Professional Documents
Culture Documents
3775 Siyasal - Ideallar Bertrand - Russell Mehmed - Xermenchi 1996 119s
3775 Siyasal - Ideallar Bertrand - Russell Mehmed - Xermenchi 1996 119s
ISBN 975-468-202-X
SİYASAL İDEALLER - Bertrand Russell
Yayımlayan: Say Yayınlan / Kapak: MA-P t
Çeviren: Mehmet Harmancı
Baskı: Yaylacık Matbaası/ Cilt: Yedigün Mücellithaı
Birinci Basım: Aralık 1996
5IYA5AL
iDEALLER
Türkçesi
Mehmet Harmancı
İÇİNDEKİI,ER
Önsöz . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . .. 11
Birinci Böl'ÜID . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 13
.
Siyasal İdealler
İkinci Bölüm . . . . . .. . . . . . . . ........ . .... . . .......... .. 33
Kapitalizm ve Ücret Düzeni
..
UÇUDCU B··ı··
··oum ...................................... 55
·· .
Sosyalizmin Güçlükleri
Dördüncü Böl'ÜID· ..... . . . . . . . .... . . . ... . . . .
. .. . . . ... 77
Kişisel Özgürlük ve Kamu Denetimi
Be,lncl Bölüm . . . . .. . . . . .. . . . . . . . . . . .. . . ..... . .. . .. 103
Ulusal Bağımsızlık ve Enternasyonalizm
BERTRAND RUSSELL
( ı 872- ı 970)
ingiliz filozof ve matematikçi. 1890-1895 ara
smda Cambridge'de matematik ve felsefe ögrenimi
gördiikte11 so11ra, aym ü11iversitede J 9 J 6'ya degilı
ders verdi. Bu ıarilıte, barışçı etkinliklerinden ötü
rü çarptırıldıgı altı aylık hapis cezasmm ardm
da11 ögretim görevi11e son verildi. 1927'de, ikinci
eşi Dora ile birlikte, egitimle ilgili düşüncelerini
uygulamak amacıyla, deneysel bir okul ola11 Bea
co11 Hill School'u kurdu. 1935'te Dora'dmı ayrılm
caya degi11 ke11dini bu etki11lige verdi. 1938'de
ABD'ye gilli. 1944'te Cambridge'e döndü, Trinity
College'a ye11ide11 seçildi. Dalıa so11ra birçok kez
ABD'de kaldı. Ama yaşammm so11 yıllarmda, da
lıa çok i11sanlık sorunlarıyla ilgilendi. Nükleer
bombaya karşı çıktı, Jean-Paul Sartre ile birlikte,
Russell Malıkemesi'ni kurarak Viemam'da işlenen
savaş suçları (Russell Mahkemesi-} J ve Latin
Amerika'daki bastırma hareketi (Rııssell Malıke
mesi -2) üzerine soruşturma açtı.
Russell'm en önemli ve en özgün katklSl, bilgi
7
felsefesi ala11mdadır. Ge11çligilıde F.H. Brad
ley'11i11 iclealisı ı·e tekçi felsefesi11de11 etkile11e11 Rus
sell, ilk yazılarmda, idealist diişii11ceyi savundu.
Leibniz'i11 felsefesini i11celeyerek bagmtılamı ö11e
mi11i keşfetti ve içbag11ııılar ögretisi11e yönelik
eleştirisini hazırladı. 011a göre, Leib11iz felsefesilı
deki tutarsızlıklarda11 da, tekçilik ve idealiı.mdeki
'sapmalar'dmı da bu içbagmtılar ögretisi sorum
luydu The Phi losophy of Leibniz (Leib11iz'i11 Fel
.
8
Tüm felsefi geliıimi boyu11ca Russell, bu i11dirge
meci çöı.iimleme yö11temini11 uygulama alanını
dıırmada11 ge11i1iettiyse de (özellikle smıfları lcal
dımıalc için) bu yölltemi ge11elle1ıimıedi. Bilimlcu
ramsal 11itelilcte nedenler, betimlemeler yararma
özel adları tiimüyle ortadan lcaldımıasmı engeUe
di. ( Rııssell'a göre ilci tür bilgi vardır: dogrudan
bilgi ,,.e betimleme yoluyla bilgi).
Rııssell'm ma11tıg111m getirdigi bir ba,lca
önemli yenilik de, smıflara iliılcin mantıksal para
doksları yok etmek amacıyla haı.ırladıgı tipler ku
ramıdır. Smıflamı çogıı, lce11di lce11dileri11in üyele
ri degildir, ama kimi smıjlar ke11di lce11dileri11i11
iiyeleri gibi görünebilir. Bıı da, biitiiıı Giritlileri11
yala11cı oldugımu söyleyen Giritli'11i11 paradoksıı11a
be11zer paradokslara yol açar. Bu paradoks ya da
çatışkılardmı lcaçmmak içi11 Russell, tipler adım
verdigi birçok dil diiı.eyi11i ayırt eder; önıegi11 bir
smıf, iiyeleri11i11 lıer biri11i11 tipilıde11 lıer z;ama11 da
lıa yüksek bir tiptedir. Giritli'11in önermesi, konu
edi11digi ve niteleme iddiasmda bulwıdugıı ö11er
melerde11 dalıa yiiksek tipte bir ö11ermedir. Böyle
likle çatışkı, degişik tipleri11 birbirine karıştırıl
masıyla açıklanarak ortadan kalkmış olur.
Rııssell, A.N. Wlıitelıead ile birlikte yaı.dıgı
Principia Mathematica'da, malltıkçı matematik gö
riişiilıe son biçimi11i verdi.
Felsefe Meseleleri (The Problems of Philo
sophy, 1912), Dış Dünya Üzerine Bilgimiz (The
Scientifıc Methode in Philosophy and Our Know
ledge of External World, l 9 l 4), Mistisisizm ve
9
Mantık (Mysticism and Logic, 1918), Analysis of
Mind (1921 ), The Analysis of Matter (1927) adlı
·
yapıtları, Russell'm bilgi kuramı üzerindeki dü
şü11cesi, gele11eksel de11eycilik ve mantıksal kurula
bilirciligilı ge11ellikle farklı istekleri11e karşı sava
şarak gelişmiştir. An Inquiry into Meaning and
Truth (Anlam ve Gerçek) [ 1940 J ve Human Know
ledge, Its Scope and Limits (İnsan Bilgisi, Kapsa
mı ve Sınırlan) [ 1948], Russell'm gerçek anlamda
felsefi son iki büyük yapıtmı ve gerçek duygusunu
hiçbir zaman yitirmeyen bir felsefenin son sözünü
oluşturur.
Russell, 1920'de SSCB'yi ziyaret etti. Düşkırık
lıgına ugradı ve yurdu11a dönünce Bolşevizm
(Practice and Theory of Bolshevism) ( 1920] adlı
kitabım yayımladı. Milliyetçiligin, militariunin,
bürokratik totalitariunin ve Sovyet rejiminde varlı
gım ilk/ark edenlerden biri oldugu kültürel karan
lıgm kötülüklerini sergiledi. Sosyaliunin bu sap
masma karşı, özgürlükçü bir sosyaliuni savundu.
Ah/dk ve egitim konularmda da özgürlükçü dü
şüncelerden yanaydı. Ancak karşıtlamıın genel
likle saptırdıkları tııtıunıı esnekti How to be Free
and Happy (Nasıl Özgür ve Mutlu Olunur), 1924;
Evlilik ve Ahlfilc (Marrgiage and Morale), 1929 ve
Mutluluk Yolu (The Conquest of Happiness),
1930. Aym esneklik dinlere karşı sert eleştirilerde
bulunmasına karşm Tanrı 'nm varlıgı konusundaki
tutıunwıda da görülür (Din ile Bilim [Religion and
Science], 1935; Neden Hıristiyan Değilim [Why
I'm not Christian], 1957).
10
Son olarak, çok verimli bir yazar olan Rus
sell'ın yapıtları arasında, Bau Felsefesi Tarihi
(History df Philosophy Occidental) [ 1945 /, History
of My Ideas Philosophic (Felsefi Düşüncelerimin
Tarihi) [ 1959/, ve Yaşamöyküm (My Autobiog
raphy) [ 1, 1967; il, 1968; ili, 1969) gibi yapıtları
nı da saymak gerekir.
Russell, 1950 yılmda Nobel Edebiyat Ödülü'nü
almıştır.
11
ôNSÖZ
13
/erinin sonunda berıim yasalclanarı konuşmamı
okudugwıu bildirdi. Hükümeı ona karşı dava aça
mayacak kadar kömürüne baglıydı.
BERTRAND RUSSEU
14
BİRİNCİ BÖLÜM
SİYASAL
İDEALLER
ARANLIK çağlarda insanların duru bir
K
inançla güçlü nedenlere dayanan bir umu
da ve bunun sonucu olarak da güçlükleri
önemsemeyen sabırlı bir cesarete gereksi
nimleri vardı. Geçirdiğimiz günler, pek çoğumuzun
inançlarının pekiştirilmesini gerçekleştirmiştir. Kö
tü olduğunu sandığımız şeylerin gerçekten kötü ol
duklarını görmekteyiz. Şimdi son tuzla yıkımına
gitmekte olan dünyanın yıkınulan arasından daha
iyi bir dünya yükselecekse, insanların buna kavuşa
cakları yolları aruk eskisinden çok daha kesin ola
rak biliyoruz. İnsanların birbirleriyle olan siyasal
ilişkilerinin bütünüyle yanlış idealler üzerine kurul
duğunu ve bu ilişkilerin ancak acı, yıkım ve günah
kaynakları olmaya devam eden ideallerden çok de
ğişik ideallerle kurtulacağını görüyoruz.
Siyasal idealler, kişisel yaşam idealleri üzerine
kurulmalıdır. Siyasetin amacı kişilerin yaşamlarını
olabildiğince iyiye götürmek olmalıdır. Politikacı
ların, dünyayı oluşturan çeşitli erkek, kadın ve ço
cuklar dışında ve üstünde düşünmeleri gereken
başka hiçbir şey yoktur.
17
Siyaset sorunu, insan ilişkilerini herkesin yaşa
mı süresince, olanaklı olduğu kadar iyiye sahip ola
cak biçimde düzenlemekten başka bir şey değildir.
Bu sorun da, kişisel yaşam da en iyinin ne olduğu
nu düşünmeye zorlar bizi.
İlk olarak, bütün insanların benzer olmalarını
istemeyiz. Erkek ve kadınların aşağı yukarı birbir
lerinin benzeri olacağı bir örneği ortaya koymak is
temeyiz. Bu, ancak, sabırsız bir yöneticinin ideali
olabilir. Kötü bir öğretmen, kendi düşüncesini z�r
la kabul ettirmeyi ve kesin olmayan bir konuda,
hepsinin aynı kesin yanıu vereceği öğrencilerinin
olmasını ister. Bernard Shaw'un, Shakespeare'in en
iyi yapıu olarak Troilııs ve Cressida'yı kabul ettiği
söylenir. Ben bu konuda kendisiyle aynı düşünce
de değilsem de, bunu, bir öğrencide ancak bir kişi
lik belirtisi olarak görebilirim. Ancak pek çok öğ
retmen böylesine karşıt bir görüşe katlanamaya
caktır. Değil yalnız öğretmenler, üstelik bir yetki
sahibi olan bütün sıradan insanlar da, emirleri al
tındakilerden olsun, bunların önceden kolayca tah
min edilebilecek ve hiçbir zarar vermeyecek olan
hareketlerinden olsun, bir tekdüzelik, bir benzerlik
beklerler. Bunun sonucunda da, olanak bulurlarsa,
girişimciliği ve kişiliği ezerler; bulamazlarsa da,
bununla çatışırlar.
Oysa olanağı varsa, gerçekleşmesi gereken, bü
tün insanlar için aynı ideal değil, ama her insan
için ayn bir idealdir. Herkeste iyiye ya da kötüye
doğru gelişecek bir öz vardır. İnsanın kendisi açı
sından hem en iyi, hem de en kötü bir olanak var-
18
dır. İ yi lik yeteneğ i ni n mi gelişeceği ni ya da ezile
ceğini , yoksa kötü içgüdüleri ni n mi güçleneceğini
ya da daha iyi yol l ara yöneltileceğ i ni , onun duru
mu belirler.
Ancak genel bir kabul görecek bir karakter ide
ali ni bütün ayrınularıyla veremezsek de -örneğin
bütün i nsanl arı n ç alışkan, özverili ya da müzikse
ver olmal arı gerektiğ i ni söyleyemeyiz- olanaklı
ol an ya da arzul anan konusunda düşüncelerimizi
yöneltecek bazı yayg ı n il keler vardır.
İ ki tür maldan ve buna uyan i ki tür güdüden
söz edebi l i ri z : Kişi sel mül kiyete konu olabilecek
mal l ar ve herkesin ortakl aşa paylaşabileceği mal
l ar .
Bir insanın yiyeceği v e giyeceği , başka b i r i n
sanı n yiyeceği ve giyeceği deği ldir. Eğer sağlanan
mi ktar yetersizse, bir i nsan diğeri ni n zararına ola
rak bunlara sahip ol muş demektir. Bu, genellikle
maddi mallar içi ndir. Bir i nsan bilimsel bilgiye sa
hi pse, bu bilgi başkal arının onu bilmesine engel de
ği ldir. Aksi ne bu i nsan, diğerleri nin bu bilgiyi
edi nmeleri nde yararlı ol acakur.
Bir insan büyük bir ressam ya da şairse, bu,
başkalarının resim yapmal arına ya da şiir yazmala
rı na engel bir durum değildir. Hatta böyle şeylerin
olası ol abileceği bir ortamı yaratmak yararlıdır da
üstelik. B ir kişi diğeri ne iyini yet besliyorsa, bu, di
ğerleri arasında daha az iyi niyet olduğu anlamına
gel mez . Aksine, bir i nsan ne kadar iyi niyetliyse, di
ğerlerinde de o kadar çok iyiniyet yaraur. Bu tür
konul arda, paylaşılacak belirli bir miktar olmadı -
19
ğı ndan, miilkiyeı yoktur. Herhangi bir yerdeki artış,
her yanda bir artı ş doğurur.
İ ki mal türüne uyan iki tür de güdü vardır: Pay
l aşılamayan özel mall an elde etmeye ve elde tut
maya yönel i k miilkiyetçi güdüler ; özel liğe ve mül
kiyete konu olmayan malları n yaratıl m ası amacı nı
izleyen yaratıcı ya da yapıcı güdüler.
En iyi yaş am , yaratıcı güdüleri n en büyük ve
mülki yet güdülerini n de en küçük rol ü oynadı kl arı
yaşamdır. Bu yeni bir buluş değildir. Kutsal Kitap
şöyle der:
"Ne yiyecegiz. ne içecegiz ya da ne giyecegiı.
diye düşünme!" 1
B i z , bu konulara ayırdı ğ ı mı z düşünceyi çok da
ha önemli konulardan çeki p almaktayız . Bundan
da beteri , bu konuları düşünmekle girdiğimiz zihi n
alı şkanlığı nı n oldukça kötü bir alı şkanl ı k hal i ne
dönüşmesidir. Bu alışkan l ı k , rekabete, kıskançlığa,
zorbalığa, zalimliğe, dü nyada var olan ahl ak dışı
kötülü klere ve özel l i kle yağ m ac ı l ı k gücünün kulla
nı l ması na yol açan bir alışkanlı kur. Maddi mallar
soyguncu tarafından zorbal ıkla alı nı r ve kullanılır
lar.
Ruhsal mal l ar bu yol l a alı nmaz. Bir ressam ya
da düşünürü öldürebi lirsi ni z , ancak onun sanaunı
ya da düşüncesi ni elde edemezsini z . Hemci nsi ni
sevdiği içi n bir i nsanı ölüme mahkOm edebi lirsi
niz. Ama bu yol la, onu mutluluğa kavuşturan sev
giyi elde edemezsi ni z . Bu gibi durumlarda zorbalı k
güçsüz kalır. İ şte bunun içi n de, zorbalığa i nanan
i nsanlar, düşünceleri ve tutkµlan maddi mallarla
dol u i nsanlardır.
20
Mülkiyet güdüleri güçlü olduğunda, tümüyle
yaratıcı ol ması gereken girişi mlere zarar verirler.
Değerli bir bul uşa s ahip bir insan, rakibine karşı
kı skançlı k duygularıyl a dolu olabilir. Bir i ns an
kansere, bir diğeri vereme çare bul muşsa, bunlar
dan biri , di ğeri nin bul uşunun yanlış olduğu onaya
çıkı nca sevi nebilir. Oysa, hastal arın çekti kleri acı
l arı düşünerek üzülmesi gerekirdi .
Böyle bir şey bilgi ya da yararlılık içi n arzula
nacağı yerde, genel l i kle bir ün kazanmak içi n arzu
l anmaktadır. Her yaratıcı güdü bir mülkiyet güdü
süyle gölgelenmektedir. Azizli k yol unda olan biri
bile daha b aşarı l ı bir azizi kıskanabilir. Sevgi bile,
çoğu nlukla kıskançlık lekesi nden yoksun değildir.
Bunlar, mül kiyet güdüsünün yaratıcı alana sataş
masıdır. En kötüsü de, dü nyadaki değerli her şeyi
kaçırmış olanları n, başkal arını kendi kaçırdı kları
şeylerden zevk almal arı nı önlemeye çalışmak biçi
mi ncie beliren kıskançl ı klarıdır. Yaşl ı l arı n gençlere
karşı tutumları nda bu genell i kle göze çarpar.
Bitkiler ve hayvanl arda olduğu gibi i nsanda da
büyü me konusunda kesin bir doğal güdü vardır:
Bu , beden gel işmesi için olduğu kadar, zihi n geliş
mesi içi n de geçerlidir. Bedensel gelişme hava,
beslenme ve idman yardımıyla olur. Hatta bu, Ç i nli
kadınların ayakları nı küçük bırakan tutumları gibi
bir davranışla da engellenebilir.
Bunu n gibi zihi n gel işmesi de dış etkilerle ge
liştirilebilir ya da engellenebilir. İ nsana yardımcı
olan dış etki ler, cesaretlendiri len ya da zihi nsel et
ki nli kleri uygulama fırsatı verilen etki lerdir. Engel -
21
leyici etki ler de herhangi bir zorlamayla büyümeye
engel o l urlar. Bu zorl ama da disipl i n , otorite, ka
muoyunun baskısı ya da bütü nüyle apayrı bir işle
uğraşma zorunluluğudur. Bu etkenlerin içinde en
kötüsü, i nsanı n temel güdüsünü bozan ya da altüst
edenidir. İ nsanı n temel güdüsü , ahlak al anı nda vic
dan olarak görünmektedir. Bu tür etkenler insana
hiçbir z aman üstesi nden gelemeyeceği iç zararl ar
verirler.
Zor kul l anı l arak başkaları na zarar veri lebi lece
ğ i ni ve zorbal ı kl a alı n an eşyanı n değersizl iği ni bi
len insanl ar, başkaları nı n özgürlüğüne tam bir say
gı duyacakl ardır. Onl arı bağlamaya, zincire vurma
ya çalı şmayacak, yargıl anmakta ağır ve acı makta
çabuk davranacak olanlar bu i nsanl ardı r. Kendi i ç
lerindeki iyi l i k i l kesi hem çok duyarlı , hem ç o k de
ğerli olduğu içi n, i nsanlara özel bir sevecenli kle
davranac akl ardır. Kendi l eri gibi ol mayanl arı suçla
mayac akl ar , ki şi l i ğ i n çeşi tl i l i k getirdi ğini , tek b i
ç i m l i l i ğ i n i se ö l ü m demek olduğunu bileceklerdir.
Her i nsanı n olduğu kadarınca canlı ve olduğu ka
darınca da az maki neleşmiş olmasını isteyecekler
dir. Acı ması z bir dü nyadaki sert al ışkanlıkl arı n
yok edeceği her şeyi koru mak i steyeceklerdir bun
l ar . Kısacas ı , di ğer i nsanlarla o l an ilişkilerini deri n
bir saygı güdüsü esi nleyecektir.
Ki şiler i çin istediklerimiz apaçık ortadadır ar
tı k: M ü l kiyet güdüsünü bastıran ve kendi içine
alan güçlü yaratıcı güdüler, b aşkal arına saygı ve
kendi içimizdeki temel yaratıc ı güdüye saygı .
İyi bir yaşam için bel irl i bir kendine-saygı, ya
22
da bir ulusal gurur gereklidir. İ nsan bir bütün ola
rak kalmak isterse, o iç yeni lgi duygusuna sahip ol
mamal ı , ama kendi içindeki en iyiyle birlikte (iç ve
dış engel lerle ne kadar çok karşı laşırsa karşıl aşsın)
yaşayabilecek cesaret, umut ve özlemi içinde duya
bilmelidir. İ nsan, kendi eli nde olduğu sürece, eğer
hayahnda şu üç şeye sahipse en iyi ol anakl arını
gerçekleşti rebilecektir: Mülki yetten çok daha yara
tıcı olan güdüler, başkalarına duyulan saygı ve ken
di içi ndeki temel güdüye gösterilen sayg ı .
Bunun böyle o l m as ı gibi , siyasal v e toplumsal
kuruluşlar da, kişilere yaptı kları iyilik ve kötülük
lerle yargıl anırl ar. Mül kiyetten daha çok yarabcılı
ğı mı özendinnektedirler? İ nsanl ar arası nda bir
saygı ruhu mu yaratmaktadırl ar? Kendi ne saygıyı
mı korum aktadırl ar?
İ çinde yaşadığımız kuruml ar, bu açıdan bakıl
dıkları nda, ol maları gerekenden çok uzakurl ar he
nüz.
Kurumların ve özelli kle ekonomik düzenleri n,
erkek ol sun, kadı n olsun, insanları n karakterlerini
oluştunnada büyük etki leri vardır. Serüven ve
umut ya da çekingenl i k ve güvenl i k aranmasını
özendirebi lirler. İ nsan zihni ni büyük ol anakl ara
açabi ldikleri gibi , onu, karanl ı k tali hsiz lik tehli kesi
dışında her şeye karşı kapatabil irler. İ nsanı n mutlu
luğunu gerek dünyanı n genel mülkiyeti ne yaptı kla
rı katkıya, gerekse de başkalarıyl a payl aşmadan
yal nızca kendisini n sahip olacağı özel mall arı elde
etmeye dayandırabi lirler. Çağımızı n kapital izmi ,
bu iki şı ktaki yanlı ş tercihleri , cesaretl i ya da çok
23
talihli olmayan i nsanl arı n tümüne birden zorlamak
tadır.
İ nsanı n güdüleri , bir oranda kendi doğal tutu m
l arı, bir oranda da fırsat ve ortamla yoğurulur.
·
Doğrudan doğruya öğüt vermek i nsanı n güdüleri ni
açı klaması nı engel lemekten başka bir şey yapa
m az . Bunun sonucunda güdüler bir süre gizlenip
kalır ve sonra da değişmi ş , ezi lmiş ve çarpıtı l nu ş
bir biç i mde tekrar yüze çı karlar.
İ stediğimiz güdülerin türleri ni öğrendiği miz
zaman bunu yal nızca ortaya koymakl a yeti nmeme
l iyiz ; güdünün , yaşanu nı istenilen yolda kendi l i
ği nden deği ştirmesi için, kuru m l arı yeniden düzen
lememi z de gerekir.
Günümüz kurumları i ki temele dayanmaktadı r:
Mülki yet ve egemenlik. Bunl arın iki s i de çok ada
letsiz bir biçi mde dağılmıştır. İ ki si de gerçek dün
yada ki şi ni n mutluluğu için çok ö nemlidir. İ ki si de
mül kiyete i l i ş ki ndir, ama yi ne de eğer bunlar olma
saydı , herkesin payl aşabi leceği malların elde edile
b i l mesi şi mdiki kadar güç olurdu .
Şu anda, mül kiyet olmadan bir insanı n özgür
lüğü ve katl anı l abilecek bir yaşamın gerekleri içi n
güvenli ğ i yoktur. Egemenli k olmadan da, i nsanı n ,
fırsatlardan yararl anma ol anağı olmayacaktır. İ n
sanl arın yaratıc ı güdüleri ne özgür bir al an tanı n
mak isteniyorsa, i nsanlar belirli bir güvenl ik ölçü
sünde sıkı ntılı zorunluluklardan kurtarı lmalı , ya
şaml arı nı n yönü konusunda kişisel girişimleri ni
uygul ayacak yeterli b i r egemenliğe sahi p kılı nma
lıdırlar.
24
Mal i k olanın, ol amayana karşı adaletsizliğini
temsil eden ve kutl ayan bir dünyada; onur, ege
menlik ve saygını n akıldan çok servete tanındığı
bir dünyada; maddi mall arın sağl anmasında di kkat
siz davranmaların büyük çoğunlu kları tam bir sefa
lele düşüreceği bir dünyada ; tam rekabet üzeri ne
kurulu bir dünyada, el bette ki , yaraucı olan pek az
i nsan, mül kiyete düşkün olan başka i nsanl ardan da
ha başarılı olabilecektir.
Böyl e bir onamda, doğanın büyü k yaraucılı k
l ar bağışlayarak yarattığı i nsan bi le eni nde sonunda
re kabet zehrine bulaşır. İ nsanlar, birtakım gruplar
·hali nde birleşerek maddi mal l arı n sağlanması nda
daha çok güç topl amaya çalışırl ar. Bu gruba bağlı
·
lık, temel açgözlülük güdüsü üzeri nde bir yarı
ideal tacı biç imi nde yerleşir. İ şçi Sendi kaları da, İ ş
çi Pani si de, diğer parti ler ve toplum kesi mleri nden
daha az arı nmış değ i l dir bu kötülükten. Kaldı ki ,
bunlar daha iyi bir dünya yaratma umuduyl a kurul
muşl ardır. Ancak yi ne de, sık sık, maddi mal l arı n
daha büyük b i r payı nı elde etme amacıyla yol larını
.şaşırdı kl arı olur. Bu am açl arı nın adaletle uyumlu
olduğunu yadsı mak ol anaksızdır. Ancak yarının
gali pleri ni n, öteki günün zali mleri ol mamaları iste
niyorsa daha büyük ve daha yapıcı bir siyasal ideal
gereklidir. Bir reform hareketi ni n esi n kaynağı ve
sonucu, gereksiz birtakım sınırlamalar ve düzenle
meler değ i l , özgürlük ve cömen bir ruh olmalıdır.
Şimdi ki ekonomik düzen, girişi m yeteneği çok
zengin olan bir avuç i nsanı n elinde toplanmıştır.
Kapitalist olmayanl ar, bir meslek ya da iş yolu seç -
25
ti kten sonra, aruk hemen hemen her zaman bir da
ha b aş ka bir seçim hakkına sahi p değ i l l erdir. Bun
lar, mekani zmayı i şleten gücün bir bölümü değ i l ,
ancak makineni n pas i f b i r parçasıdırl ar. S iyasal de
mokr as i ni n varl ı ğına karşın, hal a bir kapi tali stle
yaşam ı nı kazanmak zorunda olan bir i nsanın, ken
di yönünü seçme yetki si arasında şaşı l acak derece
de büyük bir fark vardır. İ kti sadi i şler i nsanl arı n
yaşamları na çoğunlukla siyasal sorunlardan daha
yakın olarak girerler. Sermayesi olmayan bir i nsan
kendi s i ni genel l i kle, örneği n bir fabri ka gibi büyük
bir örgüte satmaktadır. Bu örgütün yöneti mi nde bir
sesi , politi kası nda sendikası nı n kendisine sağladı- 1
ğı ndan b aşka bir özgürlüğü yoktur. Sendi kanı n
önemsiz saydı ğı bir özgürlüğü arzuladı ğı taktirde
güçsüz kalacaktır. Bu durum karşı sı nda ya boyu n
eğmel i ya da açl ı ktan öl melidir.
Meslek sahi bi ol anl arın da başl arına gelen bun
dan farklı değildir. Gazeteci leri n çoğu, siyasetleri
ni beğenmedi kleri g azetelere yazı yazmaktadırl ar.
Ancak zengi n biri g azete sahibi olabilir. Zengi n ol
mayanların bakış açı l arı na uyan ya da yararları na
o l an şeyler gazetelere ancak bir rastl antı sonucu gi
rebilir.
Ü l keni n en iyi çalışan beyi nleri nin büyük bir
kısnu devlet hizmeti ndedir. Burada çalı şmanı n bir
koşulu da, memurl ardan saklanamayacak kötül ü k
ler karşı sından bunları n ses çı karmamalarıdır.
Görüşleri , topl uluğunun hoşu na gitmiyorsa,
yerleşmi ş kural l ara uymayan bir rahip işinden ol ur.
Kamuoyu nun bütün giri nti ve çıkıntıl arını payl aşa-
26
mayac ak ya da izleyemeyecek kadar esnek ve bu
dal a değilse, bir mi lletveki li sandalyesini yitirebi
l i r . H e r yaşam yolunda, ekonomik örgütler giderek
büyüyüp kaulaşukça, düşünce bağı msızlığa da ba
şarı s ı zl ı kla cezalandırı lır.
İ nsanl arın giderek uysal , giderek her şeye rıza
gösteren ve kendi leri için düşünme hakkını bırak
maya hazır bir durumda olmaları şaşırucı bir şey
midir? Ama işte bu yol l arla bir uygarl ı k, bir Bi zans
uyuşukluğuna düşebilir.
Yoksulluk korkusu, özgür, yaraucı yaşamın
içi nde gel i şebileceği bir etken de�il dir. Değildir,
ama yine de çoğu emekçi nin günlük ç alışmalarının
başlıca etkenidir bu. Bir ki şinin gerektiğinden daha
çok servet ve yetkiye sahip ol ması umudu da (ki bu
zenginleri n yu karıdaki ne karşı lık olan etkenidir) ,
sonuçları açısı ndan aynı derecede kötüdür. Bu du
ru m , insanl arı, zihi nleri ni adalete kapatmaya zor
lar, topl umsal sorunl ar üzeri nde dürüst düşünmek
ten alıkoyar. Bu arada da, yürekleri ni n ta deri nle
ri nde zevklerini n başkal arı nın yoksulluğu pahasına
satı n alındı ğ ı nı düşünerek rahatsızlık duyarl ar. İ şte
bunun için yoksulluğun da, serveti n de adaletsizliği
ol anaksız kılı nmalıdır.
İ şte ancak o zaman, çoğunluğun yaşamı ndan
büyü k bir korku kal kacak ve azı nlığın yaşamı nda
da umut daha iyi bir biçim al acaktır .
Ama güvenlik ve özgürl ük, iyi siyasal kurum
l ar için olumsuz koşullardır. Bunlar kazanıl dığı za
man, bir de olumlu koşula gereksini mi miz olacak
ur: Yarau cı gücün isteklendiri l mesi .
27
Tek başına güvenlilik, kendini beğenmiş ve
donmuş bir toplum yaraur. Yaşamın serüven ve il
gisini canlı tutmak, hareketi sürekli olarak daha
iyi, daha yeni şeylere sürüklemek için tamamlayıcı
olarak yaraucılığa gereksinim vardır. İnsanlık ku
rumları için son bir hedef olamaz: En iyi hedef da
ha iyilere doğru ilerlemeyi özendirendir. Çaba ve
değişiklik olmadan insan yaşamı iyi kalamaz.
Bizim arzuladığımız, tamamlanmamış bir ütop
ya değil, hayalin ve umudun canlı ve hareketli ol
duğu bir dünyadır.
Cennetlerinin hiçbir şeyin yapılmadığı ya da
değiştirilmediği yerler olması karşı.sında insanların
çok çalışmaktan dolayı çektikleri yorgunluk ger
çekten acıdır. Yorgunluk, mutluluk için yalnız din
lenmenin yeterli olduğu hayalini yaraur. Ancak in
sanlar bir süre dinlendikten sonra, sıkınuları onları
yeniden binakım etkinliklere zorlar. Bu nedenle
de, mutlu bir yaşam için etkinlik olmalıdır. Bu, ay
nı zamanda yararlı bir yaşam olacaksa, bu etkinlik
olabildiği kadar yaraucı olmalı, yağmacı ya da sa
vunucu ola.rak kalmamalıdır. Ancak yaratıcı etkin
lik, düşgücünü ve özgünlüğü gerekli kılar. Bunlar
ise status quo'yu baltalayıcıdır. Şimdi iktidarda bu
lunanlar, statııs quo'nun değiştirilmesinden korkar
lar. Haksız üstünlüklerinin ellerinden alınacağını
bilirler.
Kurulu düzenden çıkarları olanlar, insanın, di
ğer toplu halde yaşayan hayvanlarla paylaştığı ra
hatlık güdüsüne ek olarak, özgünlüğü cezalandıran
ve zihni ilkokul çağından ölüme kadar aç bırakan
28
bir düzen kurmuşlardır. Çocukların, başkalarının
düşünce ve duygularına körü körüne uymamaları
ve kendi başlarına düşünüp duymaları için, eğitimi
yöneten ruhun bütünüyle birden değiştirilmesi ge
reklidir. Girişim gücünü yaratan, olaydan sonra ve
rilecek ödüller değil, belirli bir düşünce havasıdır.
Böyle bir havanın var olduğu çağlar olmuştur: Eski
Yunan ve Elizabeth İngilteresi örnekleri gibi. An
cak günümüzde, büyük makine-tipli örgütlerin bas
kıcılığı, kişiliği ve düşünce özgürlüğünü öldürmek
te, insanları gittikçe daha tek tip, birörnek olmaya
zorlamaktadır.
Geniş örgütler çağdaş yaşamın vazgeçilmez
unsurları olup, bunların kaldırılmalarını istemek
yararsızdır. Bunların kişiliğin korunmasını güçleş
tirdikleri doğru da olsa, gereken şey, bunları kişisel
girişim gücü bakımından en geniş bir alan haline
dönüştürebilmektir.
Bu yolda aulacak en önemli adım, örgüt yöne
timlerinin demokratik yapıya kavuşması olacakur.
Ama yönetimimiz MlA bürokratik, ekonomik ör
gütlerimiz de ya monarşik ya da oligarşiktir. Her
bir ortaklık, kendi kendini o yere atamış az sayıda
kişi tarafından yönetilmektedir. Bir işte çalışan in
sanlar o işin yönetimini ele almadıkça gerçek öz
gürlük ya da demokrasi söz konusu olamaz.
Özgürlüğü arttıracak başka bir adım da, ister
coğrafi, ister ekonomik, isterse dinsel mezhepler
gibi olsun, aynı insanca bağa sahip gruplara kendi
kendini yönetme konusunda tanınacak olan geniş
liktir. Çağdaş devlet öylesine büyük, mekanizması
29
o kadar az anlaşılan bir şeydir ki, oy hakkı olması
na karşın bir insan kendini bu örgütün siyasetini
belirleyen gücün etkin bir parçası olarak göremez.
Çok güçlü bir grupla birlikte hareket edilen anlar
dışında kendisini iktidarsız görür. Hükümet, hava
gibi katlanılması gereken, uzak ve kişiliksiz bir du
rum halini alır.
Oysa küçük kurumlarda bir pay sahibi olan in
san, Eski Yunan ya da Ortaçağ İtalya'sında yurttaş
lara ait olan kişisel fırsat ve sorumluluk duygusu
nun bir bölilmünü elinde tutabilir.
Bir grup insanın güçlü bir topluluk bilinci var
sa -örneğin bir ulusa, bir ticaret ortaklığına ya da
dinsel bir örgüte bağlı insanlar gibi- özgürlük, bu
grubun dış dünya için önemli olmayan konularda
kendi kendisine karar vermesini sağlar. Ulusal ba
ğımsızlığın evrensel olarak istenmesinin temelinde
bu vardır. Ama uluslar, içişleri için kendi kendile
rini yönetmeye sahip olmaları gereken tek grup de
ğillerdir. Uluslar da, diğer gruplar gibi, yabancı ül
keler için eşit önemde olan işlerde tam bir hareket
özgürlüğüne sahip olmamalıdırlar.
Özgürlük kendi kendini yöretmeyi öngörür,
ama başkalarının işlerine karışmayı asla!
En yüksek özgürlük derecesi hiçbir zaman
anarşiyle elde edilen özgürlük değildir. Özgürlüğü
hükümetle bağdaşurmak güç bir sorundur. Ancak
hangi siyasal kuram olursa olsun, karşılaşılması
gereken bir konudur bu.
Yönetimin ruhu, yetkiyi elinde tutanların, iste
dikleri sonuçları almak için yasalar çerçevesinde
30
zor kullanılmasında yatmaktadır. Bir kişiye ya da
bir gruba zorla boyun eğdirmek her zaman için za
rarlıdır. Ancak hükümet olmasaydı, insanların bir
birleriyle olan ilişkilerinde böyle bir zorlama orta
dan kalkmayacaktı. Aksine, bu yağmacı güdüye sa
hip olanların güç gösterilerine yol açacak ve karşı
lığında ya kölelik doğacak ya da güdüleri daha az
güçlü kişilerin bu zorlamaya karşı koyabilmek için
sürekli olarak hazır durumda bulunmaları gereke
cekti.
Uluslararası bir hükümet olmadığı için, şu an
da, uluslararası ilişkilerde bu durumu görmekteyiz.
Devletler arasındaki anarşi, bizi dünyanın kötülük
lerini anadan kaldırmak için anarşizmin yeterli bir
çare olmadığına inandırmalıdır.
Hükümet tarafından güç kullanılmasının belki
de tek bir amacı olabilir: Dünyada var olan bütün
zorlamaların sayısını azaltmak. Örneğin, adam öl
dürmenin yasalarca yasaklanması dünyadaki şiddet
eylemlerini azaltır. Hiç kimse ana-babanın çocuk
larına kötü davranma konusunda sınırsız bir özgür
lüğe sahip olmasını istemez. Bir kısım insanlar di
ğerlerine kötülük yapmak istedikleri sürece tam bir
özgürlükten söz edilemez. Çünkü ya kötülük yap
ma arzusu bastırılmalı, ya da kurbanlar acı çekme
ye bırakılmalıdır. İşte bu nedenle, kişilerin ve top
lumların kendi işleri konusunda sonsuz özgürlükle
ri olması gereği yanında, diğerleriyle olan ilişkile
rinde asla tam özgürlükleri olmamalıdır. Güçlüye
zayıfı ezmesi için özgürlük tanımak, dünyada en
geniş özgürlüğü tanıma yolu değildir.
31
İşte laissez faire iktisatçılarının savundukları
özgürlüğe karşı sosyalist başkaldırının temeli bu
dur.
,Demokrasi, hükümellerin özgürlüğe müdahale
sini mümkün olduğu kadar azaltan bir yoldur. Top
lum, her ikisinin de dediğinin olmayacağı iki gruba
ayrılmışsa, demokrasi, kuramsal bakımdan bunla
rın çoğunlukta olanının istediğinin olmasını öngö
rür. Ama beraberinde büyük bir halk katılımını da
getirmiyorsa, demokrasi hiç de yeterli bir yol de
ğildir. Birörneklilik sevgisi, yalnızca işe karışma
zevki ya da çeşitli zevk ve huylardan nefret, genel
likle bir çoğunluğun, kendisini gerçekten ilgilen
dirmeyen konularda azınlığı yönetmesi sonucunu
doğurur. Biz hiçbirimiz, İngiltere'in içişlerinin bir
Dünya Parlamentosu tarafından çözümlenmesini
istemeyiz. Ancak buna karşılık, böyle bir kurulu
şun şimdi var olan herhangi bir hükümet aracından
çok daha iyi düzenleyeceği konular da yok değil
dir.
Hükümetin var olduğu yerlerde, insan ilişkile
rinde, yasalara dayanan gücün kullanılması kuramı
çok açık ve seçiktir. Güç, başkalarına zor kullan
maya kalkan kişilere karşı ya da azınlığın çoğunlu
ğun hareketlerine karşı olduğu ve ortak bir karar
gerektiği durumlarda, yasalara boyun eğmeyen ki
şilere karşı kullanılmalıdır. Bunlar, zor kullanma
nın yasalara uygun yolları olarak görülmektedir.
Uluslararası bir hükümet var olsaydı, uluslara
rası işlerde de bu durumları, yine bunlar ortaya çı
karacaku. Böyle bir hükümetin yokluğunda yasala-
32
ra uygun zor kullanma sorunu başka bir konu olup,
şimdi bununla ilgilenmemekteyiz.
Bir hükümetin zor kullanabilmesi için iktidara
sahip olması gerekir. Bunu, sırası gelince, yasalara
dayanarak kullanabilirse de, yine de reformcuların
amaçlan, gerçek zorlama gereğini azaltacak örgüt
ler kurmakur. Örneğin, pek çoğumuz tursızlık yap
maktan kaçınınz. Bu, hırsızlığın yasalara aykın ol
duğundan değil, hırsızlık yapmak için içimizde bir
arzu bulunmamasındandır. İnsanlar mülkiyete sa
hip olmaktan çok, yaraucı olarak yaşamayı öğren
dikçe, duyguları onları, başkalarının zıddına git
mekten ya da onların özgürlüklerine müdahaleden
alıkoyacakur.
İnsanları ya da örgütleri taruşmaya sürükleyen
bütün çıkar çauşmalan bir düş ürünüdür. insanlar
çatışmanın temeli olan özel mülkiyet yerine, herke
sin paylaşabileceği bir düzene yönelebilseler, bu
daha açık ve seçik olarak görülebilecektir.
İnsanlar yaratıcı olarak yaşadıkları sürece baş
kalarına zor kullanarak müdahaleleri de azalır.
Şimdi onak eylemin vazgeçilemez olduğu sanılan
pek çok durum kişisel kararlara bırakılabilir o za
man. Eski zamanlarda, bir ülkenin bütün yuntaşla
nnın hep aynı dine bağlı olmalarının kesinlikle ge
rekli olduğu sanılıyordu. Oysa artık böyle bir ge
rekliliğin bulunmadığını biliyoruz. İnsanlar güdüle
rinde daha hoşgörülü olsalar, şimdi üzerinde dire
nilen pek çok birörnekliliğin yararsız ve hatta tersi
ne zararlı olduğu kolayca görülebilir.
İyi siyasal kurumlar, zor kullanma ve egemen-
33
lik güdüsünü iki yoldan zayıflatırlar: Birincisi, ya
ratıcı güdülerin fırsatlarını çoğaltarak ve bu güdü
leri güçlendirecek eğitimi biçimleyerek; ikincisi
de, mülkiyet güdülerinin kaynaklarını azaltarak.
Siyasal alanda olsun, ekonomik alanda 0lsun,
iktidarın resmi kişilerin ve sanayi önderlerinin
elinde toplanması yerine yayılması, zorhalık arzu
sunun doğurduğu emreune huylarını elde eune fır
satlarını azaltır.
Hem bölgeler hem de örgütler bakımından
özerklik, hükümetlere, başka insanların sorunları
konusunda çok daha az karışr.ıa fırsatı tanır. Kapi
talizm ve ücret düzeninin Je kaldırılması, bütün
özgürlük yaşamını boğan o iki tutkuyu, korku ve
açgözlülüğü ortadan kaldıracaktır.
Çektiğimiz sıkıntıların bütünüyle gereksiz ol
duğunu, ortak bir çabayla bunların birkaç yıl için
de yok edilebileceğini pek az insan anlayabilmek
tedir. Uygar ülke halklarının çoğunluğu isteyecek
olsa, yirmi yıl içinde bütün yoksulluğu, dünyadaki
cehaletin yarısını, nüfusumuzun onda dokuzunu
ezen ekonomik köleliği kaldırır, dünyayı güzellik
ve neşeyle doldururduk.
Bunun elde edilememesinin nedeni, insanların
duygusuz, hayal gücünün kısır ve her zaman ola
nın, olması gereken olduğunun sanılmasıdır.
Oysa iyiniyet, yüce gönüllülük ve akıl ile bü
tün bu değişiklikler elde edilebilir.
34
lKlNCl BÖLÜM
. .
KAPiTALiZM
..
VE .. .
UCRET DUZENI
1.
37
büyük bölümlerinde gereksiz bir acı ve talihsizlik
kaynağı olmaktadır. Ama iktidar, yine azınlığın
elinde kalmakta ve daha da merkezileşmeye doğru
yönelmektedir.
Önce, şimdiki kurumların kötü yanlarını ve
geçmişin sayıları az olan reformcularının pek sınır
lı başarılarının nedenini incelemek; bundan sonra
da, yakın gelecekte daha uzun süreli ve daha sürek
li başarı umudu için birtakım düşünceler önermek
istiyorum.
Daha iyi bir dünya isteyen herkes savaşı bir
meydan okuma olarak görmüştür. İnsanlığı böyle
sine korkunç bir felaketten kurtaramayan düzenin
bir yerinde bir sakatlık olmalıdır. Bu da, geleceğin
büyük savaş tehlikeleri her zaman için en azına in
dirilmedikçe, düzeltilemeyeceği anlamına gelmek
tedir.
Ama savaş, kötü bir ağacın ancak en son mey
vesidir. Çoğu erkek, barış sırasında bile birörnek
bir çalışma yaşamı sürerler. Çoğu kadın da, daha
çocukluk çağları geçmeden, tüm mutluluk olanak
larım yok eden, ağır ve sıkıcı işlere mahkOm olur
lar. Pek çok çocuk düş gücünü harekete geçirecek
ve düşüncesini genişletecek her şeyden habersiz
olarak büyür. Daha talihli olanlar, haksız üstünlük
leriyle, bağımlı kaldıkları kitlelerin tiksintisini
uyandırma korkusundan kurtulamayarak sıkıcı ve
ezici olurlar. En üsttekinden en alttakine kadar he
men bütün insanlar ekonomik bir çabanın içinde
dirler: Hakları olanı alma ve olmayanı ellerinde
tutma çabası. Gerçekte ya da isteklerimizde, görü-
38
şümüze maddesel mall ar egemendir. Bunlar genel
li kle bütün yüce gönüllü ve yaratıcı güdüleri dı şarı
da tutarlar. Sahip olma duygusu -ki bu alma ve
eli nde tutma tutkusudur- savaşın en büyük kayna
ğı ve siyasal dünyanın acısı nı çektiği bütün hasta
lı kları n temel idir. Bu tutkunun gücünü ve günlük
yaşamı mızdaki önemini azaltacak olan yeni ku
rumlar i nsanlığa sürekli yarar getirecektir.
Açgözlülük eğili mini sı fıra i ndirecek kuruluş
lar yaratı labilir. Ancak bu, bütün ekono mi k düzeni
mizin yeniden ve bütünüyle kurulmasına bağlıdır.
Kapitalizm ve onun ücret düzeni ortadan kaldırı l
malıdır. Bunlar dünyanın canl ılı ğını yiyip bi tiren
i ki z canavarlardır.
Bu nl arı n yeri ne insanın yağmacı güdülerini
gemleyecek ve bazı l arı nı n çal ıştı kl arı halde yoksul
kalmalarına, bazı ları nın da tembel tembel oturduk
l arı halde zengi n ol maları na yol açan ekonomi k
adaletsizliği en aza indirecek bir düzene gereksi ni
m i mi z vardır.
Ama bunları n hepsi ni n üstünde de, i nsanları n
hem yoksul luğa karşı güvenl i , hem de göl gesi nde
yaşadı kl arı sanayi ni n denet i mi nde kişisel girişimle
re karşı yetenekli kılarak işvereni n zorbalı ğını orta
dan kaldıracak bir düzene gereksinimi miz vardır.
Bütün bunl arı daha iyi bir düzen başarabilir.
Bu düzen de, nedensiz yere katlandığı sıkıntı
l ardan artık yorulan bir demokrasi tarafından kuru
labilir.
İ ktisadi bir düzeni n kendisine amaç olarak ala
cağı dön hedef bel irleyebi liriz: Birincisi, mal l arı n
39
en çok miktarda üretilmesi ve teknik ilerlemenin
kolaylaştırılması; ikincisi, dağıtım adaletinin sağ
lanması; üçüncüsü, yoksulluğa karşı güvencenin
sağlanması; dördüncüsü de yaratıcı güdüleri özgür
lüğe kavuşturup mülkiyet güdülerinin azaltılması
dır.
Bu dört amaçtan en önemlisi, sonuncusudur.
Güvence, bu amaca götüren bir yol olarak önemli
dir. Şimdikinden daha çok maddi güvenlik ve daha
çok adalet verebilmesine karşın devlet sosyalizmi,
herhalde yaratıcı güdüleri özgürlüğe kavuşturmak
ta ya da ilerici bir toplum yaratmakta başarısızlığa
uğrayacaktır.
Şimdi var olan düzenimiz bu dört amaçta da
başarılı olamamıştır. Bu düzen, maddesel malların
en yüksek düzeyde üretimini sağladığı için savu
nulmaktadır. Ancak bunu bile, oldukça kısa görüş
lü olarak, hem insanı hem de doğal kaynakları he
sapsızca harcama pahasına yapmaktadır.
Kapitalist girişimin, bugünün ve geleceğin
madde üretimini en son sınırına kadar yükseltme
nin önemine insafsızca bir inanç beslediği doğru
dur. Bu inanca uyarak, yeryüzünün yeni bölgeleri
sanayileşmenin önünde eğilmek zorunda kalmakta
dırlar. Afrika'nın geniş toprakları Rand, Rodezya
ve Kimberley'in altın madenleri için işçi toplama
bölgesi haline gelmiştir. Tek bir neden yüzünden
Afrika halklarının ahlikları bozulmakta, yoksul
halk vergilendirilmekte, başkaldırmaya zorlanmak
ta, Avrupa'nın bütün kötülük ve hastalıklarına açık
hale getirilmektedir.
40
Güney Avrupa'nın sağlıklı ve çalışkan ırk.lan,
sıcağın ve teneke mahalle yaşamının kendilerini
ölüme değilse bile, cansızlığa mahkOm ettiği Ame
rika'ya göçmeye kandırılmaktadırlar. Yaşadıkları
yaşamın kentlilere verdiği zararı ·ise biz kendimiz
çok iyi bilmekteyiz.
İnsan zenginlikleri için gerçek olan aynen do
ğal kaynaklar için de geçerlidir. Dünyanın maden
leri, ormanlar, ekin alanlan çok uzak olmayan bir
gelecekte bütünüyle tükenecek bir biçimde sömü
rülmektedir. Madde üretimi yönünde dünya çok
hızlı bir aşamaya girmiştir. Ne olursa olsun, kaça
çıkarsa çıksın, dünyanın tüm enerjisi mutlaka bir
şey üretmek için yanşa girmiş durumdadır. Ancak
işe bakın ki, şimdiki düzenimiz de ilerlemeyi gü
vence aluna aldığı gerekçesiyle savunulmaktadır!
Amaç edinilmesi gereken diğer üç hedefe ge
lince, bu konuda da şimdiki ekonomik düzenimizin
daha başarılı olduğu söylenecek. Kapitalizmin ve
ücret düzeninin pek çok açık kötülüğü arasında en
göze çarpanı, ekonomik adaletsizliğe yol açması,
işverenin zorbalığına geniş alanlar tanınması ve
yağmacılık güdülerini özendirmesidir.
Genel bir deyişle, yağmacılık güdüsü konusun
da doğada iki tür servet elde etme yolu olduğunu
söyleyebiliriz: Üretim ve soygunculu�.
Şimdiki düzenimizde soygunculuk yolu yasak
lanmışsa da, toplumun servetine bir şeyler katma
dan zengin olma yollan yine de vardır. İster saun
alma, ister miras yoluyla olsun, toprak ve sermaye
mülkiyeti sürekli bir gelir elde etmeye hak tanı-
41
maktadır. Pek çok insanı n yaşamak için üreti mde
bu lunma zoru nluluğuna karşı lık, ayrıcalı klı bir
azı nlı k hiçbir şey üretmeden , refah içinde yaşaya
bil mektedir. Bu nlar, en şanslı o l m anın yanı sıra, en
çok saygı gören insanlar da oldu kları ndan, bu nla
rı n aras ı na girmek için genel bir istek ve bu yol la
kazanı l an gelirleri n hiçbir haklılığa uymaması nı
kabul konusunda genel bir gözü kapalılı k vardır.
Rant ve faizi n getirdiği pas i f zevkten ayrı ola
rak, servet edi nme yoll arı genel l i kle yağmacılık
yol l arıdır. Bir kural ol arak, yararlı buluşlar ya da
toplumun genel serveti ni arturan di ğer birtakı m ha
reketlerle insanl ar servet sahi bi olamazl ar. Bu , da
ha çok başkal arı nı kandırma ya da sömürme yete
neğiyle elde edilir.
Düzenimiz, bu dar sını rl ı mül ki yetçi ruhu yal
nızca zengi nler arası nda yaratmakl a yeti nmemek
tedir. Sürekli yoksulluk tehli kesi, pek çok i nsanı
zamanı nı n ve düşüncesinin önemli bir bölümünü
ekonomi k hesaplara ayırmaya zorlamaktadır. Bu
nun, topl umun servet üreti mi ni arturdı ğı nı savunan
bir kuram vardır. Ancak ileride açı klayacağı m ne
denler yüzünden, bu kuramı n tümünün yanlış oldu
ğuna inanmaktayı m .
Şi mdiki düzenimizi n e n ç o k göze çarpan kötü
lüğü belki de ekonomik adaletsizliğidir. Büyü k ser
vetler mi rasına konan insanl arın, yaşamal arı için
çalışmak zoru nda olan insanl ardan toplumun getir
diği yararlarda daha çok hakl arı bulunduğunu sa
vunmak saçma bir şeydir. Ekonomi k adaletin her
kese eşit bir gelir gerektirdi ğini söylemiyorum. Ba-
42
zı işler, yararlı olabil meleri için daha çok gelir ge
rektirirler. Ama insan belirli bir hizmet karşılığı
ol arak ya da işinin gerekleri dışında bir nedenle pa
yından çoğunu alı yorsa, orada ekonomik adaletsiz
lik var demektir. Bu nokta öylesi ne açı ktır ki, üze
ri nde başka bir şey söylemeye gerek yoktur.
Tekelleri n tröst, kartel ve işveren sendikaları
biçimindeki çağdaş gelişmeleri, kapitalisti n toplum
üzerine mali bağı mlılık yü kleme gücünü son dere
ce arttırmıştır. Bu eği lim, kendi kendine yok ol ma
yac aktır. Bu ancak, kapitalist rej i mden kar etme
yenlerin yapacakl arı belirli bir hareket sonunda
yok ol abilir.
Ne yazı k ki proleter ile kapitali st arasındaki ay
n l ı k , sosyalist kuramcılann düşündü kleri kadar ke
sin değildir. İşçi sendi kal arının çeşitli kuruluşlarda
hisse senetleri vardır; dost toplum olarak büyük ka
pital istleri seçmi şlerdir ve pek çok işçi aldığı ücreti
yatının yoluyla arttırmaktadır. Bütün bunlar ekono
mi k düzenimizde yapı lacak kesin bir kökl ü değişi
min güçlüğünü çoğaltır. Ama buna karşılık böyle
bir değişi kliğin arzul anmasını da azaltamaz.
Fransız sendi kalistleri tarafından öngörülen ve
her ticaret kolunun kendi kendini yönetici ve bütü
nüyle bağımsız olacağı bi r düzen de, merkezi bir
otoriteni n denetiminden uzak kalacağı için ekono
mi k adaleti sağlayamayacaktır. Bazı iş kolları di
ğerleri nden çok pazarl ı k edebilme durumundadır.
Örneğin, kömür ve ulaşım sanayileri ulusal yaşamı
felce uğratabilir ve bunu yapma tehdidi yle istedi k
lerini koparabilirler. Diğer yandan, okul öğreuneni
43
gibi kişilerin grev yapmaları pek az endişe yarata
cağından, bunlar pazarlıkta zayıf duruma düşerler.
İlgililerin kendi çıkarları için kullanacakları başı
boş kuvvet düzeniyle adalet sağlanamaz. Bu ne
denle de, sendikalistlerin devletin ortadan kaldırıl
ması istekleri ekonomik adaletle bağdaşan bir şey
değildir.
Zamanımızda insanların çoğunluğunun yaşam
larından bütün girişimciliği ve özgürlüğü çekip
alan işverenin işçiye yol verme hakkı oldukça, iş
verenin zorbalığı kaçınılmaz bir durumdur. Bu
hakkın, insanların çalışmaya itilmeleri için gerekli
olduğu söylenir. Oysa insanlar uygarlaşukça,
umutla beslenen özendirmenin, korkuyla beslene
nin yerine geçmesi arzulanan bir şey olmaktadır.
İnsanların kötü iş yapuklarında cezalandırılma
ları yerine, iyi iş yapUklarında ödüllendirilmeleri
çok daha iyidir. � ugün, bir kişinin cinayet gibi çok
kötü bir suçtan başka nedenlerle işinden aulmadığı
devlet memurluğunda böyle bir düzen uygulan
maktadır. Çalışmak isteğinde bulunan herkese ge
çimini sağlayacak yeterli bir ücret verilmelidir. Bu
nun gerçekleşmesinde, usta olduğu işin o anda tu
tulan bir iş olup olmadığı dikkate alınmalıdır. O ki
şinin işi o anda tutulan bir iş değilse, bunun yerine
kendisine tutulan bir iş öğretilmeli ve bunun mas
rafı kamu tarafından ödenmelidir.
Örneğin, neden otomobil ortaya çıku diye fay
toncular açıkta kalsın? Bu kişiler bir suç işlemiş
değillerdir ki! İşlerinin aruk alıcı bulamaması bü
tünüyle kendi dışlarındaki nedenlere bağlıdır. Aç
lıktan ölmeye bırakılacak yerde, bu kişilere otomo-
44
bil kullanma dersleri verilmeli ya da kendilerine
uygun başka bir iş öğretilmelidir. Bütün sı nai deği
şikli kleri n binakım ücretlilere yükledi ği sıkıntı lar
nedeniyle şi mdi emekçi yönünde bir tekni k tutucu
luk eğil i m i , yeni yöntemlere ve yeni buluşlara karşı
bir nefret görülmektedir. Ama bu değişi kli kler eğer
toplumun sürekli yararına ol acaksa, bunlar artık es
ki işlerinde kull anı l amayacak i şçileri n zararı na ya
pıl mamalıdır. İ nsanlığın tutucu güdüsü bütün üre
tim süreçlerindeki değişi kliği gerektiği nden daha
da ağırlaştıracaktır. Buna bir de değişi kliğin haksız
işlemlerini n , örgütlenmi ş emeğe zorl adı ğı kaçı nı la
bilir tutuculuğu eklemek çok yazık olacaktır.
İ şten atı lma korkusu ol madan i nsanlarfn iyi ça
lı şmayacakları söylenmektedir. Bunun çalışanları n
pek azı için geçerl i olduğuna inanıyorum. Bunun
geçerl i olduğu kişi ler de, daha çok hoşlandıkları bir
işe girseler ya da daha akıl lıca bir eğiti me tabi tu
tulsalar, kolaylı kla çalışkanlar arasına girebilirler.
Bu gibi yöntemlerle çalışmaya i kna edilemeyenler
patoloj ik vakalar olarak ele alınmalı ve ceza yerine
sağlı k tedavisi görmelidir. Güvenli k ise, pek çok
insana yeni bir bedensel ve ahl§ksal sağlık olanağı
getirecektir.
İ şveren zorbalığının en tehli keli yüzü, insanla
rı n çalışma saatleri dışındaki etki nli kleri ne karışma
konusundaki yetkisidir. Di rii nden, siyasal eğilimin
den hoşl anmadığı ya da özel hayatının ahlakl ı ol
madı ğı gerekçesiyle bir işveren işçisini işten çı kar
tabil mektedir. Arkadaşları arası nda bir bağı msızlı k
ruhu yaraunaya çalışan bir işçi de işinden atılabilir.
45
Bir işçi, pek çok kişiden d'11a fazla eğitim gördüğü
ve bu nedenle daha tehlikeli olduğu gerekçesiyle
de iş bulmakta güçlük çekebilir. Bugün bu durum
lar olağandır.
Devlet sosyalizmi düzeninde, bu kötülük geçiş
tirileceği yerde daha da ağırlaşır. Devlet tek işve
ren olduğu için, şimdi çeşitli kişilerin çahşan dü
şünceleri arasında çıkan önyargıdan, onun o zaman
kaçınmasına olanak kalmaz. Devlet, beğendiği
inanç düzenini zorlayabilir ve zorlayacağına da
kuşku yoktur. Böyle bir düzende düşünce özgürlü
ğü cezalandırılacak ve bütün ahlaksal bağımsızlık
sönüp gidecektir.
Bu kötü yan her kah düzende vardır. Çeşitlili
ğin bulunması ve tam bir düzenlemenin olmaması
çok gereklidir. Azınlıklar da yaşamalı ve düşünce
lerini bağımsızca geliştirebilmelidir. Bu sağlan
mazsa, baskı ve konformizm güdüsü bütün insanla
rı bir hamur gibi yoğuracak ve genel yaşamdaki
46
il.
47
Hiç kuşkusuz, bu yolu seçenlerin çoğu, Upkı
şimdi zenginlerin yapuklan gibi, boş zamanlarını
yalnızca eğlenceyle geçireceklerdir. Ama böyle bir
toplumda, bunların başkalarının emeğiyle geçinen
asalaklar oldukları söylenemez. Zaten boş zaman
larını bilime, sanata, yazına ya da temel bir ilerle
me getirecek başka bir işe verecek bir azınlık her
yerde vardır. Örgütlenme ve düzen bu konulara an
cak zarar verir. Yapılacak tek şey, fırsat sağlamak
ve insanların iyi değerlendiremedikleri fırsatların
�
sonucundan doğan kay a da yakınmamaktır.
Ama pek çok kişi �ın tembellik ya da alışıl
madık tuhaf tutkular dışında, tam bir günlük para
kazancı için bütün gün çalışmayı seçer. Büyük ço
ğunluğu oluşturan bu insanlar için en önemli şey,
günlük işlerinin olabildiği kadar ilgi çekici, bağım
sız ve girişimciliğe yer verir olmasıdır. Belirli bir
asgarinin elde edilmesinden sonra, bunlar, gelirden
çok daha önemlidir. Bunlar, lonca sosyalizmiyle,
yani bir ticaretin toplumun geri kalan bölümüne
olan ilişkisi bakımından devlet denetimine t�bi sa
nayinin kendi kendini yöneune biçimiyle de sağla
nabilir. Bence, bunun başka bir yolla sağlanması
nın olanağı yoktur.
Bay Orage ve New Age ( Yeni Çağ) tarafından
öngörülen lonca sosyalizmi 'siyasal' eyleme karşı
bir polemikle ilgili olup, işçi sendikalarının doğru
dan doğruya ekonomik hareketinden yanadır. Bu
görüşünü sendikaJizmle paylaşmaktadır ve yeni
olan her şeyini ondan almıştır. Ama ben, bu tutum
için belirli bir neden göremiyorum : Siyasal ve eko-
48
nomik hareketler bana aynı derecede gerekl i görün
mektedir. Bunl ardan her birini n kendine özgü za
manı ve yeri vardır.
Bugünkü kapi tal ist devleti sosyal ist amaçlar
için kul lanmaya kalkı şmak tehli kelidir. Ama devlet
maki nesini ekonomi k kuruluşlarda görmek istedi
ği miz değişikli kle birli kte ol arak değiştirme si yasal
hareketi nde de bir gerekl ilik vardır. Bu ül kede her
i ki değişim de birden bir devri mle ol mayacakur.
Eğer geleceği varsa, her i kisini n de adı m adı m yak-
. !aşmasını beklememiz gerekmektedir. Biri ol ma
dan diğeri nin ilerleyeceğini ise hiç sanmı yorum .
En sonunda gönnek istediği miz ikti sat düze
·
ni nde devlet, ekonomik ranu n tek alıcısı ol malı,
özel kapital i st kuruluşlar da gerçekten çalı şanların
kendi kendileri ni yöneten grupları yla yer değiştir
mel idir. İ nsanın bir gün çalışıp tam gündelik al ma
sı ya da yarım gün çalışıp yanın gü ndelik alması
kendi keyfine bağlı ol malıdır. Bir insanın gördüğü
işe artı k gereksi ni m yoksa, bu kişinin parası kesil
memel i , ama çal ı şmaya istekli olduğu sürece, eğer
gerekiyorsa, karşı l ı ğı kamu tarafından ödenerek
kendisine yeni bir iş öğreti lmelidir. Daha hoşa gi
den bir iş vererek üstesinden gelinemi yorsa, çalış
mak istememesi up ya da eğiti m yol l arıyla tedavi
edil melidir.
Belirli bir sanayinin işçileri tek bir özerk birlik
hali nde çalışmal ı l ar ve herhangi bir iş dı şarıdan de
netime bağlı ol mamalıdır. Devlet bunl arın üretti k
lerinin fiyau nı saptamalı, ama sanayinin di ğer ko
nul arda kendi kendi ni yönetmesini engel lememeli -
49
dir. Devlet fiyatları saptarken, her sanayi kolunun
kendi buluşları sonunda elde edeceği yeniliklerden
kar etmesine izin vermeli, ama dış ekonomik du
rumlardaki değişiklikl er sonunda hak edilmemiş
kayıp ve kazançlara engel olmalıdır. Bu yoldan
ilerleme, her türl ü özendirmey i sağlayacak ve hak
edi lmemiş yoksu l l u k tehli kesi ni azaltacaktır. Bü
yük ekonomik örgütler var olmakta devam ettiği
halde, bugün erkek ve kadı nları n duydu kları ki şisel
i ktidarsızlık duygusunu yok edecek bir yetki yayıl
ması olacaktır böylece.
50
111.
51
Buna benzeyen diğer bir yanılgı da, savaş ön
cesi Fransız sendikalist politikasına yerleşmiş bu
lunuyordu.
Her şey genel grevi bekleyecekti. Yeterli hazır
lıklardan sonra bir gün bütün proletarya çalışmayı
reddedecek, mülki � et sahipleri bunların karşısında
yenilgiyi kabul edecekler ve aç kalmaktansa bütün
üstünlüklerini bırakmaya razı olacaklardı. Bu, dra
matik bir kavramdır. Oysa dram gerçekçi görüşün
en büyük düşmanıdır. Çok seyrek rastlanılan du
rumlar dışında, insanlar önceden yapukları bir iş
ten bütünüyle değişik bir şeyi yapmak üzere yetiş
tirilmezler.
Genel grev başarılı olsaydı, galipler, anarşizm
Ierine karşın hemen bir yönetim kurmak, yağmacı
lığa engel olmak için polis gücü sağlamak ve dev
rimcilerin çeşitli kollarına diktatörce buyruklar
yağdıracak geçici bir hükümet kurmak zorunda ka
lacaklardı.
Sendikalistler ise, genel ilke olarak bütün siya
sal etkinliklere karşı oldukları için, gerekli adımla
n atarken kuramlarından ayrıldıklarını anlayacak
lardı. Hem zaten politikadan uzak olduklarından,
gerekli eğitimi de görmemiş olacaklardı. Bundan
dolayı sendikalist bir devrimden sonra bile, gerçek
iktidar aslında sendikalist olmayanların eline geçe
cekti.
Kesin olmayan bir tarihte devrim ya da genel
grevle birdenbire gerçekleştirilecek olan bu progra
ma yapılacak başka bir itiraz da, arada yapacak bir
şey olmadığı için, heyecanın yauşacağı ve bekleme
52
bıkkı nlığını ders haline sokacak bir yan -başarının
bile bulunmamasıdır.
Bu yöntemlerle başarıya ulaş acak tek hareket,
ezilmiş ulusların başk al dırma örneğinde olduğu gi
bi, programın da, duyguların da çok basit olacağı
bir harekettir. Ancak , kapital ist bir İngiliz ile ücret
li bir İngiliz arasındaki sını r çizgisi, bir İngiliz ile
bir Hint yerlisi aras ındaki çizgi gibi belirli değildir.
Toplumsal devrimi savunanlar, toplumu oluşturan
hal kı n ne kadar bir çoğunl uğunun çıkar ve eğili m
lerinin yan yarıya sermaye ve emek yönlerinde
yatu ğını bilmedi kl erinden siyasal yö ntemlerinde
yanılmışlardır. Bu gibi insanlar kesin bir devrim si
yasetini çok büyük güçlüklere uğratmaktadı rlar.
Bu nedenlerden dolayı, hemen yarın tamamla
nam ayacak ekonomik düzenlemelere kalkışanlar,
eğer başarı lı olmak istiyorlarsa, hedeflerine (sonu
ca götürmeyec ek de olsa) k endi başlarına yararlı
olabilen önlemler aracılığıyla adım adı m yaklaşma
ya ç alışmalıdırlar. Bu nlar, sonunda yapacakları iş
lere insanları hazırlayan eylemler olmal ı ve yal nız
ca uzak bir cennet umudu değil, yakı n bir gelec ekte
gerçekleşebilec ek başarılar da olmalıdır.
Bütün bunların gerçek olduğuna inanmama
karşın, gerçekten canlı ve köklü bir reformun yakı n
gelecekten daha ilerisini gören bir gö rüşe, insanla
rın istedi kleri taktirde, insan yaşamını ne yapabile
cekleri ni n g erç ekleştiri lebileceğine de inanmakta
yım. -Bu tür bir umut olmadan insanları n, muhale
feti yenmek için gerekli enerj i ve heyecanlan ,
amaçlarının halktan yana olmadığında direnecek
yanları olmayacaktı r.
53
Yaşam koşullarının köklü bir düzeltilmesine
içten inanan her insan önceleri alay, sonra suçlan
ma, daha sonra da kandmlma ve fesatçılıkla karşı
laşacakur. Bu üç sınavdan sıyrıksız olarak ne ka
dar az insanın geçebildiğini denemelerimizle bili
riz.
Bunlardan özellikle sonuncusu, reformcuya
yeryüzünün tüm krallıkları gösterildikten sonra
çok güç, hatta olanaksızdır. Bunun üstesinden ge
lecek olanlar, ancak en son hedeflerini kendilerine
açık ve belirli bir düşünce yoluyla canlı hale soka
bilenlerdir.
Ekonomik düzenler genel olarak maddi malla
rın üretimi ve dağıumıyla ilgilidir. Şimdiki düzeni
miz üretim alanında israfçı, dağıum alanında ise
adaletsizdir. Bu düzen, toplumun çoğunluğunu
ekonomik güçlerin kölesi biçiminde bir yaşama
zorlar. Azınlığa da diğer insanların . yaşamları üze
rinde hiç kimsenin elinde olmaması gereken bir
yetki verir. İyi bir toplumda yaşamak için gerekli
olan malların üretimi yaşamın önemli ve ilginç bö
lümüne bir başlangıçur. Bu durum, gerekli malla
rın üretimi işinde çalışmaktan zevk duyanlar dışın
dakiler için de böyledir. Ekonomik gereksini mle
rin, şimdi olduğu gibi insana egemen olması hiç de
gerekli değildir. Bu, şimdi kısmen servet eşitsizliği
ile, kısmen de zenginlerin dışında iyi bir eğitim gi
bi gerçek değeri olan şeyleri n elde edilmesinin
güçlüğü nedeniyle gerekli hale gelmiştir.
Toprak ve sermayenin öz�l mülkiyete konu ol
ması ne adalet açısından, ne de toplumun gereksi -
54
ni mlerini üretmeni n ekonomik yolu olduğu açısın
dan savunulabil ir. Ama buna karşı i leri sürülebi le
cek daha önemli itirazl ar, kadın ve erkeklerin ya
şaml arını güdük bırakmas ı , başarı yla yönelti len
saygıya acımasız bir mül ki yet tanıması, insanl arı n
zaman ve düşüncelerinin önemli bir oranı nı maddi
mal l an elde etmek için ayırmaya yönlendirilerek
uygarlığın ve yaraucı enerj i nin ilerlemesine kor
kunç bir engel ol masıdır.
Bu kötülüklerden özgür bir düzene geçiş bir
denbire ol mayabilir. Ekono mi k özgürlüğe ve sana
yi alanında kendi kendi ni yöneti me adım adım yak
l aşmak da vardır. Düşündüğümüz kuruluşları yarat
m akta karşılaşı l acak herhangi bir dış güçlük bul un
duğu da gerçek deği ldir. Örgütlenmiş emekçi ler
bunları kunnak isterse, yol l arında hiçbir şey onlara
karşı duramaz . Güçl ük yal nı zca insanl ara umut ve
rebil mek, acısını çektikleri kötülüklerin gereksiz
olduğunu görmelerine yarayacak düş gücünü ver
mek, bu kötülüklerin nasıl düzelti lebi leceği ni onla
ra öğretmektiı.
Bu , enerj i ve zamanın üstesinden gelebi leceği
bir güçl üktür. Ama örgütlenmi ş emekçilerin lider
lerini n görüş genişli kleri , düş güçleri, kurulu dü
zende birkaç yapay deği şi kli kten başka umutları
yoksa, elbene ki bu gerçekl eştirilemez . Devri mci
hareket gerekli ol mayabi lir, ancak devrimci düşün
ce ve bu düşüncenin sonucu olarak da, köklü ve ya
pıcı bir umut gerekl idir.
55
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
. .
SOSYALiZMiN
GÜÇLÜKLERİ
1.
59
Devrim yöntemi ile karş ılaştırılınca, derece de
rece reformu ö ngören yöntemin pek ç ok üstün yanı
vardır. Ben de devrimden söz etmek istemiyorum,
ancak bu aşamalı refor mun da belirli tehlikeleri
vardır. Örneğin, ş imdi ye kadar öz el ellerde olan iş
lerin mülkiyeti ve denetlenmesi, ü cr etli sını fın be
lirli bölümleri yararına yas ama müdahalesini ö zen
dirmesi gibi. Buna benzer yolların, ilk sosyal istle
rin hayal ettiği ve ş imdi bile bir sosyaliz m biçimini
savunanları n büyük çoğ unluğ unun düşlerinde ya
tan ideallere bir katkı da bulunup bulunmadıkları,
bana kalırsa bugün bile kuşku ludur.
Böyle bir yol örneğ i olarak devletin demiryol
larını sau n aldığ ını düşünelim. Bu, bütünüyle u y
gulanabilen, hatta birçok ülkede uygulanmış olan
ve tam bir kolektiviz me giden yolda mutlaka au l
ması gereken bir adımdır. Devlet sosyalizminin ti
pik bir amacıdır. Ama yine de, devletin hi sse sa
hiplerine tam taz minat ö dedikten sonra demiryolla
nnı almasında, ekonomik adalet, ö zgürlük ve de
mokrasi açısından bir ilerleme olduğunu kabul için
hiçbir ne den görmüyorum.
Ekonomik adalet, ulusal gelirin rant ve faiz sa
hiplerine düş en payını n bütünüyle kaldırılmasını
değilse bile, azalu lmasını ö ngörür. Ama demiryolu
hisse senedi sahiplerine, bu hisselerine karş ılık hü
kümet tahvilleri verilince, bunlar hiss e senetlerin
den elde edebilecekleri gelir devam lılığ ını , bu kez
tahvillerden elde etme duru muna geleceklerdir.
Demiryolu gelirleri nde büyük bir aruş beklemeye
neden yoksa, bütün bu el değ iştirm e servet dağılı-
60
mını değiştirmeyecektir. Bu ancak, şimdiki sahip
lerin malları karşılıksız olarak ellerinden alınırsa,
rayiç değerinden düşük para verilirse ya da tazmi
nat olarak yalnızca ömür boyu faiz verilirse etkili
olabilirdi. Alınan malların tam değeri verildiğinde
ekonomik adalet hiç ilerlemiş sayılmaz.
Demiryolunda çalışan insanların demiryolunun
yönetiminde, ücret ve çalışma koşulları konusunda
eskisinden çok sesleri çıkmadıktan sonra, özgürlü
, ğe doğru bu yoldan ilerleme de aynı derecede az
olacakur. Yöneticilerle kavga ettiklerinde hüküme
te başvurma olanakları varken, şimdi aruk doğru
dan doğruya hükümetle kavga etme durumuna gir
miş olacaklardır. Bu durum da, elbette ki, insanı,
bir hükümet dairesinin işçi isteklerine karşı özel bir
içtenliği olduğu görüşüne götürmez.
İşçiler grev yapınca karşılarında devletin bütün
örgütlenmiş gücünü bulacaklardır. Grev ancak güç
lü bir kamuoyuna dayanıyorsa başarılı olabilecek
tir. Devletin basına yapabileceği etki göz önüne alı
nırsa (hele iktidarda ilerici bir hükümet varsa) ka
mu, işçilerin aleyhine taraf tutacakur. Çeşitli de
miryollannın siyasetleri arasındaki çeşitlilik orta
dan kalkacak, bu çeşitlilik devlet yönetiminin kau
lığı içinde kaybolacakUr.
Üstelik bu yoldan demokraside de gerçek bir
ilerleme olmayacakur. Aruk demiryollarının yöne
timi, taraf tutuculukl � ve ilişkileri kendilerini
emekçilerden ayırmış olan ve iktidar alışkanlığıyla
otokratik bir bünyeye sahip bulunan memurların
eline geçecektir. Bu memurları denetleyen demok-
61
ratik örgüt, genelli kle uzakta ve hareketsizdir. Bu,
ancak, bütü n ulusun i l gi s i ni çeken biri nci sını f ko
nularda harekete geçiri lebilir. O zaman bile, hükü
met ve memurları n üstün kül türleri yle durumları
nın üstünlüğü, hal kı n dikkati ni başka yöne çekecek
ve en olgun bir davaya bile toplu mda beslenen
sempatiyi soğutacaktır.
62
il.
63
ne karşı tutum kazanan memurlara karışmamala
rı ndan doğmaktadı r.
Memur, kendi eylemi ni n doğrudan doğruya et
kiledi ği insanl ar tarafı ndan değil de, sözde dolaylı
olarak kamu tarafı ndan denetlenir. Taruşılan konu
yu hal kı n çoğunluğu duymaz bile. Duysa da, yeter
siz bir bil giyle edi ni len acele bir karara varır. Bu
yetersiz bilgiyse, sorunu n ilgilendirdiği toplum bö
lümünden çok, yetersiz memurlar tarati ndan veri
lecektir. Ö nemli bir siyasal konuda arada sırada
birtakı m bilgi ler yayı l ır, ama diğer konul arda bu
nun her zaman gerçekleşmesi umudu çok azdır.
Memur yetki s i ni n kapitalistleri n yetki leri nden
daha az tehli keli olduğu söylenir: Buna neden ola
rak da memurl arı n, ücretli leri nkine karşıt olan eko
nomik çı karları ol madığı gösterilir.
Ekonomi k çı kar ve hana ekonomik sını f çı karı
tek önemli siyasal dürtü deği ldir. Belirli konu l arda
ki kararl arı nın aylıkları üzeri nde bir etki yaratma
dığı memurl ar, eğer ortalama bir dürüstlüğe sahip
seler, kararl arını kamu yararı na uygun verecekler
dir. Ama bu görüşleri yine de onl arı yanlış yola sü
rükleyecek bir taraf tutuculuğunun sonucunda orta
ya çı kmış olacaktır. Kaderlerimizi hü kü met ma
kam l arına sı nırsız o l ara k teslim etmeden önce bu
taraf tutuculuğu anlamak önemlidir.
Di kkat edi lecek i l k nokta, bütün büyük örgüt
lerde ve özel likle büyük bir devlette, memurl arı n
ve yasa koyucul arı n , yönettikleri insanlardan çok
uzakta ol maları ve al acakları kararl arın uygulana
cağı yaşam koşull arıyl a ilişki leri nin bulunmadı ğı
dır.
64
İşte bu durum da, onları bilmeleri gereken pek
çok konuda bilgisiz yapar. Ne kadar çalışkan ve is
tati sti klerle kara kaplı kitapl arın öğrettiklerini bil
meye ne kadar hevesli olsalar da, bu böyledir. Bun
ların en iyi anl adı kları şey, daire yaşanu ve yöne
tim kurallarıdır. Bunun sonucunda da, birörnek bir
düzen kurabilmek için yersiz bir endişe doğmakta
dır. Saatini çıkarıp da, " B u daki�ada şu yaştaki bü
tün Fransız çocukları şunu , şunu öğreniyorl ar," de
miş olan bir Fransız eğiti m bakanından söz edildi
ğini işitmiştim. Yönetici nin ideali olan bu durum
özgür geli şmeye, girişimciliğe, denemeye ya da
herhangi bir ileri görüşlü yeni liğe kesi nli kle zarar
lıdır. Tembellik, siyasal kuram kitaplarının tanım
ladığı dürtülerden biri değildir.
Ancak buna karşın tembelliğin, insanlığın kü
çüle bir azı nlığı dışındakiler için ne kadar güçlü bir
dürtü olduğunu biliyoruz. Ne yazık ki , bu durum
da, tembellik iktidar sevgisi yle güçlendiril miştir.
Bu sevgi , enerjik memurları tembel memurl arın
uygul amayı sevdi kleri düzenleri yaratmaya zorl ar.
Enerjik memur denetleyemeyeceği her şeyden ka
çınır, nefret eder. Bir şey yapılmadan önce kendisi
ni n resmi onayı alı nmalıdır. Erk duygusunu doyur
mak ve çevresine göstermek için var olan her şeyi
değiştirmek ister. Eğer vicdanlıysa, en olanaklı ol
duğuna inandığı tek tip ve kaskatı bir düzeni düşü
nür durur. Gelecek vaat eden ne kadar gelişme var
sa, birörneklilik aşkı na hepsini ezer ve kendi planı
nı uygulamak ister. Bunun sonucu da, eski kentle
rin güzellik ve zengi nliği yanında bugünün dörtgen
65
biçi minde düzenlenmiş kentleri ni n öldürücü bo
ğuntusuna benzer bir şey ol acaktır. Kendi baş ı na
büyüyen her şey, yasayla konul muştan çok daha
c anl ıdır. Ama enerj i k memur kendi koyduğu dü
zenliliği, kendi kendi ne büyümeni n apaçık düzen
sizl i ği ne her zaman yeğl eyecektir.
Yetki ye sahip olmak, yetki sevgisini doğurur.
Yetki nin tek kanıtı , başkalarının yapmak istedi kle
ri şeyleri engellemek olduğundan, bu çok tehli keli
bir dürtüdür. Demokras i nin temel kura mı , tek bir
i nsanı n el i nde toplanan yetki nin yarattığı kötülük
lerin yok edil mesi için, yetki ni n bütün halka yayı l
masıdır. A m a demokrasideki bu yayılma ancak
seçmenleri n ortadaki sorunlara ilgi göstermesi ça
pı nda etki lidir. Herhangi bir sorun kendi leri ni ilgi
lendirmediği zaman, seçmenler yöneti mi denetle
meye çalışmazlar ve gerçek yetki de böylece me
murların eline geçer.
Bu nedenle, demokrasi ni n gerçek hedefleri
devlet sosyalizmiyle ya da kamu denetimine ba
ğımlı ol mayan i nsanl arın eli ne büyük yetki veren
herhangi bir düzenle gerçekleştirilemez. Parlamen
to aracılığıyl a yaklaşık olarak dolaylı yoldan yapı
l an deneti m düzeni bunun dışındadır.
İ nsanı n si yasal eylemleri ni n yeniden gözden
geç i ri l mesi sonunda, siyasal bakı mdan etki l i bir
enerj i ye sahi p olanlar arasında yetki sevgisini n
ekonomik kişisel çı kardan daha güçlü bir dürtü ol
duğu görülür.
Yetki sevgisi, harcayabilecekleri nden çok para
ları olan milyonerlerin dünya m aliyesi ni n daha bü-
66
yük bir bölümünün denetimini elde edebil mek için
daha büyük servetler peşi nde koşmalarının başlıca
nedenidir.
Yetki sevgisi, hiç kuşkusuz, pek çok politikacı
ya egemen olan bir dünüdür. Bu, aynı zamanda,
servet açısı ndan kötü bir vurgun olarak kabul edi
len savaşların d a başlıca nedenidir. Bundan dolayı ,
yalnızca ekonomik dürtülere saldıran ve yetki top
l anmasıyla ilgilenmeyen yeni bir ekonomi k düzen
dünyaya büyük bir yenilik getirmeyecektir. Devlet
sosyalizmine kuşkuyla bakmayı gerektiren başlıca
nedenlerden biri de budur.
67
111.
69
başlıca kaynaklarından biri de seçmenlerin, ortaya
çıkan sorunların çoğuyla doğrudan ve gerçek ilgi
leri olmamasıdır. Welsh çocuklarının okullarda
Welsh dilini kullanmalarına izin verilecek midir?
Eğitim yetkililerinin arzularıyla Çingeneler göçebe
yaşamını bırakacaklar mıdır? Madenciler sekiz sa
atlik işgününe bağlı kalacaklar mıdır? Bütün bun
lar toplumun belirli kesimlerinin tutkulu ilgilerini
çektiği halde, büyük çoğunluğu hiç ilgilendirmez
ler. Bu konularda kararlar sayıca çoğunluğun istek
lerine göre verilecekse, azınlığın şiddetli istekleri,
kayıtsız çoğunluğun pek küçük ve bilgisizce kap
risleriyle önlenecek demektir.
Azınlık, coğrafi bakımdan bir yere toplanmış
ve belirli yerlerde seçimlere etki yapacak durum
daysa -Welsh'liler ve madenciler gibi- istedikle
rini elde etme şansları vardır. Ama dağınık ve siya
sal açıdan zayıfsalar, çoğunluğun önyargılan karşı
sında bu bakımdan hiç şansları yoktur.
İrlandalılar gibi coğrafi bakımdan bir arada ol
salar bile, kimi zaman çoğunluk üzerine bir düş
manlık duygusu, bir egemenlik güdüsü yarattıkları
için istediklerini elde edemezler. Böyle bir durum
da, bütün demokratik ilkelerin yadsınması olmak
tadır.
�
Çoğunluğun zorbalı ı çok gerçek bir tehlike
dir. Çoğunluğun genel olarak haklı olduğunu dü
şünmek yanlıştır. Her yeni sorun ortaya çıktığında
çoğunluk ilk önceleri yanlış yoldadır. Vergiler gibi
devletin bir bütün halinde hareket etmesi gerektiği
zamanlarda, çoğunluğun kararı herhalde bulunabi-
70
lecek en iyi çaredir. Ancak tek örnek bir kararı ge
rektinneyen pek çok sorun vardır. Bunlardan biri
de di n sorunudur.
Belirli bir asgari standart elde edildikten sonra
eğiti m de bunl ardan biri olmalıdır. Anarşi yaratı l
madan, çeşitli grupl arı n farklı hareket olanağı var
sa, buna izin veril melidir. Böyle durumlarda geç
miş tarihi inceleyenler şunu göreceklerdir: Yeni te
mel sorunl ar ortaya çıktığı zaman, önyargı ve alış
kanlı kla yönünü kazanan çoğunluklar her zaman
için yanlı ş bir tutum takı nacakl ardır.
İ lerleme ancak azınlığın düşünceyi ve alışkan
lı kları değiştinnesi sonunda yavaş yavaş oluşur.
Çok eski sayıl mayac ak bir zamanda, yaşlı kadı nla
rı n cadı olmadı kları nı ve yakı lmamal arı gerekti ğini
söylemek çok büyük bir kötülük ol arak kabul edi li
yordu. Bu düşüncede olanlar zorbalı kla bastırı l mış
olsalardı , bugün bile bu ortaçağ artığı baul inancın
içi nde olacaktı k.
İşte bu nedenlerden dol ayı, tek örnekliliğin ge
rekmediği yerlerde ç o ğunluğun kendi düşünceleri
ni zorl amaktan kaçı nması en öneml i nokta hali ne
gel mektedir.
71
iV.
73
nı , yol daha büyüğünü gerektirir. Bir ordu ya da
donanma için doyurucu olan bir alan ise ancak bü
tün dü nyadır. Çünkü bunlardan azı savaşa engel
olamayac aktır.
Ama ekonomik olsun, kişi sel dü şü ncelerle ya
kı ndan ilgili olsun, pek çok sorunda gerçek hiç de
coğrafi değildir. Yukarıda anlatuğı nu z nedenler
yüzünden demi ryol l arı nı n iç yöneti mi coğrafi dev
leti n el i nde ol mamal ıdır. Sorumsuz kapi talistleri n
eli nde ise hi ç olmamalıdır.
Tek gerçek demokrati k düzen, demiryoll arının
iç yöneti mini demiryol l arı nda çalışanl arı n el ine bı
rakacak düzendir. Bu kişi ler bir genel yönetici ve
gerekirse bir de yönetici ler parl amentosunu seçer
ler. Bütü n ücret soru nları , çalışma koşul l arı , trenle
ri n i şletilmes i , mal satı n al ma hep bu demiryolla
rında ç al ı şanlara karşı soru mlu olan kuru luşun
eli nde olmal ı dır.
Aynı şey di ğer büyük işletmelerde de uygulan
malıdır: Madencilik, demir ve çelik, pamuk gibi. . .
Bana kalırsa İ ngi l i z sendi kacılığı hem emeği hem
de sermayeyi , emeğin örgütlenmesiyle denk güç
hal i ne getiri l ecek sürekli güçler olarak görmekte
yanı l mıştı r.
Bence b u , çok alçakgönüllü bir idealdir. Benim
bunun yeri ne yerleştirmek i stediğim ideal , siyasal
alanda olduğu gibi ekono mi k al anda da, demokrasi
ve kendi kendi ni yönetme hakkını n kazanı l ması na
ilişki ndir. Ç al ışan bir insanı n devleti n yöneti mi nde
söz sahi bi o l m ası g i bi , demiryolunda çal ı şan bir in
sanı n da demiryolu yöneti mi nde söz s ahi bi olması
74
gerekir. İ ş inisiyati fi ni n işverenler eli nde toplanma
sı büyü k bir kötülük olup, ç al ı şanları kendilerini n
ilgili bul undukları meslekleri n önemli sorunlarının
yasal bir payına kaulmaktan alı koymaktadır.
Fransız sendi kali stleri n, devlet sosyalizminden
daha iyi bir çözüm yolu ol arak işçi sendi kal arı nın
bağımsız olduğu bir düzeni ilk olarak i leri sürmüş
lerdir. Ancak onların görüşleri ne göre meslekler
de, upkı şi mdi ki egemen devletler gibi bağımsız
olacakl ardı .
Böyle bir düzen, şi mdi ki uluslararası ilişkilerde
olduğundan daha çok b arı ş sağl ayamaz. Herhangi
bir insan topluluğunun ili şki lerinde ise, iç politi ka
sorunl arı nı dış politika sorunları ndan ayırmak gere
kir. Siyasal bir varl ı k meydana getirecek kadar be
lirlenmiş her grup içişleri nde bağı msız olmalıdır.
Ama bu , doğrudan doğruya dış dünyayla ilişkisi
bulunan işlerde olmamalıdır. İ ki grup birbirleriyle
olan ilişki leri bakımı ndan bütünüyle bağı msızsa,
açı k ya da kapalı bir zora başvurmayı savacak hiç
bir yol yoktur. Ol anağı olan yerde, bir insan toplu
munun dı ş dü nyayla olan ilişkileri tarafsız bir yet
kece denetlenmelidir.
İ şte çeşitli meslekler arası ndaki ilişkileri dü
zenlemek için burada devlet gereklidir. Bir mal
üreten i nsanl ar; ç al ışma saatleri , mesleklerinden
gelen kazancın dağılımı ve diğer bütün iş yöneti mi
sorunları konusunda bütünüyle bağımsız olmalıdır.
Ama üretti kleri ni n fi yatı konusunda bağımsız ol
mamalıdır. Çünkü fiyat, bu insanl arın toplumun ge
ri kal an bölümüyle olan ilişkileriyle i lgilidir. Eğer
75
fiyat konusunda sözde bir özgürlük olsaydı , sürekli
bir çekişme olacak ve toplumun varlığı için çok
önemli olan meslekler her zaman için haksız bir
üstünlük elde edeceklerdi .
G üç, ekonomik al anda da, devletler arası ndaki
ilişkilerde olduğundan daha çok aranan bir şey de
ğildir. En az zorlama ile en çok özgürlüğü sağla
mak için gereken evrensel ilke şudur :
Her önemli siyasal grup içinde, özerklik ve
gruplar arası ilişkiler konusunda karar verecek ta
rafsız bir yetke varlıgı.
Hiç kuşkusuz, bu tarafsız yetke, eğer ol anağı
varsa, ilgili gruplardan daha geniş bir seçim çevre
sini temsil etmelidir. Ulusl ararası konularda tek
uygun yetke, bütün uygar ulusları temsil eden bir
yetke ol malıdır.
Bu tür yetkelerin yetkilerini n gereksiz genişle
mesini önlemek için, özerk grupların özgürlükleri
konusunda çok kıskanç olmaları ve bağımsızlıkla
rına karşı yapılacak müdahalelerle siyasal yollar
dan tepici göstermeye hazır bulu nmaları çok iste
nen ve gerekli olan bir şeydir.
Kendi memurl arı nı n yal nız gruplarına karşı so
rumlu olduğu gruplar düzeniyle devlet sosyalizmi
bağdaşamaz. Bunun sonucunda da, bir grubun iç
işlerini, o gruba karşı sorumlu olmayan ya da gru
bun özel gereksini mleri nin bilincine varmamış i n
sanların deneti mi ne bırakır. Bu da, girişimciliği or
tadan kaidınr ve zorbalığı n kapıl arı nı açar. Bu teh
l i keler, yağmacılı k dışında herhangi belirli bir
amaç için topl anmı ş i nsan grubuyla önlenebilir. Bu
76
insanlar amaçlarına ulaşmak için gereken kendi
kendini yönetim hakkı nı merkezi hilkümetten iste
yebilirler. Çeşitli mezheplerin kiliseleri bunun bir
örneğidir. Bunların özerklikleri yüzyıllarca süren
savaşlar sonunda elde edilmiştir.
Ekonomik alanda da aynı sonucu elde etmek
için bundan çok daha hafif bir çabanın gerekeceği
umut edilmektedir.
Karşılaşılacak güçlükler ne olursa olsun, her
durumda özgürlüğün önemine inanm aktayım.
77
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
KİŞİSEL ÖZGÜRLÜK
VE . .
81
li klere anc ak katlanır. Kendi gü�ündeki yeni li kler,
sanki katl anma il kesi diye bir şey hiç var olmamı ş
gibi, yine aynı güçlü klere sürü kleni r.
Wesıermarck'ın dediğine göre , " İ l kel topl um
l arda gelenekler yalnızca ahlak kural l arı ol makla
kal mayıp aynı zamanda akla gel miş o l an tek ahlak
kuralı ydı . " Vahşi insan, Hegel 'in hiçbir insanı n
özel bir vicdanı ol maması gerekti ği i l kesi ne tam
olarak uyar . Tinnevel ly Shanar'l ar konusu nda şu
cümle tipi k bir örnek ol arak gösteri lebi lir: " Bu nl a
rı n aral arındaki tek tek kişi ler, çok seyrek ol arak
yeni bi r düşü nceye sahi p olur ya da yeni bir yol iz
lerler. Kötülük yapmak için de, i y i l i k yapmak için
de kitleni n arkası nd.an giderler. Sürü hal inde düşü
nürler . "
Ko mşu l ar ı nın, düşü ndü kleri nden v e yaptı kl a
rı ndan farklı en küçük bir şey bile düşünmemiş ve
yapmamış olan i nsanlar, kendi leri yle vahşiler ara
sı ndaki ayrı l ı ktan dolayı kendi leri ni överler. O ysa
gerçek bir yeni l i k yapmaya kal kı şmış olan herkes,
tanıdı kl arı insanl arı Tinnevel ly Shanar'lardan çok
farklı o l m adı kları nı düşünmekten kendi si ni al ı ko
yamayacaktır.
Sosyalizmin etkisi altı nda son y ı l l arda en ileri
·
ci düşünce bile ki şisel özgürlüğe düşman olmuştur .
Öz gürlü k deyi nce, reformcuların zihni nde, laissez
faire, M anchester Okulu, kadı n ve çocukları n sö
mürül meleri çağrı şı mları uyanmaktadır. Bütün
bunlar kötüydüler ve devlet müdahalesi gerektir
mişlerdi . Gerçekte de, hala yaşayan aynı tür kötü
l ü kleri ortadan kaldırmak için geni ş bir devlet mü-
82
dahalesine gereksinim vardır. Hem dağıu m hem de
üreti m koşulları konusundan toplumun ekonomik
yaşamı nı ilgilendiren her şeyde gereken, daha az
değil , tersine daha çok bir kamu denetlemesidir.
Ama ne kadar çok, işte onu bi l mi yorum.
Yasa ve düzeni n acele olarak anarşi yerine ge
çiril mesini n geçerli olduğu di ğer bir yön de, ulusla
rarası ili şkilerdir. Bugün her egemen devletin yal
nızca savaş yaptırımına bağ ı mlı, tam bir kişisel öz
gürlüğü vardır. Eğer günün biri nde savaş ortadan
kaldı rı l acaksa, bu kişisel özgürlüğü n dış ili şki leri
bakı mından kısıtl anması gerekecektir.
Ama maddi mal l arı n mülki yeti nin alanı dışına
çıktı ğımızda, kamu denetlemesi lehi nde olan gö
rüşleri n bütünüyle ortadan yok olduğunu görüyo
ruz.
Din, devleti n karışmaması gereken bir konu
olarak tanı nmaktadır. Bir insanın Hıristiyan, Müs
lüman ya da Musevi olması , yasalara saygı göster
diği sürece kamuoyunu il gilendinnez. Yasal ar da,
çeşitli di nlerden ol anları n saygı gösterebilecekleri
gibi yapı lmalıdır. Ama burada bile bir sınır vardır.
İ nsanı n kurban edi ldi ği bir di ne hiçbir uygar devlet
rıza gösteremez. Ö rneğin Hi ndistan'da yaygın olan
ve bir kadı nın ölen kocasıyla diri diri yakıl masını
öngören geleneği İ ngilizler yasaklamışlardır. Oysa
İ ngil izleri n, yerli di nsel geleneklere karışmama ko
nusunda kesin bir ilkeleri vardır. Bel ki de bunu ya
saklamakla bir yanlışlık yapmış oluyorlardı . Ama
onl arı n yerine hangi Avrupalı olsa aynı şeyi yapa
caku . Dinsel özgürlü k lehi ne ne kuram koyarsak
83
koyalım, böyle gelenekleri n sona erdiri l mesi ge
rekti ği nden kuşku duyamayız.
Buna benzer durumlarda, özgürl üğe karşı mü
dahale, daha yüksek bir uygarlık tarafından zorla
yapıl maktadır. Ancak bundan daha yaygın ve daha
ilginç olan diğer bir örnek de, bağı msız bir devle
tin, daha uygar i nanç ve kuruluşlara gitmekte olan
kişi lerin gelenekleri lehi ne olan müdahalesidir.
Westerınarck'a göre, "Çi n'de, Khai Muh bölge
si nde en büyü k oğlu öldürmek ve canlı c anlı ye
mek bir gelenekti . İngiliz Kolombi ya'sı nda ilk ço
cuk güneşe kurban edi lirdi . Aorida Kızılderilileri,
ilk doğan çocukları nı reislerine kurban ederlerdi . "
B u örnekler sayfal arca uzaulabilir.
Bizim kendi aramızda bunlara benzer şeyler
yoktur. Aorida'da ilk doğan çocuğa reisin ve ülke
ni n kendisine gereksinimi olduğunun söylenmesi
yal nızca bir yanılgı ydı . B izim aramızda ise böyle
yanılgılara düşülmez . Ama bu inançları n nasıl ken
di kendilerine ölüp gittiklerini n incelenmesi çok il
gi nçtir.
Örneğin, Khai Muh gibi bir yerde, bir dış zor
l amayı düşünmek olanaksızdır. Ana-baba sevgisi
ni n etki siyle birtakı m ana-babal arı n en büyük oğul
l arını öldürmezlerse, güneşin gerçekten kızıp kız
mayacağından kuşkuya düştü kleri düşünülebi lir.
Böyle bir uslamlama, ürüne zararlı olduğu gerek
çesiyle çok tehlikeliydi . Bu düşünce, kuşakl ar bo
yunca bir avuç tuhaf düşünceli tarafından saklı tu
tul muş olabilir. Sonunda birkaç ana-baba, ya kaçı
rarak ya da sakl ayarak çocu kl arı nı kurban edil mek
ten kurtarmı ş olabilirler .
84
Bu insanl ara, kamu ruhu eksik, özel zevkleri
için toplumu tehli keye atmaktan kaçı nmayan in
sanl ar olarak bakı lır. Ama yavaş yavaş, devletin
durumunun bozulmadığı ve ürünün eski yıllara
oranla kötüleşmediği görülmeye başlanmışur.
Daha sonraları bir çocuk kendisini tarıma ya da
reis tarafından seçil miş ulusal önemi olan bir işe
adarsa, kurban edilmi ş olarak kabul edilebileceği
inancı yerleşmi ş olabilir. Çocuğun kendi arzu ve
yeteneklerini bildiği yaşa geli nce istediği işi seç
mesi ne izin veri lene kadar yine yüzlerce yıl geçer.
Bu zaman süresinde de, çocukları n ancak tanrı sal
takdir sonucunda ve ancak devlete olan hayali bir
görev göl gesi alu nda yaşayabilecekleri öğreti lir.
Çocuğunu kurban etmenin yararsızlığı na ilk
inanan o ana-babanın durumu, kişisel özgürlüğü
kamu deneti mi ne göre düzenleme sırası nda ortaya
çıkan bütün güçlükleri göstermektedir. Kurban
edil meni n toplum yararı na olduğuna i nanan yetkili
ler, bunda ısrar etmek zorundaydı lar. Bunun yarar
sızlığına inanan ana-baba ise, çocuklarını kurtar
m ak için el lerinden gelen her şeyi yapacaklardı . Bu
durum karşısında her ikisi ni n de tutumu ne olacak
ur şu halde?
Kuşkucu ana-babanı n görevi açı kUr: O lası her
yola başvurarak çocuğunu kurtarmak, sürekli ola
rak kurban edilmeni n aleyhinde konuşmak ve ken
di sinden beklenenden kaçı ndığı için yasaların vere
ceği her cezaya sabırla katlanmak.
Ancak yetkililerin görevleri bu kadar açı k ve
seçik değildir. İ l k doğan çocuğun kurban edilmesi
85
düşüncesi ne kau olarak bağlı oldu kları sürece, bu
i nancı baltalamak isteyen herkesi mahldlm etmek
zorundadırlar. Ama eğer vicdanl ı ysalar, karşı tara
fı n iddialarını dinleyecekler ve önceden, bu iddi a
l arın dogru olabilecegilıi kabul etmeye hazır ola
caklardır. Kendi yürekleri ni inceden inceye araşu
racak l ar ve çocukl ardan nefretin ya da zal i m l i k
zevki ni n , i nançlarıyla b i r ili şkisi o l u p olmadığı nı
saplayacakl ardır. Khai Muh'un geçmişi nde, şimdi
aruk yanlı ş olduğuna inandı kları ve zamanı nda ak
si düşüncede ol anl arı n ölüme mahkum edi ldi kleri
sayısız inanç örnekleri olduğunu anı msayacaklar
dır.
Sonunda da, geleneksel yanı l g ı l arı n yayg ı n ol
masına karşılık, yeni inançl arı n yeri ne geçti klerin
den çok daha gerçeğe yakı n olmadı kları taktirde,
çok seyrek olarak kabul göreceği ni düşünecekler
dir. Yeni i nancın ya bir ilerleme olduğu ya da za
rarsız olacak kadar yayılamayacağı sonucuna vara
caklardır. Bütün bu düşünceler kendi leri ni , cezaya
başvurmadan önce düşünmeye zorlayacakur.
86
il.
87
dünya berbat bir yer ol acaktır. B u i nançları n hatırı
için bütün Avrupa uygarlığını yok etmeye hazırdır
bunlar. Eğer i nançl arı yanlışsa, davranışları ger
çekten üzüntü vericidir.
Bu i ncelemelerden çı kan bir gerçek de, düşün
cenin ve onun belirlenmesini n yoluna, hele bir ger
çeğin söylenmesi ni n yoluna hiçbir engel konma
ması gerektiğidir. Bu, uygar ül keleri n uygulama
sında bütünüyle gerçekleşmesine karşın, özgürlük
çü düşünürler ar asında bir zamanlar ortak bir bu
luşma alanı ydı . Ama bu yine de, son zamanlarda,
bütün Avrupa'da, i nsanları n uğruna cezaevi ne gir
mek ya da açlı ktan öl mek zorunda kaldı k l arı tehli
keli b i r çelişki hal i ne gelmiştir. İ şte bu nedenle,
bunu yeniden açıklamanın bir değeri vardır. Bunun
nedenleri o kadar açı k ve seçi ktir ki, evrensel ola
rak ihmal edi l miş ol masal ardı , yi nelemekten uta
nırdı m. Ancak gerçek dünyada bunl arı yinelemek
artık çok gerekli ol muştur.
Tam gerçeği b i l menin insanl ara vergi ol mama
sına karşı n, buna doğru adım adı m yaklaşmak da
olanaksız değildir. B el irli bir toplumda, belirli bir
zamanda genel i l gi uyandıran her konuda, konuya
özel bir ilgi göstermeyen herkesi n kapmaca bir dü
şüncesi vardır. Bu kapmaca düşü nceni n eleştirisi
birtakı m nedenler yüzünden düşmanlıklar doğurur.
B u nl arın en önemlisi toplum geleneklerine
bağlılı k güdüsüdür. B u , bütün sürü hali nde gezen
hayvanlarda bul unan ve bunl arı sürüden ayrı l ma
eği l i mi gösteren ü yesini öldürmeye yönelten duy
gudur.
88
Bundan sonra gelen diğer önemli bir duygu da,
yaşamı mızı düzenlemeye alışuğı mız inançl ar konu
sundaki kuşkunun yarattı ğı güvensizlik duygusu
dur. Berkeley'i n felsefesini sıradan bir insana anlat
maya çalışan herkes, bu duygunun yarattığı hiddeti
görecektir. Sıradan bir i nsanı n Berkeley'in felsefe
sini duyduğu zaman hissettiği ilk şey, hiçbir şeyin
somut olmadığı, bir iskemleye oturabilmeni n, dö
şemeni n bizi taşıyabileceğini düşünmenin aptalca
bir şey olduğu konusundaki kuşkudur. Bu kuşku
rahatsız edici olduğundan, bütün felsefeyi saçma
olarak kabul edenler dı şı ndakiler içi n bu, huzursuz
luk yaraucı olacaktır.
İ şte aşağı yukarı buna benzer bir biçi mde, tar
uşmadan kabul edilen her şeyin eleştirisi, o sağl am
döşeme üzerinde bulunma duygusunu onadan kal
dım ve şaşkı n bir korku duru mu yaratır.
İ nsanl arın yeni düşüncelerden nefret etmeleri
ni n üçüncü bir nedeni de, eski inançlarda yerleşmiş
bulunan çı karl ardır. Kilisenin bilime karşı açtığı
büyü k savaş en çok bu nedene dayandırılabilir.
G eçmişteki sosyali zm bütünüyle bu nedene bağla
nabi lir. Ama her yerde ekonomi k nedenler arayan
lar gibi, yeni düşüncelere duyulan öfkenin temel
kaynağı nı n kazanı lmış hakl ar olduğunu kabul et
mek yanlıştır. Durum böyle ol saydı , düşün alanı n
da ilerleme şi mdiki nden çok daha tuzlı olacaktı .
G eleneklere bağlılık duygusu, güvensizli kten
korkma ve kazanılmış hakl ar, hep birli kte yeni bir
düşünceni n kabul edilmesine karşı çıkmaktadırlar.
Yeni bir düşünce bulmaksa, bunu kabul ettirmek-
89
ten daha güçtür. Pek çok i nsan gerçekten özgün bir
buluşta bulunmadan koskoca bir ömür harcarl ar.
B ütün bu güçlükler, göz önüne alı ndı ğı nda,
herhangi bir toplumun herhangi bir zamanda, çel i
şen düşünceler çokluğu ndan kesinkes zarar görme
si ol anağı yoktur. Hele buna, yaşam koşu l l arı nı n
sürekli değişi m hali nde olduğu çağdaş, uygar top
lumda, daha az ol anak vardır.
Şu halde, yeni i nanç ların belirlenmesi ni ve
bunl arı destekleyecek bi l g i ni n yayıl masını teşvi k
için bir çaba harcanmalıdır. Ama durum bunun
tam tersidir. Çoc u kluktan başlayarak, i nsanl arı n
a kı l l arı nı geleneğe uygun b i r duru ma sokmak ve
kısırlaştırmak için her şey yapı lmaktadır. Bir yan
l ı şl ı k sonunda bir düş kı vılcımı kal mı şsa, bunu n t a
li hsi z sahi bi a k l ı başı nda olmayan, tehlikeli ; barış
zamanı nda nefrete, savaş zamanı nda ise del iğe tı
kı l maya ya da hai n di ye öldürülmeye l ayık bir i n
san olarak kabul edi l mektedir.
Ama yine geç mi şteki bu adamlar i nsanlığın
kurtarıcıl arı olarak bilinmekte ve öldü kten sonra
da onurlara gömülmektedirler.
Düşünce i l kesi bütünüyle kamusal deneti me
uygun değildir. Başkaları nın i nançları nı bilen her
kes ol anakl ar el verdi ğ i nce özgür ol malıdır. Çocuk
l arı n eğitim görmesi nde ı srar eden devlet hakl ıdır.
Ama bu eğiti mi birörnek bir plan çerçevesinde zor
l am akta haklı değildir. Eğitim ve genel ol arak dü
şün yaşam ı , ki şi sel girişimcil iğin en gere kli olduğu
alanlardan biridir. Devletin görevi herhangi bir eği
ti m biçi mini n gerekti ği konusunda başl amal ı ve
bitmelidir.
90
B u eğiti m de, eğer ol anağı varsa, hükümet me
murları nı n önyargıları na uyan biçimde değil de,
düşünce kişisel liğini yükselten biçi mde olmal ıdır.
91
111.
93
Devleti n bel irli birtakım ci nsel uygunsuzl u kla
rı cezal andırma hakkı nın olduğu genel ol arak ka
bul edilmektedir. Çok evli lik kurumuna <:ta. Mor
monlar tarafı ndan arzul anan bir kurum ol arak ina
nı ldığı ndan ki mse kuşku duyamaz . Ama buna kar
şın Birleşik Devletler çok evliliği resmen tanı ma
mıştır. Aynı durum di ğer Hıristiyan ül kelerde de
olsa, hi ç kuşkusuz aynı tutumla karşılaşı l acaktı .
Ama ben yi ne de bu yasaklamanın akl a uygun bir
şey olduğuna inannu yorum. Çok evlilik dünyanı n
pek çok yeri nde yasal arc a tanı nmıştır. Ama genel
olarak kabile rei sleri nden ve şeyhlerden başka bu
nu uygulayan yoktur.
Eğer bu, Avrupal ı l arı n düşündüğü gibi, arzu
edil meyen bir gelenek olsaydı , birkaç önemli kişi
dı şı nda Mormonları n bu gelenekleri ni bırakmaları
bekleni rdi . Yok eğer başarı l ı bir denemeyse, dünya
şi mdi eli nde ol mayan bir bilgiyi edi nmiş olurdu .
B ana kalırsa, bu gibi durum l arda yasalar ancak za
rar gören bir ki şini n, o işte rı zası ol madığı zaman
karışmalıdır.
Irkı ıslah etmek i steyenler ne derlerse desi nler,
kadı n ve erkekleri n devlet tarafı ndan seçilmiş kan
ve kocal arı al maya razı olmayacakl arı kuşkusuz
dur. B u konuda kamuoyunun hakl ı olduğu söylene
bilir. B u , i nsanların seçi mlerini n daha doğru oldu
ğundan değ i l , ama kendil erini n seçeceği bir kişiyle
evlenmenin, zorla evlenmeden daha iyi olacağın
dandır. Evlenme için geçerli olan bir şey, bir mes
lek için de geçerli ol malıdır. Kimi i nsanın belirli
bir isteği yoksa da, diğer bir kı s ı m insan kimi mes-
94
leği di ğerleri ne yeğ tutar. Bu insanlar kendi seçti k
leri dal l arda ilerlerseler, çok daha yararlı birer yurt
taş ol urlar.
Bel irli bir iş yapması gerektiği kanısı nda olan
insanı n durumu g ariptir ve hiç de yaygın değildir.
Ama çok önemli ki şi leri içine alması bakımı ndan
önemlidir de.
lan Dark ve Florence Nigh tingale bu biçim bir
duyguya boyu n eğerek bütün gelenekleri yı kmış
l ardır. Mazzin i g i bi reformcul ar ve hal k tarafından
tutul mayan davaları n di ğer savunucuları da bu sını
fa girerler. Pek çok bilimadamı da b u sınıftandır.
Bu duruml arda kişi sel inanç en büyük saygıya
layı ktır. H atta bunun için gözle açı kça görünen bir
engel ol masa bile . . .
Güdüye boyun eğme pe k az zarar getirebi l me
sine karşılık, yararl arı çok büyüktür. Asıl güçlük
bu güdü leri buna eş belirti ler gösteren i steklerden
ayırabil mektir. Pek çok genç belirli bir kitap yazma
konusunda bir güdü leri ol madığı halde yazar ol
mak isterler ya da belirli bir resim yaratma güdüle
ri ol madan ressam ol maya kal kışırl ar. Oysa genel
olarak küçük bir deneme gerçek ve taklit güdüler
arası ndaki farkı gösterecektir.
Gerçek güdüyü baltal amak yeri ne, taklit bir gü
düye bir süre katlarunak daha az zararlıdır. Buna
karşı n, anarşi k ve manuksız göründüğü için, i nsa
nın gerçek güdüyü baltalama eğilimi hemen her za
man için vardır.
Ü nlü kişiler içi n gerçek olan şey, daha az ol
mak koşuluyla, yaşam gücüne sahip olan her i nsan
95
için de geçerlidir. Herhangi bir etki nliğe yönelen
ve gençlikte pek belirli olmadı ğı halde sonral an
eğiti m ve fırsatl arı n etkisiyle daha kesin olarak be
liren bir güdü vardır. Doğrudan doğruya bir etkin
liğe yönelen güdünün, o etkinliği n beklenen sonuç
l arının istenmesinden ayırt edi lmesi gerekir.
G enç bir i nsan, başarı ya yönelten etki nliklere
karşı büyük bir güdü duymadığı halde, büyük bir
başarının ödülleri ni i steyebilir. Ama gerçekten ba
şarıya ul aşanl ar, ödülleri isteseler bile, huyl an ge
reği, tutkularını gerçekleştirmek için belirli bir iş
seçme eği l i mindedirler.
Sanatçı güdüsünün i nsan ve genel likle dünya
için sonsuz bir değeri vardır. İ nsanın kendi nde ve
başkal arında bu güdüye saygılı ol ması, iyi yaşamın
t
onda dokuzunu oluş urur. Bu, pek çok insanda pek
zayı f ve kol aylıkla yok edi lebilen bir şeydir. Ana
baba ve öğreunenler buna düşmandırlar. Ekono
mik düzeni miz de bunun son belirti lerini gençler
den siler süpürür.
Bunun sonucunda da, i nsanlar kişiliklerini ya
da hakları olan onurları nı yiti rirler. Makineden çık
mış gibi tek örnek, evci l , bürokratl ar ya da başça
vuşlar bakı mından yöneti mleri kolay, hiçbir şeyleri
kaybolmadan istatisti klere sokulacak varl ıkl ar
olurl ar. Ö zgürlük yokluğu sonunda çıkan temel kö
tülük budur. Yine bu, nüfus arttı kça ve örgütlenme
mekanizması gitti kçe daha etkin bir biçimde işle
di kçe daha da şiddetlenip artacak bir kötülüktür.
İ nsanların istedi kleri şeyler çok çeşitlidir: H ay
ranlı k duymak, sevgi, yetki , güvenlik, rahatlık,
96
enerji harcayacak bir yer bunları n en olağanlandır.
Ama bu soyutl amalar i ki i nsan arası ndaki ayrı lığı
ortaya koyamaz. H ayvanat bahçesi ne her gittiği m
de bir leyleğin bütü n hareketleri nde bir uyumluluk
olduğuna ve bunun bir devekuşu ya da papağanı n
ki lere benzemediğ i ne di kkat ederi m. Bu ortak nite
liğin ne olduğunu sözle anlatmak olanaksızdır.
Ama biz yine de, bir hayvanı n yapu ğı davranışla
rı n, bir hayvandan bekleyebileceğimiz davranışlar
olduğu nu söylebiliriz. Bu tanımlanamayan ni teli k
hayvanın ki şiliği ni belirtir v e onun davranışlarını
seyretti ğ i mi zde bize bir haz duygusu verir.
Ekonomi k açıdan ya da hükümet mekanizması
tarafı ndan ezil memiş olması şartıyla bir i nsanda
da, aynı ci nsten bir kişilik, o ol madan bir erkek ya
da kadı nı n fazla bir önem kazanamayacağı ya da
i nsanlara özgü o onur duygusunu duyamayacağı
bir niteli k vardır. İ şte, ister yazar olsun, ister res
sam olsun, sanatçının sevdiği, bu ayırıcı niteli ktir.
S anatçı ya da hangi yoldan olursa olsun yaratıcı
ol an insanda bu nitel i k diğerleri nden daha çoktur.
Bu ni teliği isteyerek ya da kazara ezen bir top
lum, kısa bir süre içinde bütün canlılığını yitirir; .
var ol ması nda hiçbir amaç olmadan, hiçbir ilerle
me umudu bulunmadan geleneksel yaşama döner.
Kişiliği yaratan güdüyü korumak ve güçlendir
mek, bütün siyasal kuruluşların ilk ve en önemli
amacı ol malıdır.
97
iV.
99
halesi ni gerektirir. B azı mal l ar zorbalıkla alı nıp el
de tutulabilir, bazıl arı da tutulamaz. Romal ı l arı n
S abi ne'lerin kadı n l arı nı aldı kl arı gibi , bir kadı n da
zorbalıkla elde edilebi ldi ği halde, onun sevgisi bu
yol la elde edi lemez .
Mülki yet güdüleri güç l ü olanlar yalnızca zor
b al ı kl a alı nan mallara karşı bir eğili m gösterirler.
B ütün maddi mal l ar bu sı nı fa girer. Eğer sınırlan
mamış olsaydı , bu mal l arda özgürl ük, güçlüleri
zengin, zayı fları da yoksul yapardı.
Kapitali st bir toplumda, yasal arı n yükledi ği bir
kısım kısıtlamal arı n da yardı mıyl a bu, kurnaz i n
s anları zengi n, namusluları ise yoksul yapmakta
dır. Çünkü devleti n gücü, haklı ve manuksal bir i l
keye uygun ol arak deği l d e , açı klanması yal nı zca
tarihsel olan birtakı m geleneksel kural lara dayanı
l arak i nsanları n emri ne verilmiştir.
Sını rsız özgürl ü k , mül ki yette ve zor kul l anı l
m anı n söz konusu olduğu her şeyde anarşi v e ada
letsizli k doğurur. Ö ldürme özgürlüğü; soyma öz
gürlüğü, hak yeme özgürlüğü artı k kişileri n eli nde
değildir. Bunlar artı k büyük devletlerin eli ndedir;
yurtseverli k adına bu devl etler tarafı ndan kul l anı l
m aktadır.
Bir mahkemeni n haklı bulduğu ani oluşan du
rumlar dışı nda, ne ki şileri n , ne de devletleri n kendi
isteklerine dayanarak zor kull anabilme özgürlükle
rini n olma� ası gerekir. B u nu n nedeni , bir i nsanı n
di ğeri üzeri nde zor kullanması nı n her i ki taraf için
de kötü olduğu ve ancak çok büyük bir iyilikle so
nuçl andı ğı taktirde katlanı l abilir olmasıdır. Yeryü-
1 00
zünde kull anı l an zorun miktarını az altmak için bir
kamu yetkesi, başlıca görevi zorun özel kullanımı
nı bastı rm ak olan karşı konmaz bir güç sahibi bir
varlı k olması gereklidir.
İ l gi li tarafl ardan biri, ya da bunları n arkadaşları
ya da yardakçı l arı tarafından kull anı ldığı taktirde,
zorun özel olduğu söylenir. Kamu yararına yapıl an
bir kuralı uygulayan tarafsız kamu yetkesi nin kul
l andığı zor, özel değildir.
İ çinde bulunduğumuz mülki yet rejimi , zorun
özel kullanı mını kısıtlamak için pek az bir şey yap
m aktadır. Ö rneği n, bir insan bir toprak parçasına
sahipse, burası nı izi nsiz kullananlara karşı zor kul
l anabilir. A m a di ğerleri o n a karşı zor kullanamaz
lar. Toprağın eki lip biçil mesi için izinsiz kul l anı ma
karşı bir sınırl am a olması gerektiği açı ktır. Ama bu
yetkiler bir ki şiye verilirse, devlet de, onun kamu
yararı na yetenden daha çok toprağa sahip ol mama
sına ve toprağı n ürünlerini n, o insana düşen payı n
emeği ni n karşılığı ndan daha fazlası ol mamasına
dikkat etmelidir.
Bu sonuca varabilmeni n tek yolu, herhalde
devletin toprağa sahip ol masıdır. Şu anda toprak ve
sermaye sahipleri , e konomik baskı yaparak, mülki
yet sahibi olmayanlara karşı zor kullanmaktadırlar.
B u zor, yasalarla onaylandığı halde, yoksulların
zenginlere karşı kullandı kları zor, yasadı şı olarak
kabul edilmektedir. Bu durum haksızdır ve özel zo
run kull anı mını gerektiği kadarınca azaltmamakta
dır.
Ö zgürlük açısından, bütün mülkiyet güdüleri
101
ve ortaya çıkardığı zor kull anı mı , adaletten çok ta
rafsız bir kamu yetkesi tarafından denetlenmelidir.
B ir ulus içinde bu kamu yetkesi kuşkusuz devlet
ol acakur. Ulusl ararası ilişkilerde, şi mdi ki anarşi ni n
sona erdiril mesi isteni yorsa, bunun uluslararası bir
parlamento ol ması gerekecektir.
Ancak insanl arı n mül ki yet güdülerini n kamuca
denetlenmesi nde temel öğe, hem özel zorun yasak
l anması, hem de yaraucı güdülerin özgürlüğe ka
.
vuşturul masıyla sürekli olarak özgürl üğün arttı rıl
ması olmalıdır. K am u deneti mini n yarardan çok
zarar vermesi istenmiyorsa, bu , özel zor kull anı
mıyla ilgili olmayan her yerde özel giri şimciliğe
tam ve en yüksek özgürlüğü verecek biçi mde uy
gul anmalıdır. B u bakı mdan hükümetler tam bir ba
şarısızlığa uğramışlardır; bunları n düzelmeye doğ
ru gitti kleri ni gösterecek bir bel i rti ye de rastlanıl
m amaktadır.
Yaraucı güdüler, mülki yet güdülerinin tersi ne,
bir i nsanın kazancının diğerini n kaybı olmaması
sonucunu doğururlar. Bilimsel bir buluşta bulunan,
ya da şiir yazan bir insan, kendi sini olduğu kadar
başkal arını da zenginleştiriyor demektir. Bilgide
ya da iyiniyene bir artış, yal nızca bunların sahibine
değil , bunl ardan yararlananlara da kazanç sağl ar.
Yaşamanın zevkini duyanlar, kendil erine olduğu
kadar b aşkalarına da mutluluk kaynağıdı rlar. Biri
nin kazancı herkesin kazancı olduğu için, bu konu
l arda bir dağıu m adaleti i l kesi uygul anamaz. Bu
nedenlerden dolayı , i nsan etkinliğini n yaraucı payı
kendiliğinden olmalı ve yaşam dolu olabilmesi için
1 02
de olanaklar elverdiği ölçüde kamu denetimi nden
uzak kalabilmel idir. Ki şisel yaşamın bu bölümü nde
devleti n rolü ancak olanak ve fırsatl arı yaratma ko
nusunda elinden gelen her şeyi yapmak ol malıdır.
Her yaşamın bir bölümü toplum, bir bölümü de
ki şisel giri şi mcilik tarafı ndan yöneti lir. Kişisel giri
şimcili k tarafından yöneti len bölüm, dahi v e yarab
cı düşünürler gibi en önemli kişilerde en büyü k
olan bölümdür. Bu bölüm ancak yağmacı olduğu
zaman kısıtl anmalıdır. Yoksa bunu büyük ve canlı
tutmak için her şey yapı lmalıdır. Eğitimin amacı
bütü n i nsanl arı aynı biçi mde düşündürmek değil,
her biri ni kendi kişiliğini en iyi ortaya koyacak bi
çimde yeti ştirmektir.
Bir geçim yolu seç mek zorunda kaldı kları za
man gençler kendileri ne en çekici gelenini seçebil
meli dir. Para getiren bir meslek kendi leri ne çekici
gel mi yorsa, az bir kazanç karşılığında az çalı şmak
ta serbest bırakı l malıdır, boş zamanları nı istedi kleri
gibi değerlendirebilmel idir. Düşü nce özgürl üğüne
ya da bilgi yayılmasına konmak istenen bütün kı
sıtlamalar hiç kuşkusuz bütünüyle kaldırıl malıdır.
Gerek si yasal , gerekse ekonomi k büyük örgüt
ler çağdaş dünyanın belirtici niteli kleri ndendir. Bu
örgütleri n çok büyük yetki leri vardır. Bu yetki leri
ni genell i kle düşünce ve eylem özgünlüğünü yok
etmek için kullanırlar. Oysa bunlar, anarşi ve şid
detli çahşma doğurmadan, bunlara en geniş yayıl
ma alanları nı vermelidi r.
Kamu denetlemesi ni n yasal hedeflerinden olan
mül kiyet ve zor kullanımı dışında i nsan yaşamını n
1 03
herhangi bir bölümü denetlenmemelidir. Denetle
menin büyük bir kısnu kişilerin ve küçük grupların
eline bırakılmalıdır. Eğer bu yapılamazsa, bu dev
örgütlerin başındaki insanlar, aşırı yetkiye alışmak
tan dolayı zorbalık eğilimi gösterecekler ve zamanı
gelince kişisel girişimciliği ezecek yollara başvura
caklardır.
Çağdaş dünyanın ka_rşısına çıkan başlıca sorun,
kişisel girişimcilik ile örgütlerin sayılan ve geniş
lemelerindeki artışı bağdaştırabilmektir. Bu çö
zümlenmedikçe, kişiler yaşam ve canlılıklarını yi
tirecekler, üzerlerine yüklenen koşullara giderek
daha fazla uymak zorunda kalacaklardır.
'
�öyle insanlardan oluşan bir toplum da ne ile
rici olabilir ne de dünyanın akıl ve ruhsal mülkiye
tine bir katkıda bulunabilir . Bunları ancak kişisel
girişimciliğin ve özgürlüğün özendirilmesi sağla
yabilir. İnsanın yasal alanına müdahale eden yetke
ye direnç gösterenler, topluma bir hizmette bulun
maktadırlar. Toplumun buna verdiği değerin az ol
ması önemli değildir. Geçmişe kıyasla bu, bugün
artık evrensel bir kabul gönnektedir. Ancak ne
olursa olsun bu, şimdi için olduğu gibi, gelecek ba
kınundan da geçerlidir.
1 04
BEŞİNCİ BÖLÜM
...,
ULUSAL BAGIMSIZLIK
VE .
ENTERNASYONALiZM
EK bir devlet içindeki gruplar arasındaki
T
ilişkiler gibi, devletler arasındaki ilişkiler
de de istenen şey, içişi erde bağımsızlık,
dışişlerde de özel güçten çok, yasaların
uygulanmasıdır. Ama bir devlet içindeki gruplar
açısından temel olan iç bağımsızlıkur. Bugün eksik
olan da budur. Yasalara bağlılık ortaçağların so
nundan bu yana tam olarak sağlanabilmiştir. Bu
nun tersine, devletler arasındaki ilişkilerde, içişler
de olduğu gibi dışişlerde de bağımsızlık var oldu
ğundan, eksik olan yasalar ve merkezi bir hükü
mettir. Avrupa işlerinde eriştiğimiz aşama, Güller
Savaşı'nda içişlerimizde eriştiğimiz aşamaya uyum
göstermektedir. Böylece her iki durumda da, hedef
aynı olduğu halde, buna ulaşmak için seçilen yollar
birbirinden epey değişiktir.
1 07
mudur? B ağı msızlı kçı l ar buna evet, B irli kçil er de
hayır demektedirler.
Ulster'li ler bir ulus mudur? B irli kçiler buna
evet, B ağı msızlı kçı l ar hayır demektedirler. B u na
benzer durumlarda, bir gruba ulus demek ya da de
memek bir parti sorunudur. B ir Alman size Polon
yal ı l arı n bir ulus olduğunu söyleyecektir. Ama
Prusya Polonyal ı l arı hiç kuşkusuz Prusya'nı n bir
parçasıdır.
Irk, di l ya da tarih kanıtlarıyla üzeri nde tanışı
l an bir grubun bir ulus olup olmadığ ı nı kanıtlaya
c ak profesörler her zaman kiralanabilir. El bette ki ,
bunların verecekleri kararlar da, hizmeti nde bulun
dukları ki şilerin istedi kleri kararl ar olac aktır. Bu
çelişmelerden kaçı nmak isti yorsak, ilk ol arak bir
ulus tanı mını elde euneye çalışmal ı yı z .
U l u s , d i l ve ortak bir tarihsel başlangıç g i b i i l
kelerle tanı m l anamaz. B ir ulusu ortaya çı karmaya
yardı m l arı olsa da, bunlar yeterli deği ldir. Irk, di n
ve dil ayrı l ı k l arı na karşı n bir İ sviçre ulusundan söz
edilebilir. İ ç Savaş sırası nda olmadı kları halde, İ n
giltere ile İ skoçya şi mdi bir ulustur. B üyük B ritan
ya ulus ol madan önce bir devletti . Diğer yandan
Al m anya tek bir devl et ol madan önce tek bir ulus
tu .
Ulusu oluşturan bir duygu ve bir güdüdür: Bir
eşl i k duygusu ve aynı grup ya da sürüden olma gü
düsü. B u güdü, bir koyun sürüsüne ya da sürü ha
l i nde yaşayan diğer bir hayvan grubuna IJ.it olma
güdüsünün uzantısıdır. Bununla birli kte bulunan
duygu da, ail e duygusunun daha hafif ve yaygın
1 08
bir biçi midir. Avrupa'dan İ ngiltere'ye döndüğümüz
zaman, alı şuğımız havada dostça bir şeyler sezeriz.
Bütün yabancıların kurnazlı k ve kötülüklerle dolu
olmasına karşılık, İ ngi lizleri n hepsinin namuslu ol
duğunu düşünmek çok rahatlı k verici bir şeydir.
Bu duygular bir ulusu bir devlet haline getir
mekte yararlıdı rl ar. Ulusal bir hükümetin emirleri
ne boyun eğmek güç değildir. Bunun kendi hükü
meti mi z olduğunu ve onun yasal arını n, eğer biz
kendi miz yönetici olsaydı k koyacağımız yasalar ol
duğunu düşünürüz. Bir ulusun üyelerine canlılık
veren güdüsel ve bilinçalu bir ortak amaç duygusu
da vardır. Bu özel li kle savaşta ya da savaş tehli kesi
oldu ğu zamanl arda belirlenir. Böyle anlarda hükü
meti nin emirleri ne boyun eğmeyen i nsan, kendi
içi nde, bir düşman hükümeti nin emirlerine boyun
eğmedi ği zaman duyacağı ndan başka duygular bu
lur. Boyu l\ eğmi yorsa, bu, hükümeti ni n de bir an
gelip kendisi gibi düşüneceği umudunu beslediği
içi ndir. Oysa yabancı bir hükümete boyun eğme
mekte böyle bir u mut gereksizdir. Nas ı l ortaya çık
mış olursa olsun, bu grup güdüsü , ulusu oluşturan
ve ulusl arı n sı nırları nı n aynı zam anda devletleri n
sınırlan ol ması gerektiği konusunu önemli yapan
şeydir.
Ulusal duygu bir gerçektir ve kuruluşlar bunu
göz önüne almalıdırlar. Bu, ihmal edildiği zaman
güçlenir, bir çauşma kaynağı olur. Ancak özgür bı
rakıldı ğ ı takdirde zararsız duruma getirilir. Ama
kendi başına iyi ya da özlenen bir duygu değildir.
B ir sempatiyi insanlığın bir bölümüne yasaklama-
1 09
nın ne özenilen ne de akla uygun bir yanı vardır.
Gelenek, görenek ve huylarda çeşitlilik, çeşitli
ulusların çeşitli kusursuzluk derecelerini yaratma
larını olanaklı kıldığından iyi bir şeydir. Ama ulu
sal duygunun özünde bir yabancı düşmanlığı yatar.
Düşmanca bir dış baskıdan bütünüyle özgür bir
ulusta, ulusal duygu olamaz.
Grup duygusu da sınırlı ve çoğu zaman zararlı
olan bir ahliklılık biçimi getirir. İnsanlar iyiyi ken
di gruplarının yararına olanla, kötüyü de kendi ya
ral'larına olmayanla (hatta bütün insanlığın yararı
na olsa bile) bir tutarlar. Bu grup ahliklılığı özel
likle savaş sırasında belirlenir. Öyle ki, o zaman
bu, insanların olağan düşünceleri olarak kabul edi
lir. Hemen bütün İngilizler Almanya'nın yenilmesi
ni dünyanın iyiliği için arzu edilen bir şey olarak
görüyorlarsa da, pek çoğu bir Almanın yurdu için
çarpışmasını onurlu bir şey olarak karşılamaktadır.
Çünkü onun hareketlerinin, grup ahlikından daha
yüksek bir ahlik kuralıyla ölçülebileceğini düşün
memişlerdir.
Asıl olarak bir insan, başkalarından çok kendi
ulusunun çıkarlarını düşünmekte haklıdır. Çünkü
kendi davranışları kendi ulusunu etkileyecektir.
Ancak savaş sırasında ve kendi ülkesiyle diğer ül
keler açısından aynı derecede önemli olan durum
larda, insan, evrensel refahı düşünmelidir. Yalnız
ca bunu düşünmekle de kalmayıp, görüşünün ken
di grup ya da ulusunun çıkarlarıyla kısıtlanmama
sına da dikkat ennelidir.
Ulusal duygu var olduğu sürece her ulusun
1 10
içişleri nde kendi kendi ni yönetmesi çok önemlidir.
Yurttaşl arı kendisine düşman gözle bakarsa, hükü
meti n yöneti mi ancak zor kul lanarak ve zorbalıkla
mümkün ol abi lir. B ir ül kede yaşayanlar yabancı
bir ulus ise, hiç kuşkusuz hükümete düşman gözüy
le bakac aklardır.
Bu ilke, B al kanl arın bir kısmı nda olduğu gibi,
ayrı uluslardan i nsanl arı n yan yana aynı yerde ya
şadı kları zaman birtakım güçlü klerle karşılaşırlar.
Süveyş ve Panama Kanalları gibi uluslararası öne
mi büyük olan yerlerde de böyle güçlükler onaya
çıkmaktadır. Bu durumlarda, oralarda yaşayan in
sanların bütünüyle bölgesel olan istekleri daha bü
yük çı karlar önünde kaybolacaktır. Ama genellikle,
uluslar sınırları nın devletlerin sınırl arıyla uyuşması
i l kesi ne pek az ayrıksılık çı kmaktadır.
Ancak bu i l ke, devletler arası ndaki ili şki leri n
nası l düzenleneceğini, rakip devletler arası ndaki çı
kar çauşmaları nı n nasıl karara bağl anabileceğini
açı klamamaktadır. Bu anda, her büyük devlet, de
ğil yal nız içişleri nde, dışişleri nde bile tam bir ege
menli ği olduğunu ileri sürmektedir. Bu tam ege
menl i k iddi ası , diğer büyük Devletlerin aynı türden
iddi al arıyla çauşmaktadır. Bu gibi çatışmal ar şimdi
savaş ya da diplomasi yoluyla çözümlenmektedir.
Oysa diplomasi de, savaş tehdidi nden başka bir şey
değildir.
Devleti n egemenli k iddi ası nda bulunması, her
hangi bir insanı n aynı iddiada bulunınası ndan daha
haklı ol amaz . Tam egemenli k iddi ası, bütün dışiş
lerin yalnızca zor yoluyla çözümlenmesini öngö-
l11
rür. İ ki ulusun ya da bir uluslar grubunun ilgilendi
ği bir sorunun kesin çözümü onl ardan hangisini n
daha güçlü olduğuna dayanır.
Bu, i l kel anarşiden, Hobbes'un i nsanlığın i l k
durumu olduğunu söyledi ği 'herkesi n herkese karşı
savaşı'ndan başka bir şey deği ldir.
Devletl er dış ilişki leri nde tam egemenl i kten
vazgeçip bu konuda karar vermeyi ulusl ararası bir
hükümet aracına bırakmadı kları sürece, dü nyada
barış ya da ulusl ararası sorunları n ulusl ararası ya
salara göre çözümlenmesi di ye bir şey olamaz.
Ulusl ararası bir hükümetin yasaları hem yap
m ası hem de uygulaması gerekir. Uluslararası ya
saları uygulamaya yetenekli ve gereği ne inandığı
zaman bir toprak parçasını bir devletten alı p diğeri
ne verebilme yetkisi olan bir kuruluş ol malıdır bu.
B arışsever sıaıus quo' yu gereksiz yere yücel tmekle
yanılgıya düşmüşlerdir. B azı uluslar büyürken ba
zıları da gitti kçe küçül mektedir. Bir toprağın nü fu
su göçlerle değişeb i l me ktedir. Bu durumlar alu nda
devletlerin s ı nırl arı nda yapı l acak deği şi kliklerden
dol ayı gücenmeleri m anu ksız bir şeydir. Bu çeşit
değişikl i kleri .yapacak ulusl ararası bir kuruluş ol
m adı kça, savaş tutkusu da kaçırulmaz olacakur.
Uluslararası otoriteni n bir ordusu ve donanma
sı olmalı ve bunlar, yeryüzünde var o l an tek ordu
ve donanma olmalıdır.
Zor'un tek meşru kull anı mı dünyadaki tüm zor
m i ktarını azalUnak içi n ol malıdır.
İ nsanl ar yağ m acı güdüleri kul l anmakta serbest
oldukları sürece, bazı i nsanlar bu özgürlükten bas-
1 12
kı ve hırsızlık için yararl anacaklardır. Ö zel kişile
ri n zor kull anmasına engel olmak için polise gerek
si nim ol ması gibi, devletlerin yasalara uymayan
zor kul l anı ml arına engel olmak için bir uluslararası
polis gücü gerekecektir.
Dünyanı n tek ordu ve donanması na sahip bir
uluslararası hükümet kurulursa, bunun kararlarına
boyun eğmeyi sağl amak içi n zora olan gereksini
mi ni n pek geçici bir süre için olac ağını ummak
mantı ksı z değildir. Anarşi yeri ne yasaların yerleşti
rilmesi ni n yararl arı o kadar kısa bir sürede görüle
cektir ki , ul usl ararası hükümet kes i nlikle gerçek bir
otorite elde edecek ve hiçbir devlet onun kararları
na başkaldırmayı düşünmeyecektir.
Uluslararası bir otoritenin kurul masına daha
pek uzun bir zaman vardır. Ama sonunda erişilecek
hede fi n basamakları nı görebil mek o kadar güç d�
ğildir. Anlaşmazlı kl arı hakeme götürme konusunda
bir artış olacağı kuşkusuzdur . Çeşitli devletler ara
sı ndaki çatı şmaları n da gerçekte bir hayal olduğu
nun anlaşılmasında da bir artış olacaktır.
Gerçek bir çı kar çatışması olduğu durumlarda
bile, zamanla, devletleri n anlaşmakla, savaşmaktan
daha az zarar görecekleri ortaya çıkacaktır. Buluş
l arın ilerlemesiyl e , artı k yeni bir savaş çok yıkıcı
olac aktır. Dünyanı n uygar ülkeleri ya işbirliği ya
da ortak yok olmadan birini seçmek zorundadırlar.
Bugünkü savaş bunu her gün biraz daha belirl i bir
hale sokmaktadır. Bu savaşın ortaya çı kardığı düş
manl ı kl ar soğuyacak zaman bulduğunda, uygar in
sanların savaşı ortadan kaldıracakları yerde, uygar-
1 13
lığı ortadan kaldmnayı seçeceklerine inanmak güç
tür.
Ulusların çıkarlarının çau şuğı sanılan konular
gerçekte üç tanedir: Gümrükler, ki bu yalnızca bir
aldannacadır ; gelişmemiş ırkların sömürülmesi, ki
bu suçtur ; güç ve egemenlikten duyulan gurur, ki
bir okul çocuğu saçmasıdır.
Ulusal gurur duygusu olmasaydı ne gümrükler
ne de maliyeciler ciddi bir güçlüğe neden olurlardı.
Ulusal gurur, uygarlığa gerekli olan şeylerin reka
beti biçimini almış olsaydı, gerçekte yararlı olurdu.
Şairlerimizden, bilim adamları mızdan, toplumsal
düzenimizin adalet ve insanlığından gurur duysay
dık, ulusal gurur yararlı çabalara sağlam bir kay
nak olurdu. Ama bunların rolleri çok küçüktür.
Şimdi olduğu biçimiyle ulusal gurur, yalnızca yet
ki ve egemenliğe ilişkindir . Bunda da grup
ahlikından destek gönnektedir. Kendi uluslarını n
istenci bir başka ulusunki ile çauşınca, on yurttaş
tan dokuzu kendi ulusunun haklı olduğuna inanır.
1 14
u şukları sorunl ardan daha olduğunu göreceklerdir.
Ticaretin savaşla bir tutulamayacağı nı , size mal sa
tan bir i nsanı n size zarar vermeye çalışmadı ğını
göreceklerdir. Hiç ki mse parasını alıyor diye kasa
ba, bakkala düşman gözüyle bakmaz. Ama başka
bir ül keden bir mal alınca, bunl arı saun al makla za
rar ettiğimiz söylenir. Hiç kimse bunları dışsaum
mallarına karşılık ol arak aldığımızı düşünmez. Dış
sau m yapuğı mız ül kede de, bizim gönderdiğimiz
mallar tehli keli ol arak nitelendirilir ve bizim onlar
dan saun aldı klarımızı hiç düşünmezler.
Yabancı çekişmeden korkan üreticilerin, tekel
elde etmek isteyen tröstleri n ve ulusçuluk mikrobu
ile zehirlenmi ş ekonomistlerin bize zorla yükledik
leri ticaret kavramı bütünüyle ve baştan başa yan
lışur. Ticaret yal nı zca emek bölümünden doğar. İ n
san, gereksi nimi olan her malı kendi üretemez. Bu
nun için de yapuklanru başka insanl arın yapukla
nyla değiştirir.
İ nsanlar için geçerli olan, uluslar için de geçer
1 15
budala deği ldir bu kasap.
Ü cret düzeni , i nsanları, i nsana gereken şeyi n
çalışma olduğuna inandırmı ştır. Bu da hiç kuşku
suz saçmadır. İ nsanın çalışmayla üreti len mal l ara
gereks i ni mi vardır. Belirl i bir şeyi elde etmek için
ne kadar az çalışılırsa o kadar iyidir. Ama ekono
m i k düzeni mizi n gereğince, daha bir düzeni n üc
retleri eksi ltmeden çalışma saatlerini kısaltacağı
yerde, öyle üreti m yöntemleri kul l anıl maktadır ki,
i şverenler işçileri ni işlerinden çıkartabil mekte, on
ları yüksulluğa mahktlm edebil mektedirler.
Ekono mi k düzenimiz kannakarışı ktır. Hiçbir
ç atışm anı n ol mam ası gerektiği halde, ekonomi k
düzenimiz yüzünden, toplumun yararıyla ki şi ni n
ç ı k arı binbir şekilde çatı şıp durmaktadır. D aha iyi
bir düzen altında, serbest tic areti n yararları ve
gümrük vergi leri nin kötülüğü herkesi n önüne açı k
ve seç i k serilebil i rdi .
Ulusları n çı karl arı , ticaret dışı nda, uygarlığı
oluşturan şeylerde de çatışmaktadır. Buluşlar ve
keşifler herkese yarar sağlarlar. Bir bilimadamını n
İ ngiliz, Fransız ya da Alman ol masını n hiç önemi
yoktur. Bunl ardan yararl anmak için akıldan b aş ka
bir şey gerekmez. Bütü n sanat, edebiyat ve kültür
dünyası uluslararası bir dünyadır. Bir ülke için ya
pılan bir şey, yalnız o ü l ke için değil , tüm i nsanlı k
için yapılmış demektir.
Kendi kendi mize i nsanı hayvanlardan üstün kı
l an, vahşil i kten ayıran şey i n ne olduğunu sorarsak,
bunların hiçbiri ni n bir ulusun mül kiyetine bağlı
şeyler olmadığını görürüz. B u nl ar bütün dünyanı n
1 16
payl aşabileceği şeylerdir. B u gibi değerli şeyleri
bul an i nsanlar, yal nı zca i nsanların yapabildikleri
i şleri n i nsanl ığa yararlı olduğunu görmek isteyen
i nsanlar, ulusal s ı nırl an hiç hesaba katmayacaklar,
bir i nsanın hangi devlete bağlı olduğunu hiç düşün
meyeceklerdir.
Siyaset alanı dı şı ndaki uluslararası i şbirl iğini n
önemini kendi deneyi mleri mle daha iyi anlamış bu
l unuyorum. Son zamanl ara kadar dünyada pek az
i nsanın öğretebildiği bir dil i m dalını öğretiyordum.
Ben kendi yapıu mı bir Alman ve bir İ talya'nı n ya
pıtlarından yararl anarak yazmışum. Ö ğrencilerim
uygar dünyanın dön bir yanından kopup gelmişler
di : Fransa, Alm anya, Avusturya, Rusya, Yunanis
tan, Japonya, Çin, Hi ndistan ve Amerika'dan. Hiç
biri mizde ulusal böl ünmeler duygusu yoktu. Ken
di mizi uygarlığın i leri karakolunda, bili nmeyeni n
ormanı nda yeni bir yol açıyor kabul ediyorduk. Or
tak işte herkes elbirl iğiyle çalışıyor ve böyle bir ça
l ı şm anı n yararlan yanı nda ulusları n siyasal düş
manl ı kl arı hiç kal ıyordu .
Ama uygarlığın geli şmesi nde sonsuz önemi
olan uluslararası işbirliği içi nde bilimin yeterli bir
yeri yoktur. Bütün ekonomik sorunlarımız, bütün
emekçi haklarını sağlama sorunlarımız, yuma öz
gürlük ve dünyada i nsanlık umutlarımız, hep ulus
lararası iyiniyetin yaraul masına bağlıdır.
Nefret, korku ve kuşku i nsanların birbirleri ne
olan duygul arı na egemen ol mayı sürdürdükçe, şid
detin ve zorbalığın baskısından kaçmayı umut ede
meyiz. İ nsanlar, i nsanlığın onak yararının bili nci ne
1 17
varmalıdır. Yoksa ulusları bölen sahte çıkarl arı n
değil !
Çeşitli ulusl arın arası ndaki gelenek ve görenek
ayrılıklarını ortadan kal dırmak ne i stenen bir şey
dir, ne de gereklidir. Bu ayrılı klar her ulusun, dün
ya uygarlığına belirli bir katkıda bulunmal arı nı
sağlamaktadır.
İstenen, kozmopolitlik de değildir, ulusal nite
li kleri n yitirilmesi de. Bu kozmopolitlik kazanç de
ğil, kayıpbr. Bizim görmek istediğimiz evrensel
bir ruh, yurt sevgisine katı lacak bir şeydir. Yoksa
· bundan çekip alı nacak bir şey deği l . Bir ins anı n
kendi yurdu için istediği şeyler, artı k, başkal arı nı n
pahasına elde edilecek şeyler ol mayac ak, bir ülke
nin üstünlüğünün bütün dünyanı n yararına ol acağı
şeyler olacaktır.
İnsan kendi yurdunun banş sanatında büyük,
bilim ve düşün al anı nda yüksek, adi l , i yi yürekli ve
yüce gönüllü ol masını i steyecektir. Daha özgür bir
dünya umudu, i nsanı n daha mutlu ol ması umudu
varsa, bunun gerçekleşeceği evrensel anlaşmaya
doğru giden yolda i nsanlığa yardı m etmesini iste
yecektir. Yurdu için dar bir mülki yetçiliğin geçici
zaferlerini istemeyecektir. İsa'nın öğrettiği ve kili
seleri n unutmuş olduğu kardeşlik ruhunun, i nsan
etkinliklerindeki başarısı nı elde etmede yardı mcı
olmasını isteyecektir.
Bu ruhta yalnızca en yüksek ahl fildılığı n değil,
ama en gerçek mantığın da bulunduğunu ve bunun
bilimsel çılgınlığın yol açtığı yaralarla kanayan
ulusları n gelişmesinin yolu olduğunu; uydurma ve
1 18
yapmacık görevlere çağnlmanın insanın yaşamını
zehir etmesinden kurtuluş yolu olduğunu görecek
tir.
Nefreti n esinlediği işler ne kadar acı , ne kadar
kendi kendini fedayl a dolu olursa olsun, hiçbir za
man görev değildir.
Yaşam ve dünya için umut, ancak sevgiyle ya
pıl an işlerdedir.
1 19