Turgut Özal Sonrası Türk Yunan Ilişkileri Ve Kıbrıs Burak Polat

You might also like

Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 28

TC.

SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ


İKTİSADİ VE İDARİ BİLİMLER FAKÜLTESİ
ULUSLARARASI İLİŞKİLER BÖLÜMÜ

TURGUT ÖZAL SONRASI TÜRK-YUNAN


İLİŞKİLERİNİN KIBRIS SORUNUNA ETKİSİ

Hazırlayan
Burak POLAT

Danışman
Doç. Dr. Erjada PROGONATİ

ISPARTA
2022
TURGUT ÖZAL SONRASI TÜRK-YUNAN
İLİŞKİLERİNİN KIBRIS SORUNUNA ETKİSİ
ÖZET
Bu araştırma Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Kıbrıs politikasına eleştirel bir
yaklaşım sunmaya çalışmaktadır. Bu bağlamda Türk-Yunan ilişkilerindeki gelişmeler
ve bu gelişmelerin Kıbrıs sorununa olan etkileri; çalışmamızın temelini
oluşturmaktadır. Buna göre; araştırmamızın ilk bölümünde Turgut Özal dönemi
Türkiye ‘sinin Avrupa Topluluğuna girmeye yönelik girişimleri ele alınarak Kıbrıs
Sorunuyla ilgisi ortaya çıkarılmaya çalışılmaktadır. İkinci bölümde ise Özal sonrası,
Türk liderlerinin Yunanistan ve Kıbrıs sorununa yönelik uyguladıkları siyaset,
Yunanistan ile Güney Kıbrıs’ın Avrupa Topluluğu üyelikleri ve Kıbrıs Sorununa
yaklaşımları araştırılmaktadır. Üçüncü bölümde ise 90’lar da Yunanistan ile yaşanan
Kardak Krizi, 93’te açıklanan Yunanistan- Güney Kıbrıs Ortak Savunma Doktrini ve
Güney Kıbrıs’ın Avrupa Birliği üyeliğine alınması vb. konular açıklanmaya
çalışılmaktadır. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin Türkiye ile ilgili birçok konuda veto
yetkisini kullanması Kıbrıs Sorununun çözümsüzlüğünü perçinlemektedir. Çalışmanın
dördüncü ve son bölümünde ise Türk-Yunan ilişkilerinin yumuşama safhası, Annan
Planı ve Ak Parti hükümetinin yaptığı çalışmalar aktarılmaya çalışılmakta,
uluslararası gelişmeler ve Kıbrıs Sorununa ilişkin uluslararası tepkiler kronolojik
olarak açıklanmaya çalışılmaktadır.

Anahtar Kelimeler: Türk-Yunan İlişkileri, Kıbrıs Sorunu, Avrupa Topluluğu, Türkiye-


KKTC, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi
ABSTRACT
This research aims to present a critical approach to the Cyprus policy of the
Republic of Turkey. In this context, the developments in Turkish-Greek relations and
the effects of these developments on the Cyprus problem are the basis of our study.
Accordingly, in the first part of our research, the attempts of Turgut Özal-era Turkey
to enter the European Community are discussed and its relevance to the Cyprus
Problem is tried to be revealed. After Özal, the second part examines the policies of
the Turkish leaders towards Greece and the Cyprus problem, the membership of
Greece and Southern Cyprus in the European Community and their approaches to
the Cyprus Problem. In the third part, the Kardak Crisis with Greece in the 90s, the
Greek-Southern Cyprus Common Defense Doctrine announced in '93, and the
accession of Southern Cyprus to the European Union, etc. topics are explained. The
fact that the Greek Administration of Southern Cyprus uses its veto power on many
issues related to Turkey strengthens the bankruptcy of the Cyprus Problem. In the
fourth and final part of the study, the softening stage of Turkish-Greek relations, the
Annan Plan and the work done by the Ak Party government are tried to be
transferred, and international developments and international reactions to the
Cyprus Problem are tried to be explained chronologically.

Key Words: Turkish-Greek Relations, Cyprus Problem, European Community,


Turkey-Turkish Republic of Northern Cyprus, Greek Cypriot Administration
1. TURGUT ÖZAL DÖNEMİ TÜRK-YUNAN İLİŞKİLERİ
1.1.TURGUT ÖZAL DÖNEMİ AVRUPA BİRLİĞİNE YÖNELİK
ÇALIŞMALAR
1.2.TURGUT ÖZAL DÖNEMİ KIBRIS İLE İLİŞKİLER
2. TURGUT ÖZAL SONRASI DÖNEMDE TÜRK-YUNAN İLİŞKİLERİ
VE UYGULANAN POLİTİKALAR
2.1.TURGUT ÖZAL SONRASI DÖNEMDE TÜRK-YUNAN
İLİŞKİLERİ
2.2.YUNANİSTAN VE GÜNEY KIBRISIN TÜRKİYEYE YÖNELİK
UYGULADIĞI POLİTİKALAR
2.3.BALKANLARDAKİ AZINLIKLAR VE YAŞANAN GELİŞMELER
2.3.1. Türkiye-Bulgar İlişkileri
2.3.2. Türkiye-Yugoslavya İlişkileri
2.3.3. Türkiye-Bosna Hersek İlişkileri
2.3.4. Türkiye ve Arnavutluk
2.3.5. Türkiye ve Makedonya
2.3.6. Türkiye ve Romanya Türkiye ve Kosova Sorunu

3. KARDAK KRİZİ, YUNANİSTAN GÜNEY KIBRIS ORTAK


SAVUNMA DOKTİRİNİ VE TÜRKİYEYE UYGULANAN VETO
3.1.KARDAK KRİZİ
3.2.YUNANİSTAN GÜNEY KIBRIS ORTAK SAVUNMA DOKTİRİNİ
3.3.TÜRKİYEYE UYGULANAN VETO
4. AK PARTİ HÜKÜMETİNDE YAŞANILAN GELİŞMELER
4.1.TÜRK-YUNAN İLİŞKİLERİ YUMUŞAMA DÖNEMİ
4.2.ANNAN PLANI
GİRİŞ
Bu araştırma Turgut Özal dönemi ve sonrası Türk-Yunan ilişkilerinin Kıbrıs
sorununa etkilerini incelemekte. Yaşanılan sorunlar ve izlenen politikaların izleri ve
güncel Türk-Yunan sorunlarına etkilerinden bahsedilmektedir. Yunanistan ile
yaşanılan sorunlardan en büyüğü haline gelmiş olan Kıbrıs sorunu Türkiye’nin
Ege’deki menfaatlerini derinden etkilemekte ve Türkiye’nin güvenliği açısından
çevrelenme politikasına yakalanmaması amacıyla önem teşkil etmektedir. Sorunun
çözümü ve etkileri günümüze kadar sürmüştür. Türkiye Cumhuriyeti’nin süregelen
Kıbrıs ile alakalı iç ve dış politikaları üretme sürecinde KKTC halkı ile ilişkileri, AB
politikasına yönelik çalışmaları, Yunanistan’ın Güney Kıbrıs ile bir araya gelip
Türkiye’ye uyguladığı yaptırımlar, Türkiye’yi Yunanistan ile savaşın eşiğine getiren
sorunların yaşanılan sürece olan etkileri ve yansımalarının çözümü büyük önem arz
etmektedir.
Bu çalışma sorunların Turgut Özal döneminden günümüze kadar incelenip,
çözüme yönelik gerçekleştirilen politikaların şeffaf bir biçimde ortaya koymayı
amaçlamaktadır. Öncelikli olarak Turgut Özal’ın yaşanılan sorunlara karşı yürüttüğü
çözümleri incelenmektedir. Daha sonrasında ise Özal dönemi sonrasında görev yapan
Başbakan ve Cumhurbaşkanlarının Yunanistan ile ilişkilerinde ki çözüm politikaları
sırasında yaşadıkları olumsuz gelişmeler, Türkiye’nin diyalog kurma çabaları, krizler
ve uygulanan veto süreçlerine karşı Türkiye’nin duruşu günümüze kadar
incelenmektedir.
Araştırmanın ilk bölümünde Turgut Özal döneminde Türk-Yunan ilişkileri
nasıldı? AB’ye yönelik çalışmalar nelerdi? Ve buna engel olan en büyük etmen
Yunanistan ve Turgut Özal dönemi Kıbrıs ile ilişkilere değinilmiştir.
Araştırmanın sonraki bölümünde Yunanistan ile Güney Kıbrıs yönetiminin
Türkiye’ye karşın imzaladığı ‘Ortak Savunma Doktrini’ ve Rusya’dan alınmış olunan
füzelerin Türkiye için oluşturduğu tehdit ve soruna karşı Türkiye’nin ABD ‘den destek
alıp izlediği çözüm politikası, Kıbrıs’ın uluslararası alanda ‘tanınmaması’ sebebiyle
Türkiye’nin dava edilmesine değinilmiştir. Bu bölümde Ankara’nın Yunanistan’a ve
bahsi geçen ‘Ortak Savunma Doktrinine’ karşı politikası nelerdir? Türkiye hangi
sebepten Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından cezalandırılmıştır? Gibi
soruların cevaplandırılmasına çalışılmıştır. Bu çalışma hazırlanırken kaynak taraması
yapılmış, konu ile alakalı makale ve kitaplardan yararlanılmıştır.
Araştırmanın diğer bölümünde ise; Balkanlardaki azınlık sorunları Yunanistan
ile girilen rekabetin sonuçları ve yaşanılan gelişmelere değinilip, Yaşanmış olan
‘Kardak Krizi’ ‘Yunanistan Güney Kıbrıs Ortak Savunma Doktrini’ ve ‘Türkiye’ye
uygulanan veto’ ya değinilmiştir. Çalışmanın ana sorusu olan ‘Türk-Yunan
ilişkilerinin Özal dönemi ve sonrasından günümüze etkilerinin’ cevabına günümüz
şartlarında şeffaf biçimde değinilmesine çalışılmıştır.
Çalışmanın son bölümünde ise AK parti hükümetinin yaşanılan gelişmelere ve
sorunlara karşı ‘komşularla sıfır sorun’ politikası, Türk-Yunan ilişkilerinin yumuşama
dönemine geçişinin sebepleri ve Annan Plana değinilmiştir.

1. TURGUT ÖZAL DÖNEMİ TÜRK-YUNAN İLİŞKİLERİ


Turgut Özal 6 Kasım 1983’te yapılan seçimi kazanıp 13 Aralık 1983’te göreve
başlamıştır. Turgut Özal’ın görevine başladığı dönemde Türkiye ile Yunanistan’ın
ilişkileri tamamıyla zıt bir şekilde ilerliyordu. Çünkü Papandreu ve Özal yönetimleri
büyük fikir ayrılıklarıyla karşı karşıyaydılar. En çok sorun oluşturan ise
Papandreu’nun kendi içinde devletçi, dış ilişkilerinde ise milliyetçi olmasıydı. Bu
tutumu Kıbrıs meselesinde Türkiye ile mevcut ilişkileri sorun haline getiren bir yapıya
sahipti. Türkiye ile Yunanistan arasında sorun olan Kıbrıs meselesinde kalıcı çözüm
gerçekleşememekteydi.1 Yunanistan’ın AT’ ye üye ve Rum lobisinin de desteğini
alıyordu. Fakat Türkiye için böyle bir durum yoktu. Özal iktidara geldiği dönemden
itibaren Kıbrıs’taki Türklerin Bağımsızlığını savunup KKTC devletinin kurulmasını
normal karşılıyorken, Papandreu iktidarı bu düşünceyi reddedip Kıbrıs’ın bütün olarak
Rumların yönetiminde olmasını savunmuştur. Papandreu’nun amacı ise Yunanistan ile
ENOSİS’i gerçekleştirip, Türkiye’nin garantörlük hakkını alıp, Kıbrıs’ı AT üyesi
yapmaya çalışması olmuştur. İki lider arasında Davos’ta yapılan görüşmeler
olumsuzlukla neticelenmiştir. Sebebi ise Rum tarafının Türklerin self determinasyon
hakkını hiçe sayması olmuştur.2

Fahir Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi Cilt: 1-2; (1914-1995), Genişletilmiş 11.Baskı, Alkım
1

Yayınevi, İstanbul, 2001, s.124


2
Cihan Daban, “Turgut Özal Dönemi Türkiye Dış Politikası”, Selçuk Üniversitesi İktisadi ve İdari
Bilimler Fakültesi, Sosyal Ekonomik Araştırmalar Dergisi, C:17 S:33, (Nisan, 2017), s.15
1.1. TURGUT ÖZAL DÖNEMİ AVRUPA BİRLİĞİNE YÖNELİK
ÇALIŞMALAR
Turgut Özal’ın benimsediği en önemli unsur devletlerarasında ki ikili ilişkilerin
ekonomiye dayalı olması olmuştur. Buna ek olarak ülke içi ekonomik refahın da
sağlanmasını önemsemiştir. Başka bir ifadeyle Türkiye’nin hem iç hem de dış
politikasına yönelik kararlarının çoğu, ekonominin iyileşmesi ve barışçıl fikirlerin
geliştirilmesi öncelikli hedefleri arasındadır. Turgut Özal Aralık 1983 seçimlerini
kazandığında; karşısında Yunanistan’ında içerisine dâhil olduğu bir AT ile
karşılaşmıştır.3 Bunu engellemek için Özal 1 Aralık 1984’te Türkiye’nin de AT’ye tam
üye olmasının gerektiğini açıklamış ve bu amaçta üyelik başvurusunu normalleştirecek
bir zemin hazırlamaya başlamıştır. 1980’lerin ikinci yarısında; Ortadoğu ülkeleriyle
ticareti gittikçe azalan ve ABD ile olan dış ticareti arttırma girişimlerinde başarıya
ulaşamayan Ankara bütün dikkatini sürdürülebilir bir Avrupa pazarına yöneltmeye
başlamıştır.4 Özal üyeliğin daha çok ekonomik temelde Türkiye’ye sağlayacağı
imkânlarla ilgileniyor. Bu yönde Özal; ANAP hükümeti, kamuoyu, Refah partisi ve
muhalefet desteğini arkasında toplayıp, 14 Nisan 1987’de AT’ye tam üyelik için
başvuruda bulunmuştur. İngiltere ve Belçika başvuruyu desteklerken, Lüksemburg ve
Yunanistan başvuruya karşı çıkmıştır. Almanya ise bu başvurunun gümrük temelinde
olması gerektiğini söyleyerek başvuruyu onaylamamıştır. Başvuru AT komisyonuna
incelenmek amacıyla devredilse de komisyon uzun bir süre Türkiye’nin başvurusuna
sessiz kalmıştır. Bu zaman zarfında komisyon gerçekleştirdiği bir toplantıda
1922’yekadar birliğe yeni üye alınmayacağının kararını vermiştir. Bu doğrultuda
komisyon Türkiye’nin başvurusunu beklendiği üzere 18 Aralık 1989’da askıya
almıştır.5 Komisyonun Türkiye’nin başvurusunu askıya almasının sebeplerini ise şu
şekilde sıralamıştır; Türkiye’deki ekonomik yetersizlik, demokrasi ve insan hakları
problemleri, azınlık sorunları, Kıbrıs ile ilgili anlaşmazlıklar. AT, Türkiye’nin
başvurusunu onaylamamasına rağmen başvuru Avrupa kamuoyunun dikkatin içekmiş

3
Rifat Uçarol, Siyasi Tarih 1789-2001, Gözden geçirilmiş ve genişletilmiş 7. basım, Der yayınları,
İstanbul, 2008, s.233
4
Veysel Kurt, "Özal’ın Dış Politikası: Uluslararası Siyaset, Değişim ve Süreklilik", Muhafazakâr
Düşünce Dergisi, C:15, S:55 (Aralık, 2018), s.21
5
Ertan Efegil, Rıdvan Kalaycı, Dış Politika Teorileri Bağlamında Türk Dış Politikasının Analizi cilt
1, 1. baskı, Nobel Yayınevi, Ankara, 2012, s.247
ve Türkiye’nin iç işlerine yönelik ilgiyi arttırmıştır. Bu olay örgüsü 1980’lerin
sonundan itibaren Türkiye’nin insan hakları performansları konusunda AT’nin
müdahalelerine tanık olduğumuz bir süreci başlatmıştır. Haziran 1987’de Avrupa
parlamentosu Türkiye’yi ‘Ermeni Soykırımı’nı tanımaya çağırdı ve azınlık
meselelerinde çözümlerin Avrupa standartları doğrultusunda çözülmesini talep etti.
Daha sonra 1980 darbesi ile ülkeden ayrılan Komünist Partisi yöneticilerinin yurda
dönüşü esnasında tutuklanmaları üzerine AT, Ankara’yı sert şekilde eleştirip bu
tutuklanmaları gerekçe sayarak Ocak 1988’de aldığı bir karar ile Türkiye’ye yapılacak
finansal yardımları bloke etmiştir.6
1.2. TURGUT ÖZAL DÖNEMİ KIBRIS İLE İLİŞKİLER
Özal iktidara geldikten tam 9 gün sonra KKTC ilan edildi. Bu gelişme Özal’ın
yeni dış politika yapım aşamasını olumsuz etkiledi. Ekonomik olarak dış politika
yapımı aşamasında olan Özal’ın karşılaştığı sorunların arasına Kıbrıs sorununun da
çıkması, Özal’ın Kıbrıs sorunun bir an önce çözülmesinin önem taşıdığı görüşünü
doğurdu. Bu amaçla, Kıbrıs’taki mevcut asker sayısını indirmeye çalışan Özal
uluslararası kamuoyunda istediği etkiye yaratamadı. KKTC’nin ekonomisini
kalkındırmak için adanın kuzey kesiminde serbest bölge oluşturan Özal, bu girişimiyle
bölgeye yabancı girişimci gelmesini sağlamaya çalıştı ama adadaki siyasi
iktidarsızlığın etkisiyle başarıya ulaşamadı. Daha sonrasında ise Özal KKTC’nin
ekonomisini Türkiye’nin ekonomisine benzetmeye çalıştı. Bu çalışma dâhilinde
Türkiye’de bulunan iş adamlarını Kıbrıs’ta yatırım yapması yönünde teşvik etti. Ve bu
süreçte Türkiye ile Kuzey Kıbrıs arasında ‘Ekonomik İş birliği Protokolü’ imzalandı.
Protokol’ün içeriği; iki ülke arasında serbest para geçişi, kamu harcamalarının
kısılması ve gümrük vergilerinin düşürülmesini içeriyor. Türk yatırımcı işadamları
bölgede ki iç ve dış sorunları sebep sayarak bölgeye yatırım yapmadı ve bu çalışma da
başarısızlıkla sonuçlandı. Özal Kıbrıs’ı ekonomik yönden uluslararası sisteme dâhil
etmeye çalışmış ama başarılı olamamıştır.7

6
Ali Balcı, “TÜRKİYE DIŞ POLİTİKASI, İlkeler, Aktörler, Uygulamalar”, Etkileşim Yayınları, (Eylül
2013),s.189
7
Hüner, Tuncer, Özal’ın Dış Politikası (1983-1989), 1. Basım, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2015, s.97-98
2. TURGUT ÖZAL SONRASI DÖNEMDE TÜRK-YUNAN İLİŞKİLERİ
VE UYGULANAN POLİTİKALAR
1990’lar da Kıbrıs meselesiyle alakalı birçok kriz gerçekleşmiştir. Bunlardan
Türk dış politikasını en çok ilgilendireni ise Kıbrıs Rum yönetimi ile Yunanistan
arasında yapılan Ortak Savunma Doktrini kapsamında adaya Rusya’dan tedarik
edilmiş 140 kilometre menziline sahip S-300füzelerini yerleştirme girişimidir. Bu
girişim Türkiye tarafından Kıbrıs’tan gelecek saldırıya açık olunduğu şeklinde
yorumlanmış ve Ankara füzelerin adaya yerleştirilmemesi adına her şeyi yapacağını
açıkça belirtmiştir.8 Hatta bir adım daha ileri gidip füzelerin yerleşmesi durumunda
Rum yönetimini yeni bir 1974 saldırısı ile tehdit etmiştir. Gerilimin hat safhada olduğu
bu dönemde ABD devreye girip Rum yönetimini geri adım atması için zorlamış ve
Türkiye menzilinin dışında bir şekilde Yunanistan’ın Girit adasına yerleştirilmiştir.
Kıbrıs’ta yaşanan krize yol açan başka bir sorun ise, Kıbrıslı bir Rum vatandaşın Türk
tarafının kendi mülküne girmesine engel olması gerekçesiyle çıkmıştır. Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi’nde Türkiye aleyhine açılan davada mahkeme 18 Aralık 1996’da
Türkiye’yi tazminat cezasına çarptırmıştır. Loizidu davası olarak tarihe geçen bu dava
da mahkeme KKTC’yi tanımadığı için Türkiye’yi 600.000 dolar ile cezalandırmıştır.
Fakat Ankara benzer davaları tetikleyeceği sebebiyle söz konusu tazminatı
ödememiştir. 2003 yılında Türkiye bu davanın diğer davalara emsal teşkil etmeyeceği
sözünü alınca tazminatı faizi ile birlikte 1.120.000 Euro olarak ödemeyi kabul
etmiştir.9
2.1. TURGUT ÖZAL SONRASI DÖNEMDE TÜRK-YUNAN İLİŞKİLERİ
İlk kez 6 Temmuz 1990’da gerçekleşen NATO doruk toplantısında bir araya
gelen Türk ve Yunan başbakanları toplantıda iki ülke arasındaki sorunlara yani Ege,
Kıbrıs sorunlarına değinmeyip iki ülke arasındaki diyaloğu sürdürme kararı
almışlardır. İkili ilişkilere nazaran AB ve ABD ile ilişkilerde yaşanan gelişmeler
siyasal görüşmeleri sekteye uğrattı. 8 Temmuz 1990’da Yunanistan ile ABD arasında
‘Savunma İşbirliği Anlaşması imzalandı. Yunanistan’ın dışişleri bakanı Samaras’ın
anlaşmayı Türk tehdidine karşı bir güvence şeklinde dile getirmesi. Türkiye tarafından
eleştirilere sebep olurken. ABD yetkilileri bir müttefiki öteki müttefikten kayıran bir

8
Melek Fırat, “Yunanistan’la İlişkiler”, Türk Dış Politikası Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular,
Belgeler, Yorumlar cilt II: 1980-2001, 16. Baskı, Baskın Oran, İletişim Yayınları, İstanbul, 2018, s.118
9
Balcı, (Eylül,2013), s.216
şey olmadığını dile getirdi. Ve Türkiye’ye sözlü güvence verdi. Fakat bu iki ülkede de
kuşkulara sebep oldu. Daha sonra AB’nin 700.000 dolarlık 1980’den beri dondurduğu
krediyi Türkiye ile ilişkileri normalleştirme sürecine sokmak için serbest bırakma
girişiminde bulunsa da Yunanistan veto hakkıyla bunu engelledi. Yunanistan’ın bu
vetosuyla girişimi engellemesi ilişkilerde bunalıma sebep oldu. Türkiye’de Mesut
Yılmaz’ın başbakan olmasıyla birlikte Miçotakis’e mektup göndererek diyalog
çağrısında bulunup, 1991 yılında iki ülke arasında ‘Saldırmazlık Paktı ’antlaşmasını
gündeme getirmiştir.10 Fakat 17 Mayıs’ta Yunanistan’ın Türkiye’nin savaş uçaklarının
Yunan hava sahasını işgal ettiğini söylemesi üzerine yeni başbakanın girişimleri sonuç
vermedi. İki başbakan 11 Eylül 1991’de Paris’te uluslararası toplantıda tekrar bir araya
geldiler. Görüşme sonrası açıklanan bildiri, her alanda ikili ilişkileri geliştirmeye
yönelik olduğu belirtildi. İyi komşuluk, dostluk ve iş birliği antlaşması hazırlanacak
ve Miçotakis’in en kısa zamanda gerçekleştireceği Ankara ziyaretinde imzalanması
konusunda karar verdiklerini duyurdular. Daha sonrasında Yunanistan tarafından
‘dörtlü zirve’ önerisi gündeme getirildi fakat Başbakan Yılmaz bu konunun seçim
sonrası dönemde ele alınmasının daha doğru olduğunu söylemesi üzerine Yunan
kamuoyu bu durumu yine uzlaşmazlık olarak dile getirdi.11 Yunanistan bir yandan
Türkiye ile ikili görüşmelerini sürdürüyor. Bir yandan ise Türkiye’ye karşı politika
uyguluyordu. Kendisinin girdiği Batı Avrupa Birliği isimli AB savunma örgütüne
Türkiye’nin sadece gözlemci rolüyle katılmasını sağlıyor, Türkiye’nin iç siyasetinin
zayıflıklarından yararlanıyordu. Türk-Yunan ilişkilerinde Özal’ın başlattığı
pragmatik12 yaklaşım geride bırakılarak, geleneksel politika ve tezlere geri dönüş
yapıldı. Türk-Yunan ilişkileri yeniden bürokrasinin eline teslim edildi. Daha
sonrasında ise 1992 yılı süresince iki Başbakan Demirel, Miçotakis üç kere buluştular.
İlk buluşma 1 Şubat 1992 tarihinde Davos’ta gerçekleşti. Daha önceki Davos
buluşmalarına nazaran bu buluşma gereksiz beklentilere girilmesine sebep olmadı.
Davos’a 65 kişilik heyet ile giden Türkiye, Yunanistan ile ilişkilere yeni dış
politikasında öncelik vermediğini açıklıyordu. Yayınlanan bildiride üç konuya
değinildi.

10
Mustafa Bıyıklı, Türk Dış Politikası Cumhuriyet Dönemi 1, 2. Baskı, Gökkubbe yayınları, İstanbul,
2005, s.357
11
Mehmet Ulaş, Turgut Özal Dönemi Türkiye-KKTC İlişkileri, Yüksek Lisans Tezi, Kırıkkale
Üniversitesi, 2018, s.126
12
“Pragmatik: Eylemle ilgili, yararcı” , https://sozluk.gov.tr (15.06.22)
1) Miçotakis’in Ankara ziyaretinde imzalanacak olan dostluk, komşuluk
ve iş birliği antlaşması
2) Yunanistan’ın Karadeniz Ekonomik İşbirliği’ne katılımı
3) Kıbrıs sorunu hakkında daha adil ve kalıcı çözüm bulunması
Davos sonrası yapılacak olan bir vaftiz törenine gelindiğinde iki başbakan bir araya
gelip görüştüler. New York’ta süren Kıbrıs görüşmeleri neticesinde diyalog olumsuz
bir yöne evirildi. Karadeniz Ekonomik İşbirliği için İstanbul’a gelen Miçotakis sadece
doruk belgesini imzalayıp, Başbakan Demirel ile görüşmekten kaçındı. Bu durum
ilişkileri yeniden çıkmaza sokmuştur.13
2.2. YUNANİSTAN VE GÜNEY KIBRISIN TÜRKİYEYE YÖNELİK
UYGULADIĞI POLİTİKALAR
Turgut Özal hükümeti Yunanistan ile ilişkilerin düzelmesi amacıyla bazı
girişimlerde bulunmuş olsa da Ekim 1991’den sonra Demirel hükümeti ile ikili ilişkiler
bürokrasinin belirleyiciliğine bırakılmıştır. Ve Ege denizindeki problemler, Kıbrıs
meselesi, azınlık hakları konusu gibi sorunlar siyaseten üzerinde görüşülme
edilebilecek konular olmaktan çıkmıştır. Türkiye’deki bu iç gelişmeye benzer olarak
Yunanistan’da da 1993’te yapılan seçimleri kazanan hükümet önceki hükümetin
Türkiye’ye ödün verici bir politika izlediği görüşünü savunup suçlamıştır. Siyaseten
sorunların görüşülmesine olanak kalmadığı bu yeni süreçte Kasım
1993’teYunanistan’ın Güney Kıbrıs ile birlikte ‘Ortak Savunma Doktrini’ adı altında
iş birliğine gittiğini açıklaması dönemin ilk gerilimi olmuştur. Bu iş birliğine göre
Kıbrıs Yunanistan’ın savunma alanına dâhil edilip, Kıbrıs’a gerçekleştirilen olası bir
saldırı halinde Yunanistan’ın bunu kendisine yapılmış bir saldırı sayıp müdahalede
bulunacaktı. Doktrin kapsamında Kıbrıs’ta BAF Askeri Havaalanı ve Terazi Deni
Üssü inşa edildi. Bu durum ise Ankara’nın güvenlik kaygılarını arttırmıştır. İki ülke
arasında gerçekleşen bir başka gerilim ise 25 Aralık 1995 ‘te başlayan ‘Kardak Krizi’
olmuştur.14
2.3 BALKANLARDAKİ AZINLIKLAR VE YAŞANAN GELİŞMELER
Balkanlarda 1990’lar boyunca yaşanan değişiklikler ve istikrarsızlıklar
Türkiye’yi genelde memnun etmişti. Türkiye SSCB’nin dağılması ve bölgede yaşanan

13
Fırat,2018,s.443
14
Balcı,(Eylül,2013),s.216
siyasal ve ekonomik boşlukları doldurmayı düşünmekteydi. Yugoslavya’nın dağılması
ile bağımsızlığını kazanan Bosna Hersek, Makedonya, Arnavutluk ve Bulgaristan dahi
Türkiye ile yakınlaşmaya başlamıştı.15
Türkiye bu avantajları kullanmayı amaçlıyordu. Türkiye’nin bu bölgelerdeki
üstünlüğünü güçlendiren sebep ise; Balkanlar’daki 10.000.000 Müslüman nüfus.
Türkiye yeni ekonomik fırsatlar kazanmak amacıyla planlamalar yapıyordu.
Hatta kıyısı olmadığı halde bazı ülkeleri Karadeniz Ekonomik İşbirliği projesine davet
etti. Türkiye’nin avantajına olan durumların yanında Türkiye’nin lehine olan
durumlarda ortaya çıkmıştı. Bunlar; etnik çatışma, siyasal iktidarsızlık, organize suç
örgütleri gibi.16
2.3.1 Türkiye-Bulgar İlişkileri
Bulgaristan ve Türkiye Balkanlarda izlediği yöntem benzerlik gösterirken,
Yugoslavya konusunda görüş ayrılıkları yaşandı. Başlarda iki ülke de Yugoslavya’dan
ayrılan milletleri tanıdılar. Bulgaristan’ın Makedonya’yı dahi tanıması Balkan
politikasında Türkiye ile yakınlaşmasına sebep olurken Yunanistan ile
uzaklaşmalarına sebep oldu.
Türkiye ve Bulgaristan’ın Bosna’da ki savaşa yönelik farklı proje ve
politikaları vardı. Türkiye uluslararası toplumun desteği ile müdahale yanlısıyken
Bulgaristan müdahale edilmemesi kararındaydı. İki ülke arasında KEİ anlaşmasında
bazı problemler çıktı. Bulgaristan KEİ’nin sadece ekonomik alanla kalmasını
istiyordu. Bulgaristan ayrıca üye ülkelerin arasındaki serbest dolaşım maddesini de
kabul etmiyor ve Türkiye’nin Balkan’lar da güçlü bir konumda olmasını da
istemiyordu.17
2.3.2 Türkiye-Yugoslavya İlişkileri
Türkiye’yi Yugoslavya’nın dağılması ile birlikte nedeni olabileceği
istikrarsızlık ve farklı etnik gurupların ayrılıkçı hareketlerinin başarıya ulaşması
kaygılandırıyordu. Bu sebepten Türkiye başlarda Yugoslavya’nın bütünlüğünü
savunuyordu. Ancak Avrupa Birliğinin 15 Ocak 1992’de Slovenya, Hırvatistan,
Bulgaristan, Makedonya ve Bosna Hersek’i tanıması ile bölünme geri dönülmez bir
yola girdi. Yaşanılan gelişmelerin içerisinde olmak isteyen Türkiye 6 Şubat 1922’de

15
Fırat,2018,s.483
16
Fırat,2018,s.448
17
Fırat,2018,s.486
bu cumhuriyetleri tanıdı. 18 Mayısta ise Türkiye Makedonya ile güvenlik protokolü
imzaladı bu sebepten ötürü yeni Yugoslavya ile ilişkiler tamamen koptu. BM
tarafından alınan yaptırımları uyguladığı için iki ülke arasında ki ticaret tamamen
durdu. Türkiye Bosnalı Sırplara karşı daha sert önlemler alınması taraftarıydı. Emekli
genelkurmay başkanı Aralık 1994’te Bosna’ya yaptığı gizli silah yardımını açıkladı.
Yugoslavya Türkiye’yi BM Genel Sekreterine şikâyet etti.
Türkiye savaşı sonlandıran Dayton Antlaşmasını desteklerken aynı zamanda
Yugoslavya ile yakınlaşma çabalarına girişti. Bunun sebebi ise Yugoslavya’nın
konumu ve balkanlardaki istikrarın düzenlenmesi. Yunanistan ile Yugoslavya’nın
ilişkilerinden rahatsız olan Türkiye bir blok oluşturulma ihtimaline karşın da
Yugoslavya ile yakınlık gösteriyordu. Ancak 1998 yılında Kosova’daki sorun silahlı
çatışmaya dönünce, düzelme eğilimi tersine evirildi ve Türkiye Kosova sorununda
Yugoslavya’nın karşısında oldu. Yugoslavya NATO üye ülkelerine savaş açtı ve fiilen
Türkiye ve Yugoslavya savaşan iki ülke oldu.
Yugoslavya da Ekim 2000’de seçimler yaşandı ve Miloseviç kaybedip yerine
Voyislav Kostunitsa geldi. Yugoslavya bunun üzerine BM dâhil diğer uluslararası
örgütlere de üye oldu, bölgede istikrar sağlanmaya başlandı. Türkiye Yugoslavya
ilişkileri bu olaylardan sonra düzelme yoluna doğru ilerledi. 18

2.3.3 Türkiye-Bosna Hersek İlişkileri


Bosna’da ki sorunlar karşısında kaygılanan Türkiye, Bosna’daki savaşın
uluslararası alana taşınması adına büyük çabalar harcadı. Türkiye üyesi olduğu BM
Güvenlik Konseyi, AGİT, Avrupa Konseyi, UNESCO ve İslam Konferansı Örgütü’nü
harekete geçirdi. Bosna’da ki savaşı önlemek amacıyla Türkiye en çok İKÖ’yü
kullandı. Türkiye Avrupa Konseyi’nde Bosna Hersek’in egemenliğini koruması
amacıyla gayretler gösterdi. BM’ye Bosna için plan sunup askeri önlemlerin
gerekliliğinden bahsetti ve uygulanan silah ambargosunu kaldırılması amacıyla
girişimlerine devam etti. Ayrıca NATO öncülüğünde askeri harekâtın ve müdahalenin
gerekliliğinden bahsedip operasyonun yapılmasını savundu. Ayrıca Türkiye Boşnak-
Hırvat Federasyonunun kurulmasında önemli rol üstlendi.

18
Fırat,2018,s.490
Türkiye’nin bu müdahaleleri Yugoslavya, Yunanistan, Rusya ve Bulgaristan’ı
rahatsız etti ve soruna karışılmaması gerektiğini vurguladılar. Ancak Türkiye elindeki
imkânları kullanıp Bosna-Hersek’in toprak bütünlüğünü korumasına dair
müdahalelerine devam etti. Türkiye Saraybosna’da büyükelçilik açan ilk ülke oldu.
Bölgede yaşanan sorunlara karşı tek taraflı mücadele etmek yerine ABD ile birlikte
hareket etti.
ABD ve Türkiye’nin girişimleri sonucu oluşturulan Boşnak-Hırvat
Federasyonu Bosna’da ki savaşın seyrini çok etkiledi. Bir taraftan silah ambargosunun
Boşnak ve Hırvatlar için kalkması, bir taraftan ise Belgrad yönetiminin Bosnalı
Sırplara verdiği desteği geri çekmesi, Boşnaklar ile Hırvatların Sırplara karşı
müdahalelerini birlikte yürütmeleri ve son olarak ABD’nin Sırplara ait mevzileri
bombalaması çatışmayı sona erdirdi ve Kasım 1995’te yapılan Dayton Antlaşması ile
savaş sona erdi.19
2.3.4 Türkiye ve Arnavutluk
Yalnızcılık politikası izleyen Arnavutluk 1991 yılında sosyalist rejim
yıkıldıktan sonra ekonomik ve toplumsal yönden zayıflayıp, istikrarsızlaştı. Ayrıca
hali hazırda Yugoslavya ile Kosova, Makedonya ile Arnavutluk Azınlık, Yunanistan
ile Kuzey Epir ve Yunanistan’da ki Arnavut azınlığı problemleri vardı. Müttefik
arayışı içerisinde olan Arnavutluk halkının yüzde 70’inin Müslüman olması ve tarihsel
bağları sebebiyle Türkiye’yi güvenilir bir müttefik olarak gördü. Yunanistan’dan
çekilen bu ülke ile Türkiye ilişkilerini geliştirmeye başladı.
Arnavutluk birçok çeşitli uluslararası örgütlere üye olma yolunda Türkiye’den
destek aldı. Türkiye 1998’de yaşanan Kosova Krizi esnasında Yugoslavya’ya karşı
tutumlara katılması, insani yardımlar gerçekleştirmesi Arnavutluk ile Türkiye’nin
daha fazla yakınlaşmasına sebep oldu.
Arnavutluk’ta ki mevcut pazarın sınırlı olması sebebiyle beklenen ekonomik
düzeye erişilemedi. Ve bu unsur Türkiye’nin İtalya ve Yunanistan ile içinde bulunduğu
rekabette zorlanmasına sebep oldu.
1995’ten beri Arnavutluk ile yakınlaşmanın yollarını arayan Yunanistan 1996
yılında Yunan cumhurbaşkanının bölgeyi ziyaret etmesiyle anlaşma imzaladı.
Anlaşmaya göre Arnavutluk Yunan azınlığının bulunduğu Kuzey Epir bölgesinde ki

19
Fırat,2018,s.493
tutumlarını azalttı ve ikili ilişkilerinde yumuşama başladı. Yunanistan Arnavutluk’la
ticari ilişkisi en çok olan ikinci ülke oldu. Arnavutluk da Bulgaristan gibi Türkiye’ye
biraz mesafeli ve Yunanistan’a yakın durmuşlardır.20

2.3.5 Türkiye ve Makedonya


Karmaşık bir etnik yapısı olan Makedonya iç ve dış politikasında hassas
dengeler sürdürdü. Bölgenin dörtte bir nüfusunu Arnavutlar oluşturuyordu ve bu
Makedonya için büyük bir sorun olarak görülüyordu. Bütün komşu ülkeleri ile sorunlu
olan Makedonya en büyük sorununu Yunanistan ile yaşadı. Yunanistan
Makedonya’nın Avrupa Birliği tarafından tanınmasına engel olup ekonomik fonlardan
yararlanamamasına sebep oldu. Ayrıca Selanik limanına ambargo uyguladı.
Makedonya için gelişen bu olumsuz koşullar sonucunda Türkiye ile yakınlaşmak
isteyip müttefik bulma amacıyla Türkiye ile ilişkilerini geliştirme yolunda ilerledi.
Türkiye Balkanlarda yeni müttefik bulma amacıyla Makedonya ile olan ilişkilerini
geliştirmeye başladı ve iki ülke arasında güvenlik protokolü imzalandı. Türkiye hem
Makedonya’nın varlığının devamını sağlaması hem de Balkanlarda ki istikrarını
korumak amacıyla Makedonya’nın AB ve ABD nezdinden tanınması için
çalışmalarını sürdürürken Makedonya da büyükelçilik açan ilk ülke oldu. 1995 yılına
gelindiğinde ise Cumhurbaşkanı Demirel Üsküp’te Dostluk ve İşbirliği anlaşması
imzaladı. Türkiye’nin Makedonya ile ilişkilerini geliştirmesinin en önemli sebebi ise
Balkanlarda Yunanistan’la girmiş olduğu rekabetti.21

2.3.6 Türkiye ve Romanya


Romanya’da sosyalist rejimin yıkılmasından sonra Eylül 1991’de Özal’ın
ziyareti sonucu Dostluk ve İşbirliği anlaşması imzalandı. NATO’ya üye olmak isteyen
Romanya’yı gerek ikili ilişkilerde gerekse NATO içinde Türkiye destekledi. Romanya
ile Türkiye’nin ilişkilerinin en önemli seyri ekonomik alandaydı.22

20
Fırat,2018,s.502
21
Fırat,2018,s.504
22
Fırat,2018,s.507
2.3.7 Türkiye ve Kosova Sorunu
Kosova sorunu Türkiye için en zor sorundu. Daha önceki dönemlerde çıkan
Bulgar Türklerine yönelik baskılar, Bosna savaşı, Makedonya sorunu Türkiye’nin
duraksamadan harekete geçip zaman zaman aktif bir politika izlemesine sebep
olmuştur. Kosova sorunu Mart 1998’de silahlı çatışmaya dönünce Türkiye
Yugoslavya’nın karşısında yer alıp Kosovalı Arnavutları destekledi.
Kosova’da ki Arnavutların Müslüman olması, Türk kamuoyunun desteği,
Balkanlarda oluşan Sırp-Müslüman sorununa karşı Türk hükümeti tepkisiz, tarafsız
kalamazdı. Ayrıca Türkiye için Arnavutluk özellikle Yunanistan ile ilişkiler
durumundan önem taşıyordu. Yugoslavya’nın Kosova’da ki insan hakları ihlali
uluslararası alanda saygınlığını yitirmesine sebep olmuştur. Dışişleri bakanı İsmail
Cem 7 Mart 1998’de Belgrad’a gidip Arnavutluk, Bulgaristan ve Makedon dışişleri
bakanları ile görüşmeler yapıp Yugoslavya Başkanı Miloseviç’e 3 adımlı bir plan
sundu. Plana göre 1996 eğitim anlaşması uygulanmalı, 1974 Anayasası hakları
bugünün şartlarına uygun şekilde geri verilip, kaldırılan özerklik tekrar iade
edilmelidir. Türkiye bu sayede Arnavutlukların özerkliği ve Yugoslavya’nın toprak
bütünlüğünü dengelemeyi amaçlıyordu. Daha sonra buna Kosova’da ki azınlık hakları
ve Kosova’da ki Türklerin haklarının korunmasını da ekledi.
Kosova sorunu ile alakalı ABD ile Yugoslav görüşmelerinin sonuç vermemesi
sebebiyle 24 Mart 1999’da NATO Yugoslavya’yı bombalamaya başladı. Bu etmen
Kosova sorununu etkiledi. Türkiye NATO üyesi olarak önce 11 sonra ise 18 F-16 uçağı
ile denetim uçuşları gerçekleştirdi. Operasyonun ilerleyen sürecinde ise Türkiye jetleri
ile bombardımanlara dahi katıldı. Haziran ayında Yugoslavya ile NATO’nun
anlaşmaya varması ile birlikte BM Genel Sekreteri ‘Kosova’nın Dostları’ gurubunu
oluşturdu. Bu gurupta Türkiye, Çin, Rusya, Hollanda ve Yunanistan da vardı.
Türkiye’nin Kosova sorunun da ki aktif çalışmalarına rağmen çatışmaların
sona ermesiyle, bölgede bulunan Türklerin şartlarında düzelme olması amacıyla Türk
azınlık ileri gelenleri ve Türkiye çok çaba harcadılar. UNMIK Türkçe ders saatlerinin
azaltıp, seçimlerle alakalı dokümanlarda Türkçeye yer vermemek gibi politikalara
girişti. Türk Dışişleri Bakanlığı müdahalede bulunarak bunu engelledi ve bölgede
Türkçe yarı resmi dil olarak kabul gördü.23

23
Fırat,2018,s.508
3. KARDAK KRİZİ, YUNANİSTAN GÜNEY KIBRIS ORTAK
SAVUNMA DOKTRİNİVE TÜRKİYEYE UYGULANAN VETO
3.1 KARDAK KRİZİ
25 Aralık 1995’te Figen Akad isimli Türk yük gemisinin Kardak (İmia) isimli
kayalıkların açıklarında karaya oturmasıyla başlayan kriz kısa sürede Türkiye ve
Yunanistan’ı silahlı çatışmanın eşiğine getirerek. Ege de bulunan adacıklar ve
kayalıkların egemenliği sorununu da birlikte getirdi. Ege de hali hazırda iki ülke
arasında var olan sorunlara bir yenisi daha eklendi. Figen Akad isimli gemi karaya
oturduktan sonra istediği yardım çağrılarına Yunanistan’dan müdahale geldi.
Yunanistan’a ait devriye botları kurtarma çalışmalarına başladılar. Bunun üzerine
Ankara 29 Aralık’ta Yunanistan’ın botlarıyla Türk karasularına girerek kaza geçiren
Türk gemisine yardım etmesini kınadı. Atina ise açıklamasında bahsi geçen
kayalıkların kendisine ait olduğunu ileri sürdü. Bu gerekçeye karşı çıkan Türkiye
egemenlik sorununa değindi ve iki ülke arasındaki gerilim hızla artmaya başladı.
Yaşanılan diplomatik tartışmalara basının da dâhil olması ile süreç daha da gerildi. Bu
esnada henüz güvenoyu almamış olan Simitis hükümeti Dışişleri Bakanı Teodoros
Pangolos, bir açıklamada bulunarak, Türkiye’nin Yunanistan’dan ilk kez toprak
istediğini söyledi. Krizin ilk aşamalarında Kalimnos Belediye Başkanı bir gurup
Yunanlının Kardak kayalıklarından birine Yunan bayrağı dikince Hürriyet gazetesi
muhabirleri tarafından bu bayrak indirilip yerine Türk bayrağı dikildi. Daha sonra
Yunanistan deniz ve hava güçleri alarma geçip 29 Ocak’ta tekrar Yunan komandoları
ile tekrar adaya Yunan bayrağı diktiler. Daha sonra harekete geçen Ankara Deniz
Kuvvetlerine Ege’ye ilerlemesi emrini verdi.24 30 Ocak’ta Kardak kayalıkları Türk
deniz kuvvetlerince kuşatılmış, Ege Denizinde gergin bir bekleyiş süreci başlamıştır.
Seçimlerden henüz çıkan Türkiye’de yeni hükümet kurma sorunları vardı ve Tansu
Çiller ülke içine dair iç politikadan dikkatleri çekmek için uygun zemini yakalamıştı.
Çiller konuya dair ‘‘O bayrak iner, asker gider’’ sözlerinde bulunup Yunanistan’a
askerlerini çekmesi uyarısında bulundu. 31Aralık gecesi Türk SAT komandoları
Yunan askerlerinin bulunduğu adaya yakın bir adaya Türk bayrağı diktiler. Ege’de ilk
kez bu derecede bir savaş tehlikesi yaşanıyordu. Bölgede çıkan gerilimi düşürmek

24
http://www.turkishgreek.org (15.06.22)
adına Clinton devreye girip iki hükümetle çeşitli temaslarda bulundu, bu temaslar
sonucu iki ülke de bayraklarını indirdi, askerlerini ve gemilerini bölgeden çekti,
Simitis Türkiye ile yapılacak görüşme için haziran ayında gerçekleşecek PASOK
Kongresinin beklenmesini istedi. Kardak krizi bir çatışmaya dönmeden azalmış olsa
da sorunun çözüldüğü anlamına gelmemekteydi. İki ülke resmi tezlerini Ege adaları
ve kayalıkları konusunda sunarken, hukuksal olarak kendilerine ait olduğunu gösteren
belgeler yayınlamaya başladılar. Kardak kayaları hakkındaki sorun sadece egemenlik
sorunuyla alakalı olmadığı açıktı. Tarafları neredeyse silahlı çatışmanın eşiğine getiren
bu sorun mevcut bölgede Kardak gibi çok sayıda adacıkların egemenliği karasularının
ve kıta sahanlığının genişliği hakkında rol oynayacaktı. Türkiye Kardak krizi ile
alakalı olarak TSK’nın başlattığı çalışmayla anlaşmaya dâhil olmayan adaların
listesini çıkardı ve bu bölgeleri hukuksal taban ile destekleyip ‘gri alanlar’ tezini ortaya
çıkardı. Bu sayede Ege’de kimseye ait olmayan ve üzerinde kimsenin hak talebinde
bulunamayacağı adacıkların olduğunu ve Yunanistan’ın hak iddia ettiği bölgelerin
aidiyetinin mevcut olmadığını belirtti. Yaşanılan Kardak bunalımından hemen sonra
Başbakan Simitis diplomatik bir mücadele başlatarak AB ülkelerini ziyaret edip, Türk-
Yunan sorunları konusunda AB’yi içine çekmeye çalıştı.25 Bunalımdan sonra AB
komisyonu AB’nin güney sınırının Yunanistan’ın güney sınırı olduğunu belirterek.
Gümrük birliği temelinde yüksek düzeyli bir ilişkiyi ve ilişki temelinde demokratik
prensiplerin, uluslararası hukuka saygının ve hiçbir şekilde silahlı kuvvete
başvurulmamasını hatırlattı. Komisyonun bu açıklamasının Türkiye’de yarattığı
rahatsızlık sonucu Dışişleri bakanı Ege’de ki tek sorun kıta sahanlığı değil. Kıta
sahanlığından, hava sahasına dek uzanan sorunlar olduğunu açıkladı ve konuyla
alakalı ilk kez Uluslararası Adalet Divanına gidilebileceğini açıklamasında bulundu.
Hatta Türkiye Divan’a gitmeye karşı olmadığını ama iki ülke arasında yaşanılan
sorunların çözülemediği takdirde Divan’la görüşülme yolunun kullanılması
gerektiğini açıkladı. Başbakan Mesut Yılmaz 24 Mart 1996’da gerçekleştirdiği basın
toplantısında Türkiye’nin hedeflerini sıraladı:

25
Faruk Sönmezoğlu, "Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri'nin Kıbrıs Sorununun Çözümüne İlişkin
Çabaları: 1974-1986", İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Dergisi, C:0, S:1-2, (Temmuz, 2015),
s.17
1)Ege başta olarak iki ülke arasındaki sorunların ve ayrılıkların kapsamlı bir şekilde
kalıcı çözüme ulaştırılması
2)Türkiye sorunların çözümüne uygun olarak gerekirse üçüncü tarafların da çözüm
yöntemlerini değerlendirmeye hazırdır.
3)Askeri faaliyetlere kapsamlı güven arttırıcı mutabakatın sağlanması
4)Siyasal bir belge niteliğinde iki komşu ülke arasında imzalanacak işbirliği ve dostluk
anlaşması
Ayrıca konuyla alakalı bu hedeflere ulaşmak için:
a)Türkiye-Yunanistan arasında koşulsuz görüşme
b)İki komşu ülke arasında yürütülecek görüşmelerde sorunun özelliklerine göre
arabuluculuk, hakemlik ve Adalet divanına başvurulabilir.
Başbakan Yılmaz Türkiye’nin ‘hukuktan kaçan ve hukuksuz askeri güç
kullanan’ imajını silip üzerindeki baskıları azaltmak yolunda yaptığı bu açıklama
istenilen şekilde sonuç vermemiştir. Bu açıklama Türkiye ile AB’yi karşı karşıya
gelmesini engelleyecekti. Buna bağlı olarak Yunanistan Savunma Bakanı Aresenis bir
açıklamada bulunarak. Türkiye ile sorunları bulunan Bulgaristan, Rusya, Suriye,
Ermenistan, İran ve Irak gibi ülkelerle anlaşma yapmalıyız dedi. Bu açıklama ile kendi
iç politikasında Simitis’e gönderme olsa da Atina’nın Türkiye’ye karşı izlediği politika
da Türkiye ile sorunu bulunan her ülke ile anlaşmalar, işbirlikleri yapıp Türkiye’yi
yalnızlaştırma politikasını dile getiriyordu. Haziran 1996’da gerçekleşecek olan
PASOK kongresi öncesi iki ülke arasında diyaloglar başladı. KEİ toplantısı için
Bükreş’e giden iki bakan Gönensay ve Pangalos görüşmede bulundular. Fakat
Bükreş’te alınan kararlar uygulanamadı. Yunanistan Türkiye’deki siyasal iktidarsızlığı
bahane ederek Berlin’deki görüşmenin yapılmayacağını belirtti. Kardak sorunundan
bu yana Türk Dışişleri Bakanlığı gerilimleri ve yaşanan sorunları çözme yolunda
diyaloğa açık bulunsa da bu politikasından olumlu sonuç alamadı. Haziran ayında
TSK’nin atağa geçtiği görülünce Kardak krizi kadar büyük olmasa da yeni bir sorun
başlattı ve gerilim Ege bunalımını Akdeniz’e taşıdı.26
3.2 YUNANİSTAN GÜNEY KIBRIS ORTAK SAVUNMA DOKTRİNİ
Papandreu Miçotakis hükümetini ödün verici olarak eleştirip Türkiye ile
ilişkilerin yeniden gerilmesine sebep olacak adımlarda bulundu. Kasım 1993’te

26
Fırat,2018,s.464
Glafkof Klerides’in Atina ziyareti sırasında ortaya çıkan ‘Ortak Savunma Doktrini’
ismiyle yeni bir doktrin ilan edildi27 ve bu doktrine göre;
1)Kıbrıs Yunanistan’ın savunma alanına dâhil sayılıyordu.
2)Güney Kıbrıs’a herhangi bir saldırı olursa Yunanistan bunu kendisine yapılmış
sayacak ve savaş sebebi sayacaktı.
3)Yunanistan ile Kıbrıs Rum yönetimi savunma planlarını ortak hazırlayıp yürürlüğe
sokacaktı.
4) İki hükümet, uluslararası temelde birlikte karar verip, hareket edecekti.
Bu doktrin dâhilinde BAF Askeri havaalanı, Terazi deniz üssü inşa edildi ve
Rusya’dan alınan S-300 füzelerinin Batı ülkelerinin baskısıyla adada
konuşlandırılması konusunda ilgili kararını Türkiye’nin girişimi ile Aralık 1988’de
iptal edip Girit adasına konuşlandırılmıştır.28
3.3 TÜRKİYE’YE UYGULANAN VETO
1989’da alınan kararların sertliğini yumuşatmak amacıyla AT, yeni dönemde
Türkiye ile olan mevcut ilişkilerin geliştirilmesi amacında ‘Gümrük Birliğine’
yöneleceğini belirtmiştir. 1922’de AB adını alan Avrupa Birliği hızla siyasal bir
bütünleşmeye doğru evrilirken aynı zamanda alınan yeni bir karar ile Türkiye ile
ilişkilerini 1963 Ankara Antlaşmasına göre geliştirip buna uyumlu haline getireceğini
tekrarlamıştır. Türkiye ile iş birliği Gümrük Birliği bütününde yürütme kararı alınırken
Türkiye-AB ilişkileri siyasal birlikten ekonomik birliğe doğru ilerlemiştir. Bu noktada
Türkiye’nin amacı AB üyeliği sürecini kolaylaştıracak bir antlaşma beklentisi iken AB
bu antlaşmayı üyelikle alakasız, bağımsız olarak görüyordu. Bu farklılıkların yanı sıra
yaşanan politik anlaşmazlıklar da olunca Gümrük Birliği’ne ilişkin süreç 1955’ kadar
uzamıştır. Yunanistan Kıbrıs konusunu bahane ederek Türkiye’nin bu birliğe dâhil
edilmesine karşı çıkmıştı. Türkiye bu siyasal vetoyu aşmak amacıyla öncelikle
Yunanistan’ın Kıbrıs Rum kesiminin bütün adayı temsil etmesinin AB üyelik
başvurusunda bulunmasının şartı olmaktan çıkarmıştır. Gümrük birliği 1 Ocak
1996’dan itibaren yürürlüğe girmiştir. Böylelikle 1970 yılında imzalanan Katma
Protokol ‘de bulunan hedef gerçekleşmiş ve Türkiye tam üye olmadığı halde AB ile
Gümrük Birliğine gitmiştir. Türkiye Kıbrıs Rum kesiminin adayı tamamen temsil

27
https://www.mfa.gov.tr/kibris-meselesinin-tarihcesi_-bm-muzakerelerinin-baslangici.tr.mfa
(14.06.22)
28
Fırat,2018,s.459
etmesine AB’ye üyelik başvurusuna itiraz etmedi ve Rum kesiminin üyelik sürecinin
önünü açmıştır. Bu ülke üye olduktan sonra Türkiye’ye dair birçok konuda veto
yetkisini kullanmıştır.29
4. AK PARTİ HÜKÜMETİNDE YAŞANAN GELİŞMELER
Türkiye ve Yunanistan 21.yüzyılda yeni beklentiler ve hedeflerde
bulunmuştur. Kasım 2002’de İsmail Cem ve Georges Papanderu sayesinde atılan
temeller ile AK Parti iktidarı yeni bir anlayışa sahip olacaktı.2016 yılının ortalarında
‘komşularla sıfır sorun’ politikasından Yunanistan ile yaşanan ilişkiler sonucu ‘kazan-
kazan’ durumuna geçilmiştir. Bu süre zarfında iki ülke arasında bulunan Kıbrıs ve Ege
sorunlarına karşı çözüm üretilmesi amaçlanmıştır. Atina yönetimi Türkiye’nin AB
üyeliği amacı doğrultusunda kimi zaman yaşanan sorunları dile getirerek sorunların
kendi yararına çözülmesini amaçlamıştır. Türkiye’nin ‘komşularla sıfır sorun’
politikası ile sonuç aldığı Yunanistan ile kurulan diyaloglarda iki ülke arasındaki
askeri ve siyasi sorunlar dile getirilmiştir. Atina ise kimi zaman bu diyaloglara yanıt
vermeyip yahut yanıtlarını sert bir şekilde iletmiştir.2002-2018 yılları Türk-Yunan
ilişkilerinde normalleşme süreci ile başlayıp dönemsel olarak yerini gerginliklere
bıraktığı ve 2011 sonrasında ise yeni sorunların çıkmasından dolayı gerginliklerin
arttığı dönem olarak özetlenebilir.30
4.1 TÜRK-YUNAN İLİŞKİLERİNDE YUMUŞAMA DÖNEMİ
1990’lı yılların yarısına kadar Türkiye ile sorunlarını ‘dışlayıcı’ zeminde
çözmeye çalışan Yunanistan bu tarihten itibaren, kurulan Costas Simitis Hükümeti ile
birlikte sorunların çözümünü Türkiye’nin Avrupalılaşmasında olduğunu savunmuştur.
1999 yılında yaşanan İzmit ve Atina depremleri iki ülkeyi birbirine daha da
yakınlaştırmıştır. Dönemin Dışişleri Bakanları İsmail Cem ve Georges Papanderu söz
konusu politikanın değişimi sürecinde katkılarda bulunmuşlardır. 2000’li yıllara
girildiğinde Yunanistan, Türkiye’nin AB üyeliğinde destekçilerinden biri
olmuştur.1999 yılında gerçekleşen Helsinki Zirvesi’nde Türkiye’ye Avrupa Birliği’ne
üyelik amacıyla Yunanistan ile Ege Denizi’nde yaşanan sorunları çözüme kavuşturma
şartının getirilmesi, Ankara’nın Atina’ya yönelik politikasını belirlemesini sağlamıştır.

29
Balcı,(Eylül,2013),s.213
30
Balcı,(Eylül,2013),s.241
30 Mayıs 1999’da gerçekleşen Ankara-Atina üst düzey görüşmesi New York’ta
gerçekleşmiştir ve bu üst düzey görüşmenin sonucunda İsmail Cem ve Yunanistan
Dışişleri Bakanı Andreas Papandreu eğitim, kültür, sanat, ticaret ve turizm alanlarında
işbirliğini düşündüren fikirlerde bulunmuşlardır.2000 yılı iki ülke için ciddi bir
yakınlaşmanın olduğu bir yıl olmuştur. Yunanistan Dışişleri Bakanı Türkiye’ye Ocak
2000 ‘de bir ziyaret gerçekleştirirken Şubat 2000’deİsmail Cem ‘de Yunanistan’a
gitmiştir. Bu ziyaretlerden sonra görüş birliğine varılmış olunan konularda iş birlikleri
antlaşmaları imzalanmıştır. Helsinki kararları neticesinde Ege Denizi’nde çatışma
risklerinin azaltılması ve karşılıklı azınlık haklarının geliştirilmesi hususunda taraflar
anlaşmaya varmışlardır. Bu doğrultuda Ege Denizi’ndeki sorunlara çözüm bulmak
amacıyla ‘akil adamlar’ düzeyinde görüşmelerin başlatılması kararı verilmiştir. Diğer
yandan da bahsi geçen konuları çözme yolunda katkılı olacağı düşünülen ‘Güven
Artırıcı Tedbirler’ alınması hususunda anlaşılmıştır. Bu hususta bir ülkenin diğer
ülkede yapılan tatbikata gözlemci göndermesi ve komutanlıklar arasında düzenli
toplantılar yapılması kararı verilmiştir. Mart 2002’de Dışişleri Bakanlığınca yapılan
keşif amaçlı görüşmeler sayesinde Ege’deki sorunlar incelenip söz konusu sorunların
çözümü hakkındaki yollar iki ülke arasında masaya yatırılmıştır. İlişkilerin bu denli
düzelmesine rağmen bu dönemde ortaya bir kriz çıkmıştır bu kriz, Yunanistan’ın
Lozan anlaşmasında silahsızlandırılmış statüde olması gereken, Limni Adasını NATO
tatbikatlarına dâhil etmesi sebebiyle krize yol açmıştır. Türkiye bu tatbikata Limni
adasının dâhil olmasını reddedince Yunanistan tatbikattan ayrılmış bu durum iki ülke
arasında bir krize sebep olmuştur. Mayıs 2001’de benzer bir durumla karşılaşıldı.
Türkiye’ye ait bir araştırma gemisinin Ege’ye açılması sonucu iki ülke hava
kuvvetlerinin karşılıklı ihlallerde bulunması iki ülke lehinde rahatsızlığa sebep oldu.
Fakat bu rahatsızlığı benzerlerinden ayıran temel özelliği yaşanan sorunun genel
düzelmeye olumsuz yönde etki etmedi. Bunun en önemli göstergesi ise 1998’de 370
milyon dolar olan Türkiye’nin Yunanistan’a yaptığı ihracatın2003 yılında 920 milyon
dolar seviyesine kadar yükselmesidir.31
4.2 KIBRIS VE ANNAN PLANI
Avrupa Birliği’nin Helsinki Zirvesi’nde aldığı kararlar neticesinde, üyelik
görüşmeleri süresince Kıbrıs’ta ki siyasi çözüm sağlanamadığı takdirde, bu

31
Balcı,(Eylül,2013),s.241
gelişmelerden bağımsız olarak Kıbrıs’ın üyeliği konusunda kararı kendi verecekti.
Türkiye’nin bir an önce Kıbrıs sorununa çözüm bulmaya zorladılar. Dönemin
Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kofi Annan’ın açıklamış olduğu çözüm planına
dek ortaya herhangi bir öneri gelmemişti. Türkiye’nin çözümüne en yakın öneri olarak
değerlendirilen ‘iki kurucu devletten oluşan federe yapıyı öneren’ bu tez 11 Kasım
2002’de açıklanmıştır. Ancak plan AK parti hükümetince görüşmeler için uygun bir
zemin oluşmadığı şeklinde değerlendirilirken, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti
Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş plana karşı çıkmıştır. Sebebi ise Türkiye’nin çıkarlarını
tehlikeye atıp, Türklerin Anadolu’ya hapsedilmesi anlamına geldiğini söyleyip, planı
reddetmiştir. Dönemin Başbakanı Erdoğan 24 Ocak 2004’te Annan ile bir araya gelip,
görüşmecilerin anlaşamaması durumunda Annan’ın boşlukları doldurup planın da
Kıbrıs’ta halkoyuna sunulması konusunda anlaşmıştırlar. 2004’ün şubat ayı New
York’ta yapılan görüşmelerde taraflar ortak sorunlar konusunda anlaşamadı ve Annan
planı kendisi tamamlamıştır.
24 Nisan 2004’te adanın hem Rum hem de Türk taraflarında ayrı ayrı
referandum yapıldı. Bu referandumlar sonucunda plan Türk tarafında kabul edilirken,
Rum tarafından reddedildi. Annan planı da çözüme ulaşamamıştır. Çözüme ulaşamasa
da referandumun Türkiye’ye katkıları söz konusu olmuştur. Birinci, AB üyesi olan
Kıbrıs Rum Yönetimi AB içindeki Türkiye karşıtı politikasını referandum da
verdikleri hayır oyları ile geride bırakılmıştır. İkincisi, AB üyesi olan Kıbrıs sorununda
Türkiye’nin artık muhatabı artık AB’dir. Üçüncüsü, kamuoyunda artık Türkiye’nin
çözüme engel olmak yerine çözüm odaklı taraf olarak imajı değişmiştir. Dördüncü ve
son olarak, plan dönemince AK parti karşıtı aktif politika izleyen TSK ve Kemalist
bloğun eli zayıfladı ve referandum sayesinde hem uluslararası hem de dış politikada
AK Parti’nin prestiji artmıştır. Annan Plan’ı reddedildikten sonra Kıbrıs sorununa
ilişkin aktif bir girişim başlatılmadı ve sorun daha çok Rum Yönetimi, AB ve Türkiye
arasında gündeme gelmiştir. Rum Yönetimi’nin AB’ye alınması ve Annan Planı
boyunca süreçte AB’nin Türkiye mağdur edilmeyeceği şeklinde yaptığı açıklamaların
sonuçsuz kalması üzerine Türkiye bu konuya odaklanmıştır. Bu doğrultuda Türkiye
2008 yılında Recep Tayyip Erdoğan’ın ifadeleriyle ‘eşit statüde iki egemen devletin
yeni bir ortaklık kurması’ zemininde soruna yaklaşmayı hedeflemiştir.
Nisan 2009’da Kıbrıs’ta gerçekleşen Cumhurbaşkanlığı seçimlerini Derviş
Eroğlu’nun kazanması Türkiye’nin politikasını güçlendirmiştir. 2008 yılından itibaren
AB’nin gümrük birliği boyutunca Türkiye limanlarını Rum gemilerine açma
konusundaki isteklerini ve Kıbrıs’ın Türkiye’nin üyelik başvurusu süresince sürekli
olarak veto yetkisini kullanması, Türkiye-AB ilişkilerinin temel dinamiğini Kıbrıs
konusu yapmıştır. Bu gelişmelere 2009 ‘da Kıbrıs’ın güney batısında keşfedilen
doğalgaz yatakları da eklenmiş ve bu bölgede Kıbrıs, Yunanistan ve İsrail iş birliği,
Kıbrıs’ın tekrar Türkiye’nin güvenlik ve stratejik konusuna dâhil olmasının nedeni
olmuştur.32

32
Balcı,(Eylül,2013),s.267
SONUÇ
Araştırmamızın sonunda edinilen bilgiler dâhilinde günümüze dek etkileri
süren Kıbrıs Sorunu, Türk-Yunan ilişkileri şeffaf biçimde incelenmiştir. Bahsi geçen
süreç ile alakalı Türkiye’nin dönemsel olarak uğratıldığı yalnızlaştırılma politikası ve
sürecin başlarında arkasında Rum lobisi ve AT desteği olan Yunanistan ile kurulan ve
izlenilen denge politikasından bahsedilmiştir. Türkiye nezdinden Kıbrıs’ın ve Kıbrıs
halkının geleceği konusu önem teşkil etmektedir. Türkiye ve Yunanistan arasındaki
problemlerin Kıbrıs sorunu, Azınlıklar ve Türkiye’nin yayılımcı politikasına karşın
Yunanistan engelleri ve yaşanılan süreçlere değinilmiştir. Yunanistan’ın ne kadar
uğraşsa da krizlere ve sorunlara sebep olan politikaları Türkiye’ye uygulamaya
çalıştığı veto ve yumuşama dönemi etmenlerinin neler olduğundan bahsedilmiştir.
Seçimi kazanıp göreve geldiğinde Özal arkasında Rum lobisi ve AT desteği bulunan
Yunanistan ile karşı karşıyaydı. Yunanistan’ın başbakanı Papandreu kendi içinde
devletçi dışa karşı ise milliyetçiydi. Bu sebepten yaşanılan fikir ayrılıkları mevcut
ilişkileri sorunlu hale getiriyordu. Özal Kıbrıs’ın self determinasyon hakkını
savunurken, Papandreu Kıbrıs’ın bütün olarak Rumların elinde olması gerektiğini
savunuyordu. Görüşmeler yapılmış olsa dahi Rum tarafı Türklerin self determinasyon
hakkını tanımaması sebebiyle çözüme ulaşamamıştır.
Özal devletlerarası ilişkilerin ekonomik temelli olması gerektiğini
savunuyordu ve politikalarını ekonominin iyileşmesi ve barışçıl fikirlerin gelişmesi
yönünde planlıyordu. Bu hususta Türkiye’nin AT’ye başvurmasını normalleştirip
uygulamaya sokmuştur. Fakat İngiltere ve Belçika başvuruyu desteklerken,
Lüksemburg ve Yunanistan karşı çıkmıştır. Almanya ise anlaşmanın gümrük
temelinde olması gerektiğini savunmuştur. Netice ise Türkiye’nin ekonomik
yetersizliği, demokrasi, azınlık sorunları, Kıbrıs ile alakalı olumsuz
sonuçlandırılmıştır.
Özal Kıbrıs sorunu çözme amacıyla Kıbrıs’ta ki mevcut asker sayısını yarıya
indirse de istediği kamuoyu desteğine sahip olamamıştır. Daha sonra KKTC’nin
ekonomisini Türkiye’ye benzetmeye çalışması sebebiyle Türk iş adamlarını Kıbrıs’a
davet edip yatırımlar yapmaları konusunda teşvik etmiştir. Ancak bu çözüm denemesi
de bölgedeki iç ve dış sorunlar sebebiyle çözüm yolunda etkili olamamıştır.
1990’lar Kıbrıs meselesi ile ilgili pek çok krize tanık olmuştur. Bunlardan en
çok Türkiye’yi ilgilendireni ise ‘Ortak Savunma Doktrini’ kapsamında adaya
Rusya’dan alınmış füzelerin yerleştirilmesi mevzusudur. Türkiye kendini tehdit
altında hissedip Yunanistan’ı tehdit etmiştir. ABD desteği ile baskılar yapılıp,
füzelerin Türkiye’nin menzili dışındaki ‘Girit Adasına’ yerleştirilmiştir. Ayrıca aynı
dönemde KKTC Tanınmadığı için Loizidu davası yaşanmıştır ve bu dava Türkiye
aleyhine sonuçlandırılıp Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından Türkiye’ye ceza
kesilmiştir.
8 Temmuz 1990’da Yunanistan-ABD arasında imzalanan ‘Savunma İşbirliği’
anlaşması kuşkulara sebep oldu. Daha sonra ABD kuşkulara gerek olmadığını söyleyip
Türkiye’ye 700.000 dolarlık 1980’den beri dondurduğu krediyi serbest bırakma
girişiminde bulundu ancak Yunanistan veto hakkıyla buna engel oldu.
Başbakan Mesut Yılmaz ile Yunanistan Başbakanı Miçotakis Paris’te bir araya
geldiler. Görüşme sonrası çıkan karar iki ülke arasında her alanda işbirliğinin
geliştirileceği yönündeydi. Yunanistan bu dönemde hem Türkiye ile görüşmeleri
sürdürüyor hem de Türkiye’ye karşı politikalar uyguluyordu.
Ekim 1991 itibariyle Demirel hükümeti ile ikili ilişkiler bürokrasinin eline
bırakılmıştı. Dönemin ilk gerilimi 1993 yılında Yunanistan’ın Güney Kıbrıs ile birlikte
‘Ortak Savunma Doktrini’ imzalaması olmuştur. Doktrin kapsamında Kıbrıs’ta BAF
Askeri Havalimanı ve Terazi Deniz Üssü inşa edildi. İki ülke arasında yaşanan diğer
bir gerilim ise 25 Aralık 1995’te başlayan ‘Kardak Krizi’ olmuştur.
1990’lar boyunca Balkanlar’da yaşanan değişiklikler Türkiye’yi genelde
memnun etmiştir. Türkiye bölgede yaşanan ekonomik ve siyasi boşluğu doldurmayı
hedeflemiştir. Türkiye ekonomik fırsatlar kazanma amacıyla planlar yapıyordu. Fakat
Türkiye’nin lehine olan durumlar yaşandığı gibi aleyhine olan durumlarda gerçekleşti.
Etnik çatışma, siyasal iktidarsızlık, organize suç örgütleri gibi.
Türkiye’yi silahlı çatışmanın eşiğine getiren önemli diğer bir kriz ise ‘Kardak
Krizi’dir. Ege denizinde yaşanan bu sorunun önemi ise; egemenlik sorunu, karasuları
ve kıta sahanlarına emsal teşkil edebilme niteliği taşımasıdır. Yunanistan’ın politikası
ise Türkiye ile sorunu bulunan devletler ile anlaşmalar sağlayıp, Türkiye’yi
yalnızlaştırmaya çalışmasıydı.
1922’de AB adını alan Avrupa Birliği siyasal bütünleşmeye doğru ilerliyordu.
Türkiye ile atacağı adımları 1963 Ankara Antlaşması’na göre geliştireceğini
söylüyordu. Bu gelişmeyi Türkiye AB sürecinde üyeliğini kolaylaştıracağını
düşünürken, AB konuyu üyelikle bağdaştırmıyordu. Yunanistan Kıbrıs sorununu
bahane ederek Türkiye’nin birliğe katılmasına karşı çıkmıştır. Türkiye bu vetoyu
aşmak amacıyla Kıbrıs Rum kesiminin adayı tamamen temsil etmesine karşı
çıkmamıştır ve bu da Rum kesimin üyeliğini kolaylaştırdı ve üye olduktan sonra
Türkiye’ye dair pek çok konuda veto yetkisini kullandı.
2016 yılının ortasında Ak Parti hükümeti yeni bir anlayışla ‘komşularla sıfır
sorun’ politikasını izleyip Yunanistan ile ‘kazan kazan’ durumuna geçmiştir.
Yaşanılan süre zarfında Kıbrıs ve Ege sorunlarına dair çözüm arayışları
gerçekleştirilmiştir. 2002-2018 dönemi Türk-Yunan ilişkilerinde normalleşme
süreciyle başlayıp zaman zaman yerini gerginliklere bırakmıştır.
1990’lı yılların ortasında Costas Simitis Hükümeti sorunların çözümünü
Türkiye’nin Avrupalılaşmasında olduğunu savunmuştur. 1999 yılında yaşanılan İzmit
ve Atina depremleri iki ülkeyi yakınlaştırmıştır. 2000’li yıllarda ise Yunanistan
Türkiye’nin AB üyeliğinde destekçisi olmuştur. İki ülke arasında karşılıklı ziyaretler
başlatılıp, görüş birliğine varılan sorunlarda işbirlikleri imzalanmıştır.
AB’nin Helsinki Zirvesinde aldığı kararlar Türkiye’yi bir an önce Kıbrıs
sorununa çözüm bulmasına itiyordu. Çözüme en yakın öneri olarak değerlendirilen
‘iki kurucu devletten oluşan federe yapıyı öneren’ bu tez 11 Kasım 2002’de
açıklanmıştır. Ancak AK parti hükümetince uygun bir zemin oluşmadığı şeklinde
değerlendirilirken, KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş plana karşı çıkmıştır.
Dönemin Başbakanı Erdoğan 24 Ocak 2004 yılında Annan ile bir araya gelip
görüşmecilerin anlaşamaması durumunda Annan’ın boşlukları doldurup planın Kıbrıs
halkoyuna sunulması konusunda anlaştılar. Yapılan referandumu Türk tarafı kabul
ederken, Rum tarafı reddetti. Çözüme ulaşılamasa da, Türkiye’nin çözüme engel değil,
çözüm odaklı taraf olarak imajı değişmiştir.
KAYNAKÇA

ARMAOĞLU Fahir, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi Cilt: 1-2; (1914-1995), Genişletilmiş
11.Baskı, Alkım Yayınevi, İstanbul, 2001

BIYIKLI Mustafa, Türk Dış Politikası Cumhuriyet Dönemi 1, 2. Baskı, Gökkubbe


yayınları, İstanbul, 2005

DABAN, Cihan, "Turgut Özal Dönemi Türkiye Dış Politikası", Sosyal Ekonomik
Araştırmalar Dergisi, C:17, S:33 (Nisan, 2017)

EFEGİL Ertan, KALAYCI Rıdvan, Dış Politika Teorileri Bağlamında Türk Dış
Politikasının Analizi cilt 1, 1. baskı, Nobel Yayınevi, Ankara, 2012

KURT, Veysel, "Özal’ın Dış Politikası: Uluslararası Siyaset, Değişim ve Süreklilik",


Muhafazakâr Düşünce Dergisi, C:15, S:55 (Aralık, 2018)

ORAN Baskın, Türk Dış Politikası Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler,
Yorumlar cilt I: 1919-1980, 22. Baskı, İletişim Yayınları, İstanbul, 2018

ORAN Baskın, Türk Dış Politikası Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler,
Yorumlar cilt II: 1980-2001, 16. Baskı, İletişim Yayınları, İstanbul, 2018

SÖNMEZOĞLU Faruk, "Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri'nin Kıbrıs Sorununun


Çözümüne İlişkin Çabaları: 1974-1986", İstanbul Üniversitesi İletişim
Fakültesi Dergisi, C:0, S:1-2, (Temmuz, 2015)

TUNCER Hüner, Özal’ın Dış Politikası (1983-1989), 1. Basım, Kaynak Yayınları,


İstanbul, 2015

UÇAROL Rifat, Siyasi Tarih 1789-2001, Gözden geçirilmiş ve genişletilmiş 7. basım,


Der yayınları, İstanbul, 2008

http://www.turkishgreek.org

https://sozluk.gov.tr

https://mfa.gov.tr

You might also like