Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 13

Sayın Mevlüt Uluğtekin YILMAZ ‘a aleni teşekkürlerimle bilgi ve değerlendirmenize sunarım.

M. Kemal Adal

KİNYAS KARTAL, NE DİYORDU?


Mevlüt Uluğtekin YILMAZ
24 Eylül 2015 Perşembe 00:00

Sevgili okuyucum; Türk milletinin bir evladı olan rahmetli Kinyas Kartal, uzun süre Van
milletvekilliği yaptı. 1991 yılında sonsuzluğa göçtüğü güne kadar, milletimizin birliği, vatanımızın
esenliği için bildiklerini gençlere anlatmaya çalıştı. Özellikle -Devlet eski Bakanımız Sayın Sadi
Somuncuoğlu'nun ricası üzerine- 1987 yılında yazdığı, Anadolu Basın Birliği tarafından
yayımlanan "Erivan'dan Van'a Hatıralarım; Kinyas Kartal" başlıklı anıları, gerçekten okunmaya
değer bir belge. Gazetemiz Yeniçağ, rahmetli Kartal'ın bu anılarını 2008 yılında, Sayın Sadi
Somuncuoğlu'nun 'sunum'yazısıyla günlerce yayımladı. Şimdi ben sizlere, bu anıların giriş
bölümlerinden kısa bilgiler vermek istiyorum... Önce, Sayın Somuncuoğlu'nun 'Sunum' yazısı:

"Bu ülkede asırlardır aynı tarihin, kültürün ve inancın beşiğinde mayalanarak, bağımsız ve hür
olarak yaşayıp, bugünlere geldik. Bundan dolayı, aşireti-kökeni-ırkı-mezhebi ne olursa olsun,
herkes Türk Milletinin eşit ve şerefli evladı olmuştur. Aynı milletin ve milliyetin mensuplarıyız,
kimliğimiz de birdir. Ülkemizi parçalamak ve ele geçirmek isteyen Haçlılar kimliğimizi hedef
seçmiştir. Bu, kimlik parçalanırsa; millet de, vatan da, egemenlik de parçalanacak demektir. Bu
gerçek bölgemizde yaşanan kanlı olaylarda, 'Büyük Ortadoğu Projesi' ve haritalarında açıkça
görülmektedir."

"Bu yolda, öz kardeşini katletmeyi kurtuluş zannederek, emperyalistlerle iş birliği yapanlara,


gaflet ve dalalet içinde yüzenlere rahmetli Kinyas Kartal yüreğinden gelen bir çığlıkla sesleniyor.
Dini bütün, vatansever, Türk Milletinin şerefli evladı Kinyas Kartal, 1987 yılında hatıralarını ve
vasiyetini yazmayı bir görev bilmiş. Biz de, bu asırlık çınarın gizlenen vasiyetini aynen
yayımlamayı görev sayıyoruz. Bu hatıratı ve vasiyeti, özellikle kimlik tartışmalarını inatla
gündemde tutarak, millet bütünlüğüne karşı inanç, ırk ve etnik bilinçlenme ve ayrışmayı
keskinleştirip, ülkenin bir kaosa sürüklenmesine ortam hazırlayanlara ithaf ediyoruz." Sadi
Somuncuoğlu, Yeniçağ Gazetesi, 06.11.2008". Değerli okuyucum, şimdi de rahmetli Kinyas Kartal'ın
anılarına giriş yazısı olan kısa bölümü sunuyorum:

"86 yaşındayım. Bir tek inanç taşırım. Bizim dostumuz yok, düşmanımız çoktur. Gençlerimiz
tahrik ediliyorlar. Onlara nasihatimi tekrarlıyorum kesinlikle tahrike kapılmasınlar. Bu memleket ve
onun bütün nimetleri onlarındır. Gençlik kendi milletine kendi devletine kendi kültür ve değerlerine
ters düşmemelidir. Unutmasınlar ki babasının kurduğu düzeni yıkan oğlun düzenini de onun oğlu
yıkar. Onları yetiştiren ve geleceğini emanet eden Türk milletine ve Türk devletine karşı harekete
geçmesinler, kötülemesinler, iyi düşünüp, milletini severek, tenkit ettikleri, beğenmedikleri şeyleri
millet ve devletleri için kendileri daha iyisini yaparak, bağlılıklarını ispatlasınlar. Doğu Anadolu'ya
hizmet götürecek her hükümet hangi partiden olursa olsun, ilgili görevlinin memleketi Türkiye'nin
her neresinde olursa olsun, bölgeye hizmeti sevgiyle götürmelidir. Bölgenin insanının bu milletin
öz evlâtları olduğunu hiç unutmamalıdır. Bu konuda yapılacak herhangi bir ihmal milletin aleyhine
olur Türk milletinin ve Türklüğün kopmaz bir parçası olan Doğu Anadolu'ya hizmet götürürken
sevgiyi ve şuuru ihmal eden hükümetler vebal altına girerler. Bunların bu tür
ihmalleri "bölücülük" için kandırılmış fanatikleri piyon gibi kullananların işine yarar. Bu yurdun her
evlâdı bilmelidir ki; boy, zümre, bölge ve mezhep ayrımcılığına katılmak veya önlenmesinde ilgisiz
kalmak ilkin kendi zararına olur. Türkiye'nin milleti ve vatanı ile bütünlüğüne inanıp destek olmak,
kendi menfaatimizedir. Allah bu milletin evlatlarını birbirine düşürüp, yabancı güçlere fırsat
vermesin; zafer tattırmasın. Şunun bunun sözlerine kanan gençlerimizin doğru yolu bulmasını
nasip eylesin."

(İliştiri: Rahmetli Kinyas Kartal'ın 22 sayfalık anılarını dileyen okuyucularıma e.posta ile
gönderebilirim.)

Esen kalın efendim.

http://www.yenicaggazetesi.com.tr/ sitesinden 01.10.2015 tarihinde yazdırılmıştır.

Erivan'dan Van'a Hatıralarım-Kinyas KARTAL

ÖNSÖZ

Bu kısa risaleyi neden yazdım. Yayın hayatı ile ilgili olmayan KinyasKARTAL’ın bu tür bir
şey yazmış olması beni tanıyan herkesin muhakkak dikkatini çekmiştir. Böyle bir açıklama
yapmak benim sadece hakkım değil, aynı zamanda vazifemdi. Emsallerime de aynı
uygulamayı tavsiye ederim.

Ben ki, Elhamdülillah 90’nıma merdiven dayadım. Rusya’da Çar’ı, geçiş dönemi yönetimini
ve Lenin’i iktidarda gördüm. İran’da Şahlık döneminde bulundum. Türkiye’mizde Büyük
Atatürk, İnönü, Bayar, Gürsel, Sunay, Korutürk ve nihayet Evren’in Cumhurbaşkanlığı
dönemlerini yaşadım ve yaşıyorum. Bu zaman zarfında içeride ve dışarıda birçok olaya şahit
oldum. Herhalde gençlerimize söyleyecek bir çift sözüm olacaktır. Milletler evlâtlarını
yetiştirirken onlara gelecek için yatırım yapmış olurlar. Benim de acı ve tatlı olaylarla dolu
ömrüm ve 15 yıl TBMM’de parlamenterlikten sonra Meclis Başkanlığı görevi ile
şereflendirilmem millî iradenin bana yaptığı yatırımdır. Bizim milletimiz asker doğar asker
ölür. Asker olarak ölmek demek, son nefeste dahi görev başında olmak demektir. Asker
olmak için muhakkak üniformalı olmak da gerekmez. Benim de ömrüm bu büyük milletin
uğrunda çeşitli cephelerde savaşarak geçti. Demokrasi mücadelemiz bu safhalardan bir
bölümü idi. Şu anda yazmakta olduğum satırlarla da milletimin birlik, beraberlik ve huzur
içinde yaşamasına yardımcı olmak istiyorum. Görüldüğü gibi mücadele bitmiyor. Hayat
devam ettikçe ve bu mukaddes milletin düşmanları faaliyetlerini sürdürdükçe, bizim de
cepheden cepheye koşmamız zaruridir.

Allah bu milletin evlatlarını birbirine düşüren yabancı güçlere fırsat vermesin, zaferi
tattırmasın. Şunun bunun sözüne kanan gençlerimizin doğru yolu bulmalarını nasip etsin.
Dinim ve Milliyetimle Her Zaman İftihar Ettim.

Beşinci göbekten dedem Şemdin, Diyarbakır'ın Karacadağ bölgesinde yaşamakta iken bir
olay üzerine Iğdır-Aralık'ın Dil bölgesine yerleşmişler. Ondan sonra gelen kuşaklar sırasıyla
Şemdin'in oğlu Mehmet, onun oğlu Nadir, onun oğlu Fethi, onun oğlu Bedir ve onun oğlu da
ben Van'a gelinceye kadar hudut değişiklikleri ve olaylara göre Rusya, daha sonra Sovyetler
Birliği, Iran, Osmanlı İmparator¬luğu daha sonra Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde
yaşadık.

Biz Dil bölgesine geldiğimiz zaman bu bölge İran sınırları içerisinde idi. Bu bölge bilahare
Rusların eline geçti. Dil bölgesi Rusların eline geçince halen de Sovyetler Birliği sınırları
içerisinde bulunan Erivan’da Tarımkent'de dünyaya geldim. Tahsilime Tarımkent'de
başladım. O dönemde Rusların ilk ve ortaokulları bir arada idi. Gimnaziye deniyordu. Burayı
bitirince babam beni Askerî Lise'ye vermek istedi, imtihanlara Tiflis’te girdim ve kazandım.
Ukrayna'nın Kiev şehrinde Askerî Lise'de okumaya başladım. 1918 yılında Askerî Lise'den
mezun oldum.

Türkiye’ye Gelişim…

Biz Diyarbakır bölgesinden göçtükten sonra 250-300 yıl geçmiş. Benimle o nesil arasında 5
kuşak geçmiş. Türkiye'ye 1922 yılında gel¬diğimiz zaman ben 22 yaşındaydım. Bugün 86
yaşındayım, birisi öldü 9 çocuğum ve 21 torunum var. Bildiğim yabancı diller arasında Rusça,
Fransızca, biraz Almanca biraz Arapça vardır ve ayrıca Türkçenin aşiretlerde konuşulan şekli
olan Kürtçeyi de bilmekteyim.

Askerlik mesleğini seçişime Rahmetli babam sebep olmuştur. Rahmetlinin gözü açıktı ve beni
çok severdi. "Seni subay yapacağım. Ama süvari olacaksın. Atının nalları gümüş olacak,
çivilerini altından vurduracağım" derdi. Çok zengindi.

Rus ihtilâli benim Askerî Lise'yi bitirdiğim yıl başladı. O yıllarda Azerbaycan'da bağımsız bir
Türk Devleti vardı. Ben Bakü'de Harp Okulu'nu bitirip bir yıl da teğmenlik yaptıktan sonra
Ruslar Azerbaycan'ı istilâ ettiler. Bana da "Kızıl Generaller Kursu"na katılmam teklif edildi.
Komünist ideolojiyi benimsemediğim için katılmadım. Esasen Ruslarla ve Komünistlerle
elbirliğinde hiç bulunmadım. Onları hiç tutmadım ve hiç sevmedim.

Komünizm kavgası başlayıp kan gövdeyi götürdüğü dönemde kimin kimden yana olduğu
belli değildi. Sürekli cinayetler işleniyor, toplu katliamlar yapılıyordu. Yaranmak için ihbarda
bulunanları da ihbar edenler çıkıyordu. Devlet adına kamulaştırmalarda şahısların malları
sürekli el değiştiriyordu. Her tarafta yangın, sabotaj, kıtlık ve anarşi vardı. Sefalet had safhaya
çıkmıştı.
Bu yıllarda Kiev'den Erivan'a dönmek istedim. Ailem Erivan'da idi. Şüphesiz böyle bir
dönemde ailem de beni yanında isterdi. Şartlar bana bu imkânı vermedi. Azerbaycan'ın Bakû
şehrinde Harp Okulu'na girdim. Buradaki tahsil hayatım 2 yıl sürdü. 2 yıl sonra Harp Okulu
mezunu olmuştum. Mezuniyetten sonra bir süre Bakü'de kaldım. Sovyet Ordusu İran'a
giderken ben de birliğimle birlikte İran'a geçtim. Kazbin bölgesinde bir süre kaldım. Bilahare
Sovyet Genelkurmay Başkanlığı'na müracaat ederek Erivan şehrinin Nahçıvan Bölgesi Askerî
Komiserliğine atanma talebinde bulundum ve orada gö¬reve başladım.

Milliyetim iftiharımdır!

Gerek Çar'ın gerekse Sovyetler Birliği'nin mensubu olarak askerlik yapmış olmam dinî ve
millî duygularıma kesinlikle gölge düşürmemiştir. Daima dinim ve milliyetimle iftihar etmiş
ve onları en iyi şekilde temsil etmeye çalışmışımdır. O yıllarda şimdi de olduğu gibi
Kafkasya'da Müslüman Türk az değildi. Şüphesiz bu in¬sanların gençleri, eğitimlerini
tamamlayınca veya meslekleri gereği hayata atılınca, Sovyet sistemi içinde görev alıyorlardı.
Ben de bunlardan biri idim.

Nahçıvan'da görevli iken 9. Kafkas Tümeni'nin Erivan'da olduğunu öğrendim. Babam Rüştü
Paşa'nın kuvvetlerinin safında Osmanlı İmparatorluğunun askerî kuvvetleri ile omuz omuza
mücadele veriyordu. Rüştü Paşa o yıllarda Tümen Kumandanı idi. Aşiretlerle özellikle bizim
aşiretimizle çok sağlam bir dayanışması vardı. Babamın emrinde 600 süvariden meydana
gelmiş bir kuvvet vardı. Bunlar bölgeyi çok iyi bilen, bölge şartlarına uyumlu iyi binici ve iyi
atıcı kimselerdi. Bu isimsiz kahramanlar dinleri ve milliyetleri uğruna ulu kanlarını
akıtmışlardır. Babam Bedir Bey'in yararlılıkları için Rüştü Paşa'dan aldığı taltif vardır. Bütün
bu acı ve zor günleri maalesef çocuklarımıza yeteri kadar anlatamıyoruz. Anlatmanın yollarını
bulamıyoruz. Onlara gerçek düşmanlarının kim olduğunu gösteremiyoruz. Bu toprakların
nasıl kazanıldığını anlatamadığımız için birbirlerini boğazlıyorlar. Kardeş kardeşin kanını
döküyor.

Türkün Türk’ten Başka Dostu Yoktur!

Burada gençlerimize milletine ve dinine bağlılığı aşılamanın, bizlerin temel görevimiz


olduğunu belirtmek isterim. Yine gençlerimize evvel emirde vermek zorunda olduğumuz bir
diğer özellik ise biri birlerini sevme hissi ve bunun bir zaruret olduğu fikridir. Ayrıca Türk'e
Türk'ten başka kimsenin dost olmadığını da öğretmemiz gereklidir. Yıllarca Osmanlı bütçesi
ile Avrupa ve Arap ülkelerini besledik. İstanbul'un ve Anadolu'nun imarını ihmal edip onların
şehirlerine harcama yaptık. Ayrılık tohumu girmiş tarladan nifak ve nefret çıkar, netice
alamadık. Evvelâ bu milletin evlâtları kaderlerinin ortak olduğunu öğrenmeli. Biz birbirimizi
yeteri kadar seversek başka sevgice muhtaç olmayız. Aksi halde bizi biri birimize düşüren en
büyük düşmanlığı kendi kendimize yapmış oluruz.

Eskiden yaşadığım yerlerde Ermeniler de şüphe yok ki vardı. Bunların arasında iyi komşuluk
kurduğumuz, iyilik yapıp iyilik gördüğümüz Ermeniler de vardı. Birçok Ermeni dostum
olmuştur. Ancak, sonradan anladık ki, Ermenilerin bir kısmı içinden pazarlıklı imiş. Bazı
Ermeniler sinsi bir faaliyetin içinde imişler. Ortalığın karışmasını, ellerine fırsat geçmesini
bekleyen Ermeniler de vardır. Yakın dostumuz olduğunu sandığımız Ermenilerden çok çabuk
bize cephe alıp. Bizi yok etmek isteyenler çıktı. Rahmetli Babam Bedir, bir Ermeni haininin
kurşunu ile şehit oldu. Bu Ermenilerin ailemize ve aşiretimize verdiği ilk acı değildi. Son acı
da olmadı. Bundan sonra Ermenilerle olan kanlı mücadelemiz devam edip gitti. Onlar bizi o
bölgeden söküp atmak istiyorlardı. Kendi bölgelerinde Müslüman istemiyorlardı.
Müslümanların olmadığı bir Ermeni yurdu düşünü gerçekleştirmek için uğraşıyorlardı. Tek
tek işledikleri cinayetlerle bizi yerimizden söküp atamadılar. Sonradan köyleri basmaya evleri
ve ekinleri yakmaya başladılar. Böylece bizimle onların arasında bir ölüm kalım savaşı
başladı ve sürdü.

Babamı Ermeniler Şehit Etti!

9. Kafkas Tümeni Erivan'dan geri çekilince denge, Ruslardan destek görmekte olan Ermeni
çetelerinin lehime döndü. Babam Bedir Bey'in şehit olmasından sonra aşiretimiz İran'da bir
yıl daha kaldı. Bu yılı takip eden dönemde yurdumuza Türkiye'ye döndük. 1920-1923 yılları
arasında Van bölgesine olan ilticamız devam etti. Bizi yerimizden, yurdumuzdan eden;
malımızı, mülkümüzü yakıp yıkan canımıza kıyan Ermeni zulmü -maalesef Ermeniler yeni
cinayetleri ile bize hatırlatılıncaya kadar- unutulmuştu.

Van ve ilçelerine bağlı köylere yerleştiğimiz zaman 5.000 aile kadar vardık. Şüphesiz soydaş
Müslüman Türk toplumundan hüsnü kabul, hükümetten sıcak ilgi gördük. Buna rağmen
yerleşmedeki geçiş döneminde bir hayli sıkıntılar geçirdik. 5.000 civarındaki ev, yaşlısı,
hastası, çoluğu-çocuğu ile yeniden yerleşmeye çalışıyorduk. Ermenilerden çektiklerimiz adeta
unutulmuştu. Biz millet olarak zaten kindar değiliz. Dinimiz İslâmiyet de kin ve nefret
duygusunu yasaklamıştır. Ama hiç olmazsa yakın geçmişin olaylarını çocuklarımıza anlatmalı
ve onlarda millî tarih şuuru yaratmalıydık.

Bu milletin kaderini yine bu milletin evlâtları tayin etmiştir. Bugünkü Türkiye Cumhuriyeti'ni
milletimizin dünkü evlâtlarına yani babalarımıza, dedelerimize borçluyuz. Bu eser onlarındır.
Onlar bu devleti canlarıyla kanlarıyla kurup bize emanet ettiler. Onların eserine sahip
çıkmamak emanete hıyanet olurdu. Biz sahip çıktık. Eseri yarattık. Şimdi de çocuklarımıza
devrediyoruz, onlar da mallarına sahiplik yapmazlarsa bize olan borçlarını ödememiş olurlar.

Bu Devlet Millî Mücadele İle Kurulmuştur.

Biz derken, bu milletin fertleri derken, Türkiye Cumhuriyeti'ni kuranları kastediyorum, Bu


devletin temelinde Millî Mücadele döneminde yapılan fedakârlıklar ve gösterilen gayretler
yatar. İlk adım Müdafaa-i Hukuk Teşkilâtları: ile atılmıştır. Bu teşkilâtlar; Edirne, Ankara,
Adana, Kastamonu, Konya, Mâmüretilaziz (Elazığ), Ordu, Aksaray, Ertuğrul, Eskişehir,
Amasya, İçel, Aydın, İzmit, Burdur, Bolu, Antalya, Tokat, Canik, Haruniye, Çorum, Isparta,
Denizli, Sinop, Kozan, Kırşehir, Kayseri, Gümüşhane, Kengiri, Kütahya, Trabzon, Niğde,
Yozgat, Zonguldak, Giresun, Ergani'de kurulduğu gibi, Siverek, Oltu, Muş, Malatya, Maraş,
Mardin, Genç, Kars, Gaziantep, Siirt, Dersim (Tunceli), Hakkâri, Ağrı, Urfa, Ardahan,
Erzincan, Van, Diyarbakır, Sivas, Bitlis, Erzurum'da da kurulmuştur. Bu iftihar edilecek
eserde memleket evlâdının hepsinin payı vardır. Hatta Alparslan ile Romen Diyojen'in
Malazgirt Savaşı tarafların eşitliği ile sürerken, bölgeye Horasan, Türkistan ve Altay
illerinden daha eski tarihlerde Anadolu'ya gelmiş ve Doğu Anadolu'ya yerleşmiş aşiretlerdeki
Türklerin desteği ile Alparslan'ın Bizans'ı yendiğini dinlemiştim.

Bu ülkede herkes hür ve eşittir…

Bir ülkenin fertlerine Milletvekili, Bakan, Başbakan, Meclis Başkanı, Senato Başkanı,
Cumhurbaşkanı olma yolları açıksa, o ülkede fertlerin hür iradesi var demektir. Bir ülkenin
insanları istedikleri eğitimi yapabiliyor, istedikleri meslekleri yurdun herhangi bir yerinde icra
edebiliyor iseler o ülkede eşikliğin olduğundan şüphe edilemez. Bunun aksini söylemek
düşmanca sözlere yani yabancılara kulak asmak olur.

Büyük ve ilerleme yolunda olan ülkelerde düzeltilmesi zor olmayan aksaklıklar olabilir. Hiç
birimizin gönlü; tarafgir davranılmasına, ihmal edilmişliğe ve benzeri gibi dengesizliğe razı
olmaz. Ancak, bu tür nahoş durumların da üstesinden hoşgörü, tolerans ve sevgi ile gelinir.
Bu milletin evlâtları bunu da yapabilecek güçtedirler.

Doğu'nun kalkınmamışlığını ideolojik ve siyasî amaçlar için kullananlar da vardır. Ben


bunlara kesinlikle karşıyım. Kimseye de tavsiye etmem. Bu tür problemlerin demokrasi
içerisinde çözüm yolları vardır. Bölücülük düşmanın işine yarar. Ben Kürtçü değilim. Doğulu
olmak ayrı bir milliyetten olmayı gerektirmez. Bu milletin birçok boyu ve kolu vardır. Kürtler
de Türk milletinin Doğu Anadolu'daki adıdır. Nice bin yıllık tarihi paylaşmış bir milletin
ipinde kavmiyetçilik hem ayıptır hem de günahtır. Kukla hükümetler kurarak günümüz
dünyasında yaşamanın mümkün olmayacağını, bunun yararının olmadığım, buna lüzum da
olmadığını anlayamayanlar var.

Kürtler de Türk’tür!

Bugün doğuda ayrı bir devlet kurma hevesine katılanlar var. Bu düşmanın içimize soktuğu bir
fikirdir. Türk milletinin dostu yoktur. Türk milleti tekrar ediyorum kendi kendisini severse hiç
kimseye ihtiyacı kalmaz. Rahmetli Atatürk "Kürt kavmi diye bir kavim yoktur, bunlar
Türk’tür" demiştir. Benim inancım da bu merkezdedir. Bu çok önemli gerçeğe riayet eden
yok. Atatürk'ün izi bu konuda takip edilmemiştir Bu hataya düşen sadece bazı doğulu gençler
olmamış batılı gençlerden de öz kardeşlerine "Sen Kürtsün" demek hatasına düşenler çok
olmuştur. Sevilmek isteyen, sevmesini ve sevgisini göstermesini bilmeli.

Bu memleketin hizmetine koşarken, askerlik yapıp vergi verirken, gerekince uğrunda ölürken
kardeş olan insanlar birbirlerini horlayamazlar. Bakın Anayasa'ya kanun önünde bölge farkı
gözetiliyor mu isteyen herkes istediği gibi seyahat etme istediği yerde ikâmet etme hakkına
sahip. Meslek seçmek veya fakülte seçmek için çalışmak yetiyor. Van'da da zengin olan var
İzmir'de de, her iki ilde fakir fukara da var. Türkiye'de işçi hakları ile mevzuat geneldir. Bizim
televizyonumuzda, bizim mevlidimiz okunur, ben isterim ki, daha fazla okunsun, Türküler
bizim, türkücüler bizim. Demokrasi ve getirdiği icraatı ile döneminde yaşamış bir kimse
olarak Atatürk'ün büyük adam olduğunu kabul ediyorum. Gençlere de onu yakından
tanımalarını tavsiye ederim.

Sevgisizlikte Aydınların Rolü var…

Bu sevgisiz ortamın yaratılmasında aydınlarımızın büyük payı var. Ciddi inceleme yapmadan,
işin aslını astarını anlamadan hüküm veriyorlar, teşhis koyuyorlar. Bunlardan birisi de
Aşiretler ile Padişahlık ilişkileridir. Padişahlar zamanında aşiretlerin durumunun iyi bilinmesi
gerekir. Padişahlık devrini kötüleyenler Sultan Abdülhamit’e de envali türlü ithamlarda
bulunuyorlar. Aşiretlerde ciddi bir padişahlık sevgisi vardı. Bu tarihi bir sonuçtu. Araplar
İsrail gerçeği Karşısında Abdülhamit'i daha yeni anlayabildiler. Padişahlık dönemi yönetimi
Aşiretlere o zamanın coğrafi, siyasi, ekonomik şartlarının bir sonucu olarak bazı rahatlıklar
getirmişti. Bunu açıklarken o dönemin özlemini duyuyorum anlamına gelmesin. Hamidiye
Alayları Türk Askerî Tarihinde bir gerçektir. Alaylar bu millete hizmet vermiştir. Ruslar da
Türkleri örnek alıp iki alay da onlar kurdular. Bizim alayların birisine benim dedem Fethi Bey
komutanlık yaptı. Diğerini Zilan aşiretinden Güneş ailesine kurdurmuşlardı.

Dedem Fethi Beyin komutanlık yaptığı bizim Bruki aşiretinin meydana getirdiği süvari alayı
93 Harbinde Ruslarla beraber iştirak etmek zorunda kalıyor. Aşiret büyükleri aralarında karar
alıyorlar, dedem Fethi Bey askerlerine emir vermiş savaş alanına girince hepsi Osmanlı
tarafına geçip Ruslara ateş açmışlar. Durumu anlayan Rus yönetimi Dedem Fethi Bey'i
ortadan kaldırmak için Doğubayazıt’taki komutana verilmek üzere onunla bir zarf göndermiş.
Yaptıkları plâna göre Dedem zarfı verdikten sonra aşiretinin dışında bir bölgede öldürülmüş
olacaktı. Durumu anlayan Dedem canını kurtarmasını be¬ceriyor. Daha sonra aşiret alayımız
Türk kuvvetleri ile birleşiyor. Bunları bana daha sonra amcam rahmetli anlatmıştı. Aradan
zaman geçip biz Türkiye'ye gelince benim Rus Ordusu'nda subay olduğumu ihbar ediyorlar.
Kâzım Karabekir Paşa'ya benim Bedir beyin oğlu olduğum anlatılınca mesele halloluyor.

Babam Şehit Oldu…

9. Kafkas Tümeni bizim orada iken, Kumandanının Erzurumlu Rüştü Paşa olduğunu ve bizim
600 süvari ile kendisine iltihak ettiğimizi söylemiştim. Babam beni Rüştü Paşa ile
tanıştırdıktan 3 gün sonra şehit oldu. Bizim Türkiye'ye dönme fikrimiz fırkanın çekilmesinden
sonra kesinleşti. Biz Rusya'da 1917'deki ihtilâle taraftar değildik. Ben o mücadelede Çarlık
taraflısıydım. Öğle'ye doğru ellerinde sopalarla ihtilâlciler okulu bastı. Orada yaşamak
mümkün değildi. Bizim Türkiye'ye gelişimizden sonra da çok olaylar yaşadık. Maalesef 1925
yılında Şeyh Sait olayı oldu, çok kardeş kanı döküldü. Bunlar hep tahrik ve nifak sonucudur,
iki taraftan ölen de öldüren de bu milletin evlâdıdır. 1926'da İzmir'e, 1937'de Trakya'ya,
1960'da Sivas'a sürdüler. Bunları bana başka milletten birisi yapsaydı kırılırdım. Ama
kırılmadım çünkü bu milletin bir ferdiyim. Ben yabancı ellerde ve çok sıkıntılar ve
mücadeleler görerek yaşadığım için bu tür olayları sineme çekmesini bildim. Hoşuma da gitti.
Dedim ki "dolu yağdı, benim tarlama isabet etti". Şimdi gençlerde bu sevgi, bağlılık, tolerans
yeteri kadar yok.

Benim aşiretim 300-400.000 kişilik nüfusa sahiptir. Bunların her biri bir başka aileye gelin
verdi veya gelin aldı. Hısım akrabalarım Türkiye'de çeşitli illere dağıldı. Yerleşme
hürriyetlerini istedikleri gibi kullandılar. Türkiye'ye olan bağlılıklarını da asla kaybetmediler.
Vatanımızı, milletimizi sevip, bağlılık ve inancımızı her gün yeniden ispatlamaya çalıştık
bunca yıldır. Türkiye'mizde Türklüğümüzü gururla, sevgiyle, inançla sürdürmeye devam
edeceğiz.

Onun için aşiretleri iyi incelemek lâzım. Hem aşiretlerin yakın geçmişini ivi bilmek ve hem
de aşiret içi yapıyı iyi bilmek gerekir. Aşiret reisliği dededen babadan kalma bir müessesedir.
Sevgi ve saygıya dayanır. Ne yazılı kanunu ne de yazılı nizamı vardır. Kuralları ile yönetilir.
Seversen, sevilirsin. Geçimsizlikleri, anlaşmazlıkları gidermek aşiret reisinin görev alanına
girer.

Rusların Türk Topraklarında Gözü var!

Rusların Türk toprakları üzerinde daima gözü olmuştur. Ben Rusya'da doğup büyüdüm.
Rusya'da Askeri öğrenim yaptım. Rusların Türkiye üzerindeki emellerini iyi bilirim. Türk
Tarihine Deli Petro olarak geçmiş Rus Çarı'na onlar Büyük Petro derler. Onun vasiyeti vardır
"Sıcak benizlere ininiz" diye. Eski Çarlık Rusya’sı ile bugünkü Komünist Rusya arasında
büyük fark olmasına rağmen onlar hâlâ Büyük Petro'nun vasiyetini tutuyorlar. Onun
yolundalar. Bu yüzden biz Türklere düşmandırlar. Bugünkü Ermeni Teröristlerini Ruslar
tahrik ediyor. Bunda kimsenin en küçük şüphesi olmasın, bütün arzuları Türkiye'de kargaşa
yaratmak, Türkiye'nin başına bir gaile çıkarmaktır.

Türkiye'ye komünist tehlike de bugün büyük ölçüde Rusya'dan gelmektedir, Komünizm iki
şekilde önlenebilir. Bunlardan birisi dindir. Diğeri ise zenginliktir. Dindar ülkeye de, zengin
ülkeye de Komünizm giremez. Bu iki müesseseye kıymet vermeliyiz. Bugün memleketin her
ferdine dinine serbestçe hizmet imkânı verilmiştir. Zengin olmak için çalışan herkese yollar
açıktır. Zengin derken herkesin rahatlıkla geçimini sağlamasını kastediyorum.

Bununla beraber Türkiye'nin doğusunun bazı şanssızlıkları vardır. Tabiat da Doğu'ya iyi
davranmamıştır. Ege'de fındık, fıstık, üzüm, pirinç bizde ise; kar, taş, buğday başka bir şey
yok. Bunun yanı sıra geçmiş yönetimlerde de doğuya adil davranılmadığı olmuştur. Bunların
hesabını dökerek yeni husumetler yaratmak yakışmaz. Önemli olan tarihten ders almasını
bilmek ve çocuklarımıza daha iyi bir Türkiye bırakmak için elbirliği yapmaktır. Şartları zor da
olsa Doğu'ya da Batıya götürdüğümüz hizmeti götürmek zorundayız ve bunun milletçe
gayreti içindeyiz. Gidişat bu istikamettedir. Allanın izniyle Batı'nın Doğu'yu kıskanacağı
günler çok uzak da değildir.
Bir milleti veya dini cemaati eleştirirken bütün fertlerine kara çalmak doğru olmaz. Gerçek ile
gerçek olmayanı ayırt etmek gerekir. Hiçbir toplum her bakımdan çok berbat değildir. Bu
vesileyle size bazı hatıralarımı aktarmak isterim.

Müslüman Olduğumuz İçin Cephe Alındı…

Ben Askeri Lisede okuduğum yıllarda Erzurum Rus birlikleri tarafından işgal edilmişti.
Dışarıda Rus askerleri zafer şenlikleri yaparken Erzurum ve Kafkasya halkından Ermeniler de
onlara katılırdı. Ben her gece yatağıma girer yorganımı başıma çeker sabaha kadar ağlardım.
O dönemde bizim kuşağımızda din, terbiye ve eğitimin temeli idi. Dinî duygularımız adeta
millî duygularımızın yerini almıştı. Dinî duygularımız millî duygularımızdan çok evvel
gelişti. Biz hepimiz Kafkasyalı, Erzurumlu Müslümanlardık. Bize Müslüman olduğumuz için
cephe alınmıştı. Müslüman olmayanlar birbirlerine arka çıkıyorlardı. Benim Kafkasya'dan
Erzurum'un acısını duymam çok tabii idi. Ben çocukluğumdan beri dinime ve aileme
bağlıyım. Ailemden bu terbiyeyi aldım. Rusya'da da olsak biz Müslümanlar İslâm dininin
hamisi olarak Osmanlı'yı düşünürdük. Osmanlı'nın zaafa uğraması İslâm dininin zaafa
uğraması demekti. Rus Askeri mektebinde de okumuş olsak, bir Türk imparatorluğunun ve
İslâm dininin zaafa uğrayabileceğini düşünmek bizi çok üzerdi. Bu üzüntüyü çok
duymuşumdur.

Buna benzer bir hatıramı daha anlatmak istiyorum. Babam Rahmetli Bedir Bey beni askeri
liseye yazdırdığı zaman 1917 ihtilâlinden bir hayli evvel Çarlık döneminde idi, okulun
direktörü ile bir görüşme yapmıştı. Bizim Müslüman olduğumuzu bana domuz eti
yedirmemelerini söylemişti. Direktörümüzün emri ile domuz eti pişirildiği gün yemekhanede
bana ayrı masa açılırdı. Ben yemekhaneye girince gözlerimle özel masamı araştırırdım,
görmeyince, o gün domuz eti olma¬dığını anlayıp arkadaşlarımla birlikte oturur yemeğimi
yerdim. Bir gün yemekte domuz eti vardı. Benim de ayrı masam hazırlanmamıştı. Direktör
yemek salonuna girip benim bir kenarda oturduğumu yemek yemediğimi görünce durumu
anladı. Bunun üzerine personelden 80 -90 kişinin işine son verip yenilerini aldılar. Ruslardan
gördüğümüz zararlar yüzyıllarca devam etmiştir. Ne var ki Çarlık Rusya koyu Ortodoks bir
yönetim idi. Yani dinin ne olduğunu bilirdi. Ancak müesseseleri sağlamdı. Bu gerçekleri
gençlerimiz iyi bilmeli.

Ruslar, Türkler Karşısında Aşağılık Duygusu Taşır

Bir başka hatıramı daha anlatayım. Ruslar Türkler karşısında aşağılık duygusu taşırlardı. Bu
duyguyu her seviyede Rus da az çok görebilirsiniz. Bu duygu Rusların uzun süre Türk
yönetiminde kalmalarından geliyordu. Bu duygularını özellikle Tatarlara karşı gösterirlerdi.
Arkadaşlar zaman zaman bana hakaret anlamında "Tatarin" derlerdi. Ben de onlara emsali
kelimelerle mukabele ederdim. Bu arada Direktör babama "Oğlun istikbalde Çar'ın subayı
olacak, arkadaşlarını kesinlikle ihbar etmesin, ihbar yapan bir subay adayına iyi gözle
bakılmaz, arkadaşları ile geçinmeye çalışsın" demişti. Bu yüzden ben de gerek babama ve
gerekse sınıf subayıma uğradığım hakarete dair bir açıklama yapmıyordum. Bir gün bardağı
taşıran bir olay oldu. Bir Ermeni arkadaş bana "Muhammedi öldürür, derisini tuzlayıp
satarım" dedi. Çok tahrik olmuştum. Bu talebe arkadaşımı iyice dövdüm ve iki dişini kırdım.
Dövülen sınıf arkadaşım beni şikâyet etti. Benim savunmamı aldılar. Disiplin subayı "Burası
dağ başımı neden dövüştün ve bunun dişini kırdın" diyordu. Ben de "Ben Müslümanım,
okulunuzda Müslümanlara yer yoksa ayrılır giderim. Burada Müslüman öğrencilere okuma
hakkı var ise bana kimsenin hakaret etmeye hakkı yok. Hakarete uğradım mukabele ettim"
dedim. Bunun üzerine tahkikatı yapan subay gençlerimizin bilmesini istediğim bir cevap
verdi. Subay; "Kendi dinine saygısı olmayanın, bizim devletimize ve Çarımıza da saygısı
olmaz. Bir daha dinine hakaret edenin iki değil dört dişini kır" demişti. Gençlerimiz onları
tahrik edip olaylara sokanların ilkin inanç yapılarına baksınlar, Allah’ını inkâr eden dini
uyuşturucu afyon kabul eden zihniyetin sonu kendi başını yemektir.

Ruslar ve Ermeniler bizim ebedi ve ezeli düşmanlarımızdır. Bu zihniyetimize onların bize


karşı duyduğu bitmek tükenmek bilmeyen kinleri ve mezalimleri yol açmıştır. Benim
Rusya'da Ruslar ve Ermeniler ile birlikte yaşadığım yıllarda şahit okluğum olaylar bana bu
hükmü verdirmişti. Şimdi şahit olduğum ve takip edebildiğim gerçekler de bu teşhisimi
doğruluyor. Rusya'da her seviyede öğrencisi olduğum okullarda, görev aldığım birliklerde
Hıristiyanların birbirlerini tuttuklarını görmüşümdür. Günlük hayatta Rus Ermeni’ye arka
çıkar, okullarda okul idaresinin öğrenciler arasında açıktan taraf tutması mümkün değildi.
Anılarımda da belirttiğim gibi çok dürüst okul idarecileri de gördüm. Ancak iş devlet
politikasına, top yekûn millî menfaatlere gelince Rus yönetimi Ermeni toplumuna arka
çıkmıştır. Bana göre Ermeni ayaklanmalarının ve taşkınlıklarının arkasında büyük çapta Rus
desteği olmuştur.

Hıristiyanlar Birbirine Tutkundur

Hıristiyanların biri birlerine olan tutkunlukları ve milletimizin Müslüman evlâtlarından başka


kimseden bize fayda gelmeyeceğine dair bir hatıramı daha nakledeyim. İngiliz
milletvekillerinden birisi Marshall yardımı konusunda Maliye Bakanı'nı sıkıştırır. Yardımın
dengesiz da¬ğıtıldığını anlatmaktadır. Bakana; "Marshall Yardımı müttefiklerimizin
nüfuslarına göre taksimata uğramakta iken Yunanlılar daha az nüfusa sahip iken neden en
fazla yardımı alıyorlar" şeklinde bir soru sorar. Bakanın verdiği geçiştirici cevaplardan tatmin
olmaz ve Bakanı sıkıştırır. Baklayı ağzından çıkaran Bakan; "Unutmayalım Yunanlılar
Hıristiyan’dır" der.

Hıristiyan âleminin milletimize olan hasımca davranışları yeni değildir. Osmanlı devleti
döneminde imparatorluğun ilkin gayri Müslim unsurlarını tahrik ederek onları
imparatorluktan koparmış, sonra imparatorluğun bünyesinde Müslüman tebaaya el atmıştırlar.
Ortadoğu'daki her gün birbiri ile didişen Arap devletleri bu uygulamanın mahsulüdürler.
Hıristiyan ve Komünist âlem şimdi Anadolu'daki Müslüman Türk halka kancayı takmıştır.
Memleketin doğulu evlâtlarını tahrik ve istismar etmek suretiyle alet etmek istemektedir.
Allah korusun, bu oyunda başarılı olursa bu defa doğuluyu kendi içinde bölmeye çalışacak
"Alevi" diyecek "Sünni" diyeceklerdir. Artık uyanmamızın zamanı gelmiştir.

Hıristiyan âleminin bir zamanlar imparatorluğu bünyesindeki Hıristiyan unsurlara arka çıkıp,
devletimize baskı yaparak, onları ayrı birer devlet haline getirmesi yeterli görülmemiştir.
Şimdi ise Türkiye'yi bölüp-parçalamak için Avrupa'ya kaçmış komünist ideolojiyi
be¬nimsemiş veya cahil Müslüman Türklerden veya gayrı Müslim toplumları kullanarak
devletimizi zayıf düşürmek, anarşinin içine itmek için çalışıyorlar. Yeni baskı unsurları budur.

Durum bu iken maalesef Arap devletleri, biz de Müslüman olmamıza rağmen senelerce
sürdürülen Osmanlı aleyhtarı propagandaların neticesi olarak bizi pek desteklemezler.
Nitekim Kıbrıs meselesinde tamamen haklı olmamıza rağmen pek çok Arap ülkesinden
gerçek bir destek göremedik. Bana göre bunun iki sebebi vardır. Asırlar boyunca idaremiz
altında kaldıklarından Türklere karşı antipatik davranırlar. İkinci husus Arapların
birleşmelerine karakterleri müsait değildir. Birleşemedikleri içindir ki 150 milyon Arap 1,5
milyon İsrail ile başa çıkamamaktadırlar. Millet olarak birleşmenin doğurduğu kuvvete
bundan daha iyi örnek olamaz. Birlik olursak milletçe sırtımız yere gelmez. Kabile şuuru ile
hareket eder bölük pörçük olursanız her parçamız ayrı ayrı düşmanın elinde maskara olur.

İslâmiyet içerisindeki birlik ve dayanışmayı sekteye uğratan bir başka faktör de kısa vadeli
çıkarlar için İslâm ülkeleri içerisine nifak sokmaktır. Bugün doğu bölgesinde bir takım
çocuklarımızı anarşiye iten dış güçlerin arkasında maalesef Müslüman ülkelerden birisi de
vardır. Bu tür silahlar daima geri tepmiştir. Bu tür tahriklere kapılanların da sonu hicran
olmuştur. Özet olarak dostumuz yok denecek kadar azdır. Düşmanımız ise çoktur. Esasen biz
başkasına muhtaç olmayacak kadar manevi güce sahibiz Birbirimize düşmezsek başkasına
muhtaç olmayız. İhtiyacımız olan en büyük güç sevgidir. Sevgi ve hoşgörü ile
Yenemeyeceğimiz güçlük yoktur. En büyük kuvvet birlikten doğar.

İhtiyacımız olan birliği sağlayabilmek ve birbirimize hoşgörü ile yaklaşabilmek için yakın
geçmişimizi, tarihimizi iyi bilmek ve çocuklarımıza iyi anlatmak mecburiyetindeyiz. Genç
arkadaşlarıma daha doğrusu torunlarıma bu münasebetle de bir hatıramı anlatayım.

Enver Paşa İle Tanışmam…

Okul öğrencisi olduğum yıllarda Paskalya münasebetiyle köydeki evimize gelmiştim. O


yıllarda Sarıkamış’ta ordularımız ‘General Kış’a yenilmişti. Büyük milletlerin tarihinde bu tür
acı hatıralar olabiliyor. Enver Paşa hareketinden sonra askerlerimiz donmuş silah¬ları yerde
kalmıştı. Bölge halkı bu silahlan topluyor aşiretlere satıyordu. Bu silahlardan 6 at yükü tüfek
de bizim aşirete getirilmişti. Rahmetli babam köylüler adına pazarlık yaparak satın alıyordu.
Babamın amcasının oğlu Mehmet Bey de babamın yanında idi. Mehmet Bey bir silah seçti ve
babama "bu silahı size alalım" dedi. Silahın dipçiğinin üzerinde Kan izi vardı. "Mehmet" dedi
babam, "Bu silahta Türk kanı var. Benim içim ecdadın kanını taşıyan bu silahı kullanmaya
elvermez. Allah'tan dileğimdir. Türk askerleri buralara kadar tekrar gelsin. Onların safında
çarpışmak bana nasip olsun, gâvurları kırıp şehit olayım". Bu sözleri söylediği zaman bu
dileğinin maddeten vuku bulması mümkün değildi. Allah babamın duasını kabul etti. 9.
Kafkas Fırkasında dövüşürken babam Ermeni kurşunu ile şehit oldu.

Söz Enver Paşa'dan açılmışken, Onunla karşılaştığım zaman ben Harp Okulu öğrencisiydim.
Bakü'deki Büyük Tiyatro'da Kur'an-ı Kerim'in aleyhinde bir konuşma oldu. Enver Paşa bu
toplantıda söz aldı Kur'an-ı Kerim'i güzel bir üslûpla müdafaa etti. Daha sonra ben bir¬kaç
arkadaşımla Enver Paşa'nın yanına gittik. "Paşam biz de Türk’üz bize bir hatıra olarak,
kartvizitinizi verir misiniz" diye sorduk. Bir kü¬çük kâğıt parçasına adını ve adresini yazdı,
bize verdi. Onu uzun zaman saklamıştım. Sonra kaybettim.

Biz Kafkasya'daki Türkler Enver Paşa'ya Kafkas cephesinde çok yardım ettik. Birçok Kafkas
Türkü hayatını onun yolunda gözünü kırp¬madan verdi. Fakat harbin sonucu maalesef müspet
olmadı. Açlık, yokluk ve bir de kış eklendi. Ecdat millî çıkarlar için atların tersindeki arpaları
çok yemiştir. Ruslarla çarpışan askerimizin buğday kavurması kavurgayla karnını
doyuruyordu. Sadece iman kuvvetiyle bu kadar oldu.

Babam ecdat kanı ile onurlanmış silahı Kafkas cephesinde kullanıp, henüz şehit olmadan bu
silahla ilgili bir hatıramızı daha hatırlıyorum. O yıl İlkbahar'da çadırlarımızda 5 erkek 1 kız
kardeş oturuyorduk. Kahvaltıdan henüz kalkmıştık. Babam da aramızdaydı. Çadırlarımızdan
1-2 km. ötede sığırlarımız yayılmıştı. Sonra birilerinin bunları kovaladığını gördük. Babam
benden silahını istedi. Bir iki el ateş etti ve dereye doğru indi. Ancak dereye inince bunun bir
Ermeni pususu olduğunu anladık. Ermeniler tuzak kurmuş, Azerileri de bu dereye çekmişti.
Aşiretimizden bir anda dereye 1000–1500 süvari indi. Çetin bir çatışma oldu. Azerilerin ve
bizim sürülerimizi kurtarmıştık. Dostluklar yenilendi. Babam bu silaha bu çatışmada veda etti.
Martini ateş edince çok duman çıkarıyordu. Bundan sonra Çaplı aldı ve onu kullandı.

Rusya'da iki tür Ermeni vardı. Başlangıçtan beri bizim komşu¬muz olan Ermenilerden başka
bir de Osmanlı İmparatorluğu sınırlarını terk edip, gelenler vardı. Bunlara Kahdogam
deniyordu. Bütün huzursuzluğu bunlar yarattı. Gaddar, hain, hatır tanımaz tiplerdi. İşleri
güçleri çetecilikti. Bu çetelerden birisi bir gün (1917–1918) bizim aşiretin köylerinden
Zeve'ye geldi. Kadın erkek, çoluk çocuk ne varsa hepsini katlettiler. Canlı varlık bırakmadılar.
Bütün evleri ve tarlaları yaktılar. Bizim aşiretin yaşlılarından Kafkasya'daki Zeve köyünde
Ermenilerin yaptığı katliamı bilmeyen yoktur. Bu acı hatıranın ağıtları bile vardır.

Ermenilerin bize yaptığı asıl büyük mezalim İran'dan geçerken yol boyunca oldu. Hiç
beklenmedik bir anda çeteler saldırıya geçerlerdi. Geceleri çadırları basar sırf öldürmüş olmak
için ateş ederlerdi. Hayvan sürülerimizi toplu halde imha eden Ermeni çeteleri hatırlıyorum.
Adeta soyumuzu sopumuzu kazıyıp yok etmek istiyorlardı.

86 yaşındayım. Bir tek inanç taşırım. Bizim dostumuz yok, düşmanımız çoktur. Gençlerimiz
tahrik ediliyorlar. Onlara nasihatimi tekrarlıyorum kesinlikle tahrike kapılmasınlar. Bu
memleket ve onun bütün nimetleri onlarındır. Gençlik kendi milletine kendi devletine kendi
kültür ve değerlerine ters düşmemelidir. Unutmasınlar ki Babasının kurduğu düzeni yıkan
oğlun düzenini de onun oğlu yıkar. Onları yetiştiren ve geleceğini emanet eden Türk milletine
ve Türk devletine karşı harekete geçmesinler, kötülemesinler, iyi düşünüp, milletini severek,
tenkit ettikleri, beğenmedikleri şeyleri millet ve devletleri için kendileri daha iyisini yaparak,
bağlılıklarını ispatlasınlar.
Doğu Anadolu'ya hizmet götürecek her hükümet hangi partiden olursa olsun ilgili görevlinin
memleketi Türkiye'nin her neresinde olursa olsun bölgeye hizmeti sevgiyle götürmelidir.
Bölgenin insanını bu milletin öz evlâtları olduğunu hiç unutmamalıdır. Bu konuda yapılacak
herhangi bir ihmal milletin aleyhine olur Türk milletinin ve Türklüğün kopmaz bir parçası
olan Doğu Anadolu'ya hizmet götürürken sevgiyi ve şuuru ihmal eden hükümetler vebal altına
girerler. Bunların bu tür ihmalleri "bölücülük" için kandırılmış fanatikleri piyon gibi
kullananların işine yarar.

Bu yurdun her evlâdı bilmelidir ki; boy, zümre, bölge ve mezhep ayrımcılığına katılmak veya
önlenmesinde ilgisiz kalmak ilkin kendi zararına olur. Türkiye’nin milleti ve vatanı ile
bütünlüğüne inanıp destek olmak, kendi menfaatimizedir.

“Allah bu milletin evlatlarını birbirine düşürüp, yabancı güçlere fırsat vermesin; zafer
tattırmasın. Şunun bunun sözlerine kanan gençlerimizin doğru yolu bulmasını nasip eylesin."

Kinyas Kartal

Anadolu Basın Birliği Yayınıdır. 1987

You might also like