Professional Documents
Culture Documents
6 Bzgrlkparadigmas
6 Bzgrlkparadigmas
net/publication/270571997
Üç Özgürlük Paradigması
CITATIONS READS
0 717
1 author:
SEE PROFILE
Some of the authors of this publication are also working on these related projects:
Philosopher Titus Aurelius Aleksandros of Aphrodisias by Epigraphic and Ancient Literature Evidence. University of Michigan, Department of Philosophy and Classics
View project
All content following this page was uploaded by Elif AKGÜN KAYA on 09 November 2017.
Editör /Edited by
İsmail Serin
ISBN 978-975-8149-42-1
9 789758 149421
Birinci Uluslararası Felsefe Kongresi
Bildiriler / Papers
İsmail Serin
Editör /Editor
Bursa - Türkiye
Düzenleyen / Organised By
Uludağ Üniversitesi
Fen-Edebiyat Fakültesi
Felsefe Bölümü
Bursa - Türkiye
+ 90 224 294 1826
philosophy@uludag.edu.tr
http://philosophy.uludag.edu.tr
Yayıncı / Publisher
Asa Kitabevi Yayınları
Ünlü Cad. Sönmez İş Sarayı, No: 13
Bursa - Türkiye
+90 224 220 40 74
Koordinatörler / Co-ordinators
Öğr. Gör. Dr. İsmail Serin, Uludağ Üniversitesi
Dr. Metin Becermen, Uludağ Üniversitesi
Üyeler / Members
Prof. Dr. Dimitar Denkov, Sofia University, Bulgaria
Doç. Dr. Işık Özgündoğdu Eren, Uludağ Üniversitesi
Doç. Dr. Zekiye Kutlusoy, Uludağ Üniversitesi
Yrd. Doç Dr. Muhsin Yılmaz, Uludağ Üniversitesi
Öğr. Gör. Dr. Ogün Ürek, Uludağ Üniversitesi
Dr. Alexander L. Gungov, Sofia University, Bulgaria
Dr. Andrej Démuthovci, Trnava University, Slovakia
Dr. Funda Günsoy Kaya, Uludağ Üniversitesi
Dr Marien van den Boom, INHolland University of Applied Sciences
Öğr. Gör. Ayşe Gül Çıvgın, Uludağ Üniversitesi
Öğr. Gör. Nihal Petek Boyacı, Uludağ Üniversitesi
Araş Gör. Adnan Esenyel, Uludağ Üniversitesi
Araş Gör. Melek Zeynep Zafer, Uludağ Üniversitesi
Araş Gör. Tayfun Torun, Uludağ Üniversitesi
Araş Gör. Ümit Öztürk, Uludağ Üniversitesi
Birinci Uluslararası Felsefe Kongresi, 14-16 Ekim 2010, Bursa
Üç Özgürlük Paradigması
Halk, bu siyasal sürecin merkezinde yer alır ve devletin yasama, yürütme ile
ilgili kararlarını bir günlük herkesin katılımıyla gerçekleşen toplantılarda
alırdı. Mecliste her türlü kamusal sorun tartışılırken, yasal davalar da
halk mahkemelerinde görülürdü. Yargıyla ilgili bir durum söz konusu
olduğunda jüri (halktan oluşan her yıl kurayla seçilen altı bin kişilik
kurul) karar vermek için mahkemede hazır bulunurdu (Anıl, 2006).
Atinalılar siyasal hayata aktif katılabildikleri ve bir siteye ait oldukları
sürece özgürdürler. Bundan dolayıdır ki, kamusal alanda sahip oldukları
statüler önemlidir; çünkü insanların özgür kabul edildikleri yer modern
dünyadaki gibi özel alan değil kamusal alandır. Bunun nedeni de kamusal
alanda zorunluluktan doğan ilişkilerin olmamasıdır. Şöyle ki, kamusal
alanda yurttaşların başkalarından emir alma ve diğerleri tarafından
yönetilme zorunlulukları yoktur. Bizzat kendisi de yönetimde aktif olarak
görev alabildiği ve söz söyleme hakkına sahip olduğu için hem yönetici
hem de yönetilen konumundadır. Site, bireyin dışında ve üstünde bir yapı
olarak kabul edilmeyip yurttaşlar için ortak bir örgütlenme biçimi olarak
görüldüğünden dolayı bireyin karşısında devlet, devletin karşısında birey
gerilimi yoktur. (Tekin, 2009).
Antik Yunan’ın siyasal yapısında, modern dünyadaki birey ve devlet
çatışması olmadığı gibi özgürlük de devlet iktidarına karşı koyabilme
yetisi olarak anlamlandırılmamıştır. Bu anlayışa sahip bir örgütlenme
biçimini ve özgürlük anlayışını eski Atina’da göremiyoruz. Burada yöneten
de yönetilen de aynı kişilerdir. Yurttaşlar yöneten ve yönetilen olarak değil;
yurttaş ve yurttaş olmayanlar olmak üzere iki sınıfa ayrılmıştır. Özgür
yurttaşlar; siyasal hayata katılma hakkı bulunan kişiler olup doğrudan
sitenin yönetimine ve yargı sistemine katılabiliyorlardı. Kamusal alanda
kimsenin başka bir kimse üzerinde tahakkümde bulunma hakkı yoktu.
Antik Yunan’da kamusal alan, yurttaşların kendilerini ifade ettikleri
ve özgürce eylemde bulundukları yerdir. Kamusal alanda bir kişinin
özgür olabilmesi ve siyasal hayata aktif olarak katılabilmesi için temel
gereksinimlerini karşılayabildiği özel bir alana (hane) sahip olması da
gerekir. Hane yaşamı dışarıdan herhangi bir müdahaleye maruz kalamaz,
kendi içinde de dokunulmazlığı vardır. Bu dokunulmazlık bugünkü
anladığımız biçimde özel alanın insan hakları gereğince mahremiyetinin
bulunmasından kaynaklanmıyordu. Tam tersine, özel alan insanların
keyfi davranışlarına göre şekillenmeyip zorunlu ilişkilerin hâkim olduğu
bir yerdir. Bu zorunluluk içerisinde efendi, doğası gereği yönetmeye; köle
ise doğası gereği yönetilmeye mahkûmdur. İnsanların hayatta kalabilmesi,
türünün ve toplumsal düzenin devamını sağlayabilmesi için bu zorunlu
ilişkiler ağı içerisinde bulunması gerekir (Uygun, 2003). Doğrudan
herkesin katıldığı bir yönetim sistemini eski Atina’da uygulayabilmek,
günümüzdeki toplumsal yapıyla kıyaslandığında daha kolaydı. Çünkü
Atina’nın toplumsal yapısı belli bir türdeşliği içinde barındırıyordu. Aynı
zamanda, siyasal hayata aktif olarak katılabilecek özgür yurttaş sayısı
sınırlı olduğundan, doğrudan demokrasinin uygulanabilmesi için uygun
112
Birinci Uluslararası Felsefe Kongresi, 14-16 Ekim 2010, Bursa
bir ortamdı. Her ne kadar toplumsal yapı içerisinde sadece belirli bir sınıf,
bu hak ve özgürlüklere sahip olsa da yine de eski Yunan, demokrasinin
ilk uygulandığı yer olarak kabul edilir. Sözü edilen bu demokrasi her ne
kadar primitif bir örgütleniş ve işleyiş yapısı sergilese de, insanlık için
özgürlük adına atılmış önemli bir adımdır. Aristoteles’in söylediği gibi
(her ne kadar kendisi demokrasi yanlısı olmasa da) “Demokrasinin temeli
özgürlüktür.” (Aristoteles, 2000).
Antik Yunan dünyası, bir taraftan tüm yurttaşların siyasal hayata katılımını
sağlayan aktif bir demokratik yönetimi, diğer taraftan kadınların hiçbir
siyasal hakkının bulunmadığı, kadının itibarını azaltan ve kölelik gibi
insanın bireysel-toplumsal haklarıyla bağdaştırılamayacak demokrasi
sistemini kendi içinde barındırmaktadır. Onların anladığı demokrasi,
siyasi bir anlamdan çok toplumsal bir kategori olarak “demos”un gücünü
içinde barındıran bir sistemdi.
İkinci paradigma, herkesin Tanrı tarafından yaratılmış bireyler olduğunu
ileri süren, insanlar arasındaki ontolojik farklılıkları ortadan kaldırmayı
hedefleyen Ortaçağ’ın özgürlük kavramıdır.
Hıristiyanlık, Antik Yunan’ın kişileri köle–efendi gibi belli sınıflara
ayıran yapısını ve insanlar arasında zengin- fakir ayırımını kaldırarak
herkesin Tanrı tarafından yaratılmış eşit varlıklar olduğunu vurgulayarak
insanlar arasındaki eşitsizliklerden doğan toplumsal ayrımı ortadan
kaldırmayı vaat etti. Tanrı maddi ve manevi olarak zayıf insanlara huzuru,
güveni, özgürlüğü, hakikati ve ölüm karşısında sonsuzluğu sunarak
sıradan insanların taşıyamayacağı kadar ağır olan karar verme ve seçme
özgürlüğünü insanların elinden aldı. İnsanlar arasındaki ontolojik farklar
ortadan kaldırılırken özgürlük kavramı, siyasal ve toplumsal bağlamdan
çıkarılarak ilahi bir güç karşısında bireyin varoluş nedeninin ve amacının
sorgulandığı bir zemine sürüklenmiştir. Aynı zamanda insanlık, Âdem
tarafından işlenen ilahi bir günahla hesaplaşmak zorunda bırakıldı.
İlkçağda akılla temellendirilen özgür irade ve ahlak, dinle temellendirilen
ve dini motiflerle açıklanan bir yapıya büründü (Jones, 2006:113).
İlkçağda insan özgürlüğünün ve eylemlerinin belirleyicisi olan akıl,
Hıristiyanlıkla birlikte insanın günahkârlığının-esaretinin nedeni
olarak görüldü. İlkçağda iradenin özünde akılsal ve aklın öncüllüğünde
eylemlerini seçen insanın özgür olabileceği düşünülürken Ortaçağda;
akıl ve iradenin farklı olduğu, insanı farklı yönlere götürdüğü kabul
edildi. Bu doğrultuda da akıl dinin hizmetine sunularak, dini dogmaların
temellendirilmesi-kabul edilmesi için rehber olarak kullanıldı. Akıl, dini
öğretiler açıklanırken tamamen yok sayılmamış; fakat imanın yanında
ikinci bir plana itilmiştir. Akıl ve vahiy şekil olarak birbirinden ayrılmış
olsa da, Hıristiyan felsefesi vahiyi aklın ayrılmaz yardımcı unsuru olarak
görmüştür. Ortaçağ felsefesi, her ne kadar dini yönü ağır bassan bir
düşünce sistemi olsa da rasyonel bir disiplin anlayışını içinde barındırır;
“İman aklı çağırır.” (Gilson, 2005: 15-26).
113
First International Philosophy Congress, October 14-16th, 2010, Bursa
116
Birinci Uluslararası Felsefe Kongresi, 14-16 Ekim 2010, Bursa
isteme amaçları tekil arzularla sınırlı kalır (Akyol, 2005 & Aquinas,
200Thomas, tümellerin tikellerin içinde var olduğunu dile getirmekle
tümellerin gerçekliklerinin sorgulanmasının önünü açmıştır, aklın alanı
ile imanın alanının farklı olduğu düşünülmeye başlanmıştır. Bunun
devamı olarak Ockham’lı William Tanrı’nın varoluşu, sonsuzluğu, birliği,
evreni yaratması gibi imanla ilgili bilgilerin kanıtlanamayacağını ve akılla
bunların açıklanamayacağını düşünmüştür; çünkü aklın bilgisi ile imanın
bilgisi birbirinden farklıdır. Ockham, bilimsel bilginin ilerleyememesinin
nedeni olarak da iman ve akıl alanının birbirine karıştırılmasını görür.
Şöyle ki, tümeller konusunda benimsenen realist görüş, duyular
dünyasının görünüşten ibaret olduğunu kabul edip dikkatleri aşkınsal bir
varlık alana yöneltir. Bu şekilde duyular dünyasının bilgisinin görünüşten
ibaret olduğunun söylenmesi akla ve deneye dayanan bilimsel bilginin
imkânını ortadan kaldırır. Bunun sonucu olarak da mutlak hakikate, duyu
dünyasının bilgisiyle değil de aşkınsal ve ilahi bir bilgiyle erişilebileceği
kabul edilir. Ockham’a göre tümeller bilimsel bilginin nesneleri değildir,
sadece tikeller hakkında düşünmemizi sağlayan araçlardır; çünkü
bilimsel bilgi duyu-algısının tikel nesneleri ile ilgilidir. Tümeller sadece
düşüncenin nesneleridir ve zihinden bağımsız olarak ayrı bir gerçeklikleri
yoktur. Tümel yalnızca bir terim ve uzlaşmayı sağlayan bir araçtır. O
ağızdan çıkan bir sesten (nomina) başka bir şey değildir. Din temelli
evren anlayışı yerini deney-gözlemle evrenin açıklanmaya çalışıldığı ve
aklın imanın belirleniminden kurtulduğu özgür düşünceye bırakmıştır
(Babür ve Çotuksöken, 1993).
Aklın ve imanın alanlarının birbirinden ayrılması, deneyin bilgisinin önem
kazanması, Ortaçağın dinsel dünya görüşünün yıkılmasını hızlandırmıştır.
Rönesans ve reform hareketleriyle insan dünyası yeniden inşa edilmeye
başlanmıştır. Akıl dinin hizmetinden kurtularak ilkçağdaki gibi insanın
evreni açıklamasında, kendi eylemlerinin belirleyicisi olmasında merkeze
konmuştur. Akıl günahkârlığın değil de tekrardan insan özgürlüğünün,
dünyayı anlamlandırabilmenin aracı olarak görülmeye başlandı. Bunun
yanında Hıristiyanlığın bütün insanların Tanrı tarafından yaratılmış eşit
bireyler olduklarını kabul etmesi ve uluslar arası bir düzen oluşturmaya
çalışması özgürlüğü destekleyici bir yapı olup demokrasinin gelişmesine
katkı da bulunmuştur.
Üçüncü paradigma dinin etkisinden kurtulan bireyin özgürlüğünü dile
getiren libertas kavramına dayanır.
Bilimsel çalışmaların hız kazanması, Reform ve Rönesans hareketleri,
coğrafi keşifler, matbaanın gelişmesi, üniversitelerin kurulması, Luther’in
gerçek bir vicdan hürriyetini savunması kilisenin gücünü azaltmıştır. Bu
gelişmeler sonucunda kilisenin sosyal ve siyasal düzen üzerinde etkisini
yitirmesi dinsel düşüncenin de otoritesinin zayıflamasına yol açmıştır.
Ortaya çıkan bu otorite boşluğu Antikçağ kültüründen hareketle akıl
tarafından yaratılan değerlerle doldurulmaya çalışıldı. Bilimsel gelişimlerle
17. yüzyılda insanın aklını kullanarak evrene-doğaya hâkim olabileceği
117
First International Philosophy Congress, October 14-16th, 2010, Bursa
118
Birinci Uluslararası Felsefe Kongresi, 14-16 Ekim 2010, Bursa
Kaynakça
AKYOL, O. F. (2005) Thomas Aquinas Doctor Angelicus Hayatı, Eserleri ve
Düşüncesi, İstanbul: Homer Kitapevi.
ANIL, Y. Ş. (2006) Antikçağda Demokrasinin Doğuşu, İstanbul: Kastaş
Yayınevi.
ARİSTOTELES (2000) Politika, çev. Mete Tuncay, İstanbul: Remzi
Kitabevi.
AQUINAS, T. (2007) Varlık ve Öz, çev. Oğuz Özügül, İstanbul: Say
Yayınları.
AUGUSTİNUS, A. (1999) İtiraflar, çev. Dominik Pamir, İstanbul: Kaktüs
Yayınları.
BABÜR, S., ÇOTUKSÖKEN, B. (1993) Ortaçağda Felsefe, İstanbul: Kabalcı
Yayınevi.
119
First International Philosophy Congress, October 14-16th, 2010, Bursa
121