Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 102

SAHİBİ VE YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ

T.C. ESKİŞEHİR VALİLİĞİ ADINA

Aydın TETİKOĞLU
Vali Yardımcısı

GENEL YAYIN YÖNETMENİ


Murat KÜÇÜK

YAYIN KURULU
Rahmi EMEÇ
Yrd. Doç. Dr. Arzu KILIÇLAR
Mehmet KONUKÇU
Gamze Seçil KURU
Prof. Dr. Selahattin TURAN

GRAFİK TASARIM
Burcu COŞGUN BÜTÜN ÇAĞLARA ÖZGÜ BİR ÇAĞRI: “SEVELİM, SEVİLELİM. BU DÜNYA

TASHİH

Ş
Bilal AKAN
imdilere herkes kendini keşfetmenin peşinde. Beden dilini kullanmadan stres
yönetimine; nasıl daha mutlu olunacağını salık veren kitaplardan ruhsal
İLETİŞİM
detokslara, spritüel ilgilere dek modern maneviyat arayışları, modern insanın
eskiyeni@eskisehir.gov.tr
sevme, sevilme, sevinme duygularına öykünüyor. Ekonomik, sosyal, siyasi ve felsefi
Tel: 0 222 221 90 00/3188
krizler, bunalımlar ve kargaşalar modern insanın ontolojik güven duygusunu gün
YAYIN TÜRÜ
geçtikçe daha fazla hırpalıyor. Hedonist uyaranlar tatminsiz ruhları, kavruk
Yerel Süreli Yayın kalpleri çoğaltıyor. İnsan-i olmayı ve öz değerleri tarifleyen bilgelerin sözleri ne
yazık ki popüler kültürün içinde modern sapmalarla daha az işitiliyor. Niçin
ISSN dünyadayız, neler yapıyoruz, neler yapmamız gerekiyor sorularını yanıtlayan ve
1309-1956 daha yaşanılır ve mutlu bir dünyanın inşasına işaret eden birçok bilge, manevi
mimar sevgi paydasında buluşuyor.
DAĞITIM
Sevgi Elçisi Yunus, yüzyıllardır insanlığı sevgiye davet ediyor. Çağlarüstü çağrısıyla
kimseye kalmayan dünyada kalıcı bir kelime ile, sevgi ile insanlık trajedisinin
kaynağını teşhis ediyor. Günümüzün gözde laflarından “keyif” ile bakmıyor;
Dağıtım destekleri için teşekkürler. hayata. Hayatın keyfini çıkartmak yerine ölümlü bir hayatın değerini bilmeye,
birbirimizi anlamayı, iç hesaplaşmayı öneriyor. Keyfin kaçmamasına değil, huzurun
kaçırılmamasına dikkat çekiyor. Hakikatin ve hikmetin yolucusu Yunus, sevgi ve
sevinci Allah’ın armağanı olarak görüyor. Duru Türkçesi ile her kelimesi, vicdan ve
zihinlere Tanrı, evren ve insanın bütüncül zincirinin birer halkası olarak, tefekküre,
şükre, sevgiye davet ediyor.

Şimdilerde, herkes kendini keşfetmenin peşinde iken Yunus yaşamıyla, yapıtlarıyla,


yeni okumalarla farklı ipuçları sunuyor. Bula/bildikleriyle, biriktirdikleriyle, herkesin
kendince algıladığı Yunus’un daveti dinmeyecek, çağlarca çağlayana dönüşecek.
Yunus Emre özel sayımızın hazırlanmasındaki önemli, özverili katkılarından ötürü
Prof. Dr. Erdoğan Boz’a teşekkür ederek Yunus Emre’ye bırakalım sözü:
Yayınlanan yazıların sorumluluğu
imza sahiplerine aittiir.
Bildik gelenler geçdiler gördük konanlar göçdüler
Yazara telif ücreti ödenmez.
Aşk şârâbın içen cânlar uymaz göçmeğe konmağa.
Eleştiri, öneri ve ürünlerinizi
eskiyeni@eskisehir.gov.tr
adresine gönderebilirsiniz.
Murat Küçük
İçindekiler MAYIS 2010

Ali URAL
4-5 Nefsini Tepelemiş Elleri Kan
İçinde

6-9 Alper SÖKMEN


Gönül Adamı Yunus Emre

Atasoy MÜFTÜOĞLU
10 - 11 Yunus Emre’yi Okurken
Eleştirel Bir Dikkat Gerekiyor

Röp. Aynur Kalabıyık


Kemal SAYAR:
12 - 15 “Sahicilik Kayıplara
Karışıyor”

Beşir AYVAZOĞLU
16 - 20 Herkesin Yunus’u
Kendine Göre

22 - 23 Bayram ÇETİNKAYA
Ölçünlü Dil ve Yunus Emre

Bayram DALKILIÇ
24 - 27 Yunus Emre’de İnsan ve
Unsurları

Burak KILIÇ
28 - 31 Yunus’tan Modern İnsana,
Sevgilerle

Ceren OĞUZ
32 - 33 Yunus Emre Külliyatı –
Mustafa Tatçı

Ebru ALAGÖZ
2009-2010 Eğitim-Öğretim
34 - 37 Yılı Ortaöğretim Dil ve Anlatım
Ders Kitaplarında Yunus
Emre’nin Yer Alması

38 - 41 Edit Tasnádi
Macaristan’daki Yunus Emre
Emel ENKİN İlke KÜÇÜK
42 - 43 Yunus Emre ve Türk Dili
68 - 69 Yunus Emre’nin Beyitlerinde
Dünya Hayatının Geçiciliği
Dilek TÜRKYILMAZ
44 - 48 XIII. Yüzyıldan Günümüze Ulaşan
Bir Ses: Yunus Emre 70 - 74
Röp. Mehmet TOPAL
Belgeler Işığında
Yunus Emre Zaviyesi
50 - 51 Fatih DOĞRU
Yunus Emrenin Nefsiyle Savaşı
76 - 77 Röp. Meryem YÜCESOY
Yunus Emre’yi
Tanıyor musunuz?
52 - 54 Fevzi KARADEMİR
Taş Gönülde Ne Biter?
Muharrem KAYA
Gizem KUNDURACI 78 - 79 Yunus Emre Batılı Anlamda
55 Büyük Türk Mutasavvıfı Yunus
Emre ve Dilimiz Üzerine Birkaç Söz
Hümanist Midir?

Röp. Gamze Seçil Kuru 80 - 81 Mustafa ÖZÇELİK


Yunus Emre’nin Dağ
56 - 57 Yunus’u sesine senfonik bir yankı: Yolculuğu
Çukurova Devlet Senfoni Orkestrası

Himmet Uç 82 - 83 Murat SOBACI


Yunus, Biz(im)
58 - 61 Yunus Emre Divan’ında
Osman ÖZBAHÇE
Temalar
84 - 89 Türk Şiirinin Menşei ve
Yunus Emre
H. Kahraman MUTLU
62 - 64 Yunus Emre Divan’ında Sosyal
Eleştiri Sema ALTUNAN

İlyas PÜR
90 - 92 Hümanizmin Tarihsel
Gerçeği ve Yunus Emre

66 - 67 Yunus Emre’de Allah ve İnsan


Sevgisi
Felsefesi

Sennur SEZER
93 - 94 Meleklerin Bilmediği Söz

Talip ÇUKURLU
95 - 96 “İlm-i Ledündür Üstâdum
Ol Esrârı Tuyan Benem”

Yağmur SAY
97 - 99 Anadolu’nun, Eli Tahta
Kiliçli Bilgesi Yunus Emre

100 Yunus Emre’nin Naaşı


Nefsini Tepelemiş
Elleri Kan İçinde
Ali URAL| Yazar

“Nefis atı” yere vurmak istiyor durup tepeden bakanların


Yunus’u. Aşk meydanında menzili değil. Hem “Dervişlik
seğirtip dursa da fırsat kolluyor dedikleri dilde haber değildir.”
sırtından atmak için. Nefis bu, Aşktır, bedeli can olan.
kuşu gökten koparır, balığı “Canını aşk yoluna
denizden. “Beni gören bir Vermeyen âşık mıdır?”
pula saymaz idi /Şimdi gören
gösterir parmağıyla” dedirtip Hem avcıları âciz bırakan
Çizer: Elvan Kanmaz

dervişi dergâhtan koparır. o konmayan kuşun peşine


düşmek gerektir, hem kuş
Göğün fark etmediği “öksüz olup geçmek öte tarafa. Fakat
bir yıldız”, denizin fark her kuş bir değildir, şahinler
etmediği “yetim bir inci”dir uçmayı sever, baykuşlar
madem, şeyhi neden sorar viraneyi. Yunus bir âh çekip
“Geç kaldın!” diye. Bilmez mi söyler: “Kim görmüştür
hangi istikamet üzeredir. Hem bunca yıl kaynar da kazan baykuşun gülistana girdiğin?” Heyhat! Kime dervişlik
aş neden pişmez? Nefis, geceyi kara bir ata çevirip ocaktan bağışlanmışsa kalbi gümüşlenmiştir onun. Cefayla satın
uzaklaştırır Yunus’u. Sahrada yol aldırır bir başına, sonra alınmıştır bu safkan gümüş. Yol üzerine düşmüş kuru bir
iki dervişle buluşturur. Üç kara gece üç aydınlık sofra kurar dal iken, bir “nazar”la taze civan olmuştur.
bu üç dervişe. İlk derviş ellerini açtığında iner ilk sofra,
ikinci gece ikinci derviş indirir sofrayı gökten. Sonunda Dergâh yeniden çağırmaz mı şimdi Yunus’u? Yatırmaz mı
sıra Yunus’a gelir. Nasıl dua edeceğini bilemez de, nasıl dua Tapduk Emre’nin şol kapısına? “Hangi Yunus?”la “Bizim
ediyorlarsa aynı duanın sırrıyla ister. İki sofra birden inince Yunus” kefelerine konmaz mı aynı terazinin? “Bizim
şaşıran dervişler, “Ne söyledin ki bereket katlandı?” diye Yunus” ağır basıp da pahasını bulmaz mı aşk? Denizler
sorarlar yoksul Yunus’a. Yunus “Asıl siz nasıl dua ettiniz? kaynamaz mı kordan bir balık düşünce suya? “Bir zerre
Ben sizin duanızla yakardım Allah’a” der. “Tapduk’un od”dan çıkmaz mı yangın? Yunus dalıp çıktıkça kıvılcımlar
yanında bir Saka Yunus vardır dergâha su taşıyan. Biz hep vurmaz mı kıyıya? “Karlı dağların başında salkım salkım
onun hürmetine isteriz,” dediklerinde sararır Yunus. İşte o olan bulut” saçını çözüp ağlamaz mı dumandan gözleri
an anlar aşk makamını. İşte o an pişmanlığın narını tadar, yaşarıp. Yetmiş yedi perde açılmaz mı bir bir umman ruhlu
“Dervişlik bühtan bana!” diyerek. damlalarla?

Ah dervişlik! Taç ile hırka değildir o. “Bu dervişlik “Bu aşk bize Rahmânîdir hem canımızın canıdır
durağı/ Bir acâyip duraktır.” “Sövene dilsiz”, “dövene elsiz” Onun için şeytan ile her dem bu savaşım benim”
durabilenler için benlik de ne! “Gönlünde benlik olan/
Dervişlikten uzaktır.” Hem dervişlik şerbeti bırakıp zehri diyerek çekmez mi kılıcını Yunus? Balçığı yakuta, zindanı
bal edenlerin işi; bildiğini bilmediğiyle değişip ununa bahçeye, Firavun’u Musa’ya, köleyi sultana çevirmez mi?
kül katanların. Gönül yıkıp namaza duranların, yüksekte “Aşıklar ölmez” diyerek yürümez mi üstüne nefsin?
4|MAYIS 2010
Fotoğraf: Levend İSKİT| Kolombiya/Bogota Seçki: Bahanur GARAN

Cümle yaradılmışa bir göz ile bakmayan


Halka müderris olsa hakîkatte âsîdir

“Kudret kılıcın almış nefsin boynunu çalmış “Derviş Yunus bu sözü eğri büğrü söyleme
Nefsini tepelemiş elleri kan içinde!” Seni sıgaya çeken bir Molla Kasım gelir.”

“Yükseğe bakan göz” anlamıştır Yunus’u “Yüksekten Molla Kasım’ın gözleri yumuşayıvermiş, Müslümanlığını
bakan göz değil.” “İlâhî menzillerin hangisine çıktımsa bir sorguladığı dervişin son bin şiirini azat etmiştir pişmanlık
Türkmen Kocası’nın izini önümde buldum,” demekten geri içinde. Böylece dilimize can katan Türkmen dervişi, on
durmamıştır görklü Mevlâna. İki dev bir araya gelmiş, bu dördüncü yüzyıldan bu yana, yakılan şiirleriyle gökte,
büyük buluşmanın dalgaları Yunus’un şiirinden taşmıştır suya atılan şiirleriyle denizde, kalan şiirleriyle toprakta
güne: sürdürmüştür veznini. Haçlı ve Moğol saldırılarıyla sarsılan
Anadolu’ya öyle bir maya katmıştır ki, ne zaman can
“Mevlâna Hüdavendigar bize nazar kılalı vermenin eşiğine gelse yeniden diriltmiş, ne zaman sarsılsa
Onun görklü nazarı gönlümüz aynasıdır.” tahkim etmiş, ne zaman yeise düşse ümit vermiştir. Yedi
denizin susuzluğunu gideremediği insan ruhu Yunus’un
Yüksekten bakan göze gelince, Molla Kasım kimliğiyle maşrapasıyla kanmış, varlığın ve aşkın anlamına bu iksirle
elemeye kalkmıştır Yunus’un şiirini. Binini yakmış, binini yükselmiştir. İşte o zaman erik dalında üzüm yenebilmiş,
bırakmıştır nehre. Menkıbe bu ya, üçüncü binin ilk şiiri bir kazana konulan kerpiç poyraz ile kaynatılmış, bir serçenin
yıldırım gibi düşmüştür o katı göze: kanadı kırk katıra yüklenmiştir.

MAYIS 2010|5
Gönül Adamı
Yunus Emre
Alper SÖKMEN | Eskişehir Osmagazi Üniversitesi Türk Dili ve Ed. Böl. Öğretim Görevlisi

Yaşadığı çağın gerçekleri göz önünde bulundurulduğunda Yunus’un bir


başka önemli tarafı daha ortaya çıkar. Yunus Emre, kaos dönemi yaşayan
ve Moğol istilaları ile mahvolan Anadolu topraklarında ortaya çıkan Batınî
cereyanların hiçbirine kapılmamış, bu akımların Türklerin bütünlüğüne zarar
vermesi tehlikesi karşısında da engelleyici bir rol üstlenmiştir.

Y
unus Emre’yi yedi yüz yıl öncesinden günümüze yüzyıla ait tarihi bir kayıttan da 1240’ta doğup 1320’de
uzanan bir dil köprüsü; sevgi, kardeşlik ve hoşgörü öldüğü anlaşılır.1
âbidesi olarak tanıyor ve seviyoruz. Bu yüzden onun
düşüncelerinin, evrensel ve derin insan sevgisinin doğru Tarihi kaynaklara göre Eskişehir’in Mihalıççık ilçesine
biçimde bilinmesi son derece önemlidir. Bilimsel anlamda bağlı olan Sarıköylü’dür. Sarıköy’ün bugünkü adı
küreselleşen bir dünyada,kültür ve medeniyet değerlerimizle Yunusemre köyüdür. Ünlü şairimiz Necip Fazıl da o
de “küreselleşen bir sevgi” yaratmak durumundayız. Yunus, ünlü Sakarya şiirinde “ Yunus Emre ki kıyında geziyordu…
küreselleştirmek istediği düşüncesini, ”mısrasıyla Yunus’un Sakarya kıyılarında yaşadığına dair
edebiyat tarihine bir not düşer.
“Biz kimseye kin tutmayız. Kamu âlem birdir bize.” biçiminde
ifade eder. O, her çağın insanına hâlâ söyleyecek sözü olan “Ölen hayvan durur, âşıklar ölmez.”
bir “gönül adamı”dır ve “gönlü de bir” adamıdır. Yûnus,
diyen Yunus, aslında mezarının toprakta olmadığını,
“ Yûnus Emre der hoca gerekse var bin Hacca gönüllerde olduğunu, şiirlerinde bize bildirmiştir.
Hepsinden iyice bir gönüle girmektir.” Yunus’un hayatından çok, onun hayat ve insanlık bilgisidir
ihtiyacımız olan. Yunus,
diyerek, insanın sevgisini kazanıp gönlünde olmayı Hacca
gitmekle eş değer kılıyor. “Bu dünyadan gider olduk
Kalanlara selam olsun.
“Sakıngıl yârin gönlin sırçadur sımayasın (…)
Sırça sınduktan girü bütün olası değil” “Bizi bilmeyen ne bilsin
Bilenlere selam olsun.”
beytinde gönül, bir sırça misali, kırılınca tekrar eski hâline
gelmeyecektir. mısralarında sanki insanlık bilgisinin sırrını ifade ediyor.
Bu sır da sanıyoruz ki Yunus’un, fani varlığıyla değil,
Eskişehirli Yunus Emre tüm insanlığın ihtiyaç duyduğu ruh derinliğiyle bilinmek
Yunus Emre’nin doğum ve ölüm tarihleri hakkında kesin isteyişidir. Onun ruh derinliğini bilenler şiirlerini okurken
bir tarih vermek doğru olmasa da Risâlet’ün-Nushiyye’de mütevazı, masum, ruhu şefkat dolu bir dervişin yumuşak
geçen bir şiirindeki dizeden (Söze tarih yedi yüz yediyidi) sesini duyarlar. Son derece basit, açık, gündelik konuşma
hareketle1308’den sonra öldüğü kabul edilebilir. XV. 1. Cevdet Kudret, Edebiyat Kapısı, YKY, İstanbul, 1997, s.193
6|MAYIS 2010
dili edasında serbest söyleyişi, ama taklit edilemeyecek bir evrensel de olsa eskiyebilir, hatta yok olabilir. İnsan olma
tarzda kelimeleri yan yana getirişi, mana derinliği, şiirlerini bilgisi ise eskimeyen, yok olmayan bilgidir. Ve Yunus, bu
“sehl-i mümteni” seviyesine ulaştırır. Şimdi, yedi yüz sene bilginin ömür boyu devam eden bir süreç olduğunun da
öncesine ait şiirlerinden, sadeleştirme yapmadan ve hiçbir farkındadır. Yunus için bu süreç, onun yaşam biçimidir.
kelimeyi de değiştirmeden birkaç örnek verelim. İnsan, kendini bildiği oranda karşısındakini de bilecektir.
Bugün psikiyatri biliminin dediği gibi, insan, empati
“Erenler buna kalmadı vardı yolına turmadı (eşduyum/duygudaşlık) yeteneğini, duygusal zekâsını ne
Hakk’ı girçek sevenlere cümle âlem kardaş gelür.” kadar geliştirebilirse, o kadar olgunlaşabiliyor. Yunus yedi
yüz sene önce bu empatiye ulaşmış bir gönül adamı olarak
“Şunlar ki çokdur mâlları gör niçe oldı hâlleri hâlâ gönlümüzde yaşıyor.
Sonucı bir gönlek geymiş anun da yokdur yenleri”
Rivayetlerde Yunus Emre
“ Yar yüregüm yar gör ki neler var Yunus Emre Karamanlı mıdır, Sivaslı mıdır, Manisalı
Bu halk içinde bize güler var.” mıdır, Ankaralı mıdır, Bolulu mudur, yoksa Eskişehirli
midir? Kendi hâlinde garip bir çiftçi midir, yoksa bir köy
satın alacak kadar hâli vakti yerinde biri midir? Veyahut
Dikkat edilirse, son derece basit, gündelik dille yan kendini yollara vurup diyar diyar gezmiş bir derviş midir?
yana getirilen bu mısraların tek kelimesini dahi şiirden Mevlânâ’yla karşılaşmış mıdır, yoksa karşılaşmamış
çıkartamayız, kelimenin yerini değiştiremeyiz veya mıdır? Hacı Bektaş-ı Veli’yle tanışmış mıdır, tanışmamış
mısranın benzerini tekrar yazamayız. Özellikle Yunus’un mıdır? Yunus Bektaşî midir, değil midir? Yüzyıllardır
ilahileri bu tarzdadır. unutulmayan bir Türk dehasının toplumun her kesimince
sahiplenilmemesi, hakkında türlü rivayetlerin çıkmaması
Yunus’un ilahilerinin unutulması elbette imkânsızdır. Bu elbette düşünülemez. Bir rivayete göre Yunus, kıtlık
ilahileri halk zevkine uygun şekillerle ortaya koyması, en çekilen bir zamanda, bir gün Hacı Bektaş-ı Velî’nin yanına
derin metafizik konuları çok basit ve millî bir şekilde dile gidip de boş dönülmediğini duyar. Eli boş gitmemek için
getirmesi, onun ilahilerinin ağızdan ağza yayılıp günümüze dağdan topladığı alıçı götürür. Hacı Bektaş-ı Velî’nin
ulaştırıyor. Aslında Yunus’un büyüklüğü, eskimeyen dili huzuruna çıkıp “Ben fakir bir kimseyim, bu yıl ekinim
ve düşünceleri kadar kendi dehasında da saklıdır. Türk olmadı; ümit ederim ki bu hediyemi kabul buyurup bana
edebiyatı bugüne dek onun kadar büyük bir sûfî halk şairi buğday veresiniz.” der. Hediyesi kabul olunur. Dönüşte
yetiştirememiştir.2 Yunus’a buğday mı yoksa nefes mi istediği sorulduğunda
o, “Ben nefesi neyleyeyim, bana buğday gerek.” der. Hacı
Duygudaş Yunus Emre Bektaş-ı Velî bunun üzerine her alıç için on nefes verelim
Yunus’un okuma yazma bilmediği inancı şiirlerindeki deyince, Yunus “Nefesi neyleyeyim, çoluğum çocuğum var,
birkaç mısraya ve rivayetlere dayansa da yine şiirlerindeki bana buğday gerek.” der. İstediği gibi buğday verilir. Yunus,
başka mısralar onun ümmi olmadığını ve dahası şiirlerinin dönüşte düşünürken buğdayın tükeneceğini, ama nefesin
tümüne bakıldığında aslında derin tefsir, kelam, hadis, fıkıh, ölünceye kadar var olacağını anlar. “Ben ne yaptım.” der,
mitoloji vs. bilgisi olduğunu ortaya koyuyor. Mevlana’nın kendi kendine. Hemen Hacı Bektaş-ı Velî’nin makamına
mazmunlarını kullanması ve Sadî’nin bir şiirini döner, reddettiği nasibini ister. Hacı Bektaş-ı Velî de
çevirmesinden, Farsça’ya da vâkıf olduğunu anlayabiliyoruz. şimdiden sonra bu isteğinin olamayacağını söyler. “Biz
Tarih, coğrafya ve astronomiyle ilgili kavramlardan söz o kilidin anahtarını Tapduk Emre’ye verdik.” der. Bunun
etmesi de bu konularda uzman olmasa bile bu bilimlerden üzerine Yunus da Tapduk Emre’nin yanına gider. Durumu
haberdar olduğunu gösteriyor. Günümüze kadar birçok anlatır. Taptuk Emre de “Durumun bize malum olmuştu.
sosyal bilimci bunu ortaya koymuştur. Yunus’un ümmiyim Nasibini istiyorsan hizmet et, nasibini al.” der. Yunus’a odun
demesi, alçakgönüllülüğünden kaynaklanıyor olmalı. taşıma görevi verilir. Kırk yıl odun taşır. Tabii buradaki ‘kırk
Yunus’taki “ilim” kavramı, gözlem ve deney sonucu elde yıl odun taşıma’ ifadesi aslında olgunlaşma anlamındadır.
edilen bilgiye karşılık gelmez; tam tersine, “irfan” yoluyla, Yunus, tasavvuf yolundaki tüm aşamaları başarıyla aşar,
yani gönül gözüyle ulaşılan bilgiye karşılık gelir. Yunus’un kemâle erer ve ilahî aşka ulaşır. Aslında bu rivayette Yunus
“İlim, ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir…” sözlerinden, Emre’nin madde ve mana arasındaki tercihi anlatılmak
insanın iç dünyasına ait bilgiye işaret ettiğini anlamalıyız. isteniyor. Buğday reel bilgiyi, dünyevi bilgiyi; nefesse sezgi
Bu bilgi, “insan olma” bilgisidir. Yani kâmil insan. Bu yoluyla elde edilen bilgiyi, batıni bilgiyi temsil ediyor.
bilgi evrenseldir ve eskimeyen bilgidir. Dünyevi, reel
bilimlerdeki kanunlar, kuramlar kendi içinde birbirini Sevgi Tarikatine Müntesip Yunus Emre
eskiterek veya yalanlayarak gelişir. Dolayısıyla reel bilgi, Âli’nin Künhü’l Ahbar’ında anlatıldığı üzere Hacı
Bektaş-ı Veli’nin meclisine birçok tasavvuf ehli icabet
2. Fuat Köprülü, Türk Edebiyatı Tarihi, Akçağ Yayınları, Ankara, 2003, s.289,290
MAYIS 2010|7
ederken Yunus, bu meclise gitmez, mazeret olarak da insanlığa hitap etmesi yönüyle aslında Mevlânâ’ya
dost divanında erenlerin nasibi dağıtılırken onun adını yaklaşır. Onun Mevlânâ kadar çok tanınmayışı ise, bir
duymadığını söyler. Bütün bunları duyan Hacı Bektaş-ı yandan kullandığı dil olan Türkçenin Batı’da Farsça kadar
Veli, Sarı İsmail adındaki dervişini Yunus Emre’yi davet bilinmemesi, öte yandan da Türk aydınlarının onu ihmal
etmesi için yollar. Nasibiyle beraber gelsin, der. Yunus etmesindendir. Yunus’taki insanlık sevgisi, kendisiyle
Emre ikna olur, gider meclise. Hacı Bektaş-ı Veli sorar: özdeşleşmiş “sevgi felsefesi”nin bir parçası ve sonucudur.
“Sen nasibini aldığını söylemişsin, peki nerden aldın bu Nitekim Yunus’un insan sevgisini ilahi sevgi ile nasıl
nasibi? Yunus Emre cevap verir: “Erenler meclisinde perde bağdaştırdığını gösteren en çarpıcı mısralarından birisi
arkasından, yüzünü göremediğim gizli bir el verdi nasibimi”.
“Peki bu eli görsen tanır mısın?” der, Hacı Bektaş-ı Velî. “ Yaradılanı hoş gör
Yunus Emre, “O elin ayasında yeşil bir ben gördüm, elbet Yaradan’dan ötürü” dür.
tanırım.” cevabını verir. O an Hacı Bektaş-ı Veli avucunu
uzatarak elindeki yeşil beni gösterir. Yunus Emre, kendisine Yunus’a göre insanlar, din, mezhep, ırk, millet, renk, mevki,
el verenin tam karşısında durduğunu anlar ve büyük bir sınıf farkı gözetilmeksizin sevmeyi ve sevilmeyi hak
heyecanla “Tapduk padişahım! Tapduk padişahım! Tapduk etmektedirler. Mademki insanoğlu ruh yönüyle Allah’tan
padişahım!” diye haykırır. Onda sonra da Hacı Bektaş-ı gelmektedir; öyleyse insanlar hiçbir şekilde birbirlerinden
Veli’nin adı Taptuk Emre kalır. Tapduk Emre ister Hacı bu anlamda ayrılamazlar.
Bektaş-ı Veli olsun, ister olmasın Yunus’un el aldığı
tasavvuf ehlinin Tapduk Emre olduğu bilinmektedir.3 Yunus’la ilgili bir başka rivayet de şöyledir:
Divan’ında da “Tapduk” kelimesi altı defa geçmektedir: Yunus Emre’nin yazdığı üç bin manzume kitap hâlinde
Molla Kasım adında bağnaz bir hocanın eline geçer.
“Tapdug’un tapusında kul olduk kapusında Molla Kasım bir su kenarında oturup manzumeleri
“ Yûnus’a Tapdug u Saltug u Barak’dandur nasîb incelemeye başlar. Dine aykırı bulduklarının bin tanesini
Çün gönülden cûş kıldı ben niçe pinhân alam” yakar, bin tanesini de suya atar. İki bin birinci manzumeye
geldiğinde,
Buna karşın Hacı Bektaş-ı Veli ismini Yunus’un şiirlerinde
göremiyoruz. Bu ve başka menkıbelerin Yunus Emre’yi “Ben günahumca yanam rahmet suyuyla yunam,
Bektaşi tarikatine yaklaştırma çabaları olduğunu anlıyoruz. İki kanad takınam biraz uçasım gelür.
Kaldı ki Bektaşiliğin 14. yüzyılda şekillenmesi Yunus Andan Cennet’e varam, Cennet’de Hakk’ı görem
Emre’nin bu tarikatle ilgisinin olmadığını da gösterir. Huri ile Gılman’ı bir bir kaçasım gelür.
Ancak Hacı Bektaş-ı Veli’den Sarı Saltuk’a, ondan Barak
Baba’ya, ondan da Tapduk Emre’ye ve Yunus Emre’ye Derviş Yunus bu sözi eğri büğrü söyleme
uzanan silsile, aslında bu şahsiyetlerin aynı Sünni çizgide Seni sigaya çeker bir Molla Kasım gelür.”
buluştuğunu, bu anlayışa Hurufilik ve Şiiliğin sonradan
karıştığı düşünülebilir.4 Zaten Ahmet Yesevi’nin tarikatinin sözlerini okur ve Yunus’un ermiş olduğuna inanır. Kalan
sonrakilere temel teşkil ettiği bilinir. Yunus Emre, Yusuf manzumeleri insanlar, yakılanları gökte melekler, suya
Ziya İnan’ın dediği gibi “Tarikatsiz bir tarikat ehlidir. atılanları da balıklar okumaya başlar.5
Çünkü o hepsindendir ve bütün tarikatleri aşmış bir velidir.”
Çünkü yaşadığı dönemde insanlığın ihtiyaç duyduğu sevgi, Eleştiren Yunus Emre
kardeşlik ve barışı yaymıştır. Bir tarikate ait gösterilecekse “Ben gelmedim dava için” diyen Yunus’un davası sevgi, aşk
de sevgi tarikatine mensup olduğunu söylemeliyiz. Yunus’a ve hoşgörüdür elbette. Ancak Yunus’ta eleştiri, döneminden
bir sıfat yakıştırmak gerekirse “Türk-İslâm mutasavvıfı” şikâyet yok mudur peki? Yunus’ta tenkit kavramı pek fazla
demek yeterli olur. öne çıkmaz, ama dönemindeki sahte Müslümanlardan
şikâyetçidir. Gönlü açık Sünnî Müslüman kalmadığından
Yunus’un dem vurur:6
“Mevlânâ sohbetinde saz ile işret oldı,
Ârif manâya daldı çün biledir ferişte.” “Kimde kim şefkat vardur rahmet dahi andadur
Şimdi bir gönli açuk Sünnî Müselman kanı”
beyti, onun Mevlânâ’yla görüşmüş olabileceğini
düşündürür. Bir rivayete göre de Mevlânâ’ya Mesnevi’si Medrese mezunu olan, ama aşk dervişlerini tanımayan
için “Uzun söylemişsin, ben olsam ‘ete kemiğe büründüm, Müslümanları da şöyle tenkit eder:
Yunus diye göründüm.’ diye söylerdim.” demiş.
“Müselmanlar zamane yatlu oldı
Aslında bütün bunlar önemli değildir. Yunus, bütün Şeytanlar semürdi kuvvetlü oldı
3. Kemal Yüce, Fikret Türkmen Armağanı, “Türk Mitolojisi ile İlgili Bir Tabir: 5. Halim Baki Kunter,Yunus Emre Bilgiler-Belgeler, T.C. Eskişehir Valiliği Yayınları,
Tapduk”, Kanyılmaz Matbaası, İzmir, 2005, s.763 2005, Eskişehir, s.1443
4. Mustafa Özçelik, Bizim Yunus, Eskişehir Odunpazarı Belediyesi Yayınları, 6. Cemal Kurnaz; Haz.:Hüseyin Özbay, Mustafa Tatçı, Yunus Emre, Makalelerden
Eskişehir,2007, s.77 Seçmeler, MEB Yayınları, Ankara 2001, s.351,352
8|MAYIS 2010
Fotoğraf: Levend İSKİT| Ruanda Cumhuriyeti/Kigalı Seçki: Bahanur GARAN

Beri gel barışalım yad isen bilişelim


Atımız eğerlendi eşdik elhamdüli’llâh

(…) yüzyılda herkesin anlayacağı bir dille, herkese seslenmiştir.


Bağlı olduğu “sevgi felsefe” sini, derin tasavvufi bilgisiyle,
Fakirler miskînlikten çekdi elin görünüşte basit, ama çok derin sözlerle sanatkârane
Gönüller yıkuban heybetlü oldı. bir edayla anlatmış ve Türkçeyi bir gönül adamına
Peygamber yirine geçen hocalar yakışırcasına halkın gönlüne yerleştirmiştir. Yedi yüz yıl
Bu halkın başına zahmetlü oldı.” geçmesine rağmen onu, günümüz şairi gibi rahatlıkla
anlayabilmemizin sebebi elbette budur. Shakespeare’in 14.
Yaşadığı çağın gerçekleri göz önünde bulundurulduğunda yüzyıldan günümüze kadar kalması ve sevilmesinin sebebi,
Yunus’un bir başka önemli tarafı daha ortaya çıkar.Yunus Shakespeare’in de Yunus gibi halkın dilini kullanmasıdır.
Emre, kaos dönemi yaşayan ve Moğol istilaları ile mahvolan O halde Yunus Emre, kelimenin tam anlamıyla “milli bir
Anadolu topraklarında ortaya çıkan Batınî cereyanların sanatçı” dır. Tıpkı, Nasrettin Hoca, Köroğlu, Dadaloğlu
hiçbirine kapılmamış, bu akımların Türklerin bütünlüğüne veya Karacaoğlan gibi.
zarar vermesi tehlikesi karşısında da engelleyici bir
rol üstlenmiştir. Bu açıdan bakıldığında Yunus Emre, “ Yunus, insan tabiatini şiirin özüne yerleştirmiştir. Yunus’un
hem Türk şiirinin kurucusudur hem de millî birliğin eserindeki insan, her devirde yeniden yorumlanmaya,
yerleşmesinde önemli görevler almış bir şahsiyettir. dolayısıyla yeniden yaşanmaya açıktır.”7 Şimdi yapılması
gereken, “okuma” yönünden küreselleşemeyen dünyada
Yunus Emre’nin Türkçeciliğinden de söz etmek gerekir. O, Yunus’u, gençlere daha çok okutmak, tanıtmak olmalıdır.
Anadolu Türkçesinin yerleşmesi ve oluşmasında “köşe başı” Olgun insan olma yolunda…
vazifesi görmüştür. Yunus Emre, yaşadığı ve yazdığı XIII.
7. Mustafa Tatçı, Yunus Emre Divanı, İnceleme, H Yayınları, İstanbul, 2008, s.103
MAYIS 2010|9
Yunus Emre’yi Okurken
Eleştirel Bir Dikkat Gerekiyor
Atasoy MÜFTÜOĞLU| Yazar

G
eçmişte yaşayan şairleri, düşünürleri, bilginleri, Emre’nin tanışması üzerine çok çarpıcı menkıbeler anlatılır.
bilgeleri ve arifleri; yaşadıkları tarihsel, kültürel, Yunus Emre’nin hayatı etrafında, menkıbeler, efsaneler
ortamın <bağlamın> iklimin ve koşulların dışında bildiklerimiz sınırlıdır. Yunus Emre’nin 13.
belirleyici, hakim özellikleri içerisinde değerlendirmek, yüzyılın sonların ile 14. Yüzyılın başları arasında yaşadığını,
yorumlamak gerekir. Geçmişin yaklaşımları, çözümleri, Babai-Kadiri çevrelerinin ve Tapduk Emre’nin etkisi
yöntemleri, günümüzde anlamını, etkisini yitirmiş olabilir. altında gelişen/oluşan ir kişiliğe sahip olduğunu, Şeriat
Bu nedenle; geçmişte yaşayan tarihsel kişilikleri bugünün ilkeleriyle bağdaştırılması mümkün olmayan bir tasavvuf
bilincinden hareketle ve eleştirel bir dikkatle okumak anlayışına ve itikadına bağlı bulunduğunu biliyoruz. Yunus
<yorumlamak gerekir. Bugünün bilincini,geçmişte Emre’nin yaşadığı dönemde, zahiri ilim çevreleriyle, batını
yaşayan şair /düşünür/bilgin/bilge ve ariflerin; menkıbevi/ ilim çerçeveleri arasında derin karşıtlıklar, rekabetler
efsanevi kişilikleri ile, bu kimselerin gerçek kişiliklerini çatışmalar yaşanıyordu. Mutasavvıflar; batın ilmini,
ayırt etmemize yardım eder. Pek çok şair/düşünür/bilgin/ hakikat ilmini; irfan ilmi olarak tanımlıyor, irfan ilminin
bilge ve arif gibi Yunus Emre’de günümüzde daha çok kaynağı olarak da ilham’ı esas alıyordu. Gerçek ilmin
menkıbevi yanıyla, menkıbevi nitelikleriyle biliniyor, kaynakları ise akıl/vahiy ve nakillerdi. Yunus Emre’nin
anılıyor, yaşatılıyor. yaşadığı dönemde, zahiri ilim çevreleriyle, Batıni ilim
çevreleri arasında derin karşıtlıklar, rekabetler çatışmalar
Her kuşak, her toplum, her düşünce ve edebi hareket; yaşanıyordu. Mutasavvıflar; batın ilmini, hakikat ilmini;
düşünsel, kültürel, entelektüel ve edebi tarzını yaşadığı irfan ilmi olarak tanımlıyor, irfan ilminin kaynağı olarak
dönemin ilgileri, imkanları, ihtiyaç ve beklentileri da ilham’ı esas alıyordu.gerçek ilmin kaynakları ise akıl/
doğrultusunda gerçekleştirir. 13. Ve 16. yüzyıllarda, vahiy ve nakillerdi. Yunus Emre’nin yaşadığı dönemde
Anadolu büyük ölçüde Babailik, Abdallık, Bektaşilik, tekkelerde yalnızca irfan dersleri okutuluyordu. Tasavvufa
Hurufilik, Kızılbaşlık, Kalenderlik, tarikatların ve şehlerin yönelen herkes, irfan’a mürşidlerden alınacak ilham yoluyla
etkisi altındadır. Bu hareketlerin aynı dönemde Hint, ulaşılabileceğine inanıyordu. Sözünü ettiğimiz dönemde,
İran, Yunan kültürüyle, mistisizmleriyle alışveriş halinde Şeriat ilimlerini tahsil etme ihtiyacı duymayan, tasavvuf
bulundukları da hatırlanmalıdır. Bütün bu nedenlerle adamlarından, cahillikleriyle iftihar edenler olduğu tarihi
Yunus Emre’yi yaşadığı dönemin sosyal/kültürel gerçekler arasındadır. Cahillikleriyle iftihar eden bu
koşullarında bağımsız olarak değerlendirmeyiz. çevreler akıl ile Hak’ka ulaşmanın mümkün olmadığına
inanıyor, her şeyi yalnızca gönül kitabından okumak
Bektaşi rivayetlerinde, geleneksel metinlerinde, Hacı gerektiğini iddia ediyorlardı. Yunus Emre bağımsız bir
Bektaşi Veli’nin, Rum ülkesine geldiğinde, Seyyid Mahmut tasavvuf ekolü oluşturdu. Bu ekolün Bektaşiler ve Kızılbaş
Hayrani, Celaleddini Rumi, Hacı İbrahim Sultan gibi Türkmenler üzerinde büyük bir manevi nüfuzsu vardır. Bu
tasavvuf adamları arasında Yunus Emre adında bir şeyh’in arada Hızır-Name’de Yunus Emre’nin Bektaşi olduğu da
de bulunduğundan söz edilir. Hacı Bektaşı Veli ile Yunus kaydedilir.

10|MAYIS 2010
İlk edebiyat tarihçileri tasavvufi
ilahileri şiir saymadılar, ancak
Yunus Emre yüzyıllardır gelip
geçen sayısız şair arasında
en ünlüsü, en etkilisi, en çok
okunanı, en çok anılanı oldu.
Yunus Emre kitleler üzerinde
halen ektisini sürdürüyor.
Yunus Emre halk diliyle
yazdığı için, halkın zevk ve
beğenisine hitap ettiği için,
bugün de halk arasında yaşıyor.
En eski Anadolu eserlerinde
olan Yunus Emre Divan’ı
Azeri lehçesine yakın bir dille
ve hece vezniyle yazılmış, on
iki bin mısradan oluşan, dış Büyük Park, Temsili Yunus Kabri Fotoğraf: Battal Gazi Barlas

aleme karşı kayıtsız, iç alemin


derinliklerini dile getiren, vecd
ve huşu içerisinde yazılan ilahiler nefesler, ahlaki öğütler ve
tasavvufi bilgeliklerden oluşuyor. Yunus Emre’n,n şiirleri
sanat kaygısı taşımaksızın, ilahi yakınlığı gerçekleştirmek
üzere, halkın ruhuna işleyen bir dil’le yazılmıştır. İlahi Her kuşak, her toplum, her düşünce
cezbeye ve aşk mezhebine inandığını söyleyen Yunus Emre, ve edebi hareket; düşünsel, kültürel,
şeriat ehlinin kendisinin sahip olduğu mazhariyetlere
sahip olamayacaklarını iddia eder. Tasavvuf ahlakına
entelektüel ve edebi tarzını yaşadığı
dayalı ve tasavvuf/tarikat’a davet eden ilahiler yazan dönemin ilgileri, imkanları, ihtiyaç
Yunus Emre her durumda tevekkül ve teslimiyeti, dünyevi ve beklentileri doğrultusunda
ilgilerden feragati önerir. Yunus Emre Divanında Mevlana
Celaleddin’in etkisini müşahede etmek de mümkündür.
gerçekleştirir.
Yunus Emre’nin zehir ehline, yani fakihlere hiç saygısı
yoktur. Akıl aracılığıyla hakikate ulaşılamayacağına inanan
Yunus Emre, asıl ilmin kitaplar yoluyla değil, Ulemayı
Rüsum’un (şeriat ilimleri/dünyevi ilimler) ilimleri değil;
aşkla ve mürşid aracılığıyla tahsil edilen ilim olduğuna
inanır. Şeriat edeplerine meydan okuyan mutasavvıflar
Yunus Emre’de olduğu gibi, kitabi ilimleri tahkir ve tahfif
etmiştir.

Türk Edebiyat tarihinde Yunus Emre kadar kitlelerin


gönlünde mutena bir yere sahip bir başka şair muhtemelen
yoktur. Sadelik, samimiyet, basitlek sadelilik, sahibi,
ateşli, heyecanlı, coşkulu bir mutasavvıf olan yunus Emre
tasavvufi halk edebiyatının öncü ismi sayılır. Yunus
Emre’nin yüzyıllardır büyük bir ilgiye mazhar
olması, kendi alanında aşılamaması, Yunus
Emre’yi yetiştiren kültürel iklimde, fikri
ve manevi anlamda büyük bir değişim
Yunus Emre Heykeli, Büyük Park,
ve dönüşüm yaşanmadığını gösterir. Fotoğraf: Battal Gazi Barlas
MAYIS 2010|11
Prof. Dr.
Kemal SAYAR:
“Sahicilik Kayıplara Karışıyor”
Röportaj: Aynur PALABIYIK

12|MAYIS 2010
> Liseyi Eskişehir Anadolu ‘Robinson Crusoe’ gibiler. Bizler kendi şey yerini bulur” demektir. İşte bu tür
Lisesi’nde okudunuz. Birincilikle medeniyetimizin imkanlarını doğru insanlara Danimarkalı filozof Soren
bitirdiğiniz bu lise size Tübitak kullanarak bu yalnızlık adalarında Kierkegaard ‘iman şovalyesi’ diyor.
bursu kazandırdı. Eskişehir’de yaşamayan tam aksine insandan İman şovalyesi insanlar sayesinde
yaşamış olmak size bundan başka insana kolayca köprüler kuran insanlar yeryüzünde bir şeyler yeniden
neler kazandırdı? Anılarınızdan olmak durumundayız. Geleneksel yapılanarak inşa olur ve oluş bozuluşa
Eskişehir’e ait bir kesit anlatabilir mayamızda insana dönüklük vardır. galip gelir.Bu yüzden insanlar her
misiniz? İnsandan nefret yerine insan sevgisi zaman ümit üzere olması gereken bir
ön plandadır. Kainatın merkezine varlıktır.
Eskişehir gençliğimizin şekillendiği insanı yerleştirme düşüncesi vardır.
bir yerdi. Okulumuzun kuvvetli bir Tüm bu geçmişi yeni bir solukla > Modern kültür, postmodern
kütüphanesi vardı. Klasik eserlerle ilk canlandırmamız ve diriltmemiz kültür,kültürel doku insan ruhunu
orada tanıştım. Ayrıca okulumuzda gerekmektedir. güçlü bir biçimde etkiliyor ve
edebiyat ve düşünceyle yakından aynı zamanda ruhsal sıkıntıları
ilgilenen öğretmenlerimiz oldu. > Merhamet adlı kitabınızın da ortaya çıkarıyorken Türk
Onların sayesinde kitap okumayı alt başlığı ‘Kalbe Dönüş İçin kültürünün bize has etkileri
sevdik. Ve yine onların sayesinde Son Çağrı’. Dünya var olalı nelerdir?
daha derin konularla tanışma imkanı kutsal kitaplar, dini inançlar,
bulduk.Okulun getirmiş olduğu peygamberler, bilgeler insanı kalbe Toplumumuzda bizler ayrımlaşma ve
rafine ortam bölümle de birleşince dönüşe çağırıyor. ‘İnsanların kalbi birleşmeyi tam başaramıyoruz. Bunun
meraklarımız çoğaldı. Kendimizi çok tekliyor, kalbi kavruk ve kasvetli iyi ve kötü tarafları var. İyi tarafı
daha iyi yetiştirme imkanımız oldu. merhamet aşısı ümidin kandilleri dayanışma dayanışma duygusunu
Yetişmemizde büyük katkıları olan yeniden yansın’ diyorsunuz. Bu kaybetmiyoruz. Zor zamanlarda
hocalarımıza buradan şükranlarımı karanlığa yıllardır ümit kandilleri birbirimizle çok kolay yardımlaşma
sunuyorum. Eskişehir gençlik yakan bir bilge olarak ümit var içerisine girebiliyoruz. Deprem
hülyalarımın şekillendiği bir yer ve oluşunuzla yakın geleceği nasıl zamanında bu ülke eşine az rastlanır
her köşesinde hatıralarım vardır. yorumlarsınız? bir dayanışma örneği sergiledi. Bizim
Dolaşırken özlem, mutluluk, yolculuk yoksulumuz akrabasıyla iletişimi
gibi pek çok hatıra ve hayallerin her Ümitsiz insanlar hayatta hiçbir varsa çok büyük bir yoksulluk içine
biri halen içimde canlanmakta ve değişimin fitilini ateşlemezler çünkü düşmez. Amerika’da yüz binlerce
zihnime üşüşmektedir. ümitsiz insanlar ‘bana dokunmayan evsiz gibi sokaklarda yaşamaz.
yılan bin yıl yaşasın’ felsefesinde Çünkü toplumumuzda herkesin
> ‘Her Şeyin Bir Anlamı Var’, yaşarlar. Aksiyon insanları her zaman elinden tutan birileri mutlaka
‘Yavaşla’ ve ‘Merhamet’ bunlar ümit sahibi olmuşlardır. Aliyev İzzet bulunur. Bu dayanışma duygusunu
kitaplarınızın başlıkları. Bu Begoviç’i hatırlayalım. Eğer o ümit kuvvetlendirmesi bakımından
başlıklar nihilizmin hızlı sahibi olmasaydı yaşadığı zindanlarda böylesine birbirine yakın yaşamak
yaşamayı ve tüketmeyi teşvik eden ümidini besleyip büyütmeseydi güzel fakat çok fazla iç içe olunursa bu
kültürüne, acımasızlığın hüküm ülkesinin bağımsızlığını belki de hiç durum ferdiyeti engeller ve insanların
sürdüğü hayatlara ne denli etkili hayal edemeyecekti. O nedenle bir zihnindekileri rahat biçimde ifade
oluyor sizce? kimse hem sorumluluk hissine hem de etmesinin önüne geçer. Bu da ürkek,
ümitsizliğe aynı anda sahip olamaz. özgüveni düşük ve toplumla uyumlu
Günümüzde çok fazla hız ve maddiyat Yani sorumlu sahibi insan ümit sahibi olabilmek için kendi hakikatlerini
eksenli bir kültür var. Bu da insanların insandır. Ümit sahibi olmak; “dünya feda etmeye yakın bireylerin ortaya
mutluluğunu çalıp götürüyor. Batı daha güzel bir yer olabilir ben de çıkmasına yol açmaktadır.İkisi
medeniyetinin insanları bugün bunun için gayret gösterebilirim ve eğer arasında bir denge kurmak zorundayız.
yalnızlık adasında yaşayan birer ben gayret gösterirsem dünyadaki her Hem özgüveni yüksek hem de sosyal

MAYIS 2010|13
dayanışmanın içinde bireylerin nedeni nedir? Burada gördüğünüz
oluşması için de kendi kimliğine, acı gerçeğin boyutları ve
kültürüne güvenme ve iyi bir eğitim çözümlerini kısaca anlatabilir
almış bireylerin yetişmesi gerekir. misiniz?

> Yunus Emre insanı tariften çok Kapitalizm yeni bir kişilik tipi ortaya
onun nasıl olması gerektiğine çıkarıyor. Ünlü düşünür, psikiyatrist
dikkat çekmektedir. “İlim ilim Erich Fromm ‘dan bu yana tartışılan
ilmektir ilim kendini bilmektir” bu tip pazarlamacı kişilik tipidir. Her
derken kişinin kendisine yönelip insan artık kendi kişiliğini pazarlamak
niteliklerini, psikolojisini ve en zorunda ve modern ilişkiler alımında
önemlisi yüreğine dönmesini hiçbir birey olduğu gibi görünmek
her yönüyle vurguluyor. İnsan istememektedir. Herkes kendini
psikolojisini tanımak sizce insanın cilalamak ve satmak telaşında bu da
ilk önce kendine dönüp kendini insan ilişkilerindeki samimiyetsizliğin
tanıması mıdır? altını oyuyor,onu törpülüyor.
Birbirleriyle masekelerinin arkasından
Kendini tanımak Antik Yunan’dan bu iletişim kuran insanlar ortaya çıkıyor.
yana kullanılan bir düşüncedir. Bütün Sahicilik kayıplara karışıyor. Bunun
psikolojilerin olduğu gibi modern ortadan kalkması için yetinmeyi
psikolojinin özü de kendini tanıma ve kanaat duygusunu öğrenmemiz
çabasıdır. Bizler kendimizi ne kadar lazım.Daha azıyla yetinmeyi bilmeli
tanırsak kendimizi tanımamaktan ve asıl olanın kendi kişiliğimiz,
doğan kusurlarımızı o kadar yok ilkelerimiz olduğunu kabullenmeliyiz.
etmiş ve insan ilişkilerinde de o kadar Ünlü sosyolog Richard Sennet’in
yakınlaşmış oluruz. İnsanın kendini “Karakter Erozyonu” adlı kitabında
tanıması da yüzleşme cesaretini modern kapitalizmin karakterlerde
taşımasıyla olabilir. Kendi kusur ve çok ciddi bir aşınma oluşturduğunu
eksikliklerimizle yüzleşmeye hazır dile getiriyor. Günümüzdeki risk
olacağız ki onları değiştirebilelim. toplumunda paranın bu kadar akışkan
Aynı şey toplumlar için de söz konusu bir şekilde el değiştirmesi insanı
Ben Yunus edilebilir. Toplumlarımız içi boş karaktersizleştiriyor.Darbenin,sillenin
hamaset nutuklarıyla,şişinmeleriyle ne taraftan gelebileceği konusunda
Emre’nin Türk değil somut dertlere somut çözümler şaşkın bırakıyor. Hepimizin bir adım
insanının bilinç üreterek sonuca gidilmelidir. İnsan
çok kırılgan olduğunda bazen
bu sistemin dışına çıkmamız yararlı
olacaktır. Her zaman tükettiğimizden
altına yerleşmiş savunma biçiminde aşırı narsizme daha az tüketebiliriz, sistemi
kayabilir.Bazen de çok aşırı kibir zorlayabiliriz.Tüketime yönelik bizi
olduğunu insanın içindeki kırılganlığı ele kandırmak için yapılan reklamlara
verir. Toplumlar için de benzer itibar etmeyebiliriz.Dayanışma
düşünüyorum. mekanizmaların kolektif düzeyde halinde zorlukları,sıkıntıları
Hakikaten doğru işleyebileceğini düşünüyorum. aşabiliriz. Naomi Klein adlı bir yazar
Milletimizin ve toplumumuzun içi ABD’de “No Logo” adında bir kitap
bir tedrisatın boş duygulardan uzaklaşarak ürettiği yazdı. Bu çok satan bir kitap oldu.
değerler olan edebiyat, sanat, bilim Klein kitabında marka giyinmemeyi
da Yunus’u üzerinden bir olgu ortaya koyup savunuyor.Marka giymeyerek yerel
iyi tanımakla övünmesi gerektiğini düşünüyorum. ürünleri ön plana çıkarabileceğimizi
dile getiriyor.Biz de bu tür ufak tefek
olabileceğini > “Bencil, piyasa merkezli toplum önlemlerle kendi hayatlarımızda
insanlığımızı öldürüyor” Martin değişiklikler yapabiliriz.
düşünüyorum. Jacgues. Bu sözü seçmenizdeki
> Yunus Emre insanların Çünkü çocuklar hiçbir şeye yaramayan Bu söz empatinin en üst noktasıdır.
davranışlarını hoş görmemizi bireyler olarak mezun oluyorlar.” dedi. Günümüz modern siyasi kelime
söylüyor. “Yaratılanı hoş gör Batı’da bu durum çok fazla tartışılıyor. haznesinde ötekileştirme diye bir
yaratandan ötürü.” Günümüz Eğitim sürecinin çocukları ve gençleri sözcük var. İşte bu söz ötekileştirmenin
insanları çabuk sinirlene ve daha fazla ahmaklaştırdığına yönelik panzehiridir. Kendi ile öteki arasında
tahammülsüz bir yapıya sahip. bir eleştiri var. Buna stupidification duvarlar örmeyen,her şeyi aynı kap
Hoşgörüsüzlük giderek artıyor. yani ahmaklaştırma deniyor. İşte buna içerisinde düşünen ve her varlığı aynı
Yunus Emre’nin dönemi de kargaşa karşı çıkabileceğimizin damarlarından maceranın sürgünü olarak niteleyen
ve karışıklık doluydu ama o insan biri bu toprağın Yunus gibi Mevlana bir sözdür.Empati bugün modern
sevgisini ön kılan bir rehberdi. gibi değerleriyle çocuklarımızı psikolojide çok yükselen bir değer. Bir
Sizce bu büyük rehberin günümüze daha fazla karşılaştırmaktır. başkasının ızdırabını anlamak pek çok
etkileri ne yönde devam etmektedir? Yıllardır söylediğim bir şey var. hastalığın da tedavisini beraberinde
Liselere, ilköğretimlere drama getirebilir.Hatta milletler arası
Ben Yunus Emre’nin Türk insanının dersleri koyulmalıdır. Mevlana’nın çatışmaların özünde de yine empati
bilinç altına yerleşmiş olduğunu hikayelerinden dramalar oluşturulabilir, yoksunluğunun yattığına dair yayınlar
düşünüyorum. Hakikaten doğru bir iyi kötü temsillerinin çocukların var. Herkes kendi milletini,grubunu,ka
tedrisatın da Yunus’u iyi tanımakla kafasında yer etmesi sağlanabilir. Seciye bilesini,fırkasını seçilmiş olarak algılar
olabileceğini düşünüyorum. Bana göre yani karakter eğitimi eğitimimizde ve diğer grupları, milletleri, fırkaları
lise mezunu gençlerimiz Yunus’tan üç son sırada hatta çoğu kez yok denecek kendine hizmet etmeye,boyun eğmeye
beş şiiri ezbere okuyabilirlerse okullarını kadar az. İhtiyaç hissetmiyoruz ve yazgılı olduğunu düşünürse o zaman
bitirebilmelidirler. Bu onların ÖYS bunun sonunda da maalesef ailesine, ayrığı kendisinden düşük tutmuş olur.
ya da SBS sınavlarında başarılı arkadaşlarına, çevresine şiddet Kendisinden saymamış ve Yunus’un
olmalarında çok daha mühimdir. Çünkü uygulayan gençler sökün etmeye başlıyor. söylediklerinin tam dışında hareket
Yunus şiirlerinde bir hayat felsefesi ve Çünkü geçmişin değerler sistemi etmiş olur.Bu da daha fazla çatışma
düsturu sunuyor bizlere.Bu bir bakış kısmen çöküş yaşamaktadır. Değerler ve daha fazla kan, gözyaşı demektir.
açısıdır ve bu bakış açısını içselleştiren sistemimizi devam ettiremiyoruz O yüzden kendimizi bildiğimiz
insanın yeryüzüne, mahlukata, varlığa, bir yandan da eğitim sistemimizde gibi yabancıyı,ayrığı, farklı olanı da
tabiata kötülük yaparak ve zalim bir çocukları yarış atına çeviriyoruz. Bir kendimizden bilirsek buradan yepyeni
nazarla yaklaşması mümkün değildir. Yunus Emre dersi okullarımızda yer bir merhamet ahlakı filizlenebilir. İş
(Maalesef eğitim sistemimiz iyi alsa çok güzel olur. Yunus’un şiirlerini okuyarak, hissederek
bir insan yetiştirme üzerine kurulu anlamakta ve hayatımıza katmaktadır.
olmayıp,torna tezgahından geçirilmiş >“Sen seni ne sanırsan ayrığı da Tüm ülkede kamusal iyinin peşinde
bir örnek kişiler çıkarıyor. Üzüntü verici o san.” Günümüz psikolojisinde koşan yurttaşlar grubu oluşturarak”
olan şu ki geçenlerde bir lise öğretmeni bu sözü empati kurmak olarak Memleketim,vatanım,milletim ve
“Biz modern çobanlık yapıyoruz. değerlendirebilir miyiz ve bu sözün yaşadığım dünya için ne yapabilirim?”
Ben devletin neden böyle bir eğitim önemi üzerine söyleyecekleriniz sorusu hayatlarımızı anlamlı kılan
politikası sürdüğünü anlamıyorum. nelerdir? sorudur. Hayatta anlam ve gaye
duygusunu veren de budur.
MAYIS 2010|15
Herkesin Yunus’u
Kendine Göre
Beşir AYVAZOĞLU | Yazar

Her dem yeni doğarız


Bizden kim usanası
Yunus Emre

Y
unus Emre, halkın asırlar boyunca hiç unutmadığı, iki makalesiyle2 aydınları bu büyük şairden haberdar
menkıbeleri dilden dile, nesilden nesile aktarılan, eden Köprülüzâde, aynı yıl, Bilgi mecmuasında çıkan
belki de daha yaşarken efsaneleşmiş bir şairdi. “Hoca Ahmed Yesevî, Çağatay ve Osmanlı Edebiyatları”3
Bestekârlar, ilâhi, naat, mersiye, kaside, durak, tevşih gibi başlıklı makalesinde de, Batı Türkleri arasında yaygın olan
dinî formlarda eser bestelemek istedikleri zaman önce tasavvufî edebiyatın Şark Türklerinden, özellikle Ahmed
tekkelerin vazgeçilmez söz hazinesi olan Yunus Divanı’na Yesevî’den geldiğini ileri sürmüş, sonraki araştırmaları bu
bakar ve mutlaka istedikleri güzellikte bir şiir bulurlardı. tezi doğrulayınca Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar
Dede Efendi, Zekâî Dede, Kazasker Mustafa İzzet gibi adlı eserini yazmıştı. 1918 yılında yayımlanan ve iki
büyükler de dâhil olmak üzere, çok sayıda bestekâr onun ana bölümden meydana gelen bu âbidevî eserin birinci
deyişlerini çeşitli formlarda bestelediler. Fakat Yunus, divan bölümünde Ahmed Yesevî, ikinci bölümünde Yunus Emre
şairleri ve tezkire yazarları tarafından pek önemsenmezdi, ele alınıyordu.
çünkü çok farklı bir şiir dili ve duyuş tarzı vardı.
Türkiye dışındaki Türkoloji ve şarkiyat çevrelerinde geniş
Yunus’un şiirlerinin tekkelerde öncelikle tercih yankılar uyandıran İlk Mutasavvıflar, Türk edebiyatı
edilmesinin sebebi, Türkçesindeki saflık, söyleyişindeki tarihi araştırmalarına yepyeni ufuklar açan öncü bir
içtenlik ve düşünüşündeki derinlikti; halk onun divanında eser oluşunun yanı sıra, XIII. yüzyıl Anadolu’sunun
kendi ruhunun yansımalarını bulurdu. Cemaleddin S. din ve kültür tarihi açısından da son derece önemli bir
Revnakoğlu’nun anlattığına göre, Anadolu’da âdeta çalışmaydı. Köprülüzâde, bu eserinde, millî zevki en yetkin
mukaddes sözler olarak görülen Yunus ilâhileri muska gibi bir biçimde temsil eden Yunus’un, eldeki belgelere göre
mumlu bezlere sarılıp saklanır, daima yukarıda tutulur, ümmî kabul edilmesi gerektiğini, ancak bu ümmîliğin
kutsal gecelerde ve çeşitli dinî toplantılarda Kur’an-ı Kerim kara cahillik anlamına gelmediğini, Risaletü’n-Nushiyye
ve Mevlid’den sonra mutlaka Yunus ilâhileri okunurdu.1 gibi uzun bir mesneviyi asıl mânâsında ümmî bir şairin
yazamayacağını belirttikten sonra, onu medrese tahsili
Yunus’un Türk dili, düşüncesi ve edebiyat tarihi bakımından görmüş bir şair olarak değerlendirmenin de yanlış
taşıdığı önemi ilk fark eden Darülfünun Türk Edebiyatı olduğunu söylüyordu. Yunus, Köprülüzâde’ye göre asla
Tarihi Müderrisi Köprülüzâde Fuad Bey [Fuat Köprülü] sanat ve sanatkârlık endişesi taşımayan, sırf kendi ruhunu,
oldu. 1913 yılında Türk Yurdu mecmuasında yayımlanan ruhî heyecanlarını ve ilhamlarını terennüm etmiş “âteşîn”
1. Cemaleddin Server Revnakoğlu, “Yunus’un Bestelenmiş İlâhileri Nerede ve 2. “Yunus Emre”, Türk Yurdu, C. IV, nr. 3, 1329; “Yunus Emre ve Âsârı”, Türk
Nasıl Okunurdu?”, Türk Yurdu Yunus Emre Özel Sayısı, C. V, nr. 319, Ocak Yurdu, C.5, nr. 2 1329 (1913)
1966 3. Bilgi Mecmuası, nr. 6, 1329
16|MAYIS 2010
bir mutasavvıftı. Bütün sûfilerde olduğu gibi, onu da bu
yolda teşvik eden tek dış etken, halkı irşad etmek, insanlara Köprülüzâde’nin eseriyle birlikte Türk aydınlarının ilgi
faydalı olmak düşüncesiydi. Ancak sanat ve sanatkârlık odağı haline gelen Yunus Divanı’nın o tarihlerde -aradan
endişesi taşımaması, onun büyük bir sanatkâr olmasına yıllar geçtiği halde- henüz doğru dürüst bir neşrinin
engel değildi; aksine çağının anlayışı doğrultusunda bir bulunmadığını hatırlamakta fayda vardır. Onun hakkında
sanat endişesine kapılmış olsaydı, klasik edebiyatın sıkı övücü yazılar okuyup da şiirlerini merak edenler, 1933
kaideleri içinde tasannudan kurtulamayacak, dolayısıyla yılına kadar, taşbaskısı derme çatma Yunus divanlarıyla
ruhunu kelimelere bu kadar samimiyetle dökemeyecekti. yetinmek zorundaydılar. Bu divanlar, Yunus adıyla ve
Yunus’un güçlü şahsiyetinin ve büyük sanatkârlığının Yunus vadisinde yazan birçok şairin şiirleri de karıştığı için
kaynağı samimiyetiydi.4 Dilini, edâsını, veznini ve şeklini güvenilemeyecek neşirlerdi. Yunus hayranlarının imdadına
veren millî unsur onda tasavvufla kusursuz bir biçimde Burhan Toprak yetişti.
kaynaşmış ve ortaya bütünüyle millî bir sentez çıkmıştı;
başka bir deyişle, Yunus zevk bakımından katıksız bir Alp Dağları’ndaki sanatoryumda yatarken Yunus
Türk’tü.5 Divanı’nı didik didik eden Toprak, kendine göre bazı
Köprülüzâde’nin, Yunus’un Türklük tarafını özellikle kıstaslar belirleyerek Yunus’a ait olmadığına karar verdiği
vurgulaması sebepsiz değildi. Büyük bir hızla dağılan şiirleri ayıklamış, mümkün olduğunca güvenilir bir Yunus
imparatorluğun enkazı altında tutunacak bir dal arayan Divanı ortaya çıkarmaya çalışmıştı. Yaptığı çalışma 1933
Türkçü aydınlar, Yunus’u temiz Türkçesi, samimiyeti yılında Ahmet Halit Kitabevi tarafından üç cilt halinde
ve o gösterişsiz söyleyişin ardına ustaca gizlediği yayımlandı. Bu üç ciltte üç yüz elli şiir vardı, fakat daha
derin düşüncesiyle Türklüğün saf bir temsilcisi olarak sonra bunların da bir kısmı ayıklandı. Peyami Safa, Hafta
görmüşlerdi. Nitekim İlk Mutasavvıflar yayımlandıktan mecmuasında çıkan bir yazısında, Yunus’u Sahhaflar
sonra, aydınlarda Yunus’a karşı büyük bir ilgi uyandığı Çarşısı’nın harabesinden kurtardığı için Burhan Toprak’ı
gibi, ülkenin çeşitli bölgelerinde bu büyük şairi sahiplenme kutluyor, “Devirler ve çarşılar yıkılır, fakat Yunus gibi
yolunda zorlu bir yarış başlamıştı. büyük şairler devirlerin ve çarşıların, geçmiş zamanların ve
harab olmuş mekânların daima üstünde kalırlar” diyordu.7
.....
Burhan Toprak, Yunus Emre Divanı’na yazdığı ve
Bu arada, Yunus’tan derin bir biçimde etkilenen bir şair Köprülüzâde’yle kıyasıya hesaplaştığı “Başlangıç”
vardı: Necip Fazıl. yazısında, saz şairlerini bayağı bulduğunu, “Made in Persia”
sezgisi veren “hain, yalancı, riyakâr” divan şairlerinden
“Beni de piştiğin eza kabında de iğrendiğini söylüyordu. Yunus Divanı’nda ise “ruhun
Kaynata kaynata buhara kalbet!” büyüklüğü,varlığın geçiciliği,kendi talihimizi yaratamamak
felâketi, varlığımızın kadın ve erkek taraflarının -aklımızla
diye seslendiği Yunus, genç şairin gözüne çorak şiir hassasiyetimizin- mücadelesi, insanlığın bütün sefalet ve
ikliminde bir vaha gibi görünmüş ve ruhunun derinliklerine yüksekliği, ızdırap tesellisi [...] zevk fırtınaları, korkuları,
ayna tutmuştu. Aynı nesilden Burhan Toprak’ın Yunus’la ümitleri, pişmanlıkları, isyanları, şüpheleri, teselli ve
yaşadığı macera da Necip Fazıl’ınkine benzer.6 Alp imanları ile bütün bir insan hayatı vardı.”8
Dağları’ndaki bir sanatoryumda tedavi gördüğü sırada
Pascal’ı okurken, bir gün bu büyük filozofun bazı önemli Yunus Divanı’nın aynasında âdeta kendini seyreden
fikirlerine, lise son sınıfta edebiyat hocasının aylarca Burhan Toprak, bu cümlelerinde Müslüman bir sûfiden
okuttuğu Yunus’un şiirlerinde rastladığını hatırlayan çok, bunalımlı bir entelektüel portresi çiziyordu. “Ben
Burhan Toprak, hemen İstanbul’a yazarak bir Yunus o divanda yalnız kendi coşkunluğumun yankısını
Emre Divanı istediğini, on beş gün sonra postadan çıkan görüyordum. O, benden bana gelen bir ses gibiydi, bu
divanın sayfaları arasından kendisine o güne kadar hiç yüzden onu çok sevdim” derken anlatmaya çalıştığı bu
kimsenin seslenmediği kadar içten seslenen Yunus’u bir idi. Yakın dostu Necip Fazıl da Yunus’ta kendi “kriz
daha yanından ayırmadığını anlatır. entelektüel”ini bulmuştu. Açıkçası, Köprülüzâde ve onun
4. Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, 2. bs., Diyanet İşleri Başkanlığı
gibi düşünenlerin Yunus’u ile, eserlerini Cumhuriyet’in
Yayınları, Ankara 1966, s. 284 ilk yıllarında veren bunalımlı entelektüellerin Yunus’u
5. Köprülü, age, s. 285
6. Necip Fazıl, daha sonra Toprak soyadını alacak olan yakın arkadaşı Burhan
Ümit’in Yunus’u bu şiirden tanıyıp sevdiğini ve idealleştirdiğini söyler. Bk. Babıâlî, 2. 7. Peyami Safa, “Yunus Emre ve Genç Dostu”, Hafta, 16 Ocak 1934
bs., İstanbul 1976, s. 28 8. Burhan Toprak, Yunus Emre, 6. bs., İnkılap ve Aka, İstanbul 1982, s. 17
MAYIS 2010|17
birbirinden çok farklıydı; onlar ayaklarının altındaki zemin Yeni Türk kimliğinin inşasında kullanılacak önemli bir
kayarken Yunus’a tutunmaya çalışıyorlardı. figür olarak öne çıkarılan Yunus, Osmanlı kültürünün
yok sayılmasının yarattığı büyük boşluğu dolduracaktı. Bu
Burhan Toprak’ın Köprülüzâde’ye birçok itirazı vardı. konuda elbette Halkevleri’ne büyük görevler düşüyordu.
Özellikle ihtiyatla da olsa, Yunus’u ümmî bir şair olarak Yunus’un asıl mezarının hangisi olduğunu tespit etmek
görmesine ve göstermesine içerlemişti; şairinin çok amacıyla yapılan çalışmalar da o yıllarda hız kazandı.
okumuş bir adam olduğunu ve Arapça bildiğini ispat Öteden beri Yunus’la ilgilenen Vakıflar Umum Müdürlüğü
etmeye çalışıyordu. Onun halkı irşad etmeye çalıştığı Teftiş Heyeti Reisi Halim Baki Kunter, 1943 yılında
iddiası da Burhan Toprak’a göre doğru değildi; koca şair Halkevleri’ni idare etmek üzere görevinden ayrılmış ve bu
kendi evinde yangın varken başka yangını söndürmeye teşkilâtın müzik çalışmalarını yöneten Adnan Saygun’la
niçin gitsindi? O başkalarını irşad etmekle değil, kendi tanışmıştı. Saygun, tesadüf bu ya, 1932 yılında başladığı,
kafasındaki kaostan kurtulmak için çabalıyordu. Yunus’ta fakat çeşitli sebeplerle tamamlayamadığı Yunus Emre
Oratoryosu’na o günlerde dönmüş, harıl harıl çalışıyordu.
sanat kaygısı bulunmadığı iddiasına gelince; aksini ispat
edecek yüzlerce mısra gösterebilirdi.9
Yunus artık gündemin ilk sıralarını işgal eden önemli
meselelerden biriydi ve Burhan Toprak’ın 1933,
.....
Abdülbaki Gölpınarlı’nın da 1943 yılında yayımladıkları
divanlar yetersiz görülüyordu. Mükemmel bir Yunus
Yunus Divanı’nın “bizim Divina Commedia’mız” olduğunu
Divanı hazırlayabilmek için Türkiye çapında çok ciddi
söyleyen Burhan Toprak’ın “kriz entelektüel” yaşayan Yunus
bir tarama çalışması yapılmalıydı. Bunun için Maarif
portresinde hümanist çizgiler de vardı. Türk Beşleri’nden
Vekâleti’ne başvuran Halim Baki Kunter, bütün valiliklere
Ahmet Adnan Saygun’un Yunus Emre Oratoryosu’nu
Hasan-Âli Yücel’in imzasıyla bir tamim gönderilmesini
bestelemeye o yıllarda karar vermesinde bu portrenin etkili sağladı. Radyoda da okunan bu tamimde, resmî ve özel
olduğu düşünülebilir. Yunus’la aynı yıllarda ilgilenmeye kütüphanelerdeki divanlarda ve cönklerde Yunus’a ait
başlayan Abdülbaki Gölpınarlı’nın 1936 yılında yayımlanan olduğu belirtilen bütün şiirlerin derlenerek yetkili mercilere
Yunus Emre’nin Hayatı adlı kitabındaki Bektaşî-Batınî Yunus teslim edilmesi isteniyordu.13
da bir hayli hümanist görünür. O da, Burhan Toprak gibi,
divan şiirine acımasızca saldıracak ve Yunus’u Karacaoğlan Hasan Âli Yücel’in tamiminden nasıl bir sonuç alındığı
gibi saz şairleriyle birlikte alternatif olarak gösterecekti.10 bilinmiyor. Ancak Adnan Saygun’un hummalı çalışması
Ömrünün sonuna kadar peşini bırakmadığı büyük şaire, sonuç vermiş ve “sanatların eşsiz koruyucusu Türkiye
dünya görüşündeki değişmelere göre farklı gömlekler Cumhurbaşkanı İnönü’nün yüce varlığına armağan” edilen
biçen Gölpınarlı’nın 1960’lardaki Yunus’u laik, hümanist, Yunus Emre Oratoryosu, Ankara Dil ve Tarih Coğrafya
hatta biraz sosyalist, 1970’lerdeki Yunus’u ise Mevlevî idi. Fakültesi’nin büyük salonunda, 21 Mayıs 1946 tarihinde,
Yunus’ta tasavvufun soyutlayıcı bir felsefe olmaktan çıkıp Reisicumhur başta olmak üzere bütün devlet erkânı ve
insanı ve tabiatı soyutluktan kurtaran bir sistem olarak kordiplomatiğin yer aldığı seçkin bir dinleyici kitlesi
kullanıldığını düşünen Gölpınarlı, soyut Tanrı sevgisinden huzurunda seslendirilmişti. Hasan Âli Yücel, dört gün
yola çıkan Yunus’un somut insan sevgisine ulaştığını sonra da halka açık bir programla ikinci defa seslendirilen
söylüyordu. İnsan sevgisi onda bazan bir sevgiliye aşk, oratoryo için hazırlanan tanıtma kitapçığına yazdığı takdim
bazan halkın tarafını tutmaktı. Yani Yunus’ta sevgi, ilâhî yazısında, Yunus’un Türk ruhunu dile getirmede, yedi asır
aşktan halktan yana oluşa kadar, çok çeşitli şekillerde boyunca, nefesi her sesin üstünde kalmış bir gönül eri
tezahür ediyordu.11 Sonraki yıllarda bazı aydınlarca olduğunu söylüyordu; ona göre Yunus Emre, “dimağlarda
“halkçı ve devrimci Yunus’a” övgüler dizilecek, hatta onun medrese istibdadının fermanferma olduğu devirlerde
“kitapsız, tapınmasız, törensiz, kıblesiz bir inancın adamı” hürriyetin, hürriyetin tanrılaştırılıp kargaşalık doğurduğu
olduğu iddia edilecekti.12 zamanlarda iç inzibatının sığındığı sakin, huzurlu bir
ruh köşesi”ydi.14 Bu temsil münasebetiyle, Türkiye’nin
1940’larda Yunus’a gösterilen ilgi ile devletin uygulamaya çeşitli bölgelerinden getirtilen yazma Yunus divanlarıyla
çalıştığı hümanist kültür politikası arasındaki ilişki, Yunus’tan bahseden kitap ve vesikaların orijinallerinden
üzerinde ayrıca durulmaya değer özellikler taşımaktadır. oluşan bir de sergi açıldı.
9. Toprak, age, s. 22 vd.
10. Abdülbaki Gölpınarlı, Divan Edebiyatı Beyanındadır, İstanbul 1945, s. 137 13. Halim Baki Kunter, Yunus Emre. Bilgiler-Belgeler, Eskişehir Turizm ve
11. Gölpınarlı’nın Yunus’la ilgili yorumları için bk. Yunus Emre ve Tasavvuf, Remzi Tanıtma Derneği Yayınları, Ankara 1966, s. 8 vd.
Kitabevi, İstanbul 1961 14. Ahmet Adnan Saygun, Yunus Emre (Solo, Koro ve Orkestra İçin) Orato-
12. Sabahattin Eyüboğlu, Yunus Emre, Cem Yayınevi, İstanbul 1976, s. 26 ryo 3 Bölüm Op.26, Milli Eğitim Basımevi, Ankara 1946, s. 9
18|MAYIS 2010
Yunus hayranlığının bazı aydınlarda Avrupa ve Amerika’da Raci Temizer ve Hasan Bıçakçı’dan oluşan bir ekip tarafından
faaliyet gösteren Ömer Hayyam kulüplerini örnek alarak 28 Haziran 1947 Cumartesi günü öğleden önce açılmış, bir
Yunus Emre cemiyetleri açma hevesi uyandırdığını da, eli başının altında, bir eli kalbinin üzerinde, bozulmamış halde
bu meseleye Kadınlar Tekkesi adlı romanında ironik bir yatan bir iskelete ulaşılmıştı. Ekipteki uzmanlar tarafından
üslûpla değinen Refik Halit Karay’dan öğreniyoruz: yapılan antropolojik inceleme, bu iskeletin altı yüz yıl kadar
önce, seksen yaşlarında ölmüş Türkmen soyundan birine ait
“Kadehini doldurup hemen yuvarlayan Süha baktı ki olduğunu gösteriyordu.17 Ne var ki bu incelemenin ne kadar
bir edebiyatçı ve sanatçı grubunun içine düşmüş, etrafını uzmanca yapıldığı hep tartışılacak, Yunus’un Karamanlı
çevirenler siyah ipek elbiselerinin büsbütün ince gösterdiği olduğunu ve Karaman’da yattığını savunanlar tarafından, yıllar
ve esmerliklerini cilâladığı taze hanımlar ve birkaç genç sonra, Adnan Saygun ve Kemal Güngör’ün şahitliklerine
erkek... bunlar bir Yunus Emre Kulübü veya derneği başvurularak açılan mezardan aslında on beş iskelet çıktığı,
kurmak niyetinde imişler. Hepsi de şairin hayranı! Küçük bu yüzden büyük bir hayal kırıklığı yaşayan ekip üyeleri
arasında ciddi tartışmalar cereyan ettiği ve “halkın duygularını
hanımlardan biri -İngiliz şivesine kaçan hoş bir telâffuzla-
incitmemek” için hazırlanan olumlu raporu Halim Baki
diyor ki:
Kunter’den başka kimsenin imzalamadığı iddia edilecekti.18
Başka bir iddia da, Konya Evkaf Arşivi’ndeki eski vakıflar
- Bütün dünyada Ömer Hayyam kulüpleri var; neden
defterinde Yunus’un Karamanlılığını açık bir şekilde gösteren
memleketimizde bir tek Yunus Emre cemiyeti bulunma-
kayıtların yer aldığı sayfaların çalındığı yolundaydı.19
sın?
- Bulunmalıdır. Madem ki tekkeler resmen kapalıdır ve Yunus’a tuhaf bir tutkuyla bağlı olan Halim Baki Kunter,
kulüplerin açılmasına müsaade vardır, yeni icaplara uyup Sarıköy’deki mezar açılırken kısa notlar da tutmuştu. Bu
an’anemize devam etmeliyiz, modern tekkeler kurmalıyız. notlar, onun Yunus adı etrafında yeni bir mitoloji yaratma
Yunus’u bilerek, zevkine vararak seven bir gençler gayretini gösteren çarpıcı bir belge niteliği taşımaktadır:
topluluğunun içinde bulunmaktan iftihar ederim. Lokali
nerede olacak bu kulübün? Beyoğlu’nda, yan sokaklarn “Saat 13.00’te gayet açık olan havada birdenbire değişiklik
birinde mi? görüldü. Mihalıççık istikametindeki dağlarda bulutlar
- Evet... peyda oldu. Yakındaki dağlara düşen doludan birbirlerine
- İşte korktuğum bu idi!15 çarpan kemiklerin çıkardığı seslere benzer sesler
duyulmağa başladı. Bu senfoni bir müddet devam etti.
..... Hepimiz bir ürperti içinde bunu dinledik. İskelet tamamen
toprak üzerine çıkmış, yanları da açılmış olduğu bir sırada
Yunus’a karşı kamuoyunda uyanan ilgi, sahiplenme üzerimize doğru bir bulut geldi ve gülsuyu serper gibi hafif
yarışını da hızlandırmış, bu yarışta, vali Daniş Yurdakul’un bir yağışla kemikleri yıkadı. Bizi fazla ıslatmadan, tertemiz
gayretiyle öne geçen Eskişehir’in Sarıköy’ünde bir Yunus yıkanmış olan kemikleri de çamur etmeden kesildi.”20
Emre Anıtı yapılmasına karar verilmişti. Yunus’a ait olduğu .....
iddia edilen türbe demir yoluna çok yakın olduğu için
yeniden yapılması planlanan mezarın biraz geriye alınması Yunus’a ait olduğu iddia edilen kemikler, toprağıyla
gerekiyordu. Güzel Sanatlar Akademisi Süsleme Sanatları birlikte, yeni yerine 6 Mayıs 1949 Cuma günü nakledildi.
Şubesi Şefi Kenan Temizkan tarafından hazırlanan ve Tören, Halim Baki Kunter’e göre izdihama yol açılmaması
Yüksek Mimar Asım Mutlu tarafından çizilen projede, için, başka bir görüşe göre de yönetimin bilinen korkuları
anıt, Türk tarzında bir çeşme olarak tasarlanmıştı. yüzünden radyo ve basın yoluyla duyurulmamıştı. Sadece
Yunus’un kabri bu çeşmenin arkasında daha yüksek bir Eskişehir’de çıkan gazetelerin söz ettiği nakil töreninin
yerde bulunacak, etrafına dikilen servilerle uhrevî bir sessiz sedasız geçiştirilmesi arzu ediliyordu. Bu tedbire
atmosfer yaratılacaktı. Mezarın yüksek tutulmasının bir rağmen tören günü Sarıköy’de toplanan mahşerî kalabalık
sebebi vardı: Çeşmeye su almak için gelen halkı “daimi herkesi hayrete düşürdü. Sandıklı’dan, Bolvadin’den,
surette hürmet vaziyetinde bulundurmak.”16 Bolu’dan, Konya’dan, hatta daha da uzak yerlerden binlerce
insan, yedi yüz yıldır gönüllerinde yaşattıkları şairi yeni
Sarıköy’de anıtın inşası devam ederken Yunus’un mezarı
17. Bu kazı, çıkan iskelet üzerinde yapılan antropolojik inceleme ve hazırlanan rapor
Halim Baki Kunter, Ahmet Adnan Saygun, Kemal Güngör, hakkında bk. Kunter, age, s. 20 vd.
18. Cahit Öztelli, Belgelerle Yunus Emre, Karaman Turizm ve Tanıtma Derneği
15. Refik Halit Karay, Kadınlar Tekkesi, 2.bs., İnkılap ve Aka Kitabevleri, Yayınları, Ankara 1977, s. 67
İstanbul 1964, s. 223 vd. 19. Öztelli, age, s. 45
16. Kunter, age, s. 17 vd. 20. Kunter, age, s. 21
MAYIS 2010|19
Fotoğraf: Levend İSKİT| Ruanda Cumhuriyeti/Gisenyi Seçki: Bahanur GARAN

Beni bende demen bende değilem


Bir ben vardır bende benden içerü

mezarına nakledilirken yalnız bırakmamıştı. Endişe şairin kalın sis perdesi ardındaki hayatı ve şiirlerinin
ne kadar yersizdi! Vakur halk, kendisinden korkanları her türlü yoruma elverişli derinliği, adı ve eseri üzerinde
utandırmış, şairine karşı görevini hiçbir taşkınlığa ve ideolojik kavga vermeyi kolaylaştırıyor. Bu kavga sahici
düzensizliğe meydan vermeden yapmıştı. Halim Baki ilim adamlarının ciddi uyarılarına rağmen devam edip
Kunter, bu beklenmedik ilgiden duyduğu heyecanı, “O gitmektedir.22 Hâlâ herkesin Yunus’un kendine göre!
gün herkes bir ölünün mezarı başında değil, bir ölümsüzün
huzurunda olduğunu hissetti” diye ifade ediyor.21 Bana sorarsanız, bunda şaşılacak bir taraf yok. Her nesil
ve her aydın Yunus’u yeniden keşfedip yorumlayacaktır.
Bu olay açıkça gösteriyordu ki, kaç tane mezarı bulunursa Herkesin Yunus’ta seveceği şiirler ve düşünceler bulması,
bulunsun, Yunus ölmemişti ve sadece Anadolu insanının onun büyüklüğünün bir delili olarak kabul edilmelidir.
değil, Türkçe konuşan bütün halkların gönlünde
yaşıyordu; mezarlar ve makamlar birer sembolden ibaretti.
Ölümsüzlüğü gönüllerde yakalayan Yunus ne diyordu: 22. Prof. Dr. Ahmet Yaşar Ocak’ın Yunus’la ilgili ideolojik yorumlar hakkındaki
eleştirileri mutlaka okunmalıdır: “Türkiye’de Yunus Emre Araştırmaları Üzeri-
nde Genel bir Değerlendirme ve Yunus Emre Problemi”, Türk Vakıf Medeni-
Ko ölüm endişesin âşık ölmez bâkîdir. yeti Çerçevesinde Yunus Emre Semineri, Vakıflar Genel Müdürlüğü, 4-5 Aralık
1991, s. 29-33; “Türkiye’de Kültürel-İdeolojik Eğilimler ve Bir XIII-XIV. Yüzyıl
Türk Halk Sufisi Olarak Yunus Emre’nin Kimliği”, Uluslararası Yunus Emre
Yunus Emre anıtı, Bektaşî rivayetleri esas alınarak Sempozyumu Bildirileri (Ankara 7-10 Ekim 1991), Atatürk Kültür Merkezi,
Sarıköy’e yapılmıştı yapılmasına; fakat ne mezarın yeri, ne Ankara 1995, s. 79-88. Yunus hakkındaki son araştırmaların sonuçlarını da kap-
sayan önemli bir çalışma da Dr. Mustafa Tatçı tarafından yapılmıştır: Yunus
de Yunus’un kimliği konusundaki tartışma bitti! Büyük Emre Divanı I, İnceleme, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1990; Yunus Emre
21. Kunter, age, s. 29 Divanı II, Tenkitli Metin, Ankara 1990
20|MAYIS 2010
MAYIS 2010|21
Ölçünlü Dil
ve Yunus Emre

Dr. Bayram ÇETİNKAYA | Kocatepe Üniversitesi Eğitim Fak. Türkçe Eğitimi Bölümü

T
ürkçe Sözlük’te “Kuralları sözlüklerde ve yazım özellikleri veya farklı diyalektlere ait söyleyiş özellikleri
kılavuzlarında tespit edilmiş, eğitim, hukuk, basın görülebilir. Fakat zamanla bu karışıklık ortadan kalkarak
yayın alanları ile resmî yazışmalarda kullanılan, belirli bir imlaya, standarda kavuşmuş bir yazı dili
işlev ve geçerlilik alanı geniş, sosyal sınıf ve yerel iz taşımayan durumuna gelecektir.
dil türü, standart dil.”1 olarak tanımlanan ölçünlü dil,
belirli bir coğrafyada yaşayan toplumun bir diyalektiğine Türkçenin, Anadolu’da ilk yazılı ürünlerini 13. yüzyılın
dayanır. ikinci yarısından itibaren vermeye başladığı bilinmektedir.
Gerek Horasan’da gerekse Anadolu Selçuklu Devletinde
Toplum içerisinde orta veya üst sınıfın konuşurken ve yazı dili olarak pek varlık gösteremeyen Oğuz Türkçesinin
yazarken kullandığı dilin esas alınarak belirlendiği ölçünlü (KORKMAZ 1973:15) bu ilk yazılı eserlerde kendini
dil (BUSSMANN 1998, 451), yöneticilerin, ülke içindeki hissettirmeye başladığı ve ölçünlü dil olma yolunda
birliği sağlamada gerek duyduğu unsurlar arasında yer ilerlediği görülür.
alır. Genel olarak, çocukluk döneminde yakın çevresinden
ana dilini belirli bir diyalektiğe bağlı kalarak öğrenen Mevcut bir ölçünlü dil karşısında bir diyalektiğin
kişi, ileriki yaşlarda eğitim kurumlarında ölçünlü dille mücadele verip yazı dilinde kullanılan bir ölçünlü dil
tanışmaktadır. Günümüzde medya, bireyin ölçünlü dille olması çok zordur. Oğuz Türkçesinin yazı dilinde kendini
tanışma zamanını daha öne çekebilmektedir. göstermesinde 13. yüzyılın ikinci yarısı ile birlikte
Anadolu’da ölçünlü dili kontrol eden merkezî otoritenin
Toplumun belirli bir kısmı tarafından konuşulan bir zayıflamasının önemli rol oynadığı iddia edilebilir.
diyalektiğin ölçünlü dil olmasında bazı etkenler rol oynar. Selçuklularda olduğu gibi, Anadolu’da ilk zamanlarda
Bunları yaşanılan coğrafya, inanç ve ideolojide değişim, Arapça ve Farsça, yazı dilinde ağırlığını hissettirmekteydi.
başka topluluklarla kültür etkileşimi, yönetimde etkin olan Hedefi “kâfir” toprağının İslamiyet’e kazandırılması olan
boy şeklinde sıralayabiliriz. Nitekim değişik coğrafyalarda Türk, Arap, Acem, Gürcü gibi farklı ulusları barındıran
ve dönemlerde bu etkenler, Türklerin ölçünlü dillerinin bir askerî gücün hepsini kapsayacak şekilde bu iki dilin
ortaya çıkışında ve şekillenişinde belirleyici olmuştur. devam ettirilmesinde ilk zamanlarda herhangi bir
sakınca görülmemiştir (BAYKARA 2000:217-219).
Bir diyalektiğin diğer diyalektlere üstün gelerek ölçünlü dil Fakat zamanla hedefe ulaşıldıktan sonra ve idarenin
olması için kendini yazılı dilde göstermesi gerekmektedir. beylikler tarafından gerçekleştirilmesiyle Arapça ve Farsça
Yazı ile bir diyalektik işlenip yaygınlaşabilir ve ölçünlü dil etkinliğini kaybetmeye başlamıştır.
hâline gelebilir. İlk zamanlarda yani diyalektiğin yazıyla
tanışmasında bazı imla sorunları, bir önceki ölçünlü dilin Türkmen unsuruna dayanan uçlardaki boylar ve onların
beylerinin medrese tahsili görmemeleri Anadolu’daki
1. http://tdkterim.gov.tr/bts/?kategori=verilst&kelime=%F6l%E7%FCnl%FC+
dil E.T. 29.03.2010. Türkçenin, Beylikler dönemindeki öneminin artmasına
22|MAYIS 2010
Yunus’un, okur yazarlığı
olan, belirli bir eğitim
sebep olmuştur (BAYKARA görmüş kesim üzerinde de Yunus’un özellikle ilahi
2000:219). Çünkü mevcut bir etkisi olmuştur. Özellikle türündeki şiirlerinin halk
ölçünlü dilin değiştirilmesinde rol
oynayan etkenlerden biri de halkın
Tekke-Tasavvuf Edebiyatı üzerindeki etkisi
Okuma yazma bilen bilmeyen
büyüktür.

ölçünlü dili soğuk bulmasıdır şairleri üzerinde üslup pek çok kişinin ezberinde olan
(MISES 2006:18). Eğer bir
ölçünlü dil, halkın konuştuğu
ve terminolojideki tesiri bu ilahiler sayesinde Yunus’un
dili de söyleyenlerin ağzına
diyalektten çok yabancı ise ve dikkat çeker. yerleşmiştir. Günümüzde bile dinî
belirli bir çabayla öğrenmiş sınırlı merasimlerde söylenen Yunus’un
sayıda kişi tarafından bilinmekte ilahilerindeki Eski Anadolu
ve kullanılmakta ise yerini toplum tarafından belirlenmiş Türkçesinin ses özelliklerinin devam ettirilişi sevilen,
bir diyalektiğe yerini bırakır. beğenilen edebî eserlerin halkın dili üzerindeki etkisini
ortaya koymaktadır.
İşte böyle bir dönemde Oğuz Türkçesi, özellikle Anadolu’da
yetişmiş, eğitim ve kültür yönünden orta ve üst seviyedeki ‘Işkun aldı benden beni
kişilerce işlenerek bazı eserlerde kendini göstermeye Bana seni gerek seni
başlamıştır. Oğuz Türkçesinin Anadolu’da müstakil bir yazı Ben yanaram düni güni
dili olarak boy göstermesinde ve yaygınlık kazanmasında Bana seni gerek seni
Yunus Emre’nin önemi büyüktür.
Ne varlıga sevinürem
Gerek şiirlerinde ele aldığı konu, gerekse sâde, akıcı ve hoşa Ne yokluga yirinürem
giden üslubu ile pek çok okuyucuyu, dinleyiciyi etkilemiş ‘Işkunıla avınuram
ve şiirlerinde kullandığı diyalektiğin yaygınlaşmasını Bana seni gerek seni (381/1-2)
sağlamıştır.

Yunus’un ele aldığı konular, genel olarak dinî-tasavvufî Gönlüm düşdi bir sevdâya
niteliktedir. Bilinmektedir ki pek çok coğrafyada, dinî Gel gör beni ‘ışk n’eyledi
öğütleri, ilahileri, öğretileri içeren eserler halkın değer Başumı virdüm gavgâya
verdiği, koruduğu eserler olmuş ve bunlarda kullanılmış Gel gör beni ‘ışk n’eyledi
olan diyalektler, diğer diyalektler üzerinde bir üstünlük
Ben yürürem yana yana
elde etmiştir. Yunus’un, dönemin karışık ve sıkıntılı
‘Işk boyadı beni kana
Anadolu’suna uygun olarak, ele aldığı dinî, tasavvufî
Ne ‘âkilem ne dîvâne
konular halkın anlayabileceği sadelikte ifade edilmiş,
Gel gör beni ‘ışk n’eyledi (404/2)
tasavvufi görüşler dile getirilirken o zamanki Türk dili
ve terminolojisi esas alınmıştır. Yunus, şiirlerinde, dili en
Yunus’un, okur yazarlığı olan, belirli bir eğitim görmüş
sade biçimde kullanmasına karşın yüksek bir tefekküre
kesim üzerinde de etkisi olmuştur.Özellikle Tekke-Tasavvuf
ulaşmıştır. (TATÇI 1997:113)
Edebiyatı şairleri üzerinde üslup ve terminolojideki tesiri
dikkat çeker. Yunus mahlasını kullanarak Yunus Emre
Ezelîden dilümde uş Tanrı birdür Hak’dur Resûl
tarzında şiirler yazan şairlerin görülmesi, bazı şiirlerinin
Bunı böyle bilmeziken bir ‘aceb makâmdayıdum
şerhlerinin yapılması (TATÇI 1997:620-641) okur-
yazar kesim üzerinde Yunus’un yaptığı etkiyi göstermesi
Kalû belâ söylenmedin tertîb düzen eylenmedin
yönünden önemlidir.
Hak’dan ayru degülidüm ol ulu dîvândayıdum (168/2-3)

Kaynakça:
Bu vücûdum şehrine bir dem giresüm gelür 1. BAYKARA, Tuncer, (2000). Türkiye’nin Sosyal ve İktisadî Tarihi (XI-XIV.
İçindeki sultânun yüzin göresüm gelür Yüzyıllar), Türkiye Diyanet Vakfı Yay., Ankara.
2. BUSSMANN, Hadumod, (1998). Routledge Dictionary of Language And
Linguistics, Routledge, London.
İşidürem sözini göremezem yüzini 3. KORKMAZ, Zeynep, (1973). “Yunus Emre ve Anadolu Türkçesinin
Yüzini görmeklige cânum viresüm gelür (46/1-2) Kuruluşundaki Yeri”, Türkoloji Dergisi V/I, Ankara, s. 13-19.
4. MISES, Ludwig von,(2006). Nation, State, and Economy, Liberty Fund,
Indianapolis.
5. TATÇI, Mustafa, (1997). Yunus Emre Dîvânı I-IV, MEB Yayınları, İstanbul.

MAYIS 2010|23
Yunus Emre’de
İnsan ve Unsurları 1

Doç. Dr. Bayram DALKILIÇ |Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fak. Öğretim Üyesi

Y
unus Emre, şiirlerinde, insanın yaratılmasından hak nazargâhıdır”3 diyerek insandaki nur kısmının Allah’ın
önce ve yaratıldıktan sonraki durumunu izah eden nazargâhı olduğunu belirtmekte; yine bu hususu “aşıklar
sözler söylemiştir. O, insanın ruh ve bedenden için ölüm olmayacağını çünkü cânın ilâhî olduğunu”4
müteşekkil olduğunu kabul etmektedir. O’na göre ruh ve söylemekle açıkça belirtmektedir.
beden nedir? Bunların safhaları var mıdır? Varsa bunlar
nelerdir? Yunus Emre’nin bu konulardaki görüşlerini Yunus Emre, “Kâlû belâ denmeden kadimden bile idik, Key
ortaya koymak için, önce ruh sonra da beden konusunu (iyi) anlagıl neydiğin, bilişlik kandadır”5 demekle de “Elest
izah etmeye çalışacağız. bezminden de önce Allah’la tanışıklık-bilişlik halinde
olduğunu savunmaktadır. Bu durum, O’nda, yukarıda
1- Ruh: söylediğimiz gibi, insanın daha “Allah katında bir nur”
Ruh, can, nefis, cebrail, mücerred insan latifesi, künhünü olduğu zamanki durumudur. Tabiatiyle bu durum, O’nun
için Allah-insan münasebetinin en önemli ve en dikkat
idrak mümkün olmayan bir şey olup, hayvanlarda, bitkilerde
çekici bir safhasıdır. Bu durumda insan, daha henüz nur
bulunduğu şekliyle bunların diri olmalarını sağlayan güçtür.
halindedir. Allah’ın varlığından ve birliğinden haberdardır.
İnsanda da maddî ruh, nebatî ruh, hayvanî ruh bulunup,
O’nun şiirlerinde bu vaziyet, Allah-İnsan birliğinin ifadesi
buna ilaveten insanî ruhun, yani insanı insan yapan, Allah
gibi görünmektedir. Ancak, dikkatli bir bakışla, her ne
tarafından üfürülen ruhun bulunduğu1 zikredilmektedir.2
kadar Allah-İnsan birliği kasdedildiği düşünülebilir ise de,
insanın bu safhada, bu haliyle bile Allah’ı bilmesi, birlemesi
Yunus Emre, şiirlerinde ruh kelimesini kullandığı gibi, ve aşkınlığını kabul etme durumunun da ifade edilmeye
çoğunlukla da ruh için “can” kelimesini de kullanmaktadır. çalışıldığı sezilebilmektedir. Bu safhada henüz yaratılmış
Öyleyse ruh veya can, O’na göre nedir? Ve insan ruh şekliyle bir âlem yoktur. O’nun için Yunus’ta Allah-İnsan
halindeyken ne durumdaydı. münasebeti, Allah-Âlem münasebetinden daha önemli ve
önceliklidir.
Ruh, Yunus’a göre öncesiz midir? Sonradan mıdır? Yunus,
bu konuda ruh’un Allah katından bir şey olduğunu Yunus’a göre, ruh, insan bedenine verilmeden önce veya
belirtmektedir. Ancak, O’nun şiirlerinde Allah’la beraber kendisine beden giydirilmeden önce, hep Allah’ı bilmekte,
bulunan kadim bir ruh anlayışı yoktur. Gerçi o, şiirlerinde, Allah’la beraber bulunmaktadır. Ancak, Allah’la beraber
başlangıçtan beri Allah’la birlikte olunduğunu, sık sık dile bulunma hali, ruh’un, yani canın arzusu, Allah’ı bilme,
getirmektedir. Ancak, O’nun bundan kastı; insanın daha tanıma aşkınlığını kabul etme olduğu ve bu arzu daimi
dünyaya gelmeden yani bedeniyle birlikte yaratılmadan olarak gerçekleştiği içindir. Bundan dolayı, bu hali ifade
önce, “Elest Bezmi”nde ruh yönüyle Allah’ı bilme ve ederken, “ezeli biliş”, “birlik”,6 “ezelî birlik”7 tabirlerini
Allah’ı tanıma hadisesidir. O, bedensel yaratma olmadan kullanmaktadır.
önce, insanın “Nur” özelliğine dikkat çekmiştir: “Nazar kıl 3. Yunus Emre, Dîvân, 33/3, (Haz. Mustafa Tatçı) Ankara – 1991. (Bölü
çizgisinin üstündeki rakam şiir numarasını, alttaki rakam ise beyit sayısını
bu gevhere, ya bu bir gizli nura, Nur kaçan yavu vara, Çün gösterir.)
4. Yunus Emre, Dîvân, 33/1
1. Bkz. Bayram Dalkılıç, Yunus Emre’de Allah – Alem – İnsan Münasebeti, 5. Yunus Emre, Dîvân, 33/4
Konya, 2004, s. 123-131 6. Yunus Emre, Dîvân, 33/6-7
2. S. Uludağ, Tasavvufî Terimler Sözlüğü, s. 400, İstanbul, 1991. 7. Yunus Emre, R. Nushıyye, 2/6-7, Hulusi Efendi Matbaası, İstanbul-1340
24|MAYIS 2010
Ruh, bedeniyle birlikte yaratılmadan önce, insanın tek Ruh (can) açısından, bedenden ayrıldıktan sonraki yönüyle
önemli unsuru olduğu gibi, bedeniyle birlikte yaratılınca Canın gerçek arzusu olan Allah, bedenle birlikteyken
da onun en önemli bir unsurudur. Yunus, bunu şiirlerinde de insan tarafından farkedilip, aynı şekilde canın arzusu
sık sık dile getirmektedir. İlk insanın yaratılmasında yerine getirilmeye çalışılmışsa, ebedî olarak İnsan-Allah
bedeni (sûret) oluşturan unsurlar hazır olduktan sonra, birlikteliği devam edecektir. Yani, canın önceki durumu,
ruhun (can) bedene giydirilmesiyle, sûret pür-nur olmuş bedenden ayrıldıktan sonra da sürecektir. Yoksa, insan,
ve bundan dolayı sevinmiş ve Allah’a şükretmiştir.8 Allah’a kalbolmuş (dönüşmüş) veya ilahlaşmış demek
değildir.
Can, bedene dâhil olduktan sonra, hep bedende mi
kalacaktır? Yunus Emre, ruhun bedende misafir olduğunu, Ruh’un durumunu bu şekilde ortaya koyduktan sonra,
zaman gelince bedenden ayrılacağına, devamlı bedenle insanın ikinci önemli unsuru olan Beden’i yahut Yunus
birlikte olmayacağına inanmaktadır. “Canlar baki değil Emre’de sıkça zikredilen şekliyle Sûret’i ele almaya
tende, bir kaç gün geze durur”9 sözleri bu inancın çalışalım.
ifadesidir.
Yunus’a göre, can, 2- Beden:
Madem ki can, dâima bedende zamanı gelince bedenden Yunus Emre, beden kelimesini
kalmayacaktır. O halde, bedenden kullandığı gibi, zaman zaman
ayrıldıktan sonra yok mu olacaktır? ayrılacaktır. Çünkü “buyruk vücûd, cisim, ten kelimelerini
Eğer yok olmıyacaksa ne olacak ve öyle gelmiştir”. Bedenden de kullanmaktadır; genellikle
nereye gidecektir? ayrıldıktan sonra da yok de beden için “sûret” kelimesini
zikretmektedir.14
Yunus’a göre, can, zamanı
olmayacaktır. Çünkü O’na
gelince bedenden ayrılacaktır. göre, “can ölmez.” Can O halde, beden nedir? Ne gibi
Çünkü “buyruk öyle gelmiştir”.10 neden ölmez? Yunus’a özellikleri vardır? Bedeni oluşturan
Bedenden ayrıldıktan sonra da yok göre, “Can nurdandır.” unsurlar nelerdir? Bu unsurların
olmayacaktır. Çünkü O’na göre, özellikleri nelerdir?
“can ölmez” Can neden ölmez?
Dolayısıyla nurdan olan bu Yunus’a göre beden, canın âleti,
Yunus’a göre, “Can nurdandır.”11 can ölmeyecektir. Bedenden sûret can menzilidir.15 Cismi kâim
Dolayısıyla nurdan olan bu can ayrılınca nereye gideceği tutan ancak candır, ruhtur.16 Yani,
ruh olmadan beden hareketsizdir.
ölmeyecektir. Bedenden ayrılınca sorusuna gelince; artık Can, Dolayısıyla beden, ruhla hayat
nereye gideceği sorusuna gelince;
artık Can, Hakk’a kavuşmuştur.
Hakk’a kavuşmuştur. bulmakta, hareketlilik kazanmaktadır.
Can, bedenden ayrılınca; “Sorucu
Ruhu bedene havale edip yerleştiren kimdir? Böyle birisi
gelir yer yırtıp, sorar Tanrı’n kimdir diye. İş bu canım onu
yok da, ruh kendiliğinden mi sûrete gelip yerleşmiştir?
duyup, sünüklerim (kemikler) sıza durur”12 Bu sözleriyle
Yunus Emre, ruhun kendiliğinden bedene girdiğini ortaya
Yunus, kabir sualine işaret etmekte, ruhun suale muhatap
koyan bir görüş içinde bulunmamaktadır; O, bu işin üstün
kılınacağını, yine bununla birlikte bedenin de durumu
bir güç tarafından yapıldığına inanmaktadır. O güç de
hissedeceğini vurgulamak istemektedir.
Allah’tır. “Padişahlar Padişahı ol Banî, Emr ile veribidi
bize canı17 sözü bu inancın ifadesidir.
Bedenle birlikte varolmadan önceki, Allah’ı bilen, birleyen
can, aynı şekilde bedenle birlikte önceki durumunu devam Yunus’a göre, bedeni meydana getiren bir takım unsurlar
ettirirse, bedenden ayrıldıktan sonra da Allah’la birlikte ve mevcuttur. Bu unsurlar “Anâsır-ı erbaa” diye bilinen
ebedî olacaktır. Yunus Emre, bunu şöyle ifade etmektedir: toprak, su, ateş ve havadır. “Niteliğim soran işit hikayet”
“Ey Tanrı’yı bir bilenler, can(ı) Hakk’a kurban kılanlar, ölü diye başlayan şiirinde, bu dört unsurun sûreti, meydana
değildir bu canlar, aşk gölünde yüze durur”.13 getirdiğini belirtmekte, bu dört nesnenin de birbirine
muhalif dört şey olduğunu açıklamaktadır.18
8. Yunus Emre, Dîvân, 72/3
9. Yunus Emre, Dîvân, 87/5 14. Yunus Emre, Dîvân, 18/1, 34/1, 94/4, 252/6
10. Yunus Emre, Dîvân 158/2 15. Yunus Emre, Dîvân, 25/2, 34/1
11. Yunus Emre, Dîvân, 379/5 16. Yunus Emre, Dîvân, 90/2
12. Yunus Emre, Dîvân, 72/4 17. Yunus Emre, Dîvân, 379/1
13. Yunus Emre, Dîvân, 72/5 18. Yunus Emre, Dîvân, 18/1-2
MAYIS 2010|25
Risâletü’n-Nushıyye’nin
başında, Allah’ın ilk insanı
yaratmasından bahsederken,
önce toprağın getirildiğini,
sonra suyun hazır olduğunu,
havanın da yerleştirilmesinden
sonra ateşin cismi kızdırdığını
ve artık kızarınca can verildiğini
açıklamaktadır.

Risâletü’n-Nushıyye’nin başında, Allah’ın ilk insanı


yaratmasından bahsederken, önce toprağın getirildiğini,
sonra suyun hazır olduğunu, havanın da yerleştirilmesinden
sonra ateşin cismi kızdırdığını ve artık kızarınca can
verildiğini açıklamaktadır.19 Dîvân’da da dört unsura dair
sözleri yer almaktadır. Mesela: “Odu su ve toprağı yeli,
Onun ile bünyad eyledi teni”20 ve “Toprağı kadarladı,
sûreti hat bağladı, Durgurdı dört aleti, adını insan eyledi”21
demektedir.

Bedeni meydana getiren bu dört unsur, ezelî midir, yoksa


hâdis midir? Yunus Emre, bu hususta açıklayıcı bilgi
vermemektedir. Ancak, O’nun düşüncesinde tek ezelî varlık
vardır; o da Allah’tır. Bundan dolayı, O, dört unsurun ezelî
olmayıp, sonradan var kılındığına inanmaktadır. Ancak, o
sûretin toprak ya da diğer unsurlar olduğunu, salt bunlara
dayandığını da kabul etmeyen tutum sergilemiştir, “Sûret
topraktır diyeni, gönlüm kabul etmez onu, bu toprağın Fotoğraf: Levend İSKİT| El Salvador
cevherini Hazret’e irgürdüm ahî”22 diyerek toprağın da
ötesinde sûreti oluşturan bir cevherin bulunduğunu ve bu
cevheri Hazret’e (Allah) dayandırmakla, gerek toprağın aslı
gerekse yaratma vechesiyle ilâhî bir durumun, kendince en
önemli şey olduğunu vurgulamaktadır.

Beden, daimi ve ebedî olarak devam edecek midir? Yoksa


O, fânî olup bir gün yok olacak mıdır? Yunus, bedenin fâni
olduğuna inanmakta, ebedî olduğunu kabul etmemektedir. Beden, mutlaka ruh tarafından terkedilecek midir?
Ruhun kendisine verilmesiyle hareketlenen beden, yine Yunus, bu hususta, ruhun kesinlikle bedeni bırakacağına
ruhun kendisini terketmesiyle fenâ bulacaktır. “Ten inanmaktadır. Aslında, ruhun bedeni terk etmesi, acayip bir
fânidir”, “ölür ise ten ölür”23 ifadeleri Yunus’un bedenin şey değildir. Çünkü “dosttan, Allah’tan haber geldiğinde,
faniliğine dair olan inancını ortaya koymaktadır. buyruk gereği” bu iş olmaktadır.24
19. Yunus Emre, R. Nushıyye, 2/2-4
20. Yunus Emre, Dîvân, 379/2 Yunus Emre, ruhun bedene verilmesiyle meydana gelen
21. Yunus Emre, Dîvân, 358/3
22. Yunus Emre, Dîvân, 370/4
insanın Allah tarafından yaratıldığını, belli bir müddet
23. Yunus Emre, Dîvân, 158/2 24. Yunus Emre, Dîvân, 87/1-5
26|MAYIS 2010
Seçki: Bahanur GARAN

Cümle yaradılmışa bir göz ile bakmayan


Halka müderris olsa hakîkatte âsîdir

âlemde kaldıktan sonra yine ruhunun bedenden koparılarak değişik derecelerde yer almaktadırlar. Buna göre, insanı
dünya âleminden ahiret âlemine intikal ettirildiğini kabul insan yapan insanın sıfatları nereden kaynaklanmaktadır ya
etmektedir. O, ruhun arzusunun maddî âlem olmadığına da nereden beslenmektedirler? Bu husus, başka bir başlık
inandığından, bedende olduğu haliyle bile ruhun daima altında ele alınması gereken ayrı bir yazının konusudur.25
ilahî aşkla dolup taştığı için, nefsin isteklerine uyarak
bu dünyada kalma arzusuna şiddetle karşı çıktığını
belirtmektedir. Ama insanların bu konuda hep aynı
başarıda olmadığını da kabul etmektedir. Ona göre, 25. Bkz. Bayram Dalkılıç, Yunus Emre’de Allah – Alem – İnsan Münasebeti,
insanlar, sıfatları ve fiillerinin gerektirdiği ölçüde değişik Konya, 2004, s. 131- 136
MAYIS 2010|27
Yunus’tan Modern İnsana,

Sevgilerle
Burak KILIÇ |Muhabir

Ben burda seyreder iken


Acep sırra erdim ahi
Bir siz dahi sizde görün

Ç
ağlar boyunca Anadolu’dan gelip geçen ya da bu tabiat tarafından söylenildiğine inanılırmış.
topraklarda kalıp yerleşen halklar, bin bir çeşit Hikayeyi çocuk aklımla dinlediğimde Molla Kasım’a çok
kültürü bir araya getirerek, öz kültür dinamiklerini kızdığımı hatırlıyorum. Elden giden şiirler için bir süre
katarak yoğurdukları bu hamuru yeryüzündeki en canlı üzülmüştüm. Ancak Yunus’un şiirlerinin biz insanlar
sanat eserine dönüştürdüler. Yunus Emre işte bu muhteşem kadar kâinattaki diğer canlıları da muhatap aldığı fikri çok
terkibin özüdür. sonraları beni teselli etmişti.

Otoritelerin zamana ve insanlığa mal olan şahsiyetler İnsan ve doğa arasındaki hassas uyumu çok iyi bilen
arasında saydığı Yunus’u; Mevlana, Hacı Bektaş ve diğer Yunus, hikâyede bu muhteşem dengenin koruyucusu
gönüldaşlarından ayıran belirgin bir özellik öne çıkar. O, olarak karşımıza çıkıyor. Kıssanın asıl muhataplarının ise
farklı inanış ve kültürlere sahip toplumda çok az kişiye nasip biz insanlar olduğu muhakkak. Efsane bu şiirlerin her
olan bir kabul görmüşlüğe sahiptir. Edebiyat ve tarihin tozlu birinin bizlerin ruhi hastalıkları için yazılmış reçeteler
sayfalarını karıştırdığımızda, hem Alevi-Bektaşi, hem de olduğunu anlatıyor. Rüzgar ve su kendilerine sunulan
Sünni Batıni geleneğin sahip çıktığı tek şahsiyet olduğunu şiirleri ne ölçüde değerlendirdiler bilinmez. Ancak biz
görürüz. Kendine has üslubuyla sade bir Türkçeyle şiirler insanlar, günümüzde muhtaç olduğumuz değerleri bir bir
söyleyen Yunus, eserlerine tabiat ile insan arasındaki derin tüketirken, bu reçetelere çok daha ihtiyacımız var. Zira
bağı en güzel şekilde yansıtır. Belki de bu yüzdendir ki, etten ve kemikten oluşan insanın beden sağlığının yanında
13. yüzyılda yaşayan ve sayılı eser ortaya koyan Yunus’un bir de ruh yapısı ve ruhi sağlığı söz konusu. Özellikle
hayatı efsaneleşmiş, eserleri çeşitlenip sayısız hale gelmiş yaşadığımız zamanda beden sağlığına önem veren insanın
ve asırlarca dilden dile, gönülden gönüle söylenegelmiştir. ruhi sağlığını hiç dikkate almadığını görürüz.
Çocukluğumda annemden dinlediğim bu efsanelerden
belki de en ilginci hayal dünyamda yankı bulan bir kıssa İşte Yunus’un eserleri bize, bu çok üzerinde durulmayan
idi. Menkıbeye göre Yunus vefat ettikten sonra ortaya çıkan konuda bir deniz feneri görevindedir.
ve zamanın kadısı unvanını taşıyan Molla Kasım adında
bir zat, Sakarya ırmağının kenarında Yunus’a ait şiirleri Çağlar önce yazılmış şiirlerin bugünün insanına ne faydası
şeriat gözlüğüyle okuyup yargılamaya kalkmış. Okuduğu olur?’ denebilir. Ancak bu şiirleri biraz dikkatli ve onun
dizelerdeki batıni ve tasavvufi unsurları anlamayan Kasım, tarif ettiği ‘gönül gözü’yle okursak, zamanüstü anlam ve
beğenmediğini yırtıp atmış. Ta ki Yunus’un ‘Aşık Yunus derinlikten muhatapların biz modern insanlar olduğunu
bu sözü, eğri büğrü söyleme/ Seni sigaya çeker bir Molla anlarız. Bunun yanında Yunus’un yaşadığı sanılan 13.
Kasım gelir’ dizesine kadar. Bu esnada Yunus’a ait şiirlerin yüzyılın toplum ve birey psikolojisi incelendiğinde o
üçte biri Sakarya ırmağına, üçte biri de rüzgara karışmış. dönemle günümüz toplum ve birey psikolojisi arasında
Biz insanlara da üçte birlik kısmı kalabilmiş. O zamandan müthiş benzerlikler göze çarpar. Yunus’u belki de en
beri ırmağa karışanların balıklar, rüzgâra savrulanların çok anlayanlardan biri ondan asırlar sonra yaşamış bir
28|MAYIS 2010
Nefsinin rehberliğinde sadece onun isteklerini yerine getiren insana Yunus,
“Önce nefsini tanı.” der. İnsanoğlu için en büyük tehlikenin nefisten
geldiğini söyler. Globalleşen ve kapitalist düzen çarklarının yaşamın
ortasına iyice kurulduğu günümüzde, iki yakasını bir araya getiremeyen
insanlara açık ve anlaşılır reçeteler sunan Yunus, nefisten gelecek tehlikelere
karşı sürekli uyanık olmanın gerekliliğine vurgu yapar.

hemşehrisi Eskişehirli Prof. Dr. Mehmet Kaplan’dır. Modern insanın hastalıklarından açgözlülük, Yunus’un en
Türk edebiyatına büyük emekler veren ve önemli eserler çok üzerinde durduğu kavramlardan biridir. Açgözlülüğün
kazandıran Kaplan, şüphesiz Yunus’un hemşehriliğini büyük bir zaaf olduğunu belirtirken, bu hastalığı savaş
layıkıyla yerine getirdi. O, Yunus’un Türk edebiyatında sebebi sayacak kadar önemser. Güçlü tamahkârlık ordusunu
hak ettiği yeri alması ve insanların o hazineyi görmesi ancak Burak atlara binen kanaat erlerinin yenebileceğini
için elinden geleni yapmıştı. Çünkü Kaplan, ondaki anlatır.
bu reçetelerin çağlar üstü olduğunun bilincindeydi. Bu
nedenle, yazdığı çok sayıda makale, deneme ve incelemede Ulu oğlu Tama eyi iş etmez
Yunus’tan çok sayıda örnek kullanmakla kalmamış onu Cihan mülkü onun olursa yetmez
kendine bir rehber olarak seçtiğini söylemişti. İnsanın …
maddi ve manevi, yani materyalist ve uhrevi yönlü iki Tama hapsına düştüm çıkamazım
kanatlı bir varlık olduğunu bilen Kaplan, bu iki kanadın Katı berktir duvarı yıkamazım
dengede tutulması gerektiğini düşünüyordu. Bunun için …
o, üstat olarak; dünyevi ve materyalist yönü için batılı Bin er donludur Tama çerisi
fikir adamı Alain’i, uhrevi ve manevi dinamikleri için de Mübarizdir bahadır her birisi
Yunus’u seçti. …
Çağırdı muştucu geldi kanaat
Kendini ‘modern’ olarak tanımlayan günümüz insanı, Harir donlar giyer biner Burak at
sıkıntılar içinde yaşar. Dünya namına bir eksiği olmasa bile …
can sıkıntısından dem vurur. Mutluluğun sırlarını kendisi Tama’dan kurtarırlar ili şehri
için sonu felaketle biten yanlış yollara girerek arar. Mal Sıdılar leşkerin cebrü vü kahri
mülk, çoluk çocuk ve dünya endişesi yüzünden gözüne
uyku girmez. Bu endişeler onu beraberinde adı hırs, nefret, Yunus’un sıkça üzerinde durduğu açgözlülük modern
ikiyüzlülük, kıskançlık ve açgözlülük gibi birçok hastalığa çağda yine güçlü şekilde karşımıza çıkıyor. Öyle ki
sevk eder. açgözlülük çağın hastalığı olarak bilinen ‘can sıkıntısı’nın
birinci sorumlusudur. Yunus’a göre bu hayat geçici olsa da
Nefsinin rehberliğinde sadece onun isteklerini yerine anlamsız değildir. Dünyaya dalarak ruhun gıdasını ihmal
getiren insana Yunus, “Önce nefsini tanı.” der. İnsanoğlu etmemeyi öğütleyen Yunus, dünyadan tamamen el etek
için en büyük tehlikenin nefisten geldiğini söyler. çekerek de iç huzura erişilemeyeceğinin altını çizer.
Globalleşen ve kapitalist düzen çarklarının yaşamın
ortasına iyice kurulduğu günümüzde, iki yakasını bir araya Dünya benim rızkımdırır
getiremeyen insanlara açık ve anlaşılır reçeteler sunan Kavmi benim kavmimdirir
Yunus, nefisten gelecek tehlikelere karşı sürekli uyanık Her dem benim yargım yürür
olmanın gerekliliğine vurgu yapar. Çözüm yolunu da Yargıyı candan tutaram
bizzat kendi üzerinde gösterir. Onun eserlerinde salt kuru …
öğütlere yer yoktur. Doğru ve yanlışları kendi yaşayarak Onsuz olursam ölürüm
gösterir. İnsanın kendi kendini sorgulamasının önemine Onunla diri olurum.
dikkat çeker.
Evrendeki her taşın bir yaratılış sebebi vardır. Yunus
Siyaset meydanında tabiat-insan-tanrı arasındaki büyük resmi görenlerdendir.
Galebeden bakan ol Eserlerine bu resim kusursuz şekilde yansır. İnsan doğadan
Siyaset kendi olmuş ayrı bir varlık değil aksine onun bir parçasıdır. Gönül
Girmiş meydan içinde gözüyle kâinata bakan Yunus, onun sırları ve müthiş
MAYIS 2010|29
güzelliği karşısında hayranlığını gizleyemez. Bizden bu Yeri gelir bulutlarla, dağlarla dertleşir. Sevgi ve hüznünü
manzarayı görecek bir göz ister. Ancak bu bakış hayatın onlarla paylaşır.
sırrına vukufiyetle ortaya çıkabilir. Batıni inanç sistemindeki
ene-l hak düsturundan izler görülen eserlerinde hayatta Karlı dağların başında
mutlu olmanın yolunu göz önüne serer. Salkım salkım olan bulut
Saçın çözüp benim için
Böyle latif bezeniben Yaşın yaşın ağlar mısın
Böyle şirin düzeniben
Göğe doğru uzanıban Yunus, zaaflarının pençesinde olan günümüz insanına
Dilek nedir neye muhtaç ‘endişe şehrinden daşra’ bir yol tarif eder. O, insanları
endişe şehrinden dışa davetinde haklıdır. Çünkü kısa ve
Hayatı bu sır gözüyle gören insan, yaşadığı her anın sonlu olan dünya hayatının sonunda yepyeni bir ebedi
kıymetini bilecektir. Ancak günümüz insanı tabiat-insan- hayat başlar. İnsan kısa ve fani olan dünya hayatı için öz
tanrı üçlemesinden tabiatı yok etmenin eşiğinde. Herhalde değerlerinden taviz vermemelidir. Yunus dizelerinde alem
insan Yunus’un bahsettiği gözle dünyaya baksaydı bugün gibi insanın da sonsuz olduğunu anlatır. Ölecek ve yok
küresel ısınma olmaz, tabiattaki canlı türleri tükenmezdi. olacak sadece hayvandır.
Ancak insanoğlu, belki de baktığında hayatın sırrını
görebileceği tek resmi, yırtıp atmış durumda. Doğa-insan Ölür ise ten ölür
bağlantısını önemle vurgulayan Yunus, şiirlerinde tabiata Canlar ölesi değil
olan aşkını da masalsı bir dille anlatır. Doğayla iç içeyken
insanların eliyle dolap yapılan bir ağaca söz verir. Derdini Esasen onun gösterdiği bu yol, insanı selamete ulaştıracak
dinler. tek yoldur. Zira çok mala tamah etmeyen ve kendini
sürekli hesaba çeken bir insan, nefsi endişelerden de
Beni bir dağda buldular uzaklaşacak dolayısıyla sakinleşerek bir yerlere yetişme
Kolum kanadım yoldular telaşına düşmeyecek, gönül yıkmayacaktır.
Dolaba layık gördüler
Derdim vardır inilerim
Bir elif tahsil eden
Münezzehtir alemden
Endişe ikliminde
Niçin düşüp gezerim

Şüphesiz hatasız kul olmaz. Yunus da insanın


hatalarından dönebileceğini bunun da doğru insan
olma hedefiyle mümkün olabileceğini söyler. Ama
önce pişmanlık şarttır. Böylece nefsine karşı kendini
korumaya muktedir olabilir.

Doğruluk mancınığı
İstiğfar taşı ile
Doğru vardı atıldı
Yıkıldı nefs kalesi

İnsanın iç hesaplaşması ise kolay değildir. Nefsi onu


rahat bırakmaz. Onu bu yoldan çıkarmak türlü oyunlar
kurar.

Yüz bin riya çerisi


Bilin vardır bu yolda

Yunus, sıkıntı çeken ve bunu kadere ya da başka sebeplere


yükleyenlere de sitem eder. Herkesin mücadele ederek
bu yolu yürüyeceğini dile getirir.

Hırkanın ne suçu var


Sen yoluna varmaz isen
Yunus Emre Heykeli, Odunpazarı Mevkii Fotoğraf: Can Düz

30|MAYIS 2010
Fotoğraf: Levend İSKİT| Laos Seçki: Bahanur GARAN

Bencileyin gören kişi ben sevdiğimin yüzünü


Deli ola dağa düşe yavu kıla kendözünü

İnsanın müthiş bir güce ve güzelliğe sahip olduğunu onun en büyük başarısı insan üstündedir. Aşk yenilenmedir.
vurgular. Âşık olan insan asla yorulmaz ve yaşlanmaz. Adeta her an
yeniden doğar.
Bilemedin sen seni
Sedefte ne cevhersin Biz sevdik âşık olduk
Sevildik maşuk olduk
Etrafında sayısız düşmanı olan ve bunlarla mücadele Her dem yeni doğarız
etmek zorunda kalan insan zamanla yorgun düşüp atalete Bizden kim usanası
ve umutsuzluğa kapılabilir. Yunus bu sorun için de insana
büyük bir enerji verecek kaynağı, tükenmez destek gücünü Yunus da bir âşıktır. Onu çağlar boyunca vazgeçilmez ve
açıklar: Aşk. usanılmaz kılan bu aşktır. O bir adım daha atar ve bize
çağlar öncesinden aşksız insanın hayvan olduğunu söyler.
Denizleri kaynatır Ruhi hastalıklar için birer ilaç hükmündeki şiirlerini
Mevce gelir oynatır sunar. Ancak bu zaman üstü sırrı sadece âşık olanlar
Kayaları söyletir anlayabilecektir.
Kuvvetli nesnedir aşk
Aşksızlara verme öğüt
Aşk öyle bir güçtür ki tabiata bile söz geçirebilir. Ancak Öğüdünden alır değil

MAYIS 2010|31
Yunus Emre Külliyatı
Mustafa Tatçı

Ceren OĞUZ |Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Türk Dili Yüksek Lisans Öğrencisi

E
debiyatımızda bugüne kadar Yunus Emre ile ilgili adlandırılmıştır. İlk bölümde olduğu gibi bu bölüm de
olarak hayatı hakkında da eserleri hakkında da alt başlıklar şeklinde hazırlanmış, eserler, eserlerin şekil
azımsanmayacak derecede çalışma yapılmıştır. Biz yapısı, dili ve sanatı ayrı ayrı ele alınmıştır. Bu alt başlıklara
bu yazıda Yunus Emre’yi konu alan bu çalışmalardan en bakacak olursak; ilk sırada eserlerine değinen Tatçı,
geniş kapsamlı olanlarından birisine, Mustafa TATÇI’nın Risaletü’n-Nüshiyye ve Divan isimleriyle olmak üzere
Yunus Emre Külliyatı adını verdiği 6 ciltlik çalışmasına Yunus’un bilinen iki eserini ayrı başlıklarla sunmuştur. İlk
değineceğiz. eser olarak Risaletü’n-Nüshiyye’den bahsedilen bölümde,
eserin yazılış tarihi, türü, nazım şekli gibi özellikleriyle
Cilt 1 birlikte beyit sayısı, vezni ve eserin mahiyeti de yer almıştır.
Yunus Emre Divanı İnceleme – Metin Yunus’un ikinci eseri Divan ise çalışmada daha geniş yer
Eserin başında yer alan Sözbaşı’nda Mustafa Tatçı, Yunus tutmuştur. Yunus’un yaşadığı döneme ait bir yazması
Emre Divanı, İnceleme – Metin adını taşıyan araştırmanın bulunmadığı için bilinen yazmalarının en eskilerinden
Yunus Emre Divanı ve Divan’ın dini – tasavvufi tahlilleri sekizine kısaca değinilmiştir. Bunların yanında Divan
üzerine olduğu söylenmiştir. Yine aynı bölümde çalışmanın ile ilgili olumsuz hususiyetlerle günümüz harfleriyle
hazırlık aşamalarından ve hazırlanışından bahsedilmiş neşredilmiş Divan çalışmalarından bahsedilmiştir.
sonuna da teşekkürler eklenmiştir. İçindekiler ve
kısaltmalar bölümlerinden sonra yer alan “Yunus Emre’nin İkinci bölümde yer alan bir diğer alt başlık ise “Divan’ın
Yaşadığı Çağın Siyasi ve Kültürel Durumu” başlığı eserin Şekil Yapısı”dır. Bu bölüm sırasıyla “Vezin ve Kafiye”,
giriş bölümünü teşkil etmektedir. “Nazım Şekilleri” ve “Nazım Türleri” alt başlıklarına
ayrılmıştır.
Eserin asıl kısmını oluşturan üç bölümün ardından
Sonuç, Umumi Bibliyografya ve Yunus Emre Divanı’nın Üçüncü bölümde dili ve sanatı işlenmiştir. Dilinin işlendiği
Sistematik İndeksi’ne gelmektedir. Bu üç bölümden bölümde Eski Anadolu Türkçesi üzerinde Yunus Emre’nin
birincisinde Yunus’un hayatı anlatılmış ve bu bölüm öneminden, Yunus’un üslubunun kendine haslığından,
“Yunus Emre’nin Menkıbevi Hayatı” ve “Yunus Emre’nin dil özelliklerinden bahsedilmiş aynı zamanda yabancı
Tarihi Hayatı” olmak üzere iki alt başlık halinde kelimeleri kullanımı üzerinde durulmuş ve bu husus
işlenmiştir. İlk olarak menkıbevi hayatına değinen Tatçı örneklerle genişletilmiştir.
bu kısmı tarihi hayatına göre biraz daha kısa tutmuş, tarihi
hayatını tekrar alt başlıklara ayırarak daha detaylı olarak Eserin üçüncü ve en geniş bölümü olan “Yunus Emre
ele almıştır. Bu başlıklar da “Doğum Tarihi, Yaşadığı Şehir Divanı’nda Din ve Tasavvuf ” başlığının altında din ve
ve Çevresi”, “Adı ve Mahlası”, “Ailesi ve Çevresi”, “Tahsili tasavvuf konuları ayrı ayrı başlıklarla yer bulmuştur. “Din”
ve Seyahatleri”, “Mürşidi ve Mürşidine İntisabı” ve “Vefat başlığına bakacak olursak, Tatçı burada ilk olarak “İtikat”
Tarihi ve Mezarı” şeklinde belirlenmiştir. başlığını açmış ve bu başlık altında “Allah”, “Melekler”,
“Kitaplar”, “Peygamberler”, “Ahiret ve İlgili Mefhumlar” ve
Eserde ikinci bölüm Yunus Emre’nin eserleri, eserlerinin “Hayır ve Şer, Kaza ve Keder” konularına dair incelemelere
şekil yapısı, dili ve sanatına ayrılmış ve yine bu şekilde yer vermiştir.

32|MAYIS 2010
Eserin muhteva ve sayfa sayısı bakımından en geniş Cilt 4
bölümü olan son bölümün ardından sonuç bölümüne Aşık Yunus
yer verilmiştir ve bu bölümde eserle ilgili genel bir Bu kitap Aşık Yunus’un hayatı ve edebi kişiliğini anlatan
değerlendirme yapılmıştır. Bizim de söylediğimiz gibi bölümle başlamıştır. Bu bölümün ardından Yunus’a ait
üçüncü bölümün eserin esas bölümünü teşkil ettiğinden, şiirlerin kaynakları ve ardından da bibliyografyaya yer
diğer bölümlerin tamamlayıcı özelliğinden bahsedilmiştir. verilmiştir. Sözbaşı’nın da içinde yer aldığı 16 sayfalık
Ana hatlarıyla bakıldığında sonuç bölümünün, çalışmayla bir girişin ardından 175 sayfalık bir kısım “Aşık Yunus
ilgili bir özet mahiyeti taşıdığını söyleyebiliriz. ve Yunusların Şiirleri” başlıklı bölüme ayrılmıştır. Bu
bölüm tamamen şiirlere ayrılmış ancak gerekli açıklamalar
Sonuç bölümün ardından geniş bir bibliyografyaya yer dipnotlarla okuyucuya sunulmuştur. Bu cilt, şiirlere ayrılan
verilmiştir. Alfabetik olarak sıralanan kaynak kitaplar bölümün ardından yer alan şiir dizini ve ayrıca dizin
yaklaşık 8 sayfalık yer tutmuştur. Eserin son 24 sayfası ise bölümüyle tamamlanmıştır.
indeks için ayrılmıştır.
Cilt 5
Eser bölüm bölüm incelendiğinde de, tamamı göz önüne Aşık Yunus Şerhleri
alındığında da detaylı bir çalışma olduğu görülmektedir. Çalışmanın birinci bölümü şerh ve şathiyye kavramları
Eseri önemli kılan bir husus çalışmanın bir bütünlük arz hakkında bilgi için ayrılmıştır ve detaylı bilgi sunulmuştur.
etmesidir. İnceleme – metin amacıyla hazırlanmış olmasına Yine bu bölümde Yunus’un şathiyesine nazirelere yer
rağmen Yunus Emre’nin hayatını, eserlerini, sanatını ve verilmiştir ve ilk bölüm böyle sona ermiştir.
dilini de ele alan ve bu konular üzerinde de mümkün
olduğunca detaylı bilgi verilmiş olması eserin alana ışık İkinci ve üçüncü bölümler şerhlere ayrılmıştır ki bunlar,
tutan bir özellik kazanmasına katkıda bulunmuştur. çalışmanın esas kısmını teşkil eden bölümlerdir. İkinci
bölüm “Çıktım Erik Dalına Şerhler”başlığıyla sunulmuştur.
Cilt 2 Yunus’un şathiyelerinin ardından Çıktım Erik Dalına
Yunus Emre Divanı – Tenkitli Metin şerhlerinde sembollere yüklenen manalara yer verilmiştir.
İlk sayfaları birinci cilttekiyle aynı olmak kaidesiyle Açıklamalarla beraber yer yer de beyitler de verilmiştir.
“Sözbaşı” bölümüne ait olan bu eser nüsha tasvirleriyle Bu sembollerin ardından konu olarak Yunus’un şiirlerine
başlamıştır. 11 nüsha ayrı başlıklar halinde ve 12. başlık yazılan şerhler gelmiştir. Üçüncü bölümde ise bölümün
“Mecmualardan Bazıları” olarak ele alınmıştır. Nüshalarla başlığını da teşkil eden Aşık Yunus şerhleri yer almıştır.
ilgili bu başlıkların ardından metin tespitinde uygulanan
bazı özellikler ve transkripsiyon sistemine yer verilmiştir. Bu çalışma şerhlerin ardından gelen bibliyografya ve en
İlk bölüm transkripsiyon harfleriyle sonlandırılmıştır. sonda da dizin bölümleri ile sonlandırılmıştır.

Cilt 3 Cilt 6
Risaletü’n-Nushiyye – Tenkitli Metin Yunus Emre Divanı - Tıpkıbasım
Risaletü’n-Nushiyye hakkında kısaca bilgi veren, Külliyatın altıncı ve son cildi ise Yunus Emre Divanı’nın
çalışmanın amacı ve hazırlanışından bahseden Sözbaşı’nın tıpkıbasımıdır. Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Ktp. Nüshası
ardından ilk olarak Risaletü’n-Nushiyye’nin edebi değerine tıpkıbasım olarak yayımlanmıştır. Çalışma 428 sayfadır.
değinilmiş ve bu konuda açılan başlık eserin ilk bölümünü
teşkil etmiştir. 1990’da ilk baskısı yapılan külliyatın ikinci baskısı toplam
2692 sayfa ve 6 cilt halinde 2008 yılında H Yayınları’ndan
İkinci bölümde ise eserin beş nüshasından bahsedilmiş çıkmıştır.
ve bölüme Risaletü’n-Nushiyye’nin Nüshaları başlığı
verilmiştir. Tüm bu değerlendirmelere baktığımızda Yunus Emre’nin
ve eserlerinin olabildiğince geniş bir çerçevede ele
Metin tespitinde uygulanan bazı özelliklere de alındığını, bir başka ifadeyle Yunus Emre’yi birçok boyutta
değinildikten sonra bibliyografya verilmiş ve ardından incelendiğini ve bunlara ait birçok nitelikli bilginin ortaya
tenkitli metne geçilmiştir. Yaklaşık 90 sayfalık metin koyulduğunu görüyoruz. Külliyatı oluşturan 6 cilt gerek
bölümünün ardından yer alan sözlük kısmı eserin son ayrı ayrı incelendiğinde gerekse bu külliyata bir bütün
kısmını teşkil etmiştir. olarak bakıldığında, bu çalışmanın alana büyük katkısı olan
ve ışık tutan bir niteliğe sahip olduğunu söyleyebiliriz.

MAYIS 2010|33
2009-2010 Eğitim-Öğretim Yılı
Ortaöğretim Dil ve Anlatım Ders Kitaplarında
Yunus Emre’nin Yer Alması
Ebru ALAGÖZ | Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Türk Dili Tezli Yüksek Lisans Öğrencisi

Y
unus Emre’nin 13. yüzyılda, Sakarya ırmağı Dil ve Anlatım 10. sınıf ders kitabının sözü, konuşmayı
çevresinde bir köyde doğduğu ve 14. yüzyılın ilk ön plana çıkaran Sunum, Tartışma, Panel adlı ilk ünitenin
yarılarında yine o civarda öldüğü düşünülüp, bazı girişinde dikkat çekmek ve sözün önemini belirtmek için
kaynaklardan edinilen bilgilere göre de eğitimden yoksun Yunus’un
okuma yazma bilmeyen biri olduğu sanılıyor.
‘‘Söz ola kese savaşı, söz ola kestire başı
Yunus Emre, Anadolu’da, Türk dilini çok iyi bir şekilde Söz ola ağulu aşı, bal ile yağ ede bir söz’’ beyitine yer
kullanan ilk şair olmuştur. Bu yazımızda Türk dilinin verilmiştir.
korunmasında üstlerine bir hayli görev düşen öğrencilerin
ders kitaplarında Yunus’a yer verilme konusudur. Yunus Emre bütün insanlığa hitap eden büyük şairlerdendir.
Bu anlamda Mevlana’nın bir benzeridir. O’nun Mevlana
9. sınıf Dil ve Anlatım ders kitabının ilk ünitesi olan kadar çok tanınmayışı ise, bir yandan kullandığı dil olan
İletişim’in Dil-Kültür İlişkisinde Yunus Emre ve Hoca Türkçenin Batı’da Farsça kadar bilinmemesi, öte yandan
Ahmet Yesevi’ den birer dörtlük verilmiş, bu dörtlüklerin da Türk aydınlarının O’nu ihmal etmesindendir. Yunus’taki
neden birbirine benzediği öğrencilere sorgulatılmak insanlık sevgisi, neredeyse kendisiyle özdeşleşmiş “sevgi
istenmiştir. felsefesi”nin bir parçası ve hatta sonucudur. Nitekim
Yunus’un insan sevgisini ilah sevgi ile nasıl bağdaştırdığını
Aşkın aldı benden beni gösteren en çarpıcı mısralarından birisi
Bana seni gerek seni
Ben yanarım dünü günü “ Yaradılanı hoş gör
Bana seni gerek seni Yaradan’dan ötürü”dür. Yunus Emre’ye göre insanlar, din,
Yunus Emre mezhep, ırk, millet, renk, mevki, sınıf farkı gözetilmeksizin
sevilmeyi hak etmektedirler. Mademki insanoğlu ruh
Işkıng kıldı şeyda meni yönüyle Allah’tan gelmektedir; öyleyse insanlar hiçbir
Cümle âlem bildi bildi meni şekilde birbirlerinden bu anlamda ayrılamazlar. Aynı
Kaygum sensin tüni küni kitabın 2.ünitesi olan Anlatım ve Özelliklerinin Anlatımda
Menge sen-ok kereksin Tema ve Konu başlığı altında öğrencileri derse dahil etmek
Hoca Ahmet Yesevi için kitabın etkinlik kısmında bu konuyu ele alan Yunus ve
Mevlana ismine rastlıyoruz:

34|MAYIS 2010
başlayarak bize bir yığın çok sarih bilgi veren çeşitli metotlarla
Rubai yazılmış bir kütüphane dolusu araştırma ve tahlil var. Fakat
Gel, gel ne olursan ol yine gel Yunus bu bilgilerin hemen hepsini adeta inkâr etmekten
İster kâfir, ister Mecusi, ister putperest ol yine gel, hoşlanır. Aşk meydanına soyunurken fâni varlığını sanki
Bizim dergâhımız, ümitsizlik dergâhı değildir, bırakmış gibidir. O Türkçenin içinde uçan bir yıldız olmayı,
Yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel. öyle görünmeyi tercih etmiştir. Aşağıda söyleyeceğim gibi,
Mevlana Celâleddin Rumi kendisine seçtiği adıyla çok manalı bir yerde bulunmama
sembolüdür. Gelenek onu yedi, sekiz mezarda yatar gösterir.
Elif okuduk ötürü. Hangisinin hakiki mezar olduğu tarihçiler için hakiki mesele
Pazar eyledik götürü. olmuştur. Fakat bunu gereği gibi bildiğimiz zaman dahi onu
Yaratılmışı hoş gördük oraya bağlayamayız. Şüphesiz Sakarya kıyılarında doğdu.
Yaradandan ötürü Fakat her yerde doğmuşa benzer. Eseri de böyledir. Adına iki
Yunus Emre bine yaklaşan şiir izafe edilir. En sıkı dil ve muhteva tenkidi
bile bunları ancak altıda, yedide birine indirir. Hâlbuki o,
Öğrencilerden bu dörtlükleri; temaları ve temalarının kırk, elli mısra ile bize gelmeyi tercih etmiştir ve bu kırk, elli
ifade edilişleri bakımından incelemeleri istenmiştir. mısra, tarih ve zaman fikrine meydan okuyan mısralardır. Bu
mısralarla şair, devrin ötesinde her zamanın dili ve zevkiyle,
Bir başka etkinlikte ise; şüphesiz her nesil ve her hayat görüşü için konuşur:
“Cahit Sıtkı’nın şiirlerinde Ölüm Korkusu ve Yaşama
Sevinci’’ Ben giderin yana yana
‘‘Yunus Emre’nin şiirlerinde İnsan Sevgisi’’ Aşk boyadı beni kana
‘‘Milli Mücadele Dönemi Edebiyatında Yakup Kadri …
Karaosmanoğlu’’ Elinde asası hurma dalından
Yemen ellerinde Veysel Karani
Öğrencilerden, bu başlıklardan hareketle temaların nasıl …
sınırlandırıldığını tartışmaları isteniyor. Amaç öğrencilere Ölümden ne korkarsın
temanın sınırlandırılmasını göstermek iken örneklerde Korkma ebedi varsın
Yunus Emre’ye de yer verilmesi, öğrencilere onun
şiirlerinin temalarından birinin de insan sevgisi olduğunu gibi beyit ve mısraları hangi devre sokabiliriz? Onlar
gösteriyor. kendi üstünde toparlanmış Türkçenin her zaman için taze
çiçeğidirler. Hayatının öbür hususiyetleri de böyledir.
Dil ve anlatım 11. sınıf ders kitabında Yunus Emre hakkında
yazılmış yazılara, sorulara, etkinliklere yer verilmemiş. Ondan bahsedilirken Barak Baba, Tapduk Emre, Hacı Bektaş,
Ancak öğretici metinlerde dikkat çekme amaçlı Yunus’un Sarı Saltuk gibi bir yığın insan adına sık sık rastlarız. Bugün
‘Cümleler doğrudur sen doğru isen / Doğruluk bulunmaz bunlara Şeyh Ebülvefa’ nın adı da katıldı. Yarın şüphesiz daha
sen eğri isen’ beyitine yer verilmiştir. birçok adlar gelecek ve biz bu yumuşak ruhlu dervişin halkası
olduğu bütün geleneği öğreneceğiz. Fakat ne çıkar? Hiç biriyle
Dil ve anlatım 12. sınıf ders kitabının 3. ünitesi olan Sözlü onun şiirini izah edemeyiz. Hiçbir sözü dilimizde bir sevgi ve
Anlatımın Konferans konusunda diğer sınıflara nazaran ruh rüzgârı gibi esen, birbirine Türkçenin ortasında saf altın
Yunus Emre’ye oldukça geniş bir yer verilmiştir. Tanpınar’ın gibi külçelenen ve gülen bu mucizeye bir sebep veya başlangıç
Yunus Emre başlıklı bir bildirisine yer verilmiş ve metne gibi gösterilemez. O daima tek başınadır. Eğer muhakkak
geçmeden önce derse hazırlık çalışmalarında öğrencilerden bir kalabalığa katılacaksa bu kalabalık şüphesiz kendisinden
Yunus’la ilgili araştırma yapmaları istenmiştir. sonra gelenler, yaptığı işi devam ettirenlerdir. Bâki, Nef ’i,
Nedim, Fuzuli, Şeyh Galib, Haşim, Yahya Kemal’dir.
Aziz dinleyicilerim,
Pek az şair Yunus kadar isimsizin biraz ötesinde yaşamıştır. Hatta muasırı olan adlı sanlı Mevlâna ile his ve düşünce
O, hüviyeti kolayca nüfus kâğıdına sığmayanlardandır. Dün, yakınlığı dahi bu belirlikler ötesi yaşamayı, bu yalnız
hakkında adından, şeyhinin adından, doğduğu söylenilen başınalığı bozamaz.
yerlerden, birkaç muasırından başka bir şey bilmiyorduk.
Bugün ise elimizde Fuad Köprülü’ nün çalışmalarından
MAYIS 2010|35
Burada ufak bir mukayese yapmama müsaade edin. Mevlâna diyerek açıkça tenkit eden bu cinsten bir sembolizm, bu dikkat
şüphesiz bütün bir saltanattır fakat arkasında son dalı olduğu daima beklenebilir. Orta Çağ daima semboller peşindedir.
bütün bir haneden şeceresi vardır. Yunus’un hânedeni kendisi En ince ve gizli ile en coşkun onda birleşir. Zaten tarikat ve
ile başlar. Meğer ki lehçe itibariyle uzak ve arkaik akrabası tasavvufta sembol esastır.
Ahmed Yesevi’ yi hatırlayalım. Fakat Yesevi’nin eseriyle
Yunus’un şiiri arasında bu sanatta esas olan dil zevkinin Kaldı ki tasavvuf sistemini bütün incelikleriyle anlatan
aydınlığı vardır. Yunus yaptığını bilen ve bunu bildiği, böyle o şiirler, devrinin mühim eserlerinden olan Risalet’ün
istediği için yapan şairdir. Tek kelimelisiyle şairdir. Nushiyye’nin kendisi bize zamanının bütün ilmiyle beslenmiş
gerçekten müstesna bir zekâyı, üstün bir entellektüaliteyi
Bütün bu saydıklarım, gün geçtikçe hayatı hakkında çok sarih açıkça gösterir. Fakat zekâ ve zihni meleke, Yunus’un hâkim
bilgiler edindiğimiz bu şairi kendiliğinden her türlü sarahatin hasleti değildir. O, her şeyden evvel bir kalp adamıdır. O,
ötesine çıkarırlar ve gün ışığında bir masal yaparlar. Onun insan talihini kendi içinde bütün acıklı ve yüksek tarafıyla
içindir ki evliya tezkirelerinde rastladığımız ve biraz da bulanlardandı. Devriyle olan diyaloğu bu kalp kuvvetiyle,
tasavvur edenlerin safdilliğine şaşırdığımız menkıbeler, onda onun verdiği yalnızlık duygusuyladır.
büsbütün başka ve hatta çok belirli mana kazanırlar.
Dilimize ve ruhumuza gurbet kelimesini – tasavvuf yoluyla
Bu masal, adıyla başlar. Yunus adında kendisinden evvel olsa da – aşılayan odur. Hangimiz, gurbet deyince o güzel
gelmiş bir sofu var mıdır, bilmiyorum. Ben herhâlde şimdiye kıtayı hatırlamayız:
kadar rastlamadım.
Bir garip öldü diyeler
Yunus Peygamber’in hikâyesini hepimiz biliriz. O, bir balığın Üç günden sonra duyalar
karnında günlerce kalan ve orada pişmanlık gözyaşları Soğuk su ile yuyalar
döktükten sonra ışığa dönen insandır. Bu macerayı karanlığın Şöyle garip bencileyin
yuttuğu ve karanlıktan dönen insan diye hülasa ederiz. Yunus
bu adı benimsemekle şüphesiz bu peygamberin çilesini ve Yunus’ta gurbet, sevginin yalnızlık aynasıdır. Biz sevdiğimiz
talihini benimsemiş oluyordu. Filhakika (aslında) Tapduk nispette yalnızdır.
Emre’ye intisabı, dergâhında kalışı, oradan ayrılışı tekrar
gelişi ve nihayet izin alıp insanlar arasına bu sefer onları irşat Yalnızlığımız nispetinde kâinatla birleşir, kucaklaşırız.
için yeniden girmesi, bütün bu kaybolma, kapanma, yeniden Yunus’un şiirinde ölümün aldığı o geniş ve az rastlanır yer de
ve başka bir hüviyetle doğma hikâyesi, hep bu adın etrafında buradan gelir.
toplanabilecek vakıalardır. Şurasını da hatırlatayım ki o
devirde Anadolu’da yaşayan sofu ve dervişlerin hemen hepsi Bu şair, insan hayatını metafizik bir endişede hülasa
Türkçe ad veya lakap taşırlardı. Çok muhtemeldir ki Yunus etmesini biliyor ve onu ancak içimizden yenebileceğimizi bize
bu adı kendisi için seçmiş olsun yahut da bu tesadüf bütün öğretiyordu.
hayatına istikamet versin. Ben yine Peygamber Yunus’un
balığın karnına coşkun bir fırtına yüzünden düştüğünü göz Moğol istilasının kan ve ateş çağında, o bitmez tükenmez
önünde tutarak birinci şıkka ihtimal veriyorum. Fırtınanın ıztırap, ölüm, hastalık, açlık ve ümitsizlik cehenneminde
yerini burada Moğol istilasının hakiki bir cehennem yaptığı, yaşayan insanlar bu sevgiye, tahammülü imkânsız realitenin
doğduğu bu XIII’üncü asır ortası tutar. Erenlik yolunda ötesinde açılan bu geniş ve rahmani ümit kapısına ekmek ve su
kaydettiği merhaleyi: kadar, rahat yastık ve uyku kadar muhtaçtırlar.

Taptuğun tapusunda kul olduk kapusunda Devrini gördük şimdi aksiyonunu biraz daha tayin edelim.
Yunus miskin çiğ idik piştik Ellamdülillah Bu seyyal ruh, bu iç âlem fatihi;

diye anlatan ve kendi eserini: Bir ben vardır bende benden içre

Derviş Yunus bu sözü eğri büğrü söyleme diyerek bize maddemizin ötesinde ve onun dayanağı bütün
Seni sigaya çeker bir Molla Kasım gelir âlemi açan bu şairi, iki insanın arasında mütalaa etmek daima
faydalıdır, ikincisi ile olan münasebeti ise asıl fonksiyonudur.
Ben Orhan Gazi’yi ve onunla beraber ikinci imparatorluğu
36|MAYIS 2010
Fotoğraf: Levend İSKİT| Hindistan/Haridwar Seçki: Bahanur GARAN

Gerçek âşık oldun ise gel aşk kitâbından oku


Can gözünü atın ise hakîkat bulasın Hakkı’ı

kurmaya çalışanların hiçbirini Yunus’tan ayıramadım. ve bu metinde anlatım bozukluğu olup olmadığı
Ne zaman Orhan Gazi’nin çehresine biraz eğilsem orada sorulmuştur.
Yunus Divanı’ndan aksetmiş çizgiler görürüm ve bütün o
fütuhatların arkasında bu ruh kasırgası ile Türkçede doğan Bu konferansın ders kitabına alınmasında, Yunus’u
yapıcı değerler dünyasını selamlarım. öğrencilere tanıtmakta büyük faydası olduğu
kanısındayım.
Ahmet Hamdi TANPINAR
Edebiyat Üzerine Makaleler Örneklerimizden de görüldüğü gibi Yunus Emre ders
kitaplarında yer almıştır. Kullandığı dilin Eski Anadolu
Metinle birlikte bu bölümde Yunus’u temsil eden bir Türkçesi özelliği göstermesi dilinin de yalın olduğunu
minyatür’e, iki resme yer verilmiştir. gösterir. Dilimizin yabancı sözcüklerle savaştığı bu
günlerde Yunus’un hatırlanması ve Türkçemizin korunması
Etkinliklerde, öğrencilerden kendilerinin yaptıkları dileğiyle…
çalışmalara dayanarak öğrencilere, bu konferansta hangi
özgün düşüncelerine yer verildiği, bu konferansın teması,
‘‘Yunus Emre’’ konferansında hangi anlatım türlerinin
kullanıldığı, bu konferansta dilin hangi işlevde kullanıldığı

MAYIS 2010|37
Macaristan’daki Yunus Emre
Prof. Dr. Edit Tasnádi|Macaristan

O
rta çağ büyük Türk şairi Yunus Emre hakkında Rahibimiz, eserinin son bölümünde Türkçe’yi öğrendiğini
Avrupa’nın ilk defa bir Macar eserinden bilgi de anlattıktan sonra şöyle der: “Aşağıda ise Türklerin
edindiğini gururla hatırlatayım, aynı zamanda günlük dilinden iki konuşma yer almakta:
bunun, Macar tarihi açısından oldukça acı olaylar sayesinde
mümkün olduğunu da gizlemeyeyim. Caffil olma arths goesingi, halmaga bak oelini gore.
Ruenelit doenuede, yasuclerung delem goer, nitscheler
1396 Nikápoly/Niğbolu Muharebesinde Macar kralı yatir deussue bemgir nulan tstheyan vessuebeni. Czuem
Zsigmond/Sigismund ile batılı müttefiklerinin parlak uekleri ifassabeni. Tschuerybeni olam guer. Kym achiduep
süvari ordusu feci bir yenilgiye uğradıktan sonra Osmanlı kilir zari kuenethgur ellin de vuari. Hutsthmistth yatir kari
hakkında bildiklerimiz nicelik ve nitelik açısından da iyice giri miczky nueri guueleni goer czorma hallynkynczene
değişti, dolaysız edindiğimiz bilgiler batı kaynaklarını vuarma yeramanczine. Kymczini goefdeczini vulsub gyeni
geride bırakarak Macaristan’da daha sağlam bir Türk iulani goer. Hane mehe nimet mustafa. huekyui itti kaftan
imajının oluşmasına zemin hazırladı. kaffa. Doenme kyme kildi baffa aldamiben galani goer.
Aldamma maladauuara kulukeyla haka yar. Seuigile bile
Niğbolu’da ve sonraları esir düşen Macarlardan kurtulmayı vuara. baki iotasch olani goer. Jonus bü czusteri tsattar,
başaranlar da oldu, ve bunlar kendi toplumsal durumları, balka moriffer satar, Hendiczi ne hadar duttar choledigi
bilgi düzeyleri ve yetenekleri oranında yaşadıklarını ialani goer.
anlatmaya koyulur; Türklerin hızlı atları, beklenmedik
akınları, ölümü hiçe sayan fanatizmi gibi askerlik vasıflarını Janar itschim goner osum bon oeli angitstac. Olim
yazmakla kalmayarak Osmanlı topraklarındaki yaşamın endestherczin hosth. vululara dantsthag. Oliczerisi belli
türlü türlü kesitlerinden yepyeni bilgiler vermeye başlarlar. bean. Gissi itsthimis oloream. tenesthir vstine konp. halk
İlk önemli görgü tanığı olan Latince adıyla Georgius vnginde iuuntsthad. hitsch hilmeczen ben nitge idem.
de Hungaria, yani Macaristanlı György 1422 civarında hanke ianna czaffaidem. yacaffis don goemgidem-baschis
doğdu. Erdel’deki Szászsebes’te öğrenim görür. Tam atta binnistegh. Helle banga kauum gardasthola czimdegi
ismini bilmediğimiz için bazı kaynaklarda Szászsebesi ioltasth. Kim alaczar banga haltasth ben czinindo
Névtelen, yani Sasşebeşli İsimsiz olarak geçer. 1438’de egalitsthag. galam ben amalimla hernitgeczii halimla.
şehrin kuşatılması sırasında esir düşer. 20 yıllık esaretten Hide kauum guule guele. efden ianga donitstheg. Sanga
kurtulduktan sonra İtalya’ya gider, Domeniken rahibi olur aidirem ai passa. neler gelliczor bassa. Kiming iczidem
bagir pissche. kim schraba kanitsthag. yarrin cziaczar guna
ve 3 Temmuz 1502’de hayata gözlerini yumar. Yaşadıkları
tschumla galeik derle. kime inir czeuuan herle. Kiming
ile düşündüklerini yazdığı ve 1481 ile 1596 arasında en
iczidem iantschag amal vuer vnda tsthoap amalsisa olor
azından 25 defa yayımlanan Türklerin Adetleri, İlişkileri
hedep. Schol bisschia olmacz hezzep, bunda azar olitschag.
ve Kötülüğü başlıklı Latince eseri, ilk Osmanoloji
yonus emdi kil iarak vtanmeaczin dogri bak. Tschumla
monografisi1 sayılabilir ve Avrupa’daki Osmanlı imajının
galeik derle, atli atilia chaiitlitschag.”
adeta baş kaynağı olmuştur. Eserinin başlğındaki ‘kötülük,
kemlik’ anlamındaki nequicia kelimesi esaretinin acı
Görüldüğü gibi György’ün “iki konuşma” dediği, iki Yunus
anılarından daha çok, o dönem Hıristiyan insanının
alıntısıdır. Türkçenin büyük zorluklarla Latin alfabesiyle
başka bir dini kabul edememesinden kaynaklanır.
aktarılmış hali elbette Yunus araştırıcıları kadar, Türk dili
Çünkü tespitleri her şeye rağmen genellikle olumlu olup,
tarihini araştıranlar açısından da dikkate değer, fakat biz
yayılmakta olan imparatorluğun disiplinini, insanlarının bu sefer rahibimizin verdiği Latince çeviriye bakalım,
ölçülülüğünü takdirle karşılar. daha doğrusu Gyözö Kenéz’in Latince’den Macarca’ya
1. Incipit prohemium in tractatum de moribus, conditionibus et nequicia çevirisini şimdi Türkçeye çevirerek, rahibimizin Yunus’tan
Turcorum, Urach, 1481.
38|MAYIS 2010
neleri kaleme almak gereksinimi duyduğunu ve Türkçeyi gelir. Ünlü tenor Aydın Gün şöyle der: “Yunus Emre
nasıl anladığını görelim: oratoryosunu bestelediğini duyuyorduk. Uzun yıllar Paris’te
okumuş, Batı kültürünü bütün boyutları ile özümlemiş;
’Dikkatsiz olma, gözlerini aç, halini düşün, çünkü daha önemlisi, Avrupa’da öğrendikleri, Onun kendini ve
ölümlüsün. Ve bu dünyada kötülük yapma, fakat halkını daha derinden duyup anlamasına neden olmuştu.
işlediğin suçlardan pişman olmaya bak. Ölüm döşeğinde Ne kadar isabetli bir seçimdi bir oratoryo bestelemek
bulunanların çokluğunu, ve mezarda yatanların için Yunus Emre’ye uzanmak! Taşı, toprağı, duyuş ve
çürüdüğünü düşün, ki onları kurtlar ve yılanlar çevreler, sezişleriyle Anadolu’nun ta kendisi idi Yunus; doğurgan
kocamış yüzleri sümükleşir, kokup çürürler. Hakiki çekirdeğin çekirdeği, gerçek ana olan Anadolu...”4
insanlar bu dünyada korku ile yaşayıp acılarla ölenlerdir,
onlar göze batmazlar. Talihsiz suçlular güler, teselli Saygun daha 29 yaşında genç bir besteci iken 1936’da
arar ve ölümden kurtulacaklarını sanırlar. Sen deliller Osmaniye yöresinde halk türküleri derlemeleri yapan
arama ve yukarıdakilere ters düşen deliller getirenlere dünyaca ünlü Macar bestecisi ve etnomüzikolog Béla
inanma. Ölmek üzere olanların her günkü tecrübesi ve Bartók’a refakat eder, ve ondan büyük ölçüde etkilenir. On
hali sana delil olsun. Gök ve yere emirler verebilecek yıl sonra bestelediği Yunus Emre Oratoryosu çok doğal
gücü olduğu sanılan saygıdeğer Muhammed Mustafa olarak Budapeşte’de de seslendirildi. İlk defa ülkemizin
acaba nerde? Ölüm ona bile acımadığına göre dünyanın en önemli konser salonuna sahip Müzik Akademisinde
geçiciliği kimseyi cezbetmesin. Bu dünyanın fani şeyleri Miklós Erdélyi’nin yönetiminde Macar Devlet Konser
senin gözlerini kamaştırmasın; fakat sen Tanrıya saygı Orkestrası ile Debrecen Kodály korosu, solist olarak
göstermeye, ruhsal işlerle meşgul olmaya bak ve bunlar Zsuzsa Barlay, Alice Németh, György Korondy ve Endre
sonun geleceği zaman sığınakların olur.’ − Yunus, bu bilge Ütö tarafından seslendirildi. 26 Mayıs 1972’de düzenlenen
sözleri birbirine bağlayarak insanlara ruhsal değerler bu temsile bestecisi Saygun bizzat katılmıştır.
sunmakta. Bu konuşmalarının doğruluğunu ise iyi ameller
kanıtlayabilir.”2 Türkiye’ye birçok defa gitmiş olan Budapeşte Operası
orkestra yönetmeni Miklós Erdélyi, bu konserden beş yıl
Rahip György’den sonra Macar okuru ancak 20. yüzyılda önceki ziyareti sırasında Saygun’un Yunus Emre’sini ilk defa
Yunus ile buluşma şansına kavuştu. Türk şiirinin zengin dinlediği zaman, dünyanın birçok yerinde çalınan bu eseri
antolojisi olan Derya-i Ah’ta3 Ankara Üniversitesi Macaristan’da tanıtmaya karar vermiştir. “Türk Dantesi”
Hungaroloji kürsüsünün kurucu profesörü türkolog László Yunus Emre’nin şiirlerine dayanan bu Oratoryo’nun
Rásonyi,Türk şiirinin tarihini özetlerken halk dilinde yazan Budapeşte’deki temsili büyük bir başarı kazanmıştır. En
şairler için söyle der: “Bunlar arasında ilk ve en mükemmeli büyük tirajlı gazetelerimizden Népszava’nın yazarı, Yunus
olan Yunus Emre, şiirlerini büyük bir ihtimalle 13. yüzyılın Emre’nin son sevinci ancak kutsal ölümde gören karamsar
sonunda, 14. yüzyılın başlarında yazdı. Bu köylü kökenli, felsefesinde dahi yaşama dileğinin etkili bir güçle kendini
muhtemelen medrese öğrenimi görmemiş derviş − divan gösterdiğine dikkati çekmektedir. Buna örnek olarak
şairleri ile edebiyatçılar tarafından hor görüldüğü halde − Oratoryo’nun 5. bölümündeki korala işaret etmekte ve 12.
halk arasında türkü haline gelen şiirleri ile asırları aşarak bölümde zirveye ulaşan kendini kaybedercesine coşkulu
günümüze kadar gelmiştir. Doğa, hayat ve insan sevgisi, sevinçte şair ile bestecinin ölümdeki mutlak demokrasiye
ferahlık ve lirizm şiirine hakimdir. Şiirlerinin çoğu 11 veya hayranlığını eşşiz bir olgunlukla duyurduklarını
14 heceli, en güzel türküleri koşma biçimindedir; aynı hatırlatmaktadır.5
zamanda biraz aksayan aruz şiirleri de vardır. Bu nedenle
divan şairi de sayılabilirken, halk dilinde halk şiir türleriyle Kaderin acı cilvesi, büyük Türk kompozitör ve müzikolog
ilkin tasavvuf anlamında, sonraları gitgide daha büyük Adnan Saygun, UNESCO tarafından Yunus Emre yılı
ölçüde günlük anlamda aşkı dile getiren aşıklar dizisi de olarak ilan edilen 1991’in hemen başında hayata gözlerini
Yunus ile başlar...” yumdu. Oysa bu tarihte Macaristan’da Hungaroton
firması Yunus Emre Oratoyosunun hem uzun çalarını
Antolojide Ottó Demény’in çevirisiyle şu dört şiirin hem de o sıralar teknik yenilik sayılan CD’sini çıkardı.
Macarcası yer almaktadır: Kapakta Anadolu’nun toprağından fışkıran bol yapraklı
1. Araya araya bulsam izini... pembe çiçekli, dalları gökyüzüne iki insanın eli biçiminde
2. Canum kurban olsun senin yoluna... açılan, sevgiyle büyümüş bir ağaç bulunuyordu. Hikmet
3. Yoldaş olalum ikimüz... Şimşek’in yönetiminde Budapeşte Senfoni Orkestrası,
4. Ben dost ile dost olmuşam... Macar Radyo ve Televizyon Korosu, soprano Ibolya
Verebics, alto Éva Pánczél, tenor György Korondy ve bas
Yunus derken mutlaka Ahmet Adnan Saygun da akla Sándor Blazsó seslendirmiş, derviş Yunus’un sözlerinin
2. In: Rabok, követek, kalmárok az Oszmán Birodalomról. Red.: Lajos Tardy,
yedi yüz yıl ötesinden hoşgörü ve sevgiyle bize ulaşmasını
Gondolat Kiadó, Budapest, 1977. 4. Cumhuriyet Hafta, 11-17 Ocak 1991.
3. Szenvedélyek tengere, Európa Kiadó, Budapest, 1961. 5. Budapress, 27. 6. 1972.
MAYIS 2010|39
sağlamışlardı. İsviçre’de yaşayan Macar çevirmeni Tamás Emre: Gel gör beni aşk neyledi − Lásd mit mivel a szerelem
Blum’un ekteki çevirisi metni izlemeyi kolaylaştırıyor. başlıklı CD’sinde ise şu şiirlerin bestelerini dinleyebiliriz:
Kendisi sayesinde şu Yunus Emre şiirlerinin Macarcasına 1. Aşkın aldı benden beni...
sahip olduk: 2. Benem ol aşk bahrisi...
1. Teferrüç eyleyü vardım sabahın sinleri... 3. Dervişlik baştadır...
2. Yalancı düyaya konup göçenler... 4. Dolap niçin inilersin...
3. Ağlamaktır benüm işüm... 5. Evvel benem ahir Benem...
4. Sen bunda garip mi geldin... 6. Gel bir şaha kul ola gör...
5. Benim adım dertli dolap... 7. Gel gör beni aşk neyledi...
6. Ya İlahi ger sual itsen bana... 8. Gelin tanış olalım...
7. Yaktın beni yandırın... 9. Haktan inen şerbeti içtik...
8. Gel gönül seninle Dosta gidelim... 10. Yalancı dünyaya konup göçenler...
9. Bâd-i sabâya sorsunlar cânân elleri... 11. Yoldaş olalım ikimiz...
10. Yâ Rabbi dilerim âşkın ver şevkin ver... 12. Geldi geçti ömrüm benim...
11. Gönlüm düştü bu sevdaya... CD’nin özelliği ise ekteki deftercikte her iki dilde
12. Aşk gelicek cümle eksikler biter... okunabilen şiirleri Macar Tamás Kobzos Kiss’in Türkçe,
13. Sensin Kerim Sensin Rahim...6 Türk Erdal Şalikoglu’nunn Macarca sunmasıdır. Bağlama
(Macar plak üreticisi Hungaroton’un 1994’te gene Hikmet da çalan iki müzisiyen, defterciği Edit Tasnádi, Balázs
Şimşek yönetiminde Songs on Yunus Emre and Mevlana Sudár ve Mária Kenessy’ye “özel teşekkür”le bitirir. Bunun
adıyla bir uzun çalar çıkardığını burada hatırlatalım. nedeni ise Türkologların çevirilerini ses sanatçılarının
Seslendiren seçkin ses sanatçısı, Macaristan’da da sevilen müzik/beste gereği bazı yerlerde değiştirerek kullanmış
Esin Avşar idi.) olmasıdır.8

Şairin 750. doğum yılı Yunus Emre Anma Kitabı’nı Bu noktada genç Türkolog, ülkemizde Türk müziği
hazırlamama vesile oldu. Bu kitap büyük Türk şairi ve çalan “Canlar” müzik topluluğu üyesi Balázs Sudár’dan
tasavvuf düşünürünü tanıtan ve Uluslararası Yunus Emre ayrıca bahsetmemiz gerek. Osmanlı hakimiyetindeki
Sevgi Yılının yurt içi ve yurt dışı etkinliklerini gözden Macaristan’da Türk şiiri ile müziğinin varlığını konu alan
geçiren bölümlerin yanısıra Yunus’a ait efsanelerden bir monografisinde gazel şaiiri Yunus’u zikretmesinin yanında,
demet, ayrıca Ataol Behramoğlu’nun Yunus ile Dante’yi koşma türünün divan şiirine nasıl girdiğini de Yunus’un
karşılaştıran yazısını içermektedir, ama daha da önemlisi Ağaç deri derildi... şiirini örnek alarak gösteriyor.9
gerek yukarda bahsettğimiz çeviriler, yani Ottó Demény’in
İnternette bulduğum Kuş ruhum kafeste ağlar. Türk
dört ve Tamás Blum’un on üç çevirisi, gerek 14 yenisi
âşıklarının şiirinde ten ve ruh başlıklı makalesinde Balázs
Macar okuruna sunulmuştur.
Sudár tasavvuf şiirinden, özellikle de vahdet-i vücuttan
Bu şiirler: bahsederken söyleyeceklerini başta Yunus Emre olmak
1. Geldi geçti ömrüm benim... üzere, Türk şairlerinin dizeleriyle örnekliyor/destekliyor.
2. Dolap niçin inilersin... Yazısının sonunda alıntıladığı şairler hakkında kısa
3. Miskinlik ile gelsin... bilgiler de veriyor. Profesör Rásonyi’nin Yunus’un medrese
4. Biz kimseye kin tutmayız... ile öğrenimi görmediği yolundaki görüşünden farklı olarak
5. Seni ben severim candan içeru... Mária Kenessey’in, yeni araştımalara dayanarak Yunus’un yüksek öğrenim
6. Yalancı dünyaya göçenler... gördüğünü vurgulaması özellikle dikkate değer.10
7. Ömür bahçesinin gülü solmadan...
8.Sen bunda garip mi geldin... Evet, internet! Çağımızın bu sanal bilgi ağında neler yok ki!
9.Seninle dirliğim senden ayrılmaz Macar web sayfalarında Yunus Emre’yle ilgili hemencecik
10.Haktan gelen şerbeti... 500’e yakın başlık önümüze çıkar. Birkaç örnek vermekle
11.Bu dünya benimdir diyen... yetinmeliyiz:
12.Aşkın aldı benden beni...
13.Bilmem nideyim... ile hu.wikipedia.org sayfasında Yunus Emre’nin de yer
14.Ben yürürüm yane yane... ise Edit Tasnádi’nin almasını doğal sayıyoruz elbette, fakat Bethlen Gábor
Macarcasıyla; toplam olarak bu 31 çeviri asıl Türkçeleriyle Hagyományörség Egyesület’in, yani küçük bir şehrimiz
birlikte küçük antolojimizde yer almaktadır.7 olan Aszód’un Gelenekleri Koruma Derneğinin
İki dost Tamás Kobzos Kiss ile Erdal Şalikoglu Yunus “Türk−Macar Sahsiyetleri” başlıklı listesinde karşımıza
çıkmasını beklemezdik doğrusu...
6. Aynı zamanda Oratoryonun video çekimleri de yapılmış ve film Macaristan
ve Türkiye’de televizyon gösterimine girmiştir. 8. YBM Produksiyon; Macaristan’da da satışa sunulmuştur.
7. Júnusz Emre emlékkönyv. A költő születésének 750. évfordulója alkalmából 9. A Palatics-kódex török versgyűjteményei. Balassi Kiadó, Budapest, 2005.
összeállította Tasnádi Edit, A Magyar−Török Baráti Társaság kiadványa, 10. Macar web sayfaları arasında Madár lelkem kalitkában zokog. Test és lélek
Budapest, 1993. a török énekmondók költészetében başlığı altında bulunabilir.
40|MAYIS 2010
Fotoğraf: Levend İSKİT| Myanmar/Inle Lake Seçki: Bahanur GARAN

Hak nazar kıldığı câna bir göz ile bakmak gerek


Ana ki Hak nazar kıldı ben anı niçe yereyim

Teknik konularla ilgili olarak Yunus’a rastlamam da Yazar, A hegyekkel, a kövekkel együtt hívni foglak Téged...
bir sürpizdi: Macar Kağıt ve Matbaa Sanayii Teknik (Dağlarla ve taşlarla birlikte çağıracağım seni...) diye
Derneğinin Papíripar (Kağıt sanayii) başlıklı dergisinin başlayan iki kıta ekleyerek tespitini pekiştiriyor.
XLIX. /1. 2005. sayısında kısa bir haber çıktı: Doğu
Türkmenistan’ın Yaslik kentinde kurulan yeni kâğıt Aynı şiirin başka bir çevirisini Zoltán Bolek’in kaleminden
fabrikası 13. yüzyıl Türk şairi Yunus Emre’nın adını aldı, “Macar İslam” sayfasında Hegyekkel és sziklákkal hívni
diye.... akarlak... (Dağlarla, kayalarla çağırmak istiyorum seni...)
şeklinde buldum. İkinci dilden (Almancadan) çeviri
Ya da başka türlü bir sürpriz: “Látó” Szépirodalmi Folyóirat yapan Bolek’ten ayrıca Megannyi paradicsombeli folyó...
(“Gören” Edebiyat Dergisinin 2008 Augustos−Eylül (Cennetteki o ırmaklar...) başlıklı şiiri de aynı sitede
sayısında Rachel Gosharian Rózsa és csalogány − okuyabiliriz...11
középkori örmény költö kertjében (Gül ve Bülbül −
orta çağ Ermeni şairinin bahçesinde) başıklı yazısında 11. www.magyariszlam.hu/arc-mese.htm
(Yunus Emre’nin Macaristan’da varlığının bir başka yüzü diye çevirilerimden
Hovhanos Tulkurancı’dan bahsettikten sonra şöyle devam Az élet kertjének rózsája elhervad... (Ömür bahçesinin gülü solmadan...) Çağrı
ediyor: “Tanrıyı öven şiirleri, mezmurları ve ilahileri dergisinin 414. sayısında (Mayıs 1994) ve 475. sayısında (Haziran 1999) da
yayınladığı; gene Çağrı’nın 478. sayısında (Eylül 1999) bir dürtlüğün: Tap-
söyleyen, Tanrının ruhunu içlerinde taşıyan kuşlar, başka tuk kolostorában...(Taptuk’un tapusunda...); 482. sayıda da (Ocak 2000) iki
bir Anadolu şairini, mutasavvıf Yunus Emre’yi hatırlatır dörtlüğün Szívemet kínok tépték szét... (Gönlüm düştü bu sevdaya...); Türk
Dünyası KIBATEK Bülteni’nin 37. sayısında (Temmuz 2008) ise Mi tévő
bize.” legyek a szerelemtől... (Bilmem nideyim...) şiirinin çıktığını parantez içinde
ekleyeyim.)
MAYIS 2010|41
Yunus Emre ve Türk Dili
Emel ENKİN| Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Yüksek Lisans Öğrecisi

Yunus’un sanat kaygısı gütmeden ve içindeki ilahi aşkı


samimi bir şekilde dile getirmesi onu Türkçeyi en saf
haliyle kullanmaya sevk etmiştir.

D
ünya dilleri arasında önemli bir yer tutan gerekse dönemin ediplerine sağladığı imkanlar doğal
ve bugün için en eski kaynak olarak Orhun olarak Türkçenin gelişimini de beraberinde getirmiştir. Bu
Abidelerini gösterebildiğimiz Türk Dili, anlamda Yunus’un dilinin de bu kadar sade olması yani
Türklerin tarih içerisinde göçebe bir yaşam tarzını bu bilincin içerisinde sade bir dil kullanması yadsınacak
benimsemiş olmalarından dolayı geniş bir coğrafyaya bir durum değil, aksine onun dilin gelişmesinde üstlendigi
yayılma imkanı bulmuş, bunun yanında bir çok dil ve tabi bir roldür. Yunus, yazdığı şiirlerde sade, akıcı ve
kültür ile etkileşim içerisine girmiştir. Bu etkileşimin doğal coşkun bir dil kullanmış ve kendinden sonra gelen şairlere
bir sonucu olarak da çesitli milletlerle sözcük alış verişinde de ışık tutmuştur. Eski Anadolu Türkçesinin yazı dili
bulunmuştur. Bugün konuştuğumuz Türkiye Türkçesinin haline gelmesinde en önemli adımı atmış ve bir anlamda
konuşma dilinin yanında yazı dili haline geldiği en önemli bunun öncüsü olmuş, Türkçenin güzelliğini ispat etmiştir.
dönemlerden biri Yunus Emre’nin de 13.yy’ın ikinci Ayrıca Yunus, Anadolu insanının hoşgörüsünü, sevgisini
yarısında ve 14.yy’ın ilk yarısında yer aldığı Eski Anadolu ve kültürlerine olan bağlılığını en iyi şekilde dile getirmiş
Türkçesidir. Özellikle Anadolu Selçuklu Devleti’nin ve bunu yaparken de halk dilini kullanmıştır.
yıkılmasının ardından Beylikler Dönemi dediğimiz dönem
içerisinde gelişme gösteren Eski Anadolu Türkçesi’nin Yunus’un sanat kaygısı gütmeden ve içindeki ilahi aşkı
oluşmasında Yunus Emre’nin kullandığı Türkçe önemli samimi bir şekilde dile getirmesi onu Türkçeyi en saf haliyle
bir yer tutmaktadır. kullanmaya sevk etmiştir. Şiirlerinin konusunu oluşturan
tasavvufi olguları ve mistik havayı Arapça ve Farsça
Türk dilinin, özellikle Anadolu Selçuklu Devleti terkiplerden arındırarak yazması onun geniş kitlelerce
döneminde, Arapça ve Farsçanın etkisi altında bulunduğu tanınmasının en büyük nedenlerinden biridir. Yunus
ve dönemin bazı şair ve yazarları tarafından yetersiz bir dil kullandığı dille de şiirlerinde yansıttığı düşünceleriyle de
olarak tanımlandığı göz önünde bulundurulursa Yunus’un milli bir şairdir.
kullandığı Türkçenin önemi daha da anlaşilacaktır. Çünkü
o çagdaslarinin aksine şiirlerinde Türkçeyi büyük bir Döneminde, kullandığı dil sebebiyle Acem şairlerine
ustalıkla kullanmayı başarmıştır. özenen şairler tarafından küçümsenmiş ve bu sebeple
dönemin tarih kitaplarını oluşturan şu’ara tezkirelerinde
Yunus’un asıl önemi ise döneminde saf bir Türkçe adı pek fazla anılmamıştır. Etrafında var olan bu baskılar
kullanarak Türkçenin gelişimine sağladığı katkıdır. Bu ve sıkıntılar neticesinde bile onun sadece düşüncelerini
dönemde beyliklerin gerek Türk diline gösterdikleri özen yansıtmak amacıyla, tanınma kaygısında olmadan
42|MAYIS 2010
yazdığının en büyük kanıtıdır. Şiirlerini sehl-i mümteni Döğene elsiz gerek, söğene dilsiz gerek
dediğimiz tarzda meydana getiren Yunus,Türkçenin gramer Derviş gönülsüz gerek, sen derviş olamazsın
şekillerini ve sözcük hazinesini çok iyi kullanmıştır: Derviş bağrı baş olur, gözü dolu yaş olur
Koyundan yavaş olur, sen derviş olamazsın
Işkun aldı beni benden, bana seni gerek seni, Muhammed darılmazdı, sen yine darılırsın
Ben yanaram düni güni bana seni gerek seni. Bu darılmak sende var, sen derviş olamazsın
Ne varlığa sevinürem ne yokluğa yerinürem Derviş Yunus sen dahi her gördüğün kakırsın
Işkunıla avunuram bana seni gerek seni. Bu kakımak sen de var, sen derviş olamazsın.

dizelerinden de anlaşilacağı üzere Yunus, Türkçeye diyen Yunus tasavvufu adeta Türkçe ile özdeslestirmistir.
Arapçadan geçmiş olan aşk kelimesini Türk dilinin Şiirde geçen döğene, söğene, kakımak sözcükleri konuşma
söyleyişine uydurmuş ve seni kelimesinde de belirtme diliyle yazdığını gösterir.
ekini kullanarak sözcüğü vurgulamıştır. Ayrıca yanaram,
sevinürem, yerinürem, avunuram kelimelerinde de onun Yunus’un kullanmış olduğu bu dil, onun döneminde
konuşma diliyle yazdığı görülmektedir. sevilmesinin ve eserlerinin günümüze kadar gelmesinin
en büyük nedenidir. Çünkü Yunus bu sayede anlaşılırlığını
Yunus’un şiirlerinde dikkati çeken diğer bir özellik de hiçbir zaman kaybetmemiştir. Bundan asırlarca yıl önce
çagdasi olan şairlerin aksine tasavvufu saf bir Türkçeyle sevgi, hoşgörü ve alçak gönüllülük üzerine yazdığı şiirleri
anlatmayı başarmış olmasıdır: daha nice yıllar takdir edilecek ve insanları düşünmeye
sevk edecektir.

Fotoğraf: Levend İSKİT | Hindistan/Haridwar Seçki: Bahanur GARAN

Sen sana ne sanırsan ayruğa da onu san


Dört kitabın mânâsı budur eğer var ise
MAYIS 2010|43
XIII. Yüzyıldan Günümüze Ulaşan Bir Ses:
Yunus Emre
Yrd. Doç. Dr. Dilek TÜRKYILMAZ|Gazi Üniversitesi Fen Ed. Fak. Türk Halkbilimi Bölümü

Yunus söyledikleriyle, insanları yok olmayacak, tükenmeyecek değerlere sevk


etmeye çalışmıştır. Yunus dünyanın, insanların birbirini kırdığına üzdüğüne
değmediğini, yaşadığı dönemdeki taht kavgalarının, ikbal makamlarından
çıkar umanların sebep oldukları acıların değersiz olduğunu her fırsatta
açıklamaya, devrinin ve sonraki dönemlerin toplumlarını uyarmaya çalışmıştır.

44|MAYIS 2010
Y
unus Emre gibi büyük şahsiyetler hakkında Bu şârın evvel dâdı şehd ü şekerden şirîn
konuşmak son derece zordur, çünkü ne söylersek Âhir acısını gör şol zehr-i mâra benzer
söyleyelim onu ifade etmeye yetmeyecektir. Yunus
kendisini, tazeliğini yüzyıllardır koruyan, fikrî çatısı ve Evvel gönül almağı hûblara nisbet eder
mesajlarıyla günümüz meselelerine de ışık tutabilen Âhir yüz döndürmeği acûz-ı mekkâra benzer
şiirleriyle zaten en güzel şekilde ifade etmektedir. Biz
burada yüreği insan sevgisiyle dolup taşan, tevazuu ilke Bu şârın hayalleri dürlü dürlü hâlleri
edinmiş, bağnazlığa ve baskıya karşı olan, inançları ve Aldanmış gâfilleri câzu-yı ayyâra benzer
dilleri ne olursa olsun tüm insanları eşit sayan ve tüm
insanlığı sevgiyle kucaklayan, özetle hoşgörü havarisi Bu şârda hayallerin haddi vü şümârı yok
Yunus gibi olabilmenin önemini olduğunu vurgulamaya Bu hayale aldanan otlar davara benzer
çalışacağız.
Bu şârın sultânı var cümleye ihsânı var
XIII. yüzyıl Anadolu’sunun yetiştirdiği şahsiyetlerden olan Sultanıla bilişen yoğiken vara benzer
Mevlâna, Hacı Bektaşi Velî gibi manevî mimarlar zincirinin
bir halkasını teşkil eden Yunus Emre, Ahmet Yesevi’nin Kendi mikdârın bilen bildi kendi hâlini
temsil ettiği, Orta Asya Türk İslam tasavvuf felsefesinin, Velî dahı ışkla evvel bahâra benzer
Horasan erenleri vasıtasıyla Anadolu’ya serpiştirilen
tohumlarıyla mayalanan bir ortamda yetişmiştir. Bîçâre Yûnus’ı gör derdile hayrân olmuş
Anun her bir nefesi şehd ü şekere benzer
Tarihî şahsiyeti hakkındaki bilgiler, genellikle menkıbevi
hayatıyla ilgili anlatılardan hareketle oluşturulan Yunus Emre’nin şiirlerinde en çok üzerinde durduğu
Yunus Emre, Anadolu insanının hepsiyle derinden konunun, dünyanın faniliği ve hayatın ölümlü oluşu
bütünleşebildiğinden olsa gerek, Anadolu’nun pek çok meselesi olduğu söylenebilir. Bu fikir onun şiirlerinde şu
yerinde mezar ve makamları bulunan manevî bir şahsiyet şekilde ifade bulmaktadır:
olması bakımından da son derece önemlidir. Yunus’u
böylesine sevilen ve müessir bir şahsiyet haline getiren Bu dünyaya gelen göçer
hiç şüphesiz her tabakadan Türk insanın gönlüne taht Gelen göçer konan göçer
kurabilmiş olmasıdır. Bu açıdan değerlendirdiğinde Yunus
sadece bir halk şairi değil aynı zamanda bir Türk şairidir. Meyil etme bu dünyaya
Yunus’un yaşadığı yüzyıl yani XIII. yüzyıl sonları ile XIV. Hiç kimseye kılmaz vefâ
yüzyıl başları Anadolu tarihinin karışık ve huzursuz bir
dönemine rastlar.Bu dönem bilindiği gibi Moğol akınlarıyla Başka şiirlerinde şöyle der Yunus:
kurulu düzenin yıkıldığı, Selçuklu İmparatorluğu’nun
içten çöktüğü, çeşitli boyların ve beyliklerin ayaklandığı, Hey yarenler, bu dünyanın
halktan ağır vergilerin alındığı, yağmacı saldırılarının sık Sonu viran olur bir gün
yaşandığı, kuraklık ve kıtlığın baş gösterdiği bir bunalım Buna mağrur olanların
çağıdır. Böylesi bunalımlı dönemlerde insanların zihninde, İşi pişman olur bir gün…
kendisinin nereden geldiği, nereye gittiği, nasıl ve niçin gibi ***
sorular belirmeye başlar. Bu bağlamda ortaya çıkan ölüm, Bu dünyanın sonucu
diriliş, yargılanma gibi sorular ilahî kaynaklı yorumlara Böyle olduktan geri
dayalı bir inançla cevaplandırılmaktadır. İslam tasavvufu Ebleh imiş ol kişi
anlayışı bütün bu soruları cevaplandırırken, bu dünyanın Dünya için yerine
geçici ve bir imtihan yeri olduğunu vurgulamış, ilahî
yorumlarla birlikte sürekli ve sonsuz mutluluğun varlığını Yunus söyledikleriyle, insanları yok olmayacak,
telkin ederek, bunalımdaki insanlara çıkış yolu olmuştur. tükenmeyecek değerlere sevk etmeye çalışmıştır. Yunus
Yunus Emre de şiirlerinde en özet ifadeyle bu gerçeği dile dünyanın, insanların birbirini kırdığına üzdüğüne
getirmiştir: değmediğini, yaşadığı dönemdeki taht kavgalarının, ikbal
makamlarından çıkar umanların sebep oldukları acıların
Bu dünyanın meseli bir ulu şârâ benzer değersiz olduğunu her fırsatta açıklamaya, devrinin ve
Veli bizim ömrümüz bir tiz bâzâra benzer sonraki dönemlerin toplumlarını uyarmaya çalışmıştır.
Bu bağlamda Yunus’un söylediklerinden payımıza
Her kim bu şârâ geldi bir lahza karar kıldı düşen çok şey olduğu söylenebilir. Yunus’un bu konuda
Geri dönüp gitmeği gelmez sefere benzer düşündüklerini şu şekilde ifade ettiğini görüyoruz:

MAYIS 2010|45
Sen bu cihan mülkini kafdan kafa duttun tut Dikkatle bakıldığında Yunus’un dünya ile ilgili şiirlerinin,
Ye bu âlem mâlini oynayuban utdun tut insanı uyarmaya ve gafletten kurtarmaya yönelik olduğu
son derece açıktır. Çünkü kötülüklerin, huzursuzlukların
Süleyman’ın tahtına şâd olup oturdun bil temelinde gaflet ve boş şeylerle yaşamak yatmaktadır.
Dîve periye düpdüz hükümleri itdün tut Bugün de dünya saltanatı, makam, ikbal ve servet için
toplumların gösterdiği çabayı düşündüğümüzde, Yunus’un
Ferîdun hazinesin Nûşin-revân genciyle çağındaki gerçeklerin önemini artırarak hayatiyetini devam
Karun malına katup sen maluna katdun tut ettirdiğini görürüz. Yunus’un bu konudaki fikirlerinin en
çarpıcı olarak ifade edildiği, görünüşte sade, anlamca derin
Bu dünya bir lokmadur ağzunda çeynenmiş bil şu sözlerini de hatırlamakta fayda vardır:
Çeyenenmişi ne dutmak ha sen anı yutdun tut
Mal sahibi, mülk sahibi
Yüz yıllar hoşlıgıla ömrün geçerse Yunus Hani bunun ilk sahibi
Son-ucı bir nefesdür sen anı da ütdün tut Mal da yalan mülk de yalan
Var biraz sen de oyalan
Hz Süleymanın tahtında oturmuş olsan, onun gibi cinlere
perilere hükmetmiş olsan, Feridun , Nuş-i revan ve Karunun Yunus bu dört mısrayla insanlık tarihinde ortaya çıkan
zenginliklerini elinde de tutsan, dünya çiğnenmeye bütün dram ve trajedilerin temelinde yatan nedeni son
hazır bir lokma gibidir; çiğnenmiş lokma ağızda nasıl derece özlü bir şekilde ifade etmiştir.
tutulmazsa, dünya da değer verilmeye değmez, der. Sonra
kendine dönerek, yüzyıllarca hoşça yaşasan da sonunda bir Yunus Emre hem derin bir mutasavvıf hem de derin bir
nefesle sona ereceksin diyerek, insanın sonunun bir nefes düşünürdür. Şiirlerinden çıkarılacak sayısız netice vardır.
olduğunu belirtmeye çalışır. Bunlardan biri de hiç şüphesiz, İslâmın geniş tolerans
planından hareketle oluşturduğu, maneviyat temeline
Yunus Emre dünyanın değerinin olmadığını ve dünya oturmuş insan sevgisi ve hoşgörü meselesidir. O, insanlık
nimetleri yüzünden insanların birbirlerinin hakkına değerlerine inanan, yobazlığı kınayan ve batının materyalist
saldırmasının yanlışlığını bir başka şiirinde şu şekilde dile temayül gösteren, Tanrı tanımaz hümanizmasından farklı
getirmektedir: bir hümanizma anlayışına sahiptir.

Kanı, noldu ana, atan? 1071’de Anadolu’nun fethiyle başlayan doğudan batıya
göç, Moğol akınlarıyla hızlanmış ve çok sayıda mutasavvıf
Dünya için yeme gussa ve âlim Anadolu’ya gelmiştir. Bütün bu mutasavvıflar
Kanı Dâvud, kanı Musâ? Anadolu’dan Suriye’ye Mısır’a kadar uzanan alanda
Kanı Meryemoğlu İsa? merkezler kurarak ve kendi kabulleri çerçevesinde
temsilciler yetiştirerek, halkı kendi taraflarına çekmeye
Ömer, Osman, Ebûbekir, çalışıyorlardı. Yunus Emre ise bütün şiirlerinde farklılıkları
Anlara kalmadı dünya anlayışla karşılamaya, bütünleşmeyi, hoş görmeyi, sevmeyi
öğretmeye çalışmıştır. Onu bu derece geniş bir coğrafyada
İki cihan sultanı sevilir yapan şey de budur. Yunus’un bu düşüncesi,
Resûle kalmadı dünya
Gelin tanış olalım işi kolay kılalım
Peygamberi komadı, Sevelim sevilelim dünya kimseye kalmaz
Aziz kişi demedi,
Fani dünyadır adı… beyitinde en güzel ifadesini bulmaktadır.
Bilindiği gibi tasavvuf İslamî manada ve en kısa anlatımla,
Yunus bu konuda konuşmaya devam eder ve şu mısralar Tanrının niteliğini ve kâinatın oluşumunu varlık birliği
dökülür bu kez de dilinden: (vahdet-i vücud) anlayışıyla açıklayan İslamiyet’e dayalı
hayat tarzıdır. Tasavvufta temel fikir ancak bir tek varlığın
Bu dünyaya kalmayalum, fanidir aldanmayalum bulunduğuna inanmak ve başka varlıkları o varlığın
Bir iken ayrılmayalum, gel dosta gidelüm gönül! tecellisi saymaktır. İslam tasavvufu, “Tanrı’dan başka
mevcut yoktur” anlayışından hareket eder. Bu anlayış
Bu dünyanın misâli, benzer bir değirmene etrafında şekillenen bazı tarikatlar insanı dünyadan el etek
Gaflet onun sepeti, bu halk onda öğüne çekmeye yöneltir, zikir ve tefekkürle olgunlaştırır, bazıları
İslamî bilgileri özümseyerek günlük hayatı bu bilgilerin
Bu dünyanın meseli, benzer murdar gövdeye yardımıyla yaşamayı ve diğer insanlara hizmet ederek,
İtler murdara düştü, hak dostu kodu kaçtı tahammül ederek olgunlaşmayı sağlar. Bazı tarikatlarda
46|MAYIS 2010
ise her iki uygulama zaman zaman belli bir düzen içinde da özetle budur zaten’ anlamındaki şu güzel beyitle ifade
yer alır. Yunus Emre ise hiçbir tarikatın üyesi ve kurucusu etmiştir:
değildir. Bütün tarikatların saygıdeğer, öncü, pîr, veli kabul
ettikleri bir mutasavvıf şairdir. Şiirlerinde sürekli olarak Sen sana ne sanursan, ayruğa da anı san
farklılıkları hoş görmeyi, Allahın kullarında Allah’ı görmeyi Dört kitabun ma’nisi budur eğer varısa
vurgulamış, bu inançla belirli bir grubun temsilcisi veya Yunus bu manadaki düşüncesini bir başka şiirinde ise şu
üyesi olmamış, birleştiriciliği ve uzlaşmayı temsil etmiştir. mısralara dökmektedir S.27
İnsanın misafir olduğu bu dünyada, Allah’ın kullarına
hizmet etmenin gerçekte Allah’a hizmet etmek olduğunu Kendüye yaramazcı biregüya sanan ol
vurgulamıştır. Adı Müslüman onun, kendü benzer keşişe

İnsanların birbirlerini severek kardeş olması, bugün olduğu Yunus’a göre gerçek bir Müslüman başkalarının dinine
gibi Yunus döneminin de en aktüel konularından biriydi. hilaf yani aykırı da demez, çünkü ona göre din bir amaç
Toplumsal birlikteliği her zaman temin eden İslam dini değil araçtır, “muhabbet” yani sevgi, tanrı ve insan sevgisi,
de Yunus’un ağzından yeni bir mana ile devrin dağınık, ancak dinsel buyruklar “tamam olıcak” yani bunlar yerine
birbirlerine sırt çevirmiş insanlarına gelecek ümidi getirildikten sonra ortaya çıkar:
vermektedir. Yunustaki insan sevgisi bütün insanlığın
bütün ulusların birliğine olan inançla bütünleşmiştir. Bu Biz kimse dinine hilaf dimezüz
konudaki fikirlerini Yunus şu sözlerle dile getirir: Din tamam olıcak toğar mahabbet

Cümle yaradılmışa bir gözle bakmayan Yunus gerçek aşığı, yani tanrı ve insanlık aşkını taşıyan
Şer’ün evliyasıysa hakiykatde âsidür kişiyi yalnız kendi toplumunu ya da halkını seven değil,
tüm halkları sevebilen, tüm insanlık için kendini feda
Yunus bütün yaratılmışları Allah’ın kulu olarak görmek edebilen kişi olarak tanımlar ve şöyle söyler:
gerektiğini, “Yaratılanı hoş gör, yaratandan ötürü” sözüyle en
çarpıcı bir biçimde dile getirir ve insanlar arasındaki barış ve Yetmiş iki millete kurban ol, aşık-ısan
ahenge olan inancıyla ilgili şu sözlerle devam eder: Ta aşıklar safında tamam olasın sadık

Biz kimseye kin tutmayız, ağyar dahi dostumuzdur Yunus gerçek aşıkların, türlü dillerde konuşur duruma
Hiç kimseye kin tutmayız, kamu âlem dosttur bize gelmiş ve bu nedenle aralarında sınırlar, engeller oluşmuş
insanlığın arasındaki bu sınırları tanımayacağını, hiç
Ben gelmedim dava için, benim işim sevi için, kimseyi yerip, aşağılamayacağını ve tüm insanlara aynı,
Dostun evi gönüllerdir, gönüller yapmaya geldim. insancıl ve demokratik davranacağını ise şu sözlerle dile
getirir:
Gelün tanışık idelüm iş kolayın tutalım
Sevelüm sevilelüm, dünya kimseye kalmaz. Yetmiş iki dilcedi, araya sınır düşdi
Ol bakışı biz bakduk, yermedük am u hası
Yunus’un hayat felsefesi kimseyi kırmamak, incitmemek
üzerine kuruludur. İslam tasavvufuna göre kalp, gönül “Hakkı gerçek sevenler cümle alem kardaş gelür” sözleriyle
Allah’ın nazargâhıdır. Bunun için özellikle kalp kırmamaya de Tanrıyı gerçekten sevenler için tüm insanların kardeş
özen göstermeyi telkin eder Yunus: gibi olduğunu ifade eder. Yunus’a göre toplumsal barış
ve dolayısıyla toplumsal mutluluğun da temelinde yatan
Gönül çalabın tahtı, çalab gönüle baktı, budur. Barış ve mutluluk tarihin her döneminde olduğu gibi
İki cihan bedbahtı, kim gönül yıkar ise bugün de insanlığın peşinde koştuğu en önemli hedeftir.
Ancak insanlığın bu hedefe ulaşamadığı bilakis bundan
diyerek gönül yıkan, insanları inciten kişinin hem dünyada çok uzak bir yerlerde durduğu da bilinen bir gerçektir.
hem ahrette bedbaht olacağını söylemektedir. Dinle 1991 yılının Yunus Emre sevgi yılı olarak ilan edilişi de
düşmanlığın bir arada olamayacağını, insanları kıranların bir bakıma günümüz insanının gerçek barışa ve mutluluğa
yaptığı ibadetin de bir kıymeti olmadığını ise şu sözleriyle olan özleminin bir tezahürü durumundadır. Yunus’un
ifade etmektedir Yunus: şiirleri baştan sona dikkatle incelendiğinde ulaşılmak
istenen asıl hedefin hem fert hem de toplum planında
Bir kez gönül yıktın ise bu kıldığın namaz değil sahip olunacak gerçek bir barış, huzur ve mutluluk olduğu
Yitmişiki millet dahı, elin yüzün yumaz değil hemen görülür.

Yunus Emre hoşgörüyü ‘Sen kendin için ne düşünüyorsan, Yunus’un önem verdiği bir başka prensip de birlik
başkası için de onu düşün; dört kutsal kitabın asıl anlamı ve beraberliktir. Herkesin bir tarafa çekildiği, birlik
MAYIS 2010|47
Fotoğraf: Levend İSKİT| Kenya/Samburu Seçki: Bahanur GARAN

Yetmiş iki milletin ayağın öpmek gerek


Yaramağçün mâşûka cümle millete bile

duygusunun kaybolduğu bir toplumda barış ve mutluluk herkesin gerçek bir sevgi ile birbirine bağlandığı, şahsi çıkar
da kaybolmuş demektir. Onun şu dizeleri birliğin önemini duygularının kaybolduğu, fedakarlık, karşılıksız yardım
vurgulamaktadır: etme duygusunun hakim olduğu, adaletin, kardeşliğin,
birlik ve beraberliğin hüküm sürdüğü, barış, huzur ve
İkiliği terk itgil, birlik makamın dutgıl mutluluk dolu bir tolumun özlemini çekmiştir. Asırlar
Canlar canın bulasın, işbu dirlik içinde geçtikçe kıymeti daha iyi anlaşılan, mili tarihimizin abide
şahsiyeti Yunus Emre’nin çok büyük değer taşıyan evrensel
Birisen birliğe gel, ikiyi bırak elden düşüncelerinden, barış, mutluluk, sevgi, hoşgörüye susamış
Bütün mana bulasın sıdk u iman içinde olan günümüz insanlığının alacağı çok şey vardır. Bizlere
XIII. yüzyıldan seslenen Yunusa tıpkı bir aynaya bakar
Sonuç olarak, Yunus bu düşünceleriyle ahlaken üstün bir gibi bakıp, Onda kendimizi arayıp bulmalıyız.
toplum hedeflemektedir. Gerçekten de Onun önemle
üzerinde durduğu bu prensiplerin yeterince uygulandığı * Bu yazı, 2009 yılında Eskişehir Valiliği ve Eskişehir Osmangazi Üniversitesi
bir toplumda ne kavga, düşmanlık, ne de huzursuzluk tarafından düzenlenen “ Yunus Emre Panel”inde sunulmuştur.
söz konusu olur. Bunun gerçekleşebilmesi için toplumu
oluşturan bütün fertlerin bu kuralları gönülden benimseyip Kaynaklar:
uygulaması ve Yunus gibi. “Beri gel barışalım, yâd isen 1. Gölpınarlı, Abdülbaki. Yunus Emre’den Seçmeler. İstanbul 1971.
2. Öztelli, Cahit. Yûnus Emre . Özgür Yayınları, 1984.
bilişelim” diyebilmesi gerekir. Yunus hayatı boyunca
3. Tatcı, Mustafa. Yûnus Emre Dîvânı. Kültür Bakanlığı, Ankara 1990.

48|MAYIS 2010
MAYIS 2010|49
Yunus Emre’nin
Nefsiyle Savaşı
Fatih DOĞRU | Eskişehir Osmagazi Üniversitesi Türk Dili ve Ed. Böl. Öğretim Görevlisi

Yunus kendisini nefsin askeriyle savaşan bir savaşçıya benzetir ve nefsin


askerini yendiğini söyledikten sonra onun kalesini nasıl fethettiğini anlatır.

X
III. yüzyılın ikinci yarısı ve XIV. yüzyılın ilk Ancak Yunus’un asıl düşmanı kendi içindedir ve içindeki
yarısında yaşamış olan Yunus Emre, Türk dili ve azılı düşmanı olan nefsini yenebilmek için uğraşmaktadır.
Türk edebiyatının en önemli şairlerinden biridir. Nefsiyle olan savaşını anlatırken Yunus, birçok savaş sahnesi
Türkçe, Yunus’un elinde yüksek bir fikir ve edebi deyiş tasavvur eder, devrinin ve çevresinin etkisiyle farklı askeri
gücü kazanmıştır. Yunus bu mükemmel Türkçesiyle Hakk’a terimler kullanır ve bu unsurlardan faydalanarak nefse
olan aşkını anlatmış, sevgi yoluyla birlik ve beraberlik olan büyük düşmanlığını dile getirir. Yunus’u amacına bu
mesajları vermiştir. O, Halkın içinde yaşamış ve gönüllere düşmanı karşısında kazanacağı zafer götürecektir.
hitap etmiştir. Yunus’u ve felsefesini anlamak için, her
şeyden önce yaşadığı devrin, içinde bulunduğu durumun, Yunus dosta yakın olmak için dosta ulaşmak isteyen âşığın
devrindeki tasavvufî akımların ve çevresel özelliklerin iyi gece gündüz nefsiyle savaşması gerektiğini söyler. O’na
tanınması gerekir. O, birçok savaşın yaşandığı, isyan ve daha yakın olabilmek için âşık, nefsin evini yıkmalı, bu evi
sıkıntıların bulunduğu, Moğol istilasının büyük etkilerinin yerle bir etmelidir.
sürdüğü, sefaletin kol gezdiği, siyasi bunalımların yaşandığı,
ilmi hayatın neredeyse durduğu ve tasavvuf hareketinin Her bir kişi bir iş dutar ol dosta yakın olmaga
yaygınlaştığı (Özbek 2004, 153) bir dönemde ve çevrede Gice gündüz nefsiyile her dem savaşdur ‘âşıkun
yaşamıştır.
Uram yıkam nefs evini oda yana hırs u hevâ
El götürem şimden girü nefsile savaş eyleyem
Aynı zamanda Yunus Emre en önemli mutasavvıflarımızdan
biridir. Tasavvufta temel amaç nefsi yenmek ve Hakk’a
Eğer bu savaş aşk ile yapılıyorsa nefsin bu mücadeleye
ulaşmaktır. Nefis terbiyesi, tasavvufun en önde gelen
dayanabilmesi çok zordur. Aşk, nefis şehrine girdiyse
prensiplerindendir. Âyet-i Kerîmelerde nefsin, kötülükleri eğer, kibir kalesini yıkacak, orada ne bulursa yakacaktır.
emrettiğinden bahsedilmiştir (Akkuş 2005. 14). Yunus Burada nefis ile aşk arasında çok defalar büyük savaşlar
Emre’nin de bu dünyadaki en büyük amacı nefsini terbiye gerçekleşmiştir.
etmektir. Bu yüzden de hak aşığı herkesin olduğu gibi
onun da en büyük düşmanı nefsidir ve sürekli olarak ‘Işk nefs iline akdı ne buldıyısa yakdı
nefsiyle savaş halindedir. Vahdet halinde olan kişi, hiçbir Kibir kal‘asın yıkdı anda çok savaş oldı
insana veya varlığa düşman gözüyle bakamaz. “Mutasavvıf
düşmanı olmayan kişidir.” (Tatcı 2009, 174). Yunus da bu Yunus kendisini nefsin askeriyle savaşan bir savaşçıya
dünyada kimseye kin tutmadığını, düşmanlık beslemediğini benzetir ve nefsin askerini yendiğini söyledikten sonra
söyler. onun kalesini nasıl fethettiğini anlatır. Bu fetihle Yunus,
maddi dünyadan geçmiş, “Bir”liğe ulaşmıştır.
Adumuz miskîndür bizüm düşmânumuz kimdür bizüm
Biz kimseye kîn tutmazuz kamu ‘âlem yârdur bize Kırdum bu nefsün çerisin bir itdüm burc u bârûsın
Pâk eyledüm içerüsin mülketini yuyan benem
50|MAYIS 2010
Yunus Emre Külliyesi, Sarıköy Fotoğraf: Can Düz

Yunus Emre’nin yaşadığı devirde Anadolu’yu kasıp Nazar dahı gözde olur kimde ne var bakar görür
kavuran Moğol istilaları da onun şiirlerine yansır. Nefis, Tama‘ ana düşmân olur gözden savar ol nişânı
yagı Tatar olarak nitelenen Moğol askerine benzetilmiştir.
Aşkın askeri kişinin gönlüne girmiş, o gönlü esir almışsa Nefsinin hırsına ve tama etmesine uyan kişilerin gönüllerde
eğer, yağmacı Moğol askerine benzetilen nefis, o kişiye yeri yoktur. Yunus’un amacı gönüllere girebilmek, dosta
zarar veremez. Aşkın olduğu yere nefis yaklaşamayacaktır. ulaşabilmektir. Bu sebeple amacına ulaşmasını engelleyecek
olan nefsine düşmandır, onun boynunu vurur, kendine
‘Işkun çeri saldı benüm gönlüm evi iklîmine karşı zafere ulaşmasını engeller.
Cânumı esîr eyledün n’ider bana yagı Tatar
‘Aynı hırs ol olmışdur nefsine ol kalmışdur
Eğer kişi gerçeği arıyorsa, nefsinin düşman olduğunu Kendüye düşmân olmış yavuz yoldaşa benzer
bilmeli, onunla vuruşmalı ve savaşarak gerçeği aramalıdır.
Tek gerçek olan Hakk’a ulaşmak isteyen, önce bu yolda Düşman benüm nefsüm durur tama‘ıla hırsum durur
bulunan büyük düşmanı nefsi yenmeli ve bu engeli Tama‘ıla hırsa uyan gönüllerde yir eylemez
aşmalıdır.
Küfrini atar iken îmânun urma sakın
Hakîkate bakarısan nefsün sana düşmânyiter Hırs bizümle düşmândur bilişlüdür il degül
Var imdi ol nefsünile vuruş-tokuş savaş yüri
Bu yolda muhkem durduk nefsin boyunın urduk
Nefisle birlikte diğer bir büyük düşman da şeytandır. Yunus Sen şâha gönül virdük düşmân ne zafer itsün
Emre Rahmani bir aşka sahip olduğu için şeytanla daima
bir savaş halindedir ve bu en büyük düşmanları karşısında Nefsini düşman olarak bilen kişiler, bu dünyada ölmeden
canını ortaya koyar. önce ölen kişilerdir. Ölmeden önce ölen kişiler ise daha
sonra Cennetle mükâfatlandırılacak, Kevser havuzuna
Bu ‘ışk bize Rahmânîdür hem cânumuzun cânıdur dalacak, Tuba ağacının dallarına konacaktır. Nefis ile olan
Anun içün şeytânıla her dem bu savaşum benüm bu savaşın elbette ödülü de büyük olacaktır.

Yunus’un nefis ile olan savaşında şeytan da nefse Kevser havzına talanlar ölmezdin öndin ölenler
yardım etmektedir. Hak âşıklarını ibadetten ve Hak’tan Nefsini düşmân bilenler konar Tûbâ dallarına.
uzaklaştırmak için yaptığı savaşta şeytan, nefsin en büyük
yardımcısıdır. Bu ikisi Hak âşıklarına sıkıntı çektiren en Kaynakça:
1. AKKUŞ, Prof. Dr. Mehmet, Nefs Terbiyesi, Somuncu Baba, Aralık, 2005
büyük düşmanlardır.
2. ÖZBEK, Prof. Dr. Abdullah, Anadolu’nun Türkleşip İslâmlaşmasında Yunus
3. Emre’nin Rolü (The Role of Yunus Emre in Turkification and Islamication of
Nefsin istekleri, bitmek tükenmek bilmeyen arzuları Anatolia), III. Uluslar Arası Mevlâna Kongresi, 2004, s. 253-278
insanın gözünü kör eder, gerçekleri görmesini engeller. 4. TATCI, Dr. Mustafa, Yunus Emre Divanı Tenkildi Metin, H Yay. İstanbul,
2008
Gerçekleri görecek olan gözün düşmanı, yine nefsin 5. TATCI, Dr. Mustafa, Aşk Bir Güneşe Benzer Yunus Emre Yorumları, H Yay.
dünyevi arzularıdır. İstanbul, 2009

MAYIS 2010|51
Taş Gönülde Ne Biter?
Yrd. Doç. Dr. Fevzi KARADEMİR|Gaziantep Üniversitesi Eğitim Fak. Türkçe Eğitimi Bölümü

M
odern insan, mutlu bir hayat sürmek için her atasözlerimize3 kadar birçok ferdi-anonim eserimiz,
tür araç ve etkinlikten yararlanarak ruhsal ve konuyla ilgili altın öğütler içermektedir. Ancak çok azı
bedensel özelliklerini tanımak, yeteneklerini dışında, insanlar, bu kaynaklardan beslenememekte, bir
geliştirmek istiyor. Bu arayışa cevap vermek üzere oluşan sihirli nefesin dil yaralarını iyileştirmesini, yetkin bir dil
kişisel gelişim sektörü, hızla gelişip dallanıyor. Güzel ve kullanıcısı olmalarını sağlamasını beklemektedirler.
etkili konuşma, bu sektörün önemli bir dalını oluşturuyor.
Bulunduğu ortamda etkin olma, kendini muhatab(lar)ına İşte, adı dillerde, sevgisi gönüllerde olduğu halde birkaç
beğendirme kaygısı taşıyan kişiler, bu dala önemli ölçüde ilahisi dışında yeterince istifade edilemeyen kaynaklardan
ilgi gösteriyor. Güzel ve etkili konuşmaya olan ilgi, popüler biri de hiç şüphesiz Yunus’tur. Yunus, gerçek bir dil (Dil’i
bir meslek arayışında olanları da heyecanlandırıyor. Farklı gönül anlamında da alabilirsiniz.) hekimidir. İnsanın
alanlardan mezun insanlar, konunun uzmanlığı noktasında dilini (sözünü/konuşmasını) önemsemiş, hem hatip hem
birbiriyle yarışıyor. Kitaplardan televizyon programlarına, muhatap için gönle gıda, ruha şifa sözün niteliklerini,
genel ağ sayfalarından kurslara kadar, çeşitli nitelikte insanca söz söylemenin esaslarını ortaya koymuştur.
araç ve etkinliklerle kişilerin güzel ve etkili konuşmaları
sağlanmaya çalışılıyor. Nail Tan, “Yunus Emre ve Konuşma Geleneği” adlı
yazısında geleneğimizdeki temel konuşma kurallarını
Bireylerin, mutlu olmak için mahiyetlerindeki istidat sıraladıktan sonra, Yunus’un konuyla ilgili görüşlerini şu
çekirdeklerini keşfedip birer meyveli ağaca dönüştürme dokuz maddede toplamıştır:4
çabası ve bu çabayı destekleyen uzmanların çalışmaları,
elbette ki önemlidir. Ancak önüne gelenin 1 birbirinin “1.Doğru konuşunuz, yalan söylemeyiniz, dedikodu
tekrarı beylik öğütler sıralaması, özden çok kabukla yapmayınız,
uğraşılması ve konuyla ilgili yapılan abartılı reklamlar, 2. Size kötü sözler söyleyene kötü sözler söyleyerek karşılık
işin önemli ölçüde göz boyama, para kazanma noktasına vermeyiniz,
kaydığını, hatta ayağa düştüğünü gösteriyor. 3. Yerinde, zamanında az ve öz konuşunuz,
4.Sert, kırıcı, kavgayı teşvik edici sözler söylemeyiniz.
Aslında konuyla ilgili değer yargılarımıza göz atıldığında Nazik, gönül yapıcı, barışı teşvik edici sözler söyleyiniz,
Hayalî’nin “Cihan-ârâ (dünyayı süsleyenler) cihan 5.Hissi konuşmayınız, düşünerek aklınızı kullanarak
içredürler arayı bilmezler; Ol mâhiler(balıklar) ki konuşunuz,
deryâ içredürler deryâyı bilmezler” beyiti akla geliyor. 6.Kişilerin ayıplarını, kusurlarını ortaya koyan sözler
Zira toplumumuz, inancı gereği, insanı varlıkların söylemeyiniz,
gözbebeği saymış, onun, diğer varlıklardan ayırıcı baş 7. Erenlerin, mürşitlerin, büyüklerin sözlerini dinleyiniz,
özelliklerinden biri olan konuşmasını önemsemiştir. 8.Duygularınızı, düşüncelerinizi söyleyiniz, saklamayınız,
Dolayısıyla konuşmanın/sözün niteliğinden sarfına kadar,
hemen her konuda, önemli ölçütler ortaya koymuştur. kalı çıksa bektin tişingni sıyur;… iki neng birikse bir erde kalı/bükendi ol erke
mürüvvet yolı/bir ol yangşar erse kereksiz sözüg/ikinç yalgan erse ol erning tili
Daha ilköğretimde adını ezberlediğimiz Kutadgu Bilig, (Fazla örnek için bk. Edib Ahmed B.M.Y., 2006: 50-52).
Atabetü’l-Hakayık2 gibi eserlerimizden deyim ve 3. Deyim ve atasözlerimiz; sözün değeri, iyi ve kötü sözün etkisi, dilin ne şekilde
kullanılması gerektiği gibi konularda dil-söz-konuşma eksenli çok sayıda değer
1. “Etkili Konuşma Teknikleri” başlıklı şu cümleler, olur olmaz kişilerin bu işe yargısı içermektedir. Onlarca örnekten birkaçı: dilim seni dilim dilim dileyim,
heveslendiğini gösteren çok sayıdaki örnekten sadece biridir: “Etkili konuşmayı başıma geleni senden bileyim; dilin cirmi küçük, cürmü büyük; el yarası geçer,
hepimiz isteriz. Konuşmalarımızın insanların ilgisini çekmesini ister, anlatmak dil yarası geçmez; baş dille tartılır; su küçüğün, söz büyüğün; büyük lokma ye
istediklerimizin anlaşılmasını isteriz. İşte benim bu hafta sizlerle paylaşmak büyük söz söyleme; sofrada elini, mecliste dilini sakla; çok söz (laf) yalansız,
istediğim konu da bu.” (http://iktibas.net/yazi; 03.01.2010). çok para (mal) haramsız olmaz; karı koca bir sözle yakın, bir sözle uzaktır; söz
2. Gerek Kutadgu Bilig gerekse Atabetü’l Hakayık’ın baş taraflarında bilgi-
nin değeri anlatıldıktan hemen sonra onun aktarım aracı olan dilin kullanımı var gelir geçer, söz var deler geçer; tatsız aşa su neylesin, akılsız başa söz neyle-
işlenmektedir. Her iki eserden birkaç örnek: kişi söz birle koptı boldı melik/ sin; ileri geri konuşmak; abuk sabuk konuşmak; kalbiyle konuşmak; karnından
öküş söz başıg yerde yirke kıldı kölik; tilig ked küdezgil küdezildi baş/sözüngni konuşmak; üst perdeden konuşmak; alt perdeden konuşmak; eğri oturup doğru
kısurgıl uzatıldı yaş; …toğuglı ölür kör kalır belgü söz/sözüng edgü sözle özüng konuşmak (Fazla örnek için bk. http://tdkterim.gov.tr/atasoz).
ölgüsüz (Fazla örnek için bk. Yusuf Has Hacib, 1999: 33-34). eşitgil biliglig 4. Araştırmacı, bu tespitlerini mısralarla örneklendirmiştir (Örnekler için bk.
negü tip ayur/edebler başı til küdezmek tiyür/tilig bekte tutgıl tişing sınmasun/ Tan, 1991: 506-510).
52|MAYIS 2010
9.Anlaşmazlıkları konuşarak, görüşerek çözünüz” (Tan, Ben gelmedüm dav’îyüçün benüm işüm seviyüçün
1991: 506-510). Dostun evi gönüllerdür gönüller yapmaga geldüm7

Bu öğütler, ideal bir konuşmacının özelliklerini, faydalı, Kişi neyi severise dilinde sözi ol olur
güzel konuşmanın esaslarını ortaya koymaktadır. Ancak Keksüz söyleyesüm gelür dâimâ anun sözini
bu özelliklere sahip olmanın, bütün bu esaslara uyarak dili
yönetmenin sıradan kişilerin harcı olmadığı açıktır.5 Sözüm ay gün içün degül sevenlere bir söz yeter
Sevdigüm söylemezisem sevmek derdi beni boğar
Zira Yunus’a göre bu özelliklerde bir konuşmacı olmak
için kişinin yüreğinde aşk güneşi olmalı. Güneşsiz bir Sözün, ateşinde pişirildiği aşkın mekânı, gönül,
dünya kararıp donduğu gibi aşk güneşi olmayan gönül de Kâbe’den yeğdir. Zira sevgilinin durağıdır. Katı sözleriyle
hayatiyetini kaybeder, taşlaşır:6 gönül incitenler, sevgilinin tahtını, nazargâhını yıkan
bedbahtlardır:
İşidün iy yarenler ışk bir güneşe benzer
Işkı olmayan gönül misali taşa benzer Gönül mi yig Kâ’be mi yig ayıt bana aklı iren
Gönül yigdürür zîre kim gönüldedür dost turagı
Taşlaşmış bir gönülde sevgi çiçekleri açmaz. Böyle bir gönül
sahibinin dili, zehir akıtır. Süslü ve yumuşak konuşması, Gönül Çalabun tahtı gönüle Çalab baktı
sözünün niteliğini değiştirmez. Zira nitelikli sözün ruhu, İki cihan bed-bahtı kim gönül yıkarısa
sevgi ve samimiyettir:
Yunusa göre sözün kaynak safiyeti kadar ne şekilde sarf
Taş gönülde ne biter dilinde agu düter edileceği de önemlidir. Hatip, sözünü bilerek konuşmalı,
Nice yumşak söylese sözi savaşa benzer ham söz söylememelidir. Pişirilip zararlı ve yaramaz
niteliklerden arındırılmış söz, bilinçli bir şekilde sarf
Yürek okşayıcı, yumuşak sözler, ancak aşk ateşiyle yanmış edilirse, hatibinin yüzünü ak eder, işini sağlam kılar:
yüreklerden, mum gibi yumuşak tabiatlardan gelir. Taş
gönüller ise merhametsizdir. Taş gönüllülerin incitici ve Keleci bilen kişinün yüzüni ag ide bir söz
soğuk tabiatları, onları itici kılar: Sözi bişirüp diyenün işini sag ide bir söz

Işkı var gönül yanar yumşanur muma döner Yaramaz unsurlardan arındırılmadan söylenen ham söz
Taş gönüller kararmış sarp katı kışa benzer hafife alınmamalı. Zira bu tür sözler, değerli her şeyi
değersiz kılabilir:
Hatip gibi muhatabın da mana ve aşk eri olması gerekir.
Zira aşk ışığıyla aydınlanmamış, kara taşa dönmüş Kelecilerün bişirgil yaramazını şeşirgil
gönüllerin, öğüt alma kabiliyetleri olmadığı için, ıslahı da Sözün usıla düşürgil dimegil çağ ide bir söz
kolay değildir:
Gel ahı ey şehriyarı sözümüzi dinle bâri
Bir kişiye söyle sözi kim ma’niden haberi var Hezâran gevher dinârı kara toprag ide bir söz
Bir kişiye vir gönlini canında ışk eseri var
Işksuzlara virme ögüt ögüdünden alur degül O halde kişi, sözünü hangi zaman ve kıvamda söyleyeceğini
Işksuz âdem hayvan olur hayvan ögüt bilur degül bilmeli, sözlerin en güzelini söylemelidir. Yol yordam
gözetmeli, gelişi güzel konuşmamalıdır. Zira kem söz
Kara taşa su koyarsan elli yıl ısladurısan gönül dağı olabilir, kişiyi sevgiliden, sevgililer sevgilisinden
Heman taş gine bayagı hünerlü taş olur degül uzaklaştırabilir. Güzel söz ise dünyadaki olumsuzlukları
cennet güzelliklerine çevirebilir:
Işksuzlara benüm sözüm benzer kaya yankusına
Bir zerre ışkı olmayan bellü bilün yabandadur Kişi bile söz demini dimeye sözün kemini
Bu cihan cehennemini sekiz uçmag ide bir söz
Görüldüğü üzere Yunus, hatip muhatap ilişkisinde, güzel
ve diriltici sözün kaynağı olarak içinde aşk bulunan gönlü Yüri yüri yolunıla gafil olma bilinile
görmektedir. Bu gönüllerden çıkan sözler, artık ben’le ilgili Key sakın ki dilinile canına dag ide bir söz
değildir. Zira aşk eri, sevmeyi dava edinmiştir. Dilinde
sevgi ve sevgili vardır: Yunus imdi söz yatından söyle sözi gayetinden
Key sakın o şeh katından seni ırak ide bir söz
5. Şu sözler dili yönetmenin zorluğuna dikkat çekmektedir: “til arslan turur kör
işikte yatur/aya evlig er sak başıngı yiyür: Gör, dil eşikte yatan arslandır/Ey ev
sahibi, uyanık ol, (senin) başını yer”. (Yusuf Has Hacib, 1999: 33); “eşit büt Sonuç
bu sözke kamug tangda ten/turup tilke yüknüp tazarru’ kılur: Dinle ve bu söze Yunus için iki tür söz vardır. Biri kişiyi mutlu ve aziz kılan,
inan ki, vücut her sabah/Kalkıp eğilerek dile yalvarır” (Edip Ahmet B.M.Y.,
2006: 52). diğeri kişiyi sevdiğinden ayırıp alçaltandır. Kişiyi mutlu ve
6. (Bu çalışmada örnek olarak verilen mısralar için bk. Gölpınarlı, 1965: 47,68,
83,119,136,139,157,159,160). 7. Bu beyit Tatçı’dan alınmıştır. (bk. Tatçı, 2005: II: 176).
MAYIS 2010|53
Fotoğraf: Levend İSKİT| Dominik Cumhuriyeti/Santo Domingo Seçki: Bahanur GARAN

Sanırdam kendim ayrıyam dost gayrıdır ben gayrıyam


Beni bu hâle salan bu sıfât’ı insân imiş

aziz kılan sözler, akıl süzgecinden geçirilip gönül ateşinde diyerek gönül yıkan ham hatiplerin hali ise, seyircilerini
sevgi katığıyla pişirilen sözlerdir. Arı özlerden damlayan kahkahalara boğarken içinden kan ağlayan ve kederinden
bu sözler, diriltici iksirdir, gönüllerin pasını siler, savaşları intihar eden Pandomima9’daki güldürü oyuncusu mutsuz
bitirir, zehirli aşı bal ile yağa çevirir.8 Paskal’ın çelişkili ruh halinden farksız değildir.

Söz (var) kılur kayguyı şâd söz (var) kılur bilişi yad O halde güzel kokulu hitabet çiçekleri açması için,
Eger horlık eger izzet her kişiye sözden gelür öncelikle gönül zemini yumuşatılmalı, ayrıkotlarından
temizlenmelidir.
Gönüllerin pasını ger sileyim dir isen
Şol sözi söylegil kim ol sözün hülasasıdur
Kaynakça:
Söz ola kese savaşı, söz ola bitire başı 1. Edib Ahmed B.M.Y., (2006), Atabetü’ül-Hakayık, Hazırlayan: Reşit Rahmeti
Söz ola ağulu aşı bal ile yağ ide bir söz Arat, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara.
2. Gölpınarlı, Abdülbâki (1965), Risâlat al Nushiyya ve Dîvân, Eskişehir Turizm
ve Tanıtma Derneği Yayını, Sulhi Garan Matbaası, İstanbul.
3. Gülensoy, Tuncer (1991), “Yunus Emre’nin Şiirlerinde Dil ve Üslûp”, Türk
Acı soğanı kırmızıya boyamak onu elma yapmadığı gibi Dili, 480: 493-499.
varlık içinde daralan gönüllerin, benlik davası güderek 4. Güzel, Abdurrahman (1991), “Yunus Emre’de İnsan Kavramı”, Türk Dili,
480: 483-492.
baştan ayağa ben (ego) kesilenlerin, arınıp esen olmadan 5. Sakaoğlu, Saim (1991), “Yunus Emre’nin İki Dünyası: Sevgi ve Bilim”, Türk
çeşitli hitabet taktikleriyle Yunus’un betimlediği bu hitabet Dili, 480: 444-458.
6. Tan, Nail (1991), “Yunus Emre ve Konuşma Geleneği”, Türk Dili, 480: 506-
sırrına ermeleri, gönül dirilten erdemli hatipler olmaları 510.
mümkün görünmemektedir. 7. Tan, Nail (1999), “Yunus Emre’nin Söz Şiirine, Hatâyî Nazire Yazmış Olabilir
Mi?”, Türk Dili, 571: 634-636.
8. Tatçı, Mustafa (2005), Yunus Emre Külliyatı, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları,
İstanbul.
Bir yandan başkalarına hitabetin hasını öğretmeye 9. Yusuf Has Hacib (1999), Kutadgu Bilig I Metin, Hazırlayan: Reşit Rahmeti
kalkışırken diğer yandan kişisel ilişkilerinde ben ben Arat, 1. 10. Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara.
11. http://tdkterim.gov.tr/atasoz
8. Yunus, kendisinin de bu nitelikte söz söylediğini şöyle bildirir: “Yunus bu 12. http://iktibas.net/yazi
sözleri çatar sanki balı yağa katar/Halka mata’larun satar yükü gevherdür tuz
degül” (Gölpınarlı, 1965: 176). 9. Samipaşazade Sezai’nin bir hikâyesi.
54|MAYIS 2010
Büyük Türk Mutasavvıfı
Yunus Emre ve
Dilimiz Üzerine Birkaç Söz

Gizem KUNDURACI|Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Türk Dili Yüksek Lisans Öğrencisi

Geldi geçti ömrüm benim


Şol yel esip geçmiş gibi
Hele bana şöyle gelir:
Şol göz yumup açmış gibi.

Y
unus Emre, Anadolu’da yetişmiş büyük Türk çeşitli çalışmalar yapılmıştır. Onunla ilgili ne tür bir
mutasavvıfı, Türkçenin anlam güzelliklerini çalışma yapılırsa yapılsın, şimdikinden farklı olarak salt
devrinden günümüze getiren dil âlimi, halk şairi, edebi araştırmalarda bulunmak yerine, onun edebi
söz ustası... kişiliğindeki en önemli unsurlardan biri olan duru, sade
ve coşkun bir Türkçe kullanmış olduğu konusundan
Geçmişten günümüze dek Yunus’un tarihi şahsiyeti mutlaka bahsedilmelidir. Bu şekilde Yunus’un şiirlerindeki
hakkında pek çok bilgiye ulaşılmış, ancak bu bilgiler çoğu söz varlığı ortaya çıkacak ve kullandığı sözcüklerin derin
zaman kendi içinde tutarsız kalmıştır. Bu tutarsızlığın ve anlamları keşfedilecektir.
beraberindeki karışıklığın nedenlerinden biri, birden fazla
Yunus Emre adlı şaire rastlanılmış olmasının yanında, Yunus, Oğuzların diline coşkun bir üslupla, özgün bir yazı
onun tarihi ve menkıbevi şahsiyetlerinin de iç içe girmiş dili olma özelliği kazandırmıştır. O, halk dili ile meydana
vaziyetidir. Yunus Emre öldükten sonra, kendisiyle çağdaş getirdiği eserlerinde, insanlarla tasavvufi ahlak öğretisini
yahut zaman bakımından kendisinden sonra gelen bazı paylaşmıştır. Onun eserlerinin değerlendirildiği Eski
halk mutasavvıfları gibi kısa zamanda unutulup gitmemiş; Anadolu Türkçesi sahası, eski Oğuzcanın daha sonraki ve
aksine, ünü bütün Anadolu ve Rumeli sahalarına yayılarak gelişmiş bir şeklinden başka bir şey değildir. Bu dönemde,
bütün halk sınıfları arasında yüzyıllarca yaşamıştır. O, 13. Arap ve Fars dillerinin karşısında küçümsenen Oğuzca,
yüzyıldan günümüze büyük bir kültürel miras bırakmıştır. git gide bunlarla kıyaslanmayacak kadar büyük lisanî güç
ve olgunluğa erişmiştir. İşte bu gelişmede, Oğuz-Türkmen
Yunus Emre’yi asırlar sonrasında bile canlı tutan sır iki Beyleri’nin milli dile olan düşkünlüğünün yanında,
temele bağlıdır. Bunlardan birincisi, onun halk kültürünün şüphesiz Yunus Emre’nin milli dile duyduğu sevgi ve
içinden gelmiş büyük bir halk adamı oluşu, ikincisi de bağlılığın da büyük payı vardır. Yunus Emre, Türkçenin
yine büyük bir mutasavvıf olup, halka yansıttığı fikirlerini konuşma dilinden ve halk şiirinden yazı diline doğru
tasavvufun kaynaklarından beslemiş olmasıdır. Onda, uzanan çizgisinde en eski öncü durumundadır. Onun
hem Türk kültürel yapısının hem İslamiyet’in izleri vardır. kullandığı biçimlerde Türkçe, yüksek bir fikir ve edebi ifade
Böylece, Türk dilinin söz ustalarından Bizim Yunus ortaya gücü kazanmıştır. Başka bir ifadeyle, zengin bir anlatım
çıkmıştır. gücü ile geniş bir söz varlığına sahip olan bugünkü Türkiye
Türkçesinin temellerinin atılmasında Yunus Emre’nin
Türk edebiyatının ölümsüz isimlerinden biri olan büyük önemli katkıları vardır.
Türk mutasavvıfı Yunus Emre hakkında birçok bağlamda
MAYIS 2010|55
Yunus’un sesine senfonik bir yankı:
ÇUKUROVA
Röportaj: Gamze Seçil Kuru Devlet Senfoni Orkestrası
>Çok sesli müziği çok geniş kitlelere sağlayacaktır. Bu nedenle orkestramız bir Senfoni Orkestrası ile karşı
tanıtmak adına neler yapılabilir? hemen hemen Adana’daki, tüm karşıyayız. Bunun en güzel örnekleri
Çukurova Devlet Senfoni okullara ulaşmayı hedeflemiştir. Bu de “Sordum Sarı Çiçeğe” ve “Uyan Ey
Orkestrasının bu yöndeki çalışmaları konudaki çalışmalarımız tüm hızı Gözlerim” eserleri. Çukurova Devlet
nelerdir? ile sürüyor. Özellikle engelli çocuklar, Senfoni Orkestrası bu konuda başka
lösemili çocuklar ve hatta tarlada neler yapmayı hedefliyor? Yapmayı
Çok sesli müziği geniş kitlelere pamuk toplayan çocuklar da olmak planladığı yeni projeleri var mı?
tanıtmak için, öncelikle klasik müziği üzere konser salonumuza gelemeyen
anlatmak gerekir. Bunun yollarından çocuklarımıza giderek, bu misyonumuzu Orkestramızın, geçtiğimiz Ramazan
biri orkestralarda zaman zaman gerçekleştirmeye çalışıyoruz. ayında Adana Valiliği’nin katkılarıyla
açıklayıcı konserler yapılması bir diğeri düzenlemiş olduğu ‘’Senfoni ile İlahiler’’
de orkestraların eğitim konserlerine Bir diğer önemli konu da mutlaka turne adlı konser projesi, Ç. D. S. O.’nun Klasik
mutlaka yer vermesidir. konserler düzenleyerek, insanların Müzik formatında gerçekleştirmiş olduğu
bulundukları şehirlerde, bu imkanları bir konser. Orkestramızın ilkelerinden
Özellikle çocuk dinleyicilerimizin, bu bulamayan kitlelere, açıklamalı konserler biri olan Adana ve Türkiye çapında
müziği algılayıp sevmeleri için tiyatral düzenlenmesinin gerekliliğidir. duyulmamış ya da hiç çalınmamış eserleri
öğelerle anlatımı, hem onların beğeniyle repertuarına almış olması, dinleyici
izleyecekleri bir program hem de bu > Şimdiye kadar hiç seslendirilmeyen kitlemizi ve orkestra performansımızı
müziği daha çabuk algılamalarını eserleri seslendirmeye özen gösteren arttırdı. Bundan dolayı aldığımız

56|MAYIS 2010
tepkiler de bizler için gerçekten gurur Düzenlemeleri yapan Oğuzhan Balcı, >Doğu-Batı müzikleri, yerli-yabancı
verici oldu. bu düzenlemeleri yaparken elbette klasik müzikler, ulusal-evrensel müzik gibi
müziğin kendi formasyonunu baz ilişkileri nasıl değerlendiriyorsunuz?
>Bu gibi projelerin çıkışı nasıl alarak yapmıştır. Zaten kitlelerin bu Hepsi bir araya getirilip
gerçekleşti? Sonrasında ne gibi müzikleri beğenmelerinin başlıca nedeni sentezlenebilir mi? Geçmişte veya
tepkiler aldınız? de bu formasyon içerisinde çalınmasıdır. günümüzde bunun örnekleri var
Bu tip çalışmalar klasik müziğin temel mı?
Dinleyici kitlemizi daha geniş tabana disiplinini bozmadan düzenlenip
yaymak için zaman zaman bu tip çalındığında, gelişiyor. Müziğin doğası gereği evrensel olması
projelerle de çalışmalarımızı zaten bu ilişkileri zorunlu kılmaktadır.
sürdürüyoruz. Elbette ki seslendirmiş >Tasavvuf müziğinin Allah’a ulaşma Geçmişte ve günümüzde pek çok müzik
olduğumuz bu projeler, halkımızın yolu olması rolüne, müziğin katkısını disiplinlerinde, Doğu- Batı müzikleri,
yüzlerce yıllık kültür ve inanışına hitap nasıl yorumluyorsunuz? yerli- yabancı müzikler, ulusal ve evrensel
ettiği için ilgi ve beğeniyle karşılanması müzik pek çok kez bir araya getirilmiştir.
bizim ileriye yönelik yapacağımız Tasavvuf ve müzik denilince aslında Örnekleyecek olursak, Mozart’ın Türk
projelerimizi de kamçılıyor. Bu yolda her ikisi de, insanın ruhundaki ulvi Marşı, M. Ravel’in Bolerosu, Yunus
emin adımlarla ilerliyoruz. duygulara hitap etmesidir. Böyle olunca Emre Oratoryosu vb. sayabiliriz.
da müziğin katkısı da kaçınılmaz
>Bir anlamda bu projelerde iki oluyor. >Yunus’un şiirleri müzikal
müzik türü bir araya geliyor. Bir düzenlemelere ne kadar uygun?
tarafta klasik müziğin ahenkliği, >Tasavvuf Müziğini Klasik müzikle Bunun yanında Yunus’un duru
diğer tarafta ise tasavvuf müziğinin bir araya getiren nedir? Türkçesinin bu düzenlemelere
büyüsü. Bunu yaparken kaygı katkısı nedir?
taşıdınız mı? Endişe duydunuz mu? Yukarıda söz edildiği üzere her ikisinin
de temeli aynı. Bu iki müziği bir araya Müzik, insan yaşamı gibi dizgeler
Klasik müzik ve Tasavvuf müziğinin getiren, insan ruhundaki mutluluk ve halinde tasarlanmıştır. Yunus Emre’nin
insan ruhunda bıraktığı izler temelde huzur anlayışıdır. şiirlerindeki ahenkte bu düzenlemelere
aynıdır. Bu ayrım yapaydır; çünkü uygundur. Yunus Emre’nin Türkçesi,
en basit açıklama ile Beethoven’ın 9. >Yunus’un sevgi ve dostluk mesajları bu tip düzenlemeler için daha
senfonisi ile Yunus Emre‘nin şiirleri ile müziğin evrensel doğası, insan geniş halk kitlelerince anlaşılabilir
arasında özde bir fark yoktur. ruhuna başka hangi yollarla ve yorumlanabilir olmasına imkan
yansıtılabilir? sağlamaktadır.
>Bu projeden çıkış noktanızda sentez
örnekleriniz neler oldu? Örneğin; Bizce bu konuda en güzel mesaj yine >Yunus’un ve sevgi-barış-kardeşlik
günümüzdeki Hatay Medeniyetler müzikle verilebilir. Çünkü; müziğin mesajlarının dünyada daha fazla
Korosu da buna güzel bir örnek. Bu sözle uyumu iyi sağlandığı takdir de, tanıtılması için müzik alanında neler
farklılıklar üzerinde bir ahenk sunma insan ruhunun derinliklerine ancak yapılabilir?
hakkında neler düşünüyorsunuz? Bu böyle ulaşılabilinir.
noktada risk alınabilir mi? Bizce yapılabilinecek en güzel tanıtım,
>Yunus’un yaşadığı yüzyıl gibi Türk orkestralarının sadece ülke çapında
Bizim için sentez örnekten çok, her yüzyılımızda da kargaşa, maddi değil, tüm dünya da bu tip eserlerin
şeyi doğru zaman ve doğru bir şekilde ve manevi sorunlarla örülü yaşam seslendirilmesi ile diğer ülkelere de
yapmak çok önemlidir. Müzik insan sürülüyor. Müzik insanlığın ruhsal tanıtılması gerektiğine inanmaktayız.
ruhuna hitap eden evrensel bir dildir ve dünyasına nasıl yansıyor ve ne gibi Dünyanın en ünlü konser salonlarından
bu, bir risk değildir. katkılar sunuyor? örneğin Berlin Filarmoni, New York
Filarmoni, Sydney Opera Salonu gibi
>Bu düzenlemeleri yaparken Bu kargaşa ortamında müzik, insanlığın mekanlarda seslendirildiğinde getireceği
ve kitlelere sunarken, yapılan huzur ve mutluluk bulduğu bir sığınaktır. ses ve ulaşılmak istenen nokta sanırız
çalışmalarda, her tür kendinden bir Suni günlük kaygılardan uzaklaşmak, burada en güzel biçimde ortaya kendini
şeyler kaybediyor mu? Yoksa aynen kendini bulmak, kendini anlamak ve gösterir.
yerini koruyarak daha da gelişiyor yaşama daha güçlü katılmak konusunda
mu? inkar edilemez katkılar sunmaktadır.

MAYIS 2010|57
Yunus Emre Divan’ında Temalar
Prof. Dr. Himmet Uç| Dicle Üniversitesi Eğitim Fakültesi

Yunus insanı belli bir mekana ve zamana sıkışmış bir canlı olarak değil,
varlığın prototipi olarak görür, alemin her safhasında insan vardır. Yunus o
insanı kendi olarak yorumlar ve her yerdeki rolünü anlatır.

Y
unus Emre şiir ile İslam dininin yorumunu yapar. Yunus gerçek aşıkların da deli olduğunu söyler.
İnsanların Kur’an’ı okumak ve anlamakta güçlük
çektiğini gören Yunus Emre kendisine verilen ilahi Seni sevenlerin ola mı aklı
ilhamla , sanat ve şiir gücü ile topluma islamın hakikatlarını Bir dem uslu ise her dem delidür (Divan s 33)
şiirler yansıtma gereği duymuştur. Divan’ına bakılınca
İslam dininin temel sorunlarını ve asli temalarını sade Yunus aşkın manasının büyük olduğunu söyler. Dört
bir şiir dili ile bugün dahi ulaşılmaz bir kolaylık ve güç ile kitabın manasını aşan bir boyuttadır onun büyüklüğü .
anlatmıştır.
Dört kitabın manisin okudum hasıl ittüm
Temel temalarından biri aşktır. O aşkı yapılan ibadetleri Aşka gelince gördüm bir uzun hece imiş (Divan s 67)
sürükleyen bir yürekten güç olarak görür. Aşkın edebiyatını
yapmaz. İnsanın akibetinin kötü olmaması onun aşkın Yunus aşkı bazen ihlas, bazen samimiyet , bazen istekli
eteğini tutmakla mümkün olduğunu, aşk duyulan ve uyaran olmak manasında kullanır. İsteksiz insanlara öğütü
bir olgudur. Aşk yoluna can feda adilir, mal değil. Aşkın arif yasaklar.
yaptığı sözde değil davranışta ariftir. Aşığı arıya benzetir,
o her şeyden mana balı çıkarır, sineğin, ve kelebeğin Aşksızlara verme öğüt ögüdünden alır değil
yuvasında bal yoktur. İnsanlar da tıpkı arı ve sinek gibidir, Işksuz adem hayvan olur hayvan öğüt bilür değil
kimileri sadece vızılar, ömrünü gevezeliklerle geçirir, (Divan s 85)
diğerleri ise insanlara en faydalı balı yapar. Öldürücü bir
zehir bile aşık elinde ilaç tiryak olur, ilim, amel, ibaret, taat Yunus bir güne sürekli göndermede bulunur, bu haşir
aşk olmayınca anlamsızdır, helal değildir. Yunus biçimsel öldükten sonraki ilk gündür. O gün cümlenin hayran
dindarlıktan kaçar. (Divan s 4)Bütün yer gök insanı seven olduğu şaşırdığı bir gündür, insanlar o günde ne yapacağını
birinin inşa ettiği bir büyük eserdir, saraydır, büyük sanat bilmez, sergerdan başıboş olurlar
eserleri galerisidir. Yunus bunu anlatır.
O gün İsrafil düdüğünü çalar ve bütün canlılar yerden
Bu yer ve gök arş ve ferş ışk dadı(isteği) ile kaimdir çıkar, toplanır ve mahkeme meydanına giderler, orada
Bünyadı ışktır aşıka her bir arada eri var (Divan s 19) kadı yargılayan Allah ‘dır. Zebaniler suçluları cehenneme
atarlar, insanların derisi yanar, tüter ve ciddi feryad ederler.
Aşk bütün insanlar verilmiştir, insanlar onu verene değil Malik herkesin sahibi herkesi çağırır , meydana getirir,
nesnelere dağıtmıştır. herkes Tanrı korkusundan toptan ağlaya ve üzüleler.
Dağlar yerinden dağılır, gökler yere ine , yıldızları birbirine
Işksuz adem dünyada belli bilin ki yoktur bağlayan bağlar kopa ve hepsi yere döküle. O gün suçlar
Herbiri bir nesneye sevgisi var akışdur tartıla, bütün perdeler aç ıla hakikat ortaya çıka, bilinmeyen
Çalabun dünyesinde yüzbin türlü sevgi var günahlar ortaya kona.Bütün bunları yunus erenlere yardım
Kabul et kendüzüne gör kangısı layıktur için söylemiştir. (Divan s 6)
Hangi sevgi Allah’a layıktır, insanın onu düşünmesi gerekir.
(Divan s 26) İnsanlara ahirette iyi amel gereklidir, iyi ahlak gereklidir.
İsrafil alemin bitiş düdüğünü çalınca bütün ölüler
58|MAYIS 2010
uyanacaktır. İnsanlardan hesap sorulacaktır, iyi anlatım Kişi hakikat ile uğraşınca, gözünden perde kalkıp
kazanmak gerekir. Bütün alem değişecek bir başka mahiyet hakikatları görecektir.
kazanacaktır o günde. Herkes dünyada kazandığını
oraya getircek, o siyaset meydanında bunlar üzere hesap Ol işler tamam olıcak ol dirliği dirilecek
dönecektir. Orada ata ve ana çağrışacak, kardeş kardeşten Gözün hicabın silicek yir gök tolu didardurur (Divan s 40)
usancaktır. Allah’a herkes yalvaracaktır. O gün ancak aşk
ile sıkıntıdan kurtulunur. (Divan s 78) Yunus iyilik eden insanlar ile Allah arasındaki perdelerin
kalkacağını, perdeler kalkınca da dostlar birbirine yakın
Yunus şiirlerinde insanı çok büyük bir maceranın baş aktörü olacağını belirtir.
olarak anlatır. Divanı bir roman gibi yorumlanabilir, olaylar,
insanlar, manalar ifade edilmez bir yekündür. Schopenhavr Şol kahırla kazananlar güle güle yedürenler
evrenin insan tasarımı olduğunu söyler, yani dolaylı olarak Götürdüm perdelerini didaruma baksun demiş (Divan s 65)
yeryüzü ve kainat insana göre biçimlenmiş demektir. Yunus
bu sözden çok daha harika yorumlar yapar . İnsanın sevgisi Dünyalık peşinde koşanları Yunus perdeye takılmış olarak
üzerine alem inşa edilmiştir, çünkü biri insanı sevmeseydi görür, onlar hakikata varamazlar.
bu harika evi onun için inşa etmezdi. Bu yüzden bu
alemi inşa eden sevginin kendisi olduğunu söyler” Benem Hicabdasın bu gün seni göstermezler belki sana- Hicab
ol aşk bahrısı” (Divan s 7) Ay güneş insanı kuludur, yani dedigümü anla dünyelüktür gözden bırak (Divan 68)
ona hizmet ederler, Kur’an onun yol göstericisidir. Onun
yolu dosta gider, ebedidir, sadece dünya ile sınırlı bir ömre Yunus bazen da Allah’dan aradaki perdeleri kaldırmasını ister.
sahip değildir. Alem insana göre tasarlanmıştır, tasarlama
her şeyden öncedir, bir evi tasarlayan mimar hiçbir şey Kerem et beri bak nikab yüzünden bırak
yokken bir tasarım gerçekleştirir. Bu manayı içine alan Ayın öndördü müsün balkurur yüzü yanak (Divan s 70)
peygamberin Mustafa’nın yaratılmasıdır. (Divan s 7)
Varlık sevdası, kişinin benliği , kendisi, hırsı birer perdedir
Yunus perde ve nikab kelimeleri üzerinde durur. İnsanlar onun hakikatı görmesine engeldirler.
hakikatlar ve olaylarla aralarında konulan perdeleri
n arkasını görerek hakikata varırlar. Dost Allah’dır Böylece Yunus insanın perdeleri üzerinde oldukca
olaylar ve nesneler onun perdesi,nikabıdır. Düşünen düşünmüş olarak görünür.
insanlar olayların perdesi arkasındaki hakikatı görür.
Bulutun arkasında şefkat, koyunun arkasında merhamet, Varlık hicap kapı kim yıka bu hicabı
yeryüzünün arkasında sevgiyi gören perdelere takılıp Dost yüzinden nikabı götürmeğe er gerek
kalmaz. Bu yüzden Yunus; Hicab oldun sen sana ne bakarsın dört yana
Kaykımaz öne sona şuna kim didar gerek
Dost yüzünden her kim nikabı giderdiyse Gel imdi hicabın yık hırsevinden dışra çık
Hicab kalmadı ana ayruk ne hayr ü ne şer Hak bağışlaya tevfik kast ile hüner gerek (Divan s 73)

Diyerek yanlış anlaşılmaların perdeleri aşamamadan İnsan kendinden kaçarak, kendi sevklerinden
olduğunu söyler. fenalıklarından kaçarak perdeden kurtulur. Yunus
kendinden kaçmayı örgütler.
Bazen de perde kullandığı için Yunus Allah’a yakınır.
Ayıpların zaten yok senin neden perde kullanırsın der. Gel imdi hicabun aç senden ayrıl sana kaç
Yunus gibi nazlı kullar böyle sualleri ondan sorabilir. Ama Sende bulasın mirac sana gelür cümle yol (Divan s 81)
dinde perde gereklidir, çünkü insanlar kötülükleri perdelere
verir, Allah arka planda suçlanmaz olur. Hastalıktan ölür, Yunus küfr ile imanı da bir perde olarak görür ki ona has
suçu hastalığa verir, yoksa Allah’ı suçlamış olacaktır. aşıkane bir yorumdur. Tehlikelidir sıradan insanlar için.

Sen hod bize bizden yakın görünmezsin hicab nedir Küfr ile iman dahı hicabımış bu yolda
Çün aybı yok görklü yüzün üzerinde nikab nedür Safalaştuk küfr ile imanı yağmaya virdik (Divan s 75)
(Divan s 28)
Yunus bazen da Allah’ın perdeler içinde olmasını mantıklı
Yunus her insanın içinden çıkamayacağı sırlı sualler de bulur, çünkü perdeler olmasa alem helak olacaktır.
sorar Allah’a. O onun sorularıdır, o sorar mesul olmaz, ama
sıradan insanlar bu soruyu soramaz. Soru anlamak içindir, Söyledün cümle aleme henüz nikab içündesin
suçlamak için değil, Yunus sevdiğininin yanında ona soru Bir dem perdesiz yürisen iki cihan olur helak (Divan s 76)
sorar, başkası karşısına geçer.
MAYIS 2010|59
Yunus sanat , din ve felsefenin temel bakışlarından olan Ezeli biliş idük birliğe bitmiş idük
seyretme üzerinde durur. Seyir Kant’a göre en estetik Mevcudat düşti ırak vücud canyatağırur (Divan s 24)
insan faaliyetidir, güzellikleri ve güzel olan şeyleri, tabiat
levhalarını, sinemaları, tiyatroları insan seyreder, onlardan Varlık hayat için bir yerde anlaşmış sonra bir birlik temin
ruhsal olarak gıda alır. Goethe, Roma’yı görünce “Yeni eden tarafından tevhid , yani armonize edilmişlerdir.
dünya ya geldiğimi anladım” der. Descartes askere Varlığın insan için faydalı dizilişini Yunus Allah’a verir.
giderken “kainat kitabını seyretmeğe gittiğini” söyler. Armoni onundur.
Yunus bu yüzden bakma ve nazar sözlerini çok kullanır,
sanatın da çok kullandığı bakmak fiilini anlatır. Yunus’a Oldur bu işleri düzen cümle nakışları yazan
göre ise kainat aşk kitabıdır. “Biz talib-i ilmleriz ışk kitabın Can gevdeden gidiceğiz ya niçin diller söylemez (Divan s 60)
okuruz, Çalab müderris bize oşk hod medresesidir.”
(Divan s 17) Bütün eşya üzerinde bir sevginin izleri vardır, Dünya bir ilahi sanat eserleri müzesidir. Sanat eserinde
aşıklar o sevgi kısmını görür. Her şeyin güzel tasaramı, nakışlar görülür, Yunus nakışa bakış nakkaştan gözünü
süslenmesi, tad ve kokusu, biçimi, estetiği, armonisi insana uzak tutmamayı salık verir. Nakış ile uğraşan nakkaştan
hitap eder. Herşer bir sanat eseri gibidir, sanatcıya sevgiyi uzak kalır demek ister. Sanat eseri sanatcıyı hatırlatırsa
doğurur, Yunus bu evrensel hakikatı ifade eder. Biz onu eserdir, yoksa uzaklaştırırsa mana bozulur.
evrenselleştirememişiz, Goethe, Dante, Shakespeare den
geri kalmaz Yunus artar bile. Koyup nakş ü nigarı nakşa yol verme zinhar
Nakşıla yola giren akibet dünya sever (Divan s 25)
Ey aşk eri aç gözünü yer yüzüne eyle nazar
Gör bu latif çiçekleri bezenüben geldi geçer Çünkü bir nakıştır, ilahı hatırlatır, ona sarılan ilahı unutur.

Dünya insan gözüne açılan güzellikler galerisidir. Şair Yunus dinin önemli olaylardan biri olan ahir zamanı da
yeryüzündeki güzelliklerden ibret alınmasını söyler, yoksa anlatır. O dönem için bulgular sıralar.
onlar geçip giderler. Güzelliklerden etkilenen sadece
insandır, diğer canlılar güzelliklerden etkilenmez. O zaman Müslüman seyrektir. Onlar da şüphe içindedir.
Bilgili insanlar okurlar ama tutmazlar, uymazlar, derviş
Görmek konusu Yunus’da ahlaki ve dini bir niteliğe sahiptir. yolunu gözetmez, insanlara öğüt kar etmez, kulakları
Göz doğruyu görmeli, göz yükseklerden bakmamalı. sağırdır.Beylerin mertliği , beyliği gitmiştir. Her biri bir
müstakil ata binmiştir. Yoksul eti yer, içtiği ise kandır. Er
Yol oldur ki doğru vara göz oldur ki Hakk’ı göre erden kopmuştur, elini murdardan çekmez. Ne yaparsam
Er oldur alçakta tura yüceden bakan göz değil (Divan s 91) yanıma kardır derler, halbuki kişinin ettikleri hesap
gününde ondan sorulur. (Divan s 38)
Çiçekler dost, Allah tarafından süslenip ınsana uzatılırlar. Yunus insan gönlünün değişkenliğini anlatır. İnsan
yüreği sürekli değişir, insanı görevi onu daima zararsız bir
Bunlar böyle bezenüben dosttan yana uzanuben konumda tutmaktır.
Bir sor ahi sen bunlara kancaradur azm ü sefer
Hak ona bir gönül vermiştir ki her şey karşısında şaşırır,
Çiçekler Allah’ın dostun sevdiklerine uzattığı şeylerdir. hayran olur, bazen neşeli olur, bazen ağlar. Bazan kuş olur,
Bu yüzden insanlar birbirine çiçek sunarlar, ölüye de bazen ise kışta zemheride olur. Bazan müjde içindedir,
çiçek götürülür, üzülme, sana dosttan haber var demektir, bazen bağ ile bostandır. Bazan bir sözü izah edemez, bir
tebessüm et hayat devam ediyor, demektir. söz söyleyemez, bazen dilinden inciler döker dertlilere
derman olur. Bazan yükselir arşa çıkar, bazen yer altına
Her bir çiçek bin nazıla öğer hakkı niyazıla iner, bazen bir damladır, bazen bir okyanus olur. Bazen
Bu kuşlar hoş avazıla ol padişahı zikreder (Divan s 16) cahil olur bir nesneyi bilmez, bazen felsefede Calinos olur,
felsefi yorumlar yapar. Calinos büyük Yunan hekimidir.
Çiçekler de kuşlar da Allah öğer, zikrederler. Bazan Lokman hekim gibi bir doktor olur. Bazan dev
olur, bazen peri viranede dolaşır. Bazan Belkıs olur, sultan
Yunus evreni meydana getiren ezeli armoniye dikkat çeker. olur. Bazan mescide girer yüzün yere sürer, bazen İncil
Sonsuz varlıklar bir mantık etrafında insan hayatı için bir okur ruhban olur, bazen Hz isa olur olur ölüleri diriltir.
araya belli mesafelerde getirilmiştir. Bütün birbirinden Bazen büyüklük evine girer, firavun ve yardımcısı Haman
ayrı nesneleri bir araya getiren mantık onları birbiri ile olur. Bir dem gelir Cebrail olur, her yere altın saçar, bir gün
tanış eden bir araya hayat için getirendir. Bu kozmik dini gelir yol olur , Yunus da on hayran olur. (Divan s 43)
ve estetik hakikatı Yunus anlatır.
Yunus insanın büyük olabileceğini ama bir yerde insanlar
ile buluşacak yolunun olmasını ister.
60|MAYIS 2010
Dağ ne kadar yüksek ise yol onun üstünden aşar Yunus her zaman hakikatı söylemek zorundadır, bu ikilemi
Yunus Emrem yolsuzlara yol gösterür vü hoş eder ruhunda yaşar , ama söylemek zorunda olduğunu kabul eder.
(Divan s 45)
Söylerisem sözüm savaş söylemesem ciğerim baş
Yunus dünyayı bazen şehre bazen saraya, baz an bir yola , Cihan doludur kallaş her birinden bir taş gelür (Divan s 49)
bazen bir zindana, bazen bir seyrangaha benzetir. İmajları
bu yolda devam edip gider. Yunus insanı belli bir mekana ve zamana sıkışmış
bir canlı olarak değil, varlığın prototipi olarak görür,
O dünyayı büyük bir şehre benzetir. İnsanı ise bir pazarda alemin her safhasında insan vardır. Yunus o insanı kendi
dolaşana benzetir. İnsan bu dünyaya ticarete gelmiştir, olarak yorumlar ve her yerdeki rolünü anlatır. O buraya
kendisine verilen kabiliyetleri iyi işlere satmak , kullanmak gelmeden önce ezeli vatanında olduğunu söyler, ezeli söz
zorundadır. Dünya o pazar yeridir. vermeden önce de vardır,Hak’tan da ayrı değildir, ezeli
divanındadır. Hazreti Eyyüb ile dert çekmiş inlemiş,
Bu dünyanın meseli bir ulu şara benzer Belkız’ın tahtında oturmuş, Süleymanın yanındadır. Yunus
Veli bizim ömrümüz bir tiz bazara benzer ( Divan s 46) ile balık macerasını birlikte yaşar, Zekeriyya ile kaçmış,
nuh ile tufanı birlikte yaşamıştır. İsmail’e bıçak çalmış, koç
İnsan bu şehre geldikten sonra buradan ayrılıp gitmek ile kesilmekten kurtulmuştur. Yusuf ile kuyuda yatmış,
istemez. Bu şehrin verdikleri şeker ve baldır. Dünyanın gam çekmiştir. Yakup ile çok ağlamıştır. Mirac gecesinde
tadı şaşırtıcıdır, ama o tadın acısı ise yılın zehiri gibidir Hazreti Peygamberin yüzünü arşa döndürmüştür, Üveys
“zehr-i mar”. Evvel sevgililerin gönlünü almak için onlara ile tacı vurmuş, Mansur ile asılmıştır. Ali ile kılıç salmamış,
dil döker , daha sonra onlardan yüz çevirir, aldatıcıdır. Ömer ile adalet eylemiştir, on sekiz yıl Kaf dağında Hamza
Güzel görünen dünya birgün çirkin görünür insana. Bu ile birliktedir. Ezelden beri Allah dilinde peygamber
şehrin hayalleri ayartıcı cazıları benzer. Bu şehirdeki kalbindedir, bu konuda şüphesi yoktur. Dünya yapılmadan
hayaller hadsizdir, ama onlar da ot ile davara benzer. Bu Adem dünyaya gelmeden , öküz balık gelmemişken, o
şehrin sultanı herkesi ihsan eder, onun ile dostluk korun bu dünyada vardır. O ezeli aşıklar ile birlikte yaşamıştır,
varlık kazanır. Burada herkes haddini bilirse, aşk ile giden bu dünya mülkü yapılmadan o dolaşmaktadır ve
burada daima bahardadır. Yunus ‘un bu şehirde her sözü seyrandadır.
bal ve şekerdir (Divan s 47) O dünyayı bir köprü, bir
içimlik şerbet görür. Yunus korkuyu da işler. İnsanın burada korkmasını,
korkarsa sırattan kolay geçer.
Dünyaya gelen göçer bir bir şerbetin içer
Bu bir köprüdür geçer cahiller anı bilmez (Divan s 56) Bunda korkmazısan Yunus anda korkudurlar seni
Eğer dirlüğün hakısa sıradı geçersin sehel (Divan s 82)
Bazan de dünyayı bir geline benzetir. Ama gelin aldatıcı
bir gelindir. Dünya bazen da bir aşk pazarıdır. Yunus Emre islamın ve dinin bütün argümanlarını ,
temalarını, esas umdelerini eserlerinde kolay bir deyişle
Işk bazarudur bu canlar satulur anlatmıştır. Yunus bir insanı hakikate her zaman
Sataram canımı alan bulunmaz (Divan s 59) vardıracak ilme ve deyişe sahip bir büyük dervişimizdir.
Böyle bir insanı bu topraklardan çıkaran mantık bizi nasıl
Bu dünya bir gelindür yeşil kızıl donanmış (Divan s 58) birbirimize dost etmez o da hayret vericidir.

MAYIS 2010|61
Yunus Emre Divan’ında
Sosyal Eleştiri
Yrd. Doç. Dr. H. Kahraman MUTLU|Afyonkarahisar Kocatepe Üniversitesi, Çağ. Türk Leh. ve Ed. Böl.

Ey Nesimî can Nesimî bil ki Hak aynındadır


Bunca mahlukun vebali ulema boynundadır
Nesimi

I. Giriş II. Yunus Dîvanında Sosyal Eleştiri Konuları

Yunus Emre edebiyatımızda, Türk tasavvuf şiiri ve Dîvanındaki ilk eleştiri konusu, toplumda öğüt veya
dervişlik düşüncesinin ilk temsilcileri arasındadır. Fuat nasihatın işlemez hale gelmesiyle ilgilidir.
Köprülü’nün de belirttiği gibi Yunus, edebiyatımızdaki
“İlk Mutasavvuflar”dandır. Yunus, sevgi ve hoşgörü Yunus miskîn bu öğüdü sen sana versen yeğ idi
konularında edebiyatımızdaki zirve şahsiyetlerdendir. Bu Bu şimdiki mahlukata öğüt assı kılmaz ola (6 /8)
özellikleri yanı sıra, Dîvanı’nda içinde yaşamış olduğu
topluma yönelik eleştiri mahiyetindeki şiirlerinin sayısı, Yunus Dîvanında toplumun en fazla tenkit edilen kesmi,
kayda değer niceliktedir. eğitimsiz kişilerden ziyade medresede biraz okumuş
ve dinî bir eğitim almış, az buçuk tahsil görmüş olan
Biz bu çalışmamızda Yunus Dîvanı’ndaki sosyal tenkit kişilerdir. Bu grupta, bazı medrese müderrisleri, alimler,
veya toplumsal eleştiri içeren şiirlere temas etmek istedik. bazen müftüler veya hacılar ve derviş olarak geçinenler
Yunus Emre’de tenkit meselesi daha önce Prof. Dr. bulunmaktadır. Bazen kadı ve sultanlar dahi Yunus’un bu
Cemal Kurnaz1 ve Maksut Yiğitbaş2 tarafından ele eleştiri oklarından nasiplerini almışlardır.
alınmıştır. Çalışmamızda örnek olarak verdiğimiz şiirler,
Mustafa Tatçı’nın3 “Yunus Emre Dîvanı” adlı eserinden Etrafındaki insanları küçümseyen veya almış olduğu
alınmıştır. eğitimin aksine hareket eden bu alimler zümresi, Yunus
tarafından pek çok kez eleştirilmiştir.

Medreseler müderrisi okumadılar bu dersi


1. Kurnaz, Cemal; Yunus Emre’de Tenkit”, Uluslar arası Yunus Emre Şöyle kaldılar âciz bilmediler ne bâb durur4 (47 / 4)
Sempozyumu Bildirileri, ( Ankara, 07-10 Ekim 1991), Atatürk Kültür Merkezi
Yayını, 1995 Ankara, s. 465-471.
2. Yiğitbaş, Maksut; “ Didaktik Hiciv ve İroni Bağlamında Yunus Emre
Aşıklar ortasında sof îlik satmayalar
Dîvânı”, I. Uluslararası Yunus Emre Sempozyumu, 8-10 Ekim 2008, Aksaray İhlâs ile bu aşka riyâyı katmayalar (57 / 1)
üniversitesi, Yayınları, 2009 Aralık, Aksaray, s. 102-106.
3. Tatçı, Mustafa; “ Yunus Emre Divanı”, Akçağ Yayınları, 1991 Ankara. 4. Kurnaz, age.; s. 469.
62|MAYIS 2010
Dosttur bizi okuyan üstümüzde şakıyan Otuzu gözde durur otuzu gönüldedir
Şimd’üç buçuk okuyan derin danışman olur (58 / 2) Onun dahi bilmeden görmek arzu kılarsın

Danişmend okur dutmaz derviş yolun gözetmez Sen bunda işe geldin uş yine varısarsın
Bu halk öğüt işitmez ne sarp zaman olusar (60 / 2) Henüz sen kul olmadan sultân arzularsın (255 / 1-8)

Eğriliği yaydan eğri doğruluğu okdan doğru Kim ki bir dem sohbet ola müftü müderris mat ola
Bu şehir içinde ugrı hem kadı hem de sultan nedür5 ( 94 / 2) Bir İlâhi devlet ola ondan içen oldu bâkî

Namaz kılarım diyüben münkir gelmen dervişlere Hırka vü takye yol vermez ferecile âlim olmaz
Eğer bin yıl kılar isem kendi duân yargılamaz (109 / 3) Din diyânet olmayıcak neylersin bunca varâkı

Bu bir acâyib haldir bu hâle kimse irmez Okudun yedi Mushaf ’ı tâat gösterirsin sâf î
Alimler dava kılar velî değme göz görmez (110 / 1) Çünkü amel eylemedin gerekse var yüz bin oku

Yakındur işinün ucı azuptur müftî vü hacı6 Bin kez hacca vardın ise bin kez gaza kıldın ise
Göreyin diyen mirâcı miskinliğin dutsun demiş (122 / 2) Bin kez gönül sıdın ise gerekse yüz yıl yol okı11 (366 / 3-7)

Alimler kitâb düzer karayı aka yazar


Gönüllerde yazılır, bu kitabın sûresi
Alimler okuyup tutmaz halkı görüben gözetmez
Gönüllerde safa bitmez saladur kudse gidelim ( 218 / 4)
Yürü hey sûfi zerrak ne sâlûsluk satarsın
Hak’dan artık kim ola kula dilek veresi (378 / 7,8)
Kendüye yaramazı biregüye sanan ol

Adı müselman anun kendü benzer keşişe7 (293 / 32)
Nice bir besleyin bu kaddile kameti
Düştün dünya zevkine unuttun kıyameti
Ben dervişem diyenler yalan da’vi kılanlar
Yarın Hak dîdârını görmeyiser göz ile8 (335 / 11) Kerametim var diyen halka salusluk satan
Nefsin Müslüman etsin var ise kerameti (380 / 1,5)
Işık ile dânişmend sû’i işler her zaman
Dânişmend Işık’a eydür bî-şerîat degül mi9 (352 / 6) Sarraflığı öğrenmeyen bu gevheri boncuk sanır
Varır verir yok nesneye bilmez neye sattığını ( 401 / 5)
Sen cânından geçmeden cânan arzu kılarsın
Belden zünnâr kesmeden imân arzu kılarsın Toplumun geneline yönelik eleştirileriyse, halk arasında
doğruluk ve dürüstlük gibi kavramlara itibar edilmemesi,
Men ‘arefe nefsehu dersin illa değilsin ahir zaman alametlerinin ortaya çıkması, haram ile helalin
Melâikden yukarı seyran arzu kılarsın birbirine karışması, toplumdaki fertlerin nefislerine teslim
olmalarıyla ilgilidir.
Tıfl-ı nev-reste gibi eteğin at edinip
Ele çevgan almadan meydan arzu kılarsın Müslümanlar gönül şehri açılmaz melâmet var
Nazar eylen bu dünyaya aceb türlü alâmet var
Bilemedin sen seni sadefde ne gevhersin
Mısır’a sultân iken Kenân arzu kılarsın10 Şeriat göğe çekildi zulmile iller yakıldı
Yüz suyı yere döküldü kıyametten işaret var
Ol ezel âleminde ebedi gözlemedin
Per ü bâlin bitmeden cevlân arzu kılarsın Ne kadı adl ü dâd eyler ne kayguluyı şad eyler
Ne ümmî itikat eyler ne imamda imamet var

Yetmiş yedi perde var dostunu arzulama Sûf î zühde riyâ katar filan mahluk dahi beter
Yedisinden geçmeden yakîn arzu kılarsın Ne danişmend okur dutar ne mescidde cemaat var
5. Kurnaz, age.; s. 470.
6. Kurnaz, age; s. 469. Ganîlerin kendi hayrı fakirin kalmadı sabrı
7. Kurnaz, age.; s. 469. Ne oğlun ana kadri ve ne anada şefkat var
8. Kurnaz, age.; s. 469.
9. Kurnaz, age.; s. 469.
10. Yiğitbaş, age.; s. 103 11. Yiğitbaş, age, s. 103
MAYIS 2010|63
Ne pirler ölümün yoklar hatunlar usul bekler Emr-i maruf bu dem kaldı bid’at gelip sünnet öldü
Ne kız ayal edeb saklar yiğitlerde cehalet var Nasibli nasibin aldı saladur kudse gidelim ( 218 / 2,3,5)

Görenler dervişi kaçar gezer derviş kapı açar Kimde ki şefkat vardır rahmet dahi ondadır
Ne bu halk gözünü açar ne dervişde kanaat var (14a / 1-7) Şimdi bir gönlü açık sünnî müsülman kanı ( 396 / 1-2)

İşidin ey ulular âhir zaman olusar III. Sonuç


Sağ Müslüman seyrekdir ol da gümân olusar
Yazımızın başında da belirttiğimiz gibi Türk edebiyatında
Görün beyler mürveti binmişler birer atı ismi tevazu ve hoşgörü kavramlarıyla bütünleşmiş olan
Çekdiği yohsul eti içtiği kan olusar Yunus Emre’nin, yaşadığı devirde toplumsal yaşamda
görmüş olduğu aksaklıkları en ağır şekilde tenkit etmekten
Yani er gelmiş erden elini çekmiş şerden geri kalmadığı görülmektedir. Bu eleştirilerin hedef aldığı
Deccâl kopusar yerden âhir zaman olusar zümrelerin başında, yaptıkları, almış olduğu dinî ve ahlakî
eğitimle bağdaşmayan alimler zümresi gelmektedir. Yunus
Aceb mahluk erişdi göz yumuban dürüşdü şiirlerinde elbette sadece alimleri eleştirmemiş, yer yer
Helal haram karışdı assı-ziyân olusar halkın, içinde yaşadığı toplumun sıradan fertlerini de
tenkit etmiştir.
Birbirne yavuz sanır ettiğin kala sanır
Yarın mahşer gününde işi beyân olusar (60 / 1, 3-6) Biz de bu yazımızı Cemal Kurnaz Hocamız gibi Yunus’un
tenkitlerini bir arada topladığı şiiriyle bitirmek istiyoruz:
Miskin âdem oğlanı nefse zebûn olmuşdur
Hayvân canavar gibi otlamağa kalmışdır Müselmanlar zamâne yatlu oldı
Helâl yinmez haram kıymetlü oldı

Hergiz ölümün sanmaz ölesi günün anmaz Okınan Kur’ân’a kulak tutılmaz
Bu dünyadan usanmaz gaflet ögün almışdır Şeytanlar semürdi kuvvetlü oldı

Oğlanlar öğüt almaz yiğitler tevbe kılmaz Haram ile hamîr tutdı cihânı
Kocalar tâat kılmaz sarp rûzigar olmuşdur Fesâd işler iden hürmetlü oldı

Beğler azdı yolundan bilmez yoksul hâlinden Kime kim Tanrı’dan haber virürsen
Çıkdı rahmet gölünden nefs gölüne dalmışdır. (76 / 1-4) Kakır başınsalar hüccetlü oldı

Nîceler bu dünyada günahını yuyamaz Şâkird üstad ile arbede kılur


Ömrü geçer yok yere ey dirigâ duyamaz Oğul ata ile izzetlü oldı
Fakîler miskînlikten çekti elin
Bir nîce kişilerin gaflet gözünü bağlamış Gönüller yıkuban heybetlü oldı
Hak yolunda derişen bir yufkaya kıyamaz (105 / 1-2)
Peygamber yirine geçen hocalar
Binde biri bu halkın Rahman yoluna giremez Bu halkın başına zahmetlü oldı
Gel bir kişi göster kim şeytan yoluna girmez
Tutulmaz oldı peygamber hadîsi
Uzattı bu halk işi ger erkek ü ger dişi Halâyık cümle Hak’dan utlı oldı ( 387 / 1-8)
Müsülman olan kişi isyan yoluna giremez (115 / 1-2)
Kaynakça:
1. KURNAZ, Cemal; Yunus Emre’de Tenkit”, Uluslar arası Yunus Emre
Sâlihler kalmadı gitti bu cihânı fesâd tuttu Sempozyumu Bildirileri, ( Ankara, 07-10 Ekim 1991), Atatürk Kültür Merkezi
Yayını, 1995 Ankara, s. 465-471.
Bu cihânın işi (bitti) saladur kudse gidelim 2. YİĞİTBAŞ, Maksut; “ Didaktik Hiciv ve İroni Bağlamında Yunus Emre
Dîvânı”, I. Uluslararası Yunus Emre Sempozyumu, 8-10 Ekim 2008, Aksaray
Üniversitesi, Yayınları, 2009 Aralık, Aksaray, s. 102-106.
Şeyâtin fırsatın buldu gönül kararuban öldü 3. TATÇI, Mustafa; “ Yunus Emre Divanı”, Akçağ Yayınları, 1991 Ankara.
4. TATÇI, Mustafa; “ Yunus Emre Divanı I- II ”, Milli Eğitim Bakanlığı
İyi dirlik kesâd oldu saladur kudse gidelim Yayınları, 1997 İstanbul

64|MAYIS 2010
MAYIS 2010|65
Yunus Emre’de
Allah ve İnsan Sevgisi
İlyas PÜR|Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Öğretmeni

Y
unus Emre, Anadolu Selçuklu Devleti’nin ifade eder. Yunus bu beyitte insanlara hitaben, onların ruh
dağılmaya başladığı ve Anadolu Beylikleri’nin dünyalarına uygun sevgiyle yaratıldığını belirtir. “ Yunus’ta
kurulduğu XIII. yy. ortaları ile, Osmanlı Beyliği’nin ilâhi sevgi ateşinin alevleri altında bütün olumsuzluklar
filizlenmeye başladığı XIV. yy’ın ilk çeyreğinde (M.1240 – adeta yanmakta, kinler, nefretler, küçük hesaplar bir tarafa
1320) doğup yaşamıştır.”Yunus’un Moğol istilası sebebiyle bırakılmaktadır. Ölüp yeniden dirilmişcesine bu defa, aynı
Horasan’dan Anadolu’ya gelip yerleşen “Horasan Erenleri sevginin bereketli yağmurlarıyla filizlenen yeni bir kişilik
“ nden bir aileye mensup olduğu ; bu ailenin Orta ortaya çıkmaktadır. Bu olgun kişilik, sadece insanlara
Anadolu’da Sivrihisar yakınlarındaki Sarıköy’e yerleştiği değil, hayvanlara ve eşyaya bile sevgi ve şefkatle yaklaşan,
ve Yunus’un da XIII. yy’ın ikinci yarısında burada dünyaya yumşak ve geniş ufuklu bir mahiyet arz eder.”6
geldiği tahmin edilmektedir.”1
Yunus’a göre Allah’ı gerçek sevenler için bütün yaratılmışlar
“Yunus’un düşünce sisteminde Allah ve aşk en büyük yeri sanki bir kardeş gibidir. O bu hususta;
tutar. Şiirimizde ilâhi aşkın en orijinal terennümlerini
Yunus Emre dile getirmiştir. Yunus, tasavvufun aşk tarafını “Erenler buna kalmadı vardı yoluna turmadı
olabildiğine genişletmekte ve derinleştirmektedir.”2 Yunus Hakk’ı gerçek sevenlere cümle alem kardeş gelür”7
bir şiirinde ilâhi aşk için “sevü” kelimesini kullanır. O bu
konuda; diyerek Allah sevgisinin yüce bir sevgi olduğunu ifade
eder. Yunus burada Allah sevgisinin bütün kötü duyguları
“ Ben gelmedüm da’vi için benüm işüm sevüyiçün (kin, nefret, haset) ortadan kaldırarak insan ruhunu adeta
Dostun evi gönüllerdür gönüller yapmaga geldüm”3 berrak bir hale getirdiğini ifade eder.

diyerek bu dünyaya mücadele ve kavga etmek için Yunus, hayatında gönlünü sadece Allah sevgisine bağlamak
gelmediğini tam tersine ilâhi aşkı ve sevgiyi bulmak için istemiştir. O, bu sevgiye bütün ruhu ile yönelmiştir. O,
geldiğini söyler. Ona göre ilâhi aşkı gönüllerde oluşturan bu sevgiyi elde etmek için dünyasını terk etmiş, nefsine
insan, Allah’a ulaşan insandır. Çünkü Yunus’a göre ilâhi düşman olmuştur. Yunus’a göre Allah’ı sevmeyenler cansız
aşk gönüllerde oluşur. Yunus, özünün mutlak varlık birer şekilden ibarettirler. O bu konuda;
olan Tanrı’da gizli olduğunu ve ondaki sevgilerin sayısız
olduğunu söyler. Nitekim o bu konuda; “ Hakdur seni sevmezlere cansuz suretdür dirisem
Anun için canlulara senin gibi maşuk gerek”8
“ Çalab’un4 dünyasında yüz bin dürlü sevgü var
Kabul it kendözüne gör kangısı layıkdur”5 diyerek Allah sevgisinin kişiye canlılık kattığını savunur.
diyerek bu sevgileri derece derece farklılıklar gösterdiğini Yunus’un buradaki canlılıktan maksadı, kalbi canlılıktır.
1. Yaşar, S., (1991), hayatı sanatı ve tefekkürü Yunus Emre, İstanbul. Yeni asya yay. Ona göre Allah sevgisi kalplerde yeşerir. Yunus hayatın
2. Kabaklı, A. , (1983) Yunus Emre , İst. Türk Edebiyatı Vakfı yay.
3. Emre, Y. , (1997) Yunus Emre Divanı, (hzl. M.Tatçı) , cilt 1- IV İst. MİLLİ EĞİTİM 6. Demirci, M. , (1997) , Yunus Emre’de ilahi aşk ve insan sevgisi, İst. Kubbe
BAKANLIĞI yay. altı neşriyatı
4. Mısrada tanrı anlamında kullanılmıştır. 7. A.g.e
5. A. g. e 8. A.g.e
66|MAYIS 2010
gerçek özünü Allah sevgisinde bulur. O aynı zamanda
yaratılmış bütün canlıları da yaratandan ötürü sever.
Çünkü O, Allah sevgisinin her şeyi kuşattığını düşünür.
Yunus, bu sevgiyle insanın huzura kavuşacağını yine ruhun
bu sevgiyle canlılık kazanacağını ifade eder.

İnsana saygı Allah’a saygı; insana hizmet Allah’a hizmet


ve ibadettir. İnsan hangi niteliğe sahip olursa olsun insan
olması hasebiyle sevgiye layıktır.9 “ Yunus’taki insan
sevgisinin kaynağı Allah sevgisinden gelmektedir. Ona göre
yaratılmışların hepsi Hak’tan gelmiştir. Bu sebeple insanlar
ister itaatkar, ister asi isterse günahkar olsun hiçbir ayırım
yapmadan hepsini sevmek gerekir. Çünkü neticede onların
hepsi Allah’ın yaratmış olduğu en yüce varlıklardır.”10
Yunus, bir beyitinde insanın değerli bir varlık olduğuna
atıfta bulunarak gönül yıkmanın zararlarından bahseder.
O bu konuda;

“Bir kez gönül yıkdunısa bu kıldıgun namaz degül


Yitmiş iki millet dahi elin yüzün yumaz degül”11

diyerek insanları gönül kırmaya değil gönül yapmaya


davet eder. Her ne kadar namaz İslam dininin en önemli
ibadeti de olsa gönül kırmamakta İslam dininin ahlaki bir
davranışıdır. Yunus, yine insan sevgisi üzerine söylediği bir
şiirinde bütün insanları sevgiye ve kardeşliğe davet eder. O
bu hususta;

“Gelün tanşuk idelüm işi kolay tutalım Fotoğraf: Levend İSKİT|Yemen/Sana Seçki: Bahanur GARAN
Sevelüm sevilelüm dünya kimseye kalmaz”12

diyerek sevginin değerini vurgular. Yunus, fani olan bu Bu dünyâya gelen kişi âhir yine gitse gerek
dünyanın birgün yok olup gideceğini bundan dolayı
da insanların, birbirlerine olan küskünlüklerinden ve Misâfirdür vatanına bir gün sefer etse gerek
dargınlıklarından vazgeçmeleri gerektiğini savunur. Ona
göre barışın yolu insanları sevip onlarla tanışmaktan geçer.

Sonuç olarak, Yunus’un insan sevgisinin temelinde Allah


sevgisi yatmaktadır. O, Allah için insanları sever. Çünkü
bütün insanlar Allah’ın kuludur ve bütün insanları O
yaratmıştır. Yunus, şiirlerinde bu dünyanın geçici olduğunu
ifade ederek insanları kine, hasede, kendini beğenmişliğe
değil ; sevgiye, hoşgörüye, kardeşliğe ve barışa çağırır. O,
insanları ırk, renk, dil, din gibi hiçbir ayırıma tabi tutmadan
sever. Ondaki sevginin bu derece büyük olması psikolojik
anlamda tüm benliği ile ilahi aşka yönelmiş olmasından
kaynaklanmaktadır.

9. Karagöz, İ. , (2006), Ayet ve Hadislerin Işığında Sevgi ve Dostluk, Ank.


Diyanet İşleri Başkanlığı Yay.
10. A.g.e
11. A.g.e
12. A.g.e Fotoğraf: Levend İSKİT|Yemen/Sana Seçki: Bahanur GARAN

MAYIS 2010|67
Yunus Emre’nin Beyitlerinde
Dünya Hayatının Geçiciliği
İlke KÜÇÜK |Eskişehir Osmangazi Üniversitesi , Fen Ed. Fak. Türk Dili Yük. Lisans Öğrencisi

Ö
zellikle tasavvuf edebiyatının alanı içerisine giren Arzuları hep diri tutmak, ama aynı zamanda baştan sona
dünya hayatının geçiciliği üzerinde birçok şair, hep kontrol altında tutmak gerekir.”3
yazar söz söylemiş, kendince gönlünden geçeni
dile getirmiştir. Ama bu yazar ve şair topluluğu içinde Eğer gerçek konuk isen aç gözün uyanık isen
öyle bir isim vardır ki samimi ve akıcı dili, hiç dinmeyen Sen bu söze tanık isen geri kalır mülk ile mal(153/2)4
heyecanı ve içinde coşkuyla taşıdığı Allah sevgisi ile asırlara
meydan okuyup günümüze kadar ulaşmayı başarmıştır. Bu dünya kahır evidir hem bâki değil fânidir
Aldanuban kalma buna tez tevbeye gelmek gerek(137/2)5
Yunus Emre, mutasavvıf bir halk şairidir. O, şiirlerinde
kendinden yola çıkarak insanı insana anlatmaya Arif kişi dünya malının geçiciliğini anladığından gerçek
çabalamıştır. Ele aldığı konular evrensel değerler aşka kavuşma yolunda ondan kurtulması gerektiğini
çerçevesinde bulunduğu için genç yaşlı demeden pek çok bilir. Onun için dünya üzerinde ne varsa uzak durmaya
kişi kendini bulmuştur şiirlerinde.1 O, lirik şaheserlerinin çalışır. Nefs insanın düşmanıdır onu oyalamak baştan
yanı sıra onu dinleyenlere öğüt vermekten de geri çıkarmak için uğraşır. Dünya malı kimsede sonsuza kadar
kalmamıştır. Yazımızda üzerinde duracağımız “dünya kalmamıştır. Yunus Emre beyitlerinde bu duruma işaret
hayatının geçiciliği” konusunda da asırlar öncesinden gelen ederek dünyaya her gelenin elbet bir gün geçeceğini
ama geçerliliğini hiç yitirmeyen bu öğütlerden bazılarına hatırlatmaktadır.
yer vereceğiz.
Sen bu cihan mülkünü Kaf ’tan Kaf ’a tuttun tut
Birçok mutasavvıf şair gibi Yunus Emre’ye göre de bu Yâ bu âlem malını oynayuban uttun tut(17/1)6
dünya ve diğer dünya Allah’ın görkemiyle doludur ama
bunu bilemeyenler ve bu gerçeği göremeyenler için Aldanma mala davara kulluk eyle Hakk’a yara
dünyada tehlikeli tuzaklar bulunmaktadır. İnsan aldanırsa Sevi ile bile vara bâki yoldaş olanı gör(22/4)7
dünyanın nimetlerine kanar.
Biz bunun neliğin bildik dünyenin nesine kaldık
Bu dünya bir gelindir yeşil kızıl donanmış Arzumuz nefs için değil dünya tefeccüründeyiz. (144/3)8
Kişi yeni geline bakubanı doyamaz (105/3)2
İnanma fâni ömre kim bâki değildir sevgisi
Sûfilikte esas olan; maddeden sıyrılıp manaya yani ilahi Görür iken sultanları koyup giderler mülk ü mal(155/2)
aşka ulaşmaktır. Madde dünyanın tüm geçiciliğini temsil
eder. “İnsanın hürriyetini engelleyen de, büyük ölçüde Yunus Emre şiirlerinde bazen ürpertici cehennem, mezar,
maddedir. Kendi ihtiyacından fazla maddeye sahip olan ölüm tasvirleri yapmasına rağmen ölümü sonsuzluğa
insan, soğukkanlı bir değerlendirmede, maddenin de kendi açılan bir kapı olarak gösterir. “Ölüm; canın geriye bir
nefsine sahip olduğunu görür ve bundan kurtulmaya çalışır.
3. Yunus Emre’de Tasavvuf ve Eğitim-III, Prof. Dr. Mustafa ERGÜN,
Aslında insan, kendi arzularının esiridir. Mal-mülk, şan- http://www.egitim.aku.edu.tr/yunusemre3.htm, 23.03.01-20.51
şöhret sahibi olma, bazı arzuları gerçekleştirmek içindir. 4. Yunus Emre Divanı, Dr. Mustafa Tatçı, Akçağ Yayınları, Ankara, 1991,
sf:126
1. Yunus Emre’nin İnsanlığa Bakışı ve Günümüze Mesajları, İsmet ŞANLI, 5. Yunus Emre Divanı, a.g.e., s.f:117..
Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and 6. Yunus Emre Divanı, a.g.e, sf-53
History of Turkish or TurkicVolume 4/2 Winter 2009. 7. Yunus Emre Divanı,a.g.e, sf-55
2. Yunus Emre Divanı, Dr. Mustafa Tatçı, Akçağ Yayınları, Ankara, 1991, sf:99 8. Yunus Emre Divanı,a.g.e, sf-103
68|MAYIS 2010
Fotoğraf: Levend İSKİT| Hindistan/Haridwar Seçki: Bahanur GARAN

Yetmiş iki millete kurban ol âşık isen


Tâ âşıklar safında imam olasın sâdık

daha dönüşü olmayan gidişi, ebedî bir âleme geçişidir. Bu Aşkın aldı benden beni bana seni gerek seni
âlemde canın ölümsüz olduğunu vurgulayan Yunus, ölüm Ben yanaram dünü günü bana seni gerek seni
tasavvurunu sonsuzluk anlayışı ile bütünleştirir.”9
Ne varlığa sevinirim ne yokluğa yerinirim
Zebânîler çeke tuta götüre Tamu’ya ata Aşkın ile avunurum bana seni gerek seni
Deri yana sünük tüte dün-gün işi efgân ola(9/3)10
Cennet cennet dedikleri bir ev ile birkaç huri
Korkar isen sen Tamu’dan (gel) alçak olgıl kamudan İsteyene vergil onu bana seni gerek seni
Ol günü ince sıratdan bil kamular geçmek gerek(137/4)11
Yûnus çağırırlar adım gün geçtikçe artar odum
Ten fanidir can ölmez, çün gitti geri gelmez. İki cihanda maksudum bana seni gerek seni.
Ölür ise ten ölür, canlar ölesi değil.
Kaynakça:
1. Araz Rıfat, Dini-tasavvufi Türk Şiirinde Ölüm Terennümleri, Bizim Külliye
Başlangıçtan sonuna kadar ölümün bir son olmadığını Üç Aylık Kültür Sanat Dergisi, Mart-Nisan-Mayıs-2009
savunan Yunus Emre, dünyanın zahiri bir âlem olduğunun 2. Ergün Mustafa, Yunus Emre’de Tasavvuf ve Eğitim, http://www.egitim.aku.
edu.tr/yunusemre3.htm
altını çizmektir. Ama onu en iyi Allah sevgisi ile dolu 3. Günşen Ahmet, Çağlar Üstü Kimliği ve Türkçesiyle Yunus Emre
gönlünde başka hiçbir şeye yer olmadığını, dünya üzerinde 4. Özbek Abdullah, Anadolu’nun Türkleşip İslamlaşmasında Yunus Emre’nin
Rolü.
tek arzusunun gerçek sevgiliye ulaşmak olduğunu bildiren 5. Şanlı İsmet, Yunus Emre’nin İnsanlığa Bakışı ve Günümüze Mesajları,
şu beyitlerde anlarız: International Periodical For The Languages , Literature and History of Turkish
or Turkic, Volume 2/4 Winter, 2009
6. Tatçı Mustafa, Yunus Emre Divanı, Akçağ Yayınları, 1991
9. Dinî -Tasavvufî Türk Şiirinde Ölüm Terennümleri, Dr. Rıfat Araz, Bizim 7. Tatçı Mustafa, Bu Yolda Acayip Çok: Yunus Emre’nin Bir Şiirinin Yorumu,
Turkish Studies International Periodical For The Languages, Literature and
Külliye Üç Aylık Kültür Sanat Dergisi,Mart–Nisan–Mayıs - 2009, Sayı 39, sh.
History of Turkish or Turkic, Volume 2/4 Fall 2007
58-64.
8. Yeniterzi Emine, Divan Şiirinde Ölüme DairBazı Hususlar, SÜ Sosyalbilimler
10. Yunus Emre Divanı, a.g.e., sf:49 Enstitü Dergisi, 1999
11. Yunus Emre Divanı, a.g.e., sf:117
MAYIS 2010|69
Belgeler Işığında

Yunus Emre Zaviyesi


Mehmet TOPAL |Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Fen Ed. Fak. Tarih Böl. Öğretim Üyesi

I. OSMANLI DEVLETİ’NDE ZAVİYELER yazılan hükümlerden anlaşılmaktadır.2 Bu durum XVI.


yüzyıldan itibaren daha da artmıştır. XVII. yüzyılda
Kısa zamanda çok geniş bir coğrafyaya yayılan Osmanlı vakıflar tarafından desteklenen zaviyelerin, Mevlevî,
Devleti’nin elde ettiği yerleri kendi yerleşik hayat kültürüne Nakşibendî, Halvetî, Celvetî ve Kâdirî gibi sünnî tarikat
dahil edebilmesi vakıflar sayesinde olmuştur. Vakıfların zaviyeleri olduğu görülmektedir. 3
neredeyse hayatın bütün alanlarına nüfuz etmesi yönetim
anlayışının sınırları ile izah edilebilir. Merkezi idare Osmanlı idaresi açısından, şehir dışında kurulan zaviyelerin
pek çok hizmetin yerinden halledilmesi prensibiyle bu başlıca fonksiyonu yolcu konaklamasına imkan sağlamaktır.
hizmetleri ifa edecek kurumların ve bunların giderlerini Zaviyelere tanınan vergi muafiyetleri, dini sebeplere değil
karşılayacak vakıfların oluşturulmasını teşvik etmiştir. kurum tarafından verilen hizmetlere bağlanmıştır. Zaviye
Kuruluş yıllarından itibaren hızla yayılan zaviyeleri ve bir çeşit misafirhane olduğu için, zaviye mutfağının ayrı bir
onların vakıflarını bu çerçeve içerisinde değerlendirmek yeri vardır. Zaviyelerde barınan derviş ve diğer misafirlerin
lazımdır. yiyecekleri, zaviyeye vakfedilmiş vakıf kaynaklarından
sağlanırdı. Tekkede ölen bir dervişin terekesi umumiyetle
Günümüze kadar ayakta kalabilen ve inşa tarihleri belli olan zaviyelere bırakılırdı.4
Osmanlı dönemine ait zaviyelerin, kuruluş döneminden
Kanuni Sultan Süleyman’ın saltanatının ilk yıllarına kadar Zaviyelerin bir kısmı ise, özellikle köylerde ve yol
uzanan üç asırlık bir dönem içinde yapıldığı1 ve zaviye üzerlerinde bulunanlar, bir çiftlik gibiydiler. Çevre arazide
mensuplarına geniş haklar verildiği görülmektedir. Fakat bizzat dervişler tarafından tahıl, sebze ve meyve yetiştirilir,
XV. asrın ikinci yarısından itibaren devlet idaresinin davar ve sığır da beslenirdi. Ayrıca, birçoklarının kendilerine
merkezileşmesiyle, ilk devirlerde zaviyelere tanınan ait değirmenleri bile vardı.5 Selçuklu ve Osmanlı devri
imtiyazlar yavaş yavaş sınırlandırılmaya başlanmıştır. zaviyelerinin en önemli faaliyetlerinden biri de, Anadolu
Nitekim, Fatih devrinde yapılan toprak düzenlemesi ve Rumeli’nin İslamlaşması konusundadır. Ömer Lütfi
sırasında bazı zaviyelerin evkâfına el konulup iptal edildiği
2. Hicri 981 tarihli Mühimme Defterinde Seyyidgazi Zaviyesi’nde görülen
görülmektedir. Bu vakıfların bir kısmı sonradan geri rafizîlik ve mülhidlik gibi şer‘a muhalif hareketlere rızâ-yı hümâyun olmadığı
verilmişse de artık zaviyelerin idaresi, şeyhlerin tayin ve ve oradakilerin ehl-i sünnet mezhebi üzre olmaları gerektiği bildirilmektedir.
Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA).Mühimme Defteri (MHM), Nr.22,
azilleri devlet kontrolü altına girmiştir. Hatta devletin bu s.90/187.
zaviyelerde sünnî akaide muhalif faaliyetlere izin vermediği 3. Hasan Yüksel, Osmanlı Sosyal ve Ekonomik Hayatında Vakıfların Rolü
(1585-1683), Sivas 1998, s.173.
1. A.Yaşar Ocak, Suraiya Faruki, “Zaviye”, İslam Ansiklopedisi, C.XIII, İstanbul 4. Ocak, Faruki, s.472,.473.
1993, s.471. 5. BOA.Maliyeden Müdevver (MAD), Nr.27, s.57.
70|MAYIS 2010
Barkan zaviyelerin İslamlaşma faaliyetlerindeki rolünden olduğu belirtilmektedir.9 Tahrir defterlerinden sonra belge
bahsederken kayıtlarda bir çok dervişin Abdullah oğlu ve silsilesinde bir kopukluk oluşmaktadır. Bu kopukluğun
kul oğlu olarak geçmelerinin zaviyelerin tesiri altındaki bittiği XVIII. Yüzyıldan itibaren rastladığımız kayıtlarda
ihtida hareketleri ile izah edilebileceğini belirtmiştir. Ayrıca zaviyenin yeri “Sivrihisar Kazası Günyüzü Nahiyesi Saru
zaviyelerde uzun seneler oturan hıristiyan hizmetkarların, nâm karye” şeklinde geçmektedir. Şemseddin Sami ise
coşkun ve esrarlı dini ortamın etkisi altında kalarak zaviyenin yerini, Porsuk Nehri’nin Sakarya’ya karıştığı bir
müslüman olmalarının çok tabii olduğunu ifade etmiştir.6 mahal olarak tarif etmektedir. 10

Zaviyelerin halk kültürü üzerindeki rolünden de bir parça 1466 tarihli Kirmasti defterinde Anadolu Beylerbeyi
bahsetmek gerekirse; Anadolu’da Selçuklu döneminden İsa Bey’in, zaviyenin vakıf gelirine katkıda bulunmak
itibaren medreselerin pek nüfuz edemediği köy ve göçebe üzere iki yerde çeltik ekilmesine izin verdiğine dair
muhitlerinin kültür hayatlarında zaviyelerin çok etkili mektubu bulunduğu belirtilmiştir. Bunun tasarrufunun da
oldukları söylenebilir. Medreselerin belli bir aydın tabakaya
zaviyenin şeyh evladından Osman oğlu ve Şeyh Mehmed’e
hitab eden eğitim-öğretim anlayışının halk tabakalarına
bırakıldığı açıklanmıştır. Zaviyenin Şeyh Mehmed’e
istenilen ölçüde giremeyişi içtimai hayatta önemli bir
yapılan bağıştan çok önce kurulmuş olduğu, vakıf kaydında
boşluk yaratmıştır. Bu boşluk ise zaviyeler tarafından
buranın kadimden vakfiyyet üzere olduğu belirtildiği için
doldurulmuştur. Belirli günlerde zaviyelerde halka açık
kuşkusuzdur. Tahrir defterlerinde geçen bu tarz ifadelerle
yapılan vaazlar ve şeyhlerin sohbetlerinin ilgi gördüğü
daha ziyade Orhan Bey veya en geç I. Murad devirlerinin
söylenebilir. Ayrıca, medrese âlimlerinin anlaşılması
güç eserlerine karşılık, şeyhlerin sade bir dil ve üslupla kastedildiği dikkate alınırsa, zaviyenin bu dönemlerde
yazdıkları manzum ve mensur eserler de halk arasında kurulduğunu düşünebiliriz.11
büyük bir ilgi görmüştür. 7
Tahrir defterlerinde zaviyenin ismi Yunus Emir Bey
Zaviyeler, çeşitli âmiller sebebiyle zamanla eski şeklinde geçmekte ve bu isim 1731 tarihli kayd-ı hakânîde
fonksiyonlarını yitirmişlerdir. Özellikle yol kavşaklarında de kullanılmaktadır.12 Bu kayıttan dört ay sonra zaviyedar
bulunan zaviyeler suhte ve celali olaylarının verdiği atanması münasebetiyle kaleme alınan beratta ise Yunus
korku ile misafir kabul edemez hale gelmişlerdir. Terk Emre Zaviyesi denilmektedir.13 Buradan hareketle Yunus
edilen köyler ve vakıf çiftliklerinden ürün alınamadığı Emre’nin sehven yazıldığı, dolayısıyla Yunus Emir Bey’in
için binaların bakımı yapılamamış, çoğu harap olmuştur. başka biri olduğu iddia edilmektedir. Halbuki bu tarihten
XVIII.yüzyılda pek çok vakıf zor duruma düşmüş ve sonra kaleme alınan pek çok belgede Yunus Emre ismi
bazı zaviyelerin vakıfları birleştirilmiştir. 8 XIX. yüzyıldan geçmektedir. Hatta aynı belge üzerinde farklı isimlerin
başlayarak Batılılaşma hareketlerine paralel olarak işlev kayıtlı olduğu14 dikkate alınırsa bu isimlerin hepsinin
ve tesirini yitirmeye başlayan zaviyeler, 30 Kasım 1925 birbirinin yerine kullanıldığını söylememiz yanlış
tarihinde Tekke ve Zaviyelerin Kapatılması ile ilgili olmaz. Zaviyeye dair yazışmalara bakıldığında “Kibar-ı
çıkarılan bir kanun ile tarihe karışmışdır. ehlu’l-lâhdan Yunus Kaddese Sırrahu’l-azîz”15, “Yunus

II.YUNUS EMRE ZAVİYESİ

1.Yeri ve İsmi 9. Halime Doğru, XV. ve XVI. Yüzyıllarda Sivrihisar Nahiyesi, TTK, Ankara
1997, s. 109; İ. Hulusi Güngör, “Devlet Arşivlerinde Yunus Emre İle İlgili
Zaviyenin yerini ve ismini belirten en eski kayıtlar Belgelerin Ortaya Koyduğu Gerçekler”, VIII. Vakıf Haftası Kitabı Türk Vakıf
Başbakanlık Osmanlı Arşivi ve Tapu Kadastro Genel Medeniyeti Çerçevesi’nde Yunus Emre ve Dönemi, Restorasyon ve Kıbrıs
Vakıfları Seminerleri 4-5-9 Aralık 1990 Ankara, Vakıflar Genel Müdürlüğü
Müdürlüğü Arşivi’nde bulunan ve vakıf kayıtlarını içeren Yayınları, Ankara 1991, s.71.
tahrir defterleridir. 15. ve 16. Yüzyıla ait bu defterlerde 10. “Yunus Emre mazanne-i kirâmdan olup Bolu’lu olduğu halde, Porsuk
Nehri’nin Sakarya’ya karıştığı mahalde bir zâviye ve çilehâne edinip, ibâdet ve
Hüdavendigar Livası Sivrihisar Nahiye’si Saru adlı köyde riyâzetle meşgul olmuş ve makâmâtı şöhret bulup 843 de vefat etmiştir. Zâviyesi
kurbünde vâki‘ türbesi ziyâretgâhdır. Ümmî olduğu halde sûfiyâne ve ehl-i
dilâne ilâhîleri vardır.” Kâmûsu’l-a‘lâm, C.6, İstanbul 1316, s. 4828.
6. Ömer Lütfi Barkan, “Osmanlı İmparatorluğu’nda Bir İskan ve Kolonizasyon 11. Doğru, XV. ve XVI. Yüzyıllarda Sivrihisar Nahiyesi, s. 109.
Metodu Olarak Vakıflar ve Temlikler I İstila Devirlerinin Kolonizatör Türk 12. Halim Baki Kunter, Yunus Emre Bilgiler-Belgeler, Eskişehir Valiliği İl
Dervişleri ve Zaviyeler”, Vakıflar Dergisi, S.2, Ankara 1942, s.303-304. Kültür ve Turizm Müdürlüğü, Eskişehir 2005, s.103.
7. Bu gruba örnek olarak Ahmediye, Muhammediye ve Envârü’l-Âşıkîn 13. Kunter, s. 104.
verilebilir. 14. Zaviyeye mültezimler tarafından yapılan müdahalelerin engellenmesi için
8. Halime Doğru, “XVII. ve XVIII. Yüzyıllarda Eskişehir ve Çevresindeki zaviye mutasarrıfının müracaatı üzerine yazılan buyrulduda “Yunus Emir Bey”
Vakıfların Genel Görüntüsü”, Osmanlı’dan Cumhuriyete Problemler, ve “Emir Yunus Bey” ifadeleri aynı anda kullanılmıştır. BOA. Cevdet Evkaf,
Araştırmalar, Tartışmalar, I.Uluslararası Tarih Kongresi Türkiye Ekonomik ve 14983.
Toplumsal Tarih Vakfı, 24-26 Mayıs 1993, s.33. 15. BOA. Evkaf.Defterleri (Ev.d) 14049, s.20
MAYIS 2010|71
Emre”16, “Yunus” 17 “Yunus Emrullah” 18 “Emrullah Yunus” Zâviyenin mütevellisi Seyyid Mustafa’nın, hanımı Hatice
19
ifadelerinin de kullanıldığı görülmektedir. ile müştereken mutasarrıf oldukları arazilerin iltizam
bedellerini tahsil edemediklerine dair verdikleri arzuhale
2. Zaviye İçin Yapılan Yazışmalar cevaben 20 Cemâziye’l-evvel 1208 (24 Aralık 1793)
Yunus Emre Zaviyesi’ne dair arşiv kayıtları tarihinde düzenlenen buyrulduda defterhane kayıtları
incelendiğinde, daha ziyade görevlilerin atanmasına, gelir incelenerek arzuhal sahiplerinin istedikleri doğrultuda bir
ve giderlerin beyanına ve zaviye vakıflarına dışarıdan karar alınmıştır. Bu yazışma sürecinde zaviye evkafından
yapılan müdahalelerin engellenmesine dair oldukları olan çiftlik, kışlak, yaylak, bahçe ve çayırın tasarruf
göze çarpmaktadır. Gelir ve giderler için ayrı bir bahis hakkının ve gelirlerini toplama yetkisinin Yunus Emre
açıldığından dolayı bu kısımda diğer yazışmalara Zâviyesi zâviyedarı Seyyid Derviş Mustafa’ya ait olduğu
değinmekle yetineceğiz. arzuhalin kenarlarına eski kayıtların örnekleri çıkarılmak
suretiyle belirtilmiştir. 23
Zaviyenin yeri ve ismi başlıklı kısımda tahrir defterlerinin en
erken kayıtlar olduğuna değinmiştik. 1466 tarihli Kirmasti 28 Safer 1257 (21 Nisan 1841) tarihli beratta Seyyid Derviş
Defteri’ndeki bilgiler, Kanuni Sultan Süleyman Devri’ne Mustafa’nın vefatıyla boşalan zâviyedarlık hizmetine
ait olup Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Arşivi’nde Kâdirî şeyhlerinden Sivrihisarlı Şeyh Mustafa bin
580 numaralı tahrir defterinde aynen tekrarlanmış20 ve Yakub’un atanması yer almıştır. Bu vesikada Sarıköy’deki
daha sonra zaviye için düzenlenen belgelerde bu kayıtlara Yunus Zâviyesi zâviyedârlığının, buraya tahsis olunan
müracaat edilmiştir.21 araziler mahsulünün öşrüne mukabil tevcih olunageldiği,
Seyyid Derviş Mustafa’nın vefatıyla bu hizmetin boş
Evâhir-i Cemâziye’l-evvel 1144 (20-30 Kasım 1731) kaldığı dolayısıyla yapılması gereken hizmetlerin aksadığı
tarihli belgede tahrir kayıtlarından hareketle bilgilerin liva vurgulanmıştır. Aynı vesikada eskiden mamur bir yer olan
evkafına nakl olunduğu görülmektedir. Bundan yaklaşık Sarıköy’ün ahalisinin burayı terk etmesiyle harap olduğu,
dört ay sonra Evâhir-i Ramazan 1144 ( 17-27 Mart 1732) Yunus Emre Türbesi’nden başka binadan eser kalmadığı,
tarihinde düzenlenen beratta, Sivrihisar Kazâsına bağlı vakfın eskiden çeltik ekilen tarlasının da boş kalmasıyla civar
Sarıköy’de bulunan Yunus Emre Zâviyesi’nin zâviyedârı köyler ahalisinin hayvan otlatmak suretiyle zaviye vakfına
Abdülcelil’in vefatıyla yerine oğlu Abdülkerim’in zâviyedâr zarar verdikleri, bu yüzden gelip geçenlerin meşakkat
olarak tayin olunduğu, gerekli hizmetlerin Abdülkerim çektikleri anlatılmaktadır. Vesikada bu olumsuz tablonun
tarafından ifası, vakfın ruhuna ve amacına kimsenin
ortadan kaldırılması, türbenin bakımının yapılması, zâviye
gölge düşürmemesi için bu berâtın kendisine verildiği
için gerekli odaların yeniden inşası ve gelirlerin kalan
yazılıdır.22
kısmıyla da kurumun amacına uygun hizmetler verilmesi
16. Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivi (VGMA), Atik Esas Sarı Evvel, Nr.
417/194.
şartıyla zâviyedarlık görevine Şeyh Mustafa bin Yakub’un
17. 28 Safer 1257 (21 Nisan 1841) tarihli beratta özetle şu ifadeler yer almıştır: atandığı belirtilmiştir.24 Bu belgeye göre Yunus Emre
Evkâf Nezâretine bağlı vakıflardan Sivrihisar Günyüzü Kazâsı’na bağlı Sarıköy’de
bulunan Yunus Emre Zâviyesi vakfının başında, öşür vergisi karşılığı mutasarrıf Zâviyesi tamamen yıkılmış ve yeniden yapılması yönünde
olan Seyyid Derviş Mustafa bulunuyordu. Vefat edince yeri boşaldı, sürdürdüğü talimat verilmiş olmasına rağmen 29 Cemâziye’l-evvel
hizmet yarım kaldı. Bahsedilen yer mamur bir köy iken, halkı dağıldığından
Yunus Emre Türbesi’nin dışında tüm binalar bakımsızlıktan yıkılarak harâp oldu. 1273 (25 Ocak 1857) tarihli muhasebe kaydından25 imar
Vakfa ait tarlalarda çeltik ekilir, çıkan mahsul satılarak zâviyenin hizmetlerinde faaliyetinin hemen yapılamadığı anlaşılmaktadır. Zira
kullanılırdı. Şimdi hayvan otlatılan arazi ve zaviye bakımsız olduğu için yolcu
ve ziyaretçilerin korunmaları ihtiyaçlarının görülmesi işi yapılamamaktadır. vakfın 1272 senesi muhasebesinin Evkaf Nezareti’ne
Türbenin bakımı, misafirlerin ikameti ve ihtiyaçlarının görülmesi için birkaç oda bildirilmesi amacıyla düzenlenen bu defterde, 1115 kuruş
inşa edilmesi şartıyla, Merhûm Seyyid Derviş Mustafa’dan boşalan zâviyenin
zâviyedârlığına Kâdirî Tarîkatı’na mensup Sivrihisarlı Şeyh Mustafa el-Hâc olan giderlerin 1065 kuruşunun “zâviyenin münhedim
Yakub’un getirildiği yazılmıştır. Kunter, s. 105. olan mahallerinin tamirat-ı zaruriyyesine sarf olunmuştur”
18. Kunter, s. 107.
19. Kunter s. 110 ifadesi yer almakta ve yıkık mahallerin en azından bir
20. “Mezra‘-i nâhiye-i Seferihisar der-livâ-i Hüdâvendigâr, Saru Köyü’nde kısmının bu yıl içinde yaptırıldığı anlaşılmaktadır.
Yunus Emir Bey’in bir çiftlik vakıf yeri var imiş. Zâviyesine kadîmden vakıf imiş,
şimdi evlâdından Osman oğlu Şeyh Mehmed tasarruf eder ve Beylerbeyi İsa Bey
mektubu ile iki kırda çeltük eker imiş deyu nakl olunmuş an defter-i Kirmasti. Evkaf Defteri’nde yer alan ve 16 Cemâziye’l-evvel 1266 (30
Mezbûr vakıf kadîmü’z-zamândan vakfiyyet üzre tasarruf olunur imiş, şimdi
Nasuh Şeyh tasarruf eder deyu kaydolunmuş der -defter-i köhne. El-hâletü Mart 1850) tarihinde Ankara Evkaf Müdüriyeti’ne hitaben
hâzihî Nasuh Şeyh evlâdından Derviş İbrahim mutasarrıfdır, karındaşın Derviş yazıldığı anlaşılan kayıtta da zâviyedar Şeyh Mustafa bin
Halil ile ellerinde padişahımız mukarrer-nâmesi vardır deyu kayd olunmuş der-
defter-i köhne. Hâliyâ vakfiyyet üzre Ebu’l-Müslim Çelebi mutasarrıfdır, elinde Yakub’un vefat etmesi münasebetiyle görevin küçük oğlu
nişân-ı şerîf var deyu mukayyettir defter-i atîk.” Güngör, s. 71. 23. BOA. Cevdet Evkaf, 14983.
21. BOA. Cevdet Evkaf, 14983. 24. Kunter, s. 105.
22. Kunter, s.104. 25. Kunter, s. 106.
72|MAYIS 2010
Yakub’a tevcih edilmesi talebi değerlendirilmektedir.26 Bu muameleli arzuhalde Sarıköy’deki arazinin zamanla
belge zâviye yönetiminin tasavvuf hareketlerinin önemli ve vakıfla ilgisi olmayan insanların eline geçtiğince ve
yaygın bir kolu olan Kâdirî Tarîkatı’na mensup olduklarını kaybolmaya yüz tutan vakfın arazilerinin kayıtlarının
göstermektedir. Aynı zamanda Yunus Emre’den ve çıkarılarak sınırlarının tayin edilmesine müsaade edilmesi
zâviyesinden bahsederken “kibâr-ı ehlu’llâhdan Yunus sadaret makamından istenilmiştir. Bu müracaat üzerine
kaddese sırrahu’l-azîz hazretleri zâviyesi” ifadelerinin durum, gereğinin yapılması için Evkaf-ı Humâyun
kullanılmış olması önemlidir. Çünkü Sarıköy’deki Yunus Nezâreti’ne havale edilmiş ve zâviye vakfına ait arazilerin
için sadece bir beratta din büyükleri için kullanılan hürmet kayıtları çıkarılarak arzuhalin üst kısmına yazılmıştır. Bu
ifadesi geçtiği söylenilmektedir.27 kayıtlardan birincisinde Yakub’un hangi tarihte ve hangi
şartlarla atamasının yapıldığı anlatılmıştır. İkincisinde
Henüz yaşı küçük olan Yakup Halife’nin zâviyedâr tahrir defterlerinde yer alan en eski kaydın bir örneğinin
olarak görevlendirilme süreci İbrahim Oğlu Süleyman’ın çıkarıldığı görülmektedir. Burada da Yunus Emir
vekâleten hizmetleri yürütmesi şartıyla 26 Receb 1269 (5 Bey’in Yunus Emre ile aynı şahıs olduğu görülmektedir.
Mayıs 1853) tarihinde tamamlanmıştır.28 Bu atamanın Zira iki isim de aynı belge üzerinde birbirinin yerine
Ankara Nâibi’nin teklifi, Ankara Vakıflar Müdürü’nün kullanılmaktadır.31
inhası, meclis üyelerinin mazbatası, Vakıflar Müfettişi’nin
i‘lâmı, Şeyhülislam ve Evkaf Nazırı’nın olurlarıyla 25 Cemâziye’l-evvel 1317 (1 Ekim 1899) tarihli beratta
gerçekleştirilmiş olması Yunus Emre Zâviyesi ve bu ise Yakub’un vefatından dolayı görevin oğlu Mustafa’ya
zâviyeye zâviyedâr tayin edilen kişiye verilen önemi ortaya verildiği görülmektedir.32 Bu berat hazırlanmadan önce
koymaktadır.29 28 Rebî‘u’l-âhir 1317 (5 Eylül 1899) tarihinde sadaret
makamı zâviyenin durumunu ve atamanın uygunluğunu
Sultan Abdülaziz’in cülusunun ardından yenilenen belirten bir yazıyı padişahın onayına sunmuş ve 30
beratlar cümlesinden olmak üzere 29 Zilkade 1279 Rebî‘u’l-âhir 1317 (7 Eylül 1899) tarihinde çıkan irade-i
(18 Mayıs 1863) tarihinde Yunus Emre Zâviyesi için seniyye ile bahsi geçen berat kaleme alınmıştır. Evkaf
yazılan beratta, zâviyedarlık hizmetini yürüten Yakub’un Defterine de atamanın yapıldığı tarih kaydedilmiştir.
kayıtlarda bahsedilen kurallar çerçevesinde bu göreve 33
Bundan sonra zâviyeye atama yapılmadığı görülmekte 7
devam edebileceği zikredilmiştir.30 13 Safer 1280 (30 Kânun-ı Evvel 1326 (20 Aralık 1910) tarihli muhasebe
Temmuz 1863) tarihli ve Yakub tarafından kaleme alınan koçanında mütevelli ve zâviyedar olarak Mustafa Kâmil
26. “Ankara Evkaf Müdüriyeti’ne: Nezâret-i evkâf-ı hümâyûna mülhak evkâfdan ismi geçmektedir.34 Zâviye’nin beratlı son temsilcisinin
SeferihisarGünyüzü Kazası’na tâbi‘ Sarı Karye’de kibâr-ı ehlu’llâhdan Yunus ve vakıf mütevellisinin Mustafa Kâmil (Yakan) Efendi
kaddese sırrahu’l-azîz hazretleri zâviyesi vakfının bâ-öşr-i mahsûl zâviyedârlık
cihetinin mutasarrıfı meşâyih-i Kâdiriyye’den Şeyh Mustafa Efendi ibn-i Yakub
olduğunu Sayın Prof. Dr. Ömer Adil Atasoy da teyit
Bey vefât eylediği beyânıyla mahlûlünden sulb-i sagîr oğlu Yakub halîfeye etmekte, Mustafa Kamil Efendi’nin babası Yakub Bey’in
tevcîhi hususu mukaddemce mahallinden bâ-i‘lâm iş‘âr olunmuş ve vakf-ı
Sivrihisar’ın tabak esnafının başı olduğunu ve “Ahi Türk”
müşârun-ileyhin bâ-öşr-i mahsûl zâviyedârlğı Seferihisarlı mûmâ-ileyh Şeyh
Mustafa Efendi’nin uhdesinde olduğu ve Seferihisar Nâhiyesi’nde mezra‘a-i sıfatını taşıdığını belirtmektedir.
Sarıköy’de bir çiftlik yerin hâsılâtı Yunus Emir Bey Zâviyesi vakfı tarafından zabt
olunması muktezâ-yı Defter-i Hâkânî’den idüğü kuyûdan anlaşılmış olup fakat
vakf-ı müşârun-ileyh vakfiyesinin ve henüz muhâsebesi ru’yet olunduğunun 31. Kunter, s.107.
kaydı bulunmamış olduğuna ve nizâmına nazaran ba‘dehû îcâbına bakılmak 32. Kunter, s. 109.
üzere evvel-emirde vakf-ı müşârun-ileyhin mahallinde veyâhûd sicillâtta 33. VGMA, Atik Esas Sarı Evvel, Nr. 417/194; İrade-i seniyye ile zâviyedarlık
mukayyed vakfiyesi var mıdır? Ve şurût ne vechiledir? Ve zâviye-i mezkûre atamasının oluru istenilen ve Sadaret tarafından kaleme alınan yazının tam metni
el-yevm mevcûd ve ma‘mûr mudur? Ve îrâd ve masârıfı nedir? Mahallinde şu şekildedir: “ Seferihisar Kazası’nda Sarı Karyesi’nde Yunus Emre Zâviyesi
ma‘rifet-i şer‘-i şerîf ve ma‘rifet-i şerîfleriyle tahkîk ve îcâb eden târîhden Vakfı’nın müteveffâ Yakub Bey uhdesinden mahlûl olan bâ-öşr-i mahsûl
altmışbeş senesi gâyetine değin muhâsebesi ru’yet ve tedkîk olunarak ma‘a zâviyedârlık cihetinin oğlu Mustafa’ya tevcîhi mahallinden bâ-mazbata iş‘âr
fermân-ı hazîne memhûr ve mümzî defterinin ve vakfiyesi var ise kalemine li- olunması üzerine icrâ kılınan tedkîkâtda zâviye-i mezkûrenin bâ-öşr-i mahsûl
ecli’l-kayd bir kıt‘a mümzî sûretinin cânib-i hazîne-i evkâf-ı humâyûna irsâli ve zâviyedârlık ciheti mûmâ-ileyh Yakub Bey uhdesinde olduğu anlaşılmasına
keyfiyetin iş‘ârı husûsuna himmet buyurmaları. 16 Cemâziye’l-evvel 1266”. ve her ne kadar vakfiyesine dâir kayd bulunamamış ise de zâviye-i mezkûre
BOA. Evkaf d., 14049, s. 20. el-yevm ma‘mûr ve mevcûd olarak derûnunda âyende ve revendeye it‘ âm-ı
27. İ. Hulusi Güngör, “Devlet Arşivlerinde Yunus Emre İle İlgili Belgelerin ta‘âm olunmakda bulunduğu cümle-i iş‘âratdan olup şu halde zâviye-i mezkûre
Ortaya Koyduğu Gerçekler”, VIII. Vakıf Haftası Kitabı Türk Vakıf Medeniyeti içün bir zâviyedârın lüzûmu bedîhi ve binâ’en aleyh zâviyedârlığın tevcîhi
Çerçevesi’nde Yunus Emre ve Dönemi, Restorasyon ve Kıbrıs Vakıfları hakkında muktezâ olarak sûret-i iş‘âr muvâvık-ı kayd ve nizâm bulunmasına
Seminerleri 4-5-9 Aralık 1990 Ankara, Vakıflar Genel Müdürlüğü Yayınları, mebnî ber-mûceb-i iş‘âr mezkûr zâviyedârlık cihetinin müteveffâ Yakub Bey
Ankara 1991, mahlûlünden oğlu Mustafa’ya tevcîhi hususunun huzûr-ı sâmî-i cenâb-ı sadâret-
Güngör, s. 40. penâhilerine arzı Mahkeme-i Teftîş ile Cihât Kalemi’nden bâ-i‘lâm der-kenâr
28. VGMA, Atik Esas Sarı Evvel, Nr. 417/194. ifâde olunmuş ve ol vechile emr-i tevcîhin icrâsı menût-i emr u irâde-i aliye-i
29. İbrahim Ateş, “Yunus Emre’nin Vakıf İlkeleri İstikâmetindeki Düşünceleri cenâb-ı Sadâret-penâhîleri bulunmuş olmağın ol-bâbda emr u fermân hazret-i
ve Belgeleri Muhtevasındaki Zâviyeleri”,VIII. Vakıf Haftası Kitabı Türk Vakıf v eliyyü’l-emrindir. Fî 28 Rebî‘u’l-âhir sene 317- fî 23 Ağustos 315. Evkâf-ı
Medeniyeti Çerçevesi’nde Yunus Emre ve Dönemi, Restorasyon ve Kıbrıs humâyûn Nâzırı devletlü Paşa hazretleri ber-mûceb-i takrîr îfâ-yı muktezâsına
Vakıfları Seminerleri 4-5-9 Aralık 1990 Ankara, Vakıflar Genel Müdürlüğü himmet buyurulmak bâbında 30 Rebî‘u’l-âhir sene 317 tarihinde sudûr iden
Yayınları, Ankara 1991, s. 123-124. irâde-i aliye mûcibince berât-ı âlîsi ısdâr kılınmışdır.” İbrahim Ateş, s. 124.
30. Kunter, s.107. 34. Kunter, s. 132.
MAYIS 2010|73
3. Zaviyenin Faaliyetleri ve Gelir-Giderleri Osmanlı idaresi açısından, şehir dışında kurulan
Yunus Emre Zaviyesi’nin kurulduğu tarih net olmamakla zaviyelerin başlıca fonksiyonu yolcu konaklamasına imkan
beraber, tasavvuf hareketlerinin yayılışıyla kurulması sağlamak olduğundan yazışmaların hemen hepsinde
arasında paralellik olduğunu söylemek yanlış olmaz. gelip geçen misafirlerin ihtiyaçlarının karşılanması ve yol
Zaviyeye son dönemde yapılan zaviyedar atamalarına güvenliklerinin temin edilmesi konuları vurgulanmıştır.
bakıldığında, bu şahısların Kâdirî Tarikati’ne mensup Mesela 28 Safer 1257 (21 Nisan 1841) tarihli berata
oldukları görülmektedir.35 Halim Baki Kunter tarafından bakıldığında I. Mahmud devrinde zaviyenin geliri 600
zaviyenin son mütevellisi Mustafa Kamil Efendi’den alınan, akçe olarak gösterilmiştir. Bu gelir zaviyeye yine Sarıköy
Meclis-i Meşâyih ve İstanbul’daki Kâdirî Âsitânesi’nden civarında tahsis olunan çiftlik ve arazilerden temin
tanzim edildiği anlaşılan tarîkat şeceresinde özetle şu edilmektedir. Bu yıllara ait masraf kayıtları olmadığı
bilgiler mevcuttur: için gelirin hangi kalemlere ve ne kadar aktarıldığı
bilinmemektedir. Daha sonra kaleme alınan vesikalara
Belgede öncelikle Yunus Emre’nin tarikat şeceresi göre vakfın gelirinin onda birinin zaviyedara verildiği
verilmekte, zâviyedarlık ve şeyhlik görevinin Mustafa kalan onda dokuzunun ise zaviyenin bakım ve onarımı
Kamil Efendi’ye ait olduğu belirtilmektedir. Yapılması ile buraya gelip giden ziyaretçilerin ağırlanmasına tahsis
istenilen faaliyetler bahsinde ise, beş vakit namazda olunduğu anlaşılmaktadır. Özellikle son dönemlere isabet
padişahın ve devletin devamı için duaya devam edilmesi, eden belgelerde gelir ve masrafların ayrıntılı biçimde yer
dergaha gelenlere şeriat ve tarikat adabının öğretilmesi, aldığı görülmektedir.
fakir dervişlerin ve gelip gidenlerin yedirilip içirilmesinin
yanı sıra mübarek gecelerde Kâdirî Evrâdı okunması Dönem dönem ihmal ve bakımsızlıktan dolayı harab
vurgulanmaktadır.36 olan zaviye atıl duruma gelmesine rağmen tamir edilip,
35. BOA. Evkaf d., 14049, s. 20.
ilaveler yapılmış Osmanlı Devleti’nin tasfiyesine kadar
36. Kunter, s. 111; 1-10 Şaban 1252 (…..) tarihli fermanda Tophâne-i Âmire fonksiyonunu devam ettirmiştir. 1921 yılında Yunan
civarındaki Kâdirîhane Şeyhi Mehmed Emin Efendi, taşradaki tekke ve zaviyelere
işgalinde yanan zaviye binası aynı yerde yeniden inşa
atanan bazı şahısların tarikat adabını bilmemeleri münasebetiyle şikayetler
geldiğinden buralara ehil insanların önerilmesi noktasında uyarılmaktadır. Bu edilmiştir.
belge tarikatlara bağlı tekke ve zaviyelere yapılan görevlendirmelerde tarikat
merkezleri ile devlet arasında müşterek çalışma yapıldığını göstermektedir.
Ferman, Araştırmacı Ömer Osman Yeler’in özel arşivinden alınmıştır;
74|MAYIS 2010
MAYIS 2010|75
Yunus Emre’yi
Tanıyor musunuz?

Röportaj: Meryem Yücesoy


Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Türk Dili ve Ed.Böl.

• Yunus Emre bildiğim kadarıyla Türklerin meşhur


bir halk şairi. Aslında Yunus Emre hepimizin içinde
saklı olan barış ve sevgi içinde yaşama isteğini
Fotoğraf: Battal Gazi Barlas

dile getirmiş. Bence hayat savaşlara, kavgaya vakit


ayırmayacağımız kadar kısa. Ne yazık ki kimi insan
bunu çok geç öğreniyor kimi de bunun farkına
varmadan hayat boyunca hırslarının esiri oluyor.
Sadece sevmek hayatımızı tahmin edebileceğimizden
çok daha fazla güzelleştirebilir ve hayatın tadını belki
de o zaman gerçekten almış olacağız. Biz buna İslami
Yunus Emre Heykeli, Büyük Park,

noktadan bakarsak da dünyanın olumsuz duygular için


değil sevmek için yaratılmış olduğunu anlayabiliriz.
Sumera Jabeen ( Pakistan)

•Yunus Emre’yi tanıyorum. Hiçbirimiz dünyada


kalıcı değiliz. Maddi kazancımız hayatımız sona
erdikten sonra bir işe yaramayacaktır. Bu sebepten
dolayı en güzeli sevmek, sevilmek ve bu duygularla
dünyayı daha güzel bir yer haline getirmektir.
Sina (İran )

• Yunus Emre’yi tanımıyorum. Sadece 200 TL


üzerinde onu gördüm. Daha sonra öğrendiğime göre
13.yy da yaşamış ünlü bir şairmiş.
Salim Hai Chuhı (Kenya)

76|MAYIS 2010
Yunus Emre
“Sevelim Sevilelim Dünya Kimseye Kalmaz”
sözüyle sizce ne demek istemiştir?

• Orta Doğu’da ve dünyada tanınmış bir ozan. Tanrı’ya • Yunus Emre çok güzel demiş; insanlar ırk, ülke ayrımı
karşı duyduğu saf aşk çok yüksek bu aşkla yaşıyor, bu yapmadan barış ve demokrasi içinde yaşayabilirler. Ben
aşkla insanları ayrım yapmadan seviyor ve insanları tek bir Azerbaycan’da yaşayan bir Ahıska Türkü olarak dünyanın
çatı altında birleşmeye çağırıyor. Şiirleri insan erdemleri her yerinde insanların birbirlerini dışlamadan, hepsinin
üzerine kurulmuştur. Onun bu bakış açısını ‘Yaradanı sev aynı muameleyi görmesini isterim. Ama her insanın
yaradandan ötürü’ sözünde de görmüş oluruz. İnsanlar yaptıkları Yunus Emre’nin sözüyle bağdaşmaz. Çünkü,
ayrım yapılmadan sevilmeli, savaşlar ve dargınlıklar insanın doğasında her zaman şiddet vardır ve bu duyguyu
olmadan, sevgi ve barış içinde yaşamalıdır. bastıramayan insanlar hep olacaktır. Bu yüzden günümüz
Abdulmatin Afghan Ahmadzai (Afganistan) dünyası bizi barış için savaşa mecbur bırakıyor.
Orhan Uflan (Azerbaycan)
• Sevgi olmazsa barış da olmaz. Artık dünyanın dört bir
köşesinde savaş çıkıyor. Çünkü insanların birbirine karşı
sevgisi kalmadı, çıkarlar daha önde. Ne yazık ki savaş • Yunus Emre’nin kalemiyle tarihe damgalanan bu
insanlık duygularını zedeleyecek olaylara sebep olur. düşünce çok güzel bir gerçeği yansıtmaktadır. Belki de
Afganistan ve Irak’ da ve Filistin’de yaşananlar buna en bu düşüncenin kâğıda döküldüğü zamanlarda insanlar
iyi örnektir. İnsanlara eşit değer verilmemesi ve yapılan buna yürekten inanmaktaydı. Belki de bunu hayata
ayrımcılık insanları savaşa sürüklüyor. Verilen eğitim de geçirmek daha kolaydı. Ama günümüzde buna inanan,
çok önemli, doğru bir eğitim alınırsa insanlar kendilerini bunu uygulamaya çalışan insanların sayısı gittikçe azalıyor.
birbirinin yerine koymayı da, birbirini sevmeyi de öğrenir. Günümüzde soyut değerler artık önemini yitirmekte,
Qhalib Ali Abdi (Kenya) maddi değerlerin önemi gün geçtikçe artmakta. İnsanlar
maddiyatın ön planda olduğu bir hayat sürüyor. İnsanlar
• Yunus Emre çok tanıdığım bir şair değil ama bu sözü toplumda belli bir statüye, bir banka hesabına, kabarık bir
aslında ne kadar geçici şeylerle vakit harcadığımızı, cüzdana sahip olunca kedini ölümsüz hissetmeye başlayıp
aslında bizi insan yapan ya da mutlu edebilecek pek çok çevresindeki insanlara daha az önem vermeye başlıyor.
şeyi kaçırdığımızı anlatıyor. Sonuçta hepimiz bir gün Sonra ise “neden yalnız kaldım” diye kendine soruyor.
öleceğiz. Şu kısa ömrümüzü niye kin besleyerek kavga Yunus Emre’nin bu sözünü düşüncede bırakmayıp eylem
ederek geçirelim ki. Aslında olması gereken Yunus haline getirmeye başlarsak gelecek nesillere daha güzel bir
Emre’nin söylediğidir. Ancak bir yandan da böyle bir şeyin dünya bırakabiliriz. Belki de o zaman bu dünya hepimize
mümkün olamayacağını düşünüyorum. Çünkü insanların kalır.
hamurunda ne yaparsak yapalım, kötülük de vardır. Ne Halil Aliev Ashimov (Bulgaristan)
kadar sevgi ve barış içinde yaşamak istesek de içindeki
kötülüğü durduramayan insanlar olacaktır. Bu yüzden de • Yunus Emre daima barışı savunmuş, sevgiyi kendisine
dünya durdukça barış için yapılanlar çoğu zaman boşuna bir rehber edinmiş bir Türk ozanıdır. “Sevelim sevilelim,
çaba olarak kalacaktır. Ben Türküm, ancak doğduğumdan dünya kimseye kalmaz” sözü aslında onun bütün kişiliğini
beri yurtdışında farklı ülkelerde yaşadım ve gördüm ki ve hayatını yansıtmış bir sözdür. Sevgi üzerine kurulmuş
aslında ayrımcılığa karşı olduğunu söyleyen ülkelerin çoğu toplumsal ve bireysel yaşamın, dünyada barışın hüküm
ayrımcılığın en alasını yapıyorlar. Savaşlar ne yazık ki hep sürdüğü, herkesin kardeşçe yaşadığı bir yaşam her insanın
olacaktır. Çünkü insanlar artık başkalarının ne yaşadığıyla isteğidir. Dünya kimseye kalmaz evet çünkü herkes
ilgilenmiyor. Nefislerine hâkim olamadıkları için kin, çıkar ölecektir. Dünya hırsıyla neden olduğumuz düşmanlıklar
her zaman olacak. Umarım yanılıyorumdur. Dünyanın, sonucu ele geçirdiğimiz şeylerin hiç biri kalıcı olmayacak.
bize verilen nimetlerin değerini bilir ve bu dünyayı yeni Sevgi ve barışın önemi de o zaman anlaşılacaktır.
nesillere bırakacağımızı unutmayız. Shamsu Lalego Bashir (Kenya)
Hatice Cengizhan (Avusturya)

MAYIS 2010|77
Yunus Emre Batılı Anlamda

Hümanist midir?
Doç. Dr. Muharrem KAYA|Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Fen-Ed. Fak., Türk Dili ve Ed. Böl.

Yunus Emre’nin şiirlerinde tasavvuf ve din anlayışı hakimdir.


Hümanizmde dinden kopmuş, bireyleşerek özgürleşen bir insan
anlayışı yüceltilirken, Yunus Emre’de, Allah’ın ruhunu üflediği
varlık olarak şereflendirilmiştir.

Y
azının sonunda vereceğim cevabı başta vereyim. Ama Tanzimat döneminde, batıyı temsil eden diğer
Yunus Emre’nin şiirlerinde görülen insan sevgisi, siyasi, ekonomik, sosyal değerler bütününe değinilmez.
insanın yüceltilmesi, hümanizmin batıda kazandığı Meşrutiyet döneminde ise batı düşüncesinde ne varsa
anlamın dışındadır. Çünkü hümanizm hareketinin alınmaya çalışılır. Bunun en güzel örnekleri olarak Rıza
temelinde dinî konulardan uzaklaşma, insanın dünyasını Tevfik ve Abdullah Cevdet gösterilebilir. Üçüncü aşama ise
yansıtma, birey olma bilincinin gelişimine önem verme onlarda olanın bizde de çok önceden beri var olduğunun
vardır. Halbuki hümanizmdeki din dışılığın tersine Yunus ispatlanmaya çalışılmasıdır.
Emre’nin şiirlerinde insan, Allah’ın var olmasıyla ilgili
olarak bir anlam kazanır; “yaratandan ötürü yaratılanın” İşte bu noktada Türk entelijansiyasının batı karşısındaki en
yüceltilmesi çerçevesinde insan değerlidir. Bu noktada temel kompleksi ortaya çıkmaktadır. Çünkü Osmanlı’nın
şunu sormak gerekir: Hem düşünce temelleri hem de ve yeni Türkiye’nin farklı kavramlara, temellere dayanan
insan sevgisinin, insanı ulaştıracağı amaç farklı olduğuna düşüncesi, sosyal yapısı, değerleri, batıyla yarıştırılırcasına,
göre neden böyle bir benzeştirme, aynileştirme yapılmıştır? bir tür aşağılık kompleksinden üstünlük kompleksine
Öncelikle yüzeysel bir okuma bu benzerliği doğurmuştur geçilir şekilde yorumlanmaya çalışılır.
diye düşünebiliriz. Fakat Osmanlı’dan günümüze kadar
devam eden, önceleri Batı Avrupa, daha sonra Amerika’nın Maalesef Yunus Emre’deki insan sevgisi de bu noktada
model alındığı çağdaşlaşma çabalarına bakıldığında bunun batılı kavramlarla adeta özdeşleştirilmeye çalışılarak
bir zihniyet meselesi olduğu ortaya çıkar. yorumlanmıştır. Halbuki onu hümanist gösterenlerin de
çok iyi bildiği gibi batıdaki hümanizm ile bizdeki tasavvuf
Hilmi Yavuz, Osmanlı’dan itibaren bu çağdaşlaşma anlayışı çok farklı temellere dayanmaktadır.
hareketlerinde üç aşamanın görüldüğünden bahseder.1
Birinci aşama Namık Kemal gibi yazarların, dönemin HÜMANİZMA
ihtiyaçlarına göre şekil alan seçmeci bakış açısıdır. Devletin Hümanizmle ilgili tanımlara bakıldığında, anlam
siyasi sistemi üzerine tartışıldığında batıyı temsil eden genişlemesine uğrayarak, insanlık sevgisinin, insanlar
parlamenter sistem Osmanlı’ya uyarlanır. Namık Kemal, arasında fark gözetmeden sevmenin, insanlığın hayrını
düşünmenin vurgulandığı görülür. Fakat felsefi anlamı
bizde meşveret sisteminin Hz. Muhammet devrinde
dikkate alındığında, “akıllı insan varlığını tek ve en yüksek
bile bulunduğunu, şurâ-yı ümmet ve şurâ-yı devlet gibi
değer kaynağı olarak gören, bireyin yaratıcı ve ahlâkî
kurumlar oluşturularak bunun yapılabileceğini öne sürer.
gelişiminin, rasyonel ve anlamlı bir biçimde, doğaüstü alana
1. Hilmi Yavuz, “II. Meşrutiyet Entelijansiyası ve Ziya Gökalp ile Rıza Tevfik’in hiç başvurmadan, doğal yoldan gerçekleştirebileceğini
‘Felsefe Dersleri’”, Zaman, 6.1.2010.
78|MAYIS 2010
belirten ve bu çerçeve içinde insanın doğallığını, Allah’ın tecelli yerlerinden birisi de insanın gönlüdür.
özgürlüğünü ve etkinliğini ön plâna çıkartan felsefî akım” Yunus Emre’nin şiirlerinde gönül, Allah’ın, aşkın,
diye tanımının yapıldığını görürüz.2 XIV. yüzyıldan XVI. hikmetin, bilginin merkezi olarak işlenir. Gönül, Allah ile
yüzyıla kadar varlığını hissettiren Hümanizma ve Rönesans buluşur. Bu yüzden gönül, Ka’be’dir.
hareketinde Ortaçağ’ın dogmalarına karşı, akılcı bir
başkaldırı görülür. Hristiyanlık ve Platonizm de etkilidir. Gönül mi yig Ka’be mi yig eyit bana ‘aklı iren
Eski Yunan ve Latin sanatına hayranlık görülür. Özellikle Gönül yigdür zirâ Hak gönülde tutar turagı8
rasyonalizm, natüralizm, laisizm ve bireycilik dört temel
ilkesini oluşturur. Sanat da bu çerçevede dünyevî, beşerî Gönül bu derecede önemli olduğu için, gönül inciten,
ve aklîdir.3 kalp kıran gerçekte Allah’ı incitmiş gibidir. O sırçadır ki
kırıldığı zaman bir daha yerine konamaz.
Yunus Emre, Yunus ve Âşık Yunus mahlasıyla farklı
yüzyıllarda yaşamış, aynı mahlası kullanmış şahısların, Sakıngıl yârun gönlin sırçadur sımayasın
tasavvufu merkeze alan bir dünya görüşüyle yazdığı, Sırça sınduktan girü bütün olası degil9
şiirlere baktığımızda aynı şeyi görebilir miyiz?
Konunun değişik yönlerini ve bunlara bağlı örnekleri
TASAVVUF çoğaltmak mümkündür. Fakat bizim vurgulamak
Tasavvufta insanın yaratılma sebebine baktığımızda, hem istediğimiz nokta açıklığa kavuşmuştur sanıyoruz. XIV.
Kur’an-ı Kerim’deki bazı ayetlerle hem de tasavvuftaki yüzyılda İtalya’da başlayıp Avrupa’ya yayılan Hümanizma
tecelli kavramıyla bağlantılı açıklamaları görürüz. Secde
hareketi, sanatta, edebiyatta, düşüncede dini konuların
suresi 32. ayette “Onu düzelttik ve kendi ruhumdan
dışında, dünyanın, insanın, aklın merkez alındığı bir
üfledim.”, Hicr suresi 29. ayette ise “Onu düzelttiğim
anlayışı ön plana çıkarır. Hümanizm, bireyin duygusal
zaman ona (insana) kendi ruhumdan üfledim.” diyen
ve düşünsel özgürleşmesine vurgu yapar. Bunun yolu
Allah, insana yücelik vermiştir. Bezm-i elestte, insanın
da şüpheci, eleştirel düşüncedir. Bu olgunlaşmada ilahi
ruhu da Allah’ın, Bir olanın içindedir.4
bir yardım söz konusu değildir. Batıdaki Hümanizm
anlayışının tersine, Yunus Emre’nin şiirlerinde tasavvuf
Bu durumu Yunus Emre, bir şiirinde şöyle dile getirir:
ve din anlayışı hakimdir. Hümanizmde dinden kopmuş,
bireyleşerek özgürleşen bir insan anlayışı yüceltilirken,
Âşık cânına ‘ışk koyan ol bir yüce Sübhân’ımış
Cânum içinde bulmışam cânlara dahı cânımış5 Yunus Emre’de, Allah’ın ruhunu üflediği varlık olarak
şereflendirilmiştir. İçindeki o ilahi cevherle bedenini
Allah görünür olmak istediği zaman bütün evrende tecelli taşıyan insan da bir mürşide bağlanarak, insan-ı kâmil
etti. Hurufiler, Allah’ın tecelli ettiği yerlerden biri olan olma yolunda nefsini olgunlaştırmalıdır.
insanın yüzünde de bu gizi çözmeye çalıştılar. Yunus
Emre de tecelli yerinin insan-ı kâmil’in gönlü olduğunu Sonuç olarak şunları da belirtmeliyiz ki Yunus Emre’yi
vurgular: hümanist olarak göstermenin yanında, Freud’dan itibaren
kullanılan ego kavramıyla, tasavvuftaki nefs kavramını;
Yunus Hak tecellîsin senün yüzünde gördi batı edebiyatında sembolizm akımının sembol kavramıyla,
Çare yok ayrılmağa çün sende görinde Hak6 şathiyelerdeki remizleri; yine batı düşüncesinde yer
eden diyalektik ile tasavvuftaki devriye nazariyesini
İnsanda yaratıcının ruhunun bulunduğunu, bu sebeple bağdaştırmaya çalışanlara da rastlanmıştır. Aynı tarzda bir
eşref-i mahlukat olduğunu bilen Yunus Emre, insanlar bakış açısıyla, Karacaoğlan bir Don Juan, Şeyh Bedreddin
arasında ayrım yapanları şöyle uyarır: ilk Türk komünisti, Namık Kemal ve Tevfik Fikret birer
devrimci diye nitelendirilmiştir. Maalesef bu konularda,
Yitmiş iki millete birligile bakmayan elmalarla armutları aynı sepete toplamak diye tabir edilen
Şer’ile evliyâsa hakîkatde ‘âsîdür7 bir durumla karşılaşıyoruz. Bu kavramların temelleri
2. Ahmet Cevizci, Felsefe Sözlüğü, Paradigma Yay., İstanbul, 1999, s. 431. farklıdır, nihai amaçları farklıdır. Bunları yerinde ve doğru
3. İsmail Çetişli, Batı Edebiyatında Edebî Akımlar, Akçağ Yay., 6. Bbaskı,
Ankara, 2004, s. 49-52. kullanmamız gerekir. Biz neysek oyuz.
4. brahim Agâh Çubukçu, “Yunus Emre’nin Felsefesi ve Hoşgörü”, Yunus Emre
Nasrettin Hoca Hacı Bektaş Veli Düşüncesinde Hoşgörü, haz. Şevket Özdemir,
Kültür Bakanlığı Yay., Ankara, 1995, s. 26-27.
5. İ Mustafa Tatçı, Yunus Emre Dîvanı I, İnceleme, Kültür Bakanlığı Yay.,
Ankara, 1990, s. 278.
6. Tatçı, a.g.e., s. 230. 8. Tatçı, Yunus Emre Dîvanı I, İnceleme, s. 237, 240.
7. Tatçı, Yunus Emre Dîvanı II, Tenkitli Metin, s. 46. 9. Tatçı, a.g.e., s. 240.
MAYIS 2010|79
Yunus Emre’nin
Dağ Yolculuğu
Mustafa ÖZÇELİK| Şair-Yazar

Dağlar ile taşlar ile


Çağırayım mevlam seni
Yunus Emre

N
e zaman bir trene binsem, onca insan kalabalığa içine çekiverdi. Nerede olduğumu çoktan unuttum.
rağmen beni derin bir yalnızlık hissi esir alır. Ama biliyorum ki her unutmanın peşinden bir hatırlama
Kendimi kocaman bir ormanda yapayalnız gelir. Benim hatırladığım ise şimdi Yunus’tu ve onun dağ
hissederim. Fakat bu, insanı tüketen bir duygu değildir. Bir ve odunla ilgili menkıbesi... Şöyle düşündüm: Yunus Emre
iç yolculuğa davettir. Bu yüzden hemen Yunus mısraları, de irfan yoluna adım attıktan sonra şeyhinin “hizmet yap,
hafızamın derinliklerinden birer yol bulup önce gönlüme, nasip al” emrine uyarak dağlara çıkmıştı. Ormanların
ardından dilime dökülmeye başlarlar: içine girmişti. Yapayalnızdı… Ağaçlar, kuşlar ve orman
hayvanlarının dışında kimsecikler yoktu. Yunus yeşil ve
Acep şu yerde var mola kuru ağaçlara baktı. Etrafında yaydığı pozitif enerjiyle
Şöyle garip bencileyin ondan bir zarar gelmeyeceğini anlayarak onu çepeçevre
Bağrı başlı gözü yaşlı saran dağ ve orman hayvanlarına...
Şöyle garip bencileyin
Ve tefekkür saatleri başladı Yunus’un… Dikkatini içine
Gezdim Urum ile Şam’ı çevirdi. Yalnız değildi..Bunu hisseder hissetmez dünya
Yukarı illeri kamu bambaşka göründü gözüne... Can gözü açıldı, kuşlar kuş
Çok istedim bulamadım olmaktan çıktı, can kulağı açıldı. Rüzgarın sesindeki sesin
Şöyle garip bencileyin manasını duydu. O zaman anladı yılanların, kurtların,
kuşların ondan neden kaçmadığını… Çünkü her biri kendi
Böyle bir anda gariplik hissi yoğundur ama yalnızlığın dillerince tesbihteydiler.
içinde birden bire kalabalıklaştığınızı hissedersiniz. Sanki
o ana kadar farkına varmadığınız varlıklar, size bu iç Ey aşk eri aç gözünü yer yüzüne kılgıl nazar
yolculuğunuzda eşlik ederler. Beni böyle hissetmeye sevk Gör bu latîf çiçekleri bezenüben Hakk’a gider
eden bir sebep de yolculuk esnasında gördüğüm dağlardır.
Otobüs yolculuğunda neredeyse farkına bile varmakta Bunlar yazın bezenüben dostdan yana uzanuban
zorlandığım dağlar tren yolculuğunda gördüğüm tek Bir sor ahî bunlara sen kancarudur ‘azm-i sefer
gerçekliktir neredeyse...
Her bir çiçek bin nâz ila öğer Hakk’ı niyâz ile
Yine öyle oldu. Trenle. Dursunbey’e gidiyorum. Tavşanlı’ya Her murgı hoş âvâz ile ol pâdişâhı zikreder
geçtikten sonra gördüğüm manzara karşısında bütün
dünya geride kaldı. Başı dumanlı dağlar, yemyeşil ağaçlar,
Ağaçlar da öyle… Ya kendisi? Evet, ağaç kesecek ve
bu seneki bereketli yağışlarla yeniden eski neşesine kavuşan
dergaha götürecekti. Onlar ateşe atılacak, onlarla çorba
ve bu yüzden coşkuyla akan dereler... Yatağına sığmıyor
pişecek “kifaf-ı nefs” edilecekti. Görevi buydu ve gereğini
su… Sanki lâl olmuşken şimdi aynı bereketle akan orman
yapması lazımdı. Baltasını eline aldı. Ama ağacı ağaç
çeşmeleri... Bütün bu manzara beni bambaşka bir âlemin
olarak görmüyordu ki kesebilsin…

80|MAYIS 2010
Sonra gözleri toprağından koparılmış, böylece canlılığını Yunus’un dağ yolculukları sonraki zamanlarda da
yitirmiş kuru ağaçlara çevrildi. Onlarda ne bir ses, ne bir devam etti. Aklı hep kuru ağaçlardaydı. Derken bir gün,
nefes… Hiçbir hareket yoktu.. Kesilmesi gerekenlerin yorgunluktan uyuya kaldı. Rüya görmüş olmalıydı. Çünkü
bunlar olduğunu anladı. Ve öyle yaptı. kendini odun suretinde görmüştü. Bunu hatırlar hatırlamaz
sırrı çözdü kendince…Kuru odun, aşksızlıktı. Kuru odunu
Güneş batmak üzereydi. Dergâha doğru yola koyuldu. yaş eden aşktı. Öyleyse şeyhi ondan odun getirme ödeviyle
Ama aklı fikri kuru ve yaş ağaçlardaydı. Kendiyle onlar aslında başka bir şeyi istemekteydi. Diyordu ki hal diliyle…
arasında mukayese yapmaktan alıkoyamadı kendini... Ya Aşkın yoksa sen de bir kuru odunsun. Öyleyse yaş hale gel.
kendisi ne tür bir insandı? Kuru muydu yaş mıydı? Şöyle Bedenine can kat. Ruhuna dirim gelsin. Bunu anladığında
bir yokladı içini...Bugün görevini yapmıştı yapmasına ya, nefsinin eğriliklerini düşündü. İşte dağ, ona aslında bu
yine de eksik olan bir şey vardı… İçinde bir açlık, gönlünde imkanı sağlamaktaydı.
bir susuzluk, zihninde bir karanlık vardı sanki… Öyleyse
kuru ağaç gibiydi. Yaş ağaç gibi olmak, yeşillenmek, çiçek O gün oldu. Yunus, dergaha hiçbir zaman eğri odun
açmak, yaprak çıkarmak, eğer bir meyve ağacıysa meyve getirmedi. Kestiği kuru ağaçları, düzeltiyor, o şekilde
vermek gerekmez miydi? getiriyordu dergaha..Bu durumun sebebini soran Tabduk
Emre’ye verdiği cevap Yunus’un meselenin özünü
Peki, bütün bunlar nasıl olacaktı? kavradığını gösteriyordu. “Şeyhim, burası Hak kapısı..
Buradan içeri eğri odun bile girmez, girmemeli…”
Zihni bu sorunun cevabıyla meşgulken bir gün içinde
kendinde böylesi önemli değişikliklere yol açan dağı
Yunus Emre için her şey böyle başladı işte…Doğrulukla
düşündü sonra. Sır oradaydı… Kendi içinde yolculuğa
hizmet etti Emek yetirdi ve nimet gördü. Kuru iken yaş
çıkmayı orada öğrenmişti. İnziva, murakabe, müşahede…
oldu. Kanatlanıp kuş oldu. Âşık, derviş, miskin Yunus oldu.
Bunlar, daha ilk günden dağın ona armağanlarıydı… Hele
Bizim Yunus oldu. Hikayesi ki bütün çağlarda “olmak”
içinde kaybolup giden yalnızlık hissi… Kuşların, kurtların
diye bir derdi olanlara bir yol haritası şimdi.
hali... Tespihleri… Sanki dağ ve orman ona bir okul olmuş,
o güne kadar bilmediği şeylerin alfabesini öğretmişti
ona… Şeyhinin “Yunus, şu karşıki dağdaki ormana git ve
dergâha otun getir. Himmet istiyorsan böyle yapmalısın.”
Sözleri geldi aklına… Aslında ilk anda odun getirmekle
derviş olmak arasındaki münasebeti anlamamıştı. Şimdi ise
yüzü bir taraftan bu işin sırrını öğrenmiş olmaktan dolayı
gülümsüyor, bir yandan da şeyhinin emrindeki hikmeti
anlamayıp onu kendince sorguladığı için mahcubiyet
hissediyordu.

Yunus, bu duygularla vardı dergaha... Herkes onu


bekliyordu. Odunları yavaşça sırtından indirip ocağın
yanına koydu. Artık bundan sonrası diğer dervişlerin
işiydi… Fakat, birden ayrılmadı oradan. Bu ilk imtihan
gününün nasıl geçtiğini merak eden dervişler, onu soru
yağmuruna tutmuşlardı. Yunus ise bu soruları duymuyor,
getirdiği odunların ateşe atıldıktan sonraki hallerini sanki
ilk kez görüyormuşçasına hayretle izliyordu. Hepsi, bir süre
sonra yanıp kül oluyorlardı. Yunus, o anda şöyle düşündü.
Derviş olmakla yanmak arasında bir münasebet vardı ama
nasıl? Bunu sonradan anlayacak ve şöyle diyecekti:
Çizer: Osman Suroğlu

Âşıkların yüzünden bellidir benizinden


Her kim ‘âşık olmadı benzer kuru ağaca

Kuru ağacı n’iderler kesip oda yakarlar


Bülbüller öteceğiz nevbet değmez dürrâca

MAYIS 2010|81
Yunus, Biz(im)
Murat SOBACI| Türkçe Öğretmeni-Yemen

Y
unus! Bu ismi ilk kim kullanmıştı? İlk bilinen
Yunus bir peygamber olan Yunus İbni Metta (as)
idi. Ben de bazı insanlar gibi insanların genellikle
ismiyle müsemma olduğuna inanırım. Onun meşhur
kıssası ile beraber bakılırsa belki de Yunus Emre daha iyi
anlaşılır. Gerçi ‘bizim Yunus’ ile Hz. Yunus’un arasında
çok farklar var ya, ama olsun bence bu kıssa birçok durum
için bir mihenk taşı olabileceği gibi neden ‘bizim Yunus’u
anlamımıza da yardımcı olmasın.

Devir karanlık, insanların karanlığı-cahilliği karartmış


iyice gönülleri, siyasi belirsizlikler, kıtlıklar... Tıpkı birçok
kere tekerrür ettiği gibi. Zulüm ki ne zulüm, tefrika ki ne
Yunus Emre Heykeli, Büyük Park, Fotoğraf: Battal Gazi Barlas
tefrika, kıtlık ki ne kıtlık... Almış başını gidiyor. Ama bir
maya var ki milletin özünde hala bozulmamış. O ortamını
selamete mi bilinmez bir akıbete mi? Evet, Hz. Âdem’inki
bulup dünyayı mayalamaya kalkan bir Nasrettin Hoca
de bir yolculuktu. Bir geri dönüş yolu bulma gayretiydi asıl
olmuş, bazen de bir tohum atıp bitmezse toprak utansın
vatana. Bazen yasak bir meyve idi şaşırtan insanı, bazen
diyen Necip Fazıl olmuş. Evet, bu ne topraktır, bu ne
bir kaç çuval un, bazen bir Leyla, bazen de Mecnun... Peki
münbit bir Anadoludur ki ne Mevlana ruhlar barındırmış,
ya asıl yolculuk ne içindi, bunca ‘çile’ bunca emek Hakk’ı
ne Yunusları Sakarya kenarlarında coşturmuş, ne Nasrettin
bulmak gerçeğe ulaşmak için değil de neydi? Peki ya yolda
Hocaları ile güldürürken düşündürmüş. Hacı Bektaş-ı
kalanlar... Sarhoş olup gayyaya yuvarlananlar...
Veliler ile arındırmış. ‘Bizim Yunus’ da, o zamanın çocuğu
olarak,
Evet ve insan aldandı. Zulmetti, başta kendisine...
Sonra fark etti... Yalvardı yine efendisine... ”Ya Rabbî!
“Rızık için gussa yime
Sensin ilah. Senden başka yoktur ilah. Sübhansın, bütün
Kimse rızkın kimse yimez”
noksanlıklardan münezzehsin, yücesin! Doğrusu kendime
zulmettim, yazık ettim. Affını bekliyorum Rabbim!...
i yazmazdan evvel anasının tavsiyesiyle düşmüş Hacı
(Enbiya 21-87)” dedi ve inledi. Derken balığın yoldaşı
Bektaşî’nin yoluna...
Zünnûn, yani karanlıklar içinde boğulmak üzre olan
Yunus, kurtuldu. Sahil-i selamet buldu. Evet, ‘bizim
Yol bu, gurbet bu, hicret bu. Hepimiz bir yolcu, Hz.
Yunus’ da unları almakla hata etti. Ama ilim yoluna hata
Âdem’den beri hepimiz gurbette, ney bile bu duruma
ederek de girilebilirdi. Bu ilim yolculuğuna sadece rızık
inlemekte... Bu yol nasıl ve neyle tepilmeliydi? Belki
için düşülmezdi. Bizim Yunus unları geri getirse de artık
yine izinle olmalıydı, Yunus İbni Metta da bir yolculuğa
onun için başka bir yol gösterildi... Yolsuzluk değildi yolu...
çıkmıştı. Sonra onu yutan bir balıkla doğruya doğru
Bilmediğini bildi önce ve dedi;
yönelebildi. Peki ya bizi yutan şey nereye götürüyor? Sahil-i
82|MAYIS 2010
İlim ilim ilmektir mı bekliyoruz? Onun üstadı Mevlanaydı. Üstadının fikri
İlim kendin bilmektir... ete kemiğe bürünmüştü de Yunus diye görünmüştü.

Başladı ilmeği çözmeye, kendini nefsine bağlayan ipi Hani Mevlana, hani Yunus?
bildi önce... Farketti büyük yolculuğu. Bu sefer ilim için Var mıydı Yunus gibi diyar diyar gezen, herkesin derdiyle
hicret etti dünyalıklardan... Gerçek hazineye ulaştıran bir dertlenen, ‘Sövenene dilsiz, dövene elsiz’ olabilen...
yolculuktu bu; ‘bilinmez bir hazine idim’ diyene doğru... Bir Herkesin onda kendini bulduğu, her yerde ona sahip
kapıyı tıkladı. Taptuk’un kapısını tıklar gibi tıklamadan; çıkılmak istenen...

Taptuk’un tapusunda Evet, vatan ayrı bir şeydi. O gurbeti seçti vatanın selahiyeti
Kul olduk kapusunda adına. O, gurbetleri vatan yapma sevdasıyla dolaştı yana
yana.
der gibi demeden, kırk yıl bir dergaha giren eğri odunları
ayıklamadan maksûda ulaşılmazdı. Hakk’a aşık olmadan, Ben yürürüm yane yane
Emre adını almadan bu yollar aşılmazdı. Aşk boyadı beni kane...

Peki ya biz bunca yıl gönül kapımızdan hangi eğri odunları dedi, aşk ile yaşadı, önce gönüllerde kardeşlik yeşerdi, sonra
soktuk acaba? Hangi sarmaşıklar sardı, ne duygular ise ulu bir çınarın tohumu gibi
köksaldı? Onca emanet edilen şey... Yoksa biz de mi eğri
odun olduk? Yontulmaktan neden bu kadar korkar olduk? Bu dünyadan gider olduk
Oysa bir başak olmalıydık belki de... Olgun ve ağırbaşlı... Kalanlara selam olsun

Hakk aşıkları ne biter tükenir, ne coğrafya bilir ne ömür... dedi... Gitti... Kendini Anadolu’nun bağrına bıraktı.
Herkesin devrine bir Yunus, bir Taptuk, ya da bir Zembilli,
ya da bir Akşemsettin düşer mi bilinmez? Peki ya ilahi Bir Devlet-i Âli Osmaniye bitti. Evet bu toprak ne
adaletin tecellisi olarak, bizim de henüz farketmediğimiz münbitti… Bir Yunus, evvelinde bir mevlana, ahirinde
bir Yunus Emre’miz olabilir mi acaba? Mesela asırlar Hacı Bayramlar, daha nice Hakk’a hayranlar... Bu kumaşı,
öncesinden bir kişi Veysel Karani ( Karenli Üveys) Yemen’de bu kültürü ilmik ilmik dokuyanlar... Belki Yunus bunda
çıkmış, başkaları başka yerde başka zamanda... Peki ya biz bir gözdür. Belki özlü bir sözdür. Aslında Yunus biz’dir.
onların çoban oluşuna mı takıldık? Odun toplamasına mı? Bizim’dir.
Anlamadan, kendimizi bile bilmemişken...
Bakın ondan ne kadar uzağız. Ağzımızdan çıkanların
Evet, bu hak aşıkları ne zaman bilir ne de mekan... karmaşıklığına, gönlümüzden geçenlerin nahoşluğuna
Sanmayın ki yaşayıp geçmiştir bitmiştir önceden de vardır, bakın, bakın!
kimi belki yemen ellerinde bir Veysel(üveys)’di, kimi
çöllerde bir Mecnun, belki kimi de Hallac’tı, hallac pamuğu Peki biz Molla Kasım mıyız hala? Gönülden yazılmış iki
gibi kellesini savurtturan... Belki birisi de vardı ki Buda idi. satırımız yokken, yırtıp silip attığımız şeyler neler?
Belki de onu sonrakiler anlayamayıp ilahlaştırdılar...
Belki... belki... belki... Hakk’a; onun yoluna; kendince bile olsa, baş koymadan;
taşın altına elini sokmadan; Yunus olunmaz. Sahi Yunus
Mesele Yunus bulmak değil, belki Yunus olmak da değil... kimdi? Makam, şöhret veya para için çalışan biri miydi?
Asıl mesele Molla Kasım olmamaktır. Onu bu kadar ön plana çıkaran sadece sehl-i mümteni
olması mıydı, dervişliği miydi?
Derviş Yunus bu sözü Ya da hümanistliği mi?
Eğri büğrü söyleme
Seni sigaya çeker Hayır hayır, onu ancak bütüncül olarak düşündüğümüzde
Bir Molla Kasım gelir. doğru anlayabiliriz. Kendini bile bilemeyen bizler, ne
zaman Yunus Emre’yi bildiğini, anladığını söylemekten
Mevlanın rahmet çeşmesi bu kadar mıdır acaba sadece? haya edebiliriz? Umulur ki bu yazılarla, fikirlerle belki
Bu topraklar bir mevsim mi çiçek açar? Yoksa günümüzde birbirimizi düşündürmeye sevk edebiliriz. Belki bir
çağlayan Yunuslar var da biz kara toprağın onları almasını yerlerde biz de Yunus’u bulabiliriz...

MAYIS 2010|83
Türk Şiirinin Menşei ve
Yunus Emre
Osman ÖZBAHÇE |Şair-Yazar

Türk diline kimesne bakmaz idi


Türklere herkiz gönül akmaz idi
Türk dahi bilmez idi bu dilleri
İnce yolu ol ulu menzilleri
Âşık Paşa

T
ürk şiirinin menşei Yunus Emre’dir. Aynı şekilde, bütünüyle kesmiş, ifadeyi kendine mal etmiştir. Bu onun
Türkçenin kökündeki tayin edici güç de Yunus şiir gücüyle alâkalı bir durum olduğu kadar, şiirine girecek
Emre’dir. Fuat Köprülü’nün eşsiz eseri, Türk malzemeyi dönüştürecek bir üslûbu olduğunu da gösterir.
Edebiyatında İlk Mutasavvıflar okunduğunda şiirimizin Bazen de “Fayton” şiirinde olduğu gibi, şiir bütünüyle
başlangıcı bütün açıklığıyla ortaya çıkar. Sadece şiirimizin yakın tarihimizin gizli kalmış bir olayına atıfken, bu atfı
değil, aynı zamanda Türkçenin. İlk baskısı 1918’de çıkan ancak entelektüel bir çalışmayla ortaya çıkarabiliriz. Bu
bu kitap şiirimizin ve Türkçenin başlangıç ve oluşumunu itibarla, Ece Ayhan şiirinin çözümlenmesi belirli bir bilgi
ortaya koyan, şiirimizin ve dilimizin kültür kökünü açığa birikimini, bir entelektüel çalışmayı da gerektirir.
çıkaran en önemli kaynaktır.
Ece Ayhan’ın kelime kadrosunda öne çıkan ve titiz bir
Maveraünnehir Nereye Dökülür? işçilikle işlenen birçok kelime, genellikle üzerine bir
Ece Ayhan’ın şiirlerinin arka plânında sağlam bir tarih ansiklopedi maddesi yazılabilecek, tarihsel bir yükü,
ilgisi ve bilgisi vardır. Ece Ayhan, bu ilgiyi özenle seçtiği, somut bir çerçevesi ve arka plânı olan kelimelerdir. Ece
kelimelerle kurar. Bu şiirin en dikkate değer yönlerinden Ayhan bu kazanımı bence, devlet görevinden atıldıktan
birisi de kelime kadrosudur. Ece Ayhan’ın kelime sonra bulduğu işe; bazı ansiklopedilere madde yazmasına,
kadrosunun incelenmesi bile bu şiirin atmosferi hakkında buralarda redaksiyon ve edisyon yapmasına borçludur.
bize bir bilgi verir. Ece Ayhan’ın büyük şairliğinin
ispatlarından birisi de burada gizlidir: Seçtiği kelimeyi Ece Ayhan’ın hem kelime seçimindeki titizliğinin, hem
tarihsel bağlamıyla sınırlı tutmaz, bugünün ihtiyacına şiirine özgü üslûbunun, hem de ayrıca şiir bahsindeki titiz
binaen yeniden anlamlandırır, yeni bir çerçeve içinde sunar. işçiliğinin derecesini anlamak bakımından “Apaş Paşa
Örneğin, yort savul ifadesi defolun, çekilin, uzaklaşın, veya Şapa Oturdu” (başlıklı şiiri) mısrasına bakmak bile tek
heeyt gibi bir nara anlamına gelir. Yunus’un şiirinde geçer: başına yeterlidir. İlk plânda müziği önceleyen sese dayalı
“Padişahı kim bileydi kul etmese yort-savul.” Ama bu bir oyun görüntüsündeki mısra bizde sözlük ihtiyacı
ifadeyi Yunus Emre’nin, “yort imdi gerü” ifadesiyle birlikte doğurmaz. Apaş kelimesi paşa kelimesinden müzik
düşünüp aradaki bağlantıyı kurmaya çabalarsak, elimizde uyarınca bozulmuş gibi durur. Fakat apaş kelimesi paşa
sadece Ece Ayhan’ın çıkış noktasını bulmuş olmak kalır. Ece kelimesinden bozulmuş bir kelime değildir; külhanbeyi,
Ayhan, şiirinin mantığına da son derece uygun bir ifadeyi, serseri, hayta, haylaz anlamına gelir ve mısra düpedüz,
Yunus’un ifadesinden, birebir alıp kullanmasına rağmen, bir külhanbeyinin veya serserinin şapa oturması anlamına
“türetmiş”tir; ama türetirken aradaki bağlantıyı neredeyse gelir. Buradaki numara, apaş kelimesinin paşa kelimesinden
84|MAYIS 2010
bozulmuş zannedilmesini sağlamaktır. Öte yandan apaş Suriye, Arap Yarımadası ve Doğu Anadolu’ya egemen
kelimesinin Yunus’un şiirlerinde geçtiğini bilmek işi iyice olmuş büyük bir devlettir. Sultan Melikşah’ın ölümünden
ilginçleştirir. (Köprülü 1991, 289, 2 numaralı dipnot) sonra merkezî yapı zayıflamış ve devlet Irak ve Horasan
Selçukluları, Anadolu Selçukluları, Suriye Selçukluları ve
Ece Ayhan’ın ünlü şiiri, “Meçhul Öğrenci Anıtı”nda geçen, Kirman Selçukluları olmak üzere 4 parçaya bölünmüştür.
“Maveraünnehir nereye dökülür?” mısrasını bağlamından Bunların en güçlüsü ve uzun ömürlüsü Anadolu
koparıp mevzumuza taşıdığımızda vereceğimiz cevap Selçuklularıdır.
Anadolu’dur. Maveraünnehir’in Türklerin İslâm olduktan
sonra Anadolu’ya geçiş bölgesi olduğunu bilmekle ancak Hüküm sürdükleri dönem boyunca Anadolu’yu
kurulabilecek bu mısra aynı şekilde ancak bu bilgiyle İslâmlaştıran, vatanımız hâline getiren Selçuklular,
izah edilebilir. Maveraünnehir hem Müslümanlıkla dolu Anadolu’yu bir baştan bir başa camilerle, medreseler,
tarihimizin, hem de Anadolu’ya geçişimizin başlangıç tekkeler, çeşmeler, hanlar, hamamlar, kervansaraylar,
noktasıdır. türbelerle donattılar. Temelleri 1077’de atılan Anadolu
Selçuklu Devleti, 10 yıl gibi kısa bir sürede Anadolu’nun
Maveraünnehir, göçebe Türklerin vatanıdır. İran’ın büyük bir kısmını fethetti. 1078’de İznik’i başkent yaptılar.
kuzeydoğusundadır. Nehrin ötesi, öteki yakası anlamına İlk başlarda Büyük Selçuklu Devleti’ne bağlıydılar. Kılıç
gelir. Seyhun ve Ceyhun ırmakları arasında kalan bölge, Arslan’dan itibaren bağımsız bir devlet hâline geldiler.
Hazar Denizi, Aral gölü, Şaş ve Fergana vadileri, Buhara, Anadolu’daki bu hareketler üzerine Batı’dan gelen yeni
Semerkant, Horasan, Belh ve Herat şehirleri bu havalide bir tehlike baş gösterdi: Haçlılar. Haçlılar 1097’de başkent
yer alır. Bugün bu bölge Kazakistan, Özbekistan ve İznik’i aldılar. Bunun üzerine Kılıç Arslan başkenti
Türkmenistan arasında bölünmüş durumdadır. İran’ın Konya’ya taşıdı. 1116’da sultan olan Mesut, ikinci Haçlı
fethinden sonra Hz. Ömer döneminde İslâm devletinin ordusunu Eskişehir yakınlarında yendi. 1155’te öldüğünde
sınırları Ceyhun’a dayanmış, Maveraünnehir’in bütünüyle arkasında Anadolu’da kuvvetli bir birlik sağlamış bir devlet
İslâm toprağı hâline gelişiyse 750’li yılları bulmuştur. bıraktı. II. Kılıç Arslan’ın Miryakefelon’da (1176) Haçlıları
ağır bir yenilgiye uğratması Haçlıların Anadolu’yu geri
Türkler İslâmiyet’le yoğun olarak Maveraünnehir’de alma düşüncelerini yok etti. Bu zafer, Malazgirt’ten sonra
tanışmıştır. Maveraünnehir’den kalkıp Balkanlar’a Türklerin Anadolu’ya yerleşmesinde hayati bir aşama
kadar Türkler eliyle gelen İslâm bizim için bu noktadan olarak görülmüştür.
başlamıştır. Hem Türkler arasında İslâm’ın yayılmasında,
hem Anadolu’ya taşınmasında birinci rol Hoca Ahmet II. Kılıç Arslan 1186’da devleti 11 oğlu arasında pay
Yesevi’nindir. Türklerdeki ilk tarikatın da kurucusu olan edince Anadolu Selçuklularının sonu göründü. Daha
Hoca Ahmet Yesevi’ye bağlı dervişler Anadolu’nun kendisi hayattayken başlayan taht kavgalarında devletin
İslâm eliyle Türkleştirilmesinde birinci derecede rol birliği bozuldu. Bozulan birliği tekrar kurma çalışmaları
oynamışlardır. Türklerin Maveraünnehir’den Balkanlar’a başarısız kaldı. Bunun üstüne üçüncü Haçlı seferi geldi.
kadar uzanan coğrafyada kurdukları devletler hem Konya önlerinde Selçukluları yendiler; fakat Haçlılara
zamanının en güçlü devletleri olmuş, hem İslâm dünyasının büyük kayıp verdirdikleri için bu yenilgi Haçlıların da
temsilciliğini üstlenmiş, hem de İslâm’ın Sünni yorumunu işine yaramadı. Haçlıların komutanı Barbarossa, yanında
benimsemişlerdir. kalan az bir kuvvetle Çukurova’ya geçmek isterken bir
ırmakta boğuldu.
Büyük çoğunluğunu Müslüman Oğuzların oluşturduğu
Türklerin başta Maveraünnehir olmak üzere Asya’dan, 1220’de başa I. Alaaddin Keykubat geçti. Bu sırada
Harizm, Horasan, Azerbaycan ve İran bölgelerinden Moğollar Asya’yı ve Doğu Avrupa’yı perişan ediyorlardı.
Anadolu’ya göç etmelerinin görünürde iki temel sebebi Moğollardan kaçarak Doğu Anadolu’ya geçen Celâleddin
vardır: Moğol baskısı ve yeni yerleşim yeri ihtiyacı. 11. ve Harezmşah, Moğollara karşı Keykubat’la birleşeceğine
12. yüzyıldan itibaren 14. yüzyıla kadar süren bu göçler savaşmayı tercih etti. 1230’da Erzincan yakınlarındaki
vasıtasıyla Türkler, Ece Ayhan’ın deyimiyle Anadolu’ya bir savaşta Celâleddin Harezmşah yenildi; fakat iki ordu da
ırmak gibi akmışlardır. büyük kayıp verdi. Bu savaştan sonra Anadolu Selçukluları
Moğollarla karşılaştı. Moğollar Sivas ve Malatya’ya kadar
Selçukluların Attığı Osmanlı Temel ilerledi.
Malazgirt Zaferinden sonra (1071) Anadolu’nun kapıları
Türklere bütünüyle açılmıştır. Bu tarihten sonra Türkler 1237’de devletin başına II. Gıyaseddin Keyhüsrev geçti.
burayı ikinci anayurtları yapmıştır. Malazgirt’i takip eden Niteliksiz bir zevk düşkünüydü. Devlet işleri vezir
5-6 yıl içinde Anadolu’nun önemli bir kısmı Türklerin Sadeddin Köpek’e kaldı. Sadedin Köpek, devlet işlerinde
eline geçmiştir. kendisine rakip olabilecek bütün adamları çeşitli vesilelerle
öldürttükten sonra bir de kral olmak hevesine kapıldı.
İran’da kurulan, 1040-1157 tarihleri arasında hüküm süren Niyeti padişahı öldürüp kendi krallığını ilân etmekti.
Büyük Selçuklu Devleti Harezm, Horasan, İran, Irak, Niyeti açığa çıkınca 1239’da idam edildi. 1240 yılında
MAYIS 2010|85
güçlükle bastırılan Baba İshak isyanı baş gösterdi. Bu yaşamıştır. Etrafına toplanan binlerce müridiyle
isyandan sonra Anadolu’da elîm Moğol istilâsı başladı. Maveraünnehir’de, uçsuz bucaksız Asya bozkırlarında
İslâm yolunda büyük bir ün kazanmıştır. İlmî formasyonu
Devlet Cenneti yanı sıra, İran dili ve edebiyatını da hakkıyla bilen bu âlim,
1242’de Erzurum’u alan Moğollar ertesi yıl Sivas’ın İslâmiyet’e bütün samimiyetiyle bağlanmış sade Türklere
doğusunda bulunan Kösedağ’da Selçuklu ordusunu kesin anlayabilecekleri bir dille hitap etmek ihtiyacı duymuş,
bir yenilgiye uğrattılar. Bu savaşla birlikte Anadolu’da hem mesajına açık kitlelere, hem müritlerine İslâmiyet’i,
Moğol egemenliği başladı. Bir taraftan Haçlılarla, bir temel değerlerini, ahlâk ve adabını doğrudan anlatabilmek
taraftan Moğollarla mücadele eden Anadolu Selçuklu için doğal veznimiz olan hece vezniyle manzumeler
Devleti, 1302’ye kadar sürmesine rağmen gerçekte 1243’te yazmıştır. Hikmet’leriyle yol göstermiştir. Okumuşlar
fiilen bitti. Bu tarihten sonra, son padişah II. Mesut’a katına çıkamayan halka ulaşmak için benimsenen Türkçe
kadar başa geçen bütün Selçuklu sultanları gerçekte birer zamanla Hoca Ahmet’in izinden giden Yesevi dervişleri
Moğol valisi hükmündeydi. Moğollarla birlikte, daha için kurala dönüşmüş, onlar da şeyhlerinin izinden giderek
önceden Selçukluların egemenliği altına girmiş bütün Türkçe hikmet’ler yazmışlardır.
beylikler Moğolların onay ve isteğiyle bağımsızlıklarını
ilân ettiler. Özellikle 1302’den sonra Anadolu tam bir Ahmet Yesevi’nin Hikmet’leri sonradan Divan-ı Hikmet
devlet cennetine döndü. Bu dönemde Anadolu’da yaklaşık başlığı altında toplanmıştır. Bugün itibariyle Divan-ı
20 tane devlet ortaya çıktı. Hikmet’in tarihî bir kıymeti vardır. Köprülü, dilinin kuru
ve didaktizmi önceleyen bir yapı arz ettiğini, İslâm’ı tebliğ
Moğollar 1243 Kösedağ Savaşı’ndan sonra Selçukluları amacına matuf bir eser sayar Divan-ı Hikmet’i. Önemi
bitirmek yerine varlıklarını koruyup vergi almayı tercih Türkçe olmasındadır. Hece vezniyle yazılmasındadır.
ettiler. Aldıkları vergiyi her fırsatta artırdılar. Halk zaten Köprülü, Hoca için, “şairlik kabiliyetinden mahrum”du
fakirdi. Bir de vergi zulmü eklenince devletin, birliğin, der. Eseri şiir katına çıkamamıştır; ama doğrudan şiir
kanunun ortadan kalktığı bir ortamda fakirlik en büyük hedeflenseydi o dönem için önünde incelmiş bir şiir dili
zulme dönüştü. Devletin ve halkın hakkını koruyacak olarak hazır duran Farsçayı tercih ederdi zaten. Yunus’la
güç ortadan kalktığı için yaşanan zulüm tarif edilemez karşılaştırarak Divan-ı Hikmet için, “Yunus Emre’nin
boyutlara ulaştı. Moğolların valileri halkın bütün mallarına bir sanat dâhisi olduğunu ve eserinin bugün bile zevkle
el koydu. Sosyal ve siyasi çözülme sınır tanımadı. Yokluk okunabildiğini söyleyebiliriz, hâlbuki Yesevi’nin Divan-ı
ve sefalet artıkça arttı. Bu devirde halk uğradığı kıtlıklarda Hikmet’i, ancak onun kutsiyetine inanan dervişler
bazen ölülerinin etini yedi. tarafından okunabilir,” (356) demektedir. Bununla birlikte,
Yunus’u, “sanat dehası”, Türk edebiyatının “en millî ve en
Okumuşların Katına Çıkamayan Türkçe orijinal” kafası, “millî zevki en iyi temsil eden şair” sayan
İşte Yunus Emre, Selçukluların hükmünün kalktığı, Köprülü, Türk edebiyatının menşeine, Yunus’la birlikte
Anadolu’ya tam anlamıyla başıbozukluğun egemen olduğu Ahmet Yesevi’yi de yerleştirir: “Bu iki büyük şahsiyetin
bir devirde doğdu, büyüdü, öldü. Yunus’un zamanında Türk Edebiyatının umumi gelişmesi üzerindeki emsalsiz
Türkçenin devlet katlarında ve edebiyatta bir hükmü nüfuzlarını inkâr hiçbir zaman mümkün olamaz. Bu
yoktu. Selçuklularda devletin resmî dili de, edebiyat dili de iki isim, Ahmet Yesevi ve Yunus Emre, Türk Edebiyatı
Farsçaydı. Çünkü Türkler İslâmiyet’i Araplardan ziyade, Tarihinde ölmez birer fasıl olarak ebediyete kadar
Maveraünnehir’de yıllardır komşu oldukları Farslardan yaşayacaktır,” der. (357)
öğrenmişti. O zamanlar öyle Şiilik işleri filân yoktu.
İşte Güneş Böyle Doğdu
Halk arasında elbette Türkçe konuşuluyordu; ama iş Selçuklular zamanında Farsça temel değerdi.Sarayda,şiirde,
edebiyata, şiire geldiği vakit söz Farsçanındı. Yunus edebiyatta geçer akça Farsçaydı. Önceden de, Moğol istilası
yaşarken o dönemin entelektüel dili Farsçaydı. Temsilcisi zamanında da böyleydi. Selçuklular devrinde Anadolu’nun
de Mevlânâ. Yani iş yüksek meselelere geldiğinde Türkçe her köşe bucağına açılan tekke ve medreselerde ilim dili
henüz varlık kazanamamıştı. İşte Türkçeyi başta şiir olmak Arapça, edebiyat dili Farsçaydı. Başta saray ve çevresi
üzere yüksek makamlara taşıyan şair Yunus’tur. Türkçe, olmak üzere yüksek tabakanın, görgünün, entelektüel
Hoca Ahmet Yesevi’nin açtığı bir çığırı Yunus’un üstün üstünlüğün biricik göstergesi Farsçaydı. Padişahlar, âlimler
dehasıyla yeni baştan “yaratması” üzerine şiir dili olmuştur. ve aydınlar arasında (şairler de) kendilerini “sıradan” ve
Şiir dili olurken de, hareket ettirici temel değer İslâm’dır. “değersiz” “halktan” ayıran, onlara üstünlük duygusu veren
Bundan dolayı İsmet Özel, Yunus Emre, Türkçeyi Farsçaydı. Bu dönemde Türkçe basit halkın diliydi. Devlet
doğurarak Türk şiirini mümkün kılmıştır diyor. Bundan bürokrasisini yetiştiren medreselerin dili Farsça olduğu
dolayı Türkçe, bilhassa İslâm dili olarak doğmuş ve İslâm için memurlar işlerini Farsçayla görüyor, Türkçe iyice arka
dili olarak yaşamıştır diyor. plâna atılıyordu. Bu, Karamanoğlu Mehmet’in Konya’yı
almasına kadar böyledir. İşte bu ortamdaki Anadolu’da bu
Hoca Ahmet,1166-67’de ölmüştür.Büyük bir mutasavvıftır. yapının karşısındaki güç Ahmet Yesevi’nin takipçileridir.
Ömrü İslâmiyet’i tebliğle geçmiştir. Maveraünnehir’de Anadolu’ya göçlerle taşınan Yesevilik, sadece din olarak
86|MAYIS 2010
değil, dil olarak da, bu dile bağlı olarak gelişen edebiyatı Sırat kıldan incedir kılıçtan keskincedir
da etkilemiştir. Hoca Ahmet’le başlayan, takipçileriyle Varıp anın üstüne evler yapasım gelir
devam eden hece vezniyle ve Türkçe yazılmış şiirler, Yunus
Emre’de üstün temsil kabiliyetine kavuşmuştur. Altında gayya vardır içi nâr ile pürdür
Varıp ol gölgelikte biraz yatasım gelir
Yunus resmen milâttır. Türk şiiri ve Türkçe, Yunus’tan önce
ve sonra diye ikiye ayrılsa yeridir. Yunus’tan önce şiir dili Tan eylemen hocalar hatırınız hoş olsun
Farsçadır. Şekil ve nazım itibariyle de İran etkisindedir. Varuben ol tamuda biraz yanasım gelir.” (333)
Okumuş kesim şiir zevkini Farsçayla giderirken, halk
tabakası olayın dışındadır. “Yunus Emre ümmi değildi; zamanının bütün sistemlerini
pek iyi biliyordu. Böyleyken bu kadar safvet ve sadelikle,
Farsçaya meftun medreseye karşılık inançlarını hece bu kadar millî bir zevkle en karışık metafizik meseleleri
vezniyle taşımaya çalışan tekkeler şeklindeki ayrışmanın çözüp açabilmesi ve onlara ümmicesine bir samimilik
sebebi hitap edilen kitleydi. Medreseler saraya ve yüksek verebilmesi inanılmaz bir harikadır. Yunus’un sanatında
tabakaya adam yetiştiren kurumlarken, tekkelerin derdi gördüğümüz bu başlıca seciyeleri, basitliği, vuzuhu,
halklaydı. Bütün mesele iletişim meselesiydi. Bu manzarada kuvveti, Türk sanatının başka kollarında, meselâ onun en
aruzun temel zaafı halka inemeyişidir. Buna karşılık İslâm’ı enmûzeci bir kolu olan mimaride de açıkça görüyoruz,”
tebliğ eşliğinde halkın içinde işleyen hece vezni sadece (334-335) diyen Köprülü’nün Yunus’un şiiriyle mimari
büyük şairini beklemektedir. Öyle bir şair gelmelidir arasında kurduğu bu irtibat, Tanpınar’ın şiirle mimari
ki yazdıkları şiir olsun. Halkın Farsça engeli yüzünden arasında kurduğu irtibatın kaynağını da veriyor. Yunus’u
mahrum kaldığı yüksek bilgiyi halka taşısın. Sadece Farsça harikulâde, mucizevi bulan Köprülü’ye göre aynı şekilde
bilen aydın insanların malı olan entelektüel bilgiyi halka Yunus’un taklidi de imkânsızdır. Çünkü “Yunus’un tarzı,
açsın. Şiirindeki düşünce şiirin taşıyabileceği kadar olsun. sehl-i mümteni kabilinden olduğu için taklit ve tanzirinde
Değme insanın anlayıp anlatamayacağı düşünceleri büyük başarı göstermek çok müşküldür.” (335, 60 nolu dipnot)
bir incelikle şiirin prizmasından yansıtsın. İşte bu şair
Yunus’tur. İlk Türk şairidir. İlk büyük Türk şairidir. Öyle Köprülü’nün izahına temelde bağlı kalan Sezai Karakoç da
bir şairdir ki Türk şiiri onunla başlamıştır ve bir daha bu Yunus Emre’yi İslâm kültürünü Türk’ün ruhuna geçiren,
unvanı ikinci bir şair kazanamayacaktır. Türk kültürü kılan adam sayar. Yunus, Anadolu’nun
İslâmlaşması sürecini düşündüğümüzde “çağının gereğini”
Yunus’un Şiiri yerine getirmiştir. İslâmiyet’in Yunus’un şahsında Türk
Köprülü, Yunus’un şiirindeki derinlikten hareket ederek için “varoluş şartı” hâline geldiğini söyleyen Karakoç,
Mevlânâ’yı özümsediği ve yorumladığı kanaatindedir. düşüncelerini şöyle tamamlar: “Bu noktadan giderek,
Yunus’un şiirlerindeki vahdet-i vücud felsefesinin, İslâm Yunus’un niçin halka eğildiği, sade Türkçesi, hece ölçüsünü
düşüncesi ve tasavvufu bağlamında ancak incelmiş bir esas ölçü olarak alışı anlaşılabilir. Çünkü o Türk’ün
zihnin eseri sayılabilecek şiirlerin izahı, Yunus’un, bilinenin ilerdeki çağlardaki ödevini biliyor, onun için var gücüyle
aksine, tahsil görmüş entelektüel kişiliğinin yanı sıra, onun dil ve edebiyatını kurmaya, geliştirmeye, ilerletmeye
Mevlânâ’yı özümsemesinde yattığını ileri sürer. Yunus’un çalışıyordu. Türk duyarlığını sonuna kadar işledi. Böylece
tasavvufa nüfuzu, Köprülü’ye göre, “hiçbir surette Celâleddîn İslâm’ın Türk’le kaynamasının ve Türk’ü, İslâm’ı misyon
Rûmî’den aşağı değildir.” Düşünce plânında Yunus’a bakışı olarak benimseyen bir toplum hâline getirmenin” bütün
böyle olan Köprülü, şiir bakımından da Yunus için, “Yunus çalışmalarını yaptı. “İslâm ruhu ve Türk yapısı onda öyle
Emre’nin sanatı tamamıyla millî, yani tamamıyla Türk kaynaşmıştır ki şiirin biçimi, ölçüsü, sesi, bir yandan
bir sanattır. Ondan vücuda gelen sanat tamamıyla millî, Türk sanatının özel, öbür yandan İslâm sanatının genel
yani zevk bakımından tamamen Türk’tür. Yunus, ortaya çizgilerine uyar. Koşmayı da, gazeli de kullanır şiir biçimi
tamamıyla başka ve hususi hassalara malik yepyeni bir olarak. Yani o halk sanatıyla vatan aşan genel sanatı
madde çıkarmıştır. İşte Yunus’un kudreti, daha kuvvetli ve birleştirmiş bir altın sentez peşindedir.” (Karakoç 1999,
daha doğru bir tabirle dehası bu kabiliyetindedir ve esasen 44-45)
bu deha şekli de onda tamamıyla Türk’tür,” der. (332)
Yunus’un iki eseri vardır: Divan’ı ve Risaletü’n-Nushiyye’si.
“Yunus’un yaratarak üzerine şahsiyetinin damgasını Divan’a Yunus’un şiirleri, Risaletü’n-Nushiyye’ye destanı
-yüzyıllarca silinmeyecek bir kuvvetle- kazıp tespit ettiği bu diyebiliriz.
millî sanat şeklinin kendine has olan seciyeleri şunlardır,”
diyerek Yunus’un şiirinin özelliklerini sıralar ve sözlerini Yunus’un şiirleri hece vezniyle yazılmıştır. Kendisinden
şöyle bitirir: “Bilhassa, en yüksek hakikatleri izahtaki sade- önce bu vezni işleyip inceltecek usta bir şairi yoktur bu
dilâne cüreti, Acem mutasavvıflarının en büyüklerinde bile veznin. Yunus’un yaptığı yüksek noktadan başlangıç, aynı
zor rastlanabilecek kadar şahsi ve yüksektir: zamanda vezin için de bir başlangıçtır. Bir taraftan dili, bir
taraftan vezni öncesinde alışkın olmadıkları bir noktaya
çıkarmıştır.
MAYIS 2010|87
Talihin ve tarihin cilvesine bakın ki Yunus’tan sonra hece harap etmiş kötü sultanın ordusunu bozar, ülkeyi kurtarır.
vezni şiirde bir daha Yunus misali bir atılım yapamamıştır. Sultan gazadan döner ve bütün ülke kurtulur. Her taraf
Bu bakımdan Yunus daha çok dilin; Türkçenin oluşumuna nimetle dolar. Kıtlık biter. Yunus içinde yaşadığı toplumu,
mührünü basmıştır. Yunus’tan yüzlerce yıl sonra, dönemi bu şiirinde tasavvuf prizmasından yansıtır. Askerî
Anadolu’nun tekrar yangın yerine döndüğü bir ortamda bir yapı üzerinden anlatır anlatacaklarını. Bozulan düzeni,
kurulan Türkiye, kuruluş aşamasında hece şiirini kanun şehri ve ülkeyi padişahın birliğinde yeniden kurar.
mesabesine çıkarmış, kendisine gelinceye kadar neredeyse
bütünüyle Türkçeleşmiş olan aruz veznini kaldırmış, Şiirin Devletteki Karşılığı
büyük bir devlet geleneğinin ürünü olarak davranacağına Yunus’un şiirde açtığı çığırın devletteki karşılığı
Karamanoğlu beyi Mehmet Bey gibi davranarak divan Osmanlı’dır. Farsça ve Arapça Yunus’tan sonra mutlak
şiirini yasaklamıştır. Aydın çevrelerinde olduğu kadar, millî hâkimiyetlerini kaybetmiş, Türkçenin bir cüzü hâline
eğitim şûralarında da divan şiirinin müfredattan çıkarılması gelmişlerdir.Moğollar geldiğinde aydın tabaka Mevlânâ’nın
savunulmuştur. Tanpınar’ın savunucuların başında gelmesi ikliminde nefes almış, Moğollar gittiğinde halk Yunus’la
bu konuda herkesin hemfikir olduğunu göstermeye yeter yeniden kuvvet bulmaya başlamıştır. Öyle ki Anadolu’da
herhalde. Divan şiiriyle şiirimizin kazandığı aşama göz biriken enerji Osmanlı şeklinde dışa vurmuştur. Nasıl ki
önüne alınacağına bu şiirin bizi İslâm dairesine çekeceği hecede biriken enerji Yunus’la patlamışsa, halkta biriken
varsayılarak devre dışına çıkarılmıştır. Bugün dahi bazı enerji de Osmanlı’yla patlamıştır. Yunus’un şiirde yaptığı
çevrelerin algısı budur. İşte 1920’li yıllarda dönemin algısı düzenlemeyi Osmanlı devlet plânında yapmıştır. Hem
ve kararı uyarınca bir gece ansızın hececi kesilen şairler şiir için, hem devlet için; hem Yunus için, hem Osmanlı
köyümüz, çobanımız yaparken tıpkı Yunus gibi, bu vezne için tarihin o noktasında söylenecek tek lâf, dolmuş oktur.
ikinci büyük katkıyı Necip Fazıl yapmıştır. Hece veznini Dolmuş oka benzeyen Anadolu bir taraftan Yunus’la, bir
Yunus’tan alarak modern şehrin ve modern insanın dili taraftan Osmanlı’yla ileri atılmıştır.
hâline getirmiştir.
Kan ve dehşetin, kıyasıya ölümün kol gezdiği topraklarda
Yunus Emre’nin Risaletü’n-Nushiyye’si mesnevi tarzında halk Yunus’un şiirleriyle hayata tutunmuştur. Onun şiirleri
ve aruz vezniyle yazılmıştır. 573 beyitten oluşan mesnevinin kimsesiz kalan halkın biricik sığınağı olmuştur. Büyük bir
ilk 13 beyti “fâilâtün fâilâtün fâilün” kalıbıyla, kalan kısım, kin ortamında, korku, güvensizlik, siyaset dahil, insanı
“mefâilün mefâilün feûlün” kalıbıyla yazılmıştır. Eserin insandan uzaklaştıran her türden duvarı delerek geçen bu
giriş kısmında insanın yaratılışı anlatılır. Ateş, su, toprak ve şiirler insanlara tek tek ulaşmış, zamanla onlarla birlikte
rüzgârdan yaratılan insana bu unsurların simgeselliğinde aktıkları büyük ırmaklara dönüşmüştür. Yunus’la, “Dirildik
yeni kapılar açılır. Aklın ve bilginin mahiyeti üzerinde pınar olduk irkildik ırmak olduk,” diyen Türkler Anadolu
duran ikinci bölümü destan-ı ruh ve nefs, destan-ı kanaat, denizinden, “Deniz oldum dört yana ırmak ile” diyerek
Yusuf aleyhisselâm hakkında, cimrilik hakkında, Kârûn dört bir yana taşmışlardır.
hakkında, destan-ı huşu: destan-ı gazap, destan-ı akıl gibi
bölümler izler. Halkın Ruhuna Hâkim Şiir
Yunus, halkın ruhuna hükmetmiş bir şairdir. Öncelikle
1307-8’de yazılmış olan Risaletü’n-Nushiyye, dilimizdeki bu yönüyle yenidir ve yüzlerce yıldır artan bir ilgiyle
ilk Türkçe divandır. Aruzla yazılmıştır, içinde hece şiiri okunmaktadır. Şiir kumaşı pek yüksek olduğu için
de vardır. Bu eserde tasavvuf üzerinden toplumsal yapı, okundukça şiirinde yeni anlam katmanları açılmaktadır.
toplumsal yapı üzerinden tasavvuf anlatılır. Bu şiirde o
zamanki toplumsal düzen, çarşı pazarına varıncaya dek, Yunus her zaman yenidir; ama aynı zamanda her dem
bütünüyle yer alır. yeni kalacağını da bilerek yenidir. “Her gün yeni doğarız
bizden kim usanası” diyen bir şair, özgüveni, yani şiirine
Yunus bu uzun şiirinde doğrudan içinde yaşadığı toplumda güveni bu derece yüksek bir şair eskir mi hiç? Böylesi bir
bozulan birliği, dağılan toplumsal yapıyı tekrar kurar. Bu meydan okuma geçen zamanla kanıtlanmış bir gerçeğe
şiirde Padişah, mutlak birliğin simgesi olarak mutlak-ı dönüşmüştür. Buraya, “Yunus Emre senin sözün âlemlere
vücud’u temsil eder. Bu şiirdeki bütün anlatımlarda destan ola,”mısrasını da ekleyelim isterseniz. Sezai Karakoç,
padişah merkezî kavramdır. Ateş ve rüzgârı, toprak ve Yunus’un yeni kalmasının sebebini, “şiirinde bitmeyen bir
suyu birer insan olarak kurgular. Her birinin emrinde arayıcılık içinde” olmasına bağlar ve şu örneği verir: “Yunus,
nice askerleri vardır. Bunlarla hükmederler. Bu şiirde iki şiirinde bitmeyen bir arayıcılık içindedir. Bu yüzden, daima
sultan vardır, biri iyiliğin, diğeri kötülüğün sultanıdır. Biri yeni kalmanın sırrını yakalamıştır. Bu sırrın nüanslarda
rahmani, diğeri şeytanidir. Sürekli mücadele ederler. Biri olduğunu bilir. Meselâ, başka yazarların da belirttiği gibi,
bozar, biri yapar. Biri birliği, dirliği dağıtır, diğeri toplar, Hey bîçare Yunus Emre demez de, Hey Emrem Yunus
kurar, yaşatır. İkisinin savaşından iyilik sultanı galip çıkar. bîçare diyerek, şiirdeki ufak bir değişmeyle bir büyü mısraı
Tıpkı o dönemin Anadolu’su gibi, kötülük sultanının kurmuş olur.” (45-46) Bence burada hatırlanması gereken
elinde halk çaresiz kalmıştır. Çaresiz halk, iyi sultandan isim Ece Ayhan’dır; ister kedi karasını hatırlayın, ister
yardım ister. İyi sultan, dirlik düzen bozulmuş diyerek Apaş Paşa şapa oturdusunu. İsterseniz bütün şiirini.
askerlerinin başında savaşa koşar. Ülkeyi, şehri, insanları
88|MAYIS 2010
Fotoğraf: Levend İSKİT| Tunus Seçki: Bahanur GARAN

Bu dünyâda bir nesneye yanar içim göynür gözüm


Yiğit iken ölenlere gök ekini biçmiş gibi

Burada Yunus’un şiirlerinden, mısralarından örnek İnd’öküzü ol lâin al ile azdırmağa


getirerek bu şiirin çeşit çeşit ispatını yapmaya gerek yok. Sinek ile hak Çalap öküzü elden kodu
“Bir gevher çıkarmak gerek hiç sarraflar bilmez ola,” diyen
Yunus, yeniliğin farkında, bilincinde bir şairdir. Fakat, en Öküz taşın üstünde taşı balık götürür
ünlü şiirlerinden birinde geçen, “Çıktım erik dalına anda Balık suyun içinde binasın yelden kodu.”
yedim üzümü,” mısrasının rahatlıkla, modern şiirin çok
erken bir tanımı olarak görülebileceğini söylememiz lâzım. İçimizdeki Yunus Emre
Gelin görün ki bu ünlü mısrayı şu şekil düşündüğümüzde İçimizde bir Yunus Emre yaşamasaydı Yunus’un şiirleri
manzara biraz değişiyor: “Çıktım erik daima anda yedim halkımız üzerinde bu derece etkili olabilir miydi? Bence
üzümü.” Burda erik dalına çıkıp ordan “daima” üzüm bütün maharet Yunus’ta değildir. Aynı zamanda onu
yediğinden bahsediyor Yunus. Gölpınarlı’nın kitabındaki seçip yaşatandadır. Bu etki ve etkileşimin aynı derecede
tashih hatası, meseleyi şiir sanatı ve teknikler bazında Süleyman Çelebi için de geçerli olduğunu düşünüyorum.
düşündüğümüzde Yunus’un meramına da, şiir bilgisine Eşsiz ve yüksek bir sanat eseri olan Mevlid’in, Yunus’un
de, zekâsına da, dehasına da, çoğu zaman benimsediği şiirleri gibi halkımızda kök salmasının sebebi, bizim, bu
yöntemine de daha uygun gibi geliyor bana. şiirlerin anlam dünyasına katılma isteğimizdir. Çünkü onlar
“Ölmek fasitler işidir,” diyen Yunus’un, şiirlerini bizden, senden benden kalkarak yazmıştır. Yani
“Hiç bilmezem kezek kimin aramızda gezer ölüm Yunus’un güzelliği aynı zamanda bizim güzelliğimizdir. O
Halkı bostan edinmiştir dilediğin üzer ölüm,” mısralarını şiirlerin hasreti bizim ifademizdir, anlam dünyamızın şiir
ister nesnel karşılık bahsinde düşünün, ister imge bahsinde. katına taşınmasıdır.
Karşınıza modern şiiri özümsemiş bir şair çıkar. Böyle
numaralar çoktur Yunus’ta:
Kaynakça:
1. Fuat Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Diyanet İşleri Başkanlığı
Yayınları, Ankara 1991, 7. baskı.
“Ol geçidin korkusu beni yoldan kodu 2. Abdülbâki Gölpınarlı, Yunus Emre / Hayatı ve Bütün Şiirleri, Türkiye İş
Bankası Yayınları, İstanbul 2006.
Geçemez değme kişi köprüsün kıldan kodu 3. Ece Ayhan, Bütün Yort Savul’lar!, YKY, İstanbul 1999, 2. baskı.
4. Sezai Karakoç, Yunus Emre, Diriliş Yayınları, İstanbul 1999, 7. baskı.

MAYIS 2010|89
Hümanizmin Tarihsel Gerçeği ve
Yunus Emre Felsefesi
Yrd. Doç. Dr. Sema ALTUNAN | Anadolu Üniversitesi, Edebiyat Fak.Tarih Bölümü

H
ümanizm sıklıkla kullandığımız kavramlardan unsurlar kendini göstermeye başlamıştır. Dolayısıyla feodal
biridir. Özellikle de Yunus’un, Mevlana’nın dönemin ideolojisi de yeni bir düşünce sisteminin ortaya
felsefesini anlatırken bu kavramı çokça çıkmasına duyulan ihtiyaç ile değiştirilecek ve hümanizm
kullanırız. Hümanizm ile , Mevlana’nın isimlerini yan yana akımı döneme damgasını vuracaktır. Peki Nedir humanizm?
getirip Yunus’un hümanizmanizmasından, Mevlana’nın Latince bir kelime olan hümanusmus’dan gelen bu öğretinin
hümanizmasından söz ederiz. Peki, ama nedir hümanizm? kelime anlamı “insancı” başka bir deyişle “bireyci” demektir,
Günümüzde yeni anlamlar yükleyerek kullandığımız bu yani günümüzde insan sevgisi anlamını yükleyerek
kavram gerçekte neyi ifade ediyor? Tarihsel gerçeği nedir? kullandığımız “insancıllık” ile hümanizmin gerçek anlamı
olan “ insancılık” birbirinden farklı kavramlardır. İlki insan
Öncelikle ne zaman, nerede ve hangi koşullarda sevgisini yani insanların bir diğerine olan sevgisini ve birliği,
hümanizmin ortaya çıktığını bilmek ve neyi ifade ettiğini bütünlüğü ifade ederken, diğeri insanı tek başına öne çıkarır,
anlamak gerekmektedir. bireyciliği savunur. Aklı esas alır. Oysa sevgi akıl ile olmaz.
Dolayısıyla ortaya çıkışı itibariyle hümanizm, insanın
Aslında “hümanizm” kavramı Yunus’un yaşadığı çağdan insana olan sevgisini ifade etmekten çok insanı birey olarak
yaklaşık 300 yıl sonra Batı Avrupa’da ortaya çıkmış olmasına öne çıkaran ve bağımsızlığını savunan bir düşünce akımıdır.
rağmen, yanlış olarak insan sevgisi olarak yorumlanıp Hatta bağımsız olma ideali, bu yeni felsefede öyle boyutlara
Yunus Emre’nin felsefesinin merkezine oturtulmaktadır. vardırılmıştır ki insanın her türlü, iç ve dış etkiden kurtulması
Şöyle ki ortaya çıkışı itibariyle hümanizm bireyi temel alan hedeflenmiştir. Irk, kavim, lonca hatta aile bağlarından bile
bir düşünce akımıdır ve Rönesans döneminin ideolojisini kurtulan bağımsız ve özgür bir insan modelidir arzulanan.
oluşturur. 15-16. yy.’larda İtalya’da ortaya çıkan bu yeni Bu yeni insan, evrene de ortak bir görüşle değil, bireysel
düşünce akımı, buradan diğer batı Avrupa ülkelerine de olarak ve şüphe ile yaklaşacak bunu yaparken de aklı rehber
yayılmıştır. Çünkü değişen yapıya cevap veren bir öğretiydi edinecektir. Bu bağımsızlık ve özgürleşme (!) düşüncede
ve hemen kabul gördü, geniş bir alana, hızla yayıldı. Burada olduğu kadar kimi yerlerde dış görünüşte bile diğerine
biraz durup Batı Avrupa’daki değişen yapıyı ve hümanizm benzememeye kadar varacaktır. Bu öğretinin neden 15-16.
akımının nasıl bir ortamda doğduğunu açıklamaya yy.ların ideolojisi olarak benimsendiği konusuna gelirsek
çalışalım. o dönemin koşullarına biraz değinmek gerekir. Feodal
toplum yapısı çözüldüğüne göre, dini (katolik öğretiyi)
Bu yüzyıllarda Avrupa’nın batısı hızlı bir dönüşüm esas alan feodal ideolojinin yerini bu yeni yapıda insanı
yaşamaktadır.Ortaçağdan,Yeniçağa geçilmiş; feodal toplum öne çıkaran hümanizm akımı almaya başlayacak ve evrenin
yapısı çözülerek, ekonomik ve sosyal yapıda kapitalist merkezine bireyi koyacaktır. İnsan yani birey bu dönemde
90|MAYIS 2010
her şeyin ölçütü olacaktır. Aklın temel alındığı bu felsefede oluşturdu. Rönesans sanatının gerçekçi, canlı ve insan
adeta tanrının yerini insan alacaktır. İnanan insanın yerine merkezli olması da temelde bu ihtiyaca cevap veriyordu.
düşünen, sorgulayan, şüphe duyan bir insan geçecektir. İlk portreler bu dönemde yapıldı, klasik Rönesans sanatına
İnancın yerini de akıl almaya başlayacak ve akla uymayan güçlü , kahraman insan modeli damgasını vurdu. Bu durum
her şeye şüpheyle yaklaşılması eğilimi doğacaktır. Bu aslında değişen ekonomik, sosyal ve siyasal ilişkilerin üst
durumu iki açıdan açıklayabiliriz, İlki, yapının değişmesiyle yapıyı etkileyerek ideolojiyi şekillendirmesinden ve bütün
ideolojinin de değişme zorunluluğu; ikincisi ise değişen bunların sanata yansımasından başka bir şey değildi.
yeni yapının ihtiyaçlarına cevap verebilmesidir. O halde ortaya çıkan yeni öğretinin temelinde bu
tarihsel koşullar yatmaktadır. Bunların bilinmesi ve her
İlki, tarihsel süreç içersindeki şu gerçekliği ifade eder. öğretinin kendi tarihsel koşulları içinde değerlendirilmesi
Her ideoloji kendi toplumsal koşulları içinde şekillenir. gerekmektedir. Düşünce akımlarını doğuran ekonomik,
Bu durumda feodal ideoloji, feodal toplum yapısının sosyal ve siyasal yapıda yaşanan değişimlerdir. Her düşünsel
ideolojisiydi. I5. yy ise yeni egemen sınıf olan burjuvazinin devrimin temelinde bir ekonomik ve toplumsal devrimin,
yükselişe geçtiği ve kendini daha da geliştirecek ekonomik dönüşümün yattığı unutulmamalıdır. Ve değişen yapı içinde
ilişkiler bütünlüğü içine girdiği bir yüzyıldır. Ticaretle ortaya çıkan yeni egemen sınıfın kendi ideolojisini yaratma
zenginleşen burjuvazi ekonomik yapıdaki ağırlığını daha gerçeği göz ardı edilmemelidir.
fazla hissettirebilmek için kendisini sınırlayan engelleri
de ortadan kaldırmak isteyecektir. Bu ortamda burjuvazi Yunus Emre’nin bütün insanlığı kuşatan öğretisine gelecek
feodal toplumun egemen sınıfları olan aristokratlar ile olursak, bu öğretinin merkezine “sevgi”nin yerleştiğini
ruhbanlara karşı var olma mücadelesi içinde olacaktır. Bu görürüz. Gerçek anlamda “insan sevgisi” Yunus’un
sınıfların ekonomik gücü toprağa dayalıyken burjuvazi felsefesinin esasını oluşturur.
tarım dışı bir ekonominin taşıyıcısı olacak ve ticaretle elde
ettiği kapital ile imalathaneler açarak sermayesini daha “Gelin tanış olalım
da arttırma yoluna gidecektir. Toprakların sınırı vardı, İşi kolay kılalım.
dolayısıyla topraktan elde edilen zenginlik de sınırlıydı. Sevelim sevilelim
Oysa ticaretin sınırı yoktu ve bu durum burjuvazinin hızla Dünya kimseye kalmaz” !
yükselişini sağladı.
diye yüzyıllar öncesinden seslenen Yunus’un “insan
Yükselişe geçen burjuvazi kendi gelişimini sağlayacak sevgisi”ni, 15. yy’ın ikinci yarısından itibaren Batı Avrupa’da
koşulları da oluşturma çabası içine girdi. Ekonomik ve ortaya çıkan kapitalist ekonominin egemen sınıfı olan ve
toplumsal yapıda meydana gelen bu değişim düşünce temel hedefi daha fazla kazanarak dünyaya hakim olmak
yapısında da yeni bir fesefe ile desteklendi: Hümanizm olan burjuvazinin (nitekim coğrafi keşifler sonucu başlayan
Akımı. Bu yeni akım değişen yapının ihtiyaçlarına cevap sömürgecilik yarışı da bunu göstermektedir) dünya görüşü
verdiği için antik dönem felsefesini, insan anlayışını örnek olan hümanizmin insan merkezli düşünce akımıyla
aldı. ilişkilendirmek ne kadar doğru olur?

Yükselen sınıf egemenliğini kurabilmek ve kendini Yunus’un öğretisinde insanın bir diğerine olan sevgisi
sınırlayan engelleri yıkabilmek için dindışı her yeni birleştirici ve bütünleştirici bir işlev yüklenirken;
düşünceyi, öğretiyi, felsefeyi destekledi. Ortaçağ felsefesi hümanizm öğretisinde insanın kendini öne çıkarma,
ve ideolojisi ise reddedildi. Çünkü bu ideoloji yeni egemen kimseye benzememe, her türlü bağdan kurtulma ve tam
sınıfın/burjuvazinin çıkarlarına ters düşüyor, ihtiyaçlarına anlamıyla bireysel olma hedefi birbiriyle çelişir. Burada
cevap vermiyordu. Avrupa’nın batısında ekonomik ilişkiler “ben merkezli” bir yapı karşımıza çıkarken; Yunus’ta Allah
ve toplum yapısı değişmişti. Bu yeni yapıda yükselen aşkıyla kendi benliğinden geçme ve tüm yaratılanları “Allah
burjuvazi, kendi ideolojisini yaratmak istiyordu. Çünkü için sevme” anlayışı hakimdir. Bu sevgi sınırsız ve sonsuzdur.
yeni ideoloji değişen yapının sürekliliğini sağlayacak ve Sadece insanın, insana olan sevgisini de ifade etmez; aynı
korumacılığını üstlenecekti. Bu ideolojinin merkezine zamanda insanın tüm yaratılmışlara olan sevgisini kapsar.
insan yerleştirildi. İnsanın önündeki her türlü engelin Bu da birliğe varır. Paylaşımın, dayanışmanın esas olduğu
kaldırılması hedeflendi; bunu sağlayacak çözümler üretildi, bu öğretide yaratılmışı Yaradan’dan ötürü sevme anlayışı
kuramlar geliştirildi. Sonuçta hümanizm bu koşullar altında öne çıkar. Dolayısıyla da merkezde Yaradan’a olan inanç ve
şekillenen bir düşünce akımı oldu. Rönesans’ın ideolojisini sevgi yer alır.
MAYIS 2010|91
Görüldüğü gibi Yunus’un sevgi dolu
kanatlarının altına girmeyen yoktur.

İnsan sevgisi Yunus’da öyle güzel


ifadesini bulur ki Yaradan’ın halifesi
olan insana verilen değer;

“Gönül Çalab’ın tahtı


Gönüle Çalab bahtı
İki cihan bedbahtı
Kim gönül yıkar ise”

sözüyle çok net bir şekilde kendini


gösterir.

Görüldüğü gibi insan yüreğinin


hassasiyetine vurgu yapılarak gönlün
yüceliğine dikkat çekilmektedir. Bir
kerecik gönül yıkanın aldığı abdestin
gerçek manasından uzaklaşıp el- yüz
yıkamaktan öteye geçemeyeceği gibi
kıldığı namazı da namaz olmaktan
çıkacaktır Yunus’a göre. Onun bütün
amacı “dost durağı” dediği gönlü
kırmaktan kaçınmak ve gönüller
yapmaktır. Bu gerçeği şu dörtlüğüyle
ne güzel anlatır koca Yunus:

“Ben gelmedim davi için


Benim işim sevi için
Dostun evi gönüllerdir.
Yunus Emre Heykeli, Anadolu Üniversitesi Yunus Emre Yerleşkesi Fotoğraf: Can Düz Gönüller yapmaya geldim”

“Hak nazar kıldığı cana


Bir göz ile bakmak gerek” Kaynakça:
1. Server Tanilli, Yüzyıların Gerçeği ve Mirası, XVI ve XVII. Yüzyıllar, III,
İstanbul 1990.
” Cümle yaratılmışa bir göz ile bakmayan 2. _________, Uygarlık Tarihi, İstanbul 2004.
3. Alaaddin Şenel, Siyasal Düşünceler Tarihi, Tarih öncesinde ilkçağda
Şer’in evliyasıyla hakikatte asidir” Ortaçağda ve Yeniçağda Toplum ve Siyasal Düşünüş, Ankara, 1996.
4. Ayferi Göze, Siyasal Düşünceler ve Yönetimler, İstanbul, 1993.
5. Engin Akyürek, Ortaçağdan Yeniçağa Felsefe ve Sanat, İstanbul, 1994.
“Hakkı gerçek sevenlere cümle alem kardeş gelir” 6. Bobb. M-P Sweezy- Chill-K.H. Takahashi-R. Hilton, Feodaliteden
Kapitalizme Geçiş, (çev. Çetin Yetkin); İstanbul 2000.
7. Hüseyin Özbay; Mustafa Tatcı, Yunus Emre (Makalelerden Seçmeler),
“ Yetmiş iki milletin İstanbul, 1994.
8. Yunus Emre Sempozyumu (Bildiriler), Ankara, 1990.
Hem maşuku ol durur 9. Abdülbaki Gölpınarl, Yunus Emre ve Tasavvuf, İstanbul,1992.
Aşıkı maşukundan 10. Cemal Anadol, Gönüller Sultanı Yunus Emre, İstanbul, 1993.
11. Mehmet Bayraktar, Yunus Emre ve Aşk Felsefesi, Ankara, 1993.
Ayırmaklık laf değil” 12. Önder Göçsün, Dünden Bugüne Yunus Emre, Ankara, 1995.
13. Mustafa Özçelik, Bizim Yunus, Eskişehir, 2007

92|MAYIS 2010
Meleklerin Bilmediği Söz
Sennur SEZER | Şair-Yazar

Yunus Emre, esin perisinden, meleklerin esinlediği sözlerden korkar. Öyle bir
söz bulmalıdır ki, melekler bile bilmesin. Evrene ilk kez doğsun.

“Sen söyle Yunus” dediğinde Taptuk, Yunus Emre ne Güzelliği görülür. Hem yoksul hem de zengin özenir
düşünmüştü, kimse bilmiyor. (Günler boyu bugünü onlara. Onlara sahip olmak bir ayrıcalıktır.
düşlemişti oysa. Ne olur bir kez sıra bana düşse, demişti.
Ne duyulmamış sözler söyleyecekti. Toprak altında gül Yunus Emre, esin perisinden, meleklerin esinlediği
deren elleri, yeşil ekinler gibi erken ölümlerle derlenenleri sözlerden korkar. Öyle bir söz bulmalıdır ki, melekler
anlatacaktı. Dervişliğin, hırkayla taçla anlaşılmayacağını bile bilmesin. Evrene ilk kez doğsun. Melekler şairlere
vurgulayacaktı. Ormanın uğultusundan sözler birikmişti söz fısıldadıklarında cömert değildir. Yarı yolda bırakır.
yüreğine. Adaşı Yunus ‘un söylediği sözlerden daha yeniydi Topraktır cömert olan. Dünyanın düzenini, toprağa
onun sözleri. Adaşının, her akşam söyledikleri yüzünden, düşen buğday açıklar, gökyüzü değil. O zaman şairin gözü
“Söyleyen” (Guyende) diye anılması hep gücüne gidiyordu toprakta olmalı. Toprağın üstünde olup biteni izlemeli.
zaten. Kendini onun yanında hep biraz hantal, dilsiz, Yüzü de yerde gerek, (alçakgönüllü olmalı). Yoksa bir
yararsız duymuştu. Bir söz sırası düşseydi kendine...) merdivenden düşmekten daha da kötü bir durum gelir
Yunus Emre, bir başka şairin söyleyecek “yeni bir söz” başına.
bulmamasıyla, sıranın kendisine gelmesiyle sevindi mi
dersiniz? Eğer böyle bir sevinci duyduysa, kuşkusuz bu Ne çok şair gelip geçmiş. Hepsi de birbirinden güzel sözler
sevinç çok kısa sürdü. Bir ozanın sözünün tükenmesinden söylemiş. Bir tanesinin bir akşam yeni bir söz bulamaması
duyduğu korku, kuşku, acı bütün ömrünce izledi onu. onların utancı değil. Onlar bülbül gibi şakırlar, Yunus Emre
bir av kuşu gibi yarı hantal adımlarla dolaşır aralarında. O
Nereden mi biliyorum Yunus Emre’nin o akşam onların ötüşlerine hayrandır. Yeter ki onun o bahçede, dost
düşündüklerini? Kendimden. Bir şair için en güzeli, yanında dolaşmasına izin verilsin... Sesi onlar kadar güzel
yarışmaktır. Sesine ses bularak söyleşmektir. Meydanda tek olmasa da kulak verilsin.
başına kalmak değil. Üstelik, bir şairin sesini yitirmesinin,
(Yunus, daha Emre diye anılmaya başlamamıştı. Yunus-u
ölüm kadar acı olduğunu ancak bir şair bilir. Bir şair
Guyende “Bize yeni bir deyiş söyle” isteğini yerine
böyle bir sonu “düşmanı için bile” dileyemez. O zaman
getiremeyip susup kalmıştı. Yunus, yüreğindeki “ben
Yunus Emre’nin duyduğu hüznün şiirine nasıl yansıdığını
söylesem” dileğini Taptuk’un dillendirişiyle duraladı.
görelim.
Yüreğinde bir an söz sırasının ona gelişinin sevinci, bir
şairin susakalışının acısıyla çarpıştı. Tüm sözcükleri
Yunus Emre, şairliğiyle övünürken kendi şiirinin yergisini
düşündü. Günler boyu ölçüp biçtiği dizeleri bir bir
de yapar. Onun sözleri, halkın ekmeğine, aşına katkısı
aklından geçirdi. Sabahları uğradığı mezarlıktaki mezar
olacak tuz değildir. Tuz olmadığı için de ödünç alınamaz.
taşlarını, ak göğüsler üstünde biten otları, topraktan
Cevherdir sattığı. Ancak uzmanı anlar. Saklanır. Değerlidir.
yükselen aydınlığı, dünyanın bir gelin gibi güzel oluşunu,
MAYIS 2010|93
Fotoğraf: Levend İSKİT| Myanmar/Bagan Seçki: Bahanur GARAN

Gözleri giryân ciğeri püryân


Olmuşlar hayrân dîvâneler var

dünyaya doymamanın kınanmaması gerektiğini, güzel Ya cennet...? O ırmakları Tanrı’nın adıyla akan cennet.
bir kızın yüzünün ışıltısının peçesinin üstüne vuruşunu, Yok onu da istemezdi. Ona Tanrı’nın yüzü gerekti. Onu da
Tanrı’nın güzelliğinin bu güzel yüze yansıyışını... Sonra bir güzel yüzde bulmuştu. Bulduğunun sevinciyle esriyip
kederli anlarında düzenlediği dizeleri düşündü: “Sen sokaklara düşse, yetiş diye şeyhi Taptuk’u çağırsa bundan
sanmadığın yerde/Birden açılır perde/Derman olur derde/ utanır mıydı? Yollar dağlan düşündürdü ona. Saçını çözüp
Görelim Mevlam neyler...” ağlayan bulutu. Ya yüreği? Yüreği bunca yükü nasıl taşırdı?
Bu bildiklerini söylemezse ölmekten beter olmaz mıydı?)
Dervişlikle övünenleri de kınamalıydı. Dervişlik zor işti.
Sonra bilmeceler sormalıydı dinleyenlere. Neden birinin Yunus, daha Emre diye anılmıyordu. Her akşam Yunus’u
erik sandığı bir başkasına ceviz gibi geliyor demeliydi. Guyende nefesler okurken, yüreğinden binlerce söz
Neden ona üzüm gibi tatlı gelen kimine ekşi kimine kopmuş, “sen de söyle” denmesini beklemişti. Bir akşam
çetindi... Ne mi? İşte yaşam, işte dervişlik, işte şiir. Yunus’u Guyende yeni bir nefes söyleyemeyince, Taptuk
Yunus’un tüm söyleyeceklerini aklından geçirmesi belki Emre, Yunus’a, dönüp “Sen söyle, kilidini açtık” dedi. Yunus
bir iki saniye sürdü. Kendisi yeni bir söz söylemezse sıranın başını eğdi. Bir an yüreğine baktı. Tanrı orada oturuyordu.
bir başkasına gideceğini de düşündü. Her şairin ne güzel Binlerce dize kurdu-bozdu. Sonra fısıldadı: “Yar yüreğim
sözleri vardı: “Cümle şair dost bahçesi bülbülü/Yunus yar/Gör ki neler var.”
Emre arada turraçlana...” Ama bu sohbetlerde onu hep
hatırlasınlar isterdi. Sözleri tadı olursa hatırlarlardı elbet. * Varlık Dergisi ‘nde Temmuz 1991’de yayımlanmıştır.

94|MAYIS 2010
“İlm-i Ledündür Üstâdum Ol
Esrârı Tuyan Benem”
Talip ÇUKURLU |Eskişehir Osmagazi Üniversitesi Türk Dili ve Ed. Böl. Öğretim Görevlisi

“Yunus Emre kelimelerden bir Süleymaniye kurmuş büyük bir dil mimarıdır.”
Samiha AYVERDİ

“Yunus’un dili açıldı, gözlerinden ve gönlünden perde kalktı.


Şevk denizine düştü. Ağzını açıp inci ve cevahir saçtı…”
Velayet-name’den

“Yunus, şüphesiz Sakarya kıyılarında doğdu.”


A.Hamdi TANPINAR

B
üyük bir mimar olan, etrafa cevher ve inci saçan, hem de Yunus bize kimlerden, hangi olaylardan bahsetmiş
şuracıkta komşumuz olan Yunus Emre’mizin gel bareber bakalım.
ismi anılınca aklımıza gelen şiirleri/beyitleri
hangileridir? Müsadenizle ben söyleyeyeyim: Önce adaşı Yunus Aleyhisselam’dan başlayalım. Bizim
Yunus, Hz. Yunus’un denize atılıp, bir balık tarafından
İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir… yutulmasına ve beytin devamında rivayetlere göre Hristiyan
Peki ya sonra? iken Müslüman olup sahabe ünvanına layık olan Selman-ı
Sevelim, sevilelim bu dünya kimseye kalmaz… Farsî’ye telmihte bulunmuştur:
Ya sonra?
Ben gelmedim davi için, benim işim sevi için… Gah batn-ı Hût içinde Yûnus’ıla söyleşem
Geh çıkam ‘arş üzere bir cân olam Selmân olam (200*6)
Yunus’un ilahi şeklinde bestelenmiş şiirlerini bir kenara
koyar isek, birkaç beyit daha söyleyebiliriz herhalde. Öyle
Yunus, Musa Aleyhisselam’dan ve belki de birkısmımızın
sanıyorum ki Yunus’un baştan sona bir şiirini bilen kişi
ismini ilk defa duyduğu Hz. Musa’nın babası İmran’dan
sayısının da nesli tükenmek üzere! Maamafih binlerce beyti
içine alan, ‘koca’ bir divana sahip olan “Koca Yunus”tan, iki bahsetmiştir. Bir rivayete göre İmran, Firavun’un
elin parmakları adedince beyit okumuş ya da duymuşsak, hazinedarlığını yapmıştır. Başka bir beyitte ise Firavun’dan
bu bizim için ‘koca’ bir ayıp olsa gerek! ve Firavun’un veziri olan Hâmân’dan söz edip, bunların
cehennemde yanacaklarını söylemiş, cennette de Gılman
Ey okuyucu! Yunus’un sadece bir şiirini örnekleyerek hem ve Rıdvan isimlerinde bekçiler ve hizmetçiler olacağını
onun ilminin derinliğini, sözlerinin vecizliğini keşfedelim hatırlatmıştır:

MAYIS 2010|95
Geh mutî’ olam Hudâ’nun emrine bin cân ile Yunus eski inanışa göre dokuz kat olan feleği dokuz
Geh dönem ‘âsî olam Mûsî olam ‘İmrân olam (200*32) arslana, yedi gezegeni yedi evrene ve dört unsuru (hava-su-
ateş-toprak) dört ejderhaya benzeterek gûya bunlara savaş
Gâh duzahda yanam Firavn’ıla Hâmân’ıla açmıştır. Bu savaşta ünlü destan kahramanı Rüstem de yer
Gâh Cennet’de varam Gılmân’ıla Rıdvân olam (200*14) almaktadır. Rüstem-i Zal, İran’ın meşhur kahramanıdır.
Kahramanlık, kuvvet ve yenilmezliğin semblolü olmuştur.
Yunus bize Davud ve Süleyman Aleyhimüsselam’dan
bahsederek onların kıssalarını hatıra getirir. Bilindiği Bu tokuz arslan u yidi evren ü dört ejdehâ
gibi Hz. Süleyman Hz. Davud’un oğludur ve babası Bunlarunla ceng idem Rüstem olam destân olam (200*24)
vefat edince yerine tahta geçmiştir. Hem padişah hem
peygamber olup, kimseye verilmemiş bir saltanata sahip Hak aşkıyla kendinden geçen, diyar diyar dolaşan tabiri
olmuştur. Bu duruma şöylece telmihte bulunulur: caizse mecnun olan Yunus, dillere destan olan, aşufte
haliyle bilinen Mecnun’a da işaret etmektedir.
Geh varam Dâvud olam çıkam Süleymân tahtına
Geh gine güm-râh olup vaslı koyup hicrân olam (200*33) Bir demî âsûde bir dem gafletile hurd u hâm
Bir demî âşüfte olam Mecnûn olam hayrân olam (200*25)
Yunus, İbrahim Aleyhisselam’ı ateşe attıran Nemrut’u
bize hatırlatmakta ve onun merdud, yani reddedilmiş Birçok şahsiyetten bahseden Yunus, vahdet-i vücud
olduğunu söylemektedir. Aynı beytin ikinci mısrasında ise görüşünde piri sayılabilecek olan Hallac-ı Mansur’u da
Hz. Muhammed (a.s.m)’ın amcasının oğlu ve Hz. Ali’nin unutmamıştır. Malum olduğu üzere Hallac, cezbe halinde
kardeşi olan Hz. Cafer’den bahsetmiştir. Hz. Cafer Mute iken “ene’l-hak” dediği için asılmıştır. Gelecek beyitte de
savaşında şehit olmuştur ve “tayyar” lakabı Hz. Peygamber bu olaya telmih yapılmıştır.
tarafından verilmiştir. Yunus bu duruma da telmihte
bulunmaktadır: Dâr olam girdâr olam ber-dâr olam Mansûr olam
Cân olam hem ten olam hem în olam hem ân olam (200*35)
Gâh bir mechûl olam merdûd olam Nemrûd olam
Geh varam Ca’fer olam tayyâr olam perrân olam (200*16) Peki, Yunus Hallacı unutmaz da, şeyhi Tapduk Emre’yi,
Barak Baba’yı, Tapduk Emre’nin hocası olduğu tahmin
Başka bir beyitte ise birçok ismi arka arkaya sıralar Yunus. edilen Sarı Saltuk’u unutur mu hiç?
Mesela Cercis, Kur’an-ı Kerim’de ismi geçmemekle birlikte
Hz. İsa’dan sonra gelip, onun getirdiği hükümlere uyduğu Yûnus’a Tapdug u Saltug u Barak’dandur nasîb
rivayet edilen bir Peygamberdir. Yetmiş kez öldürülüp, her Çün gönülden cûş kıldı ben niçe pinhân alam (200*41)
öldürüldüğünde tekrar dirildiği de rivayet edilmiştir.
Sonuç olarak; yüzeysel olarak ele aldığımız, sadece
Cercis’in arkasından Calinus’u söyler. Calinus, eski Grekler şahsiyetleri ve telmihleri ön plana çıkararak Yunus’un geniş
döneminde yaşamış, hekimlik üzerine eserler yazmış kültürünü ortaya koymaya çalıştığımız bu şiirden, hatta
ve yazdığı eserler Arapça’ya çevrilerek İslam dünyasını bu şiirdeki sadece 10 beyitten anlaşılıyor ki, Bizim Yunus
etkilemiş bir şahsiyettir. oldukça iyi bir eğitim almış, birçok kültüre hâkim bir
şahsiyettir. Onun her bir şiirinin, her bir beytinin arkasında
Bukrat ise ismi Calinus’la birlikte anılan asıl adı Hipokratis çok derin mana incileri gizlenmiştir. Etrafa saçtığı her bir
olan bir hekimdir. Eski Grekler döneminde İskender’den inciyi özenle toplamamız her halde Yunus’un ruhunu şad
yüz yıl önce yaşadığı söylenir. edecektir…

Lokman, ismi Kur’an’da geçen bir şahsiyettir. Peygamber Yûnus’a sorarısan bu sözleri kandan alur
olup olmadığı konusunda tartışmalar olmakla birlikte Meger ol dîvân-ı ‘ışkun defterinden yâd ider…
büyük çoğunluk onun salih bir kul olduğunu kabul eder.
Hikmet ve hekimliğin piri ve sembolü olarak bilinir.

Kaynakça:
Niçe bir Cercîs ü Bercîs olam u Mirrîh olam
1. TATÇI, Mustafa (2008). Yunus Emre Divanı –Tenkitli Metin-, İst: H
Niçe bir Câlinûs u Bukrât olam Lokmân olam (200*23) Yayınları.
2. TATÇI, Mustafa (2008). Yunus Emre Divanı –İnceleme-, İst: H Yayınları.
3. ÖZÇELİK, Mustafa (2007). Bizim Yunus, Esk: Odunpazarı Belediyesi Yay.

96|MAYIS 2010
Anadolu’nun, Eli Tahta Kılıçlı Bilgesi
Yunus Emre
Yrd. Doç. Dr. Yağmur Say| Anadolu Üniversitesi, Edebiyat Fak.Tarih Bölümü

A
nadolu insanı geçmişte özümsediği birçok “Orucuna güvenme namazuna dayanma
inanç, kültür ve yaşamsal algılardaki tarihsel ve Cümle ta’at tâk olur nâz-ü niyâz içinde
sosyolojik olguları, senkretik çözümlemelerle, Oruç namaz gusül hac hicabdur âşıklara
felsefi, mitolojik ve dinsel bağdaştırmalarla yeni sentezlere Âşık andan münezzeh hassu’l-ı havâs içinde”
ulaşmış ve toplumsal önder kimliklerini yücelterek, inanç
ve kültür alanında onları adeta simgeleştirerek yaşatmayı, Yukarıdaki görüşlerine bakarak Yunus’un İslamı bilmediği
olgu ve simgeleri, yaşam ve inanç biçimi haline getirmeyi, veya İslamî ritüele karşı olduğu söylenemez. O, yüreği
yaşam kozmogonisi için çok daha uygun bulmuştur. temizlemeden, görüntüdeki bir ibadeti eleştirir; Ona göre
inanç olgusunda önemli olan içeriktir, özdür. O’na göre
Anadolu’da gelişen, biçimlenen bütün düşünsel olgu aslolanı; biçimsellikten, özsele dönme, insanın anlamını
ve kurumların açıklanmasında günümüzden geçmişe biçimsel uygulamaların dışında aramadır. Anadoludaki
uzanan uygarlık çizgisini yakalamak, sorunları o çizgi halk inançalarının ve felsefi tasavvufun odağını oluşturan bu
üzerindeki kırılma noktalarına göre değerlendirmek “arayış” ın sevgi (aşk) kavramlarında yoğunlaşması tesadüfi
gerekir. Uygarlıklar alanında insanı anlamaya yönelik bir bir eğilim olmayıp düşünsel bir boşluğun giderilmesi, bir
sorun, bulunduğu yerden başlamaz. Göründüğü alanda açlığı doyuma ulaştırma çabasıdır. Anadolu halk inançları
görünmeyen derinliklere inen kökleri içerir. bir bağdaştırmayı ifade eder. Bu bağdaştırma (senkretizm)
dinsel ve kültürel olduğu kadar etnik unsurların da
Anadolu inanç ve yaşam ikliminin en önemli temel kaynaşmasını, bir olmasını sağlamıştır. İnancın, temelinde
taşlarından ve simgelerinden biri kuşkusuz Yunus’dur. olduğu kadar, ritüelindeki vazgeçilmez araç ve enstrüman
Yunus Emre, içinde bulunduğu ortamı, insanı ve Tanrıyı
da insandır.
realist bir bakış çerçevesinde değerlendirir;
Yunus Emre’de dört temel ögeyi izleyebiliyoruz. Bunlar
“İstediğimi buldum eşkere cân içinde
dil, düşünce, duygu ve yaratıcılıktır. Israrla vurguladığı
Taşra isteyen kendü kendüsi ten içinde”
konular ise sevgi, insan, varlık birliği, Tanrı, yaşama sevinci,
barış, evren, ölüm, yetkinlik, olgunluk, erdem, eli açıklık,
dizeleriyle, kendini bilmenin yine kendine dönmekle, öze
alçakgönüllülük gibi insan özünde odaklaşan olgulardır.
yönelmekle sağlanılabileceği vurgulanır. O’nu bu düşünceye
ulaştıran ögelerin Anadolu kültür ikliminde biçimlendiğini
İnsan sevgi varlığıdır. Barış ve kardeşlik duyguları içinde
unutmamak gerekir. Yine başka bir nefesinde ;
MAYIS 2010|97
bulunması yaşamının temel ögesidir. Ruh, Tanrısaldır. İnsan- Tanrı sevgisinin büyüklüğünden ve birlikteliğinden
Bu nedenle de ölümsüzdür. İçinde yaşanan dünya gelip olsa gerek.
geçicidir. Kalıcılık yalnızca ruhsal varlığa özgüdür. Ruh
gövdeye sonradan gelmiştir. Orada bir süre kalacak Divanının, ölümünden 70-80 yıl sonra düzenlenmiş olması
sonra geldiği Tanrısal kaynağa dönecek, özgürlüğüne, ve koşuklarının sayısının 700’e yakın olması da Anadolu
ölümsüzlüğe kavuşacaktır. Gövde, ruh için bir üzüntü, halkı içinde nice Yunusların varlığına önemli bir ölçüde
sıkıntı, tutsaklık kaynağıdır. Ruh gövdede bulunduğu delâlet eder.
sürece Tanrısal varlığa ölümsüz öze özlem duyar. Ölüm
denen olay gerçekleşince ruhun özlemi sona erer. Varlık O’nun düşüncelerini izleyebildiğimiz şiirlerinde; dil,
“bir” dir. Ayrılık, başkalık “görünüş” tür. İnsan, evren, duygu, yaratıcılık vb. olgular insanın varoluşundan
Tanrı üçlüsü bir bütünlük içerisindedir. Bu bütünlük bedenen yok oluşuna ve daha sonraki yaşamına dair olan
ancak bilinç olgunluğu, gönül arınmışlığı, duygu derinliği bir daireyi oluşturur. İşlediği konular; insan, sevgi, varlık
ile kavranabilir. İnsanı varlığa, ölümsüzlüğe, olgunluğa, birliği, Tanrı, yaşama sevinci, barış, evren, ölüm, yetkinlik,
erdeme ulaştıran bir takım din görevleri, tapınmalar olgunluk, erdem, eli açıklık, alçakgönüllülük vb. olgulardır.
değil, gönül arınmışlığı, içsel olgunluk, anlayış derinliği O’na göre insan; bir sevgi varlığıdır. Barış, hakça bölüşüm
gereklidir. Sevgi, saygı birleştirici, bütünleyici birer ve kardeşlik; insanı insan yapan önemli değerler olup,
öz davranıştır. İnsan olmanın birinci koşulu sevmek, toplumsal bir varlık olan insan; ancak bu toplumsal
saymaktır. Yeryüzünde inanç ayrılıkları barışı bozan, birliktelikle Tanrısal birlikteliğe bu erdemlere sahip olarak
insanları birbirinden uzaklaştıran durumlardır. ulaşabilir.

Yunus toplumsal sorumluluk alanında hep güçsüzün ve Tin (Ruh) Tanrısaldır. Bu nedenle de ölümsüzdür. İçinde
hakları elinden alınmış insanın yanındadır. yaşanan dünya geçicidir. Kalıcılık yalnızca insanda gizli
olan tinsel varlığa özgüdür. Tin, gövdeye sonradan
Anadolu’daki Türkleşme ve İslamlaşma olguları içinde gelmiştir. Orada bir süre kalacak, sonra geldiği Tanrısal
hümanist bir dünya görüşü ile felsefi tasavvufu birleştirebilen, kaynağa dönecek; özgürlüğe ve ölümsüzlüğe kavuşacaktır.
insanı Tanrı ile özümseyip, insanı Tanrılaştırmak yerine, Gövde; tin için bir üzüntü, sıkıntı, tutsaklık kaynağıdır.
Tanrısal özü, insani özde tecelli ettirebilen bir inanç ve Tin; gövdede bulunduğu sürece Tanrısal varlığa; ölümsüz
dünya görüşünü Yunus’ta görüyoruz. öze özlem duyar. Ölüm gerçekleşince tinin özlemi sona
erer.
Yunus Emre’nin gerçek yaşamı ile menakıbi (söylenceye
dair) yaşamı birbiri içine o denli girmiştir ki birini Varlık “bir”dir. Ayrılık, başkalık görüntüdür sadece. İnsan-
diğerinden ayırt etmek artık imkansızlaşmıştır. Halk sufiliği Evren- Tanrı üçlemesi aslında “Bir”dir ve “Bütün”dür. Bu
içinde adeta bu menakıbi, rivayetlere dayanan Yunus’un bütünlük ancak bilinç olgunluğu, gönül arınmışlığı, duygu
kimliği, halkın belleğinde çok daha kalıcı olmuş ve daha derinliği ile kavranabilir. İnsanı, varlığa, ölümsüzlüğe,
büyük izler bırakmıştır. Hatta Anadolu halk edebiyatında olgunluğa, erdeme ulaştıran bir takım dinsel ritüelleri
bugün Yunus’tan değil, Yunuslardan söz etmek gerekir. yapmak değil, gönül arınmışlığı, içsel olgunluk, anlayış ve
kavrayıştaki derinliktir.
Bunun yanında Yunus, birçok farklı dünya görüşüne
sahip insan tarafından da kendi siyasal, sosyal ve ideolojik İnsan olmanın ve Tanrısal irade ve güçle birleşebilmenin
söylemleri için kullanılır olmuştur. Tanrıyı insanda ilk ve en önemli koşulu: “korku” değil; “sevgi”dir.
şekillendirebilen, açıkça tenâsüh ve hulûl inancının önemli
izlerini bulduğumuz Yunus, Anadolu’da Heterodoks O’na göre Tanrısal yaradılış, yoktan var etme değil;
inançların çok daha Sünni, Ortodoks bir Müslümanlık evrendeki tüm değerleri birleştirip bütünlüğe ulaştırmadır.
gösteren, kendini Allaha adamış, dünya nimetlerinden yüz Örneğin; Risaletü’n- Nushiyye’de:
çevirmiş bir sufi olarak da görülmektedir.
“Padişahun hikmeti gör neyledi
Kimi kaynaklarda Anadolu’ya Doğu’dan gelen Türk
Od’u su, toprağı yele söyledi”
oymaklarının birine bağlı olduğu, 1320 yıllarında
Eskişehir’de öldüğü bildirilirse de bu bilgilerin kesinlik
diyerek; toprak, su, ateş ve hava öğelerindeki benzeşmeyi
içermediği âşikardır. Hemen hemen Anadolu’nun birçok
ve birlikteliği vurgular.
yerindeki mezarları, O’nun temsil ettiği hümanizmin ve

98|MAYIS 2010
“Toprağıla suyı bünyâd eyledi dizelerinde temel konu ölüm, ölümsüzlük ve varlığın
Âna Âdem dimeği ad eyledi” birliğinin gücü temalarıdır. O’nun algıladığı sevginin
ölümsüzlüğe götüren bir temel ilke olduğu vurgulanır.
diyerek maddesel birleşimi Tanrısal bir güç ve özle açıklar Başka bir ifadeyle; dirliksenlik, “dirlik- kişilik” olgularında
ki; bu görüş, Anadolu’da hiç de yeni değildir. Platoncularda dile getirilmektedir.
yüzlerce yıl önce bunları söylememişler miydi? Toprak, od, O’nda katı bir din anlayışı, dinsel öğretilere kuru ve şekilci
su, yel gibi dört kurucu öğe; ilkçağ Anadolu düşüncesinin bir yaklaşım görülmediği gibi koşuklarında bu anlayışları
ürettiği kavramlardır. Su; Thales’in, Yel; Anaksimenes’in, da yumuşak ve güleç bir dille eleştirir:
Od; Herakleitos’un, Toprak; Empedokles’in birer
varlık öğesi değil midir? Yunus, bu öğretileri Orta Asya “ Yâ ilâhi gel sual itsen bana
düşünce, yaşam ve inanç sentezleriyle birlikte özümseyip, Cevabım işbudurur anda sana
Anadolu’da yaratılan felsefi tasavvuf kanalı ile birleştirip Ben sana zulmeyledüm itdüm günah
İslami öğelerle süsleyerek “varlık”a ve “bir”e ulaşmak Neyledüm nitdüm sana ey padişah
istemektedir. Gelmedin didün hakuma kem deyü
Toğmadın didün âsâ Âdem deyu
Koşuklarında işlenen temel öğe; insan varlığının Sen ezelde beni âsi yazasın
derinliklerinde yatan öğeye (öz ve ölümsüzlük) Toldurasın âleme âvâzesin
yönelmektir. Ben mi düzdüm beni sen düzdin beni
Pür ayıp niçe getürdin iy gani
“ Yar yüreğimi de bak içinde neler var Gözüm açub gördüğüm zindan içi
İnsan denen varlığı anlamak, kavramak için özüne inmek, iç Nefs-ü hevâ pür tolu şeytan işi
evreninde dolaşmak gerek” Rızkunı yiyüp seni aç mı kodum
Ye yiyüp oynunı muhtaç mı kodum
“Dost senin aşkın okı key katı taşdan geçer Kıl gibi köprü gerersin geç deyu
Aşkına düşen kişi cân ile başdan geçer” Gel seni sen tuzağundan seç deyu
Ya düşer ya dayanur yahut uçar
dizeleriyle insanı, gönüldaşı (dost) anlamanın güçlüğü Kıl gibi köprüden Âdem mi geçer
vurgulanır. Kulların köprü yaparlar hay içün
Hayrı budur kim geçerler seyr içün”
“İşidin ey yârenler aşk bir güneşe benzer
Aşkı olmayan gönül, misâl-i taşa benzer dizelerinde Yunus, Tanrı karşısındaki tutumunu sergiler.
Taş gönülden ne biter dilinde ağı düter Şekilci ve masalcı bir Tanrı algılayışında Tanrıya
Nice yumşak söylese sözü savaşa benzer yüklenilen olumsuz, korkulan Tanrı yerine; sevilen,
Aşk var gönül yanar yumşanur mumu döner sevilmesi ve içselleştirilmesi gereken bir Tanrı özlemi dile
Taş gönüller kararmış sarp katı kışa benzer” getirilmektedir. O’na göre biçimcilik ve şekilcilik anlamsız
olmakla birlikte, kişiyi Tanrıdan uzaklaştırır. Tanrıdan
dizelerinde başlıca tema insandır. İnsanın anlaşılması, iç uzaklaşan kişi kendinden (öz) de uzaklaşacaktır;
evreninin kavranması temel sorundur. O’nda aşk, yüzeysel
bir sevgi sözcüğü değil; Tanrısal özü taşıyan ve bu özü dışarı “Orucuna güvenme namazuna dayanma
çıkarması gereken insanın özüne yönelik bir eğilimdir. Ona Cümle ta’at tâk olur nâz-u niyâz içünde
göre aşk; yaşamın ve evrenin, yaratılmışların ve yaratıcının Oruç, namaz, gusül, hac hicabdur aşıklara”
anlamı, yaşamın devindirici gücüdür.
dizeleri, aynı zamanda çok açık ve keskin bir şekilciliğin
“Ol cân kaçar öliser sen âna cân olasın reddinin ifadesidir. Bu anlayışa göre; ritüeller yapılabilir
Ölmüş gönül dirile andaki sen olasın ancak asli unsurlar olmadan dinsel yaşayış anlamsızdır.
Ölmeklik dirlik ola ölümsüz dirlik bula İnsan, Tanrısal özüne dayanan, insani değerlerin ortaya
Başlu gönül unula merhemi sen olasun çıkarılmasını hedefleyen bir Tanrı algılayışı ve yaşam
Sen olduğın gönüller her dem cânun yeniler sürmelidir. İslam’ın da temel felsefesi ve ana yönelimi olan
Bunlardur ölmeyenler hâkimi sen olasun” “insan-ı kamil” düşüncesi de bu “öz”ün bir ifadesi değil
midir?

MAYIS 2010|99
Ertuğrul SÜER
Mihallıççık Kaymakamı

1947 yılı Yunus


Emre mezarının
nakli töreninin
tertip komitesi

“ Yunus Emre’nin kabri demiryolları kenarındadır. zaman zaman rayların arızalanmasına


neden olur. Kabrn nakli konusunda karar alanır. Mahalli hazırlıklar için Mihallıççık
Kaymakamı Ertuğrul Süer görevlendrilir. Emin Sazak 30 adet kurbanlık koç hibe eder. 150
kişilik mevlid şekeri hazırlanır Kaymakam at ile tören sabahı Sarıköy’e gelir. Ulaşıın çok
kısıtlı olduğu o tarihte uzak iller dahil olmak üzere 10 bin civarınd halk Sarıköy’de toplanır.
Gelenler .. de yanlarında getirir. Kabir açıldığında cesedin bozulmadığı görülür. Alınan kemik
örneği Yunus’un 13. yüzyılda yaşadığını gösterir.

Kaynak: Ertuğrul Süer’den aktaran Kamil Yakan

1947 yılı Yunus Emre


mezarının naklinden görüntü.

100|MAYIS 2010

You might also like