10 Edebi̇yat 21-25 Eylül

You might also like

Download as docx, pdf, or txt
Download as docx, pdf, or txt
You are on page 1of 48

EDEBİYAT- TARİH İLİŞKİSİ (EYLÜL 21-25 )

Sanat geçmişten gelir. Bu yüzden sanatın tarihi vardır. Bilim de öyledir. Buna da bilim tarihi denir. Bunun gibi Kültür tarihi,
Dinler tarihi, Mimarlık Tarihi gibi çeşitli alanlara ait tarihler bulunur. Geçmişten bugüne gelen çeşitli alanlara ait tarihler
birleşerek “Medeniyet Tarihi”ni oluştururlar.

Medeniyet(Uygarlık) Tarihi’ni oluşturan alanlardan biri de “Edebiyat Tarihi”dir. Edebiyat Tarihi, edebi etkinlikleri, edebi
eserleri ele alır ve onların tarih içindeki izini sürer.

EDEBİ DÖNEM Tarih, dönemler halinde ele alınır. Edebiyat da dönemler halinde incelenir. Bir edebi dönem kendi içinde bir
bütündür ve diğer dönemden farklıdır. Bir dönemi, o devre ait hâkim zihniyet belirler. Dönemin hâkim zihniyeti, yazarları ve
onların eserlerini de etkiler. Örneğin İslami Dönem Edebiyatının hâkim zihniyeti İslami zihniyettir. Yani dinsel zihniyettir. Bu
durumda bu döneme ait eserlerin çoğunun dinsel olacağı da açıktır.

Edebiyat tarihi edebi dönemin özelliklerini, o dönemdeki yazarları, edebi eserleri, edebi tür ve biçimleri, dönemin sosyal-
siyasal özelliklerini ele alır ve inceler. Edebiyat tarihini edebiyat tarihçilerimiz hazırlar. Bunlardan birkaçı şunlardır: Fuat
Köprülü, Mehmet Kaplan, Ahmet Hamdi Tanpınar, Nihat Sami Banarlı vb.

TARİH-EDEBİ ESER İLİŞKİSİ Edebi eserler, yazıldıkları dönemin birer aynası gibidir. Tarih gibi kesin olmamakla birlikte
edebi eserler de tarih bilimi için birer belge(vesika) niteliği taşırlar. Ancak tarihle edebiyat arasında bazı farklar da vardır: -
Tarih, sebep-sonuç ilişkisini dikkate alır; edebi eser estetik amaçlarla yazılır. -Tarihte, zaman-mekan ve kişiler gerçek; edebi
eserde kurgusaldır. -Tarihte olaylar zinciri(kronoloji), edebi eserde ise olay örgüsü hâkimdir. -Tarih, öğretici bir dil
kullanırken, edebi eser sanatsal(mecazi) bir dil kullanır.

TÜRK EDEBİYATININ DÖNEMLERE AYRILMASINDAKİ ÖLÇÜTLER

Öncelikle söylemek gerekir ki Türk Edebiyatı bir bütündür. Daha kolay incelemek için dönemlere ayırırz. Edebiyat Tarihi’ni
dönemlere ayırırken de bazı ölçüleri dikkate alıyoruz. Bunlar şunlardır:

1. Dil-lehçe farklılıkları: Her dönemde dil farklıdır. İslamiyet Öncesi dönemde saf bir Türkçe kullanılır. İslami Dönemde ise
Osmanlıca dediğimiz bir dil kullanılır. Tanzimat sonrasında ise dil değişerek bireye özgü bir hal alır. Bu durumda dönemler
oluşurken dil de etkili olmuş olur.

2. Din değişimi: İslamiyet öncesinde Şamanizm, GökTanrı dinleri ile Budizm ve Maniheizm gibi dinler etkili olmuş ve bunlar
edebi eserlere de yansımıştır. İslami dönemde İslamiyet etkili olmuştur. Bu yüzden dönemler oluşturulurken din de dikkate
alınmıştır.

3. Kültür ve Medeniyet değişimi: Türkler Orta Asya’da Konar-Göçer Medeniyet etkisi altında kaldılar. Müslüman olduktan
sonra da Arap ve Fars medeniyetlerinden etkilendiler. Tanzimat’tan sonra ise Batı Medeniyetinden etkilenmişlerdir. Bu durum,
kültür ve medeniyetin edebi dönem oluşturmada önemli etkisi olduğunu gösterir.

4. Coğrafi değişiklikler: Farklı coğrafyalarda farklı Türk Edebiyatları oluşmuştur. Kazak bölgesinde Kazak Edebiyatı, Çağatay
bölgesinde Çağatay Edebiyatı, Karahanlı bölgesinde Karahanlı Edebiyatı oluşmuştur. Biz bunların hepsini Türk Edebiyatı
çerçevesi içinde değerlendiriyoruz. Kısaca özetleyecek olursak;

Edebiyat Tarihi, Medeniyet Tarihinin bir koludur. Medeniyet Tarihi, Bilim-Kültür-Din gibi alanlara ait tarihlerin
birleşmesinden oluşur.
Edebi dönem hâkim bir zihniyetin oluşturduğu dönemdir.
Edebiyat Tarihi, dönemin sosyal-siyasal özelliklerini, edebi eserleri, yazarları ve edebi türlerin gelişimini kapsar.
Edebi eser, tarih bilimi için bir vesika(belge) niteliği taşır.
Türk Edebiyatı dönemlere ayrılırken dört kıstas ele alınır: Dil(lehçe/şive) farklılığı, din farklılığı, kültür ve medeniyet
farklılığı, coğrafya farklılığı.
Türk Edebiyatında üç ana dönem vardır: İslamiyet öncesi Türk Edebiyatı, İslamiyet etkisinde gelişen Türk
Edebiyatı, Batı Etkisinde gelişen Türk Edebiyatı

TÜRK EDEBİYATININ DÖNEMLERİ

İSLAMİYET ÖNCESİ TÜRK EDEBİYATI


Bilinmeyen bir tarihte başlamıştır. İslamiyet'in kabulüne kadar devam ede gelmiştir. Atlı- göçebe kültürünün izlerini
taşımaktadır. Ölüm, yiğitlik, savaş, aşk konuları en çok işlenen konular olarak göze çarpmaktadır. İki koldan gelişmiştir.

SÖZLÜ DÖNEM

1
1. Şaman, kam, baksı, ozan adı verilen sanatçılar tarafından icra edilmiştir. Bu sanatçılar "kopuz"adı verilen bir saz aleti
kullanırlardı.
2. Doğuşu her ne kadar dini törenlere dayansa da zamanla din dışı konular da gelişmiştir.
3. Hece ölçüsü kullanılmıştır.
4. Aşk, doğa, ölüm konuları sık işlenmiştir.
5. Anomin özellik taşımaktadır.
6. Yarım kafiye kullanılmıştır.
7. Koşuk, sav, sagu, destan başlıca ürünleri sayılır.

YAZILI DÖNEM
1. Yazılı edebiyat dönemi, Türklerin GÖKTÜRK alfabesini kullanmasıyla başlayan dönemdir. Daha eskilere ait maalesef
herhangi bir eserimiz yoktur. Tarihi bilinen en eski yazıtımız (mezar taşı): Çoyren (687-692)dir.
2. Tarihimizin ve dilimizin ilk en önemli belgeleri Göktürk Yazıtları (Orhun Kitabeleri)dir.
3. Doğu Göktürklerine aittirler.
4. 725, 732, 735 yıllarında dikilmişlerdir.
5. Vezir Tonyukuk, Bilge Kağan, Kültigin adına dikilmişlerdir.
6. Yollug Tigin adlı bir yazara yazdırmıştır.
7. Öz Türkçe ile yazılmıştır.
8. Türk hakanlarının Göktürkleri nasıl birleştirdiklerini, devleti nasıl idare ettiklerini, gelecek kuşakların ne yapmaları
gerektiğini anlatan bir nutuk (söylev)tur.
9. Aslında birer mezar taşı olarak tasarlanmışlardır.
10. Taşların üç tarafı Göktürk alfabesiyle bir tarafı da Çince yazılmıştır.
11. Eserler şu an Moğolistan sınırları içindedir.
12. Uygur metinleri ise daha çok maniheizm ve Budizm dinlerinin etkisinde gelişti.
13. Sekiz Yükmek, Altun Yaruk, Irk Bitig, Prens Kalyanamkara ve Papamkara Hikayesi...

İSLAMİ DÖNEM TÜRK EDEBİYATI

Divan Edebiyatının Genel Özellikleri


1. Nazım birimi genellikle beyittir ve cümle beyitte tamamlanır. Beyit, cümleye egemendir.
2. Nazım ölçüsü “aruz“dur.
3. Dili Arapça, Farsça, Türkçe karışımı olan Osmanlıcadır.
4. Şiirlerde tam ve zengin uyak kullanılmıştır.
5. Şiirlerin konuyu içeren başlıkları olmadığı için nazım biçimlerine göre adlandırılmışlardır.
6. Klişe bir edebiyattır. Duygu ve düşünceler değişmez sözlerle (Mazmun) anlatılır.
7. Anlatılan şey değil, anlatış biçimi ön plandadır.
8. Soyut bir edebiyattır. İnsan ve doğa gerçekte olduğundan farklı ele alınmıştır.
9. Aydın zümrenin edebiyatıdır. Medrese kültürü hâkimdir. Genellikle saraya ve çevresine seslenir.
10. Sanatlara bolca yer verilmiş, sanat yapmak amaç durumuna gelmiştir.
11. Ulusal bir edebiyat olmayıp dinin etkisiyle şekillenmiştir. Arap ve İran edebiyatının etkisi çok fazladır.
12. Şiirde daha çok aşk, sevgili, içki, din ve kadercilik gibi konular işlenmiştir.
13. Nazım ön planda tutulmuş, nesre pek az yer verilmiştir.

Halk Edebiyatının Genel Özellikleri


1. Halk Edebiyatı, sözlü edebiyatın uzantısıdır. 
2. Halkın yarattığı sözlü eserlerden oluşur.
3. Dil, biçim, konular, duyarlıklar bakımından halk kültürüne sıkı sıkıya bağlıdır.
4. Ölçü hece, nazım birimi dörtlük, dil Türkçe'dir.
5. Türklerin Anadolu’ya geldikten sonra edebiyatları 3 gruba ayrılmıştır; Anonim, Aşık, Tekke.

BATI ETKİSİNDE TÜRK EDEBİYATI

1. 1850 yıllarından günümüze kadar sürer.


2. Amacı, metod bakımından Batılı, öz ve ruh bakımından milli bir edebiyat yaratmaktır.
3. Türk toplumundaki esaslı değişmeleri , fikir ve yenilik hareketlerini yansıtır.

2
3
TÜRKLERİN KULLANDIĞI ALFABELER

Göktürk (Orhun) Alfabesi

Göktürk alfabesi, Türklerin kesin olarak kullandıkları bilinen ilk alfabe olarak kayıtlarda yer almaktadır. Göktürk alfabesi, 7.
Yüzyıl’dan başlamış ve Karahanlılar dönemine kadar devamlı kullanılmıştır. Yaklaşık olarak 5 yüzyıl kullanılan bu alfabenin
en güzel örnekleri Orhun Yazıtları olarak karşımıza çıkar. Orhun Yazıtlarının kağıt üzerinde kullanıldığı en iyi örnek ise Irk
Bitig adlı eserdir.

Göktürkler döneminde yaygınlaşan bu alfabe, yazıtlar haricinde yazma eserlerinde de kullanılmıştır. Bunu kanıtlayan en güzel
örnekler ise Doğu Türkistan Yazmalarıdır. Göktürk alfabesinin Uygular döneminde de bir süre kullanıldığı bilinmektedir.
Yakın zamanda bulunan Taryat Yazıtı ve 760 yılında dikilen Şine-Usu yazıtı bunu kanıtlamaktadır. Göktürk alfabesi bazı
değişikliklere maruz kalarak Peçenekler, Bulgarlar, Sekeller ve Hazarlar tarafından da kullanılmıştır.

Uygur Alfabesi

Göktürk Devleti’nin 744 yılında sona ermesi ile yerlerine geçen Uygurlar dönemi, gelişme ve kültürel etkinlikler açısından
Türk tarihinin (İslam öncesi) en parlak dönemini kapsamaktadır. İran, Çin ve Hint kültürlerinin de etkileriyle birlikte kültür
yaşamına hareketlilik, renk ve öncelik getiren Uygular, matbaa ve kağıdı da kullanmışlardır. Bu dönemde Göktürk yazısını
bırakmışlar ve kendilerine has bir alfabe oluşturmuşlardır. Uygur alfabesi Soğd kökenlidir ve uğradığı bazı değişikliklerle
Türkçeye uygulanmıştır. Uygur alfabesinin tam olarak ne zaman kullanılmaya başlandığı net olarak bilinmemektedir. Bu
konuyla ilgili olarak bilinen şey, Uygur yazısı ile yazılan en eski metinlerin 9. Yüzyıl sonlarına ait olduğudur. Buna rağmen,
Uygurların siyasi varlıklarını kaybetmelerinden sonra da bu alfabe uzun süre kullanılmıştır.Türklerin İslam’a geçmeleri ve
Arap kökenli bir alfabenin kabul edilmesinden sonra da Kırım ve Türkistan’daki Türk devletlerinde Uygur alfabesinin varlığı
4
devam etmiştir. Bazı değişikliklerle Türkçeye uygulanan ve 18 harf bulunan Uygur alfabesinin ne zaman kullanılmaya
başlandığı net olarak bilinmiyor. Bu alfabedeki harflerin üç tanesi ünlü, 15 tanesi ise ünsüzdür. Sağdan sola ve yukarıdan
aşağıya yazılan Uygur alfabesinde “Z” harfi dışındaki bütün harfler bitiştirilerek yazılmaktadır.

Arap Alfabesi

İslam dininin yayıldığı tüm coğrafyada benimsenen ve Latin alfabesinin ardından dünyada yazı dili olarak en fazla kullanılan
alfabedir. Sağdan sola doğru yazılan Arap alfabesinde 28 ünlü harf bulunur ve bunların 22’si Sami alfabesinden geçerek
değişikliğe uğramıştır. Geriye kalan 6 ünsüz harf ise tamamen Arapçaya özgü harflerdir. Osmanlıcada Arap harflerinin dışında
Farsçada bulunan “ç” ve “p” harfleri de kullanılmıştır.

Latin (Türk) Alfabesi

Latin alfabesi olarak adlandırılan alfabe, aslında günümüzde Türkiye Türkçesini yazarken kullandığımız alfabedir. Latin
alfabesi denmesinin sebebi, bu alfabenin harf devrimi döneminde Latin kökenli batı harfleri kullanılarak oluşturulmuş
olmasıdır. Osmanlılar zamanında kullanılan Osmanlı yani Arap alfabesinin Türkçeyi olumsuz etkilediği ve gerilemesine neden
olduğu bir gerçektir. Bunun nedeni ise; Arap harflerinin Türkçenin ses yapısına uygun olmamasıdır. Bundan dolayı Türkçe ses
yapısına uygun bir alfabe olan Latin alfabesi, bazı değişikliklere uğramış, ekleme ve çıkarmalar da yapılarak Türkçeye
uyarlanmıştır. Ulu Önder Atatürk’ün liderliğinde yapılan çalışmalar neticesinde, 29 harften oluşan Türk alfabesi ortaya
çıkarılmıştır.

5
Kiril Alfabesi

Kiril alfabesi, Slav dili yazılarında kullanılan bir alfabedir. Ortadoks rahipleri olan Metodius ve Kiril’den adını almasına
rağmen, Kiril alfabesini gerçekten onların geliştirdiğine dair net bir bilgi bulunmamaktadır. Kiril alfabesi, Türklere zorla kabul
ettirilen bir alfabe özelliği taşımaktadır. Azerbaycan, Kırgızistan, Özbekistan, Türkmenistan ve Kazakistan gibi günümüzde
bağımsız Türk devleti olan bu ülkelerde, Sovyet Rusya’sı zamanında yaşamakta olan Türklerin Rus yani Kiril alfabesini
kullanmaları zorunlu bir hale getirilmiştir. Kiril alfabesini kullanmak zorunluluğunda olan Türklere, ayrıca kendi dillerinde de
değişiklikler yapmaları yönünde baskı uygulanmıştır. Stalin, yazı dilinin Rusçaya yakınlaşması için türlü oyunlar yapmış ve
günümüz Türk dünyası arasındaki gerginlik ve kopukluğun temel nedenlerinden biri olmuştur. Türk tarihinde yaklaşık 23
farklı konuşma ve yazı dili olmasının tek sebebi, Kiril alfabesi ve dolayısıyla Ruslardır.

FİİLLER ( ANLAMINA GÖRE- FİİLDE ZAMAN VE KİP- ANLAM KAYMASI)

FİİLLER (EYLEMLER)
Bir oluşu, bir durumu veya bir kılışı kip ve kişiye bağlayarak anlatan sözcüklere denir.

*Geldi——— gelmedi ,gelmek

Fiiller, anlattıkları hareketin niteliğine göre değişik özellikler gösterir.Bunları üç grupta inceleyebiliriz:

a) İş (Kılış) fiilleri
Eğer bir fiil geçişli ise (yani ‘neyi’, ‘kimi’ sorularını sorabiliyorsak) kılış fiilidir.
*Kırmak, atmak, dikmek, içmek, ezmek, delmek, yolmak, dizmek…. Öyleyse bu fiiller geçişlidir ve geçişli olduğu için de
kılış fiilidir.

b)Durum fiilleri
Fiil, öznenin kendi iradesinde yani kendi isteği ile gerçekleşiyorsa ve fiil bir hareket ifade ediyorsa o fiil durum fiilidir.
*Yürümek, oturmak, gitmek, çıkmak,ağlamak… Görüldüğü gibi yukarıdaki fiiller , bir hareket bildirmektedir ve bu
hareket kişinin kendi isteğiyle gerçekleşmektedir bu yüzden yukarıdaki fiiller durum fiilleridir.

c)Oluş fiilleri
Fiil, öznenin kendi iradesi dışında geçirdiği değişimi anlatıyorsa ve bir hareket bildirmiyorsa o fiil oluş fiilidir.
*Sararmak , yaşlanmak, uzamak, paslanmak, büyümek, solmak, acıkmak… Bir hareket olmadığı için ve eylem öznenin kendi
isteği dışında gerçekleştiği için bu fiiller oluş fiilidir.

Not: Durum fiilleri de oluş fiilleri de geçişsiz fiillerdir.

FİİLDE KİP: Kipler, haber (bildirme) ve dilek (isteme) kipleri olmak üzere ikiye ayrılır.

6
a)Haber Kipleri: Zaman eklerinin hepsine birden haber kipleri denir.Haber kipleri şunlardır:

1)Öğrenilen(duyulan) (miş’li) Geçmiş Zaman: Fiillere –miş ,-mış, -muş,-müş ekleri getirilerek sağlanır.Bu eylemler daha
çok başkasından duyulma, aktarılma anlamı taşırlar. Bazen de farkında olmadan yapılma bildirir.
*Evleri yanmış.(başkasından duyma)
*Seni sormuşlar. (başkasından duyma)
*Aaa ! çorabım kaçmış. (sonradan farkına varma)
*Mutfakta elimi kesmişim. (sonradan farkında olma)

*Bu solmuş elbiseleri giymemelisin.(sıfat fiil eki)

2)Görülen (di’li) Geçmiş Zaman: Eylemlere “dı,di,du,dü,tı,ti,tu,tü” ekleri getirilerek yapılır. Anlatan kişi harekete bizzat
tanık olmuştur, eylemi görmüştür.
*Evleri yandı.
*Hep birlikte geziye gittik.
*Sınavı kazanabileceğini söyledi.
*Kalbim Ege’de kaldı.
*Beraber yürüdük bu sahillerde.

*Burada her zaman tanıdık insanlara rastlayabilirsiniz.(sıfat-fiil eki)

3)Şimdiki Zaman: Eyleme –yor eki getirilerek yapılır.Eylem ile anlatış aynı zamanda gerçekleşir.
*Ders çalışıyorum.
*Ne diyor?
*Çocuklar yine kavga ediyor.

Not: -makta,-mekte eki de fiile şimdiki zaman anlamı katar.


*Bir soğuk yatakta büzülmekteyim.
*Lütfen sessiz olun şu an ders çalışmaktayım.

4)Geniş Zaman: Eylemlere –r, -ar, -er ekleri getirilerek yapılır.


*Senden sana sığınırım.
*Her sabah yürürüm.
*Bu yolun sonu nereye çıkar?

*Hep böyle güler yüzlü müsün? (sıfat-fiil eki)

Not: Geniş zamanın olumsuzu –mez, -maz’dır. Ancak 1.tekil ve 1.çoğul çekimlerde –me ,-ma şeklini alır.
*Gelmezsiniz ___ gelirsin *gelmem____gelirim

5)Gelecek Zaman: Eylemlere –ecek , -acak eki getirilerek yapılır.


*Sana olan aşkımı haykıracağım.
*Gelecek de bir gün gelecek.
*Okuyacak da adam olacak.
*Açacak nerede? (sıfat fiil eki)

b)Dilek Kipleri: Fiilin gerçekleşmesini ya da gerçekleşmemesini dilek,istek,gereklilik veya emir kavramları içerisinde veren
kiplerdir. Bunlar haber kipleri gibi belirli bir zaman anlamı taşımazlar.

1)Dilek-şart kipi: Fiillerin kök ya da gövdelerine –se ,-sa eki getirilerek yapılır.Dilek- şart kipi cümleye bazen ‘şart(koşul)’
anlamı katarken bazen de ‘dilek’ anlamı katar.
*Ah şu sınavı bir kazansam!
*Sana olan duygularımı açıkça bir söyleyebilsem!
*Çalışırsan kazanırsın.
*Yaramazlık yaparsan bir daha seni getirmem.

2)İstek kipi: Fiil kök ya da gövdelerine –e, -a, -ayım, -eyim, -alım, -elim getirilerek yapılır.
*Sana duyduklarımı anlatayım
*Seninle yine görüşelim.
*Bunu böyle bilesin

3)Gereklilik Kipi: Fiil kök ya da gövdelerine –meli,-malı getirilerek oluşturulur.


*Bu deneme sınavında birinci olmalıyım.

7
*Bu sorunun bir çözüm yolu olmalı.
*Şimdiye eve varmış olmalı. (olasılık, ihtimal)

4)Emir Kipi:Eylemin gösterdiği hareketin emir biçiminde yapılması gerektiğini ifade eder.
*Söyle yanıma gelsin.(3.tekil kişi emir eki)
*İçeri buyrunuz. (2. coğul ya da saygı için 2.tekil kişi emir eki)
*Lütfen işlerinizi iyi yapınız. (2.çoğul kişi emir eki)
*Çeneni kapa. (2.tekil kişi emir eki)
*Beni beklesinler (3.çoğul kişi emir eki)

Not: Emir ekleri ile şahıs eklerini birbiri ile karıştırmamak gerekir.Şahıs ekleri hiçbir zaman fiilin üzerine direkt olarak gelmez;
ancak bir kip ekinden sonra gelebilir.Emir ekleri ise fiilin üzerine direkt olarak gelir.
*Geliyorsun ,gitmelisin (şahıs eki)
*Gelsin ,gitsin (emir eki)

Şahıs Ekleri
ben koştu-m biz koştu-k
sen koştu-n siz koştu-nuz
o koştu onlar koştu-lar

FİİLLERDE BİRLEŞİK ZAMAN: Fiillere kip eklerinden sonra –idi ,-imiş, -ise ekeylemlerinden biri getirilerek
yapılır.Kısacası, iki kip ekinin üst üste gelmesi durumudur.
*Yüzüme bu türlü bakmayacaktın. (Gelecek zamanın hikayesi)
*Gözünden akan bir damla yağmur olsaydım.(Şart kipinin hikayesi)
*Sen de gelecekmişsin.(Gelecek zamanın rivayeti)
*Bunu daha önce yapmalıymışım. (Gereklilik kipinin rivayeti)
*Bu konuyu anlarsanız netleriniz de artar. (Geniş zamanın şartı)
*Gülüyorsam mutlu olduğumdan değildir. (Şimdiki zamanın şartı)
*Bu köyde iki genç yaşarmış.(Geniş zamanın rivayeti)

FİİLLERDE ANLAM (KİP,ZAMAN) KAYMASI: Fiil çekimlerinde kullanılan kip ve zaman ekleri her zaman kendi
anlamlarında kullanılmazlar.Bu ekler birbirlerinin yerlerine de geçebilir. İşte bir zaman kipi ya da bir dilek kipi başka bir kipin
yerine kullanılmışsa burada bir zaman (anlam , kip) kayması var demektir.
*Derslerime her hafta düzenli olarak çalışıyorum.
*Arkadaşlar, bundan sonra daha yoğun bir şekilde çalışıyoruz.
*Fatih, o yıllarda pek çok sefer yapar.
*Soruları sonra çözersiniz.
*Mektubu yarın alır.
*Bütün bu soruları çözeceksin.
*Eser Selçuklulardan kalma olacak.
*Sabahları, erken kalkmayı seviyorum.
*Allah’ım bize yardım et.

8
EDEBİYAT 10 (EKİM 1. HAFTA 3 DERS)

FİİLLER İş, Oluş, Kılış, Hareket bildiren kelimelerdir.


Fiil Çekim Ekleri: Kip,Kişi, Olumsuzluk, Soru

EK-FİİL (EK-EYLEM)
Ekfiil “i” fiilidir tek başına bir anlamı yoktur.Ekfiilin iki görevi vardır:
1)İsim ve isim soylu kelimelere gelerek bu kelimelerin cümlede yüklem olmasını sağlar.(O iyi bir öğrenciydi.)
2)Çekimlenmiş fiillere gelerek birleşik zamanlı fiiller yapar. (Koşuyordum)

“-imek” dört basit çekimi vardır. Basit çekimli durumlarda sadece isim soylu sözcüklerde bulunur.

1)Bilinen Geçmiş Zaman(idi): Çalışkandım (çalışkan idim) ,çalışkandın ,çalışkandı ,çalışkandık, çalışkandınız,çalışkandılar

Ekfiil sadece isme değil edata ,zamire,sıfata, tamlamalara da gelebilir.


*İşte tüm bunları yapan oydu. (o idi) (ekfiil zamire eklenmiştir)
*Bu yaptıklarım senin içindi.(için idi) (ekfiil edata eklenmiştir)

2) Öğrenilen Geçmiş Zaman (imiş): İşçiymişim (işçi imişim) ,işçiymişsin,işçiymiş,işçiymişiz, işçiymişsiniz, işçiymişler

3)Şart Kipi (ise): Öğretmensem (öğretmen isem) ,öğretmensen ,öğretmense ,öğretmensek ,öğretmenseniz, öğretmenseler

4)Geniş Zaman: Ekfiilin geniş zamanında “i” fiili bugün tamamen düşmüştür.Ekfiilin geniş zaman ekleri sadece isme
gelir.Çekimi şu şekildedir:
*İyiyim ,iyisin ,iyi(dir),iyiyiz,iyisiniz,iyidirler

Ekfiilin olumsuzu “değil”dir.Ekfiili bulmak için isme “değil” ekleriz.


*Öğrenciyim ———- öğrenci değilim.

Önemli Uyarı: Ekfiilin geniş zamanına şekilce benzeyen diğer eklerle ekfiilin geniş zamanı karıştırılmamalıdır:
*Geliyorum (şahıs eki)
*Hastayım (ekfiilin geniş zamanı)
*Babam (iyelik eki)
*Babayım (ekfiilin geniş zamanı)
*Ölüm (Fiilden isim yapım eki)
*Benim kardeşim [tamlayan (ilgi) eki]
*Sen ne kadar güzelsin. (Ekfiilin geniş zamanı)
*Sen yine bana döneceksin. (şahıs eki)

YAPILARINA GÖRE FİİLLER:


Yapılarına göre fiiller üç grupta incelenir.

A) Basit Fiiller:
Hiçbir yapım eki almamış fiillerdir. Fiil köklerine gelen çekim ekleri (zaman, şahıs) fiilin anlamını değiştirmediğinden böyle
fiillere de basit fiil denir.
* Durmuş bir saat de günde iki kez doğruyu gösterir.
* Güzel söz söyleyebilmek için güzel düşünmek gerekir.
* Dostluk bir şemsiyeye benzer.İnsan onları ancak kötü havalarda ister.
* İstediğim her şeyi yaptım; çünkü yapamayacağımı düşündüğüm şeyi istedim.
* Büyük adam büyük olduğunu; büyüklüğün küçüklük olduğunu bilir.

B) Türemiş (Gövde) Fiiller:


Yapım eki almış fiillerdir. Türkçede fiil türetmenin iki yolu vardır:
1) İsim kök ya da gövdelerinden fiil türetme:
* güzel-leş *sarı-ar *ışıl-da *göz-le
*az-al *ben-imse *ince-l *düz-el
*su- sa * sivri-l *yaş-a * kan-a

2) Fiilden fiil türetme:

9
* sev-in *çık-ar * kız-ış *bak-ış
* öl-dür * taşı-t *at-ıl *kan-dır *koş-tur kavşak / kavuş+ak

C) BİRLEŞİK FİİLLER:
En az iki sözcüğün birleşmesiyle oluşan fiillerdir. Üç grupta incelenir:

A) Anlamca Kaynaşmış Birleşik Fiiller:


Bir isimle bir fiilin anlam yönünden birleşip kaynaşmasıyla oluşur. Bu sözcüklerden biri ya da ikisi gerçek anlamını yitirir.
Deyimlerin çoğu bu türe örnektir.
* Sen kimsin ki bana kafa tutuyorsun?
* Bu tehditlerinle gözümü korkutamazsın.
* Annemin yemekleri hoşuna gitti mi?
* Odasında kitaplarına göz atıyordu.
* Adama laf anlatmaktan dilimde tüy bitti.
* Konuşulanlara ben de kulak kabarttım.
* İş için yüzlerce kişi başvurmuştu.

B) Yardımcı Fiillerle Yapılan Birleşik Fiiller:


İsim soylu bir sözcüğün üzerine –et , -ol , -kıl , -eyle gibi yardımcı eylemler getirilerek yapılır.
* Seven bu gönül seni asla terk etmeyecek.
* Hayat uykuyla uyanıklık arasında raks eder.
* Bu usanç duyan gözlerim bir şeyde karar kıldı.
* Seyreyleyelim mehtabı yıldızların altında.

UYARI 1: Bu türle yapılan birleşik fiilin isim kısmında bir ünlü düşmesi ya da bir ünsüz türemesi varsa birleşik fiil
bitişik yazılır.
* Akşamı seyredeyim senin bakışlarında.
* Benliğime hakim olur bir deli rüzgar.
* Bir gün yeniden bana döneceğini hissediyorum.
* Ama dönsen de seni asla affetmeyeceğim.
* Sabreden derviş muradına ermiş.

UYARI 2 : Et- , ol- yardımcı eylemleri tek başına bir anlam taşıyorsa ve önündeki isimle kaynaşmamışsa kendi
görevinde kullanılmış demektir yani asıl fiildir.
* Ben ettim sen etme.
* Köyümüzde şimdi kirazlar olmuştur.
* Elindeki gömlek ancak beş milyon lira eder.
* Boş zamanlarımda kütüphanede olurum.

C) Özel Kurallı Bileşik Fiiller:


İki fiilin birleşmesi yoluyla oluşur. Tamamı bitişik yazılır. Dört grupta incelenir:

1) Yeterlilik Fiili ( fiil + e bil-) :


Cümleye gücü yetme ve olasılık anlamı katar.Fiilin üzerine -e bilmek getirilerek oluşturulur.
* Okula geç kalırsam öğretmenim kızabilir. (o)
* Bu genç yaşımda ölebilirim (o)
*En güzel şiirlerimi söylemeden gidebilirim buralardan (o)
* Bir gece ansızın gelebilirim. (o)
* Sevinçten kapında bayılabilirim.
* Sınıfı geçebilirim (g.y)

UYARI: Yeterlilik fiilinin olumsuzunda bil– fiili düşer. Fiilin üzerine –ama , -eme getirilerek yapılır.
* Yapabilirim > yapamam. (yeterlilik birleşik fiilinin olumsuzu)
* yaparım > yapmam ( geniş zamanın olumsuzu)
* Görebilirsin > göremezsin (yeterlilik birleşik fiilinin olumsuzu)
* Atamam kendimi mavi denize dünya güzel. (atabilirim: yeterlilik birleşik fiilinin olumsuzu)

2. Tezlik Birleşik Fiili: (Fiil+iver-):


Cümleye tezlik çabukluk anlamı katar.
* Uzanıp tutuver elimi ne olur geri dön.
* Akşamın derin kızıllığında kayboluverdim.
* Uzanıverse gövdem taşlara boydan boya.

10
* Polisler kaçan hırsızı yakalayıverdi.
* Annesini görünce yanına koşuverdi.

3. Süreklilik Birleşik Fiili (fiil+ edur, kal, gel):


Cümleye devam etme, süreklilik anlamı katar.
* Bu hikaye yıllardır süregelir.
* Televizyonun karşısında uyuyakalmışım.
* Gidedursun turnalar, gurbet ellere.
* Listede ismimi göremeyince listeye bakakaldım.

4. Yaklaşma Fiili (fiil+ eyaz) :


Eylemin gerçekleşmesine çok az bir zaman kaldığını ifade eder.Az kalsın olacaktı anlamı verir.
* Kaldırımda yürürken düşeyazdım.
* Onu karşımda görünce korkudan öleyazdım.

HİKÂYE (ÖYKÜ) 2 DERS


Yaşanmış ya da yaşanabilecek şekilde tasarlanmış olayları kişilere bağlı olarak belli bir yer ve zaman içinde anlatan türe öykü
diyoruz.
Öyküye bugünkü anlamda ilk edebi kimlik kazandıran İtalyan yazar Boccacio’dur. XVI. Yüzyılda yazdığı “Decameron” adlı
eseriyle ilk öykü örneğini vermiştir.

Dünya öykücülüğünde iki öykü biçimi hâkimdir. Bunlar:

Maupassant Biçimi: Öyküde asıl olan "olay"dır. Okuyucunun öyküyü şöyle ya da böyle yorumlamasına imkân verilmez.
Çünkü öyküdeki olay, mantıklı bir seyir hâlinde takip eder. Kişilerin portreleri, özenle ve ayrıntılı olarak çizilir.

Çehov Biçimi: Öyküde asıl olan "olay" değildir. Öykü, sona erdiği zaman her şey bitmiş değildir. Öykü, asıl bundan sonra
başlıyor demektir. Zira kişiler tamamıyla tanıtılmadığı, olaylarda kesinlik hâkim olmadığı için okuyucunun hayal kurması
devamlı hareket hâlindedir ve kendine göre yorumlar yapmaya uygundur.

HİKÂYENİN UNSURLARI
a) OLAY: Öyküde üzerinde söz söylenen yaşantı ya da durumdur
b) KİŞİLER: Olayın oluşmasında etkili olan ya da olayı yaşayan insanlardır.
c) YER: Olayın yaşandığı çevre veya mekândır.
d) ZAMAN: Olayın yaşandığı dönem, an mevsim ya da gündür.
e) DİL VE ANLATIM: Öykünün dili açık, akıcı ve günlük konuşma dilinden farklı olarak, etkili sözcük, deyim atasözü ve
tamlamalarla zenginleştirilmiş güzel bir dil olmalıdır.

ANLATIM: İki şekilde olur Öykü kahramanlarından birinin ağzından yapılan anlatım “öyküde birinci kişili anlatım”; yazarın
ağzından anlatılanlar “öyküde üçüncü kişili anlatım”

HİKÂYEDE PLÂN:
Öykünün planı da diğer yazı türlerinde olduğu gibi üç bölümden oluşur; ancak bu bölümlerin adları farklıdır. Bunlar:
a) SERİM: Öykünün giriş bölümüdür. Bu bölümde olayın geçtiği çevre, kişiler tanıtılarak ana olaya giriş yapılır.
b) DÜĞÜM: Öykünün bütün yönleriyle anlatıldığı en geniş bölümdür.
c) ÇÖZÜM: Öykünün sonuç bölümü olup merakın bir sonuca bağlanarak giderildiği bölümdür.

Ancak bütün öykülerde bu plân uygulanmaz, bazı öykülerde başlangıç ve sonuç bölümü yoktur. Bu bölümler okuyucu
tarafından tamamlanır.

HİKÂYE ÇEŞİTLERİ
A) OLAY (KLASİK VAK’A) HİKÂYESİ: Bir olayı ele alarak, serim, düğüm, çözüm plânıyla anlatıp bir sonuca bağlayan
öykülerdir. Kahramanlar ve çevrenin tasvirine yer verilir Bir fikir verilmeye çalışılır; okuyucuda merak ve heyecan uyandırılır.
Bu tür, Fransız yazar Guy de Maupassant (Guy dö Mopasan) tarafından yaygınlaştırıldığı için “Maupassant Tarzı Öykü” de
denir
Bu tarzın bizdeki en önemli temsilcileri: Ömer Seyfettin, Refik Halit Karay, Hüseyin Rahmi Gürpınar ve Reşat Nuri
Güntekin’dir.

B) DURUM (KESİT) HİKÂYESİ: Bir olayı değil günlük yaşamın her hangi bir kesitini ele alıp anlatan öykülerdir Serim,
düğüm, çözüm planına uyulmaz Belli bir sonucu da yoktur. Merak ve heyecandan çok duygu ve hayallere yer verilir; fikre
önem verilmez, kişiler kendi doğal ortamlarında hissettirilir. Olayların ve durumların akışı okuyucunun hayal gücüne bırakılır.
Bu tarzın dünya edebiyatında ilk temsilcisi Rus yazar Anton Çehov olduğu için “Çehov Tarzı Öykü” de denir.

11
Bizdeki en güçlü temsilcileri: Sait Faik Abasıyanık, Memduh Şevket Esendal ve Tarık Buğra’dır.

EDEBİYAT 10 (EKİM 2. HAFTA 5 DERS)

1.DEDE KORKUT HİKAYELERİ (2 DERS)

Dede Korkut öyküleri, Oğuz Türklerinin 9-11. yüzyıllardaki yaşayışları, inançları ve toplumları hakkında önemli ipuçları
içerir. Oğuz Türklerini, onların inanışlarını, yaşayışlarını, gelenek ve göreneklerini, yiğitliklerini, sağlam karakteri ve ahlâkını,
ruh enginliğini, saf, arı-duru bir Türkçe ile dile getirir. Destanlarındaki şiirlerinde, çalınan kopuzların kıvrak ritmi, yanık havası
vardır. Dede Korkut, Türk sözlü edebiyatının önemli öğelerindendir. Destanları uzun süre boyunca sözlü aktarılmış,
Akkoyunlular Devleti zamanında (1378-1508) yazıya dökülmüştür. Yazılan Türk Destanları'nın iki orijinal kopyası vardır. Bu
kopyalardan biri Almanya'da Dresden'de öteki ise Vatikan'dadır.

Destan özellikli pek çok halk kahramanının mücadeleleri anlatılan Dede Korkut hikâyelerinde; güzel ve hikmetli sözler,
Türklerin tarihine ait rivayetler, han ve beyler hakkında methiyeler, Türk töresine ait pek çok konular işlenerek, iyilere övgü
kötülere eleştiri vardır.

Dede Korkut Kitabında (Dede Korkut Ala Lisan-i Taife-i Oğuz Han - Oğuzların Diliyle Dede Korkut Kitabı) 12 destan
özellikli hikâye yer alır ve bu kitap, İslâm öncesi ve sonrasında Türklerin yaşayışını, dilini, tarihini, edebiyatını ve kültürünü
içerir. Akıcı ve halkın kullandığı Türkçe ile yazılmış olan bu kitap; gerçek bir şaheserdir. Kitapta, "Dede" ve "Ata" olarak
geçen ve "Korkut Ata" olarak da bilinen Dede Korkut, Türkmen, Kazak, Özbek ve Karakalpak boyları arasında bu adlarla
bilinmektedir. Türk dünyasının bilge atası olan Dede Korkut ve onun hikâyelerinde; Türk toplumunun savaşları ve barışları ile
birlikte, aile ve eğitim yapısıyla üstün ahlâk ve karakter sağlamlığına dikkati çeker. Türk milletiyle özdeşleşmiş olan doğruluk,
sözünde durmak, mukaddes değerler uğruna ölmek gibi çeşitli karakterler, hikâyelerin ana temasıdır.

Dede Korkut hikâyelerinde özellikle göçebe Oğuz Türklerinin tabiat şartlarına karşı dirençleri, düşmanlarına karşı sürekli
üstünlüğü ve birlik şuurundan doğan kuvvetlilikleri dikkati çeker. Korkut Ata olarak saygı gören Dede Korkutun hikâyeleri
yaşlı ve bilginlere büyük değer verildiğini de göstermesi açısından, son derece önemlidir.

Türk ve dünya edebiyatının şaheserleri arasına giren ve çeşitli tarihî filmlere de konu olan Dede Korkut Hikâyeleri, insani ve
yaşadığı dünyayı tüm özellikleriyle ele almıştır.

Dede Korkutun yaygınlıkla bilinen hikâyeleri şunlardır:


1-Dirse Han Oğlu Boğaç Han
2-Salur Kazanın Evinin Yağmalanması
3-Kam Büre Beg Oğlu Bamsi Beyrek
4-Kazan Beg Oğlu Uraz Beg'in Tutsak Olması
5-Duha Koca Oğlu Deli Dumrul
6-Kanlı Koca Oğlu Kan Turali
7-Kadılık Koca Oğlu Yegenek
8-Basatın Tepegöz'ü Öldürmesi
9-Begel Oğlu Emren
10-Usun Koca Oğlu Seğrek
11-Salur Kazanın Tutsak Olması
12-Dış Oğuz'un iç Oguz'a İsyanı

SÖZLÜ EDEBİYAT DÖNEMİNİN ÖZELLİKLERİNİN ESERLERDE İNCELENMESİ (1 DERS)

SAVLAR (1 DERS)
Sav, İslamiyet öncesi Türk edebiyatında atasözünün karşılığıdır.
Bir düşünceyi, bir deneyimi, bir öğüdü, en az sözcükle kısaca anlatan kalıplardır. Biçim olarak bir düz yazı tümcesi veya bir
şiir dizesi gibi olabilirler.
İslamiyet öncesi Türk edebiyatına ait savların kimileri küçük ses değişiklikleriyle, Türkçede bugün de yaşamaktadır. 

Eski Türkçe İle Türkiye Türkçesi İle

1. Aç ne yimes, tok ne times. 1. Aç ne yemez, tok ne demez.


2. Alın arslan tutar, küçin sıçgan tutmas. 2. Al (Hile) ile aslan tutulur, güç ile sıçan tutulmaz.
3. Bir karga birle kış kelmes. 3. Bir karga ile kış gelmez.

12
4. Böri koşnısın yimes. 4. Kurt komşusunu yemez.
5. Ermegüke bulıt yük bolır. 5. Tembele bulut yük olur.
6. Efdeki buzagı öküz bolmas. 6. Evdeki buzağı öküz olmaz.
7. İt ısırmaz, at tepmes time. 7. İt ısırmaz, at tepmez deme.
8. Tag taga kavuşmas, kiş kişike kavuşur. 8. Dağ dağa kavuşmaz, kişi kişiye kavuşur.
9. Yılan kendi egrisin bilmes, tefi boynın eğritir. 9. Yılan kendi eğrisini bilmez, deve boynun eğri der.
10. Kanıg kan bile yumas. 10. Kanı kanla yıkamazlar
İslamiyet öncesi Türk edebiyatına ait en güzel savları XI. yüzyılda Kaşgarlı Mahmud'un yazdığı Divânü Lûgati't Türk adlı
eserde görüyoruz.
Sav Örnekleri: (Divanü Lügati't-Türk'ten)

FİİLLER KONULU TEST (1 DERS)

13
EDEBİYAT 10 (EKİM 3. HAFTA 5 DERS)

KEREM İLE ASLI HİKAYESİ OKUTULUP ÖZELLİKLERİ İNCELENECEK (1DERS)

DÜNYA EDEBİYATINDAN REHİNE HİKAYESİ OKUNACAK ve TÜRK HİKAYELERİ İLE KARŞILAŞTIRMA


YAPILACAK + DİNİ HİKAYELER (CENKNAMELER HAKKINDA BİLGİ VERİLECEK (1DERS)

HALK HİKÂYELERİ ( 1 DERS)

16. yüzyıldan itibaren görülmeye başlanan, genellikle âşıklar tarafından nazım-nesir karışık bir ifade tarzı ile dinleyicilere karşı
anlatılarak nesilden nesile intikal eden yer yer masal ve destan özellikleri gösteren hikâyelerdir.

Hikaye türünün en eski örnekleri olan ve destandan modern hikayeye geçişi sağlayan anonim eserlerdir.
Aşıklar tarafından anlatılan manzum ve mensur bölümlerden oluşan sonraki dönemlerde yazıya geçirilen anonim ürünlerdir.
Aşk ve kahramanlık konuları işlenir.
Hikayelerde olağanüstü özellikler dikkati çeker.
Hikayelerin yapısı masal ve destanlarda olduğu gibi olay örgüsü, kişiler, zaman ve mekan unsurlarından oluşur.
Belirsiz bir zaman ifadesi ve mekân anlatımı söz konusudur.
Masallarda olduğu gibi kalıplaşmış ifadeler vardır.
Halk hikayesi içinde masal, efsane, fıkra, dua, beddua, deyim, atasözü gibi halk kültürüne ait unsurlar vardır.
Meddah veya aşık denilen ozanlar tarafından anlatılır.
Kahramanların duası kabul olur. En büyük yardımcıları Hz Hızır ve attır.
Kahramanları; bade içerek, resme bakarak, ilk görüşte veya aynı evde büyüyen ve kardeş olmadıklarını anladıklarında aşık
olurlar.

Önemli Halk Hikayeleri şunlardır:


Kerem ile Aslı
Ferhat ile Şirin
Arzu ile Kamber
Aşık Garip
Tahir ile Zühre

CENKNAMELER (1 DERS)
Hz. Ali, çoğu kez hayalî ve masalsı, bazen de gerçek ve tarihî kimliği ile İslamiyet’i yayma mücadelesi içinde ve zulüm
gören Müslüman halkı kurtaran bir destan kahramanı olmuştur. Cenknâmelerde Hz. Ali, hayalî veya gerçek olan birçok
kahramanla mücadele ederek yerler fetheder ve insanların yardımına koşar. Cenknamelerde Hz. Ali, Düldül ve Zülfikar ile
birliktedir. Bu Cenknâmelerde, Hz. Ali’nin hayatı kerametleri ve etrafında şekillenmiş olan kahramanlıklarına yer verilmiştir.

Hazreti Ali Cenknâmeleri Türk Edebiyatında XIII. yüzyıldan itibaren tercüme, telif ve adaptasyon yoluyla yer almaya
başlamıştır. Cenknâmeler önceleri manzum menkıbeler şeklinde ortaya çıkmış XV. yüzyıldan itibaren mensur hale
dönüşmüştür.

FİİL ÇATISI (3 DERS)


Fiillerin cümlede nesne ve özne alıp almadıklarına göre gösterdiği özelliğe çatı denir.
Yüklemi fiil olmayan cümlede çatı aranmaz.

A) NESNESİNE GÖRE FİİLLER B) ÖZNESİNE GÖRE FİİLLER


1. Geçişli Fiil 1. Etken Fiil
2. Geçişsiz Fiil 2. Edilgen Fiil
3. Oldurgan Fiil 3. Dönüşlü Fiil
4. Ettirgen Fiil 4. İşteş Fiil

A) NESNESİNE GÖRE FİİLLER


1. Geçişli Fiil
Nesnesi olan ya da nesne alabilen eylemlere “geçişli eylem” denir. Nesneyi, yükleme sorduğumuz “neyi, kimi, ne” sorularıyla
bulduğumuz için, bu sorulara cevap veren eylemler geçişlidir.

Ben bu kitabı geçen yaz okumuştum.

14
Askerdeki arkadaşıma mektup yazdım.
Topladığı çiçekleri vazoya yerleştirdi.
Babam, pazar sabahları gazete alırdı.

Not: Geçişli eyleme sahip olan cümlelerde kimi zaman nesne bulunmaz. Bu eylemler nesne almasalar da geçişlidir.
Önemli olan, o eylemin nesne alabilmesidir.
Öğretmen çok güzel anlattı.
Öğretmen konuyu çok güzel anlattı.

2. Geçişsiz Fiil
Nesne alamayan eylemlerdir. Geçişsiz eylemler, “neyi, kimi, ne” sorularına cevap veremez. Geçişsiz eylemlerin yüklem
olduğu cümlelere dışarıdan herhangi bir nesne getirilemez.

Onun anlattığı fıkraya hepimiz güldük.


Babamla hafta sonları balık tutmaya gideriz.
Dün gece televizyondaki film çok geç başladı.
Küçük kardeşim bugün erkenden uyandı.

Not: Nesneyi bulmak için yükleme sorduğumuz “neyi, kimi, ne” sorularına “onu” sözcüğünü ortak bir cevap olarak
verebiliriz. Cümleyi “onu” sözcüğü ile birlikte okuyarak cümledeki eylemin geçişli olup olmadığını kolayca
anlayabiliriz.
Sabahtan beri burada (onu) bekliyorum.
Balonu uçan çocuk bir süre (onu) ağladı.
Bu cümlelerde nesne yoktur. Cümlelere “onu” sözcüğünü getirdiğimizde “beklemek” eyleminin geçişli, “ağlamak”
eyleminin geçişsiz olduğunu görürüz.

Not: Türkçede bazı eylemler yeni anlamlar kazanarak hem geçişli, hem geçişsiz olarak kullanılabilmektedir. Bir
cümledeki eylemin geçişli olup olmadığı sorulduğunda sadece eylemi değil, cümleyi bütünüyle okumak gerekir.

Bütün gün çarşıda boş boş gezmiş. (geçişsiz)


Sınıfça ilçemizdeki müzeyi gezdik. (geçişli)
Arkadaşım az önce buradan geçti. (geçişsiz)
Afrikalı atlet sporcuların hepsini geçti. (geçişli)

3. Oldurgan Fiil

Geçişsiz iken -r, -t, -tır” eklerinden uygun olanını alarak geçişli hale gelen eylemlere oldurgan eylem denir.

Komik hareketleriyle hepimizi güldürdü.


Daha önce kullandığımız geçişsiz “gülmek” eylemine “-dür” eki getirilerek geçişli “güldürmek” eylemi elde edilmiştir.
Aşağıdaki örneklerde geçişli ve geçişsiz eylemler bir arada verilmiştir.

Geçişsiz Eylem Oldurgan Eylem


dolmak dol – dur – mak
ağlamak ağla -t – mak
düşmek düş – ür – mek

4. Ettirgen Fiil

Geçişli iken -r, -t, -tır” eklerinden uygun olanını alarak tekrar geçişli yapılan eylemlere ettirgen eylem denir. Bu fiillerde
işi, bir başkasına yaptırma anlamı vardır.
Yaşlı kadın askerdeki oğluna mektup yazdırdı.

Daha önce kullandığımız geçişli “yazmak” eylemine “-dır” eki getirilerek yine geçişli “yazdırmak” eylemi elde
edilmiştir. Aşağıda, geçişliyken “-r, -t, -tır” eklerinden biriyle geçişlilik derecesi artırılıp ettirgen yapılmış eylemler
verilmiştir.

Geçişli Eylem Ettirgen Eylem


açmak aç – tır – mak
okudu oku -t -tu
duymak duy – ur – mak

15
B. Öznesine Göre Fiiller
Türkçede eylemler, öznenin eylemle ilgili olarak gösterdiği özelliğe göre dörde ayrılır.

1. Etken Fiil
Yüklemde belirtilen eylemi, öznenin kendisi yapıyorsa bu tür eylemlere “etken eylem”, özneye de “gerçek özne” denir.

Çocuk, yaramazlık yapan küçük kardeşini dövdü.


Babam, evimize yeni mobilyalar almış.
Bulutlar, ağır ağır geçti üzerimizden.
Dün gece aniden kar yağdı.
İhtiyar, deniz kenarında gemileri seyrediyordu.
Kuşlar, gün batmadan yuvalarına dönüyordu.

Not: Cümlede, gizli özne, yüklemde bildirilen işi doğrudan kendisi yaptığından aynı zamanda gerçek öznedir.
Ödevlerini bir an önce yapmalısın. (sen)

2. Edilgen Fiil
Edilgen eylemin yüklem olduğu cümlelerde özne, yüklemde bildirilen işi yapmaz; başkasının yaptığı işten etkilenir. Edilgen
eylem, “-n” ve “-l” ekiyle türetilir ve cümleye “başkası tarafından yapılma” anlamı katar. Edilgen eylemin yüklem olduğu
cümlede özne “sözde özne” olarak adlandırılır.
Küçük kardeş, yaramazlık yaptığı için dövüldü.

Bu cümlede yükleme “Dövülen kim?” sorusunu sorarsak öznenin “küçük kardeş” olduğunu görürüz. Ancak “-I” ekini
alan “dövüldü” eylemi, özne tarafından değil, başkası tarafından yapılmıştır. Yani burada özne, işi yapan öğe değil;
başkasının yaptığı işten etkilenen öğe durumundadır. Dolayısıyla burada gerçek özne değil, “sözde özne” vardır.

Sınıfımıza yeni bir başkan seçildi.


Okulumuza yeni bilgisayarlar alınmış.
Bayram öncesi caddeler güzelce temizlendi.
Kasabamıza yeni parklar yapılacak.
Cadde ve sokaklar bayraklarla süslendi.

Not: Edilgen çatılı cümlelerde işi yapan, cümle içinde geçse bile eylem yine “edilgen”dir.
Suçlu, polis tarafından Bursa’da yakalandı.
Bu cümlede, “yakalanma” işinin “polis tarafından” yapıldığı görülüyor. Ancak yükleme sorulan “Yakalanan kim?”
sorusuyla,”suçlu” sözcüğünün özne olduğunu görürüz. Dolayısıyla “yakalandı” eylemi, “-n” ekini alıp “başkası
tarafından yapılma” anlamı taşıdığı için edilgen bir eylemdir.

3. Dönüşlü Fiil
Özne, yüklemde belirtilen eylemi hem yapıyor hem de yaptığı bu eylemden etkileniyorsa bu tür eylemlere “dönüşlü eylem”
denir. Dönüşlü eylemler de edilgen fiiller gibi “-I” ve “-n” ekiyle türetilir. Dönüşlü eylemin yüklem olduğu cümlede “kendi
kendine yapma” anlamı vardır. Dönüşlü fiillerde özne gerçek öznedir.

Çocuk, yaptığı hata nedeniyle dövündü.


Sınavı kazandığımı duyunca çok sevindim.
Babam, uzun yıllar çalıştığı işyerinden ayrıldı.
Sarsıntıyı duyunca hemen telefona sarıldı.
Dedesi her zaman madalyasıyla övünürdü.

Not: Edilgen eylem ve dönüşlü eylem; aynı eklerle oluşturulduğundan karıştırılabilir. Edilgen çatılı eylemlerin öznesi
sözde öznedir, yani eylemi gerçekleştiren belli değildir. Dönüşlü fiillerin öznesi ise gerçek öznedir, yani eylemi
gerçekleştiren öznenin kendisidir.

Onu aramadığım için bana kırılmış. Bu cümlede “kırılma” eylemini öznenin kendisi yapmış, yaptığı işten de kendisi
etkilenmiştir. Yani yüklem dönüşlü bir eylemdir.

Öğrenciler bahçedeyken sınıfın camı kırılmış. Bu cümlede bildirilen “kırılma” eylemini öznenin kendisi değil, bir başkası
yapmıştır. Dolayısıyla eylem edilgen çatılıdır.

4. İşteş Fiil

16
Yapılması için birden fazla öznenin gerektiği eylemlerdir, işteş çatılı eylemler “-ş” ekini alır. Bazı fiiller ise kök olarak “-ş” ile
bitmiştir ve işteş özellik gösterir.

Çocuk, arkadaşıyla yok yere dövüştü.

İşteş eylemler, öznelerin işi yapma durumuna göre ikiye ayrılır:

a. Karşılıklı İşteş Fiil: Özneleri bir işi karşılıklı olarak yapan işteş eylemlerdir.

Ünlü yazarla geçen yıl bir kitap fuarında tanıştık.


Toplantıda yeni projeyi uzun uzun tartıştık.
Onunla en son geçen ay görüşmüştüm.
Yurtdışındaki arkadaşımla birkaç yıl mektuplaştık.

Not: Bazı eylemlerde “-ş” eki kalıplaştığı için sözcükten ayrılmaz. Gerçekleştirilmesi için birden fazla kişi gerektiren
yani anlamca işteşlik taşıyan bu eylemler de işteş eylemdir.
İki dargın arkadaş bu bayramda barıştı.
Gençliğinde okul takımında güreşirmiş.

b. Birlikte İşteş Fiil: Aynı işi hep birlikte yapma anlamı taşıyan işteş eylemlerdir.

Öğretmenin anlattığı fıkraya bütün sınıf gülüştü.


Park görevlisini gören çocuklar sağa sola kaçıştı.
Yırtıcı kuşlar köyümüzün üzerinde uçuşuyordu.
Çocuklar heyecanla denize koşuştular.
Herkes yeni arabanın başına üşüştü.

Not: Bazı eylemler, aldığı ek nedeniyle işteş gibi gözükse de tek başına yapılabildiğinden işteş değildir. Cümlede özne
birden çok bile olsa, iş bir kişi tarafından gerçekleştirilebiliyorsa o eylem işteş değildir.
Yolcular trene zor yetişti.
Yorucu bir günün sonunda dağa ulaştık.
Otobüsten iner inmez kalabalığa karıştı.
Aylarca bu sınav için çalıştı.
Uzun süre geçmesine rağmen buraya alışamadı.

17
EDEBİYAT 10 (EKİM 4. HAFTA 5 DERS)

2. MESNEVİ (2 DERS)

Öğüt verici bir olayı anlatan uzun şiirlerdir. Her çeşit konu işlenebilir. Roman ve öykünün yerini tutan bir nazım şeklidir.
Mesnevilerin genel özellikleri şunlardır:

Kelime anlamı “ikili, ikişer ikişer”dir.


İran edebiyatından alınmıştır. İran edebiyatında Firdevsî’nin Şehname’si ünlüdür.
Klâsik halk hikâyeleri, destanî konular, aşk hikâyeleri, savaşlar, dinî ve felsefî konuları işlenir.
Konu ne olursa olsun olaylar masal havası içinde anlatılır.
Konularına göre sınıflandırılırlar: aşk, din ve tasavvuf, ahlâk ve öğreticilik, savaş ve kahramanlık, şehir ve güzelleri, mizah.
Divan edebiyatının en uzun nazım şeklidir (beyit sayısı sınırsızdır). 20-25 bine kadar çıkabilir.
Mesnevi de bölümlerden oluşur: Önsöz, tevhit, münacat, naat, miraciye, 4 halife için övgü, eserin sunulduğu kişiye övgü, yazış
sebebi, asıl konu, sonsöz.

Mesnevide;
1. Giriş
2. Konunun işlendiği bölüm
3. Bitiş bölümü olabilecek kısımlar vardır.
Mesnevide her beyit kendi içinde kafiyelidir: aa bb cc dd ee …
Divan şiirinde aynı şairin yazdığı beş mesneviden oluşan esere “hamse” denir.

Edebiyatımızda yazılmış ünlü mesneviler şunlardır:


Mevlana - Mesnevi
Yunus Emre - Risaletün Nushiyye
Aşık Paşa - Garipname
Ahmedi – İskendername
Süleyman Çelebi – Mevlid
Şeyhi – Harname, Hüsrev ü Şirin
Nabi – Hayrabat
Şeyyad Hamza - Yusuf ile Zeliha
Fuzuli – Leyla ile Mecnun
Şeyh Galip – Hüsn ü Aşk

EK-FİİL (EK-EYLEM) ( 1 DERS)


Ekfiil “i” fiilidir tek başına bir anlamı yoktur.Ekfiilin iki görevi vardır:
1)İsim ve isim soylu kelimelere gelerek bu kelimelerin cümlede yüklem olmasını sağlar.(O iyi bir öğrenciydi.)
2)Çekimlenmiş fiillere gelerek birleşik zamanlı fiiller yapar. (Koşuyordum)

“-imek” dört basit çekimi vardır. Basit çekimli durumlarda sadece isim soylu sözcüklerde bulunur.

1)Bilinen Geçmiş Zaman(idi): Çalışkandım (çalışkan idim) ,çalışkandın ,çalışkandı ,çalışkandık, çalışkandınız,çalışkandılar

Ekfiil sadece isme değil edata ,zamire,sıfata, tamlamalara da gelebilir.


*İşte tüm bunları yapan oydu. (o idi) (ekfiil zamire eklenmiştir)
*Bu yaptıklarım senin içindi.(için idi) (ekfiil edata eklenmiştir)

2) Öğrenilen Geçmiş Zaman (imiş): İşçiymişim (işçi imişim) ,işçiymişsin,işçiymiş,işçiymişiz, işçiymişsiniz, işçiymişler

3)Şart Kipi (ise): Öğretmensem (öğretmen isem) ,öğretmensen ,öğretmense ,öğretmensek ,öğretmenseniz, öğretmenseler

18
4)Geniş Zaman: Ekfiilin geniş zamanında “i” fiili bugün tamamen düşmüştür.Ekfiilin geniş zaman ekleri sadece isme
gelir.Çekimi şu şekildedir:
*İyiyim ,iyisin ,iyi(dir),iyiyiz,iyisiniz,iyidirler

Ekfiilin olumsuzu “değil”dir.Ekfiili bulmak için isme “değil” ekleriz.


*Öğrenciyim ———- öğrenci değilim.

Önemli Uyarı: Ekfiilin geniş zamanına şekilce benzeyen diğer eklerle ekfiilin geniş zamanı karıştırılmamalıdır:
*Geliyorum (şahıs eki)
*Hastayım (ekfiilin geniş zamanı)
*Babam (iyelik eki)
*Babayım (ekfiilin geniş zamanı)
*Ölüm (Fiilden isim yapım eki)
*Benim kardeşim [tamlayan (ilgi) eki]
*Sen ne kadar güzelsin. (Ekfiilin geniş zamanı)
*Sen yine bana döneceksin. (şahıs eki)

FİİL ÇATISI TEST (1DERS)

HİKAYE YAZMA (1 DERS)

19
EDEBİYAT 10 (EKİM 5. HAFTA 5 DERS)

TANZİMAT DÖNEMİ HİKAYE

Modern hikâye alanında ise yine ilk eserler Tanzimat döneminde verilmiştir. Millî kültürümüzün önemli parçalarından "Dede
Korkut Öyküleri", "destanlar" ve "halk masalları"nı saymazsak, Avrupaî tarzda ilk öyküler, Tanzimat Edebiyatı
döneminde görülür.

İlk öykü kitabı, Emin Nihat'ın "Müsameretnâme"dir. Bu kitapta toplanan öykülerin kuruluşu, işlenişi "Binbir Gece
Masalları"na benzer.

XIX. yüzyılda Tanzimat’la gelen yeniliklerle birlikte batılı anlamda ilk yerli hikaye örneğini Ahmet Mithat Efendi “Letaif-i
Rivayet” (söylenen gelen güzel şeyler) adlı eserini yazarak vermiş; “Kısadan Hisse” ile bu türü geliştirmiş, Sami Paşazade
Sezai “Küçük Şeyler” adlı eseriyle modern öyküyü oluşturmuştur.
Bu ilk dönemde bu tercüme eseri takip eden bir çok eser daha çevrilmişti. Ancak, bu eserlerdeki en büyük sorun “dil”di. Dil
oldukça ağırdı. Alışılagelen eski dil kullanımı Batı romanına uygun değildi. İkincisi de batı kültürü ile Osmanlı kültürü
arasında ki ahlak farkıydı. Çevrilecek eserler Müslüman ahlakına ters düşmemeliydi.

Türk edebiyatında öykü alanındaki yerli ürünler, Ahmet Mithat’ın 1870’te basılan “Kıssadan Hisse” ve “Letaif-i Rivayat” adlı
öykü kitapları ile verilmeye başladı. Sami paşazade Sezai "Küçük Şeyler" adlı eseri ile batı tekniğine en uygun hikayeyi
başlatmış oldu.

Tanzimat döneminde çeviri eserler için söz konusu olan dil ve ahlak sorunları yerli eserlerin de başlıca sorunları oldu.

1 – Tanzimat edebiyatı öykülerinde olaylar çoğunlukla günlük yaşamdan veya tarihten alınmıştır; olayların olmuş ya da
olabilir izlenimini bırakması gerektiği konusunda bütün Tanzimat öykücüleri birleşmişlerdir.

2 – İlk öykülerde topluluk önünde anlatılan meddah öykülerinin etkisi ve tekniği görülür.

3 – Daha ilk eserlerden başlayarak, Tanzimat edebiyatı öykü ve romancılarının bir kısmı halka (Ahmet Mithat, Emin Nihat,
Şemsettin Sami, Nabizade Nazım), bir kısmı aydın kişilere (Namık Kemal, Sami Paşazade Sezai, Recaizade Mahmut Ekrem)
seslenmeyi tercih etmişlerdir.

4 – Bunun sonucu olarak da, halka seslenen yazarlar sade dille, aydın kişilere seslenen yazarlarsa yabancı sözlük ve dil
kuralları ile yüklü bir dille yazmışlardır.

5 – Eserler genel olarak, duygusal, acıklı konular üzerine kurulmuştur.

6 – Tanzimat öyküsünde işlenen önemli temalar: “tutsaklık”; zorla yapılan evliliklerin doğurduğu acı sonuçlar; Batı uygarlığı
ile Osmanlı uygarlığı arasındaki farkların karşılaştırılması; kadın erkek arasında ki ilişkilerde değişik ortamlarda gelişen
evlilik, aşık olma temaları ağırlıklı olarak işlenmiştir.

7 – Tanzimat edebiyatının ilk döneminde yetişen ve romantizm akımının etkisi altında kalan yazarların eserlerinde bu akımın
özelliği olarak :
- Tesadüflere çok yer verilmiştir.
- Yazarların kişiliği gizlenmemiş; ikide bir okuyucuya “Ey Kaari!” (okuyucu) diye seslenilmiş; olaylar okuyucuyla konuşa
konuşa yürütülmüştür.
- Sırası düştükçe, olayın yürüyüşü durdurulmuş, bir takım bilgiler verilmiştir.
- Roman aracılığı ile bireyi eğitme ve toplumu düzeltme amacı gözetilmiş; bunun için de siyaset, din, ahlak, felsefe v.b. ile
ilgili düşünce ve bilgiler ya olayın yürüyüşü durdurulup ya da olayların örülüşü içinde dolaylı olarak okuyucuya aktarılmıştır.
- Kahramanlar çoğu zaman yaşamdan alınmış doğal kişilerdi. Ancak kimi zaman olağanüstü olaylara ve insanlara da yer
verilmiştir.
- Kahramanlar çoğu zaman tek yönlüdür. İyiler tamamen iyi, kötüler de tamamen kötüdür.

20
- Olayların sonunda, çoğu zaman iyiler ödüllerini, kötüler ya da suçlular cezalarını alırlar.
- Kahramanlar çoğu zaman bir görüşte aşık olurlar.
- Yer ve çevre tasvirleri çoğu zaman eseri süslemek için yapılmıştır.
- Kişi tasvirleri de çoğu zaman olay içinde eritilmemiş; tersine, olayın yürüyüşü durdurularak, kişinin kaşı, gözü, saçı, v.b.
özellikleri teker teker anlatılmıştır.

Tanzimat edebiyatının ikinci döneminde yetişen realizm (gerçekçilik) ile natüralizm (doğalcılık) akımlarının etkisi altında
kalmaya başlayan yazarların eserlerinde ise, gözleme önem verilmiş, nedenlerle sonuçlar arasında bağlar aranmış, olağanüstü
olaylar ve kişiler bırakılmış, anlatılan her şeyin olabilir izlenimini bırakmasına dikkat edilmiştir.

Tanzimat Edebiyatının öykü ve roman yazarlarının başlıcaları :


Romantizm etkisi altındakiler :
- Ahmet Mithat - Emin Nihat - Şemsettin Sami - Namık Kemal

Realizm etkisi altındakiler :


- Sami Paşazade Sezai - Mehmet Murat - Recaizade Mehmet Ekrem

Natüralizm etkisi altındakiler :


- Nabizade Nazım

KEDİLER METNİ OKUNUP ESER İNCELENECEK VE REALİST AKIM ÜZERİNDE DURULACAK

Tanzimat hikayesinde genellikle zoraki evlilik, esirlerin hayatı, batılılaşma, kadın-erkek ilişkileri gibi konular işlenmiştir.

21
EDEBİYAT 10 (KASIM 1.HAFTA 5 DERS)

MİLLİ EDEBİYAT DÖNEMİ HİKAYE ( 2 DERS)

Hikaye bağımsız bir tür olma özelliğini ise Milli Edebiyat döneminde Ömer Seyfettin’le kazanmıştır. Genç Kalemler
dergisindeki yazılarla 1911'de başlamış 1923'e kadar devam etmiştir.

Tanzimat’la edebiyatımıza giren, Servetifünun Döneminde teknik kusurlardan arınan roman ve hikâyeyi Milli Edebiyat
sanatçıları, sanat görüşleri doğrultusunda değerlendirmişlerdir. Kendilerinden önceki Servetifünun ve Fecriati topluluklarının
sosyal hayata ve onun sorunlarına ilgisiz hikâye ve roman anlayışının aksine, daha çok hayata ve sosyal meselelere yönelen,
önceki dönemlerin yapma dilini ve üslubunu bir kenara bırakmış ve konuşma dilini kullanarak toplumu ve sorunlarını
anlatmışlardır. Konu, tema ve üslup değişmiştir.

Milli Edebiyat sanatçıları, etkilendikleri siyasi görüş olan Türkçülük ve bu görüşe bağlı olarak oluşturdukları zihniyetin sonucu
olarak hikâyelerinde milli kaynaklara yönelmişlerdir. Bu kaynaklar bazen milli tarih bazen de yaşanılan sosyal hayat veya milli
kültür olabilmiştir. Örneğin Ömer Seyfettin’in “Kızıl Elma” hikâyesinde sanatçı tarihi bir olayı anlatırken bir başka önemli
hikâyecimiz olan Refik Halit “Hakk-ı Sükût” adlı hikâyesinde Anadolu’yu ve Anadolu insanını işlemiştir. Elbette ki sadece
İstanbul’u ve aydın kesimi anlatan Servetifünun hikâyesinden sonra bu tema ve konu farklılığı bu dönem hikâyesini
kendisinden önceki dönemlerden ayırır.

Milli Edebiyat’a kadar romanın gölgesinde kalan hikâye türü bu dönemde özellikle de Ömer Seyfettin’in çabalarıyla bağımsız
bir tür halini almıştır. Bunda Milli Edebiyatın kurucularından olan Ömer Seyfettin’in bizzat hikâye ile uğraşmasının payı
büyüktür.

Milli Edebiyat sanatçıları, toplumsal sorunları işlemedikleri metinlerde bile eserin temasının milli olmasına özen göstermiş ve
temayı halkın anlayabileceği konuşma diline yakın bir dille işlemiştir.

1-Hikâyeler, bu dönem sanatçılarının halka inme çabasının bir sonucu olarak Yeni Lisan makalesinde ortaya konulan dil
anlayışıyla yazılmıştır. Hikâyelerde özellikle Arapça ve Farsça tamlamalardan kaçınılmıştır.
2-Sanatçılar “memleket edebiyatı” anlayışıyla hikâyelerinin konularını Anadolu’dan ya da milli tarihten seçmişlerdir.
3-Sanatçılar yaşadıkları dönemin soysal hayatını yansıtmayı amaçlamışlar, özellikle halkın yaşayışına eserlerinde yer
vermişlerdir.
4-Bu dönem hikâyeleri realizm akımının etkisiyle yazılmıştır. Anlatımda gerçeklikten kopmamalardır.
5-Realizmin bir sonucu olarak da hikâyelerde güçlü bir gözlem vardır. Bu gözlem özellikle betimlemelerde ön plana çıkar.
6-Sanatçılar, hikâyelerde betimlemelere önem vermiş, gerek mekânı gerekse kahramanların iç dünyalarını betimlemelerle
okuyuculara tanıtmışlardır.
7-Milli Edebiyatın en önemli iki hikâye yazarı Ömer Seyfettin ile Refik Halit Karay’dır.
Özetle
Toplumsal konular, Anadolu insanı, bağımsızlık, yanlış Batılılaşma, kahramanlık, vatan sevgisi konuları işlenmiştir.
Olaylar İstanbul dışına taşınmış, Anadolu insanı gözlemlenerek anlatılmıştır.
Realist bir tutum sergilenmiştir.
Milli bilinci uyandırmak için eser verilmiştir.
Olay hikayesi tarzında yazılmıştır.
Temsilcileri; Ömer Seyfettin, Halide Edip Adıvar, Refik Halit Karay, Yakup Kadri Karaosmanoğlu... dır.

FORSA METNİ OKUNACAK HİKAYE UNSURLARI İNCELENECEK

İMLA NOKTALAMA ÇALIŞMASI (1 DERS)

FİİLİMSİLER (2 DERS)

22
DERS KİTABI "YÜKSEK ÖKÇELER" KİTABINDA FİİLİN YAPISI VE FİİLİMSİ BULMA ÇALIŞMALARI
YAPILACAK.

ZARF (BELİRTEÇ) (2DERS)


Varlıkların nasıl belli nitelikleri varsa, fiillerin de belli nitelikleri vardır. İsmin niteliğini bildiren sözcüklere sıfat demiştik.
Fiillerin niteliğini bildiren sözcüklere de zarf diyoruz.

“Güzel bir evde oturmak istiyorum.” cümlesinde “güzel” sözcüğü “ev” isminin niteliğini bildiriyor, onun nasıl olduğunu
açıklıyor. Öyle ise bu sözcük sıfat görevindedir.

Aynı sözcük;
“Bu ev uzaktan daha güzel görünüyordu.” cümlesinde “görünmek” fiilinin nasıl olduğunu bildiriyor. İşte bu durumda “güzel”
sözü zarftır.

Kısaca zarflar fiillerle ilgili sözcüklerdir. Bunun dışında, sıfatın, adlaşmış sıfatın veya başka bir zarfın derecesini bildiren
zarflar da vardır.

1. Durum Zarfları
Fiilin durumunu yani nasıl yapıldığını bildiren sözcüklerdir. Fiile sorulan “nasıl” sorusuna cevap verir.
O, hızlı koşardı. (Nasıl koşardı?)
Çok tatlı gülümsüyor. (Nasıl gülümsüyor?)
Bu günler zor geçecek. (Nasıl geçecek?)

Zarfın mutlaka fiillerden önce gelmesi şart değildir. Zarfla fiil arasına başka sözcükler girebilir.
“Dışarıdan kesik kesik köpek havlamaları geliyordu

2. Zaman Zarfı
Fiilin ne zaman yapıldığını bildiren sözcüklerdir. Fiile sorulan “ne zaman” sorusuna cevap verir.
Tatilden dün dönmüşler.
Akşama bizde toplanıyoruz.
Artık buradan gitmelisin.

3. Yer – Yön Zarfı


Fiilin yöneldiği yeri bildiren sözcüklerdir. Fiile sorulan “nereye” sorusuna cevap verir ve ek almaz. Bu tür zarfların sayısı
bellidir.

“Yukarı çık, ben de geliyorum.” cümlesinde, fiile “Nereye çık?” diye sorarsak, “yukarı” cevabı gelir. Ek de olmadığına göre
yer – yön zarfıdır. Eğer cümle “Yukarıya çık.” şeklinde olsaydı, sözcük isim görevinde kullanılmış olacaktı.
Aşağı indi. Öte gitti.
Geri geldi. Beri geldi.
İleri gitti. Dışarı çıktı.
İçeri girdi.

4. Azlık – Çokluk (Miktar) Zarfları


Zarflar içinde çok değişik özellikler gösteren sözcüklerdir bunlar. Fiilin, sıfatın, zarfın, adlaşmış sıfatın miktarlarını
bildirebilen geniş bir kullanım alanına sahiptir. Bu zarflar “ne kadar” sorusuna cevap verir.

“Pastadan biraz alabilir miyim?”


“Çok güzel bir kitaptı.”
“Çok hızlı koşuyor.”

23
“Bu plan en yaşlılar da göz önüne alınarak hazırlandı.”

O, bu derse pek çalışmadı. (Fiilin zarfı)


Pek sağlam bir ayakkabıya benzemiyor. (Sıfatın zarfı)
Pek akıllısın sen de! (Adlaşmış sıfatın zarfı)

Bazen cümlede birden fazla zarfın veya sıfatın olması, aklımızı karıştırabilir.
“Sevimli , sarışın bir çocuk içeri girdi.” cümlesinde “çocuk” isim, “sarışın” sıfat, “sevimli” sıfattan önce geldiği için zarfttır,
gibi bir yanlış düşünceye kapılmayalım. Bir sözcüğün, zarfın ya da sıfatın zarfı olması sadece “ne kadar” sorusuna cevap
vermesiyle, yani derece bildirmesiyle mümkündür. Bu cümlede bütün sözcükler ismin sıfatlarıdır.

5. Soru Zarfı
Cümlelerde zarfları bulmak için kullandığımız sorular vardı. Bunların hepsi – nereye hariç – soru zarflarıdır.
Nasıl bu kadar güzel konuşuyor?
Gittiği yerden ne zaman dönecek? Ne gülüp duruyorsun iki saattir?
Ne kadar hızlı yüzüyor? Neden söz vermesine rağmen gelmiyor?
FİİLİMSİ (ZARF FİİL - BAĞ FİİL- ULAÇ)

Ekleri: En çok kullanılanları; -ip, -erek, -ke, -meden, -meksizin, -e.....-e, -cesine, -ince, -dikçe, -diğinde, -eli,
-r......-mez...............

1.Cümlede zarf tümleci görevinde bulunurlar.


Ali koşarken düştü. (Ne zaman? Zarf t.) Kelepçe koluna takılınca çok ağladı. Bilmeden konuşma.

2.Zarf-fiiller; cümlede bağlama, zaman ve durum ifade ederler.


Bakıp durmak (Bağlama) Gülüp geçmek (Bağlama)
Duyunca söylemek (Zaman) Geleli durmamak (Zaman)
Duya duya okumak (Durum) Bilerek konuşmak (Durum)

DERS KİTABI SAYFA 48 'DE 3. UYGULAMA YAPILACAK

YAZMA ÇALIŞMALARI (1 DERS)


Hazırlık
Planlama
Taslak Metin Oluşturma
Metni düzeltme ve Geliştirme
Yazılan Metni paylaşma

Hikaye teknikleri kullanılarak ve yazma aşamaları kullanılarak bir hikaye yazma çalışması yapılacak

SÖZLÜ İLETİŞİM ÇALIŞMALARI (1 DERS)


Hikaye konulu bir konuşma gerçekleştirme

ÜNİTE SONU DEĞERLENDİRME (1 DERS)

24
EDEBİYAT 10 (EKİM 4. HAFTA 5 DERS)

OLAY ve DURUM HİKAYESİ YAZDIRMA KARŞILAŞTIRMA (1 DERS)

YAZILAN HİKAYELERİ OKUMA (1 DERS)

HAZIRLIKSIZ KONUŞMA (1 DERS)

ZARF KONU TESTİ UYGULAMA ( 1 DERS)

ZARFLARIN YAPISI

Basit (Kök) Zarflar: Yapım eki almamış zarflardır.


ÖRNEKLER:
 Dün eve geç geldin.
 Pek güzel bir bebekleri var.
 Nadir rastlanan bir böcek türüdür.

Türemiş Zarflar: Yapım eki almış zarflardır.


ÖRNEKLER:
 akşamleyin, sabahleyin, yazın, kışın, saatlerce, yiğitçe...
 Gülerek bize yaklaştı.
 Dalgalar kıyıya kudurmuşçasına saldırıyordu.
Bu iki örnekteki gibi, bütün bağ-fiil (ulaç) türünden eylemsiler fiilden türemiş zarftır.

Birleşik Zarflar:
a)   Kaynaşıp birleşmiş zarflar:
İkiye ayrılır:
ÖRNEKLER:
 Bugün gelme.
 Biraz eğri duruyor.
 Niçin gelmedin?

25
 Nasıl olmuş?
 Akşamüstü yola çıktılar.
b)  Öbekleşmiş zarflar:
ÖRNEKLER:
 Her gün gel.
 İlk önce sen atla.
 Hiçbir gün aramadı.
 İki güne kadar bitiririz.
 Sabaha dek yağdı.
 Şöyle böyle elli beş hayvan var.
 Yağmur iri iri düşüyor.
 Güle oynaya işi bitirdik.

Bağ-fiillerle oluşturulmuş yan cümlecikler de öbekleşmiş zarftır:


ÖRNEKLER:
 Dershaneden gelirken babana uğra.
 Başı darda kaldıkça bana gelsin.
 Köpek, dişlerini göstererek hırladı.

NOT: Anlamca pekiştirilmiş ya da küçültülmüş sözcükler de zarf olarak kullanılır.

ÖRNEK:
 Dudakları mosmor olmuş (basit yapılı zarf – pekiştirilmiş)
 Patatesleri ufacık doğra. (türemiş yapılı zarf - küçültülmüş)

EDEBİYAT 10 (KASIM 1. HAFTA 5 DERS)

ŞİİR
Duygu, düşünce ve hayallerin bir düzene bağlı kalarak, etkileyici bir dil ve uyumlu mısralar ile aktarılmasına Şiir
denilmektedir. Şiir, edebiyat türlerinin en eskisidir.

ŞİİRDE NAZIM BİÇİMLERİ

İSLAMİYET İSLAMİYET ETKİSİNDE BATI


ÖNCESİ ETKİSİNDE

HALK EDEBİYATI DİVAN EDEBİYATI


Sagu Sone
Koşuk ANONİM AŞIK TEKKE BEYİT DÖRTLÜK BENT Terzarima
Destan ŞEKLİNDE ŞEKLİNDE ŞEKLİNDE Triyole
Sav Mani Koşma İlahi Gazel Rubai Terkibibent Balad
Türkü Semai Nefes Kaside Tuyuğ Terciibent Serbestnazım
Ninni Varsağı Nutuk Mesnevi Murabba Muhammes
Ağıt Destan Deme Kıt'a Şarkı Tardiye
Şathiye Müstezat Terbi Tahmis
Nutuk Taştir
Devriye Müseddes

26
Tesdis
Müsebba
Müsemmen
Mütessa
Muaşşer

İSLAMİYET ÖNCESİ TÜRK ŞİİRİ

Sözlü Edebiyat, Türklerin henüz yazıyı kullanmadıkları dönemdeki edebiyattır. Bu dönem edebiyatı sözlü olarak
üretilmiş ve kulaktan kulağa yayılarak varlığını sürdürmüştür. Bu dönemde edebiyatımızı Şamanizm, Manihaizm,
Budizm gibi dinler etkilemiştir. İslamiyet öncesi Türk edebiyatı, M.Ö. 4000′li 3000′li yıllardan başlayarak Türklerin
İslamiyet’i kabul ettiği XI. yüzyıl ortalarına kadar sürer. Bu uzun dönemin Köktürklere ait yazılı anıtların ortaya
konduğu M.S. VI. yüzyıla kadar olan bölümü sözlü edebiyat dönemi olarak adlandırılır.

Bilindiği gibi söz yazıdan öncedir. Böyle olunca da yazılı edebiyat ürünlerinden önce, sözlü edebiyat ürünlerinin
oluştuğu ortadadır. Bütün ulusların edebiyatında olduğu gibi Türklerin edebiyatında da sözlü edebiyatın doğuşu
dinsel temellere dayanır. Sözlü edebiyat ürünleri, daha yazının bulunmadığı dönemlerde, dinsel törenlerde
üretilmeye başlanmış, kuşaktan kuşağa aktarılarak yaşatılmıştır.

Edebiyat türleri içinde ilk doğan tür olan şiir, sözlü edebiyatın anlatımında önemli bir rol oynar. İslamiyet öncesi
Türk edebiyatında da şiirin önemli bir yeri vardır.

Sözlü Dönemin Özellikleri

1. “Kopuz” adı verilen sazla dile getirilmiştir.


2. Ölçü olarak ulusal ölçümüz olan “hece ölçüsü” kullanılmıştır.
3. Nazım birimi “dörtlük“tür.
4. Dönemine göre arı bir dili vardır.
5. Dizelere genel olarak yarım uyak hâkimdir.
6. Daha çok doğa, aşk ve ölüm konuları işlenmiştir.
7. Bu döneme yönelik elimizdeki en eski kaynak Kaşgarlı Mahmut’un “Divan-ı Lügat-it Türk” adlı eseridir.

Dönemin Ürünleri

1. Koşuk: Sığır denilen sürek avlarında söylenen şiirlerdir. Konusu daha çok doğa, aşk, savaş ve yiğitliktir. Bu tür
daha sonra halk edebiyatında koşma adıyla anılmıştır.

2. Sav: Dönemin özlü sözleridir. Bugünkü atasözlerinin ilk biçimi niteliğindedir.


3. Sagu: “Yuğ” adı verilen ölüm törenlerinde ölen kişinin erdemlerini ve onun ölümünden duyulan hüznü dile
getiren şiirlerdir.

4. Destan: Toplumu derinden etkileyen olaylar sonucunda halk arasında kendiliğinden oluşan uzun nazım
türüdür.

İlk Türk Şairleri

İslamiyet öncesindeki Türklerde şairlere baksı, kam, ozan, şaman, oyun gibi adlar verilirdi. Kaşgarlı Mahmud’un
Divânü Lûgati’t Türk adlı eserinde ve Turfan kazılarında ele geçirilen metinlerde adlarına ve şiirlerine rastlanan
ilk Türk şairleri Aprın Çor Tigin, Çuçu, Ki-ki, Kül Tarkan, Asıg Tutung, Pratyaya Şiri, Kalun Kayşı, Çisuya
Tutung’dur.

İlk Türk Şiiri

İslamiyet öncesi Türk şiirinin, şairi bilinen ilk örneklerini Uygurlarda bulmaktayız. Aprın Çor Tigin’in yazdığı “Bir
Aşk Şiiri” adlı şiir ilk Türk şiiridir.

SAGU (halk edebiyatında AĞIT; divan edebiyatında MERSİYE)

Eski Türklerde sevilen, sayılan bir kişinin ölümünden sonra düzenlenen cenaze törenine “yuğ töreni”, bu törenlerde söylenen
şiirlere “sagu” adı. Ölen kişinin yiğitliğini, yaptığı işleri, değerini anlatan, ölümünden doğan acıyı dile getiren bu şiirler bir tür
ağıttır. Destan özelliği de gösteren sagularda geniş doğa tasvirlerine rastlanır.

27
Alp Er Tunga Sagusu XI. yüzyılda Kaşgarlı Mahmud tarafından halk ağzından derlenmiştir.

Alp Er Tunga Sagusu Günümüz Türkçesiyle

Alp Er Tonga öldi mü Alp Er Tonga öldü mü,


İsiz ajun kaldı mu Kötü dünya kaldı mı,
Ödlek öçin aldı mu Zaman öcün aldı mı
Emdi yürek yırtılur Artık yürek yırtılır.

Ödlek yarag közetti Felek fırsat gözetti,


Ogrı tuzak uzattı Gizli tuzak uzattı,
Begler begin azıttı Beyler beyin şaşırttı;
Kaçsa kah kurtulur Kaçsa nasıl kurtulur?

Ulşıp eren börleyü Uludu erler kurtça,


Yırtıp yaka urlayu Bağırıp yırttılar yaka,
Sıkrıp üni yurlayu Çığırdılar ıslıkla,
Sıgtap közi örtülür Yaştan gözler örtülür.

Ödlek arıg kevredi Zamane hep bozuldu,


Yunçıg yavuz tavradı Zayıf tembel güçlendi,
Erdem yeme savradı Erdem yine azaldı,
Ajun begi çertilür Acun beyi yok olur.

Bilge bögü yunçıdı Bilge bilgin yoksul oldu,


Ajun atı yençidi Acun atı azgın oldu,
Erdem eti tmçıdı Erdem eti çürük oldu,
Yerge tegip sürtülür Yere değip sürtülür.

KOŞUK

Eski Türkler totemlerinin etini yemezlerdi. Yılda bir kez, belli dönemlerde, “sığır töreni” adı verilen kutsal av törenlerinde onu
kurban ederek yerlerdi. “Şölen” adı verilen bu toplu ziyafetlerde ve yengi ile biten savaşlar sonunda, tüm boyların erkekleri bir
araya gelerek eğlenirdi. Bu eğlencelerde söylenen çoklukla aşk, doğa ve yiğitlik konularını işleyen şiirlere “koşuk” adı verilir.
Genellikle kendi başına bütünlüğü olan dört dizeli bentlerden oluşan koşuklar manilere ve koşmalara kaynak olmuştur.

Bu ürünler kuşkusuz eski çağlarda Türkler arasında toplumsal bilinci yaratan ve birliği, beraberliği, barışı sağlayan en önemli
etmenlerdi. Eski Türklerde kam, kaman, baksı, şaman yerini tutan ozanlar; raks ve müzik ustalıkları gibi büyücü ve doktor
görevini de üstlenmişlerdir. Törenlerde raks ederken sazlarıyla da destan parçaları, sav, sagu, koşuk okuyarak kötü ruhları da
büyüleriyle engellemeye çalışır, hastaları sağaltma görevi de üstlenirlerdi.

Koşuk Günümüz Türkçesiyle

Öpkem kelip ogradım Öfkelenip dışarı çıktım


Arslanlayu kökredim Aslan gibi kükredim
Alplar başın togradım Yiğitler başını doğradım
Emdi meni kim tutar Şimdi beni kim tutabilir.

Kanı akıp yoşuldu Kanı akıp boşandı


Kabı kamug deşildi Derisi baştan başa deşildi
Ölüg birle koşuldu Ölülerle bir oldu
Togmuş küni uş batar Doğan güneş işte batıyor

Kaklar kamug kölerdi Kuru yerler hep gülerdi


Taglar başı ilerdi Dağbaşları göründü
Ajun tını yılırdı Dünyanın soluğu ılındı
Tütü çeçek çerkeşür Türlü çiçekler sıralandı

Etil suwı aka turur İtil suyu akar durur


Kaya tübi kaka turur Kaya dibini oyar durur

28
Balık telim baka turur Bütün balıklar baka durur
Kölün takı küşerür Gölü bile taşırırlar

EDEBİYAT 10 (KASIM 2. HAFTA 5 DERS)

GEÇİŞ DÖNEMİ ESERLERİ

İSLAMİ DÖNEMDE İLK DİL VE EDEBİYAT ÜRÜNLERİ (XI.-XII. yy)

Türkler onuncu yüzyıldan itibaren kitleler halinde İslamiyet'i kabul etmeye başlamışlardır. İslam kültürünün etkisiyle yavaşa
yavaş yeni bir edebiyat ortaya çıkmıştır. Kendine özgü nitelikleri ve kurallarıyla "Divan Edebiyatı" adını verdiğimiz dönemin
oluşumu 13. yüzyıla kadar gelir. Daha sonra bu edebiyat anlayışı 19.yüzyıla kadar etkin bir şekilde varlığını sürdürür.

Diğer yandan, İslamiyet'ten önceki "Sözlü Edebiyat Dönemi", İslam kültürünün etkisiyle içeriğinde küçük değişimlere
uğrayarak "Halk Edebiyatı" adıyla gelişimini sürdürür. Yani, bir anlamda "Halk Edebiyatı" dediğimiz edebiyat, İslamiyet'ten
önceki edebiyatımızın İslam uygarlığı altındaki yeni biçimlenişidir. Oysa "Divan Edebiyatı" tamamen dinin etkisiyle
şekillenmiş bir edebiyattır.

Türklerin Müslüman olduğunu kabul ettiğimiz 10.yüzyılla, Divan edebiyatının başlangıcı olarak kabul edilen 13. yüzyıl
arasında İslamiyet'in etkisi altında verilmiş olan, bir anlamda geçiş dönemi ürünlerimiz sayılan eserler yer almaktadır.

KUTADGU BİLİG -YUSUF HAS HACİP

İslami Dönem‘in bilinen ilk eseridir. Yusuf Has Hacip tarafından 1069-1070 yıllarında yazılmış, Karahanlı Hükümdarı Tabgaç
Buğra Karahan’a sunulmuştur. Hakaniye (Doğu) Türkçesiyle yazılmıştır. Dili sadedir. Türkçe olmayan sözcük sayısı azdır.

Aruz ölçüsüyle ve beyit nazım birimiyle yazılmıştır. İçerisinde dörtlüklerde vardır. Mesnevi nazım biçimindedir. Alegorik
(simgesel-sembolik) bir kurguyla oluşturulmuştur. Kişilere ve topluma ahlak öğütleri verir. Yazarın asıl amacı devlet ve toplum
yönetiminin nasıl olması gerektiğini anlatmaktır. (Adının Türkçe anlamı: Saadet-Kut-Veren-Bilgi) Tür yönünden bir
siyasetname örneği sayılır. Türk kültürünün ana kitaplarındandır.

Kutadgu Bilig'deki kahramanların temsil ettikleri değerler: Kutadgu Bilig, dört ana karakter arasında geçen diyaloglardan
oluşmaktadır. Eserdeki bu dört ana karakterin her birinin belirli bir sosyal rolü vardır ve her biri belirli bir değeri temsil eder.

Küntogdı hükümdardır ve hukuku/adaleti temsil eder


Aytoldı vezirdir ve saadeti/devleti temsil eder
Ögdülmiş de vezirin oğlu ve aklı temsil eder
Odgurmış da vezirin kardeşidir ve akibeti/sonu temsil eder.

DİVÂN Ü LUGATİ’T-TÜRK - KAŞGARLI MAHMUT

Türkçenin bilinen ilk sözlüğüdür. 1072-1074 yılları arasında Kaşkarlı Mahmut tarafından yazılmış ve Bağdat’ta Abbasi
Halifesine sunulmuştur. Araplara Türkçeyi öğretmek amacıyla yazıldığından, açıklamaları Arapçadır. Ancak Türkçenin söz
varlığını göstermesi dolayısıyla edebiyatımız açısından da önemlidir. Koşuk, sagu, sav, bilmece gibi folklor-edebiyat
ürünlerinden örnekler içerir. Türk yurtları, Türk tarihi ve toplum yapısı hakkında bilgiler verir. Hatta kitaba bir “Türk yurtları
haritası” eklenmiştir. Bu özellikleriyle ansiklopedik sözlük sayılabilir. Türk dili ve kültürü açısından olduğu kadar “grammer
(dilbilgisi) yöntemleri” yönünden de önemlidir. “Türk kültürü ve uygarlığının temel kitabı” olarak nitelenebilir.

ATABETÜ'L HAKAYIK - EDİP AHMET YÜKNEKÎ

XII. yüzyılda Edip Ahmet tarafından yazılıp Sipehsalar Mehmet Bey adlı bir Türk beyine sunulmuştur, öğretici nitelikte bir
eserdir. Dini, ahlaki öğütler verir. Atabet’ül Hakayık ‘’hakikatler eşeği’’ anlamına gelir. Dilinde yabancı (Arapça-Farsça)
sözcük Kutadgu Bilig’e göre daha fazladır. Aruz vezniyle mesnevi tarzında yazılmıştır.Eserde 46 beyit ve 101 dörtlükten
meydana gelmiştir. Asıl metin; (aaxa düzeninde) 101 dörtlükten oluşur. Başta gazel biçiminde, birbirine bağlı birkaç şiir daha
vardır. Tamamı aruz ölçüsüyle ve Doğu (Hakaniye) Türkçe’siyle yazılmıştır. Yazar bu kitabı mutlu ve erdemli bir insan olmak
için gerekli olan özellikleri anlatmak amacıyla yazmıştır. Didaktik bir eserdir. Cömertlik, doğruluk, ilim gibi konular
işlenmiştir.
29
DİVAN-I HİKMET - HOCA AHMET YESEVİ

12. yüzyılda Türk tasavvufunun kurucularından Hoca Ahmet Yesevi’nin “Hikmet” adını verdiği tasavvuf şiirlerinden oluşur.
Hikmetler, ilahilere de kaynaklık eden, ilk Türkçe tasavvuf şiirleridir. 12’li (bazıları 7’li) hece kalıbıyla yazılmışlardır. İlahi
aşkı ve tasavvufun diğer bazı temalarını işleyen canlı ve didaktik bir üslupla yazılmış şiirlerdir. Kitap, tasavvufun olduğu kadar
12. yüzyıl Türkçesinin de temel eserlerindendir.

DİL BİLGİSİ DENEME SINAVI UYGULAMASI

EDEBİYAT 10 (KASIM 3.. HAFTA 5 DERS)

ŞİİR İNCELEME 1ders

İSLAMİ DÖNEM HALK EDEBİYATINDAN TEKKE EDEBİYATI 3ders

TASAVVUF EDEBİYATI
Dinî-Tasavvufî Türk edebiyatı İslâmiyet’in ve Tasavvufun etkisiyle ortaya çıkmıştır. İslâmiyet'in kökleşip yayılmasında büyük
etkisi olan tasavvuf, zamanla edebî eserlerde de işlenmiş, din ve tasavvuf, edebiyat aracılığıyla yayılmaya çalışılmıştır. Dinî -
Tasavvufî Türk edebiyatına Tekke edebiyatı da denir. Dinî -Tasavvufî Türk edebiyatında asıl olan sanat yapmak değil, dinî-
tasavvufi düşünceyi yaymaktır. Tekke şairlerinin çoğu tarikatlarda yetişmiş şeyh ve dervişlerdir. Tekke şiiri, halk şiirinden de
divan şiirinden de nazım şekilleri almıştır.
En belirgin özellikleri şunlardır:
Kurucusu 12. yüzyılda Doğu Türkistan'da yetişen Hoca Ahmet Yesevi'dir.
Tekke Edebiyatı, Anadolu'da 13. y.y.'dan itibaren gelişmiştir.
Bu edebiyat şairleri tarikat merkezi olan tekkelerde yetişmiştir.
Nazım birimi genellikle dörtlüktür.
Hem aruz hem hece vezni kullanılmıştır.
Şiirlerin çoğu ezgilidir.
Allah, insan, felsefe, doğruluk, ibadet gibi konular işlenmiştir.
İlahi, nefes, nutuk, devriye, sathiye, deme gibi nazım şekilleri kullanılmıştır.
Dili Âşık Edebiyatı'na göre ağır, Divan Edebiyatı'na göre sadedir.
Âşık, maşuk, şarap, saki gibi mazmunlara yer verilmiştir.

Yüzyıllara göre bu edebiyatın en önemli temsilcileri şunlardır:


12.yy.: Hoca Ahmet Yesevi
13.yy.:Yunus Emre, Hacı Bektaş-ı Veli
14.yy.:Kaygusuz Abdal
15.yy.: Hacı Bayram-ı Veli, Eşrefoğlu Rumi
16.yy.: Pir Sultan Abdal
17.yy.: Niyaz-ı Mısrî, Sinân-ı Ümmî, Hüdâi
30
18.yy.: Sezai
19.yy.: Kuddusi, Turâbi
Bu özelliklerin dışında kalan; eserlerini aruz ölçüsüyle ve Divan Edebiyatı diliyle, hatta tamamıyla Arapça-Farsça yazan
tasavvufçular da vardır. Örneğin Mevlana Anadolu’da yetişen ilk ve en büyük Türk mutasavvıf olduğu halde eserlerini Farsça
yazmıştır.

TASAVVUF TERİMLERİ
Mutasavvıf, Tasavvuf ehli olan, herhangi bir tasavvuf yolunda mertebe katetmiş kişidir.
Mürşit, Tasavvufta tabi olunan kâmil insan örneği.
Mürit, Arapça kelime anlamı olarak öğrenci demektir. Tasavvufta mürşide tabi olan bireylere verilen addır.
Tarikat, aynı dinin içinde birtakım yorum ve uygulama farklılıklarına dayanan, bazı ilkelerde birbirinden ayrılan, Allah'a
ulaşma ve onu tanıma yollarından her biri.
HAKİKAT: Tasavvufta erenlerin, dervişlerin peşine düşüp de kurda kuşa karıştığı kavram. En çok aranan, bulmak için en çok
yol yürünen, her defasında bambaşka bir diyarda ama aynı ayna, su, cam yansımasında beliren, hikmeti sırrı yol almaktan
geçen.
İnsan i kamil: Kendi seviyesinde olabileceği en yüksek noktaya gelmiş, iç huzura ermiş, aşmış, yanmış, ideal insan modeli.
Tasavvufta insanın ulaşabileceği en üst makam.
Tekke, tarikat etkinliklerinin yürütüldüğü yapılardır. Tekke anlamında dergâh, hankâh, âsitane sözcükleri de kullanılır.
Vahdet-i vücut: Varlık birliği ya da vahdetivücut, tasavvuf düşüncesinde, yaratılanla yaratanla yaratılanın tek kaynaktan
geldiğini ve bir olduğunu savunan görüştür.
Masiva, dünya, kâinat, tasavvufta âlem. Allah'tan başka her şey demektir
Fenafillah, "Ölmeden önce ölmek" anlamına gelir. Tasavvuf inancına göre, evrende gerçekte Allah'ın varlığından başka ebedi
olan gerçek varlık yoktur; varlıklar onu gösteren birer aynadır. İnsan, er ya da geç Allah'a geri dönecektir. Bir Vahdet-i Vucut
kavramıdır.
Vahdet-i Vücud (Varlığın Birliği): Evrende sadece Allah’ın varlığı söz konusudur. Diğer varlık zannettiğimiz, bu “mutlak
varlığın”, Allah’ın bir parçası ve görüntüsüdürler.
Tekke: Tasavvuf ehli kişilerin, tarikat mensuplarının barındıkları, eğitim gördükleri yer, kuruluş.
Pir: Tarikat kurucusu
Şeyh: 1.Tarikat kurucusu. 2. Tarikatta en yüksek dereceye ermiş kişi. 3. Tarikat kollarından birinin başında bulunan kimsedir.
Tarikat: Allah’a varma yolunda benzer biçimde düşünenlerin oluşturduğu topluluk.
Derviş: Bir tarikata girmiş, onun kurallarına uygun yaşayan kimse.
Abdal: Gezgin derviş
Halife: Tarikat kurucusunun ya da şeyhin kendisine vekil tayin ettiği, yetki verdiği kişidir.

TEKKE EDEBİYATI NAZIM TÜRLERİ


Tekke şiirinde görülen ve dinsel içerikli konuları işleyen ilahi, nefes, deme, şathiye … gibi ürünler nazım biçimi değil, birer
nazım türüdür. Çünkü bunlar da koşma tipi nazım biçimiyle ve hece ölçüsünün genellikle 7, 8 ve 11’li kalıplarıyla söylenir.
Söz konusu türlerde dörtlük sayısı genellikle 3 – 7 dir. İlahi, nefes ve demeler, bestelenerek söylenir.

İLAHİ
•Herhangi bir tarikatın izini taşımaksızın Allah’ı öven şiirlere denir.
•Daima özel bir ezgi ile söylenir.
•Divan şiirindeki tevhit ve münacaatın Halk Edebiyatındaki karşılığıdır.
•En ünlü şairi Yunus Emre’dir.
•Değişik tarikatlara göre “deme, nefes, ayin” gibi adlar alır.
•Şekil olarak koşma biçimindedir. Yani dörtlüklerden oluşur.
•Son dörtlükte şairin adı veya mahlası geçer.
•Genelde 7’li hece ölçüsü kullanılır. Bazı ilahilerde aruz vezni kullanılmıştır. Aruz vezninin kullanıldığı ilahiler gazel
şeklindedir.

NEFES
•Bektaşî şairlerinin yazdıkları tasavvufî şiirlerdir.
•Nefeslerde genellikle tasavvuftaki vahdet-i vücut (varlığı birliği) kavramı anlatılır. Bunun yanı sıra Hz. Muhammet ve Hz. Ali
için övgüler de söylenir.
•Nefeslerde kalenderane ve alaycı bir üslûp göze çarpar.

31
•Edebiyatımızda Pir Sultan Abdal nefesleriyle ünlüdür.

DEME
•Alevi-Bektaşi tarikatından tasavvuf şiirlerinin tarikatlarını ve hareketleriyle ilgili temaları işleyen, sorunlarını konu edinen
şiirlerine “deme” adı verilir.
•Genellikle 8’li hece ölçüsüyle yazılan demeler saz eşliğinde kendine özgü bir makamla söylenir.

NUTUK
•Tekke Edebiyatı’nda Pirlerin ve mürşitlerin, tarikata yeni giren müridleri bilgilendirmek tarikat derecelerini ve tarikat adabını
öğretmek amacıyla söylenen didaktik şiirlerdir.

ŞATHİYE
Allah'la şakalaşır gibi söylenen tasavvufi şiirlerdir. Burada Allah'tan korkmak yerine onu sevmek daha önemlidir düşüncesi
yatar.
•Dini ve tasavvufi halk şiirinde genel olarak mizahi manzumelere şathiye adı verilir.
•Tasavvufi konuları işleyenleri şathiyat-ı sûfiyâne adını alırlar, inançlardan alaylı bir dille söz eder gibi yazılan şiirlerdir.
Görünüşte saçma sanılan bu sözlerin, yorumlandığında tasavvufla ilgili türlü kavramlara değindiği anlaşılır.
•Bu tür şiirlere genellikle Bektaşi şairlerinde rastlanır.
•Medrese hocalarına göre bu şathiyeler küfür sayılır.
•Bu türün en tanınmış şairi Kaygusuz Abdal’dır.

DEVRİYE
 İnsanın dünyaya nasıl geldiğini ne nasıl yaşayıp nasıl öldüğünü anlatan döngüye denir.

OKUL GENEL DENEME SINAVI

EDEBİYAT 10 (KASIM 4. HAFTA 5 DERS)

EDAT (İLGEÇ)

Kendi başına bir anlamı olmayan, diğer söz ve söz öbekleriyle kullanıldığında anlam kazanan, çoğu zaman eklendiği söz
öbeğine sıfat, zarf gibi görevler kazandıran sözcüklerdir. Kimi edatlar cümlede tek başına kullanılıyor olsa bile, anlamlı olması
ancak cümle içinde kullanılmasına bağlıdır.

Edatlar, sözcük türü olarak bağlaçlara yakın olduğundan bazen onlarla karıştırılabilir. Önce karışan edatlardan başlayarak
önemli olanları inceleyelim. Sınavlarda çıkan edat, bağlaç sorularının daha çok anlama yönelik olduğunu da söyleyelim.

İle : Edat olarak cümlede değişik anlamlar verecek biçimde kullanılır. Daha çok kendinden önceki sözcüğe eklenerek “- le, –
la” biçiminde görülür.

“Seyahate tren ile gidecekmiş.” cümlesinde vasıta bildirir.


“Bu gece arkadaşlarla bizim evde toplanıyoruz.” cümlesinde birliktelik bildirir.
“Ona yaptığının doğru olmadığını güzellikle anlattım.” cümlesinde durum bildirir.

Burada “ile”nin edat ve bağlaç oluşu arasındaki ayrımı da belirtelim.


Cümlede “ile” sözünün olduğu yere “ve” sözünü koyduğumuzda anlam bozukluğu oluyorsa “ile” edat; olmuyorsa bağlaçtır.

“Elindeki sopayla gelene geçene vuruyordu.” cümlesini;


“Elindeki sopa ve gelene geçene vuruyordu.” şeklinde söyleyemeyiz. Öyleyse buradaki “ile” edattır.

“Çantadaki kitapla defteri masanın üzerine koydu.” cümlesini;


“Çantadaki kitap ve defteri masanın üzerine koydu.” şeklinde söyleyebiliriz; anlamda bozulma olmaz. Öyleyse buradaki “ile”
bağlaçtır.

32
Bağlaçlarla ya da diğer sözcük türleriyle karışan başka edatlar da vardır. Bunlar “yalnız, ancak, bir, tek” gibi edatlardır. Bu
sözcükler kullanıldıkları cümlelerde “sadece” anlamını veriyorlarsa edat; “fakat” anlamını veriyorlarsa bağlaç görevindedirler.
Bunları cümleler üzerinde gösterelim.

“O kadından şikayet eden yalnız sen değilsin.”


“Benim sözümü bir sen dinlemezsin zaten.”
“Bu odaya ancak beş kişi sığar.”
“Tek bu olay değil, daha birçok sebep var beni kızdıran.” cümlelerinde altı çizili sözcükler “sadece” anlamına geldikleri için
edat göreviyle kullanılmışlardır. Aynı sözcükleri değişik görevlerde de kullanabiliriz.

“Ben gelirim, yalnız yol parasını siz ödersiniz.”


“Söylediklerine inanmıyorum, ancak benim yapabileceğim bir şey yok.” cümlelerinde altı çizili sözcükler “fakat” anlamına
geldiklerinden bağlaç olarak kullanılmışlardır.

“Buz gibi suyu vardı bu dağların.”


“Bu kitabı geri vermek üzere alabilirsiniz.”
“Aslında onu tanımıyor değilim.”
“Sabaha karşı kapı usul usul açıldı.”
“Şimdiye dek tek bir gün bile dediğin gibi davranamadı.”
“O günden sonra onu bir daha görmedim.”
“Senin bu inadın yüzünden aç kalacağız.”
“Ben oyumu senden yana kullandım.”

EDEBİYAT 10 (KASIM 5. HAFTA 5 DERS)

ANONİM HALK EDEBİYATI

MANİ
Anonim Halk Edebiyatının en yaygın şiir biçimidir. Genelde tek dörtlükten oluşur. 7’li hece ölçüsüyle söylenir. Bazı manilerde
farklı ölçüler kullanılmıştır. Kafiye düzeni aaba  (aaxa) şeklindedir. İlk iki mısra doldurma niteliğindedir. Asıl anlatılmak
istenen son iki mısrada söylenir. Başka bir deyişle ilk iki mırranın, son iki mısrayla konu yönünden değil, ölçü ve kafiye
yönünden benzerliği vardır. Genelde doğa, aşk, kıskançlık, yalnızlık, güzellik konuları işlenir.

Bazı maniler, eş sesli kelimelerle kafiyelenebilir. Böyle manilere cinaslı veya ayaklı mani denir. Bazı manilerde ise asıl
dörtlüğe, iki mısra eklendiği görülür. Bu tür manilere artık mani veya yedekli mani denir.

MANİ ÇEŞİTLERİ
KESİK MANİ
Karaca
Aldım aşkın tüfeğin
Vurdum bir kaç karaca
Dünyada bir yâr sevdim
Kaşı gözü karaca

YEDEKLİ MANİ
Ağlarım çağlar gibi

33
Derdim var dağlar gibi
Ciğerden yaralıyım
Gülerim çağlar gibi
Her gelen bir gül ister
Sahipsiz bağlar gibi

DEYİŞ
Adilem sen naçarsın
İnci mercan saçarsın
Dünya deniz olanda
Gönlüm nere kaçarsın

Ağam derim naçarım


İnci mercan saçarım
Dünya deniz olunca
Ben kuş olup kaçarım

TAM -DÜZ MANİ


Koyunum var karaman
Gaybolursa araman
Ben bir reçber kızıyım
Şehirliye yaraman

CİNASLI MANİ
Yâr sana
Çağlar sular yâr sana
Madem Ferhat'ım dersin
Şu dağlın yarsana

TÜRKÜ
"Türk'e has" anlamına gelir. Belirli bir biçimi yoktur. Çağdan çağa, yöreden yöreye, ezgisinde ve dizilişinde
değişiklikler görülür. Her zaman bir ezgiyle söylenir. Ezgisine göre hoyrat, bozlak gibi adlar alır. Ana dizelerle bunlara eklenen
ve devamlı yinelenen bölümlerden oluşur. Asıl bölüm olan ana dizeler (bentler), dize sayısına göre üçleme, dörtleme, beşleme
gibi adlar alır. Nakarata kavuştak ya da bağlama denir. En çok 7'li, 8'li, 11'li hece ölçüsüyle yazılır. Doğa sevgisi ve toplumu
ilgilendiren genel konular işlenir. Toplumu etkileyen bir olay neticesinde türkü meydana getirmeye türkü yakmak denir.

( TÜRKÜNÜN ALT BİRİMİ) NİNNİ


Annelerin, çocuklarını uyutmak için bir ezgiyle söyledikleri nazım şeklidir. Genellikle dörtlüklerden oluşur. 8’li ve
11’li hece ölçüsü kullanılmıştır. Bazı ninnilerde hece ölçüsüne dikkat edilmediği görülür. Dörtlük sayısı sınırlı değildir. Bazen
aaaa, bbba... bazen aaab, cccb... şeklinde kafiye düzeni görülür. Annenin çocuğuna olan sevgisini, çocuğun geleceğiyle ilgili
düşünceleri, yürümesi, konuşması, okuması, meslek sahibi olması, yalnızlıktan çekilen sıkıntı, gurbetteki kocaya duyulan
özlem dile getirilir.

( TÜRKÜNÜN ALT BİRİMİ ) AĞIT


Ölenlerin arkasından duyulan üzüntünün dile getirildiği şiirlerdir. Dörtlüklerden oluşur. 11’li hece ölçüsüyle söylenir.
Genellikle uzun hava ve kırık hava denilen ezgilerle söylenir.

Gesi bağlarında üç top gülüm var,


Hey Allah'tan korkmaz sana bana ölüm var,
Ölüm var da şu gençlikte zulüm var.

Atma garip anam, şu dağların ardına,


Kimseler yanmasın, anam yansın derdime
Gesi bağlarında dokundum taşa,
Yazılanlar gelir sağ olan başa,
Bizi hasret koydu kavme kardaşa.

34
Atma anam atma, şu dağların ardına,
Kimseler yanmasın, anam yansın derdime.

HALK EDEBİYATI AŞIK TARZI

KOŞMA
Koşma, Âşık Edebiyatı nazım biçimidir. Genellikle hecenin 8'li ve 11'li kalıplarıyla yazılan; en az iki, en fazla dört dörtlükten
oluşan bir nazım biçimidir.
Koşmanın kafiye örgüsü ;
* aaab, cccb, dddb ...;
* abab, cccb, dddb ...;
* abxb, dddb, eeeb ...;
* aaaa, bbba, ccca ... şekillerinden birisi olabilir. Koşmalar yapılarına ve ezgilerine göre çeşitli adlar alır.

Koşmanın Özellikleri
Dörtlük sayısı 2 ile 4 arasında değişir.
Türk Halk edebiyatının en çok sevilen, en çok kullanılan nazım şeklidir. Dörtlüklerle söylenir.
Koşmalarda genellikle 8'li ve 11'li hece ölçüsü kullanılır. 4+4+3=11 ya da 6+5=11. Genelde yarım kafiye kullanılır.
Koşmada genellikle; doğal güzellikler, sevgi, aşk, özlem, kahramanlık, eleştiri, acı, yakınma, hayata ait görüşler konu olabilir.
Koşmanın kafiye örgüsü aaab, cccb, dddb ...; abab, cccb, dddb ...; abxb, dddb, eeeb ...; aaaa, bbba, ccca ... şekillerinden birisi
olabilir.
Genelde şiirin içinde özellikle de son dörtlükte şairin mahlası bulunur.
Koşma halka hitap ettiği için dili sade, anlatımı yalın ve içtendir.
Koşmalar işlenen konulara göre çeşitli isimler alır. Bunlar aynı zamanda âşık edebiyatı nazım türleridir.

Koşma Örneği
Vara vara vardım ol kara taşa,
Hasret ettin beni kavim kardaşa,
Sebep ne gözden akan kanlı yaşa,
Bir ayrılık, bir yoksulluk, bir ölüm

Nice sultanları tahttan indirdi


Nicesinin gül benzini soldurdu
Nicelerin gelmez yola gönderdi
Bir ayrılık, bir yoksulluk, bir ölüm

Karacoğlan der ki kondum göçülmez


Acıdır ecel şerbeti içilmez
Üç derdim var birbirinden seçilmez
Bir ayrılık, bir yoksulluk, bir ölüm          (Karacaoğlan)

BAĞLAÇ
Kendi başına bir anlamı olmayan, cümlede eş görevli söz ya da söz öbeklerini hatta cümleleri birbirine bağlayan sözcüklerdir.
Bağlaçlar edatlardan farklı olarak cümle içinde bağladıkları sözlerin görevlerinde herhangi bir değişme yapmazlar, cümleden
çıkarıldıklarında anlamda değişme olsa bile bozulma olmaz.

Kimi bağlaçlar bağlayacakları sözcüklerin arasında kullanılır.


“Çiçekçiden karanfil ve gül aldım.”

Bazı bağlaçlar ise bağladıkları sözcük sayısınca artarak kullanılır. Cümleye değişik anlamlar katar.
“Bana ne kalem ne defter verdiler.” (hiçbiri)
“Bana hem kalem hem defter verdiler.” (hepsi)

Bazı bağlaçlar da cümleleri bağlamakla görevlidirler. Bunlar tek yüklemle kullanılamazlar.


“Mademki o bunu biliyor…” sözü yüklemi olmasına rağmen anlamca tamamlanmış bir cümle değildir. Çünkü altı çizili
bağlaç cümlede başka bir yüklemi daha gerekli kılıyor. Yani cümle;
“Mademki o bunu biliyor, niçin yanında konuşmuyoruz?” şeklinde tamamlanabilir. Aynı özelliği aşağıdaki bağlaçlarda da
görebiliriz.

“Kitabı aldı, fakat bir daha geri vermedi.”


35
“Bilmiyorum, çünkü bu konuya çalışmadım.”
“Kimse onu dinlemiyor, oysa anlattıkları çok ilginç.”
“Gelecek, ama davet edilmeyi bekliyor.”
“Koşarak gara geldi, lakin tren gitmişti.”
“Yemek çok güzeldi, üstelik tatlı da yapmışlardı.”
“Okulu bitirdi, hatta dereceye bile girdi.”

Bazı bağlaçlar ise bir sözcük olmaktan çıkmış, bir söz öbeği haline gelmiştir.
“Herkes onunla alay ediyordu, ne var ki o bunu hiç önemsemiyordu.”
“Verdiği görevi yapamayacağımı anlayınca bana yardıma geldi; ne de olsa o halden anlayan biriydi.”

Bu bağlaçların dışında özelliği olan, yazımı yönünden eklerle karışan bağlaçlar da vardır. Bunların en önemlileri “de”
ve “ki” bağlaçlarıdır.

“De” bağlacı
Cümlede başka şeylerin de olduğu anlamını veren ya da çekimli fiillerden sonra gelen “de”ler bağlaçtır. Kendinden önceki
sözcükten ayrı yazılır, kendinden sonra hiçbir ek almaz. Cümleden çıkarıldığında cümlenin anlamı bozulmaz, ancak biraz
daralır. Hal eki olan “-de” eki ise yer ve zaman bildirir, cümleden hiçbir zaman çıkarılamaz.

“Bahçede meyve ağaçları da vardı.” cümlesinde “Bahçede” sözündeki “-de” hal ekidir. Çünkü yer bildiriyor; “nerede”
sorusuna cevap veriyor. “meyve ağaçları da” sözündeki “da” bağlaçtır.

Çünkü cümlede ağaçlardan başka şeylerin de olduğunu bildiriyor. Ayrıca, “Bahçe meyve ağaçları da vardı.” dediğimizde anlam
bozulduğu halde, “Bahçede meyve ağaçları vardı.” cümlesinde anlam bozulmaz.
“Size geldim de seni bulamadım.”
“Çok çalıştı da kazandı.”

“Ki” bağlacı
Türkçede iki tür “ki”nin olduğunu biliyoruz. İsmin yerine geçene ve sıfat görevinde bulunana, ilgi eki denir. Bağlaç görevinde
bulunan “ki” daha çok, açıklama yapılırken kullanılır ya da çekimli fiillerden sonra gelerek cümleye değişik anlamlar
kazandırır. Daima ayrı yazılır ve kendinden sonra hiçbir ek almaz.

“Baktı ki çalışmak zor, işi bıraktı.”


“Bildiğini anlat ki gerçekleri görelim.”
“Üsküdar ki en eski yerleşim yerlerindendir, hala çok sakindir.” cümlelerinde “ki”ler bağlaçtır.

“De” ve “ki” bağlaçları daha çok yazım kurallarında sorulur.

“İse” bağlacı
Cümlede daha çok karşılaştırma anlamı veren bir bağlaçtır. Bazen kendinden önceki sözcüğe eklenerek kullanılır.

“ Hediyeyi annem beğendi, babamsa hiç önemsemedi.” cümlesinde altı çizili ek bağlaçtır. Bu bağlacı şart anlamı veren “-
se, -sa” ekiyle karıştırmamalıyız. Şart anlamı veren ek kendinden sonra ek aldığı halde, bağlaç, kendinden sonra hiç ek
almaz. Üstelik şart anlamı da vermez.

“Sattıkları ev bu ev ise satın alalım.” cümlesinde “ise” şart anlamında olduğu için bağlaç değildir. Ancak;
“Sattıkları bahçe güzeldi, ev ise pek işe yaramazdı.”. cümlesindeki “ise” bağlaçtır. Çünkü şart bildirmeyip karşılaştırma
bildiriyor.

ÜNLEM
Kendi başına bir anlamı olmayan, söz içinde, sevinme, korku, özlem, kızma gibi duyguları anlatan ya da seslenme bildiren
sözcüklerdir. Söyleyişe göre anlam değişmesine uğrar.


– Yoo, ona dokunma!
– Eh, ben sana gösteririm!
– Ah haddini bilmez!
” cümlelerindeki sözcükler ünlemdir.

DİVAN EDEBİYATI ÖZELLİKLERİ


1. Nazım birimi genellikle beyittir ve cümle beyitte tamamlanır. Beyit, cümleye egemendir.
2. Nazım ölçüsü “aruz“dur.
3. Dili Arapça, Farsça, Türkçe karışımı olan Osmanlıcadır.

36
4. Şiirlerde tam ve zengin uyak kullanılmıştır.
5. Şiirlerin konuyu içeren başlıkları olmadığı için nazım biçimlerine göre adlandırılmışlardır.
6. Klişe bir edebiyattır. Duygu ve düşünceler değişmez sözlerle (Mazmun) anlatılır.
7. Anlatılan şey değil, anlatış biçimi ön plandadır.
8. Soyut bir edebiyattır. İnsan ve doğa gerçekte olduğundan farklı ele alınmıştır.
9. Aydın zümrenin edebiyatıdır. Medrese kültürü hâkimdir. Genellikle saraya ve çevresine seslenir.
10. Sanatlara bolca yer verilmiş, sanat yapmak amaç durumuna gelmiştir.
11. Ulusal bir edebiyat olmayıp dinin etkisiyle şekillenmiştir. Arap ve İran edebiyatının etkisi çok fazladır.
12. Şiirde daha çok aşk, sevgili, içki, din ve kadercilik gibi konular işlenmiştir.
13. Nazım ön planda tutulmuş, nesre pek az yer verilmiştir.
14. Nesir alanında tezkireler (edebiyat tarihi görevini gören biyografik eser), münşeatlar (mektuplar), tarihler, dini metinler ve
nasihatnamelere de rastlanmaktadır. Bunlarda da sanat yapma amacı ön plandadır.
15. 13.yüzyılda gelişmeye başlamış 16. ve 17. yüzyıllarda en olgun dönemini yaşamış, 19.yüzyılın sonlarına kadar sürmüştür.

1. GAZEL: Özellikle aşk, güzellik ve içki konusunda yazılmış belirli biçimdeki şiirlere denir. Beyit sayısı genellikle 5-9
arasında değişir. Gazelin ilk beyti mutlaka kendi arasında uyaklı olur.Bu ilk beyte “matla”, son beyte ise “makta” adı verilir.
Bir gazelin en güzel beytine “beyt-ül gazel”, şairin mahlasının bulunduğu beyte de “mahlas beyti” denir. Beyitleri arasında
anlam birliği bulunan gazele “yek-âhenk”, aynı güç ve güzellikte beyitlerden oluşan gazele de “yek-âvâz” gazel adı verilir.

2. KASİDE: Din ve devlet büyüklerini övmek amacıyla belirli kurallar içinde yazılan uzun şiirlerdir. En az 33, en çok 99
beyitten oluşur. Kasidenin en güzel beytine “beyt-ül kaside”, şairin mahlasının bulunduğu beyte de “taç-beyt” adı verilir.

Kasidenin Bölümleri
1. Nesib ya da teşbib: Kasîdenin 15 ile 20 beyit arasında bir uzunlukta olan giriş bölümüdür. Burada aşk konusu işlenmişse
bölüm "nesib", başka bir konu işlenmişse "teşbib" adını alır. Ancak bu iki terimin birbirinin yerine kullanıldığı da
görülmektedir. Nesib ya da teşbib, kasîdenin edebî değeri yüksek bölümlerinden biridir. Bu bölümün önemi kasîdelerin nesib
ya da teşbibde işlenen konulara göre adlandırılmış olmasından da anlaşılmaktadır.
2. Girizgâh (Gürizgâh): Şairin övgüye başlayacağını haber verdiği bir ya da iki beyitlik bölümdür. Nesib ile mehdiye
arasındaki geçişin şairane bir tarzda yapılması gerekir. şair bunu bazen ustalıkla yaparken bazen de üslupta bir kırılmayla
doğrudan ifade eder. Aslında girizgâhı bir bölüm olarak değerlendirmek pek de doğru değildir.
3. Medhiyye (maksad, maksûd): Bu bölümde kasîdenin sunulduğu kişi övülür. Kasîdenin asıl yazılış amacının ifade edildiği
bölüm, şiirin merkezidir. Genellikle önemli bir kişinin ya da değerli bir varlığın övüldüğü bu kısımda şair sanatının bütün
inceliklerini kullanarak memduhunu över. Medhiyede asıl amaç övgü olmakla birlikte şairin bölümdeki başarısı, övgüde ne
kadar ileri gittiğine değil, sanat gücünü ne oranda gösterdiğine bağlıdır. Bu bölümün dili genellikle nesibden daha ağırdır.
4. Tegazzül: Kasîde içindeki gazeldir. Kasîdedeki yeri tam olarak belirlenmiş değildir. Nesibden hemen sonra gelebileceği gibi
medhiyeden sonra da yer alabilir. Tegazzül her kasîdede görülmez. Bazı kasîdeler doğrudan tegazzülle başlar ve hemen
ardından medhiyeye geçilir. Böyle kasîdelerde nesib bölümü bulunmaz. Kasîde uzun bir manzume olduğu için beyit
sonlarındaki kafiye ile sağlanan ses tekrarları bu nazım biçimiyle yazılmış manzumelerde bir süre sonra bir tekdüzeliğin ortaya
çıkmasına neden olmaktadır. Tegazzül ise musarra bir beyitle başladığı ve bu bölümde genellikle farklı bir konu işlendiği için
kasîdede tekdüzeliği kırmakta ve okuyucunun şiire olan ilgisinin devamını sağlamaktadır.
5. Fahriyye: Şairlerin şiirdeki yetenekleriyle övündükleri bölümdür. Bu bölümde şairler memduhun erdemleri yanında
kendilerinin de sahip oldukları özellik ve yetenekleri ona hatırlatırlar. Fahriyede şairler genellikle kendilerini diğer kasîde
şairleriyle karşılaştırarak onlardan daha güçlü ve yetenekli şairler olduklarını iddia etmişlerdir.
6. Du'â: Şairin memduha dua ettiği bölümdür. Aynı zamanda bu bölümde kasîdenin tamamlanması dolayısıyla Allah'a
şükredilir ve memduhun içinde bulunduğu iyi durumun devamı için dua edilir. İlk kasîde örneklerinde görülmeyen bu bölüm
kasîde formuna sonradan eklenmiştir.

ŞARKI: Genellikle aşk, içki, eğlence konularında yazılan dört dizelik nazım biçimidir. Biçim bakımından “murabba”ya
benzer. Çoğunlukla bestelenmek için yazılır. Bu biçim de tuyuğ gibi yalnızca Türk edebiyatına özgüdür. “Şarkı” biçiminin
yaratıcısı ve en güçlü şairi Nedim”dir.

10 TÜRK EDEBİYATI ( ARALIK 2. HAFTA 5 DERS)


DESTANLAR
Destanlar henüz aklın ve bilimin toplum hayatına tam anlamıyla hâkim olmadığı ilk çağlarda ortaya çıkmış sözlü edebiyat
ürünleridir. Milletleri derinden etkileyen tarihî ve sosyal olayları anlatan edebî eserlere destan adı verildiğini biliyoruz. Bu tür
edebî eserler deprem, bulaşıcı hastalık, kuraklık, kıtlık, yangın, göçler, savaşlar ve istilâlar gibi önemli olayların etkisiyle
tarihin eski çağlarında meydana gelmiştir.

Destanlar üç safhada oluşur:


Doğuş Safhası: Bu safhada milletin hayatında iz bırakan önemli tarihî ve sosyal olaylar, bu olaylar içinde yüceltilmiş efsanevî
kahramanlar görülür.

37
Yayılma Safhası: Bu safhada, söz konusu olay ve kahramanlıklar, sözlü gelenek yoluyla yayılır. Böylece bölgeden bölgeye ve
nesilden nesle geçer.
Derleme (yazıya geçirme) Safhası: Bu safhada, sözlü gelenekte yaşayan destanı, güçlü bir şair, bir bütün hâlinde derleyip
manzum olarak yazıya geçirir. Çoğu zaman bu destanların kim tarafından derlendiği ve yazıya geçirildiği belli değildir.

Destan Çeşitleri
Tabii (Doğal) Destan: Toplumun ortak malı olan ve birtakım olaylar sonucu kendiliğinden en oluşan destanlardır. Örnek:
Oğuz Kağan Destanı
Yapma (Yapay) Destanlar: Bir şairin, toplumu etkileyen herhangi bir olayı tabiî destanlara benzeterek söylemesi sonucu
oluşan destanlardır. Örnek: Üç Şehitler Destanı – Fazıl Hüsnü DAĞLARCA

Destanların Genel Özellikleri


Anonimdirler.
Genellikle manzumdurlar. Az olmakla beraber nazım-nesir karışık olan destanlar da vardır. Bazıları, manzum şekilleri
unutularak günümüze nesir hâlinde ulaşmıştır.
Olağan ve olağanüstü olaylar iç içedir.
Destan kahramanları olağanüstü özelliklere sahiptir.
Destanlar, tarihî ve sosyal olaylardan doğarlar. Bu eserlerde genellikle, yiğitlik, aşk, dostluk, ölüm ve yurt sevgisi... işlenir.
Bir edebiyat türü olan destan, zamanla asıl anlamını yitirmiş, âşık edebiyatında savaşları, ünlü kişileri, gülünç olayları anlatan
eserlere de destan denilmiştir.
Türk destanları, İslamiyet’ten önceki destanlar ve İslamiyet’ten sonraki destanlar olmak üzere ikiye ayrılır.

TÜRK DOĞAL DESTANLARI


İSLAMİYETTEN ÖNCEKİ TÜRK DESTANLARI
Altaylara Ait Destanlar Yaratılış Destanı
Sakalara Ait Destanlar Alp Er Tunga Destanı Şu Destanı
Hunlara Ait Destanlar Oğuz Kağan Destanı Attila Destanı
Göktürklere Ait Destanlar Ergenekon Destanı Bozkurt Destanı
Siyenpi destanları
Uygurlara Ait Destanlar Türeyiş Destanı Göç Destanı Mani dininin kabulü destanı

İSLAMİYETTEN SONRAKİ TÜRK DESTANLARI


Karahanlı Dönemi – Satuk Buğra Han Destanı
Kazak-Kırgız Dönemi – Manas Destanı
Moğol Dönemi – Cengiz Han Destanı (Cengiz-Name)
Tatar-Kırım Dönemi – Timur Destanı Edige Destanı
Beylikler Dönemi – Danişmend Gazi Destanı (Danişmend-Name)
Selçuklular Dönemi – Battal Gazi Destanı (Battal-Name)
Osmanlılar Dönemi – Köroğlu Destanı

TÜRK YAPAY DESTANLAR


Üç Şehitler Destanı - Fazıl Hüsnü Dağlarca
Genç Osman Destanı - Kayıkçı Kul Mustafa
Çanakkale Şehitlerine Destanı - Mehmet Akif Ersoy
Kuvay-ı Milliye destanı - Nazım Hikmet Ran
Atatürk Kurtuluş Savaşında - Cahit Külebi
Türk Destanlarında Motifler (Totemler)

IŞIK: Bu motif destanların kuruluşunda kutsiyetten kaynaklanan hayat verici bir özelliğe sahiptir. Destanların büyük
kahramanları; bu kahramanlara kadınlık ve mukaddes Türk çocuklarına annelik yapan kadınlar ilahî bir ışıktan doğarlar.
Şamanist inanca göre yerden on yedi kat göğe doğru gittikçe aydınlanan bir nur âlemi vardır ki bunun on yedinci katında bütün
göz kamaştırıcı ışığıyla Türk Tanrısı oturur. Yeryüzünde iyilik yapan ruhlar da bir kuş şeklinde bu nur âlemine uçarlar.

38
RÜYA: Destanın bütününü etkileyen ve destan kahramanlarının hareket alanını belirleyen bir motiftir. Bir mücadele üzerine
kurulu destanlarda kazanılacak başarı veya yaşanacak bir felaket düş yoluyla önceden öğrenilir. Kadercilik anlayışı düş
motifiyle destanlarda işlenir.

AĞAÇ: Destanlarda ağaç motifi üç yönüyle yer alır: Sığınak (Oba), Ana ya da Ata, varlığı, devleti temsil eden sembol.
İnsanlığın yaratılışı hakkındaki Türk düşüncesine göre Tanrı, yeryüzündeki dokuz insan cinsini, bu insanlardan önce yarattığı
dokuz dallı ağacın gölgesinde barındırmıştır.

KIRKLAR: Bu motif, kahramanlar etrafındaki gücü temsil eder. Kırk sayısı bazı eşya ve davranışları sınırlar. Oğuz Kağan’ın
kırk günde yürümesi, konuşması gibi. Kırk sayısı görünmez âleminden gelen koruyucu, güç verici kutsiyete erişmiş şahısları
da simgeler.

AT: At destanlarda önemli bir konuma sahiptir. Bunun temelinde göçebe kültürün yarattığı zorlayıcı koşullar vardır. Ata bir
tür dinsel totem özelliği kazandıran şamanist inançtır. At, kahramanın başarıya ulaşmasında en etkin güçtür. Sahibini korur,
ona yol gösterir, tehlikelere karşı uyarır.

OK-YAY: Destanlarda maden isimlerinin sıkça geçmesi Türklerin savaşçı bir ulus oldukları kadar savaş aracı üretmede de
usta olduklarını gösterir. Destanlardaki maden isimleri tamamıyla Türkçedir. Bu da Türklerin çok eskiden beri madencilikle
uğraştıklarının delilidir. Ok- yay motifi destanlarda sadece savaş aracı olarak geçmemiş, Türk üstünlüğünü ifade etmiş, hukuki
bir sembol haline gelmiştir.

MAĞARA: Bu motif destanlarda sığınak ve ana karnını temsil eder. Bazen de ilahî buyruğun tebliğ edildiği yer olarak
karşımıza çıkar.

AKSAKALLI İHTİYAR: Destanlarda hakanların akıl danışıp öğüt diledikleri güngörmüş yaşlılar vardır. Derin tecrübeli bu
kimseler, genç hakanlara yol ve iz gösterirler. Bu, Türklerin âlimlere mukaddes insan gözüyle bakıp ilme değer verdiklerini
gösterir.

YADA TAŞI: Bu taş destanlarda millî birlik ve bütünlüğü, halkın mutluluğunu ve devletin idealini temsil eder. Bu taş ülkeden
çıkarıldığında birlik ve bütünlük bozulur ve kıtlık baş gösterir.

Dünyanın En Ünlü Destanları Şunlardır:

Doğal Destanlar Yapma Destanlar


İlyada   (Yunan, Homeros) Aeneis  (Vergilus) LATİN
Odysse   (Yunan, Homeros) Henriade  (Voltaire) FRANSIZ
Şehname  (İran, Firdevsi) Kaybolmuş Cennet  (J. Milton) İNGİLİZ
Gılgamış  (Sümerler) Kurtarılmış Kudüs  (T. Tasso) İTALYAN
Ramayana  (Hint) Çılgın Orlando  (Ariosto)
Kalevela  (Fin, Lönrot) İlahi Komedya  (Dante)
Nibelungen  (Alman)
Beowulf  (İngiliz)
İgor   (Rus)
Le Cid (İspanyol)
Şinto  (Japon)
Chansen de Röland  (Fransız)

MİT - EFSANE
‘Bir din veya bir halkın kültüründe tanrılar, kahramanlar, evren ve insanın yaratılışına dair tüm sözlü ve yazılı efsane
birikiminin ve bu efsanelerin doğuşlarını, anlamlarını yorumlayıp, inceleyen ve sınıflandıran çalışmalar bütünüdür’ Genel
olarak bir açıklama yapmak gerekirse mitolojiler efsanevi olaylardır.

39
Mitolojiler daha çok; tanrıları, kahramanlıkları ve doğaüstü varlıkları kendilerine konu olarak seçmişlerdir. Birçok mitolojide
konu bir ülkenin veya devletin kuruluşu ve açıklanması muhtemel olmayan doğa olaylarıdır. Genel olarak bir şeyin nasıl
yaratıldığı veya nasıl meydana geldiği gibi konuları içerir.

Efsaneler ilk çıktıklarında sözlü iken daha sonralarda kaleme alınmış ve ölümsüzleştirilmişlerdir. Çoğunlukla geleneksel sözlü
anlatım yoluyla ozanlar ve rahipler aracılığıyla günümüze kadar gelmişlerdir. Mitolojiler objektif bir doğruluk taşımazlar.
Örneğin divan edebiyatında “kaknus” adı verilen kuğu kuşu ile ilgili efsane sık sık karşılaşılır.

Efsane şudur:
Türlü renkler ve nakışlarla süslü bu kuşun ağzında 360 delik varmış. Yüksek dağların tepesinde rüzgâra karşı oturunca bu
deliklerden türlü sesler çıkarmış. Söylentiye göre musiki, kaknusun gagasındaki bu deliklerden çıkan seslerden alınmaymış.
Bin yıl kadar yaşadığı söylenen bu kuş, öleceğine yakın çalı çırpı toplayıp üzerine oturur, acıklı bir şekilde ötmeye başlarmış.
Sonra da kanatlarını birbirine çarparak çıkardığı kıvılcımla çalı çırpıyı tutuşturur, ateşin içinde yanar, kül olurmuş. Fakat
külünden hemen bir yumurta meydana gelir ve bu yumurtanın içinde kendisi gibi bir kuş yavrusu çıkarmış.

Çeşitli Mitolojiler
Mısır Mitolojisi: Eski Mısır tarihi boyunca devlet birçok tanrı değiştirmiştir. Öyle ki her köyde farklı bir tanrıya inanılmıştır.
Bazen bu tanrılardan birisinin ismi değiştirilip farklı köylerde bu tanrıya tapmaya başlamışlardır. Mısır tarihindeki en ünlü
tanrılar Osiris, karısı İsis ve oğulları Horus’tur.

Mısırlılar, Osiris’in öldükten sonra dirileceğine inanıyorlardı. Bu nedenle insanlarında öldükten sonra dirileceğine inanırlar ve
mezarlarını görkemli bir şekilde inşa ederlerdi. Büyük piramitler güçlü kralları için yaptıkları mezarlardır. Mısırlılar, öldükten
sonra dirilişe inandıkları için her mezarın içine yiyecek, ev eşyası, giysi ve çeşitli araç-gereçler koyarlardı. Kralların mezarına
ise bunların yanı sıra dirildikten sonra onların hizmetini görmeleri için küçük heykelcikler koyarlardı.

Roma Mitolojisi: Romalılar doğadaki ve evdeki her şeyde yaşayan bir kutsal ruh olduğuna inanırlardı. Örnek vermek
gerekirse tarımın her evresini bir tanrı inşa etmekteydi. Bir tanrı toprağın sürülmesinden, bir tanrı ekimden diğer bir tanrı ise
hasattan sorumluydu. Her evi de bir tanrının koruduğuna inanırlardı.

Romalılar, Yunanlılar ile karşılaştıktan sonra tanrılarına insan özellikleri vermeye başlamışlardır.

Yunan Mitolojisi: En önemli tanrısı Zeus’tur. Dünyayı ve gökleri onun yönettiğine inanılırdı. Zeus’un erkek kardeşi Hades
ölülerin dünyası olan yeraltını ve diğer kardeşi Poseidon ise denizi yönetmekteydi.

Zeus, Hera ile evliydi ve çocuklarının her birinin ayrı bir tanrı görevi vardı.

Hephaistos: Demirciler Tanrısı


Apollon: Güneş Tanrısı
Artemis: Ay Tanrıçası
Athena: Savaş ve Akıl Tanrıçası
Afrodit: Güzellik Tanrıçası
Ares: Savaş Tanrısı
Dionysos: Şarap Tanrısı
Henres: Tanrıların Habercisi idi.

Eski Yunanlılar tanrıların, insanların davranışlarını yönettiklerine inanırlardı. Ayrıca tanrıların sık sık normal insanlarla ilişki
kurduklarına ve bazı ünlü kahramanların bir tanrı ve bir ölümlüden doğduğuna inanılırdı.

Destanla Mit Arasındaki Farklar


1. Destanlar gerçek dünyaya ait konuları ele alırlar. İçlerinde bazı olağanüstülükler barındırsalar bile temelde tarih sahnesinde
yer almış olaylar ve kahramanlar destanların konularıdır. Ancak aynı şeyi mitler için söylememiz mümkün değildir. Mitler bu
dünyanın üstünde bir dünyada, sadece öyle olduğuna inanılan olayları ve kahramanları konu alırlar.

2. Destanların temelinde yatan ana duygu kahramanlıktır. Buna karşılık mitlerin temeli dünyanın, insanın ve varlıkların
oluşumudur.

3. Destanlarda anlatılan olayların geçtiği coğrafya günümüz coğrafyasıdır. Yaşanılan yerlerin yaklaşık nereleri olduğunu
biliriz. Ancak mitlerde durum daha farklıdır. Mitlerin geçtiği coğrafya masalsı bir coğrafyadır.

4. Üslup yönünden destanlar, mitlere göre daha uzun soluklu eserlerdir.

40
Destanla Mit Arasındaki Benzerlikler
1. Destan ve mitolojilerin oluşum süreçleri birbirine benzemektedir. Her iki türde de anlatılanlar, anlatım zamanında çok önce
meydana gelmiştir.

2. Mitler genellikle dünyanın, insanın veya başka bir şeyin oluşumunu konu alırlar. Destanlarda da kısmen bu tür konuların ele
alındığını görmekteyiz.

3. Doğaüstü ve fizik ötesi güçler yanı sıra, doğa güçleriyle savaşa girmiş, onları yenmiş ya da yenememiş ilk yiğitlerin kimlik
ve kişiliklerini belirtmesiyle de mitoslar, eposlara, yani destanlara malzeme olur, destanları oluştururlar.

4. En kısa tanımıyla mitoslar; doğa güçlerinin kişileştirilmesi, canlı varlıklar ya da ölümsüz tanrılar halinde tasarlanması,
eposlar ise tarihten önceki insan topluluklarının ilkel tarihleri olduğuna göre; mitoslarla eposlar arasında yer yer aynı
malzemeyi kullanmak, aralarında bağlantılar olan konuları değişik oranlarda ve farklı açılardan işlemek bakımından bir
kesişme görülür

5. Destan kahramanları, mitoslardaki tanrılar ve tanrısal güçlerle yaşamdaki insanlar arasında köprüler kuran kişilerdir.

10 TED (ARALIK 3. HAFTA 5 DERS)


1. ORTAK YAZILI YOKLAMA SINAVLARI
2. DÜNYA DESTANLARINDAN NİBELUNGEN DESTANI
3. ŞAHMERAN EFSANE ÖRNEĞİ
4. YARADILIŞ DESTANI
5. BATTALGAZİ DESTANI
DESTANLARIN OKUNMASI. ARALARINDAKİ FARKLARIN BULUNMASI.
DESTAN- EFSANE KARŞILAŞTIRILMASI YAPILACAKTIR

10 TED (ARALIK 4. HAFTA 5 DERS)

DİLEKÇE: Bir isteği, bir şikâyeti duyurmak veya herhangi bir konuda bilgi vermek için resmî veya  özel kurum ve
kuruluşlara, gerçek ve tüzel kişilere yazılan imzalı başvuru yazısıdır.
Her Türk vatandaşının resmî kurumlara dilekçe verme hakkı vardır ve bu hak anayasa teminatı altındadır.

Dilekçe yazarken dikkat edilecek hususlar:


1. Çizgisiz beyaz kâğıda yazılmalıdır. Kesinlikle yarım kâğıt kullanılmamalıdır. Kâğıdın arka yüzüne geçilmemelidir, çok
gerekli ise ikinci kâğıt kullanılmalıdır.
41
2. Bilgisayar, daktilo veya dolma kalemle yazılabilir. Tükenmez kalemle mavi ve siyah mürekkepli kalemler dışında başka
renkli kalemlerle yazılmaz. 
3. Sorun hangi kurumu ilgilendiriyorsa ona hitap edilerek başlanmalıdır.
4. Yer ve tarih belirtilmelidir.
5. Ciddi, resmî, saygılı bir dil ve üslûp kullanılmalı, nesnel olunmalıdır.
6. Sorun, durum ya da dilek kısa ve açık olarak ifade edilmelidir. Gereksiz ayrıntılara ve kişiselliğe yer verilmemelidir.
7. İstenen şey yasalara uygun olmalı; yasal çerçeve kesinlikle aşılmamalıdır. Bir şikâyet söz konusu ise sorun mutlaka
belgelere ve tanıklara dayandırılarak açıklanmalıdır.
8. Hiyerarşik düzene dikkât edilmelidir.
9. Bir konuda üst makamın bilgilendirilmesi amaçlanmışsa "...durumu bilgilerinize arz ederim.", 
Üst makamın bir sorunu çözmesi, bir işlemi başlatması isteniyorsa  "Gereğini saygılarımla arz ederim.", 
Yapılacak bir işlem için izin isteniyorsa " İzninizi saygılarımla arz ederim" gibi saygı ifadeleriyle son bulmalıdır. 
10. Yazım ve noktalama kurallarına dikkât edilmelidir.
11. Dilekçe sahibi adını-soyadını ve açık adresini belirtmelidir.
12. Bir dilekçede sadece bir imza bulunması gerektiği  unutulmamalıdır. Ortak bir konuda birden fazla kişi aynı dilekte
bulunacaksa bunlar da dileklerini ayrı ayrı dilekçelerle belirtmelidirler.
13. Dilekçeye eklenecek ek belgeler yazının sonunda "Ekler" başlığı altında maddeler halinde sıralanmalıdır.

Dilekçe Örnekleri

                     MAKAM  ADI
                                             YER

Dilekçenin metni....................................................................................................................................................................
............................................................................................................................ TARİH

ADRES:..................
................................                                                     İMZA
................................                                                 AD-SOYAD
..............      

Ekler:
1)............
2)............ 

  
Örnek Dilekçe:
T.C.
MARMARA ÜNİVERSİTESİ
FEN-EDEBİYAT FAKÜLTESİ DEKANLIĞINA
KADIKÖY/İSTANBUL

            Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde normal öğretim ikinci sınıf, 343434 numaralı öğrenciyim. 2007-2008 ders yılı güz
dönemi Çağdaş Türk Lehçeleri genel sınavına ekte belgesini sunduğum hastalığım dolayısıyla giremedim. Mazeret sınavına
alınmam için gereğini arz ederim. 14.02.2007

Adres:
Atatürk Mah. Cumhuriyet Cad. No: 1923
34722 Kadıköy/İstanbul İmza
Ad-Soyad
Ek: 1. Sağlık raporu.

TUTANAK : Belgelenmesi gereken bir durumu tespit edenler tarafından hazırlanıp imzalanan
belgeye tutanak veya zabıt denir.
Tutanaklar, yalın ve açık bir üslupla, kişisel görüş ve yorumlara yer verilmeden aynen yazılır. Tutanaklar aksi sabit oluncaya
kadar hukuken geçerli belgelerdir. Bilgisayar ve daktiloda yazılabileceği gibi, okunaklı olmak şartıyla el yazısı ile de
yazılabilir. Tutanak elle yazılacaksa dolma kalem veya tükenmez kalem kullanılır.

Tutanaklar düzgün, kısa, anlaşılabilir ifade ile yazılmalıdır. Tutanak kâğıdın sadece bir yüzüne yazılır. Eğer tutanak birden
fazla sayfaya yazılacak ise sayfanın üst kısmında tutanağın kaçıncı sayfası olduğu yazı ile belirtilir ve her sayfanın altı mutlaka
imzalanır.
42
Tutanak üzerinde silinti, kazıntı ve ilave yapılmaz. Eğer yanlış kelime yazılmışsa, üstü tek çizgi hâlinde çizilir ve çizilen
kelimeden hemen sonra parantez açılarak kaç kelime çizildiği yazılır ve son olarak da tutanağı düzenleyen kişilerce üstü
paraflanır.

Tutanakların başlık ve sonuç bölümünde tutanak oldukları belirtilmelidir. Tutanakta tarih ve gerekirse saat bilgisine yer
verilmelidir. Tutanakta olaya şahit olanlar veya toplantı başkanlarının adı, soyadı ve imzası yer almalıdır. Tutanakta kronolojik
sıraya göre anlatım yapılmalıdır.

Olay ve duruma göre isimlendirilen (toplantı tutanağı, kaza tespit tutanağı, buluntu eşya tutanağı vb.) çeşitli tutanak türleri
vardır.

Toplantı Tutanağı Örneği


SOSYAL KULÜP TOPLANTI TUTANAĞI
Öğretim Yılı: 2017 - 2018
Okulun Adı: ŞMŞ FEN LİSESİ
Kolun Adı: KÜLTÜR VE EDEBİYAT KULÜBÜ
Toplantı No: .....................
Toplantı Tarihi: ......../....../......
 
GÜNDEM : 
1..........................................................................................................................................................
2.........................................................................................................................................................
3............................................................................................................................................................
 
GÖRÜŞMELER VE ALINAN KARARLAR
....................................................................................................................................................................
....................................................................................................................................................................

Başkan         Başkan Yardımcısı               Sayman             Sekreter Üye               Üye


                                                                       
  Danışman Öğretmeni

Olay Tutanağı Örneği

2. DÖNEM

10TED ŞUBAT 1. HAFTA 5 DERS


ROMAN
Roman türü özellikleri hatırlatılacak
Bir roman üzerinde kişi yer zaman üslup olay bakış açısı çalışması yapılacak
Romanın tarihsel gelişimi

43
Romanın çeşitleri
Romantizm ve realizm akımlarının romana etkisi
Roman türünün ilk örneğini ilk defa XVI. Yüzyılda İspanyol yazar Miguel de Cervontes ( Mişel dö
Servantes) “ Don Kişot” adlı eseriyle vermiştir XVII. Yüzyılda Madema de la Fayette : “Princesse de Clevs “
adlı eseriyle onu takip etmiş; XIX. Yüzyılda gelişen romantizm ve realizm akımları bu türün de gelişmesinde etkili
olmuştur..
Türk Edebiyatında daha önceleri bu türün yerini tutan MESNEVİLER vardı Batılı anlamdaki roman türü bizde önce
çevirilerle başlar.
İlk olarak Yusuf Kâmil Paşa Fransız yazar Fenelon’dan “Telmaque”adlı esri çevirmiş ; sonra Wictor Hugo’dan
“Sefiller”, Daniel Defo’dan “Robinsun Crosoe” ve Alexandre Dumas ‘dan “Monte Criesto” çevrilmiştir.
Bizde ilk yerli romanı Şemsettin Sami : “Taaşşuk u Talat ve Fitnat adlı eseriyle vermiştir.
Daha sonra Namık Kemal “İntibah “ adlı eseriyle ilk edebi roman örneğini Halit Ziya Uşaklıgil “Mai ve SİYAH “la
ilk modern roman örneğini vermişlerdir. Bunları “Araba Sevdası “ adlı romanıyla Hüseyin Rahmi , “Eylül” adlı
romanıyla Mehmet Rauf takip eder .
Milli Mücadele döneminde Halide Edip “Ateşten Gömlek “, “yaban”. Reşat Nuri “Çalıkuşu “ romanlarıyla bu türü
mükemmele ulaştırır.
ROMAN ÇEŞİTLERİ
A ) KONULARINA GÖRE
1 – Tarihi Roman : Tarihteki olay ya da kişileri konu alan romanlardır. Yazar tarihi gerçekleri kendi hayal gücüyle
birleştirerek anlatır.
İlk örneğini Valter Scolt “Vaverley “ adlı eseriyle vermiş. Bunu Gogol ,”Toros Bulba “, W. Hugo “Nöturdam de
Paris “ , A. Dumas “Monte Criestove Üç Silhşörler” le takip eder
Türk edebiyatında ilk örneği N. Kemal’in “Cezmi “ romanıdır. N. ADSIZ’ın “Bozkurtlar “;T Buğra “Küçük Ağa “,
Küçük Ağa Ankara'da” K. Tahir’in Yorgun Savaşçı”. “Devlet Ana” bu tür romanlardır.
2 - Macera Romanı:Günlük hayatta her zaman rastlanmayan, şaşırtıcı, sürükleyici, esrarengiz olay-ları anlatan
romanlardır “Serüven Romanları” da denir. Bir araştırma ve izlemeyi anlatan “Polisiye Roman “, alışılmışın dışında
uzak yerleri ve yaşamları anlatan” Egzotik Romanlar” da bu gruba )- girer.
Dünya edebiyatında R. L. Stevensın’ın “Hazine Adası”. D. Defo’nun “Rabinson Cruse” R . Kiplink’in “Cangel”; Türk
edebiyatında A. Mithat Efendinin “Hasan Mellah “ . “Dünyaya İkinci Geliş”, Peyami Safa’nın “ Cingöz Recai “ bu
türün en tanınmış örnekleridir.
3) Sosyal Roman : İnsan yaşamının sınırsız kültür birikimi içinde yer alan ve insanı derinden etkileyen toplumsal, siyasi
olaylar, inançlar, gelenek ve görenekleri bazen eleştirisel, bazen de bilimsel açıdan ele alıp anlatan romanlardır
Dünya edebiyatında : W. Hugo’nun “Sefiller “, Tolstoy’un “Suç ve Ceza”; Türk edebiyatında Namık Kemal’in “İntibah
“,R. M. Ekrem’in Araba Sevdası “ A. M. Efendinin “Felatun Bey İle Rakım Efendi bu tür romanlardır.
Bir fikri savunup bilimsel verilerle olaya yaklaşan “Tezli Roman “( Yakup Kadri’nin “Yaban” romanı gibi.) ;
toplumdaki inanç ve gelenekleri anlatan Töre Romanı” ( Halide Edip “ Sinekli Bakkal) bir olayı eleştirisel yaklaşımla
anlatan “Yergi Romanı “ (Y Kemal’in İnce Memet “ ) ; belli bir yerin özelliklerini anlatan “Mahalli Roman ( F.
Baykurrt’un “ Yılanları Öcü “) sosyal romanın çeşitleridir
4)- Psikolojik Roman : ( Tahlil Romanı ) : Dış alemdeki olaylardan çok , kahramanların iç dünyasını, ruh hallerini
ele alarak kişilerin toplumla ilişkilerini, bunların birbirinden nasıl etkilendiklerini anlatan romanlardır.
İlk örneği: Madame de La Fayette’nin “Prencesse de Clevs” Adlı romandır.
Bizde Mehmet Rauf’un “Eylül” ilk örnektir. Peyami Safa’nın “Matmazel Noralya’nın Koltuğu”, “Bir Tereddütün
Romanı “, “Dokuzuncu Hariciye Koğuşu “ bu türdendir.
5) Otobiyografik Roman: Yazarın kendi yaşamın anlattığı romanlardır. Dünya edebiyatında Alfonse Dode’nin
“Küçük Şeyler “ , bizim edebiyatımızda: Y. Kadri Karaosmanoğlu’nun “Anamın Kitabı “. P. Safa’nın “Dokuzuncu
Hariciye Koğuşu”bu türün örnekleridir.
NEHİR ROMAN : Bir kişinin, bir toplumun hayatındaki gelişmeleri ya da tarihi bir olayı birden fazla cilt halinde
anlatan romanlardır.
Tarık Buğra’’nın “Küçük Ağa”, “Küçük Ağa Ankara’da” , “Firaun İmanı”; Nihal Adsız’ın “Bozkurtlar “ ,
“Bozkurtların Ölümü”, “Bozkurtlar Diriliyor” romanları gibi
B) KONULARIN IŞLENİŞİNE GÖRE ROMANLAR:
1 – Romantik Roman . Romantik akıma uygun olarak, duygu ve hayallerin ön plânda olduğu romanlardır.( İntibah”,
“Eylül”, “Mai Ve Siyah” gibi )
2 – Realist Roman : Gerçekçi akıma uygun olarak gözlem ve deneyimin duygu ve hayalden daha ön plânda olduğu
akımdır İlk örneği R. M. Ekrem’in “Araba Sevdası “.
3 – Natüralist Roman: Bilimsel araştırmalara bağlı kalarak kahramanlarını gözlemlerle seçen romanlardır.

10TED ŞUBAT 2. HAFTA 5 DERS

44
EDEBİ AKIMLAR
Edebi akımlar, aynı görüşte olan sanatçıların bir araya gelerek, belirledikleri ilkeler doğrultusunda yapıt ortaya
koymalarıyla ortaya çıkmış edebi anlayışlardır. Edebiyat akımlarının oluşmasında toplumsal değişmeler ve gelişmeler,
bilimsel ve teknolojik yenilikler, bireysel özelliklerdeki farklılaşmalar etkili olmuştur. Genellikle birbirlerine tepki olarak
ortaya çıkan edebiyat akımlarının temsilcileri, akımlarının ilkelerini kendileri belirlemiştir. Avrupa'da edebi akımlar
başlamadan önce, iki önemli düşünce ve sanat anlayışı vardı: Hümanizm ve Rönesansçılık.

HÜMANİZM:
* İnsana değer vermek esastır. 
* Tabiatı Tanrı yaratmıştır düşüncesi kabul edilmiştir.
* İnsanı sevip onu yüceltme.
* Dante bu düşüncenin temsilcisidir. 

RÖNESANSÇILAR:
*Hem hümanizmin getirdiklerin hem de 16.yy. bilim ve akılcılığını benimsemişlerdir. 
*Özgürlük düşüncesini geliştirirler. 
*Petrarca, Montaigne, Bocon, Cervantes, Shakspeare bu dönemde eser verirler.

KLASİSİZM
*17.yy ortalarında Fransa'da ortaya çıkan edebiyat akımıdır. 
*Akla ve sağduyuya değer verirler. 
*İnsandaki tabiata, insanların iç dünyasına saygı göstermek esastır, 
*Konularını eski Yunan ve Latin edebiyatından alırlar. 
*Kahramanları seçkin kişilerdir. Sıradan insanlara eserlerinde yer vermezler. 
*Önemli olan konu değil konunun işleniş biçimidir 
*Dil, üslup kusursuz bir şekilde işlenmiştir. Dil açık, yalın ve soyludur.
*Sanat için sanat görüşünü savunurlar. 
*Sanatçı eserde kendini gizler.
*Tiyatroda üç birlik kuralına uyulur.(olay, zaman, mekân)
*Bu akımın en önemli temsilcileri: Moliere, Corneille, Racine, La Fontaine, La Bruyere,Daniel
Defoe, Boileau, Malherbe, Madam De La Fayette, Fenelon, Bousset
*Türk edebiyatında ise Şinasi ve Ahmet Vefik Paşa 'dır. Şinasi'nin La Fontaine'den; Ahmet Vefik Paşa'nın da Moliere
den yaptığı çeviri ve adapteler klasisizmi edebiyatımızda tanıtmıştır.

ROMANTİZM
*Fransa'da 1830 yıllarında klasisizme tepki olarak doğmuştur. 
*Klasik edebiyatın kural ve şekilleri bırakılır. 
*Konular eski Yunan ve Latin edebiyatı yerine Hıristiyanlıktan tarihten ve günlük yaşamından alınır.
*Akıl yerine duygulara ve hayallere önem verirler. 
*Sanatçılar kendi eserlerinin kişiliklerini gizlemezler. 
*Sanat toplum içindir görüşünü benimsemişlerdir. 
*Tabiat önemlidir. Gözlem ve tasvire önem verilir. 
*Konular işlenirken iyi, kötü, doğru, yanlış gibi karşıtlıklardan yararlanırlar. 
*Üç birlik kuralı terk edilir. 
*Temsilcileri: Voltaire, Shakespeare, Lord Byron, Goethe, Schiller, Jean Jacques Rousseau, Chateaubriand, Madame
de Stael, Lamartine, Victor Hugo, Aleksandre Dumas Pere, Alfred de Musset, Alfred de Vigny, Aleksandre Puşkin.
*Türk edebiyatında ise Namık Kemal, Ahmet Mithat Efendi, Abdülhak Hamit Tarhan,Recaizade Mahmut
Ekrem (şiirde)

REALİZM
*19.yy'ın ikinci yarısında Fransa'da romantizme tepki olarak doğmuştur. 
*Konu gerçekten alınır. Olay ve kişiler yaşanan ve yaşayan kişilerin benzerleridir 
*Kişilerin ruhi davranışlarını etkileyen onların kişiliklerini çizen çevre ve ortamın tanıtılmasına önem verilir. 
*Betimlemeler yazarın gözüyle yapılmaz kahramanın gözüyle yapılır. 
*His ve hayale kapılmadan toplum gerçeklerini olduğu gibi yansıtır. 
*Sanat için sanat görüşünü savunurlar. 
*Hikâye ve Romanda uygulanır. 
*Temsilcileri: Gustave Flaubert, Stendhal, Honore de Balzac, Daniel Defoe, Charles

45
Dickens, Hemingway, Turgenyev, Çehov, Gorki, Gogol, Tolstoy, Dostoyevski.
*Türk edebiyatında ise; Recaizade Mahmut Ekrem (roman ve öyküde), Samipaşazade Sezai,Mehmet Akif Ersoy, Halit
Ziya Uşaklıgil, Mehmet Rauf, Ömer Seyfettin, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Refik Halit Karay, Reşat Nuri
Güntekin, Halide Edip Adıvar.

NATÜRALİZM
*Determinizm anlayışını romana getiren bu akım 19. asrın ikinci yarısında Fransa'da ortaya çıkmıştır. 
*Determinizme göre tabiat olaylarında aynı sebepler aynı sonucu doğurur. Natüralistler, Determinizmi topluma ve insan
uyguladılar.
* Toplum büyük bir laboratuar, insan deney konusu, sanatçı da bilgin sayıldı.
*İnsan kişiliğini anlatabilmek için soya çekim yasalarından ve toplum biliminden yararlandılar. 
*Romanlarda kahramanların portreleri ince ayrıntılarına kadar verilir. 
*Yazar eserde kişiliğini gizler.
*Gözlem ve tasvir önemlidir. 
*Eserlerinde hayatı bütün yönüyle anlatırlar. 
*Bedenden ayrı bir ruh yoktur. 
*Dil her seviyedeki insanın anlayabileceği bir düzeyde tutulmuştur 
*Sanat toplum içindir anlayışı doğrultusunda eserler verilmiştir. 
*Temsilcileri: Emile Zola, Guy De Maupassant, Alphonse Daudet, John Steinbeck,Goncourt Kardeşler.
*Türk edebiyatında ise; Hüseyin Rahmi Gürpınar, Nabizade Nazım, Beşir Fuat

PARNASİZM
*Romantik şiir anlayışı ile Fransa'da ortaya çıkmıştır. 
*Doğal güzelliğe ve dış görünüşe büyük önem verir. 
*Sanat sanat içindir ilkesini savunmuştur.
*Nesneleri dış görünüşünü aktarmışlardır. 
*Kelimeler seçilerek kullanılır. Kelimelerin sıralayışı ve ahenk önemlidir. 
*Kafiye ve Redife önem verilir. 
*Romantizm'de bırakılan eski Yunan ve Latin kültürüne dönüşmüştür.
*Temsilcileri: Theophille Gautier, Theodore Banville, Francois Coppee, Jose Maria de Heredia, Leconte de Liste, Sully
Prudhomme.
*Türk edebiyatında ise; Tevfik Fikret, Cenap Sahabettin, Yahya Kemal

SEMBOLİZM
*19.yy'ın son çeyreğinde ortaya çıkmıştır.
*Nesneleri olduğu gibi anlatmak mümkün değildir. Nesneler değişerek anlatılabilir. 
*Anlatımda sözlerin sözlük anlamından bıkan sembolistler yaşatmaya çalışırlar.
*Şiirde anlam açıklığından kaçındılar. 
*Şiir anlaşılmak için değil hissedilmek içindir. 
*Şiirde alaca karanlık üzüntü ve ay ışığı, gün doğumu, gün batımı gibi belli belirsiz varlıklar görüntüleri yansıtırlar. 
*Şiirde musiki her şeyden önce musiki ilkesini savundular. 
*Sanat için sanat anlayışına bağlılardır. 
*Dil herkesin anlayacağı seviyede değil oldukça ağırdır.
*Temsilcileri:Baudelaire, Mallarme, Arthur Rimbaud, Paul Verlaine, Paul Valery, Edgar Ailen Poe
*Türk edebiyatında ise; Ahmet Haşim, Ahmet Hamdi Tanpınar, Cahit Sıtkı Tarancı, Ahmet Muhip Dıranas, Cenap
Sahabettin

SÜRREALİZM (GERÇEK ÜSTÜCÜLÜK)


Realizm, natüralizm ve parnasizm akımlarına tepki olarak doğmuştur. Freud'un "psikanaliz kuramı'nın edebiyata uyarlanmış
biçimidir. Akımın bilgi ve esin kaynağı olan Freud'a göre, insanoğlunun dış dünyadan edindiği alışkanlıklar, istekler
bilinçaltında toplanır. Bu istekler düş, rüya, yarı rüya durumunda çözülerek ortaya çıkar. Akımın kurucusu olan Andre
Breton bu akımı şöyle tanımlamıştır: "Gerçeküstücülük, ister söz, ister yazı ile ya da başka bir yolla, düşüncenin gerçek
işleyişini ortaya çıkarmak için başvurulan, içinden geldiği gibi yazma yöntemidir. Bu, aklın denetimi olmaksızın (rüyada
olduğu gibi) her türlü estetik ve ahlak kaygısı dışında düşüncenin yazılışıdır."
*Kelime anlamı "gerçek üstüncülük" demek olan bu akım 1924'te Fransa'da çıkmıştır. 
*Sürrealistler Sigmund Freud'un etkisinde kalmışlardır. 
*Bilinçaltı rüyada ortaya çıkar. 
*Hipnotize edilmiş insanlara şiir söylettiler. 

46
*Akıl ve mantık değersizdir. İnsanı yönlendiren İçgüdü, bilinçaltıdır demişlerdir. 
* Temsilcileri: Andre Breton, Louis Aragon, Paul Eluard, Philippe Soupault, Rene Char
* Türk edebiyatında ise; Orhan Veli ve arkadaşları, Cemal Süreyya, İlhan Berk (İkinci Yeniciler), Oktay Rifat

EMPRESYONİZM (İZLENİMCİLİK)
19. yüzyılın sonlarında ortaya çıkmış, Fransa'da gelişmiş; daha çok; edebiyatta, resimde, müzikte etkisini göstermiştir.
Empresyonistler, varlığın gerçek ve nesnel yanını değil, sanatçıda uyandırdığı izlenimleri anlatma amacını gütmüşlerdir. Bu
izlenim, sanatçıdan sanatçıya değiştiği için, ortaya konan sanat yapıtı, onu ortaya koyanın kişiliğini yansıtır. Yapıtlarında
kendi iç dünyalarını dile getirdikleri için, çevreyi saran evrene ve dış dünyaya karşı ilgisizdirler.
* Duyularımızın dış evreni bize olduğu gibi değil, onun gerçek görünüşünü değiştirerek ulaştırdığı kabul edilmiştir.
* Sanatçılar, yapıtlarında, dış dünyada gördüklerinin gerçek yönünü değil; "kendilerinde uyandırdığı izlenimleri"
anlatmışlardır.
* Dünya edebiyatında temsilcileri: Rainer Maria Rilke, Paul Verlaine, Arthur Rimbaud

EKSPRESYONİZM (DIŞAVURUMCULUK)
Birinci dünya savaşından sonra, empresyonizme tepki olarak doğmuş, Alman sinemasında uygulanmıştır. Çevremizi saran
evrene ve dünyaya karşı ilgisiz görünen bu akım, insanın iç dünyasını ve bütün duygularını en gizli ve çıplak yönleriyle,
olduğu gibi anlatır. Gerçekler her insana göre değişik olduğu için önemli olanı sanatçının kişiliğini ve gerçekleri kendine
göre dile getirmesidir.
* Sanatçılar, kendi içlerine kapanıp kendilerini gözlemlemiş, iç gözleme önem vermişlerdir.
* Bireyin en gizli yönlerini açığa vuran bir anlatım yolu kullanılmıştır.
* Yapıtlarda, fantastik ve korkunç olaylar anlatılmıştır.
* Amaç, insanların ruhsal durumlannın ortaya konmasıdır.
* Dünya edebiyatında başlıca temsilcileri: Franz Kafka, Thomas Stearns Eliot, James Joyce

KÜBİZM
20. yüzyılın başında empresyonizme tepki olarak ortaya çıkmış ve daha çok, resimde kendini göstermiştir. Yazın alanın da,
özellikle şairler, ressam Picasso'nun da etkisiyle bir anlayış geliştirmişlerdir. Buna göre şairler, dış dünyayı izleyip olup
bitenleri iyi saptamak zorundadır. Onlara göre dünyadaki küçük olaylan ve anlamları yakalamak gerekir "Söylenmemiş
olanı", "görülmemiş olanı" gün ışığına çıkarmak, aklın değil düş gücünün yapacağı iştir.
* Varlığın, dış görünüşüyle birlikte iç dünyasının betimlenmesi amaçlanmıştır.
* Sanatçılar, anlatımı canlı kılmak için, yapıtlarında duygularla olayları karıştırarak yansıtmışlardır.
* Dünya edebiyatında temsilcileri: Apollinaire, Max Jacob, Jean Cocteau, Blaise Cendrars

FÜTÜRİZM (GELECEKÇİLİK)
20. yüzyılda ortaya çıkmış, makineyi ve hızı edebiyata taşıyan edebiyat akımıdır. I. Dünya Savaşı başlamadan ortaya çıkan
bu akım, "geçmişten kopuşu, yenilik ve değişikliğe yönelişi" ilke edinmiştir.
*Geleceği makineleştiren sanattır. 
*20.yy. başında Marinetti tarafından kurulmuştur. 
*Geçmişin sanat değerlerini bırakmalı ve yeni anlatım biçimleri bulmalı. 
*Makinalaşma çalışmaları kutsallığı savunulmalıdır. 
*Temsilcileri: Marinetti ve Mayakovski 
*Türk edebiyatında ise: Nazım Hikmet

EGZİSTANSİYALİZM ( VAR OLUŞÇULUK)


Egzistansiyalizm, kökü İlkçağ Yunan felsefesine kadar uzanan bir felsefe sistemidir. İkinci Dünya Savaşı'nın son yıllarında
bağımsız bir felsefe olarak ortaya çıkmıştır. Felsefe ve edebiyat alanında en önemli temsilcisi ve kurucusu Jean Paul
Sartre'dır. Bu akıma göre, insan kendi özünü kendisi seçer. Bu görüş şöyle özetlenebilir: "Var" olma "öz"den önce gelir;
yani, insan önce dünyaya gelir, var olur, ondan sonra olmak istediği gibi olur. Egzistansiyalizmin bu anlayışı, Nietzsche nin,
"Her insan, tarihte eşi bir daha tekrarlanmayacak biricik harikadır.'' sözünde, özlü ifadesini bulur.
*Var olmayı her şeyden önce görenlerdir. Bu akıma var oluşçuluk da denir. 
*İnsan kendi değerlerini kendi oluşturabileceğini bilmelidir. 
*İnsan bütünüyle özgür olmalıdır. 
* Temsilcileri: Jean Paul Sartre, Albert Camus, Andre Gide, Samuel Beckett, Franz Kafka

DADAİZM
20. yüzyılın ilk çeyreğinde Tristan Tzara adlı gencin etrafında toplanan bir grup şair; "dada" sözcüğünü, kurmak istedikleri
akıma ad olarak seçmiş ve dadaizmi kurmuşlardır. Fransızca bir sözcük olan dada, çocukların binerek oynadıkları "ağaç

47
parçası, tahta at" anlamına gelir. Düzensiz sözcük ve imgelerin kullanıldığı bu akım, Birinci Dünya Savaşı'nın getirdiği yıkıcı
ortamda düş kırıklığına uğrayan aydın ve sanatçıların bir başkaldırısı olarak doğmuştur. Bir başka deyişle iki dünya savaşı
arasında varlık gösteren ve toplumu uyuşukluktan kurtarma çabası güden bir harekettir.
* Aklın hiçbir değerinin olmadığı söylenmiş, hiçbir şeyin doğruluğuna ve varlığına inanılmamış, her şeye kuşkuyla
bakılmıştır.
* Dil ve estetik kuralları bir yana bırakılarak kuralsızlık ilkesi benimsenmiştir.
*Kelimeleri rasgele kullanmak suretiyle oluşan şiirlere denir. 
*Temsilcileri: Tristan Tzara, Breton, Aragon

48

You might also like