi bağlamında onlardan hiç de geri kalmayan IV. Mustafa
döneminde kaleme alınmış nizamnameleri için bkz. Beydilli ( 1 995 :426vd . ) ve
BOA (TD 84:43-47 ve 74vd . ) .
1 2 1 Daha çok Ermenilerin istihdam edildiği Mühendishanc Matbaası'nda
Fransızca, Türkçe ve Grekçe baskı yapılabilmekteydi. Matbaanın III. Selim ve
II. Mahmud dönemlerindeki performansı ve basılan kitaplarla ilgili olarak bkz.
Beydilli ( 1997); Walsh ( 1 828 : 1 5 ) ve Pouqueville ( 1 806: 1 56).
122 Reisülküttab, Mustafa Reşid Efendi ve Ebubekir Ratib Efrndi'nin katıldığı
meşverette Mühendisha.ne'nin nereye ve ne şekilde yapılacağı, Rum taifesinden
Avmpa dillerini bilen kişilere gerekli kitapların tercüme ettirilmesi ve
yayınlanması ve son olarak "fenn-i hcsab ve hendesenin 'ameli ve 'ilmisinde ve
'inşa-i kal'a ve 'imal-i sefa'in ve fünun-ı harbiye gibi fenlerde mahir üstadların"
getirtilmesi tartışılmıştı. Bu konuda bkz. BOA ( HAT 9783/B ).
1 2 3 Arıkan ( 1996:23vd . ) ; Karakaya ( 1 996:89-90) ve Ö zcan ( 1999 : lvd. ) .
1 24 1 8 . yüzyıl başlarında kumlan Hendesehine'ni.n önce Mühendishine-i Bahr-i

148
rilınesi, hem içerideki hem de dışarıdaki düşmanlarına karşı koyabilecek
lıir orduya sahip olmak isteyen Nizam-ı Cedid ekibini hedefine biraz
d aha yaklaştıracak adımlardan biriydi. Zira topçuluk ve askeri mimari­
de/istihkamda 1 8 . yüzyıl süresince yaşanan gelişmeler, söz konusu sınıf
!ardaki uzmanlaşmayı artırmış ve bunları Avrupa aristokrasisinin hiç de
hoşlanmadığı bir şekilde sadece matematik, fizik ve kimya gibi bilimlerde
eğitim almış subaylara açık bir alan haline getirmişti . Si!ahlarm gelişimine
paralel olarak uzmanlaşmanın artmasının yanı sıra ordu niifusundaki artış
da lojistik/hesaplama ile ilgili sorunları çözebilecek, harita ve yazılı emir
kullanımıyla orduya daha etkin bir şekilde kumanda edebilecek subay­
lara duyulan ihtiyacı artırmıştı . Bu bağlamda tilimli nefer sayısı Avrupa
ordularıyla karşılaştırılamayacak kadar az olan Osmanlı ordusunda, daha
önce de belirtildiği üzere, Mühendishane-i Berr-i Hümay{ın'da yetiştiri­
len mühendisler, Nizam-ı Cedid ortalarında görev almaya başlamıştır. ı ı s
Ancak Mühendishane'nin Osmanlı ordusunun yeniden yapılandırılma­
sındaki esas işlevi topçuluk ve askeri mimarinin fenni bir zeminde ele
alınmaya başlanmasıdır. 126 III. Selim devrinden itibaren Hassa Mimarba-

Hümayı'.ı n'a sonra da Kara Mühendishanesi'ne dönüşümü ve bu dönüşümde


yabancı uzmanların oynadığı önemli rol konusunda bkz. Beydilli (2009 ve
1995 :2 lvd.); Levy ( 1982:235) Özcan ( 1999 :32). III. Selim devrinde açılan
Mühendishane-i Berri'de de İsveçli ve Fransız haritacıların, mimarların ve
mühendislerin görev yaptığı yeri gelmişken vurgulanmalıdır. Bu konuda bkz.
Shaw ( 1 965a: l82).
125 il. Mahmud döneminde de savaş zamanlarında "başbuğlara müsteşar
makamında mühendisler" verilmesi konusunda ayrıca bkz. BOA (TD 84:76) .
1 2 6 B u durum III. Selim döneminde lağımcıların, askeri mimari ve lağımcılık
olmak üzere iki sınıf halinde ders gördükleri Mühendishane'nin eğitim
programına da yansımıştır. III. Selim ve I I . Mahmud dönemleri arasında
birkaç küçük değişiklikten başka bir farkın gözlemlenmediği programa göre
okula yeni başlayan dördüncü sınıf öğrencileri okulun dördüncü hocası ve
halifesinin gözetiminde resm-i hat, imla-yı rakam, resim, hendese, hesab,
Arapça ve Fransızca derslerine katılmaktaydı. Üçüncü sınıfta ise yine üçüncü
hoca ve üçüncü halifenin gözetiminde ilm-i hesab ve hendese, coğrafya
okuyarak Arapça ve Fransızca tahsillerine devam edecek olan öğrenciler,
ikinci sınıfa geçtiklerinde belirli bir uzmanlık düzeyi gerektiren trigonometri
(müselselat), cebir, tahdid-i arazi derslerinin yanı sıra fcnn-i tevarih-i harbiye
tahsil etmeye başlayacaklardı. Fenn-i mahrutiyyat (koni kesitleri), ilm-i cerr-i

1 149
şılığına ve II. Mahmud'la birlikte Hasköy Dökümhane Nazırlığı'na127 sa­
dece Mühendishane'den yetişen mimar ve mühendislerin atanmaya baş­
lanması, kitabi bilginin beraberinde getirdiği uzmanlaşmanın Osmanlı
ordu ve devlet idaresinde yaptığı yansımalardan sadece biridir. 1 28 Ülkenin
yeni haritalarının çizilmesinin129 yanı sıra, artık sadece savunma savaşı ya­
pan imparatorluğun sınır kalelerinin ve bilhassa boğaz tahkimatlarının, 13 0

eskal (mekanik), ilmiyat-ı tCnn-i remi (hareketli cisimlerin dinamiği), lağım,


tllim-i asker ve ilm-i istihkamat birinci sınıfın programında yer alan dersler
arasında en önemlileriydi . III. Selim devrinde uygulanan ders programı için
bkz. Beydilli ( 1 99 5 :59vd . ) . Mühcndish:i.ne'nin, yabancı dil derslerine ağırlık
verildiği I I . Mahmud dönemindeki programı için aynca bkz. BOA (TD
84:74-75 ) .
1 27 Hevesli kişilerin dışarıdan derslere katılabildiği ya d a bir üst sınıfa geçen
öğrcncileıin boşalttıkları yerlere "silklerinden vazgeçerek" kayıt yaptırabildiği
Mühendishane'de, öğrenci ve hocalara, il. Mahmud devrinde rütbe verilmeye
başlanmıştır. Bu bağlamda dördüncü sınıf öğrencileri humbaracı mülazımı,
üçüncü sınıf öğrencileri humbaracıların dokuzuncu mülazımı, ikinci sınıf
öğrencileri tımarlı humbaracı ve birinci sınıf öğrencileri humbaracı halifesi
rütbeleriyle öğrenim görüyordu . Aynı dönemde okuldaki hoca ve halifelerin
( asistan) rütbeleri de yine Humbaracı Ocağı rütbeleriyle denk hale getirilerek,
tıpkı öğrenciler gibi rütbelerine istinaden maaş ve tayinat almaları sağlanmıştır.
Ancak daha da önemlisi, II. Mahmud'un Mühendishane'de yaptığı
değişikliklerle birlikte, artık "eskilik yenilik silsileleri"ne bakılmaksızın liyakati
"m'alum ve sadakat ve istikameti nezd-i 'alide meczıim" mühendishane
öğrencileri, bir üst sınıfa devam etmeksizin ya da okulu bitirip halife ya da
hoca olmayı beklemeksizin, belirli sınavları verdikten sonra, kapıcıbaşılık
rütbesiyle devlet hizmetinde istihdam edilmeye haşlanmaktaydı. Bu konuda
bkz. TSMA (E 1 1 1 6/2 ) ve BOA (TD 84:74 vd. ) .
128 1 790'lı yılların başlarında Babıali, çağdaş askeri mimariye mütekabil kale ve
tahkimat inşa edebilecek mühendis bulmakta büyük sıkıntı çekiyordu. Bu
konuda bkz. BOA ( HAT 8 1 8 3 ) .
1 29 Mühendishane'de, Toulonlu mühendis Ricard'ın öğrencilere harita çizimini ve
çizimleri baskı için bakır üzerine yontmayı öğretmesi ve haritacılık konusunda
yapılan diğer çalışmalar için bkz. Hobhouse ( 1 8 1 3 : 1 022) ve Pouqueville
( 1 806: 1 56). I I . Mahmud döneminde Mühendishine'de haritacılıkla ilgili
yapılan çalışmalar için ayrıca bkz. BOA (TD 84:76 )
Karadeniz'deki Rus etkinliğinin artışına paralel olarak büyük bir önem
.

130
kazanan ve Küçük Kaynarca Antlaşması sonrası özel bir ilgi gösterilen Boğaz
tahkimatları, Mısır Harbi'ne kadar Fransız uzmanlar tarafından yenilenmiştir.
II. Mahmud'un tahta çıkmasının ardından daha çok yerli uzmanlar tara­
fından yenilenmeye çalışılması, mühendislerin ordudaki yeniden yapılan­
maya yaptıkları somut katkılar olarak değerlendirilmelidir. Ancak çok az
sayıdaki mühendisin 131 yaptığı bu katkının, Osmanld mparatorluğu'nun
mali, siyasi ve teknolojik imkanlarıyla sınırlı olduğu unutulmamalıdır. 132

Ancak Jakoben ve mutlakıyet taraftan uzmanların bir arada istihdam


edilmiş olması sebebiyle bir uzmanın yaptığı tahkimatlar diğeri tarafından
beğenilmeyerek bozuluyor ve sonuçta Boğaz kalelerinde gerekli düzenlemeler
yapılamıyordu. Napoleon'un Mısır'a saldırısı ve Akdeniz'de üstünlük
kurmaya başlamasıyla önemi bir kat daha artan Boğazlar'da, bu sefer İngiliz
mühendisler istihdam edilmeye başlanmıştır. Küçük Kaynarca Antlaşması
sonrasında Boğaz kalelerinde yapılan çalışmalar için bkz. Uzunçarşılı ( l 980b)
Boğaz tahkimatları zemininde Fransız mühendisler arasında yaşanan çatışma
konuda bkz. BOA (HAT 10374) 1807 Şubatında gerçekleşen İngiliz saldırısı
sırasında Mühendishane'den yetişen Osmanlı mühendislerinin, General
Scbastiani öncülüğünde hazırladıkları harekat planı, topların konumlarını ve
menzillerini gösteren kroki ve çizimleri için bkz. BOA (HAT l 773) ve TSMA
( E 8290). I I . Mahmud zamanında Osmanlı mühendisleri tarafindan boğaz
kalelerinin tamiri ve top kundaklarının yenilenmesi konusunda aynca bkz.
BOA (HAT 29266).
131 1 828'dc başlayan Rus Harbi'ndc, Osmanlı ordusunda, Mekteb-i Bahriye'den
yetişmiş kaptan ve Mühcndishane'den mezun olmuş mühendisler hala birer
istisnaydı. Bu konuda bkz. Mahmud Cevat ( 2001 :6 ).
1 32 III. Selim döneminden itibaren, tehdidin en yoğun hissedildiği
imparatorluğun batı sınırlarındaki kaleler yenilenmeye başlanmıştır. Bu
bağlamda yabancı ve az sayıdaki yerli mühendis, daha çok bina emini olarak
atanan k{ıtiplerin gözeti minde çalışmaktadır. Kalelerde mevcut to p l a rı n kundak
ve tekerleklerinin yenilenmesi ise :!.yanlara havale edilmiştir. II. Mahmud
döneminde, Tuna boyunda "mazarratlı mahallerde" bulunan kalelerin daha
stratejik noktalara taşınması gündeme gelmiş ve yeni palankalann inşasına hız
verilmiştir. Söz konusu inşa faaliyetinin başında bölge valilerinin gözetiminde
çalışan Osmanlı mühendisleri bulunuyordu. Rus tehdidinin Karadeniz'e
kayması ve doğu sınırlarında İran'ın yükselişiyle birlikte, yetiştirdiği
mühendisler aracılığıyla doğu Karadeniz'e açılan limanlardaki kaleleri de
yenilemeye başlayan II. Mahmud'un inşa faaliyeti, mali kriz sebebiyle zaman
içerisinde durma noktasına gelmiştir. Nitekim sadece Tuna boyundaki
kalelerin tamiri için belirlenen keşif bedeli bir milyon kunışun üzerindedir.
Kaldı ki inşaatın, keşif bedelinde tespit edilen miktarın üzerinde bir maliyetle
tamamlanacağından kimse şüphe duymuyordu. Bunun yanı sıra Bükreş
Dökümhanede ve topçu sınıfında gerçekleştirilen ıslahatlarda da yerli
ve yabancı mühendisler önemli bir rol üstlenmiştir. Bu süreçte III . Se­
lim, Osmanlı ordusunun 1808 sonrasında ayakta kalabilen tek nizamlı
sınıfı olarak tasvir edilen topçulara ve dökümhaneye özel bir ilgi göste­
rerek, tebdilen sık sık teftişe gidiyor ve üretilen silahları bizzat kendisi
deniyordu. ı 33 Ancak saltanatı sırasında kaleme alınan nizamnamelere,
Avrupa'dan ithal edilen uzmanlara, inşa edilen modern makinelere ve
tercüme edilen kitaplara rağmen III. Selim, Hasköy Tophanesi'nin du­
rumunu ve İ stanbul'da istihdam edilen yabancı uzmanların çalışmaları­
nı kaleme aldığı bir hatt-ı hümaylında şu şekilde tasvir etmektedir:

" . . . dün Hasköy Karhanesi'ne vardım iki miskin çukadardan gayrı kimes­
ne yok ma'hud frenk dahi lisan bilmez ve ne yapacağını bilmez üzerinde
bir kimesne yok ve meydanda paralanmış toplar yatıyor bu nasıl dikkat
ve sadakat ve nezaretdir böyle devlet maslahatı mı olur bir gidişde dahi
karhanenin içini Tophane karha.nesi gibi göreyim yohsa kimesne cevaba
kadir olamaz fakir frenk tercümanı yok ve üzerinde bir kimesne yok rcnc­
berlik idiyor bu hakaretle sa'irleri nasıl celb olunur. . . " ı 34

1 9 . yüzyılın hemen başında patlayan isyanlarla ve savaşlarla birlikte


daha çok katiplerin kişisel becerisiyle ve ordunun sadece belirli sınıfla­
rıyla sınırlı kalan teknoloji transferi, Saray ve Babıali iktidarının sarsıldığı
I I . Mahmud saltanatının başında tamamen durma noktasına gelmiştir.

Antlaşması sonrasında yıkılan kalelerin yenilenmesini düşmanca bir hareket


olarak algılayan Rusya, I I . Mahmud'u siyasi açıdan sıkıştırmaktaydı. I I I . Selim
ve I I . Mahmud dönemlerindeki kale inşa faaliyeti ve kalelerdeki topların
yenilenmesiyle ilgili olarak bkz. BOA (CAS 8616, 46060); (HAT 29074,
29075, 29249, 29270) ve Vasıf Efendi (İÜKTB TY 598 1 : 10b vd. ) . Rusya'ııın
bilhassa Bükreş Antlaşması sonrasında, kale tamiri konusunda Babıali üzerinde
kurduğu baskı için bkz. BOA ( HAT 445 30 ve 44532/A). Yapılan tamir ve
yenilemelere rağmen, 1 822 Haziranında doğu sınırlarındaki serhat kalelerinin
harab durumu konusunda bkz. BOA ( HAT 37367/F) . III. Selim döneminde
kale tamirinde yapılan yolsuzluklar ve yapılmayan yenilemelerin, yapılmış gibi
gösterilmesi konusunda ayrıca bkz. Oliver ( 1 977: 1 8 ) .
1 3 3 Arıkan ( 1993 : 1 16, 1 1 8, 1 72 ve pek çok yerde).
1 34 BOA (HAT 1 3399) ve Karal ( 1 98 8 :62). "Top ve dane dökümüne nizam
verilmiş olmasına rağmen semeresinin" görülmemiş olmasına dair, 1 1 1 .
Selim'in bir diğer hatt-ı hümayılnu için ayrıca bkz. BOA ( HAT 1 766).
Ancak II. Mahmud'un tahta oturmasından sonra Babıali'nin öğrenim
amacıyla Avnıpa'ya kendi uzmanlarını göndermeye başlaması, teknoloji
transferinde yeni bir iletişim kanalı açacaktır. 135 I I . Mahmud devrinde,
askeri açıdan artık başa çıkılamayan Rusya'ya karşı savaşan, diğer Müs­
lüman hükümdarların ordularını tahkim etmek için uzman ihraç etme­
ye de başlayacak olan Osmanlılar, doğu komşularının yaptığı teknoloji
transferinde aracı rolü üstlenmiştir. 136 Ancak hiç şüphesiz yeniçerilerin
ilgası yabancı uzman ve teknoloji transferinde yeni ve kültürel açıdan çok
daha yoğun bir dönemi başlatmıştır.

135 1 820 yılında Arakel Dadyan'ın oğlu Ohannes Dadyan ve torunu Arakel
Dadyan'ın İngiltere'yc, İngiliz perdahtı barut yapımını öğrenmeleri için
gönderilmesi konusunda bkz. Gölen (2006:240).
136 1 8 1 2'de Rusya ile çatışma halinde olan Kafkas hanlarına İstanbul'dan
gönderilen top ve döküm ustaları konusunda bkz. Sadık (2005 : 178) Bunun
yanı sıra 1 8 1 0 yılında Arakcl Dadyan, İran Şah'ı tarafindan istihdam edilmek
istenmişse de il. Mahmud, barutçubaşını İran'a kaptırmamıştır. Ancak aynı
dönemde İranlı banıt ustalarının İstanbul'a gelmelerine izin verilerek İngiliz
perdahtı barut yapımı konusunda bilgi almaları sağlanmıştır. Bu konuda bkz.
Çetin (200 1 : 1 29 ) . Osmanlı Devleti'nin, komşularının ve diğer Müslüman
devletlerin yaptığı teknoloji transferi konusunda oynadığı rol konusunda genel
olarak bkz. Agoston (2006:250-253).
OSMANLI ORDUSUNUN
SAVAŞLA İMTİHANI

:Kitleleri harekete geçiren ideolojik boyutunun renk değiştirmesiyle, tıp­


kı devletler gibi dünyevileşen savaş, 1 1 7 . yüzyılda fizik, kimya, matematik
gibi bilimlerin de yardımıyla zaman ve mekanın rasyonel/akılcı kullanı­
mı anlamına gelmeye başlamıştı. Avrupa'nın dört bir yanında kurulmaya
başlanan harp akademilerinde mühendislerin yetiştirilmeye başlanması,
bilimsel devrimin ve bunun sonucunda oluşan teknolojik patlamanın2
askeri alandaki izdüşümüydü. Bu bağlamda orduların, rasyonel düşün-

1 1 8 . yüzyıl sonlarından itibaren Avusturya' da, Osmanlıların "kafirler" şeklinde


değil, devlet çıkarlarının gerçekleştirilmesini engelleyen düşmanlar olarak takdim
edilmeye başlanması dikkat çekici bir ayrıntıdır. Ancak Osmanlılar modern
savaşın ideolojik cephesiyle Napolcon'un Mısır işgali sırasında karşılaşmıştır.
Avrupa'da özgürlük, eşitlik, kardeşlik gibi dünyevi temalar zemininde şekillenen
Fransız propagandası, Mısır işgali sırasında İslami argümanları ön plana
çıkartan bir seyir takip etti. Buna mukabil Osmanlıların Mısır'da yaymladıkları
karşı bildiride halifeliğin altı çizilmekte, din kardeşliğine vurgu yapılmakta ve
Müslümanlar cihada davet edilmekteydi. Tehdit altıııda bulunan Akdeniz adaları
ve Mora'da ise Osmanlılar, Fransız propagandasına karşı Patrikhane taratindan
kaleme alınan bir nasihatnameyi, müttefik Rusya ile birlikte dağıtıyordu. Zira
scıvaş, 1 8 . yüzyıl Avnıpası'nda, modern öncesi devre lükim olan kahramanlık,
cesaret gibi duygulardan arındırılarak, vatan, devlet, özgürlük gibi kavramlarm
hakim olduğu bilimsel zeminde ele alınmaya başlanıyor ve insanların toplu
halde soğukkanlılıkla öldürüldükleri bir mesleğe dönüşüyordu . Buna paralel
olarak Osmanlı İmparatorluğu'nda bir taraftan neferi seferber eden duyguların
ve ganimetin ağırlığı azalırken, İslami kavramlara vurgu artmakta, diğer
taraftan da Babıali Fransa'nın Mısır işgalini Avrupa kamuoyuna, uluslararası
hukuku hiçe sayan bir hareket olarak takdim etmeye çalışmaktaydı. Bu konuda
bkz. TSMA (E 9036/ 1 -2 ve E 1 2095 ); (2004: 149); Öner ( 1999:457-459);
Roider ( 1 982: 1 54-1 56) ve Beydilli ( 1 987:435 ) . 1 806'da başlayan Rus savaşı
için Babıfili'nin yayınladığı bildiride de daha öncekilere benzer bir İslami ton
kendisini hissettirmektedir. İÜKTB (TY 6975 :2la-b).
2 Kuhn (2003 : 1 68 vd. ) .

1 54
cenin ışığında yetiştirilen subaylara ve mühendislere emanet edilmesi, bir
taraftan orduların ateş gücünü artırırken, diğer taraftan savaşı, krallar ara­
sındaki bir müsabaka olmaktan çıkararak tahmin edilebilir, rasyonel bir
durum haline getirdi. Barışın, kısa süre sonra başlayacak olan muhtemel
savaşa hazırlanılan bir ara dönem olarak algılanması ise sadece savaşın
daimileşmesini değil, aynı zamanda yeni bir devlet modelinin oluşumu­
nu da haber vermekteydi. Nitekim daimi ve merkezi orduların kurulma­
sı, kışladaki neferlere sürekli talim yaptırılmaya başlanması, mühendisler
aracılığı ile muhtemel savaş senaryolarına dair planlar yapılarak lojistik
hesaplamalara girişilmesi, hatta gelecekte çıkması muhtemel savaşlarda
kullanılmak üzere yiyecek ve mühimmat dcpolanması,3 ordu finansmanı
için gereken gelirlerin dolaylı değil, doğrudan vergiler aracılığı ile top­
lanmaya başlanması4 ve tıpkı neterler gibi merkezi ve her zaman göreve
hazır ve nazır bürokrasinin oluşumu 1 8 . yüzyıl Avrupasına damgasını
vuran gelişmeler arasındadır.
Yeni savaş yapma biçimi ve bununla bağlantılı olarak gelişen dev­
let organizasyonu 1 8 . yüzyıl başlarından beri, birbirinden oldukça uzak
mekanlarda ve aynı anda savunma savaşı vermeye başlayan Osmanlılara
oldukça yabancıydı . Eskisi gibi savaşın zamanını ve mekanını seçemeyen
Babıali'nin elinde daimi olarak savaşa hazır bir ordunun bulunmaması,
varolan ordunun ise gittikçe artan oranda paralı askerlere dayanması, se-

3 İlk defa fransa'da Le Tellier ve oğlu Louvois'nın kurmaya başladığı zahire


anbarları, herhangi bir savaş ihtimaline karşı daima dolu tutulmaktaydı.
Barış zamanında, bilhassa zahire üretiminin düştüğü dönemlerde, piyasayı
kontrol etmek amacıyla da kullanılan zahire depoları aracılığıyla devlet, fiyat
artışlarına müdahale ederek bir taraftan para kazanırken, diğer taraftan da kriz
dönemlerinde çıkabilecek isyanların önüne geçmeye çalışmaktaydı. Osmanlı
İmparatorluğu özelinde bu tür zahire depolarının inşa edilmeye başlanması
Küçük Kaynarca Antlaşması'nı takiben Halil Hamid Paşa'nın sadaretine
tesadüf eder. Zahire Nezareti'nin ihdasıyla birlikte zahire anbarlarının yapımı
hız kazanmış ve sefer lojistiğinin yanı sıra zahire piyasalarının kontrolü için
de bir enstrüman olarak kullanılmaya başlanmıştır. Nizam-ı Cedld sonrasında
Alemdar Mustafa Paşa'nın da lojistik açısından büyük bir öneme sahip olan
Tuna boyunda zahire anbarları inşa ettirmesi bu bağlamda dikkat çekicidir.
Bu konuda bkz. Crevcld ( 1977:20-23); Çağman (2010:75); Kalost Arapyan
( 1 943:5) ve Yeşil (2004: 1 1 7- 1 1 8 ) .
4 Kwass ( 1 998).
fer mevsiminin Avrupa'nın daimi orduları ile karşılaştırıldığında kısalığı5
ya da lojistik imkanların darlığı, savaşları Osmanlılar açısından içinden
çıkılmaz birer muamma haline getirmekteydi. 1 6 . yüzyılda, padişah tara­
fından sefer/saldırı kararının alınmasını takiben, neferlerin cepheye sevk
edilmeye başlanması, tahmini nefer sayıları üzerinden yapılan hesaplama­
larla menzillerdeki zahire depolarının doldurulması, savaşın kaotik belir­
sizliğini Osmanlılar açısından nispeten ortadan kaldırıyordu.6 Ancak hiç
beklenmedik zamanlarda, ülkenin uzak bir köşesinin saldırıya uğraması,
Osmanlı ordusunun varolan durumuyla başa çıkabileceğinden çok daha
büyük bir sorunu gündeme getirmekteydi .7 Neferlerin, imparatorluğun
bir ucundan diğerine olabildiğince hızlı nakledilmesi ve ordu iaşesinin
ve ibadesinin sağlanması, için gereken malzemenin ve zahirenin tedarik
edilebildiği ölçüde8 neferlerle birlikte aynı bölgeye intikali, nakliye ola­
nakları oldukça kısıtlı bir devlet açısından en temel problemlere işaret
etmektedir. Avrupa devletlerindeki gibi ihtiyati bir savaş hazinesinin bu­
lunmaması ise paralı askerlerin belkemiğini oluşturduğu Osmanlı ordusu
için bir diğer önemli sorundur. Ücretlerini zamanında alamayan para­
lı askerlerin isyanlarına, düşmandan ziyade açlıkla savaşan gönüllülerin

5 Sadece belirli bir dönem için kiralanan netcrlerin yanı sıra hala kadimdeki sefer
mevsimi dahilinde savaşanıak isteyen ocaklar, Osmanlı ordusunun bilhassa
kışın büyük sorunlar yaşamasına sebep oluyordu. Düşmanlar "eyyam-ı şiti
duhulünde hududu hali bularak" yazın kaybettikleri bölgeleri yeniden kazanıyor
ya da hakimiyet alanlarını genişletiyordu . Bu konuda örnek olarak bkz. S K
( EE 3836 : 1 8b); Çınar ( 1 999 : 1 79); Georg Oğlukyan ( 1 972:52 - 5 3 ) ve Erol
(20 1 3 : 1 2 2 ) .
6 Örneğin 29 Nisan 1 566'da, İstanbul'dan hareket edecek olan Osmanlı ordusu
için yol üzerindeki bölgelerde gereken hazırlıkların yapılması için ilk ferman 1 5
Kasım 1 565 'de yollanmıştı. B u konuda bkz. Kaldy-Nagy ( 1977: 1 74 vd. ) .
7 Örneğin 1 787 Ağustos ortalarında, Rusya saldırısı üzerine yapılan savaş ilanını
takiben, Küçükçekmece'den Edirne'ye ve Edirne'den Babad.ağı'na kadar olan
tüm menzillerin ordu için hazırlandığını bildiren ilamlar ancak 12 Kasım 1 787
tarihinde İstanbul'a ulaşmıştır. Bu konuda bkz. BOA (C Dahiliye 1 6482).
8 1 8 . yüzyıl süresince, barı sınırlarında yapılan savaşların aynı zamanda
imparatorluğun zahire üretiminin en yoğun bölgelerini etkilemesi ve yüzyılın
sonlarında Rusya'nın, Osmanlı İınparatorluğu'nun "zahire yatakları"nı işgal
etmesi, Babıali'nin seter lojistiği konusunda sıkıntı çekmesine sebep olmuştur.
Bu konuda iyi bir örnek olması açısından bkz. Şanizade (2008:436-437).
firarlarının eşlik ettiği Osmanlı ordusu, mevsıme bakmaksızın savaşan
Avrupa ordularının aksine halen yaz ve kış için farklı neferler istihdam
etmek ya da istihdam ettiği neferlerin görev süresini uzatmak durumun­
daydı . Bu bağlamda her geçen gün savaşların kaotik belirsizliğini tahmin
edilebilir kılan önlemler alan Avrupa ordularının aksine, ordunun güçten
düşmesi anlamına gelen mali imkansızlıkların veya iaşe sıkıntısının baş­
göstermesi ya da cephedeki asker yoğunluğunun kontrol edilememesi,
savaşları Osmanlılar açısından belirsizleştiren faktörler arasındadır.
Bu belirsizlik içerisinde savaş/saldırıya karşı Osmanlıların verdikleri
ilk tepki ülkenin dört bir yanına "Mem3.lik-i Mahn1se'nin cümlesinde
merasim-i teyakkuz ve intibaha ri'ayetin farz- ı 'ayn" olduğuna dair fer­
manların gönderilmesidir.9 Fermanlar aracılığı ile saldırıya maruz kalan
bölgenin korunmasına yönelik alınan tedbirleri, 1 0 serasker atamaları 1 1 ve
bölgeyi tanıyan vezirlerin cepheye yakın eyaletlere vali olarak atanma­
sı izlemekteydi. 1 2 Valilere ve alaybeylerine bayraklarını küşat etmeleri

9 Fransa'nııı Mısır saldırısı üzerine yapılan genel cihad çağrısı ve hazırlıklar


konusunda bkz. BOA (CAS 986) ve Erkutun (2009:90-94 ) .
1 0 Örneğin Akdeniz tarafindan gelen Fransız saldırısı üzerine Mora, adalar ve
Cezayir ocaklarına yazılan fermanlarda bölge ahalisi "kendü sefinelcrini techiz
birle korsanlık etmeğe me'mur" edilirken Fransız gemilerini "bi'l-muharebe ahz
ile keyfiyeti Südde-i Aıiyye'ye ihbar eylediklerinde taraf-ı Devlet-i Aliyye'den
kcndülere ikram olunacağı" bildiriliyordu. Öyle ki tebaayı düşman üzerine sevk
etmenin bir yolu olarak ganimeti ön plana çıkartan Babıali, düşman "sefa'ini
derunlarıııda bulunan soltatlar ve tob ve tüfenk ve barut ve sa'ir edcvat-ı
harbiyyeyc dair olan şeyler Devlet-i Aliyyemin ve ma'ada sefine, emval ve eşya ve
nüklıd her ne bulunur ise kcndülerin" olacağını korsanl:tra/biilgc ahalisine sarih
bir şekilde anlatılmasını istemekteydi. Ahalinin mobilizasyomı için kullaııılan
bir diğer argüman da hiç şüphesiz dinin ön plana çıkarılmasıdır. Müslümanlar
bir tarafa korsanlık yapmakla görevlendirilen Hıristiyanlar için yazılan emirlerde
rransızların '"ale'l-hus(ıs Rum milleti hakkında gariz ve fi:sadiyeti beyandan
müstağni ve taraf taraf papaslarını kati ve kilisalarıııı hedm misüllü halata ibtidar
eyledikleri" özellikle belirtilmiştir. Sirozlu İsmail Bey'in Mora'yı korumakla
görevlendirildiği söz konusu fermanlar için bkz. BOA ( CAS 986).
1 1 Cezzar Paşa'nın seraskerliğe atanması konusunda bkz. TSMA ( E 1274 ) .
1 2 Suriye v e Kuzey Irak vilayetlerini v e bölgedeki aşiretleri gayet iyi taıııyan,
Boğdan'da görevli Behram Paşa'nın, Fransız saldırısı üzerine Rakka'ya atanması
ve Azmzade Hacı Abdullah'a Mısır Eyaleti'nin tevcih edilmesi konusunda
bkz. BOA ( HAT 37083 ) ve Erkutun (2009:9 3 ) . l 82 l 'de başlayan İran harbi

/ ıs7
için ve "tahrir-i askere kadir 'ayanana" asker sevkiyatına başlamaları için
yazılan fermanlar ve Yeniçeri Ocağı'nın taşradaki üyeleri olan dalkılıç,
alemdar ve ocak ağalarına, ocak tarafından gönderilen ağa mektupları ve
nihayet sipah, silahdar, cebeci, topçu ve toparabacı neferatları ile "sahi b-i
csame olanların vil:iyetlerinden ihraçları"na dair gönderilen emr-i atiler
savaş hazırlıklarının bürokratik vcchesini oluşturuyordu. Bu bağlamda
hangi kazadan kaç adet nefir-i amm13 ve hangi şehirlerden kaçar adet
yeniçeri14 ya da hangi sancaktan ne kadar tımarlı sipahinin15 cepheye sevk
edileceğine, söz konusu neterlerin kimlerin başbuğuluğu 1 6 ile cepheye

sırasında Trabzon bölgesini yakından tanıyan Hafız Ali Paşa'nın Trabzon


valiliği kendisine tevcih edildiği takdirde Şark Seraskerliği'ne 1 0.000 nefer
gönderebileceğine dair yaptığı teklif için ayrıca bkz. BOA (HAT 373 1 0 ) .
Valilerin tayinlerinin yanı sıra sekban liderlerinin istihdamında d a cepheye yakın
bölgeleri tanımaları önemli bir tercih sebebiydi. Bu konuda bkz. TSMA ( D
4082 :4b).
13 Tımarlı ordusunun çöktüğü ve finansman sorunları sebebiyle aylıklı asker
istihdamında problem yaşandığı bir dönemde, nefir-i anım istanbul'un yeni
gözdesiydi. Savaş sırasında, eli silah tutanların, kadı ve imamların yardımıyla
cepheye sürülmesi olarak tanımlanabilecek nefir-i anım uygulamasında, sık sık
şikayet edildiği üzere neferler yolda perakende olmakta ya da ilk çatışmada
firar etmekteydi. Bu bağlamda nefir-i aınm toplanırken her ne kadar serdar
ve alaybeyi bayraklarının yanı sıra gönüllü sancakları açılıyor olsa da neferlerin
cepheye pek de gönüllü gitmedikleri söylenebilir. Sefer sırasında serdar
bayraklarının yanı sıra ncfir-i amm toplamak iizere "gönüllü" bayraklarının
da açılması konusunda bkz. BOA (CAS 4282 5 ) . Bu konuda ayrıca bkz. KA
(Kriegswissenschafi:liche Mcmoires 1 8/92 1 825) ve Eton ( 1 799:68 ) .
14 Örneğin 1 806'da başlayan Osmanl ı - Rus Harbi sırasında Anadolu'dm, beşer
akçe terakki ile cepheye sevkedilen 2 .000 netcr Dergah-ı Ali Sipahi ve Silahdar
ocakları neteratı için bkz. Şanizade (2008 : 3 1 5 ) .
15 Anadolu züema v e crbab-ı tımarının İran Harbi sırasında n e şekilde Şark
cephesine gideceği ve hangi sancak tımarlısının kimin komutası altında
savaşacağına dair yapılan planlama konusunda bkz. BOA (HAT 37387, 37387/
A-B). Ancak söz konusu dönemde gerçek anlamda bir tımarlı ordusundan
bahsetmek pek de mümkün gözükmemektedir. Örneğin oldukça erken bir tarih
olan 1 7 1 5 senesinde yapılan yoklamada bile, 1 6 1 6 tarihinde yapılan bir önceki
yoklamada tespit edilen Erzurum tımarlılarının ancak %40'ına rastlanabilmiştir.
Bu konuda bkz. Olson ( 1 977: 187).
16 Her ne kadar valiler/başbuğlar orduya katılmak üzere Bibıili tarafından
görevlendirilse de idare bölgelerinde yaşayan ahalinin, valilerin seferden aff'ı için
gideceklerine ve cephede kimin komutası altında savaşacaklarına ı 7 da
İstanbul'da karar verilmekteydi. 18 Fakat B:lbıali'nin istediği sayıda nefer,
ele alınan dönemde neredeyse hiçbir zaman cepheye sevk edilemeye­
cek, sevk edilenler ise seraskerler ve vezirazamlar tarafından "firardan
ve itlaf-ı zeha'irden gayrı bir hidmet ve sebatları runüma olmayan, çü­
rük çarık adamlar"19 olarak nitelenecekti. Nitekim ulaşım konusunda
yaşanan sorunlar, ülkeyi kasıp kavuran salgın hastalıklar20 ya da aleyhte
yapılan propagandalar21 bir tarafa, sürücüler yeterli sayıda ve beklenen
kalitede nefer toplayamıyordu . Bu bağlamda asker sayısını artırmak ve
kalitesini yükseltmek için III. Selim'in aldığı önlem, İ stanbul'da karar­
laştırılan nefer sayılarını bildirmek üzere kasabalara giden mübaşirlerin,
emr-i alileri okuduktan sonra başkente geri dönmek yerine, talep edilen

arzuhal yazmaları olağan bir durumdu. Örneğin 1806'da başlayan Osınanlı­


Rus Harbi sırasında savaşın yıkıcı etkisinden çekinen Kocaeli ahalisi bölgede
asayişi temin ederek eşkıya tecavüzünü önleyen Kocaeli valisi Ahmed Paşa'nın
"sekene-i memlekete merhameten" seferden affedilmesini talep etmekteydi. Bu
konuda bkz. BOA (C Dahiliye 1 2 9 1 7 ) .
17 Cepheye sevk edilen neferlerin kimin komutasında savaşacakları konusunda
karışıklıklar da çıkmaktaydı. Rumeli'den asker sevk eden Kethüda Süleyman
Efendi ve Dağdevirenzadelerin cepheye gönderdikleri neferlerin kimin
tarafından istihdam edileceğine ya da nerede görev alacaklarına önceden karar
verilmemiş olması sebebiyle çıkan karışıklık için bkz. BOA ( HAT 1 6627).
18 Kazalara gönderilen fermanlarda kazadan kaç adet yeniçeri istendiği, alaybeyi \'e
serdengeçti bayraklarının her birinin kaçar neferden müteşekkil olacağı yazılıydı.
Masraflarının bölge ahalisi tarafından karşılanacak olan söz konusu neferleri,
tıpkı sekban hedeliycleri ya da diğer savaş vergilerinde gözlemlendiği üzere,
kazanın, köy ve mahallelerine tevzi etme görevi kadıya aitti. Bu konuda iyi bir
örnek teşkil etmesi açısından bkz. Gökınen (2007 : 1 74 ve 1 76-177).
19 Anadolu ayanından orduya 50.000 nefer sevk etmesinin istendiği bu belge
için bkz. BOA ( CAS 20737 ). Bu belgenin çevirimyazısı için ayrıca bkz. Cezar
( 1965 :468vd . ) .
20 Veba salgını sebebiyle Mısır Harbi'ne asker gönderemeyen Abdi Paşa ve Ergani
bölgesinin durumu için bkz. BOA ( CAS 53969) .
21 Sırp İsyanı sırasında reayanın aleyhteki propagandasının ötesinde isyanı takip
eden Osmanlı-Rus Harbi sırasında İsmail Muhafızı Kasım Paşa bölgedeki
müftünün "zuhılr iden küffar yüz, bizler bir, muhasamat ca'iz değildir" diyerek
ahalinin kulaklarını doldurduğundan şikayet etmekteydi. Bu konuda bkz. BOA
(HAT 3405 3 ) ve Belgradi Raşid ( 129 1 :29 ) .
sayıda askerin toplanmasına ve vaktinde sevk edilmesine nezaret etme­
lerini sağlamaktı. Mübaşirlere verilen bu yeni görevin yanı sıra cepheye
gidecek kapıcıbaşılar arasından seçilen nazırlar da söz konusu mübaşirleri
denetleyecekti.22 Fakat alınan tüm önlemlere rağmen sürücülerle ilgili
şikayetler devam etmekte23 ve ahalinin seferber edilmesinde karşılaşılan
sıkıntılar gün geçtikçe büyümekteydi. Zira seferin kış mevsimine sarktığı
durumlarda Babıali, bilhassa IV. Mustafa devrinden itibaren, kış askeri
bulmakta oldukça zorlanmaya başlayacaktı.24 Orduda istihdam edilebile­
cek asker bulmakta büyük bir sıkıntının yaşandığı I I . Mahmud devrinde
ise nefer sevkiyatında, artık pek de bir işe yaramayan sancaklarda gö­
revli alaybeylerden/tımar ya da zeamet mutassarrıtlarından ziyade kaza
ayanlarına ağırlık verilmeye başlanmıştır.25 Ancak alınan bütün önlemlere

22 1 800 Kasımında alınan bu karar için bkz. BOA (CAS 23412).


2 3 Örneğin Mısır Harbi sırasında Anadolu valisi komutasına gönderilen neferler,
belirlenenden çok daha az sayıdaydı. İstanbul açısından bu durumun sorumlusu
ise asker sürücüsünden başkası değildi. Neferlerin cepheye ulaştırılmasında
İd.d-ı Ced1d Hazinesi defterdarının en önemli rolü oynadığı söz konusu
sevkiyatla ilgili bkz. TSMA (E 9070).
24 iV. Mustafa devrinde devam etmekte olan Rus Harbi'nde, çaresizce cepheye
sevk edilecek kış askeri arayan Babıali tarafından yazılan isticfil fermanlarına
karşılık '"asakir-i mürettebeden bir neferi vürlıd cyleınediğinden ma'ada
'atvlarını mutazammın kaz'alar canibinden 'ilamlar tevarüd eyliyordu". iV.
Mustafa'nın bu durum karşısında tüm yapabildiği, af için ilam gönderen kadıları
azlederek, sürgüne yollamaka. Bu konuda bkz. BOA (HAT 52993).
25 Merkezin tamamıyla atomize olduğu iV. Mustafa saltanatı ve il. Mahmud
devrinin başlarında ayanların sağladığı neferler Osmanlı ordusunun
omurgasını oluşturmaktadır. Tımarlı ordusunun iflas ettiği bir çağda, taşradaki
yeniçerilerden de istenen sayıda nefer orduya sevk cdilememekteydi, sevk
edilenler ise terakkilerini aldıktan sonra firar etmekteydi. Oysa ki aynı dönemde
Rumeli ayanlarına nazaran çok daha zayıf görünen Anadolu ayanından bir anda
27.450 nefer asker talep edilebilmekteydi. Ancak adları bugün herkes tarafından
bilinen, Tepedelenli Ali Paşa ya da Alemdar Mustafa Paşa gibi büyük ayanların
aksine, kaza ayanlarının askeri güçleri genellikle yüz ila beş yüz kişi arasında
değişmekteydi. Bu bağlamda hükmettikleri kazaların büyüklüklerine göre
asker talep edilen ayanlar arasında en fazla neferi "vezir kazaları"na sahip olan
ayanlar gönderiyordu. Ancak asker sevkiyatında sancak beylerinden ziyade kaza
ayanlannın tercih edilmeye başlanması sorunun halledilmesine büyük bir katkı
yapmamıştır. Zira kaza ayanları da çeşitli bahanelerle bizzat cepheye gitmeyi
rağmen zaman ilerledikçe Babıali, kış askeri bir tarafa, olağan sefer mev­
siminde dahi düşmana mukabele edebilecek nefer bulamayacak duruma
düşmüştür. Nitekim 24 Haziran 1 8 1 0 tarihinde Fatih Camii'nde topla­
nan meşverette I I . Mahmud'un bizzat savaşa katılma kararını almasının
ardında, 1 8 06'da başlayan Osmanlı-Rus Harbi'nin uzaması ve zaman
ilerledikçe cepheye sevk edilecek nefer bulunamaması yatmaktadır.26 Ha­
lifenin ideolojik bir figür olarak, Ehl-i İ slam'ın seferber edilmesinde bir
araç olarak daha sık kullanıldığı il. Mahmud saltanatında, birbirinden
uzak cephelerde aynı anda yapılan savaşlar, asker devşirilmesini zorlaştı­
ran bir başka önemli faktör olarak ortaya çıkmaktadır. Zira Osmanlı or­
dusu artık cepheye varmadan firar eden nefir-i amm askerlerinin27 yerine,
aylıklı sekban dahi bulamaz duruma gelmiştir.28

reddediyor ve göndermıderi beklenen nefer sayısından çok azını cepheye sevk


ediyordu. Örneğin Mart 1 8 1 6'da kendisinden istenen üç yüz neferden sadece
altmışını, başkasının başbuğluğu altında Belgrad'a sevk eden Zihne ayanı
Abdülfettah Bey için bkz. BOA ( CAS 29084) En büyüğünün 4.750 nefer
besleyebildiği Rumeli'nin kaza ayanlarının askeri gücü konusunda bkz. TSMA
( D 1 0630) Bu konuda ayrıca bkz. Şanizade (2008 : 3 1 5 vd. ) .
2 6 "Semt-i gazaya hareketi muhakak olan" halife II. Mahmud, imparatorluk
ahalisinden, "hal ve metanet Ye iktidarlarına göre" malen ve bedenen orduya
yardımda bulunmasını istemekteydi. Bu bağlamda kadimde ordunun nefere
sıkıştığı durumlarda "doyumluk" arayanlara ya da tımar tasarruf ederek askeri
statüye geçmek isteyenlere yapılan çağrılar, yerini dini bir vecibe olarak İslama
(İstam'a) ve temsilcisi halifeye karşılıksız hizmete bırakmıştı. Nitekim bu
konuda yazılan frrmanlarda ısrarla vurgulanan "gaza ve cihadın cümle ehl-i
'iman Ü zerlerine farz-ı 'ayıı" olduğuydu. Bu konuda bkz. BOA ( CAS 366, 722,
405 17 ve 43597).
27 Örneğin İran ile devam etmekte olan savaşta cepheye, Suriye'deki aşiretlerden
asker sevk etmekle görevli Behram Paşa'nın arzuhaline gön: istenen askerin
ancak dörtte biri toplanabilmiş ve toplanan neferlerin de yarısından fazlası
yolda firar ederek, perakende olmuştur. Bu bağlamda "ekrad ve nefir-i imm
askerine itimad caiz olmadığı"nı vurgulayan Behram Paşa, en azından dört beş
bin "uluteli" askere ihtiyaç olduğunu rapor etmektedir. Firar eden ya da hiç
yola çıkmayan neferler ise İstanbul'a, sekban bedeliyesi toplanabilmesi için iyi
bir bahane oluşturmakta ve dolayısıyla firari neferler yerine, sevkiyat yapılan
bölgeden derhal sekban bedeliyesi toplanmaktaydı. Bu konuda bkz. BOA ( HAT
37083 , 37367/E) ve ( CAS 6054) .
2 8 İki farklı cephede savaşmanın asker tedariki konusunda yarattığı sıkıntıyı Rum
Osmanlı ordusunun saldırılara verdiği tepki, diğer Avrupa devlet­
leriyle karşılaştırıldığında oldukça yavaş29 olsa da taşradaki hazırlıkların

İsyanı ve Osmanlı-İran Harbi en iyi şekilde örneklemektedir. Nitekim İran


cephesine öncelikle Anadolu'dan nefir-i anım askeri ve tımar murasarrıfları
sevk edilmeye çalışılsa da artan firarlar sebebiyle Şark Seraskerliği nefer bulmak
konusunda ciddi bir sıkıntı yaşamaya başlamıştır. Kaldı ki "İranlunun müretteb
ve muntazam askeri olmak hasebiyle anlara mukabele olunması" Anadolu'dan
sevk edilecek neferlerle pek de mümkün değildi. Zira "Anadolu askerinin işe
yaramayacağı ve [Anadolu'dan] aylıklı asker tedarik olunsa da Rumeli askerine
uymayacağı" aşikardı. Bu bağlamda Şark Seraskerliği'ne göre problemin çözüm
yolu "on bin, olmadığı suretde beş bin nefer olsun şöhretlü bazı sergerdegan
ma'iyetiyle Rumeli'nden aylıklu Arnavud ve Kırca'ali piyadesi tertib"
olunmasıydı. Zira Şark Seraskerliği açısından savaş öyle bir duruma gelmişti
ki İran ordusuyla savaşan Erzurum valisi, düşman işgali altındaki Kars'tan
nefer talep etmekteydi. Bu sırada Rumcli'de sekban istihdam edilebilecek
kazalara yazılan fermanlarda ise paralı askerlerin aylıklarının "Erzunım'a
gelişleri gününden itibaren" verilmeye başlanacağının özellikle belirtilmesi,
Babıil.li'nin yaşadığı maddi sıkıntıya işaret etmektedir. Ancak aynı anda Rum
İsyanı'nın devam ediyor olması, ferman gönderilen kazalardan sekban sevkiyatı
konusunda olumsuz yanıtlar gelmesine sebep oluyordu. "Her bir nefere bin
gunış dahi virilsc" bir tek sekban bile gönderemeyeceklerini bildiren kazalardan
gelen arzuhaller arasında Çirmen Mutasarrıfı tarafindan kaleme alınan, Rumeli
sekbanlarının bakış açısını en sarih şekilde özetlemektedir. Nitekim sekban
sergerdeleri Çirmen Mutasarrıfı'na "Rumeli askerinin Anadolu tarafiyla
çokca ülfeti olmadığından Erzunıın mesafi:-i b:ı'ide olub ba-husus istedikleri
mahiyeler ile şu etrafüa istihdam olunurlar iken öyle uzak mahalle rızasıyla
asker gitmeyeceğine ve gitseler dahi cebre muhrac olub ol makule cebri
gidecek askerden vefa me'mul olmadığından hital-i dhda firar itmemelerini
ta'hüd idemeyeceklerini [sergerdeler] kat'i ifade ve beyan" etmişlerdi . 1 822
senesi başlarından itibaren Şark ordusunda yaşanan nefer sıkıntısı konusunda
bkz. BOA ( HAT 37309/A-B, 37321 ve 3732 1/A-B, 37338, 37380/A- B,
37383/C).
29 Herhangi bir saldırı sonrasında savaş hazırlıklarına başlanması, Osmanlı
ordusunun cepheye intikalini yavaşlatan önemli faktörlerden biridir. Ordunun
hızını artırmanın bir yolu olarak III. Selim devrinde yapılan öneriler,
yeniçeriliğin ilgasından sonra uygulanan yöntemleri akla getirmektedir. Nitekim
III. Selim devrinde sadece savaş durumunda ihdas edilen seraskerliklerin
daimi olarak görev yapmasına yönelik bir teklife nazaran, Anadolu ve Rumeli
eyaletlerinin tevcih edildiği iki seraskerlik kunılarak, Rumeli seraskerinin
Edirne'de, Anadolu seraskerinin ise Kütahya'da ikamet etmesi sağlanmalıydı.

162 1
benzerleri başkentte de yapılmaktaydı. Öncelikle cepheye gönderilecek
yeniçeri ortalarının ve her bir ortada bulunması gereken neter sayısının
belirlenmesiyle30 işe başlayan Babıali, neferlere ödenecek harcırahları31 ve
sevkiyatın hangi yolla yapılacağını karara bağlıyordu . Topçu ve arabacı
ocaklarında da benzer bir metodun32 takip edildiği Osmanlı ordusunda,

Her zaman savaşa hazır bekleyen bu iki seraskerin emrinde, kapı halklarının yanı
sıra en azından beş altı bin nefer topçu, cebeci ve yeniçeri istihdam edilmeliydi.
"Yaz ve kış" maruz kalınan saldırılara en hızlı şekilde müdahale edebilecek
kabiliyete sahip olması beklenen serasker orduları, aynı zamanda günümüzde
jandarma teşkilatının ita ettiği görevleri de üstlenecekti. Zira seraskerlik
merkezlerinin her sene değiştirilmesiyle ülkede yaşanan iç güvenlik sorunun
hallinde önemli bir aşama kaydedileceğine inanılıyordu. Bu konuda bkz. SK (EE
3836 : l l b) .
30 İstanbul' dan cepheye sevk edilecek yeniçeri ortalarının ve ortalarda bulunması
gereken yeniçeri sayısının, kışla zabitanı ve sekbanbaşının da katılımıyla
belirlenmesinin ardından ncforata ihtiyaçlarını karşılamaları için "tanzim
akçesi" /harcırahları dağıtılmaktaydı. Sctcre katılacak ortaların defterleri
ise odabaşılar tarafından hazırlanarak sekbanbaşı aracılığı ile Babıali 'ye
sunulmaktaydı. Ancak mali durumun zamanla içinden çıkılamaz hale gelmesiyle
Babıali, tanzim akçesi dağıtmaksızın yeniçerileri savaşa göndermenin yollarını
aramaya başlayacaktır. Bu bağlamda örneğin 1768 - 1 774 Osmanlı-Rus Harbi'ne,
55'i bölük 46'sı cemaat ortası olmak üzere toplam 1 0 1 orta yeniçeri tayin
edilirken, 1 788'de başlayan savaşta 8 1 orta yeniçeri, en azından kağıt üzerinde
görev yapmıştı . Savaşın hemen başında sevk edilen yeniçerilerin yanı sıra savaş
sırasında nefer sıkıntısına düşen Babıali, İstanbul'daki serserilerden, donanmaya
ve yeniçeri ocağına, dalkılıç yazarak cepheye göndermeye çalışmaktadır.
"Derun-ı Asitane'de serseri gcşt ü güzar edenlerden ve scfcr kaçgını olanlardan"
nefer yazılması ve bunların çıkardıkları tcsad konusunda bkz. Çınar ( 1 999:43
ve 54) Bu konuda ayrıca bkz. BOA (HAT 1 0463 ); Emecen (2003:224); Esad
Efondi (2005 : 1 7 ) ve Göksu (2007:2). Rum İsyanı ( 1 239/1824) sırasında
Rumeli kazalarında "başıboş geşt ü güzar eden serseriler"in Mora'ya sevk
edilmesi konusunda ayrıca bkz. Esad Efrndi (2000 :277-278 ) .
3 1 Ele alınan devirde çıkan savaşların hemen başında y a d a harbin ilerleyen
dönemlerinde cepheye gönderilen bütün askerlere, tabip ve cerrahlar dahil
olmak üzere, bir miktar harcırah ödendiği anlaşılmaktadır. Bu konuda örnek
olarak bkz. BOA (C Sıhiyye 49) ve ( HAT 4 1454).
32 Tıpkı yeniçeri ortalarında yapıldığı gibi, topçu ve arabacı ocaklarından
cepheye sevk edilecek ortalar da yeniden düzenlenmekteydi. Ancak yeniçeri
ortalarında genellikle savaştan savaşa değişen ortalardaki eşkinci neferat sayısı,

1 163
serasker komutasında savaşacak birlikler33 ve cephane ayrıca hazırlanarak
olabildiğince hızlı cepheye sevk edilmeye çalışılıyordu. Ancak ortalarda
yapılan bu düzenlemeler çoğu zaman kağıt üzerinde · kalm akta ve cep­
heye ne kadar asker sürüldüğünden dönemin komuta heyeti dahi emin

topçu ve arabacı ortalarında, nizamnameler aracılığı ile sabitlenmişti. Buna


göre her bir topçu ortası, çorbacı, odabaşı, vekilharç, alemdar, aşçı ustası,
başkarakullukçu, orta sakası, on nefer top ustası, on nefer yamak, seksen
nefer topçu, altı tüfcngendaz ustası, altı yamak, kırk sekiz tüfengendaz
neferi, on beş karakullukçu ve bir adet cerrah olmak üzere yüz seksen i.iç
kişiden müteşekkildi. Toplam yüz kırk yedi nefer olan arabacı ortalarında ise
çorbacı, odabaşı, vekilharç, alemdar, saka, aşçı ustası, başkarakullukçu, yirmi
netcr arabacı halifesi, on karakullukçu, iki sarraç, dört nalbant, iki marangoz
ve iki çilingir görev yapmaktaydı. Yine yeniçerilerin aksine topçu ve arabacı
ortalarında her bir ıiitbenin görev tanımı ayrıntılı bir şekilde nizamnamelere
dere edilmişti. Örneğin sefer sırasında, ortaya yapılan haftalık zahire tevzinden,
orta masraflarının karşılanmasından ve masrafların ve orta akçesinin gelir-
gider defterine işlenerek mübaşire sunulmasından vekilharç sorumluydu. Bu
konuda bkz. Vasıf Etcndi ( İÜKTB TY 598 1 : 1 87a vd. ) . Humbaracı ve lağımcı
ocaklarının setere gidiş düzenleri için ayrıca bkz. BOA (TD 84:63, 65 ve
69). Topçu ve arabacı ortaları gibi Nizam-ı Ccdid Ocağı'ndan, cepheye sevk
edilen ortanın da ycnidcn düzenlenerek savaşa sürüldüğüne dair ipuçları
bulunmaktaysa da yazarın elinde kesin bir kanaat oluşturacak ipuçları henüz
bulunmamaktadır. Nitekim 1 602 neferden müteşekkil Nizam-ı Cedid
ortasından, Mısır Harbi'ne sadece 939 neter gönderilmişti. Bu bağlamda belirli
rütbelerdeki görevlilerden bir kısmı, örneğin barış zamanında bir ortada 120
nefer onbaşı bulunurken, bunlardan sadece 1 00 tanesi savaşa gönderilmişti.
1 6 Mart 1 799 tarihinde iki firkateyn ve on beşten fazla "tüccar sefaini" ile
İstanbul'dan yola çıkan ve 26 Mart 1 799'da M ısır'a ulaşan Nizam-ı Cedid ortası
için bkz. BOA (KK 3247:6 - 1 9 ) ; Arıkan ( 1 99 3 : 300) ve Mackesy ( 1 99 5 : 1 54-
1 5 5 ) . 1 80 1 tarihinde Kapdan-ı Derya'nın komutasında savaşan yaklaşık 1 . 1 00
Nizam-ı Cedid neferi için ayrıca bkz. Walsh ( 1 803 :47).
33 "Mükemmel serasker takımı" olarak isimlendirilen üniteler, her bir ocaktan
seçilen belirli sayıda neferden ve bunların kullanacağı yine belirli sayıda silih
(örneğin Topçu Ocağı'ndan çeşitli çaplarda 55 adet top vs. ) ve mühimmattan
(örneğin Arabacı Ocağı'ndan 25 sürat, 10 obüs ve 1 0 şahi arabası vs. )
müteşekkil, askeri açıdan kendi kendisine yeterli birimlerdi. Bu konuda bkz.
BOA ( CAS 1 7902); (TD 84:63); (A.DVN.ARZ 3/34) ve Mehmet Sadık (EE
2 1 71 : 1 0b).
olamamaktaydı. 34 Bu bağlamda Babıali katiplerinin verdikleri abartılı ra­
kamlar göz önünde bulundurulduğunda bile savaş alanına gönderilen
Osmanlı ordusunun belkemiğini, yeniçeriler, topçular, humbaracılar vs.
gibi İ stanbul'da padişah kapısında askerlik yapan neferlerin değil, vüzera
kapılarında geçimlerini arayan paralı askerlerin oluşturduğu söylenebi­
lir.35 Hatta Yeniçeri Ocağı tarafından cepheye gönderilmek üzere ha­
zırlanan ortalarda, savaş zamanı dalkılıç olarak alelacele orduya yazılan
neferler, kıdemli Yeniçeri Ocağı üyelerine sayısal bakımdan galebe çalı­
yordu.36 Dolayısıyla savaşlar, bir taraftan İstanbul'daki işsizlere iş imkanı
sağlarken, diğer taraftan da mülksüz göçmenlerin statü atlamalarına yar­
dımcı olan birer basamak şeklinde göze çarpmaktadır.
Osmanlı ordusuna özgü bir uygulama olarak scfcrkrc, sadece günü­
müzde kullanıldığı manada askerlerin değil, devlet bürokrasisini oluştu-

34 Örneğin 1 788'de başlayan Osmanlı-Rus Harbi'ııde cepheye ne kadar


cebeci, topçu ve toparabacı gönderildiğini ve scrhatlcrde kaç adet yeniçeri
bulunduğunu bilen kimse yoktu . Bu konuda bkz. BOA (HAT 6320 ).
35 Örneğin 1 222 ( 1 807- 1 808) senesinde orduda, 1 .499 nefer cebeci, 2 . 168
nefer topçu, 25 adet topçu zabiti, 1 .0 3 1 adet toparabacı, 1 3 adet arabacı
zabiti ve 250 nefer mehteran-ı hassa nefed.tı bulunmaktaydı. Aynı dönemde
orduda görev yapan 29.412 yeniçeri de hesaba katıldığında, Osmanlı merkez
kuvvetlerinin cephedeki kompozisyonu hakkında bir fikir edinilcbilmektedir.
Osmanlı ordusunda görev yapan askerlerin, yeniçeriler gibi piyade sınıfından
dahi olsalar, genellikle atlarıyla savaşa katıldıkları ayrıca belirtilmelidir. Bu
bağlamda doğrudan padişah kapısında yetişen neferlerin, en iyimser tahminle
mevcut ordunun en çok yarısını teşkil ettikleri söylenebilir. Nitekim ele alınan
dönem boyunca tek bir ayanın cepheye getirdiği nefer sayısı bile 20.000'i
geçebilmekteydi. Ancak bir kez daha vurgulanmalıdır ki merkez ordusu
için verilen rakamlar cephede savaşan neferlerin sayısını değil, sadece sefer
defterlerinde kayıtlı esamelcrin sayısını göstermektedir. Bu konuda bkz. BOA
(DPYM d . 35465); BOA ( DYNÇ d. 34847) ve Ahmed Cavid ( 1 998 :64).
Sekban/paralı .askerlerin Osmanlı ordusundaki sayısal üstünlüğü konusunda
aynca bkz. Thornton ( 1 809 c:I:214) ve Wittman ( 1 803:240) .
3 6 Örneğin 1 222 senesinde cephede bulunan yeniçerilere ( gayr·ı ez·
Asitanemandegan ve müteka'idin) masar (muharrem, safer ve rebiülevvel ayları)
mevacibi olarak yapılan ödemeyi gösteren bir deftere göre orduda 29.412 nefer
yeniçeri bulunmaktaydı. B unlardan '"atik eşk.inci"lerin sayısı 1 0 1 6 1 olarak
kaydedilirken, cedid dalkılıçların sayısı 19 .25 1 olarak gösterilmektedir. B u
konuda bkz. B O A ( DYNÇ d. 34847).
ran organların temsilcilerinin, bir başka ifadeyle askeri statüdekilerin de
katılması, Osmanlı siyasi geleneğinde devlet ve ordu organizasyonu ara­
sındaki yakın ilişkiye referans vermektedir.37 Babıali bürokrasisinde asli
görevlerde bulunanların cepheye gidiyor oluşu bir taraftan İ stanbul'daki
işleri aksatırken diğer taraftan da askeri açıdan işlevsiz kalabalık sebebiy­
le, ordunun manevra kabiliyetini sınırlayarak zaman zaman iaşe sıkıntısı
yaşanmasına sebep olmaktaydı. Tayinat ve mühimmatın hesaplanması ve
ordudaki mali işlerin yürütülmesi dışındaki katiplerin, orduyla birlikte se­
fere götürülmemesine dair bir eğilim III . Selim devrinden itibaren göz­
lemlenmeye başlanmaktadır.38 Savaşta herhangi bir varlık gösteremeyen
askerlerin bile "nice mehaziri müstelzim olduğunu" fark eden Osmanlı
idarecileri, Mısır Harbi'nin başında sefere gidecek Babıali katiplerinin sa­
yılarını olabildiğince kısıtlamaya39 ve her tür sorunun orduya yazılmasını
önlemek için kimi m;ı.kamların, kadimde olduğu üzere asli sahiplerini
değil, orduda görev yapmak üzere yerlerine atanacak kaymakamlarını
cepheye göndermeye çalışmaktaydı.4 0 Zira ele alınan dönemde ocak ağa-

37 Nitekim "liva-yı şerif ordusu ihracında bütün erbab-ı menasıb ve aklamın sefere"
katılmaları kadim bir gelenekti. Bu konuda bkz. BOA ( HAT 3739 ) .
38 Habsburg ve Rusya imparatorlarının hatta başvekillerinin dahi sefere
gitmediğinin altını çizen, Ill. Selim devri layiha müllefi genel olarak savaştaki
bazı muharebelere başkomutanların da şahsen katılmadıklarım belirtiyordu.
Avrupa ordularındaki komutanlar "u'm(ır-ı harbiyycden ma'ada bir maddeye
sarf-ı zihn itmeyi.ib sa'ir u'mlıru başvekilleri ve sa'ir tahtgahında r başkentinde]
olan me'murlan" aracılığı ile görmekteydi. Oysa ki devlet ricalinin tümünün
orduyla birlikte sefere çıktığı Osmanlı İmparatorluğu'nda, başkomutan
mevkindeki vczirazam, devam etmekte olan savaşın yam sıra, "bi'l-cüınk rid.l-i
ketebe ve defö.tir-i aklam"ın orduda bulunması sebebiyle devlet işleriyle de
uğraşmak durumunda kalıyordu. Bu konuda bkz. SK (EE 3836:10b-l l a ) .
39 Örneğin Süvari v e Piyade Mukabelesi kalemleri için müstakil memurlar
atanmayarak, ordudaki işlerin ocak katipleri tarafından görülmesi ve söz
konusu kalemlerin görev alanına giren bütün işlemlerin İstanbul'da yapılması,
Defi:erh3.ne'den sadece ordudaki tevcihatla ilgili işleri yürütebilecek birkaç
katibin sefere gönderilmesi ve son olarak Büyük ve Küçük Kale kalemlerinin
sadece defterlerinin ve bu defterleri bilen bir halifenin orduyla beraber yola
çıkması konusunda bkz. BOA ( HAT 3739).
40 BOA ( HAT 3739) Ordu bürokrasisi dahilinde yapılan bu tür değişikliklere
il. Mahmud devrinde de rastlanmaktadır. Nitekim II. Mahmud'la birlikte,

166 1
1 .ınnın dahi maiyetleriyle birlikte sefere karılıp katılmamaları tartışma ko­
ı ı usuydu. 41 Artık "kuru kalabalık" ile cepheye gitmenin bir anlam ifade
l'tmediğini düşünen Babıfili'nin42 bu yeni tavrı, i l . Mahmud devrinde de
devam edecektir. Ancak Bükreş Antlaşması ile sonuçlanan Osmanlı-Rus
H arbi sırasında seraskerler hala, "ordu beş on sa'at mesafeye 'azimet
eylese ocaklar ve rid.1-i devletin da'irelerini nakle vafi araba ve devenin"
bulunamadığından şikayet ediyordu.43
Yukarıda tasvir edilmeye çalışılan sefer hazırlıkları tamamlandıktan
sonra Osmanlı ordusu İstanbul'dan törenlerle ayrılmaktaydı.44 Herhangi

bir askeri operasyonun gizli tutulması gerekliliğine dair 1 8 . yüzyılda ön


plana çıkan görüşün tam aksine, Osmanlıların sefere, İ stanbul'daki tüm
dçiliklere orduyu gözlemleme fırsatı veren alaylar düzenleyerek çıkması,
dönemin Avrupalı gözlemcilerine oldukça garip geliyordu.45 Ancak dü-

muhtemelen Avrupa ile artan temaslar ve savaşların I I I . Selim devrine nazaran


devamlılık arz etmesi ve uzaması gibi sebeplerle, orduda bulunan Divan-ı
Hümayıln Tercümanı kaymakam, İstanbul'daki rikab tercümanı ise makamın
asıl sahibi olo.rak atanmaya başlanacaku. Bu konuda bkz. BOA (HAT 49530).
41 Ancak Mısır Harbi'nin ilerleyen safhalarında III. Selim'in "kadim usulü
tatbik etme kararı" aldığı ve kahya bey, reis efendi, çavuşbaşı, defterdar ve
mektupçumın, Osmanlı ordugahındak.i sadrazam maiyetine gönderildiği
belirtilmelidir. İsveç elçisi D'Ohsson'un bu konudaki 25 Haziran 1799 tarihli
raporu için bkz. Öner ( 1 999 : 5 1 1 -5 12).
42 Mısır Harbi'ndeki müttefikleri olan İngilizler de Osmanlı komuta heyetiyle ayııı
görüşü paylaşmaktadır. Osmanlı ordugahmdaki İngilizlere göre askeri açıdan
hiçbir işe yaramayan devlet ricali ve maiyetleri, ordu açısmdan çok önemli olan
su ve iaşeyi tüketmekten ve yükleriyle orduyu yavaşlatmaktan başka bir işe

yaramıyordu. Askerlikle ilişkisi bulunmayan devlet ricalinin, hiç anlamadıkları


halde askeri kararlara müdahale etmesi ise İngilizlerin kabusuydu. Bu konuda
bkz. Morier ( 1 801 :32) ve Wittman ( 1 803:23 1 ) .
43 BOA ( HAT 58982 ) . Devletlülcrin çadır ve lcvazımlarını nakletmek için araba
bulunamadığı dönemlerde Osmanlı neferlerinin pek çoğunun, cephede "ağaç
gölgesinde idare" ettikleri yeri gelmişken belirtilmelidir. Bu konuda ayrıca bkz.
BOA (CAS 2391 ) .
44 Söz konusu törenlerde uygulanan teşrifat konusunda bkz. U zunçarşılı ( 1 943) ve
Ongun ( 1 94 1 - 1942).
45 Yabancı gözlemcilerin, ordunun cepheye intikalini geciktiren ve düşmana zaman
kazandıran söz konusu teşrifata dair görüşlerine iyi bir örnek teşkil etmesi
açısından bkz. Thornton ( 1 809 c : I :263) .
zenlenen alaylar sırasında sancak-ı şerifin hırka-i saadet odasından çıkartıl­
ması, Osmanlı neferleri üzerinde önemli bir etki yaratmaktaydı . 46 Bu öyle
bir etkiydi ki askerlere İ stanbul ahalisine saldırmak, hane ve dükkanlarını
yağmalamak için mazeret vermekteydi. Ordunun çeşitli sınıfları, örneğin
kalyoncu tükngcileri ve yeniçeriler, arasındalö kavgalara47 şahit olan sefer
merasimleri sırasında herhangi bir olayın çıkmaması II. Mahmud devrine
gelindiğinde artık padişahı sevindiren bir durum halini almıştı. 48

46 Ordunun setere çıktığı sırada gayrıınüsliın hane ve dükkanlarına yapılan


saldırılar ve linçlerin en bilineni, 1 769 senesinde "sancak-ı şerifvak'ası" olarak
tarihe geçen olaydır. Ancak III. Selim ve II. Mahmud devirlerinde, sefere
katılacak askerlerin hedefinde artık sadece gayrimüslimler değil, Müslümanlar
da bulunmaktadır. Yeniçerilerin bilhassa Müslüman esnafa tasallutlarında, esnaf
ile aralarındaki mafyavari çıkar ilişkilerinin de etkisi olduğu yeri gelmişken
vurgulanmalıdır. Nitekim bazı yeniçeriler esnafa "ne çare senin oğlun
münasibdir, tamam sefere gidecek yoldaşdır' ve kimine 'senin bizinı ortamızda
iki yüz akpadan ziyade ' ulufen par, imadad u inayetin lazımdır' diyerek cclb-i
menfa'atlerini tamam edüb, buldukları neterat ve gerek bu husus aralığında
bazı eşrarlar fi.ırsatı ganimet bilüb kimi kendüye iktiza eden yemeni ve sa'ir
levazıınatını seferlü olanlara ucuz baha aldırmağa i'tına ve bazı yemeni alub
'sefere gideceğim yoldaşım' deyü, cüz'i pare verüb, çarşu ve hazarda münasebeti
olmayan eşyayı dahi kalil bahaya almağa tasadd1 ve bazı asla sefere gitmek
fikrine gelmeyen eksik ve fahiş altunu 'yoldaşımsın, seterlisin şunu şol sarrafa
tamamına bozdur' deyü kcndü intifa'ı içün fesada ba'is ve bazı 'evime lazım,
sefere gideceğim' deyü balcıdan ve yağcıdan noksan baha ile kcndü ma'unet-i
beytini, sade-dil ademlere intifa'ı içün 'bir kahve ver yoldaş' deyü ve birazı dahi
cihet-i karzdan temessükler tahrir ve birkaç imza ve kefil ile 'sefer a'vdetinde
edası müyesser oldukda iş bu tahvilimiz redd ü şakk oluna' dcyü hanlarda
sarraflara, hatun ve çocuk. ma 'ari!Ctiylc teınessük.ü sarrafa irsal ve 'meblağını
fülan meyhaneciye veyahud fülan mahalde bakkala bırağıla yok bırakınadığında
encamını fenaca mülahaza edesin' deyü tahrir" ediyordu. Bu konuda bkz.
Aksan ( 1 997: 122); C'ibi Etendi (2003:741 ve pek çok yerinde) ve Şanizade
(2008:199, 216, 1 1 20- 1 12 1 , 1 1 32 ve pek çok yerinde).
47 111. Selim devrinde çıkan böyle bir çatışına için bkz. BOA ( HAT 3678 ) .
4 8 Osmanlı-Rus Harbi'ne giden yeniçerilerin, alay sırasında ve sonrasındaki
"rabıtalı" halleri I I . Mahmud'u öylesine etkilemişti ki bu konuya dair özel
olarak kaleme aldığı bir hatt-ı hüınayı'.'ında yeniçerilerin İstanbul'dan çıktıktan
sonra da yol üzerindeki "ahali ve re'ayanın 'ırzlarını 'ırzınız ve mallarını malınız
ve nefslerini nefsiniz gibi tutub hilaf-ı şerr'-i şerif kimesneye" saldırmamalarını
istiyordu. Bu konuda bkz. BOA ( HAT 42277 ) .
Cepheye yapılacak asker sevkiyatı konsunda, önceden hazırlanmış
herhangi bir planın bulunmadığı anlaşılan Osmanlı ordusunda, maruz
kalınan saldırıdan sonra bir araya getirilmeye çalışılan neferler, tedarik
edilebilen ulaşım araçları ile savaş alanına gönderiliyordu.49 Deniz yoluy­
la yapılacak sevkiyatlar için yeterli sayıda geminin bulunmaması, neferle­
rin, yüksek fiyatla alelacele kiralanan tüccar gemileri aracılığıyla nakledil­
mesini zorunlu kılıyordu.50 Kara yoluyla cepheye hareket eden askerler
ise başkent ahalisi için olduğu kadar yol üzerindeki şehir ve kasabalar için
de ciddi bir tehdit oluşturmaktaydı. Avrupa ordularında gözlemlendiği
üzere, yiyecek ve mühimmatın, ordu içerisinde dağıtımından sorum­
lu komserlerin ya da Nizam-ı Cedid nizamnamelerinde geçen ismiyle
mühendislerin, birkaç senelik istisna dışında,5 1 bulunmaması Osmanlı

49 III. Selim devri nizamnamekrinde ordunun yürüyüşünün düzenlenmesine


yönelik çeşitli önlemlerin alındığını görmek mümkündür. Topçu ve arabacı
ortalarının görev yerlerine doğru yürüyüşlerini, yürüyüş sırasında hangi
neferin, nerede, hangi hızda yürüyeceğini ve yolda verilen molalarda neferlerin
nasıl eğleneceklerini en ince ayrıntısına kadar planlayan III. Selim devri
nizamnameleri ile gerçekte olup bitenler arasında önemli farklar mevcuttur.
Osmanlı ordusunun bütün zayıflığını ortaya koyan intikallerin başlangıcı davul
çalınarak ve havaya ateş edilerek neferlere bildiriliyordu. Yüklerin ordunun
önünde hareket ettiği yürüyüşler sırasında süvariler, piyadeler ve sair bütün
sınıflar karışık düzende hareket etmekte ve her bir nefer kendi istediği hızda
yürümekteydi. Ordu intikalinden çok "koloni göçüne benzeyen" Osmanlı
ordusunun bir menzilden diğerine hareketi için bkz. Etem ( 1799:7 1 ); Morier
( 1 801 : 3 1 ) ve Wittman ( 1 803 :249-250) .
50 Örneğin Mısır Harbi sırasında Aydın'dan toplanan tüfcngcileri cepheye
götürebilecek gemi bulunamazken, bu sırada asker toplanamayan İzmir
limanındaki gemiler boş beklemekteydi. Kuşadası'ndan cepheye gönderilen
zahireye ise Cezzar Paşa el koyuyordu . Bu konuda bkz. TSMA (E 3760) .
Yine Mısır Harbi sırasında, neferleri cepheye nakledecek gemi bulunamaması,
bulunanlara yeterli sayıda asker yazılamaması ve nefer bulunan gemilerde tayfa
bulunmaması konusunda ayrıca bkz. TSMA (E 4079/4-5 ) ve İÜKTB (TY
886 : 1 82).
5 1 Çalışmamızda ele alınan süre boyunca mühendislerin Osmanlı ordusunda
etkin olarak görevde bulunduğu tek savaş 1 807'de İstanbul'a yapılan İngiliz
saldırısıdır. Ancak söz konusu savaşın İngilizlere karşı vatanlarını savunmak
üzere, bir şehir devletinin milisleri gibi silahlanan İstanbul ahalisinin çabası ve
Fransa elçisi Sebastiani'nin nezaretinde hazırlanan tahkimatlarla kazaıuld.ığı yeri
gelmişken belirtilmelidir. Bu konuda bkz. BOA ( HAT 1 773).

169
ordusunu "yoluna çıkan her şeyi tüketip yok eden bir çekirge sürüsü­
ne" dönüştürmüştü.52 Ancak unutulmamalı ki cepheye giden yol sadece
ordunun rotası üzerindeki şehir ve kasabalar için değil, bir türlü çözü­
lemeyen iç güvenlik problemleri sebebiyle bizatihi neferler açısından da
tehlikeliydi. 53 Savaşın iki cephede birden alevlenmesi, sefer hazırlıklarının
savaş başladıktan sonra yapılmaya başlandığı ve manevra kabiliyeti olduk­
ça sınırlı her ordu gibi Osmanlı ordusunda da çözülmesi imkansız prob­
lemleri ikiye katlıyordu . Dolayısıyla Osmanlı ordusu, ulaşım araçlarının
yetersizliği, yol üzerinde "karı içün sefere çıkanlar"ın alışveriş yapmala­
rı54 ve firarlar sebebiyle oldukça yavaş hareket ediyordu. Cephe sayısının
birden fazla olduğu savaşlarda sadrazamın bizzat gitmediği cephelere in­
tikaller, seraskerlerin komutasında gerçekleştiriliyordu. Ordunun izleye­
ceği rota ve strateji ile paşaların cephelere tevzi edilmesi ise yol üzerinde
yapılan meşveretlerde karara bağlanmaktaydı. 55
Osmanlı ordusu, cepheye asker sevkiyatında karşılaştığı problemler
kadar, cepheye kesintisiz lojistik destek sağlamak hususunda da ciddi so­
nınlar yaşıyordu. Savaş öncesinde hazırlanmış ikmal planları bulunmayan
ve ordunun ihtiyaç duyacağı zahireyi genellikle önceden depolamayan
Osmanlılar, savaşın başlamasıyla birlikte yeterli miktarda zahire ve et56

52 Fowler ( 1 8 54:417).
5 3 Örneğin Mayıs 1 8 1 6'da cepheye giderken Ahıska'da, kelimenin birinci
anlamında iç çamaşırlarma kadar soyularak İstanbul'a geri dönen üç yüz nefi:re
verilen piştov, mintan, şalvar ve sair için bkz. BOA ( CAS 1 7) .
54 Nitekim "zamane askerinin tabi'atları bir dereceye varmışdır ki, [artık] karı"
engellenen ncfrrlcr firar ediyordu. Bıı konuda bkz. BOA ( HAT 54709).
55 En azından 1 8 . yüzyılın ikinci yarısından itibaren bu tür kararlar, önce Edirne,
sonra Sofya ve Şummı'da yapılan meşvcretlerdc alınıyordu. 1792'de sonuçlanan
Osmanlı-Rus Harbi'nde yapılan meşveretlcr için bkz. BOA (HAT 54709 );
Ö ğretcn ( 2002: 3 56) ve Valentini ( 1 828 :65-66). Söz konusu meşveretlere Küçük
Kaynarca Antlaşması ile biten Osmanlı- Rus Harbi sırasında kaleme alınmış bir
ruznamede de sıkça rastlamak mümkündür. Söz konusu savaş hakkında çok
önemli bilgiler ihtiva ettiği anlaşılan ve fakat oldukça yıpranmış olması sebebiyle
çoğu sayfası okunamaz durumdaki ruzname için ayrıca bkz. BOA (KK 60/4 : 5
v e pek çok yerinde) .
56 Osmanlı ordusu, 1 204 ( 1 789- 1 790) tarhindeki rakamlara göre günlük
1 .750 baş koyuna ihtiyaç duymaktaydı. Ordunun et ihtiyacı ve et temini için
uygulanan işlemlerin ayrıntılı bir tasviri için bkz. Uzun (2006:35 ve 62).
bulamıyor ve bulduklarını da cepheye nakledemiyordu. Savaş zamanı
artan zahire fiyatları sebebiyle57 nakit para ile zahire satın alamayan Os­
manlı ordusu ihtiyaç duyduğu hububatı "tekilife taka.sen [ zahire ] mü­
baya'ası suretine" başvurarak sağlamaya çalışıyordu.58 Osmanlı ordusu
ile birlikte cephede bulunan fakat bizzat savaşa girmeyen görevlilerin
oluşturduğu fazlalık güçlükle temin edilen iaşenin, kısa sürede tükenme­
si anlamına geliyordu. Herhangi bir çağrı olmaksızın geçimlerini arayan
paralı askerlerin cephenin bir bölümüne yığılmaları da lojistik açıdan Os­
manlı ordusunun yaşadığı bir diğer sorundu. 59 Sekbanların, daha yüksek
ücret ödeyen paşaların bulunduğu ve kazanılması daha muhtemel mu­
harebelerin yapılacağı, bir başka ifadeyle ganimetin bol olduğu cephelere
akın etmesi orduda, lojistik açıdan büyük bir dengesizlik yaratıyordu . Bu
bağlamda ele alınan dönem süresince, iaşenin temininde cephedeki Os­
manlı ordusunu rahatlatacak bir gelişme gözlemlenmemektedir. Fakat
aksine Osmanlı ordusunda 19. yüzyılın başına gelindiğinde ayanların,
ordunun iaşesinin sağlanması hususundaki rolleri daha da artmıştır. 60 Bu
artış aynı zamanda ayanların başkent karşısındaki güçlerini de tahkim
ediyordu. Rum İ syanı sırasında ise artık Osmanlılar, orduları için zahire
ithal etmeye başlamışlardı. 61

57 1 8 1 2 tarihinde sonuçlanan Osmanlı-Rus Harbi sırasında 1226/18 1 1 senesi


tayinat tertibatının ancak dört beş ay orduyu idare edebileceğini bildiren
serasker, zahire fiyatlarının artışından şikayet ederek acilen İstanbul'dan para
gönderilmesini ve bölgenin zecriye rüsumunun orduya tahsis edilmesini
talep etmiştir. Zira ordudaki zahire sıkıntısı sebebiyle artık askerler, cephenin
hinterlandında bulunan köylere, karınlarını doyurabilmeleri için tevzi edilmeye
başlanmıştı. Bu konuda bkz. BOA ( CAS 19596).
58 Bu konuda örnek olarak bkz. Öğreten (2002:94-95 ).
59 "Mahiycye alışmış sekban askerinin bu tarafda kapu olduğunu işidüb" Silistrc'ye
yığılması konusunda 1823 Ocak ayında Silistre valisi Mehmet Selim Paşa'dan
Çirmen Mutasarrıfi. Salih Paşa'ya gönderilen tahrirat için bkz. BOA (HAT
37309/B). Bu konuda ayrıca bkz. BOA (HAT 6 3 16); Mehmet Sadık (EE
2 1 7 1 :54a); Wittman ( 1 803 : 1 86 - 1 87 ve 252) ve Schmidt (2002:242) .
60 Alemdar Mustafa Paşa'nın yükselişi, b u konuda ilk akla gelen örnekler
arasındadır. Alemdar Mustafa Paşa'nın iaşe temini konusundaki görüşleri için
bkz. Uzunçarşılı ( 1 942a : l 04 ve 1 06-1 07).
61 Rum İsyanı sırasında, Ocak 1825'te, ordu için gereken zahirenin ancak üç ay
sonra gönderilebileceğini bildiren İstanbul, Rumeli valisinin maiyetinde savaşan

171
Yusuf Ziya Paşa Seraskerliğinde Nisan l 799'da Mısır Harbi'ne giden
Osmanlı Ordusu için Tertib Edilen Lojistik Malzeme (BOA HAT
20040/A)

Mısır Harbi'ne İstanbul'dan Gönderilen Top Sayısı


Balyemez: 1 O
Obüs: 5
Sürat: 6 0
Toplam: 75

Anadolu'dan Tertib Olunan Hayvanlar


Deve: 5 .735
Beygir: 1 .6 1 0
Katır: 8 5 0

Anadolu'dan Tertib Olunan Arpa Miktarı


Mihaliç ve Bandırma'dan nakledilen: 3 0 . 000 kile
Biga'dan nakledilen: 4 5 .000 kile
Çandarlı'dan nakledilen: 20 . 000 kile
İzmir' den nakledilen: 6 0.000 kile
Kuşadası'ndan nakledilen: 3 0.000 kile
Toplam: 1 8 5 .000 kile

Anadolu'daki Menzillere Gönderilen Zahire, Et ve Odun Miktarı


Arpa: 502.500 kile
Un: 62.750 kile
Koyun: 6 3 . 8 5 0 baş
Kesilmiş et ( Mevaşi ) : 1 54 . 500 kantar
Odun: 3 5 .000 çeki
Menzil ücreti olarak tertib olunan: 205 .600 gunış
1

6.000 nefere acilen gereken zahireyi Avusturya'dan ithal etmiştir. Ancak ithal
zahireye isyaııcılann el koyması, durumu ordu açısından içinden çıkılmaz hale
getirmişti. Söz konusu örnek olay için bkz. BOA ( CAS 35670). Rum İsyanı
sırasında, bir seferde 200.000 kesclik satış yapabilen Avusturya ticaret gemileri
ve söz konusu gemilerden zahire satın alarak kaptanlarını, kaleme aldıkları
teınessüklerle İstanbul'a gönderen fakir Osmanlı paşaları için ayrıca bkz. Schmidt
(2002: 173, 243 ve 282).
Rumeli'den Tertib Olunan Zahire
Tekirdağ'dan nakledilen arpa: 1 3 5 .000 kile
Karaağaç'dan nakledilen arpa: 50.000 kile
Orman İskelesi'nden nakledilen arpa: 175 . 000 kile
Orman İskelesi'nden nakledilen buğday: 80.000 kile
Selanik Sancağından tertib edilen arpa: 1 0 0 . 000 kile
Selanik Sancağından tertib edilen buğday: 30.000 kile
Golos'dan nakledilen arpa: 1 2 5 . 000 kile
Golos'dan nakledilen buğday: 2 8 . 000 kile
Atina ve çevresind en tertib edilen arpa: 5 0 . 000 kile
Varna İskelesi'nden nakledilen arpa: 5 0 .000 kile
Bergos İskelesi'nden nakledilen arpa: 1 3 5 .000 kile
Balcı İskelesi'nden nakledilen arpa: 2 5 .000 kile
Mankalya İskelesi'nden nakledilen arpa: 2 5 . 000 kile
Eflak ve Boğdan'dan tertib olunan arpa: 1 5 0.000 kile
Rumeli' den tertib olunan peksimed: 90.000 kantar
Rumeli'den tertib olunan araba: 777 adet
Rumeli'den tertib olunan toplam arpa: 1 . 020.000 kile
Rumeli'den tertib olunan toplam buğday: 1 38 . 000 kile

İ aşenin temin edilmesi bir tarafa, ulaşım imkanlarının olabildiğince


kısıtlı olduğu bir dönemde, cepheye zahire nakletmek en az asker gön­
dermek kadar zordu. Lojistik ikmal için gereken araba ve gemilerden
yoksun Osmanlı ordusunda nakliyenin sağlanması için genellikle cephe­
ye yakın bölge ayanlarının temin ettikleri arabalar62 ve ülkenin çeşitli böl­
gelerinden tedarik edilmeye çalışılan hayvanlar63 kullanılıyordu. Ancak

62 Kapdan-ı Derya Küçük Hüseyin Paşa'nın Vidin kuşatması sırasında çekilen


amba sıkıntısı ve işin bölge ayanına havale edilmesi konusunda bkz. TSMA ( D
4082:4b-5a, 6 a ) Bu konuda ayrıca bkz. Şanizade (2008:436-437) v e S K ( EE
3836:20a-b ) .
6 3 Savaşların uzamasıyhı birlikte cephede kullanılmak üzere hayvan bulmakta d a
Osmanlılar sıkıntı çekmeye başlamışlardır. Nitekim ahali, talep edilen hayvanlar
için, tıpkı zahire ve koyun taleplerinde gözlemlendiği gibi, sık sık İstanbul ile
pazarlık etmeye çalışmaktaydı. Pazarlık sürecinin sonucunda genellikle ahalinin
talebi doğrultusunda hayvan sayısı azaltılıyor ya da Babıati'nin asker tahririnde
genellikle savaşa hazırlıksız yakalanan O smanlılar, harp zamanı alelacele
bir araya getirmeye çalıştıkları ulaşım araçlarına oldukça yüklü miktarda
ücret ödemek zorunda kalıyordu. Bu durumu bilhassa ulaşımın gemi
ile sağlanmaya çalışıldığı savaşlarda çok daha açık bir şekilde gözlemle­
mek mümkündür. Nakliyede yabancı bandıralı gemilerin de kullanıldığı
savaşlar sırasında, ulaşım araçlarına ümitsizce muhtaç durumdaki Os­
manlı ordusu, yabancı ticaret gemilerine, ihtiyacın arttığı oranda yük­
sek nakliye ücretleri ödemek durumunda kalıyordu .64 İ mparatorluğun
uzak ucundaki cepheye zahireyi ve askerleri ulaştırmak sadece planlama
becerisine değil, hava şartlarına65 ve nakledilen askerlerin yol boyunca
sergiledikleri tavıra66 da bağlıydı ve hiç şüphesiz bu iki faktör, Osmanlı
komuta heyetinin tamamıyla kontrolü dışındaydı.67 Bu bağlamda zahire

de tercih ettiği üzere talep, bedele bağlanıyordu . Bu konuya iyi birer örnek
teşkil etmesi dolayısıyla bkz. BOA (CAS 385 ve 39540). Ancak kazalardan
talep adilen hayvanların, basit nakliye işlerinde kullanıldıkları ve fakat topların
sevkiyatında genellikle, Arabacı Ocağı'nda talim eden "mu'allem topkeşan
bargirlerin" kullanıldığı yeri gelmişken belirtilmelidir. Bu konuda ayrıca bkz.
BOA (CAS 79 1 5 ) .
6 4 Örneğin navul fiyatlarının her geçen gün arttığı Mısır Harbi sırasında, 1 803
Temmuzunda yerli ve yabancı nakliye gemileri ile yapılan anlaşmalara nazaran
gemi kaptanları, İstanbul'dan Mısır\1 zahirenin keylini on beş paradan
taşımaktaydı. Taşınan neferler ise zahire gibi düşünülerek, zahireye uygulanan
nakliye fiyatı üzerinden taşıma ücretleri hesaplanıyordu. Zira bu sırada üç yüz
tüfengçi on dört bin keyl zahireyc eşit bir yük olarak kabul ediliyordu. Nakliye
anlaşmalarına iyi bir örnek teşkil etmesi açısından bkz. BOA (CAS 54830).
65 Wittm:ın ( 1 803:206).
66 Örneğin Binbaşı Ali'nin maiyetindeki 350 nefer sekban, Sclanik ınutasarrıti
tarafindan 1 803'te kiralanan Rus bandıralı bir gemi ile yola çıkmıştı. Ancak
Arnavutlar yolda kaptan ve tayfalarını dövmüş ve ölümle tehdit etmişti. Bu
bağlamda askerleri İskenderiye'ye götürmek üzere emir alan Rus kaptanı,
Binbaşı Ali tehditle Ebuhur limanına yanaşmaya zorlamış ve fakat esen şiddetli
rüzgar sebebiyle gemi karaya oturarak su almaya başlamıştı. Rus kaptanın,
zararının karşılanması için Babıali'ye başvurmasıyla sonuçlanan ve Arnavut
sekbanların, karada ya da denizde, yol boyunca çıkardıkları problemleri
örnekleyen bu olay için bkz. BOA (CAS 4105 1 ).
67 Aslında lojistik sorunlar sadece Osmanlı ordusunun değil, dönemin bütün
ordularının karşılaştığı en önemli problemdi. Nitekim Napoleon'un Mısır
başarısızlığında m üttefiklerin ikmal yollarını kesmesi en önemli rollerden birini
ve asker tedariki ve nakli konusunda, dönemin diğer Avrupa devletleri­
ne nazaran daha zayıf görünen Osmanlı ordusunun lojistik sistemindeki

yetersizlikler, ordunun operasyonel hareketliliğinin önündeki en önemli


engellerden birini oluşturuyordu.
Oldukça geç ve zor şartlar altında cepheye ulaşan Osmanlı ordu­
sunun sıcak çatışmaların yaşandığı bölgenin hinterlandında kurduğu
ordugahların ya da dönemin terminolojisi ile yurtların durumu da or­
dunun savaş performansının ortaya konulabilmesi açısından büyük öne­
me sahiptir. Etrafına metrislerin68 kazıldığı yurtların kurulacağı bölgenin
seçilmesinde, Avrupa ordularında esas alınan kriterlerin Osmanlı ordu­
sunda kullanıldığını söylemek oldukça zordur. Avrupalı müttefiklerin
sık sık şikayet ettikleri üzere, Osmanlı ordugahları genellikle hava akımı,
toprağın cinsi ve bölgenin coğrafi özellikleri göz önünde bulundurul­
madan ya da en azından bilimsel olarak hesaplanmadan kuruluyordu.
Dönemin Avrupalı gözlemcilerinin hiç de alışık olmadıkları şekilde doğ­
rusal ve nizami olmayan fakat kendi içerisinde bir düzen barındıracak
şekilde, çeşitli renk ve büyüklüklerde kumlan çadırlardan oluşan Os­
manlı ordugahlarında çadırlar, Avrupa'daki benzerlerinin aksine dairevi
bir yapı arz etmektedir. Ordugahın merkezinde, divan toplanularının
ve yargılamaların yapıldığı, padişahın gönderdiği69 hatt-ı hümayCınların

oynamıştı. Bu konuda bkz. TSMA (E 3 1 72/26), Erkutun (2009:8 1 -82) ve


Corbett ( 1 9 1 3 c:II:480).
68 Ordugahların sınırlarını belirleyen ve muharebe es nasında Osmanlı neferlerinin
sığındıkları metrislcr/siperler, genell ikle dörder kişilik nefer gnıpları tarafından
bir karış derinliğinde ve 5 6 zira (iki il:i iki buçuk metre) genişli ği nde
kazılıyordu. Bu konuda bkz. SK (EE 3 3 8 1 : 3 l b-32a).
69 SaYaş sırasında başkentin cephedeki olaylardan oldukça geç haberdar olduğu
gözlemlenmektedir. Öyle ki savaş alanının dışında kalan, ülkenin saldırıya
açık olan diğer bölgelerinin düşman taarruzuna manız kalıp kalmadığını dahi
İstan bu l öğrenmekte güçlük çekmektedir. Her ne kadar Eflak ve Bağdan
voyvodaları, imparatorluğun batı sınırlarının hemen öte tarafındaki askeri
hareke tlilikten B abıal i 'yi haberdar ediyor olsa da örneğin Mısır Harbi sırasında
İstanbul'da, Mora'nın saldırıya maruz kalıp kalmadığı konusunda, hatta
Mısır'daki Fransız ordusu hakkında pek çok söylenti dolaşmaktaydı. Bu konuda
bkz. TSMA (E 3 1 72/6); BOA (HAT 1 469 ve 1 547); Wittman ( 1 803:243)
ordugah ve cephe arasındaki haberleşme konusunda ayrıca bkz. Thornton
( 1 809 c:I:264) ve Black ( 1944:29 ) .
okunduğu ve idam cezalarının uygulandığı sadaret çadırı bulunmak­
tadır. Ordugahta görevli olan paşaların çadırları sadaret çadırının etra­
fında çember oluşturacak şekilde önem sıralarına göre yine dairevi şe­
kilde kumluyordu. Paşaların, birbirinden farklı renk ve şekillere sahip
çadırlarının etrafında da yine küçük daireler oluşturacak şekilde kapı
halklarının çadırları sıralanmaktaydı.70 Ancak hemen belirtilmeli ki bir
çadırın merkeze, yani paşanın çadırına olan uzaklığını, çadır sahibinin
teşrifattaki yeri belirliyordu.7ı Osmanlı ordugahlarının vazgeçilmez un­
surları olan ve genellikle orducu esnafı adı altında yeniçeriler tarafından
işletilen, kırmızı tonlardaki sancaklarla ilk bakışta seçilen kahvehane ve
lokantalar, ordugahın çeşitli yerlerine serpiştirilmiş seyyar dükkanlar ola­
rak göze çarpıyordu.72 Bilhassa komuta kademesi ve katipler savaşta bile

70 Her bir paşanın kendisine ait sancağının dalgalandığı ya da önlerine kazanların


konduğu yeniçeri çadırlarının oluşnırduğu Osmanlı ordugalundaki tek ve en
önemli kural, farklı birliklerin ya da değişik din ve milletlerden neferlerin ayrı ayrı
kamp kurmasıydı. Aynı sınıfın farklı liderler komutasında savaşan bölüklerindeki
neferler çadırlarını kendi liderlerinin çadırı etrafına kurmaktaydı. Bu konuda
bkz. Wittman ( 1 803:236) ve Morier ( 1 80 1 :22).
71 Bu konuda bkz. Thornton ( 1 809 c:I:264vd . ) .
7 2 1 8 . yüzyıl sonlarında kaleme alınmış olan bir vekayiname aslında daha çok bir
fuar alanını andıran Osmanlı ordugahını tasvir ederken diğer taraftan da esnaf
ve yeniçeriler arasındaki ilişkiyi ortaya koymaktadır. Zira ordugiihta bulunan
yeniçerilerin "her biri bir tarafa nişan ve balta asub, adet-i kadimeleri üzere
kimi bir firın peyda idüp, kahi pişirdi, kimi pogaça yaptı, kimi bir tugla bulup,
altına çalı çırpı sürüp gözlemecilige basladı, kimi ahçı oldu, kimi güzel dolma
doldurdu, kimi Şam böregi yaptı, kimi Ayasofya çörcgi pisirdi, kimi vumuşak
köfte pişirdi, kimi kaba kaba lokma pişirdi. Her biri bir ni'met ocağı kaynadub,
kimi de kahvesinde kumar oynadub, ortada iki karakullukçu nöbetle bekler
idi . . . " Bu konuda bkz. Erol (201 3 : 1 67- 1 68 ) . "Ordu pazarı" hakkında ayrıca
bkz. SK (EE 3836: 1 7a). Sefer zamanında ordugaha, gerekli malzemenin
sağlanması ve çeşitli hizmetlerin aksatılmadan icra edilmesi için dört çadır orducu
esnafı ile "imdad ve muavenet" etmek kanun-ı kadimden ise de II. Mahmud
devrine gelindiğinde bakkal esnafı, kılcı, nişastaçı, helvacı, şerbetçi, leblebici,
pastırmacı, sebzeci, aşçı, nıgancı, pişirici, peynirci, bezirci, sütcü ve balıkçıların
sayısı neferlere galebe çalışıyordu . Bu konuda ayrıca bkz. BOA ( CAS 497 1 1 ).
Orducu esnafı ile ilgili olarak ayrıca bkz. Ergin ( 1 995:61 3vd . ) ve Murphey
(2007:368vd.). İstanbul'dan cepheye gönderilen orducu esnafının yaru sıra
paşaların istihdam ettikleri tabancacı, kundakçı, k.ılıçcı ve sair grupların masrafları
hayatlarındaki lükslerden imtina etmiyordu.73 Hijyen şartlarına pek de
riayet edilmediği anlaşılan Osmanlı ordugfülarında, savaşta ölen neferler
genellikle çadırların aralarına defnediliyordu. Ö len hayvanların leşlerini
gömme zahmetine girmeyen ya da mezarları derin kazmayan ve belirli
bir atık sistemi bulunmayan dönemin Osmanlı ordugahlarında veba, di­
zanteri ya da sıtma gibi ateşli hastalıkların yayılması oldukça olağandı.74
Zira bulaşıcı hastalık başlangıcında, hasta neferlerin karantinaya alınma­
ması75 ve ordugah ve çevresinin zaman geçtikçe kirlenmesine mukabil
yurt değiştirilmemesi76 hastalıkların , neferlerin arasında hızla yayılmasına
sebep oluyordu. Yeterli sayıda doktorun ve gerekli ilacın orduda bulun­
maması, cephedeki doktorların sadece paşaların, paşalara yakın kişilerin
ve belki hemşerilerinin sağlık durumlarıyla ilgilenmesi, sıcak çatışmanın
içinde yer alan ya da bulaşıcı hastalıklardan en fazla etkilenen neferlerin
sıhhatinin tamamen tesadüflere bağlı olduğuna işaret etmektedir.77

ve aylıkları ordu hazinesi tarafından ödenmekteydi. B u konuda bkz. BOA ( KK


2383:7).
73 Napolfon'un saldırısı üzerine Mısır'a gönderilen ordunun savaş gücü 5 ila
10.000 kişi civarındayken orduda 14.000 civarında at ve deve bulunması ve
üst düzey görevlilerin hizmetkarlarının çokluğu neredeyse bütün gözlemcilerin
dikkatini çekmekteydi. Örnek olarak bkz. KA ( Kriegswissenschaftliche
Mcmoires 1 8/92 1 82 5 ) ve Wittman ( 1 803: 1 3 1 ) .
7 4 Erkutun (2009 : 1 88vd.); Corbett ( 1 9 1 3 c:IV:75); Wittman ( 1 80 3 : 1 22vd.) ve
Morier ( 1 80 1 :27 ve 42 ) .
75 Wittman ( 1 80 3 : 1 39vd . ) ve Walsh ( 1 803: 1 3 1 ).
76 II. Mahmud devrine gelindiğinde üç günde bir kere, ordugahın yerinin
değiştirilmesinin hem güvenlik, hem de hijyen açısından büyük bir önem
arz ettiğine dair bazı görüşler scrd edilmeye başlanmıştı. Ordugahların yer
değiştirmesi ya da değiştirmemesi konusunda bkz. BOA (HAT 58982) ve
Wittman ( 1 80 3 : 1 98 ) .
7 7 B u dönemde Osmanlı ordusunda istihdam edilen doktor ve cerrahların,
genellikle gayrimüslim ya da Avrupa devletlerinden birinin uyruğu olması
dikkat çekici bir ayrıntıdır. Örneğin Mısır Harbi sırasında Osmanlı ordugahında
bulunan dört cerrahtan üçü İtalyan ve sadece biri Türk asıllıydı. Bu konuda
bkz. BOA (C Sıhiye 49); Schmidt (2002: 1 73); Wittman ( 1 803 :245-246) ve
Morier ( 1 80 1 :27 ve 3 1 ) . 1 9 . yüzyıl başlarından itibaren orduda bilhassa topçu
sınıfı ocaklarında görevli tabipler bulunmakta, ancak bunlar da sadece kendi
yoldaşlarının tedavileriyle ilgilenmekteydi. Örneğin 1 806- 1 8 1 2 Osmanlı-Rus

1 177
Osmanlı ordugahlarında, sağlık koşulları kadar güvenlikle ilgili de cid­
di problemler göze çarpmaktadır.78 Aslında teorik olarak güneş battıktan
sonra üç kola, başlarında binbaşıların bulunduğu ikişer yüz nefer tayin
edilmesi ve bunların ordudan bir saat uzaklıktaki mesafelerde, "bir nefer
aherine söz anlatacak kadar fasıla ile ikişer ikişer" nöbet tutması gereki­
yordu. Ordugahın cepheye uzak tarafını (dümdar ) , merkezini (kalb ), sol
(meysere) ve sağ (meyınene) kanatlarını muhafazaya memur kolluklar da
oluşturulmaktaydı.79 Firarlara ve muhtemel düşman taarruzuna karşı bir
önlem olarak düşünülebilecek nöbetçiler aynı zamanda ordugah dahilin­
de güvenliği sağlamakla da yükümlüydü. Ancak ordugahta çeşitli nefer
grupları arasında çıkan çatışmalar,80 yağmacıların saldırıları,81 leş kokula­
rının cezbettiği çakalların ordugahı basması82 ya da Mısır Harbi sırasında
İ stanbul'daki İ ngiliz elçiliği ile ordugah arasındaki bağlantıyı sağlamakla
görevli John Morier'nin, üstelik "frenle kıyafeti"yle sadrazam çadırına
kadar sorgusuz sualsiz ilerleyebilmesi, ülkede en disiplinli ve güvenli böl­
ge olması beklenen Osmanlı ordugahının durumunu özetlemektedir.83

Harbi'nde Toparabacı Ocağı'nda görevli tabiplere harcırahlarının ödenmesi ve


ilaç alımı konusunda bkz. BOA (CAS 2 1 7 1 2 ) .
78 Fowler ( 18 54:417).
79 BOA ( HAT 58982) ve SK ( EF 3 3 8 1 : 3 l b) . Söz konusu gözetleme
karakollarının düzenli bir şekilde çıkarılmadığı konusunda ayrıca bkz. Walsh
( 1 803:54- 5 5 ) .
80 Yeniçeri ortaları ve sekban birlikleri kendi aralarında kavga edebildikleri gibi
iki farklı sınıftan neferler, örneğin deliller ve yeniçeriler de ordugahta sık sık
çatışabiliyordu. Ancak Osmanlı neferleri arasında çıkan çatışmalar bir tarafa,
örneğin Mısır Harbi sırasında Osmanlı askerleri ordugahta bulunan müttefik
İngiliz askerlerine de saldırmıştır. Ordugahta çıkan çatışmalar ve İngiliz subay
ve askerlerinin Osmanlı ordugahında tek başlarına dolaşamaması konusunda
bkz. Wittınan ( 1 803 : 1 34, 148, 186 ve 275) Zira Osmanlı nefi:rleri, Hıristiyan
müttefikleriyle yan yana gelmekten pek de hoşnut değildi. III. Sclim'in,
İngiltere'nin Mısır'a göndereceği "kara askeriçün sana [sadrazama] giz/ücc
yazılmasını [BJ.bıali'ye] tenbih" ettiği tahriratı için bkz. TSMA (E 70 1 4/196).
81 Wittman ( 1 803:201 -202 ) .
82 Wittman ( 1 803: 1 47-148).
83 Osmanlı ordugahında herhangi bir güvenlik önleminin bulunmamasını,
dönemin Avrupalı subayları, Osmanlıların "sayıca büyük bir giiı.:ün asla
yok edilemeyeceğini öngören güvenlik duygularına" atfetmektedir. Morier
( 1 80 1 :25-26 ) .
Geceleri, yağ ile yanan fenerlerin aydınlattığı Osmanlı ordugahında or­
taya çıkan beklenmedik durumlarda esen panik rüzgarı ise Avrupalı göz­
lemcilere bir kaos olarak görünen ordugahtaki karmaşayı artırmakta ve
neferleri kendilerinin dahi bilmediği yerlere savurmaktaydı. 84
Osmanlı askeri organizasyonu, ulus devletle birlikte yükselen tarihya­
zımında genellikle homojen bir yapı olarak tavsif edilme eğilimindedir.
Ancak günümüzde aynılaştırılan Osmanlı neferleri, emperyal bir devle­
tin ordusunun üyeleri olarak birbirlerinden son derece farklı kültürler­
den, farklı iklimlerden gelen, farklı dilleri konuşan, farklı giyinen ve belki
de en önemlisi farklı dinlere ve inançlara sahip askerlerdi. Bu bağlam­
da belgelere en az kazandıkları mevzi muharebeler ve cesaretleri kadar
ordugahda çıkardıkları isyanlar ve emre itaatsizlikleriyle de yansıyan Kürt
ve Arnavut sekbanlardan,85 Acem ve Arap süvarilere,86 binicilikteki bece-

84 Cephenin yarılmasını takiben ordugahın doğrudan ateş altında kaldığı anlarda


yaşanan panik ve Osmanlı neferlerinin kendi ordugahlarını yağmalaması, bu
konuda akla gelen ilk örneklerdendir. Bu konuda örnek olarak bkz. Shaw
( 1 964: 1 8 ) .
85 Osmanlı ordusunda kontrolü e n zor olan asker grubu hiç şüphesiz Kürt
ve Arnavut paralı askerlerdi. Mısır' da görevli İ.ngiliz general Hutchinson,
müttefik subaylann komutasına girmek istemeyen fakat cesaretleriyle dikkati
çeken Arnavutları "gördüğüm en vahşi insanlar" cümlesiyle tarif etmektedir.
İsimleri sıklıkla yağma ve emre itaatsizlikle birlikte anılan paralı askerlerin,
daha fazla aylık ücret öneren düşman taratina geçtikleri vakalara ya da en
azından "'ul(ıfemiz gelür yahud bırağur gidcrüz 'ulı'.ıfemizi arayacağız" diyerek
maaşları ödenmediği anda orduyu terk ettikleri olaylara rastlamak mümkündür.
Bu konuda örnek olarak bkz. BOA (HAT 2 1 36 ve 3684 1/B) ve Öğreten
(2002 : 1 1 6 ) . Aylıklarını alamayan beş yüz sekbanın Sofya'da Osman Paşa'nın
konağını basarak delilbaşısını baş aşağı asıp, yakmaları konusunda bkz. TSMA
(E 1903) Mısır Harbi sırasında müttefik Rusya tarafından istihdam edilen
Arnavut sekbanlar için ayrıca bkz. NA (WO 1/346); TSMA (E 9070); Corbett
( 1 9 1 3 c:IV:69); Witrman ( 1 803:238) ve Morier ( 1801 :20-21 ). Mısır Harbi
sırasında, Arnavutlara nazaran daha mutedil görünen "Türk uşakları" ile
Anadolu valisi ve İskenderiye seraskeri Mustafa Paşa'nın anlaşmaya çalışması
konusunda bkz. TSMA (E 5330). Osmanlı belgeleri bilhassa, Mısır Harbi'nden
itibaren Arnavut ve Türk sekbanları farklı sınıflar olarak özellikle birbirinden
ayırt etmektedir. Bu konuda aynca bkz. BOA (KK 2383 :pek çok yerinde ) .
8 6 Genel olarak kaynaklarda delil neferatı olarak zikredilen paralı süvari neferler,
atlarına kendileri bakmaktaydı. Atlarının ölümüyle, piyade statüsüne düşen
rileriyle dikkati çeken Kafkasyalı neferlerden,87 köylerinden zorla kopa­
rılan, hayatlarında muhtemelen ilk defa savaşın yıkıcılığı ile karşılaştıkla­
rında "gece ve gündüz beşer onar firar eden" nefir-i anım askerlerine,88
cepheye giderken ve dönerken yağmaladıkları köy ve kasabalar ile paşa
tanımaz tavırlarıyla ön plana çıkan yeniçerilerden,89 disiplinleri ve sa­
vaştaki becerileri ile dikkati çeken Nizam-ı Cedid neferlerine90 kadar
Osmanlı ordugahında her türden adama rastlamak mümkündü. Sadece
Osmanlı belgelerine değil, yabancı subayların raporlarına da yansıdığı
şekilde Osmanlı ordugahındaki neferler tek tek ele alındıklarında, Avru­
palı subayların hayalini kurdukları cesur ve dayanıklı askerlerdi.91 Ancak

süvarilere kimi zaman komutasında savaştıklan delilbaşları ya da emrinde


çalıştıkları paşa tarafından at veriliyordu. Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz.
Schmidt (2002:24 1 ) .
87 Wittman ( 1 803:24 1 ).
88 BOA ( HAT 36833/İ ) ve Morier ( 1 80 1 : 1 5 ) .
8 9 Anadolu ve Rumeli'den cepheye gönderilen yeniçerileri birbirinden ayıran farklı
özellikler konusunda bkz. Morier ( 1 80 1 : 1 1 ) .
9 0 Yerli ve yabancı tüm kaynakların, ordunun geri kalam ile karşılaştırıldığında
Osmanlı ordusunun en disiplinli neferleri olarak gösterdiği Nizam·ı Cedld
ortasının, bilhassa Cezzar Paşa'nın idaresinde, fakat Amiral Sidney Smith'in
komutasında Akka'da kazandığı başarı, İstanbul'da yeni bir ortanın kunılmasına
zemin hazırlamıştır. Tıpkı II. Mahmud'un Rum İ syanı sırasında yeniçerilere
alternatif olarak sunduğu Mehmet Ali Paşa'nın nizamlı ordusu gibi, I I I . Selim
ve Niza.m-ı Cedld ricali de Mısır'da kazanılan başarıyı Niza.m-ı Cedid Ocağı'nm
genişletilmesi için bir propaganda aracı olarak kullanmıştır. Ancak Mısır
Harbi'ne katılan yaklaşık bin nefer Nizam-ı Cedld askerinin, mevzii muharebeler
dışında savaşııı genel gidişatı üzerinde büyük bir etki yaptığı söylenemez. Kaldı
ki muharebe meydanına sürülen Nizam-ı Cedld neferlerinin önemli bir kısmı
hayati organlarından yaralanarak emekliye sevk edilmiş ya da tekrar Levent
Çiftliği'ni dahi göremeden, Mısır'da hayata gözlerini yummuştur. Bu konuda ve
cepheye gönderilmeyen 71 nefer Nizam-ı Cedid askerinin öncülüğünde, Levent
Çiftliği'nde talime başlayan II. Nizam-ı Cedld ortası için bkz. BOA (CAS
2 1 1 68); (DPYM d. 3 5 366:39-40, 43 ve 93); Ahmed Cevad (TY 4 178:42);
Arıkan ( 1993: 308 ve 3 10); Erkutun (2009 : 1 1 8- 1 2 1 ); Uzunçarşılı ( 1938:8-
10); Tekindağ ( 1965:4 ve 1 3); Walsh ( 1 803: 147) ve Lord Russel of Liverpool
( 1 964:80).
91 Osmanlı neferlerinin genellikle, sosyal piramidin tabamnda yer alan kişiler
arasından seçilmesi (meşakkate me'luf) ve sivil hayatlarında zaten zor
koşullarda yaşamaları, muasır gözlemcilerde oluşan bu kanaate temel teşkil
Avrupa'nın muallem neferleri ile karşılaştırıldığında Osmanlı askeri, insa­
nı bir bütünün parçası ya da makinenin dişlisi haline getiren disiplinden
ziyade beden gücünü önemsemekte, muharebe meydanında emre itaat
yerine kişisel inisiyatifle hareket etmekte92 ve birbirinden oldukça farklı
tür ve kalibrede silahlar kullanmaktaydı. Osmanlı neferlerinin kıyafetleri
ise Avrupa ordularında gözlemlendiği gibi, ordu bürokrasisi içerisindeki
yerlerini değil, sosyal statülerini göstermekteydi .
Günde beş vakit namazın takip edildiği Osmanlı ordugahlarında,
çoğu silahsız ve aç dolaşan Osmanlı neferleri, sa\·aşmadıkları dönemlerde,
genellikle hedefe ateş ederek,93 cirit ya da kumar oynayarak94 vakitleri-

eden argümanlardır. Ancak neferlerin bu özellikleri, taktik organizasyondaki


bozukluk, idari zafiyet gibi sebeplerle doğru şekilde kullanılamamaktadır. Bu
konuda bkz. Wittman (1803:244) ve Lane-Pole (1888:56).
92 Napoleon'un Mısır işgali sırasında, Kahire kuşatması esnasında bir grup
yeniçerinin herhangi bir emir almadan saldırıya geçmesi ve çıkan karmaşa
konusunda bkz. Erkutun (2009:213vd.).
93 Neferin kişisel gelişimine hizmet eden bu tür aktivitelerin yanı sıra 1812'de
sonuçlanan Osmanlı-Rus Harbi'yle birlikte Osmanlı askerleri cephede
savaşmadıkları vakitlerde tatbikatlar yapmaya da başlamışlardır. Şumnu
Sahrası'ndaki Osmanlı neferleri seraskerlerin "rey' ve iradesinden hariç hatve-i
vahide hareket itmeyüb faraza karşularında 'ada taburu muharebeye 'amade
olsa ne güne hareket olunmak iktiza ider ise öylece hazır ve müheyya olub
idman ve ta'lim içün ınetrisler hafr ve tabyalar inşa'... [ve] ...cenk günleri
gibi ağaları ve z:ibitleri neferatlarınııı yanında... ...düşman ile mukabeleye
'azimet ider misüllü taburlarını tertib ve önlerine toblarını dizüb saf saf
piyadeleri gerüde ve süvarileri ilerüde hücı'.ı m suretinde tob atarak ve ceng
hengamında açıkdan ve metris ardundaıı 'adaya yüıiiyüş ider gibi cünbüş ve
refi:ar" edeceklerdi. Neferlerin "cenk vakitlerinde idecekleri etvar ve harekata
kesb-i istida'd" sağlamaları için yapılan bu tatbikaun bir diğer amacı da barış
görüşmelerinin sürdüğü bir sırada, Rusya'nın çıkardığı Osmanlı ordusunun
tükendiğine dair söylentileri yalanlayarak, pazarlık masasındaki diplomatların
ellerini güçlendirmekti. Dolayısıyla Osmanlılar elçi kabullerinin denk gtirildiği
galebe divanlarını bir tarafa bırakacak olursak, belki de ilk defa askeri güçlerini
düzenledikleri savaş simülasyonuyla diplomatik bir gösteri aracı olarak
kullanıyordu. Bu konuda bkz·. BOA (HAT 58982). Hedefe ateş ederek eğlenen
Osmanlı neferleri için bkz. Morier (1801:21).
94 Firarların ve ordu içindeki çatışmaların önemli bir nedeni olarak göze çarpan
kumar konusunda bkz. Erkunın (2009:129vd.) ve Wittman (1803:191 ve 239).

1 81
ni geçiriyorlardı . Sıklıkla ordugahda yanan ateşlerin etrafında toplanarak
türkü söyleyen ya da başlarından geçen cenk hikayelerini birbirlerine
anlatan Osmanlı neferlerini95 esasen, kadimde olduğu gibi, tahta kılıçlı
dervişler coşturmaktaydı.96 Kazanılan muharebelerin ardından ödüllen­
dirilen neferler kahve ya da tütün içme ayrıcalığına, belki bir çadıra ya
da kalın bir kaputa sahip97 olabiliyordu. Cephede mühimmat bulmak98
konusunda büyük bir sıkıntı çekmeyen neferler, muhtemelen bir an önce
evlerine dönmeyi hayal etmekteydi.99 Cephedeki hizmet süresinin sabit

95 Bu konuda bkz. Schmidt (2002: 1 79) ve Pouqueville ( 1806:48 ). 16. yüzyılda


Osmanlı ordugahlarında neferlerin birbirlerine anlattıkları Oğuz hikayeleri
konusunda ayrıca bkz. Murphey (2007:348 ) .
96 Osmanlı ordusunun kadimden beri vazgeçilmez öğcleri olan tak.at artık
rafizi olmakla suçlanan heteredoks dervişlere "ağır yevmiyye ve mukata'a
zammı ile ma'aş" bağlanması III. Selim devrinden itibaren pek de hoş
karşılanmamaktaydı. Bu bağlamda Bektaşllerin ordu organizasyonunun dışına
itilmeye çalışılması hiç şüphesiz siyasi hayatta yaşanan değişimin orduda
bulduğu yankıdan başka bir şey değildi. Muntazam ve mükemmel neferlerden
oluşan modern orduda aşkı ve coşkuyu ön plana çıkartan dervişlerin yerine,
nefere itaati ve hizmet ahl:ikını aşılayan imamlar ikame edilmekteydi. Ancak
orduyla birlikte, tahta kılıçlarıyla cepheye giden dervişlere yapılan ödemeleri
hoş karşılamayan siyasi merkez başkentte, zafer için dua edilen belirli tekkeleri
arıye ya da başka adlar altında maddi açıdan desteklemekten ve nizamlı
ordusunda imamları istihdam etmekten geri durmamaktaydı. Bu konuda
bkz. TSMA (E. 491 3 ) ; BOA (HAT 1 568 1 ); Ahmed Cavid ( 1998 : 1 1 2 - 1 1 3 );
Schmidt (2002:226 ).
97 Bu konuda bkz. Schmidt (2002: 1 66) ve Wittman ( 1 803:245). Neferlerin
yanı sıra kazanılan muharebelerin/fetihlerin ardından ser:ıskerkrin, atıyeler
verilerek ödüllendirilmesi de adettendi. Bu konuda bkz. BOA (CAS 43).
98 Doğrudan İ stanbul'un hizmetinde savaşan merkez ocakları ve miri sekbanların
yanı sıra paşalar tarafindan istihdam edilen sekbanların ihtiyaç duydukları
mühimmat, ordu hazinesi tarafından karşılanıyordu. Genel olarak mühimmat
sıkıntısının yaşanmadığı Osmanlı ordusunda, bu konudaki en önemli
problem mühimmatın cepheye nakledilmesiydi. Nitekim silah manüfaktürleri
İstanbul' da yoğunlaşmakta ve ithalat genellikle başkente yapılmaktaydı. Savaş
sırasında ulaşım araçlarının seferber edilememesi ise Osmanlı ordusunun arak
kronikleşmiş problemlerinden biriydi. Bu konuda bkz. BOA (KK 2383:
örneğin 5 ) .
99 Örneğin Amasya Sancağı erbab-ı tımarı, 1 8 1 2'de sonuçlanan Osmanlı­
Rus Harbi sırasında Hurşid Paşa komutasına gönderilmiş ve daha sonra
olmaması ve buna mukabil savaşların göreceli olarak gittikçe uzamasına
bir de bulaşıcı hastalıklar gibi ordugahda yaşanan sıkıntılar eklendiğinde,
durum sadece nefir-i anım askerleri için değil, herhangi bir insan için dahi
dayanılmaz bir hal alıyordu. Zira tayinatın "Hüda hakkı içün hayvanın
dahi yemeyeceği" 1 00 kadar kötü oluşu bir tarafa, neferlere, zahire buluna­
mayan ya da cepheye gönderilemeyen kış aylarında ekmek101 dahi verile­
memesi, orduda ciddi sıkıntıların çıkmasına yol açmaktaydı . 1 02 Neferlerin,
karşılaştıkları pek çok sorunda olduğu gibi tayinat meselesinde de başları­
nın çaresine bakmaları, cephenin hinterlandında bulunan tarlaların talan

memleketlerine geri dönmüştü. Ancak hanelerinde iki aylık ikameti takiben


gelen yoklamacı onları tekrar savaşa çağırmıştı. O günden beri iki yıldır
cephede olan Amasyalı neferler son çareyi, sadece kendilerinin değil,
arkalarında bıraktıkları cvlad ve eşlerinin de perişan olduğuna dair toplu halde
arzuhal yazmakta bulmuştu. Aynı savaşta cephede bulunan humbaracıların
durumu ise tımarlılardan pek de farklı değildi. Topçu Ocağı ncfed.tından,
yaralanarak İstanbul'a gönderilenler ise olabildiğince çabuk taburcu edilerek
yeniden orduya sevk ediliyordu. Bu konuda bkz. BOA ( HAT 4 1454 ve
45965/Y); ( CAS 26448) ve Şanizade (2008 :304).
1 00 BOA ( HAT 3739 1 /R).
1 0 1 Bir Osmanlı neferinin ele alınan dönemdeki günlük ekmek tayinatı yarım
kıyyeye, bir başka ifadeyle yaklaşık 600 gramlık bir ekmeğe tekabül etmektedir.
Ancak çavdardan imal edilen "siyah çamur misüllü" ekmeği dahi neferler
düzenli olarak alamamaktaydı. Dağıtılan ekmeklerin gramajının da kalitesi
kadar düşük olması ise oldukça olağan bir durumdu. Bu konuda bkz. BOA
( HAT 6422/F ve 3739 1/R) ve Poqueville ( 1 806:47). Rum İsyanı sırasında
günlük ekmek tayinatının 150 grama kadar düşmesi konusunda bkz. Schmidt
(2002:272 ).
1 02 Genellikle günde iki kez, sabah ya da öğle namazlarını takiben ve yatsı
namazından sonra yemek yenen Osmanlı ordugililarında neferler, eğer
biraz şansları var ise taze ekmeklerine yoksa peksimedleıine peynir, soğan,
zeytin ve zeytin yağını katık etmekteydi. Tıpkı sebze ve meyve gibi büyük
bir ayrıcalık olan et ise nadir de olsa genellikle, yine bir lüks olarak kabul
edilen pilavla birlikte servis ediliyordu . Ancak neferler her zaman, her gün
tayinat alamamakta, kimi zaman tayinat üç günde, hatta haftada bir defa
dağıtılabilmekteydi. Böylesi kötü bir diyetle Osmanlı neferlerinin savaşmak
bir tarafa, nasıl ayakta kalabildikleri ise Avrupalı subayların cevaplayamadığı
bir soruydu. Bu konuda bkz. BOA ( KK 2383); Ahmed Cavid ( 1998 :59);
Wittman ( 1 803:244, 246, 273-274); Morier ( 1 8 0 1 : 12); Poqueville ( 1806:47)
ve Thornton ( 1 809 c : I:272 ).

183
edilmesiyle103 ya da en hafifinden neferlerin, yiyecek satın alabilmek için
silahlarını satmalarıyla sonuçlanıyordu . 104 Kadimde olduğu üzere askeri
statüye geçerek nispeten daha rahat ve itibarlı bir gelecek hayalinden yok­
sun105 olan Osmanlı neferlerinin, çoğu zaman yiyecek ekmek dahi bu­
lamaması, hiç şüphesiz artık kronikleşmiş lojistik problemlerin yanı sıra
tayinat yolsuzluklarıyla106 da alakalıydı. Paşaların ya da yeniçerilerin, 107 as-

1 03 İngiltere'nin Mısır'daki birliklerine komuta eden General Hutchinson,


İstanbul büyükelçisi Lord Elgin'e gönderdiği 25 Nisan 1 8 0 1 tarihli raporda,
provizyon sıkıntısı çeken ve hiçbir maddi kaynağı olmayan Osmanlı ordusunun
önüne çıkan her şeyi yağmaladığını söylemekte ve bölgedeki İngiliz
çıkarlarının korunması için Osmanlı ordusu ve bölge ahalisi arasında bir tercih
yapılması gerektiğini belirtmekteydi. Bu konuda bkz. NA (FO 78/32). Bu
konuda ayrıca bkz. Schmidt (2002 : 1 67).
1 04 Bu konuda bkz. Erol (20 1 3 : 1 69 ) ; Pouqueville ( 1 806:9 1 -92). Rum İsyaııı
sırasında Niş Muhafızı Salih Paşa'ııın istihdam ettiği iki bin nefer sekbanın Niş
ahalisine borçları sebebiyle "eslihd.larını rehin tarikiyle vermeleri" için bkz.
BOA ( HAT 1 9342) .
1 0 5 Daha önce belirtildiği üzere, Osmanlı ordusunda hayati organlarından
yaralanan neferler emekliye sevk edilmekte, savaşta esir düşen üst düzey
görevlilerin ailelerine ise belirli bir maaş bağlanmaktaydı. Örneğin Mısır
Harbi sırasında cepheye zahire taşırken esir düşen kaymakam çuhadarı Giritli
İbrahim'in İstanbul'daki ailesine aylık yirmi beş kuruş maaş bağlanmıştı. Bu
konuda bkz. BOA (C Maliye 2746) . Ancak ordunun çok önemli bir kısmını
meydana getiren nefir-i amm askeri ya da sekbanların yaralandıkları ya da esir
düştüklerinde, itibarlı hayat bir tarafa, hiçbir güvenceleri bulunmuyordu.
106 Osmanlı ordusunda sadece tayinat konusunda yolsuzluk yapıldığını
vurgulamak, fazla iyimser bir tespit olurdu. Sadrazamların sık sık kendilerine
yakın nüzul eminlcrine "bila mu'cib külli akçe verdik.krine" ya da Miri Hazine
kaynaklarının, vüzera ve mirınirana çeşitli isimler altında akıtıldığına, çağdaş
kaynaklarda sıkça rastlanmaktadır. Bu konuda bkz. Ahmed Cavid ( 1 998: 1 1 2-
1 1 3).
1 07 Yeniçeriler cepheye gitmek üzere Anadolu'dan gelen neferleri İstanbul
girişlerinde karşılayarak, ideolojik açıdan ocağa yakın olan askerlere yeniçeri
kıyafeti giydirerek İstanbul sokaklarından toplu halde geçiriyor ve kışlalarına
götürüyordu. Ocağın sahip olduğu insan gücünü ifşa eden bir gösteriye
dönüşen bu ritüel, aynı zamanda sekban ve nefir-i amm sancaklarına asılan
yeniçeri nişanlarıyla ocağa verilecek tayinat ve bahşişin yükseltilmesine de
hizmet etmekteydi. Örneğin 1 806- 1 8 1 2 Osmanlı-Rus Harbi sırasında cepheye
gönderilecek dön bin yeniçeriye beş bin neferlik tayinat verilirken Ocak, on
ker sayısının tam olarak bilinmediği108 bir orduda sefere getirdikleri nefer
sayısını abartmaları ya da cephede yapılan yoklamayı takiben kendi asker­
lerinin firarlarına göz yumarak, sefer başlangıcında kaydedilen nefer sayısı
üzerinden zahire almaya devam etmeleri olağanlaşmış uygulamalar olarak
göze çarpmaktadır. 1 09 Bu bağlamda Osmanlı ordusunu oluşturan nefer
grupları arasında, dayanışmanın ve grup bilincinin en üst seviyede olduğu
yeniçeriler ve sekban grupları, ı ı o ordugaha gönderilen zahire ve nakit pa­
raya el koyarak 1 1 1 ancak istedikleri miktarda para ve zahireyi aldıktan son-

dört bin yeniçerinin cepheye gönderildiğini iddia etmekteydi. Bu konuda genel


olarak bkz. TSMA (E 4079/6); Şanizide (2008:270-273) ve Ahmed Cevad
( 1 299 :2 7 1 -2 7 3 ) . Topçu, Arabacı ve Yeniçeri mevaci blerinin başkasının elinde
olması sebebiyle orduya para gönderilememesi konusunda ayrıca bkz. TSMA
( E 70 1 4/176 ) .
1 08 Nitekim Osmanlı ordusunun nefer sayısı muharebenin kazanılabileceği, bir
başka ifadeyle, ganimet şans111111 yüksek olduğu muharebeler esnasında, bir
anda çoğalmaktadır. Bu bağlamda Mısır Harbi esnasında İngiliz ordusu, ek
geçirilen Fransız ordusuna ait her türlü mal Ye mühimmata el koyup, ordu
adma zapt ederken Osmanlı ordusunda ganimet, kapanın elinde kalmaktaydı.
Bu konuda bkz. Walsh ( 1 803:55, 48-49 ve 1 50); Wittman ( 1 803:202 );
Barrow ( 1 848:379 ) ve Corbett ( 1 9 1 3 c:IV:75 -76 ) .
109 Neferleri birbirlerinden ayırt edecek üniformaların bulunmaması ve
defterlerdeki sayıların gerçek rakamlarla örtüşmemesi, asker sayısıııın
hesaplanmasıııın önündeki en önemli engellerden biridir. Nitekim ordugahda
yapılan yoklamalar ve yoklama sonucuna nazaran dağıtılmaya başlanan
tayinatlar, isyanların önemli sebeplerinden biriydi. Örneğin 1 79 1 Ekim
başlarında yapılan yoklamanın ardından isyan eden sipahiler karşısında
çaresiz kalan komuta heyetinin, isyanı Çapanoğlu ve Karaosmanoğlıı'na bağlı
birliklerle bastırması konusunda bkz. Uzunçarşılı ( 1973:609) Bu konuda
ayrıca bkz. Morier ( 1 80 1 : 3 1 ); Jorga (2005 : 1 82 ) .
110 Sekban birliklerinde d e tayinat paylaşımı konusunda hiyerarşik bir ilişki
olduğu söylenebilir. Binbaşılar ya da diğer sekban liderleri tayinattan, neferlere
nazaran daha büyük bir pay almaktaydı. Bu konuda bkz. Wittman ( 1 803: 147).
111 l 792'de sonuçlanan savaş sırasmda III. Selim'in kaleme aldığı bir hatt-ı
hümayun durumun vahametini ortaya koymaktadır. Nitekim " . . . Ordu-yı
Hümayı:lnumda Yeniçeri Ocağı ortalarına vünld eden askerlerine yiyecek
vermediklerinden ekserine fütı:'ır gclüp açlıkdan firara şüru' eyledikleri ve
sebeb-i illet ancak açlık idüğünü tahkik eyledim. Bu nasıl şeydir . . . . . . mevdıdun
iki üç katı ta'yinatları verilürken askeri aç koyanlar Allah ü Te'ala'dan havf
ve Peygamber'den haya etmezler mi, bu hususu ağa paşaya ve cebeci ve

/ ıss
ra, büyük çoğunluğunu nefir-i anım askerlerinin oluşturduğu ordunun
geri kalanına dağıtılmasına izin veriyordu. 1 1 2 Bütün bunlara bir de büyük
çoğunluğunu paralı askerlerin oluşturduğu bir orduda baş gösteren nakit
sıkıntısı eklendiğinde, isyanların Osmanlı ordugahları için neden sıradan
bir durum olduğu daha rahat anlaşılabilir. 1 13 Savaş zamanlarında ordusu­
nun ihtiyaç duyduğu mali kaynakları seferber edemeyen Osmanlı Devleti
artık "mu'af, gayr- ı mu'afhavas ve evkaf ve kaffe - i sekene-i memleket"ten
vergi ve mübaya zahiresi toplanması için fermanlar yazmak durumunda
kalıyordu. 1 1 4
İ stanbul'daki siyasi isyanların cephedeki etkisi bir tarafa, ordunun
geneli için askerlere dağıtılamayan ekmek ya da kuru peksimed ,115 yeni-

topçu ve arabacıbaşılara gereği gibi tenbih edesin . . . . . . ben ta'yinatı kul içün
veriyorum kul aç kaldıkda cengi kim eder . . . " Bu konuda bkz. Ahmed Cavid
( 1998 :59). I I . Mahmud devrinde yaşanan benzer olaylar için bkz. Cabi Efendi
(2003 : 1 1 7- 1 1 8 ) . Yeniçerilerin orduya gönderilen nakde yolda el koyması
konusunda ayrıca bkz. Asım Efendi ( 1 293 c:I:5 ve 9) ve Şanizade (2008 :406 ).
112 Barrow ( 1 848 :369).
113 Örneğin Rum İsyanı sırasında Girit'te görevli İskenderiye mutasarrıfi Mustafa
Paşa'nın tahriratına göre kış aylarında artan humma elindeki birlikleri kırıp
geçirmişti. Öyle ki elindeki "sağ askerin dahi takatinin" kalmadığını bildiren
Mustafa Paşa, zahiresinin de bitmek üzere olduğunu İstanbul'a bildirmiştir.
Durumun farkına varan neferlerin "doğru bu bendelcrine gclüb 'takatimiz
yetdiği kadar bu taraflarda ikametle hidınet itdik şimden sonra ne ikamete ve
ne dahi hidmete kudretimiz kalmış elbette gideceğiz' deyii cümlesi bir ağızdan
kat'i" konuştuklarını belirtmekteydi. Başsız askerin yol üzerinde yağmaya
girişeceğinden korkan mutasarrıt: neferlerinin başında, gemiyle İskenderiye'ye
dönmeye çalışmaktaydı. Ancak yolculuk esnasında havanın bozması ve
zahiresiz kalan paşanın üç bin hasta askeriyle karaya çıkması,. durumun
vahametini daha da artırmıştır. Savaş alanında ölmenin ya da yaralanmanın
dışında Osmanlı neferlerinin başına neler gelebileceğini özetleyen pek çok
örnekten biri olan Mustafa Paşa'nın tahriratı için bkz. BOA ( HAT 382 1 8/A) .
1 14 Söz konusu tCrmanlardan biri v e kadimden beri askeri zümre içerisinde
mütalaa edilerek vergiden muaf tutulan evlad-ı fatihandan vergi toplanmak
istenmesi konusunda bkz. BOA (C Maliye 2499 5 ) .
115 Osmanlı-İran Harbi esnasında komuta kademesi "eğer vakitlice himmet
buyrulmayub nüzul emini irişmezse asker ta'ifcsinin beher hal şamatat
ideceklerinden . . . [ve askerlerin] . . . itmeyecekleri rezalet kalmayacağından"
çekiniyordu. Nitekim '"ulufe ile istihdam olunan sekban ve divanegan askeri
nefir-i amma kıyas olmayub'', nefir-i anım askeri "bir yiyecekden ve sa'irden
çeriler ve sekbanlar söz konusu olduğunda ödenmeyen ulufeler1 16 ve ay­
lıklar isyana yol açan temel sebeplerdi. Bu bağlamda kendilerini istihdam
eden paşanın gözden düşerek maddi sıkıntıya girmesi ya da ölümü gibi
sebeplerle aylıklarını zamanında alamayan sekbanların, cephenin art böl­
gesinde bulunan şehirleri1 ı 7 ya da işverenlerini yağmalamaları cephedeki
Osmanlı ordusunda çok sık vuku bulan dunımlardı . 1 1 8 Sefer sırasında iki
farklı asker! sınıfın, örneğin sekbanların ve yeniçerilerin, 1 19 ya da aynı sınıf
içerisinde yer alan farklı grupların, örneğin iki yeniçeri ortasının, tayinat
ya da ulufe paylaşımı sırasında çatışmaya girmesiyle1 20 alevlenen isyanlar,

ve me'muriyetlerinden 'aciz olsalar" da isyana değil firara mütamaildi. Fakat


sekbanlar '"ulute!ü ve hesablu asker olmağla 'ulutelcriııi almadıkça bir hatve
ilerü ve gerü hareket" etmiyorlardı. Öyle ki, hiçbir şeye "tahammül etmeyüb
hemaıı her bir rezaleti itmeğe" meyleden sekbanların tayinatın bowkluğu
sebebiyle "rezalct-i 'azlme" çıkarmalarından korkuluyordu. Bu konuda bkz.
BOA ( HAT 3739 1/R-T).
116 1 1 Ocak 1 8 1 1 tarihli bir tahrirata göre yeniçerilerin nakitin tükendiği
ordu hazinesinden 570 kesenin üzerinde alacakları vardı. Yeniçeri Ağası ise
Sadrazamın huzunına çıkarak ödenemeyen ulufeler sebebiyle "zabitlerini idare
edemediğini" bildiriyordu. Bu konuda bkz. BOA (HAT 41408/H).
1 17 Örneğin sabık Rumeli valisi Mustafa Paşa'nın Vidin önlerinde asker aylığını
ödeyememesi sebebiyle 1 0.000'i aşkın sekbanın Filibe'ye girerek, hane
kapılarını kırıp şehri yağmalamaları konusunda bkz. TSMA (E 7 1 9 5 ) .
1 18 Osmanlı Arşivi, cephede nakit sıkıntısı çeken v e kendi askerlerinin tehditlerine
ve yağmasına uğrayan paşaların, İstanbul'a gönderdikleri arzuhallerle
doludur. Genellikle başkentten acilen nakit gönderilmesi talebiyle başlayan
tahriratlar, neferlerin tehditkar tutumlarının tasviriyle devam etmekte ve para
gönderilmediği takdirde sekban ücretlerinin cephenin hinterlandında bulunan
köy ve kasaba ahalisi tarafından ödenmesi isteğiyle son bulmaktadır. Örneğin
Osmanlı-İran Harbi ve Rum İsyanı sırasında Selanik Mutasarrıfı Mehmet Paşa,
"harab olmaktan" korkan Serezli Yusuf Paşa ya da "dairesini idareden aciz"
Kumkalcsi Muhafızı Reşid Mehmet Paşa ve sekbanlarının "dnib-i senaveriye
viregeldikleri heled.n-ı derun ve sıklet-i mihnetin bir vech ile kabil-i tabir"
olmadığını belirterek "tikat-ı 'aciz:inesinin münkat'ı"' olduğunu bildiren Van
Muhafızı Mahmud Paşa, bunlardan sadece birkaçıdır. Bu konuda bkz. BOA
( HAT 3 3 0 1 7/A-E, 368 1 7/K, 40000/C, 40541/A). Bu konuda ayrıca bkz.
Erkutun (2009:203) ve Walsh ( 1 803: 144).
1 19 Erkutun (2009 : 1 33- 1 34).
120 Erkutun (2009: 1 93vd . ) .
Osmanlı ordusunu en az düşman kuwetlerinin verdiği zarar kadar tah­
rip ediyordu. Zahire fiyatlarının yükseldiği, kar ve yağmur altında kalan
siperlerde soğuğa dayanmanın mümkün olmadığı kış günlerinde, ordu
içindeki kalkışmaların frekansı, lojistik ikmaldeki aksamalarla ve tayinat
paylaşımındaki adaletsizlikle doğru orantılı olarak artmaktaydı. Savaşın
Osmanlı ordusu için tatil olduğu ve neferlerin cephe gerisindeki şehirlere
ve kasabalara çekildiği kış aylan, sadece şahsi olarak neferlerin değil, cep­
henin art bölgesinde yaşamaya çalışan ahalinin ı ıı de ölüm kalım savaşı
verdiği günlerdi. Aç kalan neferler, çoğunlukla yağma ve firar arasında
bir tercih yapmak durumunda kalıyordu. ı ıı Bu noktada doğrudan yağ-

1 2 1 Örneğin 1 8 2 1 kışını geçirmek üzere Yaş tarafına çekilen yeniçeriler, "her


biri bir kaıye zabt iderek ta'yinat ve hava'ic-i zarlıriyye-yi askeriyenin idaresi
içün tahsil oluna gelen hasılata" el koyarak, ahaliyi yağmalamaya başlamıştı.
Boğdan'daki beşli ağalıklannı rüşvetle satmaya başlayan yeniçerilerin Yaş'a
gelişiyle birlikte çıkan yangınlardaki artış dikkat çekicidir. Bu durum karşısında
"Ocak-ı Amire tarafindan seri'an muktecllr zabitan" gönderilmesini isteyen
Osmanlı komuta heyeti, meram anlatmak ve söz tesir itmek mümkün
olmayan" yeniçerileri Yaş kasabasında da tutamayacak ve savaşın hinterlandı
tamamen savaş alanına dönecektir. Yeniçerilerin 1 8 2 1 - 1 822 senelerinde
B alkanlar'da, savaşın art bölgesindeki faaliyetleri için bkz. BOA (HAT
1 7 1 07, 1 9340, 1 9364 ve 45865/B ). Askeri alandaki yeniden yapılanmanın
kilit isimlerinden Hüsrev Paşa'nın İran Harbi sırasında Kars ve lıavalisinde
yarattığı yıkım bu konuda verilebilecek bir diğer örnektir. Nitekim bölgeden
toplanması gereken ve miktarı önceden belirlenmiş tayinatın sekiz katına el
koyan Hüsrev Paşa'nın neferleri, bir taraftan bölgedeki haneleri ateşe verirken
diğer taraftan da el koydukları fazla tayinatı çarşıda satmaktaydı. Ahalinin
yazdığı arzuhale nazaran, düşmanın verdiği "hasarın iki katı"nı veren Hüsrev
Paşa'nın "Kars'a vi.irıldundan bugüne gelince bir fa'idesi zuhlır itmemişti" .
Neferlerinin köylere tasallutuna göz yuman Hüsrev Paşa'nın İran Harbi
sırasında ahaliye verdiği zarar konusunda bkz. BOA ( HAT 36835/I) .
1 2 2 Örneğin 1 Aralık 1 8 1 1 tarihli bir tahrirata göre her n e kadar ayanlar müekkid
buyruldularla korkutulup, yakalanan firariler tedib edilse de "şitfüun şiddeti
sebebiyle 'asakir-i me'murenin sebat ve kararı mümkün" olamamaktaydı. Zira
on beş gündür kesintisiz yağan kar ve yağmur sebebiyle siperlerdeki askerleri
yerlerinde tutmak pek de mümkün değildi. Kötü hava şartlarına bir de çamur
deryasına dönen yollarda yürütülemeyen zahire arabalarının eklenmesi ve
orduda zahire sıkıntısının baş göstermesi neferlerin durumunu daha da
kötüleştirmekteydi. Bu konuda bkz. BOA ( HAT 4 1 749 ).
mayı tercih eden neferler, cephenin artbölgesindeki gayrimüslim ahaliyi,
düşman ile "yekdil ve yekcihet" olmaya sevk ediyordu. 123 Ordugah dışına
çıkışların kontrol altına alınmasına yönelik tedbirler bu noktada devreye
giriyordu. 1 24 Ancak alınan tüm önlemlere rağmen ordudan tezkeresiz
ayrılarak firar eden neferlerin verdikleri zarar çok daha büyüktü. Kimi za­
man ordugahdan ayrılmalarına göz yumulan firarilerı25 sadece cephenin
hinterlandını değil, yolları üzerindeki köyleri ve kasabaları yağmalayarak
memleketlerine doğru ilerlerken, başkent güvenliğini dahi tehdit ediyor­
du. 126 Bu bağlamda cephede ve cephe gerisinde meydana gelen isyan ve

1 23 Ancak cephenin geniş bir alana yayıldığı, hatta isyanların doğası gereği, belirli
bir cephenin bulunmadığı Rum İsyanı sırasıııda gayrimüslim ahaliye yapılan
kötü muamele sadece lojistik yetersizlikle açıklanamaz. Hanya Muhatizı
Lütfullah Paşa'nın 30 Kasım 1 8 2 1 tarihli arzuhali, Miisliiman ahali tarafindan
Hanya ve köylerindeki gayrimüslimlerin mallarının yağma ve evlat ve eşlerinin
esir edildiğini İstanbul'a bildiriyordu . Bu bağlamda "katl ve 'idam ile cümle
re'aya [ gayrimüslimlerin] "nın Müslümanlara karşı birleştiğini belirten
Lütti.ıllah Paşa, suçsuz gayrimüslimlere zarar veren gnıbun iki elebaşısını idam
ettiğini belirtmekteydi. Söz konusu kaimenin üzerine II. Mahmud'uıı kaleme
aldığı hatt-ı hümayun ise Müslümanlar ile Rumların yollarının artık ayrılmaya
başladığını ortaya koymaktadır. Zira II. Mahmud'a göre "Lütfullah Paşa
bu adamları 'idam eylediğinde hata ve su'-i tedbir itmiş, Kandiye ve Resmo
Muhafizları ahaliyi uydıtrıtb hayli işlfiiı-üyor, müşarünileyh imtizac idüb ahaliyi
kullanamadı. . . " Bu konuda bkz. BOA (HAT 384 1 2) .
1 2 4 Yağmayı önlemeninin bir yolu olarak neferlere verilen ordugah dışına
çıkış tezkereleri ve tezkeresiz ordugahı terk eden neferlerin firari sayılması
konusunda bkz. BOA ( CAS 3 5 1 6 5 ) .
125 Örneğin Mısır Harbi sırasında vezirazam çadırını basarak yüz kuruş bahşiş
ve eve dönüşleri için tezkere talep eden bin beş yüz kadar yeniçeri ve Bozok
havalisi nefi:rarının ordugahı terk ettiğini haber alan İngiliz Amiral, Dimyat'a
doğru yola çıkan firarileri geri döndürmek, dönemezler ise kayıklarını batırmak
üzere bir firkateyn yolladığıııı ve Osmanlı makamlarından bu konuda destek
beklediğini Küçük Hüseyin Paşa'ya bildirmişti. Ancak İngiliz amirale, Nizfım-ı
Cedid'in önemli isimlerinden Küçük Hüseyin Paşa'nın durumdan haberdar
olduğunu ve sadece "askerin biraz işe yaramazına izin" verildiğini söylemesi,
Osmanlı neferlerinin kimi zaman planlı ve gizli bir şekilde firar etmediğini
göstermektedir. Bu konuda bkz. BOA ( HAT 6633).
1 26 1 79 1 'de sonuçlanan Osmanlı-Avusturya Harbi esnasında Beşiktaş'ta yakalanan
bin iki yüz firari konusunda bkz. Çınar ( 1999:48 ) .
firarların önüne geçebilmek için ilk tedbir olarak düşünülen, ordugah
içindeki sadrazam casuslarının, bu tür "uygunsuzluldarı" önlemekte ye­
tersiz kaldığı ortadadır. 127 Firarileri durdurmak ve yeniden cepheye sevk
edebilmek için Tuna kollarına yerleştirilen derbcntler128 ya da bölgedeki
ulaşım araçlarına devlet tarafından el konulması 1 29 gibi tedbirler de firari
dalgalarını kontrol etmekten uzaktı. Zira devlet otoritesine ram olarak
varlığını ülkesine armağan eden modern askerlerin aksine Osmanlı ne­
ferleri, gayretlerinin karşılığını alamadıklarını düşündükleri durumlarda
isyan ya da firara çok daha mütemayildi.
Ordunun, manevra gücünü artıran, anlık emirlerin neferlere/dişlilere
iletilmesini kolaylaştıran, sesle idare edilebilecek kadar ki.içlik ve otonom
ünitelere bölünmesi, 1 8 . yüzyıl Avrupasındaki taktik organizasyonun te­
melini teşkil ediyordu. Ancak küçük sekban birliklerinden, yoldaşların
bir araya geldiği yeniçeri ortalarından ve muhtemelen hemşerilerin omuz
omuza savaştıkları küçük nefır-i amm bölüklerinden oluşan Osmanlı or­
dusu, bürokratik bir örgütsel yapıdan ziyade bir askeri konfederasyonu
andırmaktadır. Muharebe alanına, önde serdengeçti neferlerinin, sağ ve

1 27 l 792'de sonuçlanan savaş sırasında sadrazam, doğrndan III. Selim'e


gönderdiği bir tahriratta "'asiikir-i ınevdıdenin taharri-i ahvali ve hareketleri
ve fukaraya zulm u ta'addileri olub olmadığının tahkiki ile ol makule harekete
cesaret ider olur ise lazımeyi kadının icrası içi.in tarafı 'abd-i 'aciznemden hafi
casusların mcvdıd" olduğunu bildirmekteydi. Bu konuda bkz. TSMA
( E 6200/17).
1 28 Örneğin 1 79 1 Aralık ayında "firari asker ahzı" için Kazgan derbendine
yerleştirilen Çelenklizade Mustafa Ağa, bazı firar1leri ele geçirmiş olmasına
rağmen, bir şekilde bölgedeki Büyükoba köyü ahalisinin taarruzuna
uğrayarak, firari neferlerin ötesinde beş bin kurnş nakdi ve beş bin kuruşluk
eşyasını kaybetmiştir. Bu konuda bkz. BOA ( CAS 2710 1 ) . Tuna kollarına
yerleştirilen derbentleri aşan firari dalgaları, yol üzerindeki kazalarda ve
nihayet Kırklareli'nde ikamete memur, genellikle bölge ayanları ve Yeniçeri
Ocağı'ndan seçilen görevli birliklere çarpmaktaydı. Bu konuda ayrıca bkz.
BOA ( CAS 12663).
1 29 Tuna kollarının kuruduğu ya da buz tuttuğu dönemlerde bu tür tedbirlerin
hiçbir işe yaramadığı ortadadır. Kuruyan Tuna kolları üzerinden karşı tarafa
rahatlıkla geçen firarilerin, kendilerini yeniden cepheye sevk etmeye çalışan
görevlileri öldürmesi ve firari avı için süvari takviyesi talep edilmesi konusunda
1 5 Eylül 1 82 1 tarihli bir tahrirat için bkz. BOA ( CAS 1 08 1 5 ) .
sol kanatlarda, sırasıyla Rumeli ve Anadolu beylerbeylerinin, bunların
hemen arkasında paşaların istihdam ettiği sekbanların ve nihayet yeniçe­
rilerin bulunduğu, topçu sınıfı birliklerinin bunların arasına serpiştirildi­
ği, süvarilerin ise düşman topçularının menzili dışında tutulmaya çalışıl­
dığı bir biçimle çıkan Osmanlı ordusu, 130 genellikle topçularını, süvari ve
piyade birliklerini koordinasyonlu bir şekilde kullanılmıyordu. ı. ı ı Sıcak
çatışmanın başlamasıyla birlikte bir anda öne fırlayan süvariler, Avrupa
ordularının taktik dörtgenleri ı 32 arasmda buharlaşmakta, ı 33 belki de ilk
defa yan yana gelen sekbanlar ve yeniçeriler ise genellikle birbirlerinin
salvo atışlarını perdelemekte ve hatta ordunun iki farklı grubu savaş sıra­
sında, dost ateşiyle birbirini öldürebilınekteydi. 1.14 Mesela yirmi neferden
oluşan bir sekban bölüğünün dahi kendisine ait sancağının bulunması,
savaş alanındaki renk cünbüşünü artırırken emirlerin doğru bölüklere ve
nefrrlere iletilmesini zorlaştırıyordu. ı 35 Emirlerin iletildiği durumlarda

1 30 SK (EE 3 3 8 1 : 3 3a) ve Thornton ( 1 809 c:I:276-277).


1 3 1 KA (Kriegswissenschaftliche Mcmoires 1 8/92 1825); Barrow ( 1 848:367);
Morier ( 1 801 :4) ve Scheben ( 1994:2 1 2 ) .
132 Avrupa orduları için muharebe alanındaki en önemli problem olarak göze
çarpan Osmanlı süvarisine karşı nasıl bir taktik organizasyon ile savaşılması
gerektiğine dair problem 1 8 . yüzyıl sonlarında tam manasıyla çözülmüştür.
Buna göre üç taburdan (batallion) müteşekkil her bir alay (regiınent) savaş
meydanında bir taktik dörtgeni oluşturmaktadır. Altı sıra halinde dörtgenin
önünde yer alan ilk taburun arkasında sağ ve sol kanatları koruyan ikinci tabur
bulunmakta ve üçüncü tabur onların hemen arkasında yine altı sıra halinde
dizilmektedir. Süvari ve topçuların dörtgenlerin köşelerine yerleştirilmesi ise
hiçbir şekilde bir bütün halinde ve düzenli olarak dörtgenlere saldıramayan
Osmanlı süvarisi için en ölümcül silahtı. Ancak Avrupa orduları muharebe
meydanına az önce tarif edildiği şekilde dizilerek çıkmıyor fakat taktik
dörtgenleri, bir anda öne atılan Osmanlı süvarisinin manevrasına karşılık
oluşturuyordu. Dolayısıyla Osmanlı sipahisinin hiç beklemediği bir anda
kendini çapraz ateş altında bularak can vermesi gayet doğaldı. Bu konuda
bkz. Valentini ( 1 828 :23-25 ve 30-33); Deans ( 1854: 166- 1 67) ve Walsh
( 1 803 : 1 5 3 ) .
1 3 3 Mısır. Harbi sırasında Fransız ordusunun, Memllık süvarisini yenilgiye uğrattığı
muharebeler bu durumun en canlı örnekleridir. Bu konuda bkz. Erkutun
(2009:69-72) ve Valentini ( 1828 : 3 5 ) .
134 Oliver ( 1977 : 1 07); Thornton ( 1 809 c:I:279) v e Wittman ( 1 803:232).
135 Wittman ( 1 803 :23 1 -232). Tam da bu sebeble Avrupalı subaylar, muharebe
ise bölüklerin söz konusu emirleri uygulamasında ciddi sıkıntılar mey­
dana gelmekteydi. ı 36 Mesela savaşı bir eğlence olarak gören sekbanlar137
muharebe sırasında düşman üzerine ilerlemek yerine, yaralı düşman as­
kerinin kellesini kesmek ya da esir almak için duraksayabiliyordu. 138 Va­
tan aşkının ( amor patrie) yerine bir yöneticiye bağlılığın ima ettiği şere­
fin ve kişisel çıkarların ön planda olduğuı39 Osmanlı ordusunda, neferler
taktik organizasyonun gerektirdiği yönde değil, fakat en fazla ganimetin
olduğu tarafa doğru saldırıyordu. Farklı sınıflar, mesela yeniçeriler ve
deliller, ı4o arasındaki güvensizlik ve rekabet de verilen emirlerin uygulan­
masının önündeki en önemli engellerden biriydi.
"Fenn-i harbin kava'id-i asliyyesini" bilen, 1 4ı bir başka ifadeyle sava­
şın stratejisini belirleyerek buna uygun şekilde ordunun taktik organi-

meydanında sancakları ele geçirmek için vakit kaybetmemeleri konusunda sık


sık uyanlmaktaydı . Zira muharebe, sancakların ele geçirilmesiyle değil, ancak
vezire ait tu!'.,>ı.ın alınmasıyla sonuçlanmaktaydı . Bu konuda bkz. Valentini
( 1 828:38-39).
136 Barrnw ( 1848: 369 ) .
137 Menemencioğlu Ahmed Bey ( 1997:59).
138 Savaş sırasında kesilen kelle, dil ve kulakların yanı sıra esir alınan düşman
askerleri d<.: muharebe sonunda Osmanlı neferleri açısından önemli" bir gelir
kaynağıydı. Orduda esir alınan askerlerin bir kısmı ayanlar tarafından modern
bir ordu kurmak üzere istihdam edilmeye çalışılırken, diğer bir kısmı da
İstanbul'a gönderilmektedir. Kafileler halinde başkente gelen savaş esirlerinden
yüksek rütbeli subaylar Yedikule'ye hapsedilirken, hayatta kalabilen neferler
genellikle T<.:rsane Zindanı'nda tutulmaktadır. Paralı asker ve yabancı uzman
istihdaııııııın yoğun olduğu Rus ve Avusturya ordularından esir alınan
Avusturya ya da Rusya uyruğu olmayan nefer ve subaylar ise İstanbul'da Babıali
tercümanı aracılığıyla ilgili ülkenin İstanbul elçisine teslim edilmiyordu. B u
konuda ayrıntılı bilgi için bkz. Çınar ( 1 999 :5-6, 1 1 , 45 ve 7 2 ) ; Emecen
(2003:320, 323, 42 1 ) ; Valentini ( 1 828:56), Walsh ( 1 80 3 : 1 2 1 - 122; 1 29) ve
Schmidt (2002 : 166 ve 256vd . ) .
1 39 Morier ( 1 801 : 19).
140 Ordunun iki farklı sınıfı ya da aynı sınıftan iki farklı liderin idaresi altında
savaşan neferler arasında genellikle ganimet paylaşımı sebebiyle çıkan çatışmalar
ve düşman kuvvetlerinin, Osmanlı ordug:ihındaki rekabeti körüklemesi
konusunda bkz. Schmidt (2002: 1 74, 176, 250-253 ve 285); Black ( 1 944:29).
141 Sağlamdemir ( 1994:1 5 6 vd. ) .

192
zasyonuna karar verebilecek düzeyde bilgiye sahip bir zabitin, ele alınan
dönemde Osmanlı ordusunda bulunduğunu söylemek imkansızdır. Us­
ta-çırak ilişkisi içerisinde öğrenilebilecek alaylı terbiyenin zaafa uğradı­
ğı, kitabi bilgiyi öğretecek askeri akademilerin ise henüz tam manasıyla
faaliyete geçmediği bir çağda142 Osmanlı komuta heyeti, savaş alanında
Fransız üniforması ile İngiliz ya da Rus ü niformasını ayıramayan, belki
de ayırmak istemeyen, neferlerinden143 çok da farklı bir durumda de­
ğildi .144 Genel olarak zamanı kullanmakta ve düzenlemekte sıkıntı ya­
şayan Osmanlı komuta heyeti, açık bir biçimde planlama yeteneğinden
yoksundu . 1 45 Bundan sonraki bölümlerde ayrıntılı olarak tartışılacağı
üzere, siyasetin belirlenmesinde yaşanan hizipsel mücadelelerin ya da iç
çekişmelerin benzerlerini Osmanlı komuta heyeti içerisinde de görmek
mümkündür. Zira çağdaş kaynakların diğer üst düzey paşalardan hem
statü hem de askeri bilgi açısından büyük bir farkının olmadığını vurgu­
ladığı sadrazamın emirlerine, bilhassa çok sayıda sekban besleyen ayanlar
tarafindan itaat edilmemesi, ordugahda birbirlerini idam ettirmeye çalı­
şan paşalar kadar olağan bir durumdu. 146 İstanbul'dan valiliklere atanan

142 Örneğin 1794 senesinde Mühendishine'nin birinci halifesi olan İbrahim


Karni Efendi, imparatorlukta top ve humbara doldunıp, atmayı bilen çok az
kişinin bulunduğundan ve humbaracılığın ilmi ve amelisini gösteren hiçbir eser
bulunmadığından şikayet etmekteydi. Bu konuda bkz. Beydilli ( 1995:34).
143 Lord Russcl of Livcrpool ( 1 964:8 1 ) .
144 Mısır Harbi sırasında sadrazam ve dolayısıyla başkomutan olan Yusuf Ziya
Paşa'nın coğrafya bilgisinin sınırları konusunda bkz. Wittman ( 1803 : 1 33 ) .
Valide Kethüdası Yusuf Ağa ile yakın ilişkisi sebebiyle Sadrazam Yusuf Ziya
Paşa ile çatışma halinde bulunan Kapdan-ı Derya Küçük Hüseyin Paşa'nın
taktik organizasyon hususundaki bilgisi ile Osmanlı ordugahında temayüz
etmesi konusunda ayrıca bkz. Walsh ( 1 803: 146).
145 NA (WO l/345) ve Barrow ( 1 848: 379 ). Osmanlı gözlemcileri, Avrupalı
neferleri "kura ahalilerinden ahmaklar" ya da "hayvan misüllı'i ademler" olarak
tarif etseler de Avrupa ordularında görev yapan "zabitlerin kibil-i mütekellim
d be-ca akadimyada terbiye görür" kişiler arasından seçildiğinin farkındaydı .
Bu konuda ayrıca bkz. TSMA (E 1 379).
146 1 792'de sonuçlanan Osmanlı- Rus Harbi esnasında Rumeli valisinin maiyetine
girmek istemeyen Tepedelenli Ali Paşa'nın tavrı konusunda bkz. Mehmet
Sadık ( EE 2 1 7 1 : 37a-b). Bu konuda ayrıca bkz. HHStA (Türkei V/23); NA
(FO 78/32: General Hutchinson'ın 2 5 . 7. 1 801 tarihli raponı); Wittman
paşaların kapı halklarının yok seviyesinde oluşu, savaş zamanı ceplerine
koydukları para kadar istihdam edebildikleri sekban sergerdelerini pa­
şaların kontrolü dışına çıkartıyordu. 1 47 Sekban sergerdelerinin birbir­
lerinden emir alması ise söz konusu değildi. 148 Bu bağlamda rasyonel
bir emir-komuta zincirinin bulunmaması149 ordunun idaresini imkansız
hale getirmekte ve çatışma esnasında subayın ölümüyle birlikte komuta­
sındaki bölüğün bir anda dağılmasına sebep olmaktaydı. Genellikle şok
saldırılar ya da kesintisiz tüfek ve düzenli topçu ateşi altında dağılan 1 50
neferlerin cepheyi terk etmelerini önlemek için "kılıç ve mızral< ile siya­
set olunmaları", 151 kaçan asker sayısının çokluğuyla doğru orantılı olarak
imk:lnsızlaşmaktaydı. Cellatların bile çaresiz kaldığı, nefer dalgaları önce
Osmanlı ordugahını, 152 sonra yolları üzerine çıkan kasabaları savaş alanı­
na çeviriyordu. 153
Her ne kadar Osmanlı Devleti, cepheye giden ordusunun rotası
üzerinde yer alan bölgelerde ağırlığını hissettiriyor154 olsa da savaş za-

( 1 803:230); Walsh ( 1 803: 143) ve Öğreten (2002 : 1 1 7 ) . Valiler ve daha alt


düzeydeki paşalar arasındaki ilişkiler de sadrazam ve ayanlar arasındaki ilişkiden
farksızdı. Niş ınuhafizının, Rumeli \'alisinin emirlerini dikkate almadan "başlu
başına" hareket etmesi konusunda ayrıca bkz. TSMA (E 7014/222).
147 Örneğin Rum İsyanı sırasında Çarhacı Ali Paşa'nın komutasında, birbirinden
bağımsız delilbaşı ve binbaşıların idaresi altında savaşan on farklı sekban ve
delil grubu bulunuyordu. Bu konuda bkz. Schnıidt (2002:253).
148 Alemdar Mustafa Paşa'nın bu konudaki görüşleri için bkz. Uzunçarşılı
( 1942a : l 08 · 1 09 ) .
149 N A ( F O 78/26:44).
150 Walslı ( 1 803 : 1 26 ) .
151 Ahmed Cavid (2004:62 1 -622 ).
152 Ahmed Cavid (2004:622 ); Valcntini ( 1 828:73) ve Walsh ( 1 80 3 : 1 29).
1 53 Ordunun savaştan dönüşündeki görünümü, daha önce tasvir edilmeye çalışılan
cepheye gidişinden ya da firarilerin durumundan pek de farklı değildi. Savaş
sırasında aylıklarını alamayan sekbanlar sık sık "tuğyan suretinde" yollan
üzerindeki ahaliye saldırmaktaydı. Bu konuda örnek olarak bkz. Arıkan
( 1 993:376-377).
154 Çalışmamızın ele aldığı dönemde cepheye yönelen Osmanlı paşaları ve kapı
halklarının zulmü konusunda İstanbul'a arzuhaller yağmaktaydı. Bu tür
şikayetler karşısında kendilerini "esna-yı rahda nasın lisanına düşmemek çok
işdir" diyerek savunan paşalar bir tarafa, gerçekten de Osmanlı ordusunun
manlarında ülkenin cepheye uzak bölgelerinde iç güvenlik zaafıyetinin
yaşanmasına engel olamıyordu. Aynı zamanda ülkede asayişi sağlamak­
la yükümlü valilerin cepheye gitmesi, "cümle ahaliyi dehşet üzre" bı­
rakan kazalardaki subaşıların itaatsizlikleri1 55 ya da sahte mütesellim ve
mirmir:lnların türemesiyle sonuçlanıyordu. 1 56 Bu bağlamda çalışmamızın
kapsadığı dönemde vukubulan savaşların sonuçlarını ve "ıslahatların" or­
dunun savaş yapma şekli üzerindeki etkisini Nizaın-ı Cedid neferlerinin
de katıldığı Mısır Harbi sırasında sadrazam ordugahından, doğrudan III.
Selim'e gönderilen bir tahrirat en iyi şekilde özetlemektedir;

" . . . Ah [ ! ] bu Arabistan Seferi fi'l-'asl za'af ve perişaniycti kesb itmiş,


usUl-i Devlet-i Aıiyye'yi bütün bütün tağyir ve tebdil itdi . . . . . . bu kadar
sarf olunmuş hazineler ve olunan akçeler heba-i mensur ve telef oldu,
ez-cümle ta'ife-i topcuyana ve nizamına bu kadar haza'in ve emek sarf

bulunduğu cephe ve cephe gerisinde, başkentin iktidarı her açıdan kendisini


hissettirmekteydi . Cezzar Mustafa Paşa isyanı ya da 1 806- 1 8 1 2 Osmanlı-
Rus Harbi'nin başlangıcında Alemdar Mustafa Paşa'nın Osmanlı ordusunu
hakimiyet bölgesi olan Tuna boyuna sokmak istememesi, bu durumu ortaya
koyan örneklerdendir. Ahalinin Behram Paşa hakkında, İran Harbi sırasında
kaleme aldığı arzuhal ve II. Mahmud'un isnatları paşaya "yakıştıramaması"
konusunda bkz. BOA (HAT 4059 8 ) . Osmanlı ordusunun, merkezin bir ajanı
olarak cephe gerisinde İstanbul hakimiyetini hissettirmesi konusunda ayrıca
bkz. Vasıf Efendi ( İÜKTB TY 60 1 2 : 5 l b vd. ) ve Erkunın (2009 :262vd . ) .
1 5 5 İçel kazaları subaşılarının savaş sırasındaki itaatsizlikleri v e ahalinin durumu
konusunda bkz. BOA (C Dahiliye 5 3 1 3 ) . Yaş Antlaşması ile sonuçlanan savaş
sırasında Adana'da başlayan yağma ve idarecilerin ehl-i ırzı konımakta aciz
kalması konusunda bkz. c,:ınar ( 1999:77).
1 56 Örneğin 1 792 senesinde sonuçlanan savaş sırasında, Kütahya'da sahte beratla
mütesellimlik yapan "kitabete intisabı olan bir çelebi" bu konuda en iyi
örneklerden birini oluşturmaktadır. İstediği kişileri idam eden, istediklerini
serbest bırakan sahte mütesellim Şakir, salıte buynıldu ve arzuhallerk bölgeyi
idare edip, şöhretli sergerdeleri başbuğ yaparak cepheye bile yollamaktaydı.
Ancak zamanla sahtekarlığı ortaya çıkan sahte mütesellim Şakir yargılanacak
ve sağlıklı bir kişinin böyle bir suç işlemeye cesaret edemeyeceği düşünülerek
bimarhaneye kapatılacaktı. Ancak bu durumun Osmanlı Devleti açısından en
vahim tarafı bölge ahalisinin "memlekete böyle mütesellim geldiği yoktur"
diyerek, Şakir Efendi'nin idaresinden gayet memnun kalmasıdır. Bu konuda
bkz. Çınar ( 1 999:76-77) ve Mehmet Sadık (EE 2 1 7 1 :70a ve 76b vd. ) .
ol und u getürdüğimiz yirmi beş kıta' tob ve cebehane arabaları takımıyla
,

kaldı, fi'l-asl yedi akçe esamiyle tobcu neferatı157 ve ocağı ne asl ise sefer­
lerde ne vech ile hareket itdiler ise iş bu defa dahi andan ziyade bir gune
devl ete hidmet müşahede olunmadı ve ).<İmesnc bunun içün mu 'iheze
olunmadı . . . " 158

157 Bu sırada Topçu Ocağı'na yeni tahrir olunan bir nefer 36, kıdemli ncferat ise
50 akçe yevmiye alıyordu.
1 58 TSMA (E 4079/6) .
ORDUDA MODERNLİGİN
SONUÇLARI

Ehl-i tedbirim ile aslıcrim irşdd olsun


Kırayım kafiri ceddim rıthu hep şdd olsun

Bir gaza eyleyeyim mahşere dek yad olsun


Din-i İslam yoluna cümle feda mdl ile etin

i lham
. " . . . "

MIZANSIZ MALIYENIN NIZAMI:


MODERN ORDUNUN
SOSYOEKONOMİI< SONUÇLARI

Modern öncesi devirlerde askerliğin, üretenler (Nahrstand) ve sava­


şanlar (Wehrstand) 1 arasındaki fark zemininde şekillenmesi, mali yapı ve
iktisadi faaliyetler ile ordu organizasyonu arasındaki sıkı ilişkiye referans
vermektedir. Dolayısıyla ordu/devlet yapısındaki büyüme ya da genişle­
me, devletin iktisadi faaliyetlerini de içine alan bir değişimi gündeme ge­
tiriyordu. Bürokratik askeri güç ile modern kapitalizm arasındaki ilişki ise
kendisini en açık şekilde, devletin uyguladığı vergi sisteminde ortaya koy­
maktadır. Likit zenginlikteki artışa bağlı olarak vergi gelirlerindeki büyü­
me, ülke kaynaklarını ve piyasaları kontrol altına alan devletin, üreticileri
aracılığıyla piyasaya üretici aktör olarak dahil olması, merkezde kralın
emirlerine boyun eğen bir ordu inşa edebilmenin ön şartlarından biriy­
di. Likit zenginliğin artırılması, hiç şüphesiz artık vatandaşa dönüşmek­
te olan tebaaya rahatça üretim yapabilecekleri koşulların hazırlanmasına
bağlıydı . Başta can, mal ve ırz/şeref güvenliğinin sağlanarak insanları,
üretimi sonu belirsiz bir süreç haline getiren doğa durumundan kurtara­
cak:, güvenlik ve nizamın ön planda tutulduğu yeni bir kamu düzeninin
( Polizei) 2 inşası, 1 8 . yüzyıl Avrupasında şekillenmesini tamamlamakta
olan modern devletin en önemli göstergelerinden biriydi. Serfliğin kal­
dırılmasına ya da köylü özgürleşmesine doğru atılan adımlar, işsizlerin ve

1 Alman tarihyazımının en önemli kavramlarından olan besleyiciler ve savaşçılar,


eğitici sınıf (Lehrstand) ile birlikte Ortaçağ Avrupası'nda sosyal ilişkilerin
üzerine oturduğu temel zemini oluşturmaktaydı.
2 Yine Alman tarihyazımının müşehhaslaştırdığı bu kavram ve ima ettiği sosyal
nizam konusunda bkz. Schulze ( 1982) ve Raeff ( 1 98 3 ) .

/ 199
suçluların çalışma evlerinde istihdamı ve sonunda kadın özgürleşmesiyle
sonuçlanacak olan kadınların, doğrudan sınayi üretim faaliyetine dahil
edilmeleri, döneme damgasını vuracak politik tercihlerden sadece birka­
çıdır. Sıradışı bir örnek olarak II. Joseph Avusturyasında açıkça gözlem­
lendiği üzere, likit zenginliği elinde tutarak para dolaşımını, daha doğru
bir ifadeyle paranın merkezde toplanmasını sağlayabilecek kudrete sahip
Yahudileri ya da farklı sektörlerde üretim yapan ötekileştirilmiş sosyal ve
etnik grupları mevcut sisteme entegre etmeye yönelik yeni bir hukuki
yapı inşa ediliyordu . İdare edilenlerin eşitliği/aynılığı üzerine oturtulan
özgürleşme politikası, hiç şüphesiz sadece ordu içerisindeki türdeşliği
artıracak askeri proleter/vatandaş" tipolojisinin yaratılmasına değil, fakat
aynı zamanda ülkedeki vergilendirilebilir gelirin de yükseltilmesine hiz­
met eden bir araçtı . Bu bağlamda Avrupa'da ordunun yeniden yapılan­
dırılmasıyla beraber hayata geçirilen iktisadi ve siyasi tedbirler, aynı ajan­
danın birbirini tamamlayan altbaşlıklarıydı. Avrupa'daki hükümdarlar
modern bir ordu kurmanın yolunun, öncelikle vergilendirilebilir gelirin
artırılarak merkezileştirilmesinden geçtiğini çoktan anlamışlardı.4.
Tarımın, üretim faaliyetinin ana eksenini teşkil ettiği bir çağda, eki­
lebilir toprakların genişletilmesi, köylülerin üzerindeki feodal yükün ha­
fifletilmesi ve fethedilen arazilerin şenlendirilmesi büyük bir önem arz
etmektedir. Vergi gelirlerinde zirai üretimin büyük bir ağırlığa sahip
olduğu Rusya5 ve Avusturya gibi cebir-yoğun ülkeler, sınırdaş devletle­
rin köylülerini dahi cezbedecek sübvansiyonları<' yürülüğe sokarak vergi
gelirlerini artırmaya gayret ediyordu . Söz konusu ülkelerde ticarileşen
tarım, devlet tarafından desteklenerek, mümkün olduğu ölçüde korun­
maya çalışılmıştır. Bu dönemde Ratib ve Rasih efendilerin, tayihalarında
Rusya ve Avusturya'nın boş arazilere yerleştirdikleri köylülere verdik-

3 Kavramsallaştırma için bkz. Virilio ( 1998 :96vd . ) .


4 1.Fricdrich Wilhclın'in l 723'de kurduğu Gcneı·al-Ober-Finanz-Kriegs­
und-Donıanien Direktoriunı, bu düşünce sistematiğinin vücut bulduğu ilk
kurumlardan biridir. Bu konuda bkz. Gorski ( 1993:295 ) .
5 İdari ve malt açıdan iktidarın yeniden paylaştırılması ve köylü işgücünden daha
etkin bir şekilde faydalanılması için Rusya'da, askeri yeniden yapılanmaya paralel
olarak yapılan toprak reformu konusunda bkz. LeDonne ( 1982).
6 Avusturya ve Rusya'da, sınır bölgelerine köylülerin çeşitli teşviklerle iskan
edilmeleri konusunda bkz. Fcrguson ( 1 954).
!eri teşviklerden ve sıkça ekilen arazilerin genişliğinden bahsetmeleri,
politik ekonominin Avrupa'da aldığı yeni biçimden en azından birkaç
katibin haberdar olduğuna işaret etmektedir.7 Ancak III. Selim'in dış
ruznamesine 1 79 3 Şubatında düşülen bir kayıt, Rusya'nın, Osmanlılar­
dan sadece toprak almakla yetinmeyip köylülerini/vergi kaynaklarını da
transfer ettiğini ortaya koymaktadır. Rusya, Dinyester Nehri kıyısında
yeni inşa ettiği şehire, Ehl-i İslam'ı cezbetmek için cami, medrese, çif­
te hamam, mektep, kütüphane yaptırmanın yanı sıra, savaş esirlerinden
imamlık, hocalık ve kadılık yapabilecekleri, bölgede istihdam etmeye
başlamıştı. Köylüye boş arazi ve vergi teşvikleri, esnafa sermaye ve üre­
tim araçları veren St. Petersburg yönetimi, yerleşimcilerin isteğine bağlı
olarak, Maveraünnehir'den ya da Buhara'dan "keskin ulema" bile geti­
rebileceğini vaat ediyordu. Altmış bin kadar Ehl-i İ slamın iskan edildiği
bölgenin yeni sakinleri arasında İstanbulluların da bulunması, durumun
Babıali açısından vahametini bir kat daha artırmaktaydı.8 Ancak bu dö­
nemde Osmanlı tebaası için sıradan bir durum haline gelen göç, sadece

7 Ratib ve Rasih efendilerin layihaları için bkz. Arıkan ( 1 996) ve Karakaya ( 1996)
İ şsizlerin, Avrupa'daki çalışma evlerine benzer manüfaktürlerde istihdamı
konusunda da çeşitli modeller, Osmanlı elçileri tarafından Niz:im-ı Cedid
ekibine sunulmuştu. Fakat bu öneriler İ stanbul'da ancak 1 826 Kasım ayında
açılan İplikhane ile hayata geçirilebilecekti. Azmi Efendi'nin Prusya'daki
Armendirektoriıım (Fukara Müdüriyeti) ve Witıvenhaıısdircktoriıım (Dulevleri
Müdüriyeti) tasviri için bkz. Karamuk ( 1975:254). Keçeciz:ide İ zzet
Molla'nın başıboş çocukların ustaların yanına çırak olarak verilmesi hususunda
ebeveynlerine baskı yapılması ve insanların, kefile bağlanıp istedikleri alanda
çalışabilmeleri için sermaye verilmesi konusunda yaptığı öneri için bkz. Doğan
(2000:44 ve 78). Osmanlı İ mparatorluğu'nun ilk çalışma evi olan İplikhane
için ayrıca bkz. Genç (2000h:252vd . ) ; Raczynski ( 1980:34) ve Müller Wiener
( 1 992:74).
8 Uzunçarşılı ( 1973 :648 ) . Bundan yaklaşık on üç sene sonra İngiltere'nin
İstanbul elçisi Londra'ya, Nizam-ı Cedid'i Anadolu'da oturtmaya çalışan
Erzurum Valisi Yusuf Ziya Paşa'nın zulmü sebebiyle ahalinin, önce Tayyar
Paşa'nın kontrolündeki bölgelere ve oradan da Rusya'ya doğnı yoğun olarak
göç ettiğini rapor etmekteydi. Bu konuda bkz. NA (FO 78/50: 147- 148 ) Sırp
İsyanı sırasında Bosna ahalisinden miibayaa adı altında buğday, arpa, et ve nakit
toplanması sebebiyle insanların Avusturya'ya göç ·etmeleri konusunda aynca bkz.
Eren ( 1965:32).
ülke dışına doğru değil, ülke içine, İ stanbul'un kontrolü dışındaki daha
çok güvenliğin ve daha az verginin olduğu bölgelere doğru da yapılı­
yordu.9
18. yüzyıl sonlarında Rusya'dan alınan yenilgiler ve ardından öde­
nen savaş tazminatları,1° Fransız İ htilali ile alt üst olan uluslararası pi­
yasalar, İ ngiltere'nin kıta ve özel olarak Boğazlar'da uyguladığı abluka,
İ sveç'e yapılacak para yardımı ve nihayet ordudaki yeniden yapılanma ve
devalüasyon, İ stanbul'un nakit ihtiyacına göre şekillenen Osmanlı ver­
gi sistemini, ki bu devletin neredeyse tek gelir kaynağıydı, iç güvenliği
dahi finanse edemeyecek bir duruma soktu. İ ç güvenlikle ilgili prob­
lemler bir tarafa, savaşların bizatihi kendisi de Osmanlı mali sisteminde,
Avrupa'nın aksine, üretimi düşüren bir faktör olarak karşımıza çıkmakta­
dır. İstanbul'un, büyüyen ordunun savaş dönemlerinde artan taleplerini
serbest piyasada mübadeleye girmeksizin, enflasyonist piyasa koşullarına
nazaran çok az değişen miri ya da rayiç fiyatlar üzerinden karşılamaya ça­
lışması, üreticinin üzerindeki yükü ağırlaştırıyordu. Malların orduya sev­
kiyatı için devletin, ulaşım araçlarına el koyması ise iç mübadele hacmini
düşürmekteydi. Üreticilerin/çiftçilerin bu duruma tepkisi, arzı kısmak
ya da ürünün kalitesini düşürmekten, ihracata/kaçakçılığa uzanan bir
skalada gidip gelmekte, buna mukabil devlet de stratejik ürünlere alım
tekeli koymaktaydı. 1 1

9 19. yüzyılın başlarında Aııadolu'dan geçen Kinneir, tarımın geliştirilmesine


yönelik hiçbir önlemin alınmadığını, köylülerin ağır vergiler ve eşkıyanın
zulmü altında ezildiğini, merkezden kısa süreliğine atanan valilerin sadece
vergi gelirlerine bağlı kazançlarıyla ilgilendiklerini ve fakat ayanların gelirlerini
sürekli kılmak için, hayata geçirdikleri verimliliği artırıcı tedbirleri sıraladıktan
sonra Nizam-ı Cedid Nezareti taratindan idare edilen Ankara köylülerinin,
Çapanoğlu'nun tasarrufundaki ınukataalara göçünü hayretle anlatır. Kinncir
( 1 8 1 8 : 5 1 - 5 3 ve 76-77).
10 Küçük Kaynarca Antlaşması'nın öngördüğü savaş tazminatı, Osmanlı iktisat
tarihinde özel bir yere sahiptir. 1 76 1 yılı bütçe gelirleri 14,5 milyon kuruşken
bu tarihten, önemli bir kısmı savaşla geçen, on üç yıl sonra 7,5 milyon kuruş
savaş tazminatı ödemek, Osmanlı maliyesine büyük bir darbe indirmişti. Bu
konuda bkz. Cezar ( 1986:76).
11 Bu konuda bkz. Genç (2000a: bilhassa 2 1 8-219).

202 /
Osmanlı İmparatorluğu'nda güvenlik ihtiyacına bir cevap olarak yü­
rürlüğe konulan ıslahat projelerinde, ordu ve bürokrasi ya da bir cümle
ile devlet, diğer sosyoekonomik faktörlerden bağımsız, tek başına bir
amaç olarak ele alınmaktadır. Günümüz tarihyazımında "güçlü devlet
geleneği " olarak da tanımlanan bu eğilim, refahı teşvik ederek artan üre­
timi vergilendiren modern devlet inşasını, daha baştan göz ardı eden
bir perspektifin yeniden yapılanma sürecine damgasını vurmasına sebep
olmuştur. Dolayısıyla çalışmamızda ele alınan dönemde yapılan mali
"reformlar" sadece mevcut vergilerin aktığı yönün tebdiliyle servetin el
değiştirmesini ve vergilere yapılan ilaveleri ihtiva etmektedir. Tebaaya
adil davranılmasına yönelik temennileri içeren nizamname maddeleri
ve hatt-ı hümayunları 2 ise Osmanlı İ mparatorluğu'nda üretimin artı-

12 B5.bıali'nin de vurguladığı üzere, savaş dönemlerinde "asker techizi ve sder


tertibleri vesilesiyle kazalara enva'i tekalif tarh ve tahmil olunarak ahali ve
re'aya fukarası hasb'el-iktiza gözetilmemiş"ti. 1 792'de savaşın bitmesini
takiben harekete geçen III. Selim, ahaliyi "seferleri fırsat bilerek kendi nefsleri
,,
için vergi toplayan ayandan ve işbirlikçileri kadılardan korumak için taşrada
tutulan tevzii defterlerinin altı ayda bir kez İstanbul'a gönderilerek kontrol
edilmesini istemiştir. Ayrıca bundan sonra kazalar tevziatı sadece yılda iki
kez yapılabilecekti . Vergi tevziatı yapılırken de devletin masrafı her ne ise
"ismi ve ne mahalle ne mikdar" harcama yapıldığı vergi verenlere açıkça
bildirilecektir. Başkente gönderilen defterlerin kontrolü sırasında "masarıf-ı
ınechlılc" çıktığı takdirde söz konusu meblağın, defteri imzalayan kadıdan
ve vergiyi tevzi eden ayandan tahsil edilerek, ahaliye dağıtılması ve nihayet
her bir kazaya, toplanan vergilerin kontrolü için birer görevlinin atanması,
bir taraftan ahalinin siyanetine, diğer taraftan da ayanın mali ve idari açıdan
İstaııbul'un denetimi altına alınmasına yönelik uygulamalardır. Bu konuda
bkz. BOA (C Maliye 25075 ); Nuri Efendi (AE 239 : 1 34a-b) ve Vasıf Efendi
( İ ÜKTB IT 598 1 :62a-b); Akdağ ( 1970- 1974:60); Uluçay ( 1955 :7vd. ve
5 3 -54); Ursinus ( 1982:47vd.) ve Beşirli (2003:32). Ayanların, sarrafların
ve mahkeme katiplerinin rlız-ı lıızır ve rlız-ı kasımda toplanmalarıyla oluşan
meclislerde, vergilerin ve diğer sancak giderlerinin, sicil kayıtları esas alınarak her
bir bölgeyi temsil eden ayanlara tevzi edilmesi konusunda bkz. Mithat Kemal
( 1 334:46) ve Yaycıoğlu (2008:29,4 1 -42,1 2 1 - 1 89 ) . Bu meclislerin yanı sıra
nüfuzlu bölge ayanlarının haftanın belirli günlerinde toplanan ve bölgenin
sorunlarının tartışıldığı, adaletin dağıtıldğı ve mali durumun gözden geçirildiği,
bölge kadılarının, ayanın kahyasının, hazinedarının ve muhasebecisinin katıldığı
divanlar için ayrıca bkz. Pouqueville ( 1 806:22 ).
rılmasına yönelik alınan tedbirlerin ilk sırasında yer almaktadır. Ancak
güvenliği satın alabilecek kadar gelir elde edemeyen bir mali yapı da­
hilinde adaletin sağlanması neredeyse imkansızdı. Lüks/ithal ürünleri,
merkantilist devletlerı3 gibi vergilendiremeyen III. Selim'in çıkardığı
kıyafet düzenlemeleri de üretimin artırılmasına yönelik bir araç olarak
görülmekteydi . Kıyafet nizamnamelerinde ve bu konuda kaleme alınan
hatt-ı hümaylınlarda ithal ürünlerin yerine,14 yerli malı kullanımının altı­
nın çizilmesi, İ rad-ı Cedid Hazinesi'nin temel gelir kaynakları olan yün,
ipek, boyama, dokumacılık gibi sektörlerde yaşanacak iç mübadele hac­
mindeki genişlemeyle alakalıydı. 1 5 Nitekim Babıa.Ji katipleri söz konusu
genişlemenin, hammadde ve mamul ürünler üzerinden alınan vergileri
ve içgürnrük gelirlerini artıracağını düşünmekte ve İ stanbul'un şiddetle
ihtiyaç duyduğu nakitin ülke içinde kalacağını hayal etmekteydi. 16

13 Lüks tüketim ve artan gümrük gelirleri ile kapitalizm ve bu bağlamda devletler


açısından, vergilendirilebilir gelirin artışı arasındaki ilişki için bkz. Sombart
( 1 998).
1 4 Hindistan'dan ithal edilen ürünler ve Rusya'dan getirilen kürkler sebebiyle,
önemli miktarda Osmanlı altını yurtdışına kaçmaktaydı . III. Selim'e sunulan
layihalarda ısrarla altı çizilen bu komı için bkz. Çınar ( 1 999:288 vd.); Çağman
(2010); Thornton ( 1 809 c:I:237) ve Oliver ( 1 977: 170).
15 Yerli malı kullanımını artırarak İrad-ı Cedid Hazinesi gelirlerini yükseltmeye
yönelik bu girişimin, fıskalist dünya görüşünün bir yansıması olarak, israfın
ünlemesi için alınan tedbirlerle dengelendiği yeri gelmişken vurgulanmalıdır.
İsrafı önlemeye dönük çabalar, derin bir mali krizle boğuşan il. Mahmud
saltanatında öyle bir hal almıştı ki artık günde beş çeşitten fazla yemek
pişirenlerin tedib olunmasın a dair fermanlar çıkmaktaydı. Bu konuda bkz.
Şanizade (2008 : 1 26 1 - 1262 ) . il. Mahmud'un giyim-kuşamla ilgili yaptığı
düzenlemelere de benzer bir ton hakimdir. Bu konuda bkz. Esad Efendi
(2000 : 1 1 6- 1 17).
16 18. yüzyılın sonlarından itibaren çıkartılan kıyafet nizamnameleri, sadece
sosyal nizamı korumaya, bir başka ifadeyle herkesi ait olduğu yerde: tutmaya
yönelik tedbiler değil, fakat aynı zamanda artık sıradanlaşan mali krizi aşmaya
yönelik bir siyaset olarak da görülmelidir. Bu konuda bkz. Berker ( 1 944: 1 60 ) ;
Çağman (2010:33 ve 67-68 ); Çınar ( 1992:68-69 ve 7 lvd.); Çınar ( 1 999: 1 4 1 -
1 42); Mehmed Galib ( 1 329: 5 0 1 ) ; Esad Efendi (2000 : 1 1 6- 1 17) ve Beydilli
( 1 999: 5 1 ) . Kıyafet düzenlemelerinin siyasi cephesi konusunda ayrıca bkz.
Quataert ( 1 997).
Saray'darı bağımsız her türlü servete kuşkuyla bakılan Osmanlı
İ mparatorluğu'nda, iktidarlarım borçlu oldukları vergi kaynaklarını ko­
rumaya ve artırmaya yönelik tedbirler alan idareciler de mevcuttu. 1 8 .
yüzyıl Osmanlı dünyasında ahalinin, derebeylerin idaresini İstanbul'un
"tiranlığı"na tercih etmesinin en önemli sebeplerinden biri de iktisadi
faaliyetlere bu iki grup arasındaki yaklaşım farkıydı. ı 7 İ şte Babıali
katiplerinin merakını mucib oları konu tam da buydu : Ayanlar, idareleri
altındaki ahaliden daha az vergi alarak nasıl başkentle yarışabilecek bir
gelire sahip oluyordu? Örneğin büyük bir ordu istihdam eden Cezzar
Paşa'mn18 yaptığı askeri harcamaların toplamı 5 .320 kese civarınday­
dı. 19 Üstelik maaş, tayinat ve mühimmat giderlerinin yam sıra Cezzar
Paşa kale tamiri, cami, mescit ve teleke inşaatları için de oldukça yüksek
meblağlar ödüyordu . Söz konusu ödemeleri yapabilmek için gereken
"acem şahının bile hazinesinde bulunmayan" parayı Cezzar Paşa nasıl
ve daha da önemlisi nereden buluyordu? İ mpratorluğun idari sistemini
ve Mısır'ı gayet iyi tanıdığı anlaşılan bir kişinin ili . Selim'e sunduğu
rapora göre aslında Cezzar Paşa'nın tek bir gelir kaynağı yoktu.20 Ö n­
celikle hükmettiği bölgelerde güvenliği sağlayarak işe başlayan Cezzar
Paşa, kontrolündeki bölgede serbest bir ticaret alanı yaratmıştı . İnsanla­
rın camiye giderken dükkanlarını kapatmadıkları şehirlerde, güvenliğin
yanı sıra gümrükleri de baştan düzenleyen Cezzar Paşa, gümrükçülerin
rüşvet almasını engelleyerek, daha önce Trablusşam, Antakya ve Lazkiye
limanlarına giden tüccarları kendi bölgesine çekmeyi başarmıştı. Dola­
yısıyla Cezzar Paşa'nın gümrükçüleri, İstanbul'dakiler gibi "bazergana
zulm ve azab" edemiyordu.21 Dış ticaretin artırılmasına yönelik düzen­
lemelerin bir parçası olarak Cezzar Paşa, Halep ve Şam'daki çarşılarda
sık sık karşılaşılan "samur kalpak ve saçaklı kaftan giyip çifte hizmetkarla

17 Gould ( 1976:485 ) Suriyelilerin, Mehmet Ali Paşa'nın idaresini İstanbul


yönetimine tercih etmesi konusunda bkz. Baker ( 1 845:5 ve 1 3) .
1 8 Kuvvetle muhtemel bölgeyi ve imparatorluğu iyi tanıyan bir zatın sorgu kayıtları
olan, sekiz varak uzunluğundaki rapor, Cezzar Paşa ve mali durumu hakkında
önemli bilgiler ihtiva etmektedir. Bu konuda bkz. TSMA (E. 4029).
19 TSMA (E. 4029: l b-2a).
20 TSMA (E. 4029:2a).
2 1 TSMA (E. 4029:6b-7a).
dolaşan maldar bazergan tercümanları" kontrolü altındaki bölgelerden
kovarak, ticari faaliyetleri kendi tekeline almıştı.22 Bu şekilde Cezzar Paşa
artık Kahire, Gazze ve Ramallah'dan hasat zamanı satın aldığı zahireyi,
inşa ettirdiği depolarda saklıyor ve hububat arzının d üştüğü dönemler­
de, nakliye masrafları ve karını da ekleyerek, yüksek fiyattan ülke içine ve
dışına pazarlıyordu.23 Cezzar Paşa'nın diğer bir gelir kaynağı da Dürzi
dağlarında yetiştirdiği zeytin ve zeytinyağıdır.24 Yine arazisinde bol mik­
tarda bulunan dut ağaçlarını da ihmal etmeyerek ipek üretimine ağırlık
veren25 Cezzar Paşa, aynı zamanda imparatorluğun farklı bölgelerine
yüklü miktarda kuru kayısı2 6 ihraç ediyordu. Ticari faaliyetlerine bir de
idare ettiği geniş mukataalardan topladığı vergiler eklendiğinde, Cezzar
Paşa'nın başkentin gözüne batan zenginliğinin sırrı ortaya çıkmaktadır.
Ekilebilir toprakları genişletip, vergilendirilebilir geliri artıraran ve bölge
ticaretini tekeline alarak pamuk ihracıyla zenginleşen Mehmet Ali Paşa
ise birkaç on yıl sonra bayrağı Cezzar Paşa'dan devralmıştır.27

22 %3 gibi düşük bir gümrük oranıyla Osmanlı İmparatorluğu'nda ticaret yapan


beratlı tüccarların yerine, apkı Cezzar Paşa gibi III. Selim de kendi tüccarlarını
ikame etmeye çalışacaktı. III. Selim, 1 793 yılında Osmanlı sermayedarlarından,
bir başka ifadeyle devlet görevlilerinden ve bilhassa Eflak ve Bağdan
voyvodalarından gemi inşa ederek ticari faaliyet göstermelerini istemiştir. III.
Selim devrinde ticari faaliyetlerin devletin yarattığı tüccarlarla, devlet tekeline
alınması konusunda yapılan girişimler için bkz. BOA (C Dahiliye 1999) ve Halil
Nuri Efendi (AEK 239 vr: 1 57a) . Beratlı tüccarlar için bkz. Oliver ( 1977: 1 79);
Bağış ( 1983:41-52) ve Prousis (2002: 157). Cezzar Paşa'nın ticari faaliyetleri
konusunda ayrıca bkz. TSMA (E. 4029 :5a-6a).
23 TSMA E. 4029:4a-b Tepedelenli Ali Paşa'nın, neredeyse aynı şekilde yaptığı
zahire ticareti için bkz. Özkaya ( 1983:80).
24 TSMA E. (4029:4b).
25 TSMA E. (4029:6b-7a).
26 TSMA (E. 4029:7b ).
27 Tıpkı Balkanlar'daki ayanlar gibi temel ihraç ürünlerinin ekimini ve ticaretini
tekelleştireren ve ekilebilir toprakların alanını genişleterek bilhassa pamuk
üretimi ile zenginleşen Mehmet Ali Paşa, 1 805'de sekiz milyon frank
tutarındaki geli'rlerini, 1 8 2 1 senesinde elli milyon franka çıkartmıştı. Bu konuda
bkz. Fahmy ( 1997: 1 1 ) . Yine bu bağlamda Makedonya'daki pamuk istihsali
1 740- 1 790 yılları arasında 2,2 milyon okkadan 7 milyon okkaya yükselmiştir.
Üretilen pamuğun önemli bir kısmı hiç şüphesiz bölge ayanının kontrolündeki
limanlardan ihraç ediliyordu. Bu konuda aynca bkz. Genç (2000h:233).
İ ktisadi hayatta ticaretin önemli bir yer tuttuğu imparatorluğun batı­
sındaki ayanların mali durumu, doğudaki ayanlardan çok da farklı değil­
dir. Ancak Nizam-ı Cedid'le birlikte bölgedeki toprak ve vergi düzeninin
yavaş yavaş değişmeye başlaması, Balkan ayanına ve bölge ahalisine açık
bir tehdit oluşturuyordu.28 Bu bağlamda taşradaki bir yeniçeri ağası­
nın ayana dönüşüm sürecini29 en iyi şekilde özetleyen Pazvantoğlu'nun
hikayesi, aynı zamanda Balkanlar'daki siyasi ve iktisadi güç temerküzü­
nün nasıl gerçekleştiğini de ortaya koymaktadır. Pazvantoğlu'nun yük­
selişi Vidin Kalesi'nde mevcut yeniçerilerin30 uhdesinde bulunan Vidin
cizyesi ve ocaklık mukataaları ve muhtemelen bunların bağlı olduğu
yeniçeri esamelerini3 1 ele geçirmesiyle başlamıştı. Mali düzeni değiştir-

28 Her ne kadar Balkanlar'daki ayanların, Bibıali'den bağımsız gelir kaynakları olsa


da İstanbul için topladıkları vergiler aracılığıyla elde ettikleri gelirler, gözden
çıkartamayacakları kadar büyüktü. Nizam-ı Cedid'in, ayanın hakim olduğu
bölgelerde uygulamaya konulması ise bölge ayanının artık eskisi kadar kolay bir
şekilde mültezim, voyvoda ya da mütesellim olamayacağı anlamına gelmekteydi.
Örneğin Tcpedclenli Ali Paşa'nın gelir kaynakları konusunda bkz. Hobhouse
( 1 8 13: 120); Poqueville ( 1806: 1 79- 1 80 ) ve Dimitropoulos (2007).
29 Babıali, Bosna yeniçerileri örneğinde de açıkca gözlemlendiği üzere, fetih
öncesinde varolan ya da fetihden hemen sonra oluşan yerel aristokrasinin 1 8 .
yüzyıldaki uzantısı olan kaptanları/ağaları gcnellikle siyasi açıdan kontrol etmek
için mali tedbirlere müracaat etmiştir. Ancak 1 8 . yüzyıla damgasını vuran
malikaneleşme ile birlikte dirliklerin çiftliklere dönüşüm sürecinde İstanbul, mali
ve dolayısyla siyasi açıdan sınır kalelerindeki kaptanların/ağaların kontrolünü
kaybetmeye başlamıştır. Hickok ( 1997:4lvd. ve 98vd.).
3 0 1 1 64 ( 1 750- 1 75 1 ) tarihli icmal defterine göre Vidin Kalesi'nde 5 .440 nefer
yeniçeri/yamak bulunmaktaydı ki bu rakam İstanbul açısından yıllık 1 00.000
kuruşun üzerindeki maaş ödemesi anlamına geliyordu. Söz konusu icmal kaydı
için bkz. Ahmed Cevad ( 1299 : 105- 1 07).
3 1 1 790'lı yılların ortalarından itibaren İstanbul, Pazvantoğlu Osman Paşa'nın
esaıne gelirlerini kısmak için çeşitli tedbirler almaya başlamıştır. Bu bağlamda
Vidin'deki yeniçeri ağalarının uhdesinde bulunan Vidin cizyesi ve ocaklık
mukataadan hazineye ödenecek pay (emval-i miriye) beş yüz keseye yükseltilerek
Osman Paşa'nın uhdesine tevcih edilmiştir. Bir başka ifadeyle, Pazvantoğlu'nun
her yıl esameler için tasarruf ettiği mülklerden İstanbul'a göndereceği
meblağ artık üç yüz kese daha fazladır. Mevcut yeniçeri esaıneleri de bu
sırada yoklanarak (tashih-i mevacib) 5 0 .000 akçe tutarındaki meblağ, senelik
mevacibden düşülmüş ve geriye kalan esamelerin her yıl, mahlüllerine dikkat
mekte olan yeni nizamın İ stanbul'daki seçkinleriyle kurduğu ilişkiler sa­
yesinde hem idari hem de iktisadi üniteler olan mukataaları32 kontrolü
altına alması,33 Pazvantoğlu'nun otonom bir güç olarak bölgede ortaya
çıkışında büyük bir önemi haizdir. Ancak Pazvantoğlu'nun iktidarı sade­
ce hakim olduğu mukataalarla açıklanamaz. Bu sırada Vidin, bölgedeki
mukataa mahlüllerinin İ rad-ı Cedid Hazinesi'ne devriyle birlikte servet
ve iktidar kaynaklarını kaybeden Nizam-ı Cedid karşıtları için çekim
merkezi haline gelmeye başlamıştı. 34 1 8 . yüzyılın ağır ekonomik koşul-

edilerek "ımıtemed mübaşir" tarafindan tevzi edilmesi karara bağlanmıştır. Bu


konuda bkz. Vasıf Efendi (İÜKfB TY 598 1 :80b) Sadece Balkanlar'da değil
imparatorluğun sınırları dahilindeki pek çok kalede istihdam edilen yamakların
yevmiyeleri, kaleye yakın gümrüklerden ve züema ve erbab-ı tımar bedeliyeleri
mukataalarının gelirlerinden ödeniyordu. Trabzon Kalesi ncfedtı mevacibleri
konusunda bkz. BOA ( HAT 29075) Pazvantoğlu ile Babıali'nin esameler
konusunda anlaşmasından birkaç yıl sonra ise serhatlcrde istihdam edilen
topçuların mevacib ödemeleri yeniden düzenlenmiştir. İstanbul'daki Topçu
Ocağı'nın, mevacib dağıtımına müdahalesini engellemek için serhat topçularının
yevmiyeleri, tıpkı serhat kalelerindeki yerli nefed.t mcvacibleri gibi artık
salyaneciler aracılığıyla dağıtılmaya başlanacaktır. Serhat kalelerinden İstanbul'a
gönderilecek salyanecilcrin kayıtları, ilgili kalemlerde kontrol edildikten sonra,
mevacibler Babıfı.li'nin görevlendireceği yoklamacılar aracılığıyla "civardaki
emvalden ocaklık olarak" tahsil edilerek dağıtılacaktır. Mevaciblerin dağıtımı
sırasında yoklanıacıların, kale topçularının "şöhret ve vasıf ve isim ve şahsını"
kayıt altına almaları, hazinenin para ve ordunun asker kaybını önlemeye dönük
tedbirlerin en önemlisidir. Bu konuda bkz. Vasıf Efendi ( İÜKTB TY 598 1 : 1 06b
vd. ) ve Nuri Efendi (AE 239:21 3a). il. Mahmud devrinde Vidin Kalesi'nde
istihdam edilen topçu ve arabacı nckrlcriniıı maaşlarının Vidiıı ıııukataası
gelirlerinden ödenmesi konusunda ayrıca bkz. BOA ( DPYM.d 35 366:7 1 ).
32 Mukataa mütesellimlikleri malikane olarak "bil'a-mu'accele" bir kişinin
uhdesine verildiğinde bölgenin mütesellimliği de "ber-vcch-i malikane" aynı
kişiye ihale edilmektedir. Bu konuda bkz. Genç (2000t) ve Yaman ( 1 944:8 1 ) .
3 3 Pazvantoğlu'nun, İstanbul'daki "ademleri, [valide kethüdası ve sair crbab-ı
nüfüz vasıtasıyla] ol havalilerin tımar ve ze'amctlerini mu'tiid-ı kadim ve sene-i
sabıkları üzre [açık artırmaya çıkmadan] ashabından iltizam edüb tarafına irsal"
etmekteydi. Bu konuda bkz. Cabi Efendi (2003 c:I:55) Tepedelenli Ali Paşa'nın
İstanbul' daki ilişkilerini kullanarak satm aldığı malikaneler için ayrıca bkz.
Hobhoııse ( 1 8 1 3 : 1 2 1 ) ve Diınitropoulos (2007:65 ) .
3 4 Dina Rızk Khouıy'nin Musul örneğinde açıkça ortaya koyduğu üzere,

208
lan altında ezilen kale yamakları/yeniçeriler/kaptanlar, Nizam-ı Ceclid
uygulamalarıyla sadece yedi akçelik yevmiyelerini ve daha da önemlisi
ele geçirdikleri çiftlikleri değil, İstanbul'da inşası devam eden nizamlı
ordunun iştahını teskin edecek yeni vergiler ve oluşturulan tekeller se­
bebiyle ticari faaliyetlerini ve zanaatlarını da kaybetmişlerdi. 35 Bu nok-

Balkanlar'da da zamanla malikanelere hükmetmeye başlayan yeniçeriler,


Nizam-ı Cedid öncesinde, Osmanlı mal1 sisteminin esas kazananlarıydı.
Ancak III. Selim'in mahlül tımarları ve mukataaları İrad-ı Cedid Hazinesi
aracılığıyla iltizama vermeye başlaması, yeniçerilerin mültezimlik haklarını
kaybetmesi anlamına geliyordu. Pazvantoğlu Osman Paşa'ya sığınan Belgrad
Kalesi yamaklarının başına gelen işte tam da buydu. Ancak Küçük Hüseyin
Paşa'nın Vidin kuşatması sırasında isyan eden Belgrad dayılarının mülklerine
geri dönmeleri, Sırbistan'daki durumu Babıali açısmdan içinden çıkılmaz bir
hale getirmiştir. Belgrad Kalesi yeniçeri ağalarının "us(ıl-ı cariyeden olmayan
Semcndre Sancağı ze'amet ve tımarlarını Rumeli'nde olduğu gibi çiflikata dahi
idhil ve irca' idüb kendi avenelerini çiftliğin ağası nasb ve cizye ve virgü ve
rüsı'ım.'it-ı sa'ircniıı tahsiline" başlamaları Sırbistan ahalisini isyana sürükleyen
en önemli sebepti. Zira Kara Yorgi ilk elde tımar ve zeametlcri yeniden ele
geçiren yamakları öldürmeye başlayacaktır. Dolayısıyla milliyetçiliğin filizlendiği
şehirlerde değil, zirai üretimin yapılamaz hale geldiği köylerde başlayan Sırp
İsyan'ı, tıpkı Vidin ya da Halep'teki isyan hareketlerinde de gözlemlendiği üzere
siyasi olmaktan ziyade sosyoekonomik değişimin bir ürünüydü. A.yanlaşmış
yeniçerilerin, Nizam-ı Cedid'in bidatlarma boyun eğerek mevcut haklarından
bir anda vazgeçmeleri beklenemezdi. Bu konuda bkz. HHStA (Türkei V/23 );
Belgradi Raşid ( 1 291 :26-27); Oliver ( 1977:97); Öner ( 1999:327, 400-401 ve
41 1 ) ; Anscombe (20 1 2 :580vd.) Shaw ( 1971 :239vd . ); İnalcık (2006: 19, 23, 26);
McGowan (2004:787); Sadat ( 1 973:2 1 4 -2 1 5 ) ; Gradeva (200 5 : 1 19) v e Khoury
( 1 999 : 1 50). Devlet adına topladıkları vergiler üzerinden zenginleşen Tokat
yeniçerileri için bkz. Duman ( 1998 :33-44). Yeniçeri "hane"lcrinin oluşumunda
malikanenin rolü için ayrıca bkz. Hathaway (2002:49).
3 5 Fetih sürecinde ve taht kavgaları sırasında imparatorluğun pek çok şehrinde
istihdam edilen yeniçeriler, esamelerinden ziyade bölgedeki tüccar ve
zanaatkarlar ile kurdukları ilişki sayesinde hayatlarını sürdürüyorlardı.
Zanaatkarlara ve tüccarlara, ocağın sağladığı güvenlik şemsiyesi altında yaşama
imkanı veren ortaklıklar, enflasyonist piyasa koşullarında esamclcrin reci
olarak değer kaybetmesine ve hamınadde fiyatlarındaki artışa mukabil daha
da arttı. Konuya Balkanlar açısından yaklaşıldığında, Rusya'nın Karadeniz'deki
etkinliğine bağlı olarak ticari faaliyetlerde aracılara ihtiyacının gittikçe azalması,
tada Pazvantoğlu'nun Vidin'i yeni düzenin kaybedenleri36 için her tür­
lü imkanı sağlıyordu. İn şa ettirdiği cami, medrese ve kütüphaneden"7
oluşan külliye ve sebiller38 ile Vidin'i fiziki açıdan geliştirmeye çalışan
Pazvantoğlu, İrad-ı Cedid Hazinesi tarafından dayatılan yeni vergileri
yürürlüğe koymayarak, kontrolü altındaki tebaadan tek bir vergi almaya

kale yamaklarına mali açıdan zarar verdiği gözlemlenmektedir. Bu konuda


bkz. Orhonlu ( 1969:44); Prousis (2002 : 1 56vd . ) ; Aksan (2005:63); Sadat
( 1973:210); Raymond ( 199 1 : 16 - 1 8 ) ve McGowan (2004:78 1 -782 ) .
3 6 "Fukarayı üıyin ve zebun v e ciğerini püryan" eden bir süreç olarak
mukataalaşma, voyvodaların idaresi altında yaşayan çiftçileri daha az vergi
ödeyecekleri bölgelere doğru göç etmeye zorlamaktaydı. Nitekim "re'aya
[mahsulünün] sekiz kilede bir kilesini ortakçısına ve birini mübaya'aya ve birini
sürsata ve birini akça muribahasına verür. Bi-çareye baki kalan saınanun bir
sülüsini menzilhaneye ve bir si.ilüsini voyvodasına verüb her halde mağdur
ve ma'mun olur. Re'ayanın verdiği dönüm-i duban, dönüm-i penbe, resm-i
hınzır, adet-i ağnam, koyunun arkasında olan yapağından resm-i yaylak, resm-i
kışlak, resm-i otlak, resm-i ispençe, resm-i a'rusane, resm-i keran, resm-i asıyab
ber- minval eküp biçtiği her ne ise voyvodaları ahz ve cebr ile gasb iderler. Bu
sebebdcn re'aya zabitandan dilgir olub rahat me'mu l eylediği mahalle [mesela
Vidin'e] firar eder" ( Orhonlu 1 969 :43 ). Bütün bunlara bir de dağlıların/
ücretli asker çetelerinin zulmü ve İrid-ı Cedid Hazinesi'nin temel gelir kaynağı
olan ve fakat zaten köylünün ödeyemediği yukarıdaki vergilere yaptığı zam/
bidat eklendiğinde, reayanın yaşadığı toprakları bırakarak, en azından karnını
doyurabileceği ayanlara ya da sınırdaş ülkelere sığınması daha anlaşılır bir
hal alır. Bu bağlamda az önce sayılan vergilerin mevzusu olan pamuk, yün
ve zahirenin Balkanlar'dan Avrupa 'ya en fazla ihraç edilen ürünler olması ise
tesadüf değildir. Bu konuda bkz. Olivcr ( 1977: 1 63 - 1 69 ) ; Schlechta-Wssehrd
( 1 882:58); Anscombe (2005 : 1 02) ve Sadat ( 1972 : 348- 349 ) .
3 7 Sadece yazmaların y a d a İstanbul'da faaliyete geçen matbaada basılan kitapların
değil Avrupa'da yayınlanmış önemli eserlerinde bulunduğu Pazvantoğlu Osman
Paşa'nın, 2.000 ciltlik kütüphanesi için bkz. Gradeva (2005 : 1 3 1 ) .
38 Mülklerini, vakıflar aracılığıyla aile efradına bırakabilmek için inşa ettikleri
külliyelerden ve bölgedeki ticari faaliyeti geliştirebilmek amacıyla yaptıkları
köprü, yol ya da hanlardan, ayanlar önemli bir gelir elde ediyor olsa da
söz konusu yatırımların, bölgenin sosyoekonomik gelişimine yaptığı katkı
görmezden gelinemeyecek boyutlardadır. Bu konuda bkz. Sadat ( 1973:208 );
Zens (2004:86 vd.); Gradeva (2005 : 1 3 1 ) . Tepedelenli Ali Paşa için bkz.
Hobhouse ( 1 8 1 3 : 1 06) Karaosmanoğulları için bkz. Nagata ( 1997 : 1 45vd.).
devam ediyordu.39 Bir güvenlik tüccarı40 olarak hakimiyet alanında şid­
deti tekelleştirmesi ise yüzyıllardır devam eden savaşlarda, ordunun ve
sekban bölüklerinin ezdiği Balkan köylüleri açısından alışılmadık bir du­
ıumdu.41 Pazvantoğlu Osman Paşa'nın uyguladığı tolerans siyaseti42 de

39 Nizam-ı Cedid'in getirdiği vergilerin hiçbirini devreye sokmayan Pazvantoğlu,


tasarmf ettiği topraklarda yaşayan gayrimüslimlerden sadece 1 1 O para vergi
alırken Müslümanlar, şüphesiz bu meblağdan daha az vergi vermekteydi.
Nitekim Rum tüccarların/gemicilerin sık sık Pazvantoğlu'nun kontrol
ettiği limanları ziyaret etmelerinde, Osman Paşa'nın zecriye vergisine zam
yapmaması önemli bir faktördü . Bu konuda bkz. Poqueville ( 1 806: 1 02); Oliver
( 1977:98vd.); Gradeva (2005: 1 3 1 ) ve Sadat ( 1973:2 1 1 ).
40 Ayanların, hakimiyet bölgelerinde yarattıkları emniyetten ziyade güvenlik
tüccarları olarak şiddeti tekellerine almaları, rakipleri arasında sivrilmelerini
sağlayan en önemli sebeplerden biridir. Ayanlar da çiftliklerine yeni topraklar
kazanmak için sık sık şiddete veya rüşvete başvurmakta ya da en basit haliyle
vergilerini tahsil etmek için yağmaya girişınekteydi. Bu bağlamda ayanların
başarısı, tıpkı İstanbul'daki siyasi yapılanma gibi doğrudan güvenliği ve şiddeti
tekelleştirebilmelerine bağlıydı. Dolayısıyla ayanların nüfüz bölgelerine atanacak
İrad-ı Cedid mülteziınlcrinin/voyvodalannın en az bölge ayanı kadar güçlü
olması ya da Çapanoğlu örneğinde gözlemlendiği ü zere doğrudan bölge
ayanına bağlı kişilerin voyvoda atanması, reformlar açısından büyük bir öneme
sahipti. Bu konuda bkz. Lane ( 1 958). Güvenlik üretiminin Balkan ekonomisi
açısından önemi konusunda aynca bkz. Stoianovich ( 1 960:252). Derbentler
Başbuğluğuna getirilişini takiben Mora'daki şiddet tekeline sahip olan ve bu
sayede yükselen Tepedelenli Ali Paşa için bkz. Dimitropoulos (2007).
41 Orduya çağırıldıkları halde, ayanların çeşitli bahanelerle davete icabet
etmemelerinin en önemli sebeplerinden biri de cephede bulundukları süre
buyunca, savaşın hinterlandında bulunan, kontrolleri altındaki bölgelerin ve
çiftliklerin, sekban çetelerince yağmaya uğramasının ve güvenliğin bozulmasının
bir sonucu olarak gelir kaybetmeleriydi . Savaşa gitmeyen ayanların, cephede
bulunan komşularının topraklarını ele geçirmesi de ayanların, istanbul'un
çağrısına olumsuz cevap vermelerinde rol oynayan faktörlerden bir.diğeridir.
istanbul'un bu gibi durumlara verdiği tepki, savaşa gitmeyen ayanlar tarafından
ödenen bedeller/cihad ianelerinin büyüklüğü ile doğru orantılıdır. Nitekim
Babıali'nin savaş dönemlerindeki nakit sıkıntısını bir nebze olsun hafifleten
yardımlar, devletin cepheye gitmeyen ayanlar karşısında takınacağı tavrı
belirliyordu. B u konuda bkz. BOA (HAT 4 1763 ) ve Anscombe (2005 :90 ve
97).
42 Gradeva (200 5 : 132vd. ve 143vd.). Pazvantoğlu ile benzer bir tolerans politikası

211
tıpkı köylüler ya da yeniçeriler gibi bölgede etkinlik kazanan yabancı ve
gayrimüslim tüccarları Vidin'e çekiyordu . Fakat Osman Paşa'nın ticareti
canlandırmak için uyguladığı siyaset, güvenlik, vergiler ve toleransın yanı
sıra para politikasını da içermektedir. Pazvantoğlu devalüasyon sebebiyle
artık yabancı piyasalarda itibardan düşen kuruşun yerine, adına bastırdığı
parayı kullanıyor ve daha da önemlisi İstanbul'un emirleri hilafına, tıpla
Tepedelenli Ali Paşa gibi43 alışverişlerde döviz kullanımına göz yumu­
yordu . Avrupa'nın İhtilal Savaşları ile hercümerc olduğu bir dönemde,
artan talebin karşılanmasında önemli bir yer işgal eden Vidin ve Efüik44
bölgesindeki ticarette ağırlık kazanan Fransız ve Rum/Ortodoks ti.ic­
carların hamisi olarak ortaya çıkan Pazvantoğlu,45 Vidin'deki yolları ve
limanı geliştirerek ticaret hacminin büyümesi46 için sağlam bir zemin ha­
zırlamaktaydı. Dolayısıyla iltizam faizlerinin, (askeri ) giderlerini47 karşıla­
yamadığı noktada zulme başlayan ya da bir başka ifadeyle iktidar alanını,
İstanbul'daki iltizam piyasasını elinde tutan cedid spekülatörlerin hük­
mettiği çevre bölgelere doğru yaymaya çalışan Pazvantoğlu,48 kısa bir

uygulayan Tepedelenli Ali Paşa için bkz. Skiotis ( 1975: 3 1 7). Karadeniz
bölgesinde Hıristiyan ahaliyi koruyan Şatıroğlu ailesi için ayrıca bkz. Bryer
( 1969 : 196).
43 Anscombe (2005 : 1 00 ) .
4 4 Bölge ticaretinin kontrolünü ele almak için ayanlar sadece İstanbul'la değil
komşularıyla da rekabete girmek durumundadır. 1 2 1 8 ( 1 803 - 1 804) yılında
Yılıkoğlu'nun yağ fiyatlarına müdahale etmek amacıyla Etıak'a taarruzu için bkz.
Uzunçarşılı ( 1 942a : 3 5 ) .
45 Sadat ( 1 972 :354) v e Gradeva (2005 : 1 27).
46 Bu durum Akdeniz liman şehirleri için de geçerlidir. 1 8 . yüzyılın ikinci
yarısından itibaren ticaret hacminin artışıyla birlikte bölgenin kadı ve
voyvodaları/yeniçeriler/ayanlar temel tüketim maddeleri üzerinde kurdukları
tekeller aracılığıyla örneğin, kilesini bir kuruşa aldıkları buğdayı üç kuruşa "harbi
kefi:re"ye satıyordu . II. Mahmud devrinin başlarında da söz konusu dış ticaret/
kaçakçılık konusunda değişen bir şey yoktur. Zahire almak için Tarsus Limanı'na
yanaşan "efrenç ta'itesinin gemilerinin" her birinden bölge ayanı kırk altışar bin
kuruş kazanıyordu . Bu konuda bkz. Orhonlu ( 1 969:46); Kinneir ( 1 8 1 8 : 166-
1 69 ) ; Oliver ( 1 977: 1 72 ) ve Menemencioğlu Ahmed Bey ( 1 997:37).
47 Pazvantoğlu'nun mevcut gelirleriyle, beslediği büyük orduyu finanse edememesi
konusunda bkz. Özkaya ( 1 983:33 -34).
48 Pazvantoğlu'nun nüfuz alanını, Valide Kethüdası Yusuf Ağa'nın gözetimindeki,

212
süre sonra başkentle/Nizam-ı Cedid ekibiyle karşı karşıya gelmiştir. Bu
bağlamda Osman Paşa'nın Nizam-ı Cedid orduları karşısında kazandığı
zaferlerin ardında sadece istihdam ettiği sekbanlar ya da seferber etti­
ği askeri güçler değil, yarattığı sosyoekonomik düzen bulunmaktadır.49
Zira ülke içindeki asayişsizlik ve buna bağlı olarak üretimin artırılama -
ması, Osmanlı İmparatorluğu'ndaki mali daralmanın hem sebebi, hem
de sonucuydu.
1 8 . yüzyıl sonlarında ayanların mali kudretiyle taşra vilayetlerinde
valilik yapan Osmanlı paşalarının gelirleri arasında büyük bir uçurum
bulunmaktaydı . Zaman zaman "tanziın-i da'ire ve levazım-ı sa'ireleri
için" İrad-ı Cedid Hazinesi'nden yapılan yardımlarla ve bizzat padişa­
hın atıycleriyle ayakta50 durmaya çalışan valiler, atandıkları makamlarda
kalış sürelerinin kısalığı sebebiyle, ayanlara nazaran düzenli gelir_kaynak­
larından yoksun bulunuyordu. Artık sıradanlaşan savaşlarda çok sayıda

Pcth'ül-islam gibi geniş vakıf arazilerine doğru, kontrolündeki voyvodalar


aracılığıyla yayması ya da bir başka ifadeyle "Vidin havalisinde nanparesi olan
erbab-ı ze'amet ı1 tımar ve vakıf ve malikane ashabı olanlara gadretmesi" Osman
Paşa'yı, İstanbul'daki iltizam piyasasını, vakıflar ve İrad-ı Cedid Hazinesi
aracılığıyla kontrol eden Nizam-ı Cedid ekibiyle karşı karşıya getirecekti. Bu
konuda bkz. Vasıf Efrndi (İÜKTB TY:59 8 1 : 190b vd. ); C5.bi Efendi (2003
c:I:55-56) ve Schlechta-Wssehrd ( 1 882:46).
49 Söz konusu çatışmada İstanbul tarafında yer alarak Pazvantoğlu üzerine
yürüyen, diğer ayanların tavrı da ahalinin Osman Paşa'ya muhabbetini
artırmaktaydı. Küçük Hüseyin Paşa komutasında savaşan Gümülcine ayanının,
istihdam ettiği sekbanların aylıklarını ödeyebilmek için ahaliden beş yüz
kese toplamak istemesi ve bölge halkının parayı vermeyi redederek eşkıyalığa
başlaması konusunda bkz. Özkaya ( 1983 :54-56) . Pazvantoğlu'nu yaklaşık
30.000 kişinin desteklediğine dair Fransız elçilik raporu için ayrıca bkz. Testa
( 1 8 65 :227).
50 Ekim l 796'da Anapa muhafızı atanan Osman Paşa'ya İrad-ı Cedid
Hazinesi'nden yapılan ödeme ve paranın muhallefat gelirlerinden tekrar
yerine konması konusunda bkz. BOA (C Maliye 2237) İbrahim Paşa'nın,
görev yeri olan Mısır'a dönmek için ve ordusunun yolda ihtiyaç duyacağı 940
kese tutarındaki hububatın, İrad-ı Cedid Hazinesi tarafından satın alınması
konusunda bkz. BOA ( HAT 1932/A). Hazine-i Hümaylin'dan göreve yeni
atanan bir vezire "tertib-i daire" için verilen 1 00.000 kuruş için ayrıca bkz. Vasıf
Efendi ( İÜKTB TY 598 1 : 1 5 5a).
ücretli asker/sekban istihdam etmesi beklenen valiler51 genellikle, görev
yerlerine yakın bölgelerin zecriye vergileri, mübayaa ve sekban bedelle­
riyle52 birliklerini finanse etmeye çalışıyordu. Ancak kendi hazinelerin­
den Babıali adına yaptıkları harcamaları ve ödemeleri bile geri alamayan
valiler, 53 savaşlar bir tarafa, iç güvenliği sağlayabilecek maddi imkanlara
bile sahip değildi.54 III . Selim devrinde merkezden atanan valilerin
ekonomik açıdan güçlendirilmesi konusunda, nerdeyse bütün vüzera
kanunnamelerinde vaz edilen bir uygulama olarak, görev sürelerinin uza­
tılmasına ve yeni tayinlerin, eski görev yerlerine yakın mahallere yapılma­
sına55 dönük maddelerin dışında, tatmin edici hiçbir önlem alınmamış­
tır. I I . Mahmud'un, Bükreş Antlaşması'nı takip eden süreçte ayanların
kontrol ettiği iltizamları, İstanbul'dan atanan valilerin tasarrufuna ihale
etmeye başlaması56 ise bir taraftan valileri mali açıdan güçlendirmeye,57

51 Acilen para gönderilmediği takdirde istihdam ettiği sekhanlara borcu sebebiyle


perişan olması muhtemel Serezli Yusuf Paşa'nın tahriran için bkz. BOA ( HAT
40000/C). Bu konuda ayrıca bkz. BOA ( HAT 2050).
52 Temmuz 1 8 l l 'de, Tepedelcnli Ali Paşa'nın kontrolündeki bölgelerden,
cephedeki paşalar için 9 3 . 1 3 8 buçuk kuruş bedel-i mübayaa toplanması
konusunda bkz. BOA ( CAS 1 5956). Cebelli bedeliyyeleri için ayrıca bkz. BOA
( CAS 4141 5 ) .
5 3 Tophane Nazırlığı sırasında topçu v e arabacı kışlalarını tamir ettiren Osman
Paşa, İran Harbi esnasında Kars valisi olarak atandığında, kışlaların tamiriyle
ilgili harcamaları tahsil edememesi sebebiyle mali sıkıntı yaşamakta ve
Babıfili'den derhal paranın ödenmesini talep etmekteydi. Bu konuda bkz. BOA
( CAS 36876).
54 Yeniçeriliğin ilgasından hemen sonra Edirne'dc güvenliğin sağlanmasıyla
görevlendirilen Çirmen Mutasarrıfi Esad Paşa'nın, görevi yerine getirebilmek
için gerekli parasının bulunmaması konusunda İstanbul'a yazdığı tahrirat için
bkz. BOA ( HAT 1732 1 ). İran Harbi sırasında Selanik Mutasarrıti Mehmet
Paşa'nın benzer bir tahrirat! için ayrıca bkz. BOA ( HAT 40541/A).
55 Vasıf Etendi (İÜKTB TY 5981 :36b vd. ) .
56 Bu konuda bkz. Şanizade (2008624-627) v e Cezar ( 1 986:242 ) . 1 2 30/1 8 1 5
tarihinde "vüzeraya iltizamat-ı cesime tevcihi" konusunda ayrıca bkz. Şanizade
(2008 :68 1 -682 ) .
57 Valileri mali açıdan güçlendirmeye yönelik b u tür tedbirlerin d e pek bir işe
yaramadığı ortadadır. Bilhassa savaş zamanlarında valiler, tahsisat mekanizmaları
üzerine kurulu kadim mali sistemin ağırlığı altında ezilmekteydi. Örneğin Rum
İsyanı sırasında, her ne kadar "dil ve kelle getiren guzata bahşiş verilmek"

214 1
diğer taraftan da ayanları idari ve mall açıdan tasfiyeye yönelik en önemli
girişim olarak karşımıza çıkmaktadır. 58
Genel olarak Osmanlı Devleti'nin durumu da İstanbul'dan atanan
valilerden farklı değildi. 1 788 'de başlayan savaşla birlikte derin bir mali
krizle mücadele eden I. Abdülhamid, sadrıazamların sık sık cepheye na­
kit gönderilmesi için yazdığı tahriratlara olumsuz cevap vermek zorunda
kalıyordu. "Mevcud olsa 'alimallah kendü harçlığımı dahi gönderirdim"
diyecek kadar çaresiz olan 1. Abdülhamid'in59 yerine, l 789'da tahta çı­
kan 111. Selim, nakit sıkıntısını öncelikli olarak dışborçla gidermeyi dü­
şünmekteydi. Savaş finansmanında olağan bir uygulama olarak sürekli
başvurulan paşalardan ve imparatorluğun zengin ailelerinden borç alın­
ması, ekonomik şartların nakit paraya sahip olanlar üzerindeki kötü etkisi
sebebiyle artık neredeyse imkinsızdı.60 İlk anda borç istenen Fas, Cezayir

adettense de Resmo muhafızı Haşim Paşa'nın, muharebeleri finanse etmek bir


tarafa getirilen dil ve kellelere ödeyecek parası kalmamıştı. Öyle ki bu iş için
Resmo ahalisinden "istikrazen" topladığı 150.000 kuruşu da neferlerine dağıtan
vali, maddi açıdan büyük bir sıkıntı çekmekte ve acilen para gönderilmesini talep
etmekteydi. Bu konuda bkz. BOA ( HAT 38576/0 ).
58 II. Mahmud devrinde İstanbul'un taşraya hakimiyetine ve devletin vergi
gelirlerini artırmaya yönelik çok daha radikal reform önerilerine rastlanmaktadır.
Ragıb Efendi'nin layihasına göre tapu, evkaf, salyane, cizye, ağnam, zahire
mübayası ve ihtisapla ilgili meselelerin çözümü için taşraya kaza müdürleri
atanmalıydı. Defrer-i nü fi.ıs nazırı ve mukayyit katipleri aracılığıyla topraksız
köylüleri boş arazilere yerleştirecek olan kaza müdürleri ayrıca kazanın tüm
tapu kayıtlarını inceleyerek arazileri, mukataa, mülk, vakıf, zeamet ve tımar
kategorilerine göre tasnif edecekti. Runun yanı sıra kaza müdürleri nıttukları
defterleri, incelenmek üzere düzenli olarak İstanbul'a yollayacaklar ve artık
bütün vergi işlemleri bu kayıtlar üzerinden yapılmaya başlanacaktı. Ragıb
Efcndi'nin gelirleri artırarak merkezileştirmeye yönelik bir diğer teklifi ise
imparatorluk sınırları dahilinde kesilen hayvanların derilerine ve sakatatlarına el
konulması ve bunların devletin açacağı manüfaktürlerde işlenerek satılmasıydı.
Bu konuda bkz. Kara! ( 1941 - 1 942a:356, 359-36 1 , 364-365 ) .
59 I . Abdülhamid'in mali açıdan çaresizliği konusunda bkz. BOA ( HAT 54234,
54235 ve 54752).
60 Seferler sırasında devlet görevlilerinden borç alınmasına, 17. yüzyıl başlarında
dahi rastlanmaktadır. Borç veren kişi açısından devlet içerisinde daha kolay
irtifa kazanmak anlamına gelen bu uygulama, devletin savaş sırasında yaşadığı
nakit krizini bir nebze olsun hafifletiyordu. 1 603 - 1 604 senelerinde, başta
ve Tunus'tan olumsuz yanıt gelmesi, III . Selim ve ekibini Hollanda ve
İspanya'ya yönlendirmiştir. Bu sırada 1 5 .000 kese ( 7 .500.000 kuruş)
tutarında borç bulmaya çalışan Babıali, söz konusu meblağı ödemeye üç
sene sonra başlamayı ve ödemeyi zahire, ipek, pamuk, yapağı gibi ürünler­
le ve Yenişehir cizyesi gelirleriyle finanse etmeyi planlıyordu. İspanya'nm
doğrudan reddettiği teklife Hollanda elçisi, Osmanlı Devleti'ne verilecek
paranın yine nakitle geri ödenmesi şartıyla sıcak bakmıştır. Hollanda elçi­
sinin ödemenin nakden yapılması isteğinin ardında genellikle ayanların/
mütegallibenin tasarrufunda olan ipek ve yapağı iltizamlarında, ürünlerin
fiyatlarını piyasanın değil, mültezimlerin tayin etmesi yatmaktadır. Zahi­
re ticaretinde de durum aynıydı. Mübayaacılar, çiftçiden satın aldıkları
hubabatı ot ya da samanla harmanlıyor veya ıslatarak daha ağır çekmesini
sağlıyordu.61 Bu bağlamda kalitesiz ürün için yüksek fiyat biçilmesi veya
malın ağırlığıyla oynanması, Hollanda'nın zarar etmesine sebep olacaktı.
IV. Mustafa62 ve I I . Mahmud'un da gündeme getireceği dış borçla nakit
sıkıntısını aşma çabası, merkez bankaları aracılığıyla büyük kredi ope­
rasyonları yapabilen İngiltere ve Hollanda'nın aksine, ayni ekonominin
ön planda olduğu Osmanlı İmparatorluğu'nun borcu nakitle ödeyebile­
cek imkanlardan yoksun olması sebebiyle bir sonuç vermemiştir. Ancak
dış borçun ödenmesi hususunda III. Selim'in geliştirdiği yöntemler,63
1 792'de savaşın sonuçlanmasını takiben İstanbul'un, özelde Nizam-ı
Cedid ordusunun ve genel olarak savaş organizasyonunun finansmanın­
da kullanacağı cedid metotlar olarak bir kez daha karşımıza çıkacaktır.64

serdar-ı ekreın Lala Mehıner Paşa ve Yeniçeri Ağası olmak üzere çcşirli devler
görevlilerinden savaş hazinesi için borç alınması konusunda bkz. Finkd
( 1988 :26 l vd . ) .
61 M übayacılar ve yaptıkları yolsuzluklar konusunda bkz. Yeşil (2004: 120).
62 IV. Mustafa döneminde de savaş finansmanı için Fas ve Fransa'dan borç alma
girişiminde bulunulmuştu. Fakat bu şekilde paranın ancak üç dört ay zarfında
İstanbul'a ulaşacak olması, dış borcu bir seçenek olmaktan çıkartmıştır. Zira
maddi imkansızlıklar sebebiyle zahire gönderilemeyen İsmail Kalesi'ndeki
neferler açlığa bu kadar uzun süre dayanamazdı. Bu konuda bkz. BOA ( HAT
52993).
63 I I I . Selim iktidarının başlarında yapılan dış borç girişimi için bkz. Abdurrahman
Şeref ( 1 330); Cezar ( 1 986:89vd.); Shaw ( 1971 : 8 1 ) ve Sayar ( 1986 : 1 84vd . ) .
64 Daha sonra İrad-ı Cedid Hazincsi'nin gelir kalemleri arasında yeralacak olan

216
Mevcut düzenin dışında kurulacak nizamlı, daimi ve merkezi bir or­
dunun, yaşama şansı, onu destekleyecek mali kaynakların büyüklüğü ile
doğru orantılıydı. Ancak Osmanlı Devleti'nin hayata geçirdiği nakit ih­
tiyacını karşılamaya dönük, kimisi I I I . Selim'den önce de uygulanan ve
daha sonra da uygulanacak olan yöntemlerden hiçbiri mevcut gelirleri
artırmaya ve İstanbul'a daimi ve düzenli bir şekilde akışını sağlamaya yö­
nelik tedbirleri öngörmüyordu. Devletin kullandığı yöntemler, genellik­
le ordunun dayanılmaz ağırlığının hissedildiği harp dönemlerinde, nakit
ihtiyacının büyüklüğüyle doğru orantılı olarak mevcut vergileri artırmak­
tan, müsadereye doğru sertleşen bir hattı takip etmiştir. Bu bağlamda
Nizam-ı Cedid ekibinin amacı, orduda ücretli olarak istihdam edilen ne­
fer sayısının artışına mukabil65 reel olarak düşen hazine gelirlerini, çiftlik
arazilerini merkezden idare edilen mukataalara dönüştürerek ve mevcut
vergileri yükseltip, yenilerini ekleyerek artırmaktı. Fakat oldukça hassas
dengeler üzerinde şekillenen ve temel prensiplerinden66 birinin gelenek­
çilik olduğu bir ekonomik sistemde, vergilerin türünü değiştirmek bir
tarafa, oranlarıyla oynamak ya da vergi gelirlerini kadim organizasyon ya-

tütün, pamuk, pamuk ipliği gibi çeşitli ihraç ürünlerinin, iç mübadelelerine 1 8 .


yüzyılın ikinci yarısından itibaren resm-i miri adı altında e k vergiler konmaya
başlanmıştı. Bu konuda bkz. Genç (2000g:20 1 ) .
65 Osmanlı Devlcti'nin imparatorluğa dönüşüm süreciyle birlikte sürekli artış
trendinde olan mevacib ödemeleri, Osmanlı hazinesinin en önemli gider
kalemini oluşturmaktaydı. Örneğin 1 527- 1 528 ile 1 630- 1 6 3 1 seneleri arasında
maaş ödemelerinin Osmanlı hazinesine getirdiği yük üç kat artmıştı . 1 8 .
yüzyıl sonlarından itibarense, hazine artık maaş ödemelerini kaldıramayacak
duruma gelmişti. Toplam 33.62 1 kese olan 1228/ 1 8 1 3 senesi hazine giderleri
arasında, kapıkulu maaşları 12.800 kese ile ilk sırada yer almaktaydı. Kapıkulu
mevaciblerini, 1 0.340 kese ile uzun zamandır İstanbul'dan ödenmekte olan,
vezir ve mirmidn hasları ve ocaklık akçeleri takip etmekteydi. 1 8 . yüzyıl
süresince nakdilcşip merkezileşen ekonomiye, devlet ayak uyduramıyordu . Zira
her ne kadar maaşlar nakden ödense de hazinede söz konusu nakdin karşılığı
mevcut değildi. il. Mahmud devrine gelindiğinde ise savaş dönemlerinde
maaş ödemesi yapmak artık neredeyse imkansızdı. Bu konuda bkz. Murphey
(2007:67); Cezar ( 1 986:70, 98 ve 206) ve Tabakoğlu ( 1985 :205 ) . Ocak-ı
Amire nefrratının 1225 yılının Şaban ayından 44.000 kuruş Ramazan ayından
ise 24.400 kuruş alacağının bulunduğunu belirten 1 5 Zilkade 1225 ( 1 1 Ocak
1 8 1 1 ) tarihli bir tahrirat için ayrıca bkz. BOA ( HAT 4 1408/H) .
6 6 B u konuda bkz. Genç (2000c, 2000d, 2000e ) .
pısı haricindeki başka bir alana yönlendirmek bile yeniçerilerin önderlik
ettiği toplumsal muhalefetle çatışmayı göze almak anlamına geliyordu. 67
16. yüzyıl sonlarından itibaren, tıpkı taşradaki garnizon şehirlerin­
de istihdam edilen yeniçeriler gibi İ stanbul'daki yeniçeriler de loncalarla
sıkı bir ilişki içerisine girmeye başlamıştı. 68 Enflasyonist piyasa koşulla­
rında ulufelerinin sürekli değer kaybetmesi, Yeniçeri Ocağı'nın askeri
karakterini zayıflatarak, zamanla daha çok neferin ticaret ve zanaatla uğ­
raşmasına yol açmıştı.69 18. yüzyıl sonlarına gelindiğinde ise ekonomik
durum, sabit gelir sahipleri açısından dayanılmaz bir hal almıştı. Dört ila
yedi akçe gündelikle ocakta istihdam edilen yeniçerilere70 her ne kadar
yevmiyelerine ek olarak kisve ve tayinat-baha adı altında maddi destek
sağlanıyor olsa da bu ücretler "gece ve gündüz" kışlada ikamet ederek,
karnını ocakta pişen tayinatla doyuran bekar bir erkeğin hayatta kalma­
sına ancak yetecek düzeydeydi. Uzun süre nefer olarak hizmet eden ye­
niçerinin odabaşı ve daha sonra yirmi beş akçe ile Saray'a çırak olması
da hayatında önemli bir değişiklik yapmıyordu. Zira aldığı yevmiye söz
konusu rütbelere yükselirken verdiği caizeleri dahi karşılamaktan uzaktı.
Kaldı ki "bir hamamda gusl etmeye kirayet etmeyecek" ulufelerle devlete
hizmet eden yeniçerilere,7 1 emekliye ayrıldıktan sonra ta.hsis edilen maaş,

67 Urquhart ( 1868:9lvd . ) .
68 Y i (2004:92-93, 1 0 1 ve 1 32 - 1 3 3 ) .
6 9 Artık yeniçeri ortalarmm isimleri, ilgilendikleri meslek kollarıyla birlikte anılmaya
başlanmıştı. Örneğin on dördüncü cemaat ekmekçilik yaparken, seksen ikiler
kasaptı. Ancak yeniçeriler, sadece belirli iş kollarında faaliyet göstermekten
ziyade, de aldığımız dönemde her tür mesleği icra ediyordu. Nitekim
vesikalarda sıkça, şişeci, pastırmacı, hamal, boyacı, tütüncü, kasap, külahcı,
doğramacı, demirci, kantarcı, çizmeci, tacir, yemenici, yorgancı, kebabcı, fesci,
sabuncu, kahveci, pazarcı yeniçerilere rastlanmaktadır. Bu konuda genel olarak
bkz. Quataert ( 1993 : 1 99); Sunar (2006); Kafadar (2007:bilhassa 1 1 6-1 1 8);
Başaran (2006 : 163vd.) ve BOA ( HAT 1 7388, 1 7402, 1 7493 , 1 7452 ve
1 7414/E ) .
70 Habesci ( 1 784:223 ) .
7 1 1 8 . yüzyılm sonlarında İstanbul hamamlarından birinde yıkanmanm bedeli
bir kuruş civarındaydı. Dolayısıyla Cabl Efendi, yeniçerilerin maddi durumunu
açıklarken verdiği örnekte anlatınu güçlendirmek için mübalağa etmiyor, tam
aksine gerçeği yansıtıyordu. Bu konuda bkz. Dallaway ( 1 797: 1 1 1 ) ve Cabl
Efendi (2003 :72).
ev kiralarına dahi vefa etmiyordu.72 Cabi Efendi'nin de altını çizdiği üze­
re yeniçerilerin boza ya da salep satması veya yoldaşlarının fırınlarında
tablekarlık yapmaya başlaması gayet doğaldı .73
Esnaf ve yeniçeriler arasındaki bu birliktelik, loncaların çıkarlarıyla da
örtüşmekteydi. Yeniçerilerle kurdukları ilişkiler sayesinde loncalar, üre­
tim ya da ticari faaliyet gösterdikleri sektörlerde, ocak koruması altında
tekelleşebiliyor ve narhın ya da narhın üzerinde seyreden ve fakat yasal
olmayan piyasa fiyatlarının belirlenmesinde daha etkin bir rol oynayabili­
yordu. Üstelik ocak yoldaşlığı, esnafı bir çeşit dokunulmazlıkla kuşatarak
ticari anlaşmazlık durumlarında kadı mahkemesinde sorgulanmamaları­
nı sağlıyor ve anarşik bir ülkede silah taşıma hakkına sahip olmalarına
olanak veriyordu.74 Bu bağlamda yeniçeriler sadece pretoryen özellikler
gösteren silahlı bir güç olmaları sebebiyle değil, bundan daha da önemli
olmak üzere kriz anlarında toplumsal muhalefeti, iktidarı elinde tutan­
lara karşı harekete geçirebilecekleri sosyal ilişkiler ağına hükmetmeleri
sebebiyle de muktedirler açısından büyük bir tehdit oluşturmaktaydı.
Dolayısıyla esnafı ve gündelik yaşamı doğrudan etkileyen mali düzenle­
meler, aslında Nizam-ı Cedid ekibinin geleceği ve iktidarlarının meşrui­
yetiyle doğrudan alakalıydı.75
Nizam-ı Cedid düzenlemelerinin önemli bir parçası olan çoklu hazi­
ne düzenine76 geçişle birlikte İstanbul, iktisadi hayata daha fazla müdahil

72 Cabi Efendi (2003:71 -72) ve Thornton ( 1 809 c : I :237).


73 yeniçerilerden seğirdim aşçılannın altı ayda bir poğaça yapıp satmaları adettense
de 111. Selim devrine gelindiğinde bu gelenek, yeniçerilerin yaptıkları poğaçaları
ahaliye yüksek fiyattan, zorla sattıkları bir ritüel haline gelmişti . I I I . Selim'in,
yeniçerilerin yarattığı poğaça teröıiine ürettiği çözüm ise altı ayda bir kere bu
işle meşgul olan yeniçerilere 1 .500 kuruş ödeyerek mallarını satın almaktan
ibaretti. Çınar ( 1999 : 3 3 1 -3 32) ve Hobhouse ( 1 8 1 3 : 1 004).
74 Slade ( 1 832 c:I:454).
75 Bu durumun farkında olan Alemdar Mustafa Paşa'nın, daha önce de belirtildiği
üzere İstanbul'da esnaflık yapan kişilerin, sekban ya da kalyoncu ocaklarından
birinde t:ilimlere katılmadıkları sürece işlerine devam edemeyeceklerine dair
buyrnldusu, aslında kendi iktidarı açısından tehlikeli olabilecek küçük esnaf ve
yeniçeriler arasındaki irtibatı kesmeye yönelikti. Cabi Efendi (2003:257).
76 18. yüzyıl ortalarından itibaren bir hazine gibi kullanılmaya başlanan D arbhane-i
Amire'yi bir tarafa bırakacak olursak III. Selim döneminde, Hazine-i Amire,
İrad-ı Cedid Hazinesi, Zahire Hazinesi ve Tersane Hazinesi, imparatorluğun
olmaya başlamıştı. İrad-ı Cedid Hazinesi'nin kuruluşu Osmanlı iktisat
tarihinde yeni bir dönemin başlangıcıydı . Kuruluş nizamnamesinde77 de
açıkça belirtildiği üzere, savaş zamanlarında ihtiyaç duyulan nakitin birik­
tirilmesi78 ve kurulacak nizamlı ordunun barış zamanlarındaki finansma­
nı için ihdas edilen İrad-ı Cedid Hazinesi, Osmanlı iktisat düşüncesinde
yeni bir tavın gündeme getirmiştir. Devlet teşkilatı içerisinde, münavebe
mansıbları içerisinde yer alan şıkk-ı sani defterdarlığının işlevsel hale ge­
tirilmesi ve maliye b ürokratlarının yeni görevlerine atanmasıyla birlikte,79
1 79 3 'te, ilk işlemlerini yapmaya başlayan İd.d-ı Cedid Hazinesi'ne, tıpkı
Zahire Hazinesi gibi Topkapı Sarayı içerisinde bir mekan ayrılmış ol­
ması manidardır.80 Zira Anadolu'daki ve humbaracı ve lağımcı ocakla­
rı tarafından tasarruf edilen tımar ve zeametler,81 faizi on keseden faz­
la olan mahllıl malikane mukataaları82 ve zapt edilen esham faizleri,83

mali sistemini şekillendiren dört hazineydi. Nizam-ı Cedid'in lağvından


sonra yeni düzenin beraberinde getirdiği hazinelerden sadece İrad-ı Ced1d
Hazinesi'nin, Darbhane-i Amire'ye devredilerek, en azından kağıt üzerinde
kaldırılmış olduğu yeri gelmişken vurgulanmalıdır. Bu konuda bkz. Cezar
( 1986: 1 52vd. ve 236) ve Bölükbaşı ( 20 1 3 : 1 33 - 1 38 ) .
77 İrad-ı Ced1d Hazinesi nizamnamesi ve zeyli için bkz. Nuri Efendi (AE
239: 1 76b- 1 84a).
78 Asım Efendi'nin vurguladığı üzere Nizam-ı Cedid ekibi, İrad-ı Cedid Hazinesi
aracılığıyla savaş zamanlarında kullanılmak üzere biriktirilecek 1 50.000 kesenin
hayalini kuruyordu. Bu konuda bkz. Asım Efendi ( 1293 c:I:35).
79 "Ashab-ı ihtişamı tekmil olunub [tasarruf ettiği] hassı 50.000 kuruşa"
yükseltilen şıkk-ı sanı defterdarının emrinde sergi halifesi, veznedar, zimmet
halifesi, kisedar ve ihtiyaç miktarı katip istihdam edilmişti. Asım Efendi ( 1 293
c:I:36).
80 İrad-ı Ced1d Hazinesi'nin yaptığı işlemlerin tamamı yıl sonunda 111. Selim'e
sunulmaktaydı. Asım Efendi ( 1293 c:I:37).
81 Hazinenin kuruluşuyla birlikte zapt edilen tımar ve zeametlerin dışında
Anadolu'daki tımarlı sipahilerin Nizam-ı Cedid Ocağı'na katıldıkları 1 800
tarihinde, ikinci kez yüklü miktarda tımar ve zeamet İrad-ı Cedid Hazinesi'ne
tahsis olunacaktı. Bu konuda bkz. BOA (CAS 20416) ve Hobhouse
( 1 8 1 3 : 1 02 1 ).
82 BOA (KK 2380:4-5 ) .
83 Malikine, devletin, bir vergi kaynağının vergi toplama hakkını bir kişiye, kayd-ı
hayat şartıyla, hazineye belirli miktarda yapacağı peşin ödeme (muaccele) ve
yıllık ödemeler (mal) karşılığında satmasıydı. Malikane sisteminde verginin

220 1
"icad" edilen yapağı, tiftik, pamuk, mazı, kök boya, zecriye mukataaları,
Mora'da ihdas edilen üzüm/istefıdye malikanesi,84 zecriye resminden,
duhan gümrüğünden ve kahveden alınan vergilere yapılan zamlar ve ni­
hayet devlet tarafından el konulan muhallefatlar, iradı Saray'a taşımanın
araçlarıydı. 85
Toprak üzerinden alman vergilerin kullanımında büyük bir değişi­
me yol açan, önceden Darbhane'nin ve ocakların idare ettiği tımar ve
zeametlerin86 iltizamlarının, mukataaların87 ve mahlul eshamların, İ rid-ı
Cedid Hazinesi'ne devri ise bu araçlardan en çok tartışma yaratanlarıy­
dı. 88 Zira bu şekilde malikaneleşerek miri mülkiyetten kopan araziler,
yeniden mukataa haline getirilerek devlet denetimine sokulmaya çalışılı-

toplanması, malikane sahibinin sorumluluğundaydı. 1768 - 1 774 Savaşı'nı


takiben gelişen esham uygulaması ise yine bir vergi kaynağının yıllık gelirinin
hesaplanıp parçalara bölünerek, alıcılara kayd-ı hayat şartıyla satılmasıydı. Esham
uygulamasında, sehim (eshamın her bir parçası ) sahipleri, hayatlarının sonuna
kadar sabit bir gelire sahip olurken, eshama konu olan verginin toplanmasından
devlet sonımluydu . Bu bağlamda esham, devleti daha çok mali açıdan zora
sokarken, malikane sistemi idari sonuçları açısından büyük bir öneme sahiptir.
Zira eshamın amacı iç borçlanmayı büyük sermaye sahiplerinden/ayanlardan
sıradan insanlara kaydırmaktı. Bu konuda bkz. Genç (2000b ve 2000t).
84 Mora'da üretilen üzümün her bir kıyyesinden artık iki para vergi alınmaya
başlanmıştı. Asım EtCndi ( 1293 c:I:35 ).
85 İdd-ı Cedid Hazinesi'nin kuruluşundan bir ay sonraki ( 1207 Zilhiccesi/10
7 1793-8 8 1 793) gelirlerini gösteren bir cetvele göre hazine, haremeyn
mukataaları, esham taksitleri, zeamet ve tımar iltizamları, zecriye resmi ve duhan
gümrüğünden toplam 62.920 kuruş gelir elde etmişti. Zecriyc vergisi ve duhaıı
gümrüğünden yeni hazineye transfi.:r edilen meblağ ise hiç de azımsanmayacak
bir miktara, 2 1 .677 kuruşa tekabül etmekteydi. B u konuda bkz. BOA (C Maliye
7828 ).
86 Tımar ve zeametlerin, mukataaya çevrilerek malikane ya da iltizam usulüyle
tasfiye edilmesinden İrad-ı Ced1d Hazinesi beklenen geliri elde edememişti.
Zira satışa çıkartılan tımar ya da zeametlerin hasılatlarını bu dönemde hiç kimse
bilmiyordu. Mahlul ve na-mevcut tımarlarla ilgili olarak bkz. Nuri Efendi (AE
239 : 1 87b- 1 89a) ve Cezar ( 1 986: 175).
87 Nuri EtCndi (AE 239:189a-190b).
88 Bu konuda bkz. Asım Efendi ( 1 293 c:I:37) ve Özcan ( 1 999:67). Rumeli
ayanının bu dunıma gösterdiği tepki için ayrıca bkz. Asım Efendi ( 1293
c:I:363vd . ) .
yordu. İrad-ı Cedid'in tasarrufunda olan bölgelerin, yine Nizam-ı Cedid
ekibi tarafindan atanan voyvodalar aracılığıyla idare edilmeye başlanma -
sı ise mali reformun idari sonuçlarından biriydi. Bu bağlamda devlet,
toprak/tarım üzerinden alınan vergileri, büyük sermayedarların kontrol
ettiği İstanbul'daki iltizam piyasasından çek.ip, daha yüksek harçlarla89
kendi belirlediği voyvodalara ihale ediyordu.9° Dolayısıyla söz konusu
dönüşümle birlikte devlet, sadece mukataaların gelirleri üzerinde değil,
mukataalarda yetiştirilen ihraç ürünleri ve hammaddelerin ticaretinde ve
bölgenin idaresinde de söz sahibi olmaya başlıyordu. Bunun yanı sıra
sehm sahiplerine her yıl ödenecek faizin garanti edildiği eshamların,
mahlul vukunda tekrar satışa sunulmaması da mali açıdan devleti rahat­
latacak uygulamalardandı. Nitekim esham olarak satılan karın, dengesiz
piyasa koşullarında her yıl değişmesi ve fakat devletin ödeyeceği faizin
sabit kalması, karın düştüğü dönemlerde devleti zarara uğratıyordu.91

8 9 Harc-ı muhasebe nizamnamesi için bkz. BOA ( KK 2380: 1 1 ). Harçlarla birlikte


hazinenin para kaybına yol açan diğer bir problem de atamalarda ve toprak
tasarruflarında kullanılan hicri ve rum1 takvimler arasında oluşan zaman farkıydı .
Söz konusu problem Miri H azine kayıtları için rum1 takvimin esas alınmaya
başlanmasıyla, hazine lehine olmak üzere çözümlendi. Bu konuda ayrıca bkz.
Vasıf Efendi (İÜKTB TY 598 1 : 1 8 b vd.); Nuri Efondi (AE 239 :24b vd. ) .
9 0 B u durum h i ç şüphesiz Nizam-ı Ced1d'i destekleyen Çapanoğlu gibi ayanların
lehine ve Tayyar Paşa gibi İstanbul ile sorun yaşayan ayanların aleyhineydi.
İrad-ı Cedld Hazinesi tarafindan idare edilen mukataalar, teorik olarak her yıl
açık artırmayla taliplerine veriliyordu. Her yeni tevcih, açık artırmanın daha
da yüksek fiyattan kapanmasını ihtimal dahilinde tutarken, diğer tarafi:an da
hazinenin harç gelirlerini arurmakta ve hazineye muacele miktarlarını her yıl
kontrol etme imkanı sağlamaktaydı. Dolayısıyla ellerindeki mukataaları Nizam-ı
Ced1dle birlikte kaybeden, "bil'külliye mukata'anın zabtını nefislerine tahsis
da'iyesindeki", Tayyar Paşa gibi ayanlar yeni düzenin kaybedenlerindcndi.
Aynı zamanda Nizam-ı Ced1d Ocağı ile organik ilişkisi bulunan Çapanoğlu
gibi ayanlar ise Nizam-ı Cedid kışlalarını ve istihdam ettikleri neferatı finanse
edebilmek için, İrad-ı Cedid'e devredilen Anadolu'daki iltizamların önemli bir
kısmının vergi toplama hakkına her yıl doğrudan sahip oluyordu. Bu konuda
bkz. BOA (CAS 2863) ve Vasıf Efendi ( İÜKTB TY 598 1 :6 l b ) Şam valilerinin
bil'a-muaccele tasarruf ettikleri mukataalar üzerinden yaptıkları yolsuzluk
konusunda ayrıca bkz. Vasıf Efendi (İÜKTB TY 598 1 : 198b vd. ) .
9 1 Örneğin esham satışları açısından revaçtaki gelirler olan İstanbul gümrüklerinin
savaş zamanı kapalı olması, gelirleri yok seviyesine ind.irmekteydi. IV. Mustafa

222 /
111. Selim'in 1 790'lı yılların başlarından itibaren hazinenin kaldırama­
yacağı kadar büyüyen esham faizlerini, sehm satışını kısarak, Darbhane
aracılığı92 ile olabildiğince azaltma çabasının ardındaki sebep, devletin
mali kayıplarını mümkün olduğu ölçüde önlemekti. Söz konusu zarara
rağmen III. Selim sonrası dönemde dahi nakite sıkışan ve dış borç bula -
mayan Babıali'nin aklına gelen ilk çare , bir çeşit iç borçlanma enstrümanı
olarak da görülebilecek esham satışıydı.93
Devletin nakit ihtiyacını karşılamaya dönük uygulamalar arasında
önemli bir yer işgal eden iç gümrüklerde uygulanan vergi oranlarının
1 8 . yüzyıl süresince artış trendine girmesi, imparatorluktaki üretimi et­
kileyen en önemli faktörlerden biridir. Dokumacılık ise iç gümrük oran­
larının yükseltilmesinden belki de en fazla zarar gören sektördü. Zaten
ağır iç gümrük vergileri sebebiyle, ayanların himayesi altında ihracata

dönemion binden kuruştan


beş(510. olan tamibdaarettibuydu.. BunaKaragümrük' mukabi l ten elde esham
ödenecek edilen fgelaiziir 1020 ise ancakkeseye
"ashab- 000ı eshamı
kunış)n,ulRiaşmaktaydı
k ab- ı Hümayun' . Ödemeniu t'andztehiedeceği r edilmaşiesikardıdurumunda . " Mevcut iseesham
faizini iödemek
Sorun ç i n üreti ilçeinn çözüm
satışa çıkOsmanl artılan ıeshama
mal i y esidaninhidurumunu
ç kimse rağbeten açıetmemi k şeki şldtie.
gözl erleönüne
ı70nuhalkeseni sermektedi
fant gelödenmesi
irlerinden,gümrük r150. Bunakesesigöreise1020
cebcl keseni
ü bedel niy800elerikesesi
n den maktüllanılepri, nkalan
karşı
iflienriansman
de açıkçakaynakl görülaerıceğindanüzere, emimuhal
ni Hasan
l e f a tl aAğa'
r devlyaetiihnalbele edibağllmiaşdıti.ğBuı enbağlönemlamda,i
Harbi sı r ası n da, ordunun i hbitiryiyaçdiduyduğu
. Bu konudamühibkz.mmatıBOAn al(HAT ı m ı i ç i 53650).
n İstanbul Mıemtisır a
veNuriduhanEfendigümrüld239:crin4den35a).beşer kese faizli yüz sehimin satışı için ayrıca bkz.
92 Savaşanlayanfinansmanı
pletmekten
(AE

Sel nimda, çokl


Darbhane-i
u hazi n eA.ıdüzeni
nire'yiibiçerir ishintideyatDarbhane'
hazinesi olyairaktakvikulyelanmayı
2380:Sel1i4)m'geriBuin "ikonuda
durmamıayrıştıc.aEshamı n, Darbhane' den zaptveı237vd. için bkz.). BOA (KK
III.

bkz. Cezar (1986: 1 33vd.


93 III.
mladıolğıarakeshamd.d-satıMahmud
tanıyöntemi ı devlşlaerıti, ölbilmhassaedensavaştelefdöneml
itmek veeritedahül
n deki e bitnkridirzmek"
naki
devrieshamndesatıdeşıkulnınlayapınılmldışıtığrı .devlKahve,et geltütün, i n i aşma
zecri
olarak
ye
vergi l e ri ve gümrükl II.
e r en
konuda bkz. BOA 4414, 55074) ve (C Maliye 31896).
( HAT
çok i r l e ri y di. Bu
1 223
yönelen hayvancılık, ipek böcekçiliği94 ve pamuk95 tarımı ile u ğraşan köy­
lüler, eğiriciler, dokumacılar ve boyacılar, İrid-ı Cedid'in öngördüğü
yeni vergilerle daha da ağır bir yükün altına girmişti. Napoleon'un Mısır
işgaliyle birlikte başlayan savaşın, ordunun iştahını kabartması, artan ver­
gilerin altında ezilen dokuma ustaları için isyandan başka çıkış yolu bı­
rakmıyordu. Zira Nizam -ı Cedid ortasının Mısır'a giderken konakladığı
Diyarbakır' da ahali, pek çoğu yeniçeri olan dokuma ustalarının önderli­
ğinde ayaklanarak vergilerin toplandığı büroyu ve tekstil manüfaktürle­
rini yağmalayacaktı.96 Ancak 1 802'de çıkan isyanın sebepleri üzerinde
pek de durmayan Nizam-ı Cedid ekibi iki yıl sonra, Hamidiyye Vakfı
tarafından idare edilmekte olan ipek vergisinin oranını yükselterek miri
mukataaya dönüştürmüştür. Söz konusu mukataa aracılığıyla tekellcşti­
rilen ipek vergisi gelirleri vakfın tasarrufundan çıkartılarak, donanmada
istihdam edilecek nefcritın maaşlarını ve donanmanın giderlerini karşıla­
mak üzere kumlan Tersane Hazinesi'ne tahsis edilmiştir.97
Kahve, içki, tütün ve dokumacılıkta kullanılan hammaddeler üzerin­
den İrid-ı Cedid Hazinesi için alınan vergiler İstanbul'daki iltizam pi­
yasasına hükmeden spekülatörlerden ziyade sıradan insanların gündelik
hayatlarıyla alakalıydı. Hususen bir zecriye emini atanarak şaraptan iki,
rakıdan (arak) dört para vergi alınmaya başlanması98 bilhassa meyhane

94
bic:İd.d-Ir:ve35ı ).Cedl
ipek diplHazi iğindenncsii'kniinparakurulvergiuşuylalaınbimayarliktebaşlhamanıiypordu.
eğin herAsıbimrEtendikıyyesin(1293 den
95 Penbe rüsumudiniğzeramnamesi ürünl e ri içvergi
n in bkz.oranlBOAarının yüksel
( KK 2380:ti8lm-9).esi Musul'da da
kuldibüyük
lğerlanıelribiannrdenhammaddel
tepkiyle karşıcrelanmıgetişrtıil.eTeksti lvergi
ürünlleereringösteri
e ve dokuma sektöründe
96 Kahve dış ında

çok daha fazl a ydı . n


Di yeni
y arbakı r ' da Ni z am- ı l e
Cedln di
d r enç
uyguliseaması ve
1802Khoury
bkz. isyanı konusunda
(1999: 1 bkz.EdiSalrne'zmann
83). d e (2004:anması1 70-171).
uygul pl a nl a MusulNizam-örneğiı Cedliçind
nan
tariEdisistemirhnee nahalinEdi, teksti
II. risi nezatenlVakası
ürünleolrianrakdengeçen
"cera'(1882:
ve zecriisyanıyedenn temel alınansebepl
im-i s<6l.0);bıkalÇağlarınadanr (2002:
vergieyrii artındenracakbiriolydim. asıZi,ra
havfü7:i4)k"veidiSadat
. Bu konuda aynca
bkz.
Tersane Schl e chta-
hazi n W
esi issehrd
ç i n bkz. Cezar (1986: 2 08vd. ve 1984). (1973: 2 11).
97
98 Zecriye rüsumu nizamnamesi için bkz. BOA 2380:6-8). Bu konuda ( KK
sahibi gayrimüslimlerin seslerini yükseltmesine99 sebep olmuştur. Söz
konusu vergi gelirinin cihad organizasyonu finansmanında kullanılma­
sı ve meyhaneler ile yeniçeriler arasındaki hamllik ilişkisi ı oo ise zecriye
emanetinin kurulmasına Müslüman ahalinin tepki ıo ı göstermesinin en
önemli sebepleriydi.ıoı İstanbul ile taşra arasındaki kahve ticaretinin, ih­
das edilen Tahmis Emaneti aracılığıyla devletleştirilmesi de benzer bir
tepkinin oluşmasına sebep olmuştu. 103 Zira alınan önlemlerle kahvenin

ayrı(1999:ca bkz.322)Hobhouse
ve Ahmed (1813:
Cavi d 8(1998:
84 ve 21032);
16 vd. Neci. b Asım 341 :399); Çınar
) (l

99 Gayri
Babı a mli üslönündeimleriyaptn, "şarap
ı k l a rı gümı
nümayi iiğşüiçvermeğe
i n bkz. kudretimliız(1973:
Uzunçarşı yoktur"641).nidalarıyla,
100 esnada
Rum isyanınefed.tısırasın nrMdaüsl"umum ü man Ehl-i İslerianm'] zabtın siluahlrabtıanmasına medar
erkekl tenbiholi micraakoliçuünnduğu
meyhanel
Yeni ç eri er sedd'nınüvebendyeniiçtdierirlielmrinişt"ekser
Ağası i." Ancaka'idmeyhanel
aa dahi eri denetlereeyenmerb{ıt"
meyhanel
olzorunda
duğundankalmıştıMahmud, II.
r . Bu konuda Yenibkz.çeri Ağası
BOA ve(HATCebeci15236).
başı'naBuatıbağlye vermek amdaayrıca
Selbkz.imKıdevri n de yeni ç eri l e r ve meyhanel e r arası n daki i l i ş ki konusunda III.

İstanbulyergümrüğü
101 zecri l'ıd(2000:
an hacca6tal0-61giepderken,). mecburen gümrüklerden geçen kişilerden,
hoş bi3r99)durumve Derideğiedinllmd(1973a:
hiAsıç mde(1341: ieye. Bubaşlkonuda
anmasıbkz., mutaassı
Cabl Ef peMüslndi ümanl8ar2);açıNeci
(2003: sındanb
216-tutarı2 17).ndakiLeventekmekÇifttayiliğni atınefncınratıİstanbul
na
1801 Eki m i n de dağı t ı l a n 1968 kuruş
duhan ve emtia gümrüğünden karşılanması konusunda ayrıca bkz. BOA (CAS
49313).
102 Ancak
vecihkatıad fkihazin-bansmanı
ahaneniolnanraksıakdeği
ışödeme
tığı döneml yapı l erdeaktaydı.
m
l, daha. çokBu konuda
yeniçZierirlaereyenideçerizecriler,yezecrisandıyeğvergi
içki gelibkz. rlerinBOA
in meşru(CASolm15001).
ından,si ile
ayan bir kuruma
kisve

aktarı
103 konusu l
Kahveniuygul m ası n a i s yan
n herabimar kıİstanbul etmekteydi
yyesinden'a kahve alınanit4halakçelini kolik vergi yir6an,akçeye yükselifatdeylen söze
pibütününü
yasaya kahveihtivarzıa etmekteydi nı artırarak,. Bunun a yl a
vergi gelyanıirlsıeriraniönceden ştı
çoğaltmayıtamamen bi r başka
hedetkkahveci
yen önlemler
esnafının aracı
Emaneti kontrollığıyülndea büyükolanöltiçcaret, üde ihdaset kontrol
devl edilen Tahmi ü al t ı n sa(kalahve
ı n ı y kavurucul
ordu. Yeni uğu)
nizaktarl
ama görear tarafkahveındanticseçiaretilenceke nezaret
vekontrol ve kahveciedenledört
r, kişidenbağlsadeceı bekçibirliekahveci
emanete r tarafı n ldaner
altında tutulacaktı. Kahvecilerden aylık otuz kuruş (3.600 akçe)
devlet kontrolü dışındaki dükkanlarda üretimi yasaklanmıştır. Kahve ti­
caretinin devletleştirilmesinden belki de en fazla etkilenen grup ise yine
b aşkentteki kahvehanelerin önemli bir kısmını kontrol eden yeniçeriler
ve taslakçılarıydı. 1 04
Yeni mali düzen yeniçerilerin başkentle taşra arasında, kurdukları
ticari ilişkilerin de sonunu hazırlamıştır. Madenler üzerindeki kontro­
lünü 1 8 . yüzyılın anarşik ortamında kaybeden devletin,1 05 nizamlı or­
dusu için ihtiyaç duyduğu demir ve kalay gibi madenleri yerli tüccarlar
aracılığıyla İ stanbul'a getirmekten vazgeçmesi, bu konuda ilk akla ge­
len örneklerden biridir. I I I . Selim'in çıkarttığı nizamnamelerin öngör­
düğü yeni düzende, söz konusu ticareti İ rad-ı Cedid Hazinesi tekeline
alarak,ı 06 gerekli silah hammaddesini, ülke içindeki m adenlerden ziyade
daha çok ülke dışından ithal etmeye başlamıştır. Dolayısıyla taşradaki
yoldaşları aracılığıyla İstanbul ile taşra arasındaki ticarette önemli bir rol
oynayan yeniçerilerin, bilhassa ortaların mali işleriyle ilgilenen mütevel­
lilerin ve diğer orta düzey subayların maddi çıkarları Nizaın-ı Cedid dü­
zenlemeleriyle birlikte sarsılıyordu. ıo7

alınmasını öngören nizamname ile Nizam-ı Cedid ekibi, kahve kavurucuları


loncasındaki yeni istihdamların da önüne geçmeye çalışıyordu. Başkentin
güvenliği ile doğrudan ilişkili olan kahve kavuruculuğu, İstaııbul'a göçederek
yeniçerilik taslayan taşralıların gözde mesleğiydi . Bu bağlamda artık kahve
kavurucusu olabilmek için Tahmis Emancti'ne 50 kuruş, bekçi ve çıraklara
ise 5 kuruş ödeme yapmak gerekiyordu. Bu konuda bkz. Nuri Efendi (AE
239:302a-305b); Vasıf Efendi (İÜKTB TY 598 1 : 1 63a vd. ) . Bu konuda ayrıca
bkz. Oliver ( 1 977: 1 74) ve Kırlı ( 1 999-2000:65-69 ) .
104 İstanbul gibi taşra vilayetlerde d e yeniçeriler, kahve ticaretinde ve kahvehane
işletmeciliğinde etkiliydi. Tokat örneği için bkz. Esad Efendi (2005 : 1 14) ve
Beşirli (2003 :31 ).
105 Şanizade (2008 :909 vd. ).
106 Demir ve kalay alımının İrad-ı Cedid Hazinesi taratindan yapılması konusunda
bkz. BOA ( K.K. 2380:21 ve 23). Osmanlıların, 1 8 . yüzyılda miri fiyatla demir
alımı konusunda yaşadıkları sıkıntı için ayrıca bkz. Genç (2000a:223-2234).
107 Örneğin III: Selim'i tahttan indiren isyanda başrolü oynayanlardan biri
olan, bazı kaynaklarda 2 5 . bölük mütevellisi kimi kaynaklarda da çavuşu
olarak geçen Kazgancı Laz Hacı Mustafa, Karadeniz'den İstanbul'a bakır
ticareti yapan önemli tüccarlardandı. İstanbul'dayken sürekli "kavmini
[yeniçeri taslakçısı Lazları] tahrik eden" Mustafa, IV. Mustafa'nın saltanatında
Çoklu hazine düzeninin bir parçası olan ve savaş finansmanında önem­
li bir yer işgal eden zahireıos ve et ticaretinin, ı o9 Zahire Hazinesi'nin110
kuruluşu ve ondalık ağnam uygulamasıyla 1 1 ı birlikte devletleştirilmeye
başlanması da aynı şekilde ticaretle uğraşan yeniçerilerin menfaatleri­
ne darbe indirmiştir. 1 12 1 8 . yüzyıl süresince devlet, Karadeniz'de Rus

kapı
bkz. cAsııbaşımlıkEfrütbesi
e ndi ( ile Gümüşhane
1293 c: l : 2 3-24 vemaden
c: I I: lemi29-130);
ni olarakDeriatanmı n ştır. Bu konuda
(1973b: 1 Ol, 10614)
veve Ol1974:iver3(1977:
88 ve 390) ; Oğl
1 69).ata1806' u kyan (1972: 3
daAlbaşlemdarayanYakası ); Ubeydul l
Osmanlsırıası-RnusdaHarbia h Kuşmani ( 2
'nde iorduya 007: 1
Nüzul Emi
üstlölmeesinenkonusunda n i ola rak
Bakırcı Mustaf nan
a ' n ı ve
n , sürgüne gi d erken Çanakkal da c ' öneml
d e "f ü bir rol
cceten"
vakı f paral a rı ve mal bkz.iyesiCabi
y l e Efendiol(2003:
meşgul a n 668-6lil69).erin Yeni
mütevel görev, çeriyetkiortalvearının,
soruml
Zahi r e usermayesi
lukları içnindenayrıorduya ca bkz.paraAkgündüz i h racı (1996: 1 73).bkz. BOA (C. Maliye
konusunda
1 08
5263) Zahirayrıe Hazica bkz.nesi'Güran
konusunda den İr:l.(1984-1985:
d-ı Cedid Hazi37).nesi'ne yapılan transferler
109 Cirzyegelveir kalduhan
biCezar e mi mukataal
ol m ası arı gibi ağnam
konusunda bkz. Gölmukataası
e n ( 2 nın,1 16Banıvethane'
006: 128-130).nin önemli
l lO
Ondal ı (1978).
kikağnam uygulrdiğaimasıfakatndanbölgönce devlbölgeeyetin etdeğitedarişen kraii, çenflfiyaatlsyonun
111
sembol
yapı l ı y ordu. hal e
Söz geti
konusu fi y atl a r eden
üzeri n den Hassa kasapbaşı s ı her arl üzeri
yı bel i r niden
l
midevlktardaki
e ti n et ikoyunu
h tiy acı n İstanbul
ı karşı l a 'a getirmel. Buerişekiiçinldtüccarl
maktaydı e İstanbularla '(acelgetieb)rilanhıen koyunl
şarak ar
sadeceıkdevlağnam
Ondal et görevl
uygul ilearimasıninytayila binratllikaterınherın karşıbir sürüni
lanmasıiındaondakulbilarnıi,lmkoyun aktaydı.
cinsientetarafı
devl görenbeldanirlİstanbul
enen, fakat'a getiimrparatorl ti l m eye ubaşlk genelanmıinştıder.geçerl
Uygul i aolmanıan finyatldiğaerrla
bir önemlbaşli tarafı
etmeye a ması dadırartı. Buk konuda
devletin,bkz.İstanbul Uzun pi(y2asası
006: i1ç1,in de13,başkente
35, 38). et ithal
l l2
gelÖrneği
e n n İstanbul
zahi r eni
olsayesimasınndea rağmen n 'daki, Yemi
kontrol
hububat ü nü el
satı
ş iİskel
n
y de
ordu.
csi'ni elevegeçiyabancı
tutuyor
Fenerl i Ruml
ren 56.tüccarl
a rl a
bölüak,ra,başkente
kurdukl arı yasak
ortakl ıikollaarn
İstanbul İstanbul i l e
'drakirolyenioynamaktaydı Efülk ve Boğdan arası n daki zahi r
çeriler, tıpkı. YediKahikrule'ed'dekienyolSaray'daşlaarıetgitabşıi yhububate ti c areti n de etki l
tiulcareti nde
öneml i bi
sipahileri iusen,İstanbul an K1pı k u
Mahmud' yeniçerileteripikalyasasıdırınrken,ın öneml ocağıi bimevcut
r aktörüydü.kıtlıklarıBun sebebi bağlamdaolarakII.
ve Akdeniz'de batı Avrupa tüccarlarının artan ticari etkinliği ile doğru
orantılı olarak hububat ve et piyasasındaki üstünlüğünü kaybetmişti. Uy­
gulamaya geçirdikleri ıslahatlarla Nizam-ı Cedid ekibi, yerel kaynaklar
üzerinde İ stanbul'un etkinliğini artırarak, et ve zahire ticaretini, yeniden
devlet tarafından yönetilen tekellere dönüştürmeyi hedefliyordu. Ordu,
devlet ya da İstanbul için koyun veya zahire alımı yapan profesyonel ti.ic­
carlar, bir başka ifadeyle taşrada ayanlar ve istanbul'da yeniçeriler, bu iki
uygulamayla olabildiğince ticari hayatın dışına itiliyordu. Bu bağlamda
zahire ve et ticareti, oluşturulan yeni tekeller aracılığıyla devletin kendi
adına, kendi belirlediği fiyat ve ölçü ile yapılan alımlara dönüşmekteydi.
Böylece geliri artırıp bütçe giderlerini azaltmayı hedefleyen provizyonist
perspektifin bir ürünü olarak temel yiyecek maddelerinin temini, yeni­
den bir vergi olarak ele alınmaya başlanmaktaydı. Ancak savaş dönem -
!erinde talebi artan stratejik ürünlerin piyasa fiyatlarının altındaki değer­
lerle temini, uzun vadede üretimin daralmasına sebep olmuştur. Buna
mukabil ordunun et ve peksimet ihtiyacının1 13 arttığı savaş dönemlerinde
üreticinin arzı kısması, ev göçleriyle nüfusu çoğalmakta olan İ stanbul'un
et ve ekmek talebinin karşılanamamasıyla sonuçlanıyordu. Artan talep
ve düşen arzla birlikte fiyatların yükselmesi ticaretin sahibi olan devletin
karını artırmaktaydı. 114 Her ne kadar devletin yaptığı alımlar, rayiç fiyat­
lar zemininde şekillense de enflasyon ve tağşişlere rağmen, İ stanbul'daki
et ve ekmek fiyatlarındaki kliçük değişiklikler ve mübayaacıların yaptık­
ları yolsuzluklar, İ stanbul'daki kasapların ve fırıncıların kar ınarjlarınm
düşmesine sebep olmaktaydı. Et ve ekmek üretimini düşürerek ya da

göstermesi gayet doğalvedı. Bu konudaErgibkz.n BOA (HAT Phil iou Esad Efendi 17338);

1 07) ve 'Raymond
(2005 : 1 1 2- 1 1 3 , 1 32

İstanbul u n deni z ti c areti


1 5 3 - 1 54);

n de
( 1 99 1 : 1 8- 19 ) . Yeniçeribaşllerianrı,nvergi
( 1 995 :608 );

dan i muafi
t i b aren yetloynadı
eri sebebi
(2004 : 1 06-

k larıyle
öneml i nrol konusunda ayrıcayıbkz.lındaPorter
l 730'ların

karşılayabilmek için baş koyunaOsmanl


Örneği gereksiı ordusu, günlük et .ihUzun tiyacını
( 1 768 : 103).
1 13 1204/1789- 1 790
1 .750 nim duymaktaydı
1 14 Buçekmemek
bağlamdave Zahi
(2006:62).

hazi ree Nezareti


n gel i r l e ri n'inartin ıfriymakatlarıiçninyüksel
Tuna dboyl
iği döneml
a rı n da, ebirdelhassasıkıntı
muhtemel
depoları içisavaş
n bkz.alHobhouse
anlarına yakın bölgelerdeveveYeşiÜsküdar'
( 18 1 3 : 1 020) l da inşa ettiği zahire
( 2004 : 1 17).
hammadde fiyatlarındaki artışı, ürünlerine yansıtarak sürece cevap ve­
ren, örneğin İstanbul'un pek çoğu yeniçeri olan Arnavut fırıncılarına,
devletin gösterdiği tepki oldukça sertti. Temsilcileri aracılığıyla kontrol
etmeye çalıştığı loncalar üzerindeki etkinliğini kullanan devlet, 1 1 5 İstan­
bul çarşılarını ve piyasa fiyatlarını sık sık çıkılan tebdillerle denetim altına
alıyor ve temel yiyecek ticaretinin son halkasını teşkil eden, dolayısıyla
ahalinin doğrudan muhatabı olan hilekar fırıncıları İstanbul'dan sürüyor
ya da tedib ediyordu. 1 16
İ stanbul'daki esnaflaşmış yeniçerilerin günlük yaşamlarını doğrudan
etkileyen vakıflar1 1 7 aynı zamanda savaş ve ordu finansmanının önemli
enstrümanlarından biridir. 1 18 Vakıfların mülkiyetinde olan dükkanlarda
kirayla1 19 oturan İ stanbul esnaf ve zanaatkarları, 18 . yü zyıl sonlarından

YeşiII. Mahmud
116 Arnavut
ll5 l (2004:1da,21 ).tıpkı III. Selim gibi, İstanbul firınlarında etkinlik gösteren
t-i/sadıyenindekça"sıerioldfolıuğurıanncıgiErmeni
"miSeliml cdevri ları sürgüne
bportresi l e
i II. Mahmudr i l egöndererek
dol d urmaya
salbitanatı
yerlçaleışriıynordu.
i, imparatorl
nmdadi.daBukulkonuda Ni t eki uğunIII.
m
aklarındanbkz.firın
kapı
Mehmed l a rı n a çi v i l
Esad 1(2000:e nen fi r ı n cı al ı ş ı l d ı k r
639-640); Slade (1832 c:I:95-96); Şaşmazer (2000:37) resi
ve
ll 7 Ycdi Yeşi l
Vakıyfısildsıtemi (2004: 17).
nin 18. yüzyıldaki durumu konusunda genel olarak bkz.
118 i18.çin yüzyı z (2003).
laldaınDarüssaade ağası nınayankontrolsüreç,ündeki1757'vakıdeflsadrazam ardan, savaşRagıfinbansmanı
sözMchnı borç ması y
konusuet'vakıin vakıflarıfnsikont la bi r l i k te
r ol başl
ü nü el e al m ası y l a yeni bi r safhaya gi r mi ş tiPaşa'
. nın
1792 II.
Savaşı ' n da Darbhane yasetiyüzerile benzerl n deki ibaskı
k göstereny ı azal buacakuygulBuama,durumun
t l 787- bir
yansı
Kaymakaml ması olıağrakı da1780' te vci h1i ediyıl lamrdaeyeDarbhane
başl a nmı şemitı. Bunleribağlne aEvkaf-
o.

mda ı Hümayun
devl etinarıvakındanf
mülitibarenklerinşekiin kiral enmeyegelirlebaşlrinai mıartşıtırmaya dönük
r1.33Buvd.konuda si y aseti
bkz. Cezar, 18. yüzyı
(1986:l ortal
8ve2-83,BarneslOOvd.
ve( l 986:128-134); Böl ü kbaşı (2013: ) ; Sal z mann (2004: 1 19)
119 kiVakıralaflnıarı6n8vd. ). nde olan mülkler esnafa, mukataa ve icareteyn usulleriyle
naktidaaresi
ydı. Mukataa usulüne. İstanbul
göre kiracıiçin, vakfolağana yüksek bir peşiolnaatn
ödeyerek
depreml dükkanı ki r al a ı n aktaydı bi r durum
Kiracınınermülya dak üzeriyangındeki nlardanhaklsonra arınınmüldahakünaztamiolduğuri buicsiareteyn stemdesikistemi
racıynadeaititise.
itibaren artan enflasyon , yükselen fiyatlar ve bozulan ekonominin bir
sonucu olarak toptancı tüccarlardan satın aldıkları hammaddelerin üc­
retlerini dahi ödeyemez duruma gelmişti. Gayrimüslümlerin ağırlıkta
olduğu tüccar sermayedarlar ise borçlarını tahsil için, ellerindeki senet­
lerin öngördüğü şekilde, dükkanlara ve daha da önemlisi dükkanların
bir parçası olarak kabul edilen, zanaatakarların üretim araçlarına (gedik)
el koymaya ve başkalarına satmaya ya da kiraya vermeye başlamıştı . 1 20
Gediklerinin, bir başka ifadeyle dükkanda bulunan üretim araçlarının
ve bizatihi yaptıkları üretimin, vakıf mallarının değerini artırdığı ve bu
sebeple dükkanlar üzerinde en az mutasarrıflar kadar hakları olduğu­
nu öne süren esnaf ve zanaatkarlar, iflaslarının fiyatları yükselteceğini ve
kıtlıkların başlayacağını belirtiyordu. Esnafin, değişen ekonomik şartlara
muhalefeti, ibadullahın göreceği zarar ve düşen vergi gelirleri üzerine
oturuyordu. Loncaların, gedik sahibi ustaları içeren listelerdeki isimleri
ve usta sayılarını sabitleme girişimi ise tekelleşmeye yol açan en önemli
faktördü. 12 ı Zira loncanın usta listesi sabitse, belirli bir çarşıda belirli bir
malın üretimi ya da satışıyla uğraşan, bir başka ifadeyle dükkanların kira­
lanabileceği esnafi.n sayısı da belirliydi .
Enflasyonun en üst düzeyde seyrettiği 1 79 0'lı yıllarda III . Selim
dükkan kiralarını, tekelleşen loncalardan ziyade piyasanın belirlemesin­
den ve kiracıların mülk üzerindeki mevcut haklarının ortadan kaldırıl-

mülk, vakıf tarafından önce en yüksek fiyatı veren sermayedarlara (mutasarrıt)


kiralanmaktaydı. Yaptıkları yatırımdan azami karı elde etmeyi amaçlayan
mutasarrıflar ise dükkanları en yüksek fiyatı veren esnafa kiralamaktaydı . Akarlı
( 1 987:225 ) .
120 Söz konusu süreç loncaların mekansal bütünlüğünü d e tehdit ediyordu. Zira
mutasarrıflar dükkanlarını, iflas eden csnatin loncasından bir başka esnafa değil,
en yüksek fiyatı verene kiralıyordu. Bu bağlamda iki tür gedikten bahsetmek
mümkündür. Belirli bir yerde iş yapan müstakır gedikler ve İstanbul'un her
tarafında dükkan açabilen havai gedikler. Dolayısıyla ili. Selim döneminde
İstanbul güvenliği açısından büyük bir tehdit oluşturan sandalcılar, hamallar,
tablacılar, oduncular, kömürcüler vs. grupların, sahip oldukları gedikler
aracılığıyla belirli bir bölgede iskan edilmeleri, kayda değer bir ayrıntıdır.
Akarlı (2004 : 1 77- 1 78 ve 1 8 8 - 1 89 ) .
121 Vakıflar ile esnaf arasında gerçekleşen kira işlemlerini, devlet ve bir grup
esnaf arasındaki anlaşmaya tahvil eden gediklerin tekelleşmesi için bkz. Akarlı
(2004 : 1 9 1 ) .
masından yana bir politika izliyordu. Nitekim kiraların düşmesi, vakıf
gelirlerinin azalması, askeri düzenlemeler ve savaş için gereken paranın
bulunamaması anlamına gelmekteydi. Yeni vakıfların kurulmasını zor­
laştırarak1 22 bütün vakıf gelirlerini tek bir yerde toplamayı düşünen III.
Selim, bilhassa kira gelirleriyle ( musakkafat) ilgili bütün işlemlerin ilgili
kalemlerden önce, Nizam-ı Cedid ekibinin idare ettiği Babıali tarafın­
dan onaylanmasına123 yönelik nizamnameler çıkartmıştır. ıı4 Kadıların ve
diğer devlet görevlilerinin loncalara tekel onayı verirken daha seçici dav­
ranmaya başlaması ve hatta mümkünse yeni tekel yaratınamaları125 mev­
cut dükkanların yüksek fiyatlarla kiralanmasına yönelik alınan önlemler
cümlesindendi. Mütevelli, cabi ve katip arasında bölüşülen vakıf gelirle­
rini, yeniden padişahın kullanımına sunmaya yönelik bir diğer girişim de
evkafın ürettiği fodlalarla126 ilgiliydi. Artık vakıfların üreteceği fodlalar
için gereken hububat, tüccarlar aracılığıyla değil, İ rad-ı Cedid Defterdarı

müf
1 22 III. Selttiişmlercesaltkont
e anatında r ol bilrmYakfesi iven kurul
edi i l g i l i abütün
bilmesibüroliçinarımüln onayı kün, nazıyetmemekte
r ye ve
fakatfayrıEfendica vakf(İÜKTB
Vası i onaylayan5981:bir hatt-169a-b). ı hüınay(ınun da yazılması gerekmekteydi.
123 Artilgilıikdievkaf ğ er işlemlaerdanriyleönce
bürol
TY
alakalBabıı hüccet
a l i ' y e vetakdiilamlmar,ediharaıliyordu.
neynEsnafımuhasebesi
n "evkaf yaadadahil
alvedevldgayr-
ıkettanaçııseneti
dahilngediartıkkvebüyükumur-biırsa'önemi ireleriyoktu. "ne daiZirrİstanbula esnati nmahkemesi
durumunun, nden
ştıs.ınVasıdanf"mahz{ınfan
başl239:a3mı13a-315a). Efendi (İÜKTBsalimTY" ol5981:duğuna1 66bdavd.Babı) vealiNurikararEfvermeye endi (AE
124 Aklzeametam kuvudatı ve mukataa nizamnamesi
kayı tlarında ni yapıçıkartarak
l a cak i işleemlbaşlerianyandivan kalSeleimim,kuyudatı
ş III. evkat� tımnaar,
vemukataa
nizamnamel sahi p l eerire, sıbakınırlatahdi
rak yapıdi yalmdaasımalnı isatemekteydi
değer bi ç i l.mZiesiragimütevel
b i konul lilaerdar ve
rahatl
arzuhal ıkllearyoliçinsuzltcrman uk yapabiyazıllmabiekteydi
l m esi , .ilDolgili abütün
yısıylakalartıemlk buer tarafkonulinadanrda veriarzuhallen in
veDıincelşVasıtiecnmesi
Efenndie vebüyümeye
faretteki onaylanması5981:
(İÜKTB TY
na bağl1 59bıydıvd.. Nuri). Efendi (AE 239:293b-298b)
nazaran, ekonomi üzerindekiara haki mmiyetleyeeribaşlni yavaş
1 25
yavaş
esna( yabancı
perakende t ü ccarl ara
sektöründeki ve gayri m
geri üsll e i m
meye sermayedarl
paral e l ol a rak devret
tekel hakl a rı n ı ayan
da
126
kaybetmeye
İmaretlerdenbaşldağıamıtılşatın,. Genç bir tür(2pi000idemsi:303).ekmek.
eliyle satın alınacaktı. B unların yanı sıra III. Selim'in, evkaf gelirlerin­
den ulemaya yapılan maaş ödemelerini yeniden düzenlenmesi din bü­
rokrasisinin, Nizam-ı Cedid siyasetine dair görüşlerini etkilemekteydi . 127
Haremeyn 128 vakıflarına ait dükkanların açık artırmaya çıkmadan, rüş­
vetle kiraya verilegeldiği iddiasıyla, 1200 / 1 78 5 - 1 786 yılından itibaren,
mahlı'.ilatla ilgili evkaftan yapılan bütün işlemlerin inceleme altına alın­
ması, İstanbul ahalisi için muhtemelen bardağı taşıran son damlalardan
biriydi. 129 Zira 1 80 5 yılına gelindiğinde, büyük ölçüde ordudaki yeniden
yapılanına ve savaşların yarattığı mall krizle mücadele eden III. Selim
için gedik sahipleri/esnaf/yeniçeriler birer gasıptan başka bir şey değil­
di. 130 Dolayısıyla borçlu olduğu tüccar ile kiracısı olduğu devlet arasın­
da sıkışıp kalan, fiyatların kontrolü için uygulanan sıkı narhın yol açtığı
hammadde darlığı ile boğuşan esnafın, sığınacak tek bir yeri kalınıştı . 1 3 1
I I I . Selim, 1 9 . yüzyılın başlarından itibaren, bilhassa Anadolu'da inşa
edilen Niza.m-ı Cedld kışlalarıyla birlikte kurduğu yeni ordunun mall
yükü altında ezilmeye başladı. 1 32 Sürekli Rus tehdidi altındaki impara-

1 27Vası
Harameyn f EfendiHazi(İÜKTB n esi ' n TYn 5981:Seli2m16a).devrindeki gelir ve giderleri için
i
128
bkz. Cevdet
(1988: 3 5vd. Paşa. (1309 c:6:388vd.) Bu konuda ayrıca bkz. Jamgocyan
)
III.

1 29
vd.SözNuri) .konusu
Efendi (AE 239:293b-298b) ve Vasıf Efendi (İÜKTB 5981: 1 8lb
hatt-ihdasıı hümayı.'\ nyıun,l kalHami
TY

daliyınemıVakfış olmgelasıirldierikykatle kuml aidnirTersane


130
Hazi
konuda n esi ' n
bkz.i n Cezar y l a
(1984) aynı ve e
Akarl me ı (2004: 1 89). çeki c . Bu
131 pi17.yasasıyüzyınalımüdahal
n ortalarıenledanrdeitbulibarenunmaması yeniçerinı ,emreden
topçu vefecebeci rmanl leariranrastlİstanbul
annıdilmrenası
diisyanda
kkate oldeğerduğubigir ayrıbi, 1730 ntıdıryı. Bulındakibağlaismdayandatıpdakı savaşSelsebebi
III. im'i ytahttan i
le yükseln yeniençeriler
vergi l e r,
ile ortakgelihareketbaşgöstercn kı t l
etmesikoymaktadıı k ve fi y atl a rı n yüksel i ş i n e mukabi
, iki grup arasır. Bundakikonudailişkinbkz.in 19.Yi (2004: l esnafı
yüzyıl başl1 36)arıvendanOlsonçok
önce
(1974: ş ti ğ i n i ortaya
333,d335Hazivenesi337).nde istihdam edilen katipler haricinde yeni
132 İrad-
düzenl ı Cedi
enmeldaeihridasn konusu olnazıan,rlNiıklzaam-rdaıgörev
Cedidyapan Nezaretikatip, lhumbaracı verı Hazi
lağımncıe-i
ocakl a rı edi l e n
Amire'den ödenmekteydi. Nizam-ı Cedid neferlerinin maaşları ise İrad-ı e ri n maaşl a
232 1
torluğun batı sınırlarında bulunan kale ve tahkimatların yenilenmesi133
bir tarafa, bizatihi Nizam-ı Cedid birliklerinde istihdam edilen nefer sa­
yısındaki artışın getirdiği yeni giderler, İrad-ı Cedid Hazinesi'nin tek ba­
şına kaldırabileceğinin çok ötesine geçmişti. 134 1 8 04 sonlarında 6.000'in
üzerinde talimli asker besleyen İrid-ı Cedid Hazinesi'nin, kısa bir süre
sonra tamamlanacak olan, başta Bolu ve Seydişehir olmak üzere, Ana­
dolu'daki kışlalarla birlikte istihdam edeceği nefer sayısı 1 0 . 000'e yükse­
lecekti. Dönemin İrad-ı Cedid Defterdarı'mn yaptığı hesaplamaya göre
tahriri düşünülen neferlerin hazineye getireceği yük, yıllık 9.000 kese
(4.500 .000 kuruş) civarındaydı.135 Söz konusu giderleri karşılayabilmek

Cedid Hazinesi tarafından verilmekteydi. Ancak savaş zamanlarında ya da ülke


içinde herhangi bir yerde görevlendirildiklerinde, tfilimli askerlerin et, ekmek,

5775040.574 21389)
arpa ve saman tayinatları, tıpkı topçu ve arabacı nefed.tı gibi, Miri Hazinc'den

12163208:44b)
karşılanıyordu. Bu konuda bkz. BOA ( HAT ve CAS ve İÜKTB
(TY .

yılı muharrem ayı (14. 5 . 1 801-12.6. 1 801)


Mısır' da savaşan nizamlı askerin kuruş tutarındaki

35366:92).
maaşlarının İrad-ı Cedid

133 Hazinesi'nden ödenmesi hususunda ayrıca bkz. BOA ( DPYM d.


Kale v e tahkimatların yenilenmesi için gereken para İrad-ı Cedid Hazinesi,
Darbhane-i Amire, asker bedeliyeleri ve ayanların taahüd akçelerinden
denkleştirilmeye çalışılıyordu. Bu dönemde oldukça zor bir durumda kalan

134 (24. 8 . 1 797-22. 9 . 1 797) 55074).


sadrazamın da belirttiği üzere bu sırada "hangi maslahata yapışılsa ucu akçeye
dayanıyordu ." BOA ( HAT
Tek bir ortanın bulunduğu Levent Çiftliği'nin 1212 yılının Rebiülcvvelindeki

21.412
ulufc, tayinat ve katık baha giderleri, Babıa!i'deki ilgili

135 256.950 10.000 15 54793).


bürolara ödenen harc-ı ilam masrafları hariç, buçuk gurştu ki bu yıllık
kuruşa tekabül etmekteydi. Bu konuda bkz. BOA ( CAS
Disiplin \'e sebatlarının, maaş ve tayinatlarının düzenli olarak ödenmesine bağlı

tutarı3.600
olan söz konusu neferin
1.000
kuruştan aylık ulufe ve tayinatlarının yıllık
kese, ellişer kuruştan üniforma ·giderleri senelik
Bunlara, et ve ekmek tayinatları, tüfek, mühimmat ve palaska masrafları,
keseydi.

eklendiğinde yıllık giderler 7.800


zabitan maaşları ve nihayet atların ve topkeşan beygirlerin yem masrafları
keseye ulaşmaktaydı. Bu rakamın üzerine

ücretleri eklendiğinde 10.000 nefer yaklaşık9.000


bir de neferlere, göreve gönderildiklerinde ödenecek bahşiş ve levazım
keseye mal olmaktaydı. Bu
bağlamda İd.d-ı Cedid Defterdarı, hazinenin neredeyse bir yıllık gelirine denk
düşen söz konusu meblağın bulunması için, önceden zapt edilmiş olan esham
ve mukataaların muaccelelerinin başka yerden ödenmesini ve hazineden,
acil ihtiyaca binaen tavizat adı altında yapılan para çıkışlarının önlenmesini

1 233
için, masrafların artışına bağlı olarak, III. Selim ve Niza.rn-ı Cedid ekibi­
nin yürürlüğe koyduğu önlemler, sadece ahalinin üzerindeki vergi yükü­
nü ve enflasyon baskısını artırıyordu. 136 Kaybedilen savaşların ve iç çatış­
maların sonucunda, zahire yatağı olarak bilinen toprakların ve iskelelerin
başkente hububat akışını sınırlaması ve İ stanbul'da yükselen fiyatlara,
kıtlığın eşlik etmesi ise İ stanbul'daki siyasi ortamı iyice germişti.
Başkentteki siyasi gerginliği artıran bir diğer unsur da III. Selim'in,
asakir-i sultant olarak bilinen Nizam-ı Cedid neferlerini ve Nizam-ı
Cedid ekibinin önemli bir kısmını oluşturan katipleri mali açıdan des­
teklemesi, hatta kayırmasıdır. Askeri yeniden yapılanmanın ve buna
bağlı olarak nefer sayısındaki yükselişin, Babıali katiplerinin maddi
imkanlarını artırması137 bir tarafa, yeni orduda istihdam edilen askerlerin
maaşlarının ve tayinatlarının da yükselen piyasa fiyatlarına göre yeniden
ayarlanması, 138 kadimden beri sultanın askerleri olarak bilinen yeniçeriler

istiyordu.ği İr:1d-Selı Cediim'idn Hazi


emretti III. her nenesioludefrsaterdarı olsunn"askeri
ı n söz nkonusu
teksiri"tneakridevam ri i ç i n edibkz.lmBOA
esini
136 (CAS
Et,(1993:pir9590).
i3n3)ç, yağ,ve Arıodunkan (1993:
ve kömürdeki 6 36). fiyat artışları konusunda bkz. Kıran
137 ocakl
Niz:1marda-ı Cediyüksekd'inmaaşl öngördüğüa rl a i s ti nazıdamırlıkvemüessesi
h zaman i çerçevesi
ç eri s i n de nmaaşl
de katiarıpnleariyapın, lan
zamlar diküzeri
bürokrasi kat çekindekici bietkir ayrısi sadece
ntıdır. biAncak r kaç ordudaki
kati b i n ocakl yeniardaki
den yapıistihladamı nmanıylan
sıB:1nbırıl:1ı ldeği
i ' d e ldir.lNianziaışlenml-ı eCedire göred Ocağıücretl'nedandiisrtiilhedam
yapı n i l g iedili bürol
len herarınbikatir nefpleerriinçiinn
alÖrneği
dıklarınharcı pi y rahlvear,nıasker
ade u s kal sayıemisıkatindakipleartırineşlaNidoğru
z :1 m - ı orantı
Cedi dlı nderl
olarakerivüksel n i n iyordu.
maaş
ödemel1214eri içŞabanı
harcı in yapınldanan iş(lAemlraleırdek 1800) aylıkit100ibarenkunı117ş harcıkuruşarah veödeniÜsküdar' rken, kaldaem
desayıdördüncü
topçu veortanı
arabacın kurul
ocakl
sınidakiş çokartdahaış eklmüşchhas
maasırı ygilabibiyenirlikteden500düzenl
endiğindebisözr halkonusu
kurnşaenenyükseldiğermocakl
kalkonuda
em katibkz.plerinBOA
iştir. Buna
in ücretl(DPYM a rı n bir
neforat
erindekid.
yüksel al ı r . Bu
138 çokNi35366:
z:1almtı-n3ı dakiCedi
ve 91)d Ocağı
mi r
ve İÜKTB
i fi y '
atlnaı n
rl aet t a
(TY

satı yi
n
3208:
n
al atl
ı n a rı
maya
14a-15b,
1801
başl tari
a nmı
16bhindenve 48a).
ş ve itiebr:1arentın ulrayiufeçlefiriynatıen
nef
ikişertılkunı
dağı an tayiş zamnatlyapı
arınldımşışıntıdar. Dört
kalanyıyağl sonrave saiiser yiNiyzecekam-ıihCedi tiyaçldanefrı, eİrad-rleriınCedi e d
ve Nizam-ı Cedid ordusu arasında örtülü bir savaş başlamasına sebep
olmuştur . 1 39 " Ulemanın sefahatine " son verecek önlemler140 ile muh­
temelen Nizam-ı Cedid ricalinin devam ettiği Nakşibendi meşayihi için
mahsus tekkelerin inşası ve önde gelen tarikat mensublarına " evkaf ve
mahall-i sa'ircdcn veza'if ta'yini"141 de İstanbul'daki siyasi ortamı derin­
den etkileyen unsurların bir diğeridir. Ancak Nizam-ı Ccdid ekibinin,
bilhassa savaş zamanlarında ayan ve gayrimüslim sermaye 142 sahipleriyle
kurduğu ilişkiler sayesinde elde ettiği haksız kazançlar ve İstanbul halkı­
nın yaşantısıyla büyük bir çelişki içerisinde olan gösterişli hayat tarzları
zemininde şekillenen yolsuzluk iddiaları ,143 yeni düzene ahalinin bakı-

kezHazidaha
nesi tarafı
zam ndanlmtedari
yapı
111arın:a94yapıvela109). ı ş tı r
Topçu . kBuedikonuda
lmeye başlbkz.anarak,İÜKTB
ve arabacıayrıocaklca bkz.arındaİÜKTB
net(Tcr5.Yt3208:
ın maaşl59a)arınvea biBOAr
istihdam edi3208:len nef1 5b,er5.17a). tın
maaşl(RD
n zaml a r konusunda
139 veDevlünietifonrmaltahsiars bietmir taşrafolad,uğu,Nizam-yeniı çCedi eriledrinbikirylilkelekıriynase sürekl
kabulietmeyen
(TY
tayiatınatlyelaerr
veri168).lmYeni
ekteydiçeri. leBur ilkonuda bkz.ı CedlBOAd ordusu
(HATarası1466)ndakive Arıgerikanlim(1993: i h sanl a r ve
örneğiCabln
Efendi(EE(2003 e Ni
c:3a)I: lve26-138).z am- i ç i n bkz.
140 SK
141 Ubeydul 3836:
l a h Kuşmanl Ahmed
(2007: Cavi31).d (1998:70-71 ve89).
1
142 Esnafingayri
sonrası desteklmüslediimği sarraf
yeniçerilaralekarşı
rin, gedicepheklerialdıkoruyabi
k l a rı n a ldaimekr ciiçdindiisemarel
yan er
bulunmaktadı
Tepedel e nl i Alri. Paşa'
Bununnınyanı, yenisıçraeriRum l i ğ i n İsyanı
l a ğvı n sırasısonra
dan nda Darbhane'
ocağı n , ninmveüslim
gayri
sarraf
duyduğu larınnakdi ın idamn koledialyerekyoldmuhal an leafanması
sağl tlarınnaaelhikonul
z met medenası, devl
bi r etinolihatirakyaçele
araç
alleırinmalsürülıdıern. Kabakçı
iDeri on kadar Mustaf
gayri maüslönderl
i m iğindekin idiamısyanınınn liisdtenmesi
sarrafı erlerindenkonusunda olduklarıbkz.
1293 nc:(1974:
I II: 4 4 11-Bu4konuda
9) 12); GeorgayrıcOğla bkz.ukyanKazgan (1972:(2005: 8) ve1Mehmed8) Mahmud' Ata (1291-
un
sarraf la
Temeliltüketi ra karşı i z l e di ğ i si y aset konusunda
m maddelayrıerincianbkz.MüslSKüman(EEtüccarl bkz. Şani z ade (2008:
il.

a2rla).tarafından satılması 1 165-1166).


gerekl i ğ i
Val"padiideşahKethüdasıkonusunda Yusuf 3836:
Ağa'nıyaln buısı,sıNiradazam-İstiı Cedi
nye'ddeekiyaptıbinridın ğşatafı, ahalatliıyhayatı
e nın
143
sarayı " gi b i
alametifarikNazıasıydırı'.nYiınnvee Yusuf görünen
Darbhane Hacı Ağa'İbrahinımn, EfendiÇelebi 'Mustaf
nin bilhaassaReşiGid rEfitemukataal ndi'nin, arının
235
şını olumsuz yönde etkilemiştir. Artık Nizam-ı Cedid sıradan insanlar
için, devleti bir şekilde gaspedenlerin "celb-i menfa'atlerine ve icra-yı
sefah:ltlerine" ı44 hizmet eden bir araçtan başka bir şey değildir. Bu bağ­
lamda artan fiyatların ve vergilerin tek suçlusu Nizam-ı Cedid'in ön­
gördüğü bidatlardı.ı45 Doğrudan Nizam-ı Cedid ekibinin cebine gittiği

idaresinde yaptıkları yolsuzlukların, Mısır Harbi sırasında fiyatların artmasına


ve kıtlığa mukabil yapılan vurgunların ve Tatarcık Abdullah'ın Eflak voyvodası
ve Sirozlu İsmail Bey ile ortaklaşa yaptığı et ticaretinin, bu sırada İstanbul
kahvehanelerinde en çok konuşulan mevzular olduğu tahmin edilebilir.
Fransa'nın, Mısır'dan çekilmesini takiben bölgedeki gümrükler, esham,
malikane ve mukataaların yeniden dağıtımı konusundaki yolsuzluk iddiaları
ise başkentte bile yankı bulmuştu. Bunların yanı sıra İr:ld-ı Ccdid Hazinesi
tarafından zapt edilen mukataaların her yıl yeniden iltizama çıkartılıyor
olması, iltizam yolsuzluklarına dair söylentilerin çıkmasına ortam hazırlıyordu .
I I I . Selim, kulağına gelen yolsuzluk söylentilerini kaleme aldığı bir hatt-ı
hümay{ında şöyle dile getirmekteydi; "İrad-ı Cedld kanununa [İrad-ı Cedid
Defterdarı Gizli Sıtma Hacı] İ brahim Efendi hiç dikkat eylcmezmiş, mukata'at
iltizamından [ İstaııbul'daki sermayedarlar] halk çok akçeler kazandığını tahkik
eyledim, zabt fermanları bir iki sene evvel çıkarub sarratlar elinde dolaşub her
fermana yapışan birer mikdar akçe kaparak İrad-ı Cedid'in senevi bin kisesi
[500.000 kuruş] telefoluyor, bu layık-ı insaf mıdır? Biz ise deJJlete irdd diyii
'ibddulldhın ınekuldtına bid<at ihdası JJe fukaraya zulınii irtikab C)'liyoruz,
devletin iradını halk eki eyliyor" . Bu bağlamda Nizam-ı Cedld ekibinin
gerçekten yolsuzluk yapmış olmasından ziyade bu tür söylentilerin İstanbul'da
ağızdan ağıza dolaşması, siyasi açıdan çok daha önemlidir. Nitekim onlarca
yıl sonra bile Keçecizade İzzet Molla, Nizam-ı Cedid ekibini yolsuzluklarıyla
hatırlayacaktır. Nizam-ı Cedld ekibinin yolsuzlukları ve haksız kazanç elde
etmesi konusunda bkz. BOA (HAT 7532 ve 14520); HHStA (Türkei I I : l 3 7
9 Kasım 1 805); Ubeydullah Kuşmani (2007: 1 06- 107, l l l , 1 3 1 v e pek
çok yerinde); Derin ( 1 973b: 102 ve 1 09); Necib Asım ( 1 34 1 :399-40 1 );
Uzunçarşılı ( 1 973:636); Cabi Etendi (2003 c:I:73, 88 ve 1 29); Schlechta­
Wssehrd ( 1 882:34-35 ve 58-59); Kara! ( 1988:9 1 ) ve Doğan (2000:5 ) . Mısır
mukataaları konusunda ayrıca bkz. Shaw ( 1 964:62-63, 9 1 -94 ve 166- 1 67).
144 Nizam-ı Cedid uygulamasını lağveden, yeniçeriler ve IV. Mustafa arasındaki
anlaşma met11inde yer alan bu ifade için bkz. Beydilli (200lb) ve Mustafa
Necib ( 1 280: 59vd . ) .
1 4 5 Devrin neredeyse bütün kaynaklarında, İd.d-ı Cedid Hazinesi'nin mevcut
vergi oranlarını yükseltmesinin ve piyasadaki fiyat artışlarının bidat kavramıyla
nitelenmesi, dikkat çekici bir ayrıntıdır. Kelime anlamıyla bidat, sonradan
düşünülen bidatlann, iktidarın meşruiyetiyle arasındaki bağlantı ise biatı
anlamsız hale getiriyordu. Kabakçı Mustafa'nın hal fetvasını alırken be­
lirttiği üzere, "kül ve çamur gibi derneği" tebaasına yediren padişahın
artık hiçbir meşruiyeti yoktu.1 -<6
25 Mayıs 1 8 07'de başlayan isyanda, padişaha başkaldıranları, ahalinin
"adem değil melek"147 ya da "kavm-i mübarek" olarak görmesi buna
mukabil isyancıların herhangi bir yağma girişiminde bulunmaması, fa­
kat aksine yağmayı önleyecek tedbirler almaları148 ve Müslüman esnafı
dükkanlarını kapatarak isyana katılmaya çağırmaları, gayrimüslim esnaf­
dan da dükkanlarını açık tutarak günlük işlerine devam etmelerini iste­
meleri 149 gayet doğaldı. Nitekim isyancılar "ibadullahın rahatı ve zulın­
le dolan alemin nizamı için" huruç etınişti . 150 isyan sonrasında yapılan

meydanaolmçıayan,
meşru kan, kaditüredimleuygul herhangia mal abirırnibağlteleamektedi
nusınınrbul. Buunmaması bağl a mda sebebi
şeri a yle
t,
sıtoplbiğdıatınudımun
nktamları geltersieneğine, kaditemsimldenetmektedi
kurucundeunsurl airısteyen
beri olargel. Buenibakı, inmsanldanarışerin ikatit,dhiaraç şüphesi
ndan biinrsanli, belar,kinidemet-hi en öneml
karşı z
isiliidşikir.sDoli zemiayınsiınyldea
Sel i m devri
şekirefelransenenvermekteydi
III. şeri
kadim biat. anlİşteaşmasıa t nınbukişsebepl z met
iyi, iktiedniarazamlkarşıı ordukoruyan temel tüketi
ilkelerimne
maddel erinemyapıe mugayyi tam da
lan zamlr biardveatlartıardanrılayan vergi ler,ümden i ç i n temel
sıradanbaşkainsanlbiarrışeyn gözünde
şerikonuda ata/kadi bkz. Cal d cr-M. B . Hookcr ( Sda
hari zula , di j i t al versi y onu); değilRobsondi. Bu
(Bida, Oğludikyan
Gcorg EP,
N.
jital versi
(1972: yonu)7). 1703'
ve Weberdeki (1978:ayaklanma 953-954).
EP,

sırrayrıasınndatıdisıyanı
J.

n konuda
neredeysebkz.
146
aynı
Abou-cl gerekçel
-Haj (1984: e rl e meşrul 7 1). a ştı r ı l m ası di k kate değer bi r . Bu
Özcan (1999: 1 09).
vual"Raşiınkanu'duönlmerht"ı
olmemladıemğreıuntrağmen
evaritarihhiinmütal
den bert!a'a edenl
Subhiere'yema'gelliunmdu". ce böylAncak e bir zararsı zsıvak'rasınanıdan
147
148

yağmabkz.yapanlOğlaurkyanIV. Mustafa' i s yan


n-5);ın cülCablusuylEfeandibirl(2003 ikte
cezal
c:(1813: a ndı
I : l 31,1 032); r ı l a caku.
137 veDeri158vd. Bu konuda
); Ubeydulvelah1974: Kuşmani (1972:
. (2007: 3 1 14-115) Hobhouse
1942b: 2 55); Schl e n
chta-(1973b:ll0
W ssehrd (1882: 8 3
5vd. 96);
) . Uzunçarşı l ı (1965: 601 ve
149 Deri
İsyanı nn(1973b:
hemen lardı06 vendan1974:Darbhane
395) veEmlUzunçarşı n i ' n i n lı (1942b:
deği ş ti r i l m 255veveİstanbul
esi 1965:6'00).a
150
hububat akışıyla bağlanulı olan Tersane Emlnliği'ne, topçu sınıfının
temizliğe kurban gidenlerin önemli bir kısmının, devletin mali işlerini
yürüten katipler olması 1 5 1 da ayaklanmanın mevcut iktisadi şartların bir
sonucu olduğuna dair tezi güçlendirmektedir. Ancak IV. Mustafa'nın
tahta çıkışının da mevcut mali yapıda büyük bir değişimi gündeme ge­
tirmediği yeri gelmişken belirtilmelidir. Zira Niza.m-ı Cedid düzeninin
tasfiyesi sırasında İrad-ı Cedid Hazinesi lağvedilirken, söz konusu ha­
zinenin öngördüğü vergilerin önemli bir kısmı tahsil edilmeye devam
edilmiştir. 152 IV. Mustafa ve I I . Mahmud, Nizam-ı Cedid ordusu kaldı-

tİstanbul
avassutuylfıraınildaamdan rı n a un kurtul
veri l maeyen Mustaf
başl a a ReşindınEfisetenmesi
nması ndi'nin kayda getiriledeğer rek, derhal
gelİstanbul
işmeleuzun rdir. Zisüredira İngir hububat
liz ve RussıkfıinlotılasırıçekinınyBoğaz ordu. ablukonuda
Bu kası sebebibkz.ylOğle, ukyan
(1972:n1kaynakl
Devri 4); Deriarınn(1974: ı n tümünde, 381 ve 390);SelMustaf i m ' e i d aamNeciediblm(1280: el e ri i 3i4n vesunul59).an
ç
151
listedek Gümrük
sabıDefterdar on ila onEmiikinkii şMemi inin işsimEfienndiin bul, Darbhane
III.
unduğu belNazıirtirılmEbubeki ektedirr. Bunl Ef e ardan,
ndi
rineHacıhükmeden
mülNazıkrlıeArabacı İbrahimValEfideendiKet, Unkapanı
bBuaşıkonuda
zade İbrahibkz.mİÜKTB h üdası YusufNaibAğa,i AbdülMühilatimfmat-
Nesim Ef(TeYndi6975:doğrudan
Efendiı Sef, genieriyeş vakıf
malmi Etendi
işlerle il(g1293ili
bürokratl a rdı. 3 6b ); Ası
9);C:(1973a:
II:Cabi29, 41Efendive 64-68);
(2003
221657 veve 2261965:ve61973b: c:Mustafa
I : 137); NeciMehmed
l 04-105);
b (1280:Ata59);(1291-1293
İnce (2008:
Georg Oğlc:uIkyan Il: 4
2)95-ve NA296);(FOUzunçarşı
(1972:
9); Deri 8-
n
lı7-
(1942b: 01- 6 02);
58). n Mustafa'nın tahta çıkışıyla birlikte İrad-ı Cedid Hazinesi Özcan (1999: 1 00vd. 78/58: 5
152 Örneği
tarafindan idareİrad-edilımCcdiektedol'inan,gelMora'
IV.
dan atoplrındanananolkuşan zecri üzümüye vergi vergissiiisaynen
korunmuştur.
Nihasekizam-lcıriCediarasıdn'ldanc beraber yapı l a n i r
zamkaynakl
geri al ı n arak Bostani y an- ı Hassa e
Ocağı
IV.Emaneti
Mustaftarafa'niınndantopltahsi seçianmasılecekndabirbiemir beinisngörmediği
uhdesine ihzecriale ediye lvergi miştisri. artDolıkaHamr
yısıyla
vergi gel i r l e ri n den 154. 2 l019edilkuruş
meye gelbaşliranacaktı eld e edenr. Buİrad-bağlı Cedi amdad lHazi ağvedinesild'iğniinyıl
getikaldırdirılğmi ıvergi
ş tı . Yi yükünün
n e İrad- ı ancak
Cedi dyarı'in gelsı ir kaynakl
IV. Mustafaarızamanı n dan bi nrdai olortadan
asavaşı
n yapağın şidvedetikılni
vergi l e ri
artırdımğıuştur. her ne
bir sırÜsküdar kadar
ada, 1811veyıLevent
IV. Mustaf a
lında ÇiMahmudtarafı n dan kal d ı r
tarafından ı l d ı y sa da
yenid dtarafıen yürürl üzaptğe
konul II.
ft
edilen tımar ve zeametlere gelince, bunlardan hassa tahsis edilerek merkezden liğ i adı n a İrad- ı Cedi ndan
rılmış olsa dahi, devletin eski gelirleriyle İngiltere ve Rusya ile devam et­
mekte olan savaşları finanse edilmesinin imkansızlığının farkındaydı. iV.
Mustafa'nın Zahire ve Tersane hazinelerini aynen koruması da bu bağ­
lamda ele alınabilir. Fakat IV. Mustafa'nın büyük ölçüde tahtını borçlu
olduğu, özelde İstanbul'a ucuz zahire akışının sağlanarak ekmek kalite­
sinin yükseltilmesi ve genel olarak fiyatlardaki yükselişin önüne geçilme­
si153 gibi sorunlar sadece padişah değişikliği ile çözülebilecek meseleler
olmaktan ziyade kökleri Osmanlı iktisadi dünya görüşüne kadar uzanan
yapısal problemlerdi. 1 54
Esnafın desteklediği bir isyanla tahttan indirilen 111. Selim'den bir
yıl kadar sonra ayanın desteğiyle kılıç kuşanan il. Mahmud, durumun
nezaketine binaen iktidarının ilk yıllarında esnaf ve zanaatkarlarla daha
yakın bir ilişki tesis etmeye çalışmıştır. Bu dönemde sermayedarların va-

iidleareyeniolduennanlsancak ar aynenmülkorunurken, a zı m l a rı n a" diğerh tıedimlarmeyeve zeametl


tevci başl a nmıerş"kadi
tı r . mi vechyanı
Bunun
sıolrdauğunda,Selimmüldevriazımndeın uhdesi
III. İrad-ı nCedidekidtıtmarafarinhasıdanlazaptedi tı (mabeyn lcn tımahsul
marlar,ümahl
) İrad- lılı
Cedi
konuda d Hazida kadinesimtarafı deki nuygul
dan ilatimazamayeniçıdkenartıyürilırken,ili ğe konmuştur.
IV. Mustafa ileBubirkonuda
likte bu
bkz.1806-1807'
BOA (Hde,ATsavaşl53211a veveİngiTDltere'84:n3i7-n 4boğaz 2) ve ablUzunukası(2y006:la bağl52).antılı olarak
153
İstanbul
Ulkışalaşırmyai'mdadakikanlsavaşletarıfnaiyrınatlbaştasıanrıınrlıolınolm%80dakuğuüzere,
oranıbir ndönemde
da yükselmevcut işi için bkz.şartlaUzun
rda, (2006:geçen207).
sert
1 54

İstanbul ' a zahi r e akı ş ı n a büyük darbe meydana gelPasarofi;


vuruyordu. en küçüka Antldeğiaşması
şmele'rnı
takiİmparatorl
ben "zahiuğu,re yatağı Küçük "Kaynarca
olarak bilsonrası inen binilgdaekriİstanbul'un zahihaşlre ihayantiyacıOsmanl
kaybetmeye
n ı ı
karşılamakta
Vakası is e oldukça'a zahisıkınretıakılı bişırndöneme
İstanbul ı öneml i giölrçmiüdeşti.engel
Spesilefiyerek
k olarakbaşkentteEdirne
II.

kıdönemde
tlığın baş göstermesi Sel i m ne ve fiyuatlSülarıenyman
Çapanoğl artışıAğa'
na sebepdan başkente
olmuştu. aciZirleanbuzahire
göndermesi
(1999: 8 8); nUzunçarşı
III.
i isteyeceklı kadar (1973: çaresi
6 35-636 z birvedurumdaydı
1974: 2 45);. BuOlikonuda
v er (1977: bkz.1 70-Çınar
171) veİstanbul
önce MurpheyKadı(1988: s ı ' n a 219-2da20).Cumal Mayıselasml1808'
sonra ı ğ ı n deçıMüsl
a k an ümanMustafkadıanl'yarıa n"aç
IV.
kaldMahmud
ık" nidaladevri rıylanşidekayette yaşanan bulkıunması
t l ı k l a r konusunda
konusunda bkz.caOğlbkz.ukyanBeydi(1972:
ayrı l i 22).
(200la:232).
II.
kıfmülklerine teveccüh etmemesi sebebiyle esnaf, dükkanlarını artık mu­
tasarrıflardan değil, vakıflardan kiralamaya başlamıştı . 155 Dolayısıyla artık
esnaf doğrudan, vakıflara hükmeden devletin kiracısı/müşterisi konu­
mundaydı. İktidarın elini güçlendiren bu durum, I I . Mahmud devrinin
başlarında esnafın, devletin onayladığı gedik listeleri sayesinde, kiracı ol­
dukları dükkanlar üzerinde önemli haklar elde etmesiyle dengelenmiştir.
Ancak I I . Mahınud'un kendi vakfını kurduğu 1 809 tarihi İstanbul esnafı
açısından bir dönüm noktası olacaktır. 156
Yüksek gelire sahip vakıfları, kendi vakfı altında toplayarak konsolide
etmeye başlayan I I . Mahmud, zamanla tıpkı amcası gibi kira işlemleri
üzerindeki kontrolünü artırmıştır. Boşalan dükkanlar artık doğrudan I I .
Mahmud'un vakfına transfer edilmeye ve kira işlemleri kiracının dükkan
üzerindeki haklarını, varisine devretmesinin neredeyse imkansız olduğu
icareteyn usulüyle 1 57 yapılmaya başlanmıştır. 156 Böylece kendi vakfının
dışındaki vakıfların otonomisini kıran ve esnafı bir arada tutan, lonca
tekellerini yıkan II. Mahmud, siyasi açıdan güçlendiği ölçüde vakıflar ve
esnaf üzerindeki kontrolünü daha da artıracaktı. 159 Ancak İstanbul esna­
fına en güçlü darbe, yeniçerilerin kaldırılmasından hemen sonra kurulan
Evkaf-ı Hümayı'.'ın Nezareti ile vurulmuştur. 160 Bu büyük darbeye karşı

155 Akarl ı (2004:u1n93).vakıf siyaseti için bkz. Barnes (1986:72vd.).


II.Dükk<Mahmud'
şekikontldrole1nyenilediarıyçmukataa sistemiyülealkitınrayadakivermeyi terci h etmeyen Mahmud, bu
156
157
eriordu.lerinNikontrol i n şaatl a rda çal ı ş an ta sl
II.
a kçı amel e l e ri de
veişlemülri genel
ke yapıliklel:ıcırakgatbaşı ekltekiemellmık yaparak,
emukataa
r taslsistemi
kiracının
yle kiralanan. Kidükkanl
tasarrufundaydı r acı / arın itamise burletürri
esnaf
akçı Ergiistihndam(1995:eden608-yeni6ç09)erilevereEsadihale
etmek zorunda
Ef"Sulenditan(2Mahmud kal
005: 1 14-115). ıy ordu. Bu konuda bkz.
1 58
bl(1327
-müsemma ol a Hangedihazretl
rak k i d derikınlminasıvakı" hususunda
flarına iradbkz.bulmMustafaak fikriyNurile ismi
yüksekl c:iğIiV:yleliOO).lgileniII.yordu.
MahmudBu bağlkiracıamdanın mesl eğin'dendakizi43yadeşarapkirdükkanı
İstanbul a gelirlerinnınin
vakfaçerieklleenmesi
Yeni ri n tekelkonusunda
i n de ol a n ayrıpekcçoka bkz.iş kolAkarlunda,ı (2ocağı
004: 1n94lağvıve n2010:
ı taki 7b7-78).
en mevcut
1 59

1 60
tekel l e ri n kırı l m ası hususunda bkz.
Nezaretin ihdasıyla birlikte evkaf-ı irsadiyenin bedele bağlanarak doğrudanNA
(FO 78/143: 1 73).
çıkmak üzere esnafın, ibadullahın selameti üzerine kurguladığı muhale­
fet ise artık anlamsızdı. Başta ordu olmak üzere devlet kurumları için ge­
reken mal ve hizmetlerin sağlanması ve savaş finansmanı için ihtiyaç du­
yulan paranın bulunması II. Mahmud açısından, ibadullahın selametinin
birinci şartıydı. Artık devlet çıkarı/maslahat ve ibadullahın selameti aynı
anlama geliyor ve Sultanın iktidarını tahkim eden bir enstrümana dönü­
şüyordu. 161
I I . Mahmud tahta çıktıktan sonra esnaf ile ilişkilerinde ne kadar tem­
kinli davrandıysa, Alemdar Mustafa Paşa da, özelde İstan bul genel olarak
imparatorlukta güvenliği sağlamak için yeni bir ordu kurmak konusunda
o kadar acele etmekteydi. Her ne kadar yeni bir ordunun inşası, yeni
gelir kalemlerinin hazineye eklenmesi anlamına gelse de Alemdar Mus­
tafa Paşa, hazine girdilerini artırmak yerine, tıpkı Nizam-ı Cedid ekibi
gibi varolan gelirin akış yönünü değiştirmekle yetinmiştir. Daha önce de
belirtildiği üzere, taşrada kurulacak Sekban-ı Cedid birliklerinin giderleri
için mevcut vergi kaynaklarını, neferleri istihdam edecek olan müttefik
ayanlara tahsis eden Mustafa Paşa'nın, sekban ordusunun finansmanı ko­
nusunda atacağı adımlar birkaç ay sonra çıkacak isyanın fitilini ateşleye­
cekti . Sened-i İttifak'tan hemen sonra sekban ordusunun finansmanı için
kurulan Umur-ı Cihadiyye Nezareti ya da Cihadiyye Hazinesi ile birlikte
taşradaki nefer istihdamı ayanlara ihale edilmiş olsa da istanbul'da, doğ­
rudan Alemdar Paşa'nın kumandasında savaşacak ve daha da önemlisi
başkentin güvenliğini sağlayacak neferlerin masraflarının, nereden ve
nasıl karşılanacağı, çözülmesi gereken önemli bir problemdi. Asdkir-i
sultaninin, bir başka ifadeyle başkentte kurulan Nizam-ı Cedld ordusu­
nun finansmanı için ihdas edilen İrad-ı Cedid Hazinesi daha çok ayanların
tasarrufündaki, taşrada bulunan vergi kaynaklarını merkezileştirmeye
çalışırken, başkenti ele geçiren ayan koalisyonunun kurduğu Cihadiyye
Hazinesi, gözünü İstanbul'da elden ele dolaşan esamelere dikmişti. 162
Her ne kadar tek bir esame ne hazine ne de sahibi açısından büyük bir
anlam taşımıyorsa da 1 8 . yüzyıl süresince devam eden savaşlar için çıkar-

devl
çin ebkz.ıt (2010).
iAkarl tarafıÖztürk
ndan (1995:
zapt edi7l1).mesi ve ilgası kolay olmayan vakıfların nezarete devri
161
162 Schlechta-Wssehrd (1882:59) ve Asım Efendi (1293 c:II:237-238).
tılan dalkılıç esamelerinin, mahlul durumunda saklanıp, hatta 1 5-20 ak­
çelik terakkilerle 163 yeniden kullanılması, ulufelerin bütçedeki ağırlığını
artırmıştı. 164 İşte tam da bu sebeple III. Selim, esame alım satımını ya­
saklamıştı. 165 Fakat esame yolsuzluğu yapanlar ile gerçekten esame sahibi
olmayı hakedenleri ayrıcak bir kıstasın bulunamaması, söz konusu kont­
rolü yapacak bürokratik organizasyonun kurulamaması ve bizatihi devlet
görevlilerinin esame sahibi olması gibi sebeplerle III. Selim, koyduğu
yasağı hiçbir zaman tam manasıyla uygulayamamıştır. Ancak Alemdar
Mustafa Paşa, bu hususta çok daha radikal bir siyaset takip edecekti. Baş­
ta bütün esameleri lağvetmeyi düşünen Mustafa Paşa'ya II. Mahmud,
çok sayıda insanın geçim kaynağını bir anda kesmenin doğuracağı so­
nuçlan hesap ederek1 66 engel olmuştur. Dolayısıyla ulema ve ricalin elin­
deki esameleri, değerlerinin yarısını gümrüklerden ödemek şartıyla zapt
ederek işe başlayan Alemdar Mustafa Paşa'nın bir sonraki adımı, esame
alım satımım yasaklayarak, İstanbul piyasasında dolaşan, hazineye teslim
edilmemiş esamelere el koymaktı. 167 Mustafa Paşa'nın, sekbanlara daha
yüksek maaş ve daha iyi tayinat vermesi, Yeniçeri Ocağı'nın önde gelen-

1 63 EmekliyCevad
Ahmed e ayrıla(1299:
n yeniç4eri4).lerin esaınelcrinc yapılan zam/terakki için bkz.
164 18. yüzyıcrinl süresi
esamel hak nce kalereemetevcialhınedimışlmolesiankonusunda
edenl neredeyse bütün uyarı l a15.rıynihbulalaurdanması
diEfkekatndi,çekiulucklideirri. nBukışbağllalarda,amdaşahsen ilk aklnefa gelerleenreörnekl
ödenmesi erdenni biterkli olifaedin Dürriyriordu.
Ancak
olgeçianriocakl III. aSel
r dıi m
ş ı
il.
nve
da kal Mahmud
a n yeni ç eridönemi
l e r i ç i n n deki
bu askeri
tekl i f hi çdüzenl
bi r zaman e mel e n nıe\·zusu
hayata
konuda lemeyecekti
ayrı c a bkz. . BuCabikonuda
Efendi bkz.(2003Dürc:riIEfendi
: l 3vd. ) (.T15000
SMK EHdalk1438: ı l ı ç 287a).niBun
esamesi
dolAsıyarınadıştıanEti:ğıfakonusunda
zlasının mahlbkz.ul durumda
n(2008: BOA
di (129388);c:AsıI :3n4);ı EfAhmed (HAT olduğu19360).fakat bunların İstanbul'da elden ele
Cavidc:(1998: 39) ve Sağl Özcanamdemi (1999:r 66).
165
166 Şani z ade
(1994: 17);erinÖzcan (1999: e ndi (1293
1 33)ınacağıve Reed I
(1980: I: 2 37-238);
195)arı konusunda
İstanbul ahalayrıiscinainbkz.,
nanparel
Derin (1973a: i n el l e ri n den al n a dai r korkul
2m52).ının yasaklanması ve esamelere el konması konusunda bkz.
167 Esame al ı m satı
Beydil i36).(200la: l 09); Cabi Efendi (2003 c:I:230, 239 ve 243); Oğlukyan
(1972:
lerini huzuruna çağırarak, yaptıkları esame yolsuzlukları sebebiyle tahkir
etmesi168 ve başkentte uzun süredir devam eden hububat krizi de yeni
bir isyan için gerekli ortamın hazırlanmasına hizmet ediyordu. Bu bağ­
lamda Alemdar Yakası esnasında yeniçerilerin, başta Umur-ı Cihadiyye
Nazırı Behiç Efendi ve Bahriye Defterdarı Moralı Esseyid Ali Efendi'nin
peşine düşerek idam etmesi 1 69 ya da sabık defterdar Esad Efendi'nin ve
Unkapanı Nazırı İrfanzade Mehmet Efendi'nin sürgüne gönderilmesi 170
basit tesadüflerin ötesinde anlamlara sahiptir.
1 8 08 İsyanı sonrasında, tıpkı tahtını yeniçerilere borçlu olan IV.
Mustafa gibi,171 yeniçerilere yüklü miktarda atıyeler göndererek, on se­
kiz seneliğine afveden II. Mahmud, Alemdar Vakası'ndan önemli dersler
çıkartmış olmalıdır. Ordu finansmanının, tıpkı ordu inşası gibi meşru
bir zeminde yapılması gerektiğini fark eden II. Mahmud, eşkinci tah­
riri sırasında "varidat-ı zulmiyye ihdasına tenezzül etmeyerek", tıpkı
şerr-i şerifin emriyle kurulan ordu gibi, gereken mali kaynağı da "slıret-i
meşru 'iyede" tedarike çalışmıştır. 172 Öyle ki, ocağı söndüren fermanda
ahalinin, sahip olduğu esameleri kayd-ı hayatla sınırlı kalmak üzere kul­
lanabileceklerini vurgulayan II. Mahmud, sıradan insanların şerr-i şerife

168 NAŞaniz(FOade 78/63:


169 (2008: 4120-121,
9 ve 188).228-229); Oğlukyan (1972:37) ve Uzunçarş1lı
( l 942a:
Ası n ı Et elndi65 ).(1293 c:Il: l l5); Derin (1973a:262).
171 IV.KendiMustaf
170
sine hia,zOcağamet edentoplyeniam ç723erilekeseri, ik(361.
tidarın5ı00n nikuruş)
metlericülndenus bahşi
faydalşiandıran
göndermişti. Bahşiverdi
şin dağıği konusunda
lımı ise ocaköneml içerisiinipdeuçlhangi
arın ı ightiuval etmektedi
r p arı n r.
IV.

bulolBunaduğuunangöredüşünül
cülus bahşi şindengibiyeniortaçeridüzeyortalsubayl
arı, biarrbaşka ifadeylsayıe lortarı aolladrdaukça az
Mustafa'ya destek

mütevel lebii,leçavuş
cektiyarlsadece yenikese,çeıilisabık yapan 500 kese,
nefsekbanbaşı
erler 150 kese, Ağa16Kapısı
hademesi
nefBu ekonuda ve Ocak
r Turnacıbkz.6 kese, ih arı 25er
Başyazı(TYc886:ı 3 kese,1 78).Muhzı k dört
r Ağayanıvesırkatia Boğaz 10 kese,
bi ikişKaler keseelerialınıştı.
yamakl İÜKTB Bunun
arı13).na 100.000 kuruş atıye gönderilmesi konusunda ayrıca bkz. Derin
(1974: 4
Eşkiderlncierinefnineratıfinansmanı
nın yıl ıkiçyaklin iazşıleknen8300yolkesekonusunda(4. 1 50.bkz.000 kuruş) tutan
1 72
gi(1999: 96-97). Ahmed Lütfi
itaat ederek sancak-ı şerifin altında toplamasını sağlayacaktır. 173 Ancak
il. Mahmud'un esame sonınu karşısında aldığı bu tavır, problemin çö­
zümü konusunda hiçbir yeni uygulamayı gündeme getirmiyordu . Uzun
süredir ulufe ödemelerinin geçikmesi sebebiyle, ocakların "ta'cizinden
hali olmayan" Osmanlı Devleti174 1 826'ya kadar, yeniçerilere ve mer­
kez ordusu içerisinde yer alan diğer sınıflara, sefere çıkarken ödenmesi
adetten olan "tanzim akçesinden" sarfı nazar etmek175 ya da ordunun
nefer ihtiyacını karşılamak üzere çıkartılan dalkılıç esamelerini kontrol
altında bulundurmaya çalışmaktan öte ciddi bir önlem alamamıştır. Ağa
Hüseyin Paşa örneğinde de açıkça gözlemlendiği üzere bu sırada mahlı'.'ıl
esamelcrin ihyasını ya da esamclcrin senetler aracılığıyla birleştirilmesini
önlemeye yönelik her bir girişim176 ölümü ya da isyanı göze almak anla­
mına geliyordu.
Esamelerin zaptı konusunda, siyasi maduniyeti sebebiyle büyük bir
başarısızlık yaşayan il. Mahmud'un ordu finansmanı açısından bel bağ­
ladığı bir diğer gelir kaynağı da tıpkı vakıflar gibi, yine İslamiyete refe­
rans veriyordu. İrad-ı Cedid Hazincsi'nin de gelirler hanesinde yer alan

1 73 Fermanarımetgcçinkieniçintopçul
Maaşl bkz. arUzunçarşı
ı n taci z l e lriı (1988
ve tayi cl:natl6a66vd.
nnı n )geçi. kmesi sebebiyle
1 74
İstanbul
BOA (HAT 'dak.i279).
neferatıIII.n Seldahiim"perakende
devı i nde, ve finrearigel" iolrlearicağıninkonusunda
hazi maaş ödemel bkz.erini
karşıllaemaya
vergi ri n i n yetmemesi
artı rı larak ve buolsebepl
esham a rak e kahve
satı l m ası vehususunda
tütündenaynca alınanbkz.gümrük BOA
(HAT
konusunda 4414). avrı1790
c a bkz. senesi n e
Uzunçarşı ai t masar
l ı mevaci
(1988 c: I : b
4 i n
19).i n 1794 senesi n de ödenmesi
176 getiAslBOAınrdida(HAT
175
Ağa
ğeiritedbi
10463).n Paşa'nın girişimi de Alemdar Mustafa Paşa'nın gündeme
Hüseyi
rlbierdenr andafarvazgeçi
klı değillmdiesi. Yinnine "kihazil nenikalni mt"ıartıckibkaloldaıcağıramadındanğı esame
ödemel n
esnafve etb'a[övedenerek] den sını'.ıt:ı sa'bakayası
ire yedlnıenri"nhazide olnaentarafı
ı'.\
yeninçeridanyevrniyel elrimnesiınnnıi söneren

gümrükden
Ağa Hüseyi zapt edi
erin Buyenin öneri
iisştileymlordu. Paşa,
çeri ağalyesame satışınnıdann yasakl
ai takirıbtarafı
en öl ü m deği
tehdi
al,nması
t l e Babı
ri n e
nı vearacıesamel
ili
maruz l
kalı ğaı y
n learlyürütül
Ağa
e ilgili mbütün
Hüseyi esinnPaşai
kısa nbibir süre
yakı r böl sonra
g ede ağalıbiktanr göreve
yeni azlediatanacaktı
lerek, İstanbul . Bu 'un dışınbkz.da, ancak
konuda BOA başkente
(HAT
19360, 19379 ve 25732).
cizye vergisi, 177 yapılan zamlar aracılığıyla enflasyon baskısının kendisini
bütün ağırlığıyla hissettirdiği II. Mahmud döneminde, hazine gelirlerini
artırmanın bir yolu olarak kullanılmaya çalışılmıştır. III. Selim178 gibi II.
Mahmud'un da altın üzerinden hesaplanan cizyeye zam yapmak isteme­
sinin 179 temel sebebi zaman içerisinde kuruşun değerli maden içeriğinin
azaltılmasıydı. Bu bağlamda her bir tağşiş sonrası miktarları para birimi
cinsinden sabit olan vergiler reel olarak değer kaybediyordu. Kaybolan
değer ise vergiye yapılan zamla karşılanmaya çalışılmaktaydı. 18° Küçük
Kaynarca Antlaşması ile sonuçlanan Osmanlı-Rus Harbi'ni takip eden

177 Efülk cizyesindeıı, İrad-ı Cedid Hazincsi'rn: tayin olunan ocaklık akçesiyle
Potkalı K1zak istihdamı konusunda bkz. BOA (CAS 2 1 087).
178 III. Selim, meşihatten cizyeye zam yapmanın meşruluğunu sordurtmakta ve
vergiyi toplamakla yükümlü kocabaşıların mezalim ve yolsuzluklarını önlemeye
yönelik tedbirler almaya çalışmaktaydı. Nitekim "nizamat-ı askcriyye içün"
yeni gelir kaynakları yaratmak şarttı. Zira devlet, III. Selim devrinde artık ulufc
ödemelerinde dahi bir sonraki senenin cizye gelirlerini iltizama çıkartmak
zorunda kalıyordu. Bu konuda bkz. BOA ( HAT 1 4752) ve TSMA (E
7014/1 5 1 ).
179 il. Mahmud'un "mukaddemki kararın şimdi icrası mevsimi gelmiş olduğu"
ı'urgusuyla kaleme aldığı hatt-ı hümayı1na bakacak olursak, ancak belirli
bir sürenin sonunda cizye gelirlerini artırmaya yönelik önlemlerin alınmaya
başladığını görürüz. Mora'daki isyan hiç şüphesiz bu süreyi belirleyen temel
saik olmalıdır. Bu bağlamda cizyeye yapılması artık şart olan zamla birlikte II.
Mahmud, kocabaşıların zulmünü önleyecek tedbirler de almaya çalışıyordu .
Ancak burada esas olan gayrimüslimleri korumaktan ziyade, kocabaşıların
cebine giden vergiyi eksiksiz bir şekilde İ stanbul'a getirebilmekti. Artık
sadece tenbihatla yetinilmeyip İ staııbul'daki Rum ve Ermeni patriklcrindcn ve
hahambaşından, kocabaşılan, taşradaki millet reisleri aracılığıyla takip etmeleri
ve zulm ve yolsuzluk yapanları ism ve resmleriyle Babıali'ye bildirmeleri
isteniyordu. 1 824 yılı sonlarında gündeme gelen cizye düzenlemesiyle elde
edilecek 9 . 5 5 7 kesenin (4.778.500 kuruş), söz konusu verginin toplandığı
Mora'daki isyam bastırmak için harcanacağı da yeri gelmişken belirtilmelidir.
Bu konuda bkz. BOA ( HAT 1 7361 ) .
1 8 0 Ancak b u tür vergilere yapılan zamlar, Keçecizade İzzet Molla'nın da
dikkat çektiği üzere zamanla vergiyi ödenemez hale getirmekteydi. Cizyeyi
ödeyemeyen gayrimüslimlere ise emansipasyon siyasetini iktisadi bir araç olarak
kullanan "aher devlete firar" ediyordu. Bu konuda bkz. Doğan (2000:42-43)
ve SK (EE 3836:6a-b ) .
yıllarda altının piyasa fiyatını, çok daha sıkı bir şekilde kontrol etmeye
çalışan devlet, ıs ı bu şekilde sadece paranın ülke içindeki itibari değe­
rini182 değil, yabancı p aralar karşısındaki değerini ı 83 de kontrol etmeye
çalışıyordu. Söz konusu kontrolün en bilindik aracı, kuyumculardan ve
tebaadan değerli madenlerin toplanmasıdır. ı s4 Zaman içinde koyulaşan
ortodoks İ slami söylemin ı ss ve artan entlasyonun ı 86 eşliğinde, miri fiyat-

181 Bu konuda bkz. Çalışkan (2000 : 2 1 3 ) .


1 8 2 Bu konuda bkz. Emecen (2003:240) ve Çınar ( 1999: 37-38).
183 Osmanlı topraklarında ticaret yapan Avrupalı tüccarlara karşı verilen
mücadelenin bir parçası olarak da göıiilcbilccek bu uygulamada, dövizin
piyasa değerinin Darbhane'nin belirlediği fiyatın çok üstünde olması büyük bir
öneme sahiptir. Osmanlı altını ya da kuruşu kabul eden ve fakat ödemelerini
kendi ülkesinin parasıyla yapan tüccarlar, her alışverişte Osmanlı parasının
ve değerli madenlerinin imparatorluğun dışına çıkmasına sebep oluyordu.
Rum İsyanı sırasında naktin piyasadan çekilmesi ve devletin bu duruma yine
sikkelerin değerli maden içeriğini düşürerek cevap vermesi ise ahalinin eski,
dolayısıyla daha çok değerli maden içeren sikkeleri saklamasına ve bunları dış
ticarette kullanmasına yol açmıştı. Söz konusu problem ve I I . Mahımıd'un
aldığı önlemler konusunda bkz. Şanizade (2008:909 vd. ) ; Pamuk (2007: 126)
ve Kazgan (2005 : 1 7 1 ) .
184 I . Abdülhamid devrinde tebaadan değerli madenlerin toplanması konusunda
bkz. Ahmed Cavid ( 1 998:69).
1 85 III. Selim tebaadan altın ve gümüş toplarken, Müslümanlara değerli
madenlerden yapılmış eşyaları kullanmanın yasak olduğunu belirten bir fetvaya
dayanmaktaydı. Fetva ile birlikte çıkartılan termanda ise değerli madenlere
sahip olanların, 30 gün içerisinde bu tür eşyalarını miri fiyatla ve cihad için
para basılmak üzere Darbhine've teslim etmeleri belirtilmekteydi . Rir aylık
sürenin sonunda evinde ya da dükkanında değerli maden bulunan ki�ilerin
tedib edileceği termanda ayrıca vurgulanmaktadır. Bu konuda bkz. Emecen
(2003 :426) ve Ahmed Cavid ( 1998:69 ) . il. Mahmud dönemindeki benzer bir
uygulama için ayrıca bkz. Esad Etendi (2000 : 1 19- 120).
1 86 Tağşişin, kıymetli madenlerin toplanmasının ve esham satışları sonucunda
para arzının ve bununla birlikte devlet talebinin yükselmesine bağlı olarak
darb edilen düşük değerli paranın tetiklediği fiyatlardaki yükseliş, 1 760- 1 800
arasında %200 oramnı geçmekte, 1 790- 1 800 yılları arasındaki enflasyon
oranı ise %5'e kadar çıkmaktadır. Bu bağlamda paranın, değerli madenlerden
üretildiği bir mal1 sistemde, hiç şüphesiz az önce verilen oranların ekonomi
üzerinde oluşturduğu baskı ve sıradan insanlar üzerinde yarattığı ağırlık kağıt
paranın tedavülde olduğu bir sistemden çok daha fazladır. Bu konuda bkz.
larla tebaadan toplanan değerli madenler, yeniden para basılmak üze­
re Darbhane'ye gönderiliyordu .187 Ancak bu sefer daha düşük değerli
maden içeriği ile para basan devlet, altın ve kuruş darbında kullanılan
gümüşün paritesini, kendi çıkarları doğrultusunda ayarlayarak, ihtiyaç
duyduğu mal ve hizmetleri çok daha az değerli maden harcayarak sağ­
lıyordu . 188 Bir başka ifadeyle devlet, sahip olduğu altının, piyasadaki fi­
yatını yükselterek ve ödemeleri gittikçe azalan miktarda gümüş içeren
kuruş ile yaparak, mal ve hizmetleri gerçek değerinden daha ucuza satın
almaktaydı.
Babıali'nin tebaadan değerli madenlerin toplanmasında kullandığı
yöntemler, tıpkı diğer mal ve hizmetlerin sağlanmasında başvurulan­
lar gibi genellikle savaşların getirdiği mali yükle doğru orantılı olarak
sertleşmektedir. 1 89 II. Mahmud devrinde, ordu için gereken mal ve hiz-

Cezar ( 1986: 1 38 vd. ) ; Genç (2000a:2 1 5 ) ve Pamuk ( 1 999 : 1 86 ) . Verdiği


spesifik rakamlarla fiyat artışına iyi bir örnek teşkil etmesi bakımından ayrıca
bkz. Çınar ( 1 999:9 1 ) .
187 Darbhane'nin büyük miktarda, değerli maden içeriği azaltılmış para bastığı
dönemlerde, kalpazanlık vakalarının arttığı da bir gerçektir. Kalpazanlar
için değerli maden içeriği azalan parayı basmak çok daha kolaydı. Zira
paranın itibari değeri ile gerçek değeri arasındaki uçunım, kalpazanların işini
kolaylaştırmakta ve hatta kimi zaman devletin bastığı kuruştan daha fazla
gümüş içeren para basan kalpazanlara dahi rastlanmaktaydı. Bu konuda bkz.
Çınar ( 1 999: 1 0 1 ) \'e Pamuk (2007 : 1 26).
188 Örneğin 111. Mustafa ile 111. Selim dönemleri arasında geçen sürede kuruşun
gümüş içeriği sürekli düşerken, altının değeri iki katına çıkmıştı. 1 808
srnesiııde 5 ,9 gram gümüş içereıı kunış, 1 8 3 1 - 1 832 yılında sadece 0,5 gram
gümüşe sahipti. Bu konuda bkz. Mustafa Nuri ( 1 327 c:IV: 1 1 5); Jamgocyaıı
( 1 9 8 8 : 1 4 5 ) ve Pamuk (2007 : 1 24 ) .
189 111. Selim tahta çıktığında devam eden savaşın finansmanında kullanılmak
üzere Enderun-ı Hümay(ın ve Harem-i Hüınay(ın'da bulunan hazinelerin ve
Hademe-i Enderun'da olan altın ve gümüş kap kacağın, para basılmak üzere
Darbhane'ye gönderilmesini takiben İstanbul, Edirne, Bursa gibi önemli
şehirlerde bulunan kuyumcu dükkanlarındaki değerli madenlere, miri fiyatlarla
el konulması bu konuda ilk akla gelen örncklerdendendir. . Aynı dönemde
Rumlardan 5 .000, Ermenilerden 4.000 ve Yahudilerden 3 .000 vukıye gümüş,
yine devletin belirlediği fiyatla [her bir dirhem gümüş için on para ve altının
miskaline altı kuruş] satın alınmıştı. Bu konuda bkz. Ahmed Cavid ( 1 998 :69);
Çınar ( 1 999:93-94); Emecen (200 3 : 3 3 8 ) ve Jamgocyan ( 1 98 8 :74-7 5 ) .

1 247
metlerin verilmemesi durumunda ölüm fetvaları çıkartılmakta,190 yeral­
tında hazine bulduğu iddia edilen kişiler tutuklanmaktaydı. 191 Ancak I I .
Mahmud, iktidarın b u konuda geliştirdiği metotlara bir yenisini ekle­
yecektir. Politik ekonominin siyasi ilahiyatla ikame edilmeye çalışıldığı,
ortodoks İslami söylem temelinde tebellür eden I I . Mahmud'un tebaa­
dan maddi "yardım" talebi, bilhassa devam etmekte olan Osmanlı- Rus
Harbi'nin giderlerinin karşılanamayacak hale geldiği, ancak Alemdar Va­
kası sonrasında İstanbul'daki siyasi ortamın son derece gergin olduğu
bir dönemde imdada yetişmiştir. Tebaa üzerindeki baskının yoğunluğu
ve başkentteki yeniçeri hakimiyeti II. Mahmud'u, ordunun ihtiyaçları­
nı karşılarken daha meşru ve mutedil bir yol izlemeye sevk etı11işti. Bu
bağlamda çıkış yolunun şeriat/skadimden geçtiğini fark eden II. Mah­
mud, her fırsatta düşmana, bedenen olduğu kadar malen de mukabele
etmenin, Ehl- i İslam için farz-ı ayn olduğunu tebaasına hatırlatıyordu.
Bükreş Antlaşması ile biten Osmanlı-Rus Harbi sırasında imparatorlu­
ğun bütün kazalarına, artık beyt'ül-mal-ı müslimine dönüşen savaş hazi­
nesine yardımda bulunulması için gönderilen çağrı, bu söylem üzerine
kurgulanmıştı. 192 Dolayısıyla III. Selim devrinde Saray' dan, padişahın
isteğiyle Darbhane'ye gönderilen altın ve gümüş eşya19 3 veya kuyumcu
dükkanlarında bulunan değerli madenlere el konmasından farklı olarak,
i l . Mahmud'un kullandığı bu yeni metod cebirden ziyade cami kürsüle­
rinden verilen vaazlar aracılığıyla yaratılan psikolojik baskıya dayanmak­
taydı. 194 Fermanda yardımın "cebr ve tazyik olunmadan hüsn-i rıza ile"

190 viörneği
rkarşımeyüb n, ordu
bi z e buiçinzul"padiümdürşah-diı İslyerekam'ıhinlaba-fınfacrman-
hareket" ı 'alietmek
varid sureti
olan matl
y l e t!biarıfi:yne
hal
bkz. çıkanl(HAT
BOA arın "kati33820/D- l erine şun\E). helal olur mu "el-cevab: olur" Bu konuda
?"

191 valiMahmud
n
II.
i n , ev sahidevribinin, dekarıAyaş'
s ı n ı , tannesi
a bir evdeni vehazikayınnevalbuliduesinduğu
n i söylaenmak
sorgul ntisi üzeri
üzere ne
192 tutukl(C.ayarakDahiİstanbul
BOA l i y e 6426 'a göndermesi
ve 12713). konusunda bkz. Ahmed Lütfi (1999:89).
193 BuBaykalsırada( 1940).
194 yapıhilçabin rbağızorlşlaamarın yapımikltarımadınığgösteren deftaktadıerder. yerDefterde
alan "İzmir
itüccarl
fadelerden, ı anl a şı l m
KaraköyarıMahal ndan Ahmed lesi'ndeEfsakiendin Ayşe 'dcn Hatun'
105 gunış" dan 20ya guruş"da "Hocapaşagibi ifadelcivearırenda
toplanmasının altı çizilmektedir. I l l . Selim devrindeki uygulamada da
gözlemlendiği üzere, II. Mahmud 'un çağrısına başta saray kadınları ve
ağalan, vüzera ve ulema cevap vermiş olsa da toplanan paranın yarısın -
dan fazlasını, Müslüman ahalinin ve Osmanlı İmparatorluğu sayesinde
"emin ve rahat olan millet-i Ermeniyan ve Rumiyan ve Yahudiyan"ın
yaptığı bağışlar oluşturmaktadır. ı95 il. Mahmud devrinde ahali ve devlet
arasında gelişen bu yeni mali ilişki ile Osmanlıların savaş finansmanında
kullandıkları eski yöntemler aynı anda yaşamaktaydı. Ill. Selim devrinde
olduğu gibi il. Mahmud döneminde de yine zengin ayan/paşalar devle-

sıkça rastlanması, devletin kampanya sırasında cebir kullanmadığına dair


izlenimi güçlendirmektedir. Kişiler tarafından bizzat yapılan bağışların yam
sıra " İstanbul'da vaki' kaffe-i mahallat tarafından ma'rifet-i imam-ı cami'i"
tarafından toplu halde Darbhane'ye teslim edilen bağışların da bulunması
dikkate değer bir ayrıntıdır. Ö rneğin Semendre Mahallesi imamı topladığı
l .900 kuruşu Darbhane'ye teslim ederken, Karacaahmet Mahallesi'nde
sadece 23 kuruş toplanabilmiştir. Ancak defterde, ulema tarafından yapılan
bağışların iki bölüme ayrılması ve ilk bölümde yer alan 100.728 kuruş nakit
ve 7340 kuruş değerindeki altının, padişah emriyle alındığının, ikinci kısımda
yer alan 37.747 kuruş değerindeki altın ve 2500 kuruş naktin ise "bili emr-i
'ali" ulema tarafindan teslim edildiğinin özellikle belirtilmesi, II. Mahmud'un
sadece din bürokrasisi için özel bir uygulamayı yürürlüğe koyduğuna delalet
etmektedir. Bu konuda bkz. BOA (DBŞM d. 7802).
195 Rusya'ya karşı cihad-ı ekbcr ilan edilen 1 8 10 senesinde 2 . 144 kese 4 1 7 kuruş
52 akçe ( 1 .072.417 kuruş 52 akçe) bağış olarak toplanmıştır. Müslüman
ahali, toplanan paranın yaklaşık %40'ını Darbhane'ye teslim ederek, söz
konusu kampanyaya destek ı·erenkr arasında ilk sırada yer alnıışlır. Ancak
buna Ermeni, Yahudi ve Rum milletlerinden toplanan 240.227 kuruş ilave
edildiğinde tebaadan toplanan miktar, toplam bağışın yansını aşmaktadır.
Darbhanc'ye en fazla bağış yapan ikinci grup ise vüzera ve üst düzey
katiplerden oluşmaktadır. Padişah, saray kadınlan ve ağaları da kampanyaya
katılmış ancak yaptıkları bağış miktarı, idare ettikleri tebaa ve diğer devlet
görevlilerinin yardımlarının gerisinde kalmıştır. Ulema ise kampanyaya en az
maddi desteği veren gruptur. Bu konuda bkz. BOA (DBŞM d.7802); Esad
Efendi (2000 : 1 1 9 - 1 20); Derin ( 1973a:272); Münch ( 1 839: 12 ) ve Cezar
( 1986:24 1 ) . Ulemanın yardım kampanyasına verdiği siyasi destek konusunda
bkz. NA (FO 78/63:21 5 ) . Bu sırada toplanan bağışların Halet Efendi'nin
kasasına gideceğine dair İstanbul'da yayılan söylentiler için ayrıca bkz. Reed
( 195 1 :57-58).

1 249
te196 ya da mali sıkıntı çeken diğer paşalara maddi yardımlarını esirgemi­
yordu. 197 İstanbul'un cephedeki paşalara sık sık mali yardımda bulunma­
sı da tıpkı imparatorluktaki zengin tüccar ve sarraflardan borç alınması198
gibi, kadimden beri süregelen bir uygulamaydı.
Artan oranlarda terekelere el konulması da III. Selim199 ve II.
Mahmud'un uyguladığı ordu finansmanına yönelik politikalar için­
de önemli bir yer tutmaktadır.200 İrid-ı Cedid Hazinesi'nin de gelir-

196 Ayanlar ve bezirganlardan cihadiyye akçesi adı altında para toplanması


konusunda bkz. BOA (C. Maliye 5263 ).
197 BOA (KK. 2383 :pek çok yerinde).
198 Örneğin, 1 8 14 sonlarında ordu hazinesi için Edirne sarraflarından 4 1 . 760
kuruş borç alınmıştı. Devletin, sarraflardan aldığı borcun geri ödenmesi,
önce Çorlu kazası ahalisine havale edilmişti . Fakat Selvi ayanı Çelebi Hacı
Mehmet'in tam da bu sırada gerçekleşen ölümü ve hazine tarafından zapt
olunan 3 3 . 148 kuruşluk muhallefatı, Çorluluların yükünü biraz olsun
hafifletmiştir. Zira Çorlu'da yaşayanlar hfila devletin borcunun, muhallefat
gelirini aşan 8.612 kuruşluk kısmını ödemekle yükümlüydü. Bu konuda bkz.
BOA (C. Maliye 5748 ) .
199 III. Selim İrad-ı Cedid Hazinesi'nin d e gelir kaynakları arasında yer alan
hazine tarafindan el konulan muhallcfatlardan elde edilen gelirleri artırmak
için elinden geleni yapıyordu . III. Selim'in, ölen ya da idam edilen paşaların
ardından kaleme aldığı hatt-ı hümayı'.ınlarda sık sık "ben bu adamda külliyetli
mal ve akaret vardır diyü işitdim şimdi şudur budur diyerek heder mi olacak?
Niçün külliyetli mal ve 'akaret çıkmıyor, defterdar güzel tecessüs eylcsün"
gibi ifadelere rastlanması dikkat çekicidir. Bu konuda bkz. BOA ( HAT 1 562,
1 6 1 0 , 1 676 ve 1 699). Tirsiniklizade'nin muhallefatına, İrad-ı Cedid Hazinesi
tarafından, "akçe telef ve za'i etmeden" el konularak mühimmat masraflarının
karşılanması konusunda ayrıca bkz. BOA (HAT 2 1 97). lll. Sclim'in,
annesinin muhallefatından 1 000 keseyi "mühimmat-ı cihadiyeye" harcanmak
üzere Darbhane'ye teslim etmesi konusunda bkz. BOA ( HAT 7539) III.
Selim devrinin en önemli simalarından Kapdan-ı Derya Küçük Hüseyin
Paşa'nın ve uzun süredir, İstanbul'un dikkatini çeken Cezzar Paşa'nın
muhallefatlarının zaptı konusunda ayrıca bkz. Beyhan (2007 : 1 34) ve Kara!
( 1 999: 1 39).
200 III. Selim devrinin sonlarında, ölen kişinin kimliği dikkate alınmaksızın,
muhallefatlara el koymak o kadar olağan bir hale gelmişti ki artan şikayetler
üzerine IV. Mustafa, Tunus Ocağı ahalisinden, İstanbul'da ölenlerin
terekelerinin, hazine tarafından zaptedilmemesini emreden bir hatt-ı hümayun
yazmak zorunda kalmıştı. Bu konuda bkz. BOA ( HAT 5 3 1 1 2 ) .

250 1
!er hanesinde bulunan terekelerin hazineye zaptı ya da zapt edilmediği
takdirde %40 ila %70 arasında değişen oranlarda veraset vergisine tabii
tutulması,201 servetin merkeze transferinde büyük bir öneme sahipti. Sa­
vaş dönemlerinde daha sık başvurulan bir yöntem olarak terekelere el ko­
nulması ya da özel mülklerin müsaderesi202 de devletin nakit ihtiyacının
karşılanmasına dönük olağan çarelerdendi. Zira savaşlar ya da isyanlar,
devlete ihtiyaç duyduğu nakte sahip olmak için meşru sebepler verdiği
ölçüde, mevcut zenginliğin el değiştirmesine imkan sağlıyordu. Bu bağ­
lamda II. Mahmud, Bükreş Antlaşması 'nı takip eden süreçte, ayanların
terekelerine, siyasi gücünün arttığı ölçüde el koymaya başlamıştır.203
Saray'ın iktidarını tahkim eden bir araç olarak çok daha sık kullanılan
müsadere ve muhallefatların zaptıyla, bir taraftan meşru iktidarın dışında
gerçekleşen servet birikiminin önü alınırken, diğer taraftan da tıpkı siyasi
güç gibi maddi zenginliğin de merkezde temerküz etmesi sağlanıyordu.
Böylece vergi gelirlerinin, toplandığı yerde tüketilmesine dayalı bir sis­
tem üzerine oturan kadim Osmanlı mali yapısı içerisinde gelişen adem-i
merkeziyetçi eğilimler kontrol altına alınmaya çalışılıyordu.
Babıali katiplerinin ürettiği fikirlere ve maliye bürokrasisinin aldı­
ğı bütün önlemlere rağmen ordu finansmanı için Osmanlı Devlcti'nin

201 Genç
202 Örneği (20001
n "Rum :263).mil eti beyninde derkar olan fesada müdahil olduğu tahkik
olol15569).
uunannmakkeferel
mukteza- erin ybiı'ild-.de-cümli sente tereke
y yedendive zi.m" ematı
Bu canib-bkz.i mirBOA
konuda tden zaptMaliye
203 Buİsranbul'aBu25.konuda bkz.ailesiJamgocyan (1988: 68vd.). ları'ydı. (C.
ayrıca

000ekuruş
konuda en şanssız fiyaıı
cihadMahmud, hi ç şüphesi
ianesi gönderen z Karaosmanoğul
Karaosmanoğl u Ömer Ağa'
l 8 l O'da
nnın
1812'
hazi d e öl ü müyl bi r l i k te
ne tarafınaidanle üyelzapteriedini, ltımpesikınÇapanoğl
II. bi r mi
i emretmiuştiai.leMuhall y on kuruşu aşan muhal
l,efatısipahsaklveyaamalsilaarıhdarl e fatı
durumunda
ağaliltizamıklarıihalgieblei rimakaml araegetirinirengel
ip İstanbul 'deatehdi si gi
istihdam b i etmeklMahmud,e ve dolayıbusıyla
şekiTeke lde aimütesel n e gi r mel
lenin iplliemriinMehmet
i ele geçirAğa' l e mekl
miştin.ınBuölkonuda t eden
veriNilteekibilmecekMehmet
II.
bir diğAğa' er örnekdan
desonra ayan- ıetmesi
vilayet, yaklseçilaeşınkoğlbirubuçuk ü müdür.
ndan hazisenenenisürenn, tereke işlenmlbaşleri aiçmasıin 30-na4sebep
0 bin
kuruş tal e p bi r i s yanı
veolmuştur. Bu konuda bkz. Beydil i (200la:l60-161) ve Nagata (1997:43-44
5 1 ).
kullandığı en temel enstrümanlar, savaşla iştahı kabaran ordunun nakit
ihtiyacını karşılamakta yetersiz kalmıştır. III . Selim ve Il. Mahmud'un
doğrudan kontrol etmeye çalıştıkları204 savaş hazinelerine nakit tedari­
ki için sık sık zecriye ya da duhan vergileri eshama çevrilerek satışın -
dan205 elde edilen nakit para ordu hazinesine transfer ediliyor, mübayaa
ve asker bedeliyelerine206 ya da yıllık tevcihatlarda ınübaşiriye adı altında
yapılan tahsilatlara207 el konuluyordu. Ancak nakit akışının, daimi ve is­
tikrarlı olmaması ve Avrupa'daki benzerleri gibi bir ihtiyat hazinesinin
bulunmaması, Osmanlı Devleti'nin kazandığı savaşlarda bile mali açıdan
yenilmesine sebep oluyordu. Zira hayati öneme sahip mühimmat ve ta­
yinat giderlerinin yanına, müttefik subaylara208 ya da Osmanlı paşalarına
verilen hediyeler ve atıyeler eklendiğinde cihad bütçesi içinden çıkılmaz
bir hale gelmekteydi. Bu bağlamda cepheye nakit transferi için ordudan
yazılan tahriratlar çoğu zaman cevapsız kalıyordu.209 Dolayısıyla Osmanlı
Devleti'nin ordu finansmanı konusunda kullandığı araçların, savaş dö­
nemlerinde artan giderleri karşılama kapasitesinin oldukça düşük oldu­
ğu söylenebilir. Hazinenin, savaşların uzamasıyla doğru orantılı olarak,

204 Tıaltpınkıda hıtSclmayaim'çalin ıZahi


III.
ş ması re,veİrad-bütçelı Cedierindinvearzsavaşedilmhaziesinneli eisritemesi
ni süreklgibi ikontrol
,edilmesini
Mahmud
veBOAbilg(HAT da zahi
isi dışı25798). r e ve savaş hazi n el e ri n i n gel i r l
nda buralardan harcama yapılmamasını istiyordu. Bu konuda bkz. e ri ve gi d erl e ri n i n arz
il.

205 BuBu konuda


konuda bkz. BOA
bkz. BOA (C. MalMaliiyyee 19515). 15823).
206
207 1225viyedenŞevvalmübaşi
elgönderi (K:ısrımiyye1810)
(C.

ol a raktevci100.h:ı0tı00ndakuruş"tevcitahsih vel ediibkalerekolun:ıorduc:ıkhazinesine


eyfılct ve

Örneği nlmİngiesi"liziçGeneral
in bkz. BOA Smi t (C.veMalSadrazam
h iye 11535). arası nda aHazira veriranlen1800'hedidyeelerin
208
İskenderi y e'
değerive600elçkeseyi d e gerçekl e şen görüşmede,
(300.len0hedi00 kuruş) aşmakt İngi l i z subayl
aeydı.ri içMıin bkz.
sır Harbi sırası(En4079 da müttefi k
subay
Erkutun i l e re
(2009:muhafı veri
228-230) y el e r ve değerl
ve İÜKTBPaşa,(TİranY 886:Harbi95-98,sırası107-109 TSMA /6
ve 113-115). );
209 Örneği n
nefmuharebeni Van
eratın günln 150. z ı Mahmud
ük 2.050000kuruşa
kuruş tutarı n da zahi r e tüketti ğ i n
n da
i vekomutası
yapı l a n ndaki
üç
duyduğu naki t paranı n aci l e n mal oldlmuğunu
gönderi esi n i ibelstiyiordu.
rttiktenBusonrakonudaihtiybkz.aç BOA
(HAT 36817/K).
savaşın doğurduğu talebi karşılamaktan uzaklaşması da bu durumun bir
sonucudur.
Savaş sırasında, orduya yapılan tahsisatlara ve ordu giderlerine daha
yakından bakmak, Osmanlı hazinesinin ansızın başlayan savaşlara gös­
terdiği tepkiyi ve kullandığı finansal enstrümanları görme imkanını sağ­
layacaktır. Örneğin Napolfon'un Mısır'a saldırmasından yaklaşık dört
ay sonra, 2 1 Kasım 1 798 ( 12 Cemaziyelahir 1 2 1 3 ) , kaleme alınmaya
başlanan ve 1 9 Ekim 1 799 da ( 1 9 Cemaziyelevvel 1 2 1 4 ) son
' bulan bir
defter,210 sadece Osmanlı Devleti'nin savaşı finanse ederken kullandığı
araçları değil, savaş zamanlarında yapılan olağanüstü harcamaları da or­
taya koyması bakımından büyük öneme sahiptir. Defterin yaklaşık on bir
aylık sürede sadece olağanüstü harcamaları göstermesi, buna mukabil
olağan u lufe ödemeleri, mühimmat harcamaları ya da yabancı uzman
maaşları gibi gider kalemlerini içermemesi, savaşın getirdiği mali yü­
kün tespitini mümkün kılmaktadır. Bu bağlamda 32.826 kese 28 kuruş
ve 2 1 akçelik ( 16.4 1 3 .028 kuruş ve 2 1 akçe) gelir kalemleri arasında
4.600.000 kuruşluk katloyla Darbhane-i Amire ilk sırada yer almakta­
dır. İstanbul Emtia Gümrüğü ve zecriye rüsumunun başı çektiği esham
satışlarından elde edilen gelirin ikinci sırada yer alması ise bir tesadüften
ziyade Osmanlı Hazinesi'nin 18. yüzyılın son çeyreğinden itibaren uy­
guladığı para politikasının bir uzantısı olarak görülebilir. Ancak savaş
dönemlerinde başvuıulacak bir ihtiyat hazinesi olarak düşünülen İrad-ı
Cedid Hazinesi'nin savaş finansmanı içerisinde, 3 .620.000 kuruşluk
katkısıyla üçüncü sırada yer alması dikkate değerdir.2 ı ı Yamalı bohçayı
andıran savaş bütçesinde muhallefat gelirlerinin hiç de azımsanmayacak
bir yere sahip olması, Avrupa'daki Nizam-ı Cedid ile III. Seliın'in ısla­
hat programın ın arasındaki derin farka işaret eder. Nitekim Etlik voy­
vodası maktul Hançerlioğlu Konstantin'in 5 00.000 kuruşun üzerindeki
muhallcfatı veya üst düzey devlet erkanı, zengin gayrimüslim tüccarlar

210 BOA (KK 238 3 ) . Söz konusu defterin kaleme alınmasında III. Sclim'in,
ordunun irad ve masraflarını düzenli olarak kontrol etmek istemesinin rolü
büyüktür. Bu konuda bkz. TSMA (E 7014/86) .
2 1 1 İrad-ı Cecüd Hazinesi'nin, defterin kapsadığı dönemdeki, 1 2 1 3 - 1214 gelirleri
sadece 7.30 1 .370 kumştur ve savaşa tahsis edilen meblağııı hazine gelirlerine
oranı %49,S'tir. Krş. Cezar ( 1986 : 1 6 3 ) .
D Darbhane % 30,5

D E s ham % 24 , 2

il İ.C .H % 24

•Mu ha lefat % 8,8


•İs tikraz ve Bağış % 7
•Maaş kes in tileri ve kıs ılan
harcamalar% 5,3

Şekil Il: 21.11.1798-19. 10.1799 tarihlerini kapsayan savaş bütçesi gelirleri.*

ve Patrikhane tarafından yapılan yardımlar ve alınan borçlar olmasaydı,


Babrali belki de daha savaşın başında, askerlerine tayinat veremeyecek bir
durumda olacaktı. Fiskalist dünya görüşünün şekillendirdiği iktisadi zih­
niyetin bir yansıması olarak da düşünülebilecek, devlet harcamalarının
savaş zamanında kısılması ise bütçeyi şekillendiren diğer bir unsurdur.
Aşağıdaki tabloda, diğer kalemler içerisinde yer alması sebebiyle görül­
meyen, fakat savaş finansmanı konusunda en az görünenler kadar önemli
bir yere sahip olan, bir diğer nakit kaynağı da vakıf gelirlerinden yapılan
transferlerdi. Nitekim valide sultan212 evkafindan savaş hazinesine aktarı­
lan 1.000.000 kuruş, Darbhane'den yapılan tavizatın %21,7'lik kısmını
oluşturmaktaydı. Buna bir de bağış ve istikrazlar hanesine kaydedilen,
Valide Kethüdasının evkaf akçesi olarak teslim ettiği 250.000 kuruş ek-

*
BOA (KK 2383:1-5).
212 III. Selim'in annesinin savaş finansmanına yaptığı katkı sadece Mısır Harbi ile
sınırlı değildir. 1792'de sonuçlanan savaş sırasında da Valide Sultan, 500 nefer
bostancının, ücret ve atıyyeleri ödeyerek cepheye gönderilmelerini sağlamıştır.
Çınar (1999:162).
D Nefer mevacibi% 26,3

111 İaşe % 24,5

•Mühimmat% 23,6

D Vezirlere aç ık tan verilen


% 18,9
•Harcırah ve hediyeler
% 4,4
•Mas raflar% 2,1

Şekil III: 21.11.1798-19.10.1799 tarihlerini kapsayan savaş bütçesi giderleri."

lendiğinde, vakıf gelirlerinin savaş hazinesine yaptığı katkı, %8,3'e yük­


selmektedir.
Kronolojik olarak tek tek kaydedilen gider kalemleri, söz konusu
defterin ikinci bölümünü oluşturmaktadır.213 Nefer mevacibleri, giderler
hanesinde en yüksek meblağı tutan kalemdir. Olağan ulufe ödemelerinin
dahil edilmediği bütçede, yeniçeri, topçu, humbaracı gibi merkez ordu­
su sınıflarında, cepheye giderken oluşturulan ortalar için yapılan harca­
malar, muharebeler devam ederken ödenen harcırahlar, atıye ve bahşiş­
ler bütün ayrıntısıyla bulunmaktadır. Ancak merkez ordusu için yapılan
olağanüstü harcamalar ile paralı asker istihdamı için harcanan meblağ
arasında, sekbanların lehine olmak üzere büyük bir fark vardır. Fakat
hemen şunu da belirtelim ki defter sadece seraskerlerin maiyetinde olup

BOA (KK 2383:5-15).


213 1.186 kalemden oluşan giderler "fi 20 L 213 Navul-ı sefine-i Rusyalu
Lomarte nam kapudan Jazıme-i tahmil-gerde-i banıt-ı siyah der-ma'iyet-i
vezir-i
mükerreın Cezzar Paşa be-ına'rifet-i Hasan Ağa 1.400 guruş"
formülasyonuyla kaydedilmiştir.
ücretleri merkez tarafından ödenen sekbanlar (miri askerijmirilü sek­
ban) için yapılan harcamaları içermektedir. Bunlara bir de doğrudan pa­
şalar tarafından ücretlendirilen sekbanlar eklendiğinde , paralı askerlerin
Osmanlı ordusundaki ağırlıkları ve mail açıdan getirdikleri yük çok daha
anlaşılır hale gelmektedir. Hububat ve ağnam alımı ve nakliyesi (navul)
için yapılan ödemelerin ve peksimet üretimi için yapılan harcamaların
dahil edildiği iaşe masrafları, defterdeki diğer bir önemli gider kalemidir.
Tıpkı merkez ordusu sınıfları gibi seraskerler ve paşaların kapıhalkları­
na dağıtılan tayinatlar da savaş bütçesinden finanse edilmekteydi. An­
cak hububat ve ağnam tedarikinin bir vergi olarak ele alınması sebebiyle
bu kalemde yer alan harcamaların önemli bir kısmını navul masrafları
oluşturmaktadır. Söz konusu sistemde devletin genellikle ürüne değil,
nakliye hizmetine ödemede bulunması, hububat üreticisini zarara uğ­
ratıp piyasaları olumsuz yönde etkilemektedir. Aralarında görmezlikten
gelinemeyecek kadar çok sayıda Rusyalı ve Avusturyalı gemicinin bulun­
duğu nakliyeciler ise iaşe ticaretinin esas kazananlarıydı. Üniforma, ilaç
ve ecza tedariki, kale ve istihkam yapım ve onarım masrafları ve silah üre­
timi için gereken hammadde alımı ve nakliyesi gibi giderler mühimmat
harcamaları başlığı altında ele alınmıştır. Vezirlere , "zarı'.'ıret-i hallerine
bina'en" hazineden yapılan ödemeler, defterdeki diğer bir önemli gider
kalemidir. Cephedeki vezirlerin mühimmat alımı ya da nefer tayinatı için
gerekli parayı bulamadıkları durumlarda, hazinenin devreye girerek öde­
menin eksik kalan kısmını tamamladığı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla hazi­
neden vezirlere yapılan yardımlar, yine hazinenin bilgisi doğrultusunda
harcanıyordu. Giderler hanesinde önemli bir yer tutan diğer bir kalem
de harcırah ödemeleri ve hediyeler için yapılan masraflardı. Tercüman
maaşları, İngiliz ve Rus komutanlara verilen hediyeler ve içkiler, ödenen
ev kiraları, katip harcırahları, kağıt, mürekkep ve altın varak alımı, nakliye
işlerine nezaret eden ve haber getirip götüren tatarlara yapılan ödemeler
ve nihayet deftere "mevadd-ı mühimme" kaydıyla yazılan harcamalar,
bu kalemde yer alan başlıca giderlerdir. Masraflar başlığı altında tasnif
ettiğimiz giderler ise aslında gelir elde etmek için devletin yaptığı zorun­
lu harcamalardan mürekkeptir. Muhallefat ve esham satışları için yapılan
masraflar ya da Hançerlizade Konstantin'in el konulan çiftliğinde çalışan
bahçıvanın maaşı bu kalemde değerlendirilmiştir.
Sonuç olarak Osmanlı Devleti'nin, savaşın başlamasından sonra elin­
deki bütün kaynakları seferber ederek toplayabildiği yaklaşık 1 6 . 500.000
kuruşluk meblağ, savaşı ancak on bir ay finanse edebilmiştir. Osmanlı
maliyesi açısından sıkıntılı dönemin, savaş için alelacele tedarik edilen pa­
ranın bitmesinden sonra başladığı düşünülebilir. III. Selim'in de belirtti­
ği üzere, artık "masarıfüt-ı mühimmeden her birine akçe bulmak müm­
kün olamayacaktır" . Bu sebeple cephedeki paşalar "tasarruf ile idarenin
yoluna bakmak" zorundadır.214

214 TSMA ( E 70 14/86) .


. /\ . /\

MiZANSIZ DEVLETiN NiZAMI:


.

MODERN ORDU'NUN
SOSYOPOLİTİI< SONUÇLARI

Yeniçeriliğin kaldırılmasından sonra kaleme aldığı layihasında Keçecizade


İzzet Molla, Osmanlı Devleti'ni oluşturan asli kurumların yakın geçmiş­
teki hata ve sevaplarını şu şekilde dile getirmektedir:

" ... Bizler üç ta'ife idik: Biri 'ulema, biri rical ı'.'ı ketebe, biri ocaklı. Ü çü­
müzde ınürı'.'ır-ı ezmine ile bozulmuş idik. Ocaklıdan farkımız bu ki, biz
i'tiraf-ı kusı'.'ır idüb şevketlü padişahımızın 'afV ı'.'ı me rhametine sığınub
oturduk. Anlar bulundukları hale mu 'terif olınayub dürlü dürlü hıyanet
ı'.'ı habasetler eylediler. Anınçün mevla-i mı'.'ı te'al kahr ı'.'ı tedmlr eyledi . Biz
'itiraf-ı kusı'.'ır ile kurtulduk. İnsaf bud ur ki biz de cürmümüzü bilüb baş
başa virüb rıza-ı İ lahlyye ve rıza-i padişah! üzre vaktimize nazaran ehven
olmağla çalışub şu nizama girüb . . " 1.

İzzet Molla'nm da altını çizdiği üzere Osmanlı Devleti 'ni vücu­


da getiren organlar olarak da görülebilecek ulema, katipler, ocaklar ve
nihayet Saray/padişah, aynı zamanda devlet içerisinde yer alan iktidar
odaklarıydı . Siyasetin b e li rl e nme s in d e muktedir oldukları ölçüde , etkin
,

rol oynayan siyasi aktörler olarak karşımıza çıkan iktidar yuvalarının, pa­
dişahın hükmüne boyun eğdirilerek Saray'ın denetimi altına almması,
Osmanlı siyaset düşünürlerinin idealizc ettikleri politik düzeni tanım­
lamaktadır. Bu bağlamda meşruiyet, rekabet ve ittifaklar, devletin takip
edeceği siyaseti belirleme yetkisini tekeline alına eğiliminde olan Saray
ya da padişahın, iktidara ortak olmaya çalışan güç odakları ile mücadele­
sinde kullandığı en önemli silahlardı. Osmanlı politik hayatının aktörleri,

1 Doğan (2000:56).
modern tarihyazımında genellikle kendi içlerinde tutarlı, aynı çıkarlar
için mücadele eden, aynı amaca odaklanmış ve hatta tek merkezden idare
edilen yekpare güç odakları olarak tasvir ediliyor olsa da, hiç şüphesiz
ocakların, ulemanın ve Babıali'nin içerisinde birbirlerine karşı konumla­
nan muhalif ya da kimi konularda kendi aralarında veya diğer kurumlar
dahilindeki gruplarla ittifakla hareket eden daha küçük iktidar merkez­
leri mevcuttu . S aray'a karşı, siyasetin diğer aktörleri arasında sağlanacak
geniş katılımlı bir uzlaşma ise Osmanlı padişahının kabusuydu. Mevcut
siyasi dengenin, savaşlarda alınan yenilgilerin hızlandırıcı etkisiyle daha
sık değişmeye başladığı 1 8 . yüzyılda Osmanlı padişahı, değişen dengele­
re ayak uydurmakta oldukça zorlanacaktı. Bu süreçte hanedan kızlarının
yaptığı evlilikler ya da devletin üst düzey mevkilerine, Saray' dan yetişen
ya da Saray'a bağlı kişilerin atanmaya çalışılması veya siyasetin belirlen­
mesi sürecine meşru katılım hakkı olan kurumların içerisindeki bazı güç
odakları ile Saray'ın kurduğu ittifüklar, padişahın iktidarı ile doğrudan
alakalıydı. 2
Söz konusu politik aktörlerin, dost ve düşmanın tanımlaması sürecine
katılımları ve güvenlik sektöründe oynadıkları kilit rol, Osmanlı siyaset
oyunundaki ağırlıklarını belirleyen en önemli faktörlerden biridir. Devle­
tin, vergi verenler/reaya ve savaşanlar/askeri zümre/vergi vermeyenler
arasındaki fark zemininde billurlaştığı Osmanlı İmparatorluğu'nda ideal
olan, siyasetin en azından ordu organizasyonuna doğrudan iştirak eden­
lerin temsilcileri tarafindan belirlenmesidir. Bu bağlamda devleti oluştu­
ran kadim kurumların yanı sıra, devletin dışında konumlanan güç odak­
larının ordu organizasyonuna katılımı, siyasetin tabanını genişletecek ge­
lişmeleri beraberinde getirecektir. Dolayısıyla başta ocaklar olmak üzere,
diğer güç odaklarının depolitize edilmesi ve bu şekilde siyasetin karar
verici öznesi olmaktan çıkartılarak, sadece Saray'ın aldığı kararları hayata
geçiren, siyasetin uygulayıcı nesnesi haline getirilmesi, çalışmamızda ele
alınan dönemde oynanan siyaset oyununun ana fikriydi . Oyunun sonun­
da Keçecizade İzzet Molla'nın da belirttiği üzere nizama girerek, padi­
şahın muti kulu olanlar hayatta kalacak, cürmünü fark edemeyen cahiller
ise mevla-i mute(al tarafindan tasfiye edilecekti.

2 Bu konuda bkz. Artan ( 1993) ve Murphey ( 1 993).


Keçecizade İzzet Molla'nın, belki de siyasete katılımlarının meşru ol­
maması sebebiyle ya da 1 826 sonrası dönemin politik atmosferinde eski­
sine nazaran büyük bir önem arzetmemeleri nedeniyle tasvirinin dışında
bıraktığı, fakat mercek altına aldığımız dönemin siyaset oyununun, en
az kadim kurumlar kadar önemli bir diğer aktörü de ayanlardı. İktidarın
merkezden periferiye doğru atomize olmasının ilk işareti olarak da görü­
lebilinecek yüksek rütbeli Saray görevlilerinin taşra paşalıklarına atanma­
sı ve hane nüfuslarını artırmalarıyla başlayan süreç,3 ayanların paşalıkları
ele geçirmesiyle birlikte yeni bir boyut kazanmıştır. Olağanüstü durum­
ları, iktidarlarını artırmanın ve nüfuz alanlarını genişletmenin bir aracı
olarak gören ayanlar için savaşlar kaçırılmayacak kadar önemli fırsatlar
sunuyordu. Devletin, ayanlar olmaksızın savaş organizasyonu yapama­
dığı bir dönemde, ordu organizasyonuna verdikleri destekle hem siyasi4
hem de mali açıdan güçlenen söz konusu grup, zamanla İstanbul'un
kontrol edebileceğinden5 çok daha güçlü iktidar odakları olarak karşı­
mıza çıkacaktı. Öyle ki 18. yüzyıl sonu ile 19. yüzyılın başlarında Saray
artık güçlü ayanların bulunduğu bölgelere İstanbul'dan vezir atayamaz

3 Bu konuda bkz. Kunt ( 1983:bilhassa beşinci bölüm) ve Abou-cl-Haj ( 1 974:446


ve 1984:9 ). Zamanla enderunlu vali tayin sisteminden vazgeçilmesi ve ayanların
sancakbeyi ve beylerbeyi olarak atanabilmesi konusunda ayrıca bkz. Akdağ
( 1970- 1 974:5 1 ve 57).
4 Örneğin Karaosmanoğlu ve Çapanoğlu ailelerinin, 1792'de sonuçlanan
Osmanlı-Rus Harbi sırasında Osmanlı ordusuna verdikleri destek ve bu sayede
meşveretlere katılarak barış anlaşması ile ilgili görüşlerini beyan etmeleri
konusunda bkz. Uzunçarşılı ( 1973 : 6 1 0 ) .
5 1 8 . yüzyıl süresince i stanbul'u ayanların tcvk.inde konumlandırmaya dönük
çeşitli girişimlerde bulunulduysa da olağanlaşan savaşlar, başkentin aldığı
önlemleri uygulanamaz hale getirecekti. Örneğin 1 768 yılında, savaş
başlamadan hemen önce alınan bir kararla taşra vezirlerinin, emr-i fili ile
ayan atama yetkileri ellerinden alınarak, ayanın atanması vezirazam onayı
ile yapılmaya başlanmışnr. Fakat aynı yıl Rusya'ya savaş ilanıyla birlikte söz
konusu yetki vezirazamdan alınarak bölge ahalisine verilecek ve bölgedeki
nüfuzlu kişiler sadece kadının onayı ile ayan atanmaya başlanacaktır. Bu konuda
bkz. Baykal ( 1 964:223-224) 1788'de başlayan savaşla birlikte, 1 790 yılında
şehir kcthüdalığının lağvı ve ayanlığın yeniden ihdası için aynca bkz. Sadat
( 1972:358-359).

260 1
ve hatta savaş durumunda dahi söz konusu bölgelere ordu gönderemez
hale gelecekti .6

6 Hamisi Tirsinikli İsmail ile Pavzantoğlu Osman Paşa'nın, Ill. Selim'in


kardeşi Şah Sultan'ın mukataalannın voyvodalığı için verdikleri mücadelede ve
sonrasında Tirsinik.li İsmail Paşa'nın Silistre ve Deliorman bölgesindeki vakıf
köylerinin idaresini ele almak amacıyla Yılıkoğlu Süleyman ile girdiği çatışmada
yıldızı parlayan Alemdar Mustafa, l 797'de Pazvantoğlu birliklerine karşı
Rusçuk'u savunarak hassa hasekiliğine, 1 8 0 1 'de ise yine Pazvantoğlu ile girdiği
çatışmada kazandığı başarı ile hassa silahşörlüğü makamlarına atanmış, Rusçuk
ayanı olmasını takiben de mirahur-ı evvel payesini almıştır. Mısır Harbi sebebiyle
İstanbul'un, Tuna bölgesinden asker çekmesiyle birlikte iyiden iyiye güçlenen
Tirsinik.li İsmail ve "canişi" Alemdar Mustafa, Napo!Con isıil.lsı sonrasında
neredeyse tamamen İstanbul'un kontrolü dışıııa çıkmıştır. Tirsiniklizade'nin
ölümünün ardından Silistire'ye hakim olan A..le nı dar Mustafa, aym zamanda
İbrail'e firar eden Yılıkoğlu Süleyman'ın peşine düşerek İbrail Kalcsi'ni de
kuşatmıştı. Tirsiniklizade'nin bıraktığı ınirasm peşine düşen Babıali adına
terekeyi kayda geçirip malları açık artırmaya çıkartan Alemdar Mustafa, yapılan
müzayedeleri manupüle etmiştir. Açık artırmaya giren bağımsız sermayedarları
tehdit ederek uzaklaştıran Alemdar Mustafa, Tirsinik.lizade'nin mirasına,
gerçek değerinin dörtte biri fiyatla sahip oldu. Ancak bununla da yetinmeyen
Alemdar Mustafa, açık artırmadan, kağıt üzerinde elde edilen miktarı, Babıali'ye
göndermek yerine bu parayla Tirsinik.lizade'nin borçlarını kapattığını İstanbul'a
bildirmiştir. Böylece harın sayılır bir servete ve iktidara kavuşan Alemdar
Mustafa artık devletlüler arasına katılmak için bir fırsat beklemektedir. Bu
fırsat, Kasım 1 806'da Rusya'nın, Hotin, Kili, Akkerman ve Bender kaleleri
ile Yaş ve Bükreş'i istilasıyla karşısına çıkacaktır. Başlayan savaş sebebiyle Tuna
boyuna "sahib-i iktidar" bir vali atanması zorunlu hale gelmiş fakat Alemdar
Mustafa Paşa'nın İstanbul'dan atanacak valiyi ve orduyu kabul etmeyeceği
düşünülerek bizzat kendisi üç tuğlu paşalık.la valiliğe getirilmiştir. Pazvantoğlu
Osman Paşa'nın ölümünü takiben Tuna boyunda oluşan siyasi boşluk Alemdar
Mustafa Paşa tarafından doldurulmuştur. Savaşta ordunun zahire tedarikini
sağlaması ise Alemdar Mustafa Paşa'yı Liva-i Şerif seraskerliğine taşıyacaktır. Bu
konuda bkz. NA (FO 78/6 3 : 1 8 5 ); HHStA (Türkei I I : l 39 25 Ekim 1 806);
Asım Efendi ( 1 293 c:I: l94 ve 2 1 5 ve c:II:93); Mustafa Necib ( 1 280: 1 5 );
Ünal (2008 : 578); Uzunçarşılı ( 1942a: l4- 1 6, 4 1 , 55 ve 140) Alemdar Mustafa
Paşa'ya benzer bir şekilde Kavalalı Mehmet Ali Paşa'nın, Vehhabilerle yapılacak
mücadele için Mısır'a atanması şart olan mtıktedir veziri kabul etmeyeceği
düşüncesiyle paşalık.la Mısır valiliğine atanması konusunda ayrıca bkz. BOA
(HAT 19635/A).
Erken modern dünyanın soyut kurumlar devletinin en önemli husu­
siyetlerinden biri olan iç ve dış güvenliğin, birbirinden ayrılarak devletin
farklı organları tarafından icrası, Osmanlı İ mparatorluğu'ndaki mevcut
uygulamalara yabancı bir düşünce sistematiğinin ürünüdür. Dolayısıyla
devletin dikkatini ülke dışına yönelttiği savaşlar ve savaş sonunda işsiz ka­
lan paralı askerlerin7 çıkardıkları huzursuzluklar, iç güvenliğin sağlanması
konusunda ayanlara önemli fırsatlar vermektedir. Ayanlar, nüfuz bölgele­
rinde sağladıkları güvenlik aracılığı ile ahaliyle bağ kurarak da iktidarlarını
sağlamlaştırıyorlardı . İ şsiz paralı askerlerin/kapısız leventlerin zulmün­
den bıkan ahali, İ stanbul'a gönderdikleri arzuhallerde8 sık sık memleket­
lerine komşu ayanın, eşkıya takibi ile görevlendirilmesini talep ediyordu .9
Ahali için güvenlik, ayan açısından nüfuz alanını genişletme tirsatı anla­
mına gelen bu tür taleplerin, imkansızlıklar sebebiyle kabulü, İ stanbul'un
iktidarını taşrada yok seviyesine indirirken, ayanların kapıcıbaşılık ya da
mirmiranlık gibi mevkilere atanarak meşruiyet kazanmasına imkan veri­
yordu. Bu süreçte ayanın, ahaliyle güvenlik üzerinden kurduğu ilişki10

7 ÖrneğinldHakkı
gönderi i ğ i n de PaşaemriRumel
n e, i valiisSancağı
Kocael i olarak vezfi Mut raetlsarrıc dağlfı taırafılarınndanüzerisağlneanan 1.000
nefer,
1.ve0Çi00rmen daha sonra
nefer,mutasarrı resmi makaml
Karaosmanoğl u ve aÇapanoğl
ra atanacaku'nolunangönderdi üç neferğdeli biilnbdenaşınıfnazlsağla süvari adığı
ionlç güvenl i ğ i n sağl a fınınnatedari
nması yönel kikettiverdiği 5.ğ0i 00bu nefdestek,er sekban hi ç verilmzişdaha
şüphesi ti. Ayanısonran
Nuri arıEfendi devleti(nAüstE 239:düzey1 17b-118a). mevkiilerinTepedel e taşıyacakenli biAlri araçtı Paşa' . Buın oğlkonuda
n u Vel ibkz.Paşa'nın
dağlılarla ayrıca bkz. Nuri Efendi 239:sonucu
konusunda yapılan mücadeleye verdiği destek
2 78a-b mi). rmidn olarak atanması
8 Örneğinenkadar
9 Her BOA18. yüzyı
(C Dahilliysüresi
e 1014). (AE

nceleceğieşkınyeanıdainrvereceği zararı nksancak mut aşsarrıfları


veda mütesel l i m l e rden tazmi n edi fe rmanl a r sık sı yayı n lanmı
butarafıbölaczingdanyeetimütesel limloleriaraknin eşkıçetelyeareçetelyardıerimkarşıetmesisında, muktedi
aciz kalrmayanl ası vearıgenel liki le
olsa

nbirsonucu
er kurtarı cıDahiolarakliyegörül mveesi9965).
ne sebep oluyordu. Bu konuda bkz. n ahal
BOA
Örneğinayanı (HAT 1453 ve
Tirsiolnikarakli Ömer
C 1014
Ağa'Tinrsiınn,ikzulli İsmail
mü nedeni ylediedamıidamanı takimahkum ben 179l' deiş
10
Rusçuk
fakat atanan , 1792' edi l m
isteğiyaptı hilafığnıayardı ayanlmalrıarnıveteslbölimgedeetmeksağlbiadır tarafğı güvenla, istanbulik sebebi'a karşı yle ahalİsmaii, Babı
l Ağa'alyi'anin
ve bölgede kazandığı prestij , 1 1 Saray'ın, muhalif ayanları tasfiye etmesini
neredeyse imkansız hale getirmiştir.
İstanbul'un ve Saray'ın taşradaki iktidarı aleyhine ayanların nüfuzunu
genişlettiği 1 8 . yüzyılın sonuna gelindiğinde, Avdo Suceska'nın da belirt­
tiği üzere Osmanlı İmparatorluğu, merkezi bir devletten ziyade en azın­
dan taşradaki iktidarın, ayanların elinde bulunduğu konfederatif bir yapı
olarak görülüyordu. 12 Saray ve Babıali'nin sahip olduğu gücün taşradaki
taşıyıcısı olması gereken vezirlerin neredeyse hiçbir iktidarının bulunma­
dığı 1 3 bu yapı dahilinde ayanlar, kendi aralarında kurdukları ittiraklarla14
nüfuz alanlarını gün geçtikçe daha da büyütmekteydi. 1 5 Nitekim güçlü
ayan aileleri 1 8 . yüzyıl sonlarından itibaren yetki bölgelerine komşu ka-

destek
Uzunçarşı vererek,
l ı (1942a:yardı8m) Tietmirsinştiikrl.i Buİsmaikonuda l ' den bkz. BOA
sonra Rusçuk
(C Zaptiyolea1878)
ayanı n Al e ve
mdar
Mustafa
bkz. Paşa'ı ılnı ahal942a:inin5üzeri
Uzunçarşı 5 ). ndeki angaryayı kaldırması konusunda ayrıca
11 Muktedi
şlerindeki'rdayanl
iİstanbul başarı arlahirıyçlaşüphesi
(l

da ahal zisadece
n i n sağladıprest
gözünde kları igüvenl
j kazanmı ik ilşetıdeği
r . l, hayınr
Örneği
taraftanakitikolckolaretluklluiaklçrıinaaracı
biel rkoyarak, r gibliığ"taraf
ı i l e gözedübgirenlhatıerirnasirila'ahlyet"arınetmeyen
şehre a kal e kapı Cezzar
l a rı n Paşa,
da
ettitakiğpi etmeye
aşevlerinmecbur den ahaledigüvenl yemeki biAhal
iyeyordu. rdağıortamtıyoryaratıve müsl
rken,üdimanlğeratrıarafvakitant namazl
da inşaarını
duran"3a-bibr).ayan olaı Cezzar Mustafinina Paşa'
dol(E 4029: gözündenın uygul "memlamaları eketiniiçruhani
in bkz.yetlTSMA e
12 Suceska
İncel e nen( 1966:
dönemi 22).n kaynaklarında, hatta vüzera kanunnamelerinde taşraya
13
atanaıeriı vezinin kırlesrialnığiıkvecidbununl
sürel arsızlıklaarıbağlna asebep
ntı l ı olaarakrak,düzenl
ol geneliligelkleirmakaı kaynakl nlaarırıı nddana kalış
malBilhıassanımmetbu
olmalarıayanlgösteriar arasılmektedi n da r. Örneğieşecekn bkz.ittiraTSMA
gerçekl kl arı (E e4029:
önl meye 8yönel
a). ik
14

üzere
III. Selbuimkonuda
pek çokpekgirideşimbaşarı de bullıuolnduysaa mamı daştır. BuEdikonuda
II. rne Vakasıbkz.'nUzunçarşı da görüldlüğüı
(1939:Seli1m80).devrinde dağlılara yardım ve yataklık eden on dokuz ayanı ve askeri
güçlenrintabii lisletelriekonumundaki
1 5 III.

ayanı yen bir belgedeayanlon yedi a r ol dkazauğununayanıbelnınir,tiasllmınesida, ayanl


diğerairkiarasıbüyükndaki
pi(E.rami7014/26);
tvari iktidMutaf ar ilişkiçiseivani açı(1977: kça ortaya
1 71-172)koymaktadıve Bryerr.(1969: Bu konuda 197). bkz. TSMA
1 263
zalara, aile üyelerinden birini ya da en azından ailenin reisine yakın bir
kişiyi meşru ayan statüsüyle yerleştirme eğilimindeydi.1 6 Bu bağlamda
ayanlar arasındaki tabilik metbuluk ilişkisi güçlü ayanlara, doğrudan ken­
eli hakimiyetleri altında bulunmayan bölgelerde etkinlik kazandırırken,
küçük kaza ayanlarına, rakiplerine ya da tercihe şayan olmayan nüfuzlu
ayanlara karşı korunma sağlıyordu . Evliliklerin1 7 büyük bir öneme sa­
hip olduğu ayanlar arasındaki ittif'ak ilişkileri, rekabeti de beraberinde
getirmektedir. Kimi zaman verimli tarım arazileri ya da liman kentleri,
kimi zaman da geliri yüksek voyvodalıklar için girilen rekabet, genellikle
metbu ayanın ve nüfuz bölgesi dahilindeki tabi kaza ayanlarının bir araya
gelerek, kapı halklarıyla oluşturdukları sekban orduları arasındaki savaş­
larla sonuçlanıyordu.18 Devletin, ahaliyi konunakta yetersiz kaldığı 19 bu

1 6 1 803'de Balkanlar'ın, Osmanlı hakimiyetindeki en verimli arazilerini elinde


tutan Tirsinikli İsmail Ağa'nm, bölgenin Karadeniz'e açılan limanlarının bağlı
bulunduğu kazalara kendi adamlarıııı ayan olarak ataması konusunda bkz.
Uzunçarşılı ( 1942a:24-25); Mutafçieva ( 1977 : 1 74) ve Özkaya ( 1 98 3 :78).
1 7 Menenıencioğlu Ahmed Bey ( 1997 : 1 8-26) ve Kurt (2000: 1 00).
1 8 Birbirleriyle çatışma halinde bulunan iki kaza ayanmın, metbularının isteği
üzerine bir araya gelerek, metbuların rakibine karşı omuz omuza savaşa girmesi,
Osmanlı İmparatorluğu'nun 1 8 . yüzyıl sonlarındaki görüntüsü bakımından
oldukça sıradan bir dunımdu. Örneğin III. Selim'in de belirttiği üzere "bir
mansıb kavgası" olan Avlonyalı İbrahim Paşa ile Tepedelenli Ali Paşa arasındaki
mücadelede her iki ayan da kendilerine tabi olan kaza ;\.yanlarının sekban
birlikleri ile savaşıyordu. Bu konuda bkz. BOA ( HAT 1 5 54) ve Mcnemencioğlu
Ahmed Bey ( 1997:29) .
1 9 Örneğin Sirozlu İsmail Bey ile Drama Nazırı Mehmet Halil Ağa arasında,
Valide Sultanın havası arasında yer alan Drama kazasınııı idaresi için çıkan
çatışmayı sona erdirmek amacıyla iki tarafın topladığı sekban ordularının
dağıtılması ve sükünun sağlanması görevi bölgenin diğer ayanlarına, Filibe
nazın Çelebi Ağa, İskeçcli Mustafa Ağa ve Zihneli Abdülfettah Bey'e verilmişti.
Bu konuda bkz. BOA (HAT 1 732). Nüfuz alanınlannın kesişmesi sebebiyle
iki muktedir ayan arasında rekabetin başladığı ve fakat henüz silihlı çatışmaya
dönüşmediği örneklerde ise Babıali, doğnıdan kendisine bağlı adanılan ile
duruma müdahale ederek olayııı büyümesini engellemeye çalışıyordu. Tirsinikli
İsmail Ağa ve Yılıkoğlu Süleyman Ağa'nın aralarının bulunarak gerginliğe
son verilmesi için Eflak voyvodasının görevlendirilmesi konusunda bkz. BOA
( HAT 1 17 1 1 ). Tepedelenli Ali Paşa ile Buşatlı Kara Mahmud Paşa arasındaki
benzer bir mücadele ve İstanbul'un çatışmalarda oynadığı rol konusunda bkz.
tür çatışmalar sırasında bölge valileri, ayanlar arasındaki silahlı rekabetten
güçlerini artırarak çıkmayı hedeflerken20 ahali, mücadeleler sırasında çı­
karları açısından daha az kötü olan ayana destek veriyordu.
"Devleti yanına alan kuzunun kurda dönüştüğü"21 taşradaki reka­
bet ve ittiraklar sistemi sadece ayanlar arasındaki ilişkiler açısından değil,
18. yüzyıl ortalarından itibaren taşrada kök salan ve İstanbul ile kurduk­
ları bağ sayesinde güçlenen yeniçeriler ile taşradaki diğer iktidar odak­
ları arasındaki münasebetler açısından da önemli ipuçları sunmaktadır.
Pazvantoğlu Osman Paşa gibi ayanlığa geçiş yapan yeniçerilerin hüküm
sürdüğü Balkanlar ya da bölge garnizonlarındaki yeniçeriler ile ayanın22

Öner ( 1999 : 1 59 ) . 1 8 1 3- 1 8 1 9 arasında vuku bulan Halep İsyanı'nı bastırmakla,


vüzeranın iktidarsızlığı sebebiyle Çapanoğlu ailesinin görevlendirilmesi
konusunda ayrıca bkz. Tukin ( 1 94 1 - 1 942:258 ve 1942-1943 : 1 24 - 1 2 5 ) .
2 0 Menemencioğlu Ahmed Bey ( 1997 : 1 4- 1 5 ve 4 1 ) .
21 Örneğin Yusuf Agah Efendi'nin, Menemencioğlu ailesinin hakimiyet bölgesini
malikine olarak tasarruf etmeye başlamasından itibaren aile başkentle kurduğu
sağlam ilişki sayesinde adını duyurmaya ve nüfuz alanını genişletmeye başlamıştı.
Bu konuda bkz. Menemencioğlu Ahmed Bey ( 199 7 : 1 2 ve 22). Başkentle
kurulan ilişki öncesinde zaten belirli bir nüfuza sahip olan ayanlar için de durum
pek farklı değildir. İncelenen dönemde Anadolu'da Nizam-ı Cedid taraftarlığı
zemininde tezahür eden ayanlar arasındaki iktidar dengesi, istanbul'da yaşanan
taht değişikliklerinden ve isyanlardan doğrudan etkileniyordu . iV. Mustafa
devrinde sadaret kaymakamı olarak atanmasını takiben Tayyar Paşa'nın eski
rakipleri Çapanoğlu ve Karaosmanoğlu ailelerinin üzerine gitmesi konusunda
bkz. Georg Oğlııkyan ( 1 9 72 : 1 9 ) .
2 2 Ayanlar ve yeniçeriler arasındaki ittifak y a d a rekabet sadece taşra şehirlerindeki
değil, bizatihi başkentteki iktidar oyununun da bir parçasıdır. Ill. Selim 'i
tahttan indiren isyan sırasında Nizam-ı Cedid taraftarı ayanların, İstanbul'daki
kapı kethüdalarının peşine düşülmesi burada zikre değer bir ayrıntıdır.
Yeniçerilerin başkenti kontrol etmeye başladıkları, Alemdar Vakası'nı takibeden
günlerde ayanlar ve taşradaki yeniçeriler, voyvodalık tayinleri için Babıali'ye
baskı yapabilecek konumdaki ocak ustalarıyla bağlantıya geçmekteydi. "Usta
namındaki eşkıyanın diledikleri kesana voyvodalık almak için" sadrazama
yaptıkları baskı konusunda bkz. Esad Efendi (2000:1 74vd. ) . Sabık Arpa Emini
Karaosmanzade Mehmet Ağa'nın, Saruhan mütesellimi olarak atanabilmek için
İstanbul'daki yeniçeri ustalarına para vaadi konusunda bkz. BOA ( HAT 25 729).
Kabakçı İsyanı sırasında İstanbul'da bulunan Bolu "Türklerinin, işte bu dahi
Nizam-ı Cedid'i intaca nasb-ı nefs-i iktidar ve bizi dar u diyarımızdan avare ve
ittifakla yönettiği Musul23 gibi şehirlerin aksine, köklü ayan aileleri ile
yeniçeri garnizonlarının rakip oldukları şehirlerde çıkan isyanlar24 ve so­
kak çatışmaları, 18. yüzyılın sonlarından itibaren oldukça sık karşılaşılan
manzaralardı . 25

bi-karar eden Hacı Ahmedoğlu'nun 'ak.1-ı fa'alidir" diyerek Bolu ayanının kapı
kethüdasını idam etmeleri konusunda ayrıca bkz. Asım Efendi ( 1293 c:Il:3 1 );
Uzunçarşılı ( 1965:602) ve U beydullah Kuşmani (2007:56 ) .

23 Musul'daki ayan-yeniçeri ittif'akı için bkz. Khoury ( 1999 : 5 3 ) .


2 4 III. Selim devrinde Halep'te yeniçeriler, bölge ayanı ve esnaf arasındaki çatışma
konusunda bkz. BOA ( HAT 1 5056); Vasıf Efendi (İÜKTB TY 598 1 :204a
vd. ) . II. Mahmud devrinde çıkan Halep İsyanı konusunda ayrıca bkz. Kinneir
( 1 8 1 8 : 1 66- 1 69) ve Tukin ( 1 94 1 - 1942 ve 1942- 1943 ) .
25 1 797 senesi Ocak ayı sonlarında Erzurum valisi Yusuf Ziya Paşa'nın Antep'te
uzun süredir devam eden çatışmalar üzerine İstanbul'a gönderdiği mufassal
tahrirat bölge ayanı ve yeniçeriler arasındaki iktidar mücadelesini tasvir etmesi
bakımından kayda değer ayrıntılar sunmaktadır. On beş senedir "eşraflık"
ve "yeniçerilik" iddiasıyla ikiye bölünmüş olan Antep ahalisi "aralık aralık
muharebe ve mukitelc" etmekte ve mağlup olan taraf şehirden sürülerek
Rakka, Maraş ve Halep vilayetlerinden birine iltica etmekteydi. Olayın ardından
Babıili'yi tacize başlayan mülteciler, İstanbul'dan aldıkları emr-i şerif ve
topladıkları haşarat ile bölgeye tayin edilen valinin önüne düşerek hasımlarını
katledip mallarını yağmalıyordu . Uzun süredir devam etmekte olan bu şiddet
sarmalının son ayağı Dulkadirzadelerin, yeniçerileri katlederek şehri yeniden ele
geçirmesi ve daha sonra yeniçerilerin Maraş Beylerbeyi Derviş Hasan Paşa'yı
arkalarına alarak şehri kontrol altına almaları ve buna mukabil Rakka valisine
sığınan Dulkadirzadelerin bölgeyi yeniden kontrolleri altına almasıdır. Yusuf
Ziva Paşa'nın da belirttiği üzere biivle devam ederse, birkaç sene sonra Aııre p 'in
"eser-i binası dahi kalmayacağı zahirdi" . Zira Antep'i ber-vech-i malikane
tasarnıf eden Dergah-ı Ali Ycniçerileri K·'itibi Feyzi beyzade Mehmet Efendi
de bölgeyi idare etmekten aciz bir durumdaydı. Öyle ki İrad-ı Cedid Hazinesi
tarafından zapt edilen Antep ve çevresindeki zeametleri de malikanesine eklemiş
olan Mehmet Etendi, teorik olarak Maraş'tak.i eyalet askerinin mutasarrıfı olsa
da yapılan yoklamalarda bir tek neferin dahi isbat-ı vücud etmemiş olması,
hatta bölgede "rağbet ider mü!azım" bile bulunmaması dikkat çekicidir.
İşte bu sebeple Yusuf Ziya Paşa'nın önerisi, çatışan taraflardan birini ortadan
kaldırmaktı. Dulkadirzadelerin köklü bir eşraf ailesi olması sebebiyle ayanın
yok edilmesini mümkün görmeyen Ziya Paşa, esasen yeniçerileri kontrol altına
almayı planlamıştır. Ancak yeniçerilerin tamamını bir anda ortadan kaldırmak,
II. Mahmud'un aksine, Ziya Paşa'ya pek de mümkün gözükmüyordu.
Başkent açısından hiç de hoş olmayan bu durum karşısında, Cevdet
Paşa'nın da belirttiği üzere, tıpkı merkezden atanan valiler gibi "devle­
tin meslek-i müttehazı mütegallibeyi (Saray dışı güç odakları] birbirine
kırdırtmaktan 'ibaret olub anlar dahi bunu pek'a!a görüyordu" .26 Met­
bu ayanlar arasındaki rekabetin çatışmaya dönüşmesini takiben, bölgede
yeniden barışı sağlayacak büyüklükte askeri gücü harekete geçiremeyen
İ stanbul idaresi, genellikle çatışan taraflardan, çıkarlarına en uygun hare­
ket edenin ittifükına27 talip olarak, o ayanı desteklemeyi seçiyordu. Ancak
rakip ayanın güç kaybetmesi, İ stanbul'un değil, muzaffer ayanın nüfuz
alanını genişletmesi ve iktidarını tahkim etmesi anlamına geliyordu. İ k­
tidarın, 1 8 . yüzyıl dünyasının tek parça halinde en geniş yüzölçümüne
sahip imparatorluğunda atomize oluşu, uluslararası ilişkiler açısından da

Dolayısıyla Erzurum valisi, Antep'te yeniden yüz ila yüz elli nefer yeniçeri tahrir
edilmesini, tahririn sicile kayıt edilip bir nüshasının İstanbul'a gönderilmesini
ve kayıtlı yeniçeriler dışında "her kim yeniçerilik davasında olur ise hanesinin
ihrak ve kendisinin siyaset olunması"nı tavsiye etmekteydi. Yusuf Ziya Paşa'nın
Antep ve çevresinin idaresi konusundaki önerisi Antep'in, idarecinin, her yıl
yapılan açık artırmaların sonucu olarak, sık sık değiştiği muhasıllık sistemi dışma
çıkartılarak "senevi mal ve kalemiyesini ve fa'izini virmek üzre kavi'ül-iktidar
ve re'ayaperver ve kargüzar bir kimseye ihale" olunmasıdır. Taşra'daki iktidar
ilişkilerini bütün ayrıntısıyla gözler önüne seren bu ayrıntılı rapor için bkz. BOA
(C Dahiliye 1 2645 ) .
26 Cevdet Paşa ( 1 309 c : X : l 89) v e Esad Efendi (2000 : 1 00- 1 0 1 ) . Saray'ın
istekleri hilafına hareket eden göçebe "etrak ve ekradın birbirine kırdırtılması"
konusunda ayrıca bkz. Sakaoğlu ( 1998:38-39).
27 Örneğin Avlonyalı İbrahim Paşa ile Tepedelenli Ali Paşa arasındaki çatışmada
İbrahim Paşa'nın "Arnavud paşaları [sekban liderleri] meyanında Devlet-i
Aliyye'ye fermanberlik ve 'ale'l-husus re'ayaya pederlik ile şöhrety:l.b olan
hanedan-ı kadimden olub her cihette Aıi Paşa'ya tercih olunması" konusunda
bkz. BOA ( HAT 1 5 54). Yılıkoğlu ile Tirsinikli İsmail Paşa arasındaki çatışmada
III. Selim 'in, sahip olduğu Karadeniz limanları sayesinde İstanbul'a zahire akışını
kesebilecek durumda olan Tirsinikli İsmail Paşa'yı desteklemesi konusunda bkz.
Uzunçarşılı (l 942a:36 ) . Pazvantoğlu Osman Paşa'ya karşı B:l.bıfili'nin doğrudan
saldırıya geçmeden önce rakiplerini, Paşa'ya karşı kullanması konusunda
bkz. HHStA Türkei V/23, Testa ( 1 865 :227) ve Mutafçieva ( 1 977: 1 75 ) .
Buna karşılık Pazvantoğlu Osman Paşa'nın Sırp İsyanı'na asker ve mühimmat
göndererek yardım etmesi konusunda aynca bkz. BOA ( HAT 241 5/C).
parçalı bir yapının oluşmasına sebep olmuştur.28 Ayanların bağımsız ikti­
dar odaklan olarak rüştlerini isbat etmelerinin ardından Avmpa devletleri
artık İs tan bul kadar, özellikle Balkanlar ve Mısır gibi jeostratejik öneme
sahip bölgelerde, ayanları dikkate alan bir siyaset izlemeye başlamıştır.29

28 Tepedelenli Ali Paşa'nın İhtilal Savaşları sırasında, 1806- 1 8 12 Osmanlı-Rus


Harbi'nin devam ettiği bir dönemde Babıali'dcn bağımsız olarak izlediği dış
politika ve İstanbul'un emirleri hilafına Korfu'da bulunan Fransız gemilerini
ikmal etmeyi reddetmesi hakkında bkz. TTK (Y/720:50b vd. ) .
2 9 1 . Koalisyon savaşları esnasında Fransa'nın Yarıya, Travnik ve Vidin'e yaptığı
konsolos atamaları, Pazvantoğlu'nun, Osmanlı ordusunu yenilgiye uğratmasının
ardından Avusnırya'mn İstanbul ile Pazvantoğlu arasında arabuluculuk yapması,
hatta Babıali ile savaştığı sırada Osman Paşa'nın Paris'e elçi göndermesi
ve söz konusu elçinin Fransa dışişleri bakam Talleyrand tarafından resmi
teşrifatla kabul edilmesi, bu dunımun akla gelen ilk sonuçlarıdır. Söz konusu
diplomatik dağınıklık ve iktidarsızlık, İ stanbul'un izlediği uluslararası siyaseti
ve devlet merkezinde yaşanan gelişmeleri de etkiliyordu . Fransa'ııın İstanbul
elçisi Sebastiani'nin Paris'e geri dönerken Rusçuk'ta Alemdar Mustafa Paşa
ile görüşmesi ve daha sonra Alemdar Mustafa Paşa'nın Rusçuk Yaranı ile
İstanbul'a gelirken Davud Paşa sahrasında konakladığı sırada ve henüz daha
serasker olduğu dönemde, kalabalık maiyetiyle kendisini ziyaret eden Fransa'nın
İ stanbul büyükelçisini özel olarak kabul etmesi, Babıali'nin olmasa da İ ngiltere
büyükelçisinin zihnini bulandırmıştır. Bu konuda bkz. NA (FO 78/62:53vd.
ve 200 vd. ve 78/63: 187); Georg Oğlukyan ( 1972:28); Black ( 1 944:22) ve
Uzunçarşılı ( 1942a:76-77). Fransa'nın Alemdar Mustafa Paşa'ya, Rusya'ya
karşı kullanılmak üzere 30.000 kişilik bir kuvvet vaat etmesi hususunda bkz.
Ünal (2008 :579). Pazvantoğlu Osman Paşa'nın Rusya, Avusturya, Osmanlılar
ve Fransa arasında oynadığı denge oyunu için ayrıca bkz. Oliver ( 1 977: 1 O 1 ) ve
Jewsbury ( 1 976:23vd . ) . III. Selim devrinde "lisana aşina Fransız zabitlerinin
tebdil kıyafetle tecessüs içün Mora, Bosna, Arnavutluk ve Vidin havalilerine
gönderilmesi" ve Napoleon'un Rumları isyana teşvik için Tepedelenli Ali Paşa
ile görüşmesi konusunda bkz. BOA (HAT 2219/C) ve Deans ( 1 854: 178).
Aynı dönemde İ stanbul'da bulunan Fransız casuslar konusunda bkz. Corbett
( 19 1 3 :63 ve 75). Rusya'nın "Balkan reayasını tarafına celbetmek için" bölgeye
atadığı konsoloslar için bkz. Ahmed Cavid ( 1 998 :68 ). 1 798 Şubatında, Rusya
ve Avusturya gibi Fransa'nın da Eflak ve Boğdan'a konsolos atamak istemesi
hususunda bkz. İÜKTB (TY 886:55-56). Rum İsyanı'nın başlamasını takiben
kefere casuslarının Ehl-i İs!am arasında dolaşarak "nifak ve fesad" yayması ve
bunların, tayin edilen "hafiyelerce" tedib olunması konusunda ayrıca bkz. BOA
(C Dahiliye 6599).
İmparatorluk sınırları dahilinde yaşayan insanlar arasında, türdeş­
liğin sağlanmasına engel olan unsurlar olarak görülen ayanların, Saray
adına taşradaki nizamı koruyan, vergileri düzenli bir şekilde toplayarak
İstanbul'a ulaştıran ve padişahın emirlerine itaat eden devlet görevli­
lerine dönüştürülmesi, III. Selim'in taşra siyasetinin temel yapıtaşıdır.
Baruthane kurup, kale inşa ederek30 ya da II. Mahmud devrinde gö­
rüldüğü üzere padişahın iktidarına tehdit oluşturacak şekilde ordusunu
tahkim ederek31 İstanbul ile rekabet edebilecek düzeye gelmediği sürece
ayanların varlığı, taşra idaresinde ve savaş organizasyonunda sıkıntı yaşa­
yan Babıali açısından çok önemliydi. Dolayısıyla İstanbul için tek sorun,
silahlı güce sahip ve özellikle Nizam-ı Cedid ekibi ile çıkarları örtüşme­
yen ayanların, Saray'ın emirlerine uyan taşra idarecilerine nasıl dönüş­
türüleceği meselesiydi . Derin bir meşruiyet kriziyle boğuşan III. Selim,
örneğin kadim sosyal yapıya ve bu yapı dahilinde varolan temel haklara/
şeriata açık bir saldırı niteliğinde olan Nizam-ı Cedld'i kaldırma ümidini
yaşatan Pazvantoğlu Osman Paşa ya da Tayyar Paşa gibi ayanlara karşı
girdiği mücadelelerde asker toplamakta dahi zorlanıyordu . Öyle ki mev­
cut vezirlerin önemli bir bölümü "şeriatı savunan din kardeşleri"ne karşı
savaşmak istemiyordu.32 Üstelik dönemin kutuplara bölünmüş siyasi at­
mosferinde, başkentte ahalinin, Pazvantoğlu'na karşı verdiği destek her
geçen gün artıyordu. 33
Pazvantoğlu isyanının, Saray ile varılan uzlaşma sayesinde son bulma­
sının ardından İstanbul'daki iktidar odakları ile taşradaki ycniçeriler:ı.ı ve
ayanların çıkarları 1 806 senesinde bir kez daha kesişmiştir. Tıpkı Üskü-

30 Sakaoğlu ( 1998 : 1 82). Uşak'ta kale inşa ederek İstanbul'un iktidarına meydan
okuyan Acemzade ailesinin kuşatılması ve idamları konusunda ayrıca bkz. Nuri
Efendi (AE 239:26b ).
3 1 Reed ( 19 5 1 :2 1 ) .
3 2 HHStA (Türkei V/23 ) . III. Selim'e değil, sadece Nizam-ı Cedid'e ve yeni
niz<'lmı tatbik mevkiine koyan katiplere düşman olan Pazvantoğlu Osman
Paşa'ya karşı cihad ibnı için bkz. Gradeva (2005 : 1 25 ve 128-129).
33 1798 senesinde, kahvehanelerde devlet sohbetinin yapılmasına ve Pazvantoğlu
meselesinin tartışılmasına karşı alınan önlemler konusunda bkz. BOA ( C
Zaptiye 302) ve Öner ( 1999:404 ve 4 1 6 ) .
3 4 Edirne Bostancıları ile Rumeli ayanı arasındaki organik bağ konusunda bkz.
TSMA (E 7014/26).
dar'daki yeniçeriler35 gibi, Nizam-ı Cedid Ocağı'na dahil edilmek iste­
nen Edirne'deki yeniçeriler ve Rumeli ayanı, doğrudan Saray'a bağlı bir
ordunun B alkanlar'ı kontrol altına alarak kendilerini "hacer ve şecer"
(taş ve ağaç) konumuna düşürmesinden korkuyordu .36 Cebir örgüt­
lenmesinin ve vergilerin İstanbul'da temerküz etmesi anlamına gelen
Nizam-ı Cedid, ayanların ve yeniçerilerin barış zamanı mültezimlik ve
asayişle ilgili görevlerini ve savaş zamanı sundukları hizmetleri, devlet
için anlamsızlaştırıyordu. Bu bağlamda pek çok bölgesinde yeniçerilik
ile ayanlığın iç içe girdiği Rumeli'de, söz konusu iki grubun Nizam-ı
Cedid'e karşı ortak çıkarlar zemininde ittifak kurarak cephe alması gayet
doğaldı.37 III. Selim ise artık başkenti tehdit eden dağlılar için bir sığı­
nak vazifesi gören Edirne ve çevresinde güvenliği sağlayarak38 bölgedeki
ayanları, tıpkı Çapanoğlu ailesi örneğinde gözlemlendiği üzere Saray'ın
iktidarını tanıyan yerel idarecilere dönüştürmeyi amaçlıyordu . 39 Fakat
Rumeli'deki metbu ayanların, genel bir ittitakla,40 bölgede Nizam-ı

35 Karışdıran bölgesinin Edirne bostancılarının nezaretinden çıkartılması konusunda


bkz. BOA (DPYMd. 3 5 366: 1 5 ) . Üsküdar ycniçerilerinin, Nizam-ı Cedid
Ocağı'na dahil edilmesi ve sabık ustamn, zeamet tevcihiyle İstanbul'dan
uzaklaştırılması konusunda aynca bkz. TSMA (E 3759/2) .
36 Uzunçarşılı ( 1971 :276 ) .
37 il. Edirne Vakası'nda s u yüzüne çıkan ayan-yeniçeri ittifikı konusunda bkz.
Asım Efendi ( 1293 c:I:363vd.); Şanizade (2008 : 1 5 2 ) ve Beydilli (200 l a : l 75 ) .
38 Mısır Harbi sebebiyle B alkanlar'dan asker çekilmesi, bölgenin İstanbul'un
kontrolünden çıkışında önemli bir yere sahiptir. Nitekim l 799'da Mısır'dan
gelen iyi haberlere, Edirne'nin 60.000 kişilik dağlı grubunun saldırısı altında
olduğuna dair tahriratlar eşlik ediyordu. Bu konuda bkz. Öner ( l 999 :526) .
39 Aslında Nizam-ı Cedid ekibi, imparatorluğun ikinci başkentini dağlılardan
arındırarak yeniden Saray'ın hakimiyeti altına alma konusundaki ilk hamleyi il.
Edirne Vakası'ndan çok daha önce Edirne'yc vezir atayarak yapmıştı. Ill. Selim,
İstanbul'un güvenliği için Selanik'te ikamet etmekte olan vali Hasan Paşa'nın
Edirne'ye taşınması ve Selanik'in mütesellim eliyle idare edilmesi yolundaki
teklifi:, her iki şehirde de ayrı ayrı iki vezir bulundurulmasını isteyerek cevap
vermiştir. Bu konuda bkz. BOA (HAT 1452).
40 Tirsinikli İsmail, Serezli İsmail, Yılıkoğlu Süleyman ve Tepedelenli Ali Paşa'nın,
. Edirne ayanı Dağdevirenoğlu Mehmet Ağa'yı, Nizam-ı Cedid kışlaları kurmakla
görevli Kadı Abdurrahman Paşa'ya karşı desteklemesi ve Alemdar Mustafa
Paşa'nın hamisi Tirsinikli İsmail Paşa ve Serezli İsmail Bey'in çatışmalar sırasında
Edirne 'ye bizzat intikal etmeleri konusunda bkz. Gökçe ( 1968 : 1 08 ) .
Cedid Ocağı kurulmasına karşı çıkışı ve İstanbul'daki Nizam-ı Cedid
karşıtı grnpla ortak hareket etmesi,41 Saray'ın ve Nizam-ı Cedid ekibinin
iktidar oyunundaki yerini sarsacak gelişmeleri de beraberinde getirmiştir.
II. Edirne Vakası sonrası Nizam-ı Cedid ekibi arasında başlayan çatışma­
lar ve vakadan birkaç ay sonra Bektaşi tarikatına mensub Ağa İbrahim
Hilmi Paşa'nın yeniçeri ağalığından sadarete ve aynı dönemde Kabakçı
Mustafa İsyanı'nda en önemli rollerden birini oynayacak olan Ataullah
Efendi'nin şeyhülislamlığa atanması, III. Selim ve Nizam-ı Cedid ekibi­
nin kontrolü kaybettiklerini ortaya koymaktadır.42 Tekirdağ'da başlayan
isyan sırasında kadının, Halife III. Selim'in emirlerinin yerine getirilme­
sinin cuma namazından çok daha kutsi bir fariza olarak takdim etmesinin
ardından linç edilmesi ve III. Selim'in adının cuma hutbelerinden çıkar­
tılması çatışmanın ideolojik boyutuna referans vermektedir.43Tekirdağ'ın
bombalanması ve Nizam-ı Cedid ordusunun geri çekilmesi ile sonuçla­
nan çatışmaları takiben isyancılarla yapılan müzakerelerde elcbaşlarının
"ekserinin yeniçerilik iddiasında" olması ve mirmiranlık, hatta vezirlik
istemesi,44 Rumeli ayanı ve yeniçerilerinin, Nizam-ı Cedid ekibinin45 ve

41 Bostancıbaşılıktan Sadrazamlığa yükselen Hafiz İsmail Paşa'nın göreve gelişinden


sonra İstanbul'daki dengelerin, Nizam-ı Ced1d ekibi aleyhine olmak üzere
değişmesi, Sadrazam, Tayyar Paşa ve Tirsinikli İsmail Ağa arasındaki ittifak ve
vaka sonrasında Alemdar Mustafa'nın Rusçuk ayanı olarak atanması konusunda
bkz. Uzunçarşılı ( 1 942a:25-26 ve 48-49) ve Mustafa Necib ( 1280 : 12 - 1 3 ) .
Şehzade Mustafa'nın Çorlu ahalisini isyana teşvik etmesi konusunda bkz.
Asım Efendi ( 1 293 c:l:l02). Kadı Abdurrahman Paşa'nın Rumeli'yc geçişini
protesto etmek için İstanbul'da yapılan gösteriler için ayrıca bkz. TSMA (E
7 1 37/1 ) . İstanbul'a gelen Tirsiniklizade'nin adamlarının ortalığı fesada vermesi
konusunda ayrıca bkz. TSMA (E 7017/139).
4 2 Söz konusu atamalar ve bir sonraki şevval tevcihatında Saray'a yakın katiplerin
görevden uzaklaştırılması konusunda bkz. Asım Efendi ( 1 29 3 c : l: l l9
ve 123vd. ) ; Kahraman-Galitekin ve Dadaş ( 1 998 :459-460) ve Bağdadi
Abdülfettah Şevket ( 1 969 : 1 3- 1 5 ) .
43 Cab1 Efendi (2003 :62 ) .
4 4 Edirne vakası sonrası isyancılarla yapılan müzakereler ve Serezli İsmail Bey'in
arabuluculuğu konusunda bkz. BOA (HAT 3180) ve Uzunçarşılı ( 1971 : 3 0 1 ) .
45 Kadı Abdurrahman Paşa'nın Çorlu kuşatmasını kaldırıp Silivri'ye çekilmesini
takiben İstanbul'a yürümeye kalkışan isyancıların, Nizam-ı Cedid ricalinden
on kişinin kellesini istemesi, kayda değer bir ayrıntıdır. Nitekim yaklaşık bir
dolayısıyla Saray'ın uyguladığı siyaset karşısındaki tavrını en açık şekilde
ortaya koymaktadır.
111. Selim'in ayanları, taşrada muktedir ancak Saray'a karşı muti kul­
lar seviyesine indirgemeye çalışan politikasının izlerine Il. Mahmud dev­
rinde de rastlanmaktadır. Fakat ayanlara karşı çok daha sert tedbirler alan
il. Mahmud hedef aldığı güçlü ayan ailelerinin bütün üyelerini idam
ettirmek yerine, idari yetenekleri olan erkek çocuklarım, hin -i hacette
kullanmak üzere hayatta bırakmaktaydı.46 Nitekim Osmanlı İmpara­
torluğu öyle bir dönemden geçmekteydi ki hanedanın güçlü ayanlarla
ittirak kurmaksızın imparatorluğu koruması, hatta iktidarda kalması
imkansızdı.47 Ancak il. Mahınud'un, Alemdar Vakası'nı takip eden dö­
nemde, ayanları kontrol altına alabilmek için izlediği siyaset, III. Selim
devri politikalarından çok daha sert ve gerçekçiydi. Tahta çıktığı esna­
da "dercbeyleri elinde esir" olarak görülen II. Mahmud'un ne ayanlar
arası çatışmaların sonuçlarını bekleyecek48 ne de III. Selim gibi onları
"Allah'a havale edecek"49 zamanı yoktu . Taşradaki idari düzensizliğe,

yıl sonra çıkacak isyanda da Kabakçı Mustafa'nın, 111. Selim' den talep edeceği
rical sayısı Edirne isyancılarının istedikleri kelle sayısı ile neredeyse aynıdır. Bu
konuda bkz. Uzunçarşılı ( 1971 :294).
46 Tepedelcnli Ali Paşa'nın idamından sonra ailenin durumu, bu konuda akla gelen
pek çok örnekten sadece biridir. Bu konuda bkz. Ahmet Müfit ( 1 324 : 190vd . ) .
47 il. Mahnuıd'un Rum İsyanı sırasında Mehmet Ali Paşa ile kurduğu ilişki
bu durumu en açık şekilde özetlemektedir. Ancak unutulmamalı ki Saray'la
kurulan ittitak ilişkisi ayanları İstanbul'da etkili hale getirmekte ve doğrudan
savaş organizasyonuna katılmaları bağlamında siyasete karar verenler arasına
sokmakıadır. Örneğin 1 820'li yıllarda Mehmet Ali Paşa'nın yeğeni İbrahim
Efendi, haceganlıkla sadaret mektupçuluğu kaleminde çalışırken, bir diğer
yeğeni de mirmiranlık görevinde bulunmaktadır. Eşkinci Layihası'nın
hazırlanmasında görev alan kapı kethüdası Necib Efendi ise Akkerman barış
görüşmelerinde, Osmanlı delegasyonunun ikinci katibi olarak görev alacaktı. Bu
konuda bkz. Lütfi Efendi ( 1 999:86-87).
48 Bilhassa savaş dönemlerinde, il. Mahmud'un da ayanlar arasındaki çatışmalara,
doğrudan müdahale etmek yerine arabulucu ve denge unsuru olmaya
çalışmaktan başka çaresi yoktu. Tepedelenli Ali Paşa ve İbrahim Paşa arasındaki
çatışma ve il. Mahmud'un izlediği politika için bkz. Şanizade (2008 : 1 87). Bu
konuda ayrıca bkz. Şanizade (2008:692-694).
49 Uzunçarşılı ( 1 942a:29).

272 1
daha önce de belirtildiği üzere, tımar ve zeametleri, kendisine bağlı
topçu sınıfına tahsis ederek son vermeye çalışan II. Mahmud, bilhas­
sa Bükreş Antlaşması'dan50 sonra valiliklere Saray'dan yetişen ya da en
azından Saray'a bağlı paşaları atamaya başlamıştır.51 Güçlü ayan ailelerini
Halet Efendi52 aracılığı ile kontrol etmeye çalışan II. Mahmud, her ge­
çen gün ortodoks İslama ve bununla bağlantılı olarak halifenin/Saray'ın
meşruiyetine yaptığı vurguyu artırmıştır. İstanbul ve ayanlar arasındaki
rekabetin gündelik siyaset ve iktidar ilişkileri bağlamından koparılarak,
meşruiyet zemininde yeniden tanımlanması Saray'ı, sadece "türedi ha­
nedanlar" olarak takdim edilen ayanlar karşısında eşsiz bir pozisyona
taşıyordu. 53 Mevcut siyasi yapıda resmi görevlere atanmadıkça Osmanlı

50 II. Mahmud'un Bükreş Antlaşması sonrasında ayanlara karşı takındığı tavırda,


imparatorluğun uluslararası ilişkiler alanında görece sakin bir döneme girmesi
kadar, sonuçlanan Osmanlı- Rus Harbi sırasında, ayanların İstanbul açısından
en önemli fonksiyonları olan savaşa asker gönderme işlevlerini artık yerine
getirmeyerek "din (ı devlete 'adem-i ita'at" etmeleri etkilidir. Bu konuda bkz.
Şanizade (2008 :561 -562 ) .
5 1 i l . Mahmud'un ayanları "vatanlarından" uzak fakat daha çekici makamlara
atayarak, ölümlerinden sonra yerlerine, Saray'a yakın kişileri ataması ve
valiliklere aynı aileden, aynı bölgeye üst üste iki atama yapmaması söz konusu
siyasetin bir sonucudur. Bu konuda bkz. Şanizade (2008 : 1 87- 1 89, 68 1 -682
ve 744-746) ve İlyas Ağa ( 1 276:206-207, 238-2 39 ve 288-289). Taşranın,
yeniden İstanbul'un hakimiyeti altına sokulmasına dönük olarak il. Mahmud'un
yürürlüğe koymaya çalıştığı bir diğer önlem de ayanlıktan valiliğe yükselen
paşaların nüfuz alanlan dahilindeki bölgelere kendilerine bağlı mütesellimler
atayarak iktidarlarını tahkim etme eğilimlerine karşı, mütesellimlcrin de tıpkı
valiler gibi İstanbul'un iradesiyle atanmasına dönük politikasıdır. Sonuçsuz
kalan bu girişim için ayrıca bkz. Çadırcı (2007a : 3 3 ) .
52 Yeniçeri Ocağı üzerinde d e etkili olan Halet Efendi'nin Musul'a vali atanması
konusunda il. Mahmud'a verdiği takrir, bu konuda iyi bir örnek teşkil
etmektedir. Takrir için bkz. TSMA (E 5026/ 1 8 ) . Bu konuda ayrıca bkz. Reed
( 19 5 1 : 2 1 ) ve Klıoury ( 1 999:53 ) . Halet Efcndi'nin Tepedelenli Ali Paşa'nın
bertaraf edilmesinde oynadığı kilit rol konusunda ayrıca bkz. Esad Efi:ndi
(2000:678vd.) ve Walsh ( 1 82 8 : 39vd . ) .
53 "Resulden sonra muhtar-ı Ehl-i İslam olmuş Aı-i Osman neslinden" gelen
II. Mahmud ile kendilerine "hanedan ta'bir olunan yadigaran" arasındaki
mücadelenin ideolojik boyutu ve bu bağlamda Anadolu ve Rumeli'ye
gönderilen fermanlar için bkz. Şanizade (2008 :65 ) .
hanedanı karşısında hiçbir meşruiyetleri bulunmayan ayanlar, vali, hatta
sadrazam olarak merkeze eklemlendiklerinde, en azından kağıt üzerin­
de, meşruiyetleri Saray'dan menkul kullara dönüşüyordu. :Bu bağlamda
II. Mahmud'a göre "düvel-i efrendyye şöyle dursun bayağı haraçgüzar
re'ayanın dahi Babıali'yi gözüne kestirdiği" bir dönemde, nasıl ki Alem­
dar Yakası sonrasında başkentte "erkan-ı erba'a ittihad" etmiş ise taşrada
da "Ehl-i İ slam arasındaki tefrika-yı külliye" ortadan kaldırılmalıydı. Do­
layısıyla II. Mahmud, gölgesi altında yaşayan bütün Müslümanlardan,
ülke nüfusunu tefrik edici unsurlar olarak vaz edilen ayanları bir tarafa bı­
rakarak halifenin/padişahın çevresinde " ittif'ak ve ittihad iderek gayret-i
İ slamiyye'yi i'cra ve i'la-yı kellmetullahı mıldb haleti ikmal" etmelerini
istiyordu. Avam ve nasın yekvücud olmasıyla kurulacak ittifük-ı hakiki ile
bir taraftan diğer bütün aidiyet duygularından arındırılan ve aracı iktidar
odaklarından azade kılınan insanlar, padişahın mutlak hakimiyeti altına
girerken, diğer taraftan da II. Mahmud ihtiyaç duyduğu neferleri, sık sık
sorun yaşadığı aracılara muhtaç olmadan seferber edebilmeyi hayal et­
mekteydi . Ne de olsa padişah, Sekban-ı Cedld'in lağvını bildirmek üzere
taşraya gönderilen fermanda da açıkça belirtildiği üzere "devlet askeri"
toplama yetkisine, dolayısıyla meşru şiddet tekeline sahip tek organdı . 54
Devletin birinci hizmetkarı dışarıda bırakılmak şartıyla, mutlakıyetin yek­
pare ve homojen/türdeş toplum tasarımının izlerini taşıyan bu yeni dü­
şünce biçiminde, nüfusu, ülkeyi ve iktidarı parçalayan ayanların herhangi
bir yeri yoktu. Ayanların, i l . Mahmud'un taşrayı yeniden kontrol altına
almaya dönük İ slami tonu ağır basan ideolojik hamlelerine verebildiği
tek cevap, nüfuz bölgelerinde yaşayan ahaliyi, kadıların da desteğini ala­
rak merkezden atanan valilere karşı kullanmak ve sık sık şikayet arzuhal­
leriyle Babıali'yi taciz etmekten ibaretti.55 i l . Mahmud, şikayetlerin so-

54 Bu konuda bkz. Yaman ( 1941 - 1 942:433).


5 5 Örneğin Teke ve Hamid sancakları mutasarrıfı Vahid Paşa'nın kendilerine
zulmettiği gerekçesiyle Babıali 'ye başvuran Ispartalıları aslında, Isparta ayanı
Nasuhoğlu Hacı Süleyman Ağa yönlendirmekteydi. Valinin tasarruf ettiği
vergileri, Vahid Paşa'ya göndermemekte ısrar eden Süleyman Ağa, yaptığı
tezvirat ile bölgede, valinin "kesr-i nüfüzunu mucib" olmuştu . Bunun
yanı sıra valinin, toplanması gereken vergileri, kazalara tevzi için ayanları
davet ettiği meclise, bölgedeki hiçbir ayan icabet etmediğinden vergiler de

274 1
ruşturularak olabildiğince hızlı bir şekilde sonuçlandırılmasını ve asılsız
çıkan şikayetlerde, müştekinin en ağır şekilde cezalandırılmasını öngören
fermanı çıkarttığında artık ayanların, istanbul'a karşı kullanabilecekle­
ri hiçbir araç kalmamıştı. IL Mahmud 1 820 'li yılların başlarında önde
gelen ayan ailelerinin reislerinin ölümleriyle56 birlikte , S aray'ın taşrada­
ki hakimiyetini göreceli olarak kurmuştu.57 Hayli müddet eyaletlerde
istanbul'a bağlı, muktedir vali görmeyen ayanlar, vüzeranın hükümetine
güç de olsa artık alışmak zorundaydı. 58
Çalışmamızın mercek altına aldığı dönemde imparatorluk merkezin­
de konumlanan fakat ortak çıkarlar zemininde kurdukları ilişkiler aracılı­
ğıyla imparatorluğun en uzak bölgelerine kadar uzanan iktidar odakları
arasındaki ilişkiler, en az ayanlar ile başkent arasındaki münasebetler ka­
dar gergindi. Modern ordunun beraberinde getirdiği ihtisaslaşma ile ar-

toplanamıyordu. Bu konuda bkz. BOA ( HAT 3 1 502) . Bu konuda ayrıca bkz.


Şanizade (2008 :521 - 524); Menemencioğlu Ahmed Bey ( 1 997:76) \'C Orhonlu
( 1969 :4 1 ) .
5 6 1 8 14'de Süleyman Çapanoğlu'nun ve 1 8 1 6'da Karaosmanoğlu Ömer Ağa'nın
ölümleriyle Orta Anadolu'yu, Köse Paşa hanedanından Veli Paşa'nın 1 8 1 3'dek.i
idamıyla Güneydoğu Anadolu')ru, Tuzcuoğlu Memiş Ağa'nın 1 8 17'dek.i
idamıyla damadının isyanına kadar Doğu Karadeniz bölgesini kontrolü altına
alan II. Mahmud, Serezli İsmail Bey ile Pazvantoğlu Osman Paşa'nın ardından
Vidin bölgesine hak.im olan İdris Paşa'nın peş peşe ecelleriyle ölmesini takiben
Tuna boyunu kontrolü altına almıştı. Yılıkoğlu Süleyman, Adakale muhafizı
Receb Ağa, Hazcrgrad ayanı Hasan Ağa'nın idamı ve nihayet Dimetoka ayanı
Ömer Bey'in padişah kulluğunu benimsemesi ve Zağra-i Atik ayanı Hacı
Mehmet Ağa'nın Rodos'a sürgün edilmesi ise II. Mahmud'un Balkanlar'ın
önemli bir bölümünde hakimiyet kurmasını sağlayacaktı. Ancak aynı dönemde,
II. Edirne Vakası'nda en önemli rollerden birini oynayan Dağdevirenzade'nin
idamı imparatorluğun ikinci başkentini II. Mahmud'un değil, yeniçerilerin
kontrolüne sokmuştur. Bu konuda bkz. HHStA (Türkei Vl:5, 26 Mart 1 8 1 3);
Şanizade (2008:80 1 ); Jorga (2005: 198); Beydilli (200 l a : l 37 ve 168); Walsh
( 1 836 c:I :308-309); Bryer ( 1969 : 198); Aktepe ( 1 9 5 1 -1952:21 vd . ve 3 5 ) ve
Nagata ( 1999:5 1 ). Bu dönemde, Topkapı Sarayı'na valiler hakkında sürekli bilgi
akışının sağlanması konusunda ayrıca bkz. Şanizade (2008:708-709) .
57 Münch ( 1 839:32).
58 Süleyman Çapanoğlu'nun, nüfuz bölgesine vali olarak atanan Pehlivan İ brahim
Paşa'yı İstanbul'a şikayet etmesi üzerine il. Mahmud'un yaptığı bu yorum için
bkz. Uzunçarşılı ( 1974:252).
tan kurumsallaşma, dünyayı birbirinden farklı biçimlerde algılayan devle­
tin asli kurumları arasındaki rekabeti ilzam ediyordu. 1 8 . yüzyıl süresince
Avrupa ile kurulan ilişkileri tekelleri altına alan, kale yapımı gibi askeri
inşa faaliyetlerinin başında bulunan ve daha da önemlisi bizzat savaşla­
ra katılarak ordu organizasyonu konusunda bilgi sahibi olan kitipler,59
III. Selim devrine gelindiğinde, Osmanlı Devleti'nin dünyaya bakışını
şekillendiren en önemli unsurdu. Devleti oluşturan diğer asli kurumlar
aleyhine olmak üzere iktidar gücünün Saray'da temerküz eın1esine ola­
nak veren padişaha yakın devlet görevlilerinin ön plana çıkışı,60 her geçen
gün ocakların ve ulemanın, sadece askeri yeniden yapılanma konusunda
değil, imparatorluğun iç ve dış, önemli bütün meselelerinde alınacak ka­
rarlara katılımlarını azaltıyordu. 6 1 Kadim bir uygulama olsa da Nizam-ı

59 Vasıf Etencli'nin kaleme aldığı vekayinamede taktik organizasyona dair verdiği


bilgiler ya da Mustafa Reşid Efendi'nin top dökümü ve talim gibi konulardaki
bilgisi, III. Selim'in görev verdiği katiplerin modern ordu hususundaki
bilgilerini ortaya koyan örnekler cümlesindendir. Bunun yanı sıra İstanbul'a
taarruz eden İngiliz donanmasına karşı Iloğaz'da kurulan sayısız tabyanın inşası
için görevlendirilen nazırlardan sadece Çarhacı Ali Paşa'ııın askeri zümreden
oluşu, buna mukabil diğer nazırların tamamen katipler arasından seçilmesi bu
konudaki bir diğer zikre değer örnektir. Modern harp okullarına dönüşecek
olan mühendishanelerin gelişerek, Tanzimat ile birlikte en az katipler kadar
Avnıpa'yı tanıyan mezunlar verdiği döneme kadar, bazı istisnai ara dönemleri
bir kenara bırakacak olursak katipler, orduyu ve devleti ellerinde tutan yegane
grup olmuştur. Askeri bürokrasinin ön plana çıkışı ise sadrazam oldukları
dönemde aynı zamanda seraskerlik makamını da ellerinde tutan Ali ve Fuad
paşaların ölümünden sonra gerçekleşecektir. Bu konuda bkz. Vasıf Efendi
( İÜKTB TY 598l :pek çok yerinde); Mustafa Necib Etendi ( 1280 : 1 8 ) ; Uçman
(TY) ve Işıksal ( 19 5 5 ) . Askeri zümre ve katipler arasında yapılan ve dönemin
siyaset düşüncesini yansıtması bakımından önem arz eden bir karşılaştırma için
ayrıca bkz. TSMK ( HK 385 :4b vd. ) .
6 0 Jorga (2005 : 1 59).
61 Öyle ki, III. Selim devrinde artık padişahın hatt-ı hümayun yazma yetkisinin
bile kısıtlanması konusunda görüşler serdedilebilmekteydi. Padişalun sadece
genel konularda görüş bildirmesini, günlük devlet işlerinin ise katipler aracılığı
ile yürütülmesini öngören bu yeni devlet algısında padişahın hatt-ı hümayı'.'ın
yazacağı konunun öncelikle reis efendi, sadaret kethüdası, defterdar, şeyhülislam
gibi önemli devlet görevlilerince tartışılması ve padişahın, meşveretin sonucuna
göre hatt-ı hümaytinunu kaleme alması önerilmekteycti. Zira padişahın, şerre
Ced!d siyasetiyle iktidarları tahkim edilen katip nazırların, Nizam-ı
Cedid ve topçu ocaklarında, kadimde olduğu üzere sadece ocakların
mali işlerinde değil, "cem'-i umurunda" tek söz sahibi olmaları, askerler
üzerinde hiç de alışılmadık bir vesayetin kurulmasının önünü açmıştır.62
Bu bağlamda askeri ve sivil bürokrasinin yavaş yavaş ayrışmaya başladığı
III . Selim devrinde, Nizam-ı Ced!d ekibi63 bir taraftan kendisine bağlı

vegeçikanuna l e bi l i r mugayy
di . Padi ş ir yazacağı
ahı dahi bağl hatt-ayanı hümayunl
kanun ve anirıznamnamel
önüne ancak e r aracı bulığşekiıylald, e
kanunl
yetki s i airın uygul
n al a nı naımakl
geni aşlyüküml
e terek ü devlplanaet (,'.ıkartaıı yeni perspekti
ön bürokrasisini, sahip olduklfairıçinyoruml bkz. ama
6263 YeşiSülIII.elSelymani ye SK (EE 3836:7b ). bu

(2i013).
ldtiYusufpleAğar,mörneği devrinneRaşiyöndveren Ef e ndi bu, Saray
grup,erkanı daha ,çokörneğimazuln Valveidgörevdeki e Kethüdası önemli
başıbağlnı daulebulma,\'ueörneği nanİbrahiMustaf m Nesia Reşim Efd eEtndiendi, reforml
nşmaktadı
Tatarcıkr.Abdul ve Hacı arıİbrahi
laNih Efzam-endiı Cedi
yönlendim Efrenendikuruml
gibiddönemi III. , aSelrınim'e
nn,öndetüm gelüyelenerinin
şahsi y
bilgi ve beceri etl e ri n den ol u
leRatiri ilbe kendi zümrel Ancak eamıri içyaindeda temay ri
üEfzeeden c al i n i
kiinşiekilerdenbe dahiolulştuğu
düşünül e mez. Ef e ndi ' n i n i d Azmi ndi ' n
diçeledivilanışmkiemesi
,ilOsmanl gibıi örnekl
bürokrasi erdesindein açıtipkikçahastal gözleığmlı olendian ğsadakat
e maluldü. Dolayısıyla Behiç Efendiola,rakkalbiemelinenaldığı layihada Avrupa'
i gibi Niilezam-liyakatı Cediarasıd ndaki
da
niresmiteleydietğikazandı bir meclrılimsinasıkurul
Comite Sccret, Staatsrath, Coııseil d,Etat
myasıordu.nı öneri rakenrındaasltemel
ında zaten
"kalb-i devlet" ol
varardaolbianr biuzlr aheyete a rak
n ı i s ti Aral
olPaşa'sa danın devrinPaşa'ricalniınndcnyaşadıdahağı aziayrıl ebir rveyerdeatamalduruşu, ar ve damatkonul Küçük Hüseyi şman
arası n
Hakkı

da bel i r l i konul a rda fi k i r bi r l i ğ i sağl a namadı ğ ı n a Niişaretzam-etmektedi


ı Ccdid ekir. bi
Kaynakl bi, arıSeln sıimkr.çaGrubun
ekikonumundadı vurgulnadıdeğhayata
dönemi ı üzere geçion irlialeonn siikyiasetikişindenenolöneml uşan iNikararzam-veriı Ccdlcisi d
öngördüğü
III.

uygul a mal a r bir üyesindaolvezianrİazam


hakkı smet iBeyefl e cndi'niniscedltemesid sinye,asetidiğner
konuşmak
grupsıüyelhakkıerindatarafıbirnfidankir engel
yapı vermektedi olunması r . Zi ,rNia Nizam-zam-ı Cedi
ı Cedi d dekiekibibniinnedıgöreşa kapal"ecza-ı
yıgerekmektedi
vüclıdumuzdan r . Tı p hasıkı Prusya'
l olan evldaaKraldlarımıFrizı dahi e dri c mahrem-
h Wi l h el mi esrar
' i n etmemek"
tütün sofrn izlaelyeceği
arı ya
dasiyaseti
aydınnlbelananirleFransa' n ı n sal o nl a rı
I.
gi b i , resmi
nmesinde önemli bir rol oynayan, yabancı kaynakların Nizam-ı ol m ayan f a kat devl e ti
1 277
nazırlar aracılığı ile ocaklara nezaret etmeye ve onları, nihai doğru ola­
rak kabul ettikleri dünya görüşleri çerçevesinde yeniden şekillendirmeye
çalışırken, diğer taraftan da İrad-ı Cedld Hazinesi sayesinde mali yapıyı
kontrol etmeye çalışıyordu. Nizam -ı Cedid ekibinin en önemli üyele­
rinden biri olan Mustafa Reşid Efendi'nin uzun süre, aynı anda İ rad-ı
Cedid Defterdarı ve T3.Iimli Asker Nazırı olarak görev yapması ve Levent
Çiftliği'nde ikinci ortanın kurulmasından sonra artan iş yoğunluğu sebe­
biyle İ rad-ı Cedid Hazinesi'ni, Nizam-ı Cedid'in en önemli isimlerinden
Hacı İ brahim Efendi'ye devretmesi,64 sadece kadim devlet organizasyo­
nunu temelinden sarsan yeni siyasi ajandanın öngördüğü mali yapı ve
ordu arasındaki ilişki bağlamında açıklanamaz. Bir iktidar oyununun ser­
gilendiği bu dönemde, zamanla sadrazamların65 dahi kendileriyle uzlaş-

Cedid divanı ya da kabinecik olarak isimlendirdikleri kurumun, siyasi açıdan,


en azından devletin diğer asli kunımlarını temsil yeteneğinden yoksun oluşu,
hiç şüphesiz nizaın-ı cedidin selameti açısından en önemli problemlerden
biriydi. "Endenın ve binınun dokuz on şahıs" tarafından idare edilmesine ve
söz konusu ekibin, kendilerini devletin diğer asli kunımlarından üstün görerek
devrin önde gelen devlet adamlarını saf dışı bırakmasına yönelik eleştiriler
kaynaklarda sıkça tekrarlanmaktadır. Bu bağlamda Nizam-ı Cedid ricali, ancak
" . . . ismi verilen on neferden birine emr-i hak vak'i oldukda cümlemizin rey-i
ittifakıyla gerek ricfilden gerek züınre-i 'ulemadan bir münteh5.b ve 'akil ve
müsta'id kimesne"yi Nizam-ı Cedid meclisine dahil etmeyi plamyordu . B u
konuda bkz. N A (FO 78/63 : 1 8 3 ) ; Hobhouse ( 1 8 1 3 : 1 009- 1 0 1 0); Uzunçarşılı
( 1939 : 1 85 , 195 ve 205, 1 973:656 ve 1965:599); Derin ( 1973a:2 1 6 ve
1974 : 3 8 1 ) ; Schlcchta-Wssehrd ( 1 882:30- 3 1 , 47 ve 59); Çınar ( 1992 : 1 7-20) ve
Oliver ( 1 8 0 1 :206-207) .
64 Shaw ( 1 971 :87).
65 Örneğin "Nizam-ı Cedid kabinesinin elinde kukla olmak istemeyen" III.
Selim'in son sadrazamı İsmail Hafız Paşa, padişahın Rusya'ya karşı açılacak
savaş konusunda kendisinden önce İbrahim Nesim Etendi'nin fikrini almasını
takiben Nizam-ı Cedid ekibine karşı cephe alarak bu kritik dönemde Balkan
ayanıyla ittif'ak kurmuştur. I I . Edirne Vakası sonrasında iktidar ilişkilerinin
dışında kalmaya çalışan III. Sclim'in, Ağa İbrahim Hilmi Paşa'yı, yeniçeri
ağalığından vezirazamlığa ataması ve İstanbul'da kaymakamlık ve şeyhülislamlık
makamlarında yaptığı değişiklikler ise daha önce de belirtildiği üzere sadece
Nizam-ı Cedid ekibinin değil, kendi sonunu da hazırlayan olaylar dizisinin
başlangıcıdır. Bu konuda bkz. Bağdadi Abdültettah Şevket ( 1969: 1 1 - 1 5 );
Schlechta-Wssehrd ( 1 882:58-59) ve Sağlamdemir ( 1 994:46vd . ) . İbrahim
maksızın herhangi bir karar almasının önüne geçen Nizam-ı Cedid ekibi
devletin alter �osu haline gelmiştir. İstanbul'daki diğer iktidar odakla­
rının, Nizam-ı Cedid ile hem siyasi hem de mali açıdan tasfiye edilmek
istenen ayanlarla birlikte hareket etmesi ve Kabakçı Mustafa'nın önderli­
ğinde başlayan isyanın bir idari grubun tasfiyesi hareketine dönüşmesi66
bu durumun sonuçlarından sadece birkaçıdır.67

Nesim Efendi ve Hacı İbrahim Efi:ndi'nin başını çektiği Nizam-ı Cedid ekibi ile
sadrazamlar arasındaki ilişki konusunda ayrıca bkz. Uzunçarşılı ( 1971 :248) .
66 IV. Mustafa'nın, tahta çıktıktan hemen sonra "sadık olmayan bazı vükelanın
kendileri için mezalim i'dd ederek memleketleri harab ve kaffe-i ümmet-i
Muhammed'in kulılbunı tenfir eylediğini" belirtmesi, Nizim-ı Ced1d ekibinin,
devletin diğer organları tarafından nasıl algılandığını ortaya koymaktadır. IV.
Mustafa'nın, yeniçeriler ile yapuğı anlaşmayı belgeleyen hüccet metninde
referans verilen ayetlerden ikincisi ise isyanının tamamen bir idari grubun
tasfiyesini öngördüğünü ortaya koymaktadır. Münib Efendi'nin kaleminden
çıkan metinde yer alan İsra Suresi'nin on altıncı ayeti şöyledir: "Biz bir
ülkeyi/medeniyeti mahvetmek istediğimizde onun servet ve nimetle şımarmış
clebaşlarına emirler yöneltiriz de onlar orada bozuk gidişler sergilerler. Böylece
o ülke aleyhine hüküm hak olur; biz de oranın altını üstüne getiririz." Hüccet
metni için bkz. Beydilli (200l b ) Bu konuda ayrıca bkz. BOA ( HAT 59055);
Kuran-ı Kerim ( 1 997:257).
6 7 iV. Mustafa her ne kadar "sadık kullarını da'irna taltif etmeye" çalışsa da 111 .
Selim'in tahta çıkışını takiben devletin kilit noktalarına atadığı Nizarn-ı Ccd1d
ekibine benzer bir gruba sahip değildi. 1 1 1 . Selim döneminde Nizam-ı Ced1d
ricali arasında bulunmayan Azmi Efendi ya da Yusuf Agah Efendi ile topçu
sınıfinın koruması altında bulunan Mustafa Reşid Efendi gibi şahsiyetler,
IV. Mustafa devrinde İstanbul'da önemli mevkilere getirilmiştir. Kabakçı
Mustafa İsyanı, I I I . Selim deninde temayüz eden ricalin bir kısrnıııııı idamı,
bir kısmının da İstanbul'dan firarı ile sonuçlanmış, buna mukabil savaşlar
sebebiyle ihtiyaç duyulan katip sayısı ikiye katlanmışur. Bu bağlamda Alemdar
Vakası sonrasında yeniçerilerin kellelerini istediği ricalden çoğunun, örneğin
Galib Efi:ndi'nin, imparatorluğun iç ve dış meselelerine dair sahip oldukları
bilgi ve becerileri sebebiyle idam edilememesi, 1808 sonrasında Bibüli'de
yaşanan katip sıkıntısına işaret etmektedir. Nitekim Babıali'de temayüz etmiş
katiblerin "fıkdanı, mesa!ih-i mülke ba'is-i perişan1" olabilecek bir durumdu.
1 1 1 . Selim 'in tahta çıkışıyla devletin üst kademelerinde yaşanan değişim ve 1.
Abdülhamid devrinde sürgüne gönderilen rical ve ulemanın affedilerek yeniden
önemli görevlere getirilmesi konusunda bkz. Cevdet Paşa ( 1 309 c:IV:265) ve
B erker ( 1 944:76-80). IV. Mustafa devrinde ocakların Mustafa Reşid Efendi'nin

279
Saray'da ya da Levent Çiftliği'nde toplanan Niza.ın-ı Cedid'in sofra
meclisleri68 imparatorluğun geleceğini belirleyen konuların tartışıldığı ve
karara bağlandığı organdı. Muntazam (well-ordered) bir devlet kurmak
amacıyla izlenen siyasetin nizam kelimesiyle ifade edildiği bir dönemde,
dar katılımlı meşveret meclislerinde69 kaleme alınan nizamnameler, daha
sonra Babıali ya da şeyhülislam konağında toplanan "meşveret-i kebir
meclisinde" ,70 itirazların önünü alabilmek ve siyaseti zahiren de olsa dev-

Tersane Emini olarak atanması için yaptıkları başvuru için bkz. BOA (HAT
53019). Azmi Efendi'nin IV. Mustafa devrinde meşveretlere katılması ve
valide kethüdası olarak atanması konusunda bkz. BOA (HAT 52993) ve Derin
( 1 974:425). Yusuf Agah Etendi'nin IV. Mustafa devrinde rikap defterdarlığına
getirilmesi konusunda bkz. BOA (HAT 53612 ). IV. Mustafa'nın genci olarak
yeniçerilerin isteğiyle önemli mevkilere getirdiği ricalin "uınur-ı devletten
bi-haber" olması konusunda bkz. Öz ( 194 1 :27-28 ). Alemdar Vakası sonrası
yeniçerilerin verdiği fakat katip azlığı sebebiyle kabul edilmeyen idam listesi ve
Galib Efendi'nin Rusya ile devam eden mükalemcler sebebiyle başını kurtarması
konusunda bkz. Şanizade (2008 : 1 50) Katipler ve isyanlar arasındaki ilişki
konusunda ayrıca bkz. BOA (HAT 5 3 1 07, 23149) ve Derin ( 1 974:437) .
68 Genellikle I I I . Seliın'in emri ve Mustafa Reşid Etendi'nin daveti üzerine
gerçekleşen Levent Çiftliği toplantılarında Niz5.ın-ı Ced1d neferlerinin
talimlerinin izlenmesi ve başarı gösteren askerlerin ödüllendirilmesini takiben
devlet meseleleri tartışılmaya başlanıyordu. Ahalinin, "sefa sohbeti" olduğunu
düşündüğü bu toplantılar için bkz. TSMA (E 7137/ l ) ; Arıkan ( 1993 :143 ve
pek çok yerinde); Nuri Efendi (AE 239:82a-b, 278a-b ve 3 36a-b ); Vasıf Efendi
(İÜKTB TY 598 1 : 12b ve 1 5 l b ) .
6 9 Meşveret meclisleri konusunda daha ayrıntılı bilgi için bkz. Akyıldız
(2004b:bilhassa 32).
70 III. Selim, Niziim-ı Ccdid ajandasını uygulamaya başlamadan hemen ünce
"niziim-ı ahval-i 'alemin müzakeresi" için ocaklı, ulema ve Babıali temsilcilerini,
"meşveret-i kebir meclisi" toplantısı için huzuruna çağırmıştı. Ancak söz
konusu meclis toplanmadan önce "müzakeresi ca'iz olan ve olmayan maddeler
ve vakte göre husul ve nizamı mümkün olan hususlar evvclemirde bir defa
mahfice müzakere olunub madde madde" kaleme alınıp padişahın onayından
geçtikten sonra meşveret-i kebir meclisinin gündemine getirilecekti. Gündeme
hangi maddelerin alınacağını ve ne şekilde tartışılarak meclisten hangi yönde
karar çıkacağını belirleyen III. Selim ve Nizam-ı Cedid ricaliydi. Dolayısıyla
Nizam-ı Cedid siyasetinin ilk defa tartışmaya açıldığı meşverette uygulanan
yöntem, birkaç yıl sonra yürürlüğe girmeye başlayacak olan nizamnamelerin
kaleme alınması sürecinde takip edilecek yöntemle aynıdır. Nizamnameler de
let içerisinde varılacak uzlaşma ile belirlemek amacıyla yeniden tartışıla -
rak karara bağlanıyordu .71 Bu bağlamda Divan-ı Hümayun'un toplanma
sıklığının azalmasına mukabil önemi artan meşveret meclisleri, III. Selim
devrinden itibaren siyasi karar alma sürecinde sorumluluğu paylaşmanın
ve sürece İ lmiye, Kalemiye ve Seyfiyenin temsilcilerini dahil ederek, ka -
rarı olabildiğince geniş bir zemine oturtarak meşrulaştırmanın bir aracı
haline gelmişti.72
III. Selim'in Nizam-ı Cedid ordusunu, Alemdar Mustafa Paşa'nın
tersine mevcut ocak geleneği dahilinde kurması da tıpkı meşveret mec­
lisleri aracılığı ile siyasi sorumluluğu geniş bir tabana yaymak isteme­
si gibi, cedid siyaseti meşru bir zemine oturtma çabasmın ürünüydü.
Ancak modern ordunun, üniforma73 ve semboller74 bağlamında manevi

Nizam-ı Cedid ricali tarafından kaleme alındıktan sonra Babıfili'de toplanan


geniş meşveretlerde "reylerinin hilafına bir fert kalmayıcaya kadar" tartışılıyor ve
Ill. Selim'in onayı ile yüıiirlüğe giriyordu. Bu konuda bkz. BOA (HAT 8578);
HHStA (Türkei II/103); Nuri Efendi (AE 239:5b-6b); Uzunçarşılı ( 1 973:655-
657); Berker ( 1944: 1 5 3 - 1 5 5 ) ve Arıkan ( 1993:94 ) .
71 Nizamnamelerin kaleme alınması sürecinde II. Mahmud d a I I I . Selim 'inkine
benzer bir metodu takip etmiştir. Örneğin Mühendish:lne için kaleme alınacak
nizamnamenin, öncelikle Humbarahane Nazın ve Mühendishane Başhocası'nın
ortak çalışması sonucu bir müsvettenin yazılması ve daha sonra söz konusu
nizamnameye, Sadr-ı Rumeli, Sadaret Kethüdası, Zahire ve Darbhanc nazırları,
Başmuhascbeci, Mustafa Reşid, Halet, Vahid ve Mazhar efendiler, R.eisülküttalı
ve nihayet Humbaracı Nazırının katıldığı bir meşveretle son şeklinin verilmesi
konusunda bkz. BOA ( HAT 49537).
72 III. Sclim'in harp ilanı gibi önemli kararların geniş katılımlı meşveret
meclislerinde tartışıldıktan sonra oybirliği ile alınması konusundaki ısrarı için
bkz. TSMA (E 7014/194) ve Kara! ( 1999:54).
73 lll. Selim, yeniden yapılandırılan ocakların üniformaları konusunda oldukça
hassas davranmaktaydı. Nizam-ı Cedid neferlerini, topçu sınıfına örnek gösteren
III. Selim, topçuların da üniformalarmın daima temiz ve düzgün olmasmı
istiyordu . Ancak modern tilimin bir sonucu olarak kısa zamanda fersude olan
üniformalarm sık sık değiştirilmesi gerekirken Miıi Hazine'de para bulunmaması
sebebiyle topçu neferleri uzun süre aynı üniformayı giymek zorunda kalıyordu.
Nizaın-ı Cedid Ocağı neferlerinin üniforınalarınm düzgün olmasının sebebi ise
üniforma ihtiyaçlarınm İrad-ı Cedid Hazinesi'nden karşılanmasıydı. Bu konuda
bkz. TSMA (E 3759/ 1 ) .
74 Konstantin Kapıdağlı'nın çizdiği meşhur III. Selim portresinde yer alan III.

1 281
şahsiyetinin oluşmaya başlaması ve "asker-i cedid-i hakani"75 olarak isim­
lendirilmesi, askeri zümrenin İstanbul'daki kadim temsilcisi yeniçerilerin
pozisyonunu76 sarsacak gelişmeleri de beraberinde getirmiştir. Taşrada
Nizam-ı Cedid neferlerinin, kendi subayları haricinde voyvoda, mütesel­
lim ve serdar gibi görevliler tarafından cezalandırılamaması, yeni orduyu
mevcut idari sistemin ve ceza hukukunun dışına çıkartıyordu .77 Bu bağ­
lamda Nizam-ı Cedid ordusuna verilen atıyeler78 bir tarafa, "derebeğ ve

Selim tuğrasının sağ tarafinda görülen ay-yıldız, modern ordunun simgesi


olarak kullanılmaya başlanacakur. Zira III. Selim, Nizam-ı Cedid Ocağı'nda
kullamlacak topların ağzına yakın bir yere, tuğranın yanı sıra "hilal şekli ile
bir yıldızın resm" olunmasını istemiştir. Yeniçeriliğin lağvından sonra ise il.
Mahmud yıldız ve hilalin ahali tarafından kullanılmasını yasaklayarak sadece
Asak.ir-i Mansure'ye mahsus bir sembol olarak tescil etmiştir. Bu konuda bkz.
Işıksal ( 19 5 5 : 1 82); Esad Efendi (200 5 : 1 66 ) ; Beydilli (200 l a : l 7) ve Artan­
Berktay (2002 :9, 18 vd. ) .
75 Kabakçı isyanı sonrasında yeniçerilerin "asker-i sultani ınu'amclesi"
göreceklerinin özellikle ilan edilmesi, ocağın bu konudaki hassasiyetini ortaya
koymaktadır. Bu konuda bkz. Özcan ( 1999 : 8 5 ) ve Erol (20 1 3 : 1 22- 1 2 3 ) . il.
Mahımıd'un Alemdar Vakası sonrasında "kadim ocaklara riayet" olunacağına
dair verdiği emir konusunda ayrıca bkz. Özcan ( 1 999 : 149 ) .
76 Nizam-ı Cedid neferleri ile yeniçeriler arasındaki, zaman zaman silahlı
çatışmalarla sonuçlanan gerilimin bir benzeri de Sekban-ı Cedid neferleri ve
yeniçeriler arasında yaşanacaktı. "Asl'a ocaklıya i'tibar etmeyüb heman re'aya
derecesinde mu'amelc eden" Alemdar Mustafa Paşa, sadrazam olduktan sonra
her ne kadar meşru şiddet tekeline sahip olsa da neferleri, İstanbul ahalisi ve
yeniçeriler için "dağlı eşk.ıyası"ndan başka bir şey değildir. Bu konuda bkz.
Derin ( l 973a:2 5 3 ) ; Beydilli (200 l a: 1 1 1 vd . ) \'C Şaniz5.dc (2008 : 1 09).
77 Nizam-ı Cedid Ocağı'nı mevcut hukuki yapı dahilinde kadim devlet
kurumlarından ayrı bir yere oturtan ve ayan ve paşaların yetki alanının dışına
çıkartan bu uygulama için bkz. BOA ( DPYMd. 35566:35-38). Taşra idaresinin
yavaş yavaş Saray'ın hükmü altına girmeye başladığı 1 820'li yıllarda yeniçeriler,
taşradaki yoldaşları için aynı talebi dile getirmişlerdir. Bilhassa garnizon
şehirlerini, ocak ağaları aracılığı ile kontrol altına almaya çalışan yeniçeriler, bu
şekilde taşradaki ağaları ve yeniçeri yoldaşlarını vezirlerden, bir başka ifadeyle
mülki idareden bağımsız bir konuma getirmeyi hedefliyordu. İleride daha
ayrıntılı bir şekilde ele alınacak bu konu için şimdilik bkz. BOA (HAT 1 7328 ) .
78 Sadece Avrupa tarzı tfilim yapukları için ödüllendirilen Lağımcılar için bkz. BOA
(HAT 8 1 8 3 ) Mısır Harbi'nden başarıyla dönen Nizam-ı Cedid askerlerinin
çelenk ve auye ile taltif olunması konusunda bkz. TSMA (E 3759/3 ) .
miri sekbanların" 1 8 . yüzyıl ortalarından itibaren ocaklara tercih ediliyor
olmasından şikayetçi olan yeniçeriler,79 Nizam -ı Cedid ordusunun devlet
protokolünde önlerine geçmesinden80 hiç de hoşnut değildi. Devlet or­
ganizasyonu dahilinde iki ordunun yarattığı "münafese ve adavet" ,81 III .
Selim'in Cuma selamlıklarında kendisine Nizam-ı Cedid ordusunun82

79 "Dercbeyl
"Türk ve cri ve miri rağbet"i
Türkmene askerini nocaklartmasıara tnedanrcih şiilkeayeti'tibç:ii rol" aedin yeni lmesiçerindenleriven, Yaş
Antl
yaptı akşması
l a rı sonrası İstanbul
propaganda i ç i n 'da, Özcan
bkz. "miri askeri (1999: ile5i9);ş görülÖğreten meyeceği (2014: ne"1 59)dairve Çınar
(ol1999
unması :240)." yönündeki
YeniçerilctalrineplAleerimdar i ç i n Yakasıca bkz.sonrasıŞaninzdaade"kadi(2008:m ocakl
ayrı 151 ara rağbet
).
Fransı
80 III. Selzimuzmanl 'in Fransa' a rı n nınNiİstanbul
ve z im- ı Cedielçidsinnefi reserlmerii nkabuli n ünde,idİstanbul
"kava' - i harbi y 'ye"dakiüzere
resm-i ğgeçiı galt eyapması
oynadı be di v , eltoplçi kabul
anı a nması leringeldeeyeni neği çnerii arkalerinplesasana aktörl i t en bi err uygul
olarakamaydı başrol.ü
Ancak kprotokol
başlgörevadısüresi ları düşünül açısıenmez.dan yabancıZi r a aynı elçdönemde
ilerin, yeniİspanya' çerilerinbiınr anda İstanbul gözelardıçisi,etmeye henüz
vermi bi t meden geri çeki l e n yeni ç eri yasakçı la rı i ç i n Babı i l i 'y e bi r nota
bıdevlrakmıetşintiş.lbia1826 sonrasıçerinlda,iğinyenikaldçeriırıllmerasıyerlndanerinsonraki
rdırinrci. Yeni
subayı Mahmud, başır. Bundakonuda
i tam manası
fes, omuzl i l k
aBOA
yla asakibayramı
ramazan
rında(HAT
r-i sultaninı,ye
harvani1070ve muzıve ka
eşl1573)iğindeve Rami Kı ş l a sı
İlbyasPaşa'Ağanın(1276: '
II.
n da kutl a mı ş tı
458-ı Cedi459).d eki1807bineyıhoşlındagörüKaraman bkz. valiçinil,iğgörev
ine atanan
Şaml ı Ragı
gigiyddierkenrmesitertive bprotokol Ni z im-
ettiği aldaeydayaşanan yer alasorunl n askerlareiriçinneaynca n mek
Nizam-bkz.ı CediSchldeünichta-foWrmasıssehrd yerine
(Deri1882:n (1974:80). 381).
81
82 Cumaim'inamazl
Sel"asker- ni şahaneni
, Üsküdar' arını dgenela yaptı likrleılaTophane
n cami n i nCamiaçı l ı i'ınsıderasıkınlmda,ayıyeniterciçerihleden
ş eroyerikolne
III.

sorununun yaşanması n sel a mı n a durması n ı " tale p etmesi , ci d di bi r prot


NizEdiam-rnı eCediYakası d askerlgibiensebepl
ria sebep
arasıenrldaole cami
msiluştu.
ahlnıinçataçıışmaya
III. Selimdönüşecek
'in ısrarı ileolyenian çprobl
lndiışı rbidirğkaçi bihaftr vekia sonraya
erileremveve
ertel enecek
vegerçekleşti
II.
açılış padirileşahcektiyerir. nBue, konudaSclimbkz.'in görevl
!il. e
BOA (HATSel9813); l aracı
İÜKTB ı şahanesi lı ğ ı i l e
6006:ni1"0a)
veilettiSchlği,edahachta-WsonrassehrdYeni(1882: 5 4 ve 79-80). i m ' i n "murad- (TY

imzacılarından biri olançSekbanbaşı eriler ile AriMustaf f Ağa'anarası nda yapısonulan anlgayetaşmanıfenanbir şey
III.
iV.
ın "bunun
283
eşlik etmesini istemesi, çıktığı tebdillerde Nizam-ı Cedid reformlarının
hedefindeki en önemli kurumlardan biri olan Humbaracı Ocağı kıyafe­
tini kullanması,83 hatta mevcut geleneklere meydan okurcasına Nizam-ı
Cedid kıyafeti giymek istemesi84 gibi bidatlar ile bir kat daha derinleş­
miştir. Rusya ile başlayan savaş sebebiyle İ stanbul'daki yeniçeri sayısında­
ki düşüşe mukabil, kolluklarda Nizam-ı Cedid neferlerinin de istihdam
edilmek istenmesi,85 bir başka ifadeyle başkent güvenliğinin Nizam-ı
Cedid ortalarına teslimi ise yeniçerilerin mevcut devlet yapısı dahilinde
tamamen ikinci plana itilmesi anlamına geliyordu. 86
III. Selim'in imparatorluk başkentinde, meşru bir padişah olarak gö­
rülmemesi, sadece kadim temayüllerin hilafına devleti tek başına yönet­
tiği ve padişahı devlet ricalinden uzaklaştırarak Saray'a hapsettiği iddia
edilen Nizam-ı Cedid ekibi87 ya da askeri organizasyon dahilindeki den­
geleri temelinden sarsan cedid asakir-i şahane ile alakalı değildir. 111.
Selim'in çocuk sahibi olamaması da ahalinin padişaha karşı olan düşün­
celerinin şekillenmesinde önemli bir rol oynamıştır.88 Tam da bu sırada
alevlenen Vehhabi İsyanı da 111 . Selim'in, İslam dünyasının önderi ve
hamisi olma iddiasını ve Müslümanlar arasındaki prestijini sarsmıştır.89

olmak ihtimaldir" uyarısı için bkz. Derin ( 1 973a:222) "Yeniçeriler ile Nizam-ı
Cedid beyninde niza' vak.1 olduğuna bina'cn" Harem İskclcsi'nde inşa edilen
caminin resmi açılışının ve I I I . Sclim'in söz konusu camiye Cuma selamlığına
gidişinin ertelenmesi için bkz. Beydilli (200 la:2 1 1 ).
83 Beyhan (2007:23).
84 İstanbul'da I I I . Selim hakkında "Nizam-ı Ced1d urbası giyüb selamlığa çıkacak
imiş" söylentilerinin yayılması konusunda bkz. Cab1 Efendi (2003: 1 26 ) ve
Derin ( 1 973a:222) .
85 Derin ( 1974:385); Beydilli (200l a: l 76- 1 77) ve Schlechta-Wssehrd ( 1 882:79-
80).
86 Nizam-ı Ced1d ordusuna tanınan ayrıcalıklar sebebiyle oluşan genci
memnuniyetsizlik ve "bu yeni birliklerin kaldırılması konusunda oluşan fikir
birliği" için bkz. KA (Kriegswisscnschaftliche Mcmoires 1 8/92 1 825).
87 Öner ( 1999:361 ) .
88 B u konuda bkz. Ottanfels ( 19 1 3 : 1 9 ); Schlechta-Wssehrd ( 1 882:68); Necib
Asım ( 1 341 :400) ve Black ( 1 944:24 ) .
89 Haccın, Osmanlılar açısından önemini kavrayan Napoleon da Mısır işgali
sırasında, Müslümanların hac farizasını rahatlıkla yerine getirebileceklerini
belirtmiş, fakat işlerin kendisi açısından ters gitmeye başladığı dönemde
1 8 06 senesinde Medine'yi kontrolleri altına alan ve bölgeye, mezheb­
lerinin öngördüğü yasaları uygulayan kadılar atayan Vehhabiler, hac
kervanlarının kutsal şehirlere ulaşmasını da engelliyordu.90 Hutbeden
Osmanlı padişahının adını çıkartmaları ve III . Selim'den Mekke'ye gelip
tövbe ederek Vehhabiliği kabul etmesini talep etmeleri, padişahın iktida­
rının imparatorluğun ikinci başkentinden sonra meşruiyetin en önemli
sembollerinden biri olan kutsal bölgelerde de tanınmadığı anlamma gel­
mekteydi.91
İ mparatorluğun doğusundaki Vehhabi İsyanı kadar İstanbul'un ba­
tısmda, Edirne'deki gelişmeler de başkentteki siyasi havanın, Nizam-ı
Cedld ve III. Selim aleyhine dönmesinde etkilidir. Kadı Abdurrahman
Paşa'nın Çorlu'yu topa tutması, Silivri ve Babaeski'de isyanı bastırmak
için aldığı sert önlemlerin92 sonucunda, sıradan insanlar tarafından şeri­
ata/geleneğe aykırı bir uygulama olarak algılanan Nizam-ı Cedld için
Müslüman kanının akıtılması, hatta Kadı Abdurrahman Paşa'nın böl­
geden gönderdiği kellelerin başkentte sergilenmesi, İ stanbul'daki siyasi
dengeleri yerinden oynatacak gelişmeleri de beraberinde getirmiştir.93
Tirsinikli İ smail Paşa'nm Ahyolu, Silivri, Burgaz, Midyat ve Karaburun
istikametlerine birliklerini sevk ederek, doğrudan başkent güvenliğini
tehdit eder hale gelmesi ve İstanbul'a zahire akışının kesilmesi karşısında
III. Selim'in alabildiği tek önlem, İ stanbul'u terk etmekte olan ahaliden

Vehlı5.bileri, Osmanlı Devleti'ne karşı kışkırtmaya başlamıştı. Hac yolu


konusundaki ikinci tehdit ise Cezzar Mustafa Paşa isyanı ile birlikte gündeme
gelmiştir. Bu konuda bkz. TSMA (E 9036/1-2); Öner ( 1999:456); Kurşun
( 1 998 :45-48 ) ve Kara! ( 1 999 : 1 38 ) .
90 Shaw ( 1 971 :22lvd. ve 297 ) v e Schlechta-Wsschrd ( 1882:68).
91 III. Selim'in, başkentteki mevcut durum sebebiyle ilgilenemediği Vehh5.bileri
kontrol altına alma görevi, II. Mahmud zamanında Mehmet Ali Paşa'ya
verilmiştir. Vehhibikrle birlikte iktidanna karşı çıkan Kölemen beylerini de
teker teker etkisiz hale getirecek olan Mehmet Ali Paşa'nın yükselişi ile Vehhabi
İsyanı arasındaki ilişki konusunda bkz. Şanizade (2008:298 ve 578) ve Kurşun
( 1999:48 vd. ) II. Mahmud'un hac ile ilgili yaşadığı sorunlar konusunda ayrıca
bkz. Lütfi Efendi 84- 8 5 ) .
92 Edirne Vakası'nda Kadı Abdurrahman Paşa'nın aldığı sert önlemler için bkz.
Derin ( 1973a:2 1 7-2 1 8 ) .
93 HHStA (Türkei I I : 1 39 ) 10 Eylül 1 806; C:ibi Efendi (2003:62-63) ve Derin
( 1 973b: 1 04).
Haremeyn' de adına hutbe okunmayan halifeleri adına başkenti koruma­
larım istemekti.94
III. Selim'in iktidarının son yıllarında Babıali, sadece İ mparatorluk
dahilindeki siyasi gelişmelerle alakalı problemlerle değil, kaygan bir ze­
minde yürütülmeye çalışılan Osmanlı diplomasisinin, Fransa'nın Mısır
saldırısı ile birlikte çöküşünün yarattığı sorunlarla da boğuşmaktaydı.
Dış düşman tanımı üzerinden meşrulaştırılmaya çalışılan ve Rusya fo­
bisi95 üzerine inşa edilen Nizam-ı Cedid'in öngördüğü askeri yeniden
yapılanma, modern ordu inşasının başta gelen destekçisi konumundaki
Fransa'nın saldırısı üzerine ağır bir darbe yemiştir.96 Mısır işgalinin ar­
dından Babıali'nin, dönemin siyasi mahfillerinde "hasm-ı tabii" olarak
görülen Rusya ile ittifak anlaşması imzalaması, Osmanlı dış politikası­
nın ve Rusya karşıtı hisler temelinde billurlaşan cedid siyasetin meşrui­
yetiyle doğrudan alakalıydı.97 Öyle ki yarım yüzyıldır toprak vermemek

94 Schlechta-Wssehrd ( 1 882 :62-64).


95 Rusya'ı� ın bir gün İstanbul'u fethederek Müslümanlardan cizye toplamaya
başlayacağına, buna mukabil "ahz-ı intikam" için tek çıkar yolun modern bir
ordunun inşası olduğuna dair propaganda III. Selim devri siyasi literatürünün
güzde konularından biriydi. Bilhassa Küçük Kaynarca Antlaşması ile
sonuçlanan Osmanlı-Rus Harbi'nin meydana getirdiği travma ve sonraki
savaşlarda alınan mağlubiyetlerin üzerine inşa edilen Rusya fobisi sadece
başkentte değil, örneğin Musul ve Mısır'da yaşayan sıradan insanlar üzerinde
de etkilidir. Bu konuda bkz. Yeşil (20 l l a : l 87-1 89); Şakul (2005 : 1 33);
Khoury ( 1999: 179); Wittman ( 1 803:233-234) ve Valentini ( 1 828:20). II.
Mahmud dönemi katiplerinin Eşkinci Layihasını bir kez daha Rusya fobisi
bağlamında meşrnlaştırma girişimleri için bkz. Fatih Efendi (2001 :49) ve Lütfi
Efendi ( 1 999:88 ve 93 ).
96 1 798 Ağustosunda Mısır'ın kafirlere teslim edildiğini ve İstanbul'un da başına
aynı şeyin geleceğini düşünen kalabalık bir grubun yaptığı gösteride, Babıali'ye
ve padişaha sövgüler yağdırılması konusunda bkz. Öner ( 1 999:436 ).
97 Osmanlı-Rus ittifakının, Osmanlı başkentinde büyük bir güıiiltü kopardığı
düşünülebilir. Art arda toplanan meşveretler ve bu konuda çıkartılan fetvada,
söz konusu ittifak her ne kadar Avrnpa'daki değişken güç dengeleri ile
meşrulaştırılmaya çalışılıyorsa da dış politikada "mizan" kavramı sıradan
Osmanlılar için hiçbir anlam ifade etmiyordu . Kaldı ki düşmanı Dar'ül­
İslim'dan çıkartmak için Rusya'yla bile ittifak kurnlabileceğine dair fikirlerin,
geniş katılımlı meşveretlerde açıkça dile getirilmesi, III. Selim'i ve Nizam-ı
Cedid ekibini hiçbir şekilde açıklayamayacakları bir pozisyona sokuyordu. Bu

286 1
için savaşılan Rus askerlerinin, sanki hiçbir şey olmamışcasına Osmanlı
başkentine gelmeleri98 ve kendileri açısından kutsal olan Ayasofya gibi
mekanları ziyaret etmek istemeleri, yeniçerilerin ve İ stanbul ahalisinin
sabrını taşırmıştır.99 Dar'ül- İ slam'ı, yaptığı onca harcamaya ve koyduğu
yeni vergilere rağmen tek başına kafirlere karşı savunamayan bir halifenin
prestijini koruması ve mukabele-i bi'l-misl kavramı zemininde tezahür
eden ıslahat siyasetini uygulaması pek de mümkün gözükmemektedir.
Mısır meselesinin çözülmesinin ardından bu sefer eski müttefik
Rusya ve İ ngiltere'nin bir anda düşmana dönüşmesi ve Mısır Harbi sı­
rasında Boğaz kalelerinin tahkirninde aktif olarak görev alan İ ngilizle­
rin ıoo cüretkar bir şekilde başkente saldırması, İ stanbul ahalisi ve onların
temsilcisi olarak ortaya çıkan yeniçeriler için bardağı taşıran son damla­
dır.1 01 İ ngiliz saldırısı sırasında, birkaç yıl önce Haremeyn'i tehdit eden
Fransa'nın İstanbul'daki büyükelçisi Sebastiani'nin, İ ngilizlere karşı uy­
gulanacak savunma stratejisini hazırlaması, Osmanlı Devleti'nin hiç de
alışık olmadığı bir durumdu. İngilizlerin fiyaskoyla sonuçlanan İstanbul
taarruzundan sonra Mısır'a saldırması ise kutsal toprakları bir kez daha
tehdit altında bırakmıştır. İ ngilizlerin başkenti terk etmesinden sonra
vaktinin önemli bir kısmını Topkapı Sarayı'nda, III. Selim'e tavsiyeler­
de bulunarak geçiren Sebastiani'ye,1 02 doğrudan Napo!Con tarafindan

konuda bkz. İÜKTB (TY 886: 1 0vd., 1 5vd. ve 20 ve TY 5832:5a vd. ); Öner
( 1999 :44 1 ) ve Necib Asım ( 1 34 1 : 396).
98 Büyükdere'ye demirleyen, on iki kalyon, bir firkateyn ve üç brikten müteşekkil

99 n
Rus Donanması için bkz. Öner ( 1999:440).
Suhtelerin Ruslara karşı yaptıkları üm ayiş için bkz. Hobhmıse ( 1 8 1 3: 1024)
ve Pouqueville ( 1 806: 148- 1 49 ) .
100 Kabakçı İsyan'ı sırasında, Boğaz tahkimatlarını İngiliz subayların kontrol
etmesini sağlayan Hacı İbrahim Efendi'nin İngiltere'ye yakınlığının, asiler
tarafından altının çizilmesi dikkate değer bir ayrıntıdır. Bu konuda bkz.
Georg Oğlukyan ( 1 972 :9) ve Wittman ( 1803 :56). İstanbul'da, Edirne Yakası
sebebiyle zaten varolan kıtlığın derinleşmesine ve başkentin su sisteminin
çökmesine sebep olan İngiliz saldırısı konusunda ayrıca bkz. Yeşil (20 1 1 b ) .
101 Birkaç sene evvel "Devlet-i Aliyye'nin dost-ı kadimi ve müttefik-i sadıkı" olan
İngilizlerin, hiç kimsenin beklemediği bir anda ve ahalinin anlam veremediği
bir şekilde kefereye dönüşmesi konusunda bkz. TSMA (E 870 1 ve 1209 5 ) .
102 Sebastiani'nin Osmanlı Devleti'ni, Fransa'nın yanına çekmek ve Rusya'ya
karşı kışkırtmak amacıyla kaleme aldığı risale için bkz. Asım Efendi ( 1 293

1 287
gönderilen Legion d'honneur haçının103 bizzat padişah tarafından takıl­
ması da bu dönemde İstanbul kahvehanelerinde ve yeniçeri kışlalarında
yapılan siyasi tartışmaların hararetini artırıyordu. 1 9 . yüzyılın başından
itibaren kimi doğrudan III. Selim ve Nizam-ı Cedid ekibinin inisiyatifi
ve tercihleriyle meydana gelen, kimi de değişken Avrupa diplomasisinin
Osmanlı İmparatorluğu'na yansıyan sonuçları olarak değerlendirilebile­
cek gelişmelerin tamamı, İstanbullular tarafından, reformların din düş­
manlarının inisiyatifi ile şeriatı/kadimi yok etmek amacıyla yaptırıldığına
dair şüpheleri doğrulayan deliller olarak kabul ediliyordu. Artık İstanbul,
III. Selim'i tahttan düşürecek patlama için bir kıvılcım beklemekteydi.
Taşranın güvensizliği ve ödenemez hale gelen vergiler sebebiyle en
azından çift resminin alınmadığı, görece olarak güvenli ve imaretlerinden
her gün yemek dağıtılan İstanbul'a daha kaliteli bir hayat umuduyla göç
eden insanlar104 iktidarın mcşruiyetini kaybettiği bir dönemde başkentin
sosyal yapısını dönüştürmekte ve şehrin yoğun göçe maruz kalan bazı
bölgeleri zamanla Saray'ın kontrolü dışına çıkmaktaydı . Devlet açısından
başkeritin doyurulmasını zorlaştıran söz konusu göçler, isyan tehdidini
sürekli kılması sebebiyle en az isyanlar kadar idareci zümrenin siyaset ala­
nını daraltıyordu. 1 05 Bu bağlamda Saray, İstanbul'a göçü önleyebildiği
ve başkentteki taşralı mülksüz göçmenleri/pırpıri106 istihdam edebildiği
oranda siyaseti belirleyebiliyordu. Dolayısıyla taşrada vergi kaybı 1 07 ve
başkentte beslenmesi gereken insan sayısının artışı sebebiyle göçmen­
ler, iktisadi1 08 olduğu kadar siyasi açıdan da muktedirler için ciddi bir
tehdit unsuruydu . Başkentte nefere ya da külhana dönüşen göçmenle­
rin İstanbul'a akınını önlemek ve idari zümrenin kararlarına müdahale

c:l: 3 1 3 ). Bu konuda ayrıca bkz. Tayyarzade Ahmed Ata ( 1 29 1 -93 c:Jil:'75) ve


Hobhouse ( 1 8 1 3 : 1 027).
103 Schlechta-Wssehrd ( 1 882:68) ve Testa ( 1865 :209-2 10). Mısır Harbi sonrası
İngiliz subaylara madalya ve nişan takılması konusunda ayrıca bkz. Arıkan
( 1993:358).
1 04 Aktepe ( 1958:3-4 ) ve Faroqhi ( 1998 : 1 63- 164).
105 İsyan tehdidinin siyasete etkisi konusunda bkz. Thompson ( 1971 ).
106 Kafadar (2007 : 1 1 8 ) .
107 Aktepe ( 1 958:4).
1 08 İstanbul'a göç ve bu sebeple başkentin yaşadığı iaşe sıkıntısı konusunda örnek
olarak bkz. BOA (C. Dahiliye 608 1 ) .
ederek hadlerini aşan pırpırlleri vatanlarına geri göndermek, 1 8 . yüzyıl
süresince Saray'ın uğraştığı hayati sorunlardan biriydi. Yüzyıl süresince
meydana gelen isyanlardan hemen sonra İ stanbul'a giriş çıkışların tama­
men yasaklanmasından başkentin girişlerine yerleştirilen karakollar ara­
cılığıyla109 göçün önlenmesine kadar uzanan bir çizgide çeşitli tedbir­
ler zaten alınıyordn. 1 1 0 Zira Osmanlı siyasetinde kazanların devrilmesi,

109 III. Selim'in İstanbul'un giriş çıkışlarına karakollar inşa ettirerek, İstanbul'a
girmek isteyen kişilerin çocuklarını, çıkışlarını garanti altına almak amacıyla
alıkoyması konusunda bkz. TSMA (E 2308) ve Shaw (1971 :76vd . ) .
1 10 Yüzyıl başlarından itibaren taşraya gönderilen "ev/hane göçü"nün
yasaklanmasına dair fermanların yanı sıra, İstanbul'da siyasetin gerildiği
dönemlerde resmi işi olmayanların İstanbul'a giriş çıkışlarının yasaklanması,
hatta tek bir iş takibi için İstanbul'a sadece iki kişinin gelebileceğine dair
tahriratlara sık sık rastlanmaktadır. 1 730 İsyanı'na kadar bilhassa Arnavut
ve Kürtlerin başkente sokulmaması asıl amaç iken, isyan sonrasında göçü
önlemeye dönük tedbirlerin yanı sıra göçmenlerin de geri gönderilmeye
başlandığı gözlemlenmektedir. Benzer tedbirlere başvurulan III. Selim
saltanatını takiben, göçmenlerin en önemli rolü üstlendiği üç isyan yaşayan II.
Mahmud, bu konuda amcasından çok daha radikal tedbirlere başvuracaktı.
i l . Mahmud İstanbul'a göçü önlemek konusunda ne kadar sert tedbirler
alsa da kanunları uygulayanları kontrol etmek pek de mümkün olmuyordu.
Örneğin 1 8 1 1 senesinde Kocaeli sancağı mutasarnfi olan ve ismi II.
Mahmud devrindeki askeri değişimle özdeşleşen Hüsrev Paşa, ev göçünün
yasaklandığına dair sayısız ferman olduğu halde "Sakarya Köprüsü'nden o
makule ev göçlerinden akçe ahzıyla imrarlarına ruhsat vermekteydi" (BOA
C. Dahiliye 608 1 ). Rum İsyanı'nııı patlamasından sonra ise il. Mahmud,
İstanbul'un güvenliğini tehdit eden göçmenler konusunda daha kurumsal
tedbirler almaya başlamıştır. İstanbul'a gelecek kişilerden, naiblerin sadreyn
tezkerecilerinden, esnafların kethüdalarından, sair hizmetkarların metbularından
ve ahalinin imamlarından ve patriklerinden isim ve eşkallerini havi tezkereler
almalarını ve bu tezkerelerin İstanbul girişlerinde kontrol edilmesini öngören
mürur tezkeresi nizamı söz konusu önlemlerden ilk ak.la gelenidir. Bu
konuda bkz. BOA (C. Dahiliye 1 5882); Aktepe ( 1958 :7, 9 ve 1 1 ); Başaran
(2006:25vd . ) ; Esad Efendi (2000 : 1 6- 1 7); Bulut ( 1967); Çınar ( 1992: 52-5 5 )
v e Çadırcı (2007b : l 46-147). Yeniçeriliğin ilgasından hemen sonra "sahih
maslahatı olmayub ve kefile rabt olunmadıkça kimsenin [İstanbul'a] imrar
itdirilmeyüb gideceklerin dahi maslahatını mübeyyin 'ilam ile imrar itdirilmesi"
hususunda taşraya gönderilen tahrirat konusunda ayrıca bkz. BOA ( C Zaptiye
429) .
"hamal ve tellak ve ırgad ve etrakın", bir kelime ile mülksüzlerin ortaya
çıkması anlamına geldiğinin Osmanlı eliti uzun süredir farkındaydı .1 1 1
III. Selim 'e, saltanatının henüz başında düzenlenen suikast ise Nizam-ı
Cedid ekibinin meseleye 1 792 senesi gibi erken bir tarihte eğilmesinin
görünürdeki sebebidir.U2
" İstanbul'u teftiş nizamı" ve "Nizam-ı Ebniye", 1 1 3 "ecnebileri" baş­
kentten temizlemeye yönelik III. Seliın'in aldığı tedbirlerin başlangıç
noktasını oluşturmaktadır. Söz konusu nizamnamelerle Nizam-ı Cedid
ekibi, meşruiyetlerinin kaynağı olan padişahı, mülksüz güruhun zulmün­
den koruyabilmek için bekar odalarının inşasını yasaklıyor ve mevcut
hanelerin ve kahvehaneler ve hamamlar1 14 içindeki odaların göçmenlere
kiralanan hanlara dönüştürülmesini, hatta bu tür dükkanlara koltuk ve
kanepe konulmasını önleyerek pırpırilere mesken olabilecek mekanların
sayılarını tedricen azaltmaya çalışıyordu. Başkentteki bina yapım izni için
bostancıbaşı, Galata voyvodası ve miınarbaşından izin tezkereleri, bölge
kadısı ya da naibinden ilam ve vakıf mütevellilerinden ya da tımar ve ze­
amet mültezimlerinden temessük almayı şart koşan cedid nizamnameler
ile Nizam-ı Cedid ekibi bilhassa Boğaziçi'nde ve çevresinde 1 8 . yüz­
yıl başlarından itibaren gelişen gecekondulaşmanın115 önüne geçmeyi
planlıyordu. Gayrimüslim hanelerine yapılan hamamları da kaldırma­
yı ön gören söz konusu nizamnameler, mevcut hanlarda ikamet eden
göçmenler için de alınması gereken önlemleri içermektedir. Söz konusu
nizamnamelere göre İstanbul'daki, medrese, cami, aşhane, tabhane gibi

l l l Asım Etendi ( 1 293 c :II:28 ).


ll2 Uzunçarşılı ( 1 973 :615-616 ve 618) ve Çınar ( 1 999:260vd . ) . Suikast
sonrasında, cuma selamlıklarında III. Selim'in arzuhal kabul etmeyi bırakması
burada zikre değer bir ayrıntıdır. Bu konuda bkz. Başaran (2006: 1 1 2 - 1 14 ).
l l 3 Söz konusu nizamnameler için bkz. Nuri Efendi (AE 239 : 1 36a-b) ve Asım
Efendi ( 1 293 c:I: l 3 8 - 1 4 1 ) . Uygulama konusunda bkz. Çınar ( 1 999:262 )
ve Başaran (2006: 109 vd. ) . 1 8 1 4 tarihinde II. Mahmud'un İstanbul'da
Tahtakale, Balıkpazarı, Unkapanı ve Asmaaltı'nda yoğunlaşan bekar odalarını
yıkması ve yaklaşık üç bin göçmeni vatanlarına geri göndermesi konusunda
ayrıca bkz. Ertuğ (2008 :23 1 ) ve Quataert ( 1 993:20 1 ) .
1 14 1730 İsyanı sonrasında han ve hamamları mesken nıtarak İstanbul'u
yağmalayan Arnavutlar için bkz. Aktepe ( 1958 : 1 0- 1 1 ) .
l l 5 Bu konuda bkz. Erinç ( 1 968).
sosyal yardım kunımlarında çalışanlar1 16 ve buralarda ikamet edenler ile
Tophane, Suriçi ve dışı, Galata, Kasımpaşa, Bahçekapı ve Ahırkapı ara­
sındaki bölgede, Cebehane-i Amire sınırları içerisinde, Beyazıd ve Süley­
maniye camileri arasında, Çukurçeşme, Atikali, Keçeciler, Karagümrük,
Sultan Selim Cami, Unkapanı, Edirnekapı ve nihayet Kadıköy, Üskü­
dar, Anadolu ve Rumeli kavakları civarında bulunan bekar odalarında ya
da kahvehanelerde ikamet eden pırpırller, 1 1 7 hacegan arasından seçilen
nazırlar/memurlar ve Ağa Kapısı'ndan zabitler aracılığı ile kefile rabt
olunarak kayıt altına alınacak, içlerinde "mechul'ül-ahval" olanlar İ stan­
bul gümrüklerinden vatanlarına geri yollanacaktı. ı ı s Mevcut bekar oda-

1 1 6 Büyük şehirlere göç eden taşralı bekarlar sadece Yeniçeri Ocağı'na değil,
ulemanın kontrolü altında bulunan kunımlara da sığınmakta ve tıpkı yeniçeri
taslakçıları gibi silihlı dolaşarak fesat çıkartmaktaydı. Başı sıkışan dağlıların
"suhte ve arnabud kıyafetiyle Edirne'ye duhul ve medreselerde" ikamet
etmeleri konusunda bkz. BOA ( C Zaptiye 345 3). Bursa'da "yobaz ta'bir
olunur" kişilerin "talebe-i 'ulum suretine girüb 'ilm u ma'arifi:ttcn bi-behrc ve
da'ima aLit-ı harb ile gczüb erazil ve nekebat ile ültet ve ihtilat gah fahişe avdt
ve gah oğlan ile gunagun fısk ı1 fcsad" yapmaları konusunda ayrıca bkz. Akyüz
( 1 979 ).
117 Sosyal yardım kurumlarında kalanların Şeyhülislam, Tophane sınırları
dahilindekilerin Topçubaşı ve Cebehane-i Amire sınırları dahilinde ikamet
edenlerin Cebecibaşı gözetiminde tahrir edildiği söz konusu defterlerde
kefile rabt edilen mülksüzler ve İstanbul' dan vatanlarına gönderilenler ayrı
ayrı kaydedilmiştir. Hanların kaç adet odasının bulunduğu ve odalarda kalan
Müslüman ve gayrimüslimlerin isimlerini ve mesleklerini de içeren defterler,
kapsadıkları bölgelerde bulunan esnaf ve iş kolları konusunda da önemli
ayrıntılar içermektedir. Bu konuda örnek olarak bkz. BOA (ADVN.d 829 ) . Süz
konusu defterlerden BOA (ADVN.d 899-L). numara ile kayıtlı olan hakkında
yapılmış ayrıntılı bir çalışma için bkz. Başaran (2006 ve 2008). I I . Mahmud,
Rum İsyanı'nın patladığı dönemde İstanbul'daki bekar odaları konusunda çok
daha sıkı tedbirler almaya başlamıştır. Tıpkı III. Selim gibi bekar odalarında
ikamet edenleri tahrir eden II. Mahmud, muhtemelen Behiç Efendi'nin
önerisini diklcate alarak bunun bir adım ötesine geçecek ve her bir hana Ehl-i
İslamdan birer nazır atamaya başlayacaktır. II. Mahmud aynı hatt-ı hümayun
ile hanlara si!ah ve mühimmat sokulmasını da yasaklamıştır. Bu konuda ayrıca
bkz. BOA (HAT 5 128 1 ) ve Çınar ( 1992:56).
118 III. Selim'in uyguladığı tahrir yöntemine, 1796 senesinde dağlılar ile
mücadele eden Hakkı Paşa da başvuracaktı. Zira Hakkı Paşa Çirmen kazasında
kaç köyün bulunduğunu, her köyün kaç mahalleden oluştuğunu, her

291
larında yapılan kontrollerde, herhangi bir handa suçlunun yakalanması
durumunda, hanın "içinde olanların cümlesi ihraç ve kapusu bend ve bir
dahi bikar sakin olmamak içün" han yıkılacaktı. Han sahibinin başka bir
gelir kaynağının olmadığı durumlarda ise binanın, başka bir şekilde kul­
lanılmak şartıyla m'arifet-i şer'le satışa çıkarılmasına karar veriliyordu. 1 19
Ancak söz konusu nizamnameler, altı ayda bir tekrarlanmasına karar ve­
rilen sayımlar ve uygulanan kefalet sistemi Avrupa'da billurlaşan modern
hukukun bireysel cemiyet ahlakına değil, Osmanlıların cemaatçi sosyal
organizasyon geleneğine referans vermektedir. Amaç insanları , bir cema­
atin üyesi yaparak bireyin hareketlerinden doğrudan söz konusu grubu
sorumlu tutmak ve sosyal kontrol mekanizmalarının baskısıyla, devlet
müdahalesine gerek kalmaksızın sosyal düzeni sağlamaktır.
Yoğun göç alan İstanbul mahallerindeki esnafın kayıt altına alınması
da göçmenleri devlet kontrolü altına almanın bir diğer aracıydı. ı ıo Ancak
hanların, hanlarda ikamet edenlerin ve göçmenlere karınlarını doyurma
imkanı veren esnafın denetiminin doğrudan yeniçeri ağasına ve bostan­
cıbaşıya ihalesi, bir başka ifadeyle göçmenlerin kontrolünün İ stanbul es­
nafıyla organik ilişkisi bulunan ve siyasetin belirlenmesinde etkili olan
ocakların sorumluluğuna verilmesi, mevcut sorunları derinleştirecek bir
ortamın oluşmasına zemin hazırlamıştır. Belirli meslek örgütlerini ve be­
lirli sektörleri hakimiyetleri altında tutan yeniçerilerin, kendi kendilerini
devlet adına denetlemeleri ya da kaleme alınan nizamnameleri harfiyen
uygulamalarını düşünmek neredeyse imkansızdır. Kaldı ki pırpıriler, bir
taraftan İ stanbul esnafinın ve amelelik, bahçıvanlık, küfecilik, kayıkçılık
gibi gündelikle çalışan meslek gruplarını kontrol eden yeniçerilerin ihti­
yaç duyduğu ucuz iş gücünü sağlarken diğer taraftan da mülksüz kalaba­
lıkları, hemşerilik, ı ı ı istihdam ve barınma gibi araçlarla kontrol edebilen

mahallede kaç hanenin ve her bir hanede kaç kişinin yaşadığını kayıt altına
alacaktı. Bu konuda bkz. Özkaya ( 1983:4 1 ) . II. Mahmud ise 1 822, 1826
ve 1 829 senelerinde III. Selim'in yaptırdığı sayımları tekrarlatarak "kendini
bilmez"leri İstanbul'dan memleketlerine geri gönderecekti. Bu konuda ayrıca
bkz. Ertuğ (2008 :2 3 1 ); İÜKTB (TY 6006:19b) ve Bingöl (2004 ) .
1 19 B u konuda bkz. Asım Efendi ( 1293 c:I: l 39).
1 20 Kırlı (2000:78vd . ) .
1 2 1 Taslakçıların, hemşerilik bahanesiyle ocağa girişleri konusunda bkz. TSMA
(E 1 379 ).
ocakları siyasi açıdan güçlendiriyordu. 122 Göçmenlerle görevlerinin do­
ğası gereği İ stanbul'da ilk ilişki kuran devlet görevlileri olan yeniçerile­
rin, toplumun öteki yüzünü temsil eden mülksüz kalabalık ile arasındaki
bağ, padişah ve yakın çevresinin meşruiyetini kaybettiği bir dönemde
belki de en önemli tehdit unsuruydu. İstanbul'daki talep artışına mu­
kabil yükselen enflasyon ve kıtlık ve sürekli göçle daralan iş olanakları,
başkentteki "çift ve çubuk kaçgını ecnebileri" yaşadıkları kötü hayattan
idareci zümreyi sorumlu tutan gayrimemnunlar kitlesine dönüştürüyor­
du. Gayrimemnunlar kitlesi ve yeniçeriler arasındaki söz konusu ilişki ise
1 5 . - 1 6 . yüzyıllarda daha çok tağşişler ve ulufe ödemelerinin gecikmesi
gibi sebeplerle çıkan yeniçeri ayaklanmalarını, Patrona Halil İ syanı 123 ile
birlikte toplumun genelini ilgilendiren ve doğrudan devlet siyasetini he­
def alan, ahalinin önemli bir kısmının destek verdiği kalkışmalara tahvil
edecekti.
Yeniçeriler ile aynı iş havuzundan beslenen Nizam-ı Cedid ordusu124

1 2 2 Alemdar Vakası'ndan hemen sonra kaleme alınmış olan bir belge, ocağın bu
sıradaki kompozisyonunu ve siyasi açıdan elde ettiği gücü ortaya koymaktadır.
Ycniçerilerin eşleri ve çocuklarının da ocak gayretkeşi olduğunu düşünen yazar,
İstanbul'da aileleri ile birlikte yaklaşık 100.000 yeniçerinin yaşadığını öne
sürmektedir. Yazar, ocak ile ilişkisi olan grupları şöyle tasvir etmekteydi : "bir
gürCıh da esnafda Kayseri ve Eğinli ve Niğdeli ve Arabkirli ve bunlar cıns;'\li
hoyrat ve alçak vilayetlü manav ve küfeci misüllü. Ocak sayesinde İstanbul
kadılarınııı değneğini yemezler ve narh-ı d.riyye ri'ayet eylemezler tatlı tatlı
karında olan gün'\hlar ve bu güruhun evlad lı 'iyalleri ve ensabları hayal-i hesab
olsa kaç nefer olabilür ve cihan'ül-vüclıh yalnız İstanbul'da veniçeri gayreti
çeken ta'ifi: iki yüz bin nefrr olabilür." Bu konuda bkz. TSMA (E 1 379 ). Bu
konuda ayrıca bkz. Ahmed Cevad ( 1299:47vd. ve 53); Ergin ( 1995:603) ve
Kafadar (2007 : 1 1 8 ) .
1 23 Olson ( 1974 ) .
1 24 Abdullah Berri ve Raşid efendilere göre İstanbul'da ve İstanbul dışında
yaşayan ve "bir ekmek tedarikiyçün gice ve gündüz hidmet ederek, edadını
besleycmeyüb bir ekmek verecek adem arayanlardan, delikanlu şahbaz
yiğitler [çocukları] isticlab olunup evvel emirde sünnet olmamışları sünnet
ve ta'lim-i mesa'il-i diniyye erdirilerek" Nizaın-ı Cedid ordusunun nefer
ihtiyacı karşılanabilirdi. Bundan sonra "Anadolu ve Rumeli'dcn gene uşaklar
devşirilüb Asirane'ye celb ve manavlık ve küfecilik ve sa'ir sunı'.'ıf i'dadına
duhulleri bir vecihle tecviz olunmayub li-ecli'l-imtiyaz hey'et-i libasları
ve genel olarak idareci zümre, "serseri ve bikir makulelerinden olub
Asitane'de asker ve donanma neferi olmak misüllü istihdama yaramayan­
ları" kendisi için tehdit olarak görüyor ve derhal başkentten uzaklaştırıl­
malannı 1 25 istiyordu . 126 Yeni bir ordunun kurulduğu ve savaşların nere-

nes:ik-ı vahid [üniforma] üzerine tertib" edilerek modem ordunun neferlerine


dönüştürülmeliydi (Öğreten 2014:164vd. ve 169 ) . İstanbul sokaklarındaki
işsizlerin Nizam-ı Cedid neferi olarak kaydedilmesi konusunda bkz. HHStA
(Türkei 11/1 03). Cabi Tarihine düşülen bir kayıt, yeniçerilerin ve Nizam-ı
Cedid ordusunun aynı sosyal tabandan beslendiklerini ortaya koymanın
ötesinde söz konusu sosyal tabanın yeniçerilerin kontrolünde olduğuna
dair önemli ipuçları sunmaktadır. Bu bağlamda Alemdar Mustafa Paşa'nın,
Kabakçı İsyanı sırasında neden Nizam-ı Cedid ordusunun isyancılar üzerine
sevk edilmediğine dair sorusuna, dönemin Nizam-ı Cedid Ocağı Ağası Ömer
Ağa şöyle cevap vermektedir: İsyan sırasında "on beş binden mütecaviz [ ? ]
mu'allem asker olarak Üsküdar v e Levent Çiftliğinde asker var idi. Lakin
cümlesinin kollarında yeniçeri nişanları olduğundan başka, kışlalarının
<livadan orta nişanlarından 'ibaret ve her biri bir memleket ademi ve yeniçeri
iddi'alarının beher yevm gavgaları olmakdan naşi birini zabiti çağırsa 'gel
yeniçeri' ve ta'amlarında 'buyurun yeniçeriler' demedikçe sofraya itibar
etmezler iken, bunlara nice 'yeniçerilere urun' deyü yerlerinden kaldırub
mukabele edeyim ve anların rical (ı 'ulemadan dahi mu'inleri olduğu ma'lum
olundu. Bu asker dahi yeniçerilere karışub küçük ve büyük bilmezler. Bir
ziyade fesada ba'is olmak emr-i aşikar olduğundan bir kimesncnin mat (ı
'ırzına ziyan olmayarak birkaç ricalin [Nizam-ı Ccdid ekibinin] helaki ile dct'-i
fesad ve bir ferde ziyan olunmadı" (Cabi Efendi 2003:238). Bu konuda ayrıca
bkz. B eydilli ( 1 999:30- 3 1 ) .
1 25 İstanbul'daki bekar odalarının tahrir edilmesine dair hatt-ı hümaylında,
insanların tahrir sırasında "birer bahane ve kefil bularak" İstanbul'da
kalabilecekleri, vatanlarına gönderilenlerin de İznikmid ve sair başkente
yakın yerlerden geri dönebilecekleri belirtilerek bu şartlar altında görevin
"file'd-devam halk ile uğraşur, akçe almaz ve usanmaz bir adama" verilmesi
istenmektedir. Bu konuda bkz. BOA ( HAT 14435 ).
1 26 Hegemonya! güç tarafında yer aldıkları sürece iktidarı tahkim eden mülksüzler,
gerçekten de Saray tarafından sadece dışgüvenliğin sağlanmasında değil, iç
güvenliğin sağlanmasında da önemli bir enstrüman olarak kullanılmıştır.
Hareketlerinin, devlet tarafından kontrol edilemediği dönemlerde, Patrona
Halil İsyanı ve 1 826 Haziranındaki son yeniçeri k.ıyamında gözlemlendiği
üzere ortadan kaldırılmaya ya da en azından İstanbul'dan sürülmeye çalışılan
mülksüzler konusunda II. Mahmud'un 1 826 öncesinde aldığı tedbirler dikkat
deyse sürekli hale geldiği, bir başka ifadeyle devletin sürekli nefere ihtiyaç
duyduğu bir dönemde İstanbul'un, göçmenler açısından çeşitli fırsatları
barındırdığı da bu noktada göz önünde bulundurulmalıdır. Örneğin
Karadeniz' de artan Rus etkinliği ile doğru orantılı olarak derinleşen Rus
fobisi ve başkente yönelik Rus tehdidini önlemeye yönelik Boğaz kalele­
rinin tahkimi ve neferatının nizam tahtına oturtulması, göçmenlere yeni
bir iş kapısı olarak görünmekteydi. Zira Küçük Kaynarca Antlaşması'nı
takiben yoğun olarak İ stanbul kalelerinde gözlemlenen neler istihdamı,
1 792'de sonuçlanan savaş sırasında da devam etmiştir. ı 27 Fakat Nizam-ı
Cedidin siyasi ajandası dahilinde Boğaz kalelerinde yapılan değişiklik­
ler, düzenli ve daimi talim gibi yamakların hiç de alışık olmadıkları yeni
uygulamaları/bidat gündeme getiriyordu. Buna mukabil tıpkı Balkan­
lar'daki yoldaşları gibi savaş olmadığı dönemlerde geçimlerini sağlaya­
bilmek için gündelik işlerde çalışan yamaklar açısından modern ordunun
gereklerini eksiksiz bir şekilde yerine getirebilmek neredeyse imkansızdı.
Boğaz kalelerinde, Niza.m-ı Cedld dahilinde mütalaa edilebilecek yeni
uygulamaların hayata geçirilmesinden ı1s sonra, 1 9 . yüzyılın başlarında

çekicidir. "Din kardeşliği" zemininde, paradoksal olarak gayrimüslimleri


ve heteredoks Müslümanları dışarıda bırakan türdeş/yekpare bir toplum
yaratmayı düşünen il. Mahmud, Tersane'de istihdam edilen fakat sürekli
huzursuzluk çıkaran Kürt göçmenler yerine, muhtemelen Orta Anadolu'dan
İstanbul'a gelmiş ve diğer gnıplara nazaran daha mütedeyyin ve padişaha bağlı
oldukları düşünülen "Türk uşakları"nın kalyoncu neferi olarak Tersane'de
istihdam edilmesini istemiştir. Bu konuda bkz. Esad Efendi (2000:533-534 ) .
1 740 İsvanı sonrasında bekar odalarında kalan Arnavutların v e l 748'dc
İstanbul'dak.i ikamet süresi on yılı aşmamış Kürtlerin vatanlarına geri
gönderilmesi konusunda ayrıca bkz. Aktepe ( 19 5 8 : 1 8vd. ve 25vd . ) .
1 27 l 788'de Boğaz'a eklenen yeni tahkimatları takiben neferatta yapılan
düzenlemeler 1. Abdi.ilhamid'in de Boğaz kalelerine verdiği önemi ortaya
koymaktadır. Yaş Antlaşması'ndan sonra Boğaz kalelerinin sayısı dokuza
çıkartılırken neferat sayısı da dört yüz doksan dokuza yükseltilmiştir. Bu
konuda bkz. Nuri Efendi (AE 239:4b-5a) ve Uzunçarşılı ( 1 980:514- 5 1 6 ve
527). 1. Abdülhamid devrinde Boğaz kalelerinin güçlendirilmesi konusundaki
çalışmalar ve kaleme alınan nizamname için ayrıca bkz. SK ( EF 3391 :2b-3a).
1 28 l 790'ların ikinci yansında Boğaz kaleleri neferatı için, tıpkı Nizam-ı Cedid
neferleri gibi talimin zorunlu hale getirilmesi konusunda bkz. Nuri Efendi (AE
239:270a-274b ).
bir kez daha tahkimatlarda görevli asker sayısı artırılmaya çalışılmıştır.
İngiltere ve Rusya'nın mevcut planlarına bir önlem olarak İ stanbul'un
elde tutulması için hayati öneme sahip bir mesele olarak görülen Boğaz
kalelerinde görevli asker sayısının artırılmasında, İ ngiliz Donanması'nın,
Kabakçı Mustafa İ syanı'ndan sadece birkaç ay önce İ stanbul'a taarıuzu
bir dönüm noktası teşkil etmiştir. Saldırı sonrasında Boğaz kalelerinde
beş yüz yeni nefere iş veren ili . Selim, yamaklara ek olarak Niza.m-ı
Cedid askerlerini de İ stanbul'u koıumak üzere Boğaz'da görevlendir­
di . 1 29 Ancak birkaç gün içerisinde "yamakların vatanları mesabesinde
olan kalelerden tard edileceğine" dair söylentilerin çıkmasına sebep olan
bidatlar ile kalelerde istihdam edilen ve muhtemelen hemşerilik ilişkileri
sayesinde taslakçılıktan yamaklığa 130 terfi ederek ilk defa düzenli bir ge­
lire sahip olan pırpıri delikanlıların çıkarları hiçbir şekilde uyuşmamak­
taydı. Boğaz kaleleri Nazırı Raif Efendi'nin kalelerin, doğrudan Nizam-ı
Cedid ordusu teşkilatı içine alınarak yeniden örgütleneceğini yaınaklara
bildirmesi 131 başkentte dolaşan söylentilerin doğrulanması, bir anlamda

129 Rumeli Kavağı, Tellitabya ve Anadolu tarafinda yer alan kalelere Nizam-ı
Cedid neforlerinin yerleştirilmesi ve sahilde devriye gezmeleri için iki yüz
Nizam-ı Cedid süvarisinin görevlendirilmesi, hiç şüphesiz yamakların
kontrolünde olan bölgelerin ellerinden çıkması ve Saray'ın denetimi altına
girmesi anbmına geliyordu . Rusya ile savaşın başlamasının hemen ardından
Boğazlarda görevlendirilen Nizam-ı Cedid ncterleri için bkz. BOA ( CAS
2 1 389). Bunu takip eden günlerde Kadı Abdurrahman Paşa'nın yeğeni
Nizam-ı Cedid binbaşısı Ahmed Efi:ndi'nin komutasındaki bin beş yüz
muallem nctcrin Macar, Telli Tabya, Rumeli ve Anadolu kavaklarındaki
kalelere yerleştirilmesi "mebde-i frsad ve fotret" olacaktı ( Ubeydullah Kuşmani
2007 : 1 12). İngiltere'nin İstanbul saldırısı ve bunun boğaz tahkimatlarının
neforat kompozisyonuna etkisi için bkz. BOA ( CAS 37874); Özcan ( 1999:84);
Asım Efendi ( 1 293 c:I:59- 60) ve Schlechta-Wssehrd ( 1 882:78). Kütahya'daki
Nizam-ı Cedid ortasından Boğaz'da görevlendirilen sekiz yüz nefer talimli
asker konusunda bkz. BOA (HAT 1 466). İngiliz taarruzu sırasında Boğaz'ı
korumak için yazılan dalkılıç yeniçeriler için ayrıca bkz. Cibi Efendi
(2003 : 104 ve 1 1 3).
130 Yamakların çoğunun Laz ve Çepni olması konusunda bkz. Cabi Efrndi
(2003:126).
1 3 1 Asım Efendi ( 1293 c:II:20-23) .
malumun ilamıydı . 132 Dolayısıyla III. Selim'i tahttan düşüren kıvılcımın
ateşlendiği Boğaz kaleleri örneğinde de gözlemlendiği üzere Nizam-ı
Cedid ile kadim organizasyon formları arasındaki fark, yeni nizamın
pırpırilere/göçmenlere/mülksüzlere ve daha geniş manada tüm ahaliye
sunduğu imkanların sınırlarını belirliyordu.
Az önceki verilerin ışığında İ stanbul'daki göçmenlerin, itaatkar asker
bedenler olarak padişahın üretken ve mlıti kullarına ya da yeniçerilerin
orta düzey subaylarının elinde padişaha karşı bir silaha dönüşmelerinde
modern kışlalar ve kahvehaneler en önemli rollerden birini oynamıştır.
Zira kışlada ideolojik açıdan steril bir ortam yaratmaya çalışmanın he­
defi, en azından teorik olarak, neferi depolitize ederek siyasetin dışına
çıkartmak ve egemen ideolojinin politik bir aracına dönüştürmekti . Buna
mukabil kahvehaneler, yeniçerilerin ve mülksüzlerin, egemen siyasi ide­
olojinin aleyhine yapılan tartışmalar ve dedikodular temelinde politizc
oldukları , bir manada kendileri açısından "doğru" siyasetin ne olduğunu
tartıştıkları mekanlardı . Kışladaki neferler, kahvehanelerde meddahların
anlattıkları hikayelerin ve hayalilerin politik eleştiri dozu yüksek hicivleri­
nin yerine, imamların itaati ön plana çıkartan İ slami vaazlarını dinleyerek
ya da il. Mahmud'un tabiriyle zihinleri şerr-i şerif üzere doldurularak, 1 33
ocakların ya da ayanın siyasi mülahazalarından azade bir şekilde asıl muk­
tedirin/padişahın/halifenin belirlediği siyaseti uygulayan araçlar olmak
üzere yeniden "imal" ediliyordu. Oysa ki modern talimin bireyi parçala­
yıcı etkisi ve nezaret mekanizmasının bireyciliği ile hiç tanışmayan ve ta -
nışmaya da niyeti olmayan 1 8 . yüzyılın yeniçerileri için sadakat, modern
neferin aksine devlete değil, yoldaşlar topluluğu olan odaya/cemaate ait­
ti. m Berber dükkanlarına giden, kahvehanelere ve meyhanelere devam

132 Boğaz kaleleri yamaklarının, kadim ayrıcalıklarını kaybettirecek olan Nizam-ı


Cedld neferi olmayı "tahammül edilmez bir kölelik" olarak tanımlamaları
konusunda bkz. Hobhouse ( 1 8 1 3 : 1 029vd.).
133 BOA ( HAT 25637).
134 Söz konusu sadakat, dönemin siyasi literatüründe "ocak gayreti" kavramıyla
karşılanmaktadır. Ancak yeniçerilerin, ocaktan ziyade sadece kendi nefislerine
sadık oldukları iddiası devrin yeniçeri karşıtı literatürünün en önemli
argümanlarından biridir. Dönemin keskin dilli bir yazarına göre, "iş bu gayret
haz-ı nefaleriçün olsa gerek yohsa gayret-i ocak içün ve gayret-i din lı devlet
içün değildir. Eğer gayret-i din içün olsa kafir karşısında zuhur iderdi ve bir de

297
eden sıradan insanlar da tıpkı yeniçeriler gibi, kışlalardaki doktrinizasyo­
na hiç benzemeyen, daha heteredoks ve iktidarı çekinmeden eleştiren bir
anlatıya eklemlenerek sosyalleşiyordu. Bu öyle bir anlatıydı ki, cedid ik­
tidarın mucidi olduğu kadimin aynasındaki devlet görüntüsünün yerine,
perdesine muktedirlere yaptığı hadsiz eleştirileri ve gündelik hayat ko­
nusundaki ahlaki açıdan edepsiz yorumları yansıtmaktaydı. Bu bağlamda
ev sahibinin padişah olduğu kışlalarda imamların oynadığı rolü, sahip­
lerinin genellikle yeniçeri olduğu kahvehanelerde135 toplumun gölgesi
olan meddahlar ve hayaliler oynamaktaydı. Dolayısıyla kahveh:lnelerin,
bilhassa müşteri yoğunluğunun arttığı ramazanlarda kontrol altına alın­
ması, devlet açısından büyük bir öneme sahipti. 136 III. Selim devrinden
itibaren kahvehanelerde "devlet sohbeti edilmesinin" sık sık yasaklan­
ması137 ya da bir ramazan gecesi patlayan Alemdar Vakası sonrasında II.
Mahmud'un, yeni bir isyanı önleyebilmek için meddah gösterilerini en
az iki defa yasaklaması138 birer tesadüften öte, iki farklı anlatı zemininde

Asitane'dc şer'-i şerifi.: mugayir kanunlar vaz'ında iktiza iderdi. Eğer gayret-i
ocak içün olsa hamamlarda olan oğlanlara yoldaşım dimezlcr idi ve kendüleri
kolluklarda boza ve teklik içmezlerdi ve ocakda birbirlerini tasarruf itmezler
idi." Bu konuda bkz. TSMA (E 1 379) .
135 Yeniçeriler kendi kahvehanelerinde, ocaklarının propagandasını yapma
imkanına da sahip oluyordu. Yeniçerilerin sık sık kahvehanelerde dile
getirdikleri üzere "padişahın cümle iklimini yeniçeriler fcth eylemişti". Üstelik
"cümle Ehl-i İslam yeniçeriler sayesinde rahat bir hayat sürmekteydi. " Bu
bağlamda Kabakçı Mustafa'nın da Atpazarı'nda bir kahvehaneye sahip olması
dikkat çekici bir ayrıntıdır. Bu konuda bkz. Cabi Efendi (200 3 : 1 29); Erol
(20 1 3 : 1 68 ) ; Ahmed Cevad ( 1299:260) ve Başaran (2006: 183). Hasköy ve
Boğaziçi'ndeki kahvehanelerin üçte birinin yeniçeriler tarafından işletilmesi
konusunda ayrıca bkz. Kırlı (2000:120).
1 36 Walsh ( 1 836 c:II :239-240 ).
137 IV. Mustafa'nın bu konuda aldığı tedbirler de III. Selim ve II. Mahmud' dan
farklı değildir. Bu konuda iyi bir örnek teşkil etmesi açısından bkz. BOA
( HAT 5 34 1 0 ) .
138 1809 v e 1 8 12 yıllarında meddah gösterilerinin ( meddah v e nükteciler
söylcmeyü b) yasaklanması ve 18 09 ramazanındaki isyan girişimi konusunda
bkz. Cabi Efendi (2003:562, 572 ve 891 -892). Yeniçeriliğin lağvından kısa bir
süre önce kahvehanelerde edilen sohbetler ve bunların kontrol altına alınması
konusunda ayrıca bkz. NA (FO 78/143:57) ve Esad Efendi (2005 : 5 3 ) .

298 1
tecessüm eden siyasi mücadelenin bir uzantısıdır. Söz konusu yasaklar­
la "ahalinin yeniçeriler tarafına meyyal olmasına" hizmet eden araçları
kontrol altında tutabildiği kadar Osmanlı padişahı muktedirdi.139
Meddahların kontrol edilmesine1+0 ve Saray'ın ideolojik aygıtlarına
dönüştürülmesine yönelik uygulamaların yanı sıra, Saray'ın rakiplerine
karşı kullandığı en önemli silahlardan biri de camilerden verilen vaazlar­
dı. Cemaate, Nizam-ı Cedid'in ortodoks öğelerle süslenerek İ slami te­
mellerinin anlauldığı vaazların, Saray'ın yakın gözetimi altında verildiği
düşünülebilir. 141 Yeni nizamın beraberinde getirdiği ideolojik yarılmayı
önlemenin bir aracı olarak ulema, 1 79 3 - 1 826 arasındaki dönemde en
önemli rollerden birini oynamışur. Nizaın-ı Cedid ekibinin, meşruiyeti­
ni en azından kağıt üzerinde sağlayabilecek, Tatarcık Abdullah Efendi,
İ smet Efendi ve Seyyid Mehmet Arif Efendi'nin başını çektiği kendisi­
ne bağlı bir üst düzey ulema yaratması bu bağlamda dikkat çekicidir. 1 42

139 BOA (HAT 1 7388 ). Bu dönemde "fenn-i harbde mühendislerin lüz(ımunu


ve ta'limli asker feva'idini 'aleme izhar ı'.i isbat" etmek için yapılan halka açık
talimlerin "tabi'at-ı nası bu [Nizam-ı Cedid] tarafa meyi ettirmek" hususunda
pek bir işe yaramadığı göıiilmektedir. Bu konuda bkz. Beydilli ( 1 987:440).
140 Meddahların kimi zaman "devletin ajanı" olarak çalışmaları konusunda bkz.
Dalaway ( 1 797:82) ve Walsh ( 1836 c:II:9 1 ) .
1 4 1 I . Abdülhamid'in de yakından takip ettiği İstanbul camilerinde verilen vaazlara
III. Selim çok daha büyük bir önem atfetmektedir. II. Mahmud döneminde
camilerden verilen padişah yanlısı vaazların aranan ismi Ubeydullah Kuşmani
idi. Verdiği vaazlarla suhtcler ve yeniçerilerin, teravih namazlarında kavga
etmelerine sebep olan Kuşmani, Alemdar Vakası sonrasında, tıpkı yeniçeriler
gibi ayanları da keskin bir dille eleştirmeye başlamıştır. Bu konuda bkz. Özcan
( 1999: 1 36) ve Beydilli (200 l a: l l lvd . ) . III. Selim'in henüz iktidarının başında
verdikleri vaazlardan hoşlanmadığı vaizleri sürgüne göndermesi konusunda
bkz. Nuri Efendi (AE 239:48a-b). I. Abdülhamid'in, kürsüden şehzade
Selim'i överek, onun için dua eden Laleli Cami şeyhini sürgüne göndermesi
konusunda aynca bkz. Vasıf Efendi (HK 1406:43b). III. Mustafa'nın adının
Şubat 1 77 1 'de, hutbede gazi olarak zikredilmesi ve cemaat arasındaki
Mevlevi dervişlerinin "yalan, değildir! " diyerek karşı çıkışı için bkz. Sarıcaoğlu
(2000:903).
142 I. Abdülhamid'in, şehzade Selim taraftarı fikirleri ve hadlerini aşarak devlet
işlerine müdahale etmeleri gibi sebeplerle sürgüne gönderdiği ulema, III.
Selim'in tahta çıkışıyla birlikte derhal İstanbul'a çağrılarak yeniden ilmiye
bürokrasisinin üst düzey makamlarına atanmıştır. Bu konuda bkz. Vasıf
Öyle ki bu dönemde Nizam-ı Cedid ordusunun üst düzey mevkiilerinde
yer alan Kadı Abdurrahman Paşa, Hafız Ali Ağa ve daha sonra Rusçuk
Yaranı'na katılacak olan Ramiz Paşa, padişahlarının emriyle ulema silkini
terk edecek kadar militan fikirlerle hareket ediyordu. Fakat aynı dönem­
de, başkentte enflasyon baskısının ve kıtlıkların altında ezilen çok sayıda
suhte ve yeni düzenin kaybedenler listesinde yer alan üst düzey ulema
bulunmaktadır. Ulema arasındaki bu saflaşma, Nizam-ı Cedid ekibinin
önemli bir kısmının da içinde yer aldığı Nakşibendilerin Müceddidi kolu
ile Bektaşiler arasındaki ayrışma zemininde tezahür ediyordu. 143 Devam
eden savaşlar sebebiyle devletin artan nakit ihtiyacının karşılanmasına
dönük tedbirler cümlesinden olan ulema arpalıklarınm, III. Selim'in

Efi:ndi (HK 1406: 14a-b). Seyyid Mehmet Arif Etendi'nin Nizam-ı Cedid
ıslahatlarının hızla hayata geçirildiği dönemde altı seneyi aşkın bir süre
şeyhülislamlık makamını işgal etmesi ise tesadüften öte mezkur Şeyhülislamın
Nizam-ı Cedid ekibi ile aynı fikirleri paylaşmasının bir sonucudur. "Meşihati
hengamında [ 1 792-1798] rakiblerini bir bir nefy ve menrada bulunan
'ulemayı afV' ettiren" Arif Efendi için bkz. Kahraman-Galitekin ve Dadaş
( 1998 :446-447) . Bu konuda ayrıca bkz. Necib Asım ( 1 341 :400) .
143 Eyüp Sultan Türbesini tamir ettiren, Üsküdar ve Hasköy'deki Humbaracı
Kışlası içinde camiler inşa ettiren III. Selim Nizam-ı Cedid siyasetini meşru
bir zemine oturtmak istiyordu . Ortodoks İslami bir temel üzerine oturtulan
söz konusu meşruiyetlc birlikte yükselen Nakşibendi Müceddidilerin İslamı
yonımlayış şekli ve yeniçerilerin temsil ettikleri Bektaşilik arasında derin farklar
mevcuttu. Nakşibendiler, fark zemininde kurguladıkları teolojik görüşlerle
bir taraftan halifeliği ve bu bağlamda ulu '1-emre itaati ön plana çıkartırken,
diğer taraftan da Bektaşilerin, vahdete vurgu yapan heteredoks görüşlerine
muhalefet ediyorlardı. Bektaşi dervişleri ve yeniçeriler ile Nizam-ı Cedid ekibi
ve uleması arasındaki rekabette somut ifadesini bulacak olan bu ideolojik
yarılmanın yansıdığı en önemli metin hiç şüphesiz Ubeydullah Kuşmani
tarafindan kaleme alınan risaledir. Kabakçı İ syanı sırasında kellelerinin teslim
edilmesi için Saray'a verilen listede bulunan Nizam-ı Cedid ekibinin neredeyse
tamamının Nakşibendilerin Müceddidi koluyla bir şekilde bağlantılı olması ise
III. Selim devrinde İ stanbul'da üç yeni tekke sahibi olan Nakşilerin mücadeleyi
geçici bir süreliğine kaybettikleri anlamına geliyordu. Zira tıpkı Nizam-ı Cedid
ekibine verdikleri doktriner destek gibi Yeniçeri Ocağı'nın kaldırılmasını meşru
bir zemine oturtan Iayihalarda da Müceddidi düşüncesinin etkisini görmek
mümkündür. Bu konuda bkz. İ şbilir (2006); Abu-Manneh (200 l a ve b);
Tayyarzade Ahmed Ata ( 129 1 - 1 293 c:III:77) ve Şakul (2005: 1 37 vd. ) .
tahta çıkışından hemen sonra hazineye aktarılmaya başlanması, 144 saflaş­
mayı ideolojik boyutun ötesine taşımıştır. Yine aynı dönemde kadıların
görev yerlerine bizzat gitmelerini ön gören fermaıun yayınlanması 145 III .
Selim'in ulemayı da hizaya getirerek, ilmiyeye yeniden nizam verece­
ğine dair izlenimi kuvvetlendiriyordu. Üst düzey ulema çocuklarının,
normalde otuz kırk senede yükselinebilecek makamlara çok kısa sürede
ulaşmalarının engellenmeye başlanması, tevcih edilen arpalıkların kısıl­
ması köklü ulema ailelerini Nizam-ı Cedid karşıtı bir tavır almaya iter­
ken, imtihansız mülazemet verilmemeye başlanması ve vakıflarda kitabet
işlerine atanacakların ve selatin camilerinde görev yapan ulemanın sınava
tabi tutulması imam, müezzin ve vaizleri yeni nizamın kaybedenler lis­
tesine eklemiştir. 146 Bu şartlar altında iş bulmaları neredeyse imkansız
hale gelen, medrese ve imaretlerde kendilerine yer bulmuş mülksüz göç­
menlcr/suhtelerin yeni nizama ve onun temsil ettiklerine karşı tavrı da
yeniçeri taslakçılarınınkinden farklı değildi. III. Selim'in, ilmiye sınıfının
yeniden düzenlenmesine yönelik uygulamaya koyduğu nizamnamelerin
temel hedefi ise ulemanın tarikatlara girişlerini yasaklayarak tamamen
kendisine bağlı, siyaseten Saray'ın meşruiyet aracı haline getirilmiş ve
Nizam-ı Cedid ile uyumlu bir ulema yaratmaktı . 1 47 III. Selim saltanatın­
da Nizam-ı Cedid ekibinin siyasette tek karar verici olarak ortaya çıkışı
ulemayı, hiç de alışık olmadıkları şekilde devlet idaresinde arka plana
itmişti . Bu durumda ulema, muktedirlerin tercihlerini meşrulaştırdıkları
sürece karar alına mekanizmalarına dahil edilen, yeni nizamın sıradan
bir organına dönüşmüştür. 148 Dolayısıyla Kabakçı Mustafa'nın Boğaz

144 Uzunçarşılı ( 1973:656).


145 Çınar ( 1999 : 1 3 5 ) .
146 TTK (Y/534:46a-b).
147 III. Sclim'in Haziran l 789'da ilmiye zümresinin ıslahatına temel teşkil edecek
görüşlerini ortaya koyan fermanı için bkz. Yurdakul (2008:301 -303). İlmiye
sınıfi ile ilgili ııiztımnameler ve ıslahatlar için ayrıca bkz. Vasıf Efendi ( İ Ü KTB
TY 598 1 :2 1 5 a vd . ); Nuri Efendi (AE 239:477b-479b); Beydilli (200 l a: l 3 ) ve
Çınar ( 1999: 1 3 5 ) .
148 Tıpkı ocaklar gibi ulemanın d a Nizilm-ı Cedld ekibi tarafindan siyaseten saf
dışı edilmesini Cabi Efendi şöyle özetlemektedir; "umur-ı Devlet-i Aliyye'yi,
müsteşir-ı devlet olarak on iki adem bilüb ancak 'ulemadan biri [Tatarcık
Abdullah ? ] nihayet İsmet Beyefendi gibi iki kimesne bilüb bir ferd Devlet-i

1 301
kalesi yamak.larıyla İstanbul'a doğru ilerlediği sırada, İ stanbul'dan firar
etmenin bir yolunu arayan devletlülerin aksine, ulemanın yerinden kı­
pırdamaması gayet doğaldı. 149 il. Edirne Vakası sonrasında göreve geti­
rilen Nizam-ı Cedld karşıtı üst düzey ulema, TophJ.ne'deki kardeşleri 1 50
ve Yeniçeri Ocağı'ndaki yoldaşlarıyla ittifak kuran Kabakçı Mustafa'nın
"zorba olmamak için"151 kendilerine ihtiyaç duyacağının farkındaydı.
İsyan sırasında III. Selim'in Topkapı S arayı'na, isyancılarla yapılan gö­
rüşmeleri takiben üç defa davet ettiği şeyhülislam Ataullah Efendi'nin
davetlere icabet etmemesi ilmiye silkinin, bilhassa alt düzey ulemanın
Nizam-ı Cedid'e bakış açısını özetlemektedir. 1 5 2
Ulemanın verdiği onayla tahttan indirilen III. Selim 'in ardından
Nizam-ı Cedid yanlısı siyasetin öznesi ve aracı haline gelmiş olan ilmiye
mensupları, iV. Mustafa tarafi.ndan başkentten uzaklaştırılmıştır. Buna
mukabil Alemdar Mustafa Paşa'nın İstanbul'a girişi, bir kez daha üst
düzey ulema mansıplannda büyük bir değişimi beraberinde getirmiştir.
Nitekim Alemdar Mustafa Paşa da Kabakçı Mustafa gibi zorba olmak
ile devlete hizmet etmek arasındaki ince çizginin ulema tarafından çi­
zildiğinin farkındadır. 1 53 Ancak Alemdar Mustafa Paşa'nın, esamelerin

AJiyye'nin esrarından haberdar olmadığından, südür-ı kiramın sabıkları ve


hatası; 'bizler Kadıasker olup, devletimizin meşveretlerini bilmediğimizden,
cem'-i nasdan haya ediyoruz' deyü miyanlarında sohbetleri güzarı mu'tJ.d
Ye ocaklı ihtiyarlarına öteden beıii kanun-ı devlet, meşveret oldukça ocak
ihtiyarlarına dahi 'sizler ne dersiz, münasib midir?' deyü su'al etmeyüp 'birkaç
oğlan makulesi [Niza.m-ı Cedid ekibi] Devlet-i Aliyye'nin mahremi ol"'ımıştu.
Bu konuda bkz. Cabi Efendi (200 3 : 1 27- 1 28 ve 1 3 1 ) .
149 Derin ( 1974:391 -392).
150 Asım Efendi ( 1293 c:Il:26vd . ) ve Derin ( 1973b: l 0 1 ).
151 Cabi Etendi (2003: 129) ve Asım Efendi ( 1 293 c:II:28-29 ) .
152 Kabakçı İsyanı'nın patlak vermesini takiben Saray'da toplanan meşverette
Sadr-ı Rum Ahmed Şemseddin Efendi'nin, Nizam-ı Cedid ekibinin önde gelen
isimlerinden İbrahim Nesim Efendi'nin üzerine yürümesi, bu bağlamda dikkat
çekici bir ayrınudır. Bu konuda bkz. Uzunçarşılı ( 1 965:600-60 1 ); Georg
Oğlukyan ( 1972:5-6); İnce (2008:294) ve Derin ( 1973a:224 ve 1 973b:l03-
1 04).
153 Alemdar Mustafa Paşa, İstanbul'a girişinden hemen sonra ve sadrazamlığa
atanmasından önce Şeyhülislam Ataullah Efendi'yi azlettirerek, eski ve yeni
kazaskerlerden Ahmet Muhtar Efendi'yi Ziştovi'ye, Alizade Celaleddin
hazineye aktarılmasını öngören mali siyaseti ve elinde yüklü miktarda
esame bulunan ulemanın IV. Mustafa devrinde elde ettikleri ayrıcalıklara
açıktan saldırarak, Babıali'nin siyaset alanını daraltan din bürokrasisini
saf dışı bırakmaya yönelik çabaları, kendi sonunu hazırlayacaktı . 154
III. Selim devrinin sonu, iV. Mustafa ve il. Mahmud saltanatının
başlarında çıkan isyanlarda, hem isyancılar hem de padişah ve rical tara­
fından meşruiyetin yegane kaynağı olarak görülen ulema, aynı zamanda
isyancılar ve Saray arasında imzalanan anlaşmalarda yaptığı arabulucu­
lukla da ön plana çıkmıştır. 155 İ syancıların dillerinden düşmeyen şeriat,
aslında biat anlaşması sonrası doğan haklar manzumesine ve toplumun
kurucu ilkelerine referans veriyorsa, biatın ima ettiği nimetlerden fayda­
lanmak isteyen isyancıların taleplerini ulema aracılığı ile Saray'a iletme­
lerinden daha doğal bir durum olamazdı. Her ne kadar III. Selim'in,
Nizam-ı Cedid siyasetini yürürlüğe koymadan önce ocaklarla, en azın­
dan sözlü bir anlaşma yaptığına dair emareler156 varsa da ocaklar ve Saray,

Etendi'yi Kütahya'ya, Ahmed Şemseddin Efendi'yi Bursa'ya, Münib Etendi'yi


Ankara'ya ve sabık İstanbul Kadısını Tatarpazarcığı'na sürgüne göndermişti.
Bu konuda bkz. Derin ( 1 973a:243 ); Özcan ( 1999 : 1 30) ve Mustafa Necib
( 1 280:96 ). IV. Mustafa zamanında sürgüne gönderilen üst düzey ulemanın
afkdilerek, İstanbul'a çağırılması, geçmiş dönemde müderrislikleri ellerinden
alınan "kibarzadeler"e yeniden ruus verilmesi, IV. Mustafa'yı tahta çıkartan
ulemanın sürgüne gönderilmesi ve İstanbul'daki tekke ve zaviyelere 11.
Mahmud tarafından cülus bahşişi gönderilmesi Alemdar Mustafa Paşa ve il.
Mahmud'un başkentte kendilerine bağlı bir ilmiye sınıfı yaratma girişimlerinin
kayıtlara yansıyan kanıtlarıdır. Bu konuda bkz. Öz ( 1941 : 2 1 -22). IV.
Mustafa'nın tahta çıkmasından sonra sürgüne gönderilen on dokuz müderris
ve rütbeleri tenzil edilen ulema konusunda ayrıca bkz. Asım Efendi ( 1 293
c:II:90).
154 Bu konuda bkz. Cabi Efendi (2003:239) ve Schlechta-Wssehrd ( 1 882:193)
Alemdar Vakası sırasında yeniçerilerin, ulemayı yanlarına alma girişimleri için
ayrıca bkz. Asım Efendi ( 1 29 3 c:II:247).
155 Daha önce Nizam-ı Cedid taburlarında trampet çalınmasına cevaz veren
Münib Efendi tarafından kaleme alınan Hüccet-i Şerriye, Şeyhülislam Ataullah
Efendi ile yakın bir ilişki içerisinde bulunan Halet Efendi tarafından, alayla Ağa
Kapısı'na götürülmüştür. Bu konuda bkz. Beydilli (200l b: 37-39).
156 III. Selim'in Nizam-ı Cedid Ocağı'nı kurarken yeniçerilerden bir "ahitname"
istemesi ve ocaklının "padişah mülki.inde bizim ocağımıza dokunulmasın
belki de ilk defa IV. Mustafa'nın tahta çıkmasından sonra biat aktini
yazılı hale getirmiştir. 157 Kaymakam Paşa, Ataullah Efendi, beş üst düzey
ulema ve on altısı mütevelli olmak üzere otuz yedi yeniçerinin imzaladı­
ğı 158 söz konusu Hüccet-i Şerr'iye, gerçekten de Osmanlı tarihi açısından
bir ilkti. Bir affname olarak da görülen hüccet ile ilk defa "zorbalar ile
muahede senedleri mübadele olunmaya" başlanıyordu. 1 59 Osmanlı pa­
dişahının ocaklar üzerindeki etkisini ve gelecekte yapacağı müdahaleleri
kısıtlayan ve padişahın alacağı kararları bağlayan hüccet-i şerr'iye aslında
Saray iktidarının bir aracı olması gereken ocakların, bizatihi kendisinin
bir iktidar odağına dönüştüğünün yazılı kanıtıdır.1 60 Osmanlı padişahı
bu senetle, muhtemelen 1 730 İsyanı sonrasındaki Arnavut kıyımını 1 61
hatırlayan ve cephedeki ordunun tepkisinden emin olamayan isyancılar­
dan hesap soıulmayacağına ve ocaklara müdahale edilmeyeceğine, yazı­
lı olarak söz vermiştir. 162 Bunun karşılığında IV. Mustafa'nın tek bek-

da isterse Dünya'yı bütün askerle doldursun" diyerek yedi ocağııı ustaları,


çorbacıları ve sair iş erlerinin ittirakıyla senet vermesi konusunda bkz. Erol
(20 1 3 : 1 23- 124).
157 Hüccet metninde yer alan iki ayetten biri olan Fetih Suresi'nin onuncu ayeti
kadim sözleşme hukukuna yaptığı vurgu dolayısıyla zikre değer; "O seninle el
tutuşup sözleşenler var ya, onlar gerçekte Allah ile beyatleşiyorlar. Allah'ın eli
onların ellerinin üstündedir. Kim ahdi bozar, döneklik ederse kendi aleyhine
döneklik etmiş olur ve kim Allah'a verdiği sözde vefalı davranırsa Allah ona
büyük bir ödül verecektir" ( Beydilli 200l b:43 ve Kuran-ı Kerim 1997:469).
Bu konuda ayrıca bkz. Kafadar (2007: 1 30).
158 Beydilli (200l b:46-47).
159 Nizam-ı Cedid'in kaldırıldığına dair Babıali tezkeresinin ve Ocak-ı Am ire'nin
taahhüt iJamının birer sureti, sanki yeni bir anlaşma imzalanıyormuşçasına
İstanbul'daki bütün elçiliklere gönderilmişti. Bu konuda bkz. HHStA (Türkei
VII/ l ); Beydilli (200 1 :38 ve 40); Asım Efendi ( 1293 c:Il:46vd . ); Cabi Efendi
(2003:147) ve Ahmed Cevad ( 1299:264-266).
160 Niyazi Berkes'e göre Hüccet-i Şerriyenin anlamı; "Osmanlı egemenliğinin
mutlak gücünü paylaşma eğiliminde olan sınıflarla yapılacak bir sözleşme
(mukavele) yolu ile bir uzlaşmaya vararak, onu sınırlandırmak"tı. Bu konuda
bkz. Berkes ( 1978 : 1 28 - 1 30).
161 1 740 senesinde Patrona Halil İsyanı'nda rol alan aktörlerin, Saray ve esnafın
işbirliği ile İstanbul'dan temizlenmesi konusunda bkz. Olsan ( 1977).
1 62 IV. Mustafa'nın taahhütü için bkz. Beydilli (200lb:48).
lentisi yeniçerilerin zabitlerine itaat ederek "umur-ı devlete müdahale
etmemeleriydi" . 1 63 Ancak "Devlet-i Niyye maslahatına [ siyaset] müda­
hale itmemek üzere ahdallah iderek sened" imzalayan yeniçeriler, ver­
dikleri sözü yaklaşık iki ay sonra unutacaklar ve IV. Mustafa'ya bir kez
daha söz vereceklerdi. 164 Saray'ın ya da Bibıali'nin ocaklara ve ocakların
temsil ettiği kadim düzene yaptığı her müdahalenin isyanla sonuçlandığı
bir dönemde, II. Mahmud da ocaklarla uzlaşmak zorunda kalınıştır. 165
Dolayısıyla Nemdar Vakasını takiben ocaklarla yapılan anlaşma ve sonra­
sında yaşanan gelişmeler 11. Mahmud'a, uzlaşmanın ocaklar bağlamında
değil, bizzat padişahın önderliğinde ve din kardeşliği zemininde yapıl­
ması gerektiğini öğretmiştir.

163 Beydilli (200 l b:44). iV. Mustafa devrinde yeniçerilerin Şeyhülislam Ataullah
Efendi ve Halet Efendi tarafından, Sadaret Kaymakamı Hamdullah Paşa'ya
karşı bir silah olarak kullanılması konusunda bkz. Derin ( 1 974:433-434 ) .
1 64 Devlet siyasetine iV. Mustafa devrinde d e müdahale eden yeniçerilerin,
yapılan anlaşma gereği cezalandırılamaması fakat artık IV. Mustafa'nın istekleri
hilafına hareket etmeyeceklerine dair yeniden söz vermeleri, dikkat çekicidir.
31 Mayıs 1 807 tarihinde imzalanan Hüccet-i Şerriyeden sonra 23 Temmuz
1 8 07'de kaleme alınan bir başka metin için bkz. TSMA ( E . 9 198). 1 826'da
Eşkinci Layihası'nın hazırlanması sırasında Bab-ı Fetv.ı'dan alınan hüccetin
ulema tarafindan Ağa Kapısı'na götürülerek Ocak zabitanı, sözerlcri ve ustalar
tarafından onaylanması konusunda ayrıca bkz. İÜKTB (TI' 6006:5b).
165 Alemdar Vakası sonrasında yeniçerilerin, ulemayı, afüilemek üzere Saray'a
göndermesi ve II. Mahmud'un "tavr-ı edebe ri'ayet ve mukteza-yı 'ubı'.ıdiyyet
üzre" olurlarsa yeniçerileri yeniden atledeceğini bildirmesi ve Yeniçeri
Ocağı ' na l'aka sonrası 1 2 5 .000 kuruş atıye gönderilmesi, ocaklar ve Saray
arasında, Alemdar Mustafa Paşa'nın ölümünü takiben bir kez daha anlaşma
yapıldığına dair ipuçları sunmaktadır. Ancak vakayı takiben yeniçerilerin,
Şeyhülislam Salihzade Ahmed Esad Etendi'nin azledilerek Manisa'ya
sürülmesinden sonra yerine atanan Nakibüleşraf Dürrizade Abdullah Etendi'nin
de değiştirilmesini talep etmeleri üzerine, il. Mahnıud'un, olabildiğince sert
bir dille kaleme aldığı hatt-ı hümayı'.ın, Saray'ın, yeniçerilerle anlaşma yaptığını
bütün açıklığı ile ortaya koymaktadır. Bu hatt-ı hüm:iy(ında il. Mahmud
"yeniçerilerin verdikleri senet üzre uını'.ır-ı devletime müdahale itmemeleri
şart olduğundan bundan ma'ada bir teklif dahi olmasun" demekteydi.
Bu konuda bkz. BOA ( HAT 22687); Asım Efendi ( 1 293 c:Il :254-255);
Şanizade (2008: 1 42 - 143); Beydilli (200la:l l9); Ottenfrls ( 19 1 3:32); Derin
( 1973a:260-262) ve Özcan ( 1999: 149).
Saray'ın muktedir olmadığı bir dönemde anlaşma imzaladığı tek
grup yeniçeriler değildi. Dönemin siyaset literatüründe esasen devlet
içerisindeki dengeleri sağlayan kurum olarak ön plana çıkan Osmanlı
padişahı, perişan olan "şiraze-i ecza-i nizamı" yeniden sağlayabilmek166
için ayanlarla da bir senet imzalamak zorunda kalmıştır. Senet metni­
ne167 göre devletin uluslararası ilişkiler alanındaki gücünün azalması ve
ülke içerisinde reayanın ezilerek vergi veremez hale düşürülmesi, aslında
söz konusu dengenin bozulmuş olmasının bir sonucudur. Bu bağlamda
Sened-i İttifak metninde açıkça belirtildiği üzere içeride dirliğin sağla­
narak dışarıya karşı birlik oluşturulması, devleti oluşturan iktidar odak­
larının birbirleriyle uyumlu bir şekilde çalışmasına bağlıydı. Uyumun
sağlanmasının yolunu da okurlarına sunan Sened'e göre, tıpkı yeniçeriler
ile yapılan anlaşmalarda vurgulandığı gibi, kimsenin "vazifesinden hariç
umura karışmaması" ve herkesin sadrazamdan (Alemdar Mustafa Paşa)
emir alarak, bunlara padişah emri gibi uyması sarsılan siyasi dengeyi ye­
rine oturtacaktı. İstanbul'a gelene kadar, Avrupalı gözlemciler tarafın­
dan tamamıyla reform karşıtı bir aktör olarak görülen Alemdar Mus­
tafa Paşa'nın168 bir anda askeri ıslahatların şampiyonu haline gelişinde,
Sened-i İttifak metninde yer alan bu maddenin etkisi, hafife alınamaya­
cak kadar büyüktür. Ayanlara devlet askeri toplama yetkisi veren Sened-i
İttifak'ın imzalanmasıyla birlikte meşru şiddet tekeline sahip olan Alem­
dar Mustafa Paşa ve ayan müttefikleri, rakiplerine karşı kanuni bir üstün­
lük sağlıyordu. Ayanların, ocaklar tarafından Sekban-ı Cedid'e herhangi
bir itiraz gelmesi durumunda, yeniçerilerin üzerine yürümek konusunda
müttefik olmasının sebebi de buydu.
Sadece orduya katkıda bulundukları savaş dönemlerinde değil,
daimi olarak devlet siyasetinde söz sahibi olmak isteyen bir grup ayanın,

1 6 6 Osmanlı padişahını, devlet içerisindeki dengeleri sağlayan ve kontrol eden bir


organ olarak tarif eden Asım Efendi'nin bu konudaki yorumları için bkz. Asım
Efendi ( 1 293 c:II:8-9).
167 Akyıldız (2004a).
168 Alemdar Mustafa Paşa'nın Nizam-ı Cedid karşıtlığı ve başkente ulaşmadan
önce "kadim nizamı restore edebilecek tek kişi" olarak görülmesi konusunda
örnek olarak bkz. NA (FO 78/63 : 1 8 5 ) ; Fraser ( 1 854: 384) ve Upham
( 1 828:344-345).
Alemdar Mustafa Paşa öncülüğünde başkente yaptığı yürüyüş169 ve
sonrasında gelişen olaylar taşra hanedanlarının, sadece kendi bölgele­
rindeki hakimiyetleriyle yetinmeyerek başkentte şekillenen devlet si­
yasetini de belirlemeye talip olduklarını ortaya koymaktadır. Osmanlı
imparatorluğu'nda ayanlığın, merkezi devlet idealine karşı ilk ve son defa
zafer kazandığı Sened-i İttifak'la ayanlar, defacto statütlerini de jure hale
getirmenin ötesinde, sahip oldukları askeri güçle başkenti kontrolleri al­
tına aldıklarını ilan ediyorlardı. Alemdar Mustafa Paşa'nın İ stanbul'a gir­
meden hemen önce başkenti kontrolü altında tutan Kabakçı Mustafa'yı
idam ettirmesi ve III. Selim'in, Boğaz savunmasını güçlendirmek için işe
aldığı göçmen/mülksüz/yamakları memleketlerine göndermesi sadece
bir başlangıçtır. il. Mahmud'un tahta çıkışıyla birlikte, daha önce de
belirtildiği üzere, devletin üst düzey kademelerinde yaşanan değişim, 1 70
devlet siyasetinin artık ayanlar ve onların istanbul'daki müttefikleri olan
Nizam-ı Cedid bakiyesi hegemonya! katipler171 tarafından belirlenmesi
anlamına geliyordu. 1 72 Dolayısıyla Alemdar Mustafa Paşa'nın İ stanbul'a

169 Ordunun Şumnu'da kışlaması kararının ardından toplanan müşavere


meclisindeki müzakerelerde bir anda kışlağın Edirne'ye tahvil edilmesi
konusunda bkz. TSMA (E 7014/ 1 8 5 ) .
1 7 0 Başta Saray olmak üzere ulema, ocaklar ve Babıili'de, Kabakçı İsyanında rol
alanlar Alemdar Mustafa Paşa tarafından temizlenmeye çalışılacakur. Ancak
devletin temel kurumlarının başına Alemdar Mustafa Paşa'ya bağlı kişilerin
getirilmesi, bilhassa ocaklar tarafından hiçbir şekilde kabul edilmemiştir.
Örneğin Alemdar Vakası'nın ilk kurbanlarından biri Sadrazama bağlı olan
Yeniçeri Ağası'dır. Bu konuda bkz. Derin ( 1 973a:248 ve 254).
171 IV. Mustafa döneminde el konulan maktul Valide Kethüdası Yusuf Ağa ve
İbrahim Nesim Efendi'nin konaklarının, tahta çıkmasının hemen ardından
II. Mahmud tarafından, çocuklarına iade edilmesi ve Alemdar Vakası'nda
Bfı.bıfili'nin yanması sebebiyle Yusuf Ağa'nın konağının bir süreliğine Paşa
Kapısı olarak hizmet görmesi, hiç şüphesiz bu durumun bir yansımasıdır. Bu
konuda bkz. Mustafa Necib ( 1280: 1 1 1 ) ve Erol (20 1 3 :2 1 7- 2 1 8 ) .
1 7 2 IV. Mustafa tahttan indirilmeden önce Raif Efendi'nin yerini alan Boğaz
kalelerinin hem nazır hem de ağası Kabakçı Mustafa'nın, Alemdar Paşa'nın
mahmisi Pınarhisarı Ayanı tarafından, zulmü sebebiyle idam edilmesi ve
yamaklar ile yaşanan çauşma konusunda bkz. BOA ( HAT 5 3788) ve Georg
Oğlukyan ( 1972 :52-56). Alemdar Mustafa Paşa'nın İstanbul'a girişi ve
sonrasında 111. Selim'i tahttan indiren isyanda rol alan ve halihazırda başkenti
girişi, taşranın metropole, çevrenin merkeze üstünlüğünü sembolize et­
mekteydi. Ancak söz konusu üstünlük, yeni sadrazamın beklediği kadar
uzun süre devam etmemiştir. Zira ayanların, hangi haklara sahip olduğu­
.nu yazılı olarak belgeleyen İ ttifak Senedi, tersten okunduğunda, aslında
ayanların hangi haklara sahip olmadıklarım da ortaya koymaktadır. Daha
da önemlisi bugün ayanlar başlığı altında bütüncül bir yapı olarak ele
alınma eğiliminde olan grup yekpare bir yapı arz etmemektedir. Bu bağ­
lamda İ stanbul'a hakim olmaya çalışan Alemdar Mustafa Paşa ve onun
çevresinde toplanan ayanlara muhalif ya da hasım pek çok �yan, tıplu
başkentteki muhalefet gibi pusuda beklemekteydi.
Muhalefetin bekleyişi uzun sürmemiştir. Bu dönemde İstanbul
kahvehanelerinde en fazla söz edilen konu hiç şüphesiz sadrazam Alem­
dar Mustafa Paşa'rıın, padişah II. Mahmud'u "çırağı" durumuna düşür­
mesiydi. 173 Yeniçerilere ve İstanbul'daki mülksüzlere göre başkente " . . .
bir haydud başı [sekban/dağlı lideri] gelüb, cebr ü kahr ile bir Padişahı
[IV. Mustafa] hal idüb, vezirden mühr-i hümayCınu alub hala şcvketlü pa­
dişahımıza [ II . Mahmud] layık olduğu 'ublıdiyyet mu'amelesi gösterme­
yerek başlu başına bir takım ha'inenin [ Nizam-ı Cedld bakiyesi katipler]
sözüyle din ve devletin erkanı olan 'ulema ve ocaklıyı kaldırmak, fakr u

kontrol edenleri bir şekilde uzaklaştırması ya da idam etmesi konusunda bkz.


Beydilli (200la: l 04); NA (FO 78/63 : 1 86 - 1 87); Walsh ( 1 836 c:I:34 1 ) . 1 3
Temmuz 1 808'de Alemdar Mustafa Paşa'nın İstanbul'a girişinden birkaç gün
önce başkentte "ne kadar küfeciler ve sokaklarda olan sergiciler ve manavlar
var ise ve Yenikapu'da olan bostan salaşları ve cami'-i selatin avlularında
olanların" yasaklanması konusunda ayrıca bkz. Beydilli (200la: l07- 108).
IV. Must<ıfa taratindan "suçsuz yere" zindana atılanların serbest bırakılması
ve sürgüne gönderilen devlet ricalinin kapıcıbaşılık, haceganlık ve silahşörlük

gibi makamlara atanması, Alemdar Mustafa Paşa'nın hem devlet düzeyinde


hem de başkent sokaklarının asıl sahibi durumundaki külhanlar düzeyinde
hakimiyet kurması anlamına geliyordu. Yeniçerilerin hakimiyeti altında olan
ve daha çok külhanların/mülksüz göçmenlerin çalıştığı resmi ve gayriresmi
iş kollarının devlet denetimi altına alınmaya çalışılması, ayanların hükmettiği
devlet otoritesinin İstanbul'da yeniden kurgulanmasına olanak vermekteydi. Bu
bağlamda yeniçerilerin ve taslakçılarının, İstanbul limanlarına yanaşan tüccar
gemilerini "korıımaları"nın yasaklanması akla ilk gelen örneklerdendir. Bu
konuda bkz. Öz ( 1941 :22) ve Cabi Efendi (2003 :246vd . ) .
1 73 Beydilli (200la: l l l ) v e Ünal (2008 :578).

308
zü'efayı [mülksüzler] ayaklar altına aldırmak" istemesi yeni bir ihtilalin
habercisiydi .174 Alemdar Mustafa Paşa 'nın, adamlarını Rusçuk'a saldır­
ması muhtemel olan Vidin .Ayanı İ dris Paşa'ya karşı Balkanlar'a, İstanbul
kahvehanelerinin en yoğun olduğu Ramazan ayında göndermesi, 175 bir
taraftan yeniçerilerin zamanlama konusundaki dikkatlerini yansıtırken,
diğer taraftan da İ stanbul'da hakimiyet kuran bir iktidar odağının, bu
dönemde henüz aynı anda taşrayı kontrol edebilecek araçlardan yoksun
olduğunu ortaya koymaktadır. IV. Mustafa'nın kızlarının Saray dışına
yazdıkları mektuplar176 ve yeniçerilerin ahali ve ulema ile tesis etmeye
çalıştıkları ilişki ve yaptıkları propaganda,177 Alemdar Mustafa Paşa ve
başkente inen dağlılar olarak görülen sekbanbrının zulmünden178 bıkan
İstanbul ahalisini ve ulemayı bir kez daha arkalarına alarak isyanı meşru
bir zemine oturtma çabalarının bir sonucudur. 179 Ancak isyanın bu kez
sadece bir grubu değil, Osmanlı hanedanının hayatta kalan tek erkek

174 Alemdar Mustafa Paşa iktidarında İstanbul kahvehanelerine hakim olan söylem
konusunda bkz. Şanizade ( 2008: 1 16 - 1 17).
175 Şanizade (2008 : 1 1 5 - 1 16) ve Ottenfels ( 19 1 3 : 30vd . ) .
1 7 6 Osmanlı tahtına oturmak konusunda, il!. Selim devrindeki Tayyar Paşa
ve Çapanoğlu arasındaki çatışmayla ve II. Edirne Vakası ile ümitlenen IV.
Musrafa'nın, yine İstanbul dışından gelen bir güçle tahttan indirilmesinin
ardından kızları Esma ve Hibettullah sultanların Saray dışından yandaş bulma
çabaları, II. Mahmud'un annesinin ve Alemdar Mustafa Paşa'nın aldıkları sıkı
önlemlerle engellenmiştir. Bu konuda bkz. Öz ( 1 94 1 :22ve 2 5 ) ve Uzunçarşılı
( 1942a: l 50vd. ).
1 77 Başkent kahvehanelerinde sekbanların "cami'leri top ile yıkıp İstanbul'u
küffara vereceklcri"nin konuşulması ve isyan sırasında tellalların "ey ahili-i
İstanbul, Ender(ııı-ı Hümaylın'a sekban askeri aldılar yarınki gün cümlesi
taşra çıkup ırzınızı paymfü ve mallarınızı garet, hanelerinizi ihrak-ı binnar
iderek Asitine-i Aıiyye'yi hak ile yeksan edecekler" ve yeniçerilerin "imdada
gelmeyenlerin avreti boş kendi kafirdir" diyerek İstanbulluları sekbanlar
aleyhine kışkırtması konusunda bkz. C5.b1 Efendi (2003 :279); Sağlamdemir
( 1994:34) ve Uzunçarşılı ( 1 942a: l64).
1 78 Alemdar Mustafa Paşa'nın İstaııbul'da estirdiği terör havası ve 1 808 İsyanı'nın
fitilini sadrazamııı, Şeyhülislam Konağı'na giderken, sekbanlarııı yol üzerinde
Mustafa Paşa'nııı alayını seyretmeye çıkan ahaliye kötü muamelesinin
ateşlemesi konusunda bkz. Şanizide (2008 : 1 16); Derin ( 1 973a:250-2 5 1 ) ve
Uzunçarşılı ( 1 942a: l 55 ) .
1 79 Şanizade (2008 : 128 vd. ) ve Cabi Efendi (2003:276).
üyesini hedef alması ve isyancıların çatışmalar sırasında esnaf ve İstanbul
ahalisine büyük zarar vermesi, tabloyu bir anda il. Mahmud'un lehine
çevirmiştir. İsyan sırasında "Ehl-i İslam'ın birbirini harbi keferesi kırar
gibi telef'' etmesi, 180 yeniçerilerin, kendileriyle çatışmaya giren Sekban-ı
Cedid neferlerine karşı İstanbul'un külhanlarını ve taslakçılarını seferber
etmesi181 ve bunun bir sonucu olarak suçsuz insanların evlerinin, esnafın
dükkanlarının yağma edilmesi182 ve hatta şehrin belirli bölgelerinin topa
tutulması, 183 imparatorluk başkentinde yaşanan iç savaşta, ahalinin çekti­
ği sıkıntılardan sadece birkaçıdır.184

180 Derin ( 1973a:257) Vaka sırasında yeniçerilerin "i!a-yı kclimetullah için gazaya
gider gibi" Saray'a yürümeleri konusunda bkz. Asım Efendi ( 1293 c:II:25 1 ).
1 8 1 Tıpkı Kabakçı İsyanı'nda olduğu gibi, Alemdar Vakası'nda da " Kürt, Laz ve
Arnavut göçebelerin" başrolü paylaşmaları konusunda bk:l. Öz ( 1941 :24);
Tayyarzade Ahmed Ata ( 129 1 - 1293 c:III:43) ve Ubeydullah Kuşmani
(2007: 1 1 4- 1 1 5 ). Yeniçeri zabitanının ve karakullukçulannın kayıkhanelerden,
hamamlardan, fırınlardan, balta, satır ve sopalarla silahlandırılmış Müslüman
ve gayrimüslimleri zorla Ağa Kapısı ve kışlalara sevk ederek sekbanlara karşı
kullanmaları konusunda bkz. Şanizade (2008 : 1 3 5 ) .
182 Sokaklarda yaşanan çatışmalar sırasında yeniçerilerin, evlere zorla girerek
pencerelerden sekbanlar üzerine ateş açması, bu sırada bazı hanelerin yağmaya
uğraması ve suçsuz insanların "gayretkeş-i devlet" olmakla suçlanarak
yeniçeriler tarafından linç edilmesi konusunda bkz. Şanizade (2008 : 140).
183 Yeniçerilerin, Topkapı Sarayı'nı Ayasofya'nın çatısından ve minarelerinden ateş
altına almasından sonra Süleymaniye'dc bulunan Paşa Kapısı'nın, Eminönünde
mevzilenen otuz civarında gemiden, R..-ımiz Paşa'nın verdiği emirle topa
tutulması ve bu bağlamda il. Mahmud'un, topların sokak çatışmalarındaki
etkisini ve bilhassa yeniçeriler üzerindeki büyük tahrip gücünü fark etmesi
konusunda bkz. Şanizade (2008 : 1 36-1 37); Erol (201 3 :216-2 1 8 ); Georg
Oğlukyan ( 1 972 :4 1 ); Sağlamdemir ( 1994:38vd.); Ünal (2008 : 5 8 1 ) ve
Uzunçarşılı ( 1971:42 3 ) .
1 8 4 İsyan sırasında yeniçerilerin, sekbanların mcvz11cndikleri yerleri ateşe
vermesiyle başlayan yangın kontrolden çıkarak İstanbul'u kasıp kavurmuştur.
Şehrin "hamalların elinde kaldığı" ve dükkanların on yedi gün kapalı kaldığı
isyanda İstanbullular artık yeniçerileri "cihanı harbe veren padişah hainleri"
olarak görmektedir. Bu konuda bkz. Beydilli (200la: 1 1 3); Gcorg Oğlukyan
( 1972:53-54); Kalost Arapyan ( 1943 :21 ) ve Uzunçarşılı ( 1942a: l 72 ) .
Alemdar Vakası'nda çıkan yangınlardan zarar gören sadece İstanbul
ahalisi değildir. Devam eden savaşlar açısından büyük bir öneme sahip
Alemdar Mustafa Paşa'nın ölümünden sonra II. Mahmud'un başken­
tin kontrolü ve güvenliği açısından dayanabileceği hiçbir askeri otorite­
sinin kalmaması, İstanbul'un hakimiyetinin tıpkı IV. Mustafa185 devrinde
olduğu gibi, yeniden yeniçerilere geçmesine sebep olmuştur. 186 Sokakta

olan İstanbul'daki levazım ve mühimmat depoları da isyancılar tarafindan


yağmalanarak ateşe verilmiştir. Bu konuda ayrıca bkz. NA (FO 78/63:213).
Bu bağlamda devlet ricali arasında yeniçerilerin kaldırılabileceğine dair
fikrin de Alemdar Yakası sırasında şekillendiği düşünülebilir. Devrin Saray
ruznamesinde yer alan "an karibi'z-zaman inşa'llah'il-rahınan yeniçeri namı
dı'-i 'arzdan ref olunmasına" dair kayıt için bkz. Uzunçarşılı ( l 942a: 173).
1 85 iV. Mustafa döneminde halk arasında söylenen tekerlemeler aslında
İstanbul'daki anarşiyi tarif etmekteydi. Örneğin "İslaınbul içi eşkıya ile doldu,
ehl-i ırz olanların gül yanakları soldu, fitne şorba gibi kaynadı, Dünya yerinden
oynadı", bu sırada başkentte en çok tekrarlanan tekerlemelerden biri olmalıdır.
Bu konuda bkz. Erol (20 1 3:20 5 ). Yeniçerilerin ve taslakçılarının IV. Mustafa
devrindeki edebsizlikleri konusunda ayrıca bkz. Asım Efendi ( 1293 c:II:85 vd.
ve 1 63); Derin ( 1 974:438vd.); Kalost Arapyan ( 1943:6) ve Georg Oğlukyan
( 1 972: 1 7 ve 20vd . ) .
1 8 6 Alemdar Mustafa Paşa'nın İstanbul'a girişi, Tayyar Paşa'nın idammda da
gözlemlendiği üzere ayanlar arasındaki dengeleri değiştirdiyse, ölümü de aynı
şekilde taşradaki iktidar ilişkilerini değiştirmiştir. Alemdar Yakası sırasında
İstanbul'da bulunan Ankaralı mülksüz göçmenler, yeni atanan yeniçeri
ağasına giderek "efendim, bizler vilayetimizde bu asker-i cedidden sille vü
şamar yemeden vilayetimizi terk eyledik . . . . . . bizler dahi intikamlarımızı vamp
vilayetlerimizde bu Nizam-ı Cedid askerinden alalum" diyerek yeniçeri
ağasından kopardıkları mektupla ertesi gün yola çıkarlar. Vilayetlerine
dönen göçmenler, Ankara'da "garezleri oldukları eşraftan ve askeriden
ve eşrafı kuzattan ba'zının hanelerini ihrak ve ba'zının emvalini yağına
ve kendülerini 'idam birle" bir başka fesad çıkartmışlardır ( Cabi Efendi
2003 :378 ). Bu konuda ayrıca bkz. Derin ( 1 973a:252). Nizam-ı Cedid'in
Bolu'da kurulmasında önemli bir rol oynayan ve isyan sırasında İstanbul'da
bulunan Bolu voyvodası Hacı Ahmedoğlu'nun idamı konusunda bkz. Asım
Efendi ( 1293 c:II:260); Şanizade (2008: 1 5 4 ) ve Cabi Efendi (2003:287).
Kadı Abdurrahman Paşa'nın, rakibi Teke mütesellimi tarafindan öldürülmesi
konusunda bkz. Kalost Arapyan ( 1 943:26). Vaka sonrasında yine Rusçuk'a
firar eden Y5.ranın, bölgeyi dağlılardan temizleyerek güvenliği sağlayan
Alemdar Mustafa Paşa'ya bağlı fakat Sadrazamın ölümünden sonra hiçbir
güvenceleri kalmayan Rusçuk ahalisi tarafindan başkentten gönderilen altı
bin kişilik birliğe teslim edilmeye çalışılması ve firarilerin, tıpkı Tayyar Paşa

311
1
yürümenin bile neredeyse imkansız hale geldiği imparatorluk başkenti,
bundan sonra çıkarları çatışan yeniçeri ortaları arasındaki kavgalara, 187
toplumun savunmaya ve adalete en çok ihtiyaç duyan kesimleri olan
kadınlara ve gayrimüslimlere188 yapılan haksızlıklara ve yağmaya sahne
olmuştur. Sokakların güvensizliği bir tarafa siyasette ağırlık kazanan ye­
niçeriler sadrazam atamalarını çok daha etkin yöntemlerle kontrol et-

gibi Rusya'ya iltica etmesi konusunda bkz. Şanizade (2008 : 1 63 - 1 65 ) .


Alemdar Mustafa Paşa'nın ölümünün hemen ardından Yılıkoğlu Sülcyman'a
yeniden vezaret tevcih edilmesi konusunda bkz. Sağlamdemir ( 1 994:97) IV.
Mustafa'nın, kendisine muhalif ayanların İstanbul'daki kapı kethüdalarını
sürgüne göndermesi ve bu durumun Alemdar Mustafa Paşa sadaretinde
değişmesi konusunda bkz. Şanizade (2008:89-90) ve Derin (1974:4 1 2 ) .
Tepedelenli Ali Paşa'nın iki oğlunu, Muhtar v e Veli paşalar, Alemdar Mustafa
Paşa ile birlikte İstanbul'a göndermesi ve bu yolla elde ettiği nüföz konusunda
bkz. Deans ( 1 854:2 16-2 1 7 ) . Alemdar Vakası sonrası sadece Çapanoğlu ve
Karaosmanoğlu ailelerinin II. Mahmud'a bağlı kalması konusunda ayrıca bkz.
TSMA (E 1 379) .
1 8 7 Söz konusu kavgalardan e n büyüğü hiç şüphesiz Galata'da yirmi beş, yetmiş
bir ve yetmiş beşinci ortalar arasında "nişan ve avrat" sebebiyle çıkandır. Birkaç
hafta Galata bölgesini savaş alanına çeviren çatışmalar, yabancı elçiliklerin
hemen yanında ceryan etmiştir. Bu konuda bkz. BOA ( HAT 1 9 3 1 4/A-B-
C- D). Çıkarları çatışan yeniçeri ortaları arasında çıkan ve genellikle yağma
ile sonuçlanan sayısız küçük çatışma için bkz. Beydilli (200 l a: l 20, 1 29- 1 30,
1 38, 1 4 1 - 142); Ahmed Cevad ( 1 299:272 ); Cabi Etcndi (2003 :732) ve Sunar
(2006:70 ). Yeniçerilerin İstanbul'da sebep oldukları anarşinin benzerleri,
ocağın güçlü olduğu bölgelerde de yaşanmaktaydı. Örneğin tıpkı başkentteki
yoldaşları gibi Kandiye'de fühşiyat yapıp ahaliyi gaspeden otuz yedinci ve kırk
ikinci yeniçeri ortalarının bu dönemde toptan sürgün edilmeye çalışılması
konusunda ayrıca bkz. BOA ( HAT 19376 ve 1940 1 ).
1 8 8 Kadınlar ve gayrimüslimler gerçekten de dönemin İstanbul'unda hüküm
süren anarşiden en fazla etkilenen gruplardır. III. Selim devrinde de benzer
sıkıntılar yaşayan söz konusu iki gruptan gayrimüslimlerin, Rum İsyanı
sebebiyle silahlarına el konulması durumu daha da dramatik hale getirmiştir.
Devletin, ihtiyaç duyduğu gelirlere sahip olabilmek amacıyla Rum bankerler
üzerinde kurduğu baskı ve uyguladığı sıkı takibat ise bir taraftan isyanı
şiddetlendirirken, diğer taraftan da İstanbul'daki Rumların, devam eden
isyandan maddi açıdan da zarar görmesine sebep olmuştur. Bu konuda bkz.
Şanizade (2008 : 1 209- 1 2 10); Cabi Efendi (2003 :787-788); A11med Cevad
( 1 299:272-273 ); Walsh ( 1 836 c:I:364, 376 ve c:II:20-21 ve 26-27).
meye çalışıyorlardı . Artık Yusuf Paşa'nın sadaretini istemeyen yeniçeriler
tarafından sadece dükkanlara değil, Edirnekapı, Eğrikapı, Yedikule tara­
fındaki evlerin kapılarına daha sonra Fatih, Süleymaniye, Beyazıd ve Aya­
sofya 'daki hanelere, Ermeni ve Yahudilerin ikamet ettikleri bölgelerdeki
evlere ve nihayet Patrikhane kapılarına tebeşir ve bıçakla yeniçeri nişan­
ları çizilmeye başlanmıştır. 189 Asayişin sağlanamaması sebebiyle ahalinin,
kendi mahallelerinde nöbet tutarak güvenliği sağlama çabaları, 1 90 silah
taşınmasına yönelik yasaklarla önlenecek ve bu şekilde silah taşıma ayrı­
calığına sahip ve başkent güvenliğinden sorumlu yeniçeriler, İ stanbul' un
tek ve yegane hakimi konumuna yükselecekti. 19 1 Artık barış zamanı "yi­
ğitlik eden kabadayılar"a dönüşen192 yeniçeri ve mülksüz/göçmen tas­
lakçıların 1 93 zulmünün ve edepsizliklerinin dayanılmaz hale geldiği nok-

189 Nişanlan kimin çizdiğinin araştırılması için gece kollukların çıkarılmasını


takiben, üst düzey devlet görevlileri de sabah uyandıklarında kapılannda
yeniçeri nişanlarını görmüştür. Çizilen nişanları silen hane sahipleri, ertesi gün
katrana bulanmış kapılarına asılan boynuzlarla karşılaşmaktaydı. Önlemlerin
daha da sıkılaştırılması, Divan-ı Hümayun Kalemi kapısına, yine gece asılan
bir yafta ile sonuçlanmıştır. Yaftanın içeriği, sadece bu sırada patlayan yeniçeri
isyanlarının niteliği ve yeniçeriler ile mülksüzler arasındaki ilişkiyi ortaya
koymakla kalmaz, aynı zamanda yeniçerilerin sadaret makamına yapılan
atamaları da yönlendirmeye çalıştıklarını gözler önüne serer. Nitekim
yeniçerilerin bıraktıkları yaftada "mühre gelen sadr-ı sabık Yusuf Ziya
Paşa'yı istemeyiz ve eğer mühre getirülür ise hila Kaimakam Paşa'yı dahi
istemeyiz. Kılıçımızdan kan damlar, iki etba'lı [hizmetkarlı] bir adem sağ
komayız" yazılıydı. Bu konuda bkz. Şanizade (2008 : 1 80- 1 8 1 ) ve Cabi Efendi
(2003:408 vd. ) .
190 İsyan sonrasında devam eden yangınlar sebebiyle tulumbacıların İstanbul
sokaklarında dolaşması ve yağma tehlikesi, başkent ahalisini bu tür tedbirler
almaya zorlamıştır. "Her mahallede ahili haneleri önüne kimi fener kimi
kandil i'kad edüp ve sabaha kadar kol dolaşması" konusunda bkz. Şanizade
(2008 : 144) ve Derin ( 19 73a:260).
191 Cabi Efendi (2003 : 16 lvd.).
192 Mustafa Necib ( 1 280:6).
193 Gündelikli işlerle uğraşaıı mülksüz taslakçıların yoğunlaştıkları Tahtakale,
Bahçekapı, Unkapanı, Galata, Üsküdar gibi mahalleler, il. Mahmud
salatanatının, yeniçeriliğin ilgasına kadar süren döneminde İstanbul'un en
güvensiz bölgeleridir. Bu bölgeler "akçe kapmak derdinde olan" hamal,
kayıkçı, kileci ve kabakçılar "bazı gözleri kesdiği kimesnelerin önlerine
tada İstanbul ahalisi, huzuru ve adaleti sağlayamayan kaymakam paşanın
konağını basarak kendi güvenliklerini kendileri sağlayabilmek için hatt-ı
hümayiln talep etmiştir.194 Zira il. Mahmud'un bütün olup bitenler kar­
şısında yapabildiği tek şey, "İstanbul ahalisinden ve reaya makulesinden
a'lel-husus düvel-i nasara elçilerinden hicab" etmekten ibaretti. 195 Dev­
let, başkentinde dahi varlık nedeni olan adaleti ve güvenliği uygulayamaz

çıkub akçelerini " gasp ediyordu. Bu durumun önlenmesine yönelik yeniçeri


ağalarına yazılan buyruldular ve esnafkethüdalarına yapılan uyarılar da
sonuçsuz kalmaktaydı. Zira maiyetiyle beraber at üstünde Ağa kapısının
bulunduğu Süleymaniye'den geçmekte olan Lağımcıbaşı dahi gaspa kurban
gitmekteydi. Bu konuda bkz. BOA (HAT 19356, 19506 ve 25660) ve Esad
Efendi (2005 : 1 16). Daha önce de belirtildiği üzere Yeniçeri Ocağı, mülksüz
göçmenlerin İstanbul'da sığındıkları tek yer değildi. Dönemin medreselerinde
de önemli miktarda mülksüz göçmen barınmakta ve suhteler de tıpkı yeniçeri
taslakçıları gibi İstanbul güvenliğini tehdit etmekteydi. Bu bağlamda ehl-i
ırza tasallut eden dört suhtenin çarşı esnafı tarafından yakalanarak Parmak:kapı
kolluğuna teslim edilmesi ve bunların kolluktan Ağa Kapısı'na götürülmesi
sırasında yeniçeriler ile tutukluların arkadaşı olan on nefer müsellah suhte
arasında çıkan çatışma konusunda bkz. BOA (HAT 22663).
1 94 Dört aylık büyük bir kıtlığın yaşandığı ve "kaymakam paşa ve sekbanbaşmın
fırun önünden geçmeye aciz kaldığı" 1 8 1 0 senesinde gerçekleşen bir olay
sadece İstanbulluların sabrının taştığım bütün açıklığıyla ortaya koymakla
kalmaz fakat aynı zamanda, il. Mahmud'un çaresizliğini de gözler önüne
serer. Yeniçeri kışlalarının bulunduğu Beyazıd'da sabık humbaracıbaşının
hanımına musallat olan hamallardan, kadını kurtaran bölge esnafı suçluları,
Kaymakam Paşa ve Sekbanbaşı'na teslim ettikten sonra " . . . bak ağa hu
cdebsizlcrin etdükleri nedir ? Sen bu mcsnedin ehlü değilsin; sen yaramaztın
hakkından gelemezsün lakin biz şimdi gerü çekecek takadımız kalmadı
'alimallah haşr oluruz' deyü kaymakamdan ferman talep edüp 'şevketlü
efendimizden bir kıta' hatt-ı hümayı1n isterüz şimden sonra edebsizi urup
öldürürüz bunu efendimize teslim edün' dediklerinde hakikat-i hal Enderun'a
telhis olundukda hatt-ı hümaylın sadır olup mahallat imamlarını İstanbul kadısı
konağına ihzar [ve] feth-i kıra'at olundukda fimaba'ad edebsiz güruhu bir
na-hemvare şirket eyledükde kolluğa verün ana ita'at etmezse vurun helak
edin su'al ve cevab yoktur" diye ferman çıkmıştı ( Derin 1973a:269-270).
Bu konuda ayrıca bkz. Beydilli (200la: l 30- 1 3 1 ) ve Ernığ (2008:272-273).
Çıkan fermanın tam metni için bkz. Şanizade (2008:363-368 ) .
195 BOA ( HAT 1937 1 ) .

314
durumdaydı. 196 Bu bağlamda yeniçeriler, Mustafa Nuri Paşa'nın da be­
lirttiği gibi, Alemdar Mustafa Paşa'nın ölümünden Vaka-i Hayriyye'ye
kadar "ihtilal-i daimi" halindeydi. Nizam-ı Cedid zulmünden bıkarak
1807'de Kabakçı Mustafa'yı destekleyen İstanbul esnafı ve ahalisi ise
çoktan güvenle sığınabilecekleri bir gölge aramaya başlamıştı. 197
Sokaklarda düzenin korunması, çarşı ve pazarda adaletin sağlan­
ması, kıtlıkların önlenmesi ve makul oranlarda vergi alınmasına daya­
lı bir sosyal kontrat üzerinde şekillenen toplumsal düzen dahilinde II.
Mahmud'un meşruiyeti, ocakları ve yeniçerilerle organik bağları bulu­
nan mülksüzleri kontrol edebilmesine bağlıydı. İ ki Osmanlı padişahı­
nın ölümüyle sonuçlanan isyanların ardından II. Mahmud, merkezinde
güvenliğin bulunduğu bir siyaset izlemiştir. Temcide güvenlik ve dü­
zenden menkul bir meşruiyete dayanan il. Mahmud iktidarının bundan
sonra izleyeceği siyaset, can, mal ve ırz korkusu altında ezilen tebaasını,
militarizmi ve askeri tedbirleri ön plana çıkartarak, devletine güvenen bir
topluma dönüştürmeye çalışmak şeklinde özetlenebilir. Dolayısıyla esas
olarak Osmanlı İ mparatorluğu'nun sınırları dahilinde devletin ve onu
temsil eden Saray'ın iktidarını yeniden kurgulama projesi olarak Osman­
lı askeri reformu ile dünyayı, doğa durumundan kurtararak güvenliğin
hüküm sürdüğü bir cennete dönüştürmeyi amaçlayan güvenlik ve düzen
devletinin temelleri aynı dönemde atılmaktaydı. Öncelikle başkentteki
dirliği sağlamaya çalışan II. Mahmud, bir taraftan kahvehane ve berber
dükkanlarını "casusları" aracılığı ile kontrol altına almaya çalışıp, askeri
reform propagandası yaparken, ı 9s diğer taraftan da Boğaz havalisindc,
zahiren Rum reayayı etkisiz hale getirmek amacıyla fakat gerçekte mülk-

196 Örneğin Balat İskelesi'nde bulunan alunış dört ve yetmiş birinci ortaların
kahvehanelerinde yaşanan uygunsuzluklara bir son vermek için Yeniçeri
Ağası'nın kahvehanelere müdahalesi ve yeniçerilerin, ağalarıyla silahlı çatışmaya
girmesi konusunda bkz. BOA ( HAT 193 1 6) . Alemdar Yakası sonrası kapatılan
kahvehaneler, meyhaneler, genelevler ve berberler için aynca bkz. Esad Efendi
(2000:247); Cabi Efendi (2003:224) ve Beydilli (200la:l44).
197 Yeniçerilerin esnaf ve ahalinin desteğini yitirmesi konusunda bkz. Bastelberger
( 1 874:92).
198 Rum İsyanı sırasında İstanbul kahvehanelerinde yapılan, tilimin önemine,
Mısır ordusunun, yeniçerilerden çok daha nizamlı ve muzaffer olduğuna ve
yeniçerilerin ahlaksızlıklarına dair propaganda için bkz. Walsh ( 1 836 c:II:SOS).

315
süzlerin yoğunlaştığı bölgelerde devlet otoritesini sağlayabilmek için
Ağa Hüseyin Paşa'yı görevlendirmişti. 1 99 Hüseyin Paşa, Beykozlu Hasan
Paşa ve " casusları" aracılığıyla bölgede üstünlüğü ele geçirirken, diğer
taraftan da Tersane nazırlığına getirilen Papuççu Ahmed Paşa eliyle ka­
yıkçılar ve Tersane neferleri padişah tarafına kazanılmıştır.200 Aynı dö­
nemde Tatar Osman Ağa'nın bostancıbaşılığa ve Alemdar Vakası'nda
Saray'ı cansiperane savunan Karacehennem İ brahim Ağa201 başta olmak
üzere topçu sınıfının üst düzey mevkilerine halifeye bağlı subayların ge­
tirilmesi tamamıyla II. Mahmud'un ocaklarda padişahlarına kulluk eden
nefer ve subaylar ile kendi akılları ile hareket eden eşkıyalarm202 arasını
açmaya yönelik siyasetinin bir ürünüdür.203

1 99 13 Kasım 1 822'de yeniçeriler ile derin ilişkiler tesis etmiş olan iV. Mustafa
devrinin reisülküttabı Halet Etendi'yi azlettikten sonra, 25 Aralık 1 822'de
Hüseyin Paşa'yı yeniçeri ağalığına atayan II. Mahmud, bu hareketiyle
doğrudan yeniçerileri ve taslakçılarını hedef alan bir siyaset izlemeye
başlıyordu. Bu bağlamda Asmaaltı, Tahtakale, Balıkpazarı gibi mülksüzlerin
yoğunlaştığı bölgelerde Ağa Hüseyin Paşa'nın kontrolü ele alınası konsunda
bkz. Uzunçarşılı ( 1988 c:I:524 ) . Hüseyin Paşa'nın, ağalığı sırasında Ocaktaki
"söz sahihlerinin bir türlü bahane ile" etkisiz hale getirilmesi için ayrıca bkz.
Esad Efendi (2000: 194vd., 501 ve 574) ve Lütfi Efendi ( 1 997: 1 1 3 ) .
200 Walsh ( 1 836 c:I:5 19).
201 Şanizade (2008 : 1 2 1 ve 224).
202 Dönemin belge ve kaynaklarında eşkıya sıfatı genellikle "Devlet-i Aliyyc'ye
ita'at etmeyüb kendi 'aklına tabi olan" kişiler için kullanılmaktaydı. Örneğin
bkz. Lütfi Efendi ( 1999 : 1 00 ) ve Bcydilli (200la: l67).
203 "Erbab-ı 'ukulün tedbirde 'aciz kaldıkları" bir mesele olan yeniçerilerin,
Saray'ın denetimi altına alınması, i l . Mahmud için en temel sorundu . il.
Mahmud'a göre muti yeniçeriler "istimalet olunarak, silaha meyli olub
yenilerin [ bir şekilde yeniçeri esamesi sahibi olan mülksüz göçmenlerin]
su'i hareketlerini tasvib eylemeyenler kimler ise gizlice haber alınub bir
nev'i taltifle" kazanılmalıydı. Bu bağlamda Osmanlı padişahının da belirttiği
üzere, yeniçerilerin "içine her cins katışmış ve katmışlardır, içlerinde eyü
adamlar da hiç yok değil, lakin baldırı pplak cühelası (mülksüz göçmenler J
anlara galibdir". Zira "günahın sonunun pişmanlık olduğunu bilmeyen,
Ocak-ı Amire'de na-hilaf kimesneler ve bahusus yeni yetişmeler heman
zabitan zümresine iltihak eylediği gibi (para ve şöhret için] kendüsündcn
büyük ve eskilerin [II. Mahmud'un atadığı ağaların] sözlerini dinleıneyüb
ve nasihatlerini kabul etmeyüb kendi 'ak! ve da'vasına teba"iyyet ile fı'l-asl
Ocakları, III . Selim gibi katipler/nazırlar aracılığı ile kontrol etmeye
çalışan I I . Mahmud'un204 yaptığı atamalardan yeniçeriler hiç de hoşnut
değildi.205 Eşkinci Layihası'nın kaleme alındığı meclislerde ve yeniçerili­
ğin ilgası sürecinde de gözlemlendiği üzere katipler, ulema ile birlikte en
önemli rolü oynamıştır. 206 Devletin önemli mevkiilerini işgal etmeye baş­
layan görevliler arasında, birkaç on yıl önce Nizam-ı Cedid ajandasını yü­
rürlüğe koyan ve bizzat hareketin içerisinde yer alan kişilerle baba-oğul,
hami-mahmi, usta-çırak ilişkisi ile bir şekilde bağları bulunan katiplerin,
askerlerin ya da ilmiye mensuplarının bulunması il. Mahmud'un yap-

Ocağın esas-ı kanununa ve Devlct-i Aıiyye'nin her bir emrine ita'at etmeyerek
din ve devlete muzır su'i hareketlerde" bulunmaktadır (BOA HAT 2 5 636).
Bu konuda ayrıca bkz. Walsh ( 1 836 c:II: 5 04- 5 0 5 ) .
204 Yeniçeri Ocağı'nı, haliteye bağlı katipler ile depolitize etmeye çalışan I I .
Mahmud'un yaptığı atamalara yeniçeriler sık sık muhalefet etmiştir. II.
Mahmud'un, yeniçerilerin atamalar konusundaki itirazlarına dair kaleme aldığı
ve itaati vurgulayan hatt-ı hümayı'.ınu sadece yeniçeriler için değil, esnaf ve
ahaliyi de dikkate alarak kaleme almış olması ve toplumun diğer kesimlerinin
de bu hatt-ı hümayı'.ından haberdar olmasını istemesi dikkat çekicidir. Bu
konuda bkz. BOA ( HAT 5 1 086).
205 Yeniçeri Ocağı'na yapılan zağracıbaşı ve kulkethüdası atamalarından
yeniçerilerin memnuniyetsizliği, I I . Mahmud'un Ocağa söz geçirememesi ve
sonuçta yeniçeri ağasının azledilmesi konusunda bkz. BOA (HAT 49209)
206 Ağa Hüseyin Paşa, İzzet Mehmet Paşa, Papuççu Ahmed Paşa, Karacehennem
İbrahim Ağa ve Reşid Paşa gibi askerlikten yetişen görevlilere nazaran,
yeniçeriliğin ilgası sürecinde ulema ve katipler çok daha etkin bir rol
O)'namıştır. Eşkinci Layihası 'nda Ocak Katibine nezaret görevi verilmesinin
yanı sıra LSyiha'nın kaleme alınması sırasında toplanan mcşveretlcrtkn dar
katılımlı olan ilkine sadrazam ve yeniçeri ağasının yanı sıra beş ulema ve beş
adet ehl-i kalem davet edilmişken, 28 Mayıs 1 826'daki ikinci toplantı)'a otuz
beş ilmiye üyesi ve on adet katip katılmıştı. Meşverete katılan asker sayısı
ise dikkat çekici bir şekilde on dokuzu Yeniçeri Ocağı'ndan olmak üzere
toplam yirmi ikiydi. Bu bağlamda isyan sonrasında toplanan ilk meşverette
Rcisülküttab Seyda Efondi'nin yeniçerilerin "mahv (ı izalelcrine bundan güzel
fursat düşmez" diyerek ocağın kaldırılması fikrini ilk kez açık bir şekilde dile
getirmesi ve yeniçeriliği kaldıran fermanın, daha henüz meşveret toplanmadan
Beylikçi Pertev Efendi tarafından kaleme alınmış olması, ilga hareketinde
ulema ve katiplerin oynadıkları rolü bütün açıklığı ile gözler önüne serer. Bu
konuda bkz. Lütfi Efendi ( 1 999:97) ve Esad Efendi (200 5 : 1 5 ve 8 5 ) .

3 7
1 1
tığı atamalarda tesadüfı207 seçimler yapmadığım ortaya koymaktadır.208
Bunun yam sıra yeniçeri ağalarını çok sık değiştirerek,209 devrin tabiriyle
silsilenin yürümesini sağlayan il. Mahmud, Ocak içerisinde kendisine
bağlı alt düzey subayların olabildiğince hızlı bir şekilde ocak bürokrasisi
dahilinde yükselmesini sağlıyor ve dağıttığı atıye ve unvanlarla ocak içe­
risinde halifeye bağlı, muti bir idareci zümre oluşturmaya çalışıyordu. 210
Ocakların, devletin sıradan bir kurumu haline getirilerek padişahın
kararlarım uygulayan bir araca dönüştürülmesi aslında siyasete kimin ka­
rar vereceği ile ilgili bir sorundu. Osmanlı ordusunun teorik olarak en
önemli görevi olan İ slamı savunma misyonunun2 11 Saray'ın tekeline so-

207 Şubat 1 826'da, birkaç ay sonra yeniçerileri topa tutacak olan Humbaracı
Ocağı'nın başına Saray'dan yetişen Dede Mustafa Paşa'nın getirilmesi burada
zikre değer bir ayrıntıdır. Bu konuda bkz. Levy ( 1968: 1 1 0).
208 Örneğin i l . Mahmud devrinin kilit pozisyonlarında bulunan Reşid Mehmet
ve Hüsrev paşaların, Nizam-ı Cedid'in önemli isimlerinden Küçük Hüseyin
Paşa'nın yetiştirmesi olması, Ağa Hüseyin Paşa'nın, I I . Mahmud'un
kızkardeşlerinden biriyle evli olması, Eşkinci Layihası'nın yazım sürecine
ulemadan Halil Hamid Paşazade Arif Bey ve Reisülküttab Raşid Efendizade
Esscyid Catcr Beycfi:ndi'nin doğrudan katılması ya da Kabakçı İsyanı'nda idam
edilen Abdüllatif Eföndi'nin oğlu müderris Halim Efendi'nin din bürokrasisi
içerisinde sözü geçen bir kişi olarak ön plana çıkması bu konuda akla gelen ,
ilk örneklerdir. Bu konuda bkz. Cevdet Paşa ( 1 309 c:XII: l 37); Esad Efendi
(2005 :14); Schlcchta-Wssehrd ( 1 882:46); Münch ( 1 839: 108); Macfarlane
( 1 829 c:II: l05) ve Walsh ( 1 8 36 c:I:522).
209 II. Mahmud, 1 808 senesinden, Ağa Hüseyin Paşa'yı göreve getirdiği 1 822
yılına kadar yeniçeri ağalığına on yedi kez atama yapmışken, 1 822 ila 1 826
arasındaki dört yılda topbm yedi kere yeniçeri ağasını değiştirmiştir. Bu
bağlamda I I . Mahmud devrinde yeniçeri ağalan, ortalama dokuz ay gibi kısa
bir süre görevde kalmaktaydı. Dolayısıyla, tıpkı Alemdar Vakası'nda olduğu
gibi, 1 826'da isyan eden yeniçerilerin önce Ağa Kapısı'nı basarak padişahın,
k:itiplerle birlikte ocaktaki temsilcisi gibi gördükleri kendi ağalarını öldürmek
istemesi gayet doğaldır. Bu konuda bkz. Esad Efendi (2005 :58-59) ve
Murphey (Yeni-ceri, P, dijital versiyon) .
210 Ocağın ilgasını takip eden süreçte d e devam eden atıye v e rütbe tevcihleri
için bkz. Esad Efendi (2005 :54, 90-91 ve 100); Lütfi Efendi ( 1 997: 105);
Uzunçarşılı ( 1988 c:I:532).
211 Tıpkı ocaklar gibi ayanlar da Seyyid Mustafa Efendi'ye göre sadece "kendi
mesilih-i mahsı'.ısalarını terviç için sekban" topluyordu. Oysa ki Nizam-ı Cedid
kulması aynı zamanda siyasetin tek bir merkezden belirlenmesi anlamına
gelmekteydi. Dolayısıyla siyaset ve şiddetin depolitizasyonunun sağla­
nabilmesi için gereken bürokratikleşme/nezaret yeniçerilerin, Saray'dan
farklı gerçeklik tanımlarının ortadan kaldırılmasını ön görüyordu. Farklı
bir gerçeklik tanımı üzerinden şekilenen yeniçerilerin dünya algısı, onları
meşru merkezin aracı olmaktan uzaklaştırmaktaydı. Bu durum uluslara­
rası dengelerin hızla değiştiği İhtilal Savaşları esnasında kendisini en açık
şekilde göstermiştir. Ocak içinden ve dışından Rusya ile imzalanan ittifa­
ka karşı gelişen tepki ve bu tepkiden duyulan rahatsızlık Nizam-ı Cedid
siyasetini derinden yaralamıştı. Nitekim Saray tarafından Rusya'mn ne
zaman dost, ne zaman düşman olduğuna karar verilemiyorsa, Rusya
yeniçeriler için düşman-ı tabii olarak kalmaya devam ediyor ancak bu
süreçte, değişen şartlara bağlı olarak Rusya ile ittifak kuran III. Selim ve
Nizam-ı Cedid ekibi Moskoflarla birlikte düşmana dönüşüyordu.2 ı2
II. Mahmud da tıpkı III. Selim gibi yeniçerilerle oldukça benzer so­
runlar yaşamıştır. Bilhassa Saray iktidarının büyük darbe yediği isyanlar
sonrasında yeniçeriler "asl'a sözlerinde durmayub aralık aralık Üzerlerine
lazım olmayan hallere müdahale iderek bi'l-cümle memalikin usulüne
sekte virerek mesilih-i Devlet-i Aıiyyemizin yoluyla rü'yet olunması­
na mani olarak nice nice mazardtların" çekilmesine sebep olmuştur.2ı3
Öyle ki yeniçerilerin terbiyesi için düşünülen her şeyden isyan tehdidi
sebebiyle vazgeçilmiş fakat ocaklar "gün-be-gün dahi ziyade şeyde mü­
dahale itmeye" başlamıştır.2 ı4 Ancak III. Selim'in tahta çıkışından itiba­
ren Saray, yeniçeriler ve ayanlar arasındaki müzakere ve anlaşma süreci,

neferleri, tıpkı Mansure ordusu gibi cihad eden padişahlarının ulvi amaçlarına
hizmet etmekteydi. Bu konuda bkz. Beydilli ( 1987:44 1 ) .
212 Seçime vurgu yapan Alman muhafazak:ir siyaset düşünürlerinin vurguladığı
üzere karar ve tefrikin siyasetin esası olduğu ve tefrik edici niteliği ile hüküm
verenin siyasetin sahibi olduğuna dair III. Selim devri siyaset anlayışı için bkz.
TSMK (HK 385:2b vd.).
2 1 3 "Saltanat-ı seniyyenin mesilih ve tedabirinin nik ı1 bedini fark itmeksizin bu
maddeyi istemeyüz deyü" isyan eden yeniçerilerin, devletin "nice hayırlı işinin
geri kalmasına sebeb" olduğuna dair görüşler konusunda bkz. Mustafa Necib
( 1 280:5 ) .
214 I I . Mahmud'un siyasete ocakların görüşünü almadan karar veremediğini adeta
tiksinerek anlattığı bu hatt-ı hümayCın için bkz. BOA (HAT 25729).
siyasi tercihlerin tek sahibinin Osmanlı padişahı olmadığını ortaya koy­
maktadır. B u dönemde III. Selim'in "kılıcın kınına ahz-i intikam"dan
sonra girmesini oldukça sert bir dille ve defeatle ifade etmesine rağmen
Maçin Sahrası'ndaki meşverette, ordunun savaşmayı red etmesi,215 belki
de ilk defa açık bir şekilde Saray'da belirlenen siyasetin ordu tarafından
uygulanmamasıydı. II. Mahmud devrinde de yeniçerileri savaşa gönder­
mek konusunda ciddi problemler216 yaşayacak olan Osmanlı padişahı
ile yeniçeriler arasındaki siyasi ayrışma Haydar Baba meselesinde tam
manasıyla su yüzüne çıkmıştır.217 Ancak daha önce de belirtildiği üzere

2 1 5 ili. Selim'in "elbette düşman üzerine gidilsün ve 'avn-i hak.la muharebeye


mübaşeret olunması" konusunda verdiği emirler ve bunlara itaatsizlik
eden erkan-ı harp konusunda bkz. TSMA (E. 7014/223); Ahmed Cevad
( 1 299:254-25 5 ) ; Berker ( 1944 : 7 5 ) ve Beydilli ( 1999 : 3 0 ) .
216 11. Mahmud devrinde yeniçerilerin, Padişahın emirleri hi!afina savaşı
bırakmalarının en önemli sebebi Saray'ın, savaşlar aracılığı ile kendilerini
yok etmek istediğini düşünmeleriydi. 1 8 2 1 senesinde Yaş'ta kazan kaldırıp
ibrail'e doğru yürüyüşe geçen yeniçerilere göre "seferden murad bizleri
birer vesile ile asilir-i sa'ireye kırdırtmaktı" . Osmanlı harp erkanı ise bu
durum karşısında sadece nasihat etmekle yetiniyordu. Orduda çıkabilecek
çatışmanın, başkenti de içine alan yeni bir isyana dönüşmesi muhtemeldi. Bu
konuda bkz. BOA ( HAT 45966/A) ve NA (FO 78/63 : 2 5 8 ) . 1 8 1 0 senesinin
Aralık ayında "barışık sözü her kimin lisanında zuh(ır iderse ahz ve te'dib
olunmasını mübeyyin" İstanbul'da tebdillerin dolaşması konusunda bkz. Cabi
EfCndi (2003:734). Mart 1 8 12'de Rusya ile barış anlaşmasının imzalanması
dedikodusu sebebiyle emre itaatsizlik gibi suçların çoğalması konusunda ayrıca
bkz. BOA ( CAS 449 5 1 ) .
2 1 7 Doksan dokuzuncu orta kışlasında uzun süredir ikamet etmekte olan Fars
asıllı Haydar Baba'nın İran'la başlayan savaş sebebiyle sınır dışı edilmeye
çalışılması, yeniçeriler tarafından II. Mahmud'un "ocağın serbestliğine halel
veren" müdahalesi olarak algılanmıştır. İran'ın "muharip" bir devlet oluşu
sebebiyle kışla içerisinde bir İranlının bulunmasını istemeyen padişaha karşı
yeniçerilerin tutumu, Rum İsyanı'nın imparatorluğun geneline yayılmasına
sebebiyet verecek niteliktedir. Zira yeniçerilere göre devam etmekte olan
Rum İsyanı sebebiyle imparatorluk sınırları dahilinde yaşayan bütün Rumlar,
tıpkı Haydar Baba gibi muharip sayılarak "kırılmalıydı" . "Rum milletinden
hiçbir ferdin emniyetinin bulunmadığı" bir dönemde il. Mahmud, şeriatı ön
plana çıkartarak soruna bir çözüm üretmeye çalışmıştır. "Devlet-i Aıiyyemiz,
Devlet-i Muhammediyye olub zat-ı hümayılnuma halkın ita'ati, imam-ı
talim konusunda belirli bir müzakere ve pazarlık sürecini218 idare etmek
zorunda kalan II. Mahmud'un yeniçeriler ile Alemdar Vakası'nı taki­
ben arasında oluşan husumetin tek sebebi uluslararası ilişkiler alanın­
da takip edilecek siyasetin belirlenmesi değildi. Ocak içinde yapılacak
atamalara219 sık sık müdahale edcn220 yeniçeriler garnizon şehirlerinde

müslimin olduğum içindir. Suret-i şerr'isi ma'lumum olmaksızın bu kadar


re'ayayı kırsınlar deyü emridemem, Kit:l.bullah ne vechlc emriderse ben dahi
Allah'ın emrini icra ederim" cümleleriyle kaleme aldığı hatt-ı hümayunla II.
Mahmud, bu konuda meşihatten fetva talep etmiştir. Söz konusu fetvanın,
ağalarına itiraz eden, fakat yeniçeri ağasından "cümlemizin başı şerr'-i şeritle
bağlı" olduğu cevabını alan yaklaşık otuz ustanın isteklerinin hilafına çıkması
dikkat çekicidir. Bu bağlamda il. Mahmud artık şeriatı kullanarak Saray'ın
iktidar alanını genişletiyor ve yeniçerilere karşı tahkim ediyordu. Sınır dışı
edilmek üzere İstanbul'dan Erzurum'a doğru yola çıkan ve her nasılsa Bolu'da
ölen, Kabakçı İsyanı ve Alemdar Vakası'nda da önemli bir rol oynayan Haydar
Baba ve yeniçeriler ile bu sırada yürütülen müzakereler konusunda bkz. BOA
(HAT 1 7078, 17328, 1 745 1 ); Esad Efendi (2000 : 1 30- 1 32 ve 2005 : 1 70);
Reed ( 1 95 1 :324-32 5 ) .
2 1 8 Eşkinci tahriri sürecinde toplanan meşveretlerde, Ocaktaki sö� sahipleri ile
yapılan müzakereler ve talimin başlamasından sonra yeniçerilerin itirazları
konusunda bkz. Lütfi Efendi ( 1999:98).
219 Yeniçeri ağalığına yapılan atamalara karışan ocaktaki çeşitli hizipler, güçleri
mukabilinde sürece müdahale edebilmekteydi. Yeniçerilerin, ocaktaki
ustaları kontrol altında tutmaya çalışması sebebiyle azledilmesini istedikleri
ağalar hakkında ibka fermanının çıkmasını takiben "devlet sillesi yemekten"
çekinmeleri hususunda bkz. BOA ( HAT 19371). Bektaşi Tarikatı'nın Yeniçeri
Ocağı'nda yapılan atamalara müdahale etmesi konusunda ayrıca bkz. Özcaıı
( 1999 : 1 1 4 )
.

220 "Akçe kapmak derdinde olan" yeniçeriler taşraya yapılan ağa atamalarından
önemli miktarda gelir elde ediyordu. Ocağın söz sahipleri Miri Hazine'dcn
ödenen mevacibler, hatalı, kömür, fodla, lahm-ı ganem, astar baha, beylik
ve çuka bahasının yanı sıra İstanbul'daki güvenliği sağlamaya dönük
faaliyetlerinden, "sokaklardaki küteciler ve değnek ta'bir olunan varidatlardan
ve iskelelerden ve hariklerdcn [ve nihayet J taşraya virilen serdarlık ve
ağalıklardan" yılda yaklaşık 25 .000 kese kazanmaktaydı (TSMA E 1 379 ). Bu
bağlamda bir yıllığına atanması gereken garnizon şehirlerindeki ağa vekilleri,
bir kez atandıktan sonra "yerlerinden çıkınıyor"du. Ocak içindeki hizipler
arasında çatışmalarm çıkmasına meydan veren bu durumun önlenmesi,
II. Mahmud'un çözmesi gereken en önemli problemlerden biri haline
görevlendirilecek olan ağa vekillerinin, İstanbul'daki söz sahibi ustalar
tarafından belirlenmesini talep etmekteydi. Bu şekilde tıpkı başkentte
olduğu gibi taşra vilayetlerinin idaresinde221 de etkinlik kazanmaya ve
valilerden bağımsızlaşmaya çalışan222 ustalar ve yoldaşları, zamanla İl-

gelmişti. Örneğin Kandiye'yi fiilen idare eden iki ortanın ustaları üç senedir
bölgede bulunmakta ve ağalık konusunda sürekli çatışmaktaydı. Kandiye'de
"tek durmayub fesad çıkaran" ortaların topyekün sürgün edilmesinden
yaklaşık sekiz sene sonra II. Mahmud bu seter büyük bir yeniçeri nüfusu
barındıran Edirne'ye yapılacak ağa ataması konusunda sıkıntıyla karşılaşmıştır.
Edirne'de görevli olan yeniçeri ağası İsmail Ağa'nın yerine Mustafa Ağa'nın
atanması, Çirmen Mutasarrıfı Salih Paşa'ya göre "şidze-i niza.m-ı beldeye
halel getirecek" cinsten bir hareketti. Zira Mustafa Ağa, atandığı şehire
girmeye dahi cesaret edemiyordu. Duruma müdahale etmek isteyen i l .
Mahmud'a Edirne yeniçerilerinin verdikleri cevap, sadece 1 820'lerin siyasi
atmosferinde ocağın devletten ve onu temsil eden Padişahtan ne kadar
bağımsızlaştığını ortaya koymakla kalmayıp, aynı zamanda yekpare bir ocaktan
bahsedilemeyeceğini de göstermektedir. Edirne yeniçerilerinin kaleme aldıkları
arzuhale göre Mustafa Ağa "devletce nasb olunmayub ocağımız tarafından
tayin kılınmış olmağla bu babda ihsan idüb bizim maslahatımıza müdahale
itmemenizi niyaz ideriz. Biz ocakca söylcşüb" soruna bir çözüm üretebiliriz.
Bu konuda bkz. BOA ( HAT 1 9 366, 19376, 1940 1 , 34322, 352 14/A-C ve
49207) ve Uzunçarşılı ( 1 988 c:I:5 1 8vd. ) B aşkentteki yeniçeriler tarafından
Edirne yeniçeri ağalığına tayin edilen, ancak Edirne'ye dahi giremeyen Mustafa
Ağa'nm önce Gelibolu'ya sürgüne gönderilmesi ve daha sonra İstanbul'daki
yeniçerilerin baskısıyla Şark ordusuna nüzul emini olarak tayin edilmesi
konusunda ayrıca bkz. BOA ( HAT 25729 ve 35256).
221 II. Mahmud devrinde İzmir'de, ahaliyi arkasına alan vücuh ile yeniçeriler
arasında şehrin idaresi konusunda yaşanan sıkıntı bu duruma iyi bir örnek
teşkil etmektedir. Ocak tarafından İzmir ağalığına atanan Serturnai Mehmet
Ağa, şehre girer girmez, önceden İzmir'de, yaptıkları zulm ve uygunsuzluklar
sebebiyle şehirden tard edilmiş olan yeniçerileri ve taslakçılarını tekrar şehre
alarak, güJJenl�i sağlamaları için kolluklara tayin etmiştir. Dükkanlardan
kaldırılmış olan ocak nişanlarını da yeniden astıran çiçeği burnunda Yeniçeri
Ağası Mehmet, İzmir'den gönderilen arzuhale göre aslında eşkıyanın
arkasındaki kişiydi. Bu konuda bkz. BOA ( HAT 19505 ) .
222 Bir taraftan İstanbul'daki Ocağı tanımayan, örneğin Bosna v e Niş gibi
yerel arsitokrasinin güçlü olduğu bölgelerdeki ağa vekillerini azlettirerek,
başkentteki kışlalarda ikamet eden söz sahibi yeniçeriler tarafından atanan
ağalan göreve getirmek isteyen İstanbul'daki yeniçeri hizipleri, diğer taraftan
miye silk.indeki tayinlere dahi müdahale etmeye başlamıştır.223 Öyle ki
yeniçeriler açısından artık tek ve meşru hanedanın üyesi olmayan224 Os­
manlı padişahı, sadaret makamına yapacağı tayinlerde bile yeniçerilerin
fikrini almak durumundaydı.22 5 Dolayısıyla "sultanın ülkeyi tek başına

da başkentte ikamet eden ustaların taşraya atadığı ağaları, aynı bölgede görev
yapan vüzeradan bağımsızlaştırmaya çalışıyordu. Görev bölgelerindeki yeniçeri
ağalıklarına İstanbul'dan yapılan atamalara aynı bölgede görevli vezirlerin
İstanbul'daki kapı kethüdaları aracılığıyla müdahale etmesini istemeyen
başkentteki ustalar, aynı zamanda taşradaki yeniçerilerin, bölgedeki yeniçeri
zabitinin muvafakati, şerr-i şerifin (kadının) onayı ve bölgenin veziri ya da
voyvoda ve müteselliminin "inzimam-ı reyi" olmaksızın cezalandmlınasını
önlemek amacıyla Babı:ili'ye baskı uygulamaktaydı. Bu dunım karşısında
çaresiz kalan il. Mahmud, yeniçerilerin de geçmişte Nizam-ı Ced1d
neferlerinin sahip olduğu ayrıcalığa, yani neferin ancak kendi zabitinin onayı
ile cezalandırılması hakkına sahip olmalarına izin vermek zorunda kalacaktı.
"Vüzeranın şanına halci getirecek olan" bu uygulama için bkz. BOA ( HAT
17328 ve 19366).
223 Yeniçeri ustalarının, hiçbir yeniçerinin bulunmadığı ulema arpalıklarına dahi
serdar tayin ettirmesi konusunda bkz. Esad Efendi (2000 : 1 74vd . ) .
224 Alemdar Vakası sırasında "Tatar Hanı gelsin padişah olsun ve ba'zıları
dahi Molla Hünkar [Konya'daki Mevlevi Çelebisi] gelsin padişah olsun ve
ba'zıları her kim olursa olsun padişah bir adam değil mi kim olursa olsıtıı
Allah ocağımıza zeval vermesin de kim olursa olsun" gibi doğrudan Osmanlı
hanedanını hedeLılan söylentilerin İstanbul'da yayılması, hayatına üç kez
kastedilen I I . Mahmud ile yeniçeriler arasındaki problemi adeta bir kan
davasına dönüştürmüştür. Yeniçerilerin "bizler gayrı padişah buluruz" demeye
başlamaları konusunda bkz. Öz ( 1941 :25); Cab1 Efendi (2003 :692-693) ve
Walsh ( 1 828:76). Aynı dönemde Osmanlı hanedanı "silsilesi kalmaz ise bu
Tatar Han silsilesinden padişah yapılacağına" dair dolaşan söylentiler için bkz.
Schmidt (2002:212 ). Daha erken dönemlerde Osmanlı hanedanına gösterilen
muhalefet konusunda genel olarak bkz. Emecen (200 1 ) .
225 Her n e kadar yeniçerilerin sadaret makamına yapılan atamalara yaptıkları
müdahaleler uzun bir geçmişe sahipse de çalışmamızda ele alınan dönemde
bu türden müdahalelerin önemli ölçüde arttığı söylenebilir. I. Abdülhamid
devrinde İstanbul sokaklarına asılan yaftalar yeniçerilerin sadaret mevkine
yapılan atamalara ele alınan devirdeki ilk müdahalesiydi. 1 9 . yüzyıl başında
birbiri ardına patlayan isyanlar ve savaşlar yeniçerilerin müdahale alanlarını
genişletmesine olanak veren bir zemin oluşturmaktadır. İstanbul'da yaşanan
isyanlardan, belki de en fazla devam eden savaşlar sebebiyle cephede
idare edebilmek için yeniçerileri kaldırmasıyla sonuçlanacak süreç" çok­
tan başlamıştı. 226
Devlet organizasyonu dahilinde ait oldukları yerin sınırlarını bilme­
yen ve "hadlerini aşarak Üzerlerine vazife olmayan işlere karışan" ,227 üs­
telik "savaşlarda pek de bir işe yaramayan" yeniçerileri, siyasetin dışına

bulunan rical etkilenmekte ve sıkıntıya düşmekteydi. Kabakçı İsyanı sırasında,


yeniçeri ağasının azliyle birlikte başlayan olaylar, Mustafa Refik Efendi, Said
Galib Etendi, Abdullah Ramiz Etendi, Mehmet Tahsin Efendi ve Alemdar
Mustafa Paşa'nın kapı kethüdası Behiç Efendi'den müteşekkil Rusçuk
yaranının Alemdar Mustafa Paşa tarafına firar etmesi ile sonuçlanmıştır. Bu
bağlamda Kabakçı Mustafa liderliğindeki isyanın orduya yansıması, Alemdar
Mustafa Paşa ve Rusçuk Yaranı'nı ön plana çıkartacak olan sürecin de
başlangıç noktasını teşkil etmiştir. Tayyar Paşa'nın da aynı dönemde sadaret
kaymakamlığına atanması "rikab-ı hümayı'.ı n ile ordu-yı hümay{ın ekabiri
beyninde mübayenet" yaratan bir diğer keyfiyetti. Hatta durum zamanla o
kadar vahim bir hal almıştı ki Alemdar Vakası'nı takiben kul kethüdasının
yeniçeri ağalığına atanması ile birlikte gelişen olaylar sırasında Sadrazam
İbrahim Paşa ordudan firar etmek zonında kalmıştır. Bu konuda bkz. Asım
Efrndi ( 1 293 c : I I :95vd.); Cibi Efrndi (2003 : 1 1 7- 1 1 8 ) ; Derin ( 1 973a:236-
237); Mustafa Necib ( 1 2 80:73vd., 78 ve 84); Beydilli (200lb:4 1 ) ve
Uzunçarşılı ( 1965 :604). I I I . Selim saltanatının hemen başında Yusuf Paşa'nın
azliyle ilgili olarak bırakılan yafi:alar için bkz. Uzunçarşılı ( 1973:640 ve
1975:2 5 1 ) . 1 . Abdülhamid devri sonlarında "mücedid veziri ve şeyhülislamı"
istemeyenlerin bıraktığı yafta için bkz. Sarıcaoğlu ( 2000 : 9 1 2 ) . Alemdar
Vakası'nı takiben sadaret mevkine atanan Memiş Paşa'nın azlinden sonra
aynı mevkiye getirilen Yusuf Paşa'nın, yeniçerilerin muhalefeti sebebiyle
İstanbul'a gelememesi, dolayısıyla Osmanlı İmparatorluğu'nun yaklaşık iki
ay ''hüküınctsiz" kalması ve savaşın devam ettiği bir dönemde hiçbir önemli
konuda karar alınamaması hususunda Stratford Canning'in 3 Haziran 1 809
tarihli raporu için bkz. NA (FO 78/63:256). Bu konuda ayrıca bkz. Gcorg
Oğlukyan ( 1 972:50-5 1 ) .
226 Bu konuda bkz. NA (FO 78/144:69 ) .
227 Kendilerini "tava'ifi müh'.ıktan add ederek" herkesi ait olduğu yerde tutan
adaleti ayaklar altına alan yeniçerilerin yaptıkları "zulm"e dair devrin önde
gelen siyasi teoloğunun öne sürdüğü görüşler için bkz. Esad Etendi (2005 : 8 ) .
Alemdar Mustafa Paşa'nın o n sekizinci orta odabaşısını, doksan dördüncü
orta mütevellisini, yirmi sekiz ve dokuzuncu ortalann ustalarını "üzerlerine
lazım olmayan işlerde devlet umuruna dair sohbet etmeleri" sebebiyle sürgüne
göndermesi konusunda bkz. Cabi Efendi (2003:2 14).
itmek için II . Mahmud'un aldığı ilk önlem, savaş durumu dolayısıyla ar­
tan nefer ihtiyacının da karşılanmasını sağlayacak şekilde siyasetin alanını
genişleterek, tabana yaymaktı. II. Mahmud, savaşa ve yeniçerilere karşı
kullanabileceği silahı, kadim nizam dahilindeki bir kurumda, meşveret
meclislerinde bulmuştur. Ancak II. Mahmud'un 24 Haziran 1 8 1 0 tari­
hinde, daha önce Ubeydullah Kuşmani'nin vaaz verdiği Fatih Camii'nde
toplayacağı meşveret, III. Selim devrindeki gibi sadece devleti oluştu­
ran kurumları temsilen, devletin önemli mevkilerini işgal eden kişilerin
katıldığı bir toplantı değildi.228 Söz konusu meşverete Müslümanların
tamamı davetliydi. Dolayısıyla Osmanlı tarihinde belki de ilk defa dev­
lete ait sorunlar halk önünde tartışılarak, ahali siyasete dahil ediliyor ve
Osmanlı klasik siyaset teorisinin, yönetilenin siyasete karıştırılmamasına
dönük düsturu bir tarafa bırakılıyordu. Devleti olu�turan kurumların,
mevcut nizam dahilinde artık tek başlarına savaşla ilgili meselelerin çö­
zümünde yetersiz/çaresiz kaldıklarının itirati anlamına gelen söz konusu
meşveretle aslında yönetilenlere, devletin içinde bulunduğu durum an­
latılarak ahali çözümün/orduya "malen ve bedenen" hizmet etmenin

228 I. Alexander'ın baskısı altında ezilen Rus komuta heyetinin, önerilen barış
şartları kabul edilmediği takdirde, Rus ordularının İstanbul'a kadar gelerek
barış anlaşmasını başkentte imzalayacağına dair tehditkar mektubu ve
Hazergrad ve Silistre gibi önemli kalelerin düşüşü üzerine toplanan meşveretin
en önemli yanı, hiç şüphesiz ilk defa toplanaya ahalinin de davet edilerek

devletin durumu hakkında bilgilendirilmesidir. Bilgilendirmenin amacı ise ehl-i


sünnet üzerinde yaratılacak olan psikolojik baskı sayesinde ordunun ihtiyaç
duyduğu neferlerin ve paranın bir an önce tedarik edilmesini sağlamaktan
ibaretti. Meşverete '"ulema \'e rical ve götürü Ocaklu davet ve ciinılcye i'lan
olunarak 'işte küffilr-ı haksarın Asitane'ye elli altmış saat kala mahalleri istila'
[ettiği J ve eğer Devlet-i Niyye sulhe rağbet ider ise Tuna 'nın öbür tarafi
benim [ Rusya'nın] olarak ve kırk bin kese masarıf-ı seferiyyemi"' tahsil ederek
anlaşabileceği ilan edilmişti. I I . Mahmud'un meşverette "mutlak bin-nefs
kendim küffiir -ı haksar üzerine giderim. Her ne olmalı ise olsun, çünki siz
gitmiyorsuz" şeklindeki çıkışı ve sonrasında yazılan neferler ve yapılan maddi
yardım, meşveret.in başarısını ortaya koymaktadır (Ciib1 Efendi 2003 :640vd . ) .
Bu konuda ayrıca bkz. Şanizade (2008 : 374 vd. ) ; Derin ( 1973a:271 -272 ) ve
Akyıldız (2004b:40vd. ) . I . Alexander'in tutumu ve Rus ordusunun harekat
planı konusunda bkz. Mik.hailovsky-Danilevsky (2002:9 vd . ) . Söz konusu
savaş konusunda ayrıca bkz. Aksan (2007a:270vd . )
bir parçası haline getirilmeye çalışılıyordu. Bu bağlamda cihad-ı ekber
çağrısının yapıldığı, dolayısıyla II. Mahmud dahil olmak üzere yedi yaşın
üzerinde olan bütün Müslümanların sefere çağrıldığı, bedenen katılama­
yacak olanlardan ise malen yardım talep edildiği Fatih Camii meşvere­
tindc, Osmanlı ordusunun cephedeki durumu ve devletin genel tablosu
aslında "üzerine vazife olmayan" kişilerle paylaşılmaktaydı. Ancak aha­
linin siyasete dahil edilmesi, Batı Avrupa'da örneğin Jena faciasını taki­
ben Prusya'da gözlemlendiğinden farklı olarak, kurumsal bir değişimi
gündeme getirmemekte fakat dönemin gözde kavramı olan icab-ı vakt
ü halde ifadesini bulduğu şekilde sadece hin-i hacette kullanılan bir araç
olarak karşımıza çıkmaktadır.
Yüksek politikanın tabanın genişletilmesi ve Ortodoks İslami söylem
aracılığıyla yaratılan psikolojik baskı ile Müslümanlar arasındaki türdeş­
liğin ve yönetilenler ile yöneten arasındaki özdeşliğin artırılmasına da­
yanan II. Mahmud'un yeni siyaseti, aslında Ruslar/dış düşman ve ule­
manın desteklediği Saray'ın savunuculuğunu yaptığı ortodoks İslamın
aksine, popüler İslamı temsil eden yeniçeriler ve ortodoks Rumlar/iç
düşmanlar üzerinden yeni bir makbul raiyyet tipolojisinin oluşumuna
hizmet etmiştir. Siyaseti de içerecek şekilde, gerçeklik tanımının mutlak
bir değer sistemi üzerinden, mesela din ile ilişkilendirilerek yapılması,
sôz konusu siyasete karşı yönelebilecek muhalefetin önünün henüz ide­
alar alanında kesilmesi anlamına gelmekte ve bu bağlamda hiç şüphesiz
il. Mahmud'un hakimiyetini tahkim etmekteydi. Ill. Selim devrinden
beri İslamiyeti, yeniçerilerin temsil ettiğine dair propaganda yaparak,229
Saray'a şeriatın/kadimin şemsiyesi aitında direnen ocakların, söylem ala­
nındaki en önemli silahı bu şekilde ellerinden alınıyordu. Böylece 1 1 .
Mahmud, din bürokrasisi aracılığıyla yorum yetkisini elinde bulundur-

229 Yeniçerilcrin, İstanbul kahvehanelerinde İslamın koruyucusu \'e gerçek


temsilcisinin kendileri olduğuna dair yaptıkları propaganda ve buna karşı
çıkanları "mürtedd" olmakla suçlamaları için bkz. Çınar (2000 :242vd . )
ve Lütfi Efendi ( 1999:8). Nizam-ı Cedid karşıtı muhalefetin I I I . Selim'in
takip ettiği siyaset için kullandığı sıfatlar bu bağlamda dikkat çekicidir. Zira
muhaliflere göre Nizam-ı Cedid, "gara'ib-i bi-diniyye, ihanet-i şeri'at-ı
Ahmetli ve hıyanet-i ümmet-i Muhammedi"' den başka bir şey değildi. Necib
Asım ( 1 341 : 396).

326
1
ması sebebiyle siyaset alanını istediği kadar genişletebilecek bir araca sa­
hip oluyordu. Bu öyle bir araçtı ki, Osmanlı padişahına, imparatorluktaki
bütün ehl-i sünnet ahaliyi kendi gölgesi altında toplama ve hakimiyetini
reddedenleri ortadan kaldırma imkanını veriyordu.
Ordunun araçsallaştırılması ve veriminin artırılması, idari, hukuki ve
sosyal düzenin değişimini zorunlu kılmaktadır. Temsili sistemin giderek
ağırlık kazanarak, makbul vatandaş tanımının aynı zamanda makbul ne­
fer tanımıyla örtüşmeye başladığı Avrupa' da sahip oldukları devleti ya da
vatanlarını savunan vatandaş ordularının yükselişine mukabil, Osman­
lı ordusu, İslam inancı doğrultusunda padişah/halife için savaşan Hz.
Muhammed'in askerlerine dönüşmüştür. Böylece devletin, vatandaşların
örgütlü hali olarak tanımlanmaya başlandığı Avrupa'da, ordunun belirli
kişilerin ya da grup ve kurumların şahsi çıkarlarının bir parçası ve aracı
olmaktan çıkarak, devletin en önemli kurumu haline gelişiyle sonuçlanan
süreç Osmanlı ordusunun, ocaklardaki söz sahiplerinin, ayanların ya da
sekban liderlerinin değil, bizatihi halifenin/padişahın belirlediği siyasetin
aracına dönüşmesine zemin hazırlamıştır. Söz konusu dönüşümde, Saray
tarafından endoktrinasyon ideolojisi olarak araçsallaştırılan din önce siya -
setin ve daha sonra da şiddetin depolitizasyonunda en önemli rollerden
birini oynayacaktı. İtaatin altını çizen ve edeb kavramını görev bilinci
manasında yeniden tanımlayan230 ortodoks İslami perspektif, devlet ve
ahali ile birlikte orduyu da sadece ve sadece halifenin siyasi amaçlarına
hizmet eden bir kuruma dönüştürüyordu.231

230 Bu konuda iyi bir örnek teşkil etmesi açısından bkz. Fatih Efendi (2003:72vd . )
ve Esad Efendi (2005 : 1 7 ve 36).
231 1 8 12 Ocak ayında Ruslara teslim olan bir grup yeniçeri ile Rus general
arasında geçtiği söylenen bir konuşma, bu dönemde Müslümanlığın padişaha
itaatle aynı anlama geldiğini ortaya koyan örneklerden sadece biridir. C:ibi
Efendi'nin vekayinamesinde yer verdiği muhayyel konuşma şöyledir: Rus
general "bildim yeniçerisiz, amma Müslümanlığınız da var mıdır yohsa yalnız
yeniçeri başka şey midir dedikde, yeniçeriler cenerale; 'haşa' deyü kelime-i
şehadet getürdüklerinde, kumandan ceneral dahi, bunlara kelime-i şehadet
getirüp 'etdi şimdi ben müsliman oldum mu bu kelime-i şehadeti getürmem
ile' dedikde yeniçeriler 'belli oldun' dediklerinde ceneral, 'hayır olmadım ve
yine Hıristiyanım siz dahi benim kelime-i şehadet getürmem gibi kelime-i
şehadet getürüyorsuz amma Müslüman değilsiz. Bir kimesne ewela kelime-i
Ülkede, kelimenin birinci anlamında İslam milleti bilincinin yaratıl­
masında kullanılan İslami öğeler uluslararası ilişkiler alanında Osmanlı
Devleti'ne yeni bir açılımı da vaat etmekteydi. I I I . Selim devrinden iti­
baren halifeliğin ön plana çıkartılarak Rusya'nın güney sınırlarını payla­
yaşan Müslüman halklar ile tabii düşman Rusya'ya karşı yapılan ittifak
girişimleri,232 I I . Mahmud'la birlikte daha da hız kazanacaktır. Tıpkı
Rusya ile devam eden savaşlar gibi, 1 820'lerde rafızi İran'la başlayan
mücadele ve İpsilanti'nin, isyan hareketini Ortodoks bir maskeyle tak­
dim etmesi,233 il. Mahınud'un takip edeceği iç siyaseti İslami bir temele
oturtmasına zemin hazırlayan dış dinamiklerdi. Ancak Avrupa ittiraklar

şeh�tdet getürüp sani'en padişahına ve padişahı tarafindan olan zabitanına


ita'at eder ise Müslümandır. Sizin padişahınıza ita'atiniz olmadıktan başka
iki dane padişahınızın helakine dürlü fesadlar peyd:.inız ile ba'is olduğu[nu]
z ve fıtneleriniz ile bu kadar masarirat telef ve ilırak ve bu kadar nüfüs telef
ve bu kadar memi\lik-i padişahınızı elden çıkarılmağa sebep oldunuz". C:l.b1
Efrndi'nin Osmanlı İmparatorluğu'ndaki siyasi gelişmeleri yakından takip
eden ve İslam teolojisi konusunda derin bilgilere sahip bir Rus entelektüelmiş
gibi takdim ettiği general ve yeniçeri tutsakları arasındaki konuşma için bkz.
C5.bi Efendi (2003:824). Kadı Abdurrahman Paşa'nın, Alemdar Yakası
sırasına "yeniçerilerin imamlarına [II. Mahmud) 'adem-i ita'atdc" olduklarını
söylemesi ve 1 826 isyanında Karacehennem İ brahim Paşa'nın kışlaları topa
tutmadan önce yeniçerilere "padişah kulluğuna rücu' etmelerini" emretmesi
bu bağlamda dikkat çekicidir. Bu konuda bkz. Esad Efendi (2005:70) ve
Uzunçarşılı ( l 942a: 163 ).
232 Avusturya ve Rusya gibi düşmanların sürekli Osmanlı Devlcti'nc karşı ittirak
kurması sebebiyle "ittihad-ı İsthn cihetiyle Buhara, Hind, Yemen, Fas ve
Acem halkları misüllü hükki\m-ı İslam ile" ittifak kurularak İran üzerinden
Rusya'nın kuşatılmasına yönelik önerilere, III. Selim devrinde ve hatta
öncesinde sık sık rastlanmaktadır. Örneğin l 787'de Rusya'ya karşı Buhara'nın
"gayret-i İslamiyyeyi icra" etmesini sağlamak için bir elçi bile gönderilmişti. Bu
konuda bkz. Çınar (2000: 1 96vd.); SK (EE 3836:23a-b) ve Bilge (2005 : 1 64
ve 1 74). II. Mahmud devrinde hızlanan girişimler için ayrıca bkz: Fatih Efendi
(2003 :54vd . ) ve Bilge (2005 : 1 78).
233 Rum İsyanı sırasında, herkesin dini vecibelerini yerine getirmesi, cemaatle
namaz kılınması ve bu şekilde ahalinin bilinçlendirilerek "u'lu'l-emre ita'at ve
gaza ve cihadın farzıyyet ve ehemmiyetinden" haberdar edilmesi konusunda
il. Mahmud'un kaleme aldığı hatt-ı hümayı'.ı n için bkz. BOA (HAT 401 16 ).
Bu konuda ayrıca bkz. Walsh ( 1 836 c:I:305).
sisteminde ve güç dengeleri bağlamında adeta yalıtılmış bir durumda
olan Osmanlılar açısından halifeliğin ön plana çıkartılması ne kadar bü­
yük bir önem arz ediyorsa imparatorluk sınırları dahilinde, merkezin­
de I I . Mahmud'un234 olduğu efsanelerin yaratılması da en az o kadar
önemliydi. Artık Kabakçı Mustafa gibilerin padişahın sunduğu nimetler
hakkında ileri geri konuşmasına göz yumulmuyor fakat ekmek konusun­
da veli ya da mehdi mertebesindeki padişaha isyan eden yaşlı kadınların
gözlerinin bir anda kör oldi.ığuna dair hikayeler kulaktan kulağa dolaşı­
yordu.235
II. Mahmud'un ideolojik ayrımları keskinleştiren hegemonya! si­
yaseti, Osmanlı hanedanını yeniden meşru bir zemine oturtabilecek
imkanları da padişaha sağlamaktadır. Ortodoks İslama, bir başka ifadeyle
farkı (iyi-kötü, doğru-yanlış vs. ) ön plana çıkartan ya da tıpkı siyaset gibi
tefrik zemininde şekillenen şeriata/fıkıh referans veren bir siyasi anlayış
çerçevesinde inşa edilen kadim, II. Mahmud'un cedid siyasetini meş­
rulaştırmak konusunda başvuracağı temel enstrümanlardan biriydi.2·ı6

234 Halifenin faziletlerini ön plana çıkartan methiye literatürü ve II. Mahmud'un


ash:ib-ı mie, mücedid, kutb-ı a'zam ve hatta mehdi olduğunu ispata çalışan,
devrin siyasi metinleri konusunda bkz. Erşahin (2006); Fatih Efendi
(200 1 :4 1 -43); Esad Efendi (2005 :2, 8, 141- 144). II. Mahmud'un siyasi
açıdan da npkı III. Selim gibi "mücedid-i kavanin-i saltanat" olarak tasvir
edilmesi konusunda bkz. Lütfi Efendi ( 1999:8) ve Beydilli ( 1984:300).
235 Muharrem 1 225 (Şubat 1 8 10 ) senesinde yaşanan büyük kıtlık sırasında tebdil
gezen veli mertebesindeki Il. Mahmud, Fatih'te bir fırının önünde rastladığı
yaşlı ve fakir bir kadının "padişahın gözü kör olsun, bak şol etmeğe, bak şol
etmeği alınca çektiğimiz mihnet ı'.ı meşakkate" diye isyan etmesine oldukça
üzülmüştü. Her ne kadar padişah, yaşlı kadının gönlünü almak için daha sonra
Silahdar Ağa aracılığıyla yüz kunış ihsanda bulunmuşsa da kadının gözleri bir
anda kör olmuştur ( C:ibi Efendi 2003:604-605 ). Il. Mahmud'un velayetine
delil olarak gösterilen bir diğer olay ise son yeniçeri isyanında gerçekleşir.
Zira bu sırada firari ustalardan biri I I . Mahmud'un gazabına uğrayarak, yılan
sokması sonucu ölür. Bu konuda bkz. Mutlu ( 1 994:69). I I . Mahmud'un
kutsiyetini delillendiren diğer olaylar için bkz. İÜKTB (1Y 6006: 2la-2lb).
236 II. Mahmud aslında kadimi yıkarak onun yerine bir başka kutsalı ikame ettiği
için, ahalinin bir kısmı tarafından mehdi, diğer kısmı tarafından ise gavur
padişah olarak biliniyordu. Nitekim II. Mahmud'un yolunu kesen bir dervişin
"gavur padişah, cenab-ı Hak senden itdiğin küfrün hesabını soracakdır" diye
Dolayısıyla bundan sonra III . Selim devri siyasi literatürüne yansıyan
Kanuni Sultan Süleyman devrinde her gün talim yapan nizamlı yeniçeri­
lerin yerini, Alemdar Yakası sırasında Saray'ın su yollarını kestiklerinden,
Kerbela'da lanetlenenlere benzetilen kafirler ya da dönemin revaçtaki
tabiriyle Ebucehl-i saniler almıştır.23 7 Zira cedid nizamı kavrayamayan
cahil, eşek ya da bi-izan muhalifler, bilhassa Alemdar Vakası'ndan sonra
Devlet-i Muhaınmediyye'nin rafızi düşmanlarına dönüşmüştür. Bu dö­
nüşümle birlikte Nizarn-ı Cedid'in kendisine kadim olarak seçtiği ve ay­
nılığını vurguladığı Kanuni Sultan Süleyman dönemi yerine II. Mahmud,
doğrusal zaman skalasında bir adım daha geriye giderek aslında saltanatı
ile asr-ı saadeti ilişkilendiriyordu.238 II. Mahmud'un yürürlüğe koyduğu
politikaların gün geçtikçe daha da sünnileşmesi ve dinin, yönetilenler ile
yönetimin gerrek sahibi arasındaki özdeşliğin harcı olarak kullanılmaya
başlanması, heterodoksinin icadını beraberinde getirmişti. Sünni orto­
doksinin hem sosyal hem siyasi alanda ağırlığını artırması, aynı zamanda
yeniçerilere "rehber olan" ve organik ilişkileri sebebiyle siyasi alanda da
etkinlik gösteren B ektaşilerin, siyasetin dışına itilmesini sağlam ı ştır.239
Bu bağlamda ahalinin, padişahın siyasetine ram olması sadece Saray'ı ve
hanedanı meşrulaştırmakla kalmıyor, fakat aynı zamanda Saray'ın rakibi
olan heteredoksların yok edilerek, halifenin gölgesi altında yeniden top­
lumsal barışın (salah-ı calem) sağlanması hususunda Osmanlı padişahının

bağırması, bu durumun kayıtlara geçen örneklerindendir (Davison 1963 : 3 1 ) .


Selamlık dönüşü I I I . Sclim'in yolunun, "seninle dav:ı-yı şcrr'iın vardır" diye
bağıran bir Bektaşi dervişi tarafindan kesilmesi konusunda ayrıca bkz. Cfıbi
Efendi (2003:89).
237 İr:ın'la yapılan savaşlar sırasında düşman tarafinı tutan, Kur'an-ı Kerim'e
saygısızlık eden, padişahların yapardıkları camilerin açılışlarına katılmalarını
engelleyen, hatta dört halifeyi katleden yeniçeriler ve ocaklar için il. Mahmud
devrinde yapılan tasvirler ile lll. Selim dönemindekiler :ırasında büyük bir fark
vardır. Yeniçeriler için, "hain-i din ü mübin'', "firavun" gibi sıfatların çok sık
kullanıldığı Il. Mahmud devri siyasi literatüründe yeniçeri imgesi için bkz.
İÜKTB (TY 6006:6b); İ şbilir (2006:pek çok yerinde); Esad Efendi (2005 :55-
56 ve 1 27vd.); Mutlu ( 1994:48) ve Fatih Efendi (200 1 : 19).
238 Nizam-ı Cedid kavramının kullanılm:ıs111dan büyük bir özenle kaçınan II.
Mahmud'un söz konusu siyaseti konusunda bkz. Walsh ( 1 836 c:II:507).
239 Ö zcan ( 1999 : 1 1 3 ) ve Uzunçarşılı ( 1942a: l71).

33 0
1
hareket alanını genişletiyordu. Dolayısıyla il. Mahmud için cihad artık,
Dar'ül-Harb'de adil bir düzenin kurulmasının değil, Dar'ül-İslam'da ba­
rışı tesis etmenin bir yoluydu.240
llI. Selim devrinde neferleri bilinçlendirerek hizaya sokmanın bir
aracı olarak düşünülen İslami söylem ve vecibele.r,241 il . Mahmud ile
birlikte artık merkezinde padişahın bulunduğu homojen bir toplum ha­
yalini gerçekleştirmenin temel yapı taşı haline gelmişti. İttifak ve ittihdd
halinde Osmanlı İmparatorluğu'na saldıran düşmanlara sık sık dikkat
çeken I I . Mahımıd'a göre kafirler gayrimüslim reayayı kandırarak ita-

240 Esad Efendi (2005 :39).


241 Ordunun nizanısızlığından şikayet eden III. Selim dönemi layiha müelliflerine
göre, Allah'ın emri olan beş vakit namazın kılınması bir tarafa Dobruca,
Kırcaali, Deliorman, Arnavutluk, Kürdistan ve Arabistan'daki bazı bölgelerde
yaşayanlar kelime-i tevhidi bile dile getirmiyordu. Bu bölgelerden toplanan
neterler, sırf gazi ya da şehit olabilmek için orduya katılan Müslümanları
ifsad ederek dağılmasına sebep olmaktaydı. Layiha müellifinin bu durum
karşısındaki önerisi, medreselerde sakin talebelerin Birgivi Risalesi ile taşraya
tayin edilerek ahaliyi bilinçlendirmesi ve namaz kılmayan ya da dini vecibelerini
yerine getirmeyenleri de bölgenin mülki idarecilerine şikayet etmesiydi . Bu
bağlamda dini vecibelerini yerine getirmeyenlerin tarla ve hayvanlarının birer
aylık mahsulüne devlet tarafindan el konularak söz konusu din görevlilerine
dağıtılmasıyla, bir taraftan ahali terbiye edilirken, diğer taraftan da din
görevlilerinin geçimleri sağlanabilecekti (SK EE 3836:2a-b ). II. Mahmud
devıinde ise dini vecibelerini yerine getirmeyenler konusunda verilen hükümler
çok daha ağırdı. Artık namaz kılmayanlar, şeytandan bile kötü insanlar olarak
tasvir ediliyordu. Şevtan sadece insanın önünde secde etmeyi reddederken,
namaz kılmayan insanlar Allah'ın önünde secde etmekten imtina etmekteydi.
Bektaş1likle iç içe olan yeniçerilerin, i l . Mahmud tarafından ilgasının, Kabe'deki
putların, Hz. Muhammed tarafindan kırılmasıyla eş tutulmasının temel
sebebi bu bakış açısıydı. Devam-ı asayiş, II. Mahmud'un ısrarla vurguladığı
üzere ancak kitap ve sünnetin uygulanmasıyla mümkündü. Bu konuda bkz.
Sarıkaya ( 1 979:6-7); Esad Efendi (2000:492-493); Fatih Efendi (2003:53).
i l . Mahmud'un, yeniçeri taslakçılarının yoğunlaştığı bölgeler olan Boğaziçi ve
Kağıdhane gibi mesire yerlerinde meydana gelen uygunsuzlukların önlenmesi
için kadınların mesirelere, cuma ve pazartesi günleri dışında gitmelerini ve söz
konusu günlerde erkeklerin aynı bölgelere çıkmalarını yasaklayan İsl:3.mi tonu
yüksek fermanı konusunda aynca bkz : Şanizade (2008: 1266-1267) ve Esad
Efendi (2000:324) .
atten huruç ettirmekle kalmayıp "müslimin beynlerine nifak ve şikak
bırakmağa ve 'akd olunan ittifaka halel getürmeğe say' ideyorlardı . Bu
keyfiyetleri kamilen te'fik eyleyerek [öncelikle ocakları dışarıda bırakacak
şekilde] vüzera ve 'ulema ve rical ve sa 'ir hademe yek vüctıd gibi ol­
mak ve hakiki ittifak ile rıza-yı bariye muvafık olmayan fesad ve fücı'.ıru"
önlemek devletin en önemli göreviydi. Osmanlı padişahına göre devam
etmekte olan Rum İ syanı'nı bastırmanın ve süregiden savaşları kazana­
bilmenin tek yolu, "cümle Ehl-i İslam'ın bir vücıld gibi sözü ve özü
bir olarak ittifakda kemal-i metanet" göstermesiydi . 242 Dolayısıyla devrin
siyasi literatürünün altını çizdiği şekilde I I . Mahmud'un tahta çıktığı ilk
günden itibaren araçsallaştırdığı İ slimiyet, dış düşmanlara karşı birliği
sağlayabilmek için imparatorlukta dirliğin sağlanmasına hizmet ediyor­
du. I I . Mahmud, tıpkı III. Selim'in Nizim-ı Cedid ordusunda olduğu
gibi İslam milletine cemaatle namaz kılmayı zorunlu hale getirerek ya
da İstanbul'un bütün camilerinin tüm minarelerinden yaz ve kış vakit
ezanlarının düzenli olarak okunmasını emrederek, ehl-i sünnet arasında­
ki kardeşliği ön plana ç ıkartmaya ve ittihad-ı kulılb düşüncesi temelinde
aralarındaki tesanüdü artırmaya çalışmaktaydı.243 Nitekim Osmanlı pa-

242 Yeniçerileri ya da genel olarak ocakları kapsamayan ittirak-ı hakikinin, Osmanlı


Devleti açısından anlamı ve önemi II. Mahmud'un aynı hatt-ı hümayunundaki
şu cümlelerde gizlidir; "Şu ittifak ve ittihad-ı kulCıb maddesi begayet ihtimam
ve dikkat ile gözedülüb kcndü 'akl ve dadsına üb1 olan o makulelerin
[eşkıyalar/yeniçeriler] haklarında ve terbiyelerinde" her ne gerekiyorsa
yapılmalıdır ( BOA HAT 25636 ). Nitekim yeniçerilere karşı izlenecek siyasete
temel teşkil eden itt�(dk Pe ittihdd-ı kıılub düşüncesinin, ilk defa Alemdar
Vakası sırasında şekillendiğine dair kuvvetli emareler mevcuttur. Şeyhülisliim,
Kadı Abdurrahman Paşa, Ramiz Paşa ve sair enderunlunun katılımıyla vaka
sırasında, II. Mahmud'un huzurunda toplanan ıneşverette padişah "bu eşkıya
ile cümlemiz kıta.le say' eylemek, sand.k-ı Resulullah ihrac ile ehl-i 'ırz olanları
tarafimıza celb ile eşkıyayı sükCıt ettirmenin çaresi bulunamaz mı?" diyerek,
adeta yaklaşık on sekiz sene sonra olacakları dile getiriyordu. Bu bağlamda
Esad Etendi, III. Selim siyasetinin "ittihad-ı kulılb"u dikkate almaması
sebebiyle başarısızlıkla sonuçlandığını belirtmesi ayrıca dikkat çekicidir. B u
konuda bkz. Öz ( 1941 :24) ve Esad EtCndi (2005 : 1 1 ) .
243 Kurumlar arasındaki dengenin ön plana çıktığı IV. Mustafa döneminde
onaylanan hüccet metninin aksine II. Mahmud'un, devleti oluşturan kurumlar
ve yönetilenler arasında, İslami çerçevede ittifil ve ittihad kurulmasının

332
1
dişahı, İslam milleti arasında "hıfz-ı mal ve hıfz-ı 'ırz ve hıfz-ı vatanın
herkesin kendi nefsinde" olduğu bir dönemde, "aherin malı ve 'ırzı ve
vatanı ve canı"nı244 da tıpkı kendisininkiler gibi savunan insanların oluş­
turduğu yeni bir sosyal nizamı hayata geçirebilmek için çabalamaktaydı.
II. Mahmud dönemi siyasi literatüründe açıkça gözlemlendiği üzere
muntazam bir sosyal düzenin kurgulanmasında, herkesin ait olduğu yer­
de tutulmasını öngören İslami adalet düşüncesi245 de büyük bir öneme
sahiptir. Tıpkı devleti vücuda getiren temel organlar arasındaki dengenin
sağlanması, bir başka ifadeyle hiçbir organın diğerinin işlerine müdahale
etmemesi fakat halifenin güdümünde çalışması gibi yönetilenler arasın­
daki uyumun sağlanması da adil bir sosyal düzenin inşasıyla mümkündü.
Bu bağlamda bireylerin statülerini ortaya koyan kıyafetlerle ilgili kanun­
ların uygulanması için II. Mahmud'un sık sık hatt-ı hümayı'.'mlar kaleme
alması ve yeni kıyafet nizamnameleri vazetmesi246 ya da Rum İsyanı sıra -
sında Ortodoks Kilisesi'ne, padişahın tebaası olduklarını hatırlatırcasına,
ayinlerinde i l . Mahmud'un adının geçmesi için baskı yapılması, hatta
ayinlerin Roma Kilisesi usulüne göre icra edilmesinin istenmesi,247 i l .
Mahmud'un adil ve muntazam sosyal düzen hayalinin birer yansıma­
sıydı. Söz konusu nizamın ahaliye kabul ettirilerek, tebaanın halifenin
gölgesine sokulmasında en önemli rolü hiç şüphesiz ulema oynayacaktı.
Hanedanla kader birliği içerisinde olan üst düzey ulemanın ötesinde,

gerekliliğini vurguladığı, muhtemelen tahta çıktıktan sonra Alemdar Mustafa


Paşa için kaleme aldığı ilk hatt-ı hümayıln için bkz. BOA (HAT 25654) IV.
Mustafa'nın bu konudaki siyaseti için ayrıca bkz. İÜKTB (TY 886: 1 77).
244 TSMA ( E 1 379).
245 Ergene (200 1 ) .
246 Osmanlı toplumu ve hatta ordusu açısından kıyafi:t, rahatlığı ya d a yapılan
işe uygunluğundan ziyade taşıdığı sembolik anlamla önem kazanmaktadır.
III. Selim devrinde yeniçeriler, sürekli Nizam-ı Cedid askerinin "cümlesinin
başı şabkalu frenk olmasından" şikayet etmekteydi. III. Selim devrinde de
sıkça vurgulandığı üzere yönetilenlerin, yönetenlerden ve Müslümanların,
gayrimüslimlerden ilk bakışta tefrik olunması konusunda yaşanan probleme
çözüm olarak düşünülen kıyafet nizamnameleri konusunda bkz. Esad
Etendi (2000 : 1 1 6 - 1 17); Şanizade (2008:102-103 ve 300-302 ); Necib Asım
( 1 341 : 398 -399) ve Quataert ( 1997).
247 Macfarlane ( 1 829 c:II:5 lvd).

1 333
doğrudan sıradan insanlar ile muhattap olan, fakat Nizam-ı Cedld si­
yasetinden zarar gören imamların248 ya da kadıların yeniden padişahın
yanına çekilmesi, bir anlamda Ehl-i İslam'ın kalplerinin yeniden kaza­
nılması anlamına geliyordu.249 Bir taraftan halifeliği ve cihadı ön plana
alan Arapça siyer ve hadis kitapları Türkçeye tercüme edilerek impara­
torluk geneline gönderiliyor,250 diğer taraftan da ilk öğrenim zorunlu
hale getirilerek hem çocuklar muntazam toplum hayalinin gerektirdiği
şekilde yetiştirilmeye çalışılıyor, hem de alt düzeydeki ulemaya yeni bir
kazanç kapısı açılıyordu .25 1 Alemdar Vakası'nı takip eden süreçte iyice su

248 İmamlar, kadıların görev alanı dahilindeki pek çok işte onların yardımcısı
konumundaydı. Mahalenin düzeni ve asayişinin sağlanması, içki tüketilen
yerlerin tespiti, fuhşiyat yapanların mahalleden sürülmesi ve bu bağlamda
mahallelinin genel ahlaka uygun bir şekilde hayatlarını sürdürmesi, vakit
namazlarının ahali tarafından takip edilmesinin sağlanması bilhassa kadınların
kılık kıyafet nizamnamelerine uygun giyinmelerinin sağlanması, imamların
başlıca görevleri arasındadır. Doğum, ölüm kayıtlarının tutulması, nikah
akitlerinin yapılması ve toplu arzuhallerin kaleme alınmasında oynadıkları rol
ve cemaatleri hakkında sahip oldukları bilgi, imamların devlet nazarındaki
önemini artıran unsurlardır. Bu konuda bkz. Beydilli (200l a:7- 1 0 ) .
249 Bu konuda bkz. Lcvy ( 19 7 l b ) .
250 I I . Mahmud'un "Müslümanlar arasındaki karşıtlığı önlemek için" Türkçe'ye
tercüme ettirdiği ve vüzeranın İstanbul'daki kapı kethüdaları aracılığıyla
ülkenin en ücra köşelerine kadar gönderttiği kitaplar ve İstanbul camilerinde,
Arapça ve Farsça dersleri verilmeye başlanması konusunda bkz. Esad Efendi
(2000:488-489 ve 2005 : 1 2 8 - 1 29); Cevdet Paşa ( 1 309 c:XII: l 38 - 1 39) ve
Ottanfels ( 1 9 1 3 : 1 8 5 ) . Söz konusu dini kitapların yanı sıra Kocasekbanbaşı
Risalesi'nin kopyalanarak, Eşkinci Layihası'nın yazılmasından önce İstanbul' da
tedavi.ile sokulması konusunda ayrıca bkz. Walsh ( 1 836 c:II:505-506).
2 5 1 "Halk diyanetten bi-haber olduklarından, bu keyfiyyet nusretsizliğe [zafer
kazanılamamasına] sebeb-i müstakil olduğundan" 1 824 senesinde "ümmet-i
Muhammeddenim diyen herkesin dinini" öğrenmesi için mektebe gitmesi
zorunlu hale getirilmiştir (Mahmud Cevad 200 1 :3vd . ) . Aynı fermanla mahalle
mektebine devam etmeyen çocukların aileleri tarafından meslek öğrenimi için
usta yanına verilmesi yasaklanıyordu. Ancak ferman o kadar acele çıkartılmıştı
ki İstanbul'daki mektepler dahi, okul çağındaki çocuklar için sayıca yetersiz
kalmaktaydı. Dolayısıyla il. Mahmud'un çıkarttığı söz konusu ferman ancak
Tanzimat ile birlikte uygulanmaya başlanacaktır. Bu konuda bkz. Esad Efendi
(2000: 36lvd.); Beyd.illi (200la: l 5 ) ve Lcvy ( 1968 : 1 16- 1 17 ve 197l b : l 5 ) .
yüzüne çıkan suhteler ve imamlar ile yeniçeriler arasındaki ayrışmanın252
daha da derinleştiği 1 826'da, medreselerde görev yapan ulemanın rüt­
belerinin, padişahın ihsanıyla birer derece yükseltilmesiyle II. Mahmud,
Eşkinci Layihası'nın kaleme alınmasından önce meşruiyet konusundaki
son hamlesini yaprnıştır.253 Birkaç ay sonra çıkacak isyanda da gözlemle­
neceği üzere ulemanın ve yeniçerilerin yolları çoktan ayrılmıştır.254 Zira

Çocukların, halifenin sözünden çıkmayan makbul ve muzaffer Müslümanlar


olarak yetiştirilmesine yönelik en yaratıcı öneri, yeniçeriliğin ilgasmdan hemen
sonra Keçecizade İzzet Molla'dan gelir. İzzet Molla'ya göre "oyuncakcılar
evsin u esnam [put] gibi enva'-i hayvanat yapmayub ancak a!at-ı harbe
müteallik oyuncak yapmak, etfalin m(ıcib-i meyyalini olacağı bedihidir. Sabah
vakti ve öğle vakti ve ikindi vaktinden ma'ada vaktde zokakda çocuk bulunur
ise mahsus bir me'mur olub bulduğu çocuğu yetim ise kimsesi yoğ ise Asakir-i
Mansı'.ıre'nin enva'ma 'arz idüb cebren tahrir itdire. Anası ve babası var ise be­
herhal ya hkeye ya ustaya virmek içi.in cebr olumıb kefile rabt oluna" ( Doğan
2000:78 ).
252 Fatih meşveretini takiben orduya katılmak üzere gelen Anadolu'daki medrese
öğrencilerinin kelime-i tevhid yazan bayraklarınm yerine, orta nişanlarını
asmaya zorlayan yeniçeriler ile suhteler arasmdaki gerginlik ya da yine
Fatih'tc Ubeydullah Kuşmani'nin verdiği bir vaaz sırasında cemaat arasındaki
yeniçeriler ile suhteler arasında başlayan kavga söz konusu ayrışmanm kayıtlara
geçen en belirgin örnekleri arasındadır. Bunlarm yanı sıra 1 826'daki İsyan
sırasında yeniçerilerin İstanbul sokaklarında "taraf taraf fetva ve hüccet
yazanları ve bize [yeniçerilere ahaliyi] muhalif edenleri ve bi'l-ciimle başı
kaııukluları kahr u tedm 'ir ve evlad u 'iyallerini esir edib, bikr ve sıgannı
[kızlarını ve çocuklarını ] onar guruşa ve seyyiblerini [dul eşlerini] beşer guruşa
satarız, herkes dükkanını açsın, sırçası zai' olana cevher veririz ve içimizden
zerre kadar cinayet eder bulunur ise keser, biçeriz" şeklinde bağırarak
dolaşmaları, ulema ve ahali ile 1 807 ve 1 808'de kurdukları ittifakın artık sona
erdiğini ortaya koymaktadır. Bu konuda bkz. Asım Efendi ( 1293 c:II : l 34-
1 36 ve 241 -242); Cabi Efendi (200 3 : 1 79, 446-447); Esad Efendi (2005:60)
ve Fatih Efendi (2003:40). Yeniçeriliğin ilgasından sonra suhtelcrin, 1 826
öncesinde kavga ettikleri yeniçerilerin bizzat peşine düşerek, idam etmeleri
konusunda ayrıca bkz. Esad Efendi (2005 :80-8 1 ) .
253 Cevdet Paşa ( 1 309 c:XII: l46) I I . Mahmud'un, Alemdar Yakası sonrasında
kendisini "İslami akidelerin ve İmparatorluğun eski kurumlarının katı bir
takipcisi ve özellikle ulemanın hamisi olarak" göstermesi konusunda ayrıca
bkz. Ottanfels ( 1 9 1 3 :32) ve Lane-Pole ( 1 888:40 1 ).
254 28 Haziran 1826'da, N. Mustafa'nın yeniçerilerle imzaladığı anlaşma

1 335
dini temsil eden ulema, devleti temsil eden padişahın hizmetinde, din ü
devleti ihyaya hazırlanmaktaydı. II. Mahmud'un da belirttiği üzere artık
Devlet-i Muhammediyye'ye dönüşen D evlet-i 'Aliyye'de günahın sonu
pişmanlıktı.255 Ancak son pişmanlığın fayda etmeyeceği hesap günü, Ye-.
niçerilerin düşündüğünden çok daha yakındı.. .

menıi ile yeniçeriliği ilga eden fermanın çevirilerini Londra'ya gönderen


Stratford Canning, yaşadığı "şaşkınlığı tarif edecek kelimeleri bulmakta
zorlanmaktaydı" . İ lk belgede ulema, "Hıristiyan uygulamalarının tamamıyla
şeriata aykırı olduğunu" ilan ederken, yaklaşık yirmi sene sonra kaleme alınan
ikinci belgede aynı ulema, "peygamber inancının, düşmanların kullandığı
araçlarla savunulması gerektiğini" belirtmekteydi. Bu konuda bkz. NA (FO
78/143:171).
255 il. Mahmud'un "begayet ketmine ihtimam idesiz" notuyla kaleme aldığı hatt-ı
hümayıln için bkz. BOA (HAT 25636).
SONUÇ YA DA
II. MAHMUD'UN ADALETİ

16 Haziran 1826 günü, öğlene doğru çok sayıda İstanbullu, mahalle


imamlarının öncülüğünde, köylerden cihad için toplanan nefir-i amm
askerleri gibi tekbirlerle1 Sultan Ahmet Meydanı'na doğm ilerlemektey­
di. 2 Bu sırada İstanbul sokaklarında dolaşan tellallar " Ehl-i İslam olanlar
liva-i sa'adet tahtına müctemi ve envar-ı ita'at-ı imam'ül-müslimin ile
mültemi olsunlar"3 diye bağırmaktaydı. Padişahın mahalle imamlarına
gönderdiği fermanlara ve tellalların çağrısına uyarak, sancak-ı şerif altın­
da toplanmak için yola çıkanlar, hiç şüphesiz birbirlerinden farklı sosyal
kökenlerden gelmekteydi. Ancak yeniçerilerin tekel kurdukları iş kolla­
rında hayatta kalmaya çalışan esnaf ya da hamallık, kayıkçılık, amelelik
gibi gündelik işlerle uğraşan taslakçıların narhın üzerindeki para talebin­
den ve edepsizliklerinden zarar görenler, yeniçerilerle çatışına halinde
bulunan suhteler ve nihayet 1 807- 1 808 arasındaki fetret sürecinde ve

1 Mutlu ( 1 994: 5 1 -52).


2 Sultan Ahmet Meydanı'na doğru ikrlcyen bazı gruplar, yollarına çıkan
yeniçerilerle çatışmak durumunda kalıyordu. Yeniçeri engeliyle karşılaşan bir
gruba liderlik eden imamın öldürülmesi ve gruptan yirmi beş kişinin yaralanması
konusunda bkz. Ahmed Lütfi ( 1 999: 108).
3 İstanbul'un çeşitli mahallelerinde tellalların "Müslüman olup ehl-i 'ırz olan
silahlanup Sultan Ahmet'de vak'1 At Meydanı'na liva-i sa'adet-i hazret-i
peygamberi tahtına buyursun" diye bağırdıkları anlaşılmaktadır. Bu bağlamda
I I . Mahmud yeniçeri isyanını, Müslümanlar ve kafirler ya da devlet düşmanları
ve taraftarları dikotomisi üzerinden vazederek ahaliyi dinin ve devletin yegane
hak.imi olan halifenin tarafına çekmeye çalışmaktaydı. Bu konuda bkz. Esad
Efendi (2005:66) ve Mutlu ( 1994:22).

1 337
yangınlarda maddi veya manevi kayıp yaşayanlar, At Meydanı'na doğru
ilerleyen kalabalık4 içerisinde çoğunlukta olmalıydı.
Padişahın yaptığı cihad çağrısının sebebi eşkinci yeniçerilerin ta.lime
başlamasından sadece üç gün sonra, 1 5 Haziran 1 826, gün batımıyla
beraber beş ortanın ustalarının ve adamlarının Beyazıt Meydanı'nda
toplanmaya başlamasıdır. 5 Talimin mahiyetinin anlaşılmasını takip eden
günlerde, kontrolleri altındaki kahvehanelerde esamelerin kaldırılacağına
dair dedikodu/an yaymaya başlayan6 yeniçeriler, o gece Et Meydanı'nda­
ki kışlalarından ayrılarak, kendilerini modern birer nefere dönüştürerek
siyasetin enstrümanı haline getirecek modern talim ve ordu yapısına kar­
şı direnişe geçmişti. Nakılcı Mustafa önderliğindeki ilk grup Bibıali'yi
ele geçirmiş, Serhoş Mustafa'nın liderliğindeki ikinci grup ise modern
talimin taşıyıcısı Mehmet Ali Paşa'nın kapı kethüdası Necib Efendi'nin
Beyazıd'daki konağına yönelmişti. Ağa Kapısı'nın da basıldığı o gece7
diğer ocaklarla ilişkiye geçen yeniçeriler, cebecileri de yanlarına almıştı.
Fakat topçu sınıfı ocaklarının ve Karadeniz Boğazı kaleleri neferatının,
yeniçerilere "kazan değil, pilav tenceresi" dahi vermeyi redederek8 i l .
Mahmud tarafında tavır alması, ocak açısından önemli bir problemdi. Bu
bağlamda ocağın söz sahipleri bekar odalarının yoğunlaştığı Tahtakale,
Asmaaltı ve Unkapanı gibi taslakçılarının bulunduğu bölgelerden adam
toplamaya ve Sultan Ahmet Meydanı'na sevk etmeye başlamıştı.9
Yeniçerilerin harekete geçmesinden sonra kışlalardaki kaynaşmadan
ve yeniçeriler tarafından basılan mekanlardan haberdar edilen sadrazam

4 16 Haziran günü, Sultan Ahmet Meydanı'nda gerçekten de büyük bir


kalabalığın toplandığı düşünülebilir. Zira o gün cihad çağrısına uyanlara,
padişahın ihsanıyla dağıtılan 93.760 adet ekmek toplanan kalabalık konusunda
bir fikir vermektedir. Bu konuda bkz. Mutlu ( 1994:22 ).
5 Mayıs sonlarından beri "meclis-i şuralar ve fitneye dair hafi mükalcmelcr"
yapan yeniçerilerin bu dönemde "sılretde [ görünürde] taht-ı itaat-i devlerde"
görünmeleri konusunda bkz. İÜKTB (TY 6006:6b-7a).
6 Esamelcrin sağladığı sosyal ayrıcalıkları kaybetmek istemeyen, esame sahibi
sıradan ahaliyi yanlarına çekebilmek için yeniçerilerin yaptığı bu hamle için bkz.
Esad Efendi (2005 : 5 3 ) ve Uzunçarşılı ( 1988 c:I:546).
7 NA (FO 78/143:58); Walsh ( 1 836 c:II:509).
8 Mutlu ( 1994:20) .
9 Esad Efendi (2005 : 1 9 3 ) .
Benderli Selim Sırrı Paşa, öncelikle kapı kethüdası Halil Bey'i, maiyetin­
deki çok sayıda askerle Boğaz havalisini kontrol altında tutan Ağa Hü­
seyin Paşa ve İzzet Mehmet Paşa'ya, Hazine Kethüdası Kıbrıslı Mehmet
Emin Efendi'yi de Beşiktaş'taki sahil sarayda ikamet etmekte olan II.
Mahmud'a gönderir. Bu karmaşa içerisinde, hal fetvası vermeye mezun
din bürokrasisi de unutulmaz ve Kıbrıslı Mehmet Emin Efendi'nin ki­
tapçısı Said Efendi, derhal Şeyhülislam Tahir Efendi'yi Topkapı'ya davet
etmek/getirmek üzere yola çıkar. İsyan halindeki grupla pazarlık etmek
ya da padişaha bağlı birlikler toparlanana kadar isyancıları oyalamak için
de Başyazıcı Raşid Efendi, ocağın söz sahipleriyle görüşmek üzere ihraç
edilir. Yapılan görüşmede yeniçerilerin, kendilerine gavur talimi yaptı­
ran talimcilerin değiştirilmesini, talimde süngülerin kullanılmamasını,
yoldaşlarını/eşkinci yeniçerileri kendilerinden ayırt eden başlıkların çı­
kartılmasını ve yeniçerilerin tamamının eşkincilerle aynı ücret ve tayinatı
almasını istedikleri ortaya çıkar. Eşkinci yeniçeri tahririnden sorumlu tu -
tulan vezirazam, Necib Efendi, yeniçeri ağası ve silahdar ağa, İstanbul'da
çıkan isyanların olmazsa olmazı olan devlet ricalinden verilmesi istenen
kurbanlar arasındadır. ı o
Bu gelişmeler yaşanırken güneş yeniden doğmuş, II. Mahmud
Beşiktaş'tan Topkapı Sarayı'na gelmiş, İstanbul'daki mülksüzlerin
önemli bir kısmını istihdam eden Tersane Emini Said Efendi, Kalyoncu
Başçavuşu Papuççuoğlu Ahmed Ağa 1 1 ve topçu sınıfı birliklerinin ba­
şında bulunan Topçubaşı Numan Ağa, Arabacı başı Hasan Ağa, Hum­
baracıbaşı Dede Mustafa Ağa ve Lağımcıbaşı Halil Bey maiyetleriyle
birlikte Saray'a davet edilmiştir.ı2 Şeyhülislam'ın Saray'a ulaşmasını ta­
kiben de çukadarana, süd{ır-ı kirama, danişmendana ve suhtclcre13 da­
vetiyeler gönderilmiş, sadrazam ise isyan sonrasında da Saray'da ikamet
edecek olan "bi'l-ci.i.mle Devlet-i Aliyye ve hademe-i Babıali'yi" Topkapı

10 Kellesi istenen rical için bkz. NA (FO 78/143 :59). Bu görüşme konusunda
aynca bkz. Rosen ( 1 866: 1 1 - 1 3 ) .
1 1 Walsh ( 1836 c:II : 5 1 9-520).
1 2 Bastelberger ( 1874:97) ve Ottenfels ( 19 1 3:173).
1 3 İsyanın başlangıcında, Sultan Ahmet Meydanı'na yaklaşık 3 .500 softa,
yeniçerilerin üzerine yürümek için akın etmiştir. Bu konuda bkz. Cevdet Paşa
( 1 309 c:XII: l59).
Sarayı'nda toplamıştır.14 Padişah tarafında yeralan ocaklar şehrin stratejik
noktalarını tutarken,ı5 yeniçeriler ile görüşen Raşid Efendi, Topkapı'ya
geri dönmüş, Yalı Köşkü'nde toplanan sadrazam, şeyhülislam, sadr-ı
Rum ve Anadolu, defterdar, reisülküttab, Tersane emini, Darbhane
nazırı ve Necib Efendi'nin katıldığı meşveret meclisine dahil olmuştur.
İşte "Müslüman olub silah ve tüfengi olan külliyetlü asakir ya'ni cüm­
le ümmet-i Muhammed", tam da bu noktada, şeyhülislamın katle fetva
vermesinin ve sancak-ı şerifin Hırka-i Saadet Odası'ndan çıkartılması­
nın ardından, İstanbul mahkemesindeki muhzırlar aracılığı ile mahalle
imamlarına ve bilad-ı selase hakimlerine gönderilen fermanlar ve tellal­
ların çağrısı üzerine Saray Mcydanı'nda toplanmaya başlamıştı. Bu bağ­
lamda II. Mahmud, "gaza ruhunu canlandırarak, sancak-ı şerif altında
disiplinli birlikler kurma" hayalini gerçekleştirmeye doğru ilk adımını
atmıştı.16
I I . Mahmud, saray cephaneliğinde bulunan silahları bizzat İstanbul­
lulara dağıtırken,17 padişaha bağlı birlikler, artık Topçuların kapısı haline
gelen saraydan sadrazamın önderliğinde sancak-ı şerif ve tekbirlerle Sul­
tan Ahmet Camii'ne doğru yürümekteydi. 1 8 Zira cihad için camiden daha
iyi bir ordugah düşünülemezdi. Padişah ise yeniçeriler tarafindan kellesi

14 İsyan sonrasmda etrafına topların yerleştirildiği ve topçu smıfı birliklerinin


sürekli nöbet beklediği Topkapı Sarayı, bütün devlet erkanına ev sahipliği
yapmıştır. İsyanm ardmdan devlet işlerinin önemli bir kısmı, Babı5.li 'nin zarar
görmesi ve güvenlik sebebiyle saray bahçesine kurulan çadırlarda yürütülmüştür.
Bu konuda bkz. İÜKTB (TY 6006: 12a); Mutlu ( 1994:57); Esad Etendi
(2005 : 1 06 - 1 07) ve BOA (C Dahiliye 1 0730).
1 5 Walsh ( 1836 c:Il : 5 1 2 ) .
1 6 İngiltere'nin İstanbul Büyükelçisi Stratford Canning, isyanın başladığı gece
yapılan hazırlıkları tasvir ederken, II. Mahmud'un böyle bir kalkışmayı
beklediğini ve isyanı bastırmak için, spontan hareket eden yeniçerilerin aksine,
daha önceden planlanmış sistematik bir yol takip ettiğini ima eder. Bu konuda
bkz. NA (FO 78/143 :62-63) ve Lane-Pole ( 1 888:40 1 ) .
1 7 i l . Mahmud'un isyandan kısa bir süre önce Liege'den gizlice ithal ettiği ve isyan
sırasında bizzat ahaliye dağıttığı tüfekler için bkz. Esad Efendi (2005 :68 ) ve
Rced ( 195 1 :2 12 ) .
1 8 İngiltere'nin İstanbul elçisinin d e vurguladığı üzere sancak-ı şerifin ihracı ve
topçu sınıfı birliklerinin padişah tarafında tavır alması, yeniçerilerin ve isyanm
kaderini değiştiren en kritik iki olaydır. NA (FO 78/143 : 1 12 - 1 1 3 ) .
istenen Silahdar Ali Ağa, Başçuhadar Ebubekir Efendi, Sırkatibi Mustafa
Efendi ve Mabeynci Ahmet Şakir Efendi ile birlikte Bab-ı HümayCm'a
yakın bir kasırdan olayları takip ediyordu. Ağa Hüseyin Paşa ve İzzet
Mehmet Paşa'nın maiyetleriyle Sultan A11met'e ulaşması, yeniçeriler
için sonun başlangıcıydı. Askeri açıdan üstünlüğü ele geçiren Saray ta­
raftarları, yeniçerilere isteklerinin reddedildiğini bildirmek v.e ulemanın
isteğiyle son bir şans vererek, sancak-ı şerif altına gelmedikleri takdirde
din/devlet düşmanı olarak idam edileceklerini bildirmek üzere A!11Skalı
Ahmed Etendi'yi, ocağın söz sahiplerine gönderir. 1 9 Ahmed Efendi'nin
yeniçerilerden aldığı olumsuz cevabm üzerine Ağa Hüseyin Paşa, İzzet
Mehmet Paşa, Topçubaşı Numan Ağa ve P<:tpuççuoğlu Ahmed Ağa'ya
bağlı birlikler Divan Yolu'ndan, humbaracı ve lağımcıbaşılar, yanlarında
maiyetlerinin yanı sıra suhteler ve artık her biri, birer asker olarak kabul
edilen Ehl-i İslam olmak üzere Bozdoğan Kemeri ve Et Pazarı üzerinden
yeniçerilere doğru hücum eder. Hazırlıksız yakalanan yeniçerilerin ilk
amacı, kendilerine ait olduğunu düşündükleri ve yüzyıllardır uğrunda
kan döktükleri sancak-ı şerifi ele geçirmektir.20 Bu şekilde yeniden, aha­
liyi yanlarına çekebileceklerini düşünen yeniçeriler, çatışma sırasında geri
çekilirken stratejik noktalarda mevziilcnmcyc çalışmaktaydı. Ancak sokak
aralarında mevziilenen yeniçeriler, tıpkı ihtilal Fransa'sındaki sokak çatış­
malarında gözlemlendiği üzere top ateşine maruz kalarak can vermiştir.
Zira Saray'a bağlı birlikler21 yollarına çıkan her şeyi yıkarak, Et Meyda­
nı'ndaki kışlaları iki koldan çembere almaya çabalamaktaydı. Bu sırada
Sultan Al1met Camii'nde kalanlar, II. Mahmud'un ikinci imamı Zeynel
Abidin Bey'in duasına iştirak etmekte, ahali de saraydan birkaç yüz metre
uzaklıktaki cepheye mühimmat taşımaktaydı.22
Çatışmaların, Saray taraftarlarının lehine döndüğü sırada, Mısır Kapı
Kethüdası Necib Efendi, "fi'l-hal<lka kıtal-i eşkıyaya gidenlere İmdad

19 Esad Efendi (2005 :68 ) .


2 0 Reed ( 19 5 1 :2 1 6 ) .
2 1 İlk gün vuku bulan çatışmalar esnasında Saray taraftarlarının kaybı 87 kişiydi. B u
konuda bkz. Rosen ( 1 866: 1 5 ) . İsyandan dört gün sonra Babıali tercümanının
İngiltere elçisine verdiği resmi rakamlara göre yaklaşık 6.000 yeniçeri
öldürülmüştü. Bu konuda aynca bkz. NA (FO 78/1 43 : 1 3 3 ) .
2 2 Esad Efendi (2005 :71 ).
buyrulmak lazımdır diyerek" camide bulunan Ehl-i İslam'la "tekbir ala­
rak deryalar gibi akın akın" saldırıya geçmiştir.23 Ancak Necib Efendi ve
beraberindekiler Et Meydanı'na ulaştığında çaresiz yeniçeriler, çoktan
ilk kez talime çıktıkları kışlalarmda sıkıştırılmışlardı. Öğleden sonra saat
üç sularında24 Karacehennem İbrahim Ağa komutasındaki birlikler, yan­
larındaki altı adet topla Beyazıd'daki kışlaları bombalamaya başlamıştır.
Bu esnada kışla çevresindeki evlerin pencere ve çatılarından yağdırılan
kurşunlar, tamamen savunmasız durumdaki yeniçerilerin, kendilerine
tam altı ay önce dağıtılan kanca ve baltalarla, aileleriyle birlikte yaşa­
dıkları kışladaki yangını söndürmelerini25 engelliyordu.26 II. Mahmud,
İslami ideoloji zemininde inşa edilen, merkezinde halifenin bulunduğu
ittifük-ı hakikiye27 karşı oluşan muhalefeti sindirmenin bir adım ötesine
geçerek, Saray'ın/padişahın had bilmez iktidarına, kadim/gelenek üze­
rine oturan bir söylemle karşı çıkan Saray/devlet düşmanlarının, sadece
bedenlerinin değil, "nam u şanları"nın, menakıblarının/söylencelerinin,
kısacası bir kültürün tamamen ortadan kaldırılmasını istemiştir.28 Beya-

23 Esad Efendi (2005 :74) ve İlyas Ağa ( 1276:367- 371).


24 NA (FO 78/143:60) .
2 5 il. Mahmud, 1 8 Aralık 1 8 2 5 tarihinde yeniçeri ortalarına, çıkacak yangınları
söndürmeleri için yetmiş beşer adet balta ve kanca göndermişti. Tarihin/II.
Mahmud'un yeniçerilere oynadığı bu garip oyun için bkz. BOA ( CAS 22605).
26 İsyanın tasviri ve çatışmalar konusunda genci olarak bkz. Esad Efendi (2005:58
vd.); Mutlu ( 1994:2lvd.); Fatih Efendi (2001 :9vd.); NA (FO 78/143:56vd. );
Lanc-Polc ( 1 888 :417vd. ); Ottenfi:ls ( 19 1 3 : 1 74); Walsh ( 1 828:65vd . ); Rosen
( 1 866: 14vd . ) ; Uzunçarşılı ( 1 988 c : I :548vd . ) ; Rccd ( 1 95 1 : 19 lvd. ) .
27 Yeniçeri kışlalarına yapılan saldırıda aktif görev alanlar ve kışla kapılarını
kırarak içeriye ilk girenler müttefik grupların temsilcileri gibidir. Nitekim
bombardımanla birlikte kışalalara ilk giren iki kişiden biri topçu sınıfını temsilen
Karacehennem İbrahim Ağa ve diğeri ulemadan Hacı Hafiz Efendi'ydi.
Devlet düşmanı yeniçerilere karşı zafer kazanıldığı haberini büyük bir hcycanla
sadrazama ulaştıran kişi ise birkaç sene evvel 11. Mahmud tarafindan aynı
suçlamayla idam edilen Tepedelenli Ali Paşa'nın torunu Velipaşazade İsmail
Bey'di. Bu konuda bkz. Bu konuda bkz. Cevdet Paşa ( 1 309 c:XI l : l 64 ) ve
Ahmet Müfit ( 1 324:2 1 0 ) .
28 "Salıih-ı <atem içün ocağın ism ü resmi tebdil v e keennen kan(ın-ı kadimi ahar
hey'etle tecdid olunarak fimaba'd yeniçerilik namı külliyen ortadan" kalkmıştı.
Yeniçeriliği ilga eden ferman için bkz. Uzunçarşılı ( 1988 c:I:666vd.). Yeniçeri,
zıd'daki kışlaların temizlenmesinin ardından İzzet Paşa vakit kaybetmek­
sizin Üsküdar'a geçerek, yeniçerilerin ve taslakçılarının yoğunlaştığı bu
bölgeyi sterilize etmeye başlar. Ağa Hüseyin Paşa ve Necib Efendi de
bu sırada maiyetleriyle birlikte Eski Odalar'da ikamet eden yeniçerileri
idam etmekle meşguldür.29 İki günlük karmaşanın ardından, 19 Haziran
1 826 günü,3 0 devam eden yangınlara,3 ı infazlara ve sürgünlere rağmen
İstanbul'da hayat normale döner. Mahallelerinde nöbet bekleyen32 ahali
artık evlerinde huzur içinde uyumaktadır. 33
il. Mahmud'un, isyanın bastırılmasının ardından ilk cuma selamlığına,
III. Selim'in Nizam-ı Cedid askerleriyle yapmak istediği şekilde, kadim
teşrifat kurallarını hiçe sayarak topçu sınıfı neferleriyle çıkması, yeniçe­
riliğin ilga edileceğine dair ilk işaretti.34 Nitekim isyandan kısa bir süre
sonra toplanan meşverette yeniçerilik ilga edilerek, karar ülkenin dört
bir tarafına fermanlarla bildirilecektir. Bu bağlamda taşrada yeniçeriliğin
kaldırılmasına karşı en büyük tepkiyi hiç şüphesiz, yeniçerilerin siyasi ve
sosyal hayatta önemli bir rol üstlendiği garnizon şehirleri göstermiştir.
Ancak imparatorluğun doğusunda yer alan yeniçerilerin gösterdikleri

cebeci, usta, karakullukçu, çorbacı, bayrakdar, odabaşı ve yoldaş kelimelerinin


yasaklanması konusunda aynca bkz. BOA (C Dahiliye 1 0730).
29 İÜKTB (TY 6006: l l a).
30 NA (FO 78/143 : 1 1 1 ) . Sancak-ı şerifin Sultan Ahmet Camii'nden, fetihin
sembolü olarak yetmiş yedi gün asılı kalacağı Bibü's-sa'ade'ye getirilmesinin
ardından "ümmet-i Muhammed ve ehl-i 'ırz olanların dükkanlarını açıp
kisbleriyle iştigal" etmeye başlamaları için tellallar aracılığı ile yapılan çağrı
konusunda bkz. Esad Efendi (2005 : 1 00); Mutlu ( 1994:57) ve İlyas Ağa
( 1276:383).
31 İsyan sonrası İstanbul'da çıkan yangınlar konusunda bkz. Upham ( 1 828:380).
32 Alemdar Vakası sonrasında da sık sık yürürlüğe konulan, ancak hiçbir sonuç elde
edilemeyen, devlet görevlileri dışındakilerin silah taşımasının yasaklanmasına
dönük uygulama, yeniçeriliğin ilgasından sonra belki de ilk defa tam manasıyla
uygulanacaktı. Zira yeniçerilerin ahaliyle kurdukları organik ilişki ve ahalinin
elindeki esameler, ilga öncesi süreçte devlet görevlileri ile sıradan insanlar
arasındaki farkı bulanıklaştırmaktaydı. Bu konuda bkz. Keppel ( 1 8 3 1 :8 3 ) .
33 Tıpkı Alemdar Vakası'nda olduğu gibi İstanbulluların mahallelerinde nöbet
tutarak kendi güvenliklerini sağlamaları konusunda bkz. Mutlu ( 1994:66-67) ve
Esad Efendi (2000:230 ve 2005 :77).
34 Resen ( 1 866: 1 5 ) .
tepki, yeniçeriliğin ayanlıkla ve bölgedeki idari ve ticari faaliyetlerle iç içe
geçtiği Balkanlar'daki ocak mensuplarınınkinden çok daha zayıftı. Fakat
bir istisna olarak Sivas ve Tokat gibi Bektaşilerin yoğunlaştığı bölgeler­
den35 ve Halep gibi ayanlaşan yeniçerilerin idare ettiği şehirlerden isyan
haberlerinin gelmesi doğaldı. Dolayısıyla yeniçeriliğin ilgası Erzurum
ve Halep'ten gönderilen yeniçeri kellelerinin36 ima ettiği küçük çaplı is­
yanların dışında, imparatorluğun doğu bölgelerinde büyük bir tepki ile
karşılaşmamıştır. Şam, Halep, Kars, Erzurum, Edirne, Bosna gibi isyan
tehdidi altında bulunan bölgelere gönderilen ilga fermanlarında, itaat­
sizlik edebilecek kişilerin, fermanın ilanından önce sürgüne gönderilme­
sinin ya da idam edilmesinin gerekliliği vurgulanmaktaydı. 37 Ancak idari
düzen, toprak yönetimi ve ticaretin yeniçerilikle iç içe girdiği, büyük bir
yeniçeri nüfusu barındıran Bosna'da İstanbul'u zora sokacak bir isyanın
patlaması neredeyse kaçınılmazdı . Bosnalı yeniçeriler, bidatların yerine
"kanun-ı kadimin/şeriatın" uygulanmaya devam edilmesini38 ve kendi­
lerini sıradan birer nefer haline getirecek üniforma yerine geleneğin/
kadimin gündelik hayattaki yansıması olan ve sosyal statülerini gösteren
kıyafetlerini giymeyi istiyordu. Doğrudan İstanbul'daki seraskerliğe bağ­
lanarak Bosna/vatanları dışında, askerlik yapmak istemeyen yeniçeriler,
"ocağı Müslümanlıktan ileri tuttukları" için İslamı temsil eden devlet
açısından büyük bir tehdit oluşturmaktaydı:19 1 82 6 senesinin Ağustos
ortalarında imparatorluk genelindeki isyan hareketleri kontrol altına
alınmış40 olsa da i l . Mahmud uzun süre Bosnalı yeniçerilerin isyanıyla

35 Lütfi Efendi ( 1 999: 127- 128).


36 Başkentte sergilenen söz konusu kelleler için bkz. Rosen ( 1 866 :20).
37 Bu konuda örnek olarak bkz. BOA ( HAT 1 7 3 1 5/E v e 1733 1 ) ve Esad Efendi
(2005:97).
38 Bosna yeniçeri ağasının, kanun-ı kadimin/şeriatın uygulanmasına müsade
edilmesi için kaleme aldığı arzuhal için bkz. BOA ( HAT 19348 ) .
39 Bosna eyaletindeki kırk sekiz kazadan otuz ikisinin katıldığı ve tıpkı i l . Edirne
Vakası'nda olduğu gibi halifenin isteklerini empoze etmeye çalışan Müftü Şakir
Efondi'nin idam edildiği isyan konusunda bkz. Lütfi Efendi ( 1 999: 1 3 3 vd. );
Slade ( 1 8 32:301 - 302); Bastelberger ( 1874: 126); Turhan (201 3 ) ve Eren
( 1965 :8 lvd. ) .
4 0 N A (FO 78/143:68 ) .

344 1
birlikte yaşamak zorunda kalmıştır.4 1 İstanbul'daki yeni zihniyete ve yeni
askeri organizasyona karşı çıkan bir diğer grup da Arnavut sekbanlardı.
İ stanbul'da yeni bir ordunun kurulmaya başlamasından hemen sonra
isyan edeceklerine dair söylentiler çıkan Arnavut sekbanlar, 1 826 sene­
sinin sefer sezonu başında, dolgun maaşlara rağmen işe girmeyi reddet­
mekteydi.42
İ mparatorluk genelinde isyanlar kontrol altına alınmaya çalışılırken,
isyan sırasında Saray tarafında pozisyon alan zümreler ve isyana katıl­
mayan mütekaid ocak ağaları43 ödüllendirilmeye başlanmıştır.44 Bu bağ­
lamda din/devlet düşmanlarının merkezi olarak görülen Ağa Kapısı,
Bab-ı Fetva olarak, üss-i nizam ulemaya verilirken, isyan sırasında Saray'ı
destekleyen ilmiye silkinin üst düzey makamlarını işgal edenlere atıye­
ler dağıtılmaktaydı. Asllir-i Mansure birliklerinde her yüz nefer için bir
imam istihdam edilmesi, İ stanbul'daki işsiz suhteler için düzenli maaş
ve tayinat anlamına geliyordu. Zira isyandan hemen sonra suhtelere
dağıtılan 75 .000 kuruşluk atıye bir defaya mahsustu.45 Saraya yönelen

41 Yeniçeriliğin ilgasından yaklaşık üç sene sonra, başkentte bile "tanzimine


muvaffak olunan nizam-ı askeri hakkında bazı kelimat-ı na-sezamm tefrvvühüne
mücaseret etmekte olan" kişilerin bulunduğunun altı yeri gelmişken çizilmelidir.
Bingöl (2004 : 1 ) .
42 Bu konuda Stratford Caııning'in 3 1 Temmuz 1 826 tarihli ve İngiltere'nin
Arnavutluk'taki maslahatgüzarının 29 Eylül 1826 tarihli raporları için bkz. NA
(FO 78/143 : 1 3 1 - 1 32) Bu sırada Üsküp'te başlayan Arnavut isyanı için ayrıca
bkz. Lütfi Efendi ( 1 999 : 1 36).
43 İlga öncesinde yeniçeri ağalığı yapanlara eşkinci ve tekaüt kapıcıbaşılıkları tevcih
edilmesi hususunda bkz. BOA ( HAT 19407).
44 İsyan sonrasında dağıtılan atıyeler, bir üst mevkiye atananlar ve dağıtılan ödüller
konusunda bkz. Esad Efendi (2005 : 8 8vd . ) .
45 Aslında Eşkinci Layihası ile birlikte suhtclcrin orduda istihdamına yönelik ilk
adım atılmıştı. Layihaya göre eşkinci ortalarında görev yapacak olan imamlar,
beş senelik hizmetin ardından kadı olarak taşraya atanmaya başlayacaklardı.
Ancak çıkan isyanla birlikte ak.im kalan bu uygulama, Mansure ordusunun
kurulmasıyla yeni bir boyut kazanmıştır. Eşkinci ortalarından ya da her yüz otuz
dört nefere bir imamın düştüğü Nizam-ı Cedld ortalarından çok daha yoğun
bir ulema istihdamının ön görüldüğü Asllir-i Mansure ortalarında imamlar,
her gün sabahları birer kez Kuran okuyacak ve askerin "avama lazım olacak
mesa'il-i diniyye ve 'ilm-i hallerini ve resm-i hat ve kabiliyetlerine göre 'ulum-ı
yeniçeri tehdidine karşı duran ahali de temel tüketim maddelerinin fiyat­
ları yeniden ayarlanarak ve vergi oranları nispeten düşürülerek memnun
edilmeye çalışılmıştır. 46 Bir tasarruf aracı olarak sıradan insanların ellerin­
de tuttukları esamelerin kayd-ı hayat şartıyla geçerli olması da ahalinin
Saray'a karşı olan muhabbetini bir kat daha artırmaktaydı. Fakat yeni
bir ordunun kurulması sürecinde ihtiyaç duyulan mall kaynakların sağ­
lanması, esnaf, zanaatkar ve sıradan insanlar ile II. Mahmud arasındaki
ilişkiyi zedeleyecektir. Birkaç hafta sonra fiyatlar, tıpkı Nizam-ı Cedid
devrindeki gibi bir anda yükselecek ve buna vergi oranlarının artışı eşlik
edecekti. İsyanın akabinde siyasetin tekelleşmesinin gündeme gelmesi ise
ulemanın devlet içerisindeki pozisyonunu etkileyen gelişmelerden belki
de en önemlisidir.47
Ulema ve ahalinin yanı sıra isyanda halifenin yanında yer alan üst
düzey askeri görevliler de unutulmamıştır. Örneğin isyanın bastırılma­
sında en önemli rollerden birini üstlenen Ağa Hüseyin Paşa artık Asakir-i
Manslıre seraskeri olarak Beyazıd'daki Eski Saray'da ikamet etmeye baş­
lamıştı .48 İsyanı takiben Ağa Paşa'nın adamları, bostancılarla birlikte,
daha Eşkinci tahdrinden önce sistematik olarak idam edilmeye ve sürgü­
ne gönderilmeye başlanan yeniçerilerin elebaşıları için tam manasıyla bir
cadı avı yürütmckteydi.49 Bu sırada Beyazıd'daki Seraskerlik Kapısı'nda,
Bostancıbaşı Konağı'nda ve Saray Meydanı'nda her gün en az on ila
on beş kişi idam edilmekteydi.50 Kabakçı İsyanı ve Alemdar Vakası'nda

sa'ireyi ta'lim ve evkat-ı hamseyi cema'atle eda eylemelerine 'azim ihtimam"


göstermekle görevlendirileceklerdi. Ancak Asakir-i Manslıre birliklerinde
zaman ilerledikçe imam sayısının azaltıldığı yeri gelmişken belirtilmelidir. Bu
konuda bkz. Esad Efendi (2005 : 10 1 - 102); Yaramış-Güneş (2007:59); Beydilli
(200la: l 5 ) ve Levy ( 197lb: l9-20, 23 ve 27).
46 NA (FO 78/143:173).
47 Yeniçeriliğin ilgasından birkaç ay sonra kaleme aldığı bir hatt-ı hümaylında II.
Mahmud "fesadat-ı mülkiyye Devlet-i Aliyyemizden kalkmış ise de fesadat-ı
şerr'iye[nin] henüz kal"dırılmamış olduğundan ve ulemanın da en kısa süre
içerisinde halifeye muti bir hale getirileceğinden bahsetmektedir. Bu konuda
bkz. Beşirli (2003 :33).
48 İÜKTB (TY 6006: 1 2a) ve Esad Efendi (2005 : 1 59 vd. ) .
49 Upham ( 1 828:377).
50 NA (FO 78/143 : 1 72 ) .
rol alan yeniçeri ve taslakçılarının da idam edildiği günlerde, mücrimleri
ne yaşları ne de işgal ettikleri makamlar kurtarabiliyordu.51 Ancak ilga
sonrasındaki tek hedef yeniçeriler değildi. Humbaracı ve lağımcı ocakla­
rında bulunan tulumbacılardan taşralı olanlar vilayetlerine gönderiliyor,
İstanbullu ve "yerli yurtlu" olan fakat sakıncalı görülenler ocaklardan
uzaklaştırılıyordu.52 Kurulmakta olan Asakir-i Mansure birliklerine karı­
şan ocak bakıyeleri, teker teker tespit edilerek İstanbul'dan def ediliyor­
du.53 Bu bağlamda ocağın ilga süreci, kısa bir sürede İstanbul'da yaşayan
bütün muhalif grupların ve bilhassa yeniçerilerin Saray iktidarına karşı
kullandıldarı bir silah olarak görülen işsiz taslakçıların54 temizlenmesine
yönelik genel bir sterilizasyon hareketine dönüşmüştür.55 İstanbul'a göç
eden ekrad ve etraktan56 "nef' olanı, vaz'-ı kötek olanı hesaba gelmez"

51 Yaklaşık yirmi sene evvel "fitne-i külliyeye sebeb olan" otuz altı ustası civelek
odabaşının Sivas'ta idam edilmesi konusunda bkz. BOA ( HAT 17316/A) . Bu
konuda ayrıca bkz. Reed ( 1 9 5 1 :234 vd. ) .
5 2 Humbaracı v e lağımcı ocaklarında görev yapan dokuz taşralının vilayetlerine
gönderilmesi ve İstanbullu yirmi altı kişinin ocaktan atılması konusunda bkz.
BOA ( HAT 1 75 1 1 ) ve NA (FO 78/1 43:78 ). Topçu ve arabacı ocaklarındaki
temizlik için ayrıca bkz. Lütfi Efendi ( 1 999: 1 1 7).
53 Asakir-i Mansı'.\re'ye karışan "eski takımın tefrik ve ihracına" bu sırada büyük bir
özen gösterilmekteydi. Örneğin Asakir-i Mans(ıre birliklerine katılan, Boğaz'ın
Anadolu tarafındaki kalelerinde hizmet gören elli altı kişinin "def edilmesi"
hususunda bkz. BOA ( HAT 1 9426) ve NA (FO 78/143: 1 74).
54 Vaka sırasında Saray tarafında yeniçerilere karşı savaşmış olsalar da
"bütün şüphelerin odağında" bulunan kayıkçı ve hamallar, İstanhul'dan
gönderilenler listesinin başında yer almaktadır. Bunların yerini il. Mahmud,
en azından İstanbul'da Saray iktidarına karşı çıkma olanağı bulunmayan
Rum ve Ermenilerle doldurmayı düşünmekteydi. Bu konuda bkz. NA (FO
78/143 : 1 33); Ottentds ( 1 9 1 3 : 1 76 ) ve Bingöl (2004:IV-V).
55 II. Mahmud'un İstanbul'u temizlemek ve bütün muhalefet odaklarını sindirmek
konusunda büyük bir çaba gösterdiği söylenebilir. Öncelikle "Mahalle imamları
marifetiyle umı'.\men haneler tahrir ve derı'.\nlarında iskan edilenler birbirlerine
kefile rabt ile nizam" verildi. İkinci bir önlem olarak da İstanbul hanlarında
ikamet eden işsiz bekarların evlenerek bir şekilde başkentte kalmalarını önlemek
için 4 Ağustos 1 826'da imamların nikah kıymaları bir süreliğine yasaklandı. B u
konuda bkz. İÜKTB (TY 6006 : 1 9b) ve Reed ( 1 9 5 1 :332).
56 Esad Efendi (200:618 ve 628-629) .
rakamlara ulaşmıştı.57 Başkentte gündelik işlerle ve halifeye muhalefetle
günlerini geçirmek yerine, ziraatla uğraşmaları için "vatanlarına" gönde­
rilen "kabahatsizler"in geri dönmelerini önlemek için de her türlü tedbir
alınmakta ve memleketlerine ulaşan kafileler konusunda taşradan bilgi
istenmekteydi.58 İstanbul'da idamları tehlikeli görülerek Anadolu'nun
çeşitli şehirlerine sürgüne gönderilip idam edilenler59 ise hiç şüphesiz
başkentten gönderilen kabahatsizlerden daha şanssızdı.60
Başkentin, iktidar açısından hiçbir fonksiyonu olmayan, üstelik isyan­
larda başrolü oynayan işsizlerden temizlenmesi kadar "halkı ifsad eden
Bektaşilerin taharri olunarak cürmlerine göre" cezalandırılmaya başlan­
ması da yeniçeriliğin ilgasını, ordu organizasyonunda meydana gelen ba­
sit bir değişimin çok ötesine taşıyan bir diğer gelişmedir. Nitekim sultana
karşı gelişen muhalefetin "menşei Bektaşiler olmak hasebiyle bunların
dahi çaresine bakılması" Saray açısından büyük bir önem arz etmek­
teydi.61 Buna göre 8 Temmuz 1 826'da üst düzey ulemanın ve sünn1
tariht liderlerinin katıldığı meşverette62 birer muhalefet odağı olarak
görülen Bektaşi tekkelerinden, 1 766 senesinden sonra inşa edilenlerin

57 BOA (C Dahiliye 1 0730). Sürgüne gönderilenler konusunda devrin İngiltere


elçisi Canning'in verdiği rakam 1 8 .SOO'dür. Bu konuda bkz. NA (FO
78/143 : 1 72) Walsh ise seyahatnamesinde sürgün edilenlerin 1 0.000'in
üzerinde olduğunu belirtmektedir (Walsh 1 836 c:II:5 17-5 1 8 ) .
58 Ocağın ilgasını takiben İstanbul'a "başıboş eşhas gönderilmemesi" ve "maslahat
peydasıyla memleketlerinden [mürur] tezkereleri alarak üçer beşer Dersa'adete
gelmeye cesaret" edenlerin geri çevrilmesi konusunda taşraya gönderilen
tahriratlara örnek olarak bkz: BOA (C Dahiliye 4709 ). Nefy edilenlerin sürgün
yerlerine ulaştıklarının bildirilmesi konusunda ayrıca bkz. BOA ( HAT 1 7327).
59 Örneğin devrin taşradaki görgü şahitlerinden olan Menemencioğlu Ahmed
Bey, kaleme aldığı otobiyografisine, "yeniçeri zabitlerinden çok kimseleri oraya
[Kütahya] gönderirler, verasından idam emri gelüb işlerini bitirirlerdi" notunu
düşmüştü. Bu konuda bkz. Menemcncioğlu Ahmed Bey ( 1997:87).
60 İstanbul dışında yeniçerilerin güçlü oldukları garnizon şehirlerinde de benzer
tedbirlerin almdığı anlaşılmaktadır. Edirne'de ehl-i ırzm, III. Selim suikastmdan
sonra, ilga sürecinde İstanbul'da hayata geçirilen uygulamaya benzer bir şekilde
kefile bağlanması ve "ocak-ı mülga gayretkeşlerinin sürgüne" gönderilmesi
konusunda bkz. BOA ( HAT 1 7407/A).
61 BOA ( HAT 1 9426) .
62 Esad Efendi (2005 : 173 ) .

348
yıkılmasına ya da devletleştirilmesine karar verilmişti. Bu bağlamda im­
paratorluk çapında 295 Bektaşi tekke ve zaviyesi işlemden geçirilecek
ve sahip oldukları vakıflar idreteyn usulü ile devletleştirilerek, Asakir-i
Mansure'nin giderleri için kurulan Mukataat Hazinesi'ne devredilecek­
ti.63 II. Mahmud'un, bundan sonra uygulayacağı vakıf siyasetinin de bir
ön hazırlığı olarak görülebilecek bu uygulamadan64 daha da önemlisi,
Bektaşilerin büyük bir takibata ( inquisition) uğramasıydı. Dolayısıyla
"takiyyeye teşebbı'.ıs ile şi'ar-ı şeri'ata bürünerek, sı'.ıret-i Ehl-i sünnette
görünen"65 Bektaşilerin "akideleri [şeyhülislam huzurunda] su'al olun­
maya" başlanacak ve tarikat içerisinde temayüz eden şeyhler, sünni ule­
manın güçlü olduğu kazalara sürgüne gönderilecckti.66
İstanbul'da yürütülen takibat ile eşzamanlı olarak yeniçerilerin yeri­
ne halifenin iktidarını bütün imparatorlukta hissetirecek yeni bir ordu
kurulmaya çalışılıyordu. Bu bağlamda yeniçeriliğin ilgasından sonra,
Prusya'nın çavuş kralı (I. Friedrich Wilhelm) ve oğlu (II. Friedrich) gibi
bizzat II. Mahmud'un devletin birinci subayı olarak sahneye çıkışı, yeni
ordunun inşasına damgasını vurmuştur. Muti neferlerine bizzat talim
yaptıran, Saray yerine Rami Kışlası'nda ikamet eden, ramazan bayramını
askeri marşlar ve resm-i geçitler eşliğinde kutlayan67 hatta Avrupa ordu­
larının talim manuellerini tercüme ettirterek ilk uygulayan kişi olmak is­
teyen II. Mahmud, bir gazi ve fatih olarak üniforma giymekte ve etrafına
askeri tonda emirler yağdırmaktaydı. 08 Artık sıradan hale gelen talimli

63 Bu konuda bkz. Ayar ( 1998:bilhassa 79 ve 89vd.) ve Maden (20 1 3 ) .


6 4 Söz konusu süreçte devletin Bektaşilere ait vakıflardan, tekke ve zaviyelerden
büyük bir gelir elde ettiği düşünülıneırn:lidir. Zira tekke ve zaviyelerin kapatılma
sürecinde Bektaşilere ait mal ve mülklerin önemli bir kısmını mahalli eşraf kendi
üzerine geçirmiştir. Bu konuda bkz. Faroqhi (2004:190- 1 9 1 ) .
65 Esad Efendi (2005 : 1 76).
66 Esad Efendi ile sorgu sırasında "rafa u ilhada da'ir ser-riştc" vermeyen
Bektaşilerin takiyye yaptıkları konusunda hemfikir olan Lütfi Etcndi'nin
sorgulama, idamlar ve sürgünler konusundaki görüşleri için bkz. Lütfi Efendi
( 1999 : 1 1 0vd. ) . İmamların önemli bir rol oynadığı Bektaşi takibatı konusunda
ayrıca bkz. Mutlu ( 1 994:73 vd. ); Rosen ( 1 866: 19) ve Yüccr (2003 : 5 1 5vd. ) .
6 7 İlyas Ağa ( 1276:428-429 v e 458).
68 Bu konuda bkz. Lane-Pole ( 1 888:426); NA (FO 78/143 :76 ve 253-254);
Macfarlane ( 1829 c:II: l 37).
askerlerin, nizamlı üniformalarıyla ve Avrupai ezgilerle süslü mehterlerle
başkent sokaklarında yaptıkları, düzenli resm-i geçitler ise yeni ordunun
ve ordunun başındaki fatihin gücünü İstanbullulara ve eğer kaldıysa din
ve devlet düşmanı muhaliflere gösteren birer simulasyondu. 69 Padişah/
halife/gazijfatih70 II. Mahmud, kamu hayatında muzaffer bir komutan
imajı çizerek, ordunun ve devletin tek meşru sahibi ve hakimi olarak
kendisini konumlandırılıyordu.
Muhalifleri sindirmiş bir padişah olarak doğrudan tebaasına ve ar­
tık birinci subay olarak yine doğrudan neferlerine hükmetmeye çalışan
I I . Mahmud, sözünden dışarı çıkmayacak muzaffer bir ordu kurabilmek
için isyanın bastırılmasından hemen sonra harekete geçmiştir. İlgadan
hemen sonra ülkenin dört bir tarafına gönderilen fermanlar aracılığıyla
İstanbul'a acilen "genç ve tüvana yektelerin ma'arifet-i şer' ve vücıih-ı
ahali" tarafından gönderilmesi istenmesi bu durumun en açık ifadesidir.71
İmparatorluk genelinde yaşayan Müslüman erkeklerin talim aracılığı ile
mlıd birer nefer olarak yeniden yaratılacak asker namzetlerine dönüşme­
si, Asllir-i Mansure'nin belki de en önemli özelliklerinden biridir. Ni­
tekim cihadın, İslamın en önemli şartlarından biri vaz edilerek her Müs-

69 Slade ( 1 832 c:II:2 10-2 1 1 ).


70 Yeniçeriliğin ilgasını takiben kaleme alınan fetihname için bkz. Esad Efrndi
(2005 : 1 38 vd. ) .
71 İlk anda 1 2 .000 nefrrden müteşekkil bir ordu kurulması için gereken
namzetlerin toplanmasını bildiren fermanlara, Balkanlar'da bir anda işsiz
kalan paralı askerlerin büyük bir ilgi gösterdikleri düşünülebilir. Örneğin
sekban yatağı olarak bilinen Filibe kazasından yüz nefer talep edilmiş olmasına
rağmen, bölge kadısı müracaatın beklenenin çok üstünde olduğunu ve nefer
namzetleri arasından eleme yapılarak sayının yüz yirmiye indirildiğini ve
bunların İstanbul'a gönderildiğini belirtmektedir. Her ne kadar Mansure ordusu
için gereken neferlerin hangi özellikleri haiz olması gerektiğine dair Osmanlı
belgelerinde, genel ifadelerin dışında bir ipucu bulunmasa da dönemin yabancı
gözlemcileri Canning, Macfarlane ve Ottenfels, II. Mahmud'un neferlerini,
henüz kişiliği tam manasıyla oturmamış gençlerden/çocuklardan ve yeniçerilerin
hikimiyetindeki garnizon şehirlerine uzak köylerden ve kasabalardan seçmeye
özen gösterdiğini belirtmektedir. Bu konuda bkz. BOA ( CAS 1 4990 ve
39477); NA (FO 78/143 :77); Ottenfels ( 19 1 3 : 1 8 1 ) ve Macfarlane ( 1 829
c:I:6 1 ) . 1 826 senesi Ağustos sonu Eylül başında İstanbul'a ulaşan çok sayıdaki
nefer namzeti için ayrıca bkz. NA (FO 78/144:254).

350
1
lümanın, aslında nefer olarak doğduğuna dair yapılan propaganda72 ile
askerlik, kadimde olduğu üzere ayrıcalıklı bir statü ve meslek olmaktan
çıkartılıyordu. Bu süreçte makbul nefer tanımının Müslüman-Türk dini
ve etnik kimliği ile örtüşmeye başlaması, söz konusu grubun en azından
devlet içerisinde, imparatorluktaki diğer milletlerin ve etnik gnıpların
fevkinde konumlanmasıyla sonuçlanacak sürecin de başlangıç noktası­
nı teşkil etmektedir.73 Çoğunluğunu Müslüman-Türklerin oluşturduğu
yeni ortalara d.lim yaptıracak olan subaylar,74 İstanbul'da bulunan İtal­
yan ve Fransız zabitlerden ve tıpkı Eşkinci tahriri sırasında gözlemlendi­
ği üzere Kabakçı İsyanı sonrasında ortadan kaybolan Niza.m-ı Cedid ve
Sekban-ı Cedid ordularında tfilim görmüş neferler arasından seçilmiş­
ti.75 Zira Mansure askerleri, ocağın kuruluş aşamasında Sekban-ı Cedid

72 Nizam-ı Cedid Ocağı'run ihdasıyla birlikte başlayan söz konusu propaganda için
bkz. Beydilli ( 1987:440-441 ) ve Reed ( 19 5 1 :356).
73 Söz konusu süreç, orduların merkezi bir rol üstlendiği ulusal devletlerin inşa
süreçlerinin neredeyse tamamında büyük bir benzerlik göstermektedir. Ancak
Napoleon Fransasının, Avrupa tarihinde bu açıdan en önemli dönüm noktasını
teşkil ettiği, yeri gelmişken belirtilmelidir. Bu konuda bkz. Fincr ( 1975 :bilhassa
1 44 vd. ) .
74 As:lkir-i Mansure ordusunda, stratejiyi belirleyip, taktik organizasyona karar
verebilecek düzeyde kitabi bilgi sahibi, Avrupa ordularında kullanıldığı
manada kurmay subay (staff-offıcer) uzun süre görülmeyecekti. Örneğin
Mansure ordusunun kuruluşunda en önemli rollerden birini üstlenen Hüsrev
Paşa, cephedeki farklı birlikleri, tek bir amaç için aynı anda farklı şekillerde
kullanabilecek modern bir kurmay subay olmaktan ziyade, tıpkı Kadı
Abdurrahman Paşa gibi 1 8 . yüzyılın tipik bir Osmanlı paşasıydı. Osmanlı
ordusuna, Harbiye'ye dönüşen Mi.ihendishane'den mezun bir seraskerin,
Hüseyin Avni Paşa'nın atanması 19. yüzyılın üçüncü çeyreğine rastlamaktadır.
Bu konuda bkz. Macfarlane ( 1 829 c:Il :335); E. Kuran (Husayn Awni Pasha,
EP, dijital versiyonu) ve Çelik (201 3 ) .
75 Nizam-ı Cedid Ocağı yüzbaşısı olan fakat bu sırada, bir yeniçeri gibi mübayacı
hizmetinde para kazanmaya çalışan Osman Ağa, Nizam-ı Cedid subaylarından
olan ve sarayda hayatını sürdüren Emin Ağa, yine Nizam-ı Cedld Ocağı'nın
süvari ortasında t:!.lim görmüş olan ve daha sonra Vidin'de Mansure teşkilatını
kurmakla görevlendirilecek olan Vaybelim Ahmed Ağa ve son olarak Sekban-ı
Cedid Yüzbaşısı İbrahim Ağa, Asilir-i Mansure'nin ilk Türk/Müslüman tilim
subaylarıydı. Bu konuda bkz. Esad Efendi (2005 :89); İlyas Ağa ( 1276:394-396
ve 406 vd. ) ; Mutlu ( 1 994:68 ); Uzunçarşılı ( 1988 c:I:558); Macfarlane ( 1 829
c:I:5 5 ) .

51
1
3
ve Nizam-ı Cedid ordularının nizamnamelerine uygun bir şekilde talim
edecekti. Bu bağlamda Nizam-ı Cedid Ocağı nizamnamelerinin, sadra­
zam tarafından incelenmesiyle bir günde kaleme alınan Asilir-i Mansure
nizamnamesinin yanı sıra, humbaracı ve lağımcı ocakları nizamnameleri
de yeniden kaleme alınmıştı. Ancak yeni nizamnameler, humbaracı ve
lağımcı neferleri için pek de hayırlı maddeleri öngörmüyordu. Talime
direnen yeniçerilerin ortadan kaldırılmasına yardım eden topçu sınıfı
ocakları, haftada iki günlük talimi öngören kadim uygulamanın aksine
artık her gün talim yapmak zorundaydı.76
Modern bir ordu organizasyonunun inşası aynı zamanda ordunun
emir komuta zinciri dahilinde merkezileşmesini de ima etmektedir.
Asllir-i Mansure teşkilatının gelişmesi ve ülkeye yayılmasıyla birlikte, es­
kiden belirli bir özgürlük alanı ile çevrili olan başkent dışındaki kuvvetler
artık yavaş yavaş idari açıdan İstanbul'a bağlanıyordu. Bunun yanı sıra
yeni ordu organizasyonunun bir parçası olarak ihdas edilen seraskerlik­
lere, İstanbul'dan yapılacak atamalar, yerel kuvvetlerin özerkliğine son
vererek başkentin ve dolayısıyla padişahın ordu üzerindeki hakimiyetini
pekiştiriyordu . Ev!ad-ı Fatihan bölüklerinin Asakir-i Mansure'ye bağlan­
ması, iç güvenliğin sağlanmasında "kır zabiti" olarak görev yapan nefer­
leri de yeni ordunun bir parçası haline getiriyordu.77 Dolayısıyla II. Mah­
mud, Asakir-i Mansılre'yi sadece dış güvenliğin bir aracı olarak değil,
belki de bundan daha da önemli olarak, şehirlerde yeniçerilerin yerine iç
güvenliğin ve genel olarak imparatorlukta Saray iktidarını kurgulamanın
bir enstrümanı olarak ele almaktaydı.78 Zira yeniçerilerin kaldırılmasın-

76 İÜ KTB (TY 6006: 1 8b).


77 Modern zamanların jandarmasına benzer görev ve sorumlulukları bulunan
Evlad-ı Fatihan'ın, Asakir-i Mansure teşkiJatına dahil edilmesi konusunda bkz.
Gökbilgin ( 1957:336 vd. bilhassa 338).
78 İngiltere elçisinin de belirttiği üzere yeniçeriliğin ilgasıyla "sultan, sadece
ülkesini savunmayı değil, fakat aynı zamanda bağımsız bir otorite olabilmeyi
de düşünüyordu". Bu konuda bkz. NA (FO 78/143:69). Mansure ordusunu,
merkezileşmenin bir aracı olarak takdim ederek, Osmanlı tarihçiliğinde
genellikle ihmal edilen modern ordunun iç siyaset açısından önemini, "evvelki
serbestliklerinin lezzeti elyevm damaklarında" olan Haleb ve Şam'da Asfilcir-i
Mansure'nin kunıluş süreci özelinde gösteren bir çalışma için bkz. Erdem
(2002).
dan sonra Bölükat-ı Erbaa olarak isimlendirilen sipah, silahdar, ulufeci­
yan, gureba-i yemin ve yesar ocaklarının ilga edilmesi79 ve Bostaniyan-ı
Hassa neferitının Asllir-i Mansure ordusuna dahil edilmesi, 80 değişimin
merkez ordusunun tamamını kapsayacak şekilde genişlediğine işaret et­
mektedir. Ancak söz konusu ocakların modern manada askerliğin yanı
sıra gerek idari gerekse teşrifat! görevlerinin bulunması, ilganın sadece
askeri organizasyonla sınırlı kalmadığını, fakat Saray ve devlet organi­
zasyonunu da değiştirecek uygulamaları beraberinde getirdiğini en açık
şekilde ortaya koymaktadır.
Avrupa devletleri tarafından yakından takip edilen81 Asakir-i
Mansure'nin kuruluşu, dış güvenlik açısından büyük bir değişimi gün­
deme getirmemiştir. İ lga edilen merkez kuvvetlerinin yarattığı boşluk
sebebiyle Osmanlı ordusu, belki de eskisine nazaran daha fazla sekbana
ihtiyaç duymakta ve istihdam etmekte, 82 tımarlar ve tımar tasarruf eden-

79 Söz konusu ocakların ilgası sırasında kullanılan söylem, yaklaşık üç ay önce


yeniçeriler için kullanılan ile neredeyse aynıdır. Nitekim seferlerde serdar-ı
ekrem maiyetinde cepheye gitmekle görevli Bölükat-ı Erbaa da tıpkı yeniçeri ve
cebeci ocakları gibi "bozularak", "fitne ve tuğyan" ile halifeye karşı huruç etmiş
ve esame yolsuzlukları yapmaya başlamıştı. Dolayısıyla söz konusu ocakların
ilgası ve yerlerine "din ü devlete yarar" nefer tahrir edilmesi farz olmuştu . Bu
konuda bkz. BOA (CAS 1 2 1 7 1 ) ve Esad Etcndi (2005 : 199vd . ) .
80 Bostancıların "nan u nemck-i hazret-i padişah! kendülcrine helal olmak içün
Asakir-i Mansüre-i Muhammediyyc nizamına tatbikan bir hüsn-i süret ve
nizama rabt" olunması konusunda bkz. Yaramış-Güneş (2007 : 1 00 vd . ) .
8 1 Yeniçeriliğin ilgasının Avrupa'da uyandırdığı tesirler ve çağdaş Avrupa
gazetelerinde, Rusya'da Streltsilcriıı kaldırılmasıyla yeniçerilerin kaldırılması
arasında yapılan karşılaştırmalar konusunda Etlik voyvodasının raporu için bkz.
BOA (HAT 1 7442 ) . Yeniçeriliğin ilgasını tebrik için Avusturya ve İngiltere
elçilik tercümanlarının Babıali'yc gelmesi konusunda bkz. BOA (HAT 1 7349)
ve Lütfi Efendi ( 1999: 1 1 6). İstanbul'da gelişen olayları hayranlık ve hayretle
izleyen Avrupa başkentleri ve Rusya'nın duyduğu endişe konusunda bkz. Lane­
Pole ( 1888 :426-427).
82 Osmanlı ordusunun göz ardı edilemeyecek bir kısmını teşkil eden yeniçerilerin
ilgasının ve yeni ordunun kurulmasının oldukça kısa bir sürede gerçekleşmesi,
ister istemez orduda nefer açığının oluşmasına sebep olmuştur. Nitekim Şubat
1 829'a gelindiğinde İstanbul' da 22 alay piyade ve 16 süvari bölüğünden
müteşekkil bir nizamlı ordu bulunmaktaydı. Piyade alayları 800 kişiden
oluşurken, her bir süvari bölüğü 1 00 kişiden oluşuyordu. Fakat bu rakamlar
ler varlıklarını sürdürmekte ve en önemlisi II. Mahmud'un vaatlerinin
aksine, tıpkı III. Selim devrinde olduğu gibi 1 9 . yüzyılda da Osmanlı
ordusu, tek başına girdiği savaşları kaybetmeye devam etmektedir. Do­
layısıyla Nizam-ı Cedid hareketiyle birlikte iyiden iyiye ön plana çıkan
ahz-i intikam düşüncesi, sadece askeri ıslahatların meşruiyetine zemin
hazırlayan söylemin, gerçekle ilgisi olmayan bir parçası gibi görünmek­
tedir. Mansure askerlerinin, Niza.m-ı Cedid neferleri ve yeniçeriler gibi
"mahalle aralarında re'ayayı soyup, paskalyalarda pareye dadanma"sı83
ise Osmanlı ordusunda halen disiplinle ilgili ciddi problemlerin varlığına
işaret etmektedir.
Söz konusu süreçte değişen tek şey, hem mali hem de siyasi açıdan
padişaha/halifeye muhalefet eden zümrelerin bir şekilde sindirilmesi­
dir.84 Bu bağlamda İ slama/hilafete sarılarak sosyal gerçekliğin inşasını
tckcllcştircn II. Mahmud, ahaliyi arkasına alarak, içinde yeniçerilerin,
Bektaşilerin, padişah karşıtı ulemanın85 ve hatta Tepedelenli Ali Paşa gibi
ayanların bulunduğu, farklı dünya görüşlerine sahip muhalefet odakla­
rını ortadan kaldırmıştır. Zira bundan böyle "ittifa.k-ı 'amme ve icma'-i
ümmet-i Muhammediyye'ye mugayir söz söyleyen ve karşu duranların
ber-ıntıceb-i fetva-yı şerife şer'an lazım gelen cezaları"86 herhangi bir
muhalefetle karşılaşılmadan verilebilecekti. Dolayısıyla sıradan insanları,
devletin dışında ve ötesinde bir arada tutan kadim ilişkiler ağı çözül-

tamamıyla kağıt üzerindeydi. Zira Rus Harbi başlamadan ünce başkentteki


Manslıre ordusuna bağlı asker sayısı l SOOO'in üzerinde değildi. Bu konuda bkz.
KA (Kriegswisseııschaftliche Meınoires 1 8/237); Macfarlane ( 1 829 c:II:8) ve
Yıldız (2009 : 2 1 2 vd. ) .
83 Doğan (2000:26).
84 Ancak söz konusu depolitizasyonun bir süreç dahilinde gerçekleştiği
anlaşılmaktadır. İlgadan bir yıl sonra dahi taşraya II. Mahmud'un "memalik-i
mahr(ısenin ahvallerini anlamak içün sözüne i'timad olunacak adamlar"
göndermesi, yabancı gözlemcilerin altını çizdiği üzere 1 829'da başkentte yeni
bir isyan için gizli toplantıların yapılması ve hatta sultanın yeniden iç barışı
sağlayabilmek için Rusya ile Akkerman Antlaşması'nı imzalamak zorunda
kaldığına dair söylentilerin çıkması, İstanbul'da ve imparatorluk genelinde
durumun hala gergin olduğunu göstermektedir. Bu konuda bkz. BOA ( HAT
1 7460) ; Slade ( 1 8 32 c:I: l l l ve 370vd.).
85 NA (FO 78/143:72 ) .
86 B O A ( HAT 1 7 3 1 5 ) .
mekte ve insanlar ne olduğunu tam manasıyla kimsenin bilmediği, soyut
bir ümmetin/hayali cemaatin üyesi haline getirilmeye çalışılmaktaydı.
Nitekim 1826 Ağustos ayından itibaren yeni ordunun ihtiyaç duyduğu
mali kaynağın sağlanması87 için Ocağın orta sandıklarına el koymanın88
bir adım ötesine geçilerek, ocakla bağlantılı olduğu ileri sürülen ban­
kerler öldürülecek,89 temel tüketim maddeleri üzerinden alınan vergiler
artırılacak90 ve devlete iş yapan zanaatkarlara ödeme yapılmamaya başla­
nacaktı.9ı Ne de olsa halifenin emirlerine karşı ses çıkartabilecek tek bir
muhalefet odağı bile kalmamıştı. Öyle ki II. Mahmud'un siyaseti artık

87 Manslıre ordusunun kuruluş sürecinde Osmanlı maliyesinin durumu o kadar


kötüydü ki II. Mahmud, saraydaki lükse son vermeye çalışmakta ve yeni ordu
için inşa edilen kışlaların yapımını durdurarak, burada çalışan zanaatkar ve
ameleleri, vakıflar aracılığı ile kira geliri elde edebileceği, yeniçeri kışlalarının
yerine inşa edilen ev ve dükkan inşaatlarının bir an önce tamamlanması için At
Meydanı'na sevk etmekteydi. Bu konuda bkz. BOA ( HAT 1 7489); İlyas Ağa
( 1276:384) ve NA (FO 78/144:255 ve 257).
88 NA (FO 78/143 :72) . El konulan orta sandıklarının yanı sıra yeniçeriliğin
ilgasıyla II. Mahmud aslında önemli bir borç yükünden kurtulmuştu. Daha
önce de belirtildiği üzere aktifyeniçerilere yapılan esame ödemeleri birkaç
yıl geriden işletilmekte ve dolayısıyla hazinenin, yeniçerilere önemli miktarda
borcu bulunmaktaydı. Ancak ilgadan hemen sonra Hazine'dc ve Yeni Saray'da
mahfuz esame defterlerinin yakılmasıyla, devlet söz konusu borç yükünden bir
anda kurtulmuştur. İsyan sonrasında körüklenen yeniçeri nefreti ve yeniçeri
bakıyelerine uygulanan cezaların korkusuyla elinde tekaüt esamesi bulunan
sıradan insanların hazineye başvurarak paralarını tahsil etmeleri pek de mümkün
gözükmemektedir. Esame defterlerinin, Hazine önünde ve At Meydanı'n<la
yakılması konusunda bkz. Lütfi Efendi ( 1 999 : 1 1 2 ) .
8 9 İsyan sırasında Yenikapı, Samatya v e Kumkapı'da yaşayan Ermenilerin
yağmalanmasının yanı sıra ilga sürecinde idam edilen sarraflardan David
Karmona'nın aynı zamanda yeniçerilik karşıtı hareketin en hararetli
destekçilerinden Ağa Hüseyin Paşa'nın bankerijkreditörü olması burada dikkat
çeken bir ayrıntıdır. Bu konuda bkz. NA (FO 78/143:70-71 ); Esad Efendi
(2000:635 vd.); Mutlu ( 1 994:74 ) ; Jaıngocyan ( 1 988 :259-260); Walsh ( 1836
c:II : 5 1 5 ) ve Reed ( 19 5 1 :333-334).
90 Yeni vergilerin ihdası, mevcut vergi oranlarının yükseltilmesi ve şaraba 1 826
Ağustos sonunda yapılan zam konusunda bkz. NA (FO 78/144:257) ve Reed
( 1 9 5 1 :3 3 5 ) .
91 Lane-Pole ( 1 888:434).
sadece kayıkçı, hamal ve tulumbacıları değil, bankerleri, dervişleri, ule­
manın bir kısmını ve hatta şehirli orta sınıfları tehdit ediyordu.92 Bütün
bunlar aslında ilgadan hemen sonra kahvehane sahibi bir yeniçerinin,
ocağın kaldırılmasıyla birlikte artık imparatorluğu padişaha bağlı paşa­
ların istedikleri gibi idare edeceğine, vergilerin zamanla yükseltileceğine
ve temel tüketim maddelerine zam yapılacağına dair tahminlerini tek tek
doğruluyordu.93 Yeniçeriliğin ilgası ve Asakir-i Mans{ıre ordusunun ku­
ruluşu sürecinde, taşrada ayanların ve aşiretlerin, İstanbul'da loncaların
ve sokağın devlet karşısındaki poziyonları yeniden tanımlanmakta ve ba -
ğımsızlık alanları daralmaktaydı.
Sosyal hayatın İslami zeminde tektipleşmesi ve estirilen terör havası
sadece muhalefeti sindirmekle kalmayıp, aynı zamanda toplumsal mu­
halefete imkan veren farklı sosyal zümreler arasındaki ilişkilerin zayıfla­
masını da beraberinde getirmiştir. Artık bütün toplumsal ilişkiler devle­
tin vazettiği, halifeye muhalefet etme olanağını ortadan kaldıran, sünnl
ortodoksi zemininde şekillenmekteydi. Müslüman seçkinler dahi artık
istedikleri zaman teolojik tartışmalar için kiliselere gidememekte, elçilik­
lerin verdikleri balolara katılamamakta ya da Beşiktaş İlmiye Cemiyeti94
örneğinde gözlemlendiği gibi felsefi sohbetler için bir araya gelcme­
mekteydi.95 Dolayısıyla 1 826 sonrasında devletin dayattığı yeni ideoloji,
emperyal geleneğin bir parçası olan, farklı renk ve seslerin yer bulduğu

92 Artık kimsenin kendisini güvende hissetmediği İstanbul' da, I I . Mahmud'un


yürüttüğü takibatın ahali üzerindeki etkisinin iyi bir tasviri için bkz. NA (FO
78/143:69 ve 74) .
9 3 Reed ( 1 95 1 :261 ).
94 Başını, birkaç defa sefaretle Avnıpa'da bulunmuş olan İsmail Ferruh Etendi'nin
ve Kethüdazade Arif Etendi'nin çektiği cemiyetin toplantıları "adeta bir
cemiyyet-i 'ilmiye denmeğe seza idi". Ancak toplantılarda konuşulanlar "slırct-i
mahremlyetde tutulageldiğinden Mricden bunlara mezhebsizlik ve Bektaşilik
namı gibi" yakıştırmalar yapılmasına sebep olacak ve vakanüvis Şanizade
Mehmet Ataullah Etendi ile birlikte cemiyet üyelerinin bir kısmı yalılarından
toplanarak sürgüne gönderilecektir. Bu konuda bkz. Lütfi Efendi ( 1 999 :123-
124).
95 Nizam-ı Cedld'in en önemli isimlerinden olan Valide Kethüdası YusufAğa'nın
oğlu Kethüdazade Arif Efondi'nin "nizam" çıkmadan önce ve sonra, bir başka
ifadeyle yeniçeriliğin ilgasından önce ve sonra yapabildikleri ve yapamadıkları bu
konuda iyi bir örnek teşkil etmektedir. Bu konuda bkz. Uzunçarşılı ( 1956:504 ) .

3 56
1
kültürel hayatı ve sosyal ilişkiler ağını yavaş yavaş ortadan kaldırmaktay­
dı. Stratford Canning'in de altını çizdiği üzere yeniçeriler, gerçekten de
"şeylerin nizamına [order of things] yer açmak için" ilga edilmişti.96 Bu
bağlamda yeniçeriliğin kaldırılması Osmanlı Devleti'nin merkez ordu­
sunda meydana gelen basit bir düzenleme olmaktan ziyade bir zihniyetin
ve hayat tarzının yok edilmesiydi.97 Bektaşiliğin beslediği protest kül­
türün sosyal hayattan silinmesinin ötesinde, Bektaşilerle ve yeniçeriler­
le ilişkisi olmayanların dahi ilgadan sonra takibata uğraması,98 cirit gibi
Osmanlı kültüründe önemli bir yere sahip olan oyunun yasaklanması,99
sosyal muhalefetin şekillendiği kahvehanelerin kapatılması 1 00 ve muhalif
görüşleri dillendiren meddahlarm ve hayalilerin önce susturulması, daha
sonra da ramazanlarda çocukları eğlendiren sıradan oyuncular haline
getirilmesi,1 0 1 Osmanlı toplumundaki çoksesliliğin de sonu anlamına gel-

96 Lanc-Pole ( 1 888:4 1 8 ) .
9 7 Walsh ( 1 836 c:I1:265 ) ve Sbde ( 1 832 c:l :265 -266).
98 Bu sırada "etvar-ı laubaliyane ile m'arı'.ıf olan ba'zı zevat[ın da] Bektaşilik
namıyla sürgüne" gönderilmiş olduğunun devrin gözlemcileri tarafindan
belirtilmesi, söz konusu takibatın genci bir tasfiye hareketine dönüştüğünü
ortaya koymaktadır. Nitekim Liitfi Efendi, ilgadan sonra kaleme aldığı
vekayinamesinde "o aralık ictib-ı J'tikt ıı lıril böyle kesip bipnck ile ıne ';nurları
işgal etmiş ise de tedlıilı-i ınaslahtita pek de ihtimam olunmuş denilemez. .
. . . [söylenti v e asılsız suçlamalarla] bunca niijıtsıın lıanına,qinnek reııti
değildir. . . " diyerek adeta günah çıkartmıştır. Bu konuda bkz. Lütfi Efendi
( 1999: 123 ve 128).
99 Yerini modern talime bırakan bir savaş oyunu olan ciritin yasaklanması
konusunda bkz. İlyas Ağa ( 1 276:389 ) .
1 0 0 "Öteden berlı zulnlr eden bi'l-cümle fcsadat ı·e eracifve fasl u mezemmet ve
nifak u gıybet ve dürlü dürlü havadisat ve umılr-ı meham-ı Devlet-i Aliyyç'ye
da'ir kelamların kahvehane ve berber dükkanlarından zuhı'ır" etmesi sebebiyle
isyanın bastırılmasından sonra ahalinin sosyalleştiği kahvehane ve berber
dükkaruarı kapatılmıştır. II. Mahmud'un İstanbul'daki kahvehaneleri daha
önce kontrolü altına alamamasının sebebi kahvehanelerin doğmdan yeniçeriler
tarafından işletiliyor olması ya da en azından belirli ortaların koruması altında
bulunmasıdır. Bu konuda bkz. Mutlu ( 1994:74-75) ve Bingöl (2004:V).
1 0 1 NA (FO 78/143:78); Macfarlane ( 1 829 c:II:34-35); Slade ( 1 8 32 c:II:
201 ). Meddahların ve hayalilerin, ilga sonrasında muhalif kimliklerinden
arındırıldıkları depolitizasyon sürecinde başlarına gelenlerin neredeyse
aynısı Bektaşi babalarının da başına gelmiştir. Söz konusu süreçte, sözel bir
mekteydi. Yeniçeriliği ilga eden fermanda da vurgulandığı üzere, kadimi
temsil eden "yeniçerilik namı lisana alınmayub mecmu Ehl-i İslam din ı1
devlet bendesi olmak ve ehl-i 'ırzlıkta müttehid ve yek-vücud gibi olarak
Müslümanlıkta cümlesi bir tavr üzre oldukça miyanelerinde ayrıhk gay­
rılık olmamak",102 II. Mahmud'un izlediği siyasetin ve askeri reformun
öncelikli hedefiydi. Söz konusu siyaset aracılığı ile insanlar, mutlakıyetin
homojen toplum hayalinin öngördüğü şekilde, bütün farklılıklarından
arındırılıyor ve din kardeşi müminler olarak siyasetin ve ordunun sahi­
bi, halife II. Mahmud'un itaatkar kullarına dönüştürülüyordu. Bektaşi
takibatında ve İstanbul 'un, insan ya da hayvan, devlet açısından işlevsiz
başıboşlardan temizlenmesinde açıkça gözlemlendiği gibi devlet/Sa­
ray, sosyal zümrelerin iktidar karşısındaki yerlerini ve hadlerini bildiren
İslami/adli önlemlerle kendisini herkesin ve her şeyin üzerinde tanımla­
maktaydı. Dolayısıyla ilga sonrası süreçte, adalet mülkün/devletin temeli
ise Mahmud-ı Adli artık devletin kendisiydi.

geleneğin ürünü olan Bektaşi babaları da tıpkı meddahlar ya da hayaliler gibi


mahallenin delileri olarak takdim edilmeye başlanacaktır. Nitekim kadimde
muhalefetin sesi olan Bektaşi babaları bugün, sıradan insanlar tarafından sadece
kurulu düzene oldukça karikatürize ve çaresiz bir şekilde karşı çıkan birer fıkra
kahramanı olarak tanınmaktadır.
102 Uzunçarşılı ( 1988 c:I:672).
ICAYNAI<.ÇA

Yayınlanmamış Kaynaklar

Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA)


Hatt-ı Hümay(ın Tasnifi (HAT)
279 , 1 070, 1 272 , 1452, 1 4 5 3 , 1 466, 1469, 1 487, 1 52 8 , 1 547, 1 5 54,
1 5 62, 1 573, 1 6 1 0, 1 676, 1 699, 1 728, 1 72 8/A-B 1 728/C, 1 732, 1 756,
1 766, 1 767, 1 773, 1 7 8 5 , 1 8 78, 1 9 32/A, 1 9 6 5 , 2 0 1 6/B , 2029 , 2050,
2062, 2094, 2 1 36, 2 1 37, 2 197, 2200, 22 1 9/C, 241 5/C, 2692/C,
303 5/A, 3 1 00/K, 3 1 80, 3669, 367 1 , 3678, 3686, 3689/D, 3 7 1 2 ,
3 7 3 9 , 3743, 3890/H, 392 1 , 4046, 4079 , 4414, 4 5 2 9 , 4588, 6 3 1 6 ,
6 3 2 0 , 6372, 6422/F, 6 6 3 3 , 6975 , 7 5 3 2 , 7 5 3 8 , 7 5 3 9 , 7540, 8066,
8 1 8 3 , 8 384, 843 1 , 8 5 37, 8 5 5 9 , 8 578 , 8605 , 8 793, 8970, 9 1 2 5 , 9759,
9783/B , 98 1 3, 1 0374, 1 0376, 1 0446, 1 0447, 1 0463, 1 070 1 , 1 073 1 ,
1 0734, 1 0737, 1 0754, 1 0787, 1 078 7/A, 1 0820, 1 0894, 1 1 766,
1 1 7 7 1 , 1 1 824, 1 1 98 1/B, 1 2046, 1 2087, 12093, 1 2 193, 1 2 5 06,
1 2 5 2 8 , 1 3863/A, 14060, 1 44 3 5 , 14520, 14752, 1 5 003, 1 5056,
1 5 147, 1 5236, 1 5279, 1 568 1 , 1 57 1 6 , 1 64 1 1 , 1 6 5 34, 1 6627, 1 6734,
1 68 2 1 , 1 7078, 1 7 1 07, 1 7 3 1 5/E, 1 7 3 1 6/A, 1 732 1 , 1 7327, 1 7328,
1 7329, 1 7 3 3 1 , 17338, 1 7349 , 1 7 36 1 , 1 73 8 8 , 1 7402, 1 7407/A,
1 74 1 4/E, 1 7442, 1 7489, 1 745 1 , 1 7452, 1 7457, 1 7460, 1 7479,
1 7480, 1 7493, 1 75 07, 1 75 1 1 , 1 7649, 1 7687, 1 7 8 1 2 , 1 8 1 3 5/A,
1 9 3 1 4/A-B-C-D, 1 9 3 1 6, 1 9340, 1 9 342, 1 9348, 1 9356, 19360,
1 9364, 1 9366, 19368, 1 9 37 1 , 1 9376, 19379, 1 940 1 , 1 9407, 1 942 5 ,
1 9426, 1 9437, 1 9463, 1 9 5 0 5 , 1 9 5 06, 1 9 5 1 2 , 1 9 6 35/A, 2 1 1 08 ,
2 2 6 6 3 , 22687, 2 3 1 49 , 24906/D, 2 5 590, 2 5 6 1 1 , 2 5 6 3 5 , 25636,
2 5637, 2 5 654, 2 5 660, 2 5 729, 25732, 2 5798 , 26273 , 2659 1 , 29074,
29075 , 29266, 29249 , 29270 , 3 1 434, 3 1 5 02, 32298, 32394, 3 3 0 1 7/
A-E, 3 3 1 2 5 , 3 3 820/D-E, 3405 3 , 34322, 343 3 3 , 352 1 4/A-C, 35256,
3 68 1 7/K, 368 33/İ, 368 34/D, 36835/1, 36841 /B , 37083, 37309/
A-B , 373 1 0 , 3732 1/B, 3733 8 , 37367/E-F, 3738 0/A- B , 3 7 3 8 1 /A-B ,
37382/B, 37383/C, 37387/A-B-C, 37391/J-R-T, 3 8 2 1 8/A, 384 1 2 ,
385 34/A, 3 8576/0, 39032, 40000/C, 40 1 1 6, 40598, 4 1 2 7 1/C,
4 1408/H, 4 1 454, 4 1 54 1/A, 4 1 684, 4 1 749, 4 1 76 3 , 42277, 445 3 0 ,
44532/A, 4 5 5 8 8 , 45865/B 45965/B -Y, 45966/A, 49060, 49209,
493 19, 495 30, 49537, 49644/E, 50883, 5 1 086, 5 144 1 , 5 1 2 8 1 ,
5 23 1 7, 5 24 1 3 , 52632, 52987, 52993, 52995, 5 30 1 9 , 5 3 1 07, 5 3 1 1 2 ,
5 3 144, 5 3 384, 534 1 0, 5 3 6 1 2 , 5 3 650, 5 3788, 54234, 542 3 5 , 54744,
54752 , 5 5 034, 5 5 0 3 5 , 5 5074, 5 6729 , 5 7 1 0 5 , 5 7750, 584 1 1 , 5 8 4 1 2 ,
5 8964, 5 8 9 82 , 5905 5 , 594 1 0 .

Muallim Cevdet Tasnifi


Askeri ( CAS)
1 7, 43, 78, 3 37, 366, 3 8 5 , 722, 986, 1 1 39, 1 3 0 1 , 1 370, 1 407, 1765,
1 98 5 , 2036, 2 1 07, 2 39 1 , 2 5 5 5 , 2 8 04, 2863, 2948 , 3 0 5 3 , 3 144, 3 197,
3714, 3722 , 38 1 6, 3 8 8 3 , 4 1 44, 4273 , 4289, 4346, 4728 , 48 56, 492 5 ,
4989, 5 394, 5 397, 5429 , 560 1 , 5967, 6054, 632 1 , 7039 , 7 3 1 4 , 7457,
7547, 760 1 , 7732, 79 1 5 , 8 0 3 3 , 8 6 1 6 , 8972, 8979 , 9 1 8 1 , 92 1 0, 9305,
9590, 9690, 1 047 1 , 1 0 8 1 5 , 1 12 1 1 , 1 1 278, 1 1973, 1 2 1 7 1 1 2247,
1 2663, 1 3447, 1 3733, 14382, 1 4990, 1 5 00 1 , 1 5071 , 1 5 1 1 1 , 1 5 3 5 1 ,
1 5956, 1 6 3 5 3 , 1 6 5 1 9 , 17570, 1 7893, 1 7902, 1 7996, 1 9 5 56, 1 9934,
2040 1 , 2 04 1 6 , 2 1 087, 2 1 1 68 , 2 1 389, 2 147 1 , 2 1 7 1 2 , 2 1 79 1 , 2 1 922,
220 1 2 , 2 2 1 75 , 2260 5 , 22880, 23025, 23412, 2 3 504, 23724, 26304,
26448 , 271 0 1 , 27297, 2738 1 , 2 8 040, 29084, 29592, 29084, 30575,
33858, 3433 3 , 34727, 35 1 6 5 , 3 5 308, 35 502, 3 5 670, 3 6 1 09 , 36749,
36876, 37094, 37874, 3 8 3 1 7 , 38957, 39 1 33 , 39477, 39540, 39608,
39887, 401 64, 405 1 7, 4 1 043, 4 1 05 1 , 4 1 360, 4 1 4 1 5 , 4 1454, 4 1 5 74,
4226 1 , 428 2 5 , 43507, 4 3 5 1 6 , 43597, 43653, 44633, 448 88 , 449 5 1 ,
45236, 46060, 4645 8 , 47622, 47797, 48665 , 493 1 3, 49659, 497 1 1 ,
5 0 1 1 6 , 50347, 5 1 037, 5 1 2 5 2 , 5 3 2 1 2 , 5 3665 , 5 3 740, 5 3969, 54709,
54793 , 5480 1 , 54830
Dahiliye ( C Dahiliye)
1 0 14 , 1 320, 1 999 , 4520, 4709, 5 3 1 3, 608 1 , 6426, 6599, 9965, l 0726,
1 0730, 1 1 8 3 1 , 1 2645 , 1 2 7 1 3 , 1 2 9 1 7, 1 38 8 5 , 14327, 1 4766, 1 5 552,
1 5 5 8 2 , 1 6482, 1 6806

Hariciye ( C Hariciye)
1 39 1 , 1 87 5 , 5 56 3

Maarif ( C Maarif)
5744

Maliye (C Maliye)
2237, 2746, 2792, 3880, 4222, 4327, 5263, 5 74 8 , 7828, 1 1 5 3 5 ,
1 5569, 1 5 823, 195 1 5 , 2 1407, 2499 5 , 25075 , 3 1 896

Sıhhiye ( C Sıhhiye)
49, 1 84, 2 2 8 , 707, 8 5 5

Zaptiye ( C Zaptiye)
302, 429, 5 39, 1 878, 2 1 65 , 2630, 3453, 4 1 48

Bab-ı Asafi Divan Beylikçi Kalemi Defterleri (ADVN.d)


829

Divan Askeri Ruznamçe Kalemi Evrakı (ADVN.ARZ)


3/34

Bab-ı Defteri Başmuhasebe Kalemi Defterleri (DBŞM.d)


7802

Bab-ı Defteri Başmuhasebe Muhalefüt Defterleri (DBŞM MHF)


1 3 149

K3.mi1 Kepeci (KK)


60/4, 2 3 8 0 , 2 3 8 3 , 3247, 3249, 6624

Piyade Mukabelesi Kalemi Defterleri (DPYM.d)


3 5 366, 3545 5 , 3546 1 , 3 5465

Ruus Defterleri (RD)


111

1 361
Tahvil Defterleri (TD)
46, 84
Yeniç:eri Kalemi Defterleri (DYNÇ.d)
34847
Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi (TSMA)
Evrak Tasnifi (E)
1 1 16/2, 1274, 1 379, 1659, 1903, 2308, 2523, 3 1 72/6-26, 3759/1-
2-3, 3760, 4029, 4079/3-4-5-6, 4241 , 4756/2, 491 3 , 5 026/1 8-20,
5 330, 5930/1-2, 6200/17, 7014/26-86- 1 37- 1 5 1 - 160-176-177- 185-
194- 1 96-222-223-224-229, 7017/139, 7 1 37/1, 7195, 8290, 8504,
870 1 , 9036/1-2, 9070, 9 198, 10550, 1 1971, 1209 5
Defter Tasnifi (D)
2556/3, 4082, 4864, 1 0630
Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi (TSMK)
Ahmed Vasıf Efendi, Mehasinü)l-dsdr ve Hakaikü )l-ahbdr, Hazine
Kitapları, no: 1406.
[Humbaracı Ahmet Paşa] , Avusturya ve Prusya)nın Kuvvd-i Askeriyyesi
Hakkında Rapor, Emanet Hazinesi ( EH) 1438, 234b-280a.
Dürri Efendi, Nuhbet)ül-emel fi Tenkih )ülfesad ve Hilel, EH 1438,
28 l b-296b.
Tuhfet)ül-Müluk, Hazine Kitapları, no: 385.
Süleyrnaniye Kütüphanesi
Esad Efendi (BE)
Mecmu <a-i Vekayi ve Nizamdt, no: 338 1 .
Nizamname Müsveddeleri, no: 3836.
Mehmet Sadık Zaimzade, Vakd-i Hamidiyye, no: 2 1 71 (Bu eser 1289
tarihinde İstanbul'da yayımlanmıştır) .
Hüsrev Paşa (HP)
Mısır Mes)elesine Dair Layihalar, no: 857.
Nizamname Müsveddeleri, no: 902.
Aşir Efendi (AE)
Halil Nuri Efendi, Nuri Tarihi, no: 239.
İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Kütüphanesi (İÜKTB)
Ahmed Cevad, Tarih-i Asker-i Osmani, c. II, TY 4 1 78 .
Ahmed Vasıf Efendi, Mehasinü1l-asar ve Hakaikü1l-ahbdr, TY 598 1 .
Ahmed Vasıf Efendi, Mehasinü1l-asar ve Hakaikü1l-ahbdr, TY 60 12.
Hatt-ı Hümayun ve Tahrir Suretleri, TY 6975 .
Hülasetü1l-makalatfi Mecalisü1l-mükalemat, TY 5832.
Neticetü1l-Vekciyi, TY 6006.
Top,culuğa ve Topçulara Dair Kavanin, TY 3208.
Sultan Selim-i Salis Devrine Aid Muhdberat-ı Siyasiyye, TY 886.
Türk Tarih Kurumu Kütüphanesi (TTK)
II. Mahmud ve III. Selim Devrine Ait Avrupa Devletleri Sefirleriyle
Yapılan Mükalemelerin Mazbatası: Bükreş Muahedesine Tekaddüm eden
Devirlerde Siyasi Meselelere Dair Yazılar, Y/524
Merhum Sultan Selim Han-ı Salis1in Zamanında Tanzim Olunan
Kavanin, Y/534
1221 -1223 Yıllarındaki Rusya Seferi Sırasında Reis Vekilinin Ordudan
Reisülküttab VasıfEfendi1ye Gönderdiği Raporlar, Y/720
National Archive, Lonclra (NA)
Foreign Office Papers (FO) 78/l l -25 -26-32-50-55-58-59-62-63-
142- 143- 144
War Office Papers (WO) 1/345-346
Haus- Hof- und Staatsarchiv, Viyana (HHStA)
Türkei II/98, 1 02, 103, 1 3 3 , 1 34, 1 36, 1 37, 1 38, 1 39
Türkei V/23
Türkei VI/5
Türkei VII/l
Kriegsarchiv, Viyana (KA)
Kriegswissenschaftliche Memoires 1 8/92 ( 1 825); 1 8/237.

Yayınlanmış Kaynaklar
Abdurrahman, Şeref. "Ecnebiden İlk İstikraz Teşebbüsümüze Aid Bir
Kaç Vesika'', TOEM, 20, 1 330:32 1 - 3 39.
Ahmed Cavid, Hadika-i Vekciyi, haz. A. Baycar, Ankara, 1998.
____ , Osmanlı Rus İlişkileri Tarihi, haz. A. Baycar, İstanbul, 2004.
Ahmed Cevad, Tdrih-i Asker-i Osmani, Yeniferiler, c. I, Paris, 1299.
Ahmed Lütfi Efendi, Vdkdnüvts Ahmed Lütfi Efendi Tarihi, haz. Yücel
Demirel, c. I, İstanbul, 1 999.
Ak.gündüz, Ahmet, Osmanlı Kanunnameleri ve Hukukt Tahlilleri, c .
IX, İstanbul, 1 996.
Aktepe, Münir, "XVIII. Asırın İlk Yarısında İstanbnl'un Nüfus
Meselesine Dair Bazı Vesikalar", İÜEF Tarih Dergisi, 9, 1 9 58 : 1 -
30.
Akyıldız, Ali, "Padişah'ın Otoritesinin Tartışmaya Açılması: Sened-i
İttifak", Osmanlı Bürokrasisi ve Modernleşme, İstanbul, 2004a:83-
l 02.
Akyüz, Yahya, "III. Selim Döneminde Bursa Medreselerinde Disiplin
lslahatına İlişkin Bir Belge", Belleten, 43, 1979:76 1 -76 5 .
Arıkan, Sema, III. Selim'in Sırkdtibi Ahmed Efendi Tarafından Tutulan
Ruzname, Ankara, 199 3 .
Arıkan, Sema, "Nizam-ı Cedid'in Kaynaklarından Ebubekir Ratib
Efendi'nin Büyük Layihası", (Yayımlanmamış Doktora Tezi),
İstanbul: İstanbul Üniversitesi, 1 996.
Asım Efendi, Tarih-i Asım, c . 1-II, İstanbul, 1 293.
Bağdadi Abdülfettah Şevket, Hadikat'ül-vüzerd Zeyli, Freiburg, 1 969.
Baker, Charles, Memoir on Syria, Londra, 1 84 5 .
Barrow, John, The Life and Correspondence of Admiral Sir William
Sidney Smith G.C.B., c. 1, Londra, 1 848.
Bastelberger, J., Die militarischen Reformen unter Mahmud II., Gotha,
1 874.
Baykal, Bekir, Sıtkı, "Ayanlık Müessesinin Düzeni Hakkında Belgeler",
Belgeler, I, 1964:22 1 -225 .
Baykal, İsmail, "Selim III. Devrinde İmdad-ı Sefer İçin Para Basılmak
Üzere Saray' dan Verilen Altın ve Gümüş Avani Hakkında", Tarih
Vesikaları, 3, 1 944:36-50.
Belgradi Raşid, Tarih-i Vaka-i Hayretnüma-i Belgrad ve Sırbistan,
İstanbul, 1 29 1 .
Berker, Aziz, "Teşrifat! Naim Efendi Tarihi", Tarih Vesikaları, 3 ,
1 944:69-80, 1 50- 160 ve 230-240.
Beydilli, Kemal, "İgnatius Mouradgea D'Ohsson (Muradcan Tosun­
yan)", İÜEF Tarih Dergisi, XXXIV, 1984:247-3 14.
____ , "İlk Mühendislerimizden Seyid Mustafa ve Nizam-ı Cedid'e

Dair Risalesi", Tarih Enstitüsü Dergisi, XIII, 1987: 387-443.


____ , Osmanlı Diineminde İmamlar ve Bir İmamın Günlüğü,

İstanbul, 200la
____ , "Kabakçı İsyanı Akabinde Hazırlanan Hüccet-i Şerriyye",

Türk Kültürü İncelemeleri Dergisi, 4, 200lb:33-48.


Beydilli, Kemal-Şahin, İlhan, Mahmud Raif Efendi ve Nizdm-ı Cedide
Dair Eseri, Ankara, 200 1 .
Beyhan, M . Ali, Saray Günlüğü ( 1802-1809), İstanbul, 2007.
Bingöl, Sedat; 1829 İstanbul Nüfus Sayımı ve Tophane Kasabası,
Eskişehir, 2004.
Bulut, Rukiye, " 1 8 . Yüzyılda İstanbul Nüfusunun Artmaması için Alınan
Tedbirler", Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, I, 1967:30-32 .
Cabi Ömer Efendi, Cabt Tarihi, haz. M . Ali Beyhan, c. I-II, Ankara,
2003.
Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet, c. I -XII, İstanbul, 1 309.
Cezar, Yavuz. "Osmanlı Devleti'nin Mali Kurumlarından Zahire
Hazinesi ve 1 79 5 ( 1 2 1 O) Tarihli Nizamnamesi." Toplum ve
Bilim, 6-7, 1978 : 1 1 1 -56.
____ , "Osmanlı Devlcti'nin Mali Kurumlarından Tersane-i Amire

Hazinesi ve Defterdarlığı'nın 1805 Tarihli Kuruluş Yasası ve Eki",


İ. Ü İktisat Fakültesi Mecmuası, 4 1 , 1984:3 6 1 - 3 8 8 .
Corbett, Julian (Ed. ) , PriJJate Papers of Geor._qe Second Bar! Spencer, First
Lord ofAdmirality, 1 794-1801, c . IV, Londra, 1 9 1 3 .
Çadırcı, Musa, "Ankara Sancağında Nizam-ı Cedld Ortasının Teşkili ve
Nizam-ı Cedid Askeri Kanunnamesi", Belleten, 36, 1 972 : 1 - 1 3.
Çağman, Ergin, III. Selim1e Sunulan Islahat Layihaları, İstanbul, 2010.
Çağlar, Erol, "Mehmed Emin Vahid Efendi'nin Fransa Sefareti ve
İngiltere ile Yapılan Görüşmelere Dair Takriri", (Yayımlanmamış
Yüksek Lisans tezi) , İstanbul: İstanbul Üniversitesi, 2002.
Çalışkan, Muharrem Saffet, "Vekayi'nüvis Enver! Sadullah Efendi ve
Tarihinin 1 . Cildinin Metin ve Tahlili ( 1 1 82 - 1 188/1768 - 1 774)",

1 365
(Yayımlanmamış Doktora Tezi), İstanbul: Marmara Üniversitesi,
2000.
Çınar, Ali Osman. "Es-Seyyid Mehmed Emin Behic'in Sevanihü'l­
Levayih'i ve Değerlendirmesi", (Yayımlanmamış Yüksek Lisans
Tezi), İstanbul: Marmara Üniversitesi, 1992 .
____ , "Mehmed Emin Edib Efendi'nin Hayatı ve Tarihi",
(Yayımlanmamış Doktora Tezi) İstanbul: Marmara Üniversitesi,
1999.
Dallaway, James, Constantinople Ancient and Modern, Londra, 1 797.
Deans, William, History ofthe Ottoman Empire, Londra, 1 854.
Derin, F. Çetin, "Yayla İmamı Risalesi'', Tarib Enstitüsü Dergisi, 3,
1973a:2 1 3 -272.
____ , "Kabakçı Mustafa Ayaklanmasına Dair Bir Tarihçe", İÜEF
Tarih Dergisi, 27, 1973b:99- 1 10 .
____ , "Tüfengcibaşı Arif Efendi Tarihçesi", Belleten, 38,
1974:380-443.
Doğan, Lütfi, "Keçecizade İzzet Molla'nın Islah-ı Nizam-ı Devlete
Dair Risale Adlı Eserinin Transkripsiyonu ve Edisyon Kritiği",
(Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul: İstanbul
Üniversitesi, 2000.
Douin, G. - Fawticr-Jones, E., UAngleterre et UEgypte, La Politique
Mameluke ( 1 801 -1803), c. I-II, Kahire, 1929.
Emecen, Feridun, İstanbul'un En Uzun Dört Yılı ( 1 785-1 789),
Taylesanizade Hafız Abdullah Efendi Tarihi, İstanbul, 2003 .
Erinç, Orhan, "250 Yıl Önce İstanbul' da Gecekondu-Kaçak İnşaat-Sahil
Yağması Sorunları ve Çareleri", Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, II,
1968 : 54- 5 8 .
Erkutun, M. İlkin, Ziyaname, Sadrıazam YusufZiya Paşa'nın Napolyon 'a
Karşı Mısır Seferi ( 1 798-1802), İstanbul, 2009.
Erol, Salih, Vekayi-i Baba Paşa Fi )t-Tarih, Ankara, 201 3 .
Esad Efendi, Vak'a-nüvis Es'ad Efendi Tarihi, haz. Ziya Yılmazer,
İstanbul, 2000.
____ , Üss-i Zafer, haz. M. Arslan, İstanbul, 2005 .
Eton, W., A Survey ofthe Turkish Empire, Londra, 1 799 .
Fatih Efendi, Gülizar-ı Fütuhat, haz. M. Ali Beyhan, İstanbul, 200 1 .
Fontanier, Victor, Voyages Orient, Entrepris par Ordre du Gouvernement
Franfais de l'Annee 1821 a l'Annee 1829, c. I (Turquie d'Asie),
Paris, 1 829 .
Fowler, George, Turkey or a History of the Orgin, Progress, and Decline
ofthe Ottoman Empire, Londra, 1 854.
Fraser, R. W, Turkey, Ancient and Modern, Edinburgh, 1 854.
Gençer, Ali İhsan, "İstanbul Tersanesinde Açılan İlk Tıb Mektebi",
İÜEF Tarih Dergisi, 3 1 , 1978 : 3 0 1 -3 1 3.
Georg Oğlukyan, Ruzname, III. Selim, lV. Mustafa, II. Mahmud ve
Alemdar Mustafa Paşa, çev: H. Andreasyan, İstanbul, 1 972.
Göksu, Süleyman, Osmanlı-Rus Harbi Esnasında Bir Şahidin
Kaleminden İstanbul ( 1 769-1 774), İstanbul, 2007.
Habesci, Elias, The Present State ofthe Ottoman Empire, Londra, 1 784.
Hobhouse, J. C., A Journey through Albania and the Other Provinces
of Turkey in Eunıpe and Asia to Constantinople during the Years
1809 and 1810, Londra, 1 8 1 3 .
Jorga, Nicolae, Osmanlı İmparatorluğu Tarihi, c . V, çev. Nilüfer Epçeli,
İstanbul, 2005.
Işıksal, Turgud, "III. Selim'in Türk Topçuluğu'na Dair Bir Hatt-ı
Hümayunu", İÜEF Tarih Dergisi, 8, 1 9 5 5 : 1 79 - 1 83 .
İlyas Ağa, Vekıi/i-i Leta 'if-i Enderun, İstanbul, 1 276.
İnce, Yunus, "Bir Görgü Tanığının Gözünden Kabakçı Mustafa İsyanı",
Türkiyat Araştırmaları, 9, 2008 :28 1 -308.
İşbilir, Ömer, Nizdm-ı Cedide Dair Bir Risale, Zebire-i Kuşmani fi
TariFi Nizam-ı İlhami, Ankara, 2006.
Kalost Arapyan , Rus,cuk Ayanı Mustafa Paşa-'nın Hayatı ve
Kahramanlıkları, çev. Esat Uras, Ankara, 1 943.
Kahraman, S.-A. Galitekin-C. Dadaş, İlmiyye Salnamesi, İstanbul, 1998.
!<arakaya, Yılmaz, "Mustafa Rasih Efendi'nin 1 793 Tarihli Rusya
Sefüretnamesi", (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul:
İstanbul Üniversitesi, 1 996.
Kara!, E. Ziya. "Ragıp Efendi'nin Islahat Layihası" , Tarih Vesikaları,
I , l 94l -42a:356-368.
____ , "Selim III. Devrinde Osmanlı Bahriyesi Hakkında Vesikalar",
Tarih Vesikaları, I, l94l -42b: 203-2 1 1 .
Keppel, George, Narative ofa Journey Across the Balcan, c. 1, Londra,
1831.
Kıran, Beyhan, " 1220 Senesi Vekayi'i Adlı Eserin Transkripsiyonu
ve Değerlendirilmesi", (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi),
İstanbul: Marmara Üniversitesi, 1 993.
Kinneir, M. John, A Journey throııgh Asia Minor, Armenia and
Koordistan in the Years 1 813 and 1814, Londra, 1 8 1 8 .
Kuran-ı Kerim, çev. Y. Nuri Öztürk, İstanbul, 1 997.
Kurt, Yılmaz, "Menemencioğulları ile İlgili Arşiv Belgeleri I", Belgeler,
2 5 , 2000: 8 5 - 1 87 .
Lane-Pole, Stanley, The Life ofthe Right Honourable Stratford Canning,
c . 1 , Londra, 1 8 8 8 .

Levy, Avigdor, "The Contribution ofZaporozhian Cossacks t o Ottoman


Military Reform: Documents and Notes", Harvard Ukrainian
Studies, 6, 1982: 372-4 1 3 .
Macfarlane, Charles, Constantinople in 1 828, c. 1-II, Londra, 1 829.
Mahmud Cevad, Maarif-i Umumiye Nezareti Tarihfe-i Teşkilat ve
İcraatı, haz. T. Kayaoğlu, Ankara, 200 1 .
Mehmed Galib, "Vak'anüvis Teşrifat! Edib Efendi- Selim-i Salis'in Bazı
Evamir-i Mühimmesi", TOEM, sayı 8, 1 329: 500-5 04.
Mehmed Süreyya. Sicill-i Osmani, c. 111, İstanbul, 1 30 8 .
Menemencioğlu Ahmed Bey, Menemencioğulları Tarihi, haz. Y. Kurt,
Ankara, 1 997.
Mikhailovsky-Danilevsky, Alexander, Russo-Turkish War of 1806-1812,
ed. ve çev. A. Mikaberidze, c . 1-II, West Chestcr, 2002 .
Morier, J. Philip, Memoir of a Campaign with the Ottoman Army in
Eg)ıptfrom February to July 1800, Londra, 1 8 0 1 .
Münch, Ernst, Mahmud II. Padischah der Osmanen, Stuttgart, 1 8 39 .
Mustafa Necib Efendi, Mustafa Necib Efendi Tarihi, İstanbul, 1 2 8 0 .
Mustafa Nuri, Netaic'ül Vukuat, c. iV, İstanbul, 1327.
Mutlu, Şamil, Yeniferi Ocağı'nın Kaldırılışı ve II. Mahmud'un Edirne
Seyahati, İstanbul, 1994.
Necib Asım [Yazıksız] , "Üçüncü Selim Devrine Aid Vesikalar", TOEM,
1 5 , 1 341 : 395-40 1 .
Oliver, G. A., Travels in the Ottoman Empire, Egypt and Persia, c. I,
Londra, 1 80 1 .
____ , Türkiye Seyahatnamesi, çev. Oğuz Gökmen, Ankara, 1977.
Ongun, Zarif, "Osmanlı İmparatorluğu'nda Tuğ ve Sancak", Tarih
Vesikaları, 1, 194 1 - 1942:245-255, 345-3 5 5 .
Orhonlu, Cengiz, "Osmanlı Teşkilatına Aid Küçük Bir Risale 'Risale-i
Terceme"', Belgeler, 4, 1 969: 39-47.
Ottenfels, Franz, Beitriige zur Politik Metternichs im griechischen
Freiheitskampfe, 1822-1832, haz. J. Krauter, Salzburg, 1 9 1 3 .
Öğreten, Ahmet, Nizdm-ı Cedide Dair Askeri Layihalar, Ankara, 2014.
Öğreten, Ahmet, Mustafa Kesbi, İbretnüma-yı Devlet ( Tahlil ve Tenkitli
Metin), Ankara, 2002.
Öner, Saadet, "İsveç Devlet Arşivi'nde Mahfüz İ. M. D'Ohsson Evralu,
Tasnif ve Tahlili", (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul:
İstanbul Üniversitesi, 1999.
Öz, Tahsin, "Selim III, Mustafa IV, ve Mahmud II Zamanlarına Ait
Birkaç Vesika", Tarih Vesikaları, 1, 1941 :20-29.
Özcan, Abdülkadir, Fatih Sultan Mehmed, Kanunname-i Al-i Osman,
İstanbul, 2003.
Özcan, Ahmet, "Kethüda Said Tarihi", (Yayınlanmamış Yüksek Lisans
Tezi) , Kırıkkale: Kırıkkale Üniversitesi, 1999.
Parter, James, Observations on the Religion, Law, GoJJernment and
Manners ofthe Turks, c. II, Londra, 1 768.
Pouqueville, F. C. H. L., TraJJels through the Morea, Albania and SeJJeral
Other Parts of the Ottoman Empin· to Constantinople during the
Years 1 798, 1 799, 1800 and 1801, Londra, 1806.
Prousis, Theophilus, "Disputes in the Dardanelles: A Report on Russo­
Ottoman Relations", East European Quarterly, 36, 2002 : 1 5 5 - 17.
Raczynski, Edward, 1814'de İstanbul JJe Çanakkale)e Seyahat, çev. K.
Turan, İstanbul, 1980.
Rosen, G., Geschichte der Türkei, c . 1 , Leipzig, 1866.
Sağlamdemir, İlmihan, "Mecmu'a-i Vekayi-i 'Asr-ı Mahmud Han-ı
'Adli" , (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul: Marmara
Üniversitesi, 1994.
Sarıkaya, Ahmet, "Ömer Faik Efendi, Nizamü'l-At:lk", (Yayınlanmamış
Mezuniyet Tezi), İstanbul:İstanbul Üniversitesi, 1 979.
Sayın, Abdurrahman Vefik, Tekalif Kavacidi, haz. Hakan Özkan,
Ankara, 1 999 .
Schmidt, Jan, "The Adventures of an Ottoman Horseman: The
Autobiography of Kabudlı Vasfi Efendi", The Joys of Philology:
Studies in Ottoman Literature, History and Orientalism ( 1500-
1 923), c. I, İstanbul, 2002: 165-286.
Shaw, J. Stanford, Ottoman Egypt in the Eighteenth Century: The
Nizamname-i Mısır of Cezzar Ahmed Pasha, Cambridge Mass.,
1964.
Slade, Adolphus, Records of Travels in Turkey, Greece, &C. And of a
Cruise in the Black Sea, with the Capitan Pasha, in the Years 1829,
1830, and 1831, c. 1-ll, Londra, 1 832.
Spencer, Edmund, Travels in Circassia, Crim-Tartary, &C., c. I - I I ,
Londra, 1839.
Şanizade Mehmed Ataullah, Şdnt-zdde Tdrthi, c. I - I I , haz: Z. Yılmazer,
İstanbul, 2008 .
Tayyarzadc Ahmed Ata, Tarih-i Ata, c. V, İstanbul, 129 1 -9 3 .
Testa, I d e , Recueil des traites de la Porte Ottomane, c . I I , Paris, 1 865 .
Thornton, Thomas, The Present State of Turkey, c. 1 - II , Londra, l 809 .
Tukin, Cemal, "Mahmud i l . Devrinde Halep İsyanı, 1 8 1 3- 1 8 19", Tarih
Vesikaları, 1, 194 1 - 1 942 :256-265 ve il, 1942 - 1 943 : 1 12- 127.
Ubeydullah Kuşmani Ebubekir Efendi, Asiler ve Gaziler, Kabalı,cı
Mustafa Risalesi, haz. A. D . Yıldız, İstanbul, 2007.
Uçman, Abdullah, Koca Sekbanbaşı Risalesi, İstanbul, TY.
Uluçay, Çağatay, "Karaosmanoğullarına Aid Bazı Vesikalar", Tarih
Vesikaları, 2, 1942-3 : 1 93-207 ve 300-308.
Unat, Faik Reşit, "Ahmed Ill Devrine Ait Bir Islahat Takriri", Tarih
Vesikaları, I , 194 1 : 1 07 - 1 2 1 .
Urquhart, David, The Military Strength of Turkey, Londra, 1 868 .
Upham, Edward, History of the Ottoman Empire from its Establishment
till the Year 1828, c. il, Edinburgh, 1828.
Uzunçarşılı, İ. H., "Başvekalet Arşivi'nde Bonapart'ın Akki Muhasarasına
Dair Bir Vekayiname" , Tarih Semineri Dergisi, 2,1938:3- 1 3 .
____ , "Kabakçı Mustafa İsyanına Dair Yazılmış Bir Tarihçe'',
Belleten, VI, 1942b:25 3-26 1 .
____ , " 1 224 ( 1 809) Senesinde Rus Seferine Gidecek Olan
Kapıkulu Ocaklarının İstanbul'dan Hareketleri Esnasında Teşrifat
Mucebince Yapılan Merasim", Belleten, VII, 1943 : 1 0 1 - 1 1 1 .
____ , "Kabakçı Vakasına Dair Bir Mektup", Belleten, XXXIX,

1965 : 599-604.
____ , "III. Sultan Selim Zamanında Yazılmış Dış Ruznamesinden
1 206/1 791 ve 1207/ 1 792 Senelerine Ait Vekayi", Belleten,
XXXVII, 1973 :608-662.
Valentini, Georg Wilhelm, Military Rejlections on Turkey, Londra, 1 82 8 .
Walsh, Robert, Narrative ofa Journeyfrom Constantinople to England,
Londra, 1 8 2 8 .
____ , A Residence at Constantinople, c. 1-II, Londra, 1 8 36.

Walsh, Thomas, Journal ofthe Later Campaign in Egypt, Londra, 1 80 3 .


Webster, James, Travels through the Crimea, Turkey and E._qypt, c . 1 ,
Londra, 1 8 30.
Wittman, William, Travels in Turkey, Asia-Minor, Syria and Across the
Desert into Egypt Durin�lf the Years 1 799, 1800 and 1801, Londra,
1 80 3 .
Yaman, Mümtaz Talat, "Nizam-ı Ccdld'in Lağvına Dair bir Vesika",
Tarih Vesikaları, I, 1 94 1 - 1942 :433.
Yaramış, A.-Güneş, M. ( haz. ) , Askeri Kanunnameler ( 1 826-1827),
Ankara, 2007.
Yılmaz, Kaşif (Haz.), III. Seltm ( İlhami), Hayatı, Edebi J(i1iliği ve
Divanın Tenkitli Metni, Edirne, 200 1 .

Araştırmalar

Abou-El-Haj R. A., "The Ottoman Vezir and Paşa Householdes 1 68 3 -


1 70 3 : A Preliminary Report", JAOS, XCIV, 1974:438 -447.
____ , The 1 703 Rebellion and the Structure of Ottoman Politics,

İstanbul, 1 984.
____ , "Aspects ofthe Legitimization ofOttoman Rule as Reflected

in the Preambles ofTwo Early Liva Kanunnameler", Turcica, 2 1 -


2 3 , 1 99 1 : 3 7 1 - 3 8 3 .
Abu-Manneh, Butrus, "The Ottoman Upper Classes and Islam: The
Nineteenth Century", Studies on Islam and the Ottoman Empire
in the 1 9th Century, İstanbul, 2001 (a):7 - 1 3 .
____ , "The Naqshbandiyya-Mujaddidiyya and the Khalidiyya in
İstanbul in Early Nineteenth Century", Studies on Islam and the
Ottoman Empire in the 1 9th Century, İstanbul, 2001 ( b ) : 41 -59.
Adıvar, Adnan, Osmanlı Türklerinde İlim, İstanbul, 1 991 .
Agoston, Gabor, Barut, Top ve Tüfek, Osmanlı İmparatorluğu'nun
Askeri Gücü ııe Silah Sanayisi, çev. T. Akad, İstanbul, 2006.
Ahmet Müfit, Tepede/enli Ali Paşa, İstanbul, 1 324.
Akarlı, E. Deniz, "Gedik: Implements, Mastership Shopusufruct,
and Monopoly Aınong Istanbul Artisans, 1750- 1850",
Wissenschapskollcg-Jahrbuch 1 985-1986, Berlin, 1987:223-232.
____ , "Gedik: A Bundle of Rights and Obligations far Istanbul
Artisans and Traders, 1 750- 1 840", Ed: A. Pottage-M. Mundy,
Law, Anthropology and the Constitution ofthe Social, Cambridge,
2004: 166-200.
____ , "Maslaha: From 'Common Good' to 'Raison d'etat' in the
Experience of Istanbul Artisans, 1730- 1 840", Ed: K. Durukan,
R. Zens ve A. Zorlu-Durukan, Hoca, <Allame, Puits De Science:
Essays in Honor ofKemal Karpat, İstanbul, 20 1 0 : 63-79.
Akdağ, Mustafa, "Yeniçeri Ocak Nizamının Bozuluşu", D. T. C.F Dergisi,
5 , 1947:29 1 - 309 .
____ , "Osmanlı Tarihinde Ayanlık Düzeni Devri, 1 730- 1 839",
Tarih Araştırmaları Dergisi, 8-12, 1970 - 1 974: 5 1 -60.
Aksan, Virginia, Savaşta ve Barışta Bir Osmanlı DeFlet Adamı, Ahmet
Resmi Efendi ( 1 700-1783), çev. Ö. Arıkan, İstanbul, 1 997.
____ , "Whatever Happened to the Janissaries? Mobilization far
the 1 768- 1774 Russo-Ottoman War", War in History, V, 1998
:23-36.
____, "Whose Territory and Whose Peasants? Ottoman Boundries
on the Danube in the 1 760's", ed: F. Anscombe, The Ottoman
Balkans, 1 750-1830, New Jersey, 200 5 : 61 -86.
____ , Ottoman Wars 1 700-1870: An Empire Besieged, Londra,
2007a.
____ , "Military Reform and Its Limits in a Shrinking Ottoman
World", Ed: V. Aksan-D. Goffman, The Eaı-ly Modern Ottomans:
Remapping the Empire, Cambridge, 2007b: 1 1 7 - 1 3 3 .
Aktepe, Münir, "Tuzcu Oğulları İ syanı", İÜEF Tarih Dergisi, 3, 195 1 -
1952: 2 1 -53.
Akyıldız, Ali, "Osmanlı'da İdari: Sorumluluğun Paylaşımı ve Meşruiyet
Zemini Olarak Meclis-i Meşveret", Osmanlı Bürokrasisi ııc

Modernleşme, İstanbul , 2004b: 3 1 -44.


Anscombc, Frederick, "Albanians and 'Mountain Bandits'", ed. F.
Anscombe, The Ottoman Bal!ıans, 1750-1830, New Jcrsey, 200 5 :
8 7- 1 1 3 .
____ , "The Balkan Revolutionary Age " , ]ournal ofModern History,
84, 2 0 1 2 : 572-606.
Arslan, Necla, " 1 9 . Yüzyılda Dünya Görüşü ve Siyasal Düşüncenin
Etkisinde İ stanbul'un Mimari Dokusu", Tarih ve Toplum, 1 50,
1996: 33-39.
Artan, Tülay, "From Charismatic Lcadership to Collective Rule'', Dünü
ve Bugünü İle Toplum ve Ekonomi, 4, 1 99 3 : 5 3 -94.
Artan, Tülay-Bcrktay, Halil, "Sclimian Times: A Reforming Grand
Admiral, Anxieties of Rc-possession, Changing Rites of Power",
Ed. E. Zachariadou, The Kapudan Pasha His Office and His
Domain, Rethymnon, 2002: 7-45 .
Ayar, Mesut, "Yeniçeri Ocağı'nın İ lgasından Sonra Bektaşi Tarikatı" ,
(Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi ), İ stanbul: Marmara
Ü niversitesi, 1 998
Aydüz, Salim, XV. ııe XVI. Yüzyılda Tophdne-i A mire ve Top Diiküm
Teknolojisi, Ankara, 2006.
Bağış, A. İ hsan, Osmanlı Ticaretinde Gayri Müslimler, Ankara, 1 9 8 3 .
Barnes, R. John, An Introduction to Religious Foundations in the
Ottoman Empire, Leiden, 1986.
Başaran, Betül, "Remaking the Gate ofFelicity: Policing, Social Control,
and Migration in lstanbul at the Enci of the Eighteenth Century,
1 789- 1 793", (Yayımlanmamış Doktora Tezi ) , Chicago: The
University of Chicago, 2006.

1 373
____, "III. Selim ve İstanbul Şehir Siyaseti, 1 789 - 1 792", ed. N.
Levy-A. Toumarkine, Osmanlı'da Asayiş, Suç ve Ceza, İstanbul,
2008 : 1 16-1 34.
Bayley, C. C., War and Society in Renaissance Florence, the De Militia of
Leonardo Bruni, Toronto, 1 9 6 1 .
Behrens, C. B . A . , Society, Government and the Enlightenment, Experience
of Eighteenth-Century France and Prussia, Basım yeri yok, 1 9 8 5 .
Berger, Peter L . -Luckmann, Thomas, The Social Construction ofReality,
A Treaty ofSociology of Knoıvledge, N ew York, 1966.
Berkes, Niyazi. Türkiye'de Çağdaşlaşma, İstanbul, 1978.
Beşirli, Mehmet, "Yeniçeri Ocağı'nın Kaldırılmasından Sonra Tokat ve
Çevresinde Güvenlik Sorunu", Tarih İncelemeleri Dergisi, 1 8 ,
2003: 1 5 -43.
Beydilli, Kemal, Türk Bilim ve Matbaacılık Tarihinde Mühendishdne,
Mühendishdne Matbaası ve Kütüphanesi, İstanbul, 199 5 .
Mühendishdne v e Üsküdar Matbaalarında Basılan
Kitapların Listesi ve Bir Katalog, İstanbul, 1997.
____ , "Küçük Kaynarca'dan Tanzimat'a Islahat Düşünceleri'',
İlmi Araştırmalar, VIII, 1 999 : 25 -64.
____ , "Savaş Eğitiminde Okullaşma ( 1 775-1 807)", ed. Z.
Ankan-L. Sancar, Türk Denizcilik Tarihi, c. II, İstanbul,
2009:269-283.
Bilge, Sadık M . , Osmanlı Devleti ııe Kafkasya, İstanbul, 2005.
Black, C. E . , "Sorbier's Mission to Constantinople: 1 807", Journal of
Modern History, 16, 1944:22-30.
Black, Jercmy, Warfare in the Eighteenth Century, Londra, 2002.
Boppe, Auguste, "On Sekizinci Asırda Fransa ve 'Türk Askerliği'",
TOEM (yeni seri), 4, 1930:2-3 3 .
Bowyer, Richard, Dictionary ofMilitary Terms, Londra, 2002.
Bölükbaşı, Örnerül Faruk, 18. Yüzyılın İkinci Yarısında Darbhane-i
Amire, İstanbul, 20 1 3 .
Börekçi, Günhan, " A Contribution t o the Military Revolution Debate:
The Janissaries Use of Volley Fire During the Long Ottoman­
Habsburg War of 1593-1606 and the Problem of ürgins", Acta
Orientalia, 59, 2006:407-438.
Bryer, Anthony, "The Last Laz Risings and the Downfall of the Pontic
Derebeys, 1 8 12 - 1 840", Revue de Kartve!ogie, 26, 1969: 1 9 1 -
2 1 0.
Calder, N. -Hooker, M. B . , "Sharia", EP, dijital versiyon.
Cezar, Mustafa, Osmanlı Tarihinde Levend/er, İstanbul, 196 5 .
Cezar, Yavuz, Osmanlı Maliyesinde Bunalım v e Değişim Dönemi,
İstanbul, 1986.
Creveld, Martin Van, SuppZving War, Logistics from Wallenstein to
Patton, Cambridge, 1977.
Çadırcı, Musa, "Il. Mahmud Döneminde Mütesellimlik Kurumu", Ülke
Yö"netimi, Ankara, 2007a: 29-43 .
____ , "Tanizmat'ın İlinı Sırasında Anadolu'da İç Güvenlik", Ülke

Yönetimi, Ankara, 2007b: 1 3 3- 1 5 1 .


Çelik, Yüksel, Şeyhü)l- Vüzera Koca Hüsrev Paşa, Il. Mahmud Devrinin
Perde Arkası, Ankara, 201 3 .
Çetin, Birol, Osmanlı İmparatorluğu )nda Barut Sanayi ( 1700-1900),
Ankara, 200 1 .
Davison, Roderic, Reform in the Ottoman Empire, 1856-1876, New
Jersey, 1963.
Dickson, P . G. M., "Monarchy and Bureaucracy in Late Eighteenth­
Century Austria", The English Historical ReJJiew, 1 10, 199 5 :
323-367.
Diınitropoulos, Dimitris, "Aspects of the Working of the Fiscal
Machinery in the Areas Ruled by Ali Paşa", çev. T. Cullen, Ed:A.
Anastasopoulas-E. Kolovos, Ottoman Rule and the Balkans,
1760-1850, Conlict, Transformation, Adaptation, Rethyınno,
2007: 6 1 -72.
Doyle, William, The Parlement of Bordeaux and the End of the Old
Regime, 1771 -1790, Londra, 1974.
Duman, Yüksel, "Notables, Text.iles, and Copper in Ottoman Tokat,
1750- 1 840", (Yayımlanmamış Doktora Tezi) , New York:
Binghamton University, 1998 .
Elias, Norbert, Uygarlık Süreci, c. 1-II, çev. Ender Ateşman - Erol
Özbek, İstanbul, 2000.

1 375
Emecen, Feridun, "Osmanlı Hanedanı'na Alternatif Arayışlar Üzerine
Bazı Ö rnekler ve Mülahazalar", İslam Araştırmaları Dergisi, 6,
200 1 : 63-76 .
Erdem, Hakan, "Recruitment for the 'Victorious Soldiers ofMuhaınınad'
in the Arab Provinces, 1 826- 1 828", ed. I. Gershoni- U. Woköck,
Histories of the Modern Middle East: New Directions, Boulder,
2002 : 1 89-206.
Eren, Cevat, Mahmud II. Zamanında Bosna-Hersek, İstanbul, 1965 .
Ergene, Boğaç, "On Ottoman J ustice: Interpretations in Conflict",
Islamic Law and Society, VIII, 200 1 : 5 3-87.
Ergin, Osman Nuri, Mecelle-i Umur-ı Belediyye, c. II, İ stanbul, 199 5 .
Erşahin, Seyfettin, "Westernization, Mahmud il and the Islamic Virtue
Tradition", American Journal ofIslamic Social Science, 23, 2006:
37-62 .
Ertuğ, Nejdet, Osmanlı Döneminde İstanbul Hammalları, İstanbul,
2008 .
Esmer, Tolga, "A Culture of Rebellion: Networks of Violance and
Competing Discourses of Justice in the Ottoman Empire"
(Yayımlanmamış Doktora Tezi ), Chicago: The University of
Chicago, 2009 .
Fahmy, Khaled, Alt the Pasha )s Men, Mehmed Ali, His Army and the
Making ofModern Egypt, Cambridge, 1997.
Faroqhi, Suraiya, "Migration into Eighteenth-Century 'Greatcr
Istanbul' as Reflected in the Kadı Registers of Eyüp", Turcica,
30, 1998: 1 6 3 - 1 8 3 .
____ , Anadolu)da Rektafilik, çev: N. Barın, Ed: G. Yıldız, İ stanbul,
2004.
Ferguson, Alan, "Russian Landmilitia and Austrian Militargrenze", Süd­
Ost Forschungen, 1 3, 1954: 1 39 - 1 5 8 .
Finer, Samuel, "State- and Nation-Bulding i n Europe: The Role of
the Military", ed. C. Tilly, The Formation of National States in
Western Europe, New Jersey, 1 97 5 : 84- 1 63 .
Finkel, Caroline, The Administration of Warfare: The Ottoman Military
Campaigns in Hungary, Viyana, 1988.
Freud, Sigmund, Civilization and Its Discontents, çev. J. Starchey,
Londra ve New York, 1 989.
Gembmch, Werner, "Zum Verhaltnis von Staat und Heer im
Zeitalter der grofkn Französichen Revolution", ed. J. Kunisch,
Staatsverfassung und Heeresverfassung in der Europaischen
Geschichte derfrühen Neuzeit, Bedin, 1 98 6:377-39 5 .
Genç, Mehmet, "XVIII. Yüzyılda Osmanlı Ekonomisi ve Savaş",
Osmanlı İmparatorluğu'nda Devlet ve Ekonomi, İ stanbul, 2000a:
2 1 1 -226.
____ , "Esham: İ ç Borçlanma", Osmanlı İmparatorluğu'nda Devlet
ve Ekonomi, İ stanbul, 2000b: 1 86- 1 9 5 .
____ , "Osmanlı İ ktisadi Dünya Görüşünün İlkeleri", Osmanlı
İmparatorluğu 'nda Devlet ve Ekonomi, İ stanbul, 2000c. 4 3 - 5 3 .
____ , "Osmanlı İ mparatorluğunda Devlet ve Ekonomi", Osmanlı
İmparatorluğu'nda Devlet ve Ekonomi, İ stanbul, 2000d: 53 -68
____ , "Osmanlı İ ktisadi Dünya Görüşünün Klasik Prensipleri
ve Temel Değerleri", Osmanlı İmparatorluğu'nda Devlet ve
Ekonomi, İ stanbul, 2000e: 68-87.
"Osmanlı Maliyesinde Malikane Sistemi" , Osmanlı
İmparatorluğu'nda Devlet ve Ekonomi, İ stanbul, 2000f: 99- 1 52 .
____ , "Osmanlı Devleti'nde İç Gümrük Rejimi", Osmanlı
İmparatorluğu 'nda Devlet ve Ekonomi, İ stanbul, 2000g: 1 96-202 .
"XVIII. Yüzyılda Osmanlı Sanayi", Osmanlı
İmparatorluğu'nda Devlet ve Ekonomi, İstanbul, 2000h: 226-
254.
____ , "XVIII. Yüzyılda Osmanlı Sanayiinde Değişmeler ve
Devletin Rolü", Osmanlı İmparatorluğu'nda Devlet ve Ekonomi,
İstanbul, 2000ı: 2 5 5 -264.
____ , "Osmanlı Esnafı ve Devlet", Osmanlı İmparatorluğu'nda
Devlet ve Ekonomi, İstanbul, 2000i: 293- 307.
Gorski, Philip S., "The Protestant Ethic Revisited: Disciplinary
Revolution and State Formation in Holland and Prussia", The
American ]ournal of Sociology, 99, 1 99 3 : 265 - 3 1 6.
Gould, G, "Lords or Bandits? The Derebeys of Cilicia", I]MES, 7,
1 976: 485-506.

1 377
Gökbilgin, Tayyib, Rumeli )d1: Yürükler Tatarlar v1: Evlad-ı Fatihan,
)
İ stanbul, 1957.
Gökçe, Cemal, "Edirne Ayanı Dağdeviren-oğlu Mehıned Ağa", İÜEF
Tarih D1:rgisi, 22, 1968 : 97- 1 1 0 .
Gökmen, Ali, "22 Nolu Şeriyye Siciline Göre ( H . 1 2 1 8 - 1 223, M .
1 8 0 3 - 1 8 0 8 ) Çankırı'da Nizaın-ı Cedid", Çankırı Araştırmaları
D1:rgisi, 2 , 2007: 1 73 - 1 7 8 .
Gölen, Zafer, Osmanlı Devl1:tind1: Baruthan1:-i .A mir1:, Ankara, 2006.
Gradeva, Rossitsa, "Osman Pazvantoğlu of Vidin : Between Old and
New", ed. F. Anscombe, Th1: Ottoman Balkans) 1 750-1830, New
Jersey, 2005 : 6 1 -86.
Griswold , William, Anadolu)da Büyük İsyan 1591 -1611, çev. Ülkün
)
Tansel, İstanbul, 2000 .
Güran, Tevfik, "The State Role in the Grain Supply of Istanbul : The
Grain Administration, 1 79 3 - 1 839", ]ournal of Turkish Studi1:s,
III, 1 9 84 - 1 9 8 5 : 27-4 1 .
Hathaway, Janc, Osmanlı Mısırında Han1: Politikaları, çev. N . Ö zsoy,
İstanbul, 2002.
Haussherr, Hans, "Stein und Hardenberg", Historisch1: Z1:itschrift, 190,
1960: 267-289.
Hcinzelmann, Tobias, H1:ilig1:r Kamp/ od1:r Land1:sv1:rt1:idigung? Dil:
Diskussion um dil: Einführung d1:r allgemeinm Militarpflicht im
Osmanischen Reich) 1826-1856, Frankfurt anı Main, 2004.
Hickok, Robert M., Ottoman Military Administration in Eight1:mth
Century Bosnia, Leiden, 1997.
Hintze, Ottu, "Militaıy Organization and thc Organization of Statc" ,
Ed : F. Gilbert, The Historical Essays of Otto Hintu, New York,
1975 .
Ignatieff, Michael, A ]ust Measure of Pain, Londra, 1978 .
Imber, Colin, " İ brahim Peçevi on War: A Note on the 'European
Military Revolution"', ed. C. Imber - K. Kiyotaki, Frontiers of
Ottoman Studies: State) Province and the W1:st, c. II, New York,
2005: 7-22.

378 1
Ingram, Edward, "The Geopolitics of the First British Expedition to
Egypt - IV: Occupation and Withdrawal, 1 8 0 1 - 1 803", Middle
Eastern Studies, 3 1 , 1 99 5 : 3 1 7 - 346.
İnalcık, Halil, "Osmanlı Timar Rejimi ve Sipahi Ordusu", Türk Kültürü,
III, 1965:75 8 : 1 6 5 .
____ , "The Socio-Political Effects of the Diffusion of Pire Arms in
the Middle East" , ed. V. J. Parıy - M.E. Yapp, War, Technology
and Society in the Middle East, Londra, 1975, 1 9 5 - 2 1 7 .
____ , "Stefan Duşan'dan Osmanlı İ mparatorluğu'na: XV.
Asırda Rumelide Hıristiyan Sipahiler ve Menşeleri", Osmanlı
İmparatorluğu, İstanbul, 1993 :67- 1 0 8 .
____ , "Mchmed II", İA, c. VII, Eskişehir, 1997, 506- 5 3 5 .
____ , "Tanzimat Nedir?", Ed: H. İ nalcık-M. Seyitdanlıoğlu,
Tanzimat, Değifim Sürecinde Osmanlı İmparatorluğu, Ankara,
2006: 1 33 5 .
Jamgocyan, Onnik, "Les Finances d e l'Empire Ottoman e t Financiers de
Constantinople ( 1 732- 1 8 5 3 ) '', (Yayımlanmamış Doktora Tezi),
Paris: Universite de Paris I (Sorbonne), 1 9 8 8 .
Jennings, Ronald, "Firearms, Bandits and Gun-control: Soıne Evidcnce
on Ottoman Policy towards Firearms in the Possession of Reaya,
fi-om the Judicial Records of Kayseri, 1 600- 1 627", Archivum
Ottomanicum, 6, 1980: 339-358 .
Jewsbuıy, George, The Russian Annexation of Bessarabia: 1 774-1828,
New York, 1976.
Kafadar, Cemal, "Janissaries and Other Riffraff of Ottonıan İstanbul:
Rebels without a Cause", IJTS, 13, 2007: 1 1 3 - 1 34 .
Kaldy-nagy, Gyula, "The First Centuries o f the Ottoman Militaıy
Organization'', Acta Orientalia, 3 1 , 1977: 147- 1 83 .
Karagöz, Rıza, Canikli Ali Paşa, Ankara, 2003.
Kara!, E . Ziya, "Yunan Adalarının Fransızlar Tarafından İşgali ve
Osmanlı-Rus Münasebatı", Tarih Semineri Dergisi, l, 1937:
1 00 - 1 2 5 .
____ . Selim III. 'ün Hat-tı Hümayunları, Nizam-ı Cedit 1 789-
1 807, Arıkara, 198 8 .
____ , Selim IIFün Hatt-ı Hümayunları, Ankara, 1 999.
Karamuk, Gümeç. Ahmed Azmi Efendi)s Gesandtschaftsbericht als
Zeugnis des osmanischen Machtverfalls und der beginnenden
Reformara unter Selim III., Bern ve Frankfurt anı Main, 1975 .
____ , "Avrupa Mutlakıyetinde Yaşayan Feodal Öğeler", Türk

Kültürü Araştırmaları) Ercüment Kuran )a Armağan) (Ayrı


Basım), Ankara, 1989: 1 4 1 - 1 5 3 .
____ , "Devşirmelerin Hukuki Durumları Üzerine" , ed. O . Özel

ve M. Öz, Siiğüt)ten İstanbul'a, Ankara, 2000 : 5 5 5 -572.


Kazgan, Haydar, Osmanlı )da Avrupa Finans Kapitali, İstanbul, 2005 .
Keep, John, Soldiers ofthe Tsar Army and Society in Russia 1462-1874,
)
Oxford, 1988.
Kemp, Percy, "An Eighteenth Century Turkish Intelligence Report",
IJMES, 1 6, 1984:497- 5 0 6 .
Khoury, Dina Rizk, Osmanlı İmparatorluğu)nda Devlet ve Taşra
Toplumu, Musul 1540-1 834, çev. Ü. Tansel, İstanbul, 1999.
Kırlı, Cengiz, "Kahvehaneler ve Hafiyeler: 19. Yüzyıl Ortalarında
Osmanlı'da Sosyal Kontrol", Toplum ve Bilim, 83, 1 999-2000:
58 -77.
____ , "The Struggle over Space: Coffeehoi..ıses of Ottoman
Istanbul, 1 780-1 845'' , (Yayımlanmamış Doktora Tezi), New
York: Binghamton University, 2000.
Koç, Yunus, "Fetihler Dönemi Osmanlı Toplumsal Yapısının Dinamizmi
Hakkında Bir Kaç Not ya da Bir Belgenin Yorumu", Türk Yurdu,
23, 2003: 44-48 .
Kuhn, Thomas, Bilimsel Devrimlerin Yapısı, çev. N. Kuyaş, İstanbul,
2003.
Kunisch, Johannes, "Einleitunıı;", Ed: J. Kunisch, Staatsverfassung
und Heeresverfassung in der Europaischen Geschichte der frühen
Neuzeit, Bedin, 1986: 9 - 1 6 .
Kunt, Metin, "Ethnic-Regional (cins) Solidarity in the XVII. Century
Ottoman Establishment", IJMES, V, 1974:233-239.
____ , The Sultan Servants) The Transformation of Ottoman
Provincial Government, New York, 1 9 8 3 .
Kuran, Ercüment, "Husayn Awni Pasha", EP, dijital versiyon.
Kurşun, Zekeriya, Necid ve Ahsa)da Osmanlı Hakimiyeti, Vehhabi
Hareketi ve Suud Devleti 'nin Ortaya Çıkışı, Ankara, 1999 .
Kwass, Michael, "A Kingdom of Taxpayers: State Formation, Privilege,
and Political Culture in Eighteenth- Century France", The Journal
ofModern History, LXX, 1998 :295 - 3 39.
Lane, Frederic, "Economic Consequences of Organized Violence", The
Journal of Economic History, 1 8 , 1 9 5 8 : 40 1 -4 1 7.
Laskowski, Otton, "Infantry Tactics and Firing Power in XVI . Century",
Teki Historyczne, 4, 1950: 1 06- 1 1 5 .
Le Donne, John, "The Territorial Reform ofthe Russian Empire, 1 775-
1 796", Cahiers du Monde Russe et Sovietique, 2 3 , 1982: 147- 1 8 3 .
Levy, Avigdor, "Thc Military Policy of Mahmud II. ( 1 808 - 1 8 39 )'' ,
(Yayımlanmamış Doktora Tezi ) , Cambridge Mass . : Harvard
University, 1 968 .
____ , "Thc Eşkinci Project: An Ottoman Attempt at Gradual
Reform ( 1 826 ) " , Paper read to 28'" International Congress of
Orientalists, Canbcrra, 1971 a.
____ , "The Ottoman Ulema and the Military Reforms of Sultan
Mahmud II'', Asian and African Studies, 7, 197l b : 1 3 -39.
____ , "Military Reform and the Problem of Centralization in the
Ottoman Empire in the Eighteenth Century" , Middle Eastern
Studies, XVIII, 1 982: 227-249.
Lord Russel of Livcrpool, Knight of the Sword, the Life and Letters of
Admiral Sir Sidney Simith G.C.B., Londra, 1964.
Lynn, John, Giant of the Grand Siecle, the French Army 1610- 1 715,
Cambridgc, 1997.
Mackesy, Piers, British Victory in Egypt, 1 801, Londra, 199 5 .
Maden, Fahri, Bektaşi Tekkelerinin Kapatılması ( 1 826) ve Bektaşiliğin
Yasaklı Yılları, Ankara, 20 1 3 .
Mardin, Şerif, "The Just and the Unjust", Dıedalus, 1 20, 199 1 : 1 1 3 -
129.
Masters, Bruce, "The View from the Province: Syrian Chronicles of the
Eighteenth Century", JAOS, 1 14, 1994:35 3 - 362.
May, Henry, The Enlightenment in America, New York, 1976.

1 381
Mcgowan, Bruce, "Chiftlik, Agriculture and Fiscal Practice in Western
Macedonia", Economic Life of Ottoman Europe, Cambridge,
1 98 1 : 1 2 1 - 170.
____ , "Ayanlar Çağı", Ed: H. İ nalcık - D. Quataert, Osmanlı
İmparatorluğu ,nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi, 1600-1914, c. II,
çev. A. Berktay, İ stanbul, 2004, 761 -884.
Mcneill, Williaın, The Pursuit of Poıver, Chicago, 1984.
Mert, Ö zcan, 18-19. Yüzyıllarda Çapanoğulları, Ankara, 1980.
Mithat Kemal, Ayanlar Devrinde Bolu, Bolu, 1 334.
Moreau, Odile, "Bosnian Resistance to Conscription in the Nineteenth
Ccntury'' , ed. Erik J. Zürcher, Arming the State - Military
Conscription in the Middle East and Ccntral Asia, 1 775-1925,
New York, 1999: 1 29- 137.
Murphey, Rhoads, "The Ottoman Attitude towards the Adaption of
Western Technology: The Role ofthe Efrenci Technicians in Civil
and Military Applications", Contributions a Fhistoire economique
et sociale de l'Empire Ottoman, Leuven , 1983 :286-29 8 .
____ , "Provisioning Istanbul : The State and Subsistence in the
Early Modern Middle East'', Food and Foodways, II, 1988 : 2 1 7-
263.
____ , "Continuity and Discontinuity in Ottoman Administrative
Theory and Practice during the Late Seventeenth Century" ,
Poetics Today, XIV, 199 3 : 4 1 9-44 3 .
____ , "Yeni-ecri", EP, dijital versiyon.
,
____ , Osmanlı da Ordu ve Savaş, 1500-1 700, çev. T. Akad,
İ stanbul, 2007.
Mutafçieva, V. P., "XVIII. Yüzyılın Son On Yılında Ayanlık Müessesesi'',
İÜEF Tarih Dergisi, çev. B. Kodaman, 3 1 , 1 977: 1 63 - 1 82 .
Müller-Wiener, Wolfgang, " 1 5 - 19. Yüzyıllar Arasında İstanbul'da
İ malathane ve Fabrikalar", Osmanlılar ve Batı Teknolojisi, ed. E.
İhsanoğlu, İ stanbul 1992, 5 3 - 120.
Nagata, Yuzo, Tarihte Ayanlar, Karaosmanoğulları Üzerinde Bir
İnceleme, Ankara, 1997.
____ , Muhsin-zade Mehmed Paşa ve
Ayanlık Müessesesi, İ zmir,
1999.
Oestreich, Gerhard, Geist und Gestalt desfrühmodernen Staates, Bedin,
1969 .
Olson, Robert, "The Esnaf and the Patrona Halil Rebellion of 1 730:
A Reallignment in Ottoman Politics?", JESHO, 1 7 , 1974: 329-
3 44.
____ , "Jews, J anissaries, Esnafand the Revolt of l 740 in Is tan bul",
]ESHO, 20, 1 977: 1 8 5 -207.
Ö zkaya, Yücel, Osmanlı İmparatorluğunda Dağlı İsyanları ( 1 791-
1808), Ankara, 198 3 .
Ö ztürk, Nazif, Türk Yenileşme Tarihi Çerçevesinde Vakıf Müessesesi,
Ankara, 199 5 .
Pamuk, Şevket, Osmanlı İmparatorluğu )nda Paranın Tarihi, İstanbul,
1999.
____, "En Büyük Tağşiş, 1 808- 1 844", Osmanlı Ekonomisi ve
Kurumları, İ stanbul, 2007: 1 23- 1 3 1 .
Parker, Geoffrey, The Military Revolution, Military Innovation and the
Rise ofthe West, 1 500-1 800, Cambridge, 1988.
Philliou, Christine M., "Worlds, Old and New: Phanariot Networks
and the Remaking of Ottoman Governance in the First Half of
the Nineteenth Ccntury", (Yayımlanmamış Doktora Tezi) , New
Jersey: Princeton University, 2004.
Phillips, Alison, The War ofGreek Independence, Londra, 1 897.
Quataert, Donald, "Janissaries, Artisans and the Question of Ottoman
Decline, 1730-1 826", Workers, Peasants and Economic Change in
the Ottoman Empire, 1 730-1914, İstanbul, 1993: 197-203.
Quataert, Donald, "Clothing Laws, Statc, and Society in thc Ottoman
Empire, 1 720 - 1 829", I]MES, 29, 1997: 403-42 5 .
Raeff, Marc, The Well-Ordered Police State, New Haven, 1 9 8 3 .
Rafeq, Abdulkarim, "The Loca! Forces i n Syria in the Seventeenth and
Eighteenth Centuries", War) Technology and Society in the Middle
East, ed. V. J . Parry - M.E. Yapp, Londra, 1975, 277- 307.
Raymond, Andre, "Soldiers in Trade: The Case of Ottoman Cairo",
British ]ournal ofMiddle East Studies, 1 8 , 1 99 1 : 1 6-34.
Reed, Howard A., "The Destruction of the Janissaries by Mahmud II
in June, 1 826", (Yayımlanmamış Doktora Tezi ) , New Jersey:
Princeton University, 1 95 1 .

383
____, "Ottoman Reform and the J anissaries: Eşkinci Layihası of
1 826", Ed: O. Okyar - H . İnalcık, Türkiye ,nin Sosyal ve Ekonomik
Tarihi ( 1 071-1920), Ankara, 1980, 193-198.
Robson, J . , "Bida", EP, dijital versiyon.
Roider, Karl, "No More Infidels: Enlisting Popular Support for a
Turkish War in the Age of Enlightenment", Ed: G. Rothenberg,
B . Kiraly, F . Sugar, East Central European Society and War in
the Pre-Revolutionary Eighteenth Century, New York, 1982: 147-
1 56 .
Rosenberg, Hans, Bureaucracy, Aristocracy and Autocracy, the Prussian
Experience, 1660-1815, Cambridge Mass., 1 9 5 8 .
Sadat, Deena R., "Rumeli Ayanları: The Eighteenth Century" , Journal
ofModern History, 44, 1 972 : 346-363.
____ , "Ayan and Aga:· The Transformation of the Bektashi Corps
in the Eighteenth Century", Muslim World, 63, 1973 :206-2 1 9 .
Sakaoğlu, Necdet, Anadolu Derebeyi Ocaklarından Köse Paşa Hanedanı,
İstanbul, 1 998 .
Salzmann, Ariel, Tocqueville in the Ottoman Empire, Riva! Paths to the
Modern State, Leiden, 2004.
Sarıcaoğlu, Fikret, "Osmanlı Muhalefet Geleneğinde Yeni Bir Dönem:
İ lk Siyasi Bildiriler", Belleten, LXIV, 2000 :901 -920.
Sayar, Ahmed Güneri, Osmanlı İktisat Düşüncesinin Çağdaşlaşması,
İ stanbul, 1986.
Scheben, Thomas, "Schwendi, Montecuccoli, Kinsky: Analysen der
osmanischen Kriegsmacht vom 1 6 . bis zum 1 8 . Jahrhundert'',
Ed: J. Bacque-Grammont, İ . Ortaylı, E. Donzcl, Ciepo Osmanlı
Öncesi ve Osmanlı Araştırmaları Uluslararası Komitesi VII.
Sempozyumu Bildirileri, Ankara, 1994:20 1 -2 1 3 .
Schlechta-Wssehrd, Ottokar, Die Revolutionen in Constantinopel in den
]ahren 1807 und 1808, Viyana, 1 882.
Schmitt, Carl, Siyasal Kavramı, çev. E . Göztepe, İ stanbul, 2006.
Schott, Theodor, "Das Toleranzedikt Ludwig's XVI.", Historische
Zeitschrift, 6 1 , 1 889:385-424.
Schulze, Reiner, Policey und Gesetzgebungslehre im 18. ]ahrhundert,
Bedin, 1982.
Shaw, Stanford J . , "The Established Ottoman Army Corps under Sultan
Selim 111", 1789 - 1 807", Der Islam, 40, 1 965a: l 42- 184.
____ , "The Orgins of Ottoman Military Reform: The Nizam-ı
Cedid Army of Sultan Selim 111", The Journal ofModern History,
XXXVI II, 1965b:29 l - 306.
____ , "The Nizam-ı Cedid Army under Sultan Selim 111, 1789-
1 8 07", Oriens, 1 8 , 1965 - 1 96 6 : 1 68 - 1 84.
____ , Between Old and New, The Ottoman Empire under Sultan
Selim III. 1 789-1807, Cambridge Mass . , 197 1 .
____ , Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye, c. 1-11, çev.

Mehmet Harmancı, İ stanbul, 1982.


Skiotis, Dennis, "From Bandit to Pasha: First Steps in the Risc to Powcr
of Ali ofTepelen, 1 750- 1 784", IJMES, 2, 197 1 :2 19-244.
____ , "Mountain Warriors and thc Greek Rcvo!tıtion", War,
Technology and Society in the Middle East, cd. V. J . Parry - M.E.
Yapp, Londra, 1975 :308-329 .
Sombart, Werner, Aşk, Lüks ve Kapitalizm, Modern Dünyanın
Savurganlığın Ruhundan Doğması Üzerine, çev. Necati Aça,
Ankara, 1998 .
Sönmez, Ali, "Tanzimat'ın İlanı Sırasında İ ç Güvenlik Anlayışının
Niteliği ve Uygulamaları Ü zerine", Askeri Tarih Araştırmaları
Dergisi, 7, 2006: 43-5 3 .
Stoianovich, Traian, "Thc Conqucring Balkan Orthodox Merchant",
The Journal ofEconomic History, 20, 1960:234- 3 1 3 .
Sueeska, Avdo, "Bcdeutung und Entwicklung des Begriftes Ayan im
Osmanischcn Rcich", Siid-Ost Forschungen, 2 5 , 1966: 3-26.
Suceska, Avdo, "Dic Entwicklung der Besteuenıng durch dic Avarız-ı
Divaniye und dic Tekalifi Örfiye im Osmanischen Reich wahrcnd
des 1 7 . und 1 8 . Jahrhunderts", Süd-Ost Forschungen, 27, 1968 :
89- 1 30 .
Sunar, Mert, "Cauldron o f Dissent: A Study o f the Janissary Corps,
1 807- 1 826'', (Yayımlanmamış Doktora Tezi), New York:
Binghamton University, 2006.
Şakul, Kahraman, "Nizam-ı Ced!d Düşüncesinde Batılılaşma ve İslami
Modernleşme", Divan, 19, 2005 : 1 1 7 - 1 5 0 .
Şaşmazer, Lynne M . , "Policing Bread Price and Production in Ottoman
İ stanbul, 1 79 3 - 1 807", The Turkish Studies Association Bul/etin,
XX:IV, 2000: 2 1 -40.
Tabak:oğlu, Ahmet, Gerileme Dönemine Girerken Osmanlı Maliyesi,
İ stanbul, 198 5 .
Tekindağ, Şehabeddin, "Yeni Kaynak ve Vesikaların Işığı Altında
Bonaparte'ın Akka Muhasarası", İ. Ü E.F Tarih Dergisi, 1 5 ,
1965 : 1 - 1 0 .
Tezcan, Baki, "Searching fo r Osman: A Reassessment o f the Deposition
of the Ottoman Sultan Osman II ( 1 6 1 8 - 1 622 ) ", (Yayınlanmamış
Doktora Tezi ) , New Jersey: Princeton University, 200 1 .
Thompson, E . P . , "The Moral Economy of the British Crowd in the
Eighteenth Century'' , Past and Present, 50, 1971 :76- 1 3 5 .
Turan, Şerafettin, Kanuni Süleyman Dönemi Taht Kavgaları, İ stanbul,
1 997.
Turhan, Fatma Sel, Eski Düzen Adına, Osmanlı Bosna'sında İsyan
( 1826-1836), İ stanbul, 2 0 1 3 .
Uluçay, Çağatay, 18 ve 1 9. Yüzyıllarda Saruhan'da Eşkıyalık ve Halk
Hareketleri, İ stanbul, 1 9 5 5 .
Ursinus, Michael, Regionale Reformen i m Osmanischen Reich am
Vorabend der Tanzimat: Reformen der Provinzialgouverneure
im Gerichtssprengel von Manastir (Bitola) zur Zeit der Herrschaft
Sultan Mahmuds II ( 1 808-39), Bedin, 1 982.
Uyar, Mesut, Erickson, Edward, A Military History of the Ottomans,
From Osman to Atatürk, California, 2009 .
Uzun, Ahmet, İstanbuPun İaşesinde Devletin Rolü: Ondalık Ağnam
U):gulaması, 1 783-1857, Ankara, 2006.
Uzunçarşılı, İ . H., "Vezir Hakkı Mehmed Paşa", Türkiyat Mecmuası, 6,
1939: 1 77-284.
____ , Meşhur Rumeli Ayan/arından Tirsinikli İsmail, Yılıkoğlu
Süleyman Ağalar ve Alemdar Mustafa Paşa, İ stanbul, l 942a.
____ , "Nizam-ı Cedid Ricalinden Valide Sultan Kethüdası Meşhur
Yusuf Ağa ve Kethüdazade Arif Efendi", Belleten, XX, 1956:48 5 -
525.

386 1
____ , "Nizam-ı Cedid Ricalinden Kadı Abdurrahman Paşa, I-II",
Belleten, XXXV, 1 9 7 1 :245-302 ve 409-450.
____ , "Çapanoğulları", Belleten, XXXVIII, 1974 : 2 1 5 -26 1 .

____ , "Sultan III. Selim ve Koca Yusuf Paşa", Belleten, XXXIX,

1975 :233-256.
____ , "Kaynarca Muahedesinden Sonraki Durum İ cabı Karadeniz
Boğazının Tahkimi " , Belleten, XLIV, 1980: 5 1 1 - 5 34.
____ , Osmanlı Devleti Teşkilatından Kapıkulu Ocakları, c. I -II,

Ankara, 1 9 8 8 .
Ünal, Fatih, "Aleksander Grigoreviç Krasnokutsk'un Günlüğünden
' 1 808 Yeniçeri Ayaklanması ve Alemdar Mustafa Paşa Vakası "' ,
Uluslararası Sosyal Araştırmalar Deı;gisi, 1 , 2008 : 5 74-590.
Virilio, Paul, Hız ve Politika, çev. M. Cansever, İ stanbul, 1998 .
Voltelini, Hans, "Die naturrechtlichen Lehren und die Rcformen des
1 8 . Jahrhunderts" , Historische Zeitschrift, 1 0 5 , 1 9 1 0:65 - 1 04.
Wallach, Jchuda, Bir Askeri Yardımın Anatomisi, Türkiye'dc Prusya­
Alman Askeri Heyetleri, çev. F . Çeliker, Ankara, 1 9 8 5 .
Wcbcr, Max, Economy and Society, c. II, ed. G. Roth- C . Wittich, çev. E .
Fischoff, H . Gerth ve diğerleri, Londra, 1978 .
Yalçınkaya, Alaadin, "Nizam-ı Cedid Döneminde Osmanlı Devleti'nin
Modernleşmesinde İ ngilizlerin Rolü", Osmanlı, c. VI, Ankara,
1999:684-694.
Yaman, Talat, M . , "Osmanlı İ mparatorluğu Teşkilatında Mütcsclliınlik
Müessesesine Dair", Türk Hukuk Tarihi Dergisi, l, 1 944:75 - 1 0 5 .
Yapp, M. E., "The Establishment of the East India Company Residency
at Baghdad, 1798 - 1 8 06'', Bulletin ofSOAS, 30, 1967:323-336.
Yaycıoğlu, Ali, "The Provincial Challenge: Regionalism, Crisis, and
Integration in the Late Ottoman Empire", (Yayınlanmamış
Doktora Tezi), Cambridge Mass . : Harvard University, 2008 .
Yediyıldız, Bahaeddin, XVIII. Yüzyılda Türkiye'de Vakıf Müessesesi,
Ankara, 200 3 .
Yeşil, Fatih, " İ stanbul'un İ aşesinde Nizam-ı Cedid: Zahire Nezareti'nin
Kuruluşu ve İ şleyişi ( 1 793 - 1 8 39 ) ", Türklük Araştırmaları
Dergisi, 1 5 , 2004 : 1 1 3 - 142.

1 387
Yeşil, Fatih, Aydınlanma Çağında Bir Osmanlı Katibi: Ebubekir Ratib
Efendi ( 1 750-1 799), İstanbul, 20 1 1 a.
____ , " İ stanbul Ö nlerinde Bir İngiliz Filosu: Uluslararası Bir Krizin
Siyasi ve Askeri Anatomisi", (ed . ) S. Kenan, Nizam-ı Kadimden
Nizam-ı Cedid 'e III. Selim ve Dönemi, İstanbul, 2 0 1 1 , s. 39 1 -
493 .
____ , "Osmanlı İmparatorluğunda Nazırlıkların Yükselişi, Karşı­
l aştırmalı Bir Analiz Denemesi ( 1 789- 1 826 ) , Alman Tiirk Te­
''

sadüfleri, Kemal Beydilli'ye Armağan, Bedin, 20 1 3 , s. 465 -490.


Yi, Eunjeong, Guild Dynamics in Seventeenth-Century Istanbul, Fludity
and Levarage, Leiden, 2004.
Yıldız, Gültekin, Neferin Adı Yok: Zorunluluğu Askerliğe GefiŞ Sürecinde
Osmanlı Devleti'nde Siyaset, Ordu ve Devlet ( 1826-1839),
İ stanbul, 2009.
Yurdakul, İlhami, Osmanlı İlmi)ıe Merkez Teşkilatı'nda Reform ( 1 826-
1 876) , İstanbul, 2008 .
Yücer, Hür Mahmud, Osmanlı Toplumıtnda Tasaı?Jıuf ( 1 9. Yüzyıl),
İ stanbul, 2003 .
Zens, Robcrt, "The Ayanlık and Pasvanoğlu Osman Paşa ofVidin in thc
Age of Ottoman Social Change, 1 79 1 - 1 8 1 5 " , (Yayınlanmamış
Doktora Tezi ), Wisconsin: University ofWisconsin, 2004.
Zorlu, Tuncay, lnnovation and Empire in Turkey: Sultan Selim III and
the Modernisation ofthe Ottoman Navy, Londra, 2008 .

388 1
DİZİN

Abdullah Efendi (Tatarcık) 299 Ali Ağa ( Silahdar) 34 1


Abdurrahman Paşa (kadı) 37, 39- Ali Paşa (Tepedclenli) 38, 4 1 ,
44, 50, 80, 8 1 , 87, 92, 93, 1 1 8, 2 1 2 , 354
285, 300 Ali Raik Etendı 140
Abdülhamid, I. 18, 22, 34, 2 1 5 Alo Paşa 36
adalet 2, 7 , 1 0 , 204 altın 246, 247, 248
Adana 1 5 Anadolu 6, 14-18, 2 1 , 23, 25,
Ağa Hüseyin Paşa 244, 3 1 6, 339, 26, 29, 36, 3� 39, 43, 50-
34 1 , 343, 346 52, 54, 78-8 1 , 83-87, 91 -94,
Ağa brahim Hilmi Paşa 271
İ 96-99, 1 02, 103, l l l , 1 12,
Ağa Kapısı 29 1 , 338, 345 144, 1 58 - 1 60, 1 62, 172,
Ahırkapı 29 1 1 79, 1 80, 1 84, 1 9 1 , 201 ,
Ahmed Ağa (Kalyoncu BaşçaYLışu 202, 220, 222, 232, 233,
Papuçcuoğlu) 52, 316, 339, 265, 273, 275, 29 1 , 293,
341 295, 296, 335, 340, 347,
Ahmed Efendi (Ahıskalı) 341 348, 374-376, 382; ayanlığı
Ahmet Şakir Efendi (Mabeynci) 6; valileri 43, 79
341 Ankara 85, 87; mütesellimi 42
Ahyolu 42, 285 Arnavut sekbanlar 28, 1 79, 345
Akdeniz 228 Arnavutlar 34, 46, 229, 304
Aksaray 87 Asakir-i Mansure 345-347, 349,
Alaiye Sancağı Mutasarrıflığı 80 350, 352, 353
Aleksandr, 1. ( Çar) 62 Asakir-i Mansure-i Muhamediyye
Alemdar Vakası 243, 248, 272, 2
274, 298, 305, 3 16, 321 , Asakir-i Mans(ıre nizamnamesi
330, 334, 346 352
Ali Ağa (Hafız ) 86, 300 Asakir-i sultani 241
Asitane 8 1 , 294 223, 228, 2 3 5 , 2 3 9 , 241 ,
askeri nıüteahhit(ler) 6, 38 249, 25 1 , 260, 262-270,
asker-i sultani 82 272-275, 279, 297, 306-
asker-i şahane 1 8 308, 344, 356
Asmaaltı 338 Ayasofya 287, 3 1 3
Ataullah Efendi (şeyhülislam) aydınlanma 3 , 1 14
2 7 1 , 302, 304 Ayvalık 43
Atikali 29 1
Avrupa iv, ix, xvii, 4, 6, 7, 1 3, 22, Babaeski 4 1 , 285
29, 30, 32, 40, 44, 47, 5 1 , Bab-ı Fetva 345
57-59, 62-64, 7 1 , 82 , 95, Bab-ı Hümayun 6, 341
1 04, 1 0 5 , 1 07, 108, 1 1 0, Babıali xiv, 6, 2 3 -29, 3 1 - 3 5 , 37-
1 14- 1 26, 128, 129, 1 36, 4 1 , 46, 48, 52, 53, 56, 60,
1 37, 1 39 , 1 42, 143, 146, 67, 71, 90, 103, 1 1 2, 1 1 6-
148, 1 49, 1 52- 1 54, 1 56, 121, 123, 1 2 5 - 1 37, 1 39-
1 57, 1 62, 166, 1 67, 1 69, 1 46, 1 50, 1 52 - 163, 1 65-
1 75 , 1 77, 1 8 1 , 1 9 1 , 1 93 , 1 67, 1 73 - 1 75, 178, 1 92,
200-202, 2 1 0, 2 1 2 , 228, 201, 203 -205 , 207-209,
252, 2 5 3 , 268 , 276, 277, 2 1 1 , 214, 2 1 6, 223, 225,
282, 286, 288, 292, 326- 23 1 , 233, 234, 244, 245,
328, 349, 35 1 , 3 5 3 , 356, 247, 25 1 , 254, 259, 26 1 -
363, 378 269, 274, 279-28 1 , 283,
Avrupalı mühendisler 1 1 8 286, 303 -305, 307, 323,
A\'usturya 5, 7, 1 3 , 1 6, 27, 30, 338-34 1 , 353; katipleri 1 1 7,
33, 44, 55, 56, 59, 60, 8 1 , 1 30, 140, 165, 1 66, 204,
95, 1 0 1 , 1 1 5 , 1 1 8 , 1 19, 1 2 5 , 205, 234, 2 5 1
1 28 , 1 3 3 , 1 34, 1 37, 1 4 3 , Bağdat 34
1 47, 148, 1 54, 1 72, 1 89, Bahçekapı 29 1
1 92, 200, 20 1 , 268, 328, bahşiş 30, 3 1 , 36, 255
3 5 3 , 362 Balkanlar 28, 32, 79, 80, 207,
ayan 1 , 3, 6, 7, 9, 10, 1 5 , 1 6 , 19, 265, 268, 270, 295 , 309,
2 1 -27, 29, 31, 3 5 , 37, 4 1 , 344
44, 4 5 , 47-50, 5 2 , 54, 78- Bandırma 43
8 1 , 83-85, 9 1 -93, 97, 1 12, barut 1 3 1 , 1 40- 145
1 1 7- 1 19, 142, 1 60, 171, baruthane 140, 142- 144, 269
1 9 3 , 2 0 5 , 207, 2 1 3 , 2 1 5 , Baruthane-i Amire 140
Barnthaneler Nazırlığı 1 40, 145 cebeciler 5 9 , 1 5 8 , 338
batılılaşma 48, 1 1 4, 1 1 7 Cebehine-i Amire 1 34, 291
Behiç Efendi (Umur-ı Cihadiyye cedid asllir-i şahane 284
Nazırı) 243 Cedid nizam 6, 34, 4 1 , 74, 78-
Bektaşi(ler) 271 , 300, 330, 344, 80, 82, 8 3 , 8 5 , 87, 9 1 , 92,
348, 349, 354, 357, 358 1 1 2, 330
Belgrad 35 cedid nizamnameler 290
Bender 16, 1 8 Cevdet Paşa 267
Bergos 43 ceza 92, 1 08, 282
Beşiktaş İlmiye Cemiyeti 356 Cezayir 2 1 5
Beyazıd 3 1 3, 338, 342, 346 Cezzar Paşa 34, 1 1 8, 205, 206
Beykoz 143 cihad 1 07, 1 1 3, 225, 252, 3 3 1 ,
biat 70, 237, 303, 304 334, 337, 338, 340, 350
bidat 6, 236, 237, 284, 295, 296, Cihadiye Hazinesi 7, 24 1
344 cizye 245
binbaşı 29, 3 1 , 49, 83, 85, 87,
1 78 çadır 36, 1 75- 177, 1 82
Boğaz 39, 202, 307, 3 1 5 , 339 Çankırı 87
Boğaziçi 290 çavuş 49, 66, 69, 70, 74, 92
Bolu 20, 4 1 , 85, 233 çiftlik-i hümayun 8 1
Bolu voyvoda 43 Çirmen Sancağı 50
Bosna 3, 344 Çorlu 38, 40-43, 80, 8 1 , 285
bostancıbaşı 290, 292, 3 1 6 Çorum 87
Bostaniyan-ı Hassa 353 Çukurçeşme 291
Bozkır Madeni Eminliği 80
Bölükat-ı Erbaa 3 5 3 Dadyan, Arakel 1 42
böli.ikbaşı 2 7 , 2 9 , 3 1 , 49, 92 Dağlı eşkıyası 38, 42
Bulgaristan 4 1 dağlılar 32, 34, 35, 37, 38, 40,
Burgaz 3 9 , 42, 285 43, 44, 79, 308, 309
Bükreş Antlaşması 53, 167, 21 4, dalkılıç 9, 1 58, 165
248 , 25 1 , 273 Dar'ül-Harb 331
Büyük İ htilal 1 1 4 Dar'ül- İslam 1 06, 287
Darbhine-i Amire 9, 22 1 , 223,
Cabbarzade 4 1 247, 248 , 253, 254, 340
Cabi Efendi 2 1 9 Davud Paşa Sahrası 38, 40
Canning, Stratford 3 5 7 Defterdar Efendi 123
Delil Ocağı 34 erkan-ı erbaa 27
devalüasyon 202, 2 1 2 Erzurum 3, 1 5 8 , 1 62, 201 , 266,
devlet askeri 4 8 , 274, 306 267, 32 1 , 344
Devlet-i 'Aliyye 336 Esad Efendi 243
Devlet-i Muhammediyye 330, esameler 1 39, 241 -244, 302,
336 3 3 8 , 346
Dimetoka 42 esham 22 1 -223, 252, 2 5 3 , 256
Dinyester Nehri 201 esnaf 7, 8, 5 1 , 1 39, 201, 2 1 9,
disiplin 1 08 , 1 1 6, 1 8 1 , 354 229, 230, 232, 237, 239-
Divan-ı Hümayun 50, 28 1 24 1 , 292, 3 1 0, 337, 346
Diyarbalar 224 eşkıya(lık) 32, 33, 36, 3 8 , 40, 53,
Doğu Hindistan Kumpanyası 1 1 8 79 , 80, 142, 3 1 6
Dolınabahçe l 32 eşkinci 139, 243, 3 39, 346, 3 5 1
dökümhane 1 52 Eşkinci Layihası 6 2 , 6 3 , 6 5 , 67,
duhan 22 1 , 252 272, 305, 3 1 7, 3 1 8 , 334,
335, 345 , 382
Ebubekir Efendi (Başçuhadar) eşkinci yeniçeriler 338, 339
1 1 7, 341 Et Meydam 3 3 8 , 34 1 , 342
Ebubekir Paşa (Rumeli valisi) 43 Evkaf-ı Hümayun Nezareti 240
Edirne 37-44, 47, 6 1 , 69, 80, 8 1 , evlad-ı fatihan 29, 352
8 3 , 9 1 , 92, 1 1 0, 1 3 3 , 1 34, Eyüp 50, 52
144, 146, 1 5 6, 1 62, 170,
2 1 4, 224, 239, 247, 250, Fas 2 1 5
263, 269, 270-272, 275, Fatih 3 1 3; Camii 5 3 , 1 6 1 , 325;
278, 283, 285, 287, 29 1 , Camii meşvereti 326
302, 307, 309, 322, 344, fetva 237, 248 , 340
348 , 368, 370, 376 Feyzi ( Kara) 38, 39
Edirne Yakası 44, 9 1 Filibe 37
Edirne Yakası II. 2 7 1 , 302 firar 38, 9 1 , 92, 1 07, 1 57, 1 59,
Edirnekapı 29 1 , 3 1 3 161, 1 80 , 185, 1 8 8 - 190,
Eflak 2 1 2 302
Eğrikapı 3 1 3 firari 93, 128
Ehl-i İslam 1 06, 1 07, 1 6 1 , 2 0 1 , fodla 231
248, 274, 3 1 0, 3 32, 334, Fransa 5 , 38, 58, 67, 1 1 5 , 1 2 1 ,
337, 34 1 , 342, 358 1 22, 126 - 1 30, 1 32- 1 34,
endoktrinasyon 327 1 37, 1 39 , 1 54, 1 5 5 , 1 57,
1 69, 2 1 6, 2 36, 268, 277, hatt-ı hümayıl.n 1 3, 48, 105, 1 5 2 ,
283, 286, 287, 341 , 365, 175, 203, 204, 3 14, 333
373 Haydar Baba 320
Fransız İhtilali 202 Hessen 32
Friedrich, II. 349 Hollanda 5, 2 1 6
Hotin 1 6 , 1 8
Galata 52, 29 1 ; voyvodası 290 Hulusi Efendi 1 , 2
Galib Paşa 3 humbaracı(lar) 1 8 -20, 43 , 5 8 ,
Gazze 206 5 9 , 70, 7 1 , 73-77, 8 2 , 1 1 8 ,
gedik 230, 232, 240 1 6 5 , 220, 2 5 5 , 34 1 , 347,
Gelibolu 140, 141 352; Ocağı 284; -başılık 72
gümüş 247, 248 Hüccet-i Şerr'iye 304
Hüdavendigar Eyaleti 20
Habsburg 33, 43 Hüsrev Paşa 1 18
hacegan 29 1
Hakkı Paşa 36, 79 İ brahim (Tosyalı) 7, 1 0
Halep 3, 205, 344 İbrahim Ağa (Karacehennem)
Halet Efendi 273 3 16, 342
Halil Bey (kapı kethüdası) 339 İ brahim Efendi (Hacı) 278
Halil Bey (Lağımcıbaşı) 339 İ brahim Efendi ( İ rad-ı Cedid
Halil Hamid Paşa 1 20 Nazın) 9 1
hamal(lık) 8, 9, 50, 290, 3 37, İ brahim Efendi (Talimli Asker
356 Nazın Hacı) 37
hamallar loncası 9 İ brahim Paşa (Mısırlı) 62
Hamid (sancak) 92 İ brail 2
Hamidiyye Vakfı 224 İ htilal Savaşları 1 2 1 , 1 29, 212
harçlıkçı 20 İ lmiye 28 1 , 322
Haremeyn 1 1 8, 232, 286, 287 iltizam 6, 9, 2 12, 214, 2 1 6, 22 1 ,
Hasan (Civelek) 1 1 0 222, 224
Hasan Ağa (Arabacıbaşı) 3 39 imam 86, 107, 297, 298, 30 1 ,
Hasan Paşa (Beykozlu) 3 1 6 3 37, 340, 341 , 345
Hasköy 42; Dökümhane Nazırlığı İ ngiltere 1 1 8, 1 22, 124, 1 30,
1 5 0; Dökümhanesi 37; 1 34, 140, 202, 2 1 6, 239,
Tophanesi 1 5 2 287, 296
Hassa Mimarbaşılığı 149 ipek 41
İpsilanti 328 240, 292, 3 1 5; kahvehaneleri
İrid-ı Cedid 3 1 , 41, 86, 222, 288, 308, 309
224; Defterdarı 87, 2 3 1 , İsveç 122, 202
2 3 3 , 278; Defterdarlığı 83; İsviçre 32
Hazinesi 1 6, 20, 2 1 , 7 8 , 89, itaat 45, 46, 52, 56, 77, 1 06,
204, 208, 2 1 0, 2 1 3 , 220, 1 07, 108, 1 1 3, 1 8 1 , 193,
22 1 , 224, 226, 233, 238, 244, 269, 305
241 , 244, 250, 253, 278 itaatsizlik 26, 46, 1 79, 195
İskoçya 32 İ ttifak Senedi 3 08
İslam 1, 106, 284, 3 1 8, 326 - 329, İ zzet Mehmet Paşa 339, 34 1
332, 3 3 3 , 350, 3 54 İ zzet Molla ( Keçecizade) 258-
İsmail (Tirsiniklizade Paşa) 38, 260
4 1 , 42, 44, 5 3 , 285 İ zzet Paşa 343
İsmail Bey (Serezli) 39, 43, 44
İsmail Ferruh Efendi ( Londra J ena faciası 326
Sefiri) 37
İsmet Efendi 299
Kabakçı (Mustafa) İsyanı 271,
İstanbul ix,-xi, xiii, xix, 1, 2,
346, 3 5 1
6 - 1 0, 1 3 - 1 8 , 2 1 -35, 37-44, Kadı Paşa 40, 42, 4 3 , 5 0
46-54, 58-6 1 , 67, 69, 7 1 , Kadıköy 291
7 5 , 76, 78-82, 84-87, 90-93, kadim 9, 20, 58-63, 65, 66, 70,
95-99, 1 0 1 - 103, 1 1 6-1 36, 82, 86, 103
1 39- 141 , 143- 146, 148, Kadri Ağa ( Burgaz Ayanı) 38, 39,
1 52, 153, 1 56, 158-161, 40, 44
163- 1 76, 1 7 8 , 1 80, 182- Kağıthane 48, 6 1
1 84, 1 86, 1 87, 1 89, 192, Kahire 1 1 8, 206
194, 195, 201 -205, 207- kahve 1 82, 22 1 , 224-226; -hine
219, 222-232, 234-242, 8, 9, 1 76, 226, 290, 29 1 ,
244, 245, 247-25 1 , 253, 297, 298, 3 1 5 , 338, 356,
260-273, 275, 276, 278, 357
279, 282-297, 299, 300, Kalemiye 122, 123, 281
302- 304, 306- 3 1 5 , 320- kanunname(ler) 1 5 , 19, 69, 72,
326, 3 32, 3 34, 335, 337, 111
3 39, 340, 343- 345 , 347- Kapdan-ı Derya 5 1
354, 356-358, 362-386; kapı halkları 14, 1 5, 24, 47, 1 76,
Emtia Gümrüğü 253; esnafı 1 94, 264
kapı kethüdası 5 1 Konya 37
kapıcıbaşılık 26 Kuşmani, Ubeydullah 325
Kapudanlar 3 3 Küçük Kaynarca Antlaşması 245 ,
Karabumn 42, 2 8 5 295
Karadağ 33 Kütahya 87
Karadeniz 86, 95, 227, 295;
Boğazı 338 lağımcı(lar) 1 8 -20, 58, 70, 73,
Karagümrük 29 1 74, 76, 77, 82, 220, 347,
karakol 289 352; -başı 34 1 ; -başılık 72
Karışdıran 8 1 layihalar 55, 1 1 6, 1 1 7, 1 22, 200
Kars 1 5 , 344 Lazkiye 205
Kasımpaşa 143, 291 levend 27, 32, 33, 39, 5 1 , 52
Kastamonu 2 , . 8 , 83, 85, 87, 92, Levent 50, 94; Çiftliği 8, 20, 39,
93, 97 49, 7 1 , 80, 85, 86, 94, 95,
katip(ler) 47, 69, 73, 74, 1 09, 97, 1 32, 278 , 280
1 1 7, 123, 124, 152, 1 66, Lipsius, Justus 56
1 76, 2 3 1 , 234, 238, 256, lonca(lar) 9, 2 1 8 , 2 1 9, 229-23 1 ,
258, 276, 277, 307, 308, 356
317
kayıkçı(lar) 82, 3 1 6, 356; -lık 50, maaş 9, 16, 20, 2 1 , 31, 65, 73,
337 129, 205, 2 1 8 , 224, 232,
Kaymakam Paşa 304 234, 242, 345
Kayseri 87 Mahmud Ağa ( Edirne Ayanı) 43
Keçeciler 29 1 Mahmud, II. xi, 2, 4, 7, 1 0, 18,
kefalet 292 19, 21, 34, 5 1 -54, 58-65,
Kerbela 330 67, 69-7 1 , 76, 77, 88, 98,
Keşan 43 102, 103, 1 05 - 108, 1 1 1,
Kırşehir 87 l 1 8, 1 2 1 - 1 23, 127, 129,
kışla(lar) 6, 8, 50, 52, 59, 72, 131, 1 33- 136, 140, 142,
78, 79, 8 1 , 86, 87, 9 1 , 93- 143, 146- 1 5 3 , 160, 161,
99, 1 0 1 , 102, 1 04- 1 06, 1 09, 1 66- 168, 1 76, 1 77, 180,
1 12, 126, 143, 1 5 5 , 233, 186, 189, 1 9 5 , 204, 208,
288, 297, 298, 338, 341 - 212, 2 14-2 1 7, 223, 225,
343 227, 229, 235, 238-2 52,
Konstantin (Hançerlizade) 50, 266, 269, 272-275, 28 1 -
253, 256 283, 285, 286, 289-292,

1 395
294, 295, 297-299, 303, modernleşme 48
305, 307-323, 325 , 326, Montecuccoli 55
328-344, 346, 347, 349 , Mora 32, 38, 54, 62, 2 2 1
350, 352, 354- 358, 363, Muhtar Paşa 38
366, 368, 374 mukataa(lar) 3, 1 4, 16, 2 1 , 206-
Mahmud-ı Adli 358 208, 217, 221 , 222, 224
malikane 14, 21, 22; mukataaları Mukataat Hazinesi 349
220 Mustafa (Kabakçı) 8, 237, 279,
Malkara 38, 43 30 1 , 302, 307, 3 1 5
manifaktür 38 Mustafa (Nakılcı) 338
Maraş 1 5 Mustafa Ağa ( Humbaracıbaşı
martoloslar 2 8 Dede) 339
Maveraünnehir 201 Mustafa Efendi (Sırkatibi) 341
meddahlar 9, 297-299, 357 Mustafa Nuri Paşa 3 1 5
Medine 285 Mustafa Paşa (Sadrazam Alemdar)
Mehmed (Fatih Sultan) 66, 69 44, 48, 49, 52, 24 1 , 242,
Mehmet Ali Paşa ( Kavalalı) 54, 28 1 , 302, 306-309, 311,
62, 1 1 8, 206, 338 315
Mehmet Arif Efendi (Seyyid) 299 Mustafa, IV. 2 1 , 1 60, 2 1 6 , 238,
Mehmet Efendi (Unkapanı Nazırı 239, 243, 302-305, 308,
İrfanzade) 243 309, 3 1 1
Mehmet Emin Efendi ( Kethüdası Mustafa Paşa (Sadrazam) 50
Kıbrıslı) 339 Mustafa Reşid Efendi 278
Mekke 285 Musul 266
Menteşe 87 muti 35, 46, 272, 297, 3 1 8 , 349,
meşveret 42, 48, 49, 161, 1 70, 350
280, 28 1 , 320, 325, 340, mübayaa 214, 252; -cılar 2 1 6,
343, 348 228
Mısır 1 3, 34, 37, 1 1 8, 129 , 205, mühendis(ler) 74, 1 1 8, 1 19, 125,
224, 253, 268, 286, 287; 126, 128- 1 3 1 , 148- 1 52,
Harbi 1 1 8, 1 30, 1 66, 1 78, 1 54, 155, 1 69; -hane 120,
1 9 5 , 287; talimi 64 1 2 1 , 123, 126, 129, 1 3 1 ,
Midyat 285 1 48 - 1 50
mimarbaşı 290 Mühendishane Nizamnamesi 1 2 1
miri 246 MühendisMne-i Berr-i Hümayıln
1 49
mühimmat 1 8 , 38, 42, 72, 1 36, 126, 1 29, 1 32-136, 140-
142, 146, 1 5 5 , 1 66, 1 69, 144, 146, 149, 1 5 5 , 1 64,
1 82, 205, 252, 253, 256, 1 69, 180, 189, 195, 2 0 1 ,
34 1 2 0 2 , 207-209, 211, 213,
mültezim(lik) 2 1 6 , 270 2 16, 2 1 7, 2 19 , 220, 222,
müsadere 2 1 7, 2 5 1 224, 226, 228, 231 -236,
Müslüman 1 , 44, 1 07, 1 16, 1 3 1 , 238, 239, 241 , 253, 265,
1 32, 143, 1 5 3 , 1 6 8 , 1 89, 269-27 1 , 277-286, 288,
225, 235, 237, 239, 249, 290, 293-297, 299-304,
274, 284, 285, 29 1 , 3 10, 306-308, 311, 315, 3 17-
325, 326, 328, 340, 3 50, 3 1 9, 323, 326, 330, 332-
35 1 , 356, 358 334, 343, 345 , 346, 35 1 ,
mütesellim(ler) 22, 29, 78, 79, 352, 354, 3 5 6 , 364, 365,
83, 97, 1 9 5 , 282 370, 376, 383-385; Nazırlığı
8 3 , 85, 1 2 3 ; Nezareti 20,
Nakşibendi 235, 300 2 1 , 97; nizamnameleri 1 69 ,
Napolfon 1 3 , 30, 1 1 5 , 1 19 , 1 2 1 , 352; Ocağı 77, 270; Süvari
1 2 5 , 127, 129, 1 5 1 , 1 54, Ortası 8 5
1 74, 177, 1 8 1 , 224, 253, nizamname(ler) 34, 65, 7 0 , 71,
261 , 268, 284, 287, 3 5 1 73, 76, 80, 96, 1 04, 108,
navlun 49 1 1 1 - 1 1 3, 127, 1 39, 146,
Necib Efendi (Mısır Kapı 147, 1 52, 203, 204, 226,
Kethüdası) 338-343 2 3 1 , 280, 292, 3 0 1 , 333,
nefir-i anım 1 , 1 5 8 , 1 6 1 , 1 80, 352
1 8 3, 1 86, 190, 337 Numan Ağa (Topçubaşı) 339,
nezaret 69, 70, 72, 8 3 , 1 1 0, 1 1 6, 34 1
140, 144, 1 52 , 1 60, 278,
297 odabaşı 60, 2 1 8
Niğde 87 ondalık ağnam 227
Niş 39 ordugah 175, 177- 1 8 3, 1 8 5 , 186,
Nizam-ı Cedld x, xi, xv, 2, 6, 8, 189, 190, 193, 1 94, 340
16, 1 9 - 2 1 , 23, 3 1 , 37, 39- Orsova 1 19
44, 47-50, 6 1 , 62, 64-66, Osman Ağa (Tatar) 3 1 6
67, 70, 7 1 , 74-94, 97-99, Osman Paşa ( Pazvantoğlu) 53,
1 0 1 - 1 04, 1 06, 108-1 14, 1 1 8, 207, 208, 2 1 0-212,
1 1 7- 1 19 , 121, 122, 125, 265, 269
Osmanlı İmparatorluğu ı, ııı, ıv, Polonya 1 19
ix, x, 28, 3 3 , 83, 94, 107, Prusya 5 , 1 36, 349
1 09, 1 1 0, 1 16, 1 20, 128,
129, 1 3 1 , 1 36, 1 37, 142, Raif Efendi (Boğaz kaleleri Nazırı)
144, 1 4 5 , 148, 1 5 1 , 1 54- 296
1 56, 1 66, 201 , 203, 205, Raik Efendi 142
206, 2 1 3 , 2 1 6 , 239, 249, Ramallah 206
259, 262-264, 272, 288, Rami Kışlası 349
307, 3 1 5 , 324, 328, 3 3 1 , Ramiz Paşa 52, 53, 300
367, 368 , 371 , 374- 378, Raşid Efendi (Başyazıcı) 339
380, 38 1 , 385 Ratib Efendi 1 3 7
Osmanlı tarihi 304, 325 Raymond, John 1 1 8
Osmanlı-Avusturya Harbi 1 1 9 Reisülküttablık 1 23 , 340
O s m a n l ı - Av u s t u r y a - R u s y a Rodoscuk 40
Savaşları 1 3 Roma 1 3
O s m a nl ı - Ro m a nov- H a b s b u r g ruh-ı alem mesabesi 1
mücadelesi 44 Rum 44, 120, 2 1 2 , 3 1 5 , 326;
Osmanlı-Rus Harbi 24, 1 1 8 , 1 6 1 , İsyanı 62, 1 20, 1 7 1 , 3 32,
1 67, 245, 248 333
Osmanlı-Rusya-Habsburg Savaşı Rumeli 6, 1 5 , 1 8 , 19, 23, 2 5 , 27,
71 30, 32, 33, 36-44, 46, 49,
50, 52- 54, 75, 79-84, 89,
Ömer Ağa ( Levent Çiftliği 9 1 , 92, 1 1 0, 144, 146, 1 59-
Kethüdası) 86 1 63 , 171, 1 73, 1 80, 1 87,
Ömer Hulusi Efendi (Kadı) 1 1 9 1 , 193, 194, 209, 22 1 ,
262, 269-271 , 273, 28 1 ,
pamuk 206, 2 1 6, 22 1 , 224 29 1 , 293, 296, 376, 382,
parlement 5 384; ayanı 6, 38, 39, 4 1 ,
patente 33 270, 271; Beylerbeyliği 37;
Patrikhane 254, 3 1 3 kavakları 29 1 ; valileri 79, 80
peksimet 228, 256 Rusçuk Ayanı 42
pırpıriler 289, 290, 29 1 , 292, Rusçuk Yaranı 300
297 Rusya 5 , 7, 33, 60, 128, 1 34,
piyade(ler) 5, 1 3 , 22, 27, 40, 56, 1 36, 143, 148, 1 5 3 , 200-
66, 86, 1 9 1 202, 239, 284, 286, 287,
piyade kapıkulu 1 4 296, 3 1 9, 328
piyade talimi 61
nlz-ı hızır 20, 22 2 1 7, 2 19, 220, 223, 225,
rı'.i.z-ı kasım 20, 22 226, 229-232, 234, 236-
239, 242, 244-250, 252-
sadrazam 30, 50, 52, 73, 1 70, 254, 257, 261, 263-272,
1 90, 193, 274, 278, 306, 276-292, 296-303, 307,
308, 3 12 , 338-340, 352; ça­ 309, 312, 3 1 7 , 3 19, 320,
dırı 178; ordugahı 195 324-326, 328 -333, 343,
sadr-ı Rum 340 348, 354, 363- 366, 367,
Said Efendi (Tersane Emini) 339 373 , 385
Sancak-ı şerif 1 , 168, 244, 337, Sened-i İttifak 241 , 306, 307
340, 341 Seydişehir 87, 2 3 3
Se bastiani (Fransız B üyükelçi) Sırbistan 4 1 , 43
287 Sırp 33, 39, 40; İsyanı 39, 40, 80
sekban(lar) 8, 16, 22, 27, 29, silahdar 158, 3 5 3
3 1 -3 5 , 45-5 1 , 53, 54, 79, Silivri 38, 4 3 , 8 0 , 8 1 , 285
82, 90, 145, 1 6 1 , 1 7 1 , 1 8 5 , sipahi 5 , 14-16, 20-22
1 87, 1 90, 1 9 1 , 1 9 3 , 194, Sivas 344
2 1 1 , 2 1 3 , 2 14, 241 , 242, Sofya 37, 40
255, 256, 264, 283, 308, St. Petersburg 2 0 1
309, 327; subay 2 0 , 3 1 , 45, 49, 56, 5 7 , 66,
Sekban-ı Cedid 7, 48-50, 52, 5 3 , 69, 83, 1 1 8 , 149, 1 5 5, 1 80,
64, 76, 83, 127, 241 , 274, 226, 252, 282, 297, 3 1 6,
282, 306, 3 1 0, 3 5 1 ; Ocağı 3 1 8 , 349, 350, 3 5 1
48, 49, 76 Sultan Ahmet Meydanı 337, 338
Selanik 140; baruthaneleri 1 4 1 Suriçi 291
Selim Sırrı Paşa ( Benderli) 3 3 9 Süleyman ( Gümülcine Ayanı
Selim, III. xi, 6, 1 1 , 1 3 , ı s , 16, Tokatçıklı ) 38
18, 19, 23, 3 5 , 37, 42-44, Süleyman (Kanuni Sultan) 63,
49, 5 1 , 5 5 , 59-63, 66, 70, 330
7 1 , 73-77, 80-84, 86, 88, Süleyman (Yılıkoğlu) 38
90, 94-98, 103, 1 06, 108- Süleyman Ağa 49
1 14, 1 1 6, 120-123, 126- Süleyman Paşa 1 1 8
1 32, 1 34 - 1 37, 1 40 - 1 52, Süleyman Paşa ( Bozok Ayanı
1 59, 1 62, 1 66 - 1 69, 178, Çapanoğlu) 93
180, 1 82 , 185, 1 90, 195, Süleyman Paşa ( Çapanoğlu) 83,
20 1 , 203-206, 209, 214- 85, 87, 270
Süleyman Paşa ( İ brail Muhafızı) 2 Tekirdağ 40, 43, 271
Süleymaniye 3 1 3 Tekke-i Tir 86
süvari 1 3 , 20, 2 1 , 39, 40, 56, 66, Temeşvar ll 9
1 36, 1 79, 1 9 1 ; deliller 27; Tercüme Odası 120
talimi 2 1 Tersane 50, 52, 239, 3 1 6, 340
Tersane Hazinesi 224
Şam 205 , 344 Tersane Nizamı 82
Şanizade 27, 53 tevzi 22, 1 70
Şerif Efendi 1 4 1 tezkere 29, 3 5 , 290
Şeyhülislam 5 3 , 280, 3 3 9 , 340, Tıbbiye 123
349; -lık 271 tımar 14- 16, 1 8 -2 1 , 36, 73, 74,
Şile Ayanı 9 1 60, 220, 22 1 , 273, 290,
3 5 3 ; kanunnameleri 1 5 , 19,
ubur 86, 1 03 , 1 06, 1 07 21; -lı sipahiler 13, 19-2 1 ,
tağşiş 228, 245, 293 86, 1 5 8
Tahir Efendi (Şeyhülislam) 339 Tokat 3 , 344
Tahmis Emaneti 225 topçu(lar ) 39, 43, 56, 66, 7 1 -73,
Tahtakale 3 3 8 76, 146, 1 52, 1 58 , 163, 165,
talim 4, 8 , 2 1 , 45, 49 - 5 1 , 5 3 , 59- 191, 194, 2 5 5 , 273, 277,
6 1 , 63-66, 70-74, 86, 87, 3 1 6, 338, 3 39, 352
96, 98, 99, 103- 107, l l l , Tophane 1 37, 1 39, 140, 1 52,
l l 8, l l9, 1 32, 1 3 5 , 143, 29 1 , 302
147- 149, 1 5 5, 233, 295, Tophane-i Amire 1 33, 1 37, 1 39
32 1 , 3 30, 338, 339, 342, Topkapı 14, 6 1 ; Sarayı 220, 287,
349 - 3 52; -hane 72; -li 4 1 ; 302, 3 39
name 72, 9 6 , 104 Tosya 1 , 2, 7, 9
talim subayları 47 Trakya 8 1
Talimli Asker Nazırlığı 86, 278 Tuna 40
tarihyazımı 3, 1 79, 203, 259 Tunus 2 1 6
tayinat 9, 30-32, 53, 8 1 , 1 8 3 , tüfengcibaşı 27, 60
1 84, 1 87, 1 88, 2 0 5 , 2 1 8 , tütün 1 82, 224
234, 242, 2 5 2 , 254, 256,
3 39, 345 ulema 1 , 6, 7, 43, 5 3 , 1 06, 232,
Tayinat 1 66 235, 242, 249, 258, 259,
Tayyar Paşa 269 276, 299-304, 308, 309,
3 1 7, 326, 332-336, 341 ,
345 , 346, 348, 349, 354, 5 1 , 165, 249, 275, 3 32;
356 kanunnameleri 1 5 , 35, 2 14
ulufe 20, 1 87, 2 1 8 , 242, 244,
253, 2 5 5 , 293 Wilhelm, 1. Friedrich 349
ulufeciyan 3 5 3
ulufeli 33 yabancı (askeri) uzman 47, 1 1 8,
Umur-ı Cihadiyye Nezareti 241 121, 123, 125, 1 27 - 1 3 3 ,
Unkapanı 29 1 , 338 1 3 7 , 140- 142, 1 52, 153,
Uzunçarşılı, İsmail Hakkı 22 253
Uzunköprü 43 yağma 79, 168, 1 80, 1 87- 1 89,
224, 237, 3 10, 312; -a 1 78
üniforma 8 1 , 93, 94, 96, 147, yamak(lar) 74, 209, 295, 296,
193, 233, 28 1 , 294, 344, . 302, 307
349, 350 Yedikule 3 1 3
üsküdar 8, 9, 39, 50, 8 1 , 82, 95, yeniçeri(ler) 1 -4, 6-8, 1 0 , 14, 1 8 ,
269 , 29 1 , 343; kışlaları 82, 20, 2 1 , 40, 4 1 , 44, 4 5 , 50-
94, 99; Ocağı 2, 20, 78-80, 54, 59-62, 64, 65, 67, 70,
82, 87 77, 8 1 -83, 9 1 , 103, 1 04,
107, 1 1 7, 1 1 8 , 147, 1 5 3 ,
Vaka-i Hayriyye 3 1 5 1 6 5 , 1 6 8 , 1 76, 1 80, 1 84-
vali 1 5 , 3 3 - 3 5 , 80, 1 5 7, 195, 186, 1 9 1 , 1 92, 209, 2 12,
2 1 3, 2 1 4, 265, 267, 274, 218, 219, 225 -229, 232,
275, 322 234, 240, 243, 244, 265 ,
valide kethüdası 9, 254 269-271 , 282-284, 287,
Vauban 120 292, 293, 297-299, 305,
Vehhibi İsyanı 284, 285 306, 308, 3 1 0- 3 1 3 , 315,
Vehhabiler 285 317, 3 1 9 - 32 1 , 323-326,
vezir(ler) 14, 15, 22, 24, 31, 36, 330, 335-342, 344, 346,
47, 48, 8 3 , 1 57, 256, 260, 347, 349, 352, 354, 357;
263 ağası 2, 64, 207, 292, 339;
Vidin 1 19, 208, 2 1 0 , 2 1 2 ; Kalesi Ocağı 9, 18, 59, 65 -67, 1 06,
207 147, 158, 1 65, 1 8 5 , 1 90,
Viyana 33 2 1 8 , 242, 273, 29 1 , 300,
Vize 43 302, 305, 3 14, 3 17, 3 2 1 ,
voyvoda(lık) 3 , 222, 264 368, 372, 373
vüzera 1, 14, 1 5 , 27, 47,
yeniçeriliğin ilgası 3, 3 5 , 1 3 1 ,
1 32, 147, 3 1 7, 344, 348 ,
349, 356
Yozgat 1 1 8
Yusuf Paşa (Sadrazam) 86, 1 0 3 ,
313

Zahire 3 1 , 2 3 9 ; Hazinesi 220,


227
zeamet 14, 160, 220, 22 1 , 273;
mültezimleri 290
zecriye 2 14, 22 1 , 224, 225, 252,
253; mukataaları 221
Zeynel Abidin Bey 341
Ziştovi Anlaşması 1 19

You might also like