Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 13

Yıl: 4, Sayı: 12, Ağustos 2017, s.

311-323

Aysun DURSUN1

SÖZLÜ KÜLTÜRÜN YAZILI KÜLTÜRE ETKİSİ: “TOPRAK”I


EKMEK2
Özet
Tarihsel, toplumsal gelişme süreci içinde yaratılan maddi ve manevi
değerler ile bunları yaratmada, sonraki nesillere iletmede kullanılan, insanın doğal
ve toplumsal çevresine egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçların bütünü, hars,
ekin, genel bir ifadeyle insanların doğada bıraktıkları iz olarak
değerlendirilebilecek kültür, geçmişten gelen deneyim ve birikimlerin gelecek
kuşaklara aktarılmasında etkin bir rol oynar.
Sözlü kültür, birincil sözlü kültür ve ikincil sözlü kültür olmak üzere ikiye
ayrılır. Birincil sözlü kültür dönemi insanlarının yazı gibi bir teknolojiye sahip
olmamaları, bilgi ve deneyimlerini bir sonraki kuşağa sözlü kültür ürünleri yoluyla
aktarmalarını gerektirmiştir. Bu süreçte toplum, kolektif bilince hitap eden ürünleri
akılda tutma ve aktarma yolunu tercih etmiştir. Yazılı kültüre geçildiğinde
toplumların bakış açısı aynı kalarak metinlerde toplumları bir arada tutan kültürel
kodların yer alması söz konusu metinlerin benimsenişini ve kabullenilişini
kolaylaştırmıştır.
Günümüz Türk romancılığının önemli temsilcilerinden biri olan Buket
Uzuner, Uyumsuz Defne Kaman‟ın Maceraları- Su ve Toprak olarak yayımladığı,
Hava ve Ateş adlarıyla bir dörtleme olarak kaleme almayı planladığı romanlarında
kadim kamlık geleneği başta olmak üzere Türk kültürüne ait pek çok unsura yer
vermiştir. Bu çalışmada sözlü kültürün yazılı kültüre etkisi bağlamında söz konusu
roman dizisinin ikincisi olan Toprak adlı eserin gelenekten beslenen ve geleceğe
taşınmasına zemin hazırlayan sözlü kültür unsurları ve bu unsurların romandaki
işlevleri tespit edilecektir.

1
Yrd.Doç.Dr., Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Edebiyat Fakültesi., aysundursun@gmail.com
2
Bu çalışma Alanya Alaaddin Keykubat Üniversitesi ev sahipliğinde düzenlenen II. Uluslararası Sosyal
Bilimler Sempozyumu‟nda sunulmuştur.
Sözlü Kültürün Yazılı Kültüre Etkisi: “Toprak”I Ekmek

Anahtar kelimeler: Buket Uzuner, Toprak, sözlü kültür, yazılı kültür,


roman.
THE INFLUENCE OF ORAL CULTURE ON WRITTEN CULTURE:
CULTIVATE THE EARTH
Abstract
The culture, which is considered as the material and spiritual values created
in the historical and social development process; as the whole of the tools which is
used to create and transmit them to the next generations, and which shows the
extent of the sovereignty of the human being on his natural and social environment;
and as „hars‟, crop and as the trace of human being in the nature, in more broader
sense, plays an active role in transferring past experiences and knowledge to future
generations.
Walter J. Ong, oral culture is divided into two parts: primary oral culture
and secondary oral culture. The primary oral culture period required people to
transmit their knowledge and experiences through oral cultural products due to the
fact that they did not have a technology like writing. In this period, society opted
for keeping the products appealing to collective consciousness in mind and
conveying to the society. When the written culture is adopted, while maintaining
the viewpoint of societies, the inclusion of cultural codes that hold societies
together in texts facilitated the adoption and acceptance of such texts.
Buket Uzuner, one of the most prominent representatives of contemporary 312
Turkish novelists, has included many elements of Turkish culture, especially
archaic shaman tradition, in her novels, which were published with the names “The
adventures of Defne Kaman the Incompatible – Water and Earth”, and in those
which are planned to be received as a quartet with the names Air and Fire. In this
study, the elements of oral culture within the second book of the quartet, namely
Earth, which are fed from the tradition and set the ground for transmitting them to
future, will be examined, and the functions of these elements in the novel will be
determined within the context of the influence of oral culture on written culture.
Keywords: Buket Uzuner, Earth, oral culture, written culture, novel.
GİRİŞ
Kültür, geçmişten gelen deneyim ve birikimlerin gelecek kuşaklara aktarılmasını
sağlayan maddi manevi değerler bütünü, insanın doğada bıraktığı izdir. Bireyleri birbirine
toplumsal açıdan bağlayan, kişiler arasındaki uyumu sağlayan kültür kurumlarıdır. Duygu
birliği, uyum, dayanışma, ortak vicdan ve bir millete ait kurumların tamamı o toplumun
kültürünü oluşturur. Bir milletin felsefesi, etik ve estetik değerleri kendine özgüdür, başka
milletlerden alınamaz (Ziya Gökalp 2007: 7, 11-12).
Walter J. Ong‟a göre sözlü kültür, birincil sözlü kültür ve ikincil sözlü kültür olmak üzere
ikiye ayrılır. Sözlü sadece konuşarak, ağızla dile getirilen söylem, sözel ise sözle, kelimeyle
ifade edilen her çeşit bilgi, açıklama vb. birim veya dizisidir. Sözel hem sözlü hem de yazılı
anlatımı içerir. Sözlü ise kelimeyle ifade edilen ama hiçbir zaman yazıya veya konuşmadan
başka söz teknolojisine girmeyen anlatımdır. Günümüz teknolojisiyle yaşantımıza giren

SOBİDER
Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 4, Sayı: 12, Ağustos 2017, s. 311-323
Aysun Dursun

elektronik araçların sözlü nitelikleri, üretimi ve işlevi önce yazı ve metinden çıkıp sonra
konuşma diline dönüştüğü için ikincil sözlü kültürü oluşturur (Ong 2007: 5, 23-24). Sözlü kültür
ortamının bir sonraki aşaması yazılı kültür ortamıdır. Yazılı kültür ortamında, söz konusu
ürünler kısmen yazıya aktarılarak zamana bağlanmış ve bir yandan da sözlü gelenekte varlığını
sürdürmüştür (Ersoy 2004: 86).
Toplum tarafından benimsenen ve süreklilik gösteren gelenek, milletlerin, tarih
sahnesinde görülmelerinden bu yana varlıklarını, bütünlüklerini ve farklılıklarını koruyan,
ihtiyaçları her anlamda karşılayan düzenlerin her birini temsil eder. Bu geleneklerin her biri o
milletin kültürüne ait birer yapı taşıdır. İnsanlar, yaşam için gerekli olan bilgi ve deneyimlerini
sözlü kültür ortamı aracılığıyla gelecek nesillere aktarmış ve kendi yaşamı süresince de bu
kültür ortamından faydalanmıştır. Sözlü kültür ortamı, yazılı kültür ortamı sonrası yaşadığı her
çeşit dönüşüme rağmen varlığını sürdürmektedir. Genel olarak yazılı kültür ortamı
geleneklerinin, zaman içinde, sözlü kültür ortamı geleneklerini azalttığı veya tamamen yok
etmeğe başladığı düşünülmesine rağmen bu ortamların her ikisi de yaşamın akışı içinde kendine
bir yer bularak birbirlerinin tecrübelerinden yararlanmaktadırlar. Gelenekler, yapı bakımından
donuk, statik, ortaya çıktıkları andan itibaren kendini tekrarlayan kalıplar değildir. Onlar, ait
oldukları milletin ihtiyaçlarına uygun biçimde değişen, gelişen, ortadan kalkan veya
parçalanarak yeni geleneklerin doğmasını sağlayan dinamik bir yapıya sahiptirler. Çağımızda
gelenekten her ortamda yararlanılabilir (Yıldırım 1989: 6-7). Bu açıdan değerlendirildiğinde
sözlü kaynaklar da sözlü kültür ortamında biçim ve içerik kazanmış, ancak zamanla geçişlerini
yapmış ve sürekliliklerini koruyucu kurumlaşmalara gitmişlerdir (Yıldırım 1998: 95).
Elektronik araçlar, basılı kitapları yok etmemiş, aksine kitap sayısını arttırmıştır. Böylece yeni
araç, eski olanın konumunu hem pekiştirmiş, hem değiştirmiştir (Ong 2007: 160). 313
Sözlü kültürde öğrenmek, bilmek, bilinenle bilen arasında yakın, duygudaş ve ortaklaşa
bir özdeşleşmeye ulaşmak demektir. Toplumun tepkisi ve ruhunu yansıtan kalıpların
kullanılması önemlidir. Sözlü kültürde soyları anlatan ozan, belleğinde yer alan her şeyi değil,
dinleyicinin bilmek istediği geçmişi anlatır. Yazılı kültür ürünlerinin jest ve mimikleri de
yazarın üslubuyla şekillenir. Sözlü kültürden beslenen yazarın eserini özgün kılan, yaratılan
yeni malzemede değil, geleneksel malzemeleri her an ayrı bir ortama uydurabilmek ve
okuyucuyu derinden etkilemektir. Bu yüzden okur veya yazar sözlü kültüre bağlı unsurları bu
metinlerin içinde görmek ve bir bağ kurmak ister. Kahramanın anısının iyice yer etmesi için
kahramanlar tipik özellikler gösterirler (Ong 2007: 62, 65, 78, 88).
Pek çok okur/dinleyici/izleyici bir sanat eseri veya kurmaca karakterle karşılaştığında bu
eserlerle bir bağ kurarak özdeşleşme yaşar. Söz konusu eserlerin okur/dinleyici/izleyici
üzerindeki etkisi bu özdeşleşmeye bağlıdır (Tanç 2015: 412). Eserlerinde sözlü kültür
unsurlarını başarıyla kullanan Türk romancıları arasında önemli bir yere sahip olan Buket
Uzuner‟in, Toprak adlı eserinde Umay Otacı Bayülgen‟in ve Defne Kaman‟ın karakteristik
özellikleriyle isimleri anılmasa da varlıklarını hissettirdikleri görülmekte ve bu karakterlerin
tipik özelliklerini kadim kamlık geleneği etrafında kazandıklarından eser boyunca Defne‟nin ve
Umay Nine‟nin başkaları için tuhaf karşılanabilecek davranışları okuyucu tarafından merak
uyandıran bir maceraya yönlendiren işaret olarak olağan kabul edilmektedir.
Birincil sözlü kültürden ileri okuryazar ve elektronik bilgi işlem kültürüne süregelmiş en
yaygın sözel anlatım türü, sözlü kültür anlatılarıdır. Anlatıların çağın okuyucusuna hitap

SOBİDER
Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 4, Sayı:12, Ağustos 2017, s. 311-323
Sözlü Kültürün Yazılı Kültüre Etkisi: “Toprak”I Ekmek

edebilmesi ve etkileyebilmesi, en önemlisi okuyucunun zihnine girebilmesi için geleneği çok iyi
bilmek gerekir (Ong 2007: 164, 208).
Roman sanatında kişinin ağırlıklı bir yeri ve değeri vardır. Kişi, anlatıdaki eylem ve
anlatımın biçimlenmesinde rol oynayan temel elemandır. Romancıya düşen görev bu elemanı
anlatının özüne uygun olarak çizmek, biyolojik ve psikolojik yapı itibariyle ona sahihlik
kazandırmaktır. Kişi, anlatı dünyasında iğreti durmamalıdır. O, kendisine biçilen rol ve işlevi
yapısına, mizacına, ahlak ve felsefesine uygun olarak yerine getirmelidir (Tekin 2006: 98). Bu
özellikler dikkate alınarak çizilen roman karakterleri okuyucunun metinle kurduğu bağı
kuvvetlendirmektedir. Yazar, kültürel kökenlerimizde yer alan inanç sistemlerine bağlı olarak
halk arasında varlığını koruyan bazı inanışları yine halk arasında söylenegelen anlatılar
aracılığıyla okuyucuya ulaştırmıştır. Romandaki önemli karakterlerden biri olan Muhtar
Körağaoğlu‟nun soyadını açıkladığı efsane söz konusu örneklerden biridir.
Çağımızda gelenek ve değişimin farklı boyutlarda ele alınması ve değerlendirilmesi
gerekmektedir. Toplumsal bellekte varlığı sürdüren ve yine halkın muhayyilesindeki
özelliklerini ve felsefesini koruyarak günümüz ortamlarında yaşam bulan güçlü gelenekler,
değişime uğramasına rağmen özünü yitirmeden yeni ihtiyaçlara da cevap vermelidir (Ersoy
2004: 87-89).
Türkler için geçmiş yüzyıllarda yaşamını sürdürdüğü Kamlık, Animizim ve Totemizm
gibi inanç sistemlerinin ardılları çok çeşitli uygulamalar etrafında varlığını devam ettirmektedir.
Günümüz Türk romancılığının önemli temsilcilerinden biri olan Buket Uzuner, Uyumsuz Defne
Kaman‟ın Maceraları- Su ve Toprak olarak yayımladığı, Hava ve Ateş adlarıyla bir dörtleme
olarak kaleme almayı planladığı romanlarında kadim kamlık geleneği başta olmak üzere Türk 314
kültürüne ait pek çok unsura yer vermiştir. Yazar, eserinde bu bağı geyik motifi ve toprak kültü
başta olmak üzere pek çok örnekle güne başarıyla taşımıştır.
1. Romanın Konusu ve Kurgusu
1.1. Romanın Konusu
Eserde, Çorum‟da Hitit dönemine ait büyük bir tarihi eser hırsızlığını araştıran gazeteci
Defne Kaman ortadan kaybolur. Defne Kaman‟ın kaybolmasıyla en son görüldüğü antik Hitit
kalıntısı Yazılıkaya‟da bir geyiğin ortaya çıkması bir olur. Bu durumun yayılmaması ve
büyümeden Defne Kaman‟ın bulunabilmesi için şehrin idari amirleri ellerinden geleni yaparlar
ancak Defne‟nin ninesi Umay Otacı Bayülgen‟in Çorum‟a gelip, geyiğin başında nöbet
tutmasıyla bu durum bir efsane gibi kulaktan kulağa yayılır. Defne Kaman her yerde aranırken,
sosyal medyada birleşen gençler Çorum‟a doğru yola çıkarlar. Eserde ayrıca doğanın ve
ekolojik dengenin korunması gerekliliği de verilmektedir. Macera dolu bir hikâye, anlatının
akışı içinde sürdürülürken kadim kamlık geleneğinin izleri bizzat Defne‟nin şahsında ve
kayboluşunda anlatılmaktadır. Eserin sonunda Defne Kaman bulunur.
1.2. Romanın Kurgusu
Romanda sözlü kültür geleneğinin bir gereği olarak merak en üst seviyede tutulmaktadır.
Bu dikkat polisiye bir olayla perçinlenerek okuyucunun ilgisi akıl yürütme ve sorunlara çözüm
üretme mantığıyla diri tutulmaktadır. Eser bir dörtleme olması itibariyle iç içe kurgu
tekniğinden yararlanırken olayları canlı bir şekilde okuyucuya sunabilmek adına eş zamanlı
kurgu da kullanılmıştır.

SOBİDER
Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 4, Sayı: 12, Ağustos 2017, s. 311-323
Aysun Dursun

Romanın adının, eski Türk mitolojisi ve inanışlarında yer alan, yaşamın sürekliliğini
sağlayan dört unsurdan biri olan Toprak olarak seçilmesi eserin kurgusunun belirleyicisi
konumundadır. Ayrıca yazar Türk mitolojisinin toplum tarafından az bilindiğinden şikâyet
ederek bu konuda eserde okuyucuyu bilgilendiren açıklayıcı ve betimleyici anlatım teknikleri
kullanmıştır. Kendi kültürel değerlerini öncelemelerini salık veren söylemler yazar tarafından
kitabın birçok yerinde vurgulanmıştır (Uzuner 2015: 31). Roman karakterine “Aman müdür
bey, senin soyadın için araştırma yapmaya ne gerek var? Zaten soyadının hikâyesi pek meşhur
bir Anadolu efsanesine dayanır. Ama bilmiyorsun diye sana gönül de koymuyorum, çünkü
çoğunluk kendi öz destanlarından bihaberken, Yunan, Roma, Kızılderili, artık Allah ne verdiyse
sular seller gibi biliyor işte” (Uzuner 2015: 302) dedirterek bu hassasiyetini ortaya koymuştur.
Yazar, tarihi ve kültürel özellikleriyle ön plana çıkardığı Çorum şehri başta olmak üzere,
çeşitli müze, ören yerleri hakkında verdiği bilgiler ile yaptığı ayrıntılı tasvirler sayesinde
okuyucuda yöreye, geçmişe ait ilgi ve merak uyandırmaktadır. Bu unsurlar da yazarın özgün
üslûbuyla eserin kurgusunu kuvvetlendirmektedir.
2. Sözlü Kültür Unsurları
Bir milletin maddi ve manevi değerler bütünü olarak tanımlanan kültür kelimesi, Türkçe
sözlükte ekin kelimesiyle karşılanmaktadır (Türkçe Sözlük 2005: 1282). Buket Uzuner‟in
Toprak adlı eserinde kültürel unsurlar toprağa ekilen tohumlar gibi eserin her sayfasına adeta
ekilmiştir. Türk mitolojisinden insan, yöre ve şehir isimlendirmelerine, tasvirlerine ve
tanıtımlarına kadar hemen her konuda sözlü kültür unsurları kimi zaman “geyik” gibi bir hayvan
sembolizminde görüldüğü gibi kimi zaman da “Defne Kaman”, “Güneş Aytan”, “Muhtar
Körağaoğlu” gibi roman karakterlere verilen isimlere yansımıştır. 315
2.1. Adlandırma
Yerin, toprak üzerindeki toprak katmanı ve yeraltıyla kazandığı en önemli anlamlardan
biri onun sonsuz üretkenliği, doğurganlığıdır. Bu yönüyle pek çok kültür ve inanç sisteminde
toprak, “ana” olarak kabul edilir (Eliade 2014: 248). Hemen bütün kültürlerde „yeryüzü ana‟
kavramı güç, ruh ve doğurganlık kaynağı olarak görülür. Pek çok halkın inanışında doğrudan
toprağın üzerinde doğurmak âdeti yaygındır. Bu âdetin herkes tarafından kabul gören anlamı,
toprağın doğurgan olduğudur. Bazı bölgelerde çocukların „yerden geldiklerine‟ inanılmaktadır.
Bazılarında ise bir çocuğun evlat edinilebilmesi için yeniden doğması ve bu doğumun çocuğu
evlat edinen annenin doğumu canlandırmasıyla değil, çocuğun, içinde koruyucu tanrıça
„yeryüzü ana‟nın olduğuna inandıkları bir çukura koyulması ve gerçek annesi varsayılan
toprağın bağrından çıkarılarak kabul edilmesi şeklindedir (Eliade 2014: 250-251). Eser boyunca
çeşitli roman karakterleri aracılığıyla „toprak‟ın analık vasfı kuşaktan kuşağa aktarılmıştır.
Umay Otacı Bayülgen, kızı Ayten, Ayten‟in kızlarından biri ve Ayperi‟nin annesi Aysu,
Ayten‟in diğer kızı Defne, Kemal Yörüklü‟nün genç yaşta kaybettiği karısı, aynı zamanda
Karaca‟nın annesi Ceylan, Akın Kaman‟ın ikinci evliliğini yaptığı Aydan ve Aydoğan isimli
otistik oğulları olan Gülistan, annesi doğumda ölen Yaşar, Muhtar Körağaoğlu‟nun karısı ve
roman kurgusu içinde henüz doğum yapacak olan kızı gibi farklı rol modelleriyle yer alan pek
çok kadın, gerçek anlamda toprağın çeşitliliğini eserde annelik vasfının çeşitliliği bağlamında
yansıtmaktadır.
Yeryüzündeki anne ve çocukların koruyucu ruhu kabul edilen Umay‟ın adı, romanda
Aysu ve Defne‟nin ninesinin de adıdır. Eski Türklerde kutsal ve önemli bir yere sahip olan

SOBİDER
Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 4, Sayı:12, Ağustos 2017, s. 311-323
Sözlü Kültürün Yazılı Kültüre Etkisi: “Toprak”I Ekmek

„geyik‟, bir motifin izi olarak Ceylan ve Karaca‟nın adında takip edilmektedir. Anadolu‟da
bilinen bir efsaneden soyismini alan Muhtar Körağaoğlu, kamlık geleneğinin Defne Kaman ve
babası Akın Kaman üzerinden devam ettirildiği adlandırmaların yanı sıra Arkeolog Güneş
Aytan, Müze Müdürü Onur Akhan gibi pek çok isim Türk kültür tarihi ve romanın kurgusu
dikkate alınarak özenle seçilmiştir.
Türk mitolojik düşüncesinde Güneş ile Ay dünyanın merkezi olarak tasarlanan Altın
Dağ‟ın etrafında dönen gök cisimleri arasında haklarında en çok mit bulunanlardır. Kozmik
bilgide güneş, bilgeliğin, bütünlüğün, gizemliliğin simgesidir (Bayat 2007a: 297). Türkler günü,
ayı, yıldızı, göğü ulvî bir varlık olarak görmüş, güneşin doğuşu-batışı, ısı ve ışık kaynağı
oluşunu büyük bir dikkatle gözlemlemiştir. Geceleri güneş ortadan kaybolduğunda, etrafta
korkunç hayvanların ürkütücü uğultuları duyulduğunda ayın yansıttığı ışığın önemi ortaya
çıkmıştır (Yörükân 2016: 25). Ay, yansıttığı ışığı güneşten almaktadır. Eserde Defne Kaman‟ın
kayboluşundan sorumlu tutulanlardan biri Güneş Aytan‟dır. Bununla birlikte eserin ilerleyen
bölümlerinde Defne‟nin bulunuşuna en büyük katkı Güneş Aytan‟dan gelir. Her iki karakterin
isminin önemi eserde yazar tarafından “Bir insanın kendi adında hem Güneş‟i hem de Ay‟ı
taşıması nasıl bir duygu? Nasıl zevkli bir anne-baban ve Aytan soyadı almış dede-ninelerin
varmış senin?” (Uzuner 2015: 337). “Kıskanana bak! Kendisi hem Defne hem de Kaman. Eski
Grek‟ten Hatay‟daki Defne Şelalesi‟ne oradan Güney Sibirya‟daki kadim kamanlara oradan da
Manas Destanı‟na dünya mitolojisinin yarısını alnına yazmışlar senin” (Uzuner 2015: 337)
örnekleri etrafında dile getirilmiştir.
Mükemmellik simgesi gibi gözüken Ay, yaratılışın kaynağı kabul edilen Güneşle
işlevlerini paylaşmış görünür. Konargöçer yaşamdan yerleşik yaşama geçilmesinin ardından Ay
316
merkezli inançlar yerini daha çok Güneş merkezli inançlara bırakmıştır. Ancak bu sürecin
ortaya çıktığı zamana kadar Ayın dünyaya en yakın gök cismi olması, gökyüzünde yerinin ve
şeklinin değişmesi, geceleri ışık kaynağı olması, güç sembolü olarak kabul edilmesini
sağlamıştır. Eski dünya düzeninde ayın doğup batması ölüp dirilme ile ilişkilendirilmiş, Ayın
hareketleri yakından takip edilmiş, her ayın başlangıcı yeni bir başlangıca işaret etmiştir. Bu
özellikleriyle Ay ile ilgili inanışlar sözlü kültürde varlık göstermeye devam etmiştir (Bayat
2007a: 268). Eserde Umay Nine, Defne‟yi „Ayçöreğim‟ diye sevmektedir. Defne‟nin annesi
Ayten‟in adı başta olmak üzere pek çok karakterin adı „Ay‟ kelimesini barındıracak şekilde
seçilmiştir. Umay Nine ve Defne gibi gelecekte kendisinin de kam olacağının işaretleri verilen
Aysu‟nun kızı Ayperi‟nin de isimleri eserde bu temel gücün adeta sembolü olmuştur.
2.1.1. Umay Otacı Bayülgen
Bir bebek varlığını sürdürmek için annesine bağımlıdır. Bebeği koruyan ve besleyen
annedir. Anne arketipinin temel özelliklerini, Türk mitolojisinde „Ak Ene‟, „Umay‟, „Ayıısıt‟
„Od Ene‟ veya „ateş ruhu‟ ve „Alkarısı‟ karşılamaktadır. Türk Yaratılış mitolojisinde ilham
verici Ak Ene, toprak ve suyun sahibi kabul edilen yer-su iyeleri, kadın ve çocukların koruyucu
ruhu anne arketipinin bir yönünü oluştururken, Alkarısı tehlikeli ve zarar veren gücün simgesi
konumundadır. Doğumun, çocukların, ailenin, soyun koruyucusu Umay ise, anne arketipinin
koruyan ve besleyen yönüyle bütünleşir (Bayat 2007b: 54, 64, 74, Fedakâr 2014: 6, 9, 17). Adı
ve soyadlarıyla Türk kültür ve inanç sistemlerinin en büyük tanrılarının ve iyelerinin varlığını
hatırlatarak yaşam biçimi, fiziki özellikleri ve mesleğiyle eserde görgülü, kültürlü bir aileden
gelen eczacı, otacı, kam, ozan, bilge bir kadın olarak tanımlanan Umay Otacı Bayülgen‟in
ilerlemiş yaşına rağmen dinç ve güçlü olduğu, naifliğine rağmen romandaki karakterlerin yer

SOBİDER
Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 4, Sayı: 12, Ağustos 2017, s. 311-323
Aysun Dursun

yer kendisinin mistik havasından etkilenerek ondan çekindikleri ifade edilmiştir (Uzuner 2015:
19, 308). Umay Nine, bu özellikleri ve karakteriyle yer-su iyesi Umay‟la özdeşlik
göstermektedir. Umay Nine‟nin sahip olduğu ismin ve kamlık özelliğinin gereği olarak yer
yatağında toprağa en yakın şekilde uyuyabileceği “Umay Bayülgen‟in dünyanın en lüks otelinde
bile kalmayacağını, onun sadece toprağa yakın birinci katta ve yer yatağında uyuyabildiğini
nereden bileceksiniz ki?” şeklinde ifade edilmiştir (Uzuner 2015: 25).
Kadim kamlık geleneği ve insanlık tarihinin kültürel kökenleriyle ilgili halk hekimliği
etrafında kurulan bağ, okuyucuyu esere yaklaştıran bir başka önemli unsur olarak
görülmektedir: “Defne Hanım‟ın anneannesi eczacıymış ve çocukken ona çörekotunun balla
karışmasıyla antiseptik özellik kazandığını öğretmiş. Sibirya‟daki Türkler‟in kadim kamanlık
geleneğinde binlerce yıldır var olan bu tibbî bilginin, Hititler‟de mevcut olması onu
heyecanlandırmıştı” (Uzuner 2015: 125). Umay Nine‟nin soyadının „Otacı‟ ve günlük yaşamda
mesleğinin eczacı olması tesadüfi bir bağdaşıklık olarak değerlendirilmemelidir. Eserde
eczacılık ilminin kamlık geleneğiyle birleşmesi söz konusudur. Umay Nine‟nin ağzından bu
durum şöyle aktarılmaktadır: “Evet, hem kadim kamanlık geleneğimizden, binlerce yıllık soydan
otacıyım, hem de mektepli eczacıyım” (Uzuner 2015: 300).
Umay Nine‟nin evlendikten sonra aldığı ikinci soyadı olan „Bayülgen‟ de dikkate
değerdir. Eski Türk inanışlarında çok sayıda çocuğu olan, sürülerin çoğalması, ürünlerinin bol
olması konusunda güç sahibi kabul edilen Bay Ülgen daha çok bir atmosfer ve
verimlilik/doğurganlık tanrısı olarak görülür. Bir iyilik ilahı olarak Ülgen, ay, güneş ve
yıldızlardan yukarıda yaşar, yıldızları idare eder, yaşamın hamisi anlamına gelir (Bayat 2007a:
323, Çoruhlu 2010: 28, Eliade 2006: 231). Umay Nine‟nin, eserde sahip olduğu soyadlarıyla bu
317
üretkenliğin ve soy devamlılığının sembolik işaretlerini taşıdığını, ayrıca birer yıldız olan „Ay‟ı
ve „Güneş‟i temsil eden başlıca roman karakterleri Defne Kaman ve Güneş Aytan‟ın
yaşamlarının adeta yönlendiricisi konumunda olduğunu söylemek mümkündür.
2.1.2. Defne Kaman
Defne, soydan gelen kamlık genlerini yazarın gözüyle yaşamı boyunca „uyumsuz‟ olarak
nitelendirilerek zamansız kayboluşlarla güne taşıyan gerek dış görüşünü gerekse tavırlarıyla
farklı olduğunu insanlara kabul ettiren bir gazetecidir. Küçük yaşlardan itibaren Umay Nine‟nin
verdiği eğitimle büyütülmüş adeta bir kam gibi yetiştirilmiştir. Yazar eserde Defne Kaman‟ın
“Anneannem de çocukken beni çıplak ayak toprakta yürütür ve toprağın kalp atışlarını duyup,
duymadığımı sorardı” (Uzuner 2015: 308) şeklindeki ifadesiyle toprakla geçmişte kurduğu
bağı, telefonunun melodisini dahi Âşık Veysel‟e ait „Kara Toprak‟ şiirinin bestelenmiş şekliyle
seçerek günümüze taşımıştır.
Kamlık uzun bir eğitimin ardından bir anlamda kendini tamamlama ve erginlenme
ritüelinin sonucudur. Aday kamın yapabilecekleri usta şaman tarafından kendisine icazet
verilmesiyle geçerlik kazanır. Ancak eserin kurgusu içinde kamlık konusunda henüz kendini
tam gerçekleştirememiş olan Defne‟nin bu tamamlanmamışlığını “Umay Ninem ak saçlarını
yıllardır hep böyle örer. Kadim kam geleneğidir. Şifacı, otacı kamlar saçlarını kesmez ve
örerler. Aslında geleneklere göre, ancak o vefat ettikten sonra benim saçlarımı örmem
mümkündür. Bu akşam ilk kez ördüm saçlarımı” (Uzuner 2015: 329) şeklindeki ifadelerinden
çıkarmak mümkündür.

SOBİDER
Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 4, Sayı:12, Ağustos 2017, s. 311-323
Sözlü Kültürün Yazılı Kültüre Etkisi: “Toprak”I Ekmek

Eserde Defne‟nin erginlenme sürecinin takip edilebildiği, Güneş‟le ilişkisinin aşamalarını


anlatan ifadeler sıkça tekrar edilmektedir. “Defne‟nin perisi yine harekete geçti ve içinde yeni
bir bayrak açtı. Üzerinde „Yarın Gece Dolunay‟da Yazılıkaya‟da Olmamak İçin Bir Bahanen
Yok!‟ yazan bayrak yine kırmızı renkteydi” (Uzuner 2015: 316) şeklindeki bu mesaj okuyucuyu
renk sembolizmiyle buluşturmaktadır. Türk kültüründe kırmızı/al, ergenlik, evlilik, doğurganlık
ve hükümdarlıkla ilgili bir sembol olarak bilinmektedir (Ögel, 2000: 400-409). Defne‟nin
Güneş‟le yakınlaşma serüveni bu ifadelerin eserde sıkça tekrar edilmesiyle bir renk etrafında
izlenmektedir.
3. Şamanizm
Şamanizm, milattan önceki yıllardan günümüze İç Asya ve Orta Asya‟da yaşadıkları
bölgelerde Türklerin ve çevresindeki boyların benimsedikleri, şaman veya kam adı verilen din
adamları aracılığıyla gerçekleştirilen bir inanç ve uygulamalar bütünüdür. Türk topluluklarında
daha çok kam kelimesi tercih edilmiştir. Şamanizm totemist inançlar, ata kültleri, hayvan
kültleri, doğa kültleriyle birlikte görülmektedir (Çoruhlu 2010: 15). Eserde Şamanizmin hemen
tüm unsurları yer almaktadır. Romanın en önemli karakterleri Umay Otacı Bayülgen‟in aileden
gelen kamlığı, torunu Defne‟ye ondan sonra da diğer torunu Defne‟nin ablası Aysu‟nun kızı
Ayperi‟ye geçmiştir. Fiziki yapısı ve kıyafet tercihi başta olmak üzere Umay Nine‟nin
akranlarından farklı bir tarz ortaya koyduğu görülmektedir.
Şamanizm‟de evren tasavvuru genel olarak gök, yeryüzü ve yeraltı olmak üzere üç
bölümden oluşur. Üst üste gelen bu bölümler gerektiğinde birinden diğerine geçişi sağlayan
kozmik bir eksenle bağlanır. Ayrıca kendilerine tinler ismi verilen görünmez ancak hayvan
biçimli olan, her zaman hazır bulunan kalabalık bir grubun varlığını da kapsar. Şamanizm trans 318
haline geçmede tek uzman olan şamanın erişmeyi hedeflediği esrimenin arkaik bir tekniğine
dayanmaktadır. Şaman gücünün kökeninde kalıtım, görünmeyenin armağanı olan bir yetenek,
uzun bir acemilik dönemi veya yetki sağlama isteği olabilir. Bir şaman amacına genellikle
inzivada veya diğer büyük ustaların yanında gerçekleştirilen sabırlı bir yetişme dönemi
geçirmeden ulaşamaz (Roux 2011: 64).
Romanda merak uyandıran önemli konulardan biri Defne‟nin babası Akın Kaman‟ın evi
terk edişinin gerçek sebebidir. Bu sebep Umay Nine tarafından “Benim soyumda kökü
Sibirya‟ya, kimine göre Hakaslara, kimine göre Göktürklere uzanan kamlık geleneği vardır.
Biliyorsun Dede Korkut da kamdır, ozandır ve Türkler‟de kam daha çok kadın damarından
devam eder. Beni de büyükannem, annem ve babamın evinden ayrı olarak Kalamış‟taki evinde
özel yetiştirdi. Korktum, çünkü benden sonraki akraba ağaçlarında başka otacı çıkmamıştı.
Meraklı bekleyiş sürerken, ailemizde iki kuşaktır beklenen kamın gelişi, Defne‟nin doğumuyla
bizlere müjdelenmişti” (Uzuner 2015: 285) şeklinde açıklanırken kendisinin ve Defne‟nin
kadim gelenekler ile bağı ortaya konmuştur.
Şamanizm ve eski Türk inanışları etrafında şekillenen sayı, renk, elma ve geyik gibi
motifler eserin temel yapısını oluşturmaktadır. Geçmişten günümüze insanlık tarihinde sayıların
farklı ve anlamlı bir yeri olduğu görülmektedir. Özellikle İslamiyet öncesi inanışların ardılları
olarak değerlendirilebilecek formülistik sayılar İslamiyet‟in kabulünden sonra da toplumsal
yaşamda kendine önemli bir yer bulmuştur (Çoruhlu 2010: 225, Schimmel 2000: 265-273).
Eserde Umay Nine üzerinden verilen örnek bu bağlardan birini temsil etmektedir: “Bu gün
öğleden sonra telefonda konuştuğum Defne‟nin anneannesi Umay Bayülgen, bu gece kendisinin

SOBİDER
Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 4, Sayı: 12, Ağustos 2017, s. 311-323
Aysun Dursun

bizzat torunundan haber almayalı tam kırk saati geçmiş olacağını hesap ettiği için o vakte
kadar Defne‟yi bulduk bulduk yoksa kalkıp ilk uçakla Çorum‟a geleceğini söyledi. Az önce
arayıp havalimanına doğru yola çıktığını haber verdi. Kırk sayısı bu aile için çok önemlidir Vali
Bey!”(Uzuner 2015: 18).
Eski Türk inanışlarının ve başta Şamanizm olmak üzere inanç sistemlerinin geniş ölçüde
yer verildiği eserde Umay Otacı Bayülgen‟in ve Defne Kaman‟ın birer “şaman/kam” olmaları
hatta Defne‟nin bu uğurda babasından ayrı büyütüldüğü görülmektedir. Çocuğun kam olmasının
önüne geçilemediğinde, çocuk yaşlı bir kamın yanında eğitime başlar (Bıçak 2009: 95, İnan
2006: 76). Kamlar esrime ve gelenekler düzeyinde iki yönlü bir eğitim görürler. Kamların
büyük çoğunluğu küçüklükten itibaren bu özelliklerini belli ederler, diğerlerinden farklılık
gösterirler (Eliade 2006: 26, 32, 52). Eserde Defne Kaman bu eğitimi, kendisi de kam olan
ninesi Umay Otacı Bayülgen‟den alır. Diğerlerinden farklı bir kişi olduğu eserin adına taşınan
„uyumsuz‟ ifadesiyle pekiştirilmektedir.
Eski Türklerde kam seçilmede, eğitilmesinde, kamlık statüsünü kazanmasında önemli bir
yere sahip, kam adayının canı ile eş değer görülen, kamlık gücünün ruhu biçiminde tasarlanan
hayvan ana olgusu, kamlık sistemini meydana getiren bütün unsurlardan önce gelir. Kamın
hayvan anası olarak bilinen varlıklar arasında çoğu zaman rengeyiği veya boğa görülür. Kamın
hayvan anası aynı zamanda onun koruyucu ruhudur. Çeşitli efsanelerden edilen bilgilere göre
hayvan ana olarak betimlenen kamın koruyucu ruhu sadece kamı koruyup gözetmekle kalmaz,
onun için bir başka benlik ve enerji kaynağıdır (Bayat 2009: 99, 104-105). Her kamın bir “eş”i
vardır. Kendisine zarar verilmek istenen kişinin “eş”ine de hile yapmak gerekir (Yörükân 2016:
22). Romanda yer alan ve kurgunun adeta üzerine şekillendirildiği geyik, bir şaman olduğu
319
ifade edilen Defne‟nin „eş‟idir. Eserde “Bizim kamanlık geleneğimizdeyse cin gibi doğan,
ciniyle yaşamak sorumluluğu taşır! diye ekledi sonra” (Uzuner 2015: 289) sözleriyle bu duruma
açıklık getirilir. Umay Nine, Defne‟nin başına kötü bir şey gelmesini engelleyebilmek amacıyla
bütün eleştiri ve önlemlere rağmen ören yerinde aniden ortaya çıkan geyiğin başında Defne
bulununcaya kadar ayrılmadan nöbet tutar. Umay Nine‟nin geyikle iletişim kurduğu
sahnelerden biri bu durumu ortaya koymaktadır: “Geyiğe yaklaşan Umay Bayülgen, “Ay
çöreğimden haber var mı? Acaba bana hala kırgın mı? diye sordu. İnsanlar dönüp kır saçları
örgülü, yeşil keten entarisinin kollarından püsküller sarkan, yuvarlak turuncu hasır çantası
omzunda asılı yaşlı kadına baktılar” (Uzuner 2015: 254). Ayrıca Umay Nine‟nin dış
görünüşünün tasvir edildiği bölüm de dikkate değerdir. Kollarından püsküller sarkması, güneşe
benzetilebilecek turuncu hasır çantası tipik bir kam giysisi özelliği göstermektedir. Şamanizmi
benimsemiş pek çok topluluk ve klanda kamın kıyafetinden şerit şeklinde sarkan parçalardan ve
güneşe benzetilen dairesel metal halkalardan söz edilmektedir (Eliade 2006: 178-183).
4. Rüya
En eski rüya teorilerinden günümüze hemen her kültür ve medeniyette, her dinde her
toplumda rüyalar insanlık âlemi için merak konusu olmuştur. Günümüzde daha çok bireysel ve
toplumsal bilinçaltı ve bellek kavramlarıyla açıklanmaya çalışılan rüyalarda aranan anlam daha
eski dönemlerde Tanrı‟nın buyruğu şeklinde algılanarak gelecekten haber verme işleviyle
değerlendirilmiştir. İnsanlık tarihi boyunca bütün dünyada bilinmeyenin anahtarı, geleceğin
habercisi olarak kimi zaman korkulan kimi zaman hayranlık uyandıran rüyalar pek çok edebi
esere konu olmuştur (Günay 2008: 126). Türk halk kültürü ve edebiyatında destanlardan
masallara, halk hikâyelerinden efsanelere, halk inanış ve uygulamalarına kadar hemen her

SOBİDER
Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 4, Sayı:12, Ağustos 2017, s. 311-323
Sözlü Kültürün Yazılı Kültüre Etkisi: “Toprak”I Ekmek

alanda etkisini sürdüren rüya, günümüzde de önemini korumaktadır. Uykunun kimi zaman
“geçici ölüm” sayılması ve rüyanın ruhun serseri şekilde dolaşması veya başka bir ruhun
ziyareti şeklinde kabul edilmesi dolayısıyla rüya yorumu, temelinde Şamanizmle ilişkilidir
(Roux 2011: 93). Rüyaların yaşanılan dünya ile öte dünya, iki âlem arasında bağ kurdukları
kabul edilir. Rüyalarda kültür tarihine ait önemli semboller yer almaktadır. Rüya algısının
oluşumunda milletlerin tarih içinde sahip oldukları inanışlar, sosyal hayatlarını düzenleyen
kurallar ve kabuller, mensup oldukları dinler etkilidir (Çelepi 2017: 405, 407).
Eserde Türk mitolojisine ait unsurlara rüya motifi etrafında geniş yer verilmiştir. Kemal
Yörüklü‟nün gördüğü rüya, romandaki tanımlamayla „karakuru düş‟ bu tasvirlerin ve anlatımın
yapıldığı araçlardan biridir (Uzuner 2015: 370-382). „Karakuru düş‟ ifadesinde yer alan göğe ait
olan mavinin bir nevi zıttı kabul edilecek kara kelimesiyle İslamiyet öncesi Türk inanışlarına
göre yeraltı dünyasının „Han‟ı kabul edilen Erlik ve onun mekânı işaret edilmektedir.
Umay Nine‟nin Defne‟nin bulunamadığı süre içinde bir türlü uykuya dalamaması ama
„mânâ rüyası‟ görebilmek için çabalaması rüya motifini görebildiğimiz önemli örnekler
arasındadır. Eserde bu durum “Nasıl olsun ki? Baksana işte öyle uyuyor şuracıkta. Aslında onun
derdi uyku falan değil, „rüyaya yatıyor‟ ama Defne kendisine küskün olduğu için bir türlü
„mânâ rüyası‟ göremiyor!” (Uzuner 2015: 457) şeklinde ifade edilmiştir.
5. Geyik
Türk kültüründe geyik kutsal bir hayvan olarak kabul edilir. Türk mitolojisinde,
efsanelerde ve masallarında sıkça geyik motifine rastlanır. Çin kaynaklarından Göktürk
dönemine ait olduğunu öğrenilen bir efsaneden hareketle geyiğe zarar veren veya onu öldüren
kişinin obasına felaket getirdiği görülmektedir (Ögel 1993: 569-570). Bu inanış günümüzde
320
özellikle avcılıkla uğraşan Türkler arasında etkisini sürdürmektedir. Eserde Türk halk
kültüründe geyik motifinin işlenişi “Geyik bizim geleneklerde çok kıymetlidir. Ben diyeyim elli,
sen de yüz, sayısını bilmediğim geyik masalı, efsanesi vardır bizim oralarda” (Uzuner 2015:
460-463) ifadeleriyle uzun uzun örneklerle anlatılmıştır.
Türk mitolojisinin kökleri mezolitik devre kadar inen en eski simgelerinden biri olan
geyik, gök ve yer unsurlarına bağlı olarak diğer birçok hayvanla ortak özellikler gösterir. Kam
törenlerinde suretine bürünülen hayvan-ata veya ruhlardan biridir. Bu nedenle kam elbisesi veya
davulu üzerinde temsili olarak veya ona ait bir parçayla görülebilirler. Kurtta olduğu gibi
olasılıkla çok erken devirlerde totem sayılmış olan geyiğin bu özelliği Pazırık kurganlarından
birinden çıkarılmış atların başlarında geyik masklarının bulunuşundan da anlaşılmaktadır. Bu
aynı zamanda atın bir zaman sonra geyiğin yerini aldığını işaret etmektedir. Sonraki dönemlerde
ruhlarına sahip olmak amacıyla geyiklerin kurban edilmesi onun söz konusu eski niteliğinden
kaynaklanmış olmalıdır. Al veya kahverengi geyikler daha çok yer veya yeraltı unsurlarıyla
ilgilidir (Çoruhlu 2010: 163). Bu kutsiyet eserde sıkça dile getirilmiştir: “Kadim kültürümüzde
geyik kutsaldır delikanlı! Eski Türkler sürücülük ve avcılık geleneğine dayanan yaşayışlarında
geyik sayesinde hem hayatta kalmış, hem de destanlarından efsanelerine, masallarından
ninnilerine, sonra türkülerinden halk şiirine, efendime söyleyeyim, resimlerinden totem
kutluluğuna kadar, hep bu uğurlu hayvan sayesinde mevcudiyetlerini korumuşlardır. Bizim
kadim kamanlık geleneğimizde geyik, kuşkusuz yüzyıllara bağlı bir borçluluk duygusunun
sonucu olarak da baş tacı edilmiştir ” (Uzuner 2015: 115).

SOBİDER
Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 4, Sayı: 12, Ağustos 2017, s. 311-323
Aysun Dursun

Türk kültür tarihinde geyik, antik çağlardan itibaren kutsal hayat ağacı ile birlikte,
yaratıcı tanrıça olarak kabul edilmiştir. Zaman içinde bir av hayvanı olmakla birlikte halk
inanışlarında kutsiyetini korumaya devam etmiştir (Dalkesen 2015: 59). Anadolu‟da bilinen pek
çok masal ve efsanede analık vasfıyla karşımıza çıkan „geyik‟ten bahsetmek mümkündür
(Şimşek 1995: 17-22, Gül 1998: 41-47). Eserde bu özelikleriyle geyik pek çok örnekte
görülmektedir: “Olan şuymuş: hem kadim kaman geleneklerimiz ve Anadolu efsanelerimize hem
de Hz. Muhammed‟in koruduğu hamile geyik anlatısına göre, geyik laneti alan bir daha iflah
olmaz müdür bey oğlum” (Uzuner 2015: 305), “Çorum‟un güneyinde, Yozgat il sınırına yakın
bir bölgede yer alan antik Yazılıkaya Tapınağı‟nda güpegündüz ortaya çıkıp insanların
ortasında dikilen yabani bir geyik, sıradan bir olay değildi. Bu sevimli hayvanın büyülü bir
geyiğe dönüşmesinin iki nedeni olabilirdi. Ya Anadolu‟da yaygın olan Geyikli Baba
efsanelerinin hala canlı kalmasının altında yatan gücün tesiriydi bu ya da İstanbullu
gazetecinin etkisi sandığından büyük olmalıydı” (Uzuner 2015: 247), “Geyik bizi bekliyor vali
bey oğlum. Onun derdi senin adamlarınla değil ki. Bu geyik bir elçi. Bizim onu itinayla
korumamız gerekiyor, incitmeden, dikkatle” (Uzuner 2015: 248).
Romanda Güneş Aytan‟ın Defne ile Yazılıkaya‟da yakınlaşmalarını anlattığı sahnede
geyik, elma yerken görülmektedir.(Uzuner 2015: 287). Bu sahne son derece önemlidir. Türk
kültüründe kutsal kabul edilen geyiğin, verimlilik, bolluk, bereket, ölümsüzlük ilacı vb. olarak
kabul edilen elmayı (Şimşek 2005: 203) yemesi Güneş ile Defne arasında gerçekleşen
yakınlığın sembolik anlatımı şeklinde de değerlendirilebilir.
Eserde Türk kültür tarihi dikkate alınarak kullanılan sembol değerler, anlatılar ve motifler
aracılığıyla genç nesiller başta olmak üzere okurun kültürel ve tarihi geçmişinden haberdar
321
olması sağlanarak nesiller arasında var olan sosyal ve kültürel bağlara işlevsellik
kazandırılmıştır. Yazarın romanında kişi, konu seçimi başta olmak üzere, çizdiği karakter
portreleri, kurgunun merkezi haline dönüşen kültürel motifler bir bütünlük oluşturarak akıcı bir
anlatımla merak uyandıran bir anlatının ortaya konulmasını, bu merak duygusu aracılığıyla
farkındalık yaratarak okura kazandırılan bilgi, bilinç ve birikim sözlü kültür unsurlarının
gelecek nesillere aktarılması sağlamıştır.
SONUÇ
Geçmişten gelen bilgi, birikim ve deneyimlerin son derece değerli olduğu birincil sözlü
kültür döneminden günümüze değişen husus, bu birikimlerin aktarılma yoludur. Yazı gibi bir
teknolojiye sahip olan ikincil sözlü kültür dönemi insanları yazılı eserlerden söz konusu bilgileri
okuyabilmekte, özellikle kendi yaşamına uygun düşen ve toplumsal hafızaya gönderme yapan
eserlerle bir bağ kurmakta ve özdeşleşme yaşamaktadır. Kültürel kodların taşıyıcısı olan sözlü
kültür unsurları sözelliğin korunmasıyla gelecek nesillere aktarılabilecektir.
Günümüz romancılığının önemli yazarlarından Buket Uzuner, Toprak adlı eserini
İslamiyet öncesi Türk kültür ve inanç sistemini dikkate alarak kurgulamıştır. Bu bağlamda bir
dörtleme olarak planlanan ve bu dörtlemenin ilk kitabı olan Su romanında görülmeye başlanan
kişiler, konu, kurgu Toprak romanında devamlılık göstermektedir. Tanıdık simalarla yeni
maceraları okuyucuyla buluşturan yazar, okurun konu ve sözlü kültür unsurları aracılığıyla
kurduğu bağı başarıyla sürdürmüştür.

SOBİDER
Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 4, Sayı:12, Ağustos 2017, s. 311-323
Sözlü Kültürün Yazılı Kültüre Etkisi: “Toprak”I Ekmek

KAYNAKLAR
Bayat, Fuzuli, (2007a), Türk Mitolojik Sistemi 1-Ontolojik ve Epistemolojik Bağlamda Türk
Mitolojisi-, Ötüken Neşriyat A.Ş., İstanbul.
Bayat, Fuzuli, (2007b), Türk Mitolojik Sistemi 2- Kutsal Dişi-Mitolojik Ana, Umay
Paradigmasında İlkel Mitolojik Kategoriler-İyeler ve Demonoloji, Ötüken Neşriyat
A.Ş., İstanbul.
Bayat, Fuzuli, (2009), Ana Hatlarıyla Türk Şamanlığı, Ötüken Neşriyat A.Ş., İstanbul.
Bıçak, Ayhan, (2009), Türk Düşüncesi I Kökenler, Dergâh Yayınları, İstanbul.
Çelepi, Mehmet Surur, (2017), Türk Halk Kültüründe Rüya, Kömen Yayınları, Konya.
Çoruhlu, Yaşar, (2010), Türk Mitolojisinin Ana Hatları, Kabalcı Yayınevi, İstanbul.
Dalkesen, Nilgün, (2015), “Orta Asya‟dan Anadolu‟ya Türk Kültüründe Geyik Kültü”, Millî
Folklor, S.106, s.58-69.
Eliade, Mircea, (2006), Şamanizm (Çev. İsmet Birkan), İmge Kitabevi, Ankara.
Eliade, Mircea, (2014), Dinler Tarihine Giriş (Çev. Lale Arslan Özcan), Kabalcı Yayıncılık,
İstanbul.
Ersoy, Ruhi, (2004), “Sözlü Kültür Ortamı Kaynaklarının Medyada Kullanımı Bağlamında
Gaziantep‟te Nevruzla İlgili Bir İnancın Dansa Dönüştürülmesi Serüveni”, TÜBAR,
S.XVI, s.85-94.
Fedakâr, Pınar, (2014), “Besleyen Mi, Öldüren Mi: Türk Mitik Tasavvurunda Anne Arketipinin 322
Antropomorfik Görünümleri”, Millî Folklor, S.103, s.5-19.
Gül, Bülent, (1998), “Doğu Karadeniz‟de ve Kırgızistan‟da Anlatılan Geyik Ana Efsanesi
Üzerine Bir Deneme”, Millî Folklor, S.40, s.41-47.
Günay, Umay, (2008), Âşık Tarzı Şiir Geleneği ve Rüya Motifi, Akçağ Yayınları, Ankara.
İnan, Abdülkadir, (2006), Tarihte ve Bugün Şamanizm-Materyaller ve Araştırmalar-, Türk Tarih
Kurumu Yayınları, Ankara.
Ong, Walter J., (2007), Sözlü ve Yazılı Kültür-Sözün Teknolojileşmesi-(Çev. Sema Postacıoğlu
Banon), Metis Yayınları, İstanbul.
Ögel, Bahaeddin, (1993), Türk Mitolojisi (Kaynakları ve Açıklamaları ile Destanlar), C.I, Türk
Tarih Kurumu Basımevi, Ankara.
Ögel, Bahaeddin, (2000), Türk Kültür Tarihine Giriş, C.6, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara.
Roux, Jean Paul, (2011), Türklerin ve Moğolların Eski Dini, Kabalcı Yayınevi, İstanbul.
Schimmel, Annemarie, (2000), Sayıların Gizemi, Kabalcı Yayınevi, İstanbul.
Şimşek, Esma, (1995), “Giresun ve Çevresinde Anlatılmakta Olan “Ana Geyik” Efsanesinde
Mitolojik Unsurlar”, Milli Folklor, S.26, s.17-22.
Şimşek, Esma, (2005), “Ölümsüzlük İlacı Elma”, Turkish Studies International Periodical For
The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic, S.3/5, s.193-204.

SOBİDER
Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 4, Sayı: 12, Ağustos 2017, s. 311-323
Aysun Dursun

Tanç, Nilüfer, (2015), “Fuzûlî‟nin Leylâ vü Mecnûn Mesnevîsinde Şairin ve Okurun Şiirde
Özdeşleşmesi”, 7. Dünya Dili Türkçe Sempozyumu Bildirileri (16-18 Ekim 2014)
(editörler: Prof. Dr. Ahmet Buran-Prof. Dr. Ercan Alkaya-Yrd. Doç. Dr. Fatih Özek-
Yrd. Doç. Dr. Süleyman Kaan Yalçın), C.II, Fırat Üniversitesi Basımevi, Elâzığ, s.411-
421.
Tekin, Mehmet, (2006), Roman Sanatı 1 (Romanın Unsurları), Ötüken Neşiyat A.Ş., İstanbul.
Türkçe Sözlük, (2005), Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara.
Uzuner, Buket, (2015), Uyumsuz Defne Kaman‟ın Maceraları Toprak, Everest Yayınları,
İstanbul.
Yıldırım, Dursun, (1989), “Sözlü Gelenek Kültürü”, Millî Folklor, S.1, s.6-7.
Yıldırım, Dursun, (1998), “Tarih Yazımı ve Sözlü Ortam Kaynakları”, Türk Bitiği:
Araştırma/İnceleme Yazıları, Akçağ Yayınları, Ankara.
Yörükân, Yusuf Ziya, (2016), Türklerin Müslüman Olmadan Evvel Benimsediği Dinler ve
Şamanizmin Bu Dinler Üzerinde Görülen Tesirleri (Yay Hzl. Dr. Turhan Yörükân),
Ötüken Yayınları, İstanbul.
Ziya Gökalp, (2007), Hars ve Medeniyet, Elips Kitap, Ankara.

323

SOBİDER
Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 4, Sayı:12, Ağustos 2017, s. 311-323

You might also like