Professional Documents
Culture Documents
JACQUES ADDA - Ekonominin Küreselleşmesi
JACQUES ADDA - Ekonominin Küreselleşmesi
JACQUES ADDA - Ekonominin Küreselleşmesi
iletişim Yayınları
Binbirdirek Meydanı Sokak İletişim Han No. 7 Cağalo&lu 34122 İstanbul
Tel: 212.516 22 60-61-62 • Faks: 212.516 12 58
e-mail: iletisim@iletisim.com.tr • web: www.iletisim.com.tr
JACQUES ADDA
Ekonominin
Küreselleşmesi
La mondialisation de l’economie
*— v i l e t i ş i m
İÇİNDEKİLER
BİRİNCİ CİLT
Doğuş
GİRİŞ
ULUSLARARASI EKONOMİ, KÜRESEL EKONOMİ
9
sınırlarını zorlamaya başlayan kapitalizmin evrensel yayılışı
nın ifadesi olarak küreselleşme, aynı zamanda ve her şeyden
önce, dünya çapında sermaye birikimine engel teşkil eden fi
ziksel ve hukuki sınırları sarma, delme ve sonunda yok etme
sürecidir. Bu anlamda dünya ekonomisi, yalın bir uluslararası
ekonomiden çok daha fazla şey demektir. Uluslararası ekono
mi devletlerin bağımsızlığına saygılıydı ve alışveriş, yatırım ve
kredi yoluyla, henüz entegre olmamış bir bütünün özerk par
çaları arasındaki ilişkiyi kurardı. Kapitalizm tarihinin belirli
bir evresine, büyük ölçüde devletler tarafından korunan, hatta
düzenlenen ulusal pazarların sermaye birikiminin asal temeli
ni oluşturduğu evreye denk düşüyordu. Uluslararası yatırım
gibi ticaret de bütünleyicilik ölçütleri üzerindeki temele bağlı
kalmaya devam ediyordu.
Küreselleşme olgusu, bu sürecin devamı olmaktan çok bir
dönüşümü ifade ediyor. Küresel ekonominin bütününü oluş
turan parçaların gittikçe daha fazla entegre olması, ona kendi
ne özgü bir dinamik kazandırıyor ve bu dinamik gittikçe daha
fazla devletlerin kontrolünden çıkıyor ve paranın kontrolü,
kamu finansmanının idare edilmesi gibi devletlerin bazı başlı
ca egemenlik alanlarına zarar veriyor. İletişim devrimi sayesin
de verilerin, imajların ve sermayenin dolaşımının aşırı boyut
lara ulaşması, birçok alanda sınır ya da bölge kavramlarını or
tadan kaldırıyor. Buna karşılık, üretimin ulusaşın bir düzlem
de düzenlenmesine yardım ediyor ve tüketim normlarının kü
reselleşmesine katkıda bulunuyor. Ellili yıllara kadar malların
ve sermayenin dolaşımını oluşturan bütünleyiciliğin yerini,
pazarları ve kaynakları (hammadde, el emeği, dağıtım ağları,
iş bilgisi, zekâ, tasarruf, vb.) kontrol etmek amacıyla genelle
şen bir rekabet aldı.
Ulusal kerte yok olmaktan daha çok uzak, devletlerarası sis
temin önünde daha uzun günler var. Ama artık, bütünleştirici
özel girişim m antıklarının hükmettiği ekonom i sahnesinin
ikinci planına yerleştiler ve devletler bu mantığa iyi kötü karşı
koymaya çalışıyorlar. Dolayısıyla tarihsel perspektifin önemi
de bu açıdan bakıldığında fazla abartılmamalı. Merkantilist
10
dönemde tüccarların ve prenslerin yaptıkları ittifakın hem
hassas hem tehlikeli ürünü olan, rakip ulus-devletlerin dünya
ekonomisini şekillendirdikleri çağ, uzun vadede yeniden ko-
numlandınldıgında, uzun bir tarihsel parantezden başka bir
şey olamaz. Demek ki küreselleşme daha uzun bir eğilimin de
vamıdır, bütün fiziksel ve toplumsal alanın giderek daha fazla
sermaye yasasına, bin yıl önce Akdeniz’deki tüccar sitelerinin
yarattığı ekonomik sistemin son hedefi olan sonsuz birikim
hedefine boyun eğme eğiliminin devamıdır.
11
BİRİNCİ B ÖLÜM
ULUSLARARASI EKONOMİK ALANIN OLUŞMASI
13
yetik pusulaya kadar bilinen birçok şeyin yanı sıra, mekanik
saatlere, dökme demire, çok yelkenli gemilere, kantitatif hari
tacılığa kadar) Çin’den aldı. Buna karşılık, kapitalizmin doğu
şuna sebep olan Batı'nın ilerleyişinden farklı olarak, Çin’in de
nizlerde yayılması aniden, belli bir sebebi olmadan durdu ve
bundan sonra bir Çin kapitalizmi gelişmesi gerekiyorsa, bu
Çin’in dışında gerçekleşti.
Çin vakası, Batı Roma im paratorluğunun dağılmasından
sonra, Avrupa’yı Ortaçağ’daki ticaret devrimine ve modern ka
pitalizme yönelten evrimin istisnai niteliğini ortaya çıkarmış
tır. Birkaç on yıldır entegre bir sistem olarak yavaş yavaş bi
çimlenen dünya ekonomisi, aslında Avrupalı bir dünya ekono
misi, başka bir deyişle Avrupa merkezli ekonomik bir dünya
olmuştur. Jap on y a’nın bulaşıcı biçim de yükselm esinin ve
Çin’in görkemli uyanışının işaret ettiği farkları ayrıca dikkate
almak koşuluyla, bugünkü gelişimin bu Avrupa merkezli di
namiğin giderek yayılan bir uzantısı olduğunu söyleyebiliriz.
PAZAR KAPİTALİZMİNİN
ULUSLARARASI KÖKENLERİ
14
ma yönündeki doğal egilimi”ndedir. insanın değiştokuş yap
maya yönelik bu doğal eğilimi, siyasi ya da ahlâkî otoriteler ta
rafından bazı keyfi yasaklarla engellenmedikçe, işbölümünü,
dolayısıyla ulusların zenginliğinin temeli olan üretim yeterlili
ğini mümkün kılar.
Alışveriş alanlarının genişlemesi, hem uzmanlaşmış meslek
lerin ve faaliyet dallarının çoğalm ası, hem de her girişimin
kendi içinde işlerini teknik olarak bölmesi sayesinde, ekono
minin küresel üretkenliğini artırmayı sağlar. Smith’in, “biri de
miri liflere ayırır, diğeri onu gerer, üçüncüsü keser, dördüncü
yontar, beşinci de ucunu biler, vb.” şeklindeki ünlü iğne fabri
kası örneği yeniden ele alındığında, her bir uzmanlaşmış işçi
nin lam gün istihdam edilmesinin, ancak belirli bir satış hac
mi yakalandıktan itibaren verimli hale gelebildiği açıkça görü
lüyor. Bu anlamda Smith, “işbölümünün, pazarların menziliy
le sınırlı olduğunu” iddia edebilmişti.
Dolayısıyla ekonomilerin uluslararasılaştırılması, yerel dü
zeyde başlayan büyümenin organik sürecinin izlenmesinden
başka bir şey olamaz ve işbölümü de onun başlıca dayanağıdır.
Bu geleneksel anlayışa göre, uluslararası bir ekonomi oluşu
munu hazırlayan zincirin halkalarının sırası şematik olarak şu
şekilde özetlenebilir: başlangıçta temel ekonomik birimler (ai
leler, klanlar, köyler) dışa kapalı bir yaşam sürmekte ve üret
tiklerinin büyük bir kısmını tüketmektedirler; üretimin otar-
şik* düzenlenmesi aslında bir üretim fazlası olduğu durumda
alışverişlere alan sağlar, bu üretim fazlası başka birimlerin
ürünleriyle takas edilebilir; üretim fazlalarının değiş tokuş
edildiği pazarlar bu şekilde oluştu ve çarçabuk para ortaya çı
kıp üste verilen ürünün yerini aldı ve alışveriş imkânlarını ço
ğalttı. Pazarların mevcudiyeti ve para kullanımının yaygınlaş
ması giderek yerli üretimin otarşik yapısının yok olmasına ne
den olmuş ve üretim artık pazara yönelik olup kâr amacıyla
yapılır hale geldiğinden, faaliyetlerde uzmanlaşmayı körükle
miştir. Hemen ardından, işbölümü ticaretin yayılma ritmine
( * ) E k o n o m id e k en d i k e n d in e y e te rli o lm a • e .n .
15
uyarak derinleşmiş, licarel giderek faaliyetlerin tamamını çev
reler olmuş ve ticaret ağı, tek bir evrensel pazar oluşturacak
kadar sınırları aşmıştır.
İç P azarların Oluşumu
18
hakkında olanlara uygun olarak meslek odaları tarafından ha
zırlanmıştı. “Yerel ticaretle ithalat ticareti arasında daha da katı
bir ayrıklık ise, kentlerdeki kurumlann entegrasyonunu tehdit
eden hareketli bir sermaye karşısında kentsel yaşamın tepkisi
şeklinde olmuştur” [1944, s.98].
Ekonom i ders kitaplarında genellikle zenginliğin değerli
madenlerin birikim iyle bir tutulduğu himayeci bir doktrine
indirgenen merkantilizm, önceleri feodal rejimden gelen ulus-
devletlerin dayattığı iç pazarın, kentlerin ekonom ik ve top
lumsal himaye sistemine son vererek serbestleşmesi hareketiy
di. Devlet böylece, yabancı tüccarların en büyük dileğini yeri
ne getirerek onlara geniş bir iç pazarda faaliyetlerini sürdürme
olanağı tanıyordu. Tüccar sınıfıyla devlet arasında kurulan bu
ittifak, pazar ekonomisinin temel özelliği olan rekabet düzeni
nin doğmasına yol açacaktır.
Alışveriş alanının evrensele doğru genişlediğine dair klasik
mile karşı, Polanyi ekonom ik ve toplumsal yaşam bütünlüğü
nü yöneten kurum olarak pazarın uluslararası licaretlen doğ
duğu şeklinde tersine bir gidişat ortaya koyar. Iç ekonomik ya
pılardan kopuk olduğu için, uluslararası ticaret zenginliğin bi
rikmesini ve yoğunlaşmasını sağlamış, bu zenginliğin nasıl
yönlendirileceği de doğm akta olan ulus-devleller için çok
önemli bir iktidar oyunu olmuştu. Tüccarlarla prenslerin çı
karları birleşince, sanayi devriminin üzerinde yayılacağı iç pa
zarların oluşması mümkün hale gelmişti. Üretim alanına ma
kinelerin girmesi de, farklı üretim etmenleri (iş, arazi, para)
için pazarların kurulmasını teşvik edecekti, ki bunların sürekli
yararlanılabilir olması yatırımların verimliliği için kaçınılmaz
dı. Hemen ardından rekabetçi sisteme karşı duran geleneksel
toplumun son korkulukları da yıkılmış ve toplumun kendisi
ekonomik sistemin uzantısı haline gelmişti [1944, s. 111 ].
20
yüzyıllar arasında Avrupa, doğuda Macar, güneyde Müslüman
ve kuzeyde Normand işgallerine bazen başarıyla bazen başarı
sızca karşı koyan bir kaleydi. “Bu zavallı Avrupa geniş devlet
lerin ağırlığını taşıyamadı. Daha yeni kurulmuşken çöktüler
ve yok oldular. Hızla kurulan Charlemagne imparatorluğu da,
büyük imparatorun ölümünden az sonra dağıldı (814). Kutsal
Germen imparatorluğu kısa sürede büyük, yıkık bir ev haline
geldi. Böylece Batı İmparatorluğu küçük ve çok sayıda dere
beyliklere ayrıldı” [Braudel, 1963, s.354].
Bu derebeyliklerinin her biri siyasi ve ekonom ik olarak
özerk bir birim oluşturuyordu ve kendi savunma duvarlarıyla
pratik olarak ele geçirilemez haldeydiler. Toprak, asker! hiz
metleri karşılığında kralın derebeyine ya da daha yüksek bir
derebeyine veriliyordu. Yeni serf sınıfı tarafından işletiliyordu,
serfler geçmişle özgür olup nüfusları azaldığı ve fiziksel güven
likleri olmadığı için güçlülerin himayesine giren proleterleşmiş
ya da resmen köleleşmiş kişilerdi. Toprağın verdiği ürünün bir
kısmı köylüye, geri kalanı, ayrıca çeşitli vergiler alan derebeyi
ne veriliyordu. Bu feodal düzenin içinde alışveriş ve para dola
şımı en basil ifadelerine indirgenmişti. Toplumsal sınıf değiştir
mek diye bir şey yok gibiydi, herkesin statüsü doğumuyla be
lirleniyordu. Toprak değiştirmeleri de sınırlandırılmıştı. Serfler
derebeylerini özgürce terk edemiyor, derebeyleri de serilerini
ancak bütün derebeylikleriyle birlikte satabiliyorlardı.
Bir tek Batı’da ve Japonya’da görebildiğimiz bir özellik, fe
odal rejim bozulmaya başladıktan sonra, bir sonraki ekono
mik evrimde çok önemli bir rol oynayacaktı: toprağın miras
yoluyla intikali. Toprağın hükümdarın malı olduğu ve işlete
cek kişiye ömrü boyunca verildiği Antik Doğu imparatorlukla
rı (Mısır, Babil, Asur, Iran, vb.) ile Ortaçağ Doğu imparator
luklarının (Çin, Hint ve İslâm dünyası, vb.) tersine, Balı ve Ja
ponya uzun aile soylarının oluşumuyla ayırt ediliyorlardı. Bu
oluşum, yavaş yavaş biriken bir verasetin de temeliydi. Fer
nand Braudel’e göre [1985, s .72-74] tüccar burjuvazinin asır
lar boyu sırlından geçindiği bu soylar kapitalizmin ortaya çıkı
şında güçlü bir rol oynadılar.
21
K en tlerin Ö zerkliğ i
22
Roma Imparaiorluğu’nda iç içe geçmişti. Yasalar, stratejik mal
lar ve gıda ürünlerinin ihracatını yasaklayarak dış ticareti sıkı
bir şekilde kısıtlamıştı. Ticari ve mali faaliyetlere değer veril
mezdi, egemen sınıfa layık görülmezdi, fakir vatandaşların
toplumsal durumlarını düzeltmek için yararlı oldukları düşü
nülürdü. Servet biriktirmek kendi içinde bir amaç olarak algı-
lanmazdı. Sadece kamu hayatına girmenin yoluydu. Birikim
oluşur oluşmaz toprak mülkiyetine ya da savurgan tüketime
harcanırdı. Tek kelimeyle, "kâr arayışı değil, toplumsal statü
arayışı birincil kaygıydı” [a.g.e.].
Orlaçag’ın özgür Baıı kentleri, tersine, toplumsal statü ve
mali birikimin birbirlerine karışmaya çalıştıkları toplumsal ya
pının ilk örneğidir. Zayıf bir merkezî gücün denetiminde de
ğildirler, bununla beraber ayrı bir siyasi ve askerî güç de oluş
turmazlar (Baechler, 1971, s .1131. Bu bakımdan birer askerî
birim olarak ortaya çıkan ya da W eber’in deyimiyle savaşçı
birlikler gibi görülen Eski Yunan ve Mezopotamya kentlerin
den temel bir şekilde ayrılırlar. Buna karşılık Ortaçağ Avrupa-
sfnın tüccarı, kendisine kapalı kalan siyasi alanın çekiciliğine
kapılmaz. Servet biriktirmek böylece. Ortaçağ Avrupası’nın is
tisnaî siyasi kontekstinde sınırsızca yayılma fırsatı bulan kendi
içinde bir hedef haline gelir. Her tür devlet müdahalesinden ve
aynı zamanda her tür siyasi vakit kaybından kurtulmuş Orta
çağ kentleri, özellikle de kıyı kentleri ekonomik faaliyete ilk
defa özerk bir biçimde gelişme imkânı tanımışlardır.
Böylece, 10. yüzyıldan itibaren, sonunda istila tehditlerin
den kurtulan Hıristiyan Avrupa’da, ticari devrime giden iki yol
Çizilmiştir. Birincisi, Kuzey İtalya’daki şehir devletleriyle baş
lar ve hızla 15. yüzyıla kadar uzanır. Bu dönemde, servet biri
kimi görülmeye değerdir, ancak büyüme ve sanayi kapitaliz
mine geçiş gerçek bir iç pazarın yokluğu yüzünden engellen
miştir. Çok daha yavaş olan ikinci yol, ulus-devlellerin oluştu
ğu yoldur. Tüccar sınıflar Ortaçağ’da daha şevksiz gelişirler,
ama güçlü devletlerin sağladığı askerî ve lojistik destekten,
merkaniilist devrimin bir araya getirdiği iç pazarlarda olduğu
kadar dışarıda da bütünüyle faydalanırlar.
23
Bir A kden iz’den D iğerine
24
kert güvence altına alacak Hansa ligini oluştururlar. Bizans’ın
düşüşü ile beraber Iskandinavlarm da 11 ve 13. yüzyıllar ara
sında iktisadi ve ticari açıdan zayıflaması Alman tüccarların
Doğu’ya girmesini kolaylaştırır.
“İki Akdeniz”in birbirine bağlanması öncelikle Alpler üze
rinden geçen karayolu sayesinde gerçekleşir. 12. yüzyılda böl
gesel fuarlar devri de başlar, bu fuarlar içinde en ünlüsü Şam
panya bölgesi fuarlarıdır. Sabit bir pazar oluşturan bu fuarlar,
İtalya’dan Hollanda’ya, Almanya’dan Iber Yarımadası’na, Avru
pa’nın kuzeyli ve güneyli bütün tüccarlarını bir araya getirir.
Kuzeyin yünlüleri ve kumaşları buralarda Fransız şarapları ve
İtalyanların Doğu'yla yaptıkları ticaret sayesinde getirdikleri
kumaş ve baharatlarla değiş tokuş edilir.
1292’de Kastilyo-Ceneviz akınıyla Cebelitarık Boğazı alının
ca Avrupa’yı dışarıya bağlayan önemli bir kapı da açılmış olur.
Ingiltere ve Flandre’ye giden yol böylece açılmış olur ve navi-
gasyondaki ilerlemeler sayesinde bu yol çabucak kullanılır ha
le gelir.
O rtaçağ Prehapitalizıni
26
carların inisiyatifleriyle loncalar kurulur. Bir yüzyıl sonra,
tekstil sanayi bütün Hollanda'da, Kuzey Fransa’da, Güney İn
giltere’de ve Kuzey İtalya’da yayılır. Daha sonra, bu tür kapita
list kuruluşlar madencilik, gemi inşaatı ve metalürji gibi diğer
sanayi sektörlerine atlamayı deneyeceklerdir. Yine de sanayi,
ekonomik yaşamı etkileyen değişimlerin çoğunun merkezinde
olan ticaret faaliyetinin sadece bir yan koludur.
Şeffaflık ve kontrolden kaçan bu büyük ticaret, Braudel’in
belirttiği gibi [1985, s.55], alışverişlerin çok küçük bir kısmını
kapsar. Pierre Chaunu’nün iletişim daireleri teorisine göre
[1977], Ortaçağ’da bir çiftçinin tükettiği ürünün yüzde 90’ı,
oturduğu alanın etrafındaki 5 km’lik bir daire içinde kullanılır.
İkinci değişim dairesi küçük bir ülkenin alanı kadardır. Birinci
dairenin halkalarını aşan ürünlerin yüzde 9 0 ’ı yaklaşık bir ki
lometre karelik bir yüzeyde, bir günlük uzun bir yürüyüşle
katedilebilecek bir alanda dolaşırlar. Üçüncü daire, yani kalan
onda birin onda biri olan daire ise uzak licaret dairesidir. Ama
en dikkate değer kâr bu son daireden elde edilir. Genellikle
son derece eşitsiz bir biçimde yapılan bu alışverişler yoluyla
prenslerin tüccarları ve bankacıları servetlerini oluşturur, Av
rupalI dünya ekonomisi ortaya çıkar, kapitalizm ve ekonomi
nin küreselleşmesi de bunun sonucu olacaktır.
30
Ekonomik gücün İspanya ve Portekiz kanalıyla Avrupa’nın
güneyinden kuzeyine, İtalyan site-devletlerinden Birleşik Eya-
letler’e geçmesi, iktisat tarihinin en tartışmalı noktalarından bi
ridir. Bazı yazarlar, Hıristiyan Avrupası’nın imparatorluk halin
de yeniden birleşme hayalleri yüzünden kuramların zayıfladığı
na, siyasetlerin uyumsuz olduğuna ve kaynakların savurganca
tüketildiğine ısrarla dikkat çekiyorlar [Cameron, 1989, s. 133-
139], Baechler gibi bazı yazarlar da [1971, s.125], 1492’de Ya-
hudilerin sürülmesinin getirdiği korkunç sonuçlar bir yana,
Amerika’nın sömürgeleştirilmesi için harcanan inanılmaz çaba
nın Ispanya’nın canlı gücünü azalttığını ileri sürüyorlar.
Bir başka açıklama da Richard Rapp tarafından getiriliyor
[1975]. 1570’li yıllardan itibaren Akdeniz dünyasının ürünle
rini taklit ederek, onların zenginliklerini ele geçiren ve sanayi
lerini harap eden kuzeyli korsan-ıüccarların Akdeniz dünyası
nı nasıl yağmaladıklarını gösteriyor. Gerçeklen de askerî ol
sun, entelektüel olsun, korsanlığın ehemmiyeti göz ardı edile
mez. Ingiltere’ye önemli boyutla kaynak getiren korsan Fran
cis Blake ulusal kahraman ilân edilmiş ve İngiltere Kraliçesi
E lizabet tarafından şövalye unvanına layık görülm üştür.
1588’de Yenilmez A rm adanın uğradığı hezimet, İspanyolların
Atlantik’teki hâkimiyetinin sonu olur. O andan itibaren Ingi-
lizler, Fransızlar ve HollandalIlar Amerika’ya yerleşebilecekler
dir. Yeni-Amslerdam (New York) 1626’da kurulur.
(* ) W allerstcin'in cconom y-w orld kavram ını ekonom i-dünya diye değil, dünya
ekonom isi diye çevirmeyi tercih ettik - e.n.
31
masıyla birlikte finansal teknikler yetkinleşir. Şubeli şirketle
rin ortaya çıkmasıyla, bir iş merkezi iflas ettiğinde bütün bir
şirketler grubunun tamamen çökmesi önlenmiş olur, böylece
girişimlerin yapıları daha esnek hale gelir. Deniz ticareti, bü
tün büyük Avrupa limanlarındaki denizcilik sigortası şirketle
rinin gelişmesinden yararlanır. Mali yoğunlaşma olağanüstü
bir hale gelir. Dönemin en büyük ticaret ve banka şirketini yö
neten, Charles Quint’in de yatırımlarını finanse eden Fugger-
lerin serveti bunu gayet iyi açıklıyor.
Ama yine de en derin iz bırakan olgu hiç kuşku yok ki, Av
rupa’nın dünyaya hükmetmesi ve bundan kaynaklanan iktidar
rekabetidir. Braudel ve Immanuel Wallerstein’in ileri sürdüğü
ekonomi-dünya kavramı bir dünya ekonomisini değil, müda-
hillerinin (siıe-devletler, ulus-devleller, hatta imparatorluklar)
esasta ekonomik ilişkilerle birbirlerine bağlı oldukları çoku
luslu, hiyerarşik, ama siyaseten birleşik olmayan ekonomik
bir alanın yapılanmasını ifade eder. Avrupa’nın karakteristiği
olan siyasi çoğulculuk dünya ekonom isini imparatorluktan
ayıran şeydir. Wallerslein’e göre ise, [1974, s. 15] Avrupa’dan
önce var olan dünya ekonom ilerinin (Mezopotamya, Antik
Akdeniz, Roma, Çin ve İran) başlıca özelliği, bunların sonuçta
imparatorluklara dönüşmesiydi. Buna karşılık Avrupalı dünya
ekonom isi, Charles Q uint’nin girişim lerinde olsun, Napol-
yon’un savaşlarında ya da Nazi Almanyası’nm Kıta Avrupası’nı
esirleştirmesinde olsun, her zaman zor kullanılarak bütünleş
meye direnç göstermişlir [Baechler 1971, s. 122]. Kapitalist bi
çimde, alışverişlere eşlik eden teknolojinin de gelişmesiyle, si
yasi birliğinin kurulmasına karşı gereken panzehiri sistematik
olarak üretmiştir. Buna, birkaç yüzyıllık varoluşundan sonra
dünya çapında olma olgusu da eklenir.
Avrupalı dünya ekonom isi her ne kadar her bir devletin
içinde bölümlere ayrılmış halde kalsa da, 16. yüzyıldan itiba
ren bütün dünyaya yayılır. Bu ekonominin merkezi kısa za
manda Hollanda, daha açık olarak Amsterdam olur ve bu Bir
leşik Eyaletlerle Ispanya’yı karşı karşıya getiren uzun savaştan
(1568-1684) çok daha önce gerçekleşir. İç içe geçmiş halkalar
32
dan oluşan bu yapıda ekonom ik ağırlık azaldıkça merkeze
olan bağımlılık da artmıştır [Braudel, 1985], İlk halka, Avru
pa'da hegemonya kurmayı isteyenlerden [Ingiltere, Fransa]
oluşmuştur. Bölgesel ekonomileri kendisine bağlayan bazı si
yasal birlikleri soyutlarsak, Hollanda, Güney ve Doğu Ingiltere
ile Kuzey Fransa’dan oluşan topluluk 1600’lere doğru bu siste
min merkezi konumuna gelir [Wallerstein, 1980, s.37]. İkinci
halka, hegemonya savaşının dışında kalan, ama ekonomik po
tansiyelin hâlâ önemli olduğu alanları kapsar (Kuzey İtalya, İs
panya, Portekiz, Kuzey Almanya ve Ballık kıyısındaki kentler -
Alman tüccarlar buradaki ticaretin kontrolünü yavaş yavaş
HollandalIlara ve lngilizlere kaptırmışlardır). Sistemin etrafını
oluşturan son halka ise İskandinavya, Iskoçya, Doğu İrlanda,
Güney İtalya ve Amerika'daki sömürgelerden müteşekkildir.
Burada anlamlı bir nokta, merkezden uzaklaşıldığı oranda
siyasal özgürlük artıyor, oysa üretim ilişkileri gittikçe daha ar
kaik bir hal alıyor. Sömürgelerde ekonomik sistem bütünüyle
esirlik düzeni üzerine kuruludur. Doğu Avrupa’da, serilik dü
zeni Ortaçağ’dakinden bile daha vahşi bir biçimde sürmekte
dir. Buna karşılıkk merkezde, siyasi özgürlüğün yanında eko
nomik zenginlik de vardır. Daha o zamandan itibaren, yüzyıl
lar boyunca sürecek uluslararası ilişkileri derinden etkileyecek
farklılaşmaların bazıları ortaya çıkmıştır.
Merkantilizm ya da İktidarın
Hizmetindeki Kapitalizm
38
belirttiği gibi [1985, s. 103], milli ekonomilerin oluşmasıyla,
devletler tarafından yapılandırılan siyasi alanlar temeli üzerine
kurulmuş ekonomik alanlar ortaya çıktı. Burada siyasi yapı
landırma ile anlatılmak istenen, tek bir ulusal dilin ya da dinin
zorla dayatılmasıdır, güçlü ve baskıcı merkezî idarelerin nü
fusları sınırlandırmasıdır, Michel Foucault’un de eserinde çar
pıcı bir biçimde belirttiği dönüşümdür.
Tüccarların saldırganlığına en sert tepki emek alanında (ve
İngiltere’de tarım alanında) verilmiştir. Loncaların bir “emek
pazarı” oluşturulmasına karşı, başka bir deyişle çalışma koşul
larının kuralsLzlaşiırılmasına karşı direnişleri 18. yüzyılın so
nuna kadar sürer. Fransa’da loncalara tanınan ayrcalıklar an
cak 1776 yılında Turgot tarafından kaldırılabilecektir. İngilte
re’de zanaalkâr yasası 1 81 4’te kaldırılır. Meslek loncalarının
böylesi yavaş yavaş yok oluşu, ticari kapitalizmin imalatçılar
üzerindeki artan hâkimiyetini gösteriyor.
OrLaçağdan beri sınaî faaliyetlere hâkim olan loncalar ayrı
calıklı yapılarını ancak, eşit büyüklükteki birkaç küçük işlet
meden oluşan çekirdek üretim yapıları çerçevesinde muhafaza
edebiliyorlardı [Garden, 1978]. Sınaî yoğunlaşmadaki yükseliş
ve sınaî faaliyetlerin şehirlerden kırsal kesime ya da büyük şe
hirlerden küçüklere doğru kayması, tüccarların bu direnişi
kırmalarını sağlayacaktır. Çağdaş dönemin tipik olaylarından
biri de, iş dünyası ile ilgili mevcut kuralları yıkmak amacıyla,
sınaî faaliyetlerin merkezden dışa doğru yer değiştirmesi ola
yıdır. Bu da eski bir stratejinin yeniden hayata geçirilmesinden
başka bir şey değildir. Polanyi’nin de tespit ettiği gibi, merkan-
tilist dönemde kırsal kesim hâlâ bir dünya ekonomisinin çev
resinde yer alıyordu. Kıtasal alanların kapalılığını kırıp, bura
lara nüfuz ederek gelişen bu ekonomi, yönü dıştan içe, ulusla
rarası ticaretten iç ticarete doğru olan bir hareket sunuyordu.
40
rı, ithalata karşı önlem almak ve ihracatı teşvik etmek yoluyla
iç üretimi kışkırtmaktı.
Dış ticaret açığı üzerindeki olumlu etkilerinin ötesinde, bu
politika vergi tabanını genişleteceğinden, devletin gelirlerini de
artırmalıydı. Daha genel olarak, üretim işinin, ticaretin ve sö-
mürgesel genişlemenin desteklenm esi, bu doktrinin başlıca
konularıdır ve hepsi, devletin gücünü artırmaya adanmışlardır.
Bu yaklaşıma hakkını veren, anlamlı bir biçimde, Slate making
teorisini 19. yüzyıl sonunda geliştiren Gustav von Schmoller
gibi Alman yazarlar oldu. O sıralar siyasi birliğini yeni yeni
oluşturan Almanya, bütün gücünü ağır sanayi kurmaya ve sö
mürge elde etmeye yönlendiriyordu. Almanya’da ayrıca, Fried
rich List tarafından yeni doğan sanayilerin korunması yönün
de -bugün gelişmekle olan ülkeler bunlardan hayli faydalanı
yor- argümanlar da ileri sürülmüştü (ileride göreceğiz).
Klasik Düşünce ya da
Uluslararası İşbölümünün Savunulması
42
diren iç pazarının küçüklüğüyle de açıklanabilir. Adam Smith
ve David Ricardo’nun teorisini geliştirdikleri klasik politika
ekonomisi daha sonra İngiltere tarafından da benimsendi.
Ja p o n y a Vakası
50
ya’ya karşı kazandığı görkemli zafer, ona Mançurya’nın kay
naklarına el koymak ve uluslararası planda bir güç olma ola
nağı verir.
52
nopolis Haçlılar tarafından ele geçirildikten sonra Venedik’in
13. yüzyılda Bizans Imparatorluğu’nun siyasi yönetimini üst
lenmeyi reddetmesinin buna ilk örnek olduğunu ortaya ko
yuyor [1974 s .16].
Avrupalı ekonomi-dünyanın kapitalist özelliğinden evren
sellik eğilimi, yani dünya alanının bütününe, bu alanın hete
rojenliğinden faydalanarak yayılma eğilimi ve her şeyi pazar
ürününe dönüştürme eğilimi fışkırıyor. Burada Polanyi’nin,
kendi kendini düzenleyici pazarın ortaya çıkması sorunsa
lıyla karşılaşıyoruz. Başka bir deyişle, genel mantığı rekabet
ilkesine dayanan toplumsal bir düzen sorunsalıyla karşılaşı
yoruz.
Güç D engesi
P eriferi K avram ı
Siyah A frika
Islâm Dünyası
Asya
D em ografik K apaç
67
İKİNCİ B ÖLÜM
BÜTÜNLEŞTİRİCİ Ö ZEL SEKTÖR MANTIKLARI
69
Arlık merkezi Avrupa olmayan eski Avrupalı dünya ekono
misi bu bunalım ve büyük savaştan her şeye rağmen yenilen
miş bir kuvvetle çıkar. Ticaret ve finansman ağları bozulsa da,
komünist dünyanın kendisinden koparıldıgı, ama serbest tica
ret, rekabet ve etki mücadeleleri için bağımsızlaşma antlaşma
larına açık bir siyasi alanda yeniden yayılabilir. Ekonomik ola
rak istikran, askerî olarak da emniyeti Amerika Birleşik Dev-
leıleri’nin hegemonya gücü tarafından sağlanan kapitalist dün
ya ekonomisi böylece küreselleşir.
Belli bir görüşün aksine, bu küreselleşme savaş sonrası geti
rilen parasal, mali ve ticari düzenlemelerin bir sonucu değil
dir. Bretton Woods anlaşmalarının, iki savaş arası parasal dü
zensizlikten sorumlu tutulan sermaye hareketliliğini artırmayı
hedeflemiyor olması anlamlıdır. Savaştan sonra getirilen ulus
lararası kurallar son derece geleneksel bir devletlerarası sistem
mantığı içindedir. Uluslararası para ve ticaret ilişkileri ekono
mi tarihinde ilk defa çokyanlı bir temelde düzenlendiğine gö
re, bu sistemin özünü teşkil ettikleri dahi söylenebilir.
Küreselleşmeyi daha uygun bir biçimde bu kuralların sınır
larını çizme süreciyle, onların yırtılma ve sonunda parçalan
malarından büyük ölçüde sorumlu olan süreçle bir tutabiliriz.
Küreselleşme her şeyden önce, özel sektör merkezli bütünleş
me mantıklarının ürünüdür. Bunlar, hem özel hukuk alanının
aktörleri tarafından hayata geçirildikleri gibi, hem de bu ak
törlerin tâbi oldukları devletlerin çıkarlarıyla her zaman kesiş
mezler. Aynı Keynesgil döneme özgü ulusal anlaşmaları boz
dukları gibi, merkantilisı dönemde devletler ve tüccarlar ara
sında kurulan ittifakları bozma eğilimindedirler. Sismondi’nin
dediği gibi, bunun amacı alışverişe getirilecek bütün engeller
den kurtulmuş, bütünüyle arz talep kanununa tâbi olmuş tek
bir evrensel pazar, "büıün evrenin pazarı” şeklindeki liberal
fanteziyi daha iyi canlandırmak içindir.
Tarih boyunca ulusal kapitalizmlerin merkezlerine iç pazarı
alma safhası, kapitalizmin bütün dünyaya egemen olma yo
lundaki uzun ilerleyişi için gerekli aşama, mecburi geçiş nok
tası gibi olmuştur. Küreselleşme böylece, Akdeniz’de yaklaşık
70
bin yıl önce başlayan bir sürecin devamına denk düşer, en bü
yük ivmeyi de 15 ve 16. yüzyıllardaki dışa açılma sırasında al
mıştır. Bütün yaptığı, kapitalizme özündeki uluslararasından
çok ulusötesi başarılarını yeniden kazandırmaktır Bu da, dev
letler yerine sınırlar, uluslar yerine geleneklerle iştigal edip her
şeyi sırr değer kanununa tâbi kılmaktır.
72
TABLO I
Dünya ihracatının Kompozisyonu
1913-1997 (yüzde toplam )
73
gin bir ülke, sermaye yoğunluğuyla üretimini ucuza mal ede
cektir çünkü sermayenin maliyeti düşük olacaktır. Böylece her
ülkenin, kendisinde bol bulunan üretim faktörlerine göre üre
timde uzmanlaşması o ülkenin yararına olacaktır. Bununla
birlike, sermaye talebi (dolayısıyla sermayenin fiyatı) sermaye
nin yoğun, nüfusun az olduğu ülkelerde arlarken, emek talebi
ise (dolayısıyla emeğin fiyatı), sermaye yönünden fakir ama
yüksek nüfuslu ülkelerde artacaktır. Üretim faktörlerinin fiyatı
uluslararası boyutla eşitlenme eğilimi gösterecektir ve bunu
da üretim faktörlerinin uluslararası hareketliliğinin yokluğun
da yapacaktır.
Neoklasik yaklaşım, karşılaştırmalı verimlilik yeLkinliği, ya
ni rekabet üzerine değil, nispi kıtlık, yani tamamlayıcılık üze
rine kurulu alışveriş açıklamasına geri döner. Bu anlamda, ta
rihle ters düşme riskine rağmen, bu yaklaşımı neredeyse Ri
cardo öncesi bir yaklaşım olarak değerlendirebiliriz. Bu tür
varsayımlardan dolayı diskalifiye olan HOS teoremi de üretim
faktörlerinin fiyatlarının eşitlendiği yolunda bir sonuca var
maktadır. Faiz oranlarının uzun vadede eşitlenme eğilimi (kâr
oranlarının değil) mali piyasaların dünya ölçeğine fazlaca en
tegre olma olgusuyla mümkün olsa da, uluslararası hareketlili
ği sıfır olmayan emek faktörü için böyle bir şey yoktur. Aslın
da, periferideki ücretlerde bir telafi sürecine girilm esi, kol
emeği yoğun olan üretimlerde uzmanlaştığı için değil, tam ter
sine çoğunlukla yabancı sermayelerin desteğiyle bu tip uz
manlaşmalardan kurtulup daha fazla sermaye ve teknik iş bil
gisi içeren üretimlere giriştiği içindir.
Tamamlayıcılık ilkesi de, kabul edilmiş veya ettirilmiş ol
sun, farklı gelişme düzeylerine sahip bölgeler arasındaki mal
alışverişlerinde çok önemli bir rol oynamaktadır. 1998’de bu
ürünlerin dünya genelinde ticaretinin üçte birinden biraz faz
lası değişik gelişmişlik düzeylerindeki bölgeleri ilişki içine so
kuyordu (bkz. Tablo II). Gelişm ekte olan ülkelerin imalat
ürünleri ihracatındaki yüksel işlerini hesaplamak için altmışlı
yılların sonundan itibaren yeniden ortaya atılan uluslararası
işbölümü kavramı, “dikey” diye tanımlayabileceğimiz bu tip
74
alışverişlere özgü kullanılır, çünkü ücret maliyetlerindeki bü
yük farklılıklar üzerine kuruludur. Rekabet ilkesinin egemen
olduğu gelişmiş ülkeler arasındaki “yatay” alışverişlerde daha
az belirleyicidir. Bu gelişmekle olan ülkelerdeki ihracatın ge
lişmiş ülkelerin geleneksel sanayileriyle rekabete girmediği an
lamına gelmez elbeüe. Sonuçta, bu tip üretim (tekstil, deri,
ağaç, oyuncak elektrik malzemeleri sanayii vb.) başlıca teknik
yenilikler dışında, düşük ücretli bölgelere kaymaya mecbur
dur ve bundan kurtulmayı beceremeyen ya da kurtulmakta
geciken eski sanayi ülkeleri de yan periferik bir konuma kay
ma tehlikesiyle karşı karşıyadır.
TABLO II
Farklı Gelişmişlik Düzeyine Sahip Bölgeler Arasında
Sanayi Ürünleri Ticareti Matrisi, 1998
(Dünya imalat ürünleri ticaretinin yüzdesiyle)
Yönelinerı ülkeler
Kaynak ülkeler SÜ GAÜ DGÜ DA Dünya Bakiye
Sanayileşmiş ülkeler ( SÜ)* 60 8 7 3 78 +3
Gelişen Asya ülkeleri (GAÜ) 11 4 1 0 16 +4
Diğer gelişen ülkeler (DGÜ) 2 0 1 0 3 -6
Doğu Avrupa (DA) 2 0 0 1 3 -1
Dünya 75 12 9 4 100 0
(*) Meksika dahil.
Kaynak: CEPII [2000]. L'İconomie mondiale 200V, (yazarın hesapları).
75
Dünya Ticaretinin D inam izm i
76
enerji gibi, en iyi durumda, ticareti üretimiyle aynı hızda geli
şen üretim faaliyetlerinde o kadar yerleşmemiştir. “Hizmet”
sektöründe de uluslararası rekabet güçlüdür. Bu sektörde tu
rizm, seyahatler, uluslararası güvence gibi geleneksel faaliyet
gelirleriyle uluslararasılaşma hareketine daha doğrudan bağlı
faaliyet gelirlerinin (dağıtım, danışma, reklam, mühendislik,
telekomünikasyon...), dışanya borç olarak verilen ya da yatırı
lan sermayelerin gelirleriyle göçmen işçilere ayrılan ödenekle
rin bir arada gittikleri ödemeler dengesi ve milli muhasebede
hep yanlış tanımlanır. Sermaye gelirleri ve karşılıksız ödemele
ri saymazsak, ticari hizmet alışverişinin ağırlığı 1970’te dünya
GSYIH’nın yüzde 2’sinden 1 9 9 6 ’da yüzde 4 ’üne çıkacaktır
[GATT],
Ticaret Ağlan
78
büyüme farklarına (rekabet ilkesi), hem de şirketlerin gerçek
leştirdiği üretim faaliyetlerinin yerelleştirilm e stratejilerine
(uzmanlaşma ilkesi) duyarlıdır. Son yıllarda mamul madde ti
caretinde üç büyük eğilim ortaya çıkmaktadır. Birincisi ulusla^
rarası ticaretin bölgesel olarak kutuplaşmasıyla ilgilidir. Uzun
bir süre Avrupa merkezli kalan dünya ticareti, İkinci Dünya
Savaşı’ndan sonra Amerika Birleşik Devletleri’nin üstünlüğü
nü onaya koymasıyla iki kutuplu hale geldi. Japonya’nın, ar
dından da Asya’nın “yeni sanayileşen ülkeleri’’nin (YSÜ), sıra
sıyla Hong Kong, Tayvan, Güney Kore ve Singapur) güçlen
mesini, bütün Uzakdoğu’ya yayılma eğilimindeki üçüncü bir
bölgesel üretim kutbu izler.
III. Tablo’da, mamul maddelerin dünya genelinde ticareti
büyük bölgesel kutuplara göre sınıflandırılmıştır: Kuzey Ame
rika (Amerika Birleşik Devletleri, Kanada, Meksika), Batı Av
rupa ve Japonya, Avustralya ve gelişmekte olan Asya’dan olu
şan grup. Bu kutupların her biri için hem ihracat hem ithalat
açısından bölge içi alışverişler birinci sıradadır. 1998’de her
bir kutbun kendi içindeki alışverişleri dünya genelinde mamul
mal ticaretinin yarısından fazlasını teşkil ediyordu, aralarında
ki ticaret ise yüzde 30'du. Bunun aksine, diğer bölgelerle (La
tin Amerika, Afrika, Ortadoğu ve Dogu Avrupa) ticaret dünya
genelinde mamul mal ticaretinin ancak yüzde 16’s ını oluşturu
yordu, bu rakam 1979’da yüzde 21’di. Anlamlı bir biçimde,
özellikle Sovyet Bloku’nun çözülmesiyle, bu diğer ülkelerin
kendi aralarındaki ticaret 1998’de önemsizdi ve 1979’a göre
iyice azalmaktaydı.
ikinci büyük eğilim, uluslararası ticaretin ağırlık merkezi
nin Atlantik’ten Pasifik’e doğru kaymasıdır, bu da Uzakdo
ğu’nun ve Kuzey Amerika pazarıyla hâlâ ayrıcalıklı olan ilişki
lerinin yükselişini anlatıyor. Bu yer değişim Avrupa’nın aleyhi
ne gerçekleşiyor, çünkü 1979-1998 yılları arasında Avrupa’nın
mamul madde ihracatı yüzde 19’dan 15’e düştü. Dünya sınaî
ticaretinin yüzde 27’siyle, ama ithalatın sadece yüzde 18’iyle,
Uzakdoğu artık dünya ticaretinde Meksika dahil Kuzey Ame
rika'dan daha ağır basıyor. Amerika ve Avrupa pazarlarının
79
açılmasından geniş öçüde yararlanan Uzakdoğu bu bölgelerin
mamul ürünlerine tamamen açılmıyor, böylece belli bir ticaret
fazlası ortaya çıkıyor, bu sebeple de iki büyük güçle arasında
kalıcı bir gerilim oluşuyor.
TABLO III
1979 ve 1998 Yıllarında Büyük Bölgesel Kutuplara Göre
Uluslararası Sınat Ürünler Ticareti Matrisi
1998
Yönelinen ülkeler
Kaynak ülkeler KM BA JKA DB Dünya Bakiye
1979
Yönelinen ülkeler
Kaynak ülkeler KM BA JKA DB Dünya Bakiye
Kuzey Amerika (KM) 6 4 3 4 17 0
Batı Avrupa (BA) 5 39 3 11 58 +9
Japonya ve Kalkınmakta
olan Asya (JKA) 5 4 6 3 18 +6
Diğer Bölgeler (DB) 1 2 0 4 7 -15
Dünya 17 49 12 22 100 0
Kaynak: CEPII (2000] L'Bconomie Mondiale 1996; (yazarın hesaplaması).
80
Birligi’nde 16.000 ve NAFTA’da 21.000 dolardır) 2035 yılı do
laylarında kapanabilir.
Üçüncü büyük eğilim ise merkez-periferi arasındaki ilişkile
rin bölgeselleşmesidir, bir başka deyişle bu üç büyük küresel
ekonomik gücün (Amerika Birleşik Devletleri, Avrupa Birliği
ve Japonya) her birinde belirli etki alanlarının ortaya çıkması
dır: bunlar, Amerika Birleşik Devletleri için Latin Amerika; Ja
ponya için Uzakdoğu ve Güney Asya; Avrupa Birliği için Doğu
Avrupa, Ortadoğu ve Afrika’dır. Dünya ticareti düzeyinde de
görülen bu eğilim (bkz. Tablo IV), Kuzey’den Güney’e yapılan
doğrudan yatırımların coğrafi yönelimi ve finans akışında da
vardır. Dünya ticaretinin üç büyük kutbunun -triad- kendi iç
lerindeki ticaretin baskınlığı dünya ticaretinin “dikeyleşmesi”
olarak da yorumlanabilir ve bu durum, büyük ekonomik güç
ler arasında büyük bir kriz olduğunda uluslararası alanın ay
rışması tehlikesini doğuruyor.
TABLO IV
Dünya Ticareti 1998 1 Kuzey-Güney, Bütün Ürünler
(Toplam dünya ticaretinin yüzdesi olarak)
Yönelinen ülkeler
Bütünleşme
Kaynak ülkeler KLA A AO JAA Dünya Oranı*
Kuzey ve Latin Amerika (KLA) 13 S 4 22 59
Avrupa, Afr., Ortadoğu ( AAO) 6 41 6 53 77
Japonya, Asya, Avustral., (JAA) 8 7 10 25 43
Dünya 27 53 20 10 -
Bütünleşme Oranı 48 78 53 - -
(*) Her bir büyük bölgenin toplam ticaretinde bölge içi ticaretin payı (yüzde olarak).
Kaynak: CEPII (20001, L'Economie mondiale 2001: (yazarın hesaplaması).
84
koşullarda ne kadar yasal olursa olsun, ciddi biçimde zincirle
me misilleme önlemlerinin alınması riskini taşır, bunlar da
dünya ekonomisi için bir felaket anlamına gelebilir.
KÜRESELLEŞMENİN MERKEZİNDE
ÜRETİM MANTIKLARI
87
terir. Altmış ve yetmişli yıllarda yüzde 5 ya da bunun altında
olan DUY stokunun küresel GSYIH’ya oranı 1995’de yüzde
10’u yakalar ve 1998’de yüzde 14’e yaklaşır. Bu fırlamanın et
kenleri arasında beş tanesi çok önemlidir: Japon ve Avrupa pa
ralarının 1985-1995 arasında dolara göre değer kazanması bu
iki bölgedeki şirketleri uluslararasılaşma konusunda cesaret
lendirmiştir; Avrupa Ortak Pazarı’nın ve NAFTA’mn kurulma
sıyla bölgesel entegrasyon çabaları yoğunlaşmıştır; seksenli
yıllarda birleşme ve ele geçirme hareketlerinde patlama olmuş
tur; gelişmekle olan ülkeler ve Doğu Avrupa ülkelerindeki
özelleştirme programlarının yoğunluğu yalırım rejimlerinin
sürekli liberalleşmesiyle birleşmiştir; Doğu Asya ve özellikle
de Çin pazarlarının cazibesi artmıştır.
Seksenli yılların ortalarından itibaren DUY’lardaki bu atılım
üretimin uluslararasılaştırılması fenomenine alışverişlerin ulus-
lararasılaştırılmasından daha büyük bir ağırlık kazandırır. 1998
yılında UNCTAD’dan alınan verilere göre, 60.000 çokuluslu şir
ket tarafından kontrol edilen 500.000 ticaret zincirinin küresel
cirosu 11.000 milyar dolar olarak tahmin edilmişti, oysa dünya
hizmet ve mal ticaretinde bu rakam 7.000 milyardı. Doğrusu,
üretimin uluslararasılaştırılması dünya licaretindeki dinamizmi
büyük ölçüde açıklamalı. Dünya hizmet ve mal ticaretinin üçle
birinin çokuluslu şirketler arasındaki “şirkel-içi” alışverişlere
denk düştüğü tahmin ediliyor. Diğer bir üçte biri ise çokuluslu
şirketlerin ve bunların ticaret zincirlerinin “şirket-dışı” satışları
na denk düşüyor. Sanayileşmiş ülkelerdeki dalgalanmalara bağ
lı devrevi sapmalar dışında, küresel GSYİH’da uluslararasılaş-
mış üretimin ağırlığı (1985’te yüzde 5’e karşılık 1998’de yüzde
9 dolaylarında) güçlenmeye devam edecektir.
TABLO V
Doğrudan Yatırımlar Stok Matrisi
(Küm ülatif Akış) Bütün Sektörler, 1990
(Dünya doğrudan yabancı yatırım lar stokunun yüzdesi olarak)
Yönelinen ülkeler
Kaynak ülkeler SÜ ABD BA JA Dİ KOÜ
Sanayileşmiş Ülkeler (SÜ) 78 22 44 2 10 16 94
ABD (ABD) 19 - 13 1 5 6 25
Batı Avrupa (BA) 46 14 27 1 4 6 52
Japonya (JA) 9 e 2 - 1 3 12
Diğer (Di) 4 2 2 - - 1 5
Kalkınmakta Olan Ülkeler (KOÜ) 4 2 2 - - 2 6
DOnya 82 24 46 2 10 18 100
Kaynak: Oe Laubier [1993] IMF ve ülke kaynaklan verilerine göre yazarın hesapları.
89
rarşisi hiç değişmiyor. Avrupa ve Amerika Birleşik Devleile-
ri’nden her biri hâlâ dünya DUY stokunun üçte birini elinde
lularken Japonya ancak altıda birine sahiptir. Bu veriler UNC-
TAD’a göre 100 büyük çokuluslu şirketin sahip olduğu aktif
stokunu doğruluyor: Amerikalı şirketler için yüzde 40, Avru
palIlar için yüzde 38, Japonlar için ise yüzde 22.
Üçlü’nün içindeki çapraz yatırımların bu denli baskın olma
sı sanayileşmiş ülkelerin ekonomik alanda homojenleşmeleri
ni ve entegre olm alarm yansıtıyor. Tüketim alışkanlıkları ve
leknik normların bir örnekleşmesine sermaye hareketleri için
konan fiziksel ve yasal engellerin hızla kaldırılması da eklenir.
Bu açıdan bakıldığında seksen ve doksanlı yıllarda finans piya
salarındaki genel serbestleşme ve hukuki sınırlamaların kaldı
rılması ve özelleştirme dalgası sayesinde, haberleşme ve ula
şım m aliyetlerinde önem li bir azalma meydana gelm iştir.
Özelleştirme ve düzenlemelerin kaldırılması büyük uluslarara
sı gruplara, her zaman baştan kurmaktan daha az riskli olan
basit evlilik (dışsal büyüme) girişimleriyle yeni pazarlara gir
me fırsatı vermiştir.
90
özelliği anında üretilip tüketilmesi yani sloklanamaz olması
dır. Bu alanda uluslararası düzeyde bir avantaj elde etmenin
tek yolu yabancı piyasalara yatırım yapmaktan geçer. Hizmet
lerin uluslararası dolaşımı, ölçek yararlanmaları için merkezi
leşme eğiliminde mallarınkinin tersine uluslararası ticaretten
ziyade DUY’lar tarafından yönlendirilir. Bu ise, anahtar sektör
lerin pek çoğunda mevcut devlet lekeli nedeniyle geçmişte
pek mümkün olmamıştı: elektrik, su, haberleşme, hava yolu,
bankacılık, sigorta.
Dereglemanlasyon ve özelleştirm eler seksenli yıllarda bu
alanları uluslararası rekabete ve dolayısıyla DUY’a açık hale
getirmeye başladı. Dağıtım ağlan, reklamcılık ve danışmanlık
gibi çokuluslu şirketlerin etkin olduğu özel faaliyetlerin ulus-
lararasılaşması ve seyahat acenteleri otelcilik ve lokantacılık,
gezi parkları ve medyanın (haber ajansları, gazete ve televiz
yon kanalları) uluslararasılaşması da buna eklenir. Wladimir
Andreff’in de belirttiği gibi [1990, s.3 1 1 eğlence sektörü büyü
mekte olan çokuluslu şirketler için bir cennet haline geldi.
Seksenli yıllarda, dünya DUY stokunda hizmet sektörünün pa
yı, sanayi yüzde 4 0 ’ken yüzde 50’ye ve birincil faaliyetler için
de de onda bire yaklaşıyordu.
92
bütününe (Doğu Avrupa dahil) yapılan DUY’lar, cari dolar ku
ru hesabıyla yılda yaklaşık yüzde 28 artış göstermiştir. Sonun
da, bütün DUY akışı içinde bu ülkelerin payı açık bir şekilde
artarak 1997’de dünya genelindeki akışın yüzde 37’sine ulaştı,
dünya genelindeki üretimde bu ekonomilerin ağırlığıyla da il
gili bir orandır bu.
Yatırımların bariz istikametine bir göz atıldığında bu olgu
daki güçlü yoğunlaşma ortaya çıkar. Gelişmekte olan ülkelere
yapılan DUY’larm yüzde 7 0 ’i 1998’de on ülkeye yönelmişti:
Çin, Brezilya, Meksika, Arjantin, Polonya, Şili, Malezya, Vene
zuela, Rusya, Tayland. Çin tek başına, 1 9 9 3 -1 9 9 7 arasında
180 milyar dolarlık DUY alarak ABD’den sonra dünyanın en
çok yatırım alan ikinci ülkesi olmuştur.
Bölgedeki (Çin’den Vietnam’a) DUY’larm artan bir kısmının
yeni sanayileşmiş Asya ülkelerinin birinci neslinden (Hong
Kong. Tayvan, Güney Kore ve Singapur) çıkması dikkat çeki
cidir. Ticari alışverişler hakkında değindiğimiz bölgesel enteg
rasyon dinamiği, sadece Japonya’nın bölge üstündeki hâkimi
yetiyle sınırlı olmayan bölge içi yatırım akışına dayalıdır. Kay
naklarını birleştirerek çokuluslu şirketleri çekmeyi amaçlayan
çeşitli sınırdaş ülkelerin topraklarını bir araya getiren "büyü
me üçgenleri”nin çoğalması bunu kanıtlar. Bu tip ilk üçgen
1989’da Endonezya, Malezya ve Singapur tarafından kurul
muştur. Benzer bir inisiyatif 1993‘te ilk ikisi ve Tayland arasın
da kurulmuştur. En dinamik üçgen herhalde Tayvan, Hong
Kong ve Çin’in güney topraklarından oluşur [Boillot ve Mic-
helon, 2000], El emeğinin en ucuz olduğu Tayvan’ın gitgide
daha da sofistike bir hal alan elektronik üretim iyle Hong
Kong’un mali, ticari ve liman lojistiki arasında tamamlayıcılık
yapan 225 milyon kişinin yaşadığı bu bölge, Uzakdoğu ihraca
tının yüzde 2 9 ’unu tek başına elinde tutuyor.
Bunun aksine, Sahra-altı Afrika ve Arap dünyası gelişmekte
olan bölgelere yönelik akışın ancak yüzde 4 ve 6 ’sını (sırasıy
la) alabiliyorlar (bkz. Tablo VI). Güney Asya da DUY kapma
rekabetinin dışında kalıyor. Buna karşılık seksenli yılların so
nundan beri nekahet halinde olan Latin Amerika yeniden ço
93
kuluslu şirk etler için tercih ed ilir bir yer h alin e geldi.
1987’den sonra gerçekleşen DUY’lann büyük bir kısmı borçla
rı dönüştürme ve özelleştirme programlarının bir sonucudur.
Buna, Meksika’nın durumunda, ALENA’mn (Kuzey Amerika
Serbest Ticaret Bölgesi) kurulmasının yarattığı etki de ekleni
yor. 1990’dan bu yana yabancı yatırımlar için önemli bir yer
haline gelen Doğu Avrupa’nın bu ağırlığı gelecekle de artarak
devam edebilir. Burada da özelleştirme programları kısmen
DUY’Iarın sebebidir.
TABLO VI
Gelişmekte Olan Ülkelere Yapılan Doğrudan Yatırımlar, 1987-1995
(milyar dolar ve yüzde olarak ortalama yıllık akışlar)
94
eevap olarak çözümleniyordu. Halbuki, bu böyle olsa da, nak
liyat masraflarının uzun vadede sürekli azalması ve özellikle
sanayileşmiş ülkelerde gümrük vergilerini kaldırma eğilimi
DUY’ların gerilemesini getirmeliydi. Hiç de öyle olmadı.
Yetmişli yıllarda ortaya atılan bir başka yorum, bir ülkeden
diğerine ücret m aliyetlerindeki (ve çalışm a yasalarındaki)
farklılıklara öncelik vermekledir. Bu durumda DUY, yatırımın
yapıldığı ülkenin iç pazarına yönelik üretim yapan bir yavru
şirket kurmak yerine düşük ücretli bölgelerde sonra yeniden
zengin ülkelere ihracat yapmayı amaçladığı nihai ürünleri bir
araya toplamak için bir atölye şirketi kurmayı tercih edecektir.
Bu yorum gelişmekle olan ülkelerdeki birçok yatırımı gayel iyi
anlatsa da, DUY’ların çoğunluğunu oluşturduğunu gördüğü
müz sanayileşmiş ülkeler arasındaki çapraz DUYMar için tanı
mı gereği geçersizdir (Avrupa’da birkaç istisnanın dışında: İr
landa, İtalya, İspanya, Portekiz ve Yunanistan, eski Doğu Al
manya, hatta Ingiltere).
Altyapı, teşvikler ve vergilerdeki farklılıklara da rahatlıkla
uygulanabilecek maliyet farklılıkları yaklaşımı, yetmişli yılla
rın başında dalgalı döviz kuru rejimine geçilmesiyle birlikle
beklenmedik bir sonuç buldu. İhracatçılar için başlıca belirsiz
lik unsuru olan kurlardaki istikrarsızlık işletmeleri mal sağla
dıkları pazarlara yerleşmeye ilebilir. Şu ya da bu paranın uzun
süre değer kazanması ulusal şirketleri de üretimleri için para
değerinin daha düşük olduğu bölge ya da ülkelere yerleşmeye
ilebilir, çünkü yerel özvarlıkları daha ucuza elde edebilirler.
1985’ten sonraki Japon DUY’larının önemli bir kısmı yenin
dolara ve Avrupa paralarına karşı aşırı değer kazanmasının bir
sonucudur.
Döviz kurlarındaki aşırı dalgalanmalar seksenli yılları dam-
galamıştır, ancak döviz kurlarının DUY’lar üzerindeki etkisi bu
yıllarla sınırlı kalmamıştır. Bretlon Woods’un sisteminin çökü
şünden önce bile enflasyon diferansiyelleri ve savaştan sonra
sabitlenen paritelerin çoğunlukla yapay nitelikleri reel döviz
kurlarındaki çeşitliliklerin önemli nedenleriydi. Ellili ve altmış
lı yıllarda doların aşırı değer kazanması Amerikan yatırımlarını
95
Avrupa’ya yönelmeye ve daha o zaman bile bazılarının “Avrupa
Kalesi”ne dönüşebileceğinden kuşkulandıkları Ortak Pazar’da
bulunmaya teşvik edebilmişti. Yine burada da bu yaklaşım
DUY’lann ancak bir kısmını açıklıyor. Avrupa ülkeleri arasın
daki çapraz DUY’lann çokluğunu açıklamaz mesela. Para de
ğerlerinin düşüklüğü, bazı aktifleri daha atraktif kılsa da, yerel
karlan uluslararası para karşısında olumsuz etkiler. Yurtdışına
yatınm yapmak gibi çok ağır sonuçlan olabilecek bir karann
sadece ya da özellikle döviz kurları gibi zor kestirilir hareketle
rin üzerine nasıl kurulabildiği anlaşılmıyor sonuçta.
K üreselleşm e ve B ölgeselleşm e
100
bölgesel bloklardan gelen şirketlerin birleşme ağlarındaki artışı
ya da hatta, hâlâ kapalı olan Japon pazarı dışında, bu üç blok
arasındaki çapraz DUY’lann hızla gelişmesini gizlememeli.
Ölçeğin ve kitlenin etkilerinin belirleyici rol oynadığı bir
dünyada, hiçbir büyük işletme rakiplerinin iç pazarını uzun
süre görmezden gelemez, yoksa birdenbire kendini altta bulu
verir. Büyük firmaların rekabet stratejileri, onları, konjonktür
farklılıklarından doğan fırsatlardan faydalanmak ve doğrudan
rakiplerinden birinin çok hızlı genişlemesini karşılamak için
Triad’ın her pazarında partner bulmaya yönlendirir. Kapitaliz
min eski ve derin bir arzusuna karşılık olarak dünyasallaşma
bir durum olarak değil, bir süreç olarak düşünülmeli, Triad’ın
üç kutbu arasında büyük bir kriz olduğu vakit bölgesel dü
zeyde tutukluk yapması kuşkusuz mümkündür ama aynı za
manda şimdiki üçlü ekonomik oluşumu aşması da ihtimal da
hilindedir.
102
A vrodolar Pazarının O rtaya Çıkm ası
103
gelir. Bu dönemde Amerikan sermaye dengesinde artan açığın
birbiriyle bağlantılı üç nedeni vardır: Amerikan şirketlerinin
başta Avrupa olmak üzere yurtdışına büyük yatırımlar yapma
sı; Amerikan pazarında dış borçlanmayı teşvik edip ABD’de
hesap açmayı engelleyen Q yasasıyla tavana vuran faiz hadleri;
Vietnam Savaşı’mn finansmanı. Amerikan yetkilileri bu serma
ye çıkışlarını durdurmak için, 1963 yılında ABD’de ikamet et
meyenlerin yaptığı borçlanmaya bir vergi koydular (Interest
Equalizing Tax). Bunun sonucunda Amerikan pazarının dolar
la finansman talebi Avrupa pazarlarına, Amerikan bankaları
nın şubelerinin diledikleri gibi davranabildikleri yerlere kaydı.
Bu pazarlardaki dolar arzı, hem ABD’deki çok düşük faiz
oranlarından yılan Amerikan kurumlan ve şirketleri, hem de
dünyanın geri kalan yerlerinde döviz rezervlerini dolar olarak
koyan merkez bankaları sayesinde olmuştur. Talep ise çokulus
lu şirketler ya da açıklarını finanse etmek isteyen devletler, hal
ta himayeci otoritelerinin güvencesinde çalışan ulusal girişim
ler sayesinde olmuş olabilir (altmışlı yıllarda Fransa’da elektrik
şirketinin ve gelişmekte olan ülkelerde birçok kamu girişimi
nin durumu). Bu piyasaların cazibesi hiçbir düzenlemeye tâbi
olmamalanndan ileri gelmekledir. Nilekim ne Amerikan Mer
kez Bankasının, Federal Reserve Board (FED ), ne de merkez
bankalarının bu konuda bir müdahalesi olabilir. Zira Amerikan
Merkez Bankası’nın ABD toprakları dışında gerçekleşen ope
rasyonlara müdahale hakkı yoklur, Avrobankların yerleştiği di
ğer ülkeler merkez bankaları da kendilerinin olmayan para cin
sinden gerçekleşen operasyonlara müdahale etmezler.
Hiçbir devlet denetimine maruz kalmayan, zorunlu rezerv
oluşturmak zorunda bırakılmayan Avrupa bankaları -başka bir
deyişle Avrupa topraklarında dolarla çalışan xenobanklar, ken
di emisyon bölgeleri dışında her parayla çalışan bankalar- ken
di kâr marjlarım çok da düşürmeden müşterilerine yüksek ka
zanç ve kârlı faiz sunabilirler. İleride göreceğimiz gibi, devlet
lerarası para ve finans sistem inin çelişkileri büyük ölçüde,
devletleri kendi ayrıcalıklarından yoksun bırakan özel bir fi
nansal alanın ortaya çıkmasından kaynaklanır.
104
P etro d o la n n D olaşım ı ve B o rç K rizi
105
1970'li Yıllarda Petrodolarların Yeniden D olaşım a Sokulm ası
108
menkul kıymetler emisyonunun pazar faaliyetinde arlan bas
kınlığını tanımlar. Menkulleştirme biçimleri, yabancı bir borç
lu adına borç veren ülkenin para biriminde ve piyasasında pi
yasaya sürülen klasik uluslararası tahviller, piyasaya sürüldü
ğü yerdeki paradan farklı bir para için yaratılan avro-tahviller
ve uluslararası hisse senetlerini tanımlar. Buna bir de banka
nın eski alacaklarının ciro edilebilir hisse senetlerine dönüştü
rülmesi ekleniyor, bu teknik sayesinde bankalar borç krizin
den sonra gelişmekte olan ülkelere karşı yükümlülüklerinden
hızla kurtuldular.
TABLO VII
Uluslararası Gayrimenkul Değer Alışverişi1*1
(GSYİH'nın yüzdesi olarak)
110
mana bağlı olarak bir mali piyasadan bir başkasına serbestçe
geçebildiğinde, para politikası dalgalı kur ile kurun değerini
korumak için faiz oranı belirlemek arasında bir seçim yapmak
zorunda kalır. Birinci durumda sonuç kurda istikrarsızlık olur;
İkincisinde, iç hedefleri (kredi ve faaliyet düzenlemeleri) ger
çekleştirme yolunda faiz oranlan gibi değerli bir araçtan mah
rum kalınır. Birinci durumda, fiyatları iyice belirsizleştirme
pahasına, dış ödemeler dengesini döviz kurunun sağlamasına
bırakır; diğer durumda ise, ekonominin reel değişkenlere (ta
lep, faaliyet, iş) dış iktisadi ilişkilere uyum yükünü bindirir.
Tablo VIII, “uyuşmazlık üçgeni” diye bildiğimiz, finansal açı
lım, kur istikrarı ve para politikasının özerkliği arasındaki bu
üç boyutlu arbitrajın koşullarını özetliyor.
TABLO VIII
Para Politikasındaki Üçgen Arbitraj
112
ihtiyaç duydukça, Amerika’nın temel dengesindeki açık (cari
işlemler ve uzun vadeli sermaye hareketleri toplamı) bir sorun
yaratmıyordu. Diğer ülkelerin merkez bankaları ellerindeki
dolar fazlasını alıma çevirmeyi talep etmiyor, bunu döviz re
zervi olarak saklayıp, ABD’ye yatırıyorlardı.
Sistemin istikrarsızlgı, dışarı çıkan Amerikan sermayesi diğer
sanayileşmiş ülkelerin finansman ihtiyacını aşınca kendini gös
terdi. Ellili yılların sonunda bu noktaya gelindi. Avrupa paraları
nın dış konvertibililelerinin yeniden sağlandığı noktadır bu. Bu
andan iıibaren doları altına çevirme talepleri artmaya başladı. Bu
da Amerikan alım rezervlerinin hızla azalmasına sebep oldu.
1960 yılında ABD'nin dış yükümlülüğü, dünyanın geri kalanı
karşısında, ilk defa alim stoklarının değerini aştı. O vakit, allınla
resmî parilesi altmışlı yıllarda ancak diğer sanayileşmiş ülkelerin
işbirliğiyle korunabilen dolara karşı spekülasyon başladı
(1961’de altın havuzunun yaratılması, aynı yıl imzalanan genel
borçlanma anlaşmaları, I9 6 8’de ikili aliın pazarının kurulması).
Altmışlı yıllarda artan uluslararası parasal gerginlikler. Ame
rikan parasının ulusal yönetimiyle uluslararası para birimi sta
tüsü arasındaki çelişkiyi belirginleştiriyor. Bu, Amerika Birle
şik Devletleri’ne dış ödeme açıklarını kendi ulusal parasıyla fi
nanse etmek gibi aşırı bir güç kazandırmıştır. Dünyanın geri
kalanı Amerikan sermayesine ihtiyaç duydukça sürdürülebi-
len bu durum, arlık yeniden yapılanmasını tamamlamış rakip
güçler kuru abartıldığı aşikâr olan doları biriktirmeyi reddet
tikleri için sona erdi. Amerika Birleşik Devletleri, Avrupa ve
Japonya arasındaki ekonomik güç ilişkilerinin yeniden denge
lendiği, ABD’nin mamul ürün ticaret bakiyesindeki sürekli
erozyondan da izlenebilir. Ellili yıllarda fazlasıyla artığı olan
bu bakiye 1971’de, 20. yüzyılda ilk defa eksi oldu. Aynı geliş
me tüm dış ticaret dengesi için de geçerliydi. 15 Ağustos
1971’de lek yanlı bir kararla doların alıma olan konvertibilite-
sinin kaldırılması ve bunu 1971 Aralık’ıyla 1973 Şubat’ı ara
sında izleyen dolar devalüasyonları, Amerikan gücünün nispe
ten zayıfladığı ve Kindleberger’e göre de istikrarlı bir hege
monya döneminin bittiği anlamına geliyor.
113
D algalı K urların Kuramsal Erdem leri ve Reel K ötülükleri
114
viz kurlarındaki değişime birdenbire uyarlanamadıgı kaydıyla,
aşırt rekabet artışı pazar paylaşımım ulusal arz lehinde değişti
recek, böylece baştaki şokun geriletici etkileri telafi edilecek
tir. Bu argüman, ABD ve Japonya gibi dışarıya endeksli olma
yan ve fazla da açılmayan ekonomiler için geçerlidir. Küçük
ölçekli ve dışa fazla açık ekonomilerde paranın değerinin düş
mesiyle oluşacak enflasyon ulusal arz rekabetini değiştirmeye
ceğinden bu argümanın geçerliliği yoktur.
Milton Friedman’a göre para dalgalanmasının beklenmedik
bir başka faydası, spekülasyonun istikrar kazandıran erdemle
rini serbest bırakmasıdır. Spekülasyon, örneğin 1992-93'te Av-
115
rupa’daki para krizinde olduğu gibi, sabil kur rejiminde yıkıcı
etkiler yaratabilir. Para otoritelerinin bozulma durumundaki
bir pariteyi koruma yükümlülüğü, Merkez Bankası rezervleri
tükendiği için devalüasyon yapmak zorunda kalana kadar dü
şük fiyata döviz almaya devam ettirebilecek spekülasyonu bes
ler. Devalüasyondan önce para hacmi şiddetle azalır, devalüas
yondan sonra ise yine aynı hızla artar, spekülatörler önceden
aldıkları dövizleri satarak bu işlen kâr ederler. Bunun aksine,
dalgalı kur sisteminde, spekülasyonun istikrar kazandıran et
kisi, rasyonel oldukları varsayılan spekülatörlerin kurlar dü
şük olduğunda alacakları ve yüksek olduğunda satacakları ol
gusuna dayanır.
Söylenebilecek en hafif şey, 1973'ten beri belli başlı dövizle
rin karşılıklı kurlarındaki hareketler dikkate alındığında, bu
istikrar kazandıran erdemlerin şimdiye kadar pek görülmedi
ğidir. Finansal küreselleşme sayesinde hiç olmadığı kadar ko
lay ve güçlü bir hale gelen spekülasyon, dalgalı kur rejiminin
iç istikrarsızlığını azaltmadığı gibi en şiddetli noktasına yük
seltti. En azimli monetarist merkez bankaları bile (Paul Volc-
ker’in yönetimindeki Federal Reserve Bank veya Bundesbank)
para paritelerini temel ekonomik verilere daha uygun seviye
lere çekebilmek için zaman zaman döviz piyasalarına müdaha
le etmek zorunda kaldılar. Pratikte, döviz piyasalarında ger
çekleştirilen işlem değerinin yüzde 95’i mal ve hizmet işlemle
rindeki hareketlerden bağımsız mali hareketlerin karşılığıdır.
Döviz kurlarının aşırı hareketleri ve spekülasyonlar böylece,
finansal alanla reel ekonomi arasında büyüyen mesafeyle açık
lanabilir.
Paraların dalgalanmaya bırakılmasıyla teoride para politika
larına sağlanan özerklik, küreselleşme sırasında, döviz kuru
kadar stratejik bir değişkeni dikkate almayabilir. Oysa, döviz
kurlarındaki dalgalanmalar ekonomik gelişmeyi çeşilli şekil
lerde etkileyebilir. Bu dalgalanmalar öncelikle, mal ve kıymet
lerin döviz cinsinden fiyatlarının gelişminde belirsizlik yarata
rak dış ticarete zarar verirler. Daha sonra içerde arzın rekabet
gücünün azalmasıyla da iktisadi faaliyetler ve dolayısıyla istih
116
dam da bundan kötü etkilenir. Fiyatlar genel seviyesinin yük
selmesi hükümetin ekonomik politikalarını da olumsuz etki
ler. Mevcut ve gelecekteki belirsizlikten yararlanan spekülatif
eğilimler de böylece cesaretlenirler.
Para dalgalanmalarıyla para politikalarında kuramsal olarak
yeniden oluşan özerklik, bu politikaların küreselleşme sırasın
da döviz kurları gibi stratejik bir değişkeni göz ardı edebilecek
lerini varsayar. Oysa kur dalgalanmaları ekonomik gelişimi çe
şitli biçimlerde etkiler. Her şeyden önce döviz bazında mal ve
hizmet fiyatlarında ciddi bir belirsizlik yaratır, bu da dış ticaret
için zararlıdır. Ardından ulusal arzın rekabet gücünü, dolayı
sıyla da çalışma ve istihdamı etkiler. Fiyatların genel düzeyine
yansır ve böylece hükümetin ekonomi politikasını bozabilir.
Nihayet, gelecekle ilgili belirsizlikten beslenen, aynı zamanda
bu belirsizliği canlı tutan spekülatif girişimleri teşvik eder.
Tüm bu nedenlerden dolayı bir paranın dalgalanmasının saf
olduğu, yani para politikasının özerkliğinin mükemmel olduğu
enderdir. Bretton Woods sisteminin çöküşünden beri paraların
dalgalanması çoğunlukla her merkez bankasının kendi iç ve
dış hedefleri doğrultusunda yönelildi. Döviz kurlarındaki istik
rarsızlığın ekonomik bütünleşme için önemli bir engel sayıldı
ğı Avrupa’da, hükümetler paraları arasında gecikmeden sabit
ama uyarlanabilir bir parite sistemi kurdular (1972'den sonra
“parasal yılan” tecrübesi [Avrupa paraları arasında dalgalanma
ya doların dalgalanması etrafında bir alt ve üst sınır getiren sis
tem, - e.n.l, 1979’dan sonra da Avrupa para sistemi APS).
Bu arada saf bir dalgalanmanın sıkıntılarına tamamen sabit
bir döviz kuruna dönüş rejiminin son derece tehlikeli ve zor
layıcı niteliği cevap verir. Burada Ekvator örneğini verebiliriz.
Bu ülke, hiperenflasyona son vermek için 2000 yılında ekono
misini dolara çevirmeyi tercih etti ve ulusal parasını Amerikan
dövizi için piyasadan kaldırdı. 1991’de Arjantin, 1992’de Es-
tonya, 1994’te Litvanya ve 1997’de Bulgaristan’ın tercih ettiği
currency board biraz daha az radikal bir seçenek. Bu rejimde
merkez bankası bütün para emisyonunu sabit döviz kurunda
sahip olduğu döviz rezervine teminat gösterir. Bu, sonuç ola
117
rak, Birinci Dünya savaşı öncesindeki altın sistemine dönüş
demektir. Yalnız arada bir fark vardır. Bu kez altının yerini,
dolar veya başka bir güçlü döviz almıştır. Somut olarak, mer
kez bankasının para arzını özerk yönetme olanağından bütü
nüyle vazgeçmesi demektir bu. Bu durumda para arzı yalnız
ödemeler dengesi sonuçlarına bağlı gelişir. Ödemeler dengesi
nin eksi olması para hacmini otomatik olarak daraltır. Bu ise
faiz hadlerini yükseltip, talebi, üretimi ve istihdamı düşürür.*
Sabit ama ayarlanabilir bir kur rejimi olan Avrupa Para Siste
mi, para politikasını son derece sınırlar ama bütünüyle bağımlı
kılmaz. 1990’h yılların başından itibaren bazı Avrupa ülkeleri
nin uygulamaya başladığı türden ve Avrupa ortak pazarı kurul
ması için ön şart olarak sürülen bir eksiksiz mali liberalizas-
yon, bu sistemdeki son özerk poliLika kırıntılarını yok eder. İç
pazarın gerçekleşmesiyle sermaye hareketlerinde tam serbest
leşmeye gidilmesinden çok kısa bir süre sonra; 1992-1993 yıl
larında Avrupa Para Krizi ile bir kez daha, finans piyasaların
daki küreselleşmenin hükümetleri baskı altına aldığı görüldü.
Nitekim, bir düzenleme mevcut değilse, özellikle de sermaye
hareketlerinde uluslararası bir düzenleme yoksa, finansal glo-
balizasyon, küreselleşen üretim hareketini izlemeye daha fazla
yönelirken, küresel büyümeye, yatırımlara ve ticarete de bir
yandan ters düşmemeye çalışır. 1992 Meksika ve 1997-1998
Asya krizleri, yükselen piyasaların küresel mali hareketlerin
gelgitleri karşısında nasıl korumasız olduklarını ve bu gelgitle
rin yarattığı yayılma etkilerini gözler önüne serdi. Buna karşı
yaratıcı bir yanıt, 1999’da dünyaya gelen Avrupa Para Birliği’y-
di. Bu yeni sistem ileride dünyanın diğer bölgelerine örnek
oluşturabilir. Böyle bir sistem olmadan ve dünya mali sermaye
hareketleri düzenlenmeden, mali küreselleşmenin dünya ikti
sadi büyümesi üzerinde yarattığı dinamik etkinin bedeli kro
nik bir para istikrarsızlığı olacaktır. Bunun etkileri de, reel
ekonomi ve toplumlar üzerinde son derece yıkıcı olabilir.
( * ) Arjantin'de Aralık 2 0 0 1 ’de yukarıdaki son u çlan nedeniyle currency board sis
temine son verildi - e.n.
118
SONUÇ
PİYASALARIN İNTİKAMI
119
önünde gerçekleşen başkalaşımın uzak geçmişini daha iyi be
lirlemek için ana başlıklarıyla anlatmaya çalıştığımız tarihsel
gelişmenin tersine bir gelişmedir. Yaklaşık bin yıllık bir geçmi
şi olan bu gelişme, pazar kanunlarının ve kapitalist zihniyetin
yavaş yavaş toplumsal ve politik yapıların içine girmesidir.
Oysa bu yapılar bu zamana kadar enerjilerinin büyük bir kıs
mını bundan korunmak için kullandılar. Başında toplumsal ve
politik olanın içinde kalan ekonomi, devletlerin denetiminde
ki topraklar arası ticaretin açtığı alanda patlayarak bu konum
dan kurtulabildi. Akdeniz ya da Kuzey Denizi’nde her türlü
imparatorluk ve monarşi himayesinden kurtulan tüccar şehir
leri, 10. yüzyıldan itibaren devletlerin deneLiminin ağır baskı
larından arınmış bir zenginlik artırma ve egemenlik biçimi
keşfettiler. Bunun sonucunda ticari ağlar gelişti, 15 ve 16. yüz
yıllarda dünyanın her köşesi dışa açıldı. Aynı zamanda o za
mana kadar toplumsal yapılan rekabetin tehlikelerinden koru
yan düzenlemeler teker teker kaldırıldı.
M erkantilist dönemde tüccar sınıflarla devletler arasında
kurulan ittifak, bunu izleyen iki yüzyıl boyunca patlayacak ge
rilim ve anlaşmazlıkların büyük bir kısmını belirginleştirecek-
tir. Sermayelerini, ağlannı ve iş bilgilerini devletlerin hizmeti
ne veren ulusal iş çevreleri iki yönden kazançlı çıkıyordu:
uluslararası alanda, ticari başarılarına sömürgesel büyüme bi
çimi veren bir krallık himayesinden faydalanıyorlardı; içeride
ise, ulusal pazann birleşmesini engelleyecek her şeyi ortadan
kaldırmak için devlet gücünün desteğine güvenebilirlerdi.
Toplumsal yapılar, periferik uluslar kadar merkez uluslar da,
sermaye birikimi dinamiğiyle zincirinden boşanan dev güçlere
karşı savunmasızdılar. Periferik dünyanın trajik biçimde ezilişi
ve 19 ve 20. yüzyıllarda Avrupa’daki toplumsal ve politik fela
ketler büyük ölçüde zincirinden boşanan bu güçlerin ve sebep
olduğu yıkıcı tepkilerin korkunç ürünleridir.
Her ulusta ekonomik ve politik güçlerin toplumun sırtında
kurduğu bu ittifak, merkantilist dönemden itibaren devletler
arası sistemden ve uluslararası ekonomik sistemden bağımsız
olan mantıkların kesişmesini açıklar. Bu iki mantığın birleş
120
mesi bilindiği gibi, Birinci Dünya Savaşı’na yol açan impara
torluklar arası düşmanlıkların şiddetlenmesinden büyük ölçü
de sorumludur. Devlet denetiminde, sermaye birikimi dinami
ğini toplumu koruyacak kurumsal girişimlerin içine yerleştir
meyi hedefleyen Keynesgil tepki içeride özel sermaye için yeni
perspektifler açmıştır. Genişleyici olan büyüme yoğunlaşmaya
başlamış ve toplumun en geniş sektörlerinin yararına işlemeye
başlamıştır. Büyümeyi oluşturan toplumsal uzlaşmalar ne ka
dar sağlamsa o da o kadar istikrarlıdır.
Siyasi, ekonomik ve toplumsal alanlar arasındaki ilişkilerin
yeniden düzenlenmesi, uluslararası planda, uluslararası eko
nomik ilişkilerin kurumsallaşması yolunda yepyeni ilerleme
ler şeklinde ortaya çıkar, Bretton Woods kurumlarmın ortaya
çıkması da bunu kanıtlıyor. Anlamlı bir biçimde, periferik top-
lumların açık bir biçimde şiddetine maruz kaldıkları bir sis
temden kurtuldukları yanılsamasını yaratan bağımsızlık hare
ketleriyle aynı döneme rastgelmektedir.
Bu açıdan baktığımızda kürselleşme olgusu, ekonominin
toplumsal ve siyasi olandan intikamı gibi görünüyor. Hem
Keynesgil sosyal devletin hazırladığı toplumsal uzlaşmaların
gözden geçirilmesiyle, hem de, ideolojik rasyonelleştirmenin
ötesinde, yetmişli yılların sonunda başlayan kuralsızlaştırma
dalgası şeklinde devletlerin ekonomik otoritesini yavaş yavaş
yok etme çalışmasıyla kendini gösterir. Yatırımların yer seçi
minde ve tasarrufların yönlendirilmesinde kendi aralarında re
kabete sokulan devletlerin sermayenin gerektirdikleri ve top
lumsal yapıların ihtiyaçları arasında denge kuracak hiçbir ara
cı kalmamıştır. Çoğu durumda toplumsal ve ekonomik düzen
leme aygıtlarının bir kısmını kaybettikleri ya da bıraktıkları
için güçlerinin gittikçe artan bir parçasını ulusal alana serma
ye çekmek ve sermayeyi içeride tutmak için, kendilerine lojis
tik, eğitici, toplumsal, mali, parasal, düzenleyici alanlar yarat
mak yönünde kullandılar.
Bu arada devletlerin düzenleme çerçevesinin parçalanması,
uluslarüstü düzenleme çerçevesi oluşturmak için bir imkân
-ve fırsat- var mı sorusunu gündeme getirdi. Bu da bölgesel
121
entegrasyon arayışları ve çok taraflı kuramların artan otoritesi
demektir. Sonuçları itibariyle insanların yaşam koşullarını
doğrudan ve çok bariz biçimde ilgilendirmesinin ötesinde, ilk
defa tüm dünya ölçeğinde gündeme gelen demokrasi sorunu
dur bu.
122
İKİNCİ CİLT
Sorunlar
GİRİŞ
KAPİTALİZMİN KÜRESELLEŞMESİ
125
iş örgütlenmesine getirilen radikal yeniliklerin sentezi olan ye
ni bir toplumsal düzen ortaya çıkar. Yoğun ve iç pazarların bü
yümesi üzerine odaklı hale gelmiş bir birikim dinamiğiyle top
lumsal sözleşm elerine getirilen devlet düzenlem esinin bu
kombinasyonuna genel olarak verilen ad Fordizmdir. Böylece,
geriye dönük bakarsak, Keynesgil refah devletinin tarihsel
planda kapitalist birikim dinamiğiyle, toplumu kapitalizmin
kötü etkilerinden koruyan bir dizi kurallar ve uzlaşmalar bü
tününü birarada düşünen tek arayış olduğu görülür.
Milli kapitalizmlere getirilen bu Keynesgil düzenleme eko
nomilerin uluslararasılaşmasına ancak bu uluslararasılaşma
mal ve hizmet alışverişlerinin birbiriyle karşılaştırılabilir sos-
yo-ekonomik sistemlere sahip uluslar arasında yapıldığı ko
şulda razı olabilirdi. Üretimin düşük ücretli bölgelere kayması
ve Avrupalı sosyal demokratların yaptığı sözleşmeleri hiç uy
gulamayan uluslarla yeni bir rekabetin ortaya çıkması duru
munda finans akışlarının küreselleşmesine karşı özellikle güç
süz olması gerekirdi. Hiyerarşik bir devletlerarası sistem çer
çevesinde uluslararası ekonomi ancak, milli ekonomi politika
larının özerkliği konusu tartışılarak yönetilebilirdi. Buna kar
şılık altmışlı yılların ortalanndan itibaren ortaya çıkan küresel
ekonomi milli düzenleme kadrolarını yok etme eğiliminde ve
uluslarüstü denetim mercilerinin yokluğunu ya da zayıflığını
gösteriyor. Hem Kuzey’de hem Güney’de istikrarsızlık ve dış
lama, bu denetimsiz entegrasyonun, pazarların devletlerden
intikam almasının acı meyvalarıdır ve Keynesyen dönemin so
nunu belirler.
Ekonominin küreselleşmesinin getirdiği burada belirtilen
sorunların incelemesi iki eksende oluşuyor. Entegre olma ve
dışlama diyalektiğinin belirlediği birincisi, kapitalist alanın
uzaya kadar genişlemesinin etkileriyle ilgili. Çatışma ve ortak
çalışma mantıklarını karşı karşıya koyan İkincisi ise bu alanın
içinde, özellikle de merkez çekirdeğinde ekonomik ilişkilerin
örgütlenme derecesini değerlendirmeye çalışıyor.
126
B İR İN C İ B Ö L Ü M
En t e g r e O lm a ve D iş l a m a
127
yeni bir geçerlik kazanmışlardır. Bireylerin ulusal toplumda
geleneksel ve modern sosyalleşme biçimlerine, içinde enteg
rasyon ya da dışlama taşıyan ulusların dünya ekonomisine gir
me biçimleri denk düşer: küresel büyüme dinamiğine katılma
anlamında entegrasyon; küresel ticaret, yatırım ve finansman
akışının dışında kalma anlamında dışlama, bunun semptomla
rından biri uluslararası yardıma bağımlı olmaktır.
Her ulusun içinde ve uluslar arasında bu entegre olma ve
dışlama süreci birbirleri arasındaki karmaşık ilişkileri devam
ettirir. Rekabet mekanizması genel kural olarak pazar payları
nın ve dolayısıyla istihdamın yeniden dağılımını sağlayan sıfır
toplamlı oyundur. Yani küresel kapitalist dinamiğe yeni bölge
lerin (mesela Uzakdoğu) ya da ulusların entegre olması, yara
tacağı yeni rekabetle, kendini yeni koşullara uyduramayan es
ki sanayileşmiş bölgelerde kitlesel dışlamalara sebep olabilir.
Bunun aksine, istihdam ve harcama çarpanlarının Kalın ve
Keynes’in ortaya koyduğu makroekonomik oyunu büyümeyi
hem ulusal hem de uluslararası planda bir faaliyet kutbundan
diğerine geçirme eğilimindedir.
Entegrasyon ve dışlanma olguları arasındaki ilişkiler, istih
damı yok etme ya da artırma mekanizmalarının birbirlerine
girmesiyle sınırlı değildir bu arada. Bazı dünya ekonomisine
entegre olma biçimleri iç planda şiddetle dışlayıcıdır. Bu özel
likle, kapitalist üretim tarzı geleneksel, ailevi ve üretici top
lumsal yapıları bozup iş gücü kazanarak yeni alanlara yayılır
ken görülür. 19. yüzyılda ve 20. yüzyılın ilk bölümünde sö
mürge bölgelerinin periferileşmesi sürecinin bir örneği olduğu
bu olgu, yeni ihracat kültürlerinin gelişmesi topraksız kalan
köylüleri büyük kent merkezlerine attığında birçok gelişmekte
olan ülkede (GOÜ) görülebiliyor hâlâ (mesela Latin Ameri
ka). Daha da radikal bir biçim de, bazı periferik bölgelerde
(özellikle Afrika’da Sahraaltı bölgede) sömürge döneminden
kalan ve küresel talebe kendini uyduramayan bir uzmanlaş
mada ısrar edilmesi hem uluslararası planda dışlanma ve mar
jinalleşme hem de içeride toplumsal yoksullaşma ve çözülme
demek oluyor.
128
Doğu Avrupa ülkelerinin yaşadığı tarihsel tecrübe ise başka
bir örnek olayı teşkil ediyor, onlar içeride daha iyi bir enteg
rasyon sağlamak için kapitalist dünya ekonomisinden kopma
ya çalışıyorlar. Çoğu zaman maruz kaldıkları bu mantık, ko
münizmin içinde sarsılmalarından önce de yaşadıkları küresel
ekonomiye yarı periferik bir konumda sokulmalarını değiştir
me imkânı hiçbir zaman vermemiştir. Uzun süre uzak tuuuk-
ları rekabet mekanizması orada çoğunlukla anarşik bir biçim
de gelişmiş, kitlesel bir istihdam eksikliği yaratmıştır. Yürür
lükteki politikalarla da kısa zamanda bunun düzeleceği yok
tur. Önemli bir sanayi potansiyeli olmasına rağmen bu ülkele
rin dünya ekonomisine entegre olma sorunsalı temel olarak,
sanayileşme yolundaki diğer bölgelerden farklı değildir.
Doğrudan Yatırını
132
hidrokarbûr (petrol, dogalgaz) ya da Fas’ta olduğu gibi fosfat
işletmelerinin rantına dayalıdır. Bütünde azgelişmiş imalat sa
nayii genellikle devletin eseridir, o da, gerektiğinde anahtar
teknolojiyi ele geçirmek için dış finansmanı bulabildiğinde.
Devlet eliyle sanayileşme stratejisinde Cezayir prototip örneği
oluşturmaktadır. Dışarıya kapalı, petrol rantına dayalı ağır sa
nayi m erkezli devlet sanayileşm esinin tipik örneği Ceza
yir’dir.
İmalat sanayiinin küresel üretim içinde gülünç bir yer işgal
etmeye devam ettiği Kara Afrika'da da (Nijerya ve Güney Afri
ka hariç) yabancı sermayenin her şekli gözle görülür biçimde
eksiktir. Kolaycı bir yaklaşım, bu bölgenin sanayiinin durgun
olmasını burada yabancı sermayenin olmayışına bağlamamızı
gerektirebilir. Oysa nedensellik ters yöndedir. Batılı ya da As-
yalı sermayenin dünyanın bu bölgesine karşı ilgisizliği, özel
sektörün atıllığına ve sömürgelik döneminden beri örgütlen
me ilkeleriyle işletme yöntemlerini hiç geliştirmemiş görünen
devlet aygıtlarının hiçbir sınaî kalkınma stratejisinin olmama
sına bağlıdır.
Kredi
Yardım
TABLO t
Gelişmekte Olan Bölgelerin Serm aye Türüne Göre Yararlandıkları
M ali Kaynaklar (yüzde olarak)
137
İki taraflı yardımın aksine, toplam yardımın yüzde 3 0 ’unu
oluşturan çok taraflı yardım veren ülkelerin ticari ya da strate
jik hedeflerine a priori tâbi değildir. Çok taraflı yardımları dü
zenleyen kurumlann -BM, Dünya Bankası, Avrupa Kalkınma
Fonu, vb.- prensiple alıcı ülkelerin kalkınmasından başka he
defleri vardır, başka bir deyişle, kapitalizmin bu ülkelere yayıl
ması. Yaptıkları şey, özel ya da toplumsal rantabilitesi uzun va
dede sağlanacak üretici ya da kolektif yaLırım projelerini fi
nanse etmek ya da hatta, tarım, enerji veya iletişim gibi sektö
rün bütünün yeniden yapılandırılması ve modernleştirilmesi
ne katkıda bulunmaktır.
Bu anlamda, kalkınmanın lojistik koşullannı meydana ge
tirmekte yetersiz kalan devletin nöbetini, halta yerini alır. Bu
arada seksenli yıllardaki borç krizi ve bir sürü projenin boş
çıkması, borçlu ülkelerin ödemeler dengesinin doğrudan fi
nansmanı için yapılan çok laraflı yardımlarda muazzam bir
değişimi fişekledi. Buna karşılık, borçlu ülkeler Dünya Banka-
sı’nın hazırladığı ve AB gibi başka kurumlann benimsedikleri,
yapısal denen uyum programlarını hayata geçirmek zorunda
bırakıldılar. Bu programların genel amacı, hem dış ticaret ala
nında hem de finansal sistem içinde ve devletlerin geleneksel
olarak düzenlediği sekörlerde pazar mekanizmalarının borçlu
ekonomilere sistematik olarak sokulması ve yayılmasıdır. Ka
pitalist üretim tarzının doğrudan yerleşmesinin mümkün ol
madığı durumlarda çok taraflı finansman kurumlan gayretleri
nin büyük bir kısmını kapitalist üretim tarzının yayılmasına
elverişli yapısal koşulların oluşması için harcarlar.
Sanayileşme Stratejileri
138
Latin A m erika’d a ithal ik a m esi Yoluyla Sanayileşm e
139
racai geliriyle sınırlıdır. Bütün bölgede kurun değerinin aşırı
yüksek tutulması, tarım oligarşisinin zararına sınaî yatırım
maliyetini düşürmeyi sağlar. Aynı zamanda, bütün sınaî ihra
cat atılımmın önünü keser. İhracat değeri hammade fiyatların
daki gelişmelere göre istikrarlı bir eğilim üzerinde çalkalandığı
için, yatırımların büyümesi, bölgedeki devletlerin dış borçlan
ma kapasiteleriyle sınırlıdır, o da mecburen düşüktür.
ikinci sıkıntı, iç pazarın boyu ve birim fiyatı yüksek mal
üretimini hiç verimli kılmayan, halkın ortalama gelir düzeyiy
le ilgilidir. Altmışlı yıllardan itibaren sistematik gelir yoğunlaş
tırma politikaları orta sınıfın bir kısm ında Batılı tüketim
normlarının yayılmasını sağladı, bu sıkıntı da kısmen çözüldü.
Otoriter rejimlerin yürüttüğü bu politikalar seksenli yıllarda
iktidara gelen hükümetlere dev bir dış borcun yanında aşırı
ağır bir toplumsal borç bıraktılar.
İç Dinamiklerin Önceliği
Eğitim
144
TABLO II
Gelişmekte Olan Ülkelerde Eğitim Seviyesi
(yüzde olarak)
145
gede yaşamaktadır, bunun 8 milyonu Endonezya’da, 6 milyo
nu Tayland’da, 6 milyonu Malezya’da, 2 milyonu Singapur’da
ve 1 milyonu da Filipinler’de yaşamaktadır.
Bu diaspora, bulunduğu her ülkenin milli kalkınmasında
önemli bir rol oynamıştır, adı geçen yedi ülkede GSYİH’yı 700
milyar dolara çıkarmıştır, bu da kıla Çin’inkinden daha fazla
dır. Filipinler'deki deniz aşırı Çinliler nüfusun sadece yüzde
l ’ini temsil ediyor ama borsa sermayesinin yansından fazlasını
onlar oluşturuyor. Bu oranlar Endonezya’da sırasıyla yüzde 3
ve yüzde 70, Malezya’da yüzde 32 ve yüzde 60'tır [The Econo
mist, 1996 ve 1998]. 1985’le 1994 arasında Çin ve Güney Ko
re’nin önünde küresel büyüme rekorunu elinde tutan Tay
land'da (kişi başı ortalama yıllık gelir artışında, yüzde 8,2)
milli servetin yarısı Çinli azınlığın ellerindedir [a.g.e.].
Hem otoriter hem ademi merkeziyetçi olan Çinli girişim, bi
rikmiş bir ailevi iş bilgisine ve son derece güçlü bir zorunluluk
duygusuna dayalıdır. Çoğunlukla aile bağlarıyla örülen ulusla
rarası ağı, sermayeyi kolayca harekete geçirme ve talepteki oy
namalara hızla cevap verme imkânı verir. Güney Çin’in bu
günkü kalkınmasında bu çok geçerlidir, yatırımlan da Ameri
ka, Japonya ve Avrupa karışımı şirketlerinkini geçer. Orta-
çağ’da Avrupa kapitalizminde olduğu gibi uzun süre uluslara
rası alana sıkışan ulus-aşırı Çin kapitalizm i, Çin kıtasının
kontrolünü, şaşırtıcı bir biçimde Avrupa’daki merkantilist dö
nemi hatırlatan bir ilerleyişle ele geçirmeye hazırlanıyor.
146
-özellikle ithalat denetimine, bütçe sübvansiyonlarına, kredi
indirimi ve dağıtımına dayalı- büyüme için gerekli fiziksel ve
toplumsal altyapıları yaratarak, sistematik olarak araştırmaya
teşvik ederek ve çoğu durumda, özel sektörle sıkı bir işbirli-
giyle tavrım gösterir.
Devlet, pazarın yerini almak gibi bir iddiada olmadan ona
yol gösterir, bilginin dolaşımını düzenler, özel sektördekilerin
karar koordinasyonlarını kolaylaştırır ve kalkınma için strate
jik olduğuna karar verilmiş yatırımlara gereken kaynakların
harekete geçmesini temin eder. Kamu hizmetlerinin yerine ge
tirilmesi ve kolektif ve toplumsal altyapıların finansmanı için
gerekli kaynakları vergi yoluyla toplayan devlet aygıtlarının
yerleşmesiyle, çoktaraflı kurumlar tarafından uzun zamandan
beri yayılan liberal amentüden apayrı bir yol izleyen devletin
bu müdahale yetkinliği mümkün hale geldi. Sürekli devam
eden yakın askerî tehditlerin (Kuzey Kore ve Çin) canlı tuttu
ğu güçlü bir milliyetçilik duygusu ve çok eskilere dayanan bir
devlet örgütlenme yapısı, bu anlamda önemli bir koz teşkil
ediyor, birçok Afrika ve Güney Amerika ülkesinin de yoksun
olduğu budur.
Hammaddelerin Önenısizleşmesi
148
madde fiyatlarının sabitlenmesi sorunu, Kuzey-Güney ilişkile
rinde kamu sektörü ile özel sektör arasında açılan uçurumu
tüm derinliğiyle ortaya koyuyor [Adda ve Smouts, 1989], Bu
ülkeler için temel ürünlerin sabit ve kârlı bir fiyatı olması de
mek, teoride, kalkınmaları için gerekli teknolojiyi ele geçirme
lerini ve ihtiyaç halinde, uluslararası finansmanın özel kay
naklarına erişmelerini sağlayacak uluslararası satın alma gücü
nün garantisi demektir. Satır aralarından, pazarın nesnel yasa
larına tâbi olmayan bir ekonominin, burada uluslararası bir
düzeyde yansıtılan toplumsal bir alana gömülü bir ekonomi
nin -Polanyi’nin ifadesiyle [1944]- prekapitalist anlayışı görü
lüyor. İstikrarlı ve kazanç getiren fiyat, bu açıdan bakıldığın
da, Ortaçag’ın Avrupalı Hıristiyan dinbilimcilerinin ifade etliği
"adil fiyat” kavramının güncellenmiş versiyonundan başka bir
şey değildir, bu kavram ticari faaliyetlere ve zenginleşme olgu
suna olan korkularım anlatıyordu.
Böyle bir fiyat belirlemenin teorik güçlüğü, halta imkânsızlı
ğının yanı sıra, hammadde istikrarıyla ilgili kalıcı hiçbir politik
uzlaşmanın başarılı olamaması, bu ürünlerin reel fiyatlarının
düşme eğilimini bilen gelişmekte olan ülkelerin isteklerini ne
yin yönlendirdiğiyle açıklanabilir. Burada iki sorunu birbirin
den ayırmak gerekiyor: Birincisi temel ürün fiyatlarının dalga
lanması, İkincisi de bunların uzun dönemdeki eğilimleridir.
İmalat ürünlerinin fiyatından ya da hizm et fiyatlarından
farklı olarak, temel ürün fiyatları pazarlarda oluşan reel ya da
beklenen dengesizliklere karşı aşırı hassastır. Bu onların, üre
tim zincirinde yukarıdaki spesifik pozisyonlarından kaynak
lanmaktadır [Giraud, 1989], Herhangi bir aksaklığın nihai ürü
nün bütün üretim zincirini felç etme riski taşıdığı sına! dönü
şüme yönelik maddeler için (tarımsal ya da madeni) bu doğru
dur. Dolayısıyla kısa dönemde talebin esnekliği çok düşüktür.
Mevcut ya da muhtemel bir kıtlık durumunda, fiyat artışı lalebi
kesinlikle durdurmayacaktır, aksine, koruyucu olduğu kadar
spekülatif de olabilen stokların oluşumuyla artacaktır.
Besinsel tüketime yönelik ürünlerde de fiyat karşısında tale
bin esnek olmadığı doğrulanmıştır (tahıllar, tropik ürünler).
149
Fiyatın düşmesi kesinlikle nihai tüketimi kışkırtmaz, daha zi
yade, imalat ürünü ya da hizmet satın alma gücünü etkinleşti
rir. Buna karşılık fiyatın artması, stok oluşumunu teşvik ede
cektir. Hem bu ürünler hem de sınaî maddeler için fiyat dalga
lanmaları kısmen üreticilerin marjı tarafından absorbe edilir,
kısmen de aşağıya yansıtılır. Çoğu durumda, nihai ürünün fi
yat oluşumuna asgari oranda yansır.
Ayrıca fiyatların istikrarsızlığı, arzın kısa vadede esnek ol
mayışıyla da desteklenir. Bu, maden sanayii için geçerlidir,
ama aynı zamanda, arzın büyük ölçüde gelişmekte olan ülke
lerde yoğunlaştığı tek sektör olan tarımsal işletmeler için de
geçerlidir. Bu iki sektörde kapasite artırılması, fiyat yükselişi
nin uzun süreli olduğunu varsayar, ağır sermaye katkısı gerek
tirir ve önemli gelişme sürelerine tâbidir. Bunun aksine fiyat
düşerse, kapasiteyi bu düşüklüğe uyarlamak, toplam üretim
maliyetinin önemli bir kısmının sermaye ve finansman gider
lerini karşılayacağı oranda ağır olacaktır. Burada da, arzın ye
niden kımıldamaya başlaması için fiyat düşüklüğünün kalıcı
olması gerekir.
Nedenleri başka da olsa, tarım ürünleri arzı için de durum
aynıdır, iklim değişikliklerine yoğun biçimde bağlı olan bu
sektör, sanayileşmiş ülkelerin iktidarları tarafından genellikle
katı bir biçimde korunur. Gelişmekle olan ülkelerde nüfusun
önemli bir kısmını kapsar. Her iki durumda da fiyatlardaki bir
düşüş kısa dönemde arzı düşürmez. Pierre Noel Giraud’nuıı
belirttiği gibi [1989, s .110], “köylüler işten çıkarılamaz”. Di
ğer yandan gelişmekte olan ülkelerde ürelim ihracata yönlen
dirildiğinde, arzın kısa dönemde eğilmezliği artar. O zaman
ülkenin döviz ihtiyacı zarar eden bir ürünün yerli parayla des
teklenmesini, döviz cinsinden net bilançosu arlıda oldukça
doğru olabilir. Ödemeler dengesi kriziyle boğuşan ülkelerde,
uluslararası fiyatların düşmesinin sonucunda, ihracat gelirle
rindeki düşüşü engelleyecek şekilde arz hacmi büyüyecektir.
Yani fiyat istikrarsızlığı, temel ürün pazarlarının kısa vadede
kendi kendini düzenleme yetersizliklerinin diğer yüzüdür.
Uzun vadede fiyat değişikliklerinin arz ve talepte uyarıcı etkisi
150
olabilir, ama kapasite uyarlamaları kısa vadede fiyat dalgalan
malarını hiç azaltmayarak geleceği riske sokarlar. Bu dalgalan
maların gelişmekle olan ülkelerdeki üreticilerin gelirleri ve dış
finansları üzerindeki felaket sonuçları, kurları uluslararası
alanda sabitleme arzularını tamamıyla meşru kılıyor.
Bununla beraber, kısa vadede gözlenen dalgalanmaların
uzun vadede iyi kötü istikrara kavuşacağı varsayılır. Kesinlikle
böyle bir şey yok. Dünya temel ürün pazarlarında istikrar sağ
lama p ro jelerin in tem el h alasın a düşülüyor bu noktada.
1950’den sonra Paul Prebish ve Hans Singer’in uzun süre red
dedilen, temel ürünlerin reel fiyatlarının düşeceği tezine artık
itiraz edilmiyor. Grili ve Yang [19881 ve Reinhart ve Wick-
ham'ın [1994] yakın tarihli çalışmaları, enerjetik olmayan te
mel ürünlerin reel fiyatlarının 1900 yılından beri yüzde 6 ora
nında bir düşüş irendi içinde olduğunu gösteriyor. Buradaki
reel fiyat kavramı» temel ürünlerin göreli fiyatlarıyla sanayileş
miş ülkelerin ihraç ettiği imalat ürünlerinin fiyatlarının oranı
na işaret ediyor. Böyle hesaplandığında, ham m addelerin
1999’daki reel fiyatı 20. yüzyıl boyunca gözlenen en düşük se
viyedeydi, 1900 yılında kaydedilen seviyenin yüzde 57, 1917’-
deki tarihî zirve noktasının yüzde 68, 1973’le kaydedilen do
ruğun da yüzde 62 altındaydı.
Temel ürünlerin reel fiyatlarındaki bu ağır düşüş trendi aynı
zamanda ihracat ürünlerine bağımlı ülkeler için ticaret hadle
rinin düşme eğilimi anlamına da gelir ve gizemli hiçbir tarafı
yoktur. Temel olarak, smaî üretim ve küresel tüketim için ge
rekli temel ürünlerin içeriğindeki düşüşten ileri gelir, başka
bir deyişle, talebin gelir-esnekliğinin zayıflığından kaynakla
nır. 1972-1992 arasında, OECD ülkelerinde hammadde tüke
timinin sabit fiyatlarla GSY1H içindeki payı üçte bir gerileye
rek yüzde 0.9 ’dan yüzde 0.6 ’ya düşmüştür. Gelişmiş ülkelerin
sanayilerindeki dönüşümler olsun (ağır sanayilerin azalması,
büyük hammadde tüketicileri ve bilgisayar sanayiinin yükseli
şi), geleneksel maddelerin (bakır, demir, kalay...) yerini daha
güvenilir, daha verimli ve daha ucuz yeni maddelerin (plastik,
fiber optik, kauçuk, sentetik) alması olsun, ürünlerin minya-
151
türleşlirilmesi ya da yeniden kullanma tekniklerinin mükem
melleştirilmesi olsun, her şey, aşırı bir uluslararası rekabet
içinde, küresel temel ürün talebinin faaliyet ritmine göre azal
masına yol açıyor.
Gıda ürünleri pazarlarında tablo daha da karanlık. Ku-
zey’deki talebi karşılamak için hem sanayileşmiş ülkelerdeki
arzın sübvansiyonu destekleniyor hem de başta Asya olmak
üzere Güney’de kendi kendine yeterlilik konusunda gözle gö
rülür ilerlemeler kaydediliyor. Toplamda, dünya ticaretinde
eneıjetik olmayan temel ürünlerin payı 1973'te yüzde 27’ye
ulaşırken, 1997’de yüzde 13’ten fazla değildi.
Temel ürünler ihracatına bağımlı kalan gelişmekte olan ülke
ler için durum, sanayileşmiş ülkelerin bu tip ürünleri ithal etme
konusundaki özerklikleri artmaya devam ettikçe daha da zorla
şacak. UNCTAD’a göre, gelişmekte olan ülkelerin petrol dışında
dünya hammadde ihracatındaki payı 1970’len beri azalmakta
dır, o dönemde bu pay yüzde 43’ken 1990’ların başında yüzde
30’a düşmüştür. Bir tek Brezilya petrol dışı hammadde ticaretin
de dünya sıralamasında onuncu sıraya çıkabilmişti. Madencilik
TABLO III
İhracatta Uzmanlaşmalarına Göre Gelişmekte Olan Bölgelerin
Ekonomik Performansları
(1982-1999 arasında yıllık ortalama büyüme oranları, yüzde olarak)
İhracatta
imalat
İhracat İthalat ürünlerinin
GSYİH hacmi hacmi payı 1998
A ğırlıklı ih ra c a tla r
Petrol 2,4 3,2 -0,4
Diğer ham ürünler 3,2 4,5 3,0
Çeşitlendirilmiş temel ürünler 3,1 5.1 4.4
İmalat ürünleri 6,1 9.8 7.7
Bölgeler
Sahra-altı Afrika 2,1 3.0 2.7 36
Kuzey Afrika-Orta Doğu 3.3 3,6 1.7 19
Güney Amerika 2,4 6,7 4,6 49
Asya 7,3 9,8 7,5 86
Kaynak: IMF, World economic Outlook, Mayıs 2000 ve Dünya Bankası, Rapport sur le de-
veloppement dans le monde, 2000; (yazarın hesaplamaları).
152
sektöründe, yüksek istikrarsızlık ve siyasi belirsizliğin olduğu
ülkelerde, özellikle de Afrika’da yatırımlar sistematik bir şekilde
yok oldu ve Batı’daki “maden kemeri”nde yoğunlaştı (Kanada,
Avustralya, Latin Amerika, Güney Afrika).
Bu koşullarda, bu tür ürünlerin ihracatını yapan gelişmekte
olan ülkeler için gerçek sorun yakalayamayacak oldukları fiyat
istikran için savaşmak değil, kalkınmalarını engelleyen en
güçlü etmenlerden biri olan ve sömürge döneminden kalan
uzmanlaşma tuzağından kurtulm aktır (bkz. Tablo 111). Sırf
dünya ekonomisinde onları marjinal bir konuma iteceğinden
değil, aynı zamanda tarım ve maden sektöründen elde edile
cek üretim fazlasını sahiplenme mücadelesinin her türlü zen
ginlik yaratma sorunsalını orladan kaldıracağı rant ekonomi
lerinin oluşmasını teşvik edeceği için bunu yapmalılar.
Kişi başı
GSYİH<*> lhracat<b> Nüfus GSYİH™
Sanayileşmiş ekonomiler 54,1 68.1 14.2 381
ABD 21,9 14,0 4.6 476
AB 20.3 39,3 6.3 322
Japonya 7.6 6,7 2,1 362
Diğer sanayileşmiş ülkeler 4,3 8,1 1,2 358
Gelişmekte olan ekonomiler 40.1 27,5 78,9 51
Afrika 3,2 1,8 12,0 27
Sahra-altı kısmı(c) 1,4 0,7 8,0 18
Orta Doğu 4.0 3,4 5,0 80
Güney Amerika 8,4 4.5 8,5 99
Asya 24,5 17,8 53.4 46
Yeni sanayileşen AsyaW) 3,3 10,3 1,3 254
Geçişte olan ekonomiler 5,8 4,4 6,8 85
Dünya 100 100 100 100
(a) Satın alma gücü paritesinln döviz kuruyla. Dünya = 100
(b) Mal ve hizmet
(c) Güney Afrika ve Nijerya hariç
(d) Güney Kore, Hong Kong, Singapur ve Tayvan
Kaynak: IMF, World Economic Outlook, Ekim 2000; (yazarın hesaplamaları).
TABLO V
Gelişmekte Olan Ülkelere Yönelik Bir Yıldan Uzun Vadeli
Net Finansman Akışının Bileşimi
(Yıllık ortalama yüzde olarak)
160
yükselmesi ya da içerideki ödemeler dengesinde bir bozulma
sermaye akışlarında ani bir ters dönüşe sebep olabilir. 1994
Aralık’ında Meksika’yı 1 99 7’de Güneydoğu Asya’nın büyük
bir bölümünü silkeleyen mali krizler bu açıdan, kötü kontrol
edilen, halta erken bir mali liberalleşmenin tehlikelerini göste
riyor.
AZGELtŞMİŞLİĞİN İNADI
Dışlamanın Boyutları
163
lan desteğini ve özel sermayelerin yeniden ilgisini kazandır
mıştır. 1980’den beri yılda yüzde 3,2’lik kişi başı ortalama reel
gelir artışı ile, Uzakdoğu’dan sonra (yüzde 6,7) en iyi bölgesel
ekonomik performansı göstermiştir. Yetmişli yıllarda sergile
dikleri ekonomik marjinalleşme durdurulmuş gibi görünüyor
dolayısıyla. Bu bölgenin karşılaştığı en önemli sorun halkın
geniş bir kesiminin çok yoksul olmasıdır.
Yetmişli yılların sonuna kadar gelişmekte olan bölgeler ara
sında ekonomik anlamda en ileri iki bölge olan Arap Dünyası
ve Güney Amerika seksenli yıllarda reel gelirlerinde önemli
bir gerileme kaydettiler. Bir tarafta petrol fiyatlarının düşmesi,
diğer tarafta borç krizi, bu iki bölgenin bu süre boyunca ulus
lararası ticari ve finansal akışlarda marjinalleşmesini açıklayan
başlıca travmalardır ilk bakışta. Birinde hâlâ süren ranl alış
kanlığı, diğerinde de dış borç alışkanlığı, bu iki bölgenin uzun
vadede toparlanmasının önündeki en önemli engelleri teşkil
ediyorlar.
Eski Sovyet Bloku’nu oluşturan Doğu Avrupa ve Orta Asya
ülkeleri de, Berlin duvarının yıkılmasından sonra bir çöküşe
girip, nispi gelirlerinde önemli bir gerilemeyle karşılaşmışlar
dır. Dünya mal ve hizmet ihracatının yüzde 5’inden azını ger
çekleştiren bu bölge, temel ve ara malların hâlâ öncelikli oldu
ğu birçok gelişmekle olan ülkedeki ihracat yapısına sahiptir.
Doksanlı yılların başında bölgeler-içi ticaret ağlarının çözül
mesi ve pazar ekonomisine geçişin gözle görülür toplumsal
maliyeti, kişi başı reel geliri tekrar Arap dünyasının seviyesine
indirmiştir.
Toplamda, kişi başına düşen gelirleri uluslararası düzeyde
karşılaştırdığımızda [Dünya Bankası, 19 9 5 ], gezegenin geliş
miş ve görece az nüfuslu kısmıyla son derece kalabalık üçüncü
dünya arasında bir süreklilikten ziyade gerçek bir uçurumun
var olduğunu görüyoruz. 1999’da, en kalabalık yüz kadar dev
letin kişi başına düşen reel geliri, Amerika Birleşik Devietle-
ri’ninkinin üçte biri düzeyindeydi. Ölçeğin diğer ucunda, on
beş kadar sanayileşmiş ülkede (ve yukarıda belirtilen dört
mikro-devlet) yaşam düzeyinin en düşük olduğu durumda bile
164
Amerika Birleşik Devletleri’ndeki yaşam seviyesinin en fazla
yüzde 30 altındaydı. Bu iki kutup arasında bir avuç devlet, Gü
ney Avrupa, İsrail, İrlanda, Yeni Zelanda, Güney Kore ve Tay
van, birinci dünya ile üçüncü dünya arasında geçiş oluşturarak
dünyanın ikinci grup ülkelerini kapsamaktadır.
TABLO VII
Gelişmekte Olan Bölgelerin Sosyo-Ekonom ik Özellikleri
Kentleşme
----------------------------------- Çocuk Doğur-
Nüfusun Yıllık ölüm ganlık
yüzdesi büyüme yüzdesi oranı
1970- 1980-
Nüfus 1970 1995 1980 1995 1995 1970 1995
166
kırsal kesimden göçün şişirdiği iş arzı arasındaki dengesizliğin
büyüklüğünü gösterir. Sahra-allı Afrika'da 1990’da gayriresmî
istihdamın kentsel işgücünün yüzde 6 0’ına denk düştüğü tah
min ediliyor. Aynı tarihlerde Güney Amerika’da tanm dışı fa
aliyetlerde gayriresmî istihdam payı yüzde 3 1’e yükselmişti.
Bildirimi yapılmadığı için sayımı da yapılamayan gayriresmî
bu faaliyetler gelişmekte olan ülkelerde üretim miktan ve ya
şam seviyeleri hakkında düşük tahmin yapılmasına sebep ola
bilir. Bunlar, belli bölgelerde azgelişmişliğin kalıcılığının bir
göstergesiyken, eski sanayileşmiş ülkelerde de geçici işler top
lumsal dışlanmanın eşanlamlısı haline gelebilir.
Devletin resmî istihdamın gelişmesine uygun bir kadro sun
maktaki yetersizliği, geniş bir ölçekte yasallıgın sınırında, hat
ta basit suç statüsünde ve örgütlü faaliyetlerin kontrol edilme
yen bir biçimde artmasına da eşlik eder. Gelişmekte olan bir
çok ülkede ciddi bir rolü olan uyuşiurucu ekonomisi de kendi
tarzıyla küreselleşme sürecine katılıyor. Ticari planda büyük
ölçüde uluslararasılaşan uyuşturucu, hem uluslararası finan-
sın bazı çarklarına giriyor hem de uyuşturucunun kaynağını
ya da hammaddenin işlenmesini doğrudan ve dolaylı olarak
istihdam ve dövizle besleyen ekonomilere katılıyor.
Kitlesel düşük istihdamın bir başka özelliği olarak, seksenli
yıllarda çalışan çocuk sayısında dramatik bir artış olmuştur.
UNlCEF’e göre [1992] on yıl önce on beş yaşın altında çalıştı
rılan çocuk sayısı 50 milyon civarındayken, doksanların ba
şında bu rakam 100 ilâ 200 milyondur. Ekonomik kriz duru
munda yetişkinlerin gelirlerindeki düşüş çocukları da iş piya
sasına itmektedir. ILO’ya göre Meksikalı ve Brezilyalı çocukla
rın yüzde 18’i eskicilik, işportacılık ya da ev işlerinde ekono
mik faaliyete katılırlar. Hindistan, Bangladeş ve Endonezya gi
bi bazı Asya ülkelerinde iş gücünün yüzde 10’undan fazlasını
on beş yaşının altındaki çocuklar ifa etmektedir.
Devletlerin bu olguyu yok etmekte gösterdiği yetersizlik
gerçek bir siyasi giderme isteğinin olmadığını pek gizleyemi
yor. Dünya Bankası’na göre [1990], bir milyar kişiden fazlasını
375 dolar olduğu varsayılan (1985'teki fiyatlar ve döviz kurla-
167
rina göre) mutlak yoksulluk sınırının üzerine çıkarmak için
yapılması gereken kaynakları yeniden dağıtmak, bu bölgelerin
küresel tüketiminin duruma göre yüzde 1 ve yüzde l l ’inden
fazlasını oluşturmuyor. Yoksullukla mücadele olsun, çocukla
rın çalışması olsun, suç ekonomisi olsun, devletlerin pasifliği,
Batı’daki Keynesgil dönemin özelliği olan toplumsal uzlaşma
ların evcilleştiremediği vahşi ve soyguncu bir kapitalizmin
egemenliğinin görünmeyen tarafıdır.
Eğer toplumların, maddi refahlarını artırıp bu refahtan fay
dalanma imkânlarım en fazla bireye sunabilme becerisine kal
kınma diyorsak, kişi başı gelir düzeyiyle halkların eğitim ve
sağlık seviyesini birleştiren Birleşmiş Milletler’in sunduğu in
san kalkınma göstergesinin [PNUD] anlattığı gibi, azgelişmiş
lik haritası hassas bir biçimde değişir. Bazı eski komünist ül
kelerle (Çekoslovakya, Macaristan, Ballık ülkeleri) Asya’nın
birinci nesil yeni sanayileşen ülkeleri, bu bakımdan gelişmiş
ülkelere yaklaşıyorlar. Bunun tersine, tüm Arap dünyası, Latin
Amerika’nın büyük bir kısmı ve zengin ülkeler içinde gelir da
ğılımı en eşitsiz olan Amerika Birleşik Devletleri de gelişme
ölçeğinde düşmüşlerdir. Kanada, İskandinav ülkeleri, İsviçre
ve eski Federal Almanya bu kriterlere göre gelişmiş ülke sıfatı
na en çok sadık kalmış ülkelerdir.
170
şartlar deyin, Kuzey-Güney sermaye akışını yönlendiren para
metrelerin tamamı, gelişmekte olan ülkeleri dışlayan bir karar
lılığa hedef oluyor, böylece bu ülkeler uluslararası finansal
konjonktürün hareketlerine karşı savunmasız hale geliyorlar.
177
İKİNCİ BÖ LÜ M
ZITLAŞMA VE ÎŞBİRLtĞt
179
Karşılıklı bağımlılıktan daha keskin olan bu bilinç uluslarara
sı ticaret koşullarını etkileyen değişkenlere dayanmaya devam
ediyordu. Avropazarlann ortaya çıkmasının para politikalarının
sürdürülmesi üzerindeki etkisi hafife alınacak gibi değildi. Ama
birinci petrol şokunun yarattığı daralma etkisine “Para Yıla-
nı”nın hiç direnç göstermediği Avrupa dahil, bu etki kur dalga
lanmalarıyla hafifletildi. 1970’li yıllarda finansal global izasyon-
daki gelişme, ekonomi politikaları üzerinde yoğunlaşan bütçe
açıkları, dış borçlar gibi çeşitli baskıların bir sonucu olarak orta
ya çıkmıştır. Cari ödemeler dengesindeki geleneksel sorunlar
bundan böyle iç ve dış borçlar sorunu olarak sürmektedir.
Kuzeydeki finansal entegrasyonun kısmen tamamlanması ve
1980’li yıllarda üretken sermayenin artan hareketliliği, devletler
arası bağımlılığın sınırlarını belirledi. 1980’li yılların sonuna
doğru ABD’nin ekonomi politikalarındaki canlanma, dünya ser
mayesini yakalamada uluslararası rekabetin yeni bir biçim aldı
ğına işaret ediyordu. Gelişmekle olan Ökelerin dünya finans pi
yasalarının dışında kalmasıyla, Amerikan ekonomisinin dünya
tasarruflarını kendine çekmesi, Latin Amerika’da krizin çıkma
sına ve giderek diğer bölgelere de yayılmasına yol açtı.
Amerika Birleşik Devletleri’nde reel faiz oranlarındaki yük
seliş sanayileşmiş diğer ülkeleri para politikaları konusunda
yeniden sıkıştırıyordu. Bu ülkeler finans piyasalarını kurutan
bu durumu engelleyemiyorlardı. Amerikan ödemeler denge
sindeki açığın büyüklüğü ve 1980’li yılların ikinci yarısında
durumun giderek güçleşmesine, döviz ve hisse senedi piyasa
larının alt üst olmasına yol açtı. Uluslararası finansal ilişkiler
de anlaşmazlıkların çözümü de zorlaşmıştı. Ayrıca, bilgi tek
nolojisindeki gözle görülür ilerlemeler ve iletişim araçları ge
nişlemesi sayesinde üretimin küreselleşmesinde kaydedilen
ilerleme doğrudan yatırımları çekme ve iş gücü akışı konu
sunda ülkeler arasında yeni bir rekabet biçiminin ortaya çık
masına yol açlı.
Para ve finans piyasalarındaki olumsuz etkilere açık kalan
ekonomi politikaları, vergi ve yönetmelikler konusundaki hâ
kimiyetleri ile konjonktürel gelişmeyi sürdürme konusundaki
180
gayretlerini bir kenara bırakarak, uluslararası rekabetin getir
diği zorunluluklar karşısında boyun büktüler. Küreselleşen
özel sektörün ulusal karakter taşıyan mevcut yasalarla çeliş
mesi ancak uluslararası işbirliğinin güçlendirilmesi ile düzelti
lebilirdi. 1980’li yılların ortalarından itibaren Amerika Birleşik
Devletleri’ni saran mali kriz korkusu ve ekonominin durgun
luğa sürüklenmesi riski, bu işbirliğini, özellikle belli başlı sa
nayileşmiş ülkeleri makro ekonomi politikalarının koordinas
yonu konusunda cesaretlendirdi. Avrupa’da da, sanayide geri
lemenin yarattığı panikle birlikte, Berlin duvarının düşmesi
nin ardından ortaya çıkan yeni durum bölgesel bütünleşmeyi
kamçıladı. Devletlerin para politikaları üzerindeki muhtemel
baskıları kaldırmak amacıyla bir parasal entegrasyon planının
ortaya konulmasına yol açtı. Nihayet, Latin Amerika’daki fi
nans sektörünün zayıflaması, Afrika’da istikrar politikaların
daki başarısızlık ile Doğu Avrupa'da piyasa ekonomisine geçiş
te karşılaşılan zorluklar, Bretton Woods sisteminin mirası olan
IMF ve Dünya Bankası gibi uluslararası düzenleyici role sahip
kurumlann geleceğinin aynı zamanda da uluslararası para sis
teminin geleceğinin sorgulanmasına yol açtı.
183
yapılan kesinli (ABD’de yüzde 1, Japonya’da yüzde 3 ’ün üze
rinde), ekonomiler üzerinde geriletici bir etki uyguluyordu.
1973’ün ortasından 1975’in ortasına kadar işsizlik oranı Ame
rika Birleşik Devletleri’nde ve AET’de pratik olarak ikiye kat
lanmıştı (sırasıyla, yüzde 5’ten yüzde 9’a ve yüzde 2,5’lan yüz
de 5’e). Mantıken, enerji fiyatlarının artması maaşların satın
alma gücünü, milli gelirden alınacak orana göre azaltmalıydı.
Hiç böyle olmadı. Sanayileşmiş ülkelerin çoğunda yürürlükte
olan maaşları endeksleme mekanizmaları reel maaşların düşü
rülmesine engel oldular, sonuçta enerjinin pahalılaşması şir
ketler tarafından istihdam azaltılarak karşılandı. Fiyat endek
sinde enerji ürünlerinin ağırlığını kabul edersek, petrol şoku
nun enflasyon üzerindeki mekanik etkisi yüzde 2-2,5 seviye
sinden yukarı çıkmamalıydı. Pratikte, endeksleme mekaniz
malarının harekele geçirdiği fiyat-maaş spirali, sanayileşmiş
ülkelerde 1973’ün ortasında ortalama yüzde 8 olan enflasyonu
iki yılda yüzde 15’e çıkardı.
Maaşların endekslenmeşin in tek sonucu katma değer pay
laşımının kârlar aleyhine bozulması olmadı. Buna paralel ola
rak, bazı ülkelerin (özellikle Avrupa’da) aşmakla çok zorlana
cağı enflasyonist bir durgunluğa da sebep olmuştur. O sırada
başlıca sıkıntı istihdam hakkındaydı. Sanayileşmiş ülkelerin
çoğunda bütçe enstrüm anları, iktisadi faaliyeti destekleme
yolunda kullanıldı. Durgunluğun artmasını kısıtlamaya yar
dım etse de, talebin korunması temel olarak arzın verimliliği
nin çöküşüne bağlı bir işsizliği yok etmeye yelmiyordu. Aksi
ne, petrol fiyatlarının yükselmesi ve bundan kaynaklanan
uluslararası rekabet yüzünden zaten kırılganlaşmış dış denge
ler üzerinde olumsuz etkileri vardı, çünkü her ülke petrol fa
turalarını kendi pazar payını diğerlerinin aleyhine büyütecek
şekilde düzenlemeye çalışıyordu. Fiyatların düşmesini de sağ
lamıyordu. Aksine, 1976’dan itibaren uygulanmaya başlayan
kemer sıkma politikalarının da, başlangıcını talep fazlasına
bağlayamayacağımız bir enflasyonun üzerinde hiçbir etkisi
yoktu.
184
Ekonom i Politikalarının D eğiştirilm esi
185
muştur. ABD’den başlayan zorunlu kesintilerin azaltılma hare
keti seksenli yıllarda bütün sanayileşmiş ülkelere yayıldı.
Aynı mantıkla, Avrupa ekonomilerinin krizi aşmakla ve iş
sizliği yok etmekteki özgün sıkıntıları, Keynesgil dönemden
kalan yapısal sorunlara dayandırılıyordu: emek pazarındaki
aşınya varan düzenlemeler, finans pazarlarının bölünmesi, fi
yat denetimi, kamu sektörlerinin ekonomiye egemen olması.
Ekonominin küreselleşmesinin getirdiği yeni karşılıklı bağım
lılıklar ve yeni aktörlerin güçlenmesi karşısında ulusal ekono
milerin çok esnek bir yapıya bürünmesi, bir başka deyişle pa
zar ve özel teşebbüsün liberalleşmesi gerekirdi. Kuralsızlaştır
ma, özelleştirme ve vergi baskısının azaltılması bundan böyle
liberalizme dönüşen ekonomi politikalarının düsturu haline
gelecekti.
Bu dönüşümü, sadece rakip düşünce ekollerinin sağlıklı re
kabetinin ürettiği teorinin inceleşmesinin bir sonucu olarak
görmek yanlış olacaktır. Bu her şeyden önce, küresel ekono
mideki değişimlerle her ulusal ekonomideki çeşitli sektörlerin
güç ilişkilerinin gelişmesi arasındaki dinamik ilişkinin ürünü
dür. Böylece, örneğin, girişimlerin ve sermayenin vergi yü
kümlülükleri uluslararası rekabetin artması nedeniyle her yer
de azaltıldı. Özelleştirmeler, kamu işletmelerine yeniden işler
lik kazandırmak amacı gütmekten ziyade, çoğunlukla devletin
finansman ihtiyacını ya da borç yükünü azaltmak için bir araç
olmuştur. Merkez bankalarının monetarizme geçişi ise, teorik
yaklaşımlardan (seksenli yıllarda finansal alanın değişimine
hiç direnmeyeceklerdir) ziyade dizginlerinden kurtulmuş bir
uluslararası rekabet bağlamında maaş gelişmelerini disiplin al
tına alma ihtiyacıyla yapılmıştır.
Meksika Sendromu ya da
Uluslararası Finansın Tehlikeleri
188
fikri vardı. Büyümeye dönüş için alacaklı ülkelere yapılacak
net transferin düşürülmesi, dolayısıyla bankaların finansal gir
dilerinin artırılması gerekiyordu. Bu bankalar öncelikli on beş
ülkeye (on tanesi Güney Amerika ülkesidir) üç yıllık net 20
milyar dolarlık kredi açmaya davet edildiler. Buna paralel ola
rak IMF ve Dünya Bankası’mn da koşullandırmanın uygulan
masındaki karşılıklı rolleri yeniden dengelenm iş oluyordu.
Uluslararası Para Fonu, ülkelerdeki makroekonomik gelişme
leri üstlenirken, Dünya Bankası da kaynak dağılımını düzelt
mek, ekonomilerin küresel üretkenliğini artırmak ve onları
dünya ekonomisine sokmak için yapısal reformları teşvik et
me görevini üstüne almıştı.
Yine de Baker planının ciddi bir eksiği vardı. Yeni stratejinin
temel taşı olan finansmanın canlandırılması, ticari bankalann
izlediği yükümsüzlük politikasına ters düşüyordu. Bu on beş
ülkeye verecekleri borçları artırmak konusunda tereddüt eden
bankalar, 1986 sonunda, petrol fiyatının düşmesinin sıkıntısı
nı doğrudan yaşayan Meksika lehine bir yapılanmaya katıl
makla yetindiler. Bunun yanında, bankalar, zaten karşılığını
bilançolarında oluşturdukları alacaklannı ikincil piyasada, ge
nellikle borçlu ülkelerde yatırım yapmaya yönelen çokuluslu
şirketlere indirimli fiyatla devrettiler.
1987’de Brezilya’nın banka borçlarının faizi ile ilgili olarak
ilan ettiği moratoryum, büyük Anglosakson bankalarını sıkın
tıya soktu. 1985’ten bu yana, ikincil piyasada kâğıtların bollaş
ması bono fiyatlarının düşmesine yol açtı. Fiyatların düşme
siyle alımı son derece cazip hale gelen bu kâğıtlann daha son
ra değer kazandıklarında elden çıkarılmaları kârlı olacaktı.
Borçların piyasa mekanizmasıyla konversiyonu stratejisi, kriz
yönetiminde o güne kadar söz konusu olmayan borcun değer-
sizleşmesi sorununu gündeme getirdi. Böyle olunca, banka
alacaklarına karşı piyasanın verdiği fiyat, ilan edilen değerinin
çok altında olmuştu. Kota dışında kalan borcun değerinin %
90 ’ma ulaşıyordu. Bu dunım karşısında borçlu ülkeler borçla
rının değersizleştirilmesini talep ettiler. Bu konuda bir anlaş
ma mevcut olmadığından bankalar ikincil piyasalardan bu bo
189
noları geri almak durumunda kalıyorlardı (aslında pratikte
böyle bir uygulama yasaktır).
192
Kuzey-Kuzey Arasında Ticari ve Mali Dengesizlikler
193
deral borçlarla sunulan yüksek verimliliğe kapılan Avrupa, Ja
ponya ve Güney Amerika (Güney Amerikalılar hızla değer
kaybetmesinden dolayı yerel paradan kaçarak) sermayeleri do
larla plasman yapmak için yarışa girip Amerikan dövizinin
olağanüstü artmasına sebep oldular. Ocak 1980’de 1,72 marka
düşen dolar Mart 1985’de 3,3 marka yükseldi. Yen karşısında
o kadar fazla değer kazanmasa da (beş yılda, “sadece” + % 25)
ABD’nin başlıca ticari partnerlerinin paralarının bulunduğu
bir havuz karşısında reel olarak yüzde 50 değer kazanmıştır.
Doların böylesine değer kazanm asının sonucunda tabii ki
Amerikan şirketlerinin fiyat-rekabet gücü azalmıştır, bu da ti
cari açığı büyütmüştür. Yine de ithalat fiyatını büyük ölçüde
indirmeyi sağlıyordu, böylece dezenflasyon kolaylaşıyordu ve
şirketler de Avrupa ve Japonya’dan ucuz fiyata donanım ürü
nü ithal edebiliyordu.
Cari alışverişlerin fiyatlarının hızla düşmesi (bkz. Tablo VIII)
aslında imalat ürünleri ticaretindeki fiyatların düşmesine isnat
edilebilir ve Amerikan pazarının hızla büyümesiyle daha da
artmıştır. 1979’daki şiddetli parasal sıkışıklık savaş sonrası en
ciddi durgunluğu yarattıktan sonra, parasal koşulların sürekli
gevşemesi ve bütçe açığının arlan yansımaları 1983 ve 1984’te
faaliyetin yeniden ele alınmasına sebep olacaktı ve bu da Avru
pa’daki büyümenin durgunluğuyla bir çelişki oluşturacaktı.
Böylece, 1983’ıe 1985’e, ABD ve diğer sanayileşmiş ülkelerin iç
taleplerindeki büyüme oranı arasındaki fark yılda ortalama iki
puana yaklaşıyordu. Batı Almanya durumunda, yıllık eksi iki
puanlık bir negatif fark kaydedilmişti. Çelişkili bir biçimde, Ja
ponya ve G7 ülkeleri arasındaki talep farkı bu dönemde sıfırdı,
bu da cari fazlasının büyük bir bölümünü iç pazarını kapatma
ya yönelttiği şüphelerini besliyordu [OFCE, 1988 ve 19891.
203
demokrat SPD ve onu izleyen muhafazakâr CDU’nun paylaş
tıkları enflasyon karşıtı açıkgözlülükle ters düştü. Bu görüş
ayrılıkları 1983’te doruğa ulaştı Fransa Avrupa Para Sistemi’ni
terk etmenin eşiğine geldi, bu da Avrupalı oluşum için ciddi
bir sıkıntı yarattı. Ardından, Fransa ve Batı Almanya arasında
ki parasal gerilimin ortadan kalkması, iki ülke arasında bir
birliktelik kurulmasından ziyade Fransa’nın Almanya’yla siste
matik olarak para kuru ayarlama politikaları sayesinde oldu.
207
di. Asya’nın yeni sanayileşmiş ülkelerine ise, hem pazarlarını
dışarıya daha çok açmaları hem de paralarına değer kazandır
maları emredildi.
208
dünyadaki ekonomik faaliyetlerin yeniden canlanmasına kat
kıda bulundu. Buna paralel olarak, Amerika Birleşik Devletleri
bütçe politikasını sertleştirdi ve devlet sektörünün finansman
ihtiyacı vergi gelirlerindeki artışın yarattığı pozitif etki ile azal
dı. Dış planda, doların değer kaybı nihayet ihracat hacmi üze
rinde etkisini hissettirmeye başlıyordu, böylece cari açık ma
kul bir düzeye iniyordu (bkz. Tablo VIII). İstikrar sağlayıcı
tedbirler meyvalarını Japonya’da da verdi, öyle ki bu ülkede it
halat hacmi olağanüstü bir biçimde artarken cari işlemler den
gesi Amerika Birleşik Devletleri’ninkine simetrik çizgi çiziyor
du. Buna karşılık Batı Almanya’nın tutumu pek işbirlikçi gö
rünmüyordu, ekonomi politikası küresel anlamda sıkı olmaya
devam ediyor, böylece 1989 yılında cari fazlasını en yüksek
düzeye çıkarıyordu.
1990’dan itibaren Kuzey-Kuzey arasındaki dengesizliklerin
giderilmesi sorunu, sanayileşmiş ülkeler kaygıları arasında ar
tık ikinci plana düşmüştü. Amerika Birleşik Devletleri’ndeki
konjonktürel değişim, iki yıl sonra da Almanya ve Japonya’da
ki değişim Amerika’nın cari işlemlerinde dengeyi hemen he
men sağlamıştır. Almanya'nın birleşmesi, dış hesaplarında açık
vermeye başlayan Batı kısmının tasarruf fazlasını eritti. Dola
rın düşürülmesi, ABD ve ticari partnerleri arasındaki konjonk
türel durumun etkilerini durdurdu. Bir tek, 1993’ten itibaren
Japonya’daki durgunluk ve Amerika’nın tekrar öne çıkmasıyla
yeniden önem kazanan Japonya-ABD arasındaki iki taraflı ti
caret dengesizliğini korumaya devam etti.
Böylece, seksenli yılların sonundan itibaren Japonya ve
Amerika Birleşik Devletleri’ni kavgaya iten yeni bir dönem
başladı. Amerika Birleşik Devletleri bundan sonra bütün çaba
larını ticarete getirilen yapısal engeller, başka bir deyişle kendi
şirketlerinin Japon pazarına girebilmesi üzerine yoğunlaştırdı.
Muhataplarından, bazı ürünlerde (cep telefonu gibi) Japon pa
zarından pay almak gibi önemli vaatler aldılar. Ancak bu iki
taraflı ticaret an laşm alarının etk ileri sın ırlı olm uştur ve
1994’te ticari gerilimin artmasını teşvik etmiştir. Yapılmış an
laşmalara uyulmadığını varsayan Amerika Birleşik Devletleri
209
ticari yaptırım ve yenin yükselmesine baskılarla cevap verdi.
1995’in başında dolar 100 yen çizgisinin altına düşerek dur
gunluktan yeni çıkmış Japon ekonomisindeki sıkıniıları iyice
artırdı.
Japon ekonomisindeki çok taraflı zorlukları belirginleştiren
Asya krizi her şeye rağmen bu iki taraflılığın beklenmedik
yükselişini durdurdu. Aralık 1994’teki parasal sarsıntıdan son
ra Meksika ekonomisi, Kuzey Amerika pazarının doğru tulu
mundan dolayı kârlı çıkabilmişken, Asya ekonomileri 1997’de
Japon ekonomisinin düşüşüyle zarar gördü. Japon ekonomisi
bütçe politikasının durup dururken kısıtlanmasıyla istikrarını
kaybetmiş, bölgesel pazarının çöküşüyle zayıflamış, finans sis
teminin yapısal zaaflarından mustarip bir halde, 1997’nin or
tasında yeniden bir durgunluk dönemine girdi. Borsa ve gayri-
menkulden sonra, yenin döviz kuru da çöktü ve 1998’in orta
sında FED ve Japonya Bankası’nın, 1 dolara karşı 140 yenin
altına düşülmesin ve bölgedeki diğer paralar da hassaslaşma-
sm diye müdahale etmesine yol açtı.
Uluslararası ayarlama sorunu on yıl sonunda yine doruğa
çıkıyordu. Amerika Birleşik Devletleri’nde 1997’den itibaren
ekonomik büyümenin hız kazanması, bu ülkenin cari açığını
rekor bir düzeye yükseltiyordu (2000 yılında GSYİH’nın yüz
de 4 ’ü). Yeni ekonominin vaatlerine kapılan sermayeler Ame
rika Birleşik Devielleri’ne akarak doları yeniden yükseltiyor
du. Yine seksenli yılların ortasındaki gibi bariz bir mali istikrar
zorunluluğuyla karşılaşan Amerika Birleşik Devletleri 2000’li
yıllarda uluslararası işbirliğinin avantajlarıyla yeniden baştan
çıkarılabilirdi.
210
mantığına ters düşmeyen iki taraflı ya da bölgesel serbest tica
ret anlaşmalarından farklıdır. GATT’ın ancak üçüncü dünya
ülkelerine karşı mevcut tarifeleri yükseltmemek koşuluyla, ya
ni ticaretin küreselleşmesinin engellenmemesi şartıyla kabul
ettiği gümrük birliğinden de farklıdır. Nihayet, Uzakdoğu’nun
en çarpıcı örneği olduğu ve temelde bu bölgede kapitalist üre
tim tarzının başarılı bir biçimde yayılmış olmasından kaynak
lanan bölgesel kendiliğinden bütünleşme fenomenine de in
dirgenemez. Bölgesel grupların oluşmasının spesifik özelliği,
ticaretteki rekabet çerçevesini düzenleyici ve sınırlayıcı ku
rumsal normlar üretme niteliğidir. Avrupa Birliği’nin oluşumu
bunun en özgün örneğidir, 1994 ve 1995 yıllarında yürürlüğe
giren Kuzey Amerika’da ALENA ve Güney Amerika’da Merco
sur Avrupa Birliği’ni ancak kısmen taklit edebildiler.
Liberal eleştiri tarafından gizli himayeciliğe benzetilen bu
teknik, vergici, mali ve düzenleyici normlar üretimi daha ziya
de küreselleşme sürecinin gücüyle özünü yitirmekte olan dev
letlerin uluslarüstü bir düzeyde egemenliklerini yeniden kur
ma çalışmasına benzemektedir. Fransa, İtalya ya da İsveç gibi
ülkelerin istihdam ve tasarrufun dışarı çıkması korkusuyla ar
tık dayatamadıkları bu düzenlemeler, önemli boyutta bir ülke
ler topluluğu tarafından, yaptırımlara, hatta ele geçirdiği paza
rı kaybetmeye razı olmayan dik kafalı özel teşebbüsleri ceza
landırmak için gerçekleştirilebilir.
1 Ocak 1995’te Avusturya, Finlandiya ve İsveç’in de katılma
sıyla Avrupa Birliği’nin genişlemesi, topluluk dinamizminin ya
rattığı siyasi gücün çekiciliğin in bir göstergesi olmuştur.
1992’de Avrupa Ekonomik Toplulugu’nu kuran anlaşma yoluy
la, bu ülkeler zaten Avrupa pazarına mükemmel bir erişim
edindiler. Maastricht Anlaşması'yla birlikte, rekabete açılan
sektörler de dahil olarak, lam anlamıyla Avrupa pazarına giriş
olanağı elde ettiler. Bununla birlikte, son derece bağlayıcı olan
ortak tarım politikası ile topluluğun azgelişmiş bölgelerini de
ilgilendiren mali dayanışma mekanizmalarına katılmaktan mu
af tululdular. Tam üyeliğin kendilerine sağladığı başlıca avan
taj, gelecekteki Avrupa normlarının hazırlanmasına katılmak,
211
bir başka deyişle ileride kabul etmek zorunda kalacakları ka
rarların oluşmasında ağırlıklarını şimdiden ortaya koymaktır.
214
sanayileşmiş ülkelerin ödemeler dengesinde ortaya çıkan de
rin dengesizlikler hakkında söyleyecek bir şeyi olmadı. Bu iki
kurum için de borç krizi, uluslararası mali ilişkilerin yönetimi
konusundaki rollerinin yeniden tanımlanması için bir fırsat
oldu. Uluslararası parasal düzenin gardiyanı olması gereken
IMF, gelişmekte olan ülkelerin mali polisi haline dönüşüp,
borçlarını ödeyemeyecek durumdaki ülkelere ayarlama politi
kaları dayattı. Koşullandırma mekanizması onu gelişmekle ve
pazar ekonomisine geçmekle olan ülkelerdeki mali kriz idare
sinin merkezine oturttu.
Kalkınmayı hareketlendirmekten ziyade mali dengelerin ye
niden kurulmasını sağlamaya eğilimli olan IMF ayarlama poli
tikalarının merkezine iç talebin azaltılmasını ve paraların de
valüasyonunu oturtarak misyonunu tamamladı. Bu politikala
rın hem durgunlaştırıcı hem de enflasyonu kışkırtıcı etkisi ve
bu politikaların hedef olduğu sert eleştiriler IM F’nin, müdaha
lelerini seksenli yılların ikinci yarısında daha yapısal tedbirler
le tamamlamasına sebep oldu. Bunların hedefi ilkesel olarak iç
pazarların serbestleştirilmesiyle arzı artırmak (ürün ve hizmet
sektöründe fiyatların serbest bırakılması, iş ve finans piyasala
rında dereglemantasyon), dış ticaret için engellerin kaldırılma
sı ve ekonomide devletin ağırlığının azaltılmasıydı (özelleştir
me, kamu harcamalarının azaltılması, vb.). Bunu yapınca IMF
faaliyeti gittikçe basit finansman projelerinden uzaklaşan ve
uzun vadede sürekli bir büyümenin temellerini atmayı amaç
layan sektöre bağlı (tarım, enerji, sağlık, vb.) ve yapısal re
formlara yönelik bir hale gelen Dünya Bankası’nın müdahale
alanına yaklaşmış oluyordu.
Genel felsefesi, kaynak dağılımının başlıca vektörü pazar
mekanizmalarının geliştirilmesi olarak özetlenebilecek yapısal
ayarlama, bu iki kurumun uyguladığı koşullandırmanın mer
kez ekseni haline geliyordu, bu da faaliyetlerinin koordinasyo
nunda ciddi sorunlar yaratmaktan geri kalmıyordu. Alacaklıla
rın istekleri ve borçluların ihtiyaçları arasında hakemlik yap
mak yerine, Bretton Woods’un kurumlan alacaklıların istediği
borçlanm a ekonom ilerinin reform aracı, başka bir deyişle
215
borçlanma ekonom ilerini kapitalizm in yayılımına açık bir
alanda rant ya da yarı devlet ekonomilerine dönüştürme aracı
haline geldiler.
Şüphesiz hiçbir yerde bu dönüşüm seksenli yıllarda Güney
Amerika’da olduğu kadar fazla olmadı. Uzun süre göz ardı
edilmiş toplumsal taleplerin ifade edilmesini mümkün kılacak
politik hayatın demokratikleştirilmesi bağlanımda bu reform
ların tamamlandığı oranda özelleştirm e ve serbestleştirm e
programları ilgi uyandırdı. Ödemeler dengesini çökerten bas
kıları gevşeten borçların özel sektör ya da devletçe dönüştü
rülmesiyle, bölgedeki en borçlu ülkeler hiperenflasyonun sını
rına gelip doksanlı yılların başında uluslararası sermaye piya
salarına yeniden erişim kazanabildiler. Kırılganlığı İ9 9 4 Mek
sika kriziyle tecrübe edilen bu mali doğrulma, yaşam koşulla
rının daha da bozulmasını ve buradaki pek çok ülkeye hâlâ
yatırım yapılmamasını gizleyemedi (Şili en önemli istisnadır).
Eşitsizliklerin artmasından, toplumsal bütçenin azalmasından,
şiddetin yayılmasından ya da uyuşturucu mafyasının gittikçe
arlan hâkimiyetinden olsun, bölgedeki toplumsal bilanço ya
pısal ayarlamanın, IMF ve Dünya Bankası’nm tasarladığı ve
vaat ettiği gibi, kalkınma için en emin yol olarak algılanama
yacağını gösterdi.
Halbuki, vakaların büyük çoğunluğunda başan sağlanama
dığı halde seksenli yılların başından itibaren şaşırtıcı bir inatla
Sahra-altı Afrika ülkelerine yine bu yol dayatıldı. “Ayarlama
nın toplumsal m aliyeti” (yoksulluğun artması) ve çevrenin
korunmasına yeni yeni verilen önem, ayarlamanın felsefesini
derinlemesine gözden geçirme şeklinde tezahür etmek yerine
önceden var olan programlara basit hedefler ekleme şeklinde
tecelli etti.
Ve aldıkları mali yardımlar karşılığında Doğu Avrupa eko
nomileri de aynı yolu izlemeye kalktılar. Her durumda temel
hipotez, rekabet mekanizmalarını kurmak ve kaynak dağılımı
nın işlediği pazara geçmek, üretme ve yenilik yapma becerisini
doğrultmanın en emin yoludur şeklinde ortaya çıkıyor, ikinci
bir inanç ise, pazar ekonomisine aşama aşama değil, tek hare
216
ketle girmek şeklinde, böylece şokun büyüklüğü reformun
kredibilitesini koşullandırmak. Üretimin çökmesi, hiperenflas-
yonun tehlikesi ve toplumsal bağların kopması, Bretton Wo
ods kurumlarınm aydınlatıcı önderliğinde davul zurnayla ge
len bu “büyük dönüşüm”ün acı meyvalarıdır.
220
Serbest Ticaret, İstihdam ve Sosyal Güvenlik
Krizin belirtileri
221
pa’ya göre çok daha belirgin bir eşitsizlik taşır. 1990’da gelir
yelpazesinin en üst dokuzuncu birimiyle birinci birimi arasın
daki farkın oranı Avrupa’dakinin neredeyse iki katından daha
ciddiydi. On yıl sonra, Amerikalı maaşlıların yüzde 30’u orta
lama maaşın üçte ikisinden azını alıyordu, oysa bu oran Fran
sa’da sadece yüzde 15’ti.
Doksanlı yılların sonunda büyümenin hız kazanması kuş
kusuz bu dışlama fenomenini kısmen ortadan kaldırdı. İşsizlik
oranının altm ışlı yıllardan beri en düşük seviyesine inerek
yüzde 4’e gelmesi ve verimliliğin hız kazanması, reel ücretle
rin belini doğrultması, fakirliğin azalması ve daha ciddi bir is
tihdam güvenliğiyle birlikte geliştiler. Geriye, bu değişiklikle
rin faaliyetin ters dönmesine direnip direnemeyeceklerini an
lamak kalıyor.
222
olarak, dünyanın diğer bölgelerinin -Güney Amerika, Doğu
Avrupa, Hindistan- sınaî ihracatı artırma stratejilerini benim
semesi ve doksanlı yılların başından itibaren gelişmekle olan
ülkelere doğrudan yatırımların hız kazanması, düşük ücretli
bölgelerin rekabet gücünün şiddetlendiği tehdidini ortaya çı
karmıştır, oysa çok kişi tarafından bu zaten tahammül edilmez
bir şey olarak nitelenmişti.
Bu tehdidin gücünü sınırlandırmak için genellikle üç argü
man öne sürülür. Birincisi, gelişmekle olan ülkelerin imalat
ürünleri ihracatı, hızlı büyümesine rağmen ithalatlarının (yak
laşık dörtte birini) ve sanayileşmiş ülkelerin GSYİH’larının an
cak küçük bir bölümünü (ortalama yüzde 2’s ini) karşılamak
tadır. İkinci argüman, Kuzey ve Güney arasındaki sınaî alışve
rişin küresel anlamda dengelenmiş olduğuna, başka bir deyişle
Güney’in ihracatındaki ilerlemenin ithalatına paralel bir ilerle
me karşılığı olduğuna işaret eder.
Bu, eğer aktivitelerini, yüksek teknolojik donanım ve yük
sek verimlilik olan sektörlere yönlendirip geleneksel sektörleri
gelişmekte olan ülkelere bırakarak uluslararası uzmanlaşmala
rını rekabetin yeni koşullarına uydurmayı başarabilirlerse, Batı
ekonomilerine sunulan fırsatları kanıtlıyor. Dönüşümü en ya
vaş yaşayan ekonomiler istihdam açısından en çok zarar gö
renler olacaktır. Her tür himayecilik politikası, istihdamı, teh
dit altındaki sektörlerde, gelecek sektörlerin aleyhinde ve ilgili
ülkelerde genel bir fakirleşme pahasına yapay olarak koruya
rak sadece sorunu ağırlaştırmaya yarayacaktır. Üçüncü argü
mana göre ise, işsizlik ve eşitsizliklerin artmasının yapısal ne
deni dışarıda değil içeride, teknolojik dönüşümün sağladığı
muhteşem verimlilik kazançlarında aranmalıdır.
Maastricht kriterleri
- Yüzdeyle enflasyon
oranları 2,7 1.7 1-2 1,8 3,1 1,9
Uzun vadeli faiz
oranları, yüzdeyle 7,4 5,5 5,7 6,8 7,0 5,8
Bütçe açığı,
GSYİH'nın yüzdesi 3,0 2,7 3,0 2,7 1.9 2,6
Devlet borcu,
GSYİH'nın yüzdesi 60 61 58 122 53 69
1997 sonunda
APS'ye katılma evet evet evet evet hayır evet
îee/ farklılıklar
Kişi başına
düşen GSYIH,
AB = 100, 1999 101 110 102 102 82
Kişi başı GSYİH’nın
büyüme oranı,
1997-1999, yüzdeyle 0,6 1,7 1,6 1,7 2,7
İşsizlik oranı yüzdesi.
1999 9,0 11,1 11.5 5,9 15,9
Saat başı toplam
ücret maliyeti,
1998, Euro'yla 29 26 19 18 13
Kaynak: OECD, Perspectives iconomiques. Aralık 1997; OFCE, Tablonun ilk bölümü için
"Dossier: les provisions", Revue de l'OFCB, Nisan 1998. ikinci bölümü için Eurostat ve CEPII
[2000 ).
240
SON U Ç
Rek a bet ve O r g a n iz a s y o n
241
leşik Devletleri’nden ziyade Avrupa’da yerleşik olan Keynesci
ekonomik ve toplumsal ilişkileri düzenleme yöntemi (sadece
konjonktürel dalgalanmaları yönelmek değil), hem genişliği
hem de kurallara uygunluğu açısından istisnaî bir büyümenin
tem ellerini attı. Anlamlı bir biçim de, organizasyon ilkesi,
Amerika Birleşik Devletleri’nin hâkimiyelçi leadership’i [lider
liği] sayesinde damgasını uluslararası ekonomik ilişkilere de
vurdu. Sovyet tehdidi ve Amerikan nükleer şemsiyesi karşısın
da birleşen gelişmiş kapitalist ulusların hepsi Amerika Birleşik
Devlelleri’nin dayattığı parasal, mali ve ticari kuralları kabul
ettiler. Altmışlı yılların ortasına kadar uluslararası ekonomik
düzen son derece hiyerarşik, dikine bir tamamlayıcılık ve re-
kabei ilkesiyle yapılanmış halini sürdürdü. Amerikan tarzı
üretim ve tüketim normlarının yaygınlaşması, uluslararası pa
ra statüsündeki dolar, yabancı ülkelerdeki Amerikan yatırım
ları, “yedi kardeşler”in petrol kaynaklarına ve tedarikine hâki
miyeti, Kuzey ile Güney arasındaki geleneksel işbölümü bu
ekonomik düzenin baskın özellikleriydi.
Son gelişm elerine baktığımız zam an, küreselleşm eyi, bu
uluslararası hâkimiyetçi düzenin tartışmaya açılmasından, her
bir sanayileşmiş ekonominin içine savaş sonrası zenginliği ge
tiren toplumsal kurallar ve uzlaşmaların tartışmaya açılmasına
kadar giden bir süreç olarak ele alabiliriz. Bu bakımdan küre
selleşme, organizasyon yerine dünya çapında rekabet ilkesinin
zaferiyle aynı anlama gelir. Savaştan sonra Amerika Birleşik
Devlelleri’nin biçimlendirdiği uluslararası düzenin çözülmesi,
hâkimiyetçi bir döngünün tamamlandığını gösteriyor. Temel
olarak şu anda küresel ekonomiyi yönlendiren üç büyük ku
tup, Amerika Birleşik Devletleri, Balı Avrupa ve Japonya ara
sındaki teknolojik ve mali güç ilişkilerinin yeniden dengeye
oturduğunu ifade ediyor. Bu döngünün bitmiş olmasının özel
liği, hemen yeni bir döngünün önünü açacak olmasından zi
yade, Amerika Birleşik Devletleri’nin kendine özgü Dogu-Batı
zıtlaşmasındaki askerî ve siyasi liderliğinin devam edecek ol
masıdır. Sovyet tehdidinin kalkmasının, o güne kadar zorunlu
bir dayanışmayla bastırılmış çatışmaların gelecekle ortaya çık-
242
masma yardım etmesi muhtemeldir.
Bu hegemonya döngüsünün sona ermesinin bir başka özel
liği ise, Robert Reich’ın da gayet iyi anlattığı gibi, gittikçe daha
fazla kendi bölgesinden uzaklaşan bir Amerikan kapitalizmi
nin sürüp giden dinamizmidir. Diğer ulusal kapitalizmleri çe
şitli yoğunluklarda etkileyen bu takip, küreselleşm enin de
özünü oluşturuyor. Uzun bir perspektifle, hem dünyanın çe
şitli kaynaklarını sömürmeye susamış sermayelerin küresel
alanı sahiplenme sürecinin hem de yine bu sermayelerin, re
kabet ilkesinin menzilini sınırlamak için devletlerin koyduğu
kuralların devamlı altını oymaya çalışmasının devamıdır. Alt
mışlı yıllarda, avrodolar pazarının oluşması ve sanayi üretimi
nin düşük ücretli bölgelere kayması, ilk izlerine Ortaçağ'da
rastladığımız bu, yasal boşluk yakalama mantığının en açık
göstergeleridir.
Böylece, hiyerarşi, organizasyon ve tamamlayıcılık ilkeleri
üzerine kurulu uluslararası ekonomik sistemin istikrarsız den
gesinden, liderlik eksikliğiyle nitelenebilecek bir küresel eko
nominin yapısal istikrarsızlığına, sadece şirketler değil, ulusla-
rarasında da genelleşmiş bir rekabet ve belirgin bir kural ek
sikliğine geçilmiş oldu. Gittikçe daha fazla küresel ekonomiye
entegre olmanın gerektirdiği yeni düzenleme modelleri adına,
rekabetçi bir dereglemantasyon, uluslararası plandan ulusal
plana geçtikten sonra finansal alandan da toplumsal alana teh
likeli bir biçimde geçerek gelişiyor.
Artan sermaye hareketliliğiyle rekabete sokulan, finans pi
yasalarının himayesine m ecbur bırakılan devletler, özellikle
Batı’da toplumsal bağların kopmasını engelleyebilecek güçte
görünmüyorlar. Küresel bir liderliğin yokluğunda, uluslararası
işbirliği bugüne kadar kısa vadede önlem almakla yetindi, baş
ka bir deyişle açık mali krizlerin (gelişmekte olan ülkelerin
borç krizi, 1987 borsa çöküşü, 1994 Meksika krizi, 1997-1998
Asya krizi, vb.) ya da gizli mali krizlerin ((Kuzey-Kuzey finan
sal dengesizliklerin giderilmesi) yayılmasını durdurmak ve ge
nel bir himayeciliğin yeniden ortaya çıkışını önlemekle yelindi
( Uruguay round’unun sonucu). IBR çerçevesinde, ufak ufak
243
bankacılık düzeyinde başlayan yeniden düzenleme çabası,
bankalarla finans piyasalarını tehdit eden sistem risklerine ce
vap vermekten henüz çok uzak. Gerçek anlamda uluslararası
bir parasal sistemin oluşturulması ise döviz kurlarının getirdi
ği sorunlara rağmen hâlâ gündemde değil gibi görünüyor.
Uluslararası boyutta gerçekleşmeyeceği belli olan organizas
yon ilkesi hiç olmazsa, egemen ilke bu çerçevede yeniden ça
lıştırılabilir (NAFTA durumu) ya da geleneksel güçlerin den
gesi kaderi ortak olan ülkeler arasında işleyebilirse bölgesel
boyutlarda gerçekleşebilir (Avrupa Birliği örneği). Zaten ör
gütlü biçimlerde yeteri kadar ortaya çıkm ış olan uluslararası
ekonomik ilişkilerin (Avrupa Birliği) bölgeselleşmesi, örgüt
lenmek yolunda (NAFTA) ya da spontane olsun, tümüyle özel
ve rekabetçi bir küreselleşme mantığının inandırıcı bir alterna
tifi olabilir gibi görünüyor.
Bu bölgelerin her birinde ekonomik alan, bir merkez ve bir
yarı periferinin, kapitalizme uygun bir alanın etrafında örgüt
leniyor: Avrupa Birliği için merkezî çekirdek Avrupa’nın güne
yi ve doğusu, NAFTA için Meksika ve potansiyel olarak bütün
Güney Amerika, Japonya için de Uzakdoğu ve yakın zamanda
merkezî konumlan hiç tartışılmayacak yeni sanayileşmiş Asya
ülkeleri. Büyük bir uluslararası kriz durumunda üçü de birbi
rinden kopabilecek üç kendi merkezli bölge. Birbirine benzer
potansiyellere de sahip olan bu üç grup, bölgesel entegrasyon
süreçlerini tamamladıktan sonra küresel ekonomiyi üçbaşlı
yönetmek için gerekli anlaşmalann pazarlığını yapacaklardır o
zaman.
Bununla birlikte, bu farklı bakış açılan dünya ekonomisinin
bugüne ya da yakın zamana kadar kalkınmanın dışında kalmış
ve petrol dışında küresel kapitalizm için herhangi bir şey ifade
etmemiş periferik bölgelerinin -Kara Afrika, Arap dünyası, Or
ta Asya, Güney Asya- gelecekleriyle ilgili sorunu karanlıkta bı
rakıyor. Özel sermayenin önem vermediği ya da terk ettiği, ge
nellikle kuvvetli mali baskılara maruz bırakılan bu bölgeler
bugün gelişmiş ülkeler için sadece nüfus patlaması ve göç bas
kısı tehdidi yaratan yerlerdir. Burada, küreselleşme sürecinin
244
istenmeyen bilinç altına itilen cephesi, yani niteliksiz ya da az
nitelikli işgücünün uluslararası hareketliliği karşımıza çıkıyor.
Sermaye birikiminin temelleri hâlâ ulusal olduğu zamanlar
hoşgörülmüş hatta organize edilmiş olan göçmen işgücü, bu
gün rekabetçi düzensizleştirme tehlikelerine en az maruz kala
cak alandır.
245
KAYNAKÇA
B İ R İ N C İ CİLT: D O Ğ U Ş
247
B rau d el, F e rn a n d ( 1 9 8 5 ) , La D ynam ique du cap italism c, F la m m a rio n , c o ll.
“Cham ps". 1993 (editions. Arthaud, 1 9 8 5 ).
Braudel, Fernand [1 9 7 7 ], La Medilcnranie: I’espace ct I'hisloire, Flam m arion, coll.
“Champs”, 1985 (Arts et M etiers graphiques, 1 9 7 7 ).
Cam eron, Rondo [1 9 8 9 ], A Concise Economic History o f the World: From Paleolithic
Times to the Present, New York, Oxford University Press.
Caron, Fran ço is [1978|. LfiON içinde “La G rand e-B retagne, 1815-v ers 1 8 5 0 ",
[1 9 7 7 -1 9 7 8 1 , 3. cilt: Inerties el Revolutions: 1730-1840.
Caron. François 11978], l.HON içinde “La croissance jap o n aise”, [1 9 7 7 -1 9 7 8 ], 4.
cilt: La Domination du capitalismc: 1840-1914.
Chase-D unn, Christopher |1985], W. Ladd Hollisl end F Lamond Tullis, An Inter
national Political Economy. Boulder içinde "H istorical D evelopm ent o f the In
ternational Political Econom y”, Colorado, Westvievv Press.
Chaunu. Pierre [ 1 9 6 9 ], Conqutlc el Exploitation des nouveaux mondes, PUH
Chaunu. Pierre [19771, LfiON içinde “Des univers â l'univers: introduction gene
rale” ve “C on clu sion", (19 7 7 -1 9 7 8 1 , 1. cilt: LOuverture du monde: XlVe-XVle
siides.
Crane, George T. et Amawi, Abla [1 9 9 1 ], The Theoretical Evolution o f International
Political Economy: A Reader, New York, Oxford University Press.
Deyon, Pierre [1 9 7 8 ], LfiON içinde “Entreprise m ercantiliste et dynamisme urba-
in”, [1 9 7 7 -1 9 7 8 ], 2. cilt: Les Hesitations dc la croissance: 1580-1730.
Em m anuel, Arghiri [1 9 6 9 ], LEchangc ill (gal, Maspero.
Favier. Jean [ 1 9 87 ], De I'or et des ipices: naissance dc t'homme d'affaires au Moye n
Age, Fayard.
Fourquin, Guy [1 9 7 7 ], LfiON içinde “La chrdtientg latine o c c id e n ta l disencla-
vantc1', [1977-1978| , 1. cilt: LOuverture du monde: XlVe-XVle siicles.
Frank, Andre Gunder 11978], LAccumulation dtpendante, editions Anthropos.
Galeano, Eduardo (1971 ], Les Veines ouverles de I'Amirique latine, Plon, coll. “Ter
re h u m an e”, 1981.
Garden, M aurice [19781, LfiON içinde “Images industriclles dans 1'Europe O cci-
d e n la le”, ve “Les A m eriqu es avant leu r ind ep en d an cc p o litiq u e", [1 9 7 7 -
1 9 7 8 ], 3. cilt: Inerties et Revolutions: 1730-1840.
G ilpin. Robert [1 9 8 7 ), The Political Economy o f International Relations, Princeton,
New Jersey, Princcion University Press.
Godelier, M aurice 11975], preface â la traduction française de Trade and Markets
in (lie Early Empires, of. Polanyı el al. | 1957j.
Kennedy, Paul [ 1 9 8 8 ], Naissance et d(clin des grandes puissances, Payot, 1991.
Kindleberger, Charles |1973], The World in Depression 1929-1939, Berkeley, Uni-
versiy o f California Press, 1973.
Kindleberger, Charles [1 9 8 1 ], “D om inance and Leadership in the International
Econom y: Exploitation, Public Goods and Free R ides", International Studies
Quarterly, no 25.
LfiON, Pierre [1 9 7 7 -1 9 7 8 ], Histoire tconomique ct sociale du monde, 6 cilt. Armand
Colin.
248
Lopez. Robert S. [19711, The Commercial Revolution o f the Middle Ages, 950-İ350,
Preniice-Hall, Englwood Cliffs, N.J.
M orin, Edgar 119871, Pcnscr ['Europe, Gallimard, coll. “A ctu cP , 1990 (Gallimard,
1 9 8 7 ).
M orishim a, M ichio [1 9 8 2 ), Capitalism e et confucianismc: techn ohgie occidcntale el
(thique japon aise, Flam m arion, 198 7.
Needham, Jo sep h [ 19691, Ltt Science chinaisc et I'Occidcnt, Seuil, coll. “Points”,
1973.
P erson , Yves [1 9 7 8 1 , L£O N için de “E con om ies et so ciete s en A frique n oire”,
[1 9 7 7 -1 9 7 8 ], 4. cilt: La Domination du capitalisme: 1840-1914.
Polanyi, Karl [19441, La Grande Transformation: aux origines politiques et economi-
ques de noire temps, Gallimard, 1983.
Polanyi, Karl, Arensberg, Conrad M . et Pearson, Harry W. [1 9 5 7 !. Les Systlmes
tconomiques dans I’histoire et darts la thâorie, Librairie Labrousse, 1975.
Papp, Richard Tidden [ 1 9 7 5 1, “T h e Unm aking o f the M editerranean Trade Hege
mony: International Trade Rivalry and the Com m ercial Revolution”, Journal o f
Economic History, XXXV, 3, Eylül.
Ricardo, David [1 8 1 7 ], Des Principcs de I'tconomie politique et de I'impdt, l-'lamma-
rion, coll. “C ham ps".
Rosenberg, Nathan et Birdzell, L.E. [1 9 8 6 ], Comment (’Occident s'est enrichi, Fa-
yard, 1989.
Sm ith, Adam [1 7 7 6 ], Rcchercht sur la nature el les causes de la richesse des nations,
Flam m arion, coll. “Cham ps", 197 6.
Valensi, Lucette [1 9 7 8 ], LfiON için de “L.e m onde m usulm an", [1 9 7 7 -1 9 7 8 ], 4.
cilt: La Domination du capitalisme: 1840-1914.
Vilar, Pierre [1 9 7 4 ], Or et monnaie dans Vhistoire: 1450-1920, Flam m arion, coll.
“Cham ps", 1978 (Flam m arion, 1974).
W allerstein, Immanuel [1 9 7 4 -1 9 8 0 ], Le sysltm e du monde du XVe siicle û nos jou rs,
tom e 1: Capitalism e et £conomie-monde, 1450-1560, Flam m arion, 1980; 2. cilt:
Le M ercantilisme et la Consolidation dc l‘(conom ie-m onde europienne, 1600-
1750, Flam m arion, 1984.
W allerstein, Im manuel [1 9 8 3 ], Crane et Amawi [1 9 9 1 ] içinde “T he Three Instan
ces o f Hegemony in the History of the Capitalist W orld-Econom y", ( Internati
onal Journal o f Comparative Sociology, 2 4, 1-2, 19 83 ).
W allerstein, Im manuel [1 9 8 5 ], Le Capitalism e historique, La D icou verie, coll. “Re-
peres", 1996.
W allerstein, Im m anuel 11993], “W orld System Versus W orld-System s: A Criti
que", A ndrf Gunder Frank et Barry K. G ills, The World System: Five Hundred
Years or Five Thousand? Londres, Routledge, 1993.
W eber Max [1 9 2 7 ], General Economic History, New Brunsw ick, Transaction Bo
oks, 1982.
249
İKİNCİ BÖLÜM: BÜTÜNLEŞTİRİCİ ÖZEL SEKTÖR MANTIKLARI
Aglietta, M ichel (20011, Macroiconomie financitre, La D ecouverte, coll. "Reperes".
Aglietta, M ichel, Brender, Anton ve Coudert, Virginie 119901, Globalisation finan-
d ir e : l'aventurc obligee, CEPII-Econom ica.
Andrcff, W ladim ir [1 9 9 0 ], Les Multinationales, La D ecouverte, coll. “Repferes”.
Andreff, W ladim ir 1 1996], Les Multinationales globules, La D ecouverte, coll. “Re
peres".
Aroyo, Philippe ve Fouel, M onique [1 9 8 5 ], “Les petrodollars: une reserve liquide
en voie d’asstch em en i”, Revue de I'OFCE, no 10, O cak.
Bar.que, M ondiale 11 9 9 4 ], Trends in Foreign D irect Investm ent for D eveloping
Countries”, World Debt Tables, 3.bölü m , W ashington.
Banque, M ondiale, Global Development Finance (anciennem eni World Debt Tables:
External Finance jo r Developing Countries), W ashington, yıllık rapor.
Banque, Mondiale [1 9 9 6 ], “Foreign D irect Investm ent for Developing C ountries",
World Debt Tables, Appendix 6 , W ashington.
Boillot, Jean-Joseph ve M ichelon, N icholas, “Triangle de C hine du Sud: 2 2 5 m illi
ons d'habitants”, Revue Asie Strategies, no 58, 2 7 M art 200 0 .
Bourguinat, Henri [1 9 8 7 ], Les Vertices de la finance intem ationale, E conom ics.
Brun. Denis [1991|, Le Commerce international dans le m onde au XXe siecle, Breal.
CEP11 [ 19831, Economie mondiale: la monUe des tensions, Econom ica.
CEPI1 [1 9 9 2 ], I’im peratif de croissance, ficonom ica.
CEP1I (1 9 9 7 ], Lficonomie mondiale 1998, La Decouverte, coll. “Repercs".
CEP11 [2 0 0 0 ], L£conomie mondiale 2001 , La D econuverte, coll. “Rcperes".
Chesnais, François [1 9 9 4 ], La Mondialisation du capital, Syros, coll. “Alternatives
econom iques".
Cnuced, World Investment Report, yıllık rapor, United Nations, New York ve C e
nevre, 1999.
D ehove, Mario et M athis, Je a n [1 9 871 , Le Systtme m onetaire international, Ires,
Dunod.
Dehove, Mario et M athis, Je an [1 9 8 7 ], Le Commerce international, Ires, Dunod.
D ock ts, Pierre [1 9 7 7 ], preface â la traduction française des Principes dc I’economie
politique cl de I'impit de Ricardo [1 8 1 7 ], Flam m arion, coll. “Cham ps”.
Dunning, J.H . [1 9 8 8 ], Explaining International P roduction, l.ondres, Unwin
Hyman.
Dunning, J.H . [19931, Multinational Enterprise and the G lobal Economy, Londra,
Addison-Wesley.
Fm i, World Economic Outlook, W ashington, dönem raporu.
Fmi (19971, "M eeting the Challenges of Globalization in the Advanced Econom i
es", World Economic Outlooh, Mayıs.
Fouet, M onique [1 9 8 9 ], Le Dollar, La Decouverte, co ll. “Reperes”.
Gatt, Le Commenrce international, rapport annuel, Cenevre.
Goldfinger, Charles 11986], La Geofmance: pour comprendre la mutation financitrc,
Seuil.
250
Krugman Paul [19861, Strategic Trade Policy and the New International Economics,
Cam bridge M ass., The M il Press.
Kenen, P eter B. [1 9 9 4 ], Managing the World Economy: Fifty Years After Bretten Wo
ods, Institute for International Economy, W ashington.
Lafay, Gerard [1 9 7 9 ], Dynamique de la specialisation intem ationale, Econom ica.
Lafay, Gerard [1 9 8 7 ], “Avantage com paratif et com pgtitivite", Economic prospecti
ve intem ationale, no 29.
Lafay, Ggrard. Herzog, Collette tt al. [1 9 8 9 ], Comm erce international, la fin des
avantages acques, CEPlI-ficonom ica.
Lafay, Gerard ve Unal-Kesenei, Deniz [ 1991 ], “Les trois pöles geographiques des
^changes intem ationaux", Economic prospective intemationale, no 45.
Lassudrie-DuchOne, Bernard [19 8 2 1 , "D ecom position intem ation ale des proces
sus productifs et autonom ie nationale”, Bourguinat [1 9 8 2 ].
Laubier, Dom inique de [1 9 9 3 ], “Une decennie d’expansion des investissem ents
directs”, Economic prospective intemationale. no 56.
Lelart, M ichel [1 9 9 3 ], Le Systim e monetaire international, La D Scouverte, coll.
“Reperes".
Lenine, Vladim ir [19171, Umperialismc, stade supreme du capitalisme, Editions so-
ciales, 1971.
Maddison, Angus [1 9 8 2 ], Phases o f Capitalist Development, Londres, Oxford Uni
versity Press.
M ucchieli, Jean-Louis [1 9 9 1 ], “D e nouvelles form es dS m ultinationalisation: les
alliances stratggiques”, Revue d'economic industrielle, no 55.
Ocde [1 9 9 4 ], “Trends in International Trade". Perspectives economiqucs de İOcde,
no 5 6 , Aralık.
Ocde [1 9 9 2 ], International Direct Investment: Policies and Trends in the 1980s.
O cde, Cooperation pour le developpcment. Kalkınm a destek kom itesinin yıllık ra
poru, Paris.
O m an, Charles 11988], New Forms o f Inveslissement in Developing Countries, O c
de, Centre de diveloppem enl.
Passct, O livier [1 9 9 5 ], “Interm ediations financifercs sur un march£ globalise”, Re
vue de I'Ofce, no 52. Ocak.
Pisani-Ferry, Je a n [1 9 8 8 ], EEpreuve am iricam e: les Etats-Unis et le liberalism c,
Syros, coll. “Alternatives icon o m iq u es”.
Plihon, Dominique 11991 ], Les la u x de change, La D icou verte, coll. “Reperes”.
Porter, M ichael [1 9 8 2 ], Choix stratigiques et concurrence, Econom ica.
Porter, M ichael [ 1 9 8 8 ), LAvanlage concurrentiel des nations. Inter Editions.
Rainelli, M ichael [1 9 9 6 ], L'Orgtfnisafion mondialc du com merce, 1 j Ddcouverte,
coll. “R epires".
Reich, Robert 119911, LEconomie mondialisec, D unod, 1993.
ReifTers, J.L . ed. [1 9 8 2 ], Economic el Finance intem ationales, Dunod.
S a v a ry ju lien [19911, “Des strategies m u ltin a tio n a ls aux strategies m ondiales",
LEurope induslrielle: horizon 93, La D ocum entation française.
The Economist 11992], “Fear o f Finance: A Survey o f the World Economy", 19 Eylül.
251
The Economist 11993], “A Survey of Multinationals”, 27 Man.
The Economist 119 9 5 ], “A Survey o f M ultinationals” , 24 Haziran.
The Econom ist [1 9 9 8 ], “W orld Trade Survey”, 3 Ekim.
Vernon, Raymond [1 9 6 6 ], “Internationa! Investment and International Trade in
the Product C ycle", Quarterly Journal o f Economics, vol. 8 0 , Mayıs.
Vernon, Raymond [1 9 7 9 ], “The Product Cycle H ypothesis in a New International
Environm ent", Oxford Bulletin o f Economics and Statistics, 41. cilt, Kasim.
İ Kİ NCİ C İL T : S O R U N L A R
BİRİNCİ BÖLÜM: E N T E G R E O L M A V E D IŞ L A M A
Adda, Jacq u es 11 9 8 4 ], M odiles de diveloppement ct insertion dans l'iconomie mondi
ale, uıte analyse comparative du Brasil et de la C orte du Sud. tez, Paris-I-Panıhe-
on-Sorbonne.
Adda, Jacq ues [1986|, “La Baisse du prix du petrole: quelies consequences pour
l'Opep et quelies retombges pour le tiers m onde", Revue de I'Ofce, no 16, Tem
muz.
Adda. Jacq ues [1 9 8 6 ], “Les strategies d’industrialisation des nouveaux pays in
dustrialists: vanite des representations ideologiques. efficacite des politiques
industrielles", Bchanges el Projets, no 4 8 Aralık.
Adda, Jacq u es [1 98 91 , “Petrole: le retour aux so u rces", Revue de I'Ofce, no 28 ,
Temmuz.
Adda, Jacques et Sm outs, M arie-Claude [1 9 8 9 ], La France fa c e au Sud, le miroir
brist, Paris, Karthla.
Assidon, Elsa [1992|, Les Thiories tconomiques du diveloppem ent, La Decouverte,
coll. “R epires".
Bairoch, Paul [1 9 8 2 ], “International Industrialization Levels from 1750 to 1 9 8 0 ",
Journal o f European Economic History, 11.
Banque M ondiale [1 9 9 1 ], Lc D ifi du diveloppement, rapport sur le de\’cloppement
dans le monde, New York, Oxford University Press.
Banque Mondiale [1 9 9 3 ], East Asian Miracles, Economic Growth and Public Policy,
New York, Oxford University Press.
Banque Mondiale, Global Developing Prospects and the Developing Countries, New
York, Oxford University Press, rapport annuel.
Banque Mondiale, Global Development Finance (anciennem ent World Debt Tables:
External Finance fo r Developing Countries), W ashington, yıllık rapor.
Bayart, Jean -Fran ço is [1 9 9 1 ], “Finishing with the Idea o f the Third World: the
Concept o f the P olitical T ra jecto ry ", dans J . M an or (e d .) Rethinking Third
World Politics, Londra, Longman.
Bayart, Jean -Fran ço is (sou s la dir de) 11994], La Riinvcnlion du capitalismc, Kart-
hala.
Braudel Fem and [ 19691, Ecrits sur I'liistoire, Flam m arion, coll. “Cham ps".
Bouteiller, fine et Fouquin, M ichel [1 9 9 5 ], Le Diveloppement iconom ique de I'Asie
252
orientaic, La Decouverte, coll. “Reperes".
Caporaso, Jam es A. |1978|, "D ependence, Dependency and Power in the Global
System: A Structural and Behavioral Analysis”, International Organizations, no 32.
C hatelus, M ichel [1 9 8 6 ], “Revenus pt-troliers eı diveloppem ent: leçons de l’expe-
rience du monde arabe", Revue fiers Monde, Temmuz-Eylül.
Chenery, Hollis B. el Stroul, Alan M. [1 9 6 6 ], “Foreign Assistance and Econom ic
D evelopm ent", American Economic Review, 56. cilt, n o 4 , Eylül.
Chenery, Hollis B. [1 9 8 1 ], Changement des structures et politiques de developpe-
ment, E con om ica-Dünya Bankası.
Chevallier, Agnes [1 9 8 6 ], Le P arole, La D ecouverte, coll. “Repferes".
Coussy, Jean [1 9 8 6 ], “Les representations iSconomiques de l'insertion du Sud dans
les relations cardinales”, Revue française dc science politique. Aralık.
Durufle, G illes [ 1989|, llAjustement structure! en Afrique. Karthala.
Fm i [2 0 0 0 ], “The World Econom y in the XXth Century: Striking Developments
and Policy Lessons", World Economic Outlook, Mayıs.
Furtado, Celso ] 1 9 7 6 ], Lc Mythe du dtveloppenmciit iconom ique, Anthropos.
Giraud, Pierre-Noel |1989], LEconomie mondiale des m atiires premiires, La Deco
uverte, coll. “Reperes”.
Giraud, Pierre-Noel [1 9 9 6 ], Elnigalite du monde: economic du monde contemporain,
Gallimard.
Grilli, Enzo R. et Yang, Naw C h en g [1 9 8 8 ], "Prim ary Com m odity Prices, M anu
factured Good Prices and the Terms o f Trade o f the D eveloping Countries:
W hat the Long Run Shows”, The World Bank Economic Review, 2. cilt, no 1,
Ocak.
Kahn, M ohsin S. et Reinhart, Carmen M. [1 9 9 5 ], “Capital Flow s in the Apec Re
gion". IMF Occasional Papers, no 122, M an.
Krugman, Paul [1 9 9 4 ], "T h e M yth of Asia’s M iracle”, Foreign Affairs, Kasim-Ara-
lik.
Jacq u ein o t, Pierre ct Raffinot, M arc [1985| , Accumulation ct diveloppem ent: dix
itudes sur les iconom ies du tiers monde, UHarmattan.
Lacoste, Yves [19651, Geographic du sous-diveloppem m l, Quadrige/Puf, 1985.
Lacosie, Yves [19841, Uniti et divcrsiti du tiers monde: des riprisentations planeta-
ircs aux strategies sur lc terrain. La Decouverte/Hdrodolc.
Lautier, Bruno |1994], LEconomie infonnelle dans le tiers monde, La Dccouvertc,
coll. “Repfcres”.
Lipiciz, Alain 119851, Mirages et miracles, probltmes de /'industrialisation daiis le ti
ers monde, La Decouverte.
M cillassoux, Claude 11 9 7 9 ], Femmes, greniers ct capitaux, Maspero.
N urkse, Ragnar [1 9 5 3 ], Les Probltmes de la form ation du capital dans les pays sous-
diveloppis, Cujas, 1968.
O cde, Coopiration pour le diveloppement, Rapport annuel du Comiie d’aidc au de-
vcloppcm eni de l’Ocde.
Ocde [1 9 9 4 ], “Tendances du com m erce international", Perspectives econ om ises
de İOcde, A raltk
253
Om inam i, Carlos 11 9 8 6 ], Le Tiers Monde dans la crise. La D ecouverte.
Papanek G .E (1 9 7 2 ], “The Effect o f Aid and O ther Resource Transfers on Savings
and Growth in Less Developing C ountries”, Economic Journal, Eylül.
Prebish, Raul 11950], The Economic Development o f Latin Am erica and Its Principal
Problem, New York, Birleşm iş Milletler.
Prebish, Raül [1 9 8 8 ], “Dependance, D evelopm ent and Intcrdependance", Ranis,
G. et Schultz, T.P. (ed s), The Stale o f Development Economics, Oxford, Basic
Blackwell.
Programme des N ations unies pour le diveloppem ent (PN U D ), Rapport sur le de-
veloppenıen t humain. New York, rapport annuel,
Reinhart, Carmen M. et W ickham , Peter [1 9 9 4 ], “C om m odity Prices, Cyclical
W eakness or Secular D eclin e", IMF Staff Papers, 41 . c ilı, Haziran.
Rodriguez, Octavio [19801, La Teoria del subdesarrollo de la CEPAL, M exico, Siglo
Veintiuno Editores, 3. baskı, 1983.
Singer, Hans 11950], “T he D istribution o f Gains Betw een Investing and Borro
wing Countries", American Economic Review, 40 . cilt.
The Economist [1 9 9 3 ], “M ultinationals: Back in Fash ion ", 2 7 Mart.
The Economist [19941, “W ar o f the Worlds: A Survey o f the Global Econom y”, 1
Ekim.
The Economist 11 9 9 6 ], "A Survey o f Business in Asia”, 9 Mart.
The Economist 11998], “A Survey o f East Asian Econom ies” , 7 Mart.
The Economist [19981, “W orld Trade Survey", 3 ostobre.
Todd, Em m anuel |1984], UEnfance du monde: structures fam iliales el dtvcloppe-
ment, Seuii.
U nicef [1 9 9 2 ], Proieger les enfants a u travail, New York.
İKİNCİ BÖLÜM: Z IT L A Ş M A V E İŞ B İR L İĞ İ
Adda, Jacq ues (presenle par) [1 9 9 0 ], llAmirique latine fa c e d la dette, La D ocu
m entation française.
Adda, Ja c q u e s [1 9 9 2 1 , “C o n tra in te extdrieure et lo g iq u e endogfcne de crise:
I’exem ple de 1'AmSrique latine", Politique ttrangire, no 3.
Aglielta, M ichel, Brender, Anton et Coudert, Virginie [1 9 9 0 ], Globalisation fınaıı-
ciire: l'aventure obligee, C EPIl-Econom ica.
Banque Mondiale, Clobal Development Finance (anciennem ent World Debt Tables;
External Finance fo r Developing Countries), W ashington, yıllık rapor.
Boissieu, Christian De (sous la direction de) [2 0 0 0 ], Les Mutations de l'âconomie
mondiale, Coe-Econom ica.
Bourguinat, Henri 11995), La Tyrannic des marches, Gconomica.
CEPII [1 9 8 4 ), Economie mondiale: la fracture, Econom ica.
CEPU 119941, “Cinquante ans apres Bretton Woods”, Economic intemationale, no 59.
CEPU (2 0 0 0 ], L’economie mondiale 2001, La Decouverte, co ll. “Reperes".
Chasseriaux, J.M . [1 9 8 2 ], “Une interpretation des fluctuations du prix du petro
le", Revue d’iconom ic industriclle, no 22.
254
C line, W illiam (19951, International Debt Re-examined, Institute o f International
Econom ics, Longm an’s Higher Education.
Cohen. Daniel 119971, Richesse du monde, pauvrete des nations, Flam m arion.
Courty, Guillaum e et Devin, G uillaum e 11995), LEurope politique, La Decouverte,
coll. “Reptres".
Coville, Thierry [20001, “Les leçons dc la crise financierc des econom ies tm er-
genies", in Christian De Boissieu [2 0 00 ].
Criqui, Patrick et Kouznetzoff, Nina [1 9 8 7 ], Energie 1995: apris les chocs. CEP11-
Econom ica.
Dehove, M ario et M athis, Je a n [1 9 8 6 ), l.e Systlm e monetaire international, Ires,
Dunod.
Eichengreen. Barr)', Tobin, Jam es et W yplosz, C harles 119951, “Two Cases for
Sand in the W heels of International Fin ance", Economic Journal, Ocak.
Eichengreen, Barry [1 9 9 9 ], Towards a New International Financial Architecture: a
Practical Post-Asia Agenda, W ashington DC: Institute for International Econo
mics.
Furm an, Jaso n ve Sliglitz, Jo sep h E. (1 9 9 8 ], “Econom ic Crisis: Evidences and In
sights from East Asia", Brookings Papers on Economic Activity, 1.
Groupe International De Politique E c o n o m iq u e De LO fcc 119921, La Disinflation
competitive, le m ark et les politiques budgetaires en Europe, Seuil.
Groupe International De Politique E c o n o m iq u e De LO fce |1993|, Taux d'intirtt et
chomagc, Presses de la FNSP, “Rfferences/Ofce”.
Groupe International De Politique Econom ique De LOfee [1994|, Pour I'emploi et
la cohesion sociale, Presses de la FNSP, “R^ferences/Ofce”.
Hen, Christian et LEONard, Jacques [20001, llUnion europeenne, La Decouverte,
coll. “Reperes".
Jeanneney, Jean-M arccl (sous la dir. de) [19891 Leconomie fran çaise depuis 1967: la
traversec des turbulences mondiales, Seuil.
Kenen, Peter B. [19941, Managing the World Economy-Fifty Years after Bretton Wo
ods, W ashington, Institute of International Econom ics.
Keohane, Robert O . [ 1 9 8 4 ], After Hegemony: Cooperation and Discord in the World
Political Economy, Princeton, Princeton University Press.
Krugman, Paul R. [2 0 0 0 ], La Mondialisation n'esi pas coupable: vcrtus et limites du
libre-echange, L i Decouverte/poche.
Krugman, Paul 119981, “W hat Happened to A sia", article disponible su r le site In
ternet de l’auteur a I'adresse: hltpZ/web. mit.edu/krugman/www/
Lafay, G erard , Freud enberg, M ich el, H erzog, C o lette et U n al-K ezen ci, Deniz
[1 9 9 9 ], Nations et mondialisation, Econom ica.
Lairson, Thom as D. et Skidm ore, David [1 9 9 3 ], International Political Economy:
the Struggle f o r Power and Wealth, Fort W orth, Harcourt Brace College Publis
hers.
Lenain, Patrick [ 1 9 9 6 ]. I.c FMI, Le D ecouverte, coll. "R eperes".
LHeriteau, M ane-France et Chavagneux, Christian 119901, Le FMI et les pays du
tiers monde, PUF (2. baskı).
255
Maddison, Angus (1995 i, Monitoring iht World Economy, 1920-1992, Paris, Ocde.
Marris, Stephen 110871, Ij c s Dfficits ft le dollar: t'tconomie mondiale at piril, Eco
nomica.
Norel, Philippe [1990], Les Banques fa c e aux pays endcllts, Syros.
Ofce,.- Dipartement des diagnostics 11986], “Uonde de contre-choc”. Revue de
I'Ofce, no 15, Nisan.
Ofce - Dipartemcnt des diagnostics [1987], “La croissance confisquie”, Revue de
I'Ofce. no 19, Nisan.
Ofce - D^partement des diagnostics 11988], “Le krach: avertissemeni sans frais”,
Revue de I'Ofce, no 23, Nisan.
Ofcc - DiSpartement des diagnostics 119891, “La detente â mı-paıcours”, Revue dc
I'Ofce, n o 29, Ekitn.
Pisani-Ferry, Jean 11988], UÛprcuvc air(rica'm e: les Etats-l/ms el le libtralism e,
Syros, coll. “Alternatives tconomiques".
Rainelli, Michel 12000], /.’Organisation mondiale du commerce, La Decouverte, coll.
“Repfcpres".
The Economist [1995], “Who’s in the Driving Seat? A Survey o f the Word Eco
nomy", 7 Ekim.
Sachs, Jeffrey D. et Radelet, Steven [1998], “The East Asian Financial Crisis: Diag
nosis, Remedies, Prospects", Brookings Papers on Economic Activity, 1.
Wood, Adrian (199 4], N orik-South Trade, Employement and Inequality, Oxford
University Press.
World Bank 119981, East Asia, The Road to Recovery, The World Bank, Washing
ton DC.
256
üresel ekonoıııi belki son yıllarda ortaya çık
iLETiŞiM 818
ARAŞTIRMA
iNCELEME 125