Bi̇ri̇ki̇m 1

You might also like

Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 81

Sahibi

Birikim Yayımcılık Koîlektif Şirketi adına


M. Kâmîi Yüksel
Yazı İşleri Sorumlusu
Ömer Laçiner
Yöneten
Murat Belge
Yazı Kurutu
Murat Belge, Yavuz Çizmeci, Onat Kutlar,
Ömer Laçiner, Can Yücel
Teknik Sorumlu
Ferit Erkman
Yönetim Yeri
Ankara Caddesi, Güncer Han 45/18 Sirkeci
İstanbul
Yazışma Adresi
P.K, 538 Sirkeci
Abonesi
Yıllık 100 TL. Altı aylık 60 TL.
Dış ülkelere Yıllık 200 TL. Altı aylık 100 TL
Posta Havalesi
P. Çeki Hesap no; 20092991
Han
% sayfa 200 TL./1/* sayfa 400 TL/1 sayfa 800 TL.
Dizgi'Baskı
Yelken Basımevi
Küşeler
As Klişe : ‘^
Kapak Baskısı
Reyo Basımevi
Citt
Numune Ciltevi
Basıldığı Tarih
3/Mart/1975
Gönderilen bütün yazılar yazı kurulunun kararıyla
basılır. Basılmayan yazılar geri alınabilir, gönderilmez.
Yayımlanan yazı ve resimler kaynak gösterilerek
aktarılabilir.
Türkiye'deki devrimci hareket 1970’lerde kendi özgül koşullarının zorunlu kıldığı yak­
ağır yaralar aldı. Bunun nedeni sade «dışsal» laşımlarla girmektedirler. Kalkış noktaları ayrı
sayılabilecek etkenler değildi. Hareketimizin olunca kısa dönemli taktik amaçlarında da ay­
kendi eksiklikleri, teorik ve pratik yanlışları, rımlar görülmekte, dolayısıyla birçok önemli
alman yaraların önemli «içsel» belirleyicileri konudaki tutumları farklılaşmaktadır. Bugü­
oldular. Bugün, bir toparlanma evresi içerisin­ nün dünyasında, bütün sosyalist devlet ve ku­
de, geçmişi yeniden gözden geçirmek, eksik­ ruluşların bir araya gelip ortak sorunlarını tar­
liklere ve yanlışlara parmak basmak için cid­ tışarak, hepsi için geçerli sonuçlara varmaları­
dî ve sistemli bir çalışmaya girişmeliyiz. Biri­ na yarayacak merkezî bir karar orgam yoktur.
kim Yayınları bu çalışmaya katkıda buluna­ Bunun yerine, hepsi kendi başına bîr yetki mih­
bilme amacıyla kurulmuştur. Yayınevi, bu ay­ rakı olduğunu İddia eden, bunu kabul ettirme­
lık derginin yamsıra üç aylık bir çeviri dergisi ye çalışan devletler vardır. Hal böyle olunca
de yayımlayacaktır. Ayrıca bir kitap dizisi ha­ bu mihraklar dışında kalan sosyalistler yurt ve
zırlamaktayız. dünya sorunlarına kendi ülkelerinin somut ko­
Aylık dergi, okurlarımızla en yalcın ilişki şullarının zorunlu kıldığı açıdan yaklaşmalıdır­
lar. Doğrusu da zaten bu dur.
kurabileceğimiz yayın olduğu için, genel görüş­
lerimizle yaynıevimizin çalışma ilkelerini bu 2 -— Politik Kampların Ötesinde, Diya­
başyazıyla sizlere iletmeyi uygun bulduk. Da­ lektik Maddeciliğin Kavranılmasında da Ayrı­
ha sonraki sayılarda bu «başyazı» ile başlattı­ lıklar Vardır:
ğımız diyalogu sürdüreceğiz. Yayınlarımızın
dayandığı temel ilke, herkesin bildiği, geçerli­ Sosyalistler, büyük ölçüde hâlâ emperya­
liğinden kimsenin şüphe etmediği, genel bir il­ list sistemin güdümünde olan bir dünyada ya­
kedir: «Devrimci bir teori olmadan devrimci şıyorlar. Bu durumda çeşitli burjuva ideoloji­
hareket olamaz.» lerinin kılık değiştirerek Marksist düşünceye
sızmasını önlemek güçtür. Çünkü diyalektik
Türkiye’de teori, neredeyse «teoriden ge­
düşünce içinde en ufak bir ayak sürçmesi insa­
çilmeyecek» kadar yoğun bir şekilde tartışıl­
mıştır, hâlâ da tartışılıyor. Ne yazık kİ, bütün nı, gücünü yüzyılların alışkanlığına borçlu olan
bu ateşli tartışmaların sonucunda gerçekten ka­ idealizm’e düşürür.
lıcı bir düşünce sistemi oluşmuş değildir. Teo­ Sozkonusu sızmalar sonucunda maddeci
ri, belirli bir sorunu aycSmlafma’ya yaramalı- felsefe İçinde birbirine karşıt akımlar belirmiş­
dır. Öte yandan sorunlar ne kadar çapraşıkla­ tir. Örneğin, Garaudy ile Stalin’i ya da Lukacs
şırsa çapraşıklaşsın, teori kendi aydınlığım yi- ile Althusser’i aynı düşünce sisteminin sözcüsü
tirmemelidir. Oysa bizim teorik tartışmaları­ kabul etmek artık imkânsızlaşmışım.
mızda ya çapraşıklık sorunun kendinden gel­
miş, ya da teori, amacına aykırı bir biçimde Marksizm, gerçekliğin somut koşullar için­
«şematik» leştiriîmİş, dolayısıyla sorunların de beliflendıgTnkesine dayanır. Bu genel ilke-
çapraşıklığı karşısında alabildiğine sığlığa düş­ yi yanlış yorumlayanlar —Öyle yorumlamak^
müştür. Her iki halde de doğru pratiği yarata­ isteyenler— her zaman, «değişen koşullara gö­
cak olan doğru teori kurulamamıştır, kurula­ re teorinin revizyoım»nu yapmaya yönelmisler-
mazdı da. dir. Oysa gerçeklik koşullara göre belirlenir
Bunun iç ve dış nedenleri bulunabilir ka­ yaIeHık"Yfuş^^ ^ ^ j^ ^ belıffehmez.
nısındayız. Yanılgıların kaynaklarına varabi­ Koşullara bağımlı olmak bir yâna, hattâ koşul­
lirsek, zararlarım durdurmamız kolaylaşır. Ge­ ları "değiştir mc ııin yolunu gösteren düşüncedir^
nel tikeli belirlediğine göre, biz de araştırma­ Her çeşit revizyonizm buradan, ymü koşullara_
mıza dışsal nedenlerden başlayalım: teslim olma eğiliminden doğar.
1 — Dünya Sosyalist Hareketi Çeşitli
Kamplara. Bölünmüş Durumdadır: Şu halde bugün dünya çapında yapılması
gereken iş, diyalektik düşüncenin bilgi teori*
Sosyalist devletler, uluslararası politikaya sini sistemleştirmektir. Bu bilgi teorisinin öge-
Ieri, ustaların eserlerinde vardır. Bu Öğeleri or­ raktığı hoşlukları doldurmak da bizim görevi­
taya çıkarmak, diyalektik düşünceye sonradan mizdir. Böylece burjuvazinin ideolojik - kül­
sızan idealist tortulara karşı onları çıkararak türel tutarsızlıklarım eleştirir ve sergilerken,
teoriyi yeniden kendi bilgisel temel taşları üze­ geleceğin sosyalist kültürünü daha da sağlam
rinde yükseltmek, bütün dünya devrimcilerine temellere oturtabiliriz.
olduğu gibi Türkiye’nin devrimcilerine de dü­
şen bir sorumluluk, bir görevdir. 2 — Sosyalist Düşüncenin Eklektizmi
Türkiye’de bugüne kadar devrimci hare­ Türkiye’nin tarihî gelişmesinde, Batı’nın
keti yönlendirecek devrimci teorinin yeterince klasik sayılan gelişme şemalarına tam uymayan
oluşamamasmda bu genel nedenlerin önemli bazı özellikler, teorik bakımdan tutarlı olma­
bir payı vardır. Ama Türkiye’ye özgü bazı ko­ dığı halde ülkemizde yakın zamana kadar sos­
şullar da teorik çalışmalara uzun süre kargaşa­ yalistlerin de benimsediği bir «ilericilik - geri­
lığın egemen olmasına yol açmıştır. Bu özel cilik» kavramının oluşmasına yol açmıştır.
koşulların başlıcaları şöyle sıralanabilir: Teorik düzeyde ,bu yanıltıcı görüşden sıyrıla-
1 — Burjuva Kültürünün Zayıflığı mayan Türkiye sosyalist geleneği, teorik yanıl­
gıyı pratikle düzeltme imkânım da yakın za­
Devrimci hareketin handikapları sıralanır­ mana kadar bulamamıştır. Çünkü az-gelişmiş-
ken burjuva kültürünün zayıflığından söz et­ lik yapısı İçinde proleteryamn oluşumu gecik­
mek ilk bakışta tuhaf görünebilir. Ne var ki miştir. Bu yüzden sosyalistler sınıf rotasını
soruna düşüncenin içinde doğduğu ortam açı­ ayarlamalarını sağlayacak sınıf koşullarına ya­
sından bakıldığında, bunun dolaylı ama önem­ kın zamana kadar kavuşamamışlardır.
li bir yeri olduğu anlaşılacaktır.
Bu, gibi nedenlerle teorik ve pratik temel­
Türkiye’nin burjuvazisi sınıf olarak zayıf lerini bulamayan Türkiye sosyalizmi çeşitli
olduğu için, kültürü de zayıftır. Batı burjuva­ burjuva ve küçük burjuva ideolojilerinin radi­
ları gibi alttan gelen, uzun süreli bir mücade­ kalimsi öğeleriyle birlikte hareket etme alışkan­
le vermediği, yukarıdan aşağıya bir süreç için­ lığını edinmiş, dolayısıyla kendi bağımsız prog­
de oluştuğu için örneğin, bir Fransız burjuva­ ramım yaratamamıştır. Kanunların anti-de-
sının politik radikalizmine hiçbir zaman eriş­ mokratik niteliği, arasında yaşanılan ideoloji­
memiş, sağlam bir aydınlar geleneği yaratama­ lerin temellerini tartışma imkânlarını da orta­
mış, bilimsel bir tutum getirememiş, dolayısıy­ dan kaldırmıştır. Bütün bunlar, sosyalist dü­
la zengin bir kültür de kuramamıştır. İdeoloji­ şünce geleneğinde girift bir eklektizm doğur­
si, Batı’dan parça buçuk ithal edilen bir pozi- muştur.
tivizm’den ibarettir. Ama buna bile yeterince
sahip çıkamamıştır. Böylece, Önce olması gereken sosyalist
teori ve pratik apayrı sınıfsal çıkarların poli­
Bir Galile örneğini düşünelim, Batı’da tik girdabına sürüklenmiş, hattâ zaman zaman
burjuva devriminin yükselişi sürecinde ortaya manipüle edilmiştir. 12 Mart döneminin olay­
çıkmış bilim adamlarından biri olarak, düşün­ ları bu tutarsızlığı en aşırı noktaya vardırmış,
celeri için hayatını tehlikeye atabilmiştir. Bir ama aynı zamanda Türkiye’deki bağımsız
aydının nasıl bir mücadele vererek aydın ol­ platformunu kurma zorunluğu ile yüz yüze ge­
duğunun somut örneklerindendir. Oysa Tür­
tirmiştir.
kiye’de aydın olmak için, böyle zorlu mücade­
lelerden geçmek gerekmemişti, Galile’nin atıl­ 3 —■Fraksiyonculuğun Teorik Gelişmeyi
dığı tehlikeleri göze almadan, Galile’nin hikâ­ Durdurucu Etkileri:
yesini sadece kitaptan okuyup öğrenmiş ol­
mak, aydın sayılmaya yetiyordu. Gerçek temellerini bulamayan sosyalist
hareket kaçınılmaz bir şekilde bölünmüştür.
Bu çeşitten bir aydın geleneğinin yoklu­ Çünkü sosyalizmin egemen sınıflara karşı mu­
ğu ve genel kültürel kofluk, kısa vadede sos­ halefetini yürütememek, fraksiyonlaşmayı ka­
yalistler için de bir dezavantajdır. Çünkü sos­ çınılmazlaştırır. İktidarla mücadelenin yerine,
yalist olduktan sonra yararlanacağı genel bil­ «sol-İçi iktidar mücadelesi» geçer. Bu müca­
gilerden, kültürden, bilimsel yöntemden uzak delede teori değil, fraksiyon bağnazlığı güçle­
bir ortamda gelişmektedir. Bu durum, sosya­ nir. Sol gruplar birbirlerini baş düşman ola­
lizmin öğrenilmesinde hazımsızlıklar, önemli rak görmeye başlar. Böylece gruplar arası di­
bilgi boşlukları yaratmaktadır. yalog koptuğu gibi, sosyalist muhalefet görevi
Öte yandan, burjuvazinin kültürel zayıf­ de yerini fraksiyonların «keskinlik yarışı»na
lığı uzun vadede bir avantajdır. Çünkü kül­ bırakır. Bu da, çeşitli provokasyonları ardı sı­
türsüz burjuvazinin sınıf körlüğü de o derece ra getirir.
kesin olacağı gibi mücadeleyi gereğince yürü­ Türkiye’de kısa vadeli ideolojik gruplaş­
tecek güçten de yoksundur. malar kendilerini daracık çerçeveler içine hap­
Bu durumda bize daha fazla çalışmak dü­ setmiş, sosyalistlerin bir kısmı böylece yurt ve
şüyor; Çünkü kültür alanında burjuvazinin bı­ dünya sorunlarım belirli ön yargılarla algılar f
ve değerlendirir duruma gelmişlerdir; Bilim ge- mislerdir. Yaymevİmizİn böyle bir iddiası yok-
riîemiş, klasiklerin çevirileri bile kasıtlı olarak tur. Yeni bir alternatif olma vaadiyle yeni bir
çarpıtılmış, duygusal yaklaşımlar teşvik göre­ foaksiyon yaratmayacağız. Bu, şüphesiz, siya­
rek gıiçenmiştir. Teori bir takım sloganlar de­ sî bir görüşümüz olmadığı ya da teorik konu­
recesine indirgenince araştırıcılığın yerini ez­ klardan uzak kalacağımız anlamına gelmez. Gö­
bercilik ve kalıplı düşünce alışkanlığı, geniş gö­ rüşümüze <en yakın düşen siyasî organı destek­
rüşlülüğün yerini dogmatizm almış, bilgi, eleş­ leyeceğiz, yayınlarımızla yardımcı olmaya ça­
tirel tavır şüpheyle karşılanmış, grup tutarlılı­ lışacağız. Teorik konulara da, bir sosyalist kül­
ğı ve disiplini adına bilgisizlik, körü körüne tür «dergisi çerçevesi içinde eğileceğiz. Bugün­
kişisel bağlılık yüceltilmiştir. kü aşamada, Türkiye için eksiksiz bir teori ol­
duğu ya da oluşturulabileceği kanısında deği­
Sosyalizm Ve Kültür niz. Ama bu teorinin öğeleri bugünlerde olgun­
Sosyalizmin gerçek siyasî örgütlenmesi laştırıl acaktır. Biz de bu öğelerin, özellikle de
yerine fraksiyonculuk yanlışı konunca, sosya­ sistemleştirilecek yöntem’in ortaya çıkarılma­
list militan tipi adına da aynı büyük yanlışlık sına katkıda bulunmayı amaçlıyoruz.
ürünü olarak fraksiyon devrimcisi tipi gelmiş­
tir. Sosyalizm tam anlamıyla bir ((dünya görü­ Tutarlı Görüş Açısı
şü« olduğuna göre, pratiğimizin daha çok po­
litikada yoğunlaşması, sosyalistin sadece ak­ On sekizinci yüzyılda, Fransız Devrİmİ’n-
den önce Diderot, d’Alembert gibi Fransız dü­
tüel politikayla ilgili bir kişi olması demek de­
ğildir. Hele hele, bir fraksiyon politikacısı ol­ şünürleri dünya çapında önemi olan Ansik­
lopedici hazırlamışlardı. Bu eserin önemi, o
ması hiç değildir. Sosyalizmin emrin bir ufku,
sanat ve edebiyatı, zengin İnsanî değerleri ve dönemin ilerici, devrimci sınıfı olan burjuvazi­
gelenekleri, vani cok geniş bir kültürü vardır. ye, eski dünya görüşünden kurtulmayı, hayata,
Bütün bu kültürel hazîneleri bes yüz kelimelik karıncaların yaşayışından eski çağ tarihine, gü­
bir fraksiyon sözlüğüne indirgemek sosyalist neş sisteminden insanın eşitliği düşüncesine
kadar bütün dünyaya çağın en ileri bilimiyle
hareketi kısırlaştırır ve boğar. Sloganlar, ide-
donanmış, tutarlı bir açıdan bakabilmeyi sağ­
oloîik kalınlar, amaç değil, sınırlı durumlarda
geçerliği olan araçlardır. Sosyalist militan beş lamış olmasıdır.
yüz kelimeyle düşünen insan değil, geniş dün­ Bizler bugün böyle bir görüş tutarlılığın­
ya görüsünün .emrin kültürünü, somut durum­ dan uzağız. «Sol-içi iktidar mücadelesi» için
larını kendi güncellikleriyle sınırlanmış acil yürütülen ideolojik mücadele dar ve kısır bir
görevlerini verine getirmeye yönelik davranış alanın dışına taşamadı. Kaldı ki, bu dar alan­
biçimiyle bağdaştırabiliri e disiplinini kazanmış da bile diyalektik düşüncenin İdealist tortu­
kişidir. Devrimci politika, sosyalist kültürden lardan tamamen arınmış bir biçimde belirdiği
koptuğu anda kısırlaşır, sonunda sapar da. Kül­ söylenemez. Dolayısıyla teorik ve kültürel do­
türün nnritiklmmî vurgulamak nasıl gerekiyor­ nanım sürecine gecikmenin getirdiği fazla-me-
sa politikanın kültürlü olması için de aynı şe­ sai ile girmemiz zorunlu oluyor.
kilde çalışmak zorunludur.
Dünya sosyalistlerinin araştırıp üzerine
Bu anlamda kültür bir yasama sorunu­ kafa yorduğu, Hegeîci diyalektikle Marksist
dur. Bilginin vasanması demektir. Bilginin, ka­ diyalektiğin ilişkisi, dilin doğuşu ve ideolojik
famızın bîr verinde saklanan sovut bir nesne formasyondaki yeri, ilkel toplumlann evrimi
olmaktan rakip hayatiyetimizi meydana getiren gibi sorunları, çok-uluslu şirketler ve çağdaş
canlı bir öge, davramrianrmzı içeriden vöne- devlette yarattıkları etki gibi politik konulan,
ten ilke olması, beyin hücrelerimize ve damar­ Marksizme yakın ya da uzak çağdaş düşünce
larımıza yerleşmesi demektir, akımlarını bizim de incelememiz, bunların dı­
şında Türkiye’nin günlük ve tarihî sorunlarına
Yaymevimn Amacı daha yakından eğilmemiz gerekiyor.
Yukarıda belirtmeve çalıştığımız gibi sos­
yalizm politikası ve kültürüyle bir bütündür. Neler Yapılmalı? Neler Yapılabilir?
Ama günlük somut koşullar gereği r»ol hıka Türkiye’de sosyalist hareketin geçtiği son
pratiği Ön plana çıkar. Bu pratiği yönlendir­ deneylerden sonra, gerçek anlamda bilgilenme,
mek bir Sosyalist Parti’nm görevidir. Türki­ tartışılmaz bir ihtiyaç olarak belirmiştir. Yön­
ye’de de tekelci kapitalizme karşı toplumsal tem sorununun önemi artık eskisinden daha
muhalefeti yönlendirecek ve devrimci kadro­ iyi bilinmektedir. Ama bu ihtiyaçların gideril­
ları çevresine toplayacak güçte bir Parti ola­ mesi de o kadar kolay bir iş değildir. Her şey­
cağına inanıyoruz. Zaten bunun tersi, fraksi- den önce geniş bir kadronun oluşması demek­
yonculuğun tozu dumanı içinde sosyalizmin tir bu.
görevlerinin süresiz ertelenmesi demektir.
Türkiye’de okur-yazar kişinin yalnız Türk­
Türkiye’de siyasî konulara yönelen sosya­ çe bilerek «kültürlü» bir devrimci olabilmesi,
list dergiler şimdiye kadar genellikle açık veya gerekli ana metinler bir türlü Türkçe’ye çev-
üstü örtülü olarak bir siyasî mihrak haline gel- rihnediğinden güçlüklerle doludur. Bir kere,
ustaların kitapları bile henüz tamamıyla Türk­ çok laf işittiğimiz halde bu iki iktisatçıyı ta­
çe’ye aktarılmamıştır. Yabancı teorisyenlerin nımıyoruz. Hegel adı her yerde karşımıza çı­
■—ikinci sıradaki ustaların, örneğin Dİmitrof- kıyor, ama Türkçe’de Hegel’in yazdığı ya da
larm, Gramsci’lerin, v.b.— eserleri de çevril­ Hegel üstüne yazılmış tek bir eser yok. Şüphe­
memiştir. Üçünciisü, sosyalist açıdan olmasa siz bu ve buna benzer yazarların bütün kitap­
bile, dürüst bilim adamlarının yazdığı, hiç de­ larını okumamız gerekmez. Ama hiç değilse
ğilse genel bilgileri, olguları derleyip aktaran ana kitaplar çevrilebilir, bazı kitapların özet­
temel kültür kitapları da yeterince çevrime- leri aktarılabilir ,ayrıca hepsi yerli ve yabancı
miştir. Bunların, Türkçe’de yazılanı da pek çık­ tanıtma yazılarıyla tamamlanabilir.
mamıştır. Sonuç olarak, Türk dilinde yeterli
Gelgel elim, bütün bunlar şimdilik daha
bir kültür kitaplığı kurulamamıştır.
fazlası yapılamadığı için yapılacak şeylerdir.
Şu halde, karşımızdaki ana kültürel he­ Türkiye devrimcileri artık çok önemli bir eşi­
deflerden biri, Türkçe-okuyan kişinin aydın ği aşma noktasına' gelmişlerdir. Bu, bilgilen­
olabilmesine yetecek Türkçe kitaplığı kurmak­ mede ağırlığın çeviriden yerli araştırmaya kay­
tır. Çevrilmesi gerekenleri çevirmek, yazılma­ ması noktasıdır.
sı gerekenleri yazmaktır. Ama bunu gerçekleş­
Şu halde sorun, kendi teorik dünyamızı
tirmek, söylemek kadar kolay değil. Titiz, sis­ kuracak yerli yazarlarımızın, araştırıcılarımı­
temli, uzun-vadeîi bir çalışmayla olabilir an­
zın yetişmesidir. Bu görevin üstesinden gele­
cak. cek bir aydınlar potansiyelinin bu dönemde
Asıl güçlük, yukarıda sözkonusu edilen Türkiye’de filizlenmeye başladığına inanıyoruz.
tutarlı görüş açısını sağlayabilmekte. Kitap Bu potansiyeli potansiyel olarak durmaktan
yazdırıl abilir de, çevirtil ebilır de .Ama bir ya­ çıkarıp etkinliğe çekmek ve ciddî bir çalışma
yınevinin sosyoloji konusundaki kitabıyla ik­ disiplini kurmak Birikim Yayınlarının başlıca
tisat konusundaki kitabı apayrı dünya görüş­ amacıdır. Bu, bir duyuru olduğu kadar bir
lerinin ürünü olursa, böyle bir yayından an­ çağrıdır da. Yaymevi'nin başarısının temel öl­
cak sınırlı bir yarar sağlanabilir. çütü, gençlerimize yazar olma kapılarım arala­
mak olacaktır. Bunun için genç çevirmenlerin
Yabancı dillerden çevrilen yazı ve kitap­ yetişmesinde, genç yazarların bibliyografya,
ların şimdiye kadar yapıldığı gibi, suyun içine v.b. imkânlar bulmasında, elimizden gelen her
bir taş atarcasma okurun önüne atılması sa­ şeyi yapacağız.
kıncalı oluyor. Her kitap ya da yazı kendi za­
manının, kendi özel koşullarının bîr sentezini
iletir. Yani, belirli bîr sorunsalın ürünüdür. Bu SONUÇ
sorunsaldan, bu arka-plandan koparılıp alınır­
Şimdi, amaçlarımızı yeniden Özetleyebili­
sa yararlılığı da, anlasılırlığı da eksilir. Yete­
riz. Bu amaçlar birbirlerine sıkı sıkıya bağlı,
rince anlaşılmamakla kalmaz, yanlış ve anlam­
sız bağnazlıklara da yol acar. Bunun geçmişi­ hattâ iç içe geçmiş durumdadır:
mizdeki klasik örneklerinden biri, belli bir 1) Teorinin büyük ustalarının ışığında,
«program» içinde sunulan Lemn’in İki Tak­ kendi sorunlarımız, hedeflerimiz, kendi toplum­
tirinin küçük buriuva radikalizmine prim ver­ sal bütünlüğümüz açısından, kendi teorik dün­
me amacı için kullanılabilmiş olmasıdır. yamızı kurmak; 2) Bunu yaparken yöntemi,
bilimsel teoriyi aynı anda hem kavramak, hem
Kitabın sorunsalını ve arka-planını okura uygulamak, hem de açıklamak; yöntemi soyut­
kitapla birlikte sunmak bu eksikliği giderir.
ta değil, olması gereken yerde, somutun için­
Bunun bir yolu tabiî kitaba önsöz ve notlar
de bulmak; 3) Geçmişin ve bugünün kültürü­
eklemektir, ikinci, daha önemli yolu da bir tar­
nü araştırmak, eleştirmek ve böylece geleceğin
tışma ortamı açmaktır. Biz, yayınlayacağımız
kültürel temellerini şimdiden kurmak; 4) Sos­
kitaplar ve dergiler arasında bunu amaçlayan
yalist kültürü bir yaşama sorunu olarak ele
bir ortak çalışma yöntemi kurmak istiyoruz.
alıp işlemek; 5) Bütün bunların üstesinden
Bu yapıldığı zaman, çıkan her kitap sa­ gelecek bir aydın kadronun oluşmasına katkı­
vunulan görüş birliğine uygun olmasa da, kita­ da bulunmak için mümkün olan her türlü ça­
ba o görüşle bakmak mümkün olur. Böyle bir bayı harcamak.
eleştirel yaklaşım, farklı görüşlerle yazılmış ki­ Türkiye’de bütün bunların yapılması ge­
tapların hazırlıksız okurda yarattığı eklektizmi rektiği kanısındayız ,ama bunları gerçekleşti­
azaltabilir, hattâ tamamen giderebilir. Kitabın recek düzeyde insanüstü kişilerin şu anda bir
bilgilerinden yararlanmak, ama yanılgılarını yerde hazır beklediğini sanmıyoruz. Böyle
paylaşmamak mümkün olur. amaçlar ancak alçak gönüllü bir çalışkanlık­
Mümkün olan bir başka şey, kitapları, la gerçekleşebilir. Birikim Yayınları yazarları
yazıları, birbirleriyle ilişkilerini gözeterek ya­ ve okurları için, birlikte ve adım adım ilerleye­
yınlamaktır. Örneğin, Feuerbach üstüne Tezleri cekleri bîr okul haline getirilirse, bu hedefler­
okuduğumuz halde Feuerbach’ı bilmiyoruz. den hiç değilse bazılarına birlikte erişebilece­
Marx’ın Smith ve Ricardo ile ilişkisi üstüne ğimize inanıyoruz. , M
BERTOLT BREHCT

«Karar» A A Oyundan
Sliıler
Çeviren CAN YÜCEL

Aşağıdaki şiirlerin hepsi Brecht'in «Karar» adlı oyunundan. 1930'da yazılmış olan bu oyun, yazarın
«Lehrstück» dediği türden. Törkçede «Öğrenmece» diye anmayı önerdiğimiz bu tür oyunlar, fabrikalarda,
işliklerde, okullarda, kışlalarda oynanmak üzre yazılmıştır. Nazi-öncesinde hayli yaygınlık kazanan bu
oyunlar ne okunmak, ne de seyredilmek üzere yazılmıştır. Brecht bir konuşmasında böyle diyor, ve sür­
dürüyor sözünü:
«Bu oyunlar oynanmak için yazılmıştır. Aramızda oynanmak için. Bunlar, ne bir okuyucu, ne de bir
seyirci kitlesi için; bunlar oyunda söylenenleri oynayarak incelemeye teşne çocuklar, gençler için yazıl­
mıştır. Bu çocuklar, bu gençler bazen bir rolü bazen Öbürünü sırtlanarak, sırasıyla sanık, savcı tanık ve
yargıç kılığına bürünerek, bu işin üstesinden geleceklerdir. Böyfece her biri tartışma temrinlerinden geç*
miş ve sonunda diyalektiğin ne olduğuna dair bir fikir —pratik bir fikir— edinmiş olacaklardır.»
«Karanın konusunu, daha doğrusu kurgusunu uzun uzun anlatacak değiliz. Özüne değinmekle yeti­
neceğiz. Oyunun özü, Sosyalizmin bilimsel, serinkanlı, ağırbaşlı tümefliğe yatkın yanıyla, bir bakıma şiir­
sel, duygusal, insancıl ve delikanlı yanı arasındaki çekişmenin tartışılması ve yargılanmasıdır.
İlerdeki sayılarımızdan birinde oyunun bütününü yayınlamayı tasarlıyoruz.

KORO

Savaşmak istiyorsan Sosyalizm için,


Hem döğüşmeyi, hem de döğüşmemeyi bileceksin!
Sade doğru söylemeyi değil, doğru söylememeyi de befüyeceksin!
Nasıl yardıma koşmanın zamanı varsa, uzak durmanın zamanı da var!
Kendini tehlikeye atmayı bilen, zamanında da tehlikeden kaçar!
Hem sözünü tutmasını becereceksin, hem de sözünden dönmeyi!
Kimi yerde tanınmak iyidir, kimi yerde görünmez olmak iyi!
Sosyalizm için savaşmak İstiyorsan,
Başka değil, bitek erdemin olacak ancak,
O da: Sosyalizm için savaşmak!

ÖRGÜT ÇALIŞMASINA ÖVGÜ

Güzel şeydir Büyük İşler görenler çıkmadı değil,


Sınıf kavgasında ortaya çıkıp konuşmak. Ama hep ün kazanmak için;
Yalın bir sesle yığınları kavgaya çağırmak, Aynı şeyleri yaparlar mıydı, dersin,
Zalimi ezmek, mazlumu ayağa kaldırmak, Unutulacaklarını bilseler?
Lâkin namluları altında kapitalistlerin Oysa o fıkara sofrasından eksik olmaz ONUR,
Gizli gizli ve ilmik ilmik O daracık barakanın alçacık kapısından
Partinin ağlarını ören Eğilip çıkan başka türlü bir Uludur,
O ufak tefek, gündelik İşler Ve ÜN Kim yaptı bunca işi? diye
Hem yararlıdır, hem çetin. Boşuna onu arayıp durur.
Konuşacaksın, ama Sözümüz size, ey adsız sansız savaşçılar,
Bilmeyecekler konuştuğunu senin. Yüzünüzü açın n'olur!
Üstün geleceksin, ama Çıkın bir an için karanlıklardan!
Senden bilmeyecekler üstünlüğünü. Nişan değil, size dünya halklarından
Öleceksin, ama Selâm getirdik, selâm!
Kimse bilmeyecek öldüğünü.
BERTOLT BREHCT

Birikim 1 / 7
«Kmaı» Adh Oyundan
Şiirler
Çeviren CAN YÜCEL

Aşağıdaki şiirlerin hepsi BrechVin «Karar» adlı oyunundan, 1930'da yazılmış olan bu oyun, yazarın
«Lehrstöck» dediği türden. Türkçede «Öğrenmece» diye anmayı önerdiğimiz bu tür oyunlar, fabrikalarda,
işliklerde, okullarda, kışlalarda oynanmak üzre yazılmıştır. Nazİ-öncesİnde hayli yaygınlık kazanan bu
oyunlar ne okunmak, ne de seyredilmek üzere yazılmıştır. Brecht bir konuşmasında böyle diyor, ve sür­
dürüyor sözünü:
«Bu oyunlar oynanmak için yazılmıştır. Aramızda oynanmak İçin. Bunlar, ne bir okuyucu, ne de bir
seyirci kitlesi için; bunlar oyunda söylenenleri oynayarak incelemeye teşne çocuklar, gençler için yazıl­
mıştır. Bu çocuklar, bu gençler bazen bir rolü bazen öbürünü sırtlanarak, sırasıyla sanık, savcı tanık ve
yargıç kılığına bürünerek, bu işin üstesinden geleceklerdir. Böylece her biri tartışma temrinlerinden geç­
miş ve sonunda diyalektiğin ne olduğuna dair bir fikir —pratik bir fikir— edinmiş olacaklardır.»
«Karar»ın konusunu, daha doğrusu kurgusunu uzun uzun anlatacak değiliz. Özüne değinmekle yeti­
neceğiz. Oyunun özü, Sosyalizmin bilimsel, serinkanlı, ağırbaşlı tümelliğe yatkın yanıyla, bir bakıma şiir­
sel, duygusal, insancıl ve delikanlı yanı arasındaki çekişmenin tartışılması ve yargılanmasıdır.
İlerdeki sayılarımızdan birinde oyunun bütününü yayınlamayı tasarlıyoruz.

KORO

Savaşmak istiyorsan Sosyalizm için.


Hem döğüşmeyi, hem de döğüşmemeyi bileceksin!
Sade doğru söylemeyi değil, doğru söylememeyi de belliyeceksin!
Nasıl yardıma koşmanın zamanı varsa, uzak durmanın zamanı da var!
Kendini tehlikeye atmayı bilen, zamanında da tehlikeden kaçar!
Hem sözünü tutmasını becereceksin, hem de sözünden dönmeyi!
Kimi yerde tanınmak İyidir, kimi yerde görünmez olmak iyi!
Sosyalizm için savaşmak istiyorsan,
Başka değil, bitek erdemin olacak ancak,
O da: Sosyalizm için savaşmak!

ÖRGÜT ÇALIŞMASINA ÖVGÜ

Güzel şeydir Büyük işler görenler çıkmadı değil,


Sınıf kavgasında ortaya çıkıp konuşmak, Ama hep ün kazanmak için;
Yalın bir sesie yığınları kavgaya çağırmak, Aynı şeyleri yaparlar mıydı, dersin,
Zalimi ezmek, mazlumu ayağa kaldırmak. Unutulacaklarını bilseler?
Lâkin namluları altında kapitalistlerin Oysa o tıkara sofrasından eksik olmaz ONUR,
Gizli gizli ve ilmik İlmik O daracık barakanın alçacık kapısından
Partinin ağlarını ören Eğilip çıkan başka türlü bir Uludur,
O ufak tefek, gündelik işler Ve ÜN Kim yaptı bunca işi? diye
Hem yararlıdır, hem çetin. Boşuna onu arayıp durur.
Konuşacaksın, ama Sözümüz size, ey adsız sansız savaşçılar,
Bilmeyecekler konuştuğunu senin. Yüzünüzü açın n'olur!
Üstün geleceksin, ama Çıkın bir an için karanlıklardan!
Senden bilmeyecekler üstünlüğünü. Nişan değil, size dünya halklarından
Öleceksin, ama Selâm getirdik, selâm!
Kimse bilmeyecek öldüğünü.
------------------ -------
— ----------

Birikim 1 / 8
PİRİNÇ SALAPURYASINI ÇEKEN
YEDEKÇÎLERİN TÜRKÜSÜ

Nehrin yukarısı kentte Nehrin ağzındaki pirinci


Bizler ipin bîr avuç pirinç var, Yukardaki yiyicinin ağzına
Ağır ama çektiğimiz salapurya İki büklüm getiren yedekçi
Ve aşağı akıyor sular... Açsın ağzını havaya!
Varacağımız yok yukarıya!.. Asıl ipe heyamol,
Asıl ipe heye'mol, Geberirken açlıktan!
Geberirken açlıktan! Asıl, ama göz-kulak o!
Asıl, ama göz-kulak ol Yandaşına çarpmıyasın!
Yandaşına çarpmıyasın!

Akşam oldu, ve sığınak,


Ki iti bağlaşan durmaz,
Bir avuç pirince patlayacak.
Yerimizde sayıyoruz,
Yer öylesine kaypak.
Asıl ipe heyamol, TACİRİN TÜRKÜSÜ
Geberirken açlıktan! (META NEYE DENİR?)
Asıl, ama göz-kulak ol
Yandaşına çarpmıyasın!
Nehrin çatalağzında pirinç var,
Yukarı illerde de pirince ihtiyaç var.
Bizden dayanıklı elbet Bekleteceksin ki pirinci ambarda
Omzumuzu kesen halat. Pahaya binsin yukarda,
Kırbacı var ya değnekçinin, Ve daha da az pirinç geçsin eline yedekçinir
Döğdüğü bu dördüncü kuşak, Yâni pirinç bana daha da ucuza gelsin.
Bizim kuşak son olmayacak. Hem pirinç nedir sahiden?
Asıl ipe heyamol, Pirinç mi? Ne bileyim ben!
Geberirken açlıktan! Söylesin, varsa bi bilen!
Asıl, ama göz-kulak ol Pirinç nedir bilmem, ama
Yandaşına çarpmıyasın! Fiyatın sor, söyleyim hemen.
Kış geldi mi giyim lâzım.
Pamuğu güzden toplar, ambara kapatırım,
Atalarımız tekneyi nehrin ağzından
Bir parmak çekti yukarıya,
Torunlarımız ulaçsalar da kaynağa, Soğuk bastıktan sonra, çıkarırım ortaya,
Biziz arada kalan. Ki giyim binsin pahaya.
İplikhanelerde ücretler yüksek tutulmuş yoksc
Asıl ipe heyamol, Ve pamuk dolu piyasa.
Geberirken açlıktan! Hem pamuk nedir sahiden?
Asıl, ama göz-kulak ol Pamuk mu? Ne bileyim ben!
Yandaşına çarpmıyasın! Söylesin varsa bi bilen!
Pamuk nedir bilmem, ama
Salapurya pirinç dolu. Fiyatın sor, söyleyim hemen!
.Pirinci üreten köylü
Ne aldı ki biz ne alalım! Çok yemek yiyor insan,
Öküzler bizden kıymatlı, Fiyatın yükselmesi ondan.
İnsan olduğumuza yanalım! Gerçi yiyecek de insan elinden çıkma,
Yemeği yapan maliyeti düşürüyor, ama
Asıl ipe heyamol,
Geberirken açlıktan! Fiyatını yükseltiyor yemeği yiyen.
Asıl, ama göz-kulak ol Piyasada insan az zâten.
Yandaşına çarpmıyasın! Hem insan nedir sahiden?
İnsan mı? Ne bileyim ben!
Söylesin varsa bi bilen!
Kente ulaştı da pirinç, İnsan nedir bilmem, ama
Çocuklar sordu muydu: Kim Fiyatın sor, söyleyim hemen.
Çekti diye bu koca gemiyi?
Hiç diyor hanımı beyi.
Asıl ipe heyamol,
Geberirken açlıktan!
Asıl, ama göz-kulak o!
Yandaşına çarpmıyasın!
DÜNYAYI DEĞİŞTİR, KORO

Birikim 1 / 9
ACELESİ VAR!
Bizden biri yakalanır yakalanmaz,
Eğrilerle oturmaktan kaçınır mı doğru insan, Bunların yuvasını bozmadan olmaz! diye
Doğruluk güç kazanacaksa bundan? Bağırıyorlar avaz avaz
Acı diye geri çevirir mi ilâcı Ve başlıyor toplar ateş etmeye.
Ölüm döşeğinde yatan?
Namussuzluk da edilir gerektiği zaman Çünki nerede isyan etse bir sefil,
Namussuzluk kalkacaksa ortadan. Bıçağına sarılsa bir berduş,
Daha neler yapmayız, düşün, sonunda Patrondan hakkını alamadığı için değil,
Bilsek kİ değişecek devran! Bizden para aldığı için İsyan ediyormuş!
Unut kendini Devrim yolunda,
Çamura bat gırtlağına kadar, Gözlerimizden anlıyorlar hemen
Kösaba da minnet et, ama Karşı olduğumuzu sömürüye
Değiştir dünyayı, acelesi var! Ve sicilimize yazmışlar aynen:
Bunlar mazlumlardan yana, diye.

PARTİYE ÖVGÜ Yardım edenler ezilenlere


İnsanlığın başbelâsıymış madem,
Biz de onlardan olduğumuza göre,
İki tane gözün varsa senin,
İzimizi belli etmek bize haram
Binîerce gözü var partinin.
Her yoldaşın bildiği kendi kenti,
Beş kıtanın beşini de biliyor parti.
Her yoldaşın bir vakti saati var,
Partinin ise Tarih saati.
Her yoldaşı yokedebîlirler her an.
Parti ise yedi değil, binlerce can.
Yığınların öncüsü o çünki
Ve o yönetiyor cengi
Gerçeğin bilinciyle işlenmiş olan
Başyapıtların kılınciyle.

Marksist sanat anlayışının ne ci Ingiliz yazarı Christopher Caud- ürünlerinin ardında ve teknik dü­
olduğu konusunda çeşitli yorumlar well de Marksist estetik konusuna zeydeki yararlanmaların inemediğİ
ve bu yorumlardan kaynaklanan kendine özgü bir yaklaşımla gir­ bir derinlikte, Özgün ve ciddî bîr
çeşitli sanat ve edebiyat akımları miştir. Sanat ve estetik tartışmala­ sanat teorisi bulunduğunu göster­
vardır. Bunların büyük çoğunluğu rında böylece onun da akımlar dı­ mektedir. Bu sanat teorisini oluş­
genel olarak «sosyalist gerçekçilik» şı, özel bir yeri vardır. turan öğeler, Brecht’in kendi epik
akımı içerisinde toplanmıştır. U- Bertolt Brecht de, gerek yara­ tiyatrosunun ilkelerini aşıp genel
Zun süreden beri bu anlayış, sos­ tıcı yazar, gerekse düşünür olarak bir Marksist estetiğin dayanacağı
yalizmin neredeyse «resmî» sanat yukarıda sözü edilen grup ve birey­ Öğeler de olabilir. Hattâ «sosyalist
anlayışı olmuştur. lerden farklı bir yerdedir. Brecht’in gerçekçilik» ve muhalifleri arasın­
«Sosyalist gerçekçilik» adı ile eleştirel yazıları arasında en yaygın daki bitmeyen kavga, Brecht’in ge­
tanınan sanat anlayışına bazı baş­ olarak bilinenleri tiyatroyla ilgili o- tirdiği birtakım ilkelerle aşılabilir.
ka sosyalistler karşı çıkmışlardır. tanlarıdır. «Epik tiyatro» nun ku­ Bu bakımdan Brecht’in gerek teorik
Ama bunlar, karşı çıktıkları akım rucusudur Brecht. Bu yeni estetiği yazılarını, gerek sanat ürünlerini
gibi toplu bir hareket içinde değil­ kendi çalışmalarıyla oluşturmuş­ öncelikle çevirmek ve tanıtmak is­
dirler. Aralarında Lukacs, Fischer tur. En çok da bu alanda etkili ol­ tiyoruz. Bu konuda bir başlangıç
gibi, bu çağın bazı önemli yazarla­ muş, pek çok yazar onun tiyatroya olarak Brecht’in «Lukacs’a Karşı»
rı da vardır, fakat, «sosyalist ger­ getirdiği yeniliği geliştirmeye çalış­ başlıklı yazısını (bu yazının yayını­
çekçilik» anlayışına karşı tavırla­ mıştır. na Yarına Doğru’da başlanmıştı.
rında aşağı yukarı bir ortaklık olsa Ne var ki, Brecht’in yenilikle­ Yazının devamı Birildm’de yayım­
da, kendi ortaya koydukları anla­ ri genellikle işin özüne inilmeden, lanacak), bunun yanı sıra Betıja-
yış bakımından birbirlerinden fark­ daha çok teknik düzeyde kalınarak min ile Brecht’in konuşmalarını,
lıdırlar. Bir bakıma, kendi görüş­ tekrarlanmakta, böylece de çok Benjamin ile Adorno'nun yazışma­
lerinin de, eleştirdikleri ve karşı zaman yararlanma biçimselleşip larını ve Adorno’nun Brecht ve,
çıktıkları «sosyalist gerçekçilik» kalmaktadır, Brecht kendisi de u- Sartre üstüne eleştirisini yayımla­
anlayışı tarafından büyük ölçüde zun uzadıya bilimsel bir estetik yacağız. Bu yazılar Alman Mark­
belirlendiği söylenebilir. teorisi yazmamıştı. Ancak yazıla­ sist estetikçilerinin görüşlerinden
Bu yazarların dışında, Ispan­ rında sık sık ışıldayan sezgisel yak­ Önemli bir seçmeyi bir araya getir­
ya Iç Savaşında vurulan devrım- laşım ve tesbitler, yarattığı sanat mektedir.
ONAT KÜTLAR

loptamcuveGerçekçi Bir SinemaSanalı için


TeorikAlanmGözdenGeçirilmesi Amacıyla
ilk Kollar
GİRİŞ sorunları iç içe incelemek, çözüm yollarını, kolay
i reçetelere başvurmaksızın açmak mümkün olabile­
Adına ister devrimci diyelim, ister materyalist ya cektir. Bu nedenle, bu yazının biçimi «notlar» ola­
da sosyalist, yeni ve toplumun gelecekteki yapısına rak saptanmıştır. Böylece sorunlar, ölü bir sistema­
dönük bir sanatın sorunları ile yıllardır uğraşıyoruz. tiğin donmuş ve bölmelenmiş kalıplarına sıkıştırıl­
Örneğin edebiyatımızın yakın tarihi bu konudaki mamış, birbiriyle sayısız İlişkileri bulunan kavram
araştırmalar, tartışmalar, incelemeler hattâ kavga­ ve alanlar dinamik bir süreç İçinde ve hayatın çiz­
larla doludur - tiyatro ve sinema'da ise bu konula­ gisini izleyerek temellendirilmiş olacaktır.
rın tartışılması daha cok 1960'tan sonra mümkün
olabilmiştir. Elbette, devrimci pratiğin gelişmesiyle SİNEMA VE HALK
orantılı biçimde, ülkemizde devrimci estetiğin, si­
Sosyalist olduğum gönden bu ya­
nema ve öbür sanatlarda çözümlenmesi gereken so­
na, sanattan bir tek şey bekledim:
runların teorik temellerini saptamak ve geliştirmek
Sanat, halka hizmet etmeli, hafkt
kaçınılmaz bir görev olarak karşımızdadır. Devrimci
sosyaiizm'e çağırmak, halkın acı­
hareketin sanat alanındaki yansımalarını sadece
larını, öfkesini, umutlarını, sevinç­
güncel gerekimlere, bu gerekimlerin çoğu kez ek­
lerini ve düşlerini dite getirmeli,
sik, yetersiz hattâ yanlış tepkilerinin eline bırakmak
Sanat halkı, sosyalizmin zaferi için
bizi ya mekanik bir yoruma, ya fırsatçılığa ya da
verilen kavgada Örgütlemen...
hiç bîr tutarlılığı bulunmayan bir keyfîliğe götüre­
cektir. Dolayısıyla baştan, efe aldığımız sorunun şu NAZIM HİKMET'
iki yönünü açıkça ortaya koymalıyız:
Sinema, halkla en yakın ilişkiyi kurabilen sanattır.
Birincisi, söz konusu olan şey, ülkemizin somut ko­ «Kendiliğinden kuran» demiyorum. Ama, teknik ya­
şullarını bir yana bırakıp, dünyadaki devrimci hare­ pısında bu olanağın, sıkı bir diyalog’un tohumlarını
ketten kalkarak, ülkemiz için yeni ve soyut bir te­ taşır. Yıllardır Türkiye'de «Halk Sineması» kuramın­
orik araç üretmek değildir. Dolayısıyla önce teorik dan «Sinemanın halk yararına yapılması» isteklerine
temelleri ortaya koyup, sonra bunlara uygun eser­ kadar çeşitli sorunları tartışıyoruz. Bu nedenle hal­
lerin üretilmesini beklemek değil işimiz. Ne de başka kın sanatla ilgisinin temel biçimlerini ortaya koymak,
ülkelerdeki pratiğin güncel kıldığı sorunları söz ko­ kavramı aydınlığa çıkarmak ve sapmaları önlemek
nusu ederek, ülkemizde henüz pratiğin ulaşmadığı zorundayız.
noktalara bir ışık tutmak istiyoruz. Araştırmanın
Halkın sanatla ilgisinin dolaysız ve ilk ürünleri kı­
amacı, bizim pratiğimizin çözmek zorunda olduğu
saca «folklor» diye adlandırılıyor. Türk halk şiiri ge­
sorun ve çelişkilerin, istenilen çözümlere ulaştırıl­
leneğinin büyük örnekleri, haik resimleri, el sanatla­
ması İçin eide bulunması zorunlu teorik kavramlar
rı, halk oyunlarımız, karagöz ve ortaoyunu, seyirlik
ve yöntemin tutarlı bir biçimde araştırılmasıdır. Kı­
köy oyunları, halk müziği geniş anlamda bir «folk­
saca hareket noktamız, Türkiye’deki devrimci hare­
lorsun öğeleridir.
ketin sanat alanına ve bu arada özellikle Sihema’ya
yansıyan somut, nesnel sorunlarıdır. Halk sanatlarımız her zaman, yaşanan somut ger­
çeklikle yakın ilişki içinde olmuştur. Mistik, dinsel
Ele aldığımız konunun ikinci önemli yönü ise, teori­ temaların ele alındığı halk şiirlerinde bile, «halkın
nin tayin edici ve değiştirici niteliğinin iyice ortaya acılarını, öfkesini, umut ve düşlerini» bulmak müm­
konması, daha sonra da Markssî estetiğin Lentn ta­ kündür. Her zaman sınıflı olmuş olan töpiunriumuzda
rafından geliştirilen temel kavramlarının açımlana­ halk sanatlarının bir başka güçlü işlevi de, kendisi­
rak, ülkemizde şimdi varılan noktanın bir adım öte­ ni ezen tabakalara karşı başkaldıran «ezilenlerin»
sine ışık tutulmasıdır. sözcülüğünü yapmış olmasıdır. Bu normaldir çünkü
Ancak böylece pratik ile teori arasında vazgeçilmez «her ulusal kültürde, gelişmemiş bile olsa, demok­
ve kaçınılmaz diyalektik ilişkinin bilincinde olarak ratik ve sosyalist öğeler vardır. Çünkü her ulusun
yapısında, yaşama koşulları dolayısıyla demokratik besleyip geliştirmekte, bunlarla emekçi sınıflarının

Birikim 1/ 11
ve sosyalist bir İdeolojİ'yİ, doğuran sömürülen bir sanat beğenisini yozlaştırmayı ummaktadır. Tıpkı
çalışanlar kitlesi vardır»2 kendi çocuklarını yabancı okullarda okuyup, yoksul
halkımızın çocuklarını imam-hatip okullarına gönde­
Halkın sanat olayına dolaylı katkısı ise, gene sınıflı rişleri gibi, dev bir basın ve eğlence endüstrisi mil­
toplamlarda iki yolla olur. Bunlardan birincisi halk yonlarca emekçiyi tefrika hikâyeleri, şiddet ve seks
sanatlarının, egemen sınıflarla uzlaşma durumunda­ kitapları, bayağı filimler, dolmuş plakları ve gazino
ki sanatçıların eserlerine bir esin kaynağı olmaları­ sanatçıları (!) ile oyalamaya bakmaktadır.
dır. Örneğin; OsmanlI saray ozanlarının şiirlerinde,
Öyleyse sosyalist ve gerçekçi bir sanat için ilk gö­
anadolu halk şiiri geleneğinin birçok izlerini bulmak
revden biri, kapitalist düzenin İç çelişkisi ile kuru­
mümkündür. İkinci dolaylı katkı ise halkın yaşantı­
lan bu tuzağın parmaklıklarını kırmak, dar çevreler­
sının nesnel bir gerçeklik olarak bu tür sanatçılara
de devinmekten kaçınmak, halkın gerçeklerini onlar­
etkisidir. Sanat, nereye hizmet ederse etsin, nesnei
la diyalog kurabilecek biçimde ve bilinçle yansıtmak,
gerçekliğin sanatçıdaki yansıması olduğuna göre,
sanatı halka uzaktan bakabüen bir seçkinler klübü-
bu etki kaçınılmazdır. Ama özellikle, egemen sınıf­
nün bilardo masası olmaktan kurtarmaktır.
lardan çıkmış olmakla birlikte, demokrat özlemler ta­
şıyan dürüst sanatçılar halkın yaşantısına eğilmiş­ Ülkemizde sinema sanatının bugünkü durumu sana­
ler, orada sanatları için bitmez tükenmez kaynaklar tın halka dönük karakteri yönünden önemli sorunlar
bulmuşlardır. Elbette A. Ladyguina'nın3 belirttiği getiriyor. Gerek ulusal sinemamızın ürünlerinin, ge­
gibi «bu ilişkiler tek yanlıdır. Onlar halkın yaşantı­
rekse yabancı ülkelerden getirilen filimlerin büyük
sından ve eserlerinden yararlanırken, halk onların
çoğunluğu yukarıda belirttiğimiz yoz «kitle s a n a tı­
çalışmalarını izleyemez. Ama bütün bunlara rağmen,
nın özelliklerini taşıyor. Halka geniş ölçüde ulaştırı­
bu sanat eserlerinin gerçek yaratıcısının halk oldu­
lan bu sinema ürünlerinin özelliklerini, yani Faşizm'e
ğunu bilmek zorundayız.»
gereç ve ortam hazırlayan Sadizm’ini, Şiddetini, tu­
tucu, gerici yönelişlerini, halka karşı (anti populaire)
Halk, sosyalist olmayan toplamlarda, nüfusun ezici
niteliklerini, gerçeklere aykırılıklarını, öz ve biçim
çoğunluğunu meydana getiren «Sömürülen kesimse
tutarsızlıkların, örneklerle tanıtlamak yersiz.
genel anlamda verilen addır. Terimin günlük dilde
kullanılışı, emekçi sınıfları işaret eder. Ancak bütün Buna karşılık, bir yandan ulusal endüstrinin çok az
tahlillerde terimi, sınıf karakterini gözönüne alarak sayıda da olsa ürettiği «halka dönük» filimlerden
tamamlamak şarttır. bazılarıyla; «materyalist», «devrimci», «kaliteli», «ye­
ni» sinema gibi değişik kavramlarla filim yapmak is­
Şimdi, genellikle görüyoruz ki kapitalist toplumda teyen genç sinemacıların gene az sayıdaki eserleri
halk, gerek doğrudan, gerekse dolaylı olarak yarat­ şimdilik X kapitalizmin ve emperyaiizm’İn sıkıştırdı­
tığı sanat değerlerinden yoksun bırakılmaktadır. Bu ğı çemberi kırıp halk kitlelerine ulaşacak gibi gö­
ürünlere yabancılaştırıimaktadır. Sonuç olarak ka­ rünmüyor. Bugüne kadar, halkın gerçeklerini yansı­
pitalist toplumda, değer verilen, ei üstünde tutulan tan sadece bir kaç filim - gene belirli bîr ölçüde,
sanat, bir avuç oyuncaklı kişinin yararlanmasına gene bazı biçim ve öz hatalarıyla birlikte - bu zorlu
sunulmakta, Maksim Gorki'nin «Güzellik daüssıla»sı engeli aşabilmiştir. Bu bir düzine filîmin de en az
dediği gereksinme, dar bir seçkinler topluluğunun yarısı, başka Marksist-estetik kavramların ağına ta­
malı sayılmaktadır.
kılıp kalacaklardır.

Sanatçıya halkın dışında ya da sözümona üstünde Ülkemizdeki toplumsal yapının bütün koşulları göz-
yer tanıyan, sanat alışverişini üstün yetenekli tanrı­ önünde tutulmak, bu koşulların sınırladığı alan İçin­
sal kişilerle onları anlayabilen incelikli burjuvalar de düşünülmek kaydıyla, sinema sanatçımızın iik
arasında oluşan bir diyalog sayan bu anlayış bugün görevi, «kimlerin gerçeğini yansıttığını bilmek» sa­
ülkemizde de geçerlidir, Geçmişin «Divan», «Edebi­ natı «kimin yararına yaptığını bilmek» ve «kendi
yat-! Cedide», «Serveti Fünun» edebiyatları, «Ende­ halkıyla anlaşabilmenin olanaklarını araştırmaktır.»
run» ya da «Saray» müziği, «minyatür ve hat sa­
natları» hep böyle «yârân arasında olup biten bir Bu üç öge biraz açıldığında sırasıyla üç soru çıkı­
alışverişti. Nöbeti birbirine devreden egemen sınıflar yor karşımıza: Halkın gerçeği nedir ve nasıl öğrene­
bu çemberi öylesine sıkı tutmaktadırlar ki, halka biliriz? Halkın çıkarı ve yararı nerededir? Halkın ko­
dönük birçok sanatçı sesini emekçi kitlelerine du­ layca diyalog kurabildiği halk sanatkârından nasıl
yuramamakta, hem 'burjuva ideolojisine karşı çıkıp ve ne ölçüde yararlanabiliriz?
hem de bu direnişi sadece onlara duyurmak gibi
bir çelişkinin avlusunda dönenip durmaktadır. YAYGINLIK

Buna karşılık egemen sınıflar «halk için» dü­ Lenin, Clara Zetkin'îe yaptığı konuşmada, «Sanat
şük düzeyde, değersiz bir sözümona sanat üretimini halkın malıdır,» diyordu, «Sanat, köklerini, çalışan
Birikim 1 /1 2
kitleler içine derinlemesine salmış olmalıdır. Bu kit­ suçlama iki yanlışı içerir. Birincisi, devrimci sanatı
lelere hitap etmeli, onlar tarafından sevilmelidir...» özlediği kitlelere ulaşmaktan alıkoyan sınıflı toplum
yapısının gözönüne alınmayışı. İkincisi İse «burju­
Bir başka yazısında ise şöyle sesleniyordu: «Sana­ valara hizmet» kavramının yanlış yorumlanışı. Burju­
tınla ya, Dikenin çiçeği, gücü ve geleceği olan mil­ valara hizmet eden sanat, halkın sorunlarından uzak,
yonlarca, on milyonlarca emekçiye hizmet edecek­ gerçekdışı bir «sırça köşk» sanatıdır. Bu tanım, o sa­
sin, böyiece sözcüğün yüksek anlamıyla özgür, sa­ nat eserinin ulaşabildiği kitienin sınıfsal yapısından
natının yüksek işleviyle onurlu olacaksın; ya da değil, o sanat eserinin içeriğinden, amaçlarından
mutsuz kadın kahramanlan, şişmanlıklarından sıkı­ kaynaklanır. Bu bakımdan, halkın gerçeklerinden
lan ve acı çekenleri, on bin ayrıcalıklı kişiyi seçe­ hareket eden ve ona ideoloji'nin aydınlığını ulaştır­
ceksin ve o zaman ister istemez bir tutsak gibi, mak isteyen sanatçıyı, bu tıkanıklıktan sorumlu tu­
burjuva topluluğunun istediği açık saçık romanları, tarak suçlamak yersizdir. Ancak sanatçı da, ege­
tabloları üreterek kendi sanatının fahişeliğini yapa­ men güçlerin çizdiği bu çemberi kırmak, ırmağı de­
caksın...»4 nize, ulaştırabilmek için mutlaka çaba göstermeli,
her olanaktan yararlanmalı, emekçi sınıflarla gerçek
Ülkemizde sanatın, özellikle 1960 sonrasında karşı­ bir diyalog kurabilmek için devrim'i beklememeli­
laştığı büyük bunalım, sanat eserlerinin geniş halk dir.
kitlelerine, emekçi sınıflara yönelme isteğiyle orta­
«Sırça köşk sanatı»nı savunan burjuva estetikçileri,
ya çıkmıştır. Devrimci bilince sahip olan sanatçılar,
«gerçek sanatsı seçkinler arası bir alışveriş, bir in­
mensup oldukları burjuva tabakalarının çıkarlarına
celikler evreni sayarken halk kitleleri için de bir tür
değil, emekçi halkın çıkarlarına yönelik çalışmalar
sözümona sanat düşünüyorlar. Bu ürünler, basit ve
yapmaya koyulmuşlar, emekçi halkın yaşantısına, kaba eğlence araçları, magazin romanları, ucuz ve
sanatına, ve mücadelesine eğilerek eserlerinde bun­ hafif şarkılar, resimli öyküler vs. dir. Bunun adına
ları yansıtmayı yeğlemişlerdir. Bu çaba hiç kuşku­ da «Pop Art», yani «Halk sanatı» diyorlar. Ve bir
suz 1960 öncesinde de vardı ve gerekçi sanat yapıt­ yandan da, küçümsedikleri bu ürünlerin teorik te­
larıyla başlamıştı. Ancak 1960 sonrası, emekçi halk mellendirmesini yapıyorlar, işte tam bu noktada si­
kitlelerine dönük sanatın, bu kitlelerle geniş bir di­ nema olayına girelim. Guido Aristarco «Marx, Sine­
yalog kuramayışından, gene burjuvalar tarafından ma ve Filim Eleştirmesi» adlı eserinin 1970 baskısı­
izlenişinden doğan bunalımın keskinleştiği dönemin na yazdığı «Son Söz»de şöyle diyor: «Bir fuar olayı,
başlangıcı sayılabilir. izinli askerler ve çocuk gezdiren dadılar için bir eğ­
lence olarak düşünülmüş olan sinema, bugün bile
Gerçi A, Ladyguina'nın haklı olarak değindiği gibi kökenindeki niteliklerinden sıyrılmış değildir.» Bu
«birbîriyle çatışan sınıfların bulunduğu toplumlarda yanıyla ve teknik özellikleri dolayısıyla sinema bütün
haik sanatlarıyla profesyonel sanat arasındaki ilişki geleneksel sanatlardan, her türlü toplumda daha
tek yönlüdür. Profesyonel sanatçılar halk sanatlarını
yaygın biçimde izlenmektedir. Sinema ürünlerini ge­
incelerler, örneklerini titizlikle toplarlar, eserlerinde
niş emekçi kitleleri de görüyor. Lukacs'ın «manipu-
bir kaynak olarak yararlanırlar. Buna karşılık halk,
lation» kavramıyla açıklamaya çalıştığı kapitalist
onların ne yaptıklarını bilecek durumda değildir»
sistemdeki beyin yıkama tekniğinin ve Lenin'in «eğ­
ağır bir baskının altında ezilmektedir.5 Bu durum,
lendirici gösteri» diye tanımladığı vakit öldürücü boş
sadece halk sanatları konusunda değil, halkın ya­
eğlence türünün en yaygın olduğu alan da hiç kuş­
şantı ve sorunlarının ve özellikle devrimci mücade­
kusuz sinema’dır.
lesinin sanat eserlerine yansıması konusunda da
böyledir. Bu nedenle, öbür sanatlarda yaratıcının geniş halk
kitleleri üe diyalog kurabilmekte karşılaştığı güçlük,
Ancak egemen yapıdan doğan bu tek yanlılık, dev­ ilk bakışta sinemada yok gibidir. Ancak hemen görü­
rimci sanatın bife mutlu azınlık çemberine sıkışıp yoruz ki, sınıflı toplumlarda yaygın olan, egemen
kalması, sanatçıların ileriye dönük çalışmalarını dur­ çevreler tarafından özellikle yaygınlaştırılan filim tü­
durmamış, sosyalist mücadele ile birlikte bu çalış­ rü yukarda sözünü ettiğimiz «ucuz halk sanatı»dır.
malar da daha yoğun, daha güçlü atılımlarla zen­ Vani burjuva estetiğinin «halk için iyidir» diye dü­
ginleşmiştir. Çünkü bilinmektedir kİ bu çelişki, an­ şündüğü içeriksîz, kaba ve uyutucu tapon filimler.
cak sınıflar arasındaki temel çelişkinin ortadan kalk­ Bu filimlerin, daha önce «sanatın halkçı niteliğî»ni
masıyla bütünüyle çözümlenmiş olacaktır. Ve bu belirlerken sözünü ettiğimiz gerçek eserlerle ilgisi
mücadele, toplumcu sanatın katkısı, ulaştığı kitle ne yoktur. Bu nedenle, hemen ayırmamız gereken iki
kadar dar olursa olsun, asla küçümsenemez. Bura­ kavram «halk’a dönüklük» ve «yaygınlık»tır. Halk'a
da, çok sık düşülen bir yanlışa işaret etmekte yarar dönük olan, emekçi halkın gerçeklerinden, sanatın­
vardır: Bazı eleştirmenler ve devrimciler, toplumcu dan ve mücadelesinden yola çıkan ve yalın bir dil
gerçekçi sanatın «halka dönük» oluşunu ulaşabildiği kullanan sosyalist ve gerçekçi bir sinema eseri yay­
kitlelerle ölçmekte, bu kitle dar ise, o sanatı «burju­ gınlık kazanabilir, kazanmalıdır da. Ama «yaygın»
valara hizmetle» suçlamaktadırlar. Böyiesine bir olan her filim halkın gerçeklerine dönük demek de-
ğildîr. Tam tersine, halkın çıkarlarına aykırı, geriye ayrı kültür vardır. Egemen gerici burjuva kültürü, sa­

Birikim 1 / 1 3
dönük, kurulu düzenin yardakçısı bir filim de olabilir. dece ulusal olduğu için «haika dönük» sayılamaz.
Bu nedenle, ülkemizde, yerli filmlerin yaygınlığından Tersine haika karşı bir kültürdür bu. Dolayısıyla ulu­
hareket eden «Halk sineması kuramı» temelden yan­ sal olmasına, ulusal özellikler taşımasına rağmen
lıştır ve egemen sınıfların ideolojisinin kuyruğunda savaşılması gerekir.
yer almaktadır.
Yerli sinemamızda, burjuva çıkarlarına hizmet için
«Eğlendirici gösteriler olabilir» diyordu Lenin. «Ama önerilen «Halk Sineması» teorisinin bir süre sonra
unutulmamalıdır kî bu gösteriler gerçek sanat eser­ «Ulusal Sinema» teorisine dönüşmesi bu bakımdan
leri değildir. İşçilerimiz ve köylülerimiz eğlenceden bir rastlantı değildir. Halk sineması dedikleri şeyin
daha üstün sanat eserlerine hak kazanmışlardır. karşı olduğunu anlayan teorisyenler, bu kez görüş­
Gerçek sanat'ı alma hakkını elde ettiler mücadele- lerini haik'a tepeden indirebilmek için «Ulusallık»
leleriyle.»6 Çünkü halkın gerçeği-sanatçı-seyirci ara­ kavramına sarıldılar. Ama hem halkçılığı, hem de
sında diyalektik bir ilişki vardır. Sanat eseri gerçek­ ulusallığı işçi sınıfı ideolojisinin dışında, ona karşı
liğin «edilgin bir yansıması» değil, sanatçının İdeo­ bir tavırla kullandıkları için egemen sınıfların kuyru­
lojik bilinci ile gerçeğin ileriye doğru değiştirilmesi­ ğu oldular, halkın çıkarlarına ve tarihin gelişme çiz­
ne katkıda bulunan bir eylem biçimdir. «Sanat eseri gisine ters düştüler. Emperyalizm'in zorladığı koz­
güzellikten yararlanabilen ve sanatı kavrayabilen mopolit kültüre de karşı çıktıkları için, kapitalizm'in
bir topluluğu bizzat yaratır...» 7 Sosyalist gerçek­ yukarda sözünü ettiğimiz daha geri ulusalcılığına
çi sanat, bu anlamda, izleyiciligi değil, değiştiricili- yani şovenizme saplanıp kaldırlar.
ği görev edinmiş bir sanattır. Bu nedenle de, kitlele­
ri boş eğlencelere, gerici, uyutucu filimiere mah­ Sonuç olarak devrimci sinemacı için önemli olan
kûm etmeyi amaçlayan burjuva yasaları ile bağlı «ulusallık» bütün içindeki «halka dönük», «işçi sını­
değildir. Bu geri anlamdaki «yaygınlık», gerçek sine­ fı ideolojisi» çizgisindeki kültür değerlerini araştır­
ma sanatçısının karşı koyması gereken bir kavram­ mak, görevini bu kavramları bir arada gözeterek yü­
dır, Tıpkı tersi doğrultudaki «elitizm», «mutlu azın- rütmektir. Bu yargı, işçi sınıfı ideolojisinin, devrimci
lıkçılık» gibi. sanatın «enternasyonalizm»! bakımından da doğru­
I dur. Ve özellikle son yıllarda, başka ülkelerdeki dev­
ULUSALLIK rimci sinema kuramlarından yararlanan genç arka­
daşların bu tahlifi dikkatfe tartışmaları, doğru, so­
Sosyalist gerçekçi bir sinema anlayışı için, emper­ nuçlara varmaları gerekir. Çünkü başka ülkelerin
yalizmin ağır baskısı altında bulunan geri bıraktı­ devrimci sinema kuramlarından yararlananlar «halk­
rılmış bir ülkede «ulusallık» kavramı olumlu sonuçlar çılık» kavramını unutmuşlarsa, kendi halkları ile
getirebilir. Burjuva kültürünün gittikçe daha fazla hiç bir diyalog kuramıyorlarsa gerçeklik tabanını da
kozmopolit nitelikler kazandığı, ekonomik egemen­ yitirmişler demektir. Gerçeğe dayanmayan bir dev­
liğin kültürel baskılarla tamamlandığı günümüzde, rimci sanat ise mümkün değildir.
devrimci sinemacı ulusal çizgiyi yitirmemek, yerel \
renkleri canlı tutmak, ekonomik ve kültürel emperya­ PARTİ ÇİZGİSİ
lizme karşı uyanık olmak zorundadır.
Lenin’in geliştirdiği estetik irdelemelere göre, sana­
Ancak unutmamak gerekir ki, Lenin'in belirttiği gibi, tın halkçı karakterinin en üst düzeydeki ve tutarlı
kapitalizm'in gelişme sürecinde «ulusallık» konusun­ ifadesi ol an «Parti çizgisi» kavramı, bu estetiğin an­
da bîrbiriyle çelişik iki eğilim egemen olmuştur. Bun­ laşılmasında kilit özelliği taşır. Parti çizgisi, sanat
lardan birincisi, ulusallığı infiratçılığa götüren bir eserinin İdeolojik Özüdür. Gorki şöyle yazıyordu:
şoven tavır, İkincisi ise, kapiîai'in güçlenmesi için «Sanat, temelde lehte ya da aleyhte gerçekleştiri­
bütün ulusal engelleri yıkmak, kapitalizm'! bugünkü len bir kavgadır. Yani ya bir şeye karşı, ya da bir
uluslarası gücüne ypni emperyalizm'e ulaştırmak is­ şey için yapılan mücadele, Tarafsız, kayıtsız sanat
teyen arsıulusalcık. Bu eğilimler, sonunda, ırkçılık­ yoktur, olamaz. Çünkü insan bir fotoğraf makinası
tan sömürgeciliğe kadar bütün geri ve halka karşı sis değildir. Gerçekliği saptamakla yetinmez, ya onaylar
temlerin güçlenmesine yol açmıştır. Dolayısıyla kapi- ya da değiştirir. «Sanatçı, içinde yaşadığı çağın ve
lizm’in ulusallığı şovenizm'i, kapalı ve mahkûm bir toplumun yargıçlarından biridir. Bu özelliği ile ver­
kültürü; enternasyonalizm'i ise ekonomiden bilime diği sanat eseri, ileri dönük olan sınıfın dünya görü­
kadar bütün alanları kapital yararına birleştiren bü­ şünün bir simgesi, somutlanışı sayılabilir. Bu kav­
tün ulusal özellikleri yok eden, sömürgeci barbarlı­ ram, düşünce ile eylem arasındaki diyalektik ilişkiyi
ğını doğurmuştur. de belirler. Çünkü sanat eserinin «parti çizgisi»ne
uygunluğu, o eserin gerçeği yansıttığını ve aynı za­
Dolayısyla sinema sanatçısı, ulusallık kavramına manda devrimci hareketi'in vardığı çizgide bir «gö-
yaklaşırken, ulusal kültürün sınıfsal niteliğini asla rev»le toplumu ve hayatı değiştirmeyi amaçladığını
gözden uzak tutmamalıdır. Her ulusal kültürde, iki gösterir.
la doğrudan bir diyalog kurabilmenin yolunu açmış

Bikirim 1 / 1 4
Bu kavram, Özellikle politik sinema konusunda he­
nüz ilk adımlarını deneyen sinema sanatımız için de olur.
son derece önemlidir. Politik sinema, sinema sanat­
çısının tek başına saptayacağı bir politik özün gene SANATIN ÖZGÜLLÜĞÜ
tek başına verilmesi olamaz. Çünkü politik sinemayı
«Parti çizgisi» kavramının kötüye kullanılması, sol­
ülkemizdeki devrimci hareket'in bütününden ayrı
dan gelecek revizyonist bir hastalığın işaretidir. Sa­
düşünemeyiz. Ülkemizdeki sosyalist ve demokratik
nat eserinin politik özü, öbür politik eylem biçimle­
mücadele hangi çizgide ise, devrimci sinemanın ilk
rinden önemli bir noktada ayrı «özgül nitelikler» ta ­
elde dikkat etmesi gerekli çizgi de odur. Ancak bu
şır. Eserin parti çizgisine uygunluğu, onun basit, ka­
çizgi gözönüne alındığı zaman, devrimci sinema,
ba, ilkel, şematik olmasını gerektirmez. Çünkü bu
sosyalist mücadelede etkin bir yere sahip olur, bir
politik öz, sanat eserinin bir «sanat eseri olarak» ta ­
geçerlik, işlev kazanır. Gerçi günümüzde Türkiye’de
şıdığı niteliklerden ayrı düşünülemez. Söz konusu
tek bir çizgiden söz açmak mümkün değildir. Ancak
olan şey bir sanat eserinin reçetesinin dikte edilme­
sanatçının görevi, bu durumda kendini bağlantısız
si değildir. Ne de doğru politik özün kötü bir sanat
sayıp rastgele bir çizgiyi benimsemek değil, aynı
eserini kurtarabileceğini söylebiliriz. Hatta tam ter­
amaca yönelik hareketlerin ortak çizgisini saptama­
sine, büyük ve haklı bir davayı kötü bir biçimde su­
ya çalışarak o temel ve ortak tavrı benimsemektir.
nan sanat eseri zararlıdır, karşı çıkılması gerekir.
Kavram geneldir ve sanatçının tavrını, kimlerden ya­
Bu tavır sağlıklı bir biçimde gerçekleştirilemezse si­
na olduğunu belirler.
nema sanatçısının ya sol bir sapma ile gauchisme'-
in, ya da sağ sapma ile revizyonizm’io conformis-
Şöyle diyor Nazım Hikmet:
me’in popuüzme'in batağına saplanması kaçınılmaz
olur. «Sosyalist gerçekçiliğe bağlı sanatçı durmaksızın
araştırır. Bu araştırma süresince kendini her za­
Çizginin sağlıklı bir biçimde saptanması, aynı za­ man somut içeriğe uygun biçimi yeniden bulmaya
manda sinema sanatının halkla İlişkisinin de zorunlu zorlar. Kimseye öykünmeden, kimseyi tekrarlamadan
koşuiudur. Emekçi halkımızın sosyalizm için müca­ kişiselliğini korumaya çalışır. Hiç bir mutlak kural
delesi demek olan devrimci hareket, emekçi sınıflar­ ve norm tanımaz, bir tek değişme kuralın dışında:
dan ayrı düşünülemez. Bu hareketin çizgisini doğru Gerçeği bir Marksist-Leninistin yüreği, aklı ve göz­
yorumlayan sanatçı da dolayısıyla emekçi halkımız­ leriyle yeniden yansıtmak...»134
2 a

1. Doğu Edebiyatlarında Gerçekçiliğin Sorunları. S. 5. A. Ladygpina - Marksist Estetik ve Aktüalite S.


255 - Moskova Baskısı 103
2. Lenin - Bütün Eserleri C. 20 S. 16/V, Kondine . 6. Marx - Ekonomi Politikin Eleştirisine Katkı,
Sosyalist Gerçekçilik ve Sanat Estetiği S. 149 7. Lenin - Sanat ve Edebiyat Üstüne S. 266
3. A. Ladyguina - Sosyalist Sanatın Halkçı Karak- 8. N. Hikmet - Sosyalist Gerçekçilik ve Türk Ede-
^er* biyatı S. 257
4. Lenin - Bütün Eserleri C. 10 S. 41 - 42
ÇEVİRİLER

Birikim 1 / 1 5
Derginin başyazısında çeviri yazı veya ki­ büyük önemi olan «model» kavramının tartı­
tapların, yazıldıkları yer ve zamanda hangi so­ şılmasında yeni bir yaklaşım getiriyor.
runsalın ürünü olduğunu belirtmeye önem ve­ İkinci çevirimiz ünlü Fransız filozofu
receğimizi söylemiştik. Üç aylık çeviri dergisi Louis Althusser’den. Fransa’daki 68 olayları
yayınlanmaya başlayıncaya kadar, aylık dergi­ üzerine görüşlerini iletiyor. Bu yazı A. Macci-
de çeviriye de ağırlık tanıyacağız (tabiî, üç ay­ ochi’niîı ilginç kitabından (Italyan Komünist
lık dergi başladıktan sonra da, erken tanıtıl- Partisi içinden Louis Althusser’e Mektuplar)
tamamlanacak. Ayrıca, yazıların yanında boş alınmıştır. Macciochi 1968 yılında Italyan Ko­
bırakılan sütunlara, bazen yabancı adları, ba­ münist Partisi’nin milletvekili adayı olarak Na­
zen kavramları açıklamak için notlar, bazen de poli’den seçime katıldı. Seçim kampanyası sı­
fikirlerle ilgili yorumalr yer alacak. Böylece, rasında halkla yakın teması sonucunda tesbİt
dış sorunsalın ürünü olan bir yazıyı, İç sorun­ ettiği çeşitli çelişkileri, örneğin seçimlerin türlü
saldaki çerçeveye yerleştirmek mümkün ola­ somut sorunlarını ya da Parti’nin işleyiş me­
caktır. kanizmasının özelliklerini, dostu olan Althus­
ser’e mektuplar halinde yazdı, ondan cevaplar
Bu sayıda Latin Amerika ülkelerinin ya­ aldı. Sonra da bu yazışmaları bir kitap haline
pılarını ve emperyalizmle ilişkilerini ele alan getirdi, işte Althusser’in mektubu bu kitapdan
bir yazıyı öncelikle yayınlıyoruz. Böyle bir Ön­ alınmadır. Althusser genellikle çok üst düzey­
celik tanımamızın nedeni, konusunun, Latin de teorik sorunlarla uğraşan bir filozof olarak
Amerika ülkelerini aşan bir evrenselliğe do­ tanınır. Ama Direniş zamanında savaşa fiilen
kunduğuna inancımızdır, Laclau’nuıı yazısı, katılarak, politik pratiğin içinden gelerek Fran­
bölgesel özelliklerin ötesinde, «az-gelİşmİş» ya sız Komünist Partisine girmiş ve bu yüksek
da «geri-bıraktırılmış» gibi deyimlerle tanım­ düzeyde teori tartışmalarına gelmiştir. Filozo­
ladığımız üçüncü Dünya ülkelerinin bütün em­ fun son derece somut, gündelik, pratik konula­
peryalist sistem içindeki ortak özelliklerini tes­ ra da ne kadar yakın olduğu Macciochi’nin ki­
hil etmeyi amaçlıyor. Böylece, Türkiye için de tabı yayınlandığı zaman görülecektir.

Laclau ve Frank
Ernesto Laclau Arjantinli bir devrimci yazardır. Biz kendisini New Left
Review adlı Marksist İngiliz dergisinde yayınlanan İki yazısıyla tanıyoruz.
Bunlardan biri (yayımlanış tarihi, Mayıs-Haziran, 1971) burada çevirisini
gördüğünüz yazıdır. Öteki ise bundan önce, Temmuz-Ağustos 1970'de ya­
yımlanmıştı. «Arjantin: Emperyalist Strateji ve Mayıs Buhranı» adını taşı­
yordu bu yazı. Her iki yazısında da Laclau Komprador ve Feodallerin ege­
men sınıflarını oluşturduğu bir «az-gelişmiş ülke» modeline karşı çıkıyor.
Bu yazıda Andre Gunder Frank'ın, kapitalist üretim tarzını üretim de­
ğil de mübadele ve dolaşım düzeylerinde ele alan analiz yöntemini eleş­
tiriyor. Ancak, A.G. Frank'ın siyasî strateji konusunda söylediklerine (tek
aşamalı devrim konusunda) karşı çıkmıyor.
Laclau'nun eleştirdiği ünlü iktisatçı Andre Gunder Frank 1929'da Ber­
lin'de doğmuş, eğitimini Amerika Birleşik Devletlerinde tamamlamıştı. 1957'de
Chicago Üniversitesinde iktisat doktorası yaptı. O zamandan beri de Ame­
rika ve Kanada'da, ayrıca da Güney Amerika'da, Brezilya, Şİİi ve Mek­
sika Üniversitesinde İktisat ve toplumsal bilimler öğretti. Çeşitli ülkelerin
bilimsel dergilerinde yazılarını yayımladı. Başlıca eseri Capitalism and
Underdevelopment in Latin America (Latin Amerika'da Kapitalizm ve Az­
gelişmişlik) adlı kitabıdır.
ERNESTO LACL.AU

Lafta Ameitta’da Feodalizmve


Kapifalizm
Çeviren EROL TULPAR

Son on yıldır solda Latin Amerika toplumlarımn kökenleri ve şimdiki


yapıları üzerine tartışma, bunların feodal ya da kapitalist olarak değerlendi­ e Türkiye'de devrimci hare­
rilmesi gerektiği sorunu üstünde odaklaşmıştır. Bu konuda, yarattığı kavram keti uzun süre İki kampa ayı­
ran «SD-MDD» tartışmasının
karışıklığı ile de önemi azalmayan uzun ve karmaşık bir tartışma sürdürül­
Latin Amerika'daki biçimi.
müştür. Ama konunun önemi yalnız teorik düzeyde kalmamıştır, çünkü
farklı teoriler farklı siyasî yargılara varılmasına yol açmıştır. Latin Amerika
toplumlarımn tarihî olarak feodal niteliktejcurulmuş ve o zamandan beri öy­
le kalmış olduğunu savunanlar, bu toplumların kapalı, geleneksel, değişime
karşı dirençli ve pazar ekonomisiyle bütünleşmişlikten uzak olduklarını vur­
gulamak isterler. Durum böyleyse, bu toplumlar kapitalist aşamaya henüz
ulaşamamışlardır ve gerçekten, kapitalist gelişmeyi hızlandıracak feodal ata­
leti ortadan kaldıracak bir burjuva-demokratik devrimin arefesindedirler. Bu
yüzden Sosyalistler millî burjuvaziyle ittifak kurmaya çalışmalı, emperyaliz­
me ve oligarşiye karşı onunla birlikte birleşik cephe kurmalıdırlar. Karşı tezi
savunanlar ise Latin Amerika’nın başından beri kapitalist olageldiğini, çün­
kü kolonyalist dönemde bütünüyle dünya pazarına sokulmuş olduklarını söy­
lüyorlar. Bu teze göre Latin Amerika toplumlarımn geriliği tamamen bu
birleşmenin bağımlı karakterinin sonucudur ve bu yüzden de sözü geçen top­
lumlar tamamen kapitalisttir. Dolayısıyla kapitalist kalkınmanın gelecek aşa­
malarını beklemek anlamsız olur. Tam tersine, emperyalizmle büsbütün bü­
tünleşmiş, onunla birlikte kitlelere karşı bir ortak cephe meydana getiren bur­
juvaziye muhalefet ederek, doğrudan doğruya sosyalizm için savaşmak gerek­
lidir.
Bu yazıda, sözkonusu polemiğin temel terimlerinin açıklanmasına katkı­
da bulunmak istiyorum.1 Çünkü çelişir gibi görünmekle birlikte, her iki
önerme de temel bir konuda çakışmaktadır: ikisi de «kapitalizm» veya «feo­
dalizm» olaylarını üretim alamnda değil, meta değişimi alanında belirlemeye
çalışmakta ve pazarla bir bağın varlığım ya da yokluğunu bu iki toplum
biçimini birbirinden ayırdeden belirleyici bir ölçüt haline getirmektedir. Bu
kavrayış, kapitalizm ve feodalizmin her şeyden önce birer üretim tarzı oldu­
ğunu kabul eden Marksist teoriye aykırıdır. Latin Amerika’nın Öteden beri
kapitalist olduğu tezinin en tanınmış savunucularından biri Andre Gunder
Frank’tır;2 bu nedenle, denememiz, tartışmada doğrulanacak veya mahkûm
edilecek teorik sorunları en keskin ve en açık biçimiyle ortaya koyduğu için
onun eseri üstünde yoğunlaşacaktır.

FRAJMKTN TEORİK ŞEMASI

Frank’m teorik perspektifi aşağıdaki tezler İçinde özetlenebilir:


1. İktisadî gelişmenin her ülkede ardarda aym aşamalardan geçeceğini e Bugünün ileri kapitalist ül­
veya bugün az - gelişmiş ulusların, gelişmiş ülkelerce çoktan geride bırakıl­ kelerinin gelişmemiş dönem­
mış bir aşamada olduğunu düşünmek yanlıştır. Tersine, bugünün ileri kapi­ lerinde bile, geri ülke anla­
talist ülkeleri hiçbir zaman bu anlamda az - gelişmiş olmamışlardır (onların mında «az-gelişmiş» olma­
da gelişmemiş olduğu bir dönem olduğu halde). dıkları doğru ve önemli bir
2. Çağdaş az-gelişmişliği, az-gelişmİş ülkenin kendi İktisadî, siyasî, tesbit. Bu, Kapitalizmin iki
kültürel ve toplumsal yapısının basit bir yansıması olarak değerlendirmek çeşidi arasında türsel bir ay­
doğru olmaz. Tersine, az-gelişmişlik, büyük ölçüde, şimdiki gelişmiş ül­ rım olduğunu gösteriyor.
kelerle uydular arasındaki ilişkilerin tarihî ürünüdür. Üstelik, bu ilişkiler ka­
pitalist sistemin yapısının ve dünya çapında evriminin ayrılmaz bir parçası-
dır. Bunlara dayanarak Frank der ki: «Metropol, bu toplumlarm emekleri­ « Emperyalist ülke uzmanla­

Birikim 1 /1 7
nin ürününü tekelci ticaret aracılığıyla elde etmek için daha önceki toplum­ rı, az-gelişmişliği okur-yazar
sal ve İktisadî sistemlerini parçalamış ve/veya dönüştürmüştür; bu, Cortez oram, beslenme biçimi, v.b.
ve Pİzarro zamanında Meksika ve Peru’da, Clive zamanında Hindistan’da, üstyapısal etkenlerle açıklar­
Rhodes zamanında Afrika’da ve «Açık Kapı» politikası zamanında Çin’de lar. Bunlar şüphesiz vardır,
hep böyle olagelmiştir; bu toplundan kendi egemenliğindeki kapitalist dün­ ama altyapıdaki çarpıklığın
ya sistemiyle birleştirmiş ve onları kendi metropoliten sermaye birikimi ve ürünü olarak vardır.
gelişimi için birer kaynak haline getirmiştir. Bu fethedilen, dönüştürülen ya
da yeni kazanılan toplumlar için ortaya çıkan sonuç: sermayeden yoksun bı­
rakılmak, yapdarmm doğurduğu üretken olmama durumu, kitleler için dur­
madan büyüyen sefalet, başka bir söyleyişle az-gelişmişlik olmuştur ve öyle
olarak kalmaktadır».3
3. Latin Amerika toplumlarınm geleneksel «ikici» (dualist) açıklaması
bir yana bırakılmalıdır, ikici analiz, az-gelişmiş ülkelerin kesimlerinin, biri
ötekinden büyük ölçüde bağımsız ve kendi dinamiğine sahip, ikili bir yapısı
olduğunu kabul eder. Bundan şu sonuç çıkar kİ, kapitalist dünyanın etkisi
altında olan kesim modern ve görece daha gelişmiş hale gelmiş, oysa Öteki
kesim tecrit edilmiş, feodal ya da kapitalizm-öncesi, kendine - yeterli (kapa­
lı) bir ekonomi içine hapsedilmiştir. Frank’a göre bu tez tamamen yanlıştır;
ikili yapı bütünüyle hayal ürünüdür, çünkü kapitalist sistemin son yüzyıllar­
daki genişlemesi az-gelişmiş dünyanın görünürde en fazla tecrit edilmiş ke­
simlerine bile tamamen nüfuz etmiştir.
4. Metropol-uydu ilişkileri imparatorluk düzeyinde ya da uluslararası 0 Bugünlerde Türkiye'de de
düzeyde sınırlanmış olarak kalamaz, çünkü bu ilişkiler, İçlerinde, iç bölgele­ «alt-emperyalizm» adı altın­
rin uydusu olduğu alt-metropoller yaratarak bağımlı Latin Amerika ülkeleri­ da tartışılmaya başlanan
ne nüfuz ederler; İktisadî, toplumsal ve siyasî hayatı yapılaştırırlar. olay. «Alt-metropol» demek
5. Yukarıdaki önermelerden Frank şu varsayım bileşimlerini çıkarmış­ herhalde daha doğru olur.
tır: a) Uydu olmayan metropoliten merkezlerin tersine, bağımlı metropolle­ Anlatılan olay şu: emperya­
rin gelişmesi kendi uyduluk statülerince sınırlanmıştır; b) Uydular, klasik lizm farklı bölgelerde farklı
endüstriyel kapitalist büyümeyi de içeren en yüksek gelişmeyi, ancak metro­ politikalar uygular. Kendine
politen merkezlerle bağları zayıfladığı zaman gerçekleştirebilmişlerdir: 17. bağımlı bir bölgeyi, daha ge­
yüzyılda Ispanyol Buhranı, 19. yüzyılın başlarında Napoleon Savaşları, 20. ri bölgelere karşı, bir ait-
yüzyılda iki Dünya Savaşı ve 1930’lar buhranı sırasında durum böyleydi; metropol, yani kendisi ile
metropoliten merkezler İktisadî bakımdan yeniden kendilerini topladıkları geri uydular arasında bit
zaman bu kalkınmayı uyarıcı etkiler ortadan kalkıyordu; c) Şimdilerde az** ikinci kademe gibi kullanabi­
gelişmişliğin en alt kademesinde olan bölgeler geçmişte metropollere en sıkı lir.
bağlı kalmış olanlardır; d) ister plantasyon, ister lıacienda şeklinde olsun, o Latifundia: İlk olarak eski
Iatifundia aslında tipik kapitalist ticarî teşebbüsüydü. Bunlar, ürünlerinin ar­ Roma'da kullanılan, büyük
zını artırmak amacıyla sermaye, toprak ve emeklerinin toplamını genişleterek arazi anlamına gelen bir ke­
ulusal ve uluslararası pazarda gittikçe büyüyen talebi karşılamalarına imkân lime. Bugünkü dünyada, Lu­
veren kurumlan kendileri yaratmışlardır; e) Bugün tecrit edilmiş, kendine - tin Amerika'daki tarım yapı­
yeterli tarımla uğraşır durumda ve görünürde yarı-feodal olan Iatifundia lan büyük topraklara latifun­
her zaman bu durumda değildi, ürünlerine karşı talepte ya da üretkenlik ka­ dia denilir. Plantasyon, sıcak
pasitelerinde düşüş görülen kesimlerdendi. ülkelerde, genellikle köle
6. Bİr Marksist analize ne zaman ikicilik ithal edilse, toplumsal yapının emeğini zorJa çalıştırarak pa­
bir ucunda tutucu bir kesim olarak feodalizmin ve öbür ucunda dinamik bir. muk, tütün, şeker kamışı ya
kesim olarak kapitalizmin durdukları izlenimi doğuyor. O zaman bunun stra­ da kahve gibi ürünlerin ye­
tejik sonuçları da belli oluyor: «ikili toplum tezinin gerek burjuva, gerekse tiştirildiği büyük çiftliktir. Ha­
sözde Marksist yorumunda, nüfusun çoğunluğu sözde geleneksel - arkaik, cienda ise gene Latin Ameri­
feodal, az-gelişmiş durumda, değişmeden kalmış bir sektörde yaşarken, ulu­ ka ülkelerinde görülen, kapi­
sal ekonominin bir zamanlar feodal, arkaik ve aynı zamanda az-jgelişmiş ol­ talist nitelikte, pazara bağlı
duğu söylenen kesimi harekete geçmiş ve şimdi görece gelişmiş, ileri kapita­ plarak çalışan, üstünde sahi­
list sektör haline gelmiştir. Gelişmişliğin ve az-gelişmişliğin teorik ve gözlem­ binin evi bulunan çiftliktir.
sel olarak böyle yanlış yorumlarına bağlı bulunan siyasî strateji, burjuvalar Latin Amerika ekonomisinde
için çağdaşlığı arkaik kesime yaymak ve aynı zamanda bu kesimi ulusal pa­ bu kurumlann tarihî gelişme­
zara ve dünya pazarına katmak, Marksistler için ise feodal kırsal alana ka­ leri ve şimdiki önem ve etki­
pitalizmin nüfuz etme sürecim ve burjuva demokratik devrimin! tamamla­ leri üzerine kesin bir şey
mak isteği biçiminde belirir. »J söyleme sorumluluğunu ala­
Buna karşılık Frank Latin Amerika’nın daha 16. yüzyılda AvrupalI cak kadar iyi bilmiyoruz bu
güçlerce sömürgeleştirilmesinden beri kapitalist olageldiğini ileri sürmektedir. konuİGrı.
Tezini ispatlamak için birçok örnek vererek Latin Amerika’nın görünürde en
ırak ve tecrit edilmiş bölgelerinin bile genel meta mübadelesi sürecinde yer
aldığım ve bu değişikliğin egemen emperyalist güçlerin yararına olduğunu
göstermektedir. Frank’a göre, Latin Amerika’nın iktisaden en geri bölgele­

Birikim 1 / 1 8
rinin, doğal ekonomi egemenliğinde kapalı bir evren meydana getirdiği ispat-
lanabilseydi, ancak o zaman feodalizmden söz etmek yerinde olurdu. Tersi­
ne, itici kudreti egemen sınıf ve güçlerin zenginliğe duyduğu açlık olan bir
süreç içinde yer aldıkları biliniyorsa, sadece kapitalist bir İktisadî yapı kar­
şısında olduğumuz sonucuna varmak mümkündür. Sömürge fetihlerinden be­
ri Latin Amerika toplumunun temeli ve az-gelişmişliğinin kaynağı, kapita­
lizm olmuştur. Bu nedenle dinamik bir kapitalist kalkınmayı seçenek olarak
ileri sürmek anlamsızdır. Millî burjuvazi, varolduğu durumlarda emperyalist
sisteme ve sömürücü metropol/uydu ilişkilerine o denli sıkı bağlıdır kİ, onun­
la ittifak temeli üzerinde yükselen politikalar ancak az-gelişmişliği sürdür­
meye ve pekiştirmeye hizmet eder. Sonuç olarak, az-gelişmiş ülkelerde millî
burjuvazi aşaması, ikili bir toplumun varolduğu inancına dayamlarak uzatıl­
maktan çok, yok edilmeli ya da hiç değilse kısaltılın alıdır.
Görüldüğü gibi Frank’ın teorik şeması üç grup iddiayı içermektedir: 9 Laciau bu üç tezin ilkini
1. Latin Amerika başından beri pazar ekonomisine sahiptir; 2. Latin Ameri­ ve sonuncusunu kabul edi­
ka başından beri kapitalist olagelmiştir; 3. Kapitalist dünya pazarına soku­ yor, ikinci tezi ve hepsinin
luşunun bağımlı karakteri az-gelişmişliğinin nedenidir. Bu üç iddia da, 16. dayandırıldıklarım söylediği,
yüzyıldan 20. yüzyıla kadar uzanan ve temel aşamaları birbirine özdeş olan «özdeş» ve «tek» süreç an­
tek bir sürece dayandırılmaktadır. Biz bu aşamaların her birini sırayla ana­ layışını eleştiriyor.
liz edeceğiz.

İKİCİ KAVRAMLARIN ELEŞTİRİSİ

Frank’m ikici tezleri eleştirmesi ve bunun sonucunda Latin Amerika


toplumlarımn her zaman kendi içlerinden yapılaşmış, ve pazar ekonomisiy­
le tamamen bütünleşmiş oldukları konusunda İsrar etmesi, tartışmaya gerek
bırakmayacak kadar doğru ve inandırıcıdır. Frank burada, en ünlü formülas-
yonunu W.A. Lewis’in5 eserinde bulan ikili yapı kavramının toplu eleştirisini
geliştirmiştir. Geçen on yılın pek çok toplumsal bilim uzmanının kısmî ça­
lışmalarında bulunabilecek bir görüş noktasını açıklayan Lewis’e göre, eko­
nominin «kapitalist» kesimiyle «kendine-tyeterli» kesimi arasında dikkatli
bir ayrım yapmak gerekliydi. İkinci kesim tamamen statik ve sermaye, ge­
lir, büyüme hızı bakımından birincisinden aşağı olarak gösterilmişti. İkisi
arasındaki bütün ilişkiler, geri kesimin ileri kesime sınırsız bîr emek arzı
sağlamasına indirgenmiştir. Şimdiye kadar birçok kere gösterildiği gibi bu
model, kırsal alanlarda mümkün olan pazara açılma derecesini ve köylü te­
şebbüslerindeki sermaye birikimi düzeyini yeterince değerlendirememektedir.
Dahası, varsaydığı iki İktisadî kesim arasındaki ilişkileri çarpıtmakta ve faz­
lasıyla basite indirgemektedir. Latin Amerika ekonomilerinin farklı kesimle­
ri arasındaki iç bağlantılar hakkında daha derin bilgilenme, bugün ikici yapı
tezinin ilk formüllendiği biçimde ele alınmasını artık imkânsız kılmıştır.
Ayrıca, Latin Amerika’nın kendi somut durumunda, yıllardır biriken
kanıtlar kıtanın kırsal alanlarında saf bir doğal ekonomi bulunduğu yolun­
daki fikirleri bütünüyle çürütmüştür. Tam tersine, her şey göstermektedir ki
en geri köylük bölgeler bile, ince liflerle (ki bunlar henüz yeteri kadar incel­
tenmiş değildir) ulusal ekonominin «dinamik» kesimine, onun aracılığıyla
da dünya pazarına bağlanmış durumdadır. Alejandro Marroquin üstün nite­
likli kitabında6 bu ilişki sisteminin bölgesel bir incelemesini yapmıştır. Ru-
dolfo Stavenhagen, Chiapas ve Guatemala Heights bölgelerinin Maya kesi­
minde incelemeler yaparak ırklararası ilişkilerin, yaygın bir pazara katılma
süreci üzerinde yükselen sınıf ilişkileri için nasıl bir temel teşkil ettiğini gös­
teriyor.7 Bundan başka, Latin Amerika’da, sömürge döneminde - çoğu za­
man bir kapalı ekonomi aşaması olarak sözü geçer - ekseni maden bölgeleri 9 «alt-metropoller»in düzen­
olan geniş bir meta dolaşımı vardı; buna karşılık çevre alanları da tüketim lenişi. Ayrıca, emperyalizmin
malları kaynağı olarak düzenlenmişti. Örneğin, kıtanın güneyinde, merkezî her yerde farklı biçimlerde
nüve, bir tüketim alanı olan Potosİ madenleri yakınındaki Yukarı Peru’ydu, çalıştığını, «monolitik» bir
öte yandan Şili bir buğday üreticisi haline getirilmişti ve Arjantin İç bölge­ sistem olmadığını kanıtlayan
leri de merkez için mamul mallar sağlıyordu. Böyle bir bölgesel uzmanlaş­ bir durum.
mayı saf bir doğal ekonomi olarak görmek çok zordur.
İkili yapıya sahip bir toplum fikrinin Latin Amerika’da uzun bir gele­
neği vardır. İlk olarak 19. yüzyılda ülkelerini dünya pazarına ham madde
üreticisi olarak katan ve böylece onları metropoliten emperyalist ülkelerce
dikte edilen uluslararası bir İş bölümüne' sokan liberal seçkin azınlık tarafın­

Birikim 1 / 1 9
dan formüllenmiştir. Sarmiento’nun bulduğu «medeniyet ya da barbarlık»
formülü bu sürecin sloganı haline geldi. Görece farklılaşmış ekonomileri Av­
rupa mallarının rekabetine dayanamayıp çöken iç bölgelerin tepkisini geçer-
Bİzleştİrmek için bütün yolları kullanmak gerekiyordu. Bu amaçla liberalle­
rin sözcüleri öyle bir efsane yarattılar ki, buna göre sömürgeye ait her şey
durağan, Avrupa'ya ait olanlar da ilerici olarak niteleniyordu: tarihî diyalek­
tiğin Maniheist izler taşıyan bu yorumuna göre toplumun İki kesiminin bir » Maniheİst-Zerdüşt dinine
arada varolması imkansızlaşmıştı. benzeyen, hem Tanrı hem de
Bu ideolojik gelenek Latin Amerika toplumlarmı meydana getiren sü­ Şeytana inanan bir mezhe­
reçlerin yeterli biçimde kavranmasına önemli bir engel teşkil etmiştir ve bu­ bin ilkeleri gibi, yani ikici
gün bile yerini tamamen başka bir görüşün aldığı söylenemez. Görünürde (duaiıst).
kapalı İktisadî bölgeleri dünya pazarlarına bağlayan ve gerçek üreticiden top­
lanan artık değeri sömürücüye ileten gizli ticarî kanalları ortaya çıkarmak
için daha pek çok toplumsal, İktisadî ve antropolojik araştırma yapılması.ge­ e Artığa nasıl e! konduğunu
rekmektedir. -Bu nedenle Frank, ikili yapı teorilerini eleştirdiği ve Latin hâlâ açık seçik bilmiyoruz.
Amerika toplumlarmda pazar ekonomisinin egemen olduğunu iddia ettiği Bu araştırmalar Türkiye için
zaman ayağını sağlam yere basmaktadır. Fakat bu ekonomilerin kapitalist de âcil bir zorunluluktur.
olduğu yolundaki ikinci iddiasını kabul edebilir miyiz?

FRANKIN KAVRAMINDAKİ TEORİK YANLIŞLAR

İki kitabı da kapitalizmin analizini konu edinmiş olduğu halde, Frank


bu terimle neyi kastettiğini hiçbir zaman tam olarak açıklamadığı için, bu
soruyu cevaplandırmak kolay değil. Eserinde bir kavram tanımına en fazla
yaklaştığı yerlerde aşağıdaki gibi deyimlere raslanıyor:
«Kapitalizmin sömürenlerle sömürülenler arasındaki temel içsel çeliş­
kisi ulusun içinde de, en az uluslar arasında olduğu kadar ortaya çıkar...»8
Fakat bu da bizi bir yere götürmez, çünkü yalnız kapitalizm değil, feo­
dalizm de, hattâ her smiflı toplum da, sömürenlerle sömürülenler arasındaki
çelişkiyle karekterize edilir. Sorun, her bir durumda sözkonusu olan sömürü
ilişkisinin özgüllüğünü tanımlama sorunudur. Dahası, analizin konusunu ka­
rarlaştır amama alanındaki belirsizlik, Frank’ın bütün eserine egemen olan
kavram karışıklığının sadece bir tek örneğidir. Bu karışıklığın üstünde cid­
diyetle durmak gerekir, çünkü Marksistler kapitalizm9 kavramı üzerine yay­
gın tartışmaları bilmeli ve bunun ciddiyetini kavramalıdır; bu terim doğru
olarak tanımlanmadan hiçbir şekilde mutlak kabul edilemez.
Ama Frank’m kapitalizmden ne anladığını kavramaya çalışırsak, yak­
laşık olarak şu aşağıdaki sonuçlara varırız: a) bir pazar için üretim sistemi,
ki b) kâr üretimin itici gücüdür ve c) bu kâr gerçek üretici olmayan bîr
başka kişinin çıkarı için gerçekleştirilir; gerçek üretici de böylece kârdan
yoksun kalır. Öte yândan feodalizm deyince kapalı veya kendine yeterli bir
ekonomi anlamalıyız. Böylece, büyük bir pazarın varlığı ikisi arasındaki be­
lirleyici farkı meydana getirir.
îlk şaşırtıcı nokta şu: Frank yaptığı kapitalizm ve feodalizm tanımların­
da üretim ilişkilerini tamamen bir yana itmiştir. Bunun ışığında, sömüren­
lerle sömürülenler arasındaki ilişkiyi kapitalizmin temel çelişkisi olarak nite­
leyen önceki değerlendirme şaşırtıcı olmaktan çıkmaktadır. Çünkü, Frank’]
kapitalizmi tanımlamasından üretim ilişkilerini bilinçli olarak dışarı atma­
ya zorlayan şey, onun kendi ideolojik perspektifidir. Sadece onları soyutlaya­
rak, Peru’da yerli köylülük, Sili’de inquilinos, Ekvator’da huasipuııgueros,
Batı Hint adalarında şeker palntasyonlarmdaki köleler ve Manchester’de do­
kuma işçileri tarafından katlanılan çeşitli sömürü biçimlerini içeren yeterin­ • L. Amerika’da toprak
ce geniş bir kapitalizm kavramına varması mümkün olur. Çünkü bütün bu emekçiliğinin ülke koşulları­
gerçek üreticiler ürünlerim pazara sunarlar, başkalarının çıkarı için çalışırlar na ve tarihi kökenlerine gö­
ve yaratılmasına yardımcı oldukları İktisadî artıktan yoksun bırakılırlar. Bü­ re farklılaşan biçimleri.
tün bu durumlarda temel ekonomik çelişki, iki karşıt yanım sömürenlerle
sömürülenlerin oluşturduğu çelişkidir. Yalnız bir sorun vardır ve o da liste­
nin biraz kısa olmasıdır, çünkü bir Roma latifundium’undaki köleyi veya
Avrupa Ortaçağının serilerini de (en azından lordun serften elde ettiği İkti­
sadî artığı pazara sürdüğü durumlarda yani hemen hemen bütün durumlar­
da) içine alabilirdi. Böylece, şu sonuca varabiliriz: cilâlı taş devrİminden bu
yana kapitalizmden başka hiçbir şey varolmamıştır.
Birikim 1 / 2 0
Frank bir yığın tarihî ayrıntıyı soyutlayıp modelini bu temel üzerine • Mode! kurarken hangi te­
kurmakta şüphesiz serbesttir. Hattâ ortaya çıkan bütüne kapitalizm adını da mel öğelerden yola çıkılacağı
verebilir (Normal olarak başka anlamda kullanılan kelimelerin bunca çeşit­ sorunu.
li ilişkileri tanımlamak için seçilmesine bizler taraftar olmasak da). Ama
Frank’m kullandığı kavramın Marksist anlamda kapitalizm kavramı oldu­ « Başlangıç olarak seçilen
ğunu iddia etmesi hiçbir zaman kabul edemeyeceğimiz bir şeydir. Çünkü öğeye göre, modeli de istedi­
Marx’m gözünde - eserleriyle yüzeyden de olsa ilgilenmiş herkesin bildiği gibi ğimiz biçime sokabiliriz.
- kapitalizm bir üretim tarzadır. Kapitalizmin temel İktisadî Özelliği, zorunlu Doğru başlangıcın ne oldu­
Önkoşulu gerçek üreticinin Üretim araçları mülkiyetinden yoksun kalması ğu, her zaman, Marx'ı en
demek olan, serbest işçinin iş-gücünü satmasıyla ortaya çıkar. Daha önceki fazla ilgilendiren konu ol­
toplumlarda egemen sınıflar gerçek üreticiyi sömürüyorlardı - yanı yarattığı muştur
İktisadî artığa el koyuyorlardı - hattâ bu artığın bir kısmını, tüccar sınıfl-
mn elinde geniş bir sermaye birikimine yol açacak Ölçüde pazarlıyorlardı.
Fakat serbest emek pazarı varolmadığı için, kelimenin Marksist anlamıyla
kapitalizm de yoktu. Kapital’den aşağıdaki alıntı bunu aydınlatıyor:

a ... Sermayenin durumu öyle değil. Varoluşunun tarihî koşulları hiçbir


zaman sadece para ve meta dolaşımından ibaret değildir. Ancak üretim ve
geçim araçları sahibi, pazarda, iş-gücünü satan serbest işçiyle karşılaştığı za­
man kapitalizm doğar. Ve bu tek tarihî koşul bütün dünya tarihini içerir.
Bu nedenle, sermaye ilk ortaya çıkışından bu yana, toplumsal üretim süre­
cinde yeni bir dönemin müjdecisi olur...»10

Mars’a göre ticarî sermayenin birikimi çeşitli üretim tarzlarıyla uyum


halindedir ve hiçbir şekilde kapitalist üretim tarzının varlığım Öngörmez:

«... Şimdiye kadar tüccar sermayesini yalnız kapitalist üretim tarzının


görüş açısından ve onun sınırları içinde ele aldık. Ama yalnız ticaret değil,
tüccar sermayesi de kapitalist üretim tarzından eskidir ve aslında tarihî ba­
kımdan sermayenin en eski bağımsız varoluş biçimidir...»

«... metalarm biçim değiştirmesi, hareketleri, 1 - özünde, farklı metala-


rm birbiriyle mübadelesini, ve, 2 - biçimde, metalarm satış yoluyla paraya,
paranın da alım yoluyla emtiaya çevrilmesini içerir. Tüccar sermayesinin
işlevi de emtia alım ve satımı işlemlerine ayrışır; ama bu mübadele başlan­
gıçta bile gerçek üreticiler arasındaki yalın bir mübadele olarak belirmemiş­
tir. Kölelik, feodalizm ve vasallık (ilkel topluluklar sözkonusu olduğu za4
man) koşulları altında, köle sahibi, feodal lord ve vergi toplayan devlet,
ürünlerin sahibi, ve dolayısıyla satıcısıdır. Tüccar birçok kişi için alır ve sa­
tar. Alım ve satım onun elinde toplanmıştır ve bunun sonucunda alım ve sa­
tım artık (tüccar olarak) alıcının dolaysız isteklerine bağlı değildir...»11 • Marx’m kapitalizmi tanım­
larken dayandığı kült kav­
ramları vermek bakımından
Frank’ın kullandığı kavramın Marksist anlamda kapitalizm kavramı ol­ önemli alıntılar.
duğu iddiası, görüldüğü gibi kendi kişisel isteği dışında bir temele dayan­
mamaktadır. Fakat bu sorunu bırakmadan önce yeniden metinlere dönelim,
' çünkü Meksika’da yapılan ve kitabının ikinci cildinde yansıdığı görülen bir
polemikte Frank tam bu konuda, yani kapitalizm tanımlamasında üretim
tarzını ihmal etmekle suçlanmıştı. Frank, Marx’dan, kendi tezini doğrula­
dığım iddia ettiği iki alıntıyla cevap verdi. Birinci alıntı İktisadî Doktrinler
Tarihi adlı kitaptan alınmıştır ve şunları söylemektedir:

«... Sömürgelerin ikinci bölümünde - kuruldukları andan beri ticarî spe­


külasyon ve dünya pazarı için üretim merkezi olan plantasyonlar - biçimsel
de olsa bir kapitalist üretim rejimi vardır, biçimsel çünkü zenciler arasından
ki kölelik, üzerinde kapitalist üretimin yükseldiği temeli meydana getirir, ser­
best ücretli emeği içermez. Ama köle ticareti ile uğraşanlar kapitalistlerdir.
Onların ithal ettiği üretim tarzı kölecilikten türememiştir, köleliğin içine so­
• Farklı üretim tarzlarının
kulmuştur. Bu durumda kapitalist ve toprak beyi aynı kişidir...» tek bir sistem içinde bileşimi
ve bu bileşimdeki egemen
Frank’a göre bu paragraf Marx’ın gözünde bir ekonominin özelliğini üretim tarzının nasıl tesbit
tanımlayan şeyin üretim ilişkileri olmadığını ispatlıyor (en azından ben böy­ edileceği konusunda, Marx'-
le biı* sonuca varıyorum, çünkü Rodolfo Puİggros’un «Brezilya ve Karaibler’- ın, açıklık getiren sözleri.
deki gibi köle sahipliğinin egemen olduğu sömürgelerde ne oldu?» sorusuna

Birikim 1 /2 1
bu cevabı veriyor). Oysa aslında bu alıntı Frank’m niyetlendiği şeyin tam
tersini ispatlamaktadır, çünkü Marx plantasyon ekonomilerinde egemen üre­
tim tarzının sadece biçimde kapitalist olduğunu söylemektedir. Egemen üre­
tim tarzı biçimde kapitalisttir, çünkü bundan yararlananlar, egemen üretken
sektörlerinin artık tamamen kapitalist olduğu bir dünya pazarına katılmışlar­
dır. Bu da plantasyon ekonomisindeki toprak sahiplerinin, kendi üretim tarz­
ları kapitalist olmadığı halde, kapitalist sistemin içinde yer almasını mümkün
kılmaktadır. Ama böyle bir durumun temel koşulu, istisnaî oluşudur. Frank’-,
m alıntı olarak sunduğu paragrafı Marx’m kapitalizm - öncesi Ekonomik'
Formasyonlarından bir başka bölümle karşılaştırırsak bu durum çok daha
açık seçik ortaya çıkar sanırım:

«... Gelgeldim, bu yanlış elbette, örneğin klasik antikitede sermayenin • Her üretim tarzının tarihî
varlığından, Roma ya da Grek kapitalistlerinden söz eden bütün filologlarm- doğuş koşulları vardır ve an­
kinden daha büyük bir yanlış değildir. Bu, Roma ve Eski Yunan’da emeğin cak o koşulların gerçekleş­
serbest olduğunu söylemenin bir başka yoludur sadece; yani bu bayların hiç­ mesiyle o üretim tarzının
bir zaman ileri süremeyecekleri bir iddia. Eğer biz Amerika’daki plantasyon doğduğu söylenebilir. Kısmî
sahiplerinin kapitalist olduğunu söylüyorsak; eğer onlar kapitalist iseler; bu benzerliklere dayanarak ta­
onların serbest emek üzerinde yükselen bir dünya pazarının içinde bir istisna rihî bir üretim tarzını ya da
olarak yer almaları olgusuna dayanır...»12 herhangi bir yapıyı evrensel­
leştirmenin tehlikeleri MarxF-
ın bu alıntısında belirtiliyor.
Frank’a göre, Latin Amerika’da, kapitalist egemenlik süreci başladığı Kapitalist «sermaye», ancak
zaman, 16. yüzyıl Avrupa’sında kapitalizmin yapısal koşulları var mıydı? O kapitalizmin koşullarında
zamanlar serbest emeğin kurallaştığını söyleyebilir miyiz? Hayır, hiçbir şe­ vcroıur. Her sermaye kapita­
kilde. Feodal bağımlılık ve şehirde de küçük el sanatları, üretim faaliyetinin list olamaz.
temel biçimleri olmakta devam ediyordu. Sermaye stokunu büyük ölçüde de­
nizaşırı ticaret yoluyla genişletmiş bulunan güçlü bir tüccar sınıfın varlığı bu
sermayenin, serbest emeğinkilerden çok farklı emek ilişkilerinden üretilmiş
bir İktisadî artığın özümlenmesiyle biriktirilmiş olduğu belirleyici gerçeğini
hiçbir zaman değiştirmez. Eric Hobsbawm klasikleşmiş makalesinde 17. • Kapitalizmin doğuş koşul­
yüzyılı, Avrupa ekonomisinde kapitalist sisteme doğru gidişin dönüm nokta­ ları ilerideki sayılarda ayrın­
sı olan bir genel buhran dönemi olarak nitelemiştir, ö te yandan, 15. ve 16. tılı olarak incelenecektir.
yüzyıllardaki genişleme için tam tersine şunları öne sürmektedir:

® |er k^lhklar ve kilise gibi istisnaî genişlikte kuruluşlarca destek-


îenseydi, eğer bütün bir kıtanın ince bir örtü gibi yayılmış olan talebi do­
kumacılıkta uzmanlaşmış İtalyan ve Hollanda şehirleri gibi birkaç merkez,
deki iş adamlarının elinde yoğunlansaydı, eğer teşebbüs alanında, örneğin
fetih ya da sömürgeleştirme yoluyla geniş bir «dışa doğru yayılma» meyda­
na gelmiş olsaydı, belirli koşullar altında, hattâ feodalizm koşullarında,
böyle bir ticaret büyük çapta Üretime yol açarak yeterince büyük bir kâr
birikimi yaratabilirdi...

«... 15. ve 16. yüzyıllardaki yayılma aslında bu türdendi ve bu neden­


le hem iç, hem de denizaşırı pazarda kendi buhranını yarattı. Bu buhran
‘feodal iş adamlarının’ - ki bunlar feodal toplumda para yapmak için koşul­
lara kendilerini en iyi şekilde uydurabildiklerinden en zengin ve en güçlü
olanlardı - üstesinden gelemedikleri bir buhrandı. Değişime ayak uydura­
mamaları da buhranı şiddetlendirmiştir... b 13

. ° 7 sa Frank, tam tersine, Avrupa yayılmasının 16. yüzyıldan bu yana


kapitalist bir nitelik taşıdığını savunmaktadır. Bu iddiasını Marx’dan bîr o Çeviride «kapital», «ser­
alıntıyla desteklemektedir: «Kapitalizmin modern tarihi, 16. yüzyılda bir maye» kelimesiyle karşılan­
mıştır. Yazının aslında «kapi­
dünya pazarının ve ticaretinin yaratılmasıyla başlar...» Ama bu kez Frank
tal» ve «kapitalizm» arasın-
alıntıyı kötü bir biçimde aktarmış oluyor. Gerçekte Marx şunu söylemekte­
aaki ayrıma dikat çekilmek­
dir: «Sermayenin modern tarihî 16. yüzyılda dünyayı kucaklayan ticaretin
tedir. Sermayenin modern ta­
ve dünyayı kucaklayan bir pazarın yaratılmasından bu yana süregelmekte-* rihi ile kapitalizmin modern
dir... Ȕ4
tarihi arasında fark var. 16.
Yukarıda vurgulanmış olan sermaye (kapital) ile kapitalizm arasındaki yüzyılda, «kapitalizmsin mo­
ayrım göz Önünde bulundurulduğunda - çünkü bu ticarî sermayeyle önceki dern tarihi başlamış olamaz­
üretim tarzlarının bir arada varolmasını mümkün kılmaktadır - bu bölü­ dı.
Birikim 1 / 22
mün anlamının tamamen değişik olduğu görülür. Marx sadece l 6. yüzyıldaki
dünya pazarı genişlemesinin denizaşırı yayılmadan ileri geldiğini ve bu ge­
nişleyen pazarın sermayenin modern büyümesine yol açan koşulları ve ge­
nel çerçeveyi yarattığım söylemektedir. Şüphesiz sermayenin önceki biçim­
lerinin varlığını kabul etmektedir - Örneğin Ortaçağ’da ve Antik Çağ’da -
ama kapitalizmden hiçbir şekilde söz etmemektedir.
Franken kavrayış yanlışı şuradan anlaşılabilir: kapitalizmi o kadar be­
lirsiz bir biçimde tanımlamıştır ki kendisi bile bundan .'herhangi bir konuda
işe yarar sonuçlar çıkaramamaktadır. Şüphesiz kendisi bu inançta değil; o,
bu platformda, Latin Amerika için burjuva - deinokratik aşamanın yersiz­
liğini gösterebileceğinden emindir. Bu konuyu inceleyelim. Frank’m temel
Önermesi şudur: burjuva - demokratik devrimin görevi feodalizmi tasfiye
etmek olduğundan, öte yandan Latin Amerika’da kapitalizm baştan beri
varolduğundan, burjuva - demokratik devrim, devrim takviminden silinmiş,
onun yerini doğrudan doğruya sosyalizm için mücadele almıştır.
Ama Frank gene sorunun terimlerini birbirine karıştırıyor, çünkü
Marksistler feodalizmin kalıntılarım temizleyen bir demokratik devrimden
söz ettikleri zaman, feodalizm kelimesine Frank’m anladığından çok farklı
bir anlam verirler. Onlar için feodalizm, pazara açılmamış kapalı^ bir sis­ 9 Önemli bir tanım ve açık­
lama. Feodalizm tarihî bir
tem anlamına gelmez; köylülüğü baskı altında tutan, İktisadî artığın
üretim tarzıdır. Bu kimliğiyle
önemli bir kısmını yutan, böylece kırsal sınıfların içsel farklılaşma sürecini yapılacak tanımı, bugünün
ve bu nedenle de tarımda kapitalizmin gelişmesini yavaşlatan, iktisat - dışı dünyasında, kapitalizmle bir­
cebir uygulamaları toplamı anlamına gelir. 1789’larııı Fransız devrimcileri likte varolan kapitalizm-ön-
de gabelle’leri ve senyörlük imtiyazlarını kaldırmakla ezdiklerini sandıkları cesi kalıntılar olarak yapıla­
feodalizmden aynen bunu anlamışlardı. Rusya’da Kapitalizmin Gelişmesi’- cak tanımından farklıdır. Biz­
nde Lenin Rusya’nın tarımsal yapısında kapitalizmin gittikçe artan ağırlı­ de yapılan tartışmalarda da
ğından söz ederken, giderek bir yanda bir zengin köylüler sınıfı, öbür yan­ bu farklı tanımlar birbirine
da da tarım proletaryası yaratan bîr sınıf farklılaşması sürecini sergilemeyi karışmış, onun için de «teo­
amaçlar. Lenin bu sürecin açıklamasını pazar için üretimin yaygınlaşması te­ rik tartışma» bir türlü aydın­
meline oturtmayı düşünmemiştir, çünkü bu tip üretim Rusya’da yüzyıllar latıcı oîGmamıştı.
Önce, üretilen buğdayı pazarlama imkânları toprak sahiplerinin serflik bas­
kısını artırmasına - gerçekte kurmasına - yol açtığı zaman, tamamen feoda­ • gabelle: Fransa’da 1789’
lizmin kaynağım meydana getirmişti Bolşevikler Rus Devrimi’nin görevleri­ dan önce devletin tuzdan al­
nin burjuva - demokratik olduğunu savunurken, devrimin feodal kalıntıları dığı vergi. Türkiye'de de
tasfiye edeceğini ve kapitalist gelişmeye yol açacağını söylemek istemişlerdi «aşamn kalkması buna ben­
(1905’de yalnız Troçki ve Parvus koşulların doğrudan doğruya sosyalizme zer.
geçişe elverişli olduğunu söylüyorlardı). Burjuvazinin demokratik görevleri­
ni yerine getiremez oluşu ve proletaryanın sayıca azlığı veri olarak alındığı
için, iktidarı ele geçiren ittifakta köylülüğün belirleyici bir rol oynaması ge­
rekeceğini hayal etmişlerdi. Böyle bir strateji için köylü sorununu varolan
rejimin çözememesi gerekiyordu, yoksa Çarlık kapitalizme giden yolu ken­
disi kurar ve böylece devrim de bilinmeyen bir tarihe ertelenmiş olurdu.
Gericiliğin kalesi haline gelecek güçlü bir zengin köylü sınıfının - bir anlam­
da I. Napoleon’dan de Gaulle’e kadarki Fransız köylülüğüne benzer biçim­
de - doğuşunu hızlandırmak için her türlü araca başvuran Çarcı Bakan Sto-
lipin de bîınu en az Bolşevikler kadar iyi kavramıştı. Lenin 1908’de şunları
yazarken onun politikasının yarattığı tehlikenin farkındaydı:

«... Stolipin Anayasası ve Stolipin tarım politikası Çarlığın eski yan -


ataerkil ve yarı - feodal sisteminin çöküşünde yeni bir aşamayı, bir orta - sı­
nıf monarşisine dönüşüm için yeni bir hareketi belirler... Bu uzun bir süre
devam ederse... bizi her türlü tarımsal programdan vazgeçmeye zorlayabilir.
Rusya’da böyle bir politikanın başarıya ulaşmasının mümkün olmadığım söy­
lemek boş ve aptalca bir demokratik gevezelik olurdu. Mümkündür! Stolipin
politikası sürdürülürse... Rusya’nın tarımsal yapısı bütünüyle burjuva bir
nitelik kazanır, daha güçlü köylüler hemen hemen bütün toprak hisselerim
ellerine geçirirler, tarım kapitalistleşir, ve kapitalizm koşullarında tarım so­
rununun her türlü çözümü - radikal ya da başka biçimde - imkânsız hale ge­
lir...»

Bu bölüm, Lenin’in hangi koşullar altında kapitalist gelişmenin burju­ • Bu konu bizim için de çok
va - demokratik aşamayı devrim takviminden silebileceğim düşündüğünü ol- önemlidir. Toprak reformu-
bu. Bu koşullar bir uçta güçlü bir kulak sınıfının oluşması ile öbür uçta kır nu «laf» olarak biliyorduk.

Birikim 1 / 2 3
proletaryasının büyümesinden ibarettir. Aslında Frank’m Latin Amerika’da Ama Türkiye burjuvasını
bir burjuva - demokratik devrim imkânını reddetmesi sadece şuna indirgene­ «komprador» olarak görme-
bilir: feodalizm ve kapitalizm diye adlandırılan toplumsal İlişkilerin analizine yb, kompradorun toprak a-
dayanan politik bir şemayı ele alır, yarı yolda bu kavramların İçeriğini hafif­ ğasıyla ittifak halinde olduğu­
çe değiştirir ve sonra gerçeğe uymadığı için bu politik şemanın uydurma oldu­ na inanmaya alıştığımız için,
ğu sonucuna varır. Bu tür bir muhakemenin geçerliliği üstüne İsrar etmenin yerli burjuvazinin belli kesim­
gereği yoktur. (Şunu da eklememe izin verin: burada, Latin Amerika ülke­ lerinin de bir çeşit toprak
lerinden herhangi birinde burjuva - demokratik aşamanın mümkün olduğu reformu isteyebileceğini dü­
ya da olmadığı konusunu sonuçlandırmaya uğraşıyor değilim. Sadece, bu so­ şünmüyorduk. Ayrıca, köylü
runa, Frank’m analizine dayanarak bir teşhis konulamayacağım göstermeye tabanının faşizm için ne ka­
çalışıyorum.) dar geçerli bir temel olduğu
Bundan başka, Frank’m kapitalizm ve feodalizm tanımlarını ele alırsak, da pek fazla tartışılmıyordu.
Frank’m çıkardıklarından çok daha fazla şey çıkarmamız gerekir. Aslında Stolipin, komünizm’in baş
metropoliten ülkelerde 16. yüzyıldan itibaren kapitalizm egemen duruma gel­ düşmanı ve en bilinçli düş­
miş olsaydı - ticaret ve pazar ekonomisi çok öncelerden beri egemen oldu­ manı olarak, Komünizm teh­
ğu için, Frank’m neden özellikle 16. yüzyılı başlangıç noktası olarak seçtiği likesini yok etmek için top­
de açık değildir - Elizabeth İngiltere’si ve Rönesans Fransa’sının sosyalizm rak reformunu uygulamak is­
için yeterince olgunlaşmış olduğu sonucuna varmamız gerekirdi; Frank’m bile tiyordu. Stolipin hareketi için
böyle bir şeyi ileri sürmek isteyeceğini sanmam. Lenin'in yazdıkları da ne­
dense Türkiye'de hiç tartı­
jjîimdi, Frank’m Fetih Dönemi’nden beri Latin Amerika’nın kapitalist şılmadı, hattâ bilinmedi.
olduğu iddiasını (Marksist anlamda kapitalizm ve feodalizmin birer üretim
tarzı olduğunu unutmaksızm) kolaylıkla elde edilebilecek ampirik kanıtlarla
karşılaştırırsak, kapitalist tezin savunulamaz olduğu sonucuna varmamız ge­
rekir. Yerli nüfusun yoğun olduğu bölgelerde * Meksika, Peru, Bolivya veya
Guatemala’da - gerçek üreticiler üretim araçlarının mülkiyetinden yoksun
bırakılmamıştı, ama öte yandan çeşitli angarya sistemlerini - bunda Avrupa’­
daki corvee’nin eşdeğerini görmemek mümkün değildir - azamî hadde çıkar­ 9 corvée: Fransa’da köylü­
mak için iktisat-dışı baskı giderek şiddetlenmekteydi. Maden bölgelerinde, lerin senyörferine karşı yeri­
kapitalist proletaryanın oluşmasına en küçük bir benzerlik göstermeyen, kö­ ne getirmekle yükümlü ol­
leciliğin gizli biçimleri ve başka türlü cebri çalıştırma biçimleri gelişirken, dukları bir çeşit angarya.
Antiller’deki plantasyonlarda ekonomi köle emeğine dayanan bir üretim tar­
zı üzerine oturtulmuştu. Sadece Arjantin pampalarında, Uruguay’da ve yer­ » pampa: Güney Amerika'­
li nüfusun daha Önceleri varolmadığı - veya çok seyrek olup çarçabuk sürü­ da Amazon nehrinin güne­
lüp atıldığı m benzeri küçük bölgelerde, 19. yüzyılın kitle halinde göçleriy­ yindeki ağaçsız geniş ovalar.
le pekiştirilen yerleşmeler baştan beri kapitalist biçimler almıştır. Ama bu
bölgeler Latin Amerika’da egemen olan modelden çok farklıdır ve daha çok
Avustralya, Yeni Zelanda gibi ılıman bölgelerdeki yeni yerleşmelere ben­
zerler.
Latin Amerika’daki egemen üretim ilişkilerinin kapitalizm - öncesi
karakteri sadece diinya pazarı için üretimle uyum halinde olmakla kalmıyor,
pazarın yayılması kapitalizm - öncesi özellikleri şiddetlendiriyordu. Dünya
pazarının gittikçe artan talebi köylülerin yarattığı artığın son haddine çıkarıl­
masını teşvik ederken, hacienda'larm feodal rejimi de köylülük üzerindeki
serilik tasarruflarını artırma eğilimi gösterdi, Böylece, dış pazarın genişle-
mesi feodalizm Üzerinde, dağıtıcı rol oynamak bir yana, vurgulayıcı ve pe-
kiştiricı bir etki yapıyordu. Frank’ın analizinden bir örnek alalım: Sili’de
tn^uilînage evrimi. 17. yüzyıl süresince kiracı toprağın tasarruf hakkım sem­ e inquilinage: bir çeşit icara,
bolik bir ödenti karşılığı elde ediyordu, fakat 1688’deki depremden sonra kiraya verilmiş toprak.
Peru ya buğday ihracatı artarken, bu ödenti İktisadî bir önem kazanmaya
ve kiracı köylü üzerinde ağırlığım her zamankinden daha fazla duyurmaya
başladı. 19. yüzyılda bu süreç şiddetlendi; bunu belirleyen de, gene, artan
tahıl ihracatı oluyordu. Köylünün geleneksel hakları, özellikle otlak ve talaje
hakları kısıtlanırken aynı dönem içinde yapmakla yükümlü olduğu çalış­
ana çoğunlukla sürekli bir işçininkine eşdeğerdi. Aldığı ücret gündelikçi veya
usta bir işçininkinden daha düşüktü. Bu süreci kır proletaryasının ortaya çı­
kış süreci gibi görmek yanlış olur. Durum böyle olsaydı ücret, inquilino’la-
rın (toprağı kiralayan köylülerin) başlıca geçim aracı haline gelmiş olmak
gerekirdi. Ama bütün belirtiler göstermektedir ki, tersine, toprak kiracılığı
üzerine oturan kendine yeterli bir ekonomide ücret sadece ikincil bir öğe­
dir. Yani, gelirini alışılagelmiş imtiyazlar ve bir parça toprakla takviye et­
meye çalışan bir tarım ücretlisiyle değil, serflik boyunduruğuna tabi kılın­
mış bir kövlüvle karsı karsıvavız.15
Bu durum - bazı değişikliklerle - bütün kıtada tekdüze bir şekilde tek­

Birikim 1 / 2 4
rarlanmıştır. Bundan ötürü Latin Amerika, dış pazarlar için üretimi artır­
mak amacıyla kalabalık kıyı bölgelerinde köleci ilişkilerin güçlenmesine yol
açan sürece bir istisna teşkil etmez. Batı’ya ham madde ihracında önemli
bir artışın mümkün hale geldiği 16. yüzyıldan itibaren Doğu Avrupa’nın ba­
şına gelen de budur. Bu süreç, çevresel alanların yeniden feodalleşmesinin
temelidir; Engels’in sözünü ettiği «ikinci kölelik». Şüphesiz Latin Ameri­
ka’da bu koşullar kır proletaryasının giderek büyümesiyle 19. yüzyılın so­
nundan itibaren zamanla değişmiştir. Bugün çeşitli bölgelerde köylü proleter­
leşmesinin hangi düzeye ulaştığını söylemek güçtür, çünkü bu konuda yeterli
incelemelerden yoksunuz. Fakat şüphesiz bu süreç tamamlanmış olmaktan a Bu İlişkilerin Türkiye’deki
henüz çok uzaktır ve yarı - feodal koşullar Latin Amerika kırsal alanlarının gelişmelerinin incelenmesi
halen de yaygın karakteristiğidir. Öte yandan, bu durumdan ikici strateji hâlen büyük ölçüde eksiktir.
perspektifleri çıkarmaya da hiçbir gerek yoktur, çünkü önceden görmüş ol­
duğumuz gibi genişleyen modern kesimin temelini geri kesimdeki artan serf
sömürüsü teşkil etmektedir.
Şimdi, bu polemikteki temel yanlış anlayışın yattığı noktaya geldik:
fanm kesiminde iiretim ilişkilerinin feodal karekter taşıdığım iddia etmek,
mutlaka ikici bir teri savunmayı içermez. İkicilik, «modern» ya da «ileri»
kesimle «kapalı» ya da «geleneksel» kesim arasında hiçbir bağlantının varol­
madığım ima eder. Oysa biz ispat etmiştik ki, tersine, serfleri sömürmek
bizzat aracıların - tahminen «modem» türden aracılar-kâr hadlerini artır­
ma eğilimi yüzünden güçlendirilmekte ve pekiştirilmektedir. Bu böyle olun­
ca, iki kesim arasındaki, görünürdeki bağlantısızlık ortadan kalkar. Böyle
durumlarda bir kesimin modernliği, öteki kesimin geriliğinin işlevidir. Bu • «Az gelişmişlik» yapısının
nedenle, «modernleştirici kesim»in «sol kanadı» rolündeki hiçbir politikanın tanımlayıcı özelliği olan ka­
devrimci nitelik taşımadığı ileri sürülebilir. Tersine, sistemi bir bütün olarak rışım.
karşımıza almak ve bir uçta feodal geriliğin sürmesiyle, öbür uçta bir bur­
juva dinamizminin görünüşteki gelişmesi arasında varolan kopmaz birliği
göstermek daha doğru olur, inanıyorum ki böylece, Frank’ın görüşünü de
paylaşarak, gelişmenin az-gelişmişlik yarattığını gösterebiliriz. Yalnız şu
farkla ki, bu durumda muhakememizi yalnız pazar değil, üretim ilişkileri
temeli üzerine oturtmuş oluruz. Frank gene de, «feodal tez»i savunanların -
özellikle Latin Amerika Komünist Partileri - ikici tutumu benimsediklerini
iddia edebilir. Çünkü feodal tezin savunucuları Latin Amerika ekonomileri­
nin özelliğini açıklarken Frank’ınkilere benzer kapitalizm ve feodalizm ta­
nımlan kulanmışlardır. Bu çarpıtmanın nedenlerini açıklamak şimdi çok za­
man alabilir, fakat sanırım bunlan şu olayın içinde özetleyebiliriz:
Latin Amerika solu tarihte liberalizmin sol kanadı olarak ortaya çık­
mış, buna paralel olarak ideolojisi de, 19. yüzyıl seçkin liberallerinin ana
çizgilerini yukarıda belirttiğimiz temel kategorilerince belirlenmiştir, ikici­
lik de bu kategoriler sisteminin temel öğesidir. Böylece, feodalizmi dura­
ğanlık ve kapalı ekonomiyle, kapitalizmi de dinamizm ve gelişmeyle bir tu­
tan kalıcı bir eğilim bu kaynaktan türedi. Sonra, Marksizm’in bu tipik çar-
pıtıhşı, taban tabana karşıt bir yönde, geçen son on yıl içerisinde ortaya çı­
kan kendi diyalektik karşıtını yarattı. Tarihî ve bugünkü gerçeklik üzerine
bilgiler Latin Amerika ekonomilerinin her zaman pazar ekonomisi niteliğini
taşımış bulunduğunu gittikçe belirginleştirdiği, ayrıca Latin Amerika’daki
reformist ve sözde ilerici seçkinlerin politik yenilgisi «modern» ve «gelenek­
sel» kesimler arasındaki iç bağıntıları her zamankinden daha açık bir şekil­
de gösterdiği için, yeni akım Latin Amerika’nın basından beri kapitalist ola­
geldiği sonucuna varmıştır. Frank ve onun gibi düşünenler - sayıları da hay­
li kabarık - ikilemin terimlerini Latin Amerika Komünist Partileri’nin ve
19. yüzyıl liberallerinin koyduğu gibi koymakta, ama kendileri bunun tam
karşıtı olan uçta yer almaktadırlar. Şüphesiz ki bundan ötürü ikicilikten ay-*
nîıyorlar - bakış açıları da bu nedenle görece daha doğru - fakat temel çe­ 0 Marx, bilimsel çağının
lişkiyi üretimden çok dolasım alanına yerleştirmeye çalışmakla gelişmenin eserleri olan Katkı'da ve Ka-
niçin az-gelişmfslik yarattığı sorusuna açıklık getirmek bakımından yarıdan pitar de üret im, t üket İm ve
fazla yol alamıyorlar. Frank’m, yukarıda değindiğimiz üçüncü tip iddiasını dolaşım düzeylerinin bağlantı
snalız etmek üzere yola çıktığımızda bu eksiklik daha da belirginleşiyor: bu­ ve ayrılıklarını, birbirlerine
na göre az-gelismişliğin kökeni, Latin Amerika’nın iktisaden dünya pazarı­ bağımlılık biçimlerini dikkatle
na katılışının bağımh karakterinde yatmaktadır. Ama bu noktayı incelemeye anlatır. Frank'm dolaşımla
başlamadan önce, üretim tarzlarıyla ekonomik sistemleri özellikle birbirin- üretimi yeterince ayırt etme-
den ayırd ederek, kullanacağımız analitik kategorilere daha yüksek düzeyde mesi bir «eklektizm» ürünü­

Birikim 1 / 2 5
bir kesinlik kazandırmak gereklidir. dür. Bu düşünce disiplinsizli­
ği bizde de sık sık görülmüş­
ÜRETİM TARZLARI VE EKONOMİK SİSTEMLER» tür.

Biz «üretim tarzıandan, üretim araçlarının belirli bir tip mülkiyetine


bağlı toplumsal üretici güçler ve ilişkilerinin karmaşık bütününü anlıyoruz.17
Üretim İlişkileri topluluğu arasından üretim araçları mülkiyetine ilişkin olan­
ları, temel ilişkiler sayıyoruz; çünkü, sırasıyla, üretim güçlerinin özgül geliş­
me kapasitesine temel teşkil eden, İktisadî artığın kanalize edilme biçimleri­ a Bu bölümde verilen tanım­
ni ve gerçek işbölümü düzeyini belirleyen bunlardır. Buna karşılık, mülkiyet lar çok önemli. Belki çoğu
ilişkilerinin büyüme düzeyi ve ritmi de İktisadî artığın akıbetine bağlıdır. «bilinen» şeyler. Ama bu
Bundan ötürü biz: 1 - Üretim araçlarının belirli bir tip mülkiyetinin, 2 - İkti­ «bilinen» şeylerin de sık sık
sadî artığa belirli bir el koyma biçiminin; 3 - işbölümünün belirli bir gelişme hatırlanmasında yarar var.
düzeyinin; 4 - üretici güçlerin belirli bir gelişme düzeyinin mantıkî ve uyarlı Çünkü «bilinen» bazan en
bileşimini, üretim tarzı olarak tanımlıyoruz. Bu, sadece, birbirinden bağım­ kolay «unutulan» oluyor.
sız birtakım «etkenlersin betimleme (tasvir) amacıyla ardarda sıralanması
değildir; kendi karşılıklı iç-bağmtılarının tanımladığı bir bütündür. Bu bütün
içindeki belirleyici öge ise, üretim araçlarımn mülkiyetidir,
öte yandan, bir «ekonomik sistem», ister bölgesel veya ulusal planda,
ister dünya çapında, ekonominin farklı kesimleri ya da farklı üretim birim­
leri arasındaki karşılıklı ilişkileri tanımlar. Marx, Kapitalen birinci cildin­
de artık - değer üretimi ve sermaye birikimi sürecini analiz ettiği zaman,
kapitalist üretim tarzını betimlemiştir. Ama Birinci BÖlüm’le İkinci Bölüm
arasındaki karşılıklı değişmeyi analiz eder veya ticarî kârın kökeni ya da
rant gibi sorunları sözkonusu ederken bir «ekenomik sistem»i betimlemek­
tedir. Bir ekonomik sistem, yapıcı öğeler olarak farklı üretim tarzlarını içe­
rebilir. Ama gene de bizim, sistemin çeşitli görünümlerinin birliğini mey­
dana getiren Öğeden veya hareket yasasından yola çıkarak, onu bir bütün
olarak tanımlamamız gerekir.
Feodal üretim tarzı, üretim sürecinin aşağıdaki modele göre işlediği
tipte bir üretim tarzıdır: 1 - İktisadî artık, iktisat-dışı cebir baskısı altında
olan bir emek gücü tarafından üretilir; 2 - İktisadî artığa gerçek Üretici dı­
şındaki bir başkası tarafından el konulur; 3 - Üretim araçlarının mülkiyeti
gerçek üreticinin elindedir. Kapitalist üretim tarzında da İktisadî artık özel
mülkiyete tâbidir, fakat feodalizmden farklı olarak, üretim araçlarının mül­
kiyeti iş-gücü sahibinin elinden alınmıştır; iş-'gücünün metaya dönüşmesine
ve bundan ötürü de ücret ilişkisinin doğmasına sebep olan budur. Sanırım bu
teorik çerçeve içinde, bağımlılık sorununu üretim ilişkileri düzeyinde koy­
mak mümkün olur.

BAĞIMLILIĞIN AŞAMALARI

Frank bütün eserlerinde uyduyla metropol arasındaki bağımlılık ilişki­


lerine işaret etmektedir; gerçekten de bütün teorik şeması, bu eksen çevre­
sinde düzenlenmektedir. Ama, bu bağımlılık ilişkisinin karakterini tanımla­
ma çabasına hiçbir yazısında raslanmaz. Yani, bu bağımlılık İlişkisinin da­
yandığı İktisadî çelişkileri koyma çabasına girişmemiştir. Frank bize, az-ge-
lişmiş ülkenin motrepoliten ülkelerin yayılma süreçleriyle bütünleştirildiği
bir durumu anlatıyor; sonra, gelişmiş ülkelerin kıyı alanlardaki ülkeleri na­
sıl sömürdüğünü gösteriyor; hiçbir zaman açıklamadığı şey, niçin belirli
ulusların kendi yayılma süreçleri için başka ulusların az-gelişmişliğine ihti­
yaç duyduğudur. Bu konuda en fazla söylediği, Paul Baran’ın Büyümenin
Ekonomi Politiğfne belirsiz ve genel bir biçimde değinmesidir. Oysa Baran
bildiğimiz gibi, geçmiş için geçerli sayamayacağımız, çağdaş Latin Amerika
için ise gittikçe daha az geçerli hale gelmekte olan çok özel bir azgelişmiş­
lik durumuyla uğraşmaktadır. Yoksa Frank, Baran’m bu modelinin, Arjan­
tin, Brezilya ve Meksika gibi ülkeler için de - Kuzey Amerika emperyaliz­
minin bu kıtada Venezüella’dan sonra gelen en önemli üç yatırım alanı - uy­
gulanabilir olduğuna mı İnanıyor?
Frank’m şemasındaki bu dikkati çeken boşluğun nedenlerini bulmak
pek zor dmasa gerek. Kapitalizm kavramı o kadar geniş ki, üzerinde hare­
ket ettiği soyutlama düzeyi veri olduğuna göre, kapitalizme özgü olan hiçbir
• Gene! olarak hayatın, özel

Birikim 1 / 2 6
çelişkiyi tammlayamıyor. Eğer Cortes, Pizarro, Clİve ve Cecil Rhodes hep
bir ve aynıysa, üretim ilişkilerinde İktisadî bağımlılığın karakter ve kökenini olarak da toplumsal yapıla­
izlemenin hiçbir yolu yoktur. Ama kapitalizmi, her yerde hazır oluşu ile rın, «monolitik» olmadığının
bizi bütün açıklama dertlerinden kurtaran bir Deus ex Machina (tepeden bir başka açıklaması. Yalnız
inme kurtarıcı) olarak görmekten vazgeçer ve bunun yerine somut üretim kesintisizlik değil, belki daha
tarzlarında bağımlılığın kökenini araştırmaya çalışırsak, yapacağımız ilk iş çok kesinti, açıklama gerek­
benzeri olmayan tek bir çelişki lakırdısını kapamak olacaktır. Çünkü bağım­ tirir.
lılık ilişkileri her zaman kapitalizmin varoluşunun sınırlarında yer almıştır.
örneğin, Ortaçağ tarihçiliğinde ilerlemeler, Batı Avrupa ile Doğu Ak­
deniz arasında eşitsiz bir mübadelenin varlığını açığa çıkarmıştır. Özellikle
Ashtor’un Ortaçağ’da, Suriye’deki fiyatlar üzerine çalışması, fiyatların Batı
Avrupa’da uzun vadede yükselme eğilimi gösterirken Suriye’de durağan
kaldığını sergilemiştir. Bu ayırım Batı burjuvazilerine, Doğu’daki kıyı alan­
larından bir İktisadî artık emme kanalı sağlamıştır. İktisadî bağımlılık bir
bölgenin İktisadî artığının sürekli olarak bir başka bölge tarafından emilme­
si demek olduğuna göre, Doğu ile Batı arasındaki Ortaçağ ticaretini bir
bağımlılık ilişkisi kategorisine sokmamız gerekir, çünkü fiyatlar arasındaki
eşitsizlik - herhangi bir ticarî eylemin temeli - her zaman bu bölgelerden bi­
rini öbürüne karşı avantajlı kılar. Fakat büyük Avrupa şehirlerinde serma­
ye birikimini teşvik eden bu eylem, hiçbir şekilde üretim alanında ücret iliş­
kisinin genelleşmesi demek değildi. Tersine, çoğu zaman artığı son haddine
çıkarmak için serilik bağlarının pekiştirildiği bir feodal genişlemeye tekabül
etti. Acaba merkantilist dönemin Avrupa yayılması bu sürecin dünya çapın­
da bir uzantısı değil miydi? Tekelci durumundan yararlanan metropol Av­
rupa, madenlerde ve plantasyon sistemlerinde iktisat-dışı baskı yoluyla iş­
gücünü sömürürken, denizaşırı imparatorluklarında da fiyatları dondurdu -
amacı, kendi yararına işleyen eşitsizliğin kalıcılığını garantilemekti. Romano
soruyor: «Yakın Doğu’nun çeşitli bölgeleri arasında görülen fiyat eşitsizliği
sorunu Ispanyol Amerikası örneğinin ışığında açıklanabilir mi, böyle bir
açıklama girişimi yapılabilir mi? Amerika’daki Ispanyol imparatorluğumda
çoğu zaman görüldüğü gibi fiyat düzeyinde sürekli düşüklük sömürgelerin
(sub-colonies) kaderi/olamaz mı? Örneğin, Şili de, Peru da Ispanya’nın sö­ 9 Emperyalizmin yarattığı
mürgesi oldukları halde bu ülkelerden birincisi aynı zamanda Ötekinin alt- bölgesel farklar. Bugün «alt
sömürgesiydi...»’3 Böylece, metropoliten ülkelerin egemen İktisadî yapısının - emperyalizm» denen olayın
gelişmesi merkantilist dönemde nasıl az-ıgelişmişlik yaratabildi, bunu görmek başlangıç koşulları.
mümkün olur: kıyı alanlardaki ülkelerin İktisadî artığını kemirmekle, onla­
rın üretim ilişkilerini, biitün toplumsal farklılaşma süreçlerini yavaşlatan ve
bu ülkelerin iç pazar boyutlarını küçülten, arkaik bir iktisat-dışı baskı kalıbı
içinde dondurmakla, bu az-gelişmişliği yaratmıştır.
Gene de bu tür bağımlılık ilişkisi Avrupa yayılmasının kapitalist döne­
minde egemen olan ilişkiden çok farklıdır. Asıl sorun da budur, çünkü biz
bu dönemde de gelişmenin az-gelişmişîik yarattığını göstermek istersek, çev­
resel alanlarda kapitalizm-öncesi üretim ilişkilerinin sürdürülmesinin, mer­
kezî ülkelerdeki sermaye birikimi sürecine özgü bir koşul olduğunu ispatla­
mamız gerekir. Bu noktada, ampirik araştırmaların belirli bir sonuca ulaş­
mamıza imkân vermeyecek kadar yetersiz olduğu bir alana giriyoruz;19
gelgelelim, bu gelişmede etkin olan değişkenleri ve elde edilebilen kanıtla­
rın işaret ettiği eklemleniş (articulation) biçimlerini tesbit eden bir teorik mo­
deli, mantıkî şekilde formüîlendirebiliriz. Bu teorik model aşağıdaki şekilde
Özetlenebilir: Sermaye birikimi süreci - ki kapitalist sistemin bütününü hare­ • Emperyalizmin işleyişi üs­
ket ettiren kuvvettir - kâr oranına bağlıdır. Kâr oranı da artık - değer oram tüne dikkate değer bir ana­
ve sermayenin organik bileşimi ile belirlenir. Yedek işçi ordusunun yenilen­ liz. Şüphesiz tartışmaya açık
mesine ve ücretler düzeyinin düşüklüğünün devamına imkân veren şey tekno­ bir görüş.
lojik gelişme olduğuna göre, sermayenin organik bileşimindeki artış, kapita­
list genişlemenin zorunlu koşuludur. Ama sermayenin organik bileşimindeki
artış artık değer oranında görece bir oranın da ötesinde bir yükselişle atbaşı
gitmedikçe, kâr oranında düşüş kaçınılmazlaşır. Bu eğilim, sermayenin orga­
nik bileşiminin yüksek olduğu endüstri kollarından düşük olduğu kollara yö­
nelen sermaye hareketleriyle dengelenir: bu durum, daha ileri teknolojiye
sahip endüstrilere tekabül eden kâr oranından değerce daha yüksek olan bir
ortalama kâr oranının ortaya çıkmasına yol açar. Gelgelelim, toplam serma­
yenin organik bileşiminde gittikçe büyüyen bir artış kapitalist büyümenin
yapısında varolduğuna göre, kâr oranında uzun vadede sadece sürekli bir
azalma sözkonusu olabilir. Tabiî bu, Marxhn formüllendirdiği ünlü: kanunun
ifadesidir.
Serbest rekabetçi kapitalizmde egemen olan eğilimleri yeterli kesinlikle
tanımlayan bu semada, desteklenmiş birikim sürecine yol açıyor gibi görü­
nen şeyin, sistemin herhangi bir kesiminde üretim birimlerinin büyümesi ol­
duğu anlaşılacaktır. Bu üretim birimlerinde ileri ya da dinamik endüstriler
sermayesinin organik bileşimindeki artışın kâr oram üzerindeki çökertici
etkisine karşı koymayı mümkün kılan da, ya geri teknoloji, ya da emeğin aşı­
rı sömürüsüdür. Günümüzde, sistemin kıyı alanlarındaki teşebbüsler bu rolü
oynamak için ideal bir durumdadırlar. Plantasyonlar ve hacienda’lar örne­
ğini ele alalım. Bu işletmelerde sermayenin organik bileşimi düşüktür.20 Sa­
nayi ürünleri karşısında hammadde üretimi zaten her zaman bu durumdadır,
iş-gücü genellikle feodal ve köleci üretim tarzlarına Özgü olan iktisat-dışı
baskı biçimlerinin etkisi altındadır; son olarak, serbest emek, varolduğu ölçü­
de, son derece bol ve bu nedenle de ucuzdur.21 Böylece, eğer bu kesimlere
yapılmış olan yatırımların kâr oranım belirlemekte önemli bir rol oynadığı
ispat edilebilirse, bunu, «metropoliten ülkelerde endüstri kapitalizminin bü­
yümesi kıyı alanlarda kapitalizm-Öncesi üretim tarzlarının hayatlarını sürdür­
mesine bağlıdır» sonucu izleyecektir. Ama bundan sonra da, şimdiye kadar
elde edilen kanıtların anlamlı olduğu, ama kesinlikle ikna edici bir mutlaklık-
ları olamayacağı görülür. Bu tez geliştirilmiş olsaydı, doğrudan doğruya üre­
tim ilişkilerinden kalkarak gelişmenin az-gelişmişlik yarattığını göstermek ve
geleneksel ikici şemayı Marksist bir görüş açısından çürütmek mümkün ola­
caktı.
Yeniden önceki terminolojimize dönersek, kapitalist dünya sisteminin -
kİ düzenleyici İlkesi, farklı teşebbüsler arasındaki karşılıklı hareketin yarat­
tığı ortalama kâr oranında bulunur - tanımına ııygun olarak, çeşitli üretim
tarzlarını içerdiğini öne sürebiliriz. Çünkü ilk tartışma çizgimiz doğruysa, bu
sistemin büyümesi sermaye birikimine, bu birikimin temposu ortalama kâr
oranına ve bu oranın düzeyi de kıyı alanlarında kapitalizm - öncesi ilişkilerin
pekiştirilmesine ve yaygınlaşmasına bağlıdır. Katıksız eksik-tüketim teorilerin­ • Tüketim alanı açmak, sö­
deki en büyük yanılgı, dışa yayılmayı yeni pazarlar için baskıya karşı bir mürgeciliğin başlıca özellik-
tepki olarak açıklamalarıdır; böylece de kolonyalist sömürünün ortalama kâr lerindendir. Ama sömürge­
oranını yükseltmeye yardım ederek, sistemin genişleme kapasitesini sadece cilik (Kolonyallzm ve emper­
gerçekleştirme anında değil, aynı zamanda yatırım anında da garanti altına yalizm) yalnız bu itkiyle açık­
aldığı gerçeğini gözden kaçırmış olurlar. lanamaz. Özellikle emperya­
Teorik tartışmayla ancak bu noktaya kadar ilerleyebiliriz. Yukarıdaki list sistem, dünya çapında
iddialar iki grup ampirik incelemeye bağlıdır: 1) 19. yüzyılda sermayenin çok daha girift ilişkileri ön-
organik bileşimindeki artışın emeğin üretkenliğindeki artıştan daha hızlı ol­ gerektirir.
duğunu; 2) dış çevredeki ülkelere yatırılmış sermayenin metropoliten ülkeler­
de yeterli bir kâr oranı sağlanmasında önemli bir rol oynamış bulunduğu­
nu açıkça göstermek gerekli olacaktır. ¡Bu koşulların her ikisinin de geçmişte
varolduğunu ancak ampirik araştırma ispatlayabilir.
Öte yandan, bu koşullar geçmişte var idiyse de, şüphesiz ki bugün bun­
lar artık geçerli değildir.22 Tekelci kapitalizmin şimdiki aşamasında emeğin
üretkenliğindeki muazzam iirtış - teknolojik değişime ilişkin olarak - emeğin
kapitalizm - öncesi aşırı sömürüsünü ekonomiye karşı hale getirme ve yatı­
rımı merkezî ülkelerde yoğunlaştırma eğilimini doğurmuştur. Aynı zamanda
- Latin Amerika bunun açık bir örneğidir - emperyalist yatırımlar, gelenek­
sel alanlardan stratejik malzeme - petrol de bunun tipik örneğidir - veya
endüstriyel ürünler üretimine kayma eğilimi göstermiştir. Metropol ile uydu a Son onyıliarda emperyalist
arasındaki ilişkinin - Frank’ın terminolojisini kullanırsak - karakteri bağım­ sistemde beliren yeni yön-
lılıktır, fakat her durumda çok ayrı bir bağımlılık tipi işlerlik kazanır. Her-, şemJer sorunu. Yatırımların
nan Cortes’den General Motors'a kadar sürecin özdeşliğini ve sürekliliğini merkezî ülkelerde yoğunlaş­
göstermeye çalışmaktansa, farklılıkları ve kesintileri belirtmek bana daha ması, eski emperaylizm anla-
yararlı göründü. . v \ I •'•TTfîj yaşımızda yeni bir değişikliği
«Feodalizm mi, Kapitalizm mi» tartışmasına dönersek, önde gelen söz­ daha gerektiriyor. Emperya­
cülerin kapitalist üretim tarzı ve dünya kapitalist ekonomik sisteminin par­ lizm, sadece az-g e(işmiş ül­
çası olma kavramlarını hep karıştırmış olduklarının açıkça görülmesi gere­ kenin yatırılan yabancı ser­
kir. Bu kavramlar arasındaki ayrımın sırf akademik bir sorun olmadığım sa­ mayeyle sömürülmesinden
nıyorum. Çünkü sürüp giden tartışma doğruysa, bu bizim metropol ile uydu ibaret değildir. Az-gelîşmiş
arasındaki ilişkiler bütününün önemli yönlerini aydınlığa çıkarmamızı sağ­ ülke, çok zaman, sermaye
layacak temel kavramdır. İkisini Özdeşleştirmek ise, Frank’m tartışmaya gelmemesi sıkıntısı içindedir.
yaptığı katkıya egemen olan yanlış anlamayı ebedileştirebilir. En iyisi, pole-
raiğin geleneksel biçimi üzerindeki son yorumu bizzat Marx’a bırakmaktır.

Birikim 1 / 28
Gününün iktisatçılarını yorumlarken geçerliliğini hâlâ koruyan şu ünlü bölü­
mü yazmıştı:
«Modern üretim tarzının - merkantilist sistem - ilk teorik değerlendiril­
mesi ister istemez tüccar sermayesinin hareketinde bireyselleşmiş yapay do­
laşım süreci olayından kaynaklanır ve bu yüzden sorunun sadece dış görü­
nüşünü kavramış olur. Bunun nedeni, kısmen tüccar sermayesinin genel
olarak sermayenin ilk serbest varoluş biçimi olması; kısmen de feodal üreti­
min ilk devrimcileştirici dönemi - modern üretimin doğuşu - boyunca yü­
rüttüğü parçalayıcı etkidir. Gerçek modern iktisat bilimi ancak teorik analiz
dolaşım sürecinden üretim sürecine yöneldiği zaman başlar...»23 gg

1) «Tarihî Analizin Kategorileri Olarak Feodalizm ve Kapitalizm» adlı ça­


lışmada etraflıca incelediğim bazı fikirler burada geliştirilmiştir, önce­
ki yazı, Torcuato Di Telia Enstitüsü, iç yayını, Buenos Aires, 1968.
2) Latin Amerikada Kapitalizm ve Azgelişmişlik, New York, 1967, ve Latin
Amerika: Azgelişmişlik ve Devrim, New York, 1969,
3) Latin Amerika: Azgelişmişlik ve Devrim, s. 225.
4) A.G.E., s. 225.
5) W.A. Lewis, «Sınırsız Emek Arzıyla Kalkınma», Manchester School,
Mayıs 1954, s. 139 - 191 ve idem, Theory of Economic Growth (İktisadî
Büyüme Teorisi), Londra, 1955. Lewis’in yol açtığı eleştirilerin bir öze­
ti için bkz. Witold Kula, Theorie Economique du Systeme Feodal (Feo­
dal Sistemin Ekonomik Teorisi), Paris 1970, s. 9 - 12; ve P.T. Bauer, «Le­
wis’in İktisadî Büyüme Teorisi», American Economic Review, XLVI, 1956,
4, s. 632 - 641,
6) Alejandro Marroquin, La Ciudad Mercade (Tlaxiaco), Meksika, 1957.
7) Rudolfo Stavenhagen, «Clases, colonialismo y aculturacion, Ensayo sobre
nu sistema. de relaciones inter - etnicas en Mesoamerica,» America Latina,
Ano 6, No. 4, Ekim - Aralık 1963, s. 63 - 104.
8) Latin America: Underdevelopment and Revolution, s. 227.
9) örneğin, Maurice Dobb, Studies in the Development of Capitalism, Lond­
ra, 1946, Bölüm I ve R. H. Hilton, «Capitalism - What’s in a Name?»
Past and Present, No, 1, Şubat 1952, s. 32 - 43.
10) Kapital, Cilt I, s. 170, Moskova, 1959.
11) Adı geçen eserde, Cilt III, s. 319 - 321,
12) Marx. Pre-Capitalist Economic Formations, Londra, 1964, s. 118-119.
13) E.J. Hobsbawm, «The Crisis of the 17. Century» (17. Yüzyılın Buhranı),
Past and Present, No. 5, Mayıs 1954, s. 41.
14) Marx, Capital, Cilt I, adı geçen edisyon, s. 146.
15) Yararlanmama izin verdiği yayımlanmamış bir notta Juan Martinez Aller
şunları belirtmişti: îktisat-dışı baskı biçimlerinin - İktisadî ilişkilerde
corvée, politik ilişkilerde ise gamonalismo - henüz ortadan kalkmadığı
Peru Sierra’smdaki hacienda’larda bunlar gene de bir ölçüde değişmiştir;
Öyle ki, köylünün toprak açlığı artık bir amaç olmaktan çıkarak bir araç
haline gelmiştir: bu toprak açlığı da şimdi temelde iş bulma özleminden
doğmaktadır. Yazar şöyle devam ediyor: «Klasik bir köylü ayaklanması­
nın (jacquerie) amacı mülk sahibini devirmektir; yani toprağın tam ta­
sarrufunu yeniden ele almak, kira Ödeme zorunluğundan kurtulmak ve
sonuç olarak iktidarın siyasal yapısını değiştirmektir, öte yandan proleter
zihniyetle yürütülen bir köylü mücadelesinin hedefleri daha fazla ücret
ve güvenlik elde etmek olacaktır ve böyle bir amaç için toprağın ele ge­
çirilmesi ya da devletleştirilmesi elverişli yollar olarak görülebilir. Topra­
ğa sahip olmayı köylüler için başlı başına bir amaç saymak yerine, ha­
cienda’larda çalışmaya gelen Sierra’mn ücretli olmayan köylüsü için temel
sorunun iş güvenliği olduğunu düşünürsek, sonraları sosyalist gelişmeye

Birikim 1 / 29
yol açacak bir tarımsal yapıyı yerleştirme imkânı daha fazla ağır basar.»
Martinez Alier burada proleterleşme sürecini etkin biçimde başlatacak
yollardan birine işaret etmektedir. Gelgelelim, bu sürecin yürümesi iki
koşulun çakışmasını Öngerektirmektedir: 1) üretim araçlarının mülkiye­
tinden yoksun kalma sürecinin gitgide hızlanması; 2) Döngüsel dalgalan­
malara açık, ihtiyarî bir istihdam sisteminin sürekli olarak el altında bu­
lunması. Bunlar olmadıkça, angarya için talebin arzdan daha az olduğu
yerlerde baskının iktisadi bir nitelik taşıdığını ve serfin bir köylü değil
bir proleter olduğunu savunmamız gerekir. Bu durum Avrupa Ortaçağ’-
mda, lordlara, kendilerine borçlu olunan hizmetleri şiddetlendirme fırsatı
veren, nüfusun arttığı dönemlerde sık sık ortaya çıkardı. Öte yandan nü­
fusun azaldığı dönemlerde - 14. yüzyılda Kara Ölüm’ü (veba salgını) izle­
yen günlerde olduğu gibi - köylülerin lordla yüz yüze görüşüp anlaşarak
durumlarım düzeltme imkânı beliriyordu. Martinez Alier’in tanımladığı
durum, yalnız, başka istihdam alanlarının yanı sıra toprak da herhangi
bir istihdam alanı haline geldiği zamanlarda varolabilir. Bunun dışında
kalan durumlarda köylünün bilincinde, istihdam kaynağı olarak toprak • Türkiye'de bazı gruplar
ile, kendisi başlı başına bir amaç olan toprak arasında bir ayrımdan söz devrimciliği köylü için top­
edemeyiz. rak istemek sanmaktadır. Oy­
16) Bu başlığı izleyen bölüm yukarıda sözünü ettiğim incelememde geliştir­ sa çok yerde köylü toprak
diğim tartışmaların bir özetidir (Bkz. 1. dip notu), değil, iş istiyor, şehre göçü­
17) Oskar Lange, Economía Política (Ekonomi Politik), Roma, 1962. yor, v.b Bunun, proleterleş­
18) Ruggiero Romano, «Les prix au Moyen Age; dans le Proche Orient et dans me açısından, sosyalizme da­
l’Occident chrétien», Annales E.S.C., Temmuz - Ağustos, 1963. s. 699-702. ha kolay geçiş sağlayacağı,
10) Gene de, Cristian Palloix'in denemelerindeki bilgiye başvurun: «Impéria­ toprak isteğinin İse burjuva-
laşmakta direnç yaratacağı
lisme et mode de production capitaliste, L’Homme et la Société. No. 12,
Nisan - Haziran 1969, s. 175 - 194 ve Samir Amin, «Le commerce interna­ unutulmamalıdır.
tional et le flux internationaux de capitaux», aynı yerde, No. 15. Ocak -
Mart 1970, s. 77 - 102.
20) Feodalizmde gerçek üreticinin üretim araçlarının mülkiyetine sahip ol­ • Kapitalizmden başka üre­
ması teknik gelişmeye karşı bir engel yaratır. Köleci üretim tarzında kö­ tim tarzlarında «temel çeliş­
lenin âletleri tahrip etme eğilimi sabit sermaye yatırımının sınırlı kalma­ k ile ri yaratan etkenler.
sına yol açar. Marx bu konuda birçok örnek verir: Capital, Cilt I, s. 196 -
197 ve Manuel Moreno Fraginals, El Ingenio, Havana, 1964.
21) Ortalama kâr oranının meydana gelişindeki görece ağırlığını analiz etme­
miş olmasına kargın Marx bu olayın Önemine işaret etmiştir: «Gerçekten
özel mahiyeti nedeniyle araştırma alanımızın dışında kalan bir sorun da
budur: dış ve özellikle sömürge ticaretine yatırılan sermayenin yarattığı
daha yüksek kâr oranı genel kâr oranını artırır mı?
Dış ticarete yatırılan sermaye daha yüksek bir kâr oram sağlayabilir;
çünkü, öncelikle dalia aşağı düzeyde üretim imkânlarına sahip olan öbür
ülkelerde üretilmiş metalarla rekabet sözkonusudur; öyle kî daha ileri
ülke, mallarını rakip ülkelerden daha ucuza satar. Daha ileri ülkenin
emeği bu durumda daha yoğun bir emek olarak gerçekleştiğinden kâr
oranı yükselir, çünkü karşılığı daha yüksek kaliteli değilmişçesine öde­
nen emek, Öyleymişçesine satılır, Metalarm ihraç edildiği ya da kendisin­
den ithal edildiği ülke için de aynı şey geçerli olabilir. Yani, bu sonuncu­
su aynî olarak aldığı için daha fazla maddeleşmiş emek sunabilir ve bun­
dan ötürü de m etalan kendi üretebileceğinden daha ucuza elde edebilir.
Tıpkı, yeni bir buluşu henüz genel olarak kullanılır hale gelmeden uygu­
layan bir imalâtçının, malını rakiplerinden daha ucuza, fakat metanın bi­
reysel değerinin üzerinde satması, yani uyguladığı üretkenliği özellikle
daha yüksek olan emeği artık emek olarak gerçekleştirmesi gibi. Bunu
yapan böylece ek bir kâr sağlar. Öte yandan, sömürgelere yatırılmış olan
sermayeye gelince, bu da, az - gelişmişliğe ve köleler, rençberler, vb. ta­
rafından kullanılmasından ötürü muhtemelen emeğin sömürülmesine bağlı
olarak, oralarda kâr oranının daha yüksek olması nedeniyle, daha yük­
sek kâr oranları sağlayabilir.» Capital, Cilt III, s. 232 - 233.
22) Örneğin, Charles Bettelheim’in, Baran ve Sweezy’nin Monopoly Capital
(Paris, 1968) adlı eserlerine, yazdığı önsöze ve Pierre Jalée’nin L’Imperİ-
alisme en 1970 (Paris, 1970) kitabında başlattıkları önsöze bakın.
23) Capital, Cilt IH. s. 331.
Birikim 1 / 3 0
Ernesto Mau’nun Yazısı ve
«6eıl Bırahtırılmış Ölke Modeli»
Sorunu
Hepimizin hatırladığı gibi, Tür­ şu İki yola başvuruldu: 1) Ya, önce
kiye'de 1960 sonrası gelişen sos­ model {evrensellik iddiasıyla) ka­
yalist harekette «devrim modeli» bul edildi ve Türkiye'nin yapısı bu
sorunu en geniş ve en alevli şe­ modele uymaya zorlandı; 2) Ya da,
klide tartışılan sorundu. O döne­ Türkiye'nin ampirik incelenmesi
min sol siyasî örgütü olan TİP bu sonucunda türlü oriinaliieler «keş­
modeli «Sosyalist Devrim» sloga­ fedildi» ve genel modellerle ilintisi
nıyla açıklıyordu. Parti-dışı sol po­ olmayan yöntemler önerildi.
tansiyeli uzun zaman tek çatı altın­ Bu sorun, yani ülke modelinin
da barındıran MDD (Millî Demok­ tesbiîi (devrim modeli mantıken
ratik Devrim) hareketi de buna bundan sonra gelmelidir), bugün
karşı «Demokratik Devrim» mode­ de çözülmüş değildir. Laclau'nun
lini getirmiş, «tam bağımsız ve yazısı öncelikle Latin Amerika ül­
gerçekten demokratik Türkiye» keleriyle ilgili olmakla birlikte, «ge- İspanya Amerikasının
sloganını öne sürmüştü. İki karşıt ri-bıraktınimış ülke modeli» soru­ bağımsızlık savaşının en
anlayış uzun süre bu sloganlar nunu evrensel boyutları içinde koy­ önemli liderlerinden biri:
çevresinde odaklaştı. Daha sonra, mayı amaçlaması bakımından, bi­
Simon Bolivar.
iki ana gruptan çeşitli yeni fra k s i­ zim bu sorunu tartışmamıza da
yon iar doğdu, «Devrim modeli» ışık tutabilir.
sorunu bu fraksiyonların oluşu­
munda ve eyleminde de önemli «MODEUİN ÖNEMİ
rol oynadı. Kimisi «kesintisiz dev­
rim» dedi. Kimisi, kendini «en doğ­ «Model» sorunu, genel-teorik
ru demokratik devrimci» olarak ta­ bir sorundur. Önemi, insanın bil-
nıttı. Latin Amerika ve Çin model­ yiienme sürecinin yapısından gelir.
leri tartışıldı, denendi. Model soru­ İnsan dünyayı hiçbir zaman bakir
nu içinden çıkılmaz bir hale geldi. duyularla algılamaz. Düşünsel ya­
Bütün bu tartışmalar süresin­ pısı, duyularını belirler; bu belirlen­
ce Türkiye’nin yapısından da söz miş duyularla dünyayı algılar. Bil­
edildi. Çünkü, devrimin ülke yapı­ gilenme, sadece dünyanın bilince
sına uygun olması gereği, herkesin yansıması gibi basit bir olay değil­
bildiği bir klişedir. Bu ilkeye uymak dir. İdeolojik yapının belirlediği du­
için, Türkiye'den de kanıtlar ge­ yular yoluyla algılanan dünya, bi­
tirilerek genelde savunulan mode­ linçte, önceden varolan kavramlar­
lin haklı gösterilmesine çalışıldı. la birleşir ve bu karmaşık diyalek­
Ne var ki, bu tartışmalar sürüp gi­ tik süreç içinde algı bilgiye dönü­
derken yapı ve model sorunlarına şür, En kendiliğinden görünüşlü al- ,
gerçekten tutarlı bir sistematik' gitarımızda bile, zihinde önceden
içinde yaklaşıldığı pek söylene­ varolan model rol oynar. Örneğin,
mez. Herkesin bildiği gibi, teori adını, cinsini, varlığını bilmediği­
pratikte sınanır. 12 Mart öncesinin miz bir cins maymun görsek, ka­
teorileri 12 Mart pratiği ile doğru­ famızda belii bir model olduğu için,
lanmadı; tam tersi sonuç alındı. maymun olduğunu dnlarız.
Genel bir devrim modeli şüp­ Ama gündelik hayatta geçerli
hesiz gereklidir. Ama bu model ,ül­ olabilen bu tip model, bilimsel dü­
ke yapısının modeline uygun ol­ zeyde yeterli olamaz. Maymuna
malıdır. Kapitalist bir toplum için benzeyen, ama farklı türde olan
geçerli model, feodal veya geri bir hayvan gördüğümüzü varsaya­
kalmış bir toplum için geçerü ola­ lım: örneğin, bir «iemur». Maymu­
maz. Bu nedenle, Türkiye yapısının nu maymun, Jemuru da İemur ya­
öncelikle incelenmesi gerekliydi. pan özellikleri bilmeden, yani mo­
Bu gerek yerine getirilecek yerde delin ayırıcı özelliklerini bilmeden,
doğru teşhis koymamız imkânsızla­ gibi sadece «fikir»de olan bir dü­
şır.. zenlilik olmayıp, somut maddî ta­
Onun için model, ayırıcı özel­ rih içinde olduğuna göre, genel
likler üzerine kurulur, Türün çeşitli akışın anları, uğrakları (moment)
cinslenni kapsayacak kadar genel, somut ve tikel durumlar içerisinde
üzerinde düşünmemizi kolaylaştı­ belirlenir. Bir örnek olarak, İngil­
racak kadar da basit olmalıdır. tere'de bir zamanlar «grev-kırıcı»
«Genel Sistem Teorisbnin kurucu­ olarak kullanılan İrlandalI işçiler
larından, ünlü, çağdaş bilgin Ber- sorununu eie alalım. 19. Yüzyılda
talanffy bu konuda şunları söylü­ sanayiciler fabrikalarında önemli
yor: «Basitleştirilerek, dolayısıyla grevlerle karşılaştıklarında, yoksul
anlaşılır biçime sokularak, gerçek­ İrlanda'dan getirdikleri, düşük üc­
liğin belirli görünümlerini temsil retle çalışmaya razı işçileri işe
etmeleri İstenen kavramsal model­ ahr, eski işçilerine karşı lokavt
ler, türlü teorik çabanın temelidir­ uygularlardı. Bu, İngiliz işçi sınıfı
ler... Tehlike, fazla basitleştirmek­ ile İrlandalIlar arasında da gergin­
te yatar: kavramsal olarak denet­ lik yaratan bir olaydı. Ama Marx,
leyebilmek için, gerçekliği bir kav­ kapitalizmin özelliklerinden birinin, ParaguaylI esirleri götüren
ramsal iskelete indirgememiz gere­ bir «yedek işçi ordusu» yaratmak Bolivya askerleri/1932-35
kir. Sorun, bunu yaparken anato­ olduğunu söyier. Şu .halde genel Chaco Savaşı.
minin hayatî kısımlarını kesip at­ olarak üretim sürecine daha çok
mamaktır.» sayıda insan çekmek ve böylece
Marx da, Grundrisse'de model gereğinde ücretleri düşürerek ser­
kavramının buna benzer bir tehli­ maye birikimine katkıda bulun­
kesini, kavramın somut hayattan mak, kapitalizmin yapısında olan
kopması tehlikesini hatırlatıyor: bir şeydir, «yapısal» bir özelliktir.
«Kavramsal düşünceyi gerçek in­ Ama belli bir tarihte, bu yedeklerin
san sayan-bunu yapmak, felsefî bi­ İrlanda'dan getirilmesi, İrlandalI,
lincin bir özelliğidir- ve kavramsal yani yabancı yedek işçi kullanılma­
dünyayı da tek gerçeklik gibi gö­ sı aktüei-konjoktürel bir durum­
ren bilinç türüne, kategorilerin ha­ dur. Şu halde, yedek İşçi yapısal,
reket1 gerçek üretim edimi olarak bunun «yabancı» oluşu ise «tarihî»
görünür- bu, ne yazık kİ, dışardan bir özelliktir. Biri, yani «yapısal»
bir muşta yer- çünkü dışarının ürü­ oianı, «uzun-vadeii» kapitalizm mo­
nü dünyadır.» delinin bir parçası, İngiltere'nin
Model kurmak, modelle dü­ sözkonusu dönemindeki İrlandalI
şünmek, insan düşüncesinde iç­ işçiler, «tikel» bir kapitalizmin, «kı-
kin, onun için zorunlu. Ama yuka­ sa-vadeli» modelinin bir parçasıdır.
rında uyarıldığı gibi gene İnsan «Model» konusunun en yetkin
düşüncesinde içkin çeşitli sakın­ örneği Kapitai'deâir, Marx burada
caları da vardır. Bunlardan biri soyutlamaya başvurarak kapitalist
hayatî öğeyi dışarıda bırakarak üretim tarzının modelini, kurar: «Bu
şemalaştırma (zaten şemalaştır­ eserde kapitalist üretim tarzını ve
ma da, hayatî Öğeyi dışarıda bı­ bu tarza uyan üretim ve mübadele
rakmak demek değil midir?), biri koşullarını incelemem gerekiyor.
de böyle bir zihnî tasavvuru ger­ Şimdiye kadar, bunların klasik ze­
çekliğin yerine koyma. Geçmişte­ mini İngiltere idi. Onun için, teorik
ki model tartışmalarımızda her iki fikirlerimin gelişmesi sırasında
hatayı da bol bol işlemiştik. Bir başlıca örneklerimi İngiltere'den
başka yanlışımız da (bu da insan aldım... Kapitalist üretimin doğal 2930'larda Alman
düşüncesinin işleyişinden doğar) yasalarının sonucu olan toplumsal eğitimcilerinin yetiştirdiği
gerçeklik bizim modelimizin dışına antagonizmlerin yüksek ya da aşa­ Sili askerleri kaz-adımı
çıkarak değişirken, bizim ille de ğı gelişme derecesi sorunu değil­ yürüyüşte. Sili'de de, eski
modelimizi uygulamak için direte­ dir bu. Bu yasaların kendileri, de­ başkan Carios İbanez'in
rek hayatın değişimine ayak uydu- mirden bir zorunlulukla kaçınılmaz yönettiği kısa ömürlü bir
ramamamızdır. sonuçlara giden eğilimlerle İlgili bir Nazi Partisi vardı.
Herhangi bir konuyu incele- sorundur. Endüstride daha fazla
me.k üzere zihnimizde bir model gelişen ülke, daha az gelişmiş ola­
kurarken, yapısal olanla tarihî ola­ na, kenefi geleceğinin imgesini
nı birbirinden ayırmaya özellikle gösterir.»
dikkat etmeliyiz. Bilindiği gibi mad­ Kapital'in önsözünden alman
deci tarih anlayışı tarihin belirli bir bu sözler model kavramım adını
zorunlu biçimleniş, bir düzen için­ söylemeden veriyor. Açıkça belirti­
de aktığını görür. Bu akışın düzen­ liyor ki burada örnekler İngiltere'­
liliği, İdealist diyalektikte olduğu den alınsa bile, İngiliz kapitalizmi
Birikim 1 / 3 2
an ¡atılmamıştır, Fransız kapitaliz­ toplumsal ittifaklarıdır..» (Política!
mi, Alman kapitalizmi, v.b. de anla­ teonomy of Growth, s, 337-38).
tılmamıştır. Kapitatizm'dir, anlatı­ Laciau'nun yazısında görece­
lan. Kapitalizmin soyut, evrensel ğimiz «ikici» tezin kaynağında İş­
modeii. Kapital'de anlatılan kapita­ te bu görüşler yatar. Aynı görüş­
lizm bir anlamda hiçbir ülkede ler Türkiye'de de konunun tartı­
yoktur; çünkü her ülke, kendi Ka- şılmasını uzun süre çarpılmışlar­
pitalizm-öncesi yapısından getirdi­ dır. Laciau’nun yazısı bu tezi kıs­
ği özelliklerle kapitalist olur. Hiçbir men cevaplandırıyor. Derginin önü­
ülkede bu modelde olduğu gibi saf müzdeki sayısında «kolonyalizm»
oir kapitalizm yoktur. Öte yandan, ile «emperyalizm» arasındaki ay­
KapitaJ'de anlatılan kapitalizm baş­ rılıkları inceliyeceğiz. O zaman, bu
ka bir anlamda her kapitalist ülke­ konuda epey geniş bir alana göz Guatemala'da
de vardır. Çünkü ancak bu özellik­ atılmış olacaktır. Amerikalıların sahip
lere sahip olmakla bir ülke kapita­ Baran ve Sweezy gibi devrim­ olduğu United Fruit
list olur. ci yazarların çizdikleri geri kalmış Company'nin önünde,
Şu halde model, anahtardır. ülke modeii belki en fazla Çin'den yabancıların ülkenin
Her tikel durum, ancak bu genel kaynak.anıyordu. Çünkü Çin, yap­ içişlerine karışmasını
anahtarla açılabilir. Model, bizim tığı devrimle bu yeni tip Üçüncü kınayan bir bez afiş.
kavrama aracmvzdır. Model, aynı Dün/a ülkelerinin prototipi olmuş­ Bundan bir ay sonra,
zamanda kendi doğruluğunun sı­ tu. Böylece Baran ile Sweezy eski Haziran 1954'te ClA'nın
nanma aracıdır. Çünkü yanlışımı­ dönemin kalıntısı sayılabilecek bir tezgâhladığı bir karşı-devrim
zı ve doğrumuzu da ancak model­ kaynaktan çıkan modelin, bir «ge­ hareketi başlamıştı.
le bilebiliriz. Modelsiz bakış, ek­ çiş dönembnin özelliklerini geri
lektiktir. Eklektik bir bakış, kendi­ kalmışlığın evrensel özellikleri ola­
ni eleştiremez. Ama modele uyu­ rak dondururlar.
larak girişilen pratik, beklenen so­ Böylece model, ters sonuç ya­
nucu vermiyorsa, o zaman modeii ratmaya başlar. Yani, süreci daha
değiştirmek gerektiğini de anlarız. kolay kavramamızı sağlayacağı
Devrim sözlüğündeki eleştiri ve yerde, bunu engeller. Modei, ger­
Öz-eleştiri kavramlarının temeli de çeklikle çelişmektedir. Baran'ın
buradadır. gene aynı kitaptan şu sözlerine ba­
kın: «...çağımızda emperyalizmin
GERİ ÖLKE MODELİ başlıca görevi...az gelişmiş ülkele­
rin ekonomik gelişmesini önlemek
Marx kapitalist toplumun mo­ ya da bu mümkün olamıyorsa ya­
delini çizdiği için, devrimciler bu vaşlatmak ve denetlemektir.» (ay­
üretim tarzını tanımakta güçlük nı yerde, s .340} Biz de uzun sü­
çekmediler. Geri kalmış ülkeler re, emperyalizmin en gerici sınıf­
ise ancak yirminci yüzyılda dünya larla 'işbirliği yaptığı edebiyatını
çapında bir sorun oldu. Bu ülkele­ dinledik. Herhalde, «asker-sivil ay­
rin yapısı o sıralar iyice bilinmi­ dın zümre»yi de aiite etmesi bek­
yordu. Üstelik, gerek bu yapı, ge­ leniyordu bu gerilik hikâyesinin.
rekse o yapıyı belirleyen emper­ Nitekim, az gelişmiş ülkede «tica-
yalizmin kendisi, belli bir değişim rî-feodal düzen» savunulur inancı­
süreci içindeydi. Bu süreçte, ön­ mızdan dolayı, 12 Mart'da olup b i­
ceki bölümde değinilen, «tarihî» tenleri de bir türlü anlayamadık.
iie «yapısal»ı ayırmama yanlışı ko­ Oysa emperyalizmin değişmez
layca yapılabilirdi. Nitekim, bu dö­ özelliği, başka bir söyleyişle, onu
nemde geri ülkeler konusunda biz- emperyalizm yapan yapısal özel­
leri en çok ve en derinden etkile­ liklerinden biri, «az gelişmiş ülke­
miş sosyalist iktisatçılar olan Ba­ lerin ekonomik gelişmesini önle­
ran İle Sweezy'nin, bu «en etkili» mek...» değildir. Bu, Bartın'ın ola­
modelinin aynı zamanda «en doğ­ ya baktığı andaki görünüm olabi­
ru» model olduğu bugün iddia edi­ lir. Ama «yapısal» değii, «tarihî»
lemez. Hattâ kendilerinin bile ya­ bir özelliktir. Baran'ın ikinci plana
kınlarda bu konuda bazı İddiaları« attığı özellik ise asıl belirleyici,
nı geri aldıkları söyleniyor. «yapısal» özelliktir: «...bu mümkün
olamıyorsa,., denetlemektir.»
Baran, geri kalmış ülkelerde Baran'ın bu analizinde çeşitli
egemen sınıf yapısını şöyıe özet­ eleştirilecek yanlar var. İlkin, za­
lemişti: «...zengin kompradorların, ten tesbit ettiğimiz, «tarihîsyi «ya
güçlü tekelcilerin ve büyük toprak pısal» yerine koyma örneğini ele
öeylerinin, varolan tiçarî-feodal dü­ alalım. Emperyalizm çeşitli dönem-
zeni savunmaya yönelik politik ve lerde pazar sıkıntısı duyar. Uydu
ülkenin çok durağan, çok yoksul ğunu söyler. Dolayısıyla çift aşa­

Birikim 1/33,
olması, pazar sıkıntısı duyulan dö­ malı bir devrim değil, tek aşamalı
nemlerde sakınca yaratır. Çünkü bir sosyalist devrimi Önerir Bu
emperyalistler, incelmiş zevklere bakımdan Türkiye'deki «Sosyalist
uygun metalarına alıcı bulamazlar. Devrimci» gruplara yakındır. Ama
Böyle dönemlerde uydu ülkenin yakınlık burada biter. Çünkü A.G.
belirli reformlar yaparak ölici kitle Frank L. Amerika kapitalizmini em­
yaratması, yani belli bir anlamda, peryalizmden hiçbir zaman ayır­
ilerlemesi beklenir. Bunun için maz. Hattâ neredeyse, AvrupalIlar
Metropol, uyduyu gerekli reform­ gelip kapitalizmi getirmeseler bu
lara teşvik eder, bazan da zorlar. ülkelerin yerli ekonomileriyle daha
Şu halde birinci özellik, geliş­ fazla Nerleyebiieceklerini söyleme­
meyi «önlemek» değildin Ama ge­ ye vardıracak kadar abartır em­
lişinle fazla ileri giderse ne olur? peryalizmin etkisini.
Şu ya da bu şekilde, uydu ülke Oysa Türkiye'nin yapısında
metropolün işine yaramaz olur. Şu kapitalizmin epey uzun süredir
halde, az gelişmiş ülke çok fazla egemen üretim tarzı olduğunu söy­
gelişme de göstermemelidir. Bir leyenler, Frank gibi emperyalizme
başka söyleyişle, az gelişmiş ül­ önem vermediler. Şüphesiz bir ol­
kenin gelişmesi, emperyalist ülke­ gu olarak'kabul ettiler bunu, ama
ye aörece bir gelişme olmalıdır. analizlerinin bir öğesi olarak em­
Şu halde, emperyalizmin asıl «ya­ peryalizme pek rastlanamaz. Bu,
pısal» özelliğini bulduk. Bu, met­ «ikici» MDD tezinin feodalizmi
ropol ile uydu arasında bir bağım- abartmasının politik bir antitezi­
itlik ilişkisi yaratmak ve az geliş­ dir sanki. Ama «sosyalist devrim»
miş ülkenin gelişmesini denetliye- gündeminde ne emperyalizmle ne
rek metropol ile uydu arasındaki de feodalizmle ilgili önemli bir so­
mesafeyi korumaktır. run yoktur.
Baran'ın, Svveezy'nİn, JalĞe'-
Bizce belirleyici sorun şudur.
nin ve öteki Üçüncü Dünyacılar'ırt
Türkiye'de elbette egemen üretim
sundukları «az gelişmişlik m o d e li­
tarzı kapitalizmdir. Bu kapitalizmi
ni yanlış bulan sosyalistler de ol­
yaratan elbette «komprador» de­
du. Laclau'nun yazısında eleştirdi­
ğil, «yerli» burjuvazidir. Ülkemizin
ği Andre Gunder Frank bunların
İktisadî hayatındaki tempoyu kuran
ö.nde gelenlerinden biridir. Yazı,
eibette kendi iç dinamiğimizdir.
nasıl olsa ikici tezi de, Frank'ın
Ama: Türkiye'deki üretim güçleri­
tezini de eleştirdiğine göre, biz
nin gelişmesini, Türkiye kapitaliz­
burada bu konulara girmeyeceğiz.
minin üretim ilişkileri mi engelli­
Yalnız, her iki tezin Türkiye'deki
yor? Bizde varolan kapitalizmin
paralellerine kısaca bakacağız.
klasik temel çelişkisi, yani üretim
güçleriyle üretim ilişkilerin'n ara­
MODEL'İN TÜRKİYE'DEKİ sındaki çelişki, yalnız yerli Türkiye
TARTIŞMASI kapitalizminin çelişkisi midir, yok­
sa bütün az gelişmiş dünyada ol-
Laclau yazısında ası! Frank'ı auğu gibi bizde de bu çelişkiyi em­
eleştiriyor, onun eleştirdiği «ikici» peryalizm mi yaratıyor?
tezi İse ele almak gereğini bile Bizce, bütün geri kalmış ülke­
duymuyor. Frank'ın devrim mode­ lerde olduğu gibi Türkiye’de de
line, eksiğini tamamiıyarak katı­ varolan kapitalizm, bir dünya sis­
lıyor. temi olan emperyalizmle iç içe İş­
«İkici» tez Türkiye'de «Millî leyen bir kapitalizmdir ve dolayı­
Demokratik Devrim» adı altında sıyla üretim güçlerini durduran
savunulmuştur. Orada ve burada üretim ilişkileri çarpıklığı, emper­
aynı İşlevi yerine getirdiği söyle­ yalizm olgusunun yarattığı bir çar­
nemez (çünkü orada revizyonizm- pıklıktır. Emperyalist ülkelerde,
le suçlanan «legal partilerin» görü­ egemen kapitalizmin üretim ilişki­
şüdür) ama ana çizgileriyle bizim leri, üretim güçlerini engeller. Ama
MDD ile Latin Amerika'nın «ikici» geri ülke kapitalizminde bu durdu­
tezi aynı şeydir. rucu etkiyi yapan yalnızca kapita­
Gelgelelim, Frank'ın tezine bu­ lizmin bildiğimiz klasik çelişkileri
rada paralel bulmak güçtür. Çün­ değildir. Emperyalist müdahalenin Arjantinli diktatör Peron.
kü, Frank, Laclau'nun eleştirdiği fazladan ve Özel bir biçime bürü­
şekilde üretimle dolaşımı birbirine nen durdurucu etkisi vardır.
karıştırarak Latin Amerika ülkele­ Buhlprı söylerken, bir başka
rinin başından beri Kapitalist oldu­ yanlışı sürdürmemeye dikkat etme-
fiyiz. Her sistem gibi emperyalist sifikleştirmenin} gene en genel

Birikim 1 / 3 4
sistem de ancak en soyut ilkeleri­ başlangıçlarıdır.
ne indirgendiğinde evrensel olur. Yukarıda belirtilmeye çalışıldı­
Ama dünyadaki somut işleyişi ipin­ ğı gibi, «monolitik» (yekpare taş­
de, biz her yerde ve her an aynı tan yapılma; yani her yanı aynı
olan bir emperyalizm görmeyiz. özelliği gösteren) bir yapıya sahip
Daha doğrusu, emperyalizm aynı­ olmadığına göre, sadece emperya­
dır, ama farklı yerlerdeki işleyişi lizm olgusuna dayanarak devrim
farklıdır. Bir yerde maden sömü­ mödeii çizmek yanlıştır. Dolayısıy­
rür, başka bir yerde düpedüz ar- la devrim modeii, sözkonusu ülke
tık-değeri sömürür; bir bölgede İk­ koşulları özellikle göz önüne alı­
tisadî etkisi azdır, askerî etkisi narak kurulmalıdır. Başka model
çoktur; bqşka bir bölgede artık ürü­ bize ancak özel bir anlamda yar­
ne kapitalizm-öncesi yöntemlerle el dımcı veya kaynak olurlar. Bir ül­
konulmasında rol oynar. Dolayısıy­ kenin verili koşullarında o ülke
la, yapısal özelliği, yani geri kalmış devrimcilferinin nasıl davrandığım
ülkelerin üretim ilişkilerini, üretim görerek yararlanırız. Yani, mode*
güçlerinin gelişmesini önleyecek lin kurucu öğelerini alırız («hangi
şekilde çarpıtma özelliği her yerde koşullarda, kiminle ittifak?» gibi)ı
vardır; ama tarihi özelliği, yani bu Ama o ülkenin toplumsal yapısı it­
çarpıtmayı gerçekleştiriş biçimi, hal edilemeyeceğine göre, devrim Kübalı diktatör Batista.
her yerde değişik olabilir. Laclau modeli de model olarak kopya edi­
da, emperyalizmin «monolitik» kav­ lemez. Başka bir söyleyişle, dev­
ranışına karşı çıkıyor: «Heman rim tek bir ülkenin devrimidir, bu
Cortes'den General Motors'a ka­ antamda özgüldür. Ama devrimin
dar sürecin özdeşliğini ve sürekli­ modelini kuran teori, modelin geri­
liğini göstermeye çalışmaktansa, sinde yatan düşünce sentezi ev­
farklılıkları ve kesintileri belirtmek renseldir.
bana daha yararlı göründü.» Ger­ Türkiye'de devrim konusunda
çekten daha yararlı, çünkü genel başlangıçta çıkan tartışma, yani
model içinde özel modelimizi an­ «Millî Demokratik Devrim» ile
cak bu farklılıklara göre kurabili­ «Sosyalist Devrim» formülleri çev­
riz. resinde odaklaşan tartışma bir ba­
Geri kalmış ülkenin tanımlayı­ kıma, sonrakine oranla daha an­
cı özelliğinin, emperyalizme bağım­ lamlıydı. Çünkü, yukarıda belirti­
lı olarak, kapitalizmin yukarıdan len anlamda bir ülke yapısı mode­
aşağıya kuruluşu ve bu kuruluşun linin tartışılmasına yol açabilirdi,
biçimi gereği kapitalizm-öncesi ya­ ya da açması gerekirdi. Daha son­
pılarla iç içe bütünleşmesi oiduğu- raki model tartışmaları, yüzeysel
nu gördük. Bu iç içe biçimleniş bir bakışla, dünya devrimci pra­
(konfigürasyon) yüzünden, yeniden tiğinin daha geniş ve daha cesuı
üretimin, çarpık gelişme ilişkileri­ bir değerlendirilmesine dayandığı
ni yeniden ürettiğini, böylece ge­ İzlenimini yaratmıştı. Ama bu, al­
lişmenin bile az-gelişmişlik yarat­ datıcı bir görünümdü. Çünkü Çin
tığını, bu kısır çemberden nicelik veya Latin Amerika modellerinin
değil, ancak nitelik değişimiyle çı­ tartışılma biçimi, Türkiye yapısının
kılacağını tesbit ettik. Bütün bun­ incelenmesi zorunluluğunu tama­
lar, genelde doğrudur, Bu modeli men unuturdu. Devrimin yapılacağı
geçerli sayıyorsak, şimdi saydığı­ ülkenin özelliklerini hiç hesaba kat­
mız bu karakteristiklerin, Türkiye'­ madan, genel bir «emperyalizm»
nin yapısındaki özgü! gerçekleşme ve genel bir «anti-emperyalist mü-
biçimlerini, ilişkilerini, koşullarını cadeie» tanımı ve kavramıyla het
ve orantılarını hesaplamamız gere­ şey hallolur sanıldı.. Bu, yüzeyde
kiyor. daha bilgili ve atak görünen mo­
«Emperyalizme bağımlılık», del tartışmaları, böylece, temelde
ama ne çeşitten, hangi düzeylerde daha soyut ve daha «provokatif»
ve nasıl işleyen bir bağımlılık? oldular.
«Kapitalizmin yukarıdan aşağıya Laciau’nun yazısı bize yeniden
kuruluşu», ama hangi aşamalarla, «ülke yapısının modeli» sorununu
kimler tarafından? «Kapitalizm-ön­ getiriyor. Bu sorun da, öbür soru­
cesi yapılar», ama nasıl işleyen, nu, yani «devrim modöii»i sorunu­
hangi geçmişten geien yapılar, ar­ nu, daha sağlam bir perspektife
tığa el koymanın hangi yöntemle­ oturtmamızı sağlar.
riyle? Vb, vb... Şu saydıklarımız „ «MDD-SD» tartışması bir iki­
bile, sorunu özgüileştirmenln (spe- lemdi. Bütün ikilemler gibi bunun
.......... w jw iu m j i VIJUOII IUU Ulf
bir yana bırakıp, birbir- başka yakınlık üzerinde duralım
ırarak ve kendilerini sa- şimdi. Bizde hemen hemen hiç
oluşmuşlardı. Böylece, tartışılmamış, ama çok önemli bir
?ma niyetiyle başlayan sorundur bu.
k skolastiğe dönüştü, Biiindiği gibi sosyalizm, Avru­
tışmayı yeniden açmak pa'da doğdu ve gelişti. Küçük-bur-
olur. Biz de, devrim juva aydınları olan Marx ve En­
usunda çok şey söyle- gels, bilimsel sosyalizmin kurucu­
Oünkü bu konu hâlâ su oldular. Onların geliştirdiği sos­
ı açıktır.> Şimdiden yar- yalist teori, kısa zamanda Avrupa
yeni dogmatizmleri da­ ülkelerinin işçi sınıflarına ulaştı ve
hiniz, bir «yapı modeli» bu ülkelerin sosyalist Partileri ku­
ister İstemez bir «dev- rularak bu teorinin pratiğini yap­
tartışmasını gündeme maya başiadı.
au'nun yazısı da bunu Batı nın bu gelişme şemaları,
: burada, Laciau'nun geri kalmış ülkelerin şemalarına
den zorunlu olarak çı- uymaz. Çünkü bu ülkeler, Batı'nın
kısaca değinelim. toplumsal yapısına sahip değildir.
Bunder Frank, Latin Marx'in Manifestoca yazdığı 1848'-
klasik ikici tezini eleş- de Avrupa işçi başkaldırmalarıyla
îm Millî Demokratik sarsılıyordu. Ama Türkiye'de Hüse­
nı kökten geîen Latin yin Hilmi çok başka koşullar al­
¡ift aşamalı devrimsini tında sosyalist oldu, İşte bu, şimdi
sayıyordu. Frank'a kısaca değinmek istediğimiz soru­
Amerika toplumiarı nun özü.
beri kapitalist oiduk- Hiçbir kapitalist ülke, sosyalist
devrim de tek aşama- fikirlere kucak açmaz. Hele geri
devrim» olmalıydı, ülkelerde, egemen sınıfların yasal
rank'ı eleştiriyor. Ama ofan ve olmayan yollardan baskısı
ci tez»i geçersizleşti- bpk şiddetli olur, (herhangi bir ır-
nı daha baştan kabui- sî-ırkî nedenden değil, sırf, bura­
larda egemen sınıflar daha zayıf
/ısıyla çift-aşama so-
ve daha ürkek olduğu İçin). Bu
için de anlamsızdır,
m da, işçi sınıfı parti- durumda sosyalizm kitlelere nasıf
iktidarı tek aşamada yayılır, meşruiyetini nasıl ispatlar?
3k sosyalizmi kurdu- vok zaman, belli tavizler verilerek
yapılır bu iş. Bu tavizler kimlere
deki kapitalizmin ka­ niçin onlara ve nasıl verilir?
sı yapılarla iç içe ge-
Her toplumsal yapı, karşıtlık­
»üldüğünde, başlan-
ları içinde barındıran bir bütündür.
atik özellikleri bir
an bir devrimi öngö- Toplum içinde mücadele bitmez ve
mücadele sürecinde bazan birbiri­
3İ-kapitaiist öğelerin,
ne en aykırı görünen kanatlar ara­
3 ° İ.ciu?u 91bi ayrılığı sında bir çıkar birliği oluşuverir.
eliği göz önüne alın-
Geri kalmış ülkelerde burjuva sı­
n kimilerince öneril-
shre ya da kıra Ön- nıfı, genellikle kapitaiizm-öncesi
kesimle çelişkili bir birlik İçinde
' stratejiye değil, şe-
fİâİnİ ölÛSfıırrm hir varolur. Bu birlikte, çelişkinin yo-
Birikim 1 / 36
değiştirecek kadar önemli olma­ formu» isteyeceği, hattâ, bu üniü
malıdır. işte, geri kalmış ülkelerin toprak reformunun, bugün ABD’-
türlü bocalamaları arasında, sos­ nin bütün geri kalmış ülkelere sa­
yalistlerin bu tavizleri bazan dozu­ lık verdiği, yerine göre empoze
nu kaçırabilir. ettiği bir iş olduğu bilinmiyordu. Ni­
Laclau yazısında böyle bir hat Erim'in ilk kabinesi ve toprak
konuya kısaca, ama Önemim belir­ reformu tasarıları bu yüzden bir
tecek şekilde değiniyor: «Latin hayli şaşkınlık yarattı.
Amerika solu tarihte liberalizmin Feodalizm ve toprak reformu
sol kanadı olarak ortaya çıkmış, konularında Lenin'den pek çok
buna paralel olarak ideolojisi de, alıntılar yapıldı. Ama Stoiipin'in re­
19. yüzyıl seçkin liberallerinin... formları konusunda söylediği
temel kategorilerince belirlenmiş­ önemli sözler nedense Türkiye'de
tir.» Bu cümıede, geri ülke sosya­ Diunmedi. Marx'm 18. Brumaire'-
listlerinin sınırsa) kökenine de bi­ ınm Köylü küçük üretici ile ili. Na-
raz ışık tutuımuş oıuyor. İşçi sındı poleon arasındaki ilişkiyi açıklayan
oluşmuş üıkeıerae bile sosyalizm­ sözleri de tartışılmadı. Böyiece,
de kuçuk-buriuva kökenli aydınla­ sol, ilerici (i) burjuvazinin reformu­
rın önemli yeri vardır, işçi sındının nu savunmuş, topluma empoze et­
kolayca olgu maşa madiği ülkeler­ miş oldu. Reklam görevi bir yana,
de ise sosyalistlerin ilkin burjuva toprak reformunu yapanların «ile­ Regis Debray: 'Che' ile
ve küçük-burjuva katlarda oluşma­ rici» ve «halktan yana» sayılması çalıştığı için otuz yıla
sı doğaldır. Bunu tamamlayan ikin­ da garantilendi. İşte bu gibi olay­ mahkûm edilen Fransız
ci olay da, işçi sındı hareketinin ol­ lar, küçük-burjuva kökenli sosya­ gazetecisi.
gunlaşmakta gecikmesi oranında, listlerin, işçi sınıfı ile bütünleşmek­
küçük-burjuva sosyalizminin, bur­ te ve burjuvazinin kanadı altın-
juvazinin belli kesimlerinin kana­ tan uzaklaşmakta gecikmeleri du­
dı altından çıkmakta gecikmesidir. rumunda, hiçbir kötü niyetleri ol­
Laciau'nun Latin Amerika masa da ne gibi kombinezonlarda
için anlattığının benzerini Türkiye'­ Kullanılabildiklerini kanıtlamakta­
de de görebiliyoruz. Türkiye'de iik dır.
sosyalistler Batıcı aydınlar, yani Türkiye sosyalizminin geçmişi­
burjuva ve küçük-burjuva kökenli ne bu perspektiften baktığımızda,
İÖn Türkler ve sonra da İttihatçılar çeşitli Jegai kitle partisi deneyleri,
arasından gelişmiştir. Ve uzun sü­ özeflikie de TİP, yeni bir anlam ve
re, Türkiye sosyalizminde bu ge­ önem kazanır. Görüldüğü gibi biz­
leneğin ağırlığı duyulmuştur. Ke­ de sosyalizm küçük-burjuva kö­
malist burjuvazi, bizde, Laciau'nun kenli aydın kadroların elinde kal­
anlattığı Latin Amerika'nın «seçkin dığı sürece, bu zümrelerin Tanzi-
liberallerinin» yerini almıştır. mat’dan beri devam eden egemen
Sonuçlar da, şaşırtıcı ölçüde eğilim ve özlemlerinin etkilerini
benzer sonuçlardır, Kemalist bur­ üzerinden atamamıştır. TİP, beiki
juvazinin anti-kolonyalist (önümüz­ de en önemli «kitle çizgisi» arayı­
deki sayıda bu konunun ayrıntıla­ şıdır denilebilir. Bu, TİP'in beiki de
rına inilecek} tavrı «sosyalist» en olumlu yanıdır. Ama, sosyalist
kadrolara «anîi-emperyalizm» ola­ düşünce ile kitlelerin kaynaşması
rak tanıtılmış; Kemalist burjuvazi­ kolay bir iş değildir. TİP'de böyle
nin laiklik tutkusu ve «yobaz» düş­ bir kaynaşma olamadı. «Kitle çiz­
manlığı «ilericilik» olarak gösteril­ gisi» daha bir potansiyel olmanın
miştir. Latin Amerika'daki «ikici» ötesine geçemeden «popülizmse
tezle bizdeki «MDDsnin benzerliği dönüştü. Popülizm, Parti içinde
de buradan, yani temelde burjuva sözde - bilimsel karşıtı olarak «uv-
politikasını yansıtmasından gel­ riyerlzmsi yarattı. Dıştan, küçük-
mektedir. TİP kurulduğunda, prog­ burjuva geleneksel çizgisinde ka­
ramında en somut, elle tutulur so­ rarlı liderlerin yönelttikleri saldırılar
run «toprak reformu» sorunuydu. da içteki açmazlara eklenince,
TİP'e karşı oluşan MDD ise bu TİP iyice kısırlaştı. Ama sonraki
soruna daha sıkı sarıldı. MDD'den bütün bu kargaşalıklar, başlangıç­
kopan bir fraksiyon, Türkiye'nin taki «kitle» sorununun önemini bi­
feodal bir ülke olduğu iddiasıyla, ze unutturmamalıdır. O dönemde
«toprak devrimi»m en önemli so­ tamamlanamayan bu adım bu dö­
run olarak tanıttı. nemde de tamamlanamayacaksa,
Bütün bu tartışmalar sırasın­ Türkiye’de sosyalizmin ciddî bir şe­
da Türkiye'de egemen sınıflardan kilde gelişmesi, çıkış bildirimizde
bazılarının da bir çeşit «toprak re­ değindiğimiz şekilde kendi bağım-
sız teorfk-pratik platformunu kur­ aa da biraz oyalanmak gerektiği­

Birikim 1 / 3 7
ması daha bir hayli gecikecek de­ ni anlıyoruz. Bir yandan, yazılan
mektir. her satır sanki «tarihi unutma» di­
yor. Somut tarih araştırmaları ge­
SONUÇ rekli. Ama bunun İçin, «tarih ne­
dir?» sorusunu teorik bir düzey­
Lacİau’nun yazısı da, bu ta­ de cevaplandırmak özellikle gerek­
nıtma yazısı da, bu konunun henüz li. Bunun için gene felsefeye, bili­
tamamen başlangıç aşamasının me, bilgi teorisine başvuracağız.
yaklaşımlarıdır. Görüldüğü gibi, bir Ve zaten diyalektik, bütün bu fark­
yapı ve bir model sorununa eğilme lı görünen düzeylere tutarlı bir bü­
çabası, türlü yönlere yeni araştır­ tünsellik içinde bakabilme değil
ma ve İncelemelerin kapısını aralı­ mi? Ama diyalektik, yanlış yapma­
yor. «Model» konusundan doğru­ mayı bize garantilemiyor. Diyalek­
ca felsefe alanına gidiyoruz. Ama tik, ancak biz ona doğru yaklaştı­
gene «model», bir başka yanıyla ğımız zaman doğruları önümüze
bize iktisat çalışmalarının yolunu seriyor. Mutlak çalışkanlık ve mut­
gösteriyor. O yolda yürümek ister­ lak alçak gönüllülük bekliyor biz­
ken, «şosyolojbde tökezliyor, ora- den. m
Birikim 1 / 3 8
Louis Althusser, Unità muhabiriyle yaptığı bir konuşmada kendini şöy­
le tanıtıyor: «1948'de, 30 yaşındayken felsefe öğretmeni oldum ve Fransız
Komünist Partisi'ne katıldım. Felsefeyle ilgileniyordum; onu meslek edin­
meye çalışıyordum. Politika bir tutkuydu; bir Komünist militan olmaya ça­
lışıyordum.»
Aithusser'in felsefe öğretmenliği konusunda, Unita'nın o zamanki mu­
habiri Maria Antonietta Macciochi bir mektubunda şunları yazıyor: «Orada,
ders başlamadan bir saat önce gelip bütün sıraları dolduran çocukları ha­
tırlıyorum. O zamanlar düşünmüştüm, Paris'te, öğrenciler tarafından yuha­
lanmaktan korkmadan oniarîa konuşabilen birkaç kişiden biri olduğunu­
zu.» Sözkonusu sınıf, Aithusser'in ders verdiği École Normale Supérieure'-
dedir. Althusser burada felsefe profesörüdür.
Fransız Komünist Partisinde 1948'den beri üye olan Althusser, Kruş-
çef’in Yirminci Kongresinden sonra ortaya çıkan akımlara karşı açtığı teo­
rik savaşla ün yapmıştır. Marksizm'in hümanist olmadığını ileri sürmüştür.
Çekoslovakya olayından sonra Fransa’da açılan tartışmalarda, bu neden­
le Parti'den ayrılan Garaudy'ye karşı Partİ'nin felsefî görüşlerini Althusser
dile getirmiştir.
Batılı Marksistler içinde Althusser önemli bir akımın öncüsü oldu.
Nouvelle Observateur'ün Aralık 1974 sayısında Nicos Poulantzas Mark­
sizm'in son birkaç yılda burjuvaziye karşı defansif’den, ofansif’e geçtiğini,
bunda da Aithusser'in en önemli rolü oynadığını söylüyor. «Marksist araş­
tırma alanındaki engelleri kaldıran Aİthussercilere haklarını verelim» -
«Fransada, teorik tartışmaların en önemlileri Louis Aithusser'in eserleri
çevresinde dönmektedir.»
Althusser, felsefe alanında öncelikle Marksist bilgi teorisinin öğele­
rini aydınlığa çıkarmaya çalışıyor. Burjuva İdeolojisinin değişik kılıklarda
Marksist düşünceye sızması karşısında, bu ideolojilerle savaşırken, Mark­
sizm'de Hegel diyalektiğinin bazan eleştirilmeden alınıp kullanılmasının
bir çeşit Troya atı gibi, idealizmin Marksizmi içeriden vurmasına yol açtı­
ğını ileri sürüyor. Aithusser'in politik ve teorik hasımları da onu «strüktü-
ralist» olmakla suçluyorlar.
Fransız Komünist Partisi'nin bir üyesi olduğu halde, Althusser bu par­
tinin bütün görüşlerine ve politikalarına harfi harfine uymamıştır. Örneğin,
Mao'nun Marksist-Leninist teoriye önemli katkıları olduğunu savunurken,
ya da, Kruşçev tarzında bir Stalin eleştirisine karşı çıkarken, Partisinin
Sovyetlere yakın politikasından farklı bir tavır almıştır. Ama belki de Fran­
sa'nın düşünce hayatındaki saygıdeğer yeri dolayısıyla Parti de ona karşı
hoşgörülü bir tavır İçindedir.
Althusser şimdi Maspero yayınevinde, «Teori» adlı bir diziyi yönet­
mektedir. Kitapları şunlardır:
Montesqieu, la politique et l'histoire, (Montesquieu, Politika ve Tarih),
Pour Marx (Marx için), Ranciére, Macherey, Balibar ve Establet ile birlikte
Lire te Capital (Kapital’İ Okumak), Lénine et la Philosophie ve onu izleyen
Marx et Lénine devant Hegel (Lenin ve Felsefe ve Hegel Karşısında Marx
ve Lenin), Réponse à John Lewis (John Lewis'e cevap).
Marksist bilgi teorisinin (epistemolojisinin) tartışılması önemli bir ko­
nu olduğu ve bu konuda Althusser gerçekten yetkili bir kişi olduğu İçin,
Birikim Yayınları arasında onun kitapları da yayımlanacaktır. İlk olarak
Lenin ve Felsefe'yi yayımlayacağız. Burada Althusser Lenin'in Materyalizm
ve Ampfrio-Kritisizm kitabını inceliyerek Lenin’in Marksist epistemolo­
jiye ve felsefeye katkısını değerlendiriyor. Aithusser'in Marx için adlı kitabı
da ?u sırada yayımlanmak üzere çeviriliyor.
Birikim 1 / 3 9
LOUIS ALTHUSSER

1968 Mayıs Olaylan Üzerine


Bir Mektup
Çeviren TACÎSER BELGE

15 Mart 1969
Sevgili M. A.,

Geçen yaz sıcak bir ağustos günü sizinle karşılaştığımda Mayıs Olaylan
ve öğrenci Hareketi üzerine bir şeyler yazmaya söz vermiştim. Şimdi, böyle
bir sözün birçok bakımdan saçma olduğunu görüyorum. Asgâri ölçüde nes­
nel belgelere sahip olmadan insan nasıl bu tür «olaylar» konusunda yazmaya
yeltenir? Mayıs Olaylarını doğuran «somut durumsun «somut analizi»ni tam
olmasa da anahatlar halinde yapabilmeyi mümkün kılacak asgâri nesnel bil-
giler olmadan, önemli bir tarihî olay konusunda konuşmaya, insan nasıl kal­
kışır?
Hastalığım yüzünden zorunlu olarak dışında kaldığım olaylar konusun­
da geçen yaz bu gerekli bilgileri edinememiştim. Bugün, «öğrenci Hareketi» • Asıl gerekli olan: İktidarla
üzerine elimde hâlâ pek az şey var. Asıl gerekli olan materyeî eksik: olağan­ yapılan boğuşmadan çok,
üstü Mayıs genel grevi’ni yapan işçi sınıfı ve (proleter olmayan) geniş hareketi yapanlar arasındaki
emekçi kitle arasında kesinlikle neler olup bitti? ilişkinin niteliği.
I/Humanit^’de çıkan makaleler ve şiardan burdan topladığım raporlar
bîr analiz için gerekli Öğelerin yalnızca en genel olanlarını sağlıyor.
Bu koşullar altında söyleyeceklerim çok kaba, şematik ve belki temelde
eksik olabilir. Aslında, analizimi tezler halinde yollamayı umuyordum. Oy­
sa elimde en fazla birtakım hipotezler var.
Ama durumun bu niteliği belirsiz bir süre, yani gerçekten Marksist ta­
rihî bir inceleme yapmanın ya da (ki o da aynı şeydir) gerçek bir Marksist
siyasî analiz yapmanın (somut bir durumun somut bir analizi) mümkün ola­
cağı günü beklemek anlamına gelmemelidir. Söyleyebileceğimiz kadarım söy­
lememiz gerekiyor. Elbette çok dikkatli olmalıyız, ama bir şey de söylemeli­
yiz. Bu zorunluk, hipotezlerimizi yoldaşlarımızın eleştirisine açmak, dolayısıy­
la onları hipotezden daha fazla bir şey haline getirmek, hepsinden önemlisi,
Mayıs-sonrası durumda olup bitenleri daha İyi görebilme ihtiyacından doğu­
yor. Çünkü Mayısta çok önemli bir şey oldu, «Batının kapitalist ülkelerin­
de» devrimci umutlar bakımından son derece önemli bir şey oldu. Bunun
titreşimleri mutlaka politikamızda duyulmalıdır, yoksa politikamızın olayla­
rın ardında sürüklenmesi tehlikesiyle karşı karşıya geliriz. Artık geçmişte
kalan Mayıs Olayları ardından değil, Mayısta olanların çok ötesine geçecek
şimdiki ve gelecekteki olayların ardından sürüklenebilir demek istiyorum.
Öyleyse nasıl yazacağım belirlendi. İki Olgu, bir Tez, ve aynı zamanda
bir Hipotez öne süreceğim.
Olgularla tartışma götürmez, kelimenin tam anlamıyla tarihî olguları,
yani ulusal ve uluslararası konjonktürü' oluşturan olguları kasdediyorum.
Tezle, kanıtlanabilir bir politik ya da teorik’önerme kasdediyorum.
Hipotezce, ya yer darlığından (çünkü ne de olsa insan mektuba bir yer­
de son vermek zorunda) ya da «alanda» yapılması gereken sosyolojik araş­
tırmaların sağlayabileceği bilgilerin yokluğundan, kesin olarak kanıtlaya-
mayacağım politik, teorik önermeleri kasdediyorum.
Yazacaklarımda izleyeceğim sıra bir ölçüde keyfî olacak. Bu, politika­
nın önceliğine tâbî olmakla birlikte, daha çok pedagojik bîr sıradır. Demek • Pedagofik derken, çocuk
ki ortaya koyduğum Olgular (1. ve 2. Olgu), Tez (1. tez) ve Hipotez (1. hi­ eğitimi ile ilgili bir şeyi kas­
potez) karışık bir sırayla sunulacak. tetmiyor, öğretsel (didaktik)
Tartışmanın pedagojik sırası, Mayıs olaylarının şimdiki güncel yorum­ demek istiyor. Yöntemle İlgi­
lan arasmda egemen olanla başlamamı zorunlu kılıyor, öyleyse: li bir konu bu. Olayların oluş
Birikim 1 / 4 0
sırası ile mantıkî sırasi farklı
1. OLGU olabileceği gibi, çok zamdn
Mayıs olaylarında mutlak belirleyici rolü, son analizde, dokuz milyon açıklama sırası da farklı ola­
işçinin genel grevi oynamıştır. Üniversite Öğrencilerinin, lise öğrencilerinin bilir. Bir şeyi anlamaya ça­
ve kafa emekçilerinin Mayıs olaylarına kitlesel katılışları çok önemli bir olay­ lışırken olguların bağıntıları­
dı, ama bu, dokuz milyon işçinin İktisadî sınıf mücadelesine tâbi idi. mı inceleriz; anlatmaya çalı­
Bu bizi birinci olguya getiriyor: kapitalist ülkelerimizde her gün piya­ şırken, bağıntılı kavramların
saya sürülen yorumlar ve açıklamalarda bu İki olayın (genel grev ve «öğ­ sırasını gözetiriz.
renci» eylemleri) görece önem sırası tamamen tersine çevrilmiştir. • Türkiye'de aynı aldatmaca
Komünist partilerimiz, özellikle Fransız Komünist Partisi durumu böy­ başarıyla yürütülmüştür. Ba­
le görmüyor. F.K.P. olanları gerçekteki sıralarıyla sunmuştur: Öğrenci ey­ sın öğrenci olaylarına, öğren­
lemlerine karşı genel grevin önceliği. Bu yalnızca Mayısta güçler arasındaki ci önderlerine ilk sayfalarını
gerçek ilişkiyi yansıttığı için değil, aynı zamanda işçi sınıfmm, ve yalnızca ayırmış, bunların gerisinde
onun, devrimci niteliği konusundaki Marksİst-Leninist teze uyduğu için de yatan olayları dikkatle gizle­
doğrudur. «Devrimci» derken: öznel olarak devrimci ( = küçük burjuva miştir.
devrimci beyanlar) değil, nesnel olarak devrimci (proleter Devriminde so­
nuçlanan devrimci eylemler) demek İstiyoruz.1
Oysa, öğrenci Hareketleri yayınlarının büyük çoğunluğu da içinde
olmak üzere burjuva, küçük burjuva tüm yayınlarda bu ters çevirmeyle kar­
şılaşıyoruz, De Gaulle’ün «totaliter» dediği işçi sınıfına doğrudan doğruya
saldıran lanetlemeleri ve birkaç Hareket grubunun bildirileri dışında bütün
bu yayınlar genel grevi arka plâna itiyorlar; artık kimse bundan söz etmiyor.
Düpedüz, tarihin en büyük işçi grevini dünya tarihinden siliyorlar. Bunun ye­ • Bizde de öğrenci ha­
rine, Öğrenci Hareketi, Kartiye Latin barikatları ve benzeri şeyler Ön plâna reketinden sivrilen bazı kişi­
getiriliyor, sanki bu olayların önemi kabul edilince, «işçi sınıfına devrim için ler, dünyayı belli bir aktivizm
kılavuzluk eden» küçük burjuva öğrenciler Tarihî yapabilirmiş gibi. açısından görmeye başlaya­
Bazı öğrencilerin bu burjuva tuzağına düşmediklerini biliyorum. Hiç rak, işçi sınıfını «pasifizm»te
değilse, yazılarında düşmüyorlar, çünkü orada Mayıs öğrenci eylemlerine suçladılar. Marx ve Engels'in
karşı Mayıs genel grevinin önceliğini açıkça kabul ediyorlar. Ama doğru bir yeterince «volontarist» olma­
Tez yazmak kendi başına yeterli değildir; aynı zamanda bu tezin, sınırlı sa­ dığı söylendi. Gerçi bunları
yıda «bilinçli» öğrencinin beyninden dışarı çıkıp (a) kendi eylemlerine ve yazacak kadar ileri gidilme­
sonra (b) bir bütün olarak Öğrenci Hareketinin somut eylem çizgisine gir-' di, ama bu düşünceler, kısa
mesi gerekir. . . . . .. , Tf t , bir süre içinde de olsa, söy-
öğrenci hareketinin şimdiki somut eylem çizgisinin, birkaç ^dikkate de­ lenebildi.
ğer İstisna dışında, pratikte bu doğru Tezle çeliştiğini öne süreceğim, öğren­ • Bu, çök önemli bir doğru.
ci Hareketinin eylem çizgisi Öğrenci hareketinin «düşünceleri» m, yanı, başka İnsanların kafalarındaki fikrî
türlü söylersek, geniş öğrenci çoğunluğunun düşüncelerini yansıtır. Ve ge­ içerikler değişebilir. Yanlış
niş öğrenci çoğunluğu, bâlâ, Mayıs olaylarında belirleyici rolü öğrenci eylem­ bir içeriğin yerini doğru ve­
ya görece doğru bir içerik
lerinin oynadığına inanıyor.
Öğrenci kitlesinin çoğunluğu, bir yanlış anlamadan dolayı hayal içinde atabilir. Ama bu da işi hal­
yaşıyor, öğrenci kitlesi, «barikatlar»inin vahşice bastırılmasının genel grevi letmez. Önemli olan, doğru
«ateşleyen fitil» görevini yerine getirmesine dayanarak (oysa bu kronolojik içeriğin pratiği yöneten İlke
-tarihî bir olgudur) Mavısta, kendilerinin öncü olup işçi eylemlerine önderlik haline gelebilmesi, eylem çiz­
ettiklerini sanıyorlar. Bu besbelli bir yanılsamadır. Kronolojik sırayı, (ba­ gisinde somutlaşmasıdır.
rikatlar 13 Mayıs gösterisinden önce yani genel grevden Önce kuruîmuş-
■tur) «fitili ateşleyensin ya da «ormanı tutuşturan tek bir kıvılcım »m (Lenin)
rolünü, son analizde belirleyici olan tarihi (kronolojik değil) rolle karıştır­
maktır. Ve son analizde Mayısta belirleyici rolü öğrenciler değil işçiler oy­
nadılar. , . „„
Fransız, Alman, Japon, Amerikan, İtalyan, hangisi olursa olsun, öğren­
ci Hareketi, teoride (yazılarında) ve hepsinden Önemlisi pratikte («çizgisin­
de», örgütlenme ve eylem biçiminde) bn olguyu kabul etmediği sürece, Ma-*
yıs olaylarıyla İlgili yaptığı yorumlar burjuva ve küçük burjuvaların bu ko­
nudaki yorumlarıyla aynı noktada birleşecektir, öğrencilerin yorumları Öğ­
renci «örgütler»İnin gösterdikleri ideolojik değişkenliğe (özgürlükçü, neo-Lu-
xemburgist, Guevarist) lengüistik biçim bakımından da uygun olmak üzere -
burjuva yorumlarının tastamam kıyısmdadır.
öğrenciler şu olguya dikkat etmelidirler: burjuvazinin ol ayların gerçek
sırasını ters çevirmelerine, yani son analizde, Mayısta belirleyici rolü oyna­
yan dokuz milyon İsçinin genel grevini sessizce geçiştirmelerine nesnel ola­
rak yardımcı olmaktadırlar - siiphesiz öznel açıdan en devrimci niyetlerle...
Öğrencileri kabul etmedikleri bu gerçeğe inandırmak İçin, onların yara­
rına iki gözlemimi aktaracağım. Bunların ikisi de Sorbonne’nn işgaliyle il­
gili.
Öğrenciler Sorbonne’u 13 Mayıs gösterileri sırasında yeniden İşgal edip 9 Yalnız başına öğrenci ey­
kızıl bayrağı çektiler. Sorbonne’u yeniden işgal edebilmeleri ve sonra böy-

Birikim 1/ 41
lemi. Örneğin üniversite işga­
lesine uzun süre «ellerinde tutabilmeleri» 13 mayıs gösterilerinde yüz bin­ li, gerilla teorisyeni Debray'-
lerce işçinin yer alması ve ikinci olarak da bundan sonra patlayan kitlesel nin «oto-defans» (kendînî-
genel grev sayesindedir. Bu genel grev devletin baskıcı güçlerinin çoğunluğu­ savunma) diyerek kınadığı
nu, bur iuvazi için «öğrenci cephesinden çok daha tehlikeli olan bir cep­ bir mücadele biçimine ben­
heye seferber etti. Bu grev ve bu seferberlik olmadan Sorbonne İşgali birkaç zer. Yanı sınırlı bîr yerde tec­
günden fazla dayanamazdı. rit olmaya mahkûmdur. Deb-
Aynı işgal öğrenciler için nesnel bir «sorun» çıkardı ortava. Ama, yal­ ray, Kolombiya'daki köylü
nızca kendilerine ait olduğuna pek fazla güvendikleri bir güçlülük duygusu oto-defanstnın ve Bolivya’­
yüzünden —ki. tersine bu güç aslında genel grevin gücünden kaynaklanıyor­ daki şanlı maden işçileri oto-
du—• bu soruna hemen hemen hiç eğilmediler. Bir işgal, bu yalnızca Sor- defansının kısa sürede yok
bonneün işgali de olsa, irticalen yapılamaz, öğrencilerin fabrika işgalleri oluşunu anlatır. Lenîn'in bu
konusunda hiç deneyleri olmasa da (ki bu onların «ateş altında» ilk sınan­ taktiği her zaman «ekono-
maları olduğu İçin anlaşılır bir şeydir) işgal pratiğinde çoktan uzmanlaş­ mizm» ■ve «kendiiîğindenc'-
Ilk» ilft açıkladığına değinir.
mış adamlar vardır. Tabiî, bu tür mücadeleyi 1936’da «başlatan» ve o za­
İşgal, bu olayın minyatür bîr
mandan bu yana birçok fırsatta bunu geliştirip inceliklerini keşfeden, ve Ölçekte tekrarıdır.
öğrendiklerini unutmamış, olan işçileri kasdediyorum. Bunun kanıtı, 1968 Öğrenci İdeolojisi küçük
Mayıs - Haziran fabrika işgallerinin örnek başarılarında görülebilir. burfuva kökeninden kopup
Fabrika kapılarına gidip hemen işçilere «yardımlarını sunmak» yerine, proleterleşemedîğl sürece,
Sorbonne öğrencileri, aynı zamanda, bu fabrikaların militan işçilerinden kendini özel yanılsamalardan
Sorbonne’a gelip etkili bir işgalin nasıl yürütüleceğini kendilerine öğretme­ kurtaramaz. Bizde de oto-
lerini istemeliydiler; İstenmeyen kişiler ve polis ajanlarının —herkesçe bilin­ defans bile sayılamayacak
diği şekilde—- istedikleri gibi Sorbonne’a girip çıkmalarını nasıl Önleyecekle­ işgal eylemleri, üniversitelere
rini, gerekirse baskıcı güçlerin saldırısına karşı Sorbonne’u nasıl savunacak­ yarı şaka ama yarı da ciddî,
larım onlardan öğrenmeliydiler. O zaman işgal edilmiş Sorbonne, Mayıs sı­ «kurtarılmış bölge» gözüyle
nıf mücadelesinde öğrenci eylemleriyle işçi mücadelesinin kaynaşmasının bakılmasına yol açtı. Ege­
belki de biçimlenmeye başladığı en önemli bölge olabilirdi. Bu noktada da men güçlerin fazla sert dav­
s^ u çok açık koymak gerekiyor: öğrenciler işçilerin kendilerine ihtiyacı ranmamaları, Öğrenci eyle­
olduğunu sandılar, oysa gerçekte, işçilerin öğütleri ve desteği biçiminde bir minin gücüyle açıklandı. Oy­
«yardımsa, en çok bu tür mücadelede yeni olan Öğrenciler muhtaçtı. sa egemen sınıfların kavgası
yüzünden bir denge politika­
. , Bu örnekten de, bir «karşılaşma» da rol oynayan güçlerin görece öne-
sı içinde oluşan boşlukta ve
mmm tahminini doğru ya da yanlış yapmanın pratik sonuçlarının ne olabi­
İki tarafın da ileride kullan­
leceğim ve tabii hep öyle olduğunu— görebiliriz. 13 Mayıs karşılaşmasın­
mayı hesapladığı muhtemel
dan gerçekten bir sonuç alınamazıysa ve Mayıstan sonra —bir gün gelecek sonuçları nedeniyle, keskin­
?!an7~l.î3° ^ e. sonuÇ şimdilik daha da uzakta görünüyorsa; bu biraz da leştikçe toplumsal sınıf ve
hiç değilse bizim burada tartıştığımız konu açısından, rol oynayan güçlerin tabakalardan kopan Öğrenci
gerçek önem sırasının yanlış değerlendirilmesi yüzündendir. eylemlerine izin verildi. Fran­
Bu nedenle, her şey doğru perspektife oturtulmalıdır. Aşağıdaki Tez de sa'da parti güçlü olduğu için
bu nedenle önemlidir. . ’
provokasyona izin verilme­
mişti. Türkiye'de ise bu ön­
TEZİ lenemedi.

Genellikle «Mayıs Olayları» dediğimiz şey iki tip eylemin nesnel karşı­
laşmasının sonucuydu. ’
' l. Fransız işçi ve çalışanlar kitlesinin İktisadî ve siyasî sınıf mücadele­
c i1*11 eylemi; yani, dokuz milyon erkekle kadının bir ay süren genel grevi.
Kitlelerin bu eylemi, son analizde, «Mayıs Olaylarını» tarihî olarak belirle­
yen öğeydi.
. . 2- H " m e tl e polisin baskıcı davranışlarının fitili ateşlemesiyle müthiş
bir şekilde patlayan, üniversite, lise öğrencilerinin ve genç' kafa emekçileri-
nın eylemleri. (Burjuva bakış açısından bu baskıcı davranışlar nesnel olarak
«kaba»ydı. Mayıstan bu yana politikacılarla, burjuva devlet aygıtının tem­
silcileri «yetiştiler» ve şimdi ona göre, yani, burjuva terbiyesine daha uygun
bir biçimde davranıyorlar.) Patlama, 11 mayıs gecesi barikatlarda, sonra da
Sorbonne, Odeon ye başka kültür merkezlerinde en yüksek noktasına ulaştı.
Ulup biten bir tarihî karşılaşmaydı, bir kaynaşma değildi. Bir karşılaş­
ma olabilir ya da olmayabilir. Ya da görece raslansal bir karşılaşma’ ola- « Althusser burada farklı
kesimlerin Mayıs’ta ortak he­
bilir, bu durumda güçlerin kaynaşmasına yol açmaz. Bir yandan isçilerle /
defleri olan ortak bir hareket
çalışanların öte yandan öğrencilerle genç kafa işçilerinin Mayısta bir
yaratamadıklarını anlatıyor.
araya gelmesi, çok genel ve kısaca değineceğim uzun bir nedenler dizisi Türkiye'de de, 1968 ile 12
yüzünden, hiçbir çeşit kaynaşmaya yol açmayan kısa bir karşılaşmaydı. Mart arasındaki işçi olayları
Birikim 1 / 42
Uzun bir karşılaşma ya da uzayan bir karşılaşma kaçınılmaz olarak bir He öğrenci eylemleri arasın­
kaynaşma biçimi alır’ Böyle bir şey Mayısta olmadı. Mayıstan sonraki ge­ da gerçek değil, arızî bir bir­
lişmeler bu tezi doğruluyor: İşçi hareketiyle öğrenci eylemlerinin kaynaşma­ lik kuruldu. Her iki kesim de
sı hâlâ nesnel olarak gündemde değil. Bunun gündeme gelebilmesi ıçm, pro­ şüphesiz aynı yapının bozuk­
luklarına tepki gösteriyordu.
leter olmayan gençliğin şu anda bulunduğu noktadan kalkarak çok uzun bir
Ama bu kadarı, iki kesimi or­
meşale alması gerekmektedir, işçi hareketi de (evet o da) bir miktar mesafe tak bir mücadeleye sokmaya
almak zorundadır. Bu mesafe, her ikisince (her taraf kendi başına, kendi yetmedi. Dolayısıyla iki hare­
önündekini) katedilmedikçe, kaynaşma gündeme gelemeyecektir. Ve arada ket paralel olarak, birleşme­
geçen süre içinde işçi hareketi kendi yolunu, proleter olmayan gençlik de den ilerledi.
kendi tereddütlü rotasını izleyecektir. AA • Kronofoİi İle tarih ayrımı:
Bu 1. Tez’den haşlayarak, olayların kronolojisini Tarihe tabî tutarak bir kronoloji, olayların oluş sît
düzene koyabiliriz. Kelimenin gerçek anlamında karşılaşma, büyük 13 Ma­ rasıdır. Tarih, olayların man­
yıs gösterilerinde oldu; De Gaulle’ün darbesinden 10 yıl sonra «on yıl yeter» tıkî zorunluğunun bazan kro­
diye haykırıldı. Bu elbette, De GauIIe’ü hedef adlığı için sıyası bir slogandı nolojiyi bozan sırasıdır.
ama aynı zamanda savunma niteliğinde (De Gaulle’e karşı), olumsuz b ir slo­
gandı. Büyük yürüyüş kollarında, özellikle CDFTnin anarko-sendıkalıst se­ « Politikanın inceliğini çok
iyi yakalayan bir tesbit. Dev­
si de tek tük duyuluyordu. «İşçi iktidarı!» Sonra grıınçuklardan gelen ses:
rimin gerçekleşebilmesi, slo­
«Halka hizmet!» «İşçileri destekle!» Savunma niteliğindeki siyasî «on vıl ganların bu anlamda olum­
yeter!» sloganına ek olarak proleter enternasyonalizmi de güçlü bir şekilde suzdan olumluya geçişine
dile getirilmişti: «Kahrolsun Amerikan Emperyalizmi!» «NUF Kazanacak! bağlıdır.
Vietnam’da Zafer!» Ama kitlesel sivasî sloganlar m («Kahrolsun Emper­
yalizm», «On yıl yeter» gibi) altında neler gizlendiğini araştırırsak, 13 Mayıs
gösterilerinde ekonomik sınıf mücadelesinin sloganlarını buluruz. «Ücretle-
re zam! Kısıtlı üretime havır! İs garantisi! Sendikalardaki çatlamaları durdu­ « Sloganlar, harekete katı­
run! Saatli üretime paydos!», v.b. lan grupların aslında çok
Yüz binlerce işçi, üniversite, lise öğrencileri ve genç kafa işçilerinin farklı amaç ve hedeflerle,
yürttükîeri bu olağanüstü karşılaşmanın en olağanüstü yanı, İsçiler arasında ayrı hareketler oluşturduğu­
yaygınlaşan sloganlarla öğrenci ve aydınlar arasında yayılanlar arasındaki nu açıkça yansıtıyor. Küçük-
nesnel uyuşmazlıktı. Öğrencilerle aydınlar (başta Sauvegeot ve Geismar) yal­ burjuva sabırsızlığını ve öz­
nızca bir hükümet değişikliği («On yıl yeter», «KahrolsunJDe Gaulîe») de­ nelliğini de sergiliyor.
ğil, düpedüz devrim istiyorlardı. Dolayısıyla bu devrimci çağın zaman zaman
imarko-senrükalist sloganlar biçimini aldı: (Bunlar o noktada öğrenciler ara­
sında ve SNES-SUP ile UNEF «doktrinciler»inin devrimciliğinde egemen
olan bir anarşizm sentezini yansıtıyorlardı), «tsci iktidarı! Öğrenci iktidarı!
KÖvlü iktidim!» Ama koca isçi sıruft vığmlarının kafasında bambaşka amaç­
lar vardı ve bunlar savunma niteliğinde sivasî sloganlar biçiminde dile ge­
liyordu: «On yıl yeter!» ve sonra, daha çok ekonomik sınıf mücadelesinin
sloganları.
Bu aykırılık üzerinde durup düşünen oldu mu? Ovsa Maviş olavlanm
(hem kronoloıik. hem tarihî anlamda) izleven her sevin tonunu dikte eden de
buvdu. Bunu izleyen isçi eylemleri ile (genel grev). Öğrencilerle eenç kafa
işçileri arasındaki —pek ender olarak basarıva ulasan ya da açıkçası ger­
çekleşemeyen— karşılaşmaları her şeyden fazla bu belirledi.
Kendi paylarına öğrenciler, Sorbonne’u. Odeon’u vb. işgal ederek bura­
ları ideoloiik (kendilerince avnı zamanda siyası) aîİtasvon üslerine dönüştür­
düler. Çoğunluğu genç olmakla birlikte aralarına bazı bazı yaslıların da ka­
rıştığı İsçiler Sorbonne’a, Odeon’a serbestçe gelip gittiler. Tabii bu gelenler
arasında karınlarım doyuracak ve yatacak yer arayan, ve hattâ kendi kişisel
trajedilerini yüceltme fırsatı arayan («Katanga»dan gelme2) lumpen-proletar-
ya ve topluma uyamayan tipler de vardı.
öğrenciler, kendi paylarına, «Halka hizmet», «İşçilere yardım etmek»
istekleri ile yanıp tutuşarak birbirleriyle yarışıyorlardı: bu heyecanla fabri­
ka kapılarına, hizmetlerini sunmaya gittiler. Başlangıçta hemen her yerde
kapılar onlara açıktı ama sonraları (örneğin kapısı olmayan Flins gibi birta­
kım istisnalar dışında) kapılar kapanınca öğrenci militanlar büyük bir hayal
kırıklığına uğradılar, öğrenciler bazı durumlarda (Flins, C16on, Nantes,
Sochaux) CRS’nin fabrikalara müdahalesiyle kışkırtılan şiddetli çarpışmala -
ra doğrudan doğruya katılabildiler. Hattâ bir öğrenci Flins’de boğularak
öldü, Sochaux’da iki işçi mavzer ateşiyle öldürüldü (burada CRS de adam­
larından birkaçını yerde ölü bırakmak zorunda kaldı).
Ama genel kural işçi yığınlarının öğrencilerin heyecanlı çağınlarma^ ce­
vap vermemesiydi, öğrencilerin ütopik (ideolojik - «siyasî») umutları ile işçi-
lerin acil talepleri arasında çok göze batan bir mesafe ve dolayısıyla bir an­

Birikim 1 / 4 3
layış eksikliği vardı.
.Öğrenciler İşi iyice basitleştirerek durumun nedenlerini CGT ve
rK P mn liderlerinin «ihanetinde» aramaya başladılar. Bu bir basitlestirme-
çdl?kü bu b o y la ra ulaşmış bir kitle hareketinde liderlerin belirleyici
rolüne inanmak Marksist-Leninist bir açıklama olamaz. Oysa işin aslı, yal-
mzMt t l eri n değil^ İşçi sımfının tümünün, genel olarak öğrencilerin ileri
sürdükleri düşünceleri «izlemeye» gönüîü olmadıklarıdır. Çünkü bu düşün­
celer gerçeği anlamaktan değil bir düşnyaşantısmdan kaynaklanıyordu.
îşçİ sınıfı —öğrencilerin sınıf mücadelesindeki tecrübesizlikleri apaçık e İşçi sınıfı, üretim süreci
ortadayken ■daha iyi bir kelime bulunmadığı için belirsiz bir serüven de­ içinde oynadığı rol gereği,
mek zorunda olduğumuz bir şeye doğru sürüklenme tehlikesiyle karşı kar­ bir sınıf rasyoneline sahiptir.
şıya geldiğini duydu, İçinden türlü türlü bireyler
işçi sınıfının kendi başına, kendi deneylerinin bilgisi ışığında, kendi çıkabilir. Ama işçilerin sınıf
yohmı^ izlemeye devam etmesi işte bu nedenden ötürüdür. Bu elbette, öğ- olarak rasyonelini bunlar de­
renci liderleri Geismar, Sauvageot ve sonra Herzberg’in yazdıkları bir dolu ğiştirmez.
bildiride gösterdikleri voî olamazdı —burjuva radyo ve basınında da keyif­ Bu rasyoneli gerçek dev­
le okunan, yansıtılan bildiriler. (Burjuvazi öğrenci «liderlerinin» sandığı ka­ rimci bilinç olarak kabul
dar aptal değildir.) (Yeri gelmişken hatırlatalım, Geismar ve Herzberg öğ­ etmek doğru değildir. Bu uv-
renci bile değildiler, öğretmenlik ve araştırıcılık görevindeydiler: Geismer riyerizme, sendîkalizme, v.b.
PSU nım, hemen o sırada kovulan Herzberg ise FKP’nİn üyesiydi.) İşçi sı­ yol açar. Öte yandan herhan­
nıfının Charlety’de PSU’nun (Birleşik Sosyalist Parti, ki o sıralar Üniversite gi bir ülkenin işçi sınıfım,
sosyalist partisi dense daha doğru olurdu) düzenlediği büyük mitinge öfke­ şırf yeterince bilinçlenmedi­
lenmesinin bir nedeni de budur. Böylelikle işçi sınıfı pratikte kendi ği için, sınıfsal rasyonelden
sorunlarım kendi çözmüştür: ilkin talepler sorununu; sonra da bazı durum­ de yoksun saymak yanlıştır.
larda^ ortava çıkan (varolan durum açısından tamamen ikincil bir sorun) İşin -öğrenciler için- acı ta­
kendi liderleriyle ilişkisi sorunu. Bu ikinci sorun, durum ne olursa olsun isçi rafı, proletaryanın içgüdüsel
akılcılığının, çok kez küçük
sınıfının kendi meselesidir, öğrencilerle bir ilgisi yoktur. Bunu anlamak öğ­
-burfuva bilgiçliğinden daha
rencilere güç de gelse, bu basit oleuvu kafalarına yerleştirmelidirler. doğru olmasıdır.
Iscı sınıfı isinin başına döndü. Bunu genellikle bîr zafer havası içinde,
bayrakları havada, yaptı. Ama bazı durumlarda birtakım sendika liderle­
riyle ciddi sorunlar ortava çıktı. Sonra her sey normal düzenine döndü. Ama
bazı şeyler değişmişti. Ücretler gecîci olarak daha fazla satın alma gücüne
kavuştu. Sendikalar fabrikalarda temel medenî haklar elde etti (Citroen te­
sislerinde bu gerçek bîr zaferdi). Ve hepsinden önemlisi Fransa’nın isçi sı­
nıfının hafızasına su bilgi (bıı kesin bir yazıttır) kazıldı; vığmlarm evlemi
karsısında, patronlar, hükümet ve devlet aygıtı bir gece içinde korkuva düş­
müştü, demek ki eylem mümkündü ve isçi sınıfının — Paris Komünü’nden
bu vana.^ 1917 ^Rusya’sından bu yana, 1949 Çin’inden bu yana--- sözünün
edildiğini işittiği bir şeye; Proleter Devrimin e yol açabilirdi.
isçi sınıfı işbaşı yaptıktan sonra öğrenciler «Bu yalnızca bir başlangıç­
tır, mücadeleye devam!» diven ünlü sloganlarıyla «mücadeleye devam etti­
ler». Neyin başlangıcı? Hangi mücadele?
Bu sorulan sormak, bir an için bile olsun, hiçbir sevin başlamadığı an­ 9 Öğrenciler için, bu, ger­
lamına gelmez. Tersine, üniversite öğrencileri, liseliler, teknik okullular ve çekten bir başlangıçtı. Ama
gene kafa isçileri için temelde bir şey başlamıştı; ama bu gerçekten bîr işçiler için «başlangıç» her­
başlangıçtı. Neyin başlangıcı? öğrenciler devrimin başlangıcı olduğunu dü­ halde çok gerilerde kalmış­
şünüyorlar. Uzun-vadeli anlamda bu elbette doğrudur ama bu başlangıç on­ tı, Türkiye'de bile, işçi hare­
ların başardığı bir sev değildi; bu, mücadeleye «başlamak üzere» Mayıs’ı bek­ keti 1960 sonrasında başla­
lemeyen, mücadeleyi bir yüzyılı askın bir zamandan beri sürdüren isçi sını­ mış değildir. Ama şüphesiz
fının başarısıydı. Bu bövle ise, Öğrenciler için başlayan nedir? «Mücadeleye bizde de, özellikle 1968'den
devam!» Eh, mücadele devam etti, va da gerçekte daha cok çözüldü ve önü­ sonra, bîr şeyler başladı. Bu
müzdeki avlarda Fransa’da, hic değilse öğrenci çevresinde öğrencilerin fazla başlayanın ne olduğunu
iddialı bir şekilde «Öğrenci Hareketi» adım verdikleri sey tam bir çözülme­ araştırmak, Batılıiar kadar
ye gidecektir. bizim için de bîr zorunluk-
Fransa da çok önce başlayan bu çözülme önce gurupçuklarm çoğal­ t ur.
ması sonucunu verdi; şimdi ise Hareket Guruplarının ideolojisinde, gurupçıı-
luğa-karşı (Neo-Luxemburgist çeşitten) bir biçim almıştır. Bu çözülme de­
vam edip daha da belirginleşecek. E. Faure’ın3 (burjuva) zekâsını da hesaba
venebm'rizUna UmverSlteler içinde bütün p l i y l e katkıda bulunacağına gü-
«Bu yalnızca bir başlangıçtır. Mücadeleye devam!» Neyin başlangıcı?
Birikim 1 / 4 4
Hangi mücadele? Bu bir başka soruya yol açıyor: «öğrenci Hareketi» sözü­
nün anlamı nedir?

HİPOTEZ I

Başlarken şu gözlemimi belirtmek istiyorum; «öğrenci Hareketi» en


azından Fransa ve İtalya’da, ama aynı zamanda Almanya, Ispanya ve Ame­
rika’da da gerçekte kendisinin ne olduğunu tam anlamıyla yansıtmayan bir
isim taşıyor. .
Bu bakımdan, Fransa’da 1968 Mayısı bir çeşit bilimsel deney, şimdi­
ye kadar gizli kalmış birtakım olguların gün ışığına çıktığı bir doğralanma-
smavı oldu. Hepsinden önemlisi şu olgu: kelimenin gerçek anlamında birin­
cil rol ve üstünlüğü» biç değilse hareketin basında, öğrencilerde olduğunu
varsavalım: öğrenciler, kendilerinden daha önemli olan öteki tabakaların a -
tif varlığını görmezlikten eelme eğilimindeydiler. Bir kere okullular, liseli­
ler, teknik okullar ve hâttâ orta dereceli okulların son sınıflarından gelen
öğrenciler. Sonra, okul Öğrencilerinin üstünde ve Ötesinde, çok gems ye fark­
lılaşmış eenç «kafa isçileri»: genç doktorlar, avukatlar, ressamlar, mimar ar,
mühendisler, gazeteciler, aşağı ve orta seviyede beyaz-yakalı işçiler, teknis­
yenler, öğretmenler, araştırmacılar, /vb.
isin özüne bakılırsa, fazla-belirsiz, tekyönlü ve dolayısıyla yanlış olan
«Öğrenci Hareketi» sözü, çeşitli tabaklardan genç öğrencilerin, ve çentil ta­ • Aİthusser'in burada, kü-
bakalardan gene kafa isçilerinin başlattığı ve Maviş ayında bir dorusa u - çük-burjuva aydınlar arasın­
san bir koca dizi etkinliği içerir. Bu büvük çeşitlilik Mavuta olan birçok da yaptığı ayrım önemli. Tür­
şeyi açıklığa kavuşturuyor, hem eylemlerin çakışmasını (öıyıeem genç res­ kiye'de de goz önüne alın­
samların ve mimarların büvük afişleri) hem de çatışma ve hatta^ karşıtlıkları. ması gereklidir. Meslek sahi­
bi aydınlar, geçmişleri gere­
Bövlesİne büyük bîr çeşitlilik arasında bİT tek ortak nokta hükmünü sür­ ği, öğrenci keşifçine yakın­
dürdü. Küçük buriuva kökenli, ortak bir ideoloü kaynağı bu kitleye egemen dırlar. Batı ülkelerinde, mes­
oldu* Küçük buriuva ideoloîisi egemendi. Ama bu aynı çeşitlilik, Mayısta di­ lek hayatına girmek öğren­
le getirilen küçük buriuva ideolojisinin değişik türlerini açıklamaya yarıyor: cilikle bağları önemli ölçüde
egemen olan özgürlükçü anarşizm, hemen bunun yanında Trockizm, Anar- zayıflatır. Türkiye'de ise, mi­
ko-sendıkalizm, Guevarizm, ve Çin Kültür Devriminin ideoloîisi. Şunu da marlık, mühendislik, doktor­
belirtelim ki, Almanya ve İtalya gençliği arasında çok önemli olan Mar- luk gibi mesleklerde görülen
cuse’nin Fransa’da etkisi hemen hiç yoktu. yaygın gizli-lşsizlik; ayrıca
Bir gözlem daha: Yukarıda söylediklerimin ışığında «Öğrenci Hare­ bu mesleklerin oda örgütleri
keti» baslığı birçok karışıklığa yol açıyor. Şüphesiz öğrencilerin eylemlerine içinde hareketli Öğelerin, üni­
«Hareket» demek eğilim var; bu da onların nivetleri ve işçi Hareketine duy­ versitenin siyasî canlılığı
dukları hayranlık açısından bakıldığında anlaşılır bir şey. Ama bu adı tam döneminde yetişen kimseler
hak ettiklerini söyleyemeyiz. Çünkü benim düşünceme göre, bir ^hareket, alması, meslek odaları ile
örneğin işçi Hareketi, bu ada hak kazanmışsa, bu, toplumsal bir sınıfın öğrenci kesiminin bağlarını
(proîeterya) ve üstelik nesnel olarak tek devrimci sınıfın Hareketi olduğu güçlendirmektedir.
içip böyledir. Üniversite öğrencileri, lise öğrencileri ve genç kafa işçileri bir İster meslek sahibi, ister
sınıf oluşturmazlar, onlarınki daha çok, ideolojisi küçük burjuva olan bir hâlen öğrenci, küçük burjuva
.«ara tabakadır.» Her ne kadar içlerinden bazıları gerçek devrimci militan­ cydıniarımız arasında fraksi­
lar olsa da (Marx ve Lenin de toplumsal kökenleri bakımından küçük bur­ yon farkı çok. Gene de bun­
juva aydınlarıydı.) nesnel olarak devrimci değildirler. «Öğrenci H arekeli­ ların, Batı tipi bireyci ideolo­
nin gerçek bir Hareket olmadığı, yani birleşmiş bir hareket olmadığı Mayıs­ jilere benzemediği, proletar­
ta, hem insiyatifler hem de eylemlerde ortaya çıkan çelişki ve ciddi ayrı­ ya. örgütü özleminin, sadece
kavram olarak olsun, küçük-
lıklarda, bir de su Önemli olguda kendini belli etti: bazı durumlarda (örne­
ğin Charlety’de) Öğrenci Hareketi, PSU gibi temel kökeni öğrenci olmayan burjuva devrimciliğindeki te­
meli meydana getirdiğini gör­
bir siyasî partinin ideologlarına kendini teslim etmiştir. mek gerekir. Bizde, «Öğrenci
Bunu belirttikten sonra ve Öğrenci yoldaşlarımızdan, eylemlerine «Ha­ Hareketi» klişesi hiç isten­
reket» deme hakkım esirgememek için — çünkü bu onların profesyonel ve memiş, yanlışlık bunun pro­
skolastik kuramlardaki deneylerinin dışına çıkıp kapitalist devletin tüm ya­ leter Hareketi sanılması şek­
pısına yönelebilecek birleşik eylem ve birleşmiş bir örgüte duydukları özle­ linde ortaya çıkmıştır. Mar-
mi dile getiriyor— hareketi doğru perspektife oturtmak zorunludur. Şu cuse'cilik, Troçkizm, anar­
temel olguya dikkat edilmelidir: bu birkaç ülkeyi değil, hemen hemen her şizm, anarko-sendîkalfzm,
kapitalist ülkeyi ve hattâ bazı sosyalist ülkeleri de ilgilendiren bir hareket­ v.b, Türkiye'de hiç gelişme­
tir. 1968 Mayısında Fransa’da doruğuna ulaşmadan on beş yıl Önce başla­ miştir.
mış, bazı dikkate değer ilerlemeler sağlamış ve sonra bazı ülkelerde önem­
li başarısızlıklara uğramıştır, (Faşist Diktatorya tarafından bastırılan büyük « Mektubun yazılış tarihin­
Türk Öğrenci Hareketi bugün kimin hatınndadır?) den, bunu 27 Mayıs Hareke-
1955’de doğan ve günümüze kadar uzanan, birbirini izleyen zaferlerle ti olduğu anlaşılıyor. Aslın­

Birikim 1 / 4 5
yenilgiler dizisi, geri çekilmeler ve sonra gene büyük başarılarla, uzun ömür­ da bu Hareketi de «Şaniı»,
lü bir uluslararası hareket. Öyleyse, tarihte daha önce benzeri görülmemiş, «Büyük» gibi sıfatlarla yü­
kaçınılmaz yenilgilerine karşın, kesinlikle geri döndüriilemeyecek bu olay, celtmeden bir kere daha
nedir? Bir kez başlamış olduğu için daha birçok başarısızlıklarla karşılaş­ gözden geçirmekte yarar
ması muhtemel, hatta kesin olan, ama bir daha durması mümkün olmayan var.
bu olay nedir? e Tarihte benzerinin görül­
Bunu sınırlı bilgilerime dayanarak açıklayabilmek için aşağıdaki ana memiş olması gözlemi önem­
hipotezi, sunuyorum: bu uluslararası hareket, küçük burjuva bir çevrede lidir. Bu, Öğrenci eylemleri­
yürütülen ve son analizde emperyalizmin şimdiki evresinin yanı can çekiş­ nin, emperyalizmin yeni bir
ine evresinin buhranının kışkırttığı sınıl mücadelesinin spontane biçimle­ evresinin özelliği, yeni bir
rinden —genellikle utopyacı-sol biçimlere bürünen— biridir. gelişmenin sonucu olduğunu
gösterir. Dünyanın bu yeni
Bu hareketin doğmasında ve gelişmesinde uluslararası anti-emperyalist
devrimci potansiyelinin han­
sınıf mücadelesinin zorlayıcı etkilerini görmek pek güç değildir. Araların­
gi düzeyde ve nasıl bîr dev­
dan en önemlilerini sayarak bunların genç aydınlar ve öğrenciler üzerinde­
rimci etkinliğe gireceğini bi­
ki etkilerini hatırlayalurı: Cezayir Savaşı, Küba Devrimi, Latin Amerika’da
lebilmek için, bu yeni geliş­
gerilla savaşları —Che’nin kahramanca ama siyasî bakımdan pahalıya mal meyi de incelemek ve açık­
olan ölümü ■dünyanın en büyük askerî gücüne karşı VietnamlIların yürüt­ lamak gerekir.
tüğü olağanüstü başarılı mücadele, Çin Kültür Devrimi, Amerika’nın bü­
yük şehirlerinde zenci Afro-Amerikahlarm şiddetli isyanları ve Filistin Di­
lenme Hareketi... Bu anti-emperyalist mücadeleler ülkelerimizdeki çağdaş
gençlik ve genç işçiler arasında olağanüstü bir biçimde benimsendi. (Şunu
da unutmayalım ki, Fransa’da Cezayir savaşı için seferber edilenler prole-
ter ve köylü gençliği idi, Salan’ın «darbesini» felce uğratan, subaylarını du-
raklatanlar onlardı ve bu dersi unutmadılar.)
Fek tabiidir ki, 1930 - 1960 yıllarını noktalayan olaylar dizisi burjuva
ideolojisini kopacak derecede zayıflatıp, kırılacak hale getirmeseydl, sözünü
ettiğimiz benimseme boylesine derinden olmazdı. Mussolini’nın Faşizmi*
Hitler’in Nazizmi; İspanyol İç Savaşı ve uluslararası faşizmin Cumhuriyet­
çileri yenmesi, İkinci dünya savaşı; bunun sonucunda Orta Avrupa’da mey­
dana gelen devrimler ve özellikle Çin devrimi; üçüncü dünya ülkelerinin si­
yasî (bazen de toplumsal) kurtuluşu; «zaferler» ve yenilgiler (Kore, Viet­
nam); müttefiklerinin zayıflığı ve aralarındaki çelişkiler yüzünden Emper­
yalizmin uluslararası jandarmalığı görevini tek başına yürütmek zorunda
kalan Amerika Birleşik Devletlerimin doğrudan doğruya yaptığı siyasî ve
askeri müdahaleler; kısacası burjuvazinin dev iktisadı ve askerî güçlerinin
siyasî ve ideolojik yetersizliğinin kamu önünde sergilenmesi; bütün bu olay­
lar, tam olarak yok etmediyse bile geleneksel burjuva ideolojisinin gücünü » Emperyalizmin ideolojik
etkisiz kıldı. yenilgisi önemli bir sorun.
Bu birincil derecede önemli bir tarihi olgudur; bunun önemini azım­ Aslında bütün üretim tarzla­
samak çok ciddî hata olur; bu, egemen sınıfların egemen ideolojisinin pek az rının çöküntü belirtileri ilkin
ideolojik düzeyde kendini
sözü edilen ama açıkça ortada olan yenilgisidir. Bu yenilgi bütün dünyaya gösterir.
yayılmıştır. Bu yenilgiden bir boşluk doğmuştur, bir kapı ardına kadar açıl­
mıştır ve gerçekte bunu dolduran Marksist - Leniııist İdeolojinin hegemon­
yasıdır, Başkaldıran küçük burjuva tabakaların Marksizm - Leninizm yolu­
nu «çocuksu», utopyacı, ideolojik biçimler içinde aradığını biliyoruz. Enin­
de sonunda utopyacılığın (anarşik, anarko-sendikal, neo-Luxemburgist ve
genellikle «goşist») yalnızca bir çocukluk hastalığı olduğunu ve Lenin’in
dediği gibi, «iyi bakılırsa» tedavi olacağım da biliyoruz.
.. öyleyse, bir yandan emperyalizme karşı yürütülen zafer dolu mücadele
örneklerinin prestijinin, öte yandan burjuva ideolojisinin yenilgisiyle acılan
gediğin, öğrenci ve genç aydınlar için geniş bir ideolojik başkaldırma savaş
alam sağladığına çok da şaşmamak gerekir.
^Buna ek olarak, emperyalizmin içine düştüğü İktisadî buhranm yön-
^ ¡ Sir 7.alru,zca’ ŞitiifcÇe artan bir sömürü altındaki isçi sınıfım
değil belki ılk kez küçük burjuvazinin, maddî varlığını tehdit ettiğini de dü­
şünmeliyiz. Küçük burjuvazi içinde hali vakti oldukça yerinde olan bir ta­
baka (ara kadrolar, mühendisler, öğretmenler, araştırıcılar v.b.) doğrudan
doğruya bu etkiyi duymuş, çocuklarım bekleyen işsizlik tehlikesi karsısında
savaş meydanına atılmıştır. Emperyalizmin siyasî, İktisadî, ideolojik alan­
larda can çekişmesi, küçük burjuva gençliğinin, kapitalist devletin bazı ay­
gıtlarına saldırmasına kadar varan koşulları yarattı. Bu aygıtlarm en hasın-
da, burjuva ideolojisinin artık onulmaz bir zayıflığa düştüğü ideolojik bil­
gilenmenin yürütüldüğü aygıt gelir: eğitim sistemi.
Öyleyse, benim hipotezim şu: genç öğrenci ve aydınların «Hareketi»
hem ulusal hem uluslararası düzeyde ideolojik bir başkaldırı olarak düşü­
nülmelidir. (Not: ideolojik bir başkaldırı, kendi başına, siyasî bir devrim
değildir - öğrenciler bunu öyle kabul etmeye ne kadar heves ederlerse etsin­
ler.) Bu ilkin, kapitalist devletlerin eğitim sistemi aygıtına saldıran bir ide­ 9 Bizde de olay ilkin böyle
olojik başkaldırıdır. çıkmıştı, ama politik sonuç­
Şimdilik durum bu aşamadadır. Ama bence, insan olayların nereden ları olacağı belliydi. Politik
geldiğini, köklerinin hangi tarihî derinliklerde olduğunu bilirse, bunların ne­ değişme olmadan reform ya­
reye varacağını, ya da nereye yöneldiğini ve birçok ciddi olaydan sonra, pılamazdı, nitekim yapılama­
en sonunda, nasıl sonuçlanacağını önceden kestirebilir. dı da. Ama bu, yalnız politi­
Gerçi bu, kapitalist ülkelerin genç öğrenci ve aydınların ideolojik baş­ kayla uğraşıp üniversitede
kaldırılarına ilk sahne oluşu değil. 1920 başkaldırıları, Baü Avrupa’da yapılabilecekleri tamamen
sürrealizm, Rusya’da Proletkult, ideolojik başkaldırılardır. Ama dünyanın o terk etmeyi gerektirmezdi.
günkü durumuna bağlı nedenler yüzünden, emperyalizmin ve burjuva ide­
olojisinin gücü yüzünden, ya da başka nedenlerle (Rusya’da) bu hareketler
sonuçlarına yaramamışlardı. Çocukluk hastalığı aşamasının ötesine bir tür­
lü geçilemedi - bu en azından Batı Avrupa’da böyledir.
Acaba, son Savaş’tan önce bütün Avrupa ve Japonya’da öğrenci yığın­
larının büyük bir coşkuyla faşist hareketin «ideolojik başkaldırısı»na katıl­
dıklarım kendimize hatırlatmamız gerekir mi? Ama büyük burjuvazinin işçi
sınıfına karşı dövüşmek üzere seçtiği siyasî faşist liderlerin alçakça kötüye
kullandıkları o başkaldırı çarpıtılmış, faşistlerin korkunç yöntemleriyle çü­
rütülmüş, ve sonra Mihver güçlerinin aralarındaki savaşlarda katledilmişti.
Bugün bütün bunlar değişmiştir. Egemen sınıfın neo-faşist bir tepkisie Küçük burjuva kökenli
günümüzde gerçek, nesnel ve hatta yakın görünen bir tehlike olmakla bir­ gençlik, belirli koşullarda Fa­
şizme de militan sağlar. Hat­
likte Faşist hareketin öğrenci gençliği içinden lejyonlar toplama şansı sıfır­
tâ, ideoloji olarak «sol»u ka­
dır. Burjuvazi için en iyisi, kendi gençleri arasında en seçkin olanların ide­
olojik desteğini kesinlikle kaybetmiş olduğunu kabul etmektir. İşte bu ol­ bul eden, ama gerçekten
gu yüzündendir ki, öğrenci hareketinin kaçınılmaz kusurlarına karşın (ki proleteri eşe meye n küçük
bu bazan nesnel olarak anti-komünist öğelerin karışması yüzünden tehlike­ burjuva fanatik «sol» hare­
ketlerinin nasıl çabucak «fa­
li olabilir) öğrencilerin dünya çapındaki ideolojik başkaldırılarının ilerici
olduğunu ve daha şimdiden, tabiî kendi düzeyinde ve kendi sınırları içinde,şizan» bir renge bürünebil­
diğim de kendi kendine ame­
emperyalizme karşı uluslararası sınıf mücadelesinde yabana atılmayacak,
liyat yapmak zorunda kalan
olumlu bir rol oynadığını söyleyebiliriz. bir insanın takınması gere­
Öğrenci Hareketinin şimdiye kadar belki ancak mitik bir terminoloji ken cesaretle hatırlamalı ve
içinde karşılaştığı, ama artık gerçekten yüzleşmesi gereken mesele şudur: görmeliyiz.
hangi koşullar altında, hangi süre İçinde, hangi sınanmalardan sonra, Öğ­ Türkiye'de gençlik geçmişte
renci Hareketi İşçi Hareketiyle kalıcı bir bağ kurmayı başaracak ve niha­ sık sık faşizan amaçlarla
yet onunla birleşecektir? kullanılmıştı. Turancılık, dev­
Bu noktada ikinci olguyu getirmek gerekiyor. letin işine gelen anda, genç-,
lik içinde hortlattırdı.' Tan
OLGU II olayları, Çiçek Palas olayla­
> rı, 27 Mayıs sonrasının, örne­
Bu ciddî olguyu açıkça kabul etmek biraz cesaret isteyen bir iş. Salt ğin, «Kuyrukları Tel'in Mitin­
bu kadar ciddî olduğu için bugüne kadar açıkça kabul edilmedi. gi» gibi gösteriler hatırlana­
Uluslararası sınıf mücadelesi açısından üzücü ama gerçekliği tartışma bilir.
götürmez bir olgu bu. Komünist partilerimiz, geçici olarak —umarız— e Yerleşik Partiler, Althus-
ama tam anlamıyla, Öğrenciler ve genç aydınlarla ideolojik ve siyasî tema­ ser'in burada dediği gibi,
sım kaybetti. gençlik eylemleriyle bağ ku­
Mayıs ayında Fransa’da bu temas yokluğunun en kesin kanıtı Mayıs­ ramadılar. Ama onların da
tan bu yana bunun yeniden kurulması için gösterilen çabalardır. Sanırım bunu Althusser gibi «üzücü»
aynı şey başka ülkelerde de oluyor. «Longo»mın da, İtalyan Öğrenci Ha­ bir olay olarak gördükleri
reketi «lider»lerinden birkaçıyla şahsen görüşmeyi zorunlu bulması da Ko­ şüphelidir. Bu tip Partiler ge­
münist Öğrenci Örgütlerinin, kaybettikleri teması kendi başlarına normal nellikle gençlikten «proletar­
bir biçimde yeniden kuramadıklarının bir kanıtıdır. ya disiplini» beklediler.
Mesele şu, Mayısta, Komünist Öğrenci Birliği (UEC) olayların kar­ Gençler bu disiplini göstere­
şısında yıkılıp gitti. Genç kitleler —öğrenciler, kafa emekçileri ve hattâ meyince Partiler de onlan
bazı işçiler— UEC liderlerinin değil, başka liderlerin ardından gittiler; ko­ kendi dışlarına itmeye çalış­
münist olmayan, başka sloganlar altında çarpıştılar. Cohn-Bendit’in ve tılar. Gençlik eylemlerini «kü­
onun bir örgüt bile denemeyecek «22 Mart» grubunun ardına takıldılar; çük burjuva» sapması olarak
Ulusal Fransız öğrenci Birliğini (UNEF) temsil eden Sauvageot’nun ardm- niteleyip oturmak kolaydır.
dan gittiler —iysa bu hayalet-örgütün, eskisi istifa ettiğinden beri bir Ama ast! devrimci tavır her­
başkam bile yoktu; Üniversite Sonrası Öğrenim Kurumuna (SNES-SUP) halde Aithusser'in dediği gibi
bağlı Ulusal Öğretmenler Birliği sekreterlerinden Geİsmar ve Herzberg’in gençliğin özel potansiyelini
ardından gittiler; hattâ bazıları PSU’nun yöneticiliğini yaptığı Charlety mi­ genel toplumsal devrim po­
tinginde, PSU orada olmasına rağmen Mendees-France’ı konuşmaya razı tansiyeli İçinde nereye oturt­
edemeyince, Barjonet’yi dinlediler. UEC’nin ardından gitmediler, FKP’nin mak gerektiğini araştırmak­ c
ya da CGT’nin emirlerini —büyük 13 mayıs gösterileri dışında, ki bunun da tır. .
bir sonucu olmadı— dinlemediler. Evet, o noktada coşkuyla katıldıkları
doğrudur, ama FKP ya da CGT’den çok işçi sınıfının ardından gidiyorlar­ o CGT: Komünist Partisine
dı. Kitle haline gelince, kendi eski grupçuk’larını bile izlemediler; Mayıs bağlı büyük İşçi Sendikaları
öğrenci Hareketi kelimenin tam anlamıyla bu grupçukları ezip geçmişti. Konfederasyonu.
Bu çok ciddî ve etkili bir olgudur, öyle ki üzerinde düşünmek yeterli
olmuyor, kesin belgeler ve daha derin analiz gerektiriyor. (Zaten olgular ve
bir analiz olmadan nasıl düşünülür?)
ÖğrencÜer arasında, kendi örgütleriyle belli ölçüde temsil edilen Ko­
münist Partiler, neden öğrenci gençliğiyle onların Mayıstaki spontane ey­
lemleri ve ideolojilerinin gerisinde kalacak derecede temaslarım kaybetmiş­
lerdi?
Burada yalnızca soruyu getiriyorum, çünkü bir hipotez kurma riskini
göze alacak Ölçüde gerekli bilgilerim yok. Elbette Fransa için, Cezayir Sa­ • Fransız Komünist Partisi
vaşının öğrenciler üzerindeki etkisini araştıracak kadar geri gitmek zorun­ Cezayir Savaşında kaypak
ludur; çünkü UEC’nin çok ciddî ve zararlı iki bölünme geçirmesi bu olay bir tutum almış, Kurtuluş Ha­
ve sonuçları yüzündendir; her iki bölünme, UEC’yi hem üye hem sempa­ reketini pek desteklememiş­
tizan bakımından zayıflatmıştır. Tabiî Çin Kültür Devriminin etkilerini ve ti. Bugün bu olaya yeniden
ÇKP’nin Çin dışındaki hareketlere yönelttiği ayrılıkçı sloganları da hatırla­ baktığımızda, Cezayir'deki
Komünist Partinin Kurtuluş
malıyız. Ama bütün bunlar, genel bir nedenler sistemi içinde, kısmî öğe­
lerdir. İşte, hem ayrıntılarıyla hem de mutlaka bir bütün olarak, bu sis­ Hareketinde rol oynamadığı,
zaferden sonra halkçı önder­
temin analizini yapmak gerekir, çünkü bu yalnızca tek bir ulusun değil, ka­ lerin tasfiye olduğu, burjuva
pitalist ülkelerin çoğunluğunun ve hattâ bazı sosyalist ülkelerin de gençli­ egemenliğinin yeniden kurul­
ğini ilgilendiren bir sorundur.
duğu, Cezayir'in iktisaden
Bu temas kaybının nihaî nedenleri ne olursa olsun, kesin olan bir şey hâlâ Fransa'ya bağlı olduğu
vardır; gençliğin başkaldırısını, kaba bir terimle, solculuk (goşizm) denen düşünülebilir. FKP'nin tutu­
noktaya itmiştir. Bu terim tam bir karşılık değil çünkü bu solculuğun da mu beiki yalnız şovenizmden
alacağı çeşitli biçimler belirtilmelidir - örneğin, bazıları, bugünkü grupçukla- değil, bunları sezmesinden
rm: ve bunların eski yandaşlarının ispat ettiği üzre birbirlerine düşmandır. de ileri geliyordu. Ama ne
Şunu belirtmek gerekir kİ, burada söz konusu olan küçük-tburjuva solcu­ olursa olsun, Kurtuluşu des­
luğudur, Lenin’in sık sık ve gerekli dikkat gösterilmeden iktibas edilen Sol- teklememesi yüzünden ay­
Kanat Komünizmi’nde anlattığı proleter solculuğu değildir. Ayrıca şunu da dınların, gençlerin öfkesini
belirtmek gerekir ki, Lenin proleter solculuğunun devrim için «Sağ doktrin- çekti.
cilikten bin kat daha az tehlikeli» olduğunu ve İşçi hareketinin bir çocuk­
luk hastalığı olduğu için tedavisinin daha kolay olduğunu söylemiş olsa da,
Lenin’in formülü, küçük-burjuva öğrencilerin solculuğuna doğrudan doğru­
ya uygulanamaz. ® Bu, önemli bir nokta, işçi­
Şimdi rahatlıkla şunu kabul edebiliriz ki, küçük burjuva solculuğu «sağ­ lerin sapması, «işçi-arası»
bir sapmadır. Lenin'in bu ki­
cı doktrinerlikten kat kat daha az tehlikeli» olsa, hattâ proleter solculuğun­
tabındaki formüller öğrenci
dan da az tehlikeli olsa, bunu tedavi etmek proleter solculuğunu tedavi et­
«goşizrmine tastamam uy­
mekten kat kat daha güç olacaktır. Çünkü açıkça görüleceği gibi küçük maz. Öğrenci goşizmi, ge­
burjuvazi, «proleter sınıf güdüsü» gibi doğal bir tedavi çaresinden yoksun­ rek verdiği zararlar, gerek­
dur, tersine onda «küçük burjuva sınıf güdüsü» vardır, hele bunu «proleter se tedavi yöntemi olarak
sınıf tavrı»na dönüştürmek gerçekten çok güç bir iştir. farkiı yaklaşımlar gerektire­
Bütün bu özgül koşullar aydın ve öğrenci solculuğuna çok özel bir tür bilir.
«fedayi »yi zorunlu kılmaktadır. 1916 gençlik hareketleri için Lenin’in de­
diği gibi bunlara «her türlü yardım yapılmalıdır. Hataları karşısında sabırlı
olmalı, yavaş yavaş ve özellikle kavga değil, ikna yoluyla düzelmeye çalış­ e Lenin'in bu sözleri işçi sı­
malıyız. »
nıfı ve emekçi kitlelerle ger­
Ama, tarihte daha önce benzeri görülmemiş ideolojik bir başkaldırının çekten ciddî bağlar kurabi­
bilinmezliğine birdenbire dalıvermemelc için önce’bazı kesinlikle zorunlu (on- len, Parti karşısında ayrı bir
suz edilemeyen) koşullar yerine getirilmeden, gençliğin karmaşık solcu ide­ çizgiyi temsil etme iddiasın­
olojisinden çıkan çizginin bile tam doğru tanımım yapamayız. Bu ideolojik da olmayan gençler için
başkaldırı, bütün hatalarına, küstahlığına, ve kusurlarına karşın hiç şüp­ söylediğini de unutmayalım.
hesiz bir kitle olayı olarak ilericidir. Hem yanlışlık yapmayalım, bu sahici
ve tam anlamıyla bir kitle hareketidir; küçük burjuva olmasına küçük bur­
juvadır, ama kitle hareketidir.
Kanımca zorunlu (onsuz edilemeyen) koşullar şunlardır:

Birikim 1 / 4 8
1. İlkin, heyecanlı Mayıs Genel grevinde olup bitenlerin özgüllüklerini
anlamak için gerekli ilan her türlü sosyolojik (İktisadî, siyasî, Ve ideolojik)
analizi kullanarak olayların tarihî sırasını yeniden kurmak: yani, dokuz
milyon işçinin genel grevinin, öğrenci ve aydın gençliğin eylemlerine karşı
(Marcuse ve taiaımnın ideolojisini süiveren) tarihî önceliğini belirtmek zo­
runludur. Bu analiz gerçekten ayrıntılı bir biçimde yapılırsa çok önemli iki
yarar sağlayacaktır; işçi sınıfım, kendi gücü ve kaynakları —dolayısıyla dev­
rimci müdahale için dehşetli gücü— konusunda aydınlattığı gibi, genç Öğ­
renci ve aydınlara da, bazı genç İşçilerle temas etmelerine karşın (bazı genç
işçiler işçi sınıfı değildir) şimdiye kadar zorunlu olarak çarpık düşüncelere
sahip oldukları İşçi Hareketinin gerçekliği konusunda eğitecektir. Bu ana­
liz aynı zamanda, talepleri ve Öfkeleri çok iyi bilinen tarım proletaryasının,
yoksul köylülerin ve küçük mülkiyet sahiplerinin, Mayısta hemen hemen
topyekûn çekimser kalmalarının nedenini de açıklığa kavuşturmalıdır. Ne­ » Althusser bu sorulan belki
den çekimser kaldılar? Buna cevap vermek için, ulusal çerçevenin dışına de üyesi olduğu Parti'ye so­
çıkıp uluslararası bağlama başvurmalıyız; emperyalizme, emperyaiizme-karşı ruyor. Dediği gibi, Mayıs'ta,
yürütülen uluslararası mücadeleye, ve Uluslararası Komünist Hareketin bö­ çeşitli sınıf ve tabakalar ara­
lünmesinin doğurduğu çok güç şartlara, gerçekliğe ve onu oluşturan yaba­ sında bir kaynaşma değil,
na atılmayacak yapıcı öğelere başvurmalıyız. bir karşılaşma oldu. Sanki
bütün bu ayrı sınıf ve politi­
kalar, aym toplumsal buh­
2. Aynı zamanda öğrenci ve genç aydınların ideolojik başkaldırısının ran caddesinde gezmeye
temelinde yatan ulusal ve uluslararası nedenlerin derinlemesine bir incele­ çıkmışlardı. Birbirlerine bak­
mesini yapmak da zorunludur. Bu analizin, gençliği, kendilerini harekete tılar, bazıları selâmlaştılar,
geçiren nedenler konusunda: «özgürlük» olarak yaşadıkları olayların zo­ sonra herkes evine döndü.
runlu olduğu konusunda; içinde sürüklendikleri ve sürüklenmeye devam ede­ Yalnız gençler, eve erken dö­
cekleri kör yolların (çıkmaz) güçlüğü konusunda aydınlatmak gibi çok bü­ nülmesine epeÿ içerlediler.
yük yararları olacaktır. Onların Mayıstaki tarihî eylemlerini yöneten küçük Ama niçin birinin ekonomik
burjuva ideolojisinin spontane biçimlerinin sınırları ve hatalarım anlamala­ sloganlara takıldığı, ötekinin
rına yardımcı olacaktır; ve onları işçi sınıfıyla birleşmeye, devrimci müca­ niçin çekimser kaldığı gibi
delede işçi sınıfının liderliği (Lenin’in açık seçik doğruladığı) ilkesini tanı­ soruları Althusser kime so­
maya hazırlayacak, kelimenin tam anlamıyla şu anda onlara azap veren bir ruyor? Bu sorulara herhalde
sorunu ele almalarına yardım edecektir: Örgütlenme zorunluğu sorunu (çün­ gençliğin cevap vermesini
kü örgüt olmadan hiçbir siyasî eylemin mümkün olmadığım onlar da sezi­ beklemiyor. Çünkü zaten bü­
yorlar, hattâ bazıları biliyor bile). Üstelik böyle bir analiz işçilere, öğrenci tün sözleri, gençliğin niçin,
ve genç aydınların ideolojik başkaldırısının nedenlerini ve anlamım, hem bu sorulara cevap veremeye­
de işçilerin çok haklı nedenlerle şaşırmalarına, ihtiyatlı davranmalarına ceğini anlatm ak. içindi. Şu
—hattâ belki güvensizliklerine— yol açan ütopik tepkilerinin nedenlerini an­ halde sorunun muhatabı,
latabilmemizi mümkün kılacaktır. Tabiî ki bu nitelikteki bir analiz, daha Althusser'in de üyesi olduğu
önce de belirttiğim gibi, hem ulusal hem uluslararası bir düzeyde yürütül­ Parti olmalıdır, Farklı sınıf
melidir. ve tabakaların birbirleriyle
f karşılaştıkları caddenin, bir
i «gezinti» yerinden farklı bir
3. Son olarak, Komünist Partilerin çoğu ile gençlik arasındaki anormal yer haline getirilmesi herhal­
temas kaybma (pratik, ideolojik ve siyasî) yol açan nedenlerin sıkı bir ana­ de Öncelikle Partinin işiydi.
lizini yapmak zorunludur. Bu noktada da — olay bir ulusun çerçevesini aş­ Beklenmedik, kendiliğinden
tığı için uluslararası nitelikte nedenlerle karşılaşmamız anlamına da gelse— bir olay karşısında, sonuçlar
derîne inmeliyiz ve bunu yaparken olayın özgül ulusal nedenlerini de tes- m ın nereye varacağı kesti­
bİt etmeliyiz. Bu olmadan, Partilerimizin şu anda öğrenciler ve genç aydın­ rilemeyen, çünkü yeni ana­
larla yeniden kurmaya çalıştıkları bağ, Mayısta ölüm kalım meselesi olan lizler gerektiren bir olay kar­
bir boşluğu au jaugé (tahminî) yöntemlerle doldurma tehlikesiyle karşı kar­ şısında, Parti kitleleri kırdıra-
şıya kalır, yani bu, boşluğu mümkün olduğu kadar iyi bir biçimde doldur­ cck bir serüven yerine (Çün­
mak anlamına gelir; bu da yapılabilecek olanın en iyisi değildir. Tabiî bu kü emperyalist güçler her­
son analizin sonuçlarının yeri —belki sınırlı ama inkâr edilemeyecek yeri—. halde Fransa'yı kolay kolay
uygun ve sabırlı bir tedavi görmedikçe önümüzde daha uzun bir süre yuka­ bırakmak istemeyeceklerdi.
rıda anlatılan gençliği yönetecek olan çeşitli solcu ideolojilerin hepsinin kit­ Kopacak kızılca kıyamette
lesel ayaklamşımn nedenlerinin analizi arasındadır. Parti Sorbonlu öğrencilerin
yardımına pek fazla güvene^
Size çok uzun ve çok gecikmiş bir mektup yolladığım için özür dile­ mezdi} ortodoks kalmayı ter­
rim. Ama Mayıs’la ilgili olarak basit değer yargıları ya da olguların basit cih etti. Bu, o zaman içih ka­
betimlemelerini biraz aşan bir şey formüle edebilmek için bütün bu süre bul edilebilir bir tavırdır. Ama
gerekliydi. Zaten onun için, Mayıstan 10 ay, sizin seçim kampanyanızdan şimdi yapılması gereken, ar­
sekiz ay sonra da olsa bu mektubu gönderiyorum. Önerilerimin bir çoğunun tık «yeni» olmaktan çıkan
çok tehlikeli olduğunu biliyorum ve bazı durumlarda yanlışlık vaomamıs
bu olayın somut değerlen-

Birikim 1 / 4 9
o mam imkansız. Bütün isteğim yanlışlarımın bana gösterilmesi.
dirmesini tamamlamaktır,
ayî I^ na-CaSI,ni bÜerek yazdlSım bu ilk mektup, Mayıs olaylarına ışık Batı'da, toplumun teknokra-
tutabilecek bir incelemeye yol açarsa çok sevineceğim. Çünkü, esi görülnie-
tik denetim supaplarım elde
mış kalabahklarm genel grevini gören 1968 Mayısı, Düenme ve Nazildin tutacak «demokrat» zihniyet-
yenilişinden bu yana Batı tarihinin en önemli olayıdır. 9
li aydınların toplumu kurta­
racakları yolunda yeni teori
ve inançlar var. Bu gibi
inançlar oranın üniversite
Sooçliği arasında popülerleş­
tiği için, gençlik eylemi pro­
letarya politikası ile bağ ku­
ramıyor ya da kurmak iste­
miyor. Bu, Batılı Partilerin de
gençliğe karşı soğuk davran­
masına yol açıyor (Hiç değil­
se bu Partiler böyle söylü­
yor). Türkiye'de ise gençlik
böyle bir tavırda değildir.
Dolayısıyla, hem geçmişin­
den hem de Batı'daki ben­
zerlerinden farklı bir politi­
kaya girmesi beklenebilir.
Bu, edinilen bilinorn bundan
sonraki eylemefe somutlaş^
masına bağlı bir şeydir.

D,
dikk^H^ ' t v, eVrUaa- neSI>el 0tarak devrimc‘ terimleri konusunda
dikkatli olalım. Birincisi öznel niyetleri, İkincisi bireylerin ya da grup-
,a™ Proteter devrımı açısından nesnel kapasitelerim ifade eder. Bu te-
r SnCl k05uUarJa (y‘klcı bir iktisadi-siyasî - ideolojik
uhran) pndeter devranının zaferinin nesnel koşullarına erişecek düzeye
5aW a ^ deereken/ Zn<!İ kosu,larln (Par«. Parti çizgisi, kitlelerle bağ)
L ker®tln l a Um r ; ; VrimCİ dUmm ûhrtk yapbg. ayınm-
2)
BbMüklerinfMd2" ^aha. Sncf. ücretIİ asker oIarak Katanga’da hizmet
savulma d e re P°?1S saI<talanna karşı Sorbone'u koruyacak
savunma gucu pozuna geçmişlerdi. (IngilizceVe çeviren)
3 ) O donemin Eğitim Bakanı. (İngilizceye çeviren)
Birikim 1 / 5 0
ÖMER LAÇİNER

Değişen Dünya işimle


öğıencl Olayımı
i
' -- r '- f i
1. ALAN - ZAMAN ve ÖĞELER içeriğindeki evrensel benzerlik,
süreklilik ve sosyalist mücadeley­
Dönemimiz, son 25-30 yıldır, le temelde bir bağ kurma yolunda­
«atom çağı», «sibernetik çağı», ki genei eğilimi (hattâ bunu zorun­
«uzay çağı», «transplantasyonlar lu görmesi) basitçe açıklamaların
çağı» gibi birçok değişik ve hepsi sınırını zorlamaktadır.
de ayrı alanlardaki devrimci dönü­
Sayılarının ve üretimdeki yer­
şümlerden esinlenen tanımlarla
lerinin giderek artışının yanısıra,
nitelendirildi. yukarıda sözü edilen biiimsel-tek-
Fakat, bunların tek tek bilim nik gelişmelerin karakteristiği, so­
dallarında ve tüm olarak bilimsel runun tarihsel bir konumda yeniden
yapıda tutarlı bir açıklamaya ka­ ele alınmasını gerektirmektedir.
vuşmuş olduklarını kabul etsek de Üstelik pratik bir sorun var: Eyle­
bitmez sorun. Çünkü bu buluşlar, me geçtiklerinde, hareket kısa za­
yenilikler bilimsel oldukları kadar manda bir ikilemle karşılaşmakta­
toplumsaldırlar ve toplum bilimle­ dır; ya düştüğü yalnızlığı zorlama­
rince de açıklanmaları gerekir. larla aşmak (ki hiçbir yerde başa­
rılı olamadı), veya kendi kabuğu
Eklemek gereksizdir ki, döne­ içinde daha da yalnızlaşmasına
mimizin yeni boyutlara varmış her varan tavırlara kapılmak. Hareke­
olgusu, bu derin değişimlerin ta- tin kendiliğinden çizdiği çerçevesi­
rihsel-toplumsal anlamları ve so­ nin yetersizliğinde, «kendiliğinden-
nuçlarıyla belirledikleri bir çerçeve cilik» egemen olacaktır ister iste­
içinde incelenmedikçe anlaşıla­
mez.
mazlar.
Bu yargı, ele alacağımız ko­ Çağdaş değişimleri tarihsel
nunun, «öğrenci olaylarının çağ­ kökenlerinden çıkararak incelemek
daş anlamını tesbit çabasında tü­ iki nedenden ötürü mutlak gerekli­
müyle geçerlidir. Tezimiz, bu dir. İlki, bu dönüşümlere bugün
«olaysın kendisiyle zamandaş da­ verilen kavramsal içeriğin salt ça­
ha genel büyük değişimlerle birlik­ ğımızda öne çıkan görünüşleri
te yorumlanması gerektiği ve an­ kapsar oluşu ve zaman boyutu­
cak bu çerçeve içinde anlaşılabi­ nun eksikliğidir. İkincisi, bu dönü­
leceğidir. Geçmişin kısa süreli ve şümlere uygun yeni kavramların,
yerel karakterdeki «olay»ları bu­ ilişkili olduğu eski kavramsal ya­
gün sürekli ve evrensel bir olay pıda bugüne dek ikinci pianda
olarak gözler önündedir. Üstelik kalmış bazı öğelerin öne alınması­
«öğrenci olayları» yalnızca öğren­ na veya derinleştirilmesine gerek
cileri değil, meslek odaları, der­ duyulmasıdır.
nekler vs. içinde örgütlenmiş daha Bu bakımdan Marksizm’in top­
geniş «aydın» katmanları kapsa­ lumsal gelişime ilişkin bilimsel for-
yan, yaygın, çok yönlü bir muha­ mülasyonundaki öğelerin yeni ol­
lefet hareketinin siyasî yanı ağır
gular ışığında yorumlanmasına ön­
basan en görünür ve aktüel biçi­
celik yeriyoruz.
midir.
Bu «katmansların birlikte aynı 2. TEORİK TEMELLER
hareketi oluşturmalarının, aynı slo­
ganları kullanmalarının anlaşılma­ a) «Üretici güç»1 üretim sü­
yacak yönü yoktur. Çünkü biri, recindeki insana özgü fonksiyon­
öbürünün üretildiği «fabrika»dır. dur. Hemen eklemeliyiz ki bu gü­
Ancak, hareketin toplumsal-politlk cün gelişiminde her uğrak, kendi-
ne özgü üretim araçlarıyla karak­ dir, İnsan ve insanın eylemine, ta­

Birikim 1 / 51
teriz© edilir. Yani, belli dönemlerin rihsel sürecin ve -İlkin bir organik
ayırdedici bir insan-eşya (üretim varlık olarak insanın uyduğu- do­
aracı) birlikteliği vardır. Örneğin, ğal yasaların yorumunu yapmalıyız.
tarıma dayalı bir üretimde, üretici
gücün usûl, deney ve alışkanlıkla­ İnsan, bir organizmadan daha
rıyla ancak, orak, su-yel değirmen­ fazia birşeydir. Bunu, insanın do­
leri vs.nln kullanımı olanaklıdır. ğayı değiştirerek kendi etkileme
Ve bu dönemin üretici güçlerinin kapasitesini sürekli arttırmasıyla
bunlarla kavranabilen bir içeriği da izlediğimiz tarihsel gelişiminde
vardır. Kapitalist üretim biçiminde görüyoruz. İnsanî faaliyetleri sait
aynı unsurların makinaiara denk üretime, üretimi de yaşama, orga­
düşen ve onunla kavranabilen bir nik hayatı devam ettirme çabası­
içeriği olduğu gibi. na indirgemeye alışkın olanlar için
değişik bir yaklaşımdır bu. Kuşku­
Teorik olarak, bu tanımın ışı­ suz insanın doğa üzerindeki etki­
ğında, her üretim biçiminin - dola­ lemelerinin büyük kısmı, organik
yısıyla üretici gücün - kapasite hayatın devamına yöneliktir. Dö­
olarak - ulaşabileceği belli bir li­ nemsel bakışta çoğu kez sözkonu-
mit vardır diyebiliriz. Örneğin, bir su bile edilmeyen, ancak tüm ta­
üretim biçiminin, belli bir alan ve rihsel süreçte gözlemleyebildiğimiz Son enerji kaynağı: Atom/
zaman içinde yaratacağı ürünlerin bir özgüllüktür konumuz. Ve deni­ Euratom'dan bir görünüş.
sayısı ve tüm bunlarla gerçekleş­ lebilir kİ; ilk insanın doğadaki ey­ Bu merkez Avrupa
tirdiği değiştirme işlemi ölçülebi­ lemi, organizmasının isterleri için laboratuarlarındaki
lir, yürütülmüş, ama sonuçları bu koordinasyonunu
amaçla sınırlı kalmamıştır. araştırma çalışmalarının
Farklı üretim biçimlerine ge­ yapmaktadır.
çişle bu limit aşılır. Bu aşma yal­ «İnsan ihtiyaçlarının sonsuz­
nız sayıca değildir. Hernekadar bu luğu» tanımının temelinde bilinçsiz
olgu mutlaksa da, asıl önemli yan de olsa bu gözlem vardır.
ürünlerin niteliğine değgindir. Şöy­ İnsanın araç kullanmaya baş­
le de diyebiliriz: farklı üretim bi­ ladığında «insanlaştığını» söyle­
çimlerine geçiş; toplumun belli mek, aynı zamanda, onun, diğer
bir alan ve zaman içinde gerçek­ organizmalarla birlikte uyduğu
leştirdiği değiştirme fonksiyonu­ çevreyi aştığını söylemektir de.
nun nicelik ve nitelikçe değişme­
sidir. Onun içindir ki örneğin tel­ İnsanın tarihsel faaliyetinin,
graf, daha süratli bir haberci veya organik hayatın gereklerini aşan
posta güvercininden öte bir şey­ yanma «insana özgü fonksiyon»,
dir. «insanın belirleyici yönü» diyoruz.

Bu noktada, üretim biçimleri­ Organizmaların, organik haya­


nin nitel değişimini belirleyen şeyin, tın gereklerini yerine getirişleri, dış
üretici güçlerdeki nitel değişim, ge­ çevreye uyumla sağlanmaya çalı­
lişim olduğunu görüyoruz. şılır. Bu kategori içinde en gelişkin
eylem, «iç güdü» denilen, hayvan
Şimdi yeni bir soru sözkonu- türlerinin, değişik gereksinmelere
sudur. Yalın biçimiyle bu: üretici göre kendiliğinden uyguladıkları
güçlerin nicel ve nitel gelişimi, değişmez eylem biçimleridir.
hangi toplumsal süreçlerle oluşur? Oysa insanın, gerek organik ge­
sorusudur.
reksinmelerini yerine getirişte, ge­
Sorunun nicel gelişimle İlgili rekse kültürel faaliyet diyeceğimiz
cevabının «bizzat üretime katılan diğer eylem türlerinde değişmez
emekçilerin verili usûl, deney ve biçimlere bağlılık yoktur.
alışkanlıklara özel yetilerini de ek­ Eylemdeki yön ve biçim deği­
leyerek sağladıkları» olduğu bili­ şimleri, tarih içinde, İnsanî faaliye­
nir. tin çeşitli alanlardaki sonuçlarının,
«zihinse! faaliyet»Ie «bilgi» olarak
Nitel gelişim ile ilgili cevap yeniden doğayla ilişkilere uygulan­
ise -Marksist teorinin özünde ol­ masından kaynaklanır.
makla birlikte- üzerinde pek az
durulduğundan adeta unutulmuş, Türün ayırdedici özellikleri,
körleşti rilmiştir. organizmalarda üreme hücrelerinin
içsel işleyişleriyle aktarılır. Orga­
Bu cevap için, «nitel gelişim» nik hayatın temel kurallarından bi­
kavramına açıklık getirmek gerekli­ ridir bu.
Birikim 1 / 52
İnsanın ayırdedici özelliği or­ kin emeği} üretim biçimine göre,
ganik süreçlerle direkt ilişkin de­ köle, serf, işçi sınıfları, nitelik bo­
ğildir. Yalnızca bu fonksiyonunun yutunu (niteliğe ilişkin emeği) her
gerçekleşebilmesi tarihî olarak üretim biçimine göre bireyler,
oluşan bilginin insanın gelişkin gruplar ve giderek (çağımızda)
beyni tarafından yapım, eğitim, örgütlü zümreler, eğitim .öğrenim
öğrenim metoduyla özümlenmesini kurumlan temsil ederler.
zorunlu kılar. Burada içse! değil,
Böyîece, bu sınıf ve zümrele­
dışsal bir etkilenme, belirlenme
rin, insana özgü faaliyetin (eme­
sözkonusudur. Tek tek bireylerde
ğin) tarihsel sürecinde birlikteliği­
çeşitli ölçülerde varolan bilgi, ge­
nin nesnel temeli açığa çıkmış ol­
nel düzeyi ve niteliğiyle salt insa­
maktadır.
na özgü bir süreç olarak tarihsel-
toplumsal gelişmenin «çerçevesi­ 3. GÜNÜMÜZ «ÖĞRENCİ
ni» belirler. HAREKET LERİnNİN GENEL
ÇİZGİLERİ
Toplumsal hayatın çeşitli
alanlarında oluşan bilgi, ya tek tek Çağımızda yalnızca sanayi
alanların özel bilgisi olarak veya ürünlerinin biçimlerindeki sürekli
birbiriyle ilişkili alanların biraraya değişimlerde ve kapasitelerinin ge­
getirilmesiyle «bilginin üretilmesi» lişmelerinde değil, tekellerarası re­
diyebileceğimiz bir olaya konu kabetin niteliğinde de gözlemlene-
olur. Zihinsel faaliyet budur. Üre­ büen bir olgu var: Yeni teknoloji­
tim faaliyeti ile benzerliği yakıştır­ lerin üretime uygulanışı daha kışa
ma ölçülerinin üzerindedir. Şöyle sürelerde gerçekleşiyor ve rekabel
ki: ürünlerin niteliği-kalitesi üzerinde

İnsanın somut değiştirme fa­


aliyeti veya üretim faaliyeti2 Zihinsel faaliyet3
OBJE Doğa ve doğal süreçler Beyinin doğal yapısı ve
. işleyişi
ARAÇ İş araçları Metod
ÜRETİCİ GÜÇ Usûl - deney - alışkanlıklar Bilgi kapasitesi
SONUÇ Ürün - kontrollü bir etkileme Yeni bir bilgi - deney

Yalnızca analiz için birbirnden yapılıyor. Bunlar «niteliğe ilişkin


ayırdığımız bu iki faaliyet alanı iç emeğin» önemce artışı demektir
içedirler ve karşılıklı bir etkileme Böylece bu sürecin bir doğa! so­
vardır aralarında. nucunu da izleyebiliyoruz: Oto­
masyon, işbirliğinin yoğunlaşması, Bir başka atom
Bu iç içe oluşta her faaliyet toplumsallaşmanın artışı, kolgücü- araştırmaları merkezi:
tipinin sonucu, diğerinin araç ve Ispra.
nün kontrol fonksiyonu haline ge­
üretici güç bütünselliğinde yansır.
lişi.
Bu yansımada (etkilemede) somut
değiştirme faaliyetinin sonuçları İşte, bu oluşumların toplumsal
salt niceliksel, zihinsel faaliyetin planlarda yansımasının ilk yoğun
sonuçları ise hem niceliksel hem habercileridir öğrenci olayları.
de nitelikseldir. Her yeni toplumsal hareket gi­
bi o da başlangıçta kendisini, var­
Bu sonuç, şu formülasyona olan ideolojik çerçeve içinde ifade
vardırır bizi: Toplumsal gelişme, etti. Kendisiyle sınırlı ekonomik,
somut değiştirme (üretim) faaliye­ yönetsel isteklerdi bunlar. Bu sü­
ti ile buna değğin ve bunu nitele­ reçte kendi sorunlarıyla, toplumun
yen zihinsel faaliyetin (tarihsel temel sorunlarının aynı kaynaklı
bilgi süreci) ayrılmaz ıç ¡çeliğinde olduğunu sezdi. Sosyalist düşün­
oluşur.3 Gelişimin nicel boyutu­ cenin bir eğilim olarak harekete
nu belirleyen somut değiştirme yerleşmesi buradan başlar. (İçinde
(üretim) faaliyeti, nitel boyutunu bulunduğu egemen ideolojik çer­
belirleyen- insana özgü zihinsel çevenin aşılmasını bunca kısa su­
faaliyettir reli kılan dünyanın iki ideolojik
İnsana özgü faaliyet, bütün kampa ayrılmış oluşudur) Bu yeni
bu içeriğiyle emektir. Tarihte, top­ ideolojik çerçevesi içinde hareket,
lumsal yapı içerisinde, değişimin kendi yerinin «küçük burjuva ay­
nicel ve nitel boyutunu gerçekleş­ dınları» olarak belirlendiğini gör­
tirir. Nicel boyutunu (niceliğe Uiş- dü.
Özellikle, geri bırakılmış ülke­ sorun, bir seçiş değil, bîr tarihsel

Birikim 1 / 5 3
lerin öğrencî-aydın kitlesi, gerek zorunluluktur.
toplumsal yapının çarpıcı sorun­
ları ve gerekse cılız sosyalist olu­ Oysa baştanberi yapmaya ça­
şum yüzünden bu yeni yerinin ge­ lıştığımız açıklamalar -çağımızın
reklerinin uygulamada fazlasıyla bilimsel ufkundaki değişimlerin,
isteklidir. Sosyalist birikimin olduk­ toplumsal-tarihse! gelişimi belirle­
ça zayıf oluşuna oranla, hareket yen olguları daha açık görmemize
içinde, geniş olarak «kadro» göre­ neden olan anlamlar* ve bizzat
viyle yükümlü olanların sayısal çağdaş üretim pratiğinde gözlem­
fazlalığı, bu «kadro»lart tabanını lenen eğilim - aynı zorunluluğun,
da teşkil ettikleri kendine özgü bir «küçük burjuva aydını» İçin de ar­
eylem, örgütlenme düzeyine getirdi tık söz konusu olduğu göstermek­
kısa zamanda. tedir. Bir aydın için, günümüzde,
«küçük burjuva aydını» olmanın sı­
Emperyalist ülkelerde biçimce nırları aşılmıştır artık. Ve toplumsal
ayrı, fakat özde aynı bir süreç gö­ mücadelede bu yeni fonksiyonu
rüldü. Buralarda sınıflar örgütlü­ ile belirli bir «zorunlu görevi» var­
dür, güçlü komünist-sosyalist par­ dır.
tiler, sendikalar, geleneksel poli­
tikaları, geçmişin bir dizi deneyin­ Çağımızdaki aydm-öğrenci ha­
den yerleşik yorumlar vardır. Ken­ reketinin ilk ve temel yanılgısı,
disini bir isyan, protesto olarak bundan doğan sapmaları ve yalnız­
koyabiien öğrenci hareketi, bu ni­ lığının kökeni, yukarıdaki tesbitin
teliğiyle, sosyalist-komünist parti­ bilincine varamamış olmasından­
leri dolaylı olarak da olsa dışında dır. Kendisini fonksiyonu içinde
bırakıyor, çağrısını onları aşarak koyamamasıdır. Kendini bir «hak­
bizzat emekçi sınıflara yapıyordu. lı» tarihsel mücadelenin «gönüllü­
Kuşkusuz bu koşullarda sınırlı bir sü» sayması ile -her gönüllü gibi
destek görüyordu. işi bırakma hakkını da varsayar-
«yükümlü»den ayırır. Bazen çok
Her iki ülkede de hareketler atılgan, bazen yılgın oluşu bundan­
«küçük burjuva aydınları»na özgü dır.
sayıldı. Hareketin içindekiler de
bunu kabul ediyorlar, fakat çeşitli Fakat artık bîr «yükümlü»dür.
gerekçelerle gerçek sosyalist hare­ Nesnel gerçekliğin, zorunluluğun
keti temsil iddialarını sözle veya göreviyle yükümlüdür. Soru artık
eylemle ileri sürüyorlardı. Ve yine bu görevin «nasıl yapılacağadır.
önemli bir benzerlik, hareketin bu 4. SONUÇ
evresine egemen sloganların, he­
men hemen tümüyle, uygulanması Siyasal mücadelenin basit ve
emekçi sınıflarca mümkün talepler temel bir kuralı vardır: Güçler ken­
oluşu, öğrencl-avdının öz koşulla­ di alanlarında ve birbirleriyie
rıyla taleplerden pek az söz edil­ uyumiu olarak eylemdedirler. Belli
mesidir. Eylem planında da aynı anlarda güçlerin bir alanda yoğun­
şey vardır. laştırılması, güç kaydırılması ola­
naklıdır. Hedeflerin, eylemlerin ay­
Emperyalist dünya 65'lerden 74'-
rı biçimlerde de olsa bir uyumu
iere kadar bu toplumsal depremi
vardır. Bu uyumu gerçekleştirmek
yaşadı. Bunun aktörleri, yukarıdaki Girişimlerin tekelleşmesi,
Parti'nin işlevidir.
talepleri ve buna denk siyasal ey­ yan endüstrilerin de
lemleriyle etkinliklerini sürdürdü­ öğrenci-aydın hareketinin-kit- gelişmesine yolaçıyor. Bir
ler ama sonunda ya durdu veya (esin in-tem el alanı öğrenim kurum­ zamanlar küçük
yenildiler. landır. İkincil olarak laboratuarlar, İmalathanelerde üretilen
araştırma kurumlan ve fabrikalar­ şeyier, bugün büyük
«Küçük burjuva aydını» olma
dır. Öğrenci-aydının bu alanlarda endüstri yatırımlarına hedef
tanımını özellikle vurguluyoruz.
işlevi, bilginin edinilmesi, uygulan­ oluyor.
Çünkü aydınların sosyal mücade­
ması ve yeniden üretilmesidir.
lede bu tanımın içeriğiyle yer alma­
ları, belirli tarihsel-toplumsal ko­ «Bilgi»ye değğin bu süreçler,
şulların var sayılmasıdır. Bu hal, haldeki toplum biçiminin isterleri,
tanımın küçük burjuva aydınlarının anlayışı ve ideolojisiyle yönlendiri­
politik arenadaki yerlerini kendi lir. Bilgi sürecinin îarihsel-nesnel
bireysel seçişlerine göre tayin et- biçimlenişi (toplumsallaşmanın ar­
meferfnin doğaf olduğu bir döne­ tışı) bu ideolojik kısıtlamaya rağ­
me özgü oluşundandır. Aynı dö­ men oluşur. Bilimin, yaşamın her
nemlerde İşçI-emekçi sınıflar için alanında uygulanabilecek ve bu
Birikim 1 / 54
alanları daha üst gelişme düzeyie- de gözlemlenebilen ve değişen bir
rine ulaştırabilecek olanakları or­ ölçü olduğu görülür. Temelde bu
tadayken, yalnızca egemen sınıfın olgu, her üretim biçiminde ger­
siyasal ve ekonomik isterleri doğ­ çekleştirilmiş doğal sınırlamaları
rultusunda kullanılışını -nükleer aşma derecesiyle belirlenir. Ka-
enerjinin silâh olarak, bilgisayar­ pitalist-emperyalist sistemle birlik­
ların özellikle ticari gerekler için te bu alanın küresel boyuta var­
yapımı vs.- görürüz. ma yoluna girdiğini görmekteyiz.
Emperyalist sistemin bir dünya sis­
Burada, alanın temel çelişkisi temi olduğunu buradan kalkarak
gözlemlenir: Bilgi sürecinin nesnel söylüyoruz. Ticarî faaliyetin -İn­
gelişimi İie, ona verilmek istenen sanlar arasındaki çağdaş ilişki
ideolojik biçim arasındaki çelişki. olarak- artan hacmi ve haberleş­
Bu çelişkiyle genel hatlarıyla me, iletim olanaklarının hızlı ge­
iki farklı toplumsal düzeyde iki lişimi dünyayı olabileceği kadar
farklı durum doğar ve devrimci gö­ tek alan haline getirdi. Bu bakım­
revlerin biçimini etkiler: dan alanın temel çelişkisi her bi­ Uzaya giden ilk insanı
rim alanda belirleyicidir. Hele si­ taşıyan Vostok uydusunun
1 — Bilgi edinilmesi ve bu­ yasal sınırların şu veya bu biçim­ yere konmasını sağlayan
nunla ilgili süreçlerin toplumsal de tartışılır olduğu bir çağdaş du­ motorların ilk aşaması.
karakteriyle egemen ideolojik bi­ rumda.
çimin çelişkili olduğu yer-durum.5
Bu tesbitin doğal sonucu sis­
2 — Bilgi edinme ve bununla temin, aynı nitelikle belirlenen,
ilgili süreçlerin henüz toplumsal­ farklı fonksiyonları olan alanların
laşmadığı ve tüm sisteme egemen toplamı olduğudur. Bunun içindir
ideolojice bu sürecin engellendi­ ki emperyalist sisteme karşı müca­
ği yer-durum. dele, en genel ilkelere dayandırıl­
Dikkat edilirse birinci durum mıştır (Dar bir bölge sözkonusu ol­
emperyalist metropollerdeki, ikinci sa da)
durum geri bırakılmış ülkelerdeki
Bunun içindir ki geri bıraktırıl­
öğrenim-bilim-teknik'in yapısını
mış ülkelerde Öğrenci-aydm hare­
vermektedir.
ketinin kendi alanında vereceği
Çağımızda emperyalizmin geri mücadele, emperyalist metropol­
bırakılmış ülkelerde uygulamaya lerde bu alanda verilecek mücade­
çalıştığı sınırlı-kontrollu ekonomik leyle aynı niteliktedir. Farklılıklar
gelişme politikası, «sınırlı, kontrol­ ülke veya bölgenin yapısal-tarihsel
lü bilimsel-teknik gelişme» politi­ özgüllüklerinden gelir, nisbî ve
kasıyla tamamlanmakta, birlikte taktik plândadır.
yürütülmektedir. Geri bırakılmış ül­
kelere özgü bir bilimsel faaliyet Burada, öğrenci-aydm hareke­
tipi yerleştirilmektedir. tinin artık sürekli ve evrensel bîr
olgu olarak kendi alanında zorun­
Aynca en üst düzeyde, en ge­ lu devrimci görevleri olan zümre­
niş olanaklarla gerçekleştirilen bi­ ler olarak eie almamızı gerekli kı­
limsel araştırmalar, ekonomik mer­ lan çözümlemenin pratik hedefle­
kezileşmenin aynı bir merkezileş­ rinden söz edebiliriz. Bu hedefler
meyi bu alanda da sağlamaya yö­ daha ayrıntılı, daha somut biçim­
neliktir. ABD dışındaki daha kü­ ler İçinde verilebilir. Biz bunu, İnce­
çük metropolleri tedirgin eden, lememizin teorik verileri ile ilşkili
«teknolojik-bilimsel uçurum»dan biçimde genel hatlarıyla vermekle
bahsettiren olgudur bu. yetiniyoruz:

5. DEVRİMCİ GÖREV 1 — Öğrenim ve bilimsel-tek-


nik faliyetin amacı-fonksiyonu ve
Bu çerçeve içinde, emperyalist içeriğiyle İlişkili olarak;
metropollerde daha basitçe ortaya
konulabilen çağdaş devrimci prog­ a) Bilimsel araştırma, deneyler ve
ram, geri bırakılmış veya bağımlı buluşların kullanılma ve amacı­
ülkelerde İki ardaşık programa sa­ nın sistemin yaşatılması İçin
hip gibi gözüküyor. Ancak, bir araç olmasına karşı, toplum­
E? sal etkinliğin sürekli artışı için
Her üretim biçiminin, yapısı ve
araçlarıyla belirlenebilen bir alan b) Kapitalist ölçülerin yönlendirdi­
boyutu vardır. Tarihsel süreç için­ ği bilimsel araştırma ve meslek
Birikim 1 / 5 5
bölümlerine karşı toplumsal ge­ Kapitalist üretim biçiminde iş­
rekler için çi sınıfı mücadelesi, egemen sınıf­
lara rağmen, işçilerin, sınırlı da ol­
c) Bilimlerin, sistem tarafından al­ sa üretimi kontrol edebilmesini
maya zorlandıkları kapsama (parti-îsendika-grevler zinciriyle)
karşı tüm boyutlarıyla öğretilip, olanaklı kılmış ve sosyalist top­
uygulanması için lumda üretimi tamamen yönlendi-
2 — Biçimiyle ilişkin olarak rebilmelerini sağlayacak tarihsel
deneyleri edinme fırsatını yarat­
a) Tekellerin veya tekelci devletin mıştır.
kontrolünde ve seçilmiş perso­
nelce yapılan yarı gizli veya giz­ Aynı biçimde öğrenim-biiim-
li araştırmalara, deneylere karşı teknik alanında uygun yöntemler­
b) Bilimsel olmayan sınırlandırma­ le bu alana özgü temeller sağla­
lara karşı nabilir. Mücadele, amaçlarına uy­
gun kurumsal, örgütsel yapıyı, es­
c) Öğretim ve öğrenimin toptu ve ki kurumsal, örgütsel biçimlere
karşılıklı oluşmasına rağmen, rağmen temellendirmelidir. Her bi-
bu alandaki yönetim ve karar lim-teknik alanında, eylemin temel
yetkisinin tek yanlılığına karşı öğeleriyle birlikte «araştırma-ince-
d) Öğrenimin kalıp dersler İçinde teme dernekleri» kurulmalı, yaygın
sürdürülmesine karşı bir konferanslar ağıyla öğrenci-ay-
dınlarm büyük kitlesine çağdaş bi­
b) Öğrenim - bilim kurumlan üze­ limin anlayış ve ufku gösterilmeli­
rindeki tüm kısıtlayıcı etkilere dir.
karşı
Böylece; çağdaş toplumsal
Görüldüğü gibi, öğrenim - bi­ mücadele İçinde seçmeye bağlı ve
lim - teknik alanında akademik ta­ geçici bir yeri değil, aksine İnsanın
lepler gibi gözükmesine rağmen, tarihsel fonksiyonunca belirlenmiş,
sistemin bu alanda yetersizliğini kalıcı temel bir yeri olduğunu gör­
ve kısıtlayıcı rolünü açığa çıkaran düğümüz aydın-öğrenci katmanla­
politik içerikli bir programdır bu. rı, sosyalist mücadele içinde, işçi
Ve bu alandaki taleplerin ilk adım­ sınıfı yanındaki yerini öncelikle
da politik kanallara geçmesinin de kendi alanlarındaki bu devrimci
açıklanmasıdır. Sistemin bu prog­ programları için mücadeleyle ger­
ramın özüyle uyuşması kendinin çekten alacaktır. ■
İnkârıdır.
Birikim 1 / 5 6
MURAT BELGE

Oniversitelefde
Devrimci Gençlik Soıunu
Türkiye'de 1960 sonrası geli­ Gençlik olarak eyleminin bugün
şen devrimcî harekette, özellikle sadece provokasyona gelmeme
1968’den sonra, öğrenci kesimi eylemi olması, yani felsefî anla­
önemli bîr rol oynadı. Son yıllar­ mıyla olumsuz bir eylem olma­
da aynı öğrenci kesim, kendi geç­ sı bundan ötürüdür, Geçmişin
mişini eskiden pek Taslanmayan eleştirisi devrimci gençliğe, şim­
bir eleştirellikle gözden geçiriyor. dilik neler yapılmaması gerektiğini
Bu eleştirellik, gerçek bir eleşti­ gösteriyor. Bundan sonraki zorun­
rellik olduğu ölçüde, öğrenci ke­ lu adım atılıp neler yapılması ge­
siminin devrimci harekette bundan rektiği sorusu da aydınlanınca,
sonra oynayacağı rol de daha devrimci gençliğin tavrı ve eylemi
olumlu olacaktır, de «olumsuzsdan «oiunrılusya,
Öğrenci kesiminin bugünkü «edilgin»den «etkinse, «beiirlen-
durumunu belirleyen İki Önemli et­ mişsden kendini «belirleyense dö­
ken var diyebiliriz. Bunlardan bi­ nüşecektir.
rincisi dışsal ve aktüeldir. İçse! bîr Gençlik sorununun bütün dün­
etken olan İkincisi ise daha uzun- yadaki önemi, devrimci gençliğin,
vadeii bir birikim sonucudur ve Türkiye sosyalizminde özellikle
-»ene uzun-vadell bir gelişmenin önemli yeri, derginin bu İlk sayı­
başlangıcına dönüşebilir. sında bu konuya geniş yer ayır­
Aktüel olan etken Faşist sal­ mamızı zorunlu kıldı. Sosyalist kül­
dırılardır. Devrimci gençler geç­ tür birikimi için çalışan bir dergi­
mişteki provokasyona bir daha nin, devrimci gençlikle ve devrim­
düşmemeye karartı görünüyorlar. ci avdıniarla ilişkisi de zaten açık­
Faşistlere avm yöntemle karşılık tır. Bu nedenle, Birİkim’in ilk sayı­
vermeyi -haklı olarak- İstemiyor­ sında Gençlik üzerine üç yazı ver
lar. alıyor. Bunlardan biri Louis Alt-
Provokasyona gelmemek, Fa­ husser'inki. Althusser, Komünist
şist saldırılara aynı yöntemlerle Partisİ'nin bir üyesi, ama, Partisi­
karşılık vermemek, azgın ve katil­ nin gençliğe daha çok önem ver­
ce bîr saldıraaniığa sabırla aööüs mesini isteven bir üyesi olarak
germek... Dikkat edilecek olursa, yazıyor. Arkadaşımız Ömer Laçi-
bunlar heo «edilain» davranıslar- ner’in yazısı bazı Önemli noktalar­
. dır. Bu. sÜDhesîz bir zorunluluktur, da Althusser’inkîvie çakışıyor, ba­
onun için bu edilainlik, siyasî ter- zı noktalarda ondan ayrılıyor. Bir
minoloiinin «pasîfizrmi olamaz. de, soruna ikisinden de farktı ba­
Gelgelelim. savunma da sürekli ola­ kan bu yazı var.
maz. Şimdinin bu zorunlulukla Gençlik sorunu şüphesiz bü­
«edilain» tutumu ne şekilde «et­ tün dünyanın ortak bir sorunu. Bu
kin» olmaya yönelecektir? Hönemde ortaya çıkış biçimini be­
İste uzun-vadeü birikimi olan lirleyen şey, emperyalist dünva
sisteminin içinde bulunduğu özel
ve uzun-vadeli aeüsmevi başlata­
bilecek İçsel etken burada ortaya durum. Ama her evrense!, ulus­
lararası sorun, somutlaştığı zaman
oıkıvor. Devrimci gençlik, şîmdive
ve mekânların maddî koşullan
kadar islenmiş vanılaılarm eleşti­
içinde ele alınmalıdır. Başka bir
risi ışığında kendi devrime! Dotan-
sövievîsle. uluslararası aenelik so­
siveünî nasıl aelistirecektir? Ken­
runu, Türkiye’de, uluslararası bo­
dini nasıl kullanacaktır? Bundan
yutlarına ek olarak. Türkiye'deki
sonraki sivasî tercihi ve davranışı
özei aetisme tarihinin yarattığı
ne vönde olacaktır? Devrimci genç­
lik henüz bu soruların cevabı­
lik henüz bu soruların cevabını
kesinlikle formülleştlrmemiştir. nı kesinlikle formülleştirmem iştir.
Türkiye tarihi içindeki yerine kı­ Devletin hem ona ihtiyacı vardı,

Birikim 1 / 5 7
saca bir göz atarak başlıyoruz. hem de ondan korkuyordu. Başta
Türkiye'deki öğrenci hareket­ devlet tarafından zorla yaratılmış­
leri istenirse çok gerilere götürü- tı ve devlet, kırbacını eğittiklerinin
lebiiir. Hattâ, Celâli İsyanlarının tepesinden eksik etmemişti. II.
gerisindeki «suhte» ayaklanmala­ Katerina döneminden beri intefi-
rı da bir çeşit «okullu» başkaldır­ censiya devlete, sınıf ayrıcalıkla­
ması olarak ele alınabilir. Fakat rına ve genei olarak da mülk sa­
bunlar, apayrı birer toplumsal bü­ hibi sınıflara gittikçe daha fazla
tünsellik İçinde oluşmuş hareket­ düşman olmuştur..,.
lerdir. Yüzeysel benzerlikleri dola­ ...Aslında, intelicensiya ken­
yısıyla bunları bugünkü eylemlere dini siyasî partilerin yerine koydu,
bağlamak aldatıcı olur. sınıfların ye hattâ halkın yerine
Tanzimat sonrası gençlik ha­ koydu. Bütün kültürel ’ dönemleri
reketlerine kısaca bir göz atmak yaşadı -halk İçin. Gelişme yolları­
daha faydalı sonuçlar verebilir. nı tesbit etti- gene halk için. Bü­
Çünkü, her ne kadar o günkü sü­ tün bu dev çalışmalar nerede ya­
reçler de artık genellikle kapanmış pıldı? Bu aynı intelicensiyanın ha­
sayılabilirse de, bugünün süreçle­ yal gücünde...
ri -antitez niteliğinde olanları da- Eski Rus aydınının kendini
onlardan kaynaklanmıştır. kopardığı sınıfların kültürü ilkeldi,
Osmanh devletinin Batılılaş­ bireysel bilitTpIİİiğin büyüyen güç­
maya karar verdikten sonraki po­ lerini özümleyecek kapasitesi yok­
litikası gençliği o güne kadar kim­ tu... Aydın hemen hemen hiç zah­
senin hayal edemeyeceği ilişkile­ met çekmeden kendini eski sınıf­
re soktu. Bu yeni durum, Çarlık sal bağlarından kurtardı... kökle­
Rusya'sının daha önce içine girdi­ rinden kopmuş olarak... seçilecek
ği süreçle karşılaştırıiaMfir. Geri yollar ve yöntemler konusunda
bir ülkenin, dolaysız komşusu olan kendini mutlak özgürlüğe sahip pmg fiHjgVE GİnÎ râUS t » ;
tjemiiıuiı; amlMH’t ü dc-- [¡«ufli-i
Batı karşısında ezilmesi ve ona uy­ sandı. Bundan, sınıfının yaptıkları­
maya çalışmasının sonucudur bu. nın pişmanlığını duyan soyluları­
Gerek Rusya'da, gerekse bizde, mızın ve isyankâr yüksek okul öğ­
Batılılaşma sürecini devtet, kendi­ rencilerimizin öznel radikalizmi
ni kurtarmak için başlatmıştır. İki doğdu...
ülkede de, «Batılı aydın» tipinin Böyiece, tarihimiz boyunca,
doğuş koşulları bunlardır. Avrupa’­ intelicensiyanın ülkenin politik ha­
da Lenin'le birlikte bulunduğu bîr yatındaki sancaktarlık roîü, hizmet
sırada yazdığı makalede (İngilizce etmek istediği sınıfa değil, sadece
çevirisi yalnız Partisan Revievv'da o sınıfın «soyut düşüncesine bağ­
çıktı), Troçki bu süreci Rusya açı­ lanabildi.»
sından anlatıyor. Onun yazdıkları­ Rus aydını için söylenen bu
nı okurken insan neredeyse Türki­ Mayıs olayları sırasındaki
sözler, en azından 27 Mayıs'a ka- gazete başlıkları.
ye'nin aydınlar tarihini okur gibi darkl Türk aydını ve gençliği için
oluyor: de geçerlidir. 27 Mayıs'tan sonra,
«Bütün tarihimiz on sekizinci devrimciliği seçen gençliğin çaba­
yüzyıldan beri, hattâ daha da önce­ ları ise, İşte bu geçmişten kurtul­
lerden bu vana. Batı’nın artan bas­ mak, bu geleneği kırmak özlemini
kısı altında İierlemîstir. ToDİumu- içinde taşır. Ama sonuç, bu özle­
muzun en çabuk «AvruDalılaşan» min değil, gene eski kalıtımın za­
iki zümresi buaünlerde gittikçe bir­ feri olmuş, nesnel Kalıtım, yeterin­
birlerine düşman oiuvorlar, ama ce eleştirilip aşılamadığı için öz­
bu zümrelerin her İkisi de toplum­ nel özlemi boğmuş, 12 Mart sonra­
sal üstyapının birer parçası ve sına, yani bugünlere, böyiece ge­
halkın varoluşunun temellerinden linmiştir.
eşit derecede uzaktırlar. Birinci
zümre, devletin maddî teknolojisi­ JÖN TÜRK GELENEĞİ
nin yürütülmesini elinde bulundu­
ranlardan olusuvor: bunun üvele- Türkiye'de devlet, kendini
ri Bntı’nın azamî baskısına acıktır ayakta tutabilmek İçin avdtna İhti­
ye direnme güçleri de asgarîdir. yaç duvmuş, aydın yetiştirmek zo­
İkinci aruD, bilincini AvrupalI etki­ runda kalmıştır. Böyle bir devlet,
ler altında yaratılan veni bir ta­ bövle bîr girişimde devamîı fire
bakadan. inteiîcensiva’dan alıvor... vermekten kurtulamaz. Çünkü'eği­
İntelicenslya, Avrupa kültürü­ tim bilinçlenmedir. Bilinçlenme,
ne uzatılmış ulusa! bir antendi. devletin varolan çerçevesinin öte-
Birikim 1 / 56
sine geçmekte, o zaman bilinçle­ Namık Kemal maaştı mutasar­
nen kişi o devleti eleştirmeye baş­ rıf olarak «sürgüne» gider, oğlu
lamaktadır. Bu dürüm karşısında yüksek maaşla «mabeyinse alınır.
devlet zora başvurmakta, böylece, Avrupa'daki Jön Türkler sıkışınca
devlet ile aydınlar arasında sürek­ tanıdıkları Paşalara yazıp para is­
li bir çatışma geleneği kurulmak­ terler. Hepsi devletle sıkı fıkı iliş­
tadır. Örneğin, yakın geçmişimiz­ kiler İçindedir. Falan «adamsın gö­
de, bugünümüzün, devletle öğret­ ze girip sadrazam olmasını bek­
men arasında bir «bitmeyen kav­ lerler. Bir yandan Avrupa onları
ga» vardır. Köy Enstitülerini dev­ bazan korur, bazan kovar. Bunla­
let açar, «fire verme» dozu artın­ rı, bizim tarih kitaplarının koydu­
ca gene kendi kapatır. Öğretmen ğu şekilde «devrimcilik» eylemi
devlete gereklidir ama gène dev- olarak görmeye çalışırsanız, apı­
iet öğretmen kıyımını yürütür. Çün­ şıp kalır, neyi nasıl değerlendire­
kü öğretmenin, aydının kafasında ceğinizi bilemezsiniz. Yok eğer,
yanan bilinçlenme ışığı, her zaman şirketin nasıl yürütüleceği konu­
İçin devletin istediğinden birkaç sunda baba-oğui arasındaki çekiş­
kat daha parlaktır. me olarak bakarsanız, ne olduğu­
Gelgelelim, devletle aydın nu çok iyi anlarsınız.
arasındaki tartışmanın konusu, Falan paşanın ikbale gelmesi­
son döneme kadar, sınıfsal temeli ni beklemek, sürgünden filan dev­
olan bir tartışma olmamıştır, Ay­ let adamıyla teması sürdürmek
dın, Batı'ya yöneliktir. Batı'ya ye­ son derece doğaldır. Çünkü bütün
tişme özlemi sabırsızdır, Devlet bu adamların sınıfsa! kökeni bir­
ise, politikanın, nesnel zorunluluk­ dir. Biri, devlete hizmeti seçmiş­
ların hakkını vererek ilerlemekte­ tir. Öbürü, aynı devletin bir kesimi­
dir. Bir başka söyleyişle, aynı yo­ nin daha radikal temsilcisi olma­
lun devlet «realist», aydın ise «ide­ yı. Yani, bir halk devrimcisi değil,
alist» yolcusudur. Çatışma çok za­ en fazla radikal burjuvadır. Az ge­
man buradan kaynaklanmaktadır. lişmişliğin kendine özgü mekaniz­
Bunu, İktisadî ve sınıfsal termino- maları yüzünden, bu radikalizm
loii içine sokarsak, açıklama şöy­ (tepeden inmeciliğiyle) «tekelci
le biçimlenebilir: Devlet de, aydın burjuva» nın daha çok işine gelir,
da, Batı kapitalizmini özlemekte­ kapitalizm-öncesiyle de çelişir.
dir. Ama ülkede varolan kapita­ Düzenin niteliğine karsı bir radika­
lizm, az gelişmiş bir kapitalizmdir lizm olmadığı İçin, düzenin İstediği
ve bu, tür olarak, özlenen kapita­ zamanda ve biçimde ortaya çıkar
lizmden farklıdır. Kuruluşu ve iş­ ve hareket eder. Çıkışıyla, bir şey­
leyişi gereği, Kapîtaiizm-öncesiy- leri kahramanca başarmış gibi gö­
le içiçedir. Dolayısıyla, devlet ya­ rünür. işi asıl başaranlar ise per­
pısında kapitalizm-öncesi öğelerin de arkasında kalır -Fransız ihtilâ­
de ağırlığı vardır. Az-gelîşmişlik linin terörünü de burjuva sınıfı
çemberini kırmak için bir nicelik adına küçük burjuva önderlerin yü­
değil (devlet ve aydınlar böyle sa­ rütmesi gibi.
nır), bir nitelik değişikliği gerekli­
dir. Ama, bunu yapmak, halkın ha­ 27 MAYIS VE GENÇLİK
reketiyle mümkündür. Bu ise, ge­
lişmiş kaoitaüzme varan bir deği­ 27 Mayıs hareketinin, içinde
şiklik değil, sosyalizme varacak bulunduğumuz şu dönemde, eski­
bir halk iktidarına vol açan bir ni­ sinden farklı bir eleştirel tutumla
telik değişikliğidir. Çünkü, azgeliş­ gözden geçirilmesi gerekiyor. Bu,
mişliğin böyle paradoksal bir duru­ başiı başına bir inceleme konusu.
mu vardır. Burjuva sınıfı elinde Ama burada, gençliğin rolü açısın­
ve dünya emperyalist sistemi için­ dan bu harekete kısaca değinebi­
de azgelişmiş kapitalizm hiçbir za­ liriz.
man gelişmiş kapitalizm olamaz: 27 Mayıs, temelinde, sözünü
toplum ancak proletarya öncülü­ ettiğimiz bu «aydın» geleneğini,
ğünde sosyalizme yönelerek azge­ alışılmışın dışında bir davranışa
lişmişlikten kurtulur. Tabiî devlet götürmedi. Yapıda sistem-içi bir
ve {o dönemdeki) aydın bunu da değişim gerekiyordu. Siyasî iktida­
istemez. Böylece bir kısır döngü rın yapamadığı, hattâ engel oldu­
içinde kalınır. Aydın, hem kesin­ ğu değişikliğin gerçekleştirilmesi
likle bağını kopararak devlete kar­ İçin, aydın kesim gene öne atıldı.
şı koyamaz, hem de rahat dura­ Bir anlamda, devlet, hükümeti de­
maz. Jön Türklük geleneği budur. ğiştirdi. Bunda da «şanlı öncülük»
rolünü gençliğe verdi Amaçlanan gibi yazarların Lenin'i revize etme­

Birikim 1 / 5 9
değişiklik biter bitmez, «gençlik- leri atbaşı gitti.
polis el ele» gibi slogan ve miting­ Türkiye'de «devrimci öğrenci»
lerle, başlayan radikalizmi bitirme eylemleri işte bu genel konjonktür
girişimine geçildi. Bir yandan, 27 içinde başladı. Burada, Batı ölçü­
Mayıs'm bir devrim olarak aceley­ sünde bir sosyalist kuruluş da ol­
le ilan edilmesi, bu sınırları aşa­ madığı için, sosyalizmin geleneğini
cak nitelikteki bir devrimciliği dur­ temsil etme iddiasındaki bazı kişi­
durma amacım da içinde taşıyor­ ler, devrimci gençlik potansiyelini
du. özellikle parti dışı tutma strateji­
Toplumsal süreçlerde her za­ si şartıyla, Jön Türk geleneğiyle
man olduğu gibi 27 Mayıs'ta da ittifak kurdukları için, gençliğin
olay, başlatanların öznel amaçları­ ((kendiliğinden» hareketi alabildiği­
nı aşan nesnel gelişmelere yol aç­ ne teşvik gördü.
tı. Sanayi burjuvası isteklerini kıs­ Politik yelpazenin solunu dob
men elde etti, ama istemediği ye­ durmaya çalışan parti zayıftı. Güç­
ni gelişmelerle karşılaştı. Küçük lendirilmesine değil, yıkılmasına
burjuva aydın-bürokrat kesim «var­ çalışıldı (varolan yönetim yüzün­
lığını» ispat etti, ama üstesinden den Parti dışı çalışılmanın tercih
bir daha gelemeyeceği sorunlarla edildiği söylenemez. Çünkü kongre
yüz yüze geldi. Asıl önemli sarsın­ sonucu koskoca İstanbul il örgü­
tıyı ise gençlik geçirdi. Dünya kon- tü ele geçirildi ve düpedüz kapa­
joktürünün de zorladığı yeni bir tıldı, çalışamaz hale getirildi)
evreye giren Türkiye'nin toplumsal Özet olarak, 27 Mayıs sonrası
hayatında gençlik, kendi özlemle­ başarısızlık, gençliğe özlemlerinin
riyle varolan düzen arasındaki çe­ hanqi düzende gerçekleşeceğini
lişkinin bilincine vardı. Küçük bir göstermişti. 1968 sonrası hareket­
azınlığı bu durumda tercihini dü­ ler, bu hedefe yönelik çabalar ol­
zenden yana yaptı MTTB gibi du. Ama çabalar hedefe değil, çok
gençlik kuruluşları böylece gide­ başka yerlere vardı Bu dönemden,
rek Faşistleşti (devletin de teşvi­ bövlece olumsuz bir ders çıktı. Ya­
kiyle}. Ama gençliğin ana kitlesi ni o hedefe varmak için ne yap­
her geçen gün daha radikalleşerek mak değil, ne yapmamak gerekti­
sola kaydı, İkisi arasında kalan ge­ ği anlaşıldı
ne sayıca ufak bir kesim ise sol Başlıca ders, radikal kesimle­
sloganları kullanmakta herkesle rin kuyruğuna takılmama gereği­
yarışırken, temelde Jön Türklük nin aniaşılmasıydı. Çünkü ne yazık
geleneğini sürdürdü. ki 12 Mart dönemine devrimci ha­
reket ve cuntacılık geleneği fazla
1968'DEN SONRA sıkı fıkı bir durumda girdiler. Cun­
GENÇLİĞİN DÜRÜMU tacılık geleneği bu dönemde belki
de nihaî olacak bir darbe yedi.
1968 yılında yalnız Türkiye de­ Jön Türk geleneği böylece oldu­
n il bütün dünya gençlik eylemle­ ğundan sol görünme alışkanlığın­
riyle çalkalandı. Bu döneme ka­ dan kesinlikle vazgeçti -mahkeme­
dar, bütün dünyada devrimci dal­ lerde Komünizmi te lin ederek ve
ga geri çekilmişti. Bu durgunlu­ günah çıkararak. Ama gerçek dev­
ğun sorumluluğu, biraz haksız bir rimci hareket, bu sarsıntıyı daha
şekilde varolan proletarya partile­ İleri düzeyde bir bilinçlenmeye dö­
rinin «revizyonizmiyle» açıklanıyor, nüştürmeyi başardı
konjonktürün hesabı sosyalist Par­ Ne var ki, tarihte olanlar ay­
ti yapısından, hattâ Leninizm ilke­ nen tekrarlanmaz. Tuzaklar, karşı­
lerinden soruluyordu. Doğrudan mıza değişik kılıklarda çıkarlar.
doğruya proletaryaya «pasifist» Cuntacı geleneğin maskesini indir­
denemezse bile (ki bunu dahi di­ mek, yarın başka tertiplerin de
yenler oldu), örneğin bir milyon iş­ maskesini indirmemize yol aça­
çi üyesi olan Italyan Komünist Par­ caksa olumlu bir kazançtır. Bunun
tisine kolayca «revizyonist» deni­ için de devrimci hareketin bağım­
yordu. Çin’in Sovyetler Birliğiyle sız teori ve pratik platformunu
Önderlik çekişmesinin olumsuz kurması gerekir.
yan sonuçlan, bütün dünyada Par­ Şimdi, böyle bir platformda Mayıs olaylarının Öğrenci
ti dışı sosyalizmin hızlanmasına gençlik kesiminin kendi özgül ha­ liderleri: Alain Geismar,
voi açtı. Marcuse gibi yazarların reket alanını ve biçimini görmeye Daniel Cohn-Bendit ve
Marx'ı revize etmeleri ile Debray çalışalım. Jacques Sanvageot.
Birikim 1 / 6 0
GENÇLİK HAREKETİ NEDİR­ ütopikliği (sırasında provokasyon-
NE DEĞİLDİR cuiuğu) artık biliniyor. Gençlik ör­
gütünün proletarya örgütü olmadı­
Althusser'in bu sayıdaki yazı­ ğı da çok iyi biliniyor. Gençliğin
sı, geniş işçi tabanına ve uzun başka toplumsal tabakaları uzağa
bir geleneğe sahip büyük bir Parti İterek, kimisini korkutarak İş ya­
üyesinin serinkanlılığını ve taviz- pamayacağı da açık. Gençliğin
sizliğini taşıyor. Bir devrim potan­ gençlik örgütleri içindeki eylemi­
siyeli olarak gençliği değerlendir­ nin demokratik bir eylem biçimi ol­
mekte, üyesi olduğu Parti'ye oran­ duğunu tekrarlamaya da gene aynı
la çok daha olumlu ve iyimser bir nedenlerle gerek yok. Althusser'in
tavrı olduğu biliniyor. Ama bunu, yalnız şu sözünü bugün ve her
bir parti üyesinin disiplin anlayışı gün tekrarlıyablliriz: doğru bilgi
çerçevesinde dile getiriyor. Öte ve düşüncelerin «sınırlı sayıda 'bi­
yandan, gençliği potansiyelinden linçli' öğrencinin beyninden dışarı
ötürü çağırırken, gençliği aldatma­ çıkıp (a) kendi eylemlerine ve son­
ya hiç kalkışmıyor. «Siz küçük- ra (b) bir bütün olarak öğrenci ha­
burjuvasınız. Sakın kendinizi pro­ reketinin somut eylem çizgisine
letaryanın önüne koymaya kalkış­ girmesi gerekir.»
mayın.» Düşüncesinin bütün siste­ Bütün dünyada gençlik hare­
matiğinde var bu yargı ve bu ko­ ketleri somut bir başarıya ulaşa­
mut. madığı gibi, proleter hareketleriy­
Bizim devrimcî geleneğimizde le de birleşemedi. Ama, bitmedi
raslanmamış bir açık sözlülük bu. de. Daha önce benzeri görülme­
Bizde, ancak umut kesilen biri için yen bu hareketlerin, artık geri dö­
böyle bir dil kullanılır. Bîrini çağırı­ nülmez olduğu anlaşılıyor. Ayrıca,
yorsak, çok daha dalkavukça bîr Althusser’in dediği gibi bunların
ton kullanırız. Oysa Althusser, küçük-bur|uva olsa bile «kitle» ha­
gençliği çağırırken bu kadar katı. reketleri olduğu da anlaşılıyor.
Hiç şüphe yok kİ, Althusser'in Şu halde, Gençliğin, ne olma­
kişiliğiyle ilgili bir sorun değil bu. dığı sorusunu artık bırakıp, ne ol­
Aynı şekilde, bizdeki tuhaf peltek­ duğu sorusuna girebiliriz.
lik de tam anlamıyla bir kişilik so­ Aîthusser burada, gençlik ha­
runu değildi. Althusser'in bağlı reketlerinin oluşmasına yol açan
olduğu güçtür, onu böyle bir dille çeşitli etkenler sayıyor. Bunların
konuşturan; bu da, dokuz milyon başında emoeryalizmin can çekişir
işçinin genel grevini denetleyebi­ durumda olması yer alıyor. Althus-
len güçtür- tıpkı, bizdeki o konuş­ ser'e göre gençlik hareketleri, can
ma peltekliğinin bu güçten yoksun çekişen emperyalizme karşı küçük- Olaylar sırasında Paris'de
olmaktan ileri gelmesi gibi. buriuva katlarda yürütülen kendi­ bir sokak.
Övle bîr güç Türkiye'de varol­ liğinden sınıf mücadelesinin üto-
madıkça konuşma tonumuza o gü­ Dîk-solcu biçime girmiş olanıdır.
venli sertlik gelmeyecektir. Ya, Empervalizmîn çöküşü ve anti-em-
dilimizden bal akıtarak konuşaca­ pervalîst hareketin güçlenmesi iç
ğız. ya da, o sertliğin gülünç tak­ içe geçmiş, bu sürecin olavları kü-
lidine kalkışacağız. Lumoen kaba­ cük-buriuva kesimin muhalefetini
dayılığı ile devrimci dobra dobra- de hızlandırmış ve radikalleştîrmlş-
lıgı birbirine karıştıracağız- şimdi­ tir. Hali vakti yerinde olan orta sı­
ye kadar yaptığımız gibi. nıflar bile, kapitalizmin buhranla­
Ama, o güç kurulmadı diye rı karsısında mücadeleye giriş­
konusmavalım mı? Konusalım el­ mektedir.
bet. Kurulması İçin konuşalım. Ko­ Aîthusser bütün bunları say­
nuşmak için de bu ortamın uygun dıktan sonra, ana sorun olarak,
ses tonunu arayalım. Bu ton, bel­ sözü emperyalizmin fdeololik dü­
ki de. gevezeliğe kaçmayan, dost­ zeydeki çöküşüne ve gençliğin
ça sohbet tonudur: cevap yapıştır­ ideofoiik başkaldırısına getirivor.
manın katılığıyla tınlamayan, soru Gençliğin daha önce de İdeolojik
sormanın yumuşaklığını (ve ciddi­ başkaldırı eylemlerine giriştiğini,
yetini) taşıyan bir tondur. son Savaşta hattâ Faşizm'İn bu
Althusser'in Mayıs olayların­ başkaldırıyı kanalize edebildiğini,
dan on ay sonra Fransa'nın dev­ nma bu yolun bugün artık tıkan­
rimci gençlerine yönelttiği uyarıla­ dığını ve gençliğin başkaldırısının,
rı tekrarlamamıza gerek yok. Pro­ an ti-emperyalist mücadele içinde
letaryadan kopuk bir gençlik ha­ gitgide bilinçlenen bir ro! oynaya­
reketinin küçük-bur|uva niteliği ve cağını söylüyor.
Ömer Laçiner’in gençlik konu­ |uva zihniyet ve davranışlarından

Birikim 1/ 61
suna yaklaşımı oldukça farklı. O kurtulmalarını sağlaması bakımın­
bir kere, bugünün gençliğinin ve dan, gençler için ae en olumlu bir
teknokrat kadrolarının, üretimdeki kazançtır.
yerıerı gereği, «küçük-burjuva ay­ Ama gençlerin proletarya ör­
dın» sayılmamaları gerektiğini sa­ gütünde militan olması, gençliğin
vunuyor. Dünyanın değişen üretim proletarya örgütünde militan olma­
koşullarında bilim ve teknolojinin sı demek değildir. Bütün gençlerin
cynaaıgı rolden ötürü, bunu uygu­ böyle olması beklenemeyeceği ol­
layan aydın kadronun işçi sınıfıyla gusu bir yana, hepsi üye olsalar
birleşmesinin, eski küçük-burjuva bile bu, gençlik olarak ayrı bir dü­
aydın için olduğu gibi bir ahlâkî zeyde etkin olmamaları anlamına
seçme sorunu değil, bir tarihî zo­ geiemez. Çünkü proletarya partisi­
runluluk olduğunu söylüyor. nin militanı olmak için, o gencin,
Ömer Laçiner'in de Althusser'- «gençiik» özelliklerinden mümkün
le birleştiği nokta, gençlik hureke- olduğu kadar çıkması ve başka bir
tinin emperyalist sistem içinde, ide­ etkinlik biçiminin kalıbına girmesi
olojik düzeydeki önemidir. gerekir. Demek ki proletarya par­
Kapitalist sistem gitgide tek­ tisinin yanı sıra gençlik olacaktır.
nolojiyi geliştiriyor. Üretimde bilgi, Bizim şu anda üstünde durduğu­ Kanun ve düzen
kol emeğinin yerini daraltıyor. Böy- muz sorun, bu gençliğin örgütlen­ sağlayıcıları/
İece emperyalizm koi ve kafa eme­ mesidir. Çünkü herkes gibi genç­ Ayaklanmalara karşı
ğini birlikte sömürüyor. İşte, Ömer iik de ancak örgütlü olduğu za­ donatılmış polisler,
Laçiner, bu nedenle işçi sınıfı ile man etkin olabilir.
aydınların tarihî ittifakını maddî Demokratik bir kuruluş olarak
bir zorunluluk sayıyor. Şimdiye ka­ gençlik örgütü, bütün anti-faşist
dar ayrı düzeylerde yürüyen iki hareketlerde demokratik kuruluş­
hareketin birleşmesi gereğini sa­ ların bilinen hareket biçimleri içe­
vunuyor (şüphesiz, işçi sınıfının risinde davranacaktır. Kurulacak
değişmez önceliği koşuluyla bir anti-faşist cephelere katılacaktır.
birleşme). Birtakım olayları protesto edecek,
bildiri yayınlayacak, miting yapa­
GENÇLİĞİN MÜCADELE ALANI cak, yorum düzenleyecektir.
Bunlar, devrimci gençliğin si­
Bunları söylemekle, Gençlik yasî alandaki eylemleri olacaktır.
hareketinin ne olduğunu kesinlikle Ama, devrimci gençliğin tek eylem
tesbit ettiğimizi ileri süremeyiz. alanı bu mudur? Bundan daha da
Bunlar, ancak, ampirik ve teorik kendine özgü bir etkinlik düzeyi
araştırmalarla sınanarak doğrulan­ olamaz mı gençliğin?
ması gereken yaklaşımlardır. An­ Althusser'e göre gençliğin ve
cak, bu ilk yaklaşımlar bile, genç­ aydınların, yirminci yüzyılın ikinci
liğin mücadele biçimleri konusun­ yarısında ulusal ve uluslararası dü­
da bazı İpuçları veriyor. Türkiye- zeyde Hareketleri, ideolojik bir
nin deneylerini yaşayan bizler, bu başkaldırmadır ve ilkin kapitalist
konuda pek çok ülkenin devrimci­ ülkelerin eğitim sistemlerine karşf
lerinden daha avantajlı durumda bir saldırı olarak ortaya çıkmakta­
olabiliriz. Bizde, işçi sınıfını ve ge­ dır.
niş emekçi kitleleri çatısı altıcıda Bu yargıda gerçek payı varsa,
toplayarak bütün devrimcilere ve ideolojik pratik, gençliğin tamamen
iktidarlara kendini saydırmayı ba­ kendine özgü olan, başka kimseyle
şarmış bir parti yok ama, işçi- paylaşmadığı etkinlik düzeyi olabi­
gençlik birleşimi açısından engel lir.
çıkaracak, yılların alışkanlığıyla İdeolojik başkaldırı bütün dün­
kemikleşmiş örgütsel kalıplar, bü­ yada ve Türkiye'de, doğal olarak,
rokratikleşmiş, müzminleşmiş ta­ ilk fırsatta politik eyleme dönüş­
vırlar da yok. Bu ikinci yokluk, bi­ müştü. Çünkü ideolojik eğitim ku­
rinci yokluğun giderilmesi çabasın­ rumlan, üniversiteler, v.b,, politi­
da bir avantaja dönüştürülebilir. kadan soyutlanarak ele alınamaz­
Gençlik, ne kadar «doğru» dü­ dı. Sistemin bir parçasıyla çatış­
şüncelerle hareket ederse etsin, maya girince, ister istemez siste­
proletaryanın örgütü olamaz. Ama min bütünüyle çalışılacaktı.
«gençler», proletarya örgütünün Burada işçi sınıfıyla şöyle bir
militanı olabilirler. Bu, proletarya paralellik kurulabilir. İşçi sınıfı İki
örgütü için önemli bir kazanç ol­ düzeyde mücadele verir: ekono­
duğu gibi, o gençlerin küçük-bur- mi k-demokratik ve politik. Ekono-
mik-demokratik düzeyin mücadele­ blokta da, emperyalist blokta da
si oıan «grev» işçi sınıfının zorun­ egemen özellik budur. Dolayısıyla
lu eylem biçimlerindendir. Ama teknik kadrolara önemli bir iş dü­
yalnız ekonomik-demokratik dü­ şüyor. Dünyada, elektronikle, si­
zeyde yürütülen, politik mücadele­ bernetikle yeni bir üretim tarzına
ye dönüşmeyen işçi hareketi ba­ geçilip geçilemeyeceği tartışılıyor
şarılı olamaz. Öyle ki, politik bi­ (bizce, mülkiyet ilişkileri değişme­
linci ve etkinlik biçimi tam olma­ den böyle bir şey sözkonusu ola­
yan işçi hareketi ekonomik-de­ maz).
mokratik düzeyde bile tam olamaz. Emperyalist blok, bilgiyi olduk­
Şu halde, asıl belirleyici olan, po­ ça belirli bir hedefe yönelik olarak
litik mücadeledir; ekonomik-de- kullanmak istiyor. Sibernetiğin ver­
rnokratiK mücadele de bunun bu­ diği imkânlarla, tam denetim altın­
nun zorunlu temelidir. da tutulan bir toplumu amaçlıyor.
Gençlik için de aynı politik bi­ Böyle bir toplumda, aydınlara, tek­
linç gereKlidir, Gençlik için ekono- nokratlara önemli bir baskıcı görev
fiım-ucmokratik mücadelenin yeri­ düşecektir.
ni ise daha çok ideolojik-demok- Öte yandan, emperyalist siste­
ratik mücadele alır. Grev nasıl min çelişkileri, sistemin denetçisi
Öncelikle işçi sınıfının kendi ey­ olarak kullanılmak istenen aydın­
lem düzeyinde başvurduğu mü­ ları, sistemle mücadeleye zorluyor.
cadele biçimiyse, ideolojik müca­ Bilginin emperyalist amaçlar için
delenin çeşitli biçimlen de özellik­ çarpıtılması sürecine karşı direni­
le gençliğin üstleneceği eylem dü­ yor aydınlar, öğrenciler.
zeyidir. Tabiî bu ideolojik müra- Sistemler, sömürüye dayanan
delede, işçi sınıfının ekonomik-de­ sistemler çökerken, bu çöküntü­
mokratik mücadelesinde olduğu gi- nün ilk belirtileri «ideolojik» dü­
oi, belirleyici olan politik bilinç ve zeyde görülür. Egemen sınıf ideo­
politik mücadeledir. Başka bir söy­ lojisi, toplumun genel çıkarlarını
leyişle, ideolojik mücadele politik temsil etmekten uzaklaştıkça, sınıf
Önceliğin belirleyiciliğinde, ama bencilliği daha fazla sırıtır. Öte
gene de farklı bir etkinlik düzeyi­ yandan, haksızlık belirginleştikçe,
dir. bu sınıfın ideolojisi gittikçe zorba-
İşçinin eylemi nasıl ekonomik- laşır. Böyiece, ideolojik buhran ön­
demokratik alanda sürmeli, ama celikle patlak verir. Ama egemen
onunla yetinmemeliyse, öğrenci sınıf politik ve İktisadî düzeylerde­
eylemi de Ideolojik-demûkratik dü­ ki egemenliğini, denetimini, daha
zeyde sürmeli ama onunla yetin­ opey bir süre devam ettirebilir.
memelidir. Emperyalizmin, bilgiye, tekno­
Gelgeleiim, iki farklı kesimin
lojiye bağımlılığı ile ideolojik çö­
politik düzeyde birleşmelerinde,
küntüsünün aynı döneme Taslama­
aradaki paralellik kesin olarak so­
sı, aydın kadroları ve öğrenci
na erer. Çünkü işçi sınıfı, sınıftır,
gençliği sisteme karşı seferber et­
öğrenci gençlik ise bir ara tabaka­
miştir. Bu, aslında emperyalizme
dır. İşçi sınıfı, politik düzeye gelin­
son derece ciddi bir darbe vurabil­
ce kendi sınıfının politikasını yü­
mek için önemli bir fırsattır. Çün­
rütür. Gençlik, küçük-burjuva sap­
kü sistem böyiece, kendini ayakta
masına düşmek istemiyorsa, kendi
tutmak için ihtiyaç duyduğu kadro­
adına politika yapmaz. İşçi sınıfı­
larca sarsılmaktadır.
nın tarihî öncülük rolünü kabul
ederek onun politik önderliği altın­ «Niçin ideolojik alan?» soru­
da hareket eder. sunu başlıca cevabı budur. Alanın
' Toplumsal katların daha de­ kendisi özellikle önemli olduğu
rinlemesine bölündüğü Batı ülke­ için ve bu alanda mücadeleyi baş­
lerinde «devrimci» gençlik bunu ka kimse aynı şekilde veremeye­
henüz başaramamış, işçi sınıfı ve ceği için. Buna, aslında aynı şeyin
toplum adına bağımsızca (ve so­ bir başka türlü söyleyişi olan şu
rumsuzca) davranma alışkanlığını önermeyi de ekleyebiliriz: öğrenci
henüz üstünden atamamıştır. Tür­ gençlik, kendi yapısına en uygun
kiye'deki devrimci gençliğin tavrı­ mücadele biçimi bu olduğuna göre,
nın bundan farklı olacağına değil, en rahat, en doğal, ve en verimli
olduğuna inanıyoruz. şekilde bu alanda çalışabilir.
NİÇİN İDEOLOJİK ALAN? Öğrenci gençlik, etkinliğinin
Çağımız, teknolojinin büyük bir ağırlığını ideolojik alana aktarmalı­
hızla geliştiği bir çağdır. Sosyalist dır. Bu söz eskiden egemen çevre-
lerin söylediği, «öğrenciyse dersini bellidir. Öte yandan, Parti'nin bü­

Birikim 1 / 6 3
okusun» çeşidinden bir öneri değil­ tün etkinlikleri de gereken biçim­
dir. Çünkü o söz, öğrencinin kendi- lerde devam eder.
# sine okutulanı edilgin bir biçimde Oysa, geçmiş dönemin koşul­
öğrenmesini buyurmak demektir. larını ister istemez devralan bugü­
Etkinliği ideolojik alana aktarmak nün Öğrenci örgütleri, daha çok,
«önce okuyun, sonra politika ya­ tepkici nitelikte kuruluşlardır. Bir
pın» mantığının da tam karşıtıdır. olay karşısında tepki göstermek­
Çünkü, politikayı, okumanın içine, tedirler. Siyasî partideki gibi tesbit
devrimciliği, ideolojik alanın ve et­ olunmuş, etkinlikleri, gündelik gö­
kinliğin kendisine taşımaktır bu. revleri, ayrıca da, olağanüstü olay­
Dikkat edilirse, eski davranış­ lardaki davranışları tam yetkiyle
ta, «önce okusun, sonra politika tesbit edecek ve bu alanın çalış­
yapsın» sözüne karşı çıkılmış, ama malarını tek başına omuzlayacak
mantık, yani o tecrit edici, kav­ organları pek yoktur. Olsa da, laf­
ramları birbirinden ayırıcı burjuva ta vardır ve gerekli koordinasyon
mantığı kabul edilmişti. Çünkü, içinde çalışmaktan uzaktır. Genç
politikaya öncelik tanınmış, ama ¡¡ği tedirgin eden de, kahpe bir
okuma tatil edilmişti. Dolayısıyla, saldırıda vurulmak, ölmek korkusu
politika ve okuma aynı zamanda değil, devrimci olarak, böyle bir
yürütülememişti. (Bir bakıma, boy­ durumda eli kolu bağlı katmaktır,
kot tam bu mantığın eylemi değil işte bunun için, örneğin bir Faşist
midir?) İdeolojik bilinç alınınca, bu saldırısını arızî kılacak şekilde, as-
yeni bilinçle politik pratik alanına iî etkinlik alanının tesbit edilmesi
koşulmuş, ama İdeolojik pratik ala­ gerekmektedir. O zaman, gençlik
nı terk edilmişti. Oysa bunlar, bur­ örgütü de siyasî örgüt gibi işier
juva ya da küçük-burjuva taktik­ tabiî ayrı düzeylerde, ama aynı
leridir. Marksizm'in «içinden değiş­ devrimci ilkelerle).
tirme» yöntemine aykırıdırlar. Böyle bir işlerliğin başlaması
âcil pratik sorunu çözer. Devam
İDEOLOJİK ALANDA MÜCADELE etmesi, uzun devrimci sürecin çe­
NELERE ÇÖZÜM GETİRİR? şitli aşamalarında semeresini ve­
recek önemli birikimler sağlar,
İdeolojik alanda mücadele ön­ Ancak, bunları incelemek için, ide­
celikle, bu yazının başında sözko- olojik mücadelenin biçimine de kı­ Mayıs olayları sırasında
nusu edilen âcil pratik soruna çö> saca bir göz atmak gerekir, Bu yapılmış afişlerden örnekler.
züm getirir. Bu, gençlik örgütleri­ ,<onuda şimdilik kesin bir şey söy­
nin şu anda «olumsuz» belirleme­ lenemez, alacağı biçimleri pratik
ler İçinde olması, «olumlu etkinlik» belirleyecektir. Ama genel ilkeler
yolunu seçmekte güçlük çekmeleri şimdiden de tartışılabilir.
sorunudur. Olumsuz (felsefî an­ Varolan öğrenim kurumlarının
lamda), çünkü, neler yapılmayaca­ tam homojen bir yapıya sahip ol­
ğına göre belirlenen bir eylem. dukları söylenemez. Türkiye’nin
«Küçük-burjuvasm, bu halinle pro­ çarpık yapısını, farklı ulusal ve
letaryayı temsil etmeye kalkma!», uluslararası siyasî tercihleri bu
«Demokratik Kuruluşsun, siyasî kurumlar da aynen yansıtmaktadır.
Parti gibi hareket etme!», «Faşist­ Böyle olması, şüphesiz bu kurum­
ler provokasyona getirmek için lar içinde ideolojik mücadeleyi sür­
saldırıyor, karşılık vererek provo­ dürecek gençler için daha avan­
kasyona gelme!» Hepsi doğru, ama tajlıdır.
eksik. Çünkü bütün bu «yapma», Ne var kİ, bir bütün olarak bu
«etme»Jere karşılık, «ne yapılaca­ kurumlar düzenin parçasıdırlar.
ğı», «ne edileceği» yok ortada. Çalışmaları büyük ölçüde, 1} Bu
Komando saldırılarının yarattı­ düzeni haklı çıkararak kabul ettir­
ğı fiilî durum önemlidir ve bizi bir meye, yani, varolan bozuk toplum­
siyasî örgütle bugünkü gençtik ör­ sal koşulları ebedî ve doğal koşul­
gütün yapısı arasındaki temel ayı­ lar gibi göstermeye, 2) Bu düzen
rımlardan birine getirmektedir. SP içinde çeşitli işlevleri yerine getire­
yasî örgütte hedefler, görevler, cek elemanları a) hem gerekli bil­
davranış biçimleri .organların hiye­ gilerle, b) hem de gerekli görülen
rarşik kademelenmesi içerisinde tavırla donatmaya yöneliktir.
tesbit olunmuş, belirlenmiştir. Bir Bu durumda devrimci gençli­
Parti militanı da sık sık Faşist sal­ ğin temel ilkesi, dogmatik olarak
dırılarına uğrar, bazan öldürülür. verilene karşı eleştirel tavrı koy­
Bu durumda Parti’nin ne yapacağı maktır. Giderek, bu eleştirelliği, ya-
ratıeılığa dönüştürerek, verilen çar­ lektif bir yapı içinde yürütülebi­
pık bilginin yerine doğru bilgiyi lir. Böylece, yalnız devrimci bilgi
koymaktır. Öğrenim kurumiarının edinilmekle kalınmaz, bilginin edi­
ojigi düzeyindeki yetersizliğinin, nilmesi süreci de devrimselleştiri­
yanıltıcılığınm, çarpıklığının sergi­ lir. (Eski, çok yanlış aydın düşman­
lenmesinin yanı sıra, maddî yeter­ lıkları, anti-entellektüel tavırlar, v.
sizlikleri de açığa çıkarılmalıdır. b. de böyle bir süreç içinde doğa!
Kitap sorunu, kitaplıklarda çalış­ olarak elenir.)
ma koşutlarının sağlanamaması, Bu çalışma, üniversitedeki öğ­
öğrencilerin gerekli toplumsal ih­
renci kitlesi içinde yapılabilecek
tiyaçlarına asgarî ölçüler içinde bi­ en olumlu siyasî çalışmadır. Çünkü
le karşılık verilmemesi, öğrenciye henüz «apolitik» olan kitle böylece
insan muamelesi edilmemesi gibi kendi varoluş alanı içindeki çeliş­
yüzleri bulan sorun da sergilen* kiyle yüz yüze getirilmiş olur. So­
melidir.
yut bir dille anlatıldığında kolayca
Fakülte ve bazan fakülte içi kavrayamayacağı genel toplumsal
bölümlerde, 12 Mart'ın faşist yasa­ çelişkileri kendi hayatı içinde gö­
larının bıraktığı boşluklardan ya­ rüp kavrar. Burada ideolojik mü­
rarlanarak, üniversite mezunlarım cadeleyi veren kadroların dikkat
ve öğretim üyelerini de İçine alabi­ etmeleri gereken nokta-, öğrenci
lecek yapıda dernekler kurulmalı­ kitlesinin olumsuz isteklerini tah­
dır. Bu dernekler yukarıda sözü rik ederek değil, gerçek çalışma
edilen demokratik işler dışında zevkini ve disiplinini göstererek,
eğitim sorunlarını da doğrudan canlı şekilde sergileyerek sempa­
doğruya ele alabilecek şekilde ku­ tisini kazanmaktır,
rulmalıdır. Eğitim sorunlarından,
sadece, fakülte dışı seminer ve Gençlik eylemlerinin başında
konferanslar anlaşılmamalıdır. Fa­ ortaya atılan «Halka dönük üniver­
kültede okutulan derslere paralel site» gibi, temelde doğru olan, ama
çalışmalar da, ideolojik mücadele işlenmediği için bugün hâlâ her­
ve çalışmanın parçalarından olma­ hangi bir anlam taşımayan kav­
lıdır. Yanlış bilgilerle de, yanlış ramlara, somut bir içerik getirme­
bilgiyi empoze etmeye çalışan ez­ nin yolu budur.
berci, anti-demokratik medrese ho­ İdeolojik mücadele, egemen
cası tavrıyla da mücadele edilme­ sınıfları kendi çıkarları için yetiştir­
lidir. mek istedikleri kadroları onlardan
Yanlış bilginin yerine doğru­ çalar. Ancak en eyyamcı, en dz ze­
sunun konması İkili bir yarar sağ­ ki, satılmaya en hazır kadrolar o
lar. Bir kere, üniversiteye üniversi­ sınıfların hizmetine girmeye razı
te içinde bir alternatif getirir. Bu, olurlar, Öte yandan, bu eyyamcı­
son derece önemli bir olaydır ve ların dışında olan, en azından de­
ancak bunun gerçekleşmesiyle mokratik anlayışı ve çağdaş bi­
çağdışı öğrenim kurumiarının «be­ limsel tutumu benimseyen kişiler
yin yıkama» etkinlikleri, zararları ve çok zaman da devrimciler, «ser­
önlenebilir. İkincisi, dışa dönük bir best meslekler» diye bilinen alan­
yarardır. Devrimci öğrencilerin, ları ve ayrıca teknik alanı doldu­
şüphesiz devrimci hocalarından da rurlar. Bütün bu tabakaların dev­
yararlanarak meydana getirecekle­ rimci süreç boyunca olduğu gibi,
ri çalışmalar, genel olarak siyasî, halk iktidarının gerçekleşmesin­
entellektüel alandaki boşlukları da den sonra da yapacakları önemli
doldurabilir, yani üniversite dışın­ katkılar vardır.
daki okur kitlesine de ulaşabilir.
Böylece, doğru bilgiyi üretme etkin­ SONUÇ
liği, o bilgiyi gerekli olduğu yere
ulaştırma etkinliğiyle de tamamla­ Türkiye bugünlerde birçok ba­
nır. kımdan bir geçiş toplumunun özel­
Bu çalışma, kendi süreci İçin­ liklerini gösteriyor. Şüphesiz, aynı
de, kollektif çalışma eğitimini ve üretim tarzı, aynı toplum biçimi
disiplinini kazandırır. Çünkü söz- içerisinde bir değişimdir, sözkonu-
konusu işler, bireysel olarak başa­ su olan. Ama gene de toplumu ya­
rılamaz. Çalışmanın kendisi kollek­ tay ve dikey boydan boya kapla­
tif şekilde, birkaç öğrenci tarafın­ yan bir özel dinamizm var. Bu dö­
dan yürütüleceği gibi, genel koor­ nemde sosyalist hareketimiz de
dinasyonu da -bibliyografya, da­ eski yanlışlarından arınarak geli­
nışma, yayın işleri, v.b.- ancak kol­ şecektir. Olumlu ile olumsuzun yan
yana varoldukları, mücadele ettik­ ni ve bunun gereği olan pratik ha­
leri bir dönemde yaşıyoruz,

Birikim 1 / 6 5
reket imkânlarını (yani örgütlen­
Devrimci gençliğin çeşitli ara- meleri) yaratmaktır^
nışiarı arasında, burada önerilen Fraksiyonculuk her zamanki
yola benzer yöntemlerle de çalış­ gibi böyle bir durumda da, lafta
maya başladığı görülüyor. İstanbul keskin ve aktivist, ama fiilen ko­
Üniversitesinin bazı fakültelerinde laycı ve pasifist tutumuyla, ideolo­
bizim istediğimiz türden dernekler jik mücadele biçimlerinin geliştiril­
kuruluyor, Ankara'da örneğin Tüm- mesine karşı çıkabilir, sözde-poli-
Jktisatçıiar Birliği gibi bir kuruluş tik öncelikli hedefler gösterebilir.
meslekî alanda olumlu bir devrimci Oysa, ideolojik mücadeleye ağırlığı
etkinlik sürdürüyor. aktarmaktan kasıt, yukarıda da
Bugünkü gençliğin, dünkü belirtildiği gibi, politik mücadele­
gençlikten temel farkı, düşüncede, den çekilmek demek değildir. Tam
düzenin sınırları İçerisinde yaşa-1 tersine, politik mücadele içinde
mamasıdır. Geçmişte en ilerici kalmak, ama daha çok çalışarak,
gençliğin dahi idealleri ve özlem­ şimdiye kadar İhmal edilen ideolo­
leri, düzenin sınırları İçerisinde ile­ jik mücadelenin İçine de politika­
riciydi. yı taşımaktır. Politika ile ideolojik-
demokratik düzeyleri birleştirecek
Buaünkü gençlik, kurmak is­ bir gençlik örgütü, potansiyelini,
tediği toplumun ideolojik birikimini gündelik kışkırtmalarla tökezleme­
şimdiden yapmak zorundadır. İde­ den rasyonel bir bütünlük İçinde
olojik birikimi yeterli olmayan bir kullanabilecek bir programa sahip
kadro politikada da başarılı ola­ olur. Bunun tersini iddia etmek
maz. Bugün bunu gören ve buna gençliği yeniden o aynı kısır alana
göre davranmaya çalışan gruplar çekmektir ki zaten faşist saldır­
var. Asıl sorun, bireysel çabaları ganların planı da budur. Biz, dev­
ortak çabaya, kendiliğinden giri­ rimci gençlik kitlesinin bu oyun­
şimleri planJC bilinçli, koordine gi­ lara bir daha gelmeyeceğine ke­
rişimlere dönüştürecek fikrî zemi­ sinlikle inanıyoruz. m
ması ve ikinci baskılarda tam «Garp kültür ve tefekkür cami­
IESİ asının seçkin bir uzvu olmak
telif ücreti ödenmesi...
dileğinde ve azminde bulunan
emli küttür olay- Bu kararların böyle bir Kong- cumhuriyetçi Türkiye, medenî
Uiltür Bakanlığı- re'de onaylatılması önemli ve dünyanın eski ve yeni fikir
siyle Ankara'da olumlu bir olaydır. Ancak, her­ mahsullerini kendi diline çevir­
irk Yayın Kong- hangi bir bağlayıcılığı olmayan mek ve âlemin duyuş ve düşü­
<ongre 1939'daki bu temennilerin gerçekleşmesi nüşü İle, benliğini kuvvetlendir­
işriyat Kongresi'- başka bir sorundur. Gelir vergi­ mek mecburiyetindedir.»
ikmiş devamıydı, si ile ilgili yasa değişiklikleri
isyonu iktidara tahminen kısa dönemde ger­ «Gençlik neşriyatının, teveccüh
rlanmış, bu ik il­ çekleştirilebilir. Ama asıl hayatî etmesi lâzım gelen hedefleri
in hazırlıkları ya- Önem taşıyan anti-demokratik şöyle tarif edilmişti:
itin istifası üstü- yasalar kolay kolay değiştiril- Altı umde, yurt sevgisi, ahlâk
diki Irmak hükü- meyecektir. .Dolayısıyla, ger­ ve seciye, aile, nüfus,... büyük
hükümet ipinde çekten sağlıklı bir yayın ortamı adamlar, büyük inkılâplar, kla­
m Kültür Bakan- yaratılamayacaktır. sikler...
Bir ülkenin sağlıklı bir yayın «...mükâfatın verilebilmesi için
Kongresİ'ne Tür- hayatına sahip olması, fikirlerin İlk şart kitabın inkılâp ve reji­
Sendikası da ka- serbestçe tartışılabildiği bir hu­ mimize uygun bulunması...
başlangıçta, çağ- kukî yapıya bağlıdır. Bazı fikir­
cak, Kongre ön- leri söylemenin ceza kanunla­ «Dilimize çevrilmesi lüzumlu
rlet kitaplıklarına rıyla yasaklandığı bir ülkede, görülen klasik eserlerin listesi
ı Kültür Bakanlı- ancak tek-yanlı bir yayın var siziere sunulmuştur. Listedeki
;itap ve yazarlara olabilir. Türkiye, hukukî üst-ya- eserler arasında hümanist kül­
3 bir sansür uy- pısı kısıtlayıcı yasalarla dolup türe taalluku olanlara bilhassa
su, imzalı belge­ taşan bir ülkedir ve bu anti-de­ ehemmiyet verilmesi...»
likmiş, Yazarlar mokratik yasalar ünlü 141-142'- Görüldüğü gibi temel amaç, re­
Yır basın toplantı- den ibaret değildir. Türkiye’de jimin ideolojisini yaymaktır, O
haîka ilân etmiş- egemen çevreler, «hayatta en dönemde, varolan kültür düze­
tüne Kültür Baka- hakikî mürşit ilimdir» derler, yinin düşüklüğü nedeniyle, ya­
iftçi Türkiye Ya- ama dünyada iki ayrı bilim an­ pılan yayınlar oldukça yararlı
asını da'ı -bu ve layışının kesinlikle kutuplaştığı olmuştu. Bu faaliyetin bazı
olayları tartışmak bir çağda, hangi «ilimsin «mür­ olumlu anılarından ötürü bugün
'ye davet etti. şit» olacağına karar verme bile birçok devrimci aydın, dev­
hakkını ellerinden bırakmaya letin yayın hayatında rol oyna­
ikası ve Kongre'-
yanaşmazlar. Kendi anladıkları masını özlemle beklemekte­
ak katılan ilerici
«ilimsin dışında kalan bilim an­
ak önerileri sonu- dir.
layışlarını da yasa dışına itme­
k Yayın Kongresi Ancak, «rejimin İdeolojisini
ye çalışırlar. Alınan olumlu te­
bazı olumlu te- sağlamlaştırma» hedefi bugün
menni kararlarına karşın bu
ırı aldı. Bu karar- biraz daha farklı anlam taşı­
Kongre de, bu tutumun dışında
ızetlenebilir: yor. O dönemde sosyalizm top­
bir olay değildir.
rlüğünü kısıtlayan lum içinde somut bir varlık de­
Ne için toplandı II. Türk Yayın
işletilmesi. 2. İkin- ğildi. Bugün öyledir ve «ideolo­
Kongresi?
savcıların 6 aylık jik» mücadele özel bir önem
zisiyle yepyeni bir çığır açıldı. özetliyor, Türklye, demokrasiyi tirmiştir. Halk desteğini kazan­

Birikim 1 / 6 7
Bu diziyi yöneten kadro Batıcı savunanlar . ile demokrasiye mıştır. Dış çevreler de gelece­
ideolojiye karşı, pre-kapitalist saldıranlar arasındaki çatışma­ ğin devlet adamı olarak onu ta­
OsmanlI kültürünü yaymaya; nın sarsıntılarını en uzak köşe­ nımaktadır. Bütün bu güç ve
özel bir ağırlık vermekle görev­ lerinde bile duyuyor. Siyasî ge­ desteklerle Ecevit, herhalde se­
li bir ekipti, 12 Mart döneminin rilim artmış, halk eskisiyle kar­ çimi zorunlu kılacak ve kaza­
egemen sınıflar içi kavgaları şılaştırılamayacak kadar poli­ nacaktır.
arasında bu kadroya işten el tikleşmiş durumda. ■ Milliyetçi
CHP'nin seçimi kazanması, bu­
çektirildi. Cephe her yerde saldırıyor; Fa­
günkü barut fıçısını andıran or­
şizmin iktidarda olduğu, yasa­
Önümüzdeki dönemde devlet tamda belli bir rahatlama imkâ­
ları kendi yaptığı zamanlarda
eliyle yapılan yayınlarda gene nı yaratabilir. Ancak, bundan
bile, kendi yasalarına uyamadı-
eski Batıcı-laik tutumun ağır­ sonraki gelişmeler bizce şimdi
ğınt yakından izlemiştik. Bugü­
lıkta olacağını, ama Türkiye'de­ olanlardan daha Önemli ve da­
nün ortamında ise sağ cephe
ki pre-kapitalist kesîm’in eko- ha tehlikelidir. Çünkü CHP,
yasa, akıi, mantık; İnsanlık hiç­ «sobu temsil ederek İktidara
nomik-politik yapıyla bütünleş­
bir şey tanımıyor,
mesi ve rejimin parçası haline gelecek, sosyal demokrasinin
gelmesi oranında, yerli-uiusal Milliyetçi Cephenin bu dönem­ utopizmî yüzünden gireceği aç­
gelenek adına, Batılı kültürle deki boy hedeflerinden biri do­ mazlar bir ölçüde «sol»un sır­
Osmanlı-Türk kültürünün kay- ğal olarak TRT'dir. Bunun ne­ tına yüklenecek, bu arada fa­
naştırılmasına çalışılacağını deni TRT'nin «sol» olması de­ şizm güçlenme fırsatı bulacak­
tahmin edebiliriz. ğil, sadece «tarafsız» olmasıdır. tır. Sosyalistler için çözüm, yal­
(Ama böyle olması, TRT'nin nız CHP'ye yüklenmeye ağırlık
Gelişen sosyalist düşünceye böyle kızışmış bir kavgada veren bir strateji değildir. Öte
karşı bir burjuva ideolojisi olan «sol» dan eleştirilmesini hiçbir yandan, sosyal demokrasinin
Kemalizm’in çağdaşlaştırılması şekilde gerektirmez}; Çünkü vebalini de çekemezler. Böyle
yeni yayın politikasının temel Türkiye'nin gerçekleri artık öy­ bir durum, sosyalistlerin şimdi­
ilkesi olacaktır. Kemalizm pozi­ le bir nitelik almıştır ki, «taraf­ ye kadar yoptıkları gibi tek-
tivizmden kaynaklanan bir ide­ sızlık» bazılarına «sosyalizm» yanlı ve kısa-vadeli politik tu­
olojidir ve pozitivizmin ise çağ­ gibi görünmektedir. tumları bırakmalarını, karmaşık
daş burjuva dünyasında bile bir dünya ve karmaşık bir top­
yeri kalmamıştır. Bu nedenle, Bu nedenle Milliyetçi Cep­ lumun gerektirdiği esnek poli­
egemen çevreler ideolojik ba­ he, gitîkçe kaçınılmazlaşan se­ tik tutumu benimsemelerini zo­
kışlarında önemli revizyonlar çime bü TRT ile girmemek için runlu kılmaktadır. Buhranlı dö­
yanmak zoruniuğu ile yüz yüze can havliyle Uğraşmaktadır; nemlerde, çaresiz kalan sosyal
gelmişlerdir. TRT'nin birkaç toplumsal tema­ demokrat iktidarların Nazlzm’e,
Önümüzdeki günlerde egemen lı programının seyircide yarat­ Faşizm'e nasıl ortam hazırladı­
sınıflar arası çekişmenin siyasî tığı olumlu dikkat ve etkiye ğı unutulmamalıdır. Öte yan­
düzeyde billurlaşma biçimine Millivetci Ceohe partilerinin ta­ dan, her Önemli olavda kendi
göre devlet yayınında ne tip hammülü yoktur. İkinci Dünya soîundaküeri valnız bırakmanın
ideolojilerin ağır basacağı so­ Savaşı’nı, Nazilerin, Faşistlerin ne gibi sonuçlar verdiğini CHP'-
runu belli değişiklikler göstere­ iktidara gelişini gösteren film­ fiier de belki hatırlamak gereği­
bilir. Türkçü-Osmanlıcı, pek ler Milliyetçi Cephe'nin oldukça ni duyarlar' a
fazla revizyon görmemiş Kema­ yakın plandan çekilmiş fotoğ­
list, ya da çağdaş Batı'ya daha rafları gibidir. DEMOKRATİK KURULUŞLAR
yakın sîbernetikçi, strüktüralist, VE DEMOKRATİK
Sol karsısında birleşip kükre­
v.b, İdeolojilere ağırlık verebi­ yen Millivetci Cephe, kendi MÜCADELE
lir. Ne var kî, bütün bu görece içinde çelişkilerle doludur, 1960
ağırlıklara karşın, temelde de­ Geçtiğimiz Şubat ayında TÖB-
sonrasında Türkfve egemen sı­ DER’in sendikalaşma İsteğini
ğişmeyecek Özellik, yayınların nıflarının arasında beliren, ko­
anti-marksist olmasıdır. ve faşizme karşı tavrını duyur­
lay kolay giderilemez ayrılıklar, mak amacıyla yaptığı toplantı­
II. Türk Yayın Kongresi bu ge­ bu cephe içerisinde yok olmuş
lara yönelen saldırılar, demok­
nel hazırlığın ön çalışmaların­ değildir. Bu bakımdan Milliyet­ rasi sorunu çevresinde odakia-
dan biri olarak değerlendiril­ çi Ceohe yalnızca sofa karşı şan ■ mücadelenin Türkiye’nin
meli, buradan kural-dışı olarak bir iktidar mücadelesinin siyasî
sivasî havalındaki önemini ka­
geçirilmiş olumlu temenni ka­ aracı değil, avnı zamanda sa­ nıtlayan pek çok olavdan biri
rarlarının gerçekten ciddiye ğın kendi içindeki İktidar müca­
oldu. Demokrasi . mücadelesi,
alınması umulmamalıdır, a delesi ve hiyerarşi teshilinin sosvalizm mücadelesinin, sa­
arenasıdır. dece taktik nitelikte deail. aynı
«MİLLİYETÇİ CEPHE», Seçim sağ partiler icîn herhal­ zamanda özünü de belirleyen
SEÇİM VE TRT de bir bozaun olacaktır. Ecevit, avnlmaz bir parçasıdır. Bugü­
yurt içindeki «vetkîll ve etkili» nün Türkiye’sinde İse, vatay
Demokrasi sorunu ve bunun çevrelere burîüvazlnîn ağırlıklı olarak bütün vurt vüzevînde ve
kavgası günün siyasî ortamını bir kesimine kendini kabul et­ dikey olarak bütün kuramlarda
DEMOKRATİK KURULUŞLAR
VE DEMOKRATİK
Mücadele

Geçtiğimiz Şubat avında TÖB-


DER'in sendikalaşma isteğini
ve faşizme karşı tavrını duyur­
mak amacıyla yaptığı toolantı-
lara yönelen saldırılar, demok­
rasi sorunu çevresinde odakia-
şan ■ mücadelenin Türkiye'nin
sivasî havalındaki önemini ka­
nıtlayan pek cok olaydan biri
oldu. Demokrasi . mücadelesi,
sosyalizm mücadelesinin, sa­
dece taktik nitelikte deail. aynı
zamanda özünü de belirleyen
avrıimaz bir parçasıdır. Buaü-
nün Türkiye’sinde ise, yatay
olarak bütün yurt vüzevînde ve
dikey olarak bütün kurumlarda
demokrasi mücadelesi veril­ likle düştükleri yanılgı («parti
mektedir. Türkiye tarihinde ilk gibi davranmak» diye anlatı­
olarak demokrasiyi soyut bir lan), «demokratik baskı grubu»
kavram olmaktan çıkarmanın olmayı daha çok «kamuoyu ay-
mücadelesidir bu, Demokrasi dıniatıcılığı» şeklinde yorumla­
elbette sosyalist içeriği kazan­ maları ve bu yolda bazan ta­
dığı zaman somut bir gerçek banlarının Ötesinde konularda
olur. Ama bundan önce de sos­ tabanlarının çok ilerisinde de­
yalistlerin demokrasi sorunu­ meçler vermeleriydi. Oysa ger­
nun önemini kavramaları gere­ çek bir baskı grubu olmanın
kir. kaçınılmaz önkoşulu, tabanı
meydana getiren meslekî züm­
27 Mayıs Anayasası bazı öz­ renin gerçekten temsilcisi ol­
gürlükleri yukarıdan aşağıya maktır. Bu sağlanamazsa, «bas­
bir biçimde getirmişti. Dolayı­ kı grubu», örneğin Yunanistan'­
sıyla bu özgürlükler, aşağıdan la İlişkilerimizin ! gerginleştiği
yukarıya uzun bir mücadele sü­ her anda öne çıkarılan sekiz on
reci sonucunda kazanılmış kişilik Türk-Ortodoks Cemaati
haklar gibi değildi. Başlangıçta gibi desteksiz bir «bildiri kuru­
oldukça soyut görünürken, za­ luşu» olur. Kamuoyunun bu bil­
manla, siyasî mücadelenin da­ dirileri yanıtlama kapasitesi
ha modern bir biçim almasıyla de gittikçe azalır. Böylece ku­
Anayasa'nın açtığı boş alan ruluş, ne tabanım temsil edebi­
yavaş yavaş dolmaya başladı. len, ne de tabanı dışındaki kit­
Demokratikleşme, Türkiye'nin lelere gerçekten bir şey söyle­
geri İktisadî ve politik yapısın­ yebilen, toplumsal gerçeklikten
da egemen sınıflara hoş görü- kopuk bir nitelik alır.
nemezdi. 12 Mart dönemi ve 27
Mayıs Anayasa'sının özünü ta­ Bu eleştiri, geçmiş dönem İçin
mamen değiştirdi ve halkın ar­ şüphesiz daha geçerliydi. Bu­
tık kullanmaya alıştığı haklan gün ise demokratik kuruluşların
geri aldı. yerlerini ,Önemlerini ve yapabi­
leceklerini çok daha doğru bir
Bugünkü dönemde öncelikle görüşle değerlendirdikleri görü­
karsımıza çıkan sorun bu öz­ lüyor. Ancak bugün de, çeşitli
gürlüklerin, artık aşağıdan yu­ fraksiyon kavgalarının kurulma­
karıya doğru gelişen bir müca­ sı gerekil güçbirliğini yıpratma­
dele ile yeniden kazanılmasıdır. ması umulur. ■
Bu mücadelede proletaryanın
sosyalist örgütünün yanı sıra Bir Dergi
bütün demokratik kuruluşlara AYLIK POLİS DÜNYASI
da önemli görevler düşmekte­
dir. Böyle bir mücadele demok­ Son zamanlarda Milliyetçi Cep­
ratik kuruluşlara hem somut he­ henin saldırıları yoğunlaştıkça
defler, hem de güç birliği kur­ polisin bu saldırılara karşı ta­
mak için somut koşullar yarat­ kındığı tavır da eleştiriliyor. Bu
maktadır. TÖB-DER gibi, çeşitli eleştiriler yapılırken elimize
meslek odaları gibi kuruluşlar «Avlık Polis Dünyası» adında,
İçin sendikalaşma sorunu bu polis örqütü için yayımlanan bir
çeşitten bir hedef göstermekte­ derai geçti. Derginin Ocak 1975
dir. sayısında, İlk sayfadaki baş­
yazıdan parçalar sunuyoruz:
Demokratik kuruluşların eski
dönemde İmkânları aşan tarz­ «Şu dünva ne garibtir. (İmlâ
da politik mücadeleye katıl­ yanlışlarım düzeltmedik) Ayı­
maları hem İçerden, hem de dı­ dan post. Moskoftan dost olur
şardan eleştirilmişti. Özellikle mu? Olur diyenlere son günler­
içeriden eleştirilerin olumlu so­ de rasîar olduk. Ne korkunç bir
nucu, şimdi daha rasyonel bir gaflet... Ne tez unutuldu Mos­
davranış biçiminin ortaya çık­ kof'un Ardahan'ı İstemesi...
ması vojmuştur. ’Gelğelelim, «Komünizm, hangi ülkede refah
«imkânlarım aşan» davranışlara getirmiştir. İşte Doğu ve Batı
girmemek, bu kuruluşların öne­ Almanya:
mi olmadığı demek değildir.
«Bir tarafta komünizm. Bir ta­
Demokratik kuruluşların genel­ rafta karma ekonomi. Bîr taraf-
----- i

likle düştükleri yanılgı («parti ta refah bir tarafta sefalet. Ama co


co sağı, solu dolandıranlara gerekli Etibank, Emayetaş, Coca-Cola
gibi davranmak» diye anlatı­ onlar muradlarına eremiyecek- dersi vermenizi istiyoruz.» Seiko, Girna, ve Ziraat Banka­
lan), «demokratik baskı grubu» lerdir... Bu ülkenin vatansever Dergide ayrıca İlyas Aydm'ın El sından alınma.
olmayı daha çok «kamuoyu ay- evlâtları istenildiği kadar teh­ İ fetih'de devrimciler tarafından
dıniaticılığı» şeklinde yorumla­ dit edilsin, istenildiği kadar zor Lh ajan olduğu gerekçesiyle kurşu­ SANSÜR SÖRUNUiVE BU
maları ve bu yolda bazan ta­ bir uğraşa sürülsün mücadele­ m na dizildiği haberi ile Elfetih'de
KONUDA BAŞLATILAN
banlarının Ötesinde konularda lerinden yılmayacaklardır. Çün­ İsrail bskmında ölen Bora Gö­
tabanlarının çok ilerisinde de­ kü, onlar ecdatlarına dayanan zenle arkadaşlarının haberi ve­ MÜCADELE
meçler vermeleriydi. Oysa ger­ bozkurt efsaneleriyle büyümüş­ riliyor, «Birinci Şube Elemanları­ Türkîye'deki gnti-demokratik yö­
çek bir baskı grubu olmanın lerdir... Çünkü onlar Turan'ın na» az para verildiği konusun­ netim in ağirIiğinrm:.duyurduğu
kaçınılmaz önkoşulu, tabanı zaferlerine inanmışlardır. Ca­ da gene Arif Yüksel'e başvuru­ kurum lardan bi ri de san sür ol­
meydana getiren meslekî züm­ nım kadar sevdiğim (ruhu şad- luyor. Ayrıca, Türkeş'in fakir muştur. Geçtiğimiz günlerde ye­
renin gerçekten temsilcisi ol­ olsun) aziz arkadaşım Yusuf halkı bazı vergilerden kurtar­ ni uygulamalar bu sorunu yeni­
maktır. Bu sağlanamazsa, «bas­ İmamoğlu Moskof uşaklarının mak için kanun teklifi yaptığı den alevlendirdi. Önemli olay,
kı grubu», örneğin Yunanistan'­ kurşunlarıyla Edebiyat Fakülte­ anlatılıyor. Profesör Doktor Or­ «Z» filiminin televizyonda oyna­
la İlişkilerimizin ! gerginleştiği si koridorlarında şehit edildiğin­ han Düzgüneş’in «Ülkücü Ol­ tılmasının yasaklanmasıydı (si­
her anda öne çıkarılan sekiz on de cebinden para olarak sade­ mak Şereftir» adlı makalesi boz- nemalarda oynatılması zaten
kişilik Türk-Ortodoks Cemaati ce bir kırk kuruş çıkmamış- kurtluğu «akademik düzeyde» daha önce engellenmişti). Bu
gibi desteksiz bir «bildiri kuru­ mıydı?.. Komünistlerin son gün­ övüyor; CHP’Ii bakan Üstün- filimde anlatılam w
luşu» olur. Kamuoyunun bu bil­ lerde tekrar dillerine doladıkları dağ'a çatıyor. Şubat olayları da öldürülmesi :-vofayi#wKaı^manfis
dirileri yanıtlama kapasitesi devrim meselesine gelince, evet neredeyse önceden bildiriliyor zamanında geçmişti. Ama Ka-
de gittikçe azalır. Böylece ku­ devrimler ergeç gerçekleşecek­ bu yazıda: «... Üstündağ... TÖB ramanlis hükümeti bugün bu fi­
ruluş, ne tabanını temsil edebi­ tir. Ama bu onların sandığı gi­ -DER İle birlikte, onun artık bü­ limin Yunanistan’da gösterilme­
len, ne de tabanı dışındaki kit­ bi Moskof, olmayacak, Türkçü tün milletçe bilinen anarşist, sine izin vermiştir. Aynı filim,
lelere gerçekten bir şey söyle­ devrimler .olacaktır. Zafer: ülkü­ İhtilâlci, millî birliği parçalayıcı Türkiye’de hâlen yasaklanmış
yebilen, toplumsal gerçeklikten cü, Turan idealine bağlı Türkçü ideoiopsi istikâmetinde uygula­ durumdadır.
kopuk bir nitelik alır. devrimcilerindir. Moskof dölle­ malara başlayınca millî duygu­
ri bunu böyle bile...» lar yeniden canlandı...» (Dergi, «Z» olavı üstüne iki bini aşkın
Bu eleştiri, geçmiş dönem İçin Ocak sonunda yayınlanmış.) işçi önderi, sanatçı ve başka
şüphesiz daha geçerliydi. Bu­ Aynı sayıda İstanbul Emniyet Aylık Polis Dünvası, İstanbul mesleklerden devrimci, ilerici
gün ise demokratik kuruluşların Müdürü Arif Yükseİ’e bir açık Üniversitesi rektörü Halûk Alp demokrat avdın sansür uygula­
yerlerini .önemlerini ve yapabi­ mektup var. Anlaşılan, dergiler konusunda da fikir sahibi. Er­ masına karsı ortak b ir bildiri İm­
leceklerini çok daha doğru bir arası bir rekabet söz konusu. dal İnönü'ye benzetiyor rektö­ zaladı. Bu bildiriden bazı par­
görüşle değerlendirdikleri görü­ Emniyet Müdürü de Aylık Polis rü: Erdal İnönü «o koltuğa otur­ çalar sunuyoruz:
lüyor. Ancak bugün de, çeşitli Dünyası dergisine beklenen im­ duğu andan itibaren de genç
fraksiyon kavgalarının kurutma­ kânı tanımamış. Şöyle deniyor: «Türk Sinemasına ilk kez 1919
mintanlarının emrine girmişti.
sı gerekli güçbirliğini yıpratma­ Sonrası malum 12 Mart oldu. yılında Mürebbive fHimi doİayı-
ması umulur. ■ «Bugün Istanbulda bir düzüne- sıvla isaal kuvvetleri tarafından
Erdal'ın ve onun, himayesindeki
ye yakın Polis adı kullanılarak militanların neler yaptığı ortaya uvqulanan sansür, kırk yıla ya­
Bir Dergi mecmua ve gazete yayınlan­ döküldü.,. kın süredir Polis Vazife ve Se-
AYLIK POLİS DÜNYASI maktadır. Yayın oraanı çıkar­ İâhîvetlerî Yasasının 6. madde­
«İşte şimdi Halûk Alp, aynı rolü
mak vatandaşın (Bazı kurallar si uyarınca düzenlenen bîr yö ­
oynamakta, aşırı sola hoş gö­
Son zamanlarda Milliyetçi Cep­ içinde) anayasal hakkıdır. An­ netmeli âe aöre ve hic bir de­
rünmek için aynı hatalı ve ka­
henin saldırıları yoğunlaştıkça cak bîr imtiyaz verilirken o mokratik gelişme aöstermeksi-
nunsuz hareketleri tekrarla­
Dolîsin bu saldırılara karşı ta­ şahsın hüsnühal sahibi ve bazı zin, korkunç vanlıslarla sürdü­
maktadır, Zira, komünist anar­
kındığı tavır da eleştiriliyor. Bu rülmektedir. Bütünüvîe bir Polis
vatandaşlık görevini verine ge­ şistlerin Istanbuldakî en büyük
eleştiriler yapılırken elimize tirmiş olması gerekir. Bugün bu sansürü niteliğindeki bu yönet-
hamisi halen adur.» ü
«Avlık Polis Dünyası» adında, imtiyaz sahipleri arasında asker meîik hic bfr vasanın suc say­
Dergideki çeşitli yazılar arasın­
polis örgütü için yayımlanan bir kaçcskları, beynelmilel sabıkalı madığı yasaklama nedenleriyle
da. Itır Gürdemire! imzasıyla çı­
derai geçti. Derginin Ocak 1975 dolandırıcılar, müsecce! fuhuş doludur. Avnça son derece bu­
kan «İnsanlık Üstüne» başlıklı
sayısında, lik sayfadaki baş­ simsarları ve de şerefli Türk po­ lanık ve belirsiz olan bu hü­
denemeden üslûp örneği olacak
yazıdan parçalar sunuyoruz: lisinin adının ardında bînbir çe­ kümler sinema sanatı ve kültür
bir parça vermeden edemeyece­
şit dalavereler çeviren İnsanlar konularıvla hic bir ffaîsî bulun­
«Şu dünva ne aarîbtir. (İmlâ ğiz.
bulunmaktadır. Hırsızlıktan zan­ mayan sansür komisyonlarınca
yanlışlarını düzeltmedik) Ayı­ «Her ne denli Darvin’in 'Evrim
lı olarak bazılarının mahkeme­ Nazarîvesî’ buaün aorüs üstün­ yorumlanmakta: bu yorumlar
dan post. Moskoftan dost olur
leri devam etmektedir. Bir as­ lüğü olarak kabul edilîvorsa da, sonucu sanat deöeri. vüksek,
mu? Olur divenlere son günler­
ker kaçağına, bîr hırsıza, bir ben bunu oek kabullenmiyorum; dünvaca ünlü bîr vaoıt ülkemiz­
de raslar olduk. Ne korkunç bir
beynelmilel dolandırıcıya, bir gerçekçi bir İnsan olarak. İnsan­ de aösterUmeriiğ] aibî daha ö-
gaflet... Ne tez unutuldu Mos­
beynelmilel fuhûs simsarına na­ ların, hayvanların devamı oldu­ nemüsi kültürümüzün en etkin
kof'un Ardahan'ı İstemesi...
sıl kapılarınızı ardına kadar açı­ parçası olan sinema sanatımı­
ğu kanısına hiç değer vermiyo­
«Komünizm, hangi ülkede refah yorsunuz? Avnı şevleri şube za katkıda bulunabilecek ya­
rum. Ki bu bîr yerde aercek ola­
getirmiştir. İşte Doğu ve Batı müdürleriniz nasıl yapabiliyor?.. pıtlar dah senaryo aşamasında
rak kamtlansa da bilainieroe...»
Almanya: Sizi daha aüctü aormek amacıy­ yok edilmektedir,
Derainfn bu savısında, normal
«Bir tarafta komünizm. Bir ta­ la bu konudaki tahkikatınızı ravice göre 13 000 lira tutacak «Sansür, Anavasamıza göre ya­
rafta karma ekonomi. Bîr taraf­ bekliyor Polis adını kullanarak ilân var. Pe-Re-Ja, Demiryolları, saktır ve yarım yüzyıldan fazla
de, bugüne kadar televizyonda Ve böyle bir aracın özgürce tir denebilir. Ama iyisiyle kötü­
yayımlanmadı. TRT'den konuyu kullanılması tutucu eğemen süyle sinema dostluğunu hiç e-
sorduğumuz yetkililer bu tip ba­ güçlerin işine gelmemektedir. srrgemedi bizden. Sinemayı da,
zı filimlerin 12 Mart yönetimi sı­ Üstelik özgürlüklerin ve haber­ pek çok şeyi de, ilk kez yine si­
rasında kaybolduğunu, halen de leşme özgürlüğünün savunu­ nemadan öğrenmeye başlamı-
arandığını söylediler. cusu da gözükmektedirler. Bu­ şızdır,
na karşılık halkın temel hakla­ Yine de bugüne kadar asıl uğra­
«İyi akşamlar, sayın seyirciler, rından olan haberleşme özgür­
Bu akşam sîzlere, TRT televiz­ şı dalım çizgi sanatları, karika­
lüğü, uzun yıllardır sansür uy­
yon filimleri yarışmasında Büyük tür olmuştur. Nedeni sinemaya j
gulaması ile engellenmektedir.
Ödül ve Başarı Ödülü alan iki göre da az olanakla yapılabil- j
Böyle bir ortamda sansür gibi
film sunacağız, mesi olması.
bir uygulamaya karşı itiraz hak­
İlk kez. yarışmaya İstanbul'dan kımı kullanmadan çalışma sür­ Sinemayı anlatım aracı olarak
katılan Yüksek Mimar Tan Oral' dürmeyi kendime yediremez- seçmem, yukarıda da söyledi­
m Büyük Ödül alan «SANSÜR» dim doğrusu. ğim gibi benim İçin bir borç
adlı filmini izleyeceksiniz. ödeme sorunuydu.
Filimi bu amaçla yaptım. En önemlisi de sinema, çağı­
Tan Oral mimarlığının yanında Sansür, bilindiği gibi, 14 tem­ mız teknolojisinin sanata ge­
çeşitli sanat dallarında uğra­ muz 1934 tarihli «Polis Vazife ve tirdiği yeni bir boyuttur. Yeni
şıları olan karikatürcü, grafikçi Selâhiyetteri Kanunundan» kay­ bir olanaktır. Dolayısıyla günü­
ve amatör sinemacı, çok yönlü naklanarak çıkarılan 19 temmuz müz sorunlarının anlatımına da
bir sanatçı. Kendisiyle çalışma 1936 tarih ve 2-11551 sayılı «Fi­ büyük yatkınlık göstermekte­
yeri olarak da kullandığı ve fili- limlerin ve Filim Senaryolarının dir. Değişen dünya, değişimini
mini hazırladığı evinde buluş­ Kontroiuna Dair Nizamname» tamamlamak ve yeni değişiklik­
tuk. gereğince uyaulanan bir engel­ lere varmak için, gerekli araçla­
Fitimin izledikten sonra, soru­ lemedir, işin acı yanı bunun, rı da doğal olarak yaratmakta­
larımızı cevaplandıracaklar. çok kişiye olağan gelmesi, alı­ dır. Sinema bunlardan biridir.
şılmış olmasıdır. Bu anti-de- Tutucu güçlerce de kullanılmak­
Sayın Tan Ora!, izediğimiz fi­ mokratik uygulamaya karşı ge> tadır. Ama sinemanın, dünyayı
limde TRT Televizyon filimleri rekli tepki yeterince gösterilme­ değiştirme mücadelesinde, bu
dalında Büyük Ödül kazandınız. miştir. Giderek sansürün kaldı­ dinamiği içinde taşıyan kitleler­
Sizi kutlarım. Bu filminizde ka­ rılmasının sakıncalar doğuraca­ le tamamlasmada en etken an­
mu oyunca çok tartışılan bir ko­ ğını söyleyen aklıbaşında kişi­ latım araçlarından biri olduğu
nuya ediliyorsunuz, filimi yap­ ler bile bulunmaktadır. Tutucu inancındayım. Ağır basacak o-
maktaki amacınızı ve sansür ve müstehcen filimlerin ortalı­ lan da bu yanıdır.
konusundaki düşüncelerinizi so­ ğı saracağını savunmaktadır­
mut örneklerle açıklar mısınız? Ülkemizde kısa filîmciliğin ola­
lar. Oysa bugün sansüre rağ­ nakları kuşkusuz yok denecek
Sinemayla İlginiz nasıl başla­ men bu tür filimler perdeleri
kadar sınırlıdır. Önce ham filim
dı? doldurabilmektedir. Sansür, e-
bulmak son derece zord.ur. Ve
Anlatım aracı olarak neden fili­ mekcı sınıfların haberalma Öz­
bu yeter sanırım. Sonra da gös­
gürlüğünden ve bunun sonuçla­
mi seçiyorsunuz? terilme olanakları yok gibidir.
rından, eaemen çevrelerin ürk­
Yine de kısa filim yapımının ge­
Türkiyede kısa fifimclliğin ola­ meleri sonucu konulmuş, faşi­
lişmesinde çeşitli yarışma ve
nakları nelerdir? Bu dalın ge­ zan bîr önlemdir. Onun için kal­
şenliklerin yararları olmuştur
lişmesi için neler Önerirsiniz? dırılmalıdır. Sözü edilen sakın­
bugüne kadar.
Özellikle bugünkü durum İle a- calar sansürün kaldırılmış ol­
matör kısa filim yapımcısının ması ile belirmeyecek, tersine Kısa filimde de diğer sanat dal­
sorunları konusunda, giderilecektir. larında olduğunca üç Öğe var­
TRT'nin açtığı televizyon fi ¡im­ dır. Yapıcı, filim ve seyirci. Şim­
Tekrarlarsam «Sansür» çizgi fil­ diye dek bu üç öğeden yalnız
leri yarışması sizce Türk sine­ minin amacı, ilerici ve devrimci birinci var olageldi çoğunlukla;
ma sanatına ne denli katkıda güçlerin dikkatlerini bir kez da­ yani kısa filim İçin gereken tek­
bulundu? Daha başka nefer ya­ ha sansür olgusuna çekmektir. nik olanaklar ve malzeme ile fi­
pılabilir? Sinemayla ilgim eski olmalı. limlerin görülebilme şansı var
Karartmaların yapıldığı yıllarda kılındığı ölçüde, kısa filim de
Teşekkür ederim sayın Tan
Oral, başarılarınızın devamlı ol­ Bursada gördüğüm filimleri ha­ gelişme yolunda aşamalar gös­
tırlıyorum. ilk kez. Kahveci Gü­ terecektir. Bu yapımcıların ge­
masını dilerim.
zeli gibi verli, Nasrettin Hoca lişmesini de sağlayacaktır kuş­
Teşekkür .ederim, önce. «San­ gibi yabancı filimleri. O günden kusuz.
sür» çizgi filimi kendi alçakgö­ bu yana hep vefalı bir sinema
nüllü olanağı ile bir haberalma seyircisiyim. Sinemaya karşı Ne var ki bu olanakların günün
özgürlüğü kısıtlaması olan san­ kendimi hep borçlu duymuşum­ birinde var olması da beklene­
sür uygulamasına dikkatleri dur. Bizim - yetişmemizde sine­ mez. Olanlarla işe girişmekte
çekmeye çalışmtşttr. Sinema et­ ma büvük kaynaklık etmiştir. yarar vardır, zor da olsa. Ve
kin ve yaygın bir sanat dalıdır. Çocukluğumuz kitapsız geçmiş­ çalışmalar bu zorlukları yara­
tan düzenin değişmesi, engel­ sanat anlayışını belli ideolojik tılar onu gene İngiliz ampirik

Birikim 1 /7 1
lerin kaldırılması doğrultusun­ kalıplar içerisinde geliştirmeme­ geleneğini sürdüren burjuva es­
da olacaktır. Kısa filim ancak sinden ileri getir. «Sosyalist tetikçi İ.A. Richards'a da yer yer
bu mücadele içinde gelişme Gerçekçilik» diye tanınan akım yaklaştırır.
gösterebilir, kanısındayım. beiii toplumsal koşullar içinde Öte yandan, toplumsal felsefeye
doğmuş, o koşulların gerekleri­ eğildiği zaman, gene »«teorik»
Yine de TRT bu konuda etkin ni «teorik» değil de «ideolojik»
görevler üstlenebilir. Seyirci o- olmaktan çok «ideolojik» diye­
bir yaklaşımla değerlendirerek, bileceğimiz «özgürlük-zorun-
ianağı hatta malzeme olanağı bunun için gereğinde idealist
vardır. Sonra bir de sinema sa­ luk», «sevgi-nefret» gibi kav­
kökenli bir «devrimci roman- ramlar çerçevesinde düşündüğü
lonlarında asıl filimin gösteril­ tizm» den yararlanarak oluş­
mesinden önce kesin olarak bir için, hümanist kökenli yabancı­
muş; bunun sonucunda kendi o- laşma ideolojisine yakınlaştığı
kısa filmin geçilmesi zorunlu- iuşma koşullarını sanatın ge­
ğu uygulanırsa yine seyirci so­ anlar vardır, Aynı ideolojinin
nel varoluş koşullarıyla özdeş­ çağdaş yorumcusu Ernest Fisc-
runu bir ölçüde çözülmüş ola­ leyerek sanatı kısırlaştıran bir
caktır, Ayrıca yalnız kısa filim ­ her sanatın bir çeşit tedavi ol­
formülasyona varmıştı. Bugün duğu görüşünü ondan almış o-
ler gösteren sinemalar da bu bu formülasyona karşı çıkan­
konuda yararlı olabilir. labiür.
lar da değerleri ters çevirmek­ Bütün bu eleştiri ve yarı-eleş-
Özetlersek teknik olanak, ham le birlikte aynı sistematik için­ tiriiere karşın Caudvvell'in eseri
madde ve filimlerin gösteriiebil- de düşünmekten kendilerini pek özgün, taze, olumlu ve önem­
meleri, yani işlev kazanmaları, kurtaramıyorlar. lidir, Bir kere sanatın kökenini
dolayısıyla yeni yapımlar için gerek tarihî, gerekse ğenel-teo-
paraya dönüşmeleri sağlanabi­ Caudwell sanat üstüne görüşü­
nü bu tartışmaların dışında ge­ rik düzeylerde ciddî bir şekilde
lirse, kısa filimin gelişimi de araştırır. «Blreysel-topiumsal»
hızlanacaktır. Yine de bunları liştirdi. Bu nedenle, araştırma­
sını konunun asıl temellerine ilişkisini oldukça doğru biçim­
beklemek gereksizdir. Bu ko­ de koyarak kültüre gerekli yeri
şullar da kısa filim yaparak zor- doğru yürütebildi. Gerçi onun
eserleriyle de Marksizm bu ko­ verir.
lanmaiıdır diyeceğim.
nuda nihaî hedeflerine ulaşmış Ama bütün bunların ötesinde,
Kuşkusuz katkıda bulunmuştur. değildir. Caudvvell'in kitapların­ CaudvveU'in asıl önemli ve ge­
Biraz önce söylediğimiz gibi ül­ da gerek düzeltilmesi, gerekse liştirilmesi gereken yanı, sana­
kemizde kısa filimin gösterilme geliştirilmesi gereken pek çok tın bilgilenme içindeki yerine
şansı yok gibidir. TRT buna o- şey bulunur, (yaşasa, mutlaka yaklaşımıdır. Yanılsama ve Ger­
lanak sağlamıştır. Ayrıca TRT’ daha yetkin eserler verirdi}. çekliğin son sayfalarında şe­
nin böylesine kısa fllimlere olan Ama Caudvvell'in parlak doğru­ malaştırtmış şekilde sunulan
ihtiyacının büyük olduğu da a- ları, pırıl pırıl analizleri bir ya­ bu sanat - bilim ilişkisinin ince­
çıktır. Doğrusu, TRT'nin bir yıl na, yanlışları bile düşündürü­ lenmesi, bu kitaptaki durumuy­
boyunca programlarında yer cü, esinlediricidir. Çünkü zihnî la tamam olmasa bile, Caud-
vereceği kısa filimieri yıl sonun­ yapısı ideolojik kapadıktan u- vvell'in sözkonusu teorik açık­
da seyircilerin de katıldığı bir zak, teorik açıklıklara yatkındır. lığı nedeniyle, geliştirilerek ta­
oylamayla ödüllendirmeye git­ Caudvvell'in belirleyici özellikle­ mamlanabilir. Bu bakımdan
mesinin, kısa filimin gelişmesi rinden biri de, Alman idealist Yanılmasa ve Gerçeklik eleşti­
açısından yepyeni ufuklar aça­ felsefesinden uzaklığıdır, dene­ rel bir gözle, ama mutlaka okun­
cağı inancını taşıyorum, bilir. Bu, onun Hegel'in, Schil- ması ve iyi değerlendirilmesi
YANILSAMA VE ler'in ve öteki Alman filozofları­ gerekli bir kitaptır. Bu noktada
nın alabildiğine soyut, kate­ Mehmet Doğan’ın başarılı çe­
GERÇEKLİK gorik estetik kavramlarına kar­ virisini anmak da bir borç olu­
şı korumuştur. Buna karşılık, yor.
C hristopher Caudvel!
Marksist teorinin iki temeli o-
CÇev. M ehm et H. Doğan) lan bilim ve felsefenin, bilim ya­ 100 SORUDA ESTETİK
Pay el yayınevi, 320 sayfa nı Caudvvell’de biraz fazla ağır M ehm et H. Doğan
25 TL. basar. Bu bakımdan tavrı, bilim­ G erçek Yayınevi, 329 sayfa
Yanılsama ve Gerçektik başarılı sel olmaktan çok «bilimci» ol­ 25 TL.
yazarlığının yanı sıra kısacık bir duğu söylenerek eleştirilebilir.
hayata sığdırdığı işlerin çokluğu Yani, yeterli bir epistemolojik Mehmet H. Doğan, Gerçek Ya­
ve ölümünün kahramanca tra­ (bilgi teorisi) temeli olmaksızın yınları arasında çıkan 100 So­
gedyasıyla dünya devrimcileri­ bilime yaslandığı için, böylelik­ ruda Estetik kitabıyla, Türkiye'­
nin haklı saygısını ve sevgisini le ortaya çıkan bilim de fazla de pek az işlenmiş bir konuyu
kazanan İngiliz Marksisti Chris- ampirik görünümlüdür. Fizik üs­ ele alması bakımından, güç bir
topher Caudvvell'in sanat ve es­ tüne de kitap yazmıştı Caud- işe girişiyor. Yazar, kısa önsö­
tetik konusunda yazdığı birkaç weil. Sanatın, estetik duygunun zünde bu güçlüğü dile getir­
önemli kitaptan bir tanesidir. kökenlerini ararken biyolojiye, miş: «Estetik konusunda klasik
Caudvvell'in sanat konusundaki psikolojiye, hattâ fiziğe bir hay­ yapıtların henüz çevriimediği;
görüşlerinin önemi, bir bakıma li ağırlık tanımıştır. Sanatla psi­ estetik ve sanat tarihi çalışma­
onun bu görüşleri sosyalizmin koloji arasında kurduğu bağlan­ larının ortalama okurun ilgisi-
de, bugüne kadar televizyonda Ve böyle bir aracın özgürce tir denebilir. Ama iyisiyle kötü­
yayımlanmadı. TRT'den konuyu kullanılması tutucu eğemen süyle sinema dostluğunu hiç e-
sorduğumuz yetkililer bu tip ba­ güçlerin işine gelmemektedir. srrgemedi bizden. Sinemayı da,
zı filimlerin 12 Mart yönetimi sı­ Üstelik özgürlüklerin ve haber­ pek çok şeyi de, ilk kez yine si­
rasında kaybolduğunu, halen de leşme özgürlüğünün savunu­ nemadan öğrenmeye başlamı-
arandığını söylediler. cusu da gözükmektedirler. Bu­ şızdır,
na karşılık halkın temel hakla­ Yine de bugüne kadar asıl uğra­
«İyi akşamlar, sayın seyirciler, rından olan haberleşme özgür­
Bu akşam sîzlere, TRT televiz­ şı dalım çizgi sanatları, karika­
lüğü, uzun yıllardır sansür uy­
yon filimleri yarışmasında Büyük tür olmuştur. Nedeni sinemaya j
gulaması ile engellenmektedir.
Ödül ve Başarı Ödülü alan iki göre da az olanakla yapılabil- j
Böyle bir ortamda sansür gibi
film sunacağız, mesi olması.
bir uygulamaya karşı itiraz hak­
İlk kez. yarışmaya İstanbul'dan kımı kullanmadan çalışma sür­ Sinemayı anlatım aracı olarak
katılan Yüksek Mimar Tan Oral' dürmeyi kendime yediremez- seçmem, yukarıda da söyledi­
m Büyük Ödül alan «SANSÜR» dim doğrusu. ğim gibi benim İçin bir borç
adlı filmini izleyeceksiniz. ödeme sorunuydu.
Filimi bu amaçla yaptım. En önemlisi de sinema, çağı­
Tan Oral mimarlığının yanında Sansür, bilindiği gibi, 14 tem­ mız teknolojisinin sanata ge­
çeşitli sanat dallarında uğra­ muz 1934 tarihli «Polis Vazife ve tirdiği yeni bir boyuttur. Yeni
şıları olan karikatürcü, grafikçi Selâhiyetteri Kanunundan» kay­ bir olanaktır. Dolayısıyla günü­
ve amatör sinemacı, çok yönlü naklanarak çıkarılan 19 temmuz müz sorunlarının anlatımına da
bir sanatçı. Kendisiyle çalışma 1936 tarih ve 2-11551 sayılı «Fi­ büyük yatkınlık göstermekte­
yeri olarak da kullandığı ve fili- limlerin ve Filim Senaryolarının dir. Değişen dünya, değişimini
mini hazırladığı evinde buluş­ Kontroiuna Dair Nizamname» tamamlamak ve yeni değişiklik­
tuk. gereğince uyaulanan bir engel­ lere varmak için, gerekli araçla­
Fitimin izledikten sonra, soru­ lemedir, işin acı yanı bunun, rı da doğal olarak yaratmakta­
larımızı cevaplandıracaklar. çok kişiye olağan gelmesi, alı­ dır. Sinema bunlardan biridir.
şılmış olmasıdır. Bu anti-de- Tutucu güçlerce de kullanılmak­
Sayın Tan Ora!, izediğimiz fi­ mokratik uygulamaya karşı ge> tadır. Ama sinemanın, dünyayı
limde TRT Televizyon filimleri rekli tepki yeterince gösterilme­ değiştirme mücadelesinde, bu
dalında Büyük Ödül kazandınız. miştir. Giderek sansürün kaldı­ dinamiği içinde taşıyan kitleler­
Sizi kutlarım. Bu filminizde ka­ rılmasının sakıncalar doğuraca­ le tamamlasmada en etken an­
mu oyunca çok tartışılan bir ko­ ğını söyleyen aklıbaşında kişi­ latım araçlarından biri olduğu
nuya ediliyorsunuz, filim i yap­ ler bile bulunmaktadır. Tutucu inancındayım. Ağır basacak o-
maktaki amacınızı ve sansür ve müstehcen filimlerin ortalı­ lan da bu yanıdır.
konusundaki düşüncelerinizi so­ ğı saracağını savunmaktadır­
mut örneklerle açıklar mısınız? Ülkemizde kısa filîmciliğin ola­
lar. Oysa bugün sansüre rağ­ nakları kuşkusuz yok denecek
Sinemayla İlginiz nasıl başla­ men bu tür filimler perdeleri
kadar sınırlıdır. Önce ham filim
dı? doldurabilmektedir. Sansür, e-
bulmak son derece zord.ur. Ve
Anlatım aracı olarak neden fili­ mekcı sınıfların haberalma Öz­
bu yeter sanırım. Sonra da gös­
gürlüğünden ve bunun sonuçla­
mi seçiyorsunuz? terilme olanakları yok gibidir.
rından, eaemen çevrelerin ürk­
Yine de kısa filim yapımının ge­
Türkiyede kısa fifimclliğin ola­ meleri sonucu konulmuş, faşi­
lişmesinde çeşitli yarışma ve
nakları nelerdir? Bu dalın ge­ zan bîr önlemdir. Onun için kal­
şenliklerin yararları olmuştur
lişmesi için neler Önerirsiniz? dırılmalıdır. Sözü edilen sakın­
bugüne kadar.
Özellikle bugünkü durum İle a- calar sansürün kaldırılmış ol­
matör kısa filim yapımcısının ması ile belirmeyecek, tersine Kısa filimde de diğer sanat dal­
sorunları konusunda, giderilecektir. larında olduğunca üç Öğe var­
TRT'nin açtığı televizyon fi ¡im­ dır. Yapıcı, filim ve seyirci. Şim­
Tekrarlarsam «Sansür» çizgi fil­ diye dek bu üç öğeden yalnız
leri yarışması sizce Türk sine­ minin amacı, ilerici ve devrimci birinci var olageldi çoğunlukla;
ma sanatına ne denli katkıda güçlerin dikkatlerini bir kez da­ yani kısa filim İçin gereken tek­
bulundu? Daha başka nefer ya­ ha sansür olgusuna çekmektir. nik olanaklar ve malzeme ile fi­
pılabilir? Sinemayla ilgim eski olmalı. limlerin görülebilme şansı var
Karartmaların yapıldığı yıllarda kılındığı ölçüde, kısa filim de
Teşekkür ederim sayın Tan
Oral, başarılarınızın devamlı ol­ Bursada gördüğüm filimleri ha­ gelişme yolunda aşamalar gös­
tırlıyorum. ilk kez. Kahveci Gü­ terecektir. Bu yapımcıların ge­
masını dilerim.
zeli gibi verli, Nasrettin Hoca lişmesini de sağlayacaktır kuş­
Teşekkür .ederim, önce. «San­ gibi yabancı filimleri. O günden kusuz.
sür» çizgi filimi kendi alçakgö­ bu yana hep vefalı bir sinema
nüllü olanağı ile bir haberalma seyircisiyim. Sinemaya karşı Ne var ki bu olanakların günün
özgürlüğü kısıtlaması olan san­ kendimi hep borçlu duymuşum­ birinde var olması da beklene­
sür uygulamasına dikkatleri dur. Bizim - yetişmemizde sine­ mez. Olanlarla işe girişmekte
çekmeye çalışmtşttr. Sinema et­ ma büvük kaynaklık etmiştir. yarar vardır, zor da olsa. Ve
kin ve yaygın bir sanat dalıdır. Çocukluğumuz kitapsız geçmiş­ çalışmalar bu zorlukları yara­
tan düzenin değişmesi, engel­ sanat anlayışını belli ideolojik tılar onu gene İngiliz ampirik
lerin kaldırılması doğrultusun­ kalıplar içerisinde geliştirmeme­ geleneğini sürdüren burjuva es­
da olacaktır. Kısa filim ancak sinden ileri getir. «Sosyalist tetikçi İ.A. Richards'a da yer yer
bu mücadele içinde gelişme Gerçekçilik» diye tanınan akım yaklaştırır.
gösterebilir, kanısındayım. beiii toplumsal koşullar içinde Öte yandan, toplumsal felsefeye
doğmuş, o koşulların gerekleri­ eğildiği zaman, gene »«teorik»
Yine de TRT bu konuda etkin ni «teorik» değil de «ideolojik»
görevler üstlenebilir. Seyirci o- olmaktan çok «ideolojik» diye­
bir yaklaşımla değerlendirerek, bileceğimiz «özgürlük-zorun-
ianağı hatta malzeme olanağı bunun için gereğinde idealist
vardır. Sonra bir de sinema sa­ luk», «sevgi-nefret» gibi kav­
kökenli bir «devrimci roman- ramlar çerçevesinde düşündüğü
lonlarında asıl filimin gösteril­ tizm» den yararlanarak oluş­
mesinden önce kesin olarak bir için, hümanist kökenli yabancı­
muş; bunun sonucunda kendi o- laşma ideolojisine yakınlaştığı
kısa filmin geçilmesi zorunlu- iuşma koşullarını sanatın ge­
ğu uygulanırsa yine seyirci so­ anlar vardır, Aynı ideolojinin
nel varoluş koşullarıyla özdeş­ çağdaş yorumcusu Ernest Fisc-
runu bir ölçüde çözülmüş ola­ leyerek sanatı kısırlaştıran bir
caktır, Ayrıca yalnız kısa filim ­ her sanatın bir çeşit tedavi ol­
formülasyona varmıştı. Bugün duğu görüşünü ondan almış o-
ler gösteren sinemalar da bu bu formülasyona karşı çıkan­
konuda yararlı olabilir. labiür.
lar da değerleri ters çevirmek­ Bütün bu eleştiri ve yarı-eleş-
Özetlersek teknik olanak, ham le birlikte aynı sistematik için­ tiriiere karşın Caudvvell'in eseri
madde ve filimlerin gösteriiebil- de düşünmekten kendilerini pek özgün, taze, olumlu ve önem­
meleri, yani işlev kazanmaları, kurtaramıyorlar. lidir, Bir kere sanatın kökenini
dolayısıyla yeni yapımlar için gerek tarihî, gerekse ğenel-teo-
paraya dönüşmeleri sağlanabi­ Caudwell sanat üstüne görüşü­
nü bu tartışmaların dışında ge­ rik düzeylerde ciddî bir şekilde
lirse, kısa filimin gelişimi de araştırır. «Blreysel-topiumsal»
hızlanacaktır. Yine de bunları liştirdi. Bu nedenle, araştırma­
sını konunun asıl temellerine ilişkisini oldukça doğru biçim­
beklemek gereksizdir. Bu ko­ de koyarak kültüre gerekli yeri
şullar da kısa filim yaparak zor- doğru yürütebildi. Gerçi onun
eserleriyle de Marksizm bu ko­ verir.
lanmaiıdır diyeceğim.
nuda nihaî hedeflerine ulaşmış Ama bütün bunların ötesinde,
Kuşkusuz katkıda bulunmuştur. değildir. Caudvvell'in kitapların­ CaudvveU'in asıl önemli ve ge­
Biraz önce söylediğimiz gibi ül­ da gerek düzeltilmesi, gerekse liştirilmesi gereken yanı, sana­
kemizde kısa filimin gösterilme geliştirilmesi gereken pek çok tın bilgilenme içindeki yerine
şansı yok gibidir. TRT buna o- şey bulunur, (yaşasa, mutlaka yaklaşımıdır. Yanılsama ve Ger­
lanak sağlamıştır. Ayrıca TRT’ daha yetkin eserler verirdi}. çekliğin son sayfalarında şe­
nin böylesine kısa fllimlere olan Ama Caudvvell'in parlak doğru­ malaştırtmış şekilde sunulan
ihtiyacının büyük olduğu da a- ları, pırıl pırıl analizleri bir ya­ bu sanat - bilim ilişkisinin ince­
çıktır. Doğrusu, TRT'nin bir yıl na, yanlışları bile düşündürü­ lenmesi, bu kitaptaki durumuy­
boyunca programlarında yer cü, esinlediricidir. Çünkü zihnî la tamam olmasa bile, Caud-
vereceği kısa filimieri yıl sonun­ yapısı ideolojik kapadıktan u- vvell'in sözkonusu teorik açık­
da seyircilerin de katıldığı bir zak, teorik açıklıklara yatkındır. lığı nedeniyle, geliştirilerek ta­
oylamayla ödüllendirmeye git­ Caudvvell'in belirleyici özellikle­ mamlanabilir. Bu bakımdan
mesinin, kısa filimin gelişmesi rinden biri de, Alman idealist Yanılmasa ve Gerçeklik eleşti­
açısından yepyeni ufuklar aça­ felsefesinden uzaklığıdır, dene­ rel bir gözle, ama mutlaka okun­
cağı inancını taşıyorum, bilir. Bu, onun Hegel'in, Schil- ması ve iyi değerlendirilmesi
YANILSAMA VE ler'in ve öteki Alman filozofları­ gerekli bir kitaptır. Bu noktada
nın alabildiğine soyut, kate­ Mehmet Doğan’ın başarılı çe­
GERÇEKLİK gorik estetik kavramlarına kar­ virisini anmak da bir borç olu­
şı korumuştur. Buna karşılık, yor.
C hristopher Caudvel!
Marksist teorinin iki temeli o-
CÇev. M ehm et H. Doğan) lan bilim ve felsefenin, bilim ya­ 100 SORUDA ESTETİK
Pay el yayınevi, 320 sayfa nı Caudvvell’de biraz fazla ağır M ehm et H. Doğan
25 TL. basar. Bu bakımdan tavrı, bilim­ G erçek Yayınevi, 329 sayfa
Yanılsama ve Gerçektik başarılı sel olmaktan çok «bilimci» ol­ 25 TL.
yazarlığının yanı sıra kısacık bir duğu söylenerek eleştirilebilir.
hayata sığdırdığı işlerin çokluğu Yani, yeterli bir epistemolojik Mehmet H. Doğan, Gerçek Ya­
ve ölümünün kahramanca tra­ (bilgi teorisi) temeli olmaksızın yınları arasında çıkan 100 So­
gedyasıyla dünya devrimcileri­ bilime yaslandığı için, böylelik­ ruda Estetik kitabıyla, Türkiye'­
nin haklı saygısını ve sevgisini le ortaya çıkan bilim de fazla de pek az işlenmiş bir konuyu
kazanan İngiliz Marksisti Chris- ampirik görünümlüdür. Fizik üs­ ele alması bakımından, güç bir
topher Caudvvell'in sanat ve es­ tüne de kitap yazmıştı Caud- işe girişiyor. Yazar, kısa önsö­
tetik konusunda yazdığı birkaç weil. Sanatın, estetik duygunun zünde bu güçlüğü dile getir­
önemli kitaptan bir tanesidir. kökenlerini ararken biyolojiye, miş: «Estetik konusunda klasik
Caudvvell'in sanat konusundaki psikolojiye, hattâ fiziğe bir hay­ yapıtların henüz çevriimediği;
görüşlerinin önemi, bir bakıma li ağırlık tanımıştır. Sanatla psi­ estetik ve sanat tarihi çalışma­
onun bu görüşleri sosyalizmin koloji arasında kurduğu bağlan­ larının ortalama okurun ilgisi-
de, bugüne kadar televizyonda Ve böyle bir aracın özgürce tir denebilir. Ama iyisiyle kötü­
yayımlanmadı. TRT'den konuyu kullanılması tutucu eğemen süyle sinema dostluğunu hiç e-
sorduğumuz yetkililer bu tip ba­ güçlerin işine gelmemektedir. srrgemedi bizden. Sinemayı da,
zı filimlerin 12 Mart yönetimi sı­ Üstelik özgürlüklerin ve haber­ pek çok şeyi de, ilk kez yine si­
rasında kaybolduğunu, halen de leşme özgürlüğünün savunu­ nemadan öğrenmeye başlamı-
arandığını söylediler. cusu da gözükmektedirler. Bu­ şızdır,
na karşılık halkın temel hakla­ Yine de bugüne kadar asıl uğra­
«İyi akşamlar, sayın seyirciler, rından olan haberleşme özgür­
Bu akşam sîzlere, TRT televiz­ şı dalım çizgi sanatları, karika­
lüğü, uzun yıllardır sansür uy­
yon filimleri yarışmasında Büyük tür olmuştur. Nedeni sinemaya j
gulaması ile engellenmektedir.
Ödül ve Başarı Ödülü alan iki göre da az olanakla yapılabil- j
Böyle bir ortamda sansür gibi
film sunacağız, mesi olması.
bir uygulamaya karşı itiraz hak­
İlk kez. yarışmaya İstanbul'dan kımı kullanmadan çalışma sür­ Sinemayı anlatım aracı olarak
katılan Yüksek Mimar Tan Oral' dürmeyi kendime yediremez- seçmem, yukarıda da söyledi­
m Büyük Ödül alan «SANSÜR» dim doğrusu. ğim gibi benim İçin bir borç
adlı filmini izleyeceksiniz. ödeme sorunuydu.
Filimi bu amaçla yaptım. En önemlisi de sinema, çağı­
Tan Oral mimarlığının yanında Sansür, bilindiği gibi, 14 tem­ mız teknolojisinin sanata ge­
çeşitli sanat dallarında uğra­ muz 1934 tarihli «Polis Vazife ve tirdiği yeni bir boyuttur. Yeni
şıları olan karikatürcü, grafikçi Selâhiyetteri Kanunundan» kay­ bir olanaktır. Dolayısıyla günü­
ve amatör sinemacı, çok yönlü naklanarak çıkarılan 19 temmuz müz sorunlarının anlatımına da
bir sanatçı. Kendisiyle çalışma 1936 tarih ve 2-11551 sayılı «Fi­ büyük yatkınlık göstermekte­
yeri olarak da kullandığı ve fili- limlerin ve Filim Senaryolarının dir. Değişen dünya, değişimini
mini hazırladığı evinde buluş­ Kontroiuna Dair Nizamname» tamamlamak ve yeni değişiklik­
tuk. gereğince uyaulanan bir engel­ lere varmak için, gerekli araçla­
Fitimin izledikten sonra, soru­ lemedir, işin acı yanı bunun, rı da doğal olarak yaratmakta­
larımızı cevaplandıracaklar. çok kişiye olağan gelmesi, alı­ dır. Sinema bunlardan biridir.
şılmış olmasıdır. Bu anti-de- Tutucu güçlerce de kullanılmak­
Sayın Tan Ora!, izediğimiz fi­ mokratik uygulamaya karşı ge> tadır. Ama sinemanın, dünyayı
limde TRT Televizyon filimleri rekli tepki yeterince gösterilme­ değiştirme mücadelesinde, bu
dalında Büyük Ödül kazandınız. miştir. Giderek sansürün kaldı­ dinamiği içinde taşıyan kitleler­
Sizi kutlarım. Bu filminizde ka­ rılmasının sakıncalar doğuraca­ le tamamlasmada en etken an­
mu oyunca çok tartışılan bir ko­ ğını söyleyen aklıbaşında kişi­ latım araçlarından biri olduğu
nuya ediliyorsunuz, filim i yap­ ler bile bulunmaktadır. Tutucu inancındayım. Ağır basacak o-
maktaki amacınızı ve sansür ve müstehcen filimlerin ortalı­ lan da bu yanıdır.
konusundaki düşüncelerinizi so­ ğı saracağını savunmaktadır­
mut örneklerle açıklar mısınız? Ülkemizde kısa filîmciliğin ola­
lar. Oysa bugün sansüre rağ­ nakları kuşkusuz yok denecek
Sinemayla İlginiz nasıl başla­ men bu tür filimler perdeleri
kadar sınırlıdır. Önce ham filim
dı? doldurabilmektedir. Sansür, e-
bulmak son derece zord.ur. Ve
Anlatım aracı olarak neden fili­ mekcı sınıfların haberalma Öz­
bu yeter sanırım. Sonra da gös­
gürlüğünden ve bunun sonuçla­
mi seçiyorsunuz? terilme olanakları yok gibidir.
rından, eaemen çevrelerin ürk­
Yine de kısa filim yapımının ge­
Türkiyede kısa fifimclliğin ola­ meleri sonucu konulmuş, faşi­
lişmesinde çeşitli yarışma ve
nakları nelerdir? Bu dalın ge­ zan bîr önlemdir. Onun için kal­
şenliklerin yararları olmuştur
lişmesi için neler Önerirsiniz? dırılmalıdır. Sözü edilen sakın­
bugüne kadar.
Özellikle bugünkü durum İle a- calar sansürün kaldırılmış ol­
matör kısa filim yapımcısının ması ile belirmeyecek, tersine Kısa filimde de diğer sanat dal­
sorunları konusunda, giderilecektir. larında olduğunca üç Öğe var­
TRT'nin açtığı televizyon fi ¡im­ dır. Yapıcı, filim ve seyirci. Şim­
Tekrarlarsam «Sansür» çizgi fil­ diye dek bu üç öğeden yalnız
leri yarışması sizce Türk sine­ minin amacı, ilerici ve devrimci birinci var olageldi çoğunlukla;
ma sanatına ne denli katkıda güçlerin dikkatlerini bir kez da­ yani kısa filim İçin gereken tek­
bulundu? Daha başka nefer ya­ ha sansür olgusuna çekmektir. nik olanaklar ve malzeme ile fi­
pılabilir? Sinemayla ilgim eski olmalı. limlerin görülebilme şansı var
Karartmaların yapıldığı yıllarda kılındığı ölçüde, kısa filim de
Teşekkür ederim sayın Tan
Oral, başarılarınızın devamlı ol­ Bursada gördüğüm filimleri ha­ gelişme yolunda aşamalar gös­
tırlıyorum. ilk kez. Kahveci Gü­ terecektir. Bu yapımcıların ge­
masını dilerim.
zeli gibi verli, Nasrettin Hoca lişmesini de sağlayacaktır kuş­
Teşekkür .ederim, önce. «San­ gibi yabancı filimleri. O günden kusuz.
sür» çizgi filimi kendi alçakgö­ bu yana hep vefalı bir sinema
nüllü olanağı ile bir haberalma seyircisiyim. Sinemaya karşı Ne var ki bu olanakların günün
özgürlüğü kısıtlaması olan san­ kendimi hep borçlu duymuşum­ birinde var olması da beklene­
sür uygulamasına dikkatleri dur. Bizim - yetişmemizde sine­ mez. Olanlarla işe girişmekte
çekmeye çalışmtşttr. Sinema et­ ma büvük kaynaklık etmiştir. yarar vardır, zor da olsa. Ve
kin ve yaygın bir sanat dalıdır. Çocukluğumuz kitapsız geçmiş­ çalışmalar bu zorlukları yara-
n tan düzenin değişmesi, engel- sanat anlayışım belli ideolojik tılar onu gene İngiliz ampirik

Birikim 1 /7 1
: ierin kaldırılması doğrultusun- kalıplar içerisinde geliştirmeme­ geleneğini sürdüren burjuva es­
; da olacaktır. Kısa filim ancak sinden ileri getir. «Sosyalist tetikçi İ.A. Rlchards'a da yer yer

: bu mücadele içinde gelişme Gerçekçilik» diye tanınan akım yaklaştırır.
| gösterebilir, kanısındayım. beiii toplumsal koşuiiar içinde Öte yandan, toplumsal felsefeye
doğmuş, o koşulların gerekleri­ eğildiği zaman, gene »«teorik»
3 Yine de TRT bu konuda etkin ni «teorik» değil de «ideolojik»
I görevler üstlenebilir. Seyirci o- olmaktan çok «ideolojik» diye­
bir yaklaşımla değerlendirerek, bileceğimiz «özgürlük-zorun-
ianağı hatta malzeme olanağı bunun için gereğinde idealist
vardır. Sonra bir de sinema sa­ luk», «sevgi-nefret» gibi kav­
kökenli bir «devrimci roman- ramlar çerçevesinde düşündüğü
lonlarında asıl filimin gösteril­ tizm» den yararlanarak oluş­
mesinden önce kesin olarak bir için, hümanist kökenli yabancı­
muş; bunun sonucunda kendi o- laşma ideolojisine yakınlaştığı
kısa filmin geçilmesi zorunlu- luşma koşullarını sanatın ge­
ğu uygulanırsa yine seyirci so­ aniar vardır, Aynı ideolojinin
nel varoluş koşullarıyla özdeş­ çağdaş yorumcusu Ernest Fise-
runu bir ölçüde çözülmüş ola­ leyerek sanatı kısırlaştıran bir
caktır, Ayrıca yalnız kısa filim ­ her sanatın bir çeşit tedavi ol­
formülasyona varmıştı. Bugün duğu görüşünü ondan almış o-
ler gösteren sinemalar da bu bu formülasyona karşı çıkan­
konuda yararlı olabilir. labiür.
lar da değerleri ters çevirmek­ Bütün bu eleştiri ve yarı-eleş-
Özetlersek teknik olanak, ham le birlikte aynı sistematik için­ tiriiere karşın Caudvvell'in eseri
madde ve filimlerin gösteriiebil- de düşünmekten kendilerini pek özgün, taze, olumlu ve önem­
meleri, yani işlev kazanmaları, kurtaramıyorlar. lidir, Bir kere sanatın kökenini
dolayısıyla yeni yapımlar için gerek tarihî, gerekse ğenel-teo-
paraya dönüşmeleri sağlanabi­ Caudvveli sanat üstüne görüşü­
nü bu tartışmaların dışında ge­ rik düzeylerde ciddî bir şekilde
lirse, kısa filimin gelişimi de araştırır. «Bireysel-topiumsal»
| hızlanacaktır. Yine de bunları liştirdi. Bu nedenle, araştırma­
sını konunun asıl temellerine ilişkisini oldukça doğru biçim­
beklemek gereksizdir. Bu ko­ de koyarak kültüre gerekli yeri
şullar da kısa filim yaparak zor- doğru yürütebildi. Gerçi onun
eserleriyle de Marksizm bu ko­ verir.
lanmaiıdır diyeceğim.
nuda nihaî hedeflerine ulaşmış Ama bütün bunların ötesinde,
Kuşkusuz katkıda bulunmuştur. değildir. Caudvveil'in kitapların­ Caudvvell'in asıl önemli ve ge­
Biraz önce söylediğimiz gibi ül­ da gerek düzeltilmesi, gerekse liştirilmesi gereken yanı, sana­
kemizde kısa filimin gösterilme geliştirilmesi gereken pek çok tın bilgilenme içindeki yerine
şansı yok gibidir. TRT buna o- şey bulunur, (yaşasa, mutlaka yaklaşımıdır. Yanılsama ve Ger­
lanak sağlamıştır. Ayrıca TRT’ daha yetkin eserler verirdi}. çekliğin son sayfalarında şe­
nin böylesine kısa filimlere olan Ama Caudvvell'in parlak doğru­ malaştırtmış şekilde sunulan
ihtiyacının büyük olduğu da a- ları, pırıl pırıl analizleri bir ya­ bu sanat - bilim ilişkisinin ince­
çıktır. Doğrusu, TRT'nin bir yıl na, yanlışları bile düşündürü­ lenmesi, bu kitaptaki durumuy­
boyunca programlarında yer cü, esiniediricidir. Çünkü zihnî la tamam olmasa bile, Caud-
vereceği kısa filimieri yti sonun- yapısı ideolojik kapadıktan u- vvell'in sözkonusu teorik açık­
i da seyircilerin de katıldığı bir zak, teorik açıklrklara yatkındır. lığı nedeniyle, geliştirilerek ta­
! oylamayla ödüllendirmeye git- Caudvvell'in belirleyici özellikle­ mamlanabilir. Bu bakımdan
i meşinin, kısa filimin gelişmesi rinden biri de, Alman idealist Yanılmasa ve Gerçeklik eleşti­
■j açısından yepyeni ufuklar aça- felsefesinden uzaklığıdır, dene­ rel bir gözle, ama mutlaka okun­
:;| cağı inancını taşıyorum, bilir. Bu, onun Hegel'in, Schİİ- ması ve iyi değerlendirilmesi
S YANILSAMA VE ler'in ve öteki Alman filozofları­ gerekli bir kitaptır. Bu noktada
nın alabildiğine soyut, kate­ Mehmet Doğan’ın başarılı çe­
GERÇEKLİK gorik estetik kavramlarına kar­ virisini anmak da bir borç olu­
şı korumuştur. Buna karşılık, yor.
Christopher Caudvel!
Marksist teorinin iki temeli o-
CÇev. M ehm et H. Doğan) lan bilim ve felsefenin, bilim ya­ 100 SORUDA ESTETİK
Pay el yayınevi, 320 sayfa nı Caudvvell’de biraz fazla ağır M ehm et H. Doğan
25 TL. basar. Bu bakımdan tavrı, bitim­ G erçek Yayınevi, 329 sayfa
Yanılsama ve Gerçektik başarılı se) olmaktan çok «bilimci» ol­ 25 TL.
yazarlığının yanı sıra kısacık bir duğu söylenerek eleştirilebilir.
hayata sığdırdığı işlerin çokluğu Yani, yeterli bir epistemolojik Mehmet H. Doğan, Gerçek Ya­
ve ölümünün kahramanca tra­ (bilgi teorisi) temeli olmaksızın yınları arasında çıkan 100 So­
gedyasıyla dünya devrimcileri­ bilime yaslandığı için, böylelik­ ruda Estetik kitabıyla, Türkiye'­
nin haklı saygısını ve sevgisini le ortaya çıkan bilim de fazla de pek az işlenmiş bir konuyu
kazanan İngiliz Marksisti Chris- ampirik görünümlüdür. Fizik üs­ ele alması bakımından, güç bir
topher Caudvvell'in sanat ve es­ tüne de kitap yazmıştı Caud- işe girişiyor. Yazar, kısa önsö­
tetik konusunda yazdığı birkaç weii. Sanatın, estetik duygunun zünde bu güçlüğü dile getir­
önemli kitaptan bir tanesidir. kökenlerini ararken biyolojiye, miş: «Estetik konusunda klasik
Caudvvell'in sanat konusundaki psikolojiye, hattâ fiziğe bir hay­ yapıtların henüz çevriimediği;
görüşlerinin önemi, bir bakıma li ağırlık tanımıştır. Sanatla psi­ estetik ve sanat tarihi çalışma­
onun bu görüşleri sosyalizmin koloji arasında kurduğu bağlan­ larının ortalama okurun ilgisi-
nin dışında, Üniversite kürsüle­ O zaman da 700 Soruda Esle­ yaptığı gibi sözler bile söylendi,
rinin dar alanı içinde kapalı tildin eleştirisinin ağırlık nokta­ Biz bu görüşlerin ciddiye alına­
kaldığı; sanat ve edebiyatımızın sı Mehmet Doğan'ın çözümle­ bileceğine inanmıyoruz. Elbet­
henüz sağlam bir tarihsel de­ mesinin dışına, Fischer ile Ga­ te eleştiriye açıktır Arkadaş-e-
ğerlendirilmesinin yapılmadığı raudy'nin görüşlerinin değer­ leştiriye açık olmayan bir şey
bir zamanda estetik üzerine ki­ lendirilmesine kayıyor. Çağdaş zaten hayatta varolamaz. Ama
tap hazırlamak isteyen kişinin Marksist yazarlar arasında özel­ bu gibi suçlamalar, eleştiri sa­
büyük güçlükler ve engellerle likle Lukacs ve Lefevbre, Fisc- yılamaz.
karşılaşması çok doğal değil her-Garaudy İkilisini destekle­ Arkadaş, filimi üstüne söylenen­
miğir?» Bunlar gerçekten böyle; mek üzere seçilmiş. Bu, yorum­ ler genellikle dramatik bir sa­
böyle olunca da, alanının ilk ki­ da Hegêi’e ağırlık veren bir tu­ nat anlayışının ürünüydü. Oy­
tabı olan .700 Soruda Estetik'i tum yaratıyor. Mehmet Doğan'- sa filim kendisi bu anlayışın
anlayışla karşılamak gerekiyor. m başarıyla çevirdiği Caudwell' dışına çıkma yolunda bir adım
AncaK bu, kitabın belli yanları­ in, bu kitapta pek fazla rolü yok. oiarak değerlendirilmelidir. Asıl
nın eleştirilmesi zorunluluğunu Brecht'in ürünlerinin estetikte olumlu yanı bu olduğu gibi, e-
ortadan kaldırmıyor şüphesiz. açtığı ufuklar gereğince işlen­ İeştirîye açık yanı da atıian a-
memiş. dımın eksikliği olabilir.
Söylenecek jlk sözlerden biri
bibliyografya ile ilgili. Kültür­ Bütün bunlar, teorik bir eleştiri­
Fiiim neredeyse bir alegori o-
lü, meraklı, çok okumuş bir ki­ nin nesneleri: Mehmet H. Do-
larak ele alındı. Kimin neyi tem­
şiye işaret ediyor bjbliyoğraf- ğan'ın 700 Soruda Estetik'i ala­
sil ettiği araştırıldı, yorumlan­
va. Ama gene de bir amatörün nında yapılmış ilk ciddi, kap­
dı, tesbit edildi ve filim sonuç­
bibliyografyası. Croce var, ama samlı çalışma olarak, son ana­
ta falan kişinin filan şeyi tem­
Collingwood yok. Maritain var, lizde en azından bir cesaret Ör­
sil etmesinin «devrimci açıdan»
ama gene dinci görüşlerden neği olarak, Övgüyü hak eden
bir eserdir. Ancak, önsözde, a- doğruluğu veya yanlışlığına gö­
kalkan başka önemli estetikçi­ re değerlendirildi. Oysa fiiim,
ler yok. Strüktüralist görüş - ki maçlandığı söylenen «... yeni
herkesin bir şeyleri temsil ettiği
gittikçe Önem kazanıyor - hiç savların, yeni önerilerin ortaya
bu tipten kapalı bir eser anla­
yok. Freud ve Jung için çok ye­ çıkmasını sağlayacak bir baş­
yışına karşı yapılmıştı. Dev­
langıç olması...» çabasının,
tersiz bir kitap var. O tezi ge­ rimciliği de, falan şeyi temsil
Fischer ve Garaudy’ye veri­
liştirenler, örneğin Emest Jo- eden kişinin söylediği söz gibi
nes yok. Psikolojik yaklaşım­ len ağırlıktan ötürü, pek başa­
basit bir ölçütle Ölçülemezdi.
dan mitik bir yaklaşıma varan­ rılı olduğu söylenemez. Mark-
sis estetiğin asıl başlangıcı bu Filimin sanatsal devrimciliği,
lar, örneğin bir Bodkin, yok. Çe­ yapısındaydı. Hayatın açıklığı­
gibi yazarların tartışma biçim­
şitli akimların temsilcileri Hos- nı kucaklayıp boğmaya değil o
leri ve sistematiklerinin dışına
pers, Langer, v.b. gene yok. açıklığı çarpıtmadan vermeye
Marksist görüşlerin hepsinin çıkıldığı zaman yapılabilecek­
çalışan yapısal kuruiuşunday-
tir. m
ele alındığı da. söylenemez. Çi­ dı.
te yandan, sanatlar arasında «ARKADAŞ» ÜSTÜNE Toplum, tek-merkezii bir yapı
edebiyata dengeyi bozacak ka­ değildir. Son kertede alt yapının
dar fazla yer tanınmış. Müzik, Yılmaz Güney Arkadaş filimiyle
belirlediği, ama üst yapıların da
resim, vvb. yeterince işlenmi­ bir diziye başlamıştı. Diziyi
meydana getiren filimler bir a- görece bir özerkliğe sahip ol­
yor. Genel olarak doğu sanatı duğu, karmaşık bir yapılar bü­
da eksik. Ancak bunları bir uz­ raya gelince şüphesiz bütünün
ışığında parçalar da tek başına tünlüğüdür. Bu «son kerte» za­
mandan beklemek hak olurdu.
sahip olduklarının ötesinde bir mansa! bir «son kerte» değil,
Mehmet Doğan ise uzman ol­
anlam taşıyacaklardı Arkadaş yapısal bir /«son kerte»dir; do­
madığını belirtiyor.
için söylenecekler bu nedenle layısıyla hiçbir zaman «son ker-
Kitabın eleştirilmesi gereken İster istemez eksik olacaktır. te»nin saati çalmaz. Şu halde,
bir başka yanı gene Mehmet Biz de bu nedenle şimdilik bu toplum tek-merkez!î değil, tersi­
Doğan'ın önsözünde belirtil­ ne, merkezsiz bir yapıdır. Kar­
konuda bir şey söylememeyi
miş; «... özellikle Fischer'İn, düşünüyorduk. Susmak isteme­ şılıklı diyalektik etkileşimler bü­
Garaudy'nin çalışmaları her mizin bir de duygusal nede­ tünüdür.
konuda ışık tuttu, İpucu verdi ni vardı: Yılmaz yeni filimler Bilincin gelişmesi ile maddenin
bana.» Gerçekten de, kitabı o- yaparken Arkadaş'ı değerlen­ gelişmesi ayrı oldukları için,
kurken, hemerv hemen her ö- dirmeyi tercih ederdik. Gelgele- insan bu yapısal oluşumların
nemli tartışma alanında yazar İim, birçok kişi doğal olarak fi­ tümünü kavramaz. Bilgi, top­
kendisi susuyor ve ya Fischer'i, lim üstüne konuştu, yorumlar lumsal gelişmeyle orantılı ola­
ya Garaudy'yi, ya da ikisini bir­ yaptı. Filimin büyük bir yankı rak gelişir ve artar. Ama bilgi
den konuşturuyor. Böylece de yapması kaçınılmaz bir olaydı. her zamn bitimli ve bilginin
kitap, Fischer ile Garaudy'nin Ama bu yankı, filimin eski ka­ madde dünyası demek olan
çeşitli sanat görüşlerinin ser­ lıplar içinde değerlendirilmesi nesnesi ise bitimsiz ve sınırsız­
gilenmesi gibi oluyor ve Meh­ ’ötesinde bir noktaya varamadı. dır. Diyalektik maddeci düşün­
met Doğan suskunluğuyla on­ Yılmaz Güney'in bu filimiyle cenin bilgi teorisi, en kısa öze­
ları onaylıyor. «küçük burjuva reform izmi» tiyle, budur.
Burjuva görüşü, gerek idealist dramatik yapıyı kırmak bilinç- Âzem de gene öyle. Cemil İle

Birikim 1 / 7 3
gerek ampirik akımlarıyla, lilikte oynanan çelişkileri değil köydeki kardeşi, Hegei diyalek­
maddeciliğin bilgiyle nesne kar­ gerçekliğin içinde varolan çe­ tiğinin teziyle antitezi değildir­
şıtlığını koymaz, Dolayısıyla bi­ lişkileri sergilemektir. Amaç, bu ler, fişle priz gibi birbirleri için
len özne ile bilinecek nesne a- İkinciyi sergileme olunca, ese­ yapılmış iki öğe değildirler. Kı-
rasında bir özdeşlik kurar. Yu­ rin belli bir açıklığa sahip ol­ yıkent kötülendi diye Konya kö­
karıda kısaca anlatılan, herke­ ması gerekir. Bitmiş, kapanmış yünün yüceltilmiş olduğu anla­
sin bir şeyleri temsil ettiği sa­ bir şeyin hikâyesi anlatılmaz bu mı çıkmaz. Eşitsiz gelişme de­
nat eseri, İşte bu özne -nesne durumda; dolayısıyla hayatın nen toplumsal yasayı, bu işle­
özdeşliği anlayışının bir ürünü­ bütününü özetlemeye kalkış­ yiş içinde oluşan değişik yapı­
dür. Bu sanat anlayışı bu ba­ mak da sözkonusu değildir. Ya­ ları temsil eder bütün bunlar,
kımdan kapalıdır; yani, eserin şayan, ilerleyen bir dinamizm Tankların geçişi, köylünün on­
kapalı dünyasına gerçekliğin verilir. Bu da, eserde söylenen lara bakışı, kızın koka - kolayı
bütününü (ya da önemli parça­ sözle değil, eserin yapısıyla ve­ götürüşü, Yu-pi kamyonunun
sını) sığdırabileceğini sanır. E- rilir. Yani, hayat gibi, bu tipten gelişi gibi.
serin dünyası, aslında bir bl- sanat eserinin de merkezsiz bir
linçliliktir. Bu, yazarın, yaratıcı­ yapısı olmalıdır. Arkadaş filimlnde çağdaş mad­
nın bilinci olabilir; ya da dra­ deci sanat anlayışına doğru bu
matik yapıda bir protagonistin Şu halde Arkadaş filimi için, atılımı görmemek, Yılmaz Gü-
bilinci eserin dünyasını meyda­ «Semra şu tür devrimciliği, A- ney'in çabasını yanlış değer­
na getirebilir. Dolayısıyla bur­ zem bu tür reformizmi temsil e- lendirmek demektir. Öte yan­
juva sanat eserinde diyalektik, der, Cemil ölünce ve beriki sa­ dan, bu filimde bu anlayışın
gerçekte olması gerektiği gibi çını kesince şöyle bîr sonuç çı­ tam olarak gerçekleştirildiği
bilinçler arasında veya madde kar» gibi yorumlar tamamen de söylenemez. Çünkü bütün
ile bilinçlüik arasında değil; geçersiz kalmaktadır. Neredey­ çabalara karşın, filimde Yılmaz
burjuva dünyasının tek^merke- se müzik terimleriyle -heykeli e- Güney’in bilinçliiiği büyük öl­
:zlni oluşturan egemen bilinçli- leştirmek gibi bir şeydir bu. çüde egemen olmuş ve bu du­
liğin İçerisinde geçer. Dramatik Elbette Semra bir şeyi temsil rum amaçla bir ölçüde çeliş-
sanatta o bilinçîilik ayrıştırılabi- eder, Âzem bir şeyi temsil eder. miştir. Bunda, seyircinin Yıl­
lir ve bilinçllliğin çeşitli görü­ Ama ne o, ne de öbürü bir mut­ maz Güney'e bakışının da payı
nümleri çeşitli tip ve karakterler­ lak değerdir. Modern matema­ vardır. Biz gene de, Arkadaş o-
le verilebilir. Ama burada gene tikte olduğu gibi bu sanat tü­ layının bu yanını tartışmayı Yıl-
belirleyici tektir, protagonistin ründe de (bence gerçek diya­ maz’ın yeni filimlerîni yapmaya
bilinçliliğidir. Desdemona, an­ lektik maddeci sanat) değerler başladığı zamana bırakmayı ter­
cak Othello'nun sevgilisidir, değil aradaki ilişkiler önemlidir cih ediyoruz. Şimdilik önemli
Macbeth’rn sevgilisi, olamaz; - gerçeklik oradadır. Değerler olan atılan adımdır. Eski Yıl­
lago da ancak Othello’nun düş­ ise hayatın akışı içinde değişir­ maz Güney'den kopmuş, kendi
manıdır, Hamlet’in lago gibi bir ler. Semra, evet olumludur. A- kuracağı yeni Yılmaz Güney'e
düşmanı olamaz yani dramatik ma öteki yoz insanların yanın­ doğru mesafe atmıştır. Bu yeni
sanatta, protagonist kendi kar­ da devrimci bir potansiyel ola­ Yılmaz Güney'in bir an önce
şıtını bile kendi yaratır. Sorun rak. Devrimcilik süreci içinde kurulmasını özlemle bekliyoruz.
onun sorunudur; sorunun çö­ keskinliğini, yalınkatlığını tör­
zülüş biçimi onun kişiliğinin e- pülemesi, kendini esnekleştir­ Murat Belge
gemenliğinden çıkamaz, mesi gereken bir kişidir. Yani
işte Arkadaş'ta denenen, bu eleştirelliğini gene kendi içerir.
nin dışında, Üniversite kürsüle­ O zaman da 700 Soruda Este­ yaptığı gibi sözler bile söylendi,
rinin dar alanı içinde kapalı tik'in eleştirisinin ağırlık nokta­ Biz bu görüşlerin ciddiye alına­
kaldığı; sanat ve edebiyatımızın sı Mehmet Doğan'ın çözümle­ bileceğine inanmıyoruz. Elbet­
henüz sağlam bir tarihsel de­ mesinin dışına, Fischer ile Ga­ te eleştiriye açıktır Arkadaş-e-
ğerlendirilmesinin yapılmadığı raudy'nin görüşlerinin değer­ leştiriye açık olmayan bir şey
bir zamanda estetik üzerine ki­ lendirilmesine kayıyor. Çağdaş zaten hayatta varolamaz. Ama
tap hazırlamak isteyen kişinin Marksist yazarlar arasında özel­ bu gibi suçlamalar, eleştiri sa­
büyük güçlükler ve engellerle likle Lukacs ve Lefevbre, Fisc- yılamaz.
karşılaşması çok doğal değil her-Garaudy İkilisini destekle­ Arkadaş, filimi üstüne söylenen­
miğir?» Bunlar gerçekten böyle; mek üzere seçilmiş. Bu, yorum­ ler genellikle dramatik bir sa­
böyle olunca da, alanının ilk ki­ da Hegêi’e ağırlık veren bir tu­ nat anlayışının ürünüydü. Oy­
tabı olan .700 Soruda Estetik'i tum yaratıyor. Mehmet Doğan'- sa filim kendisi bu anlayışın
anlayışla karşılamak gerekiyor. m başarıyla çevirdiği Caudwell' dışına çıkma yolunda bir adım
AncaK bu, kitabın belli yanları­ in, bu kitapta pek fazla rolü yok. oiarak değerlendirilmelidir. Asıl
nın eleştirilmesi zorunluluğunu Brecht'in ürünlerinin estetikte olumlu yanı bu olduğu gibi, e-
ortadan kaldırmıyor şüphesiz. açtığı ufuklar gereğince işlen­ İeştirîye açık yanı da atıian a-
memiş. dımın eksikliği olabilir.
Söylenecek jlk sözlerden biri
bibliyografya ile ilgili. Kültür­ Bütün bunlar, teorik bir eleştiri­
Fiiim neredeyse bir alegori o-
lü, meraklı, çok okumuş bir ki­ nin nesneleri: Mehmet H. Do-
larak ele alındı. Kimin neyi tem­
şiye işaret ediyor bjbliyoğraf- ğan'ın 700 Soruda Estetik'i ala­
sil ettiği araştırıldı, yorumlan­
va. Ama gene de bir amatörün nında yapılmış ilk ciddi, kap­
dı, tesbit edildi ve filim sonuç­
bibliyografyası. Croce var, ama samlı çalışma olarak, son ana­
ta falan kişinin filan şeyi tem­
Collingwood yok. Maritain var, lizde en azından bir cesaret Ör­
sil etmesinin «devrimci açıdan»
ama gene dinci görüşlerden neği olarak, Övgüyü hak eden
bir eserdir. Ancak, önsözde, a- doğruluğu veya yanlışlığına gö­
kalkan başka önemli estetikçi­ re değerlendirildi. Oysa fiiim,
ler yok. Strüktüralist görüş - ki maçlandığı söylenen «... yeni
herkesin bir şeyleri temsil ettiği
gittikçe Önem kazanıyor - hiç savların, yeni önerilerin ortaya
bu tipten kapalı bir eser anla­
yok. Freud ve Jung için çok ye­ çıkmasını sağlayacak bir baş­
yışına karşı yapılmıştı. Dev­
langıç olması...» çabasının,
tersiz bir kitap var. O tezi ge­ rimciliği de, falan şeyi temsil
Fischer ve Garaudy’ye veri­
liştirenler, örneğin Emest Jo- eden kişinin söylediği söz gibi
nes yok. Psikolojik yaklaşım­ len ağırlıktan ötürü, pek başa­
basit bir ölçütle Ölçülemezdi.
dan mitik bir yaklaşıma varan­ rılı olduğu söylenemez. Mark-
sis estetiğin asıl başlangıcı bu Filimin sanatsal devrimciliği,
lar, örneğin bir Bodkin, yok. Çe­ yapısındaydı. Hayatın açıklığı­
gibi yazarların tartışma biçim­
şitli akimların temsilcileri Hos- nı kucaklayıp boğmaya değil o
leri ve sistematiklerinin dışına
pers, Langer, v.b. gene yok. açıklığı çarpıtmadan vermeye
Marksist görüşlerin hepsinin çıkıldığı zaman yapılabilecek­
çalışan yapısal kuruiuşunday-
tir. m
ele alındığı da. söylenemez. Çi­ dı.
te yandan, sanatlar arasında «ARKADAŞ» ÜSTÜNE Toplum, tek-merkezii bir yapı
edebiyata dengeyi bozacak ka­ değildir. Son kertede alt yapının
dar fazla yer tanınmış. Müzik, Yılmaz Güney Arkadaş filimiyle
belirlediği, ama üst yapıların da
resim, vvb. yeterince işlenmi­ bir diziye başlamıştı. Diziyi
meydana getiren filimler bir a- görece bir özerkliğe sahip ol­
yor. Genel olarak doğu sanatı duğu, karmaşık bir yapılar bü­
da eksik. Ancak bunları bir uz­ raya gelince şüphesiz bütünün
ışığında parçalar da tek başına tünlüğüdür. Bu «son kerte» za­
mandan beklemek hak olurdu.
sahip olduklarının ötesinde bir mansa! bir «son kerte» değil,
Mehmet Doğan ise uzman ol­
anlam taşıyacaklardı Arkadaş yapısal bir /«son kerte»dir; do­
madığını belirtiyor.
için söylenecekler bu nedenle layısıyla hiçbir zaman «son ker-
Kitabın eleştirilmesi gereken İster istemez eksik olacaktır. te»nin saati çalmaz. Şu halde,
bir başka yanı gene Mehmet Biz de bu nedenle şimdilik bu toplum tek-merkez!î değil, tersi­
Doğan'ın önsözünde belirtil­ ne, merkezsiz bir yapıdır. Kar­
konuda bir şey söylememeyi
miş; «... özellikle Fischer'İn, düşünüyorduk. Susmak isteme­ şılıklı diyalektik etkileşimler bü­
Garaudy'nin çalışmaları her mizin bir de duygusal nede­ tünüdür.
konuda ışık tuttu, İpucu verdi ni vardı: Yılmaz yeni filimler Bilincin gelişmesi ile maddenin
bana.» Gerçekten de, kitabı o- yaparken Arkadaş'ı değerlen­ gelişmesi ayrı oldukları için,
kurken, hemerv hemen her ö- dirmeyi tercih ederdik. Gelgele- insan bu yapısal oluşumların
nemli tartışma alanında yazar İim, birçok kişi doğal olarak fi­ tümünü kavramaz. Bilgi, top­
kendisi susuyor ve ya Fischer'i, lim üstüne konuştu, yorumlar lumsal gelişmeyle orantılı ola­
ya Garaudy'yi, ya da ikisini bir­ yaptı. Filimin büyük bir yankı rak gelişir ve artar. Ama bilgi
den konuşturuyor. Böylece de yapması kaçınılmaz bir olaydı. her zamn bitimli ve bilginin
kitap, Fischer ile Garaudy'nin Ama bu yankı, filimin eski ka­ madde dünyası demek olan
çeşitli sanat görüşlerinin ser­ lıplar içinde değerlendirilmesi nesnesi ise bitimsiz ve sınırsız­
gilenmesi gibi oluyor ve Meh­ ’ötesinde bir noktaya varamadı. dır. Diyalektik maddeci düşün­
met Doğan suskunluğuyla on­ Yılmaz Güney'in bu filimiyle cenin bilgi teorisi, en kısa öze­
ları onaylıyor. «küçük burjuva reform izmi» tiyle, budur.
Burjuva görüşü, gerek idealist dramatik yapıyı kırmak bilinç- Âzem de gene öyle. Cemil İle
gerek ampirik akımlarıyla, lilikte oynanan çelişkileri değil köydeki kardeşi, Hegei diyalek­
maddeciliğin bilgiyle nesne kar­ gerçekliğin içinde varolan çe­ tiğinin teziyle antitezi değildir­
şıtlığını koymaz, Dolayısıyla bi­ lişkileri sergilemektir. Amaç, bu ler, fişle priz gibi birbirleri için
len özne ile bilinecek nesne a- İkinciyi sergileme olunca, ese­ yapılmış iki öğe değildirler. Kı-
rasında bir özdeşlik kurar. Yu­ rin belli bir açıklığa sahip ol­ yıkent kötülendi diye Konya kö­
karıda kısaca anlatılan, herke­ ması gerekir. Bitmiş, kapanmış yünün yüceltilmiş olduğu anla­
sin bir şeyleri temsil ettiği sa­ bir şeyin hikâyesi anlatılmaz bu mı çıkmaz. Eşitsiz gelişme de­
nat eseri, İşte bu özne -nesne durumda; dolayısıyla hayatın nen toplumsal yasayı, bu işle­
özdeşliği anlayışının bir ürünü­ bütününü özetlemeye kalkış­ yiş içinde oluşan değişik yapı­
dür. Bu sanat anlayışı bu ba­ mak da sözkonusu değildir. Ya­ ları temsil eder bütün bunlar,
kımdan kapalıdır; yani, eserin şayan, ilerleyen bir dinamizm Tankların geçişi, köylünün on­
kapalı dünyasına gerçekliğin verilir. Bu da, eserde söylenen lara bakışı, kızın koka - kolayı
bütününü (ya da önemli parça­ sözle değil, eserin yapısıyla ve­ götürüşü, Yu-pi kamyonunun
sını) sığdırabileceğini sanır. E- rilir. Yani, hayat gibi, bu tipten gelişi gibi.
serin dünyası, aslında bir bl- sanat eserinin de merkezsiz bir
linçliliktir. Bu, yazarın, yaratıcı­ yapısı olmalıdır. Arkadaş filimlnde çağdaş mad­
nın bilinci olabilir; ya da dra­ deci sanat anlayışına doğru bu
matik yapıda bir protagonistin Şu halde Arkadaş filimi için, atılımı görmemek, Yılmaz Gü-
bilinci eserin dünyasını meyda­ «Semra şu tür devrimciliği, A- ney'in çabasını yanlış değer­
na getirebilir. Dolayısıyla bur­ zem bu tür reformizmi temsil e- lendirmek demektir. Öte yan­
juva sanat eserinde diyalektik, der, Cemil ölünce ve beriki sa­ dan, bu filimde bu anlayışın
gerçekte olması gerektiği gibi çını kesince şöyle bîr sonuç çı­ tam olarak gerçekleştirildiği
bilinçler arasında veya madde kar» gibi yorumlar tamamen de söylenemez. Çünkü bütün
ile bilinçlüik arasında değil; geçersiz kalmaktadır. Neredey­ çabalara karşın, filimde Yılmaz
burjuva dünyasının tek^merke- se müzik terimleriyle -heykeli e- Güney’in bilinçliiiği büyük öl­
:zlni oluşturan egemen bilinçli- leştirmek gibi bir şeydir bu. çüde egemen olmuş ve bu du­
liğin İçerisinde geçer. Dramatik Elbette Semra bir şeyi temsil rum amaçla bir ölçüde çeliş-
sanatta o bilinçîilik ayrıştırılabi- eder, Âzem bir şeyi temsil eder. miştir. Bunda, seyircinin Yıl­
lir ve bilinçllliğin çeşitli görü­ Ama ne o, ne de öbürü bir mut­ maz Güney'e bakışının da payı
nümleri çeşitli tip ve karakterler­ lak değerdir. Modern matema­ vardır. Biz gene de, Arkadaş o-
le verilebilir. Ama burada gene tikte olduğu gibi bu sanat tü­ layının bu yanını tartışmayı Yıl-
belirleyici tektir, protagonistin ründe de (bence gerçek diya­ maz’ın yeni filimlerîni yapmaya
bilinçliliğidir. Desdemona, an­ lektik maddeci sanat) değerler başladığı zamana bırakmayı ter­
cak Othello'nun sevgilisidir, değil aradaki ilişkiler önemlidir cih ediyoruz. Şimdilik önemli
Macbeth’rn sevgilisi, olamaz; - gerçeklik oradadır. Değerler olan atılan adımdır. Eski Yıl­
lago da ancak Othello’nun düş­ ise hayatın akışı içinde değişir­ maz Güney'den kopmuş, kendi
manıdır, Hamlet’in lago gibi bir ler. Semra, evet olumludur. A- kuracağı yeni Yılmaz Güney'e
düşmanı olamaz yani dramatik ma öteki yoz insanların yanın­ doğru mesafe atmıştır. Bu yeni
sanatta, protagonist kendi kar­ da devrimci bir potansiyel ola­ Yılmaz Güney'in bir an önce
şıtını bile kendi yaratır. Sorun rak. Devrimcilik süreci içinde kurulmasını özlemle bekliyoruz.
onun sorunudur; sorunun çö­ keskinliğini, yalınkatlığını tör­
zülüş biçimi onun kişiliğinin e- pülemesi, kendini esnekleştir­ Murat Belge
gemenliğinden çıkamaz, mesi gereken bir kişidir. Yani
işte Arkadaş'ta denenen, bu eleştirelliğini gene kendi içerir.

You might also like