Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 119

SİY ASAL İDEALLER

ISBN 975-468-202-X
SİYASAL İDEALLER - Bertrand Russell
Yayımlayan: Say Yayınlan / Kapak: MA-P t
Çeviren: Mehmet Harmancı
Baskı: Yaylacık Matbaası/ Cilt: Yedigün Mücellithaı
Birinci Basım: Aralık 1996

Genel Dağıum: SAY DAGITIM LID. şri.


Ankara Caddesi No: 54 Sirkeci İ stanbul
,

Tel: 5 1 2 2 1 58 - 528 17 54 Faks: 5 1 2 50 80


BERTRAND RUSSELL

5IYA5AL
iDEALLER
Türkçesi
Mehmet Harmancı
İÇİNDEKİI,ER

Önsöz . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . .. 11
Birinci Böl'ÜID . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 13
.

Siyasal İdealler
İkinci Bölüm . . . . . .. . . . . . . . ........ . .... . . .......... .. 33
Kapitalizm ve Ücret Düzeni
..

UÇUDCU B··ı··
··oum ...................................... 55
·· .

Sosyalizmin Güçlükleri
Dördüncü Böl'ÜID· ..... . . . . . . . .... . . . ... . . . .
. .. . . . ... 77
Kişisel Özgürlük ve Kamu Denetimi
Be,lncl Bölüm . . . . .. . . . . .. . . . . . . . . . . .. . . ..... . .. . .. 103
Ulusal Bağımsızlık ve Enternasyonalizm
BERTRAND RUSSELL
( ı 872- ı 970)
ingiliz filozof ve matematikçi. 1890-1895 ara­
smda Cambridge'de matematik ve felsefe ögrenimi
gördiikte11 so11ra, aym ü11iversitede J 9 J 6'ya degilı
ders verdi. Bu ıarilıte, barışçı etkinliklerinden ötü­
rü çarptırıldıgı altı aylık hapis cezasmm ardm­
da11 ögretim görevi11e son verildi. 1927'de, ikinci
eşi Dora ile birlikte, egitimle ilgili düşüncelerini
uygulamak amacıyla, deneysel bir okul ola11 Bea­
co11 Hill School'u kurdu. 1935'te Dora'dmı ayrılm­
caya degi11 ke11dini bu etki11lige verdi. 1938'de
ABD'ye gilli. 1944'te Cambridge'e döndü, Trinity
College'a ye11ide11 seçildi. Dalıa so11ra birçok kez
ABD'de kaldı. Ama yaşammm so11 yıllarmda, da­
lıa çok i11sanlık sorunlarıyla ilgilendi. Nükleer
bombaya karşı çıktı, Jean-Paul Sartre ile birlikte,
Russell Malıkemesi'ni kurarak Viemam'da işlenen
savaş suçları (Russell Mahkemesi-} J ve Latin
Amerika'daki bastırma hareketi (Rııssell Malıke­
mesi -2) üzerine soruşturma açtı.
Russell'm en önemli ve en özgün katklSl, bilgi

7
felsefesi ala11mdadır. Ge11çligilıde F.H. Brad­
ley'11i11 iclealisı ı·e tekçi felsefesi11de11 etkile11e11 Rus­
sell, ilk yazılarmda, idealist diişii11ceyi savundu.
Leibniz'i11 felsefesini i11celeyerek bagmtılamı ö11e­
mi11i keşfetti ve içbag11ııılar ögretisi11e yönelik
eleştirisini hazırladı. 011a göre, Leib11iz felsefesilı­
deki tutarsızlıklarda11 da, tekçilik ve idealiı.mdeki
'sapmalar'dmı da bu içbagmtılar ögretisi sorum­
luydu The Phi losophy of Leibniz (Leib11iz'i11 Fel­
.

sefesi) [1910} a dlı kitabı, İ11giliz ye11i-Hegelci akı­


mmdan kesilı olarak koptıiwıım belirtisidir. Rus­
sell artık, özel olarak matematik felsefesi, gerıel
olarak da bilgi felsefesi bakımmdan, mamıgm bü­
yiik bir ö11em taşı dıg ma i11amyordu.
Malllıkçılık g örüşii11 ü11 ilk biçi mi11 i ortaya ko­
ya11 The Principles of Mathematics (Matem a tigi11
ilkeleri) [ l 903} ad lı yapıtmdrı Russeli, sayıla mı,
Homeros ıa 11rı la mmı, bagmıılamı khimaira'larm
ve dört bo yutlu uzaylamı rn rlı g1 111 kabul ediyordu.
Dalıa so11raki yı llarda The Pri nciples of Mathe­
,

matics 'deki bu varlıkbilimsel taşkmlıgı dizgi11le­


meye çalıştı ve Occam'm usturası kuralı m uyg ul a­
dı. 1905 tarihli "011 De 11o tbıg" başlıklı makalesi11-
de, dilin malllıksal ç öz üm leme modeli11i ortaya ko­
yan 'betimlemeler kuramı'm geliştirdi. Burada söz
ko11usu ola11, belirleyici gibi g örii 11diigü lıalde hiç­
bir şeyi belirlemeye11 deyimleri11 yer aldıgı ö11er­
meleri ( ömegi11 'bugii 11kii Frarısa kralı' ya da 'alım
dag' ö11ermeleri), im deyimlere yer vermeyen ö11er­
melere çevirmekti. Ancak im şekilde 011lara de11k
düşe11 özliikleri11 va r rny ı l masmda11 kaç mıla bi lir di.
.

8
Tüm felsefi geliıimi boyu11ca Russell, bu i11dirge­
meci çöı.iimleme yö11temini11 uygulama alanını
dıırmada11 ge11i1iettiyse de (özellikle smıfları lcal­
dımıalc için) bu yölltemi ge11elle1ıimıedi. Bilimlcu­
ramsal 11itelilcte nedenler, betimlemeler yararma
özel adları tiimüyle ortadan lcaldımıasmı engeUe­
di. ( Rııssell'a göre ilci tür bilgi vardır: dogrudan
bilgi ,,.e betimleme yoluyla bilgi).
Rııssell'm ma11tıg111m getirdigi bir ba,lca
önemli yenilik de, smıflara iliılcin mantıksal para­
doksları yok etmek amacıyla haı.ırladıgı tipler ku­
ramıdır. Smıflamı çogıı, lce11di lce11dileri11in üyele­
ri degildir, ama kimi smıjlar ke11di lce11dileri11i11
iiyeleri gibi görünebilir. Bıı da, biitiiıı Giritlileri11
yala11cı oldugımu söyleyen Giritli'11i11 paradoksıı11a
be11zer paradokslara yol açar. Bu paradoks ya da
çatışkılardmı lcaçmmak içi11 Russell, tipler adım
verdigi birçok dil diiı.eyi11i ayırt eder; önıegi11 bir
smıf, iiyeleri11i11 lıer biri11i11 tipilıde11 lıer z;ama11 da­
lıa yüksek bir tiptedir. Giritli'11in önermesi, konu
edi11digi ve niteleme iddiasmda bulwıdugıı ö11er­
melerde11 dalıa yiiksek tipte bir ö11ermedir. Böyle­
likle çatışkı, degişik tipleri11 birbirine karıştırıl­
masıyla açıklanarak ortadan kalkmış olur.
Rııssell, A.N. Wlıitelıead ile birlikte yaı.dıgı
Principia Mathematica'da, malltıkçı matematik gö­
riişiilıe son biçimi11i verdi.
Felsefe Meseleleri (The Problems of Philo­
sophy, 1912), Dış Dünya Üzerine Bilgimiz (The
Scientifıc Methode in Philosophy and Our Know­
ledge of External World, l 9 l 4), Mistisisizm ve

9
Mantık (Mysticism and Logic, 1918), Analysis of
Mind (1921 ), The Analysis of Matter (1927) adlı
·
yapıtları, Russell'm bilgi kuramı üzerindeki dü­
şü11cesi, gele11eksel de11eycilik ve mantıksal kurula­
bilirciligilı ge11ellikle farklı istekleri11e karşı sava­
şarak gelişmiştir. An Inquiry into Meaning and
Truth (Anlam ve Gerçek) [ 1940 J ve Human Know­
ledge, Its Scope and Limits (İnsan Bilgisi, Kapsa­
mı ve Sınırlan) [ 1948], Russell'm gerçek anlamda
felsefi son iki büyük yapıtmı ve gerçek duygusunu
hiçbir zaman yitirmeyen bir felsefenin son sözünü
oluşturur.
Russell, 1920'de SSCB'yi ziyaret etti. Düşkırık­
lıgına ugradı ve yurdu11a dönünce Bolşevizm
(Practice and Theory of Bolshevism) ( 1920] adlı
kitabım yayımladı. Milliyetçiligin, militariunin,
bürokratik totalitariunin ve Sovyet rejiminde varlı­
gım ilk/ark edenlerden biri oldugu kültürel karan­
lıgm kötülüklerini sergiledi. Sosyaliunin bu sap­
masma karşı, özgürlükçü bir sosyaliuni savundu.
Ah/dk ve egitim konularmda da özgürlükçü dü­
şüncelerden yanaydı. Ancak karşıtlamıın genel­
likle saptırdıkları tııtıunıı esnekti How to be Free
and Happy (Nasıl Özgür ve Mutlu Olunur), 1924;
Evlilik ve Ahlfilc (Marrgiage and Morale), 1929 ve
Mutluluk Yolu (The Conquest of Happiness),
1930. Aym esneklik dinlere karşı sert eleştirilerde
bulunmasına karşm Tanrı 'nm varlıgı konusundaki
tutıunwıda da görülür (Din ile Bilim [Religion and
Science], 1935; Neden Hıristiyan Değilim [Why
I'm not Christian], 1957).

10
Son olarak, çok verimli bir yazar olan Rus­
sell'ın yapıtları arasında, Bau Felsefesi Tarihi
(History df Philosophy Occidental) [ 1945 /, History
of My Ideas Philosophic (Felsefi Düşüncelerimin
Tarihi) [ 1959/, ve Yaşamöyküm (My Autobiog­
raphy) [ 1, 1967; il, 1968; ili, 1969) gibi yapıtları­
nı da saymak gerekir.
Russell, 1950 yılmda Nobel Edebiyat Ödülü'nü
almıştır.

11
ôNSÖZ

U kitap 1917'de yazılmıı, ama yalnızca

B Amerilca'da yayınlanmııtır. Kitabın lco­


nusu olan yazılar, lconfera1ıs olaralc veri­
lecegi halde Sa..,·aı Bakanlıgı buna engel
olmuıtur. ille bölümiin oluıturd!ıgu lconferans,
Glasgow'da, Made11ciler Federasyonu Baılcanı
Robert Smillie'11in ba1lca11lık ellili bir toplamıda
\.'erilecekti. Ama hiilciimet Glasgow'wı da içinde
bulu11dugu yasak bölgelere be11im gimıemi yasak­
ladı.
Casııslann Alman denizaltılarma iıareı ver­
meleri11i ö11lemek için yaratıla1ı bu bölge bütün de­
niz lcıyılamıı içine alıyordıı. Neyse ki, Savaı Ba­
lcanlıgı benim casus olmamdan kı11ku duymadıgını
bildirme inceliginde bulundu. Ba11a yükledigi suç,
saıiaıı sona erdirmek için sınai soguklıık yarat­
maktı.
Benim elde olmaya11 yoklugum lcarıısmda
Glasgow'da Smillie'11in kom11acagı bildirildi. Ve
Smillie, be11im vermek istedi,fim memi orada oku­
du. Dinleyiciler Smillie'nin bu alııılmamıı üslubu
lcarıısmda ıaıkına dö11mü1Lerdi. Ama Smillie söz-

13
/erinin sonunda berıim yasalclanarı konuşmamı
okudugwıu bildirdi. Hükümeı ona karşı dava aça­
mayacak kadar kömürüne baglıydı.

BERTRAND RUSSEU

14
BİRİNCİ BÖLÜM

SİYASAL
İDEALLER
ARANLIK çağlarda insanların duru bir

K
inançla güçlü nedenlere dayanan bir umu­
da ve bunun sonucu olarak da güçlükleri
önemsemeyen sabırlı bir cesarete gereksi­
nimleri vardı. Geçirdiğimiz günler, pek çoğumuzun
inançlarının pekiştirilmesini gerçekleştirmiştir. Kö­
tü olduğunu sandığımız şeylerin gerçekten kötü ol­
duklarını görmekteyiz. Şimdi son tuzla yıkımına
gitmekte olan dünyanın yıkınulan arasından daha
iyi bir dünya yükselecekse, insanların buna kavuşa­
cakları yolları aruk eskisinden çok daha kesin ola­
rak biliyoruz. İnsanların birbirleriyle olan siyasal
ilişkilerinin bütünüyle yanlış idealler üzerine kurul­
duğunu ve bu ilişkilerin ancak acı, yıkım ve günah
kaynakları olmaya devam eden ideallerden çok de­
ğişik ideallerle kurtulacağını görüyoruz.
Siyasal idealler, kişisel yaşam idealleri üzerine
kurulmalıdır. Siyasetin amacı kişilerin yaşamlarını
olabildiğince iyiye götürmek olmalıdır. Politikacı­
ların, dünyayı oluşturan çeşitli erkek, kadın ve ço­
cuklar dışında ve üstünde düşünmeleri gereken
başka hiçbir şey yoktur.

17
Siyaset sorunu, insan ilişkilerini herkesin yaşa­
mı süresince, olanaklı olduğu kadar iyiye sahip ola­
cak biçimde düzenlemekten başka bir şey değildir.
Bu sorun da, kişisel yaşam da en iyinin ne olduğu­
nu düşünmeye zorlar bizi.
İlk olarak, bütün insanların benzer olmalarını
istemeyiz. Erkek ve kadınların aşağı yukarı birbir­
lerinin benzeri olacağı bir örneği ortaya koymak is­
temeyiz. Bu, ancak, sabırsız bir yöneticinin ideali
olabilir. Kötü bir öğretmen, kendi düşüncesini z�r­
la kabul ettirmeyi ve kesin olmayan bir konuda,
hepsinin aynı kesin yanıu vereceği öğrencilerinin
olmasını ister. Bernard Shaw'un, Shakespeare'in en
iyi yapıu olarak Troilııs ve Cressida'yı kabul ettiği
söylenir. Ben bu konuda kendisiyle aynı düşünce­
de değilsem de, bunu, bir öğrencide ancak bir kişi­
lik belirtisi olarak görebilirim. Ancak pek çok öğ­
retmen böylesine karşıt bir görüşe katlanamaya­
caktır. Değil yalnız öğretmenler, üstelik bir yetki
sahibi olan bütün sıradan insanlar da, emirleri al­
tındakilerden olsun, bunların önceden kolayca tah­
min edilebilecek ve hiçbir zarar vermeyecek olan
hareketlerinden olsun, bir tekdüzelik, bir benzerlik
beklerler. Bunun sonucunda da, olanak bulurlarsa,
girişimciliği ve kişiliği ezerler; bulamazlarsa da,
bununla çatışırlar.
Oysa olanağı varsa, gerçekleşmesi gereken, bü­
tün insanlar için aynı ideal değil, ama her insan
için ayn bir idealdir. Herkeste iyiye ya da kötüye
doğru gelişecek bir öz vardır. İnsanın kendisi açı­
sından hem en iyi, hem de en kötü bir olanak var-

18
dır. İ yi lik yeteneğ i ni n mi gelişeceği ni ya da ezile­
ceğini , yoksa kötü içgüdüleri ni n mi güçleneceğini
ya da daha iyi yol l ara yöneltileceğ i ni , onun duru­
mu belirler.
Ancak genel bir kabul görecek bir karakter ide­
ali ni bütün ayrınularıyla veremezsek de -örneğin
bütün i nsanl arı n ç alışkan, özverili ya da müzikse­
ver olmal arı gerektiğ i ni söyleyemeyiz- olanaklı
ol an ya da arzul anan konusunda düşüncelerimizi
yöneltecek bazı yayg ı n il keler vardır.
İ ki tür maldan ve buna uyan i ki tür güdüden
söz edebi l i ri z : Kişi sel mül kiyete konu olabilecek
mal l ar ve herkesin ortakl aşa paylaşabileceği mal­
l ar .
Bir insanın yiyeceği v e giyeceği , başka b i r i n­
sanı n yiyeceği ve giyeceği deği ldir. Eğer sağlanan
mi ktar yetersizse, bir i nsan diğeri ni n zararına ola­
rak bunlara sahip ol muş demektir. Bu, genellikle
maddi mallar içi ndir. Bir i nsan bilimsel bilgiye sa­
hi pse, bu bilgi başkal arının onu bilmesine engel de­
ği ldir. Aksi ne bu i nsan, diğerleri nin bu bilgiyi
edi nmeleri nde yararlı ol acakur.
Bir insan büyük bir ressam ya da şairse, bu,
başkalarının resim yapmal arına ya da şiir yazmala­
rı na engel bir durum değildir. Hatta böyle şeylerin
olası ol abileceği bir ortamı yaratmak yararlıdır da
üstelik. B ir kişi diğeri ne iyini yet besliyorsa, bu, di­
ğerleri arasında daha az iyi niyet olduğu anlamına
gel mez . Aksine, bir i nsan ne kadar iyi niyetliyse, di ­
ğerlerinde de o kadar çok iyiniyet yaraur. Bu tür
konul arda, paylaşılacak belirli bir miktar olmadı -

19
ğı ndan, miilkiyeı yoktur. Herhangi bir yerdeki artış,
her yanda bir artı ş doğurur.
İ ki mal türüne uyan iki tür de güdü vardır: Pay­
l aşılamayan özel mall an elde etmeye ve elde tut­
maya yönel i k miilkiyetçi güdüler ; özel liğe ve mül­
kiyete konu olmayan malları n yaratıl m ası amacı nı
izleyen yaratıcı ya da yapıcı güdüler.
En iyi yaş am , yaratıcı güdüleri n en büyük ve
mülki yet güdülerini n de en küçük rol ü oynadı kl arı
yaşamdır. Bu yeni bir buluş değildir. Kutsal Kitap
şöyle der:
"Ne yiyecegiz. ne içecegiz ya da ne giyecegiı.
diye düşünme!" 1
B i z , bu konulara ayırdı ğ ı mı z düşünceyi çok da­
ha önemli konulardan çeki p almaktayız . Bundan
da beteri , bu konuları düşünmekle girdiğimiz zihi n
alı şkanlığı nı n oldukça kötü bir alı şkanl ı k hal i ne
dönüşmesidir. Bu alışkan l ı k , rekabete, kıskançlığa,
zorbalığa, zalimliğe, dü nyada var olan ahl ak dışı
kötülü klere ve özel l i kle yağ m ac ı l ı k gücünün kulla­
nı l ması na yol açan bir alışkanlı kur. Maddi mallar
soyguncu tarafından zorbal ıkla alı nı r ve kullanılır­
lar.
Ruhsal mal l ar bu yol l a alı nmaz. Bir ressam ya
da düşünürü öldürebi lirsi ni z , ancak onun sanaunı
ya da düşüncesi ni elde edemezsini z . Hemci nsi ni
sevdiği içi n bir i nsanı ölüme mahkOm edebi lirsi ­
niz. Ama bu yol la, onu mutluluğa kavuşturan sev­
giyi elde edemezsi ni z . Bu gibi durumlarda zorbalı k
güçsüz kalır. İ şte bunun içi n de, zorbalığa i nanan
i nsanlar, düşünceleri ve tutkµlan maddi mallarla
dol u i nsanlardır.

20
Mülkiyet güdüleri güçlü olduğunda, tümüyle
yaratıcı ol ması gereken girişi mlere zarar verirler.
Değerli bir bul uşa s ahip bir insan, rakibine karşı
kı skançlı k duygularıyl a dolu olabilir. Bir i ns an
kansere, bir diğeri vereme çare bul muşsa, bunlar­
dan biri , di ğeri nin bul uşunun yanlış olduğu onaya
çıkı nca sevi nebilir. Oysa, hastal arın çekti kleri acı ­
l arı düşünerek üzülmesi gerekirdi .
Böyle bir şey bilgi ya da yararlılık içi n arzula­
nacağı yerde, genel l i kle bir ün kazanmak içi n arzu­
l anmaktadır. Her yaratıcı güdü bir mülkiyet güdü­
süyle gölgelenmektedir. Azizli k yol unda olan biri
bile daha b aşarı l ı bir azizi kıskanabilir. Sevgi bile,
çoğu nlukla kıskançlık lekesi nden yoksun değildir.
Bunlar, mül kiyet güdüsünün yaratıcı alana sataş­
masıdır. En kötüsü de, dü nyadaki değerli her şeyi
kaçırmış olanları n, başkal arını kendi kaçırdı kları
şeylerden zevk almal arı nı önlemeye çalışmak biçi­
mi ncie beliren kıskançl ı klarıdır. Yaşl ı l arı n gençlere
karşı tutumları nda bu genell i kle göze çarpar.
Bitkiler ve hayvanl arda olduğu gibi i nsanda da
büyü me konusunda kesin bir doğal güdü vardır:
Bu , beden gel işmesi için olduğu kadar, zihi n geliş­
mesi içi n de geçerlidir. Bedensel gelişme hava,
beslenme ve idman yardımıyla olur. Hatta bu, Ç i nli
kadınların ayakları nı küçük bırakan tutumları gibi
bir davranışla da engellenebilir.
Bunu n gibi zihi n gel işmesi de dış etkilerle ge­
liştirilebilir ya da engellenebilir. İ nsana yardımcı
olan dış etki ler, cesaretlendiri len ya da zihi nsel et­
ki nli kleri uygulama fırsatı verilen etki lerdir. Engel -

21
leyici etki ler de herhangi bir zorlamayla büyümeye
engel o l urlar. Bu zorl ama da disipl i n , otorite, ka­
muoyunun baskısı ya da bütü nüyle apayrı bir işle
uğraşma zorunluluğudur. Bu etkenlerin içinde en
kötüsü, i nsanı n temel güdüsünü bozan ya da altüst
edenidir. İ nsanı n temel güdüsü , ahlak al anı nda vic­
dan olarak görünmektedir. Bu tür etkenler insana
hiçbir z aman üstesi nden gelemeyeceği iç zararl ar
verirler.
Zor kul l anı l arak başkaları na zarar veri lebi lece­
ğ i ni ve zorbal ı kl a alı n an eşyanı n değersizl iği ni bi­
len insanl ar, başkaları nı n özgürlüğüne tam bir say­
gı duyacakl ardır. Onl arı bağlamaya, zincire vurma­
ya çalı şmayacak, yargıl anmakta ağır ve acı makta
çabuk davranacak olanlar bu i nsanl ardı r. Kendi i ç ­
lerindeki iyi l i k i l kesi hem çok duyarlı , hem ç o k de­
ğerli olduğu içi n, i nsanlara özel bir sevecenli kle
davranac akl ardır. Kendi l eri gibi ol mayanl arı suçla­
mayac akl ar , ki şi l i ğ i n çeşi tl i l i k getirdi ğini , tek b i ­
ç i m l i l i ğ i n i se ö l ü m demek olduğunu bileceklerdir.
Her i nsanı n olduğu kadarınca canlı ve olduğu ka­
darınca da az maki neleşmiş olmasını isteyecekler­
dir. Acı ması z bir dü nyadaki sert al ışkanlıkl arı n
yok edeceği her şeyi koru mak i steyeceklerdir bun­
l ar . Kısacas ı , di ğer i nsanlarla o l an ilişkilerini deri n
bir saygı güdüsü esi nleyecektir.
Ki şiler i çin istediklerimiz apaçık ortadadır ar­
tı k: M ü l kiyet güdüsünü bastıran ve kendi içine
alan güçlü yaratıcı güdüler, b aşkal arına saygı ve
kendi içimizdeki temel yaratıc ı güdüye saygı .
İyi bir yaşam için bel irl i bir kendine-saygı, ya

22
da bir ulusal gurur gereklidir. İ nsan bir bütün ola­
rak kalmak isterse, o iç yeni lgi duygusuna sahip ol­
mamal ı , ama kendi içindeki en iyiyle birlikte (iç ve
dış engel lerle ne kadar çok karşı laşırsa karşıl aşsın)
yaşayabilecek cesaret, umut ve özlemi içinde duya­
bilmelidir. İ nsan, kendi eli nde olduğu sürece, eğer
hayahnda şu üç şeye sahipse en iyi ol anakl arını
gerçekleşti rebilecektir: Mülki yetten çok daha yara­
tıcı olan güdüler, başkalarına duyulan saygı ve ken­
di içi ndeki temel güdüye gösterilen sayg ı .
Bunun böyle o l m as ı gibi , siyasal v e toplumsal
kuruluşlar da, kişilere yaptı kları iyilik ve kötülük­
lerle yargıl anırl ar. Mül kiyetten daha çok yarabcılı­
ğı mı özendinnektedirler? İ nsanl ar arası nda bir
saygı ruhu mu yaratmaktadırl ar? Kendi ne saygıyı
mı korum aktadırl ar?
İ çinde yaşadığımız kuruml ar, bu açıdan bakıl­
dıkları nda, ol maları gerekenden çok uzakurl ar he­
nüz.
Kurumların ve özelli kle ekonomik düzenleri n,
erkek ol sun, kadı n olsun, insanları n karakterlerini
oluştunnada büyük etki leri vardır. Serüven ve
umut ya da çekingenl i k ve güvenl i k aranmasını
özendirebi lirler. İ nsan zihni ni büyük ol anakl ara
açabi ldikleri gibi , onu, karanl ı k tali hsiz lik tehli kesi
dışında her şeye karşı kapatabil irler. İ nsanı n mutlu­
luğunu gerek dünyanı n genel mülkiyeti ne yaptı kla­
rı katkıya, gerekse de başkalarıyl a payl aşmadan
yal nızca kendisini n sahip olacağı özel mall arı elde
etmeye dayandırabi lirler. Çağımızı n kapital izmi ,
bu iki şı ktaki yanlı ş tercihleri , cesaretl i ya da çok

23
talihli olmayan i nsanl arı n tümüne birden zorlamak­
tadır.
İ nsanı n güdüleri , bir oranda kendi doğal tutu m­
l arı, bir oranda da fırsat ve ortamla yoğurulur.
·
Doğrudan doğruya öğüt vermek i nsanı n güdüleri ni
açı klaması nı engel lemekten başka bir şey yapa­
m az . Bunun sonucunda güdüler bir süre gizlenip
kalır ve sonra da değişmi ş , ezi lmiş ve çarpıtı l nu ş
bir biç i mde tekrar yüze çı karlar.
İ stediğimiz güdülerin türleri ni öğrendiği miz
zaman bunu yal nızca ortaya koymakl a yeti nmeme­
l iyiz ; güdünün , yaşanu nı istenilen yolda kendi l i ­
ği nden deği ştirmesi için, kuru m l arı yeniden düzen­
lememi z de gerekir.
Günümüz kurumları i ki temele dayanmaktadı r:
Mülki yet ve egemenlik. Bunl arın iki s i de çok ada­
letsiz bir biçi mde dağılmıştır. İ ki si de gerçek dün­
yada ki şi ni n mutluluğu için çok ö nemlidir. İ ki si de
mül kiyete i l i ş ki ndir, ama yi ne de eğer bunlar olma­
saydı , herkesin payl aşabi leceği malların elde edile­
b i l mesi şi mdiki kadar güç olurdu .
Şu anda, mül kiyet olmadan bir insanı n özgür­
lüğü ve katl anı l abilecek bir yaşamın gerekleri içi n
güvenli ğ i yoktur. Egemenli k olmadan da, i nsanı n ,
fırsatlardan yararl anma ol anağı olmayacaktır. İ n­
sanl arın yaratıc ı güdüleri ne özgür bir al an tanı n­
mak isteniyorsa, i nsanlar belirli bir güvenl ik ölçü­
sünde sıkı ntılı zorunluluklardan kurtarı lmalı , ya­
şaml arı nı n yönü konusunda kişisel girişimleri ni
uygul ayacak yeterli b i r egemenliğe sahi p kılı nma­
lıdırlar.

24
Mal i k olanın, ol amayana karşı adaletsizliğini
temsil eden ve kutl ayan bir dünyada; onur, ege­
menlik ve saygını n akıldan çok servete tanındığı
bir dünyada; maddi mall arın sağl anmasında di kkat­
siz davranmaların büyük çoğunlu kları tam bir sefa­
lele düşüreceği bir dünyada ; tam rekabet üzeri ne
kurulu bir dünyada, el bette ki , yaraucı olan pek az
i nsan, mül kiyete düşkün olan başka i nsanl ardan da­
ha başarılı olabilecektir.
Böyl e bir onamda, doğanın büyü k yaraucılı k­
l ar bağışlayarak yarattığı i nsan bi le eni nde sonunda
re kabet zehrine bulaşır. İ nsanlar, birtakım gruplar
·hali nde birleşerek maddi mal l arı n sağlanması nda
daha çok güç topl amaya çalışırl ar. Bu gruba bağlı­
·
lık, temel açgözlülük güdüsü üzeri nde bir yarı ­
ideal tacı biç imi nde yerleşir. İ şçi Sendi kaları da, İ ş­
çi Pani si de, diğer parti ler ve toplum kesi mleri nden
daha az arı nmış değ i l dir bu kötülükten. Kaldı ki ,
bunlar daha iyi bir dünya yaratma umuduyl a kurul­
muşl ardır. Ancak yi ne de, sık sık, maddi mal l arı n
daha büyük b i r payı nı elde etme amacıyla yol larını
.şaşırdı kl arı olur. Bu am açl arı nın adaletle uyumlu
olduğunu yadsı mak ol anaksızdır. Ancak yarının
gali pleri ni n, öteki günün zali mleri ol mamaları iste­
niyorsa daha büyük ve daha yapıcı bir siyasal ideal
gereklidir. Bir reform hareketi ni n esi n kaynağı ve
sonucu, gereksiz birtakım sınırlamalar ve düzenle­
meler değ i l , özgürlük ve cömen bir ruh olmalıdır.
Şimdi ki ekonomik düzen, girişi m yeteneği çok
zengin olan bir avuç i nsanı n elinde toplanmıştır.
Kapitalist olmayanl ar, bir meslek ya da iş yolu seç -

25
ti kten sonra, aruk hemen hemen her zaman bir da­
ha b aş ka bir seçim hakkına sahi p değ i l l erdir. Bun­
lar, mekani zmayı i şleten gücün bir bölümü değ i l ,
ancak makineni n pas i f b i r parçasıdırl ar. S iyasal de­
mokr as i ni n varl ı ğına karşın, hal a bir kapi tali stle
yaşam ı nı kazanmak zorunda olan bir i nsanın, ken­
di yönünü seçme yetki si arasında şaşı l acak derece­
de büyük bir fark vardır. İ kti sadi i şler i nsanl arı n
yaşamları na çoğunlukla siyasal sorunlardan daha
yakın olarak girerler. Sermayesi olmayan bir i nsan
kendi s i ni genel l i kle, örneği n bir fabri ka gibi büyük
bir örgüte satmaktadır. Bu örgütün yöneti mi nde bir
sesi , politi kası nda sendikası nı n kendisine sağladı- 1
ğı ndan b aşka bir özgürlüğü yoktur. Sendi kanı n
önemsiz saydı ğı bir özgürlüğü arzuladı ğı taktirde
güçsüz kalacaktır. Bu durum karşı sı nda ya boyu n
eğmel i ya da açl ı ktan öl melidir.
Meslek sahi bi ol anl arın da başl arına gelen bun­
dan farklı değildir. Gazeteci leri n çoğu, siyasetleri ­
ni beğenmedi kleri g azetelere yazı yazmaktadırl ar.
Ancak zengi n biri g azete sahibi olabilir. Zengi n ol­
mayanların bakış açı l arı na uyan ya da yararları na
o l an şeyler gazetelere ancak bir rastl antı sonucu gi­
rebilir.
Ü l keni n en iyi çalışan beyi nleri nin büyük bir
kısnu devlet hizmeti ndedir. Burada çalı şmanı n bir
koşulu da, memurl ardan saklanamayacak kötül ü k­
ler karşı sından bunları n ses çı karmamalarıdır.
Görüşleri , topl uluğunun hoşu na gitmiyorsa,
yerleşmi ş kural l ara uymayan bir rahip işinden ol ur.
Kamuoyu nun bütün giri nti ve çıkıntıl arını payl aşa-

26
mayac ak ya da izleyemeyecek kadar esnek ve bu­
dal a değilse, bir mi lletveki li sandalyesini yitirebi ­
l i r . H e r yaşam yolunda, ekonomik örgütler giderek
büyüyüp kaulaşukça, düşünce bağı msızlığa da ba­
şarı s ı zl ı kla cezalandırı lır.
İ nsanl arın giderek uysal , giderek her şeye rıza
gösteren ve kendi leri için düşünme hakkını bırak­
maya hazır bir durumda olmaları şaşırucı bir şey
midir? Ama işte bu yol l arla bir uygarl ı k, bir Bi zans
uyuşukluğuna düşebilir.
Yoksulluk korkusu, özgür, yaraucı yaşamın
içi nde gel i şebileceği bir etken de�il dir. Değildir,
ama yine de çoğu emekçi nin günlük ç alışmalarının
başlıca etkenidir bu. Bir ki şinin gerektiğinden daha
çok servet ve yetkiye sahip ol ması umudu da (ki bu
zenginleri n yu karıdaki ne karşı lık olan etkenidir) ,
sonuçları açısı ndan aynı derecede kötüdür. Bu du­
ru m , insanl arı, zihi nleri ni adalete kapatmaya zor­
lar, topl umsal sorunl ar üzeri nde dürüst düşünmek­
ten alıkoyar. Bu arada da, yürekleri ni n ta deri nle­
ri nde zevklerini n başkal arı nın yoksulluğu pahasına
satı n alındı ğ ı nı düşünerek rahatsızlık duyarl ar. İ şte
bunun için yoksulluğun da, serveti n de adaletsizliği
ol anaksız kılı nmalıdır.
İ şte ancak o zaman, çoğunluğun yaşamı ndan
büyü k bir korku kal kacak ve azı nlığın yaşamı nda
da umut daha iyi bir biçim al acaktır .
Ama güvenlik ve özgürl ük, iyi siyasal kurum­
l ar için olumsuz koşullardır. Bunlar kazanıl dığı za­
man, bir de olumlu koşula gereksini mi miz olacak­
ur: Yarau cı gücün isteklendiri l mesi .

27
Tek başına güvenlilik, kendini beğenmiş ve
donmuş bir toplum yaraur. Yaşamın serüven ve il­
gisini canlı tutmak, hareketi sürekli olarak daha
iyi, daha yeni şeylere sürüklemek için tamamlayıcı
olarak yaraucılığa gereksinim vardır. İnsanlık ku­
rumları için son bir hedef olamaz: En iyi hedef da­
ha iyilere doğru ilerlemeyi özendirendir. Çaba ve
değişiklik olmadan insan yaşamı iyi kalamaz.
Bizim arzuladığımız, tamamlanmamış bir ütop­
ya değil, hayalin ve umudun canlı ve hareketli ol­
duğu bir dünyadır.
Cennetlerinin hiçbir şeyin yapılmadığı ya da
değiştirilmediği yerler olması karşı.sında insanların
çok çalışmaktan dolayı çektikleri yorgunluk ger­
çekten acıdır. Yorgunluk, mutluluk için yalnız din­
lenmenin yeterli olduğu hayalini yaraur. Ancak in­
sanlar bir süre dinlendikten sonra, sıkınuları onları
yeniden binakım etkinliklere zorlar. Bu nedenle
de, mutlu bir yaşam için etkinlik olmalıdır. Bu, ay­
nı zamanda yararlı bir yaşam olacaksa, bu etkinlik
olabildiği kadar yaraucı olmalı, yağmacı ya da sa­
vunucu ola.rak kalmamalıdır. Ancak yaratıcı etkin­
lik, düşgücünü ve özgünlüğü gerekli kılar. Bunlar
ise status quo'yu baltalayıcıdır. Şimdi iktidarda bu­
lunanlar, statııs quo'nun değiştirilmesinden korkar­
lar. Haksız üstünlüklerinin ellerinden alınacağını
bilirler.
Kurulu düzenden çıkarları olanlar, insanın, di­
ğer toplu halde yaşayan hayvanlarla paylaştığı ra­
hatlık güdüsüne ek olarak, özgünlüğü cezalandıran
ve zihni ilkokul çağından ölüme kadar aç bırakan

28
bir düzen kurmuşlardır. Çocukların, başkalarının
düşünce ve duygularına körü körüne uymamaları
ve kendi başlarına düşünüp duymaları için, eğitimi
yöneten ruhun bütünüyle birden değiştirilmesi ge­
reklidir. Girişim gücünü yaratan, olaydan sonra ve­
rilecek ödüller değil, belirli bir düşünce havasıdır.
Böyle bir havanın var olduğu çağlar olmuştur: Eski
Yunan ve Elizabeth İngilteresi örnekleri gibi. An­
cak günümüzde, büyük makine-tipli örgütlerin bas­
kıcılığı, kişiliği ve düşünce özgürlüğünü öldürmek­
te, insanları gittikçe daha tek tip, birörnek olmaya
zorlamaktadır.
Geniş örgütler çağdaş yaşamın vazgeçilmez
unsurları olup, bunların kaldırılmalarını istemek
yararsızdır. Bunların kişiliğin korunmasını güçleş­
tirdikleri doğru da olsa, gereken şey, bunları kişisel
girişim gücü bakımından en geniş bir alan haline
dönüştürebilmektir.
Bu yolda aulacak en önemli adım, örgüt yöne­
timlerinin demokratik yapıya kavuşması olacakur.
Ama yönetimimiz MlA bürokratik, ekonomik ör­
gütlerimiz de ya monarşik ya da oligarşiktir. Her
bir ortaklık, kendi kendini o yere atamış az sayıda
kişi tarafından yönetilmektedir. Bir işte çalışan in­
sanlar o işin yönetimini ele almadıkça gerçek öz­
gürlük ya da demokrasi söz konusu olamaz.
Özgürlüğü arttıracak başka bir adım da, ister
coğrafi, ister ekonomik, isterse dinsel mezhepler
gibi olsun, aynı insanca bağa sahip gruplara kendi
kendini yönetme konusunda tanınacak olan geniş­
liktir. Çağdaş devlet öylesine büyük, mekanizması

29
o kadar az anlaşılan bir şeydir ki, oy hakkı olması­
na karşın bir insan kendini bu örgütün siyasetini
belirleyen gücün etkin bir parçası olarak göremez.
Çok güçlü bir grupla birlikte hareket edilen anlar
dışında kendisini iktidarsız görür. Hükümet, hava
gibi katlanılması gereken, uzak ve kişiliksiz bir du­
rum halini alır.
Oysa küçük kurumlarda bir pay sahibi olan in­
san, Eski Yunan ya da Ortaçağ İtalya'sında yurttaş­
lara ait olan kişisel fırsat ve sorumluluk duygusu­
nun bir bölilmünü elinde tutabilir.
Bir grup insanın güçlü bir topluluk bilinci var­
sa -örneğin bir ulusa, bir ticaret ortaklığına ya da
dinsel bir örgüte bağlı insanlar gibi- özgürlük, bu
grubun dış dünya için önemli olmayan konularda
kendi kendisine karar vermesini sağlar. Ulusal ba­
ğımsızlığın evrensel olarak istenmesinin temelinde
bu vardır. Ama uluslar, içişleri için kendi kendile­
rini yönetmeye sahip olmaları gereken tek grup de­
ğillerdir. Uluslar da, diğer gruplar gibi, yabancı ül­
keler için eşit önemde olan işlerde tam bir hareket
özgürlüğüne sahip olmamalıdırlar.
Özgürlük kendi kendini yöretmeyi öngörür,
ama başkalarının işlerine karışmayı asla!
En yüksek özgürlük derecesi hiçbir zaman
anarşiyle elde edilen özgürlük değildir. Özgürlüğü
hükümetle bağdaşurmak güç bir sorundur. Ancak
hangi siyasal kuram olursa olsun, karşılaşılması
gereken bir konudur bu.
Yönetimin ruhu, yetkiyi elinde tutanların, iste­
dikleri sonuçları almak için yasalar çerçevesinde

30
zor kullanılmasında yatmaktadır. Bir kişiye ya da
bir gruba zorla boyun eğdirmek her zaman için za­
rarlıdır. Ancak hükümet olmasaydı, insanların bir­
birleriyle olan ilişkilerinde böyle bir zorlama orta­
dan kalkmayacaktı. Aksine, bu yağmacı güdüye sa­
hip olanların güç gösterilerine yol açacak ve karşı­
lığında ya kölelik doğacak ya da güdüleri daha az
güçlü kişilerin bu zorlamaya karşı koyabilmek için
sürekli olarak hazır durumda bulunmaları gereke­
cekti.
Uluslararası bir hükümet olmadığı için, şu an­
da, uluslararası ilişkilerde bu durumu görmekteyiz.
Devletler arasındaki anarşi, bizi dünyanın kötülük­
lerini anadan kaldırmak için anarşizmin yeterli bir
çare olmadığına inandırmalıdır.
Hükümet tarafından güç kullanılmasının belki
de tek bir amacı olabilir: Dünyada var olan bütün
zorlamaların sayısını azaltmak. Örneğin, adam öl­
dürmenin yasalarca yasaklanması dünyadaki şiddet
eylemlerini azaltır. Hiç kimse ana-babanın çocuk­
larına kötü davranma konusunda sınırsız bir özgür­
lüğe sahip olmasını istemez. Bir kısım insanlar di­
ğerlerine kötülük yapmak istedikleri sürece tam bir
özgürlükten söz edilemez. Çünkü ya kötülük yap­
ma arzusu bastırılmalı, ya da kurbanlar acı çekme­
ye bırakılmalıdır. İşte bu nedenle, kişilerin ve top­
lumların kendi işleri konusunda sonsuz özgürlükle­
ri olması gereği yanında, diğerleriyle olan ilişkile­
rinde asla tam özgürlükleri olmamalıdır. Güçlüye
zayıfı ezmesi için özgürlük tanımak, dünyada en
geniş özgürlüğü tanıma yolu değildir.

31
İşte laissez faire iktisatçılarının savundukları
özgürlüğe karşı sosyalist başkaldırının temeli bu­
dur.
,Demokrasi, hükümellerin özgürlüğe müdahale­
sini mümkün olduğu kadar azaltan bir yoldur. Top­
lum, her ikisinin de dediğinin olmayacağı iki gruba
ayrılmışsa, demokrasi, kuramsal bakımdan bunla­
rın çoğunlukta olanının istediğinin olmasını öngö­
rür. Ama beraberinde büyük bir halk katılımını da
getirmiyorsa, demokrasi hiç de yeterli bir yol de­
ğildir. Birörneklilik sevgisi, yalnızca işe karışma
zevki ya da çeşitli zevk ve huylardan nefret, genel­
likle bir çoğunluğun, kendisini gerçekten ilgilen­
dirmeyen konularda azınlığı yönetmesi sonucunu
doğurur. Biz hiçbirimiz, İngiltere'in içişlerinin bir
Dünya Parlamentosu tarafından çözümlenmesini
istemeyiz. Ancak buna karşılık, böyle bir kurulu­
şun şimdi var olan herhangi bir hükümet aracından
çok daha iyi düzenleyeceği konular da yok değil­
dir.
Hükümetin var olduğu yerlerde, insan ilişkile­
rinde, yasalara dayanan gücün kullanılması kuramı
çok açık ve seçiktir. Güç, başkalarına zor kullan­
maya kalkan kişilere karşı ya da azınlığın çoğunlu­
ğun hareketlerine karşı olduğu ve ortak bir karar
gerektiği durumlarda, yasalara boyun eğmeyen ki­
şilere karşı kullanılmalıdır. Bunlar, zor kullanma­
nın yasalara uygun yolları olarak görülmektedir.
Uluslararası bir hükümet var olsaydı, uluslara­
rası işlerde de bu durumları, yine bunlar ortaya çı­
karacaku. Böyle bir hükümetin yokluğunda yasala-

32
ra uygun zor kullanma sorunu başka bir konu olup,
şimdi bununla ilgilenmemekteyiz.
Bir hükümetin zor kullanabilmesi için iktidara
sahip olması gerekir. Bunu, sırası gelince, yasalara
dayanarak kullanabilirse de, yine de reformcuların
amaçlan, gerçek zorlama gereğini azaltacak örgüt­
ler kurmakur. Örneğin, pek çoğumuz tursızlık yap­
maktan kaçınınz. Bu, hırsızlığın yasalara aykın ol­
duğundan değil, hırsızlık yapmak için içimizde bir
arzu bulunmamasındandır. İnsanlar mülkiyete sa­
hip olmaktan çok, yaraucı olarak yaşamayı öğren­
dikçe, duyguları onları, başkalarının zıddına git­
mekten ya da onların özgürlüklerine müdahaleden
alıkoyacakur.
İnsanları ya da örgütleri taruşmaya sürükleyen
bütün çıkar çauşmalan bir düş ürünüdür. insanlar
çatışmanın temeli olan özel mülkiyet yerine, herke­
sin paylaşabileceği bir düzene yönelebilseler, bu
daha açık ve seçik olarak görülebilecektir.
İnsanlar yaratıcı olarak yaşadıkları sürece baş­
kalarına zor kullanarak müdahaleleri de azalır.
Şimdi onak eylemin vazgeçilemez olduğu sanılan
pek çok durum kişisel kararlara bırakılabilir o za­
man. Eski zamanlarda, bir ülkenin bütün yuntaşla­
nnın hep aynı dine bağlı olmalarının kesinlikle ge­
rekli olduğu sanılıyordu. Oysa artık böyle bir ge­
rekliliğin bulunmadığını biliyoruz. İnsanlar güdüle­
rinde daha hoşgörülü olsalar, şimdi üzerinde dire­
nilen pek çok birörnekliliğin yararsız ve hatta tersi­
ne zararlı olduğu kolayca görülebilir.
İyi siyasal kurumlar, zor kullanma ve egemen-

33
lik güdüsünü iki yoldan zayıflatırlar: Birincisi, ya­
ratıcı güdülerin fırsatlarını çoğaltarak ve bu güdü­
leri güçlendirecek eğitimi biçimleyerek; ikincisi
de, mülkiyet güdülerinin kaynaklarını azaltarak.
Siyasal alanda olsun, ekonomik alanda 0lsun,
iktidarın resmi kişilerin ve sanayi önderlerinin
elinde toplanması yerine yayılması, zorhalık arzu­
sunun doğurduğu emreune huylarını elde eune fır­
satlarını azaltır.
Hem bölgeler hem de örgütler bakımından
özerklik, hükümetlere, başka insanların sorunları
konusunda çok daha az karışr.ıa fırsatı tanır. Kapi­
talizm ve ücret düzeninin Je kaldırılması, bütün
özgürlük yaşamını boğan o iki tutkuyu, korku ve
açgözlülüğü ortadan kaldıracaktır.
Çektiğimiz sıkıntıların bütünüyle gereksiz ol­
duğunu, ortak bir çabayla bunların birkaç yıl için­
de yok edilebileceğini pek az insan anlayabilmek­
tedir. Uygar ülke halklarının çoğunluğu isteyecek
olsa, yirmi yıl içinde bütün yoksulluğu, dünyadaki
cehaletin yarısını, nüfusumuzun onda dokuzunu
ezen ekonomik köleliği kaldırır, dünyayı güzellik
ve neşeyle doldururduk.
Bunun elde edilememesinin nedeni, insanların
duygusuz, hayal gücünün kısır ve her zaman ola­
nın, olması gereken olduğunun sanılmasıdır.
Oysa iyiniyet, yüce gönüllülük ve akıl ile bü­
tün bu değişiklikler elde edilebilir.

34
lKlNCl BÖLÜM

. .

KAPiTALiZM
..
VE .. .

UCRET DUZENI
1.

ERYÜZÜ, insanların çoğunun ortadan

y kalkUğıru görmekle kıvanç duyacakları


kötülüklerle doludur.
Buna karşın, bu kötülükler alıp yürü­
mekte ve bunları kaldırma konusunda etkili hiçbir
şey yapılmamaktadır.
Bu çelişki, deneyimsiz reformcularda şaşkınlık;
insan kuruluşlarını değiştirmenin güçlüğünü bilen­
lerdeyse düş kınklığı doğurmaktadır.
Bütün uygar ülkelerin büyük bir çoğunluğu sa­
vaşı en büyük kötülük olarak görmektedir. Ancak
bunun bilincine vanlması savaşa engel olamamak­
tadır.
Zengin olmayanlar açısından, servetin eşit ol­
mayan dağıumı bir kötülüktür. Üstelik bunlar nüfu­
sun onda dokuzunu oluşturmaktadır. Ancak buna
karşın, bu düzen de hiçbir değişime uğramadan sü­
rüp gitmektedir.
İktidar sahiplerinin zorbalıkları, insanlığın çok

37
büyük bölümlerinde gereksiz bir acı ve talihsizlik
kaynağı olmaktadır. Ama iktidar, yine azınlığın
elinde kalmakta ve daha da merkezileşmeye doğru
yönelmektedir.
Önce, şimdiki kurumların kötü yanlarını ve
geçmişin sayıları az olan reformcularının pek sınır­
lı başarılarının nedenini incelemek; bundan sonra
da, yakın gelecekte daha uzun süreli ve daha sürek­
li başarı umudu için birtakım düşünceler önermek
istiyorum.
Daha iyi bir dünya isteyen herkes savaşı bir
meydan okuma olarak görmüştür. İnsanlığı böyle­
sine korkunç bir felaketten kurtaramayan düzenin
bir yerinde bir sakatlık olmalıdır. Bu da, geleceğin
büyük savaş tehlikeleri her zaman için en azına in­
dirilmedikçe, düzeltilemeyeceği anlamına gelmek­
tedir.
Ama savaş, kötü bir ağacın ancak en son mey­
vesidir. Çoğu erkek, barış sırasında bile birörnek
bir çalışma yaşamı sürerler. Çoğu kadın da, daha
çocukluk çağları geçmeden, tüm mutluluk olanak­
larım yok eden, ağır ve sıkıcı işlere mahkOm olur­
lar. Pek çok çocuk düş gücünü harekete geçirecek
ve düşüncesini genişletecek her şeyden habersiz
olarak büyür. Daha talihli olanlar, haksız üstünlük­
leriyle, bağımlı kaldıkları kitlelerin tiksintisini
uyandırma korkusundan kurtulamayarak sıkıcı ve
ezici olurlar. En üsttekinden en alttakine kadar he­
men bütün insanlar ekonomik bir çabanın içinde­
dirler: Hakları olanı alma ve olmayanı ellerinde
tutma çabası. Gerçekte ya da isteklerimizde, görü-

38
şümüze maddesel mall ar egemendir. Bunlar genel ­
li kle bütün yüce gönüllü ve yaratıcı güdüleri dı şarı ­
da tutarlar. Sahip olma duygusu -ki bu alma ve
eli nde tutma tutkusudur- savaşın en büyük kayna­
ğı ve siyasal dünyanın acısı nı çektiği bütün hasta­
lı kları n temel idir. Bu tutkunun gücünü ve günlük
yaşamı mızdaki önemini azaltacak olan yeni ku­
rumlar i nsanlığa sürekli yarar getirecektir.
Açgözlülük eğili mini sı fıra i ndirecek kuruluş­
lar yaratı labilir. Ancak bu, bütün ekono mi k düzeni­
mizin yeniden ve bütünüyle kurulmasına bağlıdır.
Kapitalizm ve onun ücret düzeni ortadan kaldırı l ­
malıdır. Bunlar dünyanın canl ılı ğını yiyip bi tiren
i ki z canavarlardır.
Bu nl arı n yeri ne insanın yağmacı güdülerini
gemleyecek ve bazı l arı nı n çal ıştı kl arı halde yoksul
kalmalarına, bazı ları nın da tembel tembel oturduk­
l arı halde zengi n ol maları na yol açan ekonomi k
adaletsizliği en aza indirecek bir düzene gereksi ni ­
m i mi z vardır.
Ama bunları n hepsi ni n üstünde de, i nsanları n
hem yoksul luğa karşı güvenl i , hem de göl gesi nde
yaşadı kl arı sanayi ni n denet i mi nde kişisel girişimle­
re karşı yetenekli kılarak işvereni n zorbalı ğını orta­
dan kaldıracak bir düzene gereksinimi miz vardır.
Bütün bunl arı daha iyi bir düzen başarabilir.
Bu düzen de, nedensiz yere katlandığı sıkıntı­
l ardan artık yorulan bir demokrasi tarafından kuru­
labilir.
İ ktisadi bir düzeni n kendisine amaç olarak ala­
cağı dön hedef bel irleyebi liriz: Birincisi, mal l arı n

39
en çok miktarda üretilmesi ve teknik ilerlemenin
kolaylaştırılması; ikincisi, dağıtım adaletinin sağ­
lanması; üçüncüsü, yoksulluğa karşı güvencenin
sağlanması; dördüncüsü de yaratıcı güdüleri özgür­
lüğe kavuşturup mülkiyet güdülerinin azaltılması­
dır.
Bu dört amaçtan en önemlisi, sonuncusudur.
Güvence, bu amaca götüren bir yol olarak önemli­
dir. Şimdikinden daha çok maddi güvenlik ve daha
çok adalet verebilmesine karşın devlet sosyalizmi,
herhalde yaratıcı güdüleri özgürlüğe kavuşturmak­
ta ya da ilerici bir toplum yaratmakta başarısızlığa
uğrayacaktır.
Şimdi var olan düzenimiz bu dört amaçta da
başarılı olamamıştır. Bu düzen, maddesel malların
en yüksek düzeyde üretimini sağladığı için savu­
nulmaktadır. Ancak bunu bile, oldukça kısa görüş­
lü olarak, hem insanı hem de doğal kaynakları he­
sapsızca harcama pahasına yapmaktadır.
Kapitalist girişimin, bugünün ve geleceğin
madde üretimini en son sınırına kadar yükseltme­
nin önemine insafsızca bir inanç beslediği doğru­
dur. Bu inanca uyarak, yeryüzünün yeni bölgeleri
sanayileşmenin önünde eğilmek zorunda kalmakta­
dırlar. Afrika'nın geniş toprakları Rand, Rodezya
ve Kimberley'in altın madenleri için işçi toplama
bölgesi haline gelmiştir. Tek bir neden yüzünden
Afrika halklarının ahlikları bozulmakta, yoksul
halk vergilendirilmekte, başkaldırmaya zorlanmak­
ta, Avrupa'nın bütün kötülük ve hastalıklarına açık
hale getirilmektedir.

40
Güney Avrupa'nın sağlıklı ve çalışkan ırk.lan,
sıcağın ve teneke mahalle yaşamının kendilerini
ölüme değilse bile, cansızlığa mahkOm ettiği Ame­
rika'ya göçmeye kandırılmaktadırlar. Yaşadıkları
yaşamın kentlilere verdiği zararı ·ise biz kendimiz
çok iyi bilmekteyiz.
İnsan zenginlikleri için gerçek olan aynen do­
ğal kaynaklar için de geçerlidir. Dünyanın maden­
leri, ormanlar, ekin alanlan çok uzak olmayan bir
gelecekte bütünüyle tükenecek bir biçimde sömü­
rülmektedir. Madde üretimi yönünde dünya çok
hızlı bir aşamaya girmiştir. Ne olursa olsun, kaça
çıkarsa çıksın, dünyanın tüm enerjisi mutlaka bir
şey üretmek için yanşa girmiş durumdadır. Ancak
işe bakın ki, şimdiki düzenimiz de ilerlemeyi gü­
vence aluna aldığı gerekçesiyle savunulmaktadır!
Amaç edinilmesi gereken diğer üç hedefe ge­
lince, bu konuda da şimdiki ekonomik düzenimizin
daha başarılı olduğu söylenecek. Kapitalizmin ve
ücret düzeninin pek çok açık kötülüğü arasında en
göze çarpanı, ekonomik adaletsizliğe yol açması,
işverenin zorbalığına geniş alanlar tanınması ve
yağmacılık güdülerini özendirmesidir.
Genel bir deyişle, yağmacılık güdüsü konusun­
da doğada iki tür servet elde etme yolu olduğunu
söyleyebiliriz: Üretim ve soygunculu�.
Şimdiki düzenimizde soygunculuk yolu yasak­
lanmışsa da, toplumun servetine bir şeyler katma­
dan zengin olma yollan yine de vardır. İster saun
alma, ister miras yoluyla olsun, toprak ve sermaye
mülkiyeti sürekli bir gelir elde etmeye hak tanı-

41
maktadır. Pek çok insanı n yaşamak için üreti mde
bu lunma zoru nluluğuna karşı lık, ayrıcalı klı bir
azı nlı k hiçbir şey üretmeden , refah içinde yaşaya­
bil mektedir. Bu nlar, en şanslı o l m anın yanı sıra, en
çok saygı gören insanlar da oldu kları ndan, bu nla­
rı n aras ı na girmek için genel bir istek ve bu yol la
kazanı l an gelirleri n hiçbir haklılığa uymaması nı
kabul konusunda genel bir gözü kapalılı k vardır.
Rant ve faizi n getirdiği pas i f zevkten ayrı ola­
rak, servet edi nme yoll arı genel l i kle yağmacılık
yol l arıdır. Bir kural ol arak, yararlı buluşlar ya da
toplumun genel serveti ni arturan di ğer birtakı m ha­
reketlerle insanl ar servet sahi bi olamazl ar. Bu , da­
ha çok başkal arı nı kandırma ya da sömürme yete­
neğiyle elde edilir.
Düzenimiz, bu dar sını rl ı mül ki yetçi ruhu yal ­
nızca zengi nler arası nda yaratmakl a yeti nmemek­
tedir. Sürekli yoksulluk tehli kesi, pek çok i nsanı
zamanı nı n ve düşüncesinin önemli bir bölümünü
ekonomi k hesaplara ayırmaya zorlamaktadır. Bu­
nun, topl umun servet üreti mi ni arturdı ğı nı savunan
bir kuram vardır. Ancak ileride açı klayacağı m ne­
denler yüzünden, bu kuramı n tümünün yanlış oldu­
ğuna inanmaktayı m .
Şi mdiki düzenimizi n e n ç o k göze çarpan kötü­
lüğü belki de ekonomik adaletsizliğidir. Büyü k ser­
vetler mi rasına konan insanl arın, yaşamal arı için
çalışmak zoru nda olan insanl ardan toplumun getir­
diği yararlarda daha çok hakl arı bulunduğunu sa­
vunmak saçma bir şeydir. Ekonomi k adaletin her­
kese eşit bir gelir gerektirdi ğini söylemiyorum. Ba-

42
zı işler, yararlı olabil meleri için daha çok gelir ge­
rektirirler. Ama insan belirli bir hizmet karşılığı
ol arak ya da işinin gerekleri dışında bir nedenle pa­
yından çoğunu alı yorsa, orada ekonomik adaletsiz­
lik var demektir. Bu nokta öylesi ne açı ktır ki, üze­
ri nde başka bir şey söylemeye gerek yoktur.
Tekelleri n tröst, kartel ve işveren sendikaları
biçimindeki çağdaş gelişmeleri, kapitalisti n toplum
üzerine mali bağı mlılık yü kleme gücünü son dere­
ce arttırmıştır. Bu eği lim, kendi kendine yok ol ma­
yac aktır. Bu ancak, kapitalist rej i mden kar etme­
yenlerin yapacakl arı belirli bir hareket sonunda
yok ol abilir.
Ne yazı k ki proleter ile kapitali st arasındaki ay­
n l ı k , sosyalist kuramcılann düşündü kleri kadar ke­
sin değildir. İşçi sendi kal arının çeşitli kuruluşlarda
hisse senetleri vardır; dost toplum olarak büyük ka­
pital istleri seçmi şlerdir ve pek çok işçi aldığı ücreti
yatının yoluyla arttırmaktadır. Bütün bunlar ekono­
mi k düzenimizde yapı lacak kesin bir kökl ü değişi­
min güçlüğünü çoğaltır. Ama buna karşılık böyle
bir değişi kliğin arzul anmasını da azaltamaz.
Fransız sendi kalistleri tarafından öngörülen ve
her ticaret kolunun kendi kendini yönetici ve bütü­
nüyle bağımsız olacağı bi r düzen de, merkezi bir
otoriteni n denetiminden uzak kalacağı için ekono­
mi k adaleti sağlayamayacaktır. Bazı iş kolları di ­
ğerleri nden çok pazarl ı k edebilme durumundadır.
Örneğin, kömür ve ulaşım sanayileri ulusal yaşamı
felce uğratabilir ve bunu yapma tehdidi yle istedi k­
lerini koparabilirler. Diğer yandan, okul öğreuneni

43
gibi kişilerin grev yapmaları pek az endişe yarata­
cağından, bunlar pazarlıkta zayıf duruma düşerler.
İlgililerin kendi çıkarları için kullanacakları başı­
boş kuvvet düzeniyle adalet sağlanamaz. Bu ne­
denle de, sendikalistlerin devletin ortadan kaldırıl­
ması istekleri ekonomik adaletle bağdaşan bir şey
değildir.
Zamanımızda insanların çoğunluğunun yaşam­
larından bütün girişimciliği ve özgürlüğü çekip
alan işverenin işçiye yol verme hakkı oldukça, iş­
verenin zorbalığı kaçınılmaz bir durumdur. Bu
hakkın, insanların çalışmaya itilmeleri için gerekli
olduğu söylenir. Oysa insanlar uygarlaşukça,
umutla beslenen özendirmenin, korkuyla beslene­
nin yerine geçmesi arzulanan bir şey olmaktadır.
İnsanların kötü iş yapuklarında cezalandırılma­
ları yerine, iyi iş yapUklarında ödüllendirilmeleri
çok daha iyidir. � ugün, bir kişinin cinayet gibi çok
kötü bir suçtan başka nedenlerle işinden aulmadığı
devlet memurluğunda böyle bir düzen uygulan­
maktadır. Çalışmak isteğinde bulunan herkese ge­
çimini sağlayacak yeterli bir ücret verilmelidir. Bu­
nun gerçekleşmesinde, usta olduğu işin o anda tu­
tulan bir iş olup olmadığı dikkate alınmalıdır. O ki­
şinin işi o anda tutulan bir iş değilse, bunun yerine
kendisine tutulan bir iş öğretilmeli ve bunun mas­
rafı kamu tarafından ödenmelidir.
Örneğin, neden otomobil ortaya çıku diye fay­
toncular açıkta kalsın? Bu kişiler bir suç işlemiş
değillerdir ki! İşlerinin aruk alıcı bulamaması bü­
tünüyle kendi dışlarındaki nedenlere bağlıdır. Aç­
lıktan ölmeye bırakılacak yerde, bu kişilere otomo-

44
bil kullanma dersleri verilmeli ya da kendilerine
uygun başka bir iş öğretilmelidir. Bütün sı nai deği­
şikli kleri n binakım ücretlilere yükledi ği sıkıntı lar
nedeniyle şi mdi emekçi yönünde bir tekni k tutucu­
luk eğil i m i , yeni yöntemlere ve yeni buluşlara karşı
bir nefret görülmektedir. Ama bu değişi kli kler eğer
toplumun sürekli yararına ol acaksa, bunlar artık es­
ki işlerinde kull anı l amayacak i şçileri n zararı na ya­
pıl mamalıdır. İ nsanlığın tutucu güdüsü bütün üre­
tim süreçlerindeki değişi kliği gerektiği nden daha
da ağırlaştıracaktır. Buna bir de değişi kliğin haksız
işlemlerini n , örgütlenmi ş emeğe zorl adı ğı kaçı nı la­
bilir tutuculuğu eklemek çok yazık olacaktır.
İ şten atı lma korkusu ol madan i nsanlarfn iyi ça­
lı şmayacakları söylenmektedir. Bunun çalışanları n
pek azı için geçerl i olduğuna inanıyorum. Bunun
geçerl i olduğu kişi ler de, daha çok hoşlandıkları bir
işe girseler ya da daha akıl lıca bir eğiti me tabi tu­
tulsalar, kolaylı kla çalışkanlar arasına girebilirler.
Bu gibi yöntemlerle çalışmaya i kna edilemeyenler
patoloj ik vakalar olarak ele alınmalı ve ceza yerine
sağlı k tedavisi görmelidir. Güvenli k ise, pek çok
insana yeni bir bedensel ve ahl§ksal sağlık olanağı
getirecektir.
İ şveren zorbalığının en tehli keli yüzü, insanla­
rı n çalışma saatleri dışındaki etki nli kleri ne karışma
konusundaki yetkisidir. Di rii nden, siyasal eğilimin­
den hoşl anmadığı ya da özel hayatının ahlakl ı ol­
madı ğı gerekçesiyle bir işveren işçisini işten çı kar­
tabil mektedir. Arkadaşları arası nda bir bağı msızlı k
ruhu yaraunaya çalışan bir işçi de işinden atılabilir.

45
Bir işçi, pek çok kişiden d'11a fazla eğitim gördüğü
ve bu nedenle daha tehlikeli olduğu gerekçesiyle
de iş bulmakta güçlük çekebilir. Bugün bu durum­
lar olağandır.
Devlet sosyalizmi düzeninde, bu kötülük geçiş­
tirileceği yerde daha da ağırlaşır. Devlet tek işve­
ren olduğu için, şimdi çeşitli kişilerin çahşan dü­
şünceleri arasında çıkan önyargıdan, onun o zaman
kaçınmasına olanak kalmaz. Devlet, beğendiği
inanç düzenini zorlayabilir ve zorlayacağına da
kuşku yoktur. Böyle bir düzende düşünce özgürlü­
ğü cezalandırılacak ve bütün ahlaksal bağımsızlık
sönüp gidecektir.
Bu kötü yan her kah düzende vardır. Çeşitlili­
ğin bulunması ve tam bir düzenlemenin olmaması
çok gereklidir. Azınlıklar da yaşamalı ve düşünce­
lerini bağımsızca geliştirebilmelidir. Bu sağlan­
mazsa, baskı ve konformizm güdüsü bütün insanla­
rı bir hamur gibi yoğuracak ve genel yaşamdaki

ilerlemeyi olanaksız kılacaktır.


Bu nedenlerden dolayı, çalışmak isteyen bir in­
san yoksulluk çekmeye bırakılmamalıdır. Özel ya­
şanhya ya da düşünceye hiçbir müdahale yapılma­
malıdır. Gerçekte, zorbalık ve korkuya dayanma­
yan ekonomik bir düzen ancak böyle bir temel üze­
rine kurulabilir�

46
il.

Ekonomide reform yapacak kişini n gücü, eme­


ğin üretkenliğiyle de sı nırlıdır. İ nsanl arın yalnızca
geç i mlerini sağlamak için uzun saatler çalışma zo­
runluluğunda olmaları , aristokratlı ktan başka bir
uygarlığın olamaması sonucunu doğurur. Düşün
yaşamına ayıracak boş zamana sahip i nsanları n
olabi lmesi içi n, azı nlığı n keyfine feda edilecek baş­
ka ki şi lerin bulunması gerekmektedir. Ancak maki­
ne çağını n ilerlemesiyle, böyle bir düzeni n gerekli
olduğu zamanlar artık geride kal mışur.
Bugün manu klı bir ekonomi k düzenimiz olsay­
dı , düşünsel gereksini mleri olan herkes bunl arı do­
yurma yolunu bulabilirdi . Günde birkaç saatli k el
emeği karşılığı nda bir i nsan kendini geçi ndirecek
mi ktarda bir üreti mde bulunabi lir. Lüksten de vaz­
geçmeyi kabul ediyorsa, toplumun artı k ondan baş­
ka bir şey beklemeye hakkı yoktur. Az bir ücret
karşılığında daha az çalışmaya razı olacak ve boş
zamanını i stediği biçimde kullanacak herkese açı k
olmalıdır bu.

47
Hiç kuşkusuz, bu yolu seçenlerin çoğu, Upkı
şimdi zenginlerin yapuklan gibi, boş zamanlarını
yalnızca eğlenceyle geçireceklerdir. Ama böyle bir
toplumda, bunların başkalarının emeğiyle geçinen
asalaklar oldukları söylenemez. Zaten boş zaman­
larını bilime, sanata, yazına ya da temel bir ilerle­
me getirecek başka bir işe verecek bir azınlık her
yerde vardır. Örgütlenme ve düzen bu konulara an­
cak zarar verir. Yapılacak tek şey, fırsat sağlamak
ve insanların iyi değerlendiremedikleri fırsatların

sonucundan doğan kay a da yakınmamaktır.
Ama pek çok kişi �ın tembellik ya da alışıl­
madık tuhaf tutkular dışında, tam bir günlük para
kazancı için bütün gün çalışmayı seçer. Büyük ço­
ğunluğu oluşturan bu insanlar için en önemli şey,
günlük işlerinin olabildiği kadar ilgi çekici, bağım­
sız ve girişimciliğe yer verir olmasıdır. Belirli bir
asgarinin elde edilmesinden sonra, bunlar, gelirden
çok daha önemlidir. Bunlar, lonca sosyalizmiyle,
yani bir ticaretin toplumun geri kalan bölümüne
olan ilişkisi bakımından devlet denetimine t�bi sa­
nayinin kendi kendini yöneune biçimiyle de sağla­
nabilir. Bence, bunun başka bir yolla sağlanması­
nın olanağı yoktur.
Bay Orage ve New Age ( Yeni Çağ) tarafından
öngörülen lonca sosyalizmi 'siyasal' eyleme karşı
bir polemikle ilgili olup, işçi sendikalarının doğru­
dan doğruya ekonomik hareketinden yanadır. Bu
görüşünü sendikaJizmle paylaşmaktadır ve yeni
olan her şeyini ondan almıştır. Ama ben, bu tutum
için belirli bir neden göremiyorum : Siyasal ve eko-

48
nomik hareketler bana aynı derecede gerekl i görün­
mektedir. Bunl ardan her birini n kendine özgü za­
manı ve yeri vardır.
Bugünkü kapi tal ist devleti sosyal ist amaçlar
için kul lanmaya kalkı şmak tehli kelidir. Ama devlet
maki nesini ekonomi k kuruluşlarda görmek istedi­
ği miz değişikli kle birli kte ol arak değiştirme si yasal
hareketi nde de bir gerekl ilik vardır. Bu ül kede her
i ki değişim de birden bir devri mle ol mayacakur.
Eğer geleceği varsa, her i kisini n de adı m adı m yak-
. !aşmasını beklememiz gerekmektedir. Biri ol ma­
dan diğeri nin ilerleyeceğini ise hiç sanmı yorum .
En sonunda gönnek istediği miz ikti sat düze­
·
ni nde devlet, ekonomik ranu n tek alıcısı ol malı,
özel kapital i st kuruluşlar da gerçekten çalı şanların
kendi kendileri ni yöneten grupları yla yer değiştir­
mel idir. İ nsanın bir gün çalışıp tam gündelik al ma­
sı ya da yarım gün çalışıp yanın gü ndelik alması
kendi keyfine bağlı ol malıdır. Bir insanın gördüğü
işe artı k gereksi ni m yoksa, bu kişinin parası kesil­
memel i , ama çal ı şmaya istekli olduğu sürece, eğer
gerekiyorsa, karşı l ı ğı kamu tarafından ödenerek
kendisine yeni bir iş öğreti lmelidir. Daha hoşa gi­
den bir iş vererek üstesinden gelinemi yorsa, çalış­
mak istememesi up ya da eğiti m yol l arıyla tedavi
edil melidir.
Belirli bir sanayinin işçileri tek bir özerk birlik
hali nde çalışmal ı l ar ve herhangi bir iş dı şarıdan de­
netime bağlı ol mamalıdır. Devlet bunl arın üretti k­
lerinin fiyau nı saptamalı, ama sanayinin di ğer ko­
nul arda kendi kendi ni yönetmesini engel lememeli -

49
dir. Devlet fiyatları saptarken, her sanayi kolunun
kendi buluşları sonunda elde edeceği yeniliklerden
kar etmesine izin vermeli, ama dış ekonomik du­
rumlardaki değişiklikl er sonunda hak edilmemiş
kayıp ve kazançlara engel olmalıdır. Bu yoldan
ilerleme, her türl ü özendirmey i sağlayacak ve hak
edi lmemiş yoksu l l u k tehli kesi ni azaltacaktır. Bü­
yük ekonomik örgütler var olmakta devam ettiği
halde, bugün erkek ve kadı nları n duydu kları ki şisel
i ktidarsızlık duygusunu yok edecek bir yetki yayıl ­
ması olacaktır böylece.

50
111.

Bazı insanlar böyle bir düzenin istenilen bir şey


olduğunu kabul ederlerse de, bunu yaratmanın ola­
naksız olacağını, bunun için de daha yakın hedefle­
ri izlememizi söylerler.
Siyasal bir partinin uzak bir hedefi ile birlikte,
daha yakın bir gelecekte gerçekleştireceği amaçla­
n , bir sonraki toplanuda ya da parlamentoda ele
alacağı konuları olması iyi bir şeydir. Bana kalırsa
Almanya'daki marksist sosyalizmin kusurlu yanı
şuydu: Parti sayıca kuvvetli olduğu halde, devrimi
beklediği süre içinde talep edeceği küçük konuları
olmadığından zayıfu. En sonunda da, daha az uy­
gulanma yeteneğine sahip bir politika isteyenlerin
Alman sosyalizmini ellerine geçirip yaratukları de­
ğişiklik tam anlamıyla büyük bir yanılgı olmuştur.
Yetersiz de olsa, doğru yolda ileri adım olan kısmi
reform hareketlerine başvurmak yerine, militarizm
ve emperyalizm gibi kötü bir politikaya 'evet' de­
nilmiştir.

51
Buna benzeyen diğer bir yanılgı da, savaş ön­
cesi Fransız sendikalist politikasına yerleşmiş bu­
lunuyordu.
Her şey genel grevi bekleyecekti. Yeterli hazır­
lıklardan sonra bir gün bütün proletarya çalışmayı
reddedecek, mülki � et sahipleri bunların karşısında
yenilgiyi kabul edecekler ve aç kalmaktansa bütün
üstünlüklerini bırakmaya razı olacaklardı. Bu, dra­
matik bir kavramdır. Oysa dram gerçekçi görüşün
en büyük düşmanıdır. Çok seyrek rastlanılan du­
rumlar dışında, insanlar önceden yapukları bir iş­
ten bütünüyle değişik bir şeyi yapmak üzere yetiş­
tirilmezler.
Genel grev başarılı olsaydı, galipler, anarşizm­
Ierine karşın hemen bir yönetim kurmak, yağmacı­
lığa engel olmak için polis gücü sağlamak ve dev­
rimcilerin çeşitli kollarına diktatörce buyruklar
yağdıracak geçici bir hükümet kurmak zorunda ka­
lacaklardı.
Sendikalistler ise, genel ilke olarak bütün siya­
sal etkinliklere karşı oldukları için, gerekli adımla­
n atarken kuramlarından ayrıldıklarını anlayacak­
lardı. Hem zaten politikadan uzak olduklarından,
gerekli eğitimi de görmemiş olacaklardı. Bundan
dolayı sendikalist bir devrimden sonra bile, gerçek
iktidar aslında sendikalist olmayanların eline geçe­
cekti.
Kesin olmayan bir tarihte devrim ya da genel
grevle birdenbire gerçekleştirilecek olan bu progra­
ma yapılacak başka bir itiraz da, arada yapacak bir
şey olmadığı için, heyecanın yauşacağı ve bekleme

52
bıkkı nlığını ders haline sokacak bir yan -başarının
bile bulunmamasıdır.
Bu yöntemlerle başarıya ulaş acak tek hareket,
ezilmiş ulusların başk al dırma örneğinde olduğu gi­
bi, programın da, duyguların da çok basit olacağı
bir harekettir. Ancak , kapital ist bir İngiliz ile ücret­
li bir İngiliz arasındaki sını r çizgisi, bir İngiliz ile
bir Hint yerlisi aras ındaki çizgi gibi belirli değildir.
Toplumsal devrimi savunanlar, toplumu oluşturan
hal kı n ne kadar bir çoğunl uğunun çıkar ve eğili m­
lerinin yan yarıya sermaye ve emek yönlerinde
yatu ğını bilmedi kl erinden siyasal yö ntemlerinde
yanılmışlardır. Bu gibi insanlar kesin bir devrim si­
yasetini çok büyük güçlüklere uğratmaktadı rlar.
Bu nedenlerden dolayı, hemen yarın tamamla­
nam ayacak ekonomik düzenlemelere kalkışanlar,
eğer başarı lı olmak istiyorlarsa, hedeflerine (sonu­
ca götürmeyec ek de olsa) k endi başlarına yararlı
olabilen önlemler aracılığıyla adım adı m yaklaşma­
ya ç alışmalıdırlar. Bu nlar, sonunda yapacakları iş­
lere insanları hazırlayan eylemler olmal ı ve yal nız­
ca uzak bir cennet umudu değil, yakı n bir gelec ekte
gerçekleşebilec ek başarılar da olmalıdır.
Bütün bunların gerçek olduğuna inanmama
karşın, gerçekten canlı ve köklü bir reformun yakı n
gelecekten daha ilerisini gören bir gö rüşe, insanla­
rın istedi kleri taktirde, insan yaşamını ne yapabile­
cekleri ni n g erç ekleştiri lebileceğine de inanmakta­
yım. -Bu tür bir umut olmadan insanları n, muhale­
feti yenmek için gerekli enerj i ve heyecanlan ,
amaçlarının halktan yana olmadığında direnecek
yanları olmayacaktı r.

53
Yaşam koşullarının köklü bir düzeltilmesine
içten inanan her insan önceleri alay, sonra suçlan­
ma, daha sonra da kandmlma ve fesatçılıkla karşı­
laşacakur. Bu üç sınavdan sıyrıksız olarak ne ka­
dar az insanın geçebildiğini denemelerimizle bili­
riz.
Bunlardan özellikle sonuncusu, reformcuya
yeryüzünün tüm krallıkları gösterildikten sonra
çok güç, hatta olanaksızdır. Bunun üstesinden ge­
lecek olanlar, ancak en son hedeflerini kendilerine
açık ve belirli bir düşünce yoluyla canlı hale soka­
bilenlerdir.
Ekonomik düzenler genel olarak maddi malla­
rın üretimi ve dağıumıyla ilgilidir. Şimdiki düzeni ­
miz üretim alanında israfçı, dağıum alanında ise
adaletsizdir. Bu düzen, toplumun çoğunluğunu
ekonomik güçlerin kölesi biçiminde bir yaşama
zorlar. Azınlığa da diğer insanların . yaşamları üze­
rinde hiç kimsenin elinde olmaması gereken bir
yetki verir. İyi bir toplumda yaşamak için gerekli
olan malların üretimi yaşamın önemli ve ilginç bö­
lümüne bir başlangıçur. Bu durum, gerekli malla­
rın üretimi işinde çalışmaktan zevk duyanlar dışın­
dakiler için de böyledir. Ekonomik gereksini mle­
rin, şimdi olduğu gibi insana egemen olması hiç de
gerekli değildir. Bu, şimdi kısmen servet eşitsizliği
ile, kısmen de zenginlerin dışında iyi bir eğitim gi­
bi gerçek değeri olan şeyleri n elde edilmesinin
güçlüğü nedeniyle gerekli hale gelmiştir.
Toprak ve sermayenin öz�l mülkiyete konu ol­
ması ne adalet açısından, ne de toplumun gereksi -

54
ni mlerini üretmeni n ekonomik yolu olduğu açısın­
dan savunulabil ir. Ama buna karşı i leri sürülebi le­
cek daha önemli itirazl ar, kadın ve erkeklerin ya­
şaml arını güdük bırakmas ı , başarı yla yönelti len
saygıya acımasız bir mül ki yet tanıması, insanl arı n
zaman ve düşüncelerinin önemli bir oranı nı maddi
mal l an elde etmek için ayırmaya yönlendirilerek
uygarlığın ve yaraucı enerj i nin ilerlemesine kor­
kunç bir engel ol masıdır.
Bu kötülüklerden özgür bir düzene geçiş bir­
denbire ol mayabilir. Ekono mi k özgürlüğe ve sana­
yi alanında kendi kendi ni yöneti me adım adım yak­
l aşmak da vardır. Düşündüğümüz kuruluşları yarat­
m akta karşılaşı l acak herhangi bir dış güçlük bul un­
duğu da gerçek deği ldir. Örgütlenmiş emekçi ler
bunları kunnak isterse, yol l arında hiçbir şey onlara
karşı duramaz . Güçl ük yal nı zca insanl ara umut ve­
rebil mek, acısını çektikleri kötülüklerin gereksiz
olduğunu görmelerine yarayacak düş gücünü ver­
mek, bu kötülüklerin nasıl düzelti lebi leceği ni onla­
ra öğretmektiı.
Bu , enerj i ve zamanın üstesinden gelebi leceği
bir güçl üktür. Ama örgütlenmi ş emekçilerin lider­
lerini n görüş genişli kleri , düş güçleri, kurulu dü­
zende birkaç yapay deği şi kli kten başka umutları
yoksa, elbene ki bu gerçekl eştirilemez . Devri mci
hareket gerekli ol mayabi lir, ancak devrimci düşün­
ce ve bu düşüncenin sonucu olarak da, köklü ve ya­
pıcı bir umut gerekl idir.

55
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

. .

SOSYALiZMiN
GÜÇLÜKLERİ
1.

osyalizmin ilk günlerindeki amacı, ücretli

S sını fın bağı msızlığa kavuşturul ması , dev­


ri mci bir eylemle özgürlü k ve adaletin
sağlanması ydı . Kapitalizmden yeni düze­
ne geçiş birdenbire ve şiddetl i olacaku : Kapitali st­
lerin bütün mal l an karşılık veril meden el leri nden
alı nacak, alınan yetki leri n yeri ne yeni bir yetki ko­
nul mayacaku .
Daha sonralan sosyalizm ruhunun üzerine ya­
vaş yavaş bir değişi kli k çöktü . Fransa'da sosyalist­
ler hükümette görev aldılar, Parl amento'da çoğun­
luk oluşturdular ve başka çoğunlukları yıku l ar. Al­
manya'da ise sosyal demokrasi öylesi ne güçlendi
ki , kendi isteklerinin hükümetçe tanı nması karşı l ı ­
ğı nda b i l e uzlaşmaz görünen b az ı ilkeler üzerinde
pazarlığa gitme tutkul arı na engel olamadı . İ ngi lte­
re'ye geli nce, Fabianlar devri me karşıt olarak refor­
mun yararl arından ve uzlaşmaz düşmanlığa karşı
olarak da uzlaşı labilir pazarlı ktan söz açu lar.

59
Devrim yöntemi ile karş ılaştırılınca, derece de­
rece reformu ö ngören yöntemin pek ç ok üstün yanı
vardır. Ben de devrimden söz etmek istemiyorum,
ancak bu aşamalı refor mun da belirli tehlikeleri
vardır. Örneğin, ş imdi ye kadar öz el ellerde olan iş­
lerin mülkiyeti ve denetlenmesi, ü cr etli sını fın be­
lirli bölümleri yararına yas ama müdahalesini ö zen­
dirmesi gibi. Buna benzer yolların, ilk sosyal istle­
rin hayal ettiği ve ş imdi bile bir sosyaliz m biçimini
savunanları n büyük çoğ unluğ unun düşlerinde ya­
tan ideallere bir katkı da bulunup bulunmadıkları,
bana kalırsa bugün bile kuşku ludur.
Böyle bir yol örneğ i olarak devletin demiryol­
larını sau n aldığ ını düşünelim. Bu, bütünüyle u y­
gulanabilen, hatta birçok ülkede uygulanmış olan
ve tam bir kolektiviz me giden yolda mutlaka au l­
ması gereken bir adımdır. Devlet sosyalizminin ti­
pik bir amacıdır. Ama yine de, devletin hi sse sa­
hiplerine tam taz minat ö dedikten sonra demiryolla­
nnı almasında, ekonomik adalet, ö zgürlük ve de­
mokrasi açısından bir ilerleme olduğunu kabul için
hiçbir ne den görmüyorum.
Ekonomik adalet, ulusal gelirin rant ve faiz sa­
hiplerine düş en payını n bütünüyle kaldırılmasını
değilse bile, azalu lmasını ö ngörür. Ama demiryolu
hisse senedi sahiplerine, bu hisselerine karş ılık hü­
kümet tahvilleri verilince, bunlar hiss e senetlerin­
den elde edebilecekleri gelir devam lılığ ını , bu kez
tahvillerden elde etme duru muna geleceklerdir.
Demiryolu gelirleri nde büyük bir aruş beklemeye
neden yoksa, bütün bu el değ iştirm e servet dağılı-

60
mını değiştirmeyecektir. Bu ancak, şimdiki sahip­
lerin malları karşılıksız olarak ellerinden alınırsa,
rayiç değerinden düşük para verilirse ya da tazmi­
nat olarak yalnızca ömür boyu faiz verilirse etkili
olabilirdi. Alınan malların tam değeri verildiğinde
ekonomik adalet hiç ilerlemiş sayılmaz.
Demiryolunda çalışan insanların demiryolunun
yönetiminde, ücret ve çalışma koşulları konusunda
eskisinden çok sesleri çıkmadıktan sonra, özgürlü­
, ğe doğru bu yoldan ilerleme de aynı derecede az
olacakur. Yöneticilerle kavga ettiklerinde hüküme­
te başvurma olanakları varken, şimdi aruk doğru­
dan doğruya hükümetle kavga etme durumuna gir­
miş olacaklardır. Bu durum da, elbette ki, insanı,
bir hükümet dairesinin işçi isteklerine karşı özel bir
içtenliği olduğu görüşüne götürmez.
İşçiler grev yapınca karşılarında devletin bütün
örgütlenmiş gücünü bulacaklardır. Grev ancak güç­
lü bir kamuoyuna dayanıyorsa başarılı olabilecek­
tir. Devletin basına yapabileceği etki göz önüne alı­
nırsa (hele iktidarda ilerici bir hükümet varsa) ka­
mu, işçilerin aleyhine taraf tutacakur. Çeşitli de­
miryollannın siyasetleri arasındaki çeşitlilik orta­
dan kalkacak, bu çeşitlilik devlet yönetiminin kau­
lığı içinde kaybolacakUr.
Üstelik bu yoldan demokraside de gerçek bir
ilerleme olmayacakur. Aruk demiryollarının yöne­
timi, taraf tutuculukl � ve ilişkileri kendilerini
emekçilerden ayırmış olan ve iktidar alışkanlığıyla
otokratik bir bünyeye sahip bulunan memurların
eline geçecektir. Bu memurları denetleyen demok-

61
ratik örgüt, genelli kle uzakta ve hareketsizdir. Bu,
ancak, bütü n ulusun i l gi s i ni çeken biri nci sını f ko­
nularda harekete geçiri lebilir. O zaman bile, hükü­
met ve memurları n üstün kül türleri yle durumları ­
nın üstünlüğü, hal kı n dikkati ni başka yöne çekecek
ve en olgun bir davaya bile toplu mda beslenen
sempatiyi soğutacaktır.

62
il.

Siyasal demokrasi biçi mine sahip bir ulusta bi­


le devlet sosyalizmi tam anl amıyla demokratik bir
düzen değildir. Demokratik olma yolunda başarı­
sızlığa uğraması siyasal al andaki bir örnekle belir­
tilir. Her demokrat İrl andalı , İ rl anda'run yöneti mi
konusunda 'kendi kendini yönetme' ilkesi ni kabul
eder. Bir toplum içinde çı kar ve istekleri toplumun
diğer kişileri ne göre daha çok olan bir yurnaş gru­
bunun içişleri ni yönetmede özgür olmaları demok­
rasini n gereğidir. Ulusal ve bölgesel gruplar için
geçerl i olan, madenciler ya da demiryolcular gibi
ekonomik gruplar için de geçerlidir. Genel seçi m­
ler bu çeşitli gruplara gereken özgürlüğü sağlama
konusunda yeterli deği ldir.
Çağdaş devlette giderek genişleyen ve büyüyen
bir tehli ke de memurl arı n yetki alanları nda görül­
mektedir. Bu tehli ke, seçmenlerin çoğunluğunun
genelli kle tek bir sorunla ilgi lenmeyişlerinden ve
bundan dolayı da bunlarla ilgili azı nlığın istekleri-

63
ne karşı tutum kazanan memurlara karışmamala­
rı ndan doğmaktadı r.
Memur, kendi eylemi ni n doğrudan doğruya et­
kiledi ği insanl ar tarafı ndan değil de, sözde dolaylı
olarak kamu tarafı ndan denetlenir. Taruşılan konu­
yu hal kı n çoğunluğu duymaz bile. Duysa da, yeter­
siz bir bil giyle edi ni len acele bir karara varır. Bu
yetersiz bilgiyse, sorunu n ilgilendirdiği toplum bö­
lümünden çok, yetersiz memurlar tarati ndan veri ­
lecektir. Ö nemli bir siyasal konuda arada sırada
birtakı m bilgi ler yayı l ır, ama diğer konul arda bu­
nun her zaman gerçekleşmesi umudu çok azdır.
Memur yetki s i ni n kapitalistleri n yetki leri nden
daha az tehli keli olduğu söylenir: Buna neden ola­
rak da memurl arı n, ücretli leri nkine karşıt olan eko­
nomik çı karları ol madığı gösterilir.
Ekonomi k çı kar ve hana ekonomik sını f çı karı
tek önemli siyasal dürtü deği ldir. Belirli konu l arda­
ki kararl arı nın aylıkları üzeri nde bir etki yaratma­
dığı memurl ar, eğer ortalama bir dürüstlüğe sahip­
seler, kararl arını kamu yararı na uygun verecekler­
dir. Ama bu görüşleri yine de onl arı yanlış yola sü­
rükleyecek bir taraf tutuculuğunun sonucunda orta­
ya çı kmış olacaktır. Kaderlerimizi hü kü met ma­
kam l arına sı nırsız o l ara k teslim etmeden önce bu
taraf tutuculuğu anlamak önemlidir.
Di kkat edi lecek i l k nokta, bütün büyük örgüt­
lerde ve özel likle büyük bir devlette, memurl arı n
ve yasa koyucul arı n , yönettikleri insanlardan çok
uzakta ol maları ve al acakları kararl arın uygulana­
cağı yaşam koşull arıyl a ilişki leri nin bulunmadı ğı­
dır.

64
İşte bu durum da, onları bilmeleri gereken pek
çok konuda bilgisiz yapar. Ne kadar çalışkan ve is­
tati sti klerle kara kaplı kitapl arın öğrettiklerini bil­
meye ne kadar hevesli olsalar da, bu böyledir. Bun­
ların en iyi anl adı kları şey, daire yaşanu ve yöne­
tim kurallarıdır. Bunun sonucunda da, birörnek bir
düzen kurabilmek için yersiz bir endişe doğmakta­
dır. Saatini çıkarıp da, " B u daki�ada şu yaştaki bü­
tün Fransız çocukları şunu , şunu öğreniyorl ar," de­
miş olan bir Fransız eğiti m bakanından söz edildi­
ğini işitmiştim. Yönetici nin ideali olan bu durum
özgür geli şmeye, girişimciliğe, denemeye ya da
herhangi bir ileri görüşlü yeni liğe kesi nli kle zarar­
lıdır. Tembellik, siyasal kuram kitaplarının tanım­
ladığı dürtülerden biri değildir.
Ancak buna karşın tembelliğin, insanlığın kü­
çüle bir azı nlığı dışındakiler için ne kadar güçlü bir
dürtü olduğunu biliyoruz. Ne yazık ki , bu durum­
da, tembellik iktidar sevgisi yle güçlendiril miştir.
Bu sevgi , enerjik memurları tembel memurl arın
uygul amayı sevdi kleri düzenleri yaratmaya zorl ar.
Enerjik memur denetleyemeyeceği her şeyden ka­
çınır, nefret eder. Bir şey yapılmadan önce kendisi­
ni n resmi onayı alı nmalıdır. Erk duygusunu doyur­
mak ve çevresine göstermek için var olan her şeyi
değiştirmek ister. Eğer vicdanlıysa, en olanaklı ol­
duğuna inandığı tek tip ve kaskatı bir düzeni düşü­
nür durur. Gelecek vaat eden ne kadar gelişme var­
sa, birörneklilik aşkı na hepsini ezer ve kendi planı ­
nı uygulamak ister. Bunun sonucu da, eski kentle­
rin güzellik ve zengi nliği yanında bugünün dörtgen

65
biçi minde düzenlenmiş kentleri ni n öldürücü bo­
ğuntusuna benzer bir şey ol acaktır. Kendi baş ı na
büyüyen her şey, yasayla konul muştan çok daha
c anl ıdır. Ama enerj i k memur kendi koyduğu dü­
zenliliği, kendi kendi ne büyümeni n apaçık düzen­
sizl i ği ne her zaman yeğl eyecektir.
Yetki ye sahip olmak, yetki sevgisini doğurur.
Yetki nin tek kanıtı , başkalarının yapmak istedi kle­
ri şeyleri engellemek olduğundan, bu çok tehli keli
bir dürtüdür. Demokras i nin temel kura mı , tek bir
i nsanı n el i nde toplanan yetki nin yarattığı kötülük­
lerin yok edil mesi için, yetki ni n bütün halka yayı l ­
masıdır. A m a demokrasideki bu yayılma ancak
seçmenleri n ortadaki sorunlara ilgi göstermesi ça­
pı nda etki lidir. Herhangi bir sorun kendi leri ni ilgi­
lendirmediği zaman, seçmenler yöneti mi denetle­
meye çalışmazlar ve gerçek yetki de böylece me­
murların eline geçer.
Bu nedenle, demokrasi ni n gerçek hedefleri
devlet sosyalizmiyle ya da kamu denetimine ba­
ğımlı ol mayan i nsanl arın eli ne büyük yetki veren
herhangi bir düzenle gerçekleştirilemez. Parlamen­
to aracılığıyl a yaklaşık olarak dolaylı yoldan yapı­
l an deneti m düzeni bunun dışındadır.
İ nsanı n si yasal eylemleri ni n yeniden gözden
geç i ri l mesi sonunda, siyasal bakı mdan etki l i bir
enerj i ye sahi p olanlar arasında yetki sevgisini n
ekonomik kişisel çı kardan daha güçlü bir dürtü ol­
duğu görülür.
Yetki sevgisi, harcayabilecekleri nden çok para­
ları olan milyonerlerin dünya m aliyesi ni n daha bü-

66
yük bir bölümünün denetimini elde edebil mek için
daha büyük servetler peşi nde koşmalarının başlıca
nedenidir.
Yetki sevgisi, hiç kuşkusuz, pek çok politikacı ­
ya egemen olan bir dünüdür. Bu, aynı zamanda,
servet açısı ndan kötü bir vurgun olarak kabul edi ­
len savaşların d a başlıca nedenidir. Bundan dolayı ,
yalnızca ekonomik dürtülere saldıran ve yetki top­
l anmasıyla ilgilenmeyen yeni bir ekonomi k düzen
dünyaya büyük bir yenilik getirmeyecektir. Devlet
sosyalizmine kuşkuyla bakmayı gerektiren başlıca
nedenlerden biri de budur.

67
111.

Yetki dağılımı sorunu, servet dağılımı sorunun­


dan daha güç bir sorundur . Temsilci hükümet me­
kanizması en önemli konu olarak en yüksek yetki
üzerinde durmakta ve daha yakın olan yönetim yet­
kisini savsaklamaktadır.
Yönetimi demokratlaşurmak içi n hemen hiçbir
şey yapıl mamıştır. Gelirlerinin, güvencelerinin ve
toplumsal duruml arı nı n etkisiyle hükümet memur­
ları, okul sıraları ndan beri günlük arkadaşları olan
zenginlerin tarafından olma eğilimi gösterirler. Za­
ten zenginlerden yana olsunlar ya da olmasınlar,
yukarıda saydı ğımız nedenler yüzünden ilericilik­
ten yana olma olasılı kl arı uzaktır. Hükümet me­
mu,rları için geçerli ol an, parlamento üyeleri için de
geçerlidir. Aradaki fark, bu sonuncuların kendileri­
ni bir seçmen kitlesi ne beğendirmek zorunda ol ma­
larıdır. Bu ise, yöneten kadronun niteliklerine iki ­
yüzlülük eklemekten başka bir şey değildir. Bir
seçmen, hele İngiliz seçmeni nin, içtenliksizliğe
karşı kör olduğu acı bir gerçektir.
Çağdaş büyük demokrasilerdeki kötülüklerin

69
başlıca kaynaklarından biri de seçmenlerin, ortaya
çıkan sorunların çoğuyla doğrudan ve gerçek ilgi­
leri olmamasıdır. Welsh çocuklarının okullarda
Welsh dilini kullanmalarına izin verilecek midir?
Eğitim yetkililerinin arzularıyla Çingeneler göçebe
yaşamını bırakacaklar mıdır? Madenciler sekiz sa­
atlik işgününe bağlı kalacaklar mıdır? Bütün bun­
lar toplumun belirli kesimlerinin tutkulu ilgilerini
çektiği halde, büyük çoğunluğu hiç ilgilendirmez­
ler. Bu konularda kararlar sayıca çoğunluğun istek­
lerine göre verilecekse, azınlığın şiddetli istekleri,
kayıtsız çoğunluğun pek küçük ve bilgisizce kap­
risleriyle önlenecek demektir.
Azınlık, coğrafi bakımdan bir yere toplanmış
ve belirli yerlerde seçimlere etki yapacak durum­
daysa -Welsh'liler ve madenciler gibi- istedikle­
rini elde etme şansları vardır. Ama dağınık ve siya­
sal açıdan zayıfsalar, çoğunluğun önyargılan karşı­
sında bu bakımdan hiç şansları yoktur.
İrlandalılar gibi coğrafi bakımdan bir arada ol­
salar bile, kimi zaman çoğunluk üzerine bir düş­
manlık duygusu, bir egemenlik güdüsü yarattıkları
için istediklerini elde edemezler. Böyle bir durum
da, bütün demokratik ilkelerin yadsınması olmak­
tadır.

Çoğunluğun zorbalı ı çok gerçek bir tehlike­
dir. Çoğunluğun genel olarak haklı olduğunu dü­
şünmek yanlıştır. Her yeni sorun ortaya çıktığında
çoğunluk ilk önceleri yanlış yoldadır. Vergiler gibi
devletin bir bütün halinde hareket etmesi gerektiği
zamanlarda, çoğunluğun kararı herhalde bulunabi-

70
lecek en iyi çaredir. Ancak tek örnek bir kararı ge­
rektinneyen pek çok sorun vardır. Bunlardan biri
de di n sorunudur.
Belirli bir asgari standart elde edildikten sonra
eğiti m de bunl ardan biri olmalıdır. Anarşi yaratı l ­
madan, çeşitli grupl arı n farklı hareket olanağı var­
sa, buna izin veril melidir. Böyle durumlarda geç­
miş tarihi inceleyenler şunu göreceklerdir: Yeni te­
mel sorunl ar ortaya çıktığı zaman, önyargı ve alış­
kanlı kla yönünü kazanan çoğunluklar her zaman
için yanlı ş bir tutum takı nacakl ardır.
İ lerleme ancak azınlığın düşünceyi ve alışkan­
lı kları değiştinnesi sonunda yavaş yavaş oluşur.
Çok eski sayıl mayac ak bir zamanda, yaşlı kadı nla­
rı n cadı olmadı kları nı ve yakı lmamal arı gerekti ğini
söylemek çok büyük bir kötülük ol arak kabul edi li­
yordu. Bu düşüncede olanlar zorbalı kla bastırı l mış
olsalardı , bugün bile bu ortaçağ artığı baul inancın
içi nde olacaktı k.
İşte bu nedenlerden dol ayı, tek örnekliliğin ge­
rekmediği yerlerde ç o ğunluğun kendi düşünceleri ­
ni zorl amaktan kaçı nması en öneml i nokta hali ne
gel mektedir.

71
iV.

Sayılan bu kötülük ve tehlikeleri n önlenme ça­


resi federal hükümeti n ve hak geçişinin geniş ölçü­
de kabul edilmesidir. G aller ve İ rl anda'da olduğu
gibi ulusal bir bilinç olan her yerde, hiçbir dış etki ­
ye kapılmadan bu bilincin bölgesel işlerde kendi
başına karar vennesi sağl anmalıdır. Ama bölgesel
grupların yöneti mine değil de , belirli bir düşünce
dizisini benimsemiş ticari grup ve örgütlerin yöne­
ti mi ne bırakılması gereken pek çok şey vardır. Do­
ğuda insanl ara inandıkl arı di ne göre çeşitli yasalar
uygulanır. İ nançlarda çok büyük farklılıkl ar varsa,
bir özgürlük bel irtisi olarak böyle bir şey gerekli­
dir.
B azı durumlar ise özel li kle coğrafidir: Örneğin
gaz ve su, yoll ar, vergiler, ordul ar ve donanmalar
böyledir. Bunlar, bir al anı temsil eden bir yetkili ta­
rafından kararlaşbnlacak konulardır. ·Bu alanın bü­
yüklüğü, işin özü ne olduğu kadar, topoğrafya ve
duyguya da bağlıdır. G az ve su işleri küçük bir ala-

73
nı , yol daha büyüğünü gerektirir. Bir ordu ya da
donanma için doyurucu olan bir alan ise ancak bü­
tün dü nyadır. Çünkü bunlardan azı savaşa engel
olamayac aktır.
Ama ekonomik olsun, kişi sel dü şü ncelerle ya­
kı ndan ilgili olsun, pek çok sorunda gerçek hiç de
coğrafi değildir. Yukarıda anlatuğı nu z nedenler
yüzünden demi ryol l arı nı n iç yöneti mi coğrafi dev­
leti n el i nde ol mamal ıdır. Sorumsuz kapi talistleri n
eli nde ise hi ç olmamalıdır.
Tek gerçek demokrati k düzen, demiryoll arının
iç yöneti mini demiryol l arı nda çalışanl arı n el ine bı­
rakacak düzendir. Bu kişi ler bir genel yönetici ve
gerekirse bir de yönetici ler parl amentosunu seçer­
ler. Bütü n ücret soru nları , çalışma koşul l arı , trenle­
ri n i şletilmes i , mal satı n al ma hep bu demiryolla­
rında ç al ı şanlara karşı soru mlu olan kuru luşun
eli nde olmal ı dır.
Aynı şey di ğer büyük işletmelerde de uygulan­
malıdır: Madencilik, demir ve çelik, pamuk gibi. . .
Bana kalırsa İ ngi l i z sendi kacılığı hem emeği hem
de sermayeyi , emeğin örgütlenmesiyle denk güç
hal i ne getiri l ecek sürekli güçler olarak görmekte
yanı l mıştı r.
Bence b u , çok alçakgönüllü bir idealdir. Benim
bunun yeri ne yerleştirmek i stediğim ideal , siyasal
alanda olduğu gibi ekono mi k al anda da, demokrasi
ve kendi kendi ni yönetme hakkını n kazanı l ması na
ilişki ndir. Ç al ışan bir insanı n devleti n yöneti mi nde
söz sahi bi o l m ası g i bi , demiryolunda çal ı şan bir in­
sanı n da demiryolu yöneti mi nde söz s ahi bi olması

74
gerekir. İ ş inisiyati fi ni n işverenler eli nde toplanma­
sı büyü k bir kötülük olup, ç al ı şanları kendilerini n
ilgili bul undukları meslekleri n önemli sorunlarının
yasal bir payına kaulmaktan alı koymaktadır.
Fransız sendi kali stleri n, devlet sosyalizminden
daha iyi bir çözüm yolu ol arak işçi sendi kal arı nın
bağımsız olduğu bir düzeni ilk olarak i leri sürmüş­
lerdir. Ancak onların görüşleri ne göre meslekler
de, upkı şi mdi ki egemen devletler gibi bağımsız
olacakl ardı .
Böyle bir düzen, şi mdi ki uluslararası ilişkilerde
olduğundan daha çok b arı ş sağl ayamaz. Herhangi
bir insan topluluğunun ili şki lerinde ise, iç politi ka
sorunl arı nı dış politika sorunları ndan ayırmak gere­
kir. Siyasal bir varl ı k meydana getirecek kadar be­
lirlenmiş her grup içişleri nde bağı msız olmalıdır.
Ama bu , doğrudan doğruya dış dünyayla ilişkisi
bulunan işlerde olmamalıdır. İ ki grup birbirleriyle
olan ilişki leri bakımı ndan bütünüyle bağı msızsa,
açı k ya da kapalı bir zora başvurmayı savacak hiç­
bir yol yoktur. Ol anağı olan yerde, bir insan toplu­
munun dı ş dü nyayla olan ilişkileri tarafsız bir yet­
kece denetlenmelidir.
İ şte çeşitli meslekler arası ndaki ilişkileri dü­
zenlemek için burada devlet gereklidir. Bir mal
üreten i nsanl ar; ç al ışma saatleri , mesleklerinden
gelen kazancın dağılımı ve diğer bütün iş yöneti mi
sorunları konusunda bütünüyle bağımsız olmalıdır.
Ama üretti kleri ni n fi yatı konusunda bağımsız ol­
mamalıdır. Çünkü fiyat, bu insanl arın toplumun ge­
ri kal an bölümüyle olan ilişkileriyle i lgilidir. Eğer

75
fiyat konusunda sözde bir özgürlük olsaydı , sürekli
bir çekişme olacak ve toplumun varlığı için çok
önemli olan meslekler her zaman için haksız bir
üstünlük elde edeceklerdi .
G üç, ekonomik al anda da, devletler arası ndaki
ilişkilerde olduğundan daha çok aranan bir şey de­
ğildir. En az zorlama ile en çok özgürlüğü sağla­
mak için gereken evrensel ilke şudur :
Her önemli siyasal grup içinde, özerklik ve
gruplar arası ilişkiler konusunda karar verecek ta­
rafsız bir yetke varlıgı.
Hiç kuşkusuz, bu tarafsız yetke, eğer ol anağı
varsa, ilgili gruplardan daha geniş bir seçim çevre­
sini temsil etmelidir. Ulusl ararası konularda tek
uygun yetke, bütün uygar ulusları temsil eden bir
yetke ol malıdır.
Bu tür yetkelerin yetkilerini n gereksiz genişle­
mesini önlemek için, özerk grupların özgürlükleri
konusunda çok kıskanç olmaları ve bağımsızlıkla­
rına karşı yapılacak müdahalelerle siyasal yollar­
dan tepici göstermeye hazır bulu nmaları çok iste­
nen ve gerekli olan bir şeydir.
Kendi memurl arı nı n yal nız gruplarına karşı so­
rumlu olduğu gruplar düzeniyle devlet sosyalizmi
bağdaşamaz. Bunun sonucunda da, bir grubun iç
işlerini, o gruba karşı sorumlu olmayan ya da gru­
bun özel gereksini mleri nin bilincine varmamış i n­
sanların deneti mi ne bırakır. Bu da, girişimciliği or­
tadan kaidınr ve zorbalığı n kapıl arı nı açar. Bu teh­
l i keler, yağmacılı k dışında herhangi belirli bir
amaç için topl anmı ş i nsan grubuyla önlenebilir. Bu

76
insanlar amaçlarına ulaşmak için gereken kendi
kendini yönetim hakkı nı merkezi hilkümetten iste­
yebilirler. Çeşitli mezheplerin kiliseleri bunun bir
örneğidir. Bunların özerklikleri yüzyıllarca süren
savaşlar sonunda elde edilmiştir.
Ekonomik alanda da aynı sonucu elde etmek
için bundan çok daha hafif bir çabanın gerekeceği
umut edilmektedir.
Karşılaşılacak güçlükler ne olursa olsun, her
durumda özgürlüğün önemine inanm aktayım.

77
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

KİŞİSEL ÖZGÜRLÜK
VE . .

KAMU DENE Til\fl


1.

OPLUM, yasal ar olmadan var ol madığı

T gibi, yeni likçi kişileri n girişi mciliğinden


başka bir yoll a da ilerleyemez. Buna kar­
şın yasal ar yenilik getirenlere karşı her
zaman düşman, yeni li kçi ler de hemen her zaman
bir dereceye kadar anarşisttirler. Akı l l arı nı barbar­
lığa dönüş korkusu kaplamış kişiler yasaları n öne­
mi ni belinecekler, uygarlık yolunda bir ilerleme
umuduyla canl ananlar ise ki şisel girişi min gerekti­
ği bili nci nde ol acaklardır. Bu her iki tutum da ge­
reklidir. Akla uygun olan , yararlı olduğu yerlerde
her i kisini n de serbestçe hareket etmesine izin ve­
ril mesidir. Ama yasa ve düzen yönünden olanl ar,
gelenekler ve status quo'yu koruma güdüsüyle des­
teklendi kleri nden, tutumları içi n manuklı bir sa­
vunma yolu aramazlar. Var olma ve çalışma yolla­
n nda güçlüklere uğrayanlar hep yenilikçilerdir.
Her yeni kuşak, güçlüğün geçmiş kuşağa özgü bir
şey olduğunu düşünür, ama her kuşak geçmi� yeni-

81
li klere anc ak katlanır. Kendi gü�ündeki yeni li kler,
sanki katl anma il kesi diye bir şey hiç var olmamı ş
gibi, yine aynı güçlü klere sürü kleni r.
Wesıermarck'ın dediğine göre , " İ l kel topl um­
l arda gelenekler yalnızca ahlak kural l arı ol makla
kal mayıp aynı zamanda akla gel miş o l an tek ahlak
kuralı ydı . " Vahşi insan, Hegel 'in hiçbir insanı n
özel bir vicdanı ol maması gerekti ği i l kesi ne tam
olarak uyar . Tinnevel ly Shanar'l ar konusu nda şu
cümle tipi k bir örnek ol arak gösteri lebi lir: " Bu nl a­
rı n aral arındaki tek tek kişi ler, çok seyrek ol arak
yeni bi r düşü nceye sahi p olur ya da yeni bir yol iz­
lerler. Kötülük yapmak için de, i y i l i k yapmak için
de kitleni n arkası nd.an giderler. Sürü hal inde düşü­
nürler . "
Ko mşu l ar ı nın, düşü ndü kleri nden v e yaptı kl a­
rı ndan farklı en küçük bir şey bile düşünmemiş ve
yapmamış olan i nsanlar, kendi leri yle vahşiler ara­
sı ndaki ayrı l ı ktan dolayı kendi leri ni överler. O ysa
gerçek bir yeni l i k yapmaya kal kı şmış olan herkes,
tanıdı kl arı insanl arı Tinnevel ly Shanar'lardan çok
farklı o l m adı kları nı düşünmekten kendi si ni al ı ko­
yamayacaktır.
Sosyalizmin etkisi altı nda son y ı l l arda en ileri ­
·
ci düşünce bile ki şisel özgürlüğe düşman olmuştur .
Öz gürlü k deyi nce, reformcuların zihni nde, laissez­
faire, M anchester Okulu, kadı n ve çocukları n sö­
mürül meleri çağrı şı mları uyanmaktadır. Bütün
bunlar kötüydüler ve devlet müdahalesi gerektir­
mişlerdi . Gerçekte de, hala yaşayan aynı tür kötü­
l ü kleri ortadan kaldırmak için geni ş bir devlet mü-

82
dahalesine gereksinim vardır. Hem dağıu m hem de
üreti m koşulları konusundan toplumun ekonomik
yaşamı nı ilgilendiren her şeyde gereken, daha az
değil , tersine daha çok bir kamu denetlemesidir.
Ama ne kadar çok, işte onu bi l mi yorum.
Yasa ve düzeni n acele olarak anarşi yerine ge­
çiril mesini n geçerli olduğu di ğer bir yön de, ulusla­
rarası ili şkilerdir. Bugün her egemen devletin yal­
nızca savaş yaptırımına bağ ı mlı, tam bir kişisel öz­
gürlüğü vardır. Eğer günün biri nde savaş ortadan
kaldı rı l acaksa, bu kişisel özgürlüğü n dış ili şki leri
bakı mından kısıtl anması gerekecektir.
Ama maddi mal l arı n mülki yeti nin alanı dışına
çıktı ğımızda, kamu denetlemesi lehi nde olan gö­
rüşleri n bütünüyle ortadan yok olduğunu görüyo­
ruz.
Din, devleti n karışmaması gereken bir konu
olarak tanı nmaktadır. Bir insanın Hıristiyan, Müs­
lüman ya da Musevi olması , yasalara saygı göster­
diği sürece kamuoyunu il gilendinnez. Yasal ar da,
çeşitli di nlerden ol anları n saygı gösterebilecekleri
gibi yapı lmalıdır. Ama burada bile bir sınır vardır.
İ nsanı n kurban edi ldi ği bir di ne hiçbir uygar devlet
rıza gösteremez. Ö rneğin Hi ndistan'da yaygın olan
ve bir kadı nın ölen kocasıyla diri diri yakıl masını
öngören geleneği İ ngilizler yasaklamışlardır. Oysa
İ ngil izleri n, yerli di nsel geleneklere karışmama ko­
nusunda kesin bir ilkeleri vardır. Bel ki de bunu ya­
saklamakla bir yanlışlık yapmış oluyorlardı . Ama
onl arı n yerine hangi Avrupalı olsa aynı şeyi yapa­
caku . Dinsel özgürlü k lehi ne ne kuram koyarsak

83
koyalım, böyle gelenekleri n sona erdiri l mesi ge­
rekti ği nden kuşku duyamayız.
Buna benzer durumlarda, özgürl üğe karşı mü­
dahale, daha yüksek bir uygarlık tarafından zorla
yapıl maktadır. Ancak bundan daha yaygın ve daha
ilginç olan diğer bir örnek de, bağı msız bir devle­
tin, daha uygar i nanç ve kuruluşlara gitmekte olan
kişi lerin gelenekleri lehi ne olan müdahalesidir.
Westerınarck'a göre, "Çi n'de, Khai Muh bölge­
si nde en büyü k oğlu öldürmek ve canlı c anlı ye­
mek bir gelenekti . İngiliz Kolombi ya'sı nda ilk ço­
cuk güneşe kurban edi lirdi . Aorida Kızılderilileri,
ilk doğan çocukları nı reislerine kurban ederlerdi . "
B u örnekler sayfal arca uzaulabilir.
Bizim kendi aramızda bunlara benzer şeyler
yoktur. Aorida'da ilk doğan çocuğa reisin ve ülke­
ni n kendisine gereksinimi olduğunun söylenmesi
yal nızca bir yanılgı ydı . B izim aramızda ise böyle
yanılgılara düşülmez . Ama bu inançları n nasıl ken­
di kendilerine ölüp gittiklerini n incelenmesi çok il­
gi nçtir.
Örneğin, Khai Muh gibi bir yerde, bir dış zor­
l amayı düşünmek olanaksızdır. Ana-baba sevgisi­
ni n etki siyle birtakı m ana-babal arı n en büyük oğul­
l arını öldürmezlerse, güneşin gerçekten kızıp kız­
mayacağından kuşkuya düştü kleri düşünülebi lir.
Böyle bir uslamlama, ürüne zararlı olduğu gerek­
çesiyle çok tehlikeliydi . Bu düşünce, kuşakl ar bo­
yunca bir avuç tuhaf düşünceli tarafından saklı tu­
tul muş olabilir. Sonunda birkaç ana-baba, ya kaçı­
rarak ya da sakl ayarak çocu kl arı nı kurban edil mek­
ten kurtarmı ş olabilirler .

84
Bu insanl ara, kamu ruhu eksik, özel zevkleri
için toplumu tehli keye atmaktan kaçı nmayan in­
sanl ar olarak bakı lır. Ama yavaş yavaş, devletin
durumunun bozulmadığı ve ürünün eski yıllara
oranla kötüleşmediği görülmeye başlanmışur.
Daha sonraları bir çocuk kendisini tarıma ya da
reis tarafından seçil miş ulusal önemi olan bir işe
adarsa, kurban edilmi ş olarak kabul edilebileceği
inancı yerleşmi ş olabilir. Çocuğun kendi arzu ve
yeteneklerini bildiği yaşa geli nce istediği işi seç­
mesi ne izin veri lene kadar yine yüzlerce yıl geçer.
Bu zaman süresinde de, çocukları n ancak tanrı sal
takdir sonucunda ve ancak devlete olan hayali bir
görev göl gesi alu nda yaşayabilecekleri öğreti lir.
Çocuğunu kurban etmenin yararsızlığı na ilk
inanan o ana-babanın durumu, kişisel özgürlüğü
kamu deneti mi ne göre düzenleme sırası nda ortaya
çıkan bütün güçlükleri göstermektedir. Kurban
edil meni n toplum yararı na olduğuna i nanan yetkili­
ler, bunda ısrar etmek zorundaydı lar. Bunun yarar­
sızlığına inanan ana-baba ise, çocuklarını kurtar­
m ak için el lerinden gelen her şeyi yapacaklardı . Bu
durum karşısında her ikisi ni n de tutumu ne olacak­
ur şu halde?
Kuşkucu ana-babanı n görevi açı kUr: O lası her
yola başvurarak çocuğunu kurtarmak, sürekli ola­
rak kurban edilmeni n aleyhinde konuşmak ve ken­
di sinden beklenenden kaçı ndığı için yasaların vere­
ceği her cezaya sabırla katlanmak.
Ancak yetkililerin görevleri bu kadar açı k ve
seçik değildir. İ l k doğan çocuğun kurban edilmesi

85
düşüncesi ne kau olarak bağlı oldu kları sürece, bu
i nancı baltalamak isteyen herkesi mahldlm etmek
zorundadırlar. Ama eğer vicdanl ı ysalar, karşı tara­
fı n iddialarını dinleyecekler ve önceden, bu iddi a­
l arın dogru olabilecegilıi kabul etmeye hazır ola­
caklardır. Kendi yürekleri ni inceden inceye araşu­
racak l ar ve çocukl ardan nefretin ya da zal i m l i k
zevki ni n , i nançlarıyla b i r ili şkisi o l u p olmadığı nı
saplayacakl ardır. Khai Muh'un geçmişi nde, şimdi
aruk yanlı ş olduğuna inandı kları ve zamanı nda ak­
si düşüncede ol anl arı n ölüme mahkum edi ldi kleri
sayısız inanç örnekleri olduğunu anı msayacaklar­
dır.
Sonunda da, geleneksel yanı l g ı l arı n yayg ı n ol­
masına karşılık, yeni inançl arı n yeri ne geçti klerin­
den çok daha gerçeğe yakı n olmadı kları taktirde,
çok seyrek olarak kabul göreceği ni düşünecekler­
dir. Yeni i nancın ya bir ilerleme olduğu ya da za­
rarsız olacak kadar yayılamayacağı sonucuna vara­
caklardır. Bütün bu düşünceler kendi leri ni , cezaya
başvurmadan önce düşünmeye zorlayacakur.

86
il.

Geç miş zamanları n ve uygar ol mayan �rkl arı n


incelenmesi, ul usları n ve kabilelerin geleneksel
inançl arı nın hemen bütünüyle yanl ış olduğunu gös­
termektedi r. Gerçi çağımızın ve ulusumuzun inanç­
larından kendimizi tam ol arak yoksun kıl mak güç ­
tür. Ama bu konuda belirli bir kuşkuyu elde etmek
hiç de o kadar güç değildir.
Eğer inançları doğru olmuş olsaydı, insanları
kaz ı ğa bağl ayıp yakan Engizisyoncu gerçek insan­
lık uğruna çalışıyor sayıl abilirdi. Ama herhangi bir
noktada yanl ışlığa düştüğünde, o zaman bütünüyle
gereksiz bir zalimlikte bulunuyordu .
Bu na benzer konu larda geçerli olan kural şu­
dur:
İ nançları n tam olarak gerçek olduğu bilinmi­
yorsa, tehlikeli sonuçl ar doğuracak hareketlere gi­
decek kadar geleneksel inançlara güvenme !
Bir İ ngiliz, " Britanya denizleri n hakimidir," ya
da bir Alman "Deuısclıla11d iiber Al/es -Al manya
her şeyin üstünde" di yemedi kçe, bu insanlara göre

87
dünya berbat bir yer ol acaktır. B u i nançları n hatırı
için bütün Avrupa uygarlığını yok etmeye hazırdır
bunlar. Eğer i nançl arı yanlışsa, davranışları ger­
çekten üzüntü vericidir.
Bu i ncelemelerden çı kan bir gerçek de, düşün­
cenin ve onun belirlenmesini n yoluna, hele bir ger­
çeğin söylenmesi ni n yoluna hiçbir engel konma­
ması gerektiğidir. Bu, uygar ül keleri n uygulama­
sında bütünüyle gerçekleşmesine karşın, özgürlük­
çü düşünürler ar asında bir zamanlar ortak bir bu­
luşma alanı ydı . Ama bu yine de, son zamanlarda,
bütün Avrupa'da, i nsanları n uğruna cezaevi ne gir­
mek ya da açlı ktan öl mek zorunda kaldı k l arı tehli ­
keli b i r çelişki hal i ne gelmiştir. İ şte bu nedenle,
bunu yeniden açıklamanın bir değeri vardır. Bunun
nedenleri o kadar açı k ve seçi ktir ki, evrensel ola­
rak ihmal edi l miş ol masal ardı , yi nelemekten uta­
nırdı m. Ancak gerçek dünyada bunl arı yinelemek
artık çok gerekli ol muştur.
Tam gerçeği b i l menin insanl ara vergi ol mama­
sına karşı n, buna doğru adım adı m yaklaşmak da
olanaksız değildir. B el irli bir toplumda, belirli bir
zamanda genel i l gi uyandıran her konuda, konuya
özel bir ilgi göstermeyen herkesi n kapmaca bir dü­
şüncesi vardır. Bu kapmaca düşü nceni n eleştirisi
birtakı m nedenler yüzünden düşmanlıklar doğurur.
B u nl arın en önemlisi toplum geleneklerine
bağlılı k güdüsüdür. B u , bütün sürü hali nde gezen
hayvanlarda bul unan ve bunl arı sürüden ayrı l ma
eği l i mi gösteren ü yesini öldürmeye yönelten duy­
gudur.

88
Bundan sonra gelen diğer önemli bir duygu da,
yaşamı mızı düzenlemeye alışuğı mız inançl ar konu­
sundaki kuşkunun yarattı ğı güvensizlik duygusu­
dur. Berkeley'i n felsefesini sıradan bir insana anlat­
maya çalışan herkes, bu duygunun yarattığı hiddeti
görecektir. Sıradan bir i nsanı n Berkeley'in felsefe­
sini duyduğu zaman hissettiği ilk şey, hiçbir şeyin
somut olmadığı, bir iskemleye oturabilmeni n, dö­
şemeni n bizi taşıyabileceğini düşünmenin aptalca
bir şey olduğu konusundaki kuşkudur. Bu kuşku
rahatsız edici olduğundan, bütün felsefeyi saçma
olarak kabul edenler dı şı ndakiler içi n bu, huzursuz­
luk yaraucı olacaktır.
İ şte aşağı yukarı buna benzer bir biçi mde, tar­
uşmadan kabul edilen her şeyin eleştirisi, o sağl am
döşeme üzerinde bulunma duygusunu onadan kal­
dım ve şaşkı n bir korku duru mu yaratır.
İ nsanl arın yeni düşüncelerden nefret etmeleri­
ni n üçüncü bir nedeni de, eski inançlarda yerleşmiş
bulunan çı karl ardır. Kilisenin bilime karşı açtığı
büyü k savaş en çok bu nedene dayandırılabilir.
G eçmişteki sosyali zm bütünüyle bu nedene bağla­
nabi lir. Ama her yerde ekonomi k nedenler arayan­
lar gibi, yeni düşüncelere duyulan öfkenin temel
kaynağı nı n kazanı lmış hakl ar olduğunu kabul et­
mek yanlıştır. Durum böyle ol saydı , düşün alanı n­
da ilerleme şi mdiki nden çok daha tuzlı olacaktı .
G eleneklere bağlılık duygusu, güvensizli kten
korkma ve kazanılmış hakl ar, hep birli kte yeni bir
düşünceni n kabul edilmesine karşı çıkmaktadırlar.
Yeni bir düşünce bulmaksa, bunu kabul ettirmek-

89
ten daha güçtür. Pek çok i nsan gerçekten özgün bir
buluşta bulunmadan koskoca bir ömür harcarl ar.
B ütün bu güçlükler, göz önüne alı ndı ğı nda,
herhangi bir toplumun herhangi bir zamanda, çel i ­
şen düşünceler çokluğu ndan kesinkes zarar görme­
si ol anağı yoktur. Hele buna, yaşam koşu l l arı nı n
sürekli değişi m hali nde olduğu çağdaş, uygar top­
lumda, daha az ol anak vardır.
Şu halde, yeni i nanç ların belirlenmesi ni ve
bunl arı destekleyecek bi l g i ni n yayıl masını teşvi k
için bir çaba harcanmalıdır. Ama durum bunun
tam tersidir. Çoc u kluktan başlayarak, i nsanl arı n
a kı l l arı nı geleneğe uygun b i r duru ma sokmak ve
kısırlaştırmak için her şey yapı lmaktadır. Bir yan­
l ı şl ı k sonunda bir düş kı vılcımı kal mı şsa, bunu n t a ­
li hsi z sahi bi a k l ı başı nda olmayan, tehlikeli ; barış
zamanı nda nefrete, savaş zamanı nda ise del iğe tı ­
kı l maya ya da hai n di ye öldürülmeye l ayık bir i n­
san olarak kabul edi l mektedir.
Ama yine geç mi şteki bu adamlar i nsanlığın
kurtarıcıl arı olarak bilinmekte ve öldü kten sonra
da onurlara gömülmektedirler.
Düşünce i l kesi bütünüyle kamusal deneti me
uygun değildir. Başkaları nın i nançları nı bilen her­
kes ol anakl ar el verdi ğ i nce özgür ol malıdır. Çocuk­
l arı n eğitim görmesi nde ı srar eden devlet hakl ıdır.
Ama bu eğiti mi birörnek bir plan çerçevesinde zor­
l am akta haklı değildir. Eğitim ve genel ol arak dü­
şün yaşam ı , ki şi sel girişimcil iğin en gere kli olduğu
alanlardan biridir. Devletin görevi herhangi bir eği­
ti m biçi mini n gerekti ği konusunda başl amal ı ve
bitmelidir.

90
B u eğiti m de, eğer ol anağı varsa, hükümet me­
murları nı n önyargıları na uyan biçimde değil de,
düşünce kişisel liğini yükselten biçi mde olmal ıdır.

91
111.

U ygulanabilir ahlik sorunları orta ya basit dü­


şünce sorunlarından daha güç sorunlar çıkarır. Ka­
tiller, cinayet işlem enin kendilerinin görevi olduğu­
na gerçekte n inanırlar. Ancak hükümet buna razı
gelem ez. V icdanl ar ına uym adığı için savaşa kau l­
m ayan kişiler haklıdır, am a hüküm et bunu da kabul
edemez. Öldünn ek ancak devlete ait bir ayrı calık
olduğu gibi, bunu izin verilm eden yapmak da suç­
tur, izin verildiğinde yapmamak da.
Ç ok büyük çapta olmadıkça, ya da yapan çok
zengin değilse, aynı kural hırsızlık için de geçerli­
dir. Katiller ve hırsızlar, komşularıyla olan ilişkile­
rinde zor kullanan kişilerdir. Şu halde, az ras tlanan
durumlar dışında, zorlamanın, ö zel olarak kullanı­
mını n yasak edi lm esi gerektiği kuralını koyabiliri z.
Am a bu ilke insanları n (eğer . durum u haksız görü­
yorlarsa) devlet istediği zam an zor kullanmalarını
haklı kı lamaz. Savaş a kaulm ayanları n cezalandırı l­
m aları, kişisel ö zgürlüğün kendi yasal çerç evesi
içinde açık ve seçik ihlili olarak görülmektedir.

93
Devleti n bel irli birtakım ci nsel uygunsuzl u kla­
rı cezal andırma hakkı nın olduğu genel ol arak ka­
bul edilmektedir. Çok evli lik kurumuna <:ta. Mor­
monlar tarafı ndan arzul anan bir kurum ol arak ina­
nı ldığı ndan ki mse kuşku duyamaz . Ama buna kar­
şın Birleşik Devletler çok evliliği resmen tanı ma­
mıştır. Aynı durum di ğer Hıristiyan ül kelerde de
olsa, hi ç kuşkusuz aynı tutumla karşılaşı l acaktı .
Ama ben yi ne de bu yasaklamanın akl a uygun bir
şey olduğuna inannu yorum. Çok evlilik dünyanı n
pek çok yeri nde yasal arc a tanı nmıştır. Ama genel
olarak kabile rei sleri nden ve şeyhlerden başka bu­
nu uygulayan yoktur.
Eğer bu, Avrupal ı l arı n düşündüğü gibi, arzu
edil meyen bir gelenek olsaydı , birkaç önemli kişi
dı şı nda Mormonları n bu gelenekleri ni bırakmaları
bekleni rdi . Yok eğer başarı l ı bir denemeyse, dünya
şi mdi eli nde ol mayan bir bilgiyi edi nmiş olurdu .
B ana kalırsa, bu gibi durum l arda yasalar ancak za­
rar gören bir ki şini n, o işte rı zası ol madığı zaman
karışmalıdır.
Irkı ıslah etmek i steyenler ne derlerse desi nler,
kadı n ve erkekleri n devlet tarafı ndan seçilmiş kan
ve kocal arı al maya razı olmayacakl arı kuşkusuz­
dur. B u konuda kamuoyunun hakl ı olduğu söylene­
bilir. B u , i nsanların seçi mlerini n daha doğru oldu­
ğundan değ i l , ama kendil erini n seçeceği bir kişiyle
evlenmenin, zorla evlenmeden daha iyi olacağın­
dandır. Evlenme için geçerli olan bir şey, bir mes­
lek için de geçerli ol malıdır. Kimi i nsanın belirli
bir isteği yoksa da, diğer bir kı s ı m insan kimi mes-

94
leği di ğerleri ne yeğ tutar. Bu insanlar kendi seçti k­
leri dal l arda ilerlerseler, çok daha yararlı birer yurt­
taş ol urlar.
Bel irli bir iş yapması gerektiği kanısı nda olan
insanı n durumu g ariptir ve hiç de yaygın değildir.
Ama çok önemli ki şi leri içine alması bakımı ndan
önemlidir de.
lan Dark ve Florence Nigh tingale bu biçim bir
duyguya boyu n eğerek bütün gelenekleri yı kmış­
l ardır. Mazzin i g i bi reformcul ar ve hal k tarafından
tutul mayan davaları n di ğer savunucuları da bu sını ­
fa girerler. Pek çok bilimadamı da b u sınıftandır.
Bu duruml arda kişi sel inanç en büyük saygıya
layı ktır. H atta bunun için gözle açı kça görünen bir
engel ol masa bile . . .
Güdüye boyun eğme pe k az zarar getirebi l me­
sine karşılık, yararl arı çok büyüktür. Asıl güçlük
bu güdü leri buna eş belirti ler gösteren i steklerden
ayırabil mektir. Pek çok genç belirli bir kitap yazma
konusunda bir güdü leri ol madığı halde yazar ol­
mak isterler ya da belirli bir resim yaratma güdüle­
ri ol madan ressam ol maya kal kışırl ar. Oysa genel
olarak küçük bir deneme gerçek ve taklit güdüler
arası ndaki farkı gösterecektir.
Gerçek güdüyü baltal amak yeri ne, taklit bir gü­
düye bir süre katlarunak daha az zararlıdır. Buna
karşı n, anarşi k ve manuksız göründüğü için, i nsa­
nın gerçek güdüyü baltalama eğilimi hemen her za­
man için vardır.
Ü nlü kişiler içi n gerçek olan şey, daha az ol­
mak koşuluyla, yaşam gücüne sahip olan her i nsan

95
için de geçerlidir. Herhangi bir etki nliğe yönelen
ve gençlikte pek belirli olmadı ğı halde sonral an
eğiti m ve fırsatl arı n etkisiyle daha kesin olarak be­
liren bir güdü vardır. Doğrudan doğruya bir etkin­
liğe yönelen güdünün, o etkinliği n beklenen sonuç­
l arının istenmesinden ayırt edi lmesi gerekir.
G enç bir i nsan, başarı ya yönelten etki nliklere
karşı büyük bir güdü duymadığı halde, büyük bir
başarının ödülleri ni i steyebilir. Ama gerçekten ba­
şarıya ul aşanl ar, ödülleri isteseler bile, huyl an ge­
reği, tutkularını gerçekleştirmek için belirli bir iş
seçme eği l i mindedirler.
Sanatçı güdüsünün i nsan ve genel likle dünya
için sonsuz bir değeri vardır. İ nsanın kendi nde ve
başkal arında bu güdüye saygılı ol ması, iyi yaşamın
t
onda dokuzunu oluş urur. Bu, pek çok insanda pek
zayı f ve kol aylıkla yok edi lebilen bir şeydir. Ana­
baba ve öğreunenler buna düşmandırlar. Ekono­
mik düzeni miz de bunun son belirti lerini gençler­
den siler süpürür.
Bunun sonucunda da, i nsanlar kişiliklerini ya
da hakları olan onurları nı yiti rirler. Makineden çık­
mış gibi tek örnek, evci l , bürokratl ar ya da başça­
vuşlar bakı mından yöneti mleri kolay, hiçbir şeyleri
kaybolmadan istatisti klere sokulacak varl ıkl ar
olurl ar. Ö zgürlük yokluğu sonunda çıkan temel kö­
tülük budur. Yine bu, nüfus arttı kça ve örgütlenme
mekanizması gitti kçe daha etkin bir biçimde işle­
di kçe daha da şiddetlenip artacak bir kötülüktür.
İ nsanların istedi kleri şeyler çok çeşitlidir: H ay­
ranlı k duymak, sevgi, yetki , güvenlik, rahatlık,

96
enerji harcayacak bir yer bunları n en olağanlandır.
Ama bu soyutl amalar i ki i nsan arası ndaki ayrı lığı
ortaya koyamaz. H ayvanat bahçesi ne her gittiği m­
de bir leyleğin bütü n hareketleri nde bir uyumluluk
olduğuna ve bunun bir devekuşu ya da papağanı n­
ki lere benzemediğ i ne di kkat ederi m. Bu ortak nite­
liğin ne olduğunu sözle anlatmak olanaksızdır.
Ama biz yine de, bir hayvanı n yapu ğı davranışla­
rı n, bir hayvandan bekleyebileceğimiz davranışlar
olduğu nu söylebiliriz. Bu tanımlanamayan ni teli k
hayvanın ki şiliği ni belirtir v e onun davranışlarını
seyretti ğ i mi zde bize bir haz duygusu verir.
Ekonomi k açıdan ya da hükümet mekanizması
tarafı ndan ezil memiş olması şartıyla bir i nsanda
da, aynı ci nsten bir kişilik, o ol madan bir erkek ya
da kadı nı n fazla bir önem kazanamayacağı ya da
i nsanlara özgü o onur duygusunu duyamayacağı
bir niteli k vardır. İ şte, ister yazar olsun, ister res­
sam olsun, sanatçının sevdiği, bu ayırıcı niteli ktir.
S anatçı ya da hangi yoldan olursa olsun yaratıcı
ol an insanda bu nitel i k diğerleri nden daha çoktur.
Bu ni teliği isteyerek ya da kazara ezen bir top­
lum, kısa bir süre içinde bütün canlılığını yitirir; .
var ol ması nda hiçbir amaç olmadan, hiçbir ilerle­
me umudu bulunmadan geleneksel yaşama döner.
Kişiliği yaratan güdüyü korumak ve güçlendir­
mek, bütün siyasal kuruluşların ilk ve en önemli
amacı ol malıdır.

97
iV.

Şimdi kişi sel özgürlük ve kamu denetimi konu­


sunda binakım genel il kelere gelmiş bulunuyoruz.
i nsan güdüleri ni n büyük bölümü i ki sı nı fa ayrı­
l abilir: Mülki yete ilişki n olanlar ve yapıcı ya da ya­
raucı olanlar. Toplumsal kuruluşl ar güdüleri n giy­
sileridir; kabaca, içlerinde bulunan güdülere göre
sı rutlandırılırl ar.
Mülk, mül ki yetin doğrudan doğruya belirlen­
mesidir. Sanat ve bili m de yaraucılığın doğrudan
doğruya belirleniş biçimleri ndendir. Mül kiyet ya
savunucudur ya da saldırgan. Ya hırsıza karşı ko­
runmak ister ya da o andaki sahibinden alı nmak.
Her iki durumda da mül ki yeti n özünde başkaları na
"karşı düşmanlı k bulunmaktadır. Savunucu mül ki­
yeti n her zaman haklı, saldırgan mülkiyetin de her
zaman haksız olduğunu düşünmek yanlışur. Status
quo'da büyük bir adaletsizlik olduğu zaman bunun
tam tersi olabilir ve olağan olarak her ikisi de � aklı
görünmezler.
Mülkiyet, ki şi leri n etkinli klerine devlet müda-

99
halesi ni gerektirir. B azı mal l ar zorbalıkla alı nıp el­
de tutulabilir, bazıl arı da tutulamaz. Romal ı l arı n
S abi ne'lerin kadı n l arı nı aldı kl arı gibi , bir kadı n da
zorbalıkla elde edilebi ldi ği halde, onun sevgisi bu
yol la elde edi lemez .
Mülki yet güdüleri güç l ü olanlar yalnızca zor­
b al ı kl a alı nan mallara karşı bir eğili m gösterirler.
B ütün maddi mal l ar bu sı nı fa girer. Eğer sınırlan­
mamış olsaydı , bu mal l arda özgürl ük, güçlüleri
zengin, zayı fları da yoksul yapardı.
Kapitali st bir toplumda, yasal arı n yükledi ği bir
kısım kısıtlamal arı n da yardı mıyl a bu, kurnaz i n­
s anları zengi n, namusluları ise yoksul yapmakta­
dır. Çünkü devleti n gücü, haklı ve manuksal bir i l ­
keye uygun ol arak deği l d e , açı klanması yal nı zca
tarihsel olan birtakı m geleneksel kural lara dayanı ­
l arak i nsanları n emri ne verilmiştir.
Sını rsız özgürl ü k , mül ki yette ve zor kul l anı l ­
m anı n söz konusu olduğu her şeyde anarşi v e ada­
letsizli k doğurur. Ö ldürme özgürlüğü; soyma öz­
gürlüğü, hak yeme özgürlüğü artı k kişileri n eli nde
değildir. Bunlar artı k büyük devletlerin eli ndedir;
yurtseverli k adına bu devl etler tarafı ndan kul l anı l ­
m aktadır.
Bir mahkemeni n haklı bulduğu ani oluşan du­
rumlar dışı nda, ne ki şileri n , ne de devletleri n kendi
isteklerine dayanarak zor kull anabilme özgürlükle­
rini n olma� ası gerekir. B u nu n nedeni , bir i nsanı n
di ğeri üzeri nde zor kullanması nı n her i ki taraf için
de kötü olduğu ve ancak çok büyük bir iyilikle so­
nuçl andı ğı taktirde katlanı l abilir olmasıdır. Yeryü-

1 00
zünde kull anı l an zorun miktarını az altmak için bir
kamu yetkesi, başlıca görevi zorun özel kullanımı­
nı bastı rm ak olan karşı konmaz bir güç sahibi bir
varlı k olması gereklidir.
İ l gi li tarafl ardan biri, ya da bunları n arkadaşları
ya da yardakçı l arı tarafından kull anı ldığı taktirde,
zorun özel olduğu söylenir. Kamu yararına yapıl an
bir kuralı uygulayan tarafsız kamu yetkesi nin kul­
l andığı zor, özel değildir.
İ çinde bulunduğumuz mülki yet rejimi , zorun
özel kullanı mını kısıtlamak için pek az bir şey yap­
m aktadır. Ö rneği n, bir insan bir toprak parçasına
sahipse, burası nı izi nsiz kullananlara karşı zor kul ­
l anabilir. A m a di ğerleri o n a karşı zor kullanamaz­
lar. Toprağın eki lip biçil mesi için izinsiz kul l anı ma
karşı bir sınırl am a olması gerektiği açı ktır. Ama bu
yetkiler bir ki şiye verilirse, devlet de, onun kamu
yararı na yetenden daha çok toprağa sahip ol mama­
sına ve toprağı n ürünlerini n, o insana düşen payı n
emeği ni n karşılığı ndan daha fazlası ol mamasına
dikkat etmelidir.
Bu sonuca varabilmeni n tek yolu, herhalde
devletin toprağa sahip ol masıdır. Şu anda toprak ve
sermaye sahipleri , e konomik baskı yaparak, mülki ­
yet sahibi olmayanlara karşı zor kullanmaktadırlar.
B u zor, yasalarla onaylandığı halde, yoksulların
zenginlere karşı kullandı kları zor, yasadı şı olarak
kabul edilmektedir. Bu durum haksızdır ve özel zo­
run kull anı mını gerektiği kadarınca azaltmamakta­
dır.
Ö zgürlük açısından, bütün mülkiyet güdüleri

101
ve ortaya çıkardığı zor kull anı mı , adaletten çok ta­
rafsız bir kamu yetkesi tarafından denetlenmelidir.
B ir ulus içinde bu kamu yetkesi kuşkusuz devlet
ol acakur. Ulusl ararası ilişkilerde, şi mdi ki anarşi ni n
sona erdiril mesi isteni yorsa, bunun uluslararası bir
parlamento ol ması gerekecektir.
Ancak insanl arı n mül ki yet güdülerini n kamuca
denetlenmesi nde temel öğe, hem özel zorun yasak­
l anması, hem de yaraucı güdülerin özgürlüğe ka­
.
vuşturul masıyla sürekli olarak özgürl üğün arttı rıl ­
ması olmalıdır. K am u deneti mini n yarardan çok
zarar vermesi istenmiyorsa, bu , özel zor kull anı ­
mıyla ilgili olmayan her yerde özel giri şimciliğe
tam ve en yüksek özgürlüğü verecek biçi mde uy­
gul anmalıdır. B u bakı mdan hükümetler tam bir ba­
şarısızlığa uğramışlardır; bunları n düzelmeye doğ­
ru gitti kleri ni gösterecek bir bel i rti ye de rastlanıl­
m amaktadır.
Yaraucı güdüler, mülki yet güdülerinin tersi ne,
bir i nsanın kazancının diğerini n kaybı olmaması
sonucunu doğururlar. Bilimsel bir buluşta bulunan,
ya da şiir yazan bir insan, kendi sini olduğu kadar
başkal arını da zenginleştiriyor demektir. Bilgide
ya da iyiniyene bir artış, yal nızca bunların sahibine
değil , bunl ardan yararlananlara da kazanç sağl ar.
Yaşamanın zevkini duyanlar, kendil erine olduğu
kadar b aşkalarına da mutluluk kaynağıdı rlar. Biri­
nin kazancı herkesin kazancı olduğu için, bu konu­
l arda bir dağıu m adaleti i l kesi uygul anamaz. Bu
nedenlerden dolayı , i nsan etkinliğini n yaraucı payı
kendiliğinden olmalı ve yaşam dolu olabilmesi için

1 02
de olanaklar elverdiği ölçüde kamu denetimi nden
uzak kalabilmel idir. Ki şisel yaşamın bu bölümü nde
devleti n rolü ancak olanak ve fırsatl arı yaratma ko­
nusunda elinden gelen her şeyi yapmak ol malıdır.
Her yaşamın bir bölümü toplum, bir bölümü de
ki şisel giri şi mcilik tarafı ndan yöneti lir. Kişisel giri ­
şimcili k tarafından yöneti len bölüm, dahi v e yarab­
cı düşünürler gibi en önemli kişilerde en büyü k
olan bölümdür. Bu bölüm ancak yağmacı olduğu
zaman kısıtl anmalıdır. Yoksa bunu büyük ve canlı
tutmak için her şey yapı lmalıdır. Eğitimin amacı
bütü n i nsanl arı aynı biçi mde düşündürmek değil,
her biri ni kendi kişiliğini en iyi ortaya koyacak bi ­
çimde yeti ştirmektir.
Bir geçim yolu seç mek zorunda kaldı kları za­
man gençler kendileri ne en çekici gelenini seçebil­
meli dir. Para getiren bir meslek kendi leri ne çekici
gel mi yorsa, az bir kazanç karşılığında az çalı şmak­
ta serbest bırakı l malıdır, boş zamanları nı istedi kleri
gibi değerlendirebilmel idir. Düşü nce özgürl üğüne
ya da bilgi yayılmasına konmak istenen bütün kı ­
sıtlamalar hiç kuşkusuz bütünüyle kaldırıl malıdır.
Gerek si yasal , gerekse ekonomi k büyük örgüt­
ler çağdaş dünyanın belirtici niteli kleri ndendir. Bu
örgütleri n çok büyük yetki leri vardır. Bu yetki leri­
ni genell i kle düşünce ve eylem özgünlüğünü yok
etmek için kullanırlar. Oysa bunlar, anarşi ve şid­
detli çahşma doğurmadan, bunlara en geniş yayıl­
ma alanları nı vermelidi r.
Kamu denetlemesi ni n yasal hedeflerinden olan
mül kiyet ve zor kullanımı dışında i nsan yaşamını n

1 03
herhangi bir bölümü denetlenmemelidir. Denetle­
menin büyük bir kısnu kişilerin ve küçük grupların
eline bırakılmalıdır. Eğer bu yapılamazsa, bu dev
örgütlerin başındaki insanlar, aşırı yetkiye alışmak­
tan dolayı zorbalık eğilimi gösterecekler ve zamanı
gelince kişisel girişimciliği ezecek yollara başvura­
caklardır.
Çağdaş dünyanın ka_rşısına çıkan başlıca sorun,
kişisel girişimcilik ile örgütlerin sayılan ve geniş­
lemelerindeki artışı bağdaştırabilmektir. Bu çö­
zümlenmedikçe, kişiler yaşam ve canlılıklarını yi­
tirecekler, üzerlerine yüklenen koşullara giderek
daha fazla uymak zorunda kalacaklardır.
'
�öyle insanlardan oluşan bir toplum da ne ile­
rici olabilir ne de dünyanın akıl ve ruhsal mülkiye­
tine bir katkıda bulunabilir . Bunları ancak kişisel
girişimciliğin ve özgürlüğün özendirilmesi sağla­
yabilir. İnsanın yasal alanına müdahale eden yetke­
ye direnç gösterenler, topluma bir hizmette bulun­
maktadırlar. Toplumun buna verdiği değerin az ol­
ması önemli değildir. Geçmişe kıyasla bu, bugün
artık evrensel bir kabul gönnektedir. Ancak ne
olursa olsun bu, şimdi için olduğu gibi, gelecek ba­
kınundan da geçerlidir.

1 04
BEŞİNCİ BÖLÜM
...,

ULUSAL BAGIMSIZLIK
VE .

ENTERNASYONALiZM
EK bir devlet içindeki gruplar arasındaki

T
ilişkiler gibi, devletler arasındaki ilişkiler­
de de istenen şey, içişi erde bağımsızlık,
dışişlerde de özel güçten çok, yasaların
uygulanmasıdır. Ama bir devlet içindeki gruplar
açısından temel olan iç bağımsızlıkur. Bugün eksik
olan da budur. Yasalara bağlılık ortaçağların so­
nundan bu yana tam olarak sağlanabilmiştir. Bu­
nun tersine, devletler arasındaki ilişkilerde, içişler­
de olduğu gibi dışişlerde de bağımsızlık var oldu­
ğundan, eksik olan yasalar ve merkezi bir hükü­
mettir. Avrupa işlerinde eriştiğimiz aşama, Güller
Savaşı'nda içişlerimizde eriştiğimiz aşamaya uyum
göstermektedir. Böylece her iki durumda da, hedef
aynı olduğu halde, buna ulaşmak için seçilen yollar
birbirinden epey değişiktir.

Devletin sınırları, ulusların sınırlarıyla müm­


kün olduğu kadar aynı olmazsa, iyi bir uluslararası
düzen kurulamaz.

Ancak ulus sözcüğüyle ne demek istediğimizi


söylemek pek kolay değildir. İrlandalılar bir ulus

1 07
mudur? B ağı msızlı kçı l ar buna evet, B irli kçil er de
hayır demektedirler.
Ulster'li ler bir ulus mudur? B irli kçiler buna
evet, B ağı msızlı kçı l ar hayır demektedirler. B u na
benzer durumlarda, bir gruba ulus demek ya da de­
memek bir parti sorunudur. B ir Alman size Polon­
yal ı l arı n bir ulus olduğunu söyleyecektir. Ama
Prusya Polonyal ı l arı hiç kuşkusuz Prusya'nı n bir
parçasıdır.
Irk, di l ya da tarih kanıtlarıyla üzeri nde tanışı­
l an bir grubun bir ulus olup olmadığ ı nı kanıtlaya­
c ak profesörler her zaman kiralanabilir. El bette ki ,
bunların verecekleri kararlar da, hizmeti nde bulun­
dukları ki şilerin istedi kleri kararl ar olac aktır. Bu
çelişmelerden kaçı nmak isti yorsak, ilk ol arak bir
ulus tanı mını elde euneye çalışmal ı yı z .
U l u s , d i l ve ortak bir tarihsel başlangıç g i b i i l ­
kelerle tanı m l anamaz. B ir ulusu ortaya çı karmaya
yardı m l arı olsa da, bunlar yeterli deği ldir. Irk, di n
ve dil ayrı l ı k l arı na karşı n bir İ sviçre ulusundan söz
edilebilir. İ ç Savaş sırası nda olmadı kları halde, İ n­
giltere ile İ skoçya şi mdi bir ulustur. B üyük B ritan­
ya ulus ol madan önce bir devletti . Diğer yandan
Al m anya tek bir devl et ol madan önce tek bir ulus­
tu .
Ulusu oluşturan bir duygu ve bir güdüdür: Bir
eşl i k duygusu ve aynı grup ya da sürüden olma gü­
düsü. B u güdü, bir koyun sürüsüne ya da sürü ha­
l i nde yaşayan diğer bir hayvan grubuna IJ.it olma
güdüsünün uzantısıdır. Bununla birli kte bulunan
duygu da, ail e duygusunun daha hafif ve yaygın

1 08
bir biçi midir. Avrupa'dan İ ngiltere'ye döndüğümüz
zaman, alı şuğımız havada dostça bir şeyler sezeriz.
Bütün yabancıların kurnazlı k ve kötülüklerle dolu
olmasına karşılık, İ ngi lizleri n hepsinin namuslu ol ­
duğunu düşünmek çok rahatlı k verici bir şeydir.
Bu duygular bir ulusu bir devlet haline getir­
mekte yararlıdı rl ar. Ulusal bir hükümetin emirleri­
ne boyun eğmek güç değildir. Bunun kendi hükü­
meti mi z olduğunu ve onun yasal arını n, eğer biz
kendi miz yönetici olsaydı k koyacağımız yasalar ol­
duğunu düşünürüz. Bir ulusun üyelerine canlılık
veren güdüsel ve bilinçalu bir ortak amaç duygusu
da vardır. Bu özel li kle savaşta ya da savaş tehli kesi
oldu ğu zamanl arda belirlenir. Böyle anlarda hükü­
meti nin emirleri ne boyun eğmeyen i nsan, kendi
içi nde, bir düşman hükümeti nin emirlerine boyun
eğmedi ği zaman duyacağı ndan başka duygular bu­
lur. Boyu l\ eğmi yorsa, bu, hükümeti ni n de bir an
gelip kendisi gibi düşüneceği umudunu beslediği
içi ndir. Oysa yabancı bir hükümete boyun eğme­
mekte böyle bir u mut gereksizdir. Nas ı l ortaya çık­
mış olursa olsun, bu grup güdüsü , ulusu oluşturan
ve ulusl arı n sı nırları nı n aynı zam anda devletleri n
sınırlan ol ması gerektiği konusunu önemli yapan
şeydir.
Ulusal duygu bir gerçektir ve kuruluşlar bunu
göz önüne almalıdırlar. Bu, ihmal edildiği zaman
güçlenir, bir çauşma kaynağı olur. Ancak özgür bı­
rakıldı ğ ı takdirde zararsız duruma getirilir. Ama
kendi başına iyi ya da özlenen bir duygu değildir.
B ir sempatiyi insanlığın bir bölümüne yasaklama-

1 09
nın ne özenilen ne de akla uygun bir yanı vardır.
Gelenek, görenek ve huylarda çeşitlilik, çeşitli
ulusların çeşitli kusursuzluk derecelerini yaratma­
larını olanaklı kıldığından iyi bir şeydir. Ama ulu­
sal duygunun özünde bir yabancı düşmanlığı yatar.
Düşmanca bir dış baskıdan bütünüyle özgür bir
ulusta, ulusal duygu olamaz.
Grup duygusu da sınırlı ve çoğu zaman zararlı
olan bir ahliklılık biçimi getirir. İnsanlar iyiyi ken­
di gruplarının yararına olanla, kötüyü de kendi ya­
ral'larına olmayanla (hatta bütün insanlığın yararı­
na olsa bile) bir tutarlar. Bu grup ahliklılığı özel­
likle savaş sırasında belirlenir. Öyle ki, o zaman
bu, insanların olağan düşünceleri olarak kabul edi­
lir. Hemen bütün İngilizler Almanya'nın yenilmesi­
ni dünyanın iyiliği için arzu edilen bir şey olarak
görüyorlarsa da, pek çoğu bir Almanın yurdu için
çarpışmasını onurlu bir şey olarak karşılamaktadır.
Çünkü onun hareketlerinin, grup ahlikından daha
yüksek bir ahlik kuralıyla ölçülebileceğini düşün­
memişlerdir.
Asıl olarak bir insan, başkalarından çok kendi
ulusunun çıkarlarını düşünmekte haklıdır. Çünkü
kendi davranışları kendi ulusunu etkileyecektir.
Ancak savaş sırasında ve kendi ülkesiyle diğer ül­
keler açısından aynı derecede önemli olan durum­
larda, insan, evrensel refahı düşünmelidir. Yalnız­
ca bunu düşünmekle de kalmayıp, görüşünün ken­
di grup ya da ulusunun çıkarlarıyla kısıtlanmama­
sına da dikkat ennelidir.
Ulusal duygu var olduğu sürece her ulusun

1 10
içişleri nde kendi kendi ni yönetmesi çok önemlidir.
Yurttaşl arı kendisine düşman gözle bakarsa, hükü­
meti n yöneti mi ancak zor kul lanarak ve zorbalıkla
mümkün ol abi lir. B ir ül kede yaşayanlar yabancı
bir ulus ise, hiç kuşkusuz hükümete düşman gözüy­
le bakac aklardır.
Bu ilke, B al kanl arın bir kısmı nda olduğu gibi,
ayrı uluslardan i nsanl arı n yan yana aynı yerde ya­
şadı kları zaman birtakım güçlü klerle karşılaşırlar.
Süveyş ve Panama Kanalları gibi uluslararası öne­
mi büyük olan yerlerde de böyle güçlükler onaya
çıkmaktadır. Bu durumlarda, oralarda yaşayan in­
sanların bütünüyle bölgesel olan istekleri daha bü­
yük çı karlar önünde kaybolacaktır. Ama genellikle,
uluslar sınırları nın devletlerin sınırl arıyla uyuşması
i l kesi ne pek az ayrıksılık çı kmaktadır.
Ancak bu i l ke, devletler arası ndaki ili şki leri n
nası l düzenleneceğini, rakip devletler arası ndaki çı­
kar çauşmaları nı n nasıl karara bağl anabileceğini
açı klamamaktadır. Bu anda, her büyük devlet, de­
ğil yal nız içişleri nde, dışişleri nde bile tam bir ege­
menli ği olduğunu ileri sürmektedir. Bu tam ege­
menl i k iddi ası , diğer büyük Devletlerin aynı türden
iddi al arıyla çauşmaktadır. Bu gibi çatışmal ar şimdi
savaş ya da diplomasi yoluyla çözümlenmektedir.
Oysa diplomasi de, savaş tehdidi nden başka bir şey
değildir.
Devleti n egemenli k iddi ası nda bulunması, her­
hangi bir insanı n aynı iddiada bulunınası ndan daha
haklı ol amaz . Tam egemenli k iddi ası, bütün dışiş­
lerin yalnızca zor yoluyla çözümlenmesini öngö-

l11
rür. İ ki ulusun ya da bir uluslar grubunun ilgilendi ­
ği bir sorunun kesin çözümü onl ardan hangisini n
daha güçlü olduğuna dayanır.
Bu, i l kel anarşiden, Hobbes'un i nsanlığın i l k
durumu olduğunu söyledi ği 'herkesi n herkese karşı
savaşı'ndan başka bir şey deği ldir.
Devletl er dış ilişki leri nde tam egemenl i kten
vazgeçip bu konuda karar vermeyi ulusl ararası bir
hükümet aracına bırakmadı kları sürece, dü nyada
barış ya da ulusl ararası sorunları n ulusl ararası ya­
salara göre çözümlenmesi di ye bir şey olamaz.
Ulusl ararası bir hükümetin yasaları hem yap­
m ası hem de uygulaması gerekir. Uluslararası ya­
saları uygulamaya yetenekli ve gereği ne inandığı
zaman bir toprak parçasını bir devletten alı p diğeri ­
ne verebilme yetkisi olan bir kuruluş ol malıdır bu.
B arışsever sıaıus quo' yu gereksiz yere yücel tmekle
yanılgıya düşmüşlerdir. B azı uluslar büyürken ba­
zıları da gitti kçe küçül mektedir. Bir toprağın nü fu­
su göçlerle değişeb i l me ktedir. Bu durumlar alu nda
devletlerin s ı nırl arı nda yapı l acak deği şi kliklerden
dol ayı gücenmeleri m anu ksız bir şeydir. Bu çeşit
değişikl i kleri .yapacak ulusl ararası bir kuruluş ol­
m adı kça, savaş tutkusu da kaçırulmaz olacakur.
Uluslararası otoriteni n bir ordusu ve donanma­
sı olmalı ve bunlar, yeryüzünde var o l an tek ordu
ve donanma olmalıdır.
Zor'un tek meşru kull anı mı dünyadaki tüm zor
m i ktarını azalUnak içi n ol malıdır.
İ nsanl ar yağ m acı güdüleri kul l anmakta serbest
oldukları sürece, bazı i nsanlar bu özgürlükten bas-

1 12
kı ve hırsızlık için yararl anacaklardır. Ö zel kişile­
ri n zor kull anmasına engel olmak için polise gerek­
si nim ol ması gibi, devletlerin yasalara uymayan
zor kul l anı ml arına engel olmak için bir uluslararası
polis gücü gerekecektir.
Dünyanı n tek ordu ve donanması na sahip bir
uluslararası hükümet kurulursa, bunun kararlarına
boyun eğmeyi sağl amak içi n zora olan gereksini­
mi ni n pek geçici bir süre için olac ağını ummak
mantı ksı z değildir. Anarşi yeri ne yasaların yerleşti­
rilmesi ni n yararl arı o kadar kısa bir sürede görüle­
cektir ki , ul usl ararası hükümet kes i nlikle gerçek bir
otorite elde edecek ve hiçbir devlet onun kararları ­
na başkaldırmayı düşünmeyecektir.
Uluslararası bir otoritenin kurul masına daha
pek uzun bir zaman vardır. Ama sonunda erişilecek
hede fi n basamakları nı görebil mek o kadar güç d�­
ğildir. Anlaşmazlı kl arı hakeme götürme konusunda
bir artış olacağı kuşkusuzdur . Çeşitli devletler ara­
sı ndaki çatı şmaları n da gerçekte bir hayal olduğu­
nun anlaşılmasında da bir artış olacaktır.
Gerçek bir çı kar çatışması olduğu durumlarda
bile, zamanla, devletleri n anlaşmakla, savaşmaktan
daha az zarar görecekleri ortaya çıkacaktır. Buluş­
l arın ilerlemesiyl e , artı k yeni bir savaş çok yıkıcı
olac aktır. Dünyanı n uygar ülkeleri ya işbirliği ya
da ortak yok olmadan birini seçmek zorundadırlar.
Bugünkü savaş bunu her gün biraz daha belirl i bir
hale sokmaktadır. Bu savaşın ortaya çı kardığı düş­
manl ı kl ar soğuyacak zaman bulduğunda, uygar in­
sanların savaşı ortadan kaldıracakları yerde, uygar-

1 13
lığı ortadan kaldmnayı seçeceklerine inanmak güç­
tür.
Ulusların çıkarlarının çau şuğı sanılan konular
gerçekte üç tanedir: Gümrükler, ki bu yalnızca bir
aldannacadır ; gelişmemiş ırkların sömürülmesi, ki
bu suçtur ; güç ve egemenlikten duyulan gurur, ki
bir okul çocuğu saçmasıdır.
Ulusal gurur duygusu olmasaydı ne gümrükler
ne de maliyeciler ciddi bir güçlüğe neden olurlardı.
Ulusal gurur, uygarlığa gerekli olan şeylerin reka­
beti biçimini almış olsaydı, gerçekte yararlı olurdu.
Şairlerimizden, bilim adamları mızdan, toplumsal
düzenimizin adalet ve insanlığından gurur duysay­
dık, ulusal gurur yararlı çabalara sağlam bir kay­
nak olurdu. Ama bunların rolleri çok küçüktür.
Şimdi olduğu biçimiyle ulusal gurur, yalnızca yet­
ki ve egemenliğe ilişkindir . Bunda da grup
ahlikından destek gönnektedir. Kendi uluslarını n
istenci bir başka ulusunki ile çauşınca, on yurttaş­
tan dokuzu kendi ulusunun haklı olduğuna inanır.

Belirli bir konuda haklı olmasa bile, kendi ulu­


sunun idealleri diğer uluslarınkinden o kadar üs­
tün, o kadar soyludur ki , kendi gücünün arnnası
bütün insanlığın yararına olacaktır. Bütün uluslar
bu ilkeye inandıkları ndan, zaferden umutlu olduk­
ları her çauşmada zaferin kendilerini n olduğunda
üsteleyeceklerdir . Bu huy süregeldikçe, uluslarara­
sı işbirliği sönük kalmaya mahldlmdur.
İ nsanlar kendilerini Çeşitli uluslar arasındaki
yarışma ve düşmanlık duygusundan kurtarabilse­
ler, çeşitli ulusların yararlarına olan sorunların, ça-

1 14
u şukları sorunl ardan daha olduğunu göreceklerdir.
Ticaretin savaşla bir tutulamayacağı nı , size mal sa­
tan bir i nsanı n size zarar vermeye çalışmadı ğını
göreceklerdir. Hiç ki mse parasını alıyor diye kasa­
ba, bakkala düşman gözüyle bakmaz. Ama başka
bir ül keden bir mal alınca, bunl arı saun al makla za­
rar ettiğimiz söylenir. Hiç kimse bunları dışsaum
mallarına karşılık ol arak aldığımızı düşünmez. Dış­
sau m yapuğı mız ül kede de, bizim gönderdiğimiz
mallar tehli keli ol arak nitelendirilir ve bizim onlar­
dan saun aldı klarımızı hiç düşünmezler.
Yabancı çekişmeden korkan üreticilerin, tekel
elde etmek isteyen tröstleri n ve ulusçuluk mikrobu
ile zehirlenmi ş ekonomistlerin bize zorla yükledik­
leri ticaret kavramı bütünüyle ve baştan başa yan­
lışur. Ticaret yal nı zca emek bölümünden doğar. İ n­
san, gereksi nimi olan her malı kendi üretemez. Bu­
nun için de yapuklanru başka insanl arın yapukla­
nyla değiştirir.
İ nsanlar için geçerli olan, uluslar için de geçer­

lidir. Bir ulusun gereksini mi olan bütün maddeleri


üretmesini istemek için hiçbir neden yoktur. O nun,
kendi sine en çok yarar sağlayacak maddelerde us­
talaşması ve fazl asını başka ülkeleri n fazlasıyla de­
ğiştirmesi en iyi yoldur. Karşılığında mal almadan
dışsau m yapmak da anlamsızdır. Etini satmak iste­
yen kasap her zaman ekmekçiden ekmek, ayakka­
bıcıdan ayakkabı, terziden giysi almak istemezse,
kendisini kısa zamanda acı nacak halde bulur. Dışa­
rı satbğımız mallar karşılığında mal alı nmamasını
isteyen 'koruma yandaşları'ndan yine de daha az

1 15
budala deği ldir bu kasap.
Ü cret düzeni , i nsanları, i nsana gereken şeyi n
çalışma olduğuna inandırmı ştır. Bu da hiç kuşku­
suz saçmadır. İ nsanın çalışmayla üreti len mal l ara
gereks i ni mi vardır. Belirl i bir şeyi elde etmek için
ne kadar az çalışılırsa o kadar iyidir. Ama ekono­
m i k düzeni mizi n gereğince, daha bir düzeni n üc­
retleri eksi ltmeden çalışma saatlerini kısaltacağı
yerde, öyle üreti m yöntemleri kul l anıl maktadır ki,
i şverenler işçileri ni işlerinden çıkartabil mekte, on­
ları yüksulluğa mahktlm edebil mektedirler.
Ekono mi k düzenimiz kannakarışı ktır. Hiçbir
ç atışm anı n ol mam ası gerektiği halde, ekonomi k
düzenimiz yüzünden, toplumun yararıyla ki şi ni n
ç ı k arı binbir şekilde çatı şıp durmaktadır. D aha iyi
bir düzen altında, serbest tic areti n yararları ve
gümrük vergi leri nin kötülüğü herkesi n önüne açı k
ve seç i k serilebil i rdi .
Ulusları n çı karl arı , ticaret dışı nda, uygarlığı
oluşturan şeylerde de çatışmaktadır. Buluşlar ve
keşifler herkese yarar sağlarlar. Bir bilimadamını n
İ ngiliz, Fransız ya da Alman ol masını n hiç önemi
yoktur. Bunl ardan yararl anmak için akıldan b aş ka
bir şey gerekmez. Bütü n sanat, edebiyat ve kültür
dünyası uluslararası bir dünyadır. Bir ülke için ya­
pılan bir şey, yalnız o ü l ke için değil , tüm i nsanlı k
için yapılmış demektir.
Kendi kendi mize i nsanı hayvanlardan üstün kı­
l an, vahşil i kten ayıran şey i n ne olduğunu sorarsak,
bunların hiçbiri ni n bir ulusun mül kiyetine bağlı
şeyler olmadığını görürüz. B u nl ar bütün dünyanı n

1 16
payl aşabileceği şeylerdir. B u gibi değerli şeyleri
bul an i nsanlar, yal nı zca i nsanların yapabildikleri
i şleri n i nsanl ığa yararlı olduğunu görmek isteyen
i nsanlar, ulusal s ı nırl an hiç hesaba katmayacaklar,
bir i nsanın hangi devlete bağlı olduğunu hiç düşün­
meyeceklerdir.
Siyaset alanı dı şı ndaki uluslararası i şbirl iğini n
önemini kendi deneyi mleri mle daha iyi anlamış bu­
l unuyorum. Son zamanl ara kadar dünyada pek az
i nsanın öğretebildiği bir dil i m dalını öğretiyordum.
Ben kendi yapıu mı bir Alman ve bir İ talya'nı n ya­
pıtlarından yararl anarak yazmışum. Ö ğrencilerim
uygar dünyanın dön bir yanından kopup gelmişler­
di : Fransa, Alm anya, Avusturya, Rusya, Yunanis­
tan, Japonya, Çin, Hi ndistan ve Amerika'dan. Hiç­
biri mizde ulusal böl ünmeler duygusu yoktu. Ken­
di mizi uygarlığın i leri karakolunda, bili nmeyeni n
ormanı nda yeni bir yol açıyor kabul ediyorduk. Or­
tak işte herkes elbirl iğiyle çalışıyor ve böyle bir ça­
l ı şm anı n yararlan yanı nda ulusları n siyasal düş­
manl ı kl arı hiç kal ıyordu .
Ama uygarlığın geli şmesi nde sonsuz önemi
olan uluslararası işbirliği içi nde bilimin yeterli bir
yeri yoktur. Bütün ekonomik sorunlarımız, bütün
emekçi haklarını sağlama sorunlarımız, yuma öz­
gürlük ve dünyada i nsanlık umutlarımız, hep ulus­
lararası iyiniyetin yaraul masına bağlıdır.
Nefret, korku ve kuşku i nsanların birbirleri ne
olan duygul arı na egemen ol mayı sürdürdükçe, şid­
detin ve zorbalığın baskısından kaçmayı umut ede­
meyiz. İ nsanlar, i nsanlığın onak yararının bili nci ne

1 17
varmalıdır. Yoksa ulusları bölen sahte çıkarl arı n
değil !
Çeşitli ulusl arın arası ndaki gelenek ve görenek
ayrılıklarını ortadan kal dırmak ne i stenen bir şey­
dir, ne de gereklidir. Bu ayrılı klar her ulusun, dün­
ya uygarlığına belirli bir katkıda bulunmal arı nı
sağlamaktadır.
İstenen, kozmopolitlik de değildir, ulusal nite­
li kleri n yitirilmesi de. Bu kozmopolitlik kazanç de­
ğil, kayıpbr. Bizim görmek istediğimiz evrensel
bir ruh, yurt sevgisine katı lacak bir şeydir. Yoksa
· bundan çekip alı nacak bir şey deği l . Bir ins anı n
kendi yurdu için istediği şeyler, artı k, başkal arı nı n
pahasına elde edilecek şeyler ol mayac ak, bir ülke­
nin üstünlüğünün bütün dünyanı n yararına ol acağı
şeyler olacaktır.
İnsan kendi yurdunun banş sanatında büyük,
bilim ve düşün al anı nda yüksek, adi l , i yi yürekli ve
yüce gönüllü ol masını i steyecektir. Daha özgür bir
dünya umudu, i nsanı n daha mutlu ol ması umudu
varsa, bunun gerçekleşeceği evrensel anlaşmaya
doğru giden yolda i nsanlığa yardı m etmesini iste­
yecektir. Yurdu için dar bir mülki yetçiliğin geçici
zaferlerini istemeyecektir. İsa'nın öğrettiği ve kili­
seleri n unutmuş olduğu kardeşlik ruhunun, i nsan
etkinliklerindeki başarısı nı elde etmede yardı mcı
olmasını isteyecektir.
Bu ruhta yalnızca en yüksek ahl fildılığı n değil,
ama en gerçek mantığın da bulunduğunu ve bunun
bilimsel çılgınlığın yol açtığı yaralarla kanayan
ulusları n gelişmesinin yolu olduğunu; uydurma ve

1 18
yapmacık görevlere çağnlmanın insanın yaşamını
zehir etmesinden kurtuluş yolu olduğunu görecek­
tir.
Nefreti n esinlediği işler ne kadar acı , ne kadar
kendi kendini fedayl a dolu olursa olsun, hiçbir za­
man görev değildir.
Yaşam ve dünya için umut, ancak sevgiyle ya­
pıl an işlerdedir.

1 19

You might also like