Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 98

dünya

bayram kalem
içindekiler

ölmemiz tesadüf değildi 1


tarihi geçmiş ayrılıklar 3
gök gürültüsü eşliğinde mucize 4
sana öleceğiz dediğimde 6
lâ 7
kimse bilmez afrika’nın çocuklarını 8
türküsüz büyümüş çocuklar 10
144 11
yenilenmiş bir günün öğle vakti 12
mezarlığa uğrayan kuş sesleri 14
sahibinden kiralık cümleler 15
uzun süre düşünüp bulamadığım yer 16
bilmediğimiz bir yerlerde dağılmışlığımız 17
ben bu şiiri sana olan aşkımdan yazdım 18
eyüp’teki lunapark 20
kitaplık rafında unutulan toz 21
beyaz tavan ve getirileri 22
olasılıklar bilmecesi 23
insan yaşlandığı yerde yorulduğunu hissediyor 24
ya rabbe’l-alemin 25
giderken bende kimi bıraktın 27
annelerimizin saçlarına inen beyazlıklara dair 28
kronolojik acı 29
dünya yorgunluğu 31
insan insanın unutulmuşluğudur 32
yıllanan yağmur duası 33
saçlarında beklenen geceler 34
dikenli köyün delisi 35
uykusuzluğa adanmış bir ergenin gecesi 37
gereksiz ayrıntı 38
orta asya yolları 39
uykusu kaçmış bir kaplumbağa 40
havuç sevmeyen tavşan 41
yağmur dansı 42
bir parça dinamit 43
feride’nin ilaç kutularına yazılmış şiirler 44
içimizde yer bulamayan niyetlerimiz 45
salıncak sırasında verilen savaşlar 46
kaçak yolcular 48
haklılık payı üzerindeki kanunsuzluklar 49
içimden sadece kusmak geliyor 50
kelimeler ve şeyhler 51
sevgilim sen benim kahkahalarımsın 53
insomnia 54
sahil kenarında uçuşan kağıtların çaresizliği 56
sınavda okunmaması gereken dualar 57
bismillah ve resulullah 58
insan yaşlandığı yerde yorulduğunu hissediyor 59
bu yazının başlığı konmamıştır 60
miras olarak bırakılan öfke 61
yarım porsiyonluk aşk 62
dünya 63
gözüm de gönlüm de sensin 64
gökyüzünde on bir yıldız ve ay 65
kendi içinde çözülmemiş cevaplar 66
mesai saatleri içerisinde delirmişliğim 67
çay bahçesinde saat 14.40 69
başladığı gibi bitmeyen aşk 70
ender gelişen osasuna atakları 71
kırk havari 72
defans hattı bomboş 74
kokun öldürmez çiçekleri 75
seni beklemek nedensizdir 76
sırtımdaki yanık 77
yürür gidersin be 78
akıllarda kalan son cümleler 79
mu 80
mevsimin son günü 81
yüzüm dökülüyor 82
görünmezlik duası 83
en az üç defa 84
kurabiye tarifleri 86
otuz beşinci cilt 87
sanırım hep çok güzel gülüyorsun 88
mai 89
beni sen doğurdun 90
dünyanın renksizliğine denk gelişmeler 97
annem’e
ölmemiz tesadüf değildi

sana bir şeyler anlatamadığımda


geceler çökerdi kelimelerime
ve yüzün kaybolurdu
gecenin içinden yüreğime
atıp duramadığım bu yangının
gün gelir hasretimizi yakardı
kaçışıp durduğumuz bu şehir
ölüme inat kucak açardı bize

ellerinde bu susuzluğumu gideren


hasret ile dövülmüş pınarlar vardı
nerede olduğumuzun anlamını
kaçarken ardımızda bırakmıştık

gözlerinde doğan gecenin


rayihasına teslim olmuştuk
sırtımızda bu kadar yükü taşımak
bize yeni umutlar filizlendirmişti

üç deyince başladı dünya


ve biz bu üçüncü günün sonunda
özgürlüğümüze kavuşmuştuk
niyetimizde saklı olanı
o kadar güzel saklamıştık ki
ikisini birden bulamamıştık
çocuklara şekerler saçılmıştı
rüzgarlardan yere serpilen saçlarından

1
yolumuzda çiçekler açmıştı
soluğumuzun kesildiği günlerde
ellerinde bir gök doğmuş
ve kaybolduğumuzu bilenler için
irili ufaklı hikayeler doğurmuştuk
sonuna gelmiştik artık
beraber ölmeye söz vermiş
lakin planımızı yolda düşürmüştük

şimdi hangimiz yaşıyor


ve hangimiz toprağa toprak olmuştuk

2
tarihi geçmiş ayrılıklar

hüzünlü bir ses tonu


sonbahar ve içindeki çaresizlik
veda vakti belirdi uzaklarda
yağmur ve gök gürültüsü eşliğinde

kar kürelerindeki gibi masallar


pamuk prenses ya da boy atmış cüceler
mesai vakti gelen iyi yürekli kurtlar
koyunların canı acımasın
iyi geceler

veda vaktinin ilk adımları


sonbahar ve kış kadar kararsız
yağmur gibi sırılsıklam
ve çocuklar kadar da zararsız

kuş yüreği gibi naif


belki hint kumaşı gibi nadir
bir adamın yüreği kadar zarif
arif olan belki de kadınlardır
her güzelliğin sonunda
ölümün kucakları karşılar

3
gök gürültüsü eşliğinde mucize

yirmi sekiz adım


kimisinde topal ayak
kimisinde sürünerek dizlerimle
düştüğüm bu dünya deryasında
bulduğum her şeye bir anlam yükledim

bir baktım ki yüklendiğim


ve beni alaşağı eden bunlar
bir bela ve kınsız bıçak
iki göz arasında ölüp duran
sadece bakışlar değil
kokuşmuş gibi tıpkı bu heyecan
mütemadiyen terlemiş parmaklarım
günah körpe bir buzağı gibi
beklerken vadide
ayaklarımın altında yankılanmış

ve susamış bir ruh


yaz yağmurlarına teslim olmuş
içime dolup duran bu bahar
bitmesini beklediğim bir gecenin
otuz üçlük tesbihi gibi
ellerimde oluşan bu nasırlı tabakalar
şimdi ölsem tekrar ve tekrar
dirildiğim yer kaderim mi olur

4
ne zaman duracağını bilmediğim
bu yirmi sekiz adım
ve tabancamda iki mermi
ölse diye beklediğim
bu uykumun kabahatini
dağların ardına saklayamadan
ademoğlunun arasına karışacağım

ve öleceğini bilmediğim bir adım


herkesle karışıp giden herkesleşen
sade ve anlamını yitirmiş heyecanım
sanırım bitmesini beklemeden
kırlarda bir buzağının katili olacağım

5
sana öleceğiz dediğimde

mavi bir ip vardı ellerinde


bulutları bağlayabileceğini sanıyordu
otoyollar ve kenarlarına serpilen çiçekleri
annenin yanaklarından süzülen gözyaşları ile
karıştırıyordun
sırtına vuran soğukluğun perdelerini
kendi ellerinle aralamıştın
buradan sana seslenemeyeceğim
üzgünüm
çünkü sesimin özgürlüğüne oklar saplandı
gözlerin bir günaha el kırpıyor
ve gözlerimin kenarları karlarla kaplı
sana sunabileceğim şeyler arasında
bolca rahmet ve dualar
adımı bir çaresizliğin ortasına bırakan
ve çaresizliği seninle adlandıran
her şey için
biraz rahmet diliyorum

6
la

burada sessizce duran put değil bilesin


saatler bir yerden sonra isyan çıkarmakta
yalan atmanın kazası var mıdır hocam
zira eksik kaldığım anılar dolu zihnimde
uykuma haramiler dolmakta bu gecelerde
sesini duymama engel pazar günleri
unutmak, hatırlamak için iyi bir sebeptir
her on beş dakikada bir abdest alan ihtiyar
dünya içine yıkılan insanların sessizliğidir
ayakta kalmaya mecbur bırakılan baba
ve üniversiteye yeni başlamış talebe
üç kuruşun hesabında icra müdürleri
vicdanı arasında kalakalmış bir memur
adalet şimdi bunun neresinde
burada sessizce duran sana sığınır bilesin

7
kimse bilmez afrika’nın çocuklarını

uykular bile hasret sabahlara


bahaneler bile gittikçe yaşlanmış
baharlar bile küsmüş kar tanelerine
çocuklar yastıklarının altında saklamış
belki bir peri gelir diye dişlerini
fakirlik sıkarken gırtlakları
çamura bulanmış ekmek kırıntıları
bu gidişle anlamı kalmaz akşamların
bir baba sokağın ortasında yakmış kendini
artık ip almaya bile yetmiyor yirmi lira
işsiz kalmış kerpiç yüklü tavanlar
ölüm görmüş yavru kuşlar
istemsizce şahit olmuş beton binalar
gözyaşları içinde boğulmuş şehir
geceyi hangi umut aydınlatır

gözü ardında kalan babaları


gözyaşları sel olmuşsa çocukların
eşinden ayrı döküyorsa gözyaşlarını
ölüm mü korkutur bu acınacak insanları
hangi karanlık kapatabilir bu acıları
afrika açlıktan açar mı kollarını ölüme
herkesin kederi atılmış kaderinin önüne
duvarlar parçalanıp dökülürse boyaları
çatısını tutabilene aşk olsun
susuzluk bir vaha çölde
ölüm kolları bomboş gezmekte

8
bir sokak
sıralı sıralı binalar
hemen önlerinde kurumuş ağaç
çocuklar mutlu şen şakrak
kaldırımda dedikodu peşinde
beş yüz bin liralık çekirdekle komşular
muhallebi satan seyyar satıcı
oradan iki muhallebi de
evdeki çocuklarına ayır
şimdi kimse bilmez afrika’nın çocuklarını
bir yudum su daha önemli muhallebiden
bir baba koştura koştura gelirken evine
elinde gazete kağıdı içinde ekmekle
çocuklar sevinsin diye
biraz da helva almış

9
türküsüz büyümüş çocuklar

sabahın ilk ışıklarına vuran sis perdesi


koridorlarına acı sinmiş bu hastanenin
gökleri yarıp dururken bir annenin çığlığı
şimdi kim farklı bir renge boyayabilir bu odayı
yağmur bu saatten sonra yağsa ne olur
bastırabilir mi bir annenin çığlığını
ilk adımını atamamanın hüznü
omuzlarına kar yağmış baba
soğuk işler mi yüreğine

hiçliğin ortasında afrika


çiçek yetiştirmek başka bahara
açlık burada daha çok
ölüm bile utanırken kendinden
çöpe gidip durmakta ekmek kırıntıları
acının elli tonu gem vurmuşken
hangi anne acısına uyku giydirebilir
hiçliğin içinde boğuluyor afrika

ben şimdi gelemem


izin vermezken kaderim kederime
pencerelerime izini bırakmışken ayrılık
kokusu sinmişken afrika’nın umutsuzluğu
bir çocuk hayâl bile kuramadan
ilk adımlarını ölüme doğru atarken
annem nasıl olur da değiştirir atletimi
buradan ayrılamam şimdilik
burada ayrılık şimdi

10
144

Allah böyle istedi diye hayıflandı


belki bir bahane idi yaşadıkları karşısında
kendini bu şekilde huzurlu hissetmenin
ancak kalu beladan beri olduğunu düşünürdü
yaşadıkları için suçlamıyordu dünyayı
uzaklara bakmanın öğütü saklıydı içinde
midesi bulansa ilk annesi gelirde aklına
ve beraber geçen yolculuk anıları
her attığı adımı sayardı istemsizce
insanlar için fazla hoyrat ve biraz deli
babası içinse bir oyundan ibaretti
omuzlarında başı göğe değerken
bilirdi niçin yaratıldığını -takriben
en çok kendisiyle verdiği savaşın
bilemediği cephelerinde vardı
yorgunluğuna sığınıyordu inatla
cevabını bildiği soruların anlamsızlığında
ellerinde yer yer çatlamış toprak parçası
kaşına gözüne teyemmüm edası ile
uykusundan ediyordu tüm bedenini
bir kez olsun kaçırmamıştı güneşin doğuşunu
insan, insanın yok oluşu diye geçirirdi içinden
her sabah mutlak bir şekilde açardı penceresini
güneşin ve rüzgârın ilk sahibi olma düşüncesi ile
şirk koştuğunu düşünüp rabbine sığınırdı

11
yenilenmiş bir günün öğle vakti

üzerine titredi ölümün


başına gelecekleri bilmeden
henüz yirmi yedi yaşında
çıktığı bu yolun sonunda
görmek istediği her ne varsa
görmeden ayrılacağını biliyordu

hep tiksindiği cahilliğin


ilk defa içine düşme hissi
bunu yaşamadan öleceğini
nedense bilmiyordu
görmeden sevdiği bütün kadınların
ortak özelliğini aramıştı kendinde
cevabını bulana kadar akşam olmuş
son dolmuşun az önce geçtiğini
içinin bir an da geçtiğini
evde bekleyen aç kedilerin
vebalini sırtlanmadan koşmalıydı
hava yağmurlu olsaydı
belki biraz daha hızlı koşardı

insanların birbirinden korktuğu


bu mahallenin bir sakini olmanın
zaman geçtikçe verdiği büyük
pişmanlığı ar damarlarında duruyordu

12
hep kaçmayı istediği yerlerin
ekonomi nedeni ile zorlaştığını
cebinde iki ekmek bir yaş mama
parasına bakıp yerinde duramamanın
nedenini kedilerine anlatamazdı

sabahları ve geceleri duyduğu


- miyav sesleri için şükrederken
yalnız olmadığını adı gibi biliyordu
her sabah süt içmenin bir ibadet
kedilerine biraz kuru mama vermenin
sevabına nail olmanın verdiği o his
bitsin diye dua ederdi oysa

13
mezarlığa uğrayan kuş sesleri

ölümden kaçıyor çocuklar bir umut içerisinde,


henüz üç yaşına girdiği günün akşamına vefat eden bir
çocuğun yollarında yürümenin ağırlığını çekiyor
dizlerim. gözlerinde biriken yaşı hissetmeyen bir
kadının şahitliğinden kaçmakta gözlerim. oysa kadının
kollarında kimsesizliğinin verdiği o boşluğu
hissedebiliyorum. ağıtları tüm mezarlığı hatta bütün
annelerin gözlerinde yuva ediniyor. herkesin içinde
doğmaya başlayan evlat hasretini harlıyor mezarlıklar.
ölümden en güzel çocuklar kaçmayı becerir diye
düşünürdüm. sanırım çocukları da fazlasıyla yormaya
başlıyor bu dünya, bundandır bütün çocukların
sırtlarındaki atletleri terli. saklambaç oynar gibi
ölümden saklanabilir mi çocuklar. gözleri halâ
ölümün ne olduğunu bile bilmiyorken üzerlerine
bomba ve kurşun yağıyor. bugün tam da durduğum bu
yerde güneş bir anne için hiç doğmamak üzere battı.

doğum sancıları ve işaretlenen takvim yaprakları


kıyafetlere sinen yaramazlıklar
pencere kenarında tutulan nöbetler ve akşam ezanı
acının boğazda düğümlendiği yerde topraklar
anneler bağrında saklar çocuklarını

14
sahibinden kiralık cümleler

biriktirdiğin bütün kelimeler birer birer çıkmakta


kumbarandan
yirmilerinde verdiğin sözlerin tesiri gün geçtikçe
azalmakta
dudaklarının kenarında biriken bu yosma düşünceler
dikkat çekmekten korktuğu için saklanmakta
günlerin içinde sakladığın bu güzellikler
bir iki seneye eskiyecekler
sen inkar edeceksin
sen inkar ettiğin için daha da çok eskiyecekler
düşündüğün her rüyanın günahını
babanın sigara paketlerine saklayamazsın
annen henüz günah işleyecek kadar büyüdüğünü
bilmediği için
inkar edecek
annen inkar ettiğinde
sen daha çok günaha bulanacaksın
önce kendini bir sahile, bilmediğin tütünlere
okumaktan aciz kaldığın kitaplara
girmekten korktuğun cami avlularına
dinleyince dinden çıkacağını sandığın hocalara
gün gelince hepsinin misafiri olacaksın

dünyanın tadını tattığından beri


ölmeyeceğini düşündün hep

15
uzun süre düşünüp bulamadığım yer

dünya küçük yer gülüm


otobüs durakları bile hınca hınç
insanlar olabildiğince vurdumduymaz
yağmurlar bile eskisi gibi değil
her şey değişmekte arka sokaklarda
göğsümde alevlenen uçsuz bucaksız coğrafya
bir nedeni olmalı bu girdapların
anlam kondurulabilmeli pişmanlıklara
aslında ölümle raks ediyorken karanfiller
göğsümde gittikçe büyüyen bir orman var
aklımı seninle unuttuğum her gecenin sabahı
manolyalar savruluyor penceremin önünden
dünya ikimiz için çok dar hatta göğüs kafesin bile
bahçesinde mezar taşı yeşermiş dünyanın
her doğum sancısı bir ölümün şahidi
iki kişi bile sığmıyoruz arnavut kaldırımlarına
her şey yeterince karışık ve anlamsız
en az kafam kadar günah dolu sırt çantam
biz seninle ezelden beri böyleyiz
üç deyince kavuşmuyor sahil boyunda kaplumbağalar
ve ses etmiyor ağustos ayında karıncalar
biçare kurtulurum bu çıkmaz sokağından
ve hikâye aslında yeni başlar

16
bilmediğimiz bir yerlerde dağılmışlığımız

sevgili feride,
gitmemizi gerektiren sonların
bunlar olduğuna inanmıyorum
öylesine baktığımız yerlere
irili ufaklı yaşanmışlıklar sığdırıyoruz
düşünmeden edemediğimiz her şeyin günahı
amel defterlerimize yazılır mı?
nerede unutmaya başladık birbirimizi
hangimizin ilk unuttuğunu
bir diğerimizi karar verebilir
sen de özlediğinde ellerinde
karıncalanmalar başlıyor mu?
dünya bizi gitmelerinin eşiğinde doğuruyor
bahanelerimize birbirimizi sığdırabilmek
mümkün mü?

sevgili feride,
annemin saçlarına vuran beyazlıklar içimi üşütüyor

17
ben bu şiiri sana olan aşkımdan yazdım

gözlerime düşmeyen uykuların nedeni sensin


çaresiz kalıyor bu saatten sonra düşüncelerim

korkularıma sırtını yaslıyorsun bilmeden


şayet bana açık bir kapı bırakmazsın diye
beni çıkmazların içine atıyorsun istemeden
nasıl çıkarım bu çıkmazlardan
ben sana aşık olursam
kim tutup kaldıracak ellerimden
dikkatini çekmek için
mahallenin en yaramaz çocuğu olacağım

ben bu şiiri sana olan aşkımdan yazdım


gözlerin tıpkı göç eden kuşlar gibi
bütün dikkatimi dağıtıp savuruyor
ben bu mahcupluğumla gelirken sana
hiç kuş öldürmedim oysa

sesini duyamamanın yükü omuzlarımda


sessizliğin içinde bir sağır avayım
belki bilmiyorsun diye
yoluna çıkmaya bile korkuyorum
yıkılmış ve yağmalanmış bir şehrin
ümitsizliğine ümit ekiyor gülüşlerin

18
uzun uzun fotoğraflarına bakıp
kendimi kandırıyorum hırsızlar gibi
kovalamazsa sokak köpekleri
ben nasıl incitebilirim karıncaları

baki değil diye dünya


sana gelmemi engelliyor yollar
içine düşmenin hayali
bayramlıklarıma siniyor
ben bu şiiri sana olan hasretimden
ve içime çöken çaresizliğine yazıyorum

19
eyüp’teki lunapark

herkes delirmiş sevgilim


kırmızı ışıkta geçmeyi kahramanlık sanıyorlar
ben öylece oturuyorum eyüp’teki bir bankta
renkli bir uçurtma selam duruyor kuşlara
kanatlarım olsa pencerene konardım sevgilim
ilahi adalet olsa gerek yükseklik korkum var
gözlerinin önünde öylece duran dünya
kafamın içinde dünya dolusu ses var sevgilim
uzaklar fayda etmez biz beraber tükeneceğiz
küslükler ve uzun yolculuklar çabuk biter
kediler miyavlıyor sevgilim duyuyor musun?

20
kitaplık rafında unutulan toz

unutulmuş gibiyim
tozlu bir raf köşesinde
böcekler bile uğramazken
üzerine karanlık çöken bir kentten hallice
yağmura hasret toprak gibi
bir sonraki cümle olamamışken
kim hatırlar şimdi beni
dudaklarımdan aşağı hasretin akar

21
beyaz tavan ve getirileri

karanlığın ardında dolu dizgin öfkeler


çocukların ölmediği bir coğrafyada sende çok yaşarsın
bilinir ki çocuğa silah doğrultmayanın merhameti
vardır
şimdi merhameti olan insan, insanları öldüremez mi
hangi katil günahsız olduğuna inandırabilir kendini
bir bardak suyla biter mi bu saçma bulduğum savaş
delirmenin eşiğinde bir asker,
kahvaltısında antidepresan
kışları yağan kar ve ayazında donan evsizler
içine dilek dilenip para atılan süslü bir havuz gibisin
korkmak ölümden, keza uykusunda ölmek ister insan
umut yetiştirmek için izin alınmalı mı devletten
geceler gelip geçerse herkes mutludur oysa
bir an dursa gece, delirir tiyatro sahnesindeki insan
adı çıkmasın diye söyleyememiş köse imam
sevdiği kadına saçlarının bu kadar güzel olduğunu
euzu besmele çekip değiştirmek zorunda kalmış
yolunu

22
olasılıklar bilmecesi

ellerimden tutmanı isterdim


anahtar deliği bozuk olan odalarda
cümleler henüz gözlerini açmamışken
ayakkabı paspasının üzerinde duruyordum
kendinden son derece emin bir halde değilken
bin parçalı puzzle gibi dağınık içimle
bu durumda karşısında ayaklarımın üzerinde
ve almakta güçlük çektiğim son nefesimde
ağzımın içinde garip bir tat ile veda ediyorum

birilerinin beni anlamasını beklerken


zamanın ben beklemek gibi nedeni olmadan
bir pazar yerinin en kalabalık köşesinde
ekmek parasını çıkartamıyorken
ve hallice yorgun bir ruh hali üzerimde

yerde sürünüp üzerini kirleten dilenci


bir bilmece ve içine düşürürken zihnimi
sahi ellerini bıraktığımda aklımın
nerede bulacağımı tahmin edememiştim
bir soru daha sorulurken
bir bilmece daha yetim kalırken
bilme ihtimalimin göz önünden uzaklaşması
soru işaretleri kalırken aklımda
yol boyu uzayan soru işaretleri
ve kısalan aklımla

23
insan yaşlandığı yerde yorulduğunu hissediyor

sesini zar zor duyabildiğim günleri bile özlüyorum


uzaklara dalıp gidiyor gibiyim
neresinde duruyorsun bu dünyanın
yağmur bütünüyle işgal ediyor saksılarımızı
çiçeklerimiz hasta, dikkat et kendine
ilaç kutuların yastığımın altında yer ediniyor
ölümün bile uğramadığı yerde bu yaşlı adam
dişlerimde üç kişilik ağrı, dua ediyorum
sesini özlediğim vakit pencere kenarlarına koşuyorum
ellerinin kırışan her yerinde bir ahımız var
kalbimin ütülü yerlerinde sevgini taşıyorum
geceler bitmek bilmemek gibi bir hastalık taşıyor
gözlerimi kapattığımda sesini duyuyorum
uyumak eylemi dışında aklımdan bir an gitmiyorsun
bağ bahçeye gidecek gücüm kalmadı
kedileri besleyecek kadar ekmek yok evde
ve pencerenin kenarında seni bekliyorum
yağmur yağıyor, dışarıda elbiseler kaldı
eskisi kadar da gücüm kalmadı

24
ya rabbe’l-alemin

içinde çıkmayı bekleyenler


ve inatla sıkıyor kendi boğazını
gözüne doğru yeltenmeye çalışan
bu nefsinin iki damla gözyaşı
ölmek başlı başına bir eylemdir
kalanlarına rahmet dilemek için
insanın yarasına dokunan
tuzdan daha çok iz bırakan
bir başka insan daha olmalı
olanla olmayanın masalı
günler bir defterin iler ki
ve ümidi kesilmiş olanların
bilmediği bir dilin ilk harfleri
ölümlü bir dünya için
inatla dikilen bu fidanları
gözlerinde sen büyütmedin

sonra ve sonraları
gazellenir bütün yalanlar
insanı kaldığı yerden
bilmediği bir yere kovalanır
yaşamak bir fakirin
istemediği o ilk nokta
ve ilk cümlesi başlamadan biter

25
bağırabilmek, bağırmak
dizginleyebilmek nefsini
ölen sadece ölü atlar değil
insan inandığı vakit ölür
ölen sadece ölü atlar değil
yolları ezberliyorlar
ama yola çıkmak için
bir cesaret aramıyorlar
kahrolsun amerika diyorlar
ama batının hayalini kuruyorlar
altından kalkamayacağı
bu ölümle taksitlerin
taksiratını Allah affetsin

26
giderken bende kimi bıraktın

uykusuzluğum
gecenin üçlerine doğru içime doğuyorsun
sana dur diyemediğim günlerin vebali
içimde bir euphorbia milii gibi filizleniyor
lakin bunun günahını sen bilmiyorsun
her gelişimde içimde öldürdüğün
bütün çiçekler için teşekkür ederim
ellerinde bu bilmediğim yörelerin rüzgarları
içimdeki coğrafik çatlamalara neden oluyor

içimde yarım kalan rüyaların


tüyü bitmemiş yetim kuşların
sahibini bir türlü bulamadığım mektupların
ve sokakta korkutulmuş bütün kediler için
geç kalmışlığımı nasıl olur da erteleyebilirim

mor sümbülüm
içimde yetişen bütün leylaklar, manolyalar
gönlümü düşürdüğün gönlünde
bir çiçek bahçesine şahit oldum
dizlerime sürdüğün merhemde değildi rahmet
ellerin her değdiğinde tenime
ben bir gök kadar hafifliyordum
ellerin her değdiğinde ellerime

27
annelerimizin saçlarına inen beyazlıklara dair

çocuklar annelerini toprağa gömüp gidiyorlar


Allah'ım bu nasıl bir imtihandır

28
kronolojik acı

kaybettiğimde bu savaşı
ki kaybedilebilir bir savaş değildi
yine de boşluğuma denk geldiğini
sonsuz yeminler ile ant içebilirdim
çaresiz değildim son çaresiz kaldığımda
en çok annem kadar güçlü biriydim
baş tutabilirdim bütün dünyaya

uzak değildim aslında


inkâr ederken bütün uzaklığımı
bir çocuk kadar
henüz üç adımı tamamlayamazken
sevebilirdim bütün yalancıları
kedilerden korkmadığımı
anlatabilirdim sokak kedilerine
bu koca dünyada
en azından boyumun yettiği yerlere kadar
var gücümle annem gibi dayanabilirdim
toprağa ekerken bütün umutlarını
ve yağmur beklerken
sıcak kavururken göğüs kafesimi
bir türkü daha çağırabilirdi dudaklarım

29
konu tam dağılmadan
öpebilirdim annemin yanaklarından
ve kokusu dağlarken içimi
beyaz saçların ne güzel annem
yirmi beş yaşını yitirmemiş
sağlam basarken ayaklarımı
gök gürültüsünden korkarken
sana daha çok muhtacım
habersiz gitmediğin müddetçe
söz ağlamam anne

30
dünya yorgunluğu

ey rabbim
ben bu kadar günahı yüklenip
aslında bilmiyordum
bir yerden hemen sonra
cahillik ettiğimi

insanoğlu nankördür
ayetinde de buyurmuştun
ben bunları unutup
varamayacağın bir yerin
yoluna koyulmuştum

rahmetinden kaçtığımı
inkar etmenin
yeni bir günah doğurduğunu
tahmin bile edememiştim

31
insan insanın unutulmuşluğudur

uykusuz sabahların henüz ilk saatleri


ve ben öylece öldürürken beynimin hücrelerini
aydınlanması beklemeden gökyüzünün
gözlerimin ağrısı için bir kahve daha içebilirim
bilirsin ki, insan insanın baş ağrılarıdır
bu odada öylece otururken
aklımın ucunda bir uçurum kenarında
savrulup duran bir hindiba gibi gövden
perdesi bile tozlanmış bu odada
köşede bir yerlerde, tam da orada
bir yerlerimde ağrılar ile mücadele ederken
avazım çıktığı kadar susmanın eşiğindeyim
bilirsin ki, insan, insanın bel ağrılarıdır
çocukların özgürlüğünü ilan ettiği sokaklarda
artık kedileri bile korkutuyorlar
dünyaya bilmem de, insanlar çok değişti
herkesin suçuna bulduğu türlü renkler var
uykusuzluğum üzerinden vuruyorlar beni
göz kapaklarımda teslim olmamış bir asker
ve sabahın ilk ışıklarında ateşkes
bilirsin ki, insan, insanın bahanesidir
henüz ilk adımlarını atmamış bir bebeğin
öğle arası şekerlemesi gibi
konuşması yarım yamalak olan çocukların
hiç anlaşılamamış tekerlemesi gibi gözlerin
duvar saati bile razı değilse olduğu duvardan
hangi pil bozulmamasını önleyebilir
o yüzden sanadır bütün zaman
bilirsin ki, insan insanın geç kalmışlığıdır

32
yıllanan yağmur duası

gövdem harp pusulası


hangi yöne dönsem bir savaş
savaşın içinde çocukluğum
anne sesimi duyuyor musun?
buralar soğuk, çok korkuyorum

yolunda gitmeyen acılara sahibim


anne tutup çeksene kollarımdan
ve sımsıkı sarıl bağrımdan
inançlarımın kabukları soyulmakta
son kullanma tarihi geçmiş gibi
içim kabuk bağlamış

bulutlara yuva kuran yağmurlar


güneş geç kalkıyor uykusundan
yağmurun özlemi topraktan
ve dudaklarıma hapsolmuş
unutulmuş bir şarkı gibi tekrar
zihnimde dönüp duran
yağmur duası

33
saçlarında beklenen geceler

sevgili feride,
hiç durmadan yağmur yağsın istiyorum
ve çamur
ve bitmek bilmeyen kara bulutlar
üzerimize çöreklenen dünyalıkları
hangi çalı süpürgesi temizler

insan topraktan yaratılmış feride


biraz ilgi insanı çamur eder
dengesi yok bu dünyanın
bizim de kalacağımız garanti değil

insanlar annelerini gömüp gidiyor feride


benimse kafam çok karışık
bildiklerimden çok emin değilim
bu yüzden her cümlemin sonunda
amin desen içim öyle rahatlar ki

saçlarına yaz akşamları vuruyor feride


kokun burnumun direklerini esir alıyor
uykusuzluğumdan döndüğüm yerlere
yüzün bir hasret gibi yağıp duruyor

34
dikenli köyün delisi

ayağa kalkmanın ne demek olduğunu en iyi kendisinin


bildiğini sanıyordu. kendince en zorlu imtihanlardan
çıkıp gelebilmişti buralara. omuzlarının kaç derece
eğildiğini ölçmeye bir türlü vakit bulamamıştı.
cebinde bir kaç adet bozuk para, toz, toprak ve
yırtılmaya yüz yutmuş notlar. yolu bundan sonra
nerelerden geçeceğini hesaplayamadan ayağına vuran
acı yüzünden olduğu yere yığılmıştı. bir ara ayaklarına
ve ayağına batan dikenlere kitlenip konuşmaya
başlamıştı.

" seni de benim gibi bilmeden kırdım. ömrümce çok


yağmur yedim, nice fırtınalar içinden çıkıp geldim.
ölüm bile peşimden gelse pes etmedim. şimdi burada
beni bir tek sen yıkabildin. bu yolda seninle
karşılaşmanın ilahi bir anlamı olmalı. yoksa seni
kırdığım gibi ben de kırılırım. canımı ve canını
acıtmanın hangi kitapta usulca yazdığını
söyleyebilirsin. benim yerimde başka biri olsa
dayanabilirdi belki bu yaptıklarına. lakin sen de
tahmin edersin ki, acının bile bir telaffuzu var. ben
çok acı gördüm. herkesin şükretmesini ders verecek
acıları taze taze tadıp, şahit oldum. sen ufacıksın ya,
affet istemeden kırdım seni."

derin bir şey ağrısı ve topallayarak devam etti. bir


zaman sonra unuttu ayağının acısını ve baş ağrılarını.
dudaklarında bir sahra çölünün esintileri duruyordu.
yanında olsa birileri belki bu kadar
inancı omuzlarına yük olmaya başlamadan yoluna

35
tekrar koyuluyordu. bunca yolculuğu niçin yaptığını
bilmeden kendine sormasa otostop çekip dönebilirdi.
kafasında dönen sözleri zar zor topluyordu. bir ara
duraklayıp bir şeyler karalamaya başlamıştı.

bu yazımın ilk satırları


sevgili, sevgilim
putlar kırılmadı henüz düşüncelerimde
sana tapmadım lakin
saçma bir şekilde inandım
birilerine kızmamak adına kaçtım buralardan
belki senin hiç haberin olmadı

kedileri ve çocukları acımasızca öldürüyorlar


otuz beş saniyelik akşam haberlerinde
içime düşen ateşler otuz beş saniyelik değiller
bu coğrafya benim için fazla acımasız
beni burada tutacak putlar kalmadı artık

36
uykusuzluğa adanmış bir ergenin gecesi

hayırlı geceler kuzum


aramızda kilometreler ve kediler var
saçma bir şekilde oluşan özlemler
kuramadığımız diyaloglar
uykusuzluklar
hepsini bir arada buldum
üzgünüm gülüm
biz kavuşamayız
önemi yoktur bazı şeylerin
bazı şeyler anlamını yitirmiştir
bak kedileri de korkutuyorlar
biz kavuşma hayalleri kurmuşuz
mevsimler gelip geçmiş
beraber hasta bile olmamışız
bazı şeylerin anlamı bile olmamış
üzgünüm gülüm
biz beraber nefes alamayız

37
gereksiz ayrıntı

(kalabalığı sırtlanmış tren raylarının sesi)

gürültüsü kendisinden büyük değil kalabalığın


insan içine çıkmaya utanıyor bütün günahlar
bilinmezliği bilir misin - diye bir sual var
herkesin içinde bir karanlık odada saklı arzular
birileri bilmesin diye kızarıyormuş yüzler
günahlar kadar ölü , gün ah edemeyecek kadar az
güneş biraz daha dursa belki kıyamet kopar

bütün kelimeler aynı, cümleler aynı


bütün sonlar aynı, her şey ayrı ama aynı
bir çürük yumurta bastırabilir bütün kokuları
bir insan lazımsa artık lazım bile değil
inin yolcular artık, bu son uyarım
bakın ölüm ucunda bu uçurumların
belki yanılıyor melek, belki değildir belki
hasat vakti gelmişse buğdayların
ölen kuşların günahı kime yaftalanır
soru işaretlerinin bile artık kafası karışık
hangi soru atanamadı bu sene memurluğa
her şey aynı ama ayrı

38
orta asya yolları

içime ölüyorum
yollarında ruhum var dünya
günlerimi içine çekiyor umutsuzluk deryası
yağmur bulutu içinde kavrulmuş gibi güneş
sana yetişmek gelmiyor içimden
iki gözümü birden alıyorsun benden
ruhuma neden gem vurup duruyorsun

ışıklarını söndürme dünya


babası olmayan çocuklar var
hangi yollar şimdi güneşli günlere çıkar

39
uykusu kaçmış bir kaplumbağa

kör bir dünyanın içinde gümbürtü kopartan cüceler


haksızlığa uğrayanların üzerine toprak atıyorlar
gökyüzü dünlerine nazaran asmış üzerine bulutları
keza çatmış kaşlarını güneş
şöyle oturup bakarken odanın rutubetli duvarlarına
beş yıl önce nasılsa bugün de o hâlde olduğunu
umursamadan edemedi
düşünceleri dünya kadar büyük üstelik sağır ve kör
bir kaç kurşun ile de yere serilmez yalnızlığı
verdiği savaşların sonunda solmaya yüz tutmuş
gözleri
bütün yollarının sonunda çıkmaz sokaklar
tebeşir izleri silinmiş asfalt yollardan
öyle karışık bir ruh içerisinde yosma bedeni
kurtuluşu olmayan bir film izlerken buldu kendini
gözünde yaşı, içinde sabrı, boğazında hevesi
dizlerinde yarası, ellerinden kayıp giden ümitleri
bilinmeyen hikayesi, tavanında asılı halat
her şey olmaması gerektiği gibi

40
havuç sevmeyen tavşan

gel bir ömür kapatalım kapılarımızı, kuşlar


pencerelerimize dizilsin. Birdenbire simsiyah bir kedi
çıkar karşımıza her ne kadar korksan da kedilerden,
içinden seversin bir ceylân sessizliğinde. saçma sapan
kurulan hayalleri aydınlatır tebessümlerin. ben seni
bilirim de, cahilliğim senden sonrasını bilememekte.
seninle ilkokul talebesi, lisede dava arkadaşı,
üniversitede uykusuz gecelerin gözleri olamadım. bir
filmin bütün ters köşelerine sindirmiş hayat beni. her
defasında esip geçiyorum rüzgârlarla. reklam
aralarında dökebildim içimi ellerine. kim görse bir
dilenci hissiyle kaçırıyor gözlerini gözlerimden. her
gece dua ederken Allah’a, annem ve babamı
almamasını korkak bir eda ile çok olmasın diye
kardeşlerimi söyleyememenin utancı içerisindeyim.
şirk koşamam hâşâ! lakin annem bu kez değiştirmez
terlemiş olan atletimi. seninle ince bir dalın içerisinde
filizlenen bir çiçeği göremedikten sonra ölsem de olur.
toprağa olan hasretini bütün diyarlara anlatsa da bulut,
her şeyin fazlası zarar verir.
içime dikilen bu soru işaretlerini bir gece gelip koparır
mısın?

41
yağmur dansı

kedilerden korkarsın sen gülüm


hava da yağmurlu
küçücük vücudun üşür
ellerinde çatlamaya başlar
burnun da kızarır birazdan
gözlerinle kesiştiğinde gözlerim
vallahi bak harbiden mutluydum
yağmur falan hepsi hikaye güzelim
beraber daha fazla üşümeden sarılalım
seninle hasta olmaya dahi razıyım
bir kaç iğne ve şurup ile atlatabiliriz
gök gürültüsünden korkarım hala
sen tutunca ellerimden
ben kendimi korkusuz sanmıştım
gel gidelim buralardan
tut ellerimden
yeni yerler keşfedelim
istersen omzuma yat gülüm
sen uyanana dek hareket etmem
beraber bir sürü anı biriktirebiliriz
yol kenarlarını ve açan çiçekleri
ezberleyip unutabiliriz
sen beni öpersen
bütün uykularım geri gelir
her şey bahane güzelim
sen sarılırsan ben unuturum dertlerimi

42
bir parça dinamit

bazen babam için çok üzülüyorum


kardeşime baktığım zaman üzülüyorum
aynaya baktığımda kendime üzülüyorum
saçlarını gördüğümde annem için üzülüyorum
durup dururken bile çok üzülüyorum

varlığın içindeki yokluğa üzülüyorum


sokaktaki kedilere ve kafesteki kuşlara üzülüyorum
başımı yastığa koyduğum vakitlerde üzülüyorum
yolda yürürken gözümün düştüğü yerlere üzülüyorum
çöpten ekmek toplayan kadınlara üzülüyorum.
karton toplayan çocuklar için üzülüyorum.
intiharın eşiğindeki babalara üzülüyorum

43
feride’nin ilaç kutularına yazılmış şiirler

feride, hatırlıyor musun?


çocuklar gibi ağladığımız zamanları

sesinin tadını unutmaya sanırım üç gün kaldı


bana güzel şiirler okuduğunu unutma
sanırım okuduğun bütün güzel şiirleri
unutmama üç gün kaldı

feride, içimde
senin için veda cümleleri hazırladım
içlerine çiçek tohumları da bıraktım
bir kaç şiir yazdım
belki unutursun diye
günde iki defa alman gereken her ilaç için
küçük notlar iliştirdim

feride, sen de hissediyor musun?


olabilecek her şeye bir tek gönlümüz hazır değil

44
içimizde yer bulamayan niyetlerimiz

gün bitmedi
henüz ölümler vadisi mesaisinde
ellerimiz bize yalan söylüyor
biz de tutup bu yalanları
yüzümüze çalıp duruyoruz
babalarımızın umudunu
nerede vurdular bilmiyoruz
düşünüp durduğumuz için
yorulduğumuzu sanıp
biraz daha uyumak istiyoruz
dünya vakti gelince uyandırmıyor
biz de geç kalmışlığımızla kalıyoruz
ellerimizdeki bu yalanı
başkalarının ellerine bulaştırıyoruz
ilk yalanı biz atıyoruz
suçu günahı yeni yetme kuşlara
ve mütemadiyen şoförlere yüklüyoruz
içimizde boğulup duran bu kibir
gün geçtikçe bizi zehirliyor
ve gözlerimiz akıp giden bu hayata
olağanca dünyalık katıyor
annelerimiz elinden
merhamet dileniyoruz
öleceğimiz yerlere
bir kaç kez gelmişliğimiz
aslından insan ölürken
yerini kendisi seçiyor

45
salıncak sırasında verilen savaşlar

gözleri ağrıyorsa suçsuz çocukların ve annelerin


devlet hangi masalı anlatıp geçiştirebilir
şimdilik herkes mahcup ve mağrur durumda
yan dairede çaresizlik kokusu yayılıyor sokaklara
burada umudu olana gâvur muamelesi yapılıyor
hangi babanın omuzları düşmemiş şehrin
kaldırımlarına

dünya güzelse ki güzeldi kabil'den önce


şimdilerde mezhepsel kavgalar çıkarıyorlar
insanın önemi de kalmadı artık
yemen açlıktan ölen çocukların vatanı
onlar ya da bunların sofrasında yerin yoksa
önceden akşam ezanının bile önemi vardı
çocuklar için alarm, müezzinler için mesai
imam sıkılır mı hiç safları sıkı tutun demekten
dilenciler bile üşeniyor artık para istemekten
önlerinde bir kağıt parçası ve bükük boyunları

hangi dağ artık kendini ulaşılmaz sanır


şehrin bu taraflarında silah sesleri
oyun parkları bile güvenini yitirdi
çocuklar için sokaklar mayın tarlası
annesiz kalan sadece insanoğlu değil
bir kedi ve dört yavrusu bir oluk kenarında
yağmur istemsizce vuruyor üzerlerine
hangi yavru bu yağmuru sağ salim atlatır

46
bir kent önceden kentti şimdilerde harabe
herkesin burnuna yaslanan o acı
cebindeki üç kuruş ile evlilik hayalleri
bir şiir yazıp ezberlemeye yeltenmiş
hep aynı yerlerde takılıp tekrar etmeler
aklı sevdiğin gülmelerinde
ve ağzından çıkan tek bir cümle
kokun öldürmez çiçekleri

47
kaçak yolcular

az önce hayatımın en uzun yolculuğuna tanık oldum


omuzlarımda iki dünya vardı

48
haklılık payı üzerindeki kanunsuzluklar

üzgünüm,
belki sen doğrusundur ya da ben yanlış bir yol izledim
belki de aynı şıkkı işaretlemenin
pişmanlığı üzerimizde
hepsini bir kenara bırakıp
beraber yanlışlığımızı konuşmalıyız
kavga etmenin bile dört boyutlusunda
herkes haklı olduğu yerlerde unuttum haksızlığımı
sanırım sen de haklısın
pişmanlık hakkında bir kanun çıkarmalı millet meclisi
ve elimize geçen ilk fırsatta bunu değerlendirebiliriz

49
içimden sadece kusmak geliyor

üç kez adını unuttum feride


ve seni üç kez daha fazla düşündüm
sana baktığımda
yani öyle varsayımlarım olsa
adını unuttuğumu sana nasıl anlatırım

üç kez adını unutmanın günahı


ve sırtımdan sana gelen yanık kokuları
o an içimden sadece
yanaklarından öpmek geliyordu feride
bir şeyleri kaybettiğimizi düşündüm
ve adını hatırladım

biz diye bitiyor bütün cümleler feride


dönüp durduğum yerlerde bitiyorsun
ikimiz hariç herkes
en çokta herkes bizden çok biliyor
ellerini uzattığın kâlu beladan beri
ellerini nimetim bildim
lâkin aramızda kalsın feride
ben adını üç kez unuttum
üç gün uyku girmedi gözlerime
kokun uzaklaştı sonra
bir serap gördüm
tam tamına üç kez seslendim
beni buradan
bir tek sen kurtarırsın feride

50
kelimeler ve şeyhler

artık ölebilirim
içim rahat ve gözlerim uykusuz
bütün pişmanlıklarımı bir kilise duvarına
koymanın eşiğinden döneli
tam tamına üç gün oldu
kendi içimdeki bu uçurumdan
günde en az üç doz yaklaşmanın borcunu
hangi insana ödeyebilir

ayaklarımın altında kalan


ve gittikçe batmaya başlayan cam kırıkları
ve sanırım ellerimden boşalan öfke değil
düşünmek için müsaade istiyorum
bir nebze hiç kirlenmemiş nefes
ölümün yan dairesinde panjursuz
lakin çokça faizli bir evde oturuyorum

yutkunduklarımız birer günah damlası


kendimizi fetvalar deryasında kandırıyoruz
gözlerimden yanaklarıma vurup duran
bu tuzlu denizin kaçak göçmenleri
ölmek için bir sözlük aradım
dondum, üşüdüm ve dirildim
ölüm bu kadar basit cümlelerden
istanbul’da bir gecekondu gibi
her an yıkılmaya mecbur

51
ve taşra binalar küfür icat ediyor
anneler hayli üzgün
üzümsüz kekler yapıyorlar
dünya için üç gün biçiyorlar
ve son günü
ilk gün gibi ilan ediyorlar
ve artık içim rahat
ardıma bakmadan gideceğim
çünkü öleceğim

52
sevgilim sen benim kahkahalarımsın

güzel gözlüm kapının eşiğinde,


kollarını açmış ikimizi bekliyor ölüm
dudaklarından çıkan iki hece
göğsümde bir yangına sebep olur
ellerine değmemiş mevsimlerin
yükünü çekiyor otuz ikilik tesbihim
bir rüzgar vuruyor ayak parmaklarımdan
tir tir titretiyor topraktan bedenimi
kül olmayı arzuluyorsa düşüncelerim
ganj nehri caiz midir
başımı döndürüyorsun
şimdi seninle tam burada oturup
annemin ikimizin elinden tutmasını
ve sakin bir şekilde
öğütler vermesini beklerdim
her sabah uykumun dağılmasını
saçlarımın uzamasını
beşiktaş galibiyetlerini
güzel günleri
bir sokak kedisini
ve seni
bir karşılık beklemeden
uzunca bir süre bekledim
her şeyi çokça bekledim
şimdi gecenin bir saatini
yarım gözlü bir çocuk gibi
usulca susmamı bekleme
ben bu günler gelsin diye
çokça susturdum kendimi

53
insomnia

küçükken sana âşıktım


sen adımlarını atınca sokağa
çocuklar bırakırdı seksek oynamayı
kesilirdi karşı balkondaki dedikodular
hayıflanırdı anneler kendi kızlarına
elma şekeri gibiydi yanakların
seni anlatırdım büyükanneme
muhtemelen beni dinler gibi yapıp
gözlerini kapatır
her zamanki gibi şekerleme yapardı
ben yine de vazgeçmeyip
çocukça heyecanımla anlatırdım seni

seninle durdu çocukluğum


ve seyyar dönme dolap
içimde bir ukde kaldı
hiç binemedim oysa
heves ettiğim her ne varsa
mütemadiyen kursağıma takıldı

terli atlet ve yaralı avuçların


hesabını sormaz Allah
henüz o yaşlarda
bilmezken günah ve sevapları
her ne işlediysem
ben sorumlu değilimdir umarım

54
bu hayatta hep bir geç kalınmışlık
her gün aynı saatte ve oracıkta
bayatlamak üzere bırakılmış
ekmek kırıntıları ve tatlılar

and if you save yourself


you will make him happy

55
sahil kenarında uçuşan kağıtların çaresizliği

beni bir tek sen anlarsın demiştim ya


unut o dakika söylediğim cümleleri
şu sıralar uçan kuşlara bile anlam veremiyorum
bu sıralar her şey düzenini yitirmiş durumda
iyi şeyler düşünmek, güzel şeyler olsun istiyorum
annesiz kalmasın mesela çocuklar
babalar en çok kız çocuklarını sevsin
başı okşamamış bir sokak köpeği bile kalmasın
kuyruğuna teneke bağlanmasın kedilerin artık
herkes, herkesin yerinde olmak istiyor ya
işte tam da o ara kıyamet kopsun
kopsun ki herkes kendi yerinde olduğuna
şükretsin

içi tamamen geçmiş bir zaman dilimi


bir parçasını da biz yemeliyiz
çünkü kimse bize bir zaman tanımadı
seninle konuşurken o saçma bankta
bu arada belediyeler bakmıyor parklara
çocuklar binemiyor salıncaklara
konumuz sapmadan yolundan
o bahsettiğim bankta yaşanan her şey
kaderin bir cilvesi olmalıydı
ben en çok bu konulara yordum kendimi
elimden tutan olsa kimseleri ebelemezdim

56
sınavda okunmaması gereken dualar

her şeyin içinde biraz biraz var oldum


yavaş yavaş söktüler oysa beni
dolmaya başladığım bakır çanaklardan
kalanımı hasret diye toprağa koydular
birden yarıma düştüğüm gün
geçtiğini düşündüğüm bu rüzgarların
avuçlarımın içinde yuva yaptığını
kavuşamadığımız gün anladım

senin için kader, benim için dünya


ölsekte kavuşamayız bu saatlerde
herkes için mesai sonraları gibi
yüzümüze bakana küfrediyorlar
aşığın saati aklı gelene kadar derler
her şey için biraz geç kalmışlığımızı
nasıl anlatacağız şimdi
hangimiz günde iki kez yalan söyler

57
bismillah ve resulullah

başım önüme düşüyor ya resulullah


benim için ettiğin duaların utancını taşıyorum
sahip çıkamadığım yangınlar için
bismillah diyorum

ayağına yapışan kum taneleri gibi


içinden sıyrılamıyorum bu dünyalıkların
gölgeni düşürdüğün yerde doğan rahmet için
bismillah diyorum

sana avuçlar dolusu hurmalar getirmek isterdim


lakin avuçlarımın içinde günahlar var
bu yüzden başım önüme düşüyor ya resulullah
bismillah diyorum

dünyayı bıraktığın yerde bulamıyorum


ve kaybolduğum yerlerde ya resulullah
imdadıma imanımla yüz göz oluyorum
bana bıraktığın bu dünyanın kalanı için
bismillah diyorum

ellerinden tutmanın heyecanını bastıyor


bu ellerime bulaşan günahların anıları
sana kirli ellerimi getirmenin utancı için
hesap vermek ağır geliyor ya resulullah

58
insan yaşlandığı yerde yorulduğunu hissediyor

sesini zar zor duyabildiğim günleri bile özlüyorum


uzaklara dalıp gidiyor gibiyim
neresinde duruyorsun bu dünyanın
yağmur bütünüyle işgal ediyor saksılarımızı
çiçeklerimiz hasta, dikkat et kendine
ilaç kutuların yastığımın altında yer ediniyor
ölümün bile uğramadığı yerde bu yaşlı adam
dişlerimde üç kişilik ağrı, dua ediyorum.
sesini özlediğim vakit pencere kenarlarına koşuyorum
ellerinin kırışan her yerinde bir ahımız var
kalbimin ütülü yerlerinde sevgini taşıyorum
geceler bitmek bilmemek gibi bir hastalık taşıyor
gözlerimi kapattığımda sesini duyuyorum.
uyumak eylemi dışında aklımdan bir an gitmiyorsun..
bağ bahçeye gidecek gücüm kalmadı
kedileri besleyecek kadar ekmek yok evde
ve pencerenin kenarında seni bekliyorum
yağmur yağıyor, dışarıda elbiseler kaldı.
eskisi kadar da gücüm kalmadı.

59
bu yazının başlığı konmamıştır

geç kalıyoruz bir yerden sonra yetişmek istediğimiz


yerlere
insan acele ederken döküyor ecel terlerini
sokakta bir yerde soğuktan ölüyor evsizler ve kediler
bir yerlerde ölümle münakaşa halinde serseri
kurşunlar
herkes aslında kendine gelecek olan sahneyi bekliyor
oysa herkesin sahne ışığı aynı şekilde parıldamıyor
ölüme bile annelik eden kadınlar doğuruyor ortadoğu
geceler bile geceleyin saklanacak yer arıyor bu
dünyada
camilerin önünde yeni doğmuş bebeler ve yaşlılar
bir bakıma adalet terzisi dolup taşıyor fark edilmeden
veresiye defterlerine şiir yazmıyor icra müdürleri
iki ekmeğin yükü sabahın ışıklarında sahne alıyor
çocuğuna sütünü yetiştirme telaşında bir anne
bir avcı için sadece iki kurşun kadar önemi var
sana şimdi bu rahatlıkla oturup bunları anlatmanın
bu kadar uzun süreceğini inan bilmezdim
sabahın bir yerinde yağan yağmurların bildiği vardır
Allah’ın rahmeti üzerinde kokusunu buluyor çiçekler
bunca yorgunluğa dem vuran kahverengi gözlerin
sana yetişme telaşımın üzerindeki rehaveti engelliyor

60
miras olarak bırakılan öfke

hiç sırası değil kuzum


bu aralar hiç bir şeyin sırası değil
boğazıma kadar geldi her şey
boş günlerinde ibadet eder gibi
bana acımayı bırak
börtü böcek yetiştir
balkonun da otlar

bu sıralar fazla asabiyim


boynuzu için öldürülen
orta yaşlı bir anne gergedanın
hayatı tanımamış yavrusu gibi
öylece şaşkın ve vakur
kafası hayli karışmış
ne yapacağını bilmez haldeyim

kahvaltı sırasında
ekmeği böldüğüm dakikalarda
dünyanın çivisinin çıktığını gördüm
herhangi bir memleketin
fazla önemli sayılmayan ilçesinde
varoş bir mahallesinde
haberlere konu olmakla müteakip
bir deliyi ağlattıklarını öğrendim
sofranın başında olmasam
filtresiz küfürler savururdum

61
yarım porsiyonluk aşk

biraz uzun
biraz seni
biraz dünyayı
biraz da kedileri düşündüm.
hepsinin sonunda bir sana varabildim
çölünde sana muhtaç, suyu es geçtim
gözlerimin acizliğinden serabını göremedim
dudaklarımın çatlamış topraklarına yağsan bir vakit
ben sana elbet günün birinde sırılsıklam olmuşumdur
yeryüzüne dahi bir damla yağmur yağmamıştır
okyanusları içsem de seni yutkunmam ne zor
sana koşarken yaralamış olsam da dizlerimi
annem sırtıma havlu koyup sana yollamış
şimdi içimdeki bu yangını hangi okyanus söndürür
ellerin değmedikçe hangi yağmurlar içime dolabilir

62
dünya

Allah hepimize merhamet etsin

63
gözüm de gönlüm de sensin

içimde tütüyorsun, seni gördüğüm vakitlerin hepsinde


şehirden babası gelen çocuklar gibi neşeleniyorum
göğsümde bir heyecan fırtınası koparıyorsun
geceleri özlemini gözlerimde uyutmanın heyecanı
bal gözlüm, kovanında bana da yer ayır
yerimi yurdumu unutmanın eşiğindeyim
avuçlarının içine komşu olma hürriyetinde
gözlerinde yuva, aş ve çorba
gözüm de gönlüm de sensin
sana bulaşmak başlı başına bir devrim
kalbini bir kuşun kanatlarında hissediyorum
içimi parçalayan kuşlar ve ölümleri
böyle uluorta tek başıma kanat çırpıyorum
çocuk gibi ağlatıyorsun koskoca adamları
ve dağın kalbine vuruyor serçe ayakların

64
gökyüzünde on bir yıldız ve ay

gecenin aydınlığı oluyorsun otobüs duraklarında


adınla beraber uzun süreli molalar sirayet ediyor
dünya ile aramıza bir bardak kahve girebiliyor bazen
mütemadiyen soğumuş elimi bardaklara götürüyorum
eski bir veda gibi sensiz verilen bütün kahve molaları
otobüs camının buğusundan gözükmüyor seher
adınla beraber çiçekler açıyor yol kenarlarında
ayaklarımda oluşan karıncalanma heyecanımdan
yanaklarına vuran rüzgarın neşesi dolu bozkırımda
bütün güzelliğini alıyorsun dünyanın akşamleyin
sana bakışımı görse rahipler taptığımı düşünürler
eşsiz bir tanrı tasviri olarak betimlenirsin firavunlara
güzelliğin sahranın bedevilerine yol gösterir geceleri

elimde bir demet soluk gül ile çalıyorum kapını


şüphesiz sevgin ile yeşeren gönlüm gibi
günün birinde pencereni süsler bu soluk güller
ellerimi açabildiğimce doluyorsun göğüs kafesime
eski bir yeşilçam filmi tütüyorsun gözlerimde
sesine olan hasretim paslandırıyor kulaklarımı
anla ki sessizliğin harabe bir şeker fabrikası

65
kendi içinde çözülmemiş cevaplar

insanları tanıdığım günden beri doyumsuzlukları ha


bire artmaya devam etmişti. Elimizde olanlar ile
yetinmenin ne demek olduğunu bilmediğimiz için her
zaman daha fazlasını istiyoruz. Zira yetinmenin bile
ne anlam ifade ettiği günlere bir türlü denk gelemedik
oysa. Belki şanssızlığımızdan belki de şanslı
olduğumuzdan dolayı bu günleri pencere kenarlarında
ufakta olsa yer bulamadık. Bir damla suyun dahi bazı
anlarda okyanuslardan bile fazla olabileceği
düşüncesi, kendimizi kaptırmışlığımızın ümitsizliği
içerisinde karbondioksit üretip duruyoruz. İnsanların
hayatlarını, neşelerini ve güzel günlerini gördüğümüz
için de oluşabilir bu doyumsuzluğumuz. Belki de bir
yol arıyoruzdur. Belki de yolumuzu temelli
kaybetmişizdir. Bir bakıma da bunları hepsi sadece
"belkilerden" ibarettir.

66
mesai saatleri içerisinde delirmişliğim

sanırım deliriyorum
bak bu kez annem bile yanımda değil
bu sefer herkesin kalbini kırdım sanırım
tahammül sınırlarıma bombalar atıldı
inan ki uykusuzluğum bile bahane değil
belki delirmenin eşiğinde bir durakta
kucağıma uzanıp şekerleme yapan kedi
ve kadim yalnızlığımla beklerim
birileri gelsin diye de değil
sefer saatleri bile bitmiş olsa otobüslerin
yine kendime küfür ederim
kucağımdaki kedi rahatsız olmasın diye
her zaman ki gibi içime sinerim

eskisi gibi soğuk bile değil kış mevsimi


anlamını yitirmesine neden oldu baharların
kavgalar bile kavga olmaktan çıktı
şimdi kimse okşamıyor geceleri saçlarımı
burada annem olsa teslim olurdum
geçmişi özlemenin bile anlamı kalmadı
insanın bile artık kelimeler öldürüyor
her ağızdan çıkan kör kurşunlar
ben bu saatte yanımda bir kedi ile
ayakkabım yırtık ve rüzgar vururken
kime anlatabilirim bu delirmişliğimi

67
ben kuşlardan bile korkarım
hatta başıboş köpeklerden
ne olduğunu bilmediğim böceklerden
oysa bir kedi var şu an kucağımda
mırıltısı tıpkı bir türkü gibi
dağlarken içimin çarpık kentlerini
ben nasıl incitebilirim karıncaları
oysa insan, insanın günahlarıdır
insan, hayvanların asıl imtihanıdır

68
çay bahçesinde saat 14.40

seninle bir çay bahçesinde saatlerce oturup


kendimizden başka herkesi dinlemeyi,
bunun ikimiz için bir terapi olduğuna ikna olalım
çünkü bu kuyunun içinden çıkmak ikimizi için de zor
herkese aynı şekilde davranmaz bu kör kuyular
yusuf değiliz ikimizde içimiz de eksikliğimiz de

"evrensel bir bakış açısına sahip değildir imamlar


kendi fikirlerinin önüne geçemez cuma hutbeleri
hepimiz için sayfaları aynı şekilde dökmez kitaplar
müezzinler bile okumuyor minareden ezan-ı
Muhammedî
kabullenelim artık dünya eskisi gibi değil
mektuplar bile sahte kokularla dolu
kimse dumanla haberleşmiyor
orta dünya düzeninde amerika, kızılderililerindir."

bak çay bahçesi bu düşüncelerle dolu


şimdi bu duyduklarımızdan sonra
hiç kurulmamış koalisyon muhabbetlerine
ve hiç anlamadığımız siyasete girelim
elbet her şeyin bir sonu-da olur
bir soru da bitirebilir

69
başladığı gibi bitmeyen aşk

ölümle aramızda ince bir çizgi var sevgilim


bu ince çizgi belirleyebilir geleceğimizi ve
geçmişimizi
akşam ezanı okunmadan son bir oyun daha nasip olur
sevgilim
ölenle ölünmüyor fakat kalmakla bir ihanet işliyor
hissi
tükenmişliğimize yetmiyor dünya
bulutlara yağmur olup yağar gözlerin
ben şimdi karşında el pençe divan bir şekilde
şemsiyesi kırılmış ilkokul öğrencisi gibi
sırılsıklam mavi önlüğüm ve beslenme çantam ile
geç kalmışlığımı hangi bahane sahiplenir
ideal düşünceleri alkışlamaz hiç bir siyasi lider
adımızı değiştirip sürerler vatan toprağından
bir arkadaşım kulağıma fısıldadığı günden beri
insanlar ikiye ayrılırlar
sonra ölürler

70
ender gelişen osasuna atakları

sanki her şey olabildiğince acele ediyor


ben henüz sana yetişebilmiş değilim
çiçeğin umudu mezarlığa girince bitiyor
elimde boş bir cüzdan ve yıpranmış yirmi lira
çay bahçeleri bizim için fazla lüks sevgilim
her şey selamsız ve sabahsız ilerliyor
ben henüz gözlerinde açamadım gözlerimi
kediler fazlaca kıskanır yavrularını dünyalıklardan
karanlık bile fazla geliyor artık insanoğluna
üzgünüm ama sabahları düzelmiyor dünyalıklar
öncesine oranla daha hızlı soğuyor insan
pardon! soğuduysa tazeleyeyim çayınızı
dünya buradan fazla telaşlı
ben henüz bu evlilik kavramına hazır değilim
saçlarına bakmanın heyecanı dolu bu bahçede
fazla sulanırsa ölür-imiş saksıda büyüyen çiçekler
saçların ile aramızdaki mesafe bu yüzdendir
sokaklar saklayamaz günahları meleklerden
ben henüz yanaklarından öpemedim
şimdi ellerini tutamayan ellerim utansın
annem duyarsa bu dediklerimi
bakmadan gözümün yaşına kulaklarımdan çeker

71
kırk havari

içimde kalan son bir ürperti


kalan son bir dua
stoklarında iyilik adına
kalan her şey tükenmiş
insanlığımız doyumsuz
yarının telaşesi bugünden
ölümü çözebilmek otuzunda
bütün yarınlar dünden kalmalı
insanın en büyük yarası
içinden sıyrılamadığı kendisi

bir demir yığını denizin ortasında


insan bir demir yığını
aklından geçenin günahı
bütün köprüler insan ömrü gibi
ne zaman yıkılacağı belli değil

güneş bu sabah
iç açıcı değil penceremden
bütün kelimeler tatsız
ölümü tadabilmek otuzlarımda
tuzsuz bir hayat hikayesi
ve musalla taşı
bir ibrahim tesellisi
putların iç sesi

72
inatlaşmanın etkisinde
şeytan insanın omuzlarında
ölümden kaçabilmek otuzlarımda
yalanların ortasında kalan isa
ve sorgusuz sualsiz havariler
yalanın ortasında doğan güneş
şimdi isa hangi bulutların tepesinde
çiçekli bir elbisenin içinde
gözlerimin en dibinde
dünyanın tam ortasında
tanıyabilmek seni
tam otuzlarımda
geriye kalan yirmilik yıllarım
dolgulu dişlerim ve
kaybettiğim bahanelerim
en her şeyin sonunda
öleceğiz gerçeği
hamd

73
defans hattı bomboş

sana dünyalar dar


burada zaman geçmek bilmiyor
bütün cahilliği üzerinde yine öfkemin
rüzgâr olamadığınca sert
ağacın yaprakları kadar burada yaşam
asfaltın içine gömülmüş çiçekler
dünya buradan baktığında daha sert
bulutlar bile öfkeli mütemadiyen
dipnot insan burada bunalıyor

karşı dağlar coğrafik bir sorun


insan uzanamıyor burada kuşlara
sokaktaki kedi bile dertli
kafesin içine sığdırmış insan kendini
sana burada bir şeyler anlatmak zor
yine de deniyor insan yangına üflemeyi
bu çağın vebası orta noktalarda buluşamamak

dünyası yıkılmış evlerin konumu


ulusal sergilerde alkış görüyor
burada her şey olabildiğince dert
sabır küpünü çözemiyor her insan
iki kelime bile küsebiliyor bazen
her şeyin nedeni aranmıyor sokaklarda
ve dar ağacı modern bir otel
ölümü arzulayan her nefsin nefesinde

74
kokun öldürmez çiçekleri

iyiyim
bütün varoluşun bahanesidir
alışılmış ığın yegâne cümlesi
ve annemin uzun uzun dalmışlığına dair
dünya yükü ağırdır bütün cümlelerden
herkesin bir köşede utandığı kararları vardır
sesinde pişmanlığı tekrar alevleniyor insanın
bir gece geçmek bilmiyor, ah bu gece
insan kendiyle dört duvar bir oda
mütemadiyen balkonunda çiçek yetiştirir
saksıların içinde sigara izmaritleri
gözler çok şey anlatır iki sevgili için
çiçekler asıl o zaman güzel kokar
insan düşünürken koklar çiçekleri

75
seni beklemek nedensizdir

ellerin şifa, gözlerinde deva, hamd olsun


sesinde huzur bulduğum,
bir akşam sesini unuttuğumu,
bu düşün içinde kaybolduğumu,
ellerimden tuttuğunu,
hepsinin şahidi olan Allah’a hamd olsun
kavuşmamız için yeni yetme kuşların,
korktuğun karanlık dağların,
aşamadığımızı düşündüğün yolların,
hepsinin sonunda, gözlerinin ucunda
ellerinin içinde umudumu doğuran
bizi bu günlere getiren Allah’a hamd olsun
kokusunda kaybolup, sabahında doğduğum,
uykumdan olduğum, gözlerinde olduğumu,
sonunu bilmediğimiz bu günlerin
umudunu içimize işleyen Allah’a hamd olsun
kirpiklerinde kuşlar, parmaklarında çocukluğum,
güzel başlayıp hiç bitmeyen masalların,
dizlerinde edebildiğim bütün duaların,
sonunu seninle getirebilsin diye
her akşamın ilk saatlerinde cami çıkışlarına
yetişebilme heyecanı veren Allah’a hamd olsun
içimde seninle yetişen bu tatlı muhabbetin,
toprağına bu fidanı eken Allah’a hamd olsun

76
sırtımdaki yanık

sana gecenin bir yarısı bağırmak istedim


bunu kendi öz iradem ile diledim
Allah affetsin ekmek kırıntısı kadar üzülürsen
ellerim tir tir titrerken bu soğukta
cebimde bana yazdığın son mektup durmakta
seninle konuşmak istemeyi dilerken içimden
heyecandan konuşmayı bile unutmuşum
bak kendine bile yetmeyen sokak lambaları
biçare yaşayan sokak kedileri şahit olsun
seni unutamayacağım kadar dünya dar
alt katında her akşam kavga ediyorlar
ve sen inatla dünya değişir diye düşünüyorsun
inan her şey günü gelince bitmenin yemininde
benim bu kadar düşünmem sana hasretimden
sana rastlamam için çok sabah ettim burada
eğer erkenden uyumadıysan şayet gel yanıma
yağmurlar yağarsa dans ederiz belki beraber
belki sırf yağmur yağsın diye dua ederiz
bahaneler büyütüyor asgari ücretli anneler
bizse üzerimize giyiyoruz bahaneleri
o yüzden ölümlü der dururum dünya için
ben senin bildiğin o delilerden değilim
ilkokul çağlarından kalma sırtımdaki yanık
saçlarımı okşasan içimdekilerini kusarım
sana dünya dar derim hiç durmadan

77
yürür gidersin be

sana sırtımı dönünce öleceğimi hatırlıyorum


yalpalanarak kayıyor ayağımın altından dünya

her sabah mütemadiyen yürüdüğüm yol kenarlarına


aklımı serpiştiriyorum. belki birileri -bu deli ne
yapıyor? diye hayıflanıp peşimden gelir. en çok tek
başıma kalınca hayvan gibi yalnız hissediyorum.
ağlasam mı, ağlamasam mı diye düşünürken sabah
ezanı okunuyor birden. başıma giren ağrılar yüzünden
intihar etsem sanırım çok büyük salaklık etmiş
olurum. birden aklımın sana takılıyor olmasını
tamamen ofsayt-lık bir pozisyon diye yorumlarım.
kusura bakma diye başlayan bütün cümlelere gebe
önümüzdeki günler. en kötüsü de her şeye yavaş
yavaş alışıyor olmamız. bütün yollar birbirinin
kısaltmasıdır oysa. dünyada ikimiz için ayrılan yerleri
sokak kedileri kapmış mesela. bu bilgiyi istersen sakla
istersen de unut gitsin. yarın karşına çıktığım vakit
tıpkı bir çalar saat gibi bunları hatırlatacağım.

insan insanın alışıla gelmişliğidir.

78
akıllarda kalan son cümleler

bu şehirde her gün birileri ölür


gözlerinize bakmaktan korkanlar
ve gözlerini kaçıranlar
mütemadiyen intihara meyilli düşünceler
insanların akıllarında sualsiz cevaplar
ağlamaklı bir ses tonu icat edildi
dünya yerini kaybeder oldu son yüzyılda

bu şehirde her gün birileri doğar


gözlerinizin içine yuva yaparlar
yeni umutlara yelken açacak olan
rüzgârları vardır

bu şehirde her gün yeni şiirler yazılır


minarelere çıkıp yüksek sesle okunur
davete icabet etmek töremizde vardır
yolumuz hala kurumamış topraktır

bu şehirde her gün anneler ağlar


bebekler beşiğinde son nefesini arar
henüz ilk nefesin taksitleri ödenmeden
eşleri sabah çıkar lakin akşam gelemezler
bu şehirde her gün bir bomba atılır.
hayâllere mermi kokusu siner
her gece ölüm kol gezer bu şehirde
bu şehirde her gün yeni ağıtlar yakılır

79
mu

ayrılıyoruz iki kıta gibi


sarsıntılı ve sessiz
içimizde depremler, heyelanlar
kaçışıp duruyoruz kendi içimize
gözlerimiz birbirinden ayrı
sanki bilmediğimiz bir yerdeyiz
artık beraber uyumuyoruz geceleri
içimizde kopan her şey habersiz
öleceğimiz tuttu ama ölmedik
şimdi her şey gibi cevapsız
mesnetsiz plastik bir bardak gibi
ayrılığa dayanamadı gözlerimiz
penceresi perdesiz bir ev halimiz
güneşi kabul etmedi çiçeklerimiz

şimdi
ellerinin nasırlı yerlerinden
göğe bakabileceğim bu yerden
sımsıkı sarılmak isterdim
saçlarının kokusu yapışana-dek
ölümler yaşanıp dururdu
biz yolumuza bakabilirdik
belki yağmurlar bile durulurdu
ben gözlerinin içine dalarken
zamansal kavramlar yalan
dün ve bugün hepsi aynı
içimde gözlerinde kaybolan

80
mevsimin son günü

hiç beklemediğim bir an da yüzüme baksan öylece


bazen insan bir neden aramamalı yaşananlar için
çaresizlik doğuruyor insan umudundan fazla
gözümden görmüyorlar
tenine değen rüzgarın yolunu değiştirdiğini
şimdi bir göz odadan fazlasını istiyor insanoğlu
sevginin yettiğini düşünürdüm hep bir başıma
her şey bayatlamaya yüz tutmuş bugünlerde
gecenin en kör vaktine denk geliyor susmaların
ben bu kadar yükü iki kaşının arasına denk getiremem
uzun yolculuklar için doğmuş insan
kuşların bile gıpta edebildiği bir coğrafya
bugün mevsimlerin tekrar edebildiği bir gün ortası
bazen acıya bile hasret duyuyor insanoğlu
ne garip
her şey başlı başına bir bilmece
sesin bilmediğim her şeyin müjdesi gibi
ayna karşısında anlatamazsın kendine
bütün olup biten ve bitmeyenleri
karşı kaldırımda boylu boyuna uzanmış güneş
dondurmanın eriyeceğini düşünen çocuk ruhun
ve gözümde hala solmayan gülüşünün portresi

81
yüzüm dökülüyor

adım bayram
yirmi yedi yaşındayım
size rastlamanın en güzel yaşlarında
karşınızda durabilmenin heyecanı
beni çocukluğuma götürmekte

ikimizin arasında kalan mahcubiyetiniz


ve benim geç kalmışlığımın bahanesi
bizi bir zaman dilimine hançerlemekte

bana biraz daha gözlerinizden


sesinizin hafifliğinden
hediye eder misiniz?

gerçekleşmesi beklenen ölüm


ikimizin arasında kalan mahrumiyet
elbiselerimiz taşıyamaz utançlarımızı
omuzlarımız neden yükleniyor günahları

içinden çıkamadığım gözlerinizden


bana biraz daha müsaade eder misiniz?

(yavuz erdem - alternatif evlenme teklifi şiirinden


esintiler vardır)

82
görünmezlik duası

bir başına kalmıştı ormanda


sessiz ve kuş sesleri eşliğinde
gönlü bir ağacın gölgesinde
karıncalar kadarınca incinmiş
rüzgardan bir ses tonuna sahip
kalbinin ortasında bir iz silinmiş
şarkıların tam ortasında unutulmuş
köle çocukları gibi çıkmaz sokaklarda
bir sevda esir düşmüş yalanların ortasına

83
en az üç defa

seninle bir küçük odanın


yazını ve kışını
bitmek bilmeyen dünya halini
otuzlarıma doğru
sana rastladığımı
en az üç defa tekrarladığımız
bütün duaların hatırına
teşekkür ederim sevgilim

seninle bir küçük odanın


içinde büyüdüğümüzü
gözlerimizin fal taşı gibi
olurken bakıştığımızı
bir tek Allah bilir
öyle değil mi sevgilim
gözlerimi alamayışımı
taksitlendirirsin sevgilim

seninle bir küçük odanın


en küçük penceresinde
göğü görebilmenin hissi
ellerini tutmaktan
daha az heyecanlı
benim için sevgilim

84
seninle bir küçük odanın
içinde ninniler ve kediler
sesindeki esintiler
beni dinlendiren gözlerin
hepsi için sevgilim
teşekkür ederim Allah’a

seninle bir küçük odanın


güneş görmeyen gözünde
ederken usulca dualar
bizi bir tek Allah’ın
başka da kimsenin
duymadığı o anlarda
iyi ki vardın

seninle bir küçük odanın


getirip getiremediği
bütün mevsimlerin
tırnak uçlarının
ve sessiz kuşların
olduğu bu oda için
teşekkür ederim

85
kurabiye tarifleri

çiçekler açardı sen güldüğün vakit


sokakta dilenmeyi bırakırdı dilenciler
annem ikimiz için çay demler
sevdiğin kurabiyelerden yapardı
sen güldüğün vakit
rüyalarıma girer, hayallerimi süslerdin
kuşlar ötmeyi bırakır
seni duydukları vakit
sen öyle bir gülerdin ki
benim elim ayağım kesilirdi

86
otuz beşinci cilt

gözlerini kapattığı vakit


aklından geçenlerin esiridir insanoğlu
durmadan konuşmanın yorgunluğu olsa gerek
hiç bitmeyen bir yokuşun en başında yorulmak.
dünya hasretinden dönüyor
bir bilse gidenin bir daha aynı şekilde dönmediğini
bir gün son verirdi bu baş dönmelerine.
yolun kenarında açan çiçeklerin güzelliği
çaresizliği yüzündendir yol kenarlarına serpilmek.
güzel olan her hikâyenin mutlak
zor bir başlangıcı vardır.

87
sanırım hep çok güzel gülüyorsun

bildiğim her şeyi unutmaya yüz tutmuşluğum


sana bakmanın günahı gün geçtikçe büyüyor
tadını alamadığın taze bir ekmek gibi
sen orada öylece dururken
elim cebime gidemeyecek kadar yorgun
yanakların taze gelin
düğününde gözyaşı döken tek benim
ortasında zar zor bulunduğum bu hissin
içine beni çeken senin gözlerin
bu soğukta ellerinin gölgesinde
dünyanın gamsızlığına dem vurayım
bak bu gözlerin sabahın nuru
içimdeki kavga seninle duruldu
sana gelirken yolda
üç beş kedi ve köpek gördüm
bir kaç kuş ve parklarda çocuk
sana gelirken içimde
bir dünyanın üç saatte yaratıldığına
etimle kemiğimle şahit oldum

88
mai

bir gün anlayacaksın beni de


iş işten geçmiş olacak içimiz de
işlemiş olacak içimize dert
bu hal bitirecek ikimizi de

bir bakıma sevmek seni ölümle eşdeğer


varlığın güneşin kıskanacağı derecede
yârim gözlerinle buluşacağım er geç
gözümde güneş gibisin gönlümde gece

bir damla yaşın gözlerimde sel olur


dolup taşıyorsun gönlüme doğru
sakallarımda beliriyor çizdiğin yol
hangi dünyevi içimdeki boşluğunu doldurur

sersefil oldum buralarda biriciğim


nitekim nefesine açım son bir senedir
yatağıma seni getirdi düşlerim
gözlerinin içi yuvam, gözlerin içim

yâr olursun da varlığın acı doğurdu


var ol da bütün acılar beni bulsun
bin yanlış içinde tek doğrusun
sen düşünce içi çöl olur okyanusun

89
beni sen doğurdun

ruhuma sıkılan bu ilk kurşun


namlunun ucunda bir karanlık
adımlarımın sonunda durulup duran
nefeslerimin sırasız feryatları
ve kaygı
ve dizginlik
dilimin ucunda bir uçurum
intihara meyilli bir kaç cümle
ve bir kaç havari
burada
ruhumun eksikliğini hissettim
ellerimin yıllanmış çiziklerinde
bir ses
çıkıp çıkmamakta kararsız
diyor ki savaş bitti!
teslim edebilirsin ruhunu
gözlerimde ihtiyari bir yorgunluk
tesbih tanelerinde aşınmışlık
annemin saçlarındaki beyazlık
tarifi bile utandırırdı
burada duran
dünyalık bir put
günah yazgısında
ilk harfe dokunmanın
vermiş olduğu ağırlık

90
dünyanın renksizliğine denk gelmeler

aynanın karşısında ruhum


yeteri kadar yorgun ve mecalsiz
düşüncelerimin içindeki çaresizliğim
gözlerim yağmur görmemiş bedevi
toprağa karışıp gidiyor kirpiklerim
iç sesimde aniden bir suskunluk belirdi
buz kesen havanın komşusu ellerim
üşüyorum yeteri kadar da yorgunum
güneşi çeyiz sandığında saklamış gece
yıldızlardan bulut olmaz lakin
tesbih taneleri ardına dizilmiş acılar
bir ses işitir gibi oldum karanlığın dizlerinde
cahildim dünyanın rengine kandım

91

You might also like