Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 207

Kimberly Fisk - Son Adım Aşk

www.CepSitesi.Net

Jenny Beckinsale tek motorlu bir uçağın homurtusunu duyunca dikkat kesildi. Hemen
kıyıya koşup ellerini gözlerine siper ederek gökyüzüne baktı. Parlak güneş ışınları gök-
yüzündeki griliği silmişti, masmavi deniz ayaklarının ucundan sonsuzca uzayıp gidiyordu.
Gözleri gökyüzünü tararken kalbi deli gibi atmaya başladı. Belki... Sadece belki... Ama bir
anda kalbinin asla unutamadığı şeyi zihni de hatırlayıverdi: Steven bir daha asla eve
dönmeyecekti.
Derin bir nefes alıp yavaşça verdi. Hayır, yeniden öyle darmadağın olmak istemiyordu. Bir
daha bunu yaşamayacaktı.
Dalgalar eski rıhtımı dövüyor, başının üzerinde uçuşan kargalar gürültüyle sohbet
ediyordu. Uçağın homurtusu uzaklardan gelmeye devam etti.
Kıyıdan yeni bir kararlılıkla dönerken büyükannesinden ona miras kalmış olan eve ve üç
yıl önce inşa edilmiş uçak hangarına şöyle bir baktı.
Metal panellerin üzerine düşen güneş ışınları yeşil boyayı parıl parıl parlatıyordu. Binanın
tepesindeki çıkıntıya asılmış altın rengi tabelanın üzerinde kabartmalı harflerle Mavi Gök
Havayolları yazıyordu. Onun altında daha küçük harflerle yazılmış, Deniz Uçağı Kiralama
Servisi sözcükleri okunuyordu.
İçi yine o tatlı gururla doldu. Başardık, Sîeven. Serserilik mi yapıyorsun?
Zeke Phillips hangarın geniş kapısının önünde durmuş, ellerini bir paçavraya siliyordu.
Omuzlarına dökülen kırlaşmış saçları ve her yanındaki makineyağı lekeleriyle tam bir tamirci
gibi görünse de Jenny bu mütevazı görünüşün altında kıvrak ve şakacı bir zekanın her zaman
hazırda beklediğini biliyordu. Zeke aynı zamanda Batı kıyısının en iyi deniz pilotlarından
biriydi.
O motorla oynamayı bitirdin mi? diye sordu Jenny, sesindeki kaygıyı gizlemeye çalışarak.
Son dokuz aydır aynı oyunu oynuyordu.
Zeke yan yan sırıttı. Neredeyse bitiyor.
İyi. Yarın sabah saat onda seferimiz var.
Bunu unutacağımı sanmıyorum. Ne de olsa bu haftaki tek seferimiz.
Jenny bir an için irkildi. Zeke’nin bu sözü onu tam kalbinden vurmuştu. Hatırlatma, lütfen.
Evet, bunu hatırlatmama gerek yoktu sanırım. Ancak belki de, bugünün çarşamba
olduğunu söylemem gerekiyordun Kol saatine bir göz attı. Yaklaşık olarak yirmi dakikan var.
10
Bir Adım Sen, Bir Adım Ben, Son Adım A.yk
Jenny, Çarşamba mı? deyip eve doğru koşmaya başladı. Bunu bana daha önce söylemen
gerekirdi.
Ne yani, bütün eğlenceyi kaçırsa mıydım?
Ardından patlayan kahkahayı duymazdan gelen Jenny evin ön kapısına koşup merdivenleri
hızla tırmandı. Kahvaltıyı hazırlarken yaktığı ekmeğin kokusu hala dağılmamıştı.
Yatak odasına ulaştığında yarı yarıya çıplak kalmıştı bile. Çıkardığı gömleğini öylece yere
bırakıp pantolonunun dar paçasıyla savaşarak kendini yatağın üzerine attı. Pembe püsküllü
yatak örtüsü, kitaplar, giysiler ve kimbilir daha nelerden oluşan bir yığının altında neredeyse
görünmez olmuştu. Hiçbir şeyi kenara itme zahmetine girmeden yığının üzerine çöküp kot
pantolonundan sıyrılmayı başardı. Bu hafta da geç kalırsa işiteceği azarın haddi hesabı
olmayacak demekti. Kapri pantolonunu giyeceği sırada, aklına annesinin geçen haftaki
yorumu geldi: Şort mu giydin, Jenny? İnanamıyorum. Biraz çaba göstersen olmaz mı sanki?
Annesiyle kapri pantolonun şort olmadığına dair bir tartışmaya girmenin hiç yararı
olmazdı. Catherine Beckinsale ne derse o olurdu.
Jenny dolabına asılı birkaç parçadan biri olan pembe elbiseyi kaptı. Bu tasarımcı işi, dar
elbise annesinin ona doğum günü hediyesiydi.
Elbise o kadınsı mükemmelliğiyle, kendisiyle alay ediyormuş gibi geldi Jenny’ye ama
fikrini değiştirip yere attığı pantolonunu geri almaya fırsat bulamadan elbiseyi üzerine
geçiriverdi. Onun için özel olarak dikilmiş olsaydı bu kadar
II
Kimbertv Fisk
güzel oturmazdı üzerine. Annesinin hakkını vermesi gerekiyordu, C’atherine ne yapsa
mükemmel olurdu. Üç çocuğunu büyütürken de, kendi işini yürütürken de, en küçük
çocuğunun doğum günü hediyesini seçerken de aynı şaşmaz mükemmellikteydi.
Jenny başucundaki saate bir göz attı: On elli.
Annesiyle buluşmasına sadece on dakika kalmıştı.
Sabahın on birinde kim öğle yemeği yerdi ki?
Tabii ki annesi. Catherine’in programı bozulmasın diye öğlen yemeği için bu saatte
buluşuyorlardı. Son dokuz aydır Jenny’nin bu çarşamba buluşmalarından ödü kopuyordu ama
bugün, yani bu çarşamba, durum biraz değişmişti. Mavi Gök Havayolları iki sefer açmayı
başarmıştı ve Jenny konuyu buna getirmenin bir yolunu bulacaktı. Evet, bu, yeri göğü
inletecek bir haber değildi belki ama yine de bir başlangıçtı. Üstelik yeni reklam planının işe
yaradığını gösteriyordu.
Yatak odasında başlattığı küçük bir araştırma sonucunda sandaletinin önce bir tekini,
birkaç dakika sonra da diğerini bulmayı başardı. Bu, elbisenin takımı olan düğmeli bir
hırkasının olduğunu hatırlar gibiydi ama nerede olduğunu bilemiyordu ve arayacak zaman
yoktu. Topuksuz naylon çoraplarını da bulamazdı artık; bu yüzden ayakkabılarını çıplak
ayaklarına geçirip merdivenlerden aşağı koşmaya başladı.
Kapının önünde bekleyen Corvette’e atladı. Bu araba onun için biraz lüks kaçsa da Steven
bunun bir zorunluluk olduğunu düşünmüştü. Biiyük paralar kazanacaksak paralı gibi
görünmeliyiz. Bu araba bizim geçiş biletimiz olacak.
12
Bir \i(ım Sı n, Bir idim B‘‘H Son Adım Aşk
Marşa basıp güçlü motorun sesini duyduğunda kendi kendine gülümsedi.
Kendisine el sallamak için hangarın kapısına çıkan Ze-ke’ye, Bir saat içinde dönerim, dedi.
Ama bir şey olursa ceptelefoııum yanımda.
Zeke gülüp çenesini ovuşturdu. Daha önce seni hiç aramam gerekmediğini düşünürsek
bugün de bu durumun değişmesi için bir sebep göremiyorum.
Mucizelere inan.
Göl kıyısındaki yola çıkarken debriyajı biraz sert bırakınca motordan çıkan seslerle irkildi.
Zeke'yi kendine güldürmüş olmasına mı yoksa birkaç dakika sonra yeni bir ah, Jennifer,
keşke, seansına girecek olmasına mı daha çok üzüldüğünü bilemiyordu. Bir kızın
katlanabileceği Ah, Jennifer ’ ların da bir sınırı vardı ve Jenny bu kotayı daha yirmi altı
yaşında doldurmuş durumdaydı.
Göl yolunu iki yandan kucaklamış çalılıkların yeşilliğinin arasından gölün mavi parıltısını
ve dağların çatallı zirvelerini görebiliyordu. Keskin virajlı yamaçlar mayıs ayının bu son
günlerinde bile karla kaplıydı. Beş dakika bile geçmeden anayoldan ayrılıp annesinin
restoranına -pardon, bistro- ve sanat galerisine giden asfaltlı yola sapmıştı bile. Devasa köknar
dallarının arasından süzülen gün ışığı, yolun üzerinde gölge oyunları yapıyordu. Son
dönemeci de aldığında Saklı Göl bütün güzelliğiyle karşısına çıkıverdi. Bu görüntü her
seferinde nefesini keserdi. Bütün hatıraları bu sularda saklıydı.
13
Kimberly Fisk
Binanın uzağındaki park alanına yöneldiğinde şimdiden birkaç arabayı park edilmiş
görünce şaşırmadı. Müşteriler gelmeye bu saatten başlardı.
Seattle’m eteklerindeki vahşi ve tenha bir yerde bir sanat galerisi açmayı ve bunu bir
başarı hikayesine dönüştürmeyi ancak annesi başarabilirdi. Catherine asla başarısız olmamıştı;
Jenny’yi kusursuz birine dönüştürme çabası dışında tabii.
Gözü saatine gitti: on biri dokuz geçiyor. Çantasını kapıp karıştırarak tokasını aramaya
girişti ve birkaç becerikli hareketle saçlarını hafiften dağınık bir topuz yaptı. En iyi halinde
değildi belki ama şu anda bundan iyisini yapamazdı.
Aynadaki yansımasının karşısında son bir kez yüzünü ekşitip arabadan çıktı.
Henüz sundurmaya varmamıştı ki, kapı açıldı ve annesi dışarı çıktı. Jenny’nin giydiği
elbiseyi fark edince bir an için gözleri ışıldadı. Ancak sonra keskin gri gözler alelacele
toplanmış saçlarıyla çıplak bacaklarına yöneldi ve Jenny’nin çok çok iyi bildiği o dudak
büzüşü geri geldi.
Hiç uğraşmadan kapri pantolonu giyip çıksaydı keşke.
Sonunda geldin. O kadar geç kaldın ki, merak etmeye başlamıştım.
Her zamanki gibi moda dergilerinden fırlamışa benziyordu. Çene hizasında kesilmiş
kestane rengi saçları yüzünü zarifçe çevreliyor, onu elli yedi yaşından çok daha genç
gösteriyordu. Catherine, ayda bir şehre yaptığı ziyaretleri en az kilisedeki pazar ayinleri kadar
kutsal sayar, bu sayede saçla-
14
Bir Adını Sen, Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
nnın kırlaşma tehlikesini her zaman uzak tutardı. Üzerindeki klasik kesimli pantolon takımı
en az kendisi kadar zarif görünüyordu. Leylak rengi kumaşın yumuşak tonu ten rengini
kusursuzca tamamlıyordu. Alyansı ve son derece şık altın halka küpeleri dışında başka takı
takmamıştı.
Annesinin seçmiş olduğu pembe elbise bile Jenny’nin kendini biraz kılıksız hissetmesini
engelleyemiyordu.
Kısacık bir kucaklaşmanın ardından, annesi onu resepsiyonun önünden ve sanat galerisine
açılan geniş koridordan geçirdi. Modem, geleneksel ve yerel sanat eserlerinin dizilişleri ince
bir zevke işaret ediyordu. Odanın yüksek tavanı, kırık beyaz duvarlar ve koyu maun rabıtalar
bu eşsiz ve zengin çeşitlilikteki koleksiyon için kusursuz bir fon oluşturuyordu. Birçok insan
sanat yapıtlarına hayran kalırken, bu mekanın Jenny’nin en çok ilgisini çeken yanı kokuydu.
Buraya günün hangi saatinde gelirse gelsin onu restoranın mutfağından sızan nefis kokular
karşılardı.
Salonun öbür yanındaki masa her zamanki gibi onları hazır bekliyordu. Jenny yerine
otururken mönüyü isteme zahmetine girmedi bile, bunun asla işe yaramayacağını biliyordu.
Annesi onun aklını okumuş gibi lafa girdi. Andre bugün kendini aştı. Salade Niçoise.
Ayrıca tonbalığı da muhteşem...
Kulağa harika geliyor, dedi Jenny, uslu uslu.
Andre gerçek bir üstat. Onsuz bistronun hali ne olurdu bilemiyorum.
15
Kimberly Fisk
Jenny biliyordu. Evet, adam mutfakta tam bir sihirbaza dönüşüyordu. Seattle’ın göbeğinde
son derece havalı bir restoranda çalışıyorken annesinin onu ayartarak buralara kadar
sürüklediğinden de haberdardı. Yine de, Andre gitse bile, annesinin işinin büyüyüp
serpileceğinden adı gibi emindi.
Maalesef, bugün yemeğimizi biraz çabuk yememiz gerekiyor, dedi annesi. Öğle
yemeğinde sekiz kişilik bir grup geliyor. Tabii bol bol zamanımız olurdu, eğer...
Sen zamanında gelseydin. Kelimeler, sanki söylenmiş gibi apaçık, bir süre havada asılı
kaldılar.
Neyse canım, geldin ya. Annesi ütülü peçetesini açıp kucağına serdi. Trafiğe mi takıldın?
Hayır, yol gayet rahattı. Bunu ikisi de biliyordu zaten. Saklı Göl yolunda trafik
yoğunluğu, karşı yönlerde giden iki arabanın karşılaşmasından ibaretti. Jenny’nin göl
kenarında kurulmuş bu küçük kasabaya dair sevdiği pek çok şeyden biri de buydu. Bay
WilsonYn ayda iki kere düzenlediği erzak alma seferlerine denk gelinmediği sürece kimse
sıkışmazdı. Bay Wilson kasabaya indiğinde ekmek, süt, peynir, yumurta alırdı. Bir şişe de
rom, ama tabii yalnızca tıbbi sebeplerle. O belli belirsiz hıçkırık da Bay Wilson’ın kasabaya
traktörle gelmekteki ısrarından kaynaklanıyordu.
Neyse ki annesi, Jenny’nin rötarı hakkında daha fazla yorum yapamadan garson yemekleri
getirdi. Jenny çatalını eline alıp tam yemeğe girişecekti ki, bir an hayranlıkla tabağına
bakakaldı. Andre eşsiz lezzette bir yemek yapmakla kalmamış; birkaç parça patates, iki zeytin
tanesi ve taze balık-
16
Bir Adım Sen, Bir Adım Ben, San Adım Aşk
larla bir sanat eseri yaratmayı başarmış gibi görünüyordu.
Her hafta annesiyle bir saat geçirmek Jenny’nin en sevdiği yüz etkinlik listesine
giremeyecek olsa da Andre’nin yemekleri sarsıntının etkisini biraz hafifletiyordu.
Bir yandan yemeğini yerken, Nasılsın bu arada? diye sordu.
Çıldırmış gibiyim, dedi Catherine, hoş bir gülümsemeyle. İşler geçen sene bu zamanlara
nazaran yüzde yirmi daha yoğun, cuma günü babanın doğum günü var, sonra Alaska tatiline
çıkacağız. Seattle Sanat Müzesi’nin yardım balosuna da bir aydan az zaman kaldı. Gülümsedi.
Gelecek yıl yine başkanlık yapmamı isterlerse, hayır demem gerektiğini bana hatırlat lütfen.
Jenny bıçağını katı bir yumurta parçasına sapladı. Her sene böyle dersin.
Annesi hala gülümsüyordu. Haklısın, ama bu bir yardım işi. Hem, zamanımı iyi
kullanırsam her şeyin altından kalkabilirim.
Eleştiriniz değerlendirmeye alınmıştır. Jenny tabağına bakarak katılaşmış bir balık
parçasıyla oynamaya başladı. Bu sabah ağabeyinle konuştum.
Kusursuz Paul neler yapıyormuş?
Jennifer, lütfen.
Üzgünüm. Üzgün filan değildi tabii. Hayatı boyunca yetenekli ağabeyi ve harika ablasının
gölgeleri altında yaşamış ve kendini her zaman biraz silik hissetmişti. Sanki güneş ikisinin
üzerinde parıldayıp durmuş, sıra ona geldi-
17
Kimberly Fisk
ğinde ise bütün gücünü ve sıcaklığını yitirmişti. Annesiyle babasının kendisini sevdiklerini
biliyordu ama geceleri yatağa yattıklarında o dahi kafalarını kaşıyarak böyle bir çocuğa sahip
olurken nerede hata yaptıklarını düşündüklerinden emindi.
Aday sayısını ikiye indirmiş, bu hafta sonunda artık kesin kararı verebileceğini
düşünüyor.
Ne hoş.
Hukuk firması o kadar hızlı gelişiyor ki, işlere yetişemiyor.
Ne kadar iyi. İçten bir sesle konuşmaya çalışmıştı ama annesi mükemmel şekillendirilmiş
kaşlarından birini kaldırıp yüzüne bakınca pek de başarılı olamadığını anlamış oldu.
Gerçekten, Jennifer. Biraz ilgi göstermeyi deneyebilirsin.
Jenny bu konuda daha fazla yorum yapmamak için ağzına bir çatal dolusu salata tıkmak
zorunda kaldı. Ağabeyini ve ablasını sevmiyor değildi, onları gerçekten seviyordu. Sadece,
ikisinin de ardı ardına gelen zaferlerini seyrederken ve kendisi bu giderek büyüyen kupa
koleksiyonuna ekleyecek hiçbir şey bulamazken heyecanlı bir tavır takınmak her yıl biraz
daha güçleşiyordu.
Paul’e, yeni gelen avukat şerefine vereceği hoş geldin partisi için yardımcı olabileceğimi
söyledim. Andre mönü üzerine çalışmaya başladı bile.
Jenny suyundan kocaman bir yudum aldı.
Anna da pazar günü aradı.
18
Bir Adım Sen, Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
Ve sırada iki numaralı kardeş: parlak doğum mütehassısı.
Kusursuz Paul. Göz kamaştırıcı Anna.
Ve lanetli Jenny.
Anna bir beşiz doğumuna girmiş. Düşünebiliyor musun? Bunun kariyeri boyunca
kazandığı en büyük onur olduğunu düşünüyor.
Cody’den ne haber? diye sordu Jenny. Cody, Anna ve kocası Phillip’in tek çocuğuydu.
Saçları yine mavi miymiş?
O geçici boyaydı, tatlım, bunu sana daha önce de söyledim. Annesi yemeğinden minicik
bir lokma aldı. Onu terfi ettirmelerinin an meselesi olduğunu düşünüyor. Tabii her terfi, yeni
sorumluluklar demektir.
Bu tabaklar yeni mi anne? Gerçekten çok güzeller. Ama biliyorsun, ablan zorluklarla başa
çıkmaya her zaman hazırdır.
Salonda yeni bir heykel gördüm sanki... Çatalını ton-balığına öyle bir sapladı ki, balık
darmadağın oldu.
Sanırım Anna’nın terfi partisi için de Andre’yle konuşmam gerekecek. Daha resmiyet
kazanmadığını biliyorum ama hazırlıklı olmak her zaman iyidir.
Bu, hayatım boyunca yediğim en lezzetli tonbalığı. Jenny tabağındaki balık parçalarını
toplayıp ağzına attı ve ne kadar keyif aldığını göstererek çiğnemeye başladı. Gerçekten de bu,
hayatında yediği en lezzetli tonbal iğiydi ama tüm yediklerinin konserve olduğu düşünülürse
bu pek bir şey ifade
19
kimhı’rh f 'ı.sk
etmiyordu. Bu balığı severken Andıe’nin salamura suyuyla mı, yağla mı paketlenmiş olsun
diye düşünmediğinden emindi. Biraz Havvaii tarzı bir parti düşündüm, ne dersin? Restoran,
şey, bistro için mi?
Saçmalama, tatlım. Anna'nın terli partisini diyorum. O tropikal şeyleri çok sever.
Belki de o gerçekten terfi alana kadar beklemelisin. Saçmalama, tatlım, dedi annesi yine.
Elbette alacak. Biliyorsun, geçen gün babanla bana dergilerde kendisi hakkında çıkan yazıları
gönderdi...
Jenny iç çekip suyunun üzerinde yüzen ince limon dilimine daldı. Annesi bir kez Paul ve
Anna trenine bindi mi artık onu indirmek imkansızdı. Kimbilir kaç defa, bu yemeklerin içki
içmeden çekilmediğini düşünmeye başlamıştı yine. Ya sen, tatlım? İşler nasıl gidiyor?
Şimdi sıra Jenny’deydi. Buraya gelmeden önceki iyimserliğini hatırlayıp, İyi, dedi. Yarın
bir seferimiz var. Öyle mi? Bir seferiniz var demek?
Annesinin ağzında birden çok değersiz bir şeye dönüşmüştü bu.
Haftaya da bir günümüz dolu görünüyor.
Bu harika bir şey, canım. Gerçekten. Annesi çatalını tabağına bıraktı. Ama unutma tatlım,
benim teklifim hala geçerli. Ne zaman istersen burada çalışmaya başlayabilirsin. Birden bir
telefon sesi duyuldu ve Jenny annesine cevap vermekten kurtulmuş oldu. Bu gerçekten kutsal
bir zil sesiydi. Daha önce yedikleri yemeklerden, annesinin telefonunu
20
Bir Adını Sen. Bir Adım Btm, Son Adını A.fk
her zaman açtığını biliyordu. Hep iş önce gelir, derdi ama gariptir, bu sefer yerinden
kıpırdamamıştı.
Telefon yeniden çaldı.
Jennifer, tatlım, sanırım bu senin telefonun.
Benim telefonum mu? Bardağı masaya bırakırken tabağına çarptı. Aceleyle çantasına
uzanırken az daha sandalyesinden düşecekti. Telefonun dördüncü çalışında eli ayağı iyice
karıştı. Ceptelefonlarım neden bu kadar küçük yapıyorlardı ki? Beşinci çalışında buldu
telefonu. Numaraya baktı; Zeke. Sakın kapama. Lütfen. Lütfen. Lütfen kapama.
Zeke, merhaba.
Seni yemek sırasında rahatsız ettiğim için özür dilerim.
Hayır, hayır rahatsız etmedin. Annesine bakıp telefonun ağız kısmını kapar gibi yaparak,
Zeke arıyor, işyerinden, dedi.
Evet... şey... bir adam geldi...
Müşteri mi?
Bilmiyorum, ama seni görmek için çok ısrar etti ve ben de onu restorana gönderdim, dedi
Zeke. Umarım sorun değildir.
Yani bir müşteri benimle acilen görüşmek istedi, sen de onu buraya gönderdin? Zeke’nin
söylediklerini birebir tekrarladığının farkında olsa da kendine engel olamıyordu. İşte
emeklerinin karşılığını görmeye başlamıştı ve bunun için daha iyi bir zamanlama olamazdı.
Şimdi annesi onu gerçek bir işkadını gibi görebilirdi artık. Keyiften uçuyordu.
21
Kimbcrly b'isk
Şimdi gelmek üzeredir. Daha önce de dediğim gibi, umarım onu oraya göndermekle hata
etmemişimdir.
Doğrusunu yapmışsın, Zeke. Ceptelefonunu bu yüzden taşıyoruz zaten. Biraz abarttığını
biliyordu ama kendini dur-duramıyordu. Ha, bu akşamki randevuyu da unutmadım. Beşteydi
değil mi?
Ne?
Ha, tamam, beş buçuk.
Kafayı mı yedin kızım, ne randevusu? Mildred bingoya gittiğinde oynadığım kanastadan
bahsediyorsan...
Telefon mu çalıyor orada? Tamam, sen telefona bak, sonra konuşuruz. Zeke’ye daha fazla
soru sorma fırsatı tanımadan kapatma tuşuna basıverdi. Döndüğünde ona bir açıklama
yapması gerekeceğinin farkındaydı ama annesinin yüzünde beliren şu şaşkın ifadeyi görmek
her şeye değerdi.
Acil bir şey mi var? diye sordu annesi, biraz duraklayarak.
Jenny giderek büyüyen heyecanını yatıştırmaya çalıştıysa da bu imkansızdı. Hemen
benimle görüşmek isteyen önemli bir müşteri varmış, dedi. Yalan da değildi hani. Şu an bütün
müşteriler önemliydi. Şimdi buraya geliyormuş, umarım sakıncası yoktur.
Annesi biraz şaşırmış gibi duruyordu. Hayır, hiç sakıncası yok.
Jenny onunla, ağabeyinin yeni avukat arayışı ve ablasının beşiz başarısı hakkında biraz
daha konuşması gerektiğini biliyordu ama aklı tamamen Zeke’nin muhteşem telefonun-
22
Bir Adım Sen, Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
daydı artık. Bir müşteri. Onu hemen görmesi gereken bir müşteri. Hem de burada, annesinin
restoranında. Bütün bunlar fazlasıyla mükemmeldi. Aslında biliyordu... Bu sabah uyandığında
bugün hayatının yeni bir dönemece gireceğini anlamıştı zaten.
Çok uzun bir bekleyiş oldu. Sonra, tam Jenny artık buna daha fazla dayanamayacağını
düşündüğü anda, uzaktan gelen bir motor homurtusu bütün salonu doldurdu.
Jenny, annesi ve birkaç müşteri daha gürültünün sebebini anlamak için başlarını çevirip
baktılar. Büyük, siyah bir motosiklet park yerine ulaşan son virajı ışıltılar saçarak döndü.
Krom kaplamalarından yansıyan ışık göz alıcıydı.
Homurtu giderek yükselirken bütün pencereleri zangırdattı. Sürücü canavarımsı aleti
restoranın yanına çektiği için görüş alanından çıktı. Birkaç saniye sonra da ses kesildi.
Az sonra ön kapının açıldığı duyuldu. Kapı kapandı... İki ağır bot gümbürtüyle zemini
dövmeye başladı. Adam görüş alanına girdiğinde Jenny donup kaldı.
Aman Tanrım...
Annesi, Jenny? diye seslendi ama o yanıtlayamadı. İçinden bir ses ona şu anda Mavi Gök
Havayollarının en yeni müşterisine baktığını söylüyordu.
Adam antreden yemek salonuna geçilen yerde bir an için duraksadıktan sonra sanki bu
restorana bininci gelişiymiş gibi rahatlıkla içeri girip etrafa bakınmaya başladı. Jenny
dosdoğru ona bakmaktan kendini alamıyordu.
Adam uzun boyluydu, bir doksan filan olmalıydı ve üze-
23
Kimberty Fisk
rindeki siyah deri ceketle reklam tabelalarından fırlamışa benziyordu. Saçları gece kadar siyah
ve sanki bir süre önce kazıtılmış gibi kısacıktı. Herhalde kask taktığı için saçlarını bu kadar
kısa kesiyordu, yoksa saçları karmakarışık olurdu. Jenny ona uzaktan bir kez daha bakınca bu
adamın şu her zaman iyi görünmeyi başaran insanlardan olduğuna hükmetti. Motosikletten
indiklerinde, duştan çıktıklarında, yataktan kalktıklarında bile harika görünmeyi bilenlerden.
Yatak mı?
Beklenmedik bir sarsıntı olmuştu bu. Zihni dokuz ayı aşkın bir süreden bu yana ilk defa o
yöne kaymıştı. Birazcık suçlu hissetti kendini.
Adam, ister bir toplantı odasında olsun, ister kaldırımda yürüsün herkesin ilgisini çeken şu
nadir insanlardandı. Göl kıyısındaki küçük bistroda da durum aynen böyle olmuştu.
Annesi, Jenny’ye doğru eğilip, Dik otur, Jennifer, diye fısıldadı. Saçını da düzelt.
Jenny annesinin söylediklerini pek duyamadı çünkü tam o sırada adam ona bakmaya
başlamıştı. Adam masaya yaklaşıp yanlarında durdu. Bayan Beckinsale? Alçak ama tok bir
sesle konuşmuştu.
E...evet. Boğazını temizledi. Adam o kadar yakında duruyordu ki, kazayaklarından
şakaklarına yayılan minicik çizgileri görebiliyordu. İçinden bir ses bu çizgilerin gülüş izleri
olmadığını söylüyordu Jenny’ye. Adamın ten rengine bakılırsa, bütün hayatını açık havada
geçirmiş olmasının bir sonucu olması daha akla yakındı.
24
Hir Aılıııı Sen, Hir Adını Hen, Son Adım A.yk
Merhaba. Mükemmel beyazlıktaki dişlerini sergileyerek ölümcül bir gülümsemeyle baktı.
Jenny büyülenmiş gibi adamın yüzüne odaklanmıştı. Sol yanında belli belirsiz bir hareket
sezince, küçük bir gecikmeyle de olsa, annesinin varlığını hatırlamış oldu. Bu benim annem,
Catherine Beckin-sale.
Adam dönüp annesine de aynı eritici gülümsemeyle karşılık verdi. Hanımefendi...
Jenny şaşırarak, annesinin de ürperdiğini fark etti. Catherine boğazını temizledi. Memnun
oldum, Bay...? Adam cevap verirken Jenny’ye baktı. Worth. Jared Worth.
Sanki bu ismin Jenny’ye bir şeyler hatırlatmasını bekler gibi bir hali vardı ama Jenny’nin
aklı adamın gözlerindeydi. Biraz önce kahverengi olduklarını düşünmüştü ama hayır, çok çok
koyu gece mavişiydiler ve ok gibi fışkıran kirpiklerle çevrelenmişlerdi. Sanki bu oklar
Jenny’nin içinde uzun zamandır gömülü kalmış bir yere ulaşmaya çalışıyordu.
Kısa bir duraklamanın ardından Catherine hemen sessizliği doldurdu. Pekala, Bay Worth,
size bir şey ikram edebilir miyim? Cappuccino? Espresso? Latte?
Adam, Jenny’nin annesine dönüp kadın sanki Yunanca konuşuyormuş gibi baktı. Hayır.
Birkaç saniye sonra aklına bir şey gelmiş gibi ekledi: Teşekkür ederim.
O sırada Jenny’nin işkadını tavırları nihayet devreye girdi. Oturmaz mısınız, Bay Worth?
Masadaki boş sandalye-
25
Kimberly Fisk
lerden birini hafifçe çekti.
Adam olduğu yerde öylece durmaya devam etti.
Jenny oturmuş, adamın karşısında kendini dezavantajlı hissetmemeye çalışıyordu ama
başaramadı. Adam çok uzun, çok kaslı ve fazla yakışıklıydı. Geldiğinizde ofiste olmadığım
için üzgünüm. Umarım buraya gelmek size çok zahmet vermemiştir.
Hayır, hiç sorun değil.
Burayı kolay bulabildiniz mi?
Evet.
Bay Phillips benimle acilen görüşmek istediğinizi söyledi.
Adam dönüp Jenny’nin annesine ve sonra tekrar Jenny' ye bakarak, Meşgul olduğunuzu
bilmiyordum. Daha sonra da gelebilirim, dedi.
Jenny bir müşteriyle görüşemeyecek kadar meşgul durumda değildi. Hayır, hayır, şimdi
görüşebiliriz.
Şu an tehlike hattından yukarı, güvenli çizgiye doğru çıkmakta olan şirketiyle ilgili
sıkıntısından kurtuluyordu; annesi de her şeye tanık olacaktı işte.
Adam gözlerini salonda gezdirdi. Başbaşa konuşabileceğimiz bir yer var mıdır acaba?
Nasıl yani? Annesi her şeyi kaçıracak mıydı yani? Bıı olamazdı işte.
Annem işimle ilgili konulardan haberdardır. Bay
26
Bir Adım Sen, Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
Worth. Onun yanında istediğiniz her konuda konuşabiliriz. Çekinmenize gerek yok.
Bence bu konuyu yalnızken konuşsak daha iyi olur. Gerçekten, Bay Worth, buna hiç gerek
yok.
Adam hafifçe iç çekince Jenny insanın içini eriten o yüksek voltajlı gülümsemenin ve eski
erkeklere özgü o çekiciliğin adamı terk ettiği hissine kapıldı. Siz, Jennifer Bec-kinsale’siniz
değil mi?
Evet. Bu kısmını açıklığa kavuşturduk sanıyorum. Steven Harmon’un nişanlısı olan
Jennifer Beckinsale? Steven’m adı geçtiğinde o kısık ıslık sesinin kendisinden mi yoksa
annesinden mi çıktığını bilemedi. Aylardır kimse bu ismi yüksek sesle söylememişti ve
sadece duymak bile acı vericiydi. E... evet.
Yani Mavi Gök Havayolları uçak kiralama işinde Steven Harmon’la ortak olan Jennifer
Beckinsale sizsiniz? Steven’ın adını yeniden duymanın verdiği acıyı ve içinde giderek
büyümekte olan huzursuzluğu duymazdan gelmeye çalıştı ama ikisinde de başarısız oldu.
Üzgünüm, Bay Worth ama bunun sizinle ne ilgisi olduğunu anlayamıyorum. Ben buraya işle
ilgili konuşmak üzere geldiğinizi düşünmüştüm.
Öyle zaten.
Ah. Küçük bir rahatlama hissetmişti. Şimdi siz bana seyahat planlarınızla ilgili bilgi verin,
ben de konuyla ilgili
27
Kimberly Fisk
olarak Bay Phillips’! size yönlendireyim. Yaz yaklaştığı için tahmin edersiniz ki şu aralar
uçuş programlarında boş yer bulmak kış aylarındaki kadar kolay olmuyor. Yalanlar. Yalanlar
Yalanlar... Ama sizin ihtiyaçlarınızı karşılamak için bir çözüm yolu bulacağımızdan eminim.
Mavi Gök, müşterilerine çok geniş seçenekler sunuyor. Yerel turlar, San Juans’ a ya da
British Kolombiya’ya düzenli seferlerimiz...
Affedersiniz, meseleyi tam olarak açıklayamadım sanırım. Ben uçak kiralamak için
gelmedim.
Öyle mi?
Evet. Ben sizinle Mavi Gök Havayolları hakkında konuşmak için gelmiştim.
Benimle işim hakkında mı konuşmak istiyorsunuz?*’ Hayır, Bayan Beckinsale, sizinle
işimiz hakkında konuşmak istiyorum.
Anlayamadım?
Adam bu kez daha yüksek bir sesle iç çekti. Ben sizin ortağınızım.
Jenny keyifsizce güldü. Benim bir ortağım yok ki. Mavi Gök Havayolları’nın tek
sahibiyim ben. Bu küçük şakanızı da hiç komik bulmadım. Yani, bir uçak kiralamak için gel-
mediyseniz şimdi ayrılmanızı istemek zorundayım.
Tanrım. Adam elleriyle yüzünü sıvazlayıp yeniden Jenny’nin yüzüne baktı. Neden
bahsettiğim hakkında hiçbir fikriniz yok, değil mi?
28
Bir Adını Sen, Bir Adım Ben. Son Adım Aşk
Bence neyden bahsettiğini bilmeyen sizsiniz, Bay VVorth. Bence artık gitmeniz gerek. Bu
adam hastaydı herhalde. Aklını kaçırmıştı. Yardıma ihtiyacı vardı. Başka bir zaman olsa
Jenny onu doktora götürmeyi teklif ederdi. Onu bir hastaneye... kapısı olmayan, duvarları
yastıkla kaplı bir odaya kapatırlardı, ama bugün değil. Annesinin yanı başında otururken
değil.
Korkarım, hiçbir şeyden haberiniz yok, dedi adam. Kontratınıza bakın lütfen, haklı
olduğumu göreceksiniz. Kontrata bakmama hiç gerek yok. Mavi Gök Havavolları’ mn tek
sahibi benim.
Adam kendi kendine bir şeyler mırıldandı ve Jenny adamın ne dediğini anlayamadığı için
minnettar olması gerektiği hissine kapıldı. Tam Steven’ın anlattığı gibisin.
Ne dedin?
Tam tamına Steven’ın söylediği gibi. Sırf ambalaj. İçi boş bir ambalaj.
Bir an için nefesi kesildi Jenny’nin.
Yalan söylüyordu. Steven onun hakkında asla böyle bir şey söylemiş olamazdı. O da
Jenny’yi en az onun sevdiği kadar seviyordu. Öfkesi acısının önüne geçti. Gitmeniz
gerekiyor, dedi. Hemen. Sesini kontrol etmeye, güçlü durmaya çalışıyordu ama henüz
anlamlandıramadığı bir duygu gözlerini yaşlarla doldurmuştu bile.
Aceleyle kalkarken sandalyesini devirdi. Durup sandal-
29
Kimherly Fisk
yeyi kaldırmak yerine dümdüz kapıya yürüdü ama adamdan kurtulmayı başaramadı.
Daha kapıya varmadan adam ona yetişmişti bile. Bu iş bitmedi, dedi alçak bir sesle,
jenny’nin sırtından bir ürperti geçti. Bu gece tırnaklarını yapmak yerine otur da şu kontratı
oku. Yarın seni ararım.
Jenny, adama dönüp bakmadan kapıyı açtı ve koşarak çıktı.
30
2
Jenny donuk gözlerle büyük masanın diğer yanında oturan ağabeyine bakıyordu. Bir hata
olmalı.
Üzgünüm, Jenny ama hata filan yok.
Hukuk firmasının ofisine damdan düşer gibi darmadağın bir halde ve ağabeyi bunu açıkça
söylememiş olsa da tam bir baş belası gibi daldığından beri Paul aynı şeyi tekrarlayıp
duruyordu. Paul’ün bir sürü kusuru olabilirdi ama kendisine ihtiyaç duyan bir yakınını geri
çevirmek bunlardan biri değildi. Ve tabii ona ihtiyaç duyan tek akrabası da küçük kız
kardeşiydi.
Jenny, Paufe gitmek zorunda olduğunu, annesinin restoranından çıkmasının üzerinden on
dakika geçmeden anlamıştı. Bay Worth’ten kurtulmanın başka bir yolu yoktu.
İş organizasyonu, özellikle de dosyalama işleri hiçbir zaman Jenny’nin başarılı olduğu
alanlardan biri olmamıştı. Ofisindeki belgelerin asıllarını ya da kopyalarını düzene koymaya
çalışmak ona göre içinden çıkılmaz bir işti. Paul bunu yapabilirdi. Organizasyonda iyiydi.
Daha pek çok alanda
31
Kimherly Fisk
iyiydi ya... Steven’ın ölümünden sonra Paul’ün ısrarlarına dayanamayıp bütün önemli
belgelerin birer kopyasını çıkararak eski bir elma kutusuna koymuş, saklaması için ağabeyine
emanet etmişti.
Bir yanlışlık olmalı, dedi yine.
Jennifer. Paul’ün sesindeki sabırlı, babacan tonlama hafiften tehditkar bir ifadeye
dönüşmeye başlamıştı. Yanlışlık falan yok. Jared Worth senin ortağın.
Ama nasıl olabilir bu?
Etkileyici maun masasının arkasında; yüksek arkalıklı, siyah deri koltuğunda oturan Paul;
elde dikilmiş takım elbisesi, mavi ipek gömleği ve gömleğiyle uyumlu kravatıyla tepeden
tırnağa başarılı bir avukat görüntüsü sergiliyordu. İki duvarı kaplayan kitap rafları ve ince bir
zevkle çerçevelenmiş diplomalar da bu görüntüyü tamamlıyordu.
Jennifer... Yine aynı can sıkıcı ses tonuyla konuşuyordu. Sana söylediğim şeyleri dinledin
mi?
Evet. Hayır. Aslında, Paul’ün ağzından ortak kelimesi çıkar çıkmaz dikkati dağılıvermişti.
Acaba, hani şans eseri diyorum, bu kontratı imzalamadan önce okumuş olabilir misin?
Tabii ki... Okumadım.
Paul iç çekti.
İnsanın bütün hayatını bilen bir avukata danışması hiç de rahatlatıcı bir şey değildi.
Jennifer...
Lütfen, Jennifer, deyip durma artık.
Bir Adım Sen, Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
Bu durum için kendimi suçluyorum.
Bu cümle Jenny’yi kendine getirdi. Şimdiye dek Paul’ ün hata yaptığını itiraf ettiğine pek
fazla şahit olmamıştı. Şimdi sorumluluğu üzerine almak istiyorsa ona büyük bir zevkle izin
verecekti.
Bu belgelerin düzenlenmesinden sorumlu dava vekili ben olmalıydım.
Sen teklif etmiştin ama Steven bu işi üniversiteden bir arkadaşının yapmasını istedi.
Daha ısrarcı davranmalıydım.
Avukat, Steven’ın arkadaşıydı.
Biliyorum, Jennifer, ama en azından sen imzalamadan önce her şeyi gözden geçirmek için
diretmeliydim.
Tam da, imzalamadan önce Paul’ün belgeleri görmek istediğini ve ona izin verdiklerini
söyleyecekti ki çenesini kapadı. Bütün ailesi Jenny’nin tam bir beceriksiz olduğunu
düşünüyordu. Artık tüm bu yargılamalardan bitkin düşmüştü. Beceriksiz falan değildi... tam
da öyle sayılmazdı... yani... en azından her zaman değildi.
Üstelik, diye devam etti Paul, Steven'ın ölümünden sonra sana kopyalattığım belgelerin
hepsini gözden geçirmeliydim.
Jenny kollarını göğsünde kavuşturdu. Sabah hırkasını birkaç dakika daha aramadığına
pişman olmuştu; iliklerine kadar üşüyordu şimdi. Kendine sıkı sıkı sarılıp bir şeylere
odaklanmaya çalıştı; Paul’ün anlattıkları dışında herhangi bir şeye. Annesinin yanından
ayrıldığından beri güçlü durmaya
33
Kimberly Fi.sk
çalışmıştı ama bugün Steven'ın adı o kadar çok söylenmişti ki, artık canının yandığını
hissediyordu. E\e gidip yatağa kıvrılarak yorganı kafasının ü/eriııe çekmekten başka bir şey
istemese de bu yarın güneşin doğmasına ya da Jared Worth* ün kapısına dayanmasına engel
olmayacaktı. Hayır, canı yansa da yanmasa da bugün hallolmalıydı bu iş.
Ama ben hala, daha önce adını bile duymadığım bir adamla nasıl ortak olabildiğimi
anlayamıyorum.
Paul koltuğuna yaslandı; bu haliyle tıpkı babasına benziyordu. Gerçi babası hala Jenny’ye
gülümser, şakalar yapardı. Oysa Paul, Küçükler Ligi'yle hukuk fakültesi arasında bir yerde,
nasıl olduğu bilinmez bir şekilde bütün espri anlayışını kaybedivermişti.
Adam birkaç saniye sessizce düşündü. Jared Wonh adını daha önce hiç işitmemiş
olduğundan tamamen eminsin yani?
Evet... Ama sanki... Belki bir yerlerde duymuştu bu ismi. Belki de haberleri dinlerken, akıl
hastanesinden kaçanların arasından geçmişti bu isim...
Paul masasına yaslanıp dirseklerini masasına koyarak iki elinin parmak uçlarını birleştirdi.
Altın kol düğmeleri masanın cilasının üzerinde parlak yansımalar yaratıyordu. Bunu bir kez
daha açıklamama izin ver. Şirketin kuruluş masrafları borçlanma yoluyla karşılanmıştı.
Biliyorum. O kadar da boş değildi canım. Bankadan kredi almıştık.
Paul bu kez, Jennifer, demedi ama bakışlarıyla söylemiş
34
Bir Adını Sın, Bir Adım Ben, Son Adını Aşk
kadar oldu.
Bildiğim kadarıyla işe haşladığını/ ilk on ayda bankadan kredi alamamışımız.
Bir yıl, dedi Jeııny. Tn azından bu kadarından emindi. Dün gibi hatırlıyordu. Steven
bankadaki toplantıdan kocaman bir gülümsemeyle dönmüş, onu kucağına alıp fırıldak gibi
döndürmüştü. Bir yıl oldu, bebeğim. İşe başladığımızdan beri tam bir yıl geçti ve bu yeni
kredi bizim için yepyeni bir başlangıç olacak.
O da tıpkı Steven gibi kahkahalarla, neşeyle gülmüştü. Kredi alışlarının şerefine yemeği
kumsalda yemişler, güneş battıktan sonra, yaktıkları ateş turuncu korlara döndüğünde
sevişmişlerdi. Steven’ın kollarında geçirdiği en harika gecelerden biriydi. Geriye
dayanılmayacak denli acı verici, bir o kadar da unutulmaz anı kalmıştı.
Tamam, bir yıl. Peki, o ilk bir yıl içinde şirketi ayakta tutmak için sermayeyi nereden
buldunuz?
Bunu hiç düşünmemişti. Para işlerine Steven bakar, Jenny ofisle ilgilenirdi. Ben...
Ağabeyi burnunun üstünü çimdikleyerek yeniden iç çekti.
Bu iç çekmelerin mi yoksa Jennifer ’ların mı daha kötü olduğunu bilemiyordu.
Sana başka ne diyeyim bilemiyorum, Jennifer.
Jennifer'lar kazandı. Bir puan farkla.
Parmaklarını ayırıp masanın köşesinde duran bir tomar kağıdı önüne çekerek kağıtlara
bakmaya başladı. Aradığı bel-
35
K imberly Fi.sk
geyi bulunca Jennifer’a u/allı. Mavi (iök kurulduğu /aman Steven ve sen, Jared Worth adında
biriyle bir borç anlaşması i m/a ladin ı/.
Jenny’nin önünde duran kağıdı işaret etti.
Şu sevimsiz herifin adım söylemeyi bırakabilir miydi acaba?
Ondan yüz bin dolar tutarında bir borç aldınız.’*
Yüz...ne? Andre’nin mükemmel salatası o kadar da mükemmel gelmiyordu artık. Midesi
bulanmaya başladı.
Yüz bin dolar.
Şimdi kendini daha da kötü hissediyordu.
Anlaşma hükümlerine göre borcun tamamının üç yıl içinde geri ödenmesi gerekiyor. Paul
biraz duraksadıktan sonra sayfaları çevirerek kağıtları bir süre daha inceledi. Biliyor musun,
bu gerçekten çok ilginç, dedi.
Neymiş o? diye sordu Jenny. Gerçekten ilgilenmiyordu aslında.
Vade farkı istenmemiş. Oldukça cömert biriymiş. Bugün aldığımız tek sevindirici haber bu
olabilir, en azından borcun kendisi dışında bir şey ödemek zorunda olmadığını biliyoruz. Yani
yüz...
Lütfen, tekrarlama. Dağ gibi bir paraydı işte. Tamı tamına Everest yüksekliğinde bir dağ.
Bu kadar parayı nereden bulacaktı ki? Yüz bin dolar değil yüz bin peso olsaydı bile bu
kadar parayı bir araya getirmesi oldukça zordu.
Peki ya... Birkaç saniye durdu. Peki ya parayı ona
36
Ihı İıhm Sen, bir Attım Ben. Son Adım Aşk
ödeyemezsem ne olacak?'
O zaman senin ortağın olur, eşit hisseli ortağın. Paul bir an için susup Jenny'niıı yüzüne
baktı. Belki de bir ortağının olması o kadar da kötü bir fikir değildir?
Delirdin mi sen?
Paul gözünü dikmiş onu izliyordu. Jenny bu sabit bakışın karşısında kıvranmaya başladı.
Bak, bütün söylediğim...
Ne söylediğini biliyorum. Mavi Gök Havayolları'nı tek başıma idare edemeyeceğimi
düşünüyorsun ama yanılıyorsun. Yapabilirim. Yapıyorum da. Mavi Gök, Steven'dan geriye
kalan son şeydi. Kimsenin onu elinden almasına izin vermeyecekti. Bu onların hayaliydi.
Onun ve Steven’ın. Bay Worth’ün benim şirketimle en ufak bir alakası yok.
Sadece fikir yürütüyordum, Jelly Belly, dedi Paul yumuşak bir sesle. Seni üzmek
istememiştim.
Paul ona çocukluklarında taktığı isimle seslenince yüzünden küçücük bir gülümseme geçti.
Aklına birden bir sürü anı üşüşmüştü. Ağabeyinin onu kaçıncı kez kurtardığını saymayı
bırakalı çok olmuştu. Üzülmedim, diye yalan söyledi.
Bir an için Paul sessiz kaldı. Yeni ofis binasının inşaatına bir dünya para bayıldım ama
belki...
Hayır, dedi Jenny, cesur bir tavır takınarak. Yine de teşekkür ederim. Gerçekten.
Ailesi onu arka arkaya gelen bir sürü sıkıntıdan kurtarıp durmuştu. Şimdi bu karmaşadan
kendi başına çıkmanın bir
37
Kimberly Fi.sk
yolunu bulacaktı. Stcven’a bu kadarını borçlu hissediyordu. Yirmi altı yaşındaydı artık;
büyümenin zamanı gelmişti.
Derin bir nefes aldı. Hepsi bu kadar mı?
Bir şey daha var.
Sormaya bile korkuyordu. Nedir?
Borcunu gününde ödeyemezsen, o zaman Bay Worth eşit hisseli ortağın olarak yatırımını
geri çekmek amacıyla seni şirkete ait mal varlığının tasfiyesine zorlama hakkına sahip olur.
Mal varlığının tasfiyesi? Neler diyordu böyle? Tasfiye demek... Gözleri fal taşı gibi
açılırken ağabeyinin bakışlarıyla karşılaştı.
Evet Jenny, uçak. Paul’ün bakışları yumuşadı; sesi şimdi bir ton daha alçak çıkıyordu. Ve
arazi.
Olamaz.
Tıpkı bir aptal gibi, bugünün daha kötüye gidemeyeceğini düşünmüştü. Ne kadar da
yanılmıştı. Kollarını sımsıkı kamına bastırıyordu. Nana’nın arazisini kaybedebileceğimi mi
söylüyorsun?
Paul başıyla onaylayınca gözleri yaşlarla doldu. Ağla-mamaya çalışarak gözlerini
kırpıştırdı. Ağabeyine sırtını dönüp sakinleşmeye çalıştı. Pencereden, mayıs ayı için fazlasıyla
parlak bir güneşin altında ışıldayan Saklı Göl’ü görebiliyordu. Acı verecek kadar tanıdık
gelen suya baktıkça içindeki kederin büyüdüğünü hissetti. Arazisini kaybedemezdi.
Kaybetmeyecekti. Nana onlara araziyi bu işi kurabilmeleri için vermişti ama bundan daha
önemli bir şey vardı; o ev
38
Bir Adım Sen bir Aam Ben. Son Adım Aşk
Jennv'nın bir parçasıydı Ağabeyi ve ablası başka şeylerin peşindeyken Jenny zamanını
büyükannesi) le birlikte o kumsalda geçirirdi. Kumdan kaleler yapar, gölün soğuk sularında
oynardı. O toprak parçası ona havaimin en zor zamanlarında bile her zaman huzur s ermişti.
Bütün bunlar çok fazlaydı. Olanları enine boyuna düşünmek için zamana ihtiyacı vardı. Ye
Bay Wonh'e parasını iade etmek için daha da fazla zamana ihtiyacı olacaktı.
Diğer yandan, hiç zamanı yoktu. Jared NVorth doğru söylediyse yarın kapısında bitecek
demekti.
Anna Adams yatak odasının tam ortasında durmuş, aşağıda bekleşen insanlann uğultusunu
dinliyordu. Yavaş yavaş nefes alıp her zamanki sakin ifadesine kavuşmaya çalıştı. Aşağıdaki
sesler sabırsızlıkla yükselmeye başlamış olsa da içindeki bu farklı endişenin sebebinin bundan
kaynaklanmadığını biliyordu. Gözü yatağın başucunda duran telefona takınca telefona doğru
bir adım anı ama hemen durdurdu kendini. Bir kez daha aramanın ne faydası olacaktı ki?
Odaya şöyle bir göz atıp her şeyin y erli yerinde durduğundan emin oldu. Üzerinde incecik
oymalar olan dön direkli karyolası daha yeni cilalanmıştı. Limon aromalı cilanın kokusu hala
hissediliyordu. Baskılı dokuma çarşaflar yatağa çok yakışmıştı doğrusu. Pencerelerin
çevresindeki ipekli perdeler dalga dalga kabarıyordu. Diğer yandaki duvarı kaplayan antika
gardıroba düz ekran bir televizyon yerleştirilmişti.
39
Kimhcrly Fisk
Kapının hemen yanındaki duvarda da Phillip’le on üç yıl önce geçirdikleri balayında
Fransa’dan aldıkları bir goblen asılıydı. Bir anda ani bir spazmla sarsılarak başını hemen yana
çevirdi.
O sırada odanın kapısı çalındı.
Evet?
Evin hizmetçisi ve aşçısı olan Marie girdi içeri. Körfeze bakan pencerenin önünde duran
Anna’yı görünce yüzünde kocaman bir gülümseme belirmişti. Herkes hazır. Teşekkür ederim.
Hemen iniyorum.
Bu gerçekten çok heyecanlı.
Anna cevap vermeye çalıştı ama sözcükler boğazında düğümlendi. Son üç aydır bugün için
hazırlanıyordu. Bunu ayarlamış, planlamış; bir sürü alışveriş yapmıştı. Beklediği gün nihayet
gelmişti işte, ama elinde olsaydı şimdi bu işten kaytarabilmek isterdi. Marie’ye baktı; keşke
kendisi de aynı heyecanı duyabilseydi. Maalesef bu da en az iyi bir gece uykusu kadar
erişilmez bir şeydi. Başını sallamakla yetindi. Doktor Adams’ın burada olamaması çok kötü
oldu. Doktor Adams. Marie için ikisinin de doktor olması hiçbir şey ifade etmiyordu. Ona
göre bu evdeki tek doktor her zaman Phillip’ti. E... evet.
Düşünsenize... eviniz bir dergide çıkacak. Marie ellerini önünde kavuştururken kocaman
gülümsemesi hala yerli yerindeydi. Bütün aileme anlattım.
Ben de. Anna, yardımcısının heyecanının minicik bir parçası kendine geçtiğinde gülümser
gibi oldu. Marie, yar-
40
Bir Adım Sen, Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
dimin için çok teşekkür ederim. Gerçekten sıkı çalıştın, ev çok güzel görünüyor.
Kadının yanakları kızardı. Bir şey yapmadım ki. Asıl işi yapan sizsiniz. Bunları
söyledikten sonra hemen dışarı çıkıp kapıyı arkasından sessizce kapadı.
Anna kapının arkasında öylece durup kalbinin sesini dinledi. Harekete geçmesi, buradan
çıkıp dergicileri karşılaması gerektiğini biliyordu ama hala oyalanıp duruyordu. Yavaşça
duvar yüksekliğindeki aynanın önüne geçip son bir kez nasıl göründüğüne baktı.
Dümdüz kesim siyah pantolonunun üzerine giydiği yakasız dantelli bluz hem şık hem zarif
duruyordu. Her zamanki yüksek topuzu yerine saçlarını bu kez daha yumuşak bir görünüm
elde etmek için ensesinde toplamayı tercih etmişti.
Evi gibi o da mükemmel görünüyordu. Evet, artık yirmi yaşındaki o kız değildi ama otuz
dört yaşında, hala görünümüyle gurur duyan bir kadındı. Katı bir diyet ve ardından gelen katı
bir egzersiz programıyla kendini her zaman formda tutuyordu. Cildi hala yumuşak ve
pürüzsüzdü fakat bu kusursuzluk kendiliğinden gelmiyordu tabii. Dikkatli bir planlama, zorlu
bir hazırlık süreci ve tam bir adanmışlık gerektiriyordu. Bu onun mantrasıydı. Yeterince uzun
bir süre iyi çalışırsan, istediğin her şeyi elde edebilirdin.
Daha fazla oyalanamayacağını biliyordu. Yatak odasından çıkıp koridorda, oğlunun
odasının önünde durarak kapıyı çaldı ve birkaç saniye bekledikten sonra içeri girdi. Tam da
tahmin ettiği gibi, oğlan kulağında kulaklıklarla yatağın iize-
41
Kimberly Fisk
rine oturmuş müzik dinliyordu. Anna çalan müziği odanın bu ucundan bile duyabiliyordu.
Cody?
Yanıt yok.
Odayı geçip spor ayakkabılı ayağını nazikçe sarstı. Bir yandan da yüzündeki kaygı
ifadesini silmeye çalışıyordu. Ona evde ayakkabıyla dolaşmamasını kaç kez söylediğini
hatırlamıyordu, ama şimdi bir şey derse hemen bir tartışmanın içine yuvarlanacaklardı ve
bugün bunun olmasını hiç istemiyordu. Saçındaki maviliği fark ettiğinde istemsizce kaşlarını
çattı. Cody? Bu kez kulaklıklardan birini tutup oğlanın kulağından çeki vermişti. Müziğin sesi
daha da yükseldi.
Cody, annesine kısa bir bakış attı. Ne?
Lütfen, müziği kapatır mısın?
Bu ricayı yerine getirmesi bir ömür sürdü sanki.
Çekim ekibi burada.
Yani?
Bizi bekliyorlar.
Yani? dedi yine çocuk.
Anna ona kadar saydı. Şimdi aşağı inmemiz gerekiyor.
Hayır. Yanında duran çizim defterine uzanıp defterin kapağını açtı.
Cody...
Sana söyledim. Ben yokum.
Hadi, Cody... eğlenceli olacak. Her gün olan bir şey değil ki bu... Birden sesindeki
yalvaran tonu fark edip
42
Bir Adım Sen, Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
sustu. Duygu sömürüsünün işe yaramadığını ezberlemesine yetecek kadar çocuk psikolojisi
kitabı okumuştu. Yeniden denedi. Çekim ekibi birkaç tane aile fotoğrafı çekmek istiyor. Aile.
Tabii tabii. Baba burada değil ama.
Çünkü burada olması mümkün değildi. Bunu seninle binlerce kez konuştuk. Baban
çalışıyor.
Hayır, o gitti.
Öyle göründüğünü biliyorum ama Sınır Tanımayan Doktorlar son derece sıra dışı ve
hayranlık uyandıran bir örgütlenme ve baban...
Cody, Neyse ne, gibisinden bir şey mırıldanıp kulaklıklarını yeniden kulağına taktı.
Anna gözlerini oğluna dikmiş, odanın ortasında öylece dikiliyordu. Bu konuda o kadar çok
tartışmışlardı ki, artık tartışmaların sayısını hatırlayamıyordu. Kavgalar her seferinde aynı
şekilde sona ermişti. Oğlan öyle bir kesip atıyordu ki kapıyı suratına çarpsa ancak bu kadar
açık olurdu. Bir an, içinden onu zorla yataktan çıkarıp merdivenlerden aşağı indirmek geldi
ama bu ne işe yarayacaktı ki? Huysuzlaşıp kabalaşacaktı ve bu da milyonlarca insanın
okuduğu bir dergide basılacak mutlu aile fotoğrafına hiçbir katkı sağlamayacaktı. Üstelik
baba da eksikti. Çekim ekibi çocuk odasına geldiğinde Cody’ nin şu ankinden daha iyi bir ruh
halinde olmasını ummaktan başka seçeneği yoktu.
Tamam, o zaman, Cody, dedi, sanki istediği olmuş gibi. Biraz sonra ekiple birlikte buraya
geldiğimizde hazır ol. Yanıt beklemeden odadan çıktı. Son zamanlarda böyle
43
Ki m heriy Fisk
davranmak kolayına gelmeye başlamıştı çünkü kaç tane daha neyse ne ya da her neyse
kaldırabileceğinden emin değildi. Marie karşısına çıkıp ona telefonu uzattığında
merdivenlerdeydi.
‘‘Anneniz arıyor. Önemliymiş.
Teşekkür ederim. Telefonu aldı. Bugün en azından bir aile ferdiyle heyecanını
paylaşabileceğine memnun olmuştu. Merhaba, anne.
Anna, şükürler olsun. Bir an için evde olmadığını sandım.
Evde değil miyim? Tabii tabii... Gülümseyerek konuştu. Salona aldığım yeni kilimi
görmelisin. Fotoğraflarda harika çıkacağım...
Anna, Jenny’yle ilgili aradım.
Jenny mi? Jenny de nereden çıkmıştı şimdi?
Onunla konuştun mu?
Hayır.
Birlikte yemek yedik... O sırada işiyle ilgili garip bir mesele çıktı.
Anna gözlerini devirip, ee, bana yeni bir şey söyle, dememek için kendini zor tuttu. Öyle
ya da böyle, Jenny’nin her zaman bir sorunu olurdu zaten.
Annesi kısa bir sessizlikten sonra, Onun için çok endişeleniyorum, dedi.
Onun için endişelenmediğin bir zaman yok ki... Yapma Anna, bunun doğru olmadığını
biliyorsun. Aşağıdaki kalabalığın gürültüsü giderek yükseliyordu.
44
Bir Adım Sen, Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
Marie merdivenin alt basamağında durup ona bakınca Anna telaşlandı. Özür dilerim anne ama
şu an bunun için zamanım yok.
Birkaç saniye sonra telefonu kapatmış, aşağıya iniyordu. Yalnızdı.
45
3
Jared bomboş yolda peşinden atlı koşturuyormuş gibi ilerliyordu. Gazı iyice kökledi,
motor şimdi son hızda gidiyordu. Altında uzanan bozuk asfalt yol, bulanık gri bir kuşak gibi
görünüyordu. Kesik beyaz çizgiler kesintisiz, tek bir san çizgiye dönüştü. Bir sürü yol
işaretinin, tabelanın, benzin istasyonun, dinlenme yerinin önünden geçip duruyordu. Hiçbirine
fazlaca dikkat etmedi, sadece manzaraya bakıyordu. Nereye gittiğinin hiçbir önemi yoktu.
Güneş ışınları zayıflayıp sararırken akşam rüzgarı esmeye başladı. Soğuk hava ceketinin
altına sızıyordu. Parmakları soğuktan kaskatı kesilse de o durmadı. Motoru ne kadar zorlarsa
zorlasın düşüncelerini bir türlü geride bırakamıyordu.
Steven ne düşünmüştü ki? Onun gibi birinci sınıf bir pilot nasıl olur da böyle turistik, kıçı
kırık deniz uçakları kullanmaya razı olurdu?
Biraz bile kafayı yormamıştı herhalde. Jared, Steven’ııı sarhoş bir sürücü yüzünden bu
hayata veda etmek zorunda kalmasaydı, şimdi yine ses hızını aşan jetlerden birinin kok-
46
Bir Adım Sen, Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
pitinde oturuyor olacağından emindi.
Bir erkeğin bir noktada biraz durulması gerekir, Worth, derdi Steven.
Evet, yani, Jared’ın gördüğü kadarıyla şu durulmak dedikleri, yaşamaktan vazgeçmekten
başka bir şey değildi.
Dostum, anlamıyorsun, Jenny çok farklı. Jenny ’nin...
Diğerlerinden hiçbir farkı yoktu. Yine de kızın hakkını vermesi lazımdı... Jared bugüne
kadar bir sürü şımarık prenses görmüştü ama bu kız bu işi bir sanata dönüştürmüştü. O şaşkın
ifadesi, alnını büzüştürmesi, o dolgun dudaklarını sarkıtması.. . Bunların hepsi de bir adamı
tuzağa düşürmek için özenle tasarlanmış hareketlerdi.
Oysa Jared’a işlemezdi bu numaralar. Bir keresinde o da düşmüştü böyle bir tuzağa. Tam
bir felaketle sonuçlanmıştı. Gerçi o, Steven kadar acele etmemiş, mesela nişanlan-mamıştı.
Yine de birkaç ay için imkansız bir şeyin gerçekleştiğine, diğer adamlar gibi olabileceğine, bir
bütünün parçası olabileceğine inanmıştı.
Ne saçmalık.
Yağmur hızlanıp göğsünü kırbaçlamaya başlamıştı. Ön farı yakıp vitesi küçülterek
köşeden saptı ve o an nerede olduğunu fark etti; tam olarak başladığı yere geri dönmüştü.
Motoru yolun kenarındaki geniş bankete çekip vitesi boşa aldıktan sonra kaskını çıkararak
elleriyle saçını tararken motor hala tatlı tatlı mırıldanmaya devam ediyordu.
Bu alçak tepenin üzerinden bakınca aşağıdaki kasabayı olduğu gibi görebiliyordu. Tabii
Saklı Göl’e kasaba demek
47
Kimht'riv h'isk
mümkünse... Victoria tar/ı kafesli camlarıyla gökkuşağı renklerine boyanmış dükkanlar o
kadar cafcaflı duruyordu ki, daha çok bir çocuk parkına yakışırlardı. John Dough’s Pizza.
Kasabanın Küçük Berberi, Biz Böyle Giyiniriz gibi isimleri vardı. Arabalara kahve satan
büfenin üzerinde Bean Counter yazıyordu.
Dişlerinin arasından sessizce sövse de bu kasabaya sıkışıp kalmasının tek sorumlusunun
kendisi olduğunu biliyordu. Jenny’nin yüzünü şeytan görsün, tek derdi parasını alıp buradan
gitmekti. Kıza bunu söylemesi gerekirdi ama her şey bir anda olup bitmişti.
Steven’ın anlattıkları kadarıyla Jenny’nin işle pek alakası olmadığını biliyordu. Bir deniz
uçağı kiralama işi kurmak tamamen Steven’m fikriydi. Jared’ın sadece parasını istediğini
öğrendiğinde acayip rahatlayacaktı herhalde.
Ama bunu söylemek için yarma kadar beklemek zorundaydı. Evine gidip onu yeniden
görmeye çalışmıştı ama kız yer yarılıp içine girmişti sanki.
Bu kasabada kalabileceği tek yer kahvaltı servisi veren bir pansiyondu. Birkaç dakika
sonra motoru büyük, Victoria tarzı bir evin önüne çekti.
Evin parlak dış cephe boyası solgun akşam ışığında bile insanın gözünü alıyordu. Binanın
üç katı morun farklı tonlarına boyanmıştı. Ön kapının üzerinde büyük bir tabela asılıydı:
Murphy’s Pansiyon ve Kahvaltı. Ama birisi kahvaltı sözcüğünün önünden bir ok çıkarıp
tabelanın kenarına ara sıra yazmıştı. Murphy’s Pansiyon ve Ara Sıra Kahvaltı.
48
Bir Adım Sen, Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
Kapıyı çaldıktan birkaç saniye sonra içeriden birinin, Kapı açık, diye seslendiğini duyup
içeri girdi.
Pansiyonun her bir santimetrekaresi binlerce yaldızlı, melek oymalı ya da gösterişsiz çirkin
nesneyle doldurulmuştu. Yine de bundan çok çok daha korkunç yerlerde uyu-muşluğu vardı.
Yardımcı olabilir miyim?
Jared kadının yaklaştığını duymamıştı. Bu pek sık başına gelen bir şey değildi. Kısa boylu
bir kadındı, en fazla bir elli filan olmalıydı. Sık bukleli, kabarık saçları bembeyazdı. Kocaman
göbeğine bir önlük bağlamıştı. Yüzündeki aydınlık gülümseme Noel Anne’ye yakışır
cinstendi.
Bayan Murphy? dedi Jared, tabelanın üzerindeki ismi hatırlamaya çalışarak.
Bana Lovie de, tatlım. Herkes öyle der.
Jared sırt çantasını eline alıp, Bir oda bakmıştım, dedi.
Kadın ellerini önlüğüne silerken Jared’a kocaman bir gülümsemeyle baktı. îyi, şansın
varmış. Biraz önce biri rezervasyonunu iptal etti. Yani, Clark Gable boş.
Anlayamadım?
Clark Gable. Buruş buruş yüzünden bir an için uzak, hayalci bir ifade geçti. Bütün odalara
en sevdiğim film yıldızlarının adlarını verdim. İçini çekti. Errol Flynn var... Cary Grant...
Rock Hudson... Gary Cooper ve tabii ki Clark. Bir iç çekiş daha duyuldu. Bu gece Clark’la
uyuyacaksın.
Anlaşıldı. Acaba Rita Hayworth ya da Marilyn Monroe odalarınız olmadığından emin
misiniz? diye sordu sırıtarak.
49
Kımhcrty i'i.sk
Kadın göz dolduran göbeğini hoplata hoplata güldü. Maalesef. Sadece benim çocuklar.
Kaç gece kalmayı düşünüyorsunuz acaba?
Sadece bir gece.
Kadın başını sallayıp Jared’a peşinden gelmesini işaret etti. Uzun, meşe merdivenlerin
başladığı yerde durup Jared’ ın yüzüne baktı. Odada iki geceden fazla kalamazsınız. Yeni
gelecekler vardı herhalde. Sadece bu gece kalacağım.
Eminseniz...
Kadının kararlılığı hayranlık uyandırıcıydı. Bu mor anıtmezarı ayakta tutan da buydu
herhalde. Eminim.
Düşüncenizi değiştirirseniz bana haber verin. Merdivenin kalın, oymalı korkuluğunun
başını tutup kendini ilk basamağa çekti. O zaman gelin, sizi Bay Gable’a göstereyim.
Bu cümlede açıkça yanlış bir şeyler vardı.
Merdivenler uzun ve daracıktı. Jared çantasını omzuna asıp, basamakları zorlukla tırmanan
ev sahibinin peşine takıldı. Basamakları çıkarken aşağıya bakmamaya çalışıyordu ama başını
sağa çevirdiğinde duvarda asılı duran bir sürü resimle burun buruna geldi. Bu kadar çok
olmalarındaki garipliği görmezden gelse bile çerçevelerin içindekiler, daha doğrusu bu
durumda çerçevelerin içindeki eksiklikler, görenleri dehşete düşürmeye yeterdi. Görünen o ki,
biri eline bir makas alıp fotoğrafları tek tek elden geçirmişti. Bu tam bir katliamdı. Jared, Noel
Anne’nin bakışlarını üzerinde hissetti. Ger-
50
Bir Adım Sen, Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
çekten güzel fotoğraflar.
Kadın başını üzgün üzgün sallayıp, Ailem, dedi. Bir sürü ahlaksız. Onlara, kendilerine
çekidüzen vermezlerse onları resimlerden çıkaracağımı söylemiştim. Kardeşim Bob şaka
yaptığımı zannetmişti. Kendi kendine kıkırdayarak bir zamanlar bir adam, karısı ve üç
çocuğuna ait olan bir fotoğrafı gösterdi. Ancak şimdi adamın başının olması gereken yerde
küçük bir boşluk vardı. Ondan geriye kalan tek şey, karısının omzuna doladığı koluydu. İlk
giden o oldu. Tekrar kıkırdadıktan sonra diğer çerçeveleri göstererek saymaya başladı.
Ardından kardeşim Doug geldi, kız kardeşlerim, Martha ve Delle...
En kötüsü düğün fotoğraflarıydı. Bir gelin. Bir damat. Ama biri mutlaka eksikti. Jared bir
an Sapık filminin fon müziğini duyar gibi oldu.
Noel Anne yakıştırmasını yeniden düşünmesi gerekecekti.
Size odayı iki günden fazla veremememin sebebi de bu. Aile toplantısına gitmem
gerekiyor.
Ben de şey düşünmüştüm...
Lovie Murphy bir anda durup Jared*ın yüzüne baktı. Ailemden hoşlanmıyor oluşum aile
toplantısına gitmeyeceğim anlamına gelmez.
Evet, bu her şeyi anlatıyordu. .
Dönüp yine merdivenleri tırmanmaya başladı. Sizin aileniz buralarda mı?
Hayır.
51
Kimbcrly Fisk
Uzakta mı yaşıyorlar?
Hayır. Ailesi yoktu. Burada ya da başka bir yerde. Nokta.
Vefat ettiler o zaman?
Odanın kapısına vardıklarında kadının somlarından kurtulmuş olduğuna sevindi. Kapı,
adamın en berbat Victoria tarzı kabuslarından birine açıldı.
Çay bir saate hazır olur. Bugün meşhur vişneli kekimden yaptım.
Teşekkür ederim ama aç değilim.
Kadın koluna vurarak, Tamam, canım. Ne zaman istersen inersin, biraz sohbet ederiz,
dedi.
Sanırım hemen yatağa gireceğim, çok uzun bir gün oldu. Söyledikleri yalan değildi,
gerçekten uzun bir gün olmuştu ama kendini biraz bile yorgun hissetmiyordu.
Kadın yeniden kolunu pışpışladı. Peki, merak etme, sana biraz vişneli kek ayırırım. Benim
vişneli kekimi yemeyen, hayatında hiç vişneli kek yememiş sayılır. Hadi, gir de yat. Yatağa
lavanta serpmiştim, bebekler gibi uyuyacaksın. Jared’ın bir şeye ihtiyacı olup olmadığından
emin olduktan ve koluna son bir kez daha vurduktan sonra odadan çıkıp kapıyı kapadı.
Jared lavanta serpilmiş çarşaflarına ve tavanından danteller sarkan direkli karyolasına
şöyle bir baktıktan sonra arasında güvenli bir mesafe bırakarak yatağın çevresinden dolaşıp
pencere kenarındaki sandalyeye yöneldi. Karanlık gökyüzüne bakmaktan bilinçli bir şekilde
kaçınıyordu. Bir za-
52
Bir At/ım Sen, Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
manlar ait olduğu tek yer o sonsuz genişlikteki mavilikti. Oysa artık gökyüzüne baktığında
gördüğü tek şey kendi başarısızlığı oluyordu.
Çantasını yere koyup ceptelelbnunu yıkardı. Telefonun burada çekeceğini
zannetmediğinden, açtıktan birkaç dakika sonra çalıştığını görmek onu şaşırtmıştı.
Şehirlerarası bir numarayı ezberinden çevirdi.
Fitzgerald Gayrimenkul.
Eric’le görüşebilir miyim lütfen?
Bir dakika.
Kısa bir sessizlik. Efendim?
Eric? Ben, Jared Worth.
Aradığınıza sevindim, ulaşılması zor bir adamsınız. Haber var mı?
Haberler iyi.
Anlatsana.
Az önce çevirmenle görüştüm. Her şey istediğimiz gibi gidiyor. Gelecek hafta bugün
Meksika’da, kendi kumsalınızda oturuyor olacaksınız.
Jared derin bir soluk alıp arkasına yaslanarak ayağını çiçekli pufun üzerine uzattı. Çok iyi.
Satış işlemini tamamlamam için parayı ofisime göndermeniz yeterli olacak.
Jared pencereden bakarken pencerenin çok hoş bir göl manzarasına açıldığını fark etti.
Sorun değil. En geç bu hafta sonu gönderirim.
Mükemmel. Mükemmel. Bu, eşsiz bir yer Bay Worth,
53
Kimher/y Fi.sk
tam arzu ettiğiniz gibi. Böyle bir şeyi bulmak epey zor oldu. Gerçekten çok şanslıydık.
Gözlerden uzak bir Meksika rüyası. Burada kimse sizi bulamaz, nereye bakmaları gerektiğini
bilseler bile...
Emlakçı, gerçeğe ne kadar yaklaştığını bilmeden kıkırdadı. Bu tam da JaredTn istediği
şeydi; Kimsenin onu rahatsız edemeyeceği bir yere gidip kaybolmak. İşi ne zaman bitiririz?
Siz parayı gönderdikten iki gün sonra anlaşmayı tamamlamış oluruz. En fazla üç gün
sürer. İsterseniz ödemeyi yaptığınızda beni arayın, ben de size kesin bir tarih vereyim.
Arayacağım. Teşekkür ederim. Jared telefonu kapayınca biraz önce ne denli gergin
olduğunu fark etti. İşte şimdi rahatlamıştı. Yarın akşamüzeri parasını almış; güneşin pırıl pırıl
parladığı, tekilanın ucuz olduğu ve ne kadar boktan bir durumda olduğunu kimsenin bilmediği
bir yere doğru yola çıkmış olacaktı.
Ertesi sabah henüz hiç kimse uyanmadan kalkıp dışarı çıkmıştı bile. Konaklama ücretini
holdeki küçük masanın üzerine bıraktı. Masanın üzeri pembe zarflarla doluydu ve en az
çarşaflar kadar kötü kokuyorlardı.
Yatağa hiç yatmamış, bütün geceyi açık pencerenin önüne çektiği sandalyede geçirmişti.
Temiz hava iyi gelmişti ama çok gürültü vardı. İşinde gücünde olan insanların günlük
meşgaleleri bu kadar küçük bir kasabada bile görmezden ge-
54
Bir Adım Sen, Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
linemeyecek kadar çok ses çıkarabiliyordu. Bir ara, pencereyi kapamayı denese de bu, alt
katta Bayan Murphy’yle birlikte oturan diğer müşterilerin seslerinin, odasının içinde
yankılanmasından başka bir işe yaramamıştı.
Yirmi küsur sene önce, yani henüz çocuk sayılacağı çağda olsaydı, aşağı inip o keki yer,
çay içerdi. Bütün bunlara sırf uyum göstermek için katlanırdı. Bunu öğrenmesi çok uzun
sürmüştü; ona yer yoktu. îşin aslı, annesinin onu terk ettiği gün asla uyum
sağlayamacağım;anlamış olması gerekirdi aslında, ne annesine, ne yetimliğe ne de onu
yanlarına yerleştirdikleri o koruyucu ailelere.
Okul kolay gelmişti. Liseyi çabucak bitirmişti, mezun olduğunda on altısını henüz
doldurmuştu. Ondan sonra da gitmişti. Kaçmamıştı, gitmişti. Birkaç parça eşyasını bir ke-
sekağıdına doldurup öylece çıkmıştı. Kimse onu durdurmaya çalışmamıştı. Bir iki yıl öylece
aylak aylak gezinerek geçmişti. Sokakta yatıyor, saçma sapan işlere girip çıkıyor, yemek
bulursa yiyordu. Bir gün sık sık önünden geçtiği yerlerden birinin camında eskimiş bir ilan
gördü: Seni İstiyoruz! Bir yıl boyunca ilanı her okuyuşunda küfrü bastı. Apaçık bir yalandı
bu. Ama on sekizinci doğum gününde, hiç sebep yokken içeri girdi ve doğru söylediklerini
öğrendi.
O andan itibaren başka hiçbir şeye dönüp bakmadan tüm gücüyle kariyerine odaklandı ve
karşılığını da fazlasıyla gördü. Rekor denebilecek kadar kısa bir süre içinde Hava
Kuvvetleri’nin en başarılı savaş uçağı pilotlarından biri sayılmaya başladı. En geniş göğsün
bile alamayacağı kadar ma-
55
Kinıhcrly h'isk
dalyayı, kurdeleyi, ödül töreni sonrasında ise her şeyini riske attı ve hepsini kaybetti.
Bir küfür savurup motosikletinin marşına bastı. Bütün bunları düşünecek değildi. Dün gece
emlakçıyla konuştuklarını anımsadı. Meksika’nın kalıcı bir çözüm olmadığını biliyordu ama
şu an için yapabileceği en iyi şey buydu. Buradan kaçmaya, sessiz bir yerde biraz düşünmeye
ihtiyacı vardı. Gönlünü verdiği F-18’ler hayatından tamamen çıktığına göre bundan sonra ne
yapacağına karar vermesi gerekiyordu.
Yollar dün gece yağan yağmurdan dolayı hala ıslaktı. Saatin daha yedi bile olmadığını
görüp kasabanın kahve büfesinin önünden geçerek yola çıktı. Mavi Gök Havayolları’na
gitmeden önce biraz zaman öldürmesi gerekiyordu.
Birkaç mil gittikten sonra küçük bir marketi olan bir benzin istasyonunda durdu. Depoyu
doldurdu, bir fincan kahve aldıktan sonra hesabı ödeyerek dışarı çıktı. Telefon kulübesine
zincirlenmiş eski bir piknik masasına yaslanıp kahvesinin kapağını kaldırarak kokuyu içine
çekti. Tanrım, sabahları güzel bir fincan kahveden daha iyi bir şey yoktu.
Sıcak buharı üfledi ve yola bakarak bir yudum aldı. Birkaç araba geçti, bir-iki tanesi de
benzinliğe girdi.
Zaman geçmek bilmiyordu. Kahvesini bitirip saatine bir kez daha baktı; yediyi on
geçiyordu. Mükemmel. Yeterince oyalanmıştı.
Az sonra anayola çıkmıştı bile. Motorun homurtusu sessiz gölün üzerinde yankılanıp
büyük evin bahçesini doldurdu. Jared kıpkırmızı bir Corvette’in yanma çekip aracı
56
Hır Adım Sen, Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
susturdu. Bir yandan da gösterişli arabaya bakarak onu daha önce nerede gördüğünü
hatırlamaya çalışıyordu. Ve bir anda hatırladı; dün gittiği restoranın önünde görmüştü.
Arabanın Jenny’ye ait olduğunu anlamak için çok fazla düşünmeye gerek yoktu.
Kaskını çıkarıp motordan inerken çevreyi biraz inceledi. Önceki gün geldiğinde şöyle bir
bakıp geçmişti. Şimdi durup biraz daha uzun baktı. Gördüğü her şey kuşkularını doğrular
gibiydi: Steven gittiğinden beri hiç hayat kalmamıştı burada.
Dün geldiğinde uçak hangarın içindeydi. Bugün rıhtımın öbür yanında bir yerde
duruyordu. Uçağa küçümser bir bakış atıp, arkadaşının niçin jetlerden vazgeçerek bu kiralık
uçaklara düştüğünü bir kez daha merak etti.
Tıpkı ev ve bahçe gibi hangar da biraz ihmal edilmiş duruyordu. Pencerelerin doğramaları
aşınmıştı. Binanın yan duvarındaki açıklığın kapı olduğunu tahmin etti.
Ev de diğer her yer gibi sessiz ve bakımsızdı. Binanın sedir kaplamaları yıpranıp
grileşmişti. Berbat haldeki doğramaların yağlıboyayla boyanması, çatıya da acilen bakılması
gerekiyordu. Bütün bunlara rağmen, yine de evin oldukça rahat bir görünümünün olduğunu
itiraf etmesi gerekirdi. Yayvan ev, sanki inşa edenler bütün evi buraya göre kurmuş gibi,
çevresindeki manzarayla tam bir uyum içindeydi. Alt kat büyük bir verandayla çevrelenmişti.
Verandanın uzak ucunda bir araya konmuş birkaç sallanan sandalye olduğunu gördü. Gölden
tatlı bir esinti gelince hep birlikte sallandılar. Çimenliğin uzun otlarını geçip kumsala
baktığında büyük bir ateş
57
Kını her/) l'isk
çukuru gördü. Taşlar yıllarca kullanılmaktan simsiyah olmuştu. Bir de çiçekler vardı.
Normalde Jared pek çiçek meraklısı biri değildi, genellikle varlıklarım tark etme/di bile, ama
bunları görme/den gelmek olanaksızdı. İ v ve hangar epeyce bakım istiyor olsa da bahçe
kusursuzdu. Sabahın bu erken saatinde bile kokuları her yanı sarmıştı.
Bir zamanlar, henüz küçük bir çocukken o da böyle bir yerde yaşamayı hayal ederdi. Ne
aptalca bir iyimserlik.
Şensin demek.
Jared sesin geldiği yöne döndü. Jenny, bir omzunu tel kapıya yaslamış, kapı aralığından
ona bakıyordu. Şimdi dünkü halinden çok farklı görünüyordu; sanki az önce yataktan
yuvarlanmış gibi bir hali vardı. Buna karşın üzerindeki sabahlıkla bile nefes kesiciydi. Jared
onun Hugh Hefner’in evindeki tavşan kızlardan biri olabileceğini düşünmeden edemedi. Bal
rengi saçları karmakarışık bukleler halinde omuzlarına dökülmüştü. Pembe elbise ve yüksek
topuklar gitmiş, yerine şort ve gri bir kazak gelmişti. Kazağının üzerinde mor harflerle Hadi
Haskiler! yazıyordu. Çıplak ayaklarından biri diğerinin üzerinde duruyordu. Dünkü süslü kızı
anımsatan tek şey koyu pembe ojeleri, bir de o huysuz ifadesiydi.
Başka birini mi bekliyordun?
Umut işte...
Ne umudu?
Jenny alnına düşen kıvırcık bukleleri geriye itti. Senin bir kabustan ibaret olduğunu ve gün
aydınlandığında gitmiş olacağını ummuştum.
58
Mır Adım Sen, Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
Jared güldü. Tatlım, daha önce de hakkımda rüyalarla ilgili yakıştırmalar duyduğum
olmuştu ama o kadınlar yanlarında kalmam için yalvarıyorlardı/’
Jenny’nin dudakları gerildi. Ben senin tatlın değilim. Ve bu kadar büyük bir egoyla karşı
karşıya gelmeden önce biraz kafein almam gerek.’’ Başka bir şey söylemeden içeri girip
gözden kayboldu. Tel kapı, arkasından çarparak kapandı.
Jared bahçeden geçip eve doğru yürüdü. Bu kız, elinden bu kadar kolay kurtulamayacaktı.
Eve girdiğinde uzun koridor boyunca yürüyen Jenny’ nin peşine takıldı. Kızın ardından
mutfağa girdiğinde ise kızı, çaydanlığı ocağın üzerine güm diye bırakıp dolaplardan birini
altüst etmeye başlamıştı.
Jenny üst rafa uzandığında Jared istemsizce onun bacaklarına baktı. Bütün sersemlikleri
bir yana, Jenny Beckinsale öldürücü bacaklara sahipti. Uzun, bronz ve bir adamı sarıp
kendine çekecek cinsten bacaklardı bunlar.
Her zaman bu kadar kaba mısındır? Bir elinde bir çay kupası, diğer elinde bir kutu çayla
Jared'ın yüzüne bakıyordu. Her zaman böyle şafak vakti mi gelirsin insanların evine?
Yedi buçuğa şafak vakti demek çok da mümkün değil bence.
Kız açıkça homurdanıp çay poşetini kaynar suyla dolu fincanının içine attı. Bir süre dalgın
dalgın fincanına baktıktan sonra Jared’a elini uzattı. Ehliyetini görmek istiyorum.
59
Kırnberly Fisk
Ne dedin? Jared kendisini şaşırtan insanlarla pek sık karşılaşmazdı ama bu kı/ üç
dakikadan kısa bir süre içinde bunıı iki kez başarmıştı.
Ne dediğimi duydun. Ehliyet lütfen. Dün sen gittikten sonra, aklıma belki de söylediğin
kişi olmayabileceğin geldi.
Şaka mı yapıyorsun?
Şaka yapıyormuş gibi mi görünüyorum?
Jared bir an için karşı çıkmayı düşündü ama ne faydası olacaktı ki? Bütün istediği parasını
alıp buradan gitmekti. Eh liyetine bakması bu işlemi hızlandıracaksa, baksın bakalım, diye
düşündü. Kot pantolonun arka cebindeki cüzdanını çekip çizilmiş tezgahın üzerine fırlattı.
Jenny cüzdanı almadan önce Jared’a düşmanca bir bakış attı; ona uzatmadığı için sinir
olmuştu. Ah canım, kıyamam.
Kız cüzdanına bakarken Jared da mutfağı incelemeye başladı. Koridorda yürürken etrafını
pek görememişti ama mutfak epey büyüktü, dergi kapaklarında gördüğü fotoğraflara
benziyordu. Ancak içinden bir ses buranın gerçek olduğunu söylüyordu, o dergilerdeki evler
gibi dekorasyon işi değildi. Geniş ahşap rabıtalar, sarı duvarlar ve mavi dolaplar yıllarca
kullanıla kullanıla lekelenmiş, kumlu bir renk almışlardı. Büyük, antika bir kuzine vardı.
Ahşap yer döşemesi mutfağa bitişik oturma odasında da devam ediyordu. Karşı duvarda
yuvarlak çakıltaşlarıyla kaplı görkemli bir şömine hüküm sürüyor, bir dizi pencere yine
çiçeklerle dolu arka bahçeye açılıyordu. Oturma bölümündeki kanepe Jared’ın
60
Bir itlim Sen. Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
zevkine göre biraz fazla çiçekli olsa da inanılmaz derecede rahat görünüyordu. O buğulu
çiçek desenlerine rağmen, o minderlerin içine gömülüp ayaklarını da karşısındaki eski ahşap
kahve sehpasına uzattığını hayal etmek hiç de zor değildi.
Ordudansın. Jared, Jenny’nin sesiyle kendine geldi. Jenny elindeki ordu kimliğine dikkatle
bakıyordu.
Ordudandı. Ama düzeltmedi.
Steven'la orada mı tanıştınız? Steven’ın adını söylerken sesinin nasıl boğulup çatallaştığı
dikkatinden kaçmamıştı. Aynı hava birliği.
Jenny cüzdanını yavaşça geri verdi. Savaş pilotusun yani. Bu bir sorudan çok bir yargı
gibiydi, o yüzden yanıtlamadı. Tahmin etmeliydim.
Çaydanlığın ıslık çalmaya başlamasıyla konuşmaları bölündü. Jared içinden şükretti. Şimdi
bu konulara girmek istemiyordu doğrusu.
Jenny ocağı kapayıp kaynar suyu fincanına boşalttı. İki kaşık dolusu şekeri üzerine boca
ettikten sonra şöyle bir karıştırıp dikkatle dudaklarına götürdü. Gözlerini kapattı ve
dudaklarını aralayıp üfledi.
Bir süre öylece durup aynı sıralamayla tekrar etti. Bir yudum daha, gözler kapalı, aralanan
dudaklar, üfleme.
Hey, yüce Tanrım... Porno seyretmek gibi bir şeydi. Kaliteli porno.
Bir süre sonra, Kusura bakma, dedi. Kafeinimi almazsam insan gibi davranamıyorum.
61
1
Kimberly Fisk
O kafein değil ki. Sesi istediğinden daha sert çıkmıştı ama bütün o cüzdan araştırma
hadisesi ve üzerine gelen pornografik gösteri sinirlerini germişti.
Evet, kafein, dedi Jenny, bir yudum daha alarak. Bak, buraya içecek tercihin üzerine
tartışmaya gelmedim. Affedersin, dedi birden aceleyle. Sesi cüzdanını görmek istediği
zamankinden neredeyse sekiz kat kısık çıkıyordu. Sana bir şey ikram etmedim. İçecek bir şey
ister misin? Çay vereceksen hiçbir şey içmeyeyim daha iyi.
Kız zoraki bir gülümsemeyle baktı. Bir yerlerde bir kahve demliğim olacaktı. Hemen
bulurum.
Zahmet etme, o kadar uzun kalmayacağım. Jenny’nin üst gövdesi alçak bir dolabın içinde
kaybolmuştu. Buralarda bir yerde olduğundan eminim. Bir anda büyük bir şangırtı koptu;
herhalde bir sürü tava ve tencere birbirine girmişti. Çay içsen daha iyi olur aslında. Hem tadı
güzel, hem sağlığın için daha iyi.
Jared yılgınlıkla içini çekip ayağını mutfak tezgahının altındaki taburelerden birine
geçirerek tabureyi dışarı çıkardı. Saettle’da herkesin kahve içtiğini zannediyordum, dedi
tabureye otururken.
Benim dışımda. Bir şangırtı daha koptu. Sanırım kapadığım kahve dükkanı yüzünden
kahveyle aramda bir sorun var. Hey! Bak ne buldum, dedi bir kahve demliğini sürükleyerek.
62
Bir Adım Sen, Bir Adım Ben. Son Adım Aşk
Kahve dükkanı 1111?
Anlık bir sessizlik oldu. Evet, bir kahve dükkanım vardı, kapadım.
Sesinin tınısından bu konudaki bütün gerçeği söylemediği anlaşılıyordu.
Kahve demliğini tezgahın üzerine bıraktı. İkinci el giyim mağazasını kapadıktan hemen
sonra açmıştım, dedi demliğe su doldururken. Filtreyi ve kahveyi bulması da birkaç
dakikasını aldı. Kaç yıllıktı acaba o kahve? Ama çok geçmeden taze demlenmiş kahvenin
kokusu bütün mutfağı sardı.
Kaç iş değiştirmişti acaba? Jared tam bunu sormak üzereyken gözü buzdolabının üzerine
iliştirilmiş fotoğrafa takıldı. Daha yakından bakınca kum sarısı saçlı yakışıklı bir adamın
gülümsemesiyle karşılaştı.
Steven.
Şey, ben çok üzgünüm.
Jenny, yüzünde açık bir şaşkınlık ifadesiyle gök mavisi gözlerini Jared’a dikti.
Kızın bir şey söylemesine fırsat vermedi. Damdan düşer gibi bu konuyu açtığı için kendine
kızıyordu ama bunu söylemese olmazdı. Steven’m cenazesinde burada olamadığım için
üzgünüm. Gelmek istemiştim.
Okyanusun ötesinde insanın kanını kurutacak kadar sıcak bir çölün ortasında saplanıp
kalmıştı. Kariyeri boyunca ordudan ayrılmak için bu kadar çaba gösterdiği başka bir
63
Kimberly Fisk
zaman daha olmamıştı; ama reddetmişlerdi onu. Özel bir durum vardı. Bir kriz ya da onun
gibi bir şey... Ve en iyi pilotlarını kaybetmek istememişlerdi.
Ya. Demlik fokurdadı. Sonra bir tıslama geldi. Kızın soluk almak için nasıl çabaladığını
açıkça görebiliyordu. Hayatında ilk defa, acaba biri kendisini bu kızın Steven’ı özlediği kadar
özleyecek mi, diye merak etti. Eminim ki Steven sana kızmazdı.
Evet, kızmazdı. Steven öyle biri değildi. Baksana... dedi Jared oturduğu tabureden
kalkarak. Bir anda içi buradan kaçıp kurtulma arzusuyla dolmuştu. Dün bir yanlış anlaşılma
oldu aslında. Ben buraya senin ortağın olmaya gelmedim.
Jenny sevinmiş görünüyordu. Öyle mi?
Evet. Ben sadece paramı almaya geldim.
Az önce kızın yüzünde gördüğü rahatlama çok kısa ömürlü olmuştu. Bende para yok.
Sorun değil. Tabureyi tezgahın altına geri itti. Birlikte çıkıp bankana uğrarız, ben de
oradan yoluma devam ederim.
Ha... hayır, anlamıyorsun. Bende para filan yok. Tabii ki parayı yanında tutmanı
beklemiyorum. Bana bir çek yazarsın. Ya da bankaya gider parayı senin hesabından
benimkine aktarırız.
Jenny dudağını sarkıtıp başını salladı. Bende para yok.
64
Bir Adım Sen, Bir Adım Ben. Son Adım Aşk
Ne burada ne de bankada...
Bul, o zaman.
Jenny ona Jared'm aklını kaçırdığını düşünüyormuş gibi baktı. Nasıl bulayım? Elmasları
mı bozdurayım? Gökkuşağı cinlerinin peşine mi düşeyim? Loto mu oynayayım?
Nasıl bulduğun umrumda bile değil. Bir şeyler sat. Uçağı sat mesela. Bu evi sat. O harika
spor arabanı sat. Kızın yüzünün aldığı kırmızı renk ona bütün şüphelerinin doğru olduğunu
söylüyordu. Her şey yanıp yıkılırken Bayan Orta sayfa Güzeli etrafta elli bin dolarlık bir
arabayla fınk atıyordu. İnanılır gibi değil.
Jenny’nin dudakları titredi. Burayı satarsam, uçağı satarsam işi nasıl yürüteceğim peki?
Ne işi? Görünüşe bakılırsa, burada iş falan yok zaten. Jenny’nin gözleri öfkeden çakmak
çakmaktı. Satmıyorum. Asla.
İyi. O zaman başka bir yol bul.
Bu kadar parayı bulmak için hiç...
Senin mali sorunlarınla ilgilenmiyorum. Avucuna dolan Meksika kumunu hissetmeye
başlamıştı bile. Bankadan ya da ailenden iste. Steven'ın anlattığına göre epey zenginlermiş.
Açıkçası, nasıl yapacağını zerre kadar önemsemiyorum. Sadece yap.
Jenny avuçlarını tezgaha dayayarak yüzüne baktı. Nesin sen ya? Nike reklamı filan mı?
65
Kimberly Fisk
Bütün bunları şaka sanıyordu herhalde. Parayı bul, yoksa ben bulurum.
Bu da ne demek oluyor?
Senin satış konusunda çekincelerin olabilir; ama benim yok.
Geri dönüp, geldiği yoldan çıktı. Ne pahasına olursa olsun parasını alacaktı. En sonunda
aradığı şeyi bulmuştu ve kimse onu durduramayacaktı. Hiç kimse. Bal rengi saçlı, pembe ojeli
bir orta sayfa güzeli bile.
66
4
Cody kendini zil çalar çalmaz dışarı atarken öğretmeninin ona seslendiğini duymazdan
geldi. Ne istediğini biliyordu; öğretmen son zamanlarda hep aynı şeyi istiyordu zaten: Kafa
ütülemek. Konu, aldığı düşük bir not, eksik bir ödev, tekrar girmesi gereken bir test
olabiliyordu ama sonuç değişmiyordu. Bugün durup bunları dinlemeyecekti.
Dolabına gidip zaman kaybetmemek için kitabını ve not kağıtlarını sırt çantasına tıkıp ana
koridora çıktı. Aklında eve gidip maça hazırlanmaktan başka bir şey yoktu. Tam ana kapıdan
dışarı çıkmak üzereyken en iyi arkadaşının sesini duydu.
Hey, Code, adamım! Bekle beni. Parker bir sıçrayışta yanına gelip omzuna bir tane oturttu.
Ne haber, Parker...
Büyük maça hazır mısın?
Evet. Sen?
Herhalde yani. Parker sırıttı.
Dışarı çıktılar. Kapının önündeki merdivenlerde birkaç
67
Kimberly Fisk
çocuk toplanmıştı. Cody ve Parker aceleyle yanlarından geçerken onlara seslendiler. Hiç
durmadan selamlarına karşılık verip yollarına devam ettiler.
Duyduğuma göre Koç, Brady’yi maça üçüncü çeyrekte sokacakmış, dedi Parker, çimlerin
üzerinden geçerlerken. Çok iyi. Yine Mason’ı koyarsa mahvoluruz.
Dalga mı geçiyorsun...
Parker, arabayı ön tarafa park etmiş olan annesini gördü. Bizimle gelecek misin?
Yok, bugün değil.
*‘Tamam, dostum. Parker arabanın kapısını açıp sırt çantasını içeri attı. Arka tarafta
oturan kız kardeşiyle erkek kardeşi kavga ediyorlardı. Parker gözlerini devirerek Cody' ye
baktı. Maçta görüşürüz.
Tamam, görüşürüz.
Merhaba, Cody! Parker’ın annesi sağ pencereye uzanmış ona sesleniyordu.
Merhaba, Bayan Nelson.
Akşam maça giderken seni de almamızı ister misin? Cody sırt çantasını yeniden omzuna
takıp başını iki yana salladı. Beni annem götürecek.
Bayan Neslon’m yüzünden bir şaşkınlık ifadesi geçti. Bu harika. Bu sezon en azından bir
maçını seyredebilecek olmasına sevindim.
Cody gülümsedi. Evet, buna ben de sevindim.
Bu gece oynayacak mısın?
Evet.
68
Bir Adım Sen, Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
Doğrusu, annen her şey için nasıl zaman buluyor anlayamıyorum. Ben, çalışmayı bırak,
bu üçüne zar zor yetişiyorum. Geçen hafta Parker’m babasıyla televizyon seyrederken anneni
gördük yine. Başını salladı. Haberlerde. Bayan Nelson gülümsüyordu. Beşizlerin doğumuyla
ilgili bir haberdi. Annen gerçekten çok önemli bir iş yapıyor. Baban da. O kadar şaşırdım ki...
Hadi, anne... diye böldü Parker. Artık gitmemiz gerek. Cody’yle bakıştılar. Bayan Nelson
bıraksalar sonsuza kadar konuşabilirdi.
Ah, tamam. Yeniden koltuğuna yerleşip arkadakilere derhal çenelerini kapamalarını
söyledi. Fikrini değiştirirsen ara, Cody. Bizim için hiç sorun değil.
Teşekkür ederim, ama dedim ya, annemle gideceğim. Onlar gidince Cody aceleyle yaya
geçidine yöneldi ama elinde o şapşal dur işaretini tutan ve daha da şapşal görünümlü turuncu
bir yelek giymiş olan şapşal kadın tarafından durduruldu. Kadın sanki burası anaokuluymuş
gibi davranıyordu. En sonunda yola inip dur işaretini arabalara çevirerek çocuklara
geçmelerini işaret etti ve Cody koşusuna başladı.
Okulla ev arasında sadece yedi sokak olmasına rağmen annesi önceki senelerde Cody’nin
eve yürüyerek dönmesine izin vermemişti. Daha çok küçük olduğunu söylerdi hep. Cody artık
bebek olmadığını anlatmaya çalışırdı ama o Cody’ yi dinlemez, ya Parker’m ya da başka
birinin annesinin onu eve bırakmasında ısrar ederdi. Fakat bu senenin başında
69
Kimberly Fisk
Cody araya girmiş, artık sekizinci sınıfta olduğuna göre eve kendi başına gelebilecek kadar
büyüdüğünü söylemişti. Annesi en sonunda kabul edince Cody kulaklarına inanamamıştı ama
hala, her akşamüstü, onu eve bırakmayı teklif eden bir anne mutlaka çıkıyordu.
Markete vardığında nefesi kesildi. Belki de sırt çantasının içindeki kalabalığın bir kısmını
dolabına bıraksaydı daha iyi olacaktı. Sırtına uzanıp eliyle çantasını düzeltmeye çalıştı. Şu
aptal kitap sırtına batıp duruyordu.
Koluna kocaman bir yağmur damlası düştü; gökyüzünde kapkara bulutlar toplanıyordu.
Kaşlarını çatıp yeniden koşmaya başladı. Birkaç dakika sonra sokağın köşesinden dönmüştü
bile. Garaj yoluna vardığında yavaşlayıp yan kapıya yönelerek sırt çantasının ön gözünden
anahtarlarını çıkardı.
Anahtarlığını her eline alışında gözlerini devirmeden edemiyordu. O kadar akıl almaz bir
şeydi ki... Akıl almaz derecede büyük. Annesi mümkün olan en büyük anahtarlığı almazsa
anahtarını kaybedeceğini düşünmüştü herhalde. Üzerine takılı olan devasa boyutlardaki
plastik ev yetmezmiş gibi annesi arkasına adını ve telefonunu da yazmıştı. Yani, eğer
anahtarını kaybederse ve hırsızlar anahtarı bulursa hangi eve gireceklerini tam olarak
bilebileceklerdi. Yine gözlerini devirdi. Annesi bazen gerçekten çok garip oluyordu.
Kapıyı bir tekmede kapayıp hemen kravatını çözmeye girişti. Aptal üniformaları ve daha
da aptal kuralları olan Saint Charles’a gitmek bir çeşit sosyal intihar demekti. Tek
70
Bir Adım Sen, Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
tesellisi, bütün arkadaşlarının aynı okula gidiyor olmasıydı. Sırt çantasını çamaşır sepetine
bırakıp mutfağa geçti ve hemen telefona sarıldı.
Doktor Adams’ın ofisi. Nasıl yardımcı olabilirim?
Ben Cody.
Merhaba, Cody, dedi annesinin sekreteri her günkü ses tonuyla. Eve geldin mi?
Elbette. Evet, anneme evde olduğumu söyler misiniz? Annesinin meşgul olduğunu bildiği
için onunla konuşmak istediğini söyleme zahmetine hiç girmemişti. Annesi her zaman
meşguldü.
Tabii, söylerim.
Teşekkürler.
Odasına çıktı. Marie’nin izinli olduğu öğleden sonraları ev çok sessiz oluyordu. Odasına
girdiğinde beyzbol formasının yıkanmış, ütülenmiş ve katlanarak yatağının köşesine konmuş
olduğunu gördü. Marie formanın üzerine ona iyi şanslar dileyen bir not bırakmıştı.
Annesi yarım saate gelirdi, hemen üzerini değiştirdi.
Aşağı indiğinde mutfak masasının üzerinde bir not daha buldu. Notta bir elma ve biraz
peynir yiyip bir bardak süt içebileceği yazıyordu.
Tamaaaam. Notu aynen bulduğu yere bıraktı (belki annesi ara öğün olarak ne yediğini
merak ederdi). Sonra da dolabın arkasına gizlenmiş reçelli çörek paketini buluncaya kadar
eşelenip durdu.
Çöreklerden iki tanesini tost makinesinde ısıtırken mi-
71
Kinıherly Fi.sk
desi guruldadı. Bugün öğle yemeği yememişti. Arkadaşları mutlaka bugünkü maç yüzünden
olduğunu düşünmüşlerdi. Evet, bu da vardı tabii ama işin aslı annesinin de orada olacağını
bilmek delirtiyordu onu. Bu sezon annesiyle babası hiçbir maça gelmemişlerdi. Babası
gelemezdi çünkü Cody’ nin haritada bile bulamayacağı bir ülkede, bir yerlerdeydi. Sınır
Tanımayan Doktorlar. Cody bunun ne anlama geldiğini bilemiyordu. Annesiyle babasına bu
konu hakkında bir şeyler sormaya çalıştığında karmaşık birtakım cevaplar veriyorlardı.
Herhalde onları, sadece onlarınki kadar büyük beyinleri olan insanlar anlayabilirdi.
Saate baktı. Annesinin gelmesine on beş dakika vardı. Tam oturma odasına gidip
bilgisayarda oyun oynamaya karar vermişti ki fikrini değiştirdi. Sııt çantasından matematik
kitabını çıkararak ödevini yapmaya başladı. Annesi şok olacaktı. Telefon çaldığında ödevin
yarısına gelmişti bile. Adamslar’m evi.
Merhaba, Cody, benim. Annesiydi.
Yola çıktın mı?
Küçük bir sessizlik oldu. Bak, Cody, çok üzgünüm ama geç kalacağını.
Sorun değil. Dört buçukta orada olsak yeter.
Çok üzgünüm, tatlım ama...
Hala vakit var anne, daha bir sürü vakit var.
Çok üzgünüm, canım, ama yapabileceğim bir şey yok. İşle ilgili bir şey oldu.
Her zaman işle ilgilidir zaten.
72
Bir Aılım Sen, Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
Cody...
Gözlerini sıkı sıkı yumdu. Sımsıkı. Ağlamayacaktı. Hayır, ağlamayacaktı. Söz vermiştin.
Bu çok önemli. Annesi bir süre konuşmadı. Sanki onun bir şey demesini bekliyor gibiydi.
Oysa Cody’nin söyleyecek bir şeyi kalmamıştı. Kimse dinlemiyorsa neye yarardı ki...
Parker’ın annesini aradım, seni alacaklar, dedi annesi. B irilerinin annesine seslendiğini
duyabiliyordu. Tatlım, şimdi kapatmam gerek.
Yine kısa bir sessizlik oldu. Sonra, Hoşça kal, Cody, elimden geldiğince çabuk döneceğim,
dedi.
Telefonu kapadı. Bir an öylece durduktan sonra mutfak masasına atılarak matematik
ödevini kaptığı gibi milyonlarca küçük parçaya ayırdı.
Duvarda asılı duran aynada yansımasını gördüğünde yanaklarından yaşlar süzülüyordu.
Yumruklarını sıkıp gözlerine bastırdı. Koca bebek. Şişko, ağlak, koca bebek. Annesinin gelip
gelmemesi kimin umurundaydı ki?
Bir kez daha aynaya baktı. Gözyaşlarıyla yol yol lekelenmiş yüzünü ve bembeyaz
formasını inceledi. Sonra dönüp hızla odasına koşarak formasını çıkardı. Kot pantolonuyla
kapüşonlu eşofman üstünü giyip yine aşağı inerek en sevdiği spor ayakkabılarını ayağına
geçirdi. Annesi bu ayakkabılardan nefret ediyordu. Cody’ye onları atmasını söyleyip
duruyordu, çünkü eski püskü görünüyorlardı.
Bir an bile düşünmeden kendini arka kapıdan dışarı atıp
73
Kimberly Fisk
garajdan bisikletini çıkardı. Yüzünden yaşlar aka aka, gidebildiği kadar hızlı, gidebildiği
kadar uzağa sürdü.
Jenny boy aynasından yansıyan görüntüsüne odaklanıp, yüzüne dik dik bakan bu kadının
kim olduğunu merak etti. Benzi solmuş, saçları sönmüştü; kıpkırmızı olmuş gözleri boş
bakıyordu. Bir daha asla giymeyeceğine yemin ettiği siyah takım, kaybettiği kilolara tanıklık
edercesine aynanın çerçevesinde asılı duruyordu. On beş yaşına girdiği günden beri beş kilo
verebilmek için uğraşıp durmuş, dünya üzerinde bugüne kadar dile getirilmiş ne kadar diyet
varsa hepsini tek tek denemişti. Düşük karbonhidratlı diyetler... Karbonhid-ratsız diyetler...
Yağ içeren ve yağ içermeyen diyetler... Meyve diyeti... Hiç meyve yenmeyen diyetler... Oysa
verebilmiş olduğu azıcık bir kilo bile her defasında derhal geri gelmişti. Sanki ondan ayrılmak
istemiyorlardı ama dokuz ay önce bir ağustos gecesi sarhoş bir sürücü kırmızı ışığı pas geçip
hayatında gerçekten istediği tek şeyi ondan aldığında her şey değişmişti.
Kafayı takmış olduğu o beş kilo birdenbire uçup gitmişti. Sonra bir beş kilo daha... Şimdi
fazla zayıf olmanın sınırlarında dolandığının farkındaydı ama çoğu günler bir iki lokmayı
çiğneyip yutmayı zar zor beceriyordu. Aslında bir hafta boyunca boğazından geçen tek gerçek
öğün annesiyle yediği öğle yemekleri oluyordu. Onunla birlikte otururken bütün tabağını
bitiriyordu çünkü bu, annesiyle ağız dalaşma
74
Bir Adını Sen, Bir Adım Ben, Son Adım A)k
girmekten daha kolay geliyordu.
Bu kadar kısa zamanda her şey nasıl bu kadar kötü gidebilmişti?
Jared gittiğinden beri alt etmeye çalıştığı bütün o panik ve çaresizlik duygusu patlamaya
hazırlanıyordu.
Satmayacaktı işte. Asla. Steven’la birlikte kurdukları bu düşü kurtarmak için aslanın
yuvasına bile girebilirdi ya da banka müdürünün ofisine.
Saklı Göl’e giden yol daha önce hiç bu kadar uzun gelmemiş, bu yoldan hiç bu kadar hızlı
geçmemişti. Daha düşüncelerini ve cesaretini tamamen toplamaya fırsat bulamadan arabasını
bankanın önüne park etmişti bile. Elinde çantası ve evrak dosyasıyla birlikte bankaya girdi.
Birkaç adım sonra durup gözleri içerideki ışığa alışsın diye bekledi. Banka me-mureleri Sue
ve Monica oturdukları yerden ona seslenerek selam verdiler. O da ikisine ve o sırada
bankadaki tek müşteri olan Bay Denton’a el salladı ama aklı başka yerdeydi. Bankanın serin
ve sakin salonuna göz gezdirdi.
Jennifer. Ne hoş bir sürpriz.
Jenny sesin geldiği yana yavaşça döndü. Merhaba Bay Howard.
Saklı Göfün ilk ve tek banka şubesinin müdürü birkaç adım ötesinde duruyordu. Her
zamanki gibi giyim kuşamı kusursuzdu: Lacivert takım elbisesinin içine kırık beyaz bir
gömlek giymiş, gri bir kravat takmıştı. Gür kahverengi saçlarının tıraşı ustaca yapılmıştı,
siyah deri ayakkabıları pırıl pırıl parlıyordu. Aralarında sadece dört beş yaş olmasına rağ-
75
Kimherly Fi.sk
men Jenny ondan her zaman babacan titreşimler alırdı. Belki de sebebi tıpkı babasıyla olduğu
gibi onunla hep, Senin için neyin doğru olduğunu biliyorum,'’ havasında konuşması ya da onu
her gördüğünde omzuna pat pat vurup kolunu sıkma-sıydı. Bay Howard sanki düşüncelerini
okumuşçasına omzunu arkadaşça tuttu.
Bu güzel günde seni bankaya getiren şey nedir acaba?'’ Aslında... Jenny duraksayıp
yutkundu. Birkaç dakikanız var mı? Sizinle biraz konuşmak istiyordum da... Adamın yüzü
aydınlandı. Elbette. Ofisime geçelim mi? Kolunu yana açıp yolu gösterdi. Sanki Jenny yolu
bilmiyordu. Aslına bakılırsa, o ofise giden kısa koridordan iki ayda bir geçiyordu.
Adama gülümsedi. Teşekkürler.
Masanın üzerinde, yakaladığı yeni pisibalığınm fotoğrafı duruyordu, bunun dışında ofis
hiç değişmemişti. Meşe ağacından kullanışlı bir masa, bir kitaplık ve bir dosya dolabı bu
küçük mekanı tıklım tıklım doldurmuştu. Odanın klostro-fobik bir hal almasını engelleyen tek
şey dosdoğru göl manzarasına açılan büyük penceresiydi. Jenny koltuğa oturup bacak bacak
üzerine attı. Aslında burada olmak istemiyordu ama başka seçeneği var mıydı ki? Eninde
sonunda bu onun problemiydi ve bir çözüm bulması gerekiyordu.
Senin için ne yapabilirim? diye sordu Bay Howard koltuğunda kaykılarak. Kredi ödemene
daha üç hafta var, şimdiden bir erteleme istemek için geldiğini sanmıyorum. Konuşma tonu
ve gülümsemesi içtendi ama Jenny yine
76
Hır Aıhm Sen, Hir Adım Hin, Son Adım A)k
de kulaklarına kadar kızardığını hissetti. '‘Hayır, erteleme ivin gelmedim ama kredimle ilgili
konuşacağım.
Dinliyorum...
Midesinde bir kasılma oldu, elleri terlemeye başlamıştı. Bir an bıitiin bunların aptalca bir
şaka olduğunu söyledikten sonra gülerek buradan fırlayıp kaçmak istedi, ama şaka filan
değildi. Ayrıca şu anda buradan çıkarsa gidebileceği hiçbir yer yoktu. Bulabileceği tek şey de
istemediği bir ortak olacaktı. Çantasını yanında getirdiği dosyayla bacağının arasına
sıkıştırdıktan sonra ellerindeki teri eteğine silme dürtüsüne karşı koymaya çalışarak
parmaklarını birbirine kenetledi. Ah Steven. sana ihtiyacım vat: Bunu tek başına yapamam.
Ama yapmak zorundaydı işte. Steven burada değildi... bir daha gelmeyecekti... ve birlikte
kurmuş oldukları hayali hayatta tutmak tamamen ona kalmıştı. Keşke bu görüşme için biraz
daha iyi hazırlanmış olsaydı... Kitapçıkları gözden geçirip yanında getirmiş olduğu
sözleşmeye bir göz atmış olsaydı, kardeşinden bankaya gittiğinde ne demesi gerektiğini
öğrenseydi iyi olacaktı. Oysa her zamanki gibi dersine çalışmadan gelmişti. Biraz durup
düşünmek ve ihtiyaç duyduğu tavsiyeleri almak yerine burnunun dikine gitmişti. Bu kez.
kafasının içinde yankılanan ses annesine va da erkek kardeşine değil bizatihi kendine aitti:
Ah, Jennifet:
Sizden yeni bir kredi istiyorum.
John Hovvard epeyce sabırlıydı doğrusu. Devam et...
Jeııny derin bir nefes alıp doğruca konuya daldı. Şey... Mavi Gök Havayolları son
zamanlarda ciddi bir ilerleme
11
kimherly h'ısk
kaydetti. Mesela yeni reklamlarımı/ oldukça umut vaat eden bir karşılık gördü. Ya/ için
şimdiden rezervasyon alıyoruz. Ayrıca, hafta sonu kaçamak programımızın B kategorisindeki
tüketicilerin dikkatini çekeceğinden de son derece eminiz. Mavi Gök'ün bu yıl ciddi bir kar
getireceğine şüphemiz yok. Neden çoğul kişi ekleri kullandığı hakkında en ufak bir fikri
yoktu ama böyle yapınca söylediği her şey kulağa sanki çok daha önemliymiş gibi geliyordu.
Daha resmi. Oysa biz diye bir şey kalmamıştı artık. Sadece o vardı; kendisi. Yeni fikirler ona
aitti; başarı ya da başarısızlık da artık sadece ona ait olacaktı. Yine de işlerde gerçekten de bir
yükseliş vardı. Geçen sene bu zamanlarda sadece bir sefer yapmışlardı. Bu ay ise iki seferleri
vardı. Jenny’nin hesabına göre bu yüzde elli artış demekti; gerçekten büyük bir oran.
Banka müdürü, koltuğuna yaslanıp uzun uzun Jenny‘nin yüzüne baktı. Saniyeler geçerken
Jenny kendini mikroskop altında bir böcek gibi hissedip oturduğu yerde kıpırdandı. Bu yeni
kredi ihtiyacının Bay Worth'ün ortaya çıkışıyla bir ilgisi yoktur herhalde, değil mi?
Siz bunu nereden...
Bu sabah Lovie Murphy’nin yerinde yapılan Ticaret Odası toplantısına katıldım da...
Lovie'nin konuşmayı ne kadar sevdiğini bilirsin. Daha Sally geçen toplantıda aldığımız notları
okumayı bitirmeden, Lovie son müşterisi hakkında anlatabileceği her şeyi anlatıp bitirmişti.
Adını da söyledi tabii.
Anlayamıyorum. Siz onu, yani Jared Worth'ü nereden
78
Bir Adım Sen, Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
biliyorsunuz ki?
Oııu daha önceden tanıyorum.
Tam o anda kar yağmaya başlasaydı Jenny bu kadar şaşırmazdı. Öyle mi?
Bay Howard başını sallarken bir an için yine adeta babası gibi göründü Jenny’ye. E, tabii
ki. Bir kredi onaylanmadan önce banka borçlunun mali durumunu tam olarak bilmek ister.
Buna, Mavi Gök’ürt Bay Worth’ten aldığı borç da dahil.
O zaman neden burada olduğumu anlıyorsunuz. Bundan emin değilim, ben...
Bay Worth’ün payını ödemek için bu krediye ihtiyacım var. Bir ortak istemiyorum. Yani
demek istediğim..Bir an düşününce banka müdürüne karşı mantıktan tamamen yoksun biri
gibi görünmek istemediğine karar vermişti. Daha önce de dediğim gibi Mavi Gök şu anda
yükselişe geçmiş durumda. Buna karşın Bay Worth ve benim, işletmenin geleceğine dair
bakışımızda bazı farklılıklar var. Böylece sözlerini biraz daha yumuşak bir şekilde bağlamış
oldu. Jenny, Mavi Gök’ü yükseltmek isterken adam onun kanatlarını koparmayı içini boşaltıp
küçük, satılabilir parçalara ayırmayı düşünüyordu. Bazı farklılıklar diye özetlediği şey buydu
işte.
Çok üzgünüm, Jennifer, ama bu konuda sana yardım edebileceğimizi sanmıyorum.
Ama...
Biliyorsun, böyle çabaladığın için sana büyük saygı duyuyorum ama banka eninde
sonunda rakamlara bakar. Kar
79
Kimberly Fisk
ve zarar. Son sözcüğü özellikle yumuşak ve sempatik bir tonda söylemişti.
Şirketin durumunu gözden geçirmek için hesap makinesine ihtiyaçları yoktu. Müdürün
nazik bakışlarıyla karşılaştığında söyleyeceği hiçbir şeyin adamın fikrini değiştirmeyeceğini
anlamış oldu. Hesap ortadaydı.
Olabildiğince zarif ve olgun bir tavırla ayağa kalkıp adama elini uzattı. Zaman ayırdığınız
için teşekkür ederim, Bay Howard.
Adam elini zarif bir hareketle ellerinin arasına aldı. Çok üzgünüm. Keşke başka şartlarda
konuşsaydık. Altı ay sonra yine gel, dediğin gibi şirket biraz toparlanmış olursa o zaman bir
şeyler yapabiliriz. Belki şimdilik annenler... Teşekkür ederim, diyerek, cümlenin tam
ortasında sözünü kesti müdürün. İçinden bir ses çığlıklar atarak koşmasını, oradan kaçmasını
haykırıyordu ama kendini tutup adamın ofisinden çıkarak bankanın çıkış kapısına ve parlak
güneş ışıklarının altındaki arabasına dek ağırbaşlılıkla yürüdü. Arabasına girene kadar,
reddedilmiş olmanın hiçbir emaresini göstermedi. Koltuğuna otururken çantasını ve dosyayı
yan koltuğa fırlatınca ikisi birden yere düştü ve içlerindeki her şey arabanın döşemesine
yayılıverdi.
Harika. Gerçekten harika, diye homurdandı kendi kendine.
Başını öfkeyle direksiyonun yuvarlak kenarına yaslayıp gözyaşlarının akmasını bekledi
ama gariptir, gözünden tek bir damla bile yaş akmadı. Dokuz aydır filan o kadar çok ağ-
80
Hır Adını Sen. Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
lamıştı ki bütün gözyaşlarını tüketmişti.
Yavaşça doğrulup ön camdan dışarı hakti. Önündeki yol kasabadan çıkıp dosdoğru Saklı
Göl'ün batı kıyısına gidiyordu.
Belki annenler...
Müdürün sözleri aklında yankılanıyordu. Bir an için marşa basıp annesinin evine giden o
güzel manzaralı yola çıkmaya niyetlendi. Sahneyi gözünde canlandırmaya çalışarak düzgünce
biçilmiş çimenliği, kusursuzca biçimlendirilmiş çiçek tarhlarını geçip büyük, oymalı kolonyal
girişe ulaştığını hayal etti. Yeterince yalvarırsa babasının parayı vereceğini biliyordu.
Ama bunun bedeli ne olacaktı?
Gözünü yola dikip öylece baktı.
Bedeli ne olacaktı? Bu düşünceden kurtulamıyordu.
Bazı şeyler paradan daha değerliydi ve anne babasından borç alırsa geriye ödeyeceği şeyin
sadece para olmayacağım biliyordu. Daha önce de ne zaman işleri berbat edip başarısız olsa
annesi ve babası hemen ortaya çıkıp kefareti ödemiş, onu kurtarmışlardı. Ve her seferinde
gözlerinde gittikçe büyüyen hayal kırıklığını seyretmek zorunda kalmıştı. Şimdi yirmi altı
yaşındaydı. Başı derde girdiğinde onların kucağına koşmak için biraz fazla büyüktü, kendi
ayaklarının üzerinde durmanın vakti gelmişti artık. Birden, hiç sebep yokken. General Custer
geldi aklına. Mavi Gök'ü savunmak böyle bir şeydi işte, Mavi Gök onun son kalesiydi;
ailesine kendisi hakkında yanıldıklarını göstermek için son fırsatıydı bu. Bu
81
Kimberly Fisk
kez sadece kendine olan saygısı için değil, Steven’la birlikte kurmuş oldukları o düş için
savaşıyordu.
Önünden bir araba geçip onu bu düşüncelerden sıyırdı. Uzanıp çantasından dökülen
öteberisini toplamaya başladığında gözü dosya klasörüne takıldı ve ağabeyinin söylediği bir
şeyi hatırlar gibi oldu. Dosyayı kaptığı gibi sözleşmeyi çıkarıp başından itibaren incelemeye
başladı. Aradığı şey ikinci sayfanın sonundaydı. Yavaş yavaş yüzüne yayılan bir
gülümsemeyle anahtarları bulup marşa bastı.
Jared Worth her şeyi bildiğini sanıyordu ama kesinlikle yanılıyordu. Direksiyonda Jenny
oturuyordu ve koltuğunu bırakmaya hiç niyeti yoktu.
Az sonra gölün yukarısındaki gözlerden uzak tozlu yolda ilerliyordu. Güneş arabanın
kıpkırmızı tavanında parlarken ter içindeydi. Arabayı iyice yavaşlattı. Tozlu yol çukurlarla
doluydu. İki yanda büyüyen dev gibi çalılar önünü kesiyordu. Tekerlekleri korumak için
olabildiğince dikkatli, yavaşça ilerledi.
Bu kendini beğenmiş herif ona ödeme yapması için dört ayının olduğunu bir kez bile
söylememişti. Pislik herif onu iyice korkutup parayı hemen vermesi gerektiğini düşünmesini
sağlamıştı.
Bu gece tırnaklarını yapmak yerine otur da şu sözleşmeyi
oku.
İşte okumuştu sözleşmeyi. Belki de daha dikkatli oku-
82
Bir Adım Sen, Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
ması gereken oydu. Hanımlara yakışmayacak bir homurtu çıkarıp gaza yüklendiyse de hemen
frene basıp kontrolü yeniden eline alarak dar yolda yavaş yavaş ilerlemeye devam etti. Onu
kim zannediyordu bu herif? Sözleşmeyi okuması gereken kişi oydu asıl.
Yol uzun ve virajlıydı ama en sonunda genişleyip onu bir park yerine ulaştırdı. Göl önünde
uzanıyordu. Sular gün ışığıyla parıldıyordu ama Jenny’nin dikkatini çeken şey kıpırda-şan
maviliğin eşsiz güzelliği değil, sol yanında park edilmiş duran motosikletti.
Bugün ilk kez gülümsüyordu. Ev sahibi takıma bir puan. Sevgili komşuları yüzünü kara
çıkarmamıştı.
Sözleşmeyi okuduğundan beri akimda tek bir düşünce vardı: Jared Worth’ü bulmak.
Ancak onu bulmak düşündüğünden çok daha zor olmuştu. Arabayı oraya buraya sürerek
yarım saatten fazla dolanmış ve adamın gidebileceğini düşündüğü her yere bakmıştı. Sonra
hatırlamıştı; Saklı GöTde bir şey arıyorsanız kasaba lokantasına gitmeniz yeterliydi.
Lokantaya oturmasının üzerinden on dakika geçmemişti ki Bay Wil-cox içeri girip üst yolda
gördüğü muhteşem motosikleti anlatmaya başlamıştı.
Tanrı, Bay Wilcox’u ve günlük balık tutma seanslarını kutsasın. îçtiği kolanın hesabını
verirken bugün kendini ilk defa iyi hissetmişti.
Park yeri genellikle dolu olurdu ama şimdi buradaki tek araç o motosiklet olduğu için bol
bol yeri vardı. Jared'ın burayı keşfetmiş olmasına hayret etti. Turistlerin asla bulamadığı, sa-
83
Kinıhi’rly l i.sk
dece yerlilerin takıldığı bir yerdi burası. Güneş iyice tepede olduğundan pencereleri
kapamadı, takımının ceketini de arabada bıraktı. Belki de eve gidip üzerini değiştirse daha iyi
olurdu ama buna sabredemeınişti. Genellikle yüzleşmelerden hoşlanan bir tip sayılmazdı fakat
bu defa, ona çekip gitmesini söylediğinde yüzünün alacağı şekli görmek için bekleyememişti.
Bu düşünceyle gülümsedi. Göl bomboş görünüyordu. Adamı görme umuduyla etrafına
bakındı ancak park yerindeki motosikletten başka hiçbir iz yoktu. Yılgınlıkla çekip, kumsala
giden küçük patikadan inmeye başladı. Siyah ayakkabılarının yüksek topukları kumlara
batınca ayakkabılarını çıkardı. Çıplak ayaklarının altındaki kumlar sıcacıktı. Ayak
parmaklanm-kuma iyice bastırıp bu hissin tadını çıkarırken sağa sola baktı ama sahil şeridi
her iki yönde bomboş uzanıyordu. Kumsal sağ tarafta daralıyor, yüksek çalılar kumsalın
sonunda küçücük bir geçit bırakarak suyun üzerinde uzanıyordu. Kimse buradan gitmezdi,
çünkü kumsalın diğer yanı ışıltılar saçarak genişliyor ve arkaya doğru kıvrılarak gözden
kayboluyordu. Bu tarafta yolu kesen bitkiler ya da kayalar yoktu. Jenny çok da fazla
düşünmeden sağ tarafa yöneldi, Jared’ın bu yana gittiğinden emindi.
Kayaların ve kütüklerin üzerinden atlayıp tökezleyerek ve her adımda sessizce lanetler
savura savura yürüdü. Elli metre gitmemişti ki durup rahat bir nefes aldı.
Kıyıda duran Jared bir ayağını devrilmiş bir ağacın üzerine yaslamıştı. Gözlerini suyun
ötesinde bir yerlere dikmiş, düşüncelere dalmıştı. Dün giydiği deri ceketi çıkarmıştı. Beyaz
84
Bir Adım Sen, Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
tişörtü inanılmaz derecede geniş omuzlarının arasında geriliyor, aşağıya doğru ters bir üçgen
çizerek kotunun kemerinin altında kayboluyordu. Rahat görünüyordu, sanki dünya umurunda
değildi. Oysa Jenny bu duruşunun aldatıcı olduğunu biliyordu. Küçük bir çakıltaşını havaya
atıp tuttu. Görüntü gerçekten de mükemmeldi; seçkin gezgin dergilerindeki modellere
benziyordu.
Bir kez daha düşününce fark etti ki, bu duruşta fazla rahat bir şeyler vardı, fazlasıyla
çalışılmış bir fotoğraf gibiydi sanki.
Ah, gözlerim yaşardı!
Bütün bunları düşündüğü için kendi kendine kızarak seslendi. Bay Worth! Sesi istemsiz
bir şekilde yüksek ve sen çıkmıştı.
Bayan Beckinsale, diye yanıtladı adam, dönüp bakmadan. O zaman, orada durup ona
baktığı bütün bu süre boyunca adamm onun varlığından haberdar olduğunun farkına vardı.
Konuşmamız gerekiyor. Sesini sabit bir tonda tutmaya çalışarak ve bir beceriksizlik
yapacağından korkarak dikkatle konuşuyordu.
Jared ayağını kütüğün üzerinden kaldırıp yavaş yavaş döndü. Paramı getirdiniz mi?
Hayır. Adamın sert bakışlarının altında sinirleri gerilmeye başlamıştı. Bu yüzden geldim.
Sözleşmeyi okudum, senin okumadığın sözleşmeydi, Borcun ödeme zamanına daha dört ay
var. Durdu. Adamın yüzünde bir duygu ifadesi, bir şaşkınlık, hayal kırıklığı ya da öfke
belirtisi görebilmek umuduyla bekledi ama o donuk yüzde hiçbirini göremedi. Beni
85
Kimberly Fisk
duydunuz mu? Dedim ki...1'
Sizi duydum. Elindeki taşı nereye gittiğine bakmadan fırlatıp attı.
Dört avım var.
Bunu biliyorum.
O zaman neden...
Ne neden? Neden mi beklemiyorum? Siz batan bir gemisiniz hanımefendi, ben de hala
şansım varken kendimi güvenli bir kara parçasına atmaya çalışıyorum.
Bilmeden konuşuyorsunuz...
Ben işi kendi gözlerimle gördüm.
Anlamıyorsunuz. Bu yaz her şey çok farklı olacak. Ste-veıv la yaptığımız plana sadık
kalacağım. Mavi Gök'ü Kuzeybatı Pasifik'in bir numaralı deniz uçağı servisine
dönüştüreceğim.
Sen mi? Güldü. Hiç de hoş bir gülüş değildi. Tatlım, sana dört yıl bile versem bu işi
çevirmeyi becermezsim Ben senin tatlın değilim. Dört yıla da ihtiyacım yok. Dört ayım var.
Dört ay sonra gel... ya da gelme. Gerçekten umrumda değil.
Gelmesem sevinirdin, değil mi?
Acayip sevinirdim, dedi büyük bir açıksözlülükle. Keyfini kaçırmak istemezdim ama o
kadar da yardımsever biri değilim. Beyhude hayallerinin peşinden gitmek istiyorsan seni
tutacak değilim, ne halin varsa gör ama beni de kendinle birlikte batıramayacaksın. Haklarımı
satın al. Bunu şu anda yapamayacağımı biliyorsun.
Bir Adım Sen, Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
O zaman dün dediğim gibi yapacağız. Sat.
Ölürüm daha iyi.
Çakmak çakmak gözlerini Jenny’ye dikti. Bakışlarıyla bir orman yangını bile çıkarabilirdi.
Beni zorlama.
Ah, sen.. .sen... Neden ihtiyacı olduğunda şöyle tumturaklı bir cevap bulamazdı ki?
Dinle, dedi Jared. Bu kez aklı başında ve teskin edici bir tonda konuşmaya başlamıştı ve
bu da Jenny’nin canını daha fazla sıkmıştı. Muhtemelen bu ona ailesini hatırlatıyordu.
Satacağız ve ikimiz de istediğimize kavuşacağız. Bu işi yapmak istemiyorsun. Bu işin
Steven’ın fikri olduğunu biliyorum, senin fikrin değildi.
Ne istediğimi biliyormuşsun gibi davranma.
Jared hiç duymamış gibi devam etti. Ben paramı alacağım. Senin de o topuklu ayakkabılar
ve muhteşem arabanla yaşamana yetecek kadar nakdin olacak.
Bıraksa daha konuşacaktı. Satmıyorum.
Bunu göreceğiz.
Bana tehdit işlemez Bay Worth. Size ödeme yapmak için dört ayım var. Ve eğer... yani,
ödeme gününden önce paranızı toplarsam bile zamanı gelinceye kadar size ödeme yapma
isteği duymayacağım. Bir kelime daha etmeden arkasını dönüp yürümeye başladı. İçinden
yükselen titremeyi hissedebiliyordu; hemen oradan uzaklaşmazsa işi bitecekti. Cesaret
göstermişti doğrusu. Yine de hepsi buydu işte: Bir gösteri. Ona tehdidin işe yaramayacağını
söylemişti ama kocaman bir yalandı bu. Adam onu tehdit etmekle kalmamış, sinirlerini altüst
87
Kimberly Fisk
etmişti. Jenny’yi asıl korkutan da buydu zaten.
Jared, Jenny'nin ağır ağır uzaklaşmasını seyretti. Bu kız gerçek olabilir miydi? Sahiden
kendisinden bu şekilde kurtulabileceğini mi sanıyordu? Şimdi gidip de dört ay sonra dönerse
geriye hiçbir şey kalmamış olacaktı. Jenny parasını havaya saçıyordu ve bırakırsa onunkini de
beraberinde kaybedeceğinden emindi. Bu, ordudaki işinden geriye kalan tek paraydı ve bu
kızın aptalca hayallerinin peşinden koşarken onun parasını da batırmasına izin vermeyecekti.
Mavi Gök u Kuzeybatı Pasifik ’in bir numaralı deniz uçağı servisine dönüştüreceğim.
Az daha yeniden gülecekti ki bunda gülünecek hiçbir şey olmadığını fark etti. Bu kızda
bir kuştaki kadar bile ticaret kafası yoktu.
Jenny’yi izlemeyi sürdürdüğü sırada kız tökezleyerek elinde tuttuğu ayakkabılardan birini
kayaların üzerinden kumlara düşürdü. Kumsala bu topuklularla gelmek de tam ona göre bir
şeydi doğrusu.
Kız ayakkabısını almak için eğilirken eteğin kalçası üzerinde gerilişine hayranlık
duymadan edemedi. Bu kalçanın üzerinde şöyle büyük, pofuduk bir tavşan kız kuyruğu
olduğunu hayal etmek hiç de zor değildi.
Bugüne kadar bir sürü muhteşem kadın görmüş olmasına karşın Jenny Beckinsale gibisi
yoktu. Belki ticari zekadan yoksundu ama vücudu gerçekten kusursuzdu.
88
Bir Aıitnı Sen Bir Adım Ben, Son Adını Aşk
Birçok erkeğin bu kızın ayaklarına kapanıp her isteğini yerine getirmeye çalışacağından
emindi, fakat kendisi bu erkeklerden biri değildi. Eskiden olsa, belki. Ama o zor yoldan da
olsa dersini almıştı ve o zamandan bu yana ona geçmişi unutturup bu şekilde
yaşayabileceğini, uyum sağlayabileceğini düşündüren, onu hayatlarının erkeği olduğuna
inandırmaya çalışan en güzel kadınların kurduğu en acayip tuzaldardan kaçmayı başarmıştı.
Şimdi onun için önemli olan tek bir şey vardı: Meksika.
Jenny patikadan yola çıkmak üzereydi. Jared ise öylece durmuş, bütün parasının kumlann
üzerinden kayarak kıvırta kıvırta, gidişine bakıyordu. Bu kıza ilişmeyeceğine dair kendine söz
vermişti. Bırak gitsin, demişti. Şu anda yapabileceği en kötü şey bu duruma takılıp kalmak
olacaktı.
Ama başka bir seçeneği var mıydı ki?
Kaltak.
Birden, hızla harekete geçip Jenny daha yola adımını atamadan önüne çıkıp onu durdurdu.
Kız onu karşısında bulunca gözleri bir anda fincan kadar açılmıştı. Yarın, sabah yedide ofiste
görüşürüz. Bir şey daha söyleyeyim, Ponpon Kuyruk, bir masaya ihtiyacım olacak.
89
5
Saklı Göl’de gece olmuştu. Jenny ön verandada oturmuş, ay ışığı altında parıldayan sulara
bakıyordu. Çoğu gece burada otururken içi başka hiçbir yerde bulamadığı bir huzurla dolar,
bu karanlık sessizlikteki göl ona parlak güneş ışığında hiç olmadığı kadar büyülü gelirdi.
Oysa bu gece o dinginlikten eser yoktu.
Rüzgar ağaçların yapraklarını hışırdatarak eserken, bacaklarını toplayıp büyükannesinin
onun için ördüğü yün battaniyeye sarınınca sallanan sandalyesi hafifçe sallandı. Çenesini
dizlerine yaslayıp hayatının kaçıncı keredir altüst olduğunu düşünmeye başladı.
Yarın, sabah yedide ofiste görüşürüz. Bir şey daha söyleyeyim, Ponpon Kuyruk. Bir
masaya ihtiyacım olacak.
Sol elindeki, hala çıkarmadığı elmas yüzüğe baktı. Ste-ven... Fakat bu defa çoğu gece
olduğu gibi onunla yaşadıkları bütün o hatıralara dalacağı yerde kafasına doluşan sorularla
boğuşmaya başladı. Steven neden ona bu borçtan bahsetmemişti acaba? Daha soruyu
bitirmeden, doğru sorunun
90
Bir Adını Sen, Bir Adını Ben, Son Adım Aşk
bu olmadığını anlayıverdi. Neden kendisine sormadım, demeliydi aslında. İşe dair bütün
dosyalara bakma, her türlü belgeyi inceleme hakkına sahipti. Mavi Gök’ün mali
yükümlülükleriyle ilgili tüm ayrıntıları öğrenmesini engelleyen hiçbir şey yoktu. Peki, ama
neden öğrenmemişti?
Çünkü her şeyi Steven’ın önüne itip bütün zor kararları ona bırakmak kolayına gelmişti.
Kağıt üzerinde eşit ortak olsalar da durum gerçekte öyle değildi ve şimdi bunu hazmetmek
biraz zor geliyordu. Steven da işlerin böyle yürümesinden yanaydı galiba. İkisi de bu şekilde
tercih etmişlerdi. Steven Mavi Gök’ü kurarken, o ikisi için bir hayat kuracaktı. Gerçi onun da
işe dair fikirleri vardı gerçi ama bütün dikkatini yakında olacaklara vermişti. Yakında
evleneceklerdi. Yakında bir aile kuracaklardı. Şimdi bu yakında o kadar uzak olmuştu ki, artık
ay kadar ulaşılmazdı.
Bir araba anayoldan sapıp evin yoluna girdi. Farları önce bahçeyi sonra gölün sakin
sularını aydınlatıp en nihayetinde söndü.
Başka bir zaman olsa Jenny gecenin bu vaktinde birinin gelmesine çok şaşırırdı ama
restoranda yaşananlardan sonra annesinin telefonlarını açmadığı için, aileden birinin çıkıp
gelmesinin an meselesi olduğunu biliyordu. Bilmediği tek şey kimin geldiğiydi. Ona sorsalar
babası derdi. Her zamanki barış elçisi.
Gelen babası değildi. Az sonra ablasının, evin merdivenlerinden çıktığını gördü. Veranda
neredeyse karanlıktı ama Anna'nın giyiminin kusursuzluğunu bu zayıf ışıkta bile
91
Kimberly Fisk
görebiliyordu. Günün on beş saatini bir hastanede geçirip yine de böyle moda dergilerinden
fırlamış gibi görünmeyi başarabilecek tek kişi Anna’ydı herhalde. Bir de annesi.
Anna yüksek topuklarını verandanın ahşap zemininde tıkırdatarak Jenny’ye doğru yaklaştı.
Hey, diye selam verdi Jenny. Sesinin gergin çıkmaması için aşırı derecede çaba göstermesi
gerekmişti.
Sadece bir gün için Anna olmanın, her şeye bu kadar kolayca kavuşan biri olmanın nasıl
hissettireceğini merak ediyordu. Evlilik. Kariyer. Çocuk. Anna’mn tek yapması gereken şey
istemekti; hepsi ayağına geliyordu.
Ablası gelip Jenny’nin yanında duran sandalyeye oturdu. Aralarında sadece küçük bir
sehpa ve birkaç adım varken Anna’nın yüzündeki hoşnutsuzluğu ve hayal kırıklığını görmek
çok da zor değildi. Merhaba, Jenny.
Jenny, Anna sorularına başlamak için fırsat bulamadan hemen ablasına dönüp, Aç mısın?
diye sordu. Konuyu An-na’nm buraya konuşmaya geldiği şeyden mümkün olduğunca uzağa
çekmek istiyordu. Ocağın üzerindeki tencerede bir şeyler var.
Yemek mi yaptın? Ablası sesindeki şaşkınlığı ve paniği gizlemeye çalışmıyordu bile.
Hazır çorba.
Tanrı’ya şükürler olsun, dedi Anna, neredeyse histerik bir dinsel coşku gösterisiyle. Senin
pişirdiğin bir yemeği son yiyişimde bir hafta hasta yatmıştım.
Bir hafta değildi. Sadece bir kız kardeş böyle bir şey
92
Bir Adını Sen, Bir Adını Ben, Son Adını Aşk
söyleyerek paçayı sıyırubilirdi.
Öyle olsun; dört gün.
Jenny istemeden güldü. Her aile toplantısında Jenny’nin ne kadar kötü bir aşçı olduğuna
dair şakalar yapmak bir gelenek halini almıştı. Kötü de ne kelime, korkunç. Aslında Steven'la
nişanlanana kadar yemek pişirme mevzusunu hiç kafaya takmamıştı ama nişandan sonra,
onun için mümkün olabilecek en mükemmel eş olmaya karar verdiğinden kendini yemek
pişirmeye adadı. İtfaiye arabasının eve üçüncü gelişinde yenilgiyi gönülsüzce kabul etmek
zorunda kalmış, yine de asla tamamen vazgeçmemişti. Zaman zaman cesaretini toplayıp yeni
bir deneme yapıyor, ama her seferinde aynı felaket sonuçla karşılaşıyordu. Bu biraz küçük
düşürücü bir durum olsa da en azından artık kendi kendine küçük düşüyordu.
Madem yemeğimi yemeyeceksin, sana bir bardak şarap koyayım. Bunu da berbat etmem
herhalde.
Anna gülümsedi. Bu harika olur.
Jenny eve girip birkaç dakika sonra bir şişe beyaz şarap ve bir kadehle geri geldi. Anna’nın
kadehini doldurdu.
Anna, Teşekkür ederim, derken, bir yandan da Jenny' nin aralarındaki küçük sehpada
duran, neredeyse boşalmış bardağını yeniden dolduruşunu seyrediyordu.
Jenny yerine otururken ablası, Zor bir gündü galiba? diyerek konuşmaya başladı.
Sormak zorunda mısın?
Hayır. Şarabından bir yudum aldı. Annem senin için
93
Kimberly Fisk
çok kaygılanıyor.
Kaygılanmasına gerek yok.
Büyü biraz Jenny, senin için o kadar çok kaygılanıyor ki, başka hiç kimseyi düşünecek
zaman bulamıyor.
Ablasının sesindeki sitemi ilk kez duyuyor olmasa da canı sıkıldı. Bu doğru değil.
Evet, doğru.
Jenny sessiz kaldı. Ne söylerse söylesin ablası bir hata bulacaktı. Üstelik bu kez gerçekten
bir hata vardı. Hakkında hiçbir şey bilmediği bir ortağı olmuştu. Hoş, bunu kime itiraf ederse
etsin zaten biraz gurur kırıcı bir şey olacaktı, ama mükemmel kız kardeşine söylemeyi
düşünemiyordu bile.
Diğer yandan, herhangi bir şey itiraf etmeye gerek kalmayacağının da farkındaydı. Annesi
ve ağabeyi sayesinde şu ana kadar bütün sülale hikayeyi baştan sona öğrenmiş olmalıydı.
Jenny şarabım yudumladı. Ablasının, Jared Worth'xm restorana girdiği andan beş dakika
öncesine kadar olan her şeyin bir özetini duymak istediğini biliyordu. Ama şimdi bütün o
utanç verici detayları yeniden düşünecek halde değildi. Bilmek istediği bir şey varsa sormak
zorunda kalacaktı.
Aralarındaki sıkıntılı sessizlik uzadıkça uzuyordu. Az ötelerinde küçük dalgalar ahşap
iskele ayaklarına çarpıyor, bir baykuş ötüyor, bir zamanlar çok yakın olan iki kız kardeşin
arasındaki mesafe giderek daha da açılıyordu.
Jenny, sadece yarım saatim var, dedi ablası sonunda.
O zaman git.
94
Bir Adım Sen, Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
Bunu yapamayacağımı biliyorsun.
Gidebilirdi, ama gitmeyecekti. Jenny yeniden battaniyesine sarındı. Ablasının biraz önceki
sözleri hala canını acıtıyordu. Küçük yeğenim nasıl? Son zamanlarda yeni bir dersten çaktı
mı?
Çaktığı filan yok.
Sizin evde B altı notların pek hoş karşılanmadığını duydum.
Asıl başarısızlık, potansiyelini ortaya koymayı reddetmektir. Cody bunu gayet iyi anlıyor.
Başarıya ulaşmak için küçük yaşlardan itibaren çok çalışmaya alışmak gerekir. Phil-lip’le ben
başka ne yapabilirdik? On beş-yirmi yaşma gelinceye kadar beklemeli miydik sence? Ablası
şimdi dosdoğru gözlerinin içine bakıyordu. Ya da yirmi beş?
Ben yirmi altı yaşındayım.
Ablasının gözleri her şeyi anlatıyordu.
Jenny’nin hemen çenesini kapayıp bu konuyu kapatması gerekiyordu. Çocuk yetiştirmek
hakkında ne bilirdi ki o? Diğer yandan, son zamanlarda yeğeninin küçük bir canavara
dönüşmekte olduğunu açıkça görüyordu. Üstelik görünüşe bakılırsa bu durumu ondan başka
fark eden biri yok gibiydi. Bu konuyu bir kez annesine açmaya çalışmıştı, ama annesi o kadar
çok üzülmüştü ki Jenny konuyu açtığına pişman olup derhal üstünü kapamıştı.
Cody’nin son maçına gittim, dedi Jenny. Annem onun ilk atıcı olacağını söylemişti ama
Cody orada değildi. Bir an için ablasının kafası karışmış gibi baktığını dü-
95
Kimberly Fısk
şündü ama Anna yine aynı küçümseyici tonda konuşmaya başlayınca hiç şaşırmadı.
Cody’nin okulu maçtan çok daha önemli, maça o yüzden gidemedi; ama ben seninle
oğlum hakkında tartışmak için gelmedim buraya. Bunu bal gibi biliyorsun. Konu sensin
Jenny. Seni ve senin işini konuşuyoruz. Başarı öylece, kendiliğinden gelen bir şey değildir.
Çok çalışmaya istekli olmalısın.
Çalışmaya istekli olmadığımı mı düşünüyorsun? Evet, dedi ablası acımasız bir dürüstlükle.
Öyle düşünüyorum.
Ablasının bu sözleri karşısında söyleyecek bir şeyler olmalıydı. Bir yanıtı olmalıydı, ama
yoktu.
Annem telefonlarını açmadığın için çok üzülüyor. Jenny biraz kuvvet bulma umuduyla
şarabından bir yudum daha alsa da bu hiç işe yaramadı.
Meşguldüm.
Ben de öyle duydum. Peki, kim bu Jared Worth? Eminim, Paul sana kim olduğunu detaylı
bir şekilde anlatmıştır.
Tabii ki anlattı, dedi Anna bir an bile düşünmeden. Jenny’nin hayatı, her zaman aile
içindeki en popüler sohbet konusu olmuştu. Ama senden duymak istiyorum. Söyleyecek bir
şey yok.
Ben pek öyle duymadım.
Buna eminim.
Yani Steven ve sen şirketi kurduğunuz zaman bu adam-
96
Bir Adım Sen, Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
daıı borç almıştınız, öyle mi?
Jenny gözlerini evin kapısına dikip içeri kaçmayı düşündü, ama ablası nasıl olsa
arkasından gelirdi. Ülkenin bir numaralı doğum uzmanlarından biri olmasını geride durma
alışkanlığına borçlu değildi tabii ki. Bütün bunların olabildiğince çabuk bitmesini umarak ona
istediğini vermeye karar verdi. Evet.
Ve adamla yaptığınız sözleşmenin bir maddesi onu işe ortak olma hakkını veriyordu, değil
mi?
Sessiz ortak, diye düzeltti Jenny, küçük bir tatmin duyarak.
Duruma bakılırsa, sanırım artık pek sessiz kalmıyor. O küçücük zafer duygusu da böylece
buharlaşıp gitti.
Evet, Jennifer, şimdi ne yapacaksın?
Jennifer. Sanki iki yaşındaymış gibi. Bu lanet şarap hiç etkilemeyecek miydi? Anna, bu
borcun varlığından daha yeni haberim oldu. Biı-iki gün düşünmeme izin vardır herhalde?
Ablası sallanan sandalyesine yeniden oturup bacak bacak üzerine attı. Senin sorunun bu,
Jenny. Düşünüyor ve bekliyorsun ama asla harekete geçmiyorsun. Bütün hayatım tribünde
oturarak yaşayamazsın.
Mavi Gök Havayolları gerçek bir iş, bir hobi değil. O zaman adamdan aldığınız borcu
ödeyecek paran vardır herhalde.
Olmadığını ikisi de biliyordu ama Anna, sırf Aıına olduğu için, bu konuyu iyice
vurgulamak istiyordu. Olacak, de-
97
Kimberly Fisk
di Jenny bütün inancını toplayarak.
Jenny, dedi ablası yumuşacık bir sesle. Mali durumun hiç de iyi değil. Annemle babam kaç
kere senin borçlarını...
Bu kez ödemeyecekler, diye Anna’nın sözünü kesti. İkinci el giyim mağazasının batışını,
neredeyse başlamadan biten kahve dükkanı macerasını ve bir dilekçeyi yanlış dosyaya
koyduğu için kaybettiği sekreterlik işini unutmuş değildi. Dilekçenin gecikmesinin faturası
hayli yüklü olmuştu. Mavi Gök farklı olacak. Üstelik parayı ödememe daha dört ay var.
Bankaya gidip Bay Howard’la görüştüm, her şey ayarlandı bile. Ona kazancımın yükseldiğini
gösterdiğimde bana yeni bir kredi verecek. Böylece Jared Worth'ün parasını iade edeceğim.
Bir yandan konuşuyor, bir yandan da sesinin gerçekte hissettiğinden daha inandırıcı çıkıyor
olması için dua ediyordu.
Jenny... Anna bu kez ne düşüneceğini bilemez gibi bakıyordu yüzüne.
Bu kez farklı, dedi kendinden emin bir şekilde. O değişmişti artık. En azından bir değişim
sürecindeydi. Daha güçlüydü. Kararlıydı.
Internet sitesi ne oldu? diye sordu bu kez Anna.
Jenny’nin sallanan sandalyesi aniden durdu. Nasıl oluyor da bu kadın, onun en zayıf
noktasını her seferinde şıp diye buluyordu? Yeni reklam planlarından ve düzenlediği hafta
sonu kaçamağı programından bahsetmek için sesini toparlamaya çalıştı ama boğazına bir şey
oturmuş gibiydi; konuşa-mıyordu. İnternet sitesi. Steveıv la birlikte düşünüp planla-
98
I
fiir Adım Sen, Hır Adım Hen, Son Adım Aşk
dıkları ve şimdi ayağına dolanan pek çok meseleden sadece biri.
İyi, dedi en sonunda konuşmayı başararak. Neyse ki Anna bu konuyu daha fazla deşmedi.
Paul’ün dediğine göre, yeni ortağın Steven’la aynı bir-liktenmiş.
Ailesi, Steven’m adını son yirmi dört saat içinde dokuz ay boyunca söylediklerinin
toplamından daha fazla tekrarlamıştı. Kazadan sonra, sanki sessiz bir anlaşma yapılmışçasına
ailesi, komşuları ve arkadaşları Steven’ın adını anmaktan kaçınır olmuşlardı. Steven diye biri
hiç var olmamış gibi yaparlarsa Jenny’nin de onu unutacağına ve acısının uçup gideceğine
inanmış gibi davranıyorlardı. Oysa Jenny unutmamıştı. Arabaya her binişinde, kolonyasını
her koklayışında ve kollarının arasında olmayı her hatırlayışında kalbi biraz daha kırılmıştı.
Bunu Steven’ı kaybettiği zaman öğrenmişti: Kalp bir kerede değil zamanla, biraz biraz ve her
seferinde acı vererek kırılıyordu, ta ki tamamen un ufak olup geriye hiçbir şey kal-mayıncaya
kadar. Jenny’nin elinden kalbinin bir an önce tamamen kırılıp dağılması için dua etmekten
başka bir şey gelmiyordu çünkü acı dayanamayacağı noktaya gelmişti.
Bir daha pilotlara bulaşmazsın sanıyordum. Steven’a benziyor mu?
Steven'a benziyor mit?
Bu soru Jenny’yi tamamen hazırlıksız yakalayınca afalladı. Güçlükle yutkunup nefes
almaya çalışarak, Hayır, dedi. Steven’a hiç benzemiyor.
99
Kimhcrly Fisk
Bir an için onu kaybetmenin acısı biraz hafifler gibi oldu ve Jenny onu zihninde bütün
açıklığıyla canlandırabildi. Onun o ferah gülümsemesini gördü, gülüşünü duydu ve kulağına
bir şey fısıldadığı zamanlardaki gibi nefesinin sıcaklığını hissetti. Steven gittikleri her yerde
hep ilgi odağı olurdu. O gümbür gümbür sesiyle şakalar yapar, herkesin dikkatini çekmeyi
bilirdi. Kum rengi saçları, yeşil gözleri ve herkesin hoşlandığı açık kişiliğiyle tipik bir
Amerikan pilotuydu. Onu en çok Jenny sevmişti.
'‘Jenny? Neye benziyor şu Jared, anlatsana? Annem son derece etkilenmiş görünüyordu.
Bilirsin ki onu etkilemek kolay değildir.
Jenny, Steven’ın hayalinden ayrılmak istemedi ama başaramadı. Steven solup giderken
yerine bambaşka bir adamın görüntüsü geldi. Bu yeni görüntüden kurtulmaya çalışsa da bu,
en az adamın kendisini yok saymak kadar nafile bir çabaydı.
İster istemez ablasının sorusuna bir yanıt aradı. Neye benziyordu?
Dürüstçe söyleyebilirdi ki onu tanımlayacak bir sözcük bulmakta zorlanıyordu. Kız
arkadaşları onu görmüş olsaydı onu üç sözcükle özetlerlerdi: sonsuz seks kaynağı.
Oysa Jenny’nin aklına sadece tek bir sözcük geliyordu: bozguncu.
Ona dair her şey asabını bozuyordu. Uzun boyluydu, gece gibi kapkara saçları vardı. Ve
gözleri... İçine biraz sıcak bir ton karışmış bir mavi. Ancak bunlar Jared'ı anlatmıyordu.
100
Bir Atlım Sen, Bir Atlım Ben, Son Atlım Aşk
Onda Jemıy’nin anlamlandıramadığı ve anlamlandırmak istemediği bir gaddarlık, o deri
ceketin altında ısmarlama bir takım elbiseymiş gibi kuşandığı bir güven vardı. Konuştuğu
zaman her bir sözcüğü sağlam bir kararlılıkla söylüyordu. Sanki başka bir çağdan geliyordu;
savaşçıların ülkelere hükmettiği, hayatta kalmanın güce ve kurnazlığa dayandığı bir çağdan.
Jared’la öyle bir çağda karşı karşıya gelmeyi hiç istemezdi doğrusu.
Şaka mı yapıyordu? Şimdi karşı karşıyaydılar ya işte.
Sırtından bir ürperti geçti. Onu sadece iki kere görmüş olmasına rağmen şundan adı gibi
emindi: O hep kendi bildiği yoldan giden biriydi ve şu anda Jenny onun seçmiş olduğu yolun
tam ortasında duruyordu.
Yarın, Jennifer.
Bir kez daha titredi. Şu ya da bu şekilde imkansızı başarmak zorundaydı. Bir yolunu bulup
Jared Worth'ü yolundan döndürmeliydi.
Ablasına bir kez daha bakıp söyleyebileceği tek şeyi söyledi: Hayır. Steven’a biraz bile
benzemiyor.
Jared tam anlamıyla kudurmuştu.
Keyifsiz, öfkeli ya da kızgın değildi. Bütün bu dereceleri gecenin üçünde tek tek aşmıştı.
Dün Jenny’ye o ültimatomu verirken başka bir seçeneği olmadığını biliyordu. Yatırımını
geri almanın tek yolu buydu. Tabii bütün bunlar, onun bu durumdan memnun olacağı an-
101
Ki m herlv Fisk
lamına gelmiyordu. Diğer yandan, karşısındaki bu ocak sayısı güzelinin ona hemen boyun
eğeceğini zannederek yanılmıştı. Madem teslim olmamıştı, o zaman onun için hazırladığı
cehennemin tadına bakması gerekecekti. Ve bu gerçekten benzersiz bir cehennem olacaktı.
Jared'ın öylece durup her sözüne uyacağını zannediyorsa bu fikrini hemen değiştirmesi
gerekecekti. Son on beş yıldır, üst rütbeli, dev gibi ya da sayıca üstün adamlar onun gözünü
korkutmaya çalışmışlardı ama o her seferinde galip gelmişti. Böyle küçük numaralarla onu alt
edeceğini sanıyorsa birinin onu biraz sarsarak uyandırması gerekiyordu.
Akşam vakti emlakçıyla yaptığı telefon konuşması aklına gelince sinir içinde homurdandı.
Biraz geciktirip zaman kazanmaya çalışacağım ama parayı bana olabildiğince çabuk
göndermeniz gerekiyor.
Dün akşam başka türlü geçmeliydi. Paranın gönderilmesi, anlaşmanın imzalanması
gerekiyordu. Bu kasabadan basıp gitmiş olması gerekiyordu. Bütün bunların yerine yapmak
zorunda kaldığı bu pazarlığa lanetler okuyarak bu lavanta kokulu cehennemin ortasında bir
gece daha geçirmişti. Düşündükçe delirecek gibi oluyordu.
Ortak. Bir ütopyaya saplanıp kalmış, turistlere hizmet veren bir taksi durağının ortağı
olmuştu. Salyangoz hızında geziler. Deniz uçağı kiralama servisi. Tanrım.
Hiç gerekmediği halde hızla sürüp yediye birkaç dakika kala Mavi Gök'e vardı. Motorun
homurtusu sakin ve sessiz gölün üzerinde yankılanırken gözüne takılan ilk şey rıhtımın
102
Bir Adım Sen, Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
sonuna bağlanmış o özenti uçak oldu. İkincisi de Corvette.
İçi iyice karardı.
Nasıl da aptalca para harcamışlardı böyle! Onun parasını.
Motorunu bir gün önce park ettiği yere bıraktı. Ortalık bir mayın tarlası kadar tenhaydı.
Henüz kimse kalkmamıştı. Kimse çalışmıyordu. Ona ödeyecek paralarının olmamasına
şaşmamalı. Patron o nefis kıçını öğlene kadar yataktan kaldıramazken, bu işin nasıl
yürüyeceğini düşünüyordu ki? Kendi kendine mi?
Gördüğü her şeyden nefret ederek hangara yöneldi. Bir an için eve gidip uyuyan güzel
kalkıncaya kadar kapıyı yumruklamayı düşünmüş ama iki sebepten dolayı bu fikirden hemen
vazgeçmişti: Birincisi, kızın uyanacağından emin değildi. İkincisi, şu an o kadar sinirliydi ki
kimseyle karşılaşmak istemiyordu.
Dünkü ziyaretinde ofisin hangarın diğer ucunda olduğunu anlamıştı. Karanlık bir mağarayı
andıran hangarın içinde yürürken adımları beton zeminde gürültüyle çınladı. Ofisin kapısı
kilitli değildi. Sürpriz. İçeri girip ışıkları yaktı ve etrafına bakınmaya başladı.
Bir küftir daha salladı. Ne beklediğini bilmiyordu ama karşısındaki manzara her türlü
kabusundan daha kötüydü.
Kutular, kağıt tomarları, dergiler ve -Tanrım- giysi yığınları odayı tıklım tıklım
doldurmuştu. Yığının boyutları inanılmazdı. Masa bir sürü pislikten oluşan bir dağın altında
kalmıştı. Tam bir felaketti.
103
Kimberly Fisk
Başım salladı. Bu keşmekeşin içinde nasıl çalışıyorlardı
ki?
Cevap basitti; çalışmıyorlardı.
Karmaşayı görmezden gelip bu çöp tenekesinin ardında gizlenen ofisi görmeye çalıştı.
Neticede, hiç de fena bir yer değildi. Öncelikle geniş ve aydınlıktı. Kapının karşısındaki
duvara oldukça pahalı görünen L şeklinde bir çalışma masası konmuştu. Masanın üzerinde
göl manzarasına açılan iki büyük pencere vardı. Göl, sabahın bu saatinde bile sakin bir
mavilikle tatlı tatlı parıldıyordu.
Diğer yanda kahverengi deri bir kanepe ve iki koltuk vardı, rahat bir oturma alanı
oluşturuyorlardı ama üzerleri ofisin geri kalanı gibi tam bir pislik yığınıyla kaplanmıştı.
Bir çift yüksek topuklu ayakkabıya ve boş bir kutuya takılıp tökezleyerek diğer yanda
duran dosya dolabına ulaştı ve dolabın neredeyse boş durduğunu anlamak için şöyle bir
bakması yeterli oldu. Durum bu kadar ümitsiz olmasaydı gülebi-lirdi.
Tanrı aşkına, Steven, akim neredeydi? Ama arkadaşının aklının nerede olduğunu çok iyi
biliyordu. Bir çift gök mavisi göze ve uzun bacaklara takılmış olmalıydı. Bir adamı ofisin
temizlenip temizlenmediğine ya da dosyalamaların yapılıp yapılmadığına aldırış etmeyecek
kadar yoldan çıkarabilecek denli güzel kıvrımları olan bir vücuda.
Jenny’nin bu ortaklığa farklı bir şekilde katkıda bulunduğu açıktı. Aslında ona bu kadar
sövmeseydi kızın bu yeteneklerinin tadına bakmaya itirazı olmazdı.
104
Bir Adım Sen, Bir Adım Ben, Son Adım A şk
Dün gece aklından geçenleri hatırladı. İçinden bir ses basıp gitmesini, her şeye boş verip
bu harabeden derhal uzaklaşmasını söylüyordu ama o hiçbir zaman kolay yolu seçen biri
olmamıştı. Ayrıca o parayı bırakmaya da hiç niyeti yoktu. Üstelik, buradan gitmesi kızı çok
mutlu ederdi ve onu mutlu etmek de planlarına dahil değildi.
Aslında bunun tam tersini hedefliyordu. Dün gece bir aralık bir şey fark etmişti; kız
muhtemelen ona inanmamıştı. Ancak gerçekten buradan çekip gideceğini düşündüyse Jared‘ı
fazlasıyla hafife almış demekti. Onun kitabında blöf yapmak yoktu. İki gün veriyordu ona...
Hadi, üç olsun. Üç gün sonra annesiyle babasına koşup Jared’a parasını vermeleri için
yalvaracaktı.
Bu düşünceyle rahatlayıp işe koyuldu. Bir kağıt yığınının altına gömülmüş küçük bir
masanın üzerinde bir kahve demliği ve bir kutu kahve buldu. Demliği banyo lavabosunda
yıkadı. Az sonra taze demlenmiş kahvenin kokusu bütün odayı kaplamıştı.
Kafeinin de yardımıyla etrafı toplamaya başlayarak önceliği masaya verdi. Hiç durmadan
çalışıp üzerindeki tomar tomar kağıdı ve başka bir sürü nesneyi sınıflandırmaya girişti. Çoğu
çöpten ibaretti. Bazı kağıtların dosyalanması gerekiyordu. Bazılarının işle hiçbir alakası
yoktu. Bazı belgeleri koymak için dolabı açınca dolabın içinde acınacak kadar az sayıda
dosyayla karşılaştı. Meraklanıp dosyaları çıkardı. İçlerinde ne olduğuna şöyle bir bakınca
bunların şirket için hazırlanmış pazarlama strateji raporları olduğunu gördü. Yanılmıyorsa bir
ka-
105
Kimherly Fisk
dinin elyazısıydı. Jenny’nin tabii ki. Yazıları okudukça gerçekten sağlam birkaç fikir görüp
şaşkınlığa düştü. Vay, vay, vay... Ponpon Kuyruk'ta başka yetenekler de vardı demek.
Toplayıp düzenlediği belgelerle birlikte dosyaları da dolaba geri koyup kapağını kapadı.
Görünen o ki kağıtlara düzgünce yazılan bu stratejilerden hiçbiri uygulamamıştı. Neden
dolayı durmuşlardı acaba?
Hangarın beton zemininde yankılanan ayak seslerini duyduğunda neredeyse üç saattir
çalışıyordu. Birkaç dakika sonra Jenny içeri girdi.
Jared başını kaldırıp baktı. Tanrım, çok güzeldi. Lanet olsun, gerçekten çok güzeldi ve
açıkça akşamdan kalmaydı.
Girer girmez, Sen ne yaptığını sanıyorsun burada? diye gürledi.
Sana da günaydın.
İnan bana, hiç de aydın bir gün değil. Saçlarını toplayıp atkuyruğu yaptı. Şimdi başının
her hareketinde saçları altın bir bayrak gibi bir oraya bir buraya salınıyordu.
Öfkeli olduğu açıkça görünüyordu. Jared da karşılık verdi. O kadar uzun zamandır yalnız
başına kızgın kızgın oturuyordu ki, bu konuda bir arkadaş bulduğu için neredeyse sevinmişti.
Çalışıyorum. Bunu anlayamamış olmana hiç şaşırma- j dım.
Kız ona bakarken gözlerinden alevler çıkıyordu. Git buradan.
Memnuniyetle. Sen bana paramı verir vermez gideceğim.
106
ı
Bir Adım Sen. Bir Adını Ben, Son Adım Aşk
Şu anda sana verecek param olmadığını biliyorsun. İhtiyatla geriye yaslanıp ayaklarım
masanın, tertemiz masanın kenarına yaslayarak kollarını başının gerisine attı. O zaman
sanırım kalmak zorundayım.
Senin birliğine dönmen gerekmiyor mu?
Hayır, aslına bakarsan bir sürü zamanım var. Acı gerçek buydu işte. Gideceği bir yer
yoktu. Hiçbir yerde olması gerekmiyordu. Tek bir soruşturmayla bütün hayatını almışlardı
ellerinden.
Jenny onun patron pozuna şöyle bir baktı. Jared onun kendisini dışarı atmak için can
attığına yemin edebilirdi. Yürütmem gereken bir iş var. Sen ayağıma dolanırken işimi nasıl
yapabilirim sence?
İnan bana, bu çöplükte kimse iş filan yapmıyor. Benim ofisim...
Bir hafriyat alanına benziyor. Ayaklarını yere indirdi. Bu Titanic işletmesi saat kaçta
açılıyor acaba, sorabilir miyim?
Jenny’nin yüzü darmadağın oldu. Esnek çalışma saatlerimiz var.
Jared bir kahkahayla karşılık verdi. Şuna, olmayan çalışma saatleri, diyelim istersen. Dün
gördüğüm adam nerede? Hani şu uçağın bakımını yapan... neden burada değil? Bugün
Zeke’nin izin günü.
Ah, tabii. İzin günü... dedi iğneleyici bir sesle.
İşimi nasıl idare ettiğim seni hiç ilgilendirmez. Nedense, ben bunların, uzanıp orada
bulduğu bir deste
107
Kimberly Fisk
dergiyi eline aldı, pek işle ilgili olduklarını düşünmüyorum; ama gerçekten çok sürükleyici
makaleler var. Altını çizdiğin için teşekkürler.
Bana ver onları.
Kızın yüzü pespembe olmuştu.
Jenny dergileri yakalamak için bir hamle yaptıysa da Jared onu kolayca savuşturdu.
Müşterilerin buraya ‘Tüyleri Almak İçin Beş Tüyo’ aradıkları için geldiklerini
sanmıyorum, dedi dergilerden birinin kapağına bakarak. Ya da ‘Altı Haftada Mükemmel Bir
Vücut’ için. Parmağıyla makalenin başlığını işaret etti.
Jenny dergileri yakaladığında bu kez almasına izin verdi. Her işyerinde dergiler olur.
Hanımefendi, burası bir işyeri değil. Burası bir çöplük. Kızın çaresizce kıvranmasını
zevkle izleyerek koltuğuna yaslandı. Bu çöplüğü düzenlemekle geçirdiği bu birkaç zorlu
saatin sonunda etraf biraz toplanmıştı. Ama merak ediyorsan söyleyeyim, kesinlikle işe
yaramış.
Jenny elindeki dergileri göğsüne bastırıp Jared Tn yüzüne endişeyle baktı. İşe yarayan ne?
Altı hafta. Gözlerini Jenny’nin vücudunda gezdirip Tanrı vergisi güzelliğinin her yanma
uzun uzun, hayranlıkla baktı. Kesinlikle mükemmel, Ponpon Kuyruk, bunu rahatlıkla
söyleyebilirim.
Jenny’nin yüzü bu kez kıpkırmızı kesildi. Bana sakın öyle deme.
Ve diğer konuda yardım istersen bana söyle. Bu sivil
108
Bir Adım Sen, Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
görev için seve seve gönüllü olabilirim.
Jenny’nin bu soruyu sormamak için nasıl çırpındığını izledi ama en sonunda merakı galip
gelmişti: Hangi konu bu?
O daha ne olduğunu anlayamadan Jared uzanıp Jenny’ nin kucağındaki dergilerden birini
çekiverdi. İşte, kapağında market rafında dururken dikkat çekmesine yetecek kadar büyük
harflerle şöyle yazıyordu: Onu Çılgına Çevirecek On Pozisyon. İnan bana, tatlım, bu
gerçekten unutamayacağın bir gece olur.
w-
Aklım kaçırmışsın sen.
Jared kıza, hatırlayamadığı kadar çok yatak odasmm kapısını açmasına yardım eden türden
bir gülümsemeyle baktı.
Kaçık, dedi Jenny yine. Kollarını göğsünün altmda kavuşturunca bluzunun V yakası açılıp
göğüslerinin üst tarafını gözler önüne sermiş oldu. Giyiminde hiç de seksi bir şey yoktu ama
vücudu söz dinlemiyordu.
Tanrım, nesi vardı böyle? Kendini bildi bileli cinsel şakalar yapardı, hatta çok daha açık
saçıklannı... Bu kızda farklı bir şey vardı. Ona söylediği her şey bir bumerang gibi geri dönüp
kendisine çarpıyordu sanki. Onu zıvanadan çıkarıyor, aklına olmadık şeyler getiriyordu.
Gitmeden önce...
Bir yere gittiğim yok, diye sözünü kesti Jenııy.
Jared’ın yüzündeki gülümseme donup kaldı. Hakkını vermek lazım, zorlu bir kızdı. Yine
de yeterince değil.
Gitmeden önce sana bir şey vereceğim.
Bana verebileceğin hiçbir şey yok.
109
Kimbcrly Fi.sk
Yüzündeki sırıtışı saklayarak masanın alt çekmecesini açtı. Çekmecenin içi bir sürü
saçmalıkla doluydu. Kadın saçmalığı. Makyaj malzemesi. Ojeler. Üzerinde Oje Sökücü
yazan, iğrenç kokan plastik bir şişe ve daha bir sürü saçma sapan şey. Çekmeceyi tamamen
çıkarıp önceden hazırladığı boş bir kutunun içine devirdi. Küçük cam şişeler birbirlerine
çarparak şangırdadılar.
Jenny onun ne yaptığını anlayıncaya kadar her şey olup bitmişti. Onu durdurmaya
çalışırken kutuyu çekince oje şişeleri yere saçıldılar. Ne yapıyorsun? Bunu yapmaya hakkın
yok.
Hanımefendi, bana paramı verdiğiniz güne kadar her şeyi yapmaya hakkım var. Şu andan
itibaren kişisel pisliklerimizi ofiste tutmayacağız. Ha, bir şey daha... Önündeki not defterinden
bir sayfa koparıp Jenny’ye uzattı. Burayı adam etmek için ihtiyaç duyduklarımın bir listesini
çıkardım. Aynca bana öğle yemeğimi getirirken ekmeğin beyaz olmasına dikkat et. O tam
buğday unu pisliğini istemem.
Cehenneme kadar yolun var. Kutuyu da listeyi de orada öylece bırakıp çıktı.
Jared onun gidişini yüzünde bir gülümsemeyle izledi. Çocuğun elinden şekerini almak
kadar kolay olmuştu bu iş. Yarın bu vakitlerde annesiyle babasına yalvarıyor olacaktı.
Jenny ön kapıyı arkasından çarparak kapadığı anda bunu yaptığına derhal pişman oldu.
Başını tutarak inledi. Dün gece
110
Bir Adım Sen, Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
o bir şişe şarabı içmemeliydi. Bunun yardımı olabileceğini düşünerek aptallık etmişti. Jared’ı
aklından çıkarmasına, ablasıyla başa çıkmasına ve uyumasına yardım edeceğini sanmıştı.
Bunların hiçbirine bir faydası dokunmamıştı. Bütün bir geceyi karanlık ve acı verecek kadar
sessiz bir evde dolanıp unutmaya çalışarak geçirmişti.
Steven’m ölümünden sonraki zamanlarda uyuyup bir daha uyanmamayı istediği bir
döneme girmişti. Artık bunu o kadar sık düşünmüyor olsa bile geceleri kendini uykunun o
tatlı unutuşuna bırakmaya can atıyordu. Çoğu gün kendine günün sonunda yeniden uyuyup
unutacağı sözünü vererek yataktan kalkabilmeyi başarıyordu. Birkaç saat için bile olsa.
Oysa dün gece Jared bu küçük rahatlığı bile ondan çalmıştı. Onun yüzünden şafak sökene
kadar gözüne uyku girmemişti. Adamın gelişini de bu yüzden duymamıştı tabii ki. Ofiste
kendi kendine kaç saat geçirmişti acaba? Etraftaki acayip değişime bakılırsa en az iki saat
olmalı, diye düşündü.
Atkuyruğunu çözüp ağrıyan kafa derisini ovarak migren ilacını aramaya başladı. Kutuyu
mutfakta bulup iki hap birden yuttuktan sonra lavaboya yaslanarak gözlerini yumdu. Tanrım,
ne bozgun ama. Nasıl berbat, tarifsiz bir bozgun. Ofisten kaçmakla ödleklik etmişti; ne çare ki
orada bir saniye daha durması mümkün değildi.
Steven’m sandalyesine oturup Steven’m masasına yaslandı ve Jared’ın görüntüsünü
zihninden silmeye çalıştı.
Bu hiç adil değildi. Herkes ona acının zamanla silineceğini, bir süre sonra o kadar derinden
hissetmeyeceğini söyle-
111
Kimberh Fi.sk
mişti. Yanılıyorlardı, acı hiç geçmemişti. Haftalar ve aylar işkence gibi gelen bir yavaşlıkla
ilerlerken Jenny bir günü daha geçirmek için herkesin kendine göre bir yol bulduğunu fark
etti. Jenny’nin seçtiği yol, ona Steven T anımsatan yerlerden ve insanlardan uzak durmak
oldu.
Ofiste çalışamadığını anlamak pek fazla zamanını almamıştı. Ne yana baksa onu
görüyordu. Eline ne geçerse içeri yığıp kapısını kapadı. İşleri evin ön odasında yürütüyordu
anık, ne olursa olsun eski ofise uğramıyordu. Ancak şimdi bu çabası onu varalı ve savunmasız
bırakmıştı.
Gözleri yaşlarla doldu ve bu, başının daha da fena zonklamasına sebep oldu. Lanet olsun
şu herife. Mesele ofis filan değildi. Mesele bu adamdı. Kendini kandırmasına gerek yoktu.
w- w »
Onu böyle paramparça bırakan şey JaredTn yaptıkları değildi, ama kendini böyle paramparça
hissettiren şey kesinlikle oydu.
Vücuduna nasıl pervasız bir cesaretle baktığını hatırlayınca kan beynine sıçradı.
inan bana, tatlım, bu gerçekten unutamayacağın bir gece
olur.
Bu sözleri söylerken gözlerinin nasıl parıldadığını hatırlayınca bir an için nefesi kesildi.
Neredeyse istekle bakmıştı ona. Ama hayır, herhalde yanılıyonmulur. diye düşündü
kırgınlıkla. O hiçbir zaman bir erkeğin içinde isteğe benzer bir şey uyandırmayı
başaramamıştı. Steven'da bile.
Birden bu düşünce ona bir ihanet gibi geldi ve büyük bir utançla kıvrandı. Steven Ta
arasında olan -ya da olmayan-şeylerin bununla hiçbir ilgisi yoktu. Nasıl oluyordu da Jared
Hir Adını Sen, Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
Worth denen bu herif unutmaya çalıştığı her şeyi bir günden daha az bir sürede böyle tek tek
aklına getirmeyi başarabiliyordu? Bu düşünce onu her şeyden fazla korkuttu.
Ne olursa olsun bir şeylerle meşgul olmak için musluğu açıp elini yavaşça akan suyun
altında tutarak sıcak suyun yıllanmış tesisatı geçip musluğa ulaşmasını bekledi. Yıllarca
beklemiş gibi hissetmeye başladığında soğuk su yavaşça ılındı. Önceki geceden kalan şarap
kadehleriyle bir iki bulaşığı daha lavaboya koyup yıkamaya başladı. Bu iş de bitince bulaşık
süngerini durulayıp zaten temiz olan tezgahın üstünü bir kez daha silmeye başladı. Daha
tezgahın köşesinde duran ekmek kızartıcısına ulaşmamıştı ki birden durdu.
Ekmeğin beyaz olmasına dikkat et. O tam buğday' unu pisliğini istemem.
Dudağının kenarında keyifsiz bir sırıtış belirdi. Ona bir sandviç yapsa bu gerçekten işe
yarayabilirdi aslında. Şimdiye kadarki performansı göz önüne alınırsa midesinin bozulacağına
emin olabilirdi. Oysa Jared’ı hasta etmenin o tatlı hayali bile harekete geçiremedi Jenny’yi.
Onun da bazı sınırları vardı sonuçta; son karşılaşmalarından sonra değil böyle bir panteri, bir
kanişle bile karşılaşacak gücü yoktu.
Çalan telefonun sesiyle irkildi. Mutfak bezini bırakıp kimin aradığına bakıp sızlandı.
Harika. Kusursuz berbatlıkta bir sabah için mükemmel bir final. İlaç kutusuna gözucuyla
bakıp daha kaç tane içilebildiğini merak etti. Selam, anne.
Jennifer.
Tek bir kelimeye bu kadar suçlama sığdırabilmek gerçek
113
Kimberly Fisk
bir hünerdi.
Sana bir türlü ulaşamadığım için endişelenmeye başlamıştım.
Şu anda yeni bir atışmaya hazır olmadığından zarafetle boyun eğdi. Üzgünüm, anne, seni
aramam gerekirdi.
Bu özür annesini hemen yatıştırdı. Çok iyi olurdu, canım. Neyse, meşgul olduğunu
biliyorum. Annesi bir süre sessiz kaldı. Boşluğu Jenny’nin doldurmasını bekler gibiydi. Jenny
oltaya gelmeyince kendisi devam etmek zorunda kaldı. Bu geceki programı hatırlatmak için
aramıştım. Unutmadın değil mi?
Bu gece... Bu gece... Son günlerde yaşadıklarım sanki zihinsel bir kataloğun sayfalarını
çevirir gibi bir bir gözden geçirdi. Bir süre çabaladıktan sonra tam yenilgisini açıklamak
üzereyken, Babamın doğum günü partisi, diye bağırdı. Tabii ki unutmadım.
Saat yedide yemeğe otururuz, diye düşündüm. Çok bir şey yok, baban yeni mangalını
denemek istiyor.
Yedide. Sorun değil. Ha, anne, pasta konusunu düşünme. Babama sürpriz olsun diye bu
sene pastasını ben yaptım. Telefonun diğer ucunda kısa ama dehşet yüklü bir sessizlik oldu.
Bu sabah olanlar yüzünden birazcık gülmek istemişti. Anne, şaka yapıyorum. Yedide gelirim.
Harika. Ah, şey... Jennifer?
Efendim?
Yeni ortağını da mutlaka bekliyoruz.
114
6
Jenny eve dönüp arabayı park ettiğinde saat on biri geçiyordu. Anahtarları eline aldı. Tam
arabanın kapısını açıyordu ki durup kendini yeniden Corvette’in yumuşak deri koltuğuna
bırakarak iç çekti. Kendini tamamen tükenmiş hissediyordu. Uykusuz geceler, Jared’la boğaz
boğaza gelmek, sonra da ailesinin dört saat süren sorgusuna maruz kalmak içindeki bütün
gücü emmişti sanki. Bu gece katlanmak zorunda kaldığı şeyin yanında İspanyol Engizisyonu
parkta bir gezinti gibi kalırdı.
Annesinin Jared’ı doğum günü partisine davet etmesini es geçmenin yüksek bir bedeli
olacağını tabii ki biliyordu, ama zorunlu olmadıkça o adamla bir dakika bile yan yana
durmaya katlanamazdı. Yarın onu yine görecek olmak bile fazla geliyordu.
Açıkçası, belki de gelmez, diye avutuyordu kendini. Yarın cumartesiydi ama içinden bir
ses onun da burada olacağını söylüyordu. Bu sabahki görüşmelerinde Jenny’nin zaten
sallantıda olan hayatını biraz daha sarsmaktan ne kadar keyif
115
Kim herly Fisk
aldığım açıkça belli etmişti.
Bir kez daha içi çekti. Bütün öğleden sonra düşünceleri Jared’ın çevresinde dönüp
durmuştu. Bir ödlek gibi kaçmış olmayı kendine yakıştıramıyordu. Onu ofiste bulduğu zaman
göstermiş olduğu tepkiden gurur duymuyordu tabii; bunu bir daha yapmayacaktı. Yarın
sabaha kadar oturup ona nasıl bir tavırla yaklaşacağını düşünecekti. Uykusuzluk bazen çok işe
yarıyordu doğrusu, en azından düşünmek için bol bol zamanı vardı.
Çantasını ve annesinin ısrarla verdiği bu geceki ziyafetten kalan yiyeceklerin paketlerini
alıp arabadan çıktı. Her zamanki gibi ilk baktığı şey göl oldu. Gölün bu geç saatte, ay
parlamıyorken göz alabildiğine uzanan siyah bir kumaştan farkı yoktu. Yine de sadece orada
olduğunu bilmek bile iyi geliyordu Jenny’ye. Gecenin sessizliğinde suyun usulca rıhtımı
yaladığını duyabiliyordu.
Eve yöneldi. Bir şeylerin ters gittiğini anladığında yolu çoktan yarılamıştı bile.
Verandanın ışıkları açıktı.
Başka insanlar için bu zaten olması gereken bir şeydi ama Jenny akşamları evden çıkarken
verandanın ışıklarını açık bırakmayı asla akıl edemezdi. Hatta bu yüzden ailesinden de
Steven’dan da bir sürü fırça yemişti.
Paniğe kapıldı. Eve dönüp verandanın ışıklarını açık bulduğu son seferinde annesiyle
babası onu içeride bekliyorlardı.
Çok üzgünüz... diye başlamıştı babası ve sözü anne-
116
Bir Adım Sen, Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
sinin yürek dağlayan hıçkırıklarıyla kesilmişti.
Ne oldu? diye sormuştu Jenny merakla.
Bir kaza olmuş.
Kim? Paul demeyin sakın. Arına mı? Yoksa... Steven, demişti babası elini ona uzatarak.
Jenny gözlerini babasının ona uzanan ellerine dikip duyduklarına inanmayı reddederek
başını sallıyordu. Babasının kollarından sıyrılıp zihnini söylediklerine tamamen kapadı.
Annesi ağlıyordu. Berbat bir kabusun içine düşmüştü sanki; bir türlü uyanamıyordu. En
sonunda anladı. Dönüp arabasına doğru koşmaya başladı. Gidelim. Hangi hastane olduğunu
söyleyin.
Annesinin hıçkırıkları daha da yükseldi.
Babası arkasından yetişip onu durdurdu. Kollarının arasına alıp sıkıca sarıldı. Tatlım, onu
kaybettik.
Bundan sonrasına dair pek bir şey hatırlamıyordu. Yığılıp kaldığını, babasının onu koltuğa
taşıdığını daha sonra anlattıklarından biliyordu. Annesiyle babası onu yatıştırmaya
çalışmışlardı. Bütün hatırladığı, Sürücü sarhoşmuş, ya da. Hiç acı çekmemiş, gibi bazı cümle
parçalarıydı. O gece dehşet verici bir şey öğrendi; acının da dereceleri vardı. Bazı kederleri
kalbinizin bir köşesine koyabiliyordunuz. Orada acı vermeye devam ediyordu ve siz hep daha
öncesinin özlemini duyuyordunuz, ama yaşayabiliyordunuz da. Bir bütün olarak kalıyordunuz
fakat bazı acılar vardı ki sizi mahvediyordu. Kendim dediğiniz o şeyden geriye sadece boş bir
kabuk kalıyordu. O geceden önce her şeye sahipti Jenny. Acının da-
117
Kimber/y Fisk
yanılmaz hale geldiği bazı gecelerde kendisine şanslı olduğunu söylüyordu hala; bazı insanlar,
onun bir zamanlar sahip olduğu mutluluğu hiç tatmadan ölüyorlardı. Ve bazı geceler bu
söylediklerine inanıyordu da.
Bu korkunç haberi getirenin neden annesiyle babası olduğunu günler sonra anladı.
StevenTn ehliyetinde iletişim adresi olarak tabii ki Jenny’nin değil kendi annesiyle babası-
nınki kayıtlıydı. Polis haberi vermek için onların evine gitmişti. Jenny’nin annesiyle babasını
arayan da onlardı. Haberi duyduğunda yalnız olmasını istememişlerdi. Steven’la ortak bir
hayat kurmaya başlamış olsalar bile henüz evlenmemişlerdi. Jenny bir eş değil yalnızca bir
nişanlıydı onlara göre. Steven ona aitti, ama sadece bir dereceye kadar.
Bütün bunları anımsayınca kahrolmuştu şimdi. Evin duvarına yaslanıp titremesini
durdurmaya çalıştı. Yaşamak zorundaydı. Arabaya binip gitseydi... Ama nereye gidecekti ki?
Kötü haberlerden kaçış yoktu. Bunu olabilecek en zor yoldan öğrenmişti.
Derin bir nefes alıp gücünü toplayarak ön kapıya doğru yürüdükten sonra kapıyı açıp
içeriyi dinledi. Önce hiçbir şey duymasa da az sonra evin arka tarafından gelen bir mırıltı
olduğunu fark etti. Birden midesi düğümlendi; içinde yükselen korkuyu hissedebiliyordu. Bir
kez daha olmasın. Lütfen. Bir kez daha olmasın.
Mutfağa yürüdükçe sesler yükseldi ve gümüşümsü bir ışığın titreştiğini görür gibi oldu. O
zaman rahatladı.
Televizyon.
118
Bir Adım Sen, Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
Çıkarken televizyonu kapamayı unutmuş olmalıydı ve her nasılsa verandanın ışıklarını
yanık bırakmayı da hatırlamıştı. Oturma odasına girdi. Ve o anda koltuktan birisi kalktı.
Tanıyamadığı biri.
Çığlık atarak elindeki her şeyi adamın üzerine fırlattıktan sonra koridordan gerisingeri
koşmaya başladı. Bütün düşünebildiği, ön kapıdan dışarı çıkmaktı.
Az daha başarıyordu. Kapıya bir adım kalmıştı ki, bir el uzanıp omzunu bir kıskaç gibi
kavradı.
Bir çığlık daha attı ve bir anda içindeki Oprah uyanıverdi: Jujitsu’da siyah kuşağım var
benim.
Önce göze miydi yoksa ayağa mı? Hay Allah, bir türlü hatırlayamıyordu.
Tabii tabii, dedi tanıdık bir ses. Ben de balerinim zaten.
Jenny dönüp adama bakarken neyle karşılaşacağını anlamıştı zaten: Bir doksanlık sonsuz
seks kaynağı. Bir yabancıyla karşılaşmayı tercih ederdi. Kalbi bir sinekkuşununki kadar hızla
atıyordu. Polis çağıracağım. Bir eve zorla girmek suçtur.
Jared duvara yaslanıp kollarını göğsünde kavuşturdu. Siyah tişörtü düzgün, yapılı
kaslarının üzerinde geriliyordu. Zorla filan girmedim. Sen hiç kilit diye bir şey duydun mu?
Kalbi hala hızla çarpıyordu. Korkmuş olduğundan mı yoksa ona bu kadar yakın durduğu
için mi diye düşünmek bile istemedi. Saklı Göl’de kimse kapısını kilitlemez.
Tabii ki kilitlemezler.
119
Kimberly Fisk
Burada olmaktan hoşlanmıyorsan gidersin. Memnuniyetle. Sen bana ...
Bir daha para lafı edersen bas bas bağırırım.
Kadın nüfusunun muhtemelen yarısını fethetmiş çarpık bir gülümsemeyle baktı. Bunu iki
kere yaptın zaten.
Hiç komik değilsin.
İnan bana, Ponpon Kuyruk, komik olmaya çalışmıyorum.
Ona-bir kez daha- kendisine bu şekilde hitap etmemesini söylemeyi düşündü ama bunun
hiç işe yaramayacağını biliyordu. Ayrıca bunun kendisini sinir edeceğini bildiği için söyleyip
durduğundan da emindi. Sessiz kalıp yeniden mutfağa gitti ve telefonu eline aldı.
Jared tam arkasında duruyordu. Peşinden geldiğini fark etmemişti bile.
Bu son şansın, dedi. Git yoksa polis çağıracağım. Onlara ne diyeceksin? Davetli bir
misafiri kapının önüne koymak istediğini mi?
Bu, 91 l’i aramasına değecek kadar ciddi bir mesele miydi yoksa şerifin numarasını mı
çevirmeliydi? Davetli mi? Hiç sanmıyorum. Yüzüne bakıp bekledi. Gidiyor musun? Hayır.
Polisi aramakla tehdit edilmekten hiç etkilenmemiş gibi görünüyordu. Herhalde başı o
kadar çok belaya girmişti ki, siciline küçük bir çizik daha eklenmesi hiçbir şeyi değiştirmezdi.
Bir kez daha düşününce kardeşini aramanın daha iyi bir
120
Hır Adım Sen, Hir Adım Hen, Son Adım Aşk
fikir olduğuna karar verdi. Bütün gece bir ortağının olmasının ne kadar harika bir şey
olduğunu dinlemek zorunda kalmıştı. Onun bu denli tehlikeli biri olduğunu duyunca bakış
açılarını yeniden değerlendirmek zorunda kalacaklardı.
Paul’ün numarasını çevirdi. Meşgul çaldı.
Bugün tek bir şey bile yolunda gitmeyecek miydi yani? Tek bir şey!
Şansın yok galiba?
Bu fazla iyi görünen surattan o ukala sırıtışı silmek için can atıyordu. Bu son şansın.
Tatlım, bana yüz şans daha versen bile yerimden kımıldamayacağım.
Evet, duyduğuma göre nezarethanemiz oldukça rahatmış.
Jared etrafında yavaşça dönerken sürdüğü kolonyanın belli belirsiz esintisini duydu.
Gerçekten güzel bir kokuydu. Şişelenmiş bir kolonyadan daha fazlasıydı sanki... Güneş
altında ısınmış toprak ve suyun üzerinden gelen meltemin karışımı gibi bir şeydi. Bir erkeğe
bu kadar yakın durmayalı ne kadar zaman olmuştu acaba?
Jared rahatça oturma odasına geçtikten sonra koltuğa yayılıp kumandayı eline alırken
Jenny, yanındaki sehpada açık duran bira şişesini fark etti.
İnanılır gibi değil.
Dürüst ol, dedi Jared şişeden bir yudum alırken. Kendi tecrübelerinle konuşuyorsun.
Anlamadım?
121
Kimherly Fisk
Kodes. Söyle bakalım, kaç kere tıktılar seni içeri?
Gerçek bir pislikti. Güzel koksa bile. O sırtını dönmüş otururken Jenny, Paul’ün
numarasını bir kez daha çevirdi. Hala meşguldü. Mutfakta asılı duran saate baktı. On bir
buçuğa geliyordu. Bu saatte kiminle konuşuyor olabilirdi ki?
Savurduğu tehditlere rağmen polisi aramayı gerçekten istemiyordu. Hatta kardeşini de.
Polis arabalarının sirenleri bütün komşuları uyandırırdı. Hem Saklı Göl Postası'nûdkı Bili,
hikayeyi polis raporlarından öğrenip gazetenin birinci sayfasına koyardı. En azından ikinci
sayfaya. Lisedeyken, en iyi arkadaşı olan Maddy’ye Bill’in onu aldattığını söylediği için
Jenny’den nefret ederdi. Ailesi ise her şeyi daha da zorlaştırmaktan başka bir işe yaramazdı.
Veranda ışıkları ve kapıyı kilitlemek hakkında tartışıp duracaklardı. Jared'a söylediğinin
aksine Saklı Göl’de yaşayanlardan bazıları kapılarını kilitlerdi. Ailesi ve Paul de bu gruba
giriyorlardı.
Jared kanalları geçip duruyordu. Aynı beş kanalı yani. Kablo yayını diye bir şey duydun
mu hiç?
Televizyona bu kadar meraklıysan Lovie'nin yerinde kalmalısın. Onun kablolu televizyonu
varmış diye duymuştum.
Bayan Murphy bugün dükkanı kapayıp aile toplantısına gitti.
İşte bu gece annesinin söylemeyi atladığı bir ayrıntı. Jared’ın nerede kaldığını o haber
vermişti Jenny'ye. Tabii Jenny annesinin bunu nereden bildiğini sorgulamamıştı bile. Onun
gözünden hiçbir şey kaçmazdı. Seattle çevresinde yüz-
Bir Aılım Sen, Bir Atlım Ben, Son Adım Aşk
lerce otel var. Sana bir liste verebilirim.
Gece yarısı haberlerinde durup kumandayla oynamayı bıraktı. Aslında televizyonla pek de
ilgilenmiyor gibiydi çünkü sesini kısmıştı. Sana söyledim, hiçbir yere gitmiyorum. Ben
davetli bir misafirim.
İkinci kez söylüyorum, ben seni davet etmedim.
Ben de senin davet ettiğini söylemedim zaten. Koltuğun arkasından bir sırt çantası çıkardı.
Çanta da en az onun yaşındaymış gibi görünüyordu. Çantayı açıp içinden bir şey çıkardı.
Bir mektuba benziyordu ama Jenny bununla ilgilenecek durumda değildi. Bu çanta sabrım
taşıran son damla olmuştu. İnanılır gibi değil, resmen taşınmıştı buraya. Bir adım atıp çantayı
yakaladı. Kapıdan dışarı fırlatıp atmayı planlamıştı. Sahibiyle birlikte tabii ama çantanın
fermuarının açık olduğunu unutmuştu. İçindeki bir sürü giysi yere dökülürken bir motosiklet
kaskı yuvarlanarak ayaklarının dibinde durdu.
Ağzının içinde bir küfür geveleyip kaska baktı. Az daha bir tekme atıp odanın öbür yanına
gönderecekti. Sonra bir anda bunun bir motosiklet kaskı olmadığını fark etti. Gözlerini
ayaklarının dibinde duran pilot kaskına dikmiş dururken geçmişe savrulduğunu hissediyordu.
Galiba o sırada Jared bir şeyler söyledi ama Jenny dikkatini veremedi. Biraz çekinerek
eğilip kaskı eline aldı. Üzerindeki sert plastiğin pürüzsüz yüzeyi eline bir serinlik veriyordu.
Ellerini yuvarlak şeklin üzerinde gezdirirken birkaç kusur fark etti: şurada bir çizik, şurasında
küçük bir çukur. Sanki bir şeye çarpmış ya da bir şey ona çarpmış gibi.
Kim her ly Fisk
Steven.
Kafasında ya da kolunun altında bir kaskla kaç fotoğrafı vardı acaba? Kaskı da, en az o
mezuniyet gününde göğsüne taktıkları kanatlar kadar bir parçasıydı onun.
Steven’ın kaskı, diğer bir sürü şey gibi paketlenip annesiyle babasının evine yollanmıştı.
Oğullarından geriye kalan bir şeylere dokunmaya ihtiyaçları vardı. Jenny anlayışla
karşılamıştı. .. Tabii ki öyleydi. Oysa bu, Steven’ın eşyaları kutulara konup evden çıkarılırken
kalbinin paramparça olmasını engelleyemedi.
Kaskın yan tarafına damgalanmış künyeye dokundu ama parmaklarının ucundaki kod adı
Steven’a ait değildi.
Bir an için nefessiz kaldı. Kulakları uğuldamaya başlamıştı. Bakışlarını yavaşça önünde
duran adama çevirirken evde tuhaf ve ürkütücü bir sessizlik vardı. Sen Hayalet'sin.
Bu bir soru değildi gerçi ama adam yine de yanıtladı. Evet.
Aman Allahım. Geriye doğru bir adım atıp koltuğun üzerine düştü. Neden bana
söylemedin? Kendi sesini çok uzaklardan geliyormuş gibi duyuyordu.
Bunun önemli olduğunu düşünmemiştim. Aptal bir kod adından başka bir şey değil.
Sesinde Jenny’nin anlam veremediği bir şey vardı, mesafeli bir şey. Ancak Jenny bunun
üzerinde durmadı. O anda aklında çok fazla şey vardı.
Senin adın. Ağzı kurumuştu. Bir kez daha yutkunmayı denedi. Annemin restoranında ilk
tanıştığımızda bana adını
124
Bir Adını Sen, Bir Achm Ben, Son Adını Aşk
hatırlayıp hatırlamadığımı sormuştun. Hatırlamıyordum ama Hayalet’i tanıyordum. Sesi
azalarak yok oldu. Yüzlerce anı, Steven'la yaptıkları binlerce konuşma üşüştü aklına.
Tanrım. Jen-Jen... Hayalet'i uçarken görebilsen keşke. Sihir gibi uçuyor. Onu tanımlayacak
başka sözcük bulamıyorum. Onu kimse yakalayamıyor Onu kimse bulamıyor. Onun gibi biri
daha yok. Komutan bile yanma yaklaşamıyor.
Sonra akima Steven’la Jared’ın arkadaşlığı üzerine başka bazı konuşmalar geldi. Bunları
hatırlamak istemiyordu ama Steven ondan bahsederken bir kez bile adını söylememişti, her
zaman onun kod adını söylerdi. Bir keresinde gece çok geç bir saatte telefon etmişti Steven,
gayet net hatırlıyordu. Sesi endişeli, garip bir biçimde kırılgan geliyordu. Bir saatten fazla
konuşmuşlardı. Hayalet olmasaydı bu işe kalkışmazdım bile, Jen. Sırf onun için bu sınavı
geçip savaş pilotu olacağım.
Acaba neden Steven, Jared’ın gerçek adını hiç söylememişti? Jenny bunu biliyordu. Kod
adlan, onlar için her şey demekti: isimleri, kimlikleri, bütün hayatları...
Kucağındaki kask giderek ağırlaşıyor gibiydi. Eline alıp önündeki kahve sehpasının
üzerine koydu. Kaskın kucağında bıraktığı boşluğu gecenin serin havası doldurdu. Hayalet'i
biliyorum. .. dedi yumuşak bir sesle, cümlenin geri kalanını söylemekte zorlanıyor gibiydi.
Steven senin gökyüziindeyken Tanrısal bir şey olduğunu düşünüyordu.
Duyduğun her şeye inanma. Bir işim vardı ve herkes gibi ben de işimi yapıyordum.
Jenny bunun gerçek olmadığını biliyordu. Sadece tedbirli
Kimherly f'isk
davranıyordu. Steven’ın Jarcd’dan nasıl hayranlık ve saygıyla bahsettiğini çok iyi
hatırlıyordu. Böyle bir saygıyı herkese göstermezdi. Sadece övgüye layık olan şeyleri överdi.
Kalkıp Jared’a doğru yürüdü ve elini uzattı.
Jared şaşırmış gibi baktı yüzüne.
Mektup.
Boş ver. Bir anlamı yok.
Jenny aynı fikirde değildi. Uzanıp zarfı eline aldı. Elindekinin ne olduğunu biliyordu ama
bu, zarfın üzerindeki elyazı-sını gördüğünde bir bıçağın kalbini delip geçtiğini hissetmesine
engel olamadı.
Steven’dan bir mektup. Bütün cesaretini kaybediyordu yine. Gözyaşlarının hazırda
beklediğini hissedebiliyordu, gözlerine dolmaları sadece bir an meselesiydi. Beni ilgilendiren
bir şey var mı?
Oku.
Zarfı Jared’a geri uzattı. Dalga mı geçiyordu? Steven’dan yıllar boyu aldığı düzinelerce
mektup, kart ve not kağıdı aşağıda, bodrum katında kutuların içinde duruyordu. Onları o
kadar çok okumuştu ki, artık hepsini ezbere biliyordu. Ancak birkaç ay önce en sonunda
kendine dur demişti artık. Bütün bu hatıralar çok fazla acı veriyordu. İstemiyorum. Sesi
titremişti.
Jared ona sert bir bakış attı. Yine de farklı bir şeyler vardı şimdi yüzünde. Koltuğu
gıcırdatarak kalkıp zarfı aldı. Jenny onun yüzünde bir an için bir tereddüt ifadesi yakaladığını
sandı ama yanılmış olmalıydı. Jared VVorth’ün kararsızlığa düşmesi imkansızdı.
126
Bir Adım Sen, Bir Adım Ben Son Adım Aşk
Jared/ diye okumaya başladı. Jenny dinlememeye çalıştı ama başaramadı. Bir gün bu
taraflara gelirsen kapımızın sana her zaman açık olduğunu bil. Laf olsun diye demiyorum,
dostum. Jen-Jen ve ben seni ağırlamaktan mutluluk duyacağız.
Jen-Jen. Jenny’nin gözleri karanr gibi oldu. Seni o davet
etti.
Mektubu katlayıp sırt çantasına yerleştirirken, Evet. dedi Jared alçak bir sesle.
Bir an odada hiç hava kalmamış gibi geldi Jenny’ye. Boğuluyordu. Neden... Neden şimdi?
Güçlükle yutkunup kelimeleri yutarak çabuk çabuk konuştu. Madem elinde bu mektup vardı,
neden önce Bayan Murphy’nin yerine gittin ki?
Jared’m yüzünde anlaşılmaz bir ifade vardı. Burada kalıcı olmayı düşünmemiştim çünkü.
Jenny’nin bütün vücudu bir titremeyle sarsıldı. Hiç insaf yoktu bu adamda, bu kesindi.
İstediğini almak için her şeyi yapardı. İstenmediği bir evde bile kalabilecek biriydi.
İçinden bir ses, hemen at bu adamı dışarı, atamazsan da kardeşini ya da polisi çağır,
gazetenin canı cehenneme, diye bas bas bağırıyordu ama atmayacaktı.
Hala sevdiğin bir adamın isteğine nasıl karşı gelebilirsin
ki?
Üst katta boş bir oda var. Sağdan üçüncü kapı. Orada kalabilirsin. Bundan başka bir şey
söyleyemedi.
Jared, Jenny’nin yatak odasının kapısını kapadığını duydu.
127
Kiınherlv f 'isk
Lanet olası. Koltuktan kalkıp gezinmeye başladı. Burası yüksek tavanlı, ahşap kirişli,
ferah bir odaydı ama yine de kendini fena halde tuzağa düşmüş, kafese konmuş gibi
hissediyordu. Ne yana baksa bu evde yaşamış insanların ve onların sevdiklerinin hatıralarıyla
burun buruna geliyordu. Şöminenin üzerindeki rafta düzinelerce fotoğraf kendilerine yer
bulmak için yarışırcasına sıkış sıkış duruyordu. Kararmış gümüş çerçevelerinin içinde duran
siyah beyaz eski fotoğrafların yanına daha yeni, renkli fotoğraflar karışmıştı. Diğer yandaki
duvarda evlilik fotoğraflarından, bebek fotoğraflarına ve mezuniyet hatıralarına kadar her şey
vardı.
Jared bir süre fotoğraflara baktı. Jenny’yi tanımak kolaydı. Kumsalda oynarken, bisiklete
binerken ya da ağacm üzerine tırmanmış bir çocukken bile hep aynı parlak mavi gözlerle ve
aynı kocaman gülümsemeyle bakıyordu. Birçok fotoğrafta yanında duran yaşlıca kadının
büyükannesi olduğunu tahmin etti. Jenny’nin ne kadar mutlu göründüğünü görmek çarpmıştı
onu. Bu yanını tanımamıştı işte.
Mezuniyet balosu fotoğrafına gelince duraksadı. Daha o zamandan bir afetti.
Onun fotoğrafının yanında aynı şekilde çerçevelenmiş iki kişinin daha fotoğrafı vardı.
Aralarındaki benzerliği görünce bunların da Jenny’nin kardeşleri olduğu sonucuna varması
güç değildi. Lovie Murphy ona Beckinsale Ailesi hakkında epey bilgi vermişti doğrusu.
Jared’ın aklı kendi mezuniyetine gitti. Ne bir fotoğraf, ne bir anı, ne bir kutlama. Sorun
değildi, okul bitmişti işte. Mezu-
Bir Adım Sen, Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
niyetin bundan başka bir anlamı olmamıştı Jared için. Kendini dışarı atabilirdi artık.
Koruyucu aile sistemindeki çocuklar için böyleydi bu. Kimsenin umurunda bile olmamıştı.
Ah, tabii, öyle dememişlerdi, söylemeleri gereken her şeyi söylemişlerdi ama sonuçta etraf
istenmeyen çocuk kaynıyordu ve sosyal görevli sayısı sınırlıydı. Şimdi geriye dönüp
baktığında neden kendisinin de diğerleri gibi öylece vazgeçmediğini merak ediyordu, fakat
daha o zamandan, daha fazlasını istiyordu o. Farklı bir hayat. Daha iyi bir hayat. Devletin
verdiği bir avuç sadakaya muhtaç olmayacağın, kendinden başka hiç kimseye güvenmek
zorunda olmadığın bir hayat.
Bir küfür savurup fotoğraflara sırtını döndü.
Kimi kandırıyordu ki? Bu evde kalamazdı. Bir zamanlar, küçük bir çocukken yani, böyle
bir evde yaşamak için can atardı. Kökleri eskiye dayanan ve zor zamanlarda bir arada kalan
bir ailesi olmasını dilerdi ama şimdi istemiyordu. Şimdi tek istediği, parasını alıp buradan
gitmekti.
Biranın sonunu içip şişeyi çöpe atmak için mutfağa yönelmişti ki Jenny’nin cüzdanının
ve içi yemekle dolu plastik bir kutunun yerde durduğunu gördü. Kutuyu alıp buzdolabına
koydu. Cüzdanı nedense bırakmadı.
Orduda ona bazıları dahi, bazıları piç kurusu derdi. Dahiydi çünkü manevra kabiliyeti
vardı, ataktı ve diğer bütün pilotlardan açıkça üstündü. Piç kuruşuydu çünkü kimsenin kendisi
hakkında ne düşündüğüne aldırış etmezdi, komutanlarının bile. Elinde cüzdanla öylece
dururken. Steven'm mektubunu gösterdiğinde Jenny’nin yüzünde beliren o katışıksız
Kimberly Fisk
acıyı hatırladı.
Bir küfür daha savurdu. Burada olmamalıydı. BirF-18’in kokpitinde, gökyüzünde, yerden
millerce yüksekte olmalıydı; ait olduğu tek yer orasıydı. Ancak birkaç ay önce, her zaman
bağlantısız kalmakla ilgili en önemli kuralını çiğnemiş ve bu hata onun bütün hayatına mal
olmuştu. Güçlünün zayıf olanı koruduğu adil bir dünyaya inanıyordu o. Oysa
Washington’daki bürokratların belli ki başka düşünceleri vardı. Bu yüzden istifasını vermişti.
Binlerce mil uzaktaki birkaç politikacının kimin ölüp kimin yaşayacağına karar veriyor
olmasına karşı çıkmıştı.
Cüzdanı tezgahın üzerine bırakıp şişeyi çöpe attı. Kendi kendine, Jenny’nin hala işi ayakta
tutmaya çalışmasının Steven’a duyduğu sadakatin amacından sapmış bir yansıması olduğunu
söyledi. Onun böyle imkansız bir şey için çabalayıp durmasını Steven da istemezdi. Yakında,
çok yakında, tahminleri doğru çıkarsa (ki Jared’ın tahminleri hep doğru çıkardı) Jenny
dükkanı kapatacaktı. Teslim olma noktasına gelmek üzereydi ve o noktaya geldiğinde Jared
hemen yanında olacaktı.
Sırt çantasını kapıp, kızın gözlerindeki bakışı her düşündüğünde uyanan vicdanının sesini
duymazdan gelerek merdivenlerden yukarı çıktı.
130
7
Son dokuz aydır uyku onun için katı bir kalp kadar ulaşılmaz olmuştu. Geceler boyunca
yatağında uyanık yatıyor, zihnini kapkara gecede garip bir şekilde canlanan anılardan
uzaklaştırmaya çalışıyordu. Anılar acı verici hale gelmeye başlayınca ön taraftaki verandaya
kaçıyordu. Orada, büyükannesinin yorganlarından birine bir koza gibi sarmıyor, sallanan
sandalyelerden birine kıvrılıp zihnini Saklı Göl'ün armdırıcı, sakinleştirici sesine bırakıyordu.
Kendini bildi bileli bu gölle arasında özel bir bağ vardı. Hayat ne kadar zorlaşırsa zorlaşsın,
yollar ne denli tıkanırsa tıkansın, geceleyin karanlıkta yavaşça sallanıp suyun sesini dinlerken
huzur buluyordu. Her zaman.
Yani dün gece dışında.
Dün gece kendi evinde, yatak odasına kapatılmış bir mahkûm gibi hissetmişti. Jared evin
içinde sinsi sinsi dola-şıyorken odasından çıkmaya cesareti yoktu. Onunla yeniden burun
buruna gelmekten çekiniyordu, bir gece için bu kadarı yeteri iy di.
131
Kımberly Fisk
Gerçi Jared’m evde dolaştığından emin değildi. Kendi kendine, o yokmuş gibi
davranacağına söz verdiyse de ou konudaki çabası tamamen başarısız oldu. Bütün gece ev
deki sesleri dinleyip durdu ama ne kadar çabalarsa çabalasın, bütün duyabildiği sessizlikti.
Saatler ardı ardına geçtikçe sinirden köpürmeye başladı. Allah kahretsin bu herifi. Ona
bunu çektirdiği için Allah kahretsin onu. İstenmediği bir yerde zorla kaldığı için lanet olsun.
Ve onu görmezden gelemediği için kendisine de lanet olsun.
Yatak odasının önünde tıkırtılar duymayı bekleyerek yattığı için bütün kasları gerilmişti.
Bu bekleyiş onu yoruyor, vücudunun her yanı ağrıyor, başı feci şekilde zonkluyordu. Bir süre
sonra yağmur yağması için dua ederken buldu kendini. Yağmurun sesinin evdeki bu sinir
bozucu sessizliği bastırarak bu saçma gece nöbetine bir son vermesi için dua ediyordu ama
karanlık gökyüzünde hiç bulut yoktu.
Hiç ses duyamamak bir şeyler duymaktan çok daha zordu.
Sırf yeni bir güne uy anarak başlamak için şafak sökmek üzereyken birazcık uyukladı; ama
sonra bir ses duyup gözlerini açtı. Öylece aklı karışmış bir halde yatıp rahatsız uykusunu
bölen şeyin ne olduğunu anlamaya çalıştı. Yatağın yanındaki saate baktı. Altıyı üç geçiyor.
Nasıl bir şakaydı bu böyle?
Sesi yeniden duydu. Merdivenler gıcırdıyordu.
Yataktan fırlayıp sabahlığını üzerine geçirdi. Merdiven-
132
Bir Adını Sen, Bir Adını Ben, Son Adım Aşk
leriıı başına ulaştığında Jared’ın uzun siluetinin kapıdan çıktığını ancak görebildi. Gitmişti.
Merdivenin korkuluğuna yaslanarak rahatlamayı bekledi, ama bir türlü rahatlayamı-yordu
çünkü geri geleceğinden emindi.
Nereye gitmişti acaba?
Daha da önemlisi, bundan ona neydi ki?
Merdivenleri çıkıp yeniden odasına döndü ve kapısını istemeden biraz fazla sert kapadı.
Bu adamı bir şekilde aklından da hayatından da çıkaracaktı.
Hasretle yatağına baktı; şu anda kalın, sıcak örtülerin altında kıvrılmaktan daha çok
istediği bir şey yoktu fakat bunun yapamayacağını da biliyordu. Acaba Jared dönmeden önce
kaç saati vardı?
Sırf Jared’ın kaldığı odanın önünden geçmek için banyoya yöneldi. Sonra merakına
yenilerek kapıyı açıp dikkatle içeriye baktı.
Odada hiçbir değişiklik yoktu. Hiçbir şeyin yeri değişmemişti. Yatağın yanındaki sehpanın
üzerinde her zamanki gibi eski bir lambayla dedesinin balık tutarken çekilmiş fotoğrafı
duruyordu. Şifoniyerin üzerinde de başka bir lamba ve birkaç fotoğraf daha vardı. Hepsi
buydu. Fazladan bir kitap, hatta bir bardak su bile yoktu odada. Fazla meraklı davrandığını
biliyordu ama kendini durduramıyordu işte. Giysi dolabını açıp baktı. Boştu. Şifoniyerin
çekmecelerini kurcaladı, onlar da bomboştu. Odada kimse kalmamış gibiydi. Sonra yatağı
gördü. Askeri eğitime diyecek söz yoktu doğrusu.
133
Kim her ly Fisk
Tanı çıkacaktı ki köşede duran bir şey gö/üne çarpt. Biraz yaklaşınca bunun Jared’ııı sırt
çantası olduğunu gördü. Çantasını toplamıştı.
Elinde olmadan gülümsedi. Eğer eşyalarını çıkarmıyorsa kalmaya niyeti yok demekti.
Keyfinden neredeyse ıslık çalacaktı. Odadan çıkıp banyoya gitti.
Duşa girip çıkması yirmi dakikasını almıştı. Jenny için rekor sayılırdı bu. Odasına dönüp
en sevdiği kotunu giyerek üzerine uzun kollu pamuklu bir bluz geçirdi. Mutfağa doğru
giderken saçlarını tepeden topladı ve dolayarak kelebek tokasıyla tutturuverdi. Neyse ki
saçlarını yıkamakla oyalanmamıştı.
Ev soğuk ve karanlıktı; bu kahrolası saatte başka ne olacaktı ki... Işıkları yakıp termostatı
yükselttikten sonra çaydanlığı ocağa koydu. Şu Jared şafaktan önceki bu kör saatlere neden bu
kadar takıntılıydı acaba? Tamam, belki şafaktan önce demek biraz abartıya kaçıyordu ama
yine de onu tanıma fırsatı bulduğu bu sınırlı sürede bile saçmalık derecesinde erken kalkan
tiplerden biri olduğunu anlaması zor olmamıştı. Normalde nazik davranır, onun bu tavırlarının
askeri eğitiminden kaynaklandığını düşünürdü, fakat bugün biraz daha cömert
davranabileceği bir gündü. Hem, bugün cumartesiydi. Steven bile hafta sonları birazcık
rahatlamayı bilirdi.
Çaydanlık ıslık çalmaya başladı. Birkaç dakika sonra elinde bir fincan çayla mutfağın
tezgahına yaslanmış, büyük pencerelerden dışarı bakıyordu. Dışarıda hafiften yağmur
çiseliyordu, gökyüzü kasvetliydi. Kapkara bulutlara bakıp en
134
Hır Adını Sen, Hır Adını Ben. Son Adım A)k
a/ından havanın kendi ruh haline uygun olduğunu düşünerek kendim rahatlattı.
Öylece mutfakta durmuş çayım içiyor, dün gece Jared’ı birdenbire evinde bulmanın
dehşetini üzerinden atmaya çalışıyordu. İstenmeyen konuğunun (kullanabileceği en nazik
tanım buydu herhalde) kendi keyfine göre her an gelip gidebileceğini bilmek onu tedirgin
ediyordu.
Bu adamın gitmesi gerekiyordu. Bu kadar basitti işte. Ancak bir şeyin olması gerektiğini
bilmek, bu şeyi yapabilmek anlamına gelmiyordu.
Kendini bildiğinden beri mutfakta asılı olan yeşil saat hızla ilerliyordu. Onu bekleyen
uzun günü düşünerek içten içe sızlandı.
Birden kamı guruldayınca dün pek bir şey yememiş olduğunu hatırladı, babasının doğum
günü partisinde bile neredeyse hiçbir şey yememişti. Nedense onu bitmeyen bir soru
yağmuruna tutup bütün iştahını kaçırmışlardı. Konuşmak istedikleri tek konu Jared’dı.
Doğrusu bu konu Jenny'nin pek ilgisini çekmiyordu. Yaklaşık bir saat kadar sonra bunu biraz
anlar gibi olup Jared’dan söz etmeyi bırakmışlardı ama bu kez de Jenny onu aklından
çıkarmayı bir türlü becerememişti.
Buzdolabını açınca annesinin dün gece verdiği yiyeceklerle dolu saklama kabıyla
karşılaştı. Bunu dolaba koyduğunu hatırlamıyordu. Hoş, dün geceyle ilgili olarak, Jared’ı
oturma odasında bulduğundan başka çok az şey hatırlıyordu zaten.
Doğum günü partisinden kalanları yemek ona akşam ya-
135
Kimhcrly l ısk
yananları hatırlatacağı için onları bırakıp bir kutu yumurta çıkararak alttaki dolaptan bir tava
alıp ateşe koydu.
Ön kapı açıldığında kahvaltısı bilmek üzereydi.
Jared mutfağa sanki kendi evindeymiş gibi rahatça daldığında Jenny'nin yüzüne elli
eyalette yasaklanması gereken bir gülümsemeyle bakıyordu, (itinaydın, dedi. Jenny gözlerini
ona dikmemek için kendini tutmaya çalıştı ama Tann biliyor ya, başaramadı. Jared’ı
görmezden gelmek, Miche-langelo’nun Şistine Şapeli’ni görmezden gelmeye benziyordu.
Dışarıdan bakınca bu kadar kusursuz görünen birinin böylesi kötü kalpli olması gerçekten
şaşırtıcıydı.
Sakalları hafifçe uzamıştı, yağmurda ıslanmış siyah saçları ışıkta parıldıyordu. Lacivert
tişörtü ikinci bir deriymiş gibi göğsüne yapışmış, belirgin göğüs kaslarını ve sert kamını
ortaya çıkarıyordu ve kısa siyah şortu, uzun, esmer, kaslı bacaklarını gözler önüne seriyordu.
Üzerinden yağmurun, taze sabah havasının ve temiz, hak edilmiş bir terin buğusu
yükseliyordu. Jenny kamında bir kasılma duydu.
Mutfağında yarı çıplak dolaşıp uzun zaman önce unuttuğu bütün o hisleri hatırlatan bu
adama içinden lanet okuyordu.
Jared köşede duran temiz mutfak bezini alıp önce yüzünü sildi, sonra da ıslak saçlarını
kurulamaya başladı.
O mutfak havlusu, dedi Jenny buz gibi bir sesle. Bir yandan da yine ona bakmamaya
çalışıyor ve feci şekilde çuval lıy ordu.
Mutfak havlusu bir an için Jared'ın ensesinde hareketsiz
136
Bir Adım Sen, Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
kaldı. Rahatsız mı oldun? Jenny’ye o tatlı gülümsemelerinden birini daha yolladı ve hedefi on
ikiden vurdu.
Evet, diye bağırdı Jenny içinden. Yaptığın her şey beni rahatsız ediyor. Ama şu anda aptal
bir mutfak havlusu hakkında tartışmak istemiyordu. Üstesinden gelmesi gereken bazı
pilotlar... yani meseleler vardı. Hayır, önemli değil. Sesinin samimi çıkmasına gayret etmişti.
Sonra birden sabahın bu saatinde Jared’ın neden dışarı çıkmış olduğunu anladı. Koşuya mı
çıkmıştın? Bu soru daha çok bir suçlama gibi çıkmıştı ağzından.
Öyle bir koşup geldim. Her zamanki gibi on kilometre koşmaya zamanım yok.
Jenny dilini yuttu. On kilometre mi? İşte bir kusur daha: Saçma derecede zorlayıcı egzersiz
düzeni. Jenny’ye göre bu, yavru köpeklerden nefret etmeye ya da seri katil olmaya eşdeğerdi.
Tam ona bu yaptığının ne kadar çılgınca olduğunu anlatmak üzereydi ki, burnuna gelen
yanık kokusuyla yerinden fırladı.
Ocağın üzerindeki tavayı kapıp içindeki kızarmış ekmeği tabağına fırlatıverdi. Bu aralar
kesinlikle gerçekten çalışan bir ekmek kızartma makinesi almaya gidecekti. Yemeğine şöyle
bir baktı; yanmış ekmek ve kaskatı olmuş yumurtalar. Bu son mutfak felaketinin faturasını
kime çıkaracağı son derece açık görünüyordu: geniş, kaslı bir göğsün ve geriye kalan son
aklını da başından alan bir kurt gülümsemesinin sahibine.
137
K'ımberly Fisk
Dolaptan bir tabak çıkarıp yumurtaları tavadan kazıyarak tabağa almaya çalıştı.
Kımıldamadılar bile. Yapışmaz sprey mi, hadi canım sen de.
Yumurtalara şüpheli bir bakış attı. Emin değildi ama yemeğinin içine karışmış birkaç
yumurta kabuğu parçası görür gibi olmuştu. Kahretsin, hepsini topladığını sanıyordu. Bütün
olanlar yetmezmiş gibi şimdi de yumurtasını yerken çok dikkatli davranması gerekecekti.
Kızarmış ekmek de ayrı bir konuydu. Tavaya bir-iki dilim daha koymayı düşünse de
sonradan vazgeçti. Neyse ki yeteri kadar tereyağı eklerse her türlü pişirme kusurunu
kapatabileceğini biliyordu.
Bir elinde kahvaltı tabağıyla döner dönmez Jared Ta burun buruna geldi. Daha doğrusu
burun-göğüse.
Her seferinde böyle sinsi sinsi yaklaşmayı nasıl beceriyordu bu adam?
Kalbi bir kez tekledikten sonra hızla gümbürdemeye başladı. Çok yakın duruyorlardı. Çok
yakın. Tezgahın diğer yanındayken bile onu görmezden gelmek yeterince zordu zaten; bir de
böyle aralarında birkaç milim kalmışken...
Paul ya da babası dışında bir erkekle bu kadar yakın durmayalı kaç zaman olmuştu sahi?
Güzel bir şeyler kokuyor.
Oydu. Güzel kokan oydu. Yağmur damlaları, sabah havası ve yasak şeyler gibi
kokuyordu.
Teşekkürler, dedi Jared kahvaltı tabağını alarak. Açlıktan ölüyorum.
138
Bir Adım Sen. Bir Atlını Ben, Son Adını Aşk
Aklından geçenler ve kötü aşçılığı yüzünden utandığı için az kalsın kendi kahvaltısını
kendisinin pişirmesini söyleyecekti ki, yanık ekmeği ve mahvolmuş yumurtaları düşünüp
sustu. Ona duyduğu bütün kinin intikamını alacak şey bu tabaktaydı. Hayatına izinsiz
dalmıştı, işine izinsiz dalmıştı, hatta evine dahi biraz bile rahatsızlık duymadan girebilmişti.
İşini yürütme şekli ve kendisi hakkında ne düşündüğü ortadaydı ama kendisi gözlerini ve
zihnini bir türlü ondan kurtaramıyordu. Bütün bu düşünceler beş saniye içinde üst üste yığılıp
nefis, katı bir öfkeye dönüştü.
Elindeki tabağa bir kez daha baktığında mutfaktaki yeteneğinden hayatı boyunca hiç
duymadığı kadar gurur duydu. Bundan bir çatal alınca öğürerek telefona koşup kendine
Bayan Murphy’nin nefis ev yemekleri gibi yemekler yapan yeni bir pansiyon arayacaktı.
Haziran güneşi kadar sıcak bir gülümsemeyle tabağını Jared’ın ellerine bırakıp
çekmeceden bir peçete ve çatal çıkaracak kadar ileri gitti.
Jared kendine bir tabure çekip, Teşekkürler, dedi yine. Çatalını yumurtaya batırıp durdu.
Portakal suyu mu o?
Az önce mümkün olabilecek en içi geçmiş iki portakaldan sıktığı şeye baktı. Aslında bunu
dökmeye niyetliydi. Gerçi bunu sıkmak için epey uğraşmıştı ama sonuçta elde ettiği tek şey
ağzına dolan bir sürü çekirdek ve topak topak posa olmuştu. Bardağı tezgahın üzerinden
kaydırarak ona uzattı. Senin olsun, dedi aynı pırıl pırıl gülümsemeyle.
Jared bir lokma aldı.
I3(>
Kimberiy Fisk
Jenny içine dolan haince neşeyle nefesini tutup beklerken o plastik gibi olmuş yumurtayı
çiğnemeyi nasıl becerdiğini merak ediyordu. Bir kez daha düşününce, hayır, tabii ki ölmesini
istememişti, sadece buradan gitmesini istiyordu. Boğulma durumunda yapılacak ilkyardım
müdahalesini hatırlamaya çalışıp aklından bütün adımları bir bir geçirdi. Evet, yapabilirdi.
Yemek için o kadar ısrarcı olduğu yumurta boğazını tıkarsa bu zavallı öküzü kurtarabilirdi.
Tabii o da, Jenny’ye hayatını bağışlamanın karşılığında ona nasıl teşekkür edebileceğini
soracaktı ve Jenny de en yüce gönüllü gülümsemesini takınıp, git, diyecekti.
Tam bu hülyalar içinde kaybolmuştu ki Jared’ın konuştuğunu duydu.
Harika bir kahvaltı. Uzun zamandır yediğim en iyi yumurta.
Ne?
Yediğim en iyi çırpılmış yumurta.
Gerçek miydi bu? Yağda yumurtaydı o.
Adamın yüzünde iki yaşından bu yana her yaştan kadını büyülemeyi başardığı kesin olan
türden bir gülümseme belirdi. Sonra da portakal suyunu kafasına dikti. Taze sıkılmış portakal
suyu. Tam sevdiğim gibi.
Jenny gözlerini tabaktan, boş tabaktan alamıyordu. O plastik yumurtadan tek bir lokma
bile kalmamıştı. Yanık ekmeğin de hepsi bitmişti.
Bardağını tezgahın üzerine bırakıp ellerini peçetesine sildi. Mutfakta iyi olduğun kesin.
Böyle bir kahvaltıdan son-
140
Bir Adım Sen, Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
ra, öğle ve akşam yemeğini sabırsızlıkla bekleyeceğim.
O, yemek yapamazdı, herkes bilirdi bunu. İstese bile beceremezdi. Öğle ve akşam yemeği
mi? Bu herif kendini ne zannediyordu böyle?
Peçetesini buruşturup tabağının üzerine bırakırken, Umarım sen kahvaltını yapmışsındır,
dedi.
Aç değilim.
Olur mu hiç, kahvaltı günün en önemli öğünüdür. Nasıl yani, annesi filan mı sanıyordu
kendini yoksa? Hem, diye devam etti, gücünü toplamalısın çünkü bugün çok işimiz var.
Sen ne yapacaksın bilmiyorum ama benim kendi planlarım var, sağ ol.
Jared onu duymazdan geldi. Zeke’yle konuştum. Zeke mi? Zeke’ye nasıl ulaşacağını
nereden biliyordu ki? Jenny bu soruyu yüksek sesle sorduğunu, Jared ona cevap verince
anladı.
Onunla buraya geldiğim ilk gün tanışmıştım. Sen öğle yemeğindeyken.
Öğle yemeği deyişinde iğneleyici bir şeyler vardı. Sanki işten kaçıp kızların yapacağı
türden anlamsızlıklarla vakit geçiriyormuş gibi. Oysa Jenny, annesiyle yediği yemeklerden
kaçmanın bir yolunu bulabilseydi mutlaka kaçardı. Nasıl? Ne nasıl?
Pilotumu nereden arayacağını nasıl bildin?
Pilotumuzun numarası buzdolabının üzerinde yazıyor. Dolabın kapağını kapayıp
üzerindeki ayçiçeği biçimin-
141
Kimherly Fisk
deki mıknatısa öfkeli bir bakış fırlattı. Annesinin, babasının, Paul’ün ve Anna’nın
numaralarını bile yazmıştı buraya. Neden böyle yaptığını bilmiyordu. Sanki bu numaraları
ezbere bilmiyormuş gibi...
'■‘Neden pilotumu arama gereği duydun? O asla hizim olmayacaktı. Ne şimdi ne de sonra.
Onu toplantıya çağırdım, dedi saatine bakarak. Yarım saat içinde burada olur. Sakın geç
kalma.
Bugün cumartesi. Gerçi haftanın hangi günü olursa olsun şu toplantı dediği şeye katılmaya
niyeti yoktu. Yani?
Yani bugün Zeke’nin izin günü.
Buraya geldiğimden beri çalıştığını pek görmedim zaten.
Zeke çalışma zamanlarına kendi karar verir.
Acaba bu beni neden şaşırtmadı? Siz ikiniz, iş planı diye bir şey duymadınız mı hiç?
Böyle üstten üstten konuşması Jenny’nin cinlerini tepesine çıkarmıştı.
Buraya böylece dalıp işimize karışamazsın. Bizim bir sistemimiz var.
Pek verimli bir sistem olduğu söylenemez.
Sen patron değilsin.
Değilim, dedi tahammül göstermeye çalışan yorgun bir babaya yakışacak bir sesle. Senin
ortağınım ve yarım saat içinde toplantıya giriyoruz. Bazı değişiklikler yapmamız gerekecek.
Daha önce kullandığı mutfak havlusunu alıp ne-
142
Bir Adım Sen, Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
redeyse kurumuş olan saçını bir kez daha kurulayarak konuşmanın bittiğini açıkça belirtmiş
oldu.
Değişikliğe filan ihtiyacımız yok bizim.
Havluyu ensesinden geçirip iki ucundan tuttu. Planlama, bilgilendirme ve uygulama.
Efendim?
Plan. Bunu mümkün olabilecek en yavaş şekilde söylemişti. Bilgilendirme. Çileden
çıkaracak kadar uzun bir ara daha. Uygulama. Jenny’nin içindeki nefreti alevlendiren bir
bakış attı. Öncelikle ben bu enkazı ayağa kaldırmak için bir plan yapıyorum. Sonra, bu planı
size adım adım açıklıyorum. Üçüncü olarak, sizi uygulamalar konusunda yönlendiriyorum.
Aklını kaçırmışsın. Bu iki kelime kısa bir zamanda Jared’a söylemeyi en sevdiği şey
oluvermişti. Şimdi çıkıp gidecekti. Burada kalıp onu daha fazla dinlemeye hiç niyeti yoktu,
fakat ona buradaki yerini hemen şimdi bildirmek zorundaydı.
Ben pişirdiğime göre, sen temizleyeceksin, dedi ona. Bulaşık deterjanı lavabonun altında.
Mutfak uzmanlık alanım değil.
Sorun değil. Çok fazla beceri gerektiren bir şey değil. Bence rahatlıkla altından kalkarsın.
Jenny bir kıkırdama duyduğunu sanıp arkasını döndü ama Jared’m suratı boş bir kağıt kadar
ifadesizdi.
Uzmanlık alanımın ne olduğunu bilmek istemiyor musun?
143
Kimberiy Fisk
Kesinlikle hayır.
Sorgulama. Yüzünde Jenny’nin içini gıdıklayan o kurt gülüşü belirdi. Bu konuda gerçekten
eşsizim.
Jenny olduğu yerde kalıp baştan aşağı kıpkırmızı kesildi.
Jared yürüyüp mutfaktan çıkıyordu ki Jenny’nin önünde duruverdi. Toplantı sekizde. Geç
kalma.
Jenny onun merdivenlerden çıktığını duydu. Basamakları ikişer ikişer çıkıyordu.
Karmakarışık mutfağa bakıp az önce olanları düşündü. Gözü Jared’ın boş tabağına ilişti. O
tabağı onun o harikulade, kibirli kafasına atmayı ne kadar çok isterdi.
Planlama, bilgilendirme, uygulama.
Çok beklersin.
Çantasını, telefonunu, ceketini kaptığı gibi çıkıp arabasına atladı. Park yerinden çıkarken
bir yandan da Zeke'nin numarasını çeviriyordu.
Fakat telefonu açan karısı Zeke’nin çıktığını, şimdi yolda olduğunu söyledi. Jenny,
Zeke’nin numarasını çevirdi ama hemen sesli mesaj servisine düştü. Her zamanki gibi. Zeke
ceptelefonundan nefret ederdi. Her ihtimale karşı mesajını bıraktı. Bu toplantının onun fikri
olmadığını, gelmek zorunda olmadığını, hatta gelmese daha iyi olacağını açıkça belirtti.
Jared kendi kendine istediği kadar planlayıp, bilgilendirip uygulayabilirdi ama Jenny ve
Zeke bunun bir parçası olmayacaklardı.
Sorgulama. Bu benim uzmanlığım.
144
Bir Adını Sen, Bir Adım Ben, Son Adım A.ylc
Gideceği bir yer olmadığını ve Jared’dan kurtulmaya birazcık bile yaklaşmamış olduğunu
fark ettiğinde kasabaya girmek üzereydi.
Jared, Corvette’in motorunun sesini duyduğunda banyoya girmek üzereydi. Ponpon
Kuyruk kaçıyordu demek. Bu onu neden şaşırtmamıştı acaba?
Bu işi yürütmek Jenny’nin öncelikler listesinde son sıradaydı; her şey bunu gösteriyordu.
Ofisi bir kabustu, işle alakası bir şakadan ibaretti. Çalışma saatlerini bile düzenlememişti;
görebildiği kadarıyla hiçbir şeyi düzenlememişti zaten. Ayrıca bir plan hazırlamak için
yardım etmeyi teklif ettiğinde (ki buna da hiç meraklı değildi aslında) kaçıp gidi-vermişti.
Bir an için bile bu kızın ciddi olduğuna, Steven’ın bıraktığı yerden devam etmek istediğine
inanabilseydi, meseleyi çok farklı bir açıdan düşünebilirdi, ama Jenny’nin davranış biçimi bu
iş için yetersiz olduğunu kanıtlamakla kalmıyor, başarmak için gereken şeyleri yapmaya
isteksiz olduğunu da açıkça ortaya seriyordu.
Bu antika borulardan sıcak su akmasını beklerken gülümsemesine engel olamıyordu.
Burada kalmasının kızı deliye çevireceğini en başından biliyordu aslında. En azından bankaya
ya da annesinin evine göndereceği açıktı.
Sıcak suyun altına girdiğinde keyiften şarkı söylemek istiyordu. Duştan çıkarken parasım
cepte saymaya başlamıştı.
145
Kimherly h'isk
İşlerin tam olarak planladığı gibi gitmesine bayılıyordu.
Pazartesi sabahı erken bir saatte Anna, Seattle Trinity Hastanesi’nin koridorlarında uzun
adımlarla yürüyordu. Önünden geçtiği hemşirelere ve meslektaşlarına başıyla selam verip
gülümsedi.
Stajyerlerinden biri arkasından koştu. Doktor Adams? Evet? Anna sabırsızlığını
göstermemeye çalışıyordu. Başka bir gün olsa böyle yolundan döndürülmeye hiç aldırmazdı.
Stajyerlerine çok önem verirdi. Stajyerlerinden daha önemli olan tek şey hastalarıydı ama
bugün çok özel bir gündü. Yine de bütün dikkatini vererek onu dinledi.
214’teki hasta hakkında bir dakika konuşabilir miyiz?*' Tabii ki. Anna yeniden yürümeye
başlamıştı. Bayan Keller. Yedinci ayında. İkiz.
Evet. Genç adam adımlarını hızlandırmak zorunda kaldı. Bebek A stres belirtileri
gösteriyor.
Kalp atışları ne durumda?
Şu anda 120’de fakat bir ara 90’a kadar düştü.
NST yapılmış mı?
Stajyer çocuk hasta gözlem tablosuna baktı. Hayır. Yapın. Sonuçları aldığınızda beni
hemen çağırın. O bebekleri tutabildiğimiz kadar içeride tutmalıyız.
Evet, Doktor.
Stajyeri göndermeden önce ona birkaç soru sorup hastanın durumu ve ihtiyaçları hakkında
yeterli bilgiye sahip ol-
146
Bir Adım Sen, Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
duğundan emin oldu. Bayan Keller, Anna’nın hastasıydı ve Anna hastalarıyla ilişkisi söz
konusu olduğunda mükemmelden daha azına asla müsamaha göstermezdi.
Toplantım en fazla yarım saat sürer, dedi asansöre geldiğinde. Ok işaretine bastı. Aşağı
indiğimde gelip Bayan Keller T kontrol edeceğim.
Stajyer başıyla onaylayıp gitmeye yeltendiğinde Anna arkasından seslendi: Bir de,
Doktor... Stajyer dönüp Anna' nın yüzüne baktı. Bir daha sizi üniformasız görmek
istemiyorum. Stajyer afallamış bir halde Anna’ya bakakaldı.
Anna çocuğun yakasındaki boşluğu işaret etti. Kurallar uyulmak içindi. Hastane Kimlik
Kartınız. Bulun onu. Hemen, Doktor Adams. Bir koşu koridorda kayboldu. Anna, onu bir
sonraki görüşünde kimlik kartının yakasında olacağından emindi.
Asansörle altıncı kata çıktı. Halı kaplı koridorda yürürken uzun yol boyunca sıralanmış
pencerelerden dışarıya baktı. Sıkıcı, yağmurlu bir mayıs günüydü. Yılın bu zamanında hep
böyle olurdu. Eski Seattlelılar yazın birkaç güzel gün geçirseler bile Kuzeybatı Pasifik’in en
güzel zamanlarının sonbahar başı olduğunu bilirlerdi; ama bu kasvetli hava bile onun keyfini
kaçıramadı.
Koridorun sonuna kadar yürüdü. Kapı kapalıydı, zaten bu beklediği bir şeydi.
Derin bir nefes alarak kusursuzca ütülenmiş beyaz önlüğündeki var olmayan kırışıklıkları
düzeltti. Stetoskopunu geniş ön ceplerinden birine sokup topuz yaptığı saçlarını
147
Kimhcrly Fisk
kontrol etti. Her şeyin yerli yerinde olduğundan emin olunca kapının camını iki kere tıklattı.
Girin:’
Anna kapıyı açıp içeri girdi. Geniş ofisin ortasındaki maun masanın arkasında hocası ve
hastanenin başhekimi Doktor Shephard oturuyordu. Yüzüne fazladan birkaç kırışıklık
eklenmiş ve saçları tamamen beyazlamış olsa da gözleri keskinliğinden hiçbir şey
yitirmemişti.
Anna. Ayağa kalkarak masanın yanma geçip Anna’nın ellerini ellerinin arasına aldı.
Hemen geldiğin için teşekkür ederim. Umarım rahatsız etmemişimdir.
Asla. Adamın gösterdiği yere oturdu.
Sana bir şey ikram edebilir miyim? Kahve?
Hayır, teşekkür ederim. Böyle iyiyim.
Doktor Shephard kendi fincanına kahve doldurup Anna' nın yanına geçti. Karısının
fotoğrafını biraz kenara çekip masanın kenarına ilişti. Ne kadar meşgul olduğunu bildiğim
için hemen konuya gireceğim. Durup Anna’ya baktı. Seni neden çağırdığımı biliyorsundur.
Anna heyecanını bastırmaya çalışarak, Emin değilim. diye kaçamak bir cevap verdi.
Doktor Shephard anlayışla gülümsedi. Doktor Benıard süresiz izin talebinde bulundu.
Yenidoğan ünitesinin başka-nından bahsediyordu.
Anna ellerini kucağında kavuşturup titremelerine engel olmaya çalıştı. Evet, buna dair bir
şey duymuştum.
Doktor Shephard başını salladı. Karısının kanseri tek-
148
Bir Adım Sen, Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
raıiadı, o da karısıyla birlikte biraz zaman geçirebilmek için böyle bir karar verdi.
Evet, Gloria için çok üzüldüm.
Hepimiz üzüldük, ama onun ayrılışının ne anlama geldiğini biliyorsundur herhalde?
Tabii ki biliyordu. Yenidoğan ünitesinin en üst pozisyonu açıktı. Tıbbı kazandığı günden
beri kadın doğumcu olmak istemiş ve hep bu noktaya gelmeyi amaçlamıştı. Buna ulaşmak
için herkesten daha çok çalışmıştı.
Tanrı vergisi bir yeteneğin var Anna, az bulunan türden bir yetenek.
Teşekkür ederim, dedi. Bu övgü onu duygulandır-mıştı.
Doktor Shephard gülümsedi. Bu gülümsemede Anna’va hocalık, danışmanlık ettiği ve
sonra ameliyathanede kendine denk olarak yan yana durdukları bütün o yıllar gizliydi sanki.
Kendi kızım olsaydın bundan daha fazla onur duyamazdım. Başını sallayıp güldü. Tanrı
biliyor ya, kendi çocuklarımla, torunlarımla hatta karımla bile seninle birlikte geçirdiğim
kadar çok zaman geçirmedim.
Uzun zamandan beri ilk defa karısından bahsediyordu. Artık eskisi gibi birlikte dışarı
çıkmıyorlardı. Eskiden sık sık küçük bir kahve molası ve biraz sohbet etmek için bir araya
gelirler, bir fırsatını bulunca dördü birlikte yemeğe çıkarlardı. O, Phillip, Doktor Shephard ve
karısı. Oysa Anna’nın çalışma saatleri ve iş yükü arttıkça böyle zamanlar giderek azaldı,
azaldı, sonra tümden yok oldu. Anna, bütün davetleri geri çe-
149
K i m heri v /'/ya
v iri neye başlamasını Doktor Sheplıard’ın anlayışla karşıladığından emindi. Doktor olmak
bütün hayatını buna adamak demekti.
Bğer istiyorsan şenindir, dedi Doktor Shephard.
İstiyor muydu? Hiçbir şeyi bu kadar çok istememişti. Yüzünüzü kara çıkarmayacağım,
dedi. Sesi birazcık bile litrememişti.
Bundan şüphem yok. Kahve fincanını masaya bırakıp Anna’ya çatık kaşlı bir bakış attı.
Ama... kabul etmeden önce...
Kabul etmişti ya...
İstersen birkaç gün düşünebilirsin.
Ben...
Doktor Shephard, Anna’nın sözünü anlayış dolu bir gülümsemeyle kesip, Bizler görev
aşkıyla yaşıyoruz, Anna/' dedi. Bir insanın bu hayatta yapabileceği en asil şeylerden biridir
bu: Başkasına yardım etmek. Ancak bunun bir bedeli var. Bu yeni görev için daha da fazla
çalışman gerekecek. Hafta sonlan bile. Daha fazla stres getirecek ve ailene verdiğin zamandan
biraz daha çalacak. Phillip’in de uzakta olduğunu düşünürsek...
Her şey mükemmel yürüyecek. Ayağa fırladı. Heyecandan yerinde oturamaz olmuştu. Bu
gece Phillip'i arayıp haberi vermek için sabırsızlanıyordu. Onunla gurur duyacaktı. Teşekkür
ederim, Doktor Shephard. Her şey için teşekkür ederim. Siz olmasaydınız, bugün burada
olamazdım. Daha fazla düşünmeme gerek yok. Bu görevi istiyorum, ai-
150
Hir Adım Sen, Hir Adını Ben, Son Adını A)k
lem de beni yü/de yüz destekliyor. Kaygılanmanıza hiç gerek yok.’*
Doktor Shephard da ayağa kalkıp ellerini önünde kavuşturdu. Yanıtının bu olacağını
biliyordum.
Anna gülümsedi. Nereden biliyordunuz?
Çünkü otuz sene önce ben de kelimesi kelimesine aynı yanıtı vermiştim.
Odaya girdiği andan beri Anna ilk defa içinden taşan sevinci belli etti. Gülümsemesi
büyüyüp bütün yüzünü kapladı. O ve Doktor Shephard birbirlerine benziyorlardı. Bunu en
başından beri biliyordu. Çalışkan, zeki ve adanmış. İleride bir gün o emekli olduğunda bu ofis
ve bu makam Anna'nın olacaktı. Bir gün Seattle Trinity Hastanesi’nin ilk kadın başhekimi
olacaktı.
Sizi hayal kırıklığına uğratmayacağım, Doktor Shephard, söz veriyorum.
Doktor Shephard gülümsedi ama gözleri düşünceliydi. Bunu biliyorum, Anna.
Günün geri kalanı hayal gibi geçti. Hastanenin zaten az olan doktor sayısı Doktor Bemard
da gidince iyice yetersiz kalmıştı. Anna evin önüne geldiğinde saat sekizi geçiyordu. Yan
kapıdan girip paltosunu, çantasını ve evrak dosyasını girişe bırakarak mutfağa geçti. Granit ve
paslanmaz çelikle kaplanmış mekana adım atar atmaz burnuna harika bir koku geldi. Zarif bir
İtalyan bistrosunu hatırlatan bir koku. Midesi guruldadı; bütün gün hiçbir şey yememişti.
Marie lavabonun önünde durmuş son bulaşıkları yıkı-
151
Kimherly Fi.sk
yordu. Anna içeri girer girmez dönüp baktı. Oldu mu? Anna gülüşüne hakim olamıyordu.
Evet.
Marie'nin yüzü kocaman bir gülümsemeyle aydınlandı. Tebrik ederim, ama ben
biliyordum zaten.
Anna kahvaltı masasının yanındaki sandalyelerden birine çökerken hala gülümsüyordu.
Tanrım, oturmak harika bir şeydi. Bütün gün hiç durmadan çalışmıştı. Sen olmasaydın ne
yapardım ben?
Marie ellerini kurulayarak buzdolabının kapağını açtı. Terfiini kutlamayı unuturdun
herhalde. Dolaptan hindistancevizi rendesiyle kaplı bir pasta çıkartıp göz kırparak. Pastasız
kutlama olmaz, dedi. Anna akşamları ya fırında pişmiş yağsız tavukgöğsü ya da bir parça
ızgara balığın sanında salata yerdi ama Marie haklıydı. Bu akşam özel olmalıydı, kutlama
yapıyorlardı.
Nefis görünen pastaya bir bakış atarak. İşi alamasay-dım bu pastayı ne yapacaktın? diye
sordu.
Saklayacaktım tabii.
Anna güldü. Fırında makama mı kokuyor burası? Marie başıyla onayladı. Ve içindeki
peynir miktarı hakkında tek bir söz bile duymak istemiyorum.
Anna yine güldü. Anlaştık. Fırında makarna Cody'nin en sevdiği yemekti. Bunu ikisi de
biliyordu. Marie'nin özenli tavrını her zaman çok takdir ederdi. Anna oğluyla birlikte bu özel
yemeğe oturmak için sabırsızlandı.
Teşekkür ederim, dedi yeniden, Cody oturma odasında mı?
Bir Aıiım Sen, Bir Adını Ben, Son Adım Aşk
Marie pastayı tezgahın üzerine bıraktı. Hayır, yarım saat önce yattı.
Bu kadar erken mi? Hiç yapmadığı bir şeydi bu. Yatma vaktine bir keçiyi aratmayacak
bir inatla direnirdi. Kendini iyi hissetmiyor mu?
Sadece yorgun olduğunu söyledi.
Yemek yedi mi?
Hayır, hiçbir şey istemedi.
Anna’nın alnı endişeyle kırıştı. Bir çıkıp bakayım.
Yemeğinizi ısıtayım mı?
Hayır, dedi Anna minnettar bir gülümsemeyle. Daha sonra yiyeceğim. Sen çık, seni geç
saate kadar tuttuğum için özür dilerim.
Sorun değil. Sizin için bir tabak hazırlamamı istemediğinizden emin misiniz? Sadece bir
dakikamı alır.
Eminim. Yine gülümsedi. Hadi, git artık. Ailene selamlarımı ilet.
Marie gidince Anna merdivenlere yöneldi. Cody adına endişeleniyordu, sadece hasta
olduğu zamanlar bu kadar erken yatardı.
Üst kata çıktığında müzik sesi duydu; Cody'nin kapısının altından bir ışık sızıyordu. Anna
bir rahatlama hissetti, demek ki hala uyanıktı. Kapıyı şöyle bir çalıp içeri girdi. Cody her
zamanki gibi elinde çizim defteriyle yatağın üzerinde oturuyor, müzik seti bangır bangır
bağırıyordu. Anna masaya doğru yürüyüp Cody’nin öfkeli bakışına aldırış etmeden müziği
kapadı. Son zamanlarda ondan alabildiği tek
153
Kimberlv Fisk
duygusal ifade buydu zaten; öfke. Ha, birde kayıtsızlık vardı. Kayıtsız kalma konusunda
kimse on üç yaşında bir oğlanın etine su dökemezdi.
Hey, dedi yatağın kenarına otururken. Nasılsın? İyi.
Marie erkenden yattığım söyledi. Kendini nasıl hissediyorsun?
İyiyim.
Elini uzatıp oğlunun alnına koyarak, Emin misin? diye sordu.
Oğlan annesine aksi bir bakış daha attı. Hasta değilim. Yorgun musun?
Çocuk çizim defterine geri döndü.
Ne çizdiğine bakabilir miyim?
Kalemi kağıdın üzerinde bir an için duraklar gibi oldu ama Cody başını kağıttan
kaldırmadı. Belki bitirdiğim zaman.
Pişmanlık Anna’nın kalbine bir bıçak gibi saplandı. Eskiden annesine çizimlerini
göstermek için sabırsızlıkla beklerdi. Anna daha kapıdan girmeden karşısına çıkıp defterinin
sayfalarını çevirmeye başlar, o gün çizdiği her şeyi tek tek gösterirdi. Yeteneği Anna’yı
şaşkına çevirirdi. Kendisi hiçbir şey çizemezdi ama kendisinden olma bu çocuk istediği her
şeyi çizebiliyordu. Şimdiyse... Anna, Cody’nin ondan en son ne zaman bir şeylere bakmasını
istediğini hatırlayamıyordu. Ve bu geceden önce kendisi en son ne zaman sormuştu acaba?
Tamam, dedi yumuşak bir sesle, çorabının üzerinden
154
Bir Adım Sen, Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
ayağını ovarak. Okul nasıldı?
Kalem, defterin üzerinde hızlı, becerikli hareketlerle gidip geliyordu. İyi.
Çok ödev verdiler mi?
Hayır.
Yarın dilbilgisi sınavın vardı. Yardım istersen... Ben çalıştım.
Anna sakin kalmaya çalışarak sırtını yatağın ayakucun-daki tablasına yasladı. Oğluyla
konuşmak, diş çektirmek gibiydi. Yavaş ve acılı. Marie yemek yemediğini söyledi. Aç
değilim.
Pasta da mı istemiyorsun? sorusuna cevap alamayacağından emin olunca ayaklarını
uzatarak oğlu bakışlarını kal-dırıncaya kadar bekledi. Terfi ettim.
Sessizlik.
Hadi, benimle aşağı gel. Bir kutlama yapalım. Sadece ikimiz.
Sana, aç değilim, dedim.
Hayal kırıklığını belli etmemeye çalıştı. O zaman hafta sonu kutlarız. Ben işten çıkınca
güzel bir akşam yemeği yeriz. Restoranı sen seçersin.
Kayıtsızlık maskesi bir an için düştü. Ama...
Anna hemen atıldı. Ama ne?
Hiç, diye mırıldanıp annesinin ona doğru uzanan elinden kurtulmak için bacaklarını
karnına çekti.
Pek hiç gibi gelmedi. Bu cümleye karşılık gelen o gönülsüz gülümsemeyi bekledi ama bu
gece hiç şansı yoktu.
155
Kimberly Fisk
Bu hafta sonu maçım vardı.
Anna’nın yüzündeki gülümseme donup kaldı. Bu hafta sonu ben işteyken büyükannenlerde
kalabileceğini düşündüm. Maçı seyretmeyi çok isterler, dedi dikkatle.
İş mi? Gözleri öfke ve hayal kırıklığıyla kararmıştı.
Üzgünüm, Cody, ama bu yeni görevde daha da çok çalışmak zorundayım. Hafta sonları da
çalışacağım.
Yani maça gelmiyorsun.
Evet, dedi oğlunun üzüntüsünün ağırlığıyla ezilerek. Bu terfınin onun için ne kadar önemli
olduğunu açıklamak isterdi ona ama oğlanın şu anda bunu dinlemeyeceğini biliyordu. Belki
de birkaç gün sonra bu kadar üzgün olmadığı bir an yakalayıp anlatabilirdi. Üzgünüm ama
biliyorsun, başka maçlar da olacak.
Neyse ne. Çizim defterini yüzünü tamamen kapatacak biçimde dizlerinin üzerine
yerleştirdi.
Cody...
Sorun yok. '
Evet, sorun vardı fakat başka ne yapabilirdi ki?
Orada öylece oturup bunu ona nasıl anlatabileceğini düşündü. Diğer yandan, söyleyeceği
hiçbir şeyin durumu değiştirmeyeceğini biliyordu. Babanı arayacağını. Onunla konuşmak
ister misin?
Neden konuşayım ki? Hiçbir söylediğimi dııynuıyor.
Cody haklıydı. Neden bir uydu telefonu alması için Phillip'e biraz daha ısrarcı
davranmamıştı ki?
Çünkü uçağa bindiği güne kadar Anna onun gideceğine
150
Bir Adım Sen, Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
gerçekten inanmamıştı.
Telefonun iyi çalışmadığını biliyorum ama belki bu akşam...
Cody çizim defteriyle kalemini masaya fırlatıp iPod’unu aldı. Kulaklıklarını takıp yatağa
yattıktan sonra da yastığını beyaz bir balon haline gelinceye kadar yumruklayarak,
Yorgunum, dedi ve yorganı üzerine çekti.
İşte yine itiyordu onu.
Anna oğlunun önüne çektiği bu duvarı nasıl aşacağını bilemeyerek yüksek sesle iç çekti.
Bakışlarına karşılık almayı umarak oğluna baktıysa da hiçbir işaret gelmeyince yeniden
yatağa yöneldi. Tıpkı eskiden olduğu gibi onu kucaklamak isteğiyle elini ona uzattığı anda
oğlan tortop olup annesinden kaçabileceği kadar uzağa kaçtı.
Anna elini sessizce geri çekti. İyi geceler, Cody. Babana senden selam söylerim. Kapıya
geldiğinde durup ışığı kapadı. Seni seviyorum.
Umutla beklese de daha önceki pek çok gecenin aksine beklediği yanıt gelmedi.
Yatak odasına girince yatağın kenarındaki okuma lambasını açıp çoraplarını çıkarırken
derin derin iç çekerek yatağa oturdu ve bir süre ayak parmaklarını gevşetmeye çalıştı. Sırtına
bir sürü yastık doldurduktan sonra uzanıp telefonu aldı. Bütün gün bu anı beklemişti. Şu anda
Sri Lanka'da saatin kaç olduğu hakkında bir fikri olmasa da bakmaya zahmet etmedi. Phillip,
sürekli değişen saçma sapan bir programa göre çalıştıklarını söylemişti. Neredeyse hiç
uyumuyorlardı. Nu-
157
Kim berly Fisk
marayı çevirdi. Bağlantı kurulmasını beklerken Codyyle aralarında geçen o tantanalı diyalogu
aklından çıkarmaya çalıştı. Neden her konuştuklarında kendini kötü adam gibi hissetmek
zorundaydı ki?
En sonunda hanın diğer ucundan cızındı, kopuk kopuk bir düdük sesi gelmeye başladı.
Telefon birkaç kez çaldıktan sonra tam Anna, Phillip'in açmayacağından endişelenmeye
başlamıştı ki telefon açıldı. Phillip'in sesini duydu. Alo.
Phillip? bir an cızımdan başka hiçbir şey duyamadı. Phillip sen misin?
Merha... ba... seni duyamı... çok kö...
Ben Anna. Bağırmaya başlamıştı. Sakın kapatma. Lütfen. Bağlantı berbattı ama kapatıp
yeniden açarlarsa hiçbir şeyin değişmeyeceğini biliyordu.
Ann...? Ses çok uzaktan geliyordu ama bu kadarını duyduğundan emindi.
Evet, benim. Müthiş bir haberim var. Biraz bekledi ama cızırtıdan başka hiçbir şey
duyamavınca devam etti. Bugün Doktor Bemard'ın yerine getirildim. Biraz daha durup yine
konuştu. Beni duydun mu Phillip? Bölüm başkanı oldum.
Ben... üzgünüm... duymadım.
Anna derin bir nefes aldı. Dedim ki. Doktor Shephard beni Doktor BemardTn yerine
getirdi. diye tekrar eni. Şimdilik geçici bir görevlendirme olacak ama ikimiz de bunun bir
formalite olduğunu biliyoruz. Doktor ShephardTn odasındaki o anı hatırlayıp gözlerini
kapadı. Oldu. Phillip.
Bir Adım Sen, Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
Gerçekten oldu.
Bir cızırtı yükselip alçaldı. .. tebrik ede... başka bir...
konuşa... Ve hat kesildi.
Uzun bir süre öylece kıpırtısız durup Phillip’in son sözlerini tekrar tekrar düşündü. Onu
duymuş muydu?
Evet, dedi kendi kendine, duydu. Tebrik ederim, demişti, bundan emindi. Ertesi gün daha
iyi bir bağlantı yakalayınca onu hemen arayacağından da emindi ama aramadı.
Ne ertesi gün ne de daha sonraki gün aradı. Dört gün sonra Anna işten gelip
hindistancevizli pastanın hala dokunulmamış halde tezgahın üzerinde durduğunu görünce
kaldırıp çöpe attı.
159
8
Bir şeyler ters gidiyordu.
Jared motorcu botları kuma batmış bir halde deniz kenarında durmuş Jenny'yi izliyordu.
Jenny rıhtımın diğer ucunda, uçağın yanında duruyordu. Bugün seter vardı; bir kadınla kocası
hatta sonu tatili için Victoria'ya uçacaklardı. Yaştı çift arabalarından iner inmez Jenny'nin
büyüsüne kapılmışlardı. Onlar belgeleri imzalayıp ödemeyi yaparken Jenny onlarla sanki eski
dostlarıymış gibi konuşmaya başladı. Onlar da aynı şekilde karşılık verdiler. Jared daha önce
yabancıların birbirleriyle böyle kaynaşabildikleriııe hiç şahit olmamıştı. Jenny onların yeni
doğum yapan kızlarını ve bebeği ziyarete gittiklerini öğrenince hemen bahçeye koşup
muhteşem bir buket hazırlamış, bu cömertliği ve zarafetiyle yaşlı çifti derinden etkilemişti.
Onlar da uçağa binerlerken Jenny'ye sıkı sıkı sarılmışlar, bundan böyle Mavi (iök'le
uçacaklarına dair söz vermişlerdi.
Bütün saçmalıkları bir yana, Jenny Beekinsale bugüne kadar gördüğü en iyi müşteri
hizmetleri elemanıydı.
160
Bir Adını Sen. Bir Adını Ben, Son Adını Aşk
Motor gürleyerek çalıştı ve Zeke uçağı gölün üzerinde yüzdürmeye başladı. Jenny
arkalarından el sallarken Jared kendi kendine kafasını sallıyordu. İnsanların neden teneke bir
konserve kutusunun içine tıkılmış maymunlar gibi sallana saltana seyahat etmek için para
vereceklerini anlayamıyordu. Üstelik, görünüşe bakılırsa çoğunluk da onunla aynı fikirdeydi.
Bu, hafta boyunca düzenleyebildikleri ikinci sefer olmuştu; hafta sonu da boş görünüyordu.
Bu uçağı nasıl su üzerinde tutacakları hakkında en ufak bir fikri yoktu (evet şimdi de metafor
kurmaya başlamıştı).
Gölün üzerinden esen bir rüzgar Jenny’nin bluzunu bedenine yapıştırırken Jared gözlerini
ondan alamadı. Kusursuzluğu bu kadar uzaktayken bile açıkça ortadaydı. Bu sabah onıı ilk
gördüğünde şaşkına dönmüştü. Günlük kıyafetlerle dolaştığı önceki günlerden farklı
giyinmişti bugün. Üzerine tam oturan uzun, mavi bir etek ve Jared’a çaresizce serin çarşafları
ve sıcak geceleri hatırlatan beyaz bir bluz giymişti. Eteğine uyan uzun topuklu ayakkabıları
bacaklarının güzelliğini vurguluyordu. Baş döndürücüydü. Profesyonel ama kışkırtıcı. Fakat o
ne giyerse giysin Jared’a hep baştan çıkarıcı geliyordu zaten.
Ellerini ceketinin ceplerine sokup kızın hala taktığı şu nişan yüzüğünü düşündü. Jared’a
gözünü hedeften ayırmaması gerektiğini hatırlatan tek şey oydu. I ledef, Meksika'ydı.
Solgun ışıklar saçan güneşe gözlerini kısarak bakıp, uçağı batıya çeviren ve havalanmaya
hazırlanan Zeke'ye döndü. Uçağın hantal gövdesi gölün üzerinde içi su dolu bir dama-
161
Kimherly Fisk
cana gibi sıçrayıp duruyordu. O kadar yavaştı ki, insan havalanabileceğine inanamıyordu. Ne
bir zarafet, ne hız ne de ikiz jet motorlarının o müthiş gümbürtüsü.
Bu bir F-18 değildi tabii.
Jared içinden bir küfür salladı. Geçmişe saplanıp kalmak şu andaki problemlerinden
hiçbirine bir çözüm getirmeyecekti.
Yüksek topukların rıhtım üzerinde çıkardığı tıkırtıyı duyunca dönüp baktı. Jenny ona
doğru geliyordu ama hiç durmadan ve ona hiç bakmadan yanından geçip gitti. Buraya
yerleştiğinden beri böyle yapıyordu.
Jared’ın böyle birdenbire hayatına -ve evine- girivermesinin Jenny’yi nasıl deliye
döndürdüğünü anlamak için tek bir bakış yeterdi. Parayı vermek zorunda kalacağı için, diye
düşünüyordu Jared. Oysa şimdi bu plan biraz aksıyor gibiydi.
Ön kapı Jenny’nin ardından gümleyerek kapandı.
Son bir haftadır, hayatında hiç olmadığı kadar sabır göstermek zorunda kalmıştı. O feci
kahvaltıdan sonra Jenny evden bir fırtına gibi çıkınca Jared onun soluğu annesinin evinde ya
da bankada alacağından emindi ama pazar, pazartesi, salı ve çarşamba ardı ardına geçerken
bundan şüphe duymaya başladı. Bu kadar parayı bulmanın biraz zaman alacağını söyleyerek
kendini rahatlatmaya çalıştı. Buna karşın, yarın buraya gelişinin birinci haftası dolacaktı.
Nereden bakılırsa, epey bir zaman demekti bu.
Dün gece en nihayet acı gerçekle yüz yüze gelmişti:
162
Bir Adım Sen, Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
Jenny’nin parayı bulmaya hiç niyeti yoktu.
Hafta boyunca yaptığı her şeye katlanmıştı. O iğrenç kahvaltılara da, gözünü dikip sinirli
sinirli bakışına da... Parayı vermeden önce onun canını iyice sıkmak istiyorsa Jared buna seve
seve katlanırdı. Hem o kötü yemeklerin Jared’ı yıldırabileceğim zannediyorsa askeriyenin
yemekleri hakkında en ufak bir fikri yok demekti. Ya o kahveye ne demeli! İlk başta kahve
demliğini bulduğu için sevincinden neredeyse öpecekti kızı. Sabahları kafein almazsa gerçek
bir canavara dönüşüyordu. Özellikle de o koşudan döndüğünde, kahvenin kokusunu içine
çekip sevinmişti ve hemen tadına bakmıştı. Hazırladığı kahvaltı kötüydü belki ama kahve tam
anlamıyla rezaletti.
Nasıl bu kadar kör olabilmişti?
Bunu daha önce fark edemediği için kendine lanetler yağdırdı. Jenny parayı vereceği için
yapmıyordu bunları; o sadece Jared’ın hayatını mahvetmeye çalışıyordu. Nokta. Para filan
yoktu. Güzel; eğer birkaç kötü yemek yedi diye öylece kaçıp gideceğini sanıyorsa kesinlikle
yanılıyordu. Ponpon Kuyruk yanlış adama çatmıştı.
Jared kendini suçluyordu. O güzel dudaklara, gök mavisi gözlere, her erkeğe aynı şeyi
düşündürecek kadar güzel bir vücuda kanmıştı.
Kahretsin, deyip bacağını kaşıdı.
Bu sabah onunla bir kez daha konuşmaya kararlı şekilde uyanmıştı. Sonra kollarının ve
bacaklarının her yerinde küçük küçük kabarıklıklar olduğunu fark etmişti. Küçük, kaşın-
163
Kimberly l- isk
tılı kabarıklıklar. Kaşıdıkça daha da fazla kaşınıyorlardı. Kahvaltıda Jenny ona bakıp
durmuştu. Bu biraz garipti çünkü bir haftadır onu görmezden gelebilmek için yapmadığı
kalmamıştı. Fakat bu sabah farklıydı, mutfakta oyalanıp durmuştu. Jared onun o günkü sefer
için hazırlandığının farkındaydı. Yolculara eşlik edecek, Zeke’nin son dakika hazırlıklarını
yapmasına yardım edecekti. Kısacık bir an için Jared onun nihayet parayı ödeyeceği hayaline
kapıldı.
Tabii ki yanıldı.
Kahvaltı boyunca kollarım, bacaklarını kaşıyıp durmuş, bir yandan da kendisini bu hale
getiren şeyin ne olduğunu merak etmişti.
Jenny ona iki kez iyi olup olmadığını sordu. İkisinde de iyi olduğunu söyledi ama
üçüncüsünde uyanmaya başladı.
Tam Jared feci şekilde kaşınan bir kabarcıkla uğraşırken, Dün seni ağaçların altındaki
otları keserken gördüm/' dedi Jenny kaygılı bir sesle. Gözleri masum bir üzüntü ifadesiyle
koca koca açılmıştı. İnşallah o ısırganlar girmemiştir içine. Çok fena kaşındırırlar.
Ne kadar samimi, ne kadar da şefkatliydi! Külahıma anlat. O bebek mavisi gözler ancak
peşine takılmış bir MİG’ kadar masum olabilirdi. İşte o anda düşmanını fazlasıyla
küçümsemiş olduğunu anlamış oldu. Ona hiç yakışmayan bir hataydı bu.
Lanet olası bir kahvaltı ve iğrenç bir kahve. Sinsilik. Şimdi de kurdeşen çıkmıştı başına.
Ona yeni bir tatmin yaşatmamak için yanıt vermedi. Dı-
* Rus yapımı uçak markası, fe.n.)
164
Bir Atlım Sen, Bir Atlını Ben, Son Adını A )k
şan çıkıp temizlediği otlara baktı. Isırganlar yığının tam ortasında duruyordu. Bu işe
başlarken uyarabil irdi onu; ama tek kelime bile etmemişti.
Demek hile yapıyordu. Hiçbir şey Jared’ı bu kadar memnun edemezdi.
Tam da lafının üzerine, birden siyah bir arazi aracı ortaya çıktı. Sürücü kapısının üzerinde
Saklı Göl Emlak'’ yazısı okunuyordu.
Jared bacağını kaşıyarak gülümsedi. Bu sabah birden bir altın madeninin üzerinde
oturdukları gelmişti akima. Gerçekten. Suyun tam kenarındaki bu arazi bir hazine değerinde
olmalıydı. Jenny burayı satma fikrinden hoşlanmıyor olabilirdi ama kendisinin hiç öyle bir
derdi yoktu.
Jared kumsalı geçerken arabadan kısa boylu, kel, hafifçe göbekli bir adam indi. Jared
arabanın yanına gidip adama elini uzattı. Bay Owen?
Adam da elini uzatıp, Brad deyin lütfen, dedi. Siz de Jared Worth olmalısınız.
Hemen geldiğiniz için teşekkür ederim.'
Rica ederim, memnuniyetle... dedi Brad gülerek. İtiraf etmeliyim ki buraya gelebilmek için
bütün programımı değiştirmek zorunda kaldım.
Öyle mi?
Buranın satışa çıkabileceğini hiç düşünmemiştim doğrusu.
Yalnız değilsin, diye düşündü Jared. Eve şöyle bir baktı.
Her şey değişiyor.
165
Kimberiy Fi.sk
Evet, öyle, dedi emlakçı ciddi bir üzüntüyle. Sonra arabadan bir evrak çantası çıkarırken,
Eve bir fiyat koymamıza yardım edebileceğini düşündüğüm birkaç doküman getirdim, dedi.
Sonra durup etrafına bakındı. Ama belki bunları konuşurken Jennifer da yanımızda olmak
ister...
Emin ol, ister. Jennifer içeride.
Harika.
Eve yaklaşırlarken perdenin arkasında meraklı bir kıpırtı görünce bu kez gülümsemesini
saklamaya bile gerek görmedi. Bu kez kapana kısıldın Ponpon Kuyruk.
Jenny verandaya çıkmış onları bekliyordu. Bay Owen. Merhaba, Jennifer. Emlakçı,
Jenny’yi Jared’ı bir an için şaşkınlıkla donduran bir sıcaklıkla selamladı. Eh, böyle ceviz
kabuğu kadar bir kasabada başka ne olmasını bekliyordu ki? Elbette tanışıyorlardı.
Jenny, Jared’a sert, sorgulayıcı bir bakış attı ama yeniden Brad’e döndüğünde yüzündeki
ifade yüz seksen derece değişmişti. Linda nasıl?
Okul aile birliğinde çalışıyor. İkizler mezun olalı on yıl oldu ama o bir türlü bırakamadı.
Bryce hala Kaliforniya’da mı?
Brad babacan bir tavırla gülümseyerek suratını ekşitti. Umudumuzu yitirmedik. İnşallah
aklım başına toplar da döner diye bekliyoruz.
Jenny gülümsedi. Ya Byron? Sanırım o...
Hadi, içeri geçelim, diye kesti Jared. Bu kadar aile muhabbeti yeter de artardı bile.
Emlakçıyı Jenny'yle ilişki-
166
Bir Adım Sen, Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
ierini tazelesinler diye çağırmamıştı herhalde.
Jenny tek kelime daha etmeden ağzını buruşturup Jared’ ın ehlileşmemiş doğası
hakkındaki düşüncesini açıkça ortaya koymuş oldu.
Jared kolunu kaşıdı. Tanrım, çok feci kaşınıyordu.
Jenny onlara kapıyı açıp içeri buyur ederken son derece isabetli bir neler-oluyor-burada
bakışıyla Jared’ı delip geçmeyi ihmal etmedi. Jared onu görmezden gelip Brad’in peşine
takıldı. Jenny heyecanına yenik düşmemeye çalışarak, saklamadığı bir gönülsüzlükle onları
Mavi Gök’ün yolcularını ağırladığı ön odaya aldı. Buradaki mobilyalar evin diğer
kısımlarındakinden daha düzgün görünüyordu. Bu durum Ja-red’ı pek de şaşırtmadı. Ne de
olsa haftada en fazla iki kere kullanılıyorlardı.
Şöminenin önünde yeşil kumaşla kaplanmış yüksek sırtlı iki koltuk duruyordu. Birine
Jenny, diğerine de Brad oturdu ve üçlü kanepeyi Jared’a bıraktılar. Brad evrak çantasını
Jenny’ye ortalarında duran yuvarlak kahve sehpasına bıraktı.
Jenny, Jared’a hiç bakmadan, Sana ne ikram edebilirim? diye sordu Brad’e. Kahve içer
misin?
Sakın kabul etme, dedi Jared. Jenny ona kaşlarını çattı.
Brad şaka yaptıklarını sanarak bir birine bir ötekine baktı ama kimse gülmüyordu.
O kahveyi içersen mideni yıkatmak zorunda kalırsın, diye açıkladı Jared.
Brad bir kahkaha attı. Ah, evet, şimdi hatırladım. Jenny sana hiç açmış olduğu kahve
dükkanından bahsetmiş miydi?
167
Kim her iv Fisk
Eminim, Jared bununla ilgilenırıiyordur, dedi Jenny çabucak.
Jenny bunu dün söylemiş olsaydı haklı olabilirdi ama bugün Jared daha fazla ilgilendiği bir
şey düşünemiyordu bile. Ders: Savaş. Konu: Düşman Hakkında Bilgi Edin.
Kahve dükkanı mı? diye kışkırttı emlakçıyı.
Jenny koltuğuna iyice gömülüp kollarını önüne kavuşturdu.
Brad anlatmaya başlamadan önce birkaç kez öksürüp gülmesini bastırmaya çalıştı. İki
hafta sürmedi bile. Buralar için rekor sayılır.'’
Gerçek bir başarı öyküsü ha?
Emlakçı birkaç kere daha öksürse de ne kadar eğlendiğini saklayamadı.
Eminim, Bay Owen’ın benim bir önceki girişimim hakkında konuşmaktan daha önemli
meseleleri vardır. Koltuğunda hafifçe yan dönüp orta yaşlı adamın yüzüne baktı. Aslında ben
de neden geldiğini merak etmeye başlamıştım.
Bilmiyor musun? Brad huzursuzlanmıştı. Ben sanmıştım ki... yani ben... Bay Worth’ten
beni aramasını sen istemedin mi?
Hayır. Jenny, Jared’a yine tipik bir Pazar Okulu öğretmeni bakışıyla baktı. Bunun Jared’a
işlemediğini ne zaman anlayacaktı acaba?
Hay Allah, dedi emlakçı.
Jared öne doğru eğilip ellerini dizlerinin üzerine koydu. Jenny ve ben ortağız.
168
tiir Adım Sen, tiir Adını Ben, Son Adım Aşk
Evet... buna benzer bir şeyler duymuştum...
Bu da beni bu mülk üzerinde eşit derecede söz sahibi yapıyor. Bazı borçların ödenmesi
için nakde ihtiyacımız var. Bence araziyi satışa çıkarmak herkesin çıkarına olacak. Jenny
ayağını yere öyle bir vurdu ki, koltuk zangır zangır titredi. Emlakçı adam şaşkına dönmüştü.
Cesedimi çiğnemen gerekir!
Jared, Jenny’nin yüzüne bakakaldı.
Bay Owen, dedi Jenny, derin derin nefes alarak. Böyle gereksiz bir şey için buraya kadar
zahmet ettiğiniz için üzgünüm. Bu araziyi satmayı kesinlikle düşünmüyorum.
İtiraf edeyim, ben de inanamamıştım zaten. Ayağa kalkıp evrak çantasını topladı. Ama
böyle bir telefon alınca gelip bir bakmam gerektiğini düşündüm, bilirsiniz... dedi kapıya
doğru giderken. Epey acelesi varmış gibi görünüyordu.
Kapı emlakçının arkasından kapanır kapanmaz, ‘'Nasıl cüret edersin? diye gürledi Jenny.
Neye nasıl cüret ederim?
Sakın benimle oyun oynamaya kalkma. Neden bahsettiğimi çok iyi biliyorsun.
Herhalde beni iyi işitmemişsin.
Kulaklarım gayet iyi duyuyor. Bence seninkilerde bir problem var.
Bir an için Jared, Jenny'den yükselen bu öfke dalgası karşısında duraksadı. Mavi gözleri
buz gibi soğuk ve sertti. Kesik kesik nefes alıyor, göğsü hızla inip kalkıyordu. Jared,
169
Kim berly Fisk
büyülenmiş gibi kıza bakakaldı. Sonra birden yine bacağı kaşınmaya başlayınca emlakçıyı
neden çağırdığını hatırlayıverdi. Bu muhteşem kavislerin altında onu mahvetmeye yemin
etmiş sinsi bir kalp atıyordu. Paramı istiyorum.
Ben de gitmeni istiyorum.
O zaman anlaştık demektir.
Sen öyle san!
Ya bu araziyi satarsın ya da gidip o parayı bulursun. Bir saniye için Jenny’nin yüzündeki o
öfkeli bakış silindi. Denedim.
Neyi denedin?
Kredi almayı.
Ve?
Jenny’nin gözünde bir kıvılcım çaktı ve bütün öfkesi geri geldi. Beni reddettiler, tamam mı
şimdi?
Jared bu haberin onu etkilemesine izin vermemeye kararlıydı. O zaman annenle babandan
iste. Sana yardım ettikleri için mutlu olacaklarından adım gibi eminim.
Hayır. Sesi o kadar kararlı çıkmıştı ki, Jared onu bu konuda zorlamanın bir işe
yaramayacağını hemen anladı. O aptal arabayı sat.
Jenny’nin gözleri bir anda yaşlarla doldu. O, Steven’ın arabası.
Jared bunu bilmiyordu. Bakışları yine Jenny’nin sol eline kaydı. O yüzük hala
parmağındayken Steven’ın arabasını satması mümkün değildi. Bunu düşünür düşünmez bir
kıskançlık dalgası içini kapladı.
170
Bir Adım Sen. Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
Tanrım. Ölü arkadaşını kıskanıyordu. Gerçekten de tam bir piç kuruşuydu.
O zaman başa döndük demektir. Uçağı sat... ya da araziyi. Umrumda bile değil, sen seç.
Jenny uzun uzun Jared’ın yüzüne baktı. Bu arazi yüz yıldan fazladır aileme ait. Buraya ilk
olarak büyükbüyükan-nemler yerleşmiş. Büyükbabam bu evi kendi elleriyle yapmış. Rıhtımı
da. Burası benim bir parçam, en az kalbim kadar. Asla... -vurgulamak için durdu- asla
satmayacağım burayı. Sana parayı vermek için dört ayım var ve her bir saniyesini sonuna
kadar kullanmayı düşünüyorum. Sözlerini bitirince odadan çıkıp ön kapıya yöneldi. Tel kapı
arkasından gümbürtüyle kapandı.
Jared arkasından gitti. Bu iş giderek saçma bir hal alıyordu, daha doğrusu Jenny giderek
daha fazla saçmalıyordu. Böyle kaçmak hiçbir şeyi halletmiyordu. Yine de peşinden gitmeyi
bırakarak yarı yolda durdu.
Jenny’nin buraya duyduğu bağlılığın Steven'dan kaynaklandığını düşünürken yanılmıştı.
Ailesinin bu arazideki tarihi düşünüldüğünde Steven’a duyduğu bağlılık çok hafif kalıyordu.
Odadaki o fotoğrafları gördüğü zaman anlamalıydı ama nedense o resimlerle Jenny’nin
sesindeki duygusal ton arasındaki ilişkiyi kuramamıştı.
Telin ardından bahçeye baktı. Jenny yanında küçük aletlerle dolu olan bir teneke kutuyla,
ön taraftaki çiçek tarhlarından birinin önünde dizlerinin üzerine çökmüştü. Her yanı
gökkuşağı renklerinde çılgınca açmış çiçeklerle sarmalan-
171
Kimberiy Fisk
mıştı. Dünyanın en kötü aşçısı olabilirdi ama bahçede mucizeler yaratıyordu.
Jared onun toprağı çapalayışını, otları temizleyişini, solmuş çiçekleri koparışını seyretti.
Çiçeklerin kokulan arazinin her yanından duyulabiliyordu.
Buraya ilk olarak hiiyük büyükannemler yerleşmiş.
Asla satmayacağım.
Bir dakika için, böyle köklü bir ailenin parçası olmanın nasıl hissettireceğini düşünerek bu
kalıcılık hissini hayal etmeye çalıştı.
Gözlerini ovuşturup ellerini saçlarında gezdirdi. Jenny burayı asla satmayacaktı. Şimdi
açıkça görebiliyordu bunu. Onu bunun için suçlayamazdı. Bir keresinde o da böyle sıkıca
bağlandığını hissetmişti fakat şimdi gerçeği biliyordu, ne kadar bağlanırsan bağlan bazı şeyler
ve bazı insanlar asla kalıcı olmazdı.
Tel kapıyı itip dışarı çıktıktan sonra çimenliğin üzerinden geçip hangara doğru yürümeye
başladı. Ona bakmadı... bakanıamıştı. Buranın onun için ne anlama geldiğini anladığı an her
şey değişmişti. Şimdi çok daha zor bir yol izlemesi gerekecekti ama vazgeçmiş değildi tabii.
Her zaman yapılacak bir şey vardı. Yeni bir yol. Şimdi tek yapması gereken bunun ne
olduğunu bulmaktı.
Anna yeni görevinde daha bir haftayı tamamlamamıştı ki, yeni iş planı delice esen bir
kasırga gibi üzerine çöktü.
/lir Adını Sen, Hir Adını İlen, Son Adım Aşk
Yine de işinin her anından zevk alıyordu. Bu sabah hastaneye saat altı buçukta, yani
eskisinden tam bir saat önce gelmişti ve o saatten beri hiç durmadan çalışmıştı. O fazladan bir
saatin her şeyi yerli yerine koymak için yeterli olacağını düşünmüştü ama saat üç olmuştu
bile. Bu da önünde çalışarak geçecek bir beş saat daha olduğu anlamına geliyordu.
Bir fincan kahve kapıp odasına yöneldi; ne kadar kısa olursa olsun bir mola vermesi
gerekiyordu. Kapıyı arkasından kapadığında o günkü ilk rahat nefesini aldı. Hastanenin o
elektrik yüklü enerjisini kapalı kapının ardından bile hissedebiliyordu. Koltuğuna oturup
kahvesinden bir yudum aldı. Sıcak kafeini boğazından aşağı yuvarladığı an canlandığını
hissetti.
Bütün gün annesini arayabilmek için uygun bir zaman kollamıştı. Oysa saatler uçup
gitmişti sanki. Şimdi aramazsa gün aynı şekilde bitecek, eve gittiğinde de artık çok geç
olacaktı. Telefona uzandı.
Saklı Göl Bistro ve Sanat Galerisi. Nasıl yardımcı olabilirim?
Anne?
Anna, canım. Sesini duymak ne kadar güzel.
Yolculuk nasıldı?
Sakin. Bunu sanki kötü bir şeymiş gibi söylemişti. Hoş, annesi söz konusu olduğunda bu
gerçekten de pek iyi bir şey sayılmazdı. Kendini emekliye ayırmış olan babası her şeyi
ağırdan almayı severdi ama o da tıpkı Anna gibi günün her anında aktif olmaktan hoşlanırdı.
Joe ve Deb’in neden
173
Kimberly Fisk
Alaska’ya taşındıklarını bir türlü anlayamıyorum, dedi. Eski arkadaşlarından bahsediyordu.
Yine de onları görmek harikaydı. Baban iki ömür yetecek kadar balık yakaladı. Belli belirsiz
güldü. Döndüğü zaman bir balık ziyafeti çekmeye hazır ol.
O seninle birlikte gelmedi mi?
Hayır. Bir hafta kadar daha kalmak istedi. Joe’yla birlikte dağ adamları gibi davranarak
acayip eğleniyorlar. Yine güldü. ‘İnsanın iyi vakit geçirmek için zamanı olmayacaksa, emekli
olmanın ne anlamı var ki,’ diyor.
Evet, bu tam babasının söyleyeceği türden bir laftı işte. Sen kalmak istemedin mi?
Zamanım yok. Yeni bir sanatçıyı bağlamak üzereyim. Bir de şu yardım balosu için
mönüyü ve orkestrayı ayarlamak zorundayım. Bunun ne kadar zor olduğunu neden her
defasında unutuyorum, bilemiyorum.
Her sene aynı şeyi söylüyorsun.
Jenny de öyle dedi.
Ama doğru. Söylesene, babam fotoğraf çekti mi?
Şu kadarını söyleyeyim, bize bir dahaki gelişinde iki saatini fotoğraflara bakmak için
ayırman gerekecek. Ben dönerken bile üç albüm dolduracak kadar fotoğraf çekmişti.
Buna zamanım olmayabilir, dedi Anna. Terfi ettim, anne.
Ah, Anna! Seninle gurur duyuyorum.
Annesinin ağzından bu sözleri duymak Anna’nın içinde giderek büyümekte olan hayal
kırıklığını biraz yatıştırdı.
174
Bir Adım Sen, Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
Eminim, Phillip de çok heyecanlanmıştır.
Anna buna yanıt vermedi. Phillip hala aramamıştı ama bu haberi annesiyle bile paylaşmak
istemiyordu. Günler peşi sıra geçerken Anna en sonunda gururunu bir yana bırakıp Phillip’i
iki kere aramıştı. İkisinde de ulaşamamış, içinde bir öfke uyanmıştı. Neden bu ilişkiyi
yürütmeye çalışan hep o oluyordu?
Ne zaman başlıyorsun? diye sordu annesi.
Başladım bile.
Ne kadar çabuk?
Anna, Doktor Bemard ve karısıyla ilgili durumu anlattı. Beklenileceği gibi son zamanlarda
pek işe gelmiyor. Elimizde yeterince doktor yok, bu yüzden de işleri yetiştirmekte
zorlanıyoruz. Bundan sonra hafta sonları da çalışmak zorundayım. Aslında seni biraz da
bunun için aramıştım. Bu hafta sonu Cody’yle ilgilenebilir misin, diye soracaktım.
Ah, tatlım... tabii ki. Ancak bu haftasonu Seattle'da olacağım. Yardım balosu toplantısı
var. Annesi duraksadı. Tabii Cody de benimle gelebilir. Onun için pek eğlenceli olmayacağını
biliyorum ama benim için sorun olmaz.
Ama Cody için kesinlikle sorun olurdu. Üstelik anneannesinin hayatını cehenneme
çevirirdi. Bir de şu beyzbol maçı meselesi vardı. Cody’nin bu maçı kaçıracak olursa
geçireceği sinir krizini düşünmek bile istemiyordu. Sağ ol anne, ama sana zahmet vermek
istemem.
Benim için hiç zahmet olmaz.
Sorun değil anne, gerçekten.
175
Kimberly Fisk
Seni böyle yarı yolda bırakmaktan nefret ediyorum. Bir şeyler düşüneceğim. Anna birden
adının anons edildiğini işitti. Belki Paul bakar.
Paul de çalışıyor. Henüz bir ortak bulamadı. Annesi bir süre suskun kaldı. Jenny’ye ne
dersin?
Anna, kız kardeşine değil oğlunu, bir japon balığını bile emanet etmezdi.
Ne düşündüğünü biliyorum, dedi annesi.
Anna, inşallah bilmiyordun diye geçirdi içinden.
Onu ara. Sana yardım edebildiği için çok sevinecektir.
Anons tekrar etti. Anne, aceleye getirmek istemezdim ama şimdi gitmem gerek.
Jenny’yi ara.
Bunu düşüneceğim, diye kesip attı. Bir yandan da acaba annesi yalan söylediğini anlamış
mıdır diye merak ediyordu.
176
9
Telefon saat yedide çalmaya başlamıştı.
Yeniden sessizlik çökünce cezasının kaç dakikalığına ertelenmiş olduğunu merak etti.
Annesiyle babasının tatilden dönmesine daha bir hafta vardı. Anna’y la Paul de anneleri gelip
herkesi bir araya toplamadan önce ortaya çıkmazlardı. Jenny saf saf, annesiyle babası
Alaska’dan döndükleri zaman bile bir-iki günü daha olacağını düşünüyordu. Fakat kadın eve
döndükten birkaç saat sonra telefona sarılmıştı bile.
Kasabanın dedikodu değirmeni haberleri çabucak yetiştirebilmek için fazla mesai yapıyor
olmalıydı.
Doğru mu? dedi annesi telefonu açar açmaz.
Jenny hala yataktaydı; uyku sersemliğiyle yastığını düzeltip yana döndü. Kimin aradığına
bakmış olsaydı kendini bu acıdan kurtarabilirdi. Diğer yandan annesini çok iyi tanıyordu.
Telefonu açmamak, Catherine'in takıntılı bir biçimde tekrar tekrar aramasından başka bir şeye
yaramazdı. Selam, anne. Tatil nasıldı?
İyi. Rahatlatıcı. Baban biraz daha balık avlamak için
177
Kimberiy Fisk
bir hafta daha kalmaya karar verdi. Balık avlamak derken sesi ölümcül bir günahtan
bahsediyormuş gibi çıktı. Ama konuyu değiştirme. Doğru mu?
Yirmi altı yıllık deneyim ona ertelemenin her şeyi daha da berbat edeceğini öğrenmesine
yeterli olmuştu. Doğru. Jennifer. Seninle mi kalıyorT Öyle sayılır.
Öyle mi, değil mi?
Jenny gözlerini sımsıkı kapadı; korkunç bir baş ağrısının yaklaşmakta olduğunu
hissedebiliyordu. Geçici olarak. Uzun bir sessizlikle birlikte Jenny yatakta tortop oldu.
Jared’dan kurtulmak için bir haftası olduğunu sanıyordu. Annesiyle babası durumu
anlayıncaya kadar onun gitmiş olacağını varsaymıştı.
Hımmm.
Hımmm mı? Ne demek hımmm?
Belki bu o kadar da kötü bir şey değildir.
Jenny’nin gözleri bir anda fal taşı gibi açıldı ve bir sustalı çakı misali saniyede doğrulup
oturdu. Efendim?
Şey... senin orada öyle tek başına yaşamandan zaten hiç hoşlanmıyorum. Bunu biliyorsun.
Çok izole bir yer. Aslında tekrar yanımıza taşınmanı istiyorum. Burası senin de evin. Hem
işine sadece on dakikada gidebilirsin. İşini yürütmene engel olmaz.
Beklenen baş ağrısı bir anda bütün şiddetiyle çıkageldi. Bu konuyu daha önce yüz defa,
yüz farklı biçimde tartışsalar da sonuç hiç değişmemişti; annesi Jenny’nin aklını başına
178
Bir Adım Sen, Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
toplayıp eve döneceğini düşünmekten vazgeçmiyordu.
Endişelenmeni gerektirecek bir durum yok, dedi Jenny konuyu başa döndürerek. Her şey
kontrol altında. O kadar uzun kalmayacak.
Ağabeyin öyle demedi ama.
Paul’le mi konuştun?
Tabii ki. Bana her şeyi anlattı.
Jenny’nin bu her şeyin ne olduğuna dair en ufak bir fikri bile yoktu ama sormayacaktı.
Jared Worth’ün kim olduğunu ve Steven'la olan ilişkisini öğrendikten sonra içim rahat etti.
Annesinin sabah kahvesini içmekte olduğunu hatırlatan bir sessizlik çöktü. Bence birinin
seninle birlikte orada kalması çok iyi bir şey. Jenny sırtını yatağın başına yasladı. Şaka
yapıyorsun herhalde?
Biliyorsun, baban ve ben sana yardım etmeye her zaman hazırız ama bu konuda kendi
yolundan gitmeyi seçiyorsan, şey, dediğim gibi, yanında seni... koruyacak birinin olmasına
seviniyorum.
Jenny bu koruma meselesini hemen es geçti çünkü Saklı Göl’de suç oranı tamı tamına
sıfırdı. Ancak yardım derken neyi kastettiğini çok iyi biliyordu. Bütiin yapması gereken
parayı istemekti; o zaman Jared hayatından tamamen çıkıp gidecekti.
Dürüst olmak gerekirse bu baştan çıkarıcı bir teklifti; tıpkı daha öncekiler gibi ama daha
öncekilerin aksine bu kez buradan çıkış yolunu kendi başına bulmaya kararlıydı.
179
Kimberly Fisk
Jenny her şeyi hallettiğini ve endişelenecek bir durum olmadığından emin olabileceğini
söyledi. Annesi de birkaç nasihat daha verdikten sonra telefonu kapadılar.
Telefonu kapar kapamaz yeniden çaldı. Bu kez kimin aradığına bakacak kadar
kendindeydi.
Günaydın, Paul, dedi Jenny.
Annem aradı.
Sürpriz!
Böyle alaycı olmak sana hiç yakışmıyor.
Jenny tamamen zıt fikirdeydi.
Sadece senin için endişeleniyoruz, Jelly Belly, dedi ağabeyi. Bunu anlaman gerek.
Paul’ün ona o eski lakapla seslenip endişeyle konuşması Jenny’nin bir anda çökmesine
sebep oldu. Bir haftadır yaşadığı gerginlik su yüzüne çıkmış, boğazına bir düğüm oturmuştu.
Endişelenmeyin. Biliyorsun, Steven bile çok fazla dayanamadı bana. Acısını dalgacı bir sesle
kapamaya çalışıyordu.
Bu doğru değil.
Bir anda gözünden yaşlar boşandı. Elinin tersiyle gözlerini silerek, Evet, haklısın, dedi.
Zaten annesinin garajının üstündeki daireyi de sırf benim ailemin sabah telefonlarından
kaçmak için tutuyordu.
Paul’ün kahkahası biraz fazla yüksek, biraz da zorlamaydı ama Jenny bunun için ona
minnet dııydu. Onu kim suçlayabilir ki?
Jenny üzerine düşeni yaptı. Kahretsin, hiç kimse.
180
Bir Aıiını Sen, Bir Adını Ben, Son Adım Aşk
Sonra derin bir nefes alıp, Jared, Hayalet’miş, dedi ağabeyine.
Sözlerinin anlaşılmasına yetecek kadar süren bir sessizlik oldu. Emin misin? diye sordu
Paul sonunda.
Evet.
Vay canına. Paul duraksadı. Steven’ın ondan nasıl bahsettiğini hatırlıyorum. Bir keresinde
Steven’ın ailesinin evindeydik, Steven hiç durmadan Hayalet’in nasıl uçtuğunu anlatıp
duruyordu. En sonunda babası dayanamayıp sözünü kesmiş, hiç kimsenin o kadar iyi
olamayacağını söylemişti. Steven bir süre susup oturmuştu, sonra da Hayalet’in gerçekten o
kadar iyi olduğunu söylemişti yine.
Evet, hatırlıyorum. Steven’ın Hayalet’ten... yani Ja-red’dan bahsederken sesinin aldığı o
huşu dolu tonu da hatırlıyordu. Neredeyse tapıyordu ona.
Baksana, hiç...
Paul sorusunu bitiremedi bile. Jenny onun ne soracağını gayet iyi biliyordu. Hayır.
Steven’ın ailesi Arizona'dan dönmedi daha. Yılın yarısını orada geçiriyorlar, unuttun mu?
Onları cenazeden sonra bir daha görmemişti. Aslında onlar cenazeden sonra öyle apar topar
gidince biraz rahatlamıştı bile. Sürekli karşılaşmak, neler kaybettiklerini hatırlatıp
duracağından, iki taraf için de acı verici olacaktı.
Birden Jenny bir dakika daha yatakta kalamayacağını fark edip kalktı. Dinle Paul, çok işim
var. Hemen gitmem gerekiyor.
Bu tam anlamıyla doğru sayılmazdı ama hemen şimdi
18i
Kimberly Fisk
bıı telefonu kapatması gerekiyordu. Burada durup Steven’ın nerede yaşadığı ailesi ya da
onları bir daha görmeye cesaret edememesi hakkında daha fazla konuşmaya niyeti yoktu.
Ben yanındayım, Jelly Belly. Tek bir kelimen yeter, hemen gönderirim Jared’ı.
Çok tatlısın ama bu biraz fazla korumacı bir yaklaşım olmuyor mu? Rahatla Paul, bunu
ben hallederim. Gerçekten. Ağabeyini mi yoksa kendini mi ikna etmeye çalıştığından emin
olamadı.
Bir saat kadar sonra dışarıda, ayaklarını kuma gömmüş oturuyordu. Saat daha dokuz bile
olmamıştı ama göl çoktan uyanmıştı. İnanılmaz derecede sıcak bir cumartesi vaat eden parlak
bir mayıs sabahıydı.
Ellerini gözüne siper edip sahilden gördüğü komşularına baktı. Birkaç balıkçı teknesi
kıyıya yakın yerlerde avlanıyor, bir grup genç su kayağı yapıyordu. Çaldıkları rock şarkıları
ve bağırışları suyun üzerinden yankılanarak Jenny’ye kadar ulaşıyordu. Bay Wilcox’un
yanından her geçişlerinde adamcağızın alüminyum teknesi devrilecekmiş gibi sallanıyordu.
Adam bir eliyle teknenin kenarına tutunup yumruğunu sallayarak bir şeyler söyledi ama neyse
ki yüksek sesli müzik bu pek de terbiyeli olmadığı açıkça anlaşılan sözlerin duyulmasına izin
vermedi.
Ellerini arkasında uzanan sık çimenlere bastırıp gözlerini kapayarak yüzünü güneşe
çevirdi. Güneş ışınları yüzünü yalıyor, büyükannesinin çiçeklerinin çarpıcı kokusu her yanı
sarıyordu. Acaba büyükannesi bütün bu karmaşa için ne derdi?
182
İh
Bir Adım Sen, Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
Dökülmüş süt kendi kendine temizlenmez.
Naııa'nın sesini duyuyor gibiydi. Kim bilir kaç kez duymuştu bu sözleri onun ağzından.
Fakat Nana bile bu meselenin o kadar kolay temizlenemeyeceğini anlardı. Günlerdir kafa
patlatıyor, şirketi kara geçirmenin bir yolunu bulmaya çalışıyordu ama ne kadar uğraşırsa
uğraşsın aklına hiçbir şey gelmiyordu. Bir de diğer sorun vardı; şu anda arkasındaki hangarda
çalışmakta olan epey büyük, göz korkutucu, fazlasıyla yakışıklı bir sorun.
Kafasını sallayıp Jared dışında bir şeylere konsantre olmaya çalıştı. Çocukların
teknesinden yükselen şarkıya, Bay Wilcox’un giderek yükselen sesine, yan bahçede çalışan
çim biçme motorunun gürültüsüne kulak vermeyi denese de hiçbiri işe yaramıyordu. Ne kadar
uğraşırsa uğraşsın bu adamı bir türlü zihninden atamıyordu.
Nereye gitse karşısına çıkıyordu; kendi evinde, kendi bahçesinde davetsiz bir misafir gibi
hissediyordu kendini. Ne yana dönse onun kendisine yönelmiş bakışlarıyla karşılaşıyordu.
Yargılayan bakışlarıyla... Hangisinin daha tedirgin edici olduğuna karar veremiyordu; bu
şekilde izlenmek mi, yoksa yargılanmak mı? Aslında, bütün hayatını ailesinin yargılayıcı ve
onaylamayan bakışları altında geçirdiği düşünülürse buna alışkın olduğu söylenebilirdi. Buna
karşıtı Jared'ın bakışlarında farklı bir şey vardı. Daha önce hiç görmediği kadar yoğun
bakışlardı bunlar. Sanki dosdoğru ruhunun derinliklerine bakıyor, bütün tereddütlerini,
güvensizliklerini ve hatalarını tek tek tespit ediyordu.
183
Kinıberly Fisk
Bazı zamanlarsa bu bakışlar en kötü hatalarını bırakıp en gizli sırlarına yönelmeye
başlıyordu.
Zihnini sürekli kurcalıyor, aklını karmakarışık ediyor, her şeyi unutmasına ve bazen daha
da kötüsü, olmadık şeyleri hatırlamasına sebep oluyordu. Bedeninin onun çekimine
kapıldığını hissettiği her defa sanki Steven hayattaymış da onu aldatıyormuş gibi suçluluk
duygusuyla kıvranıyordu.
İçinden bir ses bavulunu toplayıp tıpkı eskiden hep yaptığı gibi kaçıp gitmesini söylüyordu
ama o zamanlar hep ninesinin güvenli kucağına, bu eve koşardı. Diğer yandan, gerçeği
söylemek gerekirse burada hala güvende hissediyordu kendini. Jared’la bile. Belki de o
burada olduğu için. Ve bu tabii ki uzun uzadıya irdelemek istediği bir konu değildi.
Steven öldükten sonraki zamanlarda Jenny’nin tek istediği yalnız bırakılmak olmuştu.
Ailesi sürekli gelip onu rahatlatmaya çalıştığında, yalnız başına gölde yaşamaktan memnun
olduğunu söyleyerek onları hemen geri püskürtmüştü. Memnundu da. Hala öyleydi; ama her
ne kadar bunu itiraf etmekten nefret etse de, bu geçen bir hafta boyunca evde başka bir
insanın daha varlığını hissetmek ona biraz huzur vermişti. Jared’da güçlü bir şeyler vardı,
bunu inkar edemezdi. Etrafına ondan başka hiçbir erkekte görmediği bir enerji yayıyordu.
Steven’da bile. Jared’ın yürüyüşünde, konuşma biçiminde, hatta o huzursuz sessizliğinde bile
daima tetikte olan bir şeyler var gibiydi.
İçine dolan suçluluk duygusuyla savaşırken çimenleri hırsla avuçladı. Nasıl bu kadar
sadakatsiz olabilirdi? Zihnin-
184
Bir Adını Sen, Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
de Steven’ın yüzünü canlandırabilmek için bir süre uğraştı. İşte görüyordu; o kum sarısı
saçlar, o gülümseyen yüz... Ama birden her şey birbirine karıştı ve sarı saçlar zifir siyahına,
yeşil gözleri safir mavisine dönüştü.
Su kayağı yapanların teknesi güriildeyerek geçip Jenny' yi ürkütürken dalgalar öfkeyle
sahile saldırıp kumlara sıçradı.
Jenny oturduğu yerde doğrulup kollarını dizlerine sararak titremesini durdurmaya çalıştı.
Steven, diye yalvardı zihni, bir bağışlama işareti arayarak.
Hangardan büyük bir gümbürtü yükseldi ama o dönüp bakmadı. Jared yine kim bilir ne
yapıyordu içeride. Bir haftadır iyice sahiplenmişti hangarı. Ve görünüşe göre bunu sorun eden
tek kişi de Jenny’ydi. Zeke, Jared’ın varlığını gayet doğal karşılamıştı, hatta yanında bir erkek
daha olmasından epey memnun bir hali vardı. Jenny birkaç defa kendini Jared’a bu işin
kendisine ait olduğunu hatırlatmak için cesaret toplamaya çalışırken yakalamıştı ama Jared’la
ne zaman karşılaşsa yine dengesini yitirmiş ve ne söyleyeceğini unutmuştu.
Eline bir taş alıp suya fırlattı. Belki de ailesi ve arkadaşları haklıydı. Belki buradan çıkması
gerekiyordu. Aylardır herkesten kaçıyordu çünkü insanlarla birlikte olmak ona neler
kaybettiğini hatırlatmaktan başka bir işe yaramıyordu. Artık yaşamıyor, sadece hayatta
kalmaya çalışıyordu. Yaşamak, gülmek ve sevmek demekti. Hayatta kalmak ise sadece
185
Kiın her İv Fisk
ölmemekti. Sadeee hayatta kalmaya çalışıyorsan hislerini tamamen yitirebiliyordun ve bu iyi
bir şeydi. Hissi/ kalmak. Jenny'yi o korkunç acıdan u/ak tutuyordu.
Jared'ın gitmesi gerekiyordu ve bunun nedeni sadeee işle ilgili değildi. Çok daha ta/lası
vardı, Steven'm ölümünden beri hiçbir şey Jenny'yi Jared'ın varlığı kadar korkutma-mıştı.
Bu dört ay boyunca burada kalması mümkün değildi. Jenny bu şekilde yaşamaya
katlanamazdı.
Birden Jenny'nin güneşi uzun bir gölge tarafından kesildi. Bir anda bütün sinirleri gerildi;
gelenin kim olduğunu anlamak için geriye dönüp bakması gerekmiyordu.
Konuşmamız gerek. Bu hafifçe pürüzlü, derin ses tonu fazlasıyla tanıdık gelmeye
başlamıştı; mavi gözlerinden hiç eksilmeyen o öfkeli bakış da. Şimdi de aynen öyle
baktığından emindi, ses tonundan anlaşılıyordu.
Beni görmezden gelmek hiçbir işine yaramayacak.
Jenny hiç de aynı fikirde değildi.
Senin şu Beaver.*
Jenny öyle bir döndü ki, boynuna bir ağrı saplandı. Oturduğu yerden dosdoğru Jared'ın
yıpranmış kotunun düğmelerine bakıyordu. Yanakları pembe pembe olmuş bir halde kendini
daha yukarı bakmaya zorladı. Güçlükle yutkundu. Jared’ın üstü çıplaktı. Şimdi de onun çıplak
göğsüne, güneşte yanmış geniş, kaslı omuzlarına bakıyordu. Jared'ın kotunun arka cebinden
bir tişört sarkıyordu. Ne... neyimi dedin?
Beaver.
* Argoda elişi! cinsel organ yerine kullanılan bir sözcük, (ç.n.)
186
Bir Adını Sen, Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
Yanaklarındaki pembelik yavaşça koyu bir kırmızıya dönüştü. Anlamadım... yani...
Pistondaki Beaver.
Jenny onun yüzüne baktı.
Uçaktan bahsediyorsun yani?
Tabii ki uçaktan bahsediyorum? Başka ne ... Birden dudağının kenarında hınzır bir
gülümseme belirdi. Aklın kötüye çalışıyor demek...
Hiç de değil. Doğruydu, en azından bir hafta öncesine kadar.
Ağırlığını bir ayağına verip kollarını göğsünde kavuşturdu.
Böyle sırıtıp durması söyleyebileceği her şeyden daha kötüydü.
Jenny kendini aptal gibi hissederek ayaklarının dibinde oturuyordu. En sonunda ayağa
kalkıp pantolonunun düğmelerine ve çıplak göğsüne bakmaktan kurtuldu.
Başını yukarı dikip beyaz şortunun arkasını silkelemeye koyuldu. Tanrım lütfen,
yüzümdeki kızarıklığı güneşten bilsin. Jared’ın yüzüne bakmaktan kaçınarak sallana sallana
plaja geldiğinde ayağından fırlatıp attığı parmak arası terliklerini aramaya başladı. İşte orda,
oturduğu yerin hemen sağında kuma saplanmışlardı. Sağ ayağındaki kumları silkeleyip,
terliğini ayağına geçirmek üzereyken sendeleyip düşecek gibi oldu. Jared hemen onun kolunu
yakalayıp dengesini bulmasına yardımcı oldu. O an güneşle hiç alakası olmayan bir sıcaklık
kapladı içini.
187
Klmberly k'isk
Jenny bir yandan bütün sinirleri ayağa kalkmış bir halde el yordamıyla sandaletini
giyerken bir yandan da, bir erkeğin gücünü hissetmeyeli ne kadar zaman olduğunu düşünme-
meye çalışıyordu.
Nihayet, epey bir uğraştıktan sonra İkincisini de geçirdi ayağına. Terliklerin sert plastik
bağları parmaklarının arasını acıtıyordu.
Jenny iki sandaletini de giyince Jared onun kolunu bıraktı. Şimdi şu Beaver hakkında biraz
konuşabilir miyiz artık?
En sonunda gözlerine bakabildi. İçinde bir şeyler düğümleniyor, kolu hala Jared’ın
dokunuşunun hatırasıyla ür-periyordu ama Jared hiç etkilenmemiş gibi görünüyordu. Aslında
rahatlaması gerekirdi. Şunu söylemeyi keser misin artık?
Başka ne diyebilirim ki?
Başka bir şey de. Yeter ki o kelimeyi... Hayır söyleyemezdi... söylemeyecekti.
Beaver mı?
Jenny ona ateş püsküren gözlerle baktı. Bir şey mi lazımdı?
Uçağın yağının değişmesi gerekiyor; bir de Zeke dünkü uçuşta hidrolik kapakların biraz
yavaş çalıştıklarını fark etmiş.
Bu konuda sana yardım edemem.
Aman, ne kadar şaşırdığımı bilemezsin.
Bu yorumla kan beynine sıçrattı. Zeke’yle yaptıkları iş
Bir Adını Sen, Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
bölümünden haberi yoktu herhalde. Uçağın bakımından sorumlu olan kişi Zeke. Bu konuda
onunla konuşmalısın.
Evet, ama burada değil.
Çünkü bugün izinli. Herkes senin gibi haftanın yedi günü çalışmak zorunda değil.
Beş gün de yeter. Aslında şu durumda dörde bile razı olabilirdim.
Jenny dişlerinin arasından tısladı. Bugün uçuşumuz yok.
Gerçekten çok şaşırdım, dedi Jared yine.
Uçuşumuz olmadığına göre Zeke’nin gelmesine gerek yok.
Ve ansızın, beklenmedik bir müşteri çıkarsa hazır olmak istemiyoruz.
Daha önce hiç böyle bir şey olmamıştı ama bunu ona söylemeye niyeti yoktu tabii ki. O
zaman çağırırım Zeke’ yi.
Beni dinle, tatlım...
Tanrım, onunla bu şekilde konuşmasından gerçekten nefret ediyordu.
Bu işte sadece uçağı uçurmak dışında yapılacak şeyler de var. Ben gittikten sonra sen ve
teknik adamın ne yaparsınız karışmam, ama ben burada olduğum sürece bu işyeri, bir iş nasıl
idare edilirse öyle idare edilecek. Uçağa iyi bakılacak. Ve güneşlenmek... Jenny’nin üzerinde
sanki şortla atlet değil de incecik bir bikini varmış gibi bakıp devam etti. Kesinlikle iş
tanımımıza dahil değil.
189
Kimbvrlv Fisk
Jeııny güneşleniyor filan değildi, o da bunu gayet iyi biliyordu. Daha da önemlisi, uçak
mükemmel durumdaydı. Dünkü uçuştan hemen sonra Zeke, Jenny’yc hidrolik kapaklarla ilgili
meseleyi açmış, yarınki yağ değişiminde kapaklara da bakmasının uygun olacağına karar
vermişlerdi. En azından benim üzerimde bir şeyler var.
Sözler ağzından çıkar çıkmaz bunu asla söylememiş olmayı diledi.
Jared topuklarının üzerinde Jenny’ye doğru dönüp eliyle çıplak göğsünü ovaladı. Bu
konuda daha önce hiç şikayet almamıştım.
O zaman kulaklarına bir baktırman gerekiyor demektir.
Ne?
Kulaklarına baktırman gerekir, dedim.
Affedersin, ne dedin? Duyamadım.
Onunla dalga geçiyordu. Pislik. İnan bana, burada kimse senin fikirlerini duymak
istemiyor.
O zaman hemen dinlemeye başlasanız iyi olacak derim. Yoksa ortada iş filan kalmayacak.
Jenny arkasını dönüp eve doğru yürümeye başladı. Neden canını sıkıyordu ki? Jared’la her
konuşmaları bir Laıı-rel-Hardy skecine dönüşüyordu. Tek yaptıkları laf dolandırmaktı ama
nedense hep Jared kazanıyormuş gibi görünüyordu.
Verandaya vardığında bir arabanın geldiğini fark etti. Elini gözüne siper ederek bakınca
gümüş rengi Volvo'yu he-
190
Bir Adım Sen, Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
men tamdı. Ne rezalet ama! Şu anda en son ihtiyaç duyduğu şey ablasının yıkıp gelmesiydi
herhalde.
Omuzlarını düşürüp park yerine yürüyerek A nna’yı beklemeye başladı. Sonsuza kadar
sürecek gibiydi. Bay Wilson’ ın traktörü bile daha hızlıydı.
Ablast nihayet park yerine ulaşıp motoru kapamayı başardığında Jenny gülümseyip biraz
neşeli görünmek için gayret etti. Yeğeni arka koltukta oturuyordu. Ona el salladı ama çocuk
yanıt vermedi. Harika, tam ihtiyacı olan şey. Geçimsiz bir erkek daha.
Ablasının toparlanıp arabadan çıkması birkaç dakika daha aldı. Cody put gibi oturuyordu.
Jenny aklını kıyafetine takmamaya çalıştı. Kız kardeşi bir cumartesi sabahı bile, az önce
bir Paris butiğinden çıkmış gibi görünürdü. Açık leylak rengi döpiyesi son derece zarif,
çarpıcı ve pahalı duruyordu. Sürpriz yaptınız!
Umarım iyi bir sürprizdir.
Her zaman, dedi Jenny, bunun doğru olmasını umarak. Eskiden gerçekten öyle hissederdi.
Anna etrafına bakındı. Büyükannemin bahçesi ne kadar güzel görünüyor... o da zaten
buraya en iyi senin bakacağını düşünüyordu.
Jenny, ablasının iltifatıyla ve sesindeki o tatlı şeflcatli tonla irkilip savunmaya geçti.
Hatırlayabildiği kadarıyla ablasının ona güzel bir şey söylediğini son duyuşunda henüz
çocuktular ve Jenny onun için ateşte marşmelov kızartmıştı. Fakat sonra birden Anna artık
Barbie bebeklerle oynayama-
191
Kimberiy Fisk
yacak kadar büyümüş ve henüz on üç yaşındayken herkesin hayatını sıkı sıkıya planlaması
gerektiğine karar vermişti. Daha az hırslı olan küçük kız kardeşine gösterdiği hoşgörü de bir
anda buharlaşıp gitmişti.
Teşekkür ederim, dedi Jenny tedirgin bir sesle. Hangardan sesler gelince Anna o tarafa
doğru baktı. Zeke çalışıyor galiba.
Ablasına hangardaki kişinin Zeke olmadığını asla söylemeyecekti. Hayatındaki her bir
detayın ailesi tarafında ince ince analiz edilmesinden bıkmıştı artık. Söylesene, nedir seni
buralara kadar getiren şey?
Şey, ben... Anna cümlenin ortasında donup kaldı. O, Zeke değil.
Jenny hangara doğru bakınca Jared’ın hala yarı çıplak bir şekilde ortalarda dolaştığını
gördü. Dışarıdan bir şey almış, yeniden hangara giriyordu.
Bu, o kişi mi acaba? Sesi liseli bir kızmış gibi heyecanla titriyordu.
Tanıdığın biri değil.
Son derece isabetli bir tahmin yapabilirim.
Evet, diye düşündü Jenny. Maalesef yapabilirdi.
İtiraf edeyim, adam seçmeyi biliyorsun, dedi Anna. Onu ben seçmedim.
Anna sırıttı. Ben olsam seçerdim.
Anna!
Ne?
Sen evlisin.
B\r Adım Sen, Bir Adım Ben, Son Adım A}k
Evet ama daha ölmedim.
Anna’nın konuşma biçiminde farklı bir şey vardı. Jenny ablasına biraz daha dikkatle baktı
ama Anna’mn yüzündeki ifadeyi yanlış okumuş olacaktı. Kararsızlık zannettiği o şey bir
aldatmacadan ibaretti herhalde. Anna’nın bu dünyada kararsızlıkla geçirdiği bir an bile
olmamıştı.
Hadi, gel... bunu mutlaka görmeliyim.
Jenny neler olduğunu anlayıp harekete geçene kadar Anna hangara giden yolun yarısını
almıştı bile
Jenny ümitsizce onu yakalamaya çalıştı. Arabayı hız limitinin on kilometre altında
kullandığı düşünülürse şaşırtıcı derecede hızlı yürüyordu. Jenny ona nihayet yetişip. Onunla
tanışmayı düşünmüyörsündür umarım? diye sordu.
Anna, Jenny’nin yıllardır tanık olmadığı, kocaman bir gülümsemeyle baktı ona. Ah!
Tabii... tanışmak..dedi gülerek.
Hangarın açık kapısından giren güneş ışıkları devasa alanı pırıl pırıl aydınlatıyordu. Jared
diğer uçta, hidrolik kapaklarından birini tamir etmeye çalışıyordu. Durdukları yerden
göğsünün ve karın kaslarının nasıl kabardığını rahatça görebiliyorlardı. Her yukarı uzanışında
kotu biraz daha aşağı kayıyor, kamından aşağı inen ve kotunun altında kaybolan o koyu renk
çizgiyi biraz daha ortaya çıkarıyordu.
Jenny birden büyük bir öfke duydu. Onu böyle görünce, bu sabah kolunu tuttuğu an
hissettiği o sıcaklığı yeniden hatırlamıştı. Böyle yarı çıplak dolaşmanın uçak tamiriyle hiçbir
alakası yoktu.
193
Kitnherly Fisk
Anna'mn soluğu kesilmiş gibiydi. Ortağın bu mu? Ona sakın ortağım deme.
Onun bu kadar... şey olduğunu düşünmemiştim. Kendini beğenmiş? Uygunsuz? Baskıcı?
Anna bakışlarım Jared’dan güçlükle ayırdı. Göz kamaştırıcı.
Jared bütün kadınları şapşala çeviriyordu. Hadi, gidelim, dedi Jenny gitmeye davranarak.
Hayatta olmaz. Annem ortağından bahsettiğinden beri onunla tanışmak için can atıyordum.
Hiçbir erkek ablasının başını döndürememişti. Asla. Kocası bile. Phillip ve o tanışmışlar,
aşık olmuşlar ve altı ay içinde evlenmişlerdi. Şimdi onun bir erkeğe böyle arzu dolu gözlerle
baktığını görmek Jenny’ye tamamen yanlış geliyordu. Şu anda çalışıyor.
Bunu görebiliyorum.
Onu rahatsız etmeyelim. Sen çalışırken rahatsız edildiğinde ne kadar kızarsın, düşünsene.
Jared da aynı senin gibi. Evet, belki birazcık sallamıştı ama doğru da olabilirdi.
Rahatsız olacağını sanmıyorum. Eminim, aileni merak ediyordur. Jenny birden Jared’ı
babasının doğum gününe götürseydi bütün bunlardan kurtulmuş olacağını düşündü.
Acaba Anna’yı sürükleyerek eve götürebilir miydi? An-na’yla Jared’ın tanışması kabus
gibi bir şeydi ona göre. Aslına bakılırsa ailesinden hiç kimsenin onunla tanışmasını
istemiyordu. O da tıpkı ailesi gibi Jenny’nin hatalarını bir bir bulup çıkarmakta hiç zorluk
çekmiyordu. Ellerindeki notlara
194
Bir Atlım Sen, Bir Atlım Ben, Son Atlım Aşk
bakıp birbirlerine Jenny’nin yetersizliklerini bir bir sayarak nasıl bir festival havası
estireceklerini hayal edebiliyordu.
Jenny harekete geçme fırsatı bulamadan Anna, Merhaba! diye seslendi. Neredeyse bas bas
bağırıyordu.
Jared durup onlara baktı.
Anna hararetle el sallarken Jenny gözlerini devirdi. Her zaman mesafeli ve ölçülü
davranan ablası bugün kendini aşmış görünüyordu. Jenny bunları düşünürken Anna, Jared T
yanlarına çağırdı.
Jared elindeki aleti bırakıp ellerini kotunun arkasına sürerek onlara doğru gelmeye başladı.
O uzun bacaklarıyla aradaki mesafeyi çabucak aştı.
Jenny ona düşmanca bir bakış attı, sonra da gözünü hala üzerine giymediği tişörte dikti.
Jared, Anna’ya, Jenny dışındaki kadınlar için kullandığı şu insanın içini eriten
gülümsemelerinden biriyle baktı. Sizinle tanışma şerefine eriştiğimi hatırlamıyorum.
Doktor Anna Adams. Jenny’nin ablasıyım.
Doktor. Bunu da hemen araya sokuşturmasa olmazdı sanki.
Jared Worth. Tanıştığımıza memnun oldum.
Cuma günü görüşemediğimize üzüldüm.
Cuma? diye kaşlarını çattı Jared.
Evet, babamın doğum günü partisinde. Jenny daha önceden verilmiş bir sözünüz olduğunu
söyledi.
Jenny birden Jared’ın ilgi dolu bakışlarının kendi üzerine yöneldiğini fark etti. Bu pek çok
kızın hayallerini süsle-
195
Kimberly Fisk
yebilirdi ama Jenny şu anda kendini oldukça rahatsız hissediyordu. Bunu kendine iki kez
söyledi.
Evet, dedi Jared, Anna’ya, gözlerini Jenny’nin üzerinden ayırmadan. Belki bir dahaki
sefere.
Uzun mu kalacaksınız? diye sordu Anna.
Hayır, dedi Jenny hemen. Jared da aynı anda yanıt vermişti: Duruma göre.
Anna bir birine, bir ötekine bakıp tatlı tatlı güldü. Çok ilginç. Anna, Jared’a elini uzattı.
Burada kalıp biraz daha sohbet etmeyi çok isterdim ama gitmek zorundayım. Sizinle tanışmak
güzeldi.
Jared, Anna’nm elini sıktı. Ben de.
Anna son bir kez gülümseyip nihayet Jenny’nin peşine takılmayı kabul etti. Arabaya doğru
yürüdüler.
Bunu yapmamalıydın, dedi Jenny, Jared’dan biraz uzaklaştıklarında.
Neyi yapmamalıydım?
Biliyorsun. Onunla tanışmak zorunda değildin. Neden tanımayacakmışım ki? O senin
ortağın. Bunu söylemeyi kes. Sizinle tanışıp tanışmamayı dert edecek kadar uzun kalmayacak
burada. Çok yakında gidiyor. Arabanın yanma geldiler. Yeğeni arka koltukta, kulaklıklarını
takmış müzik dinliyor ve dünya umurunda değilmiş gibi yapıyordu.
Hımmm, dedi Anna, Jenny’ye.
Jenny ise ablasıyla fikir ayrılığına düştüğü zamanlarda hep yaptığı gibi konuyu
değiştirmeyi tercih etti. Siz gelme-
196
Bir Adım Sen, Bir Adını Ben, Son Adım A }k
den az önce içeri girip limonata içmeyi düşünüyordum. Siz de ister misiniz? Bu mutasyona
uğramış genç adam arabadan dışarı çıkmak istemiyorsa kendi bileceği işti; ama yine de onu
yok saymak kabalık olacaktı. Hem ona bir limonata içimlik süre için katlanmak o kadar zor
değildi.
Hazır mı yoksa sen mi yaptın?
Her zamanki saldırılar ve klasik mutfak aşağılamaları. Harika. Ben yaptım.
Teşekkürler, almayayım, dedi Anna gülerek. Ama senden bana bir iyilik yapmanı istemeye
geldim.
İyilik mi? Jenny’nin şaşkınlığı yüzünden okunuyordu. Ablasının ondan en son ne zaman
bir şey istediğini hatırlayamıyordu bile.
Terfi ettim.
Tabii ki etmiştir. Tebrik ederim. Jenny bunu söylerken heyecanlanmış gibi görünmek için
biraz gayret sarf etti.
Yeni iş, daha fazla mesai demek. Daha fazla çalışacağım. Hafta sonları da çalışıyorum.
İşin zor yani.
Baş edemeyeceğim bir şey değil.
İşte bundan ikisi de emindi.
Aslında şu anda işe gidiyorum, diye ekledi Anna.
Cumartesi günü de mi?
Ablası yılgınlıkla içini çekti. Söylediklerimi hiç dinliyor musun? Daha az önce hafta
sonları çalışmam gerektiğinden bahsediyordum.
Evet, dedi Jenny. Ablasının haftalık çalışma takvimi
197
Kimberiy h'tsk
onu lıiç mi hiç ilgilendirmiyordu doğrusu. Kendi derdi kendine yetiyordu zaten.
Bu yüzden geldim, dedi Anna. Senden Cody'y^' bakmam isteyecektim.
/Ve dedin?
Anna kollarım göğsünde çaprazladı. İnan bana, sen son tercihimdin.
Çok teşekkür ederim. Tabii ki yeğenine bakmaya o kadar da meraklı değildi ama bu
aşağılama ağrına gitmişti işte.
Öyle demek istemedim.
Evet, tabii ki istedin.
Özür dilerim ama herhalde senin bu dünyadaki en düzenli insan olmadığın konusunda
anlaşıyoruzdur.
Bu kadar kötü bir seçeneksem neden anneme sormuyorsun ki? Cody’ye bakmaya
bayılıyor.
Sordum, ama annem burnuna kadar işe gömülmüş durumda.
Ben değil miyim sanki?
Anna yavaşça, şöyle bir etrafına baktı. Hayır.
Jenny kendini hedef tahtasının tam ortasında duruyormuş gibi hissetti. Ya Paul? Öyle ya,
madem kız kardeşine sabahın köründe taciz telefonları etmeye fırsat bulabiliyordu, o zaman
yeğenine bakmak için de gayet rahat zaman ayırabilirdi.
O da neredeyse benim kadar çalışıyor. Hadi, Jen, sadece bir hafta sonu. Cody göle geldiği
için çok heyecanlandı.
Bir Adım Sen, Bir Adını Ben, Son Adını Aşk
Jenny, Anna'nın arabasının arka koltuğuna bir göz attı. Cody hiç de heyecanlıymış gibi
durmuyordu. Anasına bak, oğlunu al. Anna da gölü hiçbir zaman Jenny’nin sevdiği kadar
sevmemişti. Ne yüzmekten, ne büyükbabasıyla birlikte balık tutmaktan ne de büyükannesiyle
birlikte bahçeyi düzenlemekten hoşlamrdı. Fitili ateşe verilmiş gibi tıp dünyasına koşan bir
kız için bunların hepsi zaman kaybından ibaretti.
Jenny birden ablasının söylediklerini kavrayıverdi. ‘Hafta sonu mıı dedin? Yani hem
bugün hem yarın mı ? Bir de muhtemelen gelecek hafta sonu. Yaz için başka bir ayarlama
yapmaya çalışacağım. Yarın akşamüstü beyzbol maçı var. Pazartesi gününe de kitap raporu
hazırlaması gerekiyor. Lütfen, ödevini yaptığından emin ol.
Jenny yeğenine bir kez daha baktı. Oğlan sırtını onlara verip koltukta yan dönmüş,
uzaklara bakıyordu. Arabanın son derece pahalı, bej rengi deri koltuklarına öyle bir
gömülmüştü ki, diken diken mavi saçlarından başka hiçbir şey görünmüyordu. Her şeyiyle
ondan uzak durmaları gerektiğini haykırıyordu sanki.
Buraya gelmem bir hataydı, dedi Anna kollarını sarkıtarak. Anneme senin bunu
yapamayacağını söylemiştim. Bunu unut, başka bir yol bulacağım.
Anna arabanın kapısını açtığında Jenny rahatlamaya hazır bir şekilde gitmelerini
bekliyordu. Buna ihtiyacı yoktu. Yeğeninin bin bir pozla etrafta dolaşmasına hiç mi hiç
ihtiyacı yoktu. Hangarın kapısına şöyle bir baktı. Şu anda derdi
199
Kim herly Fi.sk
başından aşkındı.
Anneme senin bunu yapamayacağını söylemiştim.
Yapabilirdi, sadece yapmak istemiyordu.
0 sırada Cody ona doğru döndü ve birden göz göze geldiler ama Jenny bu sefer derin
düşüncelere dalmış bir yeni-yetme değil de başka bir şey gördü onda; hiç umursamıyor-muş
gibi görünmek için kıçını çatlatan bir çocuk. Aslında annesi bu zorunlu hatta sonu
misafirliğinden her bahsettiğinde biraz daha çöküyordu; sanki hep reddedilmeyi bekliyormuş
gibi bir hali vardı. Jenny ona bakarken kalbinin içinde bir sızı hissetti. Bu ailede etrafına
duvarlar örmek ve incinmemiş gibi davranmak hakkında biraz deneyimi olan birisi varsa, o da
kendi siydi.
Kendini, O kalabilir, derken buldu.
200
10
Anna’nın arabası daha anayola çıkmadan Jenny korkunç bir hata yaptığını hissetmeye
başlamıştı bile. Neden sadece, hayır, dememişti ki?
Çünkü insanları reddetmek konusunda hiç başarılı biri değildi; özellikle de ailesi, hem de
ablası söz konusu olduğunda. Onun her söylediğine doğru dürüst düşünmeden, evet, diyor
olması çok acayip bir durumdu gerçekten.
Yirmi altı yaşında olmak ve hala kendini ailesine kanıtlamaya çalışmak. Bir tür ruh
hastalığı olmalı.
Anna’nın otomobili köşeden sola saptı. Ablasının ziyaretinden geriye sadece çakıl kaplı
yolun üzerinde uçuşan bir toz bulutu, Jenny’nin ayaklarının dibinde duran iki büyük
kesekağıdı ve yanı başında dikilen asık suratlı bir yeniyetme kalmıştı.
Jenny cesur bir ifade takınıp yeğenine döndü. Cody’nin burada olması bir hata olsa da
Cody bunu bilmek zorunda değildi. Hem sadece hafta sonu içindi. Ne kadar kötü olabilirdi ki?
Neden içeri geçip...
Kimbcrly Fi.sk
Hiç zahmet etme.
Ses tonu Jenny’yi şaşkına çevirmişti. Neye zahmet etmeyeyim?'1
Cody sırt çantasını yerden toplayıp sağ omzuna astı. Askıları sonuna kadar açılmış olduğu
için gri beyaz naylon çanta belinin altında sallanıyordu. Gülümsemek zorunda değilsin,11
dedi, Jenny’ye düşmanca bir bakış atarak. Sen beni ne kadar istemiyorsan ben de burada
kalmayı o kadar istemiyorum.11 Bir kelime daha etmeden, suratını asa asa eve doğru yürüdü.
jenny orada durup Cody’nin gidişine baktı. Gevşek sırt çantası her adımda poposuna
çarpıyordu. Harika,11 dedi dişlerinin arasından sessizce. Hafta sonu şimdiden çok uzun
gelmeye başlamıştı. Her zamanki gibi yanılmıştı. Cody onu eve kabul etmeyeceğinden değil,
tam da kabul etmesinden korkmuştu; teyzesiyle birlikte bir hafta sonu geçirmek muhtemelen
en son arzu edeceği şeydi. Memnuniyetsizlikle başını sallayıp Anna’nm bıraktığı paketlere
baktı. Bütün bir hafta yetecek kadar yemek vardı içlerinde. Görünüşe göre, yeğenine bakmak
için yeterli bulunsa da ona yemek yapmasına izin yoktu. Kesekağıtlarını kucaklayıp Cody’nin
arkasından gitti. Böyle yufka yürekli biri olmayı ne zaman bırakacaktı acaba?
Eve girdiğinde Cody’yi oturma odasında koltuğa yayılmış vaziyette buldu. Kucağındaki
paketleri şöyle bir düzeltmek için durup yeğenine baktığında birden bir şey hatırladı. Sürekli
çalışan bir anneye ve babaya sahip olmanın ne anlama geldiğini çok iyi biliyordu. Gerçi onun
babası Cody’nin
202
Bir Adım Sen, Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
babası gibi uzakta değildi, geceleri mutlaka evde olurdu; ama annesiyle babası yanında
değilken Jenny hep bu eve sığınırdı. Göl kıyısında geçirdiği zamanlar büyülü gibi gelirdi ona.
Büyükannesiyle birlikte bahçede çalışırlar, büyükbabasıyla birlikte Saklı Göl'ün sakin
sularında alabalık avlarlardı. Buzdolabı ağzına kadar balıkla dolu olsa bile ya da yapacak bir
sürü işi olsa da büyükbabası onu serin sabah havasında dışarı çıkarmak için mutlaka zaman
ayırırdı.
Belki Cody’nin de böyle bir şeye, Jenny’nin ona gölün büyüsünü göstermesine ihtiyacı
vardı. Cody daha küçükken, birlikte çok güzel vakit geçirirlerdi ama son birkaç yıldır -daha
çok bu son yılda- aralarındaki ilişki kopmuş gibiydi. Şimdi, her şey için henüz on üçünde olan
Cody’yi suçlamakta neden bu kadar acele ettiğini anlayamıyordu. Burada durmuş ona
bakarken, asıl suçlanması gerekenin kendisi olduğunu fark ediyordu. Dokuz ay önce Steven’ı
kaybetmekle kalmamış, daha pek çok şeyi de beraberinde yitirmişti. Yasını tutarken her
şeyden, özellikle de ailesinden uzak durmak kolayına gelmişti. Belki de bu hafta sonu bu
durumu biraz olsun değiştirebilmek için bir fırsat olacaktı.
Tam elindekileri bırakmak için mutfağa geçecekken fikrini değiştirdi. Yeni bir başlangıç
yapmak için şu andan daha uygun bir zaman olamazdı. Paketleri kucağında bir kez daha
dengeleyip oturma odasına girdi. Cody?
Çocuk hiç bakmadı.
Bir kez daha, bu sefer daha yüksek bir sesle denedi. Cody?
203
Kimberiy Fisk
O zaman yanında duran iPod’u ve kulaklarında kaybolan ince beyaz kabloları fark etti.
Kulaklıklardan gelen müziği de belli belirsiz duyuyordu şimdi.
Dikkatini çekebilmek için görüş alanına girip en nazik halini takınarak kulaklıkları
çıkarmasını işaret etti.
Çocuk, apaçık bir gönülsüzlükle minyatür hoparlörlerden birini kulağından çekip Jenny’ye
dik dik baktı.
‘‘Hey! dedi Jenny biraz zorlama bir neşeyle. ‘‘Belki annenin gönderdiği yiyecekleri
boşaltmak için bana yardım etmek istersin. Sanki seni bütün bir hafta buraya bırakacakmış
gibi yiyecek doldurmuş.
Mümkün olsaydı eminim bırakırdı.
On üç yaşında bir oğlana göre oldukça başarılı olsa da Jenny bu alaycılığın arkasında
gizlenen acıyı görebiliyordu. Eminim, annen de seninle birlikte olmayı tercih ederdi ama bu
yeni iş...
Neyse ne.
Anna hakkında konuşmanın hiçbir yere varmayacağını anlayan Jenny dümeni kırdı. Peki,
bu yiyecekler ne olacak?
Cody, Jenny’ye ateş püsküren gözlerle bakıp televizyon kumandasını alarak kanalları tek
tek geçmeye başladı. Sen yap. Anneme o şeyleri istemediğimi söylemiştim.
Paketler giderek ağırlaşıyordu ama Jenny yeğeniyle bağlantı kurmaya kararlıydı. Peki, ben
gidip bunları yerleştireyim, sonra birlikte eğlenceli bir şeyler yaparız, ne dersin? Burada
annenin, dayının ve benim çocukluğumuzdan kalma bir yüklük dolusu oyun var.
204
Bir Adım Sen, Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
Tabii tabii.
Jenny’nin içinden bir ses yeğeninin masa oyunlarına dair pek aynı şeyleri hissetmediğini
söylüyordu. Monopoly var, Scrabble, İpucu. Annen tahmin oyunlarına bayılırdı.
Peki, sen benim ne düşündüğümü tahmin edebiliyor musun?
Jenny güldü. Yeğeni gerçek bir komedyen olma yolunda hızla ilerliyordu.
Şaka mı bu? dedi Cody kanalları arka arkaya geçerek. Sadece beş kanal var. Bütün bir
hafta sonu ne yapacağım burada? Televizyona sırtını döndü.
Oyun oynamak istemiyorsan yukarıda bir sürü kitap
var.
Cody cevap vermeye tenezzül etmedi. Müziğinin sesini açıp sanki birden mucizevi bir
şekilde yeni kanallar açılacakmış gibi kumandanın tuşlarına basmaya devam etti.
Jenny ona son bir kez hayal kırıklığıyla bakıp elindeki kesekağıtlarıyla birlikte dalgın
dalgın mutfağa yöneldi.
Birkaç adım atmıştı ki, parmak arası terliği bir şeye takılınca tökezleyerek dengesini
bulmaya, kesekağıtlarını tutmaya çalıştı ama becermedi. İki ayağı birden yerden kesilmişti.
Paketler kucağından kurtulup havaya fırlarken onları yakalamaya çalıştı ama elleri boşluktan
başka bir şey bulamadı.
Güm diye yere çakıldı.
Sersemlemiş bir halde hareket edemeden öylece yerde yatıyordu. Başının ağrımaya
başlaması sadece birkaç saniye sürdü. Gözlerini kırptı. Sonra bir kez daha... Bu acıdan kur-
205
Kimberly Fisk
tulması gerekiyordu. Sırtına bir sancı saplandı. Poposu sanki az önce sıkı bir dayak yemiş gibi
ağrıyordu.
Mutfak etrafında fırıl fırıl dönmeyi bırakınca kendini azıcık çekip vücudunun altında
kalmış ellerini kurtardı ama hemen tekrar yere yığılarak inledi.
Her şeye boş verip biri onu buluncaya kadar öylece yatma seçeneğini ciddi olarak gözden
geçirdi. Bir kez daha yere kapaklanma ihtimali hiç de çekici gelmiyordu. Sonra ya yeğeni -bu
o kadar da kötü bir seçenek değildi- ya da Jared tarafından -işte bu kötü bir seçenekti-
bulunacağı geldi aklına.
Dikkatlice, çok ama çok dikkatlice oturup ikinci düşüşe neyin sebep olduğunu merak
ederek ellerine baktı. Avuçları beyaz, yapış yapış bir şeyle kaplanmıştı. Ellerini şortuna silip
kollarıyla yüzündeki saçları itti. Zonklayan başını ve sızım sızım sızlayan kuyruksokumunu
saymazsa iyi durumdaydı ama kesekağıtlarındaki yiyeceklerin hali içler acısıydı.
Süt devrilmiş, kapağı açılmıştı. Beyaz sıvı çağılda) arak döşemeye akıyordu. Bir karton
yumurta tepeüstü gelmişti. Kırık kabuklardan fırlayan yumurta sarıları süte karışı) ordu.
Ellerindeki o yapış yapış maddenin sırrı şimdi çözülmüştü işte. Meyveler yerlere saçılmıştı.
Elmalar ve portakallar, bilardo topları gibi yuvarlanıp mutfağın her yanma dağılmışlardı.
Muzlar fazla uzaklaşamamıştı. Bir mısır gevreği kutusu yerdeki süt gölünün ortasında
yatıyordu. Ayağıyla dürtüp mısır gevreğini, hazır makama paketlerini ve plastik saklama
kaplarını süt birikintisinden uzaklaştırdı.
Hala kendine gelememiş bir halde oturup mutfağa baktı.
206
Bir Aıhm Sen, Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
Neden düşmüştü ki?
İşte o an gördü: Cody’nin sırt çantası yolun tam ortasında duruyordu.
Güçlükle doğrulurken belkemiğine giren ani bir sancıyla bir an nefessiz kaldı. Tezgahın
üzerinden bir mutfak havlusu alıp ellerini silerek oturma odasına bir göz attı. Cody hala
televizyona yapışmış bir halde koltukta oturuyordu. Jenny ona şüphe dolu gözlerle baktı.
İsteseydi bile sırt çantasını bırakmak için bundan daha iyi bir nokta bulamazdı.
Tam bir şey söyleyecekti ki durdu. Ne yaptığını sanıyordu? O kriz çıkarmazsa, Cody de
çıkarmazdı. Bu akıldışı şüphelerin hepsi sıcak yüzündendi... Bir de ablasının beklenmedik
ziyareti ve hem evine hem de düşüncelerine izinsizce giren şu adam vardı tabii.
Sırt çantasını bin bir zahmetle yerden alıp (bunu yaparken tam kuyruksokumunun olduğu
yere dayanılmaz bir acı saplanmıştı) yüksek bar taburelerinden birinin üzerine koydu ve
mutfağa dönüp kağıt havlu askısına yöneldi.
Yemek mi yapıyorsun?
Az daha elindeki kağıt havluları yere düşürüyordu. Jared tezgahın başında durup yarı
gülümser bir ifadeyle ona baktı.
Jenny’nin aklından geçen ilk şey Jared’ın tişörtünü giymiş olduğuydu ama ikinci
düşüncesini dile getirmeyi tercih etti: Bana böyle sinsi sinsi yaklaşma!
Üzgünüm, dedi Jared. İkisi de bunun bir yalan olduğunu biliyordu. Sonra yere dökülmüş
yumurtaları ve sütleri
207
Kimberly Fisk
iark edip yeniden Jenny’ye döndü. Çırpılmış yumurta ha? dedi, giderek büyüyen ve Jenny’nin
kalbini hoplatan bir gülümsemeyle. Çok severim, bilirsin.
Çok komik, diye cevabı yapıştırdı Jenny hemen. Bedeninin verdiği bu akıldışı tepkiler
sinirlerini bozuyordu. Üstelik giderek daha sık olmaya başlamıştı. Jared’a hiç bakmadan ve
belini incitmemeye çalışarak dağınıklığı toplamaya girişti. Onun bu kadar yakımndayken akıl
sağlığını korumak ancak onu görmezden gelerek mümkün oluyordu. Ne istiyorsun? Jared
yardıma gelip süt kutusunu kaldırdı. Bir şey istediğimi de nerden çıkardın?
İstemek. İstemekle ilgili bir şey düşünmeyeli ne kadar olmuştu sahi? Peki ya ihtiyaç
duymak? Hayır, sadece hayatta kalmak yetiyordu. Bütün bir gün bunu sürdürebilirse gece
rahat bir soluk alıyordu çünkü bundan daha fazlasını düşünmek ya da istemek onu yaralı ve
korunmasız bir halde ortada bırakıyordu. Unut gitsin. Kağıt havluyla yeri çabuk çabuk
silmeye başladı.
Birkaç dakika boyunca Jared ne kıpırdadı ne de bir şey söyledi. Jenny onun bakışlarını
üzerinde hissediyordu. Elinde tuttuğu yarısı boşalmış süt kutusunu tezgahın üzerine
bıraktığında Jenny rahatladı. Şimdi çıkıp gidecekti ama Jared yere saçılmış yiyecekleri
toplamaya girişti. Hepsini tezgahın üzerine dizdikten sonra eline bir tomar kağıt havlu alıp
Jenny' nin yanına çöktü.
Gittiğini fark etmemiştim.
O kadar yakın duruyordu ki, Jenny onun güneşte ısınmış
208
Bir Adım Sen, Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
teninin kokusunu duyabiliyordu. Kalın, ok gibi kirpiklerini sayabilirdi. Ben mi gitmişim?
Alışverişe.
Eli arada sırada Jenny’nin eline dokunuyordu. Bunu kasten yapıyormuş gibi geldi
Jenny’ye. Herhalde düşmenin etkisiyle olmayacak hayaller görmeye başlamıştı ama tenleri
birbirine değdikçe elinden bedenine akan sıcaklığı reddedemezdi. Ha, ben gitmedim. Yani,
ablam getirdi onları. Ablan sana yemek mi getirdi? Bir aile üyesinin bir diğerine yemek
getirmesine çok şaşırmış gibiydi.
Yeğenim için, derken birden Jared’ın Cody’den haberi olmadığını fark etti.
Aralarına biraz mesafe koymak için geçerli bir mazeret bulmaktan hoşnut olarak ayağa
kalktı. Cody! diye seslenip elindeki vıcık vıcık olmuş kağıtları lavabonun altındaki çöpe
atarak ellerini yıkadı.
Cody! Bu kez kulaklıkları hatırlayarak biraz daha yüksek sesle bağırmıştı. Cody
kanepeden bir sümüklüböcek hızıyla kalktı. Ne?
Burada tanışmanı istediğim biri var.
Cody ayaklarını sürüyerek mutfağa geldi ama Jared’ı gördüğü anda gözleri bir anda fal taşı
gibi açıldı. O yeniyetme kibri bir an için kayboldu ve yerine meraklı bir şaşkınlık geldi.
Jared’ın ürkmüş gibi bir hali vardı. Hayatında ilk defa bir çocuk görüyormuş gibi Cody’nin
suratına bakakalmıştı.
Takdim kısmını Jenny halletti. Jared, bu, Cody. Cody, bu, Jared.
209
Kimberiy Fi.sk
Jared, Cody'nin eline yapıştı. Çok memnun oldum. Cody gözlerini Jared’ın koluna dikti.
Ha... şey... evet, her neyse. Küçük elini, Jared’ın onunkinin yanında kocaman duran avcuna
bırakırken incecik kolu Jared’ın el sıkışıyla sarsıldı.
Cody, ablam Anna’nın oğlu. Anna kısa bir süre önce terfi etti ve çalışma saatleri arttı.
Kocası da şehir dışında olduğu için, Cody’ye başka birinin bakması... yani benim bakmam
gerekiyor. Gelecek hafta da muhtemelen burada kalacak. Nihayet çenesini kapamayı başardı.
Sinirleri bozulunca abuk sabuk konuşmaya başlıyordu. Sinirlerini bozan Jared’dı
S. •
tabii; bir de ona hatırlattığı her şey.
Bir yeğenin olduğunu bilmiyordum.
Hakkımda bilmediğin çok fazla şey var. Ama ona bakıp yeğenini gördüğü an nasıl şaşkına
döndüğünü hatırlayınca farklı düşünmeye başladı. Asıl onun Jared hakkında bilmediği pek
çok şey vardı.
Jared, Cody’ye döndü. Göl kıyısında yaşayan bir teyzeyle kalmak eğlenceli olmalı.
Annem cankurtaran olmayan yerlerde yüzmeme izin vermiyor.
Belki Jenny annenle konuşup düşüncesini değiştirmesini sağlayabilir.
Cody ellerini üzerine bol duran şortunun kocaman ceplerine soktu. Kimse annemin
düşüncesini değiştiremez. Cody omuzlarını hafifçe yukarı kaldırarak dert yandı. Jenny
Teyzemin kablo televizyonu bile yok.
210
Bir Adım Sen, Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
Evet, çok saçma, diye hak verdi Jared.
Cody spor ayakkabısının ucunu tahta döşemeye sürttü. Gerçekten. Yani, kim evine kablo
bağlatmaz ki?
Siz ikiniz kitap okumak ya da kağıt oynamak diye bir şey duydunuz mu acaba?
Onu duymazdan geldiler.
Bizim evde iki yüzden fazla kanal var.
Spor paketi?
Tabii ki de.
Babanla birlikte bol bol maç seyrediyorsunuzdur herhalde.
Cody ayağını yere sürtmeyi bırakıp Jared’a göz ucuyla bir bakış attı. Babam burada değil.
Jared bir süre ne diyeceğini bilemedi. Ağzından, Hay Allah! diye bir şey çıktı en sonunda.
Cody’nin babası cerrah, diye açıklamaya girişti Jenny, uzayan sessizliği bozmaya
çalışarak. Birkaç ay için Sınır Tanımayan Doktorlar adına gönüllü çalışmaya gitti. Nerede
şimdi Cody, Sri Lanka’da mı?
Kimin umurunda?
Bu yorum ekşi bir koku gibi bir süre havada asılı kaldı. Ayrıca, Jenny Teyzemin köpeği de
yok.
Cody bunu o kadar korkunç bir şeymiş gibi söyledi ki, Jenny Dünyanın En Kötü
Listesi’nde hangisinin daha ön sırada olduğundan emin olamadı; köpek mi yoksa kablo TV
mi?
Annem bizim eve köpek alamayacağımızı söylüyor;
211
Kimherly Fisk
çünkü biz şehirde yaşıyoruz ve köpekler kaka yapıyor ama Jenny Teyzem şehirde yaşamıyor.
‘Evet, öyle, diye destek verdi Jared.
Jenny ona özel bir çok teşekkür ederim bakışı yolladı. Karşılığında gelen rica ederim ’i de
hemen aldı.
Jared tezgahın üzerindeki yiyeceklere bir göz attı. Annen bir sürü yiyecek getirmiş.
Cody omuzlarını silkti. Jenny Teyzemin yemeklerini yememe izin vermiyor.
Jared’ın göğsünden bastırılamayan bir kahkaha öksürüğü koptu. Annen işini biliyor.
Jenny, Jared’ın geçirdiği bu dönüşümden şaşkın bir halde donakalmıştı. Bir şekilde bu
sohbeti kesip Jared’a gitmesini söylemesi gerektiğini düşünüyordu ama dilini yutmuş gibiydi.
Jared, Cody’yle konuşurken yüz hatları yumuşamış, her zamanki sert ve alaycı ifadesi
kaybolup gitmişti. O insanı uzak tutan yargılayıcı bakışının yerine gölün güneşli bir gündeki
berraklığı ve maviliği gelmişti. Jared’ı en başından beri çekici bulduğu bir gerçekti fakat
şimdi neredeyse karşı konulmaz olduğunu düşünüyordu.
Tamam evlat, dedi Jared. Görüşürüz.
Cody tezgahtan uzaklaştı. Sen de burada mı kalıyorsun?
Sadece birkaç gün için, dedi Jared.
Jared benim... Jenny nedense açıklamaya kalkmıştı ama eline yüzüne bulaştırmıştı.
Neyiydi onun sahiden? Tabii ki şey demeyecekti...
212
tiir Adım Sen, Bir Adım Ben, Son Adını Aşk
Ortağıyım, dedi Jared sonunda. Ben teyzenin ortağıyım.
Ha, dedi Cody. Jenny tam Jared’ı tekmelemeyi düşünürken içi bir anda Cody’ye sarılmak
isteğiyle doldu, işte nihayet binlerce soruyla canına okumaya çalışmayan bir aile üyesi
çıkmıştı karşısına.
Jared bir yandan konuşuyor, bir yandan da santim santim koridora doğru kaçıyordu. O
kadar planlı ve ölçülü hareket ediyordu ki, Jenny bu kadar dikkatle bakmasaydı asla fark
edemezdi.
Madem suya giremiyorsun basket oyna. Hangarda asılı bir pota gördüm. Muhtemelen top
buralarda bir yerdedir.
Cody tezgaha yaslandı. Ben beyzbol oynarım.
Hangi pozisyon?
İşte birkaç santimetre daha kaymıştı.
Atıcı.
Eldiveninle topun yanındaysa belki teyzen sana birkaç top atabilir.
Cody ona bir tımarhane kaçkınıymış gibi baktı. Jenny yeğenine ısınmaya başlamıştı. Onu
hiç top oynarken gördün mü?
Belki de o kadar ısınmamıştı.
O kadar mı kötü?
Daha da kötü.
Jared güldü. Sana acıyorum, evlat.
Jenny ikisine de acımayacaktı. Onunla dalga geçen iki erkekten daha kötü bir şey
düşünemiyordu. Jared’a dönüp,
213
Kimherly Fisk
Sen neden gelmiştin buraya? diye çıkıştı.
Jared koridora ulaşmıştı bile. Boş ver, şu anda hiç önemli değil. Cody’yi işaret edercesine
manalı manalı baktı.
Söylesene. Neden ısrar ettiğini kendi de bilmiyordu. Beav... şey uçağın yağını
değiştiriyordum da... -bunları söylerken yine insanı allak bullak eden şu gülüşlerinden biri
dudağının kıyısına oturuvermişti- Yapacak daha iyi bir işin yoksa gelip bir yardım et
diyecektim. Jenny’nin yapacak daha iyi bir işi olmadığını varsaydığı kolayca anlaşılıyordu.
Ama yeğenin burada olduğuna göre önemli değil. Ben başımın çaresine bakarım.
Sana bin kere...
Uçağın bakımının Zeke’nin işi olduğunu söyledin. O kadarını anladım ama Zeke burada
değil. Burada mı? Hayır. Gülümseme kaybolup gitmişti. Bak, bu lanet olasıca uçağı tamir
etmeye hiç meraklı değilim. Ancak benim sorumluluğum altındayken boktan bir arıza
çıkarmayacağından emin olmak zorundayım.
Jenny ona cehennemin dibine gitmesini söylemek için yanıp tutuşuyordu ama onun yerine,
Cody’nin önünde küfredip durma, dedi. Hem senin bir sorumluluğun filan yok. Burada
olduğum sürece, var.
Jenny kafa tuttu. Bugüne kadar hiç arıza çıkarmadı bu uçak. Mavi Gök Havayolları...
Gerçekten de çok şanslıymış. Ne diyeyim bilemiyorum; uçak tek bir kanatla uçuyor, öbür
kanat Allah’a emanet. Onarım raporlarınız şaka gibi.
214
Bir Aılım Sen, Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
Yalan söylüyordu. Onarım raporları gayet düzenliydi ama yanağını kemirerek kendini tuttu
ve hiçbir şey söylemedi. Şu anda en son istediği şey Cody’nin önünde Jared’la kavga etmekti.
Böyle bir durumda haberin hemen ablasına, oradan ağabeyine, oradan da annesine uçacağını
biliyordu. Oysa her şey üstüne üstüne geliyordu işte. Bu sahte ortaklık. Ablası. Düşüşü.
Kendini nasıl oyalayacağını bir türlü bilemeyen mutsuz yeğeni. Sinirlerini oynatıp içini kıpır
kıpır eden bu adam.
Hiç düşünmeden ve fikrini değiştirecek zaman bulamadan konuşuverdi: Cody sana yardım
edebilir.
Jared bu teklife soğuk baktı. Bu pek iyi bir fikir değil.
Tabii ki öyle. Bir kolunu Cody’nin sıska omzuna atıp kolunu arkadaşça sıktı. Cody sana
yardım etmeyi çok ister. Fazlasıyla parlak bir gülümsemeyle baktı. Öyle değil mi, Cody?
Çocuk sanki okul kafeteryasına küloduyla dalmayı tercih edermiş gibi baktı ama Jared
çenesini kapadı. Bunu daha önce yapması gerekiyordu. Bu çocuk muhabbetine ancak bu
kadar katlanabilirdi. Zaten bu yüzden çocuk yapmıyordu. Nokta. Ayrıca, yetişkinlere de çok
fazla katlanabildiği söylenemezdi. O pek parlak geçmeyen çocukluğundan bunu öğrenmişti;
mesafeli duracaksın. Kimseye, hiçbir şeye yaklaşmayacaksın. Ancak Jenny’nin yanındayken
bunu hatırlaması neredeyse imkansız hale geliyordu. Steven’la da aynı şeyi
Kimberiy F'isk
yaşamıştı. Hayır, düzeltiyordu, Steven’la farklıydı. Steven’la birlikteyken Jenny’ye baktığında
içinden geçenlerin hiçbiri geçmiyordu aklından.
Suçluluk duygusu içini kemirdi. Ancak aşağılık bir herif, en iyi arkadaşının sevgilisine
bakardı.
Jared bakmaktan da öteye geçmişti gerçi. Sorun, Steven’ ın ölmüş olrriası da değildi.
Jenny hala ona aitti. Gözlerindeki o bakıştan, adını söylediğinde sesinin titremesinden ya da
bir türlü adını söyleyememesinden açıkça anlaşılıyordu bu. Bir de şu elmas yüzük vardı.
Teşekkürler, dedi koridora çıkıp. Ama istemem. Kendim hallederim.
Ama dedin ki...
Ne dediğimi biliyorum.
Cody, teyzesinin kolundan kurtulmaya çalışmaktan vazgeçti. Boş ver Jenny Teyze. Beni
istemiyor işte.
Uzun zamandır unuttuğu bir anı Jared’ın içini yaktı. Kahretsin, çocuğun yanlarında
olduğunu unutmuştu. Cody’ ye bakmamaya çalıştı ama baksaydı da ne göreceğini biliyordu.
Çocuğun sesinden anlamıştı.
Beni istemiyor işte.
Cody, omuzları gergin, çenesini yukarı kaldırmış, boş, hiçbir şey söylemeyen gözlerle
tezgahın yanında duruyordu. Yanı başında geçen bu tartışmayı hiç duymuyormuş gibi bir
görüntüsü vardı ama bu kayıtsızlık numaradan başka bir şey değildi. Bunu kimse Jared kadar
iyi bilemezdi. Dokuz yaşındayken kendisi de aynı pozda epey ustalaşmıştı çünkü.
Kahretsin.
216
Bir Adım Sen, Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
Hey, evlat, hadi hangardaki dolaba koş da bize iki tane alkolsüz bira kap bakalım.'
Cody bir an karşı çıkacakmış gibi baktı ama sonra ayaklarını sürüye sürüye dışarı çıktı.
Tel kapının kapandığını duyar duymaz Jenny, Jared’a hışımla baktı. Ona böyle emir
verme.
Jenny’ye döndü ve birlikte yerleri silerlerken aklından geçen bütün o uygunsuz düşünceler
yeniden uyandı. Onun giysilerini çıkarmak, tahta döşemenin üzerine yatırıp rüyalarına giren
bütün o nefis günahları bir bir işlemek istiyordu. Bir çocuğu içecek bir şeyler almaya
göndermek, ne zamandan beri emir vermek sayılıyor?
Jenny’nin gözleri kısılmış, dudakları gerilip incecik bir çizgiye dönüşmüştü. Bu kısa
zamanda iyice aşina olduğu bir ifadeydi.
İyi. Böyle öfkeli bak bana. Belki bu aklını başında tutmasına yardım ederdi.
Jenny kollarını kamının üzerinde kavuşturunca göğüsleri yukarı fırladı.
Hayır, aklı başında filan değildi. Aklı tamamen gitmişti.
Saat daha on bile değil, bira içmek için biraz erken değil mi sence?
Jared bakışlarını Jenny'nin göğüslerinden uzaklaştırmaya çalıştı. Benimle dalga mı
geçiyorsun?
Jenny onun salak olduğunu düşünüyormuş gibi bakıyordu. Muhtemelen de haklıydı; Jenny
yamndaykeıı tam bir serseme dönüşüyordu. Sabahın bu saatinde bira içilmez.
217
Kimberly Fisk
Annen baban sana hiçbir şey öğretmedi mi?
Annemle babam. Tabii.
Jenny uzun uzun ona bakarken yüzündeki öfke yavaşça silindi. Şimdi daha çok kafası
karışmış gibi görünüyordu. Özür dilerim. Ben öyle...
Bak, diye sözünü kesti Jared. Bu bakışı biliyordu, şimdi-sana-her-şeyi-soracağım bakışıydı
bu. Geçmişi gömeli çok olmuştu ama görünüşe göre Jenny yıllardır üst üste ördüğü bütün o
duvarları aşmanın bir yolunu bulmuştu.
Buradan çıkması gerekiyordu. Bu mutfaktan, bu kasabadan hemen çıkması gerekiyordu.
Çocuk konusunda üzgünüm, dedi konuyu değiştirerek. Yani bira meselesi hakkında. Sadece
konuşmamızı duymasın diye onu göndermek istemiştim.
Neden?
Beni istemiyor işte.
Çünkü çocukların, iki kişinin kendisi hakkında tartıştıklarını duymaması gerekir.
Jenny ağzını açıp kapadı. Şaşkına dönmüştü.
Cody hakkında tartışmıyorduk ki.
Kıçıma anlat!
Jenny’nin gözleri yine kısıldı. Her zaman bu kadar kaba olmak zorunda mısın?
Neredeyse gülecekti. Kaba olduğunu düşündüğüne göre aklından geçenleri hiç anlamamış
demekti. Bu iyiydi işte. Elimde değil. Ben bir erkeğim.
Ben de anlamamıştım sanki. Bunu söylerken bir adım
218
Bir Adım Sen, Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
geri atmıştı.
Onu rahat bırakması gerektiğini biliyordu. Bırak bunu. Bırak onu gitsin. Oysa onun
karşısındayken, ne yapması gerektiğini biliyor olmak hiçbir işe yaramıyordu. Jenny’ye iyice
yaklaştı. Kızın gözleri şaşkınlıkla açıldı. Ben de farkında olmadığını düşünüyordum.
Tabii ki farkındayım, ama öyle değil. Yani sen, şey değilsin... şey... Çileden çıkmıştı.
Anlıyorsun işte.
Adam ateşle oynuyordu ama kendine engel olamadı. Daha iyi açıklayabilirsin.
Avuçlarının içini şortunun önüne sildi. Bunu neden bu kadar zorlaştırıyorsun ki?
Keşke neyi zorlaştırıyor olduğunu bilebilseydi.
Jared onun bir inip bir kalkan kollarına baktı. Gergindi ve Jared onun neden gergin
olduğunu anlayabiliyordu. Şimdi geri çekilmeli, ondan uzaklaşmalıydı. Bugüne kadar pek çok
güzel kadın görmüştü ama Jenny farklıydı. Güzeldi elbette fakat başka bir şey vardı onda...
Güzellikten öte bir şey. Orduda geçen onca yıl boyunca Jared kimseden ne bir mektup ne de
bir paket almıştı ama Steven’a hep bir şeyler gelirdi. Bir sürü şey. Ve bunlar hep Jenny’den
geliyor olurdu. Steven, Jared’a hiçbir şey gelmediğini fark ettiğinde, gelen her şeyi Jared’la
paylaşmaya başlamıştı. Tam Steven’a göre bir davranış. Paketten çıkanlar hep hazır alınmış
yiyecekler olurdu; Jared bunun sebebini şimdi anlıyordu. Steven ona Jenny’nin yazdığı
mektuplardan bölümler okurdu. Daha öncesinde Jared posta günlerini umursamazdı. Hiçbir
şey beklemiyor-
219
Kimherly Fisk
san lıayal kırıklığı da yaşaına/sın. Oysa Jenny’ııiıı mektuplarıyla, ıızıın zaman önce ulaşmaya
çalışmaktan vazgeçtiği bir dünyaya kısacık bir bakış atma fırsatı buluyordu. Mektuplar Saklı
Göl'le ilgili hikayelerle doluydu. Jenny’nin kendine kurduğu dünyayı tanıyıp da bu büyüye
kapılmamak mümkün değildi. O zamanlar uzaklığın da yardımıyla buna direnmekte
zorlanmamıştı ama buradayken, Jenny’nin yıllar önce bilmeden yaptığı o büyü şimdi şimdi
içine işlemeye başlamıştı. Jenny içine işliyordu.
Bakışlarını kızın bacaklarından koparıp konuyu yeniden olması gereken yere çekmeye
çalıştı. Jenny’nin yakınlarında dolaşmak giderek daha tehlikeli oluyordu. Tek söylediğim şu;
istenmeyen bir şey gibi oradan oraya gönderilmenin ve insanların yanında sanki sen orada
değilmişsin gibi rahatça konuşmalarını dinlemek zorunda kalmanın ne demek olduğunu iyi
bilirim, dedi kendisini bile şaşırtan bir açıksözlü-lükle.
Cody istenmiyor değil ki, dedi Jenny yumuşak bir sesle. Ben sadece seninle birlikte daha
çok eğleneceğini düşünmüştüm. Sen de çocuk oldun, bilirsin...
Ben hiç çocuk olmadım. Bunu ciddiyetsiz bir sesle ve parlak bir gülümseme eşliğinde
söylemişti. Bu ikili pek çok kadının dikkatini başka yöne saptırmak için yeterliydi ama Jenny
yutmamıştı.
Jenny onun yüzünü dikkatle inceledi. Ne demek istiyorsun?
Tel kapı açılıp giimleyerek kapandı.
220
Bir Adım Sen, Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
Bu sesle irkilen Jenny sanki birbirlerine ne kadar yakın durduklarını yeni fark etmiş gibi
geriye sıçradı.
İşte, dedi Cody mutfağa girerken. Alkolsüz bira kutusunu Jared’a uzattı.
Jared kutuyu kaptı. Aslında o anda bir ya da iki tek sek bir şeyler içmeyi tercih ederdi. Bu
birkaç dakika içinde Jenny’ye hayatı boyunca kimseye anlatmadığı kadar çok şey anlatmıştı.
Jenny bir şey söyleme fırsatı bulamadan Cody kendine getirdiği teneke kutunun kapağını
açıverdi. Köpüren biranın hışırtılı sesi bütün mutfağı doldurdu. Cody kutuyu ağzma
götürecekken durup ikisine baktı. Ee, büyük ödül kime patladı bakalım?
Jenny, Jared’ın konuşmasına fırsat vermeden kollarım Cody’nin boynuna dolayıp saçlarını
karıştırdı. Sen gerçek bir ödülsün, evlat. Bunu sakın aklından çıkarma, dedi içtenlikle. Şimdi,
işte anlaşma: Benim bir-iki saat ofiste çalışmam gerekiyor, sonrasında tamamen sana ait
olacağım. Bu süre içinde istersen benimle burada takılırsın, istersen de Jared’a yardım
edersin. Senin kararın.
Tel kapının arkasında durmuş, Jared’la Cody’nin uzaklaşmalarını izliyordu. Jared bir erkek
gibi yürüyordu. Hayatta bir amacı olan, kim olduğunu ve ne istediğini tam anlamıyla bilen bir
erkek gibi. Cody onun adımlarına yetişmek için acele ediyor, Jared’ın her adımına karşılık iki
adım atmak zorunda
221
Kimberiy Fisk
kalırken küçük başını yana çevirmiş, adama bakıyordu. Buradan bile onun bıdır bıdır
konuştuğunu anlayabiliyordu Jenny. Jared’ın omuzlarının gergin duruşuna bakılırsa Cody onu
bitmeyen bir soru yağmuruna tutmuştu. Belki de Jared’a acıması gerekirdi ama tabii acımadı.
Kolunu kapının yan tarafına yaslayıp parlak güneşin aydınlattığı bahçeye gözlerini kısarak
baktı. İki kez Cody’yi çağırmayı düşünmüş, ikisinde de kendine engel olup susmuştu.
Öğleden sonrayı dışarıda Jared’la birlikte geçirmeyi tercih ettiği çok açıktı. Fakat bu düşünce
bile kendini suçlu hissetmesine engel olamıyordu. Daha bir saat önce kendi kendine daha iyi
bir teyze olup aradaki kopukluğu gidereceğine dair söz vermişti ama sonra birden Jared
mutfağına dalmış, bütün o iyi niyetler pencereden uçup gitmişti.
Başını koluna dayayıp öylece durdu. Onu çileden çıkarıyordu. Onu gıcık ediyor,
delirtiyordu. Ancak hepsinden önce, korkutuyordu onu. O yanmdayken, geçen dokuz ayda
yapmış olduğu gibi hissiz kalmak imkansız hale geliyordu. O alev saçan gözleriyle ona her
baktığında kalbindeki buz biraz daha çözülüyordu sanki. İlk geldiğinde Jenny’nin tek kaygısı
Mavi Gök’tü. Ama şimdi bambaşka bir şeyden korkuyordu.
Jared hangara girip gölgeler arasında kaybolurken Cody de peşinden gidiyordu.
Jenny ofise dönüp bilgisayarım açtı. Programın açılmasını beklerken gözü masanın
çekmecesine kaydı. Gözünü dikmiş çekmeceye bakarken kalbi hızla çarpmaya, avuçları
terlemeye başladı. Uzanıp çekmeceyi açmaya yekense de elini
222
Bir Atlım Sen, Bir Atlım Ben, San Atlım Aşk
hemen geri çekti. Derin derin soluk aldı. Steven öldüğünden beri bu anı ertelemeye
çalışıyordu.
Başını kaldırıp pencereden dışarı, hangara doğru baktı. Jared'ı göremese bile onun orada
olduğunu biliyordu. Ona parasını verinceye kadar orada kalacaktı. Parayı bulması için dört ayı
vardı ama şimdi bu kadar uzun süre bu şekilde yaşamaya dayanamayacağını anlamaya
başlamıştı. Onu buraya o borç ve Steven'ın mektubu getirmişti ama göndermek Jenny’ye
kalmıştı.
Gücünü toplayıp çekmeceyi açtı ve fotoğraf makinesini eline aldı. Parmaklarını serin
metalin üzerine kapadığı an kalbi hızlı hızlı çarpmaya başlamıştı. Nefes almakta zorlanıyordu.
Büyülenmiş gibi kameraya bakıyordu. Bu kadar küçük bir şeyin bu kadar ağır olabilmesi
ne kadar da garipti. Sonra birden ağır olanın makinenin kendisi değil içindekiler olduğunu
hatırladı. Bu makineyi eline aldığı, fotoğraf çektiği o son günü aklına getirmemeye çalıştıysa
da beceremedi.
İşte dışarıda, güneşin altında duruyordu. Steven uçuşa hazırlanıyordu.
Birkaç tane fotoğrafımı çeksene Jen-Jen. İnternet sitesine koyarız.
Bir sürü fotoğraf çekip hafıza kartını tamamen doldurmuştu. Bunun Steven’ın son uçuşu
olduğunu nereden bilecekti ki? Bir gün sonra ölmüştü Steven.
Fotoğraflar bilgisayara yüklenirken gözlerinden yaşlar süzülmeye başladı. Her bir resim
kalbine bir bıçak daha saplıyordu adeta. Yine de gözlerini kaçırmadan, hepsine tek tek,
223
Kimhcrlv Fi.sk
doya doya baktı. İlk on-on beş tanesinde yakından çekmişti Steven’ı. Steven gülümsüyor, bir
sürü şaklabanlık yapıyordu. Jenny her bir fotoğrafa dalıp gidiyor, bir diğerine geçmek
istemiyordu. Ama her yeni fotoğraf açıldığında yüksek sesle gülmekten alamıyordu kendini.
Bir tanesinde Steven uçağa binmek üzereydi; bir eliyle kapıyı tutmuş, ona dönüp dilini
çıkarmıştı. İşte her şey oradaydı: Pırıl pırıl bir güneş, Stevenrın asi kum sarısı saçları, parlak
yeşil gözleri ve gökyüzü kadar geniş bir gülümseme. Jenny yeniden güldü. Gözleri yaşlarla
doluydu.
Aylardır bu acıdan korktuğu için fotoğraflara bakmayı erteleyip durmuştu. Oysa şimdi
kalbini dolduran acının yanında hiç beklemediği bir neşe kucaklamıştı onu. Fotoğrafların onu
darmadağın etmediğini fark edince gerçekten şaşırdı. Tek hissettiği acı değildi artık, güzel
zamanları da hatırlıyordu.
Yanaklarından süzülen yaşları silip fotoğrafları kaydettikten sonra telefonu eline aldı.
Karşı tarafın yanıt vermesini bekleyip, Barb, ben Jenny Beckinsale, dedi. ‘İnternet sitesini
yapmaya hazırım.
Kahretsin, dedi Jared. Anahtar kayınca bileği somuna çarpıp sıyrılmıştı.
Küfretmemelisin. Annem öyle diyor.
Jared anahtarı hangarın beton zeminine fırlatıp elini kontrol etti. Şimdiden şişmeye
başlamıştı. Kesilen yerden ince bir kan sızıyordu. Yarayı emdi. Bu çocuk dikkatini
dağıtmasaydı
224
Bir Adım Sen, Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
asla bu kadar aptalca bir hata yapmazdı ama evden çıktıklarından beri dırdır edip duruyordu.
Peki, ama annen şu anda yanımızda değil.
Annem hiçbir zaman yanımda değil zaten. Babam da. Cody tekerlekli sandalyeye bir
tekme atınca sandalye hangarda hızla gezinmeye başladı.
Jared kendini kaçınılmaz görünen kazaya hazırlamaya çalıştı. Sandalyeyi Cody otursun
diye ofisten çıkarırken bu tekerleklerin kitlesel bir imha silahı olarak kullanılabileceğini hiç
düşünmemişti. Şimdi bu taktik hatasını yeniden değerlendiriyordu. İkisinin de çok önemli
işleri var sanırım.
Herkes öyle diyor.
Jared anahtarı yeniden somuna geçirdi.
Senin annenle baban ne yapıyor? diye sordu Cody. Anahtar bir an hareketsiz kaldı. Pek bir
şey yapmıyorlar. Hiçbir şey yapmıyorlar.
Bahse girerim sana hiç bebek muamelesi yapmamışlardır. Ben on üç yaşındayım. Artık
bakıcıya ihtiyacım yok. Sandalye bir kez daha uçarak uzaklaştı. Senin annen çok esaslı bir
tiptir herhalde.
Evet, çok esaslıdır. Nancy için söyleyebileceği son şeydi bu.
Herhalde evde tek başına kalmana da izin vermiştir. Jared neredeyse gülecekti. Evlat,
benim annem ben sekiz yaşımdayken beni terk edip gitti. Onu o zamandan beri görmedim.
Sandalye durdu. Hiç mi görmedin?
225
Kimbtrly Fisk
Hiç.
Neden ama?
Jeııny çenesini kapaması gerektiğini biliyordu ama bu çocukta... bu yerde... ona bütün o
unuttuğu geçmişi hatırlatan bir şey vardı. Jenny. Annelik yapmak istemiyordu, dedi kesin bir
sesle, sırf konuyu kapamak için. Cody işareti anlamamıştı.
Bu berbat bir şey. Tenis ayakkabısının ucuyla sandalyeyi olduğu yerde döndürmeye
başladı. Onu görmeyi ister misin?
Hangarın arkasında küçük bir sandal görmüştüm, dedi Jared. Neden Jenny’den onu
çıkarmak için izin istemiyorsun?
Hatırlamıyor musun? Suya girmem yasak. Hatırlamıyordu. Şu anda tek hatırladığı, bu
çocuğu buradan göndermenin bir yolunu bulması gerektiğiydi.
Cody eğilip motorun altında çalışan Jared’a baktı. Bir köpeğin var mı?
Hayır.
Kedin?
Hayır.
Neden yok?
Çünkü öyle.
Neden ama?
Tanrım, bu çocuk hiç susmayacak mıydı? Jared somunu sıkma işini bitirdi. Hangarın
kapısından dışarı, eve doğru öfkeli bir bakış attı. Tepede parıldayan bu güneşe de, onu bu du-
226
Bir Adım Sen, Bir Adım Ben, Son Adını Aşk
ruma sokan kadına da lanet olsun. Çocuk bakmak onun işi değildi. Jenny de bal gibi
biliyordu bunu. Yine de Cody öyle konuşunca Jared’ın içi sızlamıştı ve Jenny de o kaplan
içgüdüsüyle onun bu zayıflığını hissedip hemen kullanmıştı.
Öyle işte.
Sandalye yuvarlanıp Jared’ın yakınında bir yerde durdu. Jared uçağın altından yukarı,
çocuğun yüzüne baktı. Cody‘de ona çocukluğunun anılarını hatırlatacak hiçbir şey
bulamıyordu. Hiçbir şey. Peki, neden onunla konuştukça her şey yüzeye çıkmaya başlamıştı
böyle?
Bir köpeğinin olmamasından ve annenle babanın sürekli çalışmasından daha kötü şeyler
vardır hayatta.
Öyle mi? Mesela?
Bu çocuk hiç dinlemiyor muydu onu?
Mesela, babanın kim olduğunu bilemeyecek kadar çok erkekle yatıp kalkan bir anneye
sahip olmak. Ya da annenin bir gün sen okuldayken kaçıp gitmesi. Nancy’nin dönmeyeceğini
anlaması bir haftasını almıştı. İçi su dolu bir can simidine yapışan bir aptal gibi, kendine geri
geleceğini söyleyip durmuştu. Evdeki az miktardaki yiyecek tamamen tükendiğinde, hatta
elektriği kestiklerinde bile Jared hala annesinin mutlaka geri geleceğine inanmaya devam
etmişti.
Anahtarı sımsıkı kavrayıp bütün dikkatini yaptığı işe verdi. Bütün kasları gerilmişti. Lanet
somun bir milim bile oynamıyordu yerinden. Cody boş yağ tenekesine bir tekme attı. Annem
son üç maçımı da kaçırdı.
227
Kimherly h'isk
Vah vah, dedi Jared açık bir alaycılıkla.
Oğlan, Jared’ın dalga geçtiğini anlamadı bile.
Jared'm annesi hayatının son otuz yılını kaçırmıştı. Tamam, otuz değil, Nancy’nin hakkını
yememek lazımdı, eri azından Jared ikinci sınıfa geçinceye kadar beklemişti.
Anılar üst üste geliyordu, birdenbire canlanıp zihninde bir film şeridi gibi akmaya
başlamışlardı.
Annesi onu terk etmek için tam da gününü bulmuştu. Planlasaydı bile bu kadarını
yapamazdı. O şehri terk ederken Jared müdürün odasına çağrılmıştı. O zamanlar müdürden
filan hiç korkmazdı. Okul ona hep çok kolay gelirdi; her konuda diğerlerinden açıkça
üstündü. Sınıf arkadaşları daha dört işlemi öğrenmeye çalışıyorken Jared iki-üç sınıf
sonrasının denklemlerini çözerdi. İşte o kader günü, Bay Larsön tam da bu konuyu konuşmak
için çağırmıştı onu.
Sen özel bir çocuksun, oğlum. Test sonuçları da öğretmenlerinin söylediklerini kanıtlıyor
zaten. Sana üçüncü, hatta dördüncü sınıfa atlamanı öneriyoruz. Annenin izni gerekiyor tabii
ama eminim aldığın puanları görünce o da bizim kadar heyecan ve gurur duyacaktır.
Heyecan ve gurur. Tabii tabii. Bu tam Nancy’ye göre bir şeydi işte.
Sekiz yaşındaki Jared bile gülmemek için kendini zor tutmuştu. Nancy’nin bu hayatta
yapacağı son şey oğluyla gurur duymaktı.
Gebe kalmış olmasaydı gerçekten bir şey olabileceğini Jared kaç kez dinlemek zorunda
kalmıştı acaba? Tam kozmetik
228
Hir Atlım Sen, Bir Adım Ben, Son Adım A}k
okuluna gitmeyi planlıyorken serserinin biri onu hamile bırakmış, o /aman bütün
hayallerinden vazgeçmek zorunda kalmıştı.
Serserinin biri. İşte Jared’ın babası hakkında edinebildiği bütün bilgi bu kadardı.
Jared'ın görebildiği kadarıyla annesinin kendisi yüzünden vazgeçmek zorunda kaldığı tek
şey bütün gün yan gelip yatmaktı. Jared’a birinin bakması gerekiyordu.
Annesinin ne söyleyeceğini bilse de eve dönerken heyecanını bir türlü bastıramamıştı ama
Nancy çoktan çekip gitmişti zaten. İki hafta boyunca yalan söyleyerek bunu açık etmemeyi
başardı. Fakat sonra nereden anladılar bilinmez, Ço cuk Esirgeme’den birkaç kişi gelip onu
aldıkları gibi çocuk koruma sistemine dahil ettiler.
Jared gerçeği her zaman biliyordu aslında: Nancy’nin tek derdi içki içip kendine yeni bir
sevgili bulmaktı. Bundan başka hiçbir şeyi umursamazdı; ancak bunu biliyor olmak, sekiz
yaşındaki bir çocuğun terk edilmeyi kolayca kabullenmesine yardımcı olmuyordu. Bir evden
diğerine bir frizbi gibi fırlatılıp dururken bunun bir haksızlık olduğunu düşünmedi. Annesinin
gidişiyle hayatının en değerli dersini almıştı; hayatta kendinden başka kimseye güvenemezsin.
Sistemin nasıl işlediğini hemen kaptı. İşte annesine teşekkür borçlu olduğu bir konu daha;
duygularını belli etmemeyi çoktan öğrenmişti. Her şey yolundaymış gibi bir ifade takınmayı
iyi biliyordu. Devlet, sosyal görevliler, yanında kaldığı aileler ona kancalar atmış, onu kazmış
ve deneyip durmuşlardı ama Jared onların benliğine dokunmalarına asla
229
Kimberiy Fisk
izin vermemişti. Ve sürekli takındığı o yüz zamanla bir aldatmaca olmaktan çıkmış, bizzat
kendisi olmuştu.
Buna karşın Jenny bir şekilde onu diğerlerinden çok daha açık bir biçimde görmeyi
başarıyordu.
İçinde bir yerde, bugüne kadar hiç kimsenin giremediği bir yer vardı ve Jenny oraya
ulaşmanın bir yolunu bulmuş gibiydi. Jenny’nin yakınında kalmak ona çocukken kurduğu
aptalca hayalleri hatırlatmaya başlamıştı. Ait olduğu ve içinde kendini rahat hissettiği bir
yuvada yaşamaya dair hayallerdi bunlar. İçinde onu bekleyerek onun için kaygılanan birinin
olduğu bir yuva. Onu merak eden birinin... Düşüncelerinden kurtulmak ister gibi başım
salladı. Altıncı ailenin yarımdayken öğrenmek zorunda kalmıştı. Öğrenmişti de. Uçuş
okulunun ilk senesine kadar sorun çıkmamıştı. Sonra bir gün eve döndüğünde kız arkadaşının
yanma taşmdığmı görmüştü. Hemen o gün eşyalarını alıp gitmesini söylemesi gerekirdi
Lİsa'ya. Bunu neden yapmadığını hala bilmiyordu. Neyse, sonuçta değişen bir şey olmamıştı.
Kız üç ay sonra esip gürleyip ona kendinden başka kimseyi düşünmeyen taş kalpli bir serseri
olduğunu haykırmıştı.
Haklıydı da. Kalbi taş gibiydi gerçekten çünkü hayana kalmanın başka bir yolunu
bilmiyordu.
Oysa şimdi Jenny teninin altına işliyor, zihnine giriyor, bütün o olasılık dışı fikirleri
yeniden aklına getiriyordu.
Jared anahtarı gevşetti. Annenin ya da babanın senin birkaç maçını kaçırmasından daha
kötü şeyler var. evlat. İnan bana.
230
Bir Adını Sen, Bir Adını Ben, Son Adını Aşk
Sanki biliyorsun da...
Cıvata yerinden çıktı nihayet. Neden bu konuyu kapamıyordu ki? Bu çocukla konuşmak
bataklıkta yürümeye çalışmak gibi bir şeydi. Evet, hiçbir şey bilmiyorum.
İddiaya girerim, seninkiler senin maçlarını hiç kaçırma-mışlardır.
Yağ deposunu yere koyup tıkacını çıkardı. Hiç, dedi yüzde yüz bir dürüstlükle. Annesi
hiçbir maçını kaçırmamıştı gerçekten; çünkü kıçını koltuktan kaldırıp takıma girmesi için
gereken imzayı atamamıştı. Ondan sonra, koruma programına alındığında da artık hiçbir
takım oyununa girmek için istek kalmamıştı içinde. Sosyal görevlilerin sosyalize olmuş
çocuklar saçmalığına eklenmek istememişti.
Sosyalize olmak Jared için hiçbir şey ifade etmiyordu. Onun için anlamlı tek şey bir F-
18’in kokpitine oturmak olmuştu.
Gördün mü? diye mızmızlandı Cody yine. ParkerTn annesi hiçbir maçı kaçırmıyor. Babası
da neredeyse bütün maçlara geldi.
Jared ona yan yan baktı. Dalga mı geçiyordu bu çocuk? Annesi birkaç maçı kaçırdıysa ne
olmuştu ki yani? Yediği önünde yemediği ardındaydı, bir sürü pahalı oyuncağı vardı. Sırt
çantasının oyuncakla dolu olduğu gözünden kaçmamıştı Jared’ın. Bak, oğlum...
Cody’nin yağ deposuna bir tekme atmasıyla beraber tenekenin içindeki yağ fışkırıp her
yana saçıldı. Sen de diğerleri gibisin!
231
Kimberîy Fisk
Jared, Cody’nin son derece pahalı görünen ayakkabılarına baktı. Lanet olsun, dedi.
Bağcıkları ve o pahalı derisi yağ içinde kalmıştı.
Cody mahvolan ayakkabılanna şöyle bir baktı. Annemin umurunda bile olmaz. Bana yeni
bir ayakkabı alır.
Jared aceleyle uçağın altında çıkıp tezgahı işaret etti. Şuradan birkaç bez al da şu pisliği
temizlememe yardım et.
Cody ona dik dik bakıp, Sen kendin temizle. Ben senin kölen değilim, dedikten sonra
koşarak hangardan çıkıp gitti.
Jared onun gidişine bakıp kendine lanet okudu. İlk planına sadık kalıp çenesini kapalı
tutmalıydı. Hayır, ilk planı bu çocuktan olabildiğince uzak durmaktı ve yapması gereken şey
gerçekten de buydu. Cody’nin problemleriyle uğraşmak onun işi değildi. Onun tek işi parasını
alıp buradan gitmekti.
Fakat hala gidip çocuğu bulmak ve onunla konuşmak için önüne geçemediği bir istek
duyuyordu.
Ne hakkında konuşacaktı ki onunla?
Bu konuda hiçbir fikri yoktu.
Yeniden hangara girip işe döndü. Zaten işi de birisi yine dikkatini dağıtmazsa bitmek
üzereydi. Onarım raporunun yarısını halletmişti ki, parmak arası terliklerin beton zeminde
yankılanan öfkeli şıpıdık-şıpıdık’larmı duydu.
Ne yaptın sen? diye sırtından vurdu Jenny.
Başını çevirip bakmadı. Bu soruya cevap vermem gerektiğini sanmıyorum.
Bu kadar güzel kokmayı nasıl başarıyordu? Yıllar önce bir kez Hawaii’de görev yapmıştı.
Jenny tıpkı Hawaii gibi ko-
232
Bir Adını Sen, Bir Adını Ben, Son Adını Aşk
kuyordu işte; hindistancevizi yağı, egzotik çiçekler ve güneşin tende bıraktığı sıcaklık gibi.
Cody yıldırım gibi eve girdi ama bana hiçbir şey söylemiyor.
Bunun için bana teşekkür borçlusun.
Ne dediğini duydum.
Jared raporun son maddesini de doldurup Jenny’ye döndü ve her zamanki gibi karnına bir
yumruk yemiş gibi oldu. Çok güzel görünüyordu. Güzelden de öte. Bir an için bütün
fantezileri harekete geçti. Şimdi burnunu onun o güzel boynuna gömse, sonra da çenesinin
altına bir öpücük kondursa ve kollarını bedenine sarıp yüzünü saçlarına gömse... Birçok defa
dudaklarını onun dudaklarına yapıştırsa ve o dudak parlatıcısını emerek altındaki dudakları
kızartıp şişirinceye kadar öpse neler hissedeceğini merak etmişti.
Steven’m her şeyi bırakıp bu Allah’ın unuttuğu kasabada kalması boşuna değildi. Jetlerle
uçmaktan vazgeçip aptal bir deniz uçağıyla oyalanmaya kalkması da... Her şeyi bırakıp
bundan sonraki hayatını Jenny gibi bir kadınla geçirme şansına sahip olan bir erkek kendini
bu dünyanın en şanslı avanağı sayardı. Pişirdiği o kötü yemeklere ve her şeye rağmen. Sonra
da ve sonsuza kadar mutlu yaşadılar masalına inanarak öyle salak salak yaşayıp giderdi.
Duyman için söyledim zaten. Bu çocuk yanıma geldiğinden beri beş dakika bile susmadı.
O çok hassas...
O sadece feci şekilde şımarık.
233
Kimberly Fisk
Jenny kollarını kamının üzerinde çaprazlayınca Jared içtenlikle onun bu alışkanlığını
bırakmasını diledi.
Zor bir dönem geçiriyor.
Saçmalık.
Terlikli ayağını sinirli sinirli yere vuruyordu. Bu akşam yemekte gönlünü almalısın.
Onun benimle buraya gelmesinde ısrar eden ben değilim. Bebek bakıcısı değilim ben.
Seninle birlikte olmak istemişti.
Tabii tabii. Jared eğilip aletleri toplamaya başladı. Sosis ızgara yapıyorum.
Jared anahtara uzanırken bir an durup Jenny’ye alaycı bir bakış attı.
Jenny lafı hiç dolandırmadı: Herhalde sosis ızgarayı da mahvedemem, değil mi?
Jared anahtarı alet kutusuna koydu. Bundan o kadar emin olma.
Yemekte Cody’den özür dileyebilirsin.
Cehennem buz tuttuğu zaman.
Yemekten sonra da birlikte bir film seyreder, oyun oynarız.
Cam çiğnerdi daha iyi. Bütün bu aile manzaraları hiç ona göre değildi. O çocuğa bir dakika
daha katlanamazdı. Jenny’ nin yanında durmak ise daha da dayanılmaz bir düşünceydi. Şimdi
bile gözlerini dudaklarından alamıyordu. Onun saçlarına, bedenine dokunma isteğiyle
parmakları karıncalanıyordu. Onun hala Steven’a aşık olduğunu, aralarındaki herhangi bir
234
I
Bir Adım Sen, Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
yakınlaşmanın baştan aşağı kötü bir fikir olduğunu unutmak istiyordu.
O öfkeli, mavi gözlere bakınca onu bu fikirden vazgeçirmenin mümkün olmadığını anladı.
Geçen bir hafta boyunca onun ne kadar inatçı olduğunu anlamak için yeterince fırsatı
olmuştu; ama bu onun her sözünü dinleyeceği anlamına gelmiyordu tabii.
Tamam.
Jenny’nin yüzü şüphe dolu bir şaşkınlıkla aydınlandı. Gerçekten mi? Ona güvenmediği
belliydi.
Tabii, dedi yumuşacık bir sesle. Buraları toplamam için bana yarım saat ver. Sonra gelirim.
Jenny gözünü dikip uzun uzun yüzüne baktı ama Jared’ın yüzünde başka bir anlam
çıkarılabilecek hiçbir emare yoktu.
Tamam, görüşürüz o zaman.
Görüşürüz, dedi eve doğru yürüyen Jenny’nin ardından.
On dakika sonra motosikletine atlamış, yola çıkmıştı bile.
\
235
11
Anna arabayı evin önüne çektiğinde saat onu epeyce geçmişti. Çimenlerin ve evin
cephesindeki bölmeli pencerelerin üzerine sokak lambalarının uzun gölgeleri düşüyordu.
Garaj kapısının açılmasını bekledi. Yorgunluktan tükenmiş olması gerekirdi ama aksine çok
keyifli hissediyordu kendini. Yoğun bir gün olmuştu, deli gibi koşturmasına karşın her
dakikası bir harikaydı. Hayatı boyunca verdiği emeğin karşılığını almaya başlamıştı işte.
Garaj kapısı nihayet açılınca arabayı içeri sokup kocasının Mercedes’inin yanma park etti.
Motoru kapatırken dönüp Phillip’in arabasına bakmadan edemedi. Arabanın üzerini
kaplamakta olan ince toz tabakasını tavandaki tek ampulün solgun ışığında bile görebiliyordu.
Anna’nın kaşları çatıldı.
Phillip niçin gitmeden önce arabasının üzerini örtme-mişti ki? Bu kadar titiz birinin bunu
gözden kaçırmış olması şaşırtıcıydı. Hele de arabası konusunda ne kadar özenli olduğunu
düşünecek olursak... Hatta takıntılı, daha doğru bir
236
Bir Adım Sen, Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
ifade olurdu. Eline ne zaman fırsat geçse arabasını dışarı çıkarır, Anna ona arabanın cilasını
sökmek istemiyorsa hemen durması gerektiğini söyleyinceye kadar sabunlayıp ovalardı. Oysa
şimdi gözünün bebeği arabası bir garaj köşesinde toz tutuyordu işte.
Gerçekten üç aylığına mı gitmişti?
Phillip ona Sınır Tanımayan Doktorlar’ın teklifinden ilk defa bahsettiğinde Anna’nın
göğsü gururla kabarmıştı. Bu çok asil bir fedakarlıktı. Bütün arkadaşları, ailesi ve
meslektaşları da aynı şeyi söyledi ama Phillip’in heyecanı giderek büyürken Anna’nınki
yavaşça söndü.
Bizim çok fazla şeyimiz var, Anna, demişti, yumuşacık bir sesle. Anna’nın Philip’e aşık
olmasını sağlayan ve her gün yüzlerce paniğe düşmüş insanı sakinleştiren bir sesti bu. Şimdi,
bizim de dünyaya bir şeyler vermemiz gerek.
Ama sonuç olarak dünyaya bir şeyler veren ikisi değil sadece Phillip olmuştu. Evinden
ayrılıp dünyanın en yoksul yerlerine gidecek olan kişi Phillip’ti. Bu düşünce Anna’nın içini
vicdan azabıyla dolduruyordu fakat bu çift yönlü bir suçluluk duygusuydu; bir yandan
Phillip’in haklı olduğunu, kendilerinin çok şanslı insanlar olduklarını ve bunun bedelini
ödemeleri gerektiğini düşünürken, diğer yandan hayatının değişmesini hiç istemiyordu. Bütün
bunları elde etmek için çok çalışmışlardı. Şimdi Phillip bunları elinin tersiyle itiyordu. Yani,
toptan vazgeçmiş olmasa bile şimdilik rafa kaldırıyordu.
Acaba ne kadar sürecekti bu?
237
Kimberly Fisk
Bu soru aklından çıkmıyordu.
Başını koltuğun deri döşemesine dayayıp gözlerini kapadı. Birlikte geçirdikleri son geceyi
düşünüyordu. Geç bir saatti, Cody çoktan uyumuştu. İkisi yatakta oturmuştu; Phil-lip bir
şeyler okuyor, Anna ise Letterman’ı seyrediyordu. Yoksa Leno muydu? Her neyse, Anna
televizyon seyrediyor-muş gibi yaparak onun gitmesini hiç istemediğini düşünüyordu. Bunu
ona söylemek istiyordu. Cody ve onunla birlikte burada kalmasını isteyecekti ama bu isteği
dile getirmeye cesaret bulamıyordu. Phillip’in vereceği yanıtı duymak istemiyordu. En
sonunda bütün söyleyebildiği, Emin misin?*’ oldu.
Cody’yi düşün, Anna, dedi Phillip, gözlüklerini çıkararak. Ya yardıma ihtiyaç duyan ama
ona yardım edecek bir doktor bulamayan çocuk Cody olsaydı? Gitmek zorundayım.
Bunu duyunca Anna kendini bencil ve aşağılık bir yaratık gibi hissetmiş, Phillip’e hak
vermişti.
Ertesi gün onu havaalanına bıraktığında birbirlerine sarılarak vedalaştılar. Anna bu
sarılışın ne kadar kısa sürdüğünü ancak eve dönüş yolunda fark edebilmişti. Kendisine bunun,
Phillip’in yokluğunun uzun sürmeyeceklerini bildiği için böyle olduğunu söyledi. O zamanlar,
rahata ve önceliklerle dolu bir hayata alışık olan kocasının üçüncü dünyanın korkunç
şartlarında çok da fazla dayanamayacağını düşünmüştü, ancak günler haftalara, haftalar aylara
bağlandıkça gerçeği görmek zorunda kalmıştı; Phillip gayet güzel dayanıyordu.
238
Bir Adım Sen, Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
Üstelik bu yolculuk belki de sadece dünyaya bir şeyler vermekle değil, belki de biraz da
evden kaçış yolunu bulmakla ilgiliydi.
Ardı ardına üzerine gelen bu düşüncelerle öfkeye kapılıp çantasını ve dosyasını topladığı
gibi eve yöneldi. Garaj kapısı o tanıdık gıcırtıyla yuvarlanıp arkasından kapandı.
Neden bu gece de aynı şeyleri tekrar tekrar düşünerek oyalanıyordu ki? Bugün kariyerinin
zirvesine ulaştığı gündü. Uçsuz bucaksız anıların içinde kaybolup içindeki bu heyecanı yok
etmeyecekti.
Ev karanlıktı, bütün gün kapalı durmaktan havasız kalmıştı. Mutfağa gidip lavabonun
üzerindeki pencereyi açarak ışıkları yaktı. Çantasıyla evrak dosyasını holdeki sehpanın
üzerine bırakıp giriş kapısının yanında asılı olan posta kutusunu kontrol etti. Elindeki
anahtarları masanın üzerindeki cam çanağın içine fırlatırken hayal kırıklığını bastırmaya
çalışıyordu. Yine mektup yoktu. O sırada telefonun üzerinde yanıp sönen ışığı gördü. Genç
bir kız gibi kalbi hoplayarak dinleme tuşuna bastı.
Minik hoparlörden gelen ses Phillip'in sesi değildi. Merhaba tatlım, ben annen. Müsait
olduğım zaman ara. Seni seviyorum;'
Mesaj sonlandıktan sonra Anna bir süre hareketsizce orada durup telefona baktı.
Bir sürü duygu vardı içinde: hayal kırıklığı, üzüntü, suçluluk, öfke. Bunların hangisini
hissetmesi gerektiğini bilemiyordu. Ya da herhangi birini hissetmesi gerekip gerekme-
Kimberly Fisk
diğini... Phillip’in telefon etmesinin çok kolay olmadığını anlıyordu ama eğer gerçekten
aramak isteseydi mutlaka bir yolunu bulmaz mıydı?
Son zamanlarda yaptıkları görüşmelerde arayan hep Anna olmuştu. Hepsi de birbirinden
berbat konuşmalardı. Bağlantı kötüydü, zamanlama kötüydü, her şey kötüydü.
Öylece durup kendini yeniden denemeye ikna etmeye çalışsa da yapmayacağını bu
düşünce akimdan geçerken bile biliyordu. Bir dahaki hareketi Phillip’in yapması gerekiyordu.
Evlilikte skor tutmanın yanlış olduğunu biliyordu ama bir gemiyi idare etmek için de birden
fazla kişi gerekiyordu ve son zamanlarda bunun için çaba gösterenin sadece kendisi olduğunu
hissetmeye başlamıştı.
Telsiz telefonu eline alıp mutfağa gitti. Pek aç hissetmese de sırf alışkanlıktan derin
dondurucuyu açıp baktı. Tanrı, Marie’yi korusun. Buzdolabı en sevdiği yiyeceklerle
doldurulmuştu. Dondurucunun serin havasının önünde durup bir karar vermeye çalıştı. Bütün
gün doğru dürüst bir şey yiye-memişti. En sonunda dolabın kapısını kapayıp kendine bir
kadeh şarap doldurdu.
Hızlı aramadaki numarayı çevirip annesinin telefonu açmasını bekledi. Telefonun
dördüncü çalışında mesaj servisi bağlanınca Anna kısacık bir mesaj bırakıp telefonu kapadı.
Ev inanılmaz derecede sessizdi; Anna’nın duyabildiği tek ses buzdolabının uzaktan gelen
homurtusuydu. En son ne zaman yalnız kalmıştı evde? Genellikle kapıyı açar açmaz onu
bekleyen bir sürü konuyla burun buruna gelirdi ama bu
240
Bir Adım Sen, Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
gece sessizlik ve huzurdan başka hiçbir şey yoktu.
Bir elinde şarabı, diğer elinde telefonla oturma odasına geçerken ayakkabılarını ayağından
çıkarıp öylece bıraktı. Çoraplı ayakları kalın, beyaz halıya gömülünce zevkle inledi. Birbirinin
eşi koltuklardan birine oturur oturmaz altında bir kağıdın hışırdadığını duydu.
Kağıdı çekip çıkardı; Cody’nin çizimlerinden biriydi bu. Bir köpek. Aylardır yavru bir
köpek almak için ona ve Phil-lip’e baskı yapıyor, konuyu sürekli buraya çekiyordu.
Son zamanlarda yaptığı pek çok resim gibi bunu da daha önce görmemişti. Resme bakınca
oğlunun yeteneği karşısında bir kez daha büyülendi. Bu yeteneği kendisinden almadığı çok
açıktı. Bu becerisi doğrudan babasından geliyordu.
Phillip’le ilk randevulaştıkları zamanlarda Phillip ona karalamalarım dediği bir sürü not
verirdi ama bunların ne olduğunu şimdi açıkça görüyordu: Sanat. Yeteneği Anna'vı havalara
uçurmuştu. Ona ne kadar özel bir yeteneği olduğunu defalarca anlatmaya çalışmış ama Phillip
onun bu övgülerine hiç kulak asmamış, bir gün bir doktor olup insanları iyileştirebilirse, işte
bunu gerçekten özel bir yetenek olarak kabul edeceğini söylemişti.
İlişkileri ilerledikçe her yerde bu karalamaları bulur olmuştu. Ders kitaplarının içinden
fırlıyor, okul harcını karşılamak için çalıştığı kütüphanenin raflarında karşısına
çıkıveriyorlardı. Daha sonraları, sevişerek geçirdikleri gecelerin sabahlarında yanındaki
yastığın altında bulmaya başladı bunları.
Phillip’i düşünmeyi bırakıp kız kardeşinin numarasını
Kimberiy Fisk
çevirmeye yeltendi ama numaranın yarısındayken vazgeçti. Saat çok geç olmuştu, Cody
çoktan uyumuş olmalıydı. Telefonu yanında duran küçük antika sehpanın üzerine bıraktı.
Koca bir günü oğluyla hiç konuşmadan geçirmiş olduğuna inanamıyordu. Öğleden sonraki tek
molasında aramaya çalışmış ama cevap alamamıştı. Kendi kendine ertesi gün yataktan kalkar
kalkmaz onu arayacağına söz verdi.
Bir bardak daha şarap doldururken kız kardeşinin, on üç yaşındaki yeğeninin ihtiyaçlarıyla
baş edip edemediğini merak etti. Kız kardeşini tanıyorsa, ki tanıyordu, bugünün o kadar da
kolay geçmediğini tahmin edebiliyordu. Jenny sorumluluk isteyen konularda pek iyi değildi.
Daha doğrusu hiç iyi değildi.
Daha küçük bir kızken bile yüksekten uçmayı sever, bu uçuşun sonunda ne kadar
yüksekten düşeceğine hiç aldırmazdı. Neden böyleydi? Çünkü her zaman birinin çıkıp onu
yakalayacağını bilirdi. Önceleri ailesi, sonra Steven olmuştu bu kurtarıcı. Şimdi de, tam
başüstü yere çakılacakken yeni bir tanesi çıkagelmişti işte.
Ne kurtarıcıydı ama. Anna kendini her zaman aklı başında biri olarak tanımlardı fakat
Jenny’nin yeni ortağına bir bakış atmak, bütün sağduyusunu yitirmeye yetmişti. Phillip farklı
bir havası olan hoş bir adamdı. Steven tipik bir Amerikan pilotuydu. Oysa Jared... Jared
muhteşemdi. Onu tanımlayabilecek başka bir sözcük düşünemiyordu.
Antik bir tanrıya benzeyen bir ortakla aynı evde kalmak tam da Jenny’ye göre bir işti.
242
Bir Adım Sen, Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
Jenny fedakarlık nedir, çok çalışmak nedir bilmezdi. Hiçbir zaman bunu öğrenmesi
gerekmemişti. Son zamanlarda Cody'nin de aynı tuzağa düşeceğinden korkmaya başlamıştı.
Cody her zaman iyi bir öğrenci olmuştu ama bu aralar notlan iyice düşmüştü. Davranışları
daha da berbattı. Resim yapmak ve beyzbol oynamaktan başka hiçbir şey düşünmez olmuştu.
Anna elindeki çizime bir kez daha baktı. Jenny *ye gelecek hafta sonu için başka bir
ayarlama yapmaya çalışacağını söylediğinin farkındaydı ama şimdi düşündükçe bir hafta daha
beraber kalmanın hem Jenny’ye hem Cody’ye iyi gelebileceğine ikna olmaya başlamıştı.
Jenny birkaç gün için bile olsa kendinden başka birini düşünmenin nasıl bir şey olduğunu
kavrayacaktı. Cody de düzensiz bir evde yaşamanın ne olduğunu görmüş olacaktı. Belki
başına buyruk teyzesiyle birlikte biraz daha fazla zaman geçirirse annesini biraz daha takdir
etmeyi öğrenebilirdi.
Eve geldiğinden beri ilk defa gülümsüyordu.
Bu kasabanın barı hangi cehennemdeydi Tanrı aşkına?
Burada yaşayanların akşamları nerede takıldığını bulmaya çalışarak anacaddeyi ikinci kez
baştan başa geçmiş ama bu aynı saçma sapan dükkan isimlerini okumaktan başka bir işe
yaramamıştı. John Dough Pizza... Kasabanın En İyi Küçük Kuaförü... HosPETal... Aradığı
şeyi bulamamıştı.
Eğer barın adı Buds and Suds ise Tanrı yardımcısı ol-
243
Kimherly Fisk
sun... Buds and Suds adında bir barda iki bira yuvarlayacağına kellesini verirdi.
Diğer yandan Buds and Suds adında bir barda oturmak, Jenny’nin evine dönüp yanık sosis
yiyerek oyun oynamaktan çok daha iyiydi. Aslında yemek meselesini çok da takmıyordu,
bütün bir hafta onun o kömürleşmiş yemeklerini yemişti zaten. Fakat o eve dönüp Jenny’nin
sahneye koyduğu o evcimen piyeste yer almasının hiç yolu yoktu.
Aile yemeği. Oyunlar. Çocukla konuşmak.
Tabii tabii.
Aile söz konusu olduğunda Jared yoktu.
Çok üzgünüz, Jared ama bu yürümeyecek; işlerin bir sonraki koruyucu ailenle daha iyi
gideceğinden eminiz.
İşler hiçbir zaman iyi gitmedi. Devletin gözetiminde geçirdiği o sekiz senede kaç tane
üzgünüz Jared konuşması dinlemek zorunda kaldığını hatırlamıyordu bile. Koruyucu aileyle
yaşamanın nasıl bir şey olduğunu anlaması uzun sürmemişti. Onda eksik olan bir şey vardı,
herkes görüyordu bunu. Ondan başka herkese çok doğal gelen bir şey. En sonunda duruma
uyanıp uyum sağlamaya çalışmaktan vazgeçmişti.
Jenny hemen herkesin gördüğü bu eksikliği anlamayı neden reddediyordu acaba? Bugün
işte bu yüzden öylece çıkmıştı evden. Motora atlayıp peşinden atlı koşturuyomıuş gibi hemen
yola çıkmasının sebebi buydu.
Belki de kovalıyorlardı gerçekten.
Çocukla da işleri berbat etmişti; tıpkı tahmin ettiği gibi.
244
Bir Adım Sen, Bir Adım Ben, Son Adım Aş/c
Oysa Jenny hala hep birlikte oturup konuşurlarsa her şeyin düzeleceğini düşünüyordu. Jared
hiçbir şeyin düzelmeyeceğini biliyordu. Daha kötüye giderdi. Birine yakınlaştığı zamanlar
hep öyle olurdu.
Böylece tanımadığı yollarda nereye gittiğine aldırmadan saatlerce yol almıştı. Kendini
motorun hızına ve esen rüzgara bırakıp sakinleşmeye çalışmıştı. Buna karşın o yollarda ne
kadar giderse gitsin buradan çıkmasının mümkün olmadığını biliyordu.
Evden çıktıktan bir saat kadar sonra emlakçısını aramıştı. Meksika’daki yer hala
duruyordu ama daha ne kadar duracaktı ki? O yeri kaybetme ihtimali her geçen gün biraz
daha artıyordu. Buna aldırmamaya karar vermişti. Burası satılırsa kendine başka bir yer
bulurdu. Yine de insanlardan bu kadar uzak bir yer bulmak aylarını almıştı. Oranın satılması,
birkaç ay daha bekleyeceği anlamına gelirdi. Jared’ın bu kadar zamanı yoktu. Tek istediği
gitmek, uzaklaşmaktı. Artık bir savaş pilotu olmadığını unutabileceği bir yere gitmek
istiyordu. Jenny’yi unutabileceği bir yere.
Bu düşünceyi zihninden uzaklaştırdı.
Şu an için ne bu kasabadan ne de Jenny’nin hayatından çıkabilirdi. Keskin bir U dönüşü
yapıp yeniden kasabaya doğru sürdü. Gün batarken dağların tepeleri turuncu ve kırmızının en
vahşi tonlarında kaybolmuştu.
Böylece ikinci kez Saklı Göl’e girip, oturacağı bir bar aramaya başladı. Frene basıp
durunca caddenin bir aşağısına bir yukarısına bakarak nereye gideceğini kestirmeye çalıştı.
245
Kimherly Fisk
Süslü sokak lambaları sarı ışık demetleri saçıyordu. Bu kasabanın neden bu kadar elektrik
harcadığına akıl sır erdirmek mümkün değildi. Ortalıkta ne bir insan vardı ne de bir araba.
Bir dört yol ağzında durup sola, sağa, önündeki yola ve ardına baktı. Bunu yapmış olsa da
aslında görmek istediği sadece tek bir yer olduğunu biliyordu.
Parlak yıldızlar kapkara bir gökyüzünde parıldıyor, durgun gölün sularından gümüş rengi
bir ay ışığı yansıyordu. Rüzgarın yapraklarını hışırdatarak estiği yüksek ağaçların dallarının
arasından gökyüzüne baktığında kalbi hüzünle doldu. Bir zamanlar bütün o gökyüzüne
sahipti. Şimdi bir hiçti.
Başını eğip motoruna gaz vererek seçeneklerini gözden geçirdi. Sağ yanında göl ve Bayan
Murphy’nin pansiyonu vardı. Kapalı duran kepenklere ve ışık gelmeyen pencerelere bakılırsa
Bayan Murphy hala şehir dışındaydı. Düz giderse, gölün etrafını kıvrıla kıvrıla dolanan kıyı
yoluna girmiş olacaktı. Etrafında evlerden başka hiçbir şey yoktu. Sola saparsa yine
kasabadan çıkıp anayola girerdi. Arkasındaki yol da dosdoğru Mavi Gök Havayollarına
gidiyordu.
Kahretsin.
Bu kasabada hiç bar yoktu; olsaydı mutlaka bulurdu. Jenny’nin evine de erkenden
dönmeye hiç niyetli değildi. Döndüğünde Jenny’nin de çocuğun da uyuyor olduğundan emin
olmak istiyordu.
Motora tam gaz verip sola saptı ve kasabadan çıktı. Daha bir kilometre gitmemişti ki
ağaçların arasında bir açık-
246
Bir Aılım Sen. Bir Adım Ben. Son Adım Aşk
lık gördü. Yavaşlayıp anayoldan ayrılarak, birkaç ampulle aydınlatılmış çakıl kaplı bir arsaya
girdi. Park yerinin üç yanını yüksek çalılar çevrelemişti. Diğer yanda ise büyük bir bina vardı.
Yıllanmış kaplamasına bakılırsa epey eski bir bina olmalıydı ama oldukça bakımlıydı.
Ortalıkta ne bir ışıklandırma vardı ne de Buds and Suds yazısı. Gördüğü tek şey üzerinde
elyazısıyla Hızarhane yazılı küçük bir tabela oldu. Başka bir gece olsa Jared arkasını dönüp
giderdi fakat sıkışık park yerine, ardına kadar açık kapılara ve içeriden gelen country müziğe
bakılacak olursa Saklı Göl’ün tek ve biricik barını bulmuştu.
Park yerinde hafif bir açıyla durup motosikletinin çatal ayağını topuğuyla iterek motordan
indi. Motorun homurtusu kesilince içeriden gelen müzik de daha net duyulur olmuştu. Tahta
merdivenleri çıkıp açık kapıdan içeri girdi.
Böyle bir mekanın adını Hızarhane koymak da ancak Saklı Göl’e has bir şeydi herhalde.
Ancak içeri girdiğinde buranın eski bir kereste fabrikası olduğunu anladı.
İçerisi tamamen ahşapla döşenmişti. Tavanın bir ucundan öbür ucuna sedir ağacından
yapılma devasa kirişler uzanıyor, kalın ve geniş rabıtalar bütün zemini kaplıyordu. Barın
ışıkları yıpranmış ahşaptan yumuşak bir pırıltıyla yansıyordu. Tam ortada duran U şeklindeki
büyük bar da. yanındaki masalar da, solundaki dans pisti de hıncahınç dolu görünüyordu.
Pistte dans eden çiftlere bakınca Jenny’yle burada dans etmenin, onun o tatlı bedenini
bedenine bastırarak sarmaş dolaş salınmanın nasıl bir şey olabileceğini düşünmeden
247
Kimberiy Fisk
edemedi. Acaba hayal ettiği kadar güzel olur muydu? Kahretsin, çok daha güzel olurdu.
Bakışlarım başka bir yana çevirdi.
Bütün o kalabalığa ve gürültüye rağmen insanlar yavaş yavaş onun varlığını fark etmeye,
dönüp bakmaya başlamışlardı. Tedirgin görünmemeye çalışarak bara yürüdü. Ordudan gelen
biri olarak bir yerde yabancı olmaya alışıktı. Barda boş bir yer bulup orada dikildi.
Bir dakika bile geçmeden barmen önüne geldi. Beline beyaz bir önlük bağlamış kocaman
bir adamdı. Jared, dudağının üzerindeki siyah bıyığı tırtıla benzetti Jared. Kafasının
üzerindeki kel bölgeden tepedeki ampullerin ışığı yansıyordu. Sana ne vereyim?
Fıçıda ne varsa...
Bud?
Olur.
Barmen bir dakika için kaybolup elinde buzlu cam bardağa konmuş köpüklü bir birayla
geri döndü. Jared cüzdanına davranınca barmen istemez demek istercesine bir işaret yaptı.
Sen Jenny’nin yeni ortağı değil misin?
Küçük kasabanın dedikodu çarkı işliyordu. Hemen anlaşılıyor, ha?
Barmen öksürür gibi güldü. Bu bizden.
Teşekkür ederim.
Barmen gidince Jared kalabalığın arasından geçip etrafına bakındı. Dans pistinin diğer
tarafında açık bir kapının
248
Bir Adım Sen, Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
yanında boş bir masa vardı. Temiz havayı içine çekmek iyi geldi; hem müzik de buradan daha
az duyuluyordu. Neden bütün barlarda country çalardı ki?
Bu kısımdaki ışıklar çok parlak değildi, koltuklann yüksek sırtları da belli bir mahremiyet
hissi veriyordu. Jenny’nin evinden çıktığından beri ilk kez rahatlamaya başladığını hissetti.
Birasından büyük bir yudum alıp sırtını koltuğun kırmızı döşemesine yasladı. Barda çalan
ağlak şarkıyı duymamaya çalışarak oturdu. Yine biri bir diğerine yanlış bir şey yapmıştı,
diğeri de çok üzülmüştü vesaire... Ama kendini ne kadar zorlarsa zorlasın zihni hep aynı yere
kayıyordu. Tek bir yere.
Jenny.
Steven haklıydı, Jenny gerçekten çok güzeldi ama Jared' ın bu Ponpon Kuyruk’ta
güzellikten başka birtakım ilgi çekici özellikler daha olduğunu keşfetmesi uzun sürmemişti.
Göz kamaştırıcıydı, evet. Diğer yandan, Jared'ın tahmin ettiğinden çok daha güçlü çıkmıştı.
Jared o eve taşınır taşınmaz Jenny’nin arabaya atladığı gibi anneciğiyle babacığına koşup
parayı isteyeceğini düşünmüşse de yanılmıştı. Kız hala olduğu yerde duruyordu. Ayrıca işe
karşı şaşırtıcı derecede tutkuluydu. Daha ilk tartışmalarında korkup çözüleceğini düşünmüştü
ancak kız her seferinde daha kararlı davranmış, sözünden bir milim bile oynamamıştı. Sevdiği
şeyler için savaşıyordu. Evi, işi ve ailesi için. Cody’yi savunurken nasıl parladığını
hatırlayınca ister istemez gülümsedi. Her çocuğun böyle bir ailesi olmalıydı işte. Bir de şu
Zeke’nin bilinçsizce
249
Kimberiy r isk
ona verdiği bilgiler vardı. İş için sürekli yeni fikirler bulup uyguluyordu.
Jared bir yudum daha aldı. Acaba bu kadar çaba göstermesinin sebebi işi ayakta tutmak
istemesi miydi, yoksa hala Ste-ven’ın hayali için mi savaşıyordu?
Steven bu uçak kiralama işinin kendi fikri olduğunu açıkça belirtmişti; Jenny sonradan
katılmıştı ona.
Ama gerçekten böyle mi olmuştu acaba?
Evet, dedi kendi kendine.
Bu iş Steven’ın işiydi. Her şeyini kaybetmeden önce Jenny’nin bu gerçeği görmesini
sağlayarak ona da Steven‘a da bir iyilik yapmış olacaktı.
Burası boş mu?
Takım elbiseli, uzun boylu bir adam karşısına oturdu.
Harika. Şu anda kimseyle arkadaşlık etmek istemiyordu. Bakın Bayım, ben...
Jared lafını bitiremeden garson kız dans ederek gelip masalarının yanında bitiverdi.
Daracık bir kot pantolon ve kısacık bir tişört giymişti. Yüzünde en az saçları kadar devasa bir
gülümseme vardı. Selam, dedi. Sonra, gözlerini Jared'dan ayırmadan karşısında oturan adama,
Selam Paul, dedi.
Ne haber, Tammy? Kardeşin nasıl?
İyi. Redmond’da yeni bir iş buldu. Her şey yolunda.
Bu iyi.
Evet.
Gözleri hala Jared’a kenetlenmiş vaziyette öne eğilip devasa göğüslerini yeterince
gösterdiğinden emin oldu. Şimdiye
250
Bir Adını Sen, Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
kadar bitirmişsindir diye düşünmüştüm, deyip önüne yeni bir bira bıraktı.
Jared daha ilk birasının yarısındaydı ama esmer güzeline nazikçe gülümseyip teşekkür
ederek cüzdanını çıkarmaya çalıştı.
Boş ver, dedi kız saçlarını düzelterek. Daha sonra hallederiz. Yüzünde kocaman bir
gülümsemeyle, Hoşça kal, diye veda etti. Tam dönmüş kalçalarını müziğin ritmine uydurarak
yürüyordu ki birden bir şey hatırlamış gibi durup omzunun üzerinden, Sonra görüşürüz, Paul,
diye seslendi.
Müzik dolabı yeni bir şarkıya geçti.
Merhaba, Paul, dedi Jared yeni birasını önüne çekerken. İçimden bir ses yanıma öylesine
bir muhabbet için oturmadığını söylüyor.
Paul sessizce birasını yudumladı. Beckinsale, dedi dudağının üzerindeki köpüğü silerek.
Paul Beckinsale.
Yani Jenny’nin şeyi oluyorsun...
Ağabeyi.
Tanrım. Tek istediği birazcık huzurdu.
Ron bana burada olduğunu söyledi.
Ron?
Barmen.
Unutturma da ona bunun için teşekkür edeyim.
Paul neredeyse gülümseyecekti ama kendini tuttu. Bu konuşmayı sürdüremeyecek kadar
gergin görünüyordu.
Sen avukat olansın yani? Steven anlatmıştı. Evet, konu nedir?
251
Kimberly Fisk
Jenny.
Elbette. Yani? Jared bunu pek çok insanı şaşırtan düz bir ifadeyle söylemişti. Paul hiç
istifini bozmadı.
Bugün Jenny’yle konuştum.
Jared sessiz kaldı.
Şu andaki durumdan hoşlanmıyorum.
Jared başparmağını bira bardağının üzerinde gezdirdi. Hangi durumdan söz ediyorsun?
Paul’ün takındığı o terbiyeli tavır bir anda silinip gitti. Bardağını masanın kenarına itip
Jared’a tepeden bakmaya başladı.
Avukatın hakkını vermesi lazımdı, gayet formda görünüyordu ancak yine de kolay bir
yaşama alışmış olduğu belli oluyordu. Jared’a karşı hiç şansı yoktu. Bu hayatta yapmak
zorunda kaldığı bazı şeylerden elbette gurur duymuyordu ama hayatta kalmasmı savunma
güdülerine borçluydu ve bu güdüler de bir kez geldiyse bir daha gitmezdi.
Ne halttan bahsettiğimi gayet iyi biliyorsun, dedi Paul dişlerinin arasından. Onun evinde
kalıyorsun. Memnuniyetle giderim.
İyi, dedi Paul kısa bir tereddütiin ardından. Bu yanıtı beklemediği belli oluyordu.
Memnuniyetle giderim, diye tekrar etti Jared. Ama önce bana paramı vermesi gerek.
Jenny de bana buna benzer bir şeyler söyledi; bir de benden geride durmamı.
Terbiyeli davranmış. Ben olsam defolup gitmeni söylerdim.
252
Bir Adım Sen. Bir Adını Ben, Son Adım Aşk
Paul isteksizce gülümsedi. Kardeşimin başına böyle bir bela açmamış olsaydın senden
hoşlanabilirdim, Worth. Steven senin hakkında çok güzel şeyler söylemişti.
Steven herkes hakkında güzel şeyler söylerdi zaten. O öyle bir adamdı.
Doğru, ama senin hakkında konuşurken ne kadar heyecanlandığını çok iyi hatırlıyorum.
Paul kalabalık dans pistine şöyle bir göz gezdirip yeniden Jared’a döndü. Sana neredeyse
tapıyordu.
Jared’m içine bir sızı saplandı. Ne kadar düşmüştü böyle. İnan bana, kimsenin tapacağı
biri değilim ben.
Beni ikna etmek zorunda değilsin.
Başka bir garson kız koca bir çanak dolusu nachos* getirdi. Bu kızın da gözleri Jared’ın
üzerindeydi. Paul’e bakmadı bile. Aç olabileceğini düşündüm de...
Jared içinden barın sahibini tebrik etti; kızların hepsi birbirinden afetti. Kıtır mısır
gevrekleriyle, üzerlerindeki erimiş peynir gerçekten çok iştah açıcı görünüyordu; özellikle de
geçen hafta boyunca yemek zorunda kaldığı şeyler düşünülürse. Fakat yavaş yavaş bu bara
gelme amacının tamamen dışına çıktığını anlıyordu. Küçük bir kasabada dikkat çekmeyen bir
yabancı olarak yaşamak mümkün değildi. Ve bunun Jenny'nin ağabeyiyle karşılaşmış
olmasıyla bir ilgisi yoktu.
Çok teşekkür ederim ama...
‘Ama’ kabul etmiyoruz. Gülümseyerek kaseyi masanın üzerine bıraktı. Bizim
nachosumuz meşhurdur. Mutlaka tadına bakmak zorundasınız.
* Mısırdan yapılan Meksika mezesi, (e.n.)
253
Kimberly Fisk
Jared nachos filan yemek istemiyordu. Buradan olabildiğince çabuk gitmekten başka bir
dileği yoktu. Üçüncü kere cüzdanını çıkarmaya çalıştı ama üçüncü kez reddedildi.
Bunlar müesseseden. Saklı Göl’ün en yeni sakinine bir hediye.
Sakini kısmı biraz imalı çıkmıştı kızın ağzından. Burada o kadar uzun kalabileceğimi
sanmıyorum.
Buna üzüldüm. Ellerini kamının üzerinde kenetleyip kalçasını yana devirerek durdu. Belki
Paul’le konuşmanız bitince biraz dans etmek istersin.
İkisi de teklifin danstan fazlasını içerdiğini biliyordu. Jared bugüne dek kadınlardan payma
düşeni almıştı. Bu çok gurur duyduğu bir şey değildi belki ama bundan utandığı
söylenemezdi. Zaten pilot olmak bile seni yatağına alacak güzel bir kadın bulmana yetiyordu.
Her zaman. Yıllar boyunca kadınlar ne teklif ederse kabul etmişti ve bu teklifin karşılığını
fazlasıyla ödediğini düşünmek onu mutlu ederdi. Fakat bundan birkaç yıl önce, güzel bir
yabancıdan başka birine sürüklenmeye devam ettiği sürece aradığını asla bulamayacağına
karar vermişti.
Ne aradığını da bilmiyordu ya...
Nefes kesici kızıla, Bu gerçekten çok hoş bir teklif, dedi. Ama hemen dönmem gerekiyor.
Kız altdudağını sarkıttı. Belki bir dahaki sefere o zaman. Jared başıyla onayladı. Evet.
Belki.
Hep böyle mi olur? diye sordu Paul, garson kız gidince. Ne?
254
Her beş dakikada bir biri düşüyor. Paul erimiş peynire bulanmış mısır cipslerinden birini
alıp ağzına attı. Sende ne bulduklarını anlıyorsam ne olayım, dedi ellerini peçeteye silerken.
Ama kardeşimden uzak dur. Bana karışmamam gerektiğini söylemiş olabilir, ama çok fazla
uzaklaşmayacağım. Bu bir tehdit mi Avukat Bey?
Uyarı diyelim.
Jenny kendi başının çaresine bakabilir.
O senin her zamanki hayranlarından biri değil. Steven, bana senin hakkında başka şeyler
de anlatmıştı; yani sakın kardeşim üzerinde o numaralarından birini deneyeyim deme. O senin
gibilerle oynamaya alışık değil.
Beni aşağılamaya çalışıyorsan biraz daha çaba göstermen gerekecek.
Paul durdu. Söylediklerimi unutma.
Jared, Paul’ün arkasından baktı. Canı sıkılmış olsa da Jenny’nin onu bu kadar önemseyen
bir ağabeyi ya da ailesi olduğu için ne kadar şanslı olduğunu bilip bilmediğini merak etti. O
senin gibilerle oynamaya alışık değil.
Bütün bir hafta boyunca Jenny bütün gücüyle ondan kaçmıştı. Hangardan uzak durmuş,
Jared koşmak için ya da bir iş için dışarı çıktığında mutfağa girip o korkunç yemekleri
pişirmişti. Geceleri de onunla birlikte zaman geçirmemek için erkenden yatak odasına
çekilmişti. Ah, pardon, bu akşam birlikte yemek yemeyi teklif etmişti ama bu sadece yeğeni
yanlarında
255
Kimberiy Fisk
olduğu içindi.
Ona yaklaşmayı bir türlü başaramamıştı. Emlakçısıyla yaptığı telefon konuşması geldi
aklına. Jenny’yi zayıf noktasından vurması gerekiyordu ve Paul de farkında olmadan ona
aradığı cevabı vermişti.
O senin gibilerle oynamaya alışık değil.
Jared’ın akimdan sahneler geçmeye başladı. Ofisteki o ilk gün, dergileri gösterdiğindeki o
halini hatırladı. Sinirlenmesine karşın cinsel açıdan heyecanlanmıştı da tıpkı bugün mutfakta
olduğu gibi. Şimdi her şeyi daha açık görüyordu. Birbirlerine dokundukları anda utanıp
kaçıveriyordu.
Küçük Tavşan ona aldırmıyormuş gibi görünüyordu ama davranışları başka şeyler
söylüyordu.
Eve taşmarak iyi bir adım atmıştı. Şimdi biraz onun üzerine gitmesi gerekiyordu. Ona ne
kadar yaklaşırsa o da o kadar hızlı kaçacaktı. Doğruca annesiyle babasma sığınacaktı tabii.
Jared sırıtıp birasının kalanını bir yudumda bitirdi.
Fakat bu planı kurarken bile o gök mavisi gözlerin ve ona karşısındakinin Steven’ın
sevgilisi olduğunu unutturan o gülümsemenin görüntüsü gözlerinin önünden silinmedi.
256
12
Jenny, Jared’ın motorunun derinden gelen homurtusunu duyduğunda saat gece yarısını
geçmişti. Canavar motor anayoldan sapmış bahçedeki patikada ilerlerken pencereleri de
Jenny’yi de tir tir titretti. Neden onu bekleyip yüzleşmeyi düşünmüştü ki?
Jared, Cody’yle konuşmaya söz verdikten hemen sonra motoruna atlayıp gidince öfkeden
deliye dönmüştü. Oysa şimdi, saatler sonra, ne kadar aptalca davrandığını görebiliyordu.
Onun dediği gibi, bir tavşandan başka bir şey değildi: Büyük Kötü Kurt’un karşısına çıkmaya
kalkan bir tavşan.
Bu karşılaşmayı kimin kazanacağı çok açıktı.
Motosiklet evin yanından geçerken uğultu yükseldi. Motor birkaç kez daha
homurdandıktan sonra tam bir sessizlik çöktü. Battaniyesini kanepenin yuvarlak koluna
fırlatıp koltuktan indi. Oturma odasına girip televizyonu kapadıktan sonra aceleyle mutfağa
daldı. Ortalıktaki dondurma kalıntılarını yok edip kirli kaseleri bulaşık makinesine kaldırdı.
Yeğenini en azından bu konuda memnun etmeyi başar-
257
Kimberly Fisk
mıştı; Cody dondurmaya bayılmıştı. Yani, fındık parçacıklı çikolatalı dondurmayı kim
sevmezdi ki zaten?
Etrafına çabucak bir göz gezdirip, yapılması gereken her şeyi yaptığına emin olduktan
sonra ışıkları kapayıp mutfaktan çıktı. Merdivenleri çıkarken Jared’m, burada olsaydı bile
yeğeninin keyfini yerine getirecek hiçbir şey yapamayacağını kabul ediyordu. Jenny her şeyi
denemişti ama çabaları hiçbir işe yaramamıştı.
Antika. Jenny, Monopoly oyununu çıkardığında Cody’ nin ağzından çıkan söz buydu işte.
Aslında başka şeyler de söylemişti. Acaba annesi biliyor muydu bu kelimeleri kullandığını?
Jenny bir kerecik olsun ısrarcı davranmıştı. Büyük hata. Başka bir oyun açmaya kalktığında
da sonuç değişmemişti. Daha kartları eline aldığında Cody’nin sakın deneme diyen
bakışlarıyla karşılaşıp oyunun tablasını bile açmadan oyunların hepsini kaldırmıştı.
Ondan sonra da bütün akşamı aynı evde yaşayan iki yabancı gibi geçirmişlerdi. Cody
odasına çıkıp iPod dinleyerek çizim yapmış, Jenny de alt katta oturup televizy on seyretmişti.
Aslında yaptığı hatanın farkındaydı. Cody ona bebek muamelesi yapılmasından ve kontrol
edilmekten nefret ettiğini daha önce açıkça belirtmişti.
Merdivenlerin yarısını çıkmıştı ki çaydanlığın ıslığını duydu.
Kahretsin.
Hemen aşağı inip ocağı kapadı. Mutfaktan çıkarken ön kapı açıldı ve bir doksan
boylarında, deri ceketli, motosikletli
258
Bir Atlım Sen, Bir Atlım Ben, Son Adım Aşk
bir testosteron kütlesi, olanca azametiyle içeri girdi.
Jenny donup kaldı. Belki de onu görmezdi. Belki başını bu yana çevirmeden merdivenleri
çıkıp odasına giderdi. Belki de...
Merhaba.
Se... selam.
Uyumamışsın.
Ilık gece, nemli deri ve yasak şeyler gibi bir koku yayıyordu. Uyumadım. Yani...
uyuyacaktım da, birkaç şeyi unutmuşum; o yüzden aşağı inmek zorunda kaldım. Jared’ın
yoldan çekilmesini beklerken saçmalıyordu. Şimdi yatmaya gidiyordum.
Jared gözünde bir kıvılcım çakarak gülümsedi ve Jenny’ ye baktı. Çıplak ayaklarından
başlayıp pembe pijama altından yukarı ilerleyerek beyaz askılı atletine geldi ve orada biraz
durdu. Jenny, onun bu detaylı incelemesi karşısında üzerinde içini gösteren bir gecelik varmış
gibi hissediyordu.
Ben sana mani olmayayım...
Ama oluyordu işte.
Jenny dudağını ısırdı. Aralarında sadece bir-iki adım vardı. Bütün yapması gereken birkaç
adım atmaktı.
Tavşan. Kurt. Tavşan. Kurt.
Bu iki sözcük kafasında yankılanıp duruyordu.
Buna pabuç bırakmayacaktı. Yetişkin biriydi artık. Omuzlarını dikleştirip ona doğru
yürüdü.
Jared uzanıp elini merdivenin korkuluğuna dayadı. Jenny’nin yolunu kesmişti.
259
Kimberiy t'isk
Jenny sendeleyerek durdu. Kalbi deli gibi çarpıyordu şimdi. Ona o kadar yakındı ki...
Aralarında küçücük bir adım kalmıştı.
Bu gece ağabeyine rastladım.
Jenny bakışlarını Jared'ın kaslı göğsünün ve güçlü çenesinin üzerinden geçirip gözlerine
baktı. Jared başını eğmiş, dikkatle ona bakıyordu. Derin mavi gözleri Jenny'nin şu anda
tahmin etmek istemediği bir düşünceyle parıldıyordu. Paııl'e mi?
Başka ağabeyin var mı?
O kadar yakın duruyorlardı ki Jared’ın sıcak nefesini yanağında hissediyordu. Nerede
gördün onu?
Hızarhane’de. Bu arada bana bu konuda yardım edebilirdin.
Ne için?
Kasabanın barını buluncaya kadar canım çıktı. İçimden bir ses senin çölün ortasında bile
bir bar bulabilecek adamlardan biri olduğunu söylüyor.
Jared sırıttı. Öyle mi, tatlım? Nasıl adamlarmış bunlar?
Onun elini kolunu bağlayan ve ona bir erkeğin sarılışını hatırlatan; bir adamın ilgisinin,
arzusunun nasıl bir şey olduğunu hatırlatan tipte adamlar. Ben senin tatlın değilim. Bundan
emin misin? Diğer elini de arkasından geçirip biraz daha yaklaşınca Jenny'yi iki kolunun
arasına kıstırmış oldu. Bedeninden yayılan sıcaklık Jenny'yi olduğu yere mıh-lamıştı; kokusu
şimdi daha da baştan çıkarıcı geliyordu.
260
Bir Adını Sen, Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
Jenny ilişkilerinde bir anda acayip bir sıçrama olduğunu düşündü.
Hayır, bu olmayacaktı. Geri geri gidip sırtım merdiven korkuluğunun sert topuzuna
yasladı. Bu numarayı kaç kez kullandın?
Sayamayacağım kadar çok.
Kaç kez işe yaradı?
Jared'ın yüzünden ayartıcı bir gülümseme geçti. Sayamayacağım kadar çok.
Bana işlemeyecek, diye meydan okudu Jenny. Bundan emin misin?
Evet.
Jared’ın deri ceketinin yakası Jenny'nin göğsüne sürtünüp içindeki bütün uyarı çanlarının
aynı anda çalmaya başlamasına sebep oldu. Bu çanlar çok ama çok kötü bir şeye de işaret
edebilirdi, iyi bir şeye de.
Güçlükle yutkunup dilini kuruyup çatlayan dudaklarının üzerinde gezdirdi. Tehdit ve taciz.
Jared bedenini onunkine yaslayıp elini bileğine geçirdi. Sen daha özel bir muameleyi hak
ediyorsun. Tacizin pek çok farklı biçimi vardır.
Geniş göğsü Jenny’nin her yanını sarıyordu ama bu ağırlık Jenny’ye hiç rahatsızlık
vermedi. Jenny dudaklarını bir kez daha yaladı. Bu ayrıntı bu defa Jared'm gözünden
kaçmamıştı. Yani neden bahsettiğimizi ikimiz de iyice anladık herhalde?
Böyle şeyler senin uzmanlık alanın.
261
Ki m hcrly h’i.sk
Tam Jenny bu kadar yakın durmaya daha fazla dayanamayacağını hissetmeye başlamışken
Jared korkuluğu bırakıp bir adım geri kaydı. Jenny etrafını saran sıcaklığın kaybolduğunu
hissetti.
Jared onu bırakınca Jenny’nin de yolu açılmış oldu. İçinden bir ses hemen kaçması
gerektiğini haykırıyordu ama o kendini tutup merdivenleri sakin adımlarla çıkmaya başladı.
Birkaç basamak sonra dönüp baktı. Gerçekten, Jared. Bu yaptığın hiç işe yaramayacak.
Bunu göreceğiz, Ponpon Kuyruk. Göreceğiz.
Jenny telaşla odasına girdi.
Jared, Jenny’nin arkasından bakıp odasının kapısının kapandığını duyunca başını
merdivenin korkuluğuna yaslayarak nefesini bıraktı. Tanrım. Ellerini yüzünden, saçlarından
geçirip sakinleşmeye çalıştı. Bu iş düşündüğünden çok daha zor olacağa benziyordu.
Jenny odasına girer girmez kapüşonlu bir eşofman üstii bulup hemen üzerine geçirdi. Kol
manşetlerini parmak uçlarına kadar çekti. Bedenini mümkün olduğunca kapadığından emin
olmak istiyordu. Sıcak umurunda bile değildi. Şu an sıcaktan bunalmış olduğunu bile aklına
getirmedi. Göreceğiz, Ponpon Kuyruk.
Kalbi göğsünden fırlayacakmış gibi atıyor, nefesi kesik kesik çıkıyor, boğulduğunu
hissediyordu. Belki de bir çift gece mavisi gözdü içinde boğulduğu.
262
Bir Adım Sen, Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
Sürgülü pencereyi sonuna kadar açtı. Daha önce binlerce kez yaptığı gibi dar pervaza
oturup bir bacağını dışarı sarkıttı. Pencerenin kenarına sırtını yaslayıp temiz göl havasını
derin derin içine çekerek sakinleşmeye çalıştı. Bir hafta. Bu işe sadece bu kadar veriyordu.
Bir hafta. Ve bu adam buradan gitmiş olacaktı.
Gözlerini vücudunun her bir noktasında gezdirişini hatırladı. Kollarını bedenine sardığında
eşofmanının kalın pamuklu dokumasının kabarıklığını hissetti. Bu ona her zaman kendini
güvende hissettirirdi.
Yüzünü karanlık göle çevirip yüzüyle, saçlarını gecenin serinliğine bıraktı.
Buradan parasını almadan gitmeyecekti. Aynı şeyi bu sabah ofisinde otururken de
düşünmüştü ama odasının gölgelerle dolu karanlığında nedense daha açık görünüyordu bu.
Jared’m temasının hatırasıyla göğüsleri sızlıyordu. Bu duyguyu üzerinden atıp kurtulmak
istercesine kendisine sımsıkı sarıldı.
Uzaktan gölün sesleri geliyordu. Gözlerini kapatıp, dalgaların sahile tatlı tatlı vururken
çıkardığı sesi dinledi. Sert doğramanın üzerinde durmaktan bacakları karıncalansa da o
kıpırdamadan oturmaya devam etti.
Steven kendini bildi bileli yanında olmuştu. Bütün dünyaya karşı birlik olmuşlardı sanki.
Bir araya geldiklerinde daha konuşamıyorlardı bile; henüz yürümeye bile başlamadan oyun
arkadaşı olmuşlardı. Aşkları da zamanla, adım adım şekillenmişti. Asla yıkılmayacak sağlam
bir temel gibi.
263
Kimberly Fisk
Steven'ın lıcr gidişinde, söz ver, dcıdi ona. Döneceğine söz ver.
Döneceğim, bebeğim. Göreceksin, birlikle yaşanacak koca bir hayat var önümüzde.
Evet, doğru söylüyordu, her seferinde dönmüştü. Ama hayat yanıltmıştı onu.
Jetlerle uçmayı bırakmıştı. Öylesi hızlı, yüksekten ve tehlikeli bir şekilde uçmaya son
vermişti. Jenny de artık endişelenmesine gerek kalmadığını sanmıştı. Ne aptallık.
Birlikte yaşlanacaklarını hayal etmişlerdi. Bebekleri olacak, onları Saklı Göl’ün kıyısında
büyüteceklerdi. Şimdi Steven yoktu artık; Jenny’nin kurduğu bütün hayaller de onunla birlikte
toprağa gömülmüştü. Onlarınki gibi bir sevgi yok olmazdı. Steven artık burada olmasa bile
Jenny’nin kalbi onunla birlikte yaşamaya devam edecekti. Ya da öyle sanmıştı. Oysa bu
gece... Jared’ın kollarının arasındayken bütün o hissettiklerinden sonra...
Steven, bana ne yapmam gerektiğini söyle.
Ama duyduğu tek ses eşini arayan bir gece kuşuna aitti. Bu kez Steven’a sığınamayacaktı.
Bu kez tamamen kendi başınaydı ve kalbi de zannettiği kadar ulaşılmaz değildi.
264
13
Jenny uyanır uyanmaz kızaran domuz pastırmasının kokusunu duydu.
Şikayet dolu bir inilti çıktı ağzından. Tabii ki alt kattan gelen tahrik edici koku yüzünden
değil. Pencereye tek bir bakış atmak bile yine güneş bile doğmadan uyandığını anlamasına
yetmişti.
Bu adamın şafak sökmeden kalkma takıntısı da neydi böyle?
Yastıklarını kabartıp yorganına sarılarak yeniden uyumaya kararlı bir şekilde gözlerini
yumdu ama daha on dakika geçmeden çaresizce doğrulup oturdu. Lanet olsun bu herife. Onu
uyandırmak için bile bile bu kadar gürültü yaptığından emindi; istediği zaman nasıl bir panter
kadar sessiz olabildiğini biliyordu. Pişirdiği yumurtaları yediği o ilk gün boğulmasından
korktuğunu anımsadı. Hatta onu kurtarma planları bile yapmıştı içinden. Şimdiyse, keşke
boğulsaydı, diye geçiyordu içinden.
Esneyerek gerinirken sırtına bir sancı saplandı. Saatlerce
265
Kimberiy Fisk
pencerenin kenarında oturmanın bir bedeli olacaktı tabii. Yine de gece boyunca boğuştuğu
sorunlar kadar kötü değildi. Geçen hafta boyunca Jared’ın varlığının onu nasıl etkilediğini
fark etmemiş değildi ama dün geceye kadar bunlar pek de önemli görünmemişlerdi gözüne.
Kamında küçük bir gıdıklanma, kalbinde küçücük bir çarpıntı olmuşsa ne değişirdi yani?
Fakat dün gece her şey değişmişti. Şimdi Jared’ı her şeyiyle arzuluyordu.
Kendi kendini bunun Jared’a özel bir şey olmadığına ikna etmeye çalıştı; bu denli yakınına
sokulan kim olsa aynı şekilde tepki verirdi. Oysa daha bunu düşünürken bile kendine yalan
söylediğini biliyordu.
Üzerindeki örtüleri fırlatıp yataktan kalkarak koridora baktı. Kimse görünmüyordu. Çabuk
çabuk Cody’nin odasına yürüdü. Dün gece pek de iyi geçmemişti; yılın teyzesi ödülüne aday
gösterilmeyeceği çok açıktı. Odanın kapısını yavaşça açtı. Sırf Jared onu yataktan kaldırdı
diye, Cody’nin de sabah uykusundan mahrum kalması gerekmiyordu.
Oda karanlıktı ama koridordan sızan ışıkta karmakarışık yatağın boş olduğunu rahatça
görebiliyordu. Neredeydi bu çocuk? Odadan telaşla çıkıp merdivenlere yöneldi. Basamakların
yarısını uçarcasına inip aşağıdan gelen bazı sesler duyunca orada durup dinledi.
Sesler mutfaktan geliyordu: Biri alçak ve kalın bir sesti; Jared’ın sesiydi. Diğeri zaman
zaman çatallaşan tiz bir sesti; işte bu da Cody’ye aitti.
Rahatlayarak soluğunu bıraktı. Nefesini tuttuğunu fark
266
Bir Adını Sen, Bir Adını Ben, Son Adını Aşk
etmemişti bile. Biraz fazla tepki gösteriyordu belki ama yatağı boş bulmak onu doğruca kendi
çocukluğuna götürmüştü. Annesi ve babasıyla kavga ettiği zamanlar hep büyükannesinin
evine kaçardı. Bunu kaç kez yaptığını hatırlamıyordu bile. Gerçi dün gece Cody’yle kavga
etmemişlerdi ama birlikte çok iyi vakit geçirdikleri de söylenemezdi. Ne konuştuklarını merak
ederek merdivenlerde durdu ve onları dinlemeye çalıştı. Sesler çok boğuk geldiği için ne
dediklerini anlayamasa da konuşmanın çoğunu Cody’nin üstlendiğini rahatlıkla
söyleyebilirdi. Her zamanki gibi. Kendi kendine gülümsedi.
Yeğeninin iyi olduğundan emin bir halde yukarı çıkıp banyoya yöneldi. Jared -kim bilir ne
için -mutfağı birbirine katarken ve Cody de ona arkadaşlık ederken, şöyle uzun, rahatlatıcı bir
banyo yapmayı planlıyordu.
Daha banyonun kapısını açar açmaz bir şeylerin ters gittiğini anladı. Aslında bakışta her
şey yerinde görünüyordu. En sevdiği mor havlular her zamanki gibi düzgünce yerlerinde
duruyor; büyük boy ahududulu banyo köpüğü, ayaklı küvetinin yanındaki yıllanmış mermerin
üzerinde onu bekliyor, sepetin içindeki lifli fırçalarını, hindistancevizli şampuanı ve saç
kremini görebiliyordu; ama sonra başka birinin buraya girdiğini gösteren bütün ipuçlarını bir
bir fark etmeye başladı.
Kendi şampuanının zarif şişesinin yanında duran ucuz bir şampuan kutusu vardı. Yeşilli
morlu diş fırçasının yanında bembeyaz bir diş fırçası, naneli diş macunun yanında da adi bir
diş macunu tüpü duruyordu. Kendini korkunç bir manza-
267
Kinıberly Fisk
raya hazırlayarak lavabonun üzerindeki aynalı dolabın kapağını açtı. Biri en üstteki rafı
boşaltmak için bütün eşyalarını (evet tamponlarını da) alttaki iki rafa tıkıştırmıştı. Bu birinin
kim olduğunu anlamak için dahi olmak gerekmiyordu tabii.
Her şey milimetrik bir düzenle, asker gibi dizilmişti: bir kutu tıraş kremi, bir tıraş bıçağı,
bir kutu yara bandı (sıkıcı, düz olanlarından, Jenny hep resimlilerinden alırdı), ağrı kesici bir
krem, bir krem deodoran, bir kutu diş ipi ve küçük siyah bir tarak.
Aslına bakılırsa çok fazla bir şey yoktu ama sorun zaten eşyalar değildi. Bu evdeki
varlığını bir adım ileri götürme-siydi. Sanki, bu iş bitinceye kadar bnradaynm, diyordu.
Jenny ani bir öfkeye kapılıp Jared’ın her şeyini topladığı gibi soluğu onun odasında aldı.
Geçici odasında yani. Kapı hafif aralık duruyordu. Kalçasıyla hafifçe ittirince kapı sonuna
kadar açıldı.
Bu odaya en son Jared’ın yerleştiği gecenin sabahında bakmıştı. Oda yine aynı
görünüyordu; yatak örtüsü askeri eğitimin bir göstergesi olarak kusursuz bir şekilde
düzeltilmişti. Hiç kuşku yoktu, Jared da şu her şeyini titizlikle katlayıp kaldıran şu acayip
tertipli insanlardan biriydi.
Annesi görse çok beğenirdi herhalde.
Jenny kucağındakileri gergin yatak örtüsünün üzerine bıraktı. Tam dönüp gidecekken
merakı baskın çıkınca durdu. Önce kimsenin gelmediğinden emin olmak için ortalığı
dinledikten, sonra gidip şifoniyerin çekmecesini açtı. Boştu. İkinci çekmece, boş. Ne
şifoniyere ne de dolaba tek bir şey
268
Bir Adım Sen, Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
bile konmamıştı.
Afallamış bir halde odanın ortasında öylece durdu. Eşyalarını getirip banyoya
bırakabiliyordu, ancak bir tanecik giysisini bile ortada bırakmıyordu.
Gözü sırt çantasına takıldı. Tıpkı ilk seferinde gördüğü gibi yine toplanıp odanın köşesine
düzgünce yerleştirilmişti. Aklı karışmıştı, ama zaten Jared her konuda aklını karıştırıyordu.
Banyoya girdiğinde dün gece yaşananlar geldi aklına, içinde uyanan o duyguları
düşünmeyi reddederek, dikkatini asıl konuya verdi. Tropik aromalı vücut şampuanıyla
vücudunu ovalarken eski borular ıslık çalıyordu. Bütün bir gece ne yapabileceğini düşünüp
durmuş ve yine aynı sonuca varmıştı: Mavi Gök’ün kazancını artırması gerekiyordu. Jared
gelmeden önce hazırladığı reklam programı ve yeni paket programlar gayet iyiydi. İnternet
sayfasını yeniden düzenlemek de öyle... Yine de daha fazlasını yapması gerekiyordu.
Mavi Gök kurulduğunda Jenny’nin pek fazla iş deneyimi yoktu. Bütün iş Steven’a
bakıyordu. Jenny hayatından mutlu bir şekilde destekleyici rolünü oynarken işin bütün
yükünü o çekiyordu. Steven bu işbölümünden memnun görünüyordu ve Jenny için de önemli
olan tek şey Steven’ın memnuniyetiydi. Zaman zaman aklına bir fikir gelse bile bunları ortaya
koymaktan çekinmişti. Niye böyle bir şey yapsındı ki? îşin beyni Steven’dı, ihtiyaçları olan
bütün fikirler vardı onda. Jenny’nin fikirleri ise paylaşmaya bile değmeyecek birtakım
hayallerden ibaretti.
269
Kimberly Fisk
Su soğumaya başlayınca çabucak çıktı banyodan. Saçlarını bir havluyla türban gibi sarıp
bornozunu üzerine geçirdikten sonra odasına gidip yatağın üzerine oturdu.
Planlama, bilgilendirme, uygulama.
Jared’ın sinir bozucu sözleri zihninde yankılanıyordu. Karşısına çıkıp ona haksız olduğunu
haykırmayı ne kadar da isterdi...
Diğer yandan, bunu itiraf etmekten nefret etse de, bu sözlerde bir doğruluk payı olduğunun
farkındaydı. Gerçekten de bir plana ihtiyacı vardı ve bir de yönteme. Buna karşın ona direktif
vermeye hiç niyeti yoktu.
Pencereden baktı. Uzaktaki dağların kayalık doruklarının ardından güneş doğuyordu.
Bugün muhteşem bir gün olacaktı ve bunun nedeni sadece havanın güzel olması değil, bugün
Jared’dan kurtulmak için bir yol bulmaya kesin kararlı olmasıydı. Şimdi kendini bambaşka
biri gibi hissediyordu. Beyaz kaprisiyle turkuvaz tişörtünü çabucak giydi. Tam parmak arası
terliklerini de ayağına geçirecekken dün terliklerini giymeye çalıştığı sırada Jared’ın ona nasıl
yardım ettiği geldi akima. Sonra gözü yatağın ucuna fırlatıp attığı kapüşonlu eşofmana takıldı.
İşte şimdi her şeyi hatırlıyordu. Dün gece o merdiven başında olan her şeyi.
Steven öldüğünden beri kabuğuna çekilmiş; arkadaşlarıyla birlikte dışarı çıkmayı, Steven
Ta gittikleri yerlere gitmeyi bırakmıştı. Kendini acıdan uzak tutmanın başka bir yolunu
bulamamıştı ama garip olan şuydu ki, böyle içine kapanması hiçbir şeye yaramamıştı. Acı onu
her yerde bulu-
270
Bir Adım Sen, Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
yordu. O da acıdan kaçmaya çalışmıyordu artık. Steven hayatının aşkıydı; kalbinde her zaman
özel bir yeri olacaktı. Ancak annesi de haklı olabilirdi, belki Jenny’nin yeniden eski hayatına
dönme vakti gelmişti.
Eşofman üstünü katlayıp dolabına yerleştirirken Jared’a verdiği istemsiz tepkiyi düşündü.
Bunun tek sebebi hayatına girmesine izin verdiği tek kişinin Jared olmasıydı. Hayır. Ja-red’ın,
hayatına girmesine izin vermemişti, o zorla girmişti hayatına. Neyse, ikisi de aynı kapıya
çıkıyordu. Önemli olan kendini korumasıydı. Kalbini sırt çantasını her daim hazır tutan ve bir
ayağını kapının önünde tutan bir adama vererek kendini tehlikeye atmayacaktı.
Yatağının başucunda duran telefona uzandı. Maddy? dedi telefon açıldığında. Hattın
ucundaki en yakın arkadaşıydı. Pazartesi akşamı ne yapıyorsun?
Maddy güldü. Pazartesi margaritası yapalım mı? Harika.
Saat kaçta ve nerede?
Bana gelsene, kumsalda ateş yakarız.
Nefis olur. Jenny?
Efendim?
Zamanla her şey geçer.
Evet, dedi Jenny, bunun doğru olduğunu bilerek. Kendini son derece iyi hissederek
merdivenlerden indi. Mutfağa yaklaştıkça pastırmanın ve taze demlenmiş kahvenin kokusu
giderek yoğunlaştı. Bunlardan başka bir koku daha vardı, kızarmış hamur kokusu gibi bir şey.
Jenny’nin
271
Kimberiy Fisk
kamı guruldadı.
Koridordan mutfağa girdiği anda gördüğü manzaraya inanamayarak olduğu yere çakılıp
kaldı. Jared, ocağın başında bir şeyler pişiriyordu. Sırtı ona dönüktü. Cody ise açık tezgahın
başına oturmuştu ve önünde tepeleme dolu bir tabak duruyordu. Geldiğini duyunca dönüp
Jennv'ye baktı. Yanakları, ağzına palamut doldurmuş bir sincabın yanakları gibi şişmişti.
Hey, Jen Teyze, dedi dolu ağzıyla. Çenesinden yaban-mersini şurubu akıyordu. Dudakları
şekere bulanmış, tişörtü üzerine kar yağmış gibi bembeyaz olmuştu. Bunu denemelisin, dedi
tabağındaki vvaffleTarı göstererek. Muhteşemler. Ağzına bir çatal dolusu yabanmersinli
wafîle tıkıp Jenny’ye gülümsedi.
Jared’m yemek pişirmesine mi, yoksa Codv'nin gülümsemesine mi daha çok şaşırdığına
karar veremiyordu.
Günaydın, dedi Jared omzunun üzerinden. Bir mi. iki mi?
Jenny eridiğini hissetti. Kimsenin sabahın bu saatinde bu kadar iyi görünmeye hakkı
yoktu. Pantolonunun üzerine bıraktığı beyaz gömleğinin kollarını dirseklerine kadar sıvamıştı.
Altında yıpranmış bir kot vardı, sakalları birazcık uzamıştı. Nedir o? diye sordu Jenny. Bir
yandan bakışlarını Jared’m üzerinden çekmeye çalışıyordu.
Waffle. Jared waffle makinesinin kapağını açınca havaya bir buhar bulutu yükseldi.
Gözünü Jared’dan almaya çalışırken tabaktakilere ba-
272
Bir Atlım Sen, Bir Atlını Ben, Son Atlım Aşk
kınca ağzının suyu aktı. Harika. Dokuz ay boyunca canı hiçbir şey yemek istememişti ve
bütün iştahı tam şu anda geri dönmeye karar vermişti. Hayır, teşekkür ederim. Aç değilim.
Jared, onu duymazdan gelerek hayatında gördüğü en kabarık w afifle’lardan iki tanesini
tabağına koyduktan sonra onlara tereyağı sürdü ve üzerlerine yabanmersini koyarak
pudraşeker serpti. Bütün bunlar yetmezmiş gibi iki kaim pastırma dilimini de tabağın kenarına
bırakıverdi.
Ye, dedi tabağı önüne uzatarak. Kahvaltı günün en önemli öğünüdür. Bunu o kadar
arkadaşça bir tonda söylemişti ki Jenny bir an için kuşkuya kapıldı.
Buradaki ilk sabahında da buna benzer bir şey söylediğini hatırlar gibiydi ama o zamanlar
sesi bu kadar dostane çıkmıyordu, bu kadar tatlı gülümsemiyordu. Midesine bir sancı
saplandı. Sen annemle konuştun galiba.
Jared gülümseyip kendine bir fincan kahve doldurdu.
Jenny oturdu; yiyeceğinden değil, Jared’la arasına mesafe koymak istediği için. Tabaktan
yükselen kokuyu içine çekmemeye, waffle’ın o küçük karelerinin üzerinde eriyen tereyağına
bakmamaya çalışıyordu.
O kad-dar güzel ki Jenny Teyze! Cody, Jared'a bir mutfak tanrısıymış gibi bakıyordu
şimdi.
Beğendiğine sevindim, dedi Jenny. Mavi saçlı hain.
Yemek pişiremediğini biliyordu ama dün geceki dondurma keyfiyle kendini temize
çıkardığını sanmıştı fakat görünen o ki yeğeninin keyfini yerine getirmek için buzluktan bir
paket
İ
273 i
Kimherlv Fisk
çıkarmak yetmiyordu.
Önünde duran kusursuz \vafflelara ve çıtır çıtır kızarmış pastırma dilimlerine baktı.
Amacın nedir senin? diye sordu Jared'a. Taze sıkılmış portakal suyu bardağının içinde ne bir
çekirdek ne de bir tortu vardı.
Jared kahvesini yudumladı. Neden bu kadar şüpheci-
sın?
Ah. yok... tabii, diye bir şeyler geveledi. Cody'nin yanlarında olduğunu düşünmemişti.
Peki, böyle yemek yapmayı ne zaman öğrendin?
Sen hiç askeri yemekhanede bir şey yemeyi denedin mi?
Hayır.
O yemeği birkaç vıl yediğin zaman, iyi bir yemek yemek için her şeyi göze alabilecek hale
gelirsin. Televizyondaki yemek programlarını seyrenneye, yemek kitapları okumaya
başlaman işten bile değil. Ordudan ayrıldığıma en çok bu yüzden seviniyorum.
Yemek için mi? diye sordu: gerçekten çok şaşırmıştı. iyi yemek için, dedi gülümseyerek.
Jennv'nin midesi bir kez daha kasıldı, ama kesinlikle açlıktan değil. Muhteşem bir yemek için.
Ama bir haftadır benim yaptığım yemekleri yiyorsun? Jared gülünce kamında bir
gıdıklanma hissetti. Jared artık tedirgin duruşunu üzerinden atmış, rahatlamış gibi
görünüyordu. Bu Jared'a karşı koymak imkansızdı.
Bunu sana söylemekten nefret ediyorum ama yemek
274
Bir Adım Sen, Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
konusunda berbatsın. Gülümserken gözlerinin kenarlan kırış kırış olmuştu.
Jenny de elinde olmadan sırıttı. Zaten bir saniye önce kendisi de aynı şeyi düşünmüştü.
Evet, ya, diye lafa daldı Cody. Annem bana senin pişirdiğin hiçbir şeyi yemememi
söylediğinde şaka yaptığını sanmıştım.
Jenny yeğenine şakadan omuz attı. Sağ ol yani. Annem en iyisinin dürüst olmak olduğunu
söyler.** Unutturma da bu gece seni almaya geldiğinde ona teşekkür edeyim.
Ben de ona bir konuda haklı olduğunu söyleyeceğim.*' Jenny önündeki yemeğe son bir
kez bakıp tabağı itti. Prensip meselesiydi. Ona göre, şimdi Jared’ın pişirdiği bir şeyi yerse
onun bu komedi misali ortaklığını kabul etmiş olacaktı. Yaptıklarına kuşkuyla yaklaşmamak
mümkün değildi. Dün gece olanlar, banyodaki eşyaları... Şimdi de bu. Resmen yemek
yapıyordu.
Hey, Code, dedi tabureden kalkarken. Sakın unutma, bu akşamüstü bir beyzbol maçımız
var. Yani, kahvaltıdan sonra oturup ödevini bitirmelisin.
Cody bir an için ağzındakileri çiğnemeyi bırakıp Jenny* ye baktı. Ne düşündüğü
gözlerinden açıkça okunuyordu.
Annene söz verdim, bu gece seni almaya geldiğinde ödevlerin bitmiş olacak.
Cody tek bir söz etmeden Jared'a dönüp gözlerini devirerek eksiksiz bir, ah şu kadınlar,
bakışı attı.
275
Kini her İv Fisk
Jenny bunıı görmemiş gibi yaptı. Böyle eğitim çavuşu gibi, ödevini tamamlamasından
sorumlu tutulmak onun hatası değildi. Hem bu ikisi nasıl böyle hemen sıkı fıkı olmuşlardı ki?
Tam bir şey söyleyecekken kendini tuttu. Belki de hak etmişti bunu. Dün Cody’yi Jared’a
pasladığı için kendini hala suçlu hissediyordu.
Bu hafta sonunun tam olarak istediğin gibi geçmediğinin farkındayım ama ödevini
bitirdikten sonra seninle eğlenceli bir şeyler yapacağız, söz.
Cody taburesinin üzerinde hafifçe ona döndü. Gerçekten mi?
Gerçekten, dedi Jenny gülümseyerek. Cody'den bir gülümseme koparmak zordu, ama bir
kez gülümseyince insanın içi aydınlanıyordu. Tamam, o zaman, görüşürüz.
Tamam, dedi Cody. Hala gülümsüyordu. Görüşürüz.
Dışarı çıkarken dönüp Jared’a bakmaya cesaret edemedi. O tebessüm. O gülüş... İnsanı
içine çekiyordu sanki. Jenny arkadaşlarıyla yeniden görüşmeye başlamanın Jared'ın
büyüsünden kaçmaya yetmeyeceğinden endişelenmeye başlamıştı. Gölün üzerinden bir rüzgar
esince çıplak kollarını ovuşturup ısınmaya çalıştı. Dışarı çıkarken üzerine bir şey alsa iyi
olurdu ama buna zamanı yoktu. Hazır Jared mutfakta Cody’yle meşgulken gidip yalnız başına
halletmesi gereken bir şey vardı.
Hangarın içinden geçip Steven'm ofisine doğru yürürken bir an duraksadıktan sonra
gözlerini yumup derin bir
276
soluk alarak gücünü toplamaya çalıştı.
Kapıyı açmak için uzandığında eli titriyor, içinden bir ses lıemen geri dönüp kaçmasını
söylüyordu. Burası acı veren bir sürü anıyla doluydu ama kaçamayacağını biliyordu.
Sorunları çözmenin, Mavi Gök’ü düze çıkarıp Jared’dan kurtulmanın anahtarı buradaydı.
Cesaretini toplayıp kolu çevirdi.
Sabah güneşi geniş pencerelere vuruyor, içerisini yumuşak, sarı bir ışığa boğuyordu. Bir
an için Jenny’nin aklı karıştı ve yanlış bir yere geldiğini sandı. Burası Steven’la onun ofisi
olmaktan çıkmıştı; her yerde Jared’m kusursuz düzeninin izleri vardı.
Masaya doğru yürüdü. Tıpkı ecza dolabında olduğu gibi her şey milimetrik bir düzenle
sıraya dizilmişti: kalemtıraş, zımba, yapıştırıcı bant ve ofiste kullanılacak birkaç araç gereç
daha. Ama başka şeyler de vardı masanın üzerinde. Bunları gördüğünde bir sürü anı üşüştü
zihnine.
Parmaklarını Steven’a hediye ettiği küçük F-18 modelinin üzerinde gezdirirken gözleri bir
anda yaşlarla doldu. Hediyesini açtığında yüzünde beliren o çocuksu sevinci sanki dünmüş
gibi hatırlıyordu. Jet modelinin yanında Star Hars bibloları duruyordu. Buna gülmeden
edemedi. Steven her zaman bir bilimkurgu delisi olmuştu. Masadan uzaklaşıp etrafına şöyle
bir baktı. Gözlerine inanamtyordu; Jared depoyu çok kısa bir süre içinde gayet temiz ve
düzenli bir yere çevirmişti.
Jenny bu değişim karşısında ne hissetmesi gerektiğini bilemiyordu. Uzun zamandır buranın
yakınından bile geçme-
277
Kimhcr/y Fi.sk
mişti. Geldiği zaman da hep bir şeyler bırakıp çıkmıştı. Ona Steven’ı hatırlatan bu mekanı
gözden ırak tutmak için eline ne geçtiyse doldurmuştu buraya. Oysa Jared bu durumu
tamamen değiştirmişti.
Jared’m bu yaptıklarına kızmak; daha doğrusu, yine öyle kayıtsız kalıp hiçbir şey
hissetmemek istedi ama ofisi böyle, olması gerektiği haliyle görünce biraz utanmıştı. Daha
güçlü davranmalıydı; Steven’a da kendine de borçluydu bunu. Kendini toplayıp dosya
dolabını karıştırmaya başladı. Aradığı dosyaları bulup çıkardı. Yeni pazarlama stratejileri
bulmaya karar verip bunları hazırlamaya başladığı günden beri bir ömür geçmişti sanki.
Planlarını Steven’a göstermiş, o da şöyle bir bakıp bunların arasından bir eleme yapmaları
gerektiğini söylemişti ama sonra Steven ölünce Jenny bu notlara tek başına bakmaya
dayanamamıştı.
Dışarı çıkıp ofise son bir kez baktı. Bugüne kadar bu mekana girip de darmadağın olmadan
çıkabileceğine hiç ihtimal vermemişti, ama olmuştu işte... Ofise girmekle kalmamış. Steven’la
birlikte hazırladıkları bütün o belgelere bakabilmişti. Uzun zamandır ilk defa bu kadar güçlü
hissediyordu kendini; kapıyı kapayıp evdeki geçici ofisine yöneldi.
Kendini ön odada kurduğu ofise kapattığında Jared ve Cody’nin seslerini gayet net
duyabiliyordu. Ya hala mutfakta oturuyorlardı ya da oturma odasına geçmişlerdi. Her
durumda şimdilik kendi başlarına gayet iyi idare ediyorlardı; yani yeni planı üzerine
çalışabilirdi.
Küçük masasına oturup bilgisayarını açtı. Bilgisayar ho-
278
Bir Adım Sen, Bir Adım Ben, Son Adını Aşk
muıdanarak çalışınca ofisten aldığı ilk dosyaya göz attı. Bölgedeki büyük turnaların listesiydi
bu. Bunlara daha önce hiç bakmamış, bu işlerin boyunu aştığını düşünüp Steven’a bırakmıştı
ama şimdi takvimi inceleyince Mavi Gök’ün rezervasyonlarının ne kadar düşük kaldığını
açıkça görebiliyordu. Mutlaka bir şeyler yapması gerekiyordu. Telefonu eline aldı.
İki saat sonra son telefonu da deneyip kapadı. Başını ellerinin arasına alıp oturduğunda
memnuniyet duyduğu tek şey bu aptallığına kimsenin şahit olmamasıydı. Utançtan yanakları
kızarmıştı; tir tir titriyordu. Bugün pazardı. Hiçbir yer açık değildi tabii ki. Başı hala ellerinin
arasında, yaptığı aptallığa ina-namayarak başını salladı. Çalışan herkes bugün kimseyi araya-
mayacağını bilirdi.
Gururu kırılmış bir halde dosyayı ve bilgisayarı kapadı. O kadar utanmıştı ki günün geri
kalanını kimselere görünmeden, bir köşede saklanarak geçirmek istiyordu ama bu elbette
mümkün değildi. Dokuz aydır saklanmaktan başka bir şey yapmıyordu zaten, sonuç
ortadaydı. Yenilmiş olabilirdi ama ezilmeyecekti. Yarın yeni bir gün olacaktı. Hem, yeğenine
bir söz vermişti.
Ofisten çıktığında Cody’yi oturma odasındaki kanepeye yayılmış televizyon izlerken
buldu. Selam, dedi Cody'ye. Şöyle bir etrafa bakınıp Jared’ı ortalarda göremeyince rahatladı.
Cody bir an irkilir gibi olmuştu. Hemen ayaklarını kanepeden sarkıtıp oturdu. Selam.
Atfedersin, seni korkutmak istememiştim.
279
Kimberly Fisk
Hayır, korkmadım... sadece...
Jenny kahve sehpasının köşesine ilişti. Sadece ne? Hiç. Boş ver, dedi Cody yüzünde
mahcup bir ifadeyle. Hadi... Teyzene de güvenemeyeceksen kime güveneceksin ki?
Parker’a. O en iyi arkadaşım.
Tamam, ama Parker annen hakkında benim kadar çok şey bilmiyor.
Cody’nin yüzünden bir gülümseme geçti. Annem ayaklarımı eşyaların üzerine
dayamamdan hoşlanmıyor.
Evet, kıyafetlerini ödünç almamdan da nefret ederdi. Özellikle de o kaşmir kazağını. Kuru
temizlemeye verilmesi gerektiğini nereden bilebilirdim ki?
Jenny Teyze...
Evet, Cody?
Neden bahsettiğini hiç anlamadım.
Jenny güldü. Evet. Tabii ki anlamadın. Neyse, şunu söylemeye çalışıyordum; buradayken
rahat davranabilirsin. Bu ev, içinde yaşansın diye yapıldı. Ayaklarını kanepenin üzerine
uzatmak istiyorsan uzat. Tamam mı?
Cody ona bir süre şaşkın şaşkın bakıp, Tamam. dedi. Jenny sesinin doğal çıkmasına özen
göstererek, Jared nerede? diye sordu.
Biraz dışarı çıkacağını söyledi.
Mükemmel. Hadi, o halde randevu zamanı.
On altı yaşıma gelinceye kadar randevuya çıkma iznim yok.
280
Bir Adım Sen, Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
Aman çok komik.
Cody sırıttı.
Peki, daha önce hiç balığa çıkmış miydin?
Hayır. Sesi oldukça düşünceli çıkmıştı.
Çok eğlenceli olacak, göreceksin. Hadi gidip kayığı hangardan çıkaralım...
Suya girmem yasak, unuttun mu?
Bu kez gülme sırası Jenny’ye gelmişti. Ne dedim sana, annen hakkında birçok kirli bilgiye
sahibim, unuttun mıP. Bizi yakalayacak olursa ona çocukluğunda yaptığı birkaç tehlikeli
marifet gösterisini hatırlatabilirim.
Bana da anlatacak mısın?
Jenny, Cody’nin ayakkabısının ucuna şakadan bir tekme atıp elinden tutup çekti. Bugün
olmaz.
Küçük kayığı hangarın arka tarafından kıyıya çekerken kan ter içinde kalmış, bu balık
avlama fikrini yeni baştan düşünmeye başlamıştı. Bir de üstüne, ıslak kumda ayağı kayıp
tökezleyince tam oldu. Beyaz kapri pantolonu artık pek beyaz sayılmazdı; saçları da terden
yapış yapış olmuştu. Harika bir görüntü çizdiği kesindi. Neyse ki bu halini Cody’den başka
gören kimse olmamıştı.
Islak alnına düşmüş ıslak saçlarını koluyla arkaya itip yeğenine sitemkar bir bakış attı.
İşareti alıp yardıma koşacağını umuyordu ama şansı hiç de yaver gitmedi.
Biraz yardım etsen nasıl olur sence?
281
Kimberly Fisk
Cody kayığı ayağının ucuyla isteksiz isteksiz şöyle bir dürttü.
Jenny beklenmedik bir anda gelen bu yardıma biraz hazırlıksız yakalandı. Kayığın ön
tarafı yalpalayıp bacağına çarpınca Jenny kendini havada buldu. Bu küçük uçuşun sonunda
sığ, soğuk suya popo üstü bir iniş yapmak zorunda kaldı. Ayyy! diye bir çığlık atıp ayağa
fırladı ama ayağındaki parmak arası terlik kayanın üzerinden kayınca tekrardan suya düştü.
Jen-ny Tehy-ze. Bbbu çok... çok kkk-kk-omik... Cody kahkahalarını tutamıyordu.
Evet ya, komik. Ellerindeki ıslak kumlarla küçük çakılları silkeleyip ayağını yere sıkıca
basarak kayığa tutundu ve kendini yukarı çekti. Yeğeninin gözleri önünde üst üste iki defa kıç
üstü yere oturmuştu. Pantolonundaki pisliği temizlemeye çalışsa da nihayet vazgeçti. Ne işe
yarayacaktı ki? Sırılsıklamdı, gölün çamuruna bulanmış bir haldeydi ve Cody’nin kahkahaları
bir ölçü olarak kabul edilebilirse çok büyük bir komedyendi.
Ateş saçan gözlerle yeğenine baktı ama o hala kamım tuta tuta gülmekte olduğu için bunun
farkına bile varmadı. Portakal rengi can yeleklerinden birini kapıp boynuna geçirdi.
Ay, bu ne... Hadi, yapma, Jenny Teyze. Boynundaki şeye pembe bir boa yılanıymış gibi
bakıyordu. Ya bir arkadaşım görürse?
Seni tehlikeden uzak tuttuğum için bana teşekkür ederler.
282
Bir Adım Sen, Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
Bu çok aptalca, dedi kordonları çekiştirerek.
Sonradan üzülmekten iyidir. Harika, şimdi de tıpkı annesi gibi konuşmaya başlamıştı.
Cody’nin dinmeyen sızlanışlarını duymazdan gelip ona kayığa atlamasını işaret etti. Cody
yerine oturunca kayığı son bir kez itip içine atladı; fakat bu atlama kısmı biraz karışık
olmuştu. Atlamaktan çok çırpınma, sürünme, çekme, dua etme ve yuvarlanma karışımı bir
şeye dönüşmüştü. Kayığa girmeyi başardığında alüminyum küpeşteye sürtünen kamı sızım
sızım sızlıyordu. Balık avlamanın bu kadar zor olduğunu hiç hatırlamıyordu. Kürek çekmeme
yardım etmek ister misin?
Cody, iPod’unu çıkarıp minik kulaklıkları kulağına geçirdi. Evet, tabii ya...
Jenny dudaklarını mühürleyip ağzını kapalı tuttu. Eğlenmeye gidiyorlardı, işi bozmanın
anlamı yoktu.
Sıranın tam ortasına yerleşip kürekleri yakaladı ve her şeyin iyi gittiğini düşünmeye
çalıştı. Güneş masmavi suyun üzerinde pırıltılar saçıyor, biraz ötedeki kıyıda üç ördek
vakvaklayarak kuyruk sallıyordu. Ördeklerden biri suya daldı. Uzakta bir yerde bir jet ski
suyun üzerinde zıplayarak kayıyordu. Yeğeniyse önünde oturmuş müzik dinliyor ve onu
tamamen görmezden geliyordu. Kulaklıklardan gelen o değişmez hard-rock ritmini
duyabiliyordu. Derin bir nefes alıp çok eğleneceklerini hatırlattı kendine. Sonra çocukluğunda
çıktığı balık avlarında büyükbabasının ona kürek çekmek hakkında öğrettiklerini anımsamaya
çalıştı.
Kürekleri sıkı sıkı tut.
283
Kimberly Fisk
Düzenli ve yumuşak vuruşlarla çek.
Küreği fazla batırma.
Tıpkı bisiklete binmek gibiydi, asla unutulmazdı ama daha yüz metre bile gitmemişlerdi ki
yüzündeki gülümseme siliniverdi. Güneş tam tepesine vuruyordu, gözlerini sürekli kısarak
baktığı için gözkapaklarına ağrı girmişti. Boğazı kurumuş, kolları yanmaya başlamıştı. Her
neyse, bütün bunlara değerdi tabii, en azından spor yapmış oluyordu.
Yeğenine şöyle bir bakınca birden güneş kremini unuttuğu geldi akima. Kahretsin. Teni
hafifçe pembeleşse bile ablasının elinden çekeceği var demekti. Neyse ki Cody, Jenny’ den
çok daha hazırlıklıydı. Çantasından beyzbol kepini çıkarıp başına geçirerek gölgeliğini
olabildiğince indirdi. Böylece Jenny’ye de bakmak zorunda kalmayacaktı. Güneş gözlükleri
kocamandı, şortu da Jenny’nin kaprisinin aksine kupkuruydu. Portakal rengi can yeleğinin
içine uzun kollu siyah bir tişört de giyince bir Cadılar Bayramı kabağına benzedi.
Kollarındaki zonklamayı hissetmemeye çalışarak kürekleri çekmeye devam etti. Eğleniyor
musun? Cody onu duyabilsin diye bağırıyordu.
Cody başını kaldırıp ona baktı ama kapkara gözlükleri yüzünden Jenny bu bakıştan hiçbir
anlam çıkaramadı. Yine yeleğini çekiştiriyordu. Gerçek bir macera.
Jenny yalandan gülümsedi. İyi. Hoşuna gideceğini biliyordum.
Cody yine uzaklara döndü.
Jenny etrafa bakındı. Sol yanda büyükbabasının gölün en
284
Bir Adım Sen, Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
ivi avlanma noktası okluğuna defalarca yemin ettiği küçük bir koy vardı. Jenny uzaklığı
kestirmeye çalıştı. Buraya kadar geldikleri yolun iki katı mesafedeydi. Hayatta olmaz.
Kürekleri yuvalarına takıp oltalardan birini eline aldı.
Cody kasketinin altından ona bakıyordu.
Eski yeşil alet çantasını açıp içinden pembe bir yem kutusu çıkardı. Daha önce hiç oltaya
yem geçirdin mi?
Cody kayıtsız ifadesini bozmadan kulaklıklarından birini yavaşça çıkardı. Jenny sorusunu
tekrarladı.
Sana söyledim ya, ben daha önce hiç balığa çıkmadım/* Gerçekten çok kolay. Kavanoz
paslanmış olduğu için kapağını açmak biraz zaman aldı. Jenny misinanın ucunu buldu. Çok
şükür ki iğnesi takılıydı; birazcık paslıydı ama olsun. Jenny pembe yem topaklarını iğneye
geçirmeye başladı. Nasıl yani? Solucan takmayacak mıyız?
Hayır.
Neden?
Çünkü... Çünkü o incecik, kıvranıp duran zavallı canlıları kancaya geçirmek midesini
kaldırıyordu. Çünkü bir yerde bu yemlerin daha etkili olduğunu okudum.
O kara gözlüklere rağmen Cody'nin bunu yutmadığını görebiliyordu. Oltalarını yemleme
işi bitince Jenny, Cody'ye oltayı nasıl atacağını gösterdi. Gerçi balığa çıkmayalı uzun bir
zaman olduğu için o da en az yem kutusu kadar paslanmıştı ama en sonunda oltalarını suya
atmayı başardılar.
Şimdi ne yapacağız? diye sordu Cody.
Bekleyeceğiz.
285
Kimberly Fisk
Ne kadar?
Oltamıza bir balık vuruncaya kadar.
Cody inanmaz bir ifadeyle baktı.
Bu asla olmayacak. Balıklar bir şeyi sırf pembe olduğu için yemezler.
Ben yerim.
Öyle mi? Mesela?
Jenny bir an düşündü. Pamuk şeker.
Cody kulaklığını yeniden kulağına geçirdi. Pekala, ama sen balık değilsin. Balıklar solucan
yer.
Jenny yüzünü güneşe çevirip oturdu. Bir yandan da gö-zucuyla misinaları kontrol ediyor,
bir işaret bekliyordu. Birkaç dakika böyle geçti. O sırada bir şey fark etti Jenny. Jared
konusunda da aynı böyle davranıyordu. Bir gözünü her zaman onun üzerinde tutuyordu. Jet
ski yaklaşıp kayığı sallayınca midesi kasıldı. Tıpkı bir gece önce merdivenlerin başında
olduğu gibi.
Ben senin tatlın değilim.
Bundan emin misin?
Evet, tabii ki emindi. Yine de tek bir gece için bile olsa onunla olmanın nasıl bir şey
olabileceğini düşünmeden edemiyordu. Sadece bir gece için kolları Jenny’nin bedenine
dolansa, ağzı ağzının üstüne kapansa ve bacaklarının arasında onun ağırlığını hissetse nasıl
olurdu acaba? İçinde arzuyla karışık bir suçluluk duygusu belirerek midesini düğümledi. Bir
erkeğin yanında çırılçıplak yatıp bedeninin yanında onun uzun bedenini hissetmenin nasıl bir
şey olduğunu hatırlamak, özellikle
286
Bir Adım Sen, Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
de Jared’ı düşünmek istemiyordu. Kökleri olmayan, uçup gidecek bir adam istemiyordu.
Jenny Teyze, ben acıktım.
Bir anda boynundan yanaklarına doğru bir ateş çıktı sanki. İnşallah Cody böyle kıpkırmızı
kesilmesini güneşten bilirdi. O da açtı, sadece farklı bir biçimde. Bee, şey... ben hiçbir şey
getirmedim.
İçecek bir şey var mı peki?
Hayır. Dünyanın en kötü teyzesi oydu herhalde. Güneş kremini, yiyeceği, içeceği
unuttuğu gibi, yeğeni iki adım ötesinde otururken o Jared hakkında olmadık hayaller
kuruyordu. Geri dönmek ister misin? Bugün pek balık yokmuş gibi görünüyor. Aslında bu
konuda hiçbir fikri yoktu. Jared’ın üzerinde ve içinde olduğunu düşünmeye başladığı anda
oltaları kontrol etme işini bırakmıştı. Gelecek hafta yine geliriz.
Her neyse.
Jenny bu cevabı evet olarak yorumlayınca ayağa kalkıp oltasını toplamaya başladı ve ne
olduysa o anda oldu. Cody de ayağa kalkmış oltasına uzanıyordu ki, jet ski bir anda ortaya
çıkıp kükreyerek yanlarından geçti. Bu sefer çok yakından geçmişti; küçük kayık az daha ters
dönüyordu. Jenny hiç düşünmeden atlayıp Cody’nin yeleğine yapışınca çocuğun oltası suya
düştü ve Jenny oltayı bırakmasını söyleyerek bas bas bağırsa da Cody suya eğilip oltayı
almaya çalıştı. Bu sırada ikisi de sol yana kaydığından kayık hafif yan yattı ve içeri su
dolmaya başladı. Jenny paniğe kapılmıştı; Cody’yi tuttuğu gibi yerine oturttu. Neyse ki
tehlike geçmişti, ikisi de soluk soluğa
287
Kimberly Fisk
kalmışlardı. Cody’nin oltası ağır ağır suya batıyor, küreklerden biri de suyıın üzerinde tatlı
tatlı süzülüyordu.
Jenny’nin ağzından bir inilti çıktı. Bu nasıl olabilirdi? Bakalım bugün daha ne felaketler
gelecekti başlarına?
İşte o an kıyıdan bir kahkaha yükseldi. Jenny gözlerini kapayıp bir kez daha inledi. Dönüp
bakmaya gerek yoktu, bu pes baritonu nerede duysa tanırdı. Belki burada yeterince
kıpırdamadan oturursa güneş bu sefil varlığını yakıp kül ederdi.
Jared! Cody kollarını çılgınlar gibi sallayıp bağırıyor, ayağa kalkmaya çalışıyordu.
Jenny kayığın sallanmaya başladığını hissedip gözlerini açarak Cody’yi tam zamanında
yakalayıp yerine oturttu. Sakın buna kalkışma, dedi kıyıya gizlice bir bakış atarak. Jared
bacaklarını bir omuz mesafesi açmış, tam kıyıda dikiliyordu. Gidişini duymadığına
şaşmamalıydı çünkü üzerinde kısa bir şort, bir tişört ve koşu ayakkabılarından başka bir şey
yoktu. Jenny az önce akimdan geçenlerin anısıyla yeniden kıpkırmızı kesildi.
Yardımına ihtiyacımız var.
Hayır, yok.
Cody giderek uzaklaşan küreği gösterip kollarını kabarık can yeleğinin üzerinde
kavuşturdu. ////?.
Jenny etrafına bakınıyordu. Cody ya da diğer aile üyeleri ne düşünürse düşünsün,
kurtarılmaya filan ihtiyacı yoktu. Bunu kendi başına halledebilirdi. Diğer küreği eline alıp
giden küreği yakalayabileceğini umarak uzatabileceği kadar uzattı ama bunun hiç faydası
yoktu.
288
Bir Adım Sen, Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
Yardım ister misin? O derin sesi suyun üzerinden geçip rahatlıkla ulaşıyordu kayığa. Ne
kadar eğlendiği belli oluyordu.
Hayır, diye bağırırken bir yandan da Cody’ye küçük bir, sakın sesini çıkarma, bakışı attı.
Elinde kalan tek küreği bir o yana bir bu yana geçirerek kürek çekmeye çalışsa da düz bir
çizgide ilerleyemiyor, sürekli daireler çiziyordu.
Yardım istemediğinden emin misin?
Dişlerini gıcırdatarak küreğe asıldı. Hayatı pahasına ulaşacaktı o aptal küreğe. Eminim.
Ama ne kadar güçlü çekerse çeksin birazcık bile ilerlemeyi başaramıyordu. En sonunda pes
edip küreği içeri aldı.
Sence kıyıya varmamız ne kadar sürer Jenny Teyze? Ne kadar, sürerse sürer. Merak etme.
Her şey kontrolüm altında. Hemen çıkıyoruz kıyıya.
İyi. Çünkü gerçekten eve gitmem gerek.
Birden bir kuşkuya kapıldı. Ah, yoksa tuvalete mi gitmen gerekiyor?
Hayır. Sadece susadım. Bir de maçtan önce mutlaka ödevimi yapmam gerek.
Sen ödevini bitirmemiş miydin?
Hayır.
Alacağı cevaptan korksa da bu soruyu sorması gerekiyordu: Peki hiç başladın mı?
Hayır.
Cody...
Çocuk bir şey söylemedi.
289
Kimberiy Fisk
Cody Adams, ben sana... Sözünü tamamlamadı. Kürek meselesinden dolayı kendini o
kadar tükenmiş hissediyordu ki, fırça atmaya hali bile kalmamıştı. Bir an için yeğenini
kayıktan atıp ona hemen kıyıya yüzmesini söylemeyi düşündü ama üzerindeki eski püskü can
yeleğinin hala işe yarayıp yaramadığından emin olamadı.
Galiba yakında kurtuluyoruz, dedi Cody.
Jenny, Cody’nin parmağının gösterdiği yöne baktı. Jared tişörtünü ve ayakkabılarını
çıkarmış, suya dalmaya hazırlanıyordu.
Olamaz. Bir kızın bir günde katlanabileceği aşağılanmanın da bir sınırı vardı.
Çok fazla düşünüp taşınmadan kayığın yan tarafından suya balıklama atlayıverdi ve buz
gibi soğuk suya girdiği anda ciğerlerindeki bütün havayı boşaltıp nefessiz kalarak yüzeye
ulaşmaya çalıştı.
Jenny Teyze!
B-b-b-ben iyy-y-y-imm. Bütün vücudu tepeden tırnağa diken diken olmuştu, zangır zangır
titriyordu. Suyun içinde hafifçe yükselerek küreğin nerede olduğunu anlamaya çalıştı. Tam
görmüştü ki birden kendisine doğru gelen Jared'ın uzun, düzenli kulaçlarının sesini duydu. Bu
manzara soluğunu kesmişti. Balık gibi yüzüyordu bu adam.
Kararlı bir şekilde atağa kalkıp biraz sakil ve fazla şapırtılı bir kurbağalamayla da olsa
küreğe yavaş yavaş yaklaştı ama Jared da tam arkasındaydı. Acele edip paniğe kapılınca
havayla birlikte içine birazcık da göl suyu çekmişti. Beş kulaç
290
Bir Adım Sen, Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
daha atsa başaracaktı.
Jared küreğe Jenny’den birkaç saniye önce ulaşınca Jenny soluk soluğa kalmıştı.
Yenildiğine inanamıyordu; üstelik yüzmeye Jared’a göre avantajlı bir yerden başlamıştı.
Demek kız gücü de buraya kadardı. Jared küreği çevirip kalın ucunu Jenny’ye doğru uzatınca
Jenny bir kurtarma botuna tutunur gibi yapıştı küreğe. Hala iç çeke çeke nefes almaya
çalışıyordu, Jared’ın nefesiyse sakin ve düzenliydi; bu kadar mesafeyi yüzmemiş de, bahçede
kısa bir yürüyüş yapmıştı sanki. Jenny’nin dişleri takırdıyordu ama Jared’da en ufak bir
üşüme emaresi yoktu.
Bir kulaçta Jenny’nin yanına gelip kolunu yeleğine sardı. Su küçük girdaplar halinde
etraflarında dönerken bir bacağı Jenny’nin bacağına hafifçe sürtündü. Jared’ın dudağının
kenarı yumuşak, seksi bir gülümsemeyle kıvrıldı. Jenny’nin bakışları dudaklarından geniş
omuzlarına kayarken, Tavşanların yüzmeyi sevdiklerini bilmezdim, dedi Jared.
291
14
Güneş gökyüzünü pembeli turunculu bir ateş rengine boyayıp Olympic Dağları’nın
arkasında kaybolurken gölün üzerindeki gölgeler uzadı ve kurbağalar akşam şarkılarına
başladı. Kumsaldaki ateş, karanlık göğe kıvılcımlar gönderiyordu.
Jenny etrafına şöyle bir baktı. Maddy'yi pazartesi mar-garitası için çağırdıktan sonra
kararını değiştirip programa birkaç arkadaş daha eklemişti. Eski hayatına dönecekse bunu
doğru dürüst yapmalıydı. Dün akşam Cody’nin maçından döndükten sonra Maddy’yi yeniden
arayıp kocası Don'ı da getirmesini söylemiş, sonra Sharron ve Rob’u da davet etmişti.
Konukları geleli iki saat kadar oluyordu. Tıpkı eskiden olduğu gibi, yanan ateşin yanında,
yıldızlı göğün altında oturmuşlardı. Tam olarak eskisi gibi değildi elbette. Jenny yanında
duran boş sandalyeye baktı. Eski alışkanlıkla plaja beş değil altı sandalye indirmişti.
Bu gecenin zor bir gece olacağının farkındaydı. Ne yana baksa eski duygularla
karşılaşıyordu. Steven’ın ölümünden
292
Bir Adım Sen, Bir Ad mı Ben. Son Adım Aşk
beri ilk defa görüşüyordu arkadaşlarıyla. Kızların margari-talarını doldurup erkeklerin eline
birer tane bira tutuştururken kendini sanki yanlış bir şey yapıyormuş gibi istemsizce biraz
suçlu hissetti, ama sonra o boş sandalyeye şöyle bir bakınca içini tatlı bir huzur kapladı. Sanki
Steven orada oturmuş, evet, iy i yapıyorsun, hayatına devam etmenin zamanı gelmişti artık,
diyordu ona. Fakat muhtemelen hayatına Jared’la birlikte devam etmesinden söz etmiyordu.
Aklı Jared’a kayıp duruyor, onu her düşünüşünde içi ısınıyordu. Bu gece arkadaşlarıyla ve
Jared’la birlikte ne yapacağı üzerine biraz kaygılanmıştı ama Jared erkenden motoruna atlayıp
giderek bu problemi kendi başına çözmüştü.
Tavşanların yüzmeyi sevdiklerini bilmezdim.
Dün ona göldeyken söylediği bu sözleri her hatırladığında içini bir ateş kaplıyordu.
Ellerinin ıslak tişörtünün altına kayıp tenine dokunuşunu, ikisi de batmamak için ayaklarını
çırparken uzanıp yeleğinin üzerinden ona sıkı sıkı sarılışını, soğuk suyun içinde bacaklarının
birbirine değişini unu-tamıyordu. Jared’ın ona karşı tavrı birdenbire değişmişti. Jenny bundan
hoşlanıyor gibiydi sanki. Daha doğrusu, bundan çok fazla hoşlandığından endişe ediyordu.
Arkadaşları sohbete dalmışlardı. Don ve Rob mersinba-lığının mı yoksa kalkan balığının
mı daha zor yakalandığına dair dostça bir tartışmaya girmişlerdi. Maddy’yle Sharron da
bebeklerden konuşuyorlardı. Jenny bu ikisinin nasıl durmadan çocuklarından bahsettiğini
unutmuştu. Konu açılınca Jenny kendine sarılıp sessizce oturmuştu. Her şey planladık-
293
Kimberiy Fisk
lan gibi gitseydi, şimdilerde Steven’la o da bir aile kuruyor olacaklardı ama beklediği o acı
dalgası gelmedi. Bunun yerine, sahip olabileceklerinin tatlı anısına daldı.
İnanamıyorum, diyordu Sharron. Onu bir saniyecik yalnız bıraktım; geri döndüğümde
bütün saçlarını baştan aşağı kreme bulamıştı.
Bu gerçekten içinden çıkılmaz bir gizem, dedi Jenny. Dizlerini kırarak oturmuş, kollarını
bacaklarına dolamıştı.
Sharron margaritasından bir yudum aldı. Bir de bana sor. On sekiz aylık bir veledin saçını
bir kez yıkamak yeterin ce zor bir şey zaten. Bunu günde üç kere yapmaksa tam bir kabus.
Hep beraber gülerlerken Jenny bir kez daha içinin bir huzur dalgasıyla dolduğunu hissetti.
Bu doğruydu. Evet, doğru bir şey yapıyordu.
Taylor’dan ne haber? diye sordu Maddy’ye.
İki ayaklı bir canavar, dedi Maddy sevgi dolu bir gülümsemeyle. Bir dakika bile yerinde
durmuyor. Bazen onun peşinden koşacak enerjiyi bulamıyorum.
Dinle bak, dedi Sharron. Ben...
Ama garaj yolundan gelen derin bir homurtu sözünü yarıda kesti. Bu sesi duyar duymaz
Jenny’nin içindeki o huzur dalgası da bir anda buhar olup yıldızlı gökyüzüne doğru uçuverdi.
Herkes susmuş, merakla Jenny’ye bakıyordu. Kim olabilir ki bu? diye sordu Maddy.
Jenny yanıt veremedi. Arkadaşlarıyla birlikte dönüp mo-
Bir Adım Sen, Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
torun üzerindeki siluete baktı. Jared’ı Corvette’in yanına park ederken görünce kalbi önce
şöyle bir tekledikten sonra delicesine atmaya başladı. Onun, arkadaşları buradayken geri
dönebileceğini tahmin etmesi gerekirdi. Keşke başka bir yerde buluşsalardı... Bu gece, Jared
ve onun varlığıyla birlikte üzerine yağan bütün o karmaşık duygular olmadan da yeterince
zorlayıcıydı zaten. Diğer yandan bu ilk karşılaşmanın kendi yuvasının güvenliğinde olması
iyiydi.
Ayaklarını yere indirip oturduğu yerde yavaşça doğruldu. Önemli biri değil.
Motorun sesi kesildi, far söndü. Etraftaki tek ışık kaynağı yanan ateşleriydi ama
motorundan inip kaskını çıkaran Jared’ ın uzun bedeni bu karanlıkta bile hataya yer
bırakmayacak kadar açık görülüyordu.
Bana pek de önemsiz biri gibi gelmedi, dedi Maddy, Jenny’ye gözucuyla bakarak. Sakın
bu senin şu haylaz ortağın olmasın? Bütün kasaba onun hakkında konuşuyor. Onu bu gece
görebilecek miyiz diye merak ediyordum doğrusu. Kocasına dönüp, Don, diye seslendi. Hadi,
git de onu buraya getir. Jenny içinin çekildiğini hissetti. Bunun iyi bir fikir olduğunu
sanmıyorum.
Maddy gülümseyerek göz kırptı. Ama hakkında bütün o duyduklarımdan sonra ben çok iyi
bir fikir olduğunu düşünüyorum.
Ben de, dedi Sharron, biraz ilerideki piknik masasının yanında durmuş margarita bardağını
yeniden doldururken. Jared, Don’la birlikte yanlarına geldi. Üzerinde yıpranmış
295
Kimherly h'isk
bir kot pantolon, koyu renk bir tişört ve deri ceketi vardı. Attığı her adımda motorcu botları
kumlara saplanıyordu. Bütün bir hafta aynı tarzda giyinmişti; bunda kalbini hoplatıp nefesini
kesecek ne vardı ki? Kesinlikle hiçbir şey.
Jenny biraz geride durdu ve Jared’ı diğerleriyle tanıştırma faslını Don üstlendi. Rob ayağa
kalkıp Jared*a elini uzattı. Tanıştığımıza sevindim.
Ben de. Jared elini geri çekip kotunun ön cebine soktu. Arkadaşlarının geleceğini
bilmiyordum, dedi Jenny’ye bakarak. Ateşten gelen ışık yüz hatlarını yumuşatıyordu; Jenny o
derin mavi gözlerdeki bakışın iliklerine kadar işlediğini hissetti. Neyse, sizi baş başa
bırakayım artık. Tanıştığımıza memnun oldum.
İşte gidiyordu; aslında rahatlaması gerekirdi ama Jenny gözleri birbirine değdiğinde içine
bir şeylerin aktığını hissetti. Bu bakış içine dokunmuştu. Neden bize katılmıyorsun? diye
sormadan edemedi.
Jared şaşırmış gibi duruyordu.
Evet, kal, diye lafa karıştı Maddy. Uslu dururuz. Bunu bilemeyiz, dedi Sharron. Ama
kimse bir gitar çıkarıp seni ‘Kumbaya’ söylemek zorunda bırakmayacak. Bu konuda söz
verebiliriz.
Hay aksi, akşamın bütün eğlencesi kaçtı, diye hayıflandı Rob.
Jared bir an tereddüt etse de Jenny dışında kimse bunun farkına varmadı. En sonunda
Jenny’nin etrafından dolaşıp boş kalan tek yere, Jenny’nin yanındaki sandalyeye oturdu.
296
Bir Atlım Sen, Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
Don soğutucudan bir bira çıkarıp Jared’a uzattı.
Jared, Sağ ol, diyerek Jenny’nin üzerinden eğilip şişeyi aldı. O kadar yakın durmuştu ki,
Jenny bir parçacık öne eğilse onun koluna değecekti.
Saklı Göl’ü nasıl buldun? diye sordu Maddy.
Jared şişenin kapağını açtı. Küçük.
Evet, ben de büyük şehri tercih ederim, diye onayladı Sharron. •
Sen de buralardan mısın? diye sordu Maddy.
Hayır.
Nerede büyüdün?
Jared birasından bir yudum aldı. Dolaşıp durdum.*'
Maddy sandalyesinde hafifçe kaykıldı. Burada ne kadar kalmayı düşünüyorsun?
.
Jared’ın gözleri karanlıkta Jenny’nin bakışlarıyla buluştu. Duruma göre değişir. Bu bir
anlık bakış pek çok anlam yüklüydü ve bunu tek fark eden kişi Jenny değildi. Maddy ve
Sharron’ın birbirlerine manidar bir bakış attıkları gözünden kaçmadı.
Don gülüp kolunu Maddy’niıı omzuna atarak karısını kendine çekti. Eşimin kusuruna
bakma, dedi, Maddy'nin alnına bir öpücük kondurarak. Oğlumuza bakmak için evde kalmaya
karar vermeden önce gazetede muhabirlik yapıyordu. Hep hikaye peşindedir.
Maddy kocasının kaburgalarına şakadan bir yumruk geçirdi.
Geçen hatta PauFe rastladım, dedi Don. Önce bunu öy-
297
Kinıberly Fisk
leşine ortaya söylemiş gibiydi ama sonra Jared’a döndü. Dediğine göre sen ve Steven aynı
birliktenmişsiniz. Savaşçı Kartallar mıydı?
Şahinler, dedi Jared. Birasını şerefe kaldırıp bir yudum aldı. Savaşçı Şahinler.
Steven tam bir hız delisiydi, dedi Maddy, Jenny’ye zarifçe gülümseyerek.
Jenny gülümsemesine aynı şekilde karşılık verdi. Bir an kalbinin sıkıştığını hissetti ama
sadece o kadar. Evet, gerçekten öyleydi.
Annesiyle babasının ona lisedeyken aldıkları o eski Thunderbird’ü hatırlıyor musunuz?
dedi Don. Pas içinde bir teneke yığınından başka bir şey değildi ama ne kadar çok severdi o
arabayı...
Evet, severdi. Jenny de severdi. Bekaretini o arabanın arka koltuğunda kaybetmişti.
Sokak yarışma katıldığınız araba değil miydi o? diye sordu Maddy, kocasına.
Don bir kahkaha attı. O gece eve döndüğümüzde başımız ciddi şekilde belaya girmişti.
Maddy ellerini hırkasının ceplerine soktu. Taylor böyle bir halt yiyecek, gecenin bir vakti
saatlerce ortadan kaybolacak olsa, ne yaparım bilemiyorum.
Ben biliyorum, dedi Don. Onu bulmam için beni gönderirsin.
Maddy başını salladı. Acı ama gerçek.
Herkes güldü.
298
Bir Adım Sen, Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
Bu noktadan sonra muhabbet tam bir anılar geçidine dönüştü. Don, Steven’la eskiden
yaşadıkları maceraları arka arkaya diziyor, Ron da daha sonraki hikayeleri anlatarak ona
destek veriyordu. Herkes konuşuyor, Maddy’yle Sharron da kendilerince eklemeler
yapıyorlardı. Kahkahalarla gülerek hep bir ağızdan çocukluk anılarını anlatıp durdular. Jared
susuyordu.
Jenny ona bakıp ateşin yumuşak ışığında yüzünü uzun uzun seyretti ama bu yüzde onun ne
düşündüğünü açık edecek hiçbir ipucu bulamadı. Jared hikayeleri dinliyor, gülümsüyor,
gülmesi gerekince gülüyordu. Fakat hiçbir şey anlatmadı. Ne bir yaz kampı anısı ne de
annesinin ona verdiği bir cezayla ilgili bir hikaye. Kardeşlere, evcil hayvanlara ya da aileyle
çıkılan yolculuklara dair en ufak bir şey söylemedi. Jenny onun hayatına dair hiçbir şey
bilmediğini düşündü. Bir parçasını hep saklı tutuyor gibiydi. Uzak duruyordu sanki.
Jenny, küçük gruba bakıp bunu kendisinden başka fark eden biri olup olmadığını merak
etti ama hiç kimse fark etmemişti.
Jared’ın çocukluğunun bambaşka bir çocukluk olduğuna dair bir his vardı içinde.
Ateşin içindeki kütüklerden biri kıvılcımlar çıkararak devrildi.
Rob bileğini kaldırıp saatine baktı. Bu partiyi mahveden kişi ben olmak istemezdim ama
gitmemiz gerekiyor çünkü bakıcımız dokuz buçukta evine gidiyor.
O kadar geç oldu mu? dedi Don ayağa kalkıp Maddy’
299
Kimber/y Fisk
ye elini u/atarak.
Maddy kocasının elini yakaladı. Saat doku/ ne zamandan beri geç sayılmaya başladı?
Don omuz silkti. Anne ve baba olduğumuz dakikadan itibaren tabii ki.
Sharron gülerek onay verdi.
Maddy ve Sharron ortalığı toplamaya kalkınca Jenny onları kışktşladı. Benimpartim,
benim işim. Hadi bakalım...*' Kızlar karşı koydular ama Jenny geri adım atmadı.
Maddy kamyonetin yolcu koltuğuna tırmanmadan önce Jenny’ye sıkı sıkı sarıldı. Bu gece
çok güzeldi.
Evet, gerçekten çok güzeldi.
Maddy, Jenny’nin gözlerine baktı. Kendini özletme Tamam.
Bir de...
Evet?
Maddy gözleriyle Jared’ı işaret etti. Bence denemelisin. Ben olsam yapardım.
Don arabayı çalıştırdığında Maddy hala gülüyordu. Shar-ron’la Rob’un arabası da onların
peşine takıldı.
Jenny arabaların stop lambalarının ışıkları kaybolana kadar arkalarından baktıktan sonra
dönerek ortalığı toplamak üzere kumsala doğru yürümeye başladı ama Jared’ın gölün
kıyısında tek başına duran siluetini görür görmez onu buraya getiren şeyin bulaşıklar
olmadığından iyice emin oldu.
Yavaş yavaş Jared’a yaklaştı.
Kıyıda durmuş gölün karanlık, kıpırtısız sularına bakar-
300
Bir Adım Sen. Bir Adım Ben. Stm Adını Aşk
ken o kadar valnız eörünüvordu ki. Jennv ne olduğunu bilme* W. •
»w-
d iği bir şevin kendisini Jared'a doğru ittiğini hissediyordu. Bu tatlı geee mi, bu yıldızlı gök
mti, yoksa yanı başlarında yanan ateş miydi acaba sebep? Onun yanına gitmek, kollarını
bedenine dolamak, ona sıkı sıkı sarılmak, ona bu dünyada yalnız olmadığını göstermek
istiyordu.
Bu o kadar akıl almaz düşünceler aklından geçerken ayağı takılıp kumlarda sendeledi.
Jared bir saniye içinde yetişip kolundan tutarak onu doğrulttu. Elinin değdiği yerden
Jenny'niıı tüm bedenine tatlı bir sıcaklık yayılıyordu.
Arkadaşlarından hoşlandım, dedi Jenny'ye. Gölden gelen tatlı bir esinti saçlarını
dalgalandırdı.
Jenny kalbinin nasıl attığını acaba hissediyor mudur diye merak etti. Onlar da senden
hoşlandılar.
Karanlığa rağmen, Jaıed'ın, bu sözlere inanmazmış gibi omuz silktiği gözünden kaçmadı.
Adam onun kolunu bırakır bırakmaz Jenny bu dokunuşu özlediğini fark etti. Jared eğilip
yerden bir taş alarak elinde birkaç kez havaya atıp tuttuktan sonra hızla göle fırlattı. Sessiz
gecede, taşın yumuşacık bir ses çıkararak gölün sularına kavuştuğunu duydular.
Jared bir süre sessizce karanlık sulara bakıp, elleri pantolonunun ceplerinde, Jenny’ye
döndü. Sana bir soru sorabilir miyim?
Sen sorarsan ben de sorarım.
Yeniden göle doğru bakarken tatlı bir gülümseme vardı yüzünde. Şu ‘Kumbaya’ dedikleri
de ne Tanrı aşkına?
301
Kimberiy Fisk
Önce güler gibi oldu ama Jared’ın ciddiyetini fark edince sustu. Bilmiyor musun?
Jared ateşten ayağının yanına düşen bir kütüğü tekmeledi. Hayır.
O gece daha önce düşündüğü şeyleri hatırladı birden. Ja-red'm nasıl bir çocukluk geçirmiş
olduğuna duyduğu merak yeniden uyandı. Sen yavrukurt olmadın mı?
Jared anlamaz gözlerle baktı.
İzciler... erkekler takımı..
Jared güldü, lakin bu neşesiz bir gülüştü. Hayır. Gerçekten, nasıl bir çocukluk geçirmişti
ki? ‘Kumbaya’ dedikleri, izci kamplarında hep söylenen geleneksel bir şarkı. Jared sessizce
başını sallayınca Jenny yanma gidip ona sarılmak istedi yine. Büyükannem bana bu gölün
sihirli olduğunu söylerdi. Bu sular her derde deva olurmuş.
Jared uzanıp Jenny’nin asi saçlarını kulağının arkasına sıkıştırdı. Sende işe yaradı mı,
Jenny?
Adı şefkatli bir dokunuş gibi çıkmıştı ağzından. Evet. dedi Jenny. Ancak sonra ekledi:
Hemen hemen. Jared'ın gölgelerle dolu yüzüne baktı. Ya sen Jared? Seni bu kadar üzen ne?
Hiçbir şey.
Bence yalan söylüyorsun.
Jared’ın yüzünden hiçbir duygu okunmuyordu. İstediğin şeye inanmakta serbestsin.
Senin hakkında hiçbir şey bilmiyorum.
Anlatmaya değecek bir şey yok.
302
Bir Adım Sen, Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
Jenny bunun doğru olmadığından emindi.
Bir dalga kumsalı yavaşça süpürüp geri çekildi.
Bana çocukluğundan bahsetsene.
Jared sessiz kalınca Jenny, Lütfen, diye ekledi.
Bırak bunları, dedi Jared, tekdüze ve alçak bir sesle. Jenny müthiş bir cesaretle elini onun
göğsüne koydu. Yumuşak pamuklu kumaşın altında sert bir duvar vardı sanki. Bırakamam.
Jared kollarını kaldırınca bir an ellerini itecekmiş gibi gibi geldi Jenny’ye; ama avuçları
beklenmedik bir şekilde ellerinin üzerine kapandı. Jared’ın sıcaklığı Jenny’nin ellerinden
geçip tam kalbine akıyordu. Jared, Jenny’nin ellerini göğsünden uzaklaştırmadan önce bir
süre öylece tuttu.
Cody bana anneni sekiz yaşından beri görmediğini söyledi. Doğru mu bu?
Jared öfkeyle bir şeyler mırıldandı. İnan bana, çocukluğum hakkında hiçbir şey duymak
istemezsin.
Hayır, isterim, dedi Jenny.
Sessizlik uzadıkça uzadı.
Doğru mu? diye sordu Jenny yeniden.
Jared dönüp ona bakarken Jenny karanlığın içinden dosdoğru üzerine yönelmiş bu
bakıştaki yoğunluğu hissedebiliyordu.
Benim de bir soru sorma hakkım vardı.
Hakkını kullandın.
Kullanmadım.
Yavrukurt olup olmadığımı sordun ya.
303
Kimbcrlv Fisk
O sayılmaz.
Jared uzanıp avcunu Jenny'nin yanağına koydu. Neden sayılmazmış?
Yanağındaki dokunuş Jenny’nin soluğunu kesmişti. Gerçek bir soru. Lütfen. Jared’ın
başparmağı şimdi çenesinin altına kaymıştı.
Kalbimi kıracak mısın? Aklından geçen bu sorunun cevabını biliyor olmaktan korktu.
Anneni en son ne zaman gördün?
Jared sıkılmış gibi nefesini gürültüyle bırakıp elini Jenny’ nin yüzünden çekti ve
bakışlarını yeniden göle çevirdi. Sekiz yaşımdayken. .
Ama bu nasıl oldu? Neden?
Ellerini yine ceplerine sokmuştu. Sana ne anlatmamı istiyorsun? Annemin beni nasıl
bırakıp gittiğini mi anlatayım sana? Beni bir çift eski ayakkabı gibi fırlatıp attığını mı? Jared...
Jenny böyle bir çocukluğu hayal etmekte bile zorlanıyordu. Nerede yaşıyordunuz?
Bırak, Jenny.
Ama Jenny bırakamadı. Neredeydiniz?
Jared başını eğip Jenny’ye baktı. Daha önce ne kadar inatçı olduğunu söyleyen olmuş
muydu?
‘Azimli’ tanımını tercih ederim.
Jared’ın yüzünden zorlama bir gülümseme geçti. Nerede? diye sordu üçüncü kez.
Ben çocuk koruma programıyla büyüdüm.
Ya baban?
304
Bir Adını Sen. Bir Adını Ben, Son Adım Aşk
Babam mı dedin? Nancy kimden hamile kaldığını bile bilmiyordu ki...
Ya koruyucu aileler?
Hiç yürümedi.
Tekdüze bir sesle konuşsa da söylediği her kelime Jenny* nin içini acıtıyordu.
Gözyaşlarının tomurcuklandığını hissedebiliyordu. Anne yok. Baba yok. Yuva yok. Hiçbir
çocuk böyle acı bir durumda kalmamalıydı. Çok üzüldüm.
Üzülme. Çok uzun zaman geçti üzerinden. Sorun değil. Tabii ki sorun.
Sakın... dedi fısıltı gibi çıkan bir sesle.
Sakın ne?
Jared, Jenny’nin çenesini tutup başını kaldırdı ve yüzünden akan yaşları başparmağıyla
sildi. Bana acıma.*’
Jenny onun koyu mavi gözlerinin derinliklerine baktı. Acımıyorum. Doğru söylüyordu.
Aksine, inanılmaz biri olduğunu düşünüyorum. Başından geçen bunca şeye karşın
dağılmamış, her şeyin üstesinden gelmeyi başarmışsın.
Jenny. Bu söz ağzından bu kez bir dua gibi çıkmıştı. Ne yapacağım ben seninle? Bu
sorunun yanıtını beklemediği açıktı. Jenny’yi kendine çekip ağzını yavaşça onun ağzının
üzerine kapadı. Dudakları birbirine değdiği an soluğu kesilen Jenny hiç düşünmeden sadece
karşılık verdi. Kollarını Jared'ın sırtında kenetleyip göğsüne sokulurken başını geriye atıp
ağzını araladı. Jared daha derinlere uzandı. Jenny’nin kamında bir arzu ateşi alevlenip döne
döne bütün bedenine yayılmaya başlamıştı. Kendini onun sağlam, sıcak bedenine iyice yasla-
305
Kimberly Fisk
mak için parmaklarının ucunda yükseldi. Jared kollarıyla Jenny’nin vücudunu sarmış, onu
göğsüne sımsıkı bastırıyordu. Yüzünü boynuna gömüp defalarca adını fısıldadı ve Jenny’nin
dudaklarına bütün ruhunu saran son bir öpücük kondurdu.
Kendini ilk geri çeken Jared oldu. Git, dedi. Yoksa ikimizin de pişman olacağı şeyler
yapacağım.
Jenny’nin koşar adımlarla eve gidişine bakarken kendini geri çekebilmiş olmasına hayret
etti. Jenny başını döndürmüş, diğer her şeyi yok eden saf bir arzuyla doldurmuştu içini. Onu
kollarına aldığında bir an için bile olsa, hayallerinde gördüğü o geleceğin hala gerçek
olabileceğine inanmıştı.
İnanılmaz biri olduğunu düşünüyorum. Başından geçen bunca şey>e karşın dağılmamış,
her şeyin üstesinden gelmeyi başarmışsın.
Serin hava tenini okşuyor, ateş gibi yanan bedenini serinletiyordu. Jenny gerçeği bilse ne
derdi acaba? Hiçbir şeyi başarmış filan değildi; tam tersine, her şeyi berbat etmişti. Yine.
İşine duygularını karıştırdığı zaman hep böyle olurdu zaten.
Kapkara gökyüzüne baktı. Duygularına kapılmamış olsaydı hala orada olacaktı. Burada
Jenny’yi öperken bunun Steven’ı ve diğer her şeyi ona unutturması için dua etmek zorunda
kalmayacaktı. Fakat masum insanların katledildiğini gören bir adam buna ne kadar kayıtsız
kalabilirdi? Gerçek adalete değil de siyasete göre düzenlenmiş biıtakım kurallara uymayı
kendine yedirebilir miydi?
306
Bir Adım Sen, Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
Geriye dönüp ateşi söndürdü. Tıslayarak dumanlar çıkaran ateşe bakarken unutmaya
çalıştığı her şeyi, o gün gerçekleşen her şeyi bir bir hatırlamaya başladı.
Sıradan bir gündü. Rutin uçuşunu yapmış, gemiye dönüyordu. Birden radarına bir şey
takıldı. Bir duman bulutunun üzerinde uçuyordu ama bu onu durdurmadı, neler olduğunu
görebilmek için alçaldı. Gördüğü manzara midesini altüst etmişti. Yüzlerce mülteci saldırı
altındaydı, zalimce öldürülüyorlardı. Bütün bunlara tanık olduktan sonra masum insanları
kurtarması gerektiği dışında hiçbir şey düşünemedi. Ne komutanının verdiği emrin ne de bağlı
olduğu kuralların bir önemi kalmıştı. Doğru olduğuna inandığı şeyi yaptı; mülteciler tehlikeyi
atlatmcaya kadar orada kalıp havadan onlara destek verdi, ama bu ona bir kariyere mal oldu.
Ya da bir hayata.
Tel kapının çarparak kapandığını duydu. Bakışlarını gökyüzünden indirip karanlık
bahçenin ötesindeki eve baktı. Tekrar aynı hatayı yapmayacaktı. Uzak dur. Hayatta kalmanın
kuralı buydu. Oysa burada durmuş, Jenny'nin evine doğru bakarken, içinden bir ses bunun
daha önce hiç olmadığı kadar zor olacağını söylüyordu.
307
15
Bir sonraki hafta hava tamamen değişti. Gökyüzünü ağır, kapkara bulutlar kapladı. Güneş
soluklaştı ve hava buz gibi soğudu. Yağmur önce yavaştan başladı; doğa ananın kafası
karışmış gibiydi, şuraya birkaç damla, buraya biraz sis serpiştirip duruyordu. Takvimler
haziranı gösterse de kimse şaşırmıyordu bu duruma. Mayısın sonundaki o pırıltılı, sıcak
günler beklenmedik bir hediye olmuştu zaten, hiçbir Seattle'lı bu duruma pek bel bağlamazdı.
Herkes ince yazlık elbiselerini giymeye başlasa da kimse kışlıklarını kaldırmamıştı heniiz.
Jenny pencereden bakarken, havanın ruh haline ne kadar uyduğunu dü-
• V w
şünmeden edemedi.
Parmaklarım dudaklarının üzerinde gezdirirken Jared'ın kollarında olmanın, onunla
öpüşmenin nasıl hissettirdiğini düşündü. Onun bollarındayken hayata döndüğünü hissetmişti.
Jared’dan önce aklını kurcalayıp duran bütün o şüpheler onun kollarındayken silinip gitmişti.
Jared'a sarılırken daha önce varlığının farkına varmadığı bir kadına dönüşmüştü; kendine
güvenen, cesur bir kadına. Karşısındaki erkeği he-
308
Bir Adım Sen, Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
yecanlandırdığından emin bir kadındı bu. Kanıtı Jared’ın kesilen soluğunda, sanki onu
kollarında tuttuğuna, öptüğüne inanamıyormuş gibi adını söyleyip durmasında saklıydı fakat
neden sonra birden itivermişti onu.
Git yoksa ikimizin de pişman olacağı şeyler yapacağım. O da gitmişti. Korkmuş ve
aşağılanmış bir halde koşarak kaçmıştı ondan. O öpüşmeyi sonlandırmasalardı neler olacağını
düşünmemeye çalışıyordu. Sonunu hiç düşünmeden kendini tamamen ona verecekti.
Ve ardından pişman olacaktı. Durmadan ayakları kaşınan bir pilotla bir geleceği
olamayacağını herkesten daha iyi biliyordu. Steven bile, onu bütün kalbiyle seven Steven bile
ona tam olarak bağlanmamıştı. Jenny ne zaman düğün tarihini kararlaştırmalarını istese
Steven onu atlatmanın bir yolunu bulurdu. Aynı hatayı tekrar yapmaya hiç niyeti yoktu.
Onunla aynı şeyi istemeyen birine kalbini vermeyecekti. Jared ve o iş ortağıydı ve ilişkileri bu
kadarla sınırlı kalmalıydı. Ona parasını verdiği anda hayatından çıkıp gidecekti.
Ön kapı açıldı. Birisinin ayaklarını kapının önündeki paspasa silip koridorda ağır adımlarla
ilerlediğini duydu. Jared ’ın geldiğini düşünüp bir an için gerildi ama karşısında Zeke’yi
bulunca rahatladı.
Zeke bir elini kapının doğramasına yaslayıp ofisin kapı sından başını uzatmıştı. Kalkışa
hazırız.
Johnsonlar’a iyi yolculuklar dilediğimi ilet, lütfen. Bir de, dikkatli ol.
Her zaman dikkatli değil miyim zaten? Gülümsediği
309
Kimberly Fisk
zaman yılların yüzünde bıraktığı çizgiler iyice derinleşiyordu. Sadece San Juans’a kadar
gideceğim. Sen gittiğimi fark etmeden dönmüş olurum.
Yine de dikkatli ol.
Kapıyı itip içeri girdi. Yüzündeki gülümseme solmuştu şimdi. İyi misin sen?
Saçını kulağının arkasına sıkıştırıp yüzüne inandırıcı bir gülümseme yerleştirmeye çalıştı.
Tabii ki. Sadece biraz yorgunum.
Zeke bu numarayı yutmamış gibi görünüyordu.
Ben iyiyim, diye güvence verdi. Hadi, kaybol şimdi. Müşterileri bekletmek istemeyiz.
Zeke, Jenny’nin yüzüne hala biraz düşünceli bakıyordu ama konuyu fazla uzatmadı.
Birkaç dakika sonra havalanan uçağın sesini duydu.
Yalnız kalınca yüzündeki sahte ifadeyi silip alnını ovmaya başladı. Takvime her bakışında
içine düştüğü o panik duygusundan uzak durmaya çalışıyordu. Bomboş duran uçuş günlerini
gözden kaçırmak imkansızdı. Evet, yaz yaklaştığı için rezervasyon sayısı bir nebze artmıştı
ama olması gerekenin yakınından bile geçmiyordu. Bütün bir hafta Mavi Gök'ü kara
geçirmenin bir yolunu arayıp durmuştu. Bir sürü telefon etmiş, yığınla insanla konuşmuştu.
Hangi şirketi arasa aynı yanıtı alıyordu: Teşekkür ederiz ama düşünmüyoruz. Ne kadar
çabalarsa çabalasın sonuç hiç değişmemişti.
Panik yeniden saldırıya geçti. Şimdi daha yüksekten sallıyordu bayrağını. Evet, hala
kararlıydı, bütün ailesine bir işi
310
Bir Adım Sen, Bir Adım Ben, Son Adım A$k
doğru düzgün yürütebileceğini gösterecekti. Oysa şimdi kaybedebileceği çok daha fazla şey
vardı.
Sana ne anlatmamı istiyorsun? Annemin beni nasıl bırakıp gittiğini mi anlatayım sana?
O gece kumsalda Jared’ın yanında dururken içindeki çok temel bir şeyin değiştiğini
hissetmişti. Jared kendisinden çok fazla söz eden bir adam değildi, hem de hiç değildi fakat o
gece içini açmıştı Jenny’ye. Başka hiç kimseye anlatmadığı şeylerden bahsetmişti. Bunun bir
anlamı vardı. Bunun gerçekten bir anlamı vardı.
Bir kalem alıp muhasebe defterine o günkü uçuşu işaretleyip defteri kapattıktan sonra
şakaklarını ovmaya başladı. Bu baş ağrısının Mavi Gök’le hiç ilgisi yoktu. Sebep Jared’ dı.
Nereye giderse gitsin, ne yaparsa yapsın karşısına çıkıyordu. Sanki duyularını hedef alan,
ölümüne bir taarruza geçmişti. Görünen o ki bu savaşı kazanıyordu. Onu görmezden gelmeye
çalışmak işe yaramıyordu. İki kez, tam banyodan çıktığında yakalamıştı onu. Üzerinde
havludan başka bir şey yokken evde yalnız olduğunu zannederek kapıyı açmış ve kendisine
yiyecekmiş gibi bakan Jared’la burun buruna gelmişti.
O kadar da değil. Ne zaman yan yana gelseler Jared yanlışlıkla bir yerlerine değme
alışkanlığı edinmişti. Bunlar artık o kadar da tesadüfi gelmiyordu tabii. Kahvesine uzanırken
kolunu Jenny’nin beline sürtüyor, odasına dalıp omzunun üzerinden eğilerek ne yaptığına
bakar gibi yapıyordu. Göğsü Jenny’ nin sırtına yaslanıyor, sıcak nefesi boynunu gıdıklıyordu.
311
Kimberly Fisk
Her akşam ısrarla onunla birlikte kanepede oturur olmuştu. Yan yana oturmuş işten
bahsederlerken omzunu Jenny’nin omzuna bastırıyor, bacağını bacağına dokunduruyordu.
Her dokunuşuyla elektrik çarpmış gibi sarsılıyordu Jenny. Ondan kaçıp odasının güvenliğine
sığındığı zaman aslında işten çok kendisi hakkında konuştuklarını fark ediyordu. Jenny hiç
farkına varmadan konuyu bir şekilde döndürüp kimseye açmadığı en gizli sırlarını
anlattırmanın bir yolunu buluyordu. Steven’a bile anlatmadığı şeylerdi bunlar. Alnını bir kez
daha ovalayıp gözlerini kapadı. Böyle ruhunun derinlerine kadar sokulmayı nasıl başarıyordu
acaba?
Jenny kumsalda geçirdikleri o gece dışında duygularını belli etmeme konusunda gayet
başarılı olduğunu sanıyordu ama dün gece her şey yine tepetaklak olmuştu. Jared içeri
girdiğinde Jenny kanepede oturuyordu. Büyük şöminede Jared'ın önceden yakmış olduğu ateş
çıtırdayarak yanıyor, yağmur pencerelerin camlarmı tıkırdatıyordu. Ateşten bir sıcaklık
yükseliyordu. Ateşin dışında odadaki tek ışık kaynağı kanepenin yanındaki küçük lambaydı.
Jared içeri girdiğinde Jenny odasına gitmek için hemen ayağa kalktı, çünkü onunla yan yana
olmak özel bir işkence biçimine dönüşmüştü ama Jenny ayağa kalkar kalkmaz Jared onu
bileğinden yakaladı. Elini nazikçe çevirip parmak uçlannı Jenny’nin avcundaki yara izinin
üzerinde gezdirdi. *
Ne oldu buraya? Şöminenin ışığı yüz hatlarını yumuşatıyor, gözlerini derinleştiriyordu.
Kalbi bir an için hoplasa da Jared’m parmağı yara izinin
312
Bir Adım Sen, Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
üzerinde dolaşırken aldırmaz bir tavır takınarak, Hiç, dedi. Midesi hafif hafif kasılmaya
başlamıştı. Jared’a bu sabah sandviçini keserken onun sesini duyunca birden heyecanlanıp
yanlışlıkla elini kestiğini anlatmaya niyeti yoktu tabii. Hep böyle oluyordu, onun sesini
duyduğunda hiçbir şeye dikkatini veremez hale geliyordu.
Bana bant yapıştırmak gerekiyormuş gibi göründü. Jenny’nin elini yavaşça ağzına götürüp
yarayı hafifçe öptü. Dudaklarının dokunuşu Jenny’de yeni bir şok dalgası yarattı. Avcunun
içinde başlayan bir ürperme kollarına, oradan da göğüslerine sıçrayıp kamının derinlerinde bir
yerde toplandı. Jenny içindeki bu duygunun saf, yoğun bir istekten başka hiçbir şey
olmadığını keşfettiği anda elini hızla geri çekti.
Yıllarca, kum rengi saçlı, kocaman gülen ve gözleri pırıl pırıl parlayan bir adam süslemişti
hayallerini. Oysa son zamanlarda yatağında bir o yana bir bu yana dönerek yatarken Steven
yerine başka bir adamın hayali geliyordu gözlerinin önüne. Gece kadar kara saçlara;
dayanılmaz, hassas dudaklara sahip; istekle ama bir sır perdesinin ardından bakan bir adamın
yüzüydü bu.
Jenny? Biz geldik.
Ablasının sesini duyunca silkinip kendine geldi ve koşarak koridora geçti. Anna ve Cody
koridorda durmuş onu bekliyordu. O gün cumartesiydi, bu da yeğeniyle birlikte bir hafta sonu
daha geçireceği anlamına geliyordu.
Arabanın sesini duymadım.
Biraz önce geldik. Cody uçağın kalkışını seyretmek is-
313
Kimberiy Fisk
tedi, biz de dışarıda biraz oyalandık.
Jenny çocuğa gülümsedi. Selam, Cody.
Selam, Jenny Teyze! Cody bu kez burada olmaktan şaşırtıcı derecede mutlu görünüyordu.
Anna, oğlanın küçük valizini yere bıraktı. Bu hafta annemle konuştum; çarşamba günkü
yemekte çok dalgınmışsın, neredeyse hiç konuşmamışsın.
İkiniz de bir araya geldiğinizde benden başka konuşacak bir şey bulamıyorsunuz gibi
görünüyor.
Ne yapayım, annemin konuşmak istediği tek konu sen-
sin.
Bunun doğru olmadığını ikimiz de biliyoruz, diye tersledi Jenny.
Anna bıkkınlıkla derin bir soluk verdi. Seninle tartışmak istememiştim. Cody’nin pazar
günü maçı var. Onu sen götürürsün herhalde.
Bu bir soru değildi elbette. Anna her zamanki gibi Mavi Gök’ün eğlenceli bir hobi
olduğunu varsayıyordu. Jenny bunu yapamayacağını söylemek, kendi işinin de en azından
ablasmınki kadar önemli olduğunu göstermek istiyordu.
Aman ne şaşırdım, dedi Cody, Jenny’nin on üç yaşındaki bir çocuktan beklemediği kadar
iğneleyici bir tonlamayla. İşte kaçıracağın bir maç daha.
Cody... dedi annesi.
Ama Cody, Boş ver, deyip paldır küldür oturma odasına geçmişti bile.
Anna kusursuz saçlarını düzeltip Jenny’ye gülümsedi.
314
Kimberly Fisk
seyretmeyi çok istiyorum, dedi. Sonra söyleyecek başka bir şey aradı. Çocuğun gözlerindeki
bu üzgün ifadeyi silecek bir şey. Bu kez yanında çok fazla şey getirmemişsin?
Efendim?
Jenny kanepenin yanında duran sırt çantasını işaret etti. Sadece bir sırt çantası ve küçük bir
valiz. Alışveriş paketleri nerede? Yoksa annen geçen hafta sonundan sağ çıkmış olduğun için
yemeklerime güvenmeye mi karar verdi?
Cody hafifçe gülümseyince sağ yanağında küçük bir gamze belirdi. Hayır. Ona yemekleri
Jared’m yaptığını söyledim.
Ve onun yemeğini bir kez bile tamamış olmasına rağmen ona öylece güveniverdi?
Aynen.
Kardeş sevgisi diye buna derler işte.
Cody kıkırdadı ve bu küçücük gülüş Jenny’ye bu hafta boyunca kazandığı tek gerçek
başarı gibi geldi.
Ha... Jenny Teyze...
Evet?
Yarınki maça atıştırmalıkları benim götürmem gerekiyor.
Teşekkürler, ablacığım.
Bunun için bir şeyler pişirmem gerekmeyecek, değil
mi?
Cody buna çok güldü. Haayıır... sadece biraz patlamış mısır, biraz da şekerleme.
Jenny buna pek de inanamadı ama yarın her şey ortaya
316
X
Bir Adım Sen, Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
çıkardı nasılsa. Cody’nin maçı hakkında konuştukça bu konu onu giderek daha fazla
heyecanlandırmaya başlamıştı. En azından birkaç saat için Jared’dan ve onun içinde
uyandırdığı bütün o duygulardan uzak duracaktı.
Cody, pazar sabahı uçağın motorunun sesiyle uyandı. Hemen yataktan atlayıp pijamalarını
çıkardı; kot pantolonunu, tişörtünü, kapüşonlu eşofman üstünü üzerine geçirip
merdivenlerden koşarak indi. Bir yandan da ses çıkarmamaya gayret ediyordu; teyzesinin
kapısı hala kapalıydı, onu uyandırmak istemiyordu. Sabahları çok huysuz oluyordu çünkü.
Verandaya çıkar çıkmaz gökyüzüne bakıp rahat bir nefes aldı. Yağmur durmuştu, maç
ertelenmeyecekti ama rıhtımın ilerisine bağlanmış uçağı görünce şaşırdı. Kokpit boştu, uçak
öylece duruyordu; ancak odadayken duyduğu o motor sesini hala işitiyordu. Etrafına
bakınınca Jared’ın hangarın orada çimleri biçtiğini gördü.
Bir an için tıpkı geçenlerde Troy Reed onu maç sırasında yanlışlıkla tırnakladığında
hissettiği acıya benzer bir acı hissetti göğsünde. Babası buradayken her hafta sonu bahçedeki
çimleri biçerdi. Annesi ona bu iş için bir adam tutabileceklerini söyleyip dururdu ama o,
bütün bir hafta boyunca içeri tıkıldıktan sonra dışarıda olmanın kendisine iyi geldiğini
söylerdi. Babası gittiğinden beri bahçenin bakımını haftada bir gün kırmızı kamyonetli bir
adam yapıyordu.
317
Kimberiy Fisk
Cody, babasının neden gittiğini hala anlamıyordu. Burada da yardıma ihtiyaç duyan bir
sürü hasta çocuk yok muydu? Annesiyle babası bunu ona kaç kere anlatmış olurlarsa olsunlar
söylediklerinden hiçbir şey çıkaramamıştı. En üst basamağa oturup tahtadan sıyrılmış gibi
duran bir boya parçasıyla oynamaya başladı.
Bu haksızlıktı. Annesi her zaman çalışıyordu, babası da uzaklardaydı. Onunla telefonda
konuşmak da mümkün değildi, çok fazla parazit vardı. İnsan kendi sesinden başka hiçbir şey
duyamıyordu. Babası ona birkaç mektup göndermiş, Cody de ona yazmıştı ama bu aynı şey
değildi. Kesinlikle değildi.
Boya tamamen sıyrılınca bir başka ucu yakalayıp çekmeye başladı. Evde yalnız başına
kalmasına izin vermediği için annesinden nefret ediyordu. Teyzesi en azından onunla birlikte
vakit geçiriyordu, en şapşalca şeylerle bile olsa. Dün geceki gibi. Yemekten kalkar kalkmaz
yine o sıkıcı masa oyunlarından birini getirmiş; Jared’a da mutfağı toplamasını, o
kırmızıbiberi de göz önünden kaldırmasını söylemişti. Yemeği çok baharatlı bulduğu için
dırdır ediyordu. Cody yemeği beğenmişti ama sesini çıkarmadı. Garip bir şekilde bu ikisinin
sürekli tartıştıklarını duymaktan hoşlanıyordu. Tam olarak tartışmak da sayılmazdı aslında.
Kimse deliye dönüp bağırıp çağırmıyordu; hayır, böyle bir şey söz konusu değildi. Sadece
konuşuyorlardı; tıpkı annesiyle babasının yaptıkları gibi. Şimdilerde ev o kadar sessizdi ki...
Yemekten sonra Jenny, Monopoly oyununu çıkarıp hep
318
Bir Adım Sen, Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
birlikte oynamaları için ısrar etmişti. Oyun çok aptalcaydı ama bunu ne Parker’a ne de diğer
arkadaşlarına anlatmayacak olsa da, aslında bayağı eğlenmişti. Dün gece Jared bile oynamıştı
onlarla. Daha önce hiç Monopoly oynamadığını söylemişti ama Cody tabii ki ona
inanmamıştı çünkü ortalığın tozunu attırmıştı.
Hey, erken kalkmışsın.
Jared basamakların önünde duruyordu. Çim biçme makinesi elindeydi. Cody makinenin
kapandığını fark etmemişti.
Jenny Teyzemle markete gidip takım için atıştırmalık almamız gerekiyor. Uçağın kalkışını
göreceğini zannederek evden gizlice çıktığını söylemeye hiç niyeti yoktu. Bu ona bile biraz
saçma geliyordu.
Doğru, bugün maçın var, değil mi? Heyecanlısmdır herhalde.
Sayılır, dedi Cody gözlerini yere dikerek. Bu hafta hiç atış çalışamadım. Eline yüzüne
bulaştırmaktan korkuyordu. Bugün olmaz, diyordu kendine. O tribünlerde ilk defa sadece onu
desteklemeye gelen biri varken başarısız olmak istemiyordu. Acaba... Başını yeniden indirip
ayakkabısının ucuyla merdivenin tahtasından fırlamış bir kıymık parçasını ezmeye girişti.
Maça gelmek istemezsin herhalde, değil mi?
Jared uzun bir süre sessiz kaldı. Cody ona bakmaya cesaret edemiyordu. Neden sormuştu
ki, tabii ki istemezdi. Boş ver... aptalca bir fikirdi.
319
Kimberly Fisk
Bugün bahçeyi bitirmek istiyorum.
Sorun yok, anlıyorum.
Ama bana yardım eden biri olsaydı daha çabuk hallederdim.
Cody kocaman gözlerle baktı. Yani gelecek misin? Çim biçme makinesi kullanabilir
misin?
Babası çok küçük olduğunu söyleyerek makineyi denemesine hiç izin vermemişti ama onu
yüzlerce kere seyretmişti. Hiç de zor görünmüyordu. Hem şimdi daha büyüktü artık. Evet.
Tamam, o zaman, dostum. Kahvaltı yaptın mı? Evet, diyerek, ikinci yalanını atıverdi. Şu
anda Jared* m onu gerisingeri eve göndermesini istemiyordu.
Hadi, gidip yapalım şu işi.
Cody üç basamağı birden atladı. İşimiz erken biterse belki sana birkaç top atarım, ne
dersin? Yani, maç için ısınmış olurum diye düşündüm.
Bunu teyzenle yapmak istemez misin?
Ama o kız gibi oynuyor.
Eh, kız zaten.
Kesinlikle.
Jared güldü. Tamam, birkaç atış yapabiliriz herhalde. Cody içindeki sıkıntının yavaş yavaş
dağıldığını hissetti. Nefis.
Jenny evin önünde belirdiğinde Cody makineyi daha ye-
320
Bir Adım Sen, Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
ni eline almıştı. Kapı arkasından gümbürdeyerek kapanırken Jenny pembe sabahlığının
eteklerini iki yanda bayrak gibi dalgalandırarak fırtına gibi bahçeye daldı.
Jared'm nefesi kesilmişti. Jenny’yi tanıyıncaya kadar nefesi kesilmek deyiminin ne demek
olduğunu hiç anlamamıştı. Evet, bugüne kadar bir sürü muhteşem kadın tanımıştı ama
hiçbirinden Jenny’den etkilendiği gibi etkilenmemişti. Jared kadınlarla yatar, sonra da
unuturdu; öyle bir adamdı o. Üstelik birlikte olduğu kadınlara numara yapmaz, bu durumu
baştan söylerdi. Kimseyle uzun süreli ilişkiler kurmazdı; doğ rusu, çoğu zaman bütün geceyi
birlikte geçirmeye bile zor katlanırdı. Bundan dolayı da pek şikayet duyduğu söylenemezdi,
arkasında bıraktığı kadınların okşanmaktan yorulmuş bir kedi gibi tamamen tatmin
olduğundan emin olurdu. Belki de sorun buydu, biriyle yatmayalı epey zaman geçmişti. Hı-
zarhane’ye gidip kendine sorun çıkarmayacak, istekli bir kız bulsa Jenny’yi aklından
çıkarabilirdi belki. Oysa herhangi bir kadını değil Jenny’yi istiyordu. Jared’ı görmezden gelse
de, köpürüp bağırsa da, istediği tek kadın oydu.
Ve o öpücük ... bütün bir hafta boyunca o öpücüğü unutmaya, aklından kazımaya
çalışmıştı. Diğer yandan, bunun mümkün olmadığını biliyordu.
Jenny yaklaşırken sabah esintisi onun kokusunu Jared’ın burnuna kadar getirmişti bile.
Saçları rüzgarda önüne savruluyordu. Jared onu görür görmez bir taş gibi katılaşmış
olmasaydı şimdi bu koku hallederdi bu işi.
Sabah uykusu diye bir şey duydun mu sen?
321
Kimberly Fisk
Jared çim biçme makinesini yere dayadı. Tanrım, sinirlendiği zaman o kadar güzel
oluyordu ki... Sabahın dokuzunda hala uyuyorsan ona uyku değil koma denir artık. Upuzun
bukleli saçları rüzgarda karmakarışık olmuştu. Mavi gözlerinden alevler saçarak Jared’a baktı.
Senin altüst olmuş dünyanda öyledir herhalde.
Çalışma saatleri hakkında daha önce anlaştık sanıyordum.
Jenny ellerini beline koyunca Jared’m bakışları doğrudan kalçalarına kaydı. Bugün pazar.
Tanrı bile pazar günü dinlenmiş.
Tanrı faturaları ödemek zorunda değil.
Faturaları çimleri biçerek mi ödeyeceksin?
Bu kez onu yakalamıştı ama yorgunluktan geberinceye kadar çalışınca bütün o cinsel
fantezilerini dizginlemek daha kolay oluyordu.
Kaşını kaldırıp çim biçme makinesini gösterdi. Bununla para kazanabileceğini
düşünmüyorsan... O anda Cody’yi gördü. Yeğenime çimleri mi biçtiriyorsun?
Kimseye hiçbir şey yaptırmıyorum.
O, on üç yaşında.
Evet.
uOn üç\ Sesi bu kez daha gür çıkmıştı. Ayağında tenis ayakkabıları var. Koruyucu gözlük
ve kulak tıkaçları nerede? Sadece çim biçme makinesi bu, makineli tüfek değil. Jared on üç
yaşındayken çimleri biçmekten çok daha zor işlerle uğraşmıştı. Hafızası onu yanıltmıyorsa
koruyucu aile-
322
Bir Adım Sen, Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
lerden biri eline bir balta verip onu odunları yarmaya gönderdiğinde daha on yaşında bile
değildi.
Kendini yaralayabilir.
Tam Cody’nin kendini sokakta karşıdan karşıya geçerken ya da bisiklete binerken de
yaralayacağını söyleyecekti ki durup bir daha düşündü. Çocuklar hakkında uzman sayılmazdı.
Hem daha ilk görüşmelerinde her şeyi nasıl berbat ettiğini unutmamalıydı.
Tamam, yapmasın o zaman.
Tam o sırada motorun sesi kesildi. Cody, teyzesine sesleniyordu: Hey, Jenny Teyze!
Suratında önlerinde uzanan göl kadar büyük bir gülümseme vardı. Bil bakalım ne oldu?
Ne oldu? diye gülümsedi Jenny.
Jared çimleri biçmeme izin verdi. Coşkusunu fark etmemek mümkün değildi. Başka ne
oldu bil bakalım?
Ne?
Maça o da geliyor.
Bakışlarını Jared’a çevirirken yüzündeki gülümseme bir anda incecik bir çizgiye dönüştü.
Akimdan bile geçirme. Bunu Cody’nin duymaması için tıslama gibi çıkan bir fısıltıyla
söylemişti.
323
16
Cody ön kapıda durmuş. ‘'Jenny Teyze! Artık çıkmamız gerek.** diye bağırıyordu.
Bekle! Hemen geliyorum.** Atıştırmalıklarla dolu iki torbayı kapıp kendini dışarı attı.
Corvette'e doğru koşarken birden Cody'nin, Zeke'nin kullandığı kamyonete tırmandığını
görüp durdu. Baksana!** dedi ama kamyonetin kapısı günıle-yerek kapandı. Cody onu
duymamıştı. Yanlış arabaya bindiğini söylemek için kamyonete doğru koşmaya başladığı
sırada sürücü kapısının açıldığını gördü.
Bu Jared'dı. Yumuşak, soluk renkli bir kot pantolonla, kollarını dirseklerine kadar sıyırdığı
V yakalı bir tişört giymişti. Çimleri biçtikten sonra duş almıştı herhalde, saçları hala nemliydi.
Olamaz.
Rekor sayılacak kadar kısa bir sürede kamyonetin yanına vardı. Gelmeyeceğin konusunda
anlaştığımızı sanıyordum.**
Jared kolunu kamyonetin açık penceresine yasladı. O senin kuruntun. Ben öyle bir anlaşma
yapmadım.**
324
Bir Adım Sen, Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
Gelemezsin.
Jared kolunu pencereden çekip Jenny’ye doğru bir adım attı. Jenny geri çekildikten sonra
ne yaptığını fark edip durdu. Onun gözünü korkutamayacaktı. En azından onu ne kadar
korkutabildiğim bilmemesi gerekiyordu.
Yeğenine söyle. Neden bilmiyorum ama benim de gelmemi istiyor.
Jenny bu cümlenin doğru olma ihtimalini şöyle bir tarttı. Bütün hafta boyunca onu taciz
etmek için yapmadığını bırakmamıştı; bu da o antika numaralarından biriydi mutlaka. Jared’a
hiç bakmadan kafasını pencereden uzattı. Cody bütün yüzünü kaplayan bir gülücükle baktı
ona.
Senin arabana da Jared’ın motoruna da üçümüz birden sığamayacaktık. Zeke’ye
söyleyince onun kamyonetini kullanmamızı önerdi. Ne iyi, değil mi?
Zeke’yle sen mi konuştun? Midesine bir sancı girdi. Hep birlikte gidebilmenin bir yolunu
bulmamız lazımdı. Zeke sorun olmayacağını söyledi.
Jenny derin bir nefes aldı. Kaybetmişti. Dönüp Jared’ın yüzüne baktı.
Jared daha da yakınında duruyordu şimdi. Ondan uzaklaşmaya çalışırken sırtını
kamyonetin sert kaportasına çarptı. Sen kazandın ama terbiyeli dursan çok iyi olur.
Jared uzanıp market torbalarını Jenny’nin elinden alarak götürüp kamyonetin arkasına
yerleştirdi. Zaten en iyi halimdeyim, Ponpon Kuyruk.
Sakın bana bir daha öyle deme.
325
Kimberiy Fisk
Jared hiçbir şey söylemeden sırıtarak kamyonete bindi. Jenny tam yerine geçiyorken
yolculuk boyunca orta koltukta, yani Jared’m tam yanında oturacağını fark etti.
Sonraki yirmi dakika tam bir işkence gibi geçti. Jared her vites değiştirişinde eline
çarpıyor, bacağına dokunuyordu.
Jenny kirpiklerinin altından düşmanca bir bakış atıp, Dikkatli ol, diye tısladı.
Ne var? dedi Jared, masum bir sesle. Hiç de inandırıcı değildi.
Whitman Stadı’nm önüne park ettiklerinde saat ikiyi beş geçiyordu; beş dakika geç
kalmışlardı yani. Jared, Cody’nin beyzbol çantasmı sırtlanırken Jenny de Cody’yi arabadan
çıkarıp yiyecek paketlerini kucakladı ama koşarak A sahasma girdiklerinde şaşkınlık içinde
ortalıkta hiç kimsenin olmadığmı fark ettiler.
Jenny etrafına bakındı. Yanlış yere mi geldik yoksa?
Cody çantasmı Jared’dan alıp yere koyarak, Hayır, doğru yerdeyiz, dedi.
Ama saat ikiyi geçiyor. Herkes nerede?
Cody yere çömelip çantasının fermuarını açtı. Maç saat üçte başlıyor.
Üçte mi? Annen bana ikide demişti?
Koç herkesin yarım saat önceden burada olmasını istedi.
Ama yarım saat değil, bir saat önceden gelmişlerdi. Jenny dişlerini gıcırdattı. Jenny’nin
geç kalmayacağından emin olmak için erken bir saat söylemek tam da ablasının yapacağı
326
Biv Adım Sen, Bir Adım Bert, Son Adım A.y/c
türden bir şeydi. Jenny’nin gününü bu kadar rahat bir şekilde planlamak da öyle. Kolundaki
yükleri şöyle bir dengeleyip canının sıkıldığını belli etmemeye çalışarak, İyi o zaman, dedi.
Önümüzde rahat rahat oturacağımız bir saat var.
Cody duraksayıp Jared’a çekingen bir bakış attı. Hala birkaç tane atış yapmak istiyor
musun? İstemiyorsan sorun değil.
Jenny, reddetmesinden korkarak Jared’a baktı.
Tabii ki, evlat.
Cody çantasından iki eldiven ve bir beyzbol topu çıkarıp eldivenlerden büyük olanını
Jared’a uzattı. Al, bu babamın, ama istersen kullanabilirsin.
Jared eldiveni elinde birkaç kez çevirerek inceledi. Teşekkür ederim. Gözlerini eldivenden
ayıramıyor gibiydi. Ona iyi bakacağıma söz veriyorum, dedi alçak bir sesle.
Cody sırıttı. Ardından ikisi birlikte sahaya doğru yürümeye başladılar. Jared’ın uzun,
düzenli adımlarına yetişebilmek için Cody çabuk çabuk yürüyor, arada bir koşmak zorunda
kalıyordu.
Jenny tribünlerde oturup paketleri yanma bıraktı. Jared’a hiç bakmamaya, sadece Cody’yi
izlemeye çalışsa da bu neredeyse imkansızdı.
Önce birkaç kolay atış yapalım da biraz ısın.
Evet, dedi Cody, koşarak Jared’dan biraz uzaklaşırken. Koç da hep öyle söyler.
Cody’yle topu birbirlerine atıp tutarlarken Jared’ın pantolonu bacaklarına iyice yapışıyor,
pamuklu tişörtü şişen kas-
327
Kimberiy Fisk
larının üzerinde geriliyordu. Jared atışı kaçırınca Cody gülerek topu getirmeye gitti. Jenny o
sabah markete gidişlerini düşündü. Cody’nin aklı abur cuburlardaydı. Jenny ise su ve meyve
almayı düşünüyordu. Bir süre pazarlık edip meyve suyu ve çikolata parçalı tahıl gevreği
üzerine anlaşmaya varmışlardı.
Çok iyisin, dedi Jared. Nasıl hissediyorsun kendini?
Harika, dedi Cody.
Sayı çalışalım mı?
Evet.
Jared kale çizgisine geçip çıplak eliyle eldivenin içine vurdu. Tamam. Neler yapabildiğini
görelim bakalım.
Cody koşarak atış çizgisine geçti. Önce yeri eşeleyip tozun içinde ayağına yer açtı, sonra
da Jenny’ye bir birinci lig karşılaşması seyrettiğini düşündürecek kadar güzel bir hareketle
topu doğrudan kaleye doğru fırlattı. Top tok bir ses çıkararak Jared’m eldiveninin ortasına
saplandı.
Jared ayağa kalkıp topu geri fırlatırken, İyi atış, dedi.
Cody aynı şekilde on-on beş atış daha yaptı. Hepsi de tam hedefi bulmuştu.
Jared eldivenli elini acıyla silkeledi. Vay... bu mükemmeldi.
Falsolu atışımı görmek ister misin?
Göster bakalım.
Cody sağ bacağını yukarı kaldırıp kolunu geriye attı ve topu tüm gücüyle yukarı fırlattı.
Top Jared’ın kafasının iki metre kadar üzerinden geçti. Cody ayağıyla yeri tekmeleyip,
Üzgünüm, dedi. Sanırım falsolu atışı beceremiyorum.
328
Bir Adım Sen, Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
Hemen vazgeçme evlat, yaparsın.
Öyle mi dersin?
Tabii yaparsın. Yumuşak bir atışla top yine Cody’nin eldivenine geçti.
Jenny, Jared’la Cody’yi seyrederken kalbinde bir noktanın yavaş yavaş ısındığını fark etti.
Az sonra Cody’nin takım arkadaşlarıyla diğer takımdaki çocuklar da yavaş yavaş gelmeye
başladılar. Jenny’nin oturduğu tribün insanlarla doluyordu. Kimseyi tanımasa bile herkese
gülümseyerek selam verdi. İnsanlarla birlikte olmak güzeldi; tıpkı Maddy ve diğerleriyle
birlikte olduğu zamanlar gibi.
Jared koşarak sahadan çıkarken Jenny pek çok kadının ona baktığını fark ettiğinde içini bir
kıskançlık dalgası kapladı. Neden kıskanıyordu ki? Jared onun değildi ve olmasını da
istemiyordu. Değil mi?
Jared kendisine yönelmiş bakışların farkında değilmiş gibi, basamakları ikişer ikişer
çıkarak yanma geldi. Taze çimen ve Jenny’nin ilgilenmemesi gereken birtakım şeyler gibi
kokuyordu. Jenny nefesini ayarlamaya çalışarak, Bu yaptığın gerçekten çok hoştu, dedi ona.
Jared tişörtünün koluyla alnındaki terleri silip omuz silkti. Bir şey yapmadım. Isınmasına
yardım edeceğime önceden söz vermiştim.
Tabii ki bir şey yapmıştı. Ruhunu sarıp kalbinin kenarına Çöreklenen bir şey yapmıştı.
Jenny yutkunup uzaklara bakmayı denedi ama gözlerini hararetle Jared’a dikmiş olan bir
esmer
329
Kimberly Fisk
güzeliyle göz göze geldi. Bakışlarını başka bir yana çevirerek dengesini bulmaya çalıştı,
ardından da yeniden yeşil sahaya döndü. Orada ne yaptığını biliyormuş gibiydin. Herhalde
sen de beyzbol oynadın.
Hayır.
Cody’nin takımı sahaya çıktı. Mavi-beyaz formalar giymiş dokuz çocuk sahaya dağılıp
yerlerini alırken tribündekiler de tezahürata başladı. Cody atıcı çizgisindeydi.
Futbol mu oynadın?
Dosdoğru sahaya baksa da Jared’ın bakışlarının üzerinde olduğunu hissedebiliyordu.
Hayır, dedi yine.
Peki, hangi takımdaydın?
Hiçbirinde.
Çocukluğu hakkında söylediği bütün o acıklı şeyler akima gelince dönüp ona baktı.
Jared’ın kendisine acımasını istemediğini biliyordu, acaba onu teselli etmesini kabul eder
miydi? Keşke bunu deneyecek cesareti olsaydı. Onun yerine dalgacı bir tavır takınıp içini
acıtan bütün o duyguları silmeye çalıştı. Ben de bütün oğlanlar top peşinde koşarlar
sanıyordum.
Bazıları daha önemli şeylerin peşinde koşmayı tercih ederler. Dosdoğru bluzunun
dekoltesine bakıyordu.
Dikkat et, dedi Jenny dişlerinin arasından, ama kalbinin hoplamasına mani olamamıştı.
Anlaşmamızı unutmadın, değil mi?
Ben anlaşma filan yapmadım, dedi davetkar bir sırıtışla.
330
Bir Ac/ım Sen, Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
Jenny hemen konuyu başka bir yöne çekme gereği duydu. Bu arada, senden özür dilemek
istiyorum.
Ne için?
Bu sabah Cody’nin sana yardım ettiğini görünce o kadar sinirlenmemeliydim. Bu işi
yapmak için henüz çok küçük olduğunu düşünmüştüm ama sonra sana yardım etmenin onu ne
kadar mutlu ettiğini görünce fikrim değişti. Hem, onu tehlikeye atmayacağını düşünmem
gerekirdi.
Jared beyzbol eldiveninin deri iplerini çözmeye çalışıyordu. Hayır, haklıydın. Daha çok
küçük.
Sen onun yaşındayken böyle işler yapar miydin? Tabii.
Ne gibi?
, Jared eldiveni elinde döndürmeye başladı. Çimleri biçmekten çok daha zor şeyler yaptım.
Sahayı işaret etti. Isınma antrenmanını bitirdiler; maç başlamadan gidip kendime bir kola
almak istiyorum. Sen bir şey ister misin? Böylece konuyu kapamış oldu.
Jenny ona daha fazlasını sormak istiyordu ama yüzündeki kararlı ifadeye bakılırsa artık
cevap vermeyecekti. Diyet kola harika olur.
O kapkara gözlüklerine rağmen bakışındaki sıcaklığı hissedebiliyordu. Diyete filan
ihtiyacın yok. Sana da normal kola alacağım.
Geniş omuzları satış standının önünde bekleyen insan kalabalığının arasında kaybolurken
Jenny arkasından baktı. Dışarıdan bakınca isteyebileceği her şeye sahip bir erkekmiş gibi
331
Kimberiy Fisk
dililiyordu. Oysa Jenny gitgide onun başka bir yanını görür olmuştu. Gerçek bir yuvası
olmayan küçük bir oğlan. Yetişkinlerin işlerini yapmak zorunda kalan genç bir çocuk.
Kendini her şeyden ve herkesten yalıtmış bir adam. Kendini ne kadar tutarsa tutsun kalbi ona
ulaşmaya çalışıyordu. Hayatını cehenneme çeviriyor olsa bile umursamıyordu. Jared’m
içindeki o boşluğu doldurmak için önüne geçemediği bir arzu duyuyordu.
Jared içeceklerle birlikte geri döndükten sonra Jenny çocukların oyununa dalıp iki saat
boyunca bütün kaygılarından uzaklaştığını hissetti. Cody beş isabetli atış yaptı ve attığı dört
turdan üçünde kaleye varmayı başardı. Sonunda Cody’nin takımı on bire üçlük bir skorla
maçı almayı başardı.
Atıştırmalıkları dağıtmış, kamyonete doğru yürüyorlardı. Müthiş bir oyundu, dedi Jenny.
Anne babalardan hiçbirinin yiyecek seçimi hakkında şikayet ettiklerini duymamıştı; bu da
iyiye işaretti herhalde. Sahada gerçek bir profesyonel gibiydin.
Cody, Teşekkür ederim, deyip hemen Jared’a döndü. Parker’m nasıl oynadığını gördün
mü?
Birince lige yakışıyordu doğrusu.
Evet. Cody meyve suyunun kapağını açıp kana kana içti. Onları pestile çevirdik. Bir
yudum daha aldı. Isınmama yardım ettiğin için teşekkür ederim. Gerçekten çok işe yaradı.
Yardım edebildiğime sevindim. Ben de beni davet etti-
332
Bir Adım Sen, Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
ğin için teşekkür ederim, çok eğlendim. Sesinde en ufak bir sahtelik yoktu.
Nihayet kamyonete vardıklarında Cody çantasını arka tarafa atıp hemen pencere kenarına
geçti. Ortada yine Jenny oturacaktı yani. Jenny’nin tedirgin olduğunu gören Jared sırıttı.
Dikkat et, dedi Jenny üçüncü kere. Fakat Jared’a bakarken Cody’nin yüzünde beliren o
ifade gözünün önünden gitmiyordu.
Her zaman öyleyim zaten.
Asla. Kamyonete tırmanıp yerine oturdu. Jared da sürücü koltuğuna yerleştiğinde, Bunu
pizza eşliğinde kutlamaya ne dersiniz? diye sordu Jenny.
Sen pişirmeyeceksin, değil mi? diye sordular bir ağızdan.
Jenny nazikçe gülümsedi. Ya da biraz dondurma yiyebiliriz diyecektim. Kendi kendine
güldü, sonuçta ikisini de yiyeceklerini biliyordu.
Eve döndüklerinde karanlık çökmek üzereydi. Jenny annesinin bej Mercedes’inin kapıda
durduğunu gördü.
Büyükannem gelmiş, dedi Cody.
Evet, gerçekten o, dedi Jenny sesindeki kaygıyı saklamaya çalışarak. Annesinin buraya bu
saatte neden geldiğini merak etmişti.
Kamyonetten inerlerken, Selam, anne! diye seslendi. Bir sorun yok ya?
Yok canım... dedi annesi. Bir saattir sana ulaşmaya Çalışıyor olmam dışında hiçbir sorun
yok.
333
Kimberly Fisk
Kusura bakma. Ceptelefonumu evde bırakmışım. Her şeyin yolunda olduğundan emin
misin?
Tabii ki, tatlım. Sadece Cody’yi almaya gelmiştim. An-na’nın işi uzamış, benden Cody’yi
eve götürmemi rica etti. Erken yatması gerekiyor, yarın okul var, biliyorsun.
Ha, tamam. Jenny rahat bir nefes aldı. Steven öldüğünden beri aklına hep kötü ihtimaller
geliyordu. Ne zaman alışılmadık bir şey olsa, mesela gecenin geç bir saatinde telefon
çaldığında, bir siren sesi duyduğunda ya da birisi beklenmedik bir zamanda çıkıp geldiğinde
hep kötü bir şey olduğunu düşünüyordu. Üzgünüm, biraz geciktik. Cody’nin zaferini
kutlamak için dışarıda kendimize pizza ve dondurma ziyafeti çektik.
Catherine onlara doğru gelip Cody’ye sarıldı. Tebrik ederim. Orada olamadığım için
üzgünüm.
Sorun değil, büyükanne. Annem bir parti hazırladığını söyledi.
Jenny’nin annesi gülümsedi. Evet, ama parti işi neredeyse bitmek üzere. Bundan sonra o
kadar meşgul olmayacağım. Seninle ben önümüzdeki yaz için eğlenceli bir plan yapabiliriz
ama şimdi hemen gitmemiz lazım, geç oluyor. Cody uslu uslu başını sallayıp Jared’a döndü.
Yardımın için tekrar teşekkür ederim.
Jared, Cody’nin beyzbol kepinin siperliğini çekti. Rica ederim, atıcı.
Bir saniye bekleyin, dedi Jenny, Cody’yi eve sürükleyerek. Eşyalarını hemen toplarız.
334
tiir Adım Sen, Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
Jared, Jenny’nin bir saniyesinin on dakikayla bir saat arasında bir zaman dilimine tekabül
ettiğini biliyordu. Üstelik şu anda istediği tek şey eline bir bira alıp biraz yalnız kalmaktı.
Diğer yandan, Jenny’nin annesinin bir şeyler söylemek istiyormuş gibi bir hali vardı. Sırtını
arabanın önüne yaslayıp ayağını lastiğin kenarına dayadı.
Maça siz de gittiniz demek?
Beni Cody davet etti. Jared maça gitmesinin doğru olmadığını biliyordu ama Cody’nin
sesindeki o kırgınlık bir sürü çocukluk anısını bir anda üzerine yığıvermişti. Hayır demesi
mümkün olmamıştı.
Verandanın ışığı yandı, fakat altmış mumluk ampulün ışığı park yerine kadar ulaşmıyordu.
Yine de anneyle kızın birbirlerine ne kadar benzedikleri bu giderek sönen akşam ışığında bile
gözden kaçacak gibi değildi. Restorandaki ilk karşılaşmalarında Jared, Jenny’nin annesine
pek dikkatli bakmamıştı. Şimdi burada durmuş ağzındaki baklayı çıkarmasını beklerken onun
yaşma göre oldukça çarpıcı bir kadm olduğunu görebiliyordu. Buna karşın, Jenny yumuşak ve
fazlasıyla gönlü açık biriydi; annesiyse oldukça katı ve daha az hoşgörülü bir tip gibi
görünüyordu.
Sizinle açık konuşabilir miyim?
Hiç çekinmeyin. Ayak değiştirip ağırlığını diğer yanına verdi.
İçimden bir ses bunları söylememden hoşlanmayacağınızı söylüyor.
Jared sessiz kaldı.
335
Kimberly Fisk
Catherine yeniden konuşmaya başlamadan önce derin bir soluk verdi. Jenny bizim için
dünyaya bedeldir, Bay Worth. Yoksa Binbaşı Worth mü demeliyim? Paul bize sizin Hava
Kuvvetleri’nde pilot olduğunuzu söyledi.
Artık binbaşı filan değildi. Jared deyin, lütfen.
Jared. Catherine başını hafifçe eğerek onayladı. Jenny’ nin üzüldüğünü görmek
istemiyoruz. Yeterince acı çekti zaten. Kızınıza herhangi bir zarar vermek gibi bir niyetim
yok, Bayan Beckinsale. Aramızda bir iş ilişkisi var, hepsi bu. Bir tek, o öpüşmelerinin işle ne
bağlantısı olduğunu anlayamamak biraz canını sıkıyordu.
Sizden bana bu konuda söz vermenizi rica ediyorum. Söz veriyorum.
Catherine Beckinsale’in yüzü az da olsa gevşemişti. Arabasının kapısını açıp içeriden bir
şey alırken, Teşekkür ederim, dedi. Jared’a bir zarf uzattı. Jenny’nin ortağı olarak, müze
yararına düzenlenen bu yardım gecesine gelmenizi bekliyoruz. Resmi bir davet, siyah kravat
zorunluluğu var, yani sizin için sakıncası olacaksa...
Jenny geliyor mu?
Evet. Catherine bir an duraksadı. Babasıyla ben, onu almaya geleceğiz.
Jared yaslandığı yerden doğruldu. Zahmet etmeyin. Onu ben getiririm.
Tam Catherine bir şey daha söyleyecekti ki, Cody ve Jenny ellerinde oğlanın sırt çantası ve
küçük valiziyle birlikte çıkageldiler.
336
Bir Adım Sen, Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
Hazırım, dedi Cody. Hoşça kal, Jenny Teyze, hoşça kal Jared.
Güle güle, evlat, dedi Jared. Bunu unutma. Kamyonetin arkasından beyzbol çantasını
çıkarıp sırt çantası ve küçük valizle birlikte Catherine’in arabasının bagajına yerleştirdi.
Cody kapıyı açıp arabanın arkasında duran Jared’a baktı. Diyordum ki... belki perşembe
günü oynayacağım maça da gelmek istersin...
Elimden geleni yaparım, diye kaçamak bir cevap verdi Jared.
Harika. Cody arabaya girip kapıyı kapadı.
Catherine, Jenny’ye sarıldıktan sonra dönüp Jared’a uzun uzun bakarken Jared bu
bakıştaki imayı görmekte zorlanmadı.
Araba yola çıkarken, Çok yorgunum, dedi Jenny. İyi geceler. Jared’m cevabını bile
beklemeden aceleyle eve doğru yürüdü.
Jared onun arkasından baktı. Aslında peşinden gitmek istiyordu; ama bu kez bambaşka bir
sebepten. Bu isteğinin işle ya da parasını geri almasıyla hiçbir ilgisi yoktu. Sadece onun
yanında olmak, gülümsediğini görmek, gülüşünü duymak istiyordu.
Evin ışıkları bir bir yandı. Bölmeli pencerelerden dışarı yumuşak bir ışık vuruyordu.
Işıklar üst kata ulaştı ve nihayet Jenny’nin odasının penceresi de aydınlandı.
Meksika’yı düşünmeye çalışarak, gözünü hedeften ayırma, dedi kendi kendine.
Ama ya yanlış bir hedef seçtiyse ne olacaktı?
337
Kimberly Fisk
Söylene söylene eve arkasını dönüp hangara doğru yürümeye başladı. Böyle şeyler
düşünmek başını ciddi anlamda belaya sokabilirdi. Buzdolabından bir bira çıkarıp tezgahın
altından kalın yünlü bir battaniye aldıktan sonra hangardan çıkarak kumsala doğru yürüdü.
Kumsaldaki kamp sandalyelerinden birini sürükleye sürükleye sönmüş ocağın yanına getirdi.
Sandalyeye yayılarak oturup ayaklarını ocağın kapkara olmuş taşlarına dayadı ve birasını açtı.
Karanlık gökyüzü yıldızlarla doluydu. Tam arkasında bir baykuş öttü. Rıhtıma çarpan
dalgaların ve çalılıklardaki küçük yaratıkların seslerine kulak vererek birasmdan koca bir
yudum aldı. Ağaçların arasından gölün diğer yakasındaki evlerin ışıkları görünüyordu.
Arkasındaki eve bakmayı reddederek gözünü karşı kıyıya dikti. Ev lanet olası bir Noel
kartpostalı gibi ışıldıyordu. Evin ışıklarının onu çağırdığını hissediyordu ama ne yazık ki
doğru değildi bu.
Büyükannem bana bu gölün sihirli olduğunu söylerdi. Bu sular her derde deva olurmuş.
Sende işe yaradı mı Jenny?
Hemen hemen.
Jenny’nin tutkuyla kendisine yaklaşmasını istiyor ama Jenny’nin istediği şeyin bu olmadığını
anlayabiliyordu. Bugün Cody’yle atış yaparlarken ve tribünlerde Jenny’nin yanında otururken
kendisine bir düşün içinde yaşamak için biraz izin vermişti. Bu düşte buradan gidecek bir
yabancı değil; bir şeylerin, bir ailenin, Jenny’nin hayatının bir parçasıydı. Uçuştan
döndüğünde onu kendisini beklerken bulmanın nasıl bir şey
338
Bir Adı t) ı.
idim Ben, Son Adım Aşk
olacağını hayal etti. Oysa bir daha asla uçuştan dönmeyecekti. Asla. Jenny de, pilotluğu da,
başının üstünde yanıp sönen şu yıldızlar kadar ulaşılmazdı.
Birasından bir yudum aldı. Ay ışığında sadece bir siluet olarak gördüğü uçak, rıhtımın
ucunda yavaşça salınıyordu. Bu kocaman, hantal gövdeye her baktığında hissettiği o tiksintiyi
duymadı bu kez; uçağı suyun üzerinde öyle sallanırken görmek, akimdan çıkarmaya çalıştığı
hatıraları yeniden uyandırmıştı. Bunları düşünmemeye çalışsa da bu mümkün görünmüyordu.
Bu sonsuz gökyüzünün altında otururken jet motorlarının gürleyişini duyar gibi oluyor,
burnuna jet yakıtının o tanıdık kokusu geliyordu. Bir zamanlar aynı gökyüzünde saatte sekiz
yüz mil hızla giderdi. Bundan uzaklaşabileceğini, Meksika’da sessiz bir kumsala gidip huzur
bulacağını düşünmüştü ama şimdi bundan o kadar da emin değildi artık.
Birasının kalanını bir dikişte bitirip cebindeki davetiyeyi çıkardı. Üzerine karmaşık desenli
kabartmalar basılmış, kalın bir kağıttı. Tarihe baktı. İki hafta sonrasınaydı. Parmağını
kabartmalı harflerin üzerinde gezdirirken ona bu daveti kabul ettiren şeyin ne olduğunu sordu
kendine. Aslında biliyordu; tıpkı buradan hemen gitmesi, Jenny’den ve ona asla sahip
olamayacağı şeyleri hatırlatan ne varsa hepsinden acilen uzaklaşması gerektiğini bildiği gibi.
Kızınıza herhangi bir zarar vermek gibi bir niyetim yok, Bayan Beckinsale. Aramızda bir
iş ilişkisi var, hepsi bu.
Yalan değildi. Jenny’ye zarar vermeyi asla düşünemezdi. Şimdi çıkıp gidebilecek durumda
olsaydı hemen giderdi ama
339
Kimberiy Fisk
şu anda giderse her şeyini kaybetmiş olacaktı. Daha da önemlisi, Jenny’nin ayakta tutmak için
bu kadar mücadele verdiği iş de batıp gidecekti. Jenny’nin hafta boyunca yaptığı telefon
görüşmelerini duymuştu. Bu işten hiçbir şey çıkmazdı. Bu gece ailesinin Jenny için ne kadar
kaygılandığını kendi gözleriyle görmüştü; onun için her şeyi yapacakları, her şeyi verecekleri
de gayet açıktı. Tıpkı Steven’ın dediği gibi.
Jared yeniden davetiyeye baktı. Belki de bu toplantı onun kurtuluş bileti olacaktı. Ailesinin
de yardımıyla Jenny nihayet gerçeği kabul etmek zorunda kalacaktı: bu işi kurtarmak
mümkün değildi. Bunu ne kadar çabuk kabul ederse ikisi için de o kadar iyi olacaktı. O zaman
Jenny’nin hayatından da, aklından da çıkıp gidebilirdi.
Ceptelefonunu çıkarıp bir daha arayacağını hiç düşünmediği bir numarayı çevirdi.
Alo? dedi uykulu bir ses.
Hart? Uyan.
Arkadan gelen bir kadın sesi duyuluyordu. Tatlım, gel-sene, bak sana ne vereceğim.
Kenny Hart, kadını duymazdan gelip, Worth? Sen misin? diye sordu. Tanrım, haftalardır
sana ulaşmaya çalışıyorum. Bir dakika.
Birtakım hışırtılar duyuldu. Kenny yataktan çıkıp üzerine bir şeyler giyiyordu herhalde.
Jared kadının mızmızlandığını duydu ama Kenny isterse gitmekte serbest olduğunu
söyleyince sesler kesildi.
Jared kadının ne kadar sinirlendiğini tahmin edebiliyordu.
340
Bir Achm Sen, hır Adım Ben, Son Adım Aşk
Üsteğmen Kenny Hart, birinci sınıf bir pilot olmanın yanı sıra bütün kadınların sevgilisiydi.
Jared onu tanıdığından beri böy-leydi bu; onun bir gülüşüne, bir bakışına içi gitmeyen bir
kadın bulmak mümkün değildi.
Tamam, Hayalet. Seni dinliyorum.
Umarım önemli bir görüşmeyi kesmemişimdir.
Bütün görüşmelerim önemlidir, dedi Kenny bir kahkaha atarak.
Bir adı var mı?
Diğerleriyle aynı: Bebek. Ama bir problem var, sen gittiğinden beri hepsi bana kaldı.
Kenny bir an için sustu. Beni dinle, Worth. Haftalardır sana ulaşmaya çalışıyorum. Sadece
ben değil, bütün birlik seni arıyoruz. Komutan seni çağırıyor. Seni acil görmesi gerekiyormuş.
Benim onlara söyleyecek bir şeyim kalmadı. İstifamı verdiğime göre bundan sonra ancak
kıçımı görürler. Bırak bunu. O kadar kesin konuşmuştu ki, söyleyecek hiçbir şey kalmamıştı.
Bunun için aramadım. Senden benim için bir iyilik yapmanı isteyeceğim.
Uzun bir sessizlik oldu. Ne diyorsun? Bugüne kadar hiçbir şey istediğini duymamıştım. Ne
istersen, dostum.
341
17
Günlerden çarşambaydı ve Anna daha şimdiden kendini bütün hafta çalışmış gibi yorgun
hissediyordu.
Doktor Adams, dedi telefondaki stajyer, hemen acile gelmeniz gerekiyor. Muhtemel kafa
travması. Hasta yirmi yedi haftalık hamile ve tepki vermiyor. Bebek tehlikede olabilir.
Elektronik monitör tablosunu çıkarmalarını söyleyin. Hemen geliyorum.
Çabucak asansöre gidip çağırma düğmesine bastı. Sabırsızlıkla beklerken çağrı cihazının
sesini duydu. Numaraya baktı, Cody’nin okulundan arıyorlardı.
Acile vardığında hemşireden çizelgeleri alıp kontrol etti. Bana hemen hasta durum
raporunu ve monitör kayıtlarını getirin.
Hemen, Doktor Adams.
Anna telefonu açıp Cody’nin okulunu aradı. İçindeki kaygı giderek büyüyordu.
Okuldakiler bundan önce çağrı göndermeye hiç gerek duymamışlardı.
342
Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
Sekreter onu doğruca müdüre bağladı.
Telefon elinde beklerken travma uzmanın getirdiği raporları aldı.
Teşekkür ederim, deyip elindeki kağıtlara şöyle bir baktı. Anneyi monitörden ayırmayın,
biraz sonra geliyorum.
Müdür telefonu açtı. Merhaba Doktor Adams. Ben Müdür Strickner. Cody’yle ilgili olarak
konuşmak istemiştim. Anna birden paniğe kapıldı. O iyi mi? Yaralandı mı yoksa?
Cody iyi. Yani fiziksel olarak hiçbir sorunu yok. Sizi işyerinizden aradığım için özür
dilerim; size ev telefonunuzdan ulaşmaya çalıştık ama bıraktığımız mesajlara da
gönderdiğimiz bilgi notlarına da yanıt alamadık.
Ben hiçbirini almadım.
Ben de öyle tahmin etmiştim.
Koridorda bir kapı çarparak kapandı. Bir yerlerden hıçkırarak ağlayan birinin sesi
duyuluyordu. Anna boynunun kasıldığını hissetti. Bu notlardan ve telefonlardan haberi
olmamasının tek bir sebebi olabilirdi: Cody onları annesinden saklıyordu. İçindeki panik
duygusu öfkeye dönüştü.
Cody’nin öğretmenleriyle görüştüm, diye devam etti müdür. Hepsi de oldukça endişeli;
son birkaç aydır Cody’ nin performansında da davranışlarında da ciddi bir değişim var. Sizin
bu konuya biraz ışık tutabileceğinizi düşünmüştüm. Müdür bir an sessiz kaldı. Acaba evde
bizim bilmemiz gereken bir değişiklik mi oldu?
343
Kimlurly h'ısk
Bir hemşire koşarak yanına geldi. Anons yapılmaya başlamıştı. Anna hemşirenin elindeki
tabloya bakarken içindeki gerginliğin gitgide büyüdüğünü hissetti. 1 layır. Her şey yolunda.
Bildiğiniz gibi, okul yılı sona ermek üzere ve şu an itibariyle Cody üç dersinde verilen
ödevlerin neredeyse yarısını teslim etmemiş durumda. Öğretmenlerin hepsi de bugün eve
getireceği ödev listesini tamamlayabilirse Cody’nin sınıfı geçebileceğini kabul ediyorlar.
Yapamazsa... Müdürün sesi zayıflayarak yok oldu.
İçiniz rahat olsun Müdür Bey, okul yılı bitmeden Cody ödevlerin hepsini tamamlayıp
teslim etmiş olacak. Anna acil uzmanının kendisine doğru koştuğunu gördü. Aradığınız için
teşekkür ederim. Bu konuyla ilgileneceğimden emin olabilirsiniz.
Telefonu kapayıp beş numaralı odaya koştu.
Altı saat sonra eve vardığında kendisini çok daha gergin ve öfkeli hissediyordu. Eve girer
girmez Cody’ye seslendi. Cody!
Marie ellerini önlüğüne kurulayarak, Odasında, dedi.
Teşekkür ederim, Marie. Bu kadar geç kaldığım için özür dilerim.
Sorun değil. Marie önlüğünü çıkarıp katlayarak çekmeceye yerleştirirken, Yemeğiniz
fırında, diye haber verdi. Cody hiçbir şey yemedi. Aç olmadığını söyledi. Alnı endişeyle kırış
kırış olmuştu.
Teşekkür ederim, dedi Anna yine. Herhalde benimle
344
Bir Adım V
m Ben, Son Adım Aşk
birlikte yemek istedi. Marie’nin bu yalanı yuttuğundan emin değildi.
Marie’yi gönderdikten sonra üst kata çıktı. Cody’nin kapısını çalmaya bile gerek duymadı.
Her zamanki gibi ayağında tenis ayakkabıları, kucağında çizim defteri ve suratında aynı
huysuz ifadeyle yatağına uzanmıştı.
Anna hemen konuya girdi. Bugün okulunun müdüründen bir telefon aldım.
Bay Kafakır.
Ne dedin sen?
Bay Stickner.
Bu iş şaka değil Cody. Bir sürü dersten sınıfta kalmanın eşiğine gelmişsin. Anna durumu
bütün ciddiyetiyle ortaya koymuştu doğrusu; ama Cody’nin kılı bile kıpırdamamıştı. Bana
eksik ödevlerinin listesini ver. Okuldan bugün sana öyle bir şey vereceklerini söylediler. Cody
yerinden kıpırdamayınca kan beynine sıçradı. Şimdi. Bu iş çözülene kadar kendini cezalı
sayabilirsin. iPod yok. Televizyon yok. Beyz-bol yok.
İşte bu, ilgisini çekmişti nihayet. Bu yaptığın büyük haksızlık.
Duymam gereken her şeyi duydum. Elini açtı ve Cody’ye uzatarak iPod’unu vermesini
bekledi. Cody en sonunda aleti cebinden çıkarıp yatağın ayakucuna doğru fırlattı.
Hikayeyi benim açımdan dinlemiyorsun bile.
İnan bana, seni yeterince dinledim. Konuşacağına bir
345
Kimberly Fisk
şeyler yap. Kalkıp iPod’u aldı. Bu arada, bu hafta sonu evde kalıyorsun. Bugün çalışacağım
yerde sana yardımcı olacak bir öğretmen bulabilmek için uğraştım. Bundan sonra ödevlerinin
hepsi bitinceye kadar Bayan Thorton her öğleden sonra ve hafta sonları eve gelecek.
Kapıyı açıp eli kapının tokmağında, dönüp oğluna baktı. Ayrıca telefon mesajlarını
sildiğini de, öğretmenlerinin yazdığı notları göstermediğini de biliyorum.
Öyle mi? Ne olmuş yani? O kadar meşgulsün ki kimseye telefon filan edemezsin zaten
sen. Babama bile.
Cody.
Boş ver.
Hadi, aşağı gel de bir şeyler yiyelim. Bunları yemekte konuşabi...
Aç değilim.
Anna ne yapacağını bilmeden bir süre kapıda durup oğluna baktı. Peki, dedi en sonunda
sakin bir sesle. Nasıl istersen. Kapıyı kapayıp yalnız başına yemeğe indi. Son zamanlarda bu
çok sık olmaya başlamıştı. Karidesli makarnasını gevelerken kocasına duyduğu öfke bir kez
daha içinde uyandı. Onu bütün bunların ortasında tek başına bırakıp nasıl gidebilmişti?
Cody onun alt kata inmesini bekledikten sonra odasından sessizce çıkıp diğer odaya
süzüldü. Telefonu eline alıp annesinin alt kattaki paralelden dinlemediğinden emin olunca
346
Bir Adım Sen, ^,r Adım Ben, Son Adım Aşk
sessiz olmaya dikkat ederek teyzesinin numarasını çevirdi. Jared üçüncü çalışında açtı
telefonu.
Selam, Cody, bekle de teyzeni çağırayım.
Ha-hayır, ben seni aramıştım.
Beni mi?
Evet. Annesinin yatağının kenarına oturdu. Telefondan bir televizyon sesi geliyordu. Yarın
maça gelmek için zahmet etme diyecektim.
Ertelendi mi?
Cody komodinin ayağına bir tekme attı. Hayır, ama ben oynayamıyorum çünkü okul
berbat ve annem beni kıçıyla dinliyor.
O kadar kötü ha?
Cody gözlerini sımsıkı yumarak gözyaşlarını durdurmaya çalıştı. Koca bir bebek gibi
ağlamak istemiyordu. En azından Jared ona küfıir etmemesi gerektiğini söylememişti. Evet,
sırf birkaç tane aptal ödevi yapmadım diye... Üzüldüm, evlat.
Jared, baksana...
Senin de başına hiç böyle şeyler geldi mi? Sayamayacağın kadar çok.
Cody annesiyle babasının gümüş çerçeveli düğün fotoğrafına baktı. Keşke babam burada
olsaydı.
Keşke.
Babam burada olsaydı... Cody’nin boğazı düğümlendi. Bu duruma ne derdi merak
ediyorum.
Jared bir süre sessiz kaldı. Keşke bilebilseydim.
347
Kimberly Fisk
Senin baban seni hiç terk etti mi?
Senin baban seni terk etmedi Cody.
Bir gözyaşı damlası yanağından çenesine süzüldü. Annem de öyle diyor ama gideli çok
uzun zaman oldu. Belki de dönmez artık. Yüzünü sildi. Teyzeme durumu sen anlatırsın değil
mi? Gözyaşları sel gibi akmaya başlamıştı, artık telefonu kapaması gerekiyordu. Bu hafta
sonu da gelemeyeceğimi haber ver, lütfen. Özel öğretmenimle evde hapis kalacağım.
Sık dişini, atıcı.
Cody sadece başını sallayabildi.
Jared telefonu kapayıp elini gevşetmeye çalıştı; telefonun ahizesini bu kadar sıkı tuttuğunu
fark etmemişti.
Cody’nin neden aradığını bilseydi yukarıdan bağırarak telefona bakmasını söyleyen
Jenny’yi duymazdan gelip işi telesekretere bırakırdı.
Babam burada olsaydı bu duruma ne derdi merak ediyorum.
Jared koltuğa oturup sırtını geriye yasladı. Kahretsin. Bu çocuk neden onu aramıştı ki?
Jared’ın tavsiye alınacak, hele hele babasını özleyen on üç yaşında bir çocuğa tavsiye verecek
bir tip olmadığını göremiyor muydu?
Jenny oturma odasına gelip, Anna mıydı? diye sordu. Üzerindeki pembe sabahlık ve
sabahlığın altından sadece paçaları görünen pijamasıyla kendini iyice paketlemişti. Omuz-
Bir Adım , ■ Adım Ben, Son Adım Aşk
larma dökülen saçları ıslaktı; kurumaya başlayan birkaç tutam saç yüzünün etrafında
kıvrılmaya başlamıştı. Ne giydiğinin hiç önemi yoktu aslında; sadece yakınında olması bile
Jared’ı çılgına çevirmeye yetiyordu.
Hayır, Cody’ydi.
Cody mi? Ne istiyormuş?
Jared kendini kalın sabahlığın altındaki göğüsleri seçmeye çalışmaktan vazgeçmeye
zorladı. Yarınki maça çıkamayacağını ve hafta sonu buraya gelemeyeceğini söylemek için
aramış. Aslında bu telefonun onu rahatlatması gerekirdi. Yarınki maçı dert etmesine gerek
kalmamıştı.
Jenny mutfağa gidip çaydanlığı ocağa koydu. Neden
ki?
Jared’ın içinden bağırıp çağırmak, Jenny’nin aile dramlarının dahil edilmek istemediğini
haykırmak geliyordu. Çünkü birkaç okul ödevini yapmadı diye ablan onu eve kilitlemiş. Bu
kadar kötü değildir herhalde.
Jared ellerini saçlarının arasında gezdirdi. Cody’ye göre böyle.
Son zamanlarda biraz başa çıkılması zor bir çocuk olmaya başladı. Eminim ablam doğru
yapıyordur.
Jared ayağa kalktı ve şömineye doğru yürüdükten sonra şömine demirini alıp soğuk külleri
eşelemeye başladı. Sadece birkaç ödev... Cody bence iyi bir çocuk.
Ben bunu bilmiyor muyum sence?
Jared, Jenny’ye dönerek yüzüne baktı. Bütün bunların kendisiyle hiçbir ilgisi olmadığını,
çenesini kapaması gerek-
349
Kimberly Fisk
tiğini gayet iyi biliyordu ama kendini tutamadı. Bence ablan abartıyor.
İnan bana, Anna hayatı boyunca hiç yanlış bir karar vermedi, özellikle de Cody konusunda
çok hassastır. Eminim, doğru olanı yapıyordur. Hem ne sen ne de ben çocuk sahibiyiz. Ne
anlarız ki?
Jared demiri yarısı yanmış bir kütüğün ortasına sapladı. Haklısın.
Jenny bebek pudrası ve tropik çiçekler gibi kokuyordu. Bu koku Jared’ı harekete
geçirmişti. Jenny’yi kanepeye yatırıp o aptal sabahlığı sıyırıp atmak ve ayaklarının tabanından
başlayarak boynuna kadar her bir noktanın üzerinde özenle durarak bütün vücudunu yalamak
istiyordu. Jenny onu çılgına çeviriyordu ve bunun farkında bile değildi. Tam tersi olmalıydı.
Sevişmenin özlemiyle yanıp kavrulan Jared değil o olmalıydı. Haklısın, dedi yeniden. Baba
olmak hakkında en ufak bir fikrim bile yok ama işten anlarım. Ettiğin bütün o telefonlar
zaman kaybından başka bir şey değil. Söylesene, şimdiye kadar herhangi bir sekreteri aşıp
patronla konuşmayı başardın mı?
Çaydanlık ıslığını öttürmeye başladı ama Jenny kalkıp ocağı söndürmek yerine masmavi
gözlerini Jared’ın yüzüne dikip şaşkın bir öfkeyle bakakaldı. Neden bu kadar kötü
davranıyorsun şimdi?
Kötü mü? Dur bakalım, daha hiçbir şey görmedin, diye geçirdi aklından. Bundan önce pek
çok kez Jenny’nin vazgeçtiğini düşünmüş, ailesinden parayı isteyeceğini zannetmiş
350
Bir Adım Sen, Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
ama yanılmıştı. Jenny ailesinden hiçbir şey istememişti. Onun yerine dişini sıkıp işini
kurtarmaya çalışıyordu. Kim olsa bundan etkilenirdi ama Jared burada kaldıkça Meksika
hayalinden gittikçe uzaklaşıyordu.
Sesi Jenny’ye -ve kendine- duyduğu kızgınlıkla buz gibi çıktı. İş demek hesap cetveli
demektir. Nokta. Ofisi baştan sona elden geçirdim, hazırladığın dosyaları gördüm. Söylediğin
gibi bir işkadınıysan bunu anlaman gerekiyor.
18
Yardım balosuna iki gün kalmıştı. Jared evin önünde durmuş etrafa bakmıyordu. Cody’nin
telefon ettiği akşamdan beri doğru dürüst hiçbir iş yapmıyor, sadece kendini meşgul edecek
bir şeyler buluyordu. Hangarın kapısını takıp zımparalamış, çatıyı ve sedir kaplamaları
basınçlı suyla yıkamış, hepsini beyaza boyamış, verandayı temizleyip onarmış, mutfaktaki
musluğu tamir etmiş ve bunlar gibi daha bir sürü iş yapmıştı. Hangarın içini lanet olası bir
satış ofisi gibi görünmesi için yeniden ve yeniden yerleştirip durmuştu. Buna karşın, kendini
ne kadar zorlarsa zorlasın Jenny’nin o kırgın bakışını akimdan çıkaramıyordu.
Söylediğin gibi bir işkadınıysan bunu anlaman gerekiyor.
Ellerine deri eldivenlerini geçirip hangarın arkasında yığılı duran altı tahtadan ikisini
omuzlayıp sahile doğru yürümeye başladı. Taze işlenmiş kereste kokusu her yanını sarıyordu.
Sahile vardığında tahtaları kumların üzerine bıraktı. Dün rıhtımı yıkarken birkaç tahtanın
değiştirilmesi gerektiğini fark etmişti. Kereste deposuna gitmek için Zeke’den
352
Bir Adım Sen, Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
kamyonetin anahtarlarını istediğinde, yaşlı adam anahtarları uzatırken gülüp başını sallamıştı.
Evlat, o tahtaların hiçbir şeyi yok.
Belki de öyleydi ama Jared’ın bir şeyler yapması gerekiyordu; bu da yapılacak bir işti işte.
Tahtalarla birlikte beş galon da su geçirmez dış mekan cilası almıştı. Tahtaları değiştirdikten
sonra bütün rıhtımı perdahlamayı düşünüyordu.
Yağmur en nihayet durmuştu, güneş pırıl pırıl parlıyordu. Tişörtü yine arka cebinde
sallanıyordu; beline de bir alet kemeri takmıştı. Eline bir levye alıp işe koyuldu.
Hangardaki radyoyu çıkarıp klasik rock çalan bir istasyon bulmuş ve sesi sonuna kadar
açmıştı. AC/DC’den Highway to HeUi söylerken rıhtımın tahtalarını gevşetmeye çalışıyor,
bütün kasları geriliyordu. Güneş altında iş yapmaktan teni koyulaşmış, altın pırıltılar saçan
olan bir kahverengiye dönüşmüştü.
İlk iki tahta kolayca yerinden sökülmüştü ama diğerleri aksilik çıkarıyorlardı. Levyeyi
çekiçle vurarak kerestenin altına sokup, ahşap inleyerek yerinden fırlayana kadar tüm gücüyle
asıldı.
İşte buna sınıf atlama derim ben. Savaş pilotluğundan ameleliğe.
Jared elindeki levyeyle doğruldu. O aptalların berbat emirlerine uymaktan iyidir.
Kenny Hart rıhtımın ucunda durmuş ona bakıyordu. Az Önce bir Malibu kumsalından
çıkmış gibi bir hali vardı. Jared kadınların bu adamda ne bulduklarını hep merak etmişti.
353
Kimberly Fisk
Hart birliğe iki yıl önce katılmıştı. Baş belası herifin tekiydi. Üzerindeki özel tasarım kot
pantolonu, lame baskılı tişörtü ve Jared’ın ayağına bunları giymektense yalınayak gezmeyi
tercih edeceği fütüristik ayakkabılarıyla bir moda dergisi modeline benziyordu.
Jared park yerine doğru şöyle bir baktı. Siyah bir Porsche güneşin altında göz alıcı ışıklar
saçıyordu. Kız arkadaşının arabasını mı aldın? Kız kılıklı heriflerden başka kimse binmezdi
bu arabaya, ikisi de biliyordu bunu.
Kiralama servisinde başka araba yoktu. Kıskandın mı?
Evet, ne demezsin.
Kenny radyonun sesini kıstı. Jared, tam da Springsteen Bom to Runı söylerken radyonun
sesini kıstıkları için büyük bir günah işlediklerini düşünüyordu ama Kenny’nin böyle bir
sıkıntısı olmadığı açıkça görülüyordu.
Buraya neden geldin ki?
Benim de buralarda büyüdüğümü söylesem inanır mısın?
Hayır.
Kenny umursamazca omuz silkince Jared onun doğru söylediği hissine kapıldı.
Görevimi yapmaya geldim.
Jared ayağını tahtaya dayayıp levyeyi itti. Ne görevi? Tahta yerinden kurtulurken Jared’ın
göğsünden bir inilti çıktı.
Sağdıçlık tabii ki. Biraz düşündüm ve benden bir smokin istemenin tek bir sebebi
olabileceğine karar verdim. Ben de sağdıcın olacağım.
354
1
Bir Adım Sen, Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
Tahta en sonunda yerinden çıktı. Jared doğrulup elindeki levyeyi yere attı ve cebinden
tişörtünü çıkarıp alnını sildi. Hart, beni yakaladığın gün ben toprağın altında olacağım. Ama
seni çoktan yakaladım zaten. Sen işi bıraktın, hatırlıyorsun değil mi?
Çeneni kapa da şu tahtayı uzat.
Kenny kerestelere şöyle bir baktı. Kusura bakma ama elime kıymık batmasını
istemiyorum. Tören sırasında kızın babasının yanma gelip alnına bir tabanca dayamasına nasıl
mani olurum yoksa?
Jared tişörtünü yeniden arka cebine tıkıştırdı. Tören filan yok.
Kenny güneş gözlüklerini çıkarıp şaşkın gözlerle baktı.
O zaman neden istedin smokini?
Nesin sen be? Magazin muhabiri filan mı?
Öyle olsaydım kariyerinin zirvesindeyken her şeyi bırakan savaş pilotu hikayesiyle epey
para kazanabilirdim.
Jared, Hart’a bakmadan önünden geçip doğruca hangara yöneldi ve buzdolabının önüne
gelene kadar da durmadı. Buzdolabını açıp soğuk bir bira aldı. Şişenin kapağını açıp bir
yudum içti ve kapıyı ayağıyla kapadı.
Kenny, Jared’ ın ona teklif etmesini beklemeden buzdolabını açıp kendi birasını kendi aldı.
Ne dersin? Satabilir miyim bu hikayeyi?
Cehenneme kadar yolun var.
Seni de orada bulacakmışım gibi geliyor. Hart şişesini açıp yudumlamaya başladı.
355
Kimberiy Fisk
Senin gibi kız kılıklıların bardakla içtiğini sanırdım. Bardak istemem ama cevabımı
mutlaka alacağım. Jared kalçasını tezgaha yasladı. Canı kavga çekiyordu ama Hart hiç oralı
olmuyordu. Kenny’yi karşısında görünce, kaybettiği her şey bir bir gözlerinin önünden
geçmeye başlamıştı. Cevabı biliyorsun.
Sana haksızlık ettiler, bunu kabul ediyorum... Haksızlık mı ettiler? Tamamen politik
davrandılar, ben de bu işin içinden çıkmayı seçtim.
Komutan bu işi düzeltmek istiyor. Konuş onunla. Söyleyeceğim her şeyi soruşturmada
söyledim. Neden birliğin senin için şahitlik etmesini kabul etmedin? Hepimiz hazırdık buna.
Kendi işimi kendim görürüm.
Belki de bu aptalca ‘tek adam’ rolünü bırakıp bir takımın parçası olma zamanı gelmiştir.
Jared güldü. Duyduğuma göre Sevgili Abby bir asistan arıyormuş. Tam senlik iş.
İşe ihtiyacı olan asıl sensin. Ben hala uçuyorum. Jared doğruldu. O smokini ver de defol
git buradan. Tek bir şartla. Komutanla konuşacaksın.
Jared yanıt vermedi bile. Porsche’ye doğru yürüyüp kapısını açtı. İçeriye şöyle bir göz atıp
aradığı şeyi bulamayınca bagaja yöneldi. Bavulları es geçip bagajın içine yatırılmış elbise
çantasını kapıp bagajı kapadı. Teşekkür ederim. Şimdi git. Kenny sırtını arabanın kaportasına
yasladı. Kime ait burası?
356
Bir Adım Sen, Bir Adım Ben, Son Adım A.)k
Bu seni hiç ilgilendirmez.
Söylesene.
Jared düşmanca bir bakış attı. Senin tanıdığın biri değil. Hart, birliğe Steven ayrıldıktan
çok sonra gelmişti.
Kenny gözlerini Jared’ın ardındaki bir noktaya dikip, Galiba bulmak üzereyim, dedi.
Jared arkasını dönünce Jenny’nin verandanın basamaklarını indiğini gördü. Fısıltı gibi bir
küfür çıktı dudaklarında. Beyaz bir eteğin üzerine pembe bir tişört giymiş, bir kraliçe edasıyla
yanlarına geliyordu. Başı yukarıda, omuzları geride, koyu pembe ojeli ayaklarındaki parmak
arası sandaletlerin her adımda şıpıdık şıpıdık ses çıkarmasına aldırmadan yürüyordu. Çok da
açık saçık bir kıyafet sayılmazdı doğrusu. Jared bunu bilse de Jenny’nin üzerine bir battaniye
atıp her yanını sıkı sıkı örtme isteğinden bir türlü kurtulamıyordu. Şu anda o lanet olasıca
sabahlık burada olsaydı ne iyi olurdu.
Kenny’nin nereye baktığını gayet net görebiliyordu. Bir an suratının tam ortasına bir
yumruk sallamak için müthiş bir istek duydu.
Jenny, Jared’a hiç bakmadan parlak bir gülümsemeyle Kenny’ye odaklanmıştı. Merhaba.
Merhaba, muhteşem kadın.
Jenny gülünce Jared’ın içi acıdı. Cody’nin telefon ettiği geceden bu yana Jenny ona tek bir
kelime bile söylememişti. Tek bir kelime bile. Ona bağırmayı bile bırakmıştı. Kendi kendine,
böylesi daha iyi, deyip duruyordu. Daha kolay. O buradan gittiği zaman Jenny’nin hissettiği
tek şey rahatlama
357
Kimberly Fisk
olacaktı. Yine de onun kendisine bir kerecik daha gülümsemesini istemekten kendini
alamıyordu. O kırgın bakışını akimdan silmek için tek bir gülümseme daha görmek istiyordu.
Ben Jenny. Jenny Beckinsale. Elini uzattığında Kenny boğulmak üzere olan bir adamın
can simidine yapıştığı gibi yapıştı eline.
Kenny Hart.
Kiralama servisi için mi geldiniz? Uçuş planında adınızı gördüğümü anımsamıyorum.
Güneş gibi bir gülümseme eşliğinde boş kalan eliyle bir tutam saçını kulağının arkasına
sıkıştırdı.
Kiralama?
Piç kurusu, kızın elini bir türlü bırakmıyordu.
Jared ona bir bakış attı ama Hart bunu görmezden geldi. Jared öne doğru bir adım atınca
Kenny nihayet mesajı alıp Jenny’nin elini bıraktı.
Jenny rıhtımın ucuna bağlanmış uçağı işaret etti.
Kenny şaşkın bir bakışla Jared’a döndü. Şaka yapıyorsun herhalde?
Sanırım, hayır. Jenny’nin sesi tatlı bir esinti gibi geldi Jared’a. Yakışıklıyla konuşuyor
olmasını umursamadı; sesini duymak yeterliydi.
Şimdi tane tane anlatın bakalım, dedi Kenny, kolunu Jenny’nin omzuna atarak. Tam olarak
ne kiralıyorsunuz?
Jenny yine güldü.
Geri dur, Hart. Jared’ın sesi kısık ama ölümcül bir derecede ciddiydi.
358
Bir Adım Sen, Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
Hadi, canım...
Geri dur yoksa ne yapacağımı bilirim.
Kenny gözlerini şaşkın şaşkın açıp kolunu Jenny’nin omzundan çekti. Buna
inanamıyorum.
Neye inanamıyorsun? diye sordu Jenny.
Kenny uzun uzun Jared’a baktı. Sonra dudaklarının kenarında beliren imalı bir
gülümsemeyle, Hiçbir şey, güzelim, dedi. Sana bunu bir dahaki görüşmemizde açıklarım.
Jared ikisinin arasına girdi. Öyle bir görüşme olmayacak.
Kenny, Jenny’ye göz kırptı. Bugün pek havasında değil.
Havasında olduğu bir zaman görmedim ki.
Kenny başını geriye atarak müthiş bir kahkaha attı. Güzelim, seninle çok iyi anlaşacağız
galiba.
İkidir güzelim diyordu ona. Jared, Jenny acaba Kenny’ yi ne zaman tersleyecek diye
beklerken Jenny yakışıklı herife gülümseyip saçlarını yana savurdu. Saçlarını savurdul
Ben de bir bardak buzlu çay içmeyi düşünüyordum, dedi Kenny’ye. Jared onun bu kadar
tatlı bir ses tonuyla konuşabildiğini bilmediği için biraz şaşırdı. Bana katılmak ister misin?
Kenny elindeki yarısı boşalmış bira şişesini Jared’ın eline tutuşturdu. Bundan daha çok
isteyebileceğim bir şey düşünemiyorum.
***
359
Kimberly Fisk
O ikisi verandaya oturmuş iki saatten fazladır çay içerek tıpkı uzun zamandan sonra
buluşmuş eski dostlar gibi konuşup gülüşüyordu. Jared yaptığı işe konsantre olmaya çalıştı
ama levyeyi kaçırıp parmaklarını üç defa tahtanın altına sıkıştırdıktan sonra vazgeçti .
Ateş saçan gözlerle Kenny’ye bakıyordu. Bu herif ne halt ettiğini sanıyordu böyle? Buzlu
çaymış... Külahıma anlatsın. Hart tanıdığı en manyak parti adamıydı. Eğer Jenny’ye onu
hemen yukarı çıkarıp Jared’ın hayalini kurduğu şeylerin hepsini yapacakmış gibi
gülümsemeyi kesmezse Jared’ın cevabını suratının tam ortasına yiyecekti.
Bu fikir giderek daha çekici gelmeye başlamıştı. Sağ elini sıkıp gevşetti.
Çiçeklerin çitlerini düzeltme bahanesiyle verandaya biraz daha yaklaştı. Çiçekleri çok da
taktığı yoktu aslında, sadece neler konuştuklarını duymak istiyordu ama eline pek bir şey
geçmedi. Kahkahalarla gülüyorlar, konuşurken fısıldamaya başlıyorlardı; bölük pörçük bazı
kelimeler dışında hiçbir şey anlamadı.
... smokin...
...yarın akşam...
...yok canım!...
Yok canım da ne demek oluyordu?
Aklını kaçırmak üzereydi. Verandadaki sallanan sandalyelere oturup böyle rahatça
konuşmalarına bakıldığında birbirlerine ne kadar yakıştıklarını görmemek mümkün değildi.
Dişlerini o kadar sıkmıştı ki, birden çenesinin ağrıdığını fark
360
Bir Adım Sen, Bir Adını Ben, Son Adım Aşk
etti. Tam o anda Kenny ona muzip, can sıkıcı bir kedi gülüşü yolladı.
Bu herifi gerçekten dövecekti.
Nihayet Kenny gitmek için ayağa kalktı ama ayrılmadan önce Jenny’ye uzun uzun
sarılmayı ihmal etmedi. Eli Jenny’ nin kalçasının hemen üzerinde duruyordu.
Jared’ın elindeki tahta parçası ikiye ayrıldı.
Jenny, Kenny’ye veda edip içeri girdi.
Jared, Harfi arabasına binmek üzereyken yakaladı. Ondan uzak dur.
Biraz sahiplenici bir tavır değil mi bu?
Evet. Hayır. O senin bildiğin o salak kızlardan değil. Sözlerimi ciddiye alsan iyi olur. Bir
daha ona yaklaşırsan seni dümdüz ederim.
O biraz zor işte.
Tek bir yumrukta bitiririm işini.
Kenny güldü. Kendini övüp durma.
Bir dene istersen.
Çok isterdim ama yarın geceden önce ellerime zarar verecek bir şey yapmak istemiyorum.
Jared şakaklarının zonklamaya başladığını hissetti. Sen gitmiyorsun. Hart’m yardım
balosundan bahsettiğini anlamıştı.
Üzgünüm, Worth. Bir hanımı asla hayal kırıklığına uğ-ratamam.
Ondan uzak dur.
Bana şimdiden bir dans sözü var.
Jared yumruklarını sıktı. Saçma sapan davrandığını bi-
361
Kimberiy Fisk
liyordu ama bu farkındalık içindeki duyguyu silmeye yetmiyordu.
Kenny arabasının camını açarken sırıttı. Seni bu kadar iyi tanımasaydım sadece bir kadını
seven erkeklerden birine dönüştüğünü düşünürdüm.
362
19
Jenny ertesi gün bütün öğleden sonrasını fon toplama işine hazırlanarak geçirdi. Duş aldı,
saçlarını yıkadı, bacaklarını tıraş etti, makyajına da hatırı sayılır bir zaman ayırdıktan sonra
saçlarını yapmaya başladı. Sayısını bilemeyeceği kadar çok saç stili deneyip annesinin bile
memnun kalacağı basit bir topuzda karar kıldı. Elbisesi hakkında kaygılanmasına hiç gerek
yoktu; annesi her zamanki gibi önceden halletmişti bu işi.
Bütün kıvrımlarına mükemmel bir biçimde oturan askısız, beyaz bir tuvalet giyecekti.
Önde çapraz birleşen göğüs modeli, dekoltesini kusursuz bir şekilde vurguluyordu. Jenny boy
aynasmın önüne geçtiğinde bir an hayranlıkla donup kaldı. Arkasında uzanan derin yırtmacı
görünce daha da beğendi kendini. Annesinin ayakkabı seçimi de kusursuzdu; beyaz
ayakkabıların üzerinde zarif, pırıltılı bir çizgi vardı.
Gerginliğini saklayacak değildi. Geçen yıl aynı geceye Steven’la birlikte katılmıştı; bu
seneyse yalnızdı. Fakat tamamen yalnız da sayılmazdı.
Jared’ın banyoda hazırlandığını duyuyordu. Annesi ona
363
Kimberiy Fisk
Jared’ı da davet ettiğini söylediğinde hiddetinden köpürmüş ama bir şey belli etmemişti. Tabii
ki onu da davet edecekti. Neden etmesindi? Jenny’nin hayatını nasıl tarumar ettiğini
bilmiyordu ki annesi; Jenny ona hiçbir şey anlatmamıştı. Annesinin bütün bildiği, JaredTa
Jenny’nin iş ortağı olduklarıydı.
Keşke bu doğru olsaydı. Ona ne kadar kızarsa kızsın, içindeki bir şeyin hala umarsızca ona
ulaşmaya çalıştığını hissediyordu.
Az sonra merdivenlerden inerken az daha düşüyordu. Neyse ki Jared tam zamanında
uzanıp onu tutmayı başardı. Kolunu beline sımsıkı dolamıştı. Avuçlarından bedenine sım-
sıcak bir şeyler akıyor, uzun zamandır unuttuğu bir şeyleri hatırlatıyordu.
Üzgünüm. Bir hafta konuşmadıktan sonra ağzından çıkan ilk kelime bu olmuştu. Ben
sadece... Sadece onu smokinle görmek bir anda ciğerlerindeki bütün havayı boşaltan bir şok
etkisi yaratmış, basamaklardan nasıl ineceğini unutuver-mişti. Kot pantolonlu, tişörtlü Jared
tehlikeliydi ama smokinli Jared tamamen ölümcüldü.
Sadece ne?
Jenny kendini biraz geri çekti; Jared ise elini belinden çekmeye biraz gönülsüz gibiydi.
Seni görmedim.
Jared’m gülümsemesi bu yalanı yutmadığını açıkça gösteriyordu. Sonra geriye doğru bir
adım atıp başının üzerinde topladığı saçlarından başlayarak yüksek topuklu ayakkabılarına
kadar her yerine uzun uzun baktı. Yavaşça. Hiç acelesi yoktu. Bakışları bir an dekoltesinde
durakladığında koyu mavi
364
Bir Adım Sen, Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
gözlerinde bir arzu kıvılcımı yandı. Ben seni görüyorum, dedi basitçe.
Annemler biraz sonra gelir. Sanırım onları verandada beklesem iyi olacak. Ne zaman
birbirlerine bu kadar yakın dursalar havada bir şeyler titreşmeye başlıyordu.
Annenle baban gelmeyecek. Onlara seni benim götüreceğimi söyledim.
Jenny birden paniğe kapıldı. Bu odada yan yana durmak bile fazla gelmişti, aynı arabaya
binmeyi düşünemiyordu bile. Zeke’nin kamyonetiyle yaptıkları yolculuğu unutmamıştı.
Sanırım ayrı ayrı gitsek daha iyi olacak.
Hiç şansın yok.
Jenny elbisesinin uzunluğunu gösterdi. Unut bunu. Motosiklete filan binemem ben.
Ben de öyle bir şey beklemiyorum zaten. Anlamıyorum ki, yani...
Ateşkes.
Yumuşacık, derin bir sesle söylemişti bunu. Jenny başını kaldırıp onun gözleriyle
karşılaştığında en mavi sulara dalı-yormuş ya da en mavi göklerde uçuyormuş gibi hissetti.
Ne? Ateşkes, dedim. Sadece bu gece için; eğer bu seni memnun edecekse tabii.
Neden söylüyorsun bunu?
Çünkü bu gecenin ailen için çok önemli olduğunu biliyorum ve aramızdaki...
farklılıkların, geceni, daha doğrusu gecenizi mahvetmesini istemiyorum.
Jenny bakışlarını indirip gözlerini Jared’ın beyaz gömle-
365
Kimberly Fisk
ğinin siyah düğmelerine dikti. Şu an o da aynı şeyi istiyordu. Buna ihtiyacı vardı. Bu geceyi
kavgayla geçirmek istemiyordu; bir senedir insan içine çıkmadığı için yeterince gergindi
zaten. Başını kaldırıp gülümsedi. Memnuniyetle, kabul ediyorum.
Jared, Jenny’ye iyice sokulup belini kavradıktan sonra ellerini biraz yukarı kaydırdı. Şimdi
göğüslerinin tam altından tutuyordu onu. Jenny’nin bir şey söylemesine fırsat vermeden onu
göğsüne doğru çekip dudaklarını dudaklarına bastırdı. Yumuşak ya da sakin denebilecek bir
öpücük değildi. Daha çok sert ve ateşliydi. Onu o kadar istekle öpmüştü ki, Jared onu tutuyor
olmasa Jenny’nin, ayaklarının dibine yığılacağmdan emindi.
Anlaşmamızı mühürlemek için bir öpücük.
Ben böyle durumlarda insanların tokalaştığını sanıyordum, dedi Jenny. Hala nefes
nefeseydi.
Biz böyle yapıyoruz, Ponpon Kuyruk.
Birlikte Corvette’e doğru yürürken Jenny’nin hala bacakları titriyordu. Jared doğrudan
sürücü kapısına yönelmeyince Jenny biraz şaşırdı. Hayır, lütfen, dedi anahtarları Jared’a
uzatırken, sen kullan. Elbisesinin eteklerini toplayıp yüksek topuklu ayakkabılarını gösterdi.
Hiç yüksek topuklarla araba kullanmayı denedin mi sen?
Pek çok kez.
Bu akşam farklı bir Jared vardı karşısında. Onu büyüleyen, ona gülümseyen ve onu
dünyada istediği şey kendisiymiş gibi öpen bir Jared’dı bu.
366
Bir Adım Sen Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
Saklı Göl yoluna çıktıklarında Jenny gülerek kenardaki tabelaları gösterip haklarında bilgi
vermeye başladı. İlk bale dersini aldığı yeri, ehliyet kursunu, en sevdiği pizzacıyı ve eski
filmler oynatan küçük sinema salonunu gösterdi. Sessizliği doldurmak ve bu garip duyguyu
aşmak için saçma sapan konuşup duruyordu. Jared da bunun farkındaydı. Bu aptal hikayeleri
dinliyormuş gibi yapıp kafa sallamak yerine söylediği her şeye büyük bir ilgiyle kulak
veriyordu. Jenny’yle ilgili olan en ufak bir detayı bile bilmek istiyormuş gibiydi. Ona bir sürü
soru sordu; Jenny hakkındaki her şeyi merak ediyordu.
Tamam, dedi Jenny, Seattle’a yaklaşırlarken. Şimdi benim sıram.
Jared, Jenny’ye dönüp baktı. Göstergelerin ışıkları yüzüne vuruyordu. Benim hayatım
seninkine göre çok sıkıcı. Jenny güldü. Buna asla inanmam.
Birazcık ısrar edince gittiği yerleri, gördüğü ilginç şeyleri bir bir anlatmaya başladı. Jenny
her şeyi hipnotize olmuş gibi dinledi. Jared’ın sesinin büyüsüne kapılırken hikayelerinin
içinde kaybolduğunu hissediyordu.
Her şeyden konuştular. Seattle’m ünlü kulesini gördüklerinde Jenny’nin canı sıkıldı. Bu
geceyi bir baloda bağış toplayarak geçirmek değil; burada kalıp Jared’la konuşmaya devam
etmek istiyordu.
Park yeri kalabalıktı ama Jared giriş kapısına yakın bir boş yer bulmayı başardı. Arabadan
inerlerken bir rüzgar esip Jared’ın ceketini hafifçe araladı. Jenny gözünü dikip ona baktığını
fark ederek toparlandı. Buraya geldiği günden bu yana
367
Kimberiy Fisk
saçları uzamıştı. Jenny elini uzatıp Jared’ın düzgünce taradığı saçlarını okşamak istiyordu.
Birlikte büyük kapıdan girdiler ve farkına bile varmadan partinin tam ortasına düşmüş
oldular. Siyah pantolonlu, beyaz ceketli garsonlar ellerinde gümüş tepsilerle kalabalık bir
davetli topluluğunun arasında koşturup duruyorlardı. Jared iki kadeh şampanya kapıp birini
Jenny’ye uzattıktan sonra kadehini onun kadehine yavaşça vurdu. Mükemmel bir geceye.
Jenny gülümseyip şampanyasından bir yudum aldı. Gece şu an bitse bile mükemmel bir gece
olarak hatırlanacaktı.
Müzenin büyük salonunun diğer yanında kurulmuş bir sahnede Seattle Senfoni
Orkestrasından müzisyenler çalıyordu. Devasa salonu dolduran kalabalığın uğultusuna
rağmen Jenny müziğin sesini rahatlıkla duyabiliyordu.
Jenny! Gece mavisi tuvaleti ve kıyafetine uyumlu safir küpeleriyle annesi nefes kesici
görünüyordu. Jenny’ye sarılıp yanağmı öptü. Çok güzel olmuşsun, dedi Jared’a dönmeden.
Bunu halledebilmiş olmana sevindim. Hadi, gel...
Annesi onları kalabalığın içine çekti. Jenny bir saat boyunca yeni insanlarla tanışıp eski
tanıdıklarla sohbet etti. Jared harika bir kavalyeydi. Bir keresinde, Jenny’nin çok eski ve
kıymetli birkaç dostuyla karşılaştığını fark edince onları biraz rahat bırakmak için uzaklaşmak
istedi ama Jenny hemen elini yakaladı. Jared yüzüne baktığında Jenny’nin tek söylediği,
Lütfen kal, oldu. O da kaldı. Jenny’nin, bu davranışına dair mantıklı bir açıklaması yoktu.
Bütün bildiği, onun yanında olmasından, zarifçe beline doladığı kolundan güç aldığıydı. Bu
368
Bir Adım Sen, Bir Adını Beıı, Son Adım Aşk
gece için endişelenip durmuştu; Steven’ın ölümünden sonra uzaklaşmış olduğu bunca insanla
yüz yüze gelme düşüncesi
t
oldukça sinir bozucuydu. Oysa şimdi ne kadar yanıldığını anlıyordu.
Jenny. Jenny, ağabeyinin sesini duyunca döndü.
Vay. İki dirhem bir çekirdek! Paul’ü ne zaman smokinle görse aynı şeyi söylerdi. Ağabeyi
de her zaman gülümseyip onu kucaklar, bir ayı gibi sıkıp pestilini çıkarırdı.
Sen de çok cici bici olmuşsun, Jelly Belly! Yanağına acele bir öpücük kondurup Jared’a
döndü. Worth. Elini uzattı, iki adam el sıkıştı. Parti hoşuna gitti mi?
Jared dosdoğru Jenny’nin gözlerine baktı. Çok.
İki adam birbirlerini süzerlerken biraz garip kaçan bir sessizlik oldu. Jenny bu sessizliği
bozmak için hemen araya girdi. Anna’yı gördün mü?
Paul gönülsüzce bakışlarını ona doğru çevirdi. Sanırım henüz gelmedi. Dans edelim mi, ne
dersin?
Tamam, ama sakın ayağıma basma.
Jenny gülerek ağabeyinin koluna girdi ama Jared’m kolu hala belindeydi. İki adam
arasında kalmıştı. Şaşkın bir halde bir birine bir diğerine baktı. Sonra Jared sadece Jenny’nin
duyabildiği bir iç çekişle elini belinden çekti. Paul, Jenny’nin elindeki şampanya kadehini;
yani Jared’ın, boşalmaması için azami dikkat gösterdiği kadehi alıp Jared’a uzattı.
Dans etmeye başladıklarında Jenny, ağabeyine, Çok kaba davrandın, dedi.
Bu adamdan hoşlanmamaya başladım.
369
Kimberly Fisk
Öyle mi? Hiç hoşlanmış miydin ki?
Bundan emin değilim.
Biraz kibar ol, dedi Jenny yarı şaka yarı ciddi. Şu anda mağara adamı gibi davranan bir
ağabeye tahammülüm yok. Bu gece biraz eğlenmek istiyorum ve hiçbir şeyin bunu
mahvetmesine izin vermeyeceğim.
Paul isteksizce gülümsedi.
Şarkı bittiğinde bir aile dostlarının oğlu, Jenny’yi dansa kaldırdı. Şarkı boyunca dönüp
dururlarken Jenny onun boşanmış olduğunu, bir oğlu olduğunu ve kendisiyle çıkmak
istediğini öğrenme fırsatı buldu.
Bu teklife hiç de hazırlıklı olmadığı için bir an adımını şaşırıp tökezledi. Bunu biraz
düşünebilir miyim, Ryan? Elbette.
Ondan sonra bir sürü kavalyeyle dans etti. Ezilip durmaktan ayakları sızlamaya başlamıştı.
İçtiği şampanyalardan başı dönüyordu. Şarkı bittiğinde kendini dans pistinin dışma atmaktan
başka hiçbir şey düşünemez hale gelmişti. Önüne kimin çıktığını görmek için başını kaldırdı
ve gülümsedi. Kenny. Gerçekten geleceğini düşünmemiştim.
Ne yani, balonun en güzel kızıyla dans etme fırsatını ka-çırsa mıydım?
Jenny güldü. Yok canım, daha neler...
Kenny ona uzun uzun baktı. Gerçekten farkında değilsin, değil mi?
Neyin farkında değilim?
Tanrım, o çok şanslı bir herif.
370
Bir Adım Sen, Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
Jenny’nin kafası karışmıştı; kaşlarını çatmış, Kenny’nin söylediklerinin anlamını çözmeye
çalışırken tam arkasında tok bir ses duydu. Hart. Bu sesi birdenbire duyunca kalbi yerinden
hoplamıştı.
Kenny, Jenny’yi şöyle bir döndürünce herkes yüz yüze geldi.
İzninle eşini alıyorum.
Daha sonra, dedi Kenny.
Şimdi. Jared yanıt beklemeden Jenny’yi kollarının arasına çekiverdi.
Merhaba, dedi Jenny, şampanyanın verdiği gevşeklikle. Nerelerde olduğunu merak
ediyordum.
İzliyordum.
Neyi?
Seni.
Bakışındaki arzuyu fark ettiğinde bütün bedeninden bir elektrik dalgası geçti. Sen de dans
etmeliydin.
Gözlerinde Jenny’nin içini titreten bir anlam, bir vaat gizliydi sanki. Dans etmek istediğim
tek bir kız vardı.
Kim olabilir acaba? Yanıtı elbette biliyordu; birazcık şampanya içmek insanı bu kadar
pervasızlaştırabilir miydi?
Jared onu kendine çekip sıkı sıkı bedenine bastırdığında Jenny onun sertliğinin her
santimini hissetti. Bence biliyorsun.
Biliyordu. Haftalardır birbirlerinin etrafında dans edip duruyorlardı zaten. Onu istiyordu.
Onun da kendisini aynı şekilde istediğinden en ufak bir kuşkusu kalmamıştı şimdi.
371
Kimberly Fisk
Parmaklarının ucunda biraz yükselip ellerini Jared’ın boynuna koydu ve parmak
uçlarını, ensesine uzanan saçlarının arasına soktu. Diğer kavalyelerin aksine Jared özgüvenli
bir yavaşlıkla dans ediyordu. Teşekkür ederim.
Jared öne eğilince sıcak nefesi yanağını okşadı. Smokinin içindeyken bile temiz hava,
gün ışığı ve yıllanmış viski gibi kokuyordu. Ne için?
Her şey için. O unutulmaz öpüşün için. Mutfağın musluğunu tamir ettiğin için.
Jared gülümsedi. Benim yaptığımı nereden biliyorsun?
• Belki Cody’dir?
Bu, Jenny’yi güldürdü. Nedense bu hiç aklıma gelmemiş.
Ben de onun çok becerikli bir yardımcı olduğunu düşündüğünü sanıyordum.
Yeğenini Jared’a yardım etmesi için nasıl hangara gönderdiğini hatırlayınca yanakları
kızardı. Susma hakkımı kullanıyorum.
Jared sesini iyice alçalttı. Kullanabileceğin daha iyi şeyler biliyorum.
Jenny’nin kalbi yerinden fırlayacak gibi oldu. Bütün vücudunun yandığını hissediyordu
şimdi. Mesela?
Jared hafifçe geri çekildi. Benimle balkona çık da sana göstereyim.
Jared onu elinden tutup kalabalığın arasından terasa doğru çekerken Jenny hiç
direnmeden peşinden gitti. Çift kanatlı camlı kapılardan dışarı tatlı bir ışık yayılıyordu. Sıcak
bir ge-
372
Bir Adım Sen, Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
ceydi, terasın etrafına dikilmiş çiçeklerin kokusu her yanı sarıyordu.
Jared tek bir söz söylemeden onu karanlık bir köşeye çekti. Bedeniyle Jenny’nin önüne bir
set çekip, üzerine eğilince Jenny tamamen görünmez oldu. Jenny de ona sarılıp kendini
Jared’ın bedenine sıkı sıkı bastırdı. Jared, kadının yüzünü nazikçe tuttu; nasırlaşmış
başparmağıyla yanağını okşuyordu. Sonra eli aşağı doğru kaydı ve boynunu, omuzlarını aşıp
çıplak sırtına ulaştı. Jared’ın ellerinden sırtına, oradan da bütün bedenine sıcak bir şeyler akıp
içinde bir arzu ateşi yaktı. Jared onu kendine çekti. Daha önceki ateşli öpüşünün aksine, bu
kez yavaşça eğilip alnına küçük öpücükler kondurdu. Dudakları bütün yüzünü dolaşıp
yavaşça aşağı indi ve en sonunda dudaklarını buldu. Jenny parmaklarını Jared’ın güçlü
omuzlarına ke-netlemişti ve bunu ondan destek almak için mi yoksa geri çekilmesinden
korktuğu için mi yaptığını hiç bilmiyordu. Karnında bir kasılma hissetti. Bunu yapmaması
için bir dolu sebep vardı ama şu an bunların hiçbirini umursamıyordu. Jared’ın elinin
saçlarının arasına girdiğini hissetti. Şimdi saçma taktığı tokaları bir bir çıkarıp dağınık, kaim
buklelerini serbest bırakıyordu. En sonunda parmaklarını omuzlarına dökülmüş kabarık
saçlarının arasından geçirip yüzünde müthiş bir keyif ifadesiyle Jenny’ye baktı. Sanki bütün
bu zaman boyunca hep bunu yapmak istemişti.
Jenny.
Durma. Jenny kendi yalvaran sesini tanıyamamıştı. Jared’a duyduğu istek ve ihtiyaç
saklıydı bu seste. Kumsaldaki
373
Kimberiy Fisk
gece olduğu gibi yine her şeyi bir anda bitirmesinden korkuyordu.
Duramam zaten. Ağzı sıcak, ısrarcı, yumuşak ama sıkıydı. Jenny kollarını onun ceketinin
altından geçirip omuzlarını tuttuğunda, ondaki sarsılmaz gücü hissetti. Jared onu belinden
yakalamış yukarı çekiyordu. Jenny parmak ucunda yükseldi. Jared’m dili ağzının içinde
dolaşıp duruyor, içini daha önceden hiç tanışmadığı, delicesine bir istekle dolduruyordu.
Göğüsleri arzudan ve ihtiyaçtan sızlamaya başlamıştı. Jared sanki aklını okumuş gibi
kalçalarını avuçlayıp onu iyice göğsüne bastırdı. Bu temas göğüslerinin titreştirmiş, göğüs
uçları bir anda sertleşmişti. Jared’m eli kalçasından aşağı inip arkasında uzanan derin yırtmacı
buldu ve yırtmacın içine girerek Jenny’nin bacağını kaldırıp beline doğru çekti.
Tanrım. Bütün bir gece bunu yapmanın hayalini kurdum. Söyle. Senin de bunu istediğini
söyle.
Jenny arzudan kısılmış gözlerini kaldırıp Jared’a baktı. Güçlü yüzünden gecenin ışıkları
yansırken elini uzatıp yanağını okşadı. İstiyorum.
Ne istiyorsun?
Bunu istiyorum. Seni istiyorum.
Tanrım, Jenny. Bunu hem bir dua hem de bir lanet gibi söylemişti. Elini elbisesinin içinde
biraz daha yukarı kaydırıp kalçasının üzerinden geçirerek külodunun içine sokuverdi.
Jenny’nin soluğunun kesildiğini hissedince bir an durdu ama onun omuzlarına asılarak
kendini yukarı çekip şu ana kadar göstermeye çekindiği arzunun her bir damlasını akıtarak
374
Bir Adım Sen, Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
onu uzun uzun öptü. Hiç konuşmadan onu ne kadar istediğini söylüyordu ona. Jared’ın
parmaklan Jenny’nin sıcak etini serinletiyor, ona her şeyi unutturuyordu. Şimdi ne müziği
duyuyordu ne de insanlarla dolu bir balo salonunda olduklarını hatırlıyordu. Jared’ın
parmakları giderek daha derine giriyordu. Bütün vücudu alev alırken bir anda sırılsıklam oldu.
Jared’ ın güçlü parmakları kabarmış etinin üzerinde kaymaya devam ederken Jenny bir anda
kaskatı kesildi.
Ah, Tanrım.
Bacağını Jared’m belinden indirip biraz geri çekildi. Bacaklarının arası bir havuz gibi
ıslaktı. Bir anda içi utanç ve korkuyla doldu.
Bir kelime bile etmeden arkasını dönüp kaçmaya başladı. Çift kanatlı kapmm önünde bir
saniye durdu; partiye dönemeyeceğini biliyordu. Dudakları puf puf kabarmış, saçları böyle
darmadağınık haldeyken içeri giremezdi. Kapılardan geçip arabasına yöneldi ama park
yerinin içinden geçerken birden anahtarların Jared’da kaldığını hatırlayıverdi. Durdu. Şimdi
ne yapacağı hakkında en ufak bir fikri yoktu. Gözüne yaşlar dolmaya başlamıştı. Şu anda
tortop olup ağlamaktan başka hiçbir şey istemiyordu.
Jenny? Ablasının sesiyle irkildi. Aman Tanrım! Neler oluyor?
Hiçbir şey. Buğulanmış gözleri yüzünden pek bir şey seçemese de ablasının arkasında
duran arabasını görebiliyordu. Anahtarlar hala elindeydi. Anahtarlarını ver. Lütfen. Eve
gitmem gerek.
375
Kimberiy Fisk
Jenny. Anna’nın sesi kaygılıydı. Bana ne olduğunu söyle.
Söyleyemem. Lütfen, anahtarlarını ver bana.
Ben seni götürürüm.
Hayır! Neredeyse bağırmıştı. Lütfen.
Anna elini uzatsa da anahtarları bırakmadı. Lütfen, bana ne olduğunu...
Arkalarından yaklaşan adımların sesini duyunca ikisi birden dönüp baktı. Gelen Jared’dı.
Jenny anahtarları Anna’nın elinden kapıp Völvo’ya atladığı gibi park yerinden hızla çıkıp
gitti.
Yol boyunca içinde yükselen suçluluk duygusunu bastırmaya çalıştı. Steven’m öldüğünü
bilse de onu aldattığını düşünmekten kendini alamıyordu. Bir şey daha vardı; daha önce
kimseye söyleyemediği bir şey... Steven onun hayatındaki ilk ve tek erkek olmuştu ama
Jenny, onu gerçekten tatmin edemediğini biliyordu. Steven, ona karşı her zaman cömert ve
nazik davranmıştı; Jenny de onu bütün kalbiyle sevmişti ama onun kollarmdayken
arzulandığını hissedememiş, kendini tamamen bırakamamıştı. Oysa bu gece, kalabalık bir
müze salonunda, herkesin görebileceği bir yerde bambaşka bir kadına dönüşmüştü.
376
20
Eve yeni girmişti ki park eden Corvette’in sesini duydu. Birkaç dakika sonra Jared yatak
odasının kapısını çaldı ama Jenny yanıt vermedi. Jared ona seslenip dururken, Jenny hiç ses
çıkarmayınca kapıyı açmaya çalıştıysa da kapı kilitliydi. Korkaklık ettiğini biliyordu. Kapıyı
açıp onunla konuşmalı, ona anlatmalıydı. Anlatacaktı tabii, ama bu gece değil. Şimdi bile
vücudu hala onu istiyordu. Gözlerini kapadığında gözyaşları yastığına döküldü. İçi suçluluk
duygusuyla kavruluyordu. Üstelik zihnini allak bullak eden bir düşünce daha vardı. Steven’la
altı yıl boyunca nişanlı kalmışlardı. Altı yıl boyunca Steven’m uslanmasını, bir yuva kurmayı
kabul etmesini beklemişti.
Pilotlar uçar Bunu Steven’dan kaç kere duymuştu acaba? Bir ömür boyu onu beklemişti ve
ordudan ayrılıp Saklı Göl’deki işi kurmaya karar verdiğinde Jenny bütün hayallerinin gerçek
olacağını düşünmüştü. Şimdi yine bir pilota tutuluyordu ve bu seferki, Steven’m aksine, yuva
nedir hiç bilmiyordu. Kanıtı gözlerinin önündeydi: her zaman toplan-
377
Kimberly Fisk
mış duran bir sırt çantası. Jared’a aşık olmak üzere olduğunun farkındaydı ve buna izin
veremezdi. Onun kalbini kıracaktı, bir daha asla kendini toparlayamazdı.
Sabahın köründe telefonun sesiyle uyandığında hiç şaşırmadı. Telefonu açınca karşısında
annesini bulduğunda da.
Jenny, Anna dün gece olanları anlattı.
Jenny hiçbir şey söylemedi. Anna neler olduğunu bilmiyordu ama Jenny’yi o halde
görünce bir şeyler tahmin etmiş olacaktı.
Canım, benimle konuşmak ister misin?
Hayır.
Annesi iç çekti. Bu sabah babanla konuştuk. Ortağına ödemen gereken parayı biz vermek
istiyoruz.
Bir an şaşırıp bu teklifi kabul etmeyi ciddi ciddi düşündü. Bunu yapmayı hiç istemese de
Jared’ı hayatından acilen çıkarması gerekiyordu. Bunca zamandır Mavi Gök’ü düze
çıkarmaya çalışıyordu ve bu duruma daha ne kadar dayanabileceğinden emin değildi.
Jenny uzun bir süre sessiz kalınca, Düşün bunu canım, dedi annesi. Bize ihtiyacın olduğu
an yardım etmeye hazırız.
Teşekkür ederim, anne.
Az sonra, Jared’ın sabah koşusu için dışarı çıktığını duydu. O dışarıdayken rahat rahat bir
duş aldı. Duştan sonra kıyafetlerini giyerken annesiyle babasının teklifini düşündü. Çok kolay
olacaktı; tıpkı daha önce birçok defa yapmış olduğu gibi. Bu işin bedelini ödemelerini kabul
edip aradan
378
Bir Adım Sen, Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
sıyrılacaktı. Ailesinin onun bir kez daha başarısız olacağını düşündüklerini, hatta bunu
beklediklerini biliyordu ama bu defa farklı olacaktı. Mavi Gök onun için sadece Steven’a dair
bir şey değildi. Mavi Gök onun bir parçasıydı. Hayatı boyunca başka hiçbir şey için bu kadar
çok çalışmamıştı.
Söylesene, şimdiye kadar hiçbir sekreteri aşıp patronla konuşmayı başardın mı?
Hazırladığın dosyaları gördüm.
Söylediğin gibi bir işkadınıysan bunu anlaman gerekiyor.
Jared’m sözleri zihninde dönüp duruyordu. Bunu kabul etmekten nefret etse de haklı
olduğu açıktı. Bütün o telefon konuşmaları boşunaydı. Telefondaki bir sesten ibaretken neden
onu ya da şirketini ciddiye alsınlardı ki?
Biraz önce giydiği kotuyla kazağmı çıkarıp sahip olduğu tek iş takımını üzerine geçirdi.
Takımı giyer giymez birkaç hafta öncesine göre birazcık dar geldiğini fark etti. Nedenini tam
olarak kestiremese de buna sevinmişti. Belki de geri aldığı bu bir-iki kilo eski haline dönüyor
olduğunun işaretiydi. Takımının siyah rengini dengelemesi için içine inci pembesi bir bluz
giyip çabucak hangara gitti. Üzerinde çalıştığı dosyaları bulup hepsini Steven’m eski evrak
çantasına doldurarak kapıya yöneldi ama tam çıkacakken bir telefon daha açması gerektiğini
hatırlayıp geri döndü.
Telefonu eline alıp annesiyle babasının evinin numarasını çevirdi. Annesi telefonu
açtığında soluk almadan konuştu. Anne, teklifin için çok teşekkür ederim, ama bunu istemiyo-
379
Kimberiy Fisk
rum. Ne yapmam gerektiğini biliyorum. Babama da teşekkür ettiğimi ilet, lütfen. Telefonu
kapadığında içi yepyeni bir kararlılıkla doluydu.
Oysa yirmi dakika sonra arabasını bir yeraltı otoparkına park ederken artık pek o kadar da
güvenmiyordu kendisine. Şimdi kamına sancılar giriyordu. Koltuk altları terden sırılsıklam
olmuştu. Çelik ve camla inşa edilmiş bu şirket binası, ziyaretçilerine çok fazla söz hakkı
vermiyor gibiydi. Görüşmeye geldiği ismi yerleşim planında bulup asansöre binerek yirmi
beşinci kata çıktı.
Bir sürü insana dil döktükten ve yaklaşık bir saat kadar bekledikten sonra bir sekreter
eşliğinde, şirketin başkanı ve CEO’su olan Bay Kragen’m ofisine girmeyi başardı. İşte en
tepedeydi. O kadar gergindi ki, etrafına doğru dürüst bakamadı bile. Sadece devasa masayı ve
bütün cepheyi kaplayan pencereleri fark edebildi.
Sadece on dakikam var Bayan Beckinsale, dedi Kra-gen. Sekreter, Jenny’yi odada bırakıp
çıkmıştı. Lütfen, zamanımı boşa harcamayın.
Sırtından aşağı süzülen bir ter damlası geriye kalan cesaret kırıntılarını da alıp götürdü. Şu
anda buradan çıkıp koşarak kaçmaktan başka hiçbir şey istemiyordu. Fakat yeniden başarısız
olma korkusu onu olduğu yerde tuttu. Sizinle hava ulaşımı ihtiyaçlarınız üzerine görüşmek
için geldim. Bizim anlaşmalı bir şirketimiz var zaten.
Evet, dedi adamın karşısındaki koltuklardan birine otururken. Ama Mavi Gök’ün size
daha verimli bir şekilde
380
Bir Adım Sen, Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
hizmet vereceğine inanıyorum.
Yaşlıca adam koltuğunda geriye yaslanıp kollarını önü açık ceketinin üzerinden göğsünde
kavuşturdu. Peki, nasıl olacak bu?
Bildiğim kadarıyla siz ve üst yönetim kadronuz haftada üç kere British Kolombiya’ya
uçuyorsunuz.
Doğru.
Şimdiki şirketinizden farklı olarak, Mavi Gök çok daha manzaralı bir rota öneriyor.
Snoqualmie Şelaleleri’nin ve Oregon Çağlayanları’nm üzerinden dolaşıyoruz.
Bay Kragen kollarını çözüp öne yaslandı. Bayan Beckinsale, manzara peşinde olsaydık
tatile çıkardık.
Batağa saplanmıştı. Adamın gittikçe sabırsızlandığını hissediyordu, herhalde birkaç
dakikaya kalmadan dışarı çıkmasını isteyecekti. Başarısızlık an meselesiydi. Birden
gözlerinin önünde Jared’ın yüzü belirdi. Sesini duyar gibi oldu. Sen bir işkadınısın, bunu
hallet.
Sözleri bu kez yaralayıcı değil cesaret vericiydi. Ondan kanatlarını açıp uçmasını istiyordu.
Çok haklısınız Bay Kragen. Asıl noktayı atlayıp hemen ek paketlerimizden söz etmeye
başladım. Mavi Gök size ücretsiz bir seyahat hediye edip bu paketler hakkında bilgi sahibi
olmanızı sağlayacak zaten, ama önce şirketinize yapacağımız katkıdan bahsetmek istiyorum.
Devam et.
Hayret verici bir şekilde, bu kısacık iki sözcük bütün cesaretini toplamasına yardım etti.
İkimizin de bildiği gibi şu
381
Kimberiy Fisk
anda kullandığınız şirket Seattle’ın merkezinde bulunuyor. Evet, biz bunun çok pratik
olduğunu düşünüyoruz. Özgüveni yeniden inişe geçmişti. Evet, pratik fakat hafta içleri,
trafiğin yoğun olduğu saatlerde pek de pratik sayılmaz. 1-5 karayolunda uzun süren
tıkanıklıklar oluyor. Eminim kendiniz de deneyimlemişsinizdir bunu.
İstemediğim kadar.
Jenny koltuğunda hafifçe döndü. İşte bu yüzden Mavi Gök’ün şirketiniz için çok daha iyi
bir çözüm olacağına inanıyorum. Biz 1-90 karayolunun çıkışında yer alıyoruz. Yani, trafiğin
tam aksi yönünde hareket ediyor olacaksınız. Ayrıca araştırmalarım doğruysa, ki öyle
olduğuna inanıyorum, yönetim kurulu üyelerinizden ikisi Mavi Gök’ün yakınında yaşıyor.
Bay Kragen bileklerini masaya dayadı. Dersinize iyi çalışmışsınız, Bayan Beckinsale.
Gerçekten etkilendiğimi söylemeliyim. Birkaç doğru noktayı yakaladınız ancak Eme-rald
Şehir Havayolları’yla uzun bir geçmişe dayalı başarılı bir iş ilişkisi yürütüyoruz ve şirketimizi
değiştirmeyi düşünmüyoruz.
Başarısızlığın o tanıdık ağırlığı omuzlarına çökmeye başlamıştı bile. Bay Kragen
koltuğunu geriye çekince birkaç dakika içinde kapının önüne konacağını anladı. İş demek
hesap cetveli demektir. Nokta. Bekleyin. Sesi biraz fazla yüksek çıkmıştı. Lütfen.
Bayan Beckinsale...
Durmadı. Artan petrol fiyatları yüzünden Emerald Ha-
382
Bir Adım Sen, Bir Adını Ben, Son Adım Aşk
vayolları size ek bir yakıt faturası çıkarıyor. Bizim şirketimizde böyle bir uygulama yok.
Ayrıca Mavi Gök Havayolları’nın ihtiyaçlarınızı hakkıyla karşılayabileceğine dair sarsılmaz
inancımızı size kanıtlama fırsatı bulmak için İlk üç ay süreyle yüzde yirmilik bir indirim
öneriyorum. Bu süre bitiminde beklentilerinizi karşılayamamış olursak Emerald Şehir
Havayolları’ na dönmenizi anlayışla karşılayacağız. Gülümsedi. Tabii böyle bir şeye hiç
ihtimal vermiyorum.
Otuz dakika sonra Kuzey Amerika’nın en büyük kereste şirketinin kapısından çıkarken
elinde imzalı bir anlaşma vardı. Arabasına bininceye kadar çığlık atmamaya özen gösterdi.
Buna inanamıyordu. Mavi Gök’ün bugüne kadar rüyasında bile görememiş olduğu bir
rakamdı bu. Haftada üç Kanada uçuşu garantiydi.
Ceptelefonunu çıkarıp aklına gelen ilk numarayı aradı.
Jared ikinci çalışında telefonu açtı.
Jenny akşama doğru anayoldan eve saptığında dikkatini çeken ilk şey kumsalda yanan
büyük kamp ateşi oldu. Ayağını gazdan çekince araba yavaşladı. Kumsalda bu vakitte ateş
yakabilecek tek bir insan vardı. O kişi, dün gece onu kollarına alıp bütün bedeninin istekle
kıvranmasına neden olan ve her düşündüğünde kamının kasılmasına yol açan adamla aynı
kişiydi. Bütün gün onu düşünmemek için çaba göstermesi gerekmişti. İşe yaramıştı da. En
azından zaman zaman. Hayır, doğrusu hiçbir işe yaramamıştı. Ateşin ışığı arkasından
383
Kimberly bl.sk
vuruyor, o acı verecek kadar tanıdık gelen profili vurguluyordu.
Ciğerlerindeki bütün hava ağzından bir ıslık sesi çıkararak boşaldı. Er ya da geç onunla
yüzleşmesi gerekecekti. Dün gece bir erkeğin eliyle ilk defa tanışan on altı yaşındaki bir
bakire gibi kaçıp gitmişti. Ona bir açıklama borçluydu. Şu anda bu açıklamayı biraz kısa
kesebilmekten başka umudu yoktu.
Arabayı her zamanki park yerine çekerken yola serili çakıltaşları lastiklerin altında ezilip
tıkırtılar çıkardı. El frenini çekip çantasıyla evrak çantasını aldıktan sonra arabanın kapısından
sürünerek çıktı.
Jared birkaç metre ötesinde duruyordu.
Kalbi göğüskafesinden fırlayacakmış gibi çarpmaya başlayınca derin bir nefes alıp
sakinleşmeye çalıştı. Hangarın ön taraftaki ışıklar açıktı. Jared o kadar yakışıklı görünüyordu
ki bir süre orada durup kapının kolundan destek almak zorunda kaldı. Smokin gitmiş, yine
eski kot pantolon gelmişti. Yumuşak pamuklu gömleğinin üzerine giydiği deri ceketinin
arkası iki omzunun arasında gerilmişti. Selam.
Selam. Birkaç adımda yanına geldi. Şunu ben alayım. Uzanıp evrak çantasını elinden aldı.
Parmak uçları tenine değdiğinde öpüşmelerinin hatırasını zihninden kazımak için gösterdiği
onca çaba boşa gitmiş oldu. Geç kaldın. Be... ben... şehirde mahsur kaldım.
O kadar yakın duruyorlardı ki, Jared’ın yüzünü görebilmek için başını yukarı kaldırması
gerekiyordu.
384
Bir Adım Sen, Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
Otomobil koleksiyonuna mı başladın? Eve geldiği siyah arazi aracını gösteriyordu.
Jenny’nin dudaklarında çekingen bir gülümseme belirdi. Sabrına hayran kalmıştı
gerçekten. Aklındaki sorulara cevap aradığı belliydi, ama yine önce onu düşünüyor, ona bu
açıklamayı kendi bildiği gibi yapması için fırsat veriyordu. Hayır. Bu gördüğün Mavi Gök
Havayollarının yeni ve tek aracıdır. Corvette’le takas ettim.
Çok yoğun bir gün olmuş.
Sana anlatacağım bir sürü şey var. Bir an ateşe baktıktan sonra gözlerini yine Jared’a
çevirdi. Bana bir saniye verir misin? Gidip üzerimi değiştireyim, ardından ateşin yanında
buluşuruz.
İyi fikir.
Jenny aceleyle eve girip odasına çıktı. Takım elbisesini çabucak çıkarıp beyaz bir tişört,
kapüşonlu pembe bir eşofman üstüyle yumuşak pamuklu bir eşofman altı geçirdi üzerine.
Ayağına da beyaz spor ayakkabılarını giydi.
Sonra hemen dışarı çıktı. Hangarın ışıkları kapatılmıştı. Jared’ın hangarın ışıklarını onun
için açık bırakmış olduğunu o anda anladı. Eve geldiğinde karanlıkta tökezlemesin diye
yolunu aydınlatmıştı. Kalbinde bir sıcaklık hissetti. Biri onun için böyle basit ve tatlı bir jest
yapmayalı çok uzun zaman olmuştu.
Şu anda dolunay, yıldızlar ve çıtırtılar çıkaran ateşten başka bir ışık kaynağı yoktu.
Karanlıktan gelen hışırtılara yönelip kumların üzerinde yürüdü. Jared’ın yanındaki sandal-
385
Kimberiy Fisk
yeye çökerken, ‘‘Teşekkür ederim, dedi. Ateşin çevresinde üç boş sandalye daha vardı ama
Jared’m karşısına oturup kolaya kaçmak istememişti. Dün geceki davranışından sonra en
azından bu kadarını borçluydu ona.
Ne için?
Işıkları açık bıraktığın için. Ve bana karşı bu kadar sabırlı olduğun için. Ateş küçük
patlamalarla çıtır çıtır yanıyor, sarı ve turuncu tonlarda bir ışık saçlarının siyahını
vurgulayarak yüzünde dans ediyordu.
Ben de aradığın için teşekkür ederim.
Telefonda öyle zevzekçe konuştuğum için özür dilerim. Anlaşmayı yaptığıma
inanamıyordum. Elime telefonu alınca aklıma gelen ilk numarayı arayıverdim. Yüzüne
bakarken, keşke bu kadar karanlık olmasaydı, diye düşünmeden edemedi. Şu anda suratının
nasıl bir şekil aldığını çok merak ediyordu.
İlk beni mi aradın?
Evet.
Jared gözünü yanan kütüklere dikip öylece durdu. Gurur duydum. Gerçekten çok gurur
duydum. Tok sesinde Jenny’nin daha önce hiç duymadığı bir içtenlik vardı. Dönüp Jenny’ye
gülümsedi. Bundan önce hiç kimsenin ilk tercihi olmamıştım.
Jenny güldü. Bundan şüpheliyim ama doğruysa bile benim hayatımda ikimize de yetecek
kadar ilk var. Benimle paylaşmak ister misin?
Jenny güçlükle yutkundu. Ona anlatabileceği yüzlerce
386
Bir Adım Sen, Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
ilk deneyimi vardı ama şu anda önemli olan o ilki anlatmayı tercih etti. Dün gece hayatımda
ilk defa bir erkeğin o kadar ileri gitmesine izin verdim ama sonra paniğe kapılıp kaçtım. Ben
o kadar da ileri gittiğimi sanmıyorum.
Bundan emin misin?
Jared Jenny’ye döndü. Evet, tabii ki eminim.
Jenny onun ağzının, dudaklarının üzerine nasıl kapandığını, parmaklarını külodunun içine
sokarken ellerinin tenini nasıl yaktığını hatırladı. Bunun oldukça ileri bir aşama olduğundan
emindi ama şu anda tartışmak istemiyordu.
Yine de benim için ilkti.
Jared ayağa kalkıp ateşi biraz karıştırdı. Alevler gökyüzüne doğru yükseldi. Doğrusu bu
tepkiyi vermeni pek beklemiyordum.
Aslında ben de beklemiyordum.
Jared kütüğü bir kez daha dürtüp Jenny’nin yanındaki sandalyesine oturdu. Bana neyin
yanlış gittiğini söyleyebilir misin?
Hafif bir rüzgar, ateşin dumanını alıp uzaklara götürürken Jenny başını kaldırıp yıldızlarla
dolu kapkara gökyüzüne baktı fakat bunların ona Jared’ı hatırlattığını fark etti. Böylece,
gerçek bir yanıt bulmaya çabalarken içinde yükselen arzu galip gelmiş, yine aklı karışmıştı.
En azından gerçeğe yakın bir şey söyleyebilirdi ama dün geceki davranışının asıl sebebini
açıklaması imkansızdı. Sakın seni ayartıp kandırmaya çalıştığımı düşünme.
Açıkçası ne düşüneceğimi hiç bilemiyorum.
387
Kimberly Fisk
Ben... Sandalyesinde biraz dönünce kamp sandalyesinin metal çubuğu bacağım acıttı.
Steven öleli daha bir yıl bile olmadı. Sanırım henüz iş ilişkisi dışında bir ilişki kurmaya tam
olarak hazır değilim. Umarım...
Tamam, daha fazla bir şey söyleme.
Ama...
Ciddiyim, Jenny. Dirseklerini dizlerine yaslayıp Jenny’ye baktı. Dediğini anladım.
İkisi de sustu. Ateş çatırdıyor, dalgalar kumları yavaşça örtüp geri çekiliyordu. Canı
Jared’ın sert çıkışına, açıklayamadığı bir sebepten, fazlasıyla sıkılmıştı. Ee, yeni dört çekere
ne diyorsun? diye sordu. Konuşabilecekleri güvenli bir konu bulmaya çalışıyordu.
İş açısından düşünürsek Corvette’e göre çok daha isabetli bir seçim olmuş. Yine de
Steven’a ait bir şeyden vazgeçmek zor gelmiş olmalı.
Evet, diyebildi sadece. Arabayı takas etmek önceden imkansız gibi geliyordu ona fakat ne
kadar zor olursa olsun yapılması gereken şey buydu. Bu tamamen işle ilgili bir karardı ve
Jared’m da dediği gibi aslında aylar önce verilmesi gerekiyordu. Al. Eşofmanının cebinden,
evden çıkarken yanma aldığı anahtarları çıkardı. Böylece kereste deposuna filan giderken her
seferinde Zeke’nin kamyonetini istemene gerek kalmaz.
Jared anahtarları alıp avcunda şöyle bir tarttı. Haberin vardı demek?
Nasıl olmayabilir ki? Zarif bir hareketle kolunu açıp rıhtımı gösterdi. Burada yaptıkların
için sana daha önce
388
Bir Adım Sen, Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
doğru dürüst bir teşekkür bile edemedim. Burası şeyden beri bu kadar güzel görünmemişti.
Şeyden... Güldü. Doğrusu en son ne zaman bu kadar güzel göründüğünü hatırlamıyorum bile.
Ayaklarını uzatıp üst üste attı. En iyi kısmını duymak ister misin?
Kesinlikle.
Corvette’le dört çekerin parası milimi milimine denk geldi. Üzerine hiç para vermedim.
Tanrım, bu gerçekten çok iyi hissettirdi.
Yaptığın anlaşma kadar iyi hissettirdi mi?
Tabii ki hayır. Jenny gülünce Jared da karşılık verdi. Bana nasıl olduğunu anlatmak ister
misin?
Sence buna gerçekten katlanabilir misin? Telefonda bütün detayları çığlık çığlığa anlattım
zaten.
Jared kulağını ileri geri oynatıp sağırmış gibi bir hareket yaptı. Detayları pek duyamadım
ama yüksek perdeden attığın o çığlıklar gayet net anlaşıldı.
Affedersin.
Ederim. Hadi, anlat.
Ve Jenny her şeyi anlattı. Nasıl gergin olduğunu, ne kadar beklediğini, nasıl kıl payı
kurtardığını, hepsini anlattı. Bugünkü başarı daha çok senin eserin, dedi ona. Bana
söylediklerini düşünüp duruyordum. Asıl önem arz edenin hesap cetveli olduğuna ve bir
tüccar gibi düşünmeye dair bütün o sözlerini...
Bu senin başarın, benim değil. Kendinle gurur duymalısın.
389
Kimberly Fisk
Teşekkür ederim. Ama Jared’ın bu işin bir parçası olduğunu düşünmekten vazgeçmemişti.
Hem de çok önemli bir parçası. Yıllar boyunca Steven’m şefkatli kucağına sığınmıştı ama
sıcak bir kucakla sarmalanmak insanı hiç geliştirmiyor, sadece rahatlatıyordu. Steven’ı hiç
ama hiç suçlamıyordu. O her zaman Jenny’nin tüm beklentilerini karşılayan biriydi. Fakat
Jared... Jared farklıydı. Jared güçlü ve netti. Jenny gerçekten gerektiğinde onu yanında
bulacağını biliyordu ama o, Jenny’yi sürekli ayağa kalkıp kendi başına yürümeye zorluyordu.
Yarın için planımı duymak ister misin? Elbette.
Uluslararası Sigorta’yla görüşmeye gideceğim. Dünyanın pek çok yerinde iş yapıyorlar
ama Kanada’da ve Seattle’ da iki merkez binaları var.
Rakiplerinin bütün müşterilerini çalmayı mı planlıyorsun yoksa?
Elbette, dedi Jenny, tıpkı Jared’ın söylediği gibi. Jared gülümseyerek sırtını geriye yasladı.
Aferin sana. Jenny sandalyesinin üzerinde huzursuzca kıpırdanıp zifiri karanlık gökyüzüne
baktı. Sana bir şey sorabilir miyim? Ne istersen...
Aslında dün gece hakkında onun da kendisi kadar düşünüp düşünmediğini sormak
istiyordu. Oysa bir an duraksayıp başka bir şey sordu. Yarınki toplantı konusunda
verebileceğin bir tavsiye var mı?
Jared bir süre sessiz kaldı. Bana fikrimi mi soruyorsun?
390
Bir Adım Sen, Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
Evet.
Jared’ın gururu okşanmıştı. Pazarlık ederken önce sadece yakıt ödeneğini kaldırmayı öner.
Bunu yutmazlarsa indirim konusuna yüzde ondan gir.
Yani kapıyı hemen yüzde yirmiden açmamamı söylüyorsun.
Mümkünse. Jenny onun haklı olduğunu düşünerek başını salladı. Ellerini ceketinin
ceplerine soktu. Bu şirketi de alabilirsek bankanın bana kredi vereceğinden eminim. O zaman
paranı iade edebilirim ve sen de artık birliğine dönebilirsin. Kendi kendine sıkı sıkı sarılsa da
bu sözleri söylemenin verdiği acıdan kurtulamadı.
Jared şaşırmıştı. Ben artık Hava Kuvvetleri’nde değilim. İstifamı verdim.
Jenny yaşadığı şokla zıpkın yemiş gibi dönüp Jared’a baktı. Ne zaman?
Buraya gelmeden önce.
Jenny bütün bunları kavramaya çalışıyordu. Yani artık bir savaş pilotu değilsin.
Hayır.
Neden? Ve neden bunu söylemek için şu ana kadar bekledin?
Jared yanan kütüğe bir tekme attı. Çünkü her şeyin bir sonu vardır.
Bunun kaçamak bir cevap olduğunu ikisi de biliyordu. Fakat Jenny bu konuda başka bir
soru sormadı. Daha doğrusu soramadı. Aklında tek bir şey dönüp duruyordu: Jetlerle uç-
391
Kimberly Fisk
mayı bırakmıştı. Bu Jenny için ne anlama geliyordu? Bu ikisi için ne anlama geliyordu?
Acaba bunun bir anlamı olabilir miydi? Her şeyi değiştirebilir miydi? Yoksa ikisi için
değişen hiçbir şey olmayacak mıydı?
Jared konuyu tekrar iş meselesine çevirince Jenny de ayak uydurdu. Ona söyleyip sormak
istediği bir sürü şey vardı ama bütün bunları bu gece halletmeye çalışmak doğru olmayacaktı.
İçinde uçsuz bucaksız bir duygu karmaşası vardı ve bu düğümü çözmek için biraz zamana
ihtiyacı olacaktı. Belki yarın konuşabilirlerdi.
Ateşin başında oturup iş hakkında konuşurlarken zamanın nasıl geçtiğini anlayamamıştı.
Jared’la konuşurken aklına bir sürü yeni fikir geliyordu. Tıpkı dün geceki gibi bu ağzından
çıkan her şeyi büyük bir ilgi ve dikkatle dinliyor ve bunu çok çekici buluyordu. Sohbet
giderek canlanırken yeni fikirler ve yorumlar havada uçuşuyordu. Jared yeni internet sitesini
çok beğenmişti. Yeni bağladıkları Kuzey Amerika Kerestemin uçuşlarının da sitede
görünmesi gerektiğini söyledi. Uçak çoğunlukla bir ya da iki yöneticiyle birlikte uçacağından,
birkaç yolcu daha alırlarsa hiç para harcamadan karı yükseltebileceklerdi. Jenny bir sürü tatil
paketi hazırlamayı düşünüyordu, ama Jared tek bir tatil paketinin yeterli olacağında ısrar etti.
Başlangıç olarak iki hatta yoğunlaşacaklardı: Kanada ve San Ju-ans. Jenny balinaların göç
zamanı gelince tatillere denk gelen birkaç izleme turu koymaları gerektiğini söylediğinde,
Jared kabul etti. Jenny onun sesinin içinde yüzdüğünü hissediyordu;
392
Bir Adım Sen, Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
Jared’ın gözlerine bakılacak olursa, o da Jenny’nin düşüncelerine dalmıştı.
Jenny’nin gözleri yorgunluktan kapanmaya başlayana dek böylece konuşup durdular.
Bitap bir halde odasına çıktı; herhalde yastığa başını koyar koymaz uykuya dalacaktı. Oysa
bir cümle hala akimın bir köşesinde dönüp duruyordu.
Ben artık Hava Kuvvetleri ’nde değilim. İstifamı verdim.
Gözünü parmağındaki elmas yüzüğe dikip uzun uzun baktı. Yuvarlak kesimli pırlanta,
üzerine düşen ay ışığıyla küçük pırıltılar saçıyordu. Son altı yıldır, hayatını tek bir adama
adayacağına söz verdiği o günden beri takıyordu bu yüzüğü. Fakat Steven artık yoktu ve
Jenny’nin yapacağı hiçbir şey onu geri getiremezdi. Yüzüğü döndürerek gevşetmeye
çalışırken yanaklarından yaşlar süzüldü.
Ben artık Hava Kuvvetleri ’nde değilim. İstifamı verdim.
Yüzüğü yavaşça çıkarıp mücevher kutusuna koydu.
Jared ateşten geriye kalan korlara bakarak oturdu. îçi takdirle doluydu. Bütün
anlaşmazlıklardan sonra Jenny ilk zaferini elde etmişti işte. Ve bu geceki sohbetin ardından,
bunun sadece bir başlangıç olduğuna yürekten inanıyordu. Yarınki işi de kesinlikle
bağlayacaktı. Bundan sonraki her işi bağlayacaktı. Evet, iyi bir pazarlama stratejisi,
müşterileri ayartacak bir sürü cazip teklifi vardı ama mesele sadece bu değildi. Jenny, Tanrı
vergisi bir iletişim becerisine sahipti. İçtenliği, insanların onunla iş yapmak istemesine sebep
oluyordu. Bu düşünerek bulunacak ya da sonradan öğrenilebilecek bir şey değildi. Bu yeni
müşterileri ve az önce
393
Kimberiy Fisk
konuştukları bütün o yeni fikirlerini hesaba katacak olursa ona olan borcunu kısa zamanda
öderdi. İstediği de bu değil miydi zaten? Ama şu anda onun ortağı olarak kalmanın nasıl bir
şey olacağını hayal etmekten kendini alamıyordu.
İlk onu aramıştı. Bunu söylediğinden beri Jared hala kendine gelememişti. Annesini,
babasını, ağabeyini ya da ablasını değil, onu aramıştı. Bunu düşünmemeye çalıştı, bu küçük
olaya çok fazla anlam yüklememeliydi. Düşünmemeye çalıştığı bir şey daha vardı. O da dün
gece yaşananlardı. Ancak parmaklarının arasından akan o ipek gibi saçların, dudaklarının
tadının, teninin yumuşaklığının ve onu istediğini söylediği anda o sıcak ıslaklığının anısından
bir türlü kurtulamıyordu.
Steven öleli daha bir yıl bile olmadı. Sanırım henüz iş ilişkisi dışında bir ilişki kurmaya
tam olarak hazır değilim.
Kalkıp ateşin üzerine su döktü.
Steven.
Tıpkı bu ateş gibi, kurduğu bütün o boş hayaller bir anda sönüvermişti işte. İstediği kadar
burada kalmayı hayal edebilirdi, sonuçta hiçbir işe yaramayacaktı. Jenny sonsuza kadar
yanında kalabilecek, buraya kök salıp bir aile kuracak tipte bir adam istiyordu. Bir baba. Tıpkı
Steven gibi, sadece kanatları değil, kökleri de olan birini istiyordu. Hava Kuvvetleri’ nden
ayrıldığını söylediği anda gözlerinde çakan o umut ışığını görmüştü. Jenny’nin o an aradığı
adamı bulmuş olabileceğini düşündüğünü biliyordu. Tabii ki feci şekilde yanılıyordu. Jared’ın
bir yerde birkaç yıl kaldığı hiç olmamıştı, ancak birkaç hafta dayanabilirdi böyle bir şeye.
Evet, askeri-
394
Bir Adım Sen, Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
ye onu dünyadaki bir sürü yere yerleştirmişti ama buna da pek yerleşiklik denemezdi
herhalde.
Jenny için yanıp tutuşsa bile bu ilişki, iş ilişkisinin dışına asla çıkmamalıydı. Barda
kurduğu şu haince plan aklına gelince kendine gülmeden edemedi. Jenny’yi öpmenin planla
filan ilgisi yoktu. Onu istiyordu. Her şeyini istiyordu onun. Sadece yatağında değil, bütün
hayatında istiyordu. Oysa acı gerçek bütün açıklığıyla karşısındaydı; sürdürmeyi denediği
bütün ilişkiler tam bir felaketle sonuçlanmıştı. Ve hayatını mahvetmek istemeyeceği kadar
çok önemsiyordu Jenny’yi. Zaten yeterince karıştırmıştı her şeyi. Diğer yandan, bunu biliyor
olmak onu ne kadar istediğini ve üst kattaki odasındaki çift kişilik yatağını düşünmesine engel
olamıyordu.
21
Yardım balosunun üstünden birkaç hafta geçince Anna yine kız kardeşinin evine gitmeye
hazırlanırken buldu kendini. Jenny arabasını alıp kaçtıktan iki gün sonra annesi Vol-vo’yu
ona getirmiş, Anna da buna minnettar kalmıştı. Jenny’ ye araba konusunda
endişelenmemesini söylemesine rağmen Phillip’in otomobilini kullanmak çok zor gelmişti.
Pek çok açıdan. Araba aylardır çalışmadığı için Anna tamirci çağırmak zorunda kalmıştı.
Sonra arabayı iyice temizlemesi için başka birini daha tutmuştu. Bir zamanlar ne kadar göz
alıcı bir araba olduğunu düşününce, evliliğiyle bu araba arasında bir benzerlik kurmadan
edememişti. Bu evde hayata döndürülmesi gereken başka şeyler de vardı.
Dikiz aynasından Cody’ye baktı. Her zamanki gibi annesini görmezden gelmek için elinden
geleni yapıyordu. Onu ön koltukta, yanında oturmaya ikna etmeye çalışmıştı ama oğlan kabul
etmemişti. Ona ulaşmak için gösterdiği her çabayı reddediyordu zaten. Neyse ki okul bitmişti,
bütün eksik ödevler de tamamlanmıştı. Özel öğretmenle çalışmak zo-
396
Bir Adım Sen, Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
runda olduğu bütün bu sürede sadece iki maç kaçırmış olmasına rağmen annesini hala
affetmemişti.
Anayoldan Jenny’nin evinin bahçesine saptığında bir an için yanlış yere geldiğini sandı.
Az daha frenlere asılacaktı. Park yerinde dört araba vardı. Bir grup insan uçağa biniyordu.
Oldukça yoğun görünen işin dışında da bir sürü farklılık çarptı gözüne. Her şey harika
görünüyordu. Hatta muhteşem. Bahçe mükemmel durumdaydı. Verandanın sedir çatısı
temizlenip grinin açık, yumuşak bir tonuna boyanmıştı. Korkuluklar ve doğramalar
bembeyazdı, bahçeyse çiçekler içindeydi.
Arabayı durdurur durdurmaz Cody aşağı atlayıp o sırada hangarın kapısından çıkan
Jenny’ye doğru koşmaya başladı. Jenny elinde bir yığın dosya taşıyordu. Kız kardeşi her
zamanki gibi çok güzel, hatta göz kamaştırıcı görünüyordu. Fakat sanki onda bir farklılık
vardı... Çiçekli bir etekle beyaz askılı bir bluz giymişti. Ayağında pembe terlikler vardı. Sarı
saç lüleleri başının arkasında karmakarışık, kocaman bir topuzla toplanmıştı ama eğilip
Cody’ye sarılırken her zamanki nefes kesici güzelliği dışında başka bir şey fark etti Anna. O
da özgüvendi. Bu, kız kardeşinde daha önce hiç görmediği bir şeydi.
Anna arabadan yavaşça çıkıp Cody’nin eşyalarını toparlamaya başladı.
Selam, Anna! Jenny onu gördüğüne gerçekten memnun olmuşa benziyordu. Galiba bu
ufaklığı yine başımıza sarmayı düşünüyorsun.
Hey! dedi Cody biraz gücenmiş gibi. Tabii, gülümse-
397
Kimberiy Fisk
mesi yaratmak istediği etkiyi tamamen yok etti.
Jenny, Cody’nin omzuna şakadan bir yumruk attı. Şaka yaptım, evlat!
Umarım sakıncası yoktur. Benim...
Çalışman gerekiyor, dedi Jenny gülümseyerek. Anlıyorum.
Motorların çalıştığını duyunca dönüp uçağın gölün sularını yara yara ilerleyişine baktılar.
Gölün suları güneşin altında Noel süslemeleri gibi parıldıyordu. Gökyüzünde birkaç tane
pofuduk beyaz buluttan başka hiçbir şey yoktu.
Bugün uçak doluydu galiba, dedi Anna motorun gürültüsünü bastırmaya çalışarak.
Neredeyse. Bir tane boş koltuk vardı.
Sadece bir mi?
Evet. Jenny kocaman, ışıltılı bir gülümsemeyle baktı. Anna, bu gerçekten harika. Seni
aramak istiyordum ama boğazıma kadar işe gömülmüştüm. Tabii, bu iyi bir şey... Güldü.
Mavi Gök’ün birkaç tane anlaşmalı müşterisi oldu. Diğer yandan internete koyduğum seyahat
paketlerine de her gün rezervasyon yağıyor. Aslında internet sayfasına da eklemem gereken
yeni bilgiler var..
İnternet sitesi? Anlaşma? Seyahat paketi? Neler diyorsun böyle?
Jenny yine güldü. Biliyorum. Biraz kaygı uyandırıcı değil mi?
Cody uçağı seyretmeyi bırakıp Jenny’ye döndü. Hey, Jenny Teyze, bil bakalım ne oldu!
398
Ne oldu?
Bizim takım finallere kaldı. Maça gelir misin?
Deli misin? Bunu hayatta kaçırmam.
Anna kardeşine bakakaldı. Tek bir soru bile sormadan, maçın nerede, ne zaman ve saat
kaçta olduğunu ve hiç düşünmeden kabul etmişti. Anna onun samimi olduğunu biliyordu. Ne
olursa olsun o maça gelecekti.
Harika. Büyükbabamla büyükannem de gelecekmiş. Ya Jared? O da gelir mi?
Jenny’nin yüzü bir an için gölgelendiyse de bu o kadar çabuk kayboldu ki, Anna hayal
gördüğünü düşündü.
Bence ona sormalısın ama hem büyükbaban, hem büyükannen, ben, annen, bir de üzerine
Jared gelirse biraz kalabalık olmaz mıyız sence?
Annem gelmiyor, yine çalışacakmış. Babam da yok... Jenny kolunu Cody’nin omzuna
sarıp ona sarıldı. Cody sarılmasına karşılık verince Anna elinde olmadan biraz kıskandı. Cody
çok iyi biliyorsun ki ellerinden gelseydi annen de baban da orada olmak isterlerdi.
Cody omuz silkti. Her neyse.
Jenny başını kaldırıp Anna’ya anlayış dolu gözlerle baktı. Jared hangarda. Hadi, git de
maçına gelecek mi diye bir sor.
Cody gider gitmez Anna, Jenny’ye döndü. Teşekkür ederim.
Sadece iki küçük sözcüktü ama Anna’ya zor gelen sözcüklerdi bunlar.
399
Kimberly Fisk
Ne için?
Beni kötü adam olmaktan kurtarmaya çalıştığın için. Anna, kimse senin kötü adam
olduğunu filan düşünmüyor.
Anna, Cody’nin valizini yere bıratı ve hangara bakarak gözlerindeki yaşları sildi. Oğlum
öyle düşünüyor. İşimi kendisinden daha çok önemsediğimi sanıyor.
O daha on üç yaşında, tabii ki öyle düşünecek. Seninle gurur duyuyorum, Jenny.
Hayallerinin peşinden gittin ve hepsini gerçekleştirdin.
Tıpkı senin yaptığın gibi. Jenny bir süre sessizce ablasını süzdü. Sana bir özür borcum var.
Bu dünyada bir kadının sadece hayatta kalmakla yetinmeyip bir şeyler yapmak istemesinin
nelere mal olduğunu hiç anlamamışım. Son zamanlarda işle ilgilenmek dışında hiçbir şey
yapamaz oldum. Üstelik bir kocam ya da bir oğlum da yok. Bütün bunları nasıl idare ettiğini
hiç anlamıyorum.
İdare edemiyorum ki.
Jenny kollarını ablasına doladı. Anna uzun süre öylece durdu. Birbirlerine en son ne zaman
sarılmış olduklarını hatırlamıyordu bile. Kollarını yavaş yavaş kaldırıp kız kardeşine karşılık
verirken, onun bu desteğini kabul etmenin nasıl bir his olacağını hayal etmeye çalıştı ama
bunu nasıl yapacağını gerçekten de bilmiyordu. Çok ama çok uzun bir zamandan beri yalnız
yaşamaya alışmıştı.
400
Bir Adim Sen, Bir Adını Ben, Son Adım Aşk
Dört Temmuz Bayramı, inanılmaz bir sıcak dalgası ve pırıl pırıl bir güneşle çıkageldi.
Jenny, San Juan adaları çevresinde bir seyir turuna çıkacak olan turist kafilesini uçağa
binmesine yardımcı olurken Jared da Zeke’yle birlikte uçağı hazırlıyordu. Jared, Jenny’nin
Zeke’nin tatil günü çalışmak zorunda olması ihtimali karşısında nasıl paniğe kapıldığını
hatırlayınca gülümsedi. Jenny durumu Zeke’ye açıklayınca yaşlı adam buna gülerek tatilini
geçirmenin daha iyi bir yolunu bilmediğini söylemiş, yeni maaşı ve ikramiyeleri sayesinde
aldığı sıfır kamyoneti göstermişti.
Uçak kalkar kalkmaz Jenny yine diktatör moduna geçti ve anne babasının yıldönümü
kutlaması için gerekli olduğunda ısrar ettiği her şey yeni dört çekere yükleninceye kadar
emirler yağdırmaya devam etti. Jared’a bu aile buluşmasından ilk bahsettiğinde Jared bu işten
sıyırtmanın bir yolunu bulmaya çalışmıştı. Bu aile işleri onu en hafif tabiriyle biraz rahatsız
ediyordu ama Jenny topuğunu yere vurarak ısrar etmiş, illa onun da gelmesi gerektiğini
söyleyip durmuştu. Neden onu da yanında istiyordu ki? Ateşin başında geçirdikleri o geceden
sonra ilişkileri tam da Jenny’nin istediği yönde ilerlemişti; işten başka hiçbir şey yoktu
aralarında. Oysa Jared ona duyduğu isteğin bir yeraltı akıntısı gibi gizliden gizliye her gün
biraz daha şiddetlendiğini hissediyordu. Onu gördüğü ilk anda güzelliği karşısında apışıp
kalmıştı zaten. Fakat şimdi bunun üzerine direncine ve zekasına duyduğu hayranlık da
eklenmişti. Mavi Gök Havayolları gün geçtikçe daha karlı bir hale geliyordu. Neredeyse her
gece yapacakları yeni atılımları düşünür olmuş-
401
Kimberly Fisk
lardı. Bu geceler Jared'ı öldürüyordu. Masada karşısında otururken ya da kanepede yanına
çöktüğünde gözlerini Jenny’nin sol elinden alamıyordu. Yüzük yoktu. Yüzüğü artık neden
takmadığına kafa yormadığı zamanlarda da tüm düşünebildiği onu çırılçıplak soyup, üst kata
götürerek akla hayale sığmayacak şeyler yapmak oluyordu. Sonra da Jenny’nin ondan iş
ilişkisi dışında hiçbir şey beklemediği geliyordu aklına.
Jenny’nin annesiyle babasının evine ulaşmak hiç de kolay olmadı. Park yeri arabalarla
tıka basa doluydu, park yerine sığamayan arabalar da dar yolun kenarına dizilmişti. Ancak
garajın yanında bir yer Jenny için ayrılmıştı. Saklı Göl’ün batı kıyısındaki tuğla örme ev
oldukça etkileyici bir yapıydı. Elleri kolları yiyecekler, katlanır sandalyeler ve havai fişeklerle
dolu bir halde arka bahçeden eve ulaşmaya çalışırlarken Jared bu kadar kalabalık bir partiye
şahit olduğu için biraz afallamış durumdaydı. Yüksek banketli kıyı boyunca en az yüz metre
genişliğinde zümrüt yeşili bir çimenlik seriliydi. Çimenliğin her yanında üzerlerine kırmızı-
beyaz plastik masa örtüleri gerili piknik masaları konmuştu. Aynı anda hem kriket hem
badminton oynanıyordu. Atışı kaçıran Paul raketini onlara doğru salladı. Elleri eşyalarla dolu
olan Jared ona başıyla selam verdi. Etraftaki gülüşmelere bahçenin arka tarafına kurulmuş
hoparlörlerden gelen bir müzik sesi karışıyordu. Jared suratını buruşturdu; tabii ki yine
country çalıyordu.
Onun ekşi suratını gören Jenny, Ne var? diye sordu.
Hiç, dedi Jared bütün gücüyle vücuduna bakmamaya çalışarak. Onun evden o minicik
şortu ve sadece bir bikini üs-
402
Bir Adım Sen, Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
tüyle çıktığını gördüğünden beri daha parti başlamadan yerle yeksan olacağını biliyordu.
İşte, diye bir masayı işaret etti Jenny. Sandalyeleri buraya koyabilirsin.
Jenny’nin babası kocaman bir mangalın başına geçmiş hamburger ve sosis pişiriyordu.
Mangalın yanında da buharı üze rinde tüten deniztaraklan duruyordu. Selam baba, diye
bağırdı Jenny. Burası nefis kokuyor!
Babası kollarım açıp kızma sarıldı. Jelly Belly. Önlüğünün üzerinde Dünyanın En İyi
Aşçısı yazıyordu. Jenny babasının önlüğüne işaret ederek, İşte öğretmenim, deyince Jared
gülerek babasınm elini sıktı.
Babası yanındaki buzluğu açıp, Bira ister misin? diye sordu.
Jared ona uzatılan soğuk bira şişesini aldı. Teşekkür ederim.
Hadi, size yiyecek bir şeyler vereyim, dedi babası eline birkaç tane kırmızı plastik tabak
alarak. Hamburger mi, sosisli mi, yoksa midye mi?
Aç değilim, dedi Jenny. Sonra Jared’a döndü. Sen bir şey ister misin?
Seni. Hayır, teşekkür ederim. Belki sonra.
Anneni görecek olursan midyeler için biraz daha tereyağı istediğimi söyle.
Jenny Teyze! Jared! Cody elinde bir sosisli sandviçle onlara doğru koşuyordu.
Selam, dostum, dedi Jared.
403
Kimberiy Fisk
Jenny yeğenine sarılıp saçlarını karıştırdı. Merhaba, tatlım. Annen buralarda mı?
O daha sonra gelecek. Onlar havai fişek mi? Gözü Jared’m taşıdığı büyük çantadaydı.
Evet.
Harika.
Hadi, bana bunları nereye koyabileceğimi göster. Sonra , da gidip arabadaki öbür
çantayla soğutucuyu taşıyalım. f Cody’nin gözleri kocaman oldu. Bir çanta daha mı
var!
Müthiş.
Annesini arayan Jenny’yi bırakıp arabaya yöneldiler. Cody yaklaşan final maçmı ve
falsolu atış denemelerini hiç dur-mamacasma anlatıyordu. Bugün sen de oynayacak mısın? Ne
oynayacak mıyım?
Cody sanki bunu bilmemek ayıpmış gibi gözlerini devirdi. Her sene yıldönümlerinde
beyzbol maçı yaparız. Burada mı?
Tabii ki.
Jared gülümseyerek, Eldivenim yok ki, dedi. Paçayı bu kadar kolay kurtardığı için
seviniyordu.
Babamın eldiveni var ya... unuttun mu?
Jared bu teklife hayır demesi gerektiğini çok iyi biliyordu. Cody’yle birlikte zaman
geçirdikçe ondan ayrılmak giderek zorlaşıyordu. Bütün bunları bilmesine rağmen en
yapmaması gereken şeyi yaptı. O zaman ben hazırım.
Buzluğu ve kalan havai fişekleri de arka bahçeye taşıdıktan sonra Cody kendi
yaşlarında bir grup çocuk gördü. Onların
404
Bir Adım Sen, Bn ,n, Son Adım Aşk
yanına gitmek için Jared’dan ayrılırken omzunun üstünden geriye bakıp, Akşamki maçı
unutma, demeyi ihmal etmedi.
Jared çimenliğin kenarında dikilip birasından bir yudum aldı. Oraya buraya koşturup bir
sürü iş yapan Jenny’ye baktı. Yiyecekleri yerleştirmek, yeni gelenlere, hoş geldiniz, demek,
yiyeceklerin ve içeceklerin servis edildiğinden emin olmak hep ona bakıyordu. Küçük bir kız
kriket sopasıyla kendi bacağına vurunca Jenny hemen koşup ağlamaya başlayan kızı
sakinleştirdi. Geldiklerinden beri bir dakika bile durmamıştı.
Jenny’nin annesi kocasını eve çağırınca, Jared mangalın olduğu yere geçip, Benim
devralmamı ister misin? diye sordu.
Bu harika olur, teşekkür ederim. Jenny’nin babası spa-tülü Jared’m eline tutuşturup
mangalın kenarına asılı duran maşaları gösterdi. Önlüğü de ister misin?
Jared güldü. O sende kalsa daha iyi olur. Az sonra Jenny de yanma gelip Jared’m pişirdiği
kaim hamburger köftelerini, sosislileri, buharda pişmiş deniztaraklannı ve mısırları dağıtmaya
yardım etti.
Jenny, Jared’a bir tarafı kömürleşmiş bir sosisi gösterdi. Hey, tıpkı benim gibi pişirmeye
başladın.
Telaşla mangala baktı. Asıl her şeyi yakmamış olmasına şaşırıyordu, Jenny’den başka
hiçbir şeye konsantre olamıyordu ki. Onu sana yaptım. Böyle iyi pişmiş sevdiğini biliyorum.
Jenny koluna bir yumruk geçirdi. Gıcık.
Gıcık filan değildi ama içinin gıcıklandığı kesindi. Jenny’ nin sıkı poposuna bakmadan
duramıyordu. Vücudunun bu du-
405
Kimberly Fisk
rııma verdiği tepkiyi gizlemek için gerçekten bir önlüğe ihtiyacı vardı. Annesi çağırınca
Jenny koşarak gitti. Mangalın başındayken bir sürü insan gelip kendilerine yemek aldıkları
sırada onunla sohbet etmeye başlamışlardı. Bu kadar insanın içinde olmasına rağmen kendini
bu kadar rahat hissetmesine şaşırıyordu.
Çimenliğin üzerindeki gölgeler uzamaya başladığına kriket ve badminton oyunları sona
erdi ve ağlar toplandı. Masalar da biraz geri çekilince ortada küçük bir beyzbol sahası açılmış
oldu. Jared, Cody’nin annesinin oyun başlamadan geldiğini görünce bu işe biraz şaşırdı.
Cody annesini görür görmez koşup yanına gitti. Jared’dan epey uzaktaydılar; üstelik
müziğin sesinden ve konukların gürültüsünden ötürü ne dediklerini anlamasına imkan yoktu
ama Cody’nin sahayı işaret edip annesine bir eldiven uzattığını gördü.
Anna’nın hayır der gibi başını iki yana salladığını görmek bütün sinirinin tepesine
çıkmasına yetmişti. Cody eldiveni annesinin ayaklarının dibine fırlatıp terk edilmiş bir köpek
gibi yürüyüp gitti.
Jared etrafına bakındı. Kimse oyuncu değişimini fark etmemişti. Jared bunun kendisiyle
hiçbir ilgisi olmadığını, bu konuya burnunu sokmaması gerektiğini, her zamanki uzak durma
felsefesini uygulamaktan elinden bir şey gelmeyeceğini biliyordu ama Cody’nin yüzündeki o
kalbi kırık ifadeyi görünce bu kez yapmaması gereken şeyi yapması gerektiğine karar verdi.
406
Bir Adım Sen, Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
Koşup Anna’mn önüne çıktı.
Kafan basmıyor, değil mi? Anna hiçbir şey söylemeye fırsat bulamadı. Bir işin olduğunu
biliyorum, ama bir oğlun da var. Ona bütün o pahalı oyuncakları almayı bırak da bir ke-recik
onun gerçekten istediği bir şey yap. Yerde duran beyz-bol eldivenini alıp Anna’ya uzattı.
Kaldır kıçını da hemen oyuna gel.
Sonra Anna’mn şok olmuş suratına hiç bakmadan yürüyüp gitti.
Oyun her zamanki gibi fırtına hızında geçti. Cody ve diğer çocuklar büyükler takımını tam
anlamıyla ezip geçmiş, şimdi zaferlerini kutluyorlardı. Jenny’nin yıllar önce kurduğu
platforma gidip havai fişekleri yerleştirdiler. Anne babalan da hemen arkalarındaydı.
Gökyüzü rengarenk ışıklarla aydınlanmaya başladığında Jenny doğruca mutfağa kaçtı.
Telaş içinde geçen günün sonunda biraz sessizlik arıyordu. Bir de, biraz düşünmesi
gerekiyordu.
Ben artık Hava Kuvvetleri’nde değilim. İstifamı verdim.
Jared’ın bu cümlesinden çok fazla anlam çıkarmamaya çalışmış, kendini tamamen işe
vermişti. Bütün enerjisini sonuna kadar Mavi Gök için harcıyordu. O kadar çok çalışıyordu ki,
günün sonunda yatağa girdiğinde yorgunluktan bayılıyordu. Ancak bugün Jared’la buraya
gelince her şey değişmişti. Onun top oynadığını, Cody’yle zaman geçirdiğini, arkadaşla-
407
Kimberly Fisk
rıyla ve komşularıyla kaynaştığım görünce bu sözleri düşünmeden edememişti. Ayrıca,
buradan ne zaman gideceğiyle ilgili bir şey söylediğini de hatırlamıyordu. Acaba bu kalmak
istediği anlamına mı geliyordu?
Bir kase dolusu margaritayı hazırlamayı henüz bitirmişti ki Anna mutfağa girdi.
Çok cesursun, dedi Jenny. Anna’nın gelip onu çıkmaz yollardan başka hiçbir yere
varmayan bu düşüncelerden kurtardığına sevinmişti. Cody’yi o havai fişeklerle yalnız mı
bıraktın?
Jared yanında.
Jenny bu ismi duyduğunda fazla bir tepki göstermemeye çalıştı. Erkekler ve patlayıcılar.
Başını iki yana sallayıp An-na’ya ağzı tuzlanmış bir bardak uzattı. Sanki böyle bir şeye
ihtiyacın varmış gibi geldi.
Sağ ol. Anna margarita bardağına kutsal kaba uzanır gibi uzandı. Gerçekten de ihtiyacım
var.
Evet, içeri nasıl girdiğini gördüm. En az iki kadeh lazım sana.
En az.
Jenny gülüp kendine de bir kadeh margarita doldurarak ablasının yanma oturdu.
Üçüncü kadehlerini içerlerken Anna birden dönüp, Ja-red’ın bana söylediklerini duydun
mu? diye sordu. O sırada mutfak penceresinin yanında durduğunu gördüm.
Jenny dudağında kalan tuzları yaladı. Evet, duydum. Anna tekila şişesini alıp margarita
kadehine boca etti.
408
Bir Adım
m Ben, Son Adım Aşk
Biliyorsun, haklıydı. Son zamanlarda Cody’yle doğru düzgün ilgilenmiyorum.
Jenny ne demesi gerektiğini bilemeyerek Anna’nın yüzüne baktı. Cody’nin suratındaki
ifadeyi görmüş ama bu işe karışmak istememişti. Anna her zaman ne yaptığını bilen bir tip
olmuştu, hiç yanlış bir adım atmazdı. Fakat şimdi ablasını farklı bir açıdan görüyordu Jenny.
O da herkes gibi debeleniyordu aslında. Sen harika bir annesin. Sadece çok fazla
sorumluluğun var. Aynı anda her yerde olamazsın ki... üstelik hem anne hem baba olmaya
çalışıyorsun.
Anna kadehini çalkaladı. Cody’yi sana son bırakışımda bana söylediklerini hatırlıyor
musun? Bana bütün bunların altından nasıl kalktığımı sormuştun. Şey, doğrusu, aslında hiçbir
şeyi halledemiyorum. Hiçbir zaman da halledemedim. İşim daima çok daha önemliydi benim
için. İçini çekip kadehin-dekileri bir dikişte bitirdi. Hiçbir zaman oğlumun yanında olamadım.
Phillip de bu yüzden terk etti beni. Onu kendimden uzak tutuyordum.
Onunla konuştun mu? diye sordu Jenny yumuşacık bir sesle.
Hem evet hem hayır. Anna gözünü dikip boş kadehine bakarak oturdu. Konuştuk ama bu
konuda konuşmadık. Önemli olan hiçbir konuda konuşmadık.
Belki de konuşmanızın zamanı gelmiştir.
Peki ya...
Peki ya ne? diye üzerine gitti Jenny.
Anna’nm gözlerinde daha önce hiç görmediği bir korku
409
Kimberiy Fisk
vardı. Ya beni istemiyorsa?
Jenny, ablası için üzüldü. Tabii ki istiyor seni. Phillip sana aşık oldu, evlenme teklif etti ve
altı ay içinde evlendiniz. Elinde olmadan kendi nişanlılığının nasıl altı yıl boyunca
sürüncemede kaldığını hatırladı.
Anna ayağa kalkıp kendine bir margarita daha doldurdu. Sen de benim gibi fark etmeden
hamile kalmış olsaydın hemencecik evlenmiş bulurdun kendini.
Jenny şok olmuştu. Öylece durmuş şaşkın bir halde ablasının suratına bakıyordu. Onu
arayacağına söz ver, dedi en sonunda.
Anna pencerenin önünde durup hala patlamakta olan havai fişeklere baktı. Arayacağım,
dedi kısık bir sesle. Ayrıca Cody’nin final maçına da gideceğim. Bedeli ne olursa olsun.
Sonra dönüp Jenny’ye baktı. Şimdi sen de bana bir söz vermek zorundasın. Jared’ın gitmesine
izin verme. Onu sevdiğini biliyorum. Bunu ancak Margaret Teyze’nin kendi memesindeki o
iğrenç dövmeyi saklayabildiği kadar saklayabiliyorsun.
Jenny, ablasının haklı olmasından korktu.
İS
410
22
Anna, Cody ve misafirlerin büyük çoğunluğu evlerine gittikten çok sonra Jenny dışarı
çıkıp kumsala doğru yürüdü. Jared’ı görememiş, ama çok da ısrarlı bir şekilde aramamıştı
doğrusu. Zihninde ablasının sözleri dönüp duruyordu. Onu sevdiğini biliyorum. Ablasına
yanıldığını, yeniden bir pilota aşık olacak kadar aptal olmadığını, uçmayı her şeyden çok
seven bir adamı sevemeyeceğini söylemek istemiş ama sözcükler daha ağzından çıkmadan
sönüp gitmişti. Yine de korktuğu gibi tatsız bir anı bırakmamışlardı geride. Tek düşünebildiği,
Jared’ın dudaklarındaki ve boynundaki o nefis tattı.
Üstelik, bir pilot değildi o. En azından artık değildi.
Selam, Ponpon Kuyruk. Düşüncelerine o kadar gömülmüştü ki Jared’ın sesini duymadı.
Jared yanına, kumların üzerine oturup ona yiyecekle dolu bir tabak uzattı. Bütün gün hiçbir
şey yemedin.
Doğruydu, gerçekten de yememişti. Jared’ın bunu fark etmiş olmasına şaşırmadı.
Bakışlarını hep üzerinde hisset-
411
Kimberly Fisk
mişti zaten. Onu takip ediyordu.
Tabağa şöyle bir bakıp ihtiyaç duyduğu şeyin bu olmadığına karar verdi. Peki istediği şeyi
söylemeye cesaret edebilecek miydi?
Yemiyorsun?
Jenny tabağını yana bıraktı. Ya şansını deneyecek ya da her zaman yaptığı gibi kaçıp
kabuğuna saklanacaktı ama artık bu şekilde yaşamak istemediğini biliyordu. Yemek
istemiyorum. Başka bir şey istiyorum.
Jared çenesini tutup yüzünü kendine çevirince parmaklarından kalbine doğru bir sıcaklığın
aktığını hissetti. Öyle mi? Nedir istediğin?
Tek bir sözcük. O sözcüğü söylediği anda bir daha geri dönemezdi. Şensin. Seni istiyorum.
Jenny. Sesi çatal çataldı. Parmağını çenesinden ensesine doğru kaydırdı. Jenny’yi kumların
üzerinde kendine doğru çekti, dudaklarıyla dudaklarını buldu. Öpüşü tıpkı havai fişekler
misali ateşli ve patlayıcıydı. Jenny tıpkı bir havai fişek gösterisi seyreden biri gibi hayranlıkla
ve şaşkınlıkla yaşıyordu her şeyi. Nasıl olduğunu anlamadan Jared’m kucağına oturmuştu
bile. Karnının altında bir yerler ihtirasla kavruluyordu; kendisini bile şaşırtan bir hararetle
karşılık verdi öpüşlerine. Ona dokumak istiyordu; ellerini omuzlarında, o sıkı göğsünün
üzerinde dolaştırmak, bacağına dimdik yaslanan aletine dokunmak istiyordu. Tişörtünü
çekiştirip kot pantolonunun belinden çıkardı. Ellerini tişörtün içine soktuğunda sıcak bir
adamın sert kaslarıyla karşılaştı ama daha fazla-
412
,en, Bir Admı Ben, Son Adım Aşk
sını istiyordu. Belini tutup tişörtü kot pantolonundan tamamen kurtardı. Delicesine
öpüşüyorlardı. Jenny kendine de yabancı gelen bir pervasızlıkla, Off, dedi.
Jared ağzının içinde bir şeyler mırıldanarak onu ayağa kaldırıp elini bırakmadan yürümeye
başladığında bir yandan da onu çekiyordu. Jenny ona yetişmek için koşmak zorunda kaldı.
Birkaç dakika içinde arabalarına binmiş, hızla anayola çıkıyorlardı.
Jared’ın göstergelerin zayıf ışığıyla aydınlanan profiline bakıyordu. Emniyet kemerini boş
vermiş, yarı oturur, yarı dizlerinin üzerine kalkmış bir pozisyonda Jared’m çenesini
okşuyordu. Elini dudaklarının üzerinden geçirirken onun av-cunun içini öptüğünü hissetti. Az
sonra Jared onun belini sıkıca sarıp yoldan ani bir dönüşle saptı. Araba çakılların üzerinde
birazcık kayıp sonra durdu.
Sanırım ceza yedin, dedi Jenny, kucağına biraz daha yerleşerek.
Sence umrumda olur mu? Kapıyı açtığında Jenny çoktan eve gelmiş olduklarını fark edip
şaşırdı. Yol sanki sadece saniyeler sürmüştü.
Direksiyon beline sürtünürken, Jared onu çekip arabadan çıkardı. Kapıyı ayağıyla iterek
kapayıp kucağında Jenny’ yle eve doğru ilerlemeye başlamıştı ama her zamanki uzun,
yumuşak adımlarıyla yürümüyordu. Ayakları biraz dolanıyor gibiydi. Jenny kendini sağlama
almak için boynuna sıkı sıkı sarıldı. Kendim yürüyebilirim.
Jared bir yandan yürümeye devam ederken eğilip onu
413
Kimberly Fisk
öptü. Bu kez burunları çarpışmıştı. Nasıl yani, kaçman için sana fırsat mı vereyim? Hayatta
olmaz. Ciddiydi. Kapının kilidini açarken Jenny hala kollarındaydı. Merdivenleri ikişer ikişer
çıktı. Yukarı çıkıp Jenny’nin yatak odasına yaklaştıklarında Jenny ürperdi. Nereye? Jared’ın
odasına mı yoksa onunkine mi? İçinde yükselen panik dalgası Jared doğruca kendi odasına
yönelince durulup sakin bir titreşime dö nüştü. Kapısı hafifçe aralıktı. Jared kapıyı omzuyla
itip odaya girdikten sonra kapıyı arkalarından çarparak kapadı. Ardından Jenny’yi sanki
porselenden yapılmış gibi nazikçe yatağın üzerine bıraktı.
Tanrım. Seninle burada böyle yattığımızı kaç kere hayal ettiğimi bilemezsin.
Bu sözlerle Jenny’nin kamı sımsıkı kasıldı. Kesik kesik nefes alıyordu. Jared onun yanında
diz çöküp yüzünü avuçlarının içine alarak sıcacık ağzını Jenny’nin dudaklarının üzerine
kapadı. Jenny ona doğru iyice eğildi. Daha çok istiyordu. Hepsini istiyordu. Elini yeniden
tişörtüne attığında Jared bu kez durdurmadı onu. Jenny bir an soluğunu tutup ona baktı.
Kusursuzdu. Güzeldi. Ne zamandır istemiş olduğu şeyi yaptı; ellerinin omuzlarının, göğsünün
üzerinden kamına doğru indirdi. Jared’ın sert, kaslı bedeni parmaklarını yakıyordu.
Sen yaparsan ben de yaparım. Jenny daha farkına bile varmadan Jared onun bikinisinin
bağcıklarını çözüp çıkardı. Bikini üstü yere düştü. Jared sanki ömrü boyunca bu anı beklemiş
gibi gözleriyle içiyordu onu. İşaretparmağımn ucuyla boynundan göbek deliğine kadar bir
çizgi çekti. Jenny’nin
414
karnı bu dokunuşla bir kez daha kasıldı. Evet. Evet. Bütün düşünebildiği buydu. Jared çizdiği
yoldan geri gidip parmağını göğsünün yuvarlağının üzerinde gezdirince Jenny derin bir nefes
aldı ya da aldığını sandı. Çünkü bir anda odadaki bütün oksijen boşalmış gibi gelmeye
başlamıştı. Jared göğsünü avcunun içine aldığında nefesi kesildi. Göğüs uçları sertleşmişti,
şimdi bütün vücudu sanki alev alacakmış gibi yanmaya başlamıştı.
Daha fazla bekleyemeyecekti. Elini Jared’m kotunun beline uzatıp düğmeleri bir bir
çözmeye başladığında adam becerikli elleriyle yetişip bir çırpıda hepsini açtı. Jared’m
sertleşmiş aleti beyaz külodunu aşıp bir anda ortaya çıktı. Jenny elini yumuşak pamuklu
kumaştan o sert sütuna geçirince Jared inledi. Bu inilti Jenny’nin aklını başından almıştı.
Olduğu yerde doğrulup Jared’ı geri itti. Pantolonunu çekmeye çalışıyordu ama bu
pozisyondayken bu mümkün değildi. Dizlerinin üzerine çömelip yeniden denedi. Şimdi
göğüsleri sıkıca Jared’m göğsüne bastırıyor, elleri Jared’m kaslı sırtında geziniyordu.
Pantolonunu tutup yeniden asıldı, sonra başını kaldırıp Jared’m gözlerine baktı. Derin mavi
gözler arzuyla koyulaşmıştı ama dudaklarının kenarında hala muzip bir gülümsemenin
işaretleri vardı. Yardım et, dedi Jenny. Ve Jared pantolonundan bir saniyede kurtuluverdi.
Jared tamamen çıplak ve sertleşmiş halde yatağa geldi. Yeniden dizlerinin üzerine çöküp
Jenny’nin dudaklarını, boynunu, boynunun altındaki küçük çukuru öperken bir yandan da
elini şortunun bacak arasından külodunun içine kaydırıp
415
Kimberiy Fisk
o sıcak, kaygan yeri okşuyordu. Bu hareketi Jenny’yi mahvetmişti. Jared’ı tutup sanki hayatı
söz konusuymuş gibi ona sıkı sıkı yapıştı. Arka arkaya gelen heyecan dalgalarıyla dizlerinin
bağı çözülmüştü.
Jared durdu. Jenny?
Jenny utancından ölmek üzereydi. Sadece tek bir dokunuş; bu kadarı onu bitirmeye
yetmişti.
Jared’m eli hareketsizdi. Jenny’nin iç çamaşırı da şortunun ağı da bir anda sırılsıklam oldu.
Jared’ın bunu anlayacağım biliyordu. Başını omzuna gömdü. Şimdi kim bilir neler
düşünecekti...
Jenny.
Kendini son derece münasebetsiz ve beceriksiz hissederek Jared’a baktı.
Bu pek çok gecenin sadece ilki, Ponpon Kuyruk. Onu bir kez daha öpüp bütün korkuları
uzaklaştırırken şortunu ve külodunu çıkardı, şimdi o da nihayet çırılçıplak kalmıştı. Jared’ın
ağırlığını üzerinde duyduğunda bu hoşuna gitti. Jared uzanıp komodinden bir kondom alıp
takmış ve Jenny’nin bacaklarını ayırıp üzerine uzanmıştı. Tek bir hareketle, yavaşça içine
girdi. Jenny bir yay gibi eğilip ritmini yakaladı ve ona uydu. Jared bir yandan içine girip
çıkıyor bir yandan da alnını, gözkapaklarını, burnunu öpüyordu. En sonunda ağzını bulup
uzun uzun emdiğinde Jenny kendini tamamen bıraktığını hissetti. Jared’m hareketi giderek
hızlandı ve ikisi de doruğa ulaşıncaya kadar hiç durmadı. Jenny havai fişekleri gördüğüne
yemin edebilirdi.
416
t
Jenny bir rüyadan uyanır gibi ağır ağır kendine geldi. Onu neyin uyandırdığını düşünürken
birden yanında yatan adamı fark etti.Jared sakin ve düzenli nefesler alıyordu. Uyuduğunu
anlamak için yüzüne bakmasına gerek yoktu. Dikkatlice doğruldu, yataktan çıkarken etrafına
bakınıp giysilerini aradı. Bikinisinin üstü oradaydı ama küloduyla şortunu bulamadı. Bir an
odasına gidip geceliğini giymeyi düşünse de Jared’ın tişörtünü bulunca üzerine geçiriverdi.
Yumuşak pamuklu tişört baldırlarına kadar uzanıyordu. Jared’m kokusunun her yanım
sardığını hissetti. Bu kokuyu içine çektiğinde ona dair bütün anıları bir bir aklına gelmeye
başladı.Pencereye doğru yürüdü. Kapkaranlık gökyüzünde incecik bir yeniay parlıyordu.
Jenny ateşler içindeki yanağını serin cama yasladı. Sakince nefes alıyordu ama içi
karmakarışıktı. Kalbiyse bambaşka bir meseleydi.
Sıcak nefesiyle hohlaya hohlaya camda buğulu bir daire oluşturdu camda. Dairenin içine
parmağının ucuyla bir kalp çizip hiç düşünmeden bir J+ yazdı içine. Birden durdu. Daha önce
hep J+S yazardı ama şimdi burası boş kalmıştı.
Gözlerini kapayıp bir anılar sağanağının içine dolmasına izin verdi. Suçluluk ya da
pişmanlık duyacağını sanıyordu ama bunların hiçbirini hissetmedi. Vücudu hem tanıdık hem
yabancı bir sancıyla doldu. Şimdi bile Jared’ın ellerini, ağzını, bedenini hissetmeye devam
ediyordu. Kamının derinliklerinde çöreklenmiş arzuyu duyumsadı.
417
Kimberly Fisk
Gözleri kapalı olsa da Jared’ın şu anda tam arkasında durduğunu hissedebiliyordu.
Gözlerini yavaşça açtığında bakışları camdaki yansımada karşılaştı. Sıcak nefesi saçlarına
karışıyor, her yanını ürperterek boynundan aşağı iniyordu. Giderek soluklaşan kalbe ve
içindeki j harfine baktı. Jared’m izlediğini bilerek kalbi yeni baştan çizip J’nin üzerinden
geçti. Sonra başka bir harf daha koydu yanına. Başka bir J.
Jared derin bir nefes aldı. Jenny...
Adını onun ağzından duymak bütün o tatlı okşayışların ve edepsiz keşiflerin anısını geri
getirmişti. Pencereden uzaklaşıp, gözlerini Jared’m gözlerinden hiç ayırmadan göğsüne
sokuldu. O kadar yakın duruyorlardı ki, Jared’m sıcaklığı vücuduna vuruyordu. Onu
istiyordu. Sadece onu istiyordu. Bir parçası Steven’ı sonsuza dek sevecek olsa da kalbi
yeniden aşık olmaya hazırdı. Jared’ı sevmeye hazırdı.
Kararlı bir hareketle Jared’ın yüzünü kendininkine doğru çevirip üzerindeki tişörtü sıyırdı.
Şimdi çırılçıplak duruyordu karşısında. Daha önce bir erkeğin karşısında hiç bu kadar cesur
davranmamıştı. Tanıdık korkularının ortaya çıkmasına fırsat vermeden Jared’a uzanıp
bedenini onunkine yapıştırdı. Jared, seni seviyorum.
Jenny. Bu kez sesi yumuşak bir okşayış gibi çıkmıştı. Jared kollarını onun bedenine
dolayıp ağzını boynuna gömdü. Bu öpüş Jenny’nin göğüs uçlarını yeniden harekete geçirdi.
Jared sıkı sıkı sarıldı ona. Israrcı ağzı tutku ve sahip olma hırsıyla dudaklarına kapandı.
418
Güçlü elleriyle kalçalarını yakalayıp Jenny’yi yukarı çekti. Sertleşmiş aleti Jenny’ye
dayanıyordu. Jenny neredeyse korkutucu derecede yoğun bir istekle ellerini Jared’m boynuna
doladı. Korkmuyordu. Bacaklarını Jared’ın beline doladı ve Jared onu az önce seviştikleri
yatağa geri taşıdı.
Jared onu kasıklarının üzerine oturtup, Bana ne yaptığını bilmiyorsun, diye fısıldadı.
Jenny’nin sıcak, ıslak bedeni hazır halde, sabırsızlıkla bekliyordu. Hayır, biliyorum çünkü
ben de aynısını hissediyorum, dedi.
Jared kasıklarını kaldırıp Jenny’nin içine daldığında o güçlü göğsünün derinlerinde bir
yerlerden boğuk bir haykırış yükseldi; sanki hayatı boyunca içinde tuttuğu bir şeyleri en
sonunda bırakmış gibi.
Jenny’nin üçüncü orgazmı çok güçlü, hızlı ve Jared’ın-kiyle aynı anda geldi.
Jenny sabah erkenden uyandığında Jared’ı yanında kendisini seyrederken buldu.
Günaydın.
Yine geç kalktın.
Jenny saate bir göz atıp gülümsedi. Daha altı bile olmamıştı. Jared, Jenny’nin üzerine
eğildi ama Jenny kaçıp Jared’ ın sinirli suratına gülerek baktı. Bekle. Sana bir sürprizim var.
Jared bir kez daha üzerine çıkıp onu ağırlığıyla ezdi. Benim sürprizim daha büyük.
419
Kimberly Fisk
Jenny yine eriyiverdi. Evet, hemen anlaşılıyor.
Daha sonra, yani çok daha sonra kalkıp mutfağa gitti ve Jared için sürpriz bir kahvaltı
hazırlamaya girişti. Gerçi artık sürpriz bir tarafı kalmamıştı. Yataktan kalkabilmesi için önce
ona nereye gittiğini söylemesi gerekmişti. O zaman bile Jared onu bırakmaya pek istekli
davranmamış ama sonunda sakin sakin onu bekleyeceğine söz vermek zorunda kalmıştı.
Jenny de acele edeceğine söz vermişti.
WatYleTarı berbat etmekten korktuğu için yemek kitabındaki tarifi tam üç kez okuyup
hamuru hazırlamaya başladı. İlk waffle'ı pişirmeye başladığında bir demlik kahve hazırladı ve
üst kattan gelen acele et haykırışlarını duymazdan gelmeye çalıştı. Elinden geldiğince çabuk
oluyordu, o çekici sıçan da bunun gayet iyi farkındaydı.
İlk watfle tam bir felaketti. İkincisi biraz fazla kıtır oldu. Ama üçüncü ve dördüncü
denemeler hiç de fena görünmüyordu. Gülümsedi ve her şeyi bir tepsiye koyup yukarı çıktı.
Kapıdan içeri adımını atar atmaz, Geç kaldın. dedi Jared.
Jenny tepsiyi önüne tutup, En sevdiğin şeyleri yaptım. diye yanıtladı başarısından gurur
duyarak.
Jared yataktan çırılçıplak kalkıp tepsiy i elinden aldı. En sevdiğim şey sensin. Tepsiyi
konsolun üzerine bırakıp Jenny'yi yatağa itti ve kendisi de yanma atladı.
Kahvaltı...
Bekleyebilir.
Jenny sırıtıp elini Jared'ın çıplak göğsünde gezdirdi.
420
Bir Adım Sen, Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
Ama hep kahvaltının günün en önemli öğünü olduğunu söyleyip duran sen değil miydin?
Jared, Jenny’nin sabahlığının kuşağını çözüp boynundaki çukurdan başlayarak yuvarlak
göğüslerine kadar her bir noktayı öpmeye girişti. Ben bir gerizekalıyım.
Jenny güldü ve kahvaltının soğumasına ikisi de aldırmadı.
Saat sekize geliyorken telefon çaldı.
Bırak çalsın, dedi Jared.
Jenny onun çenesini öptü ve kirli sakalın ona çok yakıştığını düşünmeden edemedi.
Muhtemelen annemdir; eğer cevap vermezsek bir daha arar.
Jared, Jenny’ninkine denk gelen bir hüsranla onu iter gibi yaptı. Bunu tabii ki istemeyiz,
ama çabuk ol. Gizli vaatlerle dolu bir gülümsemeyle bakıyordu.
Jenny sabahlığını üzerine geçirip yatak odasına koştu. En yakın telefon oradaydı. Kimin
aradığına hiç bakmadan telefonu açıp, Merhaba, anne, dedi. Sabahın bu saatinde arayabilecek
tek bir kişi tanıyordu.
Karşı tarafta uzun bir sessizlik oldu. Ben Bölük Komutam Tom Beckett. Binbaşı Jared
Worth’le konuşmak istiyorum.
Jenny bir anda buz kestiğini hissetti. Birden orada bu isimde biri olmadığını söylemek
istedi ama, Bir dakika lütfen, demekle yetindi.
Alıcıyı yavaşça komodinin üzerine bırakıp diğer odaya geçti.
Seni arıyorlar. Komutan Beckett mi ne, onun gibi bir
421
Kimberiy Fisk
şey dedi.
O anda Jared’ın suratından Jenny’nin anlamlandırama-dığı bir gölge geçti. Tek bir kelime
etmeden yataktan kalkıp çıplak bedenine kot pantolonunu geçirdikten sonra telefona gitti.
Jenny kendini yatağa atıp bekledi.
Jared yeniden yanına geldiğinde ne kadar zaman geçtiğinin farkında değildi. Suratına
bakınca her şeyi anladı. Söyle.
Jared yatağa gelmeden konuştu. Arayan bölük komu-tanımdı. Dediğine göre aylar önce
verdiğim istifam kabul edilmemiş. Ayrıca, sicilimi de temizleyeceklermiş. Sıkıntıyla kafasını
salladı. O ve o lanet Hart’ın başının altından çıkıyor bunlar.
Düşünmüştüm ki...
Jared, Jenny’nin gözlerine bakamıyordu. Ne düşünmüştün?
Jenny’nin gözlerine yaşlar dolmaya başlamıştı. Dün gece akimdan pek çok şey geçmişti.
Jared Ta sonsuza dek birlikte olacaklarını düşünmüştü mesela. Ona her şeyini vermişti.
Kalbini, ruhunu, sevgisini...
Oysa dün gece ona onu sevdiğini söylediğinde Jared ona aynı şekilde karşılık vermemişti.
Jenny’yi kollarının arasına alıp onu taparcasına okşamış, öpmüştü. Her bir dokunuşu, her bir
okşayışı Jenny’ye onun da Jenny’yi sevdiğini söyler gibi gelmişti ama şimdi onun gözlerinin
içine bakınca bunun doğru olmadığını görebiliyordu. Jared’ın hayatında sadece
422
Bir Adım Sen, Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
tek bir aşk vardı ve o aşk kesinlikle Jenny’nin aşkı değildi.
Güçlükle yutkundu. Ordudan tamamen ayrıldığını düşünüyordum. Bunu söylemek
tamamen saçmaydı ve ikisi de bunu biliyordu: Pilotlar uçar. Nasıl olmuştu da bu gerçeği
böyle görmezden gelebilmişti?
Ben de öyle sanıyordum. Bir süre sessiz kaldı. İstifamı verdiğimde bir daha asla jetlerle
uçmayacağımı kesin olarak kabul etmiştim ama şimdi... Jared duraksadı. Daha fazla lafa
gerek yoktu zaten, Jenny her şeyi anlıyordu.
Kariyerini, istediği hayatı geri almıştı. Bu hayatta Jenny’ nin yeri yoktu. Bu telefonun
ilişkileri için ne anlama geldiğini sorma gereğini duymadı.
Pilotlar uçar.
Jared gözyaşlarını görmesin diye odadan çabucak çıktı.
Jared, Jenny’nin arkasından bakarken bir an peşinden gitmeyi düşünse de durdu. Ne
söyleyecekti ki ona?
Dün gece ne yaşandıysa yaşanmıştı ama bu, üzerine bir hayat kurulabilecek türden şeyler
değildi. Jenny’yle birlikte olmanın verdiği büyük zevki aklına getirmemeye çalıştı. Hayatında
hiç bu kadar zevk almamıştı. Hayatında ilk defa, bir kadının yanında uyanmak istemişti. Onun
bütün gece uzanıp dokunabileceği yakınlıkta olması müthiş bir şeydi. Sadece hala orada
olduğundan emin olmak için elini uzatıp ona dokunmak... Dün gece yaşadıklarının sadece
seks olmadığının farkındaydı.
Jared, seni seviyorum.
423
Kimberly Fisk
Jenny’nin yumuşacık sesi kulaklarında çınlıyordu. Belli ki ona aşık olduğunu düşünmüştü.
Belli ki aynı sözleri ondan da duymayı beklemişti. Jared’ın hayatı boyunca kimseye
söylemediği sözlerdi bunlar. Kimseye söyleyeceğini de sanmıyordu. İşte Jenny’ye göre bir
adam olmadığının bir kanıtı daha. O kendisine seni seviyorum diyecek bir adam istiyordu. Bir
aile adamı. Ailesine katacağı bir adam. Hafta sonları waffle pişirecek bir adam.
En sevdiğin şeyleri yaptım. Daha önce hiç kimse onun ne sevdiğinin farkına varmamıştı.
Jenny her akşam birlikte yemeğe oturacağı bir adam istiyordu. Ailesinin düzenlediği
mangal partilerine, doğum günlerine katılacak, küçükler ligi maçlarını izleyecek, kızım bale
dersine bırakacak birini.
Jared o adam değildi. Dünkü partide o adammış gibi yapmak için izin vermişti kendine
ama şimdi daha mantıklı düşününce ne kadar hata ettiğini anlayabiliyordu. Steven değildi ki
o. Yerleşecek, etrafa ayak uyduracak, Jenny’ye hak ettiklerini verebilecek biri değildi.
Komutandan aldığı tek bir telefon her şeyi ortaya çıkarmıştı işte.
Uçmaktan başka bildiği bir iş ve istediği bir şey yoktu. Bu kez Jenny’yle her şeyin farklı
olacağını düşünmüştü ama tarih yine tekerrür etmişti. Yavaş yavaş Jenny de anlayacaktı bunu;
o bütün ilişkileri, sürdürmek istediği ilişkileri bile mahveden bir adamdı. Bir süre sonra Jenny
de ona hayal kırıklığı ve pişmanlıkla dolu gözlerle bakmaya başlayacaktı. İşte buna
dayanamazdı.
424
Bir Adım Sen, Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
Daha fazla acıya neden olmadan buradan hemen gitmeliydi.
Sırt çantasını eline aldığında çantanın boş olduğunu fark edip sessizce küfretti. Keşke
boşaltmasaydı çantayı. Hiçbir yerde eşyalarını yerleştirecek kadar uzun kalmazdı ki. Fakat bu
defa, Jenny’yle ilgili her durumda olduğu gibi bu konudaki kurallarını da bırakıvermişti.
İmkansız bir şeye inanmak istemişti. Giysilerini katlayıp çantasına yerleştirdikten sonra
banyoya yöneldi. On dakikadan az bir süre içinde tamamen toplanmış, gitmeye hazırdı.
Jenny’nin kapısının önünde durup kendine güç verdi ve kapıyı çaldı.
Girin.
Jenny kıpkırmızı olmuş şiş gözleriyle önce sırt çantasma sonra Jared’a baktı.
Sadece git, dedi gözlerinden yaşlar akarak. Kararım biliyorum.
Jenny’nin yüzündeki acıyı gördüğünde bir elin kalbini yakalayıp sıktığını hissetti. Ona,
gitmesinin ikisi için de daha iyi olacağını söylemek istiyordu. Burada kaldığı sürece onu
incitmeye devam edecekti fakat asıl gerçeğin ikisi de farkındaydı. Komutanının telefonu
Jared’a her şeyden çok istediği o şeyin kapılarını yeniden açmıştı. Üzgünüm.
Git, dedi Jenny yine. Söyleyeceğim hiçbir şey burada kalmanı sağlamaz.
Jared, Üzgünüm, dedi bir kez daha. Bunun yeterli olmadığını biliyordu ama daha fazlası
elinden gelmiyordu. Ev-
425
Kimberly Fisk
den çıkarken birisi kalbini söküp atmış gibi hissetti.
Motosikletine atlayıp marşa bastığında motor gürleyerek öne atıldı. Bu kasabadan
mümkün olduğunca çabuk çıkmak istiyordu; ama gitmeden önce yapması gereken son bir şey
vardı.
On dakika sonra motoru Paul’ün ofisinin önüne park etti. îçeri girip sekretere tek bir
söz etmeden doğruca PauPün odasına doğru yürüdü.
Seni gördüğüme şaşırdım, dedi Paul koltuğundan kal-/ karken.
^ Jared’ın elindeki kask kurşun bir ağırlıkmış gibi yere
* sarkıyordu. Yardımına ihtiyacım var.
Bunun Jenny’yle bir ilgisi var mı?
Jenny’yle ilgisi olmayan bir şey yoktu ki. Mavi Gök Havayolları üzerindeki her türlü
hakkımdan vazgeçmem için ne kağıt gerekiyorsa hemen hazırlamanı istiyorum. Şirket
tamamen Jenny’ye kalacak. Bu kadar kısa zamanda ne kadar çok şeyin üstesinden geldiğini
düşünüp gülümsedi. Herkes başarısız olacağını düşünmüş, ama o herkesi haksız çıkarmıştı.
Onunla o kadar çok gurur duyuyordu ki...
Paul koltuğunda geriye yaslandı. Peki, bana neler döndüğünü söyleyebilir misin?
Hayır.
Paul masasının üzerinden bir kalem aldı. Gidiyorsun yani. Hem de hiçbir şey almadan.
Evet, ama Paul’ün sandığı gibi değil. Parayı kim takardı ki şimdi... Kalmayacaktım
zaten.
426
Bir Adım Sen, Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
Herhalde birliğine dönüyorsun. Uçmaya gidiyorsun. Jared sessizce kabullendi.
Orada çok mutluydun herhalde.
Mutluluk dedikleri aptal bir yanılsamadan başka bir şey değildi. Bunu kimse ondan iyi
bilemezdi. Ne yazman gerekiyorsa yaz da imzalayıp hemen gideyim buradan.
O kadar basit değil. Bana birkaç gün ver de... Birkaç günüm filan yok. Bunun hemen
yapılması lazım.
Paul durup uzun uzun Jared’ın yüzüne baktı. Bütün bunlar biraz zaman alır.
Jared’m hiç zamanı yoktu. Buralarda birkaç gün daha takılması mümkün değildi. Öyle ya
da böyle, o evden bir şekilde çıkmayı başarmıştı. Jenny’den hemen uzaklaşması gerekiyordu.
Kapıya doğru yürüdü. Buradan çıkmak istiyordu. Hemen. Peki. Seni birkaç gün içinde arar,
kağıtları gönderebileceğin bir adres veririm.
Paul’ün bakışları Jared’ı delip geçiyordu. Hayat kısa,
ha?
Bunu bilmediğimi mi sanıyorsun? Kokpite her tırmanışında hayatın ne kadar kolay yitip
gittiğini düşünmeden edemezdi. Zaten bir sevdiğini kaybetmiş bir kadın içinse çok daha
kırılgan bir şeydi.
Tabii ki biliyorsun ama uçmaktan başka şeyler de vardır hayatta.
Paul ve Steven gibiler için belki. Oysa Jared için uçmaktan başka hiçbir şey yoktu.
427
Kim be r/y Fisk
Hayatın boyunca sahip olduğun en iyi şeyi kaybetmek üzeresin.
Jared onu kaybetmişti zaten. Hayır, tam olarak doğru sayılmazdı bu. Ona hiç sahip
olmamıştı aslında.
Sırtını dönüp dışarı çıktı.
428
23
Jenny bir saatten fazla bir zaman hiç kıpırdamadı. Yatağının üzerinde öylece oturup ağladı.
Yatak kullanılmış kağıt mendillerle dolmuştu. Kutudan yeni bir mendil çekmek için
uzandığında paketi bitirmiş olduğunu fark edip yüzünü pijamasının kollarına sildi. Nasıl bu
kadar aptal olabilmişti? Nasıl olmuş da onu istemeyen bir adama kalbini vermişti? Onu pek de
sevmeyen bir adama... Onu hiç sevmeyen bir adama...
Hareket etmek istemiyordu. Burada kendisinden geriye bir avuç kül kalana kadar acısının
içinde yuvarlanıp durmak istiyordu. Bunun üstesinden gelemezdi, kalbinin bir kez daha
kırılmasına dayanamazdı.
Ancak tabii ki dayanacaktı, ona bunu zaman öğretmişti.
Kalkıp kot pantolonuyla en sevdiği bluzunu giydi. Bu yasın içinde kaybolmaya zaman
yoktu, yürütmesi gereken bir işi vardı. Artık Steven’ın ardında bıraktığı kız değildi, başka biri
olmuştu. Daha güçlü biri, kendinden emin biri. İş sahibi bir kadın olarak kendine daha da
güveniyordu. Bu po-
429
Kimberly b'isk
tansiyelini fark etmesinde ve gerçeğe dönüştürmesinde Jared da pay sahibiydi. Kalbi kırılmış
bile olsa bu sefer dünyadan elini eteğini çekmeyecekti. Bu sefer dört elle işine sarılacaktı.
Banyoya gidip dişlerini fırçaladı. Saçlarını atkuyruğu yaparken aynaya bakmadı. Neden
bakacaktı ki? Ne göreceğini biliyordu: Ağlamaktan darmadağın olmuş bir surat ve acıdan
çukurlaşmış gözler. Dönüp merdivenlerden aşağı indi.
Mutfak soğuk, karanlık ve boştu. Jenny de kendini aynen böyle hissediyordu. Sabahki
kahvaltının kalıntılarını gördüğünde tekrar ağlamaya başladı. Gözyaşları yanaklarından
kıyafetinin önüne akıyor, küçük yağmur damlaları gibi izler bırakıyordu. Bir kağıt havlu alıp
suratını sildi ve işe koyuldu.
Lambayı yakıp çaydanlığı ocağa koyarak mutfaktaki karışıklığı düzeltmeye girişti. Böyle
bir şeylerle meşgul olduğunda kendini çok daha iyi hissediyordu. En azından Jared’ı
düşünmek zorunda kalmıyordu.
Mutfak tertemiz olunca ofise geçip bilgisayarını açtı. İnternete girip yeni rezervasyonları
kontrol etmesi gerekiyordu. Tam o anda kapı çaldı ve Jenny yanlış tuşa bastığını fark etti.
Jared.
Koşarak kapıya gitti.
Fakat kapıdakinin kim olduğunu gördüğü an kalbini yeni bir acı dalgası kapladı. Paul.
Selam, Jelly Belly. Ağabeyinin sesi biraz fazla sevimli çıkmıştı, aklı karışır gibi oldu.
İçeri girebilir miyim?
Jenny kapıyı biraz daha açıp yana çekildi. Tabii ki.
Paul’ün ardından öğle öncesinin parlak güneşi de girdi
430
Bir Adım Sen, Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
içeri. Jenny gözlerini kırpıştırdı.
Anna’yı da aradım.
Anna’yı mı? Neden?
Şey, diye düşündüm... Ceketinin önünü açıp ellerini pantolonunun ceplerine soktu.
Bilmem ki... yardımı olur diye düşündüm sanırım.
Neye yardım edecek?
Jared ayrılmadan önce bana uğradı.
Ayrılmadan önce.
Gitti demek. Gelmeyecek demek.
Yani biliyorsun. Jenny ağabeyinin bakışları altında kendini biraz savunmasız ve çıplak
hissediyordu.
Evet. Paul bir an duraksadı. Benden Mavi Gök’ün tüm mülkiyetini sana devretmemi istedi.
Jenny’nin bir an hiçbir şey düşünemedi. Ne dedin? Belgeleri hazırlayıp ona göndereceğim.
îmzayı attığı an her şeyin tek sahibi sen olacaksın. Mavi Gök Havayolları tamamen sana ait
olacak. Ne bir ödeme ne de başka bir şey... Her şeyin tek sahibi sen olacaksın.
Mavi Gök Havayolları tamamen sana ait olacak.
En başından beri istediği buydu, şimdi sevinmesi gerekiyordu ama daha da kötü hissetti.
Jared onu istemiyordu. Hiçbir şeyini istemiyordu. Şirketteki haklarından vazgeçtiğinde ikisini
birbirine bağlayan son bağı da koparmış olacaktı.
O sırada bir araba hızla gelip park yerine girdi. Evin içinden bile mıcırların uçuştuğunu ve
frenlerin inlediğini du-
431
Kimberiy Fisk
yabiliyorlardı. Az sonra Anna içeri girdi. Önce Jenny’ye, ardından Paul’e baktı. Geç kaldığım
için özür dilerim. Daha çabuk gelecektim ama polisin biri beni durdurup çok hızlı gittiğim
için bana ceza kesti. Neler oluyor?
Ne kadar harap vaziyette olursa olsun ablasının sözleri dikkatini çekmeyecek gibi değildi.
Sen ceza mı yedin? Paul acil bir şey olduğunu söyledi.
Peki, işte değil miydin?
Anna ayakkabısının tekini çıkarıp kapının dışında ters çevirince içinden bir sürü küçük taş
döküldü. İşte olsam ne yazar? Paul arayıp yardıma ihtiyacın olduğunu söyledi. Sen de geldin.
Gelebildiğim kadar hızlı geldim.
Jenny, ablasına karşı müthiş bir yakınlık duydu o an. Teşekkür ederim.
Anna’nm bakışları yumuşadı. Rica ederim, dedi ayakkabısını yeniden ayağına geçirirken.
Bir ara şu park yoluna taş döşenmesi konusunu konuşalım bence. Artık işlerin tıkırında
olduğuna göre bunun parasını rahatlıkla çıkarabilirsin. Paul başıyla onayladı.
Şimdi, dedi Anna daha ciddi bir ifadeyle. Neler olduğunu anlat bakalım.
Jenny içini çeke çeke derin bir nefes aldı. Jared gitti. Canı fazla yanmasın diye, tıpkı bir
yara bandını çeker gibi, çabucak söyleyivermişti.
Öyle mi, ne zaman dönecek peki?
Paul destek vermek için kolunu Jenny’nin omzuna do-
432
Bir Adım Sen, Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
layıp kolunu hafifçe sıktı. Gelmeyecek.
Nedenmiş o?
Jenny ağabeyine yaslandı. Çünkü beni sevmiyor. Tabii ki seviyor, dedi Anna, kendinden
son derece emin bir sesle.
Jenny başını iki yana salladı. Hayır. Sevmiyor.
Ah, Jenny. Anna kollarını açıp Jenny’yi kucakladı. Biraz garip bir kucaklaşmaydı doğrusu,
Paul’ün kolu hala om-zundaydı. Anna da onu yandan sarınca Jenny kollarını zar zor
kaldırabiliyordu ama kafaları tokuşsa, dirsekleri birbirlerine geçse bile harika bir histi.
Seni seviyor, dedi Anna bir adım geriye çekilerek. Konu bu değil. Mesele şu: Sen onu
yeterince seviyor musun?
Tabii ki seviyordu. Onun her şeyini seviyordu. Görünüşünü, kokusunu, bir odaya
girdiğinde herkesin dönüp ona bakmasını, her şeyi gören o mavi, masmavi gözlerini, kendini
konuşmak zorunda hissetmeyişini ama konuştuğu zaman kendini dinletmeyi bilişini... Ve
gülüşünü. Tanrım, o gülümsemeyi ne kadar çok seviyordu. O nadir zamanlarda görünen ve
insanın içini eriten gülümseme. Ondan ne zaman bir gülümseme koparsa kendini dünyanın en
değerli hazinesinin sahibi olmuş gibi hissederdi. Jenny’ye kendini her şeyi yapabilirmiş gibi
hissettirirdi. Her şeyi olabilirmiş gibi. Onu yapabileceğinin en iyisini yapmaya zorlamıştı.
Yapmıştı da. Aklına hayaline sığmayacak kadar başanlı olmuştu. Ve onunla sevişmek...
Soluğunu kesecek kadar güzeldi. Onu en derinlerinde istemişti.
433
Kimberly Fisk
Evet, dedi. Onu seviyorum.
Soru şuydu; onu yeterince seviyor musun?
Jenny doğrulunca Paul elini omzundan çekti. Jenny dönüp onun kolunu yeniden omzuna
koyup o ağabeyine anda elinden gelen en tatlı gülümsemeyle baktı. Steven’ın ölümünden
sonra kardeşlerini kendisinden uzak tutmakla hata etmişti. Bunu şimdi anlıyordu; aynı hatayı
bir daha yapmayacaktı. Dönüp yeniden Anna’ya baktı. Ne için yeterince? İkinize de yetecek
kadar seviyor musun onu? Onun için savaşacak kadar seviyor musun? Jenny, o seni seviyor;
ama bunu görmesi gerek. Bunu ona sen göstereceksin.
Ama nasıl? Bu soruyu kendine sormuştu.
Anna pırıl pırıl bir gülümsemeyle baktı kız kardeşine. Sen akıllı kızsın. Mutlaka bir yolunu
bulursun.
Abraham Lincoln uçak gemisinin her yanında kontrollü bir karmaşa hüküm sürüyordu.
Geminin askeri personeli şaşmaz bir kesinlikle, baş döndürücü bir hızda, yorulmak bilmeden
çalışıp duruyordu. Uçakların beklediği bölgeye doğru yürüyen Jared bir an durup pistte
ilerleyen F-l 8’e baktı. Güçlü jet motorları ateşlendiğinde sesi diğer bütün sesleri bastıran bir
gümbürtü çıkardı. Havayı jet yakıtının o keskin kokusu kaplamıştı şimdi. Motorlar güç
kazanırken ayaklarının altındaki platformun tir tir titrediğini hissetti. Birkaç saniye sonra jet
gürleyerek havalandı.
Jared etrafına baktı; bu gürültüyü, bu kokuyu, etraflarını
434
Bir Adım Sen. Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
saran bu sonsuz maviliği içine çekti. İşte bunun için yaşıyordu. Bundan başka hiçbir şey
istemiyordu.
Jenny’yi bırakıp gitmesinin, kendi hayatına dönmesinin üzerinden üç hafta geçmişti.
Doğru kararı vermişti; verilebilecek tek kararı.
Öyle değil mi?
Aklına üşüşen düşüncelerden kurtulmaya çalıştı. Kok-pite bir otursa bunların hepsi
geçecekti, adı gibi emindi bundan; birliğe döndüğünden beri kendine bunu söyleyip
duruyordu. Nihayet bugün kavuşacaktı istediğine. Göklere, ait olduğu yere dönmesine bir
saatten az bir zaman kalmıştı.
Bu sabah erken bir saatte talimatları almışlardı. Irak’taki bir nükleer santral yapılan bütün
antlaşmalara aykırı olarak yeniden kurulmuştu. Verilen emre göre bu santralı ikinci kere
yıkacaklardı. Böyle bir hedefin son derece güçlü bir savunma sistemi olacağını ve derhal
misilleme yapacaklarını tahmin etmek zor değildi. Amerikan pilotlarının karşısına Irak MİG’
leri çıkacaktı; gökyüzü az sonra bir ateş topuna dönecek demekti bu.
Jared korkmuyordu. Buna benzer tehlikeleri defalarca atlatmıştı. Tam olarak bunun için
eğitim alıyorlardı zaten.
Tam uçağına doğru gidiyordu ki, birisi omzuna vurdu. Dönüp bakınca karşısında Kenny
Harfin durduğunu gördü.
Döndüğünden beri bu çocukla karşılaşmaktan kaçınıyordu. Boşboğazın tekiydi, er ya da
geç Jenny hakkında konuşmaya başlayacağından emindi. O yüzden, nasıl Paııl’ün ona
söylediklerini unuttuysa Harfin varlığını da unutmayı
435
Kimberly Fisk
seçmişti. İkisi de kendi işlerine baksa daha iyi olacaktı.
Hart onu takip etmesini işaret etti.
Biraz yürüyüp konuşabilecekleri bir yere sığındılar. Gerçi birbirlerine seslerini
duyurabilmek için hala deli gibi bağırmaları gerekiyordu.
Ne var? dedi Jared. Memnuniyetsizliğini gizlemeye çalışmıyordu bile.
Şu oldu. Döndüğünden beri pek iyi görünmüyorsun.
Sen kendi işine bak.
Ben de öyle yapıyorum zaten. Beni birlikteki çocuklar gönderdi. Canını sıkan şeyin ne
olduğunu bulmamı istiyorlar. Tabii ki onlara zaten biliyor olduğumu söylemedim.
Bir bok bildiğin yok. Jared tam dönmüş gidiyordu ki Hart kolundan tuttu.
Kız sana ulaşmaya çalışıyor.
Hangi kız diye sormaya gerek duymadı. Sen nereden biliyorsun?
Hart kaskını kolunun altına sıkıştırdı. Çünkü bana mektup yazıp senin üzgün kıçının
nerelerde olduğunu bulmasına yardım etmemi istedi.
Bir anda yükselen bir gümbürtü ikisinin de kulaklarını sağırlaştırdı. Jared gözünü Hart’a
dikmiş, o güzel suratına bir tane çakmanın hayalini kuruyordu. Sana nasıl ulaşabildi ki? Ve
neden sana yazdı? Hepsini boş ver, bana sadece ne dediğini söyle.
Sen ona sana ulaşabileceği bir adres göstermemiş olabilirsin ama ben öyle yapmadım. Bu
ilişkiyi mahvedeceğini
436
liir Adını Sen, liir Adını İlen, Son Adım Aşk
biliyordum, o yüzden açık bir kapı bırakmanın adil olduğunu düşündüm. Döndüğümüzde onu
görmeyi düşünüyordum.
Canın cehenneme. İki hafta önce Paul’e adresini göndermişti ama belgeler hala eline
geçmemişti. Bunun biraz zaman alacağını biliyordu; kağıtların gelmesini sabırsızlıkla
bekliyordu. O kağıtları imzalayıncaya kadar Jenny’nin hayatından çıkmış olmayacaktı.
Üzgünüm, Charlie, ama onu bıraktığına göre artık bana bir şey demeye hakkın yok.
Jared, Hart’ın suratına şöyle sıkı bir yumruk sallamak istedi yine fakat asıl dövmek istediği
kişi kendisiydi. Dönüşünün ikinci gününde iyice sarhoş olduğu bir anda Hart’ın yanına
oturarak saatlerce mızırdanıp durmuştu.
Ee, diye üsteledi Kenny. Ona ne dememi istiyorsun?
Ona söylemek istediği milyonlarca şey vardı ama hiçbiri sonucu değiştirmeyecekti.
Değiştirecek olsaydı bile bu güzel çocuğu ulak olarak kullanmak aklının ucundan bile
geçmezdi. Sırtını dönüp yürüdüğünde Hart bu kez durduramadı onu.
Jared uçağına gidip kendini tamamen işe verdi. Madem yapacağı bir iş vardı, en iyisi
gözünü her şeye kapayıp sadece işini düşünmekti. Uçuş öncesi kontrollerini tamamlayıp kok-
pite tırmandı ama kaskını takıp oksijen hortumunu bağladığı an gözünün önüne Jenny’nin
kaskı eline alarak o masmavi gözleriyle doğrudan ruhunun derinliklerine bakışı geldi.
Hayalet ’i tanıyorum.
Tabii ki tanımıyordu. Hayalet’i kimse tanımıyordu; bun-
437
Kimberiy Fisk
dan o kadar emindi ki. Ne kadar kafası karışık biri olduğunu anlasaydı Jenny de arkasına
bakmadan kaçardı ondan. Sonuç olarak ondan uzaklaşarak onu korumuş olduğu
söylenebilirdi.
Cam kubbeyi indirip motoru çalıştırdıktan sonra birinci motorun, ikinci motorun ve acil
durum ünitelerinin son kontrollerini yaptı. Koordinatları işaretledi, frenleri ve yakıt sistemini
kontrol etti. Kulaklıkları takıp personel şefine bağlandı ve pistte ilerlemeye başladı. Jet
çabucak hızlanıp saniyeler içinde havalandı. Mavi gökyüzünde tırmanmaya başladığında o
tanıdık heyecanın gelip onu sarhoş etmesini bekledi. Buydu işte. Hayatının büyüsü buydu.
Oysa bu kez hiç heyecan yoktu. Hiç sihir yoktu.
Büyükannem bana bu gölün sihirli olduğunu söylerdi. Bu sular her derde deva olurmuş.
Kulaklarındaki uğultu giderek yükseldi, eli kontrol çubuğunun üzerinde hafifçe kaydı.
Jenny.
Büyükannesi yanılmıştı. Sihirli olan göl değil, Jenny’ydi.
Nasıl yapmışsa yapmış, o kocaman kalbini Jared’m önüne sonsuz bir gökyüzü gibi açıp
ona isterse kökleri olabileceğini kanıtlamıştı. Uyum sağlayabileceğini. Sevebileceğini. Akima
onunla yaptığı sohbetler geliyordu. Kendisi hakkında bir sürü şey anlatmıştı Jenny’ye.
Onu seviyordu.
Bu gerçekti ve bu kadar zamandır önünde apaçık duruyordu.
Tanrım, ne kadar büyük bir aptallık etmişti. İstediği ka-
438
Bir Adım Sen, Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
dar çok düşmanla dövüşebilirdi ama Jenny’nin bir gülümsemesi onu mahvetmeye yeterdi.
Geçmişindeki karanlığın geleceğini bozmasına izin vermişti. Jenny ona aşkını verdiğinde bu
aşkı gerisingeri yüzüne fırlatıp atmıştı. Bu nasıl bir korkaklıktı böyle? O kadar uzun zamandır
kaçıyordu ki... Ama Jenny onun içini okumuştu. Önüne kaç engel koyarsa koysun hepsini bir
bir aşmıştı. Ona göstermeye, anlatmaya çalışmıştı fakat o hiçbirini anlayamayacak kadar
aptaldı. Tabii ki o da yerleşebilirdi; sadece şimdiye kadar doğru sebebi, doğru insanı
bulamamıştı. Jenny’yi tanıymcaya kadar. Ne kaybettiğini anlayabilmek için kokpite girip otuz
bin fit tırmanması gerekmişti.
Jared otuz derecelik bir açıyla döndü. Hayatında ilk defa yukarı değil, aşağı bakmak
istiyordu.
Jenny kaşlarını çatıp elindeki sebze tabağına hoşnutsuzlukla baktı. Bilemiyorum. Keşke
bana cips ve salsa tabağı işini verseydin. Sos meselesinin mutfak becerilerimin çok ötesinde
olduğunu ikimiz de biliyoruz.
Güven bana. dedi Anna. Tadının güzel olacağından emin olmasaydım bunu yapmana asla
izin vermezdim. Jenny güldü. Bak, bu doğru işte.
Anna buzdolabını açıp daha önceden yaptığı patates salatasını çıkardı. Hadi, gel, dedi
buzdolabının kapağını kalçasıyla kapayarak. Misafirlerin acıkmaya başladı.
Evden çıkıp bahçeden geçtiler. Parlak ağustos güneşinin
439
Kinıherly Fi.sk
altında göl, mavi ve gümüş rengi pırıltılarla ışıldıyordu. Birisi kumsaldaki hoparlörlere bir
iPod bağladı ve Beaeh Boys avaz avaz bağırmaya başladı. Jenny kumsala bakıp gülümsedi.
Arkadaşlarından ve ailesinden yirmi-otuz kişilik bir grup toplanmıştı bile. Her dakika da
yenileri ekleniyordu. Babası mangalını yanında getirmişti. Ne zaman masum bir kurban
yakalasa onu esir alıp somon pişirmenin inceliklerini anlatmaya başlıyordu. Jenny gülerek
başını salladı. Zavallı Bayan Murpy babasının ağına düşmüş, payına düşen pişirme dersini
alıyordu.
Annesi biraz kenarda durmuş bir grup arkadaşıyla konuşuyor, Vancouver’da keşfettiği
yeni heykeltıraştan bahsediyordu; söylediğine göre sanat camiasında tam bir fırtına
estirecekti. Jenny bundan bir an bile kuşku duymadı. Catherine Beckinsale estirecek derse
estirirdi.
Cody yanında bir sürü çocukla birlikte rıhtımda oturuyordu. Geçen gece çizdiği kumdan
kale planı, kuma saplanmış bir çubuğun üzerine asılıydı. Cody çizimin başında durmuş,
Jenny’nin bugüne kadar görmüş olduğu bu en detaylı kumdan kaleyi yapmak için iş planı
çıkarıyordu. Jenny onlara dalmışken çocuklar bir anda dağılıp kumsala koştular ve parlak
renkli kovalarına kum doldurmaya başladılar.
Maddy, Sharron ve diğer kızlar kumsaldaki açılır kapanır sandalyelere oturmuşlardı.
Bebekler portatif oyun parklarında uykuya dalmışlardı, kızlar da az ileride voleybol oynayan
kocalarıyla sevgililerini seyrediyorlardı. Paul bile oy-
440
Bir Adım Sen, Bir Adını Ben, Son Adım Aşk
nuyordu. Yanında da şirketine kabul ettiği yeni avukat vardı. Adı Kara’ydı; zehir gibi zeki,
uzun boylu bir esmer güzeliydi. Jenny de, Anna da PauFün ona sırılsıklam aşık olmasının an
meselesi olduğundan emindiler. Tam günlük bir spa programına iddiaya girmişlerdi. Jenny,
bir ay diyordu. Anna ise bir haftadan fazla vermemişti. Jenny, Paul’1 e Kara’ya baktıkça
iddiayı kaybedeceğini düşünmeye başladı. Tabii, hiç önemli değildi; kim öderse ödesin,
ablasıyla bütün bir günü spada geçirmek harika bir şey olacaktı.
Gelemeyenler sadece Steven’ın annesiyle babasıydı. Hala Ari zona’daydı lar ama Jenny
onları aramıştı; bir saatten fazla konuşmuşlardı telefonda. Herkes rahat rahat içini dökmüştü;
tam da buna ihtiyaçları vardı zaten.
Anna elindeki patates salatasını piknik masasına bırakıp kaşlarını çattı. Bütün bir gün bunu
yapmıştı. Jenny, Anna’nın yine servis tabaklarını düzenlemeye başladığını görünce hiç
şaşırmadı. İçindeki mükemmeliyetçi asla rahat durmuyordu. Phillip’in ablasının arkasından
gizlice yaklaştığını görünce sırıttı. Phillip, Anna’yı kucaklayıp kaldırdığında ablası önce bir
çığlık attıktan sonra gülmeye başladı. Yüzü mutlulukla ışıl ışıl parlıyordu. Kocası onu
masadan uzaklaştırıp kumsala doğru sürüklediğinde buna hiç itiraz etmedi.
Jenny, ablasının bu kadar kısa bir zamanda bu kadar değişebilmiş olmasına hayranlıkla
baktı. Dört Temmuz’daki o konuşmalarından sonra bütün gururunu bir yana bırakıp istedikleri
için savaşmıştı. Phillip’i hemen o gece arayıp eve dönmesini istemişti. Ona ihtiyacı olduğunu,
onu özlediğini söylemişti kocasına. Bir de onu sevdiğini... Phillip bulabildiği ilk uçağa atlayıp
dönmüş, Cody’nin şampiyonluk maçına bile yetişmişti.
Tıpkı Anna gibi Jenny de savaşıyordu. Jared kalbini hem kırmış hem de tamir etmişti.
Şimdi birlikte ne kadar iyi olabileceklerini göstermek Jenny ’ye düşüyordu. Üç haftadır ona
ulaşmaya çalışıyordu. Jared’ın Paul’e adres gönderdiğini duyduğunda çok heyecanlanmış,
ağabeyine belgeleri göndermeyi akimdan bile geçirmemesini söyleyip işe koyulmuştu. Ancak
adresin Jared’a ait olmadığını fark edince başka bir yol aramak zorunda kalmıştı. Tam kendini
üst düzey bir Hava Kuvvetleri komutanının önüne atıp yalvarmayı düşünürken dün Kenny’nin
mektubu gelmişti. Jared’ın birliği Kaliforniya’ya dönüyordu. Jenny bir dakika bile tereddüt
etmeden telefona sarılıp kendine bir bilet ayırtmıştı. Yarın sabah saat altıda Kaliforniya’ya
uçuyordu.
Biraz kaygılıydı tabii. Jared yüzünden değil de, ona ne söyleyeceğini bilemediği içindi
kaygısı. Tek bildiği, onun öylece sırtını dönüp gitmesine izin veremeyeceğiydi. Onun geçmişi
yüzünden Jenny’nin istediği gibi bir adam olamayacağım düşündüğünü biliyordu; ama doğru
değildi bu. Jenny bunu ona kanıtlamak için her şeyi yapmaya hazırdı. Gerekirse Saklı Göl’ü
bile bırakır, Jared’la birlikte olabilmek için nereye gitmesi gerekiyorsa oraya giderdi. Jared
onun için bu dünyadaki her şeyden daha önemliydi.
Patikadan bir motor homurtusu gelince Jenny gülümsedi; işte birkaç misafir daha
gelmişti! Sebze tabağını masaya bırakıp kimin geldiğini görmek için yola doğru seğirtti ama
aniden olduğu yere çakılıp kaldı.
Jared.
Siyah Harley patikada gürleyerek ilerleyip park yerine girdi. Jenny öylece durmuş hasretle
onu seyrediyordu. Görüşmeyeli üç hafta değil de üç yıl olmuştu sanki.
Jared motoru ayakları üzerine yerleştirip bacağını oturağın üzerinden savurarak indikten
sonra şöyle bir etrafına bakındı. Jenny’yi gördüğünde hiç hareket etmeden bir süre durup
öylece baktı. Sonra her zamanki kararlı, uzun adımlarla yaklaşıp Jenny’nin tam karşısında
dimdik durdu. Tepeden tırnağa beyazlara bürünmüştü. Tanrım, ne manzaraydı ama.
Jenny, dedi o tok, çatallı sesiyle. Bu ses o kadar tanıdıktı ki, Jenny kendini onun kollarına
atıp onu delicesine öpmek istedi. Sen bir şey söylemeden önce, benim söyleyeceklerimi..Jared
bir an susup Jenny’nin omzunun üzerinden arkasındaki bir noktaya bakmaya başladı.
Jenny onun nereye baktığını görmek için geriye döndüğünde karşısındaki manzaraya
inanamadı. Herkes Jared’ın geldiğini duymuş olmalıydı; çünkü tam şu anda arkasında durmuş
onları izliyor, söyledikleri her bir sözcüğü ilgiyle dinliyorlardı. Hiçbir şey kaçırmamak için
müziği bile kapamışlardı.
Jenny önce hepsine düşmanca bir bakış attı ama sonra umurunda bile olmadığını fark etti.
Umursadığı tek şey Jared’dı. Yeniden dönüp ona baktı. Jared mavi gözlerinde ışıklar
yakan ve Jenny’ye dünyanın güzel bir yer olduğunu hatırlatan o pırıltılı, samimi, tatlı
gülümsemesiyle bakıyordu. Uzanıp Jenny’nin ellerini ellerine aldı. Bir Jenny’nin arkasındaki
kalabalığa bir Jenny’ye bakıp güldü. Galiba partiye geç kaldım.
Jenny nefes almaya çalıştı. Güle güle partisi.
Kimin için?
Benim için.
Jared’ın gülümsemesi söndü.
Yanında bir kişilik yer var mı?
Yani sen...
Sen neredeysen orada olmak istiyorum. Bunu anlamam bu kadar uzun sürdüğü için beni
affet. Evet, ne diyorsun? Ben de gelebilir miyim?
Jenny’nin gözleri bir anada yaşlarla doldu. Başını iki yana sallayıp, Hayır, dedi.
Jared ellerini biraz daha sıkı tutuyordu şimdi. Her şeyi mahvettiğimi biliyorum. Seni
bırakmak hayatımda yaptığım en büyük hataydı. Bir ömür bile sürse bunu telafi edeceğim.
Tanrım, kendimi sana affettireceğim. Seni seviyorum. Onu... onu sevdiğini mi söylemişti
gerçekten? Kalabalığın içinden Anna’mn sesi duyuldu. Pardon, ne dedin?
Jared, Jenny’ye bakıp gülümsedi. Onu sevdiğimi söyledim.
Biraz geç oldu, dedi Paul.
Kesinlikle katılıyorum. Hala Jenny’ye bakıyordu. Seni ilk gördüğüm andan beri
seviyorum. Sadece bunu görmem biraz zaman aldı. Lütfen, seninle gelmeme izin ver. Sen
benim hayatımsın. Senin olduğun yer, benim ait olduğum yerdir.
Jenny’nin yanaklarından yaşlar süzülüyordu. İyice bulanık görmeye başlamıştı şimdi.
Gelemezsin.
Jared’m bakışları kararlılıkla bulutlandı. Bana neden gelemeyeceğimi söylersen belki
gelebileceğimi gösterebilirim.
Jenny güldü. Hayır. Anlamıyorsun, artık gitmeme gerek kalmadı.
Bir rüzgar saçlarını savurdu.
Neden?
Çünkü aradığım şeyi buldum.
Jared elini uzatıp Jenny’nin saçlarını kulağının arkasına sıkıştırdı. Neydi ki o?
Şendin. Bütün sevgisi bu tek kelimede toplanmıştı sanki.
Jenny, dedi Jared, ruhunun derinliklerinden gelen bir sesle. Seni seviyorum. Bunu daha
önce kimseye söylememiştim ve şimdi söyleyebilmiş olmamın tek sebebi sensin.
Jenny kollarını Jared’ın boynuna dolayınca göğsündeki altın kanatlar Jenny’nin göğsüne
battı. Ben de seni seviyorum.
Tanrım, seni hak etmek için ne yaptım acaba? Jenny’ yi kendine çekip tutkuyla öptükten
sonra eliyle yanaklarındaki gözyaşlarını silip sol elini tuttu. Yıllarca başka birinin yüzüğünü
taktığını biliyorum ama şimdi benim yüzüğümü takacağım umut ediyorum.
Nasıl yani, nişanlanmak mı istiyorsun?
Hayır. Seninle evlenmek istiyorum. Bugün. İstersen hemen, şimdi evlenelim. Lütfen, evet,
de, ben çok sabırsız bir adamım.
Jenny ikinci bir kez düşünmedi bile. Evet.
Teşekkür ederim. Jenny’nin gözlerinden yine yaşlar süzülmeye başlamıştı.
Jenny’nin yanına ilk gelen Anna oldu. Annesi, babası ve ağabeyi de hemen yanı
başındaydılar. Hepsi sarmaş dolaş kenetlendiler.
Düğün var, dedi annesi ve Anna bir ağızdan.
Nerede olacağını biliyorum, dedi ablası.
Mönüyti biliyorum, dedi annesi.
Jenny güldü. Ben de adamı biliyorum. Jared’m kolları, bedenini sıkı sıkı sardı.
Üç ay yeter mi? diye sordu Anna, annelerine bakarak. Altı ay, dedi Catherine. En azından
altı aya ihtiyacımız var. Bunun çok uzun bir süre olmadığının farkındayım ama hep birlikte
çalışırsak altından kalkabiliriz.
Bir düğün. Jenny bir an paniğe kapıldı. Yine eski korkuları canlanmaya başlamıştı işte.
Jared ona şöyle bir bakıp herkesten izin isteyerek onu kalabalığın arasından çıkardı. Onu
yalnız konuşabilecekleri bir yere doğru çekti. Şimdi büyükannenin çiçeklerinin arasına
duruyorlardı.
Sorun nedir? diye sordu nazikçe.
Bir Adını Sen, Bir Adım Ben, Son Adım Aşk
Jenny derin derin soluk aldı. Emin misin? Hayatımda hiçbir konuda bu kadar emin
olmamıştım. Hani... Gözlerindeki korkuyu Jared’dan saklayabilmek için başını öne eğdi.
Jared onun çenesini zarifçe tutup başını yukarı kaldırdı. Hani ne?
Hani pilotlar uçar dersiniz ya...
İstediğin buysa Hava Kuvvetleri’ni hemen bugün bırakırım. Dürüstlüğü gözlerinden
okunuyordu. Jenny, seninle evlenmek istiyorum. Seninle yaşlanmak istiyorum. Saklı Göl’ün
kıyısında oynayan çocuklarımızı, torunlarımızı seyretmek istiyorum.
Her sözcüğü içindeki korkuyu biraz daha siliyordu. En sonunda bütün korkusu uçup gitti.
Çocuklar mı?
Bir düzine kadar düşünüyorum. En az. Muzip muzip sırıtıyordu.
Bence iki taneyle başlamak yerinde olur.
Jared’ın gülümsemesi giderek yayılıyordu. Denemeye hemen bu gece başlamaya ne
dersin?
Jenny güldü. Sabırsız adam.
Sadece seninle ilgili konularda. Yanağını okşadı. Ve söylediğimde ciddiyim. Orduyu
bırakacağım.
Jenny olmaz der gibi başını iki yana salladı. Pilotlar uçar.
Evlenseler bile mi?
Özellikle de evlendiklerinde uçarlar. Yeter ki eve geri dön. Her zaman.
Şey, ailem bu düğün konularını hep biraz abartır... Sen ne istersen öyle olsun. Bugün,
gelecek ay, ya da gelecek yıl... ne zaman, nerede istersen evlenirim seninle. Tek istediğim
sensin.
Tanrım, bu adamı çok seviyordu. Yedi, dedi.
Yedi ay diyorsun yani.
Jenny yine kafasını salladı. Hayır. Yedi gün. Annesi, Anna ve o bir oldular mı, altından
kalkarlardı nasıl olsa. Ben sabırsız bir kadınım.
Jared gülüp Jenny’yi öpmek için eğildi. Tanrı’ya şükür, Ponpon Kuyruk... sabırlı olmayı
hiçbir zaman erdemden saymamışımdır.
Jenny onun göğsüne iyice sokuldu. Bir yandan da hınzır hınzır gülüyordu. Balayı sürprizi
olarak ısmarlayacağı ponpon kız kıyafetini gördüğünde ne yapacaktı bakalım...

Kitap Taramak Gerçekten İncelik Ve Beceri İsteyen, Zahmet Verici Bir İştir.
Ne Mutlu Ki, Bir Görme
Engellinin, Düzgün Taranmış Ve Hazırlanmış Bir E-Kitabı Okuyabilmesinden Duyduğu
Sevinci Paylaşabilmek Tüm Zahmete Değer.

Bandrol Uygulamasına İlişkin Usul Ve Esaslar Hakkında Yönetmeliğin


5.Maddesinin İkinci Fıkrası Çerçevesinde Bandrol Taşıması Zorunlu Değildir.

Buraya Yüklediğim E-Bookları Download Ettikten 24 Saat Sonra Silmek Zorundasınız.


Aksi Taktirde Kitabin Telif Hakkı Olan Firmanın Yada Şahısların Uğrayacağı
Zarardan Hiç Bir Şekilde Sitemiz Sorumlu Tutulamaz ve Olmayacağım.
Bu Kitapların Hiçbirisi Orijinal Kitapların Yerini Tutmayacağı İçin Eğer Kitabi
Beğenirseniz
Kitapçılardan Almanızı YaDa E-Buy Yolu İle Edinmenizi Öneririm.
Tekrarlıyorum Sitemizin Amacı Sadece Kitap Hakkında Bilgi Edinip Belli Bir Fikir
Sahibi Olmanız Ve Hoşunuza Giderse Kitabi Almanız İçindir.
Benim Bu Kitaplarda Herhangi Bir Çıkarım YaDa Herhangi Bir Kuruluşa Zarar
Verme Amacım
Yoktur.
Bu Yüzden E-Bookları Fikir Alma Amaçlı Olarak 24 Saat Sureli Kullanabilirsiniz.
Daha Sonrası
Sizin Sorumluluğunuza Kalmıştır.
1)Ucuz Kitap Almak İçin İlkönce Sahaflara Uğramanızı
2)Eğer Aradığınız Kitabı Bulamazsanız %30 Ucuz Satan Seyyarları Gezmenizi
3) Ayrıca Kütüphaneleri De Unutmamanızı Söyleriz Ki En Kolay Yoldur
4)Benim Param Yok Ama Kitap Okuma Aşkı Şevki İle Yanmaktayım Diyorsanız
Bizi Takip Etmenizi Tavsiye Ederiz
5)İnternet Sitemizde Değişik İstedğiniz Kitaplara Ulaşamazsanız İstek Bölümüne
Yazmanızı
Tavsiye Ederiz
Bu Kitap Bizzat Benim Tarafımdan By-Igleoo Tarafından
www.CepSitesi.Net www.MobilMp3.Net www.ChatCep.Com www.İzleCep.Com
www.MobilMp3Ler.Com
Siteleri İçin Hazırlanmıştır. E-Book Ta Kimseyi Kendime Rakip Olarak Görmem
Bizzat Kendim Orjinalinden Tarayıp E-Book Haline Getirdim Lütfen Emeğe Saygı
Gösterin.
Gösterinki Ben Ve Benim Gibi İnsanlar Sizlerden Aldığı Enerji İle Daha İyi İşler
Yapabilsin. Herkese Saygılarımı Sunarım .
Sizlerde Çalışmalarımın Devamını İstiyorsanız Emeğe Saygı Duyunuz Ve Paylaşımı
Gerçek
Adreslerinden Takip Ediniz.
Not : Okurken Gözünüze Çarpan Yanlışlar Olursa Bize Öneriniz Varsa Yada Elinizdeki
Kitapları Paylaşmak İçin Bizimle İletişime Geçin.
Teşekkürler. Memnuniyetinizi Dostlarınıza Şikayetlerinizi Yönetime Bildirin
Ne Mutlu Bilgi İçin Bilgece Yaşayanlara.
By-Igleoo www.CepSitesi.Net

You might also like