Professional Documents
Culture Documents
Bilge Karasu - Ne Kitapsız Ne Kedisiz
Bilge Karasu - Ne Kitapsız Ne Kedisiz
Bilge Karasu - Ne Kitapsız Ne Kedisiz
NE KİTAPSIZ
NE KEDÎSÎZ
metis
B ilge K arasu
NE KİTAPSIZ
NEKEDÎSÎZ
Bilge Karasu (1930-1995) Şişli Terakki Lisesi'nde ve
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölü-
m ü’nde okudu. Basın-Yayın ve Turizm Genel Müdür-
lüğü'nde, Ankara Radyosu Dış Yayınlar Bölümü'nde
çalıştı. 1963-64'te Rockefeller Bursu'yla Avrupa'nın çe
şitli ülkelerinde bulundu. 1974'te Hacettepe Üniversi-
tesi'nde öğretim görevlisi olarak çalışm aya başladı. İlk
yazısı 1950'de, ilk öyküsü de 1952‘de Seçilmiş Hikâye
ler dergisinde yayımlanan Bilge Karasu, 1963 yılında
D. H. Lawrence’in The M an Who D ied (Ölen Adam)
kitabının çevirisiyle Türk Dil Kurumu Çeviri Ödülü’
nü, 197 l'de Uzun Sürmüş B ir Günün Akşamı kitabıyla
Sait Faik Hikâye Armağam'm, 199l'd e Gece kitabı ile
Pegasus Ödülü'nü ve 1994’te N e Kitapsız N e K edi siz' le
Sedat Simavi Vakfı Edebiyat Ödülü'nü aldı.
Bilge Karasu'nun Bütün Yapıtları, ölüm ünden son
ra derlenen kitaplarıyla birlikte on üç kitaplık bir ko
leksiyon oluşturuyor.
Bilge Karasu’nun edebiyatı hakkında, Bilkent Üni
versitesi ve M im ar Sinan Üniversitesi'nde düzenlen
miş iki sempozyumun sunumlarından Doğan Yaşat ta
rafından hazırlanm ış bir seçkiyi, Bilge K arasu’y u Oku-
mak'ı (2013) tavsiye ederiz.
Metis Yayınlan
İpek Sokak 5,34433 Beyoğlu, İstanbul
Tel: 212 2454696 Faks: 212 2454519
e-posta: info@ metiskitap.com
www.metiskitap.com
Yayınevi Sertifika No: 10726
Baskı ve Cilt:
Yaylacık M atbaacılık Ltd.
Fatih Sanayi Sitesi No: 12/197-203
Topkapı, İstanbul Tel: 212 5678003
M atbaa Sertifika No: 11931
ISBN-13: 978-975-342-056-3
BlLGE KARASU
NE KİTAPSIZ
NE KEDİSİZ
Denemeler I
metis
BİLGE KARASU • BÜTÜN YAPITLARI
GECE, 1985
KILAVUZ, 1990
SUSANLAR, 2009
Hazırlayan: Serdar Soydan
Ne Kitaplı Ne Kitapsız
9
9
NE KİTAPSIZ NE KEDİSİZ
ıo
NE KİTAPLI NE KİTAPSIZ
11
NE KİTAPSIZ NE KEDİSİZ
12
NE KİTAPLI NE KİTAPSIZ
13
NE KİTAPSIZ NE KEDİSİZ
1987
14
İmge Üretiminde
Roman Hala İlk Sırada
15
NE KİTAPSIZ NE KEDİSİZ
16
İMGE ÜRETİMİNDE ROMAN HÂLÂ İLK SIRADA
17
NE KİTAPSIZ NE KEDİSİZ
18
İMGE ÜRETİMİNDE ROMAN HÂLÂ İLK SIRADA
19
NE KİTAPSIZ NE KEDİStZ
20
İMGE ÜRETİMİNDE ROMAN HÂLÂ İLK SIRADA
21
NE KİTAPSIZ NE KEDİSİZ
22
İMGE ÜRETİMİNDE ROMAN HÂLÂ İLK SIRADA
23
NE KİTAPSIZ NE KEDİSİZ
24
İMGE ÜRETİMİNDE ROMAN HÂLÂ İLK SIRADA
25
NE KİTAPSIZ NE KEDİSİZ
1983
26
İletişimin Güçlükleri Üzerine
Yerli Yersiz Sözler
27
NE KİTAPSIZ NE KEDİSİZ
"Bizim" dilimiz olmayan bir dil, bir "yabancı" dil söz konusu
olsun. (Attığımız bu adımla, her yanı tuzak dolu, tehlikeyle
diken diken bir Amazon ormanına giriyoruz!)
Bu dili bilmekten ya da bilmemekten söz ederiz. Anadili
Felemenkçe olan Jan van Gennep mi bilir bu dili, Bilge Aksu
mu? (Besbelli, diyoruz içimizden, Bilge Aksu'nun anadili Fe-
İLETİŞİMİN GÜÇLÜKLERİ ÜZERİNE
29
NE KİTAPSIZ NE KEDİSİZ
30
İLETİŞİMİN GÜÇLÜKLERİ ÜZERİNE
31
NE KİTAPSIZ NE KEDİSİZ
32
İLETİŞİMİN GÜÇLÜKLERİ ÜZERİNE
33
NE KİTAPSIZ NE KEDİSİZ
34
İLETİŞİMİN GÜÇLÜKLERİ ÜZERİNE
35
NE KİTAPSIZ NE KEDÎSÎZ
36
İLETİŞİMİN GÜÇLÜKLERİ ÜZERİNE
37
NE KİTAPSIZ NE KEDİSİZ
le bir sonuca varırız: "Sınırlı olan, engel yaratan, dil değil, ve
ricinin kafası; metin değil, alıcının kafası.. Bizim dile geti
remediğimizi bir başkası getirebilir, bizim anlayamadığımızı
bir başkası anlayabilir. Çok görülmüştür bu; biraz tarih bil
mek yeter.
1982
38
"Yeni"Dediğimiz Üzerine
39
NE KİTAPSIZ NE KEDİSİZ
40
"YENİ" DEDİĞİMİZ ÜZERİNE
41
NE KİTAPSIZ NE KEDİSİZ
42
"YENİ" DEDİĞİMİZ ÜZERİNE
43
NE KİTAPSIZ NE KEDİSİZ
44
YENİ" DEDİĞİMİZ ÜZERİNE
45
NE KİTAPSIZ NE KEDİSİZ
46
"YENİ" DEDİĞİMİZ ÜZERİNE
47
NE KİTAPSIZ NE KEDİSİZ
48
"YENİ" DEDİĞİMİZ ÜZERİNE
49
NE KİTAPSIZ NE KEDİSİZ
50
"YENİ" DEDİĞİMİZ ÜZERİNE
* Bir de şu duruma dikkati çekmek isterim: Çok eski bir geçmişi irdeler
ken, bir tarihçi, sözünü ettiğimiz türden bir yeniliği gün ışığına çıkarıyor ol
sun. Yeniliği oluşturan sürecin sözünü, o güne dek başka tarihçiler de (az ya
da çok, biraz daha belirli ya da biraz daha belirsiz bir biçimde) etmiş olsunlar.
Tarihçimiz, belli bir geleneğe oranla çok değişik bir kurgu koymuş olsun or
taya (ancak bu, tanınabilir türden bir yenilik olsun); uzak geçmişin (örneğin,
cilalıtaş çağı sonrasının) karanlıkta kalmış çok önemli bir süreci (örneğin
"trajik" bilincin ortaya çıkması) ansızın karşımızda belirmiş olsun. Tarihçinin
ortaya koyduğu, bizim için de bir yenilik olsun. Yani bu olgu, bu süreç, şim
diye değin önümüze — en azından— bu biçimde, bu açık-seçik yapı içinde
konmamış olsun.
Cilalıtaş çağı sonrasının insanı, bu "trajik" bilincin bizim için taşıyıcısı
sayılan olguların, süreçlerin, sözlerin karşısında kaldığında bu yeniliğin, kim
bilir nasıl sancılar içerisinde, yavaş yavaş, farkına varmıştır, diye düşünmek
ten alamıyorum kendimi (yanılıyor olabileceğimi de getiriyorum usuma; ama
51
NE KİTAPSIZ NE KEDİSİZ
hiç değilse ben, bugün yaşayan bir kişi olarak, bu sancı düşüncesinden vazge
çemiyorum). Bizim için yeni olan, verilerini, öğelerini belki daha önce de
okumuş olabileceğimiz bir yeni bileşim/bireşimdir. Ancak, bir şey daha dü
şünmeden edemiyorum: Geçmiş bir çağın yeniliği olarak, bugün, bir yeni
vargı biçiminde sunulan "şey”, bizim için eskimiş değildir. Olmadığı için de
ilgimizi çekiyor: Tarihçi bunu yazmağa değer buluyor, biz bu yeni sonuç kar
şısında ilgi duyuyoruz. Unutmamalıyız: "Aşılmış", eskimiş bir şey, yazılsa
bile , "Ölü Bilgiler Ansiklopedisi" adını vereceğim, dirimsel dolaşımın dışın
da kalan, belirsiz bir süre için rafa kaldırılmış öğreni çuvallarına girer, "be
ğenmeyiz” çünkü öylesini... (Bir de şunu unutmamalı: Bugün de kullanagel-
diğimiz, bizim için hiçbir "yenilik" taşımayan — ama dirimsel değeri pek
yüksek, yani, hiç mi hiç vazgeçilmemiş— çok, çok eski kavramlar da, bir gü
nün, bir çağın (pek gerilerde kalmış da olsa) yenilikleriydi, yaratılarıydı...)
52
"YENİ" DEDİĞİMİZ ÜZERİNE
53
NE KİTAPSIZ NE KEDİSİZ
54
"YENİ" DEDİĞİMİZ ÜZERİNE
1986
55
Cinayetin A zı Çoğu
56
CİNAYETİN AZI ÇOĞU
57
NE KİTAPSIZ NE KEDİSİZ
2. Kirıderkreuzzug 1939.
58
CİNAYETİN AZI ÇOĞU
59
NE KİTAPSIZ NE KEDİSİZ
60
CİNAYETİN AZI ÇOĞU
61
NE KİTAPSIZ NE KEDİSİZ
62
CİNAYETİN AZI ÇOĞU
1987
ı.
Catherine ile Julien P.'nin öyküsünü birkaç yıl önce bir arka
daşım bana böyle anlattı:
İlk kez, yıllık izinlerini Paris'ten bu kadar uzakta geçire
ceklermiş.. . Brezilya'yı iyi bilen bir arkadaşlarının öğütleri
ne uymuşlar, Sâo Paulo'yu görmüşler, Rio'nun tadına varmış
lar, Brasilia'ya saygılarını sunmuşlar, sonra —gene o arka
daşlarının aracılığıyla— bir ressamın evine konuk olmuşlar;
küçücük bir kentin bir ucunda, ardı orman, önü denizden azı
cık uzakça bir ev... İlkinden birkaç yıl sonra ikinci bir balayı
gibi görünmüş kendilerine burada geçirdikleri günler. Gel
diklerinin ertesi, kahvaltı ederken yanlarında bir köpek yav
rusu belirivermiş. Biraz değişik yapılı bir enik. Süt vermişler
içmiş, yağ sürülmüş ekmek vermişler yemiş. Sokulganlığı,
yanlarından ayrılmak istemeyişi, ikisini de şaşkına çevirmiş.
Dört gün sonra, bu enikten ayrılmaları gerekeceği düşüncesi
onları koyu kaygılara boğar olmuş. Dönmelerine altı gün da
ha varmış. Kendilerini kandırmak için olacak "cuma sabahı
buradan ayrılırken karar veririz," demişler...
Hayvan, kendiliğinden onların düzenine uyarak yaşıyor,
onlar kalkınca kapının önünde yattığı paspastan kalkıyor, on
lar yatmadan önce paspasının üzerine kıvrılıyor, çarşıya çık
tıklarında, gezmeğe gittiklerinde arkalarından bahçe kapısı
64
BİR HAYVANLA YAŞAMAK
na dek gelip onlar sokağa çıkar çıkmaz —sanki içleri rahat et
sin diye— koşa koşa evin kapısı önündeki paspasa dönüp ya
tıyor, döndüklerinde onu orada görüp çağırdıklarında koşa
koşa geliyormuş...
İlk gün, tükenmez kalemleriyle uzun uzun oynadığı için,
adına Bic demişler. Bir an gözden yitse "Bic!" diye seslen
mek yetiyormuş. Ne verseler yiyormuş ama özellikle meyva
seviyormuş. "Nesi tuhaf değil ki bu köpeğin?" demişler, bu
tuhaflıklara aldırış etmez olmuşlar. En önemlisi, evin içinde
bir kez bile kirletmemiş herhangi bir yeri. Kahvaltıdan sonra,
akşam yemeğinden sonra, bunu da onlara göstermek ister gi
bi, oturdukları yerden biraz ötedeki çalılığa giriyor, az sonra
çıkıyor, yanlarına gelip uzun uzun siliniyor, yalanıyormuş.
Cuma sabahı yola çıkarken, Bic de, çarşıdan yeni alınmış
ufak sepetinin içinde, yanlarındaymış. Kararlarının başka
türlü de verilebileceğini nasıl düşünebilmişlermiş ki? Gülüp
duruyorlarmış "cuma sabahı karar veririz," demiş olmaları
na... Catherine gidip kendilerini konuk eden ressama teşek
kür etmiş Rio'ya döndüklerinde, Julien de hayvanlarını Pa
ris'e götürmeleri için gereken işlemleri güç bela bitirmiş uça
ğın kalkışına dek. Yolculuk hiçbiri için kolay olmamış ama
eve girdiklerinde Bic'i sepetinden çıkarıp mutfağa götürmüş
ler, yemek hazırlığı yapıp onu da doyurmak istemişler. Bic'in
iştahsız davranmasını pek yadırgamamışlar. "Bunca saattir
yolda. Gene iyi dayandı," demişler. Bic evi dolaşıp gelmiş,
kapmm önünde durmuş. Anlamışlar, hemen bahçeye çıkar
mışlar. Küçük de olsa, burada da bahçe vardı. İşini bitirince
Bic kendiliğinden eve dönmüş, yatmağa gittiklerinde yerini
bulmuş gene, oda kapısının önündeki küçük kilimin üzerine
kıvrılmış. Julien, bir ara, "hostesler bir buna bir bize bakıp
gülüşüyorlardı arkada. Ama hepsi, arada bir, ona bir şeyler
yediriyordu," demiş.
65
NE KİTAPSIZ NE KEDİSİZ
2.
66
BİR HAYVANLA YAŞAMAK
ken bir başka bildiğin evinde kısa bir konukluk ettiği ortaya
çıkıverdi günün birinde. Bir şey daha öğrenildi: O bildik ha
nım, "kediyi terbiye etmek için" ona leğen göstermişmiş ama
sabahlan, işine gitmek üzere çıktığında leğeni (evde koku ol
masın diye herhalde) balkona çıkanyor, kediyi ise evde bıra
kıyormuş. Bir iki kez, dayanamayıp bir köşeyi kirleten hay
van, akşamlan dayak yeyince gerçekten "terbiye öğrenmiş",
akşamlara kadar kendini tutmasını başarmış. Sonra da ya
kaçmış ya atılmış... Arkadaşlanm onu aldıklannda çişini le
ğeninde ediyor ama, arada sırada, durduğu yerde, altını kir
lettiği oluyordu. İşkencesiz eğitim, doğru dürüst bakım, ba
ğırsak "bozukluğu"nun hakkından geldi. Elbette, daha da
önemlisi, arkadaşlanmın, kakasını tutamayan hayvanı soka
ğa atacak yerde onu iyileştirmeğe çalışmış olmalanydı.
67
NE KİTAPSIZ NE KEDİSÎZ
3.
69
NE KİTAPSIZ NE KEDİSİZ
70
BİR HAYVANLA YAŞAMAK
71
NE KİTAPSIZ NE KEDİSİZ
1992-1993
72
"Dostlarım Üzerine"
Diye Söze Girişerek...
73
NE KİTAPSIZ NE KEDİSİZ
74
"DOSTLARIM ÜZERİNE" DİYE SÖZE GİRİŞEREK
75
NE KİTAPSIZ NE KEDİSİZ
76
"DOSTLARIM ÜZERİNE" DİYE SÖZE GİRİŞEREK
77
NE KİTAPSIZ NE KEDİSİZ
78
"DOSTLARIM ÜZERİNE" DİYE SÖZE GİRİŞEREK
79
NE KİTAPSIZ NE KEDİSÎZ
80
"DOSTLARIM ÜZERİNE" DİYE SÖZE GİRİŞEREK
81
NE KİTAPSIZ NE KEDİSİZ
Ama bunca çene kavaflığımız, belli bir yere, bir noktaya gel
mek istediğimizden...
Dostlanma, (şu anda) dost dediğim birkaç kişiyle kurup
sürdürdüğümüz, geliştirip değiştirdiğimiz ilişkilere bakıyo
rum. Bir nokta çok önemli: "Dost"lanm olsun, "ben" dediğim
kişi olsun, tek başına varlıklar, bağımsız kişilikler değil bu
çerçeve içerisinde. Dostlanmm iyi (ya da huysuz), benim
maymun iştahlı (ya da vefalı) insanlar olmamız türünden ni
telemelerin de yeri değil burası. Yani kişi, kişilik, nitelikle
uğraşmıyorum. Konu, ilişkinin kendi. Kişiliği, ilişkiler ara
sında (bu ilişkiler ayn ayn birimler olarak ele alındığında)
görülebilecek, varsayılabilecek, gözlemlenebilecek bir "de
ğişmez" olarak tasarlayalım, canımız çok istiyorsa. (Hoş, bu
"değişmez"in değişkenliği üzerinde aynca durmak gere
kir. ..) Ama belli bir ilişkide (gene, kolaylık olsun diye, ikili
bir ilişki birimini göz önünde tutuyorum) bu "kişilik"ler, iliş
kinin ırasını oluşturmak üzere (ya da, oluşturacak biçimde),
öğelerinden kiminin ya da birçoğunun çok özel bir yeniden-
bireşimi süreci içine girer (ya da, içindedir). Bunu böyle söy
lemek, şöyle bir şey demeğe vanr: Kişilik, "değişmezliği"
içinde, her ilişkiye göre, değişik bir kalıba girer, her ilişkiden
biraz değişmiş çıkar... "Öğelerini çok özel bir yeniden-bireş-
tirme" durumundaymış gibi görünmeyen "kişilik"lerin kur
duğu ilişkilere ne diyeceksin? denir şimdi bana. Evet, öyle bir
şey varmış, olabilirmiş gibi görünüyor. Örneğin pek başanlı
"ilişki ustalan" yetiş/tiril/ebiliyor çağımızda; bunlar ulusla
rarası firmaların, kuruluşlann en önemli kişilerinden biri, bir
kaçı haline gelebiliyor. En değişik durumlarda en değişik
kimselerle oldukça yakın, sırasında pek yakın ilişkiler kura
biliyorlar. Sanınm, önemli olan, kendisiyle ilişkiye girdikleri
her kişiye bir "özel" ilişki içerisinde bulunulduğu duygusunu
82
"DOSTLARIM ÜZERİNE" DİYE SÖZE GİRİŞEREK
83
NE KİTAPSIZ NE KEDİSİZ
85
NE KİTAPSIZ NE KEDİSİZ
mesi için pek elverişli bir alan olmaz mıydı?.. Oysa değişik
ilişkilerde (bize neredeyse bir yazgının varlığını düşündüre
cek, insanın gidip gidip hep aynı türden dertlere saplanmağa
düşkün olduğunu düşündürecek ölçüde) aynı türden hatalara
düşüldüğü, bu aynı türden hataların da benzer sonuçlara gö
türdüğü, çokça gözlemlenebiliyor. Şimdilik "inanç" diyece
ğim, "inanç" adını vermekle yetineceğim birtakım "şeyler"i
sorumlu tutacağım bu durumdan. Görgümüz artsa da, temel
deki "inanç"larımızda dişe dokunur düzeltmeler yapmağı pek
güç buluruz. Yaşamımızın "müze"sini, genellikle, "inanç"la-
nmızı ayrı raflara, dostluklarımızı ayrı raflara yerleştirerek
kurmağa çalışır gibiyizdir. Oysa, daha baştan, hepsini bir gü
zel karıştırırız biribirine...
Demin "zamanla değişmek"ten söz ediyordum. Şimdi
"müze" diyorum. Gene zam an... Zamanı, durmaksızın göz
önünde bulunduruyormuş gibi davrandığımız zamanı, yete
rince katıyor muyuz hesaba?..
Geçip giden zaman, bizi, her şeyi değiştiren zaman...
Bu "zaman" üzerine söylenmedik bir şey mi kaldı diye
ceksiniz. (İnsan tükenmedikçe, söylenmedik bir şey kalıp kal
madığını bilemeyiz ya, insan tükenirse, bunu bilecek kimse
de kalmamış olacağına göre, bu soruyu yanıtsız bırakalım.)
Zaman geçtikçe değişiyoruz; her şeyden önce, önem ver
diklerimiz değişiyor. İstediklerimiz, aradıklarımız değişiyor.
İyi de, birtakım "inanç"lanmıza, bu değişme sürecinde ne
oluyor?.. Bunu her zaman bilebiliyor, fark edebiliyor muyuz?
Çevremizdeki dünyanın değişme hızının artışı bizi, şu anda
(bu açıdan) daha da büyük bir bunalıma götürmüyor mu? De
ğil "geleneksel" bilgilerin, kendi yaşantılarımızdan edindiği
miz görgünün bile artık yardımcı olamadığı bir değişme süre
ci içerisinde daha da çabuk "yaşlanıyor" değil miyiz?
Dolayısıyla "anlaşma" koşullan, "çakışma"lar, bu koşul-
86
"DOSTLARIM ÜZERİNE" DİYE SÖZE GİRİŞEREK
87
NE KİTAPSIZ NE KEDİSİZ
88
"DOSTLARIM ÜZERİNE" DİYE SÖZE GİRİŞEREK
89
NE KİTAPSIZ NE KEDİSİZ
1982
Bilge Karasu Adlı Birinin
fO. Yap Üzerine Metin Taslağı
91
NE KİTAPSIZ NE KEDİSİZ
92
BİLGE KARASU ADLI BİRİNİN 50. YAŞI ÜZERİNE
93
NE KİTAPSIZ NE KEDİSİZ
94
BİLGE KARASU ADLI BİRİNİN 50. YAŞI ÜZERİNE
. *
95
NE KİTAPSIZ NE KEDÎSİZ
96
BİLGE KARASU ADLI BİRİNİN 50. YAŞI ÜZERİNE
Bilge Karasu adlı biri üzerine yazılacak bir metni, olsa olsa,
"bak, böyle düşündüğünü (ya da, 'böyle duygular beslediği
ni') hiç bilmezdim," denmesine yol açacak türden açığa vur
malar kurtarabilir.
Örneğin, bir yerlerde yazdığımız, Karasu'nun kendi ya
şamı içinde de doğru: Bu adam, soyunmak, (çok gerekli, vaz
geçilmez sayılabilecek üç dört parça şey dışında evini, çevre
sini dolduran her şeyden) sıynlmak ister... Kimi zaman, sev
gilerinden, sevdiklerinden bile. Kısacası, ardında artık bırak
mamış bir ölü olmak ister. Çırpınır; ama bunu başarmak pek
güç olacağa benzer.
Örneğin, bir başka yerlerde yazdığımız, kendi yaşamı
içinde de doğrudur: Bu adam farkına varmıştır ki uzunca bir
süredir, yaşamağa çalıştığı, hep "şimdiki zaman"dır. Yaşa-
dıklannın, elbet, bir son/ucudur, her insan gibi; ama kendisi
ne dışandan bakanın, yüzünde gördüğü çöküntüyü, kendinin,
97
NE KİTAPSIZ NE KEDİSİZ
98
BİLGE KARASU ADLI BİRİNİN 50. YAŞI ÜZERİNE
99
NE KİTAPSIZ NE KEDİSİZ
1981
ıoo
Bütün Yapıtları 5
Lağımlaranası ya da
Beyoğlu
Öteki Metinler
Susanlar
Metis Edebiyat
ISBN-13: 978-975-342-056-
Metis Yayınları
www.metiskitaD.com