Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 8

Bir Süreklilik ve Kopuş Tartışması: Emperyal Tahakküm Biçimleri ve Modernleşme İdeolojisi

Marksizmin, yirminci yüzyıldaki radikal politik mücadeleler terminolojisine en fazla


mal olmuş kavramının emperyalizm olduğu rahatlıkla söylenebilir. Her ne kadar kavram Marx
ve Marksistler tarafından icat edilmiş olmasa da (Hobsbawm, 2003: 71-72), kavramın bütün
çağrışımları sosyalist söylemlere sahip olan 3. Dünya devrimlerini akla getirmektedir.
Politik olarak anti-emperyalist ulusal kurtuluşçu bir stratejiyi takip eden 3. Dünya
devrimlerinin gücü emperyalizm kavramının popüler/politik dolaşımını yaygınlaştırırken,
60’lar ve 70’lerde ortaya çıkan bağımlılık okulu da kavramın prestijini eleştirel akademik
zemine taşımıştı. Ancak 70’lerin sonuyla birlikte başlayan süreçte 3. Dünya devrimlerindeki
duraklama, Güney Kore gibi bazı 3. Dünya ülkelerinin 1. Dünya’ya terfi etmesi, devlet
merkezli kalkınma stratejilerinin krize girmesiyle beraber ulus-devletlerin küresel sermaye
karşısında egemenlik yitimine uğramaları ve 80’lerin sonunda reel-sosyalist 2. Dünya’nın
tarihe karışmasıyla birlikte bütün olarak Marksizm ve onun politik sahadaki en operasyonel
kavramlarından biri olan emperyalizm de gözden düşmüştür.
80’ler ve 90’lar boyunca Marksist saflarda devam eden emperyalizm konusundaki
tereddütlü suskunluğun bozuluşunu tahrik eden ise bir yanda Hardt ve Negri İmparatorluk’da
emperyalizm çağının artık geride kaldığını ilan ederken diğer yanda 11 Eylül’den sonra
Afganistan ve Irak işgalleriyle ivmesi gittikçe artan bir ABD müdahaleciliğinin ortaya
çıkması olmuştur. Harry Harootunian’ın İmparatorluğun Yeni Kılığı: Kaybedilen ve Tekrar
Ele Geçirilen Paradigma1 adlı kısa ama hayli yoğun çalışması, bu ironiye karşı tarihsel
materyalist bir perspektiften üretilmiş bir cevap olarak anlaşılabilir.
İmparatorluğun Yeni Kılığı: Kaybedilen ve Tekrar Ele Geçirilen Paradigma üzerine
yapılan bu kısa değerlendirmede öncelikle kitabın temel argümanların altı çizilecek daha
sonra da Asım Karaömerlioğlu’nun, çalışmanın politik sonuçlarını tartıştığı Virgül’de
yayımlanmış Yanlış zaman yanlış teori başlıklı yazısına referansla çalışmanın güncel önemi
ele alınacaktır.

1
Harry Harootunian’ın, modernlik, gündelik hayat ve eşitsiz gelişme sorunsallarını kapsamlı bir şekilde ele alan
Türkçeye çevrilmiş diğer çalışmaları için bkz. Harootunian (2005; 2006).

1
Temel Argümanlar

Emperyalizm kavramını temel bir analiz birimi olarak muhafaza etmekten yana olan
Harootunian kendi emperyalizm anlayışını gerek geleneksel emperyalizm kuramlarının ve
İmparatorluk’un aşamacılığından gerekse de yeni emperyalizm kuramlarının yapısal
nedenselliğe ve dönemselleştirmeye ağırlık veren yaklaşımlarından ayırmakta ve
modernleşme sorunsalıyla ilişkilendirmektedir. Emperyalizm ve modernleşme olgusu
arasında kategorik bir ayrım yapmayan Harootunian için modernleşme olgusu 2. Dünya
Savaşının gözden düşürdüğü sömürgecilik ve emperyalizmin değişim geçirmiş halinden başka
bir şey değildir (Özbek, 2006:14). Biçimsel farklılıkları dikkate alan bir yerden Harootunian,
emperyalizm ve modernleşmenin ortak paydasını, genelleşmiş meta üretimine içkin yapısal
istikrarsızlık ve eşitsizlik halini metalaşmayı/piyasa ekonomisini ve meta-fetişizminin par
excellence siyasi formu olan liberalizmi doğrudan sömürgecilikle ya da alternatif yöntemlerle
yayarak çözme gayreti olarak tanımlıyor. Böylelikle emperyalizm/modernleşme kapitalizme
içkin olarak ele alınıyor.
Bu noktada ABD emperyalizminin yeni bir modernleşme projesi olduğu tespitinden
hareketle modernleşme teorisine tarihsel bir perspektiften bakan Harootunian, sırasıyla Soğuk
Savaş döneminin hegemonik ideolojisi olan bu teoriyi ve kalkınma söylemini, daha sonra da
19. yüzyıldan 20. yüzyılın ilk yarısına kadar süren sömürgeci modernleşmenin bugün ABD
emperyalizmini meşrulaştırmak için nasıl sunulduğunu tahlil ediyor.
Modernleşme teorisini bilgi ve iktidar arasındaki ilişkinin dolaysız bir örneği olarak
ele alan Harootunian, Soğuk Savaş döneminde ABD liderliğindeki Batı hegemonyasını
meşrulaştıran epistemolojiyi köklü bir şekilde eleştiriyor. Zira modernleşme teorisi, ütopya
noktasına yerleştirdiği Amerikan toplumunun gelişimini bütünselliği olan bir tarihsel evrime
indirgeyerek Batı-dışı toplumları bu tarihsel evrim sürecinin çeşitli düzeylerdeki takipçileri
olarak kodlar. Böylesi bir karşılaştırmalı yaklaşım, Batı-dışı toplumları, tamamlandıkça
ütopyaya yakınsayacakları eksiklikleriyle tanımlar. Harootunian ise bu yakınsamanın ve
karşılaştırılamazların karşılaştırılmasının olanaksızlığını kapitalizmin eşitsiz gelişmesine
bağlıyor:

Sosyal bilimler, mukayese kabul etmeyenler arasında karşılaştırmalar


yapmayı hızla ölçü standardı haline getirdi. Oysaki eşitsizlik kapitalizmin
genişlemesinden türemekle kalmıyordu; kapitalizmin kendisini devamlı
olarak yeniden üretmesi için gerekliydi de. Yeni ulusların modernleşme
gayretlerinin peşini hiç bırakmayan ve onları vaat edilen yakınsama

2
aşamasına ulaşmaktan sürekli alıkoyan şey, araç/amaç rasyonelliğinin
başarıyla uygulanmıyor olmasından ziyade, kapitalizmin kendi
genişlemesinin bir koşulu olarak eşitsizlik yaratmak zorunda olmasıydı
(Harootunian, 2006: 5).

Modernleşme teorisinin ABD emperyalizmini meşrulaştıran bir bilgi üretimi


olduğunu ve sosyal bilimcileri “iktidarın hizmetkârları” durumuna düşürdüğünü vurgulayan
Harootunian, söz konusu teorinin önde gelen isimleri olan Eisenstadt, Parsons, Rostow ve
Huntington’ın çalışmalarını teker teker ele alıyor ve siyaset bilimi, iktisat, sosyoloji gibi farklı
alanlarda modernleşme teorisini üreten bu teorisyenlerin ortak çabasının özünü şu şekilde tarif
ediyor:

Yapısal farklılaşmayı, artan uzmanlaşmayı ve yeniden bütünleşmeyi,


toplumların değişime ve zorluklara karşı koyma ama yine de doğal olarak
evrilen toplumsal bir düzenin temel dengesini onaylama kapasitesini
vurgulayan, yeni-evrimci bir büyüme ve kalkınma anlatısı (Harootunian,
2006: 39).

Kapitalizm kavramını modernlik ile ikame eden ve modernliği “piyasa ekonomisi ve


siyasal demokrasi” ile tanımlayan modernleşme teorisyenlerini yapısal-işlevselci bir anlatı
inşa etmekte birleştiren siyasi tahayyülün arkasında yatan ise “yeni ortaya çıkan ulusların,
özellikle de sömürgelikten çıkmanın çoğu zaman yarattığı o travmatik geçişin ardından, kendi
mevcut durumları ile Avrupa-Amerika’nın zengin sanayi toplumları arasındaki mesafeyi
kapatabilmek için devrimci bir şiddeti salık veren alternatif bir strateji ile değil de barışçıl bir
şekilde modernleşebileceğine” duydukları inançtır (Harootunian, 2006: 3-4).
Her ne kadar modernleşme teorisi Amerikan akademisi tarafından ABD
emperyalizmini meşrulaştırmak için üretilmiş de olsa, reel sosyalizmin belirlediği 20.yy
Marksizminin de modernleşme teorisinin üretilmesinde önemli bir rolü olduğunu vurgular
Harootunian. Zira modernleşme teorisinin yakınsama vaadinin kapitalizmi yetişerek geçmek
söylemiyle yeniden üretildiği bu alternatif modernleşme ve kalkınma söylemi Marksist
eleştirinin temel analiz ve eleştiri birimi olan meta üretimi ve meta-fetişizminin terki pahasına
gerçekleşiyordu:

Kapitalist modernleşmenin esasına dair kategorilerin eleştirisinin yerini, bu


kategorilerin dağılımına ve uygulanmasına ilişkin bir eleştiri alıyordu.
Demek istediğim şey şu: Marksist düşünce, yüzyıldan fazla bir süre
boyunca, öyle bir modernleşme teorisine hizmet etti ki, bu teori, sırf
üstyapısal bir ideoloji olarak değil de, (Marx’ın “tohum hücre” dediği)

3
toplumu yapılandıran esas ilke olarak işlev görecek, meta fetişinin
durumunu değerlendirmeye dayalı bir eleştiriye olanak tanımıyordu
(Harootunian, 2006: 18).

Böylelikle emperyalizm/modernleşme, genelleşmiş meta üretimine içkin yapısal


istikrarsızlık ve eşitsizlik halini metalaşmayı/piyasa ekonomisini ve meta-fetişizminin par
excellence siyasi formu olan liberalizmi doğrudan sömürgecilikle ya da alternatif yöntemlerle
yayarak çözme gayreti olarak anlaşılmak yerine, “Rusya’dan, Afrika ve Asya’ya kadar uzanan
kapitalist çevre ülkelerdeki toplumların geç modernleşmesini mazur göstermek için
kullanıldı” (Harootunian, 2006: 18).
Modernleşme teorisinin sağ ve sol versiyonlarını kıyasıya bir eleştiriye tabi tutan
Harootunian, güncel ABD müdahaleciliğinin kendisini yeni bir modernleşme tasarısı olarak
sunuşuyla, hâkim medya ve akademi çevrelerinde 19 ve 20.yy. imparatorluklarının sömürgeci
mirasına yapılan olumlu atıflar arasındaki ilişkiyi de sorunsallaştırıyor:

Nasıl oldu da emperyalizm -eskisi, yenisi ya da nasıl tanımlanırsa


tanımlansın- daha birkaç sene önce tarih yorumlarıyla, sıkıcı monografilerle
emin bir şekilde sınırlandırılıyorken ya da emperyalizmin talancı
uygulamaları, keyfi şiddeti ve dokunduğu yeri duygusuzca insanlık dışı
koşullara sürüklemesi keskin bir eleştiriye tâbi tutuluyorken, mevcut
gündemin üst sıralarına tırmandı bugün? Sahiden neden şimdi, sanki
unuttuğumuz eski bir arkadaşımızmış gibi, emperyalizmi yeniden
düşünmeye yönlendiriliyoruz? (Harootunian, 2006: 72).

Emperyalizmin ve özellikle Britanya İmparatorluğu’nun sömürgeci mirasını yeniden


düşünmeye yönlendirilmemizi, tarihin son derece siyasi bir kullanımı olarak gören
Harootunian, bu yönlendirmenin arka planında ABD’nin, Britanya İmparatorluğu’nun
“modernleştirme” misyonunun sürdürücüsü olduğuna dair bir hafıza yaratmak ihtiyacının
yattığına işaret ediyor:

ABD şimdilerde hâlâ ortalıklarda gözükmeye devam eden şer eksenlerine


karşı Batı (beyaz adam) uygarlığının değerlerini savunma görevini üzerine
almış durumda; tıpkı bir zamanlar bu görevi imparatorluğa olan
temayülünün parçası olarak tahayyül etmiş olan Britanya İmparatorluğu gibi
(Harootunian, 2006: 71).

ABD emperyalizmine tarihten bir meşruluk sağlama gayretiyle sömürgecilik tarihi


gözden geçirilirken, sömürgeci pratiğin sömürgelerde ne gibi iktidar ve sömürü ilişkileri
kurduğunun hatırlatılmasının oldukça önemli olduğunu düşünen Harootunian, tam da bu
noktada post-kolonyal söylemin ve maduniyet okulunun rolüne dikkat çekiyor. Zira her ne

4
kadar kapitalizmi modernlikle ve emperyalizmi Batı kategorisi ile ikame etse de, post-
kolonyal söylem ve maduniyet okulu, modernleşme söyleminin meşrulaştırdığı sömürgeci
pratiğin sessizleştirdiği ve tarihsizleştirdiği sömürgelerdeki öznelliklere konuşabilecekleri bir
forum sunmaktadır.

Doğru Zaman, Doğru Teori

İmparatorluğun Yeni Kılığı: Kaybedilen ve Tekrar Ele Geçirilen Paradigma’yı güncel


politik sonuçları açısından değerlendiren Asım Karaömerlioğlu kitabın yanlış zamanda ve
yanlış bir teorik yönelimle yazıldığını söylemektedir. Yanlış zamanda ve yanlış bir teorik
yönelimle yazılmıştır zira Karaömerlioğlu’na göre Harootunian ABD liderliğindeki
küreselleşmenin yeni bir modernleşme projesi olarak modernleşme paradigmasından
niteliksel bir farklılığa sahip olmadığını iddia etmektedir; oysa ki:

yeni dünya ve onun düzeni, modernleşme paradigmasının geçer akçe


olmadığı, çok daha farklı yönelimlerle karakterize edilmektedir. Bütün
basitliğine, emperyal ve kapitalist sömürü düzenini ince bir şekilde
maskelemesine, kuramsal zayıflıklarına rağmen, modernleşme
paradigmasının önemli bir yönü vardı: Modern olmayan toplumların da bir
gün modernleşecekleri iddiası. Böyle bir şeyin mümkün olup olmaması bir
yana, söylemin kendisi, yani Batılı olmayan toplumların da Batılı gibi
olacakları önemli bir vurguydu. Herkes bugün farklıysa bile yarın
benzeyecekti. Dışlayan değil, içeren bir yönü vardı modernleşme
paradigmasının. Evrenselci bir anlatı üzerinde temellenmekteydi, en azından
söylemsel düzeyde. Yazarın iddiasının aksine, kanımca 11 Eylül sonrasında
bu bakış açısı köklü bir değişikliğe uğradı. Artık “medeniyetler çatışması”
gündemdeydi. Demokrasi sadece Batılı toplumlara içkin, diğerlerinin sahip
olamayacağı bir değerdi…11 Eylül öncesi dünya ideallerin ve idea’ların
çarpışmasıydı. İdeolojik hegemonyaya büyük önem verilmekteydi…Bugün
artık Amerika ve İsrail ideolojik meşruluğu hiç dert etmiyorlar,
saldırganlıklarını ve şiddetlerini meşrulaştırmak gibi bir dertleri yok, eskisi
gibi onlara inananlar da çok yok. Gramsci’nin bahsettiği anlamda bir
hegemonya peşinde bile değiller. Ama başka bir yerde de tartıştığım gibi
(Radikal İki, 26 Şubat 2006), dünya artık giderek ideolojinin değil, açık
şiddetin mücadelesine sahne olacakmış gibi görünüyor.(Karaömerlioğlu,
2006: 34-35).

Özetleyecek olursak, Karaömerlioğlu’nun eleştirisi, Harootunian’ın güncel politik


durumu modernleşme olgusunun farklı bir dönemi olarak tanımlayarak niteliksel bir
sürekliliğe vurgu yapması, dolayısıyla güncel politik durumun modernleşme dönemindeki

5
gibi ideolojik mücadelelerle değil açık şiddetle karakterize olduğu gerçeğini gözden kaçırması
üzerine kuruludur.
Kanımca İmparatorluğun Yeni Kılığı’nın en güçlü yanı ve katkısı bir emperyal
tahakküm biçimi olarak modernleşmenin farklı dönemleri arasında niteliksel bir sürekliliğin
olduğu yönündeki tezidir. Harootunian, Karaömerlioğlu’nun tersine, modernleşme
ideolojisinin kapitalizmle ilişkisini dışsallaştırmamaktadır. Emperyalizmi/modernleşmeyi,
genelleşmiş meta üretimine içkin eşitsiz gelişmenin meta-fetişizminin ekseninde durduğu
doğrusal zaman algılayışıyla kesiştiği bir zemine koymaktadır ki bu
emperyalizmi/modernleşmeyi, kapitalizmin evrensel düzlemde kendini imkânsız bir şekilde
gerçekleştirme arzusu olarak ele almak anlamına gelir.2 Dolayısıyla, Harootunian
emperyalizmi/modernleşmeyi doğrudan sömürgecilik/işgal, eşitsiz ticari ilişkiler, kapitalizmin
herhangi bir aşaması3 ya da güncel politik konfigürasyonların ortaya çıkarmış olduğu
rastlantısal bir durum bağlamında tartışmamaktadır.
Harootunian, farklı dönemleri modernleşme başlığı altında ele alırken,
Karaömerlioğlu’nun iddiasının aksine, bugünkü ABD emperyalizminin daha müdahaleci
olduğu ve ideolojik meşrulaşmayı daha az önemsediği gerçeğini dikkate almayan bir yerden
konuşmamaktadır. Ancak, Harootunian modernleşme tartışmasını müdahaleciliğin ve bunu
meşrulaştırmak için girişilen ideolojik mücadelenin şu ya da bu boyutlarda olması üzerinden
değil, piyasa ekonomisi ve siyasal demokrasi/liberal demokrasi arasında modernleşme teorisi
tarafından varsayılan bağın yeniden üretilip üretilmediği noktasından yapmaktadır:

Sovyetler Birliği rekabet alanından defedilmişti ya, Amerika artık denetim


bakımından dünyada daha fazla sorumluluk almak ve “demokrasi” ile
“piyasa” her nerede tehlikeye sokulursa…oraya müdahale etmek istiyordu.
Soğuk Savaş sonrasında, Amerika’nın bu haksız iddialarını
gerekçelendirmek için modernleşme teorisinin buyurucu nitelikteki dilinden
yararlanılıyordu. “Gerçek” ya da “doğal” bir düşmanın ortadan kalkmasıyla
birlikte, kalpleri ve zihinleri kazanmak için girişilen rekabet de artık
kayboluyordu. Mevcut Irak harekatının gösterdiği üzere, hükmünü

2
Kapitalizmin kendisini gerçekleştirmesinin imkansızlığını ve tam da bu imkansızlığın kapitalizmin
yayılmacılığını ve kendi varlık koşullarını devrimcileştirmeye zorlayan dinamik olduğunu hatırlamak bu noktada
son derece önemli.Bkz. Zizek, 2002: 67-69.
3
Harootunian’ın İmparatorluk’a yönelik temel eleştirisi İmparatorluk’un “bugün artık kapitalizmin bir dışarısı
ve dolayısıyla emperyalizm de kalmamıştır” iddiasıyla emperyalist fantaziyi yani meta-ilişkilerinin tamamen
küreselleştiği bir dünyayı gerçekleşmiş kabul ederek güncel emperyalist siyaseti görünmez kılışına yönelik.
Kanımca Harootunian’ın bu eleştirisini Wood’un İmparatorluk eleştirisinden ayırmak gerekiyor. Zira Wood’u
aynı aşamacılığı paylaştığı İmparatorluk’dan ayıran tek nokta devletlerin hala önemli olduğu vurgusu ki Hardt ve
Negri de esasen bunu reddetmiyor. Wood kapitalist emperyalizm kavramıyla, Hardt ve Negri ise post-
emperyalist imparatorluk formülasyonuyla emperyalizmi kapitalizme içkin görmemek noktasında buluşuyorlar.
Böylelikle ‘başka’ bir dönemin teorisi olarak Leninist emperyalizm teorisi hem olumlanıyor hem de onunla
yüzleşmekten kaçınılıyor.

6
sürdürmekte olan ve kabul edilen egemenliklere rağmen, kalkınma ihracının
ivediliği yerine, önleyici bir önlem ve siyasi istikrarın en iyi teminatı olarak
demokrasi ihracının gerekliliği ikame ediliyordu (Harootunian, 2006: 27-
28).

Yani Soğuk Savaş dönemi modernleşme paradigması reel-sosyalist alternatif


nedeniyle ulusal kalkınmayı (piyasa ekonomisine geçiş) siyasal-demokrasiye (Batı değerleri)
öncelerken ve piyasanın siyasal demokrasiyi zamanla beraberinde getireceğini ileri sürerek
siyasal istikrara (otoriter yönetimler) önem verirken, rekabetten kurtulmuş bir ABD liderliği
kalkınma ihracını geri plana itmiş ve kalkınmanın siyasal demokrasilerin kuruluşuyla birlikte
geleceğini daha müdahaleci bir tarzda savunmaya başlamıştır. Kısacası Harootunian’a göre,
artan ABD müdahaleciliği modernleşme paradigmasından bir kopuşa yol açmamış ve fakat
piyasa ekonomisi ile siyasal demokrasi arasında varsayılan bağın öncelik sırasını değiştirerek
bu bağı yeniden üretmiştir.
Bu noktada Karaömerlioğlu’nun, modernleşme paradigması ve açık şiddeti/işgali
birbirine zıt olarak koyuşu ve bugün şiddetin dünyaya egemen olması itibariyle modernleşme
paradigmasının öldüğünü ilan etmesi gittikçe ivmelenen ABD müdahaleciliğinden çıkarılan
aşırı bir sonuç olarak gözükmekte. Ne Soğuk Savaş dönemi ve 11 Eylül öncesi sadece
“ideallerin ve idea’ların çarpışmasıydı” ne de bugün, ideolojik onay ve içerme
mekanizmalarını önemsemeyen saf bir şiddet çağı. Harootunian’ın da vurguladığı gibi Soğuk
Savaş döneminde ABD adına vekaleten yürütülen savaşları unutmamalıyız. Zira bugün
kapitalist sömürü ve tahakküm mekanizmalarının ideolojik bir dolayıma ihtiyaç duymadan
çıplak zorla işlediğini iddia edersek, Genişletilmiş Ortadoğu Projesi (GOP), Turuncu
Devrimler, Avrupa Birliği gibi sadece ya da bütünüyle açık zora dayanmayan ve son derece
ateşli ideolojik hegemonya mücaleleriyle yürütülen politik süreçleri kapitalist iktidar ve
sömürü mekanizmaları bağlamında değerlendirme olanağından da mahrum kalırız.
Dolayısıyla, çıplak zor ve şiddet kullanımının karakterize ettiği söylenen güncel kapitalist
sömürü ve tahakküm mekanizmalarıyla, neye tekabül ettiği bilinmeyen görece barışçıl
süreçler (bu durumda kapitalizm dışı olduğunu varsaymamız mümkün) arasında ehven-i şer
tercihler yapmak kaçınılmaz hale gelir.4 Tam da bu noktada Harootunian’ın emperyalist
/modernleşmeci siyaseti, uygulamış olduğu yöntemlerin (açık zor/onay alma) şu veya bu
tarihsel dönemdeki bileşimine bakmadan (umursamamak değil) kapitalist üretim ilişkilerini
yayma ve güvence altına almak siyaseti olarak tanımlaması son derece önemlidir.

4
Avrupa Birliği’ne üyelik sürecini liberal/sosyal demokrasi cephesinin müdahaleci-vahşi kapitalist ABD yerine
modern/pasifist sosyal Avrupa arasında yapılacak bir tercih olarak formüle etmesi bu nokta son derece
manidardır. Bu yaklaşıma tipik bir örnek için bkz. Keyder, 2003: 225-246.

7
Bugün, soğuk savaş döneminin modern ve geleneksel toplumlar ikiliği, teröristler ve
uygar dünya ikiliğiyle yeniden üretilmekte ve bu yeni modernleşmeci perspektiften
meşruluğunu alan ABD müdahaleciliği ivmesini gittikçe arttırmaktadır. Medeniyetler
çatışması ve benzeri tezlerin gün geçtikçe daha fazla taraftar bulduğu, terörizme karşı
topyekün savaş nidalarının atıldığı bir dönemde, emperyalizm kavramını tarihsel bir duyarlılık
süzgecinden geçirerek muhafaza eden ve modernleşme sorunsalıyla ilişkilendiren
İmparatorluğun Yeni Kılıkları: Kaybedilen ve Tekrar Ele Geçirilen Paradigma güncel
emperyalizm tartışmalarına bir Marksist tarihçi tarafından yapılmış önemli bir katkıdır.5

Kaynakça

Harootunian, H. (2005), “Kaplanın İninde: Sosyalist Gündelik Mao sonrası Çin’de”, çev. P.
Öztamur, Praksis, (13): 311-322.

Harootunian, H. (2006) İmparatorluğun Yeni Kılığı: Kaybedilen ve Tekrar Ele Geçirilen


Paradigma, çev. E. Ünal, İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi.

Harootunian, H. (2006) Tarihin Huzursuzluğu: Modernlik, Kültürel Pratik ve Gündelik Hayat


Sorunu, çev. M. E. Dinçer, İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi.

Hobsbawm, E. (2003) İmparatorluk Çağı: 1875-1914, çev. V. Aslan, Ankara: Dost.

Karaömerlioğlu, A. (2006) “Yanlış zaman yanlış teori”, Virgül, 99: 34-35.

Keyder, Ç. (2003) Memalik-i Osmaniye’den Avrupa Birliği’ne, İstanbul: İletişim Yayınları.

Özbek, N. (2006) “İmparatorluk tartışmalarında radikal bir açılım”, Virgül, 101: 14-16.

Zizek, S. (2002) İdeolojinin Yüce Nesnesi, çev. T. Birkan, İstanbul: Metis Yayınları.

5
Kanımca emperyalizm tespitinin küresel iktidar ilişkilerinin analizi noktasında taşıdığı önem ile güncel pratik-
politik dolaşımdaki değeri arasında bir ayrım yapmak gerekiyor. Emperyalizm kavramının bir tarihi olduğunu ve
bu tarihin güncel kitlesel politik hafızada 3.Dünya devrimleri ve ulusal bağımsızlıkçılıkla ne kadar
ilişkilendirildiğini dikkate almadan kavramı güncel politik dolaşıma sokmanın -hele ki milliyetçi-faşist bir
yükseliş de varsa- ne gibi olumsuz sonuçlara yol açacağını düşünmekte fayda var.

You might also like