Professional Documents
Culture Documents
Meddah Geleneği̇ - Özkul Çobanoğlu
Meddah Geleneği̇ - Özkul Çobanoğlu
Meddah Geleneği̇ - Özkul Çobanoğlu
Türk sözlü edebiyatının doğrudan doğruya seyretmek amacıyla bir gösteri olarak
hazırlanan, geleneksel ürünlerinin oluşturulduğu sosyo-kültürel ve edebî geleneklere seyirlik
türler adı verilmektedir. Seyirlik türler; halk hayatını hareketli hâle getirerek eğlenmek ve
halkın kendi yaşantısı üzerinde düşünmesini sağlamak amacıyla ortaya çıkarılmış dram sanatı
gelenekleridir. Türk sözlü edebiyatında yer alan seyirlik türler Köy Seyirlik Oyunları,
Meddah, Karagöz, Orta Oyunu ve Kukla şeklinde sıralanabilir. Seyirlik türlerin hepsi birer
gösteridir. Biraz da bu nedenle, Türk Halk Edebiyatı çalışmalarında seyirlik türler yaygın
olarak “Halk Tiyatrosu” adıyla bilinir. Seyirlik türler, Halk Edebiyatı ve tiyatro tarihi
disiplinlerinin araştırma alanıdır. Seyirlik türlerin gösterimsel sanat gelenekleri olarak ilişkili
olduğu disiplinse tiyatro tarihidir. Seyirlik türlerin söze dayalı varlığı doğrudan Halk
Edebiyatının araştırma ve inceleme alanı içindedir. Seyirlik türlerin, sözlü kısımlarının
yanında yer alan hareket, oyun, oyun yeri, müzik, dekor ve benzeri söze dayanmayan
kısımları, bir sosyo-kültürel olgu olarak, Halkbiliminin “Halk Tiyatrosu” (Folk Theatre)
şeklinde adlandırılan alt araştırma alanının çalışma sahasına girmektedir.
Seyirlik türlerin icralarında değişmeyen iki öge vardır. Bu iki ögenin birisi, seyirciler;
diğeri, seyredilecek gösterimi hazırlayıp sunan oyuncular ya da aktörlerdir. Bu özellik ister
meddahlık, karagöz, kukla gibi tek aktörlü olsun isterse köy seyirlik oyunları ve orta oyunu
gibi çok aktörlü olsun değişmez.
Seyirlik türlerin ürettiği oyunlarda en önemli öge “taklit”tir. Taklit kelimesi sözlü
edebiyat ve sanat geleneklerinde “temsil” ile eş anlamlıdır. Bir oyunun taklidi bu geleneklerde
temsili yani oynanması anlamına gelir. Aynı şekilde, bir aktörün Acem, Kastamonulu,
Tiryaki, Çelebi, Frenk gibi çeşitli şiveleri ve karakterleri aynen canlandırmasına da “taklit”
denilir. Bu durum karagözde de orta oyununda da aynıdır. Taklit, insanlık tarihinde söz ve
dilden önceki iletişim biçimidir. Bu bağlamda, taklidi esas alan seyirlik türlerin insanlık
tarihinin çok eski dönemlerine uzanan köklere sahip olduğu rahatlıkla görülebilir.
Halk Edebiyatının başka türlerinde de gördüğümüz bir kaç sanatı bir araya getirme
özelliği seyirlik türlerde de devam etmektedir. Dahası birkaç sanatı bir araya getirme özelliği
seyirlik türlerde, söz sanatını âdeta ikinci dereceden bir yere itecek kadar ileri gitmiş olarak
karşımıza çıkar. Seyirlik türlerde, söz sanatı başka sanatlara bir dayanak noktasındadır. Bu
türlerin gösterimlerinde önceden yazılmış ve ezberlenmiş sabit bir metinleri yoktur. Diğer
Halk Edebiyatı türlerine ait ürünlerin teatral bir biçimde icrası gibi seyirlik türlerde de takip
edilen yöntem aynıdır. Seyirlik türlerde de icracı (aktör) gayet basit bir eylem çizgisini
izleyerek geleneğin istediği, hiç değişmeden belli yerlerde söylenen kalıplaşmış sözlerin
dışında her şeyi doğaçlama (irticalen) olarak yaratıp söyler.
MEDDAH GELENEĞİ
Meddah, birçok kişinin içinde bulunduğu bir olayı tek başına canlandıran bir oyuncu
(aktör)dur. Mimik ve şive taklitleriyle birçok kişinin, bir kişi tarafından canlandırılması
demek olan meddahlık en önemli dramatik sözlü sanat türlerimizden birisidir. Bu sanatın,
sanatkârı olan meddah, bir sandalyeye oturarak dinleyicilerine hikâye anlatır. Bu hikâyelerin
bir kısmı anonim eserlerdir; bazılarının yazarları bellidir. Karagöz ve orta oyununda olduğu
gibi günlük hayat olayları, masallar, destanlar, hikâye ve efsaneler meddahın da repertuarını
oluşturur.
Meddah bir anlatı türü olarak karagöz ve orta oyunu gibi dramatik seyirlik türlerden
kolayca ayrılabilir. Ancak, meddah oyununun anlatı bölümlerinin aralarına söyleşmeli,
taklitli, kişileştirmeli kısımlar yerleştirildiği için kolaylıkla dramatik türlerden sayılabilir.
Nitekim modern tiyatroda, tek kişilik oyunların varlığı da bunu kanıtlıyor. Meddah ile
karagöz ve orta oyunu arasında drama bakımından bu yakınlık başka yönlerden bakıldığında
yoktur. Karagöz ve orta oyunu bir güldürmece tiyatrosudur. Meddah ise çok daha zengin
kaynaklara dayanan daha çeşitli hikâye dağarcığına sahiptir ve gülmecenin yanı sıra her türlü
havayı, mizacı veya değişik anlatım tutumlarıyla işlenen pek çok konuyu ele alabilir. Oysa,
karagöz ve orta oyunu Hançerli Hanım ve Binbirdirek gibi gerçekçi halk hikâyelerini bile bir
güldürmece olarak sunabilmiştir. Meddah ise anlatısında izlediği anlatım tekniğinde
yönteminde, anlatıyı dinleyicide merak uyandırıcak bir biçimde sunar, onu heyecanlandıracak
kurgusal gecikmelere başvurur, bu tutumuyla dinleyicide farklı farklı duygular uyandırır. Bu
anlatı tekniğinin doğal sonucu; bir yiğitlik destanıyla ağıt özelliği taşıyan Kerbela gibi dinî bir
olayı ele alan hikâyelerin dinleyicide yaratacağı duygular farklı olacaktır.
Meddahlar hikâyelerini yazılmış bir kitaptan okuyup açıklamalar yaparak ve yer yer de
bazı hareketleri ve şiveleri taklit ederek dinleyicinin ilgisi çekerek sanatlarını icra
edebilecekleri gibi olay örgüsünü ve kahramanlarını bildikleri bir hikâyeyi tamamen
doğaçlama olarak yer yer taklitlerle süsleyerek de anlatabilirler. Meddahın sanatını icra
ederken kullandığı iki aracı vardır. Bunlardan biri, omzuna attığı veya boynuna doladığı
mendili, diğeri de sopasıdır. Meddah sopasını yere vurarak oyunun başladığını haber vermek,
kapı çalındığını bildirmek gibi çeşitli sesler çıkarmada kullandığı gibi onu yerine göre saz,
tüfek ve süpürge gibi çeşitli araçların yerine de kullanır. Mendil de meddahın anlattığına bağlı
olarak başörtüsü ya da şapka yerine kullanılarak meddahın işine yarar.
1. Başlangıç Bölümü: Meddah “Hak dostum Hak!” nidasıyla oyuna başlar. Meddah bir
divanî veya bir tekerleme söyleyerek seyircinin dikkatini icrasına çeker. İcranın başlangıcını
sağlayan manzumelere örnek olarak;
***
***
***
***
2. Açıklama Bölümü: Meddah bu bölümde ölçülü veya ölçüsüz sözlü kalıp ifadeler
kullanarak anlatacağı hikâyenin kahramanlarının ailesi, sosyo-ekonomik durumu, mekânı,
zamanı hakkında bilgiler verir. Geçmişte bu kısımda bazen icranın yapıldığı devrin padişahına
övgülerin yer aldığı da olurdu. Bu tür geleneksel olarak kalıplaşmış açıklama sözlerine örnek
olarak “İsim isme, cisim cisme, semt semte benzer, geçmiş zaman söylenir, yalan gerçek vakit
geçer demişler. ...” şeklindeki kısa ifade verilebilir. Daha uzun ve açıklayıcı ifadelere de
örnek olarak “Âsitâne-i aliyede Lüleci Ahmed Ağa isminde bir kimse var idi. Bu âdem her ne
kadar zengin değil idi ise de, fakir de değil, ancak kendi hâlinde zevki, cümbüşü bilir bir zat
idi. Hanesi ittisalinde dükkanı olarak, bu nev’i eğlence güya lüle yapıp satar, amma
geçinmesini de dükkanda lüle satmaktan değil ise de, ancak kendisini arayanlar dükkanda
bulsun deyu resmen oturur idi. Kimlerden aranır? Vüzera ve rical, kibar konaklarından, zira
kendisini ziyade sevdirmiş, âlâ münasebetli sohbetlerle, arada hoşça tebessüm, bir de tuhaf
mazmun fıkralarla eğlendirir ve kendisi dahi eğlenip vakit geçirir idi. ...” şeklindeki açıklama
verilebilir.
Bu tür kalıplaşmış açıklama sözleri bir yandan icranın açıklama kısmının başladığını
bildirirken diğer yandan da hikâye kahramanlarıyla dinleyicileri arasında oluşabilecek
istenmeyen benzerliklerin de ortadan kaldırılması ve böylece kimsenin anlatılanları üstüne
almaması ve alınmaması sağlanır.
Meddah hikâyelerinin yazılı kaynakları son derece azdır. Bugün elimizde bulunan ve
çoğunun sadece adı bilinen bazılarının ise meddahların bir hikâyeyi anlatmak için aldıkları
notlar veya çok genel hatlarıyla özetleri vardır. Sadece adları bilinenler dahil meddah
hikâyelerinden bazıları, Mahmut Sebüktekin, Hazinedar, Yusuf, Celâl Cemal, Kadı Hüseyin,
Konevî Derviş Halil, Acebnûş, Tanburî, Burusavî, Ebe Hallac, Hafız Çelebi, Hacı Kadın,
Bilgiç Subaşı, Fıçı, Abdi Ağa, Murat Ağazade, Beşboynuz, Yasakçılar, Kayıkçılar, Yağlıkçı
İsmail, Hacı Bıçak, Bağdadi Hulle, Söylemez Sultan, Peremeci Baba Ahmet, Sudan Köprü,
Dayızade Mermeris, Ondokuz Halil, Hüdadad Cemşid, Hatem-i Tay, Kuyumcubaşı, Sefer
Beyzade, Nallıhan, Baba Mahi, Baht-ı Hammal, Bağdadi Süleyman Ağa, Cüce Çeşmesi,
Hümayun Şah, Kaptanzade, Gavri Ağa, Hoca Abdurrahman, Dâyezade Yusuf, Tiryaki Ayyaş
Bengi, Hacı Nasr, Bekir Kaptan, Boşnak Kadı, Hüsn-i Dünya, Kol Kethüdasızade, Hacı
Himmetzade, Recep Paşa Yarımcalar, Mansur-i Define-gir, Selim-i Cevher-furuş, Şemse
Banu, Mustafa Cafer-i Tayyar, Seyfi Ağa, Kafazade, Âşık Garip, Seyfülmülük, Şahbur
Çelebi, Hüsrev Şah ve Gül Banu, Mahmud ile Elif, Tıflî Efendi, Şah İsmail, Şah-ı Bigam,
Şah-ı Acem, Merdüm-har, Mahmud ve Ayaz, Alca Han, Kara Kadı şeklinde sıralanabilir.
Askar:
_ Bana bak Sure Efendin, davullar ki çalınır, ne vardır gardaş, düğün vardır?
Sururî:
_ Vallaha bilmiyorum Ali Askar, bir kere sorduralım. Garson!
_ Efendim?
_ Bak davullar çalınıyor oğlum, şu nedir öğreniver!
Muhacir Garson: _ Efendi Dayı, Pınarbaşı’nda pelivan güleşi va da onişten çalıyorlar.
Sururî: _ Ali Askar pehlivan güreşi varmış Pınarbaşı’nda. İran’da pehlivan var mıdır? İran
halkının ne dereceye kadar pehlivanlığa merakı vardır?
Askar:
_ Sure Efendi, sen bilirsen, yalan danişmiram. İran’da her kişi pelvandır, hatta özüm de
pelvan ama...
_ Maaşallah!
_ Beli.
_ Öyleyse, gidelim de seninlen Türk pehlivanlarını, Türk aslanlarını seyredelim. _ Giderem,
men çok sevirem pelvan güreşi.
(Pınarbaşı’nda)
Sururî:
_ Ali Askar Ağa!
_ Ne var Sure Efendi?
_ Bak bu ufak pehlivanlara, bunlara deste güreşi derler.
Askar:
_ Beli, o desteler Tehran’da da vardır.
_ Ah! Bak şimdi daha büyükleri çıktı. Bunlara küçük orta derler.
_ Bilirem ağam, küçük ortayı da bilirem.
Sururî:
_ Dikkat et, baş pehlivanlar çıkıyor. Bak gördün mü o sarı pehlivanı, sarı bıyıklıyı?
Askar:
_ Görmişem.
_ O kim biliyor musun?
_ Yoh, bilmirem.
_ Ona meşhur Maraşlu Hasan Pehlivan derler. Onun daha kolunu bükecek kâinatta kimse
gelmemiştir. O kara yağız olan da İnkayalı İbraam Pehlivan.
_ O da pehlivan mıdır?
_ Elbette!
_ Sure Efendi, ne diyon sen? O daha çocuktur!
_ Lan tövbe çocuk olur mu? Yaptığı işlere bak Ali Askar Ağa. Onlar hep namdar
pehlivanlardır.
_ Sure Efendi, o sarı bıyıklı pelvanı gördün mü?
_ Evet. _ Hasan Pelvan diyeler.
_ Evet. _ O Tehran’a geldi.
_ Ne vakit?
_ Çok önceden.
_ Eeee?
_ Şahın bir pehlivanı vardı. Adına Hurşit-i Muella diyeler.
_ Eeee? _ Günde on sekiz yüz kişiyle güreşirdi. Hetta Şah ferman eyledi ki bu Hurşit-i Muella
ile Hasan Pelvan güreşsin. Meydana çıktılar, ellerini şaklattılar. Hasan Pelvan’ın sekiz metre
boyu vardı, yeddi metre galınlığı vardı ha! Bu Hasan Pelvan’a parmağın havale eyledi. Hasan
Pelvan’ı havaya fırlattı, getti. On yedi gün sonra telgraf geldi. Hasan Pelvan salimen
Bandırma’ya vasıl olmuş, dediler. ( Sururî hayret ve gülümsemeyle dinlerken orada bulunan
Yahudi söze karışır).
Yahudi:
_ Aşk olsun Haci Efendi, meşallah be! Sizin memlekette artık otomobile, şimendifere lazımlık
var mı? Biri Paris’e gidecek, çağır pehlivanı vursun parmağı; birisi Londra’ya gidecek, çağır
pehlivanı vursun parmağı amma bak dikkat et, yavaş yavaş vursun belki hacca gider...