Professional Documents
Culture Documents
Edeb402 Fi̇nal
Edeb402 Fi̇nal
Edeb402 Fi̇nal
21703916
aldığını, halkın dini altyapısı ve ses çıkarmadan yönetilmeye alışık oluşu göz önünde
oluruz. Aslı Uçar’ın tabiriyle komünizme yönelik cadı avı tüm hızıyla sürdürülür.
yılları toplumcu edebiyatının hüküm sürdüğü yıllar olarak tanımlamak yanlış olmaz.
Özellikle Mahmut Makal’ın Bizim Köy eseriyle başlayan gerçekçi köy yaşamı anlatısı
Yaşar Kemal’in İnce Memed romanıyla edebi bir güce de ulaşmış, Orhan Kemal,
işlemesiyle birlikte toplumcu edebiyat yazınsal yanı kuvvetli eserler çatısı altında
varlığını sürdürmüştür. 50’li yılları özel kılan ise edebi ortamın çeşitliliği ve çok
50’li yılları yalnız toplumcu edebiyatın hakimiyetinde geçen yıllar olarak tanımlamak
doğru olmaz. Türkçe edebiyatın modernist dönüşüm geçirdiği bu yıllarda, dilin farklı
işlenişine rastlamak ve toplumsal bir sorunun bireysel bir tema üzerinden anlatıldığını
gözlemlemek mümkün. Bu çok sesli ortamı Aslı Uçar şöyle anlatır “Varlık
ve Yeditepe'deki İkinci Yeni tartışmaları dönemin çok sesli ve çok yönlü edebiyat
ortamının bir görüntüsünü verir.” Modernist dönüşümün şiirde daha net ve güçlü
görülmesinin nedeni İkinci Yeni’nin imgesel anlatımıyla ortaya çıkan, yeni bir dil
sayıca bir dönüşümden söz edilemese de, Yusuf Atılgan ve Ahmed Hamdi
Tanpınar’ın deneyci romanlarının değer gördüğü açıktır. Öykü türünde Sabahattin Ali
ve Sait Faik gibi gerçekçi öykücüler yerini modernist 1950 öykü kuşağına
bırakmıştır. 50’li yılları önceki dönemlerden farklı kılan unsur, kişilerden sıyrılıp iki
ana akım üzerinden edebiyatın şekil almasıdır. Toplumcu gerçekçi edebiyatçıların bir
kısmının farklı sosyal yapılardan gelmeleri ancak aynı güdüm etrafında toplanmaları
eserinin kendisine ait özel bir alanının olduğunu ve onun diğer alanların tanımına
çok kuvvetli bir iç dünya anlatısının hakimiyeti görürüz. Toplumsal bir olay merkezli
yazımı değerli kılan yönü. 1950’lerin özellikle ikinci yarısında altın çağını yaşayan
tarafından bir uyanış, ödül vaadi olmadan bir sorumluluğa çağrı bilinciyle ele
dünyasının öykünün temel konusu olması ve olay odaklı bir öyküden ziyade o kişinin
net olmayan bir durum. Öyküde bir delinin ikiye bölünmüş halinin mi yoksa iki
delinin karşılaşmasının mı gerçek olduğu belli olmamakla birlikte, ilk seçenek ağır
cehhennem olan başkalarında kurtulup tek başına, huzurlu bir hayatın olasılığının
modernizmin biçimsel ilkesi olan iç dünya anlatımı karşımıza çıkıyor, eserin anlam
deneyimi üzerinden tecrübe ettiren yazım tarzını tipik bir bilinçde geçenlerin anlatımı
olarak özetlemek mümkün. Cümlelerin kısa şekilde söylenip kesilimesi, net bir olay
bütünlüğünün olmaması, daha çok o an görülen olayların veya akla gelen bir
gerçekçi edebiyat olduğunu söylemek yanlış olmaz. Çimen Erkol 60’larda Varoluşçu
1960'ta askeri darbe ile sonlanan on yıllık DP iktidarı süresince sendikal hareketler ve
sömürü temalı yapıtların 1960'lara uzanan ilk örneklerde şehirli bir işçi sınıfı
teşvik edildiği geniş bir mutabakat aranması nedeniyle, toplumsal devlet anlayışını
işlenmesine rağmen, bir edebi akım olarak güçlenmesi 2.Dünya Savaşı sonrasına
Bener, Nezihe Meriç, Sait Faik ve Yusuf Atılgan 1950-1960 arası Varoluşçu
Edebiyat kimliğinde önemli eserler vermiş yazarlardır. Onat Kutlar ve Leyla Erbil
ve içsel ilişkileri ile birlikte ele alarak kentli orta sınıfın değer yargılarında yaşanan
bir yazar olacağının işaretlerini veren Erbil’in, "İnsanı Marksist ve Freudist açıdan ele
alan" kitapı olarak lanse edilen bu yapıtı ile, toplum sorunlarına duyarlı olmanın ve
gösterdiğini söyler.
Tutkulu Perçem isimli hikaye kitabında da modernist tarzda bir anlatım kullandığını
insan olduğunu görüyoruz. Kitabın ilk öyküsü olan Tutkulu Perçem’de daha ilk
cümlesinde sokaktaki insanların onu görmemesinden şikayet eden kadının yaşadığı o
kelimelerle kadının içide bulunduğu şehrin üstüne geldiğini çok net hissettiren yazar,
çıkarmanın yeri miydi bu kent, Suç bütün bütün perçemlerimdeydi. Onlar böylesi
üslüpla “Yeni dikilen bir troleybüs direği, bir yol makinesi, bir kavga olmayı diledim.
itibariyle yine kalabalıktaki yalnızlık üzerinden karşılıkşız aşk veya ayrılık üzerine
genel bir üzüntü hali olduğu söylenebilir. Yazar dil olarak yine şiirsel bir anlatım
tozluyuz biz, çok tozluyuz - ya bozkır, bozkır yolundan kamyonlar geçerken kalkan
için yapıldığı düşünülen konyak içmek, cıgara içmek gibi eylemlere yetersiz demesi
Bozkır da burada rastgele seçilmiş bir kelime olmaktan çok uzak. Bozkırı yapısı
itibariyle ele aldığımızda uçsuz bucaksız bir boşluk, içinde yaşam belirtisi olmayan,
bir nevi uzayı andıran bir uzam olarak tanımlayabiliriz. Kadının kendisini, bozkırla
kıyaslamasından da kendini aynı bozkır gibi sonu gelmez bir boşluk içinde olan bir
oluşturduğu tozun bozkıra etki ettiğini ancak yağmurla etkisinin geçtiğini söylerken,
bizim üstümüzdeki toz dediği yine bir çaresizlik imgesi. Varoluşumuzdaki zayıflığa
kavuşmayacağını belirtiyor. “Bu evrende her şeyi silecek birileri, yaşamları hepten.
Bu önemli değil; biz çoktan tükenmişiz.”(s.20) Burada yok oluşun bilmesine rağmen
aldırmaz bir tavır takınan kadın, bunun nedeni olarak da biz çoktan tükenmişiz diyor,
yani bu yok oluşa karşı farkındalığın aslında hayattan duyulabilecek zevke önemli
ölçüde gölge düşürdüğünü söylüyor. “Herkesler, her şeylerini çok şeylere harcıyorlar,
tutsak kılıyor bu şeyler onlan, hep onlara çarpıyorlar yaşantılarında. Ama bak, gerçek
uydurması kavramlar olduğunu çıkarabiliriz. Gurur, itibar, güç gibi. Ancak kadının
çıkışın ancak ölümle yani yok oluşla mümkün olması. Yani varsak tutsak olmak
ırak kentlere bile gidemeyiz diyerek burada kent imgesiyle bir hayali özgürlük
söylemek mümkün. Ancak iki eserde farklı biçimsel tarzları, evrendeki yalnızlık ve
yapıtlarından.