Download as docx, pdf, or txt
Download as docx, pdf, or txt
You are on page 1of 3

Ayrı Dünyalar

Yürüyordu… Sadece yürüyordu. Kar tanelerinin dans eder gibi rüzgâra ayak uyduruşunu seyrediyor,
kulaklığından çıkıp beyninde yankılanan müziğin etkisiyle hiçbiri birbirinin aynısı olmayan o
kristallere farklı anlamlar yüklüyordu. Birden sanki rüyadan uyanmışçasına etrafındaki insanlara
bakmaya başladı. İnsanlar da aslında bu kar taneleri gibi değil miydi? Herkes kendini hayatın akışına
bırakmış, kader kendisini nereye sürüklerse oraya gidiyordu. Ama arada bir fark vardı: O kendini
rüzgâra bırakmış bembeyaz kar taneleri istisnasız saflık timsaliyken insanoğlu belirsiz bir varlıktı. Bir
tarafına baktığında bastonuna dayanmış kim bilir hangi hülyalarla geçmişini yaşayan bir dede, başka
bir tarafta yüzünde erken büyümüş masum bir ifade ve soğuktan kızarmış titreyen parmaklarıyla
melodika çalan ufak bir kız, bir diğer tarafta yüzünden kendini beğenmişlik akan soğuk bir surat ve
başka bir tarafta da kim bilir nereye yetişmek isteyen aceleci bir genç… Herkes kendini aynı hayatın
akışına bırakmıştı fakat hiç kimse birbirinin aynısı değildi. Böylece düşüncelere dalmış ilerlerken
kendisine seslenen bir sesle irkilerek kendine geldi:
-Furkan! Buradayız.
Az ileride sağdaki bir kitapçı dükkanından kendisine seslenen arkadaşı Cemal’e bakarken yüzüne bir
gülümseme yayıldı ve cevap verdi:
-Tamam gir içeri geliyorum.
Sanki az önce dalgın bir şekilde yürüyen kişi kendisi değildi. Kulaklığını çıkartırken dükkâna girdi,
önce duraksayıp içeriye hâkim olan kitaplara has kokuyu derince içine çekti, sonra da arkadaşları
Cemal ve Salih’e selam verdi:
-Nasılsınız beyler?
-Şükür iyiyiz, sen?
-Heyecanlı. Geldi mi?
Arkadaşları muzipçe gülümseyerek birbirlerine baktılar ve Salih arkalarındaki vitrinden bir paket alıp
esrarengiz bir havayla Furkan’a uzattı. Furkan sanki heyecanını içine gömmek istermişçesine bir
tavırla paketi açtı ve bir süre elindeki kitaba bir çocuğun gözleriyle öylece baktı. Sonra sayfalarını
okşarcasına çevirmeye başladı. Arkadaşları bölmeseydi belki de bu her şeyi unutmuş hali uzun müddet
devam edecekti:
-Hayırdır gece kuşu, Daldın gittin yine?
Mahcup bir gülümseme yerleşti yüzüne ve cevapladı:
-Kusura bakmayın beyler, çok teşekkür ederim uzun zamandır istediğim bir kitaptı.
Dedikten sonra gözünü kaçırıp sıkılgan bir tavır aldı. Cemal kısa bir süre gülümseyerek arkadaşını
süzüp: “Git hadi fazla bile kaldın.” dedi. Furkan rahatlamış bir ifadeyle cevap verdi:
-Bana müsaade o zaman. Hadi eyvallah.
Ve dükkândan çıktı. Kar biraz daha hızlanmıştı. Kitabı yine bir çocuk şefkatiyle montunun iç cebine
koydu. Kulaklıklarını tekrar taktı ve geldiği yolu takip ederek yürümeye başladı. Tekrar yalnız başına
yürürkenki dalgın haline büründü. Cebindeki kitap aslında sadece dünya klasiklerinden bir romandı.
Peki onu böylesine büyüleyen şey neydi? Çocukluğu geldi aklına. Kitapla ilk tanıştığı zamanlar pek
sevmemişti okumayı. Çevresi okuması için baskı yapıyordu ama içinden gelmiyordu bir kere. Tek
yaptığı harflerde anlamsızca göz gezdirmekti. Böyle sürüp giderken eline bir roman geçmişti ve roman
ona farklı gelmişti. İçindeki kahraman onun istediği hayata sahipti ve kitabı derinden gelen bir istekle
okuyunca sanki kitabın kahramanı kendisiymiş gibi oluyordu. Çevresiyle bağlantısı kopuyor, kitabı
zihninde yaşıyordu. Sonra bütün kitapları bu şekilde okumaya başladı. Artık tecrübesi sadece kendi
küçük hayatı değildi. Okuduğu her kitabın kahramanlarının başlarına gelen her şey, yaşadıkları her
duyguyu sanki kendisi yaşıyordu ve her kitapta biraz daha büyüyordu. Sadece kendisine ait olan farklı
bir dünyası vardı kitaplarda.
Böyle düşüncelerle ilerlerken tekrar o melodika çalan ufak kızı gördü. Hala yerinde melodika çalıp
para kazanmaya çalışıyordu. Bu sefer durup kızı seyretmeye başladı. Kız belki de iyi çalamıyordu
melodikayı ama onun dünyasında olan şey buydu. Kim bilir, belki daha neler vardı dünyasında. Kızın
masum ifadesini bir kere daha süzdü. Sonra gözleri yine o kızarmış ve titrek parmaklara kaydı. Eli
cebine gitti ve ne kadar olduğuna bile bakmadan kızın önündeki çantaya usulca bir kâğıt para koydu.
Kızın yüzündeki o tebessüm ve gözlerindeki minnet ruhuna işlemişti. Bir müddet daha kızı seyretti ve
dönüp yoluna devam etti.
Evinin önüne geldiğinde sanki ona nispet yaparcasına durmuştu kar. Gökyüzüne bakarak gülümsedi
ve kilidi açtı. Kapıyı ittiğinde dışarıdan daha sıcak fakat yalnız bir hava çarptı yüzüne. Derin bir iç
çekip içeri girdi, üstünü çıkardı ve bir bardak su içip odasına gitti. Kulaklığını çıkarttı, telefonunu
sessize alıp sehpaya koydu. Montunun cebinden kitabı alıp geri geldi ve sırtüstü yatağına uzandı. Az
sonra gireceği dünyanın kapısına bakarken yüzüne tekrar o çocukça neşeli ifade oturdu, yan döndü ve
kitabın kapağını açıp ilk sayfayı okumaya başladı.
Karanlıktan harfleri seçemez hale gelince bıraktı kitabı. Sırt üstü dönüp hiçliğe sabitlenmiş gözlerle
tavana baktı öylece. Her zaman olduğu gibi kitap onu sarmalayıp tesiri altına almıştı. Sanki onu
kitaptan söküp alan karanlığa isyan edercesine kitabı zihninde tekrar okuyordu. Birden acıktığını
hissetti. Doğrulup ayağa kalktı, telefonunu alıp kulaklığını taktı ve montunu giyip kendini dışarıya attı.
Soğuk hava yüzüne çarpınca ürperdi ve tekrar yağmaya başlamış olan kara baktı. Biraz farklı geldi ona
kar. Karanlıkta daha bir başka görünüyordu süzülen taneler. Bu sefer hüznü temsil ediyorlardı. Güneş
yüzünü gösterince eriyeceklerini biliyor gibiydiler. Düşerken sessiz bir şekilde veda ediyorlardı
birbirlerine. Düşünceli bir şekilde yürümeye başladı.
Evine fazla uzak olmayan bir köfteciye gelmişti. Köfte ekmek ve çay sipariş edip cam kenarında bir
masaya oturdu ve montunu çıkarıp camdan dışarıyı seyretmeye başladı. Çaresizce karanlığı yararak
ilerlemeye çalışan kar taneleri cama konup yok oluyorlardı. Gözü birden karşı parktaki kartopu
oynayan çocuklara takıldı. Birbirlerini vurdukça gülüşüyorlardı. Öylesine eğleniyorlardı ki ellerindeki
kar bile hüznünü unutup onların neşesine katılıyordu sanki. Kendi çocukluğu geldi aklına. Kış geceleri
mahalledeki çocuklar büyükleriyle beraber sokaklara dökülüp oynarlardı. Kimi gruplar kardan adam
yapar; kimileri koşar, üşütmeye aldırış etmeden yatıp yuvarlanır; kimileri ise aynı şu çocuklar gibi
kartopu savaşı yapardı. Kendi dâhil olduğu grup kartopu savaşı yapanlar olurdu genelde. Birisini
vurunca kartopunun vurduğu çocuğun üstünde parçalanışını görmek hoşuna giderdi. Arkasına yaslanıp
göz kapaklarını hafif kıstı ve yüzüne belli belirsiz bir gülümseme yerleştirdi. Garson önüne koyduğu
kâğıda sarılı ekmek ve dumanı tüten çayla kesti bu halini. Toparlanıp karnını doyurmaya başladı
Yemeğini bitirince karşı parktaki çocuklara son bir bakış attı, montunu giydi ve hesabı ödeyip çıktı.
Eve dönmeden önce biraz dolaşmak istiyordu canı. Ama aklında gidecek hiçbir yer yoktu. Çevresine
biraz bakındı ve en ıssız olacağını düşündüğü yere doğru yürümeye başladı. Kar bayağı birikmişti.
Ayağını bastığı zaman ezilen karın hışırtısını duymak için kulaklığının tekini çıkardı. Severdi o
hışırtıyı. Sanki karşısına hiçbir şey çıkamazmış gibi garip bir güven duyardı kendisine. Bilek hizasını
geçen kar, ayağını her yere gömdüğünde botlarından içeri girip çoraplarını ıslatıyordu. Uzun süre
giyilmekten yıpranmış botları zaten ıslaktı. Ama o bunları umursamadan yürümeye devam ediyordu.
Kaldırımda öylece yürürken adımını attığında bir elektrik direğinin dibinde, karın altında ıslak toprağı
hissetti ve ayaklarından yukarı doğru kıvrılarak çıkan bir acı duydu. Daha neye uğradığını
anlayamadan yere kapaklandı. Bilinci yarı yerindeydi ve giderek artan acının sebebini anlamasa bile
ensesinde ölümün nefesini hissediyordu. Gözlerinde üzerine silah doğrultulmuş masum bir çocuğun
gözlerindekine benzeyen tarifsiz bir korku vardı. Zihni kabul etmiyordu ölümü. Daha yıllardır
görmediği ve hasretini yüreğinde yaşadığı aylardır görmediği ailesini görecekti. Arkadaşlarıyla ne
anılar koyacaktı ortaya. Kaç tane kitabın kahramanıyla özdeşleştirecekti kendisini. Belki bir yuva
kuracaktı. Acı giderek arttıkça bilinci de giderek kapanıyordu. Sessiz bir çığlıkla “Anne” diye bağırdı.
Sadece kendi zihninde yankılanan bir çığlık. Ardından o yuvasından fırlamışçasına açılmış korku dolu
ve hüzünlü gözler sabit bakışlarla meçhule kilitlendi. Kar yağışı bir fırtınaya dönmüştü. Gök, ölüme
isyan eden çığlıklar atıyor, her bir kar tanesi onu kurtarmak istercesine üzerine düşüyordu. Rüzgâr
ıslığında ağıtlar yakıyor, bir baykuş hüzünlü sesiyle rüzgâra eşlik ediyordu. Sanki Dünya ölümü
kovmaya çalışıyordu. Ama nafile. Soğuk, yalnız ve acımasız ölüm onu kucağına almıştı.
Sabaha doğru fırtına dinmişti. Önceki günün sabahı bir elektrik kaçağıyla ilgilenen işçiler kar yağışı
dolayısıyla alelacele kapatıp gittikleri çukura geldiklerinde sonuna kadar açılmış suçlu, korku dolu
gözler; titreyen bacaklar ve büyük bir hızla atan kalplerle öylece kalakaldılar. Esip gürlemeye takati
kalmamış rüzgâr, sanki son gücüyle hafif tokatlar atıyor. Uçuşan kargalar onlara bağırıyordu.
Gördükleri şey: Ruhu artık bu dünyaya ait olmayan yanıklarla dolu bir cesetti sadece.

You might also like