Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 24

See discussions, stats, and author profiles for this publication at: https://www.researchgate.

net/publication/270571997

Üç Özgürlük Paradigması

Conference Paper · October 2010

CITATIONS READS

0 717

1 author:

Elif AKGÜN KAYA


Mehmet Akif Ersoy University
24 PUBLICATIONS   2 CITATIONS   

SEE PROFILE

Some of the authors of this publication are also working on these related projects:

Philosopher Titus Aurelius Aleksandros of Aphrodisias by Epigraphic and Ancient Literature Evidence. University of Michigan, Department of Philosophy and Classics
View project

All content following this page was uploaded by Elif AKGÜN KAYA on 09 November 2017.

The user has requested enhancement of the downloaded file.


6b

Özgürlük, Eşitlik ve Kardeşlik / Liberty, Equality and Fraternity


Özgürlük, Eşitlik ve Kardeşlik
Liberty, Equality and Fraternity

Adres / Address Birinci Uluslararası Felsefe Kongresi


Uludağ Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Felsefe Bölümü First International Philosophy Congress
Bursa - Türkiye 14-16 Ekim 2010, Uludağ Üniversitesi, Bursa, Türkiye
+ 90 224 294 1826 14-16 October 2010, Uludag University, Bursa Turkey
philosophy@uludag.edu.tr Gözden Geçirilmiş Bildiriler / Revised Papers
http://philosophy.uludag.edu.tr

Editör /Edited by
İsmail Serin

ISBN 978-975-8149-42-1

9 789758 149421
Birinci Uluslararası Felsefe Kongresi

First International Philosophy Congress


Birinci Uluslararası Felsefe Kongresi

First International Philosophy Congress

“Eşitlik, Özgürlük ve Kardeşlik”

“Equality, Liberty and Fraternity”

Bildiriler / Papers

İsmail Serin
Editör /Editor

Bursa - Türkiye
Düzenleyen / Organised By
Uludağ Üniversitesi
Fen-Edebiyat Fakültesi
Felsefe Bölümü
Bursa - Türkiye
+ 90 224 294 1826
philosophy@uludag.edu.tr
http://philosophy.uludag.edu.tr

Ana Destekçiler / Main Sponsors


Bursa Valiliği
Bursa Büyükşehir Belediyesi
Nilüfer Belediyesi
Bursa Kent Konseyi
Nilüfer Kent Konseyi
Uludağ Felsefe Derneği

Yayıncı / Publisher
Asa Kitabevi Yayınları
Ünlü Cad. Sönmez İş Sarayı, No: 13
Bursa - Türkiye
+90 224 220 40 74

Birinci Uluslararası Felsefe Kongresi


First International Philosophy Congress
Kongre Bildiri Tam-Metinler Kitabı
Congress Full-Text Papers’ Book
14 - 14 Ekim / October 2010
ASA Kitabevi: 43
ISBN: 978-975-8149-42-1
İçindekiler / Contents
Onursal Kurul / Honorary Board 10
Bilim Kurulu / Academic Board 10
Çağrılı Konuklar / Keynote Speakers 11
Düzenleme Kurulu / Organising Board 11
Başlarken 12
Preface 13
Prof. Dr. A. Kadir Çüçen / Açış Konuşması 14
Prof. Dr. A. Kadir Çüçen / Opening Speech 16
Prof. Dr. Oliver Leaman / How plausible a political slogan is 20
liberty, equality and fraternity?
Prof. Dr. Oliver Leaman /Özgürlük, eşitlik ve kardeşlik ne kadar 31
makul bir politik slogandır?
Prof. Dr. Jean-Michel Besnier / «Le progrès des sciences peut-il 42
réconcilier la liberté et l’égalité ?»
Prof. Dr. Jean-Michel Besnier / Bilimlerin İlerlemesi, Özgürlük 49
ve Eşitliği Uzlaştırabilir mi?
I. Oturum / I. Sessıon
Krzysztof Kedziora / The Post-enlightenment Notions of 59
Liberty, Equality and Fraternity
Geoffrey Cupit / Equality and Fraternity 67
Michal Zvarik / Structure of Prejudice and Discrimination in 74
the Phenomenology of Alfred Schutz
II. Oturum / II. Sessıon
Talip Karakaya / Varoluşçu Felsefede “Başkası ve Özgürlüğün 82
Sınırı” Problemi
Ferhat Akdemir / Lockecu Perspektiften Temel Hak ve 92
Özgürlüklerin Kaynağı ve Güvencesi Üzerine Bir Analiz
Fikri Gül / Özgürlük Sorununa Etik-Politik Bir Yaklaşım 98
Elif Akgün – Hasan Aslan / Üç Özgürlük Paradigması 111
III. Oturum / III. Sessıon
Mehmet Önal / Dünya Yurttaşlığı, Barış Ve Kardeşlik Üzerine 122
Düşünceler Immanuel Kant Örneği
İsmail Serin / Kant'ın “Ebedi Barış” Düşüncesi Gerçekçi midir? 131
Serdar Şen / Küreselleşme Çağında Dünya Barışı Olanaklı 134
Mıdır?: Kant ve Postmodernizm
IV. Oturum / IV. Sessıon
Renata Kišoňová / The Idea of Deweyan participatory 161
democracy in contemporary culture
Melek Zeynep Zafer / The Tragedy of Modern Individual in 169
Society: A Kafkaesque View
Daniel DiLeo / Aristotle on Civic Education 175
V. Oturum / V. Sessıon
Enver Orman / Kant ve Hegel'de Özgürlük 199
Aydın Müftüoğlu / Özgürlüğün Eşitlik Ve Kardeşlikle Kavgası: 210
Locke vs. Rousseau
Umut Dağ / Kant’ın Özgürlük ve Ahlak Anlayışının 222
Günümüzde Uygulanabilme Olanağı Üzerine
Berfin Kart / Immanuel Kant’ta Etik Özgürlük-Toplumsal 232
Özgürlük İlişkisi
VI. Oturum / VI. Sessıon
Solmaz Zelyut / “Özgürlük” Neyin Adıdır? 242
Ogün Ürek / Etik Ahlâk Felsefesi Midir? Doğru Değerlendirme 247
Sorunu
Sergender Sezer / Birlikte Yaşamak: Gönüllülük Mü, Zorunluluk 253
Mu, Dayatma Mı?
Deniz Kundakçı / Rasyonalite Ya Da Mutlak Yalnızlık: Max 263
Weber’in Özgürlük Anlayışının Politik ve Toplumsal Sınırları
Üzerine
VII. Oturum / VII. Sessıon
Ali Taşkın / Adaletin Nesnelliği Bağlamında, Hukukî Olanla 274
Adalete Uygun Olan Ayrımı
Nur Yeliz Gülcan / Adalet ve Yasa İlişkisine Felsefi Bir Bakış 282
Metin Becermen / Adil Bir Düzen Kurmak Mümkün mü? 287
Adnan Esenyel / Adaletin Olanağı Olarak Ontoloji 298
VIII. Oturum / VIII. Sessıon
Şengül Çelik / Mülk’ün Başladığı Yerde Kardeşlik 305
H. Fırat Şenol / Asabiyet ve Kardeşlik: Tikel-Tümel İlişkisi? 315
Murat Satıcı / Modern Hukuk Açısından Özgürlük, Eşitlik, 327
Kardeşlik
Duygu Türk / Levinas'ta Etik ve Siyaset: “Kardeşlik, Tutsaklık, 337
Eşitsizlik”
IX. Oturum / IX. Sessıon
Celalettin Yanık / Liberal Çokkültürlülük Açısından Birlikte 349
Yaşamak
Barış Mutlu / Günümüz Politik Adalet Anlayışına Eleştirel Bir 359
Bakış: Amartya Sen ve Olanaklar Teorisi
Duygu Dinçer / Toplumsal Güvenlik Kavramının Felsefi, 373
Psikolojik ve Ulusal Güvenlik Boyutlarıyla İncelenmesi:
Kolektif Kimliğe Yönelik Tehditler
X. Oturum / X. Sessıon
Ahmet Ulvi Türkbağ / İnsan Hakları Hukuku ve Alan Gewirth 384
Selman Karakul / Hukuki Pozitivizm mi, Doğal Hukuk 390
Yaklaşımı mı? Türkiye’nin İnsan Hakları Yorumu Sorunu
Feysel Taşçıer / Hukukun ve Siyasetin (Ara)yüzü Olarak Adalet 411
Funda Günsoy Kaya / Hukuk Versus Politika Kıskacında İnsan 418
Hakları
XI. Oturum / XI. Sessıon
Hakan Çörekçioğlu / Parçalanmış Politik Birliği Yeniden 423
Kurmak: Hikaye Anlatımı
İrfan Mukul / Milliyetçilik ve Ulus-Devlet Bağlamında Mekânın 433
Kullanımı
Gökhan Yavuz Demir / Bir Metafor Olarak Adalet 451
M. Ertan Kardeş / Politik Felsefe Bağlamında Kozmopolitist 459
Düşüncenin İmkânları ve Sınırları
XII. Oturum / XII. Sessıon
Ali Utku / “Her Şeyi Söyleme Hakkı”: Jacques Derrida’da 469
Edebiyat-Demokrasi Bağıntısı
Serpil Tunç / Konukseverlik: Hukukta ve Hukukun Ötesinde 481
Özgür Soysal / Evrenselcilik-Tikelcilik Gerilimi Işığında 495
Ötekiler’in Kaderi
Özlem Duva / Evrensel Konukseverlik ve Haklara Sahip Olma 513
Hakkı
XIII. Oturum / XIII. Sessıon
H. Haluk Erdem / Karl Jaspers’te Avrupa Düşüncesi 522
Emin Çelebi / David Hume’da Zorunluluk ve Özgürlük: 527
Humecu Uzlaştırma
Serkan Gölbaşı / Foucault’nun Yasa-Norm Ayrımı 537
Elif Ergün / Giorgio Agamben ve Müselmann 544
XIV. Oturum / XIV. Sessıon
Ertuğrul Rufayi Turan / Geleceğin Toplumsal Örgütlenmesi ve 552
Heidegger Felsefesi
Müslim Akdemir / Ütopyalarda Uygulanabilirlik Sorunu 558
Fikret Osman / Ütopya ve Gerçeklik Arasında Eşitlik 564
XV. Oturum / XV. Sessıon
Tariq Hashim Khamis / Studies in Hermetic Thought 572
Afifeh Hamedi / Mutahhari Theory of Justice 582
Murat Arıcı / Ideological Freedom, the Problem of Axiological 591
Tension and the Grounds for Respecting Others’ Ideologies
XVI. Oturum / XVI. Sessıon
Vejdi Bilgin / İslâm Düşünce-Siyaset Tarihinde Laikliğin İzini 598
Sürmek
Ferhat Ağırman / İslam Düşüncesinde Birey Özgürlüğünün 616
Nasıllığı Üzerine
Fatih Toktaş / İslam Dünyasında Norm ve Yasa İlişkisine Sıra 626
Dışı Bir Yaklaşım: Fârâbî ile Fazlur Rahman Örneği
Mehmet Kuyurtar / Barış İçinde Birarada Yaşamanın Bir İlkesi 642
Olarak Dinsel Özgürlük
XVII. Oturum / XVII. Sessıon
Şahin Efil / Sanat Felsefesi Bağlamında Tolstoy’un Sanat 650
Anlayışından Özgürlüğe Bir Yol Çıkar mı?
Şule Gece / Avangard Sanatın Toplumsal Etkileri 663
Tayfun Torun / Yaşamı Anlamanın Organonu Olarak Sanatta 669
Empati
Engin Topuzkanamış / Mûsıki İnkılâbıyla Toplum İnşası: Müzik, 678
Toplum ve Cumhuriyet
XVIII. Oturum / XVIII. Sessıon
Zafer Yılmaz / William Godwin Felsefesinde Birey–Toplum 695
İlişkisi
Oylum Çağan - Seçil Özay / Doğu-Batı Ekseninde Medyada 702
Hegemonya ve Sessizlerin Söz Hakkı: Al Jazeera English
Örneği
Mustafa Cihan / John Stuart Mill’de Birey ve Toplum İlişkisi 714
Aysel Demir / Siyasi Bir Korku Aracı Olarak Medya 725
XIX. Oturum / XIX. Sessıon
Hatice Nur Erkızan / Betül Çotuksöken’de Öznenin Ontik, 732
Epistemik ve Etik Kuruluşu
Fatih Duman / Egemenlik Kuram(lar)ı Bağlamında Halk/Ulus 741
Kavramının Söylemsel İşlev(ler)i ve Özgürlük Sorunsalı
Şamil Öçal / Osmanlılarda ve Hıristiyan Batıda Siyasi 763
Otoritenin Meşruiyetinin Sınırları ve Felsefi -Teolojik
Temelleri
XX. Oturum / XX. Sessıon
Cihan Camcı / Aydınlanmanın Kurgusal Olanağı Olarak 789
Özgürlük Etik İlişkisi
Senem Kurtar / Günahkâr Bir Özgürlük Düşü: Kierkegaard ve 807
İbrahim Olmak
Gülçin Ayıtgu / Kierkegaard ve Kojeve Dolayımında Hegel’in 819
Tarih Anlayışında “İnsan”ın Konumu
XXI. Oturum / XXI. Sessıon
Cem Deveci - Mehmet Ruhi Demiray / Schmitt’s Theory of 827
Public Law and His Conception of Basic Rights*
Demet Kurtoğlu Taşdelen / A Positive Conception of Closedness 836
in Favour of Openness
Melouki Slimane / Human Rights And Democracy: 844
Conceptualization and Application in Republic of Algeria
XXII. Oturum / XXII. Sessıon
Çağatay Edgücan Şahin / Çalışma Yaşamını Düzenleyen 862
Yasalardaki Dönüşümün Dayanağı Olarak Neo-Liberalizm;
Devlet-Toplum İlişkisinde Leviathan’ın Yükselişi mi?
Ahu Tunçel / Evrensellik ve Yerellik Geriliminde “Cumhuriyetçi 881
Yurtseverlik”
Recep Batu Günör / Neo-Liberalizmin Demokrasi ile İmtihanı: 892
Hayek’e göre Demokrasi-Diktatörlük İlişkisi
XXIII. Oturum / XXIII. Sessıon
H.Bahadır Türk / Slavoj Žıžek Düşüncesinde Liberalizm ve 901
Özgürlük Sorunu Üzerine Bazı Notlar
Yunus Yoldaş - Özlem Becerik Yoldaş / Niklas Luhmann’ın 917
Demokrasi Teorisi
Füsun Kökalan Çımrın / Sistem Karşıtı Hareketler ve Toplumsal 926
Muhalefet
Onursal Kurul / Honorary Board
Bölümün kuruluşunda ve gelişmesinde katkısı bulunan akademisyenler.

Prof. Dr. Arda Denkel


Prof. Dr. Betül Çotuksöken
Prof. Dr. Harun Tepe
Prof. Dr. İoanna Kuçuradi
Prof. Dr. Kurtuluş Dinçer
Prof. Dr. Sevgi İyi
Doç. Dr. İsmail Demirdöven
Yard. Doç. Dr. Tüten Anğ
Yrd. Doç. Dr. Uğur Ekren
Afıtap Boz

Bilim Kurulu / Academic Board


[Alfabetik Sırayla]
Prof. Dr. Abdullah Kaygı
Prof. Dr. Ahmet İnam
Prof. Dr. Ali Osman Gündoğan
Prof. Dr. Ali Yaşar Sarıbay
Prof. Dr. Betül Çotuksöken
Prof. Dr. David Grünberg
Prof. Dr. Doğan Özlem
Prof. Dr. Harun Tepe
Prof. Dr. Ferudun Yılmaz
Prof. Dr. İoanna Kuçuradi
Prof. Dr. Kenan Gürsoy
Prof. Dr. Kurtuluş Dinçer
Prof. Dr. Ömer Naci Soykan
Prof. Dr. Sabri Büyükdüvenci
Prof. Dr. Saffet Babür
Prof. Dr. Süleyman Seyfi Öğün
Prof. Dr. Tülin Bumin
Prof. Dr. Yasin Ceylan
Prof. Dr. Zeynep Direk
Çağrılı Konuklar / Keynote Speakers
Jean-Michel Besnier, Prof. Dr., Sorbonne Üniversitesi Felsefe Bilgi ve
İletişim Teknolojileri Felsefe Kürsüsü, Fransa.

Oliver Leaman, Professor of Philosophy and Zantker Professor of Judaic


Studies, Ph.D. Cambridge, 1979

Düzenleme Kurulu / Organising Board


Kongre Başkanı / Congress Chair
Prof. Dr. A. Kadir Çüçen

Koordinatörler / Co-ordinators
Öğr. Gör. Dr. İsmail Serin, Uludağ Üniversitesi
Dr. Metin Becermen, Uludağ Üniversitesi

Üyeler / Members
Prof. Dr. Dimitar Denkov, Sofia University, Bulgaria
Doç. Dr. Işık Özgündoğdu Eren, Uludağ Üniversitesi
Doç. Dr. Zekiye Kutlusoy, Uludağ Üniversitesi
Yrd. Doç Dr. Muhsin Yılmaz, Uludağ Üniversitesi
Öğr. Gör. Dr. Ogün Ürek, Uludağ Üniversitesi
Dr. Alexander L. Gungov, Sofia University, Bulgaria
Dr. Andrej Démuthovci, Trnava University, Slovakia
Dr. Funda Günsoy Kaya, Uludağ Üniversitesi
Dr Marien van den Boom, INHolland University of Applied Sciences
Öğr. Gör. Ayşe Gül Çıvgın, Uludağ Üniversitesi
Öğr. Gör. Nihal Petek Boyacı, Uludağ Üniversitesi
Araş Gör. Adnan Esenyel, Uludağ Üniversitesi
Araş Gör. Melek Zeynep Zafer, Uludağ Üniversitesi
Araş Gör. Tayfun Torun, Uludağ Üniversitesi
Araş Gör. Ümit Öztürk, Uludağ Üniversitesi  
Birinci Uluslararası Felsefe Kongresi, 14-16 Ekim 2010, Bursa

Üç Özgürlük Paradigması

Elif Akgün – Hasan Aslan

Özgürlük kavramının tarihsel süreç içerisinde kazandığı farklı anlamlar,


bu kavramın arakasında yatan farklı politik, etik ve teolojik kabullere
bağlıdır. Özgürlük kavramının farklı kabullere dayanarak, kazandığı
farklı anlamları, farklı birey, farklı toplum ve farklı yaşam anlayışlarına
yol açmış ve farklı değerleri beslemiştir. Tarihsel bağlamı bakımından
değerlendirildiğinde özgürlük kavramının üç paradigma altında ele
alabiliriz.
Birinci paradigma Greklerin “eleuteros” kavramıyla dile getirdikleri
yurttaşlık özgürlüğüdür.
Eleuteros, özellikle, hür Atina yurttaşlarının siyasal hayata aktif
olarak katılıp Atina polisini ilgilendirecek konularda söz hakkını
kullanmaları ve başka bir milletin hegemonyası altına girmemeleri
anlamını taşımaktadır. Eski Atina polisinde, yasal hayata katılmak ve
sitenin yönetiminde sorumluluk almak, kanunlar gereği insanların
yurttaşlık görevi olarak görülmüştür. Perikles, “Cenaze Töreni Söylevi”nde
devlet işlerine karışmayan Atinalıları kendi işi-gücü ile uğraşan sessiz
yurttaşlar olarak değil hiçbir işe yaramayan kişiler olarak gördüklerini
dile getirmiştir (Tuncay, 2006). Toplumsal statünün ve belli bir siteye
ait olmanın gereği olarak görülen siyasal yaşam bir yurttaş için temel
gereksinimler dışında düşünülemezdi. Siyasal hayattan uzak bir yaşam;
ancak kamusal alanda siyasal yaşama katılma hakları olmayan köleler için
düşünülebilirdi. Çünkü kölelerin kendilerine ait özel bir alanları (hane)
yaşamları olmadığından siyasal ve kişisel anlamda özgürlüklerinden de
bahsedilemezdi. Yerleşik yabancı konumunda olan metoikoslar, kölelere
göre daha iyi bir konumda olup ticaret ve zanaat gibi alanlarda yasal
güvencelere sahip özgür insanlar olsalar da yurttaşlık haklarına tam olarak
sahip değillerdi. Bu bakımdan Atina’da yasal ve siyasal haklar, özgürlükler
nüfusun belli bir kesimini oluşturan, ayrıcalıklı bir sınıfın yaşayabildiği bir
hak olmaktan öteye gidememiştir. Demokrasi, özgürlük, yasalar önünde
eşitlik; ontolojik olarak aynı sınıfta bulunan özgür insanlar için geçerli ve
anlamlı kavramlardır (Finley, 2003).
İlkçağda özgürlük ve demokrasi, siyasal yaşama aktif katılımla
temellendirilmiştir. Peki, siyasal yaşamdan Atinalılar neyi anlıyorlardı?
Kişiyi özgürleştiren siyasî yaşam neleri gerektiriyordu? Bu açıdan
Atinalılar siyasal yaşam ve onun gereklerinden Halk Meclisine, Beşyüzler
Konseyine, Halk Mahkemesine katılıp devletin yürütme, yasama ve yargı
işlerinde aktif olarak rol almayı anlıyorlardı. Siteyi ilgilendiren her türlü
olayda yurttaşlık görevinin yerine getirilerek siyasal süreçte bulunmak ve
demokratik rejimi canlı tutmak özgür insanlardan beklenen davranıştı.
111
First International Philosophy Congress, October 14-16th, 2010, Bursa

Halk, bu siyasal sürecin merkezinde yer alır ve devletin yasama, yürütme ile
ilgili kararlarını bir günlük herkesin katılımıyla gerçekleşen toplantılarda
alırdı. Mecliste her türlü kamusal sorun tartışılırken, yasal davalar da
halk mahkemelerinde görülürdü. Yargıyla ilgili bir durum söz konusu
olduğunda jüri (halktan oluşan her yıl kurayla seçilen altı bin kişilik
kurul) karar vermek için mahkemede hazır bulunurdu (Anıl, 2006).
Atinalılar siyasal hayata aktif katılabildikleri ve bir siteye ait oldukları
sürece özgürdürler. Bundan dolayıdır ki, kamusal alanda sahip oldukları
statüler önemlidir; çünkü insanların özgür kabul edildikleri yer modern
dünyadaki gibi özel alan değil kamusal alandır. Bunun nedeni de kamusal
alanda zorunluluktan doğan ilişkilerin olmamasıdır. Şöyle ki, kamusal
alanda yurttaşların başkalarından emir alma ve diğerleri tarafından
yönetilme zorunlulukları yoktur. Bizzat kendisi de yönetimde aktif olarak
görev alabildiği ve söz söyleme hakkına sahip olduğu için hem yönetici
hem de yönetilen konumundadır. Site, bireyin dışında ve üstünde bir yapı
olarak kabul edilmeyip yurttaşlar için ortak bir örgütlenme biçimi olarak
görüldüğünden dolayı bireyin karşısında devlet, devletin karşısında birey
gerilimi yoktur. (Tekin, 2009).
Antik Yunan’ın siyasal yapısında, modern dünyadaki birey ve devlet
çatışması olmadığı gibi özgürlük de devlet iktidarına karşı koyabilme
yetisi olarak anlamlandırılmamıştır. Bu anlayışa sahip bir örgütlenme
biçimini ve özgürlük anlayışını eski Atina’da göremiyoruz. Burada yöneten
de yönetilen de aynı kişilerdir. Yurttaşlar yöneten ve yönetilen olarak değil;
yurttaş ve yurttaş olmayanlar olmak üzere iki sınıfa ayrılmıştır. Özgür
yurttaşlar; siyasal hayata katılma hakkı bulunan kişiler olup doğrudan
sitenin yönetimine ve yargı sistemine katılabiliyorlardı. Kamusal alanda
kimsenin başka bir kimse üzerinde tahakkümde bulunma hakkı yoktu.
Antik Yunan’da kamusal alan, yurttaşların kendilerini ifade ettikleri
ve özgürce eylemde bulundukları yerdir. Kamusal alanda bir kişinin
özgür olabilmesi ve siyasal hayata aktif olarak katılabilmesi için temel
gereksinimlerini karşılayabildiği özel bir alana (hane) sahip olması da
gerekir. Hane yaşamı dışarıdan herhangi bir müdahaleye maruz kalamaz,
kendi içinde de dokunulmazlığı vardır. Bu dokunulmazlık bugünkü
anladığımız biçimde özel alanın insan hakları gereğince mahremiyetinin
bulunmasından kaynaklanmıyordu. Tam tersine, özel alan insanların
keyfi davranışlarına göre şekillenmeyip zorunlu ilişkilerin hâkim olduğu
bir yerdir. Bu zorunluluk içerisinde efendi, doğası gereği yönetmeye; köle
ise doğası gereği yönetilmeye mahkûmdur. İnsanların hayatta kalabilmesi,
türünün ve toplumsal düzenin devamını sağlayabilmesi için bu zorunlu
ilişkiler ağı içerisinde bulunması gerekir (Uygun, 2003). Doğrudan
herkesin katıldığı bir yönetim sistemini eski Atina’da uygulayabilmek,
günümüzdeki toplumsal yapıyla kıyaslandığında daha kolaydı. Çünkü
Atina’nın toplumsal yapısı belli bir türdeşliği içinde barındırıyordu. Aynı
zamanda, siyasal hayata aktif olarak katılabilecek özgür yurttaş sayısı
sınırlı olduğundan, doğrudan demokrasinin uygulanabilmesi için uygun

112
Birinci Uluslararası Felsefe Kongresi, 14-16 Ekim 2010, Bursa

bir ortamdı. Her ne kadar toplumsal yapı içerisinde sadece belirli bir sınıf,
bu hak ve özgürlüklere sahip olsa da yine de eski Yunan, demokrasinin
ilk uygulandığı yer olarak kabul edilir. Sözü edilen bu demokrasi her ne
kadar primitif bir örgütleniş ve işleyiş yapısı sergilese de, insanlık için
özgürlük adına atılmış önemli bir adımdır. Aristoteles’in söylediği gibi
(her ne kadar kendisi demokrasi yanlısı olmasa da) “Demokrasinin temeli
özgürlüktür.” (Aristoteles, 2000).
Antik Yunan dünyası, bir taraftan tüm yurttaşların siyasal hayata katılımını
sağlayan aktif bir demokratik yönetimi, diğer taraftan kadınların hiçbir
siyasal hakkının bulunmadığı, kadının itibarını azaltan ve kölelik gibi
insanın bireysel-toplumsal haklarıyla bağdaştırılamayacak demokrasi
sistemini kendi içinde barındırmaktadır. Onların anladığı demokrasi,
siyasi bir anlamdan çok toplumsal bir kategori olarak “demos”un gücünü
içinde barındıran bir sistemdi.
İkinci paradigma, herkesin Tanrı tarafından yaratılmış bireyler olduğunu
ileri süren, insanlar arasındaki ontolojik farklılıkları ortadan kaldırmayı
hedefleyen Ortaçağ’ın özgürlük kavramıdır.
Hıristiyanlık, Antik Yunan’ın kişileri köle–efendi gibi belli sınıflara
ayıran yapısını ve insanlar arasında zengin- fakir ayırımını kaldırarak
herkesin Tanrı tarafından yaratılmış eşit varlıklar olduğunu vurgulayarak
insanlar arasındaki eşitsizliklerden doğan toplumsal ayrımı ortadan
kaldırmayı vaat etti. Tanrı maddi ve manevi olarak zayıf insanlara huzuru,
güveni, özgürlüğü, hakikati ve ölüm karşısında sonsuzluğu sunarak
sıradan insanların taşıyamayacağı kadar ağır olan karar verme ve seçme
özgürlüğünü insanların elinden aldı. İnsanlar arasındaki ontolojik farklar
ortadan kaldırılırken özgürlük kavramı, siyasal ve toplumsal bağlamdan
çıkarılarak ilahi bir güç karşısında bireyin varoluş nedeninin ve amacının
sorgulandığı bir zemine sürüklenmiştir. Aynı zamanda insanlık, Âdem
tarafından işlenen ilahi bir günahla hesaplaşmak zorunda bırakıldı.
İlkçağda akılla temellendirilen özgür irade ve ahlak, dinle temellendirilen
ve dini motiflerle açıklanan bir yapıya büründü (Jones, 2006:113).
İlkçağda insan özgürlüğünün ve eylemlerinin belirleyicisi olan akıl,
Hıristiyanlıkla birlikte insanın günahkârlığının-esaretinin nedeni
olarak görüldü. İlkçağda iradenin özünde akılsal ve aklın öncüllüğünde
eylemlerini seçen insanın özgür olabileceği düşünülürken Ortaçağda;
akıl ve iradenin farklı olduğu, insanı farklı yönlere götürdüğü kabul
edildi. Bu doğrultuda da akıl dinin hizmetine sunularak, dini dogmaların
temellendirilmesi-kabul edilmesi için rehber olarak kullanıldı. Akıl, dini
öğretiler açıklanırken tamamen yok sayılmamış; fakat imanın yanında
ikinci bir plana itilmiştir. Akıl ve vahiy şekil olarak birbirinden ayrılmış
olsa da, Hıristiyan felsefesi vahiyi aklın ayrılmaz yardımcı unsuru olarak
görmüştür. Ortaçağ felsefesi, her ne kadar dini yönü ağır bassan bir
düşünce sistemi olsa da rasyonel bir disiplin anlayışını içinde barındırır;
“İman aklı çağırır.” (Gilson, 2005: 15-26).

113
First International Philosophy Congress, October 14-16th, 2010, Bursa

İnancın akılla temellendirildiği, vahiyin felsefeyle uyumlu olduğu, dinin


merkeze yerleştirildiği böyle bir düşünce sisteminde, her şeyi önceden
bilen bir Tanrı varken insan eylemlerini seçerken ne kadar ve nereye kadar
özgürdür? Augustinus için insan Tanrı’nın inayetiyle özgür kılındı; yoksa
özgür iradesiyle seçimde bulunarak değil. Çünkü insan Tanrısal günah
işlediği anda seçme özgürlüğünü kaybetti. Tanrısal günah işleyip karanlığa
düşmüş olan insan aklı, ancak Tanrı’nın yardımıyla inanç tarafından
terbiye edilirse hakikate giden yolu bulup özgür bir varlık olabilir. İşlenen
suç yaratıcıya karşı işlenmiş ilahi bir suç olduğu için ölümlü bir varlık
olan insan, aklın izinden giderek ilahi suçun cezasını ödeyip özgürlüğüne
kavuşamaz. İnsan aklı aracılığıyla sadece Tanrı tarafından ona sunulmuş
olanları kavrayabilir ve anlayabilir; ama kaybettiği özgürlüğüne tam
anlamıyla kavuşamaz. “Ruhun özgürleşmesinin evrensel yolu dindir,
dini inançtır.” (Özcan, 2006:175). Bundan dolayı insanoğlunun Tanrı’nın
kurtarıcı eline, tanrısal ışığına ihtiyacı vardır (Augustinus, 1999).
İnsanın Tanrı’nın inayetiyle özgürlüğüne ulaşacağı görüşünün kabul
edilmesi İlkçağ insanının aklın öncülüğünde özgür iradesiyle seçimde
bulunduğu fikrinin terk edildiğini göstermektedir. Tanrı yarattığı diğer
varlıklar gibi insanı da yaratmadan önce nasıl bir varlık olacağını ve bu
varlığın olaylar karşısında nasıl bir tutum sergileyeceğini biliyordu.
İnsanın edimleri Tanrı’nın bilgisi dâhilinde olup, onun inayetine bağlıdır.
Tanrı her şeyi belli bir nedensellik içinde yarattığı gibi insanı da bu
nedensellik içinde yaratmıştır. Tanrı’nın varlığı tartışılamaz bir gerçek
olduğuna göre bilgisi ve inayeti de tartışılamaz. Bilgisinin zorunlu olması
bildiği şeylerin de zorunlu olduğu anlamına gelir; ama dünyanın ve
insanın böyle bir nedensellik içinde yaratılması ve Tanrı’nın bilgisinin
de nedensel ve zorunlu bir karaktere bürünmesi insan istencinin neye
yöneleceğinin Tanrı tarafından belirlendiği, bilindiği anlamına da gelmez.
Önceden bilme önceden belirlenmiş olma anlamına gelmez. Tanrı’nın
önceden bilmesi Augustinus için insan iradesinin özgürlüğü için bir
engel değildir; çünkü Tanrı’nın bilmesi insandan farklıdır; şu an, geçmiş
ve gelecek olarak belli bir zamana yönelik değildir. Tanrı için zaman
kavramı geçerli olmadığı için insan edimlerinin tüm bilgisine sahiptir.
Kimin kurtuluşa ereceği, kimin ermeyeceği, her şey Tanrı tarafından
önceden bilinir. Yarattığı şeyler üzerinde ilahi inayete sahip olan Tanrı
nasıl ve ne şekilde davranacağını bildiği insana müdahale etmez; çünkü
hakikati elçileri ve kutsal kitapları aracılığıyla ona bildirmiştir. Tanrı
insanın özgürce eylemde bulunarak “iyi”ye yönelmesini ister. Buradaki
iyi, Tanrı’nın elçileri aracılığıyla insanlara ilettiği kurallar ve kanunlar
çerçevesinde insanların yaşamlarını düzene sokmaları, Tanrısal buyruğa
uygun yaşamalarıdır. Tanrı’nın buyruklarını göz ardı edip bedenin istek
ve arzularına boyun eğen insan, ilahi gücün maneviyatına ulaşamaz.
Duyumsal bilgiden akılsal bilgiye ulaşıp ebedi-ezeli doğrulara, nesnel
ölçütlere ve kesin değişmez gerçekliklere ulaşmak ancak Tanrı tarafından
aydınlatılmış insan aklıyla gerçekleşir; çünkü salt insan bilgisinin bu
olguları kavramaya ve anlamaya ne gücü ne de bilgisi yeter.
114
Birinci Uluslararası Felsefe Kongresi, 14-16 Ekim 2010, Bursa

Duyulur dünyanın bilgisinden akılsal bilgi seviyesine çıkılarak, insan


zihninden bağımsız ezeli-ebedi gerçekliklerin Platon’un değişmez
idealarının varlığının kabul edilerek, tümel kavramların gerçekliklerinin
haklılaştırılması, Hıristiyanlık inancının dayandığı temel doktrinleri
açıklamada ve her şeyi yoktan yaratan yaratıcı fikrini kanıtlamada
dayanak noktası olagelmiştir. Tümel kavramların gerçekliği Tanrı, vahiy,
inanç, din, kilise gibi kavramların açıklanmasında ve kabul görmesinde
etkili olmuştur (Huizinga, 1997: 318-325). Her şeyi özgürce yoktan
yaratan, mutlak iyi, en yetkin, en mükemmel, en gerçek ve değişmeyen
varlık Tanrı’dır. “Tanrı, ölçeğin tepesindedir: Mutlak varlık, iyilik ve tindir.
Onun altında melekler, insanlar, hayvanlar, bitkiler, cansız nesneler ve
biçimlenmemiş madde vardır. Skalada aşağıya doğru olan her adım daha
az gerçek, daha az tinsel ve daha az iyidir (Rusell, 2000:234).” bu şekilde
yaratılmış evren anlayışının haklılaştırılması Ortaçağ insanını, “etkin olan
bir iyilik varken nasıl oluyor da dünyada kötülük olabiliyor?” sorusuyla
karşı karşıya bırakmıştır. Augustinus göre, Tanrı’nın bulunduğu bir
hiyerarşide kötülükten bahsedemeyiz. Bu olsa olsa iyiliğin yokluğudur.
İyiliğin yoksunluğundan kastettiği de, skalada var olan nedenselliğin
özüne uygun olarak gerçekleşmeyip aşağıdakilerin yukarıdakileri
etkileyip, yukarıdakilerin aşağıdakilere tâbi bırakılmasıdır. Bu durum var
olanın var olması gerektiği gibi var olmaya devam etmemesidir. Düzenin
bu şekilde bozulma nedeni Tanrı değil, insanın kendisidir; çünkü insanın
özgür iradesiyle maddi olanı tercih etmesi hiyerarşide daha aşağıda
olanı seçmesine ve yukarıda bulunanların da bundan etkilenmesine
dolayısıyla da var olan düzenin bozulmasına yol açmıştır. Düzenin bu
şekilde bozulması kötülüklerin de ortaya çıkmasına neden olmuştur
(Augustinus, a.e., 156). Bu şekilde Augustinus en mutlak, iyi ve yüce
Tanrı fikrinin kötülüğü barındırmadığını ve asla böyle bir şeyin kaynağı
olamayacağını özgür iradeyi günahkâr ilan ederek aşmaya çalışır. Eğer
günahkârlığımızın nedeni özgür istencimiz ise, her şeyin yaratıcısı ve her
şeyin bilgisine önceden sahip olan Tanrı tarafından niçin yaratıldı? Çünkü
özgür istenç insana verilmemiş olsaydı insan doğru ve haklı bir yaşam
yaşayama şansını elde edemeyeceğinden mutlu bir hayata da ulaşamazdı.
Ortaçağ felsefesi ve özgürlük problematiği için diğer önemli bir konu
tümeller tartışmasıdır. İlkçağ filozofları Platon’a ve Aristoteles’e kadar
giden bu tartışma, öz ve varlık arasındaki öncelik problemidir. Platon
idealar kuramıyla her zaman özün varlıktan önce geldiğini kanıtlamaya
çalışırken, Aristoteles için tikel nesnelerin gerçekliği söz konusudur. Tek
tek nesnelerden hareketle tümelin bilgisine ulaşılacağını ifade etmesi,
bireysel edimleri ön plana çıkarıp kişinin tercihlerinin ve eylemlerinin
belirleyicisi olmasının yolunu açar. Augustinus, Platon felsefesinin
etkisiyle tümel varlıkların gerçekten var olduklarını kabul eder ve
Âdem’in işlediği günahın bütün insanlığı etkilediğini söyleyerek bütün
insanların bozuk iradeye sahip olduklarını düşünür. J. Scotus Erigena’da
tümellerin kendi başlarına gerçeklikleri olduğunu kabul etmekle tek tek
her tikel varlığın öncesiz sonrasız ve ilk örneğin yansımaları olduğunu
115
First International Philosophy Congress, October 14-16th, 2010, Bursa

dile getirerek Hıristiyanlığın öte dünya inancını temellendirir (Jones, a.e.,


294). Boethius, felsefeyi tümellerin içinde toplandığı Tanrı seyrine dalmak
olarak tanımlar ve tümel kavramların tikellerin içinden soyutlamayla elde
edildiğini söyler. İnsan da düştüğü bu bedenden ancak Tanrı’nın seyrine
dalmakla kurtulur ve ruhu özgürlüğe kavuşur (Boethius, 2005: 315).
Anselmus tümellerin tikellerden önce var olduğunu, Tanrı’nın evreni,
nesnelerini yaratmadan önce özlerini yarattığını belirtir. Tümellerin
gerçekliğini kabul etmekle inanç ve aklı uzlaştırmaya, bu şekilde de
Tanrı’nın varlığını kanıtlamaya çalışır.
Ortaçağ nominalizminin kurucusu sayılan Roscelinus ise gerçek olanın
sadece bireyler olduğunu kabul eder, tümel kavramların ise gerçekliğini
reddeder. Tümellerin bizim ağzımızdan çıkan seslerden başka hiçbir
anlam taşımadıklarını düşünür. Teslis dogmasını bu görüş çerçevesinde
ele alarak Tanrı’nın aynı anda hem bir hem üç olamayacağını söyler
(Baba-Oğul-Kutsal Ruh). Nasıl ki insanlık tek tek bireylerden ayrı,
bağımsız düşünülemezse aynı şekilde de Tanrı’nın üç şahıstan oluştuğu
söylenemez. Yaratılmış türlerde olduğu gibi Tanrı’da da bireylerin gerçek
olması gerekmektedir. Babanın Oğul olması, Oğlun Baba olması şahısları
birbirine karıştırmaktır. Oysaki bu, üç ayrı tözden oluşmuş, birbirinden
ayrı farklılıklardır (Gilson, 2007: 239 ). Roscelinus’un öğrencisi Abelardus,
her iki anlayışı kabul etmeyerek tümellerin nesnelerin içinde olduğunu,
zihin tarafından yaratılmış olup bunun haricinde herhangi bir varlıklarının
olmadığını söyler. Bu şekilde tümeller problemini ontolojik bağlamından
çıkarıp mantıksal ve epistemolojik bir zemine çekerek aklın din karşısında
koşulsuz özerkliğini savunur (Jeauneau, 2006: 70-71).
Tümeller tartışmasında Aristotelesçi bir yol izleyen Thomas, tümellerin
ancak dünyada var olabilen özler olarak nesnede bulunduklarını ve
nesnenin özünü oluşturduklarını söyler. Tikellerden hareketle tümeli
soyutlama yaparak elde den insan aynı zamanda evrenin pek çok ilkesini,
Tanrı’nın varlığının kanıtlamasını, evrenin yüce bir varlık tarafından
yaratıldığını aklıyla kavrayabilir (Tarakçı, 2006:248). Tanrı evreni kendi
özgür iradesine göre özgür bir şekilde yaratmıştır. Onda öz-varoluş birdir.
Bu açıdan O sadece tümelleri değil tikelleri de bilir. Thomas için Tanrı’nın
her şeyi bilmesi insanın özgürlüğü için bir engel değildir; çünkü İnsanın
iradesini belirleyen herhangi bir ilke ya da zorunluluk yoktur. Tanrı’yı
düşünmeyi seçip seçmeme konusunda da insan özgür iradeye sahiptir.
Tanrı’nın olan şeylerin nedenlerini hazırlamasına karşın, bazı olayların
gerçekleşmesinde olumsallık hâkimdir; çünkü akılsal ve iştah yönleri
olan insan, iştah yönüyle iradede bulunur. İştah yönüyle insanın özgür
bir şekilde seçimde bulunduğunu söyleyemeyiz. Ancak akılsal edimlerle
bir şeye yöneldiğimiz vakit, insanın seçimlerinde özgür olduğunu
savunabiliriz; çünkü akıl iradenin iyiler üzerinde, tümeller üzerinde
düşünmesini sağlayıp iradeyi seçim yapmaya yöneltir. İnsanın istemesi
de iyiye yönelmiştir. Bu iyi de Tanrı’dan başkası değildir. Tanrı’nın tam
bilgisine sahip olunmadığı sürece insanı seçim yapmaya götüren iradesi,

116
Birinci Uluslararası Felsefe Kongresi, 14-16 Ekim 2010, Bursa

isteme amaçları tekil arzularla sınırlı kalır (Akyol, 2005 & Aquinas,
200Thomas, tümellerin tikellerin içinde var olduğunu dile getirmekle
tümellerin gerçekliklerinin sorgulanmasının önünü açmıştır, aklın alanı
ile imanın alanının farklı olduğu düşünülmeye başlanmıştır. Bunun
devamı olarak Ockham’lı William Tanrı’nın varoluşu, sonsuzluğu, birliği,
evreni yaratması gibi imanla ilgili bilgilerin kanıtlanamayacağını ve akılla
bunların açıklanamayacağını düşünmüştür; çünkü aklın bilgisi ile imanın
bilgisi birbirinden farklıdır. Ockham, bilimsel bilginin ilerleyememesinin
nedeni olarak da iman ve akıl alanının birbirine karıştırılmasını görür.
Şöyle ki, tümeller konusunda benimsenen realist görüş, duyular
dünyasının görünüşten ibaret olduğunu kabul edip dikkatleri aşkınsal bir
varlık alana yöneltir. Bu şekilde duyular dünyasının bilgisinin görünüşten
ibaret olduğunun söylenmesi akla ve deneye dayanan bilimsel bilginin
imkânını ortadan kaldırır. Bunun sonucu olarak da mutlak hakikate, duyu
dünyasının bilgisiyle değil de aşkınsal ve ilahi bir bilgiyle erişilebileceği
kabul edilir. Ockham’a göre tümeller bilimsel bilginin nesneleri değildir,
sadece tikeller hakkında düşünmemizi sağlayan araçlardır; çünkü
bilimsel bilgi duyu-algısının tikel nesneleri ile ilgilidir. Tümeller sadece
düşüncenin nesneleridir ve zihinden bağımsız olarak ayrı bir gerçeklikleri
yoktur. Tümel yalnızca bir terim ve uzlaşmayı sağlayan bir araçtır. O
ağızdan çıkan bir sesten (nomina) başka bir şey değildir. Din temelli
evren anlayışı yerini deney-gözlemle evrenin açıklanmaya çalışıldığı ve
aklın imanın belirleniminden kurtulduğu özgür düşünceye bırakmıştır
(Babür ve Çotuksöken, 1993).
Aklın ve imanın alanlarının birbirinden ayrılması, deneyin bilgisinin önem
kazanması, Ortaçağın dinsel dünya görüşünün yıkılmasını hızlandırmıştır.
Rönesans ve reform hareketleriyle insan dünyası yeniden inşa edilmeye
başlanmıştır. Akıl dinin hizmetinden kurtularak ilkçağdaki gibi insanın
evreni açıklamasında, kendi eylemlerinin belirleyicisi olmasında merkeze
konmuştur. Akıl günahkârlığın değil de tekrardan insan özgürlüğünün,
dünyayı anlamlandırabilmenin aracı olarak görülmeye başlandı. Bunun
yanında Hıristiyanlığın bütün insanların Tanrı tarafından yaratılmış eşit
bireyler olduklarını kabul etmesi ve uluslar arası bir düzen oluşturmaya
çalışması özgürlüğü destekleyici bir yapı olup demokrasinin gelişmesine
katkı da bulunmuştur.
Üçüncü paradigma dinin etkisinden kurtulan bireyin özgürlüğünü dile
getiren libertas kavramına dayanır.
Bilimsel çalışmaların hız kazanması, Reform ve Rönesans hareketleri,
coğrafi keşifler, matbaanın gelişmesi, üniversitelerin kurulması, Luther’in
gerçek bir vicdan hürriyetini savunması kilisenin gücünü azaltmıştır. Bu
gelişmeler sonucunda kilisenin sosyal ve siyasal düzen üzerinde etkisini
yitirmesi dinsel düşüncenin de otoritesinin zayıflamasına yol açmıştır.
Ortaya çıkan bu otorite boşluğu Antikçağ kültüründen hareketle akıl
tarafından yaratılan değerlerle doldurulmaya çalışıldı. Bilimsel gelişimlerle
17. yüzyılda insanın aklını kullanarak evrene-doğaya hâkim olabileceği

117
First International Philosophy Congress, October 14-16th, 2010, Bursa

düşüncesinin önem kazanması, aynı zamanda bireyin bulunduğu


ortamı değiştirebileceğine, kendi değerlerini yaratabileceğine ve kendini
yönetebileceğine olan inancı arttırmıştır. Aydınlanma filozofları akla
öncelik vererek rasyonel ve insanî bir dünya yaratmayı amaç edinerek
kişiyi kesin çözüm elde edemeyeceği metafizik sorulardan kurtarmak
isterler ve bu şekilde insanın özgürleşebileceğini ve mutlu olabileceğini
düşünürler (Yılmaz, 2000: 88-90).
Aydınlanma filozofları insanın özgürlüğü sorununu salt bir düşünce
ve ifade özgürlüğü olarak ele aldılar. Toplum sözleşmeleri ile devletin
varlığını-gücünü meşrulaştırma çabaları içine girdiler. Bunun içinde, doğa
durumunda özgür bir şekilde yaşan insanın neslini devam ettirebilmek,
kendini güven içinde hissedebilmek ve daha iyi koşullarda yaşayabilmek
için devleti oluşturduğunu söylediler. Hobbes insanların doğal durumda
eşit olduklarını; ama bu eşit olma durumundan hayatın zorluğu, zalimliği
ve kargaşası karşısında aralarında anlaşarak vazgeçtiklerini söyler.
Kendi rızalarıyla devleti oluşturup düzeni sağlayabilmek adına bütün
yetkilerini otoriter güce devrettiler. Bu şekilde insanlar daha huzurlu-
güvenli bir ortamda yaşayabileceklerdi (Hobbes, 2007). Hobbes, “Homi
Homini Lupus” durumundan kurtulmak ve daha güvende olmak için
tüm yetkilerini devlete teslim eden insanın, devletin otoritesi karşısında
daha zor bir durumda kalabileceğini göz ardı ediyor. Hobbes gibi
Locke da devletin varlığını sözleşmeye dayandırıyordu. Locke’a göre,
devleti oluşturan şey tanrısal hak değil, insanlar ve devlet arasında olan
anlaşmadır (Outram, 2007: 62). İnsanların doğuştan sahip oldukları
yaşam, özgürlük ve mülkiyet gibi temel haklarını güvence altına alabilmek
için devletin otoritesini kabul etti. Fakat devlet insanların temel haklarını
korumadığı zaman insanlar otoriteye baş kaldırıp sözleşmeyi bozabilirler.
Locke bireyin devlete direnme hakkını doğal hukuktan kaynaklanan
doğal bir hak olduğunu düşünür (Locke, 2004). Rousseau ise, insanın
doğası gereği bencil bir yapısı olduğundan kendi çıkarları için ötekileri
boyunduruk altına alabileceğinden insanların güvende ve daha rahat bir
şekilde yaşabilmek için özgürlük temelinde bir araya gelmelerini sağlayan
bir anlaşmayı kabul ettiklerini düşünür (Rousseau, 2006a). Toplum
sözleşmesini de şu şekilde tarif eder: “Her birimiz bütün varlığımızı ve
bütün gücümüzü, bir arada, genel istencin buyruğuna verir, her üyeyi
bütünün bölünmez bir parçası kabul ederiz.” (Rousseau, 2006b: 30).
Toplum sözleşmeleri ile devletin varlığını-gücünü meşrulaştırma
çabaları içine girilmesi devlet-birey sorununu gündeme getirdi. Bireyin
yaşamını güven ve huzur içerisinde özgür bir şekilde sürdürebilmesi
için oluşturulmuş olan devletin, bireyin haklarını ne kadar gözettiği ve
bireysellikleri kendi içinde ne kadar barındırabildiği tartışılan temel
sorundur. Hakların ve özgürlüklerin sınırlarının otoriter güç tarafından
belli yasalarla belirlendiği, kanunlara dayanan ideal bir devlet tanımı
ortaya koyup insanların bu sınırlar içinde yaşamlarını sürdürmeleri farklı
kültürlerin ve kimliklerin kamusal yaşamın neresinde ve ne şekilde var

118
Birinci Uluslararası Felsefe Kongresi, 14-16 Ekim 2010, Bursa

olacağını tartışılmasını gerekli kılmıştır. Bu durum küçük toplulukların


kendi içine kapanmalarına neden olabilir. Böyle bir ortamın oluşmaması
için temel haklar adına devletin sınırlandırılması gerekir. Her bireyin
kendi inanç ve tercihleri doğrultusunda kendi yaşamını şekillendirme
hakki olduğundan devletin-iktidarın bireyin özgürlüğünü ve bireysel
alanını koruyacak önlemler alması gerekir. Bu da ancak anayasal düzenle
sağlanabilir.
Çağımızda ise artık devletler, bireysel haklar ve özgürlükler çerçevesinde
yeni oluşumlara giderken kültürel farklılıkları ve kimlikleri göz ardı
edemez oldu. Medeni bir seviyede refah içinde yaşamak istiyorsak
farklı dinlerin, kültürlerin ve kimliklerin birlikte yaşamayı öğrenmesi
gerekmektedir. Nasıl ki insanlar yasalar önünde eşit bir konuma sahipse
aynı şekilde kültürler, dinler de eşit yaşama hakkına sahip olmalıdır.
İnsanların talepleri, kişisel edimleri sivil demokrasileri ön plana çıkarmış
ve bu anlayış sonucunda özgürlük yeniden tanımlanır hale gelmiştir.
Demokratik özgürlük anlayışıyla insanların kültürel kimliklerini
ve farklılıklarını yasalarla güvence altına alıp toplumsal alanda bir
kısıtlamaya maruz kalmadan yaşayabilmelerine olanak sağlanmıştır.
Çünkü demokratik özgürlük anlayışının önceliği devlet iktidarına karşı
kişinin özgürlüğünün korunma altına almaktır. Demokrasinin asıl işi
toplumda çeşitliliği üretmek ve savunmaktır (Touraine,1997). Zaten
demokrasinin devamını sağlayan inançların, düşüncelerin, etni-sitelerin
çeşitliliğidir; çünkü demokrasi, “Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik” kavramları
üzerine kurulmuştur (a.e., 112).
Akdeniz Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Eskiçağ Dilleri ve Kültürleri
Bölümü Araştırma Görevlisi.
Akdeniz Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Felsefe Bölümü Öğretim
Üyesi.

Kaynakça
AKYOL, O. F. (2005) Thomas Aquinas Doctor Angelicus Hayatı, Eserleri ve
Düşüncesi, İstanbul: Homer Kitapevi.
ANIL, Y. Ş. (2006) Antikçağda Demokrasinin Doğuşu, İstanbul: Kastaş
Yayınevi.
ARİSTOTELES (2000) Politika, çev. Mete Tuncay, İstanbul: Remzi
Kitabevi.
AQUINAS, T. (2007) Varlık ve Öz, çev. Oğuz Özügül, İstanbul: Say
Yayınları.
AUGUSTİNUS, A. (1999) İtiraflar, çev. Dominik Pamir, İstanbul: Kaktüs
Yayınları.
BABÜR, S., ÇOTUKSÖKEN, B. (1993) Ortaçağda Felsefe, İstanbul: Kabalcı
Yayınevi.
119
First International Philosophy Congress, October 14-16th, 2010, Bursa

BOETHIUS, A. M. (2005) Felsefenin Tesellisi, çev. Çiğdem Dürüşken,


İstanbul: Kabalcı Yayınevi.
FINLEY, I. (2003) Antik ve Modern Demokrasi, çev. Deniz Türker, Ankara:
Ayraç Yayınevi.
GILSON, E. (2005) Ortaçağ Felsefesinin Ruhu, çev. Şamil Öçal, İstanbul:
Açılım Kitap
GILSON, E. (2007) Ortaçağda Felsefe: Patristik Başlangıçtan XIV. Yüzyılın
Sonlarına Kadar, çev. Ayşe Meral, İstanbul: Kabalcı Yayınevi.
HOBBES, T. (2007) Leviathan, çev. Semih Lim, 6. Baskı, İstanbul: Yapı
Kredi Yayınları.

HUIZINGA, J. (1997) Ortaçağın Günbatımı, çev. Mehmet A.


Kılıçbay, Ankara: İmge Kitabevi.
JEAUNEAU, E. (2006) Ortaçağ Felsefesi, çev. Betül
Çotuksöken, İstanbul: İletişim Yayınları.
JONES, W.T. (2006) Ortaçağ Düşüncesi Batı Felsefe Tarihi 2.
Cilt, çev. Hakkı Hünler, İstanbul: Paradigma Yayıncılık.
LOCKE, J. (2004) Hükümet Üzerine İki İnceleme, çev. Fahri
Bakırcı, Ankara: Babil Yayıncılık.
OUTRAM, D. (2007) Aydınlanma, çev. Sevda Çalışkan-Hamit
Çalışkan, I. Baskı, Ankara: Dost Kitabevi.
ÖZCAN, M. (2006) İnsan Felsefesi: İnsanın Neliği Üstüne Bir
Soruşturma, Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları.
ROUSSEAU, J. J. (2006a) İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı, çev. R.
Nuri Oskay, 9. Baskı, İstanbul: Say Yayınları.
ROUSSEAU, J. J. (2006b) Toplum Sözleşmesi, çev. M. Tahsin Yalım, 3.
Baskı, İstanbul: Kalkedon Yayınları.
RUSSELL, J. B.,(2000) İblis: Erken Dönem Hıristiyan Geleneği, çev. A.
Fethi, İstanbul: Kabalcı Yayınevi.
TEKİN, O. (2009) “Antikçağ’da Kent-Devletleri ve Demokrasi”, Ed: F. M.
Emecen, Eskiçağ’dan Günümüze Yönetim Anlayışı ve Kurumlar, İstanbul:
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Araştırma Merkezi ve
Kitabevi Yayınları.
TARAKÇI, M. (2006) St. Thomas Aquinas, İstanbul: İz Yayıncılık.
TOURAINE, A. (1997) Demokrasi Nedir? Çev. Olcay Kunal, İstanbul: Yapı
Kredi Yayınları.
TUNCAY, M. (2006) Batı’da Siyasal Düşünceler Tarihi: Eski ve Ortaçağlar,
120
Birinci Uluslararası Felsefe Kongresi, 14-16 Ekim 2010, Bursa

İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.


UYGUN, O. (2003) Demokrasinin Tarihsel, Felsefi ve Ahlaki Boyutları,
İstanbul: İnkılâp Kitapevi.
YILMAZ, A. (2000) Modern Demokrasi: Gelişimi ve Sorunları, Ankara:
Yeni Türkiye Yayınları.

121

View publication stats

You might also like