Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 79

abu dhabi'de gerçek squid game yarışması

 haberde yarışmayı "kore kültür merkezi" düzenleyecek diyor, buradakiler de "bir şeyi
bok ederse araplar bok eder, çok normal" diyor.

kahraman ecdadım bunlar için boşuna "etrak-ı biidrak" dememiş. sen araplara laf
söylemeden önce doğru düzgün yazı okumasını öğren haspam.

not: kcc, güney kore hükümeti tarafından idare ediliyor.


16.10.2021 23:11 ~ 23:15 fenahuyluspazo
3 ekim 2021 gs'nin attığı 3. gol
 bizim antalya maçında gustavo'nun attığı golde tisserand, antalyalı oyuncuya üfledi diye
faul çalmışlardı sanki.

o standarda göre bir kere değil, yirmi beş kere fauldür.


04.10.2021 00:48 fenahuyluspazo
1 ekim 2021 büyük lpg zammı
 dün gaz fiyatları avrupa'da 170$/varil eşleniğine geldi, yani petrolden 2.15 kat daha
pahalıya satılıyor. siz başkanlık maşkanlık mal mal konuşun, dünyada korona yüzünden
büyük bir arz krizi var, ingiltere'de bile millet yakıt için birbirini dövüyor. bu iş kolay
kolay da çözülmeyecek.

böyüh oyun filan diye aklınca komiklik yapan davar sürüsünün bunlardan ne haberi
olacak. yılmaz özdil'in "gaz..." başlıklı yazısını bekleyin siz, anlamadığınız şeylerle ilgili
fikir beyan etmeyin.
30.09.2021 16:49 ~ 16:51 fenahuyluspazo
günde 14 saat çalışan getir kuryesi
 motor kendisinin ise ayda on bin liraya yakın para kazanmaktadır, bahşiş hariç.
28.09.2021 16:38 fenahuyluspazo
ekşi itiraf
 yazdığım entry'lere baktığımda bir yanda muhteşem bir külliyat, diğer tarafta ise adeta
popüler kültürün kölesi olmuş, espritüel bir delikanlı görüyorum. külliyatıma bir göz
attığımda ne kadar entelektüel ve akıllı birisi olduğumu, esprilerimi gördüğümde ise
zâyi olmuş bir komedyen olduğumu müşahede ediyorum.

fakat aynı zamanda da görüyorum ki şu bilgi birikimim ile artık üretebileceğim,


düşünebileceğim şeylerin sonuna gelmiş bulunmaktayım. bundan sonra yazacağım her
yazı, söyleyeceğim her söz kendimi tekrardan ibaret kalacak. zaten konuşulmuş şeyler
üzerine bir daha konuşmak sözü israf etmektir.

bundan sonra size düşen, beni satır satır okumak ve bayrağı daha ileri taşımak için daha
çok düşünmektir...

zannetmiyorum ama yeni bir şey düşünmeyi becerebilirsem ben size yine bildiririm.
onun dışında artık fikrî faaliyetten istifa...
25.09.2021 12:09 fenahuyluspazo
age of empires 4
 stress test'inde açıkçası oyunu gayet beğendim.

insanların takıldığı iki nokta olmuş genelde; birincisi oyunun biraz otomatikleşmesi,
yani micro management imkânlarının kısıtlanması, ikincisi ise cartoonish grafik tarzı.

bence ikisi de günümüz için gayet makul adımlar. oyunlar artık sadece bilgisayarlara
değil, mobil platformlara da çıkıyorlar. civ 6 da aynı tarzı kullandı, millet hiç beğenmedi,
şimdi herkes alıştı ve dlc'ler ile oyun uçuyor, civilization franchise'ının en başarılı oyunu
oldu belki de. neden? çünkü bu tür oyunlar yarın android telefonlarda da oynatılacak ve
bu pazarın en büyük kitlesi 10-15 yaş arası çocuklar.

ve artık belirli bir nesil de büyüdü. rts oynayan kitlenin yaşı belli açıkçası, günümüzde
pek strateji delisi genç oyuncular yok. yaşını başını almış, işi gücü olan, işten geldiğinde
yemeğini yerken iki el oyun atacak adama yok oklar gelirken micro management yap,
yok şu medeniyetle aynı şu sırayı kullanmazsan ikinci çağa 4 dakika içinde geçemezsen
patlarsın filan dersen adam oynamaz bu oyunu. oyun oynayıp eğlenecek mi yoksa strese
mi girecek...

bu yüzden oyunu öğrenme eşiği aşağı çekilmeye çalışılmış; eskisi gibi yok tarla kurudu
yenisini ekmen lazım muhabbeti yok, basıyorsun shift ile değirmene, allah ne verdiyse
tarla dikiyor, bir daha da kurumuyor. ben orada savaşırken bir de obamdaki tarlayı mı
gözleyeceğim... bununla uğraşamam gençler üzgünüm yani.

peki rekabet nasıl sağlanacak, bence sağlanmış; çünkü relic medeniyetleri birbirinden
bayağı farklı yapmış. özel birim muhabbeti değil sırf, kaynak toplama metotları bile
farklı çoğunun. bu asimetri, özellikle tam sürümde gelecek 500 pop cap, 1 saat
savaşmama sınırı gibi özelliklerle medeniyetinin tüm bonuslarını daha iyi kullananları
ödüllendirecektir.
mouse'ı hızlı kullanandan ziyade oyunu daha iyi bilen kazanır. rekabet de budur.
25.09.2021 11:43 fenahuyluspazo
ebu cehil'in davasında haklı olduğu gerçeği
 "iddia" yazamayıp bahis markası adı olan "iddaa"yı sözlüklerde var olan bir kelime
zannederek oraya yazan cahillerin, kendi babaları hüviyetindeki ebu cehil'i haklı
bulmaları hayatın olağan akışına gayet uygun bir şey.

20'li yaşların başında filan insanın böyle salaklıklar yapması normal, her şeyin en iyisini
ben bilirim, görüşlerimi yayayım yaşları. üzülme, geçecektir. ben de seninle aynı yaşta
olsam ciddi ciddi cevap vermeye çalışırdım...
25.09.2021 11:02 ~ 11:03 fenahuyluspazo
erkekler zeki kadından korkar
 doğrudur.

ama hasbelkader bir okul bitirip de meslek sahibi olmuş her kadının kendini "zeki"
sanması sorunsalı daha doğrudur. kendini zeki hissedenlerin ekserisi zeki filan değildir.
yani düpedüz çirkin olduğunuz için de size yanaşılmıyor olabilir...
25.09.2021 10:49 fenahuyluspazo
avrupa devletlerinin otoyol uzunlukları
 türkiye'deki bölünmüş yolların ve çevre yollarının ekserisi, avrupa'daki pek çok ülkenin
otoyol standartlarından yüksektir. sadece erişim kontrollü yollar olmadıkları için ve
devlet tarafından da öyle çalıştırılmadıkları için otoyol ağına dahil edilmezler. bu bir.

ikincisi, türkiye'de 20 sene evvel sadece sanıyorum altı tane il birbirine bölünmüş yol ile
bağlıydı. hükümet burada bir tercih yapacaktı, o da erişim kontrollü otoyol yerine,
aciliyet arz ettiği için bölünmüş yol yapmayı seçti. doğrusu da buydu. izmir'den
antalya'ya giderken araç solladığında beynine kamyon jantını yiyordun eskiden. bugün
en azından bunlar kalmadı.

akp sürekli "parayı betona gömdü" diye eleştirilir durur. bu tür başlıklar bu yalanın
deşifre olması bakımından anlamlı. akp parayı yeterince betona gömmedi. siz bu
eşeklerin propagandasına bakmayın, türkiye neredeyse orta afrika cumhuriyeti
klasmanında bir ülkeydi altyapısıyla, hastane ağıyla, tren ve otoyollarıyla. bugün akp'nin
hamlesiyle yine çok eksiği olmasına karşın biraz adama benzedi az buçuk.

yoksa türkiye'nin sağlık ve ulaştırmada önümüzdeki 20 yılda yine yüzlerce milyar euro
yatırıma ihtiyacı var.
yapanı bulursanız parayı betona gömdü diye tenkit edersiniz, kıps.
20.09.2021 02:09 fenahuyluspazo
exxen
 ayda 35 lira mı ne para veriyorsunuz, bu enayiler nasıl ve nereden 50, 60 lira vermiş
aylık bilmiyorum; ha bu ay maç var üye olayım, ertesi ay çıkayım, sonra geri gireyim
filan diyorsanız bilmiyorum. senede 100 lira kurtarmak için böyle atraksiyonlara gerek
var mı? siz hepiniz çift haneli, dolar kazanan ekşicilersiniz...

ikinci olarak yayın bein connect'in aksine 1080p, donması vesaire yok. uydu
kalitesinden elbette ki geride, elbette ki yayın 20 saniye filan geriden geliyor(dur) ama o
kadar. futbolda da gelecek burada. dekoderle mekoderle uğraşmak yok, bas tuşa, gir izle.

medeniyet...
14.09.2021 22:33 fenahuyluspazo
gece duş almak vs sabah duş almak
 gece duş almak fakir adam işidir, yatmadan önce ev sıcakken duşunu alır, zaten sabahın
köründe evden çıkıp metrobüse filan bineceği için, uykusunu almak uğruna duşla filan
uğraşmaktan kendini men etmiştir.

aylık geliri 15.000 doları aşanlar ise sabah duş alır. çünkü mesai saatleri daha esnektir,
aracı vardır ve en önemlisi, bütün gece kombi yakabildiği için evi sabahın köründe dahi
sıcak olur.
13.09.2021 00:55 fenahuyluspazo
evlenen kadının eşinin nüfusuna geçmesi saçmalığı
 saçmalık değildir. soy, tarih boyunca babadan inmiştir. o soyun ve ailenin nüfusuna
geçen kadına bu yüzden "gelin" denir.

ayrıca bu vasat feminist dertleri, yılda 30 bin frank kazanan milletlerin tartışabileceği
meselelerdir. siz önce sigortalı bir iş bulun, babanızdan harçlık almayı bırakın, sonra
güçlü kadın ayakları yapıp patriarkayı sorgularsınız. yoksa daha vakti gelmedi onun.

hepiniz birer "gelin" olacaksınız. tarih, din, kültür, örf, anane, kanun ve doğa bunu
emrediyor. aksini ne emrediyor? senin kıt aklın mı...
09.09.2021 10:15 fenahuyluspazo
cengiz holding'e cumhurbaşkanı kararıyla destek
 bu kadar beyinsiz mal, ekşi sözlük dışında bir yerde bulunamaz. belki bir de twitter...

bunlar yatırım teşviki. kendisine ait mevzuatı var. mevzuata uygun bulunanların
teşvikleri ise cb kararı ile yürürlüğe giriyor. bakanlığa başvurup ben buraya yatırım
yapacağım derseniz ve şartları sağlıyorsanız, aynı cb kararıyla devlet size de teşvik verir.
adi bir yalanla, sanki cumhurbaşkanı inisiyatif alıp "tamam bunlara vergi çıkmasın"
deyip bu kararı yayımlamış gibi haber yapmanın ve bunu yaymanın anlamı, "benim
kitlem geri zekalı, bunu da yer" demekten başka nedir?

gerçi bunlar tasarruf genelgesinde, genelgenin hukuki muhtevası gereği yasal olarak
muafiyeti haiz olan cumhurbaşkanlığının istisna olmasına gülüp "erdoğan kendini
tasarruf genelgesi dışında bırakmış zaa xd" diye alay etmiş tipler. ahmet necdet sezer
döneminde çıkan tasarruf genelgesinde de cumhurbaşkanlığı muaftı, bu teknik bir şey
deyince de ölü taklidi yapıyorlar.

cahil, yalancı, iğrenç bir güruh oldunuz çıktınız başımıza.


03.09.2021 14:46 ~ 18:52 fenahuyluspazo
türk hava kurumu
 emekli asker eskilerinin bin tane alavare dalavare ve yolsuzluk ile batırdığı, sonra da
dönüp insanlara "şimdi buraya milyon dolarları yatırıyorsunuz, bu uçakların motoru
yokmuş motor alıyorsunuz, modernize ediyorsunuz, eşek yüküyle para verip daha ucuzu
varken de yangın uçaklarını buradan kiralıyorsunuz" dedikleri müessese.

bu türk hava kurumu denen garabet kurumun işlevi zaten kemalistlerin yolsuzluk
yapması oldu tarihte.

hükûmet için okçular vakfı neyse, kemalistler için de türk hava kurumu odur. bir
kemalist vakfı. atatürk kurmuş filan. ben uçağı rusya'dan daha ucuza kiralayabiliyorum?
atatürk kurduysa kurdu, sen para ye diye mi kurdu? ben bunlara para yedirmeye
mecbur muyum?

kemalistlere göre mecbursun. çünkü bu da onların tarikatı. bu da onların para


yedirecekleri vakıfları. neden üç tane uçak kiralıyorsun sadece, on tane kirala demiyor
da türk hava kurumu'nun uçakları neden bu hâlde, niye onları kiralamıyorsun diyor.
sonra da dürüst olduğuna inanmanızı bekliyor.

gerçi belki bunlar türk hava kurumu uçakları kamunun, bedava yangın söndürüyorlar
sanıyordur. bu da mümkün.
07.08.2021 13:21 fenahuyluspazo

tanju özcan
 bir memleket için en tehlikeli şey; faşistliğin, ayrımcılığın ve âdiliğin oy kazandırıyor
olmasıdır. çünkü bu durum faşistlerin, ayrımcıların ve âdilerin makam, unvan ve mevki
elde etmesi anlamına gelir. bu adam her kimse bana bunu düşündürdü.

bu aldığı saçma sapan kararın yargıdan filan dönecek olmasını biliyor olmasına karşın
sırf popülizm ve oy devşirebilmek uğruna böyle bir basın toplantısı düzenlemiş, genel
başkanı çakma gandhi'nin ırkçılığını ve faşistliğini bir üst mertebeye taşımak için
mücadeleye başlamış anlaşılan. sonra da erdoğan aşırı sağcı, faşist, popülist olacak;
bunlar ise sosyal demokrat.

sen bunlardan bin kat para alsan (o da alabilirsen) bile hiç kimse bir yere gitmeyecek.
halka domuz gibi yalan söylüyorsunuz. bu insanları ab de almayacak, esad da. bu
insanları gönderemeyince, ki gönderemeyeceksiniz, tabanınız ne yapacak, o oy uğruna
biriktirdiğiniz abes öfke ne sonuçlara yol açacak, 2023'te iktidar olabilirseniz göreceğiz
ama türkiye'nin 2023'ten zillet ittifakının çıkması hâlinde şu ankinden bin beter hâle
düşeceğine adım ve imanım kadar eminim.
27.07.2021 00:28 ~ 00:30 fenahuyluspazo
26 temmuz 2021 tunus darbesi
 darbedir zira bizim cahillerin bilmediği üzere, tunus anayasasının 80'inci maddesi,
cumhurbaşkanına parlamentoyu fesih ya da askıya almak gibi bir hak vermemekle
birlikte, bilakis bu süreçte meclisin daima faal ve aktif olarak oturumlara devam
etmesini teminat altına almış bulunuyor. üstelik bu kararın başbakan ve meclis
başkanıyla istişare edilmesini müteakip alınması gerekiyor. herifçi ise meclisi tatil
etmekle kalmadı, hükûmeti de görevden aldı.

muhtemelen bae'den para alan cumhurbaşkanı, libya'da bizimle ittifak halinde olan
hükûmetin yerine körfez parası yiyecek köpekleri getirmeye çalışıyor.
26.07.2021 21:16 fenahuyluspazo
eşinin bikini giymesine izin veren insan
 erkekte daima çarpışan iki içgüdü vardır.

birincisi, dişisine karşı olan kıskançlık hissi ve onu korumakla birlikte kendi erkeklik
gururunu da muhafaza etme içgüdüsü.

ikincisi de kim ne derse desin, karısının ne kadar güzel olduğunu cümle aleme gösterme
hissi olarak tezahür eden bir eril gövde gösterisi.

belki de bu modern dönemde "karılarımıza karışamayız, ne yaparlarsa haklarıdır"


kisvesi altında, yukarıda arz ettiğim ikinci içgüdüye teslim olmuşuzdur.

bu arada içgüdü ayrı mı, yoksa bitişik mi yazılıyor bilmiyorum...


23.07.2021 11:56 fenahuyluspazo
bir kadının dikkatini çekmenin en etkili yolu
 bir kadının dikkatini çekmenin umurunuzda olmaması.

hoş, bu kadının ilgisini çekmese bile kafanız rahat olur. bu düstura göre yaşamak
gerekir.
21.07.2021 17:10 fenahuyluspazo
medyascope'un yabancı fonlardan aldığı para
 türkiye'de haber kuruluşu veya gazeteci yoktur. birilerinin pr'ını yapan reklam ajansları
vardır.

bu ajansların bazıları bu reklamı iyi yapar, bazıları ise kötü. kötü yapan ise a haber gibi
gözüne batar. iyi yapanı da gazeteci zannedersin ruşen veya nevşin gibi.

hoş bunların yurt dışından para aldığını da on senedir islam'a sallarken değil de mülteci
meselesinde fark etmeniz karakterinizi baya baya ele veren bir mevzu.

aq yamtarları.
21.07.2021 15:55 fenahuyluspazo
kurban edilen hayvanlar acı çekmez
 çeksin veya çekmesin. bir hayvanda bilinçli muhakeme yoktur. yaşadığının farkında
değildir. kurban edilen hiçbir hayvanda "benlik" algısı yoktur, aynada kendini görse,
başka bir canlı zanneder. tehlikeden kaçmaya çalışması tamamen insiyaki, yani
içgüdüseldir; bir muhakeme eseri değildir.

bu hayvanların varlık ve yetiştirilme amacı, biz insanlara hizmettir. ister keseriz ister
sağarız. bunu da ancak zavallı nihilistler inkar eder.
21.07.2021 10:29 fenahuyluspazo
20 temmuz 2021 ekşi sözlük bayramlaşması
 başkanımızdan bayram mesajı: görsel
mübarek kurban bayramınızı tebrik ederim. umduğunuza nail, korktuğunuzdan beri
olmanız ümidiyle...
20.07.2021 09:37 fenahuyluspazo
fyodor fyodorovic
 ben sana 20 beden büyük gelirim calimero kılıklı, benimle uğraşma.

efendi gibi trollüğünü yap, uza sonra.


20.07.2021 06:15 fenahuyluspazo
memur sınıfının ülkedeki en büyük soruna dönüşmesi
 türkiye'nin sorunu memur ya da özel sektör değil, bizzat türkiye'nin ülke olarak fakir ve
bu fakirlikten dolayı da halkın üçkâğıtçı olmasıdır. bu ülkede namuslu bir sınıf, namuslu
özel sektör, namuslu esnaf filan ne zaman gördünüz de konuşuyorsunuz?

özel sektör mütemadiyen memur sınıfına, bürokratlara laf söyler. devlet bizim
gırtlağımıza basıyor, vergileri şöyle alıyor, komünistlik yapıyor diye. hâlbuki
türkiye'deki özel sektörün aldığı yatırım teşvikleri, vergi muafiyetleri, asgari ücret
destekleri hemen hiçbir yerde yoktur. oecd ortalaması olarak en az direkt vergi yüküne
sahip ülkesi muhtemelen türkiye'dir. özel sektörün, geçmişte x grup bugün ise y holding
olarak devlet ricalini kafa kola alıp kamuyu yağmaladığı bir ülkedir burası. devletin
başındakiler daima kontrol edemedikleri bürokrasiyi tasfiye edebilmek için uğraşmış,
memur sınıfına ve bürokratlara laf söylemiş, "işleri hızlandırma" ayağına özel sektörden
kâr hırsıyla hareket eden "prensler" ile iş tutmuş, sonra bu "prensler" memleketi soyup
soğana çevirmiştir. aha son örneği ruhsar pekcan işte. kadını ticaret bakanı yaptılar, özel
sektörden gelen bu kadın ne yaptı, yedi yedi gitti işte. alın size türk özel sektörü...

türkiye'deki özel sektör; vasıfsız, kamu desteği ile ayakta duran ve belirli alanlar
haricinde yurt dışında esamesi okunmayan iğrenç bir sınıftır. bizim kapitalistlerimizin
en sevdiği alan, finanstır. fiba grup meselâ gübre bile, bok bile üretmez. faktoring, banka,
üniversite, şu, bu üçgeninde paradan para kazanır. ferit şahenk buradaki mal varlıklarını
param yok diye satıp, konkordato peşinde koşup ingiltere'den otel aldı. sabancı, beş
liradan ithal ettiği ürünleri 10 liradan satarak zengin oldu. ortaya ciddi ciddi bir üretim,
bir istihdam koyan hiçbir işletmemiz yoktur. ülkenin vergi rekortmeni tüpraş, bir yıllık
kârına çok seküler ve laik koç grubuna peşkeş çekilmiş bir kamu işletmesidir.

bunu şundan söylüyorum, hasbelkader bir şey üreten bir özel sektör oyuncusu
görürseniz, muhtemelen devletten çökülmüş bir işletmedir o. türkiye'deki çapsız ve
hırsız özel sektör bir şey kuracak; hizmet, finans ve inşaat sektörü dışında bir şey
becerecek de göreceğiz.
bizim telekomünikasyon şirketlerimiz ve kobi'lerimiz farklı mı? vergi muafiyeti
alabilmek için teknopark'lara üç yazılımcı koyan turkcell, türk telekom vs. bir şey
ürettiler mi? yok. kobi'ler aldıkları kosgeb, kgf kredileriyle gidip araba aldılar, bu
paraları faizlere yatırdılar darbe sonrasında. döviz krizinde konkordato ilan edenler bir
sene borç ödemeyip paralarını dövize yatırdılar. esnaf zaten hiç vergi ödemezdi, şimdi
gelir vergisinden de muaf oldular. memlekette kdv gibi dolaylı bir verginin bile tahsilat
oranı yüzde 50. kodumun hırsızları bir de bana burada özel sektör övüyor.

ben memurdan da memuriyetten de nefret ederim. bu nefretimin kökeni, osmanlı


devrine dayanır. bizler bu hususta çalıştık ve kafa yorduk. türkiye'deki memur sınıfı,
kendini memleketin hâkimi zanneder. müsteşar, bakana iş yaptırmaz. akp'den önce bu
ülkede bir bakanın ortalama görev süresi 2 sene bile değildi. müsteşar ben buradayım,
sen 6 ay sonra yoksun diye bakana posta koyardı. devlet, hükûmete iş yaptırmazdı. tee
osmanlı zamanında sadrazamlık yapan said halim paşa, bizde avrupa'da olduğu gibi
müteşebbis bir sınıf olmadığı için "ilerici"liği memurlar ile askerlerin yaptığını, bunların
da padişaha karşı güç kazanabilmek için halkı kendisine âlet etmek için kanun-i esasi'yi
ilan ettirdiğini yazar. "kalemiye", "mülkiye"ye terfi ettiğinde memurlar, kendilerini
padişaha karşı koruyabilmek için bürokrat sıfatlarının yanına bir de "halkın mümessili"
sıfatını ekleme gereği duymuşlar; böylece şeyh, şıh, köylü ve çapulcu dolu memlekette
kendilerinin seçilmesini teminat altına alarak kendilerince padişaha karşı müstahkem
bir mevzi elde etmişlerdir. bunların aldıkları maaş da eski ayan sınıfının müsadere
edilen mallarından kaynaklanan maaş olduğu için memur sınıfı, "devletin malı deniz,
yemeyen keriz" diye bir laf uydurmuştur. zira eskiden memurlar, yaptıkları iş karşılığı
aldıkları harç ile geçinirlerken ii. mahmud zamanında maaş almaya başladılar. böylece
artık iş yapsan da yapmasan da birdi...

fakat şunu iyi bilin ki bu memlekette "yatan" memurun yattığı yer belediyelerdir, kit'ler
ve iştiraklerdir. yolsuzluk arayan varsa oralara baksın. ana devlet teşkilatında üç kişi
yatar, beş kişi yatar. buralarda ise onlar ve yüzler yatar.

peki türkiye'deki memur durumu ne âlemde? bugün norveç'te çalışan kamu personeli
oranı, toplam istihdamın yüzde 30'u, fransa'da yüzde 22'si, abd ve almanya'da yüzde
15'i iken bizde sadece yüzde 11'idir. ki bu ülkelerde toplam istihdam oranı bizden daha
yüksek. ona rağmen yüzdeler bu hâlde. devlet ha bire sözleşmeli personele dönmeye
çalışırken bizim dangalak memurlar sürekli kadro madro, ikramiye, bir şeyler istiyor.
hemşire bile 3600 ek gösterge istiyor. dolayısıyla devlet, bu baskı altında zaten kamu
personel rejimini değiştirebileceği kadar değiştirdi. kamu bankalarında kadrolu memur
yok mesela artık. yani türkiye'de memur fazlası değil, bilakis eksiği vardır. belki de bu
yüzden işsizlik bu denli yüksek. pek çok devlet dairesinde bir kişi, beş kişilik iş yaparken
üç kişi ise hiç iş yapmaz. öteki bir kişi ise işsizler ordusunun bir ferdidir, devlet onu işe
almamıştır. zaten bu devlet denen organ, ne kadar personele ihtiyacı olduğuna da
bilmez, bakmayın siz alım ilanlarına filan.

şunu anlamak gerekir: muhteşem bir sistem, eksiksiz bir rejim yoktur. iyi işletilebilen
veya işletilemeyen sistem vardır. kamu personelinin iş garantisi olmasa herkes
hükümetlerin iti olur. memleket teksas'a döner. iş garantisi olunca ise elbet birileri
yatar. bunu engellemenin yolu yok.

ayrıca bugün devletin tüm iktisadî ve bilimsel faaliyetlerini planlayan, resmî gazete'yi
yayımlayan, mevzuatları çıkartan ve denetleyen, personel rejimini kuran ve inşa eden,
maaşları ödeyen de yine kamunun yetişmiş uzman personelidir, bu adamlar giderse
aklınız götünüze girer. ondan çok konuşmayın aq hırsızları. ilkokul mezunu vekillere
"parlamenter sistem/başkanlık sistemi örnekleri" diye kitapçık hazırlayıp verdi
tbmm'deki uzman personel. yoksa bunlar neyi oyladıklarını bilmiyordu.

neyse, bu memleketi bana verirseniz çok daha doğru bir rejim inşa edeceğime eminim.
çünkü siz sadece memurlardan nefret ediyorsunuz. bense hem memurlardan, hem özel
sektörden hem de bu milletin kendisinden nefret ediyorum. objektifim yani...
19.07.2021 17:38 fenahuyluspazo
selamun aleyküm'e verilecek cevap
 başlığı inceledim ve vardığım sonuç:

(bkz: z kuşağının komik olamaması)

neyse, siz "çabuk götüme bakınnnn" temalı tweet'lerden devam...


19.07.2021 13:44 fenahuyluspazo
kemal kılıçdaroğlu
 zuhahaha, dünyaya karşı efsane bir çıkış yapmışmış.

kılıçdaroğlu seçimi kazansa yapacağı ilk şey suriye'den tsk'yı çekmek ve ypg/pkk
devletini kabul etmek olacak. tsk'nın çıktığı yerlere pkk veya rejim girecek. bunların
hiçbiri de suriyeli mültecileri geri filan almayacak, zira ab ve abd, rejime yaptırım
uyguluyor, yani oraların altyapısına para hiçbirisi harcamayacak. pkk devletinin
altyapısının kılıçdaroğlu gidip de kendisi yapacaksa tabi bilmiyorum.
sıkıyor da sıkıyor, altı ok beynine saplanmış olan davar sürüsü yer nasılsa. değil beş
milyon mülteci, on bin mülteci bile gönderemez peşkeş çekeceği topraklar karşılığında.
18.07.2021 17:07 fenahuyluspazo
boğaziçi üniversitesi
 halen daha hocaların rektör seçmesine "demokrasi" diyen var. adamlar ciddi ciddi, seni
(rektörü) seçeni (hocaları) doğrudan ya da dolaylı olarak seçebilmene olanak tanıyan
metoda "demokrasi" diyor. buna demokrasi değil, kapalı devre seçim denir. sistemin
kimin seçilmesi için tasarlandığı belli.

bu salakların demokrasiden filan anladığı da bu zaten. valla demokrasi filan ayağı


yapmayın, boğaziçi bizim, biz yönetiriz deyin geçin, amenna.

ama mal mal konuşulunca ben tahammül edemiyorum.


18.07.2021 14:17 fenahuyluspazo
almanya'nın halkından destek istemesi
 almanya'nın yaşadığı sel felaketinden ötürü halkına "iban atıp" ayni ve nakdi yardım
istemesi durumu.

allah allah, almanya yapma bak böyle şeyler, "dünyada devlet milletine para verirken
bizde devlet milletinden para istiyor!!!!" diyen yarım iq'lu z kuşağı muhalefetinin
propagandasına zarar veriyorsun.

zaten kimse yazmamış bu konuda...


18.07.2021 12:29 ~ 12:34 fenahuyluspazo
tanışılan ilk ateist
 daha 13 yaşında filan iken agnostik.org'u adeta terörize ettiğim için hiçbir zaman
çetelesini tutmadığım hadise.
16.07.2021 15:48 fenahuyluspazo
16 temmuz 2021 almanya'da selden 68 kişinin ölmesi
 türkiye'deki mal gençliği ortaya çıkaran hadise.

aklı almıyormuş. neyi aklın almıyor? yüzlerce yıllık verilere göre hazırlanır ülke
altıyapıları. bunlar kısa sürede değişince tabiatıyla bu tür hadiseler oluyor. türkiye'de
hangi selde 90 tane adam ölmüş? ki bu memleketin kıyıları dağlık, almanya dümdüz
memleket, yağış rejimi leş gibi karadeniz'de filan. geçen de fransa'yı komple su basmıştı.

dünya da avrupa da sizin zannettiğiniz gibi yerler değil aq veletleri. sorunsuz ülke,
sorunsuz yaşam yoktur. alman deyince sanki elf gibi bambaşka bir türden
bahsediyormuş gibi salak salak konuşuyorsunuz. yok alman şöyle alman böyle. alman
bok öyle. alelade insan işte.

sorun sizin mal olmanız aslında. şunu bir görseniz her şey daha iyiye gider.
16.07.2021 10:57 ~ 10:59 fenahuyluspazo
fetö'ye yıllar önce de fetö diyebilmiş kişiler
 cumhuriyet mitinglerinde ordu göreve pankartının altında haftalarca beklemiş, sonra da
fetö darbesinde tank alkışlamışlardır.
16.07.2021 09:59 fenahuyluspazo
ayın ortadan ikiye yarıldığına inanan insan
 olmuş olması aklen mümkün, dinen de vâki olan bir şeye inanan insandır.

bu kadar insan gelip geyik çeviriyor da böyle bir şeyin niçin "aklen imkânsız" olacağını
bir tanesi açıklamıyor. neden? çünkü böyle bir şeyin yaşanmış olması, aklen gayet
mümkündür de ondan. mesele her şeye kadir bir allah'a inanmak yahut inanmamak
meselesidir. vacib teâla bu ayı böler, üçe ayırır, herkese gösterir, geri birleştirir, bunu
yaptığına dair bir emare bırakır yahut bırakmaz, sadece bir kavme gösterir, gerçekten
yarmaz fakat yarmış gibi gösterir. bunların hepsi, her şeye kadir bir allah'a inanıldığında
aklen gayet makuldür. kimse de çıkıp bu böyle olmamıştır diyemez. derse kendi
cehaletidir. nitekim bu konuda dihlevî ve gazzâlî gibi âlimler, ayın hakikatte yarılmayıp
mucize isteyen mekke kavmine öyleymiş gibi gösterildiğini, çünkü hakikatte yarılsa
dünyadaki herkesin görmesinin lazım geleceğini fakat mucizelerin gösterilmesinden
kastın, inanmamakta inat eden kavme delil getirmek olduğunu, bu sebeple tüm
dünyanın tecrübe ettiği bir mucizenin olamayacağını söylerler ki gayet doğru ve makul
bir bakış açısıdır.

bu hususta şunlar söylenebilir: bir istihale vardır bir de istib'ad. müstahil, akla muhalif
olan şeydir. müstebad ise âdete muhaliftir. müstahil akla aykırıdır, müstebad ise akılla
anlaşılamaz. bunlar aynı şey değildir. bir şeyi anlayamamak, o şeyin yokluğunu bilmek
demek anlamına gelmez. bugün bin yıl önceki bir bedevî gelip de treni görse hayrete
düşer treni kavrayamaz, bu nasıl olabilir der. fakat bu bedevîye tren anlatılsa, böyle
saçma sapan şey mi olur diye anlayamadığı treni reddedemez. çünkü bir şeyi
anlayamamak, o şeyin batıl olduğuna delil olamaz. bu sebeple hakikatte menfî bir vaka
tecrübe olunamaz. yani gözlemle, deneyim ve tecrübeyle "bir şey asla olamaz"
denilemez. yalnızca o zamana kadar olmadı denilebilir. bir şeyin asla olmayacağı,
yalnızca akıl ile çelişkili olduğu bilinen şeyler hakkında söylenebilir.
ingiliz mantıkçı william stanley der ki, "bir şey hakkında 'bu şey tasavvur edilemez'
denildiğinde şunu düşünün ki, o tasavvur edilemeyecek şeyler, şu an yaşanan âlem
kadar garip dahi değildir."

lügatçe-i felsefe müellifi ismail fennî ertuğrul der ki, "mucize, bazılarının yanlış
zannettiği gibi tabiat kanunlarını bozmak ve ilim ve fenleri altüst etmek değildir. mevlâ
teâla tarafından yüce peygamberleri doğrulama hikmetine binâen takdir buyurulan ve
önceden belirlenmiş olan vakitleri geldikçe meydana çıkan harikalardır. tabiat
kanunları, ilahî âdetlerden başka bir şey değildir. ilahî âdetler ise değişmezler. denizin
yarılıp hazret-i musa'nın oradan geçmesiyle tabiat kanunları bozulmamıştır, eskiden
olduğu gibi devam ederler. çünkü nasıl tabiat kanunları ilahî âdetlerse, allah'ın
peygamberlerini doğrulamak için harikalar takdir buyurması da bir başka ilahî adettir."
13.07.2021 21:37 fenahuyluspazo
company of heroes 3
 allah belanızı versin, vakit hırsızı köpekler. mecburen alıp oynayacağız.
13.07.2021 20:53 fenahuyluspazo
faiz değil kar payı
 faiz değil, kar payıdır.

sadece şeklen öyle ühühü diyenler, din zaten şekle, usule bakar. şehadet getiren
mümindir, kalbini yarıp bakmakla mükellef değiliz.

şeklen dini ise mesele yok.


13.07.2021 17:53 fenahuyluspazo
hollanda başbakanının döktüğü kahveyi paspaslaması
 yeri paspaslıyor diye birine oy verecek olan adamın aklını sikiyim.

konuya ilişkin tek yorumum bu. çünkü konuşursam çok ağır konuşurum.
12.07.2021 12:07 fenahuyluspazo
mansur yavaş
 o kadar dürüst ki, sayıştay raporlarında yazdığı üzere özel kalem müdürlerini hülle ile
kadrolu memuriyete almak için kullanıyormuş. imamoğlu'nun 1.5 milyonluk yemeği,
tunç soyer'in belediyede işe aldığı karısı filan hep bu raporlarda var ama muhalif medya
unuttu herhalde sayıştay'ı, buraları yönetme yetkisini alınca ajshs. cumhuriyet'te filan
hiç ibb sayıştay haberleri görmüyorum. eskiden ayda bir çıkardı.

neyse akp'li belediyelerden, bakanlıklardan devam... sayıştay bi oraları denetliyor çünkü.


11.07.2021 19:21 fenahuyluspazo
recep ivedik
 bu serinin ikinci ile üçüncü filmi birer başyapıt. bu filmleri komik bulmayanlar da bayağı
bayağı boş yapıyor. diğerleri ise oldukça vasat ve dandik. ama bu filmler... muazzam.
dost meclisinde tekrar tekrar izlediğimiz celal ile ceren, kolpaçino, aile arasında gibi
yerli komedi filmleri arasındaki favorimdir bu filmler.

evet, her ne kadar entelektüel bir şahıs da olsam bu filmleri izledim ve halen hayvan gibi
gülüyorum açıkçası. bunun nedeni bence ikinci ve üçüncü filmde ciddi ciddi bir lore
olması. birinde ninesinin baskısı ile ev, iş, aş kurmaya çalışıp "adam" olma uğraşı
verirken, diğerinde girdiği depresyondan çıkış yolu arıyor. adeta meşhur sosyolog peter
berger'in söylediği "yuvasızlık" krizini yaşıyor. bence her erkek bu iki filmde
kendisinden bir şeyler bulabilir... toplumla sırf dış görünüşünden dolayı kavga vermek
zorunda kalan birinin hikâyesi...

belki de recep ivedik'in hayat ve insanlarla olan ilişkilerine özeniyoruz biraz. bilhassa şu
hayatta en çok yapmayı istediğim şey, yanımdaki birinin yanına gelen ve sözde ayıp
olmasın diye halimi hatırımı soran adama "şununla ikili diyaloguna gir, sonra da bas git,
bana dokunma" demek olabilir.

adam bir de entelektüel aslında... genel kültürü var. ama anlatacak kimsesi yok... ondan
nasıl ve nerede anlatacağını bilmiyor.

şahan bu lore'dan çıkınca seri komikliğini yitirdi. o herhâlde bunun yaptığı hayvanlıklara
gülünüyor sandı. hâlbuki alâkası yok. ben arka plandaki hikâyeye, bu hikâyenin ana
karakter için sakil kalmasına güldüm hep. adamın burnunu karıştırmasına değil,
kodamanlara anlatacak bir şey bulamayıp ağustos böceği ile karınca hikâyesi
anlatmasına, promosyon pizzasını yediği adama saf saf bu pizzayı yemesinin hiçbir şeyi
değiştirmeyeceğini, ondan yarı fiyat istediğini anlatmaya çalışmasına, date'e çıktığı
kadının kalbini kazanabilmek için çin restoranı müdavimi gibi davranabilmek adına
garsonla ahbap olmasına filan güldüm.

recep ivedik 2 ile 3'e gülmeyen benimle ahbaplık filan edemez.


10.07.2021 14:19 fenahuyluspazo
almanya'da kurye olarak işe başlayan genç mühendis
 kıt kanaat geçinecek, 2000 euro dahi kazanamayacak, işi gereği yine türklerle muhatap
olmak zorunda kalacak ve artırdığı parayı kur farkından dolayı seve seve yine anca
türkiye'de değerlendirmek zorunda kalacak olan boş eleman.
"bu ülkede birinci sınıf insanlar katarlılar" diyecek kadar iq yetmezliği yaşayan adam da
gitsin zaten.

ha kendisine şunu söyleyeyim; kendi hesabına, sözleşme ile kuryelik yapan insanların
aylık kazandığı para 8000 liradan filan başlıyor bu ülkede. getir'e, hepsiexpress'e filan
bir sorsaydı bari gitmeden evvel derdi paraysa.

yalnız ben şu tribi anlamıyorum, bu ülke şunu kaybetti filan. amsterdam da ispanyol
barista filan kaynıyor, adam ülkesinde bu ülke artık bir makinist kaybetti diye tribe
girmiyor, çünkü seçtiği yolun kendi seçtiği yol olduğunu biliyor.

bizim aptal yeni nesil ise ülkesinin ona sürekli bir şeyler borçlu olduğunu düşünüyor,
halbuki böyle bir durum yok. mesela işte bu çocukları atamayacaksanız neden bu
fakülteyi açtınız muhabbeti dönüyor sürekli. orada her şeye rağmen okuyan çocuk suçlu
değil, istersen burada oku diyen devlet suçlu. sanki o fakültede okumasa dünya çapında
bir fizikçi olacaktı. yoo, yine aynı vasatlıkta bir tip olup çıkacaktı işte. cahil ve okuma
yazma bilmeyen bir kavme okuma yazma öğretsen ne elde edersin? okuma yazma bilen
cahil bir kavim. türk milleti de gençliği de tam olarak budur.
09.07.2021 13:49 fenahuyluspazo
yazılımcıların türkiye'yi terk etmesi
 rte gitsin geri dönerler, iktidar değişince ülkede hiçbir şey değişmez ama bakın görün, o
zaman mutlu olurlar. aynı izmir'de yıllardır konya kadar bile hizmet alamayıp bok içinde
yaşayarak mutlu olanlar gibi.

hatta geri dönüp şirket açarlar, tecrübe kazandık, bu ülke bizim, kalkındıralım derler. rte
gidince ülke onların olur ya geri...

ekonomik nedenler yok demiyorum ama bu tür şeylerin temel nedeni belli: bu ülkeyi
benim ideolojim yönetemiyorsa, bana düşmandır kafası. insanların yazdığı çizdiğine
bakılırsa aidiyet hislerini yitirdikleri belli oluyor.

bir hdp katkılı millet ittifakı iktidarı oldu mu o zaman geri kazanırlar aidiyetlerini ama
bakın görün. o zaman çocuk tacizi bitecek çünkü...
09.07.2021 12:08 fenahuyluspazo
deniz tekin
 öğlen ikiye kadar yatarsa tabii ki elektrikli süpürge sesiyle uyanır. biraz hanım olsun ve
erken kalksın...
03.07.2021 23:42 fenahuyluspazo
elmalı davası hakkında annenin tweet'leri
 bazılarının götüne giren tivitler.

çok kolay öyle tek tarafı dinleyip de bu niye ömür billah içeride yatmıyor demek. ama
işte allah'a şükür ki hukuk böyle bir şey değildir. bilmiyorsunuz, kaç yıllık ağır ceza
hekimlerine laf söylüyorsunuz sonra sosyal medya köşelerinde. yargılamayı etkilemek
maksadıyla tezvirat yapmak suçtur. yargılama neticesi ortaya çıkmadan hiç kimse suçlu
muamelesi göremez. şüpheden sanık yararlanır ve yargılamanın tutuksuz yapılması
esastır. 500 yıllık filan ilkeler bunlar. tek tarafın iddialarına göre karar verilince zaten
adı dava değil, infaz oluyor.

yarın bir gün başınıza bir iş gelir de sosyal medya maymunluğu yüzünden hayatınız
kayar. süper zeka bakanlık da hsk'ya soruşturma açtırıyor hakimler hakkında. hayırdır,
dava hakkında vahiy mi indi de şimdi açıyorsunuz, kaç ay önce serbest kalmış kadın?

bu sebeple sosyal medya maymunluğuna boyun eğmeyecek alfa hakim ve bürokratlara


ihtiyacımız var. fakat türkiye kadar sosyal medyadan korkulan bir iktidar filan da
görmedim.

yazık, ne diyim. bu ülke adam olacak da ben göreceğim. eşekler adam olur, bu millet
adam olmaz.

kodumun salakları.
30.06.2021 17:33 fenahuyluspazo
kemal gözler
 geçenlerde islâm hukuku ile ilgili bir yazı yazmış. islâm coğrafyasında devlete karşı can,
mal emniyetinin doğru düzgün sağlanamadığını, bunun mesulünün islâm hukuku ve din
olamayacağını, çünkü din ve dinî hukuk esaslarının bunun sağlanması gerektiğini
savunduğu fakat islâm hukukunda otoriteyi sınırlandıracak çeşitli mekanizmaların
olmaması sebebiyle bu durumun ortaya çıktığını filan ifade etmiş kısaca.

ben kendisine bunun nedenini söyleyeyim: bahsi geçen mekanizmalar, kurumsallaşma


ile kurulur. kurumsallaşma ise hukuk âleminde sonuç doğurabilecek tüzel kişilikler
kurulması ile mümkündür. islâmiyet'te ve dolayısıyla islâm hukukunda tüzel kişilik
kavramı hemen hemen yoktur veya çok cılızdır. bu sebeple otorite motorite öyle
sınırlanamaz; supreme court, checks and balances filan yoktur öyle. islâmiyet'te güçler
ayrılığı da yoktur bak. yargı, yürütmenin bir fonksiyonudur. adalet dağıtmak halifenin
vazifesidir. yargıçlar da onun vekilleridir. vekil eden, vekili ise her zaman görevden
alabilir. yani verdiği karara müdahale edemese de o kararı beğenmez ise o hâkimi
görevden alabilir. bu bir mantık kuralıdır: bir hakkı veren, onu almaya da muktedirdir.
verdiğim vekâleti istediğimde geri alırım.

içinizde bu ne saçmalık diyenler olabilir. hâlbuki saçmalık filan değildir. hâkimlik, kadılık
bir meslek değildi o zamanlar, bir makamdı. bugün hâkimlik teminatı vardır, çünkü
hâkim verdiği karardan ötürü işini kaybetse açlıktan ölür. o dönemde ise işini yapmaya
devam eder: bu tarımdır, ticarettir, akademidir... kadılar yalnızca birer görevlidir.

peki sultanı, halifeyi ya da kısaca otoriteyi denetleyecek bir makam neden yoktur?

birincisi, aslında vardır. bu da halktır. veyahut olağanüstü zamanlarda kurulan divanlar


ve mahkemelerdir. sultanlar da hukuka tâbidir. hatta osmanlı devrinde çeşitli sebeplerle
mahkemeyi kaybetmiş sultanlar vardır, yargıçları da görevden almamışlardır.

ikincisi, bu tür makamların teşkili için kullanılan tüzel kişilik kavramı, aslında felsefî
olarak teodise problemini çözmek için ortaya atılmıştır. dünyadaki irade sahibi
varlıkları, örneğin sultanı, bu irade ve otoriteden, yani aktif eylem kapasitesinden
mahrum etmek için aktif eylem kapasitesi kişilerden (gerçek kişiler) kurumlara (tüzel
kişiler) aktarıldı. tüzel kişiliği hâiz modern devletler böyle kuruldular. böylece kendi
kendisine makine gibi işleyen ve kendisini idare edenlerden bağımsız, denetlenebilir bir
siyaset sistemi kurulabileceği düşünülüyordu.

fakat bunun bir yan etkisi oldu ki o da benim "kötülüğün anonimleştirilmesi" dediğim
şeydir. eskiden sultan, hükümet; hükümet de devlet demekti. devlette işler kötü
gidiyorsa nedeni belliydi: balık baştan kokardı. hesap sormaya cesaret edebilecek iseniz
sorumlu şahıs, sultanın ta kendisiydi.

bugün devlette işiniz savsaklansa, görülmese, açıkça haksızlığa uğrasanız; sorumlunun


kim ve ne olduğu belli değildir. devlet adeta kendi kendisine, kendi kendisi için işler.
görünmez bürokrasiler, yönetmelikler, mevzuatlar vardır. sizi mağdur eden bu
durumdan kimin mesul olduğu ise belli değildir. bu "kötülük" öylesine anonimdir ki,
belki de devleti yöneten adamın dahi bundan haberi yoktur. zira devletin büyüklüğü ve
faaliyetleri, onu yönetene her alana vakıf olma imkânı vermez. hâlbuki anonim bir beyit
der ki, "şah vakıf ola ahvâle, iş vükelâya kalırsa ne hâle". yani bir işin başındaki, o işe
nezaret etmelidir. başkasına bırakırsa o iş saçma sapan bir hâl olur. işte devletler o
kadar büyüdüler ki hemen her şey saçma sapan bir şekilde yapılır oldu. o sebeple
yalnızca bir devlet büyüğünün selamı söylenirse o işin üzerine düşülür ve yapılır. çünkü
artık "şah ahvâle vakıf olmuştur."

bunun kaçınılmaz sonu ise faşizmdir. modern devletler felsefî olarak faşizmden
kurtulamaz. ihtiyacı olduğunda seni seve seve askere alır, vergisini toplar, asar keser,
hatta şimdi sırf o istiyor diye pfizer aşısı oluyoruz, yoksa avrupa'daki devlet hazretleri
seni adamdan saymıyor.

feodal dönemde en mutlak padişahın dahi gücü sınırsız değildir; halk, çıkar çevreleri,
dinî kurallar ve mahkemelerce denetlenir. bu dengeyi kurmayı beceremeyen onca
padişah canını vermiştir. saray darbelerinin hiçbiri rejimi değiştirmemiş, yöneteni
değiştirmiştir. bu da söylediğim şeyin delilidir.

fakat bugün devleti yönetenlerin gücü sınırsız değildir belki ama bilin ki devletin
kendisinin gücü sınırsızdır. yönetenleri denetleme uğruna devlet mekanizmasının gücü
inanılmaz derecede artırılmış ve devlete adeta "kendisi için ve adına var olma hakkı"
(r'aison d'etat) verilmiştir. hâlbuki hak, yalnızca insana aittir. devletin hakkı olmaz.
"insan hakları" tabiri abesle iştigaldir: "öss sınavı" demek gibi bir şeydir.

kıssadan hisse, islâmiyet'te modern devlette olduğu gibi otoriteyi sınırlayacak ciddi
müesseseler gerçekten bulunmaz. çünkü yönetenin yetkisinin kısıtlanması uğruna
hobbes'un tevrat'ta geçen devasa ve kollarını her yana uzatabilen devasa deniz yaratığı
olan "leviathan"ın adını verdiği bu faşist mekanik aygıtın ortaya çıkması istenmemiştir.
16. yüzyılda savaş çıksa, kars'taki köylünün haberi dahi olmazdı. şimdi savaş çıksın da
devlet seni bir yerlere çağırmasın, göreyim.

bu sebeple bizde bu kurumlar doğru dürüst kurulamıyor. sadece bizde değil, pek çok
başka yerde de böyledir.
28.06.2021 22:43 ~ 22:47 fenahuyluspazo
faik öztrak
 herhalde yapılan sınavların "sıralama" işine yaradığını bilmiyor. sorular zormuş da
katarlılara yer mi açılıyormuş soruların yapılmaması sağlanarak da bilmem ne. katarlılar
değil de meselâ ingiliz paçozu gelse hoşuna giderdi, o ayrı bir konu.

kafasının içinde bulgur pilavı veya bazlama olan birisi olsa bile şu söylediği saçmalıkları
söyleyemez. bu tür saçmalıklar ve yalanların dozu arttıkça aklıma benim mısır geliyor.
orada da yok ulema çıktı ölü kadını 6 saat daha skebilirsiniz dedi filan gibi yalanlar
söylendikten sonra darbe yapılmıştı malum.
bizim sosyal demokrat taklidi yapan ama arap, islâm ve göçmen düşmanı, aşırı sağcı le
pen kıvamındaki chp ve yamtar iyi parti böyle böyle eli yükseltiyor ama arkasından ne
çıkacak bakalım...
28.06.2021 22:11 fenahuyluspazo
lgbt olmayıp lgbt savunucusu olmak
 kültürel emperyalizm eseridir. başka bir nedeni yok.

hiç kimse bu homoseksüalite nedir, nasıl işler falan diye ciddi ciddi bir şeyler okumuş
etmiş değil. 15, 16 yaşındaki çocuklar sosyal medyada eşcinsellikle ilgili ahkâm kesiyor.
lise biyoloji dersini verememiş, eşcinsellik şundan bundan kaynaklanır diye laga luga
yapıyor. bunun tek bir nedeni var: uğradığı yoğun propaganda. peki bu propagandanın
kaynağı ne? bu sektörün kanını emen çok büyük bir siyasî ve iktisadî güç ağı var.
bununla toplumlara, devlet politikalarına, ekonomilere müdahale edebiliyorsun.
homoseksüellik tarihte her zaman vardı. ama hiçbir zaman üçüncü bir kimlik olarak
kabul edilmemişti, ta ki belki son 50 seneye kadar. orta çağ'da yazılan şiirlere filan bir
bakın, "oğlancılık" bir fantezidir belki. en fazla bir kaçamaktır. hiç kimse ben oğlancıyım
diye ben geyim demez, kendi normlara uygun hayatını da sürdürür. çünkü bunun bir
kimlik olmadığını, bir cinsî kaçamak olduğunu bilir.

biz bunları burada teker teker, ilmî delilleriyle anlattık. cinsiyet dediğiniz şey, akışkan
bir şeydir. hiç kimse yüzde 100 heteroseksüel veya homoseksüel değildir. insan
hayatının belirli evrelerinde hemcinsinden de etkilenebilir belki, fakat baskın kimliği ile
bunu savuşturur. hapiste kadın olmadığı için birbiri ile yetinen erkekler gibi meselâ.
baskın kimliği homoseksüalite olan insanların böyle olmasının genetik bir zorunluluk
olmadığı; bilakis toplumsallaşma, hormonal yapı, beslenme gibi süreçlerin genetik
mirastan daha dominant bir şekilde homoseksüelliği şekillendirdiği ilmî olarak
ispatlanmıştır. valla defalarca yazdım, tekrar yazamıycam bunların kaynağını filan,
isteyen baksın entry'lerime.

dolayısıyla eşcinsellik, toplumsal olarak promote edildiğinde "yayılma" emaresi


gösteren bir şeydir. çünkü toplumsal normları değiştirmek, toplumun vasatını da
değiştirecek, dolayısıyla siz de değişeceksiniz. bunu inkâr faydasız. bunun için yapılan
onlarca deney var. homoseksüel çiftlere verilen çocukların homoseksüelliğe daha çok
temayül ettiği de bilinen bir gerçektir, nedeni de bu anlattığım şeydir.

bunların zannettiği gibi doğada on, yirmi, beş yüz tane cinsiyet yoktur. insanda iki tane
vardır: xx kromozomlu kadın ve xy kromozomlu erkek. "intersex" dedikleri ise kalıtsal
problemleri olan insanlardır. bunlar genetik bozukluktur. ayrı bir cinsiyet değildir. xxy
kromozomlu olmak filan sizin üçüncü bir cinsiyetiniz olduğunu göstermez. hünsâ
(hermafrodit) olmak da keza böyledir. burada cinsiyetinizin tespiti için çeşitli metotlar
var bilimsel olarak. ayrı bir cinsiyet değilsiniz, sadece kalıtsal olarak talihsizsiniz.

toplumsal cinsiyet denen şey ise fennin değil, sosyolojinin konusudur, bu sebeple
biyolojik bir temeli yoktur. bu rollerin neden böyle olduğunu ise tartışmak gerekirse
yine en büyük kaynağın genetik miras olduğu görülür. kadının becerebileceği işler
geçmişte kısıtlıydı, gebelik hayatlarını riske atıyordu ve doğurduktan sonra tüm ilgileri
bebekleri oluyordu. bu sebeple buna göre yetiştirildiler, dışarıdaki tehlikelerin hallini
beylerine bırakıp eve çekildiler, basit işlerle uğraştılar. "toplumsal cinsiyet rolleri" denen
şeylerin ekserisinin nedeni biyolojidir yani yine, değişmesi için toplumsal bir sebep
varsa zaten kendi kendine değişiyor bu roller; bugün çalışan, araba kullanan,
akademisyen olan, alet edevat kullanan kadınların sayısını erkekler artırmak için pek
uğraşmadı, toplumsal olarak buna ihtiyaç vardı ve bunlar kendi kendisine ortaya çıktı.
osmanlı döneminde şehirlerde kadınlar burnunu dışarı çıkaramazken daha "yobaz"
olması beklenen kırsalda kadınlar bağırları açık hasat yapıyordu.

neden? çünkü toplumsal fenomenlerin ortaya çıkması gerekiyorsa zaten kendi


kendilerine ortaya çıkarlar, kimseye sormazlar.

dolayısıyla hayır, 6000 tane cinsiyet yok. kendini kadın hisseden kadın olmuyor. bilim
bunu söyler. toplumsal cinsiyet de biyolojinin değil sosyolojinin konusudur.

çok ilginçtir, biyolojinin en temel konusu olan cinsiyet gerçeğini dahi inkâr edenler,
eşcinselliğin genetik bir zorunluluk olduğuna sizi inandırmak isterler ki bu doğru
değildir.

toplumsal cinsiyet bakımından "erkek adam ağlamaz" geyiği ile filan bile mücadele
etmek sakıncalıdır. erkeklerin ağlaması can sıkıcı bir şeydir... hele kadınlar için...

bir de bu tür ilişkiler için "doğal değil" diyenlere "doğada eşcinsellik var" diyen süper
zekâlar var. oradaki "doğal değil" lafzı, "doğada bu yok" demek değil. doğada her türlü
anomali de vardır yoksa. "anlamlı değil, yararlı değil, abes bir şey" anlamına geliyor
orası. yoksa evrimsel olarak kuzeniniz olan bonobo maymunları, yavruları ile birlikte
olur ve hem ensest hem de pedofil davranışları "doğal" olarak sergiler. çok da önemli
değil bir şey doğada var mı yok mu yani... celal şengör de bi ara bok yedirmek işkence
değildir, orangutanlar yer, bizim akrabalarımız filan diyordu. aynı hesap aslında.
aptallığın sınırı yoktur çünkü, aptallık sahip olunan bilgi ile de alâkasızdır maalesef.

yani kıssadan hisse: lgbt savunucam diye eşek olmamak lazım. sonra her sene sonuna
yeni bir sembol eklenen ve yanılmıyorsam son hâli lgbtiqx+ olan bu topluluğun deli
saçması tezlerine de dâhil olmak tehlikesi var.

bizim kıblemiz akıl ve imandır...


28.06.2021 22:03 fenahuyluspazo
dövme sildirmek
 dilek imamoğlu'nun yaptırmasını önerdiğim eylem.

sakızdan çıkmış gibi duruyor dövmesi.


27.06.2021 17:55 fenahuyluspazo
katarlı gençlere türkiye'de sınavsız tıp hakkı
 merak etmeyin, katarlı gençler sizin ilk bine güç bela giren sikik üniversitelerinize
gelecek kadar mal değil. gelmezler, giderler uk'de, abd'de harcarlar 500 bin dolar, siz de
mutlu olursunuz.

türk muhalefeti, dünyanın en aptal, en geri zekalı ve en dangalak muhalefetidir. tek


sermayesi, geri zekalı kitlesi olduğu için her türlü yalana dolana başvurur ve bunların
yalan olduğunu da anlayamaz. bu dangalak sürüsü arabistan'da bir atın eşcinsel olduğu
için idam edildiğine dair bir hoax'a dahi inanmış, burada da başlığını açmışlardı.

burada yazılanların yalan olması bir tarafa, yalan olmasa bile buna itiraz etmek bir
beyinsizlik emaresidir. her şeyi geçtim, orada katar değil de avrupa birliği yazsa hiçbir
sorun olmayacaktı. türk muhalefeti popülist ve faşist olduğu gibi aynı zamanda da arap
düşmanıdır, bunca zırlaklık da bundan aslında.

peki niçin buna itiraz etmek dangalaklık? çünkü dünyanın önde gelen ve yabancı
öğrencilerin başat tercihleri olan uk ve abd'de de bu öğrenciler kabul almak için sınava
filan girmiyor. bilal erdoğan harvard mezunu aq.

bir üniversite için yabancı öğrenciden kıymetli şey mi var? her yükseköğretim kurumu
yabancı öğrenci gelsin, hatta burada kalıp çalışsın diye götünü yırtar, çünkü yabancıların
tercihi olmak kalite göstergesidir, bununla kurumlar övünür, öyle ki bugün kanada'nın
doktorlarının yarısı suudi (kanada'da kimse araplar ile anlaşmayalım, bizim çocuklar tıp
okusun dememiş herhalde), bunlar da kimse gelmesin istiyor.
adım gibi eminim ki bunun tek nedeni katar'ın aramızın iyi olduğu bir arap milleti
olması. yoksa bu kadar mal olamazsınız diye tahmin ediyorum.

keşke kaliteli üniversitelerimiz olsa da o adamlar 6 yılda harcayacakları yüz binlerce


doları oralarda değil de burada harcasalar.

buna karşı çıkanın da aklı yoktur veya chp'lidir. ne yazık ki ikisi de bu günlerde aynı
anlama geliyor. köylülere karşı konuşmak kolay, çıkın karşıma da oy oranınızı baraj
altında bırakayım reziller.
26.06.2021 22:15 ~ 22:55 fenahuyluspazo
95'inci gazi koşusu'nda imamoğlu'na atılan slogan
 akp'ye kabul edilmediği için chp'ye geçen sağcı, vasat bir laz müteahhite yapılan
tezahürattır. bunu isteyen kendisine sorabilir.

ben olsam bana da tezahürat edilirdi. bi numarası yok.


26.06.2021 20:31 ~ 20:32 fenahuyluspazo
çocuk uyuyor diyen vatandaşa küfreden polis
 çocuk uyuyor dediği için değil, polise "ahlaksızlar" diyerek hakaret ettiği için gözaltına
alınmıştır muhtemelen. birine ahlaksız demek hakaret ve suç, görev başımdaki memura
görevini yaptığı için hakaret etmek ise katmerli suçtur. kimse sizin eşeğiniz değil,
hakaretlerinize tahammül etmek zorunda da değil. kadının biri de adamın vatandaşlık
hakkı diye carlıyor, sana buradan hakaret etsem benim hakkım mı olacak süper zeka?

camdan ona buna artistlik yapmak bedava olduğu için arkadaş gaza gelmiş muhtemelen.
gazını almışlardır işte.

polise, devlete bayılan bir tip değilim ama polis geldiğinde artistlik yapmak için türlü
türlü hareketler hiçbir zaman yapmam. polis sana kimlik sorarsa seve seve
göstereceksin, ancak ondan sonra mesnedini sorabilirsin. kimliğini vermeyip neden
istediğini soramazsın. o kanun maddesi onu söyler mesela.

bizim eksi 20 iq'lu vatandaş ise artistlik yapıp polise kimliğini vermez, vermek zorunda
değilim der. dolayısıyla hem tartaklanır hem de kimliğini verir en nihayetinde.

bu bir örnektir. mal olmayın. akıllı olun. çok zor bir şey değil.
26.06.2021 20:02 ~ 20:03 fenahuyluspazo
bütün savcı ve hakimlerin değişmesi gerekliliği
 bence hakim ve savcıları değiştirmek yerine biraz hukuk ve kanun öğrenmekle işe
başlayabilirsiniz. mesela bir insan hangi suçlardan ve nasıl tutuklanabilir, kanunlarda
yazıyor.

eh, bunu bilmeyince "şu nasıl serbest kalmış" diye düşünmek normal.
21.06.2021 13:24 fenahuyluspazo
bilim
 nobel ödüllü cerrah alexis carrell bir kitabında, hatırımda kaldığı kadarıyla "hayat bilim
insanlarından öğrenilmez. şairler, edebiyatçılar, askerler... bunlar hayatı, bilim
insanlarından daha iyi anlamışlardır. proust gibi büyük bir dehanın, hiçbir zaman
napoleon kadar çok müridi olmamıştır; askerler babaları gibi gördükleri napoleon için
öldüler. proust ise doğru düzgün fon bile bulamadı." minvalinde şeyler yazıyordu.
meşhur "man, the unknown" adlı kitabında ise tam olarak şöyle der: "insan her şeyin
ölçüsü olmalıdır. buna mukabil o, yarattığı dünyada bir yabancıdır. bu dünyayı kendisi
için düzenlemekten acizdir, çünkü kendi tabiatına ait pratik bir bilgiden yoksundur.
böylece cansız maddelerle alâkalı ilmin, yaşayan varlıklar hakkındakilere karşı muazzam
ilerleyişi, (insanlık tarihindeki) en büyük felaketlerden biridir."

carrell'ın doğru düşündüğüne gitgide daha çok kâni oluyorum. zannedilenin aksine bu
satırların yazarı olan fakir; hawking, krauss, crick, dennett filan gibi adamları okumuş
bir insandır. bugün "bilim" denen şeyin "fact" adı altında, bu insanlar vasıtasıyla
karşımıza koyduğu şeylerden bazıları şunlardır:

"bilinç denen şey, beyindeki sinapsları teşkil eden atomların rastgele çarpışmasından
teşekkül etmiş bir raslantıdır, aslında irade diye bir şey yoktur, hemen her şey
bilinçaltında olup biter, biz yalnızca bunun sonrasında farkına varırız ve bir kararı o an
aldığımızı zannederiz, hâlbuki bu kararın altyapısı saniyeler önce bilinçaltında
hazırlanmıştır", "duygu, düşünce ve eylemler; hormonal sistemin bir tezahürüdür. insan
hormonlar ve sinapslar dışında bir anlam ifade etmez", "evren bir kuantum tekillik
durumundan patlamış ve bildiğimiz anlamda kainat meydana gelmiştir; bu kuantum
tekillik durumunun ne kadar 'hiçlik' olduğunu bilmemekle birlikte varlığın vücuda gelişi
evrendeki kanunların ve bilhassa da kütle çekim yasasının gereği olduğu için garip
değildir", "her şey bir şekilde var olduktan milyarlarca yıl sonra dünya üzerinde bir
şekilde kendi kendini kopyalayabilen bir rna, sonra da dna oluşmuş ve yaşam türemiştir.
nasıl? burası çok önemli değil. çünkü fizikte ve biyolojide imkânsızlıklar, milyarlarca yıl
denen sihirli bir kelime sayesinde yok edilebiliyor", "evrimin amacı hayatı inkışaf
ettirmek ise şayet esasında insanların varlığına pek gerek yoktur. zira bakteriler
dünyanın yok olacağı güne değin yaşayacak iken insan gibi pahalı ve 'akıllı' bir yaratık,
muhtemelen fosil yakıtların tükenmesinden sonra ölecek ve dünyadaki yaşamı da yok
olmanın eşiğine getirecek. o hâlde evrim, neden bizi oluşturdu? burası meçhuldür. belki
entropi yasasının bir gereği... ama o zaman neden sadece biz? entropi sadece burada mı
var?", "aslında bir zihnin içerisinde imgelem veya bir simülasyondaki karakterler
olabiliriz. fizik yasaları buna imkân veriyor. hatta evren, kendi kendisini simüle etmekte
olan bir süper bilgisayar dahi olabilir."

bu söylenenlerin doğruluğu veya yanlışlığı değil konumuz. açıkçası bunların doğru olup
olmadığını beşeriyetin hiçbir zaman anlayamayacağını düşünüyorum. insanın
becerebileceği şeyler dururken anlayamayacağı şeyler üzerine düşünmesi, bunlar için
çaba harcaması aklının noksanlığındandır. en azından benim için... mesleğim bu değil
sonuçta.

peki öyleyse konumuz ne? konumuz, bir şeyi biliyor olmanın bilinen şey hakkında doğru
bir şekilde muhakeme edebilmeyi garanti etmediği. şöyle ki:

aslında bu evrendeki nihaî sorun ve problem, ontolojidir. yani varlık problemidir.


varlığın neden var olduğunu ve gerçekliğin var olmasındaki sebebi, anlamı keşfetmektir.
insanlar binlerce yıl boyunca bunu felsefe, kelam ve sezgi aracılığı ile yapmaya çalışıp
aklen makul pek çok fikir de ortaya attılar. fakat sonrasında bilim gelip bu soruları bir
"muhteviyat" sorununa indirgedi ve dedi ki: "gerçekliğin, fiziğin, biyolojinin vs. altında
yatan doğayı ve yasaları keşfettiğimizde, onlar hakkında daha doğru yorumlar yaparak
gerçeği bulabiliriz."

meselâ fiziği ele alalım. "gerçeklik" dediğimiz alan fiziğin bir konusudur. peki fiziken
gerçeklik nedir? ıstılahî olarak gerçeklik, ölçümdür. bir masayı 1 metre olarak ölçtü
isem, ölçmeyi bıraktığımda da o masanın 1 metre olarak kalacağına itimad ederim. işte
benim için gerçeklik budur. peki başkası, başka bir şekilde ölçerse? kuantum mekaniğine
ve göreliliğe göre bu bazen mümkün olabiliyor. zira gözlemci, zannedilenin aksine, en
azından mikroskopik cisimler için gözlem hadisesine bir şekilde dahil olarak, gözlem
öncesi andan farklı ve yeni bir fenomen yaratır. o zaman da bu, tecrübe eden kişi için
gerçektir demekten başka bir çare yoktur. zira yasalar buna el veriyor ve gözlemci de
bunu doğru bir şekilde ölçüyor.

peki aynı anda ve aynı evrende geçerli iki farklı gerçeklik olabilir mi? olursa bunun
yorumu ve açıklaması nasıl yapılmalıdır? kimileri buradan hareketle gerçekliği
oluşturan şeyin muhtevasını tahmin edip bu yasaların bizim bir simülasyon içerisinde
yaşadığımızı veya bir zihindeki imgeler olduğumuzu dahi söylüyor, bazıları ise farklı ve
daha klasik açıklamalar yapıyorlar.

fakat fark ettiyseniz burada bir şey oldu... biz ana problemimizden uzaklaşıp bambaşka
bir alana daldık. ana problemimiz, varlık sorunsalıydı. ama bilim bizi getirdi, bu varlık
âleminin muhtevasına ilişkin derin ve çözülemeyecek bir tartışmaya dâhil etti:
simülasyon muyuz, yoksa bu deli saçması şeyleri aşabilen klasik teoriler daha mı makul?
aslında seni şu an bir uzaylı bir düşünüyor, o düşünmeyi bıraktığında yok olup gidecek
misin; yoksa reel olarak var mısın?

hâlbuki tüm bu çok derinmiş izlenimi uyandıran teorilerin, soruların ve çabaların; bizim
nihâî gayemizle bir ilintisi yoktur. varlığının anlamını keşfetmek isteyen birisi için bir
uzaylının beynindeki bir imgelem olma, simülasyonda yaşama veya gerçekten var olma
ihtimallerinin gerçekten bir anlamı yoktur. anlamlı olan tek şey, onun için idrak
edilebilir ve var olan, etki edebildiği ve etkilendiği bir varlık âleminin var olmasıdır.
yoksa bu varlık âleminin muhtevası; yani söz gelimi bir uzaylı tarafından simüle edilen
varlıklar olup olmadığımız ya da bunların deli saçması olmasının konumuzla bir ilişkisi
aslında bulunmaz. zira bu muhteva bilindiğinde de bu sefer uzaylıların insanı neden
simüle ettiği, evrenin niçin kendi kendini üretebilen bir muhtevada olduğu gibi sorular
yeniden türeyecektir.

bundan yıllar evvel, hawking'in ölümünden evvelki notlarından derlenen ve ailesi


tarafından neşredilen son kitabını okumuştum. şimdi türkçeye de çevrildi. orada
hawking, tanrı fikri üzerine mütalaalarını serd eder ve der ki, büyük patlama olmadan
evvel zaman da uzay da yoktu. dolayısıyla büyük patlamadan evvel ne olduğu sorusu,
bizim için anlamsızdır zira büyük patlamadan evvel "önce" diye bir kavram olamaz.
dolayısıyla tanrı'nın büyük patlamadan önce varlık âlemini yaratabilmesi için yeterli
zamanı yoktu. lakin bilindiği üzere fizikçilerin ekseriyeti, büyük patlamanın bir tür
kuantum tekillik durumundan çıktığını, yani en nihayetinde büyük patlamadan evvel
tam anlamıyla bir "hiçlik" olmadığını düşünür. nitekim bu kuantum durumu, kütle çekim
kanunu ve diğer birtakım yasaları da zorunlu olarak ihtiva ettiğinden evren adeta
mukadder bir şekilde ortaya çıkmıştır. dolayısıyla büyük patlamayı tanrı fikri ile
açıklamaya gerek yok der hawking, kanunlar yeterlidir. isteyen kanunlara tanrı diyebilir,
fakat bu, tanışabileceğiniz kişisel bir ilah değildir diye de ekler. lakin bizim nihâî
sorumuz bakımından bu sefer de bu kanunların niye câri olduğu ve o kuantum
tekilliğinin orada niçin var olduğu, onu oraya "varlık dahi yokken" kimin ve neyin
koyduğu sorusu doğuyor. lakin hawking bu sorular ile pek alâkadar olmaz. insan bazen
soru sormayı bırakmalıdır.
hawking'e geri zekâlı diyecek olmam bazılarınızı kudurtabilir. çünkü hawking elbette ki
bir geri zekâlı değil. fakat işte bilimin ve bilim insanlarının problemi budur: bir şeyi
bilmek başka, onun hakkında doğru muhakeme edebilmek başkadır. hawking'in sorunu,
allah'ın fiziksel bir gerçekliğe dâhil olmadığını bilmemesi ve bilmezlikten gelmesi, yani
muhteviyat sorununu allah'a da uygulamasıdır. gerçi adamın şansı yok... bilim budur.
lakin işte bu, aynı zamanda bilimin bizi ana sorunsallarımız içerisinde bir yere de
götürememesinin nedenidir.

allah nedir? son dönem kelamcılarından olan mustafa sabri, allah hakkında son derece
teknik bir tanım yapar: "varlığı bütün kainatın varlığına başlangıç olduğu halde kendisi
başlangıçsız ve sonsuz olarak mevcud olan ve sadece uluhiyet ile yaratıcılık için gereken
tüm kemal sıfatlarıyla ortaya konulup idrak olunamayan varlıktır. kendi kendine
mevcud, kainatın varlığının kendisinin vücuduna bağlı olduğu ve kainatın bir nizam
üzere yönetimi için gereken tüm kemal sıfatlarına sahip, noksanlardan münezzeh olan
zat her kimse, hüviyeti tayin olunmaksızın o zatın allah olduğu kabul edilir."

burada allah'ın en mühim özelliğinin nihâî sebep olması olduğunu görürüz. o öylesi bir
sebeptir ki, o'nun varlığının ardında bir sebep aranamaz. kanunu oraya kim koydu diye
sorabilirsin fakat allah'ı oraya kim koydu diye soramazsın. tanımı itibariyle bu böyledir...
zira ilim nedir, fen nedir bir düşününüz: ulûm ve fünûn, hadiseler arasındaki illiyet
bağını keşfetmek demektir. bu nedensellik bağını bildiğimiz takdirde ilim ve fen yapmış
oluruz. fakat tüm bu sebeplerin nihâî sebebi, aynı zamanda da ilim ve fenlerin kaynağı,
onları mümkün kılan hakiki sebep demek olur. böyle bir sebep yoksa, ilim ve fenne
güvenmek için de bir sebep kalmaz, çünkü baştan illiyet bağı kesik ise sonradan da
kesilip yeniden başlayabilir. o hâlde ilim ve fenne itimad etmek imkânsız hâle gelir. bu
da allah'ın varlığının inkâr edilemeyeceğini gösteren eski usûl bir akıl yürütmedir.

tabiî ki hawking'in dediği gibi, dileyen kanunları tanrı bellemekte hürdür. tanrı, tabiatı
itibariyle ''var olması zamansız, sebepsiz ve sonsuz'' olan bir ''şey''dir. fakat evren,
maddeden ve türevi varlıklardan müteşekkildir, sonsuz olamaz.

dolayısıyla karşımıza şöyle bir durum çıkıyor: allah'ın hakikati idrak olunamaz, zira
fiziksel dünyaya dâhil olmadığından üzerinde çalışılıp deney yapılamaz. bugün deney
tüplerinde bir şey gözlense, aha bu şey ilahımızdır dense, biliniz ki o şeyin tanrı değildir.
zira bir şeyi bilmek demek, bilgimiz ile o varlığı ihata edebilmemiz demektir. tanrı
hakkında böyle bir bilgi edinemeyiz. bu sebeple tanrı'nın varlığı üzerine ancak aklî
muhakeme ile düşünülebilir, deneyler vasıtasıyla bir yere varılamaz. o sebeple "tanrı
varsa gösterin de inanayım" diyen birinin dangalak olduğuna kesinlikle kanaat
getirebilirsiniz. bu bir hakaret değil, ne yazık ki bir tespittir. ancak bir zırcahil böyle
abuk subuk bir şey söyleyebilir.

beşeriyetin büyük sorularının "kara deliklerin içinde ne var?", "gerçekliğin aslî doğası
nedir" gibi teknik sorulardan ziyade kendisini ve toplumları tanımasına dair sorular
olduğunu düşünüyorum. çünkü bu soruların yanıtı, reel hayatta karşılığı olan hukuk,
sosyoloji, siyaset gibi temel müesseselerimizi, hayata bakışımızı etkileyecektir. bir
toplum daha doğru, adil olarak nasıl yönetebilir sorusu, hatta bizzat "adalet nedir"
sorusunun yanıtı, tüm fizik sorunsallarının yanında çok daha büyük bir kıymet ifade
eder. herkes adalet talep eder. ama zengine göre adalet, kazandığı parayı muhafaza
etmesi; fakire göre ise adalet, zenginin kendinden talihinin yardımıyla gasp ettiği
paranın kendisine iadesidir. hükûmet ne yapacaktır? adil olan nedir? işte bana göre
tarihin en büyük muamması budur. insanlar bu dünyaya eşit olarak gelir fakat
kurumsallaşma, her yerde herkesi, birilerine tâbi eder. hâlbuki adalet öyle bir şeydir ki,
haklıya hakkı verildiğinde, toplumun en alt ferdi dahi hak ettiğini aldığını bilir ve
kendisini özgür hisseder. zira her şey yerli yerindedir, zulüm yoktur, bunu bilir. şimdi
zenginin malını alıp fakire mi vermeli yoksa tersini mi yapmalı? işte bizim işimize
yarayacak büyük sorular her şeyden evvel bunlardır.

bilim de ancak bu sorulara yanıt aradığı ve kendimizi tanımamıza imkân verdiği nispette
mühimdir. yoksa carrell'ın şikâyet ettiği gibi, kendi etrafımızdaki her şey hakkında
kendimize dair bildiğimizden daha çok şey bildiğimiz bir dünyada yaşamaya ilanihaye
mahkum olacağız demektir.
20.06.2021 14:43 fenahuyluspazo
humankind
 oyunun kapalı beta'sını oynadım. biraz öğrenme süreci uzun olacak gibi görünüyor,
birçok şeyleri atlayabiliyorsunuz oynarken oyunu.

oyunu aslında oldukça beğendim fakat oyunun şöyle bir genel sıkıntısı var: oyunda çağ
atlamak, teknoloji geliştirmeye kıyasla çok daha kolay. aslında bence çağ atlamak da
kolay değil, ai sizden çok daha önce çağ atlayabiliyor ama bunu kötü bir oyuncu
olduğuma yorarsak durum böyle.

bu da şuna sebebiyet veriyor: industrial age'ye geçtiğinizde dahi daha medieval dönemin
teknolojilerini açmaya uğraşıyorsunuz. bu yüzden sözde endüstri çağında crossbowmen
ve praetorian guard'lar (klasik çağ birimi) ya da biraz kastırdıysanız pikemen'lar ile filan
kapışıyor millet birbiriyle.
çağ atlamayı biraz daha zorlaştırabilirlerse bu dengesizlik düzelebilir. böyle çok sakil
duruyor.
20.06.2021 13:08 fenahuyluspazo
süt kardeşle evlenmenin yasak olması
 dünyanın her yerinde böyledir. çünkü aynı kadından süt emenler, dünyanın her yerinde
kardeş telakki edilir. bu fıtrattır.

hatta sizin gibiler bilmez, isviçre'den medeni kanun tercüme edilirken adamlarda da süt
kardeşlerin evlenemeyeceği hükmünün var olduğu görülmüş, bizim bürokratlar bu
hükmü, dinin gereğini hatırlattığı gerekçesiyle tercüme edilen kanundan çıkarma gereği
hissetmişlerdir.

bir şeyin haram olmasının ille genetik veya rasyonel bir sebebi olmaz. bazen toplumsal
sebebi olur. bu sebeple süt kardeşle evlenmek haram iken birinci derece kuzenle
evlenmek mekruh olsa da caizdir. zira kırsal hayat yaşanan yerlerde evlenilecek
adayların çoğu ile uzaktan dahi olsa bir akrabalık ilişkisi illa ki olur. kırsal hayat, bu
ülkede şehir hayatına yenileli 50 yıl ya oldu ya olmadı. bu sebeple kuzenle evlenmek
meşrudur. yoksa hazreti peygamber, kardeş çocuklarının nikahlanmasını men etmiştir.

ikinci dereceden sonra 20 nesil üst üste kuzen evliliği yapılmadığı müddetçe hiçbir
mahzuru yok kuzenle evlenmenin de genetik olarak. bilmiyorsanız öğrenin.
17.06.2021 11:48 ~ 12:01 fenahuyluspazo
ali babacan
 "dil bilmiyor, tercüme şu kadar sürüyor" diye leş muhalefet seviyesine inmeye başlamış.

sen anlattığın kadar namuslu, şerefli ve akıllı bir insan olsaydın, o dil bilmiyor dediğin
adamın altında 15 sene çalışmazdın. o zaman adama sen tercüme yapmıyordun da
erdoğan ingilizce mi biliyordu da emrinde gittin geldin o kadar sene? tüm "başarı"nı da
erdoğan'ın batıda estirdiği rüzgara, içeride sağladığı istikrara borçlusun, fazlası değilsin.
genç nesil senin bir dönem dışişleri bakanlığı yaptığını bile bilmez, o denli siliksin.
15.06.2021 21:01 fenahuyluspazo
strateji oyunları
 benim çocukluğumun favori türüydü, özellikle de hızlı fare kullanmaya dayalı rts'ler.
internet kafelerde counter ile birlikte bol bol generals, red alert, starcraft, age of filan da
atılırdı turnuva olarak. en son world in conflict yetişti buralara. sonraları internet
yaygınlaşınca insanların kafasındaki "online oyun" ya mmo'lar ya da fps'ler olarak
değişti. stratejiler de bir avuç insanın hevesi olarak kaldı, unutuldu gitti.
ama bir süredir bu türün yeniden doğduğuna dair bazı emareler alıyordum. çünkü sırf
strateji oyunu çıkaran, kafayı bunlarla bozmuş, türün prime dönemlerinde genç olan
insanların çalıştığı bir sürü oyun firması var: relic, eugene systems vs. eugene systems'in
yaptığı ruse, wargame, steel division gibi oyunlar hakikaten çok iyidir. relic'in company
of heroes'u zaten marka oldu. doğru düzgün multiplayer'ı oynanan üç beş strateji
oyunundan biri kendisi.

bu yıl strateji severler için dolu dolu geçecek: age of empires iv, victoria 3, civilization'ın
içinden geçeceğine itikad ettiğimiz humankind, wargame klonu gibi gözüken broken
arrow, bir dönem herkesin bayıldığı knights of honor'ın ikincisi knights of honor 2:
sovereign, manor lords gibi yapımlar, önümüzdeki iki sene içerisinde çıkıyor.

misal en son listemdeki gates of hell: osfront dün çıktı. tek kelimeyle muhteşem bir
eser... ww2 stratejisi sevenler kaçırmasın. şimdilik iki faction ve tek cepheden ibaret ama
devamı elbet gelecektir.

dünya nüfusu yaşlanıyor. artık iki maç atıp kaçma veya kahveni yudumlayıp geceleyin üç
beş turn atma tarzı oyunlar iş yapar. öyle 90 saatlik açık dünyaları rahat rahat kimse
oynayamaz, söyleyeyim...
13.06.2021 13:20 fenahuyluspazo
osmangazi köprüsü'nün çok pahalı olması
 bu tür yid projelerinde hem işletmecinin hem devletin hem de halkın kazandığı bir
formül bulmak zor değil. zannedilenin aksine işletmeci de öküz gibi kâr filan etmiyor
garantilerle çünkü. o da ister 20.000 garanti yerine 60.000 araç geçsin günde.

ama hiç kimse bu konuda bir adım atmıyor, benim ilgincime giden durum o.
13.06.2021 13:06 fenahuyluspazo
akademisyen egosu
 geri zekâlı öğrenci milletinin saçma sapan hareketleri yanında solda sıfır kalan şey.

avrupa'da, latin amerika'da veya afrika'da... tüm dünyada beynelmilel bir şekilde
dangalak bir nesil yetişiyor. ya da bilinçli olarak böyle yetiştiriliyor, orasını bilmiyorum.
bu neslin inandığı şey basitçe şu: "bu dünyadaki her şey ve herkes benim için var. birisi
bana iyilik ediyorsa, zaten yapması gerektiğinden ediyor. hak ediyorum bunu ben.
teşekküre gerek yok. şayet benim birine bir iyiliğim, bir faydam dokunuyorsa mutlaka
bunun için takdir edilmeli ve ileride karşılığını almalıyım. çünkü başkalarının bana
yaptığının aksine, ben onlara iyilik etmek zorunda değildim. buna rağmen iyilik ettim."
ben kendim akademisyen değilim. olsam alayınızın götüne kordum, açık konuşuyorum.
sizin açınızdan olmamam lehinize bir durum. geçen gün bir e-posta gördüm, adam
hocasına bir şey imzalatacak, mail'e ne bir merhaba, ne bir rica, ne bir teşekkürler
yazmış. "imzalar mısınız?" gibi bir şey yazmış göndermiş attachment'ı. şimdi hoca buna
bakıp da insaniyet namına önce bir selam verilir, mail böyle yazılmaz diye çıkışsa "ooo
akademisyen egosu" olacak. adam yüz bin tane işinin arasında sana vakit ayırıyor,
karşılaştığı muameleye bak. evet, sen adamın asıl işi değilsin. akademisyenlerin bin tane
idarî işi de var. kendi projeleri var. sen işlerinden birisin adamın sadece.

ne egosu hâlbuki? basit insanî, medenî kurallar bunlar. sokakta bile birinden bir şey
isterken önce selam verir, sonra yapıp yapamayacağını sorarsın, ondan sonra teşekkür
eder gidersin. bunu mail'de hocana karşı yapmaktan neden imtina ediyorsun? sen
kimsin aq, sadrazamın sol taşağı filan mısın?

hayır bugün hocana böyle mail atıyorsun da yarın becerebilir de iş bulursan patronuna
"imzalar mısınız :d" diye hitap ederek mi mail atacaksın? götün yiyecek mi? memur
olsan amirine "sayın başkanım, müdürüm..." diye başlamadan e-posta yazabilecek misin?
yazarsan götüne tekmeyi bir vururlar, kendini perez'in ilk los galacticos kadrosunda
yedek sağ bek olarak bulursun. o sebeple hayatının başka hemen hiçbir alanında
yapamayacağın, sokakta birine yapsan dayak yiyeceğin şeyleri, en nihayetinde hoca -
talebe münasebeti içerisinde bulunduğun, aranda bir ünsiyet bulunan insana neden
yapıyorsun?

bu çocukları öyle kötü yetiştirdiler ki o çok övülen "modern" aileleri; empati yoksunu,
bencil, leş gibi, bok gibi bir nesil oldular. sadece türkiye'de böyle değil, tüm dünyada
böyle.

tarih boyunca gençler hep mal olmuştur. zamanla olgunlaşırlar. ama bunları zamanın da
olgunlaştırabileceğinden şüpheliyim. bence bunları ancak dayak olgunlaştırabilir.
11.06.2021 19:22 ~ 19:25 fenahuyluspazo
ahmet rıza
 garip bir adam. bir yandan dine inanmaz, öbür yandan islâmiyet'le alay eden, onu akla
aykırı bulan avrupalılara cevap üzerine cevap yetiştirir. ahmet rıza'nın ilk fransızca
yazısı, renan'ın islâmiyet'i suçladığı meşhur "islâm ve bilim" başlıklı konuşmasına karşı
dini müdafaa için yazılmıştır. ona göre islâm dünyasının geri kalmasının din ile
zannedildiği kadar büyük bir alâkası yoktur. kendisinin çoğu uluslararası yayını da bu
yazısı gibi din yanlısıdır.
öbür yandan ahmet rıza, meşrutiyet meclisinde ateist ve pozitivist olduğunu söyleyip
"vallahi billahi" diye yemin etmek istememiştir. kız kardeşine bir mektup yazar ve
"namaz kılıp durma" der.

bu ikircikli tavrın nedeni kanaatimce şudur: avrupalıların 19. asırdaki politikası islâm
düşmanlığından ziyade türk düşmanlığıdır. bunun nedeni oldukça basittir: türkler,
islâmiyet'in hilafet vasıtasıyla siyasî, uyguladıkları şeriat vasıtasıyla hukukî ve toplumsal
temsilcisiydiler. 19. asırda türke vurmak demek, islâmiyet'in bu hususiyetlerine darbe
vurmak demekti. bu nedenle o asırdaki oryantalistler, islâmiyet'in aslında medenî bir
din olduğunu, bu medeniyeti arapların yarattığını, bunu ispat için endülüs'e ve mutezilî
düşünceye bakmanın kâfi olduğunu yazarlarken osmanlılar ve türklerin bu durumu
tersine çevirdiğini filan söylerler. onlara göre hilafeti türklerden alıp araplara verince
islâmiyet yeniden rayına oturacaktır.

150 yıllık bu çalışmanın vardığı yer neresidir peki? ışid, el kaide, suudi arabistan filandır.
avrupalının kafası, zannedildiğinin aksine, işte ancak bu kadar çalışır.

işte ahmet rıza bunu görmüş, türk kimliği ile müslüman kimliğinin avrupalı gözünde
ayrılamadığını anlamış, bu sebeple kendi millî benliğini bu emperyalist saldırıya karşı
müdafaa etmek isterken zerre inanmadığı bir dini de savunmak zorunda kalmıştır. zira
avrupalıların amacı hiçbir zaman türklere, müslümanlara bir şeyler öğretmek değil;
onları ehlileştirmek, mümkün ise de yok etmek olmuştur. ahmet rıza nihayet bunu
anlamıştı.

nitekim kendisi bir eserinde ingiltere'nin liberal başbakanı gladstone'ın sözlerini


alıntılar. burada gladstone şöyle söyler: "itiraf ediyorum: türkiye'de başarılan tüm iyi
işler, avrupa ile uyumun bir neticesi olarak değil, bilakis ona rağmen başarılmıştır."
08.06.2021 20:15 fenahuyluspazo
hakime cevap veren memurun sürülmesi
 gayet doğru bir hadise.

amire artistlik olmaz. tamam de geç. yapmazsan da yapma. pazar günü işe gel demiş
sanki de bin türlü afra yapmış whatsapp mesajında. hiç kimse kendisine saygı duymayan
biri ile çalışmak istemez. yok mesai saati bilmem ne. otu boku dava etmesini, cimer'e
yazmasını biliyorsunuz; sonra mesai saati dışında bir iş olunca aauuww. işiniz mi bitiyor
sizin aq köpekleri? işiniz bitmeyince de yok yatıyorsunuz bilmem ne diye bin türlü
carlıyorsunuz. yargıda hedef süre filan diye şeyler çıktı, o süreler nasıl tutuyor, işte
böyle.
devlet, disiplin soruşturmasında her zaman makam sahibini korur, muhafazakardır.
vatandaş ile memur kapışsa, bu sefer memuru korur. bunları bilmeyen de memur
olmasın, gerek yok.

hayır bi de tatil günü senin amirin, meslekten amirin çalışıyor. kadın hakime, sen zabit
katibisin. yani bazı yerlerde amirin sikimsonik yerlerden gelmiş cahil cühela olur. kendi
de bir iş yapmaz, sana mobbing uygular. kadın kendi çalışırken sana yazmış, sana çalış
dememiş; tamam diyeceksin geçeceksin.

ne boş bir camia şu memur milleti.


03.06.2021 21:19 ~ 21:27 fenahuyluspazo
kitap okumak
 yavaş yavaş bırakmaya çalıştığım eylem.

ilkokuldaki türkçe hocama lanetler ediyorum, ateşler içinde yansın, ilanihaye kıvransın
dursun orada. beni bu iğrenç alışkanlığa müptelâ etti. kitaplara bir servet harcadım.
insanlarla konuşurken "bu söylediğiniz aklıma ziya paşa'dan şu beyti getirdi: 'âsûde
olam dersen eğer gelme cihana meydâna düşen kurtulamaz seng-i kazâdan...' yani eğer
rahat edeyim diyorsan bu hayata gelmeyeceksin üstad..." filan diye şeyler söylüyorum.
ve hayır, kadınlar böyle şeylerden etkilenmiyor, allah'tan başka silahlarımız var da geri
zekâlı muamelesi görmüyoruz. 19. yüzyıldan fırlamış gibi konuşuyor ve yazıyorum.
yazdığım şeyleri üstlerim anlayamıyor, sen osmanlıca lügati misin, değiştir şu yazıyı
diyorlar. evde kitapları koyacak yer kalmadı. iş yerine, ailemin evine, babamın boş iş
yerine... her yere kolilerce kitap doldurduk. işime hiçbir zaman yaramayacak, bahsi
hiçbir yerde açılmayacak binlerce şey biliyorum. kime anlatsam sıkılır. "selma'cım şimdi
hemingway ispanya iç savaşında aslında sovyetlerin ajanlığını yapmış, bazı anarşistleri
ipe göndermiştir." diye bir bahsin konusu nasıl açılabilir ki? eh, niye var bu kafamda bu
bilgi o zaman? ne diye fuzuli yer işgal ediyor?

kafam sürekli dolu, sürekli bir şeyleri merak ediyorum. merak ettiğim şeylerle ilgili
kitaplar alıyorum. âlimlerin, bilim insanlarının çözemediği meseleyi ben mi çözeceğim?
alışkanlık işte. alışmış, hakikaten de kudurmuştan betermiş.

sürekli bir şeyler yazmak istiyorum. çünkü okumak dolmaksa, yazmak da taşmaktır. siz
bilmezsiniz, ben dergilerde filan da yazdım. her doğru bildiğimi her yerde söylemekten
başıma iş açıldı da başka bir işe yaramadı. fakat sait faik, "yazmasaydım kafayı
yiyecektim" demiş meselâ. bu da bir iptilâdır çünkü. peki ne yazıyorum işimde? hukukî
mütalaa ve raporlar... bu tekdüzelik beni iğrendiriyor. ha beni salsalar, git bir eser
vücuda getir deseler, yapabilir miyim? hem de kralını yaparım. ama azmeder miyim?
asla... gider iki tane film fazla izlerim. okumaktan bu denli bunalan adam bir de yazmakla
mı uğraşacak? kitap okumaktan kaybettiğim o saatlerin hesabını kim verecek?
gençliğimi aldı bu kitap denen şey.

bizi kandırdılar... kitap okuma seferberlikleriyle... "kitap en iyi arkadaştır" geyikleriyle...


kitap arkadaş filan değildir. en iyi arkadaş sizi seven bir kadındır meselâ. ya da piç,
makara bir arkadaştır. lise arkadaşıdır, eski dosttur. bunlardır arkadaş. kitap nedir,
vaktinizi filan çalan bir hırsızdır. verdiği cevaplardan çok zihinde sorular bırakır. insanı
kendine âşık edip de mendilini atan, sonra da kaçan bir âfet gibi...

bu arada bu yazdıklarım yine aklıma bir iki beyit getirdi, siz bilmezsiniz, çünkü bu eseri
türkiye'de okuyan 10 kişi filan vardır, biri de bu satırların yazarı olan bendenizim:

"eyledikçe tevsi-i malumat, genişliyor saha-i mechulat;


kaşki hiçbir şey bilmese idim, yormazdı beni bir makulat..."

yani diyor ki: bir şeyler okuyup ettikçe, insan bilmediklerinin daha da fazla olduğunu
görüyor; keşke hiçbir şey bilmeseydik, o zaman bizi bu zihindeki terimler bu böylesine
yormazdı...

daha yazarım da gerek yok. sıkıldım.


02.06.2021 12:59 ~ 13:01 fenahuyluspazo
mehmet ali ayni
 "hayat nedir", "tevfik fikret'in tarih-i kadim'ine cevap" gibi kitaplarının mutlak suretle
tetkik edilmesi gereken büyük bir zat.
02.06.2021 12:39 fenahuyluspazo
hakkındaki tutanağı yırtıp yoluna giden kadın
 saçma sapan hareketler yapan kadın.

ya kodumun salakları, yok genelge devleti, yok genelgeler kanun olamaz bilmem ne diye
hukuk âlimi gibi konuşuyorsunuz. şunu bilin ki kanun, kaide ve kurallar... bunlar amaç
değil, araçtır. bu genelge ne diye var, senin sağlığını korumak için var. ne yapacaklar,
covid 19 pandemisine özel kanun mu çıkartacaklar? veya ben size kolayını söyleyeyim,
cumhurbaşkanı isterse salgını bahane edip olağanüstü hâl ilan edebilir. sonra çıkaracağı
olağanüstü hâl kararnâmesiyle sizin burada öne sürdüğünüz temel haklarınızı salgın
süresince durdurabilir. sonra da bunu meclise sunup onay alabilir. öyle olsa ne
diyecektiniz, "salgını bahane etti de böyle böyle yapıyor" diyecektiniz. ama o zaman da
hukuken uygun olacaktı. e ille böyle mi yapması lazım sağlığınızın korunmasına cevaz
vermeniz için?

yok işte genelgeye dayanarak ceza kesemezsinizmiş, kesilemez ise gidersin sulh ceza
mahkemesine, itiraz edersin. polis sana ceza kesmek için kanun, madde, kanıt filan
göstermek zorunda değil. bu konuyu bizi zekâ fukarası halkımız yanlış biliyor. polis,
şuna binaen sana ceza kesiyorum diye tutanak tutar, sen ise bu tutanağı hukuken
muteber bulmazsan kanun yoluna gider, itiraz edersin. sulh ceza hâkimliği de kabahatler
kanununa göre idarî para cezasını kaldırır. resmî evrakı yırtamaz, ona zarar veremezsin.
şimdi bu kadın başına bela ya da iş almadı mı sanıyorsunuz bunca görüntü varken?

ne usul erkân bilirsiniz ne medeniyet bilirsiniz ne kanun yolu bilirsiniz... tutturmuşlar bi


genelge de genelge. o genelgeyi fetiş olsun diye çıkartıyor bakanlık zaten sanki.

ben erdoğan'a sesleniyorum. ohal ilan et de şu salakların gönlü olsun. o zaman


uyacaklarmış bak. hukuken de muteber hâle gelir onların gözünde.
02.06.2021 00:10 ~ 00:12 fenahuyluspazo
barış manço
 bence çok büyük bir filozoftur. "arkadaşım eşek" şarkısında der ki: "ayrılık geldi başa,
katlanmak gerek; seni çok çok özledim, arkadaşım eşek."

son kısmı boş verin de, ilk kısım çok hikmetli: "ayrılık geldi başa, katlanmak gerek..." bu
dünyada saadet; ancak hayatı olduğu gibi kabul, getirdiğine rıza ve ıslahına sarf edilen
çaba ile mümkündür.

başa ayrılık geldi ise ona katlanmaktan başka çare yoktur...


30.05.2021 01:34 ~ 01:35 fenahuyluspazo
gerçeklik
 gerçeklik, ıstılahî olarak ölçüm demektir. biz bir şeyi ölçtüğümüzde, onun, ölçmeyi
bıraktıktan sonra da ölçtüğümüz şekliyle var olmaya devam edeceğine itimad ederiz.
ben bir masayı 1,5 metre olarak ölçerim, ölçmeyi bıraktığımda da bilirim ki bu masa 1,5
metre olmaya devam edecektir. işte "gerçeklik" denen şey budur.

fakat kuantum mekaniğinin keşfiyle birlikte aslında "gerçeklik" denen şeyin bu kadar
objektif olmadığı anlaşıldı. aslında bir ölçümü yapmak, kuantum sınırları içerisinde,
ölçülen fenomene ve hadiseye bizzat müdahale etmek anlamına geliyor. yani bir şeyi
ölçtüğümüzde bulduğumuz şey aslında bambaşka bir fenomen, ölçtüğümüz şeylerin
onları deneye tâbi tutmadığımız zamanlarda farklı davrandığı, mikro âlemde
kanıtlanmış bir husustur. sanki o şey onu ölçtüğümüzü bilir ve ona göre davranır. yani
gözlemci olarak biz, "ölçülen" şeyin dışında değil, o ölçme hadisesinin içerisinde yer
alırız.

bu ne demektir? "gerçeklik" birden fazla, hatta pek çok kişi için farklı olabilir. bir
hadiseye bakışımıza göre o hadiseyi bambaşka şekillerde deneyim edebiliriz ve bunların
hepsi bizler için "gerçek" olabilir. bu durumda "doğru"su hangisidir? hepsi mi? ama
hakikat tek değil midir? ışık hızında hareket eden bir aracın kendisinden büyük bir
garaja sığdığını ben dışarıdan izleyen birisi olarak görebilirim meselâ, çünkü cisim ışık
hızına yaklaştıkça boyutça küçülüyor, kütlece azalıyor vesaire. ama o aracın içindeki için
hadise bambaşka şekilde gerçekleşecektir, çünkü o hadiseyi dışarıdan izlemiyor, ona
göre ışık hızına çıkan şey kendisi değil, garajın kendisi. garajı ışık hızıyla kendisine
geliyor olarak bulacaktır. garajın içindekine göre de hadise bambaşkadır vesaire.
gördüğünüz gibi bunların hepsi bilimsel olarak tutarlı ve ölçüm açısından "gerçek"tir.
peki hangisi "doğru"?

işte bunca belirsizlik ve saçmalık içerisinde bir dünyayı evreni, tutarlı kurallar
çerçevesinde deneyim edebiliyoruz, çünkü vacib teâla hazretleri bunca curcuna
içerisinden bizlere makul bir kurallı evren çıkarmış.

bu hayatın kıymetini bilmek lazım.


30.05.2021 00:30 fenahuyluspazo
battlefield 1
 bence serinin en iyi oyunu halen. battlefield 5'i pek sevemedim. 4 ise eskidi zaten.

bu oyunun renk paleti oyuna çok iyi gitmiş. çok karanlık, kasvetli bir atmosferi var.
siperlerde düdükler çalıyor, çığlıklar atılıyor, gaz bombaları düşüyor, her düşen bomba
özellikle operasyon haritalarında haritayı değiştiriyor, darmadağın ediyor; her yer
çukur, delik, yıkıntı. verdun'da haritanın yarısı yanıyor, köyler yıkılıyor; ypres'te
yangının yanında kasvetli bir hava ve yerden sürekli yükselen gaz bulutları; nivelle'de
gece çatışması, çanakkale'de sahil çıkarması, argonne'da ormana kurulmuş kocaman bir
tahkimat ağı... no hud ile filan oynandığında insanın aklı götüne giriyor yani. tam bir
kaos.

zaten oyunun en güzel tarafı, daha önce doğru düzgün işlenmemiş ve tecrübe edilmemiş
bir savaşı, bu kadar fazla harita ve hemen hemen her büyük faction ile işlemesi. ben bir
rus - osmanlı cephesi beklemiştim, onun dışında oyunun hiçbir eksikliği yok gibi bir şey
harita olarak.

battlefield 5 de güzel oyun da atmosferi battlefield 1 kadar sağlam değil. oyunda şortla
gezen kadın sniper filan var. renk paleti çok açık, kasvetli bir hava veremiyor insana.
neşeli bir bahar günü savaşıyormuşsun gibi sanki. haritaların ve faction'ların azlığı zaten
ayrı bir konu, dice artistlik yapıp bu savaşın çok işlendiğini, kendilerinin işlenmemiş
cephelerini işleyeceğini filan söyledi, sonra da boka battıklarını görünce pasifik cephesi
ve iwo jima filan eklediler oyuna. oyunda iwo jima var da yanında narvik filan var; rusya
olmayan ikinci dünya savaşı oyunu mu olur? hiçbir yerde gamalı haç olmaması gibi
saçmalıklar da zaten atmosferi çok baltalıyor.

muhtemelen bir daha böylesi bir atmosfer yaratamaz dice herhangi bir oyununda.
battlefield 5 yerine ww2 açısından böyle daha deneysel oyunlara takılmakta fayda var
benim gibi atmosfere takıksanız: hell let loose gibi. ama pek arcade bir oyun değil...
26.05.2021 15:38 fenahuyluspazo
boomer
 boomer, ikinci dünya savaşı sonrası amerikan yardımı ile iktisadî olarak yeniden
yapılanan ve büyük bir ekonomik büyüme, bolluk ve refah yaşayan batı'nın tam da o
dönemlerinde doğan ve hayatında pek bir çaba sarf etmeden bu nimetlerden faydalanıp
da "pek çok zorlukla boğuşan" şimdiki nesle "siz tembelsiniz, şöylesiniz, böylesiniz,
ondan başınıza bunlar geliyor" diye atar gider yapan tiplere yeni neslin taktığı bir
mahlas. "economic boom" tabirinden geliyor "boomer".

türkiye'deki dangalak z kuşağı ise bu tabiri, götünü siktirmenin ayıp olduğunu düşünen
ve akp'ye oy veren çiftçi cevdet amca hakkında kullanır.

görüldüğü gibi aralarında hiçbir illiyet bağı yok, bu kuşak harbi harbi mal. ne olduğunu
bilmeden gördükleri her şeyi çalıp kullanıyorlar.

şimdi bana bir sürü mal mesaj atar, "cevdet amca kesin köyünde eşek sikiyordur" diye.

iyi günler...
22.05.2021 15:17 ~ 15:43 fenahuyluspazo
uygur türklerinin çin'e gönderilecek olması
 bizim seküler türkçüler, meral akşener falan filan ne diye bu doğu türkistan'da zulüm
olduğunu düşünüyor hiç anlamıyorum. mustafa kemal'in filan yüz yıl önce yaptığı şeyleri
çin çok daha komplike ve süratli bir şekilde, modern ekipman kullanarak tatbik etmeye
çalışıyor işte. "şeriatçı türkleri", "laikleştiriyor", onları seküler bir hayata uygun hâle
getirmeye çalışıyor. size, bize benzetmeye çalışıyor kısacası.

bundan memnun olmanız gerekirken ne diye tepki gösteriyorsunuz anlamıyorum. çinli


orada uygur türk'ünü gâvur yapmaya, sizin gibi yapmaya, mankurtlaştırmaya çalışıyor
zaten. suriyeli mültecilerden nefret eden, filistin'e karşı israil'i destekleyen, rekabet
kanunu neticesinde alınan üç beş günlük içki yasağında "şeriat geldi" diye histeri atağı
geçiren, jipe binen başörtülü hanım gördüğünde götüne mersin eşeği girmiş gibi anıran,
ramazan'da alenen oruç yemekle, domuz yemekle övünen bir türk olsa memleketinde,
öpüp başına koyar çin.

sizin akp'lileri de oraya göndermeye çalışmanız lazım. bırakın bunlara tepki göstermeyi.
iki uygur türkü buraya gelse götünüz başınız ayrı oynar şeriatçılar geldi diye, şimdi de
bikbik ötüyorsunuz.

ne istiyorsunuz, siz kimsiniz, kendiniz bile bilmiyorsunuz...

ha bu arada şeriat ilga edilmiş, içki satımı serbest. hadi yine iyisiniz... çabuk gitti şeriat.
18.05.2021 12:49 ~ 12:51 fenahuyluspazo
filistin'in türklere ihanetleri sıralı tam liste
 ekşi sözlük kadar yalanın, dolanın ve aptallığın prim yaptığı başka tek yer düz
dünyacıların merkez ofisi filan olabilir ancak. ben hayatımda bu kadar çarpıtılmış başka
bir metin daha görmedim. max kâfir türkçü zekâsı işte. sen git orta asya'da taş oku
kardeşim, senin aklın ermez böyle konulara. ben size işin doğrusunu anlatayım:

1. "filistinli araplar", "türklere" filan ihanet etmedi. arapların bir kısmı, 1908 ve 1913'te
padişah ve hükûmete darbe yaparak ve "sopalı seçim" adı altındaki hileli seçimlerle
meclisteki çoğunluğu elde eden ittihat ve terakki komitesi adındaki terör örgütünün
kurduğu ırkçı, genocidal bir hükûmete karşı isyan ettiler. bu hükûmet sadece arapları
değil, ermenileri de katletti ve başımıza soykırım meselesini çıkarttı. nitekim kahraman
dedelerimden padişah sultan vahidüddin han, bunları savaş sonrasında harp suçluları
olarak yargılayıp gereğini yapmış; kaçanlar hakkında ise gıyablarında mahkûmiyet
kararları çıkartmıştır. zaten bunları yurt dışında ermeniler, yabancı istihbarat ajanları
vasıtasıyla vurup intikam aldılar. diğer salak da kendi kendine cephede öldü gitti.

2. yahudilerin filistin'e yerleşme yasağını kaldıran, işte bu darbeci ittihatçı hükûmettir.


öyle ki sultan hâmid 1908'de hâl edilmiş, bugünkü israil'in başkenti tel aviv ise ancak
onun hâl'inden sonra, 1909 yılında kurulabilmiştir. sultan hâmid devrinde yahudilerin
filistin'e yerleşmeleri yasaktı. yahudiler, filistin'e ancak resmî makamların verdiği bir tür
vize ve özel müsaade ile muvakkat bir süre için gidebiliyor, dinî ziyaret maksadı dışında
üç aydan fazla uzun müddetle filistin'de bulunamıyorlardı. üstelik, buralardan toprak
satın almaları da yasaktı ve toprakların çoğu, padişahın hususî hazinesindeki tapu
kayıtlarına kaydedilmişti. bu dönemde de küçük memura rüşvet ile emlak alım satımı
devam etmiş olsa da bunların hiçbiri resmen tanınmayacaktı, ta ki ittihatçılar 1882
tarihli kararnâmeyi meriyetten kaldırana değin. ki ittihatçılar bununla da kalmayıp
padişahın tüm hususî hazinesini devlet bütçesine dahil ettiler, böylece 1918 sonrası
elden çıkan petrol mıntıkalarında osmanlı hanedanı hak iddia ettiğinde karşılarına bu
emir çıktı. emperyalistler, ittihatçılara bir teşekkür borçlular; sayelerinde petrol
bölgelerinin hepsi türk hâkimiyetinden çıkmıştır.

3. osmanlı mebusan meclisi'ne doğu'dan katılan, bilhassa arap asıllı mebuslar, meselenin
ciddiyetini kavradılar. yahudilerin filistin'e göçünün tehlikeli boyutlarda olduğunu fark
etmişlerdi. 1911'deki bütçe görüşmeleri sırasında dersim mebusu lütfü fikri ve
gümülcine mebusu ismail hakkı bu hususu sertçe tenkit ederek, ittihadcı hükûmeti
siyonizmin pençesinde olmakla itham ederken, yahudilerin bu coğrafyadaki emellerini
gerçekleşmeden asla durmayacağını, gayelerinin nil'den fırat'a kadar uzanan bir
imparatorluk olduğunu söylediler. mayıs ayında dahiliye nezareti'nin bütçesi mütalaa
edilirken, ruhî el halidî isimli vekil, hükûmeti siyonizme taviz vermekle suçladı. ardından
şükrü el aselî bey söz alarak, ülkenin en stratejik noktalarının yahudilere bilerek ve
istenerek peşkeş çekildiğini vurguladı.

içişleri bakanı olan, yahudi ve mason talat paşa, yahudilerin hicaz hariç osmanlı
memleketinin her tarafından toprak sahibi olabileceğini, bunun ittihad-ı anasıra uygun
düşen tek politika olduğunu söyleyerek, bu iddialara yanıt verdi ve mesele örtbas edildi.
bu noktadan sonra çeşitli arap mebuslar, mekke emiri şerif hüseyin'e mektup yazarak,
arap ve islâm haklarını müdafaa etmesini talep ettiler; zira onlara göre artık osmanlılar
bir islâm devleti hüviyetini yitirmiş, siyonizmin pençesinde, dine düşman bir güruhun
esiri olmuşlardı. bu sayede ittihadcı hükûmet, arap milliyetçiliğinin fitilini kendi
kendisine ateşledi.

4. artık arap mebusların güvenmediği hükûmet icraatlarıyla devleti bir felakete doğru
sürüklerken, jön türklerin başarısını gören arap milleti de kendi içerisinden ''jön
araplar''ını çıkardı. mısır'da ve suriye'de entelektüel dünyanın ve batılı güçlerin çeşitli
nimetlerinin keşfedildiği payitahtlar hüviyetindeki, ingiliz ve fransız tazyikindeki şam ve
kahire'de, bilhassa hıristiyan, nusayrî ve şiî gibi çeşitli batıl itikadlara mensup araplar
arasında, ittihâd ve terakki'nin seküler vizyonu alkış topluyordu. 1913'te eski bir
ittihâdcı olan fakat enver paşa ile ters düşen kafkas ve arap asıllı aziz ali el mısrî isimli
bir subay tarafından arap muhtariyeti yanlısı el-ahd örgütü kuruldu. ittihâd ve
terakki'nin derdinin ''unsurların birliği'' politikasının bir paravan olduğu ve milliyetçi
eğilimler taşıdığı belli olduktan sonra, arap ittihâdcılar da kendi komitalarını kurdular.
bu örgütün gayesi bağımsızlıktan ziyade, türk imparatorluğundaki arap mıntıkalarını bir
federasyonun müstakil bölgeleri gibi, büyük salâhiyetlerle kendi başına işleyebilecek
eyaletler haline getirmekti. o dönemde prens sabahaddin'in bıs (british ıntelligence
service) güdümündeki ''teşebbüs-i şahsî ve adem-i merkeziyet'' namındaki partisi de
aynı düşünceyi müdafaa ediyordu, bu bakımdan el-ahd örgütü, britanya adına kullanışlı
olabilirdi. zira 1912'de de bu cemiyetin kahire, mısır şubesi; ingilizler eliyle bir osmanlı
bey ailesi olan azımzâde mehmed şefik müeyyed paşa'ya ''la-merkeziyye''
kurdurulmuştu. bu hareket, bir merkezsizlik hareketi idi ve federasyonu müdafaa
ediyordu.

5. en nihayetinde mark sykes, aradığı adamı buldu. suriye valisi cemal paşa'nın
çanakkale'ye tayin ettiği fakat buradan firar eden, musullu arap asıllı osmanlı teğmeni el
farukî adındaki biri, ingilizlere sığındı. bu adam, aynı zamanda el ahd isimli arap
örgütünün de üyesiydi. bu örgüt arap yarımadasında ittihâdcıların hatalı stratejileri
sonucu oldukça güçlenmişti; bu örgütün şam'daki lideri olan tümgeneral yasin el haşimî,
12. tümen'in kumandanıydı. el-ahd örgütü, bir zamanlar itc'nin osmanlı ordularında
üslendiği ve kamufle olduğu gibi, aynı taktikleri izleyerek örgütlenmişti. dolayısıyla,
suriye'ye karargâhını kuran osmanlı ıv. ordusu kumandanı cemal paşa, bölgedeki türk
birliklerinin sayısının azlığını, bir isyan durumu halinde işlerinin yaş olacağını anladı.
kanal harekâtı'nın başarısızlığa uğraması, bölgedeki türk gücünü tamamen kırdı. lakin
şerif hüseyin, hala isyan etmemişti. zira maksadı aslında isyan etmek değildi, canını
kurtarmaktı. fakat iki taraf da birbirine güvenmiyordu.

6. işin ilginç tarafı, bu şerif hüseyin'in kariyeridir. mekke emiri şerif hüseyin. şerif
hüseyin'in bir takım hırsları ve gizli emelleri sultan hâmid tarafından fark edildiğinden,
istanbul'a çağrılmış, kendisine mevki verilmiş, itibar görmüş fakat 18 yıl ''mekke emiri''
olma yönündeki tüm talepleri reddedilerek, istanbul'da ikâmete mecbur tutulmuştur.
sultan hâmid tahttan indirildiğinde, ittihâdcıların gözünde sultan hâmid'in sevmediği
herkes çok muteber kişilikler olduğu için, bu adam mekke emirliğine tayin edilmiş;
sonra istanbul'la ters düşmüş, cemal paşa tarafından tehdit edilmiş, ardından ingilizlerle
türkler arasında kaldığı için en nihayetinde isyan etmiştir. hâlbuki, bedevî kabilelerinin
1911'deki isyan girişimine mâni olduğu için araplar arasında ''türk uşağı'' diye anılır
olmuştu. (bu isyan'ın adı ''seyyid idris isyanı'' olup, osmanlılar urban adı verilen bu
vahşi bedevî kabilelere para vererek isyanı bastırmaya muvaffak olmuşlardır).
parlamentoya da seçilen oğlu faysal, pek çok hususta babasını dinlememiş ve arap isyanı
sırasında iğrenç işler yaparak türk askerlerini vahşice şehid etmiştir. ardından babası
oğlundan yüz çevirmiş ve pişmanlık, fakru zaruret içerisinde ölmüştür.

7. şam'a geldiği ilk vakit cemal paşa şam'daki fransız konsolosluğundaki belgelere el
koydu ve tedkik ettirdi. yapılan tahkikat neticesinde ileri gelen suriye eşrafının harpten
evvel, fransa ile osmanlı'nın savaşı kaybetmesi veya eski gücünü yitirmesi durumunda,
arap dünyasının ve suriye'nin geleceğini tartıştığını, azımzâde paşa'nın suriye prensi
olmak istediğini, osmanlı imparatorluğunun yıkılması halinde yapılacak ıslahat
programlarını ve arapların bağımsızlık heveslerini büyük bir hayret ve nefretle gördü.
ona göre, kendileri dışında kimse milliyetçilik edemezdi. bir isyan halini almamasına
karşın, bu nefret ve korkuyla daha fazla yaşayamadı. bir ''divan-ı harb'', yani yüksek
mahkeme topladı ve kendileriyle alâkalı belge olanları mahkemeye verdi. bu eşhas
içerisinde meclis-i mebusan birinci reis vekili ali paşa (büyük cezayirli mücahid emir
abdülkadir'in torunu, kendisi suçsuz bulunmuş, fakat cemal paşa anılarında onun da
hain olduğunu fakat dedesi hürmetine affettiğini yazmıştır) gibi itibarlı şahsiyetler vardı.
1915-1916'da cereyan eden bu davalar, lüzumsuz yere kaşınmıştı; çünkü hükûmet
1913'te umumî af ilan etmiş, bu yazışmalar da bu tarihten önce gerçekleşmişti. henüz
hiçbir ciddi isyan emaresinin olmadığı yerde bunlara nasihat etmek, iyi geçinmek veya
ev hapsine almak lazım gelirken, kamuoyunu korkutmak için alelacele cezalar verilme
yoluna gidilmiştir. mahkeme, dört beş kişiye idam cezası vererek davayı kapatmak
isterken, cemal paşa mahkeme heyetini azarlayarak, tüm şüphelileri idam ettireceğini,
onlara düşenin bunu tasdik etmek olduğunu söyleyerek, onları tehdit etti. 1915'te asılan
11 kişinin üzerine, 21 kişi de cemal'in baskıları sonucu 1916'da asıldı. bunun sonucunda
şerif hüseyin, sıranın kendisine geldiğini sezinleyerek 1916'nın yazına doğru isyan etti. o
dönem ıv. orduda kurmaylık yapan ali fuad paşa (erden), kumandanını lüzumsuz
idamlar yapmakla itham etmiştir ki, haksız da değildir.

7. ileride mustafa kemal'e türkiye ile suriye'nin birleşmesini teklif edecek olan emir
şekip arslan, trablusgarb harbi'nde enver paşa ile tanışarak ittihâdcı olan bir subaydı.
arap miliyetçisi değildi. kanal harekâtı'nda çeşitli birliklere komuta eden arslan, 1915-
16'da cemal paşa'nın yanında olan birisi olarak gözlemlerini yazmış ve bunlar
basılmıştır. cemal paşa'nın öldürttüğü insanların pek çoğunun sadece aydın insanlar
olduklarının, bunların iki üç tanesi haricinde vatana ihanet şöyle dursun, itc'ye
muhaliflik dışında bir suçları olmadığını; cemal paşa'nın mahkeme heyetini tehdit
ettiğini; cemal'in ve itc'nin arap yarımadasındaki demografiyi değiştirmeye çalıştığını,
bu sebeple vergi veremeyen fakir arapların evlerini yıkıp, bunları anadolu'daki muhtelif
mecralara sürdüğünü yazan (yaklaşık 5000 aile, o vakit çocuk ve ailedeki fert sayısının
çokluğu göz önüne alınırsa, sürgünün on binlerce kişiyi kapsadığı realitesine ulaşılır)
şahsiyet odur. savaşın başında beyrut'ta bulunan bürokrat hüseyin kazım kadri de
hatıralarında, koskoca bir kıtanın sırf cemal paşa'nın hataları sebebiyle elden gittiğini
anlatır; ona göre cemal'in zulümlerini anlatmak için, ciltler dolusu kitap dahi kâfi
gelmez.

8. arapların tüm bağımsızlık hevesinin ve eylemlerinin, kurtuluş örgütleri tarihlerinin


1908'den, yani ittihatçı terör örgütünün darbesi sonrasına rastladığının ve bunların da
ittihatçı politikalarına karşı cereyan ettiğini gözden kaçırmayınız. vehhâbî olmayan
hiçbir arabın ittihatçılardan evvel türklerden nefret ettiği görülmemiştir.

9. ittihâdcıların pek çoğu, arabistan'ı osmanlı toprağı olarak görmüyordu. örneğin


mustafa kemal paşa, suriye'de ordu kumandanı iken, 27 eylül 1918'de arabistanlı
lawrence ile görüşmüş ve ona faysal (hani şu türkleri öldürüp duran arap) ile yaptığı
görüşmede müşterek bir kanaate vardıklarını, burasının arap toprağı olduğunu, türk
ordusunun burayı savunmayacağını söylemiş ve ordusunu halep'e nakletmek niyetinde
olduğunu belirtmişti. ardından da jön arap dostu fevzi el kavukçu'ya ''umarım siz
arapların da müstakil bir devleti olur'' demiş, ordusunun başında ricat etmeye
başlamıştı.

10. komünist fkö'nün ve babasının dahi yüz çevirdiği faysal'ın vehhâbî kabilelerinin
icraatları müslümanları ve filistinlileri bağlamaz. faysal'ın askeri, önceden de isyan eden
bedevîler idi.

gerçek şu ki, esas ittihatçı hükûmet araplara ihanet etmiştir. hatta sadece araplara değil;
ermenilere, müslümanlara, türklere de ihanet etmiştir. koskoca imparatorluğu yok
etmişlerdir.
18.05.2021 12:12 fenahuyluspazo
g. kore'nin 450 milyar dolar yonga yatırımı
 en büyük iki şehri olan izmir ile istanbul'u daha geçen sene otoyolla bağlayabilmiş olan
ülke vatandaşının çıkıp da hayran olmaması gereken hadise.

türkiye parayı betona gömmüş de güney kore işte böyle gelişmişmiş. bunların hiçbiri
hayatında hiçbir gelişmiş ülkenin tarihini ve yaşadığı dönüşümleri okumamıştır, burada
gelip saçma sapan konuşuyorlar. çin de bu on yılda 1 trilyon dolar harcayacak ulaşım ve
enerji altyapısına, yani parasını "betona gömecek". dangalak bu çinliler canım, hiç
bilmiyorlar bu işi.

dünyanın en gelişmiş ekonomilerine bakın, 10 bin km otoyol hatları, binlerce km yüksek


hızlı raylı taşımacılık yapabilecekleri demiryolları var. türkiye'de 3500 km otoyol var.
sen sanayi merkezlerini, limanlarını yüksek standartlı otoyol hatları ile örmezsen nasıl
büyük ekonomi olacaksın? sende bu altyapı yoksa sabaha kadar yonga üret aq, kimse
sana gelip üç kuruş vermez. çünkü bir yerden bir yere taşıman, rakip ülkeye göre iki kat
fazla sürüyor. bu zaman ve akaryakıt maliyetini niye alsın adam?

türkiye altyapısına çok büyük paralar harcadı ve bir noktaya getirdi. ama daha da fazla
harcaması gerekiyor. daha binlerce kilometre otoyol inşa etmesi lazım. zira türkiye'nin
önümüzdeki 20 yılda yaklaşık 850 milyar euro tutarında enerji, telekomünikasyon ve
ulaştırma altyapı yatırımı yapması gerektiği tahmin ediliyor.

güney kore gibi ülkeler bu sorunlarını abd desteği altında onlarca yıl evvel çözdüler.
bizim gibi 2002 yılında tek şeritli yoldan yük taşımacılığı yapılan bir ülke devralmadılar.

ondan artık parayı "betona gömmek" zorunda kalmıyorlar.

gidip bayburt havalimanını, kanal istanbul'u filan, absürt yatırımları eleştirmek ayrı şey;
bu memlekete yol yapılması ile alay etmek ayrı şey.

birincisi zeka, ikincisi ise dangalaklık emaresi.


15.05.2021 18:21 fenahuyluspazo
ışık dalga mıdır tanecik mi tartışması
 bir sürü malın dangalak dangalak konuştuğu hadise.

ışığın tanecik mi yoksa dalga mı özelliği gösterdiği, sizin hangi deneyi yaptığınız ya da
daha doğru bir ifadeyle ona nasıl "baktığınız" ile ilgilidir. bir şeyi gözlemlediğinizde,
gözlemleme hadisesi başlı başına bir fenomen yaratır ve gözlemlediğiniz şeye karşı nötr
kalamazsınız, ona müdahale edersiniz. bu çokça deneyle kanıtlanmış bir durumdur.

denek, bir şekilde gözlemlendiğini bilir. bu da fiziğin en büyük muammasıdır.

kısaca: nasıl baktığınıza göre değişir. evrende var olduğu zannedilen kesinlikler aslında
yoktur. ya da vardır da, bir sürü muammadan doğarlar. o muammalar ise bizim aslî
doğamızdır ve onu asla keşfedemiyoruz.
15.05.2021 00:43 fenahuyluspazo
ben aşılıyım maskesi
 gayet makul bir şey.
burada bunu tenkit edenler, yarın ab'ye vize alırken aşı kartı çıkartıp yetkili makamlara
ibraz edecek, bundan da gururu incinmeyecek.

türkiye'nin turizm sektörü için personelini aşıladığını böyle bir reklam kampanyası ile
duyurması ise gururunu kırıyormuş haspamın.

reklamda herhangi bir sıkıntı yoktu. bu dangalakların beyninde sıkıntı var. memleketin
yaptığı en doğru şeyler bile mal mal eleştirilir oldu. böyle yapmasa turizmi bitirdiniz,
yapsa bizi buna muhtaç bıraktınız denilecek. oh ne ala memleket.

dangalak sürüsü. siz nesiniz ki oy vereceğiniz adamlar bir şey olacak.


14.05.2021 00:39 ~ 00:42 fenahuyluspazo
bayram sabahı eşinin elini öpen kadın
 işi ne, öpecek tabi.

uslu da olursa harçlık merasimi sonrası dudağımdan bir öpücük alabilir belki. gerçi...
kesin alır ya. gibi'si fazla oldu.
13.05.2021 20:36 ~ 20:37 fenahuyluspazo
tunç soyer'in kadınların yanında olması
 tam olarak neyi övüyorsunuz anlamadım.

istanbul sözleşmesi, kanun değil bir şey değil. somut hadislerde uygulanacak hüküm
filan içermiyor. muhatapları da hükümetler, belediye başkanlıkları değil. hükümetler şu
konuda gerekli önlemleri alır diyor mesela, gerekli önlem nedir, yasa çıkarmaktır. tunç
soyer yasa mı çıkaracak, ne yapacak?

bu ülkede çok büyük bir dangalaklık var. istanbul sözleşmesinden çekilme sebebi,
bazılarının gözünde pro lgbtiqx+ olmasıydı. türkiye'de kadına şiddetin önlenmesi
hakkında kanun var ve sözleşme ile filan alakası yok, halen uygulanıyor. yani kadına
şiddet ile ilgili suçların soruşturulmasında hiçbir şey değişmiş değil.

bunlar da gelip istanbul sözleşmesi iptal edildiğinden beri sokağa çıkmaya korkuyorum
filan yazmışlar copy paste.

canım sen çıkma zaten, bu mallıkla çukura filan düşersin sen. mümkün mertebe evinde
otur, çatal bıçak gibi kesici aletlere de dokunma.

mahalle karılarına bak ya belediyeden para alıp buraya yazı yazıyorlar.


11.05.2021 13:25 fenahuyluspazo
evlilik aşkı öldürür
 bunu diyen insanın ne hayat ne evlilik ne de kadın erkek ilişkileri hakkında hiçbir şey
bilmediği o kadar aşikâr ki ayan olan beyan istemiyor yine.

"evliliğin aşkı bitirmesi" önermesinden kasıt aslında şudur: "birlikte çok vakit
geçirdiğimiz için eşimden sıkılıyorum." yani aşkı bitiren şey evlenmek değil, aynı kişiyle
birlikte yaşamak, takılmak, sevişmek vesaire.

"evlenmeyelim ama birlikte yaşayalım" ifadesinde ise söylenmek istenen şey şudur: "bir
mesuliyetimiz, sorumluluğumuz olmasın. aramızda bir evlilik sözleşmesi olmadığı için
kafamıza estiğinde, sıkıldığımızda, sorun yaşadığımızda çekip gidebilelim." bu yüzden
böyle düşünen insanlar bilinçli olarak "aynı kişiyle birlikte olmak insanı sıkıyor"
demiyorlar da "evlilik aşkı öldürüyor yea" diyorlar, böylece sorumluluk taşımadan
keyifleri mucibince takılabilecekler sağda solda.

ve bu çok normal, fıtrî bir şey. garip bir şey değil. ekonomik bir durum yani. ekonomide
marjinal fayda diye bir şey var, neyden ne kadar çok tüketirsen, ondan aldığın haz
sonraki tüketişinde azalır, en nihayetinde biter ve artık sana zarar vermeye başlar. insan
ilişkileri de bu genel geçer kuraldan azâde değil tabiatıyla. eski dönemlerde insanlar
aşktan meşkten değil, adeta mal mülk idare etmek gibi bir görev icabı, öyle yıllarca flört
etmeden evlendikleri için hayatın acı ve tatlı yüzüne birlikte katlana katlana birbirleri ile
samimi dostlar olurlar, böylece "aşkın tükenmesi, tutkunun yok olması" gibi sorunlar
yaşamadan evliliklerine devam ederlerdi. şimdi ise biz çok aşığız ya hani... 4 sene flört
ettikten, aralara da başkaları girdikten sonra evleniyoruz ya hani... ondan bizim aşkımız
tükeniyor.

peki şimdi bu durum nasıl aşılabilir? tabiî ki "modernlik" uğruna insanın fıtratının inkâr
edilmesinden vazgeçilerek. modern toplumlar ise bunu yapmıyor. aslında dinlerin,
geleneklerin binlerce yıl önceden çözdüğü konuları, fıtratın inkârı pahasına ısıtıp ısıtıp
önümüze getiriyor. evvelâ bu fıtrî geleneklerin altını oyuyor, sonra da yerine toplumu
ifsâda sürükleyecek gayr-ı fıtrî bir tatbikat yerleştiriyor. çok eşliliğe müsaade etmiyor da
"evlenmeden birlikte yaşamaya" müsaade ediyor meselâ. niye? çünkü biri kaynağını
dinden, öbürü ise kapitalizmden alıyor da ondan. hâlbuki aslında ortaya çıkan uygulama
aynı: insan (bilhassa da tabiatıyla erkek), çok eşli yaşıyor. ama dinin ortaya koyduğu
"fıtrat", "evlilikler tek olur, aşk bunu gerektirir" yalanıyla reddediliyor. sonra da "evlilik
aşkı öldürüyor" diye bambaşka bir yalanla bu sefer de aile kurumunun altı oyuluyor.
amaç ise böyle sikim gibi bir toplum ve hedonist bir dalyarak sürüsü yaratmak. zira
huxley'in yazdığı gibi, hazlarına özgürlük ve gerekli ekonomik güç verilen insanlar,
dünya siyasetiyle ve gücün kimin elinde toplandığıyla pek alâkadar olmazlar. akp, chp
meselelerinde kalırlar, daha derine nüfuz etmezler. rusya'da putin yüzde 70 oy alıyor.
neden? düşünürsünüz bi...

dinen müslümanlar, "allah'ın emri, peygamberin kavli" ile nikah akdi yaparlar. allah'ın
emridir zira allahü teâla insan cinsinin yeryüzünde hâkim ve ekseriyet olmasını
dilemiştir, bu yüzden kullarına izdivâc ile çoğalmalarını emretmiştir. zaten insan bu
dünyada bir "yuva" kurmaksızın yapamaz, sâdî ve mutlu olamaz. peygamberin kavli ise
hazret-i adem ile hazret-i havva arasındaki münasebetten gelir. buradan neyi anlıyoruz,
evet, evlilik bir akittir fakat öyle kambiyo senedi ihracı gibi bir akit değil, ilahî menşeli
bir sözleşmedir, bunu anlıyoruz. her sözleşme kolaycana feshedilebilir fakat evlilik
sözleşmesi, o kadar kolay feshedilmemelidir zira menşei ilahî ve dinîdir, semeresi de
topluma katılacak yeni bir birey olan çocuktur. zaten nikah, imana bitişiktir; kâfirle
evlenmek bundan sebep câiz değildir.

islâmiyet'te evlenmek de boşanmak da kolaydır. kadınlar ve erkekler cemiyette öyle


birbirine karışmaz. kimse kimseye öyle kolay kolay göz koyamaz. üstelik insanlar
geçinemiyorlar ise kolaycana ayrılır, çünkü ortada olan şey en nihayetinde meşru bir
ilişki iradesini ifade eden bir sözleşmeden ibarettir, feshi gayet de mümkündür. böylece
kimsenin kimseye "yetmeme" gibi bir durumu olmaz, bu kadar basit.

fakat şimdi durum nasıl? evlenmek bilhassa zor ve geç yaşta mümkün. evlenebilmek için
gerekli finansal birikimi yapmak için on sene çalışmak dahi yetmiyor çoğu zaman.
evlenmeden takılmaca ise çok kolay. birini aldatmak çok kolay, sadık kalmak çok zor.
evlendikten sonra boşanmak daha da zor, insanların hayatı kararıyor. herkes her yerde,
herkes birbirinin dizinin dibinde. zira kapitalizm, bunun böyle olmasını istiyor.
toplumsal bağlarımızdan kurtulup atomize "birey"ler olduğumuzda çok daha kolay
yönetilebilir oluyoruz. çok daha kolay arzularımıza teslim olup mesuliyetimizde hiç
kimse olmadığı için harcamalar yapabiliyoruz. bundan ötürü kapitalist altyapı bize
sürekli saçma sapan ilişkileri pompalıyor, hiçbir yerde açıkça sergilenen cinsellikten de
kaçamıyorsunuz, kitap sitesinde sana dating app'i veya kadın götü gösteriyor. amacı
belli...

dinin ve geleneğin ortaya koyduğu insan fıtratı ortada: erkek, biyolojisi gereği çok eşli
bir canlıdır. biyolojik olarak erkeğin doğadaki varlık sebebi, mümkün olduğunca çok
dişiyi döllemektir. bu sebepten ötürü, sadece tek bir orgazmda sayısı milyona varan
sperm hücresi tenasül uzvundan rahme bırakılır. erkek, kısa bir müddet sonra yeniden
cinsî birleşmeye hazır hâle gelir. sperm üretimi ve kalitesi yaş ilerledikçe azalsa da asla
nihayet bulmaz. erkeğin nefsi kadınınkinin aksine daima faal ve canlıdır, kadının nefsi
erkeğinkinden şiddetli olsa da mestûredir, yani örtülü, gizlidir. tahrikle uyanır. bu
sebeple erkek, her yaşta ve her an doğal durumunda üremek için hazır ve nazırdır.

kadında ise bu durumun tam aksini görürsünüz: kadında ayda bir yumurta hücresi
üretilir. her gebelik hayatını riske atar, art arda gebelikler ise geçmişte kadının ölümünü
adeta mukadder hâle getirirdi. yavrusunu dünyaya getirme sıkıntısı ve meşakkati, kadını
ruhen ve fiziken çok yıpratır. bu sebeple kadın, yavrusunun biricikliğine şiddetle inanır
ve onu karşılıksız sever, hissî ve merhametlidir. cenab-ı hakk, hamilelik meşakkatine
artık bir yaştan sonra kadının katlanması imkânsız olduğu için üreme yetisini kadından
alır. tabiatıyla bu yaştan sonra kadınlarda libido düşüklüğü ve sekse karşı bir lakaytlık
görülür ki, bu hakikat kadınların regl döneminde cinsî tahrike daha açık olması
hakikatinden mülhemdir.

tabiatta câri olan bu kanunlardan çıkan netice nedir? erkeğin çok eşliliğe, kadının da tek
eşliliğe yatkınlığıdır. bunu isteyen dilediği kadar inkâr edip de "-miş gibi yapmak"ta
diretebilir. lakin hakikat laf ve sözle değişen bir şey değildir. bu böyledir. fıtratımız,
tabiatımız, durumumuz budur ve insan olduğumuz müddetçe böyle de kalacaktır. zira
kadının çok erkekle evlenmesinin bir anlamı yoktur, neticede semeresi olan çocuk için
bir defa hamile kalacaktır. kadınlar erkeklere nispetle birer tarla olup bir tarla ne kadar
çok ürün verirse o kadar iyi, yani bereketlidir; bu sebeple erkek fıtratan çok eşli iken
kadın tek eşlidir. elli kişinin bir tarlası olsa aynı ürünü verir. bir kişinin elli tarlası olsa...
anladınız. teşbihte hata olmaz.

ha tabiî ki toplum menfaatleri gereği, erkek bu arzularına gem vurur, tarih boyunca
erkekler umumiyetle tek eşli yaşamışlardır. bu sebeple her toplumda ve dinde de tek
eşlilik aslında esas olmuştur. merhum mustafa sabri, bu durumu şöyle izah eder: "şer'î
hukukta tek evlilik esas, çok evlilik ise istisnadır. buna ancak ihtiyaç ve zaruret gibi
durumlarda başvurulur. çünkü umumî telakkilere göre evlenmek üç sebeple olur: insan
neslinin devamı, bir başkasının namusuna tecavüzden ve zinadan sakınarak iffetli
yaşamak ve ev işlerinin güzel bir şekilde tanzimi, mal ve çocukların muhafazası, sevgi ve
saygı ile beraber iş yürütme kaygısıdır. bir kadın çocuk sahibi olamadığı zaman evliliğin
ilk sebebi yerine gelmeyip, insan neslinin intikâı neticesini verir. eğer zevce çok yaşlı ve
güçsüz veya bir hastalığa müptelâ olup da zevcinin gücü kuvveti yerinde ve sıhhatli
olursa, evliliğin ikinci sebebi zayi olur. bu durumda zevc, başkasının namusuna göz
dikebilir, zinaya düşebilir. bir diğer husus da, kadın müsrif, sefih, serkeş, hain ve kötü
huylu olursa, evliliğin üçüncü sebebi de yok olmuş olur. bu sebeple taaddüd-i zevcâta
müracaat olunurdu. dünyada kadınların sayısının erkeklerden fazla ve erkeklerin
ömrünün de kadınlardan az olması; bekâr ve dul kadınların evlenecek erkek arayarak
korunma endişesi; nüfusun artması arzusu da bunun âmilleridir."

eh şimdi kadınlar diyebilir ki, fıtrat fıtrat diyorsun ama kadınlar da tabiatları gereği
kıskançtır. bir kadın, beyi başka hanım alırsa nasıl mutlu olabilir?

herkesin ve toplumun menfaati olduğunda, kadınlar için de erkekler için de gayr-ı fıtrî
olan şey yapılabilir. erkekler için de gayr-ı fıtrî olan "tek eşlilik" müessesesinin, tarih
boyunca toplum menfaatleri için "esas", çok eşliliğin "ruhsat" kabul edilmesi gibi.
erkekler için fıtrî olan da çok eşliliğin esas olmasıdır. ama kimse ağzını açıp laf ediyor
mu? niye, sizin dırdırınızı çekmemek için. dolayısıyla buradaki fıtrat meselesi, toplumun
menfaatinde düğümlenir.

peki nereye varmak istiyorum, şuna: bu sorunlar, modern toplumların sorunları. eskiden
böyle sorunlar yoktu, çünkü toplumlar bunları aşmak için kendi mekanizmalarını
(kolayca evlendirme/boşama, kadın ile erkeği birbirinden ayırma, çok eşlilik müessesesi
vs.) kurmuşlardı. çünkü kim ne derse desin, kadın ve erkeğin fıtratları bunlara uygun.

şimdi ise bu fıtratlar inkâr ediliyor ama o problem orada öylece duruyor, öte yandan
insanlar fıtratları gereği birtakım sıkıntılar yaşıyorlar ama görüyorlar ki bu sıkıntıları
çözecek geleneksel ve binlerce yıllık kurumlar ortada yok. e ne yapıyorlar, hadi evliliği
kaldıralım. niye, mesuliyetimiz olmasın, sıkılırsak gideriz diyorlar.

yani fıtrî kurumlar ve çözüm yolları yerine, toplumu ve geleceği ifsâd eden gayr-ı fıtrî
çözüm yolları oluşturuyorlar.

işte dostlarım, insanın kendisini inkârının varacağı nokta budur. self-destruction... insan,
kendi kurduğu en eski müesseseleri lağvediyor. yani aslında kendisini, kendi gerçekliğini
ortadan kaldırmaya çalışıyor.

bakalım neler olacak...


10.05.2021 17:38 fenahuyluspazo
ali babacan
 türk sağından adam çıkmayacağının kanıtı. fırsatçının teki.

2018'de akp aleyhine chp ile çalıştım diyor ama erdoğan'ı aday gösteren vekillerden biri
de kendisi. imza vermiş metne.
gül de böyle babacan da. korkak, tırsak herifler. erdoğan tökezlesin de ona karşı tavır
alalım diye beş altı sene beklemiş, bu müddet içinde de parti ve hükümette ya da yasama
grubunda görev almış tipler bunlar. bir de utanmadan, ben o sırada da muhalefet ile iş
birliği yapıyordum diyor djdhf.

davutoğlu zaten bambaşka bir case. zorla istifa ettirilip gık diyemedi, siyaseti
sevmiyorum, hocalık baki dedi, gitti iki sene sonra parti kurdu.

la olum iki dakika omurganız olsun ya.

ali babacan'ın ekonomiyi 30 günde düzeltirim lafları ise türkiye'de ekonomik değil, dış
baskılara dayalı bir siyasi kriz yaşandığının göstergesi. 30 günde düzelen bir ekonomik
kriz olamaz çünkü. ali babacan burada demek istiyor ki, ben iktidara geldiğimde
abilerimin dediğine harfiyen uyacağım; doğalgaz yatağını onlara vereceğim, libya'yı
onlara bırakacağım, suriye'de operasyonları bitirip geri çekileceğim, israil ile
normalleşeceğim, böylece bana baskı yapılacak uluslararası bir konu pek kalmayınca
ekonomi de kendiliğinden dengeye gelecek.

bunlarla bir sorunum yok bu arada, bu bir tercihtir. kimse doğalgaz kemirmiyor
neticede. ama çıksın delikanlı gibi söylesin. ama hiçbiri söyleyemez, yalan kıçlarına yuva
yapmış bunların.

güçlü parlamenter sistemlerine ayrı sokiyim zaten bunların, 15 bakanlığın 3 parti


arasında paylaştırıp çok yönetebileceklermiş gibi artistlik yapıyorlar da göreceğiz neyin
nasıl olacağını.

dünyada türk sağı kadar iğrenç, pespaye bir şey var mıdır bilemiyorum.
10.05.2021 13:13 fenahuyluspazo
ölümden sonra hayatın olmaması
 ölümden sonra hayat yoktur zira ölüm, hayatın karşıtı değil, hayatın devamıdır. ölümden
önce hayat vardır demek, daha doğru bir tabir olurdu.
09.05.2021 19:12 fenahuyluspazo
ersun yanal
 nagalip hoca. ilk geldiğinde de nagalipti ama en azından berabere kalabiliyor diye
övülüyordu, şimdi o da yok ve türkiye kupası macerası sebebiyle övülüyor bu sefer de.
aq türkiye kupasının master'ı aykut kocaman, övecekseniz onu övün madem.
elinde inter'e gidip şampiyon olan moses, flamengo'da kupa kaldıran ısla, almanya'da
yine harikalar yaratan kruse, şimdiki forvetlerin hepsinin toplamından daha çok katkı
vermiş olan vedat, beyinsiz osayi'den filan çok daha yetenekli ve yaratıcı bir kanat
oyuncusu olan garry filan varken yarıştan daha ligin ortasında koptu gitti. geçen yılki
kadro, bu seneki kadrodan daha eksik değildi.

adamın "ne top oynatıyordu bee, hücum organizasyonu bee" diye klipleri dönüyor
twitter'da, hepsi aynı maçlardan ajshhs. antep, trabzon ve başakşehir. kalan maçlarda
follofoş olduğumuzun herkes farkında de işte, bilmezlikten geliyorlar.

ersun'un şu yarım iq'lu lobisinden gına geldi artık. her maçta altıncı dakikada savunma
arkasına atılan topta aynı golü yiyip yenilen sonra da "adamın elinde stoper yok abi"
diye mazur görülen ama galatasaray maçında falette kulübede otururken maça jailson
ile çıkan bir hoca bu adam.

hayır sanki şimdi stoperler çok iyi. lemos ve tisserand ile geçti koca 20 maç. takımı iki
maçta bir yaktı bunlar.

ersun bu sene kalsa bunun müritleri yine elde stoper yok, emre gitmiş samatta almış
hoca ne yapsın derlerdi.

ersun'un kötü bir hoca olması, elindeki oyuncu kalitesinden bağımsız bir fact. eğer sen
34 maçın 18'inde aynı golü yiyip geri düşüyorsan iyi bir hoca değilsin veya iq
problemlerin var demektir.
09.05.2021 13:19 fenahuyluspazo
boy abdesti almanın mantıksızlığı
 https://www.youtube.com/…sdzu&ab_channel=simontello
07.05.2021 01:47 fenahuyluspazo
the lighthouse
 gereksiz abartılmış ortalama bir film. ama bu konudaki tartışmayı sona bırakalım.

ben size başka bir şeyden bahsedeyim şimdi. son dönemde batı dünyasında sikimsonik
bir "erkekliğe hayır" kampanyası başladı. bunun üzerine sembollerle dolu filmler, diziler
çekiliyor; müzikler yapılıyor, kitaplar basılıyor. bu film de bunun örneklerinden bir
tanesi aslında, yönetmeni açık açık söylüyor, esas meselenin "erkeklik" ile alâkalı
olduğunu.

batı dünyası, burada bir günah çıkarıyor. bildiğiniz gibi hıristiyanlıkta aslî günah anlayışı
vardır. ama bilhassa katolik mezhebinde, insana günahı içi değil, dışı işletir. dış dünya
masum insanı günaha sevk eder. bu dış dünya kimdir peki? kadın. evet, kadındır.
cezbedici, kıskanç ve kurnaz olan bu yaratık, erkeğin aklını başından alıp ona fenalıklar
yaptırır. bu sebeple katolikliğin alâmet-i farikası, maksimalist yönetimdir; yani insanın
kendisinden çok etrafını denetim altına alması ve her şeye hükmetmeye çalışması.
kendini değil, dış çevresini denetlemesi. güç ve tahakküm arzusu. yani batılıların ve
filmin gözündeki "erkeklik."

modern devlet, işte bu güç arzusundan doğdu. nerede doğdu? "kilisenin büyük kızı" diye
adlandırılan fransa'da.

avrupa'nın "erkeklik" ile ilgili sorunları, kendi dinî background'ından geliyor olsa gerek.
benim ve benim gibi insanların ne erkeklerle ne de erkeklikle bir problemi yok ve
olamaz. erkeklik hükmetmek kadar centilmenliği, nezaketi, düşmüşe el uzatmayı, onuru
da temsil eder.

işte deniz fenerine iki erkek dikince, ikisi de deniz fenerine hükmetmeye çalışırmış da
falan da filan da... bir erkeğin yanına beş tane kadın koy, beşi de o erkeğin biricik
oyuncağı, âleti, nesnesi ve en sevgilisi olmak için yarışır. var mı bunun üzerine film
çekecek bir delikanlı? tarihe bakın, bir şey elde edebilmiş ve tarihe adını yazdırmış
hemen her kadın, bir erkeğin beynine ve gönlüne girebilmiş kadındır. istisnaları ise pek
pek pek azdır. ve bir şey hakkında hüküm verilirken nadire göre değil, galibe göre
hüküm verilir. hürrem neden kanunî için onca süslendi de onun biricik oyuncağı oldu?
çünkü o da hükmetmek istiyordu ve hükmetmenin aracı oydu. feminist teorinin göz
bebeği beauvoir, sartre inleye inleye arka odada metreslerinden biriyle sevişirken neden
sartre'ın kirli donlarını yıkıyordu? içindeki o hisse direnemediği için. kadınlar bir erkek
üzerinde nasıl hâkimiyet ve otorite kurabilir ki başka türlü?

kadınlar fıtratlarının da etkisiyle erkeği, sanki bütününe, hatta sahibine kavuşmuş gibi
sever. zira kadın, ayda bir üremeye yatkındır. bir erkekle beraber olacak ve yavrusunu
onun korumasında ve konfor alanında güvenle büyütecektir. bu yüzden erkekler yarışır,
kadın seçer. aradaki bu arz ve talep dengesi bozulduğunda, kadınlar erkekler için yarışır.
birbirine girer. bu niye iktidar mücadelesi filan olmuyor da erkeklerin kavgası iktidar
mücadelesi oluyor?

erkek ise kadını eksik parçasıymış gibi sever... kadının, aslında erkeğin bir kemiğinden
yaratıldığını türeten hadis-i şeriflerle bugün hayatımızın hemen her alanında deneyim
ettiğimiz bu garip hissiyatın belki bir alâkası vardır.
her neyse gereksiz uzatıyorum yine. bu satırlar hoşunuza gitsin veya gitmesin, pek de
umurumda değil. çünkü gerçekler böyledir. hoşlanmasanız da orada kalır ve hayatımıza
tesir ederler. bunu inkâr edip yarın kanepede atletle yatan beyleri için süslenecek
hanımlar düşünsün meselenin neden böyle olduğunu. şu hayatta sâdî olmak ve gelişmek,
ancak hayatı olduğu gibi kabul etmekle mümkündür.

filmin erkeklik üzerine bu vasat ve açıkçası bu sikik tonu pek hoşuma gitmedi. neden?
çünkü yanlış... yanlışı sevemem.

film baştan sona bu metafor üzerine kurulu, zaten beni yükselten şey de bu oldu gece
gece. meselâ filmde bir sahne var, genç olan bekçi geldiğinde yatağında bir delik, deliğin
altında kıl tüy, onun altında da bir deniz kızı biblosu gibi bir şey buluyor. olayı
kavrayamıyor ilkin, ne alâka bu şimdi aq filan diyor kendi kendine. sonra iktidarı elinde
tutan, geceleri deniz fenerinde inleye inleye bir şeyler yapan yaşlı bekçiyi, sabah kendisi
çalışırken o uyuduğu için delikten izliyor. ve adam ne yapsa beğenirsiniz? o deliğe aletini
sokarak mastürbasyon yapıyor. meğerse yaşlı bekçinin bundan evvelki ortağı, o delikten
deniz kızı biblosunu sikiyormuş... yaşlı bekçi diyor ki, bu böyle salak salak deniz kızı filan
bir şeyler anlatıyordu, kurtuluş diyordu, sonra da delirdi gitti zaten. filmin bir
noktasında da bizim genç bekçi, bu bibloyu eline alıp bir iş arasında bağıra çağıra 31
çekiyor. ben böyle 31 de görmedim yalnız yani...

neyse, orgazmını müteakip de kırıyor bibloyu. diyor ki yaşlı bekçiye, sen arkadaşına
büyü yapmıştın, onu delirtip öldürdün, ben de bunu kırdım ve şimdi özgürleştim.

adam, orgazmını müteakip erkekliğinin verdiği refleks ile kadından uzaklaşıyor (bibloyu
kırıyor). kendince daha büyük bir haz arıyor, bunu da deniz fenerinin ışığında arıyor.
çünkü zannediyor ki orada biblosu değil, hakikaten deniz kızının kendisi var. oraya
gidiyor, orgazmik bir an yaşıyor, artık o ışığın içine ne varsa, sonra da geberip gidiyor.

şimdi burada başka sembolik şeyler de söylenebilir ama... burada açık açık erkeğin
iktidarı ile kadına ulaşabilmesi, ulaştığı anda soğuması ve daha büyük bir iktidar/haz
araması üzerine bir anlatım var.

kadın, erkek ve iktidar arasındaki ilişki, böyle bir ilişki değil. hayat da böyle bir şey değil.
toplumsal baskıdan uzaklaşan erkekler hemen birbirlerinin boğazına sarılıp bir şeylere
dişil enerji yükleyip ona hükmetmeye çalışmıyor. hatta aksi daha boldur. hayatlarında
biri olmayan kadınların gerginliği malumdur.
ama üzerine film çekeni görmedim. yemiyor herhâlde...
07.05.2021 01:39 fenahuyluspazo
komünizm
 gelecek 20 yılda yeniden hortlayacağını düşündüğüm iktisadî model. aslında tam olarak
böyle düşünmüyorum, daha çok totaliter rejimlerin; ister neo faşist ister komünist ister
çin modelinde olduğu gibi hibrit sistemlerle birlikte yeniden doğacağını ve çok yakın
gelecekte dünyada doğru düzgün demokrasi kalmayacağını düşünüyorum.

bunun nedeni oldukça basit:

ilk olarak şuradan başlamak lazım, marksist tenkit sisteminin önerdiği üzere, bu hayatta
gerçekten üstyapı (devlet, toplum yapısı, örf, âdet vs.) büyük ölçüde altyapının
(ekonomik strüktür, iktisadî model, üretim tarzı) tesiri altında şekillenir. çünkü insanın
bu hayattaki ana derdi, maişetini temin etmektir. insanın nasıl para kazanacağı ve
kendisine nasıl bir hayat kuracağını ise ekonomik sistem belirlediğinden bireyin ve
bireylerden teşekkül eden toplumun tüm düşüncele3.ri ve tarz-ı hayatı, ayrıca bu sistemi
idâme ettiren devlet tipolojisi, câri olan ekonomik sisteme göre büyük ölçüde
belirleniveriyor.

bu mantıken de böyle, tarihte de böyle. feodal sistemin "primus inter pares"i krallar,
iktidarlarını sürdürebilmek adına feodal derebeylerinin ve ruhban sınıfının desteğine
muhtaçtılar. ta ki kendi elleriyle büyüttükleri "üçüncü bir sınıf" olan tacir sınıfının mâli
desteğiyle, namerde bel bağlamaksızın kendi müstakil daimî ordularını kurabilene
değin. işte bu "merkantilizm" sayesinde oldu ve krallar, bu ekonomik yapı içerisinde
mutlak monarklar olarak tüm yetkiyi ele geçirdiler. sonra burjuva devrimleri ve
liberalizm vasıtasıyla başlayan kapitalist asırda sınırlı hükümetler, parlamentolar
kurulmaya başlandı filan. malum hikâye yani...

bunu niçin anlattım, şundan: bir yerde ekonomik gücü toplarsanız, orada siyasî gücü de
toplamış olursunuz. iktisadı tamamen planlayan ama demokrasiye izin veren bir devlet
olamaz. tersi mümkündür; ekonomide liberal, siyasette baskıcı olabilirsiniz. hatta bu,
kapitalizmin bir noktaya kadar, abartılmaması kaydıyla tercih ettiği bir şeydir. ama
siyaseten liberal, iktisatta planlamacı ya da merkeziyetçi olamazsınız. tarih bunu
vesikaları ile ispat eder. tarihte böyle bir devlet hiç olmamıştır ve olmayacaktır.

biraz komünizm ve sosyalizmden bahsedelim: bildiğiniz üzere komünizm, marx'a göre


insanın en ilkel ve en üst aşama toplumu. mülkiyet olmadığı için kötülük de bugünkü
kadar yok. işbirliği, kötülüğü yeniyor. mülkiyet bulunduktan sonra bizim bildiğimiz,
kötülük dolu yazılı tarihimiz başlıyor. ondan evvel işler daha güzel.

marx ve engels'in manifestosu sebebiyle meşhur olan "komünizm" kavramıyla aynı şey
zannedilen sosyalizm, literatürde aslında kapitalist devleti, mülkiyetten ve onun
getirdiği her enstrümandan yoksun kılmak marifetiyle yok ederek (sönümlendirerek) bu
"komünist topluma" ulaşma hedefindeki bir merhale. şimdi belki bilmiyorsunuzdur
marx, aslında bir yalancıdır. das kapital'inde kullandığı verileri ve alıntıları bilerek
çarpıtmıştır. üçkağıtçılıkta ve kumarda mahirdi, fukaralığına karşın zengin gibi yaşadı,
evine aldığı hizmetlilerin parasını vermedi, hatta yanlış hatırlamıyorsam bir tanesinden
de (evli olduğu hâlde) gayrı meşru çocuk peydahlayıp kadını evden attı. paul johnson'ın,
"intellectuals" isimli hacimli eserinde bunlar anlatılıyor.

ki marx, teorisinde zırt pırt artistlikler yaparak teorisini "büyütmeye" çalışır ve bunu
başarmıştır da. nedir bu artistlikler, misal marx der ki; ideolojiler egemen sınıfın işçi
sınıfını bölmek için ortaya attığı masallardan ibarettir, reel dünyada bizler için bir
anlamı yoktur. aynı zamanda da felsefeye ve filozoflara çakar; felsefenin o güne değin
dünyayı anlamak ve tasvir etmek ile uğraştığını fakat esas maksat ve meziyetin dünyayı
anlamaktan ziyade değiştirmek olduğunu söyler. marx'a herhalde demiş olacaklar ki e
kardeş, sen böyle böyle diyorsun da bu savunduğun fikirler ne oluyor, onlar ideoloji ve
felsefe değil mi? marx o zaman şunu söyler: benim fikirlerim ne ideoloji ne de felsefe.
ben fikirlerim bilimsel. ilmin bir gereği olarak, benim ortaya koyduğum vesikalarda
gösterdiğim üzere, kapitalizm her ileri adımında aslında sonuna yaklaşıyor ve
kaçınılmaz olarak en nihayetinde çökecek. ayrıca benim fikirlerim felsefe de değil zira
ben "praksis"i savunuyorum. praksis nedir diye soracak olursanız, basitçe "teori ile
pratik birliği" demektir. her fikir, eninde sonunda kendisini gerçekliğe dönüştürmek
ister. bir din, herkes kendi mümini olsun; bir parti, herkes ona oy versin ister. buradan
hareketle hülâsa marx demek istiyor ki ben dünyayı anlarken aynı zamanda
değiştiriyorum da. hâlbuki felsefe, sadece anlamaya çalışır. ben teorinin yanında pratik
de yaparak ikisini birleştiriyor ve "praksis"i kuruyorum. o sebeple ne salt felsefe ne de
salt ideoloji değilim. ben reelim. gerçeğim. ve bilimim.

marksizme bu anlamda "bilimsel sosyalizm" ve "reel sosyalizm" denmesinin sebebi,


marx'ın kendi götünden, kendi ideolojisine atfettiği bu bilimsellik, gerçeklik geyiğidir.
bugün marx'ın das kapital'inin yarısının zırvalık olduğunu, tüm iddialarının aksine o
devrin kapitalist ülkelerinin halen kapitalist olduklarını ve dünyada sosyalist olmuş tüm
ülkelerin aslında fakir ve kapitalizmle üç kuşak sonra dahi eklemlenememiş yarak kürek
ülkeler olduklarını (çin, vietnam, rusya, angola, latin amerika, afrika, yugoslavya vs...)
biliyoruz. bu sebeple marksizm, kuşaklardır yeni kuramcılar tarafından yenileniyor.
allah allah diyorlar, yaw biz bilimsel değil miydik, neden olmuyor bu devrimler... heee
sınıf bilinci yok. heee devletin ideolojik aygıtları var, devlet egemen sınıfın bir baskı aracı
olduğu için müsaade edilmiyor. heee şu oluyor bu oluyor. aynı geyikler, teraneler devam
ediyor anlayacağınız.

her neyse gereksiz uzatıyorum yine. yani kısacası sosyalizm, işçi sınıfının iktidarda
olduğu ve diğer herkesi ve çoğu zaman da yine işçileri döğerek "proleterya diktatörlüğü"
vasıtasıyla kapitalizmin tüm kalıntılarını yok ettiği evredir. sonra marx ve engels'in
hiçbir zaman açıklamadığı şekilde, zamanı geldiğinde bu diktatörlük devleti de kendi
kendine "sönümlenecek" ve insanlar komünist bir toplum içinde yaşayacaklardır. peki
bu nasıl olacak? bilmiyoruz; kitabımız ve peygamberimiz, yani das kapital ve marx bu
konuda susuyorlar.

bugünkü entelektüel dünyanın marksizm hakkında geldiği nokta kabaca şudur:


marksizm, aslen bir yahudi olan marx'ın kurduğu bir yitik cennet teorisidir aslında.
marksizme bakarsanız, hıristiyan eskatolojisine oldukça benzerdir. karl marx'ın gayesi,
yozlaştığını ve iktidara kilise ve devlet gibi muktedir aygıtlarla talip olduğunu iddia ettiği
hıristiyanlığı tasfiye ederek, bir halk dini (lay religion) vasıtasıyla 'insanlığı kurtarmak'tı.
komünizm ideolojisi, bu halk dininin adıdır.

bu kendi entelektüel performansımı sergilemek için bilhassa uzattığım gereksiz girizgâh


kısmını geçip konumuza dönelim, neden böyle düşünüyorum:

komünizm niçin çöktü? sovyetlerde asla kapitalist devletlerdeki gibi uzunluk, yaygınlık
ve şiddette iktisadî depresyonlar yaşamadı. ekonomi genelde tam istihdamdaydı ki bu
yüzde 2-3 arası dışında herkes iş bulabilmesi demekti. işsizliği geçin, işgücü yoksunluğu
vardı hatta. büyük bilimsel gelişmeler yaşadılar, uzaya ilk bunlar çıktı. kültür alanında
büyük mesafeler kat ettiler: çok büyük yazarları, yönetmenleri vardı. yıkılışlarından 30
seneden fazla geçse de kimi uluslararası turnuvalarda en çok şampiyonluk, şu an dahi
sovyet takımlarındadır. ordusu kuvvetli, siyasî nüfuz alanı fazlaydı. komünist ülkelerde
çok büyük yolsuzluklar yaşandığı yönündeki propagandaya rağmen sovyetler'deki en
fakir ile en zengin kesim arasındaki gelir farkı, 4.5 kat olarak bulunmuştu. şu an dünya
ortalamasına bakarsınız mukayese etmek için.

sovyetler çöktü, çünkü bu sosyalizmin kaderidir arkadaşlar. hiçbir komünist rejim


bilimde geri kaldığı için filan çökmez. tüketim mallarının dandikliğinden çöker. uzaya
çıkacak roket mükemmelen yapılabilir ama kurşun kalemi doğru düzgün yapamazlar
hiçbirisi. bugün bile yüksek teknoloji üretiminde dünya devi olan bir ülkeye dair "çin
malı" tabirinin kulağımızda çağrıştırdığı dandiklik, aslında bu gerçeğin yansımasıdır.

bunun da çok basit bir sebebi var: insan aklının sınırları. bir ekonomiyi yönetmek için
yüz binlerce mal tipi, parametre ve değişken ile on milyonların ihtiyaçlarını doğru
hesaplamanız gerekir. kapitalizmde bunu piyasa yapar. devletlerin genel geçer makro
politikaları, düzenleyici kurumları ve hedefleri olur. gerisine karışmaz. piyasada işler iyi
gitmiyorsa, devletin politikası onu bozduğu içindir. yeni bir hükümet gelir ve işler üç
aşağı beş yukarı düzelir. kapitalizm kendi içinde krizlere girmediği müddetçe, ki her kriz
kapitalizmi yeni bir birikim rejimine, yani yeni bir merhaleye taşır, bu hep böyle
olmuştur. kapitalizm sürekli krize girecek ama ondan bir şekilde de çıkacak, bundan
emin olun.

peki komünizmde bu kadar değişkeni kim hesaplıyor? birkaç bin bürokrat. hepsi siyasî
baskı, verimlilik kotaları altında çalışan, elinde yeterli data seti olmadığı için ekonomik
sistem hakkında ancak inanılmaz derecede çok genel geçer yargılarda bulanabilen
birkaç bin ekonomist. bunların hepsinin komünist parti üyesi olduğunu, yani öyle
bağımsız filan düşünüp bir şeyleri eleştiremeyeceklerini söylememe gerek yok herhâlde.

bakınız sovyetler'de o dönemde ekonomiyi planlayan bir kurum var, adı gosplan. devlet
planlama teşkilâtı tarzı bir yer. gosplan, ekonomideki verimliliği ölçmek ve kotalar ile
üretim miktarlarını belirlemek için "materyal denge" diye bir metot kullanıyordu.
hammaddelerin; işte demirin, çeliğin, şuyun buyun üretimi, hedeflenen nihai malların
üretimine yetmek ama aynı zamanda da artmamak, yani "verimli olmak" durumundaydı.
gosplan, bunu 2000 mal üzerinden hesaplıyordu. burada iki sıkıntı var: birincisi, 2000
malın, yıllık planlarını her türlü değişkeni hesaplayarak tam bir doğrulukla tutturmanız
imkânsızdır. ikincisi, sovyetler gibi bir ülke için 2000 mal üzerinden yapılan hesaplama,
doğru bir iktisadî analiz için çok yetersizdir.

yani sovyetler ekonomi politikalarını oluşturmak için yetersiz bir analiz sistemi
kullanıyor, bunu yaparken dahi insan aklının ve kapasitesinin sınırını aştığı için onu da
doğru bir şekilde yapamıyordu.

aynı şekilde hemen hemen tüm devlet işletmeleri, tek bir müdürün sorumluluğundaki
devasa fabrika kompleksleri şeklinde örgütlenmişlerdi ki bu da tek bir kişinin gücünü
fazlasıyla aşan bir işti aslında. nitekim bu sebeple bürokrasi, partiye hesap vermek
zorunda olduğundan, verimlilik kotalarını tutturmak için katakulli yapmak zorunda
kalmıştır. yoksa titrinden ve hatta belki canından olacaktır. gossnab, yani sovyetler'deki
fabrikalara hammadde sağlayan kurum, bürokratlar arasındaki rekabete göre hareket
ederek siyasette önemli bir rol oynardı. yine bunların kardeşi gosbank de üretim emrine
göre finansal destek verirdi fabrikalara ki onun da yöneticilerinin gönlünü etmezseniz
fabrikanız götünüzde patlayabilirdi.

tüm bu bürokratik sistemin doğal sonucu, hükümetin ve propaganda makinesinin işine


gelen teknolojiler, mallar ve ürünler dışında hemen her ürünün boktan ve dandik
çıkabilmesi riskiydi. bizde bir la edrî beyit vardır, der ki; "şah vakıf gerekdir ahvâle, iş
vükelâya kalırsa vay hâle..." yani bir işe baştaki ihtimam göstermedi de işi başkalarına,
vekillerine havale etti mi, işte o zaman sıkıntı başlar.

işte tam da bu sebeple sovyet halkının mc donalds ve kot pantolonlar yüzünden rejimine
cephe aldığı ve yıkılmasına olanak tanıdığı, bilinen bir lakırdıdır. ama aslında doğrudur.
bunun doğruluğunu şuradan anlayabilirsiniz, sovyetler'de sadece parti ve hükümet
elitlerine hizmet veren fabrikalar ve dükkânlar vardı. sovyetler'de maaş farkı fazla
değildi belki, mülkiyet geliri olmadığı için "çok zengin" olanlar ile "az zengin" arasındaki
fark kapitalist devletlerde olduğu kadar fazla değildi keza. ama aradaki fark,
bürokrasinin yozlaşarak gücünü kendi lehinde kullanması ile telafi ediliyordu. sovyet
rusya'sında bazı tüketim malları satılmaz, parti elitlerine ayrılırdı. bazı binalarda
oturulmaz, bürokrasinin kodamanlarına verilirdi. bazı araçlara binilmez, onlar
bazılarına direkt verilirdi. ve bu ürünlerin, "en iyi" oldukları zaten bellidir. tüketim
mallarının çoğu o kadar az kaliteliydi ve iyi mallardan o kadar az vardı ki, bunlara
erişmeniz için parti ve bürokrasi içindeki konumunuzu yükseltmeniz gerekiyordu, başka
türlü bu imkânlara sahip olamazdınız.

peki parti içindeki konumunuz nasıl yükselecek? partiye koşulsuz itaat, katakulli, yalan
dolan, inanmadığınız şeyleri inanıyor gibi görünmeniz... bu sebeple komünist parti ve
bürokrasi, yozlaşmanın merkezi hâline geldi. bir parça daha zenginleşmek, bir parça
daha güç kazanmak isteyen herkes partiye doluştu. bunların en yalakaları, dışişlerine ya
da dış ticaret bürolarına girdiler. muhatap oldukları batılı demokrasilerdeki
eşleniklerinin rahatlarını, hayatlarını görüp imrendiler.

bugün sovyetlerin çökmesini analiz eden çalışmalardan bazıları açıkça şunu söylüyor:
sovyetleri, konumlarına yakışır bir iktisadî güç ve prestij kazanamayan orta seviyeli
parti-devlet elitleri çökertti. tercihlerini kapitalizmden yana kullandılar. bugün rusya'da,
eski sovyet devlet kurumlarını özelleştirmelerle yağmalayan eski bürokrat, yeni oligark
bir sürü süper milyarder zengin var. nasıl oldu bu, komünist partinin çakal dolmasıyla
elbette. bu, sosyalist sistemin aşılamayan iç çelişkisidir.
pekii o zaman neden ben böyle rejimler yeniden hortlayacak diyorum?

totaliter devletlerin demokrasilere göre ekonomik olarak büyük avantajları vardır. işçi
haklarıyla veya çıkarcı kapitalist çevrelerle uğraşmazlar, kamu yatırımları tam
zamanında biter, kamulaştırmalarda dava süreçleriyle filan uğraşmazsın çünkü bağımsız
bir yargı yoktur filan. bilhassa altyapı yatırımlarında bu çok game changer bir özellik.
almanya ve italya, bugün dahi kullandıkları ana otoban akslarını totaliter dönemlerinde
kurdular. çin önümüzdeki on yılda sadece altyapı yatırımlarına 1 trilyon dolar
harcayacak mesela. bir demokraside ortalama bir yatırımın bittiği sürede çin ikinci
turunu atıyor. üstelik bildiğiniz gibi çin, bu günlerde artık toplumu dahi yapay zekâ ile
yönetmeye başladı.

bunun sonucu, asla düşmeyen, çok büyük yüksek iktisadî büyüme rakamları
yakalanması ve gsyih'deki çok süratli bir artıştır.

fakat bu rejimler, ekonomik ve toplumsal çelişkilerden çıkacak enstrümanları


yaratamadıkları için bir şekilde çökerler, artık halklarından rıza devşiremez olurlar.

ya biz gosplan'daki birkaç çakal bürokratı; mikro süper bilgisayarlarla, kuantum


hesaplama makineleriyle, öğrenebilen yapay zekâ ile yer değiştirirsek... insan aklının
kısıtlarından ve bürokratik yozlaşmadan kurtulan totaliter devletler, piyasa
demokrasilerinden çok daha yüksek refah üretebilir. o zaman halktan yeteri kadar rıza
devşirdiğimizde, iktisadî performansımız ve düşman ile kendi muhaliflerimize
askerî/polis şiddeti kullanabilme kapasitemiz demokrasilere oranla çok daha fazla
arttığında... o zaman kaç demokrasi totaliter devletlere direnebilecek?

norveç mi finlandiya mı? yoksa isveç mi... hmm belçika? yok, yine olmadı... ayda bir gemi
inşa eden çin'e karşı hangi koalisyon mücadele edecek? rus ayısından balistik füzeyi
yiyen kaç ülke demokratik kalmayı başarabilecek?

bence çok azı... dünyanın yeni bir geleceğin eşiğinde olduğu aşikâr. fakat batılı
demokrasiler bu gerçeklerle değil de gayların çocuk edinme hürriyetiyle veya erdoğan'ın
gitmesiyle filan ilgileniyor maalesef...
06.05.2021 22:04 ~ 22:05 fenahuyluspazo
kızlar kendilerini güldüren erkeklerden hoşlanır
 hayır, kadınlar hoşlandıkları veya hoşlanabilecekleri erkeklere gülerler. arada fark var.

hepsi esprilerime pek bayılır, ben oradan biliyorum.


06.05.2021 15:11 fenahuyluspazo
turkish war of independence (wikipedia maddesi)
 benim bu konu hakkında tek bir sorum var, izmir'i kim yaktı? neden yaktı? bu yangının
sonunda izmir'den kimler denize döküldü?

belki batı'da geçtiği şekliyle "kemalist ordu" komutanlarının ve bizzat atatürk'ün izmir'e
girilirken amerikan taşınmazlarına dokunulmayacağı taahhüdünü vermesi ve
sonrasında izmir yangınında standard oil'in yanmaması, kafanızda bir ampul
çaktırabilir.

izmir'i biz yaktık. yunanlılar kaçsın veya yanarak ölsün diye. şimdi kim orada yazan şeye
itiraz edebilir, ben edemem.
04.05.2021 15:23 ~ 15:23 fenahuyluspazo
finlandiya başbakanı'nın instagram paylaşımı
 20 seneye kalmadan rus ayısından süpersonik balistik füzeyi yiyince oyuna dahil olup
finlandiya'yı kurtaracak olan paylaşım.

avrupa'nın bu saçma sapan şeyler üzerinden öykündüğünüz butik ülkeleri ilk ciddi
krizde boku yiyecek olan ülkelerdir, haberiniz olsun. bugün almanya'nın bile faal, savaşa
hazır 20 muharip uçağı yok.

ınstagram paylaşımları, gay hakları filan kurtarır sizi çin ve rusya karşısında... bekleyin.
02.05.2021 21:53 fenahuyluspazo
z kuşağı
 çocuklukları türk tarihinin en müreffeh dönemine denk geldiği için adeta el bebek gül
bebek büyütülmüş yarrak gibi bir kuşak. bu yüzden aslında per capita'sı 40 bin euro
filan olan ülkelerin sikimsonik sorunları hakkında bilgi sahibidir bunlar, dikkat edin. yok
işte she/her, non binary filan. ama türkiye'nin gerçek problemlerine ilişkin hemen hepsi
büsbütün cahildir. nedeni basit, el bebek gül bebek büyütüldüklerinden yarrak gibi
yetiştiler işte. twitter'da hollanda toplumunun sorunlarını görüp bunu buraya ithal
etmekle uğraşıyorlar senelerdir. bunu biliyorlar ama haberlerde "enflasyon düştü"
denilince ürünlerin fiyatı düştü zannediyorlar mesela, enflasyon ne bilmiyor adam.
enflasyon canavarının doğduğu memleket olan türkiye'de adam enflasyonun ne demek
olduğunu bilmiyor... bu durum, söylediklerimin ne kadar doğru olduğuna delildir
dostlarım.
iki çivi çak desen çakamayacak, kredi kartı ekstresi ödemeye göndersen
güvenilemeyecek tiplerden ben burada akıl alacak değilim.

hayatın sillesini çoğu öyle bir yiyecek ki gelecek 20 sene bunların intihar eden
cesetlerini çöp konteynerlerinden toplayacağız, bir dönem ekşi'de bir kral vardı, sosyal
politikalar bakanı yapılsa memleket kurtulurdu, o söylemişti bunları dersiniz ileride
istatistikleri görünce.
01.05.2021 13:58 fenahuyluspazo
joe biden
 suudi arabistan'ın bile yaptırım yemediği "kaşıkçı yasası"ndan, kaşıkçı davasının
uluslararası tek savunucusu türkiye'ye yaptırım uygulayacak olan abd başkanı.

hazırlanan teklifte enes kanter'in görüşleri filan var, human rights activist diye geçiyor
enes kanter sjdhhd. yaptırımın gerekçesi de 15 temmuz sonrası fetö'ye yapılanlar,
bunlara da political prisoners diyor tasarı.

açıkça karşı pakt üyesi hindistan'a "aman onları rus ve çin kucağına atmayalım, yaptırım
uygulamayalım" diyen, trump'ın sadece ekonomik önlemlerle bok yiyecek kıvama
getirdiği iran'ın suyuna gitmek için mütemadiyen molla götü yalayan, rus sistemlerinin
en büyük tedarikçilerinden olan bae'ye f-35 satan abd demokratları ve biden, türkiye'ye
kaşıkçı yasasından yaptırım uygulayacak ajshs.

türkiye üzerinde bu kadar siyasi, ekonomik ve askeri baskı uygulanmasının tek bir
nedeni var, o da erdoğan'ın gitmesi. erdoğan'ın gitmesinin istenme nedeni de uyguladığı
alkol yasağı, otoriterliği veya islamcılığı filan değil, dış politikadaki bağımsız ajandası.
abd çıkarlarına zarar veriyor. doğu akdeniz'e müdahale ediyor, suriye'de abd partneri
ypg'ye saldırıyor, en büyük lobici diasporası ermenilerin milli davasını karabağ'ı alarak
yok ediyor... ha bi de libya'da yeni statüko inşa etmesi var tabii...

bu günlerde muhalefet ellerini okşayıp bu konularda lobi ve diplomasi yapılmadığı için


hükümeti suçluyor ama başa kendileri geldikten sonra dünyada belli bir ajandanın
uygulanması beklentisiyle gelecekler ve bu ajandanın tamamen pro us, eu ve hatta ypg
tandanslı olacağını söylemenin bir sakıncası yok. abd'nin orta doğu'daki en büyük üç
partneri artık yunanistan, israil ve ypg. israil haricinde hepsiyle açık çatışma
içerisindeyiz bunların ve sen geldiğinde senden beklenti doğu akdeniz'den çıkman, libya
ve suriye'den çekilmen, ypg ile anlaşman, ermeni soykırımını kabul etmen, karabağ'da
geri manevra yapman olacak. bunları yapmadığın zaman canım cicim ayları geçince aynı
ekonomik ve siyasi sorunları bu devlet ve halk tekrar tekrar yaşayacak.

mesela muhalefet partileri iktidar olduklarında bu konuda ne yapacaklar, götü yiyip de


bu konuda konuşabilen kimseyi görmedim. çünkü yapmaya mecbur kalacakları şeylerin
bunlar olduklarının farkındalar ama söylemeye korkuyorlar.

muhalefet bu konularda hükümet ile birlikte olmayı seçseydi, abd ve ab bu hükümeti


değiştirirsek kritik konularda çıkarımıza iş yapacak muhalefet partileri zaten hazır,
istediğimizi yaptırırız diye düşünmez ve baskıyı bu kadar artırmazdı. ama o zaman da
seçim kazanma ihtimali düşecekti bunların. muhalefet bir tercih yaptı ve bunun bedelini
de üç beş sene sonra kendisi de ülkeyi bir kısır döngüye sokarak ödeyecek.

türkiye ile abd veya ab arasındaki sorunların baldırı çıplak iki tane güzel kadın konsolos
veya parlamenter sisteme geçişle düzeleceğini filan zanneden insanlar, kaşıkçı hadisesi
sonrası çıkarılan yasa ile arabistan'a dahi değil, türkiye'ye yaptırım uygulanması veya
görevi bırakan abd'li komutanın "ypg'yi isim değiştirip sdg çatısı altına girmeye ikna
eden bizdik, böylece türkiye'nin terörle ilişkilendirme çabasına karşı diplomatik bir
mevzi elde ettik" açıklamasını yapmasını şöyle beynindeki nöronların bir kısmını ayırıp
düşünürse, herkesin her şeyin farkında olduğunu ve çıkarlarının gereğini yaptığını
anlayacaktır. kimsenin umurunda bile değil parlamenter sistem filan. zaten böyle
düşünen de katıksız bir maldır, ayrı konu.

sanki abd, 15 temmuzu fetö'nün yaptığını bilmiyor. yaptıran o zaten aq. sen diyorsun ki
biz diplomasi ile faile, yaptığı olayı anlatalım...

hayal dünyasında yaşayan salak sürüsü sizi. bu baskılar türkiye'yi daha iyi bir duruma
getirmeyecek. daha baskıcı, daha ceberrut bir ülke yapacak.
01.05.2021 13:40 ~ 13:49 fenahuyluspazo
17 gün boyunca alkol satışının yasaklanması
 şeriatçı dünya sağlık örgütü'nün tavsiyesinin hayata geçirilmesidir.

durmak yok, daima ileri... medenîleşme yolunda, bilimin ışığında, adım adım...

siz de boş boş konuşun, bu kadar boş herifle birlikte yaşamaktan utanıyorum.
27.04.2021 23:12 ~ 23:13 fenahuyluspazo
çok zeki bir insanın inançlı olma ihtimali
 çok zeki insanlar umumiyetle inançlı olur zaten; siz çok zeki insanları, orta zekalı olduğu
halde kendisini süper zeka zanneden, 20 - 45 yaş arası orta sınıf mensupları ile
karıştırıyorsunuz. bunlar inançsız olabilir genelde, evet.

zekiler ile aptallar genelde hayat hakkında benzer sonuçlara varırlar. mesela kader
konusu gibi. orta zekalı davar sürüsü ise çıkıp kader ne yeaa, insan kendi yolunu kendi
çizer ağbi der. bok kendi çizer halbuki, zeki olanlar bunu bilir.

kurt gödel, kendi tanrı fikrini matematiksel olarak ispat etmiştir mesela. isteyen
bakabilir...
26.04.2021 13:16 ~ 13:17 fenahuyluspazo
intihar etmemek için geçerli sebepler
 hayatın ne olduğunu bilmek kâfi bir sebep olur.

insanların günümüzdeki temel sıkıntısı, hayatı bilmemek ve onu anlayamamaktır. bu


sebepten ötürü nasıl yaşayacağını modern insan bilemiyor. nasıl yapacağını bilemediğin
bir işi yapmaya çalışmanın sıkıntısı, insanı böylesi düşüncelere oldukça kolaycana sevk
edebilir.

var oluşundan bir sıkıntı, bir ızdırap duyan yegâne canlı insandır. hayvanların ekserisi,
aynada kendini görse, başka bir varlık zanneder. bir "varlık olma bilinci" dahi kendisinde
yoktur. örneğin kediler böyledir. kedi denen canlı, yaşadığını dahi bilmediğinden var
olma hâlinden bir sıkıntı duyamaz. tehlikeyi sezer ve onlardan insiyakî olarak kaçar, haz
aldığı şeyleri sever ve sahiplerinin ilgisinden memnun olur. fakat varlık yahut yokluk,
onun için bir mesele değildir. kognitif olarak biraz daha gelişkin hayvanlar, belli başlı
bazı muhakemeleri yapabilir. meselâ sinekler veya böcekler, ölü arkadaşlarının arasında
tasasız dolanırken büyükbaş hayvanlar, önünde türünden bir başkası boğazlansa,
sıranın kendisinde geleceğini anlayıp korkar. bu da içgüdüsel bir tepkiden ibarettir,
varlık yahut yokluk, onun için de bir mesele değildir.

insanın yaşadığı bu var oluş ızdırabının bir nedeni, bir de sonucu var. nedeni teolojiktir.
bizim rabb'imiz, kıskançtır. insanı kendisine ontolojik bakımdan muhtaç yaratmıştır ki,
kulu kendinden başkalarıyla meşgul olduğunda bir ürpersin, belli belirsiz bir hisle
kavrulsun.

hepinizin bildiği gibi, allahü teâla bildiğimiz manada varlık sahnesini tanzim ettiği
sırada, bizlerin kendisinde içkin olan ruhlarımızı yaratmış, bundan sonra da anne
rahminde cesetlerimize bu ruhtan "üflemiş"tir. yani insan, ilk etapta esasen rabb'iyle ve
diğer tüm kardeşleriyle birlikte iken sonrasında bu birlikten ayrıldı ve dünyaya
düşüverdi. bu sebeple insan, her yerde ve daima "bir"den "çok" olmaya çalışır, bir
"birlik"e yeniden ulaşmak ister. evlenir, aile kurar, çocuk yapar, diskoda eğlenir,
cemaatle namaz kılar, binlerce kişiyle maç izler, toplum içinde yaşar, kolektif eylemlerde
bulunur, oy verir, arkadaş gruplarıyla muhabbet eder, bilmem ne. hep o koptuğu
göklerdeki yuvası gibi yerde de bir yuva kurmaya çalışır. bunda başarılı olduğu nisbette
huzurlu olur. çünkü bilir ki, "elle gelen düğün bayram". bu musibet herkesin başındadır,
bunu paylaşmak, şiddetini azaltır.

işte, var oluş ızdırabı denen şeyin nedeni aslında budur: insanın yuvasından,
"baba"sından ve "kardeşler"inden ayrı düşmesi. peter berger, bu sebeple modern
insanın krizini "yuvasızlık hissi" olarak tanımlar. dinî düşünce ve dinî hayat, bizimle
gökler, yani yuvamız arasında ontolojik bağ kurabilen yegâne şeydir. onu kaybetmek,
hayatımızı krize sokar. var oluş ızdırabının sonucu da izdivaç, aile kurma, çocuk yapma,
kolektif eylemlerde bulunma gibi toplumsal yaşamın tüm yapıtaşlarıdır. bildiğimiz
hayatı yaratan, bu hissimizdir aslında.

bize acı veren bu hissin nedenini ve sonucunu öğrendikten sonra, içinde yaşadığımız
hayatın ne olduğunu anlamamız gerekir ki nasıl yaşayacağımızı kestirebilelim:

belki bu soruya cevap vermenin ilk adımı, hayatın zıddı olan ölümü tanımaktan
geçiyordur. gerçi "ölüm" bizce meçhul bir kavramdır. bunun bizdeki karşılığı "vefat"tır.
vefat, vefa'dan türemiştir. "din" ise lafzen "borç" manasına gelen deyn'den gelir. allah'ın
sıfatlarından bir tanesi de "ed-deyyân", yani "borç veren"dir. şu hâlde, "vefat" demek,
allah'tan bir emanet ve borç olarak canın, o emanete vefa göstererek allah'a tekrar
ödenmesi mânâsına tekabül eder.

tabiatıyla, hayat, insanın allah'tan aldığı iktisadî bir borçtur. eskiler; "fırsat, ganimettir"
derler. hayat, fırsat ve ganimettir. bir hiç iken insanın, lutfedilerek, borçlandırılarak
yaratılması ve bu borçla yaptığı yatırımın adıdır. bu "yatırım" ise, insanın içerisindeki
fıtrî "fâniliği aşma temâyülü"ne göre hareket ederek, kendisini gerçekleştirmekten
ibarettir. bu fâni dünyadaki en büyük zevk, inzâl anı, yani orgazmdır. çünkü insanın
kendisinden bir birey dünyaya getirebileceği, bir anlamda "fâniliği aşabileceği" tek
eylem, sekstir; seksin nihayeti de orgazm, inzâl ve meydana gelen soyun devamı
çocuktur.

işte hayat budur. varlığı aklî bir zorunluluk olan allah'ın bir rahmet ve imtihan sebebiyle
yarattığı ve insanın kendisini gerçekleştirerek fâniliği hem maddî hem de manevî olarak
aşmak suretiyle rabb'ına borcunu ödediği, bu sayede istihkak ile cennete girerek, bir
zamanlar ayrıldığı allahü teâla'ya ve kardeş salih ruhlara yeniden kavuştuğu, böylece
dünyadaki ontolojik varlık ızdırâbını sona erdirdiği bir hikâyedir.

bildiğiniz üzere adem aleyhisselâm, cennetten bir zelle işleyerek çıkartıldı da beşeriyet
ve dünyadaki hayat, âlemde zuhur etti. hazret-i adem'in bu günahı işlemesinin izahı
şudur ki adem aleyhisselâm cennette gezerken yüksekte bir mertebe görmüş, bunu
allah'tan suâl etmiş, allah'tan "o mertebeye ancak allah uğruna ağlamakla erişilebilir"
cevabını almış, bunun üzerine ağlamak istemiş fakat başaramamış (zira cennet ağlaşma
değil, sürûr, yani sevinç mekânıdır, orada kimse ağlamaz) bu sebeple dünyaya gidip
ağlamak istemiştir. allah da ona bu muradını vererek, ondan bir zelle sâdır etmiş, bu
zelle neticesinde adem dünyaya inip ağlamış ve affolunmuştur. böylece allahü teâla,
adem'i kullarına misal yapmış ve cennete ancak istihkak (hak ediş) ile girilebileceğini
adem şahsında âleme göstermiştir. adem'in de istediği olmuş, o mertebeye erişmiştir.
şaire "deme şu niçin şöyle, yerincedir ol öyle, bak sonuna sabr eyle, mevlâ görelim
neyler, neylerse güzel eyler…" dedirten şey de budur. olacak şeyler olacaktır. buna mâni
olmanın da imkânı yoktur.

bu kıssadan ne anlamak lazım? insanın hayatın getirdikleri karşısında bunu fırsat


bilmesi ve ne olursa olsun mücadeleye devam etmesinin gerekliliğini. hayattan ancak
böyle zevk alınabilir. hayatta iyilik ve mutluluk pek az, felaket ve sıkıntı ise gırladır. işte
bu bir fırsattır. bunlarla elle, dille veya kalben mücadele etmek, bize fâniliği aştıracak ve
kendimizi gerçekleştirme yolunda bize imkân sağlayan tek şeydir. insan ancak
zorluklarla kavgasını vererek kendisini keşfeder ve rabb'inin katında yükselir.
enderunlu vasıf'ın dediği gibi,

"mihneti kendine zevk etmedir âlemde hüner,


gam u şâdî-i felek böyle gelir böyle gider."

yani zorlukları, felaketleri insan kendisine zevk edinmelidir, bunlarla mücadeleden de


keyif almalıdır. saadet ve huzur, ancak böyle temin edilebilir. amak-ı hayal'de hazret-i
peygambere soruluyor, "mutluluk nedir, ona nasıl ulaşılabilir" deniliyor. o da bu soruya
"hayatı olduğu gibi kabul, getirdiğine rıza ve daha iyisi için daima mücadele etmekle"
diye yanıt veriyor. işte hayatta mutluluğun formülü... hayatı kimse değiştiremez,
vermediğini de kimse alamaz. ama daha iyiye gitmesi daima mümkündür.

insanın şunu anlaması lazım: çekilen acılar, her insanda ayrı ayrı. insanı olduğu şey,
olduğu birey yapan şey, bu "unique" acıları zaten. herkesin kendisi de acıları da özeldir.
bundan korkmamak, kaçmamak lazım.
jean jacques rousseau'ya diyor ki bir genç, ben intihar edeceğim, bunu engellemek için
bana ne söyleyebilirsin. rousseau diyor ki, ne zaman bu fikir aklına gelirse şunu düşün:
ben varım, varlığımla bir şer'i def edebilirim. git sokakta bir fakir, bir mazlum, müdafaa
edilecek bir gariban ara. onların düşmanlarıyla mücadele et, birini kurtar. şayet bu fikir
seni bugün intihardan men ederse, ömrün müddetince muhafaza eder. yok şayet
edemiyorsa, o zaman hakikaten de git ve geber, çünkü demek ki sen bir şerirsin; yani
fırsat bulduğunda garibana, mazluma vuracaklardan bir tanesisin. boşuna merhamet
dilenme diyor... doğru söylüyor.

şunu biliniz ki, hayat adil değildir. çünkü adil olmasına gere yoktur. zira bu hayata kimse
kendi emeğiyle gelmedi. allahü teâla sizi bir hiç iken lütfedip yarattı. hiç yaratmaya da
bilirdi. onu verdi veya bunu vermedi. buna kimse itiraz edemez. çünkü ortada bir
istihkak, hak ediş, bir emek yoktur. bir dilenciye üç kuruş verip diğerine iki kuruş
vermek sizi adaletsiz biri yapmaz. zira orada adil olmanızı gerektirecek bir durum
yoktur. kontratlı işçilerinize farklı muamele etmek filan sizi adaletsiz yapar. hayat böyle
değildir. bu sebeple verdiğine daima rıza göstermek gerekir.

akıllı olmak lazım... insan kendini ancak akılla kurtarabilir. fakat şunu da unutmayın ki,
bu hayatı siyasîler, şairler, edebiyatçılar, romancılar bilim adamlarından daima daha iyi
anlamışlardır. pasteur'ün kaç takipçisi oldu? fakat askerleri napoleon için öldüler. o
napoleon ki bir yazardı. goethe'nin dizleri dibinde, genç werther'in acılarını onlarca kez
okudum diye gidip ağlayacak kadar içli bir insandı...

bunu unutmayın.
23.04.2021 15:29 fenahuyluspazo
ramazan
 ulaştık...

bitirmek de nasip olur inşallah.


12.04.2021 23:10 fenahuyluspazo
anne olmak istemeyen kadın
 hormonal sisteminde bozukluk olan kadındır, tıbbî yardım alması lazım.

anne olma isteği bir fazilet veya erdem değil, kadınların endoktrin sisteminin bir
tezahürüdür. ergenlikten itibaren hipofizden salgılanan prolaktin hormonu, anne olma
isteği ve evlat sevgisini temin eden salgıdır.

böyle bir istek yoksa muhtemelen bu hormonda bir sıkıntı vardır. bu söylediğim bilimsel
bir realite bu arada, boşuna ağlamayın... insanın sanıldığı kadar özgür bir iradesi
olmadığı zaten aşikâr.
11.04.2021 15:02 fenahuyluspazo
fenahuyluspazo
 birileri hakkımızda demiş ki öldü, şimdi söyleyin onlara da duysunlar: kral geri döndü...
10.04.2021 12:14 fenahuyluspazo
tam kapanma
 tam kapanmanın salgını bitireceğini ve buna rağmen hükümetlerin ve hükümetimizin
bunu yapmadığını düşünen hemen herkes katıksız birer geri zekalı.

21 gün ekonomiyi her anlamıyla, sonuna kadar durduracaksın, bunun bütün


sonuçlarıyla köpek gibi yüzleşeceksin, vaka sayısını yarıya indirdikten bir ay sonra
gerisin geri aynı yere gelen vaka sayıları ile karşılaşmanı müteakip de götüne giren
milyar dolarları mabadından çıkarmak ile uğraşacaksın. israil, italya, fransa filan denedi,
sorabilirsiniz onlara.

kafanız zerre çalışmıyor, bu kadar mal insanın hayatımla ilgili fikir yürütüyor
olmasından gına geldi.
08.04.2021 18:18 fenahuyluspazo
talha hakan alp
 ehl-i sünnetin reisi imam-ı azam ebu hanife'nin itikad alanındaki meşhur eseri, "fıkh-ı
ekber" başlığını taşır. o günden bu yana muamelata dair hükümleri ihtiva eden ilmihal
meselelerine "fıkh-ı esgar" (küçük fıkıh), metafiziğe dair meselelere ise "fıkh-ı ekber"
(büyük fıkıh) denirdi. şu hâlde fıkha biz ne kadar bugün "islâm hukuku" nazarıyla
baksak da aslında fıkıh, bizzat "islâm düşüncesi, islâm fikriyatı" demektir ki; ne kelam ne
hadis ne de tefsir ondan ayrı bir ilim değildir.

fakat belli bir noktadan sonra hazret-i ali'nin buyurdukları gibi "ilim bir nokta iken
cahiller onu çoğalttı (odağını dağıttı)" ve branşlaşma ortaya çıktı. böylece bizzat islâm
düşüncesi olan fıkıh, sadece islâm hukukuna indirgenirken; kelam da yalnızca tabiatüstü
ve metafizik ile ilgilenen, salt bir felsefe ve spekülasyon sahası olarak neşet etti.

islâm dünyasında ekol olmuş müctehid imamlar (mezhep imamları) ve "müceddid"


olarak ünlenmiş dihlevî, gazzâlî, râzî gibi âlimlere bakarsanız şunu görürsünüz: bu
insanların hepsi kelam ile meşgul olmalarına karşın kelam ile fazla meşgul
olunmasından insanı men etmişler ve kelam ile alâkalı çoğu meselenin ancak şöyle
halledilebileceğini söylemişlerdir: allahuâlem, yani doğrusunu allah bilir.
dinî meselelere kafa yormaya başladığım ve bu tür konulara entelektüel merakımın
başladığı ergenliğimden beri ilgimi en çok çeken şey, herkesin olduğu gibi, metafizik
hususlarına açıklama getirmeye çalıştığı ve kâfirlere ağzının payını verdiği için kelam
ilmi olmuştu. yani herhâlde abdestin alınışı üzerine veya yalan söylemenin haramlığına
filan aman aman kafa yoran, bu konulara ilmî bir merak duyan pek insan yoktur. insan
tabiatı itibarıyla, çözümü zor konulara ilgi duyar. bunlar da genelde kelamî mevzulardır.

işte, bu konuları incelerken ben de büyük ulemamızın ne diye kelamla uğraşmayın,


kafayı bunlara takmayın filan dediğini anlayamıyordum. ama şimdi, yukarıdaki
açıklamalarım ışığında anlayabiliyorum: kelam artık neredeyse tamamen reel dünyadan
uzak, metafiziksel bir spekülasyon alanından ibaret olduğu için yeryüzündeki hemen
hiçbir probleme yanıt üretemez. bunlara yanıt üretemediği gibi, "kılıçtan keskin kıldan
ince sırat köprüsünde kim, hangi fizik prensiplerine bağlı olarak yürüyecek, kurulacak
mizan nasıl bir mizandır" filan gibi ne yaparsan yap bilemeyeceğin hususlara da tatmin
edici yanıtlar veremez. bu sebeple kelamcıların ekserisi, ömür boyunca ürettiği
spekülatif ilimden bunalır, sıkıntıya düşer.

bu sebeple cüveynî gibi tarihin en büyük zekâlarından birisi ölüm döşeğinde, "kocakarı
imanına sığınıyorum" deyip can vermiş, onu o sıkıntılı anda şüpheden hiçbir mantıkî
delil kurtaramamış; kocakarı imanı denen o ilkel iman kurtarmıştı. yine büyük kelam
âlimi şehristânî, "ilim öğretilen yerlerin hepsini dolaştım da hayretinden elini şakağına
dayamış kara kara düşünenden ve pişmanlığından neredeyse dişlerini sökecekten başka
birine rastlamadım. acuzelerin imanından ayrılmayın, en yüce şey işte budur." der.

bunun nedeni oldukça basittir: hayat acı doludur. bu acılar da asla bitmez. fakat insan bu
acıları açıklayarak kendince teselli bulur. işte hayatı bu açıklama faaliyeti, ancak hayatı
sorgulamakla, yani felsefeyle başlayabilir. felsefenin, spekülasyonun maksadı da budur.

fakat işin kötüsü şu ki, hayatı sürekli sorgulama, sürekli bir şeyler hakkında düşünme
faaliyeti ve yine her şeyi anlamak için yapılan delil arayışı, insana teselli yerine şüphe ve
ızdırap getirir. nitekim insan ne kadar zeki de olsa her şeyi anlayamaz ve bilemez. tevfik
fikret, "olamaz, anlayan gören mesud" der. bizde "deli ağlamaz, akıllı gülmez" diye bir
atasözü vardır. insan bir şeyi merak ettiğinden öğrenirse doğruya ve teselliye,
şüphesinden dolayı öğrenirse de acıya ve daha çok şüpheye gider. bu sebeple acılara
karşı tesellinin temel kaynağı felsefe değil, imandır. hadis-i şerif, "kadere iman eden
kederden emin olur" diyor. "isagoci öğrenen ızdırap çekmez, büyük adam olur" demiyor.

dücane, talha hakan alp gibilerin problemi işte budur. kendilerince "islâm âlemini
kurtarmak" ile dertlenen bu insanların uğraştıkları temel alan, "islâm âlemini
kurtaracak" reel hayat ile temelden alâkasız, salt bir spekülasyon alanıdır. bu insanların
hiçbirisi âlim değildir. geçmiş âlimlerin kitaplarını tekrar etmek, okutmak ya da tercüme
etmek insanı âlim yapmaz. bu insanların hiçbirinin daha kendisini kurtaracak kadar ilmi
ve imanı yoktur. bizim de yok. bu sebeple hiç kimse islâmiyet'i kurtarmakla filan
dertlenip kendisine zulmetmesin, akıbeti böyle olur. araplar, "salah olmadan ıslah
olmaz" derler. yani kendini düzeltemeyen, başkasını hiç düzeltemez. adamlar neredeyse
gâvur olmuşlar, halen taftazânî okutmak peşinde filan koşuyorlar.

insanların uğraştıkları saha ile reel hayat arasındaki zıtlıkların uzlaştırılamaması, işte bu
neticeyi doğuruyor ve bu insanların da kelamcılar zümresinden zuhur etmeleri bir
tesadüf değil. ilmin amelle birleşmesi hikmeti, ilmin imanla birleşmesi yakîni, yakînin
hikmetle birleşmesi ise hidayeti doğurur; kelamcılar ise günümüzde reel hayat ile
alâkasız oldukları için daha hikmeti doğuramıyorlar ki yakîn ve hidayete ulaşabilsinler.

islâm dünyasındaki en büyük müceddidlerin tasavvuf ve fıkıh ekolünden doğması, en


büyük kelamcıların dahi şayet tasavvuf ehli değilseler en fazla bir iki dirayet tefsiri
yazabilmiş olmaları da enteresan değil.

her neyse, bu irtidad beni üzmüş fakat hemen her tezimi de doğrulamış, ehl-i sünnet
imamlarını da yine haklı çıkarmıştır. rabbim hidayet eylesin...
01.04.2021 21:52 ~ 02.04.2021 07:47 fenahuyluspazo
behind her eyes
 bu dizinin sonuna şaşıranlar ya dizileri, filmleri dikkatli izlemiyorlar ya da pek dizi, film
filan seyretmemişler. dizinin böyle biteceği daha ikinci, üçüncü bölümden belli olmuştu.
kadının durup dururken keşler mahallesinde takılması, keşin teki hâline gelmesi, astral
seyahat mevzusu sırasında bunların ruhunu temsil eden renklerden rob'unkinin,
adele'nin bedeninden çıkması, rob'un gey olması, çocuğu kesişi falan filan... birkaç ipucu
daha vardı da şimdi aklıma gelmiyor.

tahmin ettiğim bir şey yaşandığı için hiç şaşırmadım. bu sebeple artık film izlemekten
filan keyif alamıyorum, büyük bir kısmının sonu tahmin edilebiliyor üç aşağı beş yukarı
maalesef.
01.04.2021 20:33 fenahuyluspazo
france24'e ayasofyayı açıp biz kazandık diyen kişi
 kıymetli bir dostumdur.
aklının zekatını babanıza verse, babanız ananız ile birlikte olup sizin gibi evlatların
doğmasına sebebiyet vermezdi.
23.03.2021 16:30 fenahuyluspazo
yazarların ekşi sözlük'te yazma amacı
 okuya okuya bir şekilde dolan zihnin kendini boşaltma ihtiyacından ibaretti. ufak da olsa
bir şeyler bilen ve düşünebilen her insan, kendisini anlatabilmek ister. kendisini
anlatabilen de okunmak. okunan anlaşılmak, anlaşılan da takdir görmek, hak verilmek
ister. ben buraya bu sebeple yazdım senelerce, öğrencilik döneminin boş işleri işte.

hayatımın en büyük hatalarından biriydi. burası çok insan kattı hayatıma, istisnasız
hepsini de aldı. can sıkıcı şeyler yani.
22.03.2021 21:50 fenahuyluspazo
reise faiz sebep enflasyon sonucu kim ogretti
 iktisat bilimi öğretti. iktisatta böyle bir şey var, yok değil. hatta bizim kalkınma
planlarında filan da bu tez çokça dile getiriliyor ne zamandan beri.

enflasyon bildiğiniz gibi iki türlü olur: maliyet ve talep çekişli. bir malın fiyatı ya o ürüne
olan talepten ötürü arzın yetmemesinden ya da o ürünü üretmenin ve pazara sunmanın
maliyetinden ötürü artar. fiyattaki artış da bildiğiniz üzere enflasyon anlamına gelir.

şu anda türkiye'deki enflasyonun talepten değil, maliyetten olduğunu düşünen bir kesim
var kısmen haklılar. maliyet enflasyonu, faizleri artırdıkça yukarı çıkar; çünkü
işletmelere ve üreticilere verilen kredilerin geri ödemeleri, bu faizler sebebiyle yükselir.
bu da masrafları ve maliyeti, dolayısıyla ürünün fiyatını artırarak seni kısır bir döngüye
sokar. böyle bir ekonomide faiz, enflasyonun sebebi hâline gelir. çünkü her ne kadar faiz
artışı ile talep kesilse de maliyetler yukarı daha büyük bir hızla fırlayacaktır.

fakat böyle düşünenlerin gözden kaçırdığı bir nokta var, o da talep enflasyonu denen
şeyin aslında bir anlamda da arz yetersizliği olmasıdır. meselâ türkiye'de playstation 5'e
talep fazla değil, arz çok az. sen buna bakıp da talep enflasyonu yok, maliyet enflasyonu
var deyip faizleri aşağı çekersen fiyatlar aşağı inmeyecek, tam yükselen tersi kur
sebebiyle yukarı çıkacaktır.
22.03.2021 21:45 ~ 21:47 fenahuyluspazo
22 mart 2021 türkiye ekonomisinin çökmesi
 aşırı libido yükselten bir gece yalnız he... adeta bir downfall. ekonomimiz çöküyor ve biz
durmadan, bütün gece sevişiyoruz...

ah, hayır. yarın iş var...


22.03.2021 00:42 fenahuyluspazo
20 mart 2021 istanbul sözleşmesi'nin feshedilmesi
 istanbul sözleşmesi olmayınca homoseksüellik ve feminizm bitecek filan zanneden bir
davar sürüsünün oluşturduğu suni gündem vasıtasıyla yapılan şey. gerçi karşı taraf da
bu sözleşme çok önemli filan zannediyor, aslında değil.

yazık, ne diyeyim.
20.03.2021 13:15 fenahuyluspazo
20 mart 2021 naci ağbal'ın görevden alınması
 rte haklı maklı değil. merkez bankasının faiz kararları, her şeyden evvel reel
ekonomiden ziyade bankanın para politikası ile ilgilidir ve piyasaya güçlü bir mesaj
verir. 200 bp'lık artış, piyasaya merkez bankasının enflasyon düşürülene kadar ortodoks
politikaların uygulanacağına dair güçlü bir mesaj vermişti. amacı da buydu.

bu iletişim, piyasaya o ülkede öngörülebilir ve istikrarlı bir para politikası olduğunu


gösterir. ortodoks politika uygulamanın avantajı budur.

bu kararıyla erdoğan siyasi hayatını bitirmiştir. 2023'e batık bir ülke devredecek ve
seçimleri kaybedecek. aksi olması artık imkansız.

ilmin gerçeklerini kaale almayan hiç kimse değil ülke, sınıf başkanı dahi olamaz.
20.03.2021 11:40 fenahuyluspazo
ekşi itiraf
 geçen gün arkadaşlarla ofiste oturuyoruz, iki tane evli hanım ve ben oturuyoruz elbette,
beni onların arasına sıkıştırıverdiler zira. bekâr ve genç kadınların yanına asla
vermezler. gerçi bunlar benden de küçük ama bekâr değiller neticede...

neyse efendim, biri diğerine bir şeyler anlatıyor, hatırlamıyorum şimdi, çünkü
dinlemiyordum. ben de işimle gücümle meşgulüm o sırada. sonra bunlar konuşurlarken
öbürünün telefonu çalınca bu kızcağız sustu, ben de o üzülmesin diye bunu
dinlemediğim hâlde işimi bırakıp sanki en başından beri onu dinliyormuşum gibi
döndüm buna, "eee" dedim, "sonra ne oldu?" o da "aaa dinliyor muydun" deyip bana
anlattı anlattığı şeyi, allah bilir neydi, kesinlikle asla kulak kabartılmayacak bir şeydi, sırf
nezaketen dinledim.

sonra düşündüm... ben niye böyle bir şey yaptım diye. çünkü biz alınmayız böyle şeylere,
bize kimse böyle bir nezaket göstermedi. göstermez de. biz enayi gibi sağa sola nezaket
dağıtırız ama. zaten ben bir şeylere alınmayı, gönül koymayı filan yedi, sekiz yaşında
bırakmış bir adamım. kalbim hiçbir şeye kırılmıyor bile. en son ne zaman bir şeye ciddi
ciddi üzülebildim bilmiyorum. 93 harbinde gazi osman paşa'nın esir düşmesi filandı
galiba. millet de yok biri mesajımı gördü de cevap vermedi diye ağlar.

düşünmemin akabinde neden böyle bir şey yaptığımı buldum: ben yüce ruhlu bir
insanım arkadaşlar. evet, aynen öyle. derler ya, "büyüklük sende kalsın" diye. o büyüklük
bende artık kala kala o denli birikti ki koskocaman oldu. hayatımın her anına ve her
hareketime abes bir hikmet hâkim artık. kimseyi sallamayan, hep bildiğini okuyan,
dediğim dedikçi birinden tam tersine artık kimsenin sikine takmadığı fakat en hassas ve
nazik bir anda ihtiyacı olanın yanında bitip ona el uzatan köyün delisi figürüne
dönüşüyorum gitgide... büyüklük bende kalıyor, büyüyorum sürekli; ama neden tam
tersine minnacık oluyor gibi hissediyorum? çünkü bu işler böyledir, aslında bu dünyanın
en büyük adamları, en zavallılarıdır ama bilmeyiz. kahraman dedelerimden kanunî bu
gerçeği görüp, "velinimetiniz ben değil, köylü reayadır; zira mahsulleri ile bizi beslerler"
demişti. dedelerimin hepsi birer allah dostu...

dünyanın benim gibi nezaket sahibi, yufka yürekli, içli ve hassas bir kalbi olan, akıllı, son
derece zeki, görgülü yetiştirilmiş, bu dünyayı anlama yolunda çeyrek asır boyunca tahsil
görüp okumuş etmiş, öyle her şeye gönül koyup durmayan, sempatik, komik ve muzip
bir insana biçtiği rolün bu olması, bana değil bu dünyaya atılmış bir kazık. başka bir
rolde çok daha verimli bir hizmet görebilirdim. daha büyük bir rol için neyim eksikti ki?

hiçbir şeyim... ama işte bir lalenin de hiçbir şeyi eksik değildir ama o lale ne kadar
uğraşsa da koca bir çınar olamaz. laledir işte... ona lale ol demişler, o da lale olmuş.
19.03.2021 22:48 fenahuyluspazo
temizlikçi kadrosuna başvuran 1143 üniv. mezunu
 bize ne bundan?

adıyaman üniversitesinde arkeoloji okuyacaklarına bir zanaat edinip mesleklerini


ellerine alsalardı. bu hayatta herkes kendinden, en fazla da aile efradından mesuldür.

daha çok çalışıp doğru yerde, doğru bölümde, doğru şekilde okusalardı veya
beceremeyecekler ise ticarette, zanaatte şanslarını deneselerdi.
12.03.2021 11:15 fenahuyluspazo
maske
 melville, meşhur romanı moby dick'in en kötücül, şeytanî karakteri kaptan ahab'ı
romanının belirli yerlerinde, onun beşerî yönünü göstermek için şu minvalde
konuşturur: "ah, bir insan yüzüne bakmak ne güzel. bir insan suratı görmek, bir insanla
konuşmak, bir insanın gözlerinin içine bakmak ne güzel. bunlar olmasa delirir insan.
insanı insan yapan şey budur."

maske, mesafe, bilmem ne filan derken ruhlarımız gitgide yabanîleşti. insan suratına
bakabilmeyi, birbirimizle bir arada olup doğru düzgün görüşebilmeyi, konuşabilmeyi
unuttuk. şurası 7'de kapanacak, oturma; dışarıya çıkmak şu saatten sonra yasak olacak
çıkma. eh, ömür billah evde oturalım madem. insanlar biriyle nasıl konuşulur, nasıl flört
edilir onu bile unuttu be. ben unutmadım tabiî... orası ayrı bir mevzu.

ve en kötüsü... güzel kalçalı ve bacaklı kadınların yüzü güzel mi, artık anlayamıyoruz bu
meret yüzünden. kim bilir kaç yiğit, kaç kere direkten döndü.
10.03.2021 00:29 fenahuyluspazo
8 mart dünya emekçi kadınlar günü
 beni seven tüm hanımların kadınlar gününü tebrik ederim.

beni sevmeyenler de elbet tanısalar severlerdi bu gönül erini...


08.03.2021 19:54 fenahuyluspazo
osman bey'in asıl adının ataman bey olması
 sevgili iyi partili, senin ananın adı bile ataman olabilir fakat benim kahraman, ehli
sünnet dedemin adı ataman olamaz. ottoman ismi, avrupalıların peltek se sesini
çıkaramayıp osman'ı othman, othman'ı da ottoman yapmasından gelir, ataman ile filan
bir alakası yok. bunu iddia etmek de zaten bildiğin salaklık, "okay adı bizim ok ve
yay'dan türemiştir" denilen dil kongrelerindeki saçma sapan kemalist tezlerine benziyor
bu lakırdılar. şaşırtıcı değil bu açıdan, aradan bir asır geçti, davar olan halen davar kaldı
yani, bir adım ileri gidemedi.

türkiye'de şu an bile ismi ataman olan üç kişi filan var ve biri efes pilsen basket
takımının koçu aq, sen ne anlatıyorsun?
23.02.2021 02:57 ~ 02:58 fenahuyluspazo
güzelim
 iibf kantini çıkışlı her erkeğin lügatinde olan bir kelime. ama ben bunu biraz ters
kullanırım. bi kadına sinirlendiğim zaman ağzımdan kötü bir laf çıkmasın diye güzelim
derim.

"o iş öyle olmaz, böyle yapacaksın dedim ya sana güzelim, ne diye diretiyorsun?" cümlesi
aslında "ulan salak karı, sana bunu böyle yap dedim ya" demek. fakat bunu herkes
bilmiyor. arada evli kadınlara filan da söylüyorum bunu, bir gün öldürülürsem sebebi
bundandır.
21.02.2021 14:25 fenahuyluspazo
bir ateistin inanmasını sağlayacak asgari olay
 insanların şu hayatta gözden genellikle kaçırdığı iki nokta vardır: bunlardan bir tanesi,
insanların fikrini şu akşam şurada yiyelim mi'den tanrı var mıdır düşüncesine kadar
uzanan bir skalada değiştirebilmenin hemen hemen imkânsız olduğu, ikincisi ise
insanların hayat karşısında iradelerinin öyle aman aman büyük de olmadığı, birilerinin
illa ki cehennem çukuruna yuvarlanmasının mukadder olduğudur.

imam-ı rabbânî bir mektubunda bunu çok güzel ifade eder. der ki, kâfirin durumu safra
hastasına benzer. safra hastasına bir şeker verip de "bak bu tatlı bir şeydir" desen bile
hasta onu yediği zaman tadını acı olarak duyar. sen buna ne kadar tatlı bir şey yediği
hususunda ısrar etsen de yediğinden aldığı acı tat, hastalığı iyileşmedikçe
düzelmeyeceğinden kişiye bir tesiri olmaz. bu sebeple kâfire, bak bu böyledir şu da
şöyledir diyerek adamın fikrini değiştirmeye çalışmanın pek bir anlamı yoktur. zira
kâfir, küfründen ötürü sen ne dersen de, kalbinden gelen acı tadı duyar. kalpleri eviren
çeviren ise insan değil, allahü teâla'dır.

dolayısıyla rasyonel tartışmalar falanlar filanlar... kâfir için de mümin için de boş iştir.
insan kalbinden gelene uyar. aklı sadece yürekten geleni meşrulaştırmak için var.

imtihan dünyası... birileri ilanihaye yanacaktır.


21.02.2021 13:48 fenahuyluspazo
bilgi
 seni dinleyecek biri olduktan sonra değerli. yazdığında okuyacak, anlattığında
dinleyecek bir nefes yoksa insanın içinde birikip birikip patlıyor.

belki de ondan yazdım bunca zaman burada. kantin köşelerinde kızlara anlatmaktan
bıktığım için. şimdi onu bile özlüyorum.
16.02.2021 02:03 fenahuyluspazo
kadın
 bu cinsin iyi huylularının arkadaşlığı kadar tatlı ve şefkatli bir şey yok bu dünyada fakat
işte dünyanın makus talihi... ya birbirinize aşık olursunuz ya da başkalarına yar
olursunuz, karşı cinslerin böyle yakın arkadaş kalmaları imkânsız oluyor.
13.02.2021 14:24 fenahuyluspazo
fakirlik iğrençtir diye hakaret eden öğretmen
 mustafa kemal'in "namuslular fakir kalmaya mahkumdur" sözünü aklıma getiren hadise,
atatürk'ün ileti görüşlülüğü bölümlerinde pek geçmez ama bu sözü niyeyse inkılab tarihi
kitaplarında.
ama bende öyle bir beyin, öyle bir kafa var ki ben hiçbir şeyi unutmam.
13.02.2021 14:12 fenahuyluspazo
5 yılda memur sayısının iki katına çıkması
 bu konuda neredeyse akademik bir seminer verecek kadar bilgi sahibi bir insanım,
zamanında oecd raporlarından tutun bu konuda yapılmış çalıştaylara kadar girmiş,
okumuş etmiş bir insanım. ve memurları sevmediğimi, memur zihniyetini terakkiye
engel bulduğumu, bir memleketin ancak kamu harcamalarını kısarak ve vatandaşı
ayakta tutmaya çaba sarf etmeyerek gelişebildiğini hemen her yerde söylediğimi sizler
de bilirsiniz.

fakat şöyle bir şey var ki, buradaki çalışanlar "kamu görevlisi"dir, memur değil. kamu
görevlisi; sürekli işçi, geçici işçi, kadrolu memur ve sözleşmeli personelden teşekkül
eder, belki bir iki sınıf daha vardır hatta, hatırlamıyorum şimdi, bakmaya da üşendim. şu
anda kamudaki trend, kadrolu memurlardan ziyade sözleşmeli personele yönelerek
kamu harcamalarını kısmak, gerektiğinde de istenmeyen personeli baş ağrıtmadan
postalamaktan ibarettir.

yoksa bugün tüm bankacılık, sigortacılık, nükleer enerji, petrol fiyatları, muhasebe
standartları, kişisel veri, rekabet kanunları gibi kritik sektörleri denetleyen sadece 3.500
kadrolu personel var, bunların 3'te 2'si filan da evrak işi yapıyordur, ancak kalanı
uzmandır. memleketin tüm sektörlerini denetleyen sadece 1.200 tane adam var ve
bunlar gece gündüz çalışıyor demektir bu. toplam kadrolu memur sayısı ise 2.850.000.
bunların bir milyonu zaten öğretmen, kalanları da polis ve sağlık personeli zaten
neredeyse.

şöyle bir gerçek var ki insanların devletten beklentilerinin had safhaya ulaştığı bir
dönemde yaşıyoruz ve devletlerin bu görevleri aksatmadan yerine getirmesi, kamu
harcamalarını inanılmaz derecede artırmadan imkânsız görünüyor. bu sebeple bugün
norveç'te çalışan kamu personeli oranı, toplam istihdamın yüzde 30'u, fransa'da yüzde
22'si, abd ve almanya'da yüzde 15'i iken bizde sadece yüzde 11'idir
(kaynak: https://sbb.gov.tr/…aynaklaricalismagruburaporu.pdf)

zaten bu artışı sağlayan şey de milyon tane adamın, chp'lilerin ağlaması üzerine
taşeronluktan kadrolu kamu personeli statüsüne geçirilmesi. ama şöyle ki bu durum
aslında kadroya geçenlerde hak kayıpları yarattı. insanımız mal olduğu için bu durumu
öngöremedi...
dolayısıyla, bu sayının aslında verimli bir kamu hizmeti için çok daha yukarılara çıkması
lazım. ancak kamu idaresini bana verirlerse adam almadan da bu işi çözerim. çünkü
türkiye'deki memurların yarısı insanüstü bir çaba ile çalışır. yarısı da götünü devirir
yatar. bunu önlemek adına bir havuz kurarım. bir kurumda atıl durumda olanı, başka bir
kurumun işe yarar pozisyonuna koyar; orada çalıştırırım. böylece kurumunda "işe
yaramaz" olarak görülüp başka yerlere gitmek istemeyen herkes mecburen çalışır. bu
"işe yaramaz" olarak görme yetkisini de yeni ihdas edeceğim bir müfettiş sınıfına
veririm. çünkü böyle yapmazsam amirler işlerine gelmeyen herkesi kurumlarından
gönderirler. buna mâni olmak için bu işi müfettişlerin yapması lazım. bu müfettişleri de
sene sonu kurumların üzerine aç köpekler gibi salarım. falan filan...

mükemmel sistem asla yoktur fakat en verimli şekilde işleyecek bir yapı elbette
kurulabilir. bu kuracağımız sistemin de bin türlü arızası çıksa da elbette kamuda
kangren hâline gelmiş bir sorunu çözecektir. zira kamunun kendine has dinamikleri
vardır. bir işi yaparsan, iyi de yaparsan; o iş ölene kadar senin üzerine yapışır. hep sen
yaparsın. bu yüzden memur milleti bilinçli olarak işini iyi yapmaz, çünkü o iş üzerinden
alınsın ister. bazısı da kariyer hırsıyla ne bulursa üzerine atlar, eşekler gibi çalışır. bazısı
da verilen her görevi layığıyla yapar, fazlasına da bulaşmaz. ve bu üçü de aynı parayı
kazanır. o hâlde kendini sıkmanın ne lüzumu var?

işte kamudaki bu anlayışı değiştirebilmek, yepyeni bir sistemin ihdasından yatıyor. bunu
da kurabilecek tek adam benim. memurları çok iyi tanırım. bu milleti de çok iyi tanırım.
ve ikisinden de nefret ederim.
13.02.2021 00:58 ~ 01:01 fenahuyluspazo
ekşi itiraf
 şu hayatı anlamaya çalışmaktan ötürü neredeyse yaşayamadığımı fark edeli bayağı
oluyor, boşa gitmesi mukadder bir çaba sarf ettiğimi de biliyorum. insanın bu hayatı
anlamasına imkân yoktur, bu sebeple ben hem bu hayatı anlamak uğruna belki de doğru
düzgün yaşayamadım hem de bu hayatı anlamayı beceremedim, bunun farkındayım. az
buçuk bir şeyler öğrendik belki ama sanki öğrenmesek de olurmuş...

yine de sadece bu hayata dair iki dileğim olurdu şayet becerebilseydim:

birincisi, gerçekten bu hayatta kimi ve neyi istediğimi kendimce bilmek; ikincisi ise bu
dünyada kendimce bir iz bırakmak.

ben bunların birincisini bir türlü yapamadığım için ikinci safhaya hiçbir zaman
geçemeyeceğim. ne istiyorum, kimi istiyorum, ne yapsam mutlu olurdum, kiminle olsam
kurtarırdım kendimi... en ufak bir fikrim bile yok.
09.02.2021 17:49 fenahuyluspazo
ali babacan
 pr'ını yaptığı "müthiş ekonomi yönetimini", şu an aynen alelade bir bürokrat olan naci
ağbal bile yapabiliyor. bas faizi, kuru ve enflasyonu düşür.

bunun getireceği şey ise işsizlik, üretim azalışı, ekonomik küçülme, milli gelirde düşüş,
senin benim paramın yarısının yabancı tefeciye gitmesi olacaktır.
05.02.2021 11:00 fenahuyluspazo
boğaziçi üniversitesi
 son günlerimizi uydurma bir sun'î gündemle ele geçiren, dünya ortalamasında en vasat
yerlerden birini işgal eden okul.

şimdi türkiye'de ne yazık ki bir kültür var ve bu kültür de adam gibi tartışmayı değil,
ortalığı velveleye verip üste çıkmayı içeriyor. boğaziçi'nde yaşanan hadiseler de tam
olarak böyle. kimse yeni rektörün neden bu kadar canhıraş bir şekilde istenmediğini
bilmiyor. konu; rektörü cumhurbaşkanının ataması mı, çoğunluk oyunu alanların rektör
olamaması mı, yeni rektörün akademik yeterliliğinin sorgulanması mı veya rektörün
akp'den bir dönem vekil aday adayı olup olması mı, kimse bilmiyor.

değerlerine tükürdüklerim tarafından uydurulmuş bir "boğaziçi değerleri" lafı ortada


dolanıyor ama boş lafın daniskası. neden boş lafın daniskası; geçen seçimde yüzde 80
küsürle seçilen adaydan, eski rektör mehmed özkan'ın cv'si çok daha kuvvetliydi ve
bunların seçtikleri adayın yurt dışı doktorası yoktu. şimdi de "tarih boyunca
rektörlerimiz hep yurt dışı doktoralı oldu, bu bizim değerimiz" diyorlar. lan sen çocuk
mu kandırıyorsun dangalak, erdoğan sana yurt dışı doktoralı adam atamasa o "gelenek",
bir önceki dönem bitecekti. kendi seçtiğin insanın akademik yeterliliği, mehmed
özkan'dan daha yüksek değil, bilakis daha düşüktü.

fakat bizim insanımız böyledir, sapına kadar haksız da olsa retorik peşinde koşar.
üniversitede rektörler şöyle göreve gelmelidir, usulü bu olmalıdır diye bir şey
önerebilen var mı? yok. anca senin adamın geldi, benim adamım gelmedi kavgası
dönüyor da ben size meseleyi şimdi izah edeceğim, o zaman anlayacaksınız.

rektör nedir? üniversitenin en yüksek dereceli amiri, idarecisidir. yani rektörlük esasen
idarî bir görevdir. ceo'luk gibi profesyonel bir iştir. abd'de filan bunlar dışarıdan işe
alınır ve hatta akademik background'u olması da gerekmez. ahan da güncel bir örnek,
oklahoma state university rektör arıyormuş. adam diyor ki akademik geçmişin yoksa da
dene bi şansını, belli olmaz.

çünkü tüm dünyada, geri zekâlı ve aptal olmayan herkes bilir ki, idarî işle meşgul olacak
adamın akademik verimliliği düşecektir, bu sebeple bu mevkilere en verimli çağındaki
akademisyenler, çok parlak insanlar filan bilerek getirilmezler. hatta yukarıda görüldüğü
gibi bu işi dışarıdan alınan profesyonellere yaptırmayı deneyenler dahi var.

peki rektör nasıl atanıyor dünyada? ne hocalar ne de öğrenciler seçmiyor. bu iş için


komiteler kuruluyor ve mezundan öğrenciye, hocadan bilmem kime kadar pek çok
unsuru barındıran komite, adayları belirliyor; üniversite senatoları ve ilgili birimleri
bunlarla mülakat yapıp aralarından birini seçiyor, yönetim kurulları/senatolar bunu
onaylıyor ve "biz bunu seçtik" diye atayacak organa bildiriyor.

bizde nasıl oluyor? cumhurbaşkanı şartları sağlayanlardan birini atıyor. nasıl olsun
isteniyor, hocaların seçtiği aday atansın isteniyor. dünyada böyle dangalakça bir usul var
mı, yok. neden bu sistem dangalakça, oldukça basit: rektörü hocaların seçmesi demek, o
okulda hocalar istediği gibi at oynatsın ve kadrolaşsın, belirli bir zümre ilanihaye o
üniversiteyi idare etsin, istedikleri hocayı alsınlar istediklerini göndersinler, istediklerini
bölüm başkanı, dekan, rektör yapsınlar; istemediklerini postalasınlar demektir. tam da
bu sebeple dünyanın hiçbir yerinde hocaların lafına göre rektör seçilmez. çiftliğe
dönmüş anadolu üniversiteleri nasıl idare ediliyorsa, bu üniversiteler de öyle idare
edilsin istiyorsunuz ama bunu öyle söylemek kulağa hoş gelmediği için "demokrasi
istiyoruz :)" diyorsunuz. bunların demokrasi dediği, kurtarılmış cumhuriyetlerdir.
bütçemi, maaşımı, paramı devlet versin; ben de burada kafama göre at oynatayım,
binlerce başörtülü mezunum, yüzlerce başörtülü akademisyen yetiştirdiğim hâlde bir
tanesini bile üniversitemde istihdam etmeyeyim, mülakat öncesi adaya "hocam, biraz
şarap filan içerseniz belki sizi gevşetir :))" deyip şarap içmiyorsa bu adam
muhafazakârdır, bu üniversiteye almayayım kafasıdır. yurt dışı doktorası yok diye
rektörlük binası basayım ama kendi seçtiğim adayları buna göre değil, acaba benim
kadrolaşmama ne kadar müsaade edecek diye seçeyim zihniyetidir.

neden hocalar seçsin istiyorsunuz denilince, "demokrasi olsun istiyoruz" diyorlar. tarih
bunlar kadar yalancısını görmemiştir. aynı zihniyetten bir avuç adamın seçtiği rektöre
demokrat, bu usule de demokrasi diyorlar. bu demokrasi değil, kapalı devre seçim
sistemidir. bu usulle üniversiteler rektör seçerlerse, her üniversiteyi aynı zihniyet 50
sene yönetir; aynı ideolojik tandanslı hocalar bölümlere alınır, aynı öğrenciler sınıflarını
geçer, aynıları kalır.
meselâ ben size basit bir şey söyleyeyim; boğaziçi'nde kabe'ye lgbtq bayrağı konulara
dine alenen hakaret edildi, haydi bunu geçeyim, ifade özgürlüğü ya bu sizin gibiler için.
geçtim onu. boğaziçi'nin feysbuk gruplarında, twitter sayfalarında boy boy fişleme
listeleri paylaşıldı; bunları sosyal medyada eleştiren, onu yapmasa bile bir şey rt eden
insanların adı, bölümü, giriş yılı filan olan bildiğin excel dosyası hazırlayıp paylaşmış
adamlar.

bu bir suç olmakla birlikte o rektörlüğe sırtını dönen anlı şanlı demokrasi kahramanı
hocalardan bir tanesi çıkıp da bu duruma bir şey dedi mi, siz kimsiniz benim
öğrencilerimin listesini paylaşıyorsunuz dedi mi, tenkit etti mi, açıp iki söz söyledi mi?
hayır, söylemedi. neden? çünkü doğru buluyorlar da ondan.

tersini düşünün: boğaziçi'nde komünist öğrencilerin adını başka birtakım öğrenciler bir
listeye yazıp, arkadaşlar bunlar komünist, işte twitter'da şunu yapmışlar filan diye
paylaşsa bunların hepsi götü alev alev iken twitter'larda, şurada burada konuşurlar
mıydı, konuşmazlar mıydı; yök'ten cumhurbaşkanlığına kadar her yere giderler miydi,
gitmezler miydi; bunlara okulda soruşturma açtırırlar mıydı, açtırmazlar mıydı?

yaparlardı, neden? çok demokrat oldukları için mi? hayır elbette, kendi zihniyetlerinden
adamı ezdirmezlerdi de ondan. yoksa çok da siklerindeydi demokrasi, görüyoruz,
"düşmanlarının" başına gelince ağızlarını açıp iki kelime etmiyorlar. kabe'ye yapılan
alçaklığı zaten geçtim de kanunlara göre suç ve disiplin işlemi gerektiren bir şey için
dahi hiçbir şey söylemediler.

ve bize, bu bir avuç adamın rektör seçmesini demokrasi diye pazarlama çalışıyorlar,
yalanın daniskası. yahu bu zihniyetteki hocanın seçeceği rektörden hayır mı gelir? bu
adamlar rektör seçecek, at oynatacak, parasını da devlet, kamu, yani ben vereceğim. oldu
aq. ananız bu kadar güzelse gönderin de bi bakalım ne kadar güzelmiş... sizin istediğiniz
demokrasi filan değil, sikinizin keyfine göre yöneteceğiniz kurtarılmış cumhuriyetler.

bunların derdinin demokrasi, liyakat filan olmadığını en son cereyan eden deva partili
oğuzhan aygören hadisesinde görebilirsiniz. adam üniversitesine yardımcı olmak istiyor
ve rektöre danışman oluyor. rektör de bu adam zaten deva'lı, siktir et filan demiyor ve
adamı danışmanı olarak usulüne uygun bir şekilde atıyor. sonra deva partisi adama
siyasî baskı yapıp istifa ettirdi. nerede çok seslilik, parti içi demokrasi? adam melih bulu
ile çalışmak isteyemez mi? siz kimsiniz, cumhurbaşkanının yaptığı atamayı; kanunu ve
anayasayı mı tanımıyorsunuz? en ufak bir şeye bile tahammül edemeyip sonra da millete
parti içi demokrasi dersi mi vermek peşindesiniz?

madem bu kadar tartışma dönüyor, o zaman bu kaygıları giderecek bir sistem önerin.
ama yok, öneriniz "hocalar seçsin, çünkü o zaman bizim istediğimiz adam yönetecek."
sözünden ibaret. devletin parasıyla, devlet içinde kurtarılmış bölge kurmak hayalinden
ibaret.

şu an ekrana bi hareket yapıyorum, bak seçtiririz sana istediğin rektörü... bak kamerayı
da açtım şu an. bak yönetiyosun şu an üniversiteyi...

benim fikrim şu: bu işi adam gibi yapacaksak şayet, üniversitelere kamu kaynağı tahsis
edilmemeli; üniversiteler o kaynağı yarışarak, hak ederek elde etmeli. akademisyenler
devlet memuru olmamalı. ancak o zaman nisbî bir bağımsızlık kazanabilirsin devletten
ve devlete artistlik yapma imkânın olur.

yoksa şu şartlar altında, bir avuç oligarşik zümrenin seçeceği adamın rektör
olmasındansa cumhurbaşkanının birini ataması çok daha makul. çünkü cumhurbaşkanı
elbette değişiyor iki dönemde bir, dolayısıyla atayacağı rektörde aradığı ideolojik
tandans da elbette değişecektir. ama hocaların seçmesi demek, kapalı devre oligarşi
demektir.

inanmayın bu yalancı sahtekârlara... sonuna kadar melih bulu!


03.02.2021 18:14 fenahuyluspazo
rektör
 rektörlerin cumhurbaşkanı tarafından atanması, üniversite hocaları tarafından
seçilmesinden çok daha demokratiktir. çünkü en azından ortalama 10 senede bir
cumhurbaşkanı değişiyor ve atayacağı rektörlerde aradığı ideolojik tandans
farklılaşıyor, işin hocalara kalması, belirli bir ideolojinin sittin sene orayı işgal etmesi
demek.

"rektörler seçimle gelsin" diyen adamın derdi cv, liyakat, bilim filan değil; kendi
adamının üniversiteleri yönetmesi. bunların liyakat, demokrasi söylemlerine filan
inanan salaktır. boğaziçi üniversitesinde kadri özçaldıran'ı hocalar organize olup ayşe
soysal'a karşı desteklerken tek motivasyonları, müslüman insanlara karşı ayşe soysal'ı
"yumuşak" bulmalarıydı. veya geçen sefer yüzde 86 oyla seçilen gülay barbarosoğlu'nun
da yurtdışı doktorası yoktu, yerine atanan mehmed özkan'ın cv'si de gülay hanım'dan
akademik anlamda daha kuvvetliydi. ama yine de ağladılar, çünkü dertleri liyakat veya
demokrasi değil: leş siyasetlerine göre kadrolaşmak.
ki ben size basit bir şey söyleyeyim, bunların yüzde 86 oyla seçtiği gülay hanım, kandilli
rasathanesi müdürüydü eskiden. 2006'da mı ne, erdoğan'a "hayran hayran baktığı" için
haber olmuş, eleştirilmiş ve kadıncağız gazetelere, "kim bana bütçe verirse ona öyle
bakarım" filan diyip kendini savunmak, o sevgi dolu bakışlarının "hesabını" vermek
zorunda kalmıştı.

yani siz bunlara bakmayın. rektör seçimlerinin amacı demokrasi değil, oraya
çöreklenmiş bir güruhun hakimiyetini devam ettirmek ve kadrolaşmaktır.

demokrasi, liyakat, cv... bunların götünden uydurduğu yalanlar.

bu sebeple rektör seçimi yapılmış veya yapılmamış, akademik anlamda hiçbir şey fark
etmeyecektir.

sadece bu aq yalancılarının yalanları ayyuka çıkıyor, o kadar.


03.01.2021 15:21 ~ 15:22 fenahuyluspazo

You might also like